Print Friendly and PDF

Kaderinden Çıkamayan Hayatlar

 



Zamanın içinde bakılmaz çirkin yüzü ve güzel sesiyle bir köle vardı. Aydınlıkta itilir, karanlıkta biraz sevilirdi. Efendisi gece onunla sohbet eder, ancak aydınlıkta, sözü dahi ağzından çıkamadan boğazında bırakırdı. Gözüm görmeye dayanamıyor, derdi. Öylede olsa, sahibi köle pazarında satışa çıkarırdı, bu inanılmaz dertten. Kim aydınlıkta çirkin köleyi alırdı ki?  Almadıkları gibi, duyduğu aşağılık sözler yüzünden, sürekli üzülerek evine dönerdi. Evi de  ev olsa, ahırdan dönme bir yer,  soğuktan korumaz, yazın sıcaktan  yatılmazdı. Köle bu şekilde dünyaya geldiğine mi, yoksa değişmeyecek kaderine mi, sorgusuz neye üzüleceğini bir türlü bilmezdi.

Köle, geceyi çok severdi. Gecelerim, vefalı gecelerim…derdimi unutturan kara gecelerim… der gecenin karasına gönlünü katardı. Zifiri o kadar aşka şevke gelirdi ki, Mecnun onun söylediklerini hiç söylememişti. İçi deşilir, harflerini, kelimelere okur kendinden geçerdi. Bilir miydi, bilmez miydi, ayakları onu taşlı tepenin başına çıkarır, orada sesinin çıktığı kadar feryad ettirirdi. Ses bu ya, yol buldu mu, gider boşluğuna. Onun da sesi, derin vadinin sonundaki mavili köşkün karşına düşen tepeye gider ve aksi seda ederdi. Bir kat daha güzelleşen sesle nameler halinde, mavili köşkte kalan dilberinin odasının penceresinden salkım taneleri gibi düşüverirdi.

Dilber…gönülçelen ahu…bir gören bir daha görmek için canlar verilen dilber. Onu dinler, içinden anlatılmadığı bir sevgi duyardı…o da her gece nedensiz sesi bekler, uykusuz geceler geçirirdi.

Olmaz değildi. Onunda kendine göre bir derdi vardı. Felç değil ama, ayakları yere basamaz, adım atamazdı. Güvendiği ve âşık olduğu biri tarafından ihanete uğramış, üzüntüden bu bilinmez hastalığa düşmüştü. Doktorlar  bir türlü çaresini bulmuşta değillerdi.

İşte paylaşılan bir kaderin kavuşturmayan halleri…

Karanın gizemli endamında, güzelleşen köle için, yanan bir kalp, bir dil var. Fakat benim diye bakılacak, gösterecek bir yüz ve kudret nerede?

Günler geçti… değişen bir şey yoktu… Görmediği birine sesinden güzeldir, diyerek sevgi duyan bir ahu… çirkin kölenin de hayaline bile gelmeyecek kadar uzaktan erişen bir sevgi… Bir şeyler ikisinin akıllarına gelse de bu sevişmenin esrarını bilmelerine imkanları yoktu.

İmkansız…

Kölenin kalbinde tufanlar, onu yıkmak için gayret ederken, hayata tutunup kalmak için bir çıkar yolu, gecenin karasına bulanmak ve tepede baygın baygın yatıp ağlamaktı.

O dilber içinde, beklenilen ve hasret duyduran o güzel nameler… Bilemeden düşlenen bir dünya zevki…

Bu kader mi…

Kaderin mütemadiyen değişmez bir alışkanlığı…

Ey felek!

Bu kaderi neden yazdın ve razı oldun.

Köle çirkinlik çukurunda, bir seveni var güzellik yurdunda.

Ve iki yokluğun arasında çırpınarak dönen aşk çemberi…

Dönsün dursun.

Dursun mu?

Bu vefaya sığar mı?

Köle ağlar kaderine, sevdiği de…

Buna sevişmek mi denir, senin katında?

Elem yurdunun, kan akıtan kırmızı karanfilleri…

Ayrı düşmüş iki kuru dal, üstlerine gelen pembe bulutlar hangi yağmur için kararacak, ölümüne gelmeden.

Sonra, yağmurlar sağnak sağnak  yağsa ne olur, iki kurumuş dal hayata gelemez ki…

Gözler ağlasa, kör kuyuya dönse, tükenmeyen bir sevda…

Sorsun bilge kişi; Tanrı nerede?

Bunun cevabını verecek mi veya biri var mı?

Ah…Sorulacak ne çok soru var…

Birleşmesi olmayacaklara; yüzsüz ses vermek ve derdine kavuşmayacak birini dermansız bırakmak.

Böylesine ayrılıklar başlamadan bitsin demekle bitmiyor…

Bir bilinen var doğrusu; o da kıskanılan hayatların var olması, ama kim/ne tarafından?

İsmail Hakkı Altuntaş

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar