Print Friendly and PDF

MAXIMES/ LA ROCHEFOUCAULD/ ÖZDEYİŞLER



Çeviren: YAŞAR NABÎ

La Rochefoucauld'nun kendi kalemiyle
kendini tasviri

Orta boyluyum, iyi serpilmiş mütenasip bir en­damım vardır. Tenim esmerse de oldukça pürüzsüz­dür; alnım yüksek ve makul bir genişliktedir; göz­lerim kara, ufak ve çukurlarına gömülü, kaşlarım­sa kara ve kalın, ama biçimlidir. Burnumun ne şe­kilde olduğunu söylemekte güçlük çekeceğim, çünkü burnum ne koçvari, ne basıktır, ne büyüktür, ne de sivri, hiç değilse bana öyle geliyor. Bütün bildiğim şudur ki burnum küçük olmaktan çok büyüktür ve biraz fazlaca aşağı düşer. Ağzım büyük ve dudak­larım genellikle oldukça kırmızı ve ne iyi, ne de kö­tü biçimlidir. Dişlerim- beyaz ve muntazamcadır. Önce bana gerdanımın biraz fazlaca olduğunu söyle­mişlerdi: bir fikir edinmek için şimdi yokladım ve aynada muayene ettim ama ne hüküm vereceğimde hâlâ tereddütteyim. Yüzümün şekline gelince, ya dört' köşe, ya ovaldır: bunlardan hangisi olduğunu kestiremiyorum. Saçlarım siyah ve doğuştan kıvır­cıktır, aynı zamanda başımın güzelliğini iddia etti­recek kadar sık ve uzundur. Çehremde kederli ve vakur bir eda vardır: bu birçok kimselere, benim ki­birli olduğum hissini verir ama hiç de öyle değildir. Oldukça hareketliyimdir, hattâ gereğinden biraz faz­la, söz söylerken bana çok işaretler yaptıracak ka­dar. İşte dış - görünüşüm hakkında ne yalan söyleye­yim kanaatim budur ve kendi hakkımdaki düşünce­lerimin gerçekten pek de uzak olmadığının kabul e­dileceğini sanıyorum. Kendi portremi tamamlamak için geri kalan taraflarda da aynı sadıklıkla hareket edeceğim, çünkü kendimi iyi tanıyacak kadar etraf­lı incelemişimdir, hem meziyetlerimi çekinmeden söyleyecek kadar kendime güvenim olduğu gibi, ku­surlarımı açıkça itiraf edecek kadar da samimiyetim vardır. İlkin mizacımdan sözedeyim: mahzun bir adamım, hem de öylesine ki, üç dört yıldır, üç dört defadan fada güldüğümü gören olmamıştır. Yalnız yaradılışımdan ileri gelenden ibaret kalsa, öyle sanı­yorum ki, mahzunluğum oldukça çekilir ve sevimli bir şey olurdu; ama dışardan gelip hüznümü arttıran söyler o kadar çok ve bunlar hayalimi öyle dolduru­yor ve zihnimi öyle meşgul ediyor ki, çok zaman, ya tek söz söylemeden hayale dalıyor, ya da söyledikle­rimin adeta hiç farkında olmuyorum. Tanımadığım insanlarla pek sıkı fıkıyım, tanıdıklarımın çoğu ile öyle adamakıllı samimi bile değilim. Bu bir kusur­dur, biliyorum, bu kusurumu gidermek için elimden geleni yapmaya hazırım; ama yüzümdeki somurtkan ifade, beni olduğumdan da çekingen gösterdiğinden, yüz çizgilerimin tabii düzeninden ileri gelen kötü bir ifadeyi çıkarıp atmak da elimizde olmadığından, içi­mi düzeltsem bile dıştan gene sevimsiz bir adam., görünmekten kurtulamıyacağım. Zekiyimdir ve bu­nu söylemekte nazlanmam: zira bu hususta sahte bir tevazua ne lüzum var? Dolambaçlı yollara sapmak ve meziyetlerinden sözederken bunları küçültmeye çalışmak, bana öyle geliyor ki, zahirî bir tevazu per­desi altında biraz benlik hırsı saklamak, ve başka­larını kendi lehinde söylediklerinden çok daha faz­lasına inandırmak için pek ustaca bir çareye başvur­maktır. Kendi hesabıma, ne gösterdiğimden daha iyi huylu, ne de anlatacağımdan daha zeki ve ma­kul sanılmazsam memnun olurum. Evet, dediğim gi­bi, zekiyimdir, ama mahzunluğun tadını kaçırdığı bir zekadır bu: çünkü, dilimi iyi bilmeme, belleğimin kuvvetli olmasına, düşüncelerimde pek karışıklık bu­lunmamasına karşın, kederimle o kadar doluyum ki, çok kere söylemek istediklerimi hayli fena ifade ede­rim. Seçkin insanlarla sohbet etmek en hoşuma gi­den zevklerden biridir; sohbetin ciddi olmasını, bü­yük bir kısmını ahlaki ve içtimai mevzuların teşkil etmesini isterim. Bununla beraber, neşeli konuşma­lardan da zevk almasını bilirim: güldürmek için hoş sözler söylediğim seyrek olsa da herhalde bu, ye­rinde nüktelerin değerini takdir etmediğimden, bazı hazırcevapların çok iyi başardıkları bu nükte oyun­larını pek eğlendirici bulmadığımdan değildir. iyi nesir yazarım, nazım da elimden gelir; bu yoldan gelen şöhrete düşkün olsaydım öyle sanıyorum ki, az çalışma ile kendime oldukça ün yapabilirdim. Ge­nellikle okumayı severim; zihne genişlik verici ve ruhu kuvvetlendirici düşünceler taşıyan yazılar. en çok sevdiklerimdir. Hele anlayışlı bir insanla birlik­te okumaktan çok zevk duyarım: çünkü, bu şekilde insan daima okudukları üzerinde düşünür, bu düşün­celer de en hoş, en yararlı bir konuşmaya yol açar. Bana gösterilen mensur veya manzum eserler hak­kında oldukça yerinde hükümler veririm ama, kanı­mı açıkça söylemekte belki biraz fazla ileri giderim. Bir kötü yanım da pek kılı kırk yaran bir zevke sahip bulunuşum ve pek insafsız bir eleştirici olu­şumdur. Tartışmalardan nefret etmem, hatta ken­dim de çok kere seve seve tartışmaya katılırım; ama kanımı genellikle aşırı  bir coşkunlukla savu­nurum ve karşımda haksız bir dava savunulduğu zaman, bazan, mantık lehinde o kadar coşarım ki, kendim de mantık dışına çıktığım çok olur. Faziletli duygularım, iyi yönelimlerim vardır, tamamiyle dü­rüst ve iyi bir insan olmayı o kadar isterim ki, dost­larım bana, kusurlarımdan beni haberdar etmekten daha büyük iyilikte bulunamazlar. Beni biraz ya­kından tanıyanlar ve arasıra bu nevi ihtarlarda bu­lunmak lûtfunu esirgememiş olanlar bunları daima en büyük bir sevinç ve en derin bir alçakgönüllülük­le dinlemiş olduğumu bilirler. Bütün huylarım ol­dukça yumuşak ve ölçülüdür; kızdığımı hemen hiç gören olmamıştır, kimseye de kin beslemedim. Bu­nunla birlikte, bir hakarete uğramadım ve bunun şerefime dokunur bir tarafı bulunduğu zaman öcü­mü almaya da iktidarsız değilim. Tam tersine, gö­rev duygusunun bende kinin yerini o kadar tutabi­leceğine inanırım ki, intikamımı herhangi bir kim­seden daha büyük bir şiddetle izleyeceğimden şüp­he etmiyorum. Hırs ve tamahların esiri değilim. Hiçbir şeyden korkum yoktur, ölümdense hiç kork­mam. Pek merhametli değilim, hiç olmamayı da is­terdim. Bununla birlikte, ' derdi olan  bir kimseye yardım için yapmayacağım şey yoktur, ve gerçekten öyle sanıyorum ki, böyle bir kimse için her şey ya­pılmalıdır, hatta uğradığı felakete karşı merhamet bile gösterilmelidir: çünkü bahtsızlar o kadar ah­mak olurlar ki, bundan büyük bir memnunluk duyar­lar; fakat merhamet göstermekle kalınarak duy­maktan özenle sakınmak gerektiğinde ısrar ediyo­rum. Bu, sağlam bir ruhta hiç faydası olmayan, sa­dece yüreği gevşetmekten başka bir şeye yaramayan bir tutkudur. Onu ayak takımına bırakmalıdır, o . ayak takımı ki hiçbir hareketini şuurla yapmadığın­dan, kendisini harekete geçirmek için tutkulara muh­taçtır. Dostlarımı severim, hem de öylesine' seve­rim ki, menfaatlerimi onların menfaatleri uğruna , feda etmekte bir an tereddüt etmem; kendilerine iyi davranırım, huysuzluklarına sabırla katlanırım,' her türlü kusurlarını çabucak mazur görürüm: yalnız. kendilerine sevgimi pek hararetli bir tarzda belirt­mem, ve benden uzak bulundukları zamanlarda bü­yük kaygılar duymam. Başkalarının merakını uyan­dıran şeylerin pek çoğunu ben pek öyle merak et­mem. Boşboğaz değilim ve bana gizli olarak söyle­nenleri saklamakta herkesten daha az güçlük çeke­rim. Sözümde mutlaka dururum: vaadimin doğura­bileceği sonuçlar ne olursa olsun, sözümden dönmem,. bu daima hayatımın temel kurallarından biri ol­muştur. Kadınlar meclisinde nezaketten hiçbir za­man ayrılmam, ve yanlarında hiçbir zaman kendi­lerini incitebilecek bir şey söylediğimi sanmıyorum. Açık fikirli olan kadınlarla konuşmayı erkeklere ter­cih ederim; bana öyle geliyor ki, bunların konuşma­larında bizlerin aramızda raslanmayan bir tatlılık var; bundan başka, düşüncelerini daha açık anlat­tıklarım, ve söylediklerine daha hoş bir eda verdik­lerini sanıyorum. Çapkınlığa gelince, eskiden bir parça çapkındım, ama henüz genç sayılsam da artık değilim. Sevda hafifliklerinden el etek çektim, yal­nız bunca seçkin insanların hâlâ böyle şeylerle uğ­raştıklarına şaşmaktan kendimi alamıyorum. Güzel tutkuları çok takdir ederim; bunlar ruh yüksekliği­ne delâlet ederler; ve insana verdikleri endişelerde çetin hikmete aykırı bir taraf bulunmakla beraber, en haşin bir faziletle öyle bir imtizaç ederler ki, hak­lı olarak aleyhlerinde bulunmak mümkün olmadı­ğını sanıyorum. Aşkın büyük duygularında ne ka­dar ince ve kuvvetli taraflar olduğunu bilen ben, eğer bir gün sevecek olursam, ancak bu şekilde se­vebilirim; ama bu tabiatımla, o bilgimin kafamdan yüreğime geçeceğine hiç ihtimal vermiyorum.


OKUYUCUYA
(1665 Basımından)

D-ü§ünceler ve ahldki özdeyişler adı altında oku­yuculara sunduğum bu eser, insan ruhunun bir tas­viridir. Herkesin hoşuna gitmemesi ihtimali var­dır, çünkü belki aslına fazla benzediğine ve yeteri kadar koltuk kabartıcı olmadığına hükmedilecektir. Ressamın bu eseri yayınlamaya hiç de niyeti yoktu; ve eğer elden ele dolaşmış ve hatta bir süredir Hol­landa'ya da geçmiş olan yanlışlarla dolu bir nüshası dostlarımdan birini, aslına tamamiyle uygun oldu­ğunu söylediği bir başka nüshasını bana vermek zo­runda bırakmasaydı hala onun yazı odasında kapalı kalacaktı. A^^ bütün doğruluğuna rağmen, bu eser, ruhlarının derinliğine nüfuz edilmesine katlanama­yan ve kendilerini tanımak istemedikleri için başka­larının da tanımasına engel olmak hakları bulundu­ğunu sanan bazı kimselerin hücumlarına uğramak- kurtulamıyacaktır. Gerçekten, bu özdeyişlerin insan gurunınun kolay kolay alışamadığı bu türlü gerçeklerle dolu olduğundan, o gururu ayaklandır­maması ve üzerine tenkitleri çekmemesi imkansızdır. Onun içindir ki kesin yargılar yürütmeye giriştiği bir sırada müsveddenin yayınlanmasından sonra ve hakkında herkesin aklına geleni söylediği bir

F. 2 sırada kaleme alınmış olup bana verdikleri bir mektubu (’) buraya koyuyorum. Bu yazı bana, “Düşunceler”e karşı ileri sürülebilecek başlıca iti­razlara hayli yerinde bir cevap teşkil eder ve yazarın duygularını açıklar göründü. Bu mektup gösterir ki, düşüncelerin ihtiva ettiği şey, birçok kilise ulula­rının fikirlerine uygun bir ahlakın özetidir. Bunla­rı yazmış olan, bu kadar ehil rehberleri izlemekle yanlış bir yol tutmuş olamayacağını ve insan hak­kında bu ulular gibi fikir yürütebileceğini sanmakta çok haklıdır. Ama onlara gösterilmesi gereken say­gı, eleştirmenlerin hıncını yenemiyorsa, bu esere hücum etmekle o büyük adamların kanıtlarına saldır­maktan çekinmiyorlarsa, okuyucudan dileğim şudur ki, bunları taklit etmesin, yüreğinden gelecek ilk duygulara dimağını kaptırmasın, ve kabilse verece­ği yargılara özseverliğin karışm^asını emretsin. Zira, ona tabi olursa, bu özdeyişlerden yana bir hü­küm vermesini beklemek beyhude olur: burada öz­severlik aklın bir fesatçısı gibi tasvir edilmiş oldu- ğuııdan, bu ayni özseverlik zihni onlara karşı kışkırt­maktan geri durmayacaktır. O yüzden bu kışkırtma­ların onları haklı çıkarmasından korkmalı, ve bu dü­şünceleri kötülemek uğrunda gösterilecek hararet ve

(i) Burada sözü edilen mektup, eserin ilk basımı­na konulmuş olan ve özdeyişler'in bir tahlilini yapan imzasız bir yazıdır ki, kimin tarafından yazıldığı şüp­heli kalmıştır. Daha çok Segrais'ye atfedilen bu tahlili, eserin anlaşılmasına ciddi bir yardımı olamıyacağı dü­şüncesiyle çeviri metne almamayı daha uygun bulduk. (Y.N.).

ustalığın onların doğruluğunu ispat için en mükem­mel deliller olacağına kanaat getirmelidir. Gerçek­ten, bunlar hakkında ileri sürülen eleştirilerin gizli çıkar, gurur veya özseverlikten başka sebeplerden ileri geldiğine aklı başında birini inandırmak güç olur.

Kısacası, okuyucu için en doğru hareket tarzı şudur: ilk önce bu özdeyişler içinde hiçbirinin doğ­rudan doğruya onu ilgilemediğini, genel görünme­lerine karşın, yalnız kendisinin müstesna olduğunu aklına koysun. Bundan sonra, hiç şüphe etmesin ki, onların doğruluğuna ilk katılan kendisi olacak, üs­telik bunları insan ruhu hakkında hayli müsamahalı bile bulacaktır. îşte bu yazı hakkında umumiyetle söyleyeceklerim bundan ibarettir; izlenen usule ge­lince, her özdeyişin, konusunu anlatan bir başlık ta­şıması ve bunların daha esaslı bir sıraya konulmuş olmaları arzuya değerdi sanırım; ama bana verilmiş olan nüshanın sırasını baştan başa bozmadan bunu yapmaya imkan yoktu; hem, aynı konu üzerinde birçok özdeyişler bulunduğuna göre, düşüncelerini sorduğum kimseler aynı bahse ait olanları bulmak için kitaba bir cetvel eklemenin daha uygun olaca­ğını söylediler.


ÖZDEYİŞLER


ÖZDEYİŞLER

I

Bizim erdem dediğimiz şeyler, çok kere talihin yada kendi hünerimizin düzenlediği tür­lü hareketlerle çıkarların bir araya gelmesin­den ibarettir; ve erkeklerin yiğit, kadınların if­fetli oluşları her zaman cesaret ve iffetlerinden ileri gelmez.

II

Özseverlik (1), dalkavukların en büyüğü­dür.

III

Özseverlik ülkesinde ne kadar keşifler ya­pılmış olursa olsun, hâlâ bilinmeyen yerleri çok­tur.

(i) Amour-pmpre karşılığı. önceki anlamı izzetine­fis (onur) değil; eskilerimizin hubbunefs dedikleri da­ha geniş bir kavramdır. Bencillik yada çıkar duygusu da denilebilirdi. (YN.).

IV

Özseverlik, dünyanın en becerikli adamın­dan daha beceriklidir.

V

Ömrümüzün uzunluğuna olduğu gibi, tut­kularımızın devamına da bizim hükmümüz geç­mez.

VI

Tutku, çok kere en becerikli adamı çılgına döndürür. Çok kere de en ahmakları becerik­li kılar.

VII

O gözleri kamaştıran büyük ve parlak iş­leri politikacılar büyük tasavvurların sonuçla­rı gibi gösterirler. Oysa bunlar, daha çok, mi­zaç ve tutkuların eseridir. Örneğin, Augustus’- la Antonius arasındaki savaş, dedikleri gibi, bunların dünyaya hâkim olmak emellerinden de­ğil, belki sadece bir kıskançlıktan doğmuştur.

VIII

Tutkular her zaman inandıran biricik ha­tiplerdir. Bunlar, kuralları şaşmayan tabiat ya­sası gibidir; ve tutkusu olan en basit adam, hiç tutkusu bulunmayan en iyi konuşan adamdan daha çok inandırır.

IX

Tutkuların adaletsiz ve çıkarcı bir yanları vardır ki, bunların peşine takılmayı tehlikeli kılar. En akla yakın göründükleri zaman bile bunlardan sakınmalıdır.

X

İnsan kalbinde bitmez tükenmez bir tut­kular silsilesi vardır. Öyle ki, bunlardan birinin tükenmesi hemen daima bir başkasının oraya yerleşmesi demektir.

XI

Tutkular, çok kere kendilerine zıt tutkula­rı doğurur. Cimrilik bazan müsrifliğe ve müsrif­lik cimriliğe yol açar. İnsan çok kere zaaf yü­zünden metin, sıkılganlık yüzünden cüretlidir.

XII

Tutkularımızı dindarlık ve dürüstlük gös­terişiyle örtmeye ne kadar çalışırsak çalışalım, bunlar hep o perdenin altından sırıtırlar.

XIII

Özseverliğimiz, kanılarımızdan çok zevkle­rimizin eleştirilmesine katlanamaz.

XIV

İnsanlar yalnız iyiliklerle hakaretleri unut­makla kalmazlar; hattâ kendilerini minnet bor­cu altına sokmuş olanlara kin besler de, haka­retine uğradıklarına karşı nefretlerini zamanla yitirirler. İyiliği mükâfatlandırmak ve kötülüğün öcünü almak gayreti, onlara pek kolay katla- namadıkları bir külfet gibi gelir.

xv

Hükümdarların insaf ve merhameti çok kere halkın sevgisini kazanmak için bir siya­setten başka bir şey değildir.

XVI

Bir erdem diye gösterilen o merhamet, ba­zı gösteriş için, arasıra tembellik sebebiyle, çok .kere korku yüzünden ve hemen daima her üçü­nün birlikte etkisiyle meydana gelir.

XVII

Mutlu insanların kanaatkârlığı mutluluğun mizaçlarına kattığı sükûnetten ileri gelir.

XVIII

Kanaatkârlık, mutluluklarından sarhoşa dönenlerin müstahak oldukları küçümsemeye ve hasede uğramak korkusudur: bu, irademizin kuv­vetiyle yersiz bir öğünmedir; en yüksek merte­bedeki insanların kanaatkârlığı ise talihlerin­den ûstûn görünmek isteğinden başka bir şey değildir.

XIX

Hepimizde başkalarının dertlerine katlana-' . ..      .       

cak guç vardır.

xx

Aklı başında insanların dayanı ve direni- si, istek ve heveslerini gönüllerinde hapsetmek sanatından başka bir şey değildir.

XXI

Ölüm cezasına çarpılmış olanlar, bazan metin ve ölümü küçümser görünmeye çalışır­lar. Bu, gerçekte onu akla getirmek korkusun­dan başka bir şey değildir. Öyle ki, gözlerini örten mendil, gözleri için neyse, bu metinlik ve küçümseme de yürekleri için odur.

XXII

Hikmet ve felsefe, geçmiş ve gelecek dert­lerin kolaylıkla hakkından gelir; ama bugünün dertleri de onun hakkından gelir.

XXIII

Ölümün ne olduğunu bilen insan azdır. Genellikle ona metinlik dolayısıyle değil, ah­maklık ve alışkanlık yüzünden katlanılır; insan­ların çoğu ölümden kaçınılamayacağı için ölür­ler.

XXIV

Büyük adamlar ardı arası kesilmeyen fe­lâketlerin yükü altında ezilip çöktükleri za­man, önceleri bu felâketlere iradelerinin de­ğil de, hırs ve tamahlarının kuvvetiyle katlan­mış olduklarını ve kahramanların daha büyük bir benlik hırsından başka öteki insanlardan farklı yanları bulunmadığını göstermiş olur lar.

XXV

Talihin lûtfu altında ezilmemek için, kah­rına katlanmaya gerekenden daha bûyûk mezi­yetlere ihtiyaç vardır.

XXVI

Güneşe ve ölüme çekinmeden bakıla­maz.

XXVII

En suçlu tutkularla bile öğünenler bulu­nur. Ama kıskanma, itirafa hiç cesaret edeme­diğimiz sıkılgan ve utangaç bir tutkudur.

XXVIII

Kıskançlık bir bakıma yerinde ve mâkul bir şeydir. Çünkü bizim olan yada bizim oldu­ğunu sandığımız bir şeyi muhafaza isteğinden başka bir gayesi yoktur; oysa kıskanma, baş­kalarının iyiliğine katlanamayan bir kudurgan­lıktır.

^XXIX

Yaptığımız kötülüklerden çok, meziyetle- rimizdir ki, başkalarının kin ve şerrini üstümü­ze çeker.

xxx

Kuvvetimiz, irademizden üstündür; ve ba­zı şeylerin imkânsız olduğunu tasavvur etme­miz çok kere kendimizi mazur görmek içindir.

XXXI

Hiç kusurumuz olmasaydı, başkalarında kusurlar bulmaktan bu kadar zevk almazdık.

XXXII

Kıskançlık şüphelerle beslenir; şüpheye yer kalmayınca da ya korkunç bir öfkeye dö­ner, yada sönüp gider.

XXXIII

Gurur, daima zararlarını telâfi eder, ve benlik hırsından vazgeçtiği zaman bile bir şey kaybetmez.

XXXIV

Hiç gururumuz olmasaydı, başkalarının gu­rurundan şikâyet etmezdik.

xxxv

Gurur bütün insanlarda eşittir. Fark yal-


ÖZDEYİŞLER                                                        31

nız onu belli etmekteki vasıta ve tarzlarda­dır.

XXXVI

Bizi mutlu kılmak için vücudumuzun uzuv­larını o kadar ustaca düzenlemiş olan tabiat, gururu da eksiklerimizi bilmek acısından bizi esirgemek için vermiş olsa gerek.

XXXVII

Kabahat işleyenlere çıkışmalarımızda iyi­likten çok gururun payı var; onları, ıslah etmek­ten çok kendimizin bu gibi kusurlardan uzak olduğumuza kendimizi inandırmak için azar­larız.

XXXVIII

Umutlarımıza göre vaadeder, kaygılarımı­za göre tutarız vaadimizi.

XXXIX

Çıkar dedikleri, her dili konuşur, her kılı­ğa girer, hattâ çıkarlara karşı kayıtsız biri gi­bi görünmesini de bilir.


XL

Birtakım kimseleri kör eden çıkar, başka larının gözünü açar.

XLI

Küçük şeylerle fazla uğraşanlar, çok za­man büyük işleri göremiyecek hale gelirler.

XLII

Her zaman aklımızın izinden yürümeye ta­katimiz yetmez.

XLIII

Çok kere insan, kendi kendini yönettiğini sanır ya, aslında yönetilir. Kafasiyle bir gaye­ye doğru yönelirken gönlü, hiç fark ettirmeden onu bir başka yana sürükler.

Ruh gücü ve zaafı dediğimiz şeylere yan­lış ad takılmıştır. Bunlar gerçekte, vücut uzuv­larının iyi yada kötü işlemesinden başka bir şey değildir.

XLV

Mizacımızın cilveleri, feleğin cilvelerinden daha gariptir.

XLVI

Filozofların hayata gösterdikleri bağlılık yada kayıtsızlık, özseverliklerinin bir zevkinden başka bir şey değildir. Damak zevkleri ve renk­ler gibi bu da tartışılmamak gerekir.

XLVII

Kaderin bize gönderdiği her şeye değer biçen mizacımızdır.

XLVIII

Mutluluk malda değil candadır: insan an­cak canı çektiği şeyi elde etmekle mutlu olur, yoksa başkalarının hoşuna giden şeye sahip ol­makla değil.

XLIX

İnsan hiçbir zaman sandığı kadar mut­lu yada mutsuz değildir

F. 3

L

Kabiliyetlerine inanmış olanlar, talihin gad­rine uğramaya lâyık olduklarına başkalarını ve kendilerini ikna için mutsuz olmayı bir şeref sayarlar.

LI

Bir zamanlar doğru bulmuş olduğumuz bir şeyi başka bir zaman eğri bulduğumuzu gör­mek kadar nefsimizden duyduğumuz hoşnutlu­ğu azaltacak bir şey yoktur.

LII

Türlü kaderler birbirinden ne kadar fark­lı görünse de, iyiliklerle kötülükler arasında öy­le bir denkleşme olur ki, bunları eşit kılar.

LIII

Tabiat insana ne kadar üstünlükler verir­se versin, kahramanları meydana getiren yal­nız o değil, aynı zamanda talihtir.

LIV

Filozofların dünya nimetlerini küçük gör­meleri, yoksun bırakıldıkları şeyleri küçümse­mek suretiyle talihin liyakatlerine karşı göster­diği adaletsizliğin intikamını almak gizli arzu­sundan ileri geliyordu; bu, yoksulluğun alçalt­masından korunmak için başvurulan gizli ça­reydi; bu, servet yolu ile elde edemedikleri say­gıya ulaşmak için tutulan dolambaçlı bir yol­du.

LV

Gözdelere karşı beslenen kin, göze gir­mek isteğinden başka bir şey değildir. Gözde olmayanlar bu yüzden duydukları hırsı gözde olanları küçük görerek avutur ve yumuşatırlar. Biz de bu gibilerin üzerinden herkesin saygı­sını çeken şeyleri sıyırıp atamadığımız için on­ları saymak istemeyiz.

LVI

Toplum içinde mevki sahibi olmak isteyen insan bu mevkie sahipmiş gibi görünmek için elinden geleni yapar.

LVII

İnsanlar başardıkları büyük işlerle övünür­lerse de, bu işler çok kere büyük bir maksa­dın değil, raslantının eseridir.

LVIII

Yaptığımız işlerin övülmesi yada yerilmesi, galiba daha çok talihle raslantılara bağlı­dır.

LIX

Becerikli insanların azçok faydalanmak yo­lunu bulamayacakları derecede felâketli olay­lar olamayacağı gibi, ihtiyatsız kimselerin ken­di zararlarına çeviremeyecekleri derecede mut­lu olaylar da yoktur.

LX

Talih, hep koruduğu kimselerden yana ça­lışır.

LXI

İnsanların mutluluk yada mutsuzlukları ta­lihin olduğu kadar kendi mizaçlarının da ese­ridir.

LXII

Samimilik bir iç açılışıdır, ve pek az kim­sede bulunur. Daha çok görüleni, başkalarının güvenini kazanmak için kurnazca bir gizleyiş­ten başka bir şey değildir.

LXIII

Yalan düşmanlığı çok kere düşüncelerimi­ze değer verdirmek ve sözlerimize derin bir saygı çekmek gizli isteğinden ibarettir.

LXIV

Gerçeğin yeryüzünde yaptığı iyilik, sözde gerçeklerin sebep olduğu kötülüklerden azdır.

LXV

İhtiyat ve tedbiri göklere çıkarırlar; oysa bunlar bizi hangi belâlara karşı güven altına alabilir?

LXVI

Becerikli bir adam çıkarlarının derecesi­ni ölçerek bunların herbirini önem sırasına gö­re izlemelidir. Açgözlülüğümüz çok kere bu sırayı bozar ve bizi o kadar çok şeye birden sal- dırtır ki, en önemsizlerini fazla arzulamak yü­zünden, en değerlileri elden kaçar.

LXVII

Ruh için sağduyu neyse vücut için de ki­barlık, zariflik odur.

LXVIII

Aşkı tarif etmek güçtür. Hakkında söyle­nebilecek olan şudur ki: o ruhta bir hâkim ol­mak ihtirası; zihinde bir cazibe ve vücutta, bir esrar perdesi ardında sevdiğine sahip olmak için gizli ve ince bir istekten başka bir şey değildir.

LXIX

Başka tutkularımızla karışmamış saf bir aşk varsa bu kalbin derinliklerinde saklı olup, bizim bile habersiz bulunduğumuzdur.

LXX

Olan bir sevgiyi uzun zaman gizleyecek yada bulunmadığı yerde onu var gibi göstere­cek güçte bir mask yoktur.

LXXI

Artık birbirinden soğumuş insanlar göste­rilemez ki sevişmiş olduklarından utanç duy­masınlar.

LXXII

Etkilerinin çoğuna bakarak hakkında bir hüküm vermek gerekirse, aşk, dostluktan çok kine benzer.

LXXil

Hiçbir zaman âşıkdaşlık etmemiş kadınlar bulunabilir ama, bunu hayatında yalnız bir ke­re yapmış kadın seyrek bulunur.

LXXIV

Aşk yalnız bir türlü olur ama, biribirinden farklı bin nüshası vardır.

LXXV

Ateş gibi aşkın da devam edebilmek için durmadan harekete ihtiyacı vardır. Umması yada korkması tükendi mi ömrü de tükenir.

LXXVI

Gerçek aşk tıpkı cinler, periler gibidir: bahsini herkes eder ama, gözüyle görmüş olan pek azdır.

LXXVII

Duka'ların (1) Venedik'te olup bitenlerle nasıl bir ilişkileri yoksa, aşkın sayısız ilişkiler­deki sözde payı da daha fazla değildir.

LXXVIII

Birçok kimselerdeki hak sevgisi, haksızlı­ğa uğramak korkusundan başka bir şey değil­dir.

LXXIX

Susmak, kendine güvenemeyenin başvur­duğu en emin çaredir.

LXXX

Dostluklarımızda bizi o kadar değişken kı­lan şey, ruhun meziyetlerini tanımanın güç, zih­nin meziyetlerini öğrenmenin kolay oluşudur.

LXXXI

Biz sevdiklerimizi ancak kendi nefsimize göre severiz. Dostlarımızı kendimize tercih et­tiğimiz zaman bile zevkimize ve keyfimize uy-

(1) Eski Venedik devletinde hükümet başkanına ve­rilen ad. (Y.N.). maktan başka bir şey yapmış olmayız. Bunun­la beraber, ancak böyle bir tercihledir ki, dost­luk gerçek ve tam olabilir.

LXXXII

Bizi düşmanlarımızla barışmaya sevk eden, mevkiimizi güçlendirmek isteği, savaştan usan­ma ve kötü akıbetlere uğramak kaygısıdır.

LXXXIII

İnsanların dostluk adını verdikleri şey, bir ortaklık, menfaatlerin karşılıklı korunması ve yardımlaşmadan ibarettir; nihayet bu, özsever­liğimizin daima bir şeyler kazanmayı tasarla­dığı bir alış-veriştir.                                                                 .

LX^XXIV

Dostlarımızdan sakınmak, onlar tarafından aldatılmaktan daha utanılacak bir şeydir.

LXXXV

Bizden daha güclü insanları sevdiğimize çok kere kendimizi inandırırız. Oysa dostlu­ğumuzu meydana getiren sadece çıkarlardır. Kendilerine yapmak istediğimiz iyilik için değil


42                    ÖZDEYİŞLER

de, umduğumuz faydalar dolayısiyledir ki, on­lara gönlümüzü veririz.

L^XXVI

Herkesten sakınmamız, başkalarının bizi aldatmasını mazur kılar.

LXXXVII

İnsanlar birbirlerini aldatmasalar, uzun zaman birarada yaşayamazlardı.

LXXXVIII

özseverliğimiz, dostlarımızın meziyetleri­ni, kendilerinden hoşnut kalışımız ölçüsünde ço­ğaltıp azaltır, ve bizimle nasıl geçindiklerine bakarak değerleri hakkında hüküm veririz.

L.XXXIX

Herkes belleğinden yakınır da kimse ak­lından yakınmaz.

xc

Hayat alış-verişinde biz meziyetlerimizden çok kusurlarımız yüzünden hoşa gideriz.


XCI

En büyük tutku, hedefine varmakta tam bir imkânsızlıkla karşılaştı mı, tutkuya benzer bir yanı kalmaz.

XCII

Kendi meziyetleriyle övünen birine yanıl­dığını anlatmak, ona kötü bir oyun oynamak olur. Tıpkı limana giren bütün gemilerin ken­disine ait olduğunu sanan o Atinalı deliye ya­pıldığı gibi.

XCIII

Yaşlılar artık kötü örnekler verecek halde olmayışlarının acısını avutmak için iyi öğüt­ler vermekten hoşlanırlar.

XCIV

Büyük adlar, lâyık olmayanları, yükselte­cek yerde aşağılatır.

xcv

Pek büyük bir değerin belirtisi, ona en çok haset duyanların da övmek zorunda kal­malarıdır.

XCVI

Nankör vardır ki, nankörlüğünden suçlu olan, kendisinden çok ona iyilik edendir.

XCVII

Zihinle muhakemenin ayrı ayrı şeyler ol­duğunu sanmakla hata ettiler. Muhakeme, zi­hin ışığının büyüklüğünden başka bir şey de­ğildir; bu ışık her şeyin ta dibine nüfuz eder, orada göze çarpacak ne varsa hepsini görür ve farkedilmez sanılanları farkeder. Onun için kabul etmelidir ki, muhakemeye atfedilen bü­tün işleri gören, zihin ışığının yaygınlığıdır.

XCVIII

Herkes kalbinin iyiliğinden söz eder ama, kimse akıl ve zekâsiyle övünmeye cesaret ede­mez.

XCIX

Zihnin nezaketi, dürüst ve ince şeyler dü­şünmektedir.

c

Zihnin kibarlığı, koltuk kabartıcı sözleri hoşa gidecek bir tarzda söylemektedir.

CI

Çok kere zihnimize ansızın öyle mükem­mel şeyler doğar ki, uzun emek ve zahmetlerle bile böyle bir sonuca varmak mümkün olmaz.

CII

Akıl, daima gönlün oyuncağıdır.

CIII

Akıllarını iyi bilenlerin hepsi, sanılmasın ki gönüllerinden de haberlidirler.

CIV

insanların ve işlerin perspektif noktaları vardır: iyice kavramak için kimilerini yakından görmek gerekir, kimilerini uzaktan.

ev

Akıllı diye, tesadüfen akıllıca düşünene de­ğil, mantığı bilen, temyiz eden ve tadına va­rana demek gerekir.

CVI

Bir şeyi iyi bilmek için, ayrıntılarını bilmek gerekir: bu da hemen hemen sonsuz olduğu-


46                    ÖZDEYİŞLER

na göre, bilgilerimiz hep yüzeysel ve eksik­tir.

CVII

Zariflik düşkünü olmadığını söylemek de bir nevi zariflik düşkünlüğüdür.

CVIII

Aklın gönül rolünü oynaması uzun süre­mez.

CIX

Gençlik, kanı kaynadığı Içın, durmadan zevk değiştirir. İhtiyarlık ise alışkanlık yüzün­den zevklerini korur.

cx

En cömertçe verilen şey öğüttür.

CXI

İnsan sevgilisini ne kadar çok severse, ona kin beslemeye de o kadar hazırdır.

CXI

Manevî kusurlar da yüz kusurları gibi yaş­landıkça çoğalır.


CXIII

Evlenmenin iyisi olur ama, kusursuzu ol­maz.

CXIV

Düşmanları tarafından aldatılmayı ve dost­larından ihanet görmeyi insan bir türlü hazme­demez. Oysa, kendi kendimize yaptığımız fe­nalıktan çok kere zevk duyarız.

cxv

Farkına vardırmadan başkalarını aldatmak ne kadar güçse, farkına varmadan kendini al­datmak da o kadar kolaydır.

CXVI

öğüt istemek ve vermek kadar samimî ol­mayan şey yoktur. öğüt isteyen, dostunun duy­gularına karşı saygı ve takdir besler görünür- ken gerçekte, kendi duygularını ona tasvip et­tirmekten ve hareketlerine onu kefil etmekten başka bir şey düşünmez; öğüt veren de ken­disine gösterilen güveni hararetli ve hasbî bir gayretle öder gibi görünürken, aslında çok ke­re tavsiyelerinde kendi kişisel çıkarından yada şanından başka bir şey gözettiği yoktur.

CXVII

Kurnazlıkların en incesi, bize kurulmuş olan pusulara düşer gibi görünmeyi iyi bilmektir; ve insanın en kolay aldatıldığı zaman başkala­rını aldatmaya çalıştığı sıralardır.

CXVIII

Hiçbir zaman aldatmamak kararında ol­mak, bizi sık sık aldanmak durumuna düşürür.

C^

Başkalarına karşı mask taşımaya o kadar alışmışızdır ki, sonunda kendimiz bile gerçek yüzümüzü unuturuz.

cxx

lhanetlerimizin çoğu, tasarlanmış bir ka­sıt ürünü olmaktan çok zaaf eseridir.

CXXI

Çok kere yapılan iyilikler. ceza görmeden kötülük yapabilmek içindir.

CXXII

Tutkularımıza karşı koyabiliyorsak, bu ira­demizin gücünden çok, o tutkuların zayıflığın- dandır.

CXXIII

İnsan hiç övünmeyecek olsaydı, zevki de hiç tatmış olmazdı.

CXXIV

En becerikli insanlar bütün ömürlerince kurnazlığı kötülerler. Büyük bir fırsatta ve bü­yük bir çıkar uğrunda onu kullanmak üzere.

cxxv

Her zaman kurnazlığa başvurmak, dar kafalıların harcıdır. Bir yanını örtmek için onu kullananın başka bir yanını açıkta bıraktığı çok görülür. .

CXXVI

KurnazIıklar ve ihanetler ancak beceriksiz­likten gelirler.

F. 4

C^XVII

Aldanmanın en gerçek yolu, kendini baş­kalarından daha kurnaz sanmaktır.

cxxvnı

Aşırı bir zarafet, sahte bir inceliktir, ger­çek bir incelikse sağlam bir zariflik.

CXXIX

Becerikli bir adam tarafından aldatılma­mak için bazan kaba olmak yeter.

^cx

Zaaf, giderilemeyecek tek kusurdur.

^CXI

Sevişmeyi âdet edinmiş kadınların en kü­çük kusuru, sevişmeleridir.

Başkaları hesabına uslu olmak, kendi he­sabına uslu olmaktan kolaydır.

CXXXIII

Yararlı olan kopyalar yalnız kötü asılla- rın gülünç yanlarını bize gösterenlerdir.

C^:XIV

Sahip olduğu meziyetlerden çok sahip ol­mayı tasarladığı meziyetlerdir insanı gülünç eden.

cxxxv

Bazan insan, başkalarından olduğu kadar kendinden de farklıdır.

^CXVI

Öyleleri vardır ki, aşktan sözedildiğini hiç işitmemiş olsalardı asla âşık olmazlardı.

CXXXVII

Övünmek fırsatını bulamadığımız zamanlar az konuşuruz.

CXXXVIII

Kendimizden hiç sözetmemektense ken­dimizi çekiştirmeyi tercih ederiz.

C^CXX

Konuşmaları hoş ve makul olan insanlara pek az raslanmasının sebeplerinden biri, hemen herkesin kendisine söylenen sözlere cevap vermekten çok, kendi söylemek istediklerini dü­şünmesidir. En becerikli ve en iltifatçı olanlar, sadece dikkat eder görünmekle yetinirler ve bu sırada gözlerinde, zihinlerinde kendilerine söy­lenenlere karşı bir dalgınlık ve söylemek iste­dikleri şeye dönmek için telâş farkedilir, dü­şünmezler ki, kendini hoşnut etmeye bu dere­ce özen göstermek, başkalarının hoşuna gitmek yada onları ikna etmek için bir yol değildir, ve iyi dinleyip iyi cevap vermek, konuşmada insanın sahip olabileceği en büyük üstünlükler­den biridir.

CXL

Zeki bir adam, ahmaklar meclisinde çok kere ne söyleyeceğini şaşırır.

CXLI

Çok kere hiç sıkılmadığımızı söyleyerek övünürüz ve o kadar gösteriş meraklısıyızdır ki, arkadaşlarımızı anlamsız bulmaya hiç yanaşma­yız.

CXLII

Az sözle çok şey anlatmak zeki adamla­rın harcı olduğu gibi, boş adamlar da, tam tersine çok konuşup bir şey söylememek ustalı­ğını gösterirler.

CXLIII

Başkalarının meziyetlerini mübalâğa etme­miz, onların değerlerine karşı duyduğumuz be­ğeniden çok, kendi duygularımızı beğenmemiz­den ileri gelir, biz bir şeyi över görünürken ger­çekte takdirleri kendi üzerimize çekmek isteriz.

CXLIV

Övmekten hiç hoşlanmayız, ve çıkarımız olmadıkça kimseyi övmeyiz. Övme, becerikli, gizli ve ince bir dalkavukluktur ki, yapanı da, hakkında yapılanı da, ayrı tarzda hoşnut eder. Biri bunu meziyetlerinin bir mükâfatı sayar, öte­ki de kendi hakseverliğini ve temyiz kabiliye­tini takdir ettirmek için buna başvurur.

CXLV

Çok kere öyle zehirli övgüler seçeriz ki, övdüğümüz kimselerin, başka türlü göstermeye cesaret edemediğimiz kusurlarını meydana çı­karırız.

CXLVI

İnsan genellikle övülmek için över.

CXLVII

Sinsi övmelere yararlı yermeleri tercih ede- / cek kadar aklı başında adam azdır.

CXLVIII

Öyle sitemler vardır ki bir övüştür, ve öy­le övmeler vardır ki adamı kötüler.

CXLIX

Hakkımızda söylenen takdirleri kabul et­mek istemeyişimiz, iki kere övülmek isteğin­den başka bir şey değildir.

CL

İşittiğimiz takdirlere lâyık olmak arzusu, erdemimizi kuvvetlendirir; ve zekâ, kabiliyet, güzellik için yapılan övgüler bunların artması­na yarar.

CLI

Hüküm altına girmekten sakınmak, baş­kalarına hükmetmekten daha güçtür.

CLII

Kendimiz övünmesek başkalarının metihle­ri bize zarar veremezdi.

CLIII

Kabiliyeti meydana getiren tabiattır, hare­kete geçiren ise talih.

CLIV

Aklımızın düzeltemeyeceği birçok kusur­larımızı talih düzeltir.

CLV

Kabiliyetleriyle birlikte iğrenç adamlar ol­duğu gibi, kusurlarına rağmen hoşa gidenler de vardır,

CLVI

Bütün meziyetleri yararlı saçmalar söyle­yip yapmak olan adamlar vardır ki, hareket­lerini değiştirecek olsalar, her şeyi berbat eder­lerdi.

CLVII

Büyük adamların ünü, daima bunu elde etmek için kullanmış oldukları araçlarla ölçül­melidir.

CLVII

Koltuklama öyle bir kalp paradır ki an­cak benlik pazarında sürülür.

CLIX

Büyük meziyetleri olmak yetmez, bunları hesaplı kullanmayı da bilmelidir.            '

CCLX

Yapılmış bir iş ne kadar parlak olursa ol­sun, büyük bir amacın ürünü değilse büyük sa­yılmamalıdır.                                                     /

CLXI

Eylemlerle niyetlerden tam verim almak isteniyorsa, aralarında bir nisbet bulunmak gerekir.

^^n

ikinciderecede kabiliyetleri göze çarpacak şekle koymak ustalığı takdirleri kendine çeker ve çok kere gerçek kabiliyetten çok ün sağlar.

CLXIII

Öyle çok hareket tarzları vardır ki, gü­lünç görünürlerse de, dayandıkları gizli sebep­ler çok akıllıca ve sağlamdır.

CLXTV

Bize ait olmayan görevlere lâyık görün­mek, gördüğümüz işlere lâyık olmaktan daha kolaydır.

CLXV

Değerimiz bize seçkin insanların takdiri­ni kazandırır, talihimiz de ayak takımının.

CLXVI

Toplum asıl kabiliyetten çok sözde kabili­yetleri mükâfatlandırır.

CLXVII

Cimrilik, tutuma cömertlikten çok aykırı­dır.

CLXVIII

Umut, bütün aldatıcılığıyle birlikte hiç de­ğilse bizi ömrün sonuna hoş bir yoldan götür­meye yarar.

CLXIX

Tembellikle sıkılganlık bizi görevimize bağ­lı tutarken bunun şeref payını erdemimiz be­nimser.

CLXX

Açık, samimi ve dürüst bir muamelenin doğruluk eseri mi, yoksa kurnazlık ürünü mü olduğu hakkında hüküm vermek güçtür.

CLXXI

Irmaklar nasıl denize dökülürse, erdemler de öyle çıkar denizinde kaybolurlar.

CLXXII

Cansıkıntısının türlü sonuçları iyice incele­nirse, görevlerin çıkardan çok, ona kurban edil­diği görülür.

CLXXIII

Merak ve tecessüsün türlü şekilleri var­dır: biri çıkar ürünüdür ki, bizi kendimize ya­rarlı olabilecek şeyleri öğrenmeye sevkeder, öteki gurur ürünüdür ki başkalarının bilmedik­lerini bilmek isteğinden doğar.

CLXXIV

Başımıza gelebilecek felâketleri tahmine çalışmaktansa uğramış olduğumuz belâlara kat­lanmak için zihin yormak yeğdir.

CLXXV

Aşkta vefa devamlı bir vefasızlıktır ki, gön­lümüzü sevgilimizin bütün meziyetlerine, kimi birini, kimi ötekini tercih ederek, sırasiyle bağ­lanmaya sevkeder; öyle ki, bu vefasızlık aynı konu üzerinde durmuş ve hapsolmuş bir vefa­sızlıktan başka bir şey değildir.

CLXXVI

Aşkta iki türlü vefa vardır:biri sevilen kişide daima sevilecek yeni konular bulmaktan ileri gelir, öteki de vefalı olmayı bir şeref say­maktan.

C^SVII

Sebat ne yerilmeye müstahaktır, ne de övülmeye lâyık. Çünkü zevklerin ve duygula­rın ömrüyle sınırlıdır; buna da bizim hükmümüz geçmez.

^^VIII

Yeni bilgileri bize sevdiren şey, eskilerin­den bıkmış olmamızdan yada bunları değiştir­mek zevkinden çok, bizi pek yakından tanıyan­larca yeteri kadar takdir edilmemek korkusu ve bizi pek iyi tanıyanlarca daha çok takdir edilmek umududur.

CLXXIX

Düşüncesizliğimizi önceden mazur göster­mek için bazı kere dostlarımızdan düşüncesiz­ce şikâyetlerde bulunuruz.

CLXXX

Pişmanlığımız, yaptığımız kötülüklere du­yulan pişmanlığın değil, daha çok, başımıza be­lâlar gelmesinden duyulan korkunun sonucu­dur.

CL^XX

Akıl havaîliğinden yada zaafından ileri ge­len bir sebatsızlık vardır ki bize başkalarına ait bütün düşünceleri kabul ettirir. Daha mazur görülebilecek bir kararsızlık da vardır ki, ha­yattan usanmış olmaktan gelir.

CLXXXII

Nasıl zehirler ilâçların terkibine girerse, kötülükler de faziletlerin terkibine girerler. Ih- tiyatkârlık bunları bir araya getirip zararsız kı­lar, ve hayatın dertlerine karşı yararlı bir su­rette kullanır.

CL^^m

Erdem hesabına mutabık kalmalıyız ki, in­sanlar için en büyük felâket, kendi suçları yü­zünden uğradıklarıdır.

CLXXXIV

Kusurlarımızın başkaları üzerinde bıraktı­ğı kötü izlenimleri samimiyetimizle gidermek için bunları itiraf ederiz.

CLXXXV

İyilik kahramanları olduğu gibi, kötülük kahramanları da vardır.

CLXXXVI

Kötü huyları olanların hepsi hor görülmez, ama hiçbir erdemi olmayanların hepsi hor gö­rülür.

CLXXXVII

Faziletin adı da tıpkı kötü huylar gibi, çı­kara âlet edilir.

CLXXXVIII

Ruhun sağlığı vücudün sağlığından daha çok güvende değildir. İnsan ihtiraslardan ne kadar uzaklaşmış görünse de, birdenbire bun­ların peşine takılıp sürüklenmek tehlikesi gene de vardır. Nasıl ki sağlam bir adam da ansı­zın hastalanabilir.

CL^^X

Öyle görünüyor ki, tabiat her insana, da­ha doğuşunda, iyilik ve kötülükler için sınırlar çizmiştir.

cxc

Büyük kusurları olmak, ancak büyük adam­ların harcıdır.

cxcı

Denilebilir ki, ahlâk düşkünlükleri bizi, ömrümüz boyunca, sırasiyle kendilerine konuk olacağımız ev sahipleri gibi bekler; aynı yol­dan iki kere geçmemiz mümkün olsa, tecrübe­nin bizi bunlardan sakındıracağından emin de­ğilim.

cxcıı

Kötü huylarımız bizi bıraktıkları zaman, sanki biz onlardan vazgeçmişiz gibi bununla övünürüz.

cxcm

Vücut hastalıklarında olduğu gibi ruhun hastalıklarında da hafifleme devreleri vardır. İyileştiğimizi sandığımız zamanlar çok kere sadece hastalık gevşemiş yada değişikliğe uğra­mıştır.

CXCIV

Ruhun kusurları vücuttaki yaralar gibidir: iyi etmek için ne kadar özenilse de, daima iz bırakırlar, ve her zaman tekrar açılmak tehli­kesiyle karşı karşıyadırlar.

cxcv

Çok kere bir tek kötü huya kendimizi kap­tırmamıza engel olan şey, birçok kötü huyu­muz oluşudur.

CXCVI

Bizden başka bilen olmadığı zaman ku­surlarımızı pek çabuk unuturuz.

CXCVII

İnsan vardır ki, gözünüzle görmeden kö­tülüğünü aklınıza getirmemiş olabilirsiniz, ama bir kötülüğüne rasladığımızda şaşırmamız ge­reken tek adam yoktur.

CXCVIII

Bazı kimselerin ününü azaltmak için baş­kalarının şanını yükseltiriz; bazı kere, ikisini de kötülemek istemeseler mösyö le Prince'i ve mösyö de Turenne'i daha az överlerdi.

CXCIX

Becerikli görünmek isteği, çok kere bece­rikli olmaya engeldir.

cc

Benlik hırsı arkadaşlık etmese, erdem pek uzaklara gidemezdi.

CCI

Kimseye minnet etmeden bütün lüzumlu şeyleri kendinde bulabileceğini sanan, çok ya­nılır.

CCII

Dürüstlük taslayan insanlar, kusurlarını başkalarından ve kendilerinden gizleyenlerdir; gerçek dürüst insanlarsa bu kusurları çok iyi bilen ve itiraf edenlerdir.

F. 5

CCIII

Gerçek dürüst adam hiçbir şeyle böbür- lenmiyendir.

CCIV

Kadınların hırçınlığı, güzelliklerine kattık­ları bir düzen, bir süstür.

ccv

Kadınların namusluluğu, çok kere ünleri­ne ve rahatlarına düşkün olmaları yüzünden- dir.

CCVI

Daima dürüst insanların gözü önünde bu­lunmak istemek, gerçekten dürüst olmak de­mekti r.

CCVII

Delilik, hayatın hiçbir çağında peşimizi bı­rakmaz. Bir kimse aklı başında görünüyorsa, deliliği yaşı ve servetiyle orantılı olduğu için­dir.

CCVIII

Kendini bilen öyle bön adamlar vardır ki, bönlüklerini ustaca kullanırlar.

CCIX

Çılgınlık yapmadan yaşayan adam, san­dığı kadar uslu değildir.

ccx

Yaşlandıkça insan daha deli ve daha uslu akıllı olur.

CCXI

İnsanlar vardır ki, ancak bir süre ağızlar­da dolaşan türkülere benzerler.

ccxn

Çok kimseler insanlar hakkında itibarları­na yada ikballerine bakarak hüküm verirler.

CCXIII

Ün düşkünlüğünü; ayıplamak korkusu, zen­gin olmak tasavvuru, hayatımızı rahat ve hoş bir hale koymak arzusu, yada başkalarını aşa­ğılatmak hevesi, insanlar arasında pek rağbet gören cesaretin yaratıcısı çok kere işte bunlar­dır.

CCXIV

Basit askerin yiğitliği, hayatını kazanmak için tutmuş olduğu tehlikeli bir meslekten baş­ka bir şey değildir.

ccxv

Halis yiğitlik ve tam korkaklık pek sey­rek ulaşılan iki uçtur. Bu ikisi arasındaki alan geniştir ve cesaretin bütün öteki şekillerini içi­ne alır; bunlar arasındaki farklar yüzler ve mi­zaçlar arasındakinden az değildir. Bir hareke­tin başlangıcında seve seve ileri atılan insan­lar vardır ki, devamı karşısında kolayca gev­şer ve usanırlar. Birtakımları da vardır, her­kesçe görevlerini yapmış sayılmakla yetinir ve daha ileri gitmeyi pek istemezler. Öyleleri gö­rülür ki, korkularına her zaman aynı derecede hâkim değildirler. Başkaları bazan genel kor­kulara kapılmaktan kendilerini alamazlar; daha başkaları yerlerinde kalmaya cesaret edemedik­lerinden, hücuma geçerler. Birtakımları da var­dır ki, küçük tehlikeler alışkanlığı, cesaretleri­ni kuvvetlendirir ve kendilerini daha büyük teh­likelere göğüs germeye hazırlar. Kılıç oyunun­da yiğit oldukları halde kurşundan yılanlar gö­rülür; başkaları da kurşundan ürkmezler de kı- 1 ıçla döğüşmekten yılarlar. Bütün bu çeşit çe­şit cesaretler uygun düşer; çünkü gece kor­kuyu arttırdığı, iyi ve kötü hareketleri gizle­diği için, kendimizi sakınmakta bizi hür bıra­kır. Daha genel bir sakınma da vardır: zira bir tek adam yoktur ki, bir fırsatta geri döneceğin­den emin bulunursa, yapmak elinde olan her şeyi yapabilecek kudreti kendinde bulsun; öyle ki, ölüm korkusunun cesareti bir miktar azalt­tığı besbellidir.

CCXVI

Asıl yiğitlik, herkesin karşısında yapabile­ceği şeyi hiç tanığı olmadan yapmaktır.

CCXVII

Yılmazlık, ruhun öyle harika bir kuvvetidir ki, onu, büyük tehlikelerin kendisinde uyandı­rabileceği telâşlardan, şaşkınlıklardan uzak tu­tar; ve bu kuvvet sayesindedir ki, kahraman­lar sükûnetlerini daima korur ve en şaşırtıcı, en korkunç olaylar karşısında bilinçlerine tama- miyle sahip kalırlar.

CCXVIII

Riyakârlık, ahlâksızlığın erdeme karşı gös­terdiği bir saygıdır (1).

CCXIX

İnsanların çoğu, şereflerini korumak için savaşta kendilerini hayli tehlikeye atarlar; ama uğrunda tehlikeye girdikleri amacı başarıya ulaştırmak için gerektiği kadar pervasızlık gös­termeye yanaşan içlerinde pek azdır.

ccxx

Erkeklerin cesurluğu ve kadınların fazile­ti çok kere benlik hırsiyle utanma duygusunun ve özellikle yaradılışın ürünüdür.

CCXXI

Hayatı kaybetmeyi hiç istemeyiz, şan ve

(1) “L'hypocrisie est un hommage que le vice rend a la vertu.” Ancak bu şekilde çevirebildiğim bu düşün­ce ile yazar şunu demek istiyor: Erdem o kadar mute­ber tutulur ki, ahlâksızlar bile riyakârlık ederek erdem kılığına girmekten kendilerini alamazlar. (Y.N.). ün kazanmak isteriz; bu yüzden hukukçuların mallarını korumak için gösterdikleri zekâ ve beceriklilik, yiğitlerin ölümden sakınmak yolun­daki ustalığı yanında hiç kalır.

CCXXII

Hayatın daha ilk dönüş çağında, vücutla­rının ve ruhlarının hangi noktalarda aksayaca­ğını belli etmeyen insan yoktur.

CCXXIII

Minnet ve şükran duygusu esnafın dürüst­lüğü gibidir, alış-verişin devamına yarar;bor- cumuzu, ödemek doğru olduğu için değil de, bize ödünç verecek kimseleri daha kolayca bu­labilmek amaciyle öderiz.

CCXXIV

Minnet borçlarını ödeyenlerin hepsi, böyle yaptıkları için nankör olmadıklarını iddia ede­mezler.

ccxxv

Yaptığımız iyiliklere karşı beklediğimiz minnettarlık hususunda yanılma, iyilik edenle edilenin gururlarının o iyiliğin değeri üzerinde anlaşamamalarından ileri gelir.

CCXXVI

Bir borcu yerine getirmek için fazla ace­leci ve telâşlı davranmak, nankörlüğün bir tür­lüsüdür.

CCXXVII

Mutlu insanlar kusurlarını bir türlü düzel­temezler: yanlış hareketlerini destekleyen ta­lih ve ikballeri olduğu halde, kendilerini her zaman hakli sanırlar.

CCXXVIII

Onur borçlanmak istemez, özseverlik öde­mek istemez.

CCXXIX

Birinden gördüğümüz iyilik, bize yaptığı fenalıkları hoş görmemizi gerektirir.

ccxxx

Örnek kadar bulaşıcı bir şey yoktur, yap­tığımız büyük iyiliklerin ve büyük kötülüklerin hepsi benzerlerini doğurur. Yararlı hareketle­ri gıpta ve rekabet duyusuyla taklit ederiz. Kö­tülerini ise utanma duygusunun mahpus tuttu­ğu ve örneğin serbest bıraktığı yaradılışımız­daki fesat yüzünden.

CCXXXI

Tek başına akıllı olmayı istemek, büyük bir deliliktir.

CCXXXII

Acılarımıza bulduğumuz nedenler ne olur­sa olsun, çok kere bunları doğuran yalnız çı­kar ve benlik hırsıdır.

CCXXXIII

Acılarımızda türlü riyakârlıklar vardır. Bi­rinde, sevdiğimiz bir kimsenin ölümüne acımak bahanesiyle, kendi yoksulluğumuza ağlarız; o ölünün hakkımızdaki iyi duygularını düşünerek acınırız, malımızın, zevkimizin, itibarımızın azal­mış olmasına ağlarız. Böylece yalnız diriler için akan yaşların şerefi ölülere gider. Bunun, bir çeşit riyakârlık olduğunu söylüyorum, çün­kü bu türlü acılarda insan kendi kendini alda­tır. Riyakârlığın bir başka türlüsü vardır ki bu derece masum değildir, çünkü herkesi aldatır: bu, güzel ve ölümsüz bir yasa özenen bazı kim­selerin acısıdır. Her şeyi silen zaman, gerçek­ten duydukları acıyı söndürdükten sonra da ağ­layıp sızlanmaları dinmez; somurtkan bir hal alırlar ve bütün hareketleriyle herkesi inandır­maya çalışırlar ki, kederleri ancak ömürleriyle birlikte sona erecektir. Bu hazin ve yorucu ben­lik hırsı, genellikle büyüklük düşkünü kadın­larda bulunur: kadın oluşları, şan ve şöhrete giden bütün yolları onlara kapadığı için tesel­li bulmaz bir acının teşhiriyle ün kazanmaya çalışırlar. Bir başka çeşit gözyaşı da vardır ki, kaynakları küçüktür, kolayca akar ve diner; şefkatli diye adları çıkması için ağlarlar; acın­mak için ağlarlar; ağlanmak için ağlarlar; hat­tâ, ağlamamak ayıp sayılır diye ağlarlar.

CCXXXIV

En rağbette olan görüşlere o kadar inatla karşı konulması, zekâ kıtlığından değil, daha çok gurur yüzündendir, doğru olan yolda ön­deki yerlerin tutulmuş bulunduğunu görürler de geride kalmaya razı olmazlar.

ccxxxv

Dostlarımızın uğradıkları dertler, kendile­rine karşı sevgimizi belirtmeye vesile olduğu zaman bunlardan duyduğumuz üzüntüyü pek ça­buk unuturuz.

CCXXXVI

Öyle sanırız ki özseverlik, iyilik duygusu­na âlet olur ve başkaları uğrunda çalıştığımız zamanlar, kendini unutur. Oysa bu, hedefine varmak için en emin yolu tutmaktır. Verir gi­bi görünerek sadece ödünç verm ek ti r, nihayet ustaca bir maharetle herkesin sevgisini kazan­maktır.

CCXXXVII

Kötü olmaya gücü yetmeyen hiç kimse, iyiliğinden ötürü övülmeye lâyık değildir: iyi­liğin başka türlüsü de daha çok bir tembellik yada iradesizliktir.

CCXXXVIII

Bazı kimselere fenalık etmek, hadden aşı­iyilik etmek kadar tehlikeli değildir.

CCXXXIX

Büyüklerin bize gösterdiği güven kadar koltuklarımızı kabartan bir şey yoktur; çünkü bunu, kabiliyetimizin takdir edilişine veririz, hiç düşünmeyiz ki, çok kere bu güven, büyüklerin böbürlenmek isteğinden yada sır tutamamala­rından ileri gelir.

CCXL

Güzelliğin özel etkisi hakkında denilebi­lir ki bu, kuralları bilinmeyen bir tenazur, çiz­gilerin bütünü arasında ve çizgilerle renkler ve kişinin hali arasında gizli bir ilişkidir.

CCXLI

Şuhluk, kadın mizacının temel taşıdır; ama bütün kadınlar onu kullanmazlar, çünkü bazı­larında korku yada mantık buna engel olur.

CCXLII

Asla rahatsız edemiyeceğimizisandığımız kimseleri öyle çok rahatsız ederiz ki...

CCXLIII

Başlı başına imkânsız olan pek az şey vardır, bunlarda başarılı olmak için eksik olan, araçlardan çok dikkat ve özendir.

CCXLIV

En büyük ustalık, her şeyin değerini iyi­ce takdir etmektedir.

CCXLV

Ustalığı saklamayı bilmek, büyük bir us­talıktır.

CCXLVI

Cömertlik gibi görünen şey çok kere da­ha büyüklerine ulaşmak için küçük çıkarları hor gören maskelenmiş bir tamahtır.

CCXLVII

İnsanların çoğunda görülen sadıklık, ken­dimize güven çekmek için özseverliğin bir ica­dından başka bir şey değildir; bu, kendimizi başkalarından daha yüksekte tutmak ve en önemli şeylerin bize emanet edilmesine yol açmak için bir araçtır.

CCXLVIII

Ruh yüceliği, her şeyi elde etmek için her şeyi hor görür.

CCXLIX

Bir kimsenin sesind'e, gözlerinde ve tav­rındaki parlaklık, kullandığı sözlerdekinden az değildir.

CCL

Gerçek söz ustalığı, gerekli her şeyi söy­lemek ve ancak gerekli olanı söylemekten iba­rettir.

CCLI

Kusurları kendilerine yaraşan insanlar ol­duğu gibi, meziyetleriyle birlikte sevimsiz in­sanlar da vardır.

CCLII

Zevklerin değişmesi ne kadar tabiî ise, yö­nelimlerin değişmesi de o kadar görülmedik şeydir.

CCLIII

Çıkar, her türlü erdemleri ve ahlâksızlık­ları harekete getirir.

CCLIV

Alçakgönüllülük, çok kere başkalarına bo­yun eğdirmek için başvurulan sahte bir boyun eğmedir: bu, yükselmek için eğilen gururun bir ustalığıdır; gururumuz, binbir şekle bürünmek­le beraber, alçakgönüllülük maskesi altına giz­lendiği zamandır ki, en tanılmaz ve aldatmaya en uygun kılığa girer.

CCLV

Bütün duyguların kendilerine has bir ses tonu, el işaretleri ve yüz ifadeleri vardır; bun­ların arasındaki iyi yada kötü ahenktir ki, in­sanların hoşa gitmelerini yada gitmemelerini sağlar.

CCLVI

Bütün mesleklerde herkes, nasıl tanılmak istiyorsa, ona uygun bir yüz ve kılık takınır. Onun için denilebilir ki, dünyamız sadece mas­kelerden mürekkeptir.

CCLVII

Ağırbaşlılık, içimizin kusurlarını gizlemek için dışımıza giydiğimiz bir maskedir.

CCLVIII

İnce bir zevk, zekâdan çok muhakemenin eseridir.

CCLIX

Aşkın zevki sevmektir, insan başkasına il­ham ettiğinden çok kendi duyduğu sevgiden me­sut olur.

CCLX

Naziklik, ayniyle karşılık görmek ve nazik sayılmak isteğinden ibarettir.

CCLXI

Genellikle gençlere verilen eğitim, kendi­lerine telkin edilen ikinci bir özseverliktir.

CCLXII

Bir tutku daha yoktur ki içinde benlik sev­gisi aşkta olduğu kadar alabildiğine hüküm sürsün; insan kendi rahatını kaybetmedense sev­diğine huzurunu kaybettirmeyi daima yeğ tu­tar.

CCLXIII

Cömertlik dedikleri, daha çok, verdiğimiz şeylerden fazla sevdiğimiz, vermek gururudur.

CCLXIV

Acıma, çok kere başkalarmm dertlerinde kendi dertlerimizi hatırlamaktır; uğrayabilece­ğimiz felâketlerin kurnazca bir tahminidir. Baş­kalarına yardım etmemiz, muhtaç olduğumuz zaman yardımımıza koşsunlar diyedir; ve ken­dilerine yaptığımız bu hizmetler, aslı aranırsa, önceden kendimize ettiğimiz bir iyiliktir.

CCLXV

Dar kafalılık, inatçılığı doğurur, gördüğü­müz kadarından ötesine kolay kolay inanma­yız.

CCLXVI

Öteki tutkuları yenecek ancak yükselmek hırsı ve aşk gibi büyük tutkular olduğunu san­mak, yanılmak olur. Tembellik, bütün rehaveti­ne rağmen ötekilere hâkim olmaktan geri kal­maz; hayatın bütün tasavvurlarına ve bütün

F. 6 hareketlerine kendi hesabına el koyar; bunlar da hiç farkettirmeden, tutkularla meziyetleri söndürür ve yıpratır.

CCLXVII

Aslını hiç araştırmadan söylenen kötülük­lere hemen inanıverme, gururla tembelliğin ese­ridir. Suçluyu meydana çıkarmak isteriz, ama suçları incelemek zahmetine katlanmak isteme­yiz.

CCLXVIII

En önemsiz çıkarlarımıza ait dâvalarda hâkimin selâhiyetsizliğini istemeye kalkarız da, sonra ün ve itibarımızın, gerek kıskançlıkları, gerek uğraşıları, gerekse anlayışsızlıkları ile bi­ze taban tabana zıt olan insanların verecekle­ri hükme bağlı kalmasına razı oluruz; hem ha­yatımızı ve rahatımızı binbir şekilde tehlikeye koyuşumuz da sırf onları lehimize çevirmek için­dir.

CCLXIX

Yaptığı bütün kötülükleri bilecek kadar ka­biliyetli insan yoktur.

CCLXX

Elde edilmiş olan şan ve şeref daha faz­lasının elde edileceğine kanıttır.

CCLXXI

Gençlik, devamlı bir sarhoşluktur; bu, ak­lın hummasıdır.

CCL:XII

Büyük övgülere hak kazanmış insanların küçük şeylerle kendilerini göstermek çabaları, onurlarına dokunmak gerekmez miydi?

CCL:XIII

Toplumda hoşa giden öyle insanlar var­dır ki, hayat alış-verişine yarayan ahlâksızlık­lardan başka bir meziyete sahip değildirler.

CCXXIV

Yemişler üstünde çiçeğin mevkii ne ise, aşkta yeniliğin alımı da odur; ona, kolayca si­linen ve bir daha yerine gelmeyen bir cilâ ve­rir.

CCLXXV

Pek duygulu olmakla övünen iyi kalblili- ği çok kere en küçük menfaat silip süpürür.

CCLXXVI

Uzaklık, küçük aşkları azaltıp büyükleri arttırır, tıpkı rüzgârın mumları söndürüp ateşi tutuşturması gibi.

CCLXXVII

Kadınlar, çok kere sevmedikleri halde sev­diklerini sanırlar. Macera arzusu, âşıkdaşlığın uyandırdığı ruh heyecanı, sevilme zevkine kar­şı tabiî bir yönelim ve reddetme güçlüğü, his­leri sadece bir şuhluktan ibaretken, onları ken­dileri de âşık olduklarına inandırır.

CCLXXVIII

Müzakerecilerden çok kere hoşnut olma­yışımızın nedeni, hemen daima dostlarının çı­karlarını, giriştikleri işde başarıya ulaşmak şe­refini kazanmak için müzakerenin iyi bir sonu­ca varmasına, yani kendi çıkarlarına feda et­meleridir.

CCLXXIX

Dostlarımızın bize gösterdikleri sevgiyi mü­balâğa etmemiz, duyduğumuz minnetten değil. takdire ve sevilmeye ne kadar lâyık olduğumu­zu herkese göstermek içindir.

CCLXXX

Yüksek sosyeteye yeni girenleri tutmamı­zın nedeni, çok kere orada yerleşmiş olanlara karşı beslediğimiz gizli çekememezliktir.

CCLXXXI

Pek çok şeye hasedimizi tahrik eden gu­rurumuz, çok kere bu hasedi yatıştırmamıza da yarar.

CCLXXXII

Bazı kılık değiştirmiş yalanlar, gerçegı o kadar iyi temsil ederler ki, bunlara aldanma­mak, hükmünde yanılmak olur.

CCLXXXIII

Kendine iyi öğütler vermek kadar başka­sının verdiği öğütten yararlanmasını bilmek de bazan hüner işidir.

CCLXXXIV

Kötü insanlar vardır ki, hiç iyi yanları ol­masa, daha az tehlikeli olurlardı.

CCLXXXV

Alicenaplığı adi, yeteri kadar tarif eder; bununla birlikte, bu duygunun gururun sağdu­yusu ve takdir edilmek için en soylu yol oldu­ğu söylenebilir.

CCLXXXVI

İnsanın gerçekten soğumuş olduğu bir şe­yi ikinci bir defa sevmesi imkânsızdır.

CCLXXXVII

Aynı sorunda birçok çareler bulmamız, ze­kâ bolluğundan değil, daha çok her aklımıza gelen şey üzerinde bizi durduran ve en iyisini seçmemize engel olan anlayış kıtlığındandır.

CCLXXXVIII

Öyle işler ve hastalıklar vardır ki bazı hal­lerde başvurulan çareler daha keskinleştirir; asıl ustalık, bu devaların kullanılması ne za­man tehlikeli olduğunu kestirmektedir.

CCLXXXIX

Sadelik taslamak, ince bir sahtekârlıktır.

ccxc

Huy kusurları zihin kusurlarından fazla­dır.

CCXCI

Kabiliyetlerimizin de yemişler gibi bir mev­simi vardır.

CCXCII

Tabiatımızın da pek çok binalar gibi bir­kaç cephesi vardır: kimisi güzeldir, kimisi çir­kin.

CCXCIII

Kanaatın büyüklük hırsiyle savaşıp ona bo­yun eğdirdiği söylenemez; bunlar asla bir ara­da bulunamazlar. Kanaat, ruhun gevşekliği ve tembelliğidir, büyüklük hırsı da onun çalışkan­lığı ve canlılığı olduğu gibi.

CCXCIV

Bize hayran olanların hepsini severiz, ama hayran olduklarımızın hepsini sevmeyiz.

ccxcv

Biz bütün istediklerimizi bilmekten çok uzağız.

CCXCVI

Hiç sevmediklerimizi takdir etmemiz çok güçtür, ama kendimizden çok takdir ettikleri­mizi sevmemiz daha az güç değildir.

CCXCVII

Vücudumuzun öyle düzenli ve devamlı bir çalışması vardır ki, hiç farkettirmeden arzula­rımızı yönetir, ahenkli olan bu çalışma üzerimiz­de gizlice hüküm sürer, öyle ki, biz hiç haberi­miz olmadığı halde bütün hareketlerimiz üze­rinde büyük payları vardır.

CCXCVIII

Çoğu insanların minnettarlığı, daha büyük iyiliklere nail olmak için gizli bir istekten baş­ka bir şey değildir.

CCXCIX                               ,

Küçük borçları yerine getirmekten hemen herkes zevk duyar; pek çok kimseler önemsiz iyiliklere karşı minnet duyarlarsa da, hemen hiç kimse yoktur ki büyük iyiliklere karşı nankör olmasın.

ecc

Öyle delilikler vardır ki bulaşık hastalık­lar gibi başkalarından kapılır.

CCCI

Malı ve parayı hor gören çoktur ama, ve­ren az.

ecen

Genellikle görünüşe aldanmamayı akıl et­memiz hep küçük işlerde olur.

CCCIII

Bizi ne kadar överlerse övsünler, kendi­miz hakkında bize yeni bir şey öğretmiş ol­mazlar.

CCCIV

Canımızı sıkanları çok kere hoş görürüz,,, ama canlarını sıktığımız kimseleri bir türlü, hoş göremeyiz.

cccv

Bütün günahlarımızın sorumu boynuna yük­letilen çıkar, çok kere gördüğümüz hayırlı iş­lerden dolayı övülmeye lâyık olandır.

CCCVI

İyilik edecek hal ve mevkide olduğumuz sü- -rece nankörlüklerle karşılaşmayız.

CCCVII

Başkalarına karşı gururlu davranmak ne kadar gülünçse, kendimize karşı da o kadar yerindedir.

CCCVIII

Büyük adamların hırslarına bir sınır çiz­mek ve aşağı kimseleri ikbal ve kabiliyetlerinin azlığından teselli etmek için, kanaat bir erdem haline konulmuştur.

CCCIX

Öyle ahmaklar vardır ki, yaptıkları ahmak­lıklar yalnız kendi istekleriyle değildir, talih de onları böyle ahmaklıklarda bulunmaya zor­lar.

cccx

Hayatta bazan insanın başına öyle haller gelir ki, içinden zararsızca yakayı sıyırmak için adamın biraz deli olması gerektir.

cccxr

Gülünçlüğü hiç göze çarpmamış insanlar varsa, bunun sebebi, kendilerine pek dikkatli bakılmamış olmasıdır.

CCCXII

Sevgililerin birlikte bulunmaktan sıkılma- malarının sebebi, daima kendilerinden söz et­meleridir.

CCCXIII

Belleğimizin, başımıza gelenleri en küçük ayrıntılarına kadar hatırlayacak derecede kuv­vetli olduğu halde, bunları aynı adama kaç ke­re anlattığımızı hatırlayamayacak kadar zayıf olması nedendir?

CCCXIV

Kendimizden söz etmekten duyduğumuz aşırı zevk, dinleyenlere hiç de zevk vermediği­mizden bizi endişeye düşürmelidir.

cccxv

Dostlarımıza kalbimizi tamamiyle açmak­tan bizi alıkoyan şey, kendilerine karşı duydu­ğumuz güvensizlikten çok kendi kendimize gü- venmeyişimizdir.

CCCXVI

Zayıf iradeli kimseler, samimî olamazlar.

CCCXVII

Nankörleri minnettar etmek büyük bir fe­lâket değildir ama, ahlâksız bir adama karşı minnet yükü altına girmek katlanılmaz bir be­lâdır.

CCCXVIII

Delileri iyi etmek için çareler bulunur, ama sapık bir kafayı düzeltmek imkânsızdır.

CCCXIX

Dostlarımızla velinemetlerimizin kusurların­dan sık sık söz etmekte sakınca görmezsek, onlara karşı taşımamız gereken duyguları uzun zaman sürdüremeyiz.

cccxx

Hükümdarları sahip olmadıkları erdemler­den dolayı övmek, ceza görmeden onlara ha­karet etmek demektir.

cccxxr

Bizi istediğimizden fazla sevenlerdense bizden nefret edenleri sevmeye daha çok yö­neliriz.

CCCXXII

Hor görülmeye lâyık olanlardır ki, hor gö­rülmekten korkarlar.

CCCXXIII

Malımız gibi akıl ve hikmet de talihin cil­velerine uğrar.

CCCXXIV

Kıskançlıkta sevgiden çok özseverlik var­dır.

cccxxv

Aklımızın bizi avutmaya gücü yetmediği dertlerden çok kere gevşekliğimiz yüzünden avunuruz.

CC<^XVI

Gülünçlük, şerefsizlikten çok şeref kırıcı­dır.

CCCXXVII

Küçük kusurlarımızı itiraf edişimiz büyük kusurlarımız olmadığına herkesi inandırmak içindir.

CCCXXVIII

Haset, kinden daha uzlaşmaz bir düşman­dır.

CCCXXIX

Bazan insan koltuklamalardan nefret et­tiğini sanır, ama ancak koltuklamanın tarzından nefret edilir-.

cccxxx

İnsan sevdiği sürece affeder.

CCCXXXI

Bizi mutlu kılan sevgilimize sadık kalmak,, bize kötü davranan bir sevgiliye sadık kalmak­tan daha güçtür.

CCCXXXII

Kadınlar şuhluklarının derecesini bilmez­ler.

CCC^XXIII

Kadınlar nefret etmedikçe kimseye karşı tam anlamiyle sert davranmazlar.

CCCXXXIV

Kadınlar tutkularından çok, şuhluklarını yenmekte güçlük çekerler.

cccxxxv

Aşkta, insan hemen hep korktuğundan çok aldatılır.

CCCXXXVI

öyle bir çeşit aşk vardır ki, aşırı derece­si kıskançlığa engeldir.

CCCXXXVII

Bazı meziyetler, görme ve işitme duygula­rı gibidir; tamamiyle yoksun olanlar bunları .farkedemez ve anlayamazlar.

CCCXXXVIII

Kinimiz çok şiddetli olduğu zaman bizi, kin beslediğimiz kimselerden çok alçaltır.

CCCXXXIX

Sevinç ve kederlerimizi özseverliğimizin derecesine göre hissederiz.

CCCXL

Çoğu kadınların zekâları akrllarından çok deliliklerini güçlendirmeye yarar.

CCCXLI

Gençliğin tutkuları, kurtuluşa erişmeye yaşlı insanların gevşekliğinden daha çok aykırı •değildir.

CCCXLII

Doğum yerimizm şivesi, dilimiz gibi zih­nimize ve gönlümüze de işlemiştir.

CCCXLIII

Büyük adam olmak için ikbalinden iyice yararlanmasını bilmek gerekir.

CCCXLIV

İnsanlardan çoğunun, bitkiler gibi, tesadüfün keşfettirdiği gizli hassaları vardır.

CCCXLV

Tesadüfler bizi başkalarına ve ondan da çok kendimize tanıtır.

CCCXLVI

Kadınların zihinle-ri ve gönülleri, mizaçla­rı mutabık kalmadıkça, hiçbir karara giremez.

CCCXLVII

Bizce aklı başında adam, yalnız bizim gi­bi düşünendir.

CCCXLVIII

İnsan sevdiği zaman, çok kere en çok inan­dığı şeyden de şüpheye düşer.

F. 7

CCCXLIX

Aşkın en büyük mucizesi, şuhluğu giden mesidir.

CCCL

Bize karşı kurnazlık gösterenlere o kadar kızmamız, kendilerini bizden daha becerikli san- malarındandır.

CCCLI

Artık sevmez olduğumuz zamanlar ilişki­mizi kesmek ne güçtür.

CCCLII

Yanlarında can sıkılmak caiz olmayan kim­seler yanında hemen daima canımız sıkılır.

CCCLIll

Haysiyetli bir adam deli gibi âşık olabi­lir ama, ahmak gibi âşık olması caiz değildir.

CCCLIV

Bazı kusurlar vardır ki İyi kullanılınca er­demden bile çok parıldarlar.

CCCLV

Bazan kaybettiğimiz birinin ölümüne çok esef eder ama az üzülürüz, bazı da hiç esef etmediğimiz halde üzüntümüz büyük olur.

CCCLVI

Biz ancak bize hayran olanları can ve yü­rekten överiz.

CCCLVII

Küçük insanlar küçük şeylerden çok kırı­lırlar; büyük insanlar bunların hepsini görür, ama hiç kırılmazlar.

CCCLVIII

Alçakgönüllülük, hıristiyanlıkta faziletin gerçek delilidir; o olmadı mı bütün kusurlarımı­zı muhafaza ederiz, yalnız gurur örtüsü bunla­rı başkalarından ve kendi gözlerimizden sak­lar.

CCCLIX

Sadakatsizlikler, aşkı söndürmek ve insan kıskanacak mevkide kaldığı zaman kıskançlık duymamak gerekirdi. Ancak kıskandırmaktan

100                       ÖZDEYİŞLER

sakınan kimselerdir ki, kıskanılmaya lâyıktır lar.

CCCLX

Bir kimsenin bize karşı yaptığı en ufak sadakatsizlik, başkalarına yaptığı çok daha bü­yüklerinden ziyade ona içimizde itibarını kay­bettirir.

CCCLXI

Kıskançlık, hep aşkla birlikte doğar, ama her zaman onunla birlikte ölmez.

CCCLXII

Çoğu kadınların sevgililerinin ölümüne ağ- lamaları,_sevmiş olmalarından ziyade, sevilme­ye daha lâyık görünmek içindir.

CCCLXIII

Karşılaştığımız kötü davranışlar çok kere kendi kendimize yaptığımız kötülüklerden daha az canımızı yakar.

CCCLXIV

Karımızdan hiç sözetmemek gerektiğini pek iyi biliriz de kendimizden sözetmemiz da­ha münasebetsiz olduğunu bir türlü kavraya- mayız.

CCCLXV

öyle meziyetler vardır ki, doğuştan alın­ma iseler, kusura çevrilirler, meziyetler de var­dır ki sonradan edinme olunca asla eksiksiz olmazlar, örneğin aklımızın bizi varımızı ve güvenimizi ihtiyatla kullanmaya sevketmesi ve tam tersine, tabiatın bize iyilik ve cesaret ver­mesi gerekir.

CCCLXVI

Bizimle konuşanların samimiliğinden ne kadar şüphe etsek de, daima onların bize baş­kalarına karşı olduğundan daha doğru söyledik­lerini sanırız.

CCCLXVII

Pek az namuslu kadın vardır ki bu halin­den usanmış olmasın.

CCCLXVIII

Namuslu kadınların çoğu, aranmadığı için el sürülmemiş kalan defineler gibidir.

CCCLXIX

Sevmemize engel olmak için kendimize yaptığımız zulüm, sevdiğimizin kötü davranış­larından daha acıdır.

CCCLXX

Tek korkak yoktur ki korkusunun derece­sini gereği gibi bilsin.

CCCLXXI

Sevdiği kimsenin kendisinden ne zaman soğuduğunu bilmemek, hemen daima sevenin kabahatidir.

CCCLXXII

Gençlerin pek çoğu terbiyesiz ve kaba ha­reketlerini tabiîlik sanırlar.

CCCLXXIII

Öyle gözyaşlarımız vardır ki, başkalarını aldattıktan sonra çok kere bizi de aldatır.

CCCLXXIV

Sevgilisini sırf ona karşı beslediği aşk ytı- zünden sevdiğini sanan çok yanılır.

CCCLXXV

Dar kafalı insanlar, havsalalarının alma­dığı her şeyi fena görürler.

CCCLXXVI

Gerçek dostluk hasedi, gerçek sevgi de şuhluğu öldürür.

CCCLXXVII

Görüş keskinliğinin en büyük kusuru, he­defe kadar varmamak değil, ötesine aşmaktır.

CCCLXXVIII

Öğüt vermek kolay, örnek olmak zordur.

CCCLXXIX

Kabiliyetimiz azalınca, zevkimiz de aşağı­lar.

CCCLXXX

Işık nasıl eşyayı belirtirse, ikbal de iyi ve kötü yanlarımızı meydana çıkarır.

CCCLXXXI

Sevdiğimize sadık kalmak için kendimize cebredişimiz, bir sadakatsizlikten pek de fark­lı değildir.

CCCLXXXII

Hareketlerimiz, mısralarını herkesin canı istediği gibi doldurduğu hazır kafiyelere ben­zer.

CCCLXXXIII

Kendimizden sözetmek ve kusurlarımızın yalnız görünmesini doğru bulduğumuz tarafla­rını göstermek arzusu, samimiliğimizin büyük bir kısmını teşkil eder.

CCCLXXXIV

Şaşmamız gereken tek şey, hâlâ şaşabil- memizdir.

CCCLXXXV

Çok seven yada artık hiç sevmez olan bi­rini tatmin etmek, aynı derecede güçtür.

CCCLXXXVI

Yanılmış olmayı asla kabul edemeyenler, en sık yanılanlardır.

cccLxxxvn

Ahmak bir adam, iyi kalbli olacak kadar feraset sahibi değildir.

CCCLXXXVIII

Benlik hırsı, faziletleri tamamiyle yere ser­mese bile, hiç olmazsa hepsini temelinden sar­sar.

CCCLXXXIX

Başkalarının gururuna katlanamayışımız, kendi gururumuzu incittiği içindir.

cccxc

Zevkimizden fedakârlık etmek, çıkarları­mızdan fedakârlıkta bulunmaktan güçtür.

CCCXCI

Talih ancak iyilik etmediği kimselere kör görünür.

CCCXCII

Talihi de, sağlık gibi, yönetmelidir: uy­gun gittiği zaman ondan yararlanmalı, uygun davranmazsa sabretmeli ve kesin gereklik ol­madıkça ilâçlara asla başvurmamalı.

cccxcın

Avamdan olma hali, bazan orduda farke- dilmez ama, sarayda daima göze çarpar.

CCCXCIV

Bir başkasından daha kurnaz olabiliriz ama, herkesten kurnaz olamayız.

cccxcv

Bazı kere sevdiğimizin bize yanıldığımızı belirtmesi, bizi aldatmasından daha ağır gelir.

CCCXCVI

İkinci bir sevgi bulamazsak, birincisine uzun süre bağlı kalırız.

CCCXCVII

Genellikle hiç kusurumuz olmadığını ve düşmanlarımızın hiç erdemleri bulunmadığını söylemeye cesaret edemeyiz ama, birer birer düşündüğümüzde buna inanmaktan da pek uzak değiliz.

CCCXCVIII

Bütün kusurlarımız içinde en kolaylıkla ka­bul ettiğimiz, tembellikti; tembelliğin sakin er­demlerle ilgisi olduğuna ve öteki meziyetleri­mizi büsbütün ortadan kaldırmadan, sadece ça­lışmalarına engel olduğuna kendimizi inandırı­rız.

CCCXCIX

Bir yükseklik vardır ki hiç de talihe bağ­lı değildir: bu, bizi temyiz eden ve büyük iş­lere aday kılar görünen tarif edilmez bir hal­dir, bu hiç belli etmeden kendimize biçtiğimiz bir değerdir: bu meziyet sayesindedir ki, biz başkalarının takdirini zorla koparırız ve genel­likle bizi onlardan üstün tutan da soyumuz, mer­tebemiz, hattâ kabiliyetimizden çok budur.

CD

Yükselmiş bir insan, kabiliyet sahibi ola­bilir ama, bir parça kabiliyete dayanmayan yük­seklik olamaz.

CDI

Güzel kadınlar için ziynet ne ise, kabiliyet için de yükseklik odur.

CDII

Çapkınlıkta en az bulunan şey, aşktır.

CDIII

Talih bazan bizi yükseltmek için kusurla­rımızdan yararlanır ve öyle taciz edici insanlar vardır ki, baştan savılmak için mükâfatlandı­rılırlar.

CDIV

Tabiat, benliğimizin derinliklerinde haber­siz olduğumuz kabiliyetler ve hünerler gizlemiş gibidir; ancak tutkulardır ki bunları meydana çıkarmak ve bize bazan sonradan edinilemiye- cek derecede mükemmel ve keskin görüşler ver­mek hakkına sahiptir.

CDV

Hayatın türlü çağlarına hep taptaze geli­riz ve yaşımız ne olursa olsun, çok kere tec­rübeden yoksun bulunuruz.

CDVI

Hafifmeşrep kadınlar, başka kadınlara ha set ettiklerini saklamak için âşıklarını kıskan mayı bir şeref sayarlar.

CDVII

Başkalarının kurnazlığına aldandığımız za­man kendimizi o kadar gülünç buluruz ki, kur­nazlığımızın ağına düşenler bile bize bu derece gülünç görünmekten çok uzaktır.

CDVIII

Bir vakitler sevilmeye lâyık olmuş yaşlı kimseler için en tehlikeli gülünçlük, artık öy­le olmadıklarını unutmalarıdır.

CDIX

En güzel hareketlerimiz bile, eğer onları meydana getiren bütün sebepler herkesçe bi­linmiş olsaydı, bize çok kere utanç verirdi.

CDX

Dostluğun en büyük gayreti, bir dosta ku­surlarımızı göstermek değil, kendi kusurlarını onun gözüne sokmaktır.

CDXI

Kusur yoktur ki, onu gizlemek için baş-


lio                    ÖZDEYİŞLER

vurulan çarelerden daha kolay bağışlanır olmasın.

CDXII

Ne kadar utanılacak bir mevkie düşmüş olursak olalım, itibarımızı tekrar yerine getir­mek hemen daima elimizdedir.

CDXIII

Zekâları tek cepheli olanlar uzun zaman hoşa gitmezler.

CDXlV

Delilerle ahmaklar, ancak mizaçları ile hüküm verirler.

CDXV

Zekâ, bazan ahmaklıklar yapmamıza canla başla yardım eder.

CDXVI

İhtiyarladıkça artan sertlik, delilikten pek de uzak bir şey değildir.

CDXVII

Aşkta, kim daha önce soğursa adamakıllı soğumuş olur.

CDXVIII

Hafifmeşrep görünmek istemeyen kadınlar­la gülünç olmak istemeyen yaşlı erkekler, aşk­tan, katılabilecekleri bir şey gibi hiç sözetme- melidirler.

CDXIX

Kabiliyetimizden aşağı bir görevde büyük görünebiliriz ama, kabiliyetimizi aşan bir işde çok kere küçük görünürüz.

CDXX

Felâketli zamanlarımızda içine düştüğü­müz umutsuzluğu metanet sanırız ve uğradığı­mız belâlara bakmaya cesaret etmeden katla­nırız; tıpkı korkakların savunmada bulunmak­tan korkmaları yüzünden kendilerini öldürttük­leri gibi.

CDXXI

Konuşmalara konu sağlayan, zekâdan çok güvendir.

CDXXII

Bütün tutkular bize kabahat işletir ama, bizi en gülünç hatalara düşüren aşktır.

CDXXIII

Yaşlanmasını bilen pek az insan vardır.

CDXXIV

Kendi kusurlarımızın tam zıtları ile övünü­rüz: iradesiz miyiz, inatçı olmakla övünürüz.

CDXXV

Görüş keskinliğinin her şeyi keşfeder gibi öyle bir hali vardır ki, bütün öbür zihin me­ziyetlerinden çok koltuklarımızı kabartır.

CDXXVI

Yeniliğin alımı ve uzun alışkanlık, birbiri­ne ne kadar aykırı olsalar da, dostlarımızın ku­surlarını hissetmemize aynı derecede engel olur­lar.

CDXXVII

Dostların çoğu dostluktan, sofuların çoğu da sofuluktan adamı iğrendirirler.

CDXXVIII

Dostlarımızın bize dokunmayan kusurları­nı kolayca affederiz.

CDXXIX

Seven kadınlar, onları dile düşürmek sure­tiyle âşıklarının kendilerine yaptığı büyük kö­tülüğü, küçük sadakatsizliklerinden daha kolay affederler.

CDXXX

Hayatın ihtiyarlık çağında olduğu gibi, aş­kın da ihtiyarlığında, artık zevkler için yaşan­maz, acılar için yaşanır.

CDXXXI

Tabiî görünmek isteği kadar tabiîliğe en­gel olan bir şey yoktur.

CDXXXII

Güzel hareketleri övmek, bir nevi bunlar­da payı olmak gibidir.

F. 8

CDXXXIII

Büyük meziyetlerle doğmuş olmanın en gerçek alâmeti, hasetsiz doğmuş olmaktır.

CDXXXIV

Dostlarımız bizi aldattıkları zaman, dost­luklarına karşı sadece kayıtsız kalmalı, ama felâketlerine karşı daima hassas olmalıyız.

CDXXXV

Dünyayı yöneten, talihle mizaçtır.

CDXXXVI

Genellikle insan hakkında bir fikir sahibi olmak, tek başına bir adamı tanımaktan daha kolaydır.

CDXXXVII

Bir adamın liyakati, büyük meziyetleriyle değil, onları nasıl kullandığına bakarak ölçül­melidir.

CDXXXVIII

Öyle hararetli bir minnettarlık vardır ki, yalnız bize yapılmış olan iyiliklerin borcundan bizi kurtarmakla kalmaz, hattâ kendilerine borç­lu olduğumuzu öderken dostlarımız bize karşı borçlanırlar.

CDXXXIX

Ne istediğimizi iyice bilseydik, hiçbir şe­yi hararetle istemezdik.

CDXL

Kadınlardan çoğunun dostluktan bir şey anlamamaları, aşkı tattıktan sonra dostluğun yavan gelmesindendir.

CDXLI

Aşkta olduğu gibi dostlukta da, insan bil­diği şeylerden çok bilmedikleri yüzünden mut­ludur.

CDXLII

Düzeltmek istemediğimiz kusurlarımızla övünmeye çalışırız.

CDXLIII

En şiddetli tutkuların bile gevşediğiza- manlar olur ama, benlik hırsı bizi durmadan kışkırtır.

CDXLIV

Delinin yaşlısı gencinden daha delidir.

CDXLV

Aciz, erdeme ahlâksızlıktan ziyade aykı­rıdır.

CDXLVI

Kıskançlıkla utancın acılarını o kadar kes­kin kılan şey, benlik hırsının bunlara katlan­maya yaramayışıdır.

CDXLVII

Edep ve erkân, bütün kuralların en ehve­ni ve en çok uyutanıdır.

CDXLVIII

Doğru görüşlü bir adam, sapık görüşlü kimseleri yönetmedense onlara uymakta daha az güçlük çeker.

CDXLIX

Talih bizi derece derece götürmediği yada hayalimizden geçmeyen büyük bir mevki sahi­bi kılarak şaşırttığı zaman, orada iyice tutun­mak ve o mevkie lâyık görünmek hemen hemen imkânsızdır.

CDL

Başka kusurlarımızdan kırptıklarımız, gu­rurumuza katılarak onu arttırır.

CDLI

Ahmakların en başbelâsı, kültür sahibi ola­nıdır.

CDLII

Meziyetlerinden herbirinde, dünyada en takdir ettiği adamdan daha aşağı olduğunu sa­nan tek kimse yoktur.

CDLlI

Büyük işlerde, fırsatlar kollamaktan çok önüne çıkan fırsatlardan yararlanmaya bakmak yeğdir.

CDLIV

Aleyhimizde söylememek şartiyle, lehimiz­de söylenecek sözlerden vazgeçecek kadar kö tü bir pazarlık yaptığımız görülmüş değildir.

CDLV,

İnsanlar, kötü görmeye ne kadar yönelse­ler de, gerçek kabiliyete haksızlık etmekten çok sahte kabiliyete yüz verirler.

CDLVI

Kültür sahibi ahmak bulunabilir ama, mu­hakeme sahibi ahmak görülmemiştir.

CDLVII

Başka türlü görünmeye alışacak yerde, ol­duğumuz gibi görünmekten kaçınmasak daha kârlı çıkardık.

CDLVIII

Düşmanlarımız, hakkımızdaki hükümlerin­de bizzat kendimizin verdiğimiz hükümlerden çok gerçeğe yaklaşırlar.

CDLIX

Aşktan tedavi eden birçok ilâçlar vardır, ama iyileştireceği kesin olanı yoktur.

CDLX

Tutkularımızın bize neler yaptırdığını iyice bilmekten çok uzağız.

CDLXI

Yaşlılık, gençliğin bütün zevklerini ölüm. tehdidiyle yasak eden bir zorbadır.

CDLXII

Kendimizde bulunmadığını sandığımız ku­surları bize ayıplatan gururumuz, sahip olmadı­ğımız meziyetleri hor görmeye de bizi yönel­tir.

CDLXIII

Düşmanlarımızın felâketlerine acımamız, iyilikten çok gururun ürünüdür: onlardan üstün olduğumuzu hissettirmek içindir ki kendilerin­den merhametimizi esirgemeyiz.

CDLXIV

Sevinç ve kederin öyle bir aşırı derecesi vardır ki, hassasiyetimizi aşar.

CDLXV

Masumluk, suçlular kadar himaye görmek­ten ne kadar uzaktır,

CDLXVI

Bütün şiddetli tutkular içinde kadınlara en az yaraşanı aşktır.

CDLXVII

Aklımızdan çok benlik hırsımızdır ki bi­ze zevkimize aykırı şeyler yaptırır.

CDLXVIII

Öyle kusurlar vardır ki, büyük kabiliyet­leri meydana getirirler.

CDLXIX

Yalnız aklımızla dilediğimiz şeyi hiçbir za­man hararetle istemeyiz.

CDLXX

Bütün vasıflarımız, iyilik ve kötülük husu­sunda kararsız ve belirsizdir ve bunların he­men hepsi, rastlantıların elinde oyuncaktır.

CDLXXI

İlk sevgilerinde kadınlar, âşıklarını sever­ler, ötekilerde ise sevdikleri aşktır.

CDLXXII

Öteki tutkular gibi gururun da tuhaflıkla­rı vardır: kıskandığımızı itiraftan utanırız da daha önce kıskanmış olduğumuzu yada kıska­nacak kabiliyette bulunduğumuzu anlatarak övü­nürüz.

CDL^II

Gerçek aşka çok seyrek raslanır, ama ger­çek dostluk derecesinde değil.

CDLXXIV

Pek az kadın vardır ki, değeri güzelliğin­den ömürlü olsun.

CDLXXV

Kendimize acındırmak veya hayran etmek arzusudur ki, güvenimizin asıl temelini teşkil eder.

CDLXXVI

Hasedimiz daima haset ettiğimiz adamla­rın mutluluğundan daha uzun ömürlüdür.

CDLXXVII

Aşka karşı koymaya yarayan dayanı ve direnç, onu şiddetli ve devamlı kılmaya da ya­rar; ruhlarında daima tutkuların kaynaştığı ira­desiz insanlar, hemen hiçbir zaman gerçekten Aşık olamazlar.

CDLXXVin

Herbirimizin içinde kendiliğinden mevcut olanlar derecesinde çeşitli çelişkileri hayalimiz­de bile icat edemeyiz.

CDLXXIX

Ancak metin insanlardır ki gerçekten uy­sal olabilirler, uysal görünenlerde ise, genellik­le kolayca huysuzluğa çevrilen bir gevşeklikten başka bir şey yoktur.

CDLXXX

Utangaçlık öyle bir kusurdur ki, ondan kurtarmak istediğimiz kimseleri azarlamak teh­likelidir.

CDLXXXI

Gerçek iyilik kadar seyrek raslanan bir şey yoktur; buna sahip olduklarını sananların- ki bile genellikle cemilekârlık yada gevşeklik­ten başka bir şey değildir.

CDLXXXII

Zekâ, tembellik ve direnç yüzünden, hoşa yada kolayına giden şeylerle ilgilenir, bu alış­kanlık daima bilgilerimize sınırlar çizer ve tek kimse yoktur ki zekâsını gidebileceği yere ka­dar götürmek zahmetine girmiş olsun.

CDLXXXIII

İnsan genellikle kötü huylu olduğundan de­ğil de övünmek maksadiyle başkalarını kötü­ler.

CDLXXXIV

Aşktan tamamiyle kurtulduğumuz zaman­lardan çok, bir aşkın artıklariyle hâlâ gönlümüz çalkandığı sıralardır ki yeni bir aşka tutulma­ya daha elverişli bulunuruz.

CDLXXXV

Büyük aşklara tutulmuş olanlar, bundan iyileştiklerine bütün ömürlerince hem memnun, hem pişman olurlar.

CDLXXXVI

Hasetsiz insan bulmak, menfaat düşkünü olmayan insan bulmaktan daha güçtür.

CDLXXXVII

Zihnimiz, vücudumuzdan daha tembeldir.

CDLXXXVIII

Mizacımızın sakinliği yada telâşçılığı, ha­yatta başımıza gelen en önemli şeylerden çok her gün karşılaştığımız küçük olayların toplu olarak hoş veya nahoş etkisinden ileri gelir.

CDLXXXIX

İnsanlar ne kadar kötü olsalar da, erde­min düşmanı görünmeye cesaret edemezler: er­deme düşmanlık etmek istedikleri zaman, sah­teliğini iddiaya kalkışırlar, yada ona suçlar yük­lerler.

CDXC

Aşktan harisliğe geçildiği çok olur, ama harislikten aşka dönüldüğü hiç görülmüş değil­dir.

CDXCI

Aşırı cimrilik hemfen daima aldanır; baş­ka bir tutku yoktur ki ondan daha sık hedefin­den ayrılsın ve geleceğin zararına olarak onun kadar halin hükmü altında bulunsun.

CDXCII

Cimrilik çok kere ters sonuçlar doğurur: sayısız insanlar vardır ki şüpheli ve uzak umut­lar uğrunda varlarını yoklarını feda ederler, baş­kaları da bugünkü küçük menfaatleri uğrunda gelecekteki büyük iyilikleri hor görürler.

CDXCIII

İnsanlar kusurlarını yeter bulmuyorlarmış gibi davranırlar, sahip görünmek istedikleri aca­yip birtakım meziyetlerle onların sayısını daha da çoğaltırlar ve bunlara o kadar özen göste­rirler ki, sonunda herbiri düzeltilmesi ellerinde olmayan, birer tabii kusur haline gelir.

CDXCIV

İnsanların kusurlarını sanıldığından daha iyi bildiklerini belirten delil, yaptıkları işlerden bahsederken kendilerini hiç hata etmemiş gi­bi göstermeleridir; onları daima kör eden öz­severlik, o zaman gözlerini açar ve onlara o kadar doğru görüşler verir ki, fena görülebile-


126                  ÖZDEYİŞLER

cek en küçük şeyleri ortadan kaldırmaya yada gizlemeye çalışırlar.

CDXCV

Cemiyet hayatına yeni giren gençlerin utan­gaç yada dalgın olmaları gerekir: becerikli ve yapmacıklı bir tavır, kolayca terbiyesizliğe çev­rilir.

CDXCVI

Kabahat yalnız bir tarafta olsa, kavgalar uzun zaman devam etmezdi.

CDXCVI

Bir kadın için güzelliksiz gençlik yada gençliksiz güzellik işe yaramaz.

CDXCVIII

öyle hafif ve havai insanlar vardır ki, sağ­lam meziyetler gibi gerçek kusurlara sahip ol­maktan da çok uzaktırlar.

CDXCIX

Genellikle kadınların ilk aşk macerası ancak bir İkincisine giriştikleri zaman hesaba ka tılır.

D

O kadar kendileriyle dolu insanlar vardır ki, âşık oldukları zaman, sevdikleri kimseyi bir yana bırakarak sevgileriyle meşgul olmanın yolunu bulurlar.

DI

Aşk, ne kadar hoş bir şey olsa da, ken­dinden çok büründüğü şekillerle hoşa gider.

DII

Az ama dürüst bir zekâ, zamanla çok ama sapık bir zekâdan daha ziyade can sıkar.

DIII

Kıskançlık bütün kötülüklerin en büyüğü ve ona yol açan kimselere en az acıyanıdır.

DIV

Birçok zehirli erdemlerin sahteliğinden söz- ettikten sonra, ölümü hor görmenin sahteliği hakkında da birkaç söz söylemek uygun düşer. Dinsizlerin, ahrete inanmayarak kendi ira delerinden çıkarmakla övündükleri o ölümü hor görmeyi kastediyorum. Ölüme devamlı surette tevekkül göstermekle onu hor görmek arasın­da fark vardır. Birincisi, oldukça görülen şey­lerdendir, ama öyle sanıyorum ki, öteki hiç­bir zaman samimî değildir. Bununla beraber, ölümün kötü bir şey olmadığına herkesi inan­dırmak için ellerinden geleni yazdılar ve kah­ramanlar gibi en zayıf iradeli insanlar da, bu fikri yerleştirmek için bir maruf örnek verdiler. Bununla beraber, aklı başında herhangi bir kim­senin buna bir an bile inanmış olduğundan şüp­heliyim; başkalarını olduğu gibi kendini de bu­na ikna için sarfedilen gayret, bu işin kolay olmadığını hayli açıkca göstermektedir. Hayat­tan nefret etmek için insan türlü sebeplerle karşılaşabilir ama, ölümü hor görmek için asla sebep yoktur; hattâ istekleriyle hayatlarına son verenler bile ölümü pek küçük görmezler ve ölüm onlara kendi çektiklerinden başka bir yol­dan geldiği zaman şaşar ve ondan kaçarlar. Sa­yısız yiğit adamların cesaretlerinde göze çar­pan farklar, ölümün hayallerine başka başka şekilde görünmesinden, şu yada. bu zamanda zihinlerini daha fazla meşgul etmesinden ile-

ri gelir: böylece önceleri niteliği hakkında bir fikirleri bulunmadığından ölümü hor görmüş olanların, nihayet iyice tanıdıkları zaman on­dan korkmaya başladıkları olur. Ölümün, felâ­ketlerin en büyüğü olduğu kanaatine düşülmek istenmezse, onu bütün şartları ve cepheleriyle tasvir etmekten sakınmalıdır. En becerikli, en cesur olanlar onu düşünmemek için daha makul sebepler bulanlardır; ama ölümü olduğu gibi görmeyi bilen her adam, bunun müthiş bir şey olduğuna hükmeder. Ölmenin zaruriliği filozof­larda görülen azim ve metanetin temelini teş­kil ediyordu. Gitmemek elde olmayan yere gö­nül rızasiyle gitmek gerektiğini düşünüyorlar­dı ve Hayatlarını ebedîleştirmek ellerinde olma­dığından, ün ve itibarlarını ebedileştirmek, böy- lece de tufandan kurtarılması mümkün olanı kurtarmak için her şeyi yapmaya hazırdılar. Me­tin görünmek için ölüm hakkındaki bütün ka­naatimizi kendimize söylememekle yetinelim, ve ölüme kayıtsızca yaklaşabileceğimizi bize an­latmak isteyen cılız muhakemelerden ziyade, mi­zacımıza güvenelim. Metanetle ölmenin şere­fi, ardımızdan ağlanmak umudu, güzel bir ün bırakmak arzusu, hayatın sefaletlerinden kurtulmak ve artık talihin elinde oyuncak olmamak emniyeti, küçük görülmemek gereken çareler­dir. Ama bunların şaşmaz birer deva olduğu da sanılmasın. Bize güven vermek hususunda bunların yaptığı görev, bir savaşta ateş edilen bir yere yaklaşacak olanların emniyetini sağla­mak için basit bir çitin gördüğü işe benzer. Uzaktan insan bunu mükemmel bir korunma aracı sanır, ama yaklaşınca, pek sudan bir ça­re olduğu görülür. Ölümün, uzaktan nasıl gör­dükse, yakından da bize öyle göründüğünü ve sadece zaaftan ibaret olan duygularımızın, olay­ların bu en korkuncu karşısında sarsılmayacak kadar sağlam bulunduğunu sanmak, övünmek olur. özseverliğin, onu ister istemez yok ede­cek olan şeyi hiçe saymak hususunda bize yar­dım edeceğini sanmak da bu vasfımızı hiç ta­nımamak olur; bitmez tükenmez bir kaynak sa­nılan akıl ve mantık da bize istediğimiz emn-i- yeti vermek için bu karşılaşmada pek âciz ka­lır. Tam tersine, bize en çok ihanet eden ve bi­ze ölümü hor gördürecek yerde, onun korkunç ve müthiş taraflarını önümüze sermeye yarayan odur. Aklın bize yapabileceği tek yararlı şey, gözlerimizi bu konudan ayırıp başka yanlara çevirmemizi tavsiye etmesidir. Caton'la Brutus'un misalleri maruftur. Bir uşak da, bir süre önce çarka verilip öldürüleceği tezgah üzerin­de raksetmekle yetinmişti. Böylece, sebepler ay­rı olmakla beraber, sonuç hep aynıdır. Öyle ki, büyük adamlarla avam arasında ne kadar büyük fark olursa olsun, bu her iki çeşit insa­nın ölümü hep aynı çehreyle karşıladığı bin kere görülmüştür; ama arada daima şu fark vardır ki, büyük adamların ölümü hor görüş­lerinde, onu gözlerinden uzaklaştıran şan ve ün sevgisidir, bayağı kimselerde ise, bu baş­kalarına gelen felaketin büyüklüğünü farketme- lerine engel olan ve başka şeyler düşünmeleri­ne imkân veren bilgisizliklerinin bir sonucu­dur.


İLK BASIMLARINDA BULUNUP DA
SONRADAN ÇIKARILMIŞ
DÜŞÜNCELER


1665 basımı

I

özseverlik, kendimizi ve işimize yaraya­cak har şeyi sevmektir;insanları kendilerine hayran kılar ve talih fırsat verseydi, başkala­rının başına belâ kesilmelerine sebep olurdu; özseverlik, kendi dışına çıktı mı asla rahat ede­mez ve yabancı konular üzerinde, tıpkı kele­beklerin çiçeklere yaptıkları gibi, ancak kendi payını almak için durur. Onun arzuları kadar zorba arzu, onun tasavvurları kadar gizli ta­savvur, onun hareketleri kadar becerikli hare­ket olamaz; intibak kabiliyeti, akla sığmaz, de­ğişmeleri masallardaki evrimleri ve hassaların- daki incelik, kimyada görülenleri geçer. Dibi­nin derinliklerini ölçmek yada karanlıklarını ay­dınlatmak imkânsızdır. Orada en keskin gözler­den bile saklıdır, binbir kılığa girer; o derin­liklerde çok kere kendisi bile kendini göremez, hiç farkında olmadan bir sürü sevgiler ve kin­ler doğurur, besler ve büyütür; öyle korkunç şeyler meydana getirir ki, ortaya çıktıkları za­man onları tanımak istemez yada itirafa bir türlü yanaşmaz. Kendisini çevreleyen bu karan- 1 ıklardan onun kendi hakkındaki gülünç kanı­ları doğar; kendini yanlış tanımaları, bilgisiz­likleri, kabalıkları ve bönlükleri bu yüzdendir; ancak uyuşmuş olan duygularının ölmüş oldu­ğunu sanması, biraz dinlenirken artık konuş­mayı canı istemediğini tasavvur etmesi ve tat­min etmiş olduğu bütün zevkleri kaybettiğini düşünmesi bu yüzdendir. Ama onu kendi göz­lerinden saklayan o yoğun karanlık, dışındaki­leri mükemmel görmesine engel olmaz. Bu ba­kımdan bizim her şeyi görüp de yalnız kendi­lerini görmeyen gözlerimize benzer. Gerçekten, arzularının şiddeti yüzünden bütün dikkatini üzerinde topladığı en büyük çıkarlarında ve en önemli işlerinde her şeyi görür, duyar, işitir, tasarlar, tahmin eder, şüphelenir, her şeye nü­fuz eder; öyle ki insan, büyük tutkularının ken­dine has bir büyüsü olduğunu sanır. Özsever­liğin bağlanmaları son derece sıkı ve kuvvet­lidir, kendisini tehdit eden tehlikelerini göre­rek bunları boş yere koparmaya çalışır. Bunun­la beraber, yıllarca bütün çabasını harcayarak yapmadığı şeyi bazan çabucak ve zahmetsiz­ce yapar; buna bakıp insanın pek yerinde ola­rak hükmedeceği gelir ki, arzularımız bunlara konu olan şeylerin güzelliğinden ve değerinden çok, onun tarafından tutuşturulmaktadır; bun­ları yükselten paha ve güzelleştiren süs, onun kendi zevkidir; peşinden koştuğu kendisidir, ve keyfine göre olan şeyleri kovalarken kendi key­finin peşinden koşmaktadır. Bütün zıtlar onda toplanmıştır; hem dediği dedik, hem uysal; hem samimî, hem sinsi; hem merhametli, hem za­lim; hem sıkılgan, hem cüretli; türlü mizaçlara göre türlü meyilleri vardır ki, onu kimi şöhre­te, kimi servete, kimi de zevk ve safaya düş­kün kılar; yaşımızın, istikbalimizin, tecrübeleri­mizin derecesine göre, o da meyil değiştirir. Ama birçok şeylere birden yada yalnız birine bağlanmak onun için eşittir, çünkü gereğine ve keyfine göre birçok ilgilere bölünebildiği gibi, bir tekinde de toplanabilir. Kararsızdır, yaban­cı sebeplerden ileri gelen değişikliklerden baş­ka kendinden ve kendi benliğinden gelme he­sapsız sebeplerden doğan değişiklikleri de var­dır; kararsızlığı, kararsızlıktan, hafifmeşreplik- ten, sevgilerinden, yenilik hevesinden, usanç ve bıkkınlıktandır; aklına eseni yapar, bazan hiç de kendi elinde olmayan, hattâ kendisine za­rarlı bulunan, ama canı istediği için peşinden koştuğu şeyleri elde etmek için büyük bir te­lâş ve inanılmayacak çabalarla çalıştığı görü­lür. Acayip huyludur, çok kere en hayalî şey­lere, en büyük bir ciddiyetle kendini verir; en yavan şeylerden en büyük hazları duyar ve en aşağılık şeylerde büyük bir vakar ve ciddiyet taşır. Hayatın bütün hal ve şartlarında vardır, her yerde hazır ve nazırdır, her şeyden ve bir hiçten geçinir; nimetlere ve yoksunluklara alı­şır; hattâ kendisine düşman olanların tarafına geçer, onların maksatlarını benimser, en tu­hafı, onlarla birlik olarak kendisine karşı kin besler, kendi kuyusunu kendi eliyle kazar; ni­hayet tek istediği mevcut olmaktır, mevcut ol­sun da, kendi kendinin düşmanı olmaya da ra­zıdır. Sazan en çetin bir riyazetle birleşip ken­dini yok etmek için onunla ortak olursa şaşma­malıdır, çünkü bir noktada kendini mahveder­ken, başka bir yerden fışkırır; zevklerinden vaz­geçtiği sanılırken, sadece bunları bir süre için bırakmış veya değiştirmiştir ve hattâ yenildi­ğini ve yakamızı elinden kurtardığımızı sandı­ğımız sıralarda bile yenilgisi içinde yengin çık­tığı görülür. İşte bütün ömrü büyük ve uzun bir savaşmadan ibaret olan özseverliğin tas­viri: deniz, yerinde olarak, ona benzetilebilir. Özseverlik, denizin durmadan gelip giden dal­galarında, düşüncelerinin gürültülü değişmele­riyle ebedî kaynaşmalarının sadık bir ifadesini bulur.

XIII

Bütün tutkular kanın türlü sıcaklık ve so­ğukluk derecelerinden başka bir şey değildir.

XVIII

Talihli adamın kanaatçılığı, ya harislik yü­zünden ayıplanmak kaygısı, yada elindekini kaybetmek korkusudur, o kadar.

XXI

Kanaatçılık, perhiz gibidir; adam daha çok yemeyi ister ama, kendine kötülük etmek­ten korkar.

XXXIII

Herkesin bizde kötü bulduğu tarafları baş­kalarında görüp çekiştirmekten geri durmayız.

XXXVII

Gurur, yapmacıklarından ve çeşitli değiş­melerinden usanmış gibi, insanlık komedyası­nın bütün kişilerini tek başına temsil ettikten sonra, tabiî bir yüzle görünür ve vekar şeklin­de kendini meydana vurur; öyle ki, aslını arar­sanız, vekar gururun cilâsı ve gösterişidir.

LIII

İnsanın ne dereceye kadar mutsuz olduğu­nu bilmesi de bir nevi mutluluktur.

LV

Huzuru kendi içimizde bulamazsak, baş­ka yerde aramak boştur.

LXX

İlerde neler yapacağımızı söyleyebilmek için, kaderimize hâkim olmamız gerekirdi.

LXXVII

Vücut için can neyse, seven için de aşk odur.

L^XX

Sevmek sevmemek insanın elinde olmadı­ğına göre, ne âşık sevgilisinin vefasızlığından, ne de sevgili âşığının kayıtsızlığından şikâyette haklıdır.

LXXXIX

Ilımlı hâkimlerin adaleti, kendi mevki ve mertebelerine düşkünlüklerinden başka bir şey değildir.

XCVI

Sevmekten usandığımız zamanlar, sevgili­mizin sadakatsizliği bizi sadakat kaydından âzat ettiği için, hoşumuza gider.

XCVII

Dostlarımızın nail olduğu bir bahtiyarlığı ilk işittiğimizde duyduğumuz sevinç ne kalbi­mizin iyiliğindendir ne de onlara karşı duydu­ğumuz dostluktan; bu, bizim de bahtiyar ola­bileceğimiz umudiyle yada onların ikballerinden kendimize yararlar sağlamak düşüncesiyle bizi sevindiren özseverliğin bir sonucudur.

XCIX

En iyi dostlarımızın uğradıkları kötü hak !erde daima pek de hoşumuza gitmez olmayan bir şeyler buluruz.

c

Sırrımızı kendimiz saklayamamışken, nasıl isteriz ki bir başkası saklayabilsin?

CI

Özseverliğimiz, kendi kendini değiştirmek meziyetine sahip olması yetmezmiş gibi, etra­fındaki şeyleri de değiştirmek hassasına sa­hiptir ve bunu şaşılacak bir şekilde yapar, zi­ra onları bizzat kendisinin de tanıyamayacağı şekilde perdelemekle kalmaz, her şeyin hal ve niteliğini de değiştirir. Gerçekten, bir adam bizim aleyhimizde olduğu, bizi garaz ve zul­müne maruz bıraktığı zaman, özseverlik onun hareketlerini adaletin bütün merhametsizliğiyle muhakeme eder; kusurlarını son derece büyü­tür ve meziyetlerini öyle kötü bir tarzda gös­terir ki, bunlar kusurlarından bile daha nahoş görünürler. Ama aynı adam bizim lehimize dön­düğü, yada bir çıkarımız onunla aramızı bul­duğu zaman, hoşnutluğumuz derhal kendisinin meziyetlerine, husumetimizin silmiş olduğu par­laklığı geri verir, kusurlar silinir ve meziyet­ler eskisinden daha üstün bir şekilde görünür: hattâ bize yapmış olduğu kötülükleri mazur görmek için bütün hoşgörümüzü zorlarız. Bü­tün tutkular bu gerçeği gösterirse de aşk bu­nu ötekilerden dah.a açık bir şekilde gözlerimi­zin önüne serer;çünkü öyle âşık görürüz ki, sevdiğinin kendisini unutmasından yada ona sadakatsizlik etmesinden duyduğu öfkeyle in­tikam almak için sevdasının ilham ettiği en müthiş şeyleri tasarlamaktadır; oysaki onu karşısında görüp de öfkesinin şiddeti yatışın­ca, duyduğu hayranlık, sevgilisini gözlerine masum gösterir, artık yalnız kendini itham eder, ona kızmış olduğuna kızar ve özsever­liğin o mucizeli havası sayesinde, sevgilisinin kötü hareketlerindeki lekeleri kaldırır ve suçu ondan sıyırarak kendi üstüne alır.

en

İnsanların basireti kaybetmesi, gururları­nın en tehlikeli sonucudur. Bu hal, gururu bes­lemeye, arttırmaya yarar ve dertlerimize deva olacak ve kusurlarımızı giderecek çareleri bul­mamızı imkânsız kılar.

CII

İnsan başkalarında akıl ve mantık bul­maktan umudu kesti mi, akıl ve mantığını ken­disi kaybetmiş demektir.

ev

Filozoflar ve hepsinden çok Seneca, tel­kin ettikleri fikirlerle suçları hiç de ortadan kal­dırmış değildirler; yaptıkları sadece bunları gu­rurun yapısında kullanmak olmuştur.

CXXXII

En aklı başında kimselerin akıl ve hikme­ti, önemsiz hususlarda kendini gösterir, ama en ciddi işlerinde hemen daima bundan yoksundur­lar.

CXXXIV

En yaman delilik, en yaman akıl ve hik­metten doğar.

ccxxv

Yemek hususunda aza kanaat, sağlığını sevmekten yada fazla yemek iktidarsızlığından ileri gelir.

CXLIV

İnsanın en çok unuttukları, söyleye söyle­ye usanmış olduğu şeylerdir.

CLI

Bize ahlâksızlıkları yerdirip erdemleri öv­düren, çıkar düşüncesidir.

CLV

Hakkımızda yapılan övgüler, hiç değilse erdem yolunda devam etmemizi sağlamaya ya­rar.

CLVII

Bizi övenin en çok öven olmasına özsever­liğimiz asla izin vermez.

CLIX

Öfkenin türlü çeşitleri birbirinden ayırde- dilmez, oysa mizaç sertliğinden gelen hafif ve âdeta masum bir öfke olduğu gibi, bir tanesi de vardır ki büyük bir kabahattir ve buna ki­bir kudurganlığı denilebilir.

F. 10

CCLXI

Büyük ruhlar basbayağı ruhlardan daha az tutku ve daha çok erdem sahibi olanlar de­ğil, sadece daha büyük amaçların peşinde ko­çanlardır.

Kırallar insanları madenî paralar gibi imal ederler: onlara canlarının istediği gibi değer biçerler ve biz onları gerçek değerlerine göre değil, ne kadara geçiyorlarsa ona göre kabule mecburuz.

CLXXIV

Zalimleri meydana getiren, mizaçlardan çok özseverliktir.

CLXXVI

Bir Italyan şairi, kadınların namusluluğu için, bu namuslu görünmek sanatından başka bir şey değildir, demişti. Bütün erdemlerimiz için aynı şeyi söyleyebiliriz.

CXCII

Öyle suçlar vardır ki, parlaklıkları, sayı­ları ve aşırılıklarıyla, masum ve hattâ şerefli olurlar; o yüzden devlet malını çalmaya bece­riklilik, haksız yere vilâyetler gasbetmeye de fetih derler.

cer

İnsanda iyilik ve kötülük hiçbir zaman aşı­rı derecede olmaz.

CCVII

Büyük suçlar işleyecek kabiliyette olma­yanlar, başkalarından da kolaylıkla şüphelen­mezler.

CCXIII

Cenaze alaylarının debdebe ve ihtişamı, ölülere saygıdan çok, dirilerin benlik hırsıyle ilgilidir.

ccxxv

Bu âlemin gidişi ne kadar kararsız ve çe­şitli görünürse de, onda öyle gizli bir bağlan­tı ve yaradanca ayarlanmış öyle bir düzen var­dır ki, bu sayede her şey yolunda yürür ve kaderinin yolunu izler.

CCXXXI

Ayaklanmalarda yüreği kuvvetlendiren cü­rettir, oysa savaşın tehlikelerinde gerekli me­taneti ona veren yalnız cesarettir.

C^XX1I

Zaferi, doğuşu bakımından tarif etmek is­teyenler, şairler gibi, ona göklerin kızı demek ihtiyacını duyacaklardır. Gerçekten, zaferi sa­yısız insanların gayretleri meydana getirir ki, hedefleri zafer değil, herbirinin özel çıkarlara dır, zira bir orduyu vücuda getirenlerin hepsi, kendi şeref ve terakkileri uğrunda çalışırken, pek büyük ve genel bir faydayı sağlamış olur­lar.

C^CXVI

Hiçbir zaman tehlikeye düşmemiş olan bi­ri, cesaretten sözedemez.

CCXLILI

İnsan arzulariyle umutlarından çok, min­nettarlığına sınırlar çizer.

CCXLV

Taklit daima kötü bir şeydir ve tabiî ha­linde bizi cezbeden şeyler, taklidinde en hoşa gitmeyen taraflar olur.

CCXLVIII

Dostlarımızın kaybına acınmamızın dere­cesi, onların kabiliyet ve meziyetlerine göre de­ğil, ihtiyaçlarımıza ve onlara değerimiz hakkın­da vermiş olduğumuzu sandığımız kanıya göre­dir.

CCLII

Genel olan ve herkese yayılmış bulunan iyiliği, becerikli kurnazlıktan ayırdetmek hayli güç işdir.

CCLIV

Daima iyi olabilmek için, başkalarının bi­ze hiçbir zaman ceza görmeden kötülükte bu­lunmayacaklarını sanmaları gerekir.

CCLVI

Hoşa'gittiğinden şüphe etmemek hoşa git­memenin en emin yoludur,

CCLVIII

Başkalarına karşı beslediğimiz güvenin en büyük kısmını doğuran, kendimize olan güve- nimizdir.

CCLIX

öyle genel devrimler vardır ki, talih ve ikballer gibi zevkleri de değiştirir.

CCLX

Gerçeklik, mükemmelliğin ve güzelliğin te­meli ve hikmetidir: herhangi bir şey, nasıl ol­ması gerekiyorsa, gerçekten öyle olmuş ve ken­dinde bulunması gereken her şeye malik bu­lunmuş değilse, güzel ve mükemmel olamaz.

CCLXII

öyle güzel şeyler vardır ki, iyice tamam­lanmış şekillerinden çok, bitmemiş halleriyle daha gözalıcı olurlar.

CCLXXI

Ruh yüceliği, gururun, her şeye hâkim kı­lan soylu bir gayretidir,

CCLXXXI

Bir memlekette debdebe, ihtişam ve aşırı nezaket, açık bir gerileme belirtisidir, çünkü her fert kendi çıkarlarının peşinde koştuğundan, halkın çıkarlarına yüz çevirmiş olur.

ccxc

Butün huylar içinde en az tanıdığımız, tem­belliktir; gerçi şiddeti farkedilmez ve yaptığı kötülükler çok gizlidir ama, o kötü huylarımı­zın en ateşlisi ve en kurnazıdır. Gücünü dik­katle inceleyecek olursak, her hal ve fırsatta duygularımıza, çıkarlarımıza ve zevklerimize hâkim olduğunu görürüz; o en büyük gemileri durduracak güçte bir engel, en önemli işlerde sığ kayalardan ve en büyük fırtınalardan daha tehlikeli bir sütlimanlıktır; tembelliğin rahatı, en hararetli takipleri ve en inatçı kararları ansı­zın suya düşüren bir ruh büyüsüdür. Bu iptilâ hakkında tam bir fikir vermek için şunu söy­lemek gerekir;tembellik, öyle bir ruh huzuru­dur ki, onu bütün kayıplarından teselli eder ve bütün nimetlerin yerini tuta.r.

CCXCVI

Başkalarının düşüncelerini keşfetmekten hoşlanırız ama, kendi düşüncelerimizin tahmin edilmesine kızarız.

CCXCVin

Sıkı bir perhiz sayesinde sağlığını koru­mak, cansıkıcı bir hastalıktır.

ece

Bir aşktan kurtulmak, âşık değilken aşık olmaktan daha güçtür.

CCCI

Kadınların çoğu sevgiden çok zaafları yü­zünden kendilerini verirler: genellikle becerikli erkeklerin, daha sevimli olmadıkları halde öte­kilerden fazla başarılı oluşları bu yüzdendir.

ecen

Aşkta asla sevmemek, sevilmek için en emin yoldur.

ecem

Aşıklarla sevgililerin, ne zaman sevgile­rinden bıkacaklarını öğrenmek hususunda kar- şılarındakinden samimiyet beklemeleri, artık sevilmez oldukları zaman haberdar edilmeleri arzusu ile değil, daha çok aksi söylenmediği zamanlar sevildiklerine iyice kanaat getirmek içindir.

cccv

Aşkı en iyi benzetebileceğimiz şey, hum­madır: gerek şiddetleri, gerek devamları husu­sunda her ikisinin karşısında aynı derecede âciz kalırız.

CCCIX

En beceriksizlerin en becerikli işi, ken­dilerini başkalarının iyi gidişine tâbi bilmeleri­dir.

1666 basımı

XCI

Bir kere tembelliklerini tatmin ettikten son­ra gayretli görünmek için başkalarını en çok acele ettiren, tembellerdir.

XCCVI

Dostlarımızın bizden soğuduklarını farket- memek, onlara karşı dostluğumuzun azlığına bir delildir.

1675 basımı

CCCLXXX

Başkasiyle çapkınlık ettikten sonra insan daima sevdiğine raslamaktan korkar.

CCC^LXV

Kusurlarımızı itiraf etmeye gücümüz yeti­yorsa, onları mazur görebiliriz.

ÖLÜMÜNDEN SONRAKİ 1693 BASIMINA
EKLENEN DÜŞÜNCELER

I

Sofu olmak isteyen çoktur ama, alçak­gönüllü olmaya kimse yanaşmaz (1).

II

Bedenin çalışması zihnin dertlerini gide­rir, yoksulları mutlu kılan da budur.

III

Gerçek riyazet ve yoksunluklar, gizli kal­mış olanlardır; benlik hırsı ötekileri kolaylaş­tırır.

IV

Alçakgönüllülük, Tanrının, üzerinde kendi­sine kurbanlar sunulmasını istediği mezbah- dır.

(1) Alçakgönüllü olmak Hıristiyan dininin başlıca telkinlerinden biridir. (Y.N.).

V

Aklı başında adamı mutlu kılmak için pek az şey yeter; bir deliyi ise hiçbir şey memnun edemez; bunun içindir ki hemen bütün insan lar sefalet içinde yüzerler.

VI

Mutlu olmaktan çok mutlu görünmek için çabalar dururuz.

VII

İlk arzuyu susturmak, onu izleyenlerin hep­sini tatmin etmekten çok daha kolaydır.

VIII

Vücut için sağlık neyse, ruh için de akıl ve hikmet odur.

IX

Yeryüzünün büyükleri vücut sağlığını ve ruh huzurunu veremediklerinden, yapabilecekle­ri bütün iyilikler bize daima çok pahalıya mal olur.

XI

Gerçek bir dost, nimetlerin en büyüğü ve elde etmeye en az çalıştığımızdır.

XII

Aşıklar, sevgililerinin kusurlarını ancak et­kisi altında bulundukları büyü çözüldüğü za­man farkederler.

XIII

İhtiyat ve aşk birbirleri için yaratılmış şey­ler değildir; aşk arttıkça ihtiyat azalır.

XIV

Kıskanç bir karısı olmak, koca için ba- zan hoş şeydir; daima sevdiği kimseden söze- dildiğini işitir.

xv

Hem âşık, hem de iffetli olan bir kadın, ne kadar acınmaya lâyıktır.

Aklı başında adam, yenilmektense kavga­ya hiç girişmemeyi işine daha elverişli bulur.

XVII

İnsanları incelemek, kitapları incelemekten daha gereklidir.

XVIII

Mutluluk yada felâket, genellikle birine yada ötekine en çok uğramış olanları bulur.

XXI

Namuslu kadın bir definedir; onu ele ge­çiren bununla böbürlenmese iyi eder.

XXVIII

Çok sevdiğimiz zamanlar, bizi sevenin ar­tık sevmez olduğunu farketmek hayli güçtür.

XXXIX

İyi söz söylemenin en güç olduğu zaman, susmaktan utandığımız zamandır.

XLVI

Sevildiğini sanmak kadar tabii ve aldatıcı şey olamaz.

XLVII

Bize iyilik edenlerdense kendilerine iyili­ğimiz dokunan kimseleri görmek daha çok hoşumuza gider.

XLvm

Mevcut duygularımızı gizlemek, olmıyan- ları var gibi göstermekten daha güçtür.

XLIX

Yeniden tazelenmiş dostluklar, hiçbir za­man çözülmemiş dostluklardan daha çok özen ister.

L

Kimseden hoşlanmayan adam, kimsenin kendisinden hoşlanmadığı insandan daha acına­cak kişidir.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar