Print Friendly and PDF

Mesneviden Dersler...DİKENDEN GÜLE

Bunlarada Bakarsınız


*“Kendini keskin kılıç
üstüne atma.
Aklını başına al,
padişah ve sultanla
savaşa girişme.
   *Havuz ,deryaya omuz vurur,
onunla boy ölçüşmeye
 kalkışırsa mahvoldu gitti.
   *O, öyle bir deniz değil ki
ucu, kıyısı bulunsun da
sizin pisliğinize bulansın!
Cilt II, b. 3317-3319
 “ Gel bakalım
zalim ahmak.
   Saçma sapan lâfları
bırak azgın herif.
Aklını başına al,
kendine gel!
Cilt III, b.2315-2316
Daima suda kalmak
 balığın harcıdır.
Yılan, nereden balıkla
yoldaşlık edebilecek?
   Fakat dağlarda
öyle düzenbaz yılanlar
 vardır ki bu denizde
balıklık etmeye kalkışırlar.
   Hileleri halkın
aklını başından alırsa da
denizden nefretleri,
nihayet kendilerini
rezil eder gider.
Cilt III, b. 3595-3597
Hadi yürü,
yiğitliğini bırak,
bu ham sevdayı
pişirmeye kalkışma.
Zuhal yıldızı
arşınla ölçülemez!
   Senin gibi çokları bahttan,
talihten dem vurdular ama
sonunda birer birer,
 tutam tutam
sakallarını yoldular!
   Aklını başına al da
bu dedikoduyu
kısa kes, yürü git…
kendini de vebale sokma,
bizi de!”
Cilt III, b.4085-4087
Gönül der ki:
Sus, aklını başına al...
yoksa gayret,
varlık nescini
çeker, yırtar!
   Fakat ne çare.,
padişahlık gururu,
 öğüt dinletmiyordu;
nihayet öğüdü
gönlünden koparıp attı.
   Tanrı   gayretinin  
yüzlerce   gizli   hilmi   vardır...
 yoksa bir anda yüzlerce cihanı yakardı!
  [O ise] Mutlaka   Haman'la   görüşüp  
danışmam   lâzım...
ülke ona dayanmaktadır,
 ben onunla kuvvet,
 kudret bulmaktayım, dedi.
   Mustafa'nın meşveret ettiği zat,
Tanrı Sıddıkıydi..
Ebucehl’e fikir veren Ebuleheb'di!
Cilt IV, b. 2650-2654
  Aklı kulağına bağ olmada.
Ey Tanrı şaşkını,
aklını Tanrı’ya ver.
Mustafa aleyhisselam’ın
“Bütün dertlerini
bir dert yapanı,
 Tanrı başka dertlerden kurtarır.
 Fakat dertlerini dağıtan,
birçok şeylere dertlenen kişiyi,
hangi vadide helak olacaksa
Tanrı kayırmaz”
hadisinin tefsiri
Aklını bir çok yerlere dağıttın.
Halbuki
o saçma sapan uğraşman,
o beyhude mırıldanman,
bir tereye bile değmez.
Aklının suyunu her diken,
çekip durdukça akıl suyun,
meyvelere nasıl ulaşabilir?
Cilt V, b. 1082-1085
Ey can bu hikâye,
Tanrı hükmüne razı olasın
 diye sana ibrettir.
   İbret al da
kötü bir işe düşünce
aklını başına devşir,
ye’se düşme,
hüsnü zanda bulun!
Cilt III, 3255-3256
Mevlana’nın sözü burada bitti,
O kişi/ler
söz dinlemediler.
Sonlarını inkârda
bıraktılar
ve gayyalarına
yuvarlanıp gittiler.
“Hiç şüphe yok ki o zikri/Kur’ân’ı
Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biziz.”(Hicr,15/9).
“Ey Elçi, Rabbinden sana indirileni duyur;
eğer bunu yapmazsan, O'nun mesajını duyurmamış olursun.
Allah seni insanlardan korur.
Doğrusu Allah, kâfirler toplumunu yola iletmez.” (Mâide, 5/67)

Unutmayalım ki, İslâm’ı, Kur’ân-ı Kerim’i ve Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemi bugüne kadar Allah Teâlâ korumuştur.
İnsanların korumasına bir ihtiyacı yoktur.
Allah Teâlâ, eğer bu dine biri zarar verecek/zayıflatılacak olsa, dilerse onu bir kafirle de yüceltir. Sözde müslümanım diye geçinenleri bir çırpıda siler atarda, kimsenin haberi olmaz. Bu nedenle Hz. Mevlâna’nın dediği gibi
Ey can bu hikâye, Tanrı hükmüne razı olasın  diye sana ibrettir.  
 İbret al da kötü bir işe düşünce aklını başına devşir, ye’se düşme, hüsnü zanda bulun!
Sonu ölüm olan bu hayatta çokta ileriye gitmekten vazgeçelim.
GAYYA: Cehennemin beşinci tabakasındaki çok korkunç bir kuyunun adı. İçine düşenin kolay kolay kurtulamayacağı korkunç yer.


Ben demiyorum, Hazreti Mevlâna Celâleddin Rûmî kaddesellâhü sırrahu’l âlî
buyuruyor:
Kuran’da onların hallerini oku
haris adam:
“Bütün şehirlerde gezip dolaştılar,
her tarafı elde ettiler.”
Bak hele “ Bir kurtuluş var mı?”
   Türk, Rum ve Arabın kavgasından
Üzüm, engûr ve inep
(hangisini diyelim)
şüphelerine düşmekten
başka bir şey çıkmaz.
   Mânevi dilleri bilen
Süleyman gelmedikçe
bu ikilik kalkmaz.
   Kavgacı kuşlar,
hepiniz doğan gibi
şehriyarın [Hükümdarın]
şu davulunu duyun!
   Aranızdaki ihtilâfı bırakın da
ruhunuzu her yandan şâdedin.
Nerede olursanız olun,
yüzünüzü o tarafa dönün.
O Süleyman,
sizi kendine teveccühten
men etmedi ki.
   Fakat kör kuşlarız,
terbiyeden hayli uzağız.
O Süleyman’ı
bir an bile tanımadık
gitti!
   Baykuşlar gibi
doğanlara düşmanız,
sonunda
viranelerde kalmışız.
   Bilgisizliğimiz,
körlüğümüz son derecede.
Bu yüzden de
Tanrı azizlerini
incitmeye kastediyoruz.
   Süleyman’dan aydınlanan kuşlar,
nasıl olur da suçsuz, sebepsiz
bir kuşun kanadını yolarlar?
Cilt II, b. 3740-3749
Tanrın onlara
merhamet ve inayet kılmasaydı
onların istidlâl [delil] değnekleri
hemencecik kırılırdı.
   Bu sopa nedir?
Kıyaslar, deliller.
O sopayı onlara kim verdi?
Gören Tanrı!
   Sopa, mademki
savaş ve kavga âletidir;
ey kör, o sopayı kır,
paramparça et!
   O size sopa verdi de
öyle meydana çıktınız.
Sonra da kızgınlıkla
o sopayı yine ona vurdunuz.
   Ey körler güruhu!
Ne iştesiniz,
ne yapıyorsunuz?
Aranıza bir gören kişi alın!
Cilt I, b. 2136-2139.
Herzevekillerin herzelerini,
manasız sözlerini
saçma gururlarını az dinle,
bu çeşit adamlarla
savaş safına girme.
   Tanrı, bunlar hakkında
“ Onlar size uyunca sayınızı çoğaltmazlar,
ancak aranıza nifak sokar,
hile ve fesadı çoğaltırlar”
dedi.
   Er olmayan
kaypak arkadaşlara uyma,
çevir onların yaprağını!
   Çünkü
onlar sizinle yoldaş olurlarsa
gaziler de saman gibi
içsiz bir hale düşerler.
   Size uymuş görünür,
sizinle beraber safa girerler
ama sonra kaçarlar,
safı da bozar
perişan ederler.
   Bu çeşit adamdansa…
münafıklardan
pek kalabalık kişinin
size uymasındansa
azlık asker daha iyi.
Cilt III, b. 4020-4024
Kaynak: Mesnevî-i Şerif


Mevlâna Celâleddin Rûmî kaddesellâhü sırrahu’l âlî buyurdu ki:
**
Şehirde basiret sahibi,
gönül gözü açık kim var diye
dolaşıp araştırıyordu.
Tanrı, “ Sefer esnasında nereye varırsan
önce bir er araman gerek” dedi.
Hazine elde etmeye çalış,
çünkü kâr, zarar,
işin ardından gelir,
sen bunları fer’i (uzantısı) bil.
Biri buğday elde etmek için ekin ekerse
sonunda saman da elde eder.
Fakat saman ekersen buğday elde edemezsin ki.
İnsanların gözbebeği olan insanı ara,
insanların gözbebeği olan insanı,
insanların gözbebeğini!
Cilt II, b.2220-2225
**
[Dersen ki]
Yılar yılıdır yol görüyoruz,
fakat sonunda yine ilk konakta esiriz.
   Musa’nın kavmi bir hayli yol aldıkları halde
sonunda yine kendilerini ilk adım attıkları
yerde buldular.
   Musa’nın gönlü bizden razı olsaydı,
bu çöle bir yol, bir uç [son] bulunurdu.
   Fakat bizden tamamıyla usanmış olsaydı
hiç yemeğimiz gökten gelir miydi?
   Bir taş parçasından kaynaklar coşar mıydı,
çölde canımızı kurtarabilir miydik?
   Hattâ bundan vazgeçtik,
yemek yerine üstümüze ateş yağar,
konduğumuz bu konakta alevlenir,
yanardık.
Cilt II, b.2485-2489
**
[Ey basiret sahibi]
Gölgeye doğru ok atarsın.
Bu araştırman yüzünden
okluk bomboş kaldı.
   Ömrünün okluğu boşaldı.
Gölge avı ardında ömür gitti;
koşmada yandı eridi! 
Bir kişinin dadısı,
Tanrı gölgesi olursa
onu gölgeden ve hayalden kurtarır.
   Tanrı’ya kul olan,
 Tanrı gölgesidir.
O bu âlemden ölmüş,
Tanrı ile dirilmiştir. 
Fırsatı kaçırmadan ve şüphe etmeksizin
O’nun eteğine sarıl ki
âhir zamanın sonundaki
fitnelerden kurtulasın.
Cilt I, b.420-424

**
Zenginliği defineden,
hazineden, maldan mülkten değil,
O’ndan dile.
Yardımı amcadan, dayıdan değil
O’ndan iste.
Çünkü sonunda bütün bunları
bırakıp gideceksin.
Kendine gel de
o zaman kimi çağırıyor,
kimden imdat istiyordun,
bir düşün!
Şimdi de onu çağır,
ondan başkalarını bırak.
bırak da cihan mülküne varis ol.
Cilt V, b. 1496-1499
**
Adam, biri zâhidim dese,
dünyadan elimi ayağımı çektim,
burada otlarla kanaat edip gidiyorum.
   Zahitliği kendime yol yordam yaptım.
Çünkü ecelimi önümde görmekteyim.
   Komşumun ölümü,
bana, vaiz edici yeter.
Bu öğüt, benim kazancımı,
dükkânımı yıktı mahvetti.
   Sonunda mademki yapayalnız kalacağım,
her kadınla, her erkekle
düşüp kalkmaya alışmamak lâzım.
   Mademki sonunda mezara yüz tutacağım,
tek Tanrı’ya alışmam daha iyi.
Güzelim, sonunda değil mi ki
çenemiz bağlanacak,
çenemi az oynatmam
daha doğru.
   Ey altın sırmalı esvaplar giymeye,
altın kemerler takınmaya alışmış adam,
nihayet sana da bir dikilmemiş elbisedir
giydirilecek.
   Yüzümüzü toprağa tutalım,
ondan bittik, geliştik.
Neden gönlümüzü vefasızlara verelim?
   Bizim atalarımız akrabalarımız,
eskiden beri dört tabiattır.
Öyle olduğu halde biz,
eğreti akrabalara tamah ettik.
   Yıllardır insanın cismi,
unsurlarla görüşmede, konuşmada.
Cilt VI, b. 440-449
**
Şu halde gönlün reyine,
gönlün dileğine
neden emin olur da ahdeder,
sonunda da pişman olur,
nedamete düşersin?
   Fakat bu yine de
Tanrı’nın hükmündendir.
Tanrı’nın takdiridir.
Kuyuyu görürsün de
çekinmeye kudretin olmaz.
   Uçan kuşun tuzağı görmeyip
hapse düşmesine taaccüb edilmez ki.
   Şaşılacak şey şudur:
Hem tuzağı görür,
hem mıhı görür de
yine sonunda ister istemez
o tuzağa düşer!
   Gözü açık kulağı açık, tuzak önde…
yine de kendi kanadıyla
tuzağa doğru uçar!
Cilt III, b.1645-1649
**
Şimdi sağlam ve semizken bile
doğru şeyi bir hayal için
verip duruyorsun.
     Çocuk gibi her an
madendeki inciyi satıp
yerine ceviz almaktasın.
     Ecel gününün o hastalığında
böyle bir şeyi yaparsan
şaşılmaz artık.
     Hayalinde bir surettir coşmuştur.
Fakat sınama zamanında
ceviz gibi çürümüş bir şey.
     O hayal ilk zuhur ettiği zaman
dolunay gibidir.
Ama sonunda yeni aya döner.
Cilt VI, b.3465-3496
**
Her hayal, başka bir hayali yemekte,
her düşünce, başka bir düşünceyi otlamaktadır.
Cilt V, b. 729
Ahdi, tövbeyi bozmak,
sonunda insanı lanete uğratır.
Cilt V, b.2594
Mustafa, o kutup,
o padişahlar padişahı,
o temizlik denizi
bize ne doğru buyurmuştur:
   “ Cahilin sonunda göreceği şeyi
akıllılar önce görür.”
Cilt III, b.2196-2197  
Peygamberlerin bu yüzden
bizim üstümüzde çok hakkı vardır.
Onlar bizim sonumuzdan haber vermişlerdir.
     Ektiğin tohumdan ancak diken biter,
bu tarafa doğru uçarsan
buradan öteye yol yoktur, 
başka uçacak yer bulamazsın.
    Tohumu benden al ki mahsul versin.
Benim kanadımla uç ki ok,
o tarafa fırlasın gitsin.
    Sen onun mutlaka var olduğunu,
varlığının vacip bulunduğunu
bilmezsin ama sonunda
yine dersin ki hakikaten
varlığı vacipmiş.
    O hakikatte sensin, 
fakat sonunda hakiki varlığı
anlayıp terk edeceğin
bu mevhum senliğin o değildir ha!
Cilt VI, b.3770-3374
**
Oluş der ki: İzim kutludur...
ardımdan gel!
Bozuluş da git der,
ben hiçbir şey değilim!
   Ey baharların güzelliğine
şaşırarak dudağını dişleyip duran,
güzün sapsarı benzine
ve mevsimin soğukluğuna bak!
   Gündüzün güneşin
yüzünü güzel görmektesin
ama onun bir de batma zamanında
ölümünü düşün!
   Dolunayı şu güzelim
çardakta bir hoşça seyredersin ama
 ay sonunda bir de hasretine bak onun!
   Bir oğlan,
güzellikle halkın efendisi olur...
olur ama yarın da bunar,
 halka rezil rüsvay olur!
Gümüş bedenli güzellerin vücudu,
seni avladıysa ihtiyarlıktan
sonra bir de pamuk tarlasına
dönen bedene bak!
   Ey yağlı, ballı yemekleri
gören, yiyen,
onların fazlasını git de helâda seyret!
   Pisliğe nerede senin o güzelliğin...
nerede senin tabaklarda
o hoş görünüşün,
yerken senden duyulan o zevk,
o lezzet, de!
   O sana der ki: o taneydi...
ben de onun tuzağıydım...
sen avlanınca o tane gizlendi!
   Nice parmaklar vardır ki
üstatlar bile onları kıskanır ama
sonunda iş işlerken tirtir titrer!
Can gibi güzel baygın gözler,
nihayet görmez olur,
onlardan su damlamaya başlar!
   Aslanların safında giden
aslan gibi yiğit er,
sonunda bir fareye mağlûp olur!
   Sanat sahibi ve çevik istidatlı kişiye
sonunda bak!
İhtiyar eşeğe döner, bunar gider!
   Akıllılar alan siyah ve miskler saçan
kıvırcık saçlar,
nihayet boz eşeğin çirkin kuyruğuna döner!
   Önce açıla saçıla oluşuna güzelce bir gör,
sonunda da bozuluşunu,
rüsvay oluşunu seyret!
Önce sana tuzağını
apaçık gösteren şey,
sonunda ona kapılan
hamların bıyığını, sakalını yoldu!
   Artık dünya, beni hileleriyle aldattı..
yoksa aklım, onun tuzağından kaçardı elbet deme!
   Altın gerdanlığı, hamaili bir gör de bak...
hakikatte nasıl bir tomruktur, bir zincirdir o!
   Böylece bütün âlem cüzlerini say dök...
hepsini önünden ve sonundan bir gör!
   Kim daha ziyade sonu görürse o, daha kutludur...
fakat kim ahırı görürse
o daha fazla kovulmuş, sürülmüştür!
Cilt IV, b.1595-1614
**
Eğer alemde halkın
sana şu cefasını bilsen
bu, sence gizli bir altın hazinesi sayılır.
Halkı, sana karsı kötü huylu eder de
sonunda çaresiz kalırsın,
hepsinden yüz çevirirsin.
Şunu iyice bil ki nihayet
hepsi de düşman olacak,
baş kesici hasım kesilecektir.
Sen de mezarda tek Tanrı’dan
 “Yarabbi, beni tek bırakma”
diye feryat edeceksin.
Cilt V, b.1521-1524
**
Halkı kendine davet ediyorsun ama
 iş aksi çıktı.
Sana aykırı hareket etmekten
başka çareleri kalmadı.
   Ben de senin şerrinden kaçıyor,
sana aşikâre karşı durmuyorum
ama aleyhine çömlek kaynatıp duruyorum.
   Beni aldatmayı gönlünden çıkar,
arkandan, gölgenden başka
kimsenin geleceğini umma.
   Bir iş becerdim,
halkın gönlüne bir korkudur saldım
diye mağrur olma.
   Bunun gibi yüzlerce iş becersen sonunda yine rüsvay olursun,
hor hakir bir hale gelirsin,
seninle alay eder,
sana gülüşürler.
Cilt III, b.1070-1074
**
Aklının suyunu her diken,
çekip durdukça akıl suyun,
meyvelere nasıl ulaşabilir?
Kendine gel de o kötü dalı kes, bu da.
Bu güzel dala su ver de tazelendir.
Şimdi ikisi de yeşil ama sonuna bak.
Bu sonunda bir şeye yaramaz,
öbürüyse meyve verir.
Bağın suyu buna helaldir, ona haram.
Aralarındaki farkı sonunda görürsün vesselam.
Adalet nedir?
ağaçlara su vermek.
Zulüm nedir?
dikeni sulamak.
Cilt V, b.1085-1089
**
Şu halde canla başla
sevgilinin vuslatını iste.
Dilsiz damaksız olarak
Tanrı'nın adını an!
   An da şu fâni dünya hapsinden kurtul,
can âleminde ebedî ol.
   Ömür tohumlarını
çorak yere ekiyorsun,
sonunda da helak olup gideceksin.
   Böyle değer biçilmez
 aziz ömrü neden her an
hiçbir karşılık olmaksızın
zâyi ediyorsun ?
   Ey iş eri!
Gül bahçesini veriyor,
diken alıyorsun.
Bu, sence ziyan değil mi ki?
Dünyaya sarf edilen
ömür biter gider.
Kendi aslını dileyen kişiye ne mutlu!
   Sayılı ömrü,
Tanrı yoluna verirsen
sonsuz bir hale gelir.
   Tanrı ibadetiyle geçen
on günlük ömür,
sayısız, hadsiz bir hal alır.
   Kendine gelir de
şu pazarda bu alışverişe giriş;
bir dikenden
yüz binlerce gül elde et.
   Bu çeşit bir tohum ekersen
Tanrı lûtfiyle
yüz binlerce tane elde edersin.
Cilt VI, b.13-24



Hazreti Mevlâna Celâleddin Rûmî kaddesellâhü sırrahu’l âlî
buyuruyor:
Gönül, acaba
Süleyman Mührünü mü
 ele geçirdi ki
bu beş duygunun
yollarını istediği gibi
işaret etmekte!
   Beş zâhirî duygu
dışarıda kolayca
onun mahkûmu olmuş,
 beş bâtınî duyguda
içeride onun memuru...
   On duygu
bunlardan başka
yedi endam...
Daha da dille
Söylenmeyecek
 kadar çok kuvvetler...
Gayri sen say.
   Gönül mademki
ululukta sen de
bir Süleyman’sın...
Parmağındaki saltanat
 yüzüğüyle perilere,
şeytanlara hükmet!
   Bu saltanatta
hileye sapmazsan
o üç şeytan,
senin parmağından
yüzüğü alamaz.
Gayri adın, sanın,
bütün dünyayı tutar.
Cismin gibi iki cihan
senin hükmüne uyar.
   Fakat şeytan
elindeki yüzüğü alırsa
padişahlık bitti,
bahtın öldü demektir.
   Tanrı kulları,
eğer iş böyle olursa
bundan böyle
kıyamete kadar
ancak ve ancak
“ Ah hasretlik!” der,
 durursunuz.
   Hadi, tutalım,
kendi hileni inkâr
edersin;
canını teraziyle
aynadan
nasıl kurtaracaksın?”
Cilt I, b. 3575-3587
Eğer Kenan’san,
sana bunun gibi
iki yüz nasihat
versem yine
bana inanmazsın!
   Bu sözü Kenan’ın
kulağı nereden
kabul edecek?
Onu Tanrı
mühürlemiş gitmiş.
   Tanrının mühürlediği
kulağa öğüt mü girer?
Sonradan olan şey,
ezeli hükmü
nasıl değiştirir?
Cilt IV, b. 3365-3366
**
Şu halde kalbini
Min Ledün ululuğunun
havasıyla doldur,
ağzını da bağla,
mühürle!
   Çalışma da haktır,
deva da haktır,
dert de hak.
Münkir kimse
çalışmayı inkârda
ısrar eder durur.”
Cilt I b.990-991
**
Peygamber dedi ki :
 “ Tanrı’nın sesi,
kulağına diğer
sesler gibi gelmekte.
   Hak, kulaklarınızı
mühürledi de
Tanrı sesini
duymuyorsunuz.
Cilt II, b.2880-2881
İşin sırlarını
kime öğretirlerse
ağzını mühürlerler,
dikerler.
Arif,
tuhaf tuhaf güldü de
dedi ki:
A içi kötü adam,
bildiğin, gönlünde
tuttuğun şeyden
Tanrı seni kurtarsın.
Cilt V, b.2240-2441 
Peygamberlerden
kalan mühürleri,
Ahmed’in dini
hürmetine kaldırdılar.
   Açılmamış
kilitleri vardı;
onlar, “İnna fettehna”
eliyle açıldı.
   O, bu dünyada da
şefaatçidir,
o dünyada da,
bu dünyada
insanı dine götürür,
o dünyada cennetlere.
   Bu dünyada
“Sen onlara yol göster” der;
o dünyada “Sen onlara
ay gibi yüzünü göster” der.
   Onun gizli,
aşikâr işi, daima
“Yarabbi, sen kavmime
doğru yolu göster,
onlar bilmiyorlar”
demektir.
Onun nefesiyle
iki kapı da açıktır.
Duası, iki âlemde
de müstecap olur.
   Ona benzer
ne gelmiştir,
ne de gelecek.
Bu yüzden
son peygamber olmuştur.
   Sanatında
son derece ileri gitmiş
bir üstadı görünce
bu sanat, sende bitmiştir
demez misin?
   Ey peygamber,
mühürleri kaldırmak,
kapalı kapıları açmaktasın,
Hatem’sin,
bu iş, seninle
ve sende bitmiştir.
Can bağışlayanlar
âleminde bir Hatem’sin sen.
   Hâsılı mühürleri kaldırma
ve kapıları açmada
Muhammed’in işaretleri,
tamamıyla açıklık
içinde açıklıktır,
açılık içinde açıklıktır,
açıklık içinde açıklık.
Cilt VI, b.165-179
Tanrı, kullarıyla
beraber olduğunu anlattı,
sonra da bu sırrı
gönlün aksetsin,
bununla kanaat etmesin,
bu sırrı araştırsın
diye gönülü mühürledi.
    Gönül seferlere
düştü yollar aştı…
Ondan sonra gönüldeki
mührü açtı.
Cilt VI, b.4180-4181

Kaynak: Mesnevî-i Şerif


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar