Melâmetliği Malamat Edenlerden Uzak durun
Nefs-i levvâmenin kendini kınama ve yerme özelliğini
kendilerine prensip edinerek tasavvuf târihine “Melâmet” veya “Melâmîlik”
hareketi[1]
olarak geçen bir grup da vardır. el-Hucvirî, bu zümreyi şöyle tanıtıyor:
“Bir grup
vardır ki; bunlar halkın kendilerini hor ve hakir görme yoluyla nefslerini
edeplendirmek için nefs riyâzeti amacıyla melâmet denemeleri
yaparlar. Böylece nefslerinden öç alırlar. Çünkü bu topluluğun geçirdiği en hoş
zaman, nefslerini belâ ve zillet içinde bulduğu vakittir.”[2] Melâmîlik hareketinin
kurucusu sayılan Hamdun Kassâr (V. 894) nefsi yerme ve küçük görme
husûsunda bir kimsenin, nefsinin Firavun’un nefsinden daha hayırlı olduğunu
zannetmesi durumunda kibirlilik göstermiş olacağını söyler.[3]
Melâmîlik’le ilişkisine kısaca işaret ettiğimiz nefs-i levvâme
konusunu Ahmed Şemseddîn-i Marmaravî’nin görüşleri doğrultusunda anlatmaya
devam edelim: Ona göre bu ikinci tür nefs, kalp makamında bulunmakta olup,
seyri Allâh’m seyridir (seyrullâh).[4]
Başlıca sıfatlan; kınamak, heves,
hîle, kendini beğenme (ucub), temenni, kahır ile bunlann zıddı durumundaki
teslim, tevâzu, tevekkül ve kanâattir.[5] Nefs-i
levvâme iki türlü davranış biçimiyle karşımıza çıkar: Birinci grup levvâme
nefs sahipleri, hiçbir hileye başvurmaksızın açıkça veya birtakım hileli
yollara sapıp gizlice Cenâb-ı Hakk’ın yasakladığı davranış biçimlerini sergilerler.
Bu sınıfa giren ve sûfî geçinen tipler, hem harama bakarlar ve hem de:
"Biz Hakk’m cemâlini, kemâlini, varlığım ve
sıfatlarını bunların yüzlerinde müşâhede kılarız; bizim bakışımız ve
muhabbetimiz hakkânîdir" derler. "Biz tevhîd ehliyiz; dünyâya dalmak
bize zarar vermez. Zîra nehyolunan dünyânın kendisi değil, ona sevgi
beslemektir; biz dünyânın kesretinde vahdeti müşâhede ederiz. Yönetici
konumundaki ve nüfuz sâhibi kimselere yanaşıp onlarla ilişki ve dostluk kurmak
ve onların dostluğunu kazanıp nimetlerinden istifâde etmek bize mâni değildir;
zîra biz onları Hakk’a davet etmek için böyle davranırız” derler. Hattâ
müridlerine şu tavsiyede bile bulunurlar: “Yeryüzünde bizden başka mürşid-i
kâmil yoktur. Bize muhalefet edip başka bir şeyhe tâbi olursanız, o andan
îtibâren vuslata ermekten geri kalırsınız. ”
İşte bu ve buna benzer çeşitli yanlış fikirlere
kapılıp kalben ve fiilen türlü günahlara dalarlar. Aslında emmâreden sayılan bu
tür düşünce ve davranışların birinci tavırda giderilmiş olması gerekmektedir.
İkinci grup nefs-i levvâme sahipleri ise dînî mâhiyeti
görünüşte açıkça hakkânîdir; ancak bunlar kişiyi hal bakımından bâtıl yollara
kolayca saptırabilirler. Meselâ, bu mertebede nefs, ‘‘Sen eskiden çeşitli
günahlara dalıp türlü hıyanetler yapmış bir kişi değil misin ki şimdi böyle
değişmek istersin? ” diyerek birtakım olumsuz düşünceler akla getirir ve
inşam Hak yolundan geri döndürmeye çalışır. Bu sınıfa giren nefs sâhipleri kalp
makâmmdadırlar ki kalbi bu tür düşünce ve sıfatlardan arındırmak gerekmektedir.
Bu makamda, nefs-i emmâre mertebesindeki hevâ ağacının yerine kalpte başka bir
ağaç hâsıl olur ki sâlik onu sâlih amellerle sulayıp her dalında çeşitli
meyveler tahsil etmeye çalışır. Bu makamda gözün meyvesi, ağlamak; dilin, ilim
ve hikmet; kalbin, şevk ve ümid; nefsin, zühd ve takvâ, gönlün, vefâ ve emânet;
âhiret için cennet ve onun nimetleri ile yaratıcıyı müşahede kılmaktır.
Dolayısıyla bu mertebede amel, asıl maksat hâlini alır; oysa tek maksat mârifet
olmalıdır. Bu sebeple bu amelî engelleri aşmak gerekmektedir ki mârifet ancak
amellerin şekline değil, rûhuna yönelmekle gerçekleşebilir. Bu mertebede
sâlikin kalbine ifsâd edici fikirler ve Hakk’a lâyık olmayan hatırlar gelir.
Eğer kalp bunlarla beslenecek olursa nefs-i emmâredendir; yok eğer bunlardan
tiksindiği halde vücûdunda bunlara karşı edilgen (münfail) olur ve
giderilmesine bilfiil gücü yetmezse nefs-i levvâmeden, yâni makâm-ı kalptendir.
Gücü yettiği halde yeniden gelirse yine defetmeye çalışır. Zâten evliyanın çoğu
vakti buna meşgul olmakla geçmektedir. Böyle olmasının sebebi, Hak Teâlâ nın,
kudretiyle insan nefsini her ân eğitmekte oluşudur.[6]
Nefs-i levvâme sâhibi
kul sâdik rüyâ[7]
görür; gönül gözü ve kulağı açılarak kalp zenginliğine ulaşır ve her tarafı
nurla dolmaya başlar.[8]
Nefs-i levvâme mertebesinde sâlikin kalbine İlâhî ve İnsanî olmak üzere iki
türlü perde ilişir ve bu perdeler çoğunlukla İlmî perdelerdir. Zîrâ bu makamda
sâlik, sâlih amellere, zühd ve takvâya sımsıkı sarılır. İşte bu iltifat, onu
ruhânî amellerden perdeler.[9]
Kaynak: Ahmet
ÖGKE, Yiğitbaşı Velî…Ahmed Şemseddîn-i Marmaravî…Hayâtı, Eserleri Ve Tasavvufî
Görüşleri…
[1] Melâmet: Sözlükte; kınama, ayıplama, kötüleme ve karalama gibi
mânâlara gelir. (Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 324) III. H./X.
M. yüzyılda Horasan erenlerinden Hamdun Kassâr’ın (V. 271 H./894 M.) fikrî
liderliğiyle başlamış bir zühd hareketidir. Melâmîliğe göre Allâh’a birtakım
kıyâfet, tören, âdet, gelenek ve zikir toplantıları ile kavuşmak mümkün
değildir. Vuslat; Hakk’a bağlanmak, halka hizmet, toplum içinde yaşamak tevâzuu
ve aşkı ile gerçekleşir. Bu anlayışın temel esasları şunlardır: a) Kınayanın
kınamasından korkmamak, b) Hayrı gizlemek, şerri açığa vurmak, c) Nefti
kötülemek. Bir tarikat olmaktan çok, her tarikatta belli ölçülerde iz bırakmış
bir anlayış olan Melâmîlik, zamanla bozularak lâubâli ve kayıtsız sûfîlerin
yolu hâline gelmiştir. (Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar, s.. 255-260)
[2] el-Hucvirî, Keşfü
’l-Mahcûb, s. 151
[3] el-Kuşeyrî, er-Risâle,
s. 426
[4] Başka müellifler,
nefs-i levvâmenin seyrinin Allah üzerine {seyr alellâh) olduğunu
söylemektedirler. (Bk.: Erzurumlu İbrâhim Hakkı, Mârifet-nâme, ss. 568,
579; Atvâr-ı Seb’a, Anonim, Süleymâniye Ktp., İbrâhim Ef., 461/1, vr. 9a;
Atvâr-ı Seb’a Risâlesi, Anonim, Süleymâniye Ktp., H. Hayri-Abdullah Ef.,
62, vr. 13b)
[5] Aynı özellikleri
krş.: Erzurumlu İbrâhim Hakkı, a.g.e., ss. 568, 579; Atvâr-ı Seb’a,
Anonim,
Süleymâniye Ktp., İbrâhim Ef., 461/1, vr. 9“; Atvâr-ı
Seb ‘a Risâlesi, Anonim, Süleymâniye Ktp., H. Hayri-Abdullah Ef., 62, vr.
13b ‘
[6] Yiğitbaşı Velî, Atvâr-nâme-i
Seb’a, vr. 38“-41b; Ayrıca bk.: Câmiu’l-Esrâr,
vr. 19b-20“
[7] Rüyâ-iSâdıka için bk.: Bu çalışmanın “Rüyâ ve Tâbirleri” kısmı, (s. 272
vd.).
[8] Nefs ’in Yedi
Mertebesine Dâir Risâle, Anonim,
Süleymâniye Ktp., Kasîdeci-zâde, 703/6, vr. 77b- 78“
[9] BâlîSofyavî, a.g.e„
vr. 1 llb-112b
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar