Print Friendly and PDF

Rüyalar…Carl Gustav Jung








 



Çeviren: Aylin Kayapalı

 

Yazar, psikiyatrist, eğitimci, ressam ve bir de seyyah olan Carl Gustav Jung, rüyalar hakkındaki fikirlerini bu derlemede toplamıştır. Gizemcilik, din, kültür, semboller gibi ana temaları kendine özgü ve maharetli anlatım tekniğiyle okuyucuya sunmuştur. Rüyaları filmsel özellikleriyle teşhis etmiş, ayrıca sadece şahsi planda söz konusu olan "kişisel rüyalar" ile hepimizin tecrübe ettiği ve kolektif bilinçdışının ürünü olan "büyük rüyalar" arasında ayrım yapmıştır. Yirminci yüzyılın en etkin figürlerinden biri olarak Jung, Rüyalar adh eseriyle kendi ürettiği sıradışı kavramlara anlaşılır tarzda bir giriş yapmakla kalmamış, bunun yanında toplu eserlerinin nitelikli okunması için de en ideal yöntemi sunmuştur.

Carl Gustav JUNG (1875-1961), İsviçreli psikiyatr, analitik psikolojinin kurucusu.1895 yılında Basel’de tıp eğitimi almaya başladı ve 1900 yılında Eugen Bleuler’in asistanı olarak Burghölzli’de psikiyatrist olarak hizmet verdi. Doktorasını 1902 yılında tamamladı. Konu, okült fenomenler ve onların psikoloji ve patolojiyle bağlantıları idi. Paris’te altı ay boyunca Pierre Janet ile bilgilerini derinleştirdi. 1903 yılında Emma Rauschenbach ile evlendi. 36 yaşında Uluslararası Psikanaliz Birliğinin ilk başkanı oldu. Carl Gustav Jung sadece psikoterapi bilim dalını değil, aynı zamanda psikoloji, teoloji, etnografı, edebiyat ve güzel sanatları da etkiledi. Psikoloji bilim dalında kendisi tarafından bulunan kavramlar geniş şekilde kabul gördü. Bunlar arasında; karmaşa, içedönük ve dışadönük, gölge, arketip, kolektif bilinçdışı, anima ve animus gibi kavramlar vardır.

Nebukadnezar'ın Rüyası

Rüyalar…Carl Gustav jung

Çeviren:Aylin Kayapalı


“Yıllar boyunca her yıl yaklaşık 2 bin rüya analiz ettim ve bu konuda ciddi bir deneyim kazandım” diye yazdı Jung 1954 yılında, yetmiş dokuz yaşındayken.

İster Freud’un sisteminde psikanaliz, ister Jung’un sisteminde analitik psikoloji densin, rüyalar analitik sürecin temel taşıdır. Bu iki büyük öncünün yazıları da rüya analizleri ve rüya teorisinin açıklamalarıyla doludur. Freud, 1900 yılında Burghölzli Akıl Hastanesindeki meslektaşları için Rüyaların Yorumu adlı bir çalışma hazırlamıştır, Jung’un bildiğimiz en eski eseri de bu çalışma üzerine yazdığı bir raporudur. Jung, bir psikanalist olarak geçirdiği süre zarfında rüyalarla ilgili pek çok bildiri yayımlamıştır, bunların ikisi, mevcut derlemede vardır. Burada basılan diğer bildiriler, ilk olarak 1916 ve 1945 yılları arasında yayımlanmıştır. Bunlar da Jung’un rüya psikolojisinin çeşitli yönlerine dair önemli açıklamalarını içerir.

Bu bildiriler Jung’un rüyalara yaptığı katkıların tümü değildir. Jung’un bir otobiyografisi olan ve Aniela Jaffe’nin editörlüğünü yaptığı Anılar, Düşler, Düşünceler, Jung’un hayatındaki çok önemli olaylar olarak açıkladığı kendisine ait kırk ikiden fazla rüyayı sıralamaktadır. Bunun dışında pek çok rüya da Gerhard Adler’in seçtiği ve düzelttiği Mektuplar isimli çalışmasında tasvir edilir. Jung’un Zürih’te küçük bir grup öğrenciye 1928-1929 yılları arasında verdiği “Rüya Analizi” adlı meşhur seminerde, hastaların ona anlattığı pek çok rüya derinlemesine tartışılır. Jung’un eserlerinin her biri, tartıştığı bütün rüyaları tasvir edici ifadelerle kapsar.

*

Bu baskı için Gesamtausgabe'nin [Toplu Eserlerm\ paragraf numaraları ve Psychologie und Alchemie [Psikoloji ve Simya] kitabındaki resimlerin orijinal şekil numaraları, referans bilgisini kolaylaştırmak için korunmuştur. Dizin ve kaynakça üzerinde, bu sunum için tekrar çalışılmıştır.

  1. Kısım

Rüyalar ve Psikanaliz

RÜYALARIN ANALİZİ

  1. Sigmund Freud 1900 yılında Viyana’da, rüyaların analizi üzerine muazzam bir kitap yayımladı. Yaptığı araştırmaların en temel sonuçları şöyledir:

  2. Rüya, çoğunlukla inanıldığı gibi rasgele ya da anlamsız çağrışımlar veya pek çok yazarın düşündüğü gibi uyku sırasında meydana gelen somatik duygulanımların bir sonucu olmaktan çok uzaktır. Rüya, psişik etkinliğin özerk ve anlamlı bir ürünüdür ve diğer bütün psişik işlevler gibi sistemli bir şekilde incelenebilir. Rüyaların sebebi, uyku sırasında hissedilen organik duyular değildir; bunlar rüyanın oluşumunda ikincil öneme sahiptir ve sadece psikenin etkilendiği unsurları (malzemeyi) oluştururlar. Freud’a göre her karmaşık psişik durum gibi rüya da amaçları, geçmişe dayanan çağrışımları olan bir oluşum, bir üründür. Ayrıca düşünülerek yapılmış her hareket gibi mantığa dayanan bir sürecin, farklı eğilimler arasındaki rekabetin ve bir eğilimin diğeri üzerindeki zaferinin sonucudur. Yaptığımız her şey gibi rüya görmenin de bir anlamı vardır.

  3. Ampirik tüm gerçeklerin bu teoriye karşı olduğu söylene-

  1. [Fransızca yazılmıştır. “L’Analyse des reves”, Annee psychologique (Paris), XV (1909), 160-167 

bilir; çünkü rüyalar bizde bir tutarsızlık ve anlaşılmazlık hissi uyandırır. Freud bu karmaşık imgeler dizisini rüyanın açık içeriği olarak adlandırır; açık içerik rüyaların görünen yüzüdür ve Freud bu görünen yüzün arkasında asıl düşünceyi -yani rüya düşüncesini— ya da gizli içeriği arar. Burada Freud’un, rüyanın büyük bir binanın ön cephesi olduğunu ne sebeple düşündüğünü ya da rüyaların gerçekten de bir anlamı olup olmadığını sorgulayabiliriz. Onun bu düşüncesinin temelinde bir dogma ya da a priori bir fikir değil, yalnızca ampirizm vardır -yani hiçbir psişik (ya da fiziksel) gerçeğin tesadüfi olmadığını gösteren tecrübeler. O halde rüyanın sebepleri olmalı ve bu sebepler karmaşık birtakım olayların bileşiminin bir ürünü olarak ortaya çıkmalı; çünkü var olan her zihinsel unsur, daha önceki bir psişik durumun sonucudur ve teoride analiz edilebilir. Freud rüyalara da, insan davranışlarının sebeplerini araştırırken içgüdüsel olarak kullandığımız prensiplerin aynısını uygular.

  1. Freud kendisine basitçe şu soruyu sorar: Neden bu insan bu rüyayı görüyor? Kendince bazı özel sebepleri olmalı; yoksa nedensellik kanunu çöker. Bir çocuğun rüyası bir yetişkininkinden farklıdır; tıpkı eğitimli birinin rüyasının, eğitimsiz birininkinden farklı olması gibi. Rüyada kişiye özel bir şeyler vardır: Rüya, öznenin psikolojik durumuyla uyum içindedir. Peki bu psikolojik durum neyi kapsar? Psikolojik durumumuz, bizim psişik geçmişimizin bir sonucudur. Şu anki zihinsel durumumuz, geçmişimizle alakalıdır. Her insanın geçmişinde psişik “çağrışımları” belirleyen farklı değer unsurları vardır. Güçlü hiçbir duygu uyandırmayan olayların düşüncelerimiz ve davranışlarımız üzerinde çok az bir etkisi olur; ama güçlü duygusal reaksiyonlara sebep olan olaylar, sonraki psikolojik gelişimimiz açısından çok önemlidir. Güçlü duygu-tonu olan bu hatıralar hem uzun süre etkili, hem de güçlü ve birbiriyle yakından ilintili karmaşık çağrışımlar oluşturur. Örneğin az ilgimi çeken bir nesne sadece birkaç çağrışıma sebep olur ve kısa süre sonra

zihnimden yok olur. Bunun aksine daha fazla ilgimi çeken bir nesne pek çok çağrışım yapar ve aklımda daha uzun süre kalır. Her duygu, benim “duygu tonlu düşünce karmaşası” olarak adlandırdığım yoğun çağrışım karmaşalarına sebep olur. Bir vakayı her incelediğimizde karmaşanın en güçlü “canlanma” etkisini kullandığını görüyor ve buradan da her analizde bu etkiyle en baştan karşılaşacağımız sonucuna varıyoruz. Her türlü psişik yapıda karmaşalar, psikolojik durumun temel öğeleri olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğin rüyalarda duygusal öğelere rastlarız; çünkü psişik etkinlik sonucu ortaya çıkan her şeyin, her şeyden önce en güçlü “canlanma” etkisine dayandığını anlamak kolaydır.

  1. Faust’ta. şarkı söylerken Gretchen’in içindeki karmaşayı anlamak çok da zor değildir:

Bir kral varmış Thule’de,

Mezara kadar sadık tamamıyla,

Sevdiği ona son nefesinde

Vermiş bir altın kupa.

  1. Burada saklı düşünce Gretchen’in Faust’un sadakatinden duyduğu şüphedir. Gretchen’in bilinçsizce seçtiği bu şarkı, bizim rüya-malz.emesi olarak adlandırdığımız şeydir ve rüya-malzemesi gizli düşünceye tekabül eder. Bu örnek rüyaya da uygulanabilir ve Gretchen’in şarkı söylemediği, bu aşk hikayesini rüyasında gördüğü bile varsayılabilir. Bu durumda çok uzaklarda eskiden yaşamış olan bir kralın trajik hikayesini konu alan bu şarkı rüyanın açık içeriği, yani ön cephesidir. Gretchen’in gizli kederini bilmeyen birisi, onun rüyasında neden bu kralı gördüğüne anlam veremez ancak onun Faust’a karşı duyduğu trajik aşkı, yani rüya düşüncesini bilen bizler, rüyada neden bu şarkının ortaya çıktığını anlayabiliriz; çünkü kralın “nadir görülen sadakatini” konu alır. Faust sadık değildir, Gretchen de onun, hikayedeki kral gibi sadık olmasını arzu eder. Onun rüyası -aslında şarkısı- onun ruhunun kuvvetli arzusunun kılık değiştirmiş halidir. Burada duygu tonlu karmaşanın gerçek doğasına değinmiş oluyoruz; bunun doğasında her zaman bir arzu ve direnç vardır. Hayatımızı arzularımızın farkına varmak için mücadele ederek geçiririz: Yaptığımız her şey bir şeylerin olmasını ya da olmamasını istememizden kaynaklanır.

  2. Bunun için uğraşır, bunun için düşünürüz. Eğer gerçek hayatta bir arzuyu gideremezsek en azından bunun hayalini kurarız. Her yaştan her insanın içinde bulunduğu dini ve felsefi sistemler bunun en iyi kanıtıdır. Felsefe maskesi altında bile olsa ölümsüzlük düşüncesi arzudan başka bir şey değildir. Felsefe görünen yüzdür; hatta Gretchen’in şarkısı bile bir dış görünüş, kederinin üzerine çektiği iyimser bir perdedir. Rüyası., arzusunun giderilmiş halini temsil eder. Freud da her rüyanın bastırılmış bir arzunun giderilmesini temsil ettiğini söyler.

  3. Örneklememizi biraz daha ileri taşıdığımızda rüyada Fa- ust’un yerini kralın almış olduğunu görürüz. Bir dönüşüm gerçekleşmiştir. Faust, çok uzaklarda yaşayan bir kral olmuştur: Faust’un güçlü bir duygu tonuna sahip karakterinin yerini nötr, efsanevi bir kişi almıştır. Kral, analoji yoluyla oluşturulan bir bağlantı, Faust’un bir sembolü, Gretchen için bir “dost”tur. Tüm bunun amacının ne olduğunu, Gret- chen’ın bu düşünceyi tabiri caizse neden dolaylı yollardan rüyasında gördüğünü, neden bunu açık açık ve kaçamak yapmaksızın düşünmediğini sorgulayabiliriz. Bu sorunun cevabı çok basittir: Gretchen’in üzüntüsünün, kimsenin düşünmek istemediği bir sebebi vardır; bunu düşünmek çok acı vericidir. Gretchen, Faust’un sadakatine karşı duyduğu şüpheyi bastırır ve gizler. Bastırılan bu düşünce, hiç de hoş duygular uyandırmayan hazin bir hikaye şeklinde açığa çıkar. Freud rüya düşüncesini oluşturan arzuların açıkça kabul ettiğimiz arzularımız değil, acı verici olmaları sebebiyle bastırdığımız arzularımız olduğunu söyler. İşte arzularımız tam da bu sebeple, yani uyanık durumdayken bilincimizden uzak tutulmaları sebebiyle rüyalarımızda dolaylı olarak su yüzüne çıkarlar.

  4. Bu mantığın hiç de şaşırtıcı olmadığını azizlerin yaşantılarına baktığımızda görebiliriz. Sienalı Azize Catherine’ın rüyasında yaptığı kutsal evlilikte dolaylı olarak açığa çıkan bastırılmış duygularını anlamak ve azizlerin rüyalarında sembolik olarak açığa çıkıp onları baştan çıkaran arzuların ne olduğunu görmek hiç de zor değildir. Bildiğimiz gibi histerik ve normal rüyanın uykudaki bilinci arasındaki fark, histerik ve normal insanların entelektüel yaşamları arasındaki fark kadar azdır.

  5. Haliyle birisine neden o tarz bir rüya gördüğünü, rüyada ifade edilen gizli düşüncelerin ne olduğunu sorduğumuzda bize cevap veremez. Muhtemelen akşam çok fazla yediğini, sırt üstü yattığını, evvelsi gün şunu bunu duyduğunu - kısacası rüyalarla ilgili pek çok bilimsel kitapta okuyabileceğimiz türden şeyler söyleyecektir. Freud’a göre bir kişi rüya-düşüncesinin ne olduğunu bilmez, bilemez; çünkü düşünce çok rahatsız edici olduğu için bastırılmıştır. O halde birisi kendinden gayet emin bir şekilde rüyasında Freud’un bahsettiği hiçbir şeyi bulamadığını söylerse kendimizi gülümsemekten alıkoyamayız; çünkü doğrudan görmenin imkansız olduğu şeyleri görmeye çalışmıştır. Rüya, bastırılmış karmaşanın anlaşılmasına engel olmak için onu değiştirir. Faust’u Thule Kralı olarak gören Gret- chen, durumu zararsız hale getirmiştir. Freud, bastırılmış düşüncenin kendisini gizleme mekanizmasını, sansür olarak adlandırır. Sansür aynı zamanda, gün içinde bile, bir mantığı sonuna kadar götürmemize engel olan dirençtir.

Sansür düşüncenin, rüya sahibi onu tanıyamayacak şekilde kılık değiştirene kadar açığa çıkmasına izin vermez. Rüyayı görene rüyasının arkasındaki düşüncenin ne olduğunu söylediğimizde, bastırmış olduğu karmaşaya direndiği gibi bize de karşı çıkacaktır.

  1. Bu aşamada kendimize birkaç önemli soru sorabiliriz. Her şeyden önce ön cepheden kurtulup evin içine girmek için ne yapmalıyız? Yani rüyanın görünen içeriğinden, arkasındaki asıl ve gizli düşünceye ulaşmak için?

  2. Tekrar örneğimize dönelim ve Gretchen’in, gördüğü sevimsiz bir rüya sebebiyle bana danışmaya gelen histerik bir hasta olduğunu varsayalım. Ayrıca onu hiç tanımadığımı da varsayacağım. Bu durumda ona doğrudan sorular sorarak vaktimi harcamam; çünkü genellikle bu kadar derinden hissedilen kederler, kişi çok güçlü bir direnç göstermeden açığa çıkamaz. Bunun yerine bütün aşk ilişkisini (gizli hamileliğini vs.) öğrenmemi sağlayacak olan ve “çağrışım deneyi” olarak adlandırdığım yöntemi denerim. Bu şekilde bir sonuç çıkarmak kolay olur ve rüya düşüncesinin ne olduğunu kendisine hiç tereddütsüz söyleyebilirim. Ancak daha ihtiyatlı bir şekilde de ilerlenebilir.

  3. Örneğin ona şunu sorarım: Kim Thule Kralı kadar sadık değil, ya da bu kim olabilir? Soru durumu hızla açığa kavuşturur. Bunun gibi zor olmayan durumlarda rüyanın yorumu ya da analizi birkaç basit soruyla yapılabilir.

  4. Böyle bir duruma bir örnek vereyim. Bu örnek kolonilerde yaşadığı ve şu anda Avrupa’da izinde olduğundan başka hakkında hiçbir şey bilmediğim bir adamla ilgili. Görüşmelerimizden birinde bu adam bana, üzerinde derin bir iz bırakan bir rüyadan bahsetti. İki yıl önce rüyasında vahşi ve kurak bir yerde olduğunu ve bir taşın üstünde siyahlar giymiş bir adamın iki eliyle yüzünü kapatmış halde oturduğunu görmüş. Aniden bir uçuruma doğru koşmaya başlamış ve tam o sırada yine siyahlar giymiş bir kadın ortaya çıkmış ve ona engel olmaya çalışmış. Adam, kadını da peşinden sürükleyerek uçurumdan atlamış. Uykusundan acı çığlıkları atarak uyanmış.

  5. Kendini tehlikeye atan ve kadını da felakete sürükleyen o adamın kim olduğu sorusu adamı çok etkiledi; çünkü bu adam, rüya sahibinin ta kendisiydi. Rüya sahibi iki yıl önce kayalıklı ve kurak bir araziyi keşfe çıkmış. Yaptığı bu gezi sırasında ülkenin vahşi yerlileri tarafından takip edilmiş ve bir gece yapılan saldırı sırasında kafileden pek çok kişi hayatını kaybetmiş. Bu çok tehlikeli seyahate çıkmış çünkü o sıralardayaşamanın onun için hiçbir değeri yokmuş. Bu yolculuğa çıkarken hissettiği şey, kadere meydan okumakmış. Peki ya kederinin sebebi? Yıllar boyunca çok zor iklimi olan bir ülkede yalnız yaşamış, iki buçuk sene önce Avrupa’da izindeyken genç bir kadınla arkadaş olmuş. Aşık olmuşlar ve kadın onunla evlenmek istemiş. Ancak adam o öldürücü tropik iklime dönmesi gerektiğini biliyormuş ve bir kadını oraya götürüp ölümüne sebep olmak istememiş. Kendini derin bir kedere boğan iç çelişkilerden sonra nişanı bozmuş. O tehlikeli yolculuğa çıktığında da bu zihin yapısındaymış. Rüyanın analizi bununla bitmiyor; çünkü arzunun nasıl giderildiği burada açık değil; ama bu rüyadan sadece temel karmaşanın nasıl keşfedildiğini göstermek için bahsediyorum; analizin sonraki bölümü bizi ilgilendirmiyor.

  6. Bu örnekte rüya sahibi dürüst ve cesur bir adamdı. Biraz daha az dürüst olsa veya bana karşı en ufak bir rahatsızlık ya da güvensizlik hissetse karmaşayı kabul etmezdi. Bütün sakinliğiyle rüyalarının hiçbir anlamı olmadığını ve sorularımın tamamen konunun dışında olduğunu iddia edenler bile var. Bu gibi durumlarda direnç çok büyük olur ve karmaşa derinlerden bilinç konumuna doğrudan getirilemez. Genellikle bu direnç o kadar büyüktür ki çok fazla deneyiminiz yoksa doğrudan sorgulama hiçbir sonuç vermez. “Psikanaliz yöntemini” geliştirerek Freud bize, en kuvvetli dirençlerin bile üstesinden gelebileceğimiz çok değerli bir

araç vermiştir.

  1. Bu yöntem şu şekilde uygulanır. Rüyanın özellikle çarpıcı olan bazı bölümleri seçilir ve kişiye, bu bölümlerin kendisine ne çağrıştırdığı sorgulanır. Kişinin, rüyanın bu bölümüyle ilgili olarak aklına ne geliyorsa söylemesi ve mümkün olduğunca eleştiride bulunmaması istenir. Eleştiri, işlemekte olan sansürden başka bir şey değildir; eleştiri karmaşaya karşı geliştirilen dirençtir ve en önemli olan şeyi bastırmaya çalışır.

  2. Bu yüzden kişinin aklına gelen her şeyi, hiç düşünmeden söylemesi gerekir. Bunu yapmak ilk başta çok zordur, özellikle de dikkatin, sansürün engelleyici etkisinden kurtulamayacak kadar bastırıldığı içgözlemsel incelemelerde. Sıradaki vaka, güçlü dirençler karşısında analizin nasıl gittiğini gösterecektir.

  3. Özel hayatı konusunda hiçbir şey bilmediğim bir beyefendi bana şu rüyayı anlattı: "Kendimi küçük bir odada, masada Papa X. Pius’un yanında otururken buldum. Gerçekte olduğundan daha yakışıklı olması beni şaşırttı. Odamızın bir kenarında, içinde şatafatlı bir sofra ve gece kıyafetleri giymiş kadınların bulunduğu bir daire gördüm. Birdenbire çişim geldi ve dışarı çıktım. Döndüğümde tekrar çişim geldi;yine dışarı çıktım. Bu pek çok kez tekrar etti. En sonunda uyandım, gerçekten çişim vardı

  4. Çok zeki ve iyi eğitimli olan rüya sahibinin kendisi bu rüyayı, mesanesi dolu olduğu için gördüğünü söyledi. Aslında bu tarz rüyalar hep bu şekilde açıklanır.

  5. Bu beyefendi bu rüyada önemli bir şeylerin olduğu düşüncesine şiddetle karşı çıktı. Rüyanın ön cephesinin şeffaf olmadığı doğru ve arkasında neyin gizlendiğini aslında ben de bilemedim. Vardığım ilk sonuç rüya sahibinin güçlü bir direnç gösterdiği, çünkü rüyanın bir anlamı olmadığını savunmak için çok fazla enerji harcadığıydı.

  6. Sonuç olarak ben de boşboğazlık yapıp ona şunu sorma tehlikesine girmedim: “Kendini neden Papayla kıyasladın?” Sadece “papa’yla ne gibi düşünceleri bağdaştırdığını sordum. Analiz şu şekilde devam etti:

Papa. “Papa asil bir hayat sürüyor..."(Meşhur bir okul şarkısı.) Bu beyefendinin otuz bir yaşında ve bekar olduğuna da dikkatinizi çekerim.

Papa’nın yanında oturmak. “Tıpkı Arabistan’da misafiri olduğum Müslüman bir tarikat Şeyhi nin yanında oturduğum gibi. Şeyh de bir tür Papa’dır”.

  1. Papa bekardır, Müslüman ise çokeşli. Rüyanın arkasındaki fikir açık: “Ben Papa gibi bekarım, ama bir Müslüman gibi pek çok karım olmasını isterdim”. Bu tahminlerimi ona söylemedim.

Oda ve içinde sofra kurulu olan daire. “Kuzenimin yaşadığı apartmanın dairelerinden. İki hafta önce orada verdiği bir partiye gitmiştim”.

Gece kıyafeti giymiş bayanlar. “O partide bayanlar da vardı; kuzenimin kızları, evlenme yaşma gelmiş kızlar”.

  1. Burada durdu: daha fazla çağrışım yapamadı. “Zihinsel ketlenme” olarak bilinen bu olgunun ortaya çıkması, her zaman güçlü dirence sebep olan bir çağrışıma rast gelindiği anlamına gelir. Sormaya devam ettim:

Peki bu genç kadınlar. “Ah, hiç. Geçenlerde bir tanesi F’dey- di. Bir süreliğine bizle kaldı. Gitme vakti geldiğinde ben de onunla gittim, kız kardeşim de geldi”.

  1. Bir ketlenme daha. Ona yardımcı oldum:

Sonra ne oldu? “Ah! Kız kardeşime bizi güldüren bir şey söyledim gibi geldi (bu düşünce besbelli ki sansür tarafından baskılandı) ama şimdi ne olduğunu tamamen unuttum”.

  1. Bunun ne olduğunu hatırlamak için gösterdiği samimi çabalara rağmen ilk başta kesinlikle hatırlayamadı. Burada ketlenmenin sebep olduğu çok tipik bir unutkanlıkla karşı karşıyayız. Sonra birdenbire hatırladı:

“İstasyona giderken bize selam veren ve tanır gibi olduğum bir beyefendiye rastladık. Daha sonra kız kardeşime ‘bu adam ile (kuzenin kızı) ilgilenen adam mıydı?’ diye

sordum”.

  1. (Kız şu anda bu adamla nişanlı. Ayrıca kuzenin ailesinin çok zengin olduğunu, rüya sahibinin de kızla ilgilendiğini ama çok geç kaldığını eklemeliyim.)

Kuzenin evindeki akşam yemeği. “Kısa bir süre sonra iki arkadaşımın düğününe gideceğim”.

Papa nın yüzü. “Burnu aşırı düzgün ve azıcık sivriydi”.

Kimin burnu böyle1? (Gülüyor) “Şu anda ilgi duyduğum genç bir kadının”.

Papa’nın yüzünde dikkate değer başka bir şey var mıydı? “Evet, dudakları. Çok düzgün dudakları vardı. (Gülüyor) Dikkatimi çeken başka bir kadının dudakları gibi”.

  1. Bu kadar malzeme, rüyanın büyük bir kısmını anlamak için yeterli. “Papa”, Freud’unyoğMw/«/7»« olarak adlandırdığı şeye güzel bir örnek. Önce rüya sahibini sembolize ediyor (bekar hayatı), sonra çok eşli Şeyhe dönüşüyor. Sonra da bir akşam yemeğinde rüya sahibinin yanında oturan biri oluyor; yani bir, ya da iki bayan - aslında rüya sahibinin ilgisini çeken iki bayan.

  2. Ama nasıl oluyor da bu malzeme çiş yapma ihtiyacıyla bağdaşıyor? Bu soruya cevap bulmak için şöyle bir durum oluşturdum:

Bir düğündeydin ve genç bir bayanın yanındayken çişinin geldiğini mi hissettin? “Doğru, bir kere öyle olmuştu. Hiç hoş değildi. On bir yaşındaydım ve bir akrabamızın düğününe davet edilmiştim. Kilisede benim yaşlarımda bir kızın yanında oturuyordum. Seremoni çok uzun sürdü ve çişim gelmeye başladı. Kendimi sıktım ama bir zaman sonra artık çok geç olmuştu. Altıma yaptım”.

  1. Evliliği çiş yapma arzusuyla bağdaştırmanın temeli bu olaya dayanıyordu. Bu analiz burada bitmiyor ama artık devam etmeyeceğim; yoksa bu makale çok uzun olur. Ama şu ana kadar anlatılanlar tekniği ve analiz yöntemini göstermek için yeterli. Okuyucuya bu yeni bakış açılarının detaylı bir incelemesini sunmanın imkansız olduğu açık. Psikanaliz yönteminin bize sağladığı fayda çok büyük; sadece rüyaları anlamak için değil, histeri ve en önemli akıl hastalıklarını anlamak için de.

  2. Her yerde kullanılmakta olan psikanaliz yöntemi, Almanya’da büyük bir kaynak olarak kullanılıyor. Bu yöntemin sadece psikiyatrisi ve nörologlar için değil, psikologlar için de çok önemli olduğuna inanıyorum. Konuyla ilgili şu çalışmaları da öneririm: Normal psikoloji için Freud, Rüyaların Yorumu ve “Şakalar ve Bunların Bilinçdışıyla İlişkileri”. Nevroz için: Breuer ve Freud, Histeri Üzerine Çalışmalar; Freud, “Bir Histeri Vakası Analizinden Bir Kesit”. Psikoz için: Jung, Dementia Praecox. Maeder’in Archives depsycho- logie’Ae.\û yazıları ayrıca Freud’un fikirlerini mükemmel şekilde özetlemektedir.

2

SAYI RÜYALARININ ANLAMI
ÜZERİNE

  1. Daha önceki yüzyıllarda felsefeyle fazlasıyla bağlantılı olan sayı sembolizmi, Freud ve ekolünün analitik araştırmalarına da konu olmuştur. Sayı rüyalarında artık sayılar arasındaki sembolik bağlantılarla ilgili bilinçli spekülasyonlar yerine, sayı sembolizminin bilinçdışı sebeplerini keşfetmekteyiz. Bu alanda Freud, Adler ve Stekel’in araştırmalarından sonra ekleyecek yeni pek bir şey olmasa da, onların bu deneyimlerini benzer durumlar içeren örneklerle daha da güçlendirebiliriz. Ben, genel olarak faydalı olabilecek bu tür birkaç olay gözlemledim.

  2. İlk üç örnek, o sırada evlilik dışı bir ilişki yaşayan orta yaşlı bir adama ait. Sembolik sayıyı aldığım rüya şu: ... Rüya sahibi sezon biletini kondüktöre gösteriyor. Kondüktör, biletin üstündeki büyük sayıya tepki gösteriyor. Sayı 2477.

  3. Rüyanın analizi sonucunda sayının, bu aşk ilişkisinin masraflarıyla ilgili olduğu ortaya çıktı ki bu durum rüya sahibinin

cömert yapısına tamamen aykırı bir durumdu. Adamın bi- linçdışı, bu ilişkiye karşı gelmek için rüyadan faydalanmıştı. En aşikar yorum, bu sayının maddi bir anlamı ve sebebi olduğuydu. O ana kadar ilişki içinde yapılan masraf kabaca hesapladığında rakam 2477 franka varıyordu: daha dikkatli bir hesap yapınca 2387 frank çıktı; ki bu da gelişigüzel bir şekilde 2477 olarak görülebilirdi. Sonrasında sayının hastada nasıl serbest çağrışımlar yapacağını görmek istedim. Bu sırada ona, rüyasındaki sayı ikiye bölünmüş gibi geldi: 24 77. Belki de bir telefon numarasıydı. Sonrasında bu varsayımın yanlış olduğu ortaya çıktı. Bir sonraki çağrışım sayının, pek çok farklı sayının toplamı olduğuydu. Bu sırada hasta daha önce bana annesinin yüzüncü doğum gününü kutladıklarını söylediğini hatırladı; bunu en son annesi altmış beş, kendisi de otuz beş yaşındayken yapmışlardı (Aynı gün doğmuşlardı) Bu şekilde şu çağrışımları elde etti:

Doğduğu gün

26.

II

Sevgilisininki

28.

VIII

Karısınınki

1.

III

Annesininki (babası rahmetli olmuştu)

26.

II

iki çocuğununki

29.

IV


13.

VII

Kendi doğumu

II.

75

Sevgilisininki

VIII.

85

Şu an kendi yaşı

36


Sevgilisinin yaşı

25


  1. Eğer bu çağrışım dizisini göründüğü gibi yazarsak şu toplamı elde ediyoruz:

262

288

13

262

294

137

275

885

36

25

2477

  1. Tüm aile üyelerini içine alan bu sayı dizisi bizi 2477 ye ulaştırıyor. Bu sayının oluşumu ise bize, rüyanın daha derin bir anlamı olduğunu gösterdi. Hasta bir yandan ailesine fazlasıyla bağlıydı; ama diğer yandan da sevgilisine çok aşıktı. Bu onu ciddi bir çelişkiye sürüklemişti. “Kondüktörün” dış görünüşü (uzatmamak için burada anlatmıyorum) hastanın korktuğu, ama bu muhtaç durumunu sert bir dille eleştirmesini ve kendini kontrol altına almasına yardımcı olmasını beklediği analiste benziyordu.

  2. Çok kısa bir süre sonrasında gördüğü ikinci bir rüya şöyley- di (fazlasıyla kısaltılmış hali): Analist rüya sahibine, sevgilisiyle birlikteyken ne yaptığını sordu. Hasta kumar oynadığını söyledi, hatta her zaman yüksek bir rakam ile: 152. Analist şu yorumu yaptı: “Üzgünüm ama kandırılıyorsun".

  3. Analiz, ilişkinin masraflarını hesaplamayla ilgili bastırılmış eğilimi bir kez daha ortaya çıkardı. Aylık masraf yaklaşık 152 franktı (aslında 148-158 arası). Kandırıldığına dair yapılan yorum, kendisi ve sevgilisi arasındaki bir meseleyle ilgiliydi. Kız, bekaretini onunla kaybettiğini söylemişti; ama adam kızın bakire olmadığından, hatta ona kur yaptığı ve kızın kendisini reddettiği sıralarda başka birisiyle girdiği ilişki sonucu bekaretini kaybettiğinden oldukça emindi. “Sayı” kelimesi onu “eldiven bedeni”, “çap genişliği” çağrışımlarına götürdü. Buradan hemen, ilk ilişki sırasında kızlık zarının bekleneceği gibi direnç göstermek yerine ciddi ölçüde açılmış olduğu gerçeğine ulaştı. Bu ona kandırıldığının kanıtı gibi geliyordu. Doğal olarak bilinçdışı bu keşfi, ilişkiye karşı çok etkili bir direnç olarak kullanmıştı. 152 sayısının önceleri analizde bir etkisi olmadığı düşünüldü. Ama daha sonra bir “daire numarası” olduğu anlaşıldı. Ardından da şu çağrışımlar geldi: ilk tanıştıklarında kız 17 X Caddesinde, sonra 129 Y Caddesi’nde, sonra da 48 Z Caddesi’nde oturuyordu.

  4. Burada hasta 152’nin ötesine geçtiğinin farkındaydı, çünkü sayıların toplamı 194’tü. Daha sonra, hatırlamadığı bir sebepten dolayı kızın, onun isteğiyle, 48 Z Caddesi’nden taşındığını hatırladı; o halde toplam 194-48=146 olmalıydı. Şu anda 6 A Caddesi’nde oturuyordu, yani 146+6=152’ydi.

  5. Analizin sonrasında da şu rüyayı gördü: Analistten bir fatura almıştı. Fatura, ayın 3’ünde ödemesi gereken meblağı 29'unda ödediği için 315 frank üzerinden 1 frank faiz kesiyordu.

  6. Analiste doğrultulan bu cimrilik ve hırs suçlamaları, analistin de kanıtladığı gibi, bilinçdışında yatan güçlü bir kıskançlık duygusunu yansıtıyordu. Analistin hayatında, hastada kıskançlık uyandıracak pek çok şey vardı. Özellikle de bir şey, üzerinde büyük iz bırakmıştı: Analistin ailesine geçenlerde yeni bir üye katılmıştı. Hastanın karısıyla olan bozuk ilişkisi, ne yazık ki böyle bir şeyin olmasına izin vermiyordu. Bu yüzden onu kıskanması için uygun ortam mevcuttu.

  7. Daha önce olduğu gibi analiz yine 315 sayısını 3 15 şeklinde bölerek başladı. Hasta 3 sayısını, analistin 3 çocuğu olması ve geçenlerde bu sayıya 1 tane daha eklenmesiyle bağdaştırdı. Eğer hepsi yaşasaydı kendisinin 5 çocuğu olacaktı; yani 5-3=2 çocuğu vardı, çünkü 3 tanesi ölü doğmuştu. Ama bu çağrışımlar, rüyanın sayı sembolizmini bulmaktan çok uzaktı.

  8. Hasta, 3 ve 29 Eylül arasında 26 gün olduğunu hesapladı. Sonraki ilk düşüncesi bunu ve diğer sayıları toplamak oldu: 26+315+1=342. Sonra 342 sayısına da 315'e yaptığını yaptı; yani sayıyı 3 4 2 olarak ayırdı. Daha önce analistin, 3 çocuğu olduğu ve buna bir tane daha eklendiği, hastanın da 5 çocuğu olabileceği ortaya çıkmıştı; ama şu anda bunun anlamı şuydu: Analistin eskiden 3 çocuğu vardı; şimdiyse 4; hastanınsa sadece 2. ikinci sayının, birincisinin arzu-gi- dermesini düzeltmiş gibi göründüğü yorumunda bulundu.

  9. Bu açıklamayı benim yardımım olmadan kendi kendine bulan hasta tatmin olmuştu. Ancak analisti olmamıştı; ona göre bu keşiflerin hiçbiri, bilinçdışındaki ürünü belirleyen ihtimalleri ortaya dökmemişti. 5 sayısıyla ilgili olarak hasta, ölü doğan 3 çocuğundan birincisinin dokuzuncu ayda, diğerlerininse yedinci ayda doğduğunu söyledi. Ayrıca karısının iki düşük yaptığını, bunlardan birinin 5. haftada, diğerininse 7. haftada olduğunu vurguladı. Bu rakamları topladığımızda 26 sayısına ulaşıyoruz:

1 çocuk 7 ay

1 çocuk 7 ay

  1. çocuk 9 ay

  2. düşük (5+7 haftalıkken) 3 ay

26

  1. 26, hamilelikle kaybedilen ayların sayısıyla ilgili gibiydi. Rüyadaki 26 günlük zaman dilimi, hastanın 1 frank faizle cezalandırıldığı bir gecikmeye işaret ediyordu. Boşa giden hamileliklerden dolayı hayatında gerçekten de gecikmeler olmuştu. Mesela analist onu tanıdığından beri 1 çocuk öne geçmişti; bu yüzden 1 frank bir çocuk anlamına gelebilirdi. Hastanın, düşmanını alt etmek için ölü olanlar da dahil olmak üzere bütün çocuklarını toplama eğilimine değinmiştik. Analistin 1 çocukla onun önüne geçmesinin, 1 rakamının belirlenmesinde daha güçlü bir etkisi olabilir. Bu yüzdendir ki hastanın bu eğiliminin peşini bırakmayacağız ve sayı oyununa, her biri 9 ay süren 2 başarılı hamileliği de ekleyerek devam edeceğiz: 26+18=44.

  2. Bu sayıları yine iki tamsayıya bölersek 2+6 ve 4+4 elde ediyoruz. Bu iki sayı grubunun tek bir ortak özelliği mevcut: Bunları topladığımızda 8 elde ediyoruz. Bu sayıların, tamamen hastanın hayatındaki hamilelikle geçen aylardan meydana geldiğini hatırlatmalıyız. Eğer bu sayıyı, analistin dölleme kapasitesini belirten 315 ve 342 sayılarıyla kıyaslarsak, ikinci grubun toplamının 9’u verdiğini görürüz. Şimdi 9-8=1. Burada yine 1 sayısının farkı kendini gösteriyor. Daha önce hasta, 315’in bir arzu-giderme, 342’nin de bir düzeltme gibi göründüğünü belirtmişti. Bu çerçevede düşündüğümüzde iki sayı arasındaki şu farklılığı keşfediyoruz:

3x1x5=15 3x4x2=24 24-15=9

  1. Bir kez daha bu hamilelik ve doğum hesaplamalarına tam olarak uyan 9 sayısıyla karşılaşıyoruz.

  2. Oyunun sınırlarının nerede başladığını söylemek güç -öyle olmak zorunda, çünkü bilinçdışı bir ürün, sportif fantezinin yarattığı bir şeydir; oyunun kendisi, bu psişik dürtüden ortaya çıkar. Bu bilinçdışı ürün, boşlukta azalarak yok olan bu oyunların keyfini çıkarmaya çalışan bilimsel zihin yapısına terstir. Ancak unutmamalıyız ki insan zihni binlerce yıldır kendisini bu tarz oyunlarla eğlendirmiştir; bu yüzden uzak geçmişte kalan bu eğilimlerin rüyalarda vücut bulması şaşılacak bir durum değildir. 100. doğum gününü kutladıkları gerçeğinin de göstermiş olduğu gibi uyanıkken bile hasta sayı-fantezilerine tam yetki vermiştir. Bu oyunların hastanın rüyalarındaki varlığı, bu sebeple şüphe götürmez. Çünkü bilinçdışı saptamanın bir örneğinde kesin kanıtlar eksikse, bireysel keşifleri sadece tecrübelerimizin toplamı doğrulayabilir. Özgür ve yaratıcı fantezi alemini araştırırken her şeyden önce ampirizme güvenmemiz gerekir. Bu her ne kadar bireysel olarak elde ettiğimiz sonuçların doğruluğu konusunda çok iddialı olmamamızı gerektiriyor olsa da, olanlar ve gözlemlenenler konusunda, sırf bilime aykırı davrandığımızın düşünülecek olması sebebiyle nefret edileceğiz diye sessiz kalacağımız anlamına gelmez. Modern düşünce yapısının hurafe fobisiyle tartışmaya girmek yersiz; çünkü bilinçdışının sırları bu şekilde gizli tutulur.

  3. Hastanın sorunlarının karısının rüyasına yansıması da özellikle ilginç. Hastanın karısı şöyle bir rüya görmüş: Rüyasında Luka 137 yı görmüş -tüm rüya buymuş. Bu sayının analizi sonucunda hastanın karısı şu çağrışımlara ulaştı: Analistin 1 çocuğu daha var. Daha önce 3 çocuğu vardı. Eğer kendisinin [kadının] bütün çocukları (düşükler de dahil) yaşıyor olsaydı 7 çocuğu olacaktı; ama şimdi sadece 3-1=2 çocuğu var. Ama o 1+3+7=11 çocuk istiyor (ikiz bir sayı, 1 ve 1). Bu da onun iki çocuğunun ikiz olmuş olmasını istediğini ifade ediyor ki o zaman analistle aynı sayıda çocuğa sahip olabilirdi. Annesinin bir keresinde ikizleri olmuştu. Kocasından bir çocuk yapma umudu çok zayıftı; bu da onun bilinçdışına ikinci bir evlilik düşüncesini sokmuştu.

  4. Diğer fanteziler onu 44’ünde “bitmiş” olarak gösteriyordu; örneğin klimasetrike vardığında. Şu anda 33 yaşındaydı, yani 44 yaşına kadar 11 yılı vardı. Bu önemli bir sayıydı; çünkü babası 44 yaşında ölmüştü. 44 yaş fantezisi, dolayısıyla babasının ölüm düşüncesini barındırıyordu. Babasının ölümünün vurgulanması, ikinci bir evlilik yapmasına engel teşkil eden kocasının ölümüne duyduğu bastırılmış arzuyla alakalıydı.

  5. Tam bu noktada “Luka 137” bu çelişkiyi çözmeye yardım etmek için geliyordu. Rüya sahibinin Incil’le arası yoktu. Çok uzun zamandır onu okumamıştı ve hiç de dindar biri değildi. Bu yüzden burada çağrışımlara güvenmek hiçbir işe yaramazdı. İncil konusunda o kadar bilgisizdi ki “Luka 137”nin sadece Aziz Luka’nın Incil’iyle alakalı olabileceğini bile bilmiyordu. Yeni Ahit’i eline aldığında, ilk olarak Elçilerin İşleri’ni açtı. Birinci Bölümde sadece 26 dize vardı ve o 7. dizeyi seçti: “Babanın kendi yetkisiyle belirlemiş olduğu zamanları ve tarihleri sizin bilmenize izin yoktur”. Ama Luka l:37’ye baktığımızda Isa’nın Doğumunun Bakireye Bildirilmesini görüyoruz:

  1. Kutsal Ruh senin üzerine gelecek, En Yüce Olanin gücü, senin üstüne gölge salacak. Bunun için doğacak olana kutsal,Tanrının Oğlu denecek.

  2. Bak, senin akrabalarından Elizabeth de yaşlılığında bir oğula gebe kalmıştır. Kısır bilinen bu kadın şimdi altıncı ayındadır.

  3. Tanrının yapamayacağı hiçbir şey yoktur.

  1. “Luka 137” analizinin mantıklı bir şekilde devam edebilmesi için Luka 13:7’ye de bakmamız gerekir. Orada şu yazar:

  1. Adamın birinin bağında dikili bir incir ağacı varmış. Adam gelip ağaçta meyve aramış, ama bulamamış.

  2. Bağcıya, "Bak" demiş, "ben üç yıldır gelip bu incir ağacında meyve arıyorum, bulamıyorum. Onu kes. Toprağın besinini neden boş yere tüketsin?"

  1. Çok eski zamanlardan beri erkek üreme organlarının sembolü olan incir ağacının, meyve vermediği için kesilmesi gerekir. Bu pasaj, rüya sahibinin penisi kesmek ya da ısırmak gibi pek çok sadistik fantezisiyle doğrudan örtüşmektedir. Kocasının meyve vermeyen organına gönderme yapıldığı açıktır. Rüya sahibinin kocasına karşı cinsel ilgi duymaması anlaşılabilirdi; çünkü kocası onunlayken iktidarsızdı. Babasına (“... babanın kendi yetkisiyle belirlemiş olduğu”) doğru bir gerileme yapması ve kendini ikizleri olan annesiyle özdeşleştirmesi de eşit derecede anlaşılabilirdi. Rüya sahibi yaşını ilerleterek kocasını bir oğul ya da iktidarsızlığın normal olduğu yaşta bir çocuk rolüne sokmuştu. Ayrıca daha önceki analizin de onayladığı gibi kocasından kurtulmak istediğini de anlayabiliriz. O halde bu, “Luka 137”den sonra Luka 7:13 e bakarsak, söylediğimiz şeyi daha da fazla doğrulamış oluruz:

  1. İsa kentin kapısına tam yaklaştığı sırada, dul anasının tek oğlu olan bir adamın cenazesi kaldırılıyordu. Kent halkından büyük bir kalabalık da kadınla birlikteydi.

  2. Rab kadını görünce ona acıdı. Kadına, "Ağlama"dedi.

  3. Yaklaşıp cenaze sedyesine dokundu, sedyeyi taşıyanlar da durdular. İsa, "Delikanlı"dedi,"sana kalk diyorum!"

  1. Rüya sahibinin içinde bulunduğu psikolojide ölü adamın dirilmesi, kocasının iktidarsızlığının tedavi edilmesi gibi bir öneme sahiptir. Bu yapılabilirse bütün sorun çözülür. Bu malzemede yer alan pek çok arzu-giderme durumunu kelimelere dökmem gereksiz; okur bunları kendisi de görebilir.

  2. Rüya sahibi Incil konusunda tamamen bilgisiz olduğundan, “Luka 137” bir kriptomnezi olarak ele alınmalıdır. Hem Flournoy hem ben, daha önce bu olgunun önemli etkilerine değinmiştik. Herkesin fark edebileceği gibi, malzemenin kandırma için manipüle edilmesi bu durumda söz konusu değildir. Psikanalize aşina olanlar, malzemenin doğasında bu tür bir şüpheye yer olmadığını bilir.

  3. Bu gözlemlerin bir belirsizlik denizinin ortasında yüzüp durduğunun farkındayım; ama bunları söylememenin yanlış olacağına inanıyorum. Bizlerden sonra bazı şanslı araştırmacılar çıkıp bunları doğru bir perspektife yerleştirebilirler. Bizler bunu uygun bilgi eksikliğinden dolayı yapamıyoruz.

  1. Kısım

Rüyalar ve Psişik Enerji

1

GENEL MATLARIYLA RÜYA
PSİKOLOJİSİ

  1. Rüyalar, bilincin diğer içeriklerinin aksine psişik bir yapıya sahiptir; çünkü şekil ve anlamlarından anlayabileceğimiz üzere, bilinçli içerikler gibi sürekli bir gelişim sergilemezler. Rüyalar genellikle bilinçli psişik yaşamımızın ayrılmaz bir parçası olarak ortaya çıkmazlar; daha çok konu dışı, rastlantısal oluşumlara benzerler. Rüyaların bu istisnai durumunun sebebi, olağandışı oluşumlarıdır: Diğer bilinçli içerikler gibi fark edilir, mantıklı ve duygusal bir deneyim sonucu oluşmazlar; uyku sırasında meydana gelen olağandışı bir psişik aktivitenin kalıntılarıdırlar. Sadece oluşma şekilleri bile rüyaları, bilincin diğer içeriklerinden ayrı tutmak için yeterlidir ve bu durum rüyaların, bilinçli düşünmemizin tamamen zıt içerikleriyle daha da güçlenir.

  2. Bununla birlikte dikkatli bir gözlemci, rüyaların süregelen bilinç durumundan tamamen kopuk olmadığım anlamakta zorlanmayacaktır; çünkü neredeyse her rüyada, kökeni daha önceki gün ya da günlerde deneyimlenmiş izlenimlere, düşüncelere ve ruh hallerine dayanan bazı detaylara rastlanabilir. Bu ölçüde belirli bir süreklilik mevcuttur; ancak ilk bakışta bu süreklilik geriye doğrudur. Yine de, rüya sorunsalına yeteri kadar ilgi duyan herkes, rüyalarda ayrıca ileri doğru bir süreklilik olduğunu da görebilir; çünkü rüyalar, batıl inançlara sahip olduğu ya da anormal oldukları düşünülen insanların bile bilinçli zihinsel yaşamında ara sıra da olsa önemli etkiler bırakırlar. Sonradan gerçekleşen bu etkiler aşağı yukarı belirgin ruh hali değişimlerine dayanmaktadır.

  3. Muhtemelen bilincin diğer içerikleriyle olan bu hafif bağlantının sonucu olarak, görülen rüya tutarsızdır. Pek çok rüya, bütün anlama girişimlerini daha görülürken engeller; hatta uyandıktan hemen sonra bile. Bazıları sadece doğruluğundan emin olamadan hatırlanabilirken, sadece birkaçı gerçekten açık ve net bir şekilde tasvir edilebilir. Bu olağandışı özellik, rüyada bir araya gelen farklı unsurların özelliklerinin ele alınmasıyla açıklanabilir. Rüyalardaki düşüncelerin bir araya gelmesi fantastiktir, bunlar, bizim “gerçekliği düşünebilme yetimize” oldukça yabancı bir şekilde birbirleriyle bağlantılıdır. Ayrıca bilinçli zihinsel sürece özgü bir karakteristik olduğunu düşündüğümüz fikirlerin mantıklı bir şekilde sıralanmasıyla da ciddi bir tezat oluşturur.

  4. Rüyalar da bu özelliklerinden dolayı bu nahoş “anlamsız” sıfatıyla tarif edilirler. Ancak bu hükme kesin olarak varmadan önce rüyanın ve içeriğinin, bizim anlamadığımız bir şey olduğunu hatırlamalıyız. Dolayısıyla bu tarz bir hüküm vererek, aslında sadece anlama yetisinden yoksun olduğumuzu nesneye yansıtmaktan başka bir şey yapmamış oluyoruz. Oysa bizim anlamamamız, rüyaların kendine has

içsel bir anlamı olmadığı manasına gelmiyor.

  1. Yüzyıllardır rüyalardan gelecekle ilgili bir anlam çıkarma çabasının dışında Freud’un buluşları, rüyaların gerçek önemini kavrama konusunda yapılan ilk başarılı girişimlerdir. Onun çalışması “bilimsel” sıfatını hak etmiştir çünkü Freud, sadece kendisinin değil başka pek çok araştırmacının da belirttiği gibi asıl hedefe ulaşan, yani rüyaların anlamını çözen bir teknik geliştirmiştir. Bu anlam, açık rüya içeriğinin ortaya koyduğu bölük pörçük anlamlara benzemez.

  2. Burada Freud’un rüya psikolojisine eleştirel bir bakış açısı getirmeyeceğim. Daha çok günümüzde rüya psikolojisiyle ilgili aşağı yukarı oturmuş gerçekleri kısaca özetleyeceğim.

  3. Sormamız gereken ilk soru şu: Rüyalara açık rüya içeriğinin gösterdiği hiç de tatmin edici olmayan bölük pörçük anlamlar yerine başka anlamlar yüklememizin açıklaması nedir? Bu konuda özellikle güçlü bir argüman, Freud’un rüyaların gizli anlamlarını tümdengelim yöntemiyle değil, deneysel yöntemlerle keşfetmiş olduğu gerçeğidir. Muhtemel gizli bir anlam konusunda bir başka argüman da rüya fantezilerinin bir ve aynı insanın ayıkken kurduğu fantezilerle karşılaştırılmasıyla elde edilmektedir. Ayık durumdaki fantezilerin yüzeysel ve somut değil, daha derin psikolojik bir anlamı olduğunu görmek zor değildir. Ezop masallarının da tipik birer örnek teşkil ettiği çok eski ve yaygın fantastik bir hikaye türü vardır ve bu, genel olarak fantezilerin anlamıyla ilgili neler söylenebileceğini çok iyi gösterir. Örneğin bir aslan ve eşeğin yaptıklarıyla ilgili anlatılan fantastik bir masal vardır. Yüzeysel ve somut olarak ele alındığında hikaye gerçek hayatta mümkün olamayacak bir hayalden ibarettir; ancak biraz kafa yoran herkes gizli mesajı bulabilir. Çocuklar da masalın genel anlamından mutlu ve tatmin olurlar.

  4. Ancak rüyalarda gizli bir anlamın olduğuna dair en iyi argüman, teknik yöntemleri açık rüya içeriğini parçalara ayırmak için titizlikle uygulamak suretiyle elde edilir. Bu bizi ikinci ana noktaya, analitik yöntem sorunsalına getirir. Yine burada Freud’un görüş ve keşiflerini ne savunmak ne de eleştirmek istemiyorum ama kendimi bana göre yerleşik gerçeklerle sınırlayacağım. Eğer rüyanın psişik bir ürün olduğu gerçeğiyle başlarsak, oluşum ve işlevinin diğer psişik ürünlere uygulanamayan kanun ve amaçlara uyduğunu düşünmemiz için bir sebebimiz olmaz. “Prensipler gereğinden fazla çoğaltılmamalı”vecizesine göre analitik olarak rüyayı, deneyim bize daha iyi bir yöntem gösterene kadar tıpkı diğer psişik ürünleri ele aldığımız gibi ele almalıyız.

  5. Sebep mahiyetinde ele alındığında her psişik yapının, daha önceki bir psişik içeriğin sonucu olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla sonuç mahiyetinde ele alındığında her psişik yapının, fiili psişik işleyiş içerisinde kendi özel anlamı ve amacı olduğunu da biliyoruz. Bu kriterin rüyalara da uygulanması gerekir. Yani bir rüyanın psikolojik açıklamasını istiyorsak, öncelikle bu rüyayı oluşturan daha önceki yaşanmışlıkları bilmeliyiz. Rüyadaki her unsurun öncesini takip etmemiz gerekir. Bir örnek vereyim: birisi rüyasında yolda yürüdüğünü görüyor. Birdenbire önüne bir çocuk çıkıyor ve arabanın altında kalıyor.

  6. Rüya sahibinin hafızası yardımıyla rüyayı geçmişte yaşananlara indirgiyoruz. Yürüdüğü yolun, geçen gün yürüdüğü yol olduğunu söylüyor. Çocuğun da, geçen akşam ağabeyini ziyareti sırasında gördüğü ağabeyinin çocuğu olduğunu söylüyor. Araba kazası da birkaç gün önce olan, ama sadece gazetede okuduğu bir haberi hatırlatıyor. Bildiğimiz gibi insanlar için bu kadarlık bir indirgeme yeterli olur. “Aha”, derler, “işte bu yüzden böyle bir rüya gördüm”.

  7. Ancak bilimsel açıdan bakıldığında bu indirgeme hiç tatmin edici değildir. Rüya sahibi geçen gün pek çok yolda yürümüş; ama neden özellikle bu yol seçilmiş? Bir sürü kaza haberi okumuş; ama neden özellikle bu kaza seçilmiş? Tek bir geçmiş deneyimin bulunması kesinlikle yeterli değildir; çünkü rüya imgelerinin makul bir şekilde saptanması ancak pek çok sebebin bir arada bulunmasıyla mümkün olabilir. Aynı hatırlama yöntemiyle daha fazla malzeme toplamaya devam edilir; buna ayrıca serbest çağrışım yöntemi de denir. Anlaşılabileceği üzere sonuçta, çok çeşitli ve oldukça heterojen bir malzeme birikimi elde edilir. Tüm bu malzemenin rüya içeriğiyle, açık çağrışımsal bağlantıları olduğu gerçeği dışında hiçbir ortak noktası yoktur; aksi takdirde böyle bir içerikle asla ortaya çıkamazdı.

  8. Bu malzeme biriktirme işleminin ne kadar devam etmesi gerektiği, teknik açıdan bakıldığında çok önemli bir sorudur. Bir yaşama ait tüm psişik içerik herhangi bir başlangıç noktasından itibaren açığa çıkabileceği için, teorik olarak bir kişinin önceki hayat deneyimlerinin bütünü her rüyada yer alabilir. Ancak bizim, rüyanın ne anlama geldiğini anlayabilmemiz için sadece gerektiği kadar malzeme toplamamız gerekir. Malzemenin sınırlanması, Kant’ın “bir şeyi ‘kavramak’, bizim amacımız için gereken kadarını bilmektir” prensibine uygun olarak tamamen gelişigüzel bir yöntemle yapılır. Örneğin Fransız Ihtilali’nin nedenlerini araştırdığımız bir çalışmada malzememizi toplarken sadece Ortaçağ Fransa’sının değil, Roma ve Yunan tarihini de işin içine katabiliriz; ki bu da kesinlikle “amacımız için gerekli” değildir, çünkü ihtilalin tarihi altyapısını daha sınırlı bir malzemeden faydalanarak da pek tabii anlayabiliriz. O halde bir rüya için malzeme toplarken, bunu mantıklı bir anlam çıkarmamıza yetecek kadar yapmamız yeterlidir.

  9. Daha önce bahsettiğimiz gelişigüzel sınırlama haricindeki malzeme toplama işleminde, araştırmacının seçim şansı yoktur. Toplanan malzeme, tarihsel ya da diğer ampirik malzemelere daima uygulanan prensiplere göre elenir ve gözden geçirilir. Kullanılan yöntem, otomatik şekilde işlemeyen ama büyük ölçüde araştırmacının beceri ve amacına

bağlı olan karşılaştırmalı bir yöntemdir.

  1. Psikolojik bir gerçeğin açıklanmasında psikolojik verinin iki taraflı bir bakış açısına ihtiyacı olduğu unutulmamalıdır: nedensellik ve sonuçsallık. Sonuçsallık kelimesini, erekbilim konseptiyle karıştırılmaması için kasıtlı olarak kullanıyorum. Sonuçsallıkla, özümüzde var olan bir amaç uğruna mücadele etmeyi kastediyorum. “Amaç uğruna mücadele etmek” yerine “amaç sahibi olma” da denebilir. Bütün psikolojik fenomenlerin özünde bu tür bir amaç sahibi olma yatar; duygusal tepkiler gibi tepkisel fenomenlerin bile. Hakaret karşısında duyulan öfkenin amacı intikamdır; yas tuttuğunuzu göstermenin amacı diğerlerinden anlayış görmektir vesaire.

  2. Nedensel bakış açısını rüyayla ilişkili malzemeye uygularken açık rüya içeriğini, malzemeyle ortaya çıkan eğilim ve düşüncelere indirgeriz. Bunlar, tam da tahmin edeceğiniz gibi, basit ve geneldirler. Örneğin genç bir adam rüyasında şunu görür: “Garip bir bahçenin ortasında duruyordum ve ağaçtan bir elma kopardım. Kimsenin beni görmediğinden emin,olmak için dikkatle etrafıma bakındım'.

  3. Bunun çağrıştırdığı rüya-malzemesi, bir keresinde çocukken komşunun bahçesinden gizlice birkaç armut koparılmasıyla ilgili bir anıdır. Rüyanın önemli bir özelliği olan vicdan azabı, ona bir önceki gün yaşanmış bir olayı hatırlatır. Sokakta genç bir bayanla karşılaşmış - öylesine bir tanıdık - ve biraz laflamışlar. Tam o sırada yanlarından tanıdığı bir beyefendi geçmiş ve rüya sahibi, sanki yanlış bir şey yapıyormuş gibi utanarak bayanla konuşmayı kesmiş. Elmayı, Cennet Bahçesi’ndeki sahneyle ve yasak meyveyi yemenin ilk anne-babamız için neden bu kadar vahim sonuçlar doğurduğunu asla anlamadığı gerçeğiyle bağdaştırdı. Bu onu her zaman sinirlendirmişti; Tanrı haksızlık yapıyor gibi geliyordu; çünkü insanları oldukları gibi, tüm merak ve hırslarıyla yaratan kendisiydi.

  4. Bir başka çağrışım da, bazen babasının, hiç anlaşılamaz şekillerde onu cezalandırmış olduğuydu. En kötü ceza da banyo yapan kızları gizli gizli seyrederken yakalandığında verilmişti. Bunun üzerine geçenlerde bir hizmetçiyle aşk yaşamaya başladığını, ama henüz ilişkide sonuna kadar gitmediklerini itiraf etti. Rüyadan bir önceki akşam onunla bir randevusu vardı.

  5. Bu malzemeyi gözden geçirdiğimizde rüyanın en son anlatılan olayla çok açık bir bağlantısı olduğunu görebiliriz. Çağrışımsal malzeme bize, elma hadisesinin erotik bir sahneyle ilgili olduğunu gösteriyor. Başka pek çok nedenlerden ötürü de bu önceki günkü deneyimin rüyada açığa çıkmış olmasının çok muhtemel olduğu söylenebilir. Rüyada genç adam Cennet’ten elma koparır; ama aslında gerçek hayatta henüz koparmamıştır. Rüyayla bağlantılı malzemenin geri kalanı bir önceki gün yaşanan başka bir deneyimle, öylesine bir tanıdık olan bayanla konuşurken rüya sahibinin konuşmayı bırakmasına sebep olan vicdan azabıyla ilgilidir. Bu da yine insanın Cennet’ten kovulmasıyla ve çocukluğunda işlediği, babasının da ağır bir şekilde cezalandırdığı cinsel bir suçla bağlantılıdır. Tüm bu çağrışımlar birbiriyle suçluluk duygusu olmaları sebebiyle ilişkilidir.

  6. Bu malzemeyi öncelikle Freud’un nedensel bakış açısından ele alacağız; başka bir deyişle, Freud’un kendi deyimiyle, rüyayı “yorumlayacağız”. Evvelki günden, giderilmeyen bir arzu vardır. Rüyada bu arzu, elma sembolüyle giderilmiştir. Fakat neden bu giderme açıkça cinsel bir düşünceyle ifade edilmek yerine sembolik bir imge altına saklanmış ve kılık değiştirmiştir? Freud bu malzemedeki suç unsuruna dikkat çeker ve genç adama çocukluğundan beri aşılanan ahlak kavramının, bu tarz arzuları bastırmasına ve bu doğal arzuları acı verici ve uygunsuz olarak damgalamasına sebep olduğunu söyleyecektir. Bastırılmış acı verici düşünce kendisini ancak “sembolik” olarak ifade edebilir. Bu düşünceler bilincin ahlaki içeriğiyle uyumsuz olduğu için, Freud tarafından öne sürülen ve adına sansür denilen psişik bir otorite bu arzunun bilince şekil değiştirmeden geçmesine engel olur.

  7. Bir rüyayı sonuçsallık bakış açısıyla incelerken, ki ben bunu Freud’un nedensellik bakış açısından farklı görüyorum, rüyanın nedenlerini inkar etmeyiz; daha çok rüyayla ilgili toplanan çağrışımsal malzemeyi daha farklı yorumlarız. Malzeme gerçekleri aynı kalır; ama bu gerçeklerin değerlendirildiği kriter farklıdır. Soru basitçe şu şekilde formüle edilebilir: Bu rüyanın amacı nedir? Nasıl bir etki bırakmaya çalışmıştır? Bu sorular her psişik etkinliğe uygulanabildiklerine göre rastgele sorular değildirler. “Neden” ve “niçin” soruları her yerde sorulabilir; çünkü her canlı, amaçsal kasti işlevlerle örülmüştür ve bu örülü ağdaki işlevlerin her biri farklı yönelimleri olan olgulara ayrılabilir.

  8. Rüyanın bir önceki günün cinsel deneyimine eklediği malzemenin, cinsel eylemle ilgili duyulan suçluluk duygusunu vurguladığı açıktır. Aynı çağrışım, evvelki gün yaşanan başka bir deneyimde de kendini göstermiştir; genç adamın sanki o anda bile yanhş bir şey yapıyormuş gibi otomatik ve açıklanamaz bir şekilde vicdan azabı duyduğu, tanıdık bayanla karşılaşma sırasında. Bu duygunun da rüyada bir rolü var; ayrıca bu duygu ek bir malzeme, yani Cennet’ten kovulma hikayesi ve ciddi cezalandırmaların ortaya çıkmasından önce yaşanan cinsel deneyimle de derinleşiyor.

  9. Rüya sahibinin bilinçdışında, cinsel deneyimlerini suç olarak gösterme arzu ve eğilimi olduğunu düşünüyorum. Rüyanın, Cennet’ten kovulmayla ve genç adamın neden bu kadar ciddi bir ceza verildiğini hiç anlamamasıyla bağdaştırılması da belirleyici bir özellik. Bu çağrışım, genç adamın neden şunu düşünmediğine de ışık tutuyor: “Yaptığım şey doğru değil”. Besbelli ki genç adam, davranışının ahlaki açıdan yanhş olduğunu söyleyebileceğini bilmiyor. Durum gerçekten de bu. Bilinçli inanışına göre davranışında ahlaki açıdan hiçbir sorun yok; çünkü bütün arkadaşları da aynı şekilde davranıyor. Ayrıca bu konunun neden bu kadar sorun edildiğini de hiçbir şekilde anlayamıyor.

  10. Şimdi, bu rüyanın anlamlı ya da anlamsız mı olduğu çok önemli bir soruya, asırlardır süregelen ahlaki bakış açısının anlamlı mı yoksa anlamsız mı olduğu sorusuna verilecek cevaba bağlı. Bu sorunun felsefi tartışmalarına girmek istemiyorum ama insanlığın bu ahlak kurallarını oluşturmak için pek çok güçlü sebebi olduğunu düşünüyorum; aksi takdirde insanoğlunun en güçlü arzularına neden bu tarz sınırlamalar getirildiğini anlamak tamamen imkansız olur. Eğer bu gerçeğin hakkını verirsek rüyanın anlamlı olduğunu söylememiz gerekir; çünkü rüya genç adama, cinsel davranışlarına ahlaki açıdan bakması gerektiğini gösteriyor. ilkel kabilelerin cinsellikle ilgili bazı açılardan aşırı katı yasaları vardır. Bu da cinsel ahlakın psikenin daha yüksek katmanlarında ihmal edilemeyecek bir unsur olduğunu ve kesinlikle dikkate alınması gerektiğini kanıtlar. Söz konusu durumda, arkadaşlarını örnek almış olan genç adamın, insanın isteyerek ya da istemeden kendi yarattığı ahlaki kurallara karşı ahlaken sorumlu olduğunu umursamaksızın, cinsel arzularına düşüncesizce boyun eğdiğini söylemek zorundayız.

  11. Bu rüyada bilinçdışının dengeleyici bir özelliğini görüyoruz. Bilinçli hayatta çok az değer verilen bu düşünce, heves ve eğilimler uyku halindeyken, yani bilincin işlevi büyük ölçüde devre dışıyken, kendiliğinden harekete geçer.

  12. Burada hiç şüphesiz şu soru sorulabilir: eğer rüya sahibi rüyayı anlamıyorsa, bunun ona ne faydası var?

  13. Buna cevap olarak anlamanın özellikle zihinsel bir işlem olmadığını söylemeliyim; çünkü tecrübelerin de gösterdiği üzere, bir insan zihinsel olarak hiçbir şekilde anlam veremediği pek çok şeyden etkilenebilir ya da bunlara inanabilir. Sadece okurlarıma dini sembollerin etkisini hatırlat-

mam gerekiyor.

  1. Yukarıdaki örnek, rüyaların “ahlaki” bir işlevi olduğunu düşündürebilir. Bu durumda öyle gözükmekte; fakat rüyanın, belirli bir anın eşikaltı malzemesini içerdiğini hatırladığımızda sadece bir “ahlaki” işlevden bahsedemeyiz. Çünkü davranışları ahlaka uygun insanların gördüğü rüyalar, kelimenin tam anlamıyla “ahlaksız” olarak tarif edilebilecek bir malzeme açığa çıkarabilir. Bu yüzden Aziz Augusti- nus, Tanrı onu gördüğü rüyalardan sorumlu tutmadığı için memnun olmuştur. Bilinçdışı, o anda bilinmeyendir; bu yüzden rüyaların belirli bir anın bilinçli psikolojik durumuna, tamamen farklı bir bakış açısı için gereken şeyleri eklemesine şaşırmamak gerekir. Rüyaların bu işlevinin psikolojik bir ayarlama, eylemleri uygun şekilde dengeleyebilmek için gerekli bir telafi yöntemi olduğu açıktır. Bilinçli bir değerlendirme sürecinde doğru çözümü bulabilmek için bir sorunun bütün yönlerinin ve sonuçlarının farkında olmamız gerekir. Bu süreç aşağı yukarı bilinçsiz uyku durumunda da kendiliğinden devam eder ve tecrübelerin de gösterdiği gibi bütün bu yönler rüya sahibine, gün içinde yeteri kadar dikkat etmediği ya da tamamen görmezden geldiği şeylermiş gibi gelir - başka bir deyişle nispeten farkında olmadığı şeyler gibi.

  2. Çoğunu tartıştığımız rüya sembolizmine dönecek olursak, rüyanın değerlendirmesi nedensel bakış açısından yahut sonuçsal bakış açısından ele alınmasına göre değişiklik gösterir. Freud’un nedensel yaklaşımı bir arzu ya da ihtirastan, yani bastırılmış rüya-arzusundan başlar. Bu ihtiras her zaman, nispeten basit ve temel bir şeydir ve pek çok şekilde kılık değiştirerek kendini gizleyebilir. Bu durumda söz konusu genç adam rüyasında bir anahtarla bir kapıyı açması gerektiğini, bir uçakta uçtuğunu ya da annesini öptüğünü de görebilirdi. Bu bakış açısından bakıldığında bunların tümü aynı anlama gelebilir; çünkü Freud ekolünün daha sıkı taraftarları - kötü bir örnek vermek gerekirse - rüyadaki bütün uzun nesneleri fallik semboller, bütün yuvarlak ve delik nesneleri de dişil semboller olarak yorumlama noktasına gelmişlerdir.

  1. Sonuçsallık bakış açısından ele alındığında bir rüyadaki şekillerin her birinin kendine özgü bir değeri vardır. Örneğin genç adam elma sahnesi yerine anahtarla bir kapıyı açması gerektiğini görseydi, bu rüya-imgesi muhtemelen daha farklı bir çağrışım malzemesi ortaya çıkaracak, bu malzeme de bilinçli durumu elma sahnesiyle bağlantılı olan malzemeden daha farklı bir şekilde destekleyecekti. Bu bakış açısından bakıldığında işin önemi rüyadaki sembolik ifadelerin çeşitliliğinde yatıyor; bu ifadelerin anlam birliğinde değil. Nedensel bakış açısı, doğası gereği anlam birliğine, yani sembollerin değişmez olduğuna yönelir. Öte yandan sonuçsal bakış açısı, değişikliğe uğramış rüya-im- gelerinde değişikliğe uğramış bir psikolojik durum algılar. Sembollerin değişmez bir anlamı olduğuna inanmaz. Bu bakış açısında bütün rüya-imgeleri kendi içlerinde anlamlıdır. Her birinin kendi içinde özel bir anlamı vardır ve aslında rüyanın içinde olmalarını da buna borçludurlar. Önceki örneğimize dönecek olursak, sonuçsal bakış açısından bakıldığında rüyadaki sembol bir kinayeye benzemektedir: bir şey saklamaz, bir şey öğretir. Elma sahnesi, ilk ana-ba- bamızın davranışını taklit ederken aynı zamanda suçluluk duygusunu da capcanlı bir şekilde anımsatır.

  2. Benimsediğimiz bakış açısına bağlı olarak rüyaları çok farklı yorumlayabileceğimiz açık. Bu durumda ortaya çıkan soru şu: Hangisi daha iyi ya da daha doğru bir yorum olur? Ne de olsa biz psikoterapistler için rüyaların anlamlarını yorumlamak sadece teorik değil aynı zamanda pratik bir gereksinim de. Eğer hastalarımızı tedavi etmek istiyorsak, pratik nedenlerden ötürü, onları etkili bir şekilde eğitebilmek için her türlü fırsatı elde etmeye çalışmalıyız. Daha önceki örnekte de görüldüğü gibi, rüyanın çağrıştırdığı malzeme, genç adamın o ana kadar dikkatsizce gözünden kaçırdığı pek çok şeyi fark etmesine yol açacak bir konuya dokundurmuştu. Ama bunları dikkate almayarak aslında kendi içinde bazı şeyleri gözünden kaçırıyordu; çünkü onun da diğer insanlar gibi bir ahlak standardına ve ahlaka ihtiyacı vardı. Bu durumu hesaba katmadan yaşamaya çalışırken hayatı, sanki iyi koordine edilemiyormuşçasına tek taraflı ve eksikti - tek taraflı ve eksik bir beslenmenin vücutta neden olduğu sonuçların aynısına psişik yaşamda neden olarak. Bir bireyselliği tamamlanmışlık ve özgürlüğü yakalayabilmesi için eğitirken, çok az bilinçli gelişim göstermiş ya da hiç göstermemiş bütün işlevlerin gerçekleşmesini sağlamalıyız. Bu amaca ulaşmak için de, terapötik nedenlerden ötürü, rüya-malzemesinin yaptığı katkının bilinçdışındaki kısımlarına girmeliyiz. Bu da so- nuçsallık bakış açısının, bireyin gelişimine yardımcı olması bakımından büyük önem taşıdığına iyice açıklık getiriyor.

  1. Nedensel bakış açısı, nedenleri sorgulayarak muhakeme yürütmesiyle günümüzün bilimsel ruhuna daha yakındır. Rüya psikolojisinin bilimsel açıklaması olarak Freud’un görüşüyle ilgili pek çok şey söylenebilir. Ama eksiksizliğini tartışmam gerekir; çünkü psike sadece nedensel terimlerle anlaşılamaz, sonuçsal bir görüş de gerektirir. Sade bakış açılarının birleşimi - ki bu, halen üstesinden gelinmeyi bekleyen büyük pratik ve teorik zorluklar sebebiyle hâlâ daha bilimsel açıdan tatmin edici bir şekilde elde edilememiştir - bize rüyaların doğasıyla ilgili tam bir açıklama sunabilir.

  2. Şimdi rüya psikolojisinin, rüyalarla ilgili daha genel bir tartışmanın parçası olan daha başka bazı sorunlarına değinmek istiyorum. Öncelikle, rüyaların sınıflandırılması ile ilgili olarak, bu sorunun ne teorik ne de pratik önemini fazla abartmak istemiyorum. Her yıl bin beş yüzle iki bin arasında rüya incelemekteyim ve bu tecrübelere dayanarak söyleyebilirim ki gerçekten de tipik rüyalar mevcut, fakat çok sık görülmüyorlar. Ayrıca sonuçsal bakış açısından bakıldığında, nedensel bakış açısının sembollere yüklediği değişmez anlamların öneminin çoğunu da kaybediyorlar. Bana öyle geliyor ki rüyalardaki tipik motifler, mitolojideki motiflerle benzerlik göstermeleri sebebiyle oldukça önemliler. Bu mitolojik motiflerin pek çoğu da rüyalarda mevcut; çoğunlukla da tam olarak aynı anlamlara gelecek şekilde. Bu soruna burada tamamıyla değinemeyecek olsam da, tipik rüya motiflerinin mitolojik olanlarla karşılaştırılmasının, - Nietzsche’nin de daha önceden belirttiği gibi - rüya düşüncesinin fılogenetik bakımdan daha yerleşik düşünce biçimi olarak kabul edilebileceğini ortaya çıkardığını vurgulamak isterim. Rüyada elma sahnesinin tipik bir cinsel suçluluk duygusu olarak ortaya çıktığını hatırlayacaksınız. Bu rüyadan çıkarılacak sonuç şudur: “Bu şekilde davranarak yanlış bir şey yapıyorum”. Rüyalar böyle mantıklı ve soyut şekillerde değil, bir kinaye ya da benzetme şeklinde açığa çıkarlar. Bu, süslü ifade şekilleri çok göze çarpan ilkel dillerin de bir özelliğidir. Antik edebiyat eserlerini hatırlayacak olursak, günümüzde soyut yollarla ifade edilen şeylerin o zamanlar benzetme yoluyla ifade ediliyor olduğunu görürüz. Platon gibi bir filozof bile bazı temel fikirlerini bu yolla ifade etmekten çekinmemiştir.

  3. İnsan aklı da, tıpkı beden gibi fılogenetik gelişimin izlerini taşır. Bu nedenledir ki rüyaların mecazlı dilinin, arkaik bir düşünce biçiminin kalıntıları olması ihtimali şaşırtıcı değildir.

  4. Aynı zamanda elma hırsızlığı, rüyalarda pek çok farklı şekillerde ortaya çıkan bir rüya motifidir. Ayrıca sadece Cennet Bahçesi hikayesinde değil, tüm zaman ve iklimlere ait sayısız mit ve peri masalında da rastlanabilecek meşhur bir mitolojik motiftir. Herhangi bir zamanda, herhangi bir şekilde kendiliğinden tekrar tekrar oluşabilecek şu evrensel insan sembollerinden biridir. O halde rüya psikolojisi bize, karşılaştırmalı anatominin insan bedeninin kapılarını açması gibi, insan psikesinin gelişimi ve yapısını anlamamıza olanak sağlayacak daha genel bir karşılaştırmalı psikoloji sunmaktadır.

  5. O halde rüyalar, bize mecazlı bir dil vasıtasıyla - yani duyumsal, somut bir hayalle - ya bastırılmış olduklarından ya da sadece gerçekleştirme eksikliğinden dolayı bilinç- dışında kalmış düşünce, yargı, görüş, yönlendirme ve eğilimler iletiyorlar. Tamamen bilinçdışı içerik oldukları ve rüya da bilinçdışından türediği için, bilinçdışı içeriklerin yansımalarını kapsıyorlar. Genel bilinçdışı içeriğinin değil, birbiriyle bir şekilde bağlantılı ve o anın bilinçli durumu tarafından seçilmiş, sadece belirli bir içeriğin yansımasıdır- lar. Bu gözlemin pratikte çok önemli olduğu kanısındayım. Eğer bir rüyayı doğru yorumlamak istiyorsak, o anki bilinç durumunu enikonu bilmemiz gerekir; çünkü rüya bu bilinç durumunun bilinçdışındaki tamamlayıcısını, yani bilincin bilinçdışına attığı malzemeyi içerir. Bu bilgiye sahip olmadan, şanslı bir rastlantı dışında bir rüyayı doğru yorumlamak imkansızdır.

  6. Bir keresinde bir adam, bana ilk kez gelmişti. Bana eğitici her türden şeyle uğraştığını, ayrıca edebi bakış açısından psikanalize de ilgi duyduğunu söyledi. Dediğine göre son derece sağlıklıydı ve hiçbir şekilde hasta gibi görülmemeliydi. Sadece psikanalize olan ilgisini geliştirmeye çalışıyordu. Çalışmıyor olmaktan dolayı çok memnundu ve ilgi alanlarına ayıracak fazlasıyla vakti vardı. Benimle, onu analizin teorik gizleriyle ilgili bilgilendirebilmem için tanışmak istemişti. Bu tarz bir şeyi normal birisiyle yapıyor olmanın benim için çok sıkıcı olduğunu kabul ediyordu; çünkü “deli” insanları daha ilginç buluyor olmalıydım. Birkaç gün öncesinden bana yazıp onu ne zaman görebileceğimi sormuştu. Muhabbet ilerledikçe rüyalar konusuna geldik. Bunun üzerine beni ziyaret edeceği günden önceki gece herhangi bir rüya görüp görmediğini sordum. Gördüğünü söyledi ve şu rüyayı anlattı: “Bomboş bir odadaydım. Hemşireye benzeyen birisi beni aldı ve üzerinde içmem gereken bir şişe mayalı süt bulunan bir masaya oturmamı istedi. Ben Dr. Jung'a gitmek istiyordum ama hemşire bana hastanede olduğumu ve Dr. Jung’un bana ayıracak vakti olmadığını söyledi”.

  7. Rüyanın açık içeriğinden bile, planlanan ziyaretin adamın bilinçdışını canlandırdığı aşikardı. Rüyayla ilgili bana şu çağrışımları söyledi: Boş oda: “Resmi bir bina ya da bir hastanenin bekleme odası gibi soğuk bir resepsiyon. Hastaneye hiç hasta olarak gitmedim”. Hemşire: “İtici bir tipti; şaşıydı. Bana, bir keresinde geleceğimi öğrenmek için gittiğim falcıyı hatırlatıyor. Bir keresinde de hasta olmuştum ve bana hemşire yerine bir kadın papaz bakmıştı”. Bir şişe mayalı süt: “Mayalı süt midemi bulandırır, içemem. Karım her zaman içer ve ben de bunun için onunla dalga geçerim; çünkü insanların sağlıkları için bir şeyler yapmaları gerektiği düşüncesine saplanmış durumdadır. Bir keresinde bir sanatoryumda olduğumu hatırlıyorum - sinir sistemim pek iyi durumda değildi - ve orada mayalı süt içmek durumunda kalmıştım”.

  8. Bu noktada şu patavatsız soruyla araya girdim: O zamandan sonra adamın nevrozu tamamen düzelmiş miydi? Bu sorudan yırtmaya çalıştı ama sonunda nevrozunun hâlâ devam ettiğini ve aslında karısının uzun zamandır beni görmesi konusunda ısrarcı olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Ama kendisini bu konuda bana danışacak kadar gergin hissetmiyordu; ne de olsa deli değildi ve ben sadece delileri tedavi ediyordum. O sadece benim psikoloji teorilerime ilgi duyuyordu falan filan.

  9. Buradan hastanın durumu nasıl çarpıttığını anlayabiliriz. Bana bir filozof ve psikolog kılığında gelmek ve nevrozunun arka planda kalmasını sağlamak açıkça daha çok işine geliyor. Ancak rüyası ona, bunu hiç de hoş olmayan bir durumda gösterip gerçeği söylemesi konusunda zorluyor. Bu acı içeceği yutmak zorunda kalıyor. Falcıyı hatırlaması, benim çalışmalarımı nasıl hayal ettiğini açıkça ortaya koyuyor. Rüyasından da anlayabileceği gibi, bana ulaşmadan önce tedavi görmesi gerekiyor.

  10. Rüya durumu düzeltiyor. Eksik olan malzemeyi veriyor ve bu şekilde hastanın tutumunun gelişmesini sağhyor. Terapilerimizde rüya analizine ihtiyaç duymamızın sebebi de bu.

  11. Bütün rüyaların bu kadar basit olduğu ya da hepsinin bu tarz olduğunu söylemeye çalışmıyorum. Bütün rüyaların, bilinçli içeriği dengelediğine inanıyorum ama kesinlikle bütün rüyalarda dengeleyici özellik bu örnekteki gibi açık olmuyor. Rüyalar bastırılan, ihmal edilen ya da bilinmeyen her şeyi otomatik biçimde ortaya çıkararak psikenin kendi- ni-düzenlemesine katkıda bulunsa da, bunların dengeleyici özelliği hemen anında fark edilemiyor; çünkü insan psike- sinin doğası ve gereksinimleri konusunda hâlâ daha tam bir bilgiye sahip değiliz. Mevcut sorundan çok uzakta gibi görünen psikolojik dengeleyiciler var. Bu gibi durumlarda her insanın, bir anlamda, insanlığın ve tarihin bütününü temsil ettiğini hatırlamalıyız. Genel olarak insanlık tarihinde mümkün olmuş her şey daha küçük bir ölçekte, yani her birey için de mümkün olabilir. İnsanlığın ihtiyaç duyduğu şeye, pek tabii birey de ihtiyaç duyabilir. Bu sebepledir ki dini dengeleyicilerin rüyalarda büyük rolü olması şaşırtıcı değildir. Günümüzde bunun hızla artması, bakış açımızdaki süregelen maddiyatçılığın doğal bir sonucudur.

  12. Rüyaların dengeleyici özelliğinin yeni bir keşif olduğunun ya da yorumlamayı kolaylaştırması için “uydurulduğunun” düşünülme ihtimaline karşın, Daniel’in Kitabı 4. bölümde (10-16) bulunan çok eski ve bilindik bir örnekten bahsedeceğim. Nebukadnezar gücünün doruklarındayken şu rüyayı görmüştü:

...Yatarken gördüğüm görümler şunlar: Dünyanın ortasında çok yüksek bir ağaç gördüm.

Ağaç büyüdü, güçlendi, boyu göklere erişti. Dünyanın dört bucağından görülüyordu.

Yaprakları güzeldi, herkese yetecek kadar bol meyvesi vardı. Yabanıl hayvanlar gölgesinde barınıyor, gökteki kuşlar dallarına tünüyordu. Her canlı ondan besleniyordu.

Yatağımda yatarken gördüğüm görümlerde gökten inen bir gözcü, kutsal bir varlık gördüm.

Yüksek sesle, Ağacı ve dallarını kesin, yapraklarını yolun, meyvesini atın diye bağırdı, Altında barınan hayvanlarla dallarına tüneyen kuşlar kaçsın.

Ama köklerin bulunduğu kütüğü demirle, tunçla çevreleyip yerde, kır otlarının içinde bırakın. Göğün çiyiyle ıslansın, hayvanlarla birlikte yerdeki otlardan pay alsın.

Ondaki insan yüreği değiştirilsin, yerine hayvan yüreği verilsin. Üzerinden yedi vakit geçsin.

  1. Rüyanın ikinci kısmında ağaç kişileştiriliyor; böylece büyük ağacın, rüya gören kralın kendisi olduğu anlaşılıyor. Daniel de rüyayı bu şekilde yorumluyor. Rüyanın açıkça kralın, hikayeye göre gerçek bir psikoza dönüşen megalomanlığını dengelemek anlamına geldiği açık. Rüya sürecini dengeleyici olarak yorumlamak, benim görüşüme göre genel olarak biyolojik sürecin doğasıyla tamamen tutarlı. Freud’un görüşü de aynı doğrultuda; çünkü uykuyu muhafaza etmeleri sebebiyle o da rüyalara dengeleyici bir rol veriyor. Freud rüya sahibini uykusundan uyandıracak bazı dış uyaranların, rüya sahibinde uyuma ya da rahatsız edilmeme arzusunu tetikleyecek şekilde nasıl çarpıtıldığını gösteren rüyalar olduğunu göstermiştir. Aynı şekilde yine Freud’un gösterdiği gibi, güçlü duygusal reaksiyonlara sebep olması muhtemel olan kişisel fikirler gibi içruhsal uyarılmaların, acı verici düşüncelerin değiştirildiği ve güçlü duygusal reaksiyonların imkansız kılındığı bir rüya-ortamına uyacak şekilde saptırıldığı sayısız rüya vardır.

  2. Buna karşın, uykuyu en çok bölen rüyaların - ki bunlar oldukça yaygındır - dramatik bir yapısı vardır. Bu yapı haliyle oldukça duygusal bir durum yaratmayı amaçlar ve bunu o kadar etkili bir şekilde yapar ki bu duygu rüya sahibini uyandırır. Freud bu durumu, sansürün artık acı veren duyguyu bastıramaması olarak açıklar. Bence bu açıklama gerçeklere hakkını vermiyor. Günlük yaşamın acı veren deneyim ve etkinlikleriyle hiç de hoş olmayan şekillerde ilgili olan ve en rahatsız edici düşünceleri en acı verici şekillerde açığa çıkaran rüyalar herkesçe bilinir. Bence burada rüyanın uyku-koruyucu, duygu değiştirici işlevinden bahsetmek haksızlık olur. Bu rüyaların Freud’un görüşünü onayladığını söylemek için olayı tamamen yanlış anlamamız gerekir. Bu, bastırılmış cinsel fantezilerin, açık rüya içeriğinde değiştirilmeden ortaya çıktığı durumlar için de geçerlidir.

  3. Bu sebepledir ki dengeleyici biyolojik işlev kesinlikle doğru olsa da Freud’un rüyaların arzu-giderici ve uyku-koruyucu işlevlerinin bulunduğu görüşünün çok dar olduğu sonucuna varmış bulunmaktayım. Bu dengeleyici işlev uyku durumuyla sadece sınırlı bir şekilde alakalıdır; asıl önemi ayık durumla alakalıdır. Bence rüyalar, ayık durumu dengelerler. Mümkün olan her zamanda uykuyu muhafaza ederler; yani uyku durumunun etkisi altında mecburen ve otomatik olarak işlerler. Ancak işlevleri gerektirdiğinde, yani dengeleyici içeriğin uykuyu engelleyecek kadar güçlü olduğu durumlarda bozulurlar. Dengeleyici bir içerik, kendisinin bilinçli yönelimde hayati bir önemi olduğunda özellikle güçlüdür.

  4. 1907 yılında bilinç ve bölünmüş karmaşalar arasındaki ilişkiyi vurgulamış, ayrıca bunların amaçsal yapılarından da bahsetmiştim. Flournoy da aynı şeyi benden bağımsız olarak gerçekleştirdi. Bu gözlemler sonucunda amaçsal bi- linçdışı dürtülerin varlığı ortaya çıktı. Ancak bilinçdışınm en son yöneliminin, bilinçli amaçlarımızla paralel gitmediğini belirtmemiz gerekir. Genellikle bilinçdışı içerik, bilinçli malzemeyle gözle görülür derecede ters düşer; özellikle de bilinçli durum, bireyin önemli ihtiyaçlarını tehdit edecek bir yöne meylettiğinde. İnsanın bilinçli durumu ne kadar tek taraflı olur ve idealden ne kadar saparsa, büyük ölçüde ters ama amaçsal içeriği olan canlı rüyaların, psike- nin kendini-düzenlemesi olarak ortaya çıkma ihtimali de o kadar büyük olur. Vücudun yaralanma, enfeksiyon ya da anormal durumlara amaçsal bir biçimde tepki göstermesi gibi, psike da doğal olmayan ya da tehlikeli şeylere karşı amaçsal bir savunma mekanizması olarak tepki gösterir. Rüyaları da bu amaçsal reaksiyonlardan biri saymalıyız; çünkü rüyalar bilinçli bir durumda gizlenmiş bilinçdışı malzemeyi çıkarırlar ve bunu bilince sembolik bir formda sunarlar. Zayıf vurguları yüzünden bilinçdışında kalmış ama hâlâ daha uyku durumundayken kendilerini algılanabilir hale getirecek kadar enerjiye sahip tüm o çağrışımlar da bu malzemede bulunur. Doğal olarak rüya içeriğinin amaçsal yapısı, daha fazla araştırma yapmadan dışardan hemen ayırt edilemez. Gizli rüya içeriğinin dengeleyici faktörlerine varmadan önce açık rüya içeriğini incelememiz gerekir. Fiziksel savunma mekanizmalarının çoğu bu açık-olmayana, yani dolaylı yapıya aittir ve bunların amaç- sallığı sadece dikkatli bir araştırmadan sonra anlaşılabilir Bu noktada sadece yüksek ateşin önemini ya da enfekte olmuş bir yaradaki cerahati hatırlatmam yeterli olacaktır.

  5. Psişik dengeleme süreçleri hemen her zaman çok özgündür ve bu da bunların dengeleyici yapılarını ortaya koyma işini daha da zorlaştırır. Bu özellik sebebiyle özellikle de yeni başlayanlar için rüya içeriğinin ne derece dengeleyici olduğunu anlamak çoğunlukla çok zordur. Dengeleme teorisine dayanarak, örneğin hayata karşı çok kötümser bir insanın çok neşeli ve iyimser rüyalar gördüğünü varsayabiliriz. Bu beklenti ancak doğası teşvik ve cesaretlendirilmeye izin veren birisi için geçerli olabilir. Ancak eğer bundan farklı bir yapısı varsa, bu kişinin rüyaları kasıtlı olarak bilinçli yapısından daha karanlık bir özellikte olacaktır. Bundan sonra artık çivi çiviyi sökebilir.

  6. Bu sebepledir ki rüya-dengelemenin türü konusunda kurallar koymak kolay değildir. Yapısı daima bireyin yapısıyla yakından ilgilidir. Dengeleme çeşitleri sayısızdır ve tükenmez; ama deneyim arttıkça bazı temel özellikler yavaş yavaş belirginleşir.

  7. Dengeleme teorisini öne sürerek bunun tek rüya teorisi olduğunu ya da bunun rüya-aleminin bütün fenomenlerini açıkladığını söylemek istemiyorum. Rüya dediğimiz şey inanılmaz karmaşık bir fenomendir; tıpkı bilinç fenomeninin karmaşık ve derin olduğu gibi. Bütün bilinçli fenomenleri arzu-giderme ya da içgüdü teorilerinin bakış açısından anlamaya çalışmak doğru olmaz; ayrıca rüya-fenomeninin bu kadar basit bir açıklaması olması da çok muhtemel değildir. Bilinç dünyasının birey için bilinçdışından çok daha önemli olduğu düşünülse de, rüya-fenomeninin sadece bir dengeleyici olduğunu ve bilincin içeriğinden sonra geldiğini düşünmemeliyiz. Ancak bu görüşün yine de gözden geçirilmesi gerekebilir; çünkü tecrübemiz arttıkça, psikenin yaşamında bilinçdışının işlevinin halen çok az tahminde bulunabileceğimiz bir öneme sahip olduğunu göreceğiz. Bilinçdışının bilinçli psişik yaşantımız üzerindeki etkilerini - o ana kadar varlığı ve önemi göz ardı edilmiş etkileri - her şeyden önce keşfetmemizi sağlayan şey, analitik tecrübelerdir. Yıllardır edindiğim tecrübelere ve yaptığım araştırmalara dayanarak elde ettiğim görüş, bilinçdışının psikenin bütünü üzerindeki öneminin, belki de bilincin öneminden bile daha büyük olduğu yönünde. Eğer bu görüş doğru kabul edilirse, o zaman bilinçdışının işlevinin bilinçli içeriği dengelediği ve onunla ilişkin olduğu düşünülmekle kalmaz, ayrıca bilinçli içeriğin de o an canlandırdığı bilinçdışı içeriğe ilişkin olduğunun düşünülmesi gerekir. Bu durumda hedef ve amaçlara doğru aktif bir yönelim sadece bilincin bir özelliği değil, bilinçdışı için de geçerli olur; böylece bilinçdışı da yönelimli kılavuzluk etme kapasitesine sahip olur. Buna göre rüya olumlu, rehberlik edici bir fikir ya da asıl anlamı o anki canlanmış bilinçli içerikten çok daha üstün bir amaçtır. Bu ihtimal, consensus gentium la karşı karşıya gelmektedir; çünkü tüm zamanlar ve ırklar boyunca süregelen batıl inanışlarda rüya, gerçekleri söyleyen kehanetler olarak kabul edilmiştir. Mübalağaları ve önyargıları da hesaba katarsak, bu tarz yaygın görüşlerde her zaman bir parça doğruluk payı olmuştur. Maeder, ileriye yönelik-nihai önemiyle ilgili olarak rüyaların, gerçek çelişki ve sorunlara çözüm bulma yolunu açan ve bu çözümü el yordamıyla seçilmiş sembollerle göstermeye çalışan amaç- sal bilinçdışı bir işlevi olduğunu özellikle vurgulamıştır.

  8. Rüyaların ileriye yönelik ve dengeleyici işlevlerini birbirinden ayırmak isterim. Dengeleyici işlev bilinçle ilintili olduğu düşünülen bilinçdışının, bir gün öncesinin ya bastırılmış ya da bilince ulaşamayacak kadar zayıf olması sebebiyle eşikaltında kalmış tüm unsurlarını bilince ulaştırması anlamına gelir. Bu dengelemeye, psişik organizmanın kendi- ni-düzenlemesi açısından amaçsal denmelidir.

  9. Öte yandan ileriye yönelik işlev, gelecekte kazanmak istenilen bilinçli başarıların öngörülmesidir; bir ön alıştırma ya da taslak, ya da önceden yapılan kaba bir plan gibi. Bunun sembolik içeriği bazen çelişkinin çözümünü belirler. Maeder buna harika örnekler vermiştir. İleriye yönelik rüyaların görüldüğü inkar edilemez. Bunlara kehanet demek yanhş olur; çünkü aslında bunlar tıbbi bir teşhis ya da bir hava tahmininden daha farklı değildir. Şeylerin fiili davranışlarıyla örtüşen ihtimallerin beklentisel bileşimleridir ama her detaylarının tutması gerekmez. Sadece eğer her detayları tutarsa “kehanetten” bahsedebiliriz. Rüyaların ileriye yönelik işlevinin, bilinçli haldeyken öngörebileceğimiz kombinasyonlara üstün gelmesi şaşırtıcı değildir; çünkü rüya eşikaltı unsurların kaynaşmasının sonucudur ve dolayısıyla önemsizlikleri sebebiyle bilincin kaydetmediği bütün algılamaların, düşüncelerin ve duyguların bir bileşimidir. Ayrıca rüyalar, bilinci artık etkin olarak etkileyeme- yen eşikaltı hatıra kalıntılarına da dayanabilir. Bu nedenle teşhis açısından rüyalar, bilince nazaran daha elverişli bir konumdadır.

  10. Bana göre ileriye yönelik işlev, rüyaların önemli bir özelliği olsa da, fazla gözde büyütülmemelidir; çünkü rüyanın, üstün bilgisi sebebiyle, hayatı hata yapmaksızın doğru tarafa yönlendiren bir psikopomp olduğu düşünülebilir. Her ne kadar rüyanın psikolojik anlamını azımsayan insanlar olsa da, rüya analiziyle sürekli meşgul olanların da aynı şekilde gerçek hayatta bilinçdışının önemini azımsama tehlikesi mevcuttur. Ancak daha önceki tecrübelere dayanarak, bi- linçdışının öneminin bilincinkine eşit olduğunu düşünmeye hakkımız vardır. Hiç şüphesiz ki bilinçdışının üstün geldiği bilinçli durumlar mevcuttur - bu durumlar bireye genel olarak o kadar iyi uymuşlardır ki bilinçdışı durum ya da canlanma, bireyin asıl durumunu çok daha iyi ifade eder. Ama durum her zaman kesinlikle böyle değildir. Çoğunlukla rüyalar bilinçli duruma, sadece ufacık parçalar katarlar; çünkü bilinçli durum bir yandan gerçekliğe iyi adapte olmuş durumdayken öte yandan da bireyin doğasını şöyle böyle tatmin eder. Rüyayla ilgili olarak, bilinçli durumu ele almaksızın aşağı yukarı özel bir anlam çıkarmak burada uygun olmaz ve bu, sadece bilinçli performansı karmaşıklaştırmak ve bozmaya yarar. Sadece açıkça tatmin edici olmayan ve kusurlu bir bilinçli durum söz konusu olduğunda bilinçdışına daha fazla değer yükleme hakkımız vardır. Bu tarz bir yargıya varmamız için gereken kriter, tabii ki hassas bir sorun doğurur. Bilinçli bir durumun değerinin ne olduğuna, ortak bir bakış açısından karar verilemeyeceğini söylemek gereksizdir. Bunu yapmak için, söz konusu bireyin enikonu araştırılması gerekir ve bireyin karakteriyle ilgili doğru bilgi edinildiğinde bilinçli durumun ne açıdan tatmin edici olmadığına karar verilebilir. Bireysel karakterin önemini vurguladığımda, toplu bakış açısının gerekliliklerinin toptan göz ardı edilmesi gerektiğini söylemeye çalışmıyorum. Bildiğimiz gibi, birey sadece kendisiyle değil, aynı ölçüde toplu ilişkileri vasıtasıyla da şartlanır. Bu yüzdendir ki bilinçli durum aşağı yukarı yeterli olduğunda, rüyanın anlamı basitçe dengeleyici işlevle sınırlı olacaktır. Bu, normal iç ve dış etkenler altında yaşayan normal birey için genel kuraldır. Bu sebeplerden dolayı dengeleyici teorinin doğru formülü verdiğini ve rüyalara psişik organizmanın kendini-düzenleme işlemi içerisinde dengeleyici bir işlev kazandırarak gerçeklere uyum sağladığını düşünmekteyim.

  11. Ancak birey normlardan saptığında, yani bireyin bilinçli durumu hem öznel hem nesnel olarak adapte olmadığında - normal şartlarda - bilinçdışının dengeleyici işlevi, Ma- eder’in bahsettiğim kitaplarda da göstermiş olduğu üzere bilinçli durumu daha öncekinden çok daha iyi, farklı bir yöne götürme yetisi olan yönlendirici, ileriye yönelik bir işlev haline gelir. Nebukadnezar tipi rüyalar da bu kategoride yer alır. Bu tarz rüyalara, özellikle gerçek seviyelerinde yaşamayan insanlarda rastlanır. Bu tarz insanlara sıklıkla rastlandığı da aynı şekilde açıktır. Dolayısıyla sıklıkla rüyaları, onların ileriye yönelik bakış açısından ele alırız.

  12. Rüyaların ele alınması ve kesinlikle göz ardı edilmemesi gereken bir başka tarafı daha vardır. Bilinçli durumunun çevreye uyumluluğu açısından değil de, kendi karakterlerini ifade etme açısından kusurlu pek çok insan vardır. Bunlar, bilinçli durumları ve uyarlanabilir performansları birey olarak kendi kapasitelerini aşan insanlardır; yani gerçekte olduklarından daha iyi ya da daha değerli görünürler. Görünüşteki başarılarının karşılığı asla sadece kendi bireysel başarılarından dolayı değil, büyük ihtimalle toplu önermelerle oluşan dinamikler içinde verilmiştir. Bu insanlar toplu bir idealin etkisi, bazı sosyal avantajların cazibesi ya da toplumun sağladığı destekle doğal seviyelerinin üstüne tırmanmıştır. Dışardan kazandıkları saygı seviyesine içerden ulaşamamışlardır; bu sebeple de tüm bu durumlarda bilinçdışı negatif olarak dengeleyici ya da indirgeyici bir işleve sahiptir. Bu durumlarda indirgeme ya da değerden düşürmenin, kendini-düzenleme konusunda diğer durumlardaki gibi dengeleyici bir çaba sarf ettiği, ayrıca bu işlevin fazlasıyla ileriye yönelik olduğu açıktır (Nebukadnezar’ın Rüyasına bakın), “ileriye yönelik” tanımını yapılandırma, hazırlama ve bileştirme fikirleriyle bağdaştırmak hoşumuza gider; ancak bu indirgeyici rüyaları anlayabilmek için “ileriye yönelik” terimini bütün bu fikirlerden ayırmalıyız; çünkü indirgeyici rüyalar yapılandırıcı, hazırlayıcı ve bileştirici olmanın tam zıttı etkilere sahiptir; daha çok ayrıştırmaya, çözündürmeye, hatta kırmaya ve yıkmaya çalışırlar. Bu, indirgeyici bir içeriğin özümsenmesi, bireyin üzerinde genel olarak yıkıcı bir etki bırakacak demek değildir. Aksine, tüm kişiliğini değil, sadece tutumunu etkileyeceği için bu etki genellikle faydalıdır. Ancak bu ikincil etki bu tarz rüyaların tamamen indirgeyici ve geçmişe yönelik etkiler taşıyan asıl karakterini değiştirmez ve bu sebeple tamamen ileriye yönelik oldukları söylenemez. Tam olarak nitelemek açısından, bunlara indirgeyici rüyalar, ve her ne kadar ikisi de temelinde aynı dengeleyici işleve sahip olsalar da buna uygun düşen işleve bilinçdışının indirgeyici işlevi demek daha iyi olacaktır. Bilinçdışının, aynı hususu bilinçli durumdan her zaman daha fazla sunmadığı gerçeğine kendimizi alıştırsak iyi olur. Bilinçdışı da görüntü ve işlevini bilinçli durum kadar değiştirir - bu da bilinçdışının doğasıyla ilgili somut bir fikir oluşturmanın bu kadar zor olmasının bir başka sebebidir.

  13. Bilinçdışının indirgeyici işlevine dair bildiklerimizi asıl olarak Freud’un araştırmalarına borçluyuz. Onun rüya yorumlaması, bireyin bastırılmış kişisel geçmişiyle ve çocukluk arzularıyla sınırlıdır. Bunun ardından gelen araştırmalar arkaik unsurlarla, bilinçdışındaki kişi-üstü, tarihsel, fılogenetik işlevsel kalıntılarla arada bir köprü vazifesi görür. Bugün rahatça söyleyebiliriz ki, rüyaların indirgeyici işlevi çocuklukta bastırılmış cinsel arzuları (Freud), çocukluğa ait güç isteğini (Adler) ve düşünce, duygu ve içgüdünün kişi-üstü ve arkaik unsurlarını canlandırır. Tamamen geçmişe yönelik yapısıyla bu unsurların yeniden türemesi, çok yüksekte olan bir konumu sarsmak ve bireyi insani hiçliğine ve fizyolojik, tarihsel ve fılogenetik durumlara olan bağlılığına etkili bir şekilde indirgemeye yarar. Her sahte görkem ve büyüklük tezahürü, insanın bilinçli davranışını acımasızca eleştiren ve en acı veren zayıflıklarının tamamını içerecek yıkıcı bir malzeme öne çıkaran rüyanın indirgeyici betimlemesi karşısında eriyip gider. Kimse başlangıçta böyle bir rüyanın ileriye yönelik olduğunu söyleyemez; çünkü rüyadaki her şey, en ince ayrıntısına kadar geçmişe yöneliktir ve rüya sahibinin hayal ettiği ama uzun zamandır gömülü olan bir geçmişe dayandığı görülebilir. Doğal olarak bu, rüya içeriğinin bilinçli içeriği dengeleyici bir özellikte ve sonuç olarak da yönelimli olmasına engel olmaz; çünkü indirgeme eğilimi bazen adaptasyon için çok önemli olabilir. Hastalar çoğunlukla, rüya içeriğinin bilinçli durumlarıyla nasıl bağlantılı olduğunu kendi kendilerine hissedebilirler ve bu, hissedilen bilgiye göre ileriye yönelik, indirgeyici ya da dengeleyici olarak hissedilir. Ama bu her zaman böyle değildir ve genellikle, bilhassa analizin başlarında hasta, malzemesinin analitik araştırma sonuçlarını ısrarla patojenik açıdan yorumlamak üzere karşı konulmaz bir eğilim gösterir.

  14. Bu gibi vakaların, rüyalarını doğru yorumlamaları için bir analistin yardımına ihtiyacı vardır. Bu durum, analistin hastanın bilinçli psikolojisini nasıl yorumladığını özellikle önemli hale getirir. Çünkü rüya analizi sadece, mekanik olarak öğrenilebilecek bir yöntemin pratikte uygulanması değildir. Bütün analitik bakış açısına aşina olmak gerekir ve bu da ancak analistin kendisinin analiz edilmesiyle mümkün olabilir. Bir analistin yapabileceği en büyük hata, hastasının da kendisininkine benzer bir psikolojiye sahip olduğunu varsaymasıdır. Bu yansıtma belki bir sefer doğru çıkabilir; ancak çoğunlukla sadece bir yansıtmadır. Bi- linçdışındaki her şey yansıtılır; bu yüzden analistin, kendi bilinçdışı yansıtmalarının yargılarını gölgelememesi için, bilinçdışının hiç olmazsa en önemli içeriklerinin bilincinde olması gerekir. Başkalarının rüyalarını yorumlayan herkesin, psişik fenomenlerin ne yapılarıyla, ne sebepleriyle, ne de amaçlarıyla ilgili basit ve genellikle bilinen bir teorisinin olmadığını aklında bulundurması gerekir. Bu sebeple, yargıya varmak için genel bir kriterimiz de yoktur. Her türden psişik fenomenin var olduğunu biliyoruz; ama bunların asıl yapılarıyla ilgili kesin bir bilgiye sahip değiliz. Bildiğimiz tek şey şu ki; herhangi bir bakış açısıyla psike üzerine yapılan araştırmalar çok değerli sonuçlar verebilir; ama tüme varabileceğimiz tatmin edici bir teori asla ortaya çıkarmaz. Cinsellik ve arzu teorileri, tıpkı güç teorisi gibi değerli bakış açılarıdır; ancak insan psikesinin derinlik ve zenginliğinin hakkını vermez. Eğer bunu yapan bir teorimiz olsaydı, işte o zaman bir yöntemi mekanik olarak öğrenerek memnun olabilirdik. O zaman bütün iş sadece belirli içerikleri temsil eden bazı işaretleri okumak olur ve bunu yapmak için sadece birkaç semiyotik kural öğrenmemiz bize yeterdi.

Bilinçli duruma dair bilgi edinme ve onu doğru değerlendirme, bir bel ponksiyonu yapmak kadar gereksiz olurdu. Günümüzün çok çalışkan pratisyenleri psikenin, kendisine tek bir bakış açısıyla yaklaşan her türlü yönteme direnç gösterdiğini üzülerek görmüştür. Şu anda eşikaltı oldukları gerçeğinin dışında bilinçdışının içeriklerine dair bildiğimiz tek şey, bilinçle dengeleyici bir ilişki içerisinde oldukları ve bu sebeple de aslında bağıntılı olduklarıdır. İşte rüyaları anlamak istiyorsak bilinçli durum hakkında bilgi sahibi olma gerekliliğinin sebebi de budur.

  1. İndirgeyici, ileriye yönelik ve dengeleyici rüyalar, yorumla- nabilme ihtimalini ortadan kaldırmaz. Basitçe tepkisel-rüya denen bir tür rüya vardır. İnsanlar bu kategoriye, duygusal bir deneyimin tekrarı olan rüyaları koymaya meyildir ve bu rüyaların analizleri, bu deneyimlerin neden bu kadar tıpatıp aynı şekilde tekrarlandığının sebeplerini ortaya koymamıştır. Daha sonra bu deneyimlerin, rüya sahibinin gözünden kaçan sembolik bir yanının da olduğu ortaya çıkmıştır ve sadece bu sembolik yan yüzünden deneyim rüyada tekrarlanır. Ancak bu rüyalar tepkisel değildir; sadece hem psişik, hem de sinir sisteminin fiziksel bir lezyonu olan bir travmaya neden olan nesnel olayları içeren rüyalar tepkiseldir. Bu tarz ciddi şok yaratan vakalar savaş sırasında fazlaca ortaya çıkar ve burada, travmanın belirleyici unsur olduğu pek çok tepkisel rüya bekleyebiliriz.

  2. Travmatik içeriğin sık sık tekrarlanarak yavaş yavaş özerklik kaybetmesi ve bu şekilde psişik hiyerarşide tekrar yerini alması, psikenin genel işlevi için kesinlikle çok önemlidir ancak temelinde travmanın tekrarlanması anlamına gelen bu tarz bir rüyanın dengeleyici olduğu söylenemez. Bu rüyaların psikenin bölünmüş, özerk bir kısmını geri getirdiği açıktır ama sonradan anlaşılacağı üzere rüyada tekrarlanan kısmın bilinçli bir şekilde özümsenmesi, rüyayı belirleyen rahatsızlığa kesinlikle bir son vermez. Rüya sakin sakin “tekrarlamaya” devam eder: Yani artık özerk hale gelmiş olan travma içeriği işlemeye devam eder ve travmatik uyarıcı kendini yok edene kadar da böyle sürer. Bu vuku bulana kadar bilinçli “gerçekleştirme” faydasızdır.

  3. Pratikte bir rüyanın tepkisel mi olduğuna ya da sembolik olarak travmatik bir durumu mu tekrarladığına karar vermek kolay değildir ancak analiz bu sorunu çözebilir; çünkü ikinci durumda, eğer yorum doğruysa travmatik sahnenin tekrarı birdenbire sona erer; ancak rüya analizinin tepkisel tekrarlama üzerinde bir etkisi olmaz.

  4. Ciddi ağrıların rüyanın gidişatını etkilediği patolojik fiziksel durumlarda da benzer tepkisel rüyaların görüldüğünü görürüz. Ancak bana göre bu, bedensel uyarıcının belirleyici unsur olduğu istisnai durumlardır. Bunlar genellikle bilinçdışı rüya içeriğinin sembolik anlatımıyla tamamen birleşirler. Rüyalar sıklıkla bedensel bir hastalıkla psişik bir problem arasında önemli bir bağlantı olduğunu göstermiştir; bu şekilde fiziksel bozukluk psişik durumu doğrudan taklit eden bir anlatım olarak karşımıza çıkar. Bu problemli fenomeni vurgulamaktan ziyade tamamlamak için bu gerçekten bahsediyorum. Ancak bence fiziksel ve psişik arasında kesin bir bağlantı mevcut ve Hıristiyan Biliminin durumunda olduğu gibi bunun önemi bir yandan fiziksel rahatsızlıkların psişik rahatsızlıkların bir anlatımı olarak görülmesi sebebiyle fazlaca abartılırken, öte yandan da hafife alınmakta. Rüyalar, bedenin ve psikenin iç-işleyişlerine ilginç şekillerde ışık tutmaktadır ki ben de bu yüzden bu konuyu burada gündeme getiriyorum.

  5. Bahsedilmeyi hak eden bir diğer rüya belirleyicisi telepatidir. Bu fenomenin doğruluğu günümüzde tartışma götürmez. Elbette telepatinin varlığını inkar etmek, kanıtları incelemezsek çok kolaydır; ancak bu dikkate alınmaya değmeyecek ve bilimsel olmayan bir davranış olur. Antik çağlardan beri bahsedildiği üzere, telepatinin gerçekten de rüyaları etkilediği tecrübemle sabittir. Bazı insanlar bu anlamda özellikle duyarlı ve rüyaları telepatik olarak etkilenmiş durumdadır. Ancak telepati fenomenini kabul ederken, meşhur hareket teorisini onaylamıyor değilim. Bu fenomen elbette var, ama teorisi bana hiç de kolay gibi görünmüyor. Çünkü her bir durumda çağrışımların, ayrıca özellikle ailelerde büyük rol oynadıkları anlaşılan ve bir kimlik ya da etki alanı geniş bir davranış benzerliği olarak açığa çıkan paralel psişik süreçlerin uyuşma olasılıklarını ele almamız gerekir. Aynı şekilde Flournoy’nin özellikle vurguladığı kriptomnezi olasılığını da göz önünde bulundurmalıyız. Bu bazen çok şaşırtıcı fenomenlere sebep olur. Rüyalarda her tür eşikaltı malzeme ortaya çıkabileceği için, kriptomnezinin bazen belirleyici unsur olarak öne çıkması hiç de şaşırtıcı değildir. Pek çok kez telepatik rüyaları inceleme fırsatım oldu. Bunların pek çoğunun telepatik olduğu, analiz sırasında hâlâ bilinmiyordu. Analiz, her rüya analizi gibi öznel malzeme sağladı; dolayısıyla da rüyanın, rüya sahibinin o anki durumuyla bağlantılı bir önemi vardı. Analiz rüyanın telepatik olduğunu gösterebilecek hiçbir şey sağlamadı. Bu zamana kadar analiz vasıtasıyla, telepatik içeriğin hiç şüphesiz çağrışımsal malzemede bulunduğu anlaşılan hiçbir rüyaya rastlamadım (örneğin; gizli rüya içeriğinde). Bu, her zaman açık rüya içeriğinde bulunmuştur.

  6. Genellikle telepatik rüyalar literatüründe, sadece bir yerde ve zaman içerisinde güçlü duygusal bir olayın “telepatik olarak” öngörüldüğü rüyalardan bahsedilir; yani ölüm gibi, insan için önemli bir olayın önceden sezildiği ya da belli bir mesafeden algılandığı ya da en azından daha anlaşılabilir hale getirildiği. Benim gözlemlediğim telepatik rüyaların çoğu bu türdendi. Ancak sadece birkaçı, açık rüya içeriğinin tamamen önemsiz bir şeyi telepatik olarak anlattıkları gerçeğiyle farklılık göstermiştir; örneğin hiç aşina olunmayan ve oldukça sıradan bir insan yüzü, alakasız bir yerdeki bir mobilya düzeni ya da önemsiz bir mektup alınması vs. gibi. Doğal olarak, “önemsiz” dediğimde kastettiğim şey ne alışılageldik sorgulama ne de analizle telepatik fenomeni “meşrulaştıracak” hiçbir içerik keşfedememiş olmamdır. Bu gibi durumlarda insanın aklına “tesadüf "gelmektedir. Ama maalesef bana öyle geliyor ki tesadüf hipotezi her daim bir asylum ignorantiae’dir. Çok tuhaf tesadüflerin gerçekleştiğini hiç kimse inkar edemez; ancak bunların tekrarlanabilme ihtimallerinin olması, bunları tesadüf olmaktan çıkarır. Elbette bunların ardında “doğaüstü” bir şey olduğunu söyleyemem; ama mevcut bilgimizle ulaşamayacağımız bir şey olduğu kesindir. Bu nedenle sorgulanabilir telepatik içeriklerin bile, bütün olasılık beklentileriyle dalga geçen bir gerçeklik niteliği vardır. Her ne kadar bu konularda teorik bir fikirde bulunmayacak olsam da, bunların gerçekliğini anlama ve vurgulamayı doğru buluyorum. Bu bakış açısı rüya analizini daha da zenginleştirmektedir'.

  7. Freud’un rüyanın aslında bir arzu-giderme olduğu görüşüne karşı olarak ben, arkadaşım ve iş ortağım Alphon- so Maeder’le birlikte rüyayı, bilinçdışının fiili durumunun sembolik bir formda kendini-resmetmesi olarak görüyorum. Bu aşamada bizim görüşümüz Silberer’in vardığı sonuçlarla örtüşmekte. Silberer’le hemfikir olmamız, iki tarafın da sonuçları bağımsız çalışmalardan elde etmesi sebebiyle daha da tatmin edici.

  8. Şimdi bu görüş, rüyaların anlamıyla ilgili kesin bir açıklama yapamaması yönünden Freud’un formülüyle zıt düşüyor. Bizim formülümüz basitçe rüyanın bilinçdışı bir içeriğin sembolik temsili olduğunu söylüyor. Bu içeriklerin her zaman bir arzu-giderme olup olmadığı sorusunun ucunu açık bırakıyor. Özellikle Maeder’in başvurduğu araştırmalar, rüyaların cinsel dilinin her zaman somut bir şekilde yorumlanamayacağını göstermiş durumda - ve bu dilin, aslında cinsel bir içerikle her zaman örtüşmeyen el altındaki analojileri doğal olarak kullanan arkaik bir dil olduğunu. Bu sebepledir ki bazı içerikler sembolik olarak açıklanırken, rüyaların cinsel dilini tüm durumlarda tamı tamına olduğu gibi ele almak yersiz olur. Ancak cinsel metaforları bilinmeyen bir şeyin sembolleri olarak ele aldığınızda, rüyaların doğasına dair düşünceleriniz anında derinleşiyor. Maeder bunu, Freud’dan aldığı pratik bir örnekle göstermiştir. Rüyaların cinsel dili somut olarak anlaşıldığı sürece, sadece doğrudan, dışarıya doğru ve belirli bir çözüm olabilir; yoksa hiçbir şey yapılamaz - kişi kendini başkasının kökleşmiş korkaklığına ya da tembelliğine fırsatçı bir şekilde teslim eder. Problem gerçekçi bir şekilde anlaşılamaz ve gerçekçi bir bakış açısı geliştirilemez. Ancak somut kavram yanılgısı bırakıldığında bu durum hemen tersine döner; yani hasta rüyanın bilinçdışı cinsel dilini tamı tamına olduğu gibi ele almayı ve rüya-fıgürlerini gerçek kişiler olarak yorumlamayı bıraktığında.

^07 Tıpkı dünyanın kendi gördüğümüz gibi olduğunu düşünmemiz gibi, insanların da onları hayal ettiğimiz gibi olduklarını düşünürüz. Ne yazık ki bu ikinci durumda algı ve gerçeklik arasındaki uyuşmazlığı kanıtlayacak bilimsel bir deney mevcut değil, insanlar konusundaki bariz yanılgı ihtimali fiziksel dünya algımızdakinden çok daha büyük olsa da, kendi psikolojimizi safça diğer insanlara yansıtırız. Bu şekilde herkes kendisine, tamamen yansıtma üzerine kurulu bir dizi hayali ilişki yaratır. Nevrotikler arasında hayali yansıtmaların insan ilişkisinin tek anlamı olduğu vakalar bile vardır. Sadece kendi yansıtmalarımla algıladığım kişi bir imagodur, ya da imgeler ve semboller taşıyan biri. Bilinçdışımızdaki tüm içerikler sürekli olarak etrafımıza yansıtılmakta ve sadece nesnelerin bazı özelliklerini yansıtma ve imge olarak kabul ettiğimizde onları nesnelerin gerçek özelliklerinden ayırt edebiliyoruz. Ancak bir nesnenin özelliğinin yansıtma olduğunun farkında değilsek, bu özelliğin gerçekten de nesneye ait olduğunu safça kabul etmekten başka bir şey yapamayız. Bütün insan ilişkileri bu yansıtmalarla doludur; kişisel hayatında bunu göremeyen birinin, dikkatini savaş zamanı basın psikolojisine çevirmesi gerekir. Cum grano salis, açık edilmemiş hatalarımızı daima düşmanımızda görürüz. Bunun en güzel örnekleri kişisel münakaşalarımızda görülür. Alışılmadık seviyede bir kişisel farkındalığa sahip olmadığımız sürece yansıtmalarımızın niyetlerini asla anlamayız ama onlara direnmemeliyiz; çünkü doğal durumunda seyreden akıl, bu yansıtmaların varlığını öngörür. Bilinçdışı içeriğin yansıtılması doğal ve normal bir şeydir. Nispeten ilkel bir insanda yansıtma, Levy-Bruhl’un uygun bir biçimde “mistik kimlik” ya da “mistik katılım” olarak adlandırdığı, nesneyle o karakteristik ilişkiyi yaratır. Bu nedenle, günümüzde ortalamanın üstünde yansıtmacı olmayan normal bir insan, çevresine genel bir yansıtmalar sistemi ile bağlıdır. Her şey yolunda gittiği sürece bu ilişkilerin zorlanmalı, yani “sihirli” ya da “mistik” karakterinden tamamen bihaberdir. Ancak paranoyak bir bozukluk başladığında bu bilinçdışı ilişkiler, genellikle normal durumda bu yansıtmaların içeriğini oluşturan aynı bilinçdışı malzemeyle süslenmiş pek çok zorlanmalı bağa dönüşür. Libido iyi şekilde ya da dünyayla uygun birer köprü olarak kullanabildiği sürece bu yansıt-

malar hayatı pozitif yönde hafifleteceklerdir. Ancak libido başka bir yola sapar sapmaz ve bu amaçla bir önceki yansıtma köprülerine geri gitmeye başlar başlamaz akla gelebilecek en büyük engeller halini alacaklardır; çünkü eski nesneden kopmayı etkili bir şekilde engelleyeceklerdir. Bu durumda kişinin, libidosunu ondan koparmak için elinden geldiğince bir önceki nesnenin değerini düşürmeye çalıştığına tanık olacağızdır. Ancak önceki kimlik, öznel içeriklerin yansıtılmasından kaynaklandığı için tam ve son kopma, yani kendini nesnede yansıtan imago, anlamıyla birlikte özne durumuna geldiğinde gerçekleşebilir. Bu yenilenme ancak yansıtılan içeriğin bilinçli bir şekilde tanınması, yani nesnenin “sembolik değerinin” anlaşılmasıyla elde edilir.

  1. Bu yansıtmaların sıklığı, gerçek anlamlarının asla okuna- madığı olgusu kadar kesindir. Hal böyle olunca, saf bir kişinin daha en baştan rüyasında Bay X’i görünce, rüya-im- gesinin gerçek Bay X’le aynı kişi olduğunu düşünmesi şaşırtıcı değildir. Bu, sıradan, eleştirel olmayan ve bu nesneyle nesneye ait olan fikir arasında hiçbir ayrım yapmayan bilinçli tutumla tamamen uyum içinde bir varsayımdır. Ancak eleştirel bir bakış açısıyla bakıldığında rüya-imge- sinin nesneyle çok harici ve sınırlı bir bağlantısının olduğu inkar edilemez. Gerçekte rüya-imgesi kendine şekil vermiş bir psişik unsurlar karmaşasıdır - bazı dış uyarıcıların etkisi altında olsalar da. Bu yüzden de temel olarak özneye has öznel faktörler içerirler ve genellikle gerçek nesneyle çok az ilgileri vardır. Bir başka insanı, kendimizi anladığımız ya da anlamaya çalıştığımız gibi anlarız. Kendimizde anlamadığımız şeyi başkasında da anlamayız. Bu nedenle onun imgesi çoğunlukla öznel olacaktır. Bildiğimiz gibi, çok yakın bir arkadaşlık bile nesnel bilgiyi garanti etmez.

  2. O halde Freud ekolünün yaptığı gibi rüyanın açık içeriğinin “gerçekdışı” ve “sembolik” olduğunu kabul eder, rüyada kilisedeki bir çan kulesi görüldüğünde aslında bunun penis anlamına geldiğini söylersek, o halde rüyanın genellikle cinsel içerikli olduğunu ama her zaman söylenmek istenenin o olmadığını, aynı şekilde rüyada genellikle babanın görüldüğünü ama aslında bunun rüya sahibi olduğunu da söyleyebiliriz, imgeler, zihnimizin bileşenleridir ve eğer rüyalarımız bazı düşünceler doğuruyorsa, bu düşünceler aslında kendi varlığımızın dokunduğu bizim kendi dü- şüncelerimizdir. Kendilerini dış sebeplerden ötürü değil de psikemizin en samimi telkinleri sebebiyle rüyalardaki gibi gruplayan ve şu ya da bu anlamı ifade eden öznel faktörlerdir. Esasında bütün rüya-çalışması özneldir ve rüya, rüya sahibinin kendisinin sahne, oyuncu, suflör, yapımcı, senarist, izleyici ve eleştirmen olduğu bir tiyatrodur. Bu basit gerçek, rüyanın anlamıyla ilgili olarak benim öznel seviyede yorumlama dediğim bir algının temelini oluşturur. Terimin de ifade ettiği gibi böyle bir yorumlama, rüyadaki her bir figürü rüya sahibinin kişiliğini temsil eden unsurlar olarak ele alır.

  3. Bu görüş önemli ölçüde dirençle karşılaşmıştır. Bir argüman biraz önce bahsettiğimiz Bay X’le ilgili saf varsayıma baş vurur. Bir diğer argüman ise prensip sorununa dayanır: Hangisi daha önemlidir, “nesnel seviye” mi, yoksa “öznel seviye” mi? Öznel seviyenin teorik olma ihtimaline karşı gerçekten de hiçbir itirazda bulunamam. Ama ikinci sorun gözle görülür derecede daha zordur; çünkü bir nesnenin imgesi bir taraftan öznel olarak oluşturulurken, bir diğer taraftan da nesnel olarak koşullandırılır. Nesneyi kendi içimde yaratırken öznel olduğu kadar nesnel olarak da belirlenen bir şey üretirim. Verilen durumda hangi tarafın ağır bastığına karar vermek için öncelikle imgenin öznel anlamı için mi yoksa nesnel anlamı için mi üretildiğinin gösterilmesi gerekir. Bu sebeple rüyamda eğer çok önemli bir sebeple bağlı olduğum bir insan görürsem nesnel seviyede yapılacak bir yorum gerçeğe diğerinden kesinlikle daha yakın olacaktır. Ancak eğer rüyamda gerçekte benim için hiç de önemli olmayan birini görürsem, o zaman öznel seviyede yapılacak bir yorum gerçeğe daha yakın olur. Yine de rüya sahibinin bu önemsiz insanı hemen güçlü bir duygu ya da arzuyla bağlı olduğu biriyle bağdaştırması muhtemeldir - aslında pratikte bununla sıkça karşılaşılır. Eskiden şöyle denirdi: Önemsiz figür rüyada kasıtlı olarak, diğer figürün ızdırabını gizlemek için öne çıkmış durumda. Bu durumda ben de doğanın izini takip eder ve şöyle derim: Rüyada bu oldukça duygusal hatıranın yerini önemsiz Bay X figürü almış; bu yüzden de öznel seviyedeki bir yorumlama gerçeğe daha yakın olacaktır. Hiç şüphesiz, rüyanın gerçekleştirdiği yer değişimi acılı bir hatıranın bastırılması anlamına gelmektedir; ama bu hatıra bu kadar kolayca bir kenara atılabiliyorsa o kadar da önemli olamaz. Bu ikame, bu şahsi duygunun kendisinin kişiliksizleştirilmesine izin verdiğini gösteriyor. Bu sebeple bunun ötesine geçebilirim ve rüya tarafından “bastırma” olarak elde edilen kişiliksiz- leştirmeyi görmezden gelerek tekrar o şahsi ve duygusal duruma geri dönmeyeceğim. Acı verici figürün önemsiz birisiyle yer değiştirmesini, evvelki şahsi duygunun kişiliksizleştirilmesi olarak ele almakla doğru şeyi yaptığımı düşünüyorum. Bu şekilde duygu, ya da libidonun hepsi kişiliksiz duruma gelmiş ve nesneye duyduğu şahsi bağdan kurtulmuş oluyor. Ben de artık evvelki gerçek çelişkiyi öznel alana taşıyabilir ve bunun ne derece öznel bir çelişki olduğunu anlamaya çalışabilirim. Daha net olmak adına bunu kısa bir örnekle açıklamak isterim.

  4. Bir keresinde bir Bay A. ile kişisel bir anlaşmazlık yaşadım ve bu anlaşmazlık sırasında hatanın benden çok onda olduğu sonucuna vardım. Bu sıralarda şu rüyayı gördüm: Bir konuyla ilgili olarak bir avukata danıştım ve avukatın bu danışmanlık için beş bin franktan daha fazla bir ücret talep etmesi üzerine şaşakaldım - ki buna şiddetle karşı çıktım.

  5. Avukat öğrencilik günlerimden kalan önemsiz bir anıydı ama öğrencilik dönemim önemliydi; çünkü o sıralarda pek çok tartışma ve sürtüşme yaşamıştım. Duygularımın depreşmesiyle birlikte avukatın nezaketsiz davranışını Bay A.’nın kişiliğiyle ve süregelen çekişmeyle bağdaştırdım. Artık nesnel seviyeye gelebilir ve şunu söyleyebilirdim: Bay A. avukatın arkasına saklanıyor; bu yüzden Bay A. benden çok fazla şey istiyor. Kendisi haksız. Bu rüyadan kısa bir süre önce yoksul bir öğrenci benden beş bin frank borç istemişti. Bu da (bağdaştırmayla) gösteriyor ki Bay A. yardıma muhtaç, yetersiz ve yoksul bir öğrenci; çünkü çalışmalarının henüz başında. Böyle bir insanın taleplerde bulunma ya da fikir sahibi olma hakkı yoktur. O halde bu, arzu-gidermedir: rakibim kibarca değersizleştirilir ve bir kenara itilir; böylece benim iç huzurum korunmuş olur. Ama gerçekte, çok kuvvetli bir duygu ve avukatın cüretine karşı duyduğum öfkeyle uyandım. Yani “arzu-giderme” ile bir nebze bile rahatlamamıştım.

  6. Avukatın ardında Bay A. ile yaşadığım tatsız olayın olduğuna hiç şüphe yok. Ancak rüyanın, öğrencilik günlerimden kalan o önemsiz hukukçuyu bulup çıkarması gerektiği çok önemlidir. “Avukatı” davayla, haklı olmakla, kendini üstün görmeyle, dolayısıyla da doğru ya da yanlış uğruna mücadele ederek en azından kendim için üstünlük kılıfını elde edebilmek adına kendi tezlerimi ısrarla, inatla, bilmiş- likle savunduğum öğrencilik anılarımla bağdaştırıyorum. Öyle inanıyorum ki bütün bunlar Bay A. ile yaşadığım sürtüşmede rol oynadılar. Sonradan anlıyorum ki o aslında benim; o, benim şu ana uyum sağlayamamış ve tıpkı eskiden yaptığım gibi çok fazla talepleri olan - bir başka deyişle benden çok fazla libido çıkaran - bir parçam. O halde biliyorum ki Bay A. ile yaşadığım sürtüşme sonlanamaz; çünkü benim içimdeki bilmiş tartışmacı, hâlâ daha bu sürtüşmenin haklı bir “sonuca” vardığını görmek isteyecek.

  7. Rüyaların arzu-giderme olduklarını kanıtlamak gibi bir

derdim olmadığı için nesnel seviyedeki yorum verimsiz olsa da bu yorum bence beni anlamlı bir sonuca götürdü. Eğer bir rüya bana ne tarz bir hata yaptığımı gösterirse, bana davranışımı düzeltme fırsatı da verir ki bu bir avantajdır. Doğal olarak bu tarz bir sonuç ancak öznel seviyede yapılacak bir yorumlamayla elde edilebilir.

  1. Öznel seviyede yorumlama bu gibi durumlarda ne kadar aydınlatıcıysa, çelişkinin içeriği ve sebebi son derece önemli bir ilişki olduğunda o kadar değersizdir. Bu durumda rüya figürü gerçek nesneyle ilgili olmalıdır. Aktarımın probleme dahil olduğu durumlar haricinde kriter, her zaman bilinçli malzemeden çıkarılabilir. Aktarım yargının çarpıtılmasına kolayca sebep olabilir; böylece analist bazen tamamen gerekli bir Hızır gibi yetişen biri ya da gerçeklik için eşit derece gerekli bir destek olarak görülebilir. Hasta açısından zaten öyledir. Kendisinin, hastanın ne derece gerçek bir problemi olduğuna karar vermek analiste bırakılmalıdır. Nesnel seviyede yorumlama monoton ve verimsiz olmaya başlar başlamaz, analist figürünü hastaya ait yansıtılan içeriklerin bir sembolü olarak görmeye başlama zamanıdır. Eğer analist bunu yapmazsa sadece iki alternatifi vardır: Aktarımı çocukluk arzularına indirgeyerek değersizleştirir ve dolayısıyla yok eder ya da bunun gerçekliğini kabul eder ve bazen hastanın bilinçdışı direncine rağmen kendini hasta için feda eder. Bu iki tarafa da fayda sağlamaz ve analist her zaman kötü sonuç alır. Ama eğer analist figürünü öznel seviyeye geçirmek mümkün olursa bütün yansıtılan içerik hastaya asıl değerleriyle birlikte geri yüklenir. Yansıtmaların geri çekilmesine dair bir örnek, 7.wei Schriften über Analytische Psychologie^ adlı eserimde bulunabilir.

  2. Bence analistlik yapmayan biri “öznel” ve “nesnel” seviyelerin bağıntılı faydalarını tartışmakta hiçbir fayda gör-

  1. Par. 206 vd. Aktarım sırasındaki yansıtmalarla ilgili olarak “Psychologie der Ubertragung” başlıklı yazıma başvurabilirsiniz, dizin, “aktarım” ve “yansıtma” maddeleri.

meyecektir. Ancak rüya sorununun ne kadar derinlerine girersek, pratik tedavinin teknik yönlerini o kadar daha fazla dikkate almamız gerekir. Bu anlamda zorunluluk, aslında keşiflerin temelidir; çünkü analist tekniklerini, en zor vakalarda bile fayda sağlayabilecek şekilde sürekli olarak geliştirmek zorundadır. Bizler bunu, bizi günlük inançlarımızın temellerini sarsan görüşler oluşturmaya zorlayan, hastaların günlük tedavileri sonucu ortaya çıkan zorluklara borçluyuz. Her ne kadar bir imagonun öznel olduğunu söylemek doğru olsa da, bunun bazı kulaklara hiç de hoş gelmeyen bir nevi felsefi bir yanı da vardır. Bunun sebebi daha önce söylenen, saf zihnin imagoyu ilk önce nesneyle özdeşleştirmesinden anlaşılır. Bu varsayımı rahatsız eden her şeyin, bu sınıfa dahil insanlar üzerinde rahatsız edici bir etkisi olacaktır. Öznel bir seviye fikri de onlar için aynı şekilde iticidir; çünkü bu fikir, bilinçli içeriklerin nesnelerle birebir aynı olduğuna dair o saf varsayımı rahatsız etmektedir. Savaş zamanımeydana gelen olayların göstermiş olduğu gibi, düşünce yapımız düşmanımızı yargıladığımız o saflıkla farklılık gösterir ve düşmanımız hakkındaki yargılarımızda farkında olmadan kendi kusurlarımızı açığa çıkarırız: Kendi kabul edemediğimiz hatalarımızdan dolayı düşmanı suçlarız. Her şeyi ötekinde görürüz, ötekini eleştirir ve ayıplarız, hatta ötekini geliştirmek ve eğitmek bile isteriz. Bu önermeyi kanıtlamak için vaka örnekleri sunmama gerek yok; en ikna edici kanıt günlük gazetelerde bulunabilir. Ancak birey içinde büyük ölçekte olan her şeyin küçük ölçekte de olabileceği açıktır. Düşünce yapımız halen o kadar ilkeldir ki sadece bazı belirli özellik ve bölgeler nesneyle gerçekleşen mistik özdeşleşmeyi aşabilmiş durumdadır. İlkel insanın kendi-farkındalığı minimum seviyede, nesnelere duyduğu bağlılıksa maksimum seviyededir; bu yüzden de nesne onun üzerinde doğrudan büyülü bir zorlanım gerçekleştirebilir. Bütün ilkel büyü ve dinler, bilinçdışı içeriğin nesneye yansıtıldığı bu büyülü bağlanmalar üzerine kuruludur. Kendi-farkındalığı bu asıl özdeşlik durumundan yavaş yavaş gelişti ve özneyle nesnenin farklılaşmasıyla kol kola ilerledi. Bu farklılaşmayı, ilk başlarda safça nesneye atfedilen bazı özelliklerin aslında öznel içerikler olduklarının fark edilmesi takip etti. Antik çağlardaki insanlar her ne kadar kırmızı papağan ya da timsahlarla kardeş olduklarına artık inanmasalar da, büyülü fantezilerle kuşatılmış durumdaydılar. Bu anlamda Aydınlanma Çağma kadar hiçbir gerçek ilerleme kayde- dilemedi; ama herkesin bildiği gibi kendi-farkındalığımız hâlâ daha aktüel bilgimizin çok çok gerisindedir. Bir şeylerin bizi kızdırmasına izin verdiğimizde, bizi kızdıran şeyin tamamen bizim dışımızda, bizi kızdıran şey ya da insanda olduğunu düşünmeyelim. Bu şekilde onlara bizi kızgın konuma getirme, hatta muhtemelen uykusuzluk ya da hazımsızlığa sebep olma gücü veririz. Daha sonra ise arkamızı döner ve suçlu nesneyi tereddüt etmeden suçlarız ama aslında bütün bu zaman içinde kendi kendiliğimizin, bizi öfkelendiren nesneye yansıttığımız bilinçdışı bir parçasına hiddetleniyoruzdur.

  1. Bu tarz yansıtmalar çok fazladır. Bazıları olumludur ve libidoyu hafifletmek için köprü görevi görürler. Bazılarıysa olumsuzdur ama bunlar pratikte asla engel olarak görülmezler çünkü olumsuz yansıtmalar genellikle yakın ilişkiler çemberimizin dışında yer alırlar. Nevrotik bu konuda bir istisnadır: Bilinçli ya da bilinçsiz olarak nevrotik, yakın çevresiyle o kadar derin bir ilişki içindedir ki, olumsuz yansıtmaların bile en yakınındaki nesnelere yönelmesine ve çelişkiler doğurmasına engel olamaz. Bu sebeple - eğer iyileşmek istiyorsa - ilkel yansıtmalarının iç yüzünü anlamaya, normal bir insandan daha fazla mecbur bırakılır. Normal insanın da aynı yansıtmaları yaptığı doğrudur; ama onlar daha iyi dağıtılmışlardır: Olumlularında nesne yakındadır, olumsuzlarında ise uzakta. İlkel insan için de durum aynıdır: Yabancı olan her şey düşman ve kötüdür. Bu bölünmenin bir amacı vardır; bu yüzden de normal insan her ne kadar tehlikeli ölçüde yanıltıcı olsalar da bu yansıtmaları bilinçli hale getirme zorunluluğu hissetmez. Savaş psikolojisi bunu yeterince açıklamaktadır: Benim ülkemin yaptığı her şey iyidir, ötekilerin yaptığı her şey kötüdür. Tüm kötülüklerin merkezi, düşman hudutlarının birkaç mil gerisindedir. Birey de bu aynı ilkel psikolojiye sahip olduğundan, bu asırlık yansıtmaları bilinçli hale getirmek için edilen her teşebbüs sinir bozucu olarak hissedilir. Tabii ki insan başkalarıyla daha iyi ilişkiler kurmak ister; fakat sadece bizim beklentilerimize uygun yaşamaları şartıyla - bir başka deyişle bizim yansıtmalarımızı memnuniyetle taşımaları şartıyla. Yine de bu yansıtmaların bilincine varırsak bu durum diğerleriyle olan ilişkilerimizde kolayca sorun yaratabilir; çünkü o zaman sevgi ve nefretin hafifleyerek akabileceği bir yanılsama köprüsü, ve diğerlerine bir şeyler öğretip onları geliştirme amacı güden sözde erdemleri basit ve tatmin edici şekilde kullanmanın bir yolu olmaz. Bu engellemenin sonucu olarak libido frenlenir ve bunun sonucunda da olumsuz yansıtmaların giderek daha fazla bilincine varılır. O zaman da birey, sürekli ötekilere yüklediği ve hayatı boyunca kızdığı bütün kötülük ve şeytanlıkları kendisine yöneltmesi gerektiğiyle yüzleşir. Bu durumda hoş olmayan şey, bir taraftan eğer herkes bu şekilde davransa hayatın daha çekilebilir olacağı inancı, diğer yandan da bu ilkeyi kendine ciddi bir şekilde uygulamaya karşı gösterilen şiddetli dirençtir. Diğer herkes böyle yapsa dünya ne kadar güzel bir yer olurdu; ama bunu kendine yapmak - ne kadar dayanılmaz bir şey!

  2. Nevrotik, nevrozu tarafından bu adımı atmaya zorlanır; ama normal insan zorlanmaz. Bunun yerine o psişik rahatsızlıklarını sosyal ve politik yollarla, savaş ve devrim gibi kitlesel psikozlar şeklinde dışa vurur. Kötü olan ne varsa üzerine yıkılabilecek bir düşmanın varlığı, vicdan için büyük bir rahatlamadır. Bu şekilde en azından tereddüt etmeden kimin kötü olduğunu söyleyebilirsiniz: Talihsizliklerinizin sebebinin dışarda olduğundan, kendi davranışlarınızdan kaynaklanmadığından emin olursunuz. Ancak öznel seviyedeki yorumlamanın kısmen hoş olmayan sonuçlarını kabul ettiğinizde içinizde, başkalarında sizi kızdıran bütün kötü özelliklerin size ait olmasının imkansız olduğu kuşkusu uyanır. Bu şekilde büyük ahlakçılar, tutucu eğitmenler ve dünyayı geliştirenler de herkesten kötü olurdu. İyiyle kötü arasındaki yakınlık ve zıt çiftler arasındaki doğrudan ilişkiyle ilgili pek çok şey söylenebilir ama bu bizi ana fikrimizden çok uzaklaştırır.

  3. Elbette öznel seviyede yorumlamada aşırıya kaçılmamak. Bu basitçe, neyin alakalı neyin alakasız olduğunu anlamak için yapılan daha eleştirel bir inceleme. Bir nesnede dikkatimi çeken şey, pek tabii o nesnenin gerçek bir özelliği olabilir. Fakat ne kadar daha öznel ve daha duygusal olursa, bu özelliğin bir yansıtma olma ihtimali daha büyüktür. Burada önemli bir ayrım yapmamız gerekir: Nesnede gerçekten mevcut olan, yani onsuz yansıtmanın gerçekleşemeyeceği özellik ve bu özelliğin değeri, önemi ve enerjisi arasında. Bir özelliğin, gerçekte neredeyse hiç izinin bulunmadığı bir nesneye yansıtılması imkansız değildir (örneğin büyülü özelliklerin cansız nesnelere yansıtılması). Fakat karakter özelliklerinin ya da anlık davranışların yansıtılmasında durum farklıdır. Bu durumda nesnenin yansıtmaya el salladığı, hatta onu cezp ettiği de sıklıkla olur. Bu genellikle nesnenin kendisi söz konusu özelliğin bilincinde olmadığı durumlarda olur: Bu şekilde doğrudan yansıtmacının bilinçdışı üzerinde işler. Nesne, öznenin kendi üzerinde gerçekleştirdiği yansıtmadan habersiz olduğunda bütün yansıtmaların karşı-yansıtmaya neden olması gibi, aynı şekilde bir aktarım da, analistin farkında olmadığı ama yine de kendisinde mevcut olan bir içerik yansıttığında analistin karşı-yansıtmasıyla karşılık bulur. O halde karşı-aktarım da, bazı bilinçdışı içeriklerin fark edilmesi için gereken daha iyi bir alaka kurmayı amaçlayıp amaçlamıyor olmasına bağlı olarak hastanın aktarımı kadar faydalı ve anlamlı ya da bir o kadar sorun olabilir. Aktarım gibi karşı aktarım da zorlanmalı, kuvvetli bir bağdır; çünkü nesneyle “mistik” ya da bilinçsiz bir özdeşleşme yaratır. Bu bilinçdışı bağlara karşı daima direnç vardır - eğer öznenin tutumu libidosunu zorla değil de kendi isteğiyle açığa çıkarmasına müsaade ediyorsa bilinçli dirençler; eğer libidosunun kendi isteği dışında açığa çıkarılması çok hoşuna gidiyorsa da bilinçdışı dirençler vardır. Bu sebeple aktarım ve karşı-aktarım, eğer içerikleri bilinçdışında kalıyorsa, kendi sonlarını getiren anormal ve tahammül edilemez ilişkiler yaratır.

  4. Ama yansıtılan özelliğin bazı izlerinin nesnede görülebileceğini varsaysak bile yansıtmanın pratikte tamamen öznel bir önemi vardır ve öznede geri teper; çünkü nesnede mevcut bulunan özelliğin izine abartı bir önem verir.

  5. Yansıtma, nesnede halihazırda bulunan bir özelliğe tekabül ettiğinde, yansıtılan içerik de öznede bulunmaktadır ve burada nesne-imagonun bir parçasını oluşturur. Nesne-i- magonun kendisi, nesnenin fiili algısından ayrı, psikolojik bir varlıktır; nesne-imago bütün algılardan bağımsız ama onlara dayanarak var olan bir imgedir ve bu imgenin göreceli özerkliği, nesnenin asıl davranışıyla örtüştüğü sürece bilinçdışında kalır. Bu nedenle imagonun özerkliği bilinçli zihin tarafından tanınmaz ve nesneye bilinçsizce yansıtılır - başka bir deyişle nesnenin özerkliğiyle lekelenir. Bu, özne karşısında nesneye zorlama bir gerçeklik bahşeder ve abartılı bir değer verir. Bu değer imagonun nesneye yansıtılmasından, nesneyle önsel bir özdeşleşmeden çıkar; bunun sonucunda da dış nesne aynı zamanda iç nesne olur. Bu şekilde dış nesne, bilinçdışı aracılığıyla özne üzerinde doğrudan bir etki gösterebilir; çünkü dış nesnenin, ima- goyla özdeşleşmesi sebebiyle öznenin psişik işleyişinde adeta doğrudan parmağı vardır. Sonuç olarak nesne, özne üzerinde “sihirli” bir güç kazanabilir. Bunun en güzel örnekleri, kendi psikelerini yaptıkları gibi çocuklarını da “ruhlarla” tedavi eden ilkel kabilelerde bulunabilir. Bu kabileler çocuklarına ya da nesneye, onların ruhlarına zarar verme ya da incitme korkusuyla hiçbir şey yapmaya cesaret edemezler. Bu yüzden çocuklar ergenliğe erişene kadar onlara mümkün olduğunca az eğitim verilir ve sonrasında aniden, genellikle korkunç olan (kabul töreni) gecikmiş bir eğitimden geçmeye zorlanırlar.

  6. İmagonun özerkliğinin, nesnenin özerkliğiyle özdeşleşmesi sebebiyle bilinçdışında kaldığını söylemiştim. Buna göre nesnenin ölümü, çok önemli psikolojik etkiler yaratır; çünkü nesne tamamen yok olmaz ama soyut bir formda varlığını sürdürmeye devam eder. Durum gerçekten de tam olarak budur. Artık kendisine karşılık gelen herhangi bir nesnesi olmayan bilinçdışı imago, bir hayalet olur ve prensipte psişik fenomenden ayırt edilemeyen özne üzerinde etkili olur. Öznenin bilinçli içerikleri imagoya kanalize etmiş ve imagoyu nesneyle özdeşleştirmiş olan bilinçsiz yansıtmaları, kaybedilen nesneyi daha uzun süre yaşatır ve ilkel insanlarda olduğu gibi geçmişte ve günümüzdeki bütün insanların hayatlarında önemli bir pay alır. Bu fenomenler, bilinçdışındaki nesne-imgelerinin özerk varlıklarının önemli bir kanıtı olarak ortaya çıkar. Bilinçdışındadırlar çünkü nesneden asla bilinçli olarak ayırt edilmemişlerdir.

  7. İnsanlığın kaydettiği her ilerleme, her kavramsal başarı kendi-farkındalığında kazanılan bir ilerlemeyle bağlantılıdır: İnsan kendini nesneden farklılaştırmış ve Doğayı kendisinden ayrı bir şey olarak görmüştür. Psikolojik tutumun her türlü yeniden yönelimi aynı yolu izlemek zorundadır: Nesnenin öznel olan imagoyla özdeşleşmesi, imagoya kendisine ait olmayan ama fi tarihinden beri sahip olduğu bir önem verir. Bu özdeşlik, şeylerin orijinal durumudur. Ancak bu, özne için, ciddi bir uygunsuzluğa neden olmadığı sürece devam edebilecek ilkel bir koşuldur. Nesneye çok fazla değer yükleme, öznenin gelişimini etki altında bırakan şeylerin içinde en çok sorumluluğa sahip olanlardandır. Fazla değer verilmiş “büyülü” bir nesne, öznenin bilincini nesne tarafına yöneltir ve bireysel farklılaşmaya karşı yapılan her teşebbüsü engeller, ki bu da hiç şüphesiz imagonun nesneden ayrılmasıyla başlamak zorundadır. Dış faktörler “büyülü” bir şekilde psişik işleyişe müdahale ederse, kişinin bireysel farklılaşmasının yönü muhtemelen korunamaz. Nesnelere abartılı önem veren imagolardan kopmak, kişinin kendi gelişimi için acilen ihtiyaç duyduğu o bölünmüş enerjiyi geri getirir.

  8. Ata figürlerini ve fetişlerini ellerinden alıp “ilaçlarının” nesnede değil, insan ruhunda bulunan psikolojik bir güç olduğuna ikna etmeye çalışmak ilkel insanlar için neyse, rüya figürlerini öznel seviyede yorumlamak da modern insan için odur. İlkel insan inanışa ters düşen bu varsayıma karşı haklı bir direnç göstermiştir; aynı şekilde modern insan da imago ve nesne arasındaki gelenekselleşmiş ve kutsal özdeşliğin sona ermesini rahatsız edici, hatta tehlikeli bulur. Bunun psikolojimiz üzerindeki sonuçları da güçlükle de olsa tasavvur edilebilir: Sayıp söveceğimiz, sorumlu tutacağımız, eğiteceğimiz, geliştireceğimiz ve cezalandıracağımız kimse olmayacaktır! Aksine, her konuda işe kendimizle başlamak zorunda kalacağızdır; başkalarından talep etmeyi alışkanlık haline getirdiğimiz şeyleri kendimizden başka talep edebileceğimiz kimse olmayacaktır. Hal böyle olunca, rüya-imagolarının öznel seviyede yorumlanmasının neden kolay olmadığı anlaşılabilir; çünkü şu ya da bu yönde bir tek-taraflılığa ve abartıya sebep olur.

  9. Bu tamamen ahlaki zorlukların dışında bir de fikri engeller vardır. Öznel seviyede yorumlamanın felsefi bir sorun olduğu ve bu prensibin uygulanmasının Weltanschauungi?* doğru gittiği, bu yüzden bilimselliğinin bittiği yönünde bazı itirazlar olmuştur. Psikolojinin felsefeye açılması beni şaşırtmaz; çünkü felsefeyi vurgulayan düşünce tarzı her şeyden önce psikoloji için de uygun bir çalışma alanı olan psişik bir etkinliği kapsar. Psikolojinin her zaman psikenin genelini kapsadığını düşünürüm ve bu, felsefe ve teolojinin yanı sıra pek çok başka şeyi de içerir; çünkü bütün felsefe ve dinlerin altında yatan, hakikat ve yanılgının hakemliğini de yapabilecek olan insan ruhunun gerçekleridir.

  10. Sorunlarımızın şu ya da bu alanla ilgili olmasının psikolojimiz için çok fazla önemi yoktur, ilk iş olarak öncelikle pratik gereksinimlerle baş etmeliyiz. Eğer hastanın dünya görüşü psikolojik bir sorun haline geliyorsa, felsefenin psikolojiyle ilgili olup olmadığını düşünmeksizin onu tedavi etmeliyiz. Aynı şekilde bize kalırsa dini sorunlar da aslında psikolojik sorunlardır. Günümüzün tıbbi psikolojisinin genelde bu sorunlardan uzak durulması gerektiği çok büyük bir kusurdur ve bu durum, akademik tıp dışındaki başka her yerde daha çok iyileşme şansı olan psikojenik nevrozun tedavisinde daha açıktır. Benim de bir doktor olmama ve it iti ısırmaz prensibine dayanarak tıp mesleğini eleştirmemem gerekmesine rağmen, doktorların her zaman psikiyatri sanatının en iyi muhafızları olmadığını itiraf etmek zorundayım. Tıp psikologlarının sanatlarını genellikle rutin bir şekilde, yani çalışmaları sırasında kendilerine telkin edilen şekilde uyguladıklarına şahit olmuş durumdayım. Tıp çalışmaları bir yandan aklı, temellerine dair hiçbir doğru bilgiye sahip olmadan ezberlenen pek çok gerçekle doldurmayı; öte yandan da “düşünme, harekete geç!” prensibiyle elde edilmesi gereken pratik becerileri öğrenme-

  1. Dünya görüşü. Hegel tarafından “ideoloji” olarak kullanılmıştır. İnsanların içinde bulundukları şartlara uyum sağlamakta kullandıkları düşünsel içerik, -çn.

yi içerir. Bu sebepledir ki bütün işçilerin içinde düşünme faktörünü geliştirme şansını en az elde eden tıp insanıdır. Bu yüzden, bütün fikirlerimi takip etseler bile, fikirlerimi takip etmede psikolojik eğitimden geçmiş doktorların bile zorluk çekmesi şaşırtıcı değildir. Onlar reçeteler yazmak ve üzerlerinde kendilerinin bile düşünmediği yöntemleri mekanik bir şekilde uygulama alışkanlığı içindedirler. Bu eğilim, tıbbi psikoloji uygulamalarında hayal edilebilecek en kötü eğilimdir; çünkü otoriter teori ve tekniklerin eteklerine yapışır ve bağımsız düşüncenin gelişmesine engel olur. Fark ettim ki pratik tedavide çokça önemli olan öznel ve nesnel seviye, ben ve kendilik, işaret ve sembol, nedensellik ve sonuçsallık vb. gibi çok başlangıçtaki ayrımlar bile onların düşünme kapasitelerini zorluyor. Bu da eskimiş ve gözden geçirilmeye ihtiyacı olan görüşlere ısrarla bağlı kalmalarını açıklıyor. Bunun benim kişisel görüşüm olmadığı, bazı psikanalitik grupların tek-taraflılığı ve tutucu tekliğinden de anlaşılmaktadır. Herkes bu tutumun, fazla giderilmiş şüphelerin bir semptomu olduğunu bilir. Ama o halde psikolojik kriterleri kendine kim uygular?

  1. Rüyaları çocukluk arzu-gidermeleri ya da çocukluğa ait bir güç arzusu olarak hizmet eden “düzenlemeler” olarak yorumlamak çok dar bir bakış açısıdır ve rüyaların asıl doğasının hakkını veremez. Rüya, psişik yapıdaki her unsur gibi psikenin bütününün bir ürünüdür. Dolayısıyla rüyada, insanlığın tamamı boyunca önemli olmuş her şeyin çıkmasını bekleyebiliriz. İnsan hayatının şu veya bu temel içgüdüyle sınırlı olmaması ama kendisini pek çok içgüdü, ihtiyaç, arzu ve fiziksel ve psişik durumun üstüne inşa etmesi gibi rüyalar da, bu açıklama her ne kadar basit görünürse görünsün, içlerindeki şu veya bu unsurla açıklanamaz. Böyle bir açıklamanın yanhş olacağından emin olabiliriz; çünkü hiçbir içgüdü teorisi ne insanın psikesini, o muazzam ve gizemli şeyi; ne de onun açıklayıcısı olan rüyayı anlamak için yeterli olmayacaktır. Rüyalara hakkını

vermek için, insan bilimlerinin her dalından emek verilerek bir araya getirilmiş yorumlayıcı bir ekipmana ihtiyacımız vardır.

  1. Eleştirmenler beni bazen, her şeyi “felsefi” yönlerden açıklamak istediğim ve psikolojik görüşlerimin “metafi- ziksel”olduğu inancıyla “felsefi” ve “teolojik” eğilimler göstermekle suçlamışlardır. Ancak ben sadece psikolojik gerçekleri örneklemek gibi özel bir amaçla bazı felsefi, dini ve tarihsel malzemeleri kullanıyorum. Örneğin eğer Tanrı-kavramını ya da aynı derecede metafiziksel bir enerji kavramını kullanırsam, bunlar baştan beri insan psike- sinde bulunan imgeler olduğu için bunu yaparım. Ahlaki düzenin, Tanrı görüsünün ve dinlerin insanların kucağına dışarıdan, direk cennetten düşmediğini; çünkü insanın bunları kısaca kendi içinde barındırdığını ve bu yüzden de bütün bunları kendisinin üretebileceğini tekrar tekrar vurgulamam gerektiğini görüyorum. Bu sebeple de bu aldanışları yok etmek için aydınlanmadan başka bir şeye gerek olmadığını düşünmek boştur. Ahlak ve Tanrı düzeni, insan ruhunun köklü alt katmanına aittir. Bu sebeple, aydınlanmanın parlak fikirleriyle körleşmemiş her dürüst psikoloji, bu gerçeklerle uzlaşmalıdır. Bunlar ironi ile örtbas edilip öldürülemez. Fizikte bir Tanrı imgesi olmadan da yapabiliriz; ama psikolojide Tanrı, tıpkı “duygu”, “içgüdü”, “anne” vb. gibi hesaba katılması gereken mutlak bir gerçektir. İnsanların “Tanrı” ve “Tanrı-imgesi” arasında kavramsal bir ayrım yapamaması ve bu nedenle Tanrı-imgesi hakkında konuşurken Tanrı hakkında konuşuyor ve “teolojik” açıklamalar yapıyor olması, nesne ve imagonun birbirine sonsuz şekilde bulaşmasından doğan bir hatadır. Tanrı-imgesinin cisimleştirilmesini talep etmek bir bilim olarak psikolojinin işi değildir; ama gerçekler böyle olunca, bir Tanrı-imgesi- nin varlığını dikkate almak durumundadır. Aynı şekilde iç-

güdüyü de dikkate alır ama kendini “içgüdü ’nün gerçekte ne olduğunu söyleyecek yetkinlikte görmez. İfade edilen psikolojik faktör herkes için açıktır ama bu faktörün kendi içinde ne olduğu açık değildir. Aynı şekilde Tanrı-imgesi- nin tam bir psikolojik gerçekler karmaşasına karşılık geldiği ve bu yüzden işleyebileceğimiz bir nicelik olduğu da açıktır; ama Tanrının kendi içinde ne olduğu, psikolojinin yapabileceklerinin dışında bir soru olarak kalır. Bu kadar basit gerçekleri tekrar etmek zorunda kalmaktan üzüntü duyuyorum.

  1. Buraya kadar, genel batlarıyla rüya psikolojisi hakkında söyleyeceğim her şeyi söyledim. Fazla detaya girmekten bilerek kaçındım; çünkü detaylar vaka çalışmalarına saklanmalı. Genel hatlara dair tartışmamız, bizi rüyalardan bahsederken kaçınılmaz olan daha büyük sorunlara götürdü. Haliyle rüya-analizi hakkında çok daha fazla şey söylenebilir; ama rüya-analizi genel olarak analitik tedavinin bir aracı olduğundan, bu ancak tam anlamıyla terapi konusuna gireceksem yapılabilir. Ancak terapinin kusursuz bir tanımını yapmak için sorunu farklı taraflardan ele alan bir dizi ön çalışma gerekir. Bazı yazarlar sadeleştirme konusunda birbirlerini geçseler ve bizi hastalığın bilinen “köklerinin” basit bir şekilde çıkarılabileceğine inandırmaya çalışsalar da bu sorun aşırı karmaşıktır. Sizleri bu tarz, bütün bu saçma taahhütlere karşı uyarmalıyım. Bunun yerine, analizin eğitime kattığı büyük sorunları kusursuz ve enikonu tartışan ciddi beyinler görmek isterim. Akademik psikologların dünyaya gelip laboratuvar deneyleriyle ilgili değil, insan psikesinin aslıyla ilgili şeyler duymak istemelerinin tam zamanı. Profesörlerin öğrencilerinin analitik psikolojiyle ilgili herhangi bir şey yapmalarına engel olması, analitik kavramların kullanımını yasaklaması ve bizim psikolojimizi, hiç de bilimsel olmayan şekillerde, “günlük deneyimleri” kullanmakla suçlamaları çok katlanılmaz davranışlar. Rüyaların bedensel uyaranlardan kaynaklandığı ön yargısından kurtulabilirse genel olarak psikolojinin rüya çalışmalarından çok faydalar sağlayacağından eminim. Psikiyatride bu bedensel faktörlere fazla önem verilmesi, analitik işleyişler doğrudan aşılanmadığı sürece psikopatolojinin hiç ilerleme kaydedememesinin en temel sebeplerinden biridir. “Zihinsel hastalıklar beynin hastalanmasıdır” dogması, 1870’lerdeki materyalizmin kalıntılarıdır. Bu bütün ilerlemeyi engelleyen bir önyargıdır ve bunu haklı çıkaran hiçbir şey de yoktur. Doğru olsa, yani zihinsel hastalıklar beynin hastalanması bile olsa bu, hastalığın psişik tarafını araştırmamak için bir sebep olamazdı. Ama önyargı daha en baştan bu yöndeki bütün teşebbüsleri engellemek ve yok etmek için kullanılmakta. Yine de bütün zihinsel hastalıkların beynin hastalanması olduğunun kanıtı, insanın düşünmesinin ve davranışlarının arkasında proteinin o ya da bu hücrede parçalanması ya da oluşması olduğunun kanıtlanmasından daha fazla desteklenemez. Bu tarz bir görüş bizi hemen şu materyalist hakikate götürür: “İnsan ne yerse odur”. Bu şekilde düşünenler, zihinsel yaşamımızı beyin hücrelerinde gelişen yapımsal ya da yıkımsal süreçler olarak algılarlar. Bu süreçlerin mecburen sentez ve parçalanmanın laboratuvar süreçleri olarak düşünülmesi gerekir - çünkü onları canlı süreçler olarak düşünmek, yaşam sürecini düşünemediğimiz sürece imkansızdır. Ama materyalist görüşün geçerli olduğu iddia edilseydi, hücre süreçleriyle ilgili bu şekilde düşünmemiz gerekirdi. O durumda zaten materyalizmin ötesine geçmiş olurduk; çünkü yaşam asla maddenin bir işlevi olarak değil, enerji ve maddenin tabi olduğu kendi kendine ve kendi için var olan bir süreç olarak düşünülebilir. Maddenin bir işlevi olarak yaşam, kendiliğinden oluşum gerçekleştiğini varsayar; bunun kanıtlanması için de çok uzun süre beklememiz gerekecek. Psikeyi beyin-süreci olarak anladığımıza dair, asla kanıtlanamayacak materyalist ve tek taraflı bir bakışla genel olarak hayatı anladığımıza dair olduğundan daha fazla bir kanıtımız yok; ancak öyle olduğunu düşünmeye teşebbüs etmek bile başlı başına delilik ve ne zaman ciddiye alınsa deliliğe neden olmakta. Bunun aksine, psişik süreci organik hücre-süreci olarak değil, psişik açıdan ele almalıyız. Hücre-süreçleri dirimsel yönden açıklandığında insanlar “metafiziksel şekiller” konusunda ne kadar öfkele- nebilseler de, fiziksel hipotezleri “bilimsel” olarak görmeye devam ederler; ki bu da başka bir saçmalıktır ama materyalist önyargılara uyar ve her bir saçmalık, psişik olanı fiziksele çeviriyorsa, bilimsel açıdan kutsal olur. Umalım da bu kökleşmiş ve düşüncesiz materyalizmin çağdışı kalıntılarının, bilim insanlarımızın akıllarından silineceği gün çok uzakta olmasın.

2

RÜYALARIN DOĞASI ÜZERİNE

  1. Denenmiş yöntemlerin kurallarına, doğrulanabilir deneylere ve mantıklı bir şekilde açıklanabilir gerçeklere dayanmaksızın en karışık sorunlarla uğraşmaları sebebiyle tıbbi psikoloji, diğer bilimsel disiplinlerin tümünden farklıdır. Bunların aksine bir yığın değişken ve mantıksız olaylarla karşı karşıyadır; çünkü psike, belki de bilimsel aklın şu ana kadar mücadele etmek zorunda kaldığı en şaşırtıcı ve ulaşılması en güç fenomendir. Bütün psişik fenomenlerin bir şekilde nedensel olarak bağımlı olduğunu varsaymamız gerekse de, bu noktada nedenselliğin en son analizdeki gibi istatistiksel bir gerçek olduğunu hatırlamak faydalı olacaktır. Bu yüzden belki de bir şeyler keşfetmek amacıyla her vakaya nedenselliğini araştırarak yaklaşsak da, bazı durumlarda mantıksızlıkların olduğunu da kabul etmeliyiz. O zaman bile, klasik ayrımlardan en az birini, özellikle de causa effıciens ve cause fınalis arasındakini akılda tutmak iyi olur. Psikolojik konularda “bu neden oluyor?” sorusu, sonuç üretme konusunda “bu hangi amaçla oluyor?” sorusundan daha iyi değildir.

  2. Tıbbi psikolojinin pek çok bilmecesi arasında bir prob- lem-çocuk vardır: Rüya. Rüyayı tıbbi yönleriyle özel olarak, yani patolojik durumların teşhis ve kestirimi için incelemek ilginç olduğu kadar zor da bir görev olurdu. Aslında rüya hem sağlık hem hastalıkla ilgilidir ve bilinçdışından kaynaklanması sebebiyle eşikaltı bir sürü algıdan yararlandığı için bazen öğrenmeye fazlasıyla değecek şeyler üretir. Rüyalar benim için, genellikle organik ve psikojen semptomları birbirinden ayırarak teşhis koymanın zor olduğu durumlarda faydalı olmuştur. Teşhis için de bazı rüyalar önemlidir. Ancak bu alanda, vaka tarihçelerinin kayıtları gibi önemli ön çalışmalar halen eksik. Psikoloji eğitimi almış doktorlar, daha sonra baş gösterebilecek ciddi bir hastalık ya da ölümcül bir durumla ilgisi olabilecek - başka bir deyişle kaydın başında öngörülemeyecek olaylarla - malzemeyi muhafaza etmek için rüyaların kayıtlarını sistematik bir şekilde henüz tutmuyorlar. Rüyaları araştırmak başlı başına bir meslektir ve rüyalarla ilgili yapılacak detaylı bir çalışma, pek çok çalışanın işbirliğini gerektirir. Bu yüzden bu kısa değerlendirmede rüya psikolojisi ve yorumlamasının ana hatlarını öyle bir şekilde ele almayı tercih ettim ki bu alanda hiç tecrübe sahibi olmayanlar sorunla ve araştırma yöntemiyle ilgili fikir sahibi olabilsinler. Konuya aşina olan biri temel bilgilerin, hâlâ daha tecrübenin yerini tutamayan vaka tarihçelerinden daha önemli olduğu konusunda hem fikir olacaktır.

  3. Rüya, uyanık durumdayken hatırlanabilecek kadar bilinçli, istemsiz psişik bir etkinliktir. Bütün psişik fenomenler arasında belki de en çok “mantıksız” unsur taşıyan, rüyadır. Bilincin diğer içeriklerindeki değer hiyerarşisi ve mantıksal tutarlılık rüyada en alt seviyede gibidir ve bu sebeple de rüya daha az şeffaf ve daha az anlaşılabilir durumdadır. Mantıksal, ahlaki ve estetik açılardan bütünüyle tatmin edici olan rüyalar, istisnai rüyalardır. Genellikle rüya mantıksızlık, tartışmaya açık bir ahlak, çirkin bir şekil, absürtlük ve saçmalık gibi pek çok “kötü özellik” taşıyan tuhaf ve rahatsız edici bir üründür. Bu yüzden insanlar onları memnuniyetle aptal, anlamsız ve değersiz olarak görüp reddederler.

  4. Rüyanın her yorumu, rüyanın bazı içeriklerinin psikolojik bir açıklamasıdır. Bunun tehlikesi yok değildir; çünkü rüya sahibi, çoğu insan gibi, bazı önemli yorumlar karşısında şaşırtıcı bir duyarlılık gösterir; hem de sadece yanlış yorumlar karşısında değil, doğru olduklarında da; hatta doğru olduklarında daha da çok. Bazı çok özel durumlar dışında rüyayı rüya sahibinin işbirliği olmadan yorumlamak mümkün olmadığından, onun öz-saygısını gereksiz yere yıkmamak için sıradışı bir incelik göstermek gerekir. Örneğin bir hasta bir dizi edepsiz rüya anlatıp “ben neden böyle iğrenç rüyalar görüyorum?” diye sorduğunda ne söylemeli? Bu tarz bir soruya hiç cevap vermemek en iyisidir; çünkü cevap vermek, özellikle de yeni başlayanlar için çok zordur ve kişi o gibi şartlarda, her şeyin ötesinde cevabın ne olduğunu bildiğinde görgüsüz şeyler söylemeye meyillidir. Rüyayı anlamak o kadar zordur ki, birisi bana bir rüya anlatıp arkasından fikrimi sorduğunda öncelikle kendime “bu rüyanın ne anlama geldiğiyle ilgili hiçbir fikrim yok” demeyi bir kural haline getirdim. Bunu dedikten sonra artık rüyayı incelemeye başlayabiliyorum.

  5. Burada okur elbette şunu soracaktır: Rüyaların anlamı olduğunu ve bu anlamın çözülebileceğini varsaysak bile - rüyanın anlamını her vakada aramaya değer mi?”

  6. Bir hayvanın omurgalı olduğunu, omurgasını ortaya sererek kanıtlayabiliriz; ama bir rüyanın içsel ve anlamlı yapısı nasıl çıplak bir şekilde ortaya serilir? Kabus gibi, meşhur “tipik” rüyalar dışında rüyaların hiçbir belirli yasa ya da düzenli davranış biçimleri izlemediği açıktır. Kaygı rüyalarına sık rastlanır ama bunların da kesinlikle kuralları yoktur. Ayrıca uçmak, merdivene ya da dağa çıkmak, birkaç parça kıyafetle dışarı çıkmak, diş sallanması, insan kalabalığı, oteller, tren istasyonları, trenler, uçaklar, otomobiller, korkunç hayvanlar (yılanlar) gibi herkesin bildiği tipik rü- ya-motifleri vardır. Bu motifler çok yaygındır ama rüyanın oluşurken belirli bir sistem izlediğini doğrulamak için yeterli değildir.

  7. Bazı insanlar, sürekli tekrar eden rüyalar görürler. Bu özellikle gençlik yıllarında olur ama tekrarlar on yıllar boyunca devam edebilir. Bunlar, insanı “kesin bir anlamı olması gerektiğine” inandıran etkileyici rüyalardır. Her ne kadar en tedbirli görüşü de benimsemiş olsak, zaman zaman rüyanın görülmesine sebep olan psişik bir durumun ortaya çıktığı varsayımını görmezden gelirsek bu duygu haklıdır. Ancak “psişik durum”, formüle edilebilse, kati bir anlamla özdeş olur - elbette tüm rüyaların sebebinin mide rahatsızlığı, sırt üstü yatma vb. durumlardan kaynaklandığı hipotezine inatla sarılmamak koşuluyla. Bu tarz rüyalar gerçekten de kişiyi, rüyanın nedenlerini düşünmeye zorlar. Aynısı, daha uzun süren rüyalarda kendini tekrarlayan sözde tipik-mo- tifler için de geçerlidir. Burada da yine bu rüyaların bir anlamı olduğunu düşünmemek zordur.

  8. Peki, rüyalardan nasıl mantıklı bir anlam çıkarırız ve yorumun doğru olduğunu nasıl teyit ederiz? - Bilimsel olmayan - bir yöntem, bir rüya-kitabı vasıtasıyla rüyalardan gelecekte olacakları tahmin etmek ve daha sonra olan olaylarla yorumu doğrulamaktır; elbette rüyaların anlamının geleceğe dair önseziler yansıttığını varsayarsak.

  9. Rüyanın anlamını doğrudan elde etmek için bir başka yol da geçmişe dönmek ve rüyalarda ortaya çıkan belirli motiflerden yola çıkarak, daha önceki deneyimleri yeniden kurgulamaktır. Bu sınırlı ölçüde mümkündür ama yaşanmış olsa da rüya sahibinin bilinçdışında kalmış ya da hiçbir koşulda ifşa olmasını istemeyeceği bir şeyler keşfettiğimizde kesinlikle çok faydalı olur. Eğer bunların ikisi de yoksa, o halde basitçe rüyada belirmesi (a) kimse tarafından sorun edilmemiş ve (b) anlamlı rüya işlevi açısından tamamen alakasız am-imgeleriyle uğraşıyoruz demektir; çünkü rüya sahibi pek tabii bilgiyi bilinçli bir şekilde de vermiş olabilir. Ne yazık ki bu durum, rüyanın anlamını doğrudan çözümlemenin muhtemel yollarını tıkamaktadır.

  10. Rüyayı doğru yorumlamaya başlamak, Freud’un elde ettiği büyük bir başarıdır. Her şeyden öte Freud, rüya sahibi olmadan bir yorum yapılamayacağının farkına varmıştır. Bir rüya-anlatısını meydana getiren kelimelerin sadece bir değil, pek çok anlamı vardır. Örneğin birisi rüyasında bir masa görürse, “masa” kelimesi ne kadar açık olsa da rüya sahibinin gördüğü “masa’nın neye delalet ettiğini hâlâ bilemeyiz. Çünkü o “masa”nın, babasının rüya sahibine daha fazla maddi destek sağlamayı reddettiği ve beş para etmediği için onu evden kovduğunda oturduğu masa olduğunu bilmiyoruzdur. Bu masanın cilalı yüzeyi, gece rüyalarında yaptığı gibi gündüz, yani bilinci açık olduğunda da ona içler acısı değersizliğinin bir sembolü olarak bakmakta. Rüya sahibinin “masa” dediğinde anladığı şey bu. Bu sebeple de, kelimelerin farklı anlamlarını asıl ve ikna edici olanlarla sınırlayabilmek için rüya sahibinin yardımına ihtiyacımız vardır. Masanın rüya sahibinin yaşamında küçük düşürücü bir döneme işaret ettiğinden, o an orada olmayan biri şüphe duyabilir; ama rüya sahibi duymaz, ben de öyle. Besbelli ki rüya-yorumlama her şeyden önce sadece iki kişi için doğrudan geçerliliği olan bir deneyimdir.

  11. Yani o zaman rüyadaki “masa’nın, ifade ettiği her şeyle birlikte o vahim masa olduğunu saptarsak, rüyayı açıklamasak da en azından “masa” kelimesinin içine oturtulduğu öznel bağlamı tespit etmiş oluruz.

  12. Bu sonuca rüya sahibinin kendi çağrışımlarını metodik bir şekilde sorgulayarak vardık. Freud’un rüya-içeriklerini dayandırdığı diğer şeyleri reddetmek zorundayım; çünkü onlar, rüyaların “bastırılmış arzuların” giderilmesi olduğuna dair o önyargılı fikrin fazlasıyla etkisinde kalmıştır. Bu tarz rüyalar vardır; ancak bunlar, bütün rüyaların bilinçli psişik yaşantımızdaki düşünceler değil de, arzu-giderme olduğunu kesinlikle kanıtlamaz. Rüyanın temelinde yatan bilinçdışı süreçlerin, form ve içerik olarak bilinçli süreçlerden daha sınırlı ve tek taraflı olduğu varsayımının temeli yoktur. Bundan ziyade, bilinçli süreçlerin bilindik kategorilerle sınırlı olabileceği düşünülebilir; çünkü bilinçli süreçler genellikle bilinçli yaşam tarzının düzen ve monotonluğunu yansıtır.

  13. Bu sonuçlara dayanarak ve rüyaların anlamını belirlemek adına “bağlamı çıkarmak” diye bir yöntem geliştirdim. Buna göre rüyada göze çarpan her unsurun rüya sahibi için ifade ettiği anlam, rüya sahibinin kendisinin kurduğu çağrışımlarla belirlenir. Bu yüzden bu konuda da, zor bir metnin şifresini çözerken yapacağım gibi ilerlerim. Bu yöntem her zaman hemen anlaşılabilir sonuçlar vermez; çoğunlukla ilk başta ortaya çıkan tek şey, önemli gibi görünen bir ipucudur. Bir örnek vermek gerekirse: Bir keresinde anam- nezinde “iyi” bir ailenin kızıyla mutlu bir nişanlılık geçirdiğini belirten genç bir adamla çalışıyordum. Nişanlısını rüyalarında çoğunlukla hoş olmayan kılıklarda görüyordu. Bağlam gösterdi ki rüya sahibinin bilinçdışı, nişanlısını bir başka kaynaktan gelen bir sürü skandal hikayeyle bağdaştırıyordu - onun ve doğal olarak benim de anlayamadığım bir kaynak. Ancak bu kombinasyonların sürekli tekrar edilmesinden, bilinci direnç gösterse de nişanlısını bu belirsiz durumlarda gösteren bilinçdışı bir eğilimi olduğu sonucuna vardım. Bana eğer doğruysa, bunun bir felaket olacağını söyledi. Nişanından kısa bir süre sonra akut nevrozu baş göstermişti. Bu her ne kadar düşünmeye tahammül edemediği bir şey olsa da nişanlısıyla ilgili bu şüpheli durum bana o kadar önemli geldi ki ona bazı araştırmalar başlatmasını tavsiye ettim. Bu araştırmalar, şüphelerin haklı olduğunu ortaya çıkardı; nahoş keşif hastayı öldürmedi ama aksine kendisinin ve nişanlısının nevrozunu iyileştirdi. Yani “bağlamı çıkarmak” “akla gelmez” bir anlam ve dolayısıyla saçma bir yorumla sonuçlansa da, akabinde açığa çıkan gerçekler ışığında doğruluğu kanıtlanmış oldu.

  14. Bağlamın incelenmesi hiç şüphesiz sadece hazırlık niteliğinde olabilecek basit ve neredeyse mekanik bir çalışmadır; ancak bunun akabinde okunabilir bir metin üretmek (mesela rüyanın gerçek anlamını) zor bir iştir: Psikolojik empa- ti, işbirliği yapma yeteneği, sezgi, dünyaya ve insanlara dair bilgi ve her şeyin ötesinde belirli ölçüde bir “intelligence du coeur” [duygusal zeka] sahibi olmaya olduğu kadar geniş çapta bir anlayışa da dayanan özel bir “kurnazlık” gerektirir. Sonuncusu da dahil olmak üzere bütün bu varsayılan niteliklerin, genel olarak tıbbi teşhis için değeri büyüktür. Rüyaları anlamak için altıncı hisse gerek yoktur ama küçük ve adi rüya kitaplarında yer alan ya da varsayılan nosyonların etkisi altında, değişmeden gelişen rutin tariflerden fazlasına ihtiyaç vardır. Rüya-motiflerini basmakalıp şekillerde yorumlamaktan kaçınılmalıdır; doğru olduğu anlaşılan tek yorum, bağlamın dikkatle incelenmesi sonucu elde edilen yorumdur. Kişi bu konularda fazlaca tecrübeli olsa bile her rüyadan önce bilmediğini kabul etmeli ve bütün yerleşik fikirleri bir kenara koyarak tamamen beklenmedik şeylere hazır olmalıdır.

  15. Rüyalar bilincin belirli bir tutumudur ve kesin psişik bir durumla ilgilidir ama kökenleri, bilinçli zihnin en derin ve karanhk yerlerinde yatar. Daha tanımlayıcı bir terim olması için biz bu bilinmeyen altyapıya bilinçdışı diyoruz. Bilinçdışının yapısının ne olduğunu bilmiyoruz ama özelliklerine bakarak bilinçdışı psikenin doğasıyla ilgili bazı sonuçlara varabileceğimiz etkiler gözlemliyoruz. Rüyalar bilinçdışı psikenin en yaygın ve en normal ifade şekli olduğu için, araştırma için de bir yığın malzeme veriyorlar.

  16. Çoğu rüyanın anlamı bilinçli zihnin eğilimleriyle uyum içinde olmadığından ve ciddi sapmalar gösterdiğinden, bilinçdışının, yani rüyaların yatağının bağımsız bir özelliği olduğunu varsaymamız gerekir. Ben buna bilinçdışı- nın özerkliği diyorum. Rüya bizim irademize uymamakla kalmaz, bilinçli arzularımıza da sıklıkla açık bir zıtlık oluşturur. Zıtlığın her zaman belirgin olması gerekmez; bazen rüya bilinçli tutumdan sadece biraz sapma gösterir ve çok küçük değişiklikler yapar; ara sıra bilinçli içerik ve eğilimlerle örtüşebilir bile. Bu davranışı bir formülle ifade etmek istediğimde, dengeleme kavramı bana tek uygun olan gibi geldi; çünkü sadece o, rüyanın bütün farklı davranış şekillerini özetleme yetisine sahip. Dengeleme, tamamlamadan tamamen ayrı tutulmalıdır. Tamamlayıcı kavramı çok dar ve çok sınırlayıcıdır; rüyaların işlevini açıklamak için yeterli gelmez, çünkü iki şeyin birbirini az çok mekanik bir şekilde tamamladığı bir ilişki tasarlar. Öte yandan dengeleme, terimin de ifade ettiği gibi, bir ayarlama ya da düzeltme yapmak amacıyla farklı veri ve bakış açılarını denkleştirmek ve karşılaştırmaktır.

  17. Bu bağlamda üç ihtimal vardır. Hayattaki duruma karşı bilinçli tutum büyük ölçüde tek taraflıysa, o zaman rüya zıt tarafa geçer. Eğer bilinç “ortaya” yakın bir yerlerdeyse, rüya farklılıklardan memnundur. Eğer bilinçli tutum “doğruysa” (yeterliyse), o zaman rüya, özerkliğini kaybetmeden bu eğilimle örtüşür ve bunu vurgular. Bir hastanın bilinçli durumunu nasıl değerlendireceğimizi bilemeyeceğimiz için, rüya sahibini sorgulamadan rüya-yorumlamak haliyle imkansızdır. Ama bilinçli durumu bilsek bile bilinçdışının tutumuyla ilgili hiçbir şey bilmeyiz. Bilinçdışı, rüyaların olduğu kadar psikojenik semptomların da yatağı olduğundan, bilinçdışının tutumumun ne olduğu sorusunun pratikte önemi büyüktür. Bilinçdışı, benim ve benim yakınımda olanların, davranışlarımın doğru olduğunu düşünüp düşünmediğini umursamaksızın, “başka bir zihin” olabilir. Bu, özellikle de bir nevroz vakasında, aldırmazlık değildir; çünkü bilinçdışı genellikle ciddi sorunlar yaratan “yanlışlık” ile veya nevrotik semptomlar uyandırarak hoş karşılanmayan kargaşalar doğurma yeteneğine sahiptir. Bu kargaşalar, bilinç ve bilinçdışı arasında uyum olmamasından kaynaklanır. “Normal olarak” bu tarz bir uyumun olması gerektiğini söyleyebiliriz. Ancak çoğu zaman olmadığı bir gerçektir ve ciddi kaza ve hastalıklardan tutun da zararsız dil sürçmelerine kadar pek çok psikojen talihsizliğin sebebi de bu uyumsuzluktur. Bu ilişkilere dair bildiklerimizi Freud’un çalışmalarına borçluyuz.

  18. Vakaların çok büyük bir çoğunluğunda dengeleme, normal psikolojik bir denge kurmayı hedeflese ve psişik sistemin bir tür kendini-düzenlemesi gibi görünse de, bazı durumlarda ve vakalarda (örneğin gizli psikozda) dengelemenin, yıkıcı-eğilimlerin baskın olması sebebiyle öldürücü sonuçlar getirebileceği unutulmamalıdır. Sonuç intihar ya da kalıtımsal bozuklukları olan bireylerin yaşam-yapısında genetik olarak önceden belirlenmiş başka bir anormal harekettir.

  19. Nevrozun tedavisinde bizim görevimiz bilinç ve bilinçdışı arasında tekrar yakın bir ilişki kurmaktır. Bildiğimiz gibi bu, farklı şekillerde yapılabilir: “Doğal bir hayat yaşamaktan”, ikna edici düşünme ve iradeyi kuvvetlendirmeden tutun da bilinçdışının incelenmesine kadar.

  20. Daha basit yöntemler çok fazla başarısızlığa uğradığı ve doktor hastayı tedavi etmeye nasıl devam edeceğini bilmediği için rüyanın dengeleyici özelliği iyi bir destek sağlamaktadır. Asklepios’un tapınaklarında görülen kuluçka-rüyaları gibi, modern insanların gördüğü rüyaların doğru iyileşme yöntemleri gösterdiğini söylemek istemiyorum ama hastanın durumunu hastalık için çok yararlı olacak şekilde aydınlatırlar. Hastaya anılar, içgörüler, deneyimler getirirler; kişilikte uyku halinde olan özellikleri uyandırırlar ve ilişkilerindeki bilinçdışı unsurları açığa çıkarırlar. Dolayısıyla nitelikli bir destekle rüyalar üzerine uzun süre çalışma zahmetine giren kişinin zenginleşmediği ve zihinsel ufkunun gelişmediği nadiren görülür. Rüyaların metodik analizi, sadece dengeleyici davranışları sayesinde yeni bakış açıları ve korkulan çıkmazın üstesinden gelmek için yeni yollar açığa çıkmasını sağlar.

  21. “Dengeleme” terimi, rüyaların işleviyle ilgili bize doğal olarak çok genel bir fikir verir. Ama uzun ve zor tedavilerde olduğu gibi yüzlere varan bir dizi rüya gözlemleyen analist, tek bir rüyada dengelemenin arkasında gizli kalmış bir fenomen görmeye başlayacaktır. Bu fenomen, kişiliğin kendisinde yer alan gelişime yönelik bir süreçtir. İlk başta her dengeleme, tek-taraflılığın düzenlenmesi ya da bozulmuş dengenin eşitlenmesi gibi görünür; ama daha derin içgö- rü ve deneyimle bu ayrı dengeleme eylemleri bir tür plan içine girer. Birbirlerine tutunmuş ve ortak bir amaca yönelik gibidirler; böylece uzun bir rüya-dizisi hiçbir anlamı olmayan tutarsız ve ayrı olaylar yumağı olarak görülmez; planlı ve düzenli bir gelişim süreci içinde yer alan ardışık basamaklara benzerler. Uzun bir rüya-dizisi sembolizmiyle kendini rastgele ifade eden bu bilinçdışı süreci ben bireyleşme süreci olarak adlandırıyorum.

  22. Bu noktada açıklayıcı örneklere, rüya psikolojisi tartışmasının başka bir yerinde olduğundan daha fazla ihtiyaç duyulacaktır. Ne yazık ki teknik sebeplerden ötürü bu imkansızdır. Bu yüzden okurlarımı, bireyleşme sürecine özel atıflarda bulunarak rüya-dizilerinin yapısıyla ilgili araştırmalar içeren Psikoloji ve Simya adlı kitabıma yönlendirmeliyim.

  23. Analitik yöntemin dışında kaydedilen uzun rüya-dizileri- nin bireyleşmeyi hedefleyen bir gelişim sergileyip sergilemediği sorusu, gerekli malzeme eksikliği sebebiyle yanıtsız kalmaktadır. Analitik yöntem, özellikle de sistematik bir rüya analizi içerdiğinde, Stanley Hall’un çok yerinde ifade ettiği gibi “hızlandırılmış bir olgunlaşma sürecidir”. Bu yüzden de bireyleşme sürecine eşlik eden motiflerin en çok ve ağırlıklı olarak analiz sırasında kaydedilen rüya-dizile- rinde görülmesi muhtemeldir; “ekstra-analitik” rüya-dizi- lerinde daha büyük zaman aralıklarıyla ortaya çıkarlar.

  24. Daha önce rüya yorumunun pek çok şeyin yanı sıra özel bilgi gerektirdiğini söylemiştim. Psikolojiye dair biraz bilgisi ve hayata dair tecrübesi olan zeki bir insanın biraz pratikle rüya-dengelemeyi doğru şekilde tespit edebileceğine inansam da; biraz mitoloji ve folklor bilgisi olmayan, ilk insanların ve karşılaştırmalı dinlerin psikolojisini anlamayan birinin, bildiğimiz kadarıyla psikolojik dengelemenin tabanında yatan bireyleşme sürecinin özünü kavramasının imkansız olacağını düşünüyorum.

  25. Bütün rüyalar eşit öneme sahip değildir. İlk insanlar bile “küçük” ve “büyük”, ya da “önemli” ve “önemsiz” rüyaları birbirinden ayırırlar. Daha yakından bakıldığında “küçük” rüyalar, öznel ve kişisel alandan gelen gece fantezisi fragmanlarıdır ve anlamları, günlük olaylarla sınırlıdır. Bu sebeple bu tarz rüyalar hemen unutulur; çünkü bunların geçerlilikleri, psişik dengenin günlük olarak değişmesiyle sınırlıdır. Öte yandan önemli rüyalar ömür boyu hatırlanır ve çoğunlukla psişik deneyimin hazine dairesinin en değerli mücevherleridirler. Karşılaştığım kaç tane insan ilk toplantıda kendini “bir keresinde bir rüya görmüştüm!” demekten ahkoyamamıştır. Bazen bu hatırlayabildikleri ilk rüyadır ve üç-beş yaşları arasında olmuştur. Bu tarz pek çok rüya inceledim ve bunların içinde, onları diğerlerinden farklı kılan bir özellik keşfettim: Bunlar, insanlığın zihin tarihinde de karşılaştığımız sembolik imgeler içeriyorlar. Rüya sahibinin bu tarz bir paralelliğin varlığına dair bir şey bilmesi gerekmediğini söylemekte fayda var. Bu özellik, benim arketip olarak tanımladığım mitolojik motif ve mitolojemlere rastladığımız bireyleşme süreci rüyalarının bir özelliğidir. Bunlar sadece her zaman ve her yerde değil, ayrıca bireysel rüyalarda, fantezilerde, düşlerde ve hayali düşüncelerde de oluşan belirli imge şekil ve grupları olarak anlaşılmalıdır. Bunların bireysel vaka malzemelerinde ve evrensel olarak sık sık görülmeleri, insan psikesinin eşsiz ve kısmen kişisel olduğunu, geri kalanının ise ortak ve nesnel olduğunu kanıtlamaktadır.

  26. O halde bir yandan kişisel, bir yandan da daha derinde yer alan ve kişisel bilinçdışından daha fazla bilinçten ayrılmış ortak bir bilinçdışından bahsediyoruz. “Büyük” ya da “anlamlı” rüyalar bu daha derin seviyeden çıkar. Önemlerini - bıraktıkları öznel izlenimlerden başka - genellikle şiirsel bir gücü ve güzelliği olan estetik şekilleriyle açık ederler. Bu rüyalar çoğunlukla hayatın önemli aşamalarında, gençlikte, ergenlikte, orta yaşın başlangıcında (otuz altıdan kırka kadar) ve ölümle yüzleşildiğinde ortaya çıkar. Bunları yorumlamak oldukça zordur; çünkü rüya sahibinin katkıda bulunabileceği malzeme çok yetersizdir. Bunun sebebi bu arketipsel ürünlerin artık kişisel deneyimlerle değil, asıl önemi kişisel deneyim ve onun bağlantılarından ziyade iç anlamlarında yatan genel fikirlerle ilgili olmasıdır. Örneğin genç bir adam rüyasında bir yeraltı mahzeninde altın bir kaseyi koruyan büyük bir yılan görmüş. Elbette bir keresinde bir hayvanat bahçesinde kocaman bir yılan görmüşlüğü varmış ama bunun ötesinde, peri masallarından hatırladıklarının dışında bu tarz bir rüyaya sebep olabilecek hiçbir şey söyleyemedi. Bu tatmin edici olmayan bağlama baka-

rak, çok kuvvetli bir etki yaratan bu rüyanın pek bir anlamı olamaz. Böyle bir durumda yılan veya ejderhayla hazine ve mağara kombinasyonunun, kahramanın hayatındaki bir sıkıntıyı temsil ettiği mitolojik hikayeye başvurmak zorundayız. O zaman ortak bir duyguyla, aslında kişisel bir deneyim olmayan ama ikinci derecede bir deneyim haline gelen duygu dolu tipik bir durumla karşı karşıya olduğumuzu anlarız. Bu aslında öznel olarak göz ardı edildiği için rüya sahibinin bilincine nesnel olarak baskı yapan, insanoğlunun evrensel bir problemidir.

  1. Orta yaşlı bir adam kendini hâlâ genç hisseder; yaşlılık ve ölüm ona çok uzaktır. Otuz altı yaşlarına geldiğinde ne anlama geldiğinin bilincinde olmadan hayatın zirvesini geçer. Eğer kişiliği ve doğası gereği aşırı bilinçdışını tolere edemeyen bir insansa, bu anın anlamı belki de arketipsel bir rüya şeklinde ona baskı yapacaktır. Rüyayı dikkatle ele alınmış bağlamı çerçevesinde anlamaya çalışması nafile olacaktır; çünkü bu anlam kendini garip ve rüya sahibinin aşina olmadığı mitolojik şekillerde ifade edecektir. Rüya ortak figürler kullanır çünkü kişisel dengeyi rahatsız eden bir şeyi değil, bitmek bilmeden tekrarlayan ebedi bir insan sorununu ifade etmek zorundadır.

  2. Bireyin yaşamındaki bütün bu anlar, yani insan kaderinin evrensel yasalarının amaçlara, beklentilere ve kişisel bilinç fikirlerine zorla girdiği anlar, bireyleşme sürecindeki uzun yolun üzerindeki duraklardır. Aslına bakılırsa bu süreç, bütün insanlığın kendiliğinden farkına varmaktır. Ben-bi- linçli kişilik insanın bütününün sadece bir parçasıdır ve hayatı, henüz bütün hayatını temsil etmiyordur. Kişi “ben” oldukça, kendini parçası olduğu ortak insandan o kadar koparır; hatta ona zıt düştüğünü bile görür. Ama yaşayan her şey bütünlük peşinde olduğu için, bilinçli hayatımızın

o malum tek taraflılığı sürekli olarak düzeltilir ve bilinçle bilinçdışını birleştirmeyi ya da daha doğrusu beni daha geniş bir kişiliğe yedirmeyi amaçlayan, içimizdeki o evrensel insanoğlu tarafından dengelenir.

  1. “Büyük” rüyaların anlamını öğrenmek isteyen biri için bu tarz yansıtmalar kaçınılmazdır. Büyük rüyalar kahramanın, doğası gereği yarı-tanrı olan o yüce insanın yaşamını karakterize eden pek çok mitolojik motif kullanır. Burada kabul törenlerinde ortaya çıkanlar gibi tehlikeli maceralar ve işkenceler görürüz. Ejderhalar, yardımsever hayvanlar ve iblislerin yanı sıra Yaşlı Bilge Adam a, hayvan-insana, dilek ağacına, gizli hâzinelere, kuyuya, mağaraya, yüksek duvarlı bahçeye, simyanın biçimlendirici süreç ve cevherlerine rastlarız; yani sıradan bir günde kesinlikle rastlayamaya- cağımız şeylere. Bunun sebebi, kişiliğin henüz oluşmamış ama hâlâ olma aşamasında olan bir kısmıyla baş etmek zorunda olmalarıdır.

  2. Bu mitolojemlerin rüyalarda nasıl “yoğunlaştığı” ve birbir- lerinde nasıl değişiklikler yaptığı, Nebukadnezar’ın Rüyası (Daniel 4: 7 vd.) resmiyle gösterilmiştir [kitabın başındaki resimli sayfada]. Bu resim, o rüyanın temsilinden başka bir şey gibi görünmese de, detaylar daha yakından incelendiğinde hemen anlaşılacağı gibi sanatçı tarafından tekrar hayal edilmiştir. Ağaç kralın göbeğinden (Incil’le çok ilgisiz bir şekilde) büyüyordun Bu yüzden de bu Isa’nın atalarına ait, Adem’in, yani kabile reisinin göbeğinden büyüyen bir soy ağacıdır. Bu nedenle dallarında çocuğunu kanıyla besleyen pelikan vardır - Isa’nın bilinen bir alegorisi. Bundan başka, pelikan, evanjelistlerin dört sembolünün yerini alan dört kuş ile birlikte bir beşli oluşturur ve bu beşli, geyiğin alt taraflarında yeniden ortaya çıkar, ki geyik de İsa’nın başka bir semboldür. Bu iki adet dörtlü grubun,

simyadaki düşüncelerle yakın ilişkileri vardır: yukarıda Vo- latilia''', aşağıda terrena^, ilki geleneksel olarak kuşlarla, İkincisiyse dört ayaklı olarak tasvir edilmiştir. Yani resimde sadece Hıristiyanlığa özgü soy ağacı ve evanjelist dörtlü kavramı değil, aynı zamanda simya bilimine ait çift dörtlü ideası da ima edilmiştir (“superius est sicut quod inferius”). Bu etkileşim, rüyaların arketiplerden nasıl yararlandığını açık bir şekilde göstermiştir. Arketipler sadece birbirleriyle değil, benzersiz ve tek unsurlarla da yoğunlaşmış, birleşmiş ve karışmıştır.

  1. Peki, eğer rüyalar bu kadar gerekli dengelemeler yapıyorsa neden anlaşılabilir değiller? Bana genellikle bu soru soruluyor. Cevap rüyanın doğal bir oluşum olması ve doğanın, meyvelerini bu kadar bedelsiz ve insanların beklentilerine göre vermeye hevesli olmamasıdır. Eğer rüya anlaşılmazsa, dengelemenin faydasız olacağı konusunda bazı itirazlar vardır. Ancak bu kesin böyle olamaz; çünkü pek çok şey, anlaşılmasa da faydalı olabilir. Ama tabii ki rüyayı anlayarak bunun sağladığı faydaları artırabiliriz ve bu çoğunlukla gereklidir de çünkü bilinçdışının sesi çok kolay kaçırıla- bilir. “Doğanın kusurlu bıraktığını sanat kusursuzlaştırır”, demiştir bir simyacı.

  2. Rüyaların şekline gelecek olursak, hafifletici izlenimlerden bitmek tükenmek bilmeyen rüya-anlatısına kadar pek çok şey bulabiliriz. Buna rağmen dramadakine benzer şekilde,

miştir. Bu nedenle Autunlu Honorius Speculum de Mysteriis Ecclesiae adlı eserinde (Migne, P. L., 172. cilt, 847. sıra) şöyle yazmıştır: “Derler ki geyik, bir yılanı yedikten sonra, aceleyle suya doğru koşar; ki suyla zehri atabilsin ve sonra boynuzlarını ve tüylerini değiştirip yenilesin'' .Saint-Graelte (III, s. 219 ve 224) Isa’nın havarilere bazen dört aslanla (= dört evanjelist) birlikte beyaz bir geyik olarak göründüğü söylenir. Simya biliminde Mer- curius geyik olarak alegorize edilir (Manget, Bibi. tab. IX, fıg. XIII, ve başka yerlerde) çünkü geyik kendini yenileyebilir. “Les os du cuer du serf vault moult pour conforter le cuer humain” (Delatte, Textes latins et vieuxfrançais relatifs aux Cyranides, s. 346).

  1. Latince Volatilisin çoğul hali. Kanatlı, uçan, vs. anlamlarına gelir -çn.

  2. Latince “dünyevi”-çn.

belirli bir yapısı olduğu görülen pek çok “ortalama” rüya da vardır. Örneğin rüya, “Bir caddedeydim, bir bulvardı”,(1) ya da “bir otel gibi büyük bir binadaydım, (2) gibi bir YER BİLDİRİMİYLE başlar. Sonra BAŞ KARAKTERLERLE ilgili bir ifade gelir. Örneğin “bir parkta arkadaşım X ile birlikte yürüyordum. Bir dönemeçte birden Bayan Y ile karşılaştık” (3) ya da “bir tren vagonunda annem ve babamla oturuyordum” (4) ya da “bir sürü arkadaşımla birlikteydim ve üniforma giymiştim” (5) gibi. Zaman bildirimleri daha nadirdir. Rüyanın bu fazına ben AÇIKLAMA diyorum. Olay mahallini, olayın içindeki kişileri ve genellikle rüya sahibinin o anki durumunu belirtir.

  1. İkinci fazda konunun GELİŞİMİ yer alır. Örneğin: “Bir caddedeydim, bir bulvardı. Uzakta bir araba belirdi ve hızla yaklaştı. Çok dengesiz sürülüyordu ve şoförün sarhoş olduğunu düşündüm” (1) ya da “Bayan Yçok heyecanlı görünüyordu ve bana, arkadaşım X’in duymak istemediği bir şeyi aceleyle fısıldadı (3). Durum bir şekilde giderek daha karmaşık hale geliyor ve gerginlik oluşuyor; çünkü ne olacağı bilinmiyor.

  2. Üçüncü fazda SONUÇLANMA ya da dönüm noktası geliyor. Burada ya kararlı bir şey olur ya da bir şey tamamen değişir: “Birdenbire arabanın içindeydim ve bu sarhoş şoför de bendim. Ama sarhoş değil, tuhaf bir şekilde güvensizdim, sanki direksiyon yokmuş gibi. Hızla giden arabayı artık kontrol edemiyordum ve bir duvara çarptım” (1) ya da “Birden Bayan Y bembeyaz kesildi ve yere düştü” (3).

  3. Dördüncü ve son faz kırılma, yani rüyanın ürettiği ÇÖZÜM ya da SONUÇ’tur. (Dördüncü fazın olmadığı bazı rüyalar vardır ve bu, burada tartışılması gerekmeyen özel bir sorun yaratabilir) Örneğin: “Arabanın ön kısmının haşat olduğunu gördüm. Hiç bilmediğim, tuhaf bir arabaydı. Bana bir şey olmamıştı. Biraz endişe içinde sorumluluğumu düşün- düm\Y). “Bayan Y'nin öldüğünü sandık ama anlaşılan sadece bayılmıştı. Arkadaşım X bağırdı: T bir doktor çağırsın” (3). Son faz, aynı zamanda rüya sahibinin de “aradığı” çözüm olan son durumu gösterir. 1. rüyada dümensiz bir karışıldıktan sonra yepyeni bir aydınlanma yaşanmıştır; ya da yaşanmalıdır; çünkü rüya dengeleyicidir. 3. rüyanın sonucu, becerikli üçüncü bir kişinin yardımının gerektiği düşüncesidir.

  4. İlk rüya sahibi, bazı zor ailevi durumlardan sonra aklını kaçıran ve işin daha da kötüye gitmemesini isteyen bir adamdı. Diğer rüya sahibi, nevrozu konusunda bir psikiyatristten yardım alıp almaması gerektiğini düşünüyordu. Haliyle bu açıklamalar rüyanın yorumu değil; sadece durumu özetliyorlar. Rüyayı dört faza bölmek, pratikte karşılaşılan rüyaların çoğunluğuna zorluk çekmeden uygulanabilir - bu da rüyaların genellikle “dramatik” bir yapısının olduğunun göstergesidir.

  5. Yukarıda da göstermiş olduğum gibi, rüya-hareketinin asıl içeriği tek-taraflılığın, hataların, sapmaların, ya da bilinçli tutumun diğer kusurlarının ince bir ayarla dengelenmesini sağlar. Histerik bir hastam, kendisinin fazlasıyla seçkin olduğunu düşünen aristokrat bir bayan, rüyalarında bir sürü pis balıkçı kadın ve fahişe görüyordu. Aşırı durumlarda dengeleme o kadar tehditkar olur ki bunun sonucunda uykusuzluk ortaya çıkar.

  6. O halde rüya, rüya sahibini ya acı verici bir şekilde reddeder ya da ahlaki açıdan güçlendirir. İlkinin, en son bahsettiğim hasta gibi kendini çok beğenen insanlara; İkincisinin ise öz-değerlemesi çok düşük olan insanlara olması daha muhtemeldir. Ancak bazen ukala kişi rüyasında aşağılanmaz, bilakis hiç de muhtemel olmayan ve absürt bir üst noktaya çekilir, çok mütevazı kişi de “başa kakmak için” muhtemel olmayan bir şekilde değerden düşer.

  7. Rüyalar ve anlamları hakkında bir şeyler bilen ama yeteri kadar bilgisi olmayan ve rüyaların zor ve yönelimli dengelemelerinden etkilenen çoğu insan, rüyanın genellikle ahlaki bir amacı olduğu, uyarıda bulunduğu, ders verdiği, teselli ettiği, gelecekten haber verdiği vb. önyargısına yenilir. Eğer bilinçdışının her şeyin en iyisini bildiğine inanırsak, gerekli kararları rüyaların vermesi hatasına kolayca düşer, sonra da rüyalar giderek daha da gereksiz ve anlamsız olmaya başlayınca hayal kırıklığına uğrarız. Tecrübe bana, rüya psikolojisine dair azıcık bir bilginin bilinçdışının fazla gözde büyütülmesine yol açtığını, bunun da bilinçli bir şekilde karar verme yetisine zarar verdiğini göstermiştir. Bilinçdışı, sadece bilinçli zihin görevlerini sonuna kadar yerine getirdiğinde tatmin edici şekilde işler. Rüya belki de eksik olanı sağlayabilir ya da tüm çabalarımızın başarısız olduğu yerde ileri gitmemize yardımcı olabilir. Eğer bilinçdışı gerçekten bilinçten üstün olsaydı, bilincin avantajının nerede olduğunu ve evrimin düzeninde neden gerekli bir unsur olarak öne çıktığını anlamamız zor olurdu. Eğer lusus naturaed.exın başka bir şey olmasaydı, dünyaya ve kendi varlığımıza karşı duyduğumuz bilinçli farkındahk anlamsız olurdu. Bilincin doğanın bir acayipliği olduğu düşüncesini sindirmek zordur ve psikolojik nedenlerden ötürü, doğru olsa bile, bunu vurgulamaktan kaçınmalıyız - ki bu şekilde hiçbir zaman öyle olduğunu kanıtlamak durumunda da kalmayız (aksini kanıtlamayacağımız gibi). Bu, hiçbir doğruluk kriteri olmayan metafizik alanına ait bir sorundur. Ancak bu, metafiziksel görüşlerin, insan psikesinin huzuru için son derece önemli olduğu gerçeğini hor görmek demek değildir.

  8. Rüya psikolojisi çalışmalarında, rüya fenomeninin zaten fazlasıyla önemli katkılar yapmış olduğu felsefi ve dini sorunlarla karşılaşırız. Ancak şu anda bu karmaşık fenomenle ilgili tatmin edici bir teori ya da açıklamaya sahip olduğumuzu söyleyemeyiz. Bunu söyleyebilmek için bilinçdışı psikeyle ilgili hâlâ daha çok az şey biliyoruz. Bu alanda hâlâ daha sınırsız sayıda hasta ve yapılması gereken tarafsız iş var; çünkü araştırmanın amacı doğru olan tek teoriyi bulduğumuzu düşünmek değil, bütün teorilerden şüphe duyarak doğruya adım adım daha fazla yaklaşmaktır.

  1. Doğanın bir acayipliği. Şekilsiz bir yaratık -çn.

  1. Kısım

Rüya-Analizinin Pratik Kullanımı

1

RÜYA-ANALİZİNİN PRATİK
KULLANIMI

  1. Psikoterapide rüya-analizinin kullanılması hâlâ daha çok tartışmalı bir konudur. Bazı pratisyenler için nevrozun tedavisinde rüya-analizinin kullanılması zaruridir ve rüyanın psişik öneminin bilinçli zihninki kadar önemli olduğunu düşünürler. Öte yandan bazıları da rüya-analizinin önemli olduğunu düşünmezler ve rüyaları psikenin ihmal edilebilir bir yan-ürünü olarak ele alırlar. Açıkça görülüyor ki kişi bilinçdışının, nevrozun etiyolojisinde belirleyici bir rol oynadığı görüşünü benimserse, rüyalara bilinçdışının doğrudan ifadeleri olmaları sebebiyle pratik bir önem atfedecektir. Yine açıkça görülüyor ki bilinçdışını reddederse ya da en azından etiyolojik açıdan önemsiz olduğunu düşünürse, rüya-analizinin önemini de en aza indirgeyecektir. 1931 yıhnda, yani Carus bilinçdışı kavramını oluşturduktan

yarım yüzyıl sonra, Kant “karanlık ideaların sınırsız alanından bahsettikten yaklaşık bir yüzyıl sonra ve Leibniz bilinçdışı psişik bir etkinliğin var olduğunu varsaydıktan neredeyse iki yüzyıl sonra - ki Janet, Flournoy, Freud ve daha pek çoğunun kazanmalarını saymıyorum bile - bi- linçdışının gerçekliğinin hâlâ daha tartışmalı bir konu olması üzüntü vericidir. Ama burada benim amacım özellikle pratik sorunları ele almak olduğu için, bizim rüya-anali- zimiz bu hipotez üzerine dayansa ya da onunla çökse de bilinçdışını savunmaya girişmeyeceğim. Bilinçdışı olmazsa rüya doğanın bir tuhaflığı, gün bittikten sonra geriye kalan anlamsız bir fragmanlar yığınıdır. Ancak bu eğer gerçekten öyle olsaydı burada bunları tartışmamızın bir sebebi olmazdı. Bilinçdışının varlığını kabul etmezsek bu konuyu inceleyemeyiz; çünkü rüya-analizinin amacı aklımızı konuşturmak değil, nevrozun tedavisinde ya da aydınlatılması konusunda önemli olduğu düşünülen bilinçdışı içerikleri ortaya çıkarmak ve onların farkına varmaktır. Bu hipotezi kabul etmeyen birinin, rüya-analizinin uygulanabilirliğini listeden çıkarması gerekir.

  1. Ancak bizim hipotezimize göre bilinçdışı, etiyolojik bir öneme sahip olduğu ve rüyalar bilinçdışı psişik etkinliğin doğrudan bir ifadesi olduğu için, rüyaları inceleme ve yorumlama girişimlerinin teorik olarak bilimsel gerekçeleri vardır. Eğer başarılı olursak, elde edilebilecek terapötik sonuçlar bir yana, bu girişimler psişik nedenselliğin yapısına dair bize bilimsel bir içgörü sağlayabilir. Ancak pratisyen, bilimsel buluşları genellikle kendi terapötik çalışmalarının bir yan ürünü olarak görmeye meyillidir; bu yüzden etiyolojik geçmişe dair bir içgörüyü, rüya-analizinin pratik kullanımı için yeterli bir sebep olarak görme ihtimali pek yoktur. Elbette bu şekilde elde edilen açıklayıcı bir içgörünün terapötik bir değeri olduğuna inanabilir; bu durumda rü- ya-analizini profesyonel bir görev konumuna yükseltecektir. Freud ekolünün, değerli terapötik sonuçların, bilinçdışı

nedensel faktörlere ışık tutarak elde edilebileceğini düşündüğü bilinen bir gerçektir - yani bunları hastaya açıklayarak ve hastayı, yaşadığı tüm sorunların kaynağı konusunda tamamen bilinçlendirerek.

  1. Şu an bu varsayımın gerçeklerle doğrulandığını varsayarsak, o zaman geriye kalan tek soru, bilinçdışı etiyolojiyi keşfetmek için rüya-analizinin tek başına ya da diğer yöntemlerle bağlantılı bir şekilde kullanılıp kullanılamayacağıdır. Bu soruya verilecek Freudcu cevap öyle sanıyorum ki ortak bilgi olacaktır. Bu cevabı rüyaların, özellikle de tedavinin çok başlarında görülen rüyaların temel etiyolojik faktörlere en yanılmaz şekillerde ışık tuttuğunu gözlemlediğim için onaylayabilirim. Sıradaki örnek bunu daha iyi açıklayabilir:

  2. Dünyada önemli bir konumda bulunan bir adam bana danışmıştı. Bir endişe ve güvensizlik hissinden mustaripti ve bazen mide bulantısına sebep olan baş dönmesi, başta ağırlık ve nefes darlığı şikayetleri vardı - kolaylıkla dağ hastalığı ile karıştırılabilecek bir durum. Oldukça başarılı bir kariyeri vardı ve hırs, sanayi ve doğuştan gelen yeteneklerinin gücü sayesinde fakir bir çiftçinin oğlu olarak mütevazı kökenlerinden yükseklere çıkmıştı. Basamakları adım adım tırmanmış, en sonunda her türden sosyal getiriye sahip lider bir konum elde etmişti. Birdenbire nevroza tutulma- saydı, şimdiye onu göklere çıkaracak olan sıçrama tahtasına varmış olacaktı. Hikayesinin bu noktasında hasta, “ve şu anda, bir zamanlar...” gibi basmakalıp kelimelerle başlayan tanıdık ünlemleri kullanmaktan kendini alamıyordu. Dağ hastalığının bütün belirtilerini gösteriyor olması, içinde bulunduğu kişisel zorluğun güçlü bir göstergesi olarak oldukça normaldi. Danışma sırasında ayrıca geçen gece gördüğü iki rüyayı da anlatmıştı: “Tekrar, doğduğum o küçük köydeyim. Benimle aynı okula giden köylü çocuklar yolda birlikte duruyorlar, ben de yanlarından onları tanımıyormuş gibi geçip gidiyorum. Sonra içlerinden birinin, parmağıyla beni

işaret ederek 'köyümüze sık sık gelmez’ dediğini duyuyorum*.

  1. Bu rüyada rüya sahibinin kariyerindeki mütevazı başlangıca göndermeler olduğunu görmek ve bu göndermelerin ne anlama geldiğini anlamak özel bir başarı gerektirmiyor. Rüya açıkça şunu söylüyor: “Ne kadar aşağıdan geldiğini unuttun”.

  2. ikinci rüya şöyle: “Telaş içindeyim çünkü tatile çıkmak istiyorum. Valize koyacak bir şeyler arıyorum ama hiçbir şey bulamıyorum. Zaman akıp geçiyor ve trenin yola çıkmasına çok az bir zaman kalıyor. Her şeyimi valize koymayı nihayet başarınca hızla sokağa çıkıyorum ama önemli evraklar içeren bir iş çantasını unuttuğumu fark ediyorum. Nefes nefese geri dönüyorum, nihayet çantayı buluyorum ve tekrar istasyona koşuyorum ama neredeyse hiç yol alamıyorum. Son bir çabayla perona varıyorum ama trenin dumanlar çıkararak istasyondan çıktığını görüyorum. Yol çok uzun ve S şeklinde kıvrılarak ilerliyor. Makinist dikkat etmez ve düzlüğe geldiğinde buharı basarsa arka vagonlar hâlâ daha kıvrımın üzerinde olacak ve hız kazanmayla birlikte rayların dışınafırlayacak. Ve olan şu: makinist buhar basıyor, ben bağırmaya çalışıyorum, arka vagonlar korkunç bir şekilde sarsılıyor ve raylardan çıkıyor. Korkunç bir felaket oluyor. Dehşet içinde uyanıyorum”.

  3. Burada da rüyanın mesajını anlamak için özel bir çaba gerekmiyor. Rüya hastanın, kendisini daha da ileriye götürmek için içinde bulunduğu o çılgın aceleciliği tarif ediyor. Ama ön taraftaki makinist durmak bilmediği için nevroz arkada gerçekleşiyor: Vagonlar sallanıyor ve tren raydan çıkıyor.

  4. Hayatının şu aşamasında hastanın, kariyerinin en yüksek noktasında olduğu aşikar. Alçaktaki kökenlerinden yukarıya doğru gerçekleştirdiği büyük yükselişin gerginliği gücünü tüketmiş. Elde ettikleriyle mutlu olması gerekiyor ama bunun yerine hırsı, onu daha da ileriye ve onun için çok ince ve alışık olmadığı bir atmosfere götürmeye zorluyor.

Bu sebeple nevroz, onda bir uyarı olarak baş gösteriyor.

  1. Şartlar hastanın tedavisini daha ileri götürmeme mani oldu; vakayla ilgili fikrim de onu tatmin etmedi. Bunun sonucu olarak da rüyada resmedilen şey gerçekleşti. Hasta, hırsını besleyen iş fırsatlarını sonuna kadar değerlendirdi ve o kadar şiddetli bir şekilde raydan çıktı ki bu, gerçek hayatta da bir felaketle sonuçlandı.

  2. Yani, bilinçli anamneziden çıkarılabilecek şey - yani dağ hastalığının, hastanın daha yukarı tırıllanamayacağının sembolik ifadesinden - rüyalar tarafından bir gerçek olarak doğrulanmış oldu.

  3. Bu noktada rüya-analizinin uygulanabilirliğiyle ilgili çok önemli bir noktaya geliyoruz: Rüya, rüya sahibinin iç dünyasını tarif eder ama bilinçli zihin bunun doğruluğunu ya da gerçekliğini reddeder ya da gönülsüz kabul eder. Bilinçli durumdayken rüya sahibi, daha ileri neden gitmemesi gerektiğini anlayamadı. Aksine hırslı tırmanışına devam etti ve daha önceki olayların göstermiş olduğu gibi buna gücünün olmadığını fark etmedi. Bilinçli alanda hareket ettiğimiz sürece bu vakalarda hiçbir zaman emin olamayız. Anamnezi farklı şekillerde yorumlanabilir. Sonuçta her asker sırt çantasında bir mareşal değneği taşır’ve yoksul pek çok ailenin çocuğu çok büyük başarılar kazanmıştır. Neden bu durumda da böyle olmasın? Yargılarım hatalı olabilecekse, neden benim tahminim onunkinden daha iyi olsun? Bu noktada rüya, bilinçli zihnin kontrolü dışında isteksiz, bilinçdışı bir psişik sürecin ifadesi olarak ortaya çıkar. Hastanın içsel doğru ve gerçeğini olduğu gibi gösterir; benim tahmin ettiğim ve hastanın olmasını istediği şekilde değil ama olduğu gibi. Bu yüzden rüyaları, fizyolojik gerçekler gibi ele almayı kural edinmişimdir: Eğer idrarda şeker varsa, idrarda şeker vardır; beklentilerime daha iyi uyabilecek şekilde albümin ya da urobilin değil. Yani rüyaları tanı açı-

sından önemli gerçekler olarak ele alırım.

  1. Tüm rüyalarda olduğu gibi küçük rüya örneğim de bize beklediğimizden fazlasını verir. Bize sadece nevrozun değil, teşhisin de etiyolojisini sunar. Dahası tedavinin tam olarak nerede başlaması gerektiğini biliriz: Hastanın tam gaz ileri gitmesine engel olmalıyız. Rüyasında kendisine söylediği de tam olarak budur.

  2. Şimdilik bu kadarıyla yetinelim ve rüyaların nevrozun etiyolojisine ışık tutup tutmadığına geri dönelim. Benim bahsettiğim rüyalar genellikle bunu yapar; ama şeffaf olmalarına rağmen etiyolojik hiçbir unsuru barındırmayan pek çok rüya örneği de gösterebilirim. Şu anda analiz ve yorumlama gerektiren rüyalardan bahsetmek istemiyorum.

  3. Olay şu: Gerçek etiyolojisi ancak analizin sonunda belli olan nevrozlar ve etiyolojisi nispeten önemsiz olan nevrozlar vardır. Bu beni yola çıktığımız hipoteze, hastayı terapinin amaçlarına uygun olarak etiyolojik unsur konusunda bilinçlendirmemiz gerektiğine geri götürüyor. Bu hipotez, eski travma teorisinin kalıntısı olmaktan biraz daha öte bir şey. Tabii ki bazı nevrozların kökeninin travmatik olduğunu inkar etmiyorum; sadece bütün nevrozların doğasının bu olduğu ve istisnasız hepsinin çocuklukta yaşanan çok önemli bir şeyden kaynaklandığına karşı çıkıyorum. Bu tarz bir görüş mecburen nedenselci bir yaklaşımla sonuçlanıyor. Doktorun bütün ilgisini hastanın geçmişine yöneltmesi gerekiyor; daima “neden?” sorusunu sorması ve aynı şekilde uygun olacak “ne için?” sorusunu görmezden gelmesi gerekiyor. Genellikle bunun hasta üzerinde zararlı etkileri oluyor; çünkü asıl önemli olan şeyler fena halde ihmal edilirken hasta, çocukluğunda yaşadığı farazi bir olayı hatırlamak için - belki de yıllarca - hafızasını yoklamak zorunda kalıyor. Tamamen nedenselci bir yaklaşım çok dardır ve hem rüyanın hem de nevrozun gerçek öneminin hakkını veremez. Bu yüzden rüyaları, sadece etiyolojik unsuru ortaya çıkarmak için kullanan bir yaklaşım önyargılıdır ve rüyanın ana fikrini gözden kaçırır. Bizim örneğimiz aslında etiyolojiyi yeterince açık bir şekilde gösterir ama tedavi için bir öneri sunmasının yanı sıra bir teşhis ya da gelecekle ilgili beklentiler de sağlar. Bunun yanında etiyo- lojiye hiç temas etmeyen, ama hastanın doktora olan davranışları gibi farklı konuları ele alan pek çok önemli rüya da vardır. Buna örnek olarak yine aynı hastaya ait ve her biri tedavinin başlarında üç farklı analistle görüşülürken görülmüş üç rüyadan bahsetmek istiyorum. îlki şöyle: Başka bir ülke sınırına geçmek zorundayım ama sınırı bulamıyorum ve kimse de bana sınırın nerede olduğunu söylemiyor".

  4. Bunun tedavisi başarısız olmuş ve kısa bir süre sonra sona ermiş, ikinci rüya ise şöyle: “Sınırı geçmem gerekiyor ama gece zifiri karanlık ve gümrük idaresini bulamıyorum. Uzun bir arayıştan sonra çok uzakta ufiacık bir ışık görüyorum ve sınırın orada olduğunu düşünüyorum. Ama oraya gidebilmem için bir vadiden ve karanlık bir ormandan geçmem gerekiyor ve yolumu kaybediyorum. Sonra yanımda birinin olduğunu fiark ediyorum. Aniden deli gibi bana yapışıyor ve korkuyla

_ ...»

uyanıyorum.

  1. Bu tedavi de birkaç hafta sonra sona ermiş çünkü analist farkında olmadan kendini hastayla özdeşleştirmiş ve iki tarafın da yönünü tamamen kaybetmesiyle sonuçlanmış.

  2. Üçüncü rüya benim tedavim sırasında görüldü: “Bir ülke sınırını geçmem gerekiyor, ya da belki de onu zaten geçmişim ve kendimi bir İsviçre gümrük idaresinde buluyorum. Yanımda sadece bir el çantası var ve beyan edecek hiçbir şeyim yok. Ama gümrük memuru çantama elini daldırıyor ve şaşırtıcı bir şekilde bir çift ikiz yatak çıkartıyor".

  3. Hasta bende tedavi gördüğü sırada evlenmişti ve ilk başta evliliğine şiddetle karşı çıkmıştı. Nevrotik direncin etiyolo- jisi ancak aylar sonra belirdi ve rüyada bununla ilgili hiçbir şey yok. Bunlar istisnasız, rüya sahibinin doktorlarla yaşamak zorunda kalacaklarına dair beklentiler.

  4. Bu örnekler, benzer pek çokları gibi, rüyaların genellikle beklentisel olduğunu ve tamamen nedensel bir bakış açısıyla ele alındıklarında özel anlamlarını tamamen kaybedeceklerini göstermek için yeterlidir: Analitik durum hakkında hatasız bilgi ve terapötik önemi olan doğru bir anlayış sunmaktadır. A doktoru durumu anlamış ve hastayı B doktoruna göndermiş. Hasta, B doktoruylayken rüyadan kendince sonuçlar çıkarmış ve ayrılmaya karar vermiş. Benim üçüncü rüyaya yaptığım yorum onun için bir hayal kırıklığıydı ama rüyanın, sınırın zaten geçildiğini göstermesi onu bütün zorluklara rağmen devam etmesi konusunda cesaretlendirdi.

  5. Başlangıç rüyaları genellikle inanılmaz açık ve kolay anlaşılırdır; fakat analiz ilerledikçe rüyalar, netliğini kaybetmeye meyillidir. Eğer istisnai bir şekilde anlaşılır olmaya devam ederlerse, o zaman analizin henüz kişiliğin önemli bir noktasına temas etmediğinden emin olabiliriz. Çoğunlukla tedavi başladıktan hemen sonra rüyalar matlaşmaya ve bulanıklaşmaya başlar ve bu yorumlamayı gittikçe daha zor hale getirir. Bir başka zorluk ise doktorun artık, dürüst olmak gerekirse, olayları anlayamadığı bir noktaya gelmesidir. Anlamadığı, rüyaların gitgide daha belirsiz olmaya başlamasından anlaşılır; çünkü hepimiz “belirsizliğin”, doktorun öznel düşüncesi olduğunu biliriz. Anlayınca hiçbir şey belirsiz değildir; sadece anlamadığımızda bir şeyler anlaşılmaz ve karışık görünür. Rüyalar kendi içlerinde genellikle açıktır; yani o anki şartlarda nasıl olmaları gerekiyorsa öyledir. Tedavinin ileri aşamalarında ya da birkaç yıl sonra geriye, bu anlamsız rüyalara bakarsak, ne kadar kör olabildiğimize şaşar kalırız. Bu yüzden, analiz ilerlerken anlaşılır başlangıç rüyalarına kıyasla fazlasıyla belirsiz bir şeylere rastlarsak doktor hemen rüyaları karmaşık olmakla ya da hastayı kasıtlı direnç göstermekle suçlamamalıdır. Bu bulguları, kendisinin anlamamaya başladığının işaretleri olarak alsa daha iyi olur - tıpkı hastasının “aklı karışık” olduğunu söyleyen bir psikiyatristin bunun bir yansıtma olduğunu kabul etmesi, çünkü gerçekte, hastanın tuhaf davranışları sebebiyle kendi aklının karışmış olması gibi. Dahası zaman içinde doktorun anlamamaya başladığını kabul etmesi terapötik açıdan da çok önemlidir; çünkü sürekli anlaşılıyor olmak hasta için çok dayanılmaz bir duygudur. Bu şekilde doktorun gizemli güçlerine fazlasıyla güvenmeye başlar ve doktor da kendi profesyonel kibrine yenilerek hasta için tehlikeli bir tuzak hazırlamış olur. Doktorun kendine güveni ve “derin” anlayış yeteneğine sığınan hasta bütün gerçeklik algılarını yitirir, inatçı bir aktarım içine girer ve iyileşme gecikir.

  6. Anlayış, çok öznel bir süreçtir. Hastanın değil doktorun anlaması sebebiyle oldukça tek taraflıdır. Böyle bir durumda doktor hastayı ikna etmeyi kendine görev bilir. Eğer hasta kendisinin ikna olmasına izin vermezse doktor onu direnç göstermekle suçlar. Her şeyi anladığımda oldukça sakin bir şekilde, anlamadığımı söylerim; çünkü en sonunda doktorun anlayıp anlamaması bir şey değiştirmez; ama hastanın anlaması, her şeyi değiştirir. Bu yüzden anlayış dediğimiz şey, ortak yansıtmanın bir meyvesi olarak ortaya çıkan bir anlaşma olmalıdır. Tek taraflı anlayışın bir tehlikesi de, doktorun rüyayı yerleşik bakış açısından değerlendirebilecek olmasıdır. Değerlendirmesi anaakım teoriyle uyuşuyor olabilir, hatta bu doğru bile olabilir ama bu hastanın onayını kazanmayacak, hasta onunla anlaşmaya varmayacaktır ve bu, pratik anlamda yanlıştır - yanlıştır çünkü hastanın gelişimini önceden tahmin etmiş ve bu yüzden kösteklemiş olur. O halde hasta kendisine öğretilen bir doğruya ihtiyaç duymaz - bunu yaparsak sadece kafasına ulaşmış oluruz; kendisine öğretilen bu doğruya ulaşmaya daha fazla ihtiyacı vardır ve bu şekilde onun kalbine ulaşmış oluruz; bu da daha derine girip daha çok işe yarar.

  7. Doktorun tek taraflı yorumu bir teori ya da yerleşik düşünceye dayanırsa, hastayı ikna etmesi ya da terapötik sonuçlar elde etmesi sadece telkinlere dayanır. Kimse bu konuda kendini kandırmasın. Aslında telkin küçümsenmemeli; ama hastanın karakter bağımsızlığı üzerinde tamamlayıcı etkileri olsa da ciddi kısıtlamaları da vardır. Pratisyen analist bilinçli gerçekleştirmenin önemli ve değerli olduğuna inanabilir; çünkü şimdiye dek onun sayesinde kişiliğin bilinçdışı tarafları açığa çıkmış ve bilinçli ayrım ve eleştiriye tabi tutulmuştur. Bu, hastanın sorunlarıyla yüzleşmesini ve bilinçli değerlendirme ve karar verme yetilerini zorlamasını gerektiren bir süreçtir. Hastanın etik algılarına doğrudan bir meydan okuma, kişiliğin bütünüyle karşılık verilmesi gereken bir silahaltına alma işlemidir. Bu nedenle kişiliğin olgunlaşması açısından analitik yaklaşım, karanlıkta işleyen ve kişilikten hiçbir şey talep etmeyen bir türe sahip telkinden daha önemlidir. Telkine dayalı tedavi yöntemleri yanıltıcı ve geçici çözümler sağlar; analitik terapinin prensipleriyle uyumlu değildir ve mümkünse hep kaçınılmalıdır. Tabii ki telkinden, doktor bunu yapabilme ihtimalinin bilincinde olduğunda kaçınılabilir. Her zaman bol miktarda — hatta gereğinden fazla - bilinçdışı telkinde bulunulur.

  8. Bu yüzden bilinçli telkinde bulunmak istemeyen bir analistin, hastanın onayını kazanacak formül gibi bir zaman keşfedilene kadar her rüya yorumunu geçersiz kabul etmesi gerekir.

  9. Belirsizliği hem doktorun hem hastanın anlamamasından kaynaklanan rüyaları ele alırken bu kuralın gözetilmesi bence şarttır. Doktor bu gibi her rüyayı yeni bir şey, doğasını bilmediği durumlar hakkında bilgi veren bir kaynak ve hasta gibi kendisinin de çok şey öğreneceği bir şey olarak ele almalıdır. Bütün teorik varsayımlarını bir kenara bırakması ve her bir vakada tamamen yepyeni bir rüya teorisi geliştirmeye hazır olması gerektiğini söylemeye de gerek yok. Bu alanda hâlâ daha öncü çalışmalar yapılması için

sınırsız fırsat var. Rüyaların bastırılmış arzuların hayalen giderilmeleri olduğu düşüncesi ne yazık ki güncelliğini yitirmiştir. Arzu ve korku yansıtan rüyaların olduğu doğrudur; ama ya diğer şeyler? Rüya kaçınılmaz gerçekler, felsefi açıklamalar, yanılsamalar, çılgın fanteziler, anılar, planlar, beklentiler, mantıksız deneyimler, hatta telepatik görüler ve tanrı bilir daha neler içerebilir. Asla unutmamamız gereken şey, hayatımızın neredeyse yarısının bilinçdışı durumda geçtiği. Rüya, tam olarak bilinçdışının dile gelmesidir. Psikenin, bizim bilinç olarak adlandırdığımız gündüze ait bir kısmı olduğu gibi, geceye ait bir kısmı da vardır: Rüyamsı fantezi olarak algıladığımız bilinçdışı psişik etkinlik. Bilinçli zihnin sadece arzu ve korkular değil, bunun yanında pek çok şey daha içerdiği kesindir ve rüya psike- mizin konsantrasyon, sınırlama ve dışlama ile karakterize olan bilinçli zihnimizinkine eşit, hatta ondan daha zengin bir içerik ve canlı forma sahip olması muhtemeldir.

  1. O halde birtakım dar doktrinlere uyacak diye rüyanın anlamını kısmamalıyız. Doktorun teknik ya da teorik jargonunu taklit eden hastaların çok az olmadığını, hatta bunu Canis panem somniat, piscator pisces^ eski deyişiyle uyumlu olacak şekilde, rüyalarında bile yaptıklarını unutmamalıyız. Bu, balıkçının rüyasında gördüğü balıkların balıktan başka bir şey olmadığını söylemek değildir. Yanlış kullanılamayacak tek bir dil bile yoktur. Kolayca tahmin edilebileceği gibi yanlış kullanım bazen durumu tersine çevirir. Hatta bazen bilinçdışı, doktoru kendi teorisinin kargaşasında boğuyor gibi görünür. Bu yüzden ben rüyaları analiz ederken teorilerden mümkün olduğunca uzak dururum - tabii ki tamamen değil; çünkü bazı şeyleri anlamlandırmak için daima teorilere ihtiyaç duyarız. Örneğin rüyaların bir anlamı olmasını, bir teoriye dayanarak bekliyorum. Her rüyanın anlamlı olduğunu kanıtlayamam; çünkü ne doktorun ne de hastanın kesinlikle anlayamadığı rüyalar var ama

45 Köpek rüyasında yiyecek, balıkçı da balık görür -çn.

rüyalarla uğraşma cesaretini bulabilmem için bu tarz bir hipotezim olması gerekiyor. Rüyaların bilinçli bilgimize bir şeyler eklediğini ve bunu başaramayan rüyaların doğru şekilde yorumlanmamış olduğunu söylemek bir teoridir. Bu hipotezi ayrıca, rüyaları neden incelediğimi kendime açıklayabilmem için de oluşturmam gerekir. Bununla birlikte rüyaların işlevi ve yapısıyla ilgili bütün diğer hipotezler sadece göz kararı oluşturulan hipotezlerdir ve sürekli geliştirilmelidir. Rüya-analizinde bir an bile unutmamamız gereken şey, sadece belirsizliğin belirli olduğu hain bir zeminde ilerlediğimizdir. Bu kadar çelişkili olmasaydı birisi çıkıp rüya yorumcusuna “ne yaparsan yap, yeter ki anlamaya çalışma!” diye haykırmak isterdi.

  1. Anlaşılmaz bir rüyayı ele aldığımız zaman ilk işimiz anlamak ve yorumlamak değil, en az çabayla bağlamı oluşturmaktır. Bununla kastettiğim, rüyadaki her imgeyle ilgili “serbest çağrışım” yapmak değil; belirli imgelerin etrafında nesnel olarak gruplanmış birbiriyle ilişkili çağrışımları anlayabilmek. Pek çok hastanın ilk önce bu konuda eğitilmesi gerekir; çünkü hastalar da anında anlama ve yorumlamaya karşı duydukları o müthiş arzu açısından doktorlara benzerler, özellikle de doğru sindirilmemiş okumalarla ya da kötü giden eski bir analizle zehirlenmiş durumdaysalar. Bir teoriyle uyumlu olarak çağrışımlarda bulunmaya başlarlar; yani anlamaya ve yorumlamaya çalışırlar ve hemen hemen her seferinde tıkanıp kalırlar. Doktor gibi onlar da rüyanın, asıl anlamı gizleyen bir ön cephe olduğuna inanarak rüyanın arkasına geçmek isterler. Ancak çoğu evin ön cephesi kesinlikle sahte ya da yanıltıcı bir saptırma değildir. Aksine cephe de binanın planını izler ve iç düzenlemeyi ele verir. “Açık” rüya-resmi rüyanın kendisidir ve rüyanın bütün anlamını içinde barındırır, idrarda şeker bulduğumda bulduğum şekerdir, besi dokusunu gizleyen bir cephe değil. Freud’un “rüya-cephesi” olarak adlandırdığı şey rüyanın belirsizliğidir ve bu da aslında kendi anlamayışımızın bir

yansıtmasıdır. Sırf içinde olan biteni göremediğimiz için rüyanın cephesinin yanlış olduğunu söyleriz. Cephesi olduğu için değil - bir metnin cephesi yoktur -, anlayamadığımız için anlaşılmaz olan metin gibi bir şeyle uğraştığımızı söylesek daha iyi olur. Öyle bir metnin arkasına geçmek zorunda değiliz; önce okumasını öğrenmemiz gerekir.

  1. Bunu yapmanın en iyi yolu, biraz önce belirttiğim gibi, bağlam oluşturmaktır. Serbest çağrışım bir Hitit yazıtını çözmeme yardımcı olmayacağı gibi beni bir yere de götürmeyecektir. Elbette kendi bütün karmaşalarımın ortaya çıkmasına yardımcı olacaktır ama bunun için rüyaya ihtiyacım yok - gazetedeki bir ilan ya da bir cümle de işimi görür. Serbest çağrışım bütün karmaşalarımı açığa çıkarır ama bana bir rüyanın ne anlama geldiğini söyleyemez. Rüyanın anlamını çözmek için mümkün olduğunca rüya-im- gelerine tutunmam gerekir. Birisi rüyasında bir “anlaşma masası” gördüğünde, o kişinin bunu anlaşma için yapılmamış yazı-masasıyla bağdaştırması yeterli değildir. Rüya sahibinin aklına başka hiçbir şey gelmezse, bu tıkanmanın nesnel bir anlamı vardır; çünkü bu, rüya-imgesinin yakın çevrelerinde bir karanlığın hüküm sürdüğünü gösterir ve şüpheli bir durumdur. Rüya sahibinin anlaşma masasıyla vüzlerce şeyi bağdaştırmasını bekleriz; ama hiçbir şeyin bağdaştırılmaması da çok önemlidir. Bu gibi durumlarda imgeye geri döner dururum ve hastama şunu söylerim: “Anlaşma masasının ne anlama geldiği hakkında hiçbir fikrim olmadığını farz et. Bu nesneyi tarif et ve öyle bir anlat ki nasıl bir şey olduğunu anlamamam mümkün olmasın”.

  2. Bu şekilde rüya-imgesinin neredeyse tüm bağlamını oluşturmayı başarırız. Bunu rüyadaki bütün imgeler için yaptığımızda yorumlamaya hazır hale geliriz.

  3. Her yorum bir hipotez, bilinmeyen bir metni okuma teşebbüsüdür. Tek tek ele alman belirsiz rüyaların, kesin bir

şekilde yorumlanması pek mümkün değildir. Bu sebeple tek tek yorumlamaya çok önem vermem. Sadece bir rü- ya-dizisinin yorumlanmasında göreceli bir seviyede kesinlik elde edilebilir; çünkü sonraki rüyalar, önceki rüyaları ele alırken yaptığımız hataları düzeltir. Ayrıca temel fikir ve temalar rüya-dizilerinde daha iyi anlaşılır. Bu yüzden hastalarımı, rüyalarının ve yapılan yorumların titiz bir kaydını tutmaya zorlarım. Ayrıca onlara, belirtilen şekilde rüyalarını nasıl çözümleyeceklerini gösteririm; böylece danışmaya gelirken rüyayı ve içeriklerini yazılı şekilde yanlarında getirebilirler. Daha sonraki aşamada rüyayı yorumlamalarını da sağlarım. Bu şekilde hasta, doktorun yardımı olmadan bilinçdışıyla nasıl baş etmesi gerektiğini öğrenir.

  1. Rüyalar sadece etiyolojik önemi olan faktörlerle ilgili bilgi veriyor olsaydı bütün rüya yorumlama işi doktora bırakılabilirdi. Yine, rüyaların yaptığı tek şey doktora faydalı ipuçları ve psikolojik tüyolar vermek olsaydı, benim yöntemim tamamen gereksiz olurdu. Ancak örneklerimin de göstermiş olduğu gibi rüyalar doktora pratik fayda sağlamaktan daha fazlasını içerdiği için, rüya-analizine özel ilgi gösterilmelidir. Bazen rüyalar gerçekten hayat memat meselesidir. Bu rüyalar arasında bir tanesi benim için özellikle etkileyicidir. Bu bir meslektaşımla ilgili; benden biraz daha yaşh, zaman zaman gördüğüm ve her zaman rüya-yorumlarım konusunda bana takılan bir adam. Bir gün onunla yolda karşılaştım ve bana şöyle seslendi: “Hayat nasıl gidiyor? Hâlâ rüya yorumluyor musun? Bu arada bir başka salak rüya daha gördüm. Acaba onun da bir anlamı var mıdır?” Gördüğü rüya şuydu: “Yamaçları kar kaplı ve dik, yüksek bir dağa tırmanıyorum. Yukarı, daha da yukarı tırmanıyorum ve hava harika. Yükseğe çıktıkça kendimi daha iyi hissediyorum. Kendi kendime ‘keşke sonsuza kadar böyle tırmanıp dursam!’ diyorum. Zirveye vardığımda mutluluğum ve coşkum o kadar büyük ki yukarı, uzaya bile tırmanabileceğimi düşünüyorum. Sonra bunu gerçekten yapabileceğimi anlıyorum: Yukarıya,

hava boşluğuna tırmanmaya başlıyorum ve zevkten kendimden geçerek uyanıyorum".

  1. Biraz konuştuktan sonra şöyle dedim, “Sevgili arkadaşım, dağcılıktan vazgeçmeyeceğini biliyorum ama şu andan itibaren dağlara yalnız gitmemeni tavsiye ederim. Giderken iki rehber al ve onları sonuna kadar takip edeceğine söz ver”. “Sen akıllanmazsın!” diye karşılık verdi ve gülerek el sallayıp gitti; onu bir daha görmedim. İki ay sonra ilk bomba düştü. Dışarda yalnızken bir çığın altında kalmıştı ama şans eseri oradan geçmekte olan bir askeri devriye tarafından tam zamanında kurtarılmıştı. Bundan üç ay sonra son bomba geldi. Daha genç bir arkadaşla, ama rehbersiz tırmanmıştı. Aşağıda duran bir rehber, onun bir kayadan inerken boşluğa adım attığını görmüştü. Daha aşağıda bekleyen arkadaşının kafasının üstüne düşmüş ve daha altlarda ikisi de paramparça olmuştu. Bu, ecstasis'in intikamıydı!

  2. Hiçbir şüphecilik ve eleştiri henüz rüyaları ihmal edilebilir oluşumlar olarak görmemi sağlayamamıştır. Çoğunlukla anlamsız görünürler ama psikenin geceye ait bölümünden gelen esrarengiz mesajları okuyacak algı ve ustalığa sahip olmayanlar aslında bizlerizdir. Psişik varlığımızın en az yarısının o bölümde geçtiğini ve bilinçdışımızın günlük yaşantımızı gölgelediği kadar bilincimizin de gece hayatımızda hareket halinde olduğunu görünce, tıbbi psikolojinin rüyaları sistemli bir şekilde çalışarak algılarını keskinleştirmesinin zaruri olduğunu anladım. Bilinçli halde yaşananların öneminden kimse şüpheye düşmez; o halde neden bilinçdışı olayların öneminden şüphe duyalım? Onlar da hayatımızın parçalarıdır ve bazen refah ve mutluluğu yakalayabilmek için gün içinde olanlardan daha önemlidirler.

  3. Rüyalar gizli iç dünyamız hakkında bilgi verdiği ve hastaya kişiliğinin, günlük davranışlarında nevrotik semptomlar olarak ortaya çıkan bileşenlerini gösterdiği için anlaşılıyor ki, hastayı sadece bilinç tarafından ele alarak etkili bir şekilde tedavi edemeyiz; bilinçdışının kendisinde ve onun vasıtasıyla bir değişim yaratmamız gerekir. Şu anki bilgimiz ışığında bu, ancak bilinçdışı içeriğin kusursuz ve bilinçli bir şekilde özümsenmesiyle elde edilebilir.

  4. Bu anlamda “özümseme”, bilinç ve bilinçdışının karşılıklı olarak birbirinin içine girmesidir; - genellikle düşünülüp uygulandığı gibi - bilinçli zihnin bilinçdışım tek taraflı değerlendirmesi, yorumlaması ve onun şeklini değiştirmesi değildir. Genel olarak bilinçdışı içeriğin değer ve önemine ilişkin çok yanlış görüşler mevcuttur. Freud ekolünün tıpkı ilkel insanları canavardan sadece birazcık daha iyi şartlarda ele alması gibi, bilinçdışım da oldukça olumsuz bir şekilde sunduğu bilinen bir gerçektir. Kabilenin korkunç yaşlı reisi hakkındaki çocuk masalları ve “çocukluk dönemine ait-sapkın-suçlu” bilinçdışı hakkındaki öğretileri, insanların tamamen doğal bir şeyi tehlikeli bir canavara dönüştürmesine sebep olmuştur. Sanki iyi, mantıklı, kayda değer ve güzel olan her şey bilinçli zihinde yer alırmış gibi. Ya Dünya Savaşı’nın sebep olduğu korkunç şeyler, bilinçli zihnin bilinçdışından daha canavar ve sapkın olduğunu görmemizi sağlamasaydı?

  5. Geçenlerde bilinçdışının özümsenmesiyle ilgili öğretilerimi uygarlığa zarar vermek ve en yüksek değerlerimizi tamamen ilkelliğe teslim etmekle suçladılar. Böyle bir düşünce sadece ve sadece bilinçdışının bir canavar olduğu varsayımından kaynaklanabilir. Bu görüş doğa ve hayatın gerçeklerine dair duyulan korkulardan kaynaklanır. Freud yüceltme kavramını, bizi bilinçdışının hayali pençelerinden kurtarmak için icat etmiştir; ama gerçek olan, gerçekten var olan; simyaya benzer şekilde yüceltilemez ve eğer bir şey açıkça yüceltilirse bu, asla yanlış yorumlamanın sebep

olduğu bir şey değildir.

  1. Bilinçdışı bir canavar değil, ahlak, estetik değer ve entelektüel yargı açısından tamamen nötr doğal bir varlıktır. Sadece ona karşı bilinçli tutumumuz yanlış olduğunda tehlikeli hale gelir. Onu ne kadar bastırırsak, tehlikesi de o kadar artar. Ne zaman hasta daha önceleri bilinçdışı olan içerikleri özümsemeye başlar, tehlikesi o zaman azalır. Kişilik çözülümü ve psikenin gündüze ve geceye ait taraflarının endişe verici bölünmesi, özümsemenin devam etmesiyle birlikte durur. Beni eleştirenlerin korktuğu şeyin — yani bilinçdışının bilinçli zihni alt etmesi - bilinçdışı hayattan bastırılarak dışlandığında, yanhş yorumlandığında ve küçük görüldüğünde ortaya çıkması daha muhtemeldir.

  2. Bilinçdışının doğasıyla ilgili yapılan esas hata muhtemelen şudur: Genellikle bilinçdışı içeriğin sadece bir anlamı olduğu ve bu içeriğin değişmez bir artı ya da eksiyle işaretlendiği düşünülür. Bence bu çok saf bir düşüncedir. Psike, tıpkı beden gibi dengesini koruyan ve kendini-düzenleyen bir sistemdir. Çok ileriye giden her süreç anında ve kaçınılmaz bir şekilde dengeleyicileri çağırır ve bu dengeleyiciler olmadan normal bir metabolizma ve normal bir psike olamaz. Bu anlamda dengeleme teorisini, psişik davranışın temel yasası olarak kabul edebiliriz. Bir tarafta bir şeyin çok az olması, diğer tarafta bir şeylerin çok fazla olmasına sebep olabilir. Aynı şekilde bilinç ve bilinçdışı arasındaki ilişki de dengeleyicidir. Bu, rüya-yorumlamanın en iyi kanıtlanmış kurallarından biridir. Bir rüyayı yorumlamaya başladığımızda şu soruyu sormak her zaman çok yardımcı olur: Rüya hangi bilinçli davranışı dengeliyor?

  3. Dengeleme, sadece aldatıcı bir arzu-giderme değildir; biz bastırdıkça daha da fiili hale gelen fiili bir hadisedir. Susuzluğumuzu bastırınca susuzluğumuz gitmez. Aynı şekilde rüya-içeriği de, bilinçli tutuma eş-belirleyici faktör olarak uydurulması gereken bir gerçeklik olarak ciddiyetle

ele alınmalıdır. Eğer bunu yapamazsak, bilinçdışı dengelemenin ortaya çıkmasına sebep olan tuhaf zihin yapısında ısrar etmiş oluruz. Bu durumda mantıklı bir yargıya veya dengeli bir yaşam tarzına nasıl ulaşabileceğimizi görmek zorlaşır.

  1. Eğer kişi bilinçli içeriğin yerini bilinçdışı bir içeriğin aldığını hissederse - ki bu pek çok eleştirmenin endişe verici bulduğu bir ihtimaldir - bunu sadece bastırır ve o zaman da bir bilinçdışı dengeleme ortaya çıkar. Bilinçdışı bu durumda çehresini tamamen değiştirmiştir: İlk haline kıyasla şu anda fazlasıyla mantıklıdır. Bilinçdışının bu şekilde işlediği genellikle düşünülmez ama yine de bu tarz ters dönmeler sürekli olur ve uygun işlev oluşturur. Bu yüzden rüya bir bilgi ve kontrol organıdır ve kişiliğimizin oluşumunda çok etkili bir unsurdur.

  2. Kibir ya da korkaklık içeren bilinçli bir tutum oraya gizlice patlayıcılar yerleştirmedikçe, bilinçdışının içinde herhangi bir patlayıcı malzeme bulunmaz. Yani attığımız adımlara dikkat etmemiz için daha fazla sebep...

  3. Bütün bunlardan sonra rüya yorumlarken kendime “rüya hangi bilinçli davranışı dengeliyor?” sorusunu sormayı kural haline getirmiş olmamın sebebi açık olmalı. Bu şekilde rüyayı bilinçli durumla mümkün olduğunca yakın bağlıyorum. Aslında bilinçli duruma dair bilgiye sahip olmadan rüyanın hiçbir şekilde kesin olarak yorumlanamayacağını da söyleyebilirim. Bilinçdışı içeriğin artı mı yoksa eksi mi bir işaret taşıdığını anlamak, sadece bilinçli durumun bilgisi ışığında mümkün olabilir. Rüya günlük hayattan tamamen kopuk ve karakteri olmayan, ayrı bir olay değildir. Eğer bize öyle geliyorsa, bunun sebebi bizim onu anlamayışımız, yani öznel bir yanılsamadır. Gerçekte bilinçli zihin ve rüya arasındaki ilişki tam anlamıyla nedenseldir ve bir- birleriyle çok zekice etkileşirler.

  4. Bilinçdışı içeriği doğru değerlendirmenin ne kadar önemli olduğunu bir örnekle göstermek isterim. Bir keresinde genç bir adam bana şu rüyayla geldi: “Babam yeni arabasıyla evden uzaklaşıyor. Çok acemice sürüyor ve bu aptallığına sinir oluyorum. Sağa sola, ileri geri gidiyor; tehlikeli hamleler yapıyor. En sonunda bir duvara çarpıyor ve arabaya çok kötü zarar veriyor. Kızgınlıkla ona bağırıyor ve kendine gelmesini söylüyorum. Babam sadece gülüyor ve o zaman kör kütük sarhoş olduğunu anlıyorum”. Rüyanın aslında hiçbir temeli yok. Rüya sahibi babasının asla, sarhoş olsa bile öyle davranmayacağına ikna olmuş durumda. Bir motorcu olarak kendisi alkol kullanımında her zaman dikkatli ve ölçülü biri, özellikle de araba kullanacağı zamanlar. Kötü sürücülük, hatta arabaya gelecek ufacık bir hasar bile onu fazlasıyla rahatsız ediyor. Babasıyla olan ilişkisi olumlu. Çok başarılı bir adam olduğu için onu takdir ediyor. Şunu söyleyebiliriz ki rüya, babayı hiç de hoş olmayan bir durumda resmediyor. O zaman bunun oğul için anlamı ne olabilir? Babasıyla olan ilişkisi sadece görünüşte mi iyi ve gerçekten de fazla-dengelenmiş bir direnç mi içeriyor? Eğer öyleyse, rüya-içeriğini olumlu olarak işaretlemeliyiz; genç adama “senin babanla gerçek ilişkin bu” demeliyiz. Ancak oğlun babayla olan ilişkisinde nevrotik olarak ikircikli bir şey bulamadığım için, bu kadar yıkıcı bir ifadeyle genç adamın duygularını incitmek istemedim. Bu çok kötü bir terapötik hata olurdu.

  5. Peki eğer rüya sahibinin babasıyla ilişkisi iyiyse, rüya neden babayı gözden düşüren böyle ihtimal dışı bir hikaye yaratmış? Rüya sahibinin bilinçdışında böyle bir rüya üretme eğilimi olmalı. Belki de bu yüzden haset ya da başka alt güdülerin beslediği dirençleri vardır. Bilincine yüklenmeden önce - duyarlı genç adamlarda bu her zaman tehlikeli bir hareket olur - bu rüyayı neden gördüğünü değil, bunun amacının ne olduğunu araştırmamız daha iyi olur. Bu durumda cevap, bilinçdışının babayı besbelli ki küçük düşürmeye çalıştığıdır. Eğer bunu bir dengeleme olarak ele alırsak babasıyla ilişkisinin sadece iyi değil, gereğinden fazla iyi olduğu sonucuna götürülürüz. Aslında o, Fransızcadaki fils â papa41 lakabını hak ediyor. Babası hâlâ daha rüya sahibinin varlığının fazlasıyla güvencesi durumunda ve rüya sahibi hâlâ daha geçici olarak tabir edebileceğim bir hayat yaşıyor, içinde bulunduğu tehlike, babasının yüzünden kendi gerçekliğini göremiyor olması; bu yüzden bilinçdışı, babayı aşağı çekmek ve oğlu yükseltmek için bir nevi küfre sapmaya başvuruyor. Buna “ahlaksız bir iş” de diyebiliriz. Zeki olmayan bir baba muhtemelen alınırdı ama dengeleme çok yerinde; çünkü oğlu, kendisini babasıyla karşılaştırmaya zorluyor ve zaten ancak bu şekilde kendisinin bilincine varabilir.

  6. Yukarda özetlenen yorum besbelli ki doğru olandı; çünkü yuvayı dikkate alıyordu. Rüya sahibinin onayını aldı ve ne babanın ne de oğlun hiçbir değer yargısı hasar görmedi. Ancak bu yorum sadece, baba-oğul ilişkisinin bilinçli fe- nomenolojisi dikkatle çalışıldıktan sonra başarılı olabildi. Bilinçli durumun ne olduğu bilgisine sahip olunmadan, rüyanın gerçek anlamı hep şüpheli olurdu.

  7. Rüya-içeriklerinin özümsenebilmesi için, bilinçli kişiliğin hiçbir değerinin hasar görmemesi ve yok edilmemesi çok önemlidir. Aksi takdirde özümseme işini yapacak hiçbir şey kalmaz. Bilinçdışım tanımak, en alttakini en üste koyup düzeltmeye çalıştığı durumu yeniden oluşturan Bolşevik bir deney değildir. Bilinçli kişiliğin değerlerinin sağlam kaldığından emin olmalıyız; çünkü bilinçdışı dengeleme, ancak bütünsel bilinçle işbirliği içinde olduğunda etkilidir. Özümseme asla bir “şu veya bu” sorunu değildir; her zaman “şu ve bu” sorunudur.

  8. Tıpkı rüya yorumlamak için bilinçli statükonun tam bilgisinin gerekmesi gibi, rüya sembolizminin ele alınması da rüya sahibinin felsefi, dini ve ahlaki görüşlerini dikkate almamızı gerektirir. Pratikte rüya sembollerini semiyotik olarak ele almamak daha akıllıca olacaktır; yani değişmez bir karakterin işaret ya da sembolü olarak değil, gerçek semboller olarak ya da henüz bilinçli olarak tanınmamış ya da kavramsal olarak formüle edilmemiş bir içeriğin ifadeleri olarak. Ayrıca semboller, rüya sahibinin o anki bilinç durumuyla alakalı olarak değerlendirilmelidir. Bu yöntemin pratikte tavsiye edilebilir olduğunu söylüyorum çünkü teoride, anlamı sadece bir kavram olarak bilinen ya da formüle edilebilir hiçbir şeye atfedilemeyen değişmez semboller mevcuttur. Eğer bu şekilde göreceli olarak değişmez semboller olmasaydı, bilinçdışının yapısını belirlemek imkansız olurdu; çünkü herhangi bir şekilde ele geçirilebilecek veya tarif edilebilecek hiçbir şey olmazdı.

  9. Bu göreceli değişmez sembollere kesin değillermiş gibi bir içerik atfetmem tuhaf görünebilir. Ama eğer içerikleri kesin olsaydı sembol değil, işaret ya da semptom olurlardı. Freud ekolünün hızlı-ve-sert cinsel sembollerle nasıl işlediğini - bu durumda bunlara “işaretler” diyeceğim — ve bunları açıkça belirli bir içerikle, yani cinsellikle nasıl işlediğini hepimiz biliyoruz. Ne yazık ki Freud’un cinsellikle ilgili fikirleri o kadar elastik ve belirsiz ki neredeyse her şeyi içerebilir. Kelime kulağa yeterince tanıdık geliyor ama asıl ifade ettiği şey, salgı bezlerinin fizyolojik etkinliklerinden psikenin yüce alanlarına kadar uzanan belirlenemez bir x'ten daha fazlası değildir. Bir şeyi biliyoruz çünkü onun için aşina olduğumuz bir kelime var yanılgısına dayalı dogmatik görüşe boyun eğmek yerine sembolü, bilinmeyen bir nicelik, tanımlaması güç ve son çare, asla belirlenemez olarak ele alırım. Örneğin membrum virile’yi™ simgeleyen sözde fallik sembolleri ele alalım. Psikolojik olarak düşündüğümüzde membrumun kendisi -Kranefeldt’in yakınlarda çıkan bir çalışmasında da gösterdiği gibi - daha geniş içeriğinin belirlenmesi hiç de kolay olmayan bir şeyin simgesidir. Ancak eski insanlar gibi fallik sembolleri en rahat şekilde kullanan ilkel insanlar bile bir ayin sembolü olarak fallusu penisle karıştırmayı düşünemezler. Fallus daima yaratıcı mana, iyileştirme gücü ve doğurganlık, Lehmann’ın ifadesiyle “olağanüstü iktidarlı” anlamına gelir. Bunun mitolojide ve rüyada eşdeğeri boğa, eşek, nar, yoni, erkek keçi, şimşek, at toynağı, dans, olukta sihirli bir şekilde beraber yaşama ve adet akıntısıdır ve bunlar binlerce analojiden sadece bazısıdır. Bütün analojilerin ve cinselliğin temelinde yatan, karakterini tanımlamanın zor olduğu ama psikolojideki eşdeğeri ilkel mana-sembolü olan arketipsel bir imgedir.

  10. Bütün bu semboller göreceli olarak sabittir; pratikte sembolün öyle yorumlanması gerekse de hiçbir durumda önsel bir kesinliğe sahip olamayız.

  11. Pratik gereksinimler oldukça farklı bir şey gerektirebilirler. Elbette eğer rüyaya bilimsel bir yorum getirmek istiyorsak bir teoriyle uyumlu olarak her sembolü bir arketipe bağlamak zorundayız. Ancak bu pratikte olumlu bir hata olabilir; çünkü hastanın o anki psikolojik durumu rüya teorisine kaymayı gerektiriyor olabilir. Bu sebeple ilk önce rüya sembolünün anlamının bilinçli durumla ilgisini ele almak yararlı olabilir - başka bir deyişle sembolü, sanki değişmez değilmiş gibi ele almak. Bu aslında, ne kadar bildiğimizi hissettirse de bütün yerleşik fikirleri reddetmemiz ve şeylerin hasta için ne anlam ifade ettiğini keşfetmeye çalışmamız gerektiğini söylemektir. Bu şekilde teorik bir yorumdan fazla uzaklaşamayız; hatta muhtemelen daha ilk başta ona takılmışızdır. Ancak pratisyen değişmez sembollerle çok fazla uğraşırsa rutine ve tehlikeli bir dogmacılığın içine düşerek hastasını başarısızlığa uğratma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ne yazık ki bu konuyu örneklendirmekten

kaçınmam gerekiyor; çünkü o zaman burada gerektiğinden daha fazla detaya girmem gerekir.

  1. Tedavinin daha ilk başlarında rüya, genellikle doktora bi- linçdışının bütün programını gösterir; ama pratik sebeplerden ötürü hastanın rüyanın derin anlamının ne olduğunu açıklaması pek mümkün olmayabilir. Doktor bunu göreceli değişmez sembollerin bilgisini kullanarak mümkün hale getirebilir. Bu, tanıda olduğu kadar, teşhiste de çok değerli olabilir. Bir keresinde bana on yedi yaşında bir kız danışmaya gelmişti. Bir uzman, kızın kas körelmesinin ilk aşamalarında olabileceğini söylerken, bir diğeri bunun bir tür histeri vakası olduğunu düşünmüştü, ikinci görüşten dolayı bana gelinmişti. Klinik resim organik bir hastalıktan şüphelenmeme neden oldu ama histeri belirtileri de vardı. Rüyalarını sordum. Bir keresinde hasta şöyle cevap verdi: “Evet, korkunç rüyalar görüyorum. Geçenlerde rüyamda gece eve geliyorum. Her şey ölüm sessizliğine bürünmüş. Oturma odasına açılan kapı yarı açık ve annemin, açık pencerelerden esen soğuk rüzgarda ileri geri kıpırdayarak avizeden sallandığını görüyorum. Başka bir seferinde rüyamda gece evde korkunç bir ses oluyor. Kalkıyorum ve korkmuş bir at odadan odaya koşuyor. En sonunda hole açılan kapıyı buluyor ve dördüncü katın holündeki camdan aşağıdaki caddeye atlıyor. Yerde paramparça yattığını görünce ödüm kopuyor".

  2. Rüyaların dehşet verici yapısı bir müddet duraksamamıza sebep oluyor. Buna karşın herkes her zaman kaygı rüyaları görüyor. Bu yüzden “anne” ve “at” sembollerinin anlamına daha yakından bakmamız gerekiyor. Bunlar birbirine denk olmalılar; çünkü ikisi de aynı şeyi yapıyor: intihar ediyorlar. “Anne” bir arketip ve menşe yerini, doğayı, pasif halde yaratanı, yani cevher ve maddeyi, maddiyatı, rahmi, bitkisel işlevleri ifade ediyor. Bu, aynı zamanda bilinçdışı, doğal ve içgüdüsel yaşamımız, fizyolojik alan, içinde yaşadığımız ya da bulunduğumuz beden anlamına geliyor: Çünkü “anne” aynı zamanda dölyatağı, boşluk, taşıyan ve besleyen kap ve

bu sebeple psikolojik açıdan bilincin temellerini ifade eder, içerde ya da bir şeyin içinde olmak ayrıca karanlığı, geceye ait ve korkunç olan bir şeyi, içine almayı akla getirir. Bu göndermeler anne fikrini pek çok mitolojik ve etimolojik değişkenler içinde veriyor; ayrıca Çin felsefesindeki Yin düşüncesinin bir kısmını yansıtıyor. Bu on yedi yaşındaki bir kızın edinimi değil; dilde yaşayan ve kaydedilen, psike- nin yapısıyla devralınmış ve dolayısıyla her zaman ve her tür insanda bulunabilecek ortak bir miras.

  1. Çok tanıdık gelen “anne” kelimesi besbelli ki en iyi bilineni, yani belirli bir anneyi - benim annemi - ifade ediyor. Ancak anne-sembolü kavramsal oluşumdan kaçman ve bedenin saklı, doğaya-bağlı yaşam olarak belli belirsiz idrak edilebilecek daha karanhk bir geçmişe işaret ediyor. Çok dar olsa da ve çok fazla önemli yardımcı anlamı dışarda bıraksa da. Temelde yatan, asıl psişik gerçeklik o kadar anlaşılmaz bir şekilde karmaşıktır ki ancak aşırı bir sezgiyle, belli belirsiz kavranabilir. Bu yüzden sembollere ihtiyacı vardır.

  2. Bulgularımızı rüyaya uygularsak yorum şöyle olacaktır: Bilinçdışı hayat kendini yok ediyor. Bu, rüya sahibinin bilinçli zihnine ve bunu duyabilen herkese rüyanın mesajıdır.

  3. “At”, mitoloji ve folklorda hayli yaygın bir arketiptir. Bir hayvan olarak insandışı psikeyi, insanca olmayanı, hayvani tarafı, bilinçdışını temsil eder. Bu yüzden folklorda atlar bazen hayaller görür, sesler duyar ve konuşur. Bir yük hayvanı olarak at, anne-arketipiyle yakından alakalıdır (ölü kahramanı Valhalla’ya taşıyan Valkürleri,Truva atını, vs. düşünün), insandan daha aşağı bir hayvan olarak at, bedenin alt tarafını ve oradan yukarı çıkan hayvani dürtüleri temsil eder. At dinamik ve taşıt gücüne sahiptir: Bir içgüdü dalgası gibi insanı uzaklara taşır. Daha yüksek bir bilinç derecesine sahip olmayan bütün içgüdülü yaratıklar gibi o da paniklere gebedir. Ayrıca afsun ve büyülerle de alakalıdır - özellikle de ölümü müjdeleyen siyah gece-atları.

  4. O halde “at”ın, çok küçük bir anlam geçişiyle “anne”nin eşdeğeri olduğu açıktır. Anne yaşamı, at ise bedenin hayvani yaşamını temsil eder. Bu anlamı rüyamızın metnine uygularsak yorumu şu olacaktır: hayvani yaşam kendini yok ediyor.

  5. iki rüya benzer şeyler söylüyor; ancak genellikle olduğu gibi İkincisi daha belirli. Rüyadaki ince zekaya dikkatinizi çekerim: Bireyin ölümünden hiç bahsedilmiyor. Kişinin kendi ölümünü rüyasında görmesinin kötü bir ünü vardır; ama bu ciddi bir durum değildir. Gerçekten ölüm söz konusu olduğunda rüya başka bir dil konuşur.

  6. iki rüya da çok önemli bir sonucu olan ağır organik bir hastalığa işaret etmektedir. Bu teşhis kısa bir süre sonra doğrulanmıştır.

  7. Göreceli değişmez sembollere gelince; bu örnek bu sembollerin doğasıyla ilgili genel bir fikir vermektedir. Bunlardan pek çok vardır ve hepsi teker teker zeki anlam kaymaları içermektedir. Bunların doğalarını bilimsel açıdan ancak mitoloji, folklor, din ve filoloji çalışmaları vasıtasıyla değerlendirebiliriz. Psikenin evrimsel katmanlaşması rüyada, bilinçli zihinde olduğundan daha ayırt edilebilir durumdadır. Rüyada psike, imgelerle konuşur ve doğanın en ilkel seviyelerinden türeyen içgüdülere ses verir. Bu yüzden bilincin geçici yaşamı, bilinçdışı içeriklerin özümsenmesi vasıtasıyla bir kez daha doğa kanunlarıyla uyum içine sokulur; ancak orayı çok kolay terk edebilir ve hasta, kendi varlığının doğal kanunlarına geri dönmek zorunda kalabilir.

  8. Bu kadar kısa bir zamanda konunun unsurlarından başka bir şeyi ele alamadım. Her analizde bilinçdışı malzemeden çıkan ve kişiliğin yenilenmesiyle nihayete eren o yapıyı gözlerinizin önüne seremedim. Art arda gelen özümsemeler, özellikle doktoru ilgilendiren tedavi edici sonuçların çok ötesine geçmektedir. Bu özümsemeler en sonunda belki de yaşamın tek dürtüsü olabilecek o amaca götürmektedir: Bütün insanoğlunun tamamen gerçekleşmesi, yani bireyleşmesine. Biz fizikçiler, pek tabii doğanın bu karanlık sürecinin ilk bilinçli gözlemcileri olabiliriz. Genellikle bizler gelişimin sadece patolojik aşamasını görürüz ve iyileşir iyileşmez artık hastayı görmeyiz. Halbuki ancak hasta iyileştikten sonra normal süreç üzerine on yıllarca çalışabilecek konuma geliriz. Bilinçdışı gelişiminin yöneldiği amaçlara dair çok az bir bilgimiz olsa ve doktorun psikolojik içgö- rüleri özellikle patolojik evreden elde edilmese, rüyaların bilinçli zihne arabuluculuk yaptığı süreçlere ve sembollerin neye işaret ettiğine dair daha basit ve daha açık bir fikrimiz olurdu. Bence her doktor psikoterapide yöntemin, özellikle de analitik yöntemin eninde sonunda amaçsal ve sürekli bir gelişim sürecine girdiğini ve zıt yönlerde seyrediyor gibi görünen farklı evreleri belirlediğini anlamalıdır. Her bir analiz, daha derin olan sürecin bir kısmını ya da bir yanını gösterir ve bu sebeple karşılaştırmalı vaka tarihçeleri sadece daha da karmaşıklığa sebep olur. Yine bu sebeple ben kendimi konuya dair temel bilgiler ve pratik düşüncelerle sınırladım: Çünkü sadece günlük gerçeklerle yakın ilişki içinde bulunduğumuz zaman olanları tatmin edici şekilde anlayabiliriz.

  1. Kısım

Simyayla Bağlantılı OlarakTekil Rüya Sembolizmi

(Aslında bir ders sunumu, "Tarumsymbole des individuati- onszprozesses", Eranos-Jahrbuch 1935 (Zürih, 1936). Jung, Ps- ychologie und Alchemie (Zürih, 1944; ikinci baskı, yenilenmiş, 1952) adlı eserinde makaleyi düzeltti, uzattı ve başka malzeme ve örneklerle yeniden yayımladı. Burada yayımlanan bu versiyondur.


Şekil5 Değişim geçiren yedi bakire. -Beroalde deVerville, LeSon- ge de Poliphile (1600)

1 GİRİŞ

I MALZEME

  1. Rüyalarda ortaya çıkan bireyleşme sürecinin sembolleri ar- ketipsel doğanın imgeleridir ve bu imgeler merkezleştirme sürecini ya da yeni bir kişilik merkezinin oluşturulmasını resmederler. Bu süreçle ilgili genel bir fikir, “Die Be- ziehungen zvvischen dem leh und dem Unbewuf>ten”adlı makalemden edinilebilir. Orada da bahsettiğim bazı nedenlerden dolayı ben bu merkeze “kendilik” diyorum ve kendilik, psikenin bütünü olarak anlaşılmalıdır. Kendilik sadece merkez değildir; ayrıca hem bilinci hem de bilinç- dışını çevreleyen çemberdir. Tıpkı benin bilincin merkezi olması gibi, kendilik de bu bütünlüğün merkezidir.

  2. Şu anda ele aldığımız semboller bireyleşme sürecinin de-

ğişik evreleri ve dönüşümleriyle değil, bilince vardığında doğrudan yeni merkezi ifade eden imgelerle ilgilidir. Bu imgeler benim mandala sembolizmi olarak adlandırdığım bir kategoriye aittir. Richard Wilhelm işbirliğiyle yayımlanan Altın Çiçeğin Gizinde bu sembolizmi daha detaylı açıkladım. Elinizdeki bu çalışmada ise size bu tarz sembollerden oluşan bir diziyi kronolojik sırada sunmak isterim. Malzeme, kusursuz bir bilim eğitimi almış genç bir adama ait binin üzerinde rüya ve görsel ifade içeriyor.Bu çalışmanın amaçlarına yönelik olarak, incelemesi yaklaşık on ay alan ilk dört yüz rüya üzerinde çalıştım. Kişisel etki- lenimlerden sakınmak için o zamanlar yeni olan kadın bir doktordan süreci gözlemlemesini istedim. Bu beş ay sürdü. Rüya sahibi daha sonra gözlemlerine üç ay boyunca kendisi devam etti. Gözlemlere başlamadan önce, daha ilk başta yaptığımız kısa bir mülakatın dışında rüya sahibini ilk sekiz ay boyunca hiç görmedim. Yani rüyaların 355 tanesi benimle hiçbir kişisel temasa girilmeden görüldü. Sadece son kırk beş tanesi benim danışmanlığım sırasında gerçekleşti. O zamanlar bahsetmeye değer herhangi bir yorum yapmaya teşebbüs edilmedi; çünkü rüya sahibi, kusursuz bilimsel eğitim ve yeteneği sayesinde hiçbir yardıma gereksinim duymadı. Dolayısıyla şartlar, önyargısız gözlem ve kayıt yapmak için son derece idealdi.

  1. O halde ilk önce mandala sembolizminin ne kadar erken ortaya çıktığını ve rüya-malzemesinin tamamına nasıl gömülü olduğunu göstermek için yirmi iki başlangıç rüyasından parçalar sunacağım. Daha sonra ise spesifik olarak mandalayı ifade eden rüyaları kronolojik olarak ele alacağım.

  2. Birkaç istisna dışında bütün rüyalar ya ana fikri taşıyan kısım çıkarılarak ya da bütün metnin sadece gerekli kısımlarına yoğunlaşılarak kısaltılmıştır. Bu sadeleştirme işlemi sayesinde sadece rüyalar kısalmamış, aynı zamanda kişisel gönderme ve karmaşıklıklar da, sağduyulu olmak adına rüyalardan çıkarılmıştır. Bu şüphe çeken müdahaleye rağmen bilgim ve vicdanım dahilinde anlamı çarpıtmaktan kaçındım. Aynı düşünceliliği yorumlarımda da uygulamak zorunda kaldım; ki bu yüzden rüyalardaki bazı bölümler gözden kaçmış gibi görünebilir. Bu fedakarlığı yapmayıp malzemeyi tam tutsaydım bu diziyi yayımlayacak durumda olmayabilirdim; ki bu da bence zeka, açıklık ve tutarlılık açısından iyi olmazdı. Bu sebeple “yazara”, bilime bahşettiği hizmetlerinden dolayı duyduğum minnettarlığı ifade etmekten mutluluk duyuyorum.

II YÖNTEM

  1. Yazılarımda ve derslerimde nesnel psikenin, başka bir deyişle “bilinçdışının” analiz edilmesi ve yorumlanmasına gelince bütün yerleşik fikirlerin terk edilmesi gerektiği konusunda ısrar ederim. Tümdengelim yöntemi kullanmamıza olanak sağlayacak genel bir rüya teorisine henüz sahip değiliz; tümdengelimli sonuçlar çıkarabileceğimiz genel bir bilinç teorisine de. Öznel psike ya da bilincin açığa çıkardıkları sadece küçük bir ölçekte tahmin edilebilir ve bunlar arasında kesinlikle nedensel bir ilişkinin var olması gerektiğini hiç şüphesiz kanıtlayan teorik bir argüman yoktur. Aksine bilinçli zihnin karmaşık hareket ve tepkilerinde yüksek bir nedensizlik ve “şans” yüzdeliği olduğunu dikkate almamız gerekir. Aynısının, bilinçdışının açığa çıkardıkları için de geçerli olmadığını varsaymamız için ampirik ve teorik bir neden yoktur. İkincisi de birincisi gibi çoklu, tahmin edilemez ve nedensizdir ve bu yüzden pek çok farklı yaklaşım şekillerine tabidir. Bilinçli söylemlerde amacını anlayabileceğimiz bir içerikle doğrudan hitap edildiğimiz için şanslı durumdayızdır; ama “bilinçdışı” dışavurumlarda bizim anladığımız şekilde yöneltilen ve kullanılan bir dil yoktur - bilinçli içerikle sadece hafif bir ilişkisi olan psişik bir fenomen vardır. Bilinçli zihnin ifadeleri anlaşılmazsa, her zaman ne anlama geldiklerini sorabiliriz. Ancak nesnel psike, kendisini ifade etmek için kullandığı bilinçli zihne bile yabancı bir şeydir. Bu yüzden de parçalı bir metni çözerken kullanacağımız ya da yabancı kelimeler içeren bir yöntem kullanmaya mecburuzdur: Yani bağlamı inceleriz. Yabancı kelimenin anlamı, içinde geçtiği bir dizi pasajı karşılaştırdığımızda anlaşılabilir. Rüya-içerikleri- nin psikolojik bağlamı, rüyanın içine doğal olarak gömülü olduğu bir çağrışımlar ağma dayanır. Teorik olarak bu ağ ile ilgili önceden hiçbir şey bilemeyiz; ama pratikte, çok uzun süre deneyim kazanılmışsa bu bazen mümkün olabilir. Öyle olsa bile, dikkatli bir analiz hiçbir zaman teknik kurallara çok fazla bağlı olmayacaktır; yanılma ve telkinde bulunma tehlikesi çok yüksektir. Tekil rüyaların analizinde, bu tarz önceden bilmek ya da pratik beklenti ve genel ihtimallere dayanarak varsayımlarda bulunmak kesinlikle yanlıştır. Bu yüzden her rüyanın, rüyanın her kısmının ilk başta bilinmez olduğunu varsaymak ve sadece bağlama iyice hakim olduktan sonra yorumlamaya teşebbüs etmek kesin bir kural olmahdır. Böylece keşfettiğimiz anlamı rüyanın metnine uygulayabilir ve bu yaptığımız, rüyayı akıcı bir şekilde okumamızı ya da tatmin edici bir anlam çıkarmamızı sağlıyor mu görebiliriz. Ancak hiçbir durumda bu anlamın bizim kendi öznel beklentilerimizle uyum sağlamasını bekleyemeyiz; çünkü muhtemelen, aslında genellikle, rüya bizim beklediğimizden şaşırtıcı bir şekilde tamamen farklı bir şey söyler. Doğrusunu söylemek gerekirse

rüyadan çıkardığımız anlam beklentilerimizle kesişiyorsa şüphelenmeliyiz; çünkü genellikle bilinçdışının bakış açısı bilinci tamamlar ya da dengelerniteliktedir ve bu yüzden beklenmedik şekilde “farklıdır”. Paralel rüya ihtimalini inkar etmiyorum; yani anlamları bilinçli davranışla örtüşen ya da onu destekleyen rüyalar; ama en azından benim tecrübe ettiğim kadarıyla bunlar çok nadir olur.


>ekil 6 Kader tanrıçalarını yöneten anaç bir figür. -Thenaud, "Tra- ite de la cabale" (el yazmasından, XVI. yüzyıl)

  1. Pekala, benim bu çalışmada kullandığım yöntem, rüya yorumlamanın bu temel ilkesinin tamamen karşısında gibi görünüyor. Rüyalar, bağlam hiçbir şekilde düşünülmeden yorumlanmış gibi. Aslında, bu dizideki rüyaların benim gözetimim sırasında görülmediğini bildiğim için bağlamı zerre kadar düşünmedim. Daha çok rüyaları kendim görmüşüm, bu yüzden de bağlamı kendim yaratabilirmişim gibi ilerledim.

  2. Şahsen tanımadığım birinin soyutlanmışrüyalarına uygulanırsa bu yöntem tamamen teknik bir hata olurdu. Ancak biz burada soyutlanmış rüyaları ele almıyoruz; burada rüyalar, anlamın yavaş yavaş kendiliğinden açığa çıktığı tutarlı bir dizi oluşturuyorlar. Bu dizi, rüya sahibinin kendisinin sağladığı bağlamdır. Önümüzde bir değil pek çok metin duruyor ve bilinmeyen terimlere her taraftan ışık tutuyor gibi; böylece bütün metinlerin okunması, her bir rüyadaki zor pasajları anlamamız için yeterli oluyor. Dahası üçüncü bölümde, başka kaynaklar sayesinde uzun zamandır biliyor olduğumuz bir arketipi -mandala- ele aldık ve bu da yorumlamayı önemli ölçüde kolaylaştırıyor. Elbette her bir pasajın yorumu fazlasıyla varsayıma dayalı; ama rüya-dizisi bir bütün olarak ele alındığında, ilerdeki pasajlarda oluşabilecek muhtemel hataları düzeltmek için ihtiyaç duyacağımız bütün ipuçlarını bize veriyor.

  3. Rüya sahibi öğrencimin gözetimi altındayken bu yorumlardan hiç haberi yoktu ve bu yüzden de başkasının fikirlerinden etkilenmemiş durumdaydı. Dahası, tecrübeye dayanarak, peşin hükmün olasılık ve tehlikesinin abartıldığı görüşündeyim. Tecrübe, nesnel psikenin tamamen bağımsız olduğunu gösteriyor. Öyle olmasaydı, en önemli özelliğini taşıyamazdı: Yani bilinçli zihni dengeleme özelliğini. Bilinçli zihin kendisinin bir papağan gibi eğitilmesine izin verir, ama bilinçdışı vermez - Aziz Augustinus da bu

yüzden Tanrıya, kendisini rüyalarından sorumlu tutmadığı için şükretmiştir. Bilinçdışı, özerk ve psişik bir varlıktır; onu çalıştırmak görünüşte başarılı, ama bilinç için zararlıdır. Doğanın ve onun sırlarının ne geliştirilebileceği ne de bozulabileceği bir alanda öznel kontrolün ulaşamayacağı, dinleyebileceğimiz ama karışamayacağımız bir yerdedir ve orada kalacaktır.


Şekil 7 Ebediyetin sembolü olan Uroboros. -
Horapollo, Selecta hieroglyphica (1597)

2. BAŞLANGIÇ RÜYALARI

  1. Rüya:

  1. Rüya sahibi sosyal bir topluluğun içinde. Ayrılırken kendi şapkası yerine bir yabancının şapkasını takıyor.

  2. Bir baş kılıfı olarak şapka, baş şeklini veriyor gibidir. Tıpkı bir şeyi özetlerken bütün fikirleri “bir başlık altında” (unter einen Z7w/)topladığımız gibi şapka da, öncü bir fikir gibi bütün kişiliği örter ve kişiliğe kendi önemini verir. Taç giydirme hükümdara güneşin ilahi özelliğini bahşeder; doktorun başlığı ona bir bilim insanı saygınlığı kazandır; yabancının şapkası ise yabancı bir kişilik verir. Meyrink, Golem isimli romanında bu temayı kullanır: Kahraman, Athanasius Per- nath’ın şapkasını takar ve sonuç olarak tuhaf bir deneyimin içine girer. Golem'de kahramanı fantastik maceralara bulaştıran şeyin bilinçdışı olduğu açıktır. Bir kez daha Golem benzerliğini vurgulayalım ve rüyadaki şapkanın Athanasi- us’un, bir ölümsüzün, zamanın ötesinde bir varlığın, fani ve “kazara” olan ölümlü insandan farklı, evrensel ve sonsuz bir adamın şapkası olduğunu varsayalım. Başı çevreleyen şapka, bir tacın güneş diski gibi yuvarlaktır ve mandalaya ilk göndermeyi içerir. Sonsuzluk göndermesinin dokuzuncu mandala rüyasında (par. 134) doğrulandığını; şapkanın mandala özelliğinin de otuz beşinci mandala rüyasında (par. 254) açığa çıktığını göreceğiz. Şapkaların değiştirilmesinin genel bir sonucu olarak olayların Golem deki gibi gelişmesini bekleyebiliriz: Bilinçdışının ortaya çıkmasını. Bütün figürleriyle bilinçdışı zaten rüya sahibinin arkasında bir gölge gibi dikiliyor ve bilince doğru baskı yapıyor.


Şekil8 Anima mundi, kendisineTanrının rehberlik ettiği, insanlığın rehberi. - J. T. De Bry'a ait bir gravür, Fludd'dan Utriusque cosmi (1617)

  1. Rüya:

  1. Rüya sahibi bir tren yolculuğu yapıyor ve trende camın önünde durarak diğer yolcuların dışarıyı görmesini engelliyor.. Onların önünden çekilmesi gerekiyor.

  2. Süreç işlemeye başlıyor ve rüya sahibi, arkasındakilerin ışığını, yani kişiliğinin bilinçdışı unsurlarını engellediğini fark ediyor. Sırtımızda gözümüz yok; o halde “arkası” görünmeyenin, bilinçdışının bölgesi. Rüya sahibi sadece pencerenin (bilincin) önünden çekilse, bilinçdışı içerik bilince ulaşacak.

  1. Hipnagojik Görsel İfade:

  1. Deniz kenarında. Deniz karaya hücum ediyor ve her yeri sel basıyor. Sonra rüya sahibi ıssız bir adada oturuyor.

  2. Deniz, ortak bilinçdışının sembolüdür; çünkü ayna gibi yansıtan yüzeyinin altında kavranamayan derinlikler yatmaktadır . Geride kalanlar, yani bilinçdışının gölgeli kişileştirmeleri bilincin terra firmasın^' bir sel gibi akın etmiştir. Bu istilalarda tekinsiz bir şeyler vardır çünkü söz konusu kişi için mantıksız ve anlaşılmazdır. Onun kişiliğinde önemli değişikliklere yol açar çünkü kişiyi çevresine yabancılaştıran ve oradan soyutlayan acı verici kişisel bir sır oluşturur. Bu, “kimseye söyleyemeyeceğimiz”bir şeydir. Zihinsel anormallikle suçlanmaktan korkarız — ki bu sebepsiz de değildir, çünkü delilere de aşağı yukarı aynı şey olur. Yine de bu tarz bir istilanın sezgisel biçimde kavranmasıyla patolojik olarak bununla gömülmek arasında dağlar kadar fark vardır ama toy kimse bunu fark etmez. Bir sır yüzünden soyutlanmanın sonucunda, insanlarla iletişimden kopmanın yerini genellikle psişik etkinliğin canlanması alır. Böylece bilinçdışı harekete geçer ve bu durum çöl gezginlerinin, denizcilerin ve azizlerin etrafını saran illüzyon ve halüsinasyonlara benzer şeyler oluşturur. Bu fenomenlerin işleyişi en iyi enerji üzerinden açıklanabilir. Genel olarak dünyadaki nesnelerle olan normal ilişkilerimiz belirli bir enerji sarfiyatıyla korunur. Eğer nesneyle ilişki kesilirse bir enerji “tutma” meydana gelir, ki bu da daha sonra eş bir ikame yaratır. Örneğin güvensizlikle zehirlenmiş bir ilişkiden bir zulüm etme çılgınlığı doğacağı gibi, çevrenin normal

canlılığını ikame edecek hayali bir gerçeklik ortaya çıkar ve insanların yerinde garip ruhani gölgeler uçuşur. Tam da bu yüzden eski insanlar yalnız ve ıssız yerlerin daima “şeytan” ve benzer hayaletlerle işgal edildiğine inanmıştır.

  1. Rüya:

  1. Rüya sahibinin etrafı bir sürü tuhaf dişi şekille çevrilidir (bkz. şekil 33). içinden bir ses "ilk önce Babadan kaçmam gerekiyor" der.

  2. Burada psişik atmosfer Ortaçağdakilerin succubı1' dediği şeyle canlandırılmıştır. Flaubert’in Ermiş Antonius ve Şeytan && bilgece tarif ettiği, Mısır’da Ermiş Antonius’un gördüklerini hatırlatıyor. Halüsinasyon öğesi kendini, düşüncenin yüksek sesle dile getirilmesi şeklinde gösteriyor. “İlk önce Babadan kaçmam gerekiyor” kelimeleri, “çünkü” şeklinde başlayan bir bitiş cümlesinin varlığını gerektiriyor. Bu cümle muhtemelen “bilinçdışını, yani çekici dişi şekilleri takip etmek için” şeklinde devam ederdi (şekil 9). Dinde ve genel hayat felsefesinde ifade edildiği şekliyle geleneksel psikenin somut hali olan baba, rüya sahibinin yolunda durmaktadır. Rüya sahibini bilinç dünyasına ve onun değerleri içine hapsetmiştir. Zihincilik ve akılcılığıyla geleneksel ataerkil dünya bir ayak bağı olarak görülmektedir; buradan da şu an ona yaklaşmakta olan bilinçdışı, bilinçli zihnin eğilimleriyle tamamen ters düşmekte ve rüya sahibi, bu zıtlığa rağmen çoktan bilinçdışına doğru olumlu bir eğilim göstermektedir. Bu yüzden bilinçdışı, bilincin akılcı yargılarına bağlı olmamalıdır; daha çok sui generis bir deneyim olmalıdır. Genellikle aklın bunu kabul etmesi kolay değildir; akıl tamamen olmasa da kısmen sacrifıci-

Şekil 9 Paris'in hükmü olarak resmedilen, uyuyan kralın psiko- pomp Hermes'le uyanışı. - Thomas Aquinas (takma ad), "De alchimia" (el yazmasından, XVI. yüzyıl)

um intellectu£\çvnx. Dahası ortaya çıkan sorunu günümüz insanının kavraması çok zordur; çünkü o bilinçdışım kendine ait yasaları olan özel bir deneyim alanı olarak değil, bilinçli zihnin önemsiz ve gerçekdışı bir uzantısı olarak görür. Daha sonraki rüyalar sırasında bu çelişki, en sonunda bilinç ve bilinçdışı arasında bir bağdaşma ortaya çıkana ve kişilik ikisi arasındaki doğru yeri bulana kadar tekrar tekrar ortaya çıkacaktır. Dahası böyle bir çelişki anlayarak değil deneyimle çözülebilir. Bu zorluğun üstesinden gelecek bir yorum ya da numara yoktur; çünkü bilinç ve bilinçdışının birleşmesi ancak adım adım elde edilebilir.


Şekiller 10, 11, 12 Melusina; iki başlı Melusina; maskeli denizkızı. - Eleazar, Uraltes chymisches Werk (1760)

  1. Bilinçli zihnin bilinçdışına gösterdiği direnç ve bilinçdışı- nın değersizleştirilmesi, insan psikesinin gelişiminde tarihsel gereksinimlerdi; çünkü aksi takdirde bilinçli zihin asla kendinin farkına varamazdı. Ancak günümüz insanının bilinci, bilinçdışı gerçeğinden çok daha öteye geçti. Psikenin

  1. Aklın feda edilmesi -çn.

bizim kendi tasarımız değil, çoğunlukla özerk ve bilinçdışı olduğunu bile unuttuk. Sonuç olarak, delilikle arasındaki tehditkar analojiden dolayı değilse de, bilinçdışına yaklaşmak medeni insanlarda paniğe sebep oldu. Aklın, bilinç- dışının pasif bir nesne olarak “analiz edilmesine” bir itirazı yoktur; aksine bu tarz bir hareket bizim akılcı beklentilerimizle de uyum içinde olur. Ancak bilinçdışının kendi yoluna gitmesine izin vermek ve onu bir gerçeklik olarak deneyimlemek, ortalama bir Avrupalının cesaret ve kabiliyetlerinin çok ötesine geçer. O basitçe bu konuyu anlamamayı tercih eder. Zira psişik açıdan yüreksiz biri için bu en iyi yoldur; aksi takdirde bu şey tehlikeli olabilir.

  1. Bilinçdışı deneyim sadece birkaç kişinin anlayabileceği kişisel bir sırdır; ki bu da zorlukla olur; dolayısıyla yukarıda bahsettiğimiz soyudayıcı etki açığa çıkar. Ancak soyutlanma, psişik atmosferin dengeleyici bir şekilde canlanmasına sebep olur ve bu da bize tekinsiz görünür. Rüyada ortaya çıkan şekiller dişidir; dolayısıyla da bilinçdışının dişi doğasını işaret eder. Bunlar yalnız gezginin aklını çelen ve yoldan çıkaran periler, büyüleyici sirenler ya da vampirlerdir (şekil 10, 11, 12; ayrıca şekil 157). Benzer şekilde Poliphilo’nun- 64nekyia'sının başlarında baştan çıkaran bakireler ortaya çıkar ve ParacelsusluMelusine da bu tarz başka bir şekildir.

  1. Görsel İfade:

  1. Bir yılan, yere bir ağaç gibi kök salmış duran rüya sahibinin etrafındaki bir daireyi tarif ediyor.

  2. Muhteşem bir daire çizimi (şekil 13), aklında özel ya da gizli bir amacı olan herkesin kullandığı çok eski sihirli bir araçtır. Kişi bu şekilde kendisini dışardan tehdit eden ve bir sır sebebiyle soyutlanmış olan herkese saldırabilecek “ruhun tehlikelerine” karşı korur. Aynı yöntem eski çağlardan beri her şeyden uzakta kutsal ve dokunulmaz bir yer oluşturmak için de kullanılmıştır. Örneğin bir şehri kurarken ilk önce sulcus primigenius ya da orijinal karık çizerlerdi (şekil 31). Rüya sahibinin tam ortada kök salmış gibi duruyor olması, bilinçdışından kaçmak için duyduğu o güçlü arzunun bir dengelemesidir. Bu görüşten sonra rüya sahibi müthiş bir rahatlama hissetmiştir - ve hakkı da vardır; çünkü bilinçdışıyla buluşabileceği korumalı bir temenoJA, bir tabu bölge oluşturmayı başarmıştır. Daha önce çok tekinsiz gelen soyutlanması şu anda anlamlıdır ve bir amaca sahiptir; bu yüzden de bütün tehlikeleri yok olmuştur.


Şekil 13 Kırmızı ve beyaz güllerle, floş sapientum, simyadaki sürecin prima materia'sm ifade eden "kuyruk-yiyici" (Uroboros). Aşağıda oğul olan lapis philosophorum'\d coniunctio solis et lunae. Reusner, Pandora (1588)

Hemen 5’in Ardından Gelen 6. Görsel İfade:

  1. Bir merdivende oturan peçeli bir kadın figürü.

  2. - Teknik ismi “anima” olan - kim olduğu bilinmeyen kadın motifi burada ilk kez karşımıza çıkıyor. 4. rüyadaki garip dişi şekiller kalabalığı gibi bu da, canlanmış psişik atmosferin bir kişileştirmesi. O andan itibaren kim olduğu bilinmeyen kadın motifi pek çok rüyada tekrar beliriyor.

Kişileştirme daima bilinçdışının özerk bir etkinliği olduğunu gösterir. Eğer kişisel bir şekil beliriyorsa bilinçdışı- nın harekete geçtiğinden emin olabiliriz. Bu tarz figürlerin ortaya çıkmasının genellikle beklentisel bir özelliği vardır: Rüya sahibinin daha sonra yapacağı bir şey şimdi önceden yapılıyordun Bu vakada atıf merdivene yapılmıştır; bu da bir çıkışın ya da inişin göstergesidir, (şekil 14)


Şekil 14 Yakup'un rüyası. - VVilliam Blake tarafından yapılmış suluboya resim.

  1. Bu tarz rüyalarda sürecin kabul törenlerinde tarihsel bir benzeri olduğu için, pek çok yer dışında özellikle Apulei- us’tan da bildiğimiz Yedi Gezegenin Merdiveni’nin bu törenlerde oynadığı role dikkati çekmek çok da yersiz olmayacaktır. Geç dönem klasik bağdaştırmacılıkta hali hazırda fazlasıyla simyayla doldurulan kabuller (bkz. Zosimos’un görüleri), yükseliş temasıyla, yani yüceltmeyle özellikle ilgiliydi. Yükseliş genellikle bir merdivenle temsil edilirdi (şekil 15); Mısır’da ölünün kası için cenaze hediyesi olan küçük bir merdivenle. Gezegenlerin yedi katmanından yükseliş fikri ruhun, vücuda geldiği güneş-tanrısına dönüşünü sembolize eder; örneğin Firmicus Maternus’tan bildiğimiz gibi. Bu yüzden Apuleius tarafından anlatılan Isis gizemi, kabul edilecek olanın Helios olarak taçlandırıldığı ve Araplar tarafından aktarılan erken İskender dönemi geleneğine geri dönecek olursak erken Ortaçağ simyasında ro/z/zc«/zo7Jolarak adlandırılan şeyle sonuçlanırdı.


Şekil 15 Simya sürecinin aşamalarını temsil eden scala lapidis. - "Felsefe Taşı'nın Sembolik Şekilleri" (el yazmasından, XVII. yüzyıl)

  1. Görsel İfade:

6 7 Peçeli kadın yüzünü açıyor. Yüzü güneş gibi parlıyor.

  1. Solificatio, anima kişisinde tamamlanıyor. Süreç illuminatio, ya da aydınlanma ile uyuşuyor gibi görünüyor. Bu “mistik” fikir, akılcı düşünen bilinçli zihnin en yüksek anlayış şekli ve içgörü olarak sadece zihinsel aydınlanmayı görmesiyle büyük ölçüde zıt düşmekte. Ancak bilimsel bilgi antik çağlara kadar uzanan ve günümüz bilinciyle birleşecekse özel bir yöntem gerektiren ortak psikeyideğil, sadece kişiliğin bizim zamanımızla ilgili olan küçük bir noktasını tatmin eder ve bilinçli zihin bunu hiç hesaba katmaz. Bu yüzden bilinçdışını “ışıklandırmaya” hazırlanıldığı açıktır ve bu ışıklandırma akılcı bir “aydınlatmadan” ziyade bir illuminatio özelliğine sahiptir. Solificatio bilinçli zihinden sonsuza kadar çıkarılmıştır ve onun için neredeyse bir saçmalıktır.

  1. Görsel İfade:

  1. Bir gökkuşağı, köprü olarak kullanılacak. Ancak kişinin onun üstünden değil, altından geçmesi gerekiyor. Kim üstünden geçerse düşecek ve ölecek.

  2. Sadece tanrılar gökkuşağı köprüsünü güvenle geçebilir; ölümlüler düşer ve ölürler, çünkü gökkuşağı bedenleri olan insanların kullanabileceği bir yol değil, sadece gökyüzünün üstünden geçen bir şekildir, insanlar onun “altından” geçmelidir (şekil 16). Ancak su da kendi meylini izleyerek ve en alçak yeri arayarak köprünün altından akar. Bu ipucu daha sonra onaylanacaktır.

Şekil 16 Anthropos olarak Mercu-

rius tricephalus. Altında bir hayvan önderliğinde gözleri bağlı adam. -Kel- ley, Tractatus de Lapide philosophorum (1676)

  1. Rüya:

  1. Pek çok koyunun otladığı yeşil bir bölge. “Koyunların bölgesi”.

  2. İlk bakışta anlaşılmaz gelen bu ilginç parça, çocukluk izlenimlerinden veya bu bağlamdan çok da uzakta olmayan dini izlenimlerden türemiş olabilir - örneğin “Beni yeşil otlaklara yatırdı”, ya da koyun ve çobanla (şekil 18) ilgili erken Hıristiyanlık alegorileri gibi. Sonraki görü de aynı noktayı işaret ediyor.

  1. Görsel İfade:

  1. Kim olduğu bilinmeyen kadın, koyunlar bölgesinde duruyor ve yolu işaret ediyor.

  2. Şolificatio'şm. önceden gören anima burada psikopomp, yani yolu gösterenolarak ortaya çıkıyor (şekil 19). Yol çocukların bölgesinden başlıyor; yani günümüze ait akılcı bilinç tarihsel psikeden, yani ortak bilinçdışından ayrılmadan önce. Ayrılma aslında kaçınılmazdır; ama insanoğlu, başlangıcındaki o belirsiz psikeden öyle bir uzaklaşır ki içgüdü kaybı oluşur. Sonuç içgüdüsel körelme ve günlük sosyal durumlarda yönelim bozukluğudur. Ancak yine bu ayrılma sayesinde “çocukların bölgesi” her zaman kesinlikle çocuklukta kalacak ve çocuksu eğilim ve dürtülerin sürekli bir kaynağı olacaktır. Bu çocuksu eğilimlerin arada kendini göstermesi, haliyle bilinçli zihnin hoşuna gitmez ve bu sebeple de sürekli olarak onları bastırır. Ancak sürekli olarak bastırma, asıl kaynaktan daha fazla uzaklaşmaya, bunun sonucu olarak içgüdü eksikliğine, en son olarak da ruh eksikliğine sebep olur. Sonuç olarak bilinçli zihin ya tamamen çocuksuluğa yenilir ya da kendisini sinik yaşlı tavırlarla ya da hırçın bir teslimiyetle bu baskına karşı nafile korumak zorunda kalır. Bu yüzden farkına varmalıyız ki inkar edilemez başarısına rağmen günümüz akılcı bilincinin adapte olamayan çocuksu bir yanı vardır ve hayata düşmandır. Hayat kurumuş ve engellenmiş, kaynağın yeniden keşfedilmesi için haykırmaktadır; fakat kaynak, ancak bilinçli zihin “çocukların bölgesine” geri dönme acısını çekerse ve orada tıpkı daha önceki gibi bilinçdışından yardım alırsa bulunabilir. Çok uzun süre çocuk kalmak çocukçadır; ancak oradan uzaklaşmak ve sonra sırf biz görmediğimiz için çocukluğun artık var olmadığını düşünmek de bir o kadar çocukçadır. Ancak eğer çocukların bölgesine gidersek çocuk olma korkumuza teslim oluruz; çünkü psişik kökenli her şeyin iki yüzü olduğunu anlamayız. Bir yüz ileri bakar, diğeri ise geriye. Tüm yaşayan gerçeklikler gibi bu da ikircikli ve dolayısıyla semboliktir.


Şekil 17 Bahar dürtülerini, yani opus'un başlangıcını sembolize eden Aries ve Taurus'un çobanı artifeks (ya da Hermes). - Thomas Aquinas (takma ad), "De alchimia" (el yazmasından, XVI. yüzyıl)

  1. Bilincin zirvesinde durur ve yolun daha yukarıya, daha yüksek zirvelere gittiğine dair çocukça bir inanış içine gireriz. Bu, hayali bir gökkuşağı köprüsüdür. Bir sonraki zirveye varmak için ilk önce aşağıya, yolların ayrılmaya başladığı yere gitmemiz gerekir.


Şekil 18 Çoban olarak İsa. - Mozaik, Galla Placidia'nın mozolesi, Ra- venna (424-451 arası)

  1. Rüya:

  1. Bir ses “ama sen hâlâ bir çocuksun" diyor.

  2. Rüya, rüya sahibini oldukça farklılaşmış bir bilincin bile çocukça şeylerle ilişkisinin hiçbir şekilde bitmediğini ve çocukluk dünyasına dönmenin gerekli olduğunu kabul etmeye zorluyor.


Şekil 19 Yolu gösteren rehber ruh. - VVilliam Blake'in Dante'nin Pur- gatorio Kanto IV için çizdiği suluboya resim

  1. Rüya:

  1. Baba ve Anneyle, merdivenden yukarı aşağı tehlikeli bir yürüyüş.

  2. Çocuksu bir bilinç daima anne-babaya bağlıdır ve asla kendi başına olmaz. Çocukluğa dönüş daima anne ve babaya, uzun ve önemli geçmişiyle ebeveynler tarafından temsil edilen psişik ben-dışına bir dönüştür. Gerileme, bizim geçmişimizi ve ırkımızı belirleyen şeylerde çözülmeye sebep olur ve ancak çok büyük bir çaba gösterirsek kendimizi bu şeylerin kucağından kurtarabiliriz. Psişik tarih-öncemiz aslında, bedenden ayrılmış havai aklın aksine, istediği zaman uçamadığı için basamak ve merdivenlere ihtiyaç duyan yerçekimi ruhudur. Tarihsel belirleyici karmaşası içine girmek, yolunu kaybetmeye benzer; öyle ki doğru olan bile ciddi bir hata gibi görünür.

  3. Yukarıda da belirtildiği gibi basamak ve merdiven teması (bkz. şekil 14 ve 15) bütün iniş ve çıkışlarıyla psişik bir dönüşüme işaret eder. Bunun klasik bir örneğini aydınlık ve karanlığın on beş basamağını çıkan ve inen Zosimos’ta görüyoruz.

  4. Freud’un araştırmacılarının da göstermiş olduğu gibi, ciddi anlamda bir uğraş vermeden kişinin kendisini çocukluğundan kurtarması pek mümkün değildir. Bu sadece entelektüel bilgiyle elde edilecek bir şey de değildir. Tek etkili olan şey hatırlamadır; ki bu aynı zamanda bir yeniden dene- yimlemedir. Hızla geçen yıllar ve yeni keşfedilen dünyanın ezici baskınlığı, geride hiç düşünülmemiş malzemeler bırakır. Bu malzemelerden kurtulamayız; sadece kendimizi onlardan ayırırız. Bu yüzden de daha sonraları çocukluk anılarımızı hatırladığımızda kişiliğimizin bize yapışmış ve eski zamanların hatıralarını taşıyan bazı parçalarının hâlâ canlı olduğunu görürüz. Hâlâ daha çocukluk durumunda olan bu parçaların etkisi çok güçlüdür. Bunlar sadece yetişkin bilinciyle birleştiğinde çocukluğa ait kısımlarını kaybedip düzeltilebilirler. “Kişisel bilinçdışı” her zaman öncelikli olarak ele alınmalıdır; yani bunun bilincine varılmalıdır; aksi takdirde ortak bilinçdışına çıkan kapı açılamaz. Basamaklarda anne ve babayla iniş çıkışlar, çocukluğa ait henüz birleştirilmemiş içeriklerin bilinçli yapılmasını temsil etmektedir.

  1. Rüya:

  1. Baba endişeyle “bu yedinci!" diye bağırıyor.

  2. Basamakları inip çıkarken besbelli ki “yedinci” olarak bahsedilen bir olay vuku bulmuş (şekil 20). Kabul töreni lügatinde “yedi”, aydınlanmanın en son aşamasıdır ve bütün arzuların amacıdır (şekil 28). Ancak geleneksel bir akıl için solifıcatio deliliğin sınırlarında gezen tuhaf, mistik bir düşüncedir. insanların bu kadar saçma şeyleri, batıl inançların olduğu karanlık çağlarda düşündüğünü ve şu anki aydınlanmış günlere hakim olan net ve temiz düşünce yapısının o şüpheli kavramları çoktan aştığını, o tarz bir “aydınlanmanın” şu günlerde sadece akıl hastanesinde bulunabileceğini varsayarız. Tabii ki baba korkmuş ve endişelidir; tıpkı civciv yumurtlamış ve daha sonra da yavrularının suya olan eğiliminden dolayı hayal kırıklığına uğramış bir tavuk gibi. Eğer bu yorum - “yedinin” aydınlanmanın en üst aşamasını temsil ettiği - doğruysa, bu prensipte, kişisel bilinçdı- şını birleştirme işleminin sona erdiği anlamına gelecektir. Daha sonra, geleneksel psikenin temsilcisi olarak babanın duyduğu endişeyi açıklamaya yeterli olacak ortak bilinçdışı açılmaya başlayacaktır.


Şekil 20 Yedincide, Uroboros olarak tasvir edilen Merkür'de birleşen altı gezegen ve kırmızı-beyaz (hermafrodit) çift başlı kartal. -Thomas Aquinas (takma ad), "De alchimia" (el yazmasından XVI. yüzyıl)

  1. Yine de bilinçdışının alacakaranlığına dönüş atalarımızın edinimini, yani bilincin akılcı farklandırmasını tamamen terk etmemiz anlamına gelmez. Bu daha çok insanın, aklın yerini alması sorunudur - rüya sahibinin olduğunu hayal ettiği insan değil, daha kapsamlı ve daha tam bir insanın. Bu rüya sahibinin hâlâ daha nahoş ya da imkansız olarak gördüğü için reddettiği türlü şeyleri kişiliğinin özümsemesi anlamına gelecektir. Endişe içinde “bu yedinci!” diye bağıran baba, rüya sahibinin psişik bileşenlerinden biridir; dolayısıyla endişe de rüya sahibine aittir. Bu yüzden yorum yaparken “yedincinin” sadece bir tür sona erme değil, aynı zamanda kaygı verici bir şey olması ihtimalini de akılda tutmak gerekir. Bu temaya örneğin Tom Thumb ve Canavar peri masalında rastlamışızdır. Tom Thumb yedi kardeşin en küçüğüdür. Cüceye benzer hali ve kurnazlığı zararsızdır ama kardeşlerini canavarın inine götüren, böylece hem iyi hem kötü şans getiren tehlikeli çift doğasını ele veren de odur. Başka bir deyişle o, canavarın kendisidir. Eski zamanlardan beri “yedi” gezegenlerin yedi tanrısını temsil etmiştir (şekil 20); Piramitlerdeki yazıtlarda a paut neteru denen “tanrılar bölüğü” oluştururlar (şekil 21, 23). Bir bölük “dokuz” olarak tarif edilse de aslında dokuz değil on, hatta bazen daha bile fazla olarak ortaya çıkar. Bu yüzden Maspero bize, dizinin ilk ve son üyelerinin, dokuz sayısına zarar vermeden eklenebileceğini ya da ikiye katlanabileceğin! söyler. Bu tarz bir şey klasik çağ sonrası Greko-Romen ve Babil tanrılarına olmuştur; tanrılar şeytanlara indirgenmiş, uzaktaki yıldızlara ve kısmen yeryüzünün içindeki metallere çekilmişlerdir. Sonradan Hermes’in ya da Mercurius’un çift doğası olduğu, hem öteki dünyaya ait aydınlanma tanrısı hem de cıvanın ruhu olduğu ortaya çıkmıştır. Bu yüzden de çift cinsiyetli olarak tasvir edilmiştir (şekil 22). Gezegen olarak Merkür güneşe en yakındır; bu yüzden de altınla en üst seviyede

ilişkilidir. Ancak cıva olarak altını çözer ve güneş gibi olan parlaklığını söndürür. Ortaçağ boyunca doğa filozofları için karmaşık spekülasyonların konusu olmuştur: Bazen ilgili ve yardımcı bir ruh, bir (jtdgeöpoç), (tam olarak “yardımcı, yol arkadaşı”) ya da bir familiaris'ti^2-, bazense servus ya da çermiş fııgitivus, (mülteci köle ya da geyik), simyacıları hayal kırıldığına uğratan ve şeytanla pek çok ortak özelliği olan kaypak, muzip bir gulyabanidir. Örneğin bu özelliklerin en önemlileri ejderha, aslan, kartal ve kuzgundur. Simyadaki tanrı hiyerarşisinde Mercurius,matericF’ olarak en altta, lapis philosophorum olarak en üstte bulunur. Spiritus mer- curialis (şekil 23) simyacıların rehberi (Hermes Psikopomp: bkz. şekil 146) ve şeytanıdır; onlara hem iyi şans getirir hem de sonlarını. Çiftli doğası onun sadece yedinci değil, ayrıca sekizinci olmasını da sağlar - Olimpos’ta “kimsenin düşünmediği” sekizinci (bkz. aş. par. 204 vd.).


Şekil21 Hades'te gezegenlerin yedi tanrısı. - Mylius, Philosophia re- formata (1622)

  1. Ortaçağ simyası kadar uzak bir şeyin bunlarla alakalı olması okura tuhaf gelebilir. Ancak “kara sanat” düşündüğümüz kadar uzak değildir: Eğitimli bir insan olarak rüya sahibi Faust’u okumuş olmalı; çünkü Faust, her ne kadar günümüz insanı için karmaşık olsa da baştan sona simyayla ilgili bir dramdır. Bilinçli zihnimiz her şeyi anlayamaz ama bilinçdışı ne kadar garip olurlarsa olsunlar “eski zamanlar, kutsal şeyler” ile ilgilenir ve fırsatını bulduğunda bize onları hatırlatır. Hiç şüphesiz rüya sahibi de F«z«r’tan, Go- ethe gençliğinde Leipzig’de Fraulein von Klettenberg’le Theophrastus Paracelsus çalışırken etkilendiği kadar etkilenmiştir. O halde yedi ve sekizin gizemli eşdeğerliğinin, ruhunun derinliklerine işlediğini ve bilinçli zihninin bu gizemi hiç çözemediğini kesinlikle düşünebiliriz. Sıradaki rüya, Faust hatırlatmasının yersiz olmadığını gösterecektir.


Şekil22 "Filozofun yumurtasında" (simya bilimindeki kap) Mercurius. Filius olarak, çift doğasının işareti olan güneş ve ayın üstünde durur. Güneşin kavurucu ışınları kaptaki cüceyi olgunlaştırırken kuşlar da ruhanileşmeyi işaret eder. - Mutus liber(1702)

  1. Rüya:

  1. Rüya sahibi Amerika’da keçi sakallı bir çalışan arıyor. Herkesin öyle bir çalışanı olduğunu söylüyorlar.

  2. Amerika, Avrupa kültürünün karmaşıklığından etkilenmemiş, pratik ve basit düşüncenin yeridir. Orada akıl, bir çalışan olarak çok makul bir şekilde korunabilir. Bu haliyle kulağa lese-majest^ gibi gelmektedir ve bu ciddi bir konu olabilir. Bu sebeple (Amerika’da her zaman) herkesin bu şekilde yaşadığını bilmek iç rahatlatıcı bir durumdur. “Keçi sakallı adam” nesillerdir saygı duyulan; Faust onu “işe almış”, tarihsel psikenin derin karmaşasına inmeye ve o kaynar kazanın içinden çıkan yaşamın değişken ve çirkin tarafına batmaya cesaret etse de sonunda Faust’un üzerinde zafer kazanmasına izin verilmeyen Mephisto’dur.

  3. Rüyayla ilgili sorulan sorulardan, rüya sahibinin de “keçi sakallı adamda” Mephistopheles figürünü gördüğü anlaşıldı. Zihnin değişkenliğinin yanı sıra yaratıcılık ve bilimsel eğilimler astrolojik Mercurius’un özellikleridir. Bu nedenle keçi sakallı adam rüya tarafından gerçek bir familiaris, bir yandan tehlikeli bir yandan da yardımsever bir zihin

isf] olarak takdim edilen aklı temsil etmektedir. Bu şekilde akıl, bir zamanlar bulunduğu yüksek konumdan aşağıya çekilmiş ve ikinci sıraya konmuş, aynı zamanda da uğursuz olarak yaftalanmıştır. Uğursuz falan olduğundan değil - sadece rüya sahibi gizliden gizliye üstün bir güç olarak gördüğü aklın kendisini nasıl ele geçirmiş olduğunu daha önce fark etmemiştir. Şimdiye kadar akıl, psişik yaşamının tek hakimi olmuştur; şimdiyse bunu görme şansı elde etmiştir. Kendisi Faust’la birlikte şöyle haykırabilir: “Demek kanişin içinde olan buydu!” Mephistopheles, bütün psike hiyerarşisinden kopan her psişik işlevin şeytani tarafıdır ve artık bağımsızlığın, mutlak gücün keyfini çıkarır (şekil 36). Ancak bu şeytani taraf, sadece işlev ayrı bir varlık olduğunda ve bu rüyadaki gibi nesnelleştirilip kişileştirildiğin- de anlaşılabilir.

  1. İlginç bir şekilde “keçi sakallı adam” aynı zamanda simya literatüründe de, 1625 yılında yazılmış ve Herbert Sil- berer’in psikolojik açıdan incelediği “Güldenen Tractat vom psilosophischen Stein” içindeki “Parabolae”lerden birinde de ortaya çıkar. Yaşlı beyaz sakallı filozofların arasında siyah keçi sakallı genç bir adam vardır. Silberer, bu kişinin şeytan olup olmadığı konusunda kararsız kalır.


Şekil23 İki doğanın (sol ve luna), filius hermaphroditus oluşturmak için birleştiği gizemli kap; gezegenlerin altı tanrısının eşlik ettiği Psikopomp Hermes. -"Figurarum Aegyptiorum sec- retarum" (el yazmasından, XVIII. yüzyıl)

  1. Cıva olarak Mercurius, “akışkan” için son derece uygun bir semboldür; yani hareketli, akıl gibi (şekil 24). Bu sebeple simyada Mercurius bazen bir “zihin”, bazen de bir “su”, yani argentum vivum&i.vF* başka bir şey olmayan sözde aqua permanenstâ®.


Şekil 24 Mercurius'un idare ettiği etkinlikler. -Tübingen el yazmalarından (1400)

  1. Rüya:

  1. Rüya sahibinin annesi bir kaseden başka bir kaseye su boşaltıyor. (Rüya sahibi kasenin kız kardeşine ait olduğunu, bir sonraki dizinin 28. görüsüyle bağlantılı olarak hatırlayabiliyor)

Bu hareket büyük bir ciddiyetle yapılıyor: Dış dünya için çok büyük önemi var. Sonra rüya sahibi, babası tarafından reddediliyor.

  1. Bir kez daha “değiştirme” temasıyla karşılaşıyoruz (bkz. 1. rüya): Bir şey başka bir şeyin yerine konuyor. “Baba” halledildi; şimdi “annenin” işi başlıyor. Babanın ortak bilinç- dışını, geleneksel psikeyi temsil etmesi gibi anne de ortak bilinçdışını, yaşam suyunun kaynağını temsil ediyor (şekil 25). (Bkz. Meryem Ana’nın bir vasfı olarak m]yrf, fons signatus’un annelikle ilgili önemi. - şekil 26). Bilinçdışı, yaşam gücünün yerlerini değiştirmiştir ve bu tutum değişikliğini işaret eder. Rüya sahibinin sonradan hatırladığı şey, artık yaşam kaynağının kim olduğunu görmemizi sağlamaktadır: “Kız kardeş”. Anne, oğuldan üstündür ama kız kardeş oğula eşittir. O halde aklın yerinden edilmesi, rüya sahibini bilinçdışının hakimiyetinden ve çocukluğa ait tutumlardan kurtarmıştır. Her ne kadar kız kardeş geçmişin bir kalıntısıysa da, sonraki rüyalardan onun kesinlikle ani- ma-imgesinin taşıyıcısı olduğunu biliyoruz. O halde yaşam suyunun kız kardeşe geçirilmesinin, annenin yerini anima- nın alması demek olduğunu varsayabiliriz.

Şekil 25 Yaşam pınarı fons mercurialis. - Rosarium philosophorum (1550)


  1. Anima artık babanın dünyasıyla çelişen psişik bir gerçeklik, hayat-verici bir faktör olur. Hangimiz onun akli dengesini tehlikeye sokmadan, hayatında bilinçdışının rehberliğini kabul ettiğini söyleyebiliriz? Tabii bunun ne anlama geleceğini bilen biri olduğunu varsayarak. Ne anlama geldiğini düşünen biri bile, böyle bir volte face hin geleneksel ruhu

ne kadar korkunç biçimde aşağıladığını anlamakta zorluk çekmeyecektir; özellikle de Kilisenin dünyevi giysisine bürünmüş geleneksel ruhu. Eski simyacıların kasıtlı gizem- leştirmelere başvurmasına ve bin bir türlü sapkınlığa sebep olan da, psişik bakış açısında meydana gelen bu değişimdir. Bu sebeple babanın oğlunu reddetmesi gayet mantıklıdır - bu aslında aforoz etmekten başka bir şey değildir (Rüya sahibinin Romalı bir Katolik olduğuna dikkatinizi çekerim). Psike gerçeğini kabul ederek ve onu hayatlarımızda yardımcı-belirleyici etik bir unsur haline getirerek, yüzyıllardır psişik hayatı dışardan kuramlarla ve mantıkla düzenleyen geleneklere aykırı davranmaktayız. O mantık dışı içgüdü, oluşturulmuş katı düzene isyan etmez; kendi iç yasalarının katı mantığı sebebiyle bu içgüdünün kendisi zaten hayal edilebilecek en sağlam yapıya sahiptir ve geçerli yapının en yaratıcı temellerini oluşturur. Ancak sırf bu temeller yaratıcı olduğu için bundan türeyen bütün düzen de - en “ilahi” formunda bile olsa - bir evre, bir sıçrama tahtasıdır. Aksi gözükse de düzen ve oluşturulmuş düzenin bozulması aslında insanın kontrolünün dışındadır, işin sırrı şudur ki ancak kendi kendini yok edebilen şeyler aslında canlıdır. Sorun şu ki bunları anlamak zordur ve bu yüzden de derinlerde saklıdır; çünkü zayıf kafalar çok kolaylıkla şaşırır ve kafaları karışır. Bütün bu tehlikelere karşı dogma - ister dini, ister felsefi, ister bilimsel olsun - etkili bir koruma sağlar ve sosyal açıdan bakıldığında aforoz gerekli ve faydalı bir sonuçtur.



Şekil26 Meryem Ana ve etrafını çeviren sembolleri; dörtgen kapalı bahçe, yuvarlak tapınak, kule, kapı, kuyu ve çeşme, palmiye ve selviler (hayat ağaçları). Her biri dişil sembollerdir. - XVII. yüzyıla ait ibadet ederken kullanılan bir resim.

  1. Annenin, yani bilinçdışının, animaya ait olan tasa boşalttığı su psikenin yaşama gücünün harika bir sembolüdür (şekil 152). Eski simyacılar bu su için yeni ve anlamlı eşanlamlar oluşturmaktan yorulmamıştır. Bunu aqua nostra, mercurius vivus, argentum vivum, vinum ardens, agua vitae, succus luna- riae vb. olarak adlandırmışlar ve bunlarla, soyut zihnin mad- desizliğinin aksine maddesi olan bir canlı kastetmişlerdir. Succus lunariae ifadesi (ay-gezegeninin hayat kaynağı) suyun geceye ait kökenini; agua nostra da, tıpkı mercurius vivus gibi dünyeviliğini ifade etmektedir (şekil 1T).Acetum fontisya.ra.Xi- lan her şeyi çözen güçlü aşındırıcı bir sudur ve aynı zamanda bütün ürünlerin en dayanıklısı,gizemli lapis^b doğurur.

  1. Kelime anlamı “taş”tır. Simya ilmine göre dokunduğu her şeyi altına çevireceğine inanıhr -çn.


Şekil27 Küvette, bir araya gelmiş güneş ve ayın yaşam-yenileyici
etkisi. -Milano, Biblioteca Ambrosiana, Kodeks I.

  1. Bu analojiler çok inanılmaz görünebilir. Ancak okuru, rüya sembolizminin ele alındığı bir sonraki bölümde yer alan (par. 154 ve 158) 13 ve 14. rüyalara götürmeme izin verin. Rüya sahibi tarafından dikkat çekilen “dış dünya için” eylemin önemi, rüyanın ortak değerini işaret etmektedir; “babası tarafından reddedilmesinin” de öyle - ki bunun rüya sahibinin bilinçli davranışı üzerinde ciddi bir etkisi vardır.

  2. “Extra ecclesiam nulla salus” deyişi - Kilisenin dışında bir kurtuluş yoktur - bir kurumun gözle görülür ya da tarif edilebilir bir amacı olan güvenli ve elverişli bir yol olduğu ve bunun dışında hiçbir yol ya da amaç olamayacağı fikrine dayanır. Karmaşanın içinde kaybolmanın bırakacağı kahredici etkiyi, her ne kadar bunun ruhun ve kişiliğin yeniden oluşmasının olmazsa olmazı olduğunu bilsek de, göz ardı etmemeliyiz.

  1. Rüya:

  1. Rüya sahibinin önünde bir sinek ası duruyor. Yanında bir yedili ortaya çıkıyor.

  2. As, yani 1, en küçük rakamdır fakat en değerli olandır. Haç şeklinde olan sinek ası, Hıristiyanlık sembolünü işaret eder. Bu yüzden İsviçre Almancasında sinek, genellikle Chrüüz (haç) olarak adlandırılır. Aynı zamanda üç yaprak da, tek Tanrının üçlü doğasına gönderme yapar. En düşük ve en yüksek başlangıç ve son, alfa ve omegadır.


Şekil28 Davud'un yedi katlı halatı ve haçın ucunun olta olarak kullanılmasıyla Leviathan'ın yakalanması. - Landsbergli Her- rad'ın Hortus deliciarum'u (XII. yüzyıl)

  1. Yedili, sinek asından önce değil sonra ortaya çıkar. Büyük ihtimalle fikir şudur: İlk önce Hıristiyan Tanrı kavramı, sonra yedi (aşama). Yedi aşama, Haç ve Teslis sembolizmiyle başlayan dönüşümü sembolize eder ve daha önceki arkaik 7. ve 13. rüyalardaki göndermelerden yola çıkarak solificatio ile sonuçlanır. Ancak bu çözüm burada ima edilmez. Şimdi, dininden dönen Julian tarafından boş yere çabalanan Antikçağın Helios’una gerilemenin yerini, Ortaçağda “per crucem ad rosam” (haçtan güle) formülüyle ifade edilen ve daha sonraları Gülhaçlıların “Gül Haç”ına yoğunlaştırılan bir başka hareketin aldığını biliyoruz. Burada ilahi Solün özü, çiçeğin içine alçalır - yeryüzünün güneşe cevabı (şekil 29). Güneş özelliği, Çin simyasındaki “altın çiçek” sembolünde yaşamaya devam etmiştir . Romantiklerin meşhur “mavi çiçeği” pek tabii “gülün” son nostaljik kokusu olabilir; gerçek bir Romantik tarzıyla Ortaçağın yıkılmış kemerlerine bakar, ama aynı zamanda dünyevi güzelliğin içinde yeni bir şey ilan eder. Ancak güneşin altın parlaklığı bile bir inişe boyun eğmek zorunda kalmış ve dünyevi altının parıltısında benzerini bulmuştur - her ne kadar aurum nostrum olarak bu, en azından becerikli zihinler için metalin brüt maddiyatından ayrılmış olsa da. Simyayla ilgili en ilginç metinlerden biri, alt başlığı... Cum figuris rei perfectionem pars alchimiae de lapide philosophico vero modo praeparando olan Rosarium philosophorum&vfl'* (1550). Anonim yazar kesinlikle bir “filozoftu” ve simyanın sıradan altın yapımıyla değil, felsefi bir sırla ilgili olduğunun farkındaydı. Bu simyacılar için altın, hiç şüphesiz sembolik bir yapıya sahipti ve bu yüzden vitreum ya da philosophicum gibi özelliklerle ayırt ediliyordu. Büyük ihtimalle güneşle olan benzerliği yüzünden altına en yüksek felsefi ün verilmedi; onun yerine bu ünü kazanmak lapis philosophorum^ düştü. Dönüştürücü, dönüştürülenin üstündedir ve dönüşüm, harikulade bu taşın sihirli bir özelliğidir. Rosarium pshilosophorum şöyle der: “Çünkü bizim taşımız, yani kendini altının ötesine koyan ve onu mağlup eden günümüz batı cıvası, öldüren ve canlandırandır”. Lapis m felsefi önemiyle ilgili olarak Hermese atfedilen bir incelemedeki şu alıntı özellikle aydınlatıcıdır: “Ey bilgenin çocukları, bu olağanüstü değerli taşın söylediği şeyi anlamalısınız. .. ‘Benim ışığım her ışıktan üstündür ve benim erdemim bütün erdemlerden daha kusursuzdur... Ben ışığı yarattım ama karanlık da doğamın bir parçası.. .


Şekil29 Yedi gezegen, dönüşümün yedi aşamasını sembolize eden yedi taç yapraklı gül. - Fludd, Summum bonum (1629) ilk baştaki resimli sayfa

  1. Rüya:

  1. Rüya sahibi uzun bir yürüyüşe çıkıyor ve yolda mavi bir çiçek buluyor.

  2. Yürüyüşe çıkmak, özellikle hiçbir yere varmayan yollarda gezinmektir. Hem bir değişim arayışı, hem de değişim zinciridir. Rüya sahibi yolun kenarında kendi kendine açmış bir çiçek, doğanın tesadüfi bir yavrusunu bulur. Bu çiçek daha romantik ve lirik bir dönemi, rüya sahibinin tomurcuklanmaya başladığı gençlik dönemini, yani dünyaya bilimsel bakış açısının fiili tecrübeden kopmadığı hatıralarını canlandırır - ya da belki de bu kopuş yeni başlıyordur ve

geçmişte olanları hatırlamak için geriye bakılıyordun Aslında çiçek arkadaş canlısı bir işaret, bilinçdışından gelen esrarengiz bir sızıntıdır ve insanı kurtuluşa götüren hiçbir şeye güven duymayan ve katılım sağlamayan modern bir insan olarak rüya sahibine, kendi gibi olan arkadaş ve kardeşleriyle tanışabileceği ve kendi içinde filizlenmeye can atan tohumu bulabileceği yeri göstermektedir. Ancak rüya sahibi, masum çiçeği simyanın kötü kara sanatı ve kafir pagan düşüncesi solifıcatio ile bağlayan eski güneş altınından habersizdir. “Simyanın altın çiçeği” bazen mavi bir çiçek de olabilir (şekil 30): “Hermafrodit’in safir mavisi çiçeği”.

  1. Rüya:

  1. Bir adam elini uzatmış, ona birkaç altın sikke uzatıyor. Rüya sahibi bunları kızgınlıkla yere fırlatıyor ve hemen ardından yaptığına pişman oluyor. Sonra kapalı bir alanda bir gösterim gerçekleşiyor.

  2. Mavi çiçek, tarihsel anlamını da peşinden getirmeye başlamış. “Altın” uzatılıyor ve kızgınlıkla reddediliyor. Aurum philosophicumwx\ böyle yanhş bir yorumunu anlamak kolaydır ama kıymetli sırrın reddedilmesi ve Sphinx’in bilmecesinin yanhş cevaplanmasından dolayı bir vicdan azabının duyulmasıyla pek sık karşılaşılmaz. Aynı şey, Meyrink’in Golemınâe., hayalet ona bir avuç dolusu tahıl uzatıp o bunu reddettiğinde de olur. Sarı metalin iğrenç para tadıyla birlikte maddiyatı ve tahılın adi görüntüsü, bu iki geri çevirişi de anlaşılır hale getiriyor - ama lapis\ bulmanın bu kadar zor olmasının asıl sebebi de budur: O exilis\\r, çirkindir; caddeye ya da gübreliğe, yığınların içine atılır; her yerden toplanabilecek en yaygın şeydir. Prometheus ve Epimet-

heus’ta., aynı sebepten dolayı güngörmüşlerin tanımadığı Spitteler’in mücevheriyle ortak “sıradanlık” özelliğine sahiptir. Ancak “inşaatçıların geri çevirdiği taşın aynısı köşe başına konur” ve bu ihtimalin hissedilmesi rüya sahibinde çok canlı bir pişmanlık duygusu uyandırır.


Şekil 30 Kırmızı-ve-beyaz gül, simyadaki "altın çiçek", filius philosop- horum'un doğum yeri. -"Ripley Scrowle"(el yazmasından, 1588)

  1. Bütün bunlar, altının değerli olduğuna dair dışardan görünenlerin bir parçasıdır; yani para haline getirilmesi, damgalanması ve değer verilmesi gibi. Psikolojik olarak uygulandığında bu, Nietzsche’nin Zerdüşt’te, yapmayı reddettiği şeydir: Erdemlere isimler vermek. Şekillendirilip isim verilerek psişik yaşam, madeni ve değerler verilmiş birimlere ayrılır. Bu sadece psikenin içgüdüsel olarak çok çeşitli şeyler, bir araya gelmemiş kalıtsal birimlerin toplanması olması sebebiyle mümkün olur. Doğal insan bir “kendilik” değildir - o kitledir ve kitlenin bir parçasıdır; o kadar ortaktır ki kendi beninden bile emin değildir. Bu nedenle fi tari-

hinden beri kendisini bir şeye çevirecek ve bir varieteten. başka bir şey olmayan ortak hayvani psikeden kendisini kurtaracak gizemli dönüşümlere ihtiyaç duymuştur.

  1. Ancak eğer insanın nahoş wn>7Zsini “olduğu gibi” kabul etmezsek, bu insanın birliğe ulaşmasına, yani bir kendilik olmasına imkan yoktur. Bu da ruhsal ölüm anlamına gelir. Yaşamın kendisi, gerçek yaşam değildir; sadece bilindiği zaman gerçek olur. Sadece birleşmiş bir kişilik yaşamı deneyimleyebilir; parçalara ayrılmış ve kendisine “insan” diyen ıvır zıvır öbeği değil. 4. rüyada ima edilen tehlikeli çoğulluk (par. 58), yılanın sihirli bir daire tarif ettiği ve böylece tabu bölgeyi, temenos'u ayırdığı 5. görüde dengelenmiştir (şekil 31). Benzer bir durumda, neredeyse aynı şekilde temenos burada da ortaya çıkar ve “çok”u birleşik bir gösterim için bir araya getirir - bir eğlence gösterisine benzeyen bir toplanmadır ama kısa sürede bu eğlendirici özelliğini kaybedecektir: “keçilerin oyunu” bir “trajediye” dönüşecektir. Bütün analojilere göre keçi oyunu gizemli bir gösteridir; amacının da, tıpkı Eleusis’in gizemlerinde Atinalı kadınların anlattığı müstehcen hikayelerin yeryüzünün doğurganlığını artırdığının düşünülmesi gibi, insanın doğal atalarıyla ve dolayısıyla yaşamın kaynağıyla bağlantısını yeniden kurmak olduğunu düşünebiliriz. (Bkz. Bubastis’te İsis şenlikleriyle bağlantılı teşhirci gösterimlere dair Herodotus’un açıklaması).

  2. Temenos'yın dengeleyici anlamı rüya sahibi için hâlâ daha belirsizdir. Tahmin edilebileceği gibi rüya sahibi, tarihsel bağlamı reddetmesinin akla getirdiği ruhsal ölüm tehlikesiyle daha fazla ilgilidir.

  1. Görsel İfade:

  1. Bir kuru kafa. Rüya sahibi tekme atarak onu uzaklaştırmaya çalışıyor ama başaramıyor. Kuru kafa yavaş yavaş kırmızı bir topa, daha sonra da ışık yayan bir kadın kafasına dönüşüyor.


Şekil31 Bir dörtgenin dört tarafını çevreleyen surlarıyla yeryüzünün merkezi olan sembolik şehir: tipik bir temenos. - Maier, Viatorium (1651)

  1. Faust ve Hamlet’in kafatasıyla yaptığı monologlar “düşünce tarzından dolayı hasta olunduğundaki” gibi insan hayatının dehşete düşüren anlamsızlığını hatırlatır. Geleneksel fikir ve yargılar, rüya sahibinin şüpheli ve davetkar-görün- meyen teklifleri bir kenara atmasına sebep olmuştur. Ancak kuru kafanın uğursuz görüsünü def etmeye çalışınca kuru kafa kırmızı bir topa dönüşür. Biz bunun güneşin doğuşunu ima ettiğini söyleyebiliriz; çünkü birdenbire parlayan bir kadın kafası haline gelerek bize 7. görüyü (par. 67) hatırlatır. Besbelli ki bir enantiodromia, yani zıtların oyunu107oluşmuştur: Reddedildikten sonra bilinçdışı daha kuvvetli direnir. Öncelikle birlik ve kutsallığın klasik sembolünü, yani güneşi oluşturur; sonra da bilinçdışının ki- şileşmiş hali olan, bilinmeyen kadın motifine geçiş yapar. Aslında bu motif sadece anima arketipini değil, rüya sahibinin hem gerçek bir kişilik, hem de psişik yansıtmaların kabı olan gerçek bir kadınla olan ilişkisini barındırır (15. rüya, par.91’de “kız kardeşin kasesi”).

  2. Neoplatoncu felsefede ruhun yer küreyle ciddi benzerlikleri vardır. Ruh cevheri, ateşli gökyüzünde, dört unsurun eş-merkezli katmanlarının etrafına yayılmış durumdadır108.

  1. Görsel İfade:

  1. Bir dünya küresi. Bilinmeyen kadın onun üzerinde duruyor ve güneşe tapınıyor.

  2. Bu ifade de 7. görünün (par. 6) zenginleştirilmiş hali. 18. rüyadaki reddediş, besbelli ki o ana kadarki bütün gelişmenin yok edilmesi anlamına geliyor. Bunun sonucunda da başlangıç sembolleri yeniden ortaya çıkıyor ama zenginleştirilmiş

  1. Bkz. Psychologische Typen, 18.

  2. Bkz. Fleischer, Hermes Trismegistus, s. 6; ayrıca bkz. Platonun İlk İnsanının küresel formu ve Empedocles’in orfıaıpoç’u. Timaeus’tı olduğu gibi, simyadaki anima mundi de, “cevherlerin ruhü’na benzer şekilde yuvarlaktır, altın da öyle (bkz. şekil 209) (bkz. Maier, De circulo physico, s. 11 vd.). Rotundum ve kafatası ya da kafa arasındaki ilişki için bkz. Jung, “Das Wandlungssymbol in der Messe”, par. 239 vd. bir şekilde. Bu enantiodromialar, genel olarakrüya-dizilerinin özelliğidir. Bilinçli zihin müdahil olmadıkça bilinçdışı sonuçsuz bir şekilde peşi sıra dalgalar göndermeye devam eder; yüzeye çıkarılması dokuz yıl, dokuz ay ve dokuz gece alacağı ve son gece çıkarılamamış olursa tekrar en baştan başlamaya sebep olacak şekilde geri çökeceği söylenen define gibi.

  1. Dünya küresi de muhtemelen kırmızı top fikrinden ileri gelmekte. Ancak burada bu kırmızı top güneş; küreyse üstünde animanın güneşe tapındığı yeryüzünün bir imgesi (şekil 32). Bu yüzden anima ve güneş birbirinden ayrı; ki bu da güneşin animadan farklı bir prensibi temsil ettiğine işaret ediyor. Güneş yaşam kaynağını ve insanın nihai bütünlüğünü sembolize ederken (solificatio’&L belirtildiği gibi), anima ise bilinçdışının kişileşmesidir. Şimdi, güneş bize hâlâ daha yakın olan antik bir semboldür. Ayrıca ilk Hıristiyanların fjÂıoç ĞvaroZ.f]ç’ı (yükselen güneşi) İsa’dan ayırt etmekte zorlandığını biliyoruz. Rüya sahibinin animası hâlâ daha güneşe-tapar olarak görünüyor; yani bu anima eski çağlara ait ve tam da şu sebeple, mantıklı tutumuyla bilinçli zihin, animaya ya çok az ilgi göstermiş ya da hiç göstermemiş ve bu şekilde animanın modernleşmesini imkansız hale getirmiş (daha doğrusu Hıristiyanlaştıramamış). Ayrıca Hıristiyan Ortaçağında başlamış olan ve skolastik eğitimin sonucu olarak aklın farklılaşması, animayı eski dünyalara geriletmiş. Rönesans bize bununla ilgili yeteri kadar kanıt sunmakta ve bunların en açık olanı Poliphilo’nun, animası Lady Polia yla Kraliçe Venüs’ün mahkemesinde, Hıristiyanlık tarafından hiç dokunulmamış ve antik çağların bütün “zarafetleriyle” donatılmış halde karşılaştığı, Francesco Colonna’ya ait Hy- prerotomachiaâır. Kitap haklı olarak muamma bir metin olarak görüldü. O halde bu animayla doğrudan eski dünyalara dalıyoruz. Bu sebeple de 18. rüyada altının geri çevrilmesini antik çağlara doğru bu üzücü ve nahoş gerilemeden kaçma girişimi olarak gören biri yanılmış olmaz. Simya felsefesinin bazı hayati öğretileri, Ruska’nın Turba vakasında yeterince kanıtlamış olduğu gibi, metin olarak geç dönem Greko-Romen bağdaştırmacıhğına dayanır. Bundan dolayı simya ilmiyle ilgili her gönderme kişiyi eski çağlara götürür ve pagan seviyesine gerilemekten korkar hale getirir.


Şekil32 Coniunctio solis et lunae. - Trismosin, "Splendor solis" (el yazmasından, 1582)

  1. Burada rüya sahibinin bütün bunlardan habersiz olduğunu söylemek gereksiz olmayacaktır. Ama bilinçdışında bu tarihsel çağrışımlar denizine dalmış durumdadır ve rüyalarında, sanki insan zihninin geçmişine yapılan bu yolculuklardan tamamen haberdarmış gibi davranır. Aslında rüya sahibi, özerk psişik bir gelişimin bilinçdışı bir taraftarıdır; tıpkı bir Ortaçağ simyacısı ya da klasik bir Neoplatoncu gibi. Dolayısıyla tarihin, gerçek metinlerin yanı sıra kişinin bilinçdışından da kolayca yaratılabileceğini -cum grano sa- -söyleyebiliriz.

  1. Görsel İfade:

  1. Rüya sahibinin etrafı perilerle çevrilidir. Bir ses, 'Biz hep oradaydık, sadece sen bizi fark etmedin" der. (şekil 33)

  2. Burada gerileme daha da ileriye, hiç şüphesiz klasik bir imgeye gitmiştir. Aynı zamanda 4. rüyadaki durum ve reddetmenin 19. görüdeki dengeleyici enantiodromiaya sebep olduğu 18. rüyadaki durum da yeniden ortaya çıkmıştır. Burada imge, her ne kadar şimdiye kadar fark edilmese de dramanın daima var olduğunun kabulüyle daha da güçlendirilmiştir. Bu gerçeğin farkına varılmasıyla bilinçdışı psike, eşlik eden bir varlık olarak bilince katılır. Rüyalarda “ses”fenomeni, rüya sahibi için her zaman orÜTÖÇEcJıa’nın'12 tartışılmaz karakterine sahiptir; yani ses, şüphe götürmeyecek bir gerçek ya da durum ifade eder. Uzak bir geçmiş hissi oluşturulması, psikenin derin katmanlarıyla iletişim kurulması rüya sahibinin bilinçdışı kişiliği tarafından kabul edilir ve bilinçli zihniyle göreceli bir güvenlik hissi olarak iletişime geçer.


Şekil33 Etrafı perilerle çevrilmiş Poliphilo. - Beroalde de Verville, Le Songe de Poliphile (1600)


Şekil34 Rotundum'da duran nigredo; yani sol niger. - Mylius, Philo- sophia reformata (1622)

  1. 20. görü animayı bir güneşe-tapar olarak temsil eder. Küre formundan çıkacak gibidir (bkz. şekil 32). Ancak ilk yuvarlak şekil kafatasıydı. Geleneğe göre kafa ya da beyin anima intellectualis'va. yeridir. Bu sebepten de simya ilminde kap, kafa gibi yuvarlak olmalıdır ki kaptan çıkan da aynı şekilde “yuvarlak” olsun; yani anima mundi gibi basit ve kusursuz . Eser, rotundumvsn üretilmesiyle taçlandırılmıştır ve rotundum, materia globosa olarak başlangıçta ve sonra altın formundadır (şekil 34; bkz. ayrıca şekil 115,164,165). Muhtemelen “her zaman orada olan” periler bunu ima etmektedir. Görünün gerileyici özelliği ayrıca, 4. rüyadaki gibi (par. 58) dişi şekillerin çok olmasından da açıktır. Ama bu sefer, 20. rüyadaki güneşe tapma gibi tarihsel bir gerilemeye işaret eden klasik bir öneme sahiptir. Animanın pek çok figüre ayrılması, bilinçdışı gibi belirsiz bir durumun içinde çözünmeyle eştir; ki bundan tarihsel gerilemeyle bilinçli zihinde göreceli bir basitleşmenin paralel gittiğini varsayabiliriz (Şizofrenide aşırı şekillerde gözlemlenebilecek bir süreç). Bilincin basitleşmesi, ya da Janet’in adlandırdığı gibi abaissement du niveau mentakfi ilkel zihne çok yakındır. Perili bu sahnenin benzeri, De vita longa incelemesinde bireyleşme sürecinin başlangıcı olarak bahsedilen Paracelsus tarzı regio nymphididica'&&. bulunabilir.

  1. Görsel İfade:

  1. Tarih öncesi çağlara ait bir orman. Bir fil, tehditkar bir şekilde belli belirsiz görünüyor. Sonra büyük bir maymun-adam, ayı ya da mağara adamı rüya sahibini bir değnekle saldırmakla tehdit ediyor (şekil 35). Birdenbire “keçi sakallı adam” ortaya çıkıyor ve saldırgana bakıyor; saldırgan da büyüleniyor. Ancak rüya sahibi korkuyor. Ses, “her şeye ışık hükmetmeli” diyor.

  2. Perilerin çokluğu, hâlâ daha çok ilkel bileşenlere ayrılmış; yani psişik atmosferin harekediliği büyük ölçüde artmış ve bundan da, rüya sahibinin akranlarından soyudanmasında orantılı olarak bir artış olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Bu yoğun soyutlanma, bilinçdışıyla birleşmenin fark edildiği ve gerçek olarak kabul edildiği 21. görüde de görülebilir. Bilinçli zihinle bakıldığında bu oldukça mantıksızdır. Bu endişe verici birleşme, gizlenmesi gereken bir sırdır; çünkü varlığının gerçek olduğunu sözde mantıklı birine açıklayabilmek mümkün değildir. Bunu yapmaya çalışan kimse, delilikle yaftalanır. Çevreye enerji boşaltmak bu yüzden engellenmiştir; bunun sonucu da bilinçdışında enerji fazlalığı oluşmasıdır: Akabinde tabii ki saldırganlık ve gerçek bir dehşetle sonuçlanan, bilinçdışı figürlerin özerkliğinde anormal bir artış. Daha önceki eğlenceli gösterim rahatsız edici olmaya başlıyor. Klasik peri figürlerini, estetik açıdan sunduğu güzellikler sağolsun, kabul etmemiz oldukça kolaydır; fakat bu zarif figürlerin arkasında gizlenen antik çağlardan kalma Dionysus gizeminin, trajik imalar barındıran bir keçi oyunu olduğu konusunda hiçbir fikrimiz yoktur: Bir hayvana dönüşen tanrının kan revan içinde parçalanması. Bütün zayıflığıyla Avrupa’nın antik çağın gizemlerine karşı tutunduğu çocukça tavrı açıklamak için bir Nietzsche gerekti. Ancak Dionysus’un Nietzsche için anlamı neydi? Bu konuda söyledikleri ciddiye alınmalı; bunun ona yaptıkları ise daha da fazla ciddiye alınmalı. Ölümcül hastalığının ilk başlarındayken bile Zaegrus’un kötü talihinin kendisini beklediğini biliyordu. Dionysus, bütün insan ayrımlarının baştan beri var olan psikenin hayvani kutsiyetinde birleştiği o coşkun basitleşmenin uçurumudur - keyifli ve korkunç bir deneyim. İnsanlık, kendi kültürünün duvarları arasında toplanarak bu deneyimden kaçtığına inanır; ta ki başka bir katliam cümbüşü patlak verene kadar. Bu olduğunda bütün iyi niyetli insanlar şaşırır ve yüksek maliyetleri, silah sanayisini, Yahudileri ya da Masonları suçlarlar.


Şekil 35 "Vahşi insan"ın bir Ortaçağ versiyonu. - Codex Urbanus La- tinus899 (XV. yüzyıl)

  1. Son anda arkadaşımız “Keçi Sakal”, yardıma yetişen bir Hızır gibi sahnede beliriyor ve güçlü maymun-adamm yok etme tehdidini bertaraf ediyor. Faust’un, klasik Wal- purgisnacht'm hayalet ve cinlerine bakarkenki soğukkanlı merakını Mephisto’nun yardımsever varlığına ve onun gerçekçi bakış açısına ne kadar borçlu olduğunu kim bilir!

Eğer bunu bilebilseydik, bu kadar kötüye kullanılmış bir aklın aslında ne kadar bilimsel ve felsefi yanları olduğunu daha fazla insan fark ederdi! Aklı kötüye kullananlar, aklın değerini öğrenebilecekleri ve insanoğlunun bu silahı neden bu kadar emsalsiz bir şekilde işlediğini onlara gösterebilecek hiçbir şey yaşamadıkları şüphesine kendilerini doğrudan açık bırakıyorlar. Böyle şeyleri fark etmemek için hayat konusunda hiç bilgimizin olmaması gerekir. Akıl, şeytan olabilir (şekil 36); fakat şeytan “kaosun tuhaf oğludur” ve annesiyle etkili bir şekilde baş etmesi konusunda kendisine güvenilebilir. Eğer çalışmak istiyorsa, Dionysus tecrübesi bu şeytana yapacak çok fazla şey verebilir; çünkü bilinç- dışıyla yapılan anlaşma, Herkül'ün emeklerine çok daha ağır basar. Bana kalırsa bu anlaşma, aklın yüz yılda bile içinden çıkamayacağı bir sorunlar dünyası yaratır - zaten daha hafif görevlerle kendini toparlamak üzere sık sık tatile çıkmasının sebebi de budur. Bu ayrıca psikenin neden bu kadar sık ve uzun süre unutulduğunun ve aklın, zeki insanların bile bu homurtuların gerçekten bir anlamı olduğunu düşüneceği umuduyla “esrarengiz” ve “mistik” gibi kötülüğe karşı koruyucu kelimeleri neden sıklıkla kullandığının da sebebidir.


Şekil 36 Havai bir ruh ve kötü bir akıl olarak tasvir edilen şeytan. - Eugene Delacroix'nın (1799-1863) Faust 1. bölüm için tasviri

  1. Ses en sonunda “her şeye ışık hükmetmeli” der ve ışık bu tahminen zeki, bilinçli bir zihnin ışığı, dürüstçe elde edilen gerçek bir illuminatio anlamına gelir. Bilinçdışının karanlık derinlikleri artık cehalet ve yanıltmacayla - ortak korkunun kötü bir şekilde kılık değiştirmiş hali - inkar edilemez; ayrıca sahte-bilimsel mantığa bürümelerle de açıklanamaz. Aksine psikede hakkında çok az şey bildiğimiz ya da hiç bilmediğimiz, ama vücutlarımızı ısrarla etkileyen şeyler olduğunu ve bunların fiziksel dünyanın yine hiçbir şey anlamadığımız şeyleri kadar gerçek olduğunu kabul etmemiz gerekir. Konusunun gerçekdışı ya da “hiçbir şey” olduğunu iddia eden bir araştırmanın bilgiye katkısı olmamıştır.


Şekil37 Yedi yapraklı çiçek. - Boschius, Symbolographia (1702)

  1. Aklın etkin müdahalesiyle birlikte bilinçdışı süreçte yeni bir evre başlar: Bilinçli zihin bilinmeyen kadınla (“anima”), bilinmeyen adamla (“gölge”), zeki yaşlı adamla (“mana kişiliği”^ kendiliğin sembolleriyle uzlaşır. Son söylediklerimiz bir sonraki bölümde ele alınacaktır.


38. Mcrcuıhıs as rogo slamttng on Ihe g«hl (so/J atıdFMhrr (hrııo) fmmtahı. Wİ.lh »he dtagon ss her sen.—Themas Aquhıas (pscudj. "De akhimîa” (MS., ı6ıh tent.)


Şekil38 Altın (sol) ve gümüş (luna) çeşmenin üzerinde ejderha oğluyla birlikte duran, virgo temsiliyle Mercurius. - Thomas Aquinas (takma isim), "De alchimia" (el yazmasından, XVI. yüzyıl)

3 MANDALA SEMBOLİZMİ

  1. MANDALAYA DAİR

  1. Söylediğim gibi, dört yüz kadar sürekli devam eden bir dizi rüya ve görüyü bir araya getirdim ve bunlara mandala rüyaları dedim. “Mandala” terimini seçtim çünkü mandala, Lamaizm ya da Tantra yogasında yantra ya da temaşaya yardımcı olarak kullanılan ayinsel ya da sihirli daireyi simgeliyor (şekil 39). Ayinlerde kullanılan Doğu mandalala- rı geleneklerle sabitlenmiş figürlerdir; çizilmiş, boyanmış ya da bazı özel ayinlerde biçimlenebilir şekilde bile temsil edilebilirler.

  2. 1938 yılında, Darjeeling yakınlarındaki Bhutia Busty manastırında Lingdam Gomchen isimli bir Lama rinpo- che siyle khilkor ya da mandala üzerine konuşma fırsatı yakaladım. Kendisi mandalayı dmigs-pa (“migpa” şeklinde telaffuz edilir), yani sadece tamamen eğitilmiş bir lama vasıtasıyla hayal gücü kullanılarak oluşturulabilecek zihinsel bir imge olarak açıklamıştı. Hiçbir mandalanın diğerine benzemediğini, hepsinin birbirinden farklı olduğunu söylemişti. Ayrıca, manastır ve tapmaklarda bulunan

mandalıların bir önemi olmadığını, çünkü bunların sadece dış temsiller olduğunu ifade etmişti. Gerçek bir mandala her zaman, psişik dengenin rahatsız edildiği ya da bir düşünceye ulaşılamadığı ama aranması gerektiği zamanlarda (aktif) hayal gücüyle yavaş yavaş oluşturulabilecek bir iç imgedir; çünkü kutsal öğretilerin içinde yer almaz. Bu açıklamanın doğruluğu, anlatımım sırasında daha iyi anlaşılacaktır. Ancak mandalanın sözde serbest ve bireysel oluşumuna daha şüpheyle yaklaşılmahdır; çünkü bütün Lama mandalalarında baskın olan bir tarzın yanısıra geleneksel de bir yapı vardır. Örneğin hepsi dörtlü bir sisteme, bir quadratura circuliyç. dayanır ve içerikleri her durumda Lama dogmalarından türemiştir. Şri-Çakra-Sambhara Tantra gibi, bu “zihinsel imgeleri” oluşturmak için talimatlar içeren metinler vardır. Khilkor, Budistlerin algıladığı gibi değişik formlardaki insan varlığının izlediği yolu temsil eden meşhur sidpekorlo ya da Dünya Çarkı’ndan (şekil 40) sert bir şekilde ayılır. Khilkor'un aksine Dünya Çarkı üçlü bir sisteme dayanır; yani merkezinde üç dünya-pren- sibi bulunur: cinsel arzuyu dengeleyen horoz; nefret ya da kıskançlığı sembolize eden yılan; cehalet ya da bilinçsizliği sembolize eden domuz (avidya). Bu noktada, Budizm’de de ortaya çıkan üç ve dördün çelişkisiyle karşı karşıya kalıyoruz. Bu sorunla, rüya-dizimizin ilerleyen safhalarında tekrar karşılaşacağız.

Şekil 39 Şri-Yantra


  1. Bu doğu sembollerinin rüya ve görülerde oluştuğu, birtakım Mahayana kilise papazı tarafından icat edilmediği bana şüphe götürmez gibi geliyor. Aksine bunlar insanlığın en eski dini sembolleri arasında (şekil 41-44) ve Yontma Taş Devri’nde bile var olmuş olabilirler (bkz. Rodos taş-re- simleri). Dahası burada daha fazla uzatmamam gereken bir başka nokta da bunların bütün dünyaya yayılmış olması. Bu bölümde eldeki malzemeyle sadece mandalaların nasıl ortaya çıktığını anlatmak istiyorum.

  2. Ayinlerde kullanılan mandalalar çok önemlidir çünkü ortalarında genellikle en yüce dini figürlerden biri olur:

- genellikle Şakti’nin sarılmış olduğu - Şiva ya da Buda, Amitabha, Avalokiteşvara ya da büyük Mahayana öğretmenlerinden biri ya da dorje, ister yapıcı ister yıkıcı olsun bütün ilahi güçlerin sembolü (şekil 43). Taocu bağdaştır- macılığın ürünü Altın Çiçek metni, lapis ve elixir mtae'mn şeklinden sonra ayrıca bu merkezin bazı “simya ile ilgili” özelliklerini belirtir; böylece aslında bir <J>ctQ(iaxov a0 avaoıaç ’ tır122123.

Şekil 40 Tibet Dünya Çarkı (sidpe-korlo)

  1. Ölümsüzlük ilacı -çn.

  2. Bkz. Reitzenstein, Die ballenistischen Mysterienreligionen.

  1. Mandalanın üzerine yüklenen büyük değeri takdir etmemiz önemlidir; çünkü bu değer, adeta “metafıziksel” bir yapının özellikleriyle karakterize olan tekil mandala sembolleriyle iyi bir uyum içindedir. Bu semboller, kişiliğin ben tarafından tanımlanamayacak psişik merkezini ifade eder. Bu süreç ve ürünleri, kendi tecrübelerimden oluşturduğum malzemeye dayanarak çok yakından otuz senedir gözlemlemekteyim. Gözlemlerimi ön yargıdan kurtarmak için on dört yıl boyunca bunlarla ilgili ne bir şey yazdım ne de ders verdim. Ancak 1929 yılında Richard Wilhelm Altın Çiçeğin Gizi metnini önüme koyduğunda sonuçların en azından bir ön değerlendirmesini yayımlamaya karar verdim. Bu konularda fazla tedbirli davranmak diye bir şey yoktur; çünkü taklitçi bir dürtüyle, bu egzotik kuş tüylerine sahip olma ve bunlarla süslenebilme hırsıyla pek çok insan bu tür “sihirli” düşüncelere uzanma ve sanki bir merhemmiş gibi bunları dışardan uygulamaya yönelir, insanlar, kendi ruhlarıyla karşılaşmamak için ne kadar saçma olursa olsun her şeyi yaparlar. Hint yogası ve bütün gereklerini yerine getirir, katı bir beslenme planı uygular, hikmet öğrenir ya da dünya edebiyatının mistik metinlerini papağan gibi tekrar ederler - bütün bunların sebebi kendileriyle iyi geçinememeleri ve ruhlarının herhangi bir fayda sağlayacağına dair en ufak bir inançları olmamasıdır. Bu yüzden de ruh, iyi hiçbir şey sağlayamayacak bir Nasıra şekli haline gelir. O halde gelin ruhu, dünyanın dört bir köşesinden toplayahm - ne kadar zorlama ve garip olursa o kadar iyi! İnsanların izledikleri bu yönteme karışmak gibi bir niyetim yok; ama ciddiye alınmak isteyen biri benim yoga yöntem ve öğretilerini kullandığım ya da mümkün olduğunda hastalarımı “doğru noktaya” getirebilmek için onlara mandalalar çizdirdiğimi düşünme yanılgısına düştüğünde, gerçekten buna karşı çıkmam ve bu insanlara yazdıklarımı korkunç bir dikkatsizlikle okumuş olduklarını kendilerine ifade etmem gerekir. Bütün kötü düşüncelerin kalpten geldiği ve insan ruhunun bir günah çukuru olduğu öğretileri, bunu uyduran insanların iliklerinin derinliklerine gömülmelidir. Bu doğru olsaydı Tanrı, yaratılışla çok kötü bir iş çıkarmış ve bizim Markion’a ya da Gnostisizme uzanıp bu kudretsiz hakimi tahtından indirme zamanımız gelmiş olurdu. Elbette etik olarak, herkesin kendi ağzına bir kaşık sokmaktan aciz olduğu bu Gerizekalı Çocuklar Evinin bütün sorumluluğunu Tanrıya bırakmak daha uygun olur; ama insanın kendisine emek vermesi ve ruhunda gelişebilecek bir şeyler olduğunu anlaması daha değerli. Ruhta sessizce olanları seyretmek çok değerlidir; en fazla ve en iyi şeyler de dışardan ve yukarıdan müdahale edilmediğinde olur. İnsan ruhunda olanlara o kadar saygı duyuyorum ki beceriksizce müdahalelerle onun sessiz işleyişini rahatsız etmekten ya da bozmaktan korktuğumu kabul ediyorum. Bu sebeple bu özel vakayı kendim gözlemlemekten bile sakındım ve işi benim bildiklerimle sınırlanmamış, işe yeni başlayan birine devrettim - süreci bölmemek için her şeyi yaparım. Şu anda size sunacağım sonuçlar, dışardan kendisine hiçbir telkinde bulunulmamış, bulunulsa bile telkine açık olmayan bir adamın saf, titiz ve tamamen kendine ait gözlemleridir. Psişik malzemeye aşina olan herkes, sonuçların gerçek olduğunu anlamakta zorlanmayacaktır.

Şekil 41 Azteklere ait "Büyük Takvim Taşı"



Şekil 42 Haç taşıyan çocuk İsa'nın resmedildiği Mandala. - Albertus Pictor İsveç'teki Harkeberga Kilisesinin duvarına çizmiştir (1480)


Şekil 43 Lamalara ait Vajramandala. - Bkz. Jung, "Mandala Sembolizmine Dair", Şekil I


II Rüyalarda Mandalalar

  1. Bütünlüğü sağlamak adına, şu ana kadar ele aldığım başlangıç rüyaları ve görülerde ortaya çıkan mandala sembollerini özetleyeceğim:

  1. Rüya sahibinin etrafında bir daire oluşturan yılan. (5)

  2. Mavi çiçek. (17)

  3. Elinde altın paralar olan bir adam ve bir gösterim için kapalı bir alan. (18)

  4. Kırmızı top. (19)

  5. Dünya küresi. (20)


Şekiller 46-47 Kuyruğunu yiyen, taç takmış bir ejderha; bir daire oluşturan iki ejderha ve dört köşede dört unsurun işaretleri. - Eleazar, Uraltes chymisches Werk (1760)

  1. Sıradaki mandala sembolü, yeni dizinin ilk rüyasında ortaya çıkıyor.

  1. Rüya:

Bilinmeyen bir kadın rüya sahibini kovalıyor. Rüya sahibi bir daire çizecek şekilde koşup duruyor.

  1. İlk mandala rüyasındaki yılan beklentiseldi; hatırlanacağı gibi beklentisel rüyada bilinçdışının bir yönünün kişileşmiş hali olan bir figür, öznenin daha sonra yaşayacağı bir şeyi yapar ya da tecrübe eder. Yılan, öznenin de dahil olacağı dairesel bir hareketi önceden gerçekleştirir; yani bilinçdı- şında, dairesel bir hareket olarak algılanan bir şey gerçekleşiyor ve bu oluşum artık bilince o kadar güçlü baskı yapıyor ki özne buna yakalanıyor. Bilinçdışım yansıtan bilinmeyen kadın ya da anima, dairesel hareketler çizmeye başlayana kadar rüya sahibini taciz etmeye devam ediyor. Bu açıkça benle benzer olmayan bir merkez ve benin etrafında döndüğü bir yuvarlağı belirtiyor.

  1. Rüya

  1. Anima rüya sahibini, kendisine çok az ilgi gösterdiği sebebiyle suçluyor. Saat başına beş dakika kaldığını söyleyen bir duvar saati var.

  2. Durum neredeyse aynı: bilinçdışı rüya sahibini, ilgi isteyen bir kadın gibi rahatsız ediyor. Durum duvar saatini de açıklıyor; çünkü saatin ibreleri daire şeklinde hareket eder. Saat başına beş dakika kalması, zaman mefhumuyla yaşayan herkesin o gergin halini ima ediyor: beş dakika dolduğunda bir şey yapması gerekiyor. Zaman darlığı çekiyor bile olabilir. (Dairesel hareket sembolü - -bkz. şekil 13 - daha sonra göreceğimiz gibi her zaman bir gerginlik hissiyle bağlantılıdır.)

  1. Rüya:

  1. Hareket halindeki bir gemide. Rüya sahibi, yönünü yeni bir şekilde belirlemek için uğraşıyor. Bazen çok uzakta duruyor, bazen çok yakın: doğru yer ortası. Üzerinde merkezi olan bir dairenin çizili olduğu bir şekil var.

  2. Besbelli ki burada sunulan görev merkezi, doğru noktayı bulmak ve bu nokta da dairenin ortası. Rüya sahibi bu rüyayı yazarken, bir hedefe atış yapmadan kısa bir süre önce gördüğü bir rüyayı hatırladı (şekil 48): bazen çok yukarıya ateş ederdi, bazen de çok aşağıya. Doğru açı tam ortasıydı, iki rüya da ona çok önemli geldi. Hedef merkezi olan bir daire. Denizde yön, yıldızların dünya etrafındaki dönüşüne bakarak bulunur. Buna göre rüya, hedefi nesnel bir merkez - özenin dışında bir merkez - oluşturmak ya da bulmak olan bir hareketi tarif ediyor.

  1. Rüya:

  1. Sarkaçları olmadan sonsuza kadar çalışan bir saat.

  2. Bu, ibreleri hiç durmadan hareket eden türde bir saat ve sürtünmeden dolayı bir kayıp olmadığı için bu bir perpe- tuum mobile, bir daire içinde sonsuza kadar devam eden bir hareket. Burada “metafiziksel” bir davranışla karşı kar- şıyayız. Daha önce de dediğim gibi, bu kelimeyi psikolojik açıdan, yani mecazen kullanıyorum. Bununla, sonsuzluğun bir ılke[l>ypostasis] değil, bilinçdışı tarafından ifade edilen bir nitelik olduğunu söylemek istiyorum. Rüyanın söylemek istediği şey besbelli ki rüya sahibinin bilimsel yargısını rahatsız edecek; ama mandalayı önemli kılan da zaten bu. Çok önemli şeyler genellikle reddedilir; çünkü mantıkla çelişir gibi görünürler ve bu yüzden çok zor birer sınavdırlar. Sarkaçları olmadan hareket etmesi saatin kozmik, hatta aşkın olduğunu gösterir. Her şekilde bu durum, mandalada kendini ifade eden psişik fenomenin zaman ve mekan yasalarına tabi olup olmadığına dair bizi şüpheye düşürüyor. Bu durum ampirik benden o kadar farklı bir şeye işaret ediyor ki, aralarındaki boşluğu kapatmak çok zor: kişiliğin diğer merkezi benden farklı bir düzlemde duruyor; çünkü bunun aksine, “sonsuzluk” ya da göreceli zamansızlık niteliklerine sahip.


Şekil48 Yokluğunda opus'un amacına (bu durumda hedefi vurmak) ulaşamayacağı putrefactio. - Stolcius de Stolcenberg, Viridarium chymicum (1624)

  1. Rüya:

  1. Rüya sahibi; bir doktor, keçi sakallı adam ve “oyuncak kadınla birlikte Zürih'te Peterhofstatt’ta. Kadın hiç konuşmuyor; kimse de onunla konuşmuyor. Soru: kadın bu üçünden hangisine ait?

  2. Zürih’teki St. Peter kulesinin inanılmaz büyük yüzlü bir saati vardır. Peterhofstatt kapalı bir yerdir; kelimenin tam anlamıyla bir temenos, kilise mıntıkasıdır. Bu dört kişi de kendilerini bu dört duvar arasında bulur. Saatin yuvarlak kadranı ufuk gibi dört çeyreğe bölünmüştür. Rüyada rüya sahibi kendi benini, keçi sakallı adam “kullanılan” aklı (Mephisto),“oyuncak kadın” da animayı temsil eder. Oyuncak bebek çocukluğa ait bir nesne olduğundan animanın “hiç konuşulmayan” bir nesne olarak nitelendirilen ben-dı- şı özelliği için kusursuz bir imgedir. Bu negatif unsur (ayrica 6 ve 7. rüyalarda da vardır), tıpkı bilinmeyen kadının kime ait olduğu sorusu gibi, bilinçli zihinle bilinçdışı arasında yetersiz bir ilişki olduğunu göstermektedir. “Doktor” da ben-dışına aittir; hatta o zamanlar rüya sahibiyle hiçbir ilişkim olmamasına rağmen muhtemelen bana da küçük bir gönderme yapıyordur. Öte yandan keçi sakallı adam bene aittir. Bütün bu durum, işlevler şemasında gösterilen ilişkileri anımsatmaktadır (şekil 49). Eğer psikolojik işlevlerin bir daire içinde toplandığını ele alırsak, o zaman en çok farklılaşan işlev benin taşıyıcısıdır ve genellikle taşıdığı yardımcı bir işlev daha vardır. Öte yandan “aşağı” işlev bi- linçdışıdır ve bu sebeple bir ben-dışına yansıtılır. Bunun da bir yardımcı işlevi vardır. Bu da demektir ki rüyadaki dört insanın, kişiliğin bütününün bileşenlerini oluşturan dört işlevi temsil etmesi imkansız değildir (yani bilinçdışı- nı dahil edersek). Ancak bu bütünlük ben, artı ben-dışıdır. Bu yüzden dairenin böyle bir bütünlük ifade eden merkezi beni değil, kişiliğin bütünlüğünün toplamı olarak kendiliği ifade eder. (Daireyle birlikte bir merkez, Tanrının doğasına dair çok bilinen bir alegoridir) Upanişad felsefesinde kendilik bir yönden kişisel ruhtur; fakat kişi-üstü Ruh olarak kozmik ve metafiziksel bir niteliğe sahiptir.

THINKİNG

feeling


Şekil 49 Bilincin dört işlevini gösteren şema. Bu durumda üst işlev olan düşünmek, dairenin açık renk olan yarısının merkezinde; alt işlev olan hissetme ise koyu renk olan yarıda bulunur. İki yardımcı işlev kısmen açık tarafta, kısmen de koyu taraftadır.

  1. Gnostisizmde de benzer düşüncelerle karşılaşırız: Codex Brucianus’un bir incelemesinde geçen Anthropos, Ple- roma, Monad ve ışık hüzmesi (Spinther) düşüncesinden bahsetmek isterim:

Setheus’taki Monad’da yaşayan, kimsenin nerede olduğunu söyleyemeyeceği bir yerden gelen de kendisi (Monoge- nes)... Monad ondan geldi, içi iyi şeylerle dolu olan bir gemi; her tür ağacın ekildiği ve her türden ağaçla dolu olan bir tarla; bütün insan ırklarıyla dolu bir şehir şeklinde... Monad bu, içinde bunlar var: Başının üstüne taç yaptığı on iki Monad var... Ve onu korumak için perde gibi çekilmiş on iki kapı [7WQyoç=kule)... Bu, Babanın-tek evladı [povoyevf]ç] Ana-şehir [pT]TOOJiokıç].

  1. Açıklayıcı olmak adına “Setheus’un Tanrının “yaratıcı” anlamına gelen bir adı olduğunu eklemeliyim. Monogenes Tanrının oğludur. Monad’ın bir tarla ve şehirle karşılaştırılması temenos fikriyle bağdaşmaktadır (şekil 50). Ayrıca Monad taç giymiştir (bkz. ilk dizideki 1. rüyada [par. 52] ve bu dizinin 35. rüyasında [par. 254] görünen şapka). “Met-

ropolis” olarak (bkz. şekil 51) Monad, Lama mandalasının temel şekli olan padmayz da nilüfer gibi dişildir (Çin’deki Altın Çiçek ve Batıdaki Gül ya da Altın Çiçek). Tanrının yarattığı Tanrının Oğlu, çiçeğin içinde yaşar. Vahiy Kitabı’nda Kuzuyu, Kutsal Kudüs’ün merkezinde görürüz. Bizim Kıpti metnimizde Seteus’un dört kapısı olan Pleroma’nın en içteki ve en kutsal boşluklarında yaşandığı söylenir (Meru Dağı’nın üzerindeki Hint şehri Brahmaya denk). Her bir kapıda bir Monad vardır. Anthropos’un Autogenes’ten (=Monogenes) çıkan kolları, şehrin dört kapısına tekabül eder. Monad bir kıvılcım (Spinther) ve Monogenes’e eş olan Babanın imgesidir. Bir duada şöyle der: “Sen Evsin ve Evde Oturan”. Monogenes bir tetra- pe'za da, dört evanjeliste tekabül eden dört ayaklı bir masa ya da platformda durmaktadır.


Şekil50 Ele geçirilemez Kaleye saldıran kötü ruhlar. Fludd, Sum- mum bonum (1629)

  1. Lapis düşüncesinin bütün bunlarla pek çok temas noktası vardır. Rosarium'da. Hermes’i alıntılayarak lapis şöyle söyler: “Ben ışığın babasıyım ama doğamda karanlık da var... bu sebepledir ki dünyada benim ve oğlumun birleşmesinden daha iyi ya da daha hürmet etmeye değer bir şey olamaz”. Aynı şekilde Monogenes, “karanlık ışık” olarak

veya sol nigerm, simyanın kara güneşinin anımsatası olarak adlandırılır (şekil 34).


Şekil 51 LapisTapınağı, aynı zamanda gezegen yörüngeleriyle çevrelenmiş bir labirent. Van Vreesvvyck, De Groene Leeuw (1672)


Şekil 52 Nilüferin üstündeki Harpokrates. - Gnostik cevher.


Şekil 53 Tetramorph, Kilise atı. - Landsbergli Herrad'ın Hortus delici- arum'da İsa'nın çarmıha gerilmesini resmedişi (XII. yüzyıl)

  1. “Tractatus aureus’un 4. bölümündeki pasaj, Ana-Şehrin rahminde ikamet eden, taç giymiş ve peçeli Monad’a benzeyen Monogenes’le ilginç bir paralellik içindedir:

"Ama kral, dostlarının da tanıklık ettiği üzere hüküm sürer [ve] şöyle der: Ben kralım ve taçla donatıldım; kraliyet giysilerini giydim ve kalplere ferahlık getirdim; çünkü annemin kollarına, göğsüne ve cevherine zincirli olduğumdan kendi cevherimin bir araya gelmesini ve dinlenmesini sağlıyorum; gizliyi açık ediyor, görüneni görünmez kılıyorum; ve filozofların gizlediği her şey bizden oluşacak. O halde bu sözlerimi işitin, anlayın, onları muhafaza edin, üzerlerinde düşünün ve daha fazlasını aramayın. İnsan, iç kısımları canlı olan Doğa kanunlarından oluşmuştur; başka bir şeyden değil".

  1. “Kral” lapis\ ifade eder. Lapisin “usta” olduğu, Rosariumâa- ki şu Hermes alıntısında açıkça bellidir: “Et sic Philop- hus non est Magister lapidis, sed potius minister” (Ve bu yüzden filozof taşın ustası değil, onun vekilidir). Benzer şekilde lapis'm taç giymiş Hermafrodit şeklindeki son ürününe aenigma regAdenir. Bir Alman dizesi, aenigmayı şu şekilde ifade eder (şekil 54):

Şimdi burada bütün şereflerin hükümdarı doğdu Ondan daha yüce bir doğum olamaz Ne sanatta, ne de doğada,

Hiçbir yaşayan varlığın rahminden.

Filozoflar ondan oğulları olarak bahsediyor Ve onun vasıtasıyla yaptıkları her şey oluyor.

  1. Son iki satır, kolaylıkla yukarıdaki Hermes alıntısına doğrudan bir gönderme olabilir.

  2. Simyacılar klasik (ve Hıristiyan) geleneğe göre Oğulun Babada sonsuza kadar yaşadığı ve kendini Tanrının insan-

lığa bir armağanı gibi sunduğu ve insanın kendi doğasından üretebileceği bir şey olduğu - tabii ki Tanrının yardımıyla (Deo concedente)- fikrini benimsemiş gibi görünüyor. Bu düşüncenin aykırı olduğu besbelli.

  1. Alt işlevin dişil doğası, bilinçdışına bulaşmasından kaynaklanır. Dişil özellikleri sebebiyle bilinçdışı, anima tarafından kişileştirilir (yani erkeklerde; kadınlarda bu erildir).

  2. Eğer bu ve daha önceki rüyaların, rüya sahibinde önemliymiş izlenimi uyandırdığını varsayarsak; hatta bu önemin, açıklama kısmındaki öne sürülen görüşlerle aşağı yukarı uyumlu olduğunu varsayarsak, yüksek seviyede bir içgöz- lemsel sezgi elde ederiz. Ancak ebedi saat bile, bu içgöz- leme hazır olmayan bir bilinçdışı için sindirilmesi zor bir parçadır ve çok ileri bir düşünceye engel olması muhtemeldir.

  1. Rüya:

  1. Rüya sahibi, doktor, pilot ve bilinmeyen kadın bir uçakta seyahat ediyor. Bir kroket topu, yön bulmak için çok önemli bir araç olan aynayı aniden kırıyor ve uçak yere çakılıyor. Burada da yine aynı şüphe mevcut: bilinmeyen kadın kime ait?

  2. Doktor, pilot ve bilinmeyen kadın, yabancı olmaları sebebiyle, ben-dışına ait olarak nitelendirilirler. Bu yüzden rüya sahibi sadece, beni taşıyan farklılaşan işleve sahip; yani bilinçdışı büyük ölçüde mesafe katetmiş. Kroket topu, bir topun bir sopayla yürütüldüğü oyunun bir parçası. İlk dizinin 8. görüsü (par. 69), insanların gökkuşağının üstünden geçmesi (uçması mı acaba?) değil, altından geçmesi gerektiğini söylemektedir. Üstünden geçenler yere çakılır. Zaten rüyadaki bu uçuş da çok yüksekmiş gibi görünüyor. Kroket havada değil, yerde oynanır. “Ruhsal” sezgilerin

desteğiyle yeryüzünden yukarıya çıkmamalı ve sezgileri güçlü insanların genellikle yaptığı gibi acı gerçeklikten kaçmamalıyız. Sezgilerimizin seviyesine asla ulaşamayız ve dolayısıyla kendimizi onlarla özdeşleştiremeyiz. Sadece tanrılar gökkuşağının üstünden geçebilir; ölümlüler yeryüzünde kalmalı ve onun yasalarına tabi olmalıdır (bkz. şekil 16). Sezgilerin açığa çıkardığı ihtimaller ışığında insanın yeryüzüne ait olması, pek tabii acınası bir eksikliktir; ama bu eksiklik onun doğal varoluşunun, gerçekliğinin parçasıdır. O sadece en iyi sezgilerinin, en yüce ideallerinin ve tutkularının değil, kalıtım ve arkasından “Bunu sen yaptın ve sen busun!” diye bağıran silinmez anılar gibi varlığının nefret uyandıran durumlarının da bileşenidir, insanoğlu eski sauriahlarının kuyruğunu kaybetmiş olabilir; ama onun yerine kendi psikesine dolanmıştır ve onu yeryüzüne bağlayan bir zincir vardır - ve bu mevcut durumlardan kaynaklanan bu Homerosçu zincir o kadar ağırdır ki, bir kahraman ya da aziz olamama riskine karşın ona bağlı kalmak daha iyidir. (Tarih bize, bu ortak normlara kesin bir değer atfetmememiz için bazı gerekçeler sunar.) Yeryüzüne tabi olmamız, büyüyemeyeceğimiz anlamına gelmez; aksine bu, büyümenin olmazsa olmaz şartıdır. Hiçbir asil, iyi yetişmiş ağaç karanlık kökleri olduğunu inkar etmez; çünkü ağaç sadece yukarı değil, aşağı doğru da gelişir. Nereye gittiğimiz sorusu tabii ki çok önemlidir; ama bence kimin nereye gittiği de eşit derecede önemlidir. “Kim”, her zaman beraberinde “nereye” sorusunu getirir. Sonsuza kadar sürecek olan yüksekliklere ulaşmak belli bir yücelik ister ama herkes kendini aşabilir. Zor olan tam ortayı vurmakta yatar (bkz. 8. rüya, par. 132). Bunu yapmak için insanın kişiliğinin, şahsi amaçlarının ve kökenlerinin iki tarafının da farkında olmak şarttır. Bu iki taraf birbirinden, kibir ya da korkaklıkla ayrılmamalıdır.

  1. “Yön bulmak için çok önemli bir araç olan ayna” kuşkusuz düşünebilen ve bizi sürekli iç görüleriyle (“yansıtmalarıyla”) özdeşleştirmeye ikna etmeye çalışan aklı ifade etmektedir. Ayna, Schopenhauer’in akıl için kullandığı en meşhur benzetmelerden biridir. “Yön bulma aracı” terimi bunun için yerinde bir ifadedir; çünkü akıl insanın uçsuz bucaksız denizlerde en önemli rehberidir. Ancak yer ayaklarının altından kaydığında ve şaha kalkmış sezgileriyle baştan çıkmış bir halde boşlukta düşünmeye başladığında durum tehlikeli olmaya başlar (şekil 55).

jEnigma Regis.

^8ie ifl geborenber Xeyfer aller esteti/ Bhn niâg vber jn geberen roerben»


Şekil54 Üç yılan ve bir yılanla birlikte Hermafrodit. Alt tarafta üç-başlı Mercurius ejderhası. - Artis auriferae içinde Rosa- rium philosophorum('\ 593)

  1. Burada yine rüya sahibi ve rüyadaki üç diğer şekil bir dörtlü oluşturur. Bilinmeyen kadın ya da anima her zaman “aşağı olanı”, yani farklılaşmayan işlevi temsil eder ki rüya sahibimizin durumunda bu hissetmektir. Kroket topu “yuvarlak” motifiyle bağlantılıdır ve bu sebeple “bütünlüğün”, yani burada aklın (ayna) düşmanı olarak gösterilen kendiliğin sembolüdür. Besbelli ki rüya sahibi yönünü fazlasıyla aklı ile bulmaktadır ve bu yüzden bireyleşme sürecini bozmaktadır. De vita longa&i. Paracelsus, “dört” sayısını Scaiolae, kendiliği de Adech (Adem’den gelir = ilk insan) olarak tarif eder. Paracelsus’a göre ikisi de “işleyiş”te o kadar çok sorun yaratır ki Adech’in düşman olduğu bile söylenebilir.

Şekil 55 Sihirli aynanın önünde Faust. - Rembrandt, gravür (1652)

  1. Rüya:

  1. Rüya sahibi kendisini bir tramvay vagonunda babası, annesi ve kız kardeşiyle çok tehlikeli bir durumda bulur.

  2. Rüya sahibi bir kez daha diğer rüya figürleriyle bir dörtlü oluşturmuştur. Çocukluğuna, bütünlükten hâlâ çok uzak olduğumuz bir zamana geri dönmüştür. Bütünlük aile ile temsil edilir ve bileşenleri hâlâ daha aile üyelerine yansıtılır ve onlar tarafından kişileştirilir. Ancak bu durum yetişkin için tehlikelidir çünkü gerileticidir: ilkel insanların “ruh kaybı” olarak deneyimlediği kişilik bölünmesini ifade eder. Parçalanmada bu tarz acılarla bir araya gelmiş kişisel bileşenler bir kez daha dış dünyanın içine çekilir. Birey suçundan sıyrılır ve suçunu çocukluk masumiyetiyle değiştirir; bunun için bir kez daha günahkar babayı ve sevgisiz anneyi suçlayabilir ve bütün bu süre boyunca örümcek ağına takılmış bir sinek gibi bu kaçınılmaz nedensel bağın içine gömülüp ahlaki özgürlüğünü kaybettiğini fark etmez. Ancak ebeveynler, büyük anne ve büyük babalar çocuğa karşı ne kadar günah işlemiş olsa da, yetişkin insan bu günahları, kendisine ait ve hesaplaşmak zorunda olduğu durumlar olarak kabul eder. Sadece aptallar başka insanların hatalarıyla ilgilenir; çünkü onları değiştiremezler. Akıllı insan sadece kendi hatalarından öğrenir. Kendisine “ben ne yaptım ki bütün bunlar bana oluyor?” sorusunu sorar. Bu soruya cevap bulabilmek için kendi kalbinin derinliklerine bakar.

  3. Bir önceki rüyada araç bir uçaktı; bundaysa bir tramvay. Rüyadaki aracın türü, rüya sahibinin zaman ilerlerken yaptığı hareketler ya da takındığı tutumu gösterir - bir başka deyişle bireysel ya da ortaklaşa, kendi kendine ya da başkasıyla, kendiliğinden ya da makine gibi psişik hayatını nasıl yaşadığını. Uçakta rüya sahibi yabancı bir pilot tarafından uçurulur; yani bilinçdışından fışkıran görülerle taşınır. (Hata şudur ki “ayna”, yön bulma için çok fazla kullanılır) Ancak bu rüyada rüya sahibi herkesin kullanabileceği ortak bir araçtadır; yani o da herkes gibi hareket eder ya da davranır. Yine de kendisi dördün biridir; bu da onun iki araçta da, bilinçdışındaki bütünlük arayışı dolayısıyla bulunduğu anlamına gelir.

  1. Rüya:

  1. Denizin altında bir hazine var. Ona ulaşmak için rüya sahibinin dar bir girişten girip dalması gerekiyor. Tehlikeyi göze alarak karanlığa dalıyor ve derinliklerde simetrik şekilde düzenlenmiş, tam ortasında bir çeşme olan güzel bir bahçe buluyor. (şekil 56)

  2. “Ulaşması zor hazine” bilinçdışının derinliklerinde gizlidir ve ona ulaşmak için cesur olmak gerekir. Ayrıca hâzinenin “refakatçi”, yani ömür boyu yanımızda yürüyecek olan kişi olduğunu da zannediyorum - büyük ihtimalle, ilk başta kendilik yabancı olan ben-dışı olduğu için, kendilikte bir arkadaş bulan yalnız bene yakın bir analoji. Bu, üç meşhur örnek vereceğim sihirli yolculuk arkadaşıdır: Emmaus yolundaki müritler, Bhagavad Gita’da Krişna ve Arjuna, Ku- ran’ın 18. suresindeki Musa ve Hızır147. Ayrıca denizdeki hâzinenin, arkadaşın ve çeşmeli bahçenin aynı şey olduğunu da düşünüyorum: kendilik. Çünkü bahçe bir başka temenos, çeşme de John 7:38’de bahsedilen, ayrıca Kuranda Musa’nın ve “kendisine bir rahmet verdiğimiz ve ilim öğrettiğimiz kullarımızdan biri” olan Hızır’ın148 da arayıp bulduğu “yaşam suyunun” kaynağıdır (18. Sure). Efsaneye göre Hızır’ın etrafındaki yerde, çöl olmasına rağmen bahar

  1. Bkz. Jung, “Über Wiedergeburt”, s. 135 vd.

  2. Vollers, “Chidner”, s. 235.

çiçekleri açar. îslamiyette çeşmeli temenos’un planı, erken Hıristiyan mimarisinin etkisiyle cami avlusunun ortasında abdesthane şeklini almıştır (örn. Kahire’deki Ahmed Ibn-Tulun). Bunun aynısını Batıdaki manastırlarımızın çeşmeli bahçelerinde de görüyoruz. Bu ayrıca simya incelemelerinden ve pek çok güzel oymadan da bildiğimiz “filozofların gül bahçesidir”. “Evde Oturan”, (Bkz. 10. rüya par. 139’un yorumlaması) “arkadaş”tır. Burada çeşme ve bahçeyle temsil edilen merkez ve daire, yaşayan bir varlık olan lapis'va. benzerleridir (şekil 25-26). Rosarium&z. lapis şöyle der: “Protege me, protegam te. Largire mihiius meum, ut te adiuvem” (Beni koru ki ben de seni koruyayım. Bana hakkımı ver ki sana yardım edebileyim). Burada lapis, kendisine yardım edenlere yardım eden iyi bir arkadaş ve yardımcıdır ve bu da dengeleyici bir ilişkiyi ifade eder. (10. rüyanın [par. 138 vd.], özellikle de Monogenes-Z^zr-ken- dilik paralelinin açıklamasında söylenenleri hatırlatmak isterim).

Şekil56 Gençlik pınarı. - Codex de Sphaera (Modena, XV. yüzyıl)


  1. Yere çakılma bizi denizin, yani bilinçdışının derinliklerine götürür ve rüya sahibi çocukluğuna gerilemiş olmasının getirdiği kişilik bölünmesine karşı bir koruma olarak teme- nos un sığınağına ulaşır. Bu durum, sihirli çemberin bilinç- dışının tuzaklarını ve dişil figürlerin çokluğunu engellediği ilk dizideki 4. ve 5. rüyalar (par. 58 ve 62) gibidir. (Baştan

çıkarılma tehlikesi Poliphilo’ya, nekyia sının başlangıcına benzer şekilde yaklaşır)

  1. Yaşam kaynağı, Hızır gibi iyi bir arkadaştır ama Kuranda anlatıldığı üzere, Musa’nın yaşadığı kötü tecrübeler sonucu anladığı gibi, tehlikeleri de yok değildir. Bu, kendini sonsuza kadar yenileyen yaşam gücünün (şekil 57; bkz. ayrıca şekil 25-27, 84) ve hiçbir zaman yavaşlamayan saatin sembolüdür. Tanrının kutsal kitaba dahil olmayan bir deyişi şöyledir: “Bana yakın olan, ateşe de yakındır”. Tıpkı bu gizli Isa’nın ateşin kaynağı olması gibi (şekil 58), simyacı filozoflar da aqua nostra\axva\. ignis (ateş) olarak görürler. Kaynak sadece yaşamın akışı değil, onun sıcaklığı, tutkusu, her zaman ateşli eş anlamları olan heyecanı anlamına gelir. Tamamı çözünen aqua nostra, lapis\sx üretimi için gerekli bir malzemedir ama kaynak yerin altındadır; dolayısıyla yol aşağıya gider: sadece aşağılarda hayatın ateşli kaynağını bulabiliriz. Bu derinlikler insanın doğal tarihini, içgüdü dünyasıyla olan nedensel bağlantısını oluşturur (bkz. şekil 16). Bu bağlantı yeniden keşfedilmedikçe hiçbir lapis ya da hiçbir kendilik var olamaz.


Şekil 57 Güneş ve ayın etkisi ve mucizevi su kaynağı altında yapılan imparatorluk banyosu. - Alcadini, "De balneis Puteolanis" (el yazmasından, XIV. yüzyıl)


Şekil 58 "Alev alan"stigmatayla, ateşin kaynağı olan İsa. - XIV. yüzyıl lekeli-cam pencere üzerine; Aargau, İsviçre'deki Königsfel- den Kilisesi.

  1. Rüya:

  1. Rüya sahibi babasıyla birlikte bir eczaneye giriyor. Değerli şeyler, özellikle de özel bir su oradan çok ucuza alınabiliyor- muş. Babası ona suyun geldiği ülkeden bahsediyor. Daha sonra da rüya sahibi Rubicon ü trenle geçiyor.

  2. Damacanaları, ilaç şişeleri, şurupları, lapis divinus, inferna- lis ve majisterleriyle geleneksel eczacı dükkanı, donum spi- ritus sancti’de — kıymetli hediye - altın-yapımı canavarını gören simyacıların mutfak öteberilerinin son görünen kalıntısıdır. “Özel su” tam olarak aqua nostra non vulgi’&P*. Rüya sahibini yaşam kaynağına yönlendirenin neden babası olduğunu anlamak kolaydır: çünkü oğlun yaşamının doğal kaynağı odur. Babanın, o hayatın fışkırdığı ülke ya da toprak olduğunu söyleyebiliriz. Ancak mecazen konuşacak olursak o, rüya sahibine hayatın anlamını gösteren ve eskilerin öğretilerine göre ona hayatın sırlarını açıklayan bir “bilgilendirici ruh”tur. O, geleneksel bilgeliğin aktarıcısıdır. Ama bu günlerde babacan pedagog, bu işlevi sadece arke- tip baba figürü yani “akıllı yaşlı adam” olarak ortaya çıktığı oğlun rüyalarında gerçekleştirir.

  3. Yaşam suyu çok kolay elde edilir: değerini bilmese de herkes ona sahiptir. “Spernitur a stultis” - aptallar onu küçümser; çünkü onlar iyi olan her şeyin dışarda ve başka bir yerde olduğunu, kendi ruhlarındaki kaynağın “herhangi bir şey” olmadığını düşünürler. Lapis gibi o da “pretio quoque vilis”, yani az bir bedele sahiptir ve bu yüzden Spitteler’in Prometheus\ın&a\û mücevher gibi papazlardan çiftçilere kadar her kesim tarafından reddedilir ve Ahasuerus un onu toplayıp cebine koyduğu sokaklara atılır, “in viam eiectus”. Define yine bilinçdışına gömülür.

  4. Ancak rüya sahibi bir şey fark etmiş ve büyük bir kararlılıkla Rubicon’u geçmiştir. Yaşam akışı ve ateşinin hafife alınmaması gerektiğini ve bütünlüğü elde etmek için kesinlikle gerekli olduğunu fark etmiştir. Ancak Rubicon’u tekrar geçmek diye bir şey yoktur.

  1. Rüya:

  1. Dört kişi nehre iniyorlar: rüya sahibi, babası, bir arkadaş ve bilinmeyen kadın.

  2. “Arkadaş”, rüya sahibinin tanıdığı belirli bir kişi olduğundan o da babası gibi benin bilinçli dünyasına aittir. Dolayısıyla burada çok önemli bir şey olmuştur: 11. rüyada bilinçdışı, üçe karşı birdi; buradaysa vaziyet tersine dönmüş durumda ve rüya sahibi üçe karşı bir (bir olan bilinmeyen kadın). Bilinçdışının gücü azalmış. Bunun sebebi, rüya sahibinin “tehlikeyi göze alarak” üst ve alt bölgeleri bağ- lantılandırmış olması; yani sadece bedensiz soyut bir varlık olarak yaşamamaya karar vermiş; beden ve içgüdü dünyasını, sevgi ve yaşamın ortaya çıkardığı sorunların gerçekliğini kabul etmiş ve ona göre davranmaya karar vermiş . Geçilen Rubicon da buydu. Bireyleşme, yani kendi olma sadece ruhsal bir sorun değil; tüm hayatla ilgili bir sorundur.

  1. Rüya:

  1. Bir sürü insan var. Hepsi de bir karenin etrafında sola doğru yürüyor. Rüya sahibi ortada değil, bir kenarda. Bir maymunun yeniden oluşturulması gerektiğini söylüyorlar.

  2. Burada kare ilk kez beliriyor. Muhtemelen dört insanın yardımıyla daireden ortaya çıkıyor (Bu daha sonra doğrulanacak). Lapis, tinctura rubea ve aurum philosophicum gibi dairenin karelere bölünmesi Ortaçağ zihinlerini fazlasıyla meşgul eden bir konuydu. Bu, opus alchymicum\ın'sh sembolüdür (şekil 59); çünkü asıl kaotik birliği dört unsura böler ve sonra bunları daha yüksek bir birlik altında bir araya getirir. Birlik, bir daireyle ve kare vasıtasıyla dört unsur ile temsil edilir. Dörtten bir üretmek, bir damıtma ve yüceltme sürecinin sonucunda meydana gelir ve sözde “dairesel” şekli alır: damıtılan şey, türlü türlü damıtmalara tabi tutulur, böylece “ruh” ya da “zihin” en saf halinde elde edilecektir. Ortaya çıkan genellikle “özün özü” olarak adlandırılır ama bu aranan ve asla-keşfedilemeyen “Bir” için kullanılan tek isim değildir. Simyacıların dediği üzere bunun vpmprima materia gibi “bin isim” vardır. Heinrich Khunrath dairesel damıtmayla ilgili şöyle der: “Devir hareketi ve Dörtlünün \Quaternarius\ Dairesel Felsefi dönüşü sayesinde, geçmiş zamanlardaki Katolik Monad’ın en yüksek ve en saf Basitliğine geri götürülür... Kötü ve pis Birden aşırı saf ve narin bir Bir ortaya çıkar”, vesaire. Ruh ve zihnin bedenden ayrılması gerekir ve bu ölüm demektir: “Böylece Tarsuslu Paul dedi ki Cupio dis- solvi, et esse cum Christo.Bu yüzden sevgili Filozofum, Manganezin ruhunu ve tinini yakalamalısın”.Zihin (ya da zihin ve ruh) ternarius veya üç sayısıdır ve öncelikle bedeninden ayırılmalı, beden arındırıldıktan sonra tekrar oraya aşılanmalıdır. Belli ki beden dördüncüdür. Khunrath, Pseudo-Aristoteles’ten, bir karenin üzerine konmuş bir üçgenden bir dairenin tekrar ortaya çıktığı bir pasaja gönderme yapar. Bu dairesel figür, Uroboros’la birlikte - ilk önce kendi kuyruğunu yiyen ejderha - simyanın temel man- dalasıdır.


Şekil 59 "Her şey üçte yaşar..- Jamsthaler, Viatorium spagyricum (1625)

  1. Doğu, özellikle de Lama mandalası genellikle stupanın kare bir yer-planmı içerir (şekil 43). Katı şekilde inşa edilen mandalalardan görebildiğimiz gibi bu gerçekten de bir yapının planıdır. Kare ayrıca bir ev ya da tapınak, ya da içerde kalmış, duvarlarla çevrili bir boşluk fikrini de ima etmektedir, (bkz. aşağısı). Ritüele göre stupalar daima sağa yönelen hareketle tavaf edilmelidir; çünkü sola doğru hareket etmek uğursuzluktur. Sol, yani “uğursuz” taraf bilinçdışı tarafıdır. Yani sola doğru yapılan hareket bilinçdışı yönüne yapılan hareket demektir; sağa doğru yapılan hareket ise “doğrudur” ve bilinci hedefler. Doğuda bu bilinçdışı içerikler zamanla, uzun süren pratiklerden sonra olsa da, bilinçli zihin tarafından kabul edilen ve tutulan kesin formlar almışlardır. Pratikte oldukça oturmuş olduğunu bildiğimiz Yoga, aynı şekilde işler: Bilince sabit formlar yerleştirir. Bunun Batıdaki en önemli benzeri, Ignatius Loyola’ya ait Exercitia spiritualia dır ve bu da aynı şekilde psikeye kurtuluşla ilgili sabit formlar yerleştirir. Sembol, bilinçdışı durumu geçerli bir şekilde ifade ettiği sürece bu yöntem “doğru’dur. Doğu ve Batıda Yoganın psikolojik doğruluğu, gelecekte bilinçte değişiklikler bekleyen bilinçdışı süreç artık geleneksel sembolle doğru düzgün ifade edilemeyen ya da onunla uyum içinde bulunamayan anlam gölgeleri oluşturacak kadar geliştiğinde sona erer. Ancak o zaman sembolün “doğruluğunu” yitirdiği söylenebilir. Böyle bir süreç yüzyıllar içinde insanın dünya görüşünde sürekli olarak gerçekleşen bilinçdışı bir geçişi vurgular ve bu dünya görüşüyle ilgili olarak entelektüel bir eleştiri getirmek derdinde değildir. Dini semboller yaşamın olguları, basit gerçeklerdir; entelektüel fikirler değil. Eğer Kilise uzun yıllar güneşin dünyanın etrafında döndüğünü düşündüyse ve XIX. yüzyılda bu görüşü terk ettiyse, milyonlarca insan için güneşin dünyanın etrafında döndüğü ve sadece XIX. yüzyılda insanlığın önemli bir kısmının dünyanın hareket etme işlevini entelektüel açıdan kavradığı psikolojik gerçeğine satılabilir. Ne yazık ki hakikatin ne olduğunu anlayan insanlar ortaya çıkana kadar “hakikat” diye bir şey yoktur.


Şekil 60 İki farklı cinsiyeti bir bütün haline getirmek için dairenin kareleştirilmesi. - Maier, Scrutinium chymicum (1678)

  1. Muhtemelen karenin sola yönelen hareketle tavaf edilmesi, dairenin kareleştirilmesinin bilinçdışına giden yolda bir aşama, bilinçdışının ötesinde uzanan ama ifadelendirilmemiş bir amaca götüren bir geçiş noktası olduğunu göstermektedir. Bu, ben-dışının merkezine giden yollardan biridir ve lapis\ üretirken Ortaçağ araştırmacılarının da ele aldığı bir konudur. Rosariıımâa şöyle denir: “Kadın ve erkekten yuvarlak bir çember yap ve bundan dörtgeni, dörtgenden de üçgeni çıkar. Yuvarlak bir çember çiz; o za-

man felsefe taşına sahip olacaksın” (şekil 59, 60).

  1. Modern insan bütün bunları saçmalık olarak görür; ancak bu, bu şekilde birbirine bağlı fikirlerin var olduğu ve bunların yüzyıllar boyunca önemli rolleri temsil ettiği gerçeğini bertaraf etmeye yetmez. Sokaktaki insanı saçmalık ve gericilikle ilgili sızlanmalarıyla baş başa bırakıp bu şeyleri anlamak, psikolojinin elindedir. Kendisini “bilimsel” olarak adlandıran pek çok eleştirmen, münasebetsiz çoğalmaları sebebiyle ağustosböceklerini aforoz eden bir psikopos gibi davranmaktadır.

  2. Tıpkı stupaların iç sığınaklarında Budanın kalıntılarını koruması gibi, Lamaik dörtgenin ve yine Çinlilere ait kare-yeryüzünün içinde de sihirli maddesiyle Kutsalların kutsalı, kozmik bir enerji kaynağı, tanrı Şiva, Buda, bod- hisattva ya da büyük öğretmen vardır. Çin’de bu, içinden dört kozmik akıntının yayıldığı Ch’ien’dir — cennettir (şekil 61). Aynı şekilde Ortaçağ Hıristiyan aleminin Batılı man- dalalarında tanrı tam ortada, genellikle muzaffer Mesih şeklinde ve evanjelistlerin dört sembolik figürüyle birlikte taçlandırılır (şekil 62). Rüyamızdaki sembol, bu oldukça metafiziksel fikirlere büyük bir zıtlık oluşturur; çünkü ortada yeniden inşa edilecek olan şey bir şebek, yani bir maymundur. Burada yine ilk dizinin 22. görüsünde ilk kez ortaya çıkan maymunla karşılaşıyoruz (par. 117). O rüyada maymun paniğe sebep olmuş, ama aynı zamanda aklın araya girip yardımcı olmasına vesile olmuştu. Şimdiyse “yeniden oluşturulması” gerekmekte ve bu sadece antropoid’in - Arkaik bir gerçek olarak insanın - yeniden bir araya getirilmesi anlamına gelebilir. Besbelli ki sol tarafa yönelen yol yukarı, tanrıların ve ebedi fikirlerin krallığına değil; aşağıya, doğal tarihe, insan varlığının hayvani içgüdülerine gitmektedir. Dolayısıyla burada klasik bir dil kullanmak gerekirse bir Dionysus gizemiyle baş haşayız.


Şekil 61 Etrafı dört kozmik akıntıyla (ejderhayla) çevrili, Ch'ien'in sembolü olan inci. -T'ang dönemine ait Çin bronz aynası (VII. ve IX. yüzyıl arası)


Şekil 62 Üzerinde haç olan, dörtgen mandala; ortada Kuzu, etrafında dört evanjelist ve Cennetin dört nehri. Madalyonların içinde dört ana erdem. - Zvviefalten Abbey dua kitabı (XII. yüzyıl)

  1. Dörtgen, bir dramanın (bu durumda satirlerin yerine maymunların oyununun) gerçekleştiği temenos^ tekabül eder (şekil 31). “Altın çiçeğin” içi, “elmas bedenin” oluştuğu “to- humlama-yeri’dir. “Atalardan kalma topraklar”eşanlamlı terimi bu oluşumun, geçmiş aşamaların bir araya gelmesinin sonucu olduğuna dair bir ipucu olabilir.

  2. Atalara ait ruhlar, ilkel yenilenme ayinlerinde önemli rol oynarlar. Orta Avustralya Aborjinleri kendilerini alcherin- ga dönemi (bir nevi Homeros çağı) efsanevi atalarıyla özdeşleştirirler. Aynı şekilde Taoslu Pueblo Hintlileri de ayin danslarına hazırlanırken kendilerini, oğulları oldukları güneşle özdeşleştirirler. İnsan ve hayvan atalarla yapılan bu tarz özdeşleşme psikolojik olarak bilinçdışıyla bütünleşme olarak yorumlanabilir. Bilinçdışıyla bütünleşme, tıpkı uykuda, sarhoşlukta ya da ölümde (dolayısıyla da kuluçka uykusu, Dionysus cümbüşü ve kabul törenlerindeki ölüm ritüelinde) olduğu gibi bilinçsiz bir şekilde, insanın bir kere daha balık olduğu yaşam-kaynağında hakiki bir yenilenme banyosudur. Doğal olarak olaylar her zaman kutsal bir noktada gerçekleşir. Bu fikirleri kolayca Freud teorisi somutluğuna aktarabiliriz: O halde temenos ana rahmi, ayin de ensest ilişkiye bir gerilemedir. Ancak bunlar kısmen çocuklukta kalan ve bu tarz şeylerin, davranışları çocukluğa gerileme olarak açıklanamayacak yetişkinler tarafından fi tarihinden beri uygulanmakta olduğunu fark etmeyen insanların nevrotik yanlış anlamalarıdır. Aksi takdirde insanlığın en yüce ve en önemli kazanımları çocukların sapkın arzularından başka bir şey olmazdı ve “çocukça” kelimesi varlık sebebini kaybederdi.


Şekil 63 Hermes. - Yunan vazo boyaması. (Hamilton Koleksiyonu)

  1. Simyanın felsefi tarafı, en modern psikolojinin ilgilendiği çok yakın konularla meşgul olduğu için, rüyadaki dörtgende yeniden oluşturulacak maymun motifinin biraz daha derinine inmek faydalı olabilir. Vakaların büyük çoğunluğunda simya, dönüştürücü cevherini argentum vivum ya da Mer- curius’la özdeşleştirir. Kimyasal açıdan bu, civayı işaret eder ama felsefi açıdan spiritus vitae, hatta dünya-ruhu anlamına gelir (bkz. şekil 91); böylece Mercurius, ilham tanrısı Her- mes’in de özelliğini üstlenir (Bu sorun, bir yerde detaylı bir şekilde tartışılmıştır ). Hermes yuvarlaklık ve ayrıca karelikle bağlantılıdır ve bu, 0TQOYYÜX.oç xcd TErçaYCOVOÇ yani “yuvarlak ve kare” olarak isimlendirildiği Papyri Gra- ecae Magicaerimm Papirüs V’inde özellikle görülebilir. Ayrıca TETQaY^ü3XLV yanı “dörtgen” olarak da isimlendirilir. Genellikle dört sayısıyla bağlantılıdır; dolayısıyla Egpfjç TETQaxe<paXoç yani “dört-başlı Hermes”söz konusudur.

Bu semboller, Cartari’nin eserinden de görülebileceği gibi Ortaçağda da bilinmekteydi. Orada şöyle denir:

Yine, sadece bir başla ve erkek olarak yaratılan Merkür'ün [Hermes] [şekil 63] kare hatları, Güneşin dünyanın başı olduğunu ve her şeyin tohumlarını ektiğini ifade etmekte; kare figürün dört tarafı da, yine aynı şekilde Merkür'e atfedilen dört-parmaklı çıngırdakla aynı anlama gelmektedir; yani dünyanın dört tarafı ya da yılın dört mevsimi; ya da yine iki ekinoks ve iki gündönümünün bunlar arasında zodyakın dört bölümünü oluşturması.


Şekil64 Yerkürenin üzerinde, dört taraftan dört unsurla desteklenerek ayakta duran Anthropos, yani İsa (1482)

  1. Bu niteliklerin Mercurius’u, simyanın dönüşen gizemli cevheri için neden çok uygun bir sembol haline getirdiğini görmek kolaydır; çünkü yuvarlak ve karedir, yani dört kısım (dört unsur) içeren bir bütündür. Sonuç olarak Gnos- tik dört parçalı ilk insan (şekil 64) ve Pantokrator Isa bir imago lapidisivt (şekil 65). Batı simyasının kökeni aslen Mısır’a dayanır; bu yüzden önce, Ortaçağ Mercurius’una destek çıkmasına rağmen aslında eski Mısırlı Thoth’tan türeyen Helenistik figür Hermes Trismegistus’a bakalım (şekil 68). Thoth’un sembolü babundur ya da yine maymun olarak temsil edilmiştir. Bu fikir, Ölü Kitabı’nın sayısız baskısından yakın zamana kadar gözle görülür biçimde muhafaza edilmiştir. Mevcut simya metinlerinde — ki bunlar birkaç istisna dışında Hıristiyan tarihine aittir - Thoth-Hermes ve maymun arasındaki eski bağlantı kaybolmuştur ama Roma imparatorluğu döneminde hâlâ vardır. Bununla birlikte Mercurius’un, şeytanla - burada bahsetmeyeceğimiz - pek çok ortak özelliği vardır; böy- lece maymun, Mercurius’un etrafında simia Dei (şekil 67) olarak bir kez daha belirmiştir. Dönüştürücü cevherin fazlasıyla sıradan, hatta adi olması (bu şeytanla paylaştığı yılan, ejderha, kuzgun, aslan, şahmeran ve kartal gibi bir dizi özellikte de ifade edilir) ama öte yandan da ilahi olmasa da büyük değer taşıyor olması çok önemlidir. Çünkü dönüşüm derinlerden yukarılara, hayvani şekilde arkaik ve çocuksu olandan mistik homo maximus'& doğru gerçekleşir.



Şekil 65 Eski ve Yeni Ahitlerin sembolü olan iki tekerleğin üzerinde duran Tetramorph (Anthropos sembolü). - Mozaik, Vato- pedi Manastırı, Mt. Athos (1213)


Şekil 66 Mısır'da dört unsurun ruhunu temsil eden Ammon-Ra. - Esneh Tapınağı, Batlamyos'a ait, Champollion'dan, Pant- heon egyptien


Şekil67 Maymun şeklindeki şeytan. -"Speculum humanae salvati- onis"(Cod. Lat. 511, Paris, XIV. yüzyıl)

  1. Yenilenme ayinleri sembolizmi, eğer ciddiye alınırsa, arkaik ve çocuğa ait olanın çok ötesinde, hayvanlara kadar bütün eski yaşamların sonucu ve birikimi olan insanın iç psişik durumunu ifade etmektedir - yani ata ve hayvan sembolizmini. Ayinler bilinçli zihnin ve bilinçdışının, yani yaşamın gerçek kaynağının birbirinden ayrı tutulmasını engelleme ve bireyin kalıtsal ve içgüdüsel doğasının asıl toprağıyla bir araya gelmesini sağlama çabalarıdır. Eğer bu yenilenme törenlerinde kesin sonuçlar elde edilmemiş olsaydı tarih öncesi dönemlerde yok olmakla kalmaz, daha ilk baştan hiç ortaya çıkmazlardı. Önümüzdeki vaka bilinçli zihnimiz eski yenilenme törenlerinden ne kadar uzakta olsa da bilinçdışının onları hâlâ daha rüyalarda öne çıkarmaya çalıştığını göstermekte. Özerklik ve kendi kendine yetebilme özellikleri olmadan bilincin var olamayacağı açık; ama bu özellikler aynı zamanda bir soyutlanma ve durgunluk tehlikesi de yaratıyor; çünkü bilinçdışını ayırarak dayanılmaz bir içgüdü yabancılaşması yaratıyor. İçgüdü kaybı sonsuz bir hata ve karışıklık sebebidir.

  2. Son olarak rüya sahibinin “ortada değil de bir tarafta” olduğu gerçeği, benine ne olacağının etkileyici bir göstergesidir: Ben artık merkezi konumu talep edemeyecek, muhtemelen bir uydu ya da en azından güneş etrafında dönen bir gezegen konumuyla tatmin olmak zorunda kalacaktır. Merkezdeki önemli konumun, yeniden oluşturulacak maymuna ayrılmış olduğu bellidir. Maymun antropoidlere aittir ve insanla olan akrabalığına bakarsak psikenin insan-olmayana kadar uzanan o kısmı için uygun bir semboldür. Dahası Thoth-Hermes’ten, yani maymunların arasında Mısırlılarca bilinen en yüksek seviyede bulunan kurt ya da köpek-başlı babundan (şekil 68), tanrısal özelliklerinin, bilinçdışının bilinçli seviyeyi aşan kısmı için maymunu aynı şekilde uygun bir sembol haline getirdiğini de gördük, insan psikesinin, bilincin altında yatan katmanları olduğu varsayımının ciddi itirazlara sebep olması olası değildir; ancak bilincin üstünde de böyle katmanlar olabilmesi, erimen laesae majestatis humanae'yedlb yakın bir sanı gibi görünmektedir. Benim tecrübelerime göre bilinçli zihin göreceli bir merkezi konum talep edebilir ve bilinçdışı psikenin üstün olduğunu, çünkü bilinçdışı psikenin bilinçli zihni her taraftan sardığı gerçeğini kabul etmelidir. Bilinçdışı içerikler onu bir yandan fizyolojik durumlarla, öte yandan da arketipsel verilerle geriye doğru bağlar; ancak kısmen arketipler, kısmen de bilinçdışındaki zaman ve yer göreceliğine bağlı olarak eşikaltı kavramlarla belirlenen görüler vasıtasıyla ileriye doğru uzatılır. Bu rüya-dizisini ve meydana çıkardığı sorunları iyice düşündükten sonra bu tarz bir hipotezin ihtimali konusunda kendi bir karara varması için bunu okura bırakıyorum.

  3. Sıradaki rüya kısaltılmamış, orijinal haliyle verilmiştir:

  1. Rüya:

Bütün evlerde sahne ve dekorasyonlarıyla bir teatrallik var. Bernard Shavjdan bahsediliyor. Oyun uzak bir gelecekte oynanacak. Setlerden birinde İngilizce ve Almanca bir duyuru var:

Bu, evrensel Katolik Kilisesi.

Bu, Tanrının Kilisesi.

Tanrının aleti olduğunu hisseden herkes girebilir.

Bunun altında küçük harflerle şu yazılı: “Kilise Isa ve Paul tarafından kuruldu — sanki ne kadar uzun süredir var olduğunun reklamını yapan bir şirket gibi.

Arkadaşıma “hadi gel de şuraya bir bakalırn diyorum. O da “dindar hissettiklerinde neden bir sürü insanın bir araya gelmesi gerektiğini anlamıyorum" diye karşılık veriyor. Ben de “bir Protestan olarak asla anlayamayacaksın diyorum. Bir kadın onaylar bir şekilde başını sallıyor. Sonra kilisenin duva-

  1. Vatana büyük ihanet suçu -çn.

rında bir tür bildiri görüyorum. Şöyle diyor:

Askerler!

Tanrının egemenliği altındayken ona doğrudan seslenmeyin. Tanrıya kelimelerle ulaşılamaz. Ayrıca Tanrının özellikleriyle ilgili kendi aranızda tartışmaya girmemenizi de şiddetle tavsiye ederiz. Böyle bir tartışma nafiledir; çünkü değerli ve önemli olan hiçbir şey kelimelerle ifade edilemez.

(İmza) Papa ... (İsim okunmuyor)

Artık içeri giriyoruz. İçerisi bir camiye benziyor, özellikle de Ayasofya'ya: sandalye yok — çok etkileyici bir alan; hiç resim yok, sadece duvarları süsleyen çerçeveli yazılar (Ayasofya'da- ki Kuran yazıları gibi). Yazılardan birinde “Size iyilik edeni övmeyin yazıyor. Daha önce beni onaylayan kadın gözyaşlarına boğularak ağlıyor, “O zaman hiçbir şey kalmadı!” diye karşılık veriyorum “Bunu oldukça doğru buluyorum!” ama o gözden kayboluyor. Önce önümde bir sütun var ve hiçbir şey göremiyorum. Sonra yer değiştiriyorum ve bir sürü insan görüyorum. Ben onlara ait değilim ve tek başıma duruyorum. Birbirlerinden ayrı duruyorlar, böylece yüzlerini görebiliyorum. Hep bir ağızdan şöyle söylüyorlar, “Tanrının egemenliği altında olduğumuzu itiraf ediyoruz. Cennetin Krallığı bizim içimizde”. Bunu üç kez, büyük bir ciddiyetle tekrar ediyorlar. Sonra org çalmaya başlıyor ve Bach’tan bir ilahi söylüyorlar. Ama orijinal sözlere sadık kalınmıyor: bazen sadece bir tür ko- loratür çalıyor; sonra da şu sözler tekrar ediliyor: “Diğer her şey kağıt” (yani benim için pek bir şey ifade etmiyor). Sonra ilahi bitiyor ve seremoninin sevimli kısmı başlıyor; neredeyse bir öğrenci partisine benziyor, insanların hepsi neşeli ve sakin. Yürüyor, konuşuyor ve birbirimizle selâmlaşıyoruz. (Birpapaz okulundan) gelen şarap, ufak atıştırmalıklarla servis ediliyor. Kilisenin sağlığına kadeh kaldırılıyor ve sanki mensup sayısındaki artıştan herkesin duyduğu memnuniyeti ifade eder gibi hoparlörden “Charles da bizimle” nakaratı olan kesik tempolu bir caz müziği yayılıyor. Papazın biri şöyle bir açıklamada

bulunuyor: “Bu ufak eğlenceler resmi olarak onaylı ve izinli. Biraz da Amerikan tarzına uyum sağlamalıyız. Buradaki gibi büyük bir kalabalıkla bu kaçınılmaz. Ama tamamen sofu-kar- şıtı eğilimlerimizle Amerikan kiliselerinden prensipte farklıyız”. Bunun üzerine büyük bir rahatlamayla uyanıyorum.

  1. Ne yazık ki bu rüyayı genel olarak yorumlamaktan kaçınmalı ve asıl konumuza odaklanmalıyım. Temenos kutsal bir bina olmuş durumda (daha önce verilen ipucuyla uyumlu olarak). Daha sonra olanlar da dolayısıyla “dini” olarak karakterize edilmiş. Dionysus gizeminin grotesk ve gülünç kısmı, şarabın servis edildiği ve Kilisenin sağlığına içildiği seremoninin sözde sevimli kısmında ortaya çıkıyor. Bir Orfeus-Dionysus tapınağının zeminindeki bir yazı çok yerindedir: povov pf] üöıop (Sakın su içmeyin!)Kilise- deki balık ve şarap sembolizmi, Damascus kadehi, üzerinde OP<J>EOC BAKKIKOC yazısı ve haç olan mermer sütun ve başka pek çok şey gibi Dionysus kalıntılarından da aklıma gelmişken bahsedeyim.


Şekil68 Kurt olarak Thoth. - Der el-Medina, Luxor yakınlarındaki
Amen-her-khopshef lahitinden (XX. Hanedan, M.Ö. XII. yüzyıl)

  1. “Sofu-karşıtı” eğilim, burada “Amerikan” olarak tanımlanan Hıristiyan Kilisesinden farklı olduklarını açıkça göstermekte (bkz. ilk dizideki 14. rüyanın açıklaması). Amerika, bir “danışma gurubu ” vasıtasıyla dünyayı yola getirmek isteyen pratik zekanın akılcı fikirleri için ideal bir yuva. Bu görüş modern “akıl=zihin” formülüyle uyum içinde; fakat “ruhun” asla bir insan “etkinliği” değil, bir “işlev” olduğunu tamamen unutmuş durumda. Dolayısıyla sola doğru hareket modern fikir dünyasından vazgeçme ve Hıristiyanlık bağlamında “sofuluğun” bilinmediği Hıristiyanlık-önce- si Dionysus tapınmasına gerileme olarak yorumlanabilir. Aynı zamanda hareket, kutsal noktadan sağa doğru gerçekleşmez, bu noktanın içinde kalır; başka bir deyişle kutsal niteliğini kaybetmez. Kaos ve anarşi içinde yer almaz; tıpkı tarihsel sürecin - ters yönden de olsa - yaptığı gibi Kiliseyi doğrudan Dionysus tapınağıyla ilişkilendirir. Bu gerileyici gelişimin, Hıristiyanlık-öncesi seviyeye varabilmek için tarihin yaşandığı yolları yenilediğini söyleyebiliriz. Bu anlamda bu bir düşüş değil, sistematik bir tür ad inferos™ alçalış (şekil 69), psikolojik bir nekyia’&t™.


Şekil69 Yer altına yolculuk eden Dante ve Virgilius. -İnferno, XVII. kıtanın resimlendirilmesi, Codex Urbanus Latinus 365 (XV. yüzyıl)

  1. inançlarıyla ciddi problemleri olan bir papazın rüyasında da çok benzer bir şeyle karşılaştım: Bir gece kilisesine gelince koronun bir duvarının komple yıkıldığını görmüş. Mihrap ve yıkıntılar, dallarından üzümler sarkan asmalarla kaplanmış ve bir aralıktan içeriye ay ışığı giriyormuş.

  2. Yine dini problemler yaşayan bir başka adam şu rüyayı gördü: Kocaman gotik bir katedral, neredeyse tamamen karanlık. Missa Solemnis™2 ayini yapılıyor. Birdenbire koridorun bütün duvarı yıkılıyor. İçeriye güneşin kör edici ışığıyla birlikte büyük bir boğa ve inek sürüsü giriyor. Bu sahne Mitra’ya daha yakın; ama Mitra da Dionysus gibi erken dönem Ki- liseyle bağlantılıdır.

  3. İlginçtir ki bizim rüyamızdaki kilise sinkretistik bir yapıdır; çünkü Ayasofya, şu anda cami olan çok eski bir Hıristiyan kilisesidir. Bu sebeple rüyanın amacıyla çok uyumludur: Hıristiyan ve Dionysus dini görülerini birleştirme girişimi. Besbelli ki bu, biri diğerini dışlamadan, hiçbir değer tahrip edilmeden olmalıdır. Bu çok önemlidir; çünkü “maymunun yeniden oluşturulması kutsal yerlerde gerçekleşmelidir. Böyle bir küfür, sola doğru hareketin bir diabolica fraus olduğu, maymunun da şeytan olduğu tehlikeli varsayıma yol açabilir - çünkü şeytan aslında “Tanrının maymunu” olarak görülür. Bu sebeple sola doğru hareket, “Kara Hazretleri”ni Tanrının yerine koymaya hazırlamak amacıyla ilahi gerçeği saptırmak olacaktır. Ama bilinçdı- şının bu tarz dine küfretme gibi niyetleri yoktur; o sadece modern insanda olmayan son Dionysus’u din dünyasına geri getirmeye çalışmaktadır (Nietzsche’nin hatırı kalmasın). Maymunun ilk kez ortaya çıktığı 22. rüyanın sonunda (par. 117) “her şeye ışık hükmetmeli” denilmişti ve bu her şeyin, boynuzları ve şeytan tırnaklarıyla Karanlığın Efendisini — aslında Hükümdarlık mertebesine beklenmedik bir şekilde yükselen bir Dionysus rahibi - içerdiğini de eklemeliyiz.

  4. Dionysus unsuru, Apollon kültü ve Hıristiyanlık inancında hiçbir uygun dini çıkış yolu bulamamış duygu ve etkilerle ilgilidir. Ortaçağ karnavalları ve Kilisedeki jeux depaumew\ nispeten erken kaldırılmıştır. Sonuç olarak karnaval laikleşmiş ve bununla birlikte ilahi sarhoşluk kutsal mekanlardan uzaklaştırılmıştır. Geriye yas tutma, ciddiyet, ağırlık ve ölçülü ruhsal neşe kalmıştır. Ancak cinnetin en doğrudan ve tehlikeli formu olan sarhoşluk tanrılardan yüz çevirmiş

ve tüm coşku ve infialiyle insan dünyasını içine almıştır. Pagan dinleri, sarhoş esrikliğine kendi inançlarında yer vererek bu tehlikeyle yüzleşmiştir. Herakleitos, “ama Hades de, uğruna çıldırdıkları ve şarap ziyafeti sürdükleri Diony- sus’la aynı” derken, hiç şüphesiz bunun arkasında yatanı görmüştür. İşte bu sebeple Hades’ten beri tehdit oluşturan tehlikeyi kovmak için cümbüşlere dini bir izin verilmiştir. Ancak bizim yaptığımız, sadece cehennemin kapılarını açmaya yaramıştır.

  1. Rüya:

  1. Hayvanları insana dönüştürme seremonilerinin gerçekleştiği kare bir alan. Ters istikametlerde ilerleyen iki yılanın hemen yok edilmesi gerekiyor. Başka hayvanlar da var; tilkiler, köpekler. .. insanlar kare alanın çevresinde yürüyorlar ve dört köşenin her birinde kendilerini bu hayvanlara, bacaklarından ısırtmaları gerekiyor (bkz. şekil 118). Eğer kaçarlarsa her şey boşa gidiyor. Sonra daha büyük hayvanlar ortaya geliyor — boğalar ve dağ keçileri. Dört yılan, dört köşeye doğru süzülüyor. Sonra kalabalık, tek sıra halinde geliyor. İki kurban rahibi, devasa bir sürüngen taşıyor ve bununla şekilsiz bir hayvan topağının ya da yaşam formunun alnına dokunuyorlar. Tam dokunulan yer aniden şekil değiştirerek ortaya bir insan başı çıkıyor. Bir ses konuşuyor: “Bunlar varlık çabalarıdır”.



Şekil 70 Ortaçağlarda, yılanlarla gerçekleştirilen Pagan dönüştürme ayinleri. - Gnostik tasarım

  1. Rüyanın kare bölgede neler olup bittiğini “açıkladığı” söylenebilir. Hayvanlar insana dönüştürülmektedir; “şekilsiz bir yaşam formu”, bir sürüngenin sihirli dokunuşuyla şekil değiştirerek (aydınlanarak) bir insan başı olmaktadır. Hayvan topağı ya da yaşam formu bilinçle birleşecek olan kalıtsal bilinçdışım temsil etmektedir. Bu bir sürüngenin, muhtemelen de bir yılanın törensel bir şekilde kullanılmasıyla gerçekleşir. Bir yılan vasıtasıyla dönüşüm ya da yenilenme fikri, doğrulanmış bir arketiptir (şekil 70). Bu tanrıyı temsil eden, iyileştirici yılandır. Sabazius’un gizemlerinde de bu bildirilir: “Aureus coluber in sinum demittitur con- secratis et eximitur rursus ab inferioribus partibus atque imiş” (Gizeme katılan kişinin kucağına altın bir yılan bırakılır ve yine alt kısımlarından geri alınır). Yeşil somakilerin arasında yılan Isa’ydı. Kişilik yenilenmesi olarak yılan sembolizminin en önemli gelişimi muhtemelen Kundalini yogasında görülebilir. Nietzsche’nin Zerdüşt'ünde çobanın yılanla yaşadığı deneyim, buna göre yine ölümcül bir kehanettir (üstelik türünün tek örneği de değil - bkz. ip cambazının ölümüyle ilgili kehanet).

  2. “Şekilsiz yaşam formu” hemen simya ile ilgili “kaos”, Yaradılıştan beri yaşamın ilahi tohumlarını içeren massa ya da materia informis ya da confusa fikirlerini anımsatıyor. Mid- raşik bir görüşe göre Adem de benzer şekilde yaratılmıştır: İlk saatte Tanrı toz toplamış, İkincisinde bu tozdan şekilsiz bir form yaratmış, üçüncüsünde kolları oluşturmuş vb. (şekil 71).

  3. Ancak eğer bir yaşam formu dönüştürülecekse bir circu- mambulatio gereklidir; yani yaratıcı değişikliğin gerçekleşeceği merkeze olağanüstü bir şekilde odaklanmak. Bu süreçte kişi hayvanlar tarafından “ısırılır”. Bir başka deyişle bilinçdışının hayvani dürtüleriyle, kendimizi onlarla özdeşleştirmeden ya da onlardan “kaçmadan” yüzleşmemiz gerekir; çünkü bilinçdışından kaçmak işlemin bütün amacını yok edecektir. Dayanmamız gerekir; yani rüya sahibinin kendi gözlemleriyle başlatılan işlem tüm boyutlarıyla deneyimlenmeli ve en iyi anlayacağı şekilde bilince anlatılmalıdır. Bu, bilinçli yaşamın ve sadece ruhta deneyimle- nebilen ve hiçbir şekilde yaşamın gözle görülen kıyılarına dokunamayan bilinçdışı sürecin karşılaştırılamazlığı sebebiyle büyük bir gerginlik yaratır. Bilinçli yaşamın prensibi şudur: “Nihil est in intellectu, quod non prius fiıerit in sensu”. Bilinçdışı, psikenin özerkliğini ve duyumsa- nabilir dünyanın sunduğu aydınlatıcı ihtimalleri imgeleri daha açık hale getirmek için kullanır; ama bilinçdışının asıl prensibi, imge oyunlarında dünyayı değil kendisini yansıtmasıdır. Bununla birlikte duyumsal bilgiler bunun causa efficiensıv>0 değildir; bundan ziyade psike tarafından özerk bir biçimde seçilir ve kullanılırlar; bunun sonucu olarak da kozmosun akılcılığı en kötü şekillerde bozulur. Eğer bir taraftan mantık çiğnenmemeli ve diğer taraftan imgelerin yaratıcı oyunu bastırılmamalıysa, uzlaştırılamaz olanların mantığa aykırı birleşimini sağlamak için tedbirli ve ileri görüşlü bir sentez yöntemi gereklidir, (şekil 72). Böylece de rüyalarımızda simyayla ilgili benzerlikler ortaya çıkar.


Şekil 71 Prima materia'nın çamurundan Adem'in yaratılışı. - Sche- del, Das Buch derChroniken (1493)

  1. Bu rüyada istenen merkeze odaklanma ve “kaçma” konusundaki uyarı, opus alchmicuni&i. bariz benzerlikler gösterir: esere yoğunlaşmak ve onun üzerine düşünmek tekrar tekrar vurgulanır. Ancak kaçma eğilimi uygulayıcıya değil, dönüştürülen cevhere atfedilir. Mercurius kaçamaklara meyillidir ve servus (uşak) ya da cervus fugitivus (kaçak geyik) olarak etiketlenmiştir. Kap, içindekinin kaçmaması için iyi mühürlenmelidir. Eirenacus Philalethes bu servus^ ilgili şöyle der: “Onu nasıl yönlendirdiğiniz konusunda çok ihtiyatlı olmalısınız; çünkü fırsatını bulursa sizi atlatacak ve talihsizliklerle dolu bir dünyada bırakacaktır”. Bu filozoflar, bir yansıtma peşinde olduklarını ve cevhere ne kadar şey atfederlerse, beklentilerinin psikolojik kaynağından o kadar uzaklaştıklarını fark etmemişlerdir. Bu rüyadaki ve Ortaçağdaki malzemeler arasındaki farktan psikolojik ilerlemeyi ölçebiliriz: kaçmak besbelli ki rüya sahibinin bir karakteristiğidir; yani artık bilinmeyen cevhere yansıtılmaz. Dolayısıyla kaçmak ahlaki bir sorun haline gelmiştir. Her ne kadar dua ve dini uygulamalarını bir mucize yaratmak için kullanıp kullanmadıklarından emin olamasak da - bazıları Kutsal Ruhla tanışmayı bile amaç edinmiştir!- işlerinde özel bir dini adanmıştık ihtiyacını vurgulamalarından anladığımız kadarıyla bu husus simyacılar tarafından da anlaşılmıştır. Ama adil olmak gerekirse, literatürde bunun kendi dönüşümleriyle ilgili bir durum olduğunu kavradıklarına dair çok fazla şey vardır. Örneğin Gerhard Dom şöyle haykırır: “Transmutemini in vivos la- pides philosophicos!” (Kendinizi yaşayan felsefe taşlarına dönüştürün!)


Şekil 72 "Uzlaştırılamazların birleşmesi": su ve ateşin evliliği. İki şeklin de dört eli vardır ve bu pek çok farklı yeteneklerini sembolize eder. - Bir Hint tablosundan.

  1. Uzlaşmak için gerçekleştirdikleri birbirlerinden ayrı uçuşta, bilinç ve bilinçdışı nadiren birbirlerine dokunurlar. Bu yüzden rüyanın en başında zıt istikamette ilerleyen yılanların ortadan kaldırılması gerekir; yani bilinç ve bilinçdışı arasındaki çelişki birdenbire durdurulur ve bilinçli zihin circumambulatio vasıtasıyla gerilime dayanmaya zorlanır. Böylece izlenen sihirli çember bilinçdışının patlak vermesine engel olacaktır; çünkü o tarz bir patlama psikozdur. Rosariumvm yazarıyla birlikte “Nohnulli perierunt in opera nostro”: “Davamızda az insan perişan olmamıştır” diyebiliriz. Rüya, çok zor bir iş olan çelişkiler içinde düşü-

nebilmenin - sadece üstün zekanın başarabileceği bir şey - başarıya ulaştığını göstermektedir. Yılanlar artık kaçmaz, dört bir köşeye yerleşirler ve dönüşüm ya da bütünleşme başlar. Rüyada “şekil değiştirme” ve aydınlanma, merkezin bilinçli olarak tanınması başarıya ulaşmış, en azından öngörülmüş olmuştur. Bu potansiyel kazanım - eğer muhafaza edilebilirse, yani bilinçli zihin merkezle tekrar bağlantıyı kaybetmezse — bir kişilik yenilenmesi anlamına gelir. Gerçekliği hiçbir dış kriterle doğrulanamayacak öznel bir durum olduğundan, kişilik yenilenmesini tarif etmek ya da açıklamaya çalışmak başarısızlıkla sonuçlanacaktır; çünkü sadece bunu deneyimleyenler, bunun gerçekliğini anlayacak ve doğrulayacak durumdadır. Örneğin “mutluluk”, o kadar kayda değer bir gerçekliktir ki, onu istemeyen hiç kimse yoktur; ancak bu durumun mutlaka var olduğunu hiç şüphesiz kanıtlayacak tek bir nesnel kriter yoktur. Çok önemli şeyler konusunda genellikle olduğu gibi öznel bir yargıda bulunmamız gerekir.


Şekil 73 İnsanın ejderhanın gücünden kurtulması. -Codex Palati- nus Latinus 412 (XV. yüzyıl)

  1. Yılanların dört köşeye geçmesi bilinçdışında bir düzen olduğunu gösterir; sanki daha önceden var olan bir zemin planı, Pythagorasçı bir tetrad. ile karşılaşmışız gibidir. Bu bağlamda dört sayısıyla sık sık karşılaşmaktayım. Büyük ihtimalle dörde bölünen haç ya da dairenin evrensel etkisi ya da büyüsünü açıklamakta. Elimizdeki vakadaysa bu durum, bilinçdışına düşme tehlikesini yok etmek amacıyla hayvani içgüdüleri yakalamak ve kontrol etmeyi ifade ediyor. Bu pek tabii karanlık güçleri mağlup eden haçın ampirik temeli olabilir (şekil 73).

  2. Bu rüyada bilinçdışı, içeriklerini bilinçli bölgenin yakınlarına tehlikeli bir şekilde iterek büyük bir ilerleme kat etmiş durumda. Rüya sahibi, gizemli sentez seremonisine fazlasıyla bulaşmış gibi görünüyor ve hiç şüphesiz rüyasının bir anısını bilinçli yaşamına da taşıyarak onu ölümsüzleştirecek. Tecrübe, bunun bilinçli zihin için ciddi bir çelişki yarattığını gösteriyor; çünkü bilinçli zihin, bir çelişkiyi ciddiye almak için gereken sıra dışı entelektüel ve ahlaki çabayı daima göstermek istemiyor ya da gösteremiyor. Hiçbir şey gerçekler kadar kıskanç değildir.

  3. Ortaçağ zihniyetine baktığımızda göreceğimiz gibi çağdaş zihniyetimizin tümü Hıristiyanlık tarafından şekillenmiştir (Bunun Hıristiyanlığın gerçeklerine inanıp inanmamamızla ilgisi yoktur). Sonuç olarak rüyada öne çıkan, maymunun kutsal bölgelerde yeniden oluşturulması öyle büyük bir şaşkınlık yaratır ki, insanların büyük çoğunluğu bunu anlamakta zorlanacaktır. Diğerleriyse Dionysus gizemlerinin sonsuz derinliklerine aldırış etmeyip bunu görmezden gelecek, rüyanın rasyonel Darwinci kökenini gizemli yüceltmeye karşı bir korunak olarak bağrına basacaktır. Ancak rüya, geleneğe göre tanrının yaşadığı yerde maymunun belireceğini oldukça açık söylemektedir. Bu ikame, neredeyse bir Şeytana Tapma Ayini kadar kötüdür.

  4. Doğu sembolizminde - Çin’de yeryüzünü, Hindistan’da ise padma ya da nilüfer çiçeğini ifade eden - kare, yoni yani dişilik özelliğine sahiptir. Bir erkeğin bilinçdışı da benzer şekilde dişidir ve anima tarafından kişileştirilir. Anima ayrıca “aşağı” işlevi de ifade eder ; bu sebeple genelde kötü bir özelliktedir; aslında bazen şeytanın ta kendisini ifade eder. Genellikle dördüncü kişidir (bkz. 10,11,15. rüyalar; par. 136,147,162). Kararsız bir doğaya sahip karanlık ve korkunç ana rahmidir (şekil 74). Hıristiyan tanrısı üç kişideki birdir. Cennet oyununda dördüncü kişi, kuşkusuz şeytandır. Daha zararsız bir psikolojik açıklamada sadece aşağılık unsurdur. Ahlaki değerlere göre şeytan, insanın günahı; ona ait bir özellik ve muhtemelen erildir. Tanrıdaki dişil unsur çok karanlık görülür; Kutsal Ruhun Sofya olarak yorumlanmasının inanışa ters düştüğü düşünülür. Bu sebeple Hıristiyan metafizik draması “Cennete Giriş”te sadece erkek oyuncular vardır ve bu, eski gizemlerin çoğunda da böyledir. Ancak dişil unsurun da elbet bir yerlerde olması gerekir - bu yüzden de karanlıkta bulunacağı düşünülür. Zaten eski Çinli filozoflar da onu oraya yani yin’e- 197yerleştirmişlerdir. Her ne kadar kadın ve erkek birleşse de, aslında harekete geçtiklerinde ölümcül bir düşmanlığa dönüşebilecek uzlaştırılamaz zıtlıkları temsil ederler. Bu en ilkel zıt çift, olabilecek her tür zıtlığı sembolize eder: sıcak ve soğuk, aydınlık ve karanlık, kuzey ve güney, kuru ve yaş, iyi ve kötü, bilinç ve bilinçdışı. İşlevler psikolojisinde iki bi-

linçli ve dolayısıyla eril işlev vardır: Rüyada baba ve oğulla temsil edilen farklılaşmış işlev ve onun yardımcısı. Aksine bilinçdışı işlev anne ve kız olarak ortaya çıkar. İki yardımcı işlev arasındaki çelişki farklılaşmış ve alt işlev arasındaki kadar büyük olmadığından, üçüncü işlevin - yani bilinçdışı yardımcı olanın - bilince yükselmesi ve dolayısıyla eril hale getirilmesi mümkündür. Ancak beraberinde, alt işlevden kendisine bulaşanların izlerini taşıyacak, böylece bilinçdışının karanlıklarıyla arada bir bağlantı görevi görecektir. Bu psikolojik gerçekle tutarlı olarak Kutsal Ruh, inanışa ters düşen bir şekilde Sofya olarak yorumlanma- hdır; çünkü o, bedene can veren ve dünyanın karanlığını tanrının aydınlatmasını sağlayandır. Kutsal Ruhun dişil olduğu şüphelerinin doğmasına sebep olan da hiç şüphesiz bu bağlantıdır; çünkü Meryem tarlanın karanhk toprağıdır -“illa terra virgo nondum pluviis irrigata” (henüz yağmurlarla sulanmamış olan o bakire toprak) olarak tarif etmiştir Tertullian onu.



Şekil 74 Yeryüzünü dölleyen ve insanlığı yaratan Gök. - Thenaud, "Traite de la cabale" (el yazmasından, XVI. yüzyıl)

  1. Bilinçdışı dördüncü işleve bulaşmıştır ve bilinçli hale getirilmesi üzerine bilinçdışının bütününü de peşinden sürükler. O halde bilinçdışıyla uzlaşmalı ve zıtların bir birleşimini oluşturmaya çalışmalıyız. İlk başta şiddetli bir çelişki

patlak verecektir; tıpkı mantıklı bir adamın bir sürü saçma hurafeyi sindirmesi gerektiğini anladığı zaman olacağı gibi, içindeki her şey buna karşı ayaklanacak ve ona saçma sapan gözüken şeylere karşı kendini çaresizce savunmaya kalkacaktır. Bu durum, sıradaki rüyaları açıklamaktadır.

  1. Rüya:

  1. İki insan arasında şiddetli bir savaş.

  2. Bu rüya çelişkiyi gözler önüne serer. Bilinçli zihin konumunu korumakta ve bilinçdışmı bastırmaya çalışmaktadır. Bunun ilk sonucu dördüncü işlevin uzaklaştırılmasıdır; fakat dördüncü işlev üçüncüye bulaştığı için, üçüncünün de yok olma tehlikesi vardır. O zaman durum, şu andaki durumun önceki haline dönecektir; yani sadece iki işlevin bilinçli, diğer ikisinin ise bilinçdışı olduğu haline.

  1. Rüya:

  1. Bir mağarada iki oğlan çocuğu var. Bacadan düşer gibi bir üçüncüsü düşüyor.

  2. Mağara bilinçdışının karanlık ve soyutlanmış durumunu temsil etmekte; iki çocuk da iki bilinçdışı işlevi ifade etmektedir. Teorik olarak üçüncü, bilinçli zihnin tamamen farklandırılmış işleve gömülmüş olduğunu gösteren yardımcı işlev olmalıdır. Olasılık şu an 3 e l’dir ve büyük ölçüde bilinçdışının lehinedir. Bu yüzden onun tarafında yeni bir ilerleme ve ilk konumuna bir geri dönüş bekleyebiliriz. “Oğlan çocukları”, daha sonra ele alacağımız cüce motifine (şekil 77) bir göndermedir.

  1. Rüya:

  1. içinde pek çok küçük küreler içeren büyük, şeffaf bir küre. Tepesinde yeşil bir bitki büyüyor.

  2. Küre, tüm içindekileri kucaklayan bir bütündür; faydasız çabalarla duraklama noktasına getirilen yaşam, tekrar mümkün olur. Kundalini yogasında “yeşil rahim” saklı yerinden çıkan İşvara’nın (Şiva) bir ismidir.


Şekil 75 Trimurti resmi. Üçgen, evrenin Birleşme noktasına yakınlaşma eğilimini sembolize eder. Kaplumbağa Vişnu'yu temsil eder; iki alevin arasından, kuru kafanın üstünden büyüyen nilüfer Şiva'dır. Brahma'nın parlayan güneşi arka planı oluşturur. Resmin bütünü simyadaki opusu ifade eder; kaplumbağa massa confusa'yı, kuru kafa dönüşüm vas'ınt, çiçek de "kendilik" ya da bütünlüğü sembolize eder. - Bir Hint tablosuna göre.

  1. Rüya:

  1. Rüya sahibi bir Amerikan otelinde. Asansörle hemen hemen üçüncü ya da dördüncü kata çıkıyor. Bir arkadaş (gerçek biri) da orada ve rüya sahibinin, aşağıda bekleyen karanlık ve bilinmeyen kadını bu kadar uzun süre bekletmemesi gerektiğini, çünkü onu (rüya sahibinin) sorumluluğuna verdiğini söylüyor. Arkadaş sonra, kadına vermesi için ona mühürsüz bir mektup veriyor. Mektupta şu yazıyor: kurtuluş katılmayı reddetmek ya da kaçmakla gelmez. Sürüklenmekten de gelmez. Kurtuluş, gözler her zaman merkeze çevrilmiş, tam teslimiyetten gelir. Notun kenarında bir resim vardır: sekiz tane parmağı olan bir tekerlek ya da halka. Asansörde, bu sefer yedinci ya da sekizinci kata çıkıyor. Orada duran kızıl saçlı bilinmeyen bir adam onu arkadaşça selamlıyor. Sonra sahne değişiyor. Isviçrede bir ayaklanma olduğu söyleniyor: Askeri parti, “solu tamamen bastırmak için propaganda yapıyor. Solun zaten zayıf olduğu itirazına cevap olarak, tam da bu yüzden tamamen bastırılmaları gerektiği geliyor. Hepsi kızıl saçlı adama benzeyen, eski-moda üniformalar içinde askerler beliriyor. Tüfeklerini dolduruyorlar, bir dairenin içinde duruyorlar ve merkeze ateş etmeye hazırlanıyorlar. Ama sonunda ateş etmiyorlar ve uzaklaşıyorlar. Rüya sahibi dehşet içinde uyanıyor.

  2. Yeniden bir bütünlük oluşturma eğilimi - ki bu yukarıdaki rüyada da belirtilmiştir - bir kez daha tamamen farlı bir yönelimi olan bir bilinçle karşı karşıya kalmıştır. Bu yüzden rüyanın Amerikan bir geçmişi olması uygundur. Asansör yukarı çıkmaktadır; tıpkı “bilinçaltından” bir şeylerin “yukarıya” çıktığında olduğu gibi. Yukarıya çıkan bilinçdışı içeriktir; yani dört sayısıyla nitelendirilen mandala (şekil 61, 62). Bu yüzden asansörün dördüncü kata çıkması gerekir; ancak dördüncü işlev bir tabu olduğu için “hemen hemen üçüncü ya da dördüncü” kata çıkar. Bu durum sadece rüya sahibinin değil, dördüncü işlevin kabul edilmesini bekleyen pek çok kişinin başına gelir. Sonra yakın bir arkadaş karanlık kadını (yani tabu işlevi temsil eden anima- yı) “aşağıda” (yani bilinçdışında) bekletmemesi gerektiğine dikkatini çeker; ki bu, tam da onun yukarıda, diğerleriyle beklemesinin sebebidir. Aslında bu bireysel değil, ortak bir sorundur; çünkü son zamanlarda fark edilen bilinçdışının canlanması, Schiller’in öngördüğü gibi, XIX. yüzyılın hayal bile etmediği sorunlar yaratmıştır. Zerdüşt'te Nietzsche, “yılanı” ve “en çirkin insanı” reddetmeye karar vermiş, böy- lece yine aynı kitapta bahsedilen çöküşe giden bir bilinçdışı krampına sebep olmuştur.

  3. Yazılan notta verilen tavsiye hem derin hem de isabetlidir; öyle ki ekleyecek hiçbir şey yoktur. Rüya sahibi tarafından aşağı yukarı kabul edildikten sonra yükseliş devam edebilir. Dördüncü işlev sorunsalının, en azından genel olarak kabul edildiğini varsayabiliriz; çünkü rüya sahibi artık yedinci ya da sekizinci kata çıkar; bu da dördüncü işlevin artık çeyrekle değil, sekizle ifade edildiği ve yarım ölçek azaldığı anlamına gelir.

  4. ilginçtir ki bütünlüğe giden bu son adımdan önce duyulan tereddütten Faust ZZ’de, “göz alıcı denizkızlarının” sudan çıktıkları Kabir sahnesinde de bahsedilmiş gibidir.

NEREİD VE TRİTONLAR Şu taşıdığımız eller üstünde, Gidecek hoşunuza hepinizin. Chelone’nin zırhında Parıldıyor katı şekiller: Tanrılardır bu getirdiklerimiz! Söylemelisiniz ilahiler.

SİRENLER

Kendileri küçük,

Güçleri büyük,

Kurtarıcıları kazazedelerin,

Eskiden beri kutsanan tanrılar!

NEREİD VE TRİTONLAR

Getiriyoruz Kabirleri

Huzurlu bir bayram için;

Çünkü onların kutsal yönetiminde, Güler yüzlü olacaktır Neptün de.


Şekil 76 Kaplumbağa: simyada bir araç. - Porta, De distillationibus (1609)

“Denizkızları”, yani bilinçdışı denizini ve dalgalarını temsil eden dişil figürler tarafından “katı şekiller” yaratılır (bkz. şekil 10,11,12). “Katı” kelimesi bize, hiçbir romantik (duy- gu-tonlu) süsleme olmaksızın kesin bir fikri ifade eden mimari ya da coğrafi formları hatırlatır. Bu form, kaplumbağanın (şekil 76) kabuğundan “parıldar” ve bu, bilinçdışının içgüdüsel tarafını sembolize eder. “İmge” bir şekilde karanlık kiste ae saklanan ama aynı zamanda deniz kenarında bir ayak uzunluğunda ortaya çıkan ve bilinçdışının akrabası olarak yön bulmayı — yani karanlık ve belirsizliğe yolculuğu - sağlayan, görünmeyen, yaratıcı cüce-tanrılara benzer (şekil 77). Dactyls formunda bunlar ayrıca, bilinçdışının dürtüleri gibi küçük ama aynı yüce güç bahşedilmiş icat tanrılarıdır. (Elgabir “büyük, yüce olan’dır.)

NEREİDLER VE SİRENLER

Getirdik sadece üçünü, istemedi gelmek dördüncüsü; Gerektiği için herkesi düşünmesi; Kalmalıyım burada dedi.

SİRENLER

Bir tanrı diğer tanrıyla Alay ediyor olmalı. Kutsayın tüm iyilikleri!

Korkun uğursuzluktan!


Şekil 77 Kabirlerden biri olan Telesphorus, Aesculapius'un familia- r/s'i: (a) Roma Galya döneminden bronz bir figür; (b) Avusturya'dan mermer bir heykel

  1. Dördüncünün düşünür olması, Goethe’nin duygu-tonlu doğasının bir özelliğidir. En önemli prensip “duygu her şeydir” ise, düşünmek olumsuz bir rol oynamak ve bastırılmak durumundadır. Faustlbu gelişmeyi resmeder. Goethe kendi modeli gibi hareket ettiği için, düşünme dördüncü (tabu) işlev olmuştur. Bilinçdışına bulaştığı için Kabir’in grotesk formunu almıştır; çünkü Kabir’ler, cüce olmaları sebebiyle, yer altı tanrılarıdır ve ona göre de şekilleri bozuktur. (Ben onlara “çamurun koca göbekli ucubeleri” diyorum.) Bu sebeple de gök tanrılarıyla grotesk bir tezat içindedirler ve onlarla alay ederler (bkz. “Tanrının maymunu”). Nereidler ve Tritonlar şarkı söylerler:

Kutsamaksınız yedisini birden aslında!

SİRENLER

Nerede kaldı diğer üçü?

NEREİDLER VE TRİTONLAR

Bilmiyoruz ki biz de,

Soruşturmak Olimpos’ta;

Kimsenin aklına gelmeyen sekizinci de,

Bekliyordur orada herhalde!

İyilerdir bize karşı,

Tamamlanmamış ama henüz gelişimleri.

Bu eşsizler

İsterler hep ilerlemek:

Özlemle, açıklıkla

Ulaşılmaz hedeflere doğru.

  1. Onlardan “gerçekten’yedi tane olduğunu öğreniyoruz; ama yine daha önce dördüncüyle olduğu gibi şimdi de sekizin- ciyle bir sorun var. Benzer şekilde karanlıktaki, aşağı seviyedeki kökenlerine yapılan vurgunun aksine, Kabir’lerin şimdi Olimpos’ta bulunduğu ortaya çıkıyor; çünkü ezelden beri derinliklerden yükselerek çıkmak için uğraşıyorlar ve bu yüzden de hem aşağıda hem de yukarıda bulunuyorlar. “Katı imge” besbelli ki ışığa çıkmaya çabalayan bilinçdışı bir içerik. Benim hep “elde edilmesi zor hazine”olarak adlandırdığım şeyi arıyor; hatta onun kendisi. Bu sav hemen doğrulanıyor:

SİRENLER

Eski çağ kahramanlarının

Şöhreti ölçüşemez boy sizinkiyle,

Parlasa da istediği kadar ve istediği yerde,

Geçirdiler onlar Altın Postu ele,

Yendiniz siz de Kabirleri.

  1. Altın Post, ticaret gemilerinin en çok istediği şeydir; ulaşılamayana ulaşmanın eş anlamlılarından biri, tehlikeli bir arayıştır. Thales bu konuda şu bilge yorumu yapmıştır:

Bu aslında insanoğlunun yeryüzünde en çok istediği şeydir: Paraya değerini veren sadece pasıdır!

  1. Bilinçdışı daima yağdaki sinek, mükemmellik dolabındaki iskelet, anlatılan güzel hayalleri yıkmamak için uydurulan acı verici bir kandırmaca, insani yapımıza tutunmuş ve özlem duyduğumuz berraklığı gölgeleyen dünyeviliktir. Simyaya göre pas, bakır yeşili gibi, metalin hastalığıdır;

ama aynı zamanda bu hastalık veraprima materia, yani felsefi altının hazırlanmasının temelidir. Rosarium şöyle der:

Bizim altınımız bilinen altın değildir. Ama sen yeşilliği sorguladın [viriditas, muhtemelen verdigris] ve bronzu, üzerindeki yeşillikten dolayı cüzzamlı bir cisim saydın. O yüzden sana diyorum ki bronzun mükemmelliği sadece o yeşilliğidir; çünkü o yeşillik, majisterlerimiz tarafından bizim en gerçek altınımıza çevrilir.

  1. Thales’in, bozuk paraya değerini pasın verdiğine dair yaptığı çelişkili yorum, simyada bir tür şakadır ve esasında gölge olmadan ışık, kusur olmadan psişik bütünlüğün olmadığını söyler. Kendini tamamlamak için hayatın mükemmelliğe değil, tamlığa ihtiyacı vardır. Bunun için de “gülde diken”, yani kusurlardan dolayı cefa çekmek gerekir; çünkü sıkıntısız ilerleme ya da yükseliş yoktur.

  2. Goethe’nin burada ele aldığı üç ve dört, yedi ve sekiz sorunu simya için büyük bir bilmeceydi ve tarihte Christianos’a atfedilen metinlere dayanmaktadır. “Efsanevi suyun” oluşumuyla ilgili incelemede şöyle denmektedir: “Sonra Yahudi kadın peygamber çekinmeden bağırdı, ‘Bir iki olur, iki üç olur, üçüncüden de Bir, dördüncü olarak çıkar ”’. Simya literatüründe bu peygamberin, aynı zamanda Yahudi kadın, Musa’nın kız kardeşi ya da Kıpti de denen Ma- ria Prophetissa1212(şekil 78) olduğu varsayılır ve kendisinin Gnostik geleneğindeki Maria olması muhtemel değildir. Epiphanius bu Maria’nın “Interrogationes magnae”ve “In- terrogationes parvae” gibi yazıları olduğunu doğrular, bunlarda İsa’nın bir dağın üstünde yan tarafından nasıl bir ka-

dini öne çıkarıp onunla iç içe geçtiğine dair bir görüyü tarif ettiği söylenir. Maria’nın incelemesinin filozof Aros’la girdiği bir diyolagda matrimonium alchymicum temasını ele almış olması muhtemelen tesadüf değildir. Bu diyalogda sonraları sıklıkla tekrarlanan şu deyiş vardır: “Gerçek evlilik için sakızı sakızla evlendirin”. “Aslında bu “arap sakızı”dır; ve burada yapışkan özelliği nedeniyle dönüştürücü cevher için gizli bir isim olarak kullanılır. Bu nedenle Khunrath, “kırmızı” sakızın “bilgenin reçinesi” olduğunu ifade eder - dönüştürücü cevherin bir eşanlamlısı. Bu cevher yaşam gücü olarak (vis anımans), başka bir yorumcu tarafından zihin ve beden arasındaki aracı ve ikisinin bileşimi olan “dünyanın yapıştırıcısına” benzetilmiştir (glati- num mundî). Eski bir inceleme olan “Consilium coniugii”, “filozof insanın” “taşın dört özelliğine” sahip olduğunu söyler. Bunların üçü dünyevidir ya da dünyadadır; ama “dördüncüsü taşın suyu, yani kırmızı sakız denen ve diğer üçüne renk veren yapışkan altındır”. Buradan sakızın önemli dördüncü özellik olduğunu anlıyoruz: bu eril ve dişil gibi ikili bir şey; aynı zamanda bir ve tek aqua mercurialisivt. O halde ikisinin birleşimi, daima cıva gibi parlayan ejderhaya atfedilen bir özellik olan kendini-döllemedir. Bu ipuç-

larından filozof adamın kim olduğu kolayca görülebilir: O asıl çift cinsiyetli insan ya da Hindistan’daki benzeri puruşa olan, Gnostisizmdeki Anthropos’tur (bkz. şekil 64, 82). Brihadaranyaka Upanişad onun hakkında şöyle der: “Bir adam ve kucaklayan bir kadın kadar büyüktü. Kendiliğini (Atman) ikiye böldü ve buradan karı ve koca çıktı. Kendisini onunla birleştirdi ve insanlar doğdu”, vb. Bu fikirlerin ortak kökeni ilk biseksüel insan kavramına dayanmaktadır.


Şe/c/7 78 Mana Prophetissa. Arka planda üst ve altın birleşimi (cuni- unctio). - Maier, Symbola aureae mensae (1617)

  1. Dördüncü özellik bizi - “Consilium coniugii” metnine dö-

necek olursak - doğrudan insanın bütünlüğünü ifade eden Anthropos düşüncesine, yani insandan önce var olmuş ve aynı zamanda insanın amacını temsil eden birleştirici bir kavrama götürür. Bir, üçe dördüncü olarak katılır ve böyle- ce dördün bir birlik içinde birleşimini oluşturur . Yedi ve sekizin durumunda da aşağı yukarı aynı şeyle uğraşıyoruz gibi. Literatürde yedi ve sekizle çok daha az karşılaşılsa da bu motif, Goethe’nin erişiminde olan, Paracelsus’un Ein ander Erklarung der gaantzen Astronomie'dem bulunabilir. “Bir güçlüdür; altı bağımlıdır; sekizinci de güçlüdür”- hatta her nasılsa birinciden bile daha güçlü. Bir kraldır; altı onun hizmetkarları ve oğludur. Yani burada Kral Sol ve altı gezegen, ya da Petrus Bonus’un Pretiosa margarita ncmel- /«’sında (Lacinius basımı, 1546) (şekil 79) resmedildiği gibi metalik cücemiz de vardır. Aslında sekizinci bu metinde görünmez; Paracelsus onu kendisi icat etmişe benzer. Ancak sekizinci, birinciden daha bile “güçlü” olduğu için taç muhtemelen ona bahşedilmiştir. Faust ITde Olimpos’ta yaşayan sekizinci, “Olimpos astrolojisini” (yani corpus ast- rale'rûcF yapısını) tarif etmesinden ötürü Paracelsus metnine doğrudan bir referanstır.

  1. Rüyamıza dönecek olursak önemli bir noktada — yedinci ya da sekizinci katta — kızıl saçlı adamı, yani “keçi sakallı adam” ile Faust’un kendisinin hiç görmediği bir şeyle ilgili (yüce hazine, ölümsüz kendiliği sembolize eden “katı

imge”) endişeli olduğu için sihirli bir şekilde sahneyi değiştiren açıkgözlü Mephisto’nun bir eşini buluyoruz. Kızıl saçlı adam “uygunsuz” olan şeyleri hoş görmeye tamamen karşı olan askerlere, birliğin ve ortak düşüncenin temsilcilerine dönüşüyor. Ortak düşünceye göre üç ve yedi sayıları kutsaldır; ama dört ve sekiz şeytani, aşağı bir şeydir — sıradan çamur - ve bütün Budist rahiplerin katı yargılarına göre var olmaya hakkı yoktur. “Sol”, yani bilinçdışı ve ondan gelen bütün “uğursuz” şeyler “tamamen bastırıl- mahdır”. Bu, hiç şüphesiz eski çağdan kalma ve eski çağ yöntemlerini kullanan bir görüş ama ağızdan dolma silahlar bile hedefi vurabilir. Rüyada belirtilmeyen bilinmez sebeplerden ötürü - nottaki tavsiyeye göre “bütün gözlerin daima üstünde olduğu” - “merkeze” yapılan yıkıcı saldırı gitgide azalır. Notun kenarındaki çizimde bu merkez, sekiz parmaklı bir tekerlek olarak resmedilmiştir (bkz. şekil 80).


Şekil79 Kral Sol ve altı gezegen-oğlu. - Bonus, Pretiosa margarita novella (1546)


Şekil80 Süreci sembolize eden sekiz parmaklı tekerleği çeviren Mercurius. Bir elinde telum passionis tutar. -"Speculum ve- ritatis"(el yazmasından, XVII. yüzyıl)

  1. Rüya:

  1. Kare alanda. Rüya sahibi bilinmeyen kadının karşısında oturuyor ve onun resmini çiziyor olması gerekiyor. Ancak çizdiği bir yüz değil, dört farklı renkte üç yapraklı yonca ya da biçimsiz haçlar: kırmızı, sarı, yeşil ve mavi.

  2. Bu rüyayla bağlantılı olarak rüya sahibi yukarıdaki renklerde, dörde bölünmüş bir daireyi kendiliğinden çizdi. Bu, sekiz parmaklı bir tekerlekti. Ortada dört yapraklı mavi bir çiçek vardı. Bunun hemen ardından pek çok çizim geldi; hepsi de “merkezin” ilginç yapısıyla ilgiliydi ve rüya sahibinin, bu merkezin yapısını uygun ifade eden bir şekil bulma ihtiyacından doğuyordu. Çizimler kısmen görsel ifadelere, kısmen içgüdüsel algılara, kısmen de rüyalara dayanıyordu.

  3. Tekerleğin simyada döngü işlemi, yani circulatio için meşhur bir sembol olduğunu söylemeliyim. Bununla öncelikle ascensus ve descensus kastediliyor; örneğin buharın çökme-

sini sembolize eden, yükselen ve alçalan kuşlar. Sonra da eser örneği olarak evrenin dönmesi, ve böylece eserin vuku bulduğu senelerin oluşumu. Simyacı rotatio ve onun daire çizimleri arasındaki bağlantıdan haberdardır. Tekerleğin çağdaş ahlaki alegorileri, ascensusve. descensus'un Tanrının insana alçalmasını ve insanın tanrıya yükselmesini vurgular. (Aziz Bernard’ın vaazlarından birinde söylenen: “Alçalarak bize keyifli ve erdemli bir yükseliş sağladı ”.) Dahası tekerlek, eser için önemli olan erdemleri ifade eder: comtantia, obedientia-, moderatio, aequalitas ve humilitas^. Tekerleğin mistik bağdaşımları Jakob Böhme’de de büyük rol oynar. Simyacılar gibi o da Ezekiel’in tekerleklerini kullanır ve şöyle der: “Görürüz ki psişik yaşam kendi içine kapanıktır; doğal yaşam ise dışa dönüktür ama kendine bakar. Bu yüzden bunu, Ezeikel’deki tekerlek gibi her tarafına basarak giden yuvarlak bir tekerleğe benzetebiliriz”. Açıklamaya şöyle devam eder: “Doğanın tekerleği dışarıdan kendi içine kapanır; çünkü Tanrı kendi içinde yaşar ve öyle bir şekli vardır ki; tıpkı Tanrının, kendini bu dünyanın şeklinde boyaması gibi doğaldır; çünkü Tanrı her yerdedir, bu yüzden de kendi içinde yaşar. Not alın: dış tekerlek yıldızlar ve burçlar kuşağıdır ve ondan sonra da yedi gezegen gelir”, vb. “Bu figür yeteri kadar şekillendirilmemiş olmasına rağmen yine de bir meditasyondur, ve daha az anlayışlı olanların meditasyonu için büyük bir daireye onun güzel bir çizimini yapabiliriz. O yüzden not edin, arzu kalbe, yani Tanrıya içerden ulaşır”, vb. Böhme’nin tekerleği ayrıca ebedi iradenin “izidir” (simya terimlerine göre in- formatid). Doğa Anadır ya da ananın, sürekli bir şeyler yarattığı ve işleyen “zihnidir” [Gemüth]; ve bunlar sadece bir

zihin olan ebedi astrum un ve Tanrı bilgeliğinde ebedi zihnin, gezegenler gibi yörüngesi olan yıldızlarıdır; yani ebedi ruhların ilerleyip yaratık-vâri bir varlık haline geçtiği Ebedi Doğa. Tekerleğin “niteliği”, “can-veren annede hükmü yöneten” “dört muhafız” şeklinde yzzşzz/zzdır. Bu muhafızlar “zihin tekerleğinin, yani astrum un irade ve arzuyu sağladığı dört unsurdur; böylece bütün öz, insan zihni gibi sadece tek bir şeydir. İnsanın ruh ve beden içinde olması gibi, bu bütün öz de öyledir”; çünkü insan, bu “bütün öze” benzetilerek yaratılmıştır. Ama doğadaki dört unsurun doğası da ruhu olan bir “bütün öz’dür. Bu “sülfurcü tekerlek” iyi ve kötünün kökenidir; ya da daha çok onlara götürür ya da oradan çıkarır.

  1. Böhme’nin mistisizmi de büyük ölçüde simyadan etkilenmiştir. Bu yüzden şöyle der: “Doğuş şekli, Mercurius’un sülfürde sebep olduğu dönen bir tekerlek gibidir”. “Doğum”, “usta işçisi” Mercurius olan “altın çocuk”tur (/z/z- us philosophorum = ilahi çocuğun arketipi). Mercurius’un kendisi, bir yılan formuna bürünmüş “özün kızgın tekerleğidir”. Benzer şekilde (aydınlanmamış) ruh da sadece “kızgın bir Mercurius”tur. Metal işçisi özün kızgın tekerleğini, Tanrıdan “koptuğu” zaman tutuşturur; işte o zaman “Tanrının gazabı” olan arzu ve günah ortaya çıkar. İşte o zaman ruh “kızgın yılan” gibi bir “solucan”, bir “larva” ve bir “canavar” olur.

  2. Böhme’de tekerleğin yorumu simyanın mistik sırrıyla ilgili bir şey açığa çıkarır ve bu yorum psikolojik açıdan olduğu kadar bu açıdan da önem taşır: Tekerlek burada mandala sembolizminin özünü temsil eden bir bütünlük kavramı olarak ortaya çıkar ve bu yüzden mysterium iniguitatisi içe-

rir.

  1. Bilinçdışının tekrar tekrar rüya sahibinin bilinçli zihnine baskı yaptığı “merkez” kavramı yer edinmeye ve merak uyandırmaya başlamıştır. Bir sonraki çizim de yine mavi çiçek resmidir (bkz. şekil 85) ama bu sefer sekiz alt bölüme ayrılmıştır. Daha sonra ise bir kraterin içindeki gölün etrafında dört dağ resmi; ayrıca yerde, içinde kurumuş bir ağacın yükseldiği kırmızı bir halka ve bu ağacın yanında sola doğru hareket ederek ortaya çıkan yeşil bir yılan vardır (bkz. şekil 13).

  2. Sıradan bir insan bu konuya verilen önem karşısında şaşırabilir. Ama birazcık yoga ve lapis’e dair Ortaçağ felsefesi bilgisi, anlamayı kolaylaştıracaktır. Dediğimiz gibi, dairenin kareleştirilmesi Lapis'ı üretmenin bir yoludur; bir diğer yol da aşağıdaki metnin kanıtladığı gibi imaginatio kullanımıdır:

Dikkat et, kapın iyi ve sıkı sıkıya kapalı olsun ki içerdeki kaçamasın, ve - kısmetse - amacına ulaşacaksın. Doğa yapacaklarını adım adım yaptı; ve senin de aynı şeyi yapmanı isterim: bırak hayal gücünü tamamen doğa yönlendirsin. Ve cevherlerin kendilerini toprağın diplerinde oluşturduğu doğaya göre gözlem yap. Bunu fanteziyle değil, gerçek hayal gücüyle hayal et.

  1. Vas bene clausum (iyi-mühürlenmiş kap) simyada sıklıkla bahsedilen tedbirli olmak adına alınan bir önlem olup sihirli dairenin eşdeğeridir. Her iki durumda da amaç, içerde olanı işgalden ve karışımdan korumak ve onun kaçmasını engellemektir, imaginatio burada gerçek ve tam anlamıyla imgeler yaratma gücü olarak anlaşılmalıdır (Ein- bildungskraft = hayal gücü) - temelsiz düşünce manasında “kuruntu” anlamına gelen phantasia’nın aksine kelimenin

klasik kullanımı. Satyricon da bu bağlantı daha da anlamlıdır: Phantasia saçma bir şey anlamına gelir. Imaginati- o,(iç) imgelerin secundum naturam çağrışım yapması, amaçsız ve temelsiz fantezileri “yok etmeyen” düşünce ya da düşünsellerin gerçek başarısıdır — yani nesneleriyle sadece oynamaz, ayrıca içsel gerçekleri de kavramaya ve onları doğalarına uygun imgelerle resmetmeye çalışır. Bu etkinlik bir opus, yani bir eserdir. Bilince doğru baskı yapan içeriği ne kadar özenli, doğru ve dikkatli ele aldığına bakarsak biz de rüya sahibinin, içinde yaşadıklarının üstesinden gelme şekline gerçek eserden başka bir şey diyemeyiz. Opus\ olan benzerlik, simyaya aşina olan herkes için açıktır. Dahası 24. rüyada göreceğimiz gibi rüyalardan analoji doğar.

  1. Yukarıdaki çizimlerin türediği mevcut rüya, bir şekilde “kısıtlanmış” bir “sola doğru” işareti vermemektedir. Aksine rüya sahibi kendini bir kez daha temenos ta, dördüncü ya da “alt işlevi” kişileştiren bilinmeyen kadınla yüzleşmiş bulur. Ortada dört yapraklı mavi bir çiçek olan bir tekerlek çizmesi rüya tarafından öngörülmüştür: Rüyanın kişileş- miş şekilde temsil ettiğini, rüya sahibi soyut bir ideogram olarak yeniden yaratır. Bu aynı zamanda kişileştirmenin anlamının bir başka şekilde de ifade edilebileceğine dair bir ipucudur. Bu “başka şekil” (üç yapraklı yonca, biçimsiz haç) ilk dizinin 16. rüyasındaki (par. 97), düzensiz haçla benzerliğini vurguladığımız sinek asma geri gider. Analoji burada doğrulanır. Ancak bu rüyada Hıristiyan Teslis inancının sembolü, simyadaki dörtlülük tarafından gölgelenmiş

ya da “renklendirilmiştir”. Renkler tetradı somutlaştırmak için kullanılır. Rosarium, “Tractatus aureus”tan benzer bir ifadeyi alıntılar: “Vultur... damat voce manga, inquiens: Ego sum albus niger et rubeus citrinus”(Akbaba....yüksek sesle bağırır: Ben beyaz siyahım ve kırmızı sarıyım). Öte yandan lapis'm omne colores\ kendi içinde birleştirdiği vurgulanır. O halde renklerle temsil edilen dörtlünün, lapisvn. bir tür ilk aşaması olduğunu söyleyebiliriz. Bu Rosarium tarafından da doğrulanır: “Bizim taşımız dört unsurdan oluşur”(bkz. şekil 64, 82). Aynısı aurum phi- losophicum için de geçerlidir: “Altında aynı oranlarda dört unsur yer alır”. İşin aslı rüyadaki dört renk üçlüden dörtlüye, dolayısıyla da simyacılara göre yuvarlaklığı ve basitliği sebebiyle lapise en yakın olan kareli daireye geçişi temsil eder (şekil 59, 60). Bu yüzden Raymundus’a atfedilen, la- pis’ın hazırlanmasıyla ilgili bir tarifte şöyle der:

"En basit ve en yuvarlak olan cismi al; üçgen ya da dörtgeni değil, yuvarlağı al; çünkü yuvarlak basitliğe, üçgenden daha yakındır. O halde basit bir cismin köşeleri yoktur; çünkü o gezegenler arasında ilk ve sonuncudur, güneşin, yıldızların arasında olduğu gibi".



Şekil81 "Sol et eius umbra" Dünya ışık ve karanlığın ortasındadır. - Maier, Scrutinium chymicum (1687)

Şekil82 Dört unsurla birlikte Anthropos. - Rus el yazmasından

(XVIII. yüzyıl)





























  1. Rüya:

  1. İki kişi kristaller, özellikle de elmas hakkında konuşuyor.

  2. Burada lapis'ı düşünmemek çok zor. Aslında bu rüya, tarihsel geçmişi ortaya çıkarıyor ve gerçekten de çok istenen lapis\&, “ulaşması zor hazine” ile uğraştığımızı gösteriyor. Rüya sahibinin opusu, Hermes felsefesinin çabalarının bilinçdışı bir tekrarı anlamına gelir. (Rüya 37, 39 ve 50’de elmastan daha fazla bahsedilecek)

  1. Rüya:

  1. Merkezi bir nokta oluşturma ve bu noktadan yansıtmayla figürü simetrik yapma sorunu.

  2. “Oluşturma” kelimesi, opusun suni karakterini ve ayrıca rüya sahibinin enerjisini alan meşakkatli inşa etme işlemini ifade eder. “Simetri”, 22. rüyadaki çelişkinin cevabıdır (“solu tamamen bastırma”). Her bir taraf karşı tarafı, ay- na-görüntüsü olarak dengelemelidir ve bu görüntü, besbelli ki yansıma özelliğine sahip olan “merkezi noktaya” düşmelidir — bu bir vitrum1*1 fiir kristal ya da saf bir sudur. Yansımanın bu gücü lapis\n, aurum philosophicumun, ab-ı hayatın, aqua nostramn vs. altında yatan düşünceye bir başka gönderme gibidir.

  3. “Sağ”ın bilinçdışı dünyasını ve onun prensiplerini ifade etmesi gibi, “yansıma” ile de dünyanın resmi sola çevrilir ve tersine giden eş bir dünya yaratılır. O zaman diyebiliriz ki: Yansıma sayesinde sağ, solun tersi gibi görünür. Dolayısıyla solun da sağ kadar geçerliliği var gibidir. Başka bir deyişle bilinçdışı ve onun - çoğunlukla anlaşılmaz - düzeni, bilinçli zihnin ve içeriğinin simetrik bir kopyası olur; ancak hangisinin yansıtılan, hangisinin yansıtan olduğu hâlâ açık

  1. Ademarus’tan bir alıntı (a.g.e., s. 353): “[Lapis] nihilominus non ftınditur, nec ingreditur, nec permiscetur, sed vitrifıcatur” (Ama [taş] ne eritilebilir, ne içine girilebilir, ne karıştırılabilir; çünkü cam kadar sert yapılmıştır). değildir (bkz. şekil 55). Yorumlamamızı bir adım daha ileriye götürmek adına merkezi, birbirine benzeyen ama yansımayla ters çevrilen iki dünyanın kesişme noktası olarak alabiliriz.

  1. O halde bir simetri yaratma fikri, bilinçdışım kabul etme ve onu dünyanın genel resmi içerisine dahil etme görevinde bir tür doruk noktasıdır. Burada bilinçdışı “kozmik” bir özellik sergiler.

  1. Rüya:

  1. Yıldızlı bir gece. Bir ses, “Şimdi başlayacak”, diyor. Rüya sahibi, “Ne başlayacak?" diye soruyor. Bunun üzerine ses, “döngü başlayacak” diyor. Sonra bir yıldız, sola doğru kayarak bir kavis çiziyor. Sahne değişiyor ve rüya sahibi kendini sefil bir gece kulübünde buluyor. Ahlaksız bir sahtekara benzeyen mekan sahibi, birkaç pejmürde kızla orada duruyor. Sol ve sağ ile ilgili bir tartışma çıkıyor. Sonra rüya sahibi oradan çıkıyor ve bir taksiyle bir karenin çevresinde dönüyor. Sonra yine bara geliyor. Barın sahibi şöyle diyor, “Sol ve sağ ile ilgili söyledikleri şeyler duygularımı tatmin etmedi. Toplumun sol ve sağ tarafı gibi bir şey gerçekten de var mı?" Rüya sahibi cevap veriyor, “Solun varlığı, sağınkiyle ters düşmez, ikisi de herkeste mevcuttur. Sol, sağın ayna-görüntüsüdür. Bunu ne zaman böyle, ayna-görüntüsü gibi hissetsem, kendimle uyum içinde olurum. Toplumun sol ve sağ tarafları yok ama simetrik ve orantısız insanlar var. Orantısız insanlar sadece tek taraflarını, sağıya da solu tatmin eden kişiler. Onlar hâlâ çocukluk evresindeler”. Mekan sahibi düşünceli bir şekilde, “Bu daha iyi” diyor ve işine geri dönüyor.

  2. Bu rüyanın tamamını verdim; çünkü son rüyada ifade edilen düşüncelerin, rüya sahibi tarafından nasıl devam ettirildiğinin harika bir örneği. Simetrik oran kozmik karakterinden sıyrılmış ve psikolojik terimlere çevrilmiş, sosyal sembollerle ifade edilmiş durumda. “Sağ” ve “sol” neredeyse politik sloganlar gibi kullanılmış.


Şekil83 Dante cennet gülünün içinde Tanrının huzuruna götürülüyor. - Paradiso, Kanto XXXI, Codex Urbanus Latinus 365 tasviri (XV. yüzyıl)

  1. Ancak rüyanın başlangıcında hâlâ kozmik bir taraf var: Rüya sahibi kayan yıldızın çizdiği kavisin, aynen sekiz yapraklı çiçeğin şeklini yapmaya çalışırken çizdiği çizgiye benzediğini söyledi (bkz. par. 217). Kavis, yaprakların kenarlarını oluşturmuştu. Yani kayan yıldız, bütün bir yıldızlı gökyüzüne yayılan bir çiçeğin ana hatlarını izliyor. Artık ışığın döngüsü başlamış durumda. Bu kozmik çiçek, kabaca Dante’nin Paradiso sundaki güle benziyor (şekil 83).

  2. Bir deneyimin “kozmik” özelliği - sadece psikolojik olarak anlaşılabilecek bazı iç oluşumların bir yanı olarak — saldırgandır ve “aşağıdan” bir tepkiye neden olur. Besbelli ki kozmik yan çok yüksektir ve “aşağıya doğru” dengelenmiştir; böylece simetri artık iki dünya resmiyle değil toplumla, hatta rüya sahibinin kendisiyle ilgilidir. Mekan sahibi, rüya sahibinin psikolojik açıklamasının “çok daha iyi” olduğunu söyleyince aslında şöyle sonuçlanması gereken bir kıyaslama yapıyor: “Ama hâlâ yeteri kadar iyi değil”.

  3. Barda başlayan sol ve sağ ile ilgili tartışma, simetriyi kabul etmesi gerektiği zaman rüya sahibinin kendisini içinde bulduğu bir çelişkidir. Bunu yapamaz, çünkü diğer taraf o kadar şüphelidir ki onu çok yakından araştırmamayı tercih eder. Sihirli circumambulatio’mm. (karenin çevresinde araba sürmek) sebebi de budur: içeride kalmak ve kaçmadan ay- na-görüntüsüyle yüzleşmek zorundadır. Bunu elinden geldiğince yapar ama yine de diğer tarafın dilediği gibi değil.

  1. Görsel İfade:

  1. Ortasında yeşil bir ağaç olan bir daire. Dairenin içinde vahşi kabileler arasında zalim bir savaş oluyor. Ağacı görmüyorlar.

  2. Belli ki sağ ve sol arasındaki savaş daha bitmemiş. Devam ediyor çünkü vahşi kabileler hâlâ daha “çocukluk aşamasında” ve bu yüzden de, orantısız olarak, sadece ya sağı ya

da solu biliyorlar; ama çelişkinin üzerinde duran üçüncüyü görmüyorlar.

  1. Görsel İfade:

  1. Bir daire; ortasında, çeşmeli bir çanağa çıkan basamaklar.

  2. Bir durum bilinçdışı içeriğin bazı esas yanları eksik olduğu için tatmin edici olmadığında, bilinçdışı burada olduğu gibi daha önceki sembollere geri döner. Sembolizm, aqua nostra çeşmesinin bulunduğu filozofların mandala bahçesiyle karşılaştığımız 13. rüyaya (par. 154) geri dönüyor (şekil 84; ayrıca bkz. şekil 25,26,56). Daire ve çanak man- dalayı, Ortaçağ sembolizmindeki gülü vurguluyor. “Filozofların gül bahçesi” simyanın en meşhur sembollerinden biridir.


Şekil84 Duvarlarla çevrili bahçede, constantia in adversis"ı sembolize eden çeşme - özellikle simyanın karakteristiği olan bir durum. - Boschius, Symbolographia (1702)

  1. Görsel İfade:

  1. Bir demet gül, sonra işareti; ama "TyL olması gerekiyor.

  2. Gül buketi, her yere fışkıran bir çeşme gibidir. İlk işaretin anlamı - muhtemelen bir ağaç - açık değil; ama düzeltilmiş olanı sekiz yapraklı bir çiçeği temsil ediyor (şekil 85). Besbelli ki gülün bütünlüğünü bozan bir hata düzeltiliyor. Yeniden kurgulamanın amacı, mandala sorununu - “merkezin” doğru değerleme ve yorumlaması — bir kez daha bilinçli alana getirmektir.


Şekil 85 Yedinin sekizincisi ya da birincisi olarak sekiz yapraklı çiçek. -"Recueil de figures astrologiques"(el yazmasından, XVIII. yüzyıl)

  1. Rüya:

  1. Rüya sahibi yuvarlak bir masada bilinmeyen, karanlık bir kadınla oturuyor.

  2. Ne zaman bir süreç, gerek açıklaması gerekse çıkarımların bolluğu açısından bir sonuca varırsa, bunun arkasından bir gerileme gelir. Burada alıntıladığımız rüyaların aralarında görülenlerden anlaşılır ki rüya sahibi bütünlüğün ısrarcı taleplerini rahatsız edici buluyor; çünkü onların farkına varmanın, kişisel özellikleri bizim çalışmamızın dışına taşan geniş ölçüde pratik sonuçları olacak.

  3. Yuvarlak masa yine bütünlük çemberini ifade eder ve ne zaman bir şeyler somutlaşmaya başlasa kendini hissettiren anima, dördüncü işlevin temsilcisi olarak devreye girer; yani gerçekliğe aktarılmak zorunda olduğunda ya da kendisini gerçekliğe aktarmakla tehdit ettiğinde. “Karanlık”, yer altına ait demektir; yani somut ve topraksı. Bu aynı zamanda gerilemeye neden olan korkunun da kaynağıdır.

  1. Rüya:

  1. Rüya sahibi, hoş olmayan bir yana sahip bir adamla yuvarlak bir masada oturuyor. Masanın üstünde, jelatin gibi bir maddeyle dolu bir bardak var.

  2. Bu rüya, diğer rüyanın devamıdır; çünkü rüya sahibi “karanlığın” kendi karanlığı olduğunu kabul etmiş, ona kişisel olarak ait olan gerçek bir “gölge” oluşturmuştur. Böylece anima, kendisine yansıtılan ahlaki alçaklıktan kurtulur ve kendisine ait yaşayan ve yaratıcı olan işlevi üstlenebilir. Bu tıpkı rüya sahibi gibi bizim de 18. rüyadaki (par. 183) farklılaşmamış “yaşam-formuyla” kıyaslayabileceğimiz, bardağın içindekilerle temsil edilir. O halde mesele, ilkel bir hayvaniliğin insani bir şeye dönüştürülmesidir. O zaman burada da benzer bir şey bekleyebiliriz; çünkü içsel gelişim sarmalı dönüp dolaşıp, her ne kadar daha yükseğe olsa da yine aynı noktaya gelmişe benzer.


Şekil86 Simyada damıtma için kullanılan araç. Kelley, Tractatus de Lapide philosophorum (1676)

  1. Bardak simyanın unum î^.vına, içindeki de ruh ve hayat bahşedilmiş lapisvn. çıkacağı canlı, yarı-organik karışıma tekabül eder (şekil 86) - ya da muhtemelen üç kere alev alan o garip Faust figürüne: Galatea, Euphorion tahtına (hepsi de “merkezin”, bilinçdışı unsurlarına çözünümü- nü sembolize eder) koşarak çıkan arabacı çocuğa, cüceye. Lapisvn. sadece bir taş olmadığını biliyoruz; çünkü “de re animali, vegetabili et minerali”den oluştuğu ve beden, ruh ve zihin içerdiği özellikle belirtilmiştir. Dahası deri ve kandan oluşur,6. Bu sebeple filozof (“Tabula smaragdina”- ki Hermes) şöyle der: “Rüzgar onu karnında taşıdı”. Dolayısıyla “rüzgar havadır, hava yaşamdır, yaşam da ruhtur”. “Taş, kusursuz ve kusurlu cisimlerin arasındaki ve doğanın başlattığının sanatla kusursuzluğa ulaştığıdır. Taşın “adı görünmezlik taşıdır” {lapis invisibilitatis)1^.

  2. Rüya, merkeze yaşam ve gerçeklik verme sorununu — bir bakıma onu doğurma sorununu - ele alır. Bu doğumun şekilsiz bir kütleden çıkmış olabilmesi, simyadaki prima ma- teria'ya. da benzerlik gösterir; çünkü o da yaşam tohumları tarafından döllenmiş kaotik bir massa informis'ivt. Gördüğümüz gibi, arap sakızı ve yapıştırıcının özellikleri ona atfedilir ya da yine ona viscosa ya da unctuosa denir (Paracel- sus’ta “Nostoc” gizli cevherdir). Modern besleyici toprak, jöle-benzeri oluşumlar, vb. rüya sahibinin “jelatin gibi kitlesinin” temelinde yatsa da, daha eski simya düşüncelerinin atalarla ilgili bağlantıları hâlâ ısrarcıdır ve bunlar bilinçli olarak var olmasalar da sembol seçimi üzerinde güçlü bir bilinçdışı etki bırakır.

  1. Rüya:

  1. Rüya sahibi bilinmeyen bir kadından bir mektup alın Kadın rahminde ağrılar olduğunu söyler. Mektuba aşağıdakine benzer bir çizim de iliştirilmiştir253:




İlkel ormanda maymun sürüleri vardın Daha sonra beyaz bir buzul manzarası belirir.


Şekil87 ilahi çocuğun vas'ı olan Bakire. - Bir Venedikliden Rosario dela gloriosa vergine Maria (1524)

  1. Anima, yaşam-verici merkezde sancılı şeyler olduğunu haber veriyor ve bu vakada merkez, yaşam-formu içeren “bardak” değil, - circumambulatio vasıtasıyla - ulaşılması gereken “rahim” olarak oluşturulmuş bir nokta. Bütün durumlarda spiral, merkezi, dolayısıyla da rahmi vurgular ve Doğu mandalasının en temel anlamlarından biri olmasının yanı sıra simyadaki kabın da sıklıkla kullanılan bir eş anlamlısıdır. Kaba doğru giden kıvrımlı çizgi, Asklepios’un şifalı yılanına ve Şiva bindu Tantra sembolüne benzer. Şiva bindu yaratıcı, görünmez tanrıdır ve bir nokta ya da lingam formunda, Kundalini yılanı tarafından üç buçuk kere etrafı kuşatılır. İlkel ormanda, daha önce ilk dizinin 22. görüsünde (par. 117) ve 16. ve 18. rüyalarında (par. 164,183) karşımıza çıkan hayvan ya da maymun motifiyle karşılaşıyoruz. 22. görüde bu bizi “her şeye ışık hükmetmeli” ifadesine, 18. rüyada ise “şekil değiştirmiş” kafaya götürür. Aynı şekilde mevcut rüya beyaz “buzul” manzarasıyla sona erer ve rüya sahibine Samanyolunu seyrettiği ve ölümsüzlük üzerine bir sohbet ettiği (burada anlatılmayan) daha önceki bir rüyayı hatırlatır. O halde buzul sembolü, gerilemeye sebep olan kozmik tarafa geri giden bir köprü konumundadır. Ancak, neredeyse her zaman olduğu gibi, önceki içerik ilk basit haliyle geri dönmez — beraberinde, mantıksal açıdan beklenebileceği üzere, entelektüel bilince kozmik yan kadar aykırı olan başka zorluklar getirir. Zorluk, ölümsüzlük üzerine yapılan sohbetin hatırasıdır. Bu konu daha önce 9. rüyada (par. 134), sarkaçlı sıat, perpetuum mobile ile

ima edilmiştir. Ölümsüzlük hiçbir zaman yok olmaz; gökyüzü gibi sürekli dönen bir mandaladır. Yani kozmik taraf faiziyle birlikte geri gelir. Bu rüya sahibi için gereğinden fazla şey açığa çıkarır; çünkü “bilimsel” mide, çok sınırlı bir hazmetme gücüne sahiptir.

  1. Bilinçdışı, mandala ya da “kendilik” dediğimiz o belirsiz şey için şaşırtıcı derecede fazla benzerlikler ortaya çıkarır. Sanki bilinçdışında rüyamızda simyanın asırlık rüyalarını görmeye ve sonunda eski çağlarda yaşamış olanlar gibi hiçbir şey anlamadan ya da çok az şey anlayarak eskilerinin üstüne yeni eş anlamlar eklemeye devam edecekmişiz gibidir. Atalarımız için /«yüı’m; Lamacılar, Tantracılar, Az- tekler ve Pueblo Hintlileri için mandalanın; Taocular için “altın hapın” ve Hindular için “altın tohumun” ne anlama geldiğini burada fazla uzatmayacağım. Bunlarla ilgili bize güçlü bir fikir veren metinleri biliyoruz. Peki bilinçdışının, kültürlü bir Avrupalıya ısrarla bu kadar çapraşık semboller sunmasının anlamı ne? Burada bir tek psikolojik bakış açısını uygulayabilirim (benim bilmediğim başka bakış açıları da olabilir). Bu bakış açısından bakıldığında bence genel “mandala” kavramı altında gruplanabilecek her şey bir tür tutumu ifade ediyor. Bilincin bilinen tutumlarının tanımlanabilir hedef ve amaçları vardır; fakat bir insanın kendiliğe karşı tutumu, tanımlanabilir bir hedef ve gözle görülür bir amacı olmayan tek tutumdur. “Kendilik” demek yeterince kolaydır; ama bununla tam olarak ne kastediyoruz? Bu, “metafiziksel” karanlıkta gizlidir. Ben “kendiliği”, bilincin ve bilinçdışı psikenin toplamı olarak tanımlayabilirim; ama bu toplam bizim görüşümüzün ötesine geçer; hakiki bir lapis invisibilitatis’tir. Bilinçdışı var olduğu haliyle tanımlanamazdır; varlığı bir varsayımdır ve muhtemel içeriklerinin ne olduğu doğru bir şekilde söylenemez. Toplam sadece onun kısımlarında ve bilincin içerikleri olduğu kadar deneyimlenebilir; ama toplam sıfatıyla bilincin ötesine geçmesi gerekir. Sonuç olarak “kendilik”, Kant’ın Ding an sich kavramına benzer belirsiz bir kavramdır. Gerçi deneyimle birlikte, üstünlüğünden bir şey kaybetmeksizin daha açık hale gelmeye başlar - rüyamızın da gösterdiği gibi. Bilmediğimiz bir şeyin sınırlarını bilemeyeceğimiz için, kendiliğe de sınır çizecek konumda değiliz. Kendiliği bireysel psikenin sınırlarıyla sınırlamak hem çok keyfi hem de bilime aykırı olur; ki zaten bu sınırlarla ilgili, bilinçdı- şında da bulunduklarından başka bir şey bilmiyoruz. Bilincin sınırlarını söyleyebiliriz; ama bilinçdışı bilinmez bir psikedir ve tam da bu sebeple sınırlanamaz, çünkü belirle- nemez. Hal böyle olunca bilinçdışı içeriklere dair ampirik belirtiler, sınırlanamaz ve zaman ve mekan kavramıyla be- lirlenemez özellikler taşırsa şaşırmamalıyız. Bu gizem dolu bir özelliktir ve sınırlanmış kavramlara değer veren biri için ürkütücüdür. İnsan, bir filozof ya da teolog olmadığına ve böyle bir gizemle profesyonel olarak uğraşmak zorunda kalmadığına memnun olabilir. Bu gizemlerin aslında bilinci zorlayan psişik entia oldukları açığa çıkınca işler daha da kötüleşir; zira rüyalarımız her gece kendi çaplarında felsefe yaparlar. Dahası bu gizemleri atlatıp bilinçdışı tekliflerle gelen simya altınını kızgınlıkla geri çevirdiğimizde işler bizim adımıza kötüye gider. Bütün mantığı hiçe sayarak semptomlar bile geliştirebiliriz ama engeli aşıp bunu temel taşı haline getirdiğimizde semptomlar kaybolur ve “anlatılamaz” şekilde iyi hissederiz. Bu ikilem içerisinde kendimizi en azından şu değerlendirmeyle rahatlatabiliriz: Bilinçdışı, hesaplaşılması gereken bir şeytandır; bu yüzden bazı tuhaf sembolik gezintilerinde, her ne kadar bu sembollerin anlamları sorgulanabilir olsa da ona eşlik etmek akıllıca olacaktır. Belki Nietzsche’nin “ilk insanlık dersi”ni yeniden okumak sağlık için yardımcı olabilir.


Şekil88 Kutsal Kase'nin görüntüsü. - "Roman de Lancelot du lac" (el yazmasından, Paris, XV. yüzyıl)

  1. Bu akılcı açıklamalara edebileceğim tek itiraz bunların genellikle olaylar karşısında yenik düşmeleridir. Bu ve benzer vakalarda yıllar geçtikçe kendiliğin entelekyasının nasıl daha ısrarcı olduğunu ve bunun sonucunda bilincin, eğer bilinçdışına yetişebilmek istiyorsa nasıl daha büyük başarılar elde etmesi gerektiğini gözlemleyebiliriz.

  2. Mandala sembolizmiyle ilgili olarak şu anda tek anlaşılabilen, sürekli kendini tekrar eden ve her yerde aynı olan bir fenomenolojiyle karakterize olmuş, özerk psişik bir gerçek resmettiğidir: İç yapısı ve nihai anlamıyla ilgili hiçbir şey bilmediğimiz çok küçük bir tür çekirdek gibi görünmektedir. Ayrıca bunu, ne hedefini ne amacını belirten ve bu başarısızlık yüzünden tüm etkinliğini mandalanın gerçek kuvvete sahip merkezine yansıtan, bilinçli tutumun fiili bir değerlendirmesi olarak da alabiliriz. Bu yansıtmanın gerçekleşmesini sağlayan güç her zaman bireyin kendi kendisine yardım edemediği durumlarda ortaya çıkar. Ancak mandalanın psikolojik bir refleks olması, bu sembolün öncelikle rüya ve görülerde rastgele ortaya çıkan özerk doğasıyla, ikinci olarak da psişik her şeyin asıl formu ve erken çocukluk döneminde geçtiğimiz ve her gece döndüğümüz durum olan bilinçdışının özerk yapısıyla ters düşer. Psi- kenin etkinliğinin sadece tepkisel ya da refleks olduğuna dair bir kanıt yoktur. Bu en iyi ihtimalle geçerliliği sınırlı, biyolojik bir varsayımdır. Evrensel gerçeklere bakıldığında sadece materyalist bir mittir; çünkü - hoşumuza gitse de gitmese de - var olan ve bütün sözde “sebeplere” rağmen olay olan psikenin yaratıcı kapasitesini görmezden gelir.


Şekil89 Yavrusunu kendi kanıyla besleyen pelikan; İsa benzetmesi.

- Boschius, Symbolographia (1702)

  1. Rüya:

  1. İlkel insanlar arasında acımasızca bir savaş var.

  2. Tahmin edilebileceği gibi, yeni komplikasyon (“ölümsüzlük”) şiddetli bir çatışmaya sebep olmuş ve 27. rüyadaki benzer durumla aynı sembolü kullanmıştır (par. 232).

  1. Rüya:

  1. Bir arkadaşla sohbet. Rüya sahibi şöyle diyor: "Önümde kanlar içindeki Isa figürüyle devam etmek ve kişisel-armma yolunda ısrarla yürümek zorundayım”.

  2. Bir önceki rüya gibi bu da, kabul etmesi çok güç olan yabancı bir psişik dünyaya geçmenin sebep olduğu sıradışı, zor bir ızdıraba (şekil 89) işaret eder -nitekim İsa kıyaslaması söz konusudur: “Benim krallığım bu dünyada değil”. Ama aynı zamanda rüya sahibinin görevine büyük bir ciddiyetle devam ettiğini de gösterir. İsa’ya yapılan gönderme, basit bir ahlaki hatırlatmadan daha derin bir anlam içeriyor olabilir: Burada bireyleşme süreciyle karşı karşıyayız; İsa’nın dogmatik ve dini hayatının bir model olarak Batılı insanın karşısına tekrar tekrar çıktığı bir süreç. Vurgu her zaman Kurtarıcının hayatının “tarihselliği” üzerine yapılmış; bu yüzden, her ne kadar Enkarnasyon, symboloriun (inancın) çok önemli bir kısmını oluştursa da, sembolik önemi her zaman karanlıkta kalmıştır. Ancak dogmanın etkililiği İsa’nın eşsiz tarihsel gerçekliğine değil, kendi sembolik önemine dayanır ve onun vasıtasıyla herhangi bir dogmadan bağımsız, yaygın psikolojik bir varsayım ifade eder. O halde Isa’nın özerk psikolojik bir gerçek olması sebebiyle “Hıristiyan olmayan” bir İsa kadar, “Hıristiyan-öncesi” olan bir İsa da vardır. Ne olursa olsun kafada canlandırma bu fikre dayanır. Hiçbir dini varsayımı olmayan modern insana gelince, Anthropos ya da Poimen figürünün ortaya çıkması mantıklıdır; çünkü bunlar bu insanın kendi psikesinde mevcuttur.

  1. Rüya:

  1. Bir aktör, şapkasını duvara fırlatır. Duvar şuna benzemektedir:


  1. Burada bahsedilmeyen bir malzeme “aktörün”, rüya sahibinin kişisel yaşantısındaki birini temsil ettiğini göstermektedir. Şu ana kadar rüya sahibi kendisiyle ilgili, kendisini ciddiye almasını engelleyen bir kurgu yaratmıştı. Bu kurgu, artık takındığı ciddi tutumla uyumsuz hale geldi. Aktörden kurtulması gerekir; çünkü kendiliği reddeden, içindeki bu aktördür. Şapka bir yabancının şapkasını taktığı ilk rüyaya göndermedir. Aktör şapkayı duvara fırlatır ve şapkanın mandala olduğu ortaya çıkar. O halde “garip” şapka, - hâlâ daha kurgusal bir rol oynadığı - o zamanlar ona yabancı gibi görünen kendiliktir.

  1. Rüya:

  1. Rüya sahibi bir taksiyle Rathausplatz a gitmektedir; ama oraya “Marienhof” denmektedir.

  2. Bu rüyadan laf arasında bahsediyorum çünkü temenosvecı dişil doğasını gösteriyor; tıpkı hortus conclusus’un (etrafı kapalı bahçe) Ortaçağ ilahilerinde Meryem Ana nın bir imgesi olarak kullanılması ve Loreto Ayini nde rosa mysti- ca’nm, onun bir özelliği olması gibi (bkz. şekil 26).

  1. Rüya:

  1. Karanlık bir merkezin etrafında ışıkla aydınlanmış kavisler var. Sonra rüya sahibi, iyiyle kötü arasında bir savaşın gerçekleştiği bir mağarada geziniyor. Ayrıca her şeyi bilen bir prens var. Prens rüya sahibine elmaslı bir yüzük veriyor ve bu yüzüğü sol elinin dördüncü parmağına takıyor.

  2. 26. rüyada başlayan ışık döngüsü bu sefer daha açık ortaya çıkıyor. Işık her zaman, o anda sadece dış çeper boyunca hareket eden bilinci ifade eder. Merkez hâlâ karanlık. Merkez, karanlık mağaradır ve mağaradan içeri girmek besbelli ki tekrar çatışma içine girmek olacak. Aynı zamanda her şeyi bilen ve kıymetli taşın sahibi olan kişi uzakta duran prens gibi. Hediye rüya sahibinin kendiliğe ettiği yemindir - çünkü genellikle evlilik yüzüğü sol elin dördüncü parmağına takılır. Doğru, sol bilinçdışıdır; buradan da durumun hâlâ daha büyük ölçüde bilinçdışında gizlendiği çıkarımı yapılabilir. Prens, aenigma regisı temsil ediyor gibi (şekil 54; bkz. 10. rüyanın açıklaması, par. 142). Karanlık mağara savaş halindeki zıtları içeren kaptır. Kendilik zıtlarda ve onların arasındaki çatışmada açığa çıkar; bir coincidentia oppositorum. Yani kendiliğe giden yol çatışmayla başlar.

  1. Rüya:

  1. Etrafında dört sandalye olan yuvarlak bir masa. Masa ve sandalyeler boş.

  2. Bu rüya yukarıdaki tahmini doğrular. Mandala henüz “kullanımda” değil.

  1. Görsel İfade:

  1. Rüya sahibi uçuruma düşüyor. Aşağıda gözleri dört renkte sürekli değişen bir ayı var: kırmızı, sarı, yeşil ve mavi. Aslında ayının dört ışığa dönen dört gözü var. Ayı ortadan kayboluyor ve rüya sahibi uzun karanlık bir tünele giriyor. Tünelin öbür ucunda ışık parıldıyor. Orada bir hazine var ve üstünde de

elmaslı yüzük. Bu yüzüğün onu doğuya, uzun bir yolculuğa götüreceği söyleniyor.

  1. Bu kabus, rüya sahibinin hâlâ daha karanlık merkez konusunda endişeli olduğunu gösteriyor. Ayı, onu zapt edebilecek yeraltı unsurunu ifade ediyor; ama sonra, hayvanın sadece dört renge (bkz. 23. rüya, par. 212), ondan sonra da lapis'e götürdüğü anlaşılıyor; yani prizması gökkuşağının bütün renklerini içeren elmasa. Doğuya giden yol muhtemelen bir antipod olarak bilinçdışım ifade ediyor. Efsaneye göre Kutsal Kase-taşı doğudan gelir ve tekrar oraya dönmesi gerekir. Simyada ayı, renkli cauda pavonism geldiği prima materia hın (şekil 90) zzz^rafo’sunu temsil eder.


Şekil 90 Prima materia'nın tehlikeli yanını temsil eden ayı. -Thomas Aquinas (takma ad), "De alchimia" (el yazmasından, XVI. yüzyıl)

  1. Rüya:

  1. Rüya sahibi, bilinmeyen kadının rehberliğinde hayatını riske atarak Kutbu keşfetmek zorundadır.

  2. Kutup, her şeyin onun etrafında döndüğü noktadır - yani kendiliğin bir başka sembolü. Simya ayrıca şu benzetmeyi yapar: “Gerçek ateş Mercurius’un kalbi, ustasının dinlendiği Kutup’tadır. Bu engin denizde yönünü... Kutup yıldızına göre belirler”. Mercurius, dünya-ruhudur ve Kutup da onun kalbidir. Anima mundi düşüncesi (şekil 91; bkz. şekil 8) merkezi kendilik olan ortak bilinçdışıyla örtüşün Denizin sembolü bilinçdışı için bir başka semboldür.

  1. Görsel İfade:

  1. Bir dairenin içinde sola doğru yuvarlanan sarı toplar.

  2. Bir dairenin içinde dönüş, 21. rüyayı hatırlatıyor (par. 198).

  1. Rüya:

  1. Yaşlı bir usta, yerde kırmızıyla aydınlanmış bir noktayı işaret ediyor.

  2. Philosophus ona “merkezi” gösteriyor. Kırmızılık simyadaki rubedo gibi, genellikle işin tamamlanmasının hemen öncesinde olan şafak vakti anlamına gelebilir.

  1. Rüya:

  1. Sisin arasından güneş gibi sarı ama loş bir ışık beliriyor. Merkezden dışarıya sekiz ışın saçılıyor. Burası nüfuz etme noktası: Işığın delip geçmesi gerekiyor ama tam olarak başarılı olamamış.

  2. Rüya sahibinin kendisi, nüfuz etme noktasının 40. rüyadaki Kutupla özdeş olduğunu fark etti. O zaman tahmin ettiğimiz gibi, mesele artık sarıya dönen güneş. Ama ışık hâlâ loş, ki bu da muhtemelen yeteri kadar anlayamamak demek oluyor. “Nüfuz etme”, bir karar vermeye çalışma çabasını ifade eder. Simyada sarı (citrinitas) sık sık rubedo yla örtüşür. “Altın”, sarı ya da kızılımsı sarıdır.

Şekil 91 Anima Mundi. -Thurneisser zum Thum, Quinta essentia (1574)


  1. Rüya:

  1. Rüya sahibi hareketsiz durması gereken, duvarlarla çevrili kare bir bölgede. Burası Lillıputyalılar (ya da çocuklar?) için

bir hapishane. Onlardan kötü bir kadın sorumlu. Çocuklar hareket etmeye ve duvarların çevresinde dönmeye başlıyor. Rüya sahibi koşup kaçmak istiyor ama yapamıyor. Çocuklardan biri bir hayvana dönüşüyor ve rüya sahibini bacağından ısırıyor.

  1. Belirsizlik, anlamayı daha da zorlaştırıyor; nitekim rüya sahibi kendisini hâlâ daha çocukluk durumunda (şekil 95, 96), yani “orantısız” (bkz. 26. rüya, par. 227) ve kötü an- ne-animanın sorumluluğunda olan temenosta. hapsolmuş buluyor. 18. rüyadaki gibi (par. 183) bir hayvan beliriyor ve onu ısırıyor; yani rüya sahibinin kendisini teşhir etmesi ve bedelini ödemesi gerekiyor. Circumambulatio her zamanki gibi merkeze odaklanmak anlamına geliyor. Rüya sahibi bu gerilimli durumu dayanılmaz buluyor ama bir şeyleri çözmüş olmaktan dolayı, “sanki elması elinde tutuyormuşça- sına” yoğun ve memnun edici bir hisle uyanıyor. Çocuklar, Kabir unsurlarını ifade eden cüce motifini temsil ediyor; yani bilinçdışı biçimlendirici güçleri (bkz. aşağıdaki 56. rüya) temsil ediyor ya da aynı zamanda hâlâ onun çocuksu olan durumunu ima ediyor olabilir.

  1. Rüya:

  1. Askerlerin olduğu bir tören alanı. Askerler savaş için hazırlanmıyorlar; sol tarafa doğru dönen sekiz-ışıklı bir yıldız oluşturuyorlar.

  2. Burada önemli nokta, çatışmanın üstesinden gelinmiş gibi görünmesi. Yıldız, bir elmas değil, gökyüzünde de değil; yeryüzünde insanlar tarafından oluşturulan bir şey.

  1. Rüya:

  1. Rüya sahibi, kapalı kare alanda hapsolmuş. Aslanlar ve kötü bir büyücü kadın ortaya çıkıyor.

  2. Rüya sahibi yer altı dünyasına ait hapishaneden çıkamıyor çünkü yapması geren bir şeyi yapmaya hazır değil (Bu çok

önemli kişisel bir mesele, hatta bir görev ve pek çok endişenin kaynağı). Bütün vahşi hayvanlar gibi aslanlar da gizli duyguları ifade ediyor. Aslanın simyada önemli bir yeri vardır ve hemen hemen aynı anlama sahiptir. “Kızgın” bir hayvandır; şeytanın simgesidir ve bilinçdışı tarafından yutulma tehlikesini ifade eder.

  1. Rüya:

  1. Yaşlı bilge adam rüya sahibine yerde, belirli bir şekilde işaretlenmiş bir nokta gösteriyor.

279 Bu büyük ihtimalle rüya sahibinin yeryüzünde ait olduğu yerdir, eğer rüya sahibi kendiliğinin farkına varırsa tabi.


Şekil 92 Zodyakta simya işlemi. - "Ripley Scrowle"(el yazmasından,

1588)

  1. Rüya:

  1. Tamdık birisi yeri kazıp çömlekçinin çarkını ortaya çıkardığı için bir ödül kazanır.

  2. Çömlekçinin çarkı yerde döner (bkz. 45. rüya) ve mecazen “insan bedeni” olarak adlandırabilecek toprak işi (“yeryüzüne ait”) kaplar oluşturur. Yuvarlak olması sebebiyle çark, kendiliği ve ortaya çıkardığı yaratıcı işi ifade eder. Çömlekçi çarkı ayrıca sürekli karşımıza çıkan döngü temasını sembolize eder.

  1. Rüya:

  1. Dönen parlak bir şekil. Dairenin en önemli noktalarında mevsimleri temsil eden resimler var.

  2. Daha önce yer tanımlandığı gibi şimdi de zaman tanımlanıyor. Yer ve zaman herhangi bir tanımın en genel ve en gerekli unsurlarıdır. Zaman ve yerin belirlenmesi en başta vurgulanmıştır (bkz. 7, 8, 9. rüyalar, par. 130-135). Kesin bir yer ve zaman, insanın gerçekliğinin bir parçasıdır. Mevsimler, bir yıl döngüsüne tekabül eden dairenin dörde bölünmesidir (şekil 92). Yıl, ilk insanın sembolüdür (şekil 99, 100, 104). Dönme motifi, daire sembolünün durağan değil hareketli olduğunun düşünüldüğünü belirtir.

  1. Rüya:

  1. Bilinmeyen bir adam rüya sahibine değerli bir taş verir ama bir apaçi çetesi tarafından saldırıya uğrar. Koşarak uzaklaşır (kabus) ve kaçmayı başarır. Bilinmeyen kadın ona daha sonra, her zaman böyle olmayacağını, bazen ayaklarının yere basması ve kaçmaması gerektiğini söyler.

  2. Belirli bir yere belirli bir zaman eklendiğinde kişi gerçek-

liğe hızla yaklaşır. Mücevher hediyesinin sebebi de budur ama bu aynı zamanda rüya sahibinin karar verebilme gücünü elinden alan, karar verme korkusunun da sebebidir.

  1. Rüya:

  1. Büyük bir gerginlik hissi var. Bir sürü insan kenarında daha küçük dikdörtgenler olan büyük bir merkezi dikdörtgenin etrafında dönüyorlar. Ortada sekiz-ışıklı yıldız var. Daha küçük olan dikdörtgenlerin her birinin ortasına kırmızı, sarı, yeşil ve renksiz su bulunan bir tas konuyor. Su sol tarafa doğru hareket ediyor. Sonra endişe verici şu soru soruluyor: Yeterince su var mı?


  1. Renkler, bir kez daha ön evreye işaret eder. “Endişe verici” soru merkezdeki yıldıza (yani “Çekirdeğe” ya da “öze”; bkz. bir sonraki rüya) erişmek için yeteri kadar yaşam suyu - aqua nostra, enerji, libido - olup olmadığıdır. Merkezi dikdörtgendeki döngü hâlâ daha sola gidiyor; yani bilinç bilinçdışına doğru hareket ediyor. Kısaca merkez hâlâ yeteri kadar aydınlanmamış. Daha küçük olan dikdörtgenlerdeki dörtlülüğü temsil eden sağa doğru hareket, dört işlevin bilinçli hale gelmeye başladığını düşündürüyor. Dört, genellikle gökkuşağının dört rengiyle nitelendirilir. Çarpıcı olan, mavi rengin eksik olması ve kare yer planının birden terk edilmesi. Yatay, dikeyi hiçe sayarak genişlemiş durumda. O halde burada “dengesiz” bir mandalayla karşı

karşıyayız. Eleştiri mahiyetinde söyleyebiliriz ki işlevlerin zıt ayarlanması, karakteristikleri olan kutuplaşmanın anlaşılacağı kadar bilinçli hale gelmemiştir. Yatayın dikey üzerindeki baskınlığı, ben-bilincinin daha üstün olduğunu belirtir ve yükseklik ve derinlik kaybına neden olur.

  1. Rüya:

  1. Dikdörtgen bir dans salonu. Herkes salonun çevresinden sola doğru gidiyor. Aniden şöyle bir emir duyuluyor: “Çekirdeklere!” Ama rüya sahibi önce yan odada biraz fındık kırmaya gitmek zorunda. Sonra insanlar ip merdivenlerle suya iniyorlar.

  2. Meselenin özüne ya da “çekirdeğine” inme vakti gelmiş ama rüya sahibinin küçük dikdörtgende (“yan oda”) - yani dört işlevden birinde - kıracak hâlâ bazı küçük “sert fındıkları” var. Bu arada süreç devam ediyor ve “suya” iniyor. Dikey olan uzatılmış oluyor ve yanhş olan dikdörtgenden, bilincin tam simetrisini ve bilinçdışım bütün psikolojik çıkarımlarıyla birlikte ifade eden kareyi elde ediyoruz.

  1. Rüya:

  1. Rüya sahibi kendini dönen, boş kare bir odada buluyor. Birisi bağırıyor, “Dışarı çıkmasına izin verme, vergiyi ödemeyecek!”

  2. Bu rüya sahibinin kastedilen kişisel meselesinde yeteri kadar kendini-gerçekleştirmediğini ifade eder; ki bu durumda bu kendini-gerçekleştirme bireyleşmenin önemli şartlarından biridir ve dolayısıyla geçiştirilemez. Beklendiği üzere bir önceki rüyada dikeyin hazırlık niteliğinde vurgulanmasından sonra kare artık yeniden kuruluyor. Endişenin sebebi, bilinçdışının (dikey) taleplerinin hafife alınmasıdır; bu durum da kişiliğin düzleştirilmesine (yatay dikdörtgen) sebep olmuş durumda.

  3. Bu rüyadan sonra rüya sahibi dikeyin doğru uzunluğunu, “döngünün” formunu ve renklerin dağılımını belirlemeye çalışarak altı mandala çözümledi. Bu işlemin sonunda şu rüya ortaya çıtı (kısaltmadan veriyorum):

  1. Rüya:

  1. Tuhaf, resmi görünümlü bir eve geliyorum — “Toplanma Evi”. Arkada pek çok mum yanıyor', yukarıya doğru bakan dört nokta olacak şekilde özel olarak düzenlenmişler. Dışarıda, evin kapısında yaşlı bir adam duruyor, insanlar içeriye giriyor. Hiçbir şey söylemiyorlar ve kendilerini içerde toplamak için hareketsizce duruyorlar. Kapıdaki adam, eve gelen misafirlerle ilgili şöyle diyor, “Tekrar dışarı çıktıklarında arınmış olacaklar”. Ben de evin içine giriyorum ve çok iyi konsantre oluyorum. Sonra bir ses şöyle diyor: “Taptığın şey tehlikeli. Din, kadının imgesinden kurtulabilmen için ödeyebileceğin bir vergi değil', çünkü bu imgeden kurtulmak mümkün değildir. Dini, ruhun yaşamının başka bir parçasını ikame etmesi için kullananların başına kötü şeyler gelir; onlar yanlışa düşmüşlerdir ve lanetleneceklerdir. Din bir ikame değildir; nihai tamamlayıcı olarak ruhun diğer etkinliklerine eklenmelidir. Hayatın dolgunluğunun arasından dini öne çıkaracaksın; sadece o zaman kutsanırsın!” Son cümle söylenirken uzaktan bir müzik sesi duyuyorum; bir orgun basit notaları. Bir şey bana Wagner'in Ateş Müziği hi hatırlatıyor. Evden ayrılırken yanan bir dağ görüyorum ve şöyle hissediyorum: “Söndürülmeyen yangın kutsal bir yangındır" (Shaw, St.Joan).


Şekil 93 Üstatların Dağı. Güneş ve ay tarafından aydınlatılan bilgelerin tapınağı ("Toplanma" ya da "Kendilikleri-toplama Evi"), üzerinde Zümrüdüanka kuşunun yükseldiği yedi basamakta duruyor. Tapınak dağda gizlenmiş - felsefe taşının dünyada gömülü olduğunun ve çıkarılıp temizlenmesi gerektiğinin göstergesi. Arka plandaki Zodyak opus'un sürekliliğini sembolize ederken, dört unsur bütünlüğü gösterir. Ön planda gözleri bağlı adam ve doğal içgüdülerini izleyen araştırmacı. - Michelspacher, Çabala (1654)

  1. Rüya sahibi bu rüyanın “güçlü bir deneyim” olduğunu söylüyor. Gerçekten de esrarlı bir özellikte; bu yüzden yeni bir içgörü ve anlayış temsil ettiğini düşünürsek yanılmış olmalıyız. “Ses” genellikle otoriter bir özelliğe sahiptir ve genellikle karar verme anlarında ortaya çıkar.

  2. Ev muhtemelen kareye, “toplanma yerine” tekabül ediyor (şekil 93). Arka plandaki dört parlayan nokta yine dörtlüyü belirtiyor. Arınmayla ilgili yorum tabu bölgenin dönüştürücü işlevini ifade ediyor. “Vergi kaçırma” ile engellenen bütünlük oluşturma, doğal olarak “kadının imgesini” gerektiriyor; çünkü anima olarak kadın bilinçdışına bulaşmış olan dördüncü, “aşağı” işlevi, yani dişili temsil ediyor. “Verginin” ne anlamda ödenmesi gerektiği alt işlevin doğasına ve onun yardımcısına, ayrıca tutum türüne göre değişiklik gösterir. Ödeme somut ya da sembolik olabilir; ama bilinçli zihin, hangi formun geçerli olduğuna karar verecek nitelikte değildir.

  3. Rüya sahibinin, dinin “ruhun yaşamının başka bir parçasını” ikame edemeyeceği düşüncesi, şüphesiz pek çok insan için radikal bir yenilik olacaktır. Buna göre din, bütünlükle eş değerdir; hatta kendiliğin, “yaşamın dolgunluğu” içinde bütünleşmesini ifade eder.

  4. Ateş Müziği’nin - Loki motifi -akordu bozuk değil; çünkü “yaşamın dolgunluğu” ne demek? “Bütünlük” ne demek? Öyle sanıyorum ki burada endişe duymak için her türlü sebep mevcut; çünkü bütün bir varlık olarak insan gölge bırakır. Dördüncü, üçten boş yere ayrılıp sonsuz ateş krallığından boş yere men edilmedi. Tanrı sahih olmayan bir deyişinde şöyle demiyor mu; “Her kim bana yakınsa ateşe de yakındır” (bkz. şekil 58). Bu tarz büyük anlam belirsizlikleri yetişkin çocuklar için değildir — eskilerin He- rakletios’un “karanlık” olarak adlandırılması da bundandır; çünkü çok düz konuşmuş ve hayatın kendisine “ebedi ateş” demiştir. Ve işte bu yüzden duymak isteyenler için sahih olmayan deyişler vardır.


Şekil 94 Etna:"gelat et ardet". - Boschius, Symbolographia (1702)

  1. Ateş Dağı (şekil 94) temasıyla Hanok’un Kitabı’nda da karşılaşmaktayız. Hanok, meleklerin ceza yerinde “sanki ateşle yanan ve büyük dağlar gibi” zincirlenmiş yedi yıldız görür. Aslında yedi yıldız, yedi büyük Babil tanrısıdır ama Hanok’un aydınlanması sırasında yedi Hükümdar, “bu dünyanın” yöneticileri, cezaya çarptırılan günahkar melekler olmuştur. Bu tehditkar temanın aksine Sina Dağı’nda Yehova’nın gösterdiği mucizelere göndermeler vardır. Başka kaynaklara göre ise yedi rakamı hiçbir şekilde kötü değildir; çünkü hayat-veren meyve ağacı yani arbor sapientiae batı topraklarının yedinci dağında bulunur.


Şekil 95 Ludus puerorum. - Trismosin, "Splendor Solis" (el yazmasından, 1582)

  1. Rüya:

  1. içinde önemli noktalarından kırılmış dört fındık olan gümüş bir kase.

  2. Bu rüya, 52. rüyadaki bazı sorunların çözümlendiğini, ama bu çözümün tam olmadığını gösteriyor. Rüya sahibi ulaşılan amacı dörde bölünmüş bir daire, dairenin içindeki her çeyreği de dört farklı renge boyanmış olarak çizdi. Döngü sola doğru. Bu, simetrinin taleplerini karşılasa da, işlevlerin kutuplaşması hâlâ daha anlaşılamamış - en son, çok aydınlatıcı rüyaya rağmen - çünkü resimde kırmızı ve mavi, yeşil ve sarı, birbirinin karşısında olmak yerine yan yanalar. Bundan “gerçekleştirmenin” kısmen felsefi, kısmen de etik güçlü iç dirençle karşılaştığı sonucuna varabiliriz; ki bu direnç kolaylıkla arka plana atılamaz. Rüya sahibinin kutuplaşmayı yeteri kadar anlayamamış olduğu, fındıkların gerçekte hâlâ daha kırılması gerekmesi ve hepsinin birbirine benzemesinden - yani farklılaşmamasından - anlaşılabilir.

  1. Rüya:

  1. Dört çocuk büyük, koyu renk bir çember taşıyor. Yuvarlak boyunca hareket ediyorlar. Karanlık ve bilinmeyen kadın ortaya çıkıyor ve tekrar geleceğim, çünkü bunun gündönümü festivali olduğunu söylüyor.

  2. Bu rüyada 44. rüyadaki unsurlar yine bir araya geliyor: çocuklar ve daha önce günahkar bir cadı olan karanlık kadın. “Gündönümü” dönüm-noktasını ifade ediyor. Simyada eser, sonbaharda tamamlanır ( Vindemia Hermetis). Çocuklar (şekil 95), cüce-tanrılar çemberi getirir - yani bütünlük sembolü hâlâ daha çocuksu yaratıcı güçlerin hakimiyetin- dedir. Çocukların opus alchymicum'â.3, da rol aldığına dikkat edin: Eserin belirli bir kısmına ludus puerorum denir. İşin “çocuk oyunu” kadar kolay olduğu yorumu haricinde bununla ilgili herhangi bir açıklama bulamadım. Bütün üs-

tatların tanıklık ettiği üzere eser çok zor olduğu için bu örtmeceli, belki de sembolik bir tanım olmalı. Dolayısıyla “bebekliğe ait” ve Kabir ve cinlerle temsil edilen bilinçdışı güçlerin işbirliğini ifade ediyor olabilir (cüceler: şekil 96).


Şekil 96 Pigmeler (yardımcı çocuk-tanrılar) - Mısır'dan mekanik bir oyuncağın parçaları

  1. Görsel İfade:

  1. Koyu renk çember, ortasında bir yumurta.

  1. Görsel İfade:

  1. Yumurtanın içinden siyah bir kartal çıkıyor ve gagasıyla çemberi yakalıyor; çember artık altına dönmüş. Sonra rüya sahibi bir gemide ve önde kuş uçuyor.

  2. Kartal yüksekliği ifade eder (Daha önce vurgu derinlikteydi: suya inen insanlar). Kartal bütün mandalayı, onunla birlikte de bir gemide kuşun arkasından yol alan rüya sahibinin bütün kontrolünü elinde tutmaktadır (şekil 97). Kuşlar düşüncedir ve düşünce uçuşudur. Genellikle tem-

sil edilenler fanteziler ve içgörüsel düşüncelerdir (kanatlı Mercurius, Morpheus, periler, melekler). Gemi, rüya sahibini denizde ve bilinçdışının derinliklerinde taşıyan araçtır, insan yapımı bir şey olarak bir sistem ya da yöntemin sembolüdür (ya da bir nevi Hinayana ve Mahayana =Küçük ve Büyük Taşıt, Budizm’in iki ekolü). Düşünce uçuşu, ilerler ve ayrıntılar onu takip eder, insan cennete bir tanrı gibi giremez; sonradan aklına gelen yansıtıcı düşüncelerle aşağıdan gitmesi gerekir. Kartal - Zümrüdüanka, akbaba ve kuzgunun eş anlamlısı - simyada iyi bilinen bir semboldür. Lapis, repis (iki kısmın bileşimidir; Sol ve Luna’nın karışımı olması sebebiyle hermafrodittir)bile sık sık kanatlarla temsil edilir (şekil 22, 54) ve içgörü veya ruhsal (kanatlı) potansiyeli ima eder. Son çare bu semboller, kendilik dediğimiz bilinç-sınırını aşma gerçeğini ifade eder. Bu görsel ifade daha çok bir gelişim sürecinin görüntüsüdür çünkü kişiyi bir sonraki aşamaya götürür.


Şekil 97 Gemiyle "Büyük Yolculuk". Havada iki kartal, zıt yönlerde uçar; bu da bütünlük arayışındaki bir ruhani yolculuğu ifade eder.


Şekil 98 İçinden ruhani ve dünyevi taçları takmış iki kartalın çıktığı felsefe yumurtası. - Codex Palatinus Latinus 412 (XV. yüzyıl)

  1. Simyada yumurta, usta tarafından kavranan kaosu, tutsak dünya-ruhunu içerenprima materiay sembolize eder. Yuvarlak pişirme-kabıyla sembolize edilen yumurtanın içinden, kartal ya da Physis’in kollarında tutsak kalan Anthropos’la özdeş Zümrüdüanka, yani azat edilmiş ruh çıkacaktır (şekil 98).


Şekil 99 Lapis'\n zaman-sembolü: haç ve Evanjelist simgeler, İsa'yla olan benzerliğini gösteriyor. -Thomas Aquinas (takma ad), "De alchimia"(el yazmasından, XVI. yüzyıl)

III. DÜNYA SAATİ GÖRÜSÜ

  1. "Büyük Görü"

  1. Dikey ve yatay birer daire, bunların da ortak bir merkezi vardır. Bu dünya saatidir. Siyah kuş tarafından desteklenir.

Dikey daire mavi bir plaktır ve beyaz kenarları 4x8=32 parçaya bölünmüştür. Üzerinde bir ibre döner.

Yatay daire dört renk içerir. Üstünde sarkaçlı dört küçük insan durur ve etrafında bir zamanlar koyu renk (daha önce çocukların taşıdığı), ama artık altın olan çember çevrilidir.

“Saatin” üç ritim ya da vuruşu vardır:

  1. Küçük vuruş: Dikey mavi plak üstündeki ibre 1/32 ilerler.

  2. Orta vuruş: ibrenin bir tam dönüşü. Aynı zamanda yatay daire 1/32 ilerler.

  3. Büyük vuruş: 32 orta vuruş, altın çemberin bir tam dönüşüne eşittir.

  1. Bu çok önemli rüya, rüya sahibinin üzerinde çok derin ve kalıcı bir iz bırakmış; kendisinin deyimiyle “çok yüce bir uyum” izlenimi. Dünya saati pek tabii Kabir’le özdeş “katı imge” olabilir; yani sarkaçları olan dört çocuk ya da küçük adam. Bu üç boyutlu bir mandala - gerçekleştirmeyi sembolize eden cismani şekilli bir mandala (ne yazık ki medikal tedbirler sebebiyle biyografik detaylar veremiyorum. Bu gerçekleşmenin vuku bulduğunu söylemek yeterli olacaktır). Bir insan gerçekte ne yaparsa o olur.

  2. Bu ilginç figürün neden “çok yüce bir uyum” izlenimi bıraktığını anlamak bir bakıma çok zordur; ama tarihsel malzemeye baktığımızda biraz anlaşılır hale gelir. Konuya tamamen hakim olmak zordur çünkü imgenin anlamı son derece belirsizdir. Eğer anlam kapalıysa, şekil ve rengin de estetikle hiçbir ilgisi yoksa ne anlama yeteneğimiz ne de güzellik anlayışımız tatmin olur; “çok yüce bir uyum” izlenimine neyin neden olduğunu anlayamayız. Sadece ta-

mamen farklı ve uyumsuz şeylerin burada iyi bir şekilde bir araya geldiğini ve bilinçdışının “amaçlarını” en yüksek derecede fark eden bir imge oluşturduğunu varsayabiliriz. O halde diyebiliriz ki imge, şu ana kadar kendisinin sadece tutarsız yanlarını açığa çıkarabilmiş, başka türlü bilinmeyecek psişik bir gerçeğin mutlu bir ifadesidir.

  1. İzlenim aslında aşırı soyuttur. Önemli fikirlerden biri, iki çok türlü sistemin tek bir ortak merkez paylaşarak kesişmesi gibi görünmektedir. O halde daha önceki gibi merkezle çevresinin, psikenin ve sonuç olarak kendiliğin bütünlüğünü temsil ettiği varsayımıyla başlarsak o halde figür bize iki çok türlü sistemin kendilikte kesiştiğini, kurallı bir biçimde ve “üç ritimle” yönetilen işlevsel bir ilişki içinde birbirlerinden ayrılmadıklarını söyler. Tanım itibarıyla kendilik, bilinçli ve bilinçdışı sistemlerin merkez ve çevresidir; fakat işlevlerinin üç ritimle düzenlenmesi, kanıt- layamayacağım bir şeydir. Yine de göndermenin fazlasıyla haklı olduğundan şüphem yok. Yapabileceğim tek kıyaslama Giriş bölümünde bahsedilen üç kural olacaktır. Bu üç kurala göre dört unsur birbirine dönüştürülür ya da özün özünde birleştirilir:

  1. kural: toprak suya

  2. kural: su havaya

  3. kural: hava ateşe.

  1. Mandalamızın, simya hermafroditi analojisindeki eril teslis ve dişil dörtlü de dahil olmak üzere mümkün olan en tam zıtların birliğini arzu ettiğini varsayarsak yanılmış olmayız.

  2. Figürün kozmik bir yanı - dünya saati - olduğu için bunun küçük ölçek bir model, hatta yer-zaman kaynağı ya da bu kaynağın cisimleşmiş hali; dolayısıyla da matematiksel konuşacak olursak sadece üç boyutlu yansıtmalarda görülebilir olsa da tabiatı bakımından dört boyutlu olduğunu düşünebiliriz. Bu argümanla uğraşmak istemiyorum; çünkü bu tarz bir yorum benim kanıtlama gücümün ötesinde.

  3. Otuz iki vuruş, 4 ile 8’in çarpılmasından türemiş olabilir; çünkü tecrübelerimizden bildiğimiz üzere bir mandalanın merkezinde bulunan dörtlü genellikle 8,16, 32 ya da çevreye uzatıldığında daha fazla olur. 32 rakamı Kabalada önemli bir rol oynar. Sefer Yetzirah't^. (1:1) şunu görürüz: “Yehova, Sahiplerin Efendisi, İsrail’in Tanrısı, dünyanın yaşayan Tanrı ve Kralı... ismini otuz iki gizemli bilgelik yoluna kazımıştır”. Bunlar “on bağımsız rakam \Sej>hiroth\ ve yirmi iki temel harf içerir” (1:2). On rakamın anlamı şudur: “1: Yaşayan Tanrının ruhu; 2: ruhtan ruh; 3: ruhtan su; 4: sudan ateş; 5-10: yükseklik, derinlik, Doğu, Batı, Güney, Kuzey”. Cornelius Agrippa, “eğitimli Yahudiler 32 rakamını Bilgeliğe atfederler; çünkü pek çoğu Abram tarafından tarif edilen Bilgelik yollarıdır” der. Franck, 32 ve kabalacı teslis (Kether, Binah, Hokhmah) arasında bir bağlantı kurar: “Bu üç kişi var olan her şeyi kendilerinde içerir ve birleştirir; karşılığında Beyaz Baş’ta, Günlerin Eskisi’nde birleştirilirler; çünkü o her şeydir ve her şey de odur. Bazen tek bir baş olan üç başla temsil edilir; bazen de birliğini hiç bozmadan üçe bölünen ve bütün bedene otuz-iki çift sinir boyunca yayılan beyine benzetilir; tıpkı Tanrının evrene otuz iki mucizevî yoldan yayılması gibi”. Bu otuz iki “canales occulti”den, Hokhmah’a “hepsinden en üstün, hepsini kucaklayan yol” diyen Knorr von Rosenroth tarafından da Eyüp un otoritesiyle ilgili olarak bahsedilir: “Hiçbir kuşun bilmediği ve hiçbir akbabanın görmediği bir yol var” (28:7). Allendy, sayı sembolizmiyle ilgili yaptığı çok değerli açıklamada şöyle yazar: “32... organik dünyada ortaya çıkan farklılaşmadır; yaratıcı oluşum değil, daha ziyade yaratıcının biçimlendirmiş olduğu yaratılmış farklı şeylerin plan ve düzenlenmesidir - 8x4 un sonucu olarak.. ,” Kabalacı 32 sayısının, Buda-çocuğunun otuz iki uğurlu işaretiyle (jnahavyanjana) aynı olup olmadığı şüphelidir.


Şekil 100 Evleri, zodyakı ve gezegenleri gösteren horoskop. - Erhard Schoen tarafından Leonhard Reymann takviminin doğuşu için yapılan gravür (1515)

  1. Tarihsel malzemeye dayalı yoruma göre daha iyi bir konumdayız; en azından figürün genel yanları açısından. Öncelikle elimizin altında üç kıtanın bütün mandala sembolizmi var. ikinci olarak da mandalanın belirli zaman sembolizmi var; çünkü bu, özellikle de Batıda astrolojinin etkisi altında gelişmiştir. Horoskopun kendisi (şekil 100) karanlık merkezi, “evler” ve gezegenleriyle sola doğru bir ârcumambulatio ile birlikte bir mandaladır. Kilise sanatı mandalaları, özellikle de yüksek mihrabın önündeki zemin ya da kilisenin yan taraflarının altındakiler Zodyak hayvanlarını ya da yıllık mevsimleri sıklıkla kullanırlar. Bununla alakalı bir başka fikir de İsa’nın, sabit kutbu ve yaşamı olduğu Kilise takvimiyle özdeşliğidir. İnsanlığın Oğlu, kendilik düşüncesinin beklentisidir (şekil 99): Dolayısıyla, Hyppolitus tarafından kaydedildiği üzere, Naasenilerin yanı sıra benliğin başka eş anlamlılarının kullanılmasıyla yapılan Gnostik İsa aldatmacasının. Ayrıca Horus sembolizmiyle de bir bağlantı vardır: İsa, evanjelistlerin dört amblemiyle tahta çıkarılmıştı - üç hayvan ve bir melek (şekil 101); Baba Horus da dört oğluyla ya da Osiris, Ho- rus’un dört oğluyla temsil edilirdi (şekil 102). Horus aynı zamanda r]X.ıoç âvaTokfjç (yükselen güneşti) , İsa’ya da erken Hıristiyanlar hâlâ o şekilde tapmaktaydı.

  2. Dante’den bağımsız olarak 1330 ve 1355 yılları arasında üç “pelerinages” oluşturan (Les Pelegrinages de la vie huma- ine, de l'âmeye. de Jesus Christ)2 Normandiyah şair Guil- laume de Digulleville’nin yazılarında önemli bir benzerlik buluyoruz. Pelerinages de l'amevn. son kıtası Cennet’in bir

görüsünü içerir; Cennet’in yedi büyük katmanı vardır ve her birinin yedi tane daha küçük katmanı vardır. Bütün katmanlar döner ve bu harekete siecle (seaculum) denir. Gökyüzündeki siecle ler dünyadaki asırların prototipidir. Şaire rehberlik eden melek şöyle açıklar: “Kutsal Kilise dualarını in saecula seaculorum (sonsuza dek) ile sonlandırdı- ğında aklında olan dünyevi zaman değil, ebediyettir”. Aynı zamanda si'ecle\çx, kutsanmışların yaşadığı yuvarlak bölgelerdir. Siecles ve cieux aynıdır. Gökyüzünün saf altından en yüksek bölgesinde Kral, güneşten daha çok parlayan yuvarlak bir tahtta oturur. Değerli taşlardan bir couronne etrafını sarmıştır. Onun yanında kahverengi kristalden yapılmış yuvarlak bir tahtta, günahkarlar için aracılık eden Kraliçe oturur (şekil 103).


Şefc/7 101 Dört evanjelistin sembolleriyle çevrilmiş, mandorlada oturan İsa. - Fresk, Saint-Jacques-des-Guerets Kilisesi, Lo- ir-et-Cher, Fransa.


Şekil 102 Horus'un dört oğlu ve nilüfer çiçeğiyle Osiris. - Budge, The Bookofthe Dead.

  1. “Altından gökyüzüne doğru gözlerini çevirince seyyah, üç adım karşıda muhteşem bir daire gördü. Altın gökyüzünün bir noktasından çıkmış, bir noktasından tekrar giriyor ve gökyüzünü boydan boya geziyordu”. Bu daire safir-rengin- dedir. Çapı üç adım uzunluğunda, küçük bir dairedir ve besbelli ki yuvarlanan bir plak gibi büyük yatay bir daire şeklinde hareket eder. Bu büyük daire, gökyüzünün altın dairesiyle kesişir.

  2. Guillaume bu görüyle büyülenmişken birden morlara bü-

rünmüş, altın taçlar ve kemerlerle üç ruh belirir; altın gökyüzüne girer. Meleğin ona söylediğine göre bu an une fete, yeryüzündeki bir kilise festivaline benzer:

Ce cercle que tu vois est le calendrier Qui en faisant son tour entier, Montre des Saints les journees Quiand elleş doivent etre fetees.

Chacun en fait le cercle un tour,

Chacune etolle y est pour jour, Chacun soleil pour l'espace De jours trente ou zodiaque.

(Bu daire bir takvimdir

Güzergahının etrafında dönerek

Her bir azizin ziyafet gününü

Ve ne zaman kutlanması gerektiğini gösteren.

Her aziz bütün yolu bir kere döner,

Gördüğün her yıldız bir günü temsil eder, Ve her güneş zodyakta Otuz günü simgeler.)

  1. Üç figür, ziyafet günleri şimdi bile kutlanan azizlerdir. Altın göğe giren daire üç adım enindedir ve aynı şekilde birdenbire içeri giren üç figür vardır. Bu üç figür, tıpkı takvimin dairesi gibi ebediyetteki zamanı sembolize eder (şekil 104). Peki bunun çapı neden üç adım olmak zorundadır ve neden üç figür var, bu bir gizem olarak kalır? Aklımızdan geçen şey, doğal olarak görümüzdeki, mavi plaka üzerinde hareket eden ve tıpkı takvim-dairesinin altın göğe girdiği gibi sisteme açıklanamaz bir şekilde giren ibrenin sebep olduğu üç vuruştur.

  2. Rehber, Guillaume’u kutsal tarihe de göndermeler yaparak zodyak burçlarının önemi hakkında bilgilendirmeye devam ediyor ve on iki balıkçının ziyafetinin Balık burcunda, on ikisinin de Baba-Oğul-Kutsal Ruh önüne çıktığında kutlanacağı yorumuyla bitiriyor. O anda Guillaume, Teslis’in

önemini hiç anlamamış olduğunu fark ediyor ve melekten bir açıklama istiyor. Melek şöyle cevaplıyor: “Peki, başlıca üç renk vardır; yeşil, kırmızı ve altın rengi. Bu renkler dalgıçların ipekli harelerinde ve tavus kuşu gibi bazı kuşların tüylerinde bir arada görülür. Uç rengi bir yapan yüce Kral, bir maddeyi de üç yapamaz mı?” Asil renk, yani altın rengi Baba olan Tanrıya atfedilir; kırmızı da Oğula; çünkü Oğul kanını dökmüştür; Kutsal Ruha da yeşil, “la couleur qui verdoye et qui reconforte”. Bunun üzerine melek Guillaume’u daha fazla soru sormaması konusunda uyarır ve yok olur. Şair uyanır ve kendini yatağında güvende bulur; Pelerinage de l'âme de sonlanmış olur.


Şe/c/7 703 Sponsus et sponsa. - Stefano da Sant'Agnese'nin Polittico con Hncoronazione'sinden bir detay (XV. yüzyıl)


Şekil 104 Baba ve zodyakı yaratan Logos olarak Tanrı. - Peter Lom-
bard,"De sacramentis"(el yazmasından, XIV. yüzyıl)


Şekil 105 Yıldızlı gökyüzünü temsil eden Meryem Ana. - "Speculum
humanae saluacionis" (el yazmasından, XV. yüzyıl)

  1. Sorulacak bir soru daha vardır: “Üç var; ama dördüncü ner- de?” Mavi neden yok? Bu renk, rüya sahibinin “orantısız” mandalasında da yoktu (par. 287). İlginçtir ki altın daireyle kesişen calendrier mavidir; üç-boyutlu mandaladaki dikey plak da öyle. Dikeyi temsil eden mavi rengin yükseklik ve derinlik olduğunu (yukarıdaki mavi gökyüzü, aşağıdaki mavi deniz) ve dikeydeki herhangi bir daralmanın kareyi dikdörtgene indirgeyeceğini, dolayısıyla bilinçle bir şişmeye sebep olacağını varsayabiliriz.0 halde dikey, bilinçdı- şına tekabül edecektir. Ancak bir erkeğin bilinçdışının dişil karakteristikleri vardır ve Mavi, Meryem’in kutsal pelerininin rengidir (şekil 105). Guillaume, Teslis ve royün üçlü yanlarına kendini o kadar kaptırmıştır ki reyne'yi unutmuştur. Faust ona şu sözlerle dua eder: “Dünyanın Yüce Sahibesi! Bırak da gökyüzü boyunca uzanan mavi örtünün içindeki sırrını göreyim”.

  2. Gökkuşağı renkleri dörtlüsünde mavinin eksik olması, rengin dişil doğası sebebiyle Guillaume için kaçınılmazdı. Ancak kadın gibi anima da bir erkeğin yüksekliği ve derinliği anlamına gelir. Mavi dikey daire olmadan mandala cisimsiz, iki boyutlu, tamamen bir soyutlama olarak kalır. Burada gerçekliği oluşturan sadece zaman ve mekanın müdahalesidir. Bütünlük - Faust’un ömrü boyunca aradığı an - sadece bir anlığına fark edilir.


Şekil 106 "Ayın yaşam iksiri" - Codex Reginensis Latinus 1458 (XVII. yüzyıl)

  1. Guillaumedaki şair, Kral’a dünyevi kahverengi kristalden yapılmış bir tahtta oturan bir Kraliçe verdiğinde, inanışa ters düşen gerçekle ilgili bir sezgisi olmalı. Çünkü Dünya olmadan gökyüzü nedir ki? Ve Kraliçe insanın karanlık ruhu için araya girmese, insan nasıl tamamlanabilir? O [kraliçe] karanlığı anlar; çünkü tahtını - dünyayı - gökyüzüne beraberinde götürmüştür. Eksik olan maviyi altına, kırmızıya ve yeşile ekleyerek uyumlu bütünü tamamlar.

  1. KENDİLİĞİN SEMBOLLERİ

  1. “Dünya saati” görüsü, nesnel psike sembollerinin gelişiminde ne son ne de en yüksek noktadır; ama malzemenin, dört yüz rüya ve görü içeren üçte birini sonlandırmıştır. Bu dizi önemlidir çünkü pek çok bireysel vakadan çok önceleri gözlemlemiş olduğum psişik bir gerçeğin ilginç bir şekilde tam bir tanımını vermektedir. Sadece nesnel malzemenin tamamlanmasına değil, bize bilinçdışının işleyişini adım adım izleme şansı verdiği için rüya sahibinin muhakeme yeteneğine ve dikkatine de minnettarız. Bu sentezin sorunlu gidişatı, burada değindiğim 59 rüyanın içine serpiştirdiğim 340 rüyanın hepsini ele almış olsaydım daha da tam olacaktı. Ne yazık ki bu imkansızdı; çünkü rüyalar bir ölçüde kişisel hayattaki yakınlıklarla ilgili oluyor ve gizli kalması gerekiyor. Ben de kendimi kişisel olmayan malzemeyle sınırlamak zorunda kalıyorum.

  2. Umarım kendilik sembollerinin gelişimine ve fiili deneyimlerden alman bütün malzemelerin özünde bulunan ciddi zorluklara biraz da olsa ışık tutabilmişimdir. Tam bir açıklama için gereken karşılaştırmalı malzemenin de çok daha fazla olabileceğinin tamamen farkındayım. Ancak, açıklamaları gereksiz yere uzatmamak adına çok ihtiyatlı davrandım. Sonuç olarak amaca yönelik çok şey var; ama bu yüzeysellik olarak görülmemeli. Düşüncelerim için bolca kanıt sunabilecek konumda olduğuma inanıyorum; ama bu oldukça karmaşık konuda da son sözü söylediğimi düşündüğüm izlenimini vermek istemiyorum. Bilinçdışının rastgele açığa çıkardığı şeyleri ilk kez ele almadığım doğru. Daha önce de bir kere Symbole der Wandlung kitabımda bunu yaptım ama orada sorun ergenlikte nevrozdu; ama bu, daha geniş bir bireyleşme sorunu. Dahası söz konusu kişilikler arasında önemli ölçüde farklılıklar var. İlk elden hiç görmediğim birinci vaka ruhsal felaketle, yani psikozla sonuçlandı; ama şu anki vaka, zeki insanlarda gözlemlediğim normal bir gelişim sergiliyor.

  3. Burada asıl önemli olan şey, merkez sembolünün tutarlı gelişimi. Bilinçdışı sürecin bir merkez etrafında yuvarlak hareket ettiği ve yavaş yavaş yakınlaştığı, merkezin özelliklerinin de gittikçe daha belirgin bir hal aldığı hissinden kurtulmamız zor. Belki de bunu başka bir şekilde ifade edip - gerçekte bilinmeyen - merkezin, bilinçdışının farklı malzeme ve süreçlerini çeken bir mıknatıs görevi gördüğünü ve yavaş yavaş onları kristal bir kafeste esir aldığını söyleyebiliriz. Bu sebeple merkez (diğer vakalarda) ağında duran bir örümcek olarak resmedilmiştir (şekil 108); özellikle de bilinçli tutum, bilinçdışı süreçlerle domine edildiği zamanlarda. Ancak bizim vakamızda olduğu gibi sürecin yoluna devam etmesine izin verilirse, kendini sürekli yenileyen merkezi sembol, Bernoulli’nin kitabelerinin spiralle ilgili söylediği “Eadem mutata resurgo” gibi istikrarlı ve sürekli bir şekilde kişisel psikenin kaosuna ve engellerine girecektir. Buna göre, örneğin yaratıcı noktanın, yani yumurtanın etrafına dolanmış yılan gibi genellikle merkezin spiral temsillerini görürüz.



Şekil 107 Kurtarıcıyı taşıyan Bakire.,-"Speculum humanae saluacio- nis" (el yazmasından, XV. yüzyıl)


Şekil 108 Etrafı Uroboros'la çevrili Maya. Brahman deyişler içeren bir koleksiyonun resimli ilk sayfasından tahrip olmuş bir nakış

  1. Aslında yaşamı zorlaştıran bütün kişisel engeller ve talih değişimleri çekinceler, çekingenlikler, bu tuhaf ve tekinsiz kristalleşme sürecinin sonucuyla yüzleşmemek için üretilen küçük sorunlar ve bahanelerden başka bir şey değildir. Zaman zaman kişisel psikenin büyülenmiş ve korkmuş, sürekli uçuş halinde ve istikrarlı bir şekilde yakınlaşan utangaç bir hayvan gibi bu merkezi noktanın etrafında koştuğu izlenimi ediniriz.

  2. Umarım “merkezin” ne olduğunu bildiğime dair bir yanlış anlaşılmaya sebep olmamışımdır - çünkü merkezin ne olduğu bilinemez ve deneyimle öğrenilebilen her nesnede olduğu gibi kendi fenomenolojisi içinde sembolik olarak ifade edilebilir. Merkezin pek çok özelliği arasında benim baştan beri en çok dikkatimi çeken dörtlü algısıydı (şekil 109). Bunun bir pusulanın dört noktası ya da buna benzer bir sorun olmadığı, dört ve üç arasında genellikle bir yarış olduğu gerçeğiyle kanıtlanıyor. Ayrıca, beş-ışınlı manda- lalar simetri eksikliği sebebiyle anormal olarak nitelendiril- seler de, daha nadir olarak dört ve beş arasında da bir yarış

var. Dolayısıyla dört üzerinde daha fazla bir diretme, ya da dördün istatistiksel olarak daha fazla ihtimali var gibi. Şimdi, fiziksel organizmanın esas bileşeninin dört valansla nitelendirilen karbon olması ilginç bir “doğa sporu”. Ayrıca elmasın da bir karbon kristali olduğu bilinen bir şey. Karbon siyah - kömür, granit - ama elmas “en saf su”. Dört fenomeni, nesnel psikenin rastgele bir ürünü değil de bilinçli zihnin poetik bir düşüncesi olsaydı, bu tarz bir kıyaslama yapmak entelektüel bir zevksizlik olurdu. Rüyaların bir dereceye kadar kendi kendini telkinden etkilendiğini varsaysak bile - ki bu durumda doğal olarak formlarından ziyade anlamları söz konusu olurdu - rüya sahibinin bilinçli zihninin bilinçdışına dörtlü kavramını zorla sokmak için ciddi bir çaba sarf etmiş olduğunun kanıtlanması gerekirdi. Ancak gözlemlediğim pek çok vakada olduğu gibi bu vakada da bu ihtimal, pek çok tarihsel ve etnolojik benzerlerinin olması dışında söz konusu bile değil (Şekil 110; ayrıca bkz. şekil 50, 61-66, 82,109). Bu gerçekleri göz önünde bulundurduğumuzda en azından bence kendisini dörtlü vasıtasıyla ifade eden psişik bir unsur olduğu sonucuna varıyoruz. Bunun için spekülasyon ya da hayal gücüne gerek yok. Eğer merkeze “kendilik” demişsem bunu, ampirik ve tarihsel verileri uzun uzadıya ve dikkatle değerlendirdikten sonra yaptım. Materyalist bir yorumlama “merkezin” “sadece” psikenin bilinemez olduğu nokta olduğunu, çünkü psikenin orada vücutla bütünleştiğini söyleyebilir. Zihinsel bir yorum ise bu “kendiliğin”, hem ruh hem de vücudu harekete geçiren ve o yaratıcı noktada zaman ve mekana zorla giren “ruh” olduğunu ifade edebilir. Ben bütün bu fiziksel ve metafıziksel spekülasyonlardan kaçınıp kendimi ampirik gerçekler oluşturarak mutlu ediyorum; ve bu bence insan bilgisinin ileri gitmesi için son moda entelektüel düşkünlüklerden ya da züppe “dini” öğretilerden çok daha önemlidir.



Şekil 109 Sembolleriyle dört evanjelist ve cennetin dört nehri. Merkez, Ezekiel'in tekerlekleri ve "tekerleklerde bulunmuş olan"spiritus vitae. (Ezek. 1:21). - Bir evanjelist ayin kitabındaki minyatür, Aschaffenburg (XIII. yüzyıl)

Şekil 110 Navajo Yerlilerinin kum-resmi. - Etnolojik çizim.


  1. Deneyimlerime dayanarak söyleyebilirim ki burada nesnel psikedeki çok önemli “çekirdek süreçlerle” karşı karşıyayız - amaç-yönelimli psişik sürecin hiçbir dış uyaran olmaksızın kendi kendine başlayan “amacın imgeleri”. Haricen tabii ki belirli bir psişik ihtiyaç, bir açlık durumu vardır ama bu açlık tanıdık, sevilen yemekleri arar ve asla bilince yabancı, tuhaf bir yemeği amaç edinmez. Bu psişik ihtiyacı çağıran amaç, iyileştirmeye, bütünleştirmeye söz veren imge ilk başta bilinçli zihin için tamamen tuhaf bir şeydir; bu yüzden çok büyük zorluklarla bilince giriş yapabilir. Elbette bu tarz amaçların dogmatik geçerliliğinin olduğu bir zaman ve çevrede yaşayan insanlar için bu oldukça farklıdır. O halde bu imgeler bilince direnirler ve bilinçdışı, kendini tanıdığı ve böylece bilinçli zihnin güçlerine katıldığı gizli yansıtmada gösterilir.

  2. Mandala motifinin kökenleriyle ilgili soruna bakarsak, yüzeysel bir bakış açısıyla, bu sorun rüya-dizilerinin süresi boyunca yavaş yavaş ortaya çıkıyor gibi görünüyor. Ancak gerçek şu ki, bu köken gittikçe daha da belirgin ve giderek daha fazla farklılaşmış bir formda ortaya çıkıyor; aslında mandala her zaman vardır ve hatta ilk rüyada bile göründü - peri “Biz hep ordaydık; sadece sen fark etmedin” dediğinde. Bu sebeple a priori bir “tip” ile, ortak bilinçdışının özünde bulunan ve bireyin doğum ve ölümünün ötesinde olan bir arketipten bahsediyor olmamız hayli olasıdır. Ar- ketip “ebedi” bir varlıktır ve tek soru, bunun bilinçli zihinle kavranıp kavranamayacağıdır. Eğer mandala motifinin an- laşılırlığı ve sıklığının, rüya-dizisi sırasında oluşmasından ziyade zaten var olan bir “tip’in doğru algılanmasından kaynaklandığını düşünürsek sanırım daha doğru ve gözlemlenmiş gerçekleri daha iyi açıklayan bir hipotez oluşturmuş oluruz287. Bu ikinci varsayım kişiliği örnekleyen şapka, etrafı çeviren yılan ve perpetuum mobile gibi temel düşüncelerin en başta (ilk rüya-dizisi: 1. rüya, par. 52 ve 5. görü, par. 62; ikinci dizi: 9. rüya, par. 134) ortaya çıktığı gerçeğiyle ters düşmektedir.

  3. Eğer mandala motifi bir arketipse, ortak bir fenomen olması gerekir; yani teorik olarak herkeste görülmelidir. Ancak pratikte belirgin şekillerde sadece birkaç vakada görülür; buna rağmen bu, her şeyin onun etrafında döndüğü

287 Eğer 400 rüyayı, her birinde 50 rüya olan 8 guruba bölersek, şu sonuçlan elde ederiz:

I

6 mandala

V

11 mandala

II

4 mandala

VI

11 mandala

III....

2 mandala

VII

11 mandala

IV

9 mandala

VIII

17 mandala

Yani rüya-dizileri boyunca mandala motiflerinin varlığında ciddi bir artış gerçekleşmiştir.

gizli bir kutup işlevi görmesini engellemez. Son bir inceleme olarak her yaşam bütünün, yani kendiliğin gerçekleştirmesidir; bu sebeple de gerçekleştirmeye “bireyleşme” de denebilir. Bütün yaşam, onu fark eden bireysel taşıyıcılara bağlıdır ve onlar olmadan anlaşılmazdır. Ancak her taşıyıcının kendine ait bir kaderi ve sonu vardır, ve sadece bunları fark etmek bile hayata anlam katar. Gerçi “anlam”, bazen “anlamsız” denebilecek bir şey; çünkü varlığın gizemiyle insan anlayışının sınırları arasında bir orantısızlık mevcut. “Anlam” ve “anlamsızlık”, bize mantıklı ve geçerli bir yön duygusu veren insan-icadı etiketler.

  1. Tarihteki benzerliklerin gösterdiği gibi mandala sembolizmi, sadece ilginç ve merak uyandırıcı değildir; aynı zamanda bunun düzenli bir hadise olduğunu da söyleyebiliriz. Öyle olmasaydı kıyaslama yapabileceğimiz malzeme olmazdı. Consensus gentium\m nesnel psikenin işleyişlerine eklediği büyük önemi bize gösteren de zaten dünyanın her bir köşesinden ve tüm zamanlardan elde edilen kıyaslama- lı malzeme imkanı olmasıdır. Bu, onları küçümsememek için yeterli bir sebeptir ve benim şahsi tıbbi deneyimim de bunu doğrulamıştır. Elbette her şeyi ciddiye almanın bilimsel olmadığını düşünen insanlar var; entelektüel oyun bahçelerinde, daha ağır şeylerle rahatsız edilmek istemiyorlar. Ama insanların değerler konusundaki hislerini dikkate almayan doktor büyük bir hataya düşer ve eğer doğanın gizemli ve anlaşılmaz işleyişlerini sözde bilimsel tutumuyla düzeltmeye çalışırsa, kendi sığ sofistliğini doğanın iyileştirici işlevlerinin yerine koymuş olur. Gelin eski simyacıların bilgeliğine kulak verelim: “Naturalissimum et perfectissimum opus est generare tale quale ipsum est'.


Şekil 111 Cauda pavonis, bütünlüğü sembolize eden, bütün renkle-
rin bileşimi. - Boschius, Symbolographia (1702)

KAYNAKÇA

A. ÇEŞİTLİ YAZARLARA AİT SİMYAYLA İLGİLİ ÇALIŞMALARIN DERLEMELERİNİ İÇEREN SAYILAR

ARS CHEMICA, quod sit licita rede exercentibus, probationes dodissimorum iu- risconsultorum... Argentorati [Strazburg], 1566.

Bu ciltte alıntılanan içerikler:

ii Tabula smaragdina [s. 32-33]

ARTIŞ AURIFERAE quam chemiam vocant... Basileae [Basel], [1593], 2 cilt.

Bu ciltte alıntılanan içerikler:

CİLTI

  1. Turbo philosphorum [iki versiyon: s. 1-64,65-139]

vii Maria Prophetissa: Practica... in artem alchemicam [s. 319-324]

  1. Rosarium philosophorum [s. 204-384; s. 246 vd. “ Visio Arislei”nin ikinci versiyonunu içermektedir]

mangetus, Joannes Jacobys (ed.) BIBLIOTHECA CHEMICA CURIOSA, seu Rerum ad alchemiam pertinentium thesaurus instrudissimus... Cenova, 1702,2 cilt.

Bu ciltte alıntılanan içerikler:

CİLTI

  1. Hermes Trismegistus: Tractatus aureus de lapidis physici secreto [s. 400445].

iv Allegoriae sapientum supra librum Turbae philosophorum XXIX distin- ctiones [s. 467-479]

In hoc volumine DEALCHIMIA continentur haec. GebriArabis... De investiga- tione perfedionis metallorum... Norimbergae [Nuremberg], 1541.

Bu ciltte alıntılanan içerikler:

  1. Rosarius minör [s. 309-337].

  2. Tabula smaragdina Hermetis Trismegisti [s.363].

MUSAEUM HERMETICUM reformatum et amplifıcatum... continens tractatus chimicosXXIpraestantissimos... Francofiırti [Frankfurt], 1678. (Çeviri için bkz. (S) Waite, Arthur Edward.) (Ayrıca 1625 basımı. Bkz. şekil 240).

Bu ciltte alıntılanan içerikler:

  1. Philalethes: Introitus apertus... [s. 647-700]

THEATRUM CHEMICUM, praecipuos seledorum auctorum tractatus... continens. Ursellis [Ursel] 1602. 3 cilt. (Cilt IV, Argentorati [Strasbourge], 1613; Sayı V, 1622; Sayı VI, 1661.)

Bu ciltte alıntılanan içerikler:

CİLT II

  1. Aegidius de Vadis: Dialogus inter naturam et filium philosophiae [s. 95- 123],

xxii Arnaldus de Villanova: Carmen [s. 614-15].

CİLTV

xxv Allegoriae sapientum... supra librum Turbae [s. 64-100].

xxvii Liber Platonis quartorum... [s. 114-208].

xxviii Tractatus Aristotelis alchymistae ad Alexandrum Magnum de lapide philosophico [s. 880-892],

xxix Epistola ad... Hermannum archiepiscopum Coloniensem de lapide philosophico [s. 893-900].

B. GENEL KAYNAKÇA

Aegidius de Vadis, “Dialogus inter naturam...”, bkz. (A) Iheatrum chemicum, xi.

Rene Felix Allendy, Le Symbolisme des nombres, 2. baskı, Paris, 1948.

Lucius \pv\sms,Asinus Aureus [W. Adlington’ın İngilizce çevirisiyle The Golden Ass. Beingthe Metamorphoses of Lucius Apuleius\.

Aristoteles, takma ad,“Tractatus... alchimistae ad Alexandrum Magnum...” Bkz. (X) Iheatrum chemicum, xxviii.

Arnaldus De Villanova, “Carmen”, bkz. (A) Iheatrum chemicum, xxii.

Arnobius, Adversus Gentes, bkz. Migne, P.L., cilt 5, satırlar: 713-1290. Aurea catena Homeri, Frankfurt ve Leipzig, 1723.

Arthur Avalon (Sir John George VVoodroffe’un takma adı), The Serpent Power (Shat-cakra-nirupana ve Padukapan-chaka), (Tantra metinleri), Londra, 1919.

Roger Bacon, Thye Mirror ofAlchimy... with Certaine Other Worthie Treatises ofthe Like Argument, Londra, 1597.

Charlotte Augusta Bayness,y? Coptic Gnostic Treatise Contained in the Codex Brucianus —Bruce MS. 96, Bodleian Library, Oxford, Cambridge, 1933.

François Beroalde De Verville, Le Tableau des riches inventions couvertes du voile des feintes amoureuses, qui sont representees dans le Songe de Poliphile... Paris, 1600. “Recueil steganographique”i de içermektedir. Özgün metin için bkz. Colonna; İngilizce yorumlama için bkz. Fierz-David.

Marcellin Berthelot, Collection des anciens alchimistes grecs, Paris, 1887-1888, 3 cilt.

, Les Origines de l’alchimie, Paris, 1885.

Erich Bischoff (ed. ve Alm. çev.), Dte Elemente der Kabbalah, Berlin, 1913, 2 cilt.

Jakob Böhme, De signatura rerum, Bkz. “Schrifften”; İngilizce çeviri için bkz. Clifford Bax (ed.). Ihe Signature of Ali Things, ıvith Other IVritings by Jacob Böhme, John Ellistone çevirisiyle, (Everyman’s Library) Londra ve NewYork, 1912.

, Gesprach einer erleuchteten and unerleuchteten Seele, Bkz. “Schrifften”; İngilizce çeviri için bir önceki giriş gibi bkz. Bax.

Petrus Bonus, Pretiosa margarita novella de thesaure acpretiosissimaphilosopho- rum lapide... Janus Lacinius (ed.), Venedik, 1546. İngilizce çeviri için bkz. Arthur Edward Waite (çev.), The New Pearl of Great Price, Londra, 1894. Ayrıca bkz (A) Pihliotheca chemica curiosa, viii.

Jacobus Boschius, Symbolographia, şive De arte symbolica sermones septern, Au- gsburg, 1702.

Carl Friedrich Heinrich Bruchmann (ed.), Epitheta Deorum quae apudpoetas Graecos leguntur (Ausfiihrliches Lexikon der griechischen und römischen Mythologie -Ek), Leipzig, 1893.

Sir E. A. Wallis Budge (ed.), The Book of the Dead. Facsimiles of the Papyri of Hunefer, Anhai, Kerasher... Londra, 1899.

The Gods of the Egyptians, Londra, 1904,2 cilt.

Vincenzo Cartari,Z,<? imagini de i dei degli antichi, Lyon, 1581. Fransızca çeviri için bkz. Les Images des dieux des anciens. [ Antoine du Verdier tarafından çevrilmiş ve genişletilmiştir], Lyon, 1581.

Jean François Champollion, Pantheon egyptiens, Paris, 1823-1835.

Robert Henry Charles (ed.), The Apocrypha and Pseudepigrapha of the Old Tes- tament in English, Oxford, 1913,2 cilt.

Kodeks ve El Yazmaları:

  1. Londra. British Museum. El yazması. Ek 1316. Kırmızı kireçtaşıyla çizil

miş, Felsefe Taşı süreçlerini gösteren sembolik şekiller; Latince yorumlarıyla birlikte. XVII. yüzyıl.

  1. . . El yazması. Ek 5025. Lübek’te tutulmuş dört tutanak. 1588.

(The “Ripley Scrowle”).

  1. Milan. Biblioteca Ambrosiana. Kodeks I.

  2. Modena. Biblioteca. Kodeks Estensis Latinus 209. “De Sphaera”. XV. yüzyıl.

xxvii . . Bibliotheque nationale. Kodeks Latinus 511.“Speculum hu-

manae salvationis.” XIV. yüzyıl.

xxxii . . El yazması. Français 116. “Roman de Lancelot du Lac.”

XV. yüzyıl.

xxxviii Roma. Biblioteca Angelica. Kodeks 1474. Alcadini. “De balneis Pute- olanis.”XIV. yüzyıl.

xxxixTubingen. Universitatsbibliothek. El yazması, e. 1400.

  1. Vatikan. Biblioteca Vaticana. Kodeks Palatinus Latinus 412. VVynandi de Stega. “Adamas colluctancium aquilarum”, XV. yüzyıl.

xi-a . . Kodeks Palatinus Latinus 413. “Speculum humanae salvacio-

nis”. XV. yüzyıl.

  1. .——. Kodeks Palatinus Latinus 565. Peregrinus, “Speculum virgi-

num seu Dialogus cum Theodora virgine”. XIII. yüzyıl.

  1. . . Kodeks Reginensis Latinus 1458. XVII. yüzyıl.

  1. . . Kodeks Urbanus Latinus 365. Dante. “Inferno”, “Purgatorio”,

“Paradiso”. XV. yüzyıl.

xiiv . . Kodeks Orbanus Latinus 899. XV. yüzyıl.

  1. . . Kodeks Vaticanus Latinus 681. Peter Lombard. “De sacra-

mentis”. XIV. yüzyıl.

i Zvviefalten Manastırı. Dua kitabı no. 128. XII. yüzyıl, ayrıca bkz. Löffler.

Joseph Delacotte, Guillaume de Digulleville... Trois romans-poemes du XIV siecle, Paris, 1932.

Delacroix. Bkz. Goethe.

Louis Delatte, Textes latins et vieux français relatifs aux Cyranides (Bibliot- heque de la faculte de philosophie et de lettres de l'Universite de Liege, fas. 93.), Liege ve Paris, 1942.

Paul Deussen, Allgemeine Geschichte der Philosophie, Leipzig, 1906,2 cilt.

Albrecht Dieterich, Nekyia: Beitrage zur Erklaarung der neuentdeckten Petrıısa- pokalypse, Leipzig ve Berlin, 1913.

J. Dreyfuss,v4ü'am und Eva nach derAuffassung des Midrasch, Strazburg, 1894. Robert Eisler, Orpheus- the Fisher, Londra, 1921.

Abraham Eleazar (Abraham le Juif), Uraltes chymisches Werk, Leipzig, 1760.

Hanok’un Kitabı. Bkz. Charles, The Apocrypha and Pseudepigrapha, II, s.163 vd. Slav dilindeki Hanok’un Kitabı için bkz. a.g.e., s. 425 vd.

Esdras’ın ikinci Kitabı. Incil’de, Apokrif kısmında bulunmaktadır. Ayrıca bkz. Charles, Apocrypha, II, s. 542-624; burada IV Ezra olarak geçer.

Marsilio Ficino, Auctores Platonici, Venedik, 1497.

“Figurarum Aegyptiorum secretarum.” Bkz. Kodeksler ve El yazmaları, xiv, xxi, xxxiv.

Gustave Flaubert, La Tentation de Saint Antoine. Paris, 1874 [Ermiş Antonius ve Şeytan adıyla Türkçeye çevrilmiştir, İş Bankası Kültür Yayınları / Haşan Ali Yücel Klasikler Dizisi, İstanbul, 2006].

Heinrich Lieberecht Fleischer (ed.), Hermes Trismegistus an die menschliche Seele. Arapça ve Almanca metin, Leipzig, 1870.

Theodore Flournoy, “Automatisme teleologique antisuicide”, Archives de psy- chologie de la Suisse romande (Cenova), VII (1908), s. 113-37.

Des Indes â la Planete Mars; Etüde sur un cas de somnambulisme avec glos- solalie, Paris ve Cenova, 3. baskı, 1900.

“Nouvelles observations sur un cas de somnambulisme avec glossolalie”, Archives depsychologie de la Suisse romande (Cenova), I (1901, basım 1902), s. 102-255.

Robert Fludd, ...summum bonum..., Frankfurt am Main, 1629.

Utriusçue cosmi maloris scilicet et minoris metaphysica,physica atque technica historia, Oppenheim, 1617.

Max Förster, “Adams Erschaffung und Namengebung. Ein lateinisches Frag- ment des s.g. slawischen Henoch’’, Archivfur Religionsvuissenschaft (Leipzig), XI (1908), s. 477-529.

Paul François Foucart, Les mysteeres d'Eleusis, Paris, 1914.

Adolphe Franck, La Kabbale, Paris, 1843. Almanca çeviri için bkz. Die Kab- bala... Ad. Gelinek çevirisiyle, Leipzig, 1844.

Sigmund Freud, Günlük Yaşamın Psikopatolojisi, Payel Yayınevi, İstanbul.

Emma Fürst, “Statistical Investigations on Word-Associations and on Fami- lial Agreement in Reaction Type among Uneducated Persons”, Studies in word association: Experiments in the diagnosis of psychopathological conditi- om carried out at the psychiatric clinic of the University of Zürich, Jung, C. G. (ed.); Eder, M. D. (Ing. çev.), 1919, s. 407-445.

Geheime Figuren der Rozenkreuzer, aus dem 16ten and 17ten Jahrhundert. Altona, 1785-1788,2 cilt.

Johann Wolfgang von Goethe, Dichtung and Wahrheit. Bkz. Samtliche Werke, sayı 22-25.

Faust, Doğu Batı Yayınları, 2013, Ankara.

Joseph Hammer-Purgstall, Me'moire sur deux coffrets gnostiques du moyen age, Paris, 1835.

HermesTrismegistus,y4n die menschliche Seele, Bkz. Fleischer.

Landsbergli Herrad, Hortus deliciarum, Bkz. Keller ve Straub.

David Herrliberger, Heilige Ceremonien öder Religionsübungen der abgöttischen Volcker der Welt, Zürih, 1748.

Autunlu Honorius, Speculum de Mysteriis Ecclesıae, Bkz. Migne, P.L., sayı 172, satır 313-1108.

[Horapollo Niliacus] Hori Apollonis Selecta hieroglyphica, şive Sacrae notaeAe- gyptiorum, et insculptae imagines, Roma, 1597. İngilizce çeviri için bkz. George Boas (çev. ve ed.), The Hieroglyphics of Horapollo (Bollingen Serisi XXIII), New York, 1950.

Aziz Irenaeus, Contra [or Adversus] haereses libri guingue, Bkz. Migne, P.G., sayı 7, satır 433-1224. İngilizce çeviri için bkz. John Keble (çev.), Five Books of S. Irenaeus... against Heresies, Oxford, 1872.

Carl Gustav Jung, Aion, GW 9, ii.

  • “Über die Archetypen des kollektiven Unbevvussten”, GW 9, i.

  • “Das Grundproblem der gegenvvartigen Psychologie”, GW&.

  • “Über Mandalasymbolik”, GW 9, i.

  • “Über Wiedergeburt”, GW9, i.

  • Mysterium Coniunctionis, GW14.

  • “Paracelsus als geistige Erscheinung”, GW13.

  • “Die praktische Vervvendbarkeit der Traumanalyse”, GW16.

  • Psychologische Typen, GW6

  • Psychologie undAlchemie, GW12.

  • “Zur psychologie des Kind Archetypus”, GW9, i.

  • “Über die Psychologie der Dementia praecox”, GW3.

  • “Psychologie und Religion”, GW11.

  • “Die psychologie der Übertragung”, GW16.

  • “Die psychologie der Unbewusste”, GW7.

  • “Die Beziehungen zvvischen dem leh und dem Unbewufiten”, G W7

  • “Der Geist Mercurius,” GW13.

  • “Symbole der Wandlung”, GW5.

  • “Das Wandlungssymbol in der Messe,” GIK 11.

  • Zvjei Schrften über Analytische Psychologie, GW7.

  • “Die Visionen des Zosimos”, 13.

  • ve Carl Kerenyi, Essays on a Science of Mythology, New York (Bollingen Serisi XXII), 1949; karton kapak baskı, 1969.

Edvvard Kelley, Tractatus duo egregii, de Lapide philosophorum, Hamburg ve Amsterdam, 1676.

Heinrich Conrad Khunrath, Von hylealischen, das İst, primaterialisehen Catho-

lischen, öder algemeinem natürlichen Chaos, Magdeburg, 1597.

Christian Knorr von Rosenroth, Kabala denudata seu Doctrina Hebraeorum, Sulzbach, 1677-1682,2 cilt.

Eduard Fritz Knuchel, Die Umwandlung in Kült, Magie und Rechtsbrauch, Basel, 1919.

W.M. Kranefeldt, “Komplex and Mythos”, C. GJung ve meslektaşları, See- lenprobleme der Gegenvıart, 4. baskı, Zürih, 1950 (îlk baskı 1931).

Firmianus Lectantius, Opera omnia. Samuel Brandt ve Georg Laubmann tarafından yayıma hazırlandı (Corpus scriptorum ecclesiasticorum lati- norum), Viyana, 1890-1897,3 cilt, İngilizce çeviri için bkz. William Flet- cher (çev.), The fflorksofLactantius (Ante-Nicene Hıristiyan Kütüphanesi, 21-22), Edinburgh, 1871,2 cilt.

Leisegang, Hans. Die Gnosis, Leipzig, 1924.

  • Der heilige Geist, Leipzig, 1919.

Lucien Levy-Bruhl, Les Fonctions mentales dans les societes inferieures, Paris, 1912.

Edmund O. Von Lipmann, Entstehung ıındAusbreitung derAlchemie, Berlin, 1919-1954,3 cilt.

Kari Löffler, Schvıabische Buchmalerei in romanischer Zeit, Augsburg, 1928.

Alphonse Maeder, “Sur le mouvement psychanalytique: un point de vue nou- veau en psychologie”, LAnneepsychologiyue, Paris, XVIII, 1912, s. 389- 418.

  • “Ubcr die Funktion des Traumes”, Jahrbuch fur psychoanalytische and psy- chopathologische Forschungen, Leipzig ve Viyana, IV, 1912, s. 692-707.

  • "Uber das Traumproblem”,/a^r^wr^ filr psychoanalytische and psychopatho- logische Forschungen, Leipzig ve Viyana, V, 1913, s. 647-86.

Michael Maier, De circulo physico çuadrato, Oppenheim, 1616.

  • Secretioris naturae secretorum scrutinium chymicum, Frankfurt am Main, 1687, (Genellikle Scrutinium chymicum denir.)

  • Symbola aureae mensae duodecim nationum, Frankfurt am Main, 1617.

  • Viatorium, hoc est, De montibus planetarum septem seu metallorum, Rouen, 1651.

Amedeo Maiuri, La villa dei misteri, Roma, 1931,2 cilt.

Joannes Jacobus Manget (ed.), Bibliotheca chemica curiosa, Cenova, 1702, 2 cilt.

Gaston Camitle Charles Maspero, Etııdes de mythologie et d'archeologie egyp- tiennes, Paris, 1893-1913,7 cilt.

Carl Alfred Meier, Antike Inkubation und moderne Psychotherapie, Zürih, 1949. Sardisli Melito, De baptismo, Bkz. Pıttı,, Analecta sacra, II, s. 3-5.

Steffan Michelspacher, Çabala, speculum artis et naturae, in alchymia, Augsburg, 1654.

Jacques Paul Migne (ed.), Patrologiae cursus completus.

\PL.] Latince seri, Paris, 1844-1864, sayı 221.

[RG.] Yunanca seri, Paris, 1857-66, sayı 166.

(Bu eserlere sırasıyla “Migne P.L. ” ve “Migne P. G.” olarak başvurulur.) Referanslar sayfalara değil, satırlara aittir.

Johann Daniel Mylius, Philosophia reformata, Frankfurt am Main, 1622. Origen,Homiliae in Jeremiam, Bkz. Migne, P.G., sayı 13, satır 255-544.

Paracelsus. Bkz. Johann Huser (ed.) aureoli Philippi Theophrasti Bombasts von Hohenheim Paracelsi... Opera Bücher und Schrifften. Strazburg, 1589-1591, 10 bölüm. 1603 ve 1616’da yeniden basım, 2 cilt, Ayrıca bkz. Kari Sudhoff ve Wilhelm Matthiessen (ed.). Theophrast von Hohenheim gennant Paracelsus Samtlıche Werke, ilk kısım, Medizinische Schriften, Münih ve Berlin, 1922-33,14 cilt.

Petrus Lombardus (Peter Lombard), “Da-e sacramentis”, bkz. kodeksler ve el yazmaları, xiv.

Eirenaeus Philalethes, Mundus symbolicus, Köln, 1680-1681.

Jean Baptiste Pitra (ed.),^ttaZ?cta Sacra... Paris, 1876-1891, 8 cilt. (II, s. 3-5, Sardisli Melito’nun De baptismo'svms içerir.)

Kari Preisendanz (ed.), Papyri Graecae Magicae, Leipzig ve Berlin, 1928- 1931,2 cilt.

Richard Reitzenstein,Die hellen'ıstischen Mysterienreligionen, Leipzig, 1910.

  • Poimandres: Studien zur griechisch-ögyptischen undfrühchristlichen Literatür,

Leipzig, 1904.

Hieronymus Reusner, Pandora: Das İst, die edelst Gah Gottes, öder der Werde und heilsame Stein der ffleysen, Basel, 1588.

Leonhard P,&ymnnn,Nativitat-Kalender, 1515, bkz. Strauss.

Johannes Rhenanus, Solis e puteo ernergentis şive dissertationis chymotechnicae libri tres, Frankfurt am Main, 1613.

J.B. Rhine, New Frontiers of the Mind, New York ve Londra, 1937.

Rosarium philosophorum. Secunda pars alchimiae de lapide philophico vero modo praeparando... Cum figuris reiperfectionem ostendentibus. (De alchinıia'nm 2. cildi) Frankfurt am Main, 1550. Ayrıca bkz. (A) Artış aurıferae, xii; (A) Bibliotheca chemica curiosa, ix.

Julius Ferdinand Ruska, Tabula Smaragdina; ein Beitrag zur Geschichte der her- metischen Literatür, Heidelberg, 1926.

  • Turbo philosophorum: ein Beitrag zur Geschichte der Alchemie (Quellen und Studien zur Geschichte der Naturıvissenschaften und der Medizin, 1), Berlin, 1931.

“Sagesse des anciens”, Bkz. kodeksler ve el yazmaları, xiii.

Saint-Graal. Eugene Hucher (ed.), Le Mans, 1878,3 cilt.

Anselm Salzer, Die Sinnbilder und Beivoorte Mariens in der deutschen Literatür und lateinischen Hymnen-Poesie des Mittelalters, Linz, 1893.

Hartmann Schedel, Das Buch der Chroniken, Nuremberg, 1493.

Carl Schmidt (ed. ve çev.), “Gnostische Schriften in koptischer Sprache aus dem Codex Brucianus herausgegeben”, Texte und Untersuchungen der alt- christlichen Literatür (Leipzig), VIII (1892), 1-692.

Michael Sendivogius (Michael Sendivvoj), “Dialogus Mercurii...” Bkz. (A) Theatrum chemicum, xxi.

Adolphus Senior, Azoth, şive Aureliae occultae philosophorum... Frankfurt am Main, 1613.

Herbert Silberer, Problems of Mysticism and its Symbolism, Smith Ely Jelliffe çevirisiyle, New York, 1917.

  • “Uber die Symbolbildung , Jahrbuch für psychoanalytische undpsychopatho-

logische Forschungen (Viyana ve Leipzig), III (1911), 661-723; IV (1912), 607-683.

Moritz Steinschneider, Die europaischen Übersetzunggen aus dem Arabischen bis Mitte des 17. Jahrhunderts. (Sitzungsberichte der kaiserlichen Akademie der Wissenschaften in Wien, Philosophisch-historiche Klasse, 149,151), Viyana, 1904-1905,2 bölüm.

Daniel Stolcius de Stolcenberg, Viridarium chymicumfiguris cupro incisis ador- natum etpoeticis picturis illustratum... Frankfurt am Main, 1624.

Heinz Artur Strauss, Der astrologische Gedanke in der deutschen Vergangenheit, Münih, 1926.

[Kari Sudhoff -ed.] Historiche Studien und Skizzen zur Natur-und-Heilwis- senschaft, George Sticker’a yetmişinci doğum gününde sunulan hediye sayı, Berlin, 1930.

“Tabula smaragdina” (“The Emerald Table of Hermes Trismegistus”), bkz.

(i) Ruska; (ii) (A) Ars chemica, ii; (iii) (A) De Alchemia, ii; (iv) çeviri için Bacon, The Mirror ofAlchimy.

Jean Thenaud, “Traite de la cabale”, Bkz. kodeksler ve el yazmaları, xxiv.

Thomas Aquinas, takma ad, “De alchimia”, Bkz. kodeksler ve el yazmaları, v. Leonhart Thurneisser zum Thurn, Quinta essentia, das İst die höchste Subtilitet,

Krafft und Wirkung, beider der fürtrefflichen (und menschlichem Geschlecht den nutzlichsten) Küunsten der Medicina, un Alchemia, Leipzig, 1574.

Salomon Trismosin, “Splendor solis”, Bkz. kodeksler ve el yazmaları, x. Ayrıca bkz. Splendor solis: Alchemical Treatises of Solomon Trismosin,]. K.’nin açıklayıcı notlarıyla birlikte. Londra, 1920.

Upanishads. F. Max Müller çevirisiyle. (Doğu nun Kutsal Kitapları, 1, 15.) Oxford, 1879 ve 1884.2 cilt.

Luigi Vali, “Die Geheimsprache Dantes und der Fedeli d’Amore”, Europa- ische Revue (Berlin), VI Jahrgang, 1 Halbband (Ocak-Haziran, 1930), 92-112.

Kari ”,ArchivfurRelıgionsıuisscnschaft (Leipzig),XII (1909), 234-284.

Goosen van Vreeswyck, De Groene Leeuw, Amsterdam, 1672.

Richard VVilhelm, The Secret of the Golden Flower; a Chinese Book of Life. Al- mancaya, önsöz ve açıklamayla birlikte C. G. Jung tarafından çevrildi. İngilizceye Cary F. Baynes tarafından çevrildi. Yeni ve gözden geçirilmiş baskı, Londra ve New York, 1962.

Albrecht Wirth,z/ı« orientalistchen Chroniken, Frankfurt am Main, 1894.

Toni Wolff, “Einfuhrung in die Grundlagen der komplexen Psychologie”, Studien zu C. G.Jungs Psychologie içinde, Zürih, 1959, s. 15-230.

Heinrich Zimmer, Myths and Symbols in Indian Art and Civilization, Joseph Campbell (ed.), (Bollingen Serisi VI), New York, 1946.

Zvviefalten Manastırı Dua Kitabı. Bkz. kodeksler ve el yazmaları I. Ayrıca bkz. Löffler.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar