ULUSLARARASI ORTADOĞU, BALKANLAR VE KAFKASYA ÜÇGENİNDE TÜRKİYE’NİN POLİTİK VE KÜLTÜREL PERSPEKTİFLERİ
[1]
Sayın rektör, sayın
dekan, çok muhterem dinleyiciler,
Bir hayat şansı
olarak, bu yaşta böyle ayrıcalıklı bir sıfatla karşınızda bulunmaktan derin bir
heyecan ve derin bir gurur duymaktayım. Hepinizi candan selamlarım.
Ortadoğu, Balkanlar
ve Kafkasya Üçgeni... Bu bölgenin tarihî bir bölge olduğunu, Fransız tarihçi
Michel Lhöritier şöyle tavsif eder, "Bu bölge, Bizans İmparatorluğu'nun
yani Doğu Roma'nın 1000 yıl hâkim olduğu bir bölgedir. 400 yıl da Osmanlı
hâkimiyeti dikkate alınırsa, 1400 yıllık bir maziyi temsil eder Balkanlar, Anadolu,
Karadeniz ve Ortadoğu." Suriye de biliyorsunuz Roma İmparatorluğu'nun bir
parçasıydı, Mısır da. Fransız tarihçi bu bölgenin Çin ve Hindistan gibi tarihî
bir bölge olduğunu belirtmiştir. Bu sempozyum, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya
üçgenini konusu almış olmakla Lheritier'in bu tezini teyit etmektedir.
Karadeniz, Ege,
Anadolu, Balkanlar ve Ortadoğu üçgeninin merkezi Boğazlar'dır. Ve tabii
Boğazlar’ın üzerinde İstanbul'dur, Constantinopolis'tir. Ben, bu uzun tarihî
dönemde Boğazlar'ın bu bölge için stratejik önemini belirtmek üzere
konuşacağım.
Unutmamak için kısa
notlar aldım. Bizans devrini atlıyorum, çünkü aramızda Bizantinoloji'nin çok
kıymetli bir mümessili, Prof. Zachariadou bulunmaktadır. Bizans devrinde bu
üçgenin tarihî önemini, özellikle Boğazlar’ın nasıl o imparatorluğun belkemiği,
bir merkezi olduğunu kendileri sizlere anlatacaktır. Ben Osmanlı devrini
anlatmak istiyorum.
Osmanlı
Beyliği/Devleti, Bitinya'da, 1340'ta Karesi Beyliği'ni aldıktan sonra,
Çanakkale, Marmara Denizi ve Sakarya arasında bir beylik, bir devlet olarak
ortaya çıktı. Ve onun mukadderatı, bir bakıma Boğazlar T geçip Balkanlar'da
yerleşmekle başladı. 150 senelik tarihî savaşım sonunda, İstanbul'u da alarak,
bu üç bölgeyi İstanbul-Boğazlar ekseninde tekrar ihya etti. Boğazlar’ın Osmanlı
İmparatorluğu'nda, Bizans'ta olduğu gibi, tayin edici, belirleyici çok önemli
bir rolü vardır. Evvela coğrafi şartlan bir göz önüne getirelim. Boğazlar,
Tuna dolayısıyla Balkanlar'a hükmeder. Tuna daima Bizans'ın ve Osmanlı
Imparatorluğu'nun en kuzey hududu olmuştur. Fakat Tuna'ya erişmek için
Boğazlar'dan geçmek lazımdır. Boğazlar, aynı zamanda Anadolu'yu kendi hükmü
altında tutar. Boğazlar'a ve İstanbul'a hâkim olan devlet, mutlaka Anadolu'ya
hâkim olmak zorundadır. Boğazlar, Akdeniz ile Karadeniz arasındaki muvasalayı,
ulaşımı tayin eder. Karadeniz'e çıktığınız zaman, ister istemez Kafkaslar'da,
Kırım'da, kuzey steplerinde hâkim olmak istersiniz. Çünkü kuzey steplerine
hâkim olan devlet, aynı zamanda Boğazlar'a ve İstanbul'a hâkim olacaktır. Bunu
Fatih gerçekleştirmiştir.
Osmanlı
İmparatorluğu'nun gelişim safhaları, bu bölgenin tarihini belirler. Osmanlı
tarihi bir bakıma, Bitinya'dan Çanakkale Boğazı'na, İstanbul Boğazı'na, ve
İstanbul'a hâkim olmak için yapılan mücadelenin tarihidir. OsmanlI ile Türkler
Boğazlar'a, Çanakkale ve İstanbul Boğazı'na, hem-hudut oldu, fakat ondan önce
biliyorsunuz, Çanakkale Boğazı'nda Karesi Beyliği vardı. Rumeli'ye ilk akınlar
Boğaz'dan geçen Karesi beyleri, gâzileri tarafından gerçekleştirilmiştir.
Gerçekten Boğaz'ın diğer tarafında, Çanakkale'ye hâkim olan Karesi Beyliği, çok
erken bir tarih olan 1305'te, karşı tarafta Bizans'ın Maydos Kalesi'ni
(bugünkü Eceabat'tır) fethetmiştir. Katalanlarla beraber (çünkü Katalanlar
Bizans'a başkaldırdı, Gelibolu Yarımadası'nı ele geçirdi) Bizans'a karşı, ilk
defa Çanakkale'yi geçen ve orada bir kalede yerleşen Türk gâzileridir.
Osmanlılar yarım asır sonra ancak 1352'de Trakya'da bir üs sahibi olacaklardır.
Bu 50 yıl içinde Karesi beyleri Maydos'u kaybettiler fakat Karesi gâzileri
arasmda Evrenos Bey, Hacı Bey, Ece Bey, ilk Trakya fatihleridir. Yani Karesi
Beyliği, OsmanlI'dan önce Çanakkale'ye hem-hudut olarak, Trakya'ya Avrupa'ya
ilk geçen gâzilerdir. Ve bu gâziler, Osmanlı'ya iltihak ederek Şehzâde Süleyman
Paşa'yı Trakya'ya götüren ve ilk fetihleri yapan Evrenos Gâzi, Ferecik ve
Gümülcine'yi fethediyor, Hacı Bey Edirne'ye doğru, Meriç boyunca büyük fütûhat
yapıyor, yine Trakya'ya ilk yerleşenler Karesi Beyleri, gâzileridir. Fakat
Boğazlar o devirde, Bizans için ve Karadeniz'deki kolonileri dolayısıyla çok
önemlidir. Biliyorsunuz Cenevizler Kırım'da ve Çerkezistan da Anapa Kupa'da ve
Tuna'nın ağzında kolonileri olan bir koloni devleti, tüccar devlet, deniz
hâkimi bir devlet. Azak bölgesi stepleri de İtalya için çok önemliydi. Bu
bölgeyi önemli hale getiren hususiyet, esir ticaretiydi.
Zira o zamanki toplumlarda ipek
tezgâhlarında çalışan, her işi yapan esirlerdi. Kafkasya, Çerkezistan ve kuzey
stepleri esir ticareti açısından önemli bölgelerdi. İkincisi, bu stepler bir
buğday ve zahire ambarıydı. İtalya'daki zengin, kalabalık şehirler bu zahireyle
yaşayabiliyordu. Demek ki, Ceneviz ve Venedik için Karadeniz, vazgeçilmez
önemde bir bölgeydi. Bizans'ın donanması 1284'te ilga edilmişti. II.
Andronikos donanmayı çok masraflı buldu, kaldırdı. Sonradan tekrar Bizans gemi
ve kadırgalar edindi ve Boğazlar'a uzun zaman hâkim oldu. Ve Türklerin
Trakya'ya, Avrupa'ya geçişini daima kontrol etmekteydi. Mesela bu amaçla
Haçlılar II. Murad'la 1444'te Varna Muharebesi'ni yaptılar ve Edirne'ye 150-200
kilometre mesafeye kadar geldiler. II. Murad ordusunun başına geçmek için
Boğazlar'a geldiği zaman Venedikliler mani oldu, geçemedi. Kezâ Fatih, 1451'de
Karaman Seferi'nden dönerken, daha doğrusu tahta geçmek için Edirne'ye geldiği
zaman, Boğazlar’ın Bizans tarafından tutulmuş olduğunu gördü.
Boğazlar’ın önemi,
Gelibolu'ya bağlıdır. Gelibolu'ya hâkim olan devlet, Boğazlar'a, Çanakkale
Boğazı'na ve tabii İstanbul Boğazı'na hâkimdir. İstanbul fatihinin yaptığı ilk
iş, 1452'de İstanbul Boğazı'nda Rumeli Hisan’ın yapmaktı. Kendisinden önce I.
Bayezid İstanbul'u hemen hemen almak üzereyken, Timur'un zuhuru üzerine bundan
vazgeçen yıldırım Bayezid, 1402'den önce İstanbul Boğazı'nda Anadolu Hisan’ın
yaptı. Güzelcehisar denilen hisarı yaptı. Yani Boğazlar, OsmanlI'nın
Rumeli'deki fetihleriyle Anadolu'nun aynı devlet idaresinde kalması için hayati
bir önem taşıyordu. Boğazlar'ı geçmek de bu bakımdan önemliydi. Bizans ve
Venedik, bu önemi bildikleri için Boğazlar'a daima hâkim olmayı istemişlerdir.
1366'da, yani Osmanlılar Edirne'yi alıp da Trakya'da yerleştikten soma bu yol,
güney Marmara'dan Lapseki'ye gelir, Lapseki'den Gelibolu'ya, Gelibolu'dan da
Trakya'ya geçer. Trakya fütûhatı ancak bu yol sayesinde olmuştur. Fakat Bizans’ın
ve Avrupa'nın bu kritik geçişi kontrol etmek için 1359'da Osmanlı'ya karşı
düzenlenen ilk Haçlı Seferi'nde Bizans, Venedik ve Papalık gemileri, Anadolu
tarafında geçiş noktası olan Lapseki'ye bir saldın düzenlediler. Osmanlı'ya
karşı yapılan bu ilk Haçlı Seferi'ni Osmanlılar engellemeyi başardılar ve bu
suretle Osmanlı’nın geçişini önlemek için yapılan bu ilk teşebbüs,
başansızlıkla sonuçlandı. Bu 1359 Lapseki hadisesi, tarihlerimizde maalesef
yoktur, hiçbir tarihte göremezsiniz ama çok önemlidir. Boğazlar'a hâkim olmak
için, Boğazlar’ın kontrolünü tekrar ele geçirmek için, Gelibolu'yu Osmanlılar
1354'te aldılar, Osmanlılann Trakya'da yerleşmesi 1352 yılında Bolayır'ın
fethiyle başlar. Bolayır, iki denizi gören çok stratejik bir noktadadır ve
Balkan fütuhatı için ilk stratejik merkez rolünü oynamıştır. Süleyman Paşa
1352'ye kadar üç koldan, -sağ, sol ve orta koldanTrakya
fütûhatını yapmış, 1361'de
Şehzâde Murad, sultan olmadan önce 1357'de Süleyman'ın ölümü üzerine Trakya'ya
gelen I. Murad ve lalası Edirne'yi fethetmeye muvaffak oldular. I. Murad'ın
1362'den sonra sultan olması neticesinde Osmanlılar Balkanlar'a, hatta
Anadolu'daki bölgelerinden daha geniş bir bölgeyi kontrol etmeleriyle
yerleşmiş oldu. Balkanlar'da Osmanlı yerleşmesine karşı, o zaman Balkanlar'a hâkim
olan Sırplar, bir karşı taarruz yaptılar. Bu Çirmen Savaşı'dır. Bizim
tarihlerimiz yanlıştır. 1364 Sırpsındığı yanlış bir tarihtir. Balkanlar'ın
fethinde 1371 Çirmen bir dönüm noktasıdır. Bu gelişmeler sonunda Avrupa'da
bilhassa Papalığın gayretleriyle Haçlı Seferleri artık teşkil edilmeye başlandı
ve 1366'da Amadeus, VI. Amadeus de Savoy, bir Haçlı donanmasıyla gelip
Gelibolu'yu Osmanlıların elinden aldı. Yani Boğazlar hâkimiyeti tekrar 1366
yılında Bizans ve Batı'nın eline geçmiş oldu. OsmanlI'nın o zaman Balkanlar'da
epey geniş bir toprağı vardır. Anadolu'da Karamanla savaşıyor, pek
ilerleyemiyor.
Benim bir tezim var:
Osmanlı İmparatorluğu evvela Balkanlar'da kurulmuştur. Balkanlar'daki
gelişmeler, özellikle ateşli silahlan tanıdıktan sonra Osmanlılar, Anadolu'daki
rakiplerine karşı üstünlük kazanabilmişlerdir. Yani, Osmanlı İmparatorluğu'nun
kuruluşu I. Murad zamanında Rumeli'de olmuştur. Çünkü ilk sarayı Edirne'de
yaptıran da I. Murad'dır. Gelibolu'nun 1366'da kaybedilmesi, Boğazlar'dan
geçişi çok tehlikeli bir hale getirdi. OsmanlIlar bu geçişleri Batılı bir
müttefik sayesinde kolaylaştırdılar. Bu müttefik Cenevizlilerdi.
Ceneviz-Venedik uzlaşmaz rekabeti dolayısıyla Cenevizliler, Osmanlılan
müttefik kabul ettiler. 1352 Boğazlar Savaşı'nda Venedik ve Ceneviz karşı
karşıyadır. O zaman Orhan Bey, Cenevizlileri desteklemiştir. Onlara donanmaları
için erzak yetiştirdi. Bunu biz Ceneviz gemilerindeki bir günlükten
öğreniyoruz. 1352'de Orhan Bey Cenevizlilere ilk kapitülasyonları verdi. Kendi
ülkelerinde ticaret serbestliği getirdi. Bu noktalar, maalesef tarih
kitaplarımızda yazmıyor. Osmanlılarm, yani Orhan'ın Rumeli'deki arazileri
elinde tutabilmesi, Ceneviz ittifakıyla mümkün olmuş; Orhan, Ceneviz gemileriyle
askerini geçirebilmiştir. Süleyman Paşa, 1352'de Trakya'da Bolayır'a yerleşmek
için ilk seferinde Ceneviz gemileriyle 3000 askeri Gelibolu Yanmadası'na
getirdi ve Bolayır'ı fethetti. Fakat Boğazlar'ı geçiş ve Avrupa'da yerleşmeyle
ilgili gelişmeler maalesef tarihimizde "bir mehtaplı gecede, kırk gâzi,
bir sala binmişler, ilk defa bir Bizans kalesini almışlar ve Trakya'yı, oradan
da Avrupa'yı fethetmişler" şeklinde gülünç masallar ve hurafelerle yer
almış durumdadır. Aslında bu Ceneviz ittifakı olmasaydı, Süleyman Paşa 1352'de
Gelibolu'da yerleşemezdi.
Balkanlar'daki
gelişmeye karşı Sırp reaksiyonu, 1371'de Çirmen'de kırıldı. 1372'de Bizans,
Osmanlı'ya haraç verir duruma geldi. 1372 bir dönüm noktasıdır. Gelibolu,
1366'dan beri Bizans'ın elindedir. Osmanlı’nın mahir bir diplomasisi vardı;
Bizans içindeki taht kavgalarından istifade etti. 1376'da Bizans tahtına rakip
olan bir loannes Paleologos, Gelibolu'yu Osmanlı'ya geri verdi. Bizans için
Boğazlar'da hâkimiyet, Osmanh'yla pazarlık için çok önemli bir kozdu. Bu koz
Timur'dan sonra, devlet Rumeli ve Anadolu olarak iki parça halinde şehzadeler
idaresinde bölündüğü zaman da görüldü. II. Manuel çok mahir bir diplomasiyle,
karşılığında birçok tavizler almak suretiyle Boğaz'dan geçişe müsaade ediyordu.
Musa'ya karşı çok büyük avantajlar temin ederek Mehmed'i destekledi. Yani
Manuel, Fetret Devri'nde Boğazlar'daki kontrolü dolayısıyla Bizans'ın âdeta
eski şöhretini ve savletini iade etti. Barker, II. Manuel üzerine yazdığı
meşhur kitabında, maalesef bu noktayı anlayamadığından bunu belirlememiştir. Manuel'in
rakip şehzâdeler arasmda Boğazlar'dan geçişi kontrol etmesi, çok önemli bir
diplomatik başarı olmuştur.
Yıldırım Bayezid,
Osmanh imparatorluğu'nun ilk sultanıdır ve o Boğazlar’ın önemini çok iyi
anlamıştır. Venedik ve Bizans donanması Boğazlar'da, Gelibolu Limanı'nın önünde
bir duvar gibi bulunuyor, kendi donanması o duvarın arkasında, Gelibolu
Limanı'nda bulunduruyor, oradan zaman zaman çıkıp ileriye akınlar yapıyor. İşte
bu, Bayezid'in bu Boğazlar hâkimiyetinin önemini kavramış olmasının çok önemli
bir işaretidir. Fakat ne oluyor, Fetret Devri'nden sonra, Venedik bu Gelibolu
üssünü tahrip etmek için 1416'da Venedik Amirali Pietro Loredano gelip bu
duvarı yıktı. Osmanlı donanmasını yaktı. Osmanh Devleti, Venedik ve Ceneviz
için Boğazlar’ın ne kadar önemli olduğunu görüyorsunuz. Bütün teferruatı burada
anlatmaya imkân yok, fakat Boğazlar'da tam Osmanh-Türk hâkimiyetini Fatih
başarmıştır. Fatih, 1451'de tahta geçtiği zaman Boğazlar'a hâkim olmadan Rumeli
ve Anadolu'da büyük bir imparatorluk olmayacağının farkındaydı. Onun için
İstanbul'u muhasaradan bir sene önce yaptığı ilk iş, İstanbul Boğazı'nda
Yıldınm'ın yaptığı Anadolu Hisan'nm karşısında Rumeli Hisarı’nı yapmasıdır.
Hisar tamamlandıktan sonra Edirne'ye dönerken Bizans'a savaş ilan etti.
İstanbul'un terkini, teslimini istedi. Yani demek istiyorum ki, İstanbul
Boğazlar’ında tam hâkimiyet Fatih zamanında olmuştur. İstanbul Boğazı'nda
Rumeli Hisan'nı yaptıktan sonra Boğaz'dan geçecek bütün gemilerin Rumeli
Hisan'na uğraması ve izin alması şartını koydu. Venedik gemicileri ve
kaptanları bu şartı kabul etmek istemediler. Bunlardan birisi Risso'ydu. Bu
izin meselesini gözardı etti, fakat top ateşiyle gemisi batınldı. Kendisi ve
tayfası esir edildi, korkunç bir şekilde kazığa vuruldu. Yani Fatih bu suretle
İstanbul Boğazı üzerinde hâkim olduğunu ispat ediyor.
ikinci tedbiri,
Çanakkale Boğazı'nı kapamaktır. Çanakkale Boğazı'nda karşılıklı iki kale
yaptırdı. Birisi Çanakkale ki, onun ismi o zaman Kal'a-yı Sultaniye'dir.
Çanağa benzediği için daha sonra Çanakkale kelimesi yerini almıştır. Onun
karşısında da Kilidü'l-bahr'ı yaptırdı. Fatih, fetihlerine kendisi isim
koyardı. Kilidü'l-bahr, denizi kilitleyen kilit anlamına gelir. Çanakkale
Boğazı ve İstanbul Boğazı'nda yapılan kalelerle Boğazlar hâkimiyetini tesis
etmiş oldu.
Fatih Boğazlar'a
hâkim olduktan sonra İstanbul'u fethe teşebbüs edecektir. Kendisi Edirne'de
İstanbul kuşatmasına hareket etmeden önce verdiği nutukta bunu gayet veciz bir
şekilde söylemiştir. Vezirler ve kumandanlar karşısında demiştir ki,
"Bizim iki ülkemiz; Rumeli ve Anadolu'dur. Boğazlar’ın hâkimiyeti
elimizde olmadıkça bir bütün imparatorluk olamaz." Ve İstanbul'un fethi
için Osmanlı İmparatorluğu'nun bu iki bölgesinin birleştirilmesi zaruridir.
Bunu gayet iyi anlamıştı. İmparatorluğun her bakımdan kurucusu Fatih Sultan
Mehmed'dir. Boğazlar hâkimiyetini tesis ettikten sonra Fatih'in yaptığı ilk iş,
Boğazlar'a hâkim adalar olan Semadirek, Bozcaada, Midilli gibi adaları elde
ederek burada hâkimiyetini kurmak olmuştur. Çünkü Boğazlar'ı kontrol altına
almak bu adalarda hâkimiyetle mümkündü. 1454'te donanmasını gönderdi ve bu
adaları almak istedi. 1456'da Papalık bir donanmayla gelip adalara yerleşti. Bu
Osmanlı için, İstanbul için büyük bir tehlikeydi. Haçlı donanması her zaman
İstanbul'a Çanakkale Boğazı'ndan geçerek gelebilirdi. Fakat Rumlar arasında
tefrika vardı. Batı yardımlarım isteyen Latin dostu olanlar ve Papalık,
Katolik, Katolikleştirme teşebbüslerine karşı gelen Ortodoks Rumlar, Osmanlıları tercih etmekteydiler. Rum din adamlarının yardımıyla bu adalarda Papalık kuvvetleri
yerleşemedi ve Osmanlı bu adalan aldı. Çok enteresandır, Fatih'in bundan
sonraki amacı, Ege'de hâkim olmaktı. Ege'ye 1454'ten itibaren gönderdiği donanmalar
Rodos önünde başan kazanamadı. Ege'ye hâkim olamadı fakat Boğazlar'a hâkim
olduğu için, Karadeniz'deki bütün Latin kolonilerini ele geçirdi. Cenevizlileri
Kırım'dan 1475'te attı. Kafkasya'dan Anapa Kupa'yı 1479'da aldı. Kezâ Boğdan'ı
1454'te kendisine tâbi kılarak Karadeniz'i sonunda bir Osmanlı gölü hâline
getirdi. Sahillerde artık hiçbir yabana devlet yoktu.
Boğazlar'a hâkimiyet
Osmanlı'ya Karadeniz ve Ege hâkimiyetini veriyor. Bugün, Türkiye, stratejik
bakımından dikkat edildiğinde, Ege'ye ve Karadeniz'e hâkim değildir.
Boğazlar için tehlike
ancak XVII. asırda Kazak alanlarıyla kendini göstermiştir. Kazaklar 1620'den
itibaren Dinyeper Irmağı'ndan küçük gemileri şaykalarla, Osmanlı’nın elinde
olmayan yivli tüfekleri kullanarak, İstanbul Boğazı'ndan Yeniköy'e kadar
geldiler, yağma ettiler. Bütün Karadeniz sahilleri bu Kazak taarruzlarından
bîzâr oldu. Ve şehirler, ahali, sahilleri bırakarak içeriye kaçmaya başladı. Bu
Kazak hücumlarıyla 1637'de Azak'ı ele geçirdiler. İlk defa Rusların Karadeniz'e
inmesi 1637'de Azak'ın işgaliyle gerçekleşmiştir. Fakat Rusya Çarlığı
OsmanlI'yı karşısma alamadı ve Azak'ı tekrar OsmanlIlara terk etti. Rus
tehlikesi Kazaklarla başlamıştır. 1620'de Kazak hücumlarıyla Rusların bunları
kendi hâkimiyeti altına alması, 1677'de Kazak hetmanının Ruslarla işbirliği
yapması ve Rus çarım hami olarak tanıması üzerine ilk defa Rusya'nın öncü
kuvvetleri Kazaklar, Karadeniz'de bir tehlike olarak kendini gösterdi. II.
Viyana Kuşatması ve Büyük Ric'at sırasında Avusturya, Venedik, Lehistan
ittifakı sırasında Rusya çok önemli bir teşebbüste bulundu; ilk defa I. Petro,
1694'te Avrupa ittifakına girdi. Rusya’nın büyüklüğü işte o zaman başlıyor.
Petro'nun bu uzak görüşlülüğü, Avrupa ile ittifakı ve Don Nehri üzerinde
donanma yaparak Azak'ı alması, Karadeniz'e inmesi suretiyle İstanbul ve Boğazlar
için Rus tehlikesi başlıyor. Rusya Kırım'ı aldıktan ve Karadeniz'in kuzey
steplerine hâkim olduktan sonra artık bir kâbus halini almıştır. İstanbul ve
Boğazlar tehlikededir. Fakat aynı zamanda Rus İmparatorluğu için de Boğazlar
çok önemlidir. Bundan sonraki devir; Boğazlar meselesidir. Rusya ile Batılılar
arasmda; OsmanlI'nın Boğazlar'da hâkim olabilmek için yaptığı diplomatik
girişimlerdir. Bunun teferruatına girmiyorum. Bugün aynı stratejik durum devam
etmektedir. Osmanlı Balkanlar'ı, Karadeniz'deki ve Ege'deki hâkimiyetim
kaybetmiştir. Bugün Türkiye stratejik bakımdan OsmanlI'nın haiz olduğu o
imtiyazlı durumdan çok uzaktadır.
Hepinize çok teşekkür
ederim.
Sunucu: Hocamıza konuşması
için çok teşekkür ediyoruz. Sorularınız varsa, şimdi alabiliriz.
Soru: Hocam, öncelikle
burada olduğunuz ve bizi bilgilendirdiğiniz için size çok teşekkür ediyorum.
Arkadaşlarımın da benimle aynı heyecam taşıdıklarına eminim. Ben şunu sormak
istiyorum; Boğazlar'a hâkim olmanın yarımda, sizin dediğiniz gibi Kırım'a,
Kafkaslar'a, Balkanlar'a ve bunun yamnda Ortadoğu'ya da hâkim olmak çok önemli.
Osmanlı bunu yaptı, ama günümüzde Türkiye bunu ne kadar kullamyor? Biz Boğazlar’ın
ne kadar farkındayız? Bu konudaki düşüncenizi almak isterim, teşekkür ederim.
Cevap: Dediğiniz gibi Kafkaslar,
Kırım, Gelibolu, İzmir ve Boğazlar'a hâkim olmadıkça Karadeniz'e hâkim
olamazsınız. Kırım'a yahut Çerkezistan'a hâkim olmakla Boğazlar'dan
geçemezsiniz, Boğazlar'a hâkim olamazsınız. Demek ki stratejik bakımdan
birinci derecede önemli olan Boğazlar'dır. Karadeniz önemli, ama Karadeniz'e
geçmek için Boğazlar'dan geçmek lazım.
Soru: Öncelikle hoş
geldiniz sayın hocam. Ortadoğu'da son dönemde yaşanan olaylar hakkında soru
sormak istiyorum. Yani 30 yıl, 40 yıl sessiz duran Arap dünyası, ne oldu da
2011 yılında toptan ayaklandı? 30-40 yıldır diktatörya ile yönetiliyorlardı.
2011 yılma geldiğinde ayaklandılar, ben bunun sebebinin Amerika'nın Büyük
Ortadoğu Projesi olduğunu düşünüyorum. Yani birileri düğmeye bastı mı sizce de?
Geçmişte 400 yıl buraları yönetmiş bir imparatorluğun devamı olarak
Türkiye'nin burada bir önderliği olacak mı? Veya gelecekte Türkiye için
Neo-Osmanlı diyebilir miyiz? Teşekkür ediyorum.
Cevap: Evvelce de anlatmaya çalıştım, Balkanlar,
Anadolu, Ege ve Karadeniz tarihî bir ve stratejik bir bütündür. Osmanlı
İmparatorluğu ve ondan önce Bizans, bu birliği, yani bu bölgelerde hâkimiyeti
gerçekleştiren imparatorluklardır. Hemen hemen 2000 yıl, Osmanlı
İmparatorluğu'nun çöküşüne kadar bu birlik vardı. I. Dünya Harbi'nde ne oldu?
Gelip Boğazlar'da kendi kontrollerini tesis ettiler. Yani Türkiye, Lozan'dan
sonra da Boğazlar'a hâkim değildi. Bir Boğazlar Genel İdaresi vardı. Türkiye
Boğazlar'a hâkim değildi. İtalya'nin iddiaları yüzünden Rusya ile Batıklar
anlaştı ve bize Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile tekrar Boğazlar'da hâkimiyet
hakkı tarımdı. Şimdi, I. Dünya Harbi'nden sonra Ortadoğu'ya, Batı devletleri,
bilhassa Ingiltere hâkim oldu: Fransa, Suriye'de, Irak'ta; İngiltere, Mısır'da,
Filistin'de. Ortadoğu 3 kıtanın merkezidir, bu bölgenin merkezi de
Boğazlar'dır. Dünya hâkimiyetini elinde tutan Batılı devletler, himaye
politikalarıyla bölgede kendi kontrollerini tesis ettiler. Böylece petrolü
kendi inhisarlarında tutuyor ve İsrail de karakol vazifesi görüyor. Bugün
dikkat edin Batıkların bütün kargaşalıklarının arkasmda İsrail'in parmağı
vardır. Çünkü ABD'de medya, üniversiteler İsrailklerin, Yahudilerin elindedir.
Bölgeye hâkim olduktan sonra Batı emperyakst devletleri burada kendilerine köle
olacak, kendilerine vasıta olacak, İsrail'e tehlike teşkil etmeyecek rejimler
kurdular. Mübarek rejimi, Saddam Hüseyin gelmeden önce Irak tamamıyla onların
elindeydi. Bilhassa Arabistan Yarımadası. Osmanlı'ya karşı Suudi Arabistan
Devleti'ni kuran Ingiltere'dir. Yani şimdi müşahede ettiğimiz şey, Avrupalı emperyalist devletlerin kukla hükümetlerine karşı Arap dünyası, İslam dünyası
şahlanmaktadır. Huntington’ın dediği gibi, Rusya ile birlikte komünist rejimin
çöküşünden sonra bugün dünya, iki cephe karşısmdadır: İslam cephesi ve Batık
cephe. Ortadoğu'daki İslam cephesinde, bu rejimlerin kukla hükümetleri, yani
Ürdün'deki hanedanlık, Mısır'daki Mübarek rejimi gibi kukla hükümetler
devrilmekteler. Şimdi Türkiye'nin çok mahir ve nazik bir politika izlemesi
gerekmektedir. Çünkü Batı'ya arkamızı çeviremeyiz. Hâlâ helikopterlerimizi
Amerika'dan alıyoruz. Fakat bu şahlanma, I. Dünya Harbi'nde yerleşmiş olan Bak
emperyalist rejimlerinin silinmesidir. Onun yerine Türkiye hakikaten uzak
görüşlü bir politika yürütmektedir. Davutoğlu benim öğrencim sayılır. Benim
yazılarımı yakından takip eder, çok akıllıca bir diplomasi yürütmektedir.
Ortadoğu hâkimiyetinin kilit noktası İsrail’dir. İsrail meselesi o kadar
önemlidir. Bakınız mesela İsrail hudutlarım genişletmek için Şeria’nın
dışındaki Arap memleketlerinde binalar yapıp oraları benimsemeye çalışıyor.
Bütün dünya bunlara karşı, yalnızca Amerika karşı değil. Çünkü Filistin,
Ortadoğu hâkimiyeti için onun bir aletidir. Bamınla birlikte Türkiye için çok
önemli başka bir şeyi gündeme getirmek istiyorum. Amerika, Ortadoğu
politikasını ve Türkiye’yi kontrolü altına almak için ikinci bir İsrail
yaratmaktadır. Neyi kastettiğimi anlamışsınızdır. Kuzey Lrak’ta Bamzani
idaresinin kurulması, Irak cumhurbaşkanlığına TaMaam'iıin getirilmesi, yine
bir Amerika oyunudur. Amerika'nın Ortadoğu’da İsrail’le beraber oynadığı bir
oyun. Buna karşı gelen tabii ki İran'dır. Türkiye, Batının müttefiki olarak
doğrudan doğruya İran gibi hareket edemez. Fakat diplomasi yoluyla bunu
başarabilir. Davutoğlu’nun diplomasisi çok yerinde ve başarılıdır. Bükmem bu
söylediklerim, sizin sorularınıza cevap verebiliyor mu?
Kaynak:
Halil İnalcık, Tarihe Düşülen Notlar…Konuşmalar…1947-2014…Cilt I
[1]
Bu konuşma 2 Mayıs 2011 tarihinde, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi'nde "Uluslararası Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya Üçgeninde
Türkiye/Politik ve Kültürel Perspektifler Sempozyumu"nda yapılmıştır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar