Yazılmışlar 22
RUHLAR ALEMİ
"Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir.
Size ancak az bir bilgi verilmiştir." İsrâ, 85
Ruh ve biz.
Herşey ruhun toprağa karıştırılmasıyla başladı.
İrade ve emir birleşince ruh kendini bu dünyada buldu.
Bu gelmenin nedeni iradenin takdiriyle oldu.
Olması gereken senaryolar zuhur ettikten sonra ruh yolculuğuna başladı.
Dünyada olması istenilen beden arkadaşlığı içinde sebepler yaratıldı.
Celâlettin Suyuti sahih görüş olarak; ruh ile nefsi tek bir şey olarak
kabul eder.
Ruh yalnız başına ve çoğalma özelliği yok olduğu halde beden ilişkisinde
çoğalan olarak görüyoruz. Aslında ruhda unuttuğumuz en büyük bir husus onun
cinsiyetsiz oluşudur. Ruhun cinsiyeti yoktur. Ancak bedenle olan ilişkisi sanki
bir cinsiyet sahibi gösterdi.
Ruhun en büyük kazancı veya özelliği onun inançlı olmasıdır. Gelen
haberlerde Allah Teâlâ'ya secde ettiği bildirilir. Fakat kâfir olanların ikili
secdeyi yapmayıp bir secde ettiklerinden bahsedilir. Ancak secde yapıldıysa ve
bunun bir ve iki ile ilişkilendirilme nedeni yoruma açıktır.
İlişkilerde ruhun kendi özelliklerini araştırmaya koyulduğumuzda
hayatımızda kader dediğimiz birçok hususun içinde kendini kaybetmeye başlarız.
Sevdiğimizi neden sevdiğimiz, nefret ettiğimizin kesin nefreti açık değildir.
Bir anne çocuğu için can verirken, üvey çocuğuna nefretle bakmasının ruhun
iyiliği ile alakalı olmayıp bilincin akışındaki veriler sonucu olmalıdır. Çocuk
sevgisi bir ise bu anne neden nefret eder?
Beden bağının ruhla olan ilişkisi sınırlı olduğu halde bu kısa zaman
içerisinde birinin ruhunu kendine çocuk edinmek veya eş –bu belki ruhun seçimi
olabilir- seçmekte ruh kendinde bir yetki bulmadığı halde neden sorumluluk
hissetmektedir.
Aşk, belkide ruhun yaşadığı en büyük deprasyon.
İstemsiz olarak birine meyletmek.
Bulunduğu hayatın hukuku içinde kendini birine kaptırıp onun için değer
kavramlarından çıkıp nedensiz denecek kadar sevmek.
Beşeri durumda her kuralın uygulayıcısı olurken bir türlü vazgeçemediği
sevgisini içinde tutunarak yönlenmiş olan durumunu çözemeden devam etmek.
Düşünün manasını bilmediği bir müziğin melodisini dinlerken belki de kendi
iç dünyasında kızdığı ve nefret ettiği bir şeye musiki tavırla sevmek.
Açıklamasız, bu sevginin kaynağının ruh olduğunu düşünmemiz gerekiyor.
Öyleyse ruhumuz denilen şey, neden birşeye karşı kendinde bir sevgi
oluşturur ki.
Düzenli denilen bir hayatı olan insanın kendini kaptırdığı, bu sevgi ateşi
içinde yorumunu dahi yapamadan sürekli o girdabın içine yönelir.
Bir roman okuyucusu okuduğu kitapta hayalde olduğunu bildiği halde o güzel
gördüğü insana karşı aşırı sevgi besler ki?.
Bunun bedeni bir tarafı olmadığı kesin. Ruh, bu sevgiyi her şeye duyamadan
bir kanalın darlığı içine sokup orada sıkıştığı halde çektiği acılara
aldırmadan ısrarla yönelişi.
Beden aşkımızın en ileri seviyesi, bir şekilde cinsellikte sonuçlanırken,
ruhunda bu işe karışmasındaki neden, bir aldatmaca mı yoksa ruhun önceden
tattığı arzunun getirisi mi bilmek mümkün değil. Ancak cennetten kovulma
sebebimiz, bedeni bir açlığın sonucu olunca düşünmek gerekiyor.
Şeytanın topraktaki bedeni kıskanmadığı kesin.
Şeytan Ademin bilgisini kıskanmış olmalı. Yani Âdem hakkında ortaya
sunulmuş bilgi. Bedenin çamur özelliğinin onu kıskandırması biraz
zor görünüyor. Kısıtlı olan toprak mamulü bir beden ateşli daha hareketli
oluşunu gözlere getirmesi karşısında bir yorumlama kaosu yaşadığı kesin.
Şeytanın ruhu kıskanma durumudur. belki bağıntısı olan beden
ilişkisinden dolayı. Çünkü Allah Teâlâ ile aşkında bir sorun yoktu. Bu nedenle
bedenin çekiciliğinde gizlenen esrar devam ediyor diyebiliriz.
Bir köy ağasının zorla marabasının kızına göz dikmesi ruhun yönelişi ile
alakalı diyebilmemiz mümkün mü?
Ruhlarda cinsiyet arandığı konusuna hiç rast gelmedim. Ademin tek olarak
oluşu ve Havva'nın hala ikinci bir versiyon olarak çıkışının karanlık olması
-kaburga ifadesi yeterince yeterli değildir. Ruhlar arasındaki bu ilişkinin
cennette devamı olamayacağı için yeryüzüne gönderildik. Allah Teâlâ'nın Âdem'in
isyan etmesi diye belirtilen hususta ruhun ne derece bir etkisi vardır?
Bilmesekte, iradenin yönlendirici tarafında bazı şeyler karanlıkta
tutulmaktadır.
Dünyaya geldik.
Bir beden ile yaşamaya mecbur olduk.
Ancak cinsiyetsiz olan ruhun kimlik seçiminde hangi kriter esas alındı
dediğimizde ne cevap vereceğiz? Günümüzde üçüncü cinsiyet –biseksüel/ nêremok
tiplerin çıkışında ve ilmi faaliyette yükselmiş kişilerin, genelde cinsiyet
özelliklerini kaybedişlerinde veya nötürleşmelerinde, ruhani yöne daha doğrusu
melekiyyet yurduna yakınlaşması artması mıdır? İnce çizgideki sırrı
kaybetmeleri midir?
Aziz Mahmut Hüdayi (kuddise sırruhu'l-âlî) riyazat günlerinde çarşı pazarda
gezerken daha çok ölmüş insanları gezer görmesi, yaşadığını bildiği insanları
görmemesi budur. Çünkü nice yaşayan insanlar vardır ki onlar ölü gibidirler.
Ruhani kimliğin sevgi alanında duyduğu yüksek meziyet yani beden
isteklerinden uzaklaşmadaki mesafe arttıkça vücuttaki enerjilerin süfliyete
çeken kısmından kopan bağlar tekrar bir daha geri gelmez. Bunun en
bariz örneği canımızı yakanı affedebiliriz, ancak bir daha sevemeyiz. Bunun
en güzel örneği peygamberlerde ve velilerde bulabiliriz.
Bedene yakın olan affetmek gönüldeki sevgiyi tekrar oluşturmaz. Bu nedenle
ruhlar kuşlara teşbih edilmiştir. Meleklerde öylesine. Uçarlar, durmak için
bulduğu dalın kırılması nedeniyle dönüş yapamazlar. Bazı kereler kırgınlık
yaşadığımız halde tekrar yöneliyorsa bu ruhun gerçekte o şeye karşı
sevgisindeki bir benzer olan bağıntı ile ilgilidir, diyebiliriz.
Aşk denilen halde ise ruhun kendisini ilgilendirdiği için sevgilisine karşı
sürekli meylini kesemez.
Bu meyanda inanç konusunda Allah Teâlâ'ya karşı olan duygularımızın
kesilmemesi de budur. Görmediğimiz halde, isteklerimizin büyük kısmını dünyevi
şartlara istinaden koyduğu kurallar neticesiyle vermediği veya kısıtladığı
halde vazgeçmeyişimiz.
ALLAH
TEÂLÂ |
RUH |
|
Madde
değildir ve benzeri yoktur |
Madde
değildir. |
|
Mekânsızdır |
Mekânsızdır |
|
Allah
Teâlâ´nın âlem ile beraberliği Ne içindedir, ne dışındadır. |
Ruhun
bedene bağlılığı, ne bitişiktir, nede ayrıdır. |
|
Allah
Teâlâ, bilinemez, nasıldır denilemez |
Allah
Teâlâ, insanın ruhunu bilinemez, nasıldır denilemez olarak yaratmıştır. |
|
Âlemi
varlıkta durduran, Allah Teâlâ´dır. |
Bedenin
her zerresini diri tutan ruhtur. |
|
Allah
Teâlâ anlaşılamayandır. |
Ruh nasıl
olduğu anlaşılmaz olarak yaratılmıştır. |
Ruh sevgiyi direk olarak içinde aslıyla bulduğu için kolay gelen bu vasfın
karşısında beden çok zaman yetkisiz kalır. Suskun durur. İlişkilerde
bizlerin erkek ve kadın diye ayırdığımız sevişme kategorisi ruhlar âleminde
yoktur. Sofi bir kadının şeyhine sevgisinde duyduğu hazlarda şehvetin kokusu
bulunmadığı halde çok aşırı bir sevgi duyabilir. Bu sevgi onun diğer olarak
bulunan cinsiyetin özelliğini o kadar aşar ki, vücut bilinçaltında kendi
huzuruna kavuşur. Normalde olan bedeni hazzı aşmıştır. İç huzurunu neden
bulduğunu kendince de çözemez. Ama denize kavuşmuş bir ırmağın sessizliği gibi
onu kaplar.
Burada ruhun aldığı ve duyduğu her şey bedeni yavaş sarar. Ancak dünyevi
şartlarda bulunduğumuzdan ruhbaniyetin terk edildiği ve nesillerin
devamı talep edildiği için bu duygunun üzeri çok çabuk kapatılır.
Habersizleşir. İmam Rabbanî (kuddise sırruhu'l-âlî) buyurdular ki;
Bazı kulların ayrı hususları bulunur. Bunlar ezelden seçilmiş kişilerdir.
Mukarreblerdir. Bunlar için dünyaya gelmek diğer insanlar arasındaki noksan
kalan hususları ikmal içindir. O kişinin bulunuşu ve kendini bilme
durumu da çoklarında sınırlıdır. Bu ruh sahipleri için özel terbiyeciler
gelmesi sadece uyanışlar içindir. Üveysi dediklerimiz bu sınıfa dâhildir.
“Allah Teâlâ dostlarını öyle saklamıştır ki, zahirleri bile kalplerindeki
kemalattan habersizdir. Nerede kaldı ki, başkaları onların halini bilsin”
Günümüzde ruh sevilerinde yükselen kişilerin yalnızlaştığını fark
edebiliriz. Onlar bizlere çok benzemez. Normal insanın aldığı zevklerden
sınırlanmıştırlar. Büyükler buyururlar ki, Allah Teâlâ kıskandığı
dostlarını yalnızlaştırır.
Örnek, Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellemin peygamberlikten
önceki onbeş yıl inzivası, Hz. İsa aleyhisselâm çöldeki çilesi ve kayboluşu,
Abdulkadir Geylanî kuddise sırruhu'l-âlînin yirmibeşyıl, ….misaller uzayıp
gider. Ancak Kur’ân-ı Kerim’deki en güzel hikaye diye geçen Yusuf aleyhisselâm
kıssası bize bir nükteyi haber veriyor.
Aşk yolunda olmanın birinci şartı, zorunlu mahkumiyet, şartsız mecburi
kapalı alanda kalmak.
Ashabı Kehf'in ruhsal planda uyku namıyla üçyüzyıllık esaretleri mağarada
bulunmaları bedenin kontrol edilmesinde ruha yardım olarak verilmiş ikramdır.
Ruh merhametlidir. Ancak çok çok merhametli olan diyebileceğimiz yakın ve
âli dediklerimizin dünya şartlarında kısıtlansı aşırıya gitmektedir. Bu
aşırılık gibi görünen durumlar, hizmetkâr diyeceğimiz kişilere
tahsis edilmiştir. Onlar bu şekilde bulundukları ortamda dengeleri
sağlayacaktır. Onlar sayesinde dünyada irade edilmiş düzendeki noksanlıklar
kalkar. Onların yeri yurdu bazen tekke, bazen meyhane olur.
Mıknatısın demiri çektiği gibi bu insanlar etrafını tutmaya sıkıntılarını
taşımaya başlar. Günahlar ve sevaplar onu çevirirken o ruh sahibi etkilenmez.
En zirve denilen duygudan haberdar olmuştur. Anlatması da mümkün değildir.
Bilgiler dile gelmesi için isim/müsemma birlikteliğini bulmalarıdır.
Çocuk dünyaya geldiğinde ruhunda çocukluk hasleti yokken ruh çocuk gibi
bekler. Zamanın akışında kendini yetiştirir. Bedenin kırk yaşına gelmesi ancak
ruhun bazı sırlarına nüfuz edebilme yaşıdır. Yoksa ruhun kemalatı kendisiyle
zaten bulunmaktadır. Burada nefis denilen kısmın terbiye edilmesi aradaki
bağların akıl kemendi ile ruha ulaştırılmasıdır.
İnsan ne kadar çalışırsa çalışsın bazı şeylerini değiştiremez. Mesela
sesini. Ses normalde ruhun kendisiyle değil, beden ile alakalı oluşudur. Şu an
hali hazırda misafir olduğumuz bedene ekstradan verilmiş özellikler, ruhun
dünyada yapması gereken takdir edenin iradenin isteğidir. Yani görevli olmak
gibi.
Sevgi duyduğumuz bir insanı neden sevdiğimiz hususuna gelince özellik
olarak Rahman'ın zatıyla alakalıdır. Allah Teâlâ kullarının hepsini aynı
seviyede tutmak istemeyişi, adaleti nedeniyle bir eşitlikte yaratışında
noksanlık olmasını istememiştir. Erkek ve kadında eşit yaratılmıştır. Bedeni
farklılıklar türemenin getirisidir. Eğer Meryem Validemiz çocuğu kendi başına
dünyaya getirebiliyorsa bu kapı açık demektir. Ancak istenilen muhtaçlık
zincirine uymadığından bu husus terk edilmiş görünmektedir. Ancak vardır.
Bedenler doğmak için cinsiyet sistemine muhtaçken ruhlar Allah Teâlâ'nın
emriyle yaratılmış bulunmaktadır. Belirlenen vakte kadar dünyaya gelecek ruhlar
doğumsuz beklemektedir. Meleklerde ise sürekli bir yaratılma mevcuttur. Bugün
çocuğumuz olarak gördüğümüz dünya şartlarındadır. Ruhlar aleminde ise ailevi
bağlar yoktur. Ruhlar vardır. Ancak dünyaya geldiğimizde tevafuk dediğimiz
kader gereği sorumluluklar yükleniliyor ve sorumlu tutuluyoruz. Bu sorumluk
belki öteki âlemde lahuti boyutta bir değer ifade etmiş olması düşünülebilir.
Eğer dünyevi alemle birleşme durumumuz olmasaydı, Öteki alemimiz karanlık
olabilirdi. Aramızda sevgiyi oluşturan bağlar ruhlar aleminde bekleştiğimizde
yanyana geldiğimiz ruhlardır. Onlar ile olan beraberlik bu dünyada devam
edecektir. İnsan aklını karıştıran acı ile olan bağımızdır.
Acı.
Yaratılışın temelini oluşturan acı, ruhlar içinde olsa bir ayrılığın
neticesidir. Bazı düşüncelerde yaratılmışlar tanrının kendisidir denilir. Bu
düşüncenin gereği ayrılmış parçanın bütüne cazibesi vardır. Bu cazibe nedeniyle
oluşan hasretin gereği kavuşmak arzusu, etkilendiğimiz ve bizi sersemleten
durumdur.
Paçalanma ve ayrılma için bir küre düşünün kendi mihverinde dönmeye
başlıyor. Bu dönüş o kadar hızlanıyor ki, uçtan dışa doğru parçalar saçılıyor.
Bir uydu kümesi. Ayrılmalar ve uzaklaşmalar farklılık gibi görünsede aslında
aynıdırlar. Bu durum cevher için geçerli olduğu gibi araz içinde aynıdır. Bazı
ruhlar bu lahuti galakside iradenin verdiği vasıfla kendi çevresinde dönerken o
da parçalanıyor. Bu parçalar koparken aynı ruhun birçok parçası oluşuyor. Buna
örnek olarak güneş ve dünyayı düşünebiliriz. Dünyanın da çok olmasa da bir
uydusu var. Onun ayrılmaz parçası. Dünyada Güneşin devamı. Gelgit dediğimiz
sebepler dünyada ay sebebiyle olunca, bizim de bazı parçalanmış ruhlarımız gibi
düşündüğümüz kendimizi birkaç yerde bulabiliyoruz. Baz velilerin ruhunda bu
temaşa edilmiştir Somuncubaba'nın Bursa/Ulu cami açılışında üç kapıda el
öptürmesi.
Bu nedenle sevdiğimiz dediğimiz ve kopamadan beraber olmayı düşündüğümüz
bazı kişiler arasında kendi ruhumuzun varlık görüntüleri var. Ancak bu
farklılık gösterebilir bir yerde erkek diğer yerde kadın bedeninde bulunur.
Reankarnasayon temsilcileri bunu tekamül ve geri dönüşümler olarak algıladılar.
Bu aslında aynı ruhun birçok bedende bedenlenmesidir, denilebilir. Birisiyle
aynı anda düşündüğümüz zaman ben aynısını düşündüm derken, bu yakınlıktan
istifade ederiz. Ancak bazen bunun zıddı da olur. Nefret edecek kadar
uzaklaşmak isteriz. Bunu açıklamakta dolanıklık teorisi ile
ilişkilendirebilirsiniz.
Ayrılmış beraberlikler, neden birleşemiyor veya mesafeli kalıyorlar?
Bu hususta gizemin oluşu bilgimizin sınırlı oluşudur. Cep telefonu ile bazı
mesafeler kapatmayı başardık. Bu demeki zamanla ruhlar arasındaki mesafe de
kalkacak. Bu mesafeler kalkınca cevherin bizi yaratma nedeni olan mahluk
sıfatımızda bir bulanıklık oluşabilir. Allah Teâlâ iki denizi birbirine
yaklaştırıpta perde koyması gibi tasarrufuyla karışmaya engel olacak.
Sevdiklerimiz dediğimiz herşey o an için sevmemiz gerekendir. Yoksa ruhlar
aleminde meleklerde olduğu gibi nefretin karşılığı yoktur. Bizler
bir ruhun aslı ve parçaları olabiliriz. Ancak hangi kategoriye düştüğümüzü
bilmekte aciz kalıyoruz. Hz. Mevlâna kuddise sırruhu'l-âlînin “Kadın,
Hak nurudur, sevgili değil; Sanki yaratıcıdır (doğurgan), yaratılmış değil!” (Mesnevî,
1/2437) buyurmasında, dünyamızda gördüğümüz bir çok ruhun bir kadın ruhunun
parçalarından diye düşünebilme imkânımız daha çok vardır. Kadın olarak görülen
bedenlerdeki ruhların bünyesine uygun düşen bu sıkı ilişki nedeniyle sevgi
nedeni ve sonucu olan birlikteliklerini kaybetmiş yalnız kadınlar, aslında
vasıflarını aktardıkları ruh sahibi erkeğe ihtiyaç hissetmemektedirler. Bu
nedenle erkeklerden daha sabırlı ve metanetli olarak hayatlarını geçirirler.
Birde parçalanmış ruhların asılları kendisi diyebileceğimiz kemalattaki
olanlar. Bu ruh sahipleri aşkın insan dediklerimizdir. Onlar toprağa dağılmış
mıknatıs parçaları gibi olan kendi özünden olanları çekmeleridir. Bu ruhlar
mele-i alada tavaf ederken etrafındaki ruhları parçaları gibi çekerler.
Birleşme hasıl olur. Garezsiz ve ivassız.(Karşılıksız) Birleşmeler beden
külfetinden çıkmış sadece ruhani boyutta olur. Birbirleri ile o
kadar yakınlık hasıl olur ki, bir tasın içinde karıştırılan macun gibi. Bir
başka deyişle ışık tayfı renklere kristal cam ile karşılaşınca ayrılırken, bu
birleşmede ruhlar zıll (gölgede) erir gider. Siyahlaşan bu nur diğer boyuttaki
beyaz nurdan daha üstün olur. Sevmek ve nefret durumu bu bağıntı ile ilgilidir.
Karanlık uzaydaki gibi. Uzay aslında siyah değildir. Teorik olarak hiçbir
şeyin rengi yoktur. Işık kaynağından çıkan ışık ışınları cisimlere çarparlar ve
maddenin cinsine göre belli dalga boylarında yansırlar. Yansıyan ışınlar bizim
gözümüze de gelirler. Bize hangi dalga boyunda geldiyse o dalga boyunda
algılarız o cismi. Uzayın siyah değil fakat karanlık gözükmesinin nedeni ise
şudur: Uzayda, ışık kaynaklarından çıkan ışınları yansıtacak bir tabakanın
yitirilmesi. Karşımızda bazen sevgi duyduğumuz dediğimiz insan, karşı olacak
tabakayı kaldırınca sevgi ışığımızın birden kararmasını da anlamış olalım.
Eskilerin kalpten kalbe sevgi vardır dedikleri budur. Birini seviyorsanız o
da sizi seviyor. Demektir. Düşünüyorsanız o da sizi düşünüyor. Ancak ruhlar
için takdir edilmiş iradenin sonuçlarında bizim seçiciliğimiz bir yere kadar
olunca tıkandığımız noktalar çıkıyor.
Dışta görünen haller içe tanıktır.
Bir şeyin bir şeye tesir etmesi ancak karşılık
bulununca tecelli eder.
Şimdi bunu çözmek biraz zor olacak. Bunun yerine ideal denilen umdelere
yönelmek gerekiyor. İnsan için verilmiş fıtratın ve yardım olarak gönderilmiş
nübüvvet bilgisi bizi açmazlarımızdan çıkarmaya yardım edecektir.
Sözü ruhların vasfını okumalarla bitirelim. Bu konuda sınırlı bilgilerimiz
izin verildikçe zamanla artacağına ayet işaret etmektedir.
İhramcızâde İsmail Hakkı
EK OKUMA (Muhakkak bakınız)
Allah Teâlâ´nın Zat-ını tanıttığı ilk mahlûk Hakikati
Muhammediye´dir. Sonra saf aşk ve Efendimiz sallallâhü
aleyhi ve sellem´in nurunu, Ruh-u ve Akl-ı yarattı.
Saf aşk; hiçbir bilgi olmayan hale denilir. Efendimiz salla’llâhu aleyhi ve sellemin
Nuru ve Ruhu, Akl-ı kül ve kalem-i âla olan dört husus aynı şeylerdir. Bu isim
farklılığı bağıntılar yönündendir.
**
Allah Teâlâ insanı nefisten yaratıp, ruhu ona ikram
etmiştir.
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فيهِ مِنْ رُوحى فَقَعُوا لَهُ سَاجِدينَ
“Onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman,
derhal ona secdeye kapanın” (Sâd;72)
Ruh´un yeri kalptir. Ruh, özellik bakımından İlâhî
Zat-ın tecellilerini taşırken, nefis zat-î sıfatların ve fiillerin tecellisini
taşımaktadır.
Celâlettin Suyuti, sahih görüş olarak; ruh
ile nefsi tek bir şey olarak kabul eder.
Ruh, özü itibarıyla kutlu olmasına rağmen halife
sıfatına erişememiştir. Çünkü halifelik makamının karşılığı ancak nefis
taşıması karşılığında insana verilmiştir. Ruhlar letafet, ihata ve hareket
bakımlarından, görünüşte, kendini yaratana benzer.
“Allah Teâlâ, Âdemi kendi suretinde yarattı” hadis-i şerifi, bunu bildirmektedir.
Beden, ruh için dikilmiş bir elbisedir. Eğer ki; ruh yalnız başına
yaratılmış kalsaydı, melekler ile arasında bir fark kalmazdı.
Melekler maddeli, mekânlı ve nasıl oldukları
anlaşılabilir oldukları için halifelik sıfatına kavuşamaz. Bu bilgilerden
insanın nasıl Allah Teâlâ´nın halifesi olduğu anlaşılmaktadır.
Bir şeyin sureti, onun halifesidir, vekilidir. Bir şey onun suretinde yaratılmazsa,
onun halifesi olamaz. Halife olmağa yakışmayan, emanet yükünü taşıyamaz.
Cüneyd-i Bağdadi kuddise sırruhu'l-âlî “Hadis
(sonradan yaratılan), kadime (ezeli, aratılmayan) yaklaşınca, izi, eseri bile
kalmaz” buyurdu.
Sultanın hediyelerini, ancak onun hayvanları taşır.
Allah Teâlâ kararmış olan bedeni, nurlu olan ruha
sevdirdi. Nur karanlığa âşık oldu. Çok severek, bedenle ile birleşti. Bu
bağlantı ile nurun cilası arttı. Ona yakınlaşmakla, parlaklığı çoğaldı. Nurun
bu hali, ayna yapılacak cam gibi oldu.
Parlak olan nur, karanlık cesede bağlanınca, önceden
Allah Teâlâ´ya olan yakınlığını, kendi varlığını ve özelliklerini unuttu.
Karanlık bedene olan sevgisine dalarak ve yalnız bir görünüş olan o bedene
bağlanarak kendini kaybetti. O´nunla bir arada kalınca, değerini kaybedip
kötüleşti/göründü. Ruh bedenden yüz çevirip, unuttuğu Kutsî sevgilinin
müşahedesine dalarsa ve ona bağlanırsa, karanlık bedeni de, o kutsî makama
sürükler. Müşahedesi artınca da, beden de onun nurları ile aydınlanır.
Zevaid-üz Zühd adlı kitapta şu rivayet vardır.
Kalp ve cesedin misali kör ve kötürümün misali gibidir.
Kötürüm köre dedi ki;
Ben meyve görüyorum, fakat ulaşamıyorum. Beni yüklen.
O da yüklendi. Sırtına aldı. Köre yedirdi.
Bu nedenle nefsin ruh ile olan arkadaşlığı neticesi
kutsi makamlar insana hediye edilmiştir. En büyük ikram da sonsuz hayatın ruh sebebiyle
insana ihsan edilmesidir. Çünkü ruhun özünde sonsuzluk işaretleri vardır.
Pis olan meni rahme düşünce can olup temizlenmesi
gibi, nefiste ruhun etkisine girince temizlenir.
Bundan dolayı insanda terbiye edilme ve yol
göstermenin gerekliliği duyulmuştur. Çünkü yaratılışı maddî itibarıyla zayıf,
manevî yönden yüksek yaratıldığından dengelerin sağlanması için ilâhî yardıma
ihtiyaç vardır.
Ruh, Allah Teâlâ´nın mahlûkatına benzemeden
yaratıp yüceliği tarafından bildirilmiş hususi bir mahlûktur.
Ruh, Allah Teâlâ´nın bir emridir veya bizlerin
melekleri görmediğimiz gibi, meleklerin de göremediği nasıl olduğu
anlaşılamayan, anlatılamayan âlemden olan bir mahlûktur.
Ruh, cesedin hayatının devamına sebep olan
sır, Allah Teâlâ´ya mahsus, ilişkisi en kuvvetli bir mahlûktur.
Ruhun en büyük özelliklerinden biri, mekânsız
olmasıdır. Gerçi Allah Teâlâ´nın mekânsız olmasına nispetle mekânlıdır. Allah
Teâlâ´nın varlığı mertebesindeki bilinmezliğe göre ruh bilinenin ve
anlatılabilinenin ta kendisi olmaktadır. Sanki ruhlar âlemi, bilinmeyen
mertebesi ile âlem arasında bir geçittir.
Ruhun hakikatini bilenler azdır.
Bu ilmi bilenler, az olmakla beraber, kendilerine
açılmış olan ruh bilgisini de, açıkça anlatamayıp, insanların yanlış
anlamasından korkarak toplu ifade ile yetinmişlerdir. Çünkü ruhla ilgili
mertebe ilâhi görünüşlere benzer olduğundan, arasındaki fark çok incedir. Bu
konuda doğru olan öz olarak beyan etmektir. Ruhun hakikatini olduğu
gibi açıklamak inkâr ehline benzemek gibi olur. Çünkü dünya âlemi
bilgileri bu konuda yetersiz kalmaktadır.
Allah Teâlâ hissiz, hareketsiz olan, hiçbir şeye
yaramayan, karanlık ceset ile maddesiz, zamansız ve mekânsız ruhu, birleştirip
ve bir arada bulundurdu.
Ruh bu bedene gelmeden önce, mukaddes âlemi biliyordu.
Bedene gelince, bu bilgisi kalmadığından, yolun büyükleri, ruha eski bilgisini
hatırlatacak bir yol aradılar. Bu şekilde ruh, bedende kaldıkça, o ilâhî makama
yönelen kalple olmuştur. Ruhun hedefe yönelmesi, kalbin yönelmesine
yerleştirilmiştir. Kalbin yönelmesiyle, nefis ve ruh da yönelmiş demektir.
Ceset ruhtan sayısız kemalat edindiği gibi, ruh da cesetten büyük menfaatler
kazanmıştır.
Buna göre ruhun da beden sayesinde işitmesi, görmesi,
konuşması, bedenî hale girmesi ve madde âlemine uygun olan işleri yapmasıdır.
Ruh, bütün mertebe ve ona tabi olanlarla birlikte
yükselme kabiliyeti olsa da, bedenin terbiyesi çok zor olduğundan, maddi âleme
ihtiyacı vardır. Bunun için ruhun, madde ve mana âlemine de yakınlığı
olmaktadır.
İnsanın ruhu, bu gördüğümüz ceset ile birleşmeseydi,
terakki edemez ve ilerleyemezdi. Kendine mahsus makamda, derecede bağlı
kalırdı. Cesetle birleştikten sonra, yükselebilmek özelliği ve kuvveti
kazanmıştır. İnsan bu özellikleri ile melekten üstün ve şerefli olmuştur.[1] Fakat nefis,
terbiye olduktan sonra, beşeri sıfatlar kaybolmayıp kendisinde bırakılmıştır.
Çünkü bunda birçok fayda vardır. Eğer sıfatları yok olsaydı, insan, yüksek
derecelere ilerleyemezdi. Ruh, melek gibi olur ve sabit makamında kalırdı. Ruh,
ancak nefse uymamakla yükselebilmektedir.[2]
Nefiste azgınlık olmasaydı, ruh nasıl ilerleyebilirdi.
Ruh, her şeyden daha latif ve madde bile olmadığından,
her ne ile birleşirse onun haline, şekline ve rengine girer.[3]
Ruhlar bedenler yüzünden aşağılanırken, bedenler
ruhlar ile yücelmektedir. Ancak eşlerin birbirine benzemesi lazımdır. [4] Biri farklı olursa
ikisi de işe yaramaz.
Ruhun bedenle olan ilişkisi, ceset için düzelmenin ve
iyiliğin kaynağı, ayrıca yaşam kaynağını teşkil etmektedir. Bu ilişki
olmasaydı, beden tamamen şer ve noksanlık yeri olurdu.
Çünkü dünyevî haller iki türlüdür:
Birisi bedenin, ikincisi ruhun halleridir.
Binaenaleyh, ruh ile ceset, birbirinin aksidir. Bedene
hoş gelen her şey, ruha elem verir. Bedeni inciten her şey, ruha tatlı gelir.
Ancak dünyada ruh, beden derecesine düşmüş ve cesetle birleşmiş, kendini bedene
kaptırdığından bir karmaşa meydana gelmiştir. Ruh, nefis halini almış, ona
lezzet veren şeylerden lezzet duymağa ve cisme acı gelen şeylerden elem duymağa
başlamıştır. İşte cahil halk böyledir.
Bu anlatılanlardan, ruhun, nefisle birleşmiş olduğu,
hatta kendisini unutup, nefis halini almış olduğu anlaşılır. Ruh, bu halde
kaldıkça, nefsin bütün halleri ile hallenir. Eğer, ruh, nefisten yüz çevirip
Allah Teâlâ´yı severse, nefsin kötü hallerinden kurtulur.
Ruh, ölümden önceki ölümle cesetten ayrılınca, terbiye
olmuş kimse ruhunu ne bedeninin içinde, ne dışında, ne bedenine bitişik, ne de
ayrı olarak bulur.
Beden terbiye olunca, diğer unsurlar ile[5], Allah Teâlâ´ya
yönelerek, bütün varlığı ile cesedin aşağılık sıfatlarından yüz çevirir.
Bedende bütün varlığı ile kulluk makamına yönelir. O halde ruh, mertebeleri ile
birlikte, Allah Teâlâ´dan başkasını görmekten ve bilmekten tamamen
ayrılır. Bedende dolayısıyla tamamen kulluk makamında kuvvet bulur.
Ruh Terbiyesinde olan yanılmalar
Ruh her iki âlem açısından incelenebilir. Hiçbir şeye
hiç benzemeyen Allah Teâlâ ise böyle değildir. Bundan dolayı kul, ruhun bütün
makamlarını geçmedikçe, hakikate varamaz. Büyüklerinden birçoğu, ruh makamına
varınca, onu Arşın üstünde bulmuşlar. Ruhun maddelere benzememesini, Allah
Teâlâ´nın varlığına karıştırmışlar. Ruh makamının bilgilerini, marifetlerini,
ince, gizli şeyler zan edip, Allah Teâlâ´nın Arş üstünde istivasını anladık
demişlerdir. Hâlbuki onların gördükleri nur, ruhun nurudur. Fakat o halin
yanlış olduğu da sonradan anlaşılır.
Eğer Allah Teâlâ doğru yolu insana göstermezse kendini
bu makamdan kurtaramamaktadır.
[Efendimiz salla’llâhu aleyhi ve sellemin mübarek göğüsleri üç kez
yarıldı.
Birinci yarılışı dört yaşında Halime (radiyallahü anha) Validemiz
yanında olmuştur. Bu yarılmada şeytan ve nefsin istekleri çıkarıldı. Bununla
şeytana uymak, emirlere itaat etmemek ve yasakları yapmak arzuları alındı.
İkinci yarılışı on yaşında oldu. Bu defa ise kötü düşüncelerin aslı çıkarıldı.
Çünkü çocuklarda şahsiyet gelişimi, soyut ve somut kavramların başladığı
yaştır. Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem için olmasa bile çocuklar
şeytanın hilelerinden kendini koruyamadıkları kaçınılmaz bir hakikattir.
Üçüncü yarılışı İsra gecesinden önce oldu. Bu defa ise şaşkınlık ve
korku damarları alındı. Çünkü Allah Teâlâ´yı müşahede makamında meydana
gelecek ağırlığın zarar vermemesi içindir. Bu yarılmalar acı duyulmadan kansız
ve aletsiz oldu.
Böylece Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem ruhen takviye edilmiş şeytan
ve nefisten gelecek saptırma ve korkulardan emin kılınmıştır. Çünkü hataların
başında korkuların sebebiyeti vardır. Eğer Allah Teâlâ´nın korkusu diğer
korkuları yenmezse, insan hemen isyana ve dünyaya yönelir.] (Muhammedî
Dua-İsmail Hakkı)
**
Şeyh´ül Ekber Muhyiddin Ârâbî (ks) Hazretleri Fusus-ul
Hikem kitabından anlaşıldığına göre cehennemde kalışın sonsuz, azabın sonsuz
denilebilecek kadar uzun olacağıdır.
“Bir zaman gelecek ki cehennemin dibinde suteresi
bitecektir.” Hadisi şerif, orada bir alışılacak bir yaşamın başlayacağıdır. Buna
göre cehennemde negatif ama normal bir hayat oluşacaktır.
Alıştıkları şeyden ayrılanların yaşayamadıkları ve
azap çektikleri bilinen gerçektir. Allah Teâlâ cehennemlikleri cehenneme ülfet edecekleri
şekilde yaratmıştır.
[Dürr-ül Fahire´de İmam Gazali (ks) buyurdu ki;
“Müminin ruhu arı suretinde, kâfirin ruhu çekirge
suretindedir.”] Çekirge sıcak ortama daha iyi uyum sağlar.
Cehennem ehli ateşle ve cehennemle ülfet edip mutlu
olacaklardır. (Haki´nin Gülnâmesi)
İNSANLARIN
KANALİZASYONU
Komplo teorileri üretmek bir ayrıcalıktır. Son zamanlarda milletimiz
içerisinde bu kabiliyette olan insanlar/insan pek kalmadı. Az zaman önce bir
Aytunç Altındal vardı. O muhterem insan milleti peşinden sürükler ve sayesinde
birileri de bilirmiş endamıyla bir şeyleri peşinen yuvarlardı.
Şimdi ki var olanlar için laf etmeye gerek yok… Hikâye bile yazamıyorlar.
Sözü buradan insanların kanalize edildiği ve duyguların matematiksel çarpılmasına
gelelim.
Bir insanın karnı doyarsa, mecburen boşalma ihtiyacı vardır. Bu bir
ihtiyaçtır.
Bir genç ve faal zihin patlamaya hazır bir bomba haline getirdiyse şartlar,
muhakkak bir çevresel eyleme doğru yönelme ihtiyacı duyacağı kesindir.
O zaman onu yapmalı, kontrollü patlatmasına yardım etmeli ancak uzaktan
uzağa tatmin olmasını sağlamalı.
Hem zarardan ve hem de mazrur olmadan…
Nasıl yapmalı?
Dindar bir genç düşünün. Onu din için oluşan eksiklilere müdahale yapma
kuvvetini zayıflatmak için, iç sorunların önüne set çekerek, dış devletlerdeki
olaylara çevirmek gibi.. bu şekilde o zihnini boşaltarak, bir şeyler yaptım
dünyaya sesimi duyurdum diyerek orgazma ulaştırılır. Bu kontrollü boşalmalar
ile huzur bulurlar.
Öyle ki gerçekten bir şey yapmış gibi…
Yapılan bir şey yoktur. Olan şey iç patlamayı uzak diyarlara sürükleyerek
birikmiş gazı almış olunur.Günümüzde insanların uzağı görüp yakına
bakmayışlarının nedeni bu yapılan özel komite çalışmaların semeresidir.
Sen söyle… sen işit kabilinden, sürekli gündemin gerisinden gittiğimiz bir
hayat içinde birileri düşüncelerimizi kontrol edecek ve biz onların düşünmesini
istediği şeyleri düşünmeye mecbur kalacağız/kalıyoruz.
Ne yazık ki milletimiz birilerinin düşünmesini istediği şeyleri düşünmeye
mecbur oluşunu, bir noksanlığına mı saymalı, yoksa cahillik, saflık… gibi
çeşitli nedenlere mi bağlamalıyız?
Bu konuda en iyi cevap, birilerinin her attığı yongayı alıp yakmak yerine
kendimizi yetiştirmek için çok okumak ve akıl dâne geçinenlerin özel
hayatlarındaki sosyal refah sevilerini iyi bilmemiz gerekiyor. Fakirlik
edebiyatı yapan dindarın kâşanede oturuşuna müspet bir çözüm üretmek yerine
onun bu tezat durumuna izah getirmesini sorgulamalıyız.
Binlerle ifade edilen dolar karşılığı köşe yazıları ile geçinen herzevekillerin,
market raflarında 500 bin baskısı yapılan kitapların, dernek katkılı
seminerlerde anlatılanların doğruluğuna şüpheci yaklaşmak
vazifemiz olmalıdır.
Bize de uyumak/uymak düşünce; birileri bizi çok kandırıyor; ve
kanalizasyonda bir çok insan ideal adına bulaşık fikirleri ile
dünyayı kurtardığını sanarak…boşalıyor… ancak kurtuluş böyle değil gibi
görünüyor…
İhramcızâde İsmail Hakkı
AŞKINA ŞEHİD OLANLAR- II
Sevgide aslolan kavuşmak olsaydı, bugüne
kadar duyduğumuz destanlar ve hikâyeler duyulmayacaktı. Eğer varsa aşkına şehid
olanlar –ki hala var;
bu kişiler hayatın gerçeğinde bize can
kaynağı olanlar…
Hakk’ı seven nice kul..
hakikatine de kavuşsa da aşkın,
Rabb-i Rahman’a bir merhaleden sonra yokluk ile varabildiğine göre, bildiğimiz
kavuşmak Allah adamlarına yazgı değildir.
Onlar aşklarına kurban…
Bu durum ise tekrar tekrar devam ediyor.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhu aleyhi ve
sellem buyurdular ki:
“Aşkını gizleyip, iffetini muhafaza
ederek, sabredenin günahlarını, Allah Teâlâ affedip Cennetine koyar.”
(İbni Asakir)
“Ümmetimin üstün olan kimseleri, aşk
belasına maruz kalınca iffetini muhafaza edenlerdir.”
(Deylemi)
Kim bu şehitler?
Onlar müşahede edip… gerçeği görenler…
Aşklarına sadık kalıp… fedâ ender fedâ,
ölüm üstüne ölüm yaşayarak binlerce kere
doğup ölenler.
Yine Efendimiz salla’llâhu aleyhi ve
sellem buyurdu ki
“Cennete giren hiç kimse dünyaya geri
dönmek istemez, yeryüzünde olan her şey orada vardır. Ancak şehid böyle değil.
O, mazhar olduğu ikramlar sebebiyle yeryüzüne dönüb on kere şehid olmayı
temenni eder.”
Bir rivayette şu ek mevcud: “…
Şehid hariç, o, şehidlik sebebiyle mazhar olduğu üstünlükler ve kerametler
sebebiyle… (dönmek ister).”
[Buharî, Cihâd 5, 21; Muslim, İmâret 108,
109, (1877); Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd 13, (1643); Nesâî, Cihâd 30, 6, 32).]
Dönüp, dönüp, tekrar geri gelmek ve on
defa…
Bugün yaşadığımız dünyada, bu arzuyu
dile getiren birileri varsa…
Dönüşünü tekrar tekrar yaşayanlar olduğunu
söylemek mümkün olabilir.
Yani fedakâr ve iffetli insanlar…
Birde her gün bu şekilde ölüp ölüp
dirildiğini biliyorsak…
Bilenler için inkâr etmek mümkün
değil.
Bu gizemli kişilerin hayatları ve halleri
birer ölüm ve mecburi bir ölümden farkı yok gibi.
Allah Teâlâ buyurmuyor mu;
“Allah yolunda öldürülenlere “ölüler”
demeyin. Bilakis onlar diridirler, fakat siz hissedemezsiniz. (Bakara 154)”
Onlar.. yaşıyor zannettiğimiz onlarca kez
şehid olanlar…
Eğer ki böyle bir hayat varsa- illaki var;
Bir şeyler gizliden bize bir hakkın
haberini ihbar ediyor.
Allah adildir.
Allah.. kulunun iffetine ikram etmekte
Cevvâd ül Kerim’dir.
Sevgilinin kucağında her an şehid olan ve tekrar
dirilenlere selam olsun.
**
Kavuştuğunuz yerde tılsımlar var
çözmek imkânsız… gayretinizi
uykusuz geçen günlere sayın
hakkınızdır
İçin için dökülen dertlerin
bittiği yer… Yüce Dost’unuz ve
kavuştuğunuz gün
hayal değil gerçek olur…
dualar kabul
şu olmadı… bu da demeden
bazı şeyler oluyorsa
söylenecek ne çok şey var
umudumuz açılan kapı
hani nerde diye ağlanan
gülmeyi unutturduysa zaman
kendisine kavuşun
yok şimdi geçmiş ve gelecek
şimdi gülümseyin
gün’dür zamanı günün
güneşin doğuşunda hasretlik kucağında
sevgili yanında
yalnız değilsiniz… sözüne kanat açarken
bir şarkı söylenecek
yıllar sonra
böyle ölünüyormuş defalarca
seven Rahmandır inanırız biz buna
sonsuzlukta keder var başka olmuyor
kavuşmak bedeli ayrılıktır
ancak yoktur dostlara
ölümse ölsün…
gerçeğini biz biliyoruz diyecek kadar
varsanız hala, aşkınız daimdir bekâda
**
ES-SEMİ
Her sözü, bütün konuşulanları en iyi
işiten, duyandır.
Bizi de duydu
İhramcızâde İsmail Hakkı
[1]—Ruh ile ceset, her
bakımdan, birbirinin zıddı olduğundan, bunların bir arada kalabilmesi için,
Allah Teâlâ, ruhu nefse âşık etti. Bu sevgi, bunların bir arada kalmasına sebep
oldu.
Kuran-ı Kerim´de;
“Biz insanın ruhunu, güzel bir suretle yaratıp, sonra
en aşağı dereceye indirdik” (Tin,4) buyurarak bu hali bize haber vermiştir.
Aslında ruhun aşağı dereceye düşürülmesi ve bu aşka
tutulması, kötülemeğe benzeyen bir yüceltmedir. Ruh, nefse karşı olan bu aşkı
ile kendini nefis âlemine attı. Kendinden geçerek ve unutarak onun esiri oldu.
bir türlü nefis halini aldı. Sanki kötülüğü isteyen nefis gibi oldu.
[2]—Ruh kendini unuttuğu için,
önce kendi âleminde, derecesindeki Allah Teâlâ´ya olan bilgisini de unutup
cahil ve gafil oldu. Nefis gibi karardı. Fakat Allah Teâlâ çok merhametli
olduğu için, rasüller gönderip, büyükler vasıtası ile ruhu kendine çağırdı,
sevdiği nefse uymamasını ve dinlememesini ona emretti. Ruh bu emri dinleyip,
nefse uymaz, ondan yüz çevirir ise, ancak felaketten kurtulabilmektedir. Yok,
eğer, başını kaldırmaz, nefisle beraber kalmak, bu dünyadan ayrılmamak isterse,
yolunu şaşırır, saadetten muhakkak uzaklaşır.
[3]—Ruh su gibidir. Dolduğu kabın
şeklini alır. Dürr-ül Fahire´de İmam Gazali (ks) buyurdu ki;
“Müminin ruhu arı suretinde, kâfirin
ruhu çekirge suretindedir.” Aslında ikisi de ruhtur.
Kur´an-ı Kerim´de “Mezarlarından donuk ve ürkek
bakışlarla çıkarak çekirge sürüsü gibi etrafa yayılırlar.” (Kamer,7) gelmesi
kâfirlerin durumuna delil kabul edilmiştir.
[4]—Ruh, bazen beden hükmünü alır
ve bedene tabi olur. O hale varır ki; beden hazır ise, ruh da hazır olur. Beden
gafil ise, ruh da gafil olur. Ancak namaz kılarken ruh, bütün mertebeleri ile
birlikte Allah Teâlâ´ya yönelir. Beden gafil olsa da, ruhun yönelişine mani
olamaz. Çünkü namaz, müminin miracıdır.
[5]— Ruh (sır, hâfi, ahfâ),
kalp, nefis ve akıl;
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar