Kabe’ye Örtü mü, Muhtaca Gömlek mi?
ABDULCELİL CANDAN/ Yrd.Doç.Dr.,
Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Meslek Yüksek Okulu
Bîr defadan fazla hacca
gidenler, bir yönüyle hiç gitmeyenlerin hukukunu ihlal etmektedirler. Zira,
kota nedeniyle her yıl on binlerce mümin hac ibadetini yapmaktan mahrum
kalmaktadır.
“Andolsun ki biz
peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine
getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik.”1
Mizân, iyi ile kötüyü birbirinden
ayıran, vahiy, akıl, deneyimler2 ve hakhukuku gerçekleştirecek adalettir.3
İzz b. Abdusselam’ın da dikkat
çektiği gibi, mühim olanı daha da mühim olana (eheme), ayrıntıyı öncelikli
olana tercih eden cahildir.4 Vahiy bir konuya ne kadar önem vermişse, ona o
kadar önem vermek gerekir. Farz nafile yerine, nafile farz yerine konulursa
dengeler bozulur, adalet sekteye uğrar.
Makalemizde üzerinde durup dikkat
çekeceğimiz husus, imkânsızlıklardan ötürü her yıl on binlerce Müslüman
evladının kilise, havra, ilhad ve şer yuvalarına yöneldiği, milyonlarca
Müslüman’ın açlıktan öldüğü günümüz dünyasında birden fazla yapılan hac ve umre
seyahatleridir. Söz konusu edeceğimiz husus ömürde bir defa yapılan hac
değildir. Çünkü hac Kur’an ve sünnetle farz kılınmış, inkârı küfrü gerektiren
İslamî bir fariza ve şiardır. Kur’an yüzlerce yerde iman ve cihattan
bahsederken 12 defa civarında hacdan bahsetmiştir.5
Hz. Peygamber salla'llâhü aleyhi ve sellem’in tek bir defa
hac etmesi de bu hikmetten dolayıdır Birden fazla hacca gitmenin dini bir delil
veya temeli olmadığı gibi, İslamî bir bilinçten de kaynaklanmamaktadır. Sadece
örf, adet ve gelenekten kaynaklandığına inanmaktayız.
Kur’an, Müslüman’ı gerçeği arayan
kişi olarak tanımlanmıştır.6 Yani, Müslüman her şeyi yerli yerine koyan, ona
gereği kadar öne verendir. O, nafileyi nafile, farzı farz olarak değerlendirir,
mekruhlarla mücadele adına haram işlemez. Bunun açılımını yaparsak şunu deriz:
İslam’ın izzetinin korunması, işgal altındaki topraklarının kurtarılması vecibesi
dururken yığınlarca malı farz olmayan hac ve umrede harcamanın hikmete dayalı
bir eylem olmadığına inanmaktayız.
Makalemizin ana hatlarını şu âyet belirtmektedir:
“Yoksa siz, hacılara su temin etmeyi ve Mescidi Haram’da umreciliği, Allah’a ve ahiret gününe inanıp da Allah yolunda cihat edenin işi
gibi mi tuttunuz? Bunlar, Allah katında eşit olmazlar. Allah, zalimler güruhunu
doğru yola iletmez.”7
Âyetin Nüzul Sebebi
Kaynaklar, âyetin nüzul sebebiyle
ilgili olarak benzer rivayetler nakletmiştir. Numan b. Beşir anlatıyor: Hz.
Peygamber’in minberi yanında oturuyorduk. Birisi, ben hacılara su temin etmeyi
hiçbir şeye değişmem, dedi. Diğer birisi, Mescidi Haram’ı imar etmeyi her şeye
tercih ederim, dedi. Üçüncüsü de, ben de cihadı tüm ibadetlere tercih ederim,
deyince Hz. Ömer radiya'llâhü anh duruma
müdahale ederek, Hz. Peygamber salla'llâhü aleyhi ve sellem’in mescidinde
sesinizi yükseltmeyin, dedi. Hz. Ömer, Cuma namazından sonra olanları Hz.
Peygamber’e arz edince ayet nazil oldu. Olayın diğer bir varyantı da şöyledir:
Hz.Talha b. Şeybe ve Hz. Abbas [radiya'llâhü
anhüm] oturup yapmış oldukları amelleri sıralıyorlardı. Hz. Abbas, Kâbe’nin
anahtarı benim elimdedir, istersem Kâbe’de istirahat eder uyurum, dedi. Talha,
ben de hacılara su temin ediyorum, istediğime su temin ederim, istediğimden
esirgerim, dedi. Tam o sırada oradan geçen Hz. Ali kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh duruma müdahale etti ve ben sizden altı ay önce iman eden bir mücahidim,
dedi. Bunun üzerine âyet nazil oldu. Hz. Abbas ayeti işitir işitmez, Allah
Teâlâ’nın koymuş olduğu hükme razı olduk, razı olduk, dedi.8 Âyet, iman ve
cihadı öne çıkaran Hz. Ali’yi desteklemiş oldu. Diğer bir rivayete göre de,
Bedir’de esir düşenler iman ve cihada davet edilince, bizler hacılara su temin
ediyor, Beytullah’a hizmet ediyor ve köle azat ediyoruz, bu nedenle iman
etmemize gerek yoktur, dediler. Bunun üzerine âyet nazil oldu.9
Âyetle İlgili Bazı Mülahazalar
1. Âyette geçen indillah/Allah katında ifadesi, Allah
katındaki değer ve ölçülerin insanlar katındaki ölçülerden farklı olduğunu
beyan etmektedir. Nitekim kimileri hacca gitmeyi, hacılara su temin etmeyi,
Kâbe’ye hizmet etmeyi iman, hicret ve cihada tercih ederken, kimileri de imanı,
cihadı, hicret ve aksiyonu söz konusu amellere tercih etmekteydiler.
2. Âyet, Allah katında hangi amellerin daha faziletli
olduğuna da dikkat çekmiştir. Yani, hac, umre, inziva, Kâbe’ye hizmet vs.
hiçbir ibadetin iman ve cihatla kıyas edilmeyeceğine dikkat çekmiştir.
3. Âyet şu mesajı da vermek istemiştir: Kim hacıları
suvarmayı, Kâbe’ye hizmet etmeyi iman ve cihada tercih ediyorsa o yanılıyordur.
4. İftihar edilecek ameller, hacıları suvarmak ve Kâbe’ye
hizmet etmek değil, Allah’a iman etmek ve o yolda mücadele etmek anlamına gelen
cihattır.
5. Ayette geçen, Allah, zalimler güruhunu doğru yola iletmez,
ifadesi hac etme ibadetini, Kâbe’ye hizmeti iman ve cihadın önüne çıkaranların
zulüm işlediğine dikkat çekmektedir. Birçok yerde İslam topraklarının
bağımsızlığı için mücadele veren insanları, yanı başındaki aç ve sefil
vaziyette duran bir insanı görmezden gelip nafile olup olmadığı bile tartışılan
bir ibadetle oyalanmak zulüm değil midir?
6. Âyet, cihad olmadan Kâbe’yi tavaf etmenin, onu tamir
etmenin bir anlam ifade etmediğine de dikkat çekmiştir. Zira bazı rivayetler
konunun Mekke’nin fethinden sonra tartışıldığını göstermektedir. Eğer cihad
olmasaydı söz konusu insanlar, iman edip Kâbe’yi tavaf etme imkânını bulabilirler
miydi?10
7. Âyet, iç âlemini terbiye etmenin diğer amellerden önce
geldiğini göstermiştir.
8. Âyet, bütün ibadetlerin aynı derecede olmadığını
belirttiği gibi, Kâbe ve hacılara hizmet etmeyi, iman ve cihat ibadetine üstün
görenlerin duruşunu tuhaf karşılamıştır.
9. Âyet, hacılara su temin etme ve Kâbe’ye hizmeti cihat,
iman ve hicretin önüne geçirenlerin tavrına bir reddiyedir.11
10. Âyet, mücahidlerin, cihattan sarfı nazar eden hayırsever
hacılardan daha erdemli olduğuna işaret etmektedir.
Âyetin Öne Çıkardığı İki Konu;
İman ve Cihad
1. İman, Allah ile bir akit yapmak anlamındadır. Kast
ettiğimiz iman, Allah’a yaratıcı, rızk verici, yarar ve zararın yaratıcısı
olarak iman etmek, O’nu zat, sıfat ve fiillerinde birlemek ve Allah’ın muradı
istikametinde O’na inanmaktır. Tüm Peygamberlerin ilk ve en önemli hedefi,
şirk, küfür, nifak ve hurafeleri yok edip, tevhid üzerine kurulan bir iman
akidesini yerleştirmektir. Râzi, Kur’an’da 600 civarında ahkâm âyeti dışında
kalan tüm âyetlerin tevhidi; yani sağlam bir imanı işlediğini vurgulamaktadır.12
“Biz senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, ona şöyle vahiy etmiş
olmayalım: Gerçek şu ki, benden başka ilah yoktur; onun için hep bana ibadet
edin.”13 “And olsun ki, Biz her ümmete: “Allah’a kulluk edin ve Tağut’tan
sakının! diye uyaran bir peygamber gönderdik. Sonra içlerinden kimine Allah
hidâyet nasip etti, kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde bir dolaşın
da peygamberlere yalancı diyenlerin sonunu görün!”14
Kur’an’da anahtar kelime Lafzı
celal olup üç bine yakın yerde geçmesi,15 içeriği konusunda okuyucusuna ipucu
vermektedir. Diğer önemli anahtar kelimeler, ahiret ve risa lettir, ana konu
ise tevhittir. Açık veya işaret olarak Allah Teala’nın sıfat veya esmasının
geçtiği âyetler de göz önünde bulundururlarsa Kur’an’da, nerdeyse tevhit ve
akidenin işlenmediği âyet bulunmamaktadır. Amel ve hayat bu inanç üzerinde
kurulur, ona göre hareket eder. Ahlaka yön veren odur. Onun sağlam olması ahlak
ve ibadetin sağlam olması anlamına gelir. Zira ahlak, ibadet ve eşyayla ilişki
onun üzerine kurulur. Gidişattaki sapmalar ondan kaynaklanır. İmanın söz, amel
ve tasdikten ibaret olduğuna inanırız.
İki dünyada huzur ve mutluluğun
kaynağı imandır. Hayata anlam kazandıran, yaratılış gayesini öğreten, karanlığı
aydınlığa çeviren, aydınlık sırlarını çözen tek anahtar odur. Aşılmaz yollarda
güç kaynağı odur. O, insanlık için olmazsa olmaz gerçektir. O, hâkim için
adaletin, asker için şahadetin, yönetici için merhametin ve dürüstlüğün tek
kaynağıdır.
İman şuuru İslam kültürünün her
zerresine sinmiştir. O, damarlarda dolaşan kan gibidir; edebiyatta, ilimde,
kültürde, her yerde onun izleri bulunur. O’nu bulan her şeyi bulmuş, ondan
gafil olan her şeyi kaybetmiştir. İman, aydınlıktır, inkâr karanlıktır.
İslam’ın hedefi, muhatabına tevhit merkezli bir iman sistemi sunmaktır.
2. Cihad, Allah’ın rızası doğrultusunda ve imkân nispetinde
İslam dini için çaba sarf etmek anlamına gelir. Kur’an’da imandan sonra en çok
işlenen konudur; öyle ki bazı âlimler cihadı İslam’ın altıncı şartı olarak
değerlendirmişlerdir.16 İşgalci güçler İslam topraklarına girince, erkek,
kadın, genç, yaşlı, sağlam, hasta herkese kendi imkânlarıyla karşı koyması yani
cihada katılması farzı ayndır. Bu durumda kadın kocasından, çocuk ebeveyninden
izin beklemeksizin cihada çıkabilir.17
Hz. Peygamber salla'llâhü aleyhi
ve sellem ashaba, “Size kadir gecesinden daha hayırlı bir geceyi haber vereyim
mi? sorusunu yöneltti ve cevabı da kendileri verdi: “Şehid olma ihtimali
bulunan bir yerde nöbet tutmaktır.”18
Kadir gecesinin Kur’an’ın
nassıyla bin aydan daha hayırlı olduğu hatırlanırsa Allah yolunda nöbet
tutmanın sevabının miktarı da anlaşılmış olur. “Allah yolunda bir günlük nöbet
evlerde 1000 güngece ibadet etmekten, oruç tutmaktan daha hayırlıdır.”19
Abdullah b. Mübarek Müslümanların
fiili cihatta bulundukları bir dönemde Mekke’de ibadetle iştigal eden Fudayl b.
İyaz’a cepheden şu satırları yazar: “Ey Haremeyn’de (MekkeMedine) ibadet
ettiklerini sananlar, bizim nasıl bir ibadet içinde olduğumuzu bilseydiniz
gerçekten sizin yaptığınızın bir oyalamadan ibaret olduğunu fark edecektiniz.
Siz yanaklarınızı gözyaşlarınızla ıslatırken, bizler yanaklarımızı kan ile
süslemekteyiz.” Fudayl mektubu alır ve hürmeti kemal ve gözyaşlarıyla öperek
kendisine hak verir.20 Fu dayl, en mübarek yerde ibadet ediyordu. Hem de tek
rekâtının diğer yerlere göre 100 bin rekâttan daha faziletli olduğu yerde
ibadetle meşguldü. Fakih Abdullah b. Mübarek ise Müslümanların fiili cihatta
bulundukları bir dönemde Kâbe’de ibadet etmeyi bir oyalanma olarak
değerlendirmiştir. Bu fetvası aynı zamanda hangi konulara öncelik verilmesi
gerektiğini belirtmektedir. İbn Mübarek, aynı dönemde fıkhî bazı konulara gark
olmuş bir arkadaşını, “cihad ortada iken, ömrünün çoğunu zihar, ilâ vs.
konularla geçirdin” sözleriyle tenkit etmiştir.21
“Mücahide destek veren de cihad
eden gibi sevap alır”22 hadisi şu hükmü otaya koymaktadır: İmandan sonra en
büyük ibadet olan cihada mazeretten dolayı fiili olarak katılamayanlar,
mücahitlere verecekleri maddi manevi destekle cihadın muazzam ecirden yararlanabilirler.
Sosyal Hizmetlerin Nafile Hac ve Umreden Daha Faziletli Oluşu
İbn Mesud, asırlar önce konuya
şöyle dikkat çekmiştir: Ahir zamanda yolculuk güçleşecek, imkânlar artacak ve
gereksiz yerde hacca gidenler çoğalacaktır. O şartlarda hacca gidenler sevaptan
mahrum olarak dönecekler. Çünkü onlar komşuları açlıktan kıvrandıkları halde
onları görmezlikten gelirler. İbn Mesud ferasetiyle günümüzde olup bitenleri
sezmiş ve olduğu gibi canlandırmıştır.23
Gazali de sosyal yardımlaşmayı
ihmal ederek defalarca hacca gidenlere sitem ederek şöyle der: Kimi zenginler
defalarca hacca gittikleri halde yanı başındaki komşularını ihmal ederler.
Gazali’nin Bişr b. Haris’ten
naklettiği şu olay konuyu açıklaması bakımından çok önemlidir:
Hac’a gitmek niyetiyle Bişr b. Haris’le vedalaşmaya gelen
biri, kendisine, üstad, hacca gitmek istiyorum bir emriniz var mı? der.
Bişr: Hac masrafı için ne kadar para hazırladın?
İki
bin dirhem.
Hac
yapmakla neyi kast ediyorsun? Niye hacca gitmek istiyorsun?
Allah’ın
rızasını kazanmak ve Beytullah’ı ziyaret etmek için.
Allah’ın
rızasını mı? Bulunduğun yerde iki bin dirhemi harcayıp Allah’ın rızasını elde
etmek istemez misin?
Elbette
isterim.
O
halde git hac için ayırdığın parayı muhtaç, borçlu ve yetimlere dağıt. İstersen
hepsini birine de verebilirsin. Müslümanları mutlu etmek, sevindirmek,
muhtaçlara el uzatmak, darda kalanın sıkıntısını gidermek yüz nafile ibadetten
daha hayırlıdır. Git, sana dediklerimi yap! Bunu yapmayacaksan kalbinden
geçenleri bize bildir.
Üstadım,
kalbim hacca gitmekten yana.
Bu cevap karşısında Bişr tebessüm eder ve şöyle der:
Nefis
haramdan elde edilen bir parayla övünmek ister. Allahu Teala ancak muttaki
kullarından kabul eder.24 Bişr b. Haris söz konusu zata yaptığının
riya olduğunu, malı haram olduğu için de helal yolda harcamaya layık olmadığını
ima etmek ister.
Ömer b. Abdülaziz döneminde
Kâbe’nin örtüsü eskidiğinden değiştirilmesi
gerekiyordu. Ancak bu sırada yardıma muhtaç insanlar vardı. İki durum
karşısında bir tercih yapması gerekiyordu. Raşid Halife, Kâbe’nin değerinin
örtüde olmadığını, yenilenmesinin tali bir konu olduğunu düşünüyordu. Bu
nedenle muhtaçların ihtiyacını gidermeyi tercih etti ve şöyle dedi: “Örtüye
yapacağım masrafı acıkmış midelere ayırmamın daha isabetli olacağını
düşünüyorum.”25 Ömer b. Abdülaziz bu içtihadıyla Müslümanları doyurmayı,
Kâbe’ye örtü almaya tercih etmiştir. Zira selefi Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir [radiya'llâhü anhuma] dönemlerinde de Kâbe’nin
örtüsü yoktu. Ancak onlar için aç mideleri doyurmak Kâbe’yi örtmekten
önce gelmekteydi.”26
Her yıl nafile hac ve umreye harcanan yığın larca servet İslam
topraklarının kurtarılması ve Müslümanların bilinçlendirilmesi için sarf
edilseydi, birçok sıkıntının giderilebileceğine inanmaktayız. Kaldı ki, bir
defadan fazla hacca gidenler, bir yönüyle hiç gitmeyenlerin hukukunu ihlal
etmektedirler. Çünkü kota nedeniyle her yıl on binlerce mümin hac ibadetini
yapmaktan mahrum kalmaktadır.
Nafile hac ve umre ile diğer
hizmetler arasındaki belirleyici naslardan birisi de şu hadistir. “Allah’a en
sevimli kullar, insanlara en fazla yararı olanlardır En sevimli amel,
Müslüman’ı sevindirmek, ondan bir sıkıntıyı gidermek, borcunu ödemek, açlığını
gidermektir. İhtiyacını karşılamak amacıyla Müslüman kardeşimle yürümek, (şu)
camide; yani Mescidi Nebi’de bir ay itikaftan daha hayırlıdır.”27 “Dul ve muhtaçların
ihtiyacı için çalışmak Allah yolunda cihad eden ve gece-gündüz ibadet eden
gibidir.”28 “Bazen sadaka niyetiyle verilen tek bir dirhem yüz bin dirhemi
geçer.”29 “En hayırlı para, kişinin aile efradına ve muhtaç arkadaşlara harcadığı
paradır.”30
İbn Abbas Anlatıyor: “Mescidi
Nebi’de itikafta bulunduğum bir sırada bir adam geldi, selam verdikten sonra
oturdu. Kendisine; “Kardeşim, sizi üzüntü içinde görüyorum, hayrola!” dedim.
Evet
doğrudur, ey Hz. Peygamber’in amca oğlu, falanın bende borcu var, yemin olsun
ki ödeme imkanım yoktur.
Arzu
ettiğin takdirde meselenizle ilgilenebilirim.
Uygun
görüyorsanız ilgilenenebilirsiniz. Aynı zat anlatıyor: İbn Abbas ayakkabılarını
giydi ve mescitten çıktı. Kendisine; “itikafta olduğunuzu unuttunuz mu?” dedim.
(Gözyaşları
içinde) hayır olay bildiğin gibi değildir, kısa bir süre önce ahrete intikal
edip giden şu kabrin sahibinden şu hadisi duymuşumdur: “Kim bir kardeşinin bir ihtiyacını
karşılamak gayesiyle kendisiyle beraber çıkar, muvaffak olursa (sıkıntısını
giderebilirse) on yıllık itikaftan daha hayırlı bir amel yapmış olur. Kim de
Allah rızası için bir gün itikafa girerse, kendisiyle cehennem arasına, her
biri doğu ile batı arasındaki mesafeden daha geniş üç hendek girer.”31
Hadis, milyonlarca Müslüman’ın çöplüklerden
ekmek topladığı günümüzde, itikaf niyetiyle onlarca defa Hicaz’a gidenlere
önemli mesajlar vermekte ve kardeşlik bağlarının nasıl takviye edilmesi
gerektiğine ve toplumun ihtiyaç duyduğu hizmetlere eğilmenin önemine dikkat
çekmektedir. Şöyle ki; İbn Abbas, Müslüman’ın ihtiyacını karşılamayı, içinde
bir rekât namaz kılmanın diğer mescitlere oranla bin rekat sayılan bir mescitte
zikir, oruç ve namazı içeren itikafa tercih etmiştir. İbn Abbas’ın fıkıh
anlayışı, yardım isteyen bir Müslüman’a yardım gayesiyle böyle bir ibadeti terk
etmesini gerekli kılmıştır. Bu davranış, İbn Abbas’ın Hz. Peygamber salla'llâhü
aleyhi ve sellem’den almış olduğu fıkıh bilincinden kaynaklanıyordu.32
İbn Abbas başka bir vesileyle,
“Birinin, fakir bir ailenin bir aylık, mümkün olmasa bir haftalık, o da mümkün
değilse gücü nispetinde ihtiyaçlarını karşılaması, her yıl hacca gitmesinden
daha hayırlıdır” demiştir.33
Abdullah b. Mübarek konu
bağlamında şöyle der:
Bir lokma ekmeği tasadduk
etmek, bir cami yapmaktan daha hayırlıdır.34
Abdullah b. Mübarek hacca gidiyordu. Çöplükten ölmüş bir kuş alan bir
kadın gördü. Kadın ölü kuşu elbisesine sardı ve evine götürdü. Abdullah evine
kadar kadını takip edip durumunu sordu. Kardeşiyle beraber kaldığını, yiyecek
hiçbir şeyleri bulunmadığı için çöplükten topladıklarıyla geçindiklerini söyledi.
Bunun üzerine yardımcısına “yanında ne var?” dedi. Yardımcısı, “1000 dinar var”
dedi. Abdullah b. Mübarek, “bize 20 dinar ayır, bizi eve götürür, geri kalan
(980) dinarı bunlara verelim. Bu hayır bu yılki haccımızdan daha hayırlıdır”
dedi ve geri döndü.35 Abdullah b. Mübarek, oruç tutar, insanlara yiyecek dağıtırdı.
İbn Mübarek iki hayırdan “en hayırlı” olanı tercih etmiştir.
Büyük alim Bişri Hafi’nin bir
arkadaşı anlatıyor: Soğuk bir kış günüydü. Bişr’in yanına gittim. Şiddetli
soğuğa rağmen ter içindeydi. Merak ettim, nedenini sordum: Ey imam, bu kış
ortasında herkes kalın yün elbiseleri tercih ederken, neden şu incecik
elbiseler içinde terleyip duruyorsun? Kardeşim! Fakirleri düşündüm onlara
yardım yapacak bir imkânım yoktu. Onları düşünmekten dolayı ter içine
boğuluyorum.36 Bişr’in terlemesi elbette boş mideleri doldurmuyordu. Ancak
Müslüman olmanın şuurundaydı. Bu sıkıntısı onu muhtaçlara yardıma davet
edebilirdi.
Netice olarak, hac ve umre
İslam’ın Kur’an ve sünnetle belirlenmiş önemli şiarlarından dır. Ancak Hz.
Peygamber ve ondan sonra gelen İslam uleması, cihad ve sosyal faaliyetleri,
nafile hac ve umreye tercih etmişlerdir. Bu nedenle Müslümanların parasal
sıkıntı ve imkânsızlıklar içinde kıvrandığı günümüzde tek bir hacla iktifa edip
diğer faaliyetlere eğilmelerinin daha isabetli olacağını düşünmekteyiz. Hz. Peygamber’in ömründe bir defa
hac yapması bunun önemli bir delilidir. ■
Dipnotlar
1 Hadid,
57/25.
2 Mağniyye,
Muhammed Cevâd el Kâşif, Beyrut, 1990, 7/256.
3 Bk.
İbn Aşur, Muhammed Tahir, et Tahrir ve’tTenvir, Libya, ts. 27/ 416.
4 İzz
b. Abdusselam, Kavaidu’l Ahkam,
5 Fuâd,
Muhammed Abdulbaki, el Mu’cemu’l Müfehres li Elfazı’l Kur’an’i’l Kerim, ilgili
madde.
6 Cin,
74/14.
7 Tevbe,
9/19.
8 İbn
Âşûr, Muhammed etTahir, etTahrir ve’tTenvir, Beyrut, 2000, 8/4965.
9 İbn
Kesir, Ebu Fidâ İsmail, Tefsiru Kur’ani’lAzim, Beyrut, 1987, 2/341.
10 İbn Âşûr, Tefsir, a.g.e., 9/51.
11 İbn Âşûr, Tefsir, 10/47.
12 Mahmut, Abdulhalim, etTefsiru’l Felsefî fi’llslâm, Mısır,
ts, s. 71.
13 Enbiya, 21/25.
14 Nahl, 16/36.
15 Bkz. Fuâd, el Mu’cem, a.g.e.,ilgili madde.
16 ElUlyânî, Ali b. Nefi’, Ehemmiyetu’l Cihad, Riyad, 1985,
s.234.
17 İbn Teymiyye, Ahmed b. Abdulhalim, Mecmûu’lFetâvâ, Mısır
1972, 28/358.
18 Hakim, sahih bir senetle, 2/80.
19 Elbani, Muhammed Nasiruddun, Silsiletü’l Ehadisi’sSahihia,
Beyrut, 1992, hadis no: 4503.
20 Bkz. İbn Kesir, Tefsir, a.g.e., 1/ 704.
21 EşŞâmî, Ahmed, Abdullah b. Mübarek, Beyrut, 1989, s.15.
22 Taberânî, sahih bir senetle rivayet etti. Bkz. Hey semi,
Mecmu’zZevâid, Beyrut, 1987, 5/285.
23 Gazâlî, Ebu Hamid, Muhammed, b. Muhammed, İhyau Ulumi’dDin,
Beyrut, 1982, 3/409.
24 Gazalî, İhya, age., 3/409.
25 EşŞâmi, Abdullan b. Mübarek, s.14.
26 İbn hanbel, Ahmed, Müsned, İstanbul, 1982, 17/23.
27 Elbaânî, age., hadis no: 906.
28 Elbânî, age., hadis no: 3574.
29 Nesâî, Zekat, 28.
30 Müslim, hadis no: 994.
31 Beyhaki, esSünenü’lKübrâ, Beyrut, 1985, 4/123.
32 Bkz. Gazâlî, Muhammed, Müslüman’ın Ahlakı, Çev: Dr.
Abdurrahman Candan, s.198199, İstanbul, 2006.
33 ElHûlî, el Behiyy, elMücaddidune fi’lİslam, Mısır,ts. s.
70.
34 İbn Kesir, elBidâye ve’n Nihâye, Beyrut, 1990, 10/ 178.
35 Gazâlî, Muhammed, Keyfe Neteamelu mael Kur’an, ABD, 1992,
s.129130.
36 EşŞâmi, Hâkezâ Fehime’s Selef, Beyrut,1989, s. 51.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar