Print Friendly and PDF

Kimiz Ve Neden Burdayız?

Bunlarada Bakarsınız


 

Daniel J. Booristin…(Fenomen Dergisi)…11.08.2001

Sokrat'tan günümüze kadar geçen zaman içinde insan ırkı, yaşamın en önemli iki sorusunu araştırdı: Kimiz Ve Neden Burdayız?

Bu iki ölümsüzlüğün yani bilinmeyen gelecekle kaybolmuş geçmişin arasın­daki insanoğlu kendi davranışlarını araştırmaktan hiç vazgeçmedi. "Kolomblar ve "Leonardo'lar gibi büyük kaşiflerin ve yaratıcıların çalışmaları sayesinde sanatın ve bilimin mirasına sahibiz. Fakat araştırmalarımız hiç sona ermiyor. Çünkü insan, soran bir hayvandır. Galli ozan Dylan Thomas çalışmaların­dan birinde, yılbaşında ona yaban arılarıyla ilgili herşeyi anlatan güzel bir kitap verildiğini anlatır, hayal kırıklığına uğramıştır ve sorar; "Niçin" Üniversitelerimizdeki tüm bilgiler ve müzelerimizdeki tüm hazineler bizi memnun etmemektedir. Batı kültürü araştırmayı yaklaşık 3 tarihsel döneme ayırarak gözlemektedir. Her dönem, üstün bir ruh, güçlü bir söylev ve ayırt edici problemler vardır. Amacı ve nedenlerini araştırırken daima "Neden?"den "Nasıl?”a doğru gidiyoruz. Öncelikle bimeliyiz ki, kurtuluş yollarını ararlarken peygamberlerin ve düşü­nürlerin yolları kahramanlıklara doluydu. Ardından liberalizm ruhuyla beraber, kitlesel araştırma çağı geldi. Ve geçen yakın çağ sosyal bilimler çağıydı ve insanın, tarihin güçleri tarafından yönetiliyordu. Amacı bulmak için kişisel arayışımızda tüm bu araştırma yollarını kullanabilir ve aramanın anlamını bulabiliriz.

 

"..ben de budalayım ve bana atılan iftiralar hakkında diğerlerine sorular sordum ve onlardan açıklamalar istedim, Tanrı'nın beni bir arayıcı olmam konusunda zorlamasından korkuyordum. Fakat beni öyle yapmadı.." Sokrates

 

Peygamberler Ve Filozoflar

Antik mirasımız olan ilk çağ, peygamber ve filozoflardan esinlenilen cesur araştırmacıların çağıydı. Tanrı'dan gelen mesajlar, nedenleri de içeriyordu. Gerçekte peygamber (nebi) sözcüğü, Tanrı adına söz söyleyen ya da Tanrı'dan ilham alan kişi anlamına gelir. Peygamberler, geleceği önceden haber veren kişiler değildiler fakat Tanrı'nın amacını ve insanın "neden"sorusuna Tanrı'nın cevabının açıklayıcılarıydılar. Peygamberliğin ilk belirgin örneği olan Musa, geleceğin tasarımını değil Tanrı'nın kendi insanlarına olan emirleri açıkladı. Böyle yapmasındaki amaç insanın yaşam yolunda Tanrı'ya itaat etmesinin sınanmasıydı. Böylece 10 Emir gerçek inananın itaatinin göstergesidir. Bu düşünceler bin yıl sonra Tanrı'nın isteklerine boyun eğmek için Arap dünyasından doğan İslam'ın kalbi haline geldi, emrin dili değişmiş, Tanrı bu kez İbranice değil, Arapça konuşmuştu. Tanrı'nın emredici sesi peygamberleri aracılığı ile insana ve topluma açık bir yön veriyordu. Araştırıcının sorunları, Peygamber Eyüp'ün yaşamında belirginleşir. Eyüp Sendromu kendisine güvenen her araştırmacı için bir uyarıdır, öyküde insanın amacı doğrultusunda kendi yarattığı kişisel sorunlar anlatılır. Tevrat'da bir şiir olarak yer alan Eyüp Kitabı, güçlü bir edebi eserdir. Bu bilinen hikaye masumluğun ve insan kaderinin klasik destanı haline gelmiştir. Eyüp Tanrısına sadık, ibadet eden, iffetli ve başarılı biridir. Güzel bir ailesi vardır ve komşularından saygı görmekte ve var­lıklı bir yaşam içinde erdemliliğinin karşılığını almaktan hoşlanmaktadır. Ve ortaya çıkan Şeytan Tanrı'ya Eyüp'ün erdeminin ve dindarlığının dünyevi amaçlar ve ödüller için olduğunu iddia ederek Eyüp'ün Tanrı'ya olan inancının sınanmasını ister. Şeytan'a göre, eğer Tanrı Eyüp'ün herşeyini alırsa, Eyüp Tanrı'ya lanet edecektir. Ve Tanrı Eyüp'ün inancının sınanması için Şeytan'a izin verir. Eyüp'ün sığırları çalınır. Koyunu bir şimşek tarafından çarpılır ve çocuğu bir çöl fırtınasında ölür. Ve son olarak Şeytan Eyüp'ün tüm bedeninde yaralar oluşturur. Fakat Eyüp hala Tanrı'ya karşı gelmemekte ve şikayet etmemektedir. Aksine Tanrı'nın hikmetini övmektedir. Tanrı Eyüp'e cevap verir, kendi gücüyle övünmemekte sadece kendi onurunu ve yaratışını hatırlatarak Eyüp'e Yaratıcı'nın kimliğini hatırlatır. Sonunda Eyüp, Tanrı'nın çok güçlü olduğunu doğrular: "Tüm gücünüzle, istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz." der. Tanrı, Eyüp'ün itirafını kabul eder ve öncekinden daha fazla refah ile Eyüp'ü kutsar. Şimdi Eyüp'ün 7 çocuğu vardır ve hiçbir kadın üç kızı kadar güzel değildir.

Marx'ın yeni tarihçiliği, sınıflara ayrılmış insanların güçlerini açıklayan bir ideolojiyi yaratarak Batı toplumunun kaderini planladı. Fakat maddesel güçleri yola çıkarmak için insanoğlu  özgürlüğünü terkediyor ve kısıtlanıyordu.

 Tanrı'nın Paradoksu

Eyüp neden acı çektiğini söylemedi? Neden Güzel ve iyi Tanrı, Seylan'ın yaptıklarına izin verdi? Bu sorun, inancı için yaratıldığına inanan bir Musevi-Hıristiyan'ı, bin yıldan bu yana şaşırtırken Batı dü­şüncesini de usandırmaktadır, olay açık bir şekilde monoteizmin bir ürünüdür. Yardımsever, güçlü ve bilgili bir Tanrı'nın itiraz kabul etmeyen nitelikleri tarafından oluşturulan bir sorundur bu. İngiliz yazar C. S. Lewis'in de dediği gibi "Tanrı mükemmel ise insanlarını mutlu etmeyi isteyecektir ve Tanrı herşeye kadirse istediği şeyi yapacak güçte olacaktır. Fakat insanlar mutlu değiller. Bu nedenle Tanrı'nın da iyiliğe, güce ya da her ikisine de ihtiyacı vardır." isteksiz olsak da, Tanrı’ya olan inancı terketmek Batılı araştırmacıların sık denedikleri bir şeydir, ustalıkla ve hayaller kurarak Eyüp'ün paradoksunu çözmek için harekete geçtiler. Bu, John Milton'un "Kaybolmuş Cennet inde vurguladığı "insanı yargılamak için Tanrı'nın yolları" konusunun ta kendisiydi. Leibniz 18. Yüzyıla kadar bu sıkıcı soruna bir isim verdi; "Teodicy" (Tanrı'nın tedbirlerini haklı çıkaran felsefe). Sözcük, Yunanca Theos (Tanrı) ve dike (adalet) kelimelerinden gelmektedir. Eyüp ve diğerleri yardımsever Tanrı'ya olan inançlarıyla yaşarlarken, masumluklarına rağmen çektikleri acı onları şaşırtmamış mıydı? Ama bu soru tüm insanları ayrı düzeyde rahatsız etmemektedir. Doğudaki dinler örneğin Kali'nin (Hinduizmde dört kollu tanrıça), olumlu tanrısal özelliklerini yok ederek farklı bir Tanrı görüntülediler. Yanısıra da Karma inancındaki (önceki yaşamdan kalan suçlar) günah ve tanrısal ceza kavramlarını ilahiyatçı makul açıklamalarla sundular.

Diyalogun başlangıcı, peygamberin diyalogsuzluğuna karşı

Peygamberleri araştıranlar, genel ortak ecdatlardan, kültür ve liderliklerden oluşan bir kabile toplumdan söz ederler. Atalarından bildiklerine ve inandıklarına göre Tanrı'nın Ahdi vardır ve şudur; Tanrı ve O'nun insanları beraberdirler, Tanrı'nın insanları Kanun Tabletlerinde belirtilen yasalara uyarken, Tanrı seçtiği insanları korumak ve yol göstermek zorundadır. Bu yolda insanın ve toplumun amaçları daima anlatılmış ve ilan edilmiştir. Orta Doğu çöllerinde yaşayan insanlar doğal olarak yol gösterildiği gibi amaçları doğrultusunda yukarıya yani cennete doğru baktılar. Fakat Tanrı'ya yakarı ve O'nun emirlerine uymak tek yol değildi. Birileri farklı düşünüyorlardı. Aşağı yukarı aynı dönemlerde "Antik Yunan Mucizesi" başlıyordu. Doğu Akdeniz'in çevresinde yaşayan Eski Yunanlılar kendi yollarını buldular. Dağlar ve denizler tarafından doğal olarak bölünen kent-devletlerden meydana gelen Yunanlılar'ın meclisleri (Ecclesia) yüz yüze görüşerek, tartışarak yönetilen küçük insan topluluklarıydılar. Bu küçük insan toplulukları, birbirlerine akıl danışırlar, sözü idealize ettiler nedenselliğin olağanüstü aracı haline getirdiler, izledikleri yolun adi diyalogdu. Bu yolun azizi Sokrat'tı. Sokrat, cennetten atılmanın anlamını araştırdı. Sokratın etkisi bir felsefe okulu anlatısı değildi. Kişiliğinde, yaşamında ve ölümünde de devam etti. İsa'dan farklı olarak Sokrat, Aristophanes, Kenophon, Plato, Aristo gibi edebi kişilikler, inançları öğütüp, ufaladılar. Sokrafın araştırma yolunun hakim ruhu hala Eflatun'un dialoglarmda şüphe götürmez bir şekilde görülür. Sokrat, öğretmen olmadığını söylüyordu ve onun sallanan öğretici parmağı hiçbir zaman can sıkmadı.

Voltaire, dinsel ve kiliseye ait korkuları, sanatı, edebiyatı, bilimi, hukuku, sosyal ve mali kuruluşları araştırdı. Yüzyıllardan beri kan dökülmesine neden olan Hıristiyan kilisesini kınayarak kitabına son verdi. Bu tavır korkutucu ve cesurcaydı.

 Sözün önemi ve yazının ruhsuzluğu

Diyordu ki; "..ben de budalayım ve bana atılan iftiralar hakkında diğerlerine sorular sordum ve onlardan açıklamaları istedim, Tanrı'nın beni bir arayıcı olmam konusunda zorlamasından korkuyordum. Fakat beni öyle yapmadı" Sokrat, konuşmalarında, kafasında sorular kalan her insanın içinde doğruların keşfedilmemiş olarak yattığını öne sürüyordu: Tüm insandaki bilgeliğin ima edilmesi Sokrat'a ait teknikti. Sokrafın mantığa aykırı gibi görünen olağanüstü tekniği, her insanın içindeki bilgeliğin bu­lunması için evrensel potansiyelin ve cehaletin aydınlığa çıkarılmasını amaçlayan bir diyalog türüydü. Gerçeğin aranması, konuşulan ve yaşanan kelimede yer alan akıcı bir yoldu. Plato, yazılan kelimelerle öğrenim dünyasını ihlal ettiğinde Atina'nın geçiş çağında yaşıyordu. Bu açıklama, yazının mucidi Mısırlı Tanrı-kral Thamus'dan Thoth'a kadar yapılan uyarılarda ifade edilen yazılmış kelimenin tehdid edici olması anlamına geliyordu. Plato, "Yazının keşfi, öğrenenlerin ruhlarında unutkanlığı oluşturacak çünkü hafızalarını kullanmayacaklar. Yazı karakterlerine güvenecekler ve kendilerini harlamayacaklar. Keşfettiğiniz bu özellik, anlamak için değil hatırlamak için bir yardımcıdır, icatlarınızı hakikat için değil, gerçeğin benzerliği için yapıyorsunuz." Diyalogun tarzı konuşulan kelimenin değerini arttıran ve yazmaya ikincil bir yol veren özel bir yoldu. Bugünkü düşünür önce bir yazar sonra bir konuşmacıdır. Sokrat, yazıların sorulara cevap veremeyeceğini yazılan kelimenin cansız olduğunu söylüyordu. Fakat konuşulan kelime, ruhun içini oyar akıllıdır ve kendini muhafaza eder. Ve ne zaman konuşup ne zaman sessiz kalacağını bilir. Bilginin yaşayan kelimesi, hayalden başka bir şey olmayan yazılan kelimenin ruhuna sahiptir. Böylece düşünür, ne onlar için konuşmayı ne de diğerlerine layıkıyla gerçeği öğretmek için kelimeleri yayan, kalem ve mürekkeple yağmur altında kendi düşüncelerini ciddi olarak yazmaya eğilimli olmayacaktır. Sokrat, bir yazar ya da bir mezhebin üyesi olmakla suçlanmadı. Fakat sesler duydu ve Atinalı gençlerle görüşmelerinde geleneklere göre eğitim vermemekle suçlandı. Sokrat'ın deneyi ve ölümü hala bize meydan okuyor. Sokrat, Büyük Mora Savaşı'nda Atinalılar için hayatını savaş alanında tekrar tekrar riske sokmuştu, iddia edilen şey; bilgelik üzerindeki üstünlüğüydü ve küçük halkının kanunlarına uyarak yaşamını verdi.

Plato, “Yazının Keşfi, Öğrenenlerin Ruhlarında Unutkanlığı Oluşturacak Çünkü Hafızalarını Kul­Lanmayacaklar. Yazı Karakterlerine Güvenecekler Ve Kendilerini Hatırlamayacaklar. Keşfettiği­Niz Bu Özellik, Anlamak İçin Değil Hatırlamak İçin Bir Yardımcıdır. İcatlarınızı Hakikat İçin Değil, Gerçeğin Benzerliği İçin Yapıyorsunuz.”

İçten ve dıştan gelen ses

Sokrat, Atinaların cehaletlerini uyandırmak için ölürken, Eyüp Tanrı'nın amacını yargılamak ve anla­mak için yeteneksiz olduğunu itiraf etti. Fakat Eyüp kendi cahilliğini kabul ederken Sokrat, araştırma gerçeği içinde ölmüştü. Ve Sokrat, son sözlerinde kendi kararları adına dileniyordu. "Arkadaşlarım, oğullarım büyüdüğünde onlara ceza vermenizi rica edeceğim. Oğullarım gerçekten hiçbir şey olduklarında bir şey yapar gibi görünürlerse, zenginlik ya da doğruluktan başka bir şeyden hoşlanıyor gibi görünürlerse sizin canınızı sıktığım gibi sizlerin de oğullarımı rahatsız etmenizi istiyorum... Ayrılış vakti yaklaştığında herkes kendi yoluna devam edecek. Ben öleceğim ve sizler yaşayacaksınız. Her şeyin en iyisini sadece Tanrı bilir." Bu bir kinaye idi. Sokrafın editörü, ölümsüz hayalet yazarı Plato, tamamlanmış toplumun son hali olan tüm ütopyaların en etkilisi ve ilk örneği olan Cumhuriyetin yazarı oldu ve değişmeyen saf düşüncelerin azizi haline geldi. Ve Plato'nun Cumhuriyeti araştırmacılar için bir ihtiyacın ve araştırmanın dengeli bir sonu olduğunu iddia ediyordu. İngiliz matematikçi ve filozof Bertrand Russel buna karşı çıkıyor ve "Tüm yöneticiler filozof ise hiç bir yenilik olmaz. Tüm zamanlarda bir filozof Plato'yu anlayan ve onunla anlaşan kişidir. Plato'nun Cumhuriyeti'nde Sokrat, Atinalılar'ı daha fazla hoşnut edemez." diyordu. Anlamı anlamak için araştırılan hikayeyi anımsadığımızda mesaj veren kişilerin mesajlarını unutmak, hayali öncelliği ve cesareti hatırlamaya eğilimliydik, ibrani peygamberler bizim için dokunaklı öğütler ve feryatlarla yaşıyorlar. Yunanlı filozoflar, Sokrafın dramasmda ve bilgeliğinde yaşıyorlar. Peygamberler Tanrı'nın sözündeki amacı araştırdılar, filozoflar herkesin içindeki nedenselliği özgür bırakmak için araştırma yaptılar. Hepsinin sesleri kahramanlık doluydu; Peygamberlerin iletişim kanalları yukarıdan geliyordu, filozoflar ise içlerinden gelen saklı sesi dinliyorlardı.

Toplumun Yolları

Batı'daki araştırmanın bir sonraki büyük dönemi, peygamberlerin görüşlerini ya da tüm insanlar için açığa çıkan kişisel nedenlerdeki amacı araştırmaktı. Amaç toplum içindeki insandı 15. yüzyılın başlarında keşfin büyük devrinde, deneyler paylaşılmaya başlandı ve böylece güç dramatize edilerek, komünyel olasılıklar başladı. Avrupalıların Amerika'yı keşfi, Avrupalılar dünyanın ne kadarını bilmediklerini ve keşifsel yatırımların uluslar ve bireyler için fırsatları nasıl açabileceğini gösterdi. Bu deneyimin dışında ve Rönesans'ın canlılığında insanın ve dünyanın keşfi ile toplumsal bir çaba olarak araştırmanın yeni bir yönü meydana geldi. Böylece başarılı olan ülkelerde büyük etki yaratan toplum­sal araştırmanın yeni bir yolu ortaya çıktı. "Uygarlık" toplumun maksadını ve anlamını söyleyecekti. 23 Mart 1772'de James Baswell, ingiliz söz-bilimci Dr. Samuel Johnson'u kendi ingiliz Dili Sözlüğü'ne "uygarlık" kelimesini kabul ettirmek için ikna etmeye çalıştı ama Johnson'u kandıramamıştı ve sözcük "kibarlık" (civility) kelimesi yerine geçti. Fakat Voltaire'in Fransızca sözlüğündeki "uygarlık" kelimesi yetenekli tüm insanların aydınlanmasını ta­nımlayan bir ad haline geldi. Fransa'da Voltaire uygarlığın zirvesini görmüştü. Kendi tarihini ve 14. Louis çağındaki tarihi araştırarak yazdı. Rusya'da Büyük Peter, diğer ülkelerin biraraya gelmesiyle uygarlığın oluştuğunu zannetti.

Uygarlığın üç mutlu dönemi

Voltaire'e göre uygarlık, Fransa'nın, dilin ya da herhangi bir insanın tekeli değildi. Uygarlık, toplumdaki insanların mükemmelliğinin ve başarılarının araştırılmasıydı. Voltaire uygarlığın üç mutlu devresini gösterdi, ilki, Philip ve iskender zamanındaki klasik Yunan dönemi ve geri kalanı barbar olarak bilinen dünyaydı. Sezar ve Augustus devresi olan ikinci dönemde Vitruvius, Varro, Ovidius, Horace, Virgil, Livy, Cicero ve Lucretius'un isimleri ayırt ediciydi. Üçüncü devir ise italya'nın şanı olan Rönesans devriydi. Yu­nanistan'dan italya'ya geçen ve yerleşen sanat çok çabuk geliştiği uygun bir yere düştü. Fransa, İngilte­re, Almanya ve ispanya bu meyveleri almayı arzuladılar. 14. Louis devri olarak adlandırdığımız dördüncü devir, mükemmelliğe daha çok ulaşılan bir devirdir. Keşiflerin zenginleşmesiyle 14. Louis devri diğer üç devreden daha çok şey başardı. Tüm sanatlar Medici, Augustus ya da iskender'den daha ileriye gitmediler. Bu doğrudur. Fakat genelde insansal ne­denler mükemmelliği getirir. Ve sonunda "mantıklı felsefe" lütufkar etkisini İngiltere, Almanya, Rusya ve yeniden hayata dönen italya'ya yaydı. 14. Louis'in çağında Voltaire uygarlığın ilk tarihçisi unvanını kazandı. Voltaire, 1738'de hiçbir insanın 14. Louis'den daha iyi olamayacağını ve 17 Yüzyıl'da ulaşılan uygarlığın en üst düzey olduğunu söylüyordu. Voltaire uygarlığın en geniş tanımı için askeri ve siyasi olaylara baktı. Dinsel ve kiliseye ait korkuları, sanatı, edebiyatı, bilimi, hukuku, sosyal ve mali kuruluşları araştırdı. Yüzyıllardan beri kan dökülmesine neden olan Hıristiyan kilisesini kınayarak kitabına son verdi. Dogmanın ruhu insanların kafalarında dini savaşların deliliğini meydana getirir, diyordu.

Denis Diderot'nun "Dictionnaire Raisone des Sciences, des Arts et des Metiers" adlı ansiklopedisi Aydınlanma'nın baş yapıtıydı.. 3000 fotoğraf ve 8000 makaleden oluşuyordu.

Bilgi, kahramanlıktan öncedir

Ruhun araştırılması, fanatizmi değil, uygarlığı oluşturdu ve insanların yaşamını zenginleştirdi. Dogmaların savunulması, ulusların ve imparatorlukların genişlemesi, ilerlemenin düşmanlarıdırlar. Ordulara ve süvari bölüklerine kumanda edenler arasında sadece isimler baki kalır. İnsan ırkının, devam eden yüzlerce savaşta mazeret gösterecek hiçbir şeyi yoktur. İki denizi birleştiren bir kanal, Poussin tarafından yapılan bir tablo, güzel bir trajedi ve keşfedilmiş bir gerçek, bunların hepsi askeri hesaplardan ya da tüm tarihi olaylardan binlerce kez daha kıymetli şeylerdir. Önce büyük insanlar gelir, sonra kahramanlar. Neyin uygun neyin kullanışlı olduğunu yaratmada üstün olan kişiler büyük adam diye adlandırılırlar. Şehir yağmacıları ise sadece birer kahramandırlar. Voltaire Paris'ten Londra'ya kaçtığı sırada insan toplumu içindeki uygarlığa ümit veren şeyi gördü. Bu, tüm insan toplumunda inancı ve Voltaizmi meydana getiren "kesin hicret" idi. Voltaire'in 2,5 yılı ingiltere'de "korkusuz ve akıllı ulus" dan ilham alarak geçti. Bu, ingiltere'de medenileşmiş aydınlanmanın kutlanmasıydı. Parlamento, çiçek hastalığına karşı aşılanma, Newton'un göz ve fizik ilmi, öğrenmeye çalışan bir dizi insan ve hoşgörü ruhu. Voltaire'nin ingiltere sürgünü ona ulusların birinden diğerine nasıl zenginleştiği ve uygarlıklarıı nasıl paylaştığını gösterdi.

Devrim kendi kafasını kesiyor

Voltaire, 14. Louis'in Fransa'sında uygarlığın zaferini ve Rusya'da uygarlığın yükselişini gördü. Vol­taire'nin arkadaşı Denis Diderot tarafından hazırlanan "Dictionnaire Raisone des Sciences, des Arts et des Metiers" adlı Ansiklopedisi ve 1728 yılında ortaya çıkan "Bilim ve Sanatın Evrensel Sözlüğü" aydınlanmanın baş yapıtlarıydılar.. Yaklaşık 3000 fotoğraf ve 8000 makale ile tüm sanat ve bilginin depolandığı 28 kitap, çağa yol gösteren Fransız düşünürlerin ortak çalışmasıydı. Kısacası bu bir Aydınlanma bildirisiydi. Çalışmaya imza atan 2000 kişi vardı, okuyucuları zorlayan tehlikeli bir eserdi. Sunduğu şey görüş değil, tüm bilginin tamamıydı. Geleneksel öğrenim ön yargı ya da batıl itikat olarak tanımlanıyordu. Makaleler sendeleyen eski rejime meydan okuyordu. Diderot'un politik otorite üzerine yazdığı makale, yöneten kralın duru­munu sarstı. D'Holbach anarjiye uygun bir monarşide ısrar ediyordu ve Rousseau yıkıcı fikirlerini açıkladı. Hemen tüm makaleler Bourbon ve Katolik dogmalarını içten içe kemiriyordu. Bu, gelecekteki devrimin öngörüsüydü. Kral 1759 yılında kitabın yayın iznini iptal etti. Aynı yılda Ansiklopedi, Kilise tarafından toplatılmıştı. Fakat Voltaire ve diğer filozoflar uygarlığı savunuyorlardı. Ansiklopedinin kalıntısı bile Aydınlanma'nın canlılığını gösteriyordu. Fransa, Devrim'e doğru giderken oluşan düşünsel hareket, adaleti tanımlayamayan Parisliler'i de birlikte sürükledi. Ama Devrim, giyotin tutkusu yüzünden kendisini de idam edecekti..

Bilgi cumhuriyetinin temelleri

Voltaire'ye göre uygarlık sadece Avrupalıların değil tüm insanoğlunun başarısıdır, onun zamanında kozmopolit bir ruh yaşanıyordu. 13. ve 14. yüzyıl Avrupa'sında önemli icatlar yapılmıştı. Voltaire, bunların bilimsel ya da felsefi bilginin bağımsızlığının ve insandaki yaratıcılığın meyvesi olduğunu önemle vurgular. 15. Yüzyıl'da Voltaire'e göre cam pencerelerin, aynaların, yel değirmenlerinin ve gözlüğün icadı şaşırtıcıydı. Batıl itikatların ve fanatizmin ağır baskısına rağmen, Voltaire ruhu araştırmayı sürdürürken cesaretini hiç yitirmedi. Ruhu araştırırken inandığı en büyük kaynak olan tarihti. Diğer ülkelerin kanunları ve gelenekleri, ilişkileri bulmakta yardımcı olur. Bu da modern ulusların rekabete girmesiyle mümkündür. Tarihsel hatalar ve talihsizlikler, insanları düşünmeye iter veya itmelidir. 17. Yüzyıl'ın ortalarından 19. Yüzyıl'a kadar süren, Avrupa'daki toplumsal araştırma çağı, bilginlerin, beyannamelerin ve anayasaların çağı idi. 14. Louis, Voltaire'nin modeliydi fakat diğer aydın krallar onun çağdaşlığına ulaşamadılar. Voltaire ülkesini yani Rusya'yı Avrupa'ya sokmayı başaran 2. Catherina ve Washington aşığı Prusyalı Frederick ile mektuplaşarak Aydınlanma aşısını sürdürüyordu. Modern liberalizm toplumsal araştırmanın mirasıdır ve Amerika Birleşik Devletleri örgütlenmiş toplumun gücünü gösteren ve kanıtlayan ilk ulustur. Milton ve Locke, Amerika'nın ingiliz atalarıydılar ve Benjamin Franklin ile Jefferson okyanus ötesi bilgi cumhuriyetini daha Paris'de bulundukları sırada kurmuşlardı.

Modern Liberalizm Toplumsal Araştırmanın Mirasıdır Ve Abd, Örgütlenmiş Toplumun Gücünü Gösteren Ve Kanıtlayan İlk Ulustur. Milton Ve Locke, Amerikanın İngiliz Atalarıydılar Ve Benjamin Franklin İle Jefferson Okyanus Ötesi Bilgi Cumhuriyetini Daha Pariste Bulundukları  Sırada Kurmuşlardı.

Bilimin ve kaderin yasaları

Bu yüzyılda sonuçları kesin kurallarla ortaya çıkan tarihsel değişim inancını ifade eden yeni bir anlamı içeren bir tarih yazılmaktadır. Bu görüşe göre tarihin yönü daha önceden açıklanabilir fakat insan isteği ile değiştirilemez. Sosyal bilimler, eski peygamberler rolünü oynarlar. Bilim geleneğin oluşmasını Fransız filozoflar hazırlamıştı. Cordorcet ilerlemeyi işaret ederken, Auguste Comte büyümeyi haber verdi. Fakat Kral Marx'dan önce, sosyal bilim dogmalarının Batı toplumunu ve politikayı etkilemek için güce ihtiyaçları vardı. Ve yeni sosyal bilimler, resmen kehanet deposu haline geldiler. Darwin organik doğada evrim kanununu keşfederken, Friedrich Engels kahramanların artık mezarlarda olduğunu bildirdi. Ve böylece Marx insanlık tarihindeki evrim kanununu keşfetti. Bu arada Darwin Batı Avrupa'nın yaygın dinsel inançlarını sarsarken, Kral Marx yeni bir dini yaratmaya başladı. Marx'ın yeni tarihçiliği sınıflara ayrılmış insanların güçlerini açıklayan bir ideolojiyi yaratarak Batı toplumunun kaderini planladı. Fakat maddesel güçleri yola çıkarmak için insanoğlu öz­gürlüğünü terkediyordu. Marx, "..tüm bunların ötesinde orta sınıfın meydana getirdiği tek şey mezarcılardır. Düşüş ve işçi sınıfının zaferi tam anlamıyla kaçınılmazdır" sözlerini Komünist Bildiri'de kullandı. Ve bilimsel kehanetini tamamlamak için işçi sınıfına yalvararak açıklamasına son verdi. "Tüm ülkelerdeki işçiler, birleşin!" Bu, tarihi taşıyan arabaya binmek için bir davetti. Marx'a göre öngörülen kader erkek ve kadınların isteği değildi sadece ve sadece Marx'a özgü bir tarihsel bilimin güç gösterisiydi. Uluslararası amacı gözardı etmeden "Çalışan Sınıfın Kutsal Kitabı" gibi bir başlık altında anıtsal "Das Kapital" e uygun bir tanım konuldu. Bu gönderme, kutsallıklara ve Peygamberlere karşı görünüyordu ama güncel yorumculara göre kasıt yoktu.

 Darwin Batı Avrupa'nın yaygın dinsel inançlarını sarsarken, Karl Marx yeni bir dini yaratmaya başlamıştı. Oysa Darwin, inançlarla ilgilenmiyordu; ona göre insan kendi kendine varolmuş ve zaman içinde evrimleşmişti.

 

Felsefenin peygamberi Bergson

Fransız düşünür Henri Bergson kehanette bulunmayan, dinamik insan ruhunun sözcüsü olan bir peygamberdi. Tarihin otomatif güçlerini ve mekanik tüm dogmaları reddederek, insanın bağımsızlığını yeniden seslendirdi. Böylece zamana ve evrime canlandırıcı yeni bir anlam verdi. Bergson ilk olarak makinenin zaman kavramına yaptığı şeyi reddetti. Zamanın mekanik görüş teknolojisinin bir ürünü olduğunu gözlemledi: Değişmez hayali birimlerin (dakika, saat, gün) ayarlanabilen ve tık tık vurarak devam edebilen zaman fikrine karşıydı. Zıt olarak Bergson yaşayan zamanın fiziki yaşam özümüzün süresi olduğunu gözlemledi."Şimdiki zamandan başka hiçbir şey yoktur: Geçmiş zamanı şimdiki zamana uzatamazsınız, evrim yoktur, zamanı durdurmak yoktur. Zaman geleceği kemiren ve ilerlerken gittikçe artan ve biriken geçmişin ilerlemesidir. Geçmişin durmaksızın çoğalmasıyla korunmasındaki sınır bulunmamaktadır. Hafıza ise bir çekmeceye atılan biriktirilen hatıralar fakültesidir. Gerçekte geçmiş otomatik olarak saklanır. Ve mükemmelliği nedeniyle her zaman bizi peşinden sürükler." diyor ve ekliyordu; "Değişim, deneyimin özüdür. Devam etmeyen ve değişmeyen şey egodur ve dayanıklılığımız özgürlüğü mümkün kılan şeydir. Özgürlüğümüz gerçektir fakat tarif edilemez, çünkü biz hürüz" Amerikalı psikolog William James'in gözlemi bu doğrultudaydı "Özgürlüğümün ilk hareketi özgürlüğe inanmak olacaktır." Ve sonunda Bergson şöyle dedi; "Bilinç aslında özgürlüktür. Özgürlüğün ta kendisidir." "Yaratıcı Evrim" 1907 yılında yayınlandı. Bergson, evrimi tarihsel bir gerçek olarak görmüyordu. Bağımsız insan ruhuna uygun ve makul canlı bir element olarak tanımlıyordu. Evrimin yaygın maddesel ve mekanik görüşüne karşı Bergson'un memnuniyetsizliği kitabında ayrıntılarıyla anlatılır ve kendi görüşünü sunmuştur. Bergson soruyordu; Yaşayan ilk tek hücreli canlılar kendi çevrelerine iyi adapte olamadılar mı? Bir süre sonra evrim bu devrede neden durmadı? Yaşam, kendisini daha tehlikeli bir hale sokmaya devam ediyor. Türlerin işlenmesi ve çoğalmasını açıklamak için daha yaşamsal nedenlerin ve etkenlerin varlığını aramak ve düşünmek akla daha uygun değil miydi? Bergson evrim ürünlerini ve yöntemlerini inceledikten sonra fiziksel güçlerin ötesinde akıl ötesi birşeylerin varoluşuna ait ipuçlarından söz etti. Böylece, evrimi kaba bir materyalizmden kurtardı. Rasgele değişim süreci açıklamasının karmaşık organsal evrimi açıklayamayacağını tartıştı.

"Değişim, deneyimin özüdür. Devam etmeyen ve değişmeyen şey egodur ve dayanıklılığımız özgürlüğü mümkün kılan şeydir. Özgürlüğümüz gerçektir; Bilinç aslında özgürlüktür. Özgürlüğün ta kendisidir." Henri Bergson

 

Sorular değişti ama cevaplar hala yok

Bergson'un unutulmaz söz sanatı ve anlatım yeteneği onu edebi bir peygamber haline getirdi. Evren­de günlük deneyimde yaşanan zamanın veya sürenin canlılığını buldu. Böylece evrimin tüm yollarında Bergson yaşamsal bir gücü gördü. Teknoloji ve bilimde yeni anlamları bulma yetisine sahipti, inanılmaz ama "Yaratıcı Evrim" adlı kitabındaki son bölüm "Mekanik Hayalin ve Düşüncenin Sinema Makinasına ait Mekanizması" idi. Oysa sinema kelimesi bilinen anlamda yoktu. Ve Bergson'a göre sinemanın mecazi anlamı hız dizisinde görünen değişen görüntülerin sırasıydı, yaşam süresi fikri bir ihtiyaçtı ve mekanik hayali gösteren bir dizinin tümüydü. Bergson'un büyülediği William James, biyologların kuru öğretilerini bir derenin tatlı sesine dönüştürdüğü için onu "Sihirbaz" adıyla tanımlar. Bergson'un yeteneği 1928 yılında Edebiyat Nobel Ödülü ile ödüllendirildi. Peki ama bilinmeyen geleceğin kavranması ve insanın amacını soruşturan Batılı araştırmacıların bilinçleri neydi? Sade bir şekilde geçmişteki gerçeklere ve güçlere ulaşarak tarih duygusunu güçlendirdiler ve derinleştirdiler. Fakat araştırmacıların sorularının odağı, daha etkin ve güçlü bir şekilde dini "Neden?" den bilimsel "Neden?" e, "Ne sona erdirdi?" sorusundan "Ne neden oldu?" sorusuna dönüştü. Kanunlar ve nedenler tarihin gittiği yönü açıklamada yardımcı olabilirler. Ve belki de geleceği önceden bildirirler. Fakat anlamı keşfetmek insanın rolünü etkileyebilir mi? Amaç duygusunu tekrar nasıl yakalayabilir ve zenginleştirebiliriz? Kaybettiğimiz ruhsal deneyim ve doyum tekrar nasıl kazanılacak. Soruların değişimi, cevapları yine getirmiyor, yöntem ve mantık değiştirerek acaba amacı daha çok mu yitiriyoruz? Yoksa Bergson'un dediği gibi, "Yaratıcı’yı yaratmak için Tanrı mı işe karıştı?" Sormaya devam eden tek hayvan olan insan yoksa hiç tatmin olamayacak mı? Ve en önemlisi sorgu bitince, biz de bitecek miyiz? Kısacası, varoluşumuzun nedeni, soran bir hayvanın deneyiminden ibaret olamaz mı?

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar