YAHUDİ KARAKTERİ VE BOZULMA NEDENLERİ
Yahudilerinde
çektikleri ve karakterlerini bozan heryerde olduğu gibi yine din adamlarının
hatalarından başka bir şey değil.
Talmud’da
hahamlardan “yaşayan Allah” diye söz edilmekte; hatta “Allah’tan daha büyük”
ifadesine yer verilmektedir. Dini temsil eden insanlar düzelmedikçe dünya düzene
girmeyecektir. İhramcızâde
Hzl: Süleyman SAYAR
Yahudiler, uzun
tarihleri boyunca çeşitli açılardan hep “aktüel” olmuşlardır. Günümüzde de,
dünya gündeminin belki ilk maddesini Yahudi sorunu teşkil etmektedir. Böyle bir
toplumun zihniyet ve karakterini, bu zihniyet ve karakteri oluşturan sosyal,
kültürel ve psikolojik dinamikleri tarihî çerçevede ve sosyo-psikolojik bir
yaklaşımla ele almak dikkat çekici olmalıdır.
Yahudiler kendi
tarihlerini Hz.İbrahim’le başlatırlar. O, Kalde’nin Ur kentinde doğmuş ve
oradan ailesiyle birlikte Haran’a gelmiş; sonra ilâhî emir gereği Kenan
diyarına (Filistin) göç etmiştir66. Tevrat, İbrahim’e “İbrânî” demektedir.
İbrânî deyiminin kökeni ve anlamıyla ilgili çeşitli görüşler vardır. Nitekim
İsrail ve Yahudi deyimleri de köken ve anlam bakımından farklı görüşlere konu
olmuştur. Bu tartışmalar bir yana, üç deyimin de aynı toplumu ifade etmek üzere
eş anlamlı olarak kullanıldığı bilinmektedir.
Hz.İbrahim,
“İbrahimî dinler”in dayandığı ve bu dinlerin mensuplarınca büyük değer
atfedilen merkezî bir şahsiyettir. Hem İsmailoğulları, hem de İsrailoğullannın
büyük atasıdır. Tevrat’a göre Allah, onunla ve onun şahsında zürriyetiyle bir
sözleşme (“ahit”) yapmış; bunu “sünnet”le sembolize etmiştir.
Kur’an’da
anlatılan kıssasıyla Hz.İbrahim, babası Âzer’in de içinde bulunduğu putperest
kavmini Allah’a tapmaya çağıran seçkin bir peygamber, bir tevhid mücadelesi
önderidir . O, Yahudi ve Hıristiyan olmadığı gibi, müşriklerden de değildir;
aksine, sadece “hanîf” bir “müslim”dir .
Yahudilerin
gerçek tarihini Hz.Yakub’la başlatmak gerekir. Onların atası olan ve “İsrail”
lâkabıyla anılan Yakub Peygamber
Hz.İbrahim’in torunudur. Yahudi toplumu, İsrail adına nisbetle Yakub’un
nesli olarak İsrail ve İsrailoğulları (Benî İsrâil); Yakub’un dördüncü oğlu
Yahuda (Juda)’ya nisbetle de Yahudiler şeklinde adlandırılmaktadır. Tamamen
akrabalık bağları temeline oturan bu toplum, bugün yeryüzündeki milletlerin en
eskilerinden birini teşkil etmekte; heyecan ve canlılık içindeki kendi dinine,
edebiyatına ve tarihine sahip bulunmaktadır .
Göçebe bir
topluluk olarak çobanlık yapan ve kendilerine peygamberler gönderilen
İsrailoğulları Hz.Yusuf aracılığıyla Mısır’a göç etmişlerdir. Bu göç olayı
sırasında Mısır Hiksos hanedanının hakimiyetinde bulunuyordu (M.Ö. 1700-1580).
Hiksoslar, yönetimi zorla ele geçirdikleri için, Mısırlıları ve Mısır’ı ihmal
ediyorlardı. Mısır milliyetçileri saltanatı bunlardan geri almaya çalışıyor,
onlar da Mısırlı unsurlarla el ele vererek saltanatlarını sürdürme amacını
güdüyorlardı. Tevrat’ın kaydettiğine göre Firavun, bu sebeple Yusuf’un
kardeşlerinin Mısır’a gelmesini, bütün ülke servetlerinin onların olacağını
vaad ederek ısrarla istemişti . Göç gerçekleşince de, İsrailoğulları Mısır’ın
en verimli topraklarında yerleştirilmiş ve ilk zamanlar saygın bir hayat
sürmüşlerdi.
Yahudiler
Mısır’da hızla çoğaldılar. Ancak toplumdan ayrı yaşamaları, kendilerini
soyutlamaları dikkat çekmiş ve bu durum Mısırlıları endişelendirmeye
başlamıştı. Bu arada Hiksoslar hakimiyeti sona ermiş, yeni yönetimde
Yahudilerin durumu kötüleşmişti. Firavun II.Ramses dönemine gelinceye kadar ve
özellikle bu dönemde onlar büyük bir kin ve düşmanlığın hedefi olmuşlardı. Bu
ise, Hiksoslar’la işbirliği içinde ülkenin bütün nimetlerinden yararlanan
Yahudilere karşı, yerli Mısırlıların hesap sorma aşamasına gelmiş bir
reaksiyonuydu. Ancak Yahudiler de boş durmuyor, bozguncu bir zihniyetle
Mısırlılara karşı imha plânları ve ihtilâller düzenliyorlardı. Çünkü
Hiksoslar’ın kendilerine sağladığı politik amaçlı imtiyazlara alışmışlardı.
Hızlı nüfus artışlarının da doğurduğu endişeyle Mısır yönetimi Yahudiler için
korkunç bir baskı ve plânlı bir soykırım başlatmıştı. Dört asır kadar süren bu
baskı dönemi , Yahudi kişilik ve karakterine olan etkileri açısından çok önemli
bir zaman kesitidir.
Mısır’daki
kölelik ve sığıntılık hayatı Hz.Musa’nın önderliğinde son bulmuş ve Yahudiler
Firavunların zulmünden kurtulmuşlardır (M.Ö. 1250). “Çıkış” (Exodus) olarak
anılan bu olaydan sonra geçici bir süre kölelikten kurtulan Yahudiler,
yaptıklarından ötürü 40 yıl kadar çölde dolaşmaya mahkûm edilmişler;
dolayısıyla hürriyete lâyık olamamışlardır. Mısır’daki kölelik ve ezilmişlik hayatı
ruhlarında bir “zillet” duygusu meydana getirmiş, aşağılanma ve horlanmışlık
iliklerine işlemiştir. “Asabiyet kaybı” olarak da değerlendirilebilecek bu
durumdan dolayıdır ki, zilleti yaşamamış ve korku nedir bilmeyen yeni bir
neslin gelmesi, bunun için de 40 yılın geçmesi gerekmiştir . Nihayet Filistin’e
girmişler, Hz.Davud (David) ve Hz.Süleyman (Şlomo) zamanında ise bağımsız ve
ihtişamlı bir devlete kavuşmuşlardır (M.Ö. 1050-950).
Hz.Süleyman’dan
sonra devlet “İsrail” ve “Yahuda” olmak üzere ikiye bölünmüş, İsrail krallığı
Asur kralı II.Sargon tarafından kısa bir süre sonra ortadan kaldırılmıştır
(M.Ö. 719). Yahuda (Juda) krallığı ise, daha sonra Babil hükümdarı
II.Buhtunnasr (Nabukadnezar, Nabukodonosor) tarafından yerle bir edilmiş; Mabed
(Beyt ha-Mikdaş) tahrip edilmiş ve Babil’e sürülen Yahudiler’in esaret
dönemleri başlamıştır (M.Ö. 586). Bu tarih, Yahudiler açısından “birinci mabed
dönemi”nin sonunu işaret etmektedir. Yahudi toplumu, millî kimliğini ve
varlığını korumayı yarım asırlık sürgün döneminde Babil’de öğrenmiştir (M.Ö.
586-538). “Bir fikir sistemi, bir ideoloji ve çoğunluk uluslar içinde bir yaşam
şekli olarak Yahudilik, Babil’de doğmuştur” . Bu dönem Pers hakimiyetiyle sona
ermiş; sürgünden kurtulan Yahudiler, İmparator Kurus’un (Koreş, Kirus)
desteğiyle Mabed’i yeniden inşa etme imkânına kavuşmuşlardır (M.Ö. 516). Ne var
ki, bu kez de Büyük İskender’in Filistin’i zaptetmesiyle Yunan hakimiyetine
giren Yahudiler (M.Ö. 332); Romalılarla işbirliği içinde kısa süreli bir
bağımsızlık döneminin ardından, aralarındaki bitimsiz kavga ve isyanlar sonucu
Romalı Pompeus tarafından dağıtılmışlardır (M.Ö. 63). Bir süre sonra yine
bağımsızlık için isyan eden, ihtilâller çıkaran bu topluma Roma İmparatoru
Titus son darbeyi vurarak, Kudüs’ü ve Mabed’i yakıp yıkmış; Yahudilerin bir
kısmını öldürmüş, çoğunluğunu da Akdeniz esir pazarlarında sattırmış ve
sürmüştür (M.S. 70). Bu olay, “ikinci mabed dönemi”nin sona ermesine ve
Yahudilerin yeryüzüne dağılmasına neden olmuştur (“diaspora”). Mabed’in
yıkılmasıyla dinî bağımsızlıklarını da kaybeden Yahudiler, bundan sonraki uzun
tarihleri boyunca Mesihiik iddiasıyla ortaya çıkan Bar Kohba zamanında
Romalıların kanlı bir şekilde bastırdığı iki yıllık bir bağımsızlık isyanı
dışında (M.S. 132-135), 1948’e kadar hep sürgün ve esarete maruz kalmışlardır.
Bir noktayı
tesbit etmek gerekir ki, Yahudilerin yabancı hakimiyeti altında alabildiğine
ezilmiş, horlanmış ve aşağılanmış olmaları büyük ölçüde kendi isyankâr,
uyumsuz, bozguncu ve entrikacı karakterlerine de bağlı kalmıştır. Gerek Mısır, gerek Babil, Yunan, Roma ve hatta İslâm
hâkimiyeti dönemlerinde hep düşmanla işbirliği yaparak yaşadıkları ülkeyi
çökertmeye çalışmışlar, ama her seferinde başarısızlığa uğramışlardır. İslâm’ın
hoşgörüye dayalı yönetiminde bile eski alışkanlıkla çevirdikleri entrika ve
düşmanlıklardan ötürü Hicaz’dan sürülmüşlerdir. Ortaçağ boyunca İngiltere,
Fransa, İtalya ve Almanya gibi Batı ülkeleri Yahudi sürgünlerine sahne
olmuştur. 1492 yılı ise; Endülüs İslâm Devleti’nin çöküşünün ardından Hıristiyan
zulmü ve soykırımına uğrayan İspanya Yahudileri’nin yeryüzüne dağılması
şeklinde yeni bir sürgün döneminin başlangıcıdır. Hiçbir ülkenin kabul etmek
istemediği bu topluluk, nihayet Osmanlı hoşgörüsüyle önce Selânik’te, sonra da
yurdun diğer bölgelerinde yerleştirilmek suretiyle Osmanlı ülkesinde yaşama
şansı bulmuştur.
Orta ve Yeniçağda
Batı ülkelerindeki Yahudi hayatını sembolize eden kelime “Ghetto”dur. Yahudiler, bellibaşlı kentlerin
kenar mahallelerinde yaşamak zorunda bulunuyorlardı. Toplumdan soyutlanmış
olarak duvarlarla çevrilmiş ghetto’larda bir tür hapishane hayatına
itilmişlerdi. Ancak, bir açıdan böyle görünen olayın başka açılardan farklı
biçimde değerlendirilmesi de mümkündür. Meselâ
E. Hoffer bu konuda şunları söylemektedir: “Orta Çağlarda Yahudilerin içinde
yaşamaya mecbur edildikleri mahalleler, onlar için bir hapishane olmaktan çok,
bir kale idi. Yahudi mahallelerinin kendilerine sağladığı çok kuvvetli birlik
duygusu olmasaydı, o karanlık devirlerin zulmüne Yahudiler imanlarını bozmadan
dayanamazlardı. Orta Çağın zulmü, İkinci Dünya Savaşı’nda kısa bir süre için
geri geldiğinde Yahudi’yi bu eski savunmasından yoksun olarak yakaladı ve onu
ezdi” . Demek ki; Yahudilerde
öteden beri var olan ve “üstün ırk” anlayışından kaynaklanan “farklı olma”
karakteri, ghetto’larda daha bir bilinçle korunmuştur. Kollektif bir yapının
kimliğini taşıyan, bunu taşıdığına inanan her bir Yahudi güçlü bir birlik
şuuruna sahip olmuştur. Bunun daha eski bir örneği, yukarıda belirtildiği gibi,
Babil sürgünü dönemidir.
Yahudiler, uzun
tarihleri boyunca siyasî güç ve bağımsızlıklarını elde edemedikleri, ya da
sürekli baskı altında yaşadıkları için, mesailerini fikrî ve iktisadî alanlara
yöneltmiş; binbir entrika ve hile ile büyük bir ekonomik güce ulaşmış, sonra bu
yolla siyasî güç dengelerini de bozmaya çalışmışlardır. Böylece diğer
milletlerin nefretini kazanmışlar; bu nefret onların daha çok hor görülmelerine
neden olmuş, ama kendileri de karşı nefret ve ihtirasla, üstün ırk idealiyle
ayakta kalmayı başarmışlardır. Avrupa’da XIX. yüzyılın sonlarında ileri
boyutlara varan Yahudi düşmanlığı (“antisemitizm”), büyük ölçüde Politik
Siyonizm’in gelişmesine neden olmuş; T. Herzl’in çalışmalarıyla güçlenen bu
akım, İngiltere’nin fiilî desteği ve diğer Batılı devletlerin de arzusuyla
Filistin’de bir İsrail Devleti’nin kuruluşunu hazırlamıştır (1948)
Burada, Yahudi
tarihinin önemli olayları ve dönüm noktalarına kısaca yer verilmiştir. Aslında
bu çalışmanın ilgi alanı, Kur’an’ın vahyedildiği döneme kadar olan Yahudi
tarihidir. Tarihî Yahudi karakterini günümüz Yahudi toplumunun temsil edip
etmediği meselesi, yeni örnek olaylar çerçevesinde ele alınması gereken bir
konudur. Herkesin gözü önünde cereyan eden güncel olaylar bir yana bırakılırsa,
bu noktada, Kur’an’ın geleceğe ilişkin belirleyici bazı sarih ifadelerinden
başka dayanağımız bulunmamaktadır.
Yahudi millî
karakterini besleyen Yahudi zihniyetidir. Bu zihniyetin, özetlediğimiz tarihî
süreç içinde oluşmasını sağlayan en önemli kaynak Yahudi kültür ve
edebiyatıdır. Bu kültür ve edebiyatın başında Yahudi Kutsal Kitabı (Eski Ahit)
vardır.
Irkçı bir yapıyı
yansıtan Yahudi öğretilerinin tamamına “Tora” adı verilir. Bu terim, Arapça
“Tevrat”ın karşılığı olmakla birlikte çok daha geniş bir anlama sahiptir.
Yahudiler, bu geniş anlamıyla kutsal kitaplarına İbranice “Tanah” derler.
Tanah; Tora (Tevrat), Nebiîm (Peygamberler) ve Ketubîm (Kitaplar) olmak üzere
üç bölüm ve toplam 39 kitaptan oluşmaktadır. Yahudilere göre bu sayı 24 veya
22’dir. Bunların tamamlanması, yaklaşık olarak bin yılı aşkın bir süre içinde
gerçekleşmiştir (M.Ö. 1200-100).
Yahudi
öğretilerinin tamamının adı olarak Tora, “yazılı” ve “sözlü” olmak üzere ikiye
ayrılmaktadır. Yahudiler, Rabbânî çoğunluk itibariyle “Sözlü Tora”ya çok önem
verirler. Onlara göre, “Sözlü Tora” da vahiy eseridir ve o olmadan “Yazılı
Tora” anlaşılamaz.
Sözlü gelenek,
anlaşılacağı gibi Tora (=Tevrat)nın tefsiri ve Yahudilerin fıkıh kaynağı olarak
nesilden nesile intikal etmiş, M.S. II. yüzyılda Yahuda Ha-Nasi tarafından
“Mişna” adıyla kitaplaştınlmıştır. Fakat bu, sözlü geleneğin bütünü
değildir. Daha sonra hahamların çalışmalarıyla bütün sözlü gelenek bir araya
getirilmiş ve “Mişna”nın tefsiriyle (“Gemara”) birlikte “Talmud”u
oluşturmuştur. Talmud, dar anlamda Gemara ile özdeştir . Talmud çalışmaları hem
sürgündeki Yahudiler, hem de Kudüs (Yeruşalim)’de kalan Yahudiler arasında
sürdürüldüğü için Babil ve Kudüs Talmud’ları ortaya çıkmıştır. Her ikisi de
Mişna metnine dayanmasına rağmen, aralarında büyük farklar söz konusudur. Daha
önemlisi, Mişna metni üzerinde de ittifak yoktur; aksine tutarsızlıklar vardır.
M.S. IV.-V. yüzyıllarda derlendiği halde, ilk Talmud basımı 1520-1523
yıllarında Venedik’te gerçekleştirilmiştir .
Talmud, bütünüyle
kendi içine kapanmış bir toplumun ruh durumunu yansıtır. Daha çok pratik hayatı
düzenleyen kuralları, emir ve yasakları ihtiva eder . Ayrıca çok miktarda
hikâye, mesel, hikmetli söz ve lejand mevcuttur ki, bunlar, Yahudi edebiyat ve
folkloruna da yansımıştır . Kudüs ve Babil versiyonlarıyla Talmud, geleneksel
İbrânî (Yahudi) kültürünün, Mişna tertibine göre yazılmış genel bir
ansiklopedisi niteliğindedir . O, aynı zamanda, din bakımından Eski Ahit’i
ikinci plâna iten en yüksek otorite olarak kabul edilmiştir .
Bu genel bilgiden
sonra; Yahudi Allah inancını, Yahudilerin kendilerini ve diğer insanları nasıl
gördüklerini Tanah ve Talmud’dan belgelendirmek yararlı olacaktır.
Eski
Ahit’te (“Tanah”) Allah inancı, insanbiçimci (antropomorfik) bir özellik
gösterir. Tanrı, Yahudi ırkçılığının gereği olarak sadece “İbranilerin
Allahı”dır . Bir Eski Ahit cümlesi şöyledir: “Bütün dünyada
Allah yoktur, ancak İsrail’de vardır’ .
İsrail’in Tanrısı
insan gibi dinlenme ihtiyacı duyan , acı çeken , güreşen , koca olan , ağlayan
; dalgınlık, uyku, helâya gitme ve yolculuğa çıkma gibi arazlar gösteren ve günün serinliğinde bahçede gezinen bir varlıktır. Bu özellikleriyle âdeta
İsrailoğulları tarafından yaratılmıştır. Talmud’a göre de Yahudi Allah inancı
aynı özelliklere sahiptir .
Mevcut
şekliyle Eski Ahit, Yahudilerin “üstün ırk” olduğunu öngören birçok belge
içermektedir. Onlar; “siyon’un değerli oğulları” , hem “ilâhlar” hem de “Yüce
Allah’ın oğulları” olarak
tanımlanmaktadırlar.
Yahudi milleti;
yeryüzüne hükmedecek, milletlerin hepsine varis olacak seçilmiş bir kavim ve mukaddes millettir .
Yahudiler, bu seçkinlik ve üstünlük tasavvuruna rağmen, aşağı yaratıklar olarak
gördükleri diğer insanların egemenliği ve baskısı altında yaşamalarının
doğurduğu çelişkiyi de pek çözememişlerdir. Onlara göre leş yemek yasaktır, ama
yabancılara satılabilir . Köle ve cariyeler yabancılardan olmalıdır; kendi
aralarında bu uygulama yasaklanmıştır . Yabancılardan kız alıp-verme yasağı
vardır . İsrail soyunun diğer milletleri mülk edineceği belirtilmiştir .
Eski Ahit ve
Talmud’un öngördüğü zihniyet yapısını “Siyon Liderlerinin Protokolleri”nde de
görmek mümkündür. Protokoller, dünya hakimiyetine giden yolda Yahudilerin
uygulayacakları bir programdır. Yahudi liderlerince hazırlandığı kabul edilen
bu program Yahudi zihniyetinin kaynakları arasında sayılmalıdır .
Özü verilmeye
çalışılan yukarıdaki prensip ve inançlar, Yahudi zihniyet ve karakterinin
yapısı hakkında yeterince aydınlatıcıdır.
İnsanın,
kendisini yaratan Allah’a karşı tutumu temel alındığında Kur’an’daki dinî
karakter belirleyici kavramlar birbirine zıt iki kategoriye ayrılabilir: Olumlu
ve olumsuz karakter kavramları. Bu ayırma işleminin temel ölçüsü “Allah’a iman”
olduğu için, birinci kategorideki kavramlar “mü’min” karakter özelliklerini,
ikinci kategorideki kavramlar ise “kâfir” karakter özelliklerini
oluşturmaktadır. Kur’an baştan sona bu iki karakter çatışmasının örnekleriyle
doludur. Yahudiler de genel olarak kâfir, yani inkârcı karakter tipinin
örnekleri arasında yer almaktadırlar. Bunun başlıca sebebi, Kur’an’ın konuya
yaklaşımının dinî/ahlâkî amaçlı oluşudur. Daha önce de belirtildiği gibi,
Yahudi dinî karakterini ortaya koymak demek, onların sosyal ya da millî
karakterlerinin temel özelliklerini de yakalamak demektir.
2. Allah’a
eş koşma (“şirk”) ,
3. Yalanlama
ve yalancılık (“tekzîb” ve “kezib”) ,
4. Üstünlük
taslama (“istikbâr”) ,
6. Döneklik
(“tevellî” ve “i‘râd”) ,
7. Aşağılık
duygusu ve korkaklık (“zillet” ve “meskenet”) ,
8. Hâinlik
ve ikiyüzlülük (“hıyânet” ve “nifak”) ,
11. İsyan
ve serkeşlik (“isyân”, “i‘tidâ”, “tuğyân”, “israf’, “fısk”, “dalâlet”, “hevâ”)
,
12. İhtilâf
ve tartışmacılık (“ihtilâf’ ve “muhâcce”) ,
14. Katı
yüreklilik (“kasvet”) ,
15. Dünya
hayatına düşkünlük (“hırs”) ,
16. Cehâlet
ve beyinsizlik (“cehl” ve “sefeh”) ,
Bütün bu
kavramlarla tasvir edilen karakter yapısına Yahudi millî karakteri olarak
bakılamaz mı? Bize göre, bu soruya müsbet cevap vermek gerekir. Her ne kadar
Kur’an dinî karakter özellikleri üzerinde daha çok duruyorsa da, bunlar
arasından tarihî/millî Yahudi sosyo-psikolojisini çıkarmak mümkün
görünmektedir.
Gürültücü,
yaygaracı ve telâşlıdır.
Adsız
kalmaya, sinsi davranmaya özen gösterir.
Çıkarlarına,
kazancına ve maddeye düşkündür.
Avareleği
ve geziciliği sever. Bu yüzden adı “Serseri Yahudi”ye çıkmıştır.
dinine
ve din adamlarına çok bağlıdır.
Onların
sözü kanun yerindedir.
Belli
etmez görünse de, kinci ve intikamcıdır.
Bu,
tarih boyunca onun en önemli gücünü teşkil etmiştir.
Başkalarına
(Yahudi olmayanlara) iki yüzlü davranmayı, yalan söylemeyi doğal görür.
Ahlâk
ilkeleri millîdir, kendi aralarında geçerlidir.
Yabancılara
karşı farklı ilkeler oluşturmuştur.
Ekonomi
ve ticaret alanında tarih boyunca alışkanlık ve beceri kazanmıştır ; kendine
güvenir.
.
.
.
Bu tablo,
yukarıda sıralanan Kur’anî kavramların oluşturduğu karakter özellikleriyle
karşılaştırıldığında birçok benzer ve ortak nokta dikkat çekecektir. Öyleyse;
Kur’an’ın izlediği ya da Kur’an’a dayanarak bizim ortaya koymaya çalıştığımız
Yahudi karakter yapısı bir ütopyadan ibaret değildir. Aksine, burada devamlılık
arzeden ve tarihî süreçle desteklenen bir gerçeklik söz konusudur.
Yahudi
yalancıdır; dinî emirleri, ilahî âyetleri de yalanlamıştır.
Tevrat’ın emirlerini bildiği halde yalanlamış, hatta
Allah’a bile yalan isnat etmiştir.
Hiçbir zaman ulaşamayacağı bir üstünlük duygusuna
sahiptir.
“Allah fakir, biz zenginiz” , “biz, Allah’ın oğulları ve
gözdeleriyiz” iddiasında bulunmuştur .
Cinayet, vazgeçilmez karakteridir; peygamberlerini bile
öldürmüştür.
Hak’tan yüz çevirdiği için dönektir, ikiyüzlüdür.
Anlaşmalarına sadık değildir, hâindir.
Bozguncu, isyankâr ve zâlimdir.
Aşağılık duygusu ve korku ruhuna işlemiştir.
Cahildir; doğru ile yanlışı birbirinden ayırma yeteneğini
yitirmiştir.
Doğruyu gizleme ve sözü değiştirme huyu vardır.
Kur’an, Yahudi
karakterini tasvir ederken sosyo-psikolojik unsurları da ihmal etmez. Bunların
bir kısmı, esasen genel anlatımdan da çıkarılabilmektedir. Sözgelimi, Yahudilerin
aşağılık duygusu ve korkaklık özelliği, altın buzağıya tapma olayı, Hz.Musa’dan
putperest ulusların tanrıları gibi somut bir tanrı isteğinde bulunmaları, bütün
bunların arkasında Mısır’daki kölelik yaşantısı ile Mısır tanrılarından
etkilenme olgusu vardır. Korku gibi, “buzağı” putuna sevgi ve saygı da
tabiatlarına yerleşmiştir. Mısır’daki baskı dönemi Yahudilerde hem bir kin, hem
de Mısırlılara karşı bir imrenme duygusu geliştirmiştir. Kendilerini ezen bir
ulusun tanrılarının da çok güçlü olduğunu düşünmüşlerdir. Dolayısıyla Mısır
hayatı, onlar için sosyo-psikolojik bir arka-plân olmuştur. Ayrıca, Babil’deki
sürgün hayatı ve 1948’e kadar gelen tarihî süreç de Yahudi karakterini
şekillendirmiştir.
Yahudilerdeki
korkaklık duygusu, sosyo-ekonomik şartlara bağlı olarak değişmiş kabul
edilmektedir . Ancak, bunu ispat edecek belgelerin yeterli olmadığı öne
sürülebilir. Çünkü İsrail’in kuruluşu resmen ilân edildikten sonra Yahudiler
tek başına ciddi bir savaş yapmamış, yani onların cesur ve savaşçı karakterlerini
ortaya çıkaracak geniş boyutlu bir çatışma söz konusu olmamıştır. Bugün
İsrail, Amerika’nın Ortadoğu’ya uzanmış bir eli ya da ileri karakolu
durumundadır. İsrail dışındaki Yahudilerin ekonomik gücüyle beslenen,
neredeyse bağımsız bir maliyesi bile olmayan İsrail, üstün silah gücüne rağmen
Araplarla yaptığı savaşlarda hep Amerika ve diğer Batılı devletlerin yardımı,
gizli plânları sayesinde başarılı olmuş ya da yenilgiden kurtulmuştur.
Yahudilerdeki
üstünlük anlayışını, aşağılık duygusunun bir telâfisi ve tatmini olarak
düşünmek mümkündür. Sürekli ezilen, acı ve ıstırap çeken Yahudi toplumu bu
ideal ile tatmin olmuş ve ayakta kalabilmiştir. Baskı ve soykırıma uğrayışını
da, üstünlüğünden dolayı kendisine duyulan kıskançlığın bir tezahürü olarak
değerlendirmiştir.
Kur’an’da da
belirtildiği gibi Yahudilerin hayata ve maddeye aşırı düşkünlüğü, bir yandan
kendi üstünlüklerine olan inançtan, bir yandan da ezilmişlik duygusundan
kaynaklanmaktadır. Bu iki faktör, Yahudilerin hayata sımsıkı sarılmaları
sonucunu doğurmuştur.
Şunu da eklemek
gerekir ki Kur’an, İsrailoğullarının bazı meziyetlerinden de söz etmektedir.
Hatta onların âlemlere üstün kılındığını ifade eden âyetler de vardır . Ancak
buradaki üstünlük, dinî anlamda toplumların psiko-sosyal değişimleri esasına
bağlanmıştır; mutlak ve sürekli değildir. Aksi takdirde, Kur’an’ın,
Yahudiler’den hep övgüyle söz etmesi gerekecekti. Oysa önemsiz istisnalar bir
yana , Yahudi çoğunluğu Kur’an anlatımında cezaya müstehak bir toplum olarak
karşımıza çıkmaktadır. Demek ki, İsrailoğullarının üstünlüğü kitap, hikmet ve
peygamber gibi nimetlere bağlı olarak sadece belli bir dönemle sınırlı ya da
“ahit”lerine sadık kaldıkları sürece geçerli bir üstünlüktür.
Karakter ve
zihniyet kavramları çerçevesinde Yahudi tarih ve kültürünün şekillendirdiği
Yahudi millî/sosyal karakteri, üstünlük anlayışı ve tarihî ezilmişlik duygusu
odağında ırkçı, bozguncu, entrikacı, kinci, intikamcı, dünyacı, isyankâr, dönek
vb. karakter özelliklerine sahiptir. Bu karakterin din alanındaki belirleyici
temel kavramları ise küfür, şirk ve nifak’tır. Bu tablo, sosyo-psikolojik
unsurları da dikkate alan tarihî karakter tesbiti çalışmamızda varılan doğal
bir sonuç olmaktadır. Kur’an anlatımında Yahudi, dinî/ahlâkî bakış açısından
olumsuz bir tutum ve davranışın sembolü olarak dikkat çekmektedir. Yahudi
toplumunun tarihî karakteri ve sosyal psikolojisi, kendi kutsal kitaplarında da
(“Eski Ahit”) Kur’an’dakine benzer özelliklerle gözler önüne serilmiştir .
İki dinin kutsal metinlerinde de aynı olumsuz kişilik yapısı ve aykırı sosyal
davranış biçiminin yansıtılması, bu karakterin objektif olarak tesbiti yanında,
sürekliliğinin de delili sayılabilir.
Kaynak: Süleyman SAYAR, YAHUDİ KARAKTERİ, (Tarihî ve Sosyo-Psikolojik
Bir Yaklaşım), T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ, İLÂHİYAT FAKÜLTESİ, Sayı: 9, Cilt: 9,
2000, Bursa
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar