MAXIMES/ LA ROCHEFOUCAULD/ ÖZDEYİŞLER
Çeviren:
YAŞAR NABÎ
Orta
boyluyum, iyi serpilmiş mütenasip bir endamım vardır. Tenim esmerse de oldukça
pürüzsüzdür; alnım yüksek ve makul bir genişliktedir; gözlerim kara, ufak ve
çukurlarına gömülü, kaşlarımsa kara ve kalın, ama biçimlidir. Burnumun ne şekilde
olduğunu söylemekte güçlük çekeceğim, çünkü burnum ne koçvari, ne basıktır, ne
büyüktür, ne de sivri, hiç değilse bana öyle geliyor. Bütün bildiğim şudur ki
burnum küçük olmaktan çok büyüktür ve biraz fazlaca aşağı düşer. Ağzım büyük ve
dudaklarım genellikle oldukça kırmızı ve ne iyi, ne de kötü biçimlidir.
Dişlerim- beyaz ve muntazamcadır. Önce bana gerdanımın biraz fazlaca olduğunu
söylemişlerdi: bir fikir edinmek için şimdi yokladım ve aynada muayene ettim
ama ne hüküm vereceğimde hâlâ tereddütteyim. Yüzümün şekline gelince, ya dört'
köşe, ya ovaldır: bunlardan hangisi olduğunu kestiremiyorum. Saçlarım siyah ve
doğuştan kıvırcıktır, aynı zamanda başımın güzelliğini iddia ettirecek kadar
sık ve uzundur. Çehremde kederli ve vakur bir eda vardır: bu birçok kimselere,
benim kibirli olduğum hissini verir ama hiç de öyle değildir. Oldukça
hareketliyimdir, hattâ gereğinden biraz fazla, söz söylerken bana çok
işaretler yaptıracak kadar. İşte dış - görünüşüm hakkında ne yalan söyleyeyim
kanaatim budur ve kendi hakkımdaki düşüncelerimin gerçekten pek de uzak
olmadığının kabul edileceğini sanıyorum. Kendi portremi tamamlamak için geri
kalan taraflarda da aynı sadıklıkla hareket edeceğim, çünkü kendimi iyi
tanıyacak kadar etraflı incelemişimdir, hem meziyetlerimi çekinmeden
söyleyecek kadar kendime güvenim olduğu gibi, kusurlarımı açıkça itiraf edecek
kadar da samimiyetim vardır. İlkin mizacımdan sözedeyim: mahzun bir adamım, hem
de öylesine ki, üç dört yıldır, üç dört defadan fada güldüğümü gören
olmamıştır. Yalnız yaradılışımdan ileri gelenden ibaret kalsa, öyle sanıyorum
ki, mahzunluğum oldukça çekilir ve sevimli bir şey olurdu; ama dışardan gelip
hüznümü arttıran söyler o kadar çok ve bunlar hayalimi öyle dolduruyor ve
zihnimi öyle meşgul ediyor ki, çok zaman, ya tek söz söylemeden hayale dalıyor,
ya da söylediklerimin adeta hiç farkında olmuyorum. Tanımadığım insanlarla pek
sıkı fıkıyım, tanıdıklarımın çoğu ile öyle adamakıllı samimi bile değilim. Bu
bir kusurdur, biliyorum, bu kusurumu gidermek için elimden geleni yapmaya
hazırım; ama yüzümdeki somurtkan ifade, beni olduğumdan da çekingen
gösterdiğinden, yüz çizgilerimin tabii düzeninden ileri gelen kötü bir ifadeyi
çıkarıp atmak da elimizde olmadığından, içimi düzeltsem bile dıştan gene
sevimsiz bir adam., görünmekten kurtulamıyacağım. Zekiyimdir ve bunu
söylemekte nazlanmam: zira bu hususta sahte bir tevazua ne lüzum var?
Dolambaçlı yollara sapmak ve meziyetlerinden sözederken bunları küçültmeye
çalışmak, bana öyle geliyor ki, zahirî bir tevazu perdesi altında biraz benlik
hırsı saklamak, ve başkalarını kendi lehinde söylediklerinden çok daha fazlasına
inandırmak için pek ustaca bir çareye başvurmaktır. Kendi hesabıma, ne
gösterdiğimden daha iyi huylu, ne de anlatacağımdan daha zeki ve makul
sanılmazsam memnun olurum. Evet, dediğim gibi, zekiyimdir, ama mahzunluğun
tadını kaçırdığı bir zekadır bu: çünkü, dilimi iyi bilmeme, belleğimin kuvvetli
olmasına, düşüncelerimde pek karışıklık bulunmamasına karşın, kederimle o
kadar doluyum ki, çok kere söylemek istediklerimi hayli fena ifade ederim.
Seçkin insanlarla sohbet etmek en hoşuma giden zevklerden biridir; sohbetin
ciddi olmasını, büyük bir kısmını ahlaki ve içtimai mevzuların teşkil etmesini
isterim. Bununla beraber, neşeli konuşmalardan da zevk almasını bilirim:
güldürmek için hoş sözler söylediğim seyrek olsa da herhalde bu, yerinde
nüktelerin değerini takdir etmediğimden, bazı hazırcevapların çok iyi
başardıkları bu nükte oyunlarını pek eğlendirici bulmadığımdan değildir. iyi
nesir yazarım, nazım da elimden gelir; bu yoldan gelen şöhrete düşkün olsaydım
öyle sanıyorum ki, az çalışma ile kendime oldukça ün yapabilirdim. Genellikle
okumayı severim; zihne genişlik verici ve ruhu kuvvetlendirici düşünceler
taşıyan yazılar. en çok sevdiklerimdir. Hele anlayışlı bir insanla birlikte
okumaktan çok zevk duyarım: çünkü, bu şekilde insan daima okudukları üzerinde
düşünür, bu düşünceler de en hoş, en yararlı bir konuşmaya yol açar. Bana
gösterilen mensur veya manzum eserler hakkında oldukça yerinde hükümler
veririm ama, kanımı açıkça söylemekte belki biraz fazla ileri giderim. Bir
kötü yanım da pek kılı kırk yaran bir zevke sahip bulunuşum ve pek insafsız bir
eleştirici oluşumdur. Tartışmalardan nefret etmem, hatta kendim de çok kere
seve seve tartışmaya katılırım; ama kanımı genellikle aşırı bir coşkunlukla savunurum ve karşımda haksız
bir dava savunulduğu zaman, bazan, mantık lehinde o kadar coşarım ki, kendim de
mantık dışına çıktığım çok olur. Faziletli duygularım, iyi yönelimlerim vardır,
tamamiyle dürüst ve iyi bir insan olmayı o kadar isterim ki, dostlarım bana,
kusurlarımdan beni haberdar etmekten daha büyük iyilikte bulunamazlar. Beni
biraz yakından tanıyanlar ve arasıra bu nevi ihtarlarda bulunmak lûtfunu
esirgememiş olanlar bunları daima en büyük bir sevinç ve en derin bir
alçakgönüllülükle dinlemiş olduğumu bilirler. Bütün huylarım oldukça yumuşak
ve ölçülüdür; kızdığımı hemen hiç gören olmamıştır, kimseye de kin beslemedim.
Bununla birlikte, bir hakarete uğramadım ve bunun şerefime dokunur bir tarafı
bulunduğu zaman öcümü almaya da iktidarsız değilim. Tam tersine, görev
duygusunun bende kinin yerini o kadar tutabileceğine inanırım ki, intikamımı
herhangi bir kimseden daha büyük bir şiddetle izleyeceğimden şüphe etmiyorum.
Hırs ve tamahların esiri değilim. Hiçbir şeyden korkum yoktur, ölümdense hiç
korkmam. Pek merhametli değilim, hiç olmamayı da isterdim. Bununla birlikte,
' derdi olan bir kimseye yardım için
yapmayacağım şey yoktur, ve gerçekten öyle sanıyorum ki, böyle bir kimse için
her şey yapılmalıdır, hatta uğradığı felakete karşı merhamet bile
gösterilmelidir: çünkü bahtsızlar o kadar ahmak olurlar ki, bundan büyük bir
memnunluk duyarlar; fakat merhamet göstermekle kalınarak duymaktan özenle
sakınmak gerektiğinde ısrar ediyorum. Bu, sağlam bir ruhta hiç faydası
olmayan, sadece yüreği gevşetmekten başka bir şeye yaramayan bir tutkudur. Onu
ayak takımına bırakmalıdır, o . ayak takımı ki hiçbir hareketini şuurla
yapmadığından, kendisini harekete geçirmek için tutkulara muhtaçtır.
Dostlarımı severim, hem de öylesine' severim ki, menfaatlerimi onların
menfaatleri uğruna , feda etmekte bir an tereddüt etmem; kendilerine iyi
davranırım, huysuzluklarına sabırla katlanırım,' her türlü kusurlarını çabucak
mazur görürüm: yalnız. kendilerine sevgimi pek hararetli bir tarzda belirtmem,
ve benden uzak bulundukları zamanlarda büyük kaygılar duymam. Başkalarının
merakını uyandıran şeylerin pek çoğunu ben pek öyle merak etmem. Boşboğaz
değilim ve bana gizli olarak söylenenleri saklamakta herkesten daha az güçlük
çekerim. Sözümde mutlaka dururum: vaadimin doğurabileceği sonuçlar ne olursa
olsun, sözümden dönmem,. bu daima hayatımın temel kurallarından biri olmuştur.
Kadınlar meclisinde nezaketten hiçbir zaman ayrılmam, ve yanlarında hiçbir
zaman kendilerini incitebilecek bir şey söylediğimi sanmıyorum. Açık fikirli
olan kadınlarla konuşmayı erkeklere tercih ederim; bana öyle geliyor ki,
bunların konuşmalarında bizlerin aramızda raslanmayan bir tatlılık var; bundan
başka, düşüncelerini daha açık anlattıklarım, ve söylediklerine daha hoş bir
eda verdiklerini sanıyorum. Çapkınlığa gelince, eskiden bir parça çapkındım,
ama henüz genç sayılsam da artık değilim. Sevda hafifliklerinden el etek
çektim, yalnız bunca seçkin insanların hâlâ böyle şeylerle uğraştıklarına
şaşmaktan kendimi alamıyorum. Güzel tutkuları çok takdir ederim; bunlar ruh
yüksekliğine delâlet ederler; ve insana verdikleri endişelerde çetin hikmete
aykırı bir taraf bulunmakla beraber, en haşin bir faziletle öyle bir imtizaç
ederler ki, haklı olarak aleyhlerinde bulunmak mümkün olmadığını sanıyorum.
Aşkın büyük duygularında ne kadar ince ve kuvvetli taraflar olduğunu bilen
ben, eğer bir gün sevecek olursam, ancak bu şekilde sevebilirim; ama bu
tabiatımla, o bilgimin kafamdan yüreğime geçeceğine hiç ihtimal vermiyorum.
D-ü§ünceler ve ahldki özdeyişler adı altında okuyuculara
sunduğum bu eser, insan ruhunun bir tasviridir. Herkesin hoşuna gitmemesi
ihtimali vardır, çünkü belki aslına fazla benzediğine ve yeteri kadar koltuk
kabartıcı olmadığına hükmedilecektir. Ressamın bu eseri yayınlamaya hiç de
niyeti yoktu; ve eğer elden ele dolaşmış ve hatta bir süredir Hollanda'ya da
geçmiş olan yanlışlarla dolu bir nüshası dostlarımdan birini, aslına tamamiyle
uygun olduğunu söylediği bir başka nüshasını bana vermek zorunda bırakmasaydı
hala onun yazı odasında kapalı kalacaktı. A^^ bütün doğruluğuna rağmen, bu
eser, ruhlarının derinliğine nüfuz edilmesine katlanamayan ve kendilerini
tanımak istemedikleri için başkalarının da tanımasına engel olmak hakları
bulunduğunu sanan bazı kimselerin hücumlarına uğramak- kurtulamıyacaktır.
Gerçekten, bu özdeyişlerin insan gurunınun kolay kolay alışamadığı bu türlü
gerçeklerle dolu olduğundan, o gururu ayaklandırmaması ve üzerine tenkitleri
çekmemesi imkansızdır. Onun içindir ki kesin yargılar yürütmeye giriştiği bir
sırada müsveddenin yayınlanmasından sonra ve hakkında herkesin aklına geleni
söylediği bir
F. 2 sırada
kaleme alınmış olup bana verdikleri bir mektubu (’) buraya koyuyorum. Bu yazı
bana, “Düşunceler”e karşı ileri sürülebilecek başlıca itirazlara hayli yerinde
bir cevap teşkil eder ve yazarın duygularını açıklar göründü. Bu mektup
gösterir ki, düşüncelerin ihtiva ettiği şey, birçok kilise ulularının
fikirlerine uygun bir ahlakın özetidir. Bunları yazmış olan, bu kadar ehil
rehberleri izlemekle yanlış bir yol tutmuş olamayacağını ve insan hakkında bu
ulular gibi fikir yürütebileceğini sanmakta çok haklıdır. Ama onlara
gösterilmesi gereken saygı, eleştirmenlerin hıncını yenemiyorsa, bu esere
hücum etmekle o büyük adamların kanıtlarına saldırmaktan çekinmiyorlarsa,
okuyucudan dileğim şudur ki, bunları taklit etmesin, yüreğinden gelecek ilk
duygulara dimağını kaptırmasın, ve kabilse vereceği yargılara özseverliğin
karışm^asını emretsin. Zira, ona tabi olursa, bu özdeyişlerden yana bir hüküm
vermesini beklemek beyhude olur: burada özseverlik aklın bir fesatçısı gibi
tasvir edilmiş oldu- ğuııdan, bu ayni özseverlik zihni onlara karşı kışkırtmaktan
geri durmayacaktır. O yüzden bu kışkırtmaların onları haklı çıkarmasından
korkmalı, ve bu düşünceleri kötülemek uğrunda gösterilecek hararet ve
(i) Burada sözü edilen mektup, eserin ilk basımına konulmuş olan ve
özdeyişler'in bir tahlilini yapan imzasız bir yazıdır ki, kimin tarafından
yazıldığı şüpheli kalmıştır. Daha çok Segrais'ye atfedilen bu tahlili, eserin
anlaşılmasına ciddi bir yardımı olamıyacağı düşüncesiyle çeviri metne almamayı
daha uygun bulduk. (Y.N.).
ustalığın
onların doğruluğunu ispat için en mükemmel deliller olacağına kanaat
getirmelidir. Gerçekten, bunlar hakkında ileri sürülen eleştirilerin gizli
çıkar, gurur veya özseverlikten başka sebeplerden ileri geldiğine aklı başında
birini inandırmak güç olur.
Kısacası,
okuyucu için en doğru hareket tarzı şudur: ilk önce bu özdeyişler içinde
hiçbirinin doğrudan doğruya onu ilgilemediğini, genel görünmelerine karşın,
yalnız kendisinin müstesna olduğunu aklına koysun. Bundan sonra, hiç şüphe
etmesin ki, onların doğruluğuna ilk katılan kendisi olacak, üstelik bunları
insan ruhu hakkında hayli müsamahalı bile bulacaktır. îşte bu yazı hakkında
umumiyetle söyleyeceklerim bundan ibarettir; izlenen usule gelince, her
özdeyişin, konusunu anlatan bir başlık taşıması ve bunların daha esaslı bir
sıraya konulmuş olmaları arzuya değerdi sanırım; ama bana verilmiş olan
nüshanın sırasını baştan başa bozmadan bunu yapmaya imkan yoktu; hem, aynı konu
üzerinde birçok özdeyişler bulunduğuna göre, düşüncelerini sorduğum kimseler
aynı bahse ait olanları bulmak için kitaba bir cetvel eklemenin daha uygun
olacağını söylediler.
ÖZDEYİŞLER
Bizim
erdem dediğimiz şeyler, çok kere talihin yada kendi hünerimizin düzenlediği türlü
hareketlerle çıkarların bir araya gelmesinden ibarettir; ve erkeklerin yiğit,
kadınların iffetli oluşları her zaman cesaret ve iffetlerinden ileri gelmez.
Özseverlik
(1), dalkavukların en büyüğüdür.
Özseverlik
ülkesinde ne kadar keşifler yapılmış olursa olsun, hâlâ bilinmeyen yerleri çoktur.
(i) Amour-pmpre
karşılığı. önceki anlamı izzetinefis (onur) değil; eskilerimizin hubbunefs
dedikleri daha geniş bir kavramdır. Bencillik yada çıkar duygusu da
denilebilirdi. (YN.).
IV
Özseverlik,
dünyanın en becerikli adamından daha beceriklidir.
Ömrümüzün
uzunluğuna olduğu gibi, tutkularımızın devamına da bizim hükmümüz geçmez.
VI
Tutku,
çok kere en becerikli adamı çılgına döndürür. Çok kere de en ahmakları becerikli
kılar.
VII
O
gözleri kamaştıran büyük ve parlak işleri politikacılar büyük tasavvurların
sonuçları gibi gösterirler. Oysa bunlar, daha çok, mizaç ve tutkuların
eseridir. Örneğin, Augustus’- la Antonius arasındaki savaş, dedikleri gibi,
bunların dünyaya hâkim olmak emellerinden değil, belki sadece bir
kıskançlıktan doğmuştur.
VIII
Tutkular her zaman inandıran biricik hatiplerdir.
Bunlar, kuralları şaşmayan tabiat yasası gibidir; ve tutkusu olan en basit
adam, hiç tutkusu bulunmayan en iyi konuşan adamdan daha çok inandırır.
IX
Tutkuların
adaletsiz ve çıkarcı bir yanları vardır ki, bunların peşine takılmayı tehlikeli
kılar. En akla yakın göründükleri zaman bile bunlardan sakınmalıdır.
İnsan
kalbinde bitmez tükenmez bir tutkular silsilesi vardır. Öyle ki, bunlardan
birinin tükenmesi hemen daima bir başkasının oraya yerleşmesi demektir.
XI
Tutkular,
çok kere kendilerine zıt tutkuları doğurur. Cimrilik bazan müsrifliğe ve
müsriflik cimriliğe yol açar. İnsan çok kere zaaf yüzünden metin, sıkılganlık
yüzünden cüretlidir.
XII
Tutkularımızı dindarlık ve dürüstlük gösterişiyle
örtmeye ne kadar çalışırsak çalışalım, bunlar hep o perdenin altından
sırıtırlar.
XIII
Özseverliğimiz,
kanılarımızdan çok zevklerimizin eleştirilmesine katlanamaz.
XIV
İnsanlar
yalnız iyiliklerle hakaretleri unutmakla kalmazlar; hattâ kendilerini minnet
borcu altına sokmuş olanlara kin besler de, hakaretine uğradıklarına karşı
nefretlerini zamanla yitirirler. İyiliği mükâfatlandırmak ve kötülüğün öcünü
almak gayreti, onlara pek kolay katla- namadıkları bir külfet gibi gelir.
xv
Hükümdarların
insaf ve merhameti çok kere halkın sevgisini kazanmak için bir siyasetten
başka bir şey değildir.
XVI
Bir
erdem diye gösterilen o merhamet, bazı gösteriş için, arasıra tembellik
sebebiyle, çok .kere korku yüzünden ve hemen daima her üçünün birlikte
etkisiyle meydana gelir.
XVII
Mutlu
insanların kanaatkârlığı mutluluğun mizaçlarına kattığı sükûnetten ileri gelir.
XVIII
Kanaatkârlık,
mutluluklarından sarhoşa dönenlerin müstahak oldukları küçümsemeye ve hasede
uğramak korkusudur: bu, irademizin kuvvetiyle yersiz bir öğünmedir; en yüksek
mertebedeki insanların kanaatkârlığı ise talihlerinden ûstûn görünmek
isteğinden başka bir şey değildir.
XIX
Hepimizde başkalarının dertlerine katlana-' . .. .
cak guç
vardır.
xx
Aklı
başında insanların dayanı ve direni- si, istek ve heveslerini gönüllerinde
hapsetmek sanatından başka bir şey değildir.
XXI
Ölüm
cezasına çarpılmış olanlar, bazan metin ve ölümü küçümser görünmeye çalışırlar.
Bu, gerçekte onu akla getirmek korkusundan başka bir şey değildir. Öyle ki,
gözlerini örten mendil, gözleri için neyse, bu metinlik ve küçümseme de
yürekleri için odur.
XXII
Hikmet
ve felsefe, geçmiş ve gelecek dertlerin kolaylıkla hakkından gelir; ama
bugünün dertleri de onun hakkından gelir.
XXIII
Ölümün
ne olduğunu bilen insan azdır. Genellikle ona metinlik dolayısıyle değil, ahmaklık
ve alışkanlık yüzünden katlanılır; insanların çoğu ölümden kaçınılamayacağı
için ölürler.
XXIV
Büyük
adamlar ardı arası kesilmeyen felâketlerin yükü altında ezilip çöktükleri zaman,
önceleri bu felâketlere iradelerinin değil de, hırs ve tamahlarının kuvvetiyle
katlanmış olduklarını ve kahramanların daha büyük bir benlik hırsından başka
öteki insanlardan farklı yanları bulunmadığını göstermiş olur lar.
XXV
Talihin
lûtfu altında ezilmemek için, kahrına katlanmaya gerekenden daha bûyûk meziyetlere
ihtiyaç vardır.
Güneşe
ve ölüme çekinmeden bakılamaz.
En
suçlu tutkularla bile öğünenler bulunur. Ama kıskanma, itirafa hiç cesaret
edemediğimiz sıkılgan ve utangaç bir tutkudur.
Kıskançlık
bir bakıma yerinde ve mâkul bir şeydir. Çünkü bizim olan yada bizim olduğunu
sandığımız bir şeyi muhafaza isteğinden başka bir gayesi yoktur; oysa kıskanma,
başkalarının iyiliğine katlanamayan bir kudurganlıktır.
Yaptığımız
kötülüklerden çok, meziyetle- rimizdir ki, başkalarının kin ve şerrini üstümüze
çeker.
xxx
Kuvvetimiz,
irademizden üstündür; ve bazı şeylerin imkânsız olduğunu tasavvur etmemiz çok
kere kendimizi mazur görmek içindir.
Hiç
kusurumuz olmasaydı, başkalarında kusurlar bulmaktan bu kadar zevk almazdık.
Kıskançlık
şüphelerle beslenir; şüpheye yer kalmayınca da ya korkunç bir öfkeye döner,
yada sönüp gider.
Gurur,
daima zararlarını telâfi eder, ve benlik hırsından vazgeçtiği zaman bile bir
şey kaybetmez.
Hiç
gururumuz olmasaydı, başkalarının gururundan şikâyet etmezdik.
xxxv
Gurur
bütün insanlarda eşittir. Fark yal-
ÖZDEYİŞLER 31
nız onu
belli etmekteki vasıta ve tarzlardadır.
Bizi
mutlu kılmak için vücudumuzun uzuvlarını o kadar ustaca düzenlemiş olan
tabiat, gururu da eksiklerimizi bilmek acısından bizi esirgemek için vermiş
olsa gerek.
Kabahat
işleyenlere çıkışmalarımızda iyilikten çok gururun payı var; onları, ıslah
etmekten çok kendimizin bu gibi kusurlardan uzak olduğumuza kendimizi
inandırmak için azarlarız.
Umutlarımıza
göre vaadeder, kaygılarımıza göre tutarız vaadimizi.
Çıkar
dedikleri, her dili konuşur, her kılığa girer, hattâ çıkarlara karşı kayıtsız
biri gibi görünmesini de bilir.
Birtakım
kimseleri kör eden çıkar, başka larının gözünü açar.
Küçük
şeylerle fazla uğraşanlar, çok zaman büyük işleri göremiyecek hale gelirler.
Her
zaman aklımızın izinden yürümeye takatimiz yetmez.
Çok
kere insan, kendi kendini yönettiğini sanır ya, aslında yönetilir. Kafasiyle
bir gayeye doğru yönelirken gönlü, hiç fark ettirmeden onu bir başka yana
sürükler.
Ruh
gücü ve zaafı dediğimiz şeylere yanlış ad takılmıştır. Bunlar gerçekte, vücut
uzuvlarının iyi yada kötü işlemesinden başka bir şey değildir.
Mizacımızın
cilveleri, feleğin cilvelerinden daha gariptir.
Filozofların
hayata gösterdikleri bağlılık yada kayıtsızlık, özseverliklerinin bir zevkinden
başka bir şey değildir. Damak zevkleri ve renkler gibi bu da tartışılmamak
gerekir.
Kaderin
bize gönderdiği her şeye değer biçen mizacımızdır.
Mutluluk
malda değil candadır: insan ancak canı çektiği şeyi elde etmekle mutlu olur,
yoksa başkalarının hoşuna giden şeye sahip olmakla değil.
İnsan
hiçbir zaman sandığı kadar mutlu yada mutsuz değildir
F. 3
Kabiliyetlerine
inanmış olanlar, talihin gadrine uğramaya lâyık olduklarına başkalarını ve
kendilerini ikna için mutsuz olmayı bir şeref sayarlar.
Bir
zamanlar doğru bulmuş olduğumuz bir şeyi başka bir zaman eğri bulduğumuzu görmek
kadar nefsimizden duyduğumuz hoşnutluğu azaltacak bir şey yoktur.
Türlü
kaderler birbirinden ne kadar farklı görünse de, iyiliklerle kötülükler
arasında öyle bir denkleşme olur ki, bunları eşit kılar.
Tabiat
insana ne kadar üstünlükler verirse versin, kahramanları meydana getiren yalnız
o değil, aynı zamanda talihtir.
Filozofların
dünya nimetlerini küçük görmeleri, yoksun bırakıldıkları şeyleri küçümsemek
suretiyle talihin liyakatlerine karşı gösterdiği adaletsizliğin intikamını
almak gizli arzusundan ileri geliyordu; bu, yoksulluğun alçaltmasından
korunmak için başvurulan gizli çareydi; bu, servet yolu ile elde edemedikleri
saygıya ulaşmak için tutulan dolambaçlı bir yoldu.
Gözdelere
karşı beslenen kin, göze girmek isteğinden başka bir şey değildir. Gözde
olmayanlar bu yüzden duydukları hırsı gözde olanları küçük görerek avutur ve
yumuşatırlar. Biz de bu gibilerin üzerinden herkesin saygısını çeken şeyleri
sıyırıp atamadığımız için onları saymak istemeyiz.
Toplum
içinde mevki sahibi olmak isteyen insan bu mevkie sahipmiş gibi görünmek için
elinden geleni yapar.
İnsanlar
başardıkları büyük işlerle övünürlerse de, bu işler çok kere büyük bir maksadın
değil, raslantının eseridir.
Yaptığımız
işlerin övülmesi yada yerilmesi, galiba daha çok talihle raslantılara bağlıdır.
Becerikli
insanların azçok faydalanmak yolunu bulamayacakları derecede felâketli olaylar
olamayacağı gibi, ihtiyatsız kimselerin kendi zararlarına çeviremeyecekleri
derecede mutlu olaylar da yoktur.
Talih,
hep koruduğu kimselerden yana çalışır.
İnsanların
mutluluk yada mutsuzlukları talihin olduğu kadar kendi mizaçlarının da eseridir.
Samimilik
bir iç açılışıdır, ve pek az kimsede bulunur. Daha çok görüleni, başkalarının
güvenini kazanmak için kurnazca bir gizleyişten başka bir şey değildir.
Yalan
düşmanlığı çok kere düşüncelerimize değer verdirmek ve sözlerimize derin bir
saygı çekmek gizli isteğinden ibarettir.
Gerçeğin
yeryüzünde yaptığı iyilik, sözde gerçeklerin sebep olduğu kötülüklerden azdır.
İhtiyat
ve tedbiri göklere çıkarırlar; oysa bunlar bizi hangi belâlara karşı güven
altına alabilir?
Becerikli
bir adam çıkarlarının derecesini ölçerek bunların herbirini önem sırasına göre
izlemelidir. Açgözlülüğümüz çok kere bu sırayı bozar ve bizi o kadar çok şeye
birden sal- dırtır ki, en önemsizlerini fazla arzulamak yüzünden, en
değerlileri elden kaçar.
Ruh
için sağduyu neyse vücut için de kibarlık, zariflik odur.
Aşkı
tarif etmek güçtür. Hakkında söylenebilecek olan şudur ki: o ruhta bir hâkim
olmak ihtirası; zihinde bir cazibe ve vücutta, bir esrar perdesi ardında
sevdiğine sahip olmak için gizli ve ince bir istekten başka bir şey değildir.
Başka
tutkularımızla karışmamış saf bir aşk varsa bu kalbin derinliklerinde saklı
olup, bizim bile habersiz bulunduğumuzdur.
Olan
bir sevgiyi uzun zaman gizleyecek yada bulunmadığı yerde onu var gibi gösterecek
güçte bir mask yoktur.
Artık
birbirinden soğumuş insanlar gösterilemez ki sevişmiş olduklarından utanç duymasınlar.
Etkilerinin
çoğuna bakarak hakkında bir hüküm vermek gerekirse, aşk, dostluktan çok kine
benzer.
LXXil
Hiçbir
zaman âşıkdaşlık etmemiş kadınlar bulunabilir ama, bunu hayatında yalnız bir kere
yapmış kadın seyrek bulunur.
Aşk
yalnız bir türlü olur ama, biribirinden farklı bin nüshası vardır.
Ateş
gibi aşkın da devam edebilmek için durmadan harekete ihtiyacı vardır. Umması
yada korkması tükendi mi ömrü de tükenir.
Gerçek
aşk tıpkı cinler, periler gibidir: bahsini herkes eder ama, gözüyle görmüş olan
pek azdır.
Duka'ların
(1) Venedik'te olup bitenlerle nasıl bir ilişkileri yoksa, aşkın sayısız
ilişkilerdeki sözde payı da daha fazla değildir.
Birçok
kimselerdeki hak sevgisi, haksızlığa uğramak korkusundan başka bir şey değildir.
Susmak,
kendine güvenemeyenin başvurduğu en emin çaredir.
Dostluklarımızda
bizi o kadar değişken kılan şey, ruhun meziyetlerini tanımanın güç, zihnin meziyetlerini
öğrenmenin kolay oluşudur.
Biz
sevdiklerimizi ancak kendi nefsimize göre severiz. Dostlarımızı kendimize
tercih ettiğimiz zaman bile zevkimize ve keyfimize uy-
(1) Eski
Venedik devletinde hükümet başkanına verilen ad. (Y.N.). maktan başka bir şey yapmış
olmayız. Bununla beraber, ancak böyle bir tercihledir ki, dostluk gerçek ve
tam olabilir.
Bizi
düşmanlarımızla barışmaya sevk eden, mevkiimizi güçlendirmek isteği, savaştan
usanma ve kötü akıbetlere uğramak kaygısıdır.
İnsanların dostluk adını verdikleri şey, bir ortaklık,
menfaatlerin karşılıklı korunması ve yardımlaşmadan ibarettir; nihayet bu,
özseverliğimizin daima bir şeyler kazanmayı tasarladığı bir alış-veriştir. .
Dostlarımızdan
sakınmak, onlar tarafından aldatılmaktan daha utanılacak bir şeydir.
Bizden
daha güclü insanları sevdiğimize çok kere kendimizi inandırırız. Oysa dostluğumuzu
meydana getiren sadece çıkarlardır. Kendilerine yapmak istediğimiz iyilik için
değil
42 ÖZDEYİŞLER
de,
umduğumuz faydalar dolayısiyledir ki, onlara gönlümüzü veririz.
L^XXVI
Herkesten
sakınmamız, başkalarının bizi aldatmasını mazur kılar.
İnsanlar
birbirlerini aldatmasalar, uzun zaman birarada yaşayamazlardı.
özseverliğimiz,
dostlarımızın meziyetlerini, kendilerinden hoşnut kalışımız ölçüsünde çoğaltıp
azaltır, ve bizimle nasıl geçindiklerine bakarak değerleri hakkında hüküm
veririz.
L.XXXIX
Herkes
belleğinden yakınır da kimse aklından yakınmaz.
xc
Hayat
alış-verişinde biz meziyetlerimizden çok kusurlarımız yüzünden hoşa gideriz.
En
büyük tutku, hedefine varmakta tam bir imkânsızlıkla karşılaştı mı, tutkuya
benzer bir yanı kalmaz.
Kendi
meziyetleriyle övünen birine yanıldığını anlatmak, ona kötü bir oyun oynamak
olur. Tıpkı limana giren bütün gemilerin kendisine ait olduğunu sanan o
Atinalı deliye yapıldığı gibi.
Yaşlılar
artık kötü örnekler verecek halde olmayışlarının acısını avutmak için iyi öğütler
vermekten hoşlanırlar.
Büyük
adlar, lâyık olmayanları, yükseltecek yerde aşağılatır.
xcv
Pek
büyük bir değerin belirtisi, ona en çok haset duyanların da övmek zorunda kalmalarıdır.
Nankör
vardır ki, nankörlüğünden suçlu olan, kendisinden çok ona iyilik edendir.
Zihinle
muhakemenin ayrı ayrı şeyler olduğunu sanmakla hata ettiler. Muhakeme, zihin
ışığının büyüklüğünden başka bir şey değildir; bu ışık her şeyin ta dibine
nüfuz eder, orada göze çarpacak ne varsa hepsini görür ve farkedilmez
sanılanları farkeder. Onun için kabul etmelidir ki, muhakemeye atfedilen bütün
işleri gören, zihin ışığının yaygınlığıdır.
Herkes
kalbinin iyiliğinden söz eder ama, kimse akıl ve zekâsiyle övünmeye cesaret edemez.
Zihnin
nezaketi, dürüst ve ince şeyler düşünmektedir.
c
Zihnin
kibarlığı, koltuk kabartıcı sözleri hoşa gidecek bir tarzda söylemektedir.
Çok
kere zihnimize ansızın öyle mükemmel şeyler doğar ki, uzun emek ve zahmetlerle
bile böyle bir sonuca varmak mümkün olmaz.
Akıl,
daima gönlün oyuncağıdır.
Akıllarını
iyi bilenlerin hepsi, sanılmasın ki gönüllerinden de haberlidirler.
insanların
ve işlerin perspektif noktaları vardır: iyice kavramak için kimilerini yakından
görmek gerekir, kimilerini uzaktan.
ev
Akıllı
diye, tesadüfen akıllıca düşünene değil, mantığı bilen, temyiz eden ve tadına varana demek gerekir.
CVI
Bir
şeyi iyi bilmek için, ayrıntılarını bilmek gerekir: bu da hemen hemen sonsuz
olduğu-
46 ÖZDEYİŞLER
na göre,
bilgilerimiz hep yüzeysel ve eksiktir.
Zariflik
düşkünü olmadığını söylemek de bir nevi zariflik düşkünlüğüdür.
Aklın
gönül rolünü oynaması uzun süremez.
CIX
Gençlik,
kanı kaynadığı Içın, durmadan zevk değiştirir. İhtiyarlık ise alışkanlık yüzünden
zevklerini korur.
cx
En
cömertçe verilen şey öğüttür.
İnsan
sevgilisini ne kadar çok severse, ona kin beslemeye de o kadar hazırdır.
Manevî
kusurlar da yüz kusurları gibi yaşlandıkça çoğalır.
Evlenmenin
iyisi olur ama, kusursuzu olmaz.
Düşmanları
tarafından aldatılmayı ve dostlarından ihanet görmeyi insan bir türlü hazmedemez.
Oysa, kendi kendimize yaptığımız fenalıktan çok kere zevk duyarız.
cxv
Farkına
vardırmadan başkalarını aldatmak ne kadar güçse, farkına varmadan kendini aldatmak
da o kadar kolaydır.
öğüt
istemek ve vermek kadar samimî olmayan şey yoktur. öğüt isteyen, dostunun duygularına
karşı saygı ve takdir besler görünür- ken gerçekte, kendi duygularını ona
tasvip ettirmekten ve hareketlerine onu kefil etmekten başka bir şey düşünmez;
öğüt veren de kendisine gösterilen güveni hararetli ve hasbî bir gayretle öder
gibi görünürken, aslında çok kere tavsiyelerinde kendi kişisel çıkarından yada
şanından başka bir şey gözettiği yoktur.
Kurnazlıkların
en incesi, bize kurulmuş olan pusulara düşer gibi görünmeyi iyi bilmektir; ve
insanın en kolay aldatıldığı zaman başkalarını aldatmaya çalıştığı sıralardır.
Hiçbir
zaman aldatmamak kararında olmak, bizi sık sık aldanmak durumuna düşürür.
C^
Başkalarına
karşı mask taşımaya o kadar alışmışızdır ki, sonunda kendimiz bile gerçek
yüzümüzü unuturuz.
cxx
lhanetlerimizin
çoğu, tasarlanmış bir kasıt ürünü olmaktan çok zaaf eseridir.
Çok
kere yapılan iyilikler. ceza görmeden kötülük yapabilmek içindir.
Tutkularımıza
karşı koyabiliyorsak, bu irademizin gücünden çok, o tutkuların zayıflığın-
dandır.
İnsan
hiç övünmeyecek olsaydı, zevki de hiç tatmış olmazdı.
En
becerikli insanlar bütün ömürlerince kurnazlığı kötülerler. Büyük bir
fırsatta ve büyük bir çıkar uğrunda onu kullanmak üzere.
cxxv
Her
zaman kurnazlığa başvurmak, dar kafalıların harcıdır. Bir yanını örtmek için
onu kullananın başka bir yanını açıkta bıraktığı çok görülür. .
KurnazIıklar
ve ihanetler ancak beceriksizlikten gelirler.
F. 4
Aldanmanın
en gerçek yolu, kendini başkalarından daha kurnaz sanmaktır.
cxxvnı
Aşırı
bir zarafet, sahte bir inceliktir, gerçek bir incelikse sağlam bir zariflik.
Becerikli
bir adam tarafından aldatılmamak için bazan kaba olmak yeter.
^cx
Zaaf,
giderilemeyecek tek kusurdur.
Sevişmeyi
âdet edinmiş kadınların en küçük kusuru, sevişmeleridir.
Başkaları
hesabına uslu olmak, kendi hesabına uslu olmaktan kolaydır.
Yararlı
olan kopyalar yalnız kötü asılla- rın gülünç yanlarını bize gösterenlerdir.
Sahip
olduğu meziyetlerden çok sahip olmayı tasarladığı meziyetlerdir insanı gülünç
eden.
cxxxv
Bazan
insan, başkalarından olduğu kadar kendinden de farklıdır.
Öyleleri
vardır ki, aşktan sözedildiğini hiç işitmemiş olsalardı asla âşık olmazlardı.
Övünmek
fırsatını bulamadığımız zamanlar az konuşuruz.
Kendimizden
hiç sözetmemektense kendimizi çekiştirmeyi tercih ederiz.
Konuşmaları
hoş ve makul olan insanlara pek az raslanmasının sebeplerinden biri, hemen
herkesin kendisine söylenen sözlere cevap vermekten çok, kendi söylemek
istediklerini düşünmesidir. En becerikli ve en iltifatçı olanlar, sadece
dikkat eder görünmekle yetinirler ve bu sırada gözlerinde, zihinlerinde
kendilerine söylenenlere karşı bir dalgınlık ve söylemek istedikleri şeye
dönmek için telâş farkedilir, düşünmezler ki, kendini hoşnut etmeye bu derece
özen göstermek, başkalarının hoşuna gitmek yada onları ikna etmek için bir yol
değildir, ve iyi dinleyip iyi cevap vermek, konuşmada insanın sahip olabileceği
en büyük üstünlüklerden biridir.
Zeki
bir adam, ahmaklar meclisinde çok kere ne söyleyeceğini şaşırır.
Çok
kere hiç sıkılmadığımızı söyleyerek övünürüz ve o kadar gösteriş
meraklısıyızdır ki, arkadaşlarımızı anlamsız bulmaya hiç yanaşmayız.
Az
sözle çok şey anlatmak zeki adamların harcı olduğu gibi, boş adamlar da, tam
tersine çok konuşup bir şey söylememek ustalığını gösterirler.
Başkalarının
meziyetlerini mübalâğa etmemiz, onların değerlerine karşı duyduğumuz beğeniden
çok, kendi duygularımızı beğenmemizden ileri gelir, biz bir şeyi över
görünürken gerçekte takdirleri kendi üzerimize çekmek isteriz.
Övmekten
hiç hoşlanmayız, ve çıkarımız olmadıkça kimseyi övmeyiz. Övme, becerikli, gizli
ve ince bir dalkavukluktur ki, yapanı da, hakkında yapılanı da, ayrı tarzda
hoşnut eder. Biri bunu meziyetlerinin bir mükâfatı sayar, öteki de kendi
hakseverliğini ve temyiz kabiliyetini takdir ettirmek için buna başvurur.
Çok kere öyle zehirli övgüler seçeriz
ki, övdüğümüz kimselerin, başka türlü göstermeye cesaret edemediğimiz
kusurlarını meydana çıkarırız.
İnsan
genellikle övülmek için över.
Sinsi
övmelere yararlı yermeleri tercih ede- / cek kadar aklı başında adam azdır.
Öyle sitemler vardır ki bir övüştür,
ve öyle övmeler vardır ki adamı kötüler.
Hakkımızda söylenen takdirleri kabul
etmek istemeyişimiz, iki kere övülmek isteğinden başka bir şey değildir.
İşittiğimiz
takdirlere lâyık olmak arzusu, erdemimizi kuvvetlendirir; ve zekâ, kabiliyet,
güzellik için yapılan övgüler bunların artmasına yarar.
Hüküm
altına girmekten sakınmak, başkalarına hükmetmekten daha güçtür.
Kendimiz
övünmesek başkalarının metihleri bize zarar veremezdi.
Kabiliyeti
meydana getiren tabiattır, harekete geçiren ise talih.
Aklımızın
düzeltemeyeceği birçok kusurlarımızı talih düzeltir.
CLV
Kabiliyetleriyle
birlikte iğrenç adamlar olduğu gibi, kusurlarına rağmen hoşa gidenler de
vardır,
Bütün
meziyetleri yararlı saçmalar söyleyip yapmak olan adamlar vardır ki, hareketlerini
değiştirecek olsalar, her şeyi berbat ederlerdi.
Büyük
adamların ünü, daima bunu elde etmek için kullanmış oldukları araçlarla ölçülmelidir.
Koltuklama
öyle bir kalp paradır ki ancak benlik pazarında sürülür.
Büyük meziyetleri olmak yetmez, bunları hesaplı kullanmayı da
bilmelidir. '
Yapılmış bir iş ne kadar parlak olursa olsun, büyük bir
amacın ürünü değilse büyük sayılmamalıdır. /
Eylemlerle
niyetlerden tam verim almak isteniyorsa, aralarında bir nisbet bulunmak
gerekir.
^^n
ikinciderecede
kabiliyetleri göze çarpacak şekle koymak ustalığı takdirleri kendine çeker ve
çok kere gerçek kabiliyetten çok ün sağlar.
CLXIII
Öyle
çok hareket tarzları vardır ki, gülünç görünürlerse de, dayandıkları gizli
sebepler çok akıllıca ve sağlamdır.
CLXTV
Bize
ait olmayan görevlere lâyık görünmek, gördüğümüz işlere lâyık olmaktan daha
kolaydır.
CLXV
Değerimiz
bize seçkin insanların takdirini kazandırır, talihimiz de ayak takımının.
Toplum
asıl kabiliyetten çok sözde kabiliyetleri mükâfatlandırır.
Cimrilik,
tutuma cömertlikten çok aykırıdır.
Umut,
bütün aldatıcılığıyle birlikte hiç değilse bizi ömrün sonuna hoş bir yoldan
götürmeye yarar.
Tembellikle
sıkılganlık bizi görevimize bağlı tutarken bunun şeref payını erdemimiz benimser.
Açık,
samimi ve dürüst bir muamelenin doğruluk eseri mi, yoksa kurnazlık ürünü mü
olduğu hakkında hüküm vermek güçtür.
Irmaklar
nasıl denize dökülürse, erdemler de öyle çıkar denizinde kaybolurlar.
Cansıkıntısının
türlü sonuçları iyice incelenirse, görevlerin çıkardan çok, ona kurban edildiği
görülür.
Merak
ve tecessüsün türlü şekilleri vardır: biri çıkar ürünüdür ki, bizi kendimize
yararlı olabilecek şeyleri öğrenmeye sevkeder, öteki gurur ürünüdür ki
başkalarının bilmediklerini bilmek isteğinden doğar.
Başımıza
gelebilecek felâketleri tahmine çalışmaktansa uğramış olduğumuz belâlara katlanmak
için zihin yormak yeğdir.
Aşkta
vefa devamlı bir vefasızlıktır ki, gönlümüzü sevgilimizin bütün meziyetlerine,
kimi birini, kimi ötekini tercih ederek, sırasiyle bağlanmaya sevkeder; öyle
ki, bu vefasızlık aynı konu üzerinde durmuş ve hapsolmuş bir vefasızlıktan
başka bir şey değildir.
CLXXVI
Aşkta
iki türlü vefa vardır:biri sevilen kişide daima sevilecek yeni konular
bulmaktan ileri gelir, öteki de vefalı olmayı bir şeref saymaktan.
Sebat
ne yerilmeye müstahaktır, ne de övülmeye lâyık. Çünkü zevklerin ve duyguların
ömrüyle sınırlıdır; buna da bizim hükmümüz geçmez.
Yeni
bilgileri bize sevdiren şey, eskilerinden bıkmış olmamızdan yada bunları
değiştirmek zevkinden çok, bizi pek yakından tanıyanlarca yeteri kadar takdir
edilmemek korkusu ve bizi pek iyi tanıyanlarca daha çok takdir edilmek
umududur.
CLXXIX
Düşüncesizliğimizi
önceden mazur göstermek için bazı kere dostlarımızdan düşüncesizce şikâyetlerde
bulunuruz.
CLXXX
Pişmanlığımız,
yaptığımız kötülüklere duyulan pişmanlığın değil, daha çok, başımıza belâlar
gelmesinden duyulan korkunun sonucudur.
CL^XX
Akıl
havaîliğinden yada zaafından ileri gelen bir sebatsızlık vardır ki bize
başkalarına ait bütün düşünceleri kabul ettirir. Daha mazur görülebilecek bir
kararsızlık da vardır ki, hayattan usanmış olmaktan gelir.
CLXXXII
Nasıl
zehirler ilâçların terkibine girerse, kötülükler de faziletlerin terkibine
girerler. Ih- tiyatkârlık bunları bir araya getirip zararsız kılar, ve hayatın
dertlerine karşı yararlı bir surette kullanır.
CL^^m
Erdem
hesabına mutabık kalmalıyız ki, insanlar için en büyük felâket, kendi suçları
yüzünden uğradıklarıdır.
Kusurlarımızın
başkaları üzerinde bıraktığı kötü izlenimleri samimiyetimizle gidermek için
bunları itiraf ederiz.
İyilik
kahramanları olduğu gibi, kötülük kahramanları da vardır.
Kötü
huyları olanların hepsi hor görülmez, ama hiçbir erdemi olmayanların hepsi
hor görülür.
Faziletin
adı da tıpkı kötü huylar gibi, çıkara âlet edilir.
Ruhun
sağlığı vücudün sağlığından daha çok güvende değildir. İnsan ihtiraslardan ne
kadar uzaklaşmış görünse de, birdenbire bunların peşine takılıp sürüklenmek
tehlikesi gene de vardır. Nasıl ki sağlam bir adam da ansızın hastalanabilir.
Öyle
görünüyor ki, tabiat her insana, daha doğuşunda, iyilik ve kötülükler için
sınırlar çizmiştir.
cxc
Büyük
kusurları olmak, ancak büyük adamların harcıdır.
cxcı
Denilebilir
ki, ahlâk düşkünlükleri bizi, ömrümüz boyunca, sırasiyle kendilerine konuk
olacağımız ev sahipleri gibi bekler; aynı yoldan iki kere geçmemiz mümkün
olsa, tecrübenin bizi bunlardan sakındıracağından emin değilim.
cxcıı
Kötü
huylarımız bizi bıraktıkları zaman, sanki biz onlardan vazgeçmişiz gibi bununla
övünürüz.
cxcm
Vücut
hastalıklarında olduğu gibi ruhun hastalıklarında da hafifleme devreleri
vardır. İyileştiğimizi sandığımız zamanlar çok kere sadece hastalık gevşemiş
yada değişikliğe uğramıştır.
CXCIV
Ruhun
kusurları vücuttaki yaralar gibidir: iyi etmek için ne kadar özenilse de, daima
iz bırakırlar, ve her zaman tekrar açılmak tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.
cxcv
Çok
kere bir tek kötü huya kendimizi kaptırmamıza engel olan şey, birçok kötü huyumuz
oluşudur.
CXCVI
Bizden
başka bilen olmadığı zaman kusurlarımızı pek çabuk unuturuz.
CXCVII
İnsan
vardır ki, gözünüzle görmeden kötülüğünü aklınıza getirmemiş olabilirsiniz,
ama bir kötülüğüne rasladığımızda şaşırmamız gereken tek adam yoktur.
Bazı
kimselerin ününü azaltmak için başkalarının şanını yükseltiriz; bazı kere,
ikisini de kötülemek istemeseler mösyö le Prince'i ve mösyö de Turenne'i daha
az överlerdi.
Becerikli
görünmek isteği, çok kere becerikli olmaya engeldir.
cc
Benlik
hırsı arkadaşlık etmese, erdem pek uzaklara gidemezdi.
Kimseye
minnet etmeden bütün lüzumlu şeyleri kendinde bulabileceğini sanan, çok yanılır.
Dürüstlük taslayan
insanlar, kusurlarını başkalarından ve kendilerinden gizleyenlerdir; gerçek
dürüst insanlarsa bu kusurları çok iyi bilen ve itiraf edenlerdir.
F. 5
CCIII
Gerçek
dürüst adam hiçbir şeyle böbür- lenmiyendir.
CCIV
Kadınların
hırçınlığı, güzelliklerine kattıkları bir düzen, bir süstür.
ccv
Kadınların
namusluluğu, çok kere ünlerine ve rahatlarına düşkün olmaları yüzünden- dir.
CCVI
Daima
dürüst insanların gözü önünde bulunmak istemek, gerçekten dürüst olmak demekti
r.
CCVII
Delilik,
hayatın hiçbir çağında peşimizi bırakmaz. Bir kimse aklı başında görünüyorsa,
deliliği yaşı ve servetiyle orantılı olduğu içindir.
Kendini
bilen öyle bön adamlar vardır ki, bönlüklerini ustaca kullanırlar.
Çılgınlık
yapmadan yaşayan adam, sandığı kadar uslu değildir.
ccx
Yaşlandıkça
insan daha deli ve daha uslu akıllı olur.
İnsanlar
vardır ki, ancak bir süre ağızlarda dolaşan türkülere benzerler.
ccxn
Çok
kimseler insanlar hakkında itibarlarına yada ikballerine bakarak hüküm
verirler.
Ün
düşkünlüğünü; ayıplamak korkusu, zengin olmak tasavvuru, hayatımızı rahat ve
hoş bir hale koymak arzusu, yada başkalarını aşağılatmak hevesi, insanlar
arasında pek rağbet gören cesaretin yaratıcısı çok kere işte bunlardır.
CCXIV
Basit
askerin yiğitliği, hayatını kazanmak için tutmuş olduğu tehlikeli bir meslekten
başka bir şey değildir.
ccxv
Halis
yiğitlik ve tam korkaklık pek seyrek ulaşılan iki uçtur. Bu ikisi arasındaki
alan geniştir ve cesaretin bütün öteki şekillerini içine alır; bunlar
arasındaki farklar yüzler ve mizaçlar arasındakinden az değildir. Bir hareketin
başlangıcında seve seve ileri atılan insanlar vardır ki, devamı karşısında
kolayca gevşer ve usanırlar. Birtakımları da vardır, herkesçe görevlerini
yapmış sayılmakla yetinir ve daha ileri gitmeyi pek istemezler. Öyleleri görülür
ki, korkularına her zaman aynı derecede hâkim değildirler. Başkaları bazan
genel korkulara kapılmaktan kendilerini alamazlar; daha başkaları yerlerinde
kalmaya cesaret edemediklerinden, hücuma geçerler. Birtakımları da vardır ki,
küçük tehlikeler alışkanlığı, cesaretlerini kuvvetlendirir ve kendilerini daha
büyük tehlikelere göğüs germeye hazırlar. Kılıç oyununda yiğit oldukları
halde kurşundan yılanlar görülür; başkaları da kurşundan ürkmezler de kı- 1
ıçla döğüşmekten yılarlar. Bütün bu çeşit çeşit cesaretler uygun düşer; çünkü
gece korkuyu arttırdığı, iyi ve kötü hareketleri gizlediği için, kendimizi
sakınmakta bizi hür bırakır. Daha genel bir sakınma da vardır: zira bir tek
adam yoktur ki, bir fırsatta geri döneceğinden emin bulunursa, yapmak elinde
olan her şeyi yapabilecek kudreti kendinde bulsun; öyle ki, ölüm korkusunun
cesareti bir miktar azalttığı besbellidir.
Asıl
yiğitlik, herkesin karşısında yapabileceği şeyi hiç tanığı olmadan yapmaktır.
Yılmazlık,
ruhun öyle harika bir kuvvetidir ki, onu, büyük tehlikelerin kendisinde uyandırabileceği
telâşlardan, şaşkınlıklardan uzak tutar; ve bu kuvvet sayesindedir ki,
kahramanlar sükûnetlerini daima korur ve en şaşırtıcı, en korkunç olaylar
karşısında bilinçlerine tama- miyle sahip kalırlar.
CCXVIII
Riyakârlık,
ahlâksızlığın erdeme karşı gösterdiği bir saygıdır (1).
CCXIX
İnsanların
çoğu, şereflerini korumak için savaşta kendilerini hayli tehlikeye atarlar; ama
uğrunda tehlikeye girdikleri amacı başarıya ulaştırmak için gerektiği kadar
pervasızlık göstermeye yanaşan içlerinde pek azdır.
ccxx
Erkeklerin
cesurluğu ve kadınların fazileti çok kere benlik hırsiyle utanma duygusunun ve
özellikle yaradılışın ürünüdür.
CCXXI
Hayatı
kaybetmeyi hiç istemeyiz, şan ve
(1) “L'hypocrisie
est un hommage que le vice rend a
la vertu.” Ancak bu şekilde çevirebildiğim bu düşünce ile yazar şunu
demek istiyor: Erdem o kadar muteber tutulur ki, ahlâksızlar bile riyakârlık
ederek erdem kılığına girmekten kendilerini alamazlar. (Y.N.). ün kazanmak
isteriz; bu yüzden hukukçuların mallarını korumak için gösterdikleri zekâ ve
beceriklilik, yiğitlerin ölümden sakınmak yolundaki ustalığı yanında hiç
kalır.
Hayatın
daha ilk dönüş çağında, vücutlarının ve ruhlarının hangi noktalarda aksayacağını
belli etmeyen insan yoktur.
Minnet
ve şükran duygusu esnafın dürüstlüğü gibidir, alış-verişin devamına yarar;bor-
cumuzu, ödemek doğru olduğu için değil de, bize ödünç verecek kimseleri daha
kolayca bulabilmek amaciyle öderiz.
Minnet
borçlarını ödeyenlerin hepsi, böyle yaptıkları için nankör olmadıklarını iddia
edemezler.
ccxxv
Yaptığımız
iyiliklere karşı beklediğimiz minnettarlık hususunda yanılma, iyilik edenle
edilenin gururlarının o iyiliğin değeri üzerinde anlaşamamalarından ileri
gelir.
Bir
borcu yerine getirmek için fazla aceleci ve telâşlı davranmak, nankörlüğün bir
türlüsüdür.
Mutlu
insanlar kusurlarını bir türlü düzeltemezler: yanlış hareketlerini destekleyen
talih ve ikballeri olduğu halde, kendilerini her zaman hakli sanırlar.
Onur
borçlanmak istemez, özseverlik ödemek istemez.
Birinden
gördüğümüz iyilik, bize yaptığı fenalıkları hoş görmemizi gerektirir.
ccxxx
Örnek
kadar bulaşıcı bir şey yoktur, yaptığımız büyük iyiliklerin ve büyük
kötülüklerin hepsi benzerlerini doğurur. Yararlı hareketleri gıpta ve rekabet
duyusuyla taklit ederiz. Kötülerini ise utanma duygusunun mahpus tuttuğu ve
örneğin serbest bıraktığı yaradılışımızdaki fesat yüzünden.
Tek
başına akıllı olmayı istemek, büyük bir deliliktir.
Acılarımıza
bulduğumuz nedenler ne olursa olsun, çok kere bunları doğuran yalnız çıkar ve
benlik hırsıdır.
Acılarımızda
türlü riyakârlıklar vardır. Birinde, sevdiğimiz bir kimsenin ölümüne acımak
bahanesiyle, kendi yoksulluğumuza ağlarız; o ölünün hakkımızdaki iyi
duygularını düşünerek acınırız, malımızın, zevkimizin, itibarımızın azalmış
olmasına ağlarız. Böylece yalnız diriler için akan yaşların şerefi ölülere
gider. Bunun, bir çeşit riyakârlık olduğunu söylüyorum, çünkü bu türlü
acılarda insan kendi kendini aldatır. Riyakârlığın bir başka türlüsü vardır ki
bu derece masum değildir, çünkü herkesi aldatır: bu, güzel ve ölümsüz bir yasa
özenen bazı kimselerin acısıdır. Her şeyi silen zaman, gerçekten duydukları
acıyı söndürdükten sonra da ağlayıp sızlanmaları dinmez; somurtkan bir hal alırlar
ve bütün hareketleriyle herkesi inandırmaya çalışırlar ki, kederleri ancak
ömürleriyle birlikte sona erecektir. Bu hazin ve yorucu benlik hırsı,
genellikle büyüklük düşkünü kadınlarda bulunur: kadın oluşları, şan ve şöhrete
giden bütün yolları onlara kapadığı için teselli bulmaz bir acının teşhiriyle
ün kazanmaya çalışırlar. Bir başka çeşit gözyaşı da vardır ki, kaynakları
küçüktür, kolayca akar ve diner; şefkatli diye adları çıkması için ağlarlar;
acınmak için ağlarlar; ağlanmak için ağlarlar; hattâ, ağlamamak ayıp sayılır
diye ağlarlar.
En
rağbette olan görüşlere o kadar inatla karşı konulması, zekâ kıtlığından değil,
daha çok gurur yüzündendir, doğru olan yolda öndeki yerlerin tutulmuş
bulunduğunu görürler de geride kalmaya razı olmazlar.
ccxxxv
Dostlarımızın
uğradıkları dertler, kendilerine karşı sevgimizi belirtmeye vesile olduğu
zaman bunlardan duyduğumuz üzüntüyü pek çabuk unuturuz.
Öyle
sanırız ki özseverlik, iyilik duygusuna âlet olur ve başkaları uğrunda
çalıştığımız zamanlar, kendini unutur. Oysa bu, hedefine varmak için en emin
yolu tutmaktır. Verir gibi görünerek sadece ödünç verm ek ti r, nihayet
ustaca bir maharetle herkesin sevgisini kazanmaktır.
Kötü
olmaya gücü yetmeyen hiç kimse, iyiliğinden ötürü övülmeye lâyık değildir: iyiliğin başka türlüsü de daha çok bir
tembellik yada iradesizliktir.
Bazı
kimselere fenalık etmek, hadden aşırı iyilik etmek kadar tehlikeli değildir.
Büyüklerin
bize gösterdiği güven kadar koltuklarımızı kabartan bir şey yoktur; çünkü bunu, kabiliyetimizin
takdir edilişine veririz, hiç düşünmeyiz ki, çok kere bu güven, büyüklerin
böbürlenmek isteğinden yada
sır tutamamalarından
ileri gelir.
Güzelliğin
özel etkisi hakkında denilebilir ki bu, kuralları bilinmeyen bir tenazur, çizgilerin
bütünü arasında ve çizgilerle renkler ve kişinin hali arasında gizli bir ilişkidir.
Şuhluk,
kadın mizacının temel taşıdır; ama bütün kadınlar onu kullanmazlar, çünkü bazılarında korku yada
mantık buna engel olur.
Asla rahatsız edemiyeceğimizisandığımız kimseleri öyle çok rahatsız ederiz
ki...
Başlı başına
imkânsız olan pek az şey
vardır, bunlarda başarılı olmak için eksik olan, araçlardan çok dikkat ve
özendir.
CCXLIV
En
büyük ustalık, her şeyin değerini iyice takdir etmektedir.
CCXLV
Ustalığı
saklamayı bilmek, büyük bir ustalıktır.
CCXLVI
Cömertlik
gibi görünen şey çok kere daha büyüklerine ulaşmak için küçük çıkarları hor
gören maskelenmiş bir tamahtır.
CCXLVII
İnsanların
çoğunda görülen sadıklık, kendimize güven çekmek için özseverliğin bir icadından
başka bir şey değildir; bu, kendimizi başkalarından daha yüksekte tutmak ve en
önemli şeylerin bize emanet edilmesine yol açmak için bir araçtır.
CCXLVIII
Ruh
yüceliği, her şeyi elde etmek için her şeyi hor görür.
CCXLIX
Bir
kimsenin sesind'e, gözlerinde ve tavrındaki parlaklık, kullandığı
sözlerdekinden az değildir.
CCL
Gerçek
söz ustalığı, gerekli her şeyi söylemek ve ancak gerekli olanı söylemekten ibarettir.
CCLI
Kusurları
kendilerine yaraşan insanlar olduğu gibi, meziyetleriyle birlikte sevimsiz insanlar
da vardır.
CCLII
Zevklerin
değişmesi ne kadar tabiî ise, yönelimlerin değişmesi de o kadar görülmedik
şeydir.
CCLIII
Çıkar,
her türlü erdemleri ve ahlâksızlıkları harekete getirir.
CCLIV
Alçakgönüllülük,
çok kere başkalarına boyun eğdirmek için başvurulan sahte bir boyun eğmedir:
bu, yükselmek için eğilen gururun bir ustalığıdır; gururumuz, binbir şekle
bürünmekle beraber, alçakgönüllülük maskesi altına gizlendiği zamandır ki, en
tanılmaz ve aldatmaya en uygun kılığa girer.
CCLV
Bütün
duyguların kendilerine has bir ses tonu, el işaretleri ve yüz ifadeleri vardır;
bunların arasındaki iyi yada kötü ahenktir ki, insanların hoşa gitmelerini
yada gitmemelerini sağlar.
CCLVI
Bütün
mesleklerde herkes, nasıl tanılmak istiyorsa, ona uygun bir yüz ve kılık
takınır. Onun için denilebilir ki, dünyamız sadece maskelerden mürekkeptir.
Ağırbaşlılık,
içimizin kusurlarını gizlemek için dışımıza giydiğimiz bir maskedir.
CCLVIII
İnce
bir zevk, zekâdan çok muhakemenin eseridir.
CCLIX
Aşkın
zevki sevmektir, insan başkasına ilham ettiğinden çok kendi duyduğu sevgiden
mesut olur.
CCLX
Naziklik,
ayniyle karşılık görmek ve nazik sayılmak isteğinden ibarettir.
CCLXI
Genellikle
gençlere verilen eğitim, kendilerine telkin edilen ikinci bir özseverliktir.
CCLXII
Bir
tutku daha yoktur ki içinde benlik sevgisi aşkta olduğu kadar alabildiğine
hüküm sürsün; insan kendi rahatını kaybetmedense sevdiğine huzurunu
kaybettirmeyi daima yeğ tutar.
CCLXIII
Cömertlik
dedikleri, daha çok, verdiğimiz şeylerden fazla sevdiğimiz, vermek gururudur.
CCLXIV
Acıma,
çok kere başkalarmm dertlerinde kendi dertlerimizi hatırlamaktır; uğrayabileceğimiz
felâketlerin kurnazca bir tahminidir. Başkalarına yardım etmemiz, muhtaç
olduğumuz zaman yardımımıza koşsunlar diyedir; ve kendilerine yaptığımız bu
hizmetler, aslı aranırsa, önceden kendimize ettiğimiz bir iyiliktir.
CCLXV
Dar
kafalılık, inatçılığı doğurur, gördüğümüz kadarından ötesine kolay kolay
inanmayız.
CCLXVI
Öteki
tutkuları yenecek ancak yükselmek hırsı ve aşk gibi büyük tutkular olduğunu sanmak,
yanılmak olur. Tembellik, bütün rehavetine rağmen ötekilere hâkim olmaktan
geri kalmaz; hayatın bütün tasavvurlarına ve bütün
F. 6 hareketlerine kendi hesabına el
koyar; bunlar da hiç farkettirmeden, tutkularla meziyetleri söndürür ve
yıpratır.
CCLXVII
Aslını
hiç araştırmadan söylenen kötülüklere hemen inanıverme, gururla tembelliğin
eseridir. Suçluyu meydana çıkarmak isteriz, ama suçları incelemek zahmetine
katlanmak istemeyiz.
CCLXVIII
En
önemsiz çıkarlarımıza ait dâvalarda hâkimin selâhiyetsizliğini istemeye
kalkarız da, sonra ün ve itibarımızın, gerek kıskançlıkları, gerek uğraşıları,
gerekse anlayışsızlıkları ile bize taban tabana zıt olan insanların verecekleri
hükme bağlı kalmasına razı oluruz; hem hayatımızı ve rahatımızı binbir şekilde
tehlikeye koyuşumuz da sırf onları lehimize çevirmek içindir.
CCLXIX
Yaptığı
bütün kötülükleri bilecek kadar kabiliyetli insan yoktur.
CCLXX
Elde
edilmiş olan şan ve şeref daha fazlasının elde edileceğine kanıttır.
CCLXXI
Gençlik,
devamlı bir sarhoşluktur; bu, aklın hummasıdır.
CCL:XII
Büyük
övgülere hak kazanmış insanların küçük şeylerle kendilerini göstermek çabaları,
onurlarına dokunmak gerekmez miydi?
CCL:XIII
Toplumda
hoşa giden öyle insanlar vardır ki, hayat alış-verişine yarayan ahlâksızlıklardan
başka bir meziyete sahip değildirler.
CCXXIV
Yemişler
üstünde çiçeğin mevkii ne ise, aşkta yeniliğin alımı da odur; ona, kolayca silinen
ve bir daha yerine gelmeyen bir cilâ verir.
CCLXXV
Pek
duygulu olmakla övünen iyi kalblili- ği çok kere en küçük menfaat silip
süpürür.
CCLXXVI
Uzaklık,
küçük aşkları azaltıp büyükleri arttırır, tıpkı rüzgârın mumları söndürüp ateşi
tutuşturması gibi.
CCLXXVII
Kadınlar,
çok kere sevmedikleri halde sevdiklerini sanırlar. Macera arzusu, âşıkdaşlığın
uyandırdığı ruh heyecanı, sevilme zevkine karşı tabiî bir yönelim ve reddetme
güçlüğü, hisleri sadece bir şuhluktan ibaretken, onları kendileri de âşık
olduklarına inandırır.
CCLXXVIII
Müzakerecilerden
çok kere hoşnut olmayışımızın nedeni, hemen daima dostlarının çıkarlarını,
giriştikleri işde başarıya ulaşmak şerefini kazanmak için müzakerenin iyi bir
sonuca varmasına, yani kendi çıkarlarına feda etmeleridir.
CCLXXIX
Dostlarımızın
bize gösterdikleri sevgiyi mübalâğa etmemiz, duyduğumuz minnetten değil.
takdire ve sevilmeye ne kadar lâyık olduğumuzu herkese göstermek içindir.
CCLXXX
Yüksek
sosyeteye yeni girenleri tutmamızın nedeni, çok kere orada yerleşmiş olanlara
karşı beslediğimiz gizli çekememezliktir.
CCLXXXI
Pek
çok şeye hasedimizi tahrik eden gururumuz, çok kere bu hasedi yatıştırmamıza
da yarar.
CCLXXXII
Bazı
kılık değiştirmiş yalanlar, gerçegı o kadar iyi temsil ederler ki, bunlara aldanmamak, hükmünde
yanılmak olur.
CCLXXXIII
Kendine
iyi öğütler vermek kadar başkasının verdiği öğütten yararlanmasını bilmek de
bazan hüner işidir.
CCLXXXIV
Kötü
insanlar vardır ki, hiç iyi yanları olmasa, daha az tehlikeli olurlardı.
CCLXXXV
Alicenaplığı
adi, yeteri kadar tarif eder; bununla birlikte, bu duygunun gururun sağduyusu
ve takdir edilmek için en soylu yol olduğu söylenebilir.
CCLXXXVI
İnsanın
gerçekten soğumuş olduğu bir şeyi ikinci bir defa sevmesi imkânsızdır.
CCLXXXVII
Aynı
sorunda birçok çareler bulmamız, zekâ bolluğundan değil, daha çok her aklımıza
gelen şey üzerinde bizi durduran ve en iyisini seçmemize engel olan anlayış
kıtlığındandır.
CCLXXXVIII
Öyle
işler ve hastalıklar vardır ki bazı hallerde başvurulan çareler daha
keskinleştirir; asıl ustalık, bu devaların kullanılması ne zaman tehlikeli
olduğunu kestirmektedir.
CCLXXXIX
Sadelik
taslamak, ince bir sahtekârlıktır.
ccxc
Huy
kusurları zihin kusurlarından fazladır.
CCXCI
Kabiliyetlerimizin
de yemişler gibi bir mevsimi vardır.
CCXCII
Tabiatımızın
da pek çok binalar gibi birkaç cephesi vardır: kimisi güzeldir, kimisi çirkin.
CCXCIII
Kanaatın
büyüklük hırsiyle savaşıp ona boyun eğdirdiği söylenemez; bunlar asla bir arada
bulunamazlar. Kanaat, ruhun gevşekliği ve tembelliğidir, büyüklük hırsı da onun
çalışkanlığı ve canlılığı olduğu gibi.
CCXCIV
Bize
hayran olanların hepsini severiz, ama hayran olduklarımızın hepsini sevmeyiz.
ccxcv
Biz
bütün istediklerimizi bilmekten çok uzağız.
CCXCVI
Hiç
sevmediklerimizi takdir etmemiz çok güçtür, ama kendimizden çok takdir
ettiklerimizi sevmemiz daha az güç değildir.
CCXCVII
Vücudumuzun
öyle düzenli ve devamlı bir çalışması vardır ki, hiç farkettirmeden arzularımızı
yönetir, ahenkli olan bu çalışma üzerimizde gizlice hüküm sürer, öyle ki, biz
hiç haberimiz olmadığı halde bütün hareketlerimiz üzerinde büyük payları
vardır.
CCXCVIII
Çoğu
insanların minnettarlığı, daha büyük iyiliklere nail olmak için gizli bir
istekten başka bir şey değildir.
CCXCIX ,
Küçük
borçları yerine getirmekten hemen herkes zevk duyar; pek çok kimseler önemsiz
iyiliklere karşı minnet duyarlarsa da, hemen hiç kimse yoktur ki büyük
iyiliklere karşı nankör olmasın.
ecc
Öyle
delilikler vardır ki bulaşık hastalıklar gibi başkalarından kapılır.
CCCI
Malı
ve parayı hor gören çoktur ama, veren az.
ecen
Genellikle
görünüşe aldanmamayı akıl etmemiz hep küçük işlerde olur.
CCCIII
Bizi
ne kadar överlerse övsünler, kendimiz hakkında bize yeni bir şey öğretmiş olmazlar.
CCCIV
Canımızı
sıkanları çok kere hoş görürüz,,, ama canlarını sıktığımız kimseleri bir türlü,
hoş göremeyiz.
cccv
Bütün
günahlarımızın sorumu boynuna yükletilen çıkar, çok kere gördüğümüz hayırlı işlerden
dolayı övülmeye lâyık olandır.
İyilik
edecek hal ve mevkide olduğumuz sü- -rece nankörlüklerle karşılaşmayız.
Başkalarına
karşı gururlu davranmak ne kadar gülünçse, kendimize karşı da o kadar
yerindedir.
Büyük
adamların hırslarına bir sınır çizmek ve aşağı kimseleri ikbal ve
kabiliyetlerinin azlığından teselli etmek için, kanaat bir erdem haline
konulmuştur.
Öyle
ahmaklar vardır ki, yaptıkları ahmaklıklar yalnız kendi istekleriyle değildir,
talih de onları böyle ahmaklıklarda bulunmaya zorlar.
cccx
Hayatta
bazan insanın başına öyle haller gelir ki, içinden zararsızca yakayı sıyırmak
için adamın biraz deli olması gerektir.
cccxr
Gülünçlüğü
hiç göze çarpmamış insanlar varsa, bunun sebebi, kendilerine pek dikkatli
bakılmamış olmasıdır.
CCCXII
Sevgililerin
birlikte bulunmaktan sıkılma- malarının sebebi, daima kendilerinden söz etmeleridir.
CCCXIII
Belleğimizin,
başımıza gelenleri en küçük ayrıntılarına kadar hatırlayacak derecede kuvvetli
olduğu halde, bunları aynı adama kaç kere anlattığımızı hatırlayamayacak kadar
zayıf olması nedendir?
CCCXIV
Kendimizden söz etmekten duyduğumuz
aşırı zevk, dinleyenlere hiç de zevk vermediğimizden bizi endişeye
düşürmelidir.
cccxv
Dostlarımıza
kalbimizi tamamiyle açmaktan bizi alıkoyan şey, kendilerine karşı duyduğumuz
güvensizlikten çok kendi kendimize gü- venmeyişimizdir.
Zayıf
iradeli kimseler, samimî olamazlar.
Nankörleri
minnettar etmek büyük bir felâket değildir ama, ahlâksız bir adama karşı
minnet yükü altına girmek katlanılmaz bir belâdır.
Delileri
iyi etmek için çareler bulunur, ama sapık bir kafayı düzeltmek imkânsızdır.
Dostlarımızla
velinemetlerimizin kusurlarından sık sık söz etmekte sakınca görmezsek, onlara
karşı taşımamız gereken duyguları uzun zaman sürdüremeyiz.
cccxx
Hükümdarları
sahip olmadıkları erdemlerden dolayı övmek, ceza görmeden onlara hakaret
etmek demektir.
cccxxr
Bizi
istediğimizden fazla sevenlerdense bizden nefret edenleri sevmeye daha çok yöneliriz.
CCCXXII
Hor
görülmeye lâyık olanlardır ki, hor görülmekten korkarlar.
CCCXXIII
Malımız
gibi akıl ve hikmet de talihin cilvelerine uğrar.
CCCXXIV
Kıskançlıkta
sevgiden çok özseverlik vardır.
cccxxv
Aklımızın
bizi avutmaya gücü yetmediği dertlerden çok kere gevşekliğimiz yüzünden
avunuruz.
CC<^XVI
Gülünçlük,
şerefsizlikten çok şeref kırıcıdır.
Küçük
kusurlarımızı itiraf edişimiz büyük kusurlarımız olmadığına herkesi inandırmak
içindir.
Haset,
kinden daha uzlaşmaz bir düşmandır.
Bazan
insan koltuklamalardan nefret ettiğini sanır, ama ancak koltuklamanın
tarzından nefret edilir-.
cccxxx
İnsan
sevdiği sürece affeder.
Bizi
mutlu kılan sevgilimize sadık kalmak,, bize kötü davranan bir sevgiliye sadık
kalmaktan daha güçtür.
Kadınlar
şuhluklarının derecesini bilmezler.
Kadınlar
nefret etmedikçe kimseye karşı tam anlamiyle sert davranmazlar.
Kadınlar
tutkularından çok, şuhluklarını yenmekte güçlük çekerler.
cccxxxv
Aşkta,
insan hemen hep korktuğundan çok aldatılır.
öyle
bir çeşit aşk vardır ki, aşırı derecesi kıskançlığa engeldir.
Bazı
meziyetler, görme ve işitme duyguları gibidir; tamamiyle yoksun olanlar
bunları .farkedemez ve anlayamazlar.
Kinimiz
çok şiddetli olduğu zaman bizi, kin beslediğimiz kimselerden çok alçaltır.
Sevinç
ve kederlerimizi özseverliğimizin derecesine göre hissederiz.
Çoğu
kadınların zekâları akrllarından çok deliliklerini güçlendirmeye yarar.
Gençliğin
tutkuları, kurtuluşa erişmeye yaşlı insanların gevşekliğinden daha çok aykırı
•değildir.
Doğum
yerimizm şivesi, dilimiz gibi zihnimize ve gönlümüze de işlemiştir.
Büyük
adam olmak için ikbalinden iyice yararlanmasını bilmek gerekir.
İnsanlardan
çoğunun, bitkiler gibi, tesadüfün keşfettirdiği gizli hassaları vardır.
Tesadüfler
bizi başkalarına ve ondan da çok kendimize tanıtır.
Kadınların
zihinle-ri ve gönülleri, mizaçları mutabık kalmadıkça, hiçbir karara giremez.
Bizce
aklı başında adam, yalnız bizim gibi düşünendir.
İnsan
sevdiği zaman, çok kere en çok inandığı şeyden de şüpheye düşer.
F. 7
Aşkın
en büyük mucizesi, şuhluğu giden mesidir.
Bize
karşı kurnazlık gösterenlere o kadar kızmamız, kendilerini bizden daha
becerikli san- malarındandır.
CCCLI
Artık
sevmez olduğumuz zamanlar ilişkimizi kesmek ne güçtür.
Yanlarında
can sıkılmak caiz olmayan kimseler yanında hemen daima canımız sıkılır.
CCCLIll
Haysiyetli
bir adam deli gibi âşık olabilir ama, ahmak gibi âşık olması caiz değildir.
CCCLIV
Bazı
kusurlar vardır ki İyi kullanılınca erdemden bile çok parıldarlar.
CCCLV
Bazan
kaybettiğimiz birinin ölümüne çok esef eder ama az üzülürüz, bazı da hiç esef
etmediğimiz halde üzüntümüz büyük olur.
CCCLVI
Biz
ancak bize hayran olanları can ve yürekten överiz.
CCCLVII
Küçük
insanlar küçük şeylerden çok kırılırlar; büyük insanlar bunların hepsini
görür, ama hiç kırılmazlar.
CCCLVIII
Alçakgönüllülük,
hıristiyanlıkta faziletin gerçek delilidir; o olmadı mı bütün kusurlarımızı
muhafaza ederiz, yalnız gurur örtüsü bunları başkalarından ve kendi
gözlerimizden saklar.
CCCLIX
Sadakatsizlikler,
aşkı söndürmek ve insan kıskanacak mevkide kaldığı zaman kıskançlık duymamak
gerekirdi. Ancak kıskandırmaktan
100 ÖZDEYİŞLER
sakınan
kimselerdir ki, kıskanılmaya lâyıktır lar.
CCCLX
Bir
kimsenin bize karşı yaptığı en ufak sadakatsizlik, başkalarına yaptığı çok daha
büyüklerinden ziyade ona içimizde itibarını kaybettirir.
CCCLXI
Kıskançlık,
hep aşkla birlikte doğar, ama her zaman onunla birlikte ölmez.
CCCLXII
Çoğu
kadınların sevgililerinin ölümüne ağ- lamaları,_sevmiş olmalarından ziyade,
sevilmeye daha lâyık görünmek içindir.
CCCLXIII
Karşılaştığımız
kötü davranışlar çok kere kendi kendimize yaptığımız kötülüklerden daha az
canımızı yakar.
CCCLXIV
Karımızdan hiç sözetmemek gerektiğini
pek iyi biliriz de kendimizden sözetmemiz daha münasebetsiz olduğunu bir türlü
kavraya- mayız.
CCCLXV
öyle
meziyetler vardır ki, doğuştan alınma iseler, kusura çevrilirler, meziyetler
de vardır ki sonradan edinme olunca asla eksiksiz olmazlar, örneğin aklımızın
bizi varımızı ve güvenimizi ihtiyatla kullanmaya sevketmesi ve tam tersine,
tabiatın bize iyilik ve cesaret vermesi gerekir.
CCCLXVI
Bizimle
konuşanların samimiliğinden ne kadar şüphe etsek de, daima onların bize başkalarına
karşı olduğundan daha doğru söylediklerini sanırız.
CCCLXVII
Pek az
namuslu kadın vardır ki bu halinden usanmış olmasın.
CCCLXVIII
Namuslu
kadınların çoğu, aranmadığı için el sürülmemiş kalan defineler gibidir.
Sevmemize
engel olmak için kendimize yaptığımız zulüm, sevdiğimizin kötü davranışlarından
daha acıdır.
Tek
korkak yoktur ki korkusunun derecesini gereği gibi bilsin.
Sevdiği
kimsenin kendisinden ne zaman soğuduğunu bilmemek, hemen daima sevenin
kabahatidir.
Gençlerin
pek çoğu terbiyesiz ve kaba hareketlerini tabiîlik sanırlar.
Öyle
gözyaşlarımız vardır ki, başkalarını aldattıktan sonra çok kere bizi de
aldatır.
Sevgilisini
sırf ona karşı beslediği aşk ytı- zünden sevdiğini sanan çok yanılır.
Dar
kafalı insanlar, havsalalarının almadığı her şeyi fena görürler.
Gerçek
dostluk hasedi, gerçek sevgi de şuhluğu öldürür.
Görüş
keskinliğinin en büyük kusuru, hedefe kadar varmamak değil, ötesine aşmaktır.
Öğüt
vermek kolay, örnek olmak zordur.
Kabiliyetimiz
azalınca, zevkimiz de aşağılar.
Işık
nasıl eşyayı belirtirse, ikbal de iyi ve kötü yanlarımızı meydana çıkarır.
Sevdiğimize
sadık kalmak için kendimize cebredişimiz, bir sadakatsizlikten pek de farklı
değildir.
Hareketlerimiz,
mısralarını herkesin canı istediği gibi doldurduğu hazır kafiyelere benzer.
Kendimizden
sözetmek ve kusurlarımızın yalnız görünmesini doğru bulduğumuz taraflarını
göstermek arzusu, samimiliğimizin büyük bir kısmını teşkil eder.
Şaşmamız
gereken tek şey, hâlâ şaşabil- memizdir.
Çok
seven yada artık hiç sevmez olan birini tatmin etmek, aynı derecede güçtür.
Yanılmış
olmayı asla kabul edemeyenler, en sık yanılanlardır.
cccLxxxvn
Ahmak
bir adam, iyi kalbli olacak kadar feraset sahibi değildir.
CCCLXXXVIII
Benlik
hırsı, faziletleri tamamiyle yere sermese bile, hiç olmazsa hepsini temelinden
sarsar.
CCCLXXXIX
Başkalarının
gururuna katlanamayışımız, kendi gururumuzu incittiği içindir.
cccxc
Zevkimizden
fedakârlık etmek, çıkarlarımızdan fedakârlıkta bulunmaktan güçtür.
CCCXCI
Talih
ancak iyilik etmediği kimselere kör görünür.
CCCXCII
Talihi
de, sağlık gibi, yönetmelidir: uygun gittiği zaman ondan yararlanmalı, uygun
davranmazsa sabretmeli ve kesin gereklik olmadıkça ilâçlara asla başvurmamalı.
cccxcın
Avamdan
olma hali, bazan orduda farke- dilmez ama, sarayda daima göze çarpar.
CCCXCIV
Bir
başkasından daha kurnaz olabiliriz ama, herkesten kurnaz olamayız.
cccxcv
Bazı
kere sevdiğimizin bize yanıldığımızı belirtmesi, bizi aldatmasından daha ağır
gelir.
CCCXCVI
İkinci
bir sevgi bulamazsak, birincisine uzun süre bağlı kalırız.
CCCXCVII
Genellikle
hiç kusurumuz olmadığını ve düşmanlarımızın hiç erdemleri bulunmadığını söylemeye cesaret
edemeyiz ama, birer birer düşündüğümüzde buna inanmaktan da pek uzak değiliz.
CCCXCVIII
Bütün
kusurlarımız içinde en kolaylıkla kabul ettiğimiz, tembellikti; tembelliğin
sakin erdemlerle ilgisi olduğuna ve öteki meziyetlerimizi büsbütün ortadan
kaldırmadan, sadece çalışmalarına engel olduğuna kendimizi inandırırız.
CCCXCIX
Bir
yükseklik vardır ki hiç de talihe bağlı değildir: bu, bizi temyiz eden ve
büyük işlere aday kılar görünen tarif edilmez bir haldir, bu hiç belli
etmeden kendimize biçtiğimiz bir değerdir: bu meziyet sayesindedir ki, biz
başkalarının takdirini zorla koparırız ve genellikle bizi onlardan üstün tutan
da soyumuz, mertebemiz, hattâ kabiliyetimizden çok budur.
CD
Yükselmiş
bir insan, kabiliyet sahibi olabilir ama, bir parça kabiliyete dayanmayan yükseklik
olamaz.
CDI
Güzel
kadınlar için ziynet ne ise, kabiliyet için de yükseklik odur.
CDII
Çapkınlıkta
en az bulunan şey, aşktır.
CDIII
Talih
bazan bizi yükseltmek için kusurlarımızdan yararlanır ve öyle taciz edici
insanlar vardır ki, baştan savılmak için mükâfatlandırılırlar.
Tabiat,
benliğimizin derinliklerinde habersiz olduğumuz kabiliyetler ve hünerler
gizlemiş gibidir; ancak tutkulardır ki bunları meydana çıkarmak ve bize bazan
sonradan edinilemiye- cek derecede mükemmel ve keskin görüşler vermek hakkına
sahiptir.
CDV
Hayatın
türlü çağlarına hep taptaze geliriz ve yaşımız ne olursa olsun, çok kere tecrübeden
yoksun bulunuruz.
CDVI
Hafifmeşrep kadınlar, başka kadınlara ha
set ettiklerini saklamak için âşıklarını kıskan mayı bir şeref sayarlar.
CDVII
Başkalarının
kurnazlığına aldandığımız zaman kendimizi o kadar gülünç buluruz ki, kurnazlığımızın
ağına düşenler bile bize bu derece gülünç görünmekten çok uzaktır.
CDVIII
Bir
vakitler sevilmeye lâyık olmuş yaşlı kimseler için en tehlikeli gülünçlük,
artık öyle olmadıklarını unutmalarıdır.
CDIX
En
güzel hareketlerimiz bile, eğer onları meydana getiren bütün sebepler herkesçe
bilinmiş olsaydı, bize çok kere utanç verirdi.
CDX
Dostluğun
en büyük gayreti, bir dosta kusurlarımızı göstermek değil, kendi kusurlarını
onun gözüne sokmaktır.
CDXI
Kusur yoktur ki, onu gizlemek için baş-
lio ÖZDEYİŞLER
vurulan
çarelerden daha kolay bağışlanır olmasın.
Ne
kadar utanılacak bir mevkie düşmüş olursak olalım, itibarımızı tekrar yerine
getirmek hemen daima elimizdedir.
Zekâları
tek cepheli olanlar uzun zaman hoşa gitmezler.
CDXlV
Delilerle
ahmaklar, ancak mizaçları ile hüküm verirler.
Zekâ,
bazan ahmaklıklar yapmamıza canla başla yardım eder.
İhtiyarladıkça
artan sertlik, delilikten pek de uzak bir şey değildir.
Aşkta,
kim daha önce soğursa adamakıllı soğumuş olur.
Hafifmeşrep
görünmek istemeyen kadınlarla gülünç olmak istemeyen yaşlı erkekler, aşktan,
katılabilecekleri bir şey gibi hiç sözetme- melidirler.
Kabiliyetimizden
aşağı bir görevde büyük görünebiliriz ama, kabiliyetimizi aşan bir işde çok
kere küçük görünürüz.
Felâketli
zamanlarımızda içine düştüğümüz umutsuzluğu metanet sanırız ve uğradığımız
belâlara bakmaya cesaret etmeden katlanırız; tıpkı korkakların savunmada
bulunmaktan korkmaları yüzünden kendilerini öldürttükleri gibi.
Konuşmalara
konu sağlayan, zekâdan çok güvendir.
CDXXII
Bütün
tutkular bize kabahat işletir ama, bizi en gülünç hatalara düşüren aşktır.
CDXXIII
Yaşlanmasını
bilen pek az insan vardır.
CDXXIV
Kendi
kusurlarımızın tam zıtları ile övünürüz: iradesiz miyiz, inatçı olmakla
övünürüz.
CDXXV
Görüş
keskinliğinin her şeyi keşfeder gibi öyle bir hali vardır ki, bütün öbür zihin
meziyetlerinden çok koltuklarımızı kabartır.
CDXXVI
Yeniliğin
alımı ve uzun alışkanlık, birbirine ne kadar aykırı olsalar da, dostlarımızın
kusurlarını hissetmemize aynı derecede engel olurlar.
CDXXVII
Dostların
çoğu dostluktan, sofuların çoğu da sofuluktan adamı iğrendirirler.
CDXXVIII
Dostlarımızın
bize dokunmayan kusurlarını kolayca affederiz.
CDXXIX
Seven
kadınlar, onları dile düşürmek suretiyle âşıklarının kendilerine yaptığı büyük
kötülüğü, küçük sadakatsizliklerinden daha kolay affederler.
CDXXX
Hayatın
ihtiyarlık çağında olduğu gibi, aşkın da ihtiyarlığında, artık zevkler için
yaşanmaz, acılar için yaşanır.
CDXXXI
Tabiî
görünmek isteği kadar tabiîliğe engel olan bir şey yoktur.
CDXXXII
Güzel
hareketleri övmek, bir nevi bunlarda payı olmak gibidir.
F. 8
CDXXXIII
Büyük
meziyetlerle doğmuş olmanın en gerçek alâmeti, hasetsiz doğmuş olmaktır.
CDXXXIV
Dostlarımız
bizi aldattıkları zaman, dostluklarına karşı sadece kayıtsız kalmalı, ama
felâketlerine karşı daima hassas olmalıyız.
CDXXXV
Dünyayı
yöneten, talihle mizaçtır.
CDXXXVI
Genellikle
insan hakkında bir fikir sahibi olmak, tek başına bir adamı tanımaktan daha
kolaydır.
CDXXXVII
Bir
adamın liyakati, büyük meziyetleriyle değil, onları nasıl kullandığına bakarak
ölçülmelidir.
CDXXXVIII
Öyle
hararetli bir minnettarlık vardır ki, yalnız bize yapılmış olan iyiliklerin borcundan
bizi kurtarmakla kalmaz, hattâ kendilerine borçlu olduğumuzu öderken
dostlarımız bize karşı borçlanırlar.
Ne
istediğimizi iyice bilseydik, hiçbir şeyi hararetle istemezdik.
Kadınlardan
çoğunun dostluktan bir şey anlamamaları, aşkı tattıktan sonra dostluğun yavan
gelmesindendir.
Aşkta
olduğu gibi dostlukta da, insan bildiği şeylerden çok bilmedikleri
yüzünden mutludur.
Düzeltmek
istemediğimiz kusurlarımızla övünmeye çalışırız.
En
şiddetli tutkuların bile gevşediğiza- manlar olur ama, benlik hırsı bizi
durmadan kışkırtır.
Delinin
yaşlısı gencinden daha delidir.
Aciz,
erdeme ahlâksızlıktan ziyade aykırıdır.
Kıskançlıkla
utancın acılarını o kadar keskin kılan şey, benlik hırsının bunlara katlanmaya
yaramayışıdır.
Edep
ve erkân, bütün kuralların en ehveni ve en çok uyutanıdır.
Doğru
görüşlü bir adam, sapık görüşlü kimseleri yönetmedense onlara uymakta daha az
güçlük çeker.
Talih
bizi derece derece götürmediği yada hayalimizden geçmeyen büyük bir mevki sahibi
kılarak şaşırttığı zaman, orada iyice tutunmak ve o mevkie lâyık görünmek
hemen hemen imkânsızdır.
CDL
Başka
kusurlarımızdan kırptıklarımız, gururumuza katılarak onu arttırır.
CDLI
Ahmakların
en başbelâsı, kültür sahibi olanıdır.
CDLII
Meziyetlerinden
herbirinde, dünyada en takdir ettiği adamdan daha aşağı olduğunu sanan tek
kimse yoktur.
CDLlI
Büyük
işlerde, fırsatlar kollamaktan çok önüne çıkan fırsatlardan yararlanmaya bakmak
yeğdir.
CDLIV
Aleyhimizde
söylememek şartiyle, lehimizde söylenecek sözlerden vazgeçecek kadar kö tü bir
pazarlık yaptığımız görülmüş değildir.
İnsanlar,
kötü görmeye ne kadar yönelseler de, gerçek kabiliyete haksızlık etmekten çok
sahte kabiliyete yüz verirler.
Kültür
sahibi ahmak bulunabilir ama, muhakeme sahibi ahmak görülmemiştir.
Başka
türlü görünmeye alışacak yerde, olduğumuz gibi görünmekten kaçınmasak daha
kârlı çıkardık.
Düşmanlarımız,
hakkımızdaki hükümlerinde bizzat kendimizin verdiğimiz hükümlerden çok gerçeğe
yaklaşırlar.
Aşktan
tedavi eden birçok ilâçlar vardır, ama iyileştireceği kesin olanı yoktur.
Tutkularımızın
bize neler yaptırdığını iyice bilmekten çok uzağız.
Yaşlılık,
gençliğin bütün zevklerini ölüm. tehdidiyle yasak eden bir zorbadır.
Kendimizde
bulunmadığını sandığımız kusurları bize ayıplatan gururumuz, sahip olmadığımız
meziyetleri hor görmeye de bizi yöneltir.
Düşmanlarımızın
felâketlerine acımamız, iyilikten çok gururun ürünüdür: onlardan üstün olduğumuzu
hissettirmek içindir ki kendilerinden merhametimizi esirgemeyiz.
Sevinç
ve kederin öyle bir aşırı derecesi vardır ki, hassasiyetimizi aşar.
Masumluk,
suçlular kadar himaye görmekten ne kadar uzaktır,
CDLXVI
Bütün
şiddetli tutkular içinde kadınlara en az yaraşanı aşktır.
CDLXVII
Aklımızdan
çok benlik hırsımızdır ki bize zevkimize aykırı şeyler yaptırır.
CDLXVIII
Öyle
kusurlar vardır ki, büyük kabiliyetleri meydana getirirler.
CDLXIX
Yalnız
aklımızla dilediğimiz şeyi hiçbir zaman hararetle istemeyiz.
CDLXX
Bütün
vasıflarımız, iyilik ve kötülük hususunda kararsız ve belirsizdir ve bunların
hemen hepsi, rastlantıların elinde oyuncaktır.
CDLXXI
İlk
sevgilerinde kadınlar, âşıklarını severler, ötekilerde ise sevdikleri aşktır.
Öteki
tutkular gibi gururun da tuhaflıkları vardır: kıskandığımızı itiraftan
utanırız da daha önce kıskanmış olduğumuzu yada kıskanacak kabiliyette
bulunduğumuzu anlatarak övünürüz.
Gerçek
aşka çok seyrek raslanır, ama gerçek dostluk derecesinde değil.
Pek az
kadın vardır ki, değeri güzelliğinden ömürlü olsun.
Kendimize
acındırmak veya hayran etmek arzusudur ki, güvenimizin asıl temelini teşkil
eder.
Hasedimiz
daima haset ettiğimiz adamların mutluluğundan daha uzun ömürlüdür.
Aşka karşı koymaya yarayan dayanı ve
direnç, onu şiddetli ve devamlı kılmaya da yarar; ruhlarında daima tutkuların
kaynaştığı iradesiz insanlar, hemen hiçbir zaman gerçekten Aşık olamazlar.
CDLXXVin
Herbirimizin
içinde kendiliğinden mevcut olanlar derecesinde çeşitli çelişkileri hayalimizde
bile icat edemeyiz.
Ancak
metin insanlardır ki gerçekten uysal olabilirler, uysal görünenlerde ise,
genellikle kolayca huysuzluğa çevrilen bir gevşeklikten başka bir şey yoktur.
Utangaçlık
öyle bir kusurdur ki, ondan kurtarmak istediğimiz kimseleri azarlamak tehlikelidir.
Gerçek
iyilik kadar seyrek raslanan bir şey yoktur; buna sahip olduklarını sananların-
ki bile genellikle cemilekârlık yada gevşeklikten başka bir şey değildir.
Zekâ,
tembellik ve direnç yüzünden, hoşa yada kolayına giden şeylerle ilgilenir, bu
alışkanlık daima bilgilerimize sınırlar çizer ve tek kimse yoktur ki zekâsını
gidebileceği yere kadar götürmek zahmetine girmiş olsun.
İnsan
genellikle kötü huylu olduğundan değil de övünmek maksadiyle başkalarını kötüler.
Aşktan
tamamiyle kurtulduğumuz zamanlardan çok, bir aşkın artıklariyle hâlâ gönlümüz
çalkandığı sıralardır ki yeni bir aşka tutulmaya daha elverişli bulunuruz.
Büyük
aşklara tutulmuş olanlar, bundan iyileştiklerine bütün ömürlerince hem memnun,
hem pişman olurlar.
Hasetsiz
insan bulmak, menfaat düşkünü olmayan insan bulmaktan daha güçtür.
Zihnimiz,
vücudumuzdan daha tembeldir.
Mizacımızın
sakinliği yada telâşçılığı, hayatta başımıza gelen en önemli şeylerden çok her
gün karşılaştığımız küçük olayların toplu olarak hoş veya nahoş etkisinden
ileri gelir.
İnsanlar
ne kadar kötü olsalar da, erdemin düşmanı görünmeye cesaret edemezler: erdeme
düşmanlık etmek istedikleri zaman, sahteliğini iddiaya kalkışırlar, yada ona
suçlar yüklerler.
Aşktan
harisliğe geçildiği çok olur, ama harislikten aşka dönüldüğü hiç görülmüş değildir.
Aşırı
cimrilik hemfen daima aldanır; başka bir tutku yoktur ki ondan daha sık
hedefinden ayrılsın ve geleceğin zararına olarak onun kadar halin hükmü
altında bulunsun.
Cimrilik
çok kere ters sonuçlar doğurur: sayısız insanlar vardır ki şüpheli ve uzak umutlar
uğrunda varlarını yoklarını feda ederler, başkaları da bugünkü küçük
menfaatleri uğrunda gelecekteki büyük iyilikleri hor görürler.
İnsanlar
kusurlarını yeter bulmuyorlarmış gibi davranırlar, sahip görünmek istedikleri
acayip birtakım meziyetlerle onların sayısını daha da çoğaltırlar ve bunlara o
kadar özen gösterirler ki, sonunda herbiri düzeltilmesi ellerinde olmayan,
birer tabii kusur haline gelir.
İnsanların
kusurlarını sanıldığından daha iyi bildiklerini belirten delil, yaptıkları
işlerden bahsederken kendilerini hiç hata etmemiş gibi göstermeleridir; onları
daima kör eden özseverlik, o zaman gözlerini açar ve onlara o kadar doğru
görüşler verir ki, fena görülebile-
126 ÖZDEYİŞLER
cek en
küçük şeyleri ortadan kaldırmaya yada gizlemeye çalışırlar.
Cemiyet
hayatına yeni giren gençlerin utangaç yada dalgın olmaları gerekir: becerikli
ve yapmacıklı bir tavır, kolayca terbiyesizliğe çevrilir.
Kabahat
yalnız bir tarafta olsa, kavgalar uzun zaman devam etmezdi.
Bir
kadın için güzelliksiz gençlik yada gençliksiz güzellik işe yaramaz.
öyle
hafif ve havai insanlar vardır ki, sağlam meziyetler gibi gerçek kusurlara
sahip olmaktan da çok uzaktırlar.
Genellikle
kadınların ilk aşk macerası ancak bir İkincisine giriştikleri zaman hesaba ka
tılır.
O
kadar kendileriyle dolu insanlar vardır ki, âşık oldukları zaman, sevdikleri
kimseyi bir yana bırakarak sevgileriyle meşgul olmanın yolunu bulurlar.
Aşk,
ne kadar hoş bir şey olsa da, kendinden çok büründüğü şekillerle hoşa gider.
Az ama
dürüst bir zekâ, zamanla çok ama sapık bir zekâdan daha ziyade can sıkar.
Kıskançlık
bütün kötülüklerin en büyüğü ve ona yol açan kimselere en az acıyanıdır.
Birçok
zehirli erdemlerin sahteliğinden söz- ettikten sonra, ölümü hor görmenin
sahteliği hakkında da birkaç söz söylemek uygun düşer. Dinsizlerin, ahrete
inanmayarak kendi ira delerinden çıkarmakla övündükleri o ölümü hor görmeyi
kastediyorum. Ölüme devamlı surette tevekkül göstermekle onu hor görmek arasında
fark vardır. Birincisi, oldukça görülen şeylerdendir, ama öyle sanıyorum ki,
öteki hiçbir zaman samimî değildir. Bununla beraber, ölümün kötü bir şey
olmadığına herkesi inandırmak için ellerinden geleni yazdılar ve kahramanlar
gibi en zayıf iradeli insanlar da, bu fikri yerleştirmek için bir maruf örnek
verdiler. Bununla beraber, aklı başında herhangi bir kimsenin buna bir an bile
inanmış olduğundan şüpheliyim; başkalarını olduğu gibi kendini de buna ikna
için sarfedilen gayret, bu işin kolay olmadığını hayli açıkca göstermektedir.
Hayattan nefret etmek için insan türlü sebeplerle karşılaşabilir ama, ölümü
hor görmek için asla sebep yoktur; hattâ istekleriyle hayatlarına son verenler
bile ölümü pek küçük görmezler ve ölüm onlara kendi çektiklerinden başka bir
yoldan geldiği zaman şaşar ve ondan kaçarlar. Sayısız yiğit adamların
cesaretlerinde göze çarpan farklar, ölümün hayallerine başka başka şekilde
görünmesinden, şu yada. bu zamanda zihinlerini daha fazla meşgul etmesinden
ile-
ri gelir:
böylece önceleri niteliği hakkında bir fikirleri bulunmadığından ölümü hor
görmüş olanların, nihayet iyice tanıdıkları zaman ondan korkmaya başladıkları
olur. Ölümün, felâketlerin en büyüğü olduğu kanaatine düşülmek istenmezse, onu
bütün şartları ve cepheleriyle tasvir etmekten sakınmalıdır. En becerikli, en
cesur olanlar onu düşünmemek için daha makul sebepler bulanlardır; ama ölümü
olduğu gibi görmeyi bilen her adam, bunun müthiş bir şey olduğuna hükmeder.
Ölmenin zaruriliği filozoflarda görülen azim ve metanetin temelini teşkil
ediyordu. Gitmemek elde olmayan yere gönül rızasiyle gitmek gerektiğini
düşünüyorlardı ve Hayatlarını ebedîleştirmek ellerinde olmadığından, ün ve
itibarlarını ebedileştirmek, böy- lece de tufandan kurtarılması mümkün olanı
kurtarmak için her şeyi yapmaya hazırdılar. Metin görünmek için ölüm
hakkındaki bütün kanaatimizi kendimize söylememekle yetinelim, ve ölüme
kayıtsızca yaklaşabileceğimizi bize anlatmak isteyen cılız muhakemelerden
ziyade, mizacımıza güvenelim. Metanetle ölmenin şerefi, ardımızdan ağlanmak
umudu, güzel bir ün bırakmak arzusu, hayatın sefaletlerinden kurtulmak ve artık
talihin elinde oyuncak olmamak emniyeti, küçük görülmemek gereken çarelerdir.
Ama bunların şaşmaz birer deva olduğu da sanılmasın. Bize güven vermek
hususunda bunların yaptığı görev, bir savaşta ateş edilen bir yere yaklaşacak
olanların emniyetini sağlamak için basit bir çitin gördüğü işe benzer. Uzaktan
insan bunu mükemmel bir korunma aracı sanır, ama yaklaşınca, pek sudan bir çare
olduğu görülür. Ölümün, uzaktan nasıl gördükse, yakından da bize öyle
göründüğünü ve sadece zaaftan ibaret olan duygularımızın, olayların bu en
korkuncu karşısında sarsılmayacak kadar sağlam bulunduğunu sanmak, övünmek
olur. özseverliğin, onu ister istemez yok edecek olan şeyi hiçe saymak hususunda
bize yardım edeceğini sanmak da bu vasfımızı hiç tanımamak olur; bitmez
tükenmez bir kaynak sanılan akıl ve mantık da bize istediğimiz emn-i- yeti
vermek için bu karşılaşmada pek âciz kalır. Tam tersine, bize en çok ihanet
eden ve bize ölümü hor gördürecek yerde, onun korkunç ve müthiş taraflarını
önümüze sermeye yarayan odur. Aklın bize yapabileceği tek yararlı şey,
gözlerimizi bu konudan ayırıp başka yanlara çevirmemizi tavsiye etmesidir.
Caton'la Brutus'un misalleri maruftur. Bir uşak da, bir süre önce çarka verilip
öldürüleceği tezgah üzerinde raksetmekle yetinmişti. Böylece, sebepler ayrı
olmakla beraber, sonuç hep aynıdır. Öyle ki, büyük adamlarla avam arasında ne
kadar büyük fark olursa olsun, bu her iki çeşit insanın ölümü hep aynı çehreyle
karşıladığı bin kere görülmüştür; ama arada daima şu fark vardır ki, büyük
adamların ölümü hor görüşlerinde, onu gözlerinden uzaklaştıran şan ve ün
sevgisidir, bayağı kimselerde ise, bu başkalarına gelen felaketin büyüklüğünü
farketme- lerine engel olan ve başka şeyler düşünmelerine imkân veren
bilgisizliklerinin bir sonucudur.
1665 basımı
özseverlik,
kendimizi ve işimize yarayacak har şeyi sevmektir;insanları kendilerine hayran
kılar ve talih fırsat verseydi, başkalarının başına belâ kesilmelerine sebep
olurdu; özseverlik, kendi dışına çıktı mı asla rahat edemez ve yabancı konular
üzerinde, tıpkı kelebeklerin çiçeklere yaptıkları gibi, ancak kendi payını
almak için durur. Onun arzuları kadar zorba arzu, onun tasavvurları kadar gizli
tasavvur, onun hareketleri kadar becerikli hareket olamaz; intibak
kabiliyeti, akla sığmaz, değişmeleri masallardaki evrimleri ve hassaların-
daki incelik, kimyada görülenleri geçer. Dibinin derinliklerini ölçmek yada
karanlıklarını aydınlatmak imkânsızdır. Orada en keskin gözlerden bile
saklıdır, binbir kılığa girer; o derinliklerde çok kere kendisi bile kendini göremez, hiç
farkında olmadan bir sürü sevgiler ve kinler doğurur, besler ve büyütür; öyle
korkunç şeyler meydana getirir ki, ortaya çıktıkları zaman onları tanımak
istemez yada itirafa bir türlü yanaşmaz. Kendisini çevreleyen bu karan- 1
ıklardan onun kendi hakkındaki gülünç kanıları doğar; kendini yanlış
tanımaları, bilgisizlikleri, kabalıkları ve bönlükleri bu yüzdendir; ancak
uyuşmuş olan duygularının ölmüş olduğunu sanması, biraz dinlenirken artık
konuşmayı canı istemediğini tasavvur etmesi ve tatmin etmiş olduğu bütün
zevkleri kaybettiğini düşünmesi bu yüzdendir. Ama onu kendi gözlerinden
saklayan o yoğun karanlık, dışındakileri mükemmel görmesine engel olmaz. Bu bakımdan
bizim her şeyi görüp de yalnız kendilerini görmeyen gözlerimize benzer.
Gerçekten, arzularının şiddeti yüzünden bütün dikkatini üzerinde topladığı en
büyük çıkarlarında ve en önemli işlerinde her şeyi görür, duyar, işitir,
tasarlar, tahmin eder, şüphelenir, her şeye nüfuz eder; öyle ki insan, büyük
tutkularının kendine has bir büyüsü olduğunu sanır. Özseverliğin bağlanmaları
son derece sıkı ve kuvvetlidir, kendisini tehdit eden tehlikelerini görerek
bunları boş yere koparmaya çalışır. Bununla beraber, yıllarca bütün çabasını
harcayarak yapmadığı şeyi bazan çabucak ve zahmetsizce yapar; buna bakıp
insanın pek yerinde olarak hükmedeceği gelir ki, arzularımız bunlara konu olan
şeylerin güzelliğinden ve değerinden çok, onun tarafından tutuşturulmaktadır;
bunları yükselten paha ve güzelleştiren süs, onun kendi zevkidir; peşinden
koştuğu kendisidir, ve keyfine göre olan şeyleri kovalarken kendi keyfinin
peşinden koşmaktadır. Bütün zıtlar onda toplanmıştır; hem dediği dedik, hem
uysal; hem samimî, hem sinsi; hem merhametli, hem zalim; hem sıkılgan, hem
cüretli; türlü mizaçlara göre türlü meyilleri vardır ki, onu kimi şöhrete,
kimi servete, kimi de zevk ve safaya düşkün kılar; yaşımızın, istikbalimizin,
tecrübelerimizin derecesine göre, o da meyil değiştirir. Ama birçok şeylere
birden yada yalnız birine bağlanmak onun için eşittir, çünkü gereğine ve
keyfine göre birçok ilgilere bölünebildiği gibi, bir tekinde de toplanabilir.
Kararsızdır, yabancı sebeplerden ileri gelen değişikliklerden başka kendinden
ve kendi benliğinden gelme hesapsız sebeplerden doğan değişiklikleri de vardır;
kararsızlığı, kararsızlıktan, hafifmeşreplik- ten, sevgilerinden, yenilik hevesinden,
usanç ve bıkkınlıktandır; aklına eseni yapar, bazan hiç de kendi elinde
olmayan, hattâ kendisine zararlı bulunan, ama canı istediği için peşinden
koştuğu şeyleri elde etmek için büyük bir telâş ve inanılmayacak çabalarla
çalıştığı görülür. Acayip huyludur, çok kere en hayalî şeylere, en büyük bir
ciddiyetle kendini verir; en yavan şeylerden en büyük hazları duyar ve en
aşağılık şeylerde büyük bir vakar ve ciddiyet taşır. Hayatın bütün hal
ve şartlarında vardır, her yerde hazır ve nazırdır, her şeyden ve bir hiçten
geçinir; nimetlere ve yoksunluklara alışır; hattâ kendisine düşman olanların
tarafına geçer, onların maksatlarını benimser, en tuhafı, onlarla birlik
olarak kendisine karşı kin besler, kendi kuyusunu kendi eliyle kazar; nihayet
tek istediği mevcut olmaktır, mevcut olsun da, kendi kendinin düşmanı olmaya
da razıdır. Sazan en çetin bir riyazetle birleşip kendini yok etmek
için onunla ortak olursa şaşmamalıdır, çünkü bir noktada kendini mahvederken,
başka bir yerden fışkırır; zevklerinden vazgeçtiği sanılırken, sadece bunları
bir süre için bırakmış veya değiştirmiştir ve hattâ yenildiğini ve yakamızı
elinden kurtardığımızı sandığımız sıralarda bile yenilgisi içinde yengin çıktığı
görülür. İşte bütün ömrü büyük ve uzun bir savaşmadan ibaret olan
özseverliğin tasviri: deniz, yerinde olarak, ona benzetilebilir.
Özseverlik, denizin durmadan gelip giden dalgalarında, düşüncelerinin
gürültülü değişmeleriyle ebedî kaynaşmalarının sadık bir ifadesini bulur.
Bütün
tutkular kanın türlü sıcaklık ve soğukluk derecelerinden başka bir şey
değildir.
Talihli
adamın kanaatçılığı, ya harislik yüzünden ayıplanmak kaygısı, yada elindekini
kaybetmek korkusudur, o kadar.
Kanaatçılık,
perhiz gibidir; adam daha çok yemeyi ister ama, kendine kötülük etmekten
korkar.
Herkesin
bizde kötü bulduğu tarafları başkalarında görüp çekiştirmekten geri durmayız.
XXXVII
Gurur,
yapmacıklarından ve çeşitli değişmelerinden usanmış gibi, insanlık komedyasının
bütün kişilerini tek başına temsil ettikten sonra, tabiî bir yüzle görünür ve
vekar şeklinde kendini meydana vurur; öyle ki, aslını ararsanız, vekar
gururun cilâsı ve gösterişidir.
LIII
İnsanın
ne dereceye kadar mutsuz olduğunu bilmesi de bir nevi mutluluktur.
LV
Huzuru
kendi içimizde bulamazsak, başka yerde aramak boştur.
LXX
İlerde
neler yapacağımızı söyleyebilmek için, kaderimize hâkim olmamız gerekirdi.
LXXVII
Vücut
için can neyse, seven için de aşk odur.
Sevmek
sevmemek insanın elinde olmadığına göre, ne âşık sevgilisinin vefasızlığından,
ne de sevgili âşığının kayıtsızlığından şikâyette haklıdır.
Ilımlı
hâkimlerin adaleti, kendi mevki ve mertebelerine düşkünlüklerinden başka bir
şey değildir.
Sevmekten
usandığımız zamanlar, sevgilimizin sadakatsizliği bizi sadakat kaydından âzat
ettiği için, hoşumuza gider.
Dostlarımızın
nail olduğu bir bahtiyarlığı ilk işittiğimizde duyduğumuz sevinç ne kalbimizin
iyiliğindendir ne de onlara karşı duyduğumuz dostluktan; bu, bizim de bahtiyar
olabileceğimiz umudiyle yada onların ikballerinden kendimize yararlar sağlamak
düşüncesiyle bizi sevindiren özseverliğin bir sonucudur.
En iyi
dostlarımızın uğradıkları kötü hak !erde daima pek de hoşumuza gitmez olmayan
bir şeyler buluruz.
c
Sırrımızı
kendimiz saklayamamışken, nasıl isteriz ki bir başkası saklayabilsin?
Özseverliğimiz,
kendi kendini değiştirmek meziyetine sahip olması yetmezmiş gibi, etrafındaki
şeyleri de değiştirmek hassasına sahiptir ve bunu şaşılacak bir şekilde yapar,
zira onları bizzat kendisinin de tanıyamayacağı şekilde perdelemekle kalmaz,
her şeyin hal ve niteliğini de değiştirir. Gerçekten, bir adam bizim
aleyhimizde olduğu, bizi garaz ve zulmüne maruz bıraktığı zaman, özseverlik
onun hareketlerini adaletin bütün merhametsizliğiyle muhakeme eder; kusurlarını
son derece büyütür ve meziyetlerini öyle kötü bir tarzda gösterir ki, bunlar
kusurlarından bile daha nahoş görünürler. Ama aynı adam bizim lehimize döndüğü,
yada bir çıkarımız onunla aramızı bulduğu zaman, hoşnutluğumuz derhal
kendisinin meziyetlerine, husumetimizin silmiş olduğu parlaklığı geri verir,
kusurlar silinir ve meziyetler eskisinden daha üstün bir şekilde görünür:
hattâ bize yapmış olduğu kötülükleri mazur görmek için bütün hoşgörümüzü
zorlarız. Bütün tutkular bu gerçeği gösterirse de aşk bunu ötekilerden dah.a
açık bir şekilde gözlerimizin önüne serer;çünkü öyle âşık görürüz ki,
sevdiğinin kendisini unutmasından yada ona sadakatsizlik etmesinden duyduğu
öfkeyle intikam almak için sevdasının ilham ettiği en müthiş şeyleri
tasarlamaktadır; oysaki onu karşısında görüp de öfkesinin şiddeti yatışınca,
duyduğu hayranlık, sevgilisini gözlerine masum gösterir, artık yalnız kendini
itham eder, ona kızmış olduğuna kızar ve özseverliğin o mucizeli havası
sayesinde, sevgilisinin kötü hareketlerindeki lekeleri kaldırır ve suçu ondan
sıyırarak kendi üstüne alır.
en
İnsanların
basireti kaybetmesi, gururlarının en tehlikeli sonucudur. Bu hal, gururu beslemeye,
arttırmaya yarar ve dertlerimize deva olacak ve kusurlarımızı giderecek çareleri
bulmamızı imkânsız kılar.
İnsan
başkalarında akıl ve mantık bulmaktan umudu kesti mi, akıl ve mantığını kendisi
kaybetmiş demektir.
ev
Filozoflar
ve hepsinden çok Seneca, telkin ettikleri fikirlerle suçları hiç de ortadan
kaldırmış değildirler; yaptıkları sadece bunları gururun yapısında kullanmak
olmuştur.
CXXXII
En
aklı başında kimselerin akıl ve hikmeti, önemsiz hususlarda kendini gösterir,
ama en ciddi işlerinde hemen daima bundan yoksundurlar.
CXXXIV
En
yaman delilik, en yaman akıl ve hikmetten doğar.
ccxxv
Yemek hususunda aza
kanaat, sağlığını sevmekten yada fazla yemek iktidarsızlığından ileri gelir.
CXLIV
İnsanın
en çok unuttukları, söyleye söyleye usanmış olduğu şeylerdir.
Bize
ahlâksızlıkları yerdirip erdemleri övdüren, çıkar düşüncesidir.
Hakkımızda yapılan
övgüler, hiç değilse erdem yolunda devam etmemizi sağlamaya yarar.
CLVII
Bizi
övenin en çok öven olmasına özseverliğimiz asla izin vermez.
Öfkenin türlü çeşitleri
birbirinden ayırde- dilmez, oysa mizaç sertliğinden gelen hafif ve âdeta masum
bir öfke olduğu gibi, bir tanesi de vardır ki büyük bir kabahattir ve buna kibir
kudurganlığı denilebilir.
F. 10
Büyük
ruhlar basbayağı ruhlardan daha az tutku ve daha çok erdem sahibi olanlar değil,
sadece daha büyük amaçların peşinde koçanlardır.
Kırallar
insanları madenî paralar gibi imal ederler: onlara canlarının istediği gibi
değer biçerler ve biz onları gerçek değerlerine göre değil, ne kadara
geçiyorlarsa ona göre kabule mecburuz.
Zalimleri
meydana getiren, mizaçlardan çok özseverliktir.
Bir
Italyan şairi, kadınların namusluluğu için, bu namuslu görünmek sanatından
başka bir şey değildir, demişti. Bütün erdemlerimiz için aynı şeyi
söyleyebiliriz.
Öyle
suçlar vardır ki, parlaklıkları, sayıları ve aşırılıklarıyla, masum ve hattâ
şerefli olurlar; o yüzden devlet malını çalmaya beceriklilik, haksız yere
vilâyetler gasbetmeye de fetih derler.
cer
İnsanda
iyilik ve kötülük hiçbir zaman aşırı derecede olmaz.
Büyük
suçlar işleyecek kabiliyette olmayanlar, başkalarından da kolaylıkla şüphelenmezler.
Cenaze
alaylarının debdebe ve ihtişamı, ölülere saygıdan çok, dirilerin benlik
hırsıyle ilgilidir.
ccxxv
Bu
âlemin gidişi ne kadar kararsız ve çeşitli görünürse de, onda öyle gizli bir bağlantı
ve yaradanca ayarlanmış öyle bir düzen vardır ki, bu sayede her şey yolunda
yürür ve kaderinin yolunu izler.
Ayaklanmalarda
yüreği kuvvetlendiren cürettir, oysa savaşın tehlikelerinde gerekli metaneti
ona veren yalnız cesarettir.
Zaferi,
doğuşu bakımından tarif etmek isteyenler, şairler gibi, ona göklerin kızı
demek ihtiyacını duyacaklardır. Gerçekten, zaferi sayısız insanların
gayretleri meydana getirir ki, hedefleri zafer değil, herbirinin özel çıkarlara
dır, zira bir orduyu vücuda getirenlerin hepsi, kendi şeref ve terakkileri
uğrunda çalışırken, pek büyük ve genel bir faydayı sağlamış olurlar.
Hiçbir
zaman tehlikeye düşmemiş olan biri, cesaretten sözedemez.
İnsan
arzulariyle umutlarından çok, minnettarlığına sınırlar çizer.
Taklit
daima kötü bir şeydir ve tabiî halinde bizi cezbeden şeyler, taklidinde en
hoşa gitmeyen taraflar olur.
Dostlarımızın
kaybına acınmamızın derecesi, onların kabiliyet ve meziyetlerine göre değil,
ihtiyaçlarımıza ve onlara değerimiz hakkında vermiş olduğumuzu sandığımız
kanıya göredir.
Genel
olan ve herkese yayılmış bulunan iyiliği, becerikli kurnazlıktan ayırdetmek
hayli güç işdir.
Daima
iyi olabilmek için, başkalarının bize hiçbir zaman ceza görmeden kötülükte bulunmayacaklarını
sanmaları gerekir.
Hoşa'gittiğinden
şüphe etmemek hoşa gitmemenin en emin yoludur,
Başkalarına
karşı beslediğimiz güvenin en büyük kısmını doğuran, kendimize olan güve-
nimizdir.
öyle
genel devrimler vardır ki, talih ve ikballer gibi zevkleri de değiştirir.
Gerçeklik,
mükemmelliğin ve güzelliğin temeli ve hikmetidir: herhangi bir şey, nasıl olması
gerekiyorsa, gerçekten öyle olmuş ve kendinde bulunması gereken her şeye
malik bulunmuş değilse, güzel ve mükemmel olamaz.
öyle
güzel şeyler vardır ki, iyice tamamlanmış şekillerinden çok, bitmemiş
halleriyle daha gözalıcı olurlar.
Ruh
yüceliği, gururun, her şeye hâkim kılan soylu bir gayretidir,
Bir
memlekette debdebe, ihtişam ve aşırı nezaket, açık bir gerileme belirtisidir,
çünkü her fert kendi çıkarlarının peşinde koştuğundan, halkın çıkarlarına yüz
çevirmiş olur.
ccxc
Butün
huylar içinde en az tanıdığımız, tembelliktir; gerçi şiddeti farkedilmez ve
yaptığı kötülükler çok gizlidir ama, o kötü huylarımızın en ateşlisi ve en
kurnazıdır. Gücünü dikkatle inceleyecek olursak, her hal ve fırsatta
duygularımıza, çıkarlarımıza ve zevklerimize hâkim olduğunu görürüz; o en büyük
gemileri durduracak güçte bir engel, en önemli işlerde sığ kayalardan ve en
büyük fırtınalardan daha tehlikeli bir sütlimanlıktır; tembelliğin rahatı, en
hararetli takipleri ve en inatçı kararları ansızın suya düşüren bir ruh
büyüsüdür. Bu iptilâ hakkında tam bir fikir vermek için şunu söylemek
gerekir;tembellik, öyle bir ruh huzurudur ki, onu bütün kayıplarından teselli
eder ve bütün nimetlerin yerini tuta.r.
Başkalarının
düşüncelerini keşfetmekten hoşlanırız ama, kendi düşüncelerimizin tahmin
edilmesine kızarız.
CCXCVin
Sıkı
bir perhiz sayesinde sağlığını korumak, cansıkıcı bir hastalıktır.
ece
Bir
aşktan kurtulmak, âşık değilken aşık olmaktan daha güçtür.
Kadınların
çoğu sevgiden çok zaafları yüzünden kendilerini verirler: genellikle becerikli
erkeklerin, daha sevimli olmadıkları halde ötekilerden fazla başarılı oluşları
bu yüzdendir.
ecen
Aşkta
asla sevmemek, sevilmek için en emin yoldur.
ecem
Aşıklarla
sevgililerin, ne zaman sevgilerinden bıkacaklarını öğrenmek hususunda kar-
şılarındakinden samimiyet beklemeleri, artık sevilmez oldukları zaman haberdar
edilmeleri arzusu ile değil, daha çok aksi söylenmediği zamanlar sevildiklerine
iyice kanaat getirmek içindir.
cccv
Aşkı
en iyi benzetebileceğimiz şey, hummadır: gerek şiddetleri, gerek devamları
hususunda her ikisinin karşısında aynı derecede âciz kalırız.
En
beceriksizlerin en becerikli işi, kendilerini başkalarının iyi gidişine tâbi
bilmeleridir.
1666 basımı
Bir kere tembelliklerini tatmin ettikten
sonra gayretli görünmek için başkalarını en çok acele ettiren, tembellerdir.
Dostlarımızın
bizden soğuduklarını farket- memek, onlara karşı dostluğumuzun azlığına bir
delildir.
1675 basımı
Başkasiyle
çapkınlık ettikten sonra insan daima sevdiğine raslamaktan korkar.
Kusurlarımızı
itiraf etmeye gücümüz yetiyorsa, onları mazur görebiliriz.
Sofu
olmak isteyen çoktur ama, alçakgönüllü olmaya kimse yanaşmaz (1).
Bedenin
çalışması zihnin dertlerini giderir, yoksulları mutlu kılan da budur.
Gerçek
riyazet ve yoksunluklar, gizli kalmış olanlardır; benlik hırsı ötekileri
kolaylaştırır.
Alçakgönüllülük,
Tanrının, üzerinde kendisine kurbanlar sunulmasını istediği mezbah- dır.
(1) Alçakgönüllü
olmak Hıristiyan dininin başlıca telkinlerinden biridir. (Y.N.).
Aklı
başında adamı mutlu kılmak için pek az şey yeter; bir deliyi ise hiçbir şey
memnun edemez; bunun içindir ki hemen bütün insan lar sefalet içinde yüzerler.
VI
Mutlu
olmaktan çok mutlu görünmek için çabalar dururuz.
VII
İlk
arzuyu susturmak, onu izleyenlerin hepsini tatmin etmekten çok daha kolaydır.
VIII
Vücut
için sağlık neyse, ruh için de akıl ve hikmet odur.
IX
Yeryüzünün
büyükleri vücut sağlığını ve ruh huzurunu veremediklerinden, yapabilecekleri
bütün iyilikler bize daima çok pahalıya mal olur.
Gerçek
bir dost, nimetlerin en büyüğü ve elde etmeye en az çalıştığımızdır.
Aşıklar,
sevgililerinin kusurlarını ancak etkisi altında bulundukları büyü çözüldüğü zaman
farkederler.
XIII
İhtiyat
ve aşk birbirleri için yaratılmış şeyler değildir; aşk arttıkça ihtiyat
azalır.
Kıskanç
bir karısı olmak, koca için ba- zan hoş şeydir; daima sevdiği kimseden söze-
dildiğini işitir.
xv
Hem
âşık, hem de iffetli olan bir kadın, ne kadar acınmaya lâyıktır.
Aklı
başında adam, yenilmektense kavgaya hiç girişmemeyi işine daha elverişli
bulur.
İnsanları
incelemek, kitapları incelemekten daha gereklidir.
Mutluluk
yada felâket, genellikle birine yada ötekine en çok uğramış olanları bulur.
Namuslu
kadın bir definedir; onu ele geçiren bununla böbürlenmese iyi eder.
XXVIII
Çok
sevdiğimiz zamanlar, bizi sevenin artık sevmez olduğunu farketmek hayli
güçtür.
XXXIX
İyi
söz söylemenin en güç olduğu zaman, susmaktan utandığımız zamandır.
Sevildiğini
sanmak kadar tabii ve aldatıcı şey olamaz.
XLVII
Bize
iyilik edenlerdense kendilerine iyiliğimiz dokunan kimseleri görmek daha çok
hoşumuza gider.
XLvm
Mevcut
duygularımızı gizlemek, olmıyan- ları var gibi göstermekten daha güçtür.
Yeniden
tazelenmiş dostluklar, hiçbir zaman çözülmemiş dostluklardan daha çok özen
ister.
L
Kimseden
hoşlanmayan adam, kimsenin kendisinden hoşlanmadığı insandan daha acınacak
kişidir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar