DICTIONNAIRE DE LA VIE AMOUREUSE FRANCAIS – TURC AŞK-I HAYAT SÖZLÜĞÜ FRANSIZCA – TÜRKÇE
J’ai souvent entendu dire, depuis mon arrivee a İstanbul, que les Français sont amoureux de leur langue, et que le français est la langue de l’amour. C’est de ces deux idees repandues ici quest nee lidee, apres le glossaire culinaire, d’un dictionnaire franco-turc de la vie amoureuse.
En realite, tous lespeuples aiment leur langue et la langue de l’amour, dit-on,
est universelle. Mais il
Notre equipe de
traducteurs de l’Institut et du Consulat est donc partie a la recherche des
equivalents turcs a chacune des expressions françaises les plus
caracteristiques de la vie amoureuse. Beaucoup dexpressions sont communes,
quelles soient importees du français, ou quelles aient une traduction tres
proche. Dautres sont tres differentes.
Je voudrais remercier notre
Attachee de cooperation pour le français, Marie- Christine Jung d’avoir mene a
bien ce travail, ainsi que les traducteurs pour le travail accompli, l’equipe
qui a bien voulu en effectuer la relecture, et le groupe Doğan, avec le soutien
dAkmerkez, qui en a assure l’impression. Mes remerciements vont aussi au
petitjournal.com pour ses deux articles qui completent la partie lexicale.
Nous sommes ouverts a tous les
complements que lon nous apportera sur d’autres expressions françaises, ou des
expressions turques caracteristiques a traduire en français.
Je forme le
vceu que ce petit dictionnaire, a sa maniere, contribue a rapprocher la France
et la Turquie a l’instar des couples mixtes franco-turcs dont certains sont
reunis au Palais de France le 13 fevrier 2014 a loccasion de la Saint-
Valentin.
Bonne lecture a tous
Muriel DOMENACH
Consule
generale de France a Istanbul
İstanbul’a.
geldiğimden beri, Fransızların dillerine aşık olduklarını ve Fransızca’nın aşk
dili olduğunu sıklıkla duydum. Mutfak sözlüğünden sonra, Fransızca-Türkçe aşk
sözlüğü fikri, burada yaygın olan bu iki fikirden doğdu.
Aslında, tüm halklar kendi
dillerini severler, ve aşk dilinin evrensel olduğu söylenir. Ancak bizim, hem
edebi, hem de gündelik hayata ilişkin aşkı anlatan kelime haznemizden gurur
duyduğumuz da doğrudur. Dilimizi seviyoruz ve onu hem bilenlerle hem de aynı
zamanda, tıpkı yaklaşmaya cesaret edilemeyen birine bakarcasına, mesafeyle bakanlarla
paylaşmak istiyoruz.
Bu fikirden yola çıkarak,
Fransız Kültür Merkezinin ve İstanbul Fransa Başkonsolosluğunun çevirmen ekibi,
aşk hayatının en belirgin Fransızca deyimlerinin her birinin Türkçe karşılığını
aramaya koyuldu. Gerek Fransızca’dan ithal edilmiş olsun gerek çok yakın bir
çevirisi olsun, birçok deyim her iki dilde de aynı. Bazıları ise çok farklı.
Bu çalışmayı güzel bir şekilde
yürüten Fransız Dili İşbirliği Ataşemiz Sayın Marie-Christine Junga,
emeklerinden dolayı çevirmenlere, tercümeleri okuyan ekibe, Akmerkez’in desteği
ile baskıyı üstlenen Doğan grubuna teşekkür etmek istiyorum. Sözlüğü tamamlayan
makalelerinden dolayı « lepetitjournal.com » a da ayrıca teşekkür etmek
istiyorum.
Diğer Fransızca
deyimler veya Fransızca’ya çevrilebilecek tipik Türkçe deyimler ile ilgili
getirilebilecek tüm katkılara açık olduğumuzu belirtmek isterim.
Bu küçük sözlüğün, kendine özgü
bir şekilde, Sevgililer Günü vesilesiyle, 13 Şubat 2014 tarihinde Fransız
Saray’ında bir araya gelen Fransız-Türk karma çiftler örneğinde olduğu gibi,
Fransa’yı ve Türkiye’yi yakınlaştırmaya katkı sağlamasını diliyorum.
Hepinize
keyifli okumalar!
Muriel DOMENACH
Fransa İstanbul Başkonsolosu
s’abandonner |
kendini
bırakma |
Accepter de perdre le contröle de soi
pour la bonne cause. |
Doğru
amaç uğruna öz denetimini yitirmeyi kabullenme. |
accepter
l’autre |
ötekini
kabullenme |
Admettre sa difference. Prendre en
compte son identite singuliere. |
Farklılığını
kabul etmek. Özgün kişiliği dikkate alma. |
adorer |
tapmak |
Aimer passionnement, a la folie.
(familier : etre raide dingue) |
Tutku derecesinde, delicesine sevmek.
(Sırılsıklam aşık olmak / deli gibi vurulmak) |
aduler |
tapınmak |
Developper une devotion qui se rap-
proche du culte de la personnalite. |
Birine
karşı aşırı derecede, tapmaya yakın bir tutkunluk geliştirmek. |
adultere |
zina |
Relation hors mariage. Au theâtre, c’est la trame du
vaudeville, genre souvent grivois, caracterise par une suite de
rebondissements. |
Evlilik dışı ilişki. Tiyatroda
ani durum değişiklikleri dizisinden oluşan çoğunlukla cüretkâr, vodvil tarzı
örgüsü. |
affectivite |
duygusallık |
Ensemble des sentiments et des emotions par opposition a ce
qui depend du raisonnement. |
Mantıksallık
karşıtı olarak duygular ve heyecanlar bütünü. |
affinite |
yakınlık |
Necessaire pour engendrer un rappro- chement et s’adonner a
une relation intellectuelle ou physique. |
Bir yakınlaşma gerçekleştirmek,
entelektüel ya da bedensel bir ilişkiye girişmek için gereklidir. |
alter
ego |
alter
ego |
Expression latine : «autre soi-meme», on peut egalement dire
âme s«ur, personne avec laquelle on est sur la meme longueur d’onde. |
Latince deyim: “öteki ben”, ruh
kardeşi, aynı dalga uzunluğu üzerinde olunan kişi de denebilir. |
alchimie |
simya |
En grec “magie noire”. Analogie, conformite de sentiments, de
goûts permettant une entente ressemblant au principe des affinites en chimie. |
Yunanca “kara büyü”. Kimyadaki
yakınlıklar ilkesini andıran bir biçimde duygular ve zevkler uyuşumu,
benzerlik. |
amant/e |
sevgili
/ dost |
Se dit de l’homme avec qui une fem- me a une histoire d’amour
en dehors du mariage mais aussi de la femme qui est dans la meme
configuration. |
Bir
erkeğin evlilik dışı aşk ilişkisine girdiği kadın, aynı şekilde aynı durumdaki
bir kadın için de geçerlidir. |
amour |
aşk |
Concept universel vers lequel tout le monde tend et que
certains font. Par ailleurs, l’Amour est egalement un fleuve qui prend sa
source en Mongolie. |
Herkesin ulaşmaya çalıştığı,
kimilerinin gerçekleştirdiği evrensel kavram. Ayrıca Aşk, kaynağını
Moğolistan’dan alan bir nehirdir |
amourette |
macera |
Se dit d’une aventure ephemere dans laquelle on trouve une
certaine notion de legerete et d’insouciance. |
Bir tür
tasasızlık ve hafiflik duygusuyla geçici bir aşk hikayesi. |
amoureux/se |
âşık |
Celui ou celle qui aime, celui qui fait la cour. L’etre humain
se choisit souvent un amoureux/se des la cour de recreation. |
Tutkuyla seven, kur yapan erkek
ya da kadın. İnsanlar çocukken çoğu zaman teneffüs saatlerinde bile kendine
bir aşk bulur. |
androgyne |
erdişi |
A la fois homme et femme, tout etre est a la recherche de sa
moitie perdue. C’est ainsi que Platon definit, dans le Banquet, l’amour et le
mythe de l’androgynie primitive. |
Hem kadın, hem erkek; her varlık
kayıp yansını arar. Eflâtun, Şölen’de ilkel erdişinin aşkını ve söylencesini
böyle niteler. |
aphrodisiaque |
afrodizyak |
Piment parfois necessaire pour reveiller le desir assoupi.
Beaucoup de produits naturels ou artificiels pretendent l’etre. |
Kimi kez
uyuklayan isteği uyandırmak için gerekli biber tat-tuz. Pek çok doğal ya da
yapay ürün bu niteliği taşıma iddiasındadır. |
atout |
koz |
Carte maîtresse pour seduire. Chance
de succes, de reussite en amour. |
Baştan
çıkarmak için en geçerli kart. Aşkta başarı, kazanma şansı. |
art de
seduire |
baştan
çıkarma sanatı |
Pour seduire il faut se connaître soi-meme, et etre capable
d’interpre- ter correctement le langage corporel de l’autre. |
Birini baştan çıkarmak için
insanın önce kendini iyi tanıması ve ötekinin bedensel dilini doğru
yorumlaması gerekir. |
attachement |
bağlanma |
Lien fort d’affection, de sympathie,
d’amour ou d’amitie qui unit deux personnes. |
İki
kişiyi birbirlerine bağlayan duygu, sempati, aşk ya da güçlü dostluk
ilişkisi. |
attentes |
bekleyişler |
Esperances amoureuses souvent deçues ou utopiques. On se fait
une image idealisee de l’autre. |
Aşk
alanında çoğu kez düş kırıklığı ya da umutsuzlukla sonuçlanan umutlar.
Ötekini hayalimizde mükemmel olarak algılarız. |
attirance |
çekicilik |
Fait de tomber sous le charme. Cette attirance est d’abord
physique, elle se fait par le regard et se traduit, par exemple, par une
nervosite, une rougeur, une parole embarrassee. |
Birinin cazibesine kapılma
olgusu. Bu çekicilik ilk önce dış görünümle ilgilidir, bakışla oluşur ve
örneğin, bir sinirlilik hali, yüz kızarması, dil dolaşmasıyla belirginleşir. |
attrait |
çekim |
Ce par quoi quelqu’un attire, procure du plaisir. Democrite
faisait reference a l’attraction universelle des atomes: c’est l’origine de
l’expression « avoir des atomes crochus ». |
Birinin çekicilik, zevk yaratma
özelliği. Demokrttos atomların evrensel çekiciliğine gönderme yapıyordu: bu,
kancalı atomları olma deyimine kaynaklık eden olgudur. |
authenticite |
içtenlik |
Elle correspond a la verite profonde,
au caractere essentiel. |
Derin
gerçeğe, temel kişiliğe uygunluk. |
aventure
extra-conjugale |
evlilik
dışı serüven |
C’est une liaison passagere, souvent hasardeuse, par rapport a
une autre relation amoureuse. |
Çoğunlukla rastlantı sonucu
oluşan, bir başka aşk serüvenine göre geçici ilişki. |
bague |
yüzük |
On dit d’une personne qu’elle a la bague au doigt lorsque
cette derniere est mariee. C’est un symbole d’union entre deux etres. |
Bir kişinin parmağında yüzük olduğunda
o kişinin evli olduğu anlaşılır. İki kişi arasındaki birliğin simgesidir. |
baiser |
öpücük |
Marque d’amour, d’affection ou de
respect dans la plupart des cultures. |
Kültürlerin
çoğunda aşk, sevgi ya da saygı göstergesi. |
baratiner |
dil
dökmek |
Une personne baratine quand elle
fait, pour seduire, des discours parfois trompeurs. |
Kişinin
birini baştan çıkarmak için bazen yanıtıcı biçimde konuşması. |
beau
parleur |
ağzı
laf yapan |
Type masculin, manipulateur souvent inconstant et qui
s’apparente au Dom Juan. |
Çoğu kez
sadakatsiz Don Juan’la benzerlik gösteren erkek kişi. |
becet |
öpücük |
Dans le langage populaire, ce terme designe l’action de faire
un petit baiser du bout des levres. |
Bu terim
halk dilinde dudaklarının ucuyla öpücük kondurmayı anlatır. |
bien-aime |
sevgi
odağı kişi |
Personne cherie qui fait l’objet
d’une attention particuliere. |
Özel bir
ilginin nesnesi olan sevilen kişi. |
bien-etre |
rahatlık |
Sensation agreable, epanouissement de
l’etre produit par la satisfaction des besoins physiques. |
Bedensel
ihtiyaçların giderilmesi sonunda yaşanan rahatlama duygusu. |
blondes
versus brunes |
sarışınlar
ve esmerler |
On trouve de nombreuses blagues sur les blondes qui ne les
mettent pas a leur avantage. Un adage pretend par ailleurs que les brunes ne
comptent pas pour des prunes. |
Sarışınların lehine olmayan pek
çok şaka vardır. Ayrıca bir halk deyimine göre sarışının adı esmerin tadı. |
carte
du tendre |
tutkulunun
/ vurulmuşun yol haritası |
Parcours du combattant amoureux pour acceder au bonheur en
evitant le lac d’indifference naviguant entre inclination et estime. Imaginee
au XVIIeme siecle, cette carte s’inscrit dans la periode dite de la
preciosite. |
Âşık savaşçının mutluluğa ulaşmak
için, eğilim ve beğenilme arası seyreden ilgisizlik gölüne düşmeden geçtiği
yol. Söz konusu harita, 17. yüzyılda düşünülmüş olup, özentilik dönemi diye
anılan dönemde geçer. |
celibataire |
bekâr |
Jadis vieux garçon ou vieille fille solitaire. La modernite a
notamment introduit le celibat geographique, moins pejoratif. |
Eskilerde yalnız yaşayan
yaşlanmış erkek ya da evde kalmış kız. Modernleşme, daha az küçültücü olan
coğrafi bekârlık deyimini getirdi. |
chantage |
şantaj |
Fait d’exercer une pression psycho- logique pour amener
l’autre a capitu- ler ou a se rapprocher. |
Ötekini teslim olmaya ya da yakınlaşmaya
zorlamak için başvurulan psikolojik baskı olayı. |
charme |
cazibe |
Grâce seduisante qui emane d’une personne, attrait mysterieux
qui provoque parfois la fascination. |
Bir kişiden çevresine yayılan baş
döndürücü etkileme gücü, kimi kez büyülenme yaratan esrarengiz algı. |
cherie |
sevgilim |
Mot doux generique, frequemment
utilise dans le couple, parfois remplace par des noms d’animaux, par exemple
ma biche, mon lapin ou d’insectes comme ma puce. |
Çiftler tarafında sık sık
kullanılan, kimi kez tavşanım ya da böceğim gibi hayvan veya böcek adlarıyla
da değiştirilen, yumuşak giriş sözcüğü. |
cocu |
boynuzlu |
Dont le conjoint infidele a une
relation adultere (synonyme : trompe). |
Sadık
olmayan eşinin evlilik dışı ilişkisi olan kişi (eşanlamlısı: aldatılan) |
coeur |
kalp |
Symbole de l’amour quand il n’est pas
cardiaque. |
Hastalıklı
olmadığında aşkın simgesi. |
communication |
iletişim |
Echange essentiel pour le partage des
idees et la resolution des conflits. |
Fikirpaylaşımı
ve çatışmaların çözümü için temel yol. |
comprehension |
anlayış |
Elle amene a admettre facilement le point de vue de l’autre ;
c’est une forme de tolerance. |
Ötekinin
düşüncesini kolayca kabullenmeyi sağlar; bir hoşgörü yoludur. |
copain,
copine |
erkek/kız
arkadaş |
A l’origine, camarade de classe ou de travail. Peut aussi etre
synonyme de petit ami ou d’amoureux. |
Temelde, okul ya da iş
hayatındaki yakın arkadaş. Sevgili anlamında da kullanılırr |
confiance |
güven |
Necessaire pour se sentir en
securite, pour eviter les soupçons et faire regner l’harmonie. |
Kendini güvende
hissetme, kuşkulardan uzaklaşma ve ahenk kurma için gerekli olanr |
coup
de foudre |
yıldınm
aşkı |
Elan subi, immediat et irresistible
pour quelqu’un. |
Birisine
karşı duyulan âni, engellenmez sevgisel atılım. |
couple |
çift |
Union de deux personnes (de meme sexe ou non) dont le statut
et la duree peuvent etre variables. |
İki kişinin (aynı veya karşı
cinsten) süresi ve yasal niteliği değişebilen, beraberliği. |
cour |
kur |
Faire la cour a quelqu’un : expression un tantinet surannee
qui designe l’ensemble des attentions qu’on a pour plaire, pour gagner le
coeur de l’autre. |
Birine kur yapmak: ötekinin
hoşuna gitmek, onun kalbini kazanmak için yapılan tüm dikkat çekici
davranışları anlatan, bir parça eskimiş, deyim. |
cristallisation |
kristalleşme |
Concept invente par Stendhal pour decrire le phenomene
d’idealisation a l’«uvre au debut d’une relation amoureuse. |
Bir gönül ilişkisinin
başlangıcında gerçekleşen karşıdaki kişiyi mükemmel olarak görme halini
tasvir amacıyla Stendhal tarafından icat edilen deyim. |
|
|
deception |
düş
kırıklığı |
Quand le resultat escompte n’est pas
au rendez-vous. |
Umulan
sonuç gerçekleşmediğinde. |
demonstrations |
göstergeler |
Marques exterieures d’interet, d’a-
mour ou d’amitie. Mots d’amour ou gestes marquant l’attention. |
İlgiyi,
sevgiyi ya da dostluğu belirten dışsal işaretler. İlgiyi belirten aşk
sözcükleri ve hareketleri. |
desamour |
aşksızlık
/ aşksız kalış |
Quand l’amour quitte le navire. |
Aşk
gemiyi terk ettiğinde. |
desir |
arzu |
Force positive et motrice qui nous pousse vers ce que l’on n’a
pas et dont on espere une satisfaction. |
Bizi sahip olmadığımız, elde
edildiğinde tatmin olmamızı sağlayacağını düşündüğümüz şeye doğru yönetten
olumlu ve itici güç. |
deuil
d’une relation |
bir
ilişkinin yası |
Lorsqu’une relation se termine, ca-
pacite a tourner la page sans tomber dans le syndröme du retroviseur. |
Bir
ilişki bittiğinde, geriye bakmadan sayfayı çevirme gücü. |
Dom
Juan |
Don
Juan |
Different du Casanova pour qui toute femme est une proie
potentielle, Dom Juan prend son plaisir dans la conquete. |
Her kadının kendisi için
potansiyel bir av olduğuna inanan Casanova’dan farklı olarak Don Juan
kadınlan fethetmekten hoşlanır. |
double
vie |
çifte
yaşam |
Mener de front deux histoires au prix
de dissimulations et de mensonges. |
Gerçeği
gizleme ve yalanlar pahasına iki öyküyü birlikte yürütmek. |
doute |
kuşku |
Incertitude qui fait naître le
soupçon et la mefiance quant a la sincerite du partenaire. |
Eşin
samimiyetine karşı şüphe ve güvensizlik duyguları yaratan tereddüt. |
drague |
tavlama |
Technique pour aborder une personne et tenter de nouer une
relation. Long- temps reservee aux hommes mais de nos jours ouvertement
maîtrisee par les femmes. |
Uzun süre erkeklerin tekelinde
kalmış ancak günümüzde kadınların da sakınmadan kullandıkları, karşıdaki
kişiye yanaşma ve ilişki kurma tekniği. |
duper |
kandırmak |
Abuser de la bonne foi d’une per-
sonne. |
Bir
kişinin iyi niyetini istismar etmek. |
ecoute |
dinleme |
Etre a l'ecoute de l’autre, c’est
etre attentif a ses aspirations, a ses desirs. |
Birini
dinlemek, o kişinin eğilimlerine ve isteklerine karşı duyarlı olmak. |
egoiste |
egoist |
Certains “Ego” (moi en grec) sont surdimensionnes car
uniquement centres sur eux-memes. Incompatible avec l'amour. |
Küm i
“Ego”lar (Yunanca: ben) yalnızca kendilerine odaklı olduklarından şişer. |
emotion |
heyecan |
Sensations agreables ou desa- greables qui se manifestent lors
d'un changement exterieur ou interieur brusque. |
Âni bir iç ya da dış değişim sonucunda
doğan hoş ya da hoş olmayan hisler. |
engagement
amoureux |
aşk
bağlantısı |
Degre d'implication dans une
histoire, quelles qu'en soient les conse- quences. |
Sonuçlan
ne olursa olsun bir maceraya katılım derecesi. |
elu(e)
de son coeur |
kalbinin
seçtiği kişi |
Personne que le coeur a choisie comme
âme sreur. |
Kalbin
ruh ikizi olarak seçtiği kişi. |
embrasser |
sarılıp
öpüşmek |
D’abord serrer dans ses bras puis donner des baisers. On peut
aussi sauter la premiere etape. |
Önce
kolları arasına almak, sonra da öpmek. Birinci aşama atlanabilir de. |
ennui |
sıkılma |
Il peut naître de l’uniformite, de la
routine, du quotidien. S’en mefier. |
Tekdüzelikten,
alışkanlıklardan, günlük rutinden doğabilir. Kaçınılmalıdır. |
epouser |
evlenmek |
Prendre pour epoux/epouse, se marier. L’expression “epouser le
sac” veut dire epouser une femme tres riche. |
Eş olarak almak, evlenmek.
“Turnayı gözünden vurmak” deyimi çok zengin bir kişiyle evlenmek demektir. |
(s’)
eprendre |
tutulmak |
Tomber amoureux, etre saisi, entraîne
par un sentiment passionne. |
Âşık
olmak, şiddetli bir tutkuya kapılmak. |
erotisme |
erotizm |
Climat favorable au plaisir et au desir. En grec, le mot
“eros” renvoie a la passion appliquee a l’amour et au desir sensuel. |
Zevke ve arzuya uygun ortam.
Yunan- cada “eros” sözcüğü tutkusal aşka ve bedensel zevke gönderme yapar. |
etat
amoureux |
âşık
olma durumu |
Disposition particuliere de l’esprit qui entraîne une
sensation d’euphorie et une sensibilite a fleur de peau. Tres agreable. |
Zihnin mutluluktan uçma ve aşırı
duyarlılık duygusuna yol açan özel bir hali. Çok hoştur. |
eternel(le)
insatisfait(e) |
ebedi
tatminsiz |
Celibataire difficile a contenter. |
Memnun
edilmesi zor bekâr. |
etreindre |
sarılmak |
Embrasser, enlacer, avoir une union
charnelle. |
Öpmek,
sımsıkı kucaklamak, tensel bir birlik içinde olmak. |
ex |
ex |
Celui ou celle qui appartient a une histoire
anterieure, pas forcement un cadeau. |
Önceki
bir öyküye ait, güzel anılmaya- bilen, erkek ya da kadın. |
|
|
fantasme |
düş
kurma |
Reve façonne par l’imagination dans lequel on projette des
desirs souvent inavoues. |
İçerisinde genellikle itiraf edilmemiş
arzuların yansıtıldığı hayal gücü ile şekillendirilmiş düş. |
fasciner |
büyülemek |
Chercher a eblouir, a hypnotiser. |
Göz
kamaştırmaya, hipnotize etmeye çalışmak. |
feminite |
kadınsılık |
Surtout presente chez la femme,
introuvable chez certains hommes. |
Özellikle
kadınlarda mevcuttur kimi erkekte bulunmaz. |
fiançailles |
nişan |
Engagement solennel et officiel d’un futur mariage symbolise
par l’offre d’une bague. |
Bir yüzüğün sunulması ile
simgeleştirilmiş müstakbel bir evliliğin görkemli ve resmf vaadi. |
fidelite |
sadakat |
Relation solide au sein du couple qui
resiste a toute tentation. |
Her
türlü yasak arzuya karşı direnen çift arasındaki sağlam ilişki. |
flamme |
alev |
Declarer sa flamme, son amour ardent. |
Aşk
ateşini, tutku dolu aşkını ilan etmek. |
flirt |
flört |
C’est une relation amoureuse plus ou
moins chaste, un contrat a duree determinee. |
Az çok
iffetli aşk ilişkisidir, belirli süreli bir sözleşmedir. |
etre
fou ou folle de quelqu’un |
birisi
için deli olmak |
Eprouver un amour demesure pour une personne. |
Bir
kişiye aşırı ölçüde aşk beslemek. |
frustration |
yoksun
kalma |
Ne pas etre invite lors de la St
Valen- tin, par exemple. |
Örneğin
sevgiler gününde davet almamak. |
gaffeur |
pot
kırıcı |
Individu qui collectionne les mala- dresses et s’eloigne de facto
de son objectif. |
Beceriksizlikleri
koleksiyon yapan ve fiili olarak hedefinden uzaklaşan birey |
galanterie |
kibarlık |
Art de la courtoisie que les femmes
attendent des hommes. |
Kadınların
erkeklerden beklediği nezaket sanatı. |
gigolo |
jigolo |
Amant de coeur d’une femme plus âgee
qui l’entretient. |
Geçimi
yaşlı bir kadının tarafından sağlanan erkek sevgili. |
glamour |
cazibe |
A la fois sexy et romantique. |
Hem
seksi hem romantik. |
gueule |
surat |
Façon tres feminine de montrer son
humeur. |
Ruh
halini göstermenin çok kadınsı yolu. |
(faire)
la gueule |
surat
(asmak) |
Maniere aussi tres masculine de
montrer sa desapprobation. |
Birşeyi
onaylamadığını göstermenin çok erkeksi bir biçimi. |
haır |
nefret
etmek |
C’est brûler ce qu’on a adore. |
Taparcasına
sevmiş olduğumuz şeyi yakmaktır. |
harmonie |
ahenk |
Accord des pensees, des sentiments, des projets qui produit un
climat agreable entre deux etres. |
İki insan arasında hoş bir ortam
üreten duygu, düşünce, izdüşüm bütünlüğü. |
harem |
harem
dairesi |
Appartement reserve aux femmes. L’expression “etre entoure
d’un harem” designe un homme entoure d’un groupe de femmes. |
Kadınlar için tahsis edilmiş
daire. “Bir hareminin olması” deyimi bir grup kadın tarafından kuşatılan
erkek için söylenir |
heterosexuel |
heteroseksüel |
Attire par une personne de sexe oppose ; aujourd’hui d’autres
formes de sexualite sont admises. |
Karşı cinsten birine ilgi duyma;
günümüzde cinselliğin diğer şekilleri kabul edilmekte. |
homosexuel |
eşcinsel |
Attire par une personne du meme sexe. |
Hemcinsine
ilgi duyma. |
ideal |
kusursuz
model |
C’est une construction de l’esprit, une utopie. L’ideal
masculin et l’ideal teminin evoluent au fil des siecles et sont encore en
transformation. |
Bir zihniyetin inşaası, bir
ütopyadır. Eril ve dişil kusursuz model asırlar boyunca gelişir ve her daim
aynı kalmaz. |
idylle |
idil |
Aventure amoureuse fraîche et
naıve. |
Taze
ve saf aşk macerası. |
illusion |
yanılsama |
On caresse une illusion quand on se
fait une image fausse de la realite. En amour, cela arrive souvent. |
Gerçeğin ne olduğu ile ilgili
yanlış bir izlenim edindiğimizde, hayalf bir görüntüye dokunuruz. Aşkta, bu
sıkça olur. |
immature |
olgunlaşmamış |
Qui manque de maturite. Adjectif souvent attibue aux hommes, a
tort sans doute. |
Olgunluktan yoksun olan. Çoğu
kez, şüphesiz haksız yere, erkeklere maledilen sıfat. |
independance |
bağımsızlık |
La femme moderne qui gagne sa vie gagne egalement son
independance. Cela modifie fondamentalement les relations contractuelles dans
le couple. |
Geçimini sağlayan çağdaş kadın
keza bağımsızlığını da kazanır. Bu, çift arasındaki sözleşmeli ilişkileri
temelinden dönüştürür. |
inegalites |
eşitsizlikler |
Les inegalites entre hommes et femmes persistent encore de nos
jours, notamment en terme d’emploi et de salaire. |
Kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizlikler
özellikle de istihdam ve ücret bakımından, günümüzde hala sürmektedir. |
initiative |
ön
ayak olma |
D’apres l’opinion commune, c’est l’homme qui prend
l’initiative de la conquete. Mais ce n’est qu’une opinion. |
Ortak bir görüşe göre, baştan
çıkarmaya ön ayak olan erkektir. Lakin bu sadece bir görüştür. |
instinct |
içgüdü |
Pulsion innee, puissante, indepen- dante de la volonte.
Certains instincts sont dits primitifs. |
İradenin
doğuştan, güçlü, bağımsız dürtüsü. Bazı dürtülere ilkel denir. |
intime |
mahrem |
On parle de relations intimes quand elles sont privees et
habituellement cachees aux autres. |
Mahrem ilişkilerden, ilişkiler
özel ve alışılmış bir biçimde başkalarından gizli olduğunda bahsederiz. |
intermittences
du creur |
kalbin
gelgitleri |
Designe, en reference a Marcel Proust, les regrets et
souffrances lies a la perte des etres aimes de par les effets impromptus de
la memoire. |
Marcel Proust’un deyimiyle,
belleğin ani etkileri nedeniyle sevilen kişinin kaybından doğan pişmanlık ve
acılan ifade eder. |
intrigue
amoureuse |
aşk
entrikası |
Trame d’une reuvre ou d’un film qui
met en scene une histoire d’amour. |
Bir
yapıtın veya bir filmin, bir aşk hikayesini anlatan kesidi. |
introspection |
içe
bakış |
Observation de ses propres etats de conscience. Acte parfois
necessaire meme s’il est douloureux. |
Bizati kendi bilinç hallerinin
gözlemi. Sancılı da olsa, bazen gerekli bir eylem. |
jardin
secret |
gizli
bahçe |
C’est ne pas dire tout haut ce qui
importe tout bas. |
Usulca
neyin önemli olduğunu yüksek sesle söylememektir. |
jalousie |
kıskançlık |
La jalousie amoureuse est une emotion empreinte d’agressivite
en reaction a la peur de perdre l’etre aime au profit d’un rival. |
Aşk
kıskançlığı sevilen kişiyi rakibe karşı kaybetme korkusuna tepki olarak
saldırganlık izi taşıyan bir histir. |
jouissance |
büyük
haz |
Moment d’extase et de plaisir dans
l’amour. |
Aşkta
kendinden geçme ve zevk anı. |
je
t’aime |
seni
seviyorum |
Declaration d’amour qui existe dans toutes les langues, a
memoriser si on est un grand voyageur. Theme de la reception organisee au
Palais de France le jeudi 13 fevrier 2014. |
Bütün dillerde var olan aşk
ilanı, eğer büyük bir gezgin isek akılda tutmalı. 13 Şubat 2014 tarihinde
Fransa Sarayı’nda düzenlenen resepsiyonun teması. |
langueur |
kendinden
geçmişlik |
Attitude qui evoque la volupte
amoureuse. Se traduit souvent par le regard. |
Şehveti
çağrıştıran tavır. Çoğu kez bir bakış ile açığa vurulur. |
larmes |
gözyaşları |
Occasionnees par un chagrin, par une
vive emotion mais aussi par la joie. |
Kederden,
yoğun çoşkudan aynı zamanda sevinçten kaynaklanır. |
lit |
yatak |
Objet qui n’est pas exclusivement le
symbole du sommeil. |
Sadece
uykunun simgesi olmayan nesne. |
lune
de miel |
balayı |
Mois qui suit le mariage. Periode qui est censee etre la plus
heureuse d’un couple. |
Düğünden sonraki ay. Bir çiftin
en mutlu olması gerektiği kabul edilen dönem. |
macho |
maço |
Mâle latin a l’origine. Individu qui pense que l’homme domine
en tous points la femme et que cela lui confere des privileges. Le pire,
c’est que certaines femmes apprecient ce comportement. |
Latin kökenli erkek. Kadını her
bakımdan erkeklerin komuta ettiğini ve bunun ona imtiyazlar sağladığını düşünen
birey. İşin kötüsü, bazı kadınlar bu davranışı takdir ederler. |
maîtresse |
metres |
Femme qui a une aventure avec un
homme marie. |
Evli
bir adamla ilişkisi olan kadın. |
mamour(s) |
cilve(ler) |
Faire des mamours, c’est manifester
sa tendresse par des câlins, des gestes tendres. |
Cilveler,
okşamalar ve yumuşak davranışlar ile şefkatini göstermektir. |
mariage |
evlilik |
Union reconnue socialement et qui peut etre completee par une
union religieuse. Prevue pour etre indis- soluble. Ouverte en France comme
dans d’autres pays aux couples du meme sexe. |
Bir dini birlik ile de
tamamlanabilen toplum tarafından kabul edilen birlik. Bozulmaz olduğu
düşünülerek yapılır. Başka ülkelerde de olduğu gibi Fransa’da da eşcinsel
çiftlere açıktır. |
masochiste |
mazoşist |
Personne qui trouve sa satisfaction
dans la souffrance. |
Tatminini
acı çekmede bulan kişi. |
megere |
şirret |
Stereotype de la femme mechante qui envenime toutes les
situations. Ce comportement s’explique en general par une accumulation de
frustrations. |
Tüm durumları zehir eden basmakalıp
kötü kadın modeli. Bu davranış genellikle hayal kırıklıklarının birikimi ile
izah edilir. |
menage |
yuva |
Constituer un menage, c’est vivre a deux. D’apres le
sociologue Jean-Claude Kaufmann, l’achat du lave-linge marquerait une etape
fondamentale dans la constitution du couple moderne. |
Bir yuva kurmak demek iki kişi
olarak yaşamak demektir. Sosyolog Jean- Claude Kauimann’a göre, çamaşır
makinasının satın alınması çağdaş çiftin kurulmasında temel bir adım
oluşturur. |
metrosexuel |
metroseksüel |
Homme citadin qui prend soin de son apparence. Effet de mode
pour les magazines feminins. |
Görünümüne
özen gösteren kentli erkek. Kadın dergileri için moda olgusu. |
meuf |
hatun |
Designe la femme, la fille en
verlan. |
Argoda
kadını belirtir. |
misogynie |
kadınsevmezlik |
Mepris affiche des femmes, de leurs competences et de leurs
performan- ces. La misogynie se combine parfois avec le machisme. |
Kadını, kadınların yetenekleri ve
de başarılarını açık bir şekilde hor görme. Bazen, kadın düşmanlığı, maçoluk
ile birleşir. |
nana |
nana |
Terme familier designant une jeune
femme. “Nana” d’Emile Zola raconte la decheance d’une courtisane. |
Fransız halk dilinde genç bir
kadını belirtir. Emile Zola’nın “Nana” romanı kibar bir fahişenin düşüşünü
anlatmaktadır. |
narcissique |
narsist |
Amoureux de sa propre image com- me le beau Narcisse. Peu
compatible avec l’amour d’autrui. |
Güzel
Narcissus gibi kendi görüntüsünün aşığı. Başkasına duyulan sevgi ile az
uyumlu. |
noce(s) |
düğün |
Rejouissances qui accompagnent le mariage. Faire la noce,
c’est faire la fete. |
Evliliğe
eşlik eden eğlence. Nikâh şöleni yapmak, eğlenmektir. |
nuptial/e |
düğün
töreniyle ilgili |
Qui concerne le mariage. La marche nuptiale de Mendelssohn est
une musique a laquelle on reconnaît un mariage des les premieres notes, en
Occident. |
Evlilik ile ilgili.
Mendelssohn’un düğün marşı, Batı’da bir düğünü birinci notalarından
tanıdığımız bir müziktir. |
nymphette |
çok
genç seksi kız |
Tres jeune fille sexy qui joue l’inno- cente a l’image de
Lolita, l’lıeroıne de Nabokov. |
Nabokov’un kahramanı Lolita görüntüsünde
masumu oynayan çok genç seksi kız. |
obsession |
saplantı |
Idee fixe a laquelle on ne peut
echapper. |
Kurtulamadığımız
sabit fikir. |
obstacle(s) |
engel(ler) |
L’amour dit-on se nourrit
d’obstacles, mais s’il n’y en a pas, c’est encore mieux ! |
Aşkın
engellerden beslendiği söylenilir ama engel yoksa, daha da iyi! |
odalisque |
cariye |
Du turc odalık, concubine du Sultan. La toile d’Ingres “ la
Grande oda- lisque” est un exemple de l’incarna- tion de l’imagerie orientale
du XIXeme siecle. |
Türkçe odalık (kelimesinden
gelir), Pa- dişah’ın nikahsız eşi. Ingres’in “Büyük Odalık” yağlıboya tablosu
19. yüzyılın Doğu'ya bakışına bir örnektir. |
P.A.C.S. |
PA.C.S. |
Pacte Civil de Solidarite cree en France en 1999 pour unir
deux etres, quel que soit leur sexe. |
Cinsiyetine bakılmaksızın iki
kişiyi birleştirmek için 1999 yılında Fransa’da kurulmuş Medenî Dayanışma
Anlaşması. |
papillonner |
daldan
dala konmak |
Fait de passer d’une conquete a une autre, comme un papillon
qui va de fleur en fleur. |
Çiçekten çiçeğe konan bir kelebek
gibi, bir fetihten diğerine koşma durumu. |
parite |
tam
eşitlik |
Designe l’egalite de representation entre hommes et femmes
dans l’ensemble de la societe. |
Toplumun
genelinde kadın ve erkek arasında temsil eşitliğini belirtir. |
partager |
paylaşmak |
Principal interet de la vie
amoureuse. Seul l’etre aime ne se partage pas. |
Aşk
hayatının başlıca meselesi. Yalnızca sevilen kişi paylaşılmaz. |
pas |
adım |
Faire le premier pas, c’est prendre
l’i- nitiative pour aboutir au pas de deux. |
İlk
adımı atmak, ortak adımı atmak için inisyatifalmaktır. |
passion |
ihtiras |
Etymologiquement, on la subit, elle est incontrölable, limitee
dans le temps, violente et souvent fatale. |
Sözcük kökenine baktığımızda, ona
maruz kalırız, ihtiras, kontrol edilemeyen, zamanda sınırlı, şiddetli ve
çoğu kez yıkıcı olandır. |
plaire |
hoşuna
gitmek |
Faire naître l’interet, le desir pour
exister au regard de l’autre. |
Diğerinin
nazarında var olmak için ilgi ve arzuyu ortaya çıkarmak. |
platonique |
platonik |
Du nom du philosophe grec Platon. Dans la langue courante, se
dit d’un amour non abouti sur le plan physique. |
Yunan filozof Platon’un isminden
gelir. Günlük dilde fiziksel olarak sonuçlanmayan bir aşkı ifade etmek için
kullanılır. |
play-boy |
playboy |
Beau, jeune, elegant et masculin, il incarne le seducteur
contemporain qui a le sens des apparences. |
Yakışıklı, genç, şık ve maskülen,
görünüşten anlayan çağdaş kadın avcısını temsil eder |
porte-jarretelle |
jartiyer |
Piece de lingerie qui est aussi un
accessoire de seduction. Peu usite en dehors des situations amoureuses. |
Aynı zamanda da baştan çıkarıcı
bir aksesuar olan kadın iç çamaşırı. Romantik durumlar dışında nadiren
kullanılır. |
possessif |
sahiplenici |
La possession peut se traduire par un pronom : mon amour, mon
cheri, mon creur. Mais autrui ne se possede jamais. |
Sahiplenme, bir zamir ile ifade
edilebilir : aşkım, sevgilim, canım. Lakin başkasına hiç bir zaman sahip
olunmaz. |
prince
charmant |
beyaz
atlı prens |
Homme feerique et intemporel toujours attendu par ces dames.
De preference beau, riche, intelligent. |
Her zaman bazı kadınlar
tarafından beklenilen ezelî ve büyülü adam. Tercihen, yakışıklı, varlıklı,
akıllı. |
promesse |
verilen
söz |
1l faut tenir les promesses et meme celles que l’on n’a pas
faites. L’amour lui-meme, quand il est veritable, est toujours une promesse. |
Verilen
sözlerin hatta verilmeyenlerin de tutulması gerekir. Gerçek olduğunda, aşkın
kendisi, her daim verilen bir sözdür. |
preuve |
kanıt |
Les sentiments ne sont pas obligatoi-
rement des preuves, il faut des actes. |
Duygular,
kaçınılmaz bir biçimde kanıt değillerdir, icraatlar gerekir |
reconciliation |
barışma |
Apres une dispute, c’est le moment ou
la paix revient : tout le monde s’embrasse. |
Bir
tartışma sonrasında, barışın geldiği an: herkes kucaklaşır. |
reflechir |
düşünmek |
C’est essayer de contröler ce qui est
incontrölable, en amour du moins. |
En
azından aşkta, denetlenemeyeni, denetlemeye çalışmaktır. |
relation |
ilişki |
Lien plus ou moins durable qui s’e- tablit entre deux
personnes : relation d’amitie, relation amoureuse, relation fusionnelle. |
İki kişi arasında kurulan az ya
da çok kalıcı bağ: dostluk ilişkisi, aşk ilişkisi, simbiyotik ilişki. |
rencontre |
karşılaşma |
Moment impromptu qui permet d’aller plus loin. C’est le debut
d’une histoire, dans la vie comme dans les films. Parfois sur le net, par
simple correspondance. |
Daha ileriye gitmeye imkan veren
doğaçlama anı. Bu, filmlerde olduğu gibi hayatta da bir hikayenin başlangıcıdır.
Bazen internette, sadece yazışma yoluyla. |
rendez-vous |
randevu |
Rencontre convenue entre deux personnes. Ne s’obtient que si
on se deplace, ne peut etre virtuel. Le but du premier rendez-vous amoureux
est de briser la glace en gardant son sang-froid. |
İki kişinin anlaşarak buluşması. Sadece harekete geçilirse amacına
ulaşır, sanal olamaz. İlk aşk buluşmasının amacı soğukkanlılığını koruyarak
camı kırmaktır. |
respect |
saygı |
Fait d’accepter la difference de
l’autre. |
Diğerinin
farklılığını kabul etme durumu. |
ressentir |
hissetmek |
Avoir la capacite d’eprouver des
sentiments, faire preuve de sensibilite. |
Duygu
hissetme yeteneğine sahip olmak, hassasiyet gösterebilmek |
rival(e) |
rakip
/ rakibe |
Celui ou celle dont, en amour, on ne
supporte pas la concurrence dans le creur de l’etre aime. |
Aşkta,
sevgilinin kalbinde rekabetine katlanmadığımız kişi. |
rides |
kırışıklıklar |
Signes du temps et de l’âge. Elles peuvent se tirer, se
combler, ou simp- lement raconter une histoire. |
Zaman ve yaşın belirtileri
Geriletilirler, boşlukları doldurulabilir, ya da sadece bir hikaye
anlatabilirler. |
rituel(s) |
rituel |
Habitudes dont se nourrit la relation amoureuse et qui
reposent sur la repetition. |
Aşk
ilişkisinin beslendiği ve tekrara dayalı alışkanlıklar. |
romantique |
romantik |
Etre excessivement sentimental. Perdre du temps chez les fleuristes, par exemple, ou
s’attarder dans les lieux romantiques listes par le Petit Journal. |
Aşırı
duygusal kişi. Örneğin çiçekçilerde zaman kaybetmek veya Le Petit Journal
tarafından belirlenen romantik mekanlarda oyalanmak. |
rupture |
kopma |
Moment ou la relation se termine. Sanctionne la fin de
“l’innocence” d’apres Orhan Pamuk. C’est aussi l’heure du bilan. |
İlişkinin
bittiği an. Orhan Pamuk'a göre “masumiyet”in sonu. Aynı zamanda bilanço
zamanı. |
Saint-Valentin |
Sevgililer
Günü |
Les origines de la Saint Valentin remontent a la fin du Moyen
Age. Tra- dition anglo-saxonne, le “valentinage” consistait a s’offir de
petits cadeaux et a echanger billets doux. |
Sevgililer Günü’nün kökeni
Ortaçağın sonlarına kadar gider Anglo-sakson geleneği olup, “valentinleşme”
(sevgili seçme)”küçük hediyeler vermeye ve aşk mektupları değiş tokuş etmeye
dayanmaktaydı. |
seducteur/trice |
baştan
çıkarıcı |
Pour un homme : charmeur, Dom Juan, Casanova, bourreau des
coeurs. Pour une femme : sirene, vamp, femme fatale. |
Bir
erkek için: çekici, Don Juan, Kaza- nova, çapkın. Bir kadın için: denizkızı,
vamp, famfatal. |
sentiment |
duygu |
Etat affectif constant et durable. |
Devamlı
ve kalıcı duygusal durum. |
sensualite |
kösnüllük |
C’est quand les sens et la vie se rencontrent pour creer un
climat propice a l’amour. |
Duyular
ve yaşam elverişli bir iklim oluşturmak için buluştuklarında. |
soupir |
iç
çekiş |
Encore mieux au pluriel et sous le
pont du meme nom, a Venise. |
Çoğul
olduğunda çok hoş, ve Venedik’te, aynı ismi taşıyan köprünün altında ise
daha da hoş. |
serment |
yemin |
Il s’agit d’une promesse durable bien que “Serments d’amour
n’entrent pas dans l’oreille des Dieux” comme le souligne le poete grec
Callimaque. |
Her ne kadar da Yunan şair
Callima- cus’un vurguladığı gibi “Aşk Yeminleri Tanrıçaların kulağına
girmeseler de”, bu verilen kalıcı bir sözdür. |
sexualite |
cinsellik |
Accomplit l’amour par le corps. Con-
dition necessaire mais non suffisante de l’amour. |
Aşkı
vücut ile tamamlar. Aşkın gerekli ama yeterli olmayan şartı. |
sincerite |
samimiyet |
N’est pas sincere qui veut.
Franchise, loyaute, transparence sont les fonde- ments du couple. |
Her isteyen samimi değildir. Açık
yüreklilik, doğruluk, şeffaflık çift olmanın ana unsurlarıdır. |
solitude |
yalnızlık |
Voulue, elle peut etre benefique
mais subie, elle est lourde a porter. Dans le couple, elle est aussi
necessaire que dangeureuse. |
Arzu edilmişse, yararlı olabilir,
fakat maruz kalınılmışsa, taşınması ağırdır. Çiftler için, gerekli olduğu
kadar tehlikelidirde. |
strategie amoureuse |
aşk
stratejisi |
Quand la seduction
s’apparente a une conquete militaire. |
Baştan
çıkarıcılık, bir askeri fethe benzediğinde. |
sympathie |
sempati |
Inclination,
penchant, elle resulte d’une concordance des affinites.
|
Eğilim,
meyil; benzerliklerin uyumunun sonucudur. |
tendresse |
şefkat |
Sentiment doux et delicat souvent
demontre par des gestes affectueux. |
Çoğu kez
sevgi dolu hareketler ile gösterilen yumuşak ve narin duygu. |
tete-a-tete |
baş
başa |
Se retrouver a deux mais seuls pour partager des moments agreables.
Tout commence en general par la conversation. |
Keyifli
anları paylaşmak için sadece iki kişi, yalnız kalmak. Her şey gene- likle
sohbet ile başlar. |
toucher |
dokunmak |
Verbe polysemique : on peut toucher le creur mais aussi la
chair. Dans les deux cas, cela fonctionne par capillarite. |
Çok anlamlı fiil: kalbe
dokunabiliriz ama aynı zamanda bedene de dokunabiliriz. Her iki durumda da,
tensellik söz konusudur. |
toujours |
daima |
“Amour ne rime pas avec toujours”,
c’est ce que dit un adage populaire. |
Bilinen
bir atasözü “Aşk her daim ile kafiyeli değildir” der. |
transports |
sarsıcı
heyecanlar |
Manifestations d’une emotion tres vive, montrant la fougue du
sentiment amoureux. |
Aşk
duygusunun aceleciliğini gösteren, çok canlı bir coşkunun tezahürü. |
tromper |
aldatmak |
Rompre avec dissimulation le pacte de fidelite. On se moque du
mari trompe ; on “jette la pierre” a la femme infidele. |
Gerçeği
gizleyerek, sadakat anlaşmasını bozmak. Aldatılan koca ile alay edilir;
ihanet eden kadın “taşa iuiuluı': |
vengeance |
intikam |
“La beaute est la seule vengeance des femmes” a dit le
chanteur Serge Gainsbourg. |
Şarkıcı
Serge Gainsbourg “Güzellik kadınların tek intikamıdır” demiştir. |
victime |
mağdur |
Personne qui souffre d’injustice, de maltraitance, de violence
physique ou morale. En amour, etre victime c’est etre delaisse. |
Haksızlığa,
kötü muameleye, fiziksel ve manevi şiddete uğrayan kişi. Aşkta mağdur olma,
terkedilmiş olmaktır. |
virginite |
bakirelik |
Dans certaines societes, le fait de ne pas avoir eu de relations
sexuelles est une necessite pour pouvoir se marier et garantir la purete du
sang. Surtout associee aux femmes. |
Bazı toplumlarda, cinsel ilişkide
bulunmamış olmak, evlenebilmek ve kanın saflığını sağlamak için bir gerekliliktir
Temelde kadın ile ilişkilidir. |
virilite |
erkeksilik |
“Vis” est le mot signifiant la force en latin. La virilite
designe tout ce qui releve du caractere masculin, et cette liste est tres
longue. |
Latince gücü ifade eden kelimedir
“Vis”. Erkeksilik, erkeğe özgü nitelikleri andıran her şeyi kasteder, bu
liste çok uzundur. |
volupte |
şehvet |
Plaisir raffine que Baudelaire
associe au luxe et au calme dans “Les Fleurs du Mal”. |
Beaudelaire’in
“Kötülük Çiçekleri”'nde ihtişam ve sükunetle bağdaştırdığı ince haz.
|
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar