Said-i Nursi'nin Hatalı Görüşü Üzerine
Mazlum Hristiyanlar Şehit Midir?
Ebubekir
SifilKasım 20, 20042004, 2004 Yılı, Gazete Yazıları, Kasım 2004, Kasım Ayı 2004
Soru: Üstad Said-i Nursi’nin
şu sözünü nasıl anlamalıyız: “Hristiyanların mazlumları şehit olarak ölür.”Cevap:
Said Nursi merhumun bu sözü, bildiğim kadarıyla Kastamonu
Lahikası‘nda (Mektup no: 75, s. 1615) geçmektedir. Oradaki ifadeleri
şöyledir:
“… Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu
kışın şiddetli soğuğuyla beraber mânevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i
beşeriyeden biçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar
şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki:
“Böyle musibetlerde kâfir de olsa
hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nispeten çok
ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye mâsumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne
geçiyor.
“Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden
ve harbinden hiçbir haberim yokken, Avrupa’da, Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak
tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat bu elîm şefkate bir
merhem oldu. Şöyle ki:
“O musibet-i semaviyeden ve beşerin
zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve
perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun
şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı mâneviyeleri, o
musibeti hiçe indirir.
“On beşinden yukarı olanlar, eğer mâsum
ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü
âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir
lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem âhirzamanda Hazret-i İsâ’nın (a.s.) din-i
hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi
karanlıkta kalan ve Hazret-i
İsa’ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları çektikleri felâketler onlar
hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve
musibetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebit büyük zâlimlerin cebir ve
şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında
medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen
gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikatten
haber aldım, Cenab-ı Erhamürrâhîmine hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem ve
şefkatten tesellî buldum.”
Konuyla ilgili bir diğer ifadesi de
şöyledir:
“… Ehl-i vukuf raporundan anlaşılıyor
ki, Risale-i Nur, bize karşı bütün muarız tâifeleri mağlûp ediyor ki,
Hüccetullahi’l-Bâliğa ve İhtiyar ve İhlâs Risalelerini tekrarla nazar-ı dikkati
celb ediyorlar. Hem gayet sathî ve cevapları pek zâhir ve güya müteassıbane
hocavâri tenkitleri ve hiç münasebeti olmayan ve hakikî mutabık olan meseleleri
anlamadan “mâbeynlerinde tezat var” demeleri ve risalelerin yüzde doksanını
tamamıyla çekinmeyerek tasdik ve takdirleri ve teslimleri Hücumat-ı Sitte
Zeylinin pek şiddetli bir surette yeni icadlara fetva verenleri cerh ve tezyif
etmesine mukabil, yalnız “nezahet-i lisaniye” demişler. Ve dinsizler
tarafından öldürülen mazlum ve dindar Hıristiyanlar âhir zamanda bir nevi şehid
olabilir dediğimi, baş açık namaz kılmak ve Türkçe ezan okumaya Zeylin
şiddet-i hücumunu zıt göstermeleriyle iktifa etmeleri, kat’iyen onların
Risale-i Nur’a karşı mağlûbiyetlerini gösteriyor kanaatini veriyor.” (Onüçüncü
Şua, 1022)
Bir insanın uhrevî akıbetini belirleyen
yegâne kıstas sahih iman sahibi olup olmadığı ise ve
dahi Hristiyanlar “teslis akidesi”ne müntesip bulunduğuna
göre, ister mazlum, ister zalim olarak ölsün, küfür ve şirk üzere
terk-i dünya edenlerin ebedî azaba düçar olacağını söylemek durumundayız.
Eğer yukarıdaki iktibaslarda geçen
“Hazreti İsa’ya mensup Hıristiyanlar” ve “dindar Hıristiyanlar” tabirleri (Necaşi örneğinde
olduğu gibi) “şirk içinde olmayan ve Son Peygamber (salla'llâhü
aleyhi ve sellem)’i hak peygamber olarak tanıyan Hristiyanlar’ı
anlatıyorsa, bu durumda bulunan herkesin kurtuluşu bahis konusudur. Tersinden
söylersek, bir kişi veya topluluğun, Hristiyanlık, Yahudilik veya
bir başka şirk itikadının müntesibi olarak ömür sürüp ahirete
göçtüğü halde, sırf dünya hayatını şu veya bu biçimde geçirmiş olması
dolayısıyla azaba veya mükâfata müstehak olduğunu söylemek mümkün
değildir. Allah ve Resulü‘nün talep
ettiği/onayladığı sahih itikat olmadıkça uhrevî kurtuluş ve
hele de “şehitlik” asla söz konusu olmaz.
Öte yandan ilk iktibasın son
paragrafında geçen “… âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i
Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem âhirzamanda
Hazret-i İsâ’nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek…” ifadesinin burada hükme
hiçbir etkisi yoktur. Zira ne “din-i Muhammedî“ye lakaytlık perdesi
gelmiş olmasının, ne de ahir zamanda Hz. İsa (a.s)’ın “din-i
hakikisi”nin (yani İslam‘ın) hükmedecek olmasının, daha önce şirk içinde
yaşayıp ölmüş bir topluluğun akıbetine etkisi olabilir.
Bunun aksini açık bir şekilde bildiren
bir ayet veya sahih hadisten haberdar olan biri varsa, işte meydan…
Milli Gazete – 20
Kasım 2004
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar