Ne Olurdu
Neredeyse hiç secdeden kalkmazken alnım, niçin bir kez bile sesini
duymam? Günler, geceler... asırlardır adı dudaklarımdan düşmediği halde neden
bir defa da ben onun adımı andığını işitmem?
Niçin bir tek kelime bile etmez, niçin daima susar? Niçin hep bu kadar
uzakta durur da yakınıma gelmez? Niçin başımı okşamaz, niçin bir kez olsun
konuğum olmayı kabul etmez? Niçin bir kez bile yüzüme bakmaz, bir kez bile
yüzyüze konuşmaya razı olmaz?
Küs müdür acaba bu yetimine?
İyi ama niçin küssün bana? Kadir olan, Rahman olan o, ben değilim. Ben
ki sade mahrum olanım. Ben ki bir tek yazgısı yalnızlık olanım. Ben ki ben diye
işaret edecek bir benden bile mahrum olanım. Merhamete muhtaç olan o değil,
benim. Rahmet ve şefkati, lütuf ve ihsanı isteyen benim, vaad edense o!
Kulluğumda kusurlarım, ibadetlerimde eksiklerim var, o sebeple mi ses
vermiyor acep? O nedenle mi benimle konuşmuyor? Bu yüzden mi hep uzakta
duruyor, bu yüzden mi bir sabah bile kapımı tıklayıp merhaba demiyor?
Sevgili niçin küssün bana, ben sevgimi hiç kazaya bırakmadım ki! Bir an
bile ondan fariğ olmadım ki! Karanlığın arttığı zamanlarda bile sevgili yüzüme
hiç çirkin görünmedi ki? Derdim de bu ya, sevgili bana hiç görünmedi ki!
Belki de kızgın. Belki de öfkeli.
İyi ama ben mahrum olduğumu hissediyorum, mağdur olduğumu
değil.
Mağdur olsam mağrur olurdum, o takdirde yolunu da gözlemezdim.
Kahrettiğine inansaydım kahrederdim, kahr edemesem isyan ederdim. İnkâr
ederdim. Belki çekinir, belki korkar, korkudan iman bile ederdim. Hiç değilse
kahrının karşısına sabrımı çıkarırdım. Kanaat eder, eldekiy- le yetinir,
inlemezdim.
Benim sabrım yok ki! Ne gücüm var, ne kudretim, ne de artık beklemeye
takatim. Bitmişim, tükenmişim, silinmişim. Hep iken hiç olmuşum.
Bilmem, niçin uzakta duruyor, niçin kapımın önünden bile geçmiyor? Acaba
şehirdeyim diye mi? Şehrin gürültüsü yüzünden çığlıklarımı duymuyor olabilir
mi? Benimle hep asırlar öncesinden konuşmayı tercih etmesinin sebebi bu mu?
Her yakarışımda hep bin yaşındaki yaşlı velilerini göndermesinin? Yüzlerce
tarikin tam da ortasında beni öylece bırakmasının?
Ey sevgili, anlamıyorum, kendi evinde bile konuşmaktan kaçınıp kürsüyü
başkalarına bırakıyorsun. Tekkelerde dahi görenlerin değil bilenlerin dedikodu
yapmalarına ses çıkarmıyorsun. Bir zamanlar seçerdin, artık seçmiyorsun.
Halvethâneni bile kalabalıklarla dolduruyorsun.
Bilirim, şah damarımdan yakınsın, yine de evine çağırıyorsun ama evime
gelmiyorsun. Kalbime. Lütfen duymazlıktan gelme, kullarının senin adını anarak
delik deşik etmelerine izin verdiğin o güçsüz yüreğime.
Onu sana işaret eden ne bulduysam onunla doldurdum diye mi? Susma, söyle
ey sevgili, şehirdeyim, şehirliyim diye mi? Yine bir ara sokakta kayboldum diye
mi?
İstiklal caddesini teşrif etmez mi melaike? O karanlık sokakları, sinemaları,
barları, kafeleri, yardımına ihtiyacı olan biçare günahkâr kullan, ama asıl
âşıkları, gerçek mahrumları, bir de yetimleri, yoksullan, aman, yanlış anlama
sakın, paradan puldan değil, semadan yoksunları. Semadan, yani senden, yani
ümitten.
Susma konuş ey sevgili, kendimi kaybedince niçin seni kaybetmiş oluyorum?
Niçin, kendime yaklaştıkça senden uzaklaşmakla cezalanıyorum.
Sırf, bir kez olsun cemalini göreyim, diye yalvardığı için dağlardan
taşlardan aşağılara yuvarladın kulun Musa’yı. Haddi aşmanın bedeli miydi şu
meşhur len terânî?
Söyle bileyim, cemaline iştiyakım var diye mi saklanıyorsun benden?
Haddi aştım diye mi? Belki de kapında sıraya girenlerle birlikte sıraya
girmedim diye mi? Seni bir tek kendime saklamak istedim diye mi?
Ηλει ηλει λεμα σαβαχθανι!
İsa, tutamayıp kendisini, sonunda böyle hıçkırdı huzurunda. Çarmıhta.
Çektiği acılardan şikâyet ettiğini sananlar nasıl da yanılıyorlar. Acıdan
değil, kuşkudan inlemişti o an. Niçin şimdi benden vazgeçiyorsun demişti, tam
da sana ihtiyacım varken? Çarmıhtayken. Çarmıha gerilene kadar yanımdaydın,
niçin şimdi senin adına çarmıhta asılıyken bana benden vazgeçtiğini
duyuruyorsun?
İzimi kaybettim ey yar, artık ben kendimi kendim bulamam!
Ah bilsen, ben, beni ararsın, peşime düşersin zannetmiştim de
kaybolmuştum, bile isteye nazarından saklanmak istemiştim. Yasayı bozmaz,
töreye karşı gelmezsin biliyorum. Bilmez miyim, elbet bilirim. Lâkin ben yine
de rahmeder de korkma yanındayım, diye fısıldarsın diye bekliyorum.
Ciddiyim, izimi kaybettim.
Şimdi inanmak sırası sende!
Not: Sinema ve Felsefe/ Dücane Cündioğlu kitabın önsözünde... Ingmar Bergman'ın Nattvardsgösterna (1963) adlı filminin yorumundan ibarettir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar