VAR MI Kİ…
Allah Teâlâ kullarına azap
ve belalarını gönderdiği zaman kulların kalplerine nazar eder. Öylesine kimseyi
düşünmeden sadece kendini düşünenleri gördükçe azabı kaldırmaz. Benliğin
zirvede olduğu ahlakta ne yapılırsa yapılsın tedbir amaçlı da olsa sadece zarar
verir. Dualar yapınız deniyor. Ama hepsinde ene kokusu var. Feda etmek,
kendinden vazgeçmek yok.
Kimin mülkündeyiz ki,
sahibinin emri olmadan bir dal oynamaz iken…
Size bazı şeyleri
hatırlatayım sonra söze devam ederiz. Bu hikaye ve hatıralar beni alıp götürür
aklımın erişmediği diyarlara…size de aynı etkiyi yapacaktır.
Deli Dumrul Hikayesi
[Hikaye kısaca şöyle]
Deli Dumrul adlı bir er
vardır, kuru bir çayın üstüne köprü yaptırır. Geçenden 33 akçe, geçmeyenden
döve döve 40 akçe alır. Bir gün köprüsünün yanına bir bölük oba yerleşir.
Bu obada bir yiğit ölür ve feryatlar üzerine Deli Dumrul atıyla oraya gelir.
Feryatların nedenini sorunca bir yiğidin öldüğünü öğrenir. Azrail'e kızar ve
ona meydan okur. Onunla dövüşmek için Tanrıya yalvarır. Sonra evine döner.
Deli Dumrul bir toy
düzenler ve bu toya Azrail de gelir. Deli Dumrul kılıcını Azrail'e savurur ve
Azrail güvercin olup kaçmaya başlar. Deli Dumrul atına binip Azrail'i
kovalarken Azrail birden ata gözükür. At ürker ve Deli Dumrul attan düşer.
Azrail Deli Dumrul'un üzerine gelince Deli Dumrul yalvarmaya başlar. Bunun
üzerine Azrail kendisine değil Tanrıya yalvarmasını söyler. Deli Dumrul
Tanrıya yalvarır ve Tanrı Deli Dumrul'a kendi canı yerine can bulmasını söyler.
Deli Dumrul annesine ve babasına gider ama onlar canlarını vermezler. Can
bulamadığı için karısına gider. Karısı da onsuz bu hayatın hiçbir önemi
olmadığını söyler ve kendi canını vermeye razı olur.
Deli Dumrul Tanrıya
yalvarır ya ikimizin canını al ya da ikimizi de bağışla diye.
Azrail, kadının canın
almaya geldi. Deli Dumrul, yoldaşına, sevdiğine kıyamadı. Ulu Tanrı’ya
yalvardı:
‘‘Yücelerden yücesin, kimse
bilmez nicesin? Ulu Tanrı! Çok cahiller, seni gökte arar, yerde ister. Oysa sen
inananların gönlündesin! Her zaman var olan, güçlü Tanrı! Ölümsüz, bağışlayıcı
Tanrı! Ulu yollar üstüne imaretler yapayım senin için! Aç görsem doyurayım,
senin için! Alırsan ikimizin canını birlikte al, bağışlarsan ikimizi birlikte
bağışla! Bağışlaması bol, Ulu Tanrı!’’ dedi.
Bunun üzerine Tanrı onları bağışlar, onlara
140 yıl ömür verir ve annesinin, babasının canını alması için Azrail'e emir
verir. Deli Dumrul ve eşi 140 yıl ömür sürerler.
Aziz Mahmud Hüdayi ve Hasırpuş
Dede
İstanbul’da
çok şiddetli bir tâun/veba hastalığı zuhûr etmişti. Her gün binlerce kişi bu
hastalıktan ölüp gitmekteydi. Elinden bir şey gelmeyen ahâlî, çaresiz bir hâlde
Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’ne koştu. Gözyaşlarıyla duâ taleb etti.
Kendisine
gelenlere Hüdâyî Hazretleri şöyle buyurdu:
“–Bu türlü
işlere karışmak bizim meşrebimize uygun değildir. Ancak mâdem ki hastalığın
şiddeti dolayısıyla ısrâr ediyorsunuz, öyleyse Karacaahmet kabristanına
gidiniz. Orada bir servi ağacının altında bir hasıra sarılıp yatan ve «Hasır-pûş
Dede» denilen bir zât vardır. Ona başvurun! Eğer kabul etmeyecek
olursa, selâmımızı söyleyin!..”
Bunun
üzerine halk, doğruca denilen şahsa gitti. Fakat meczup meşrepli bu zât,
halkın merâmını dinleyince büyük bir öfke ile bağırıp çağırarak herkesi kovdu
ve hasırına bürünerek yattı. Çekine çekine tekrar yanına geldiler ve bu defa
Hazret-i Pîr’in selâmını ilettiler. Selâmı alır almaz ayağa fırlayan meczup
Hasır-pûş Dede, hemen kendisinden istenilen duâya başladı. Duâdan sonra da:
“–Bugün bir
kimsenin daha cenâzesi kaldırıldıktan sonra bu hastalık da kalksın!” dedi.
Ardından
Hüdâyî Hazretleri’nin başka bir emri olup olmadığını sordu ve tekrar hasırına
büründü.
Gerçekten o
gün tâundan bir kişi daha vefat ettikten sonra hastalık tamamıyla ortadan
kalktı.
Kaynak:
Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI, Osman Nuri Topbaş, Erkam
Yayınları, 2013
Hz. Ebubekir radiya'llâhü anh
Hz. Ebu Bekir radiya’llâhü
anh, onca yıl şirke karşı savaşacak; ve gün gelecek, Kureyş ordusu içinde Rasûlüllah
salla'llâhü aleyhi ve selleme kılıç savurmaya yeltenen oğluyla karşı karşıya
gelmekten geri durmayacak; Efendimiz salla'llâhü aleyhi ve sellem dünyadan
ayrılınca civardaki bedevî kabileleri zekat vermekten imtina ettiklerinde, Hz.
Ömer radiya'llâhü anhın görüşünün aksine
karşılık Fussilet sûresindeki ilgili âyetlere istinaden ‘zekat vermekten
kaçınanlara Ridde savaşlarını başlatacak; sonra da bütün bunları unutmuş gibi
“Yâ
Rabbi! Vücudumu öyle genişlet ki, cehennemde benden başka günahkâr yanmasın” veya “Benden
başka insan yanmasın” diyecek.
Böylece, Firavun’ları,
Nemrut’ları, Ebu Cehil’leri işledikleri bunca zulme, Allah’a ettikleri bunca
iftiraya rağmen cennetlikler arasına dahil olmasını isteyecek.!
…
Bu meyanda Bediuzzaaman
Said Nursi de “... Sıddîk-ı Ekber ( radiya'llâhü anh dediği olan:
‘Mü’minler
cehenneme gitmemek için Allah’tan isterim, benim vücudum cehennemde büyüsün ki,
onların yerine azab çeksin’ diye söylediği kudsî fedakârlığının bir zerresini
ben de kendime kazandırmak için, iman ile cehennemden birkaç adamın
kurtulmaları için cehenneme girmeyi kabul ederim demişim.”
[Emirdağ Lâhikası, eski
Sözler Yay. baskısı, II. cilt, s. 121:)
Hz. Ali kerrem'allahü veche radiyallâhü anh Hayber Savaşı
Hayber Gazvesi uzun
sürmüştü bir türlü sonuç alınamıyordu. Ve bir gün Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:
“–Yarın
sancağı, Allah’ın kendisinin eliyle fethi nasib edeceği, Allah’ı ve Rasûlü’nü
seven, Allah’ın ve Rasûlü’nün de kendisini sevdiği bir kişiye vereceğim.”
Gazveye iştirak edenler,
sancağın aralarından kime verileceğini düşünüp konuşarak geceyi geçirdiler.
Sabah olunca, sancağın kendisine verileceği ümidi ile bütün sahâbîler Allah
Rasulü’nün huzuruna koştular. Hz. Ömer ( radiya'llâhü anh) der ki:
“–Emirliği
o günkü kadar hiçbir zaman arzu etmemiştim. O gün beni çağırır ümidiyle
Rasûlullah’a kendimi göstermeye çalıştım durdum.”
Ashâb-ı kirâm Allah ve
Rasûlü’nü sevebilmek, Allah ve Rasûlü’nü muhabbetine mazhar olabilmek için can
atıyorlardı. Çünkü sancağın birine verilmesi, onun Allah ve Rasûlü tarafından
sevildiğini ispat edecek ve onun Allah ve Rasûlü’nü sevdiğinin alâmeti
olacaktı. Rasûlullah salla'llâhü aleyhi ve sellem:
“–Ali
bin Ebî Tâlib nerede?” diye sordular. Sahâbîler:
“–Ey
Allah’ın Rasûlü! O gözlerinden rahatsız” dediler. Hayber’in tozu
gözlerini ağrıtmıştı. Nebî (salla'llâhü aleyhi ve sellem):
“–Ona
haber verecek birini gönderiniz” buyurdular. Seleme bin Ekvâ (
radiya'llâhü anh) hemen kalkıp gitti. Gözlerini açamayacak kadar rahatsız olan
Hz. Ali kerrem'allahü veche radiyallâhü anhi elinden tutarak Peygamber
Efendimiz’in yanına getirdi. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem
“–İşte fetih bununla gerçekleşecek!”
buyurdular. Hz. Ali’ye:
“–Yanıma
yaklaş!”
buyurdular. Hz. Ali kerrem'allahü veche radiyallâhü anh
“–Yâ
Rasûlallah! Ayak bastığım yeri göremeyecek haldeyim!” dedi.
Rasûlüllah salla'llâhü
aleyhi ve sellem onun gözlerine tükürüğünden sürüp dua ettiler. Elleri ile de
gözlerini meshedip sığadılar. O vakit bütün ağrı ve sızısı birden geçiverdi.
Öyle ki sanki daha önce hiç ağrısı yokmuş gibi oldu. Hz. Ali kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh şöyle der:
“–Rasûlüllah salla'llâhü
aleyhi ve sellem gözüme tükürüğünü sürdükten sonra bir daha hiç göz ağrısı
çekmedim.” (Ahmed, I, 78)
***
Bilmediğiniz hatırlar
değil bunlar, çok defa duydunuz…diyebilirim.
Şimdi kalbinize danışın.
Bizler sıkıntılı zamanlarda
kulluğun neresindeyiz?
Herkese söylemeye lüzum
yok ve gereksizdir de. Ben yüksektekilere söylüyorum. Ancak nefis olunca herkes
kendini yüksekte gördüğüne göre hepimize de aynı söz geçerlidir.
Bir fıkra var, serçe
demiş ki “korkudan kırk batman yağım eridi.”
“Sen kim, kırk batman senin
nerende”, demişler. Serçe:
“Benimde ölçüm bana
göre.”
Böyleyse…
Yüksekteki kişiler, yani
bizler, ne türlü amaç içinde ve makamda olurlarsak olalım, demeli değil miyiz?
“Allah’ım
bu insanlık için bir huzur ve ferahlık gerekli ise ve bizden bir bedel alman
gerekiyorsa, ve bir can isteniyorsa beni
al”
Ey Erenler, kırklar,
üçyüzler, yediyüzler sizde dahilsiniz.
Yerinden duyduk onlarda
bile herkes boyun kesmiş. Susmuşlar, yok mu aşk-ı galebe gelen, mecnun gibi
kendini feda eda edenler?
Onlarda böyle de maddi
alemin, önderleri, zenginler, siyasetçileri büyük büyük makam sahipleri,
dillerinden neden dökülmez bu fedakar cümleler!
Olsaydı, bilirim ve umut
ederim ki “O yüce Dost”,
” Tamam” derdi.
“Affettim, bağışladım
sizleri.”
…
Öylesine babayiğitler
aranıyor.
Kırmızı deftere
gariplerin adı yazılmaktan sayfalar şişti… benliğin yüksek tepesindekilerden de
arz-u niyazlar yazılmalı. Dilekler ve
temenniler huzura çıkarılmalı.
Allah Teâlâ merhametlidir.
Yetiştirdiği kullarını da insanlık için
yetiştirir. Kendisi için değil, herşey onlar içindir. Ve bilir ki koyduğu
düzende boşluk bırakmaz…bir iyiliğin yeri dolmazsa kainatta düzen bozulur. Kainat
boşluk kabul etmez.
Bu arada unutmadan
söyleyelim, İblisin bile korkusundan el etek çekip korkuya sarıldığı günlerdeyiz.
Soruyorum tekrar…
Nerede o kişiler ve o
arz u niyazlar?
Can pazarında Hallac
gibi darını beklemek için adamlar nerede?
Adamlar içinde Meryem
sıfatlı aslan kadınlar da olmalı.
Belki hu iştiyak ve arzu
o mevkiye erer ki, …Efendimiz salla'llâhü aleyhi ve sellem bizim için Rabbimize
Bedir’deki duasını vesile kılar.
Bedir Gazvesindeki Duası
“Allah’ım!
Senin zaferle ilgili bana verdiğin sözünü ve ahdini tahakkuk ettirmeni
istiyorum.
Allah’ım!
Eğer (yokluğumuzu) istersen artık ibadet edilmezsin / sana ibadet edilmez.”(Buhari,
el-Meğazi, 4)
Ve Allah Teâlâ bu acı
yakarış karşısında, duayı kabul edip meleklerini yardıma gönderdi.
Bazılarının sürekli
geveledikleri gibi günah kapılarını sonuna kadar açtık ve nedeniyle azaba
müstehak olmuş olalım. Yine de Efendimizin şefkat ve merhametiyle Rabbimin bize
merhameti ulaşacaktır.
Rasûlüllah salla'llâhü
aleyhi ve sellem buyurmadı mı?
“Bütün
âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir.” (İbn
Mâce, Zühd, 30)
“Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi
helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.”
(Müslim, Tevbe, 9, 10, 11)
Biz kul olarak
noksanlığımız icra ettik. Tasdik de ederiz. Fakat, gök kapılarını aralayan ve rahmet-i
ilahiyyeyi celbedecek garipler değil, yetkin
üstünlüğüne kanaat edilmiş fedakar kalpli insanlar aranıyor.
Şimdi buna mı kaldık
diyen akıl sahipleri olabilir.
Hani… teknoloji
uçuyordu, insan kopyası yaratacaktık. Amerika Çin Rusya…Hepsi palavra mı oldu?
Yahut bazı komplo
teorisyenler gibi kertenkele adamlarını uzaylıları araya koyanlar, oyun var
diyenler.
Yeni Dünya Düzeni diye
oyun düzenler.
Oyun varsa, oyun kurucuların
en büyüğü Allah Teâlâdır. O dilerse bozacaktır.
“Düzene koyuldular, Allah da düzenlerine
karşılık cezalarını verdi. Allah, düzencilere ceza verenlerin hayırlısıdır.” [Âl-i
İmrân Suresi 54. Ayet]
Ben diyorum ki,
"Ya Rabbi! 'Senden başka hiçbir İlah yoktur. Yunus Peygamberin gibi “Seni tenzih ederim. Gerçekten ben, zalimlerden oldum.' Bu can binlerce kez İsmail oldu. Bir daha olmaz mı? Al…beni de kurbanlarına dahil eyle.
"Ya Rabbi! 'Senden başka hiçbir İlah yoktur. Yunus Peygamberin gibi “Seni tenzih ederim. Gerçekten ben, zalimlerden oldum.' Bu can binlerce kez İsmail oldu. Bir daha olmaz mı? Al…beni de kurbanlarına dahil eyle.
Sen kullarına en çok
merhamet edensin. Olması gerekeni en iyi bilensin, biz senin emanetindeyiz.
Hükmüne baştan razıyız."
...
...
Evet…
"Zünnûn (Yûnus) 'a
gelince, o öfkeli bir halde (halkını bırakıp) gitmişti. Bizim, kendisini asla
sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içerisinde: diye niyaz
etti." Bizde kendimiz ve ümmeti Muhammet için dua edelim.
Çaremiz yok…görünüyor.
Allahümme
aslıh ümmete Muhammed.
Allahım ümmet-i
Muhammed'i ıslâh eyle.
Allahümmerham
ümmete Muhammed.
Allahım ümmet-i
Muhammed'e merhamet eyle.
Allahümme
ferric 'an kürûbe ümmete Muhammed.
Allahım ümmet-i
Muhammed'i sıkıntılardan kurtar.
Amin
İhramcızâde
İsmail Hakkı
[Ek söz: Galiba bizim
zayıflığımız daimi ki bir göktaşı düşer. Her şey birden biter. Biter de.
Sıkıntılar da giderde. Bizler bunun neresindeyiz, nedensiz yine mahcup kalırız.]
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar