Mesneviden Dersler...DİKENDEN GÜLE
*“Kendini
keskin kılıç
üstüne
atma.
Aklını
başına al,
padişah ve
sultanla
savaşa
girişme.
*Havuz ,deryaya omuz vurur,
onunla boy
ölçüşmeye
kalkışırsa mahvoldu gitti.
*O, öyle bir deniz değil ki
ucu,
kıyısı bulunsun da
sizin
pisliğinize bulansın!
Cilt II, b. 3317-3319
“ Gel bakalım
zalim
ahmak.
Saçma sapan lâfları
bırak azgın
herif.
Aklını
başına al,
kendine
gel!
Cilt III, b.2315-2316
Daima suda
kalmak
balığın harcıdır.
Yılan,
nereden balıkla
yoldaşlık
edebilecek?
Fakat dağlarda
öyle düzenbaz yılanlar
vardır ki bu denizde
balıklık etmeye kalkışırlar.
Hileleri halkın
aklını
başından alırsa da
denizden
nefretleri,
nihayet
kendilerini
rezil eder
gider.
Cilt III, b. 3595-3597
Hadi yürü,
yiğitliğini
bırak,
bu ham
sevdayı
pişirmeye
kalkışma.
Zuhal
yıldızı
arşınla
ölçülemez!
Senin gibi çokları bahttan,
talihten
dem vurdular ama
sonunda
birer birer,
tutam tutam
sakallarını
yoldular!
Aklını başına al da
bu
dedikoduyu
kısa kes,
yürü git…
kendini de
vebale sokma,
bizi de!”
Cilt III, b.4085-4087
Gönül der
ki:
Sus, aklını
başına al...
yoksa
gayret,
varlık
nescini
çeker,
yırtar!
Fakat ne çare.,
padişahlık
gururu,
öğüt dinletmiyordu;
nihayet
öğüdü
gönlünden
koparıp attı.
Tanrı gayretinin
yüzlerce gizli hilmi
vardır...
yoksa bir anda yüzlerce
cihanı yakardı!
[O ise] Mutlaka Haman'la
görüşüp
danışmam lâzım...
ülke ona
dayanmaktadır,
ben onunla kuvvet,
kudret bulmaktayım, dedi.
Mustafa'nın meşveret ettiği zat,
Tanrı
Sıddıkıydi..
Ebucehl’e
fikir veren Ebuleheb'di!
Cilt IV, b. 2650-2654
Aklı kulağına bağ olmada.
Ey
Tanrı şaşkını,
aklını
Tanrı’ya ver.
Mustafa
aleyhisselam’ın
“Bütün dertlerini
bir dert yapanı,
Tanrı başka dertlerden
kurtarır.
Fakat dertlerini dağıtan,
birçok şeylere dertlenen kişiyi,
hangi vadide helak olacaksa
Tanrı kayırmaz”
hadisinin
tefsiri
Aklını bir
çok yerlere dağıttın.
Halbuki
o saçma
sapan uğraşman,
o beyhude
mırıldanman,
bir tereye
bile değmez.
Aklının suyunu her diken,
çekip durdukça akıl suyun,
meyvelere nasıl ulaşabilir?
Cilt V, b. 1082-1085
Ey can bu
hikâye,
Tanrı
hükmüne razı olasın
diye sana ibrettir.
İbret al da
kötü bir
işe düşünce
aklını
başına devşir,
ye’se
düşme,
hüsnü zanda
bulun!
Cilt III, 3255-3256
Mevlana’nın sözü burada bitti,
O kişi/ler
söz dinlemediler.
Sonlarını inkârda
bıraktılar
ve gayyalarına
yuvarlanıp gittiler.
“Hiç
şüphe yok ki o zikri/Kur’ân’ı
Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biziz.”(Hicr,15/9).
Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biziz.”(Hicr,15/9).
“Ey
Elçi, Rabbinden sana indirileni duyur;
eğer bunu yapmazsan, O'nun mesajını duyurmamış olursun.
eğer bunu yapmazsan, O'nun mesajını duyurmamış olursun.
Allah
seni insanlardan korur.
Doğrusu Allah, kâfirler toplumunu yola iletmez.” (Mâide, 5/67)
Doğrusu Allah, kâfirler toplumunu yola iletmez.” (Mâide, 5/67)
Unutmayalım ki, İslâm’ı, Kur’ân-ı Kerim’i ve Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellemi bugüne kadar Allah Teâlâ korumuştur.
İnsanların korumasına bir ihtiyacı yoktur.
Allah Teâlâ, eğer bu dine biri zarar
verecek/zayıflatılacak olsa, dilerse onu bir kafirle de yüceltir. Sözde
müslümanım diye geçinenleri bir çırpıda siler atarda, kimsenin haberi olmaz. Bu
nedenle Hz. Mevlâna’nın dediği gibi
Ey can bu hikâye, Tanrı hükmüne razı olasın diye sana ibrettir.
İbret al da kötü bir işe düşünce aklını başına devşir, ye’se düşme, hüsnü zanda bulun!
İbret al da kötü bir işe düşünce aklını başına devşir, ye’se düşme, hüsnü zanda bulun!
Sonu ölüm olan bu hayatta çokta ileriye gitmekten
vazgeçelim.
GAYYA: Cehennemin beşinci tabakasındaki çok korkunç bir
kuyunun adı. İçine düşenin kolay kolay kurtulamayacağı korkunç yer.
Ben
demiyorum, Hazreti Mevlâna Celâleddin Rûmî kaddesellâhü sırrahu’l âlî
buyuruyor:
buyuruyor:
Kuran’da onların
hallerini oku
haris adam:
“Bütün
şehirlerde gezip dolaştılar,
her
tarafı elde ettiler.”
Bak hele “ Bir kurtuluş
var mı?”
Türk, Rum ve Arabın kavgasından
Üzüm, engûr ve inep
(hangisini diyelim)
şüphelerine düşmekten
başka bir şey çıkmaz.
Mânevi dilleri bilen
Süleyman gelmedikçe
bu ikilik kalkmaz.
Kavgacı kuşlar,
hepiniz doğan gibi
şehriyarın [Hükümdarın]
şu davulunu duyun!
Aranızdaki ihtilâfı bırakın da
ruhunuzu her yandan
şâdedin.
Nerede olursanız olun,
yüzünüzü o tarafa dönün.
O
Süleyman,
sizi
kendine teveccühten
men
etmedi ki.
Fakat kör kuşlarız,
terbiyeden hayli uzağız.
O Süleyman’ı
bir an bile tanımadık
gitti!
Baykuşlar gibi
doğanlara düşmanız,
sonunda
viranelerde kalmışız.
Bilgisizliğimiz,
körlüğümüz son derecede.
Bu yüzden de
Tanrı azizlerini
incitmeye kastediyoruz.
Süleyman’dan aydınlanan kuşlar,
nasıl olur da suçsuz,
sebepsiz
bir kuşun kanadını
yolarlar?
Cilt
II, b. 3740-3749
Tanrın onlara
merhamet ve inayet
kılmasaydı
onların istidlâl [delil]
değnekleri
hemencecik kırılırdı.
Bu sopa nedir?
Kıyaslar, deliller.
O sopayı onlara kim
verdi?
Gören Tanrı!
Sopa, mademki
savaş
ve kavga âletidir;
ey kör,
o sopayı kır,
paramparça
et!
O size sopa
verdi de
öyle meydana çıktınız.
Sonra da kızgınlıkla
o sopayı yine ona
vurdunuz.
Ey körler güruhu!
Ne iştesiniz,
ne yapıyorsunuz?
Aranıza bir gören kişi
alın!
Cilt I,
b. 2136-2139.
Herzevekillerin
herzelerini,
manasız sözlerini
saçma gururlarını az
dinle,
bu çeşit adamlarla
savaş safına girme.
Tanrı, bunlar hakkında
“ Onlar
size uyunca sayınızı çoğaltmazlar,
ancak
aranıza nifak sokar,
hile ve
fesadı çoğaltırlar”
dedi.
Er olmayan
kaypak arkadaşlara uyma,
çevir onların yaprağını!
Çünkü
onlar sizinle yoldaş
olurlarsa
gaziler de saman gibi
içsiz bir hale düşerler.
Size uymuş görünür,
sizinle beraber safa
girerler
ama sonra kaçarlar,
safı da bozar
perişan ederler.
Bu çeşit adamdansa…
münafıklardan
pek kalabalık kişinin
size uymasındansa
azlık asker daha iyi.
Cilt
III, b. 4020-4024
Kaynak: Mesnevî-i Şerif
Mevlâna
Celâleddin Rûmî kaddesellâhü sırrahu’l âlî buyurdu ki:
**
Şehirde
basiret sahibi,
gönül
gözü açık kim var diye
dolaşıp
araştırıyordu.
Tanrı, “
Sefer esnasında nereye varırsan
önce
bir er araman gerek”
dedi.
Hazine
elde etmeye çalış,
çünkü
kâr, zarar,
işin
ardından gelir,
sen
bunları fer’i (uzantısı) bil.
Biri buğday elde etmek için ekin ekerse
sonunda saman da elde eder.
Fakat
saman ekersen buğday elde edemezsin ki.
İnsanların
gözbebeği olan insanı ara,
insanların
gözbebeği olan insanı,
insanların
gözbebeğini!
Cilt
II, b.2220-2225
**
[Dersen
ki]
Yılar
yılıdır yol görüyoruz,
fakat
sonunda yine ilk konakta esiriz.
Musa’nın kavmi bir hayli yol aldıkları halde
sonunda
yine kendilerini ilk adım attıkları
yerde
buldular.
Musa’nın gönlü bizden razı olsaydı,
bu çöle
bir yol, bir uç [son] bulunurdu.
Fakat bizden tamamıyla usanmış olsaydı
hiç
yemeğimiz gökten gelir miydi?
Bir taş parçasından kaynaklar coşar mıydı,
çölde
canımızı kurtarabilir miydik?
Hattâ bundan vazgeçtik,
yemek
yerine üstümüze ateş yağar,
konduğumuz
bu konakta alevlenir,
yanardık.
Cilt
II, b.2485-2489
**
[Ey
basiret sahibi]
Gölgeye
doğru ok atarsın.
Bu
araştırman yüzünden
okluk
bomboş kaldı.
Ömrünün okluğu boşaldı.
Gölge
avı ardında ömür gitti;
koşmada
yandı eridi!
Bir kişinin dadısı,
Tanrı gölgesi olursa
onu gölgeden ve hayalden kurtarır.
Tanrı’ya kul olan,
Tanrı gölgesidir.
O bu âlemden ölmüş,
Tanrı ile dirilmiştir.
Fırsatı
kaçırmadan ve şüphe etmeksizin
O’nun
eteğine sarıl ki
âhir
zamanın sonundaki
fitnelerden
kurtulasın.
Cilt
I, b.420-424
**
Zenginliği
defineden,
hazineden,
maldan mülkten değil,
O’ndan
dile.
Yardımı
amcadan, dayıdan değil
O’ndan
iste.
Çünkü
sonunda bütün bunları
bırakıp
gideceksin.
Kendine
gel de
o zaman
kimi çağırıyor,
kimden
imdat istiyordun,
bir
düşün!
Şimdi
de onu çağır,
ondan
başkalarını bırak.
bırak
da cihan mülküne varis ol.
Cilt
V, b. 1496-1499
**
Adam,
biri zâhidim dese,
dünyadan
elimi ayağımı çektim,
burada
otlarla kanaat edip gidiyorum.
Zahitliği kendime yol yordam yaptım.
Çünkü
ecelimi önümde görmekteyim.
Komşumun ölümü,
bana,
vaiz edici yeter.
Bu
öğüt, benim kazancımı,
dükkânımı
yıktı mahvetti.
Sonunda mademki yapayalnız kalacağım,
her
kadınla, her erkekle
düşüp
kalkmaya alışmamak lâzım.
Mademki sonunda mezara yüz tutacağım,
tek
Tanrı’ya alışmam daha iyi.
Güzelim,
sonunda değil mi ki
çenemiz
bağlanacak,
çenemi
az oynatmam
daha
doğru.
Ey altın sırmalı esvaplar giymeye,
altın
kemerler takınmaya alışmış adam,
nihayet
sana da bir dikilmemiş elbisedir
giydirilecek.
Yüzümüzü toprağa tutalım,
ondan
bittik, geliştik.
Neden
gönlümüzü vefasızlara verelim?
Bizim atalarımız akrabalarımız,
eskiden
beri dört tabiattır.
Öyle
olduğu halde biz,
eğreti
akrabalara tamah ettik.
Yıllardır insanın cismi,
unsurlarla
görüşmede, konuşmada.
Cilt
VI, b. 440-449
**
Şu
halde gönlün reyine,
gönlün
dileğine
neden
emin olur da ahdeder,
sonunda
da pişman olur,
nedamete
düşersin?
Fakat bu yine de
Tanrı’nın
hükmündendir.
Tanrı’nın
takdiridir.
Kuyuyu
görürsün de
çekinmeye
kudretin olmaz.
Uçan kuşun tuzağı görmeyip
hapse
düşmesine taaccüb edilmez ki.
Şaşılacak şey şudur:
Hem
tuzağı görür,
hem
mıhı görür de
yine
sonunda ister istemez
o
tuzağa düşer!
Gözü açık kulağı açık, tuzak önde…
yine de
kendi kanadıyla
tuzağa
doğru uçar!
Cilt
III, b.1645-1649
**
Şimdi
sağlam ve semizken bile
doğru
şeyi bir hayal için
verip
duruyorsun.
Çocuk gibi her an
madendeki
inciyi satıp
yerine
ceviz almaktasın.
Ecel gününün o hastalığında
böyle
bir şeyi yaparsan
şaşılmaz
artık.
Hayalinde bir surettir coşmuştur.
Fakat
sınama zamanında
ceviz
gibi çürümüş bir şey.
O hayal ilk zuhur ettiği zaman
dolunay
gibidir.
Ama
sonunda yeni aya döner.
Cilt
VI, b.3465-3496
**
Her
hayal, başka bir hayali yemekte,
her
düşünce, başka bir düşünceyi otlamaktadır.
Cilt
V, b. 729
Ahdi,
tövbeyi bozmak,
sonunda
insanı lanete uğratır.
Cilt
V, b.2594
Mustafa,
o kutup,
o
padişahlar padişahı,
o
temizlik denizi
bize ne
doğru buyurmuştur:
“ Cahilin sonunda göreceği şeyi
akıllılar
önce görür.”
Cilt
III, b.2196-2197
Peygamberlerin
bu yüzden
bizim
üstümüzde çok hakkı vardır.
Onlar
bizim sonumuzdan haber vermişlerdir.
Ektiğin tohumdan ancak diken biter,
bu
tarafa doğru uçarsan
buradan
öteye yol yoktur,
başka
uçacak yer bulamazsın.
Tohumu benden al ki mahsul versin.
Benim
kanadımla uç ki ok,
o
tarafa fırlasın gitsin.
Sen onun mutlaka var olduğunu,
varlığının
vacip bulunduğunu
bilmezsin
ama sonunda
yine
dersin ki hakikaten
varlığı
vacipmiş.
O hakikatte sensin,
fakat
sonunda hakiki varlığı
anlayıp
terk edeceğin
bu
mevhum senliğin o değildir ha!
Cilt
VI, b.3770-3374
**
Oluş
der ki: İzim kutludur...
ardımdan
gel!
Bozuluş
da git der,
ben
hiçbir şey değilim!
Ey baharların güzelliğine
şaşırarak
dudağını dişleyip duran,
güzün
sapsarı benzine
ve
mevsimin soğukluğuna bak!
Gündüzün güneşin
yüzünü
güzel görmektesin
ama
onun bir de batma zamanında
ölümünü
düşün!
Dolunayı şu güzelim
çardakta
bir hoşça seyredersin ama
ay sonunda bir de hasretine bak onun!
Bir oğlan,
güzellikle
halkın efendisi olur...
olur
ama yarın da bunar,
halka rezil rüsvay olur!
Gümüş
bedenli güzellerin vücudu,
seni
avladıysa ihtiyarlıktan
sonra
bir de pamuk tarlasına
dönen
bedene bak!
Ey yağlı, ballı yemekleri
gören,
yiyen,
onların
fazlasını git de helâda seyret!
Pisliğe nerede senin o güzelliğin...
nerede
senin tabaklarda
o hoş
görünüşün,
yerken
senden duyulan o zevk,
o lezzet,
de!
O sana der ki: o taneydi...
ben de
onun tuzağıydım...
sen
avlanınca o tane gizlendi!
Nice parmaklar vardır ki
üstatlar
bile onları kıskanır ama
sonunda
iş işlerken tirtir titrer!
Can
gibi güzel baygın gözler,
nihayet
görmez olur,
onlardan
su damlamaya başlar!
Aslanların safında giden
aslan
gibi yiğit er,
sonunda
bir fareye mağlûp olur!
Sanat sahibi ve çevik istidatlı kişiye
sonunda
bak!
İhtiyar
eşeğe döner, bunar gider!
Akıllılar alan siyah ve miskler saçan
kıvırcık
saçlar,
nihayet
boz eşeğin çirkin kuyruğuna döner!
Önce açıla saçıla oluşuna güzelce bir gör,
sonunda
da bozuluşunu,
rüsvay
oluşunu seyret!
Önce
sana tuzağını
apaçık
gösteren şey,
sonunda
ona kapılan
hamların
bıyığını, sakalını yoldu!
Artık
dünya, beni hileleriyle aldattı..
yoksa
aklım, onun tuzağından kaçardı elbet deme!
Altın gerdanlığı, hamaili bir gör de bak...
hakikatte
nasıl bir tomruktur, bir zincirdir o!
Böylece bütün âlem cüzlerini say dök...
hepsini
önünden ve sonundan bir gör!
Kim daha ziyade sonu görürse o, daha
kutludur...
fakat
kim ahırı görürse
o daha
fazla kovulmuş, sürülmüştür!
Cilt
IV, b.1595-1614
**
Eğer
alemde halkın
sana şu
cefasını bilsen
bu,
sence gizli bir altın hazinesi sayılır.
Halkı,
sana karsı kötü huylu eder de
sonunda
çaresiz kalırsın,
hepsinden
yüz çevirirsin.
Şunu
iyice bil ki nihayet
hepsi
de düşman olacak,
baş
kesici hasım kesilecektir.
Sen de
mezarda tek Tanrı’dan
“Yarabbi, beni tek bırakma”
diye
feryat edeceksin.
Cilt
V, b.1521-1524
**
Halkı
kendine davet ediyorsun ama
iş aksi çıktı.
Sana
aykırı hareket etmekten
başka
çareleri kalmadı.
Ben de senin şerrinden kaçıyor,
sana
aşikâre karşı durmuyorum
ama
aleyhine çömlek kaynatıp duruyorum.
Beni aldatmayı gönlünden çıkar,
arkandan,
gölgenden başka
kimsenin
geleceğini umma.
Bir iş becerdim,
halkın gönlüne bir korkudur saldım
diye mağrur olma.
Bunun gibi yüzlerce iş
becersen sonunda yine rüsvay olursun,
hor hakir bir hale gelirsin,
seninle alay eder,
sana gülüşürler.
Cilt
III, b.1070-1074
**
Aklının
suyunu her diken,
çekip
durdukça akıl suyun,
meyvelere
nasıl ulaşabilir?
Kendine
gel de o kötü dalı kes, bu da.
Bu
güzel dala su ver de tazelendir.
Şimdi
ikisi de yeşil ama sonuna bak.
Bu
sonunda bir şeye yaramaz,
öbürüyse
meyve verir.
Bağın
suyu buna helaldir, ona haram.
Aralarındaki
farkı sonunda görürsün vesselam.
Adalet nedir?
ağaçlara su vermek.
Zulüm nedir?
dikeni sulamak.
Cilt
V, b.1085-1089
**
Şu halde canla başla
sevgilinin vuslatını iste.
Dilsiz damaksız olarak
Tanrı'nın adını an!
An da şu fâni dünya
hapsinden kurtul,
can âleminde ebedî ol.
Ömür tohumlarını
çorak yere ekiyorsun,
sonunda da helak olup gideceksin.
Böyle değer biçilmez
aziz ömrü neden her an
hiçbir
karşılık olmaksızın
zâyi
ediyorsun ?
Ey iş eri!
Gül
bahçesini veriyor,
diken
alıyorsun.
Bu,
sence ziyan değil mi ki?
Dünyaya
sarf edilen
ömür
biter gider.
Kendi
aslını dileyen kişiye ne mutlu!
Sayılı ömrü,
Tanrı
yoluna verirsen
sonsuz
bir hale gelir.
Tanrı ibadetiyle geçen
on
günlük ömür,
sayısız,
hadsiz bir hal alır.
Kendine gelir de
şu pazarda bu alışverişe giriş;
bir dikenden
yüz binlerce gül elde et.
Bu çeşit bir tohum
ekersen
Tanrı lûtfiyle
yüz binlerce tane elde edersin.
Cilt
VI, b.13-24
Hazreti
Mevlâna Celâleddin Rûmî kaddesellâhü sırrahu’l âlî
buyuruyor:
buyuruyor:
Gönül, acaba
Süleyman Mührünü mü
ele
geçirdi ki
bu beş duygunun
yollarını istediği gibi
işaret etmekte!
Beş zâhirî duygu
dışarıda kolayca
onun mahkûmu olmuş,
beş
bâtınî duyguda
içeride onun memuru...
On duygu
bunlardan başka
yedi endam...
Daha da dille
Söylenmeyecek
kadar çok kuvvetler...
Gayri sen say.
Gönül mademki
ululukta sen de
bir Süleyman’sın...
Parmağındaki saltanat
yüzüğüyle perilere,
şeytanlara hükmet!
Bu
saltanatta
hileye sapmazsan
o üç şeytan,
senin parmağından
yüzüğü alamaz.
Gayri adın, sanın,
bütün dünyayı tutar.
Cismin gibi iki cihan
senin hükmüne uyar.
Fakat şeytan
elindeki yüzüğü alırsa
padişahlık bitti,
bahtın öldü demektir.
Tanrı kulları,
eğer iş böyle olursa
bundan böyle
kıyamete kadar
ancak ve ancak
“ Ah hasretlik!” der,
durursunuz.
Hadi, tutalım,
kendi hileni inkâr
edersin;
canını teraziyle
aynadan
nasıl kurtaracaksın?”
Cilt I,
b. 3575-3587
Eğer Kenan’san,
sana bunun gibi
iki yüz nasihat
versem yine
bana inanmazsın!
Bu
sözü Kenan’ın
kulağı nereden
kabul edecek?
Onu Tanrı
mühürlemiş gitmiş.
Tanrının mühürlediği
kulağa öğüt mü girer?
Sonradan olan şey,
ezeli hükmü
nasıl değiştirir?
Cilt
IV, b. 3365-3366
**
Şu halde kalbini
Min Ledün ululuğunun
havasıyla doldur,
ağzını da bağla,
mühürle!
Çalışma da haktır,
deva da haktır,
dert de hak.
Münkir kimse
çalışmayı inkârda
ısrar eder durur.”
Cilt I
b.990-991
**
Peygamber dedi ki :
“
Tanrı’nın sesi,
kulağına diğer
sesler gibi gelmekte.
Hak, kulaklarınızı
mühürledi de
Tanrı sesini
duymuyorsunuz.
Cilt
II, b.2880-2881
İşin sırlarını
kime öğretirlerse
ağzını mühürlerler,
dikerler.
Arif,
tuhaf tuhaf güldü de
dedi ki:
A içi kötü adam,
bildiğin, gönlünde
tuttuğun şeyden
Tanrı seni kurtarsın.
Cilt V,
b.2240-2441
Peygamberlerden
kalan mühürleri,
Ahmed’in dini
hürmetine kaldırdılar.
Açılmamış
kilitleri vardı;
onlar, “İnna fettehna”
eliyle açıldı.
O,
bu dünyada da
şefaatçidir,
o dünyada da,
bu dünyada
insanı dine götürür,
o dünyada cennetlere.
Bu
dünyada
“Sen onlara yol göster” der;
o dünyada “Sen onlara
ay gibi yüzünü göster” der.
Onun gizli,
aşikâr işi, daima
“Yarabbi, sen kavmime
doğru yolu göster,
onlar bilmiyorlar”
demektir.
Onun nefesiyle
iki kapı da açıktır.
Duası, iki âlemde
de müstecap olur.
Ona benzer
ne gelmiştir,
ne de gelecek.
Bu yüzden
son peygamber olmuştur.
Sanatında
son derece ileri gitmiş
bir üstadı görünce
bu sanat, sende bitmiştir
demez misin?
Ey
peygamber,
mühürleri kaldırmak,
kapalı kapıları açmaktasın,
Hatem’sin,
bu iş, seninle
ve sende bitmiştir.
Can bağışlayanlar
âleminde bir Hatem’sin sen.
Hâsılı mühürleri kaldırma
ve kapıları açmada
Muhammed’in işaretleri,
tamamıyla açıklık
içinde açıklıktır,
açılık içinde açıklıktır,
açıklık içinde açıklık.
Cilt
VI, b.165-179
Tanrı, kullarıyla
beraber olduğunu anlattı,
sonra da bu sırrı
gönlün aksetsin,
bununla kanaat etmesin,
bu sırrı araştırsın
diye gönülü mühürledi.
Gönül seferlere
Gönül seferlere
düştü yollar aştı…
Ondan sonra gönüldeki
mührü açtı.
Cilt
VI, b.4180-4181
Kaynak: Mesnevî-i Şerif
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar