Uzaylıları İblisten Okumak
İnsan, ilimde Kur’an’ı
rehber yapmadığı halde, böylesine ilerledi... Eğer yapsaydı, kimbilir şimdi
hangi mertebedeydi!...Çok zaman kaybedildi.
İnsan, cini, şeytanı, İblis’i birbirine karıştırmıştır. Cin,
şeytan, iblis yaratılışında insanların da bulunduğunu kavrayamamıştır.
Her neyse...
Hazreti
Allah Teâlâ daha önce de kainatı yine bir: «Ol!..» emriyle yaratmıştı. Kendi
zatından başka hiçbir sev mevcut değilken, birden biri yarattıklarına aks
ederek zahir olmuştu. Tecelli etmişti. Varlığı âyet âyet yazıldı. Tecelli etti.
Bu kelimelere itibar
edileceğine, çirkinde, fenada, İsrar edenler çıkıyordu ve çıkacaklardı...
Kimdi bunlar?...N’eyse…
Kalem, Allahın
tecellisinde kâinatları halk eden aracı vasıta, baş mimardı?
Hazreti Allah (Celle Celâluhu), âlemleri var edeceği zaman, ilk
yarattığı Kalem’e buyurdu.
Kalem, bizatihi Hazretii Allah (Celle Celâluhu) ın kudretinin kuvetinin
yaratıcılığının tecellisinden başka bir şey değildi.
Kalem’in Allahın sunduğu
rahmetinin özündeki nur üstüne nurolan(Elif)lere yaptırdı emredilenleri.
Kainatta ne varsa,bir toz zerresinden,en büyüğüne kadar hepsinin mayasında bu
Elif mevcuttu. Elif, dosttu...Herşeyle ülfet kuran, dostluk yapandı.
Yaratılmış ne varsa
dağılır, şekil değiştirirdi, lâkin Elif’e bir şey olmazdı...
Kalem, kendisine verilen tâhsıs edilen Elifler dolusu rahmetle
sonsuzluklarda Hazreti Allah (Celle Celâluhu.) ın, en güzel isimlerinin
yaratılmasında , tecellisinde, zahir olmasında aracılık yaparken elifler
öylesine İlâhi aşk sevincine tutuldular ki, neşe gözyaşlarına, yâni suya
döndüler... Bu su kainatları kapladı. Tertemiz bulutlar halinde ibadetlerini yaparken
vecd içindeydiler ... Birbirleriyle çarpıştılar... Akla durgunluk veren idrake sığmaz yıldırımlar peydahlandı... Kısacası, kâinatı ateş aldı ve bu
ateşler, irili ufaklı birleştiler, yine Allahın aşkına dönüşlerine devam
ettiler... Buna mecburdular, çünkü onları dolduran Elifler ebedi kulluktaydı.
Cinler ümmetler halinde
geçip gidiyorlar... Yani ölüyorlardı. Müslümanlar cennete almıyordu.
Cinlerde mahşeri bekleme
yoktu...
(Cehenneme odun
oldular) emri bunun delilidir.
Amelleri teraziye
vurulmuş mükâfat, yahut cezalarını bulmuşlardır...
Onlardan suçlular şimdi
cehennemde odun halinde beklemektedirler...
Niçin?...
İnsanların günü gelince
cehenneme gireceklerine ateş olmak için...
Cinler esasen ateştiler
Ölümleri
sönmeleridir. Ölümleri
sönmeleridir.^.
Hazreti Allah (Celle
Celâluhu) o kadar adildir ki, cehennemlerinde azab vereceği insanları yine
ateşten yarattığı, kulluk beklerken, sapıtan cinleri tutuşturarak yakacaktır...
Böylece insan ve cinden günahkâr olanlar birbirlerini cezalandıracaklardı.
Diğer masum yaratıklar, elif kümeleri, bu işe âlet edilmeyecekti.
Malum hikaye Dünya bir
ateş topu ve sakinleri cinlerdi.
Büyük değişiklik
yeryüzünde tam şeklini almıştı.
Dağlar, tepeler,
peydahlanmış, çukurlar denizlerle, göllerle dolmuştu... Nehirler akıyordu.
Ancak dağ zirvelerinden
ateş fışkırmaktaydı.
Deliklerden, dünya
içindeki ateş dışarıya püskü rüyordu.
Ateşi pek seven cinler
buralara koşuşuyor, ya orada günlerini geçiriyor, yahut ateşleri alıp
getiriyorlardı ve neşeleniyorlardı sönene kadar.
Kendileri ateşten
yaratıldıkları için elbette en çok ateşi seveceklerdi...
Zaman geldi, taptıkları
zalimler, güneş, ay ve diğer yıldızlar yetmezmiş gibi, ateşe kulluğa
koyuldular.
Soğuyan ve sönen
yeryüzünün ufalan kayalarını, toprağı, horladılar... Üzerinden geçip gittikçe
hırsla eziyor, hakaret ediyorlardı...
Yine cinlerin tutumunda hiç bir değişiklik olmadan zaman
ilerledi...
Artık dünyanın yüzü soğumuştu.
Topraktan zamanla her
tarafı saran binlerce çeşit yeşillikte bitkiler yükseldi... Çiçekler açtı...
Meyvalar gelişti.
Eskiden dünya bir
ateşken güzeldi şüphesiz... Lâkin şimdi, bıkmaya doyulmayan renkleriyle,
gölgeleriyle, bam başka bir güzelliğe bürünmüştü...
Deniz, göl ve nehir
kıyılarına kadar bitkisiz bir karış toprak yoktu...
Gökten rahmet boşandıkça
boylanıyorlardı hızla...
Böylece geçilmez
ormanlar meydana geliyordu. Cinler şaşırmışlardı.
Bu renkler ve göller
âlemi onları sarmamıştı..
Ateş tek sevgilileri, aşklarıydı.
Bu yüzden yine yanardağlara koşuyor, içine giriyor, dünyanın
derinliklerinde uzun uzun kalıyorlardı. Halbuki dünyadaki bu renk güzelliğinin
sebebini bilseydiler, imana gelmeleri nekadar kolaylaşacaktı.
Günümüzden sekiz bin yıl
kadar önceydi.
Cinler iki bin yılı
aşkın bir zamandan beri birbirleriyle savaşıp duruyorlardı..
Hâlâ cinler âlemindeki
ümmetlerin peygamberleri, vazifeliler, ne bu savaşı durdurabilmişler, ne de
Allahın yolladığı haberlere uyarak imhalarım istemişlerdi.
Hep o ümit ve vazifelerini
yapamama utancı sarmıştı yüreklerini...
Sabrediyor ve
bekleşiyorlardı.
Bir gün cinlerden bir
ailenin oğulları oldu.
Anne baba pek
sevindiler...
Çünkü doğan oğulları,
şimdiye kadar gördüklerine benzemiyordu... Hangi canlının şekline girse onun en güzeli, göz kamaştıranı, sevimlisi
oluyordu!
Daha küçüklüğünde akıl,
zekâ hususunda da gelmiş geçmişlerden çok ileri olduğu anlaşılmıştı...
Hâlâ
savaş içinde bulunan cinler, bu oğlanı görmeye koşuyorlardı...
Hayretler içinde
kalıyorlardı.
Annesiyle babası ona
(İBLİS) adını takmışlardı.
İblis, elbette yine bir
cindi ve ateşten yaratılmıştı.
Çünkü anne babası da
öyleydiler.
İblis
daha çocukken yalnız cinlerin değil, meleklerin de sevgilisi oldu.
Melekler ondan öylesine
anlatılamaz bir huzur aldılar ki, Allahın izniyle, sık sık uğrayıp terbiyesiyle
ilgilendiler.
İblis, yaşı bir az
büyüyünce, meleklere derhal inanıp Allah’ın varlığına ve birliğine, cinlere
yollanan peygamberlere» iman etti.
Âdeta
melekleşti.
Melek haslet bir hal
alması onu büsbütün güzelleştirdi.
Esasen Allah’a teslim
olmuş, yürekten kulluk yapan her kimse, kendi çapında bir melek olmamış
mıdır?...
İblis büyüdü...
Hemcinsleri cinlerin bir
kaç bin seneden beri sürdüre geldikleri savaşları durdurmaya çok çalıştı.
Muvaffak olamadı.
Üzülüyordu...
Cinler, her meselelerini
ona getirirlerdi.
İblis
de adaletle çözerdi...
Bu yüzden, cinlerin
sanki bir adalet dağıtmışıydı.
İblis
adı unutulmuş, ona cinler (Hakem) diyorlardı.
Melekler dayanamadılar,
Hazreti Allah (Celle Celâluhu) a yalvardılar...» Hazreti Allah (Celle
Celâluhu), İblis’i yukarıya aldı...
Cennetlerde gezdirdi...
Hattâ
cennetlerin muhafızlığını, hazinedarlığını ona verdi. Cennetlerdeki lâkabı
(Azazil) di...
Göklerde de gezinirdi…!
Oradaki
lakabı (Haris) oldu.
İblis, Allah’a engin kulluğunun
karşılığını, cinler cezalandırıldıkları halde, böyle gördü.
Melekler hürmet
ediyorlardı.
Dilediği zaman
yeryüzünde, dilediği zaman göklerde, dilediği zaman cennetlerde kalıyordu.
Fakat içi huzursuzdu.
Hemcinsi olan ateşten
yaratılmış cinlerin savaşları durmasa, bu huzursuzluğu asla geçmeyecekti...
İblis, bin yıla yakın
bir zaman, cinleri yatıştırmak için çalıştı...
Lâkin elinde iman etmiş
bir avuç mümin cinle bir şey yapamadı.
Cinlerin küfrü bilhassa
canını sıkıyordu.
Nihayet bu can sıkıntısı
bir gazap haline geldi.
Cinlerin cezalanmadan,
yola gelmeyeceklerini anlamıştı.
Peygamberlerin
istemediklerini o, Hazreti Allah (Celle Celâluhu) dan istedi...
Hazreti
Allah (celle celâluhu) İblis’i kırmadı.
Meleklerden ordular
verdi emrine.
İblis, bu ordularla,
savaşan cinlerin üzerine yürüdü.
Pek çoğunu öldürdü .
Kurtulabilenler,
adalara, çöllerin tenha yerlerine, sığındılar... Pek pişmandılar, lâkin iş
işten geçmişti.
Cinler pişman olmuşlardı
ama, hiç akla gelmeyen, ümit edilmeyen, bir arzu İblis’in göğsünü doldurup,
sıkmıştı... Karartmıştı.
Artık iblis, eski o
güzel, sevimli, kulların melek haslet olanı değildi.
Hiç kimseye açılmamıştı
fakat, kendisinde ululuk vehmetmişti...
Cennetleri gördüğü,
meleklerle düşüp kalktığı, hürmete eriştiği halde, birden bire Allahın
Rahmaniyet vasfını inkâr etmişti için için.
Kazandığı savaşın tesiri
altında büyüklüğüne aldanmıştı.
Nefsini bir türlü
yenmiyor ve adalara, çölllerin derinliklerine dağılan cinlere ilâh olmak
istiyordu.
Nerdeyse, onları
toplayacak, kendisine tapmalarım, ateşi, yıldızları, güneşi, ayı ve
benzerlerini, zalimleri bırakmalarını, yalnız kendisini tanımalarını
isteyecekti.
Bundan, Iblis’in
ululanmamasından, melekler bile haberli değildiler.
Yalnız Hazreti Alıah (Celle
Celâluhu) şüphesiz biliyordu.
Çünkü O, yaratandı...
Gizlisi yoktu, olamazdı.
Hazreti Allah (Celle
Celâluhu) İblis’in sapıtmasını ilân etmesine fırsat bırakmadı...
insanın atası (Âdem) i
yaratma kararını çabuklaştırdı.
Emir verdi...
Âdem (aleyhisselâm)
topraktan yaratıldı...
Huzurunda can verildi
Âdem’e...
Hazreti Allah (Celle
Celâluhu), yarattıklarını en şereflisi olarak buyurduğu insanların atası Âdem’e meleklerin hürmet
secdesi yapmalarım, Âdem’in şahsında kendisini ulumalarını diledi.
O zamana kadar, iblis,
hazırlıkları izliyordu...
Yeryüzünün her tarafından
balcık alınışını, buna Allahın huzurunda şekil verilişini, kuruması için bekletilişini,
merakla ve kızgınlıkla seyrediyordu.
Halâ insanın
yaratılacağı inancında değildi...
Önünde duran henüz ruh
üfürülmemiş insan'ın atası olacak toprak yığınının ağzından giriyor, bedeninde
dolaşıyor, altından çıkıyor, eğleniyordu...
İblis ayrıca, Hazreti
Âdem (aleyhisselâm) ın erkek olarak yaratıldığını da görerek kıskanmıştı.
Çünkü bir sır
sahibiydi...
İblis bu sırrı asla fâş
etmiyordu...
Melekler bile bilmiyorlardı.
Bu sırdan şüphesiz ancak
Hazreti Allah (Celle Celâluhu) in haberi vardı... Esasen o buyurmuştu.
İblis’de erkeklik dişilik yoktu.
Bu yüzden, anne ve babası, ölümlerine kadar gizli
tutmuşlardı bunu.
İblis erkek bir çehreye ve bedene sahip olduğundan, diğer
cinler, yüz yıllar boyunca, İblis’in evlenmemesine şaşıyorlardı.
Yakınları, nice nice güzel kızlarını teklif etmişlerdi.
Fakat İblis bu tekliflere kulak vermemek mecburiyetinde
kalmıştı.
Âdem’i kıskanması bir az
da bu eksikliğinden ileri geliyordu.
Nihayet, Hazreti Allah (Celle
Celâluhu), vakit tamam olunca, ruh üfürülmeden önce, bütün melekleri topladı...
Hazreti Âdem (aleyhisselâm)ı
ululamalarını istedi.
Melekler derhal, Âdem’e
secdeyi kabul ettiler, bu suretle, onun şahsında gerçekte Hazreti Allah (Celle
Celâluhu)ı ululayacakdılar...
Halbuki meleklerde de
erkeklik dişilik mevcut değildi.
İblis bunu hatırlasa,
üzüleceği yerde, cin taifesinin yaratıldığı ateşten olduğu halde, melek
mertebesine yükseldiği için sevinirdi...
Lâkin bir kere gururlanmıştı...
Nefsini
zabtedemiyordu...
Allah’a, onun Rahman
sıfatına, âsi oldu, secdeyi kabul etmedi.
İlerde, Kur’anı kerim
nazil olduğu zaman, Hazreti Allah (Celle Celâluhu) bu olayı bir çok âyetlerle, kullarına
buyuracak, böylelikle ibretlenmeleri sağlayacaktı...
“Hani
meleklere: «Âdem için secde edin » demîşdik de iblisten başkaları secde
etmişlerdi? O ise dayatmıştı.”(Tâhâ: 116)
(İblisten Başkaları) Kimlerdir?..
Elbette yalnız melekler
değildi.
Bütün yaratılanlardı...
O halde, huzurda
bulunmadıkları halde, Kâinatlarda ne varsa cümlesi, İblis ve hâlâ sapık olan
cinlerden bir gurup secde etmemişlerdi...
“Yalnız
iblis kibirlenmiye yeltenmişti. (zaten) o, (ilmi ilahi de) kafirlerdendi.” (Saad:
74)
Melekler, İblis’in
isyanı karşısında şaşkınlık içindeydiler..
Fakat, bazı olayları
hatırladılar:
İblis, Adem’in cesedi
kururken, içine girip dolaşıyor, çıkıyor ve kuruyan çamura vuruyor, alay
ediyordu. Meleklere: «Bundan korkmayın,. Dilersem hemen parçalarım» diyordu.
En önemlisi de, Âdem
yaratılmadan önce, Hazreti Allah (Celle Celâluhu) melekleri toplamış, kararını
bildirmişti..
Hazreti Allah (Celle
Celâluhu) yeryüzüne bir halife yaratacaktı. Bu halifeden soy üreyecekti..
Allah’a kulluk edeceklerdi.
Melekler, korkmuş ve
üzülmüşlerdi karardan.
İşte milyonlarca yıldan
beri cinlerin tutumu meydandaydı.
Hep sapıtmışlar,
cehenneme odun olmuşlardı.
Bir kaç bin yıldan beri
de savaşmışlar, kan dökmüşlerdi.
Ancak, İblis melekler
ordusuyla savaşları bas tırmış ve cinleri itaat ettirmişti..
Yeni yaratılacak insan,
halife, aynı şeyleri yaparsa ne olurdu?..
Endişelerini Hazreti
Allah (Celle Celâluhu)a açıkladılar.
Hazreti Allah (Celle
Celâluhu); onlara kendilerinin bilmedikleri şeyleri bildiğini buyurdu.
Cinler, insan soyu
yeryüzüne yerleşince, uzun zaman, yok edümelerini beklediler.
Lâkin yok edilmediler...
O gizli halleriyle
yaşayacaklarını anlamışlardı. Kulluk için yaratılan iki varlık: İns ve cin
(İnsan ve cinler)!
Olur muydu?...
İnsanlar âlemiyle cinler
âlemi nasıl birbirlerine karışmadan, zarar vermeden, aynı topraklarda yaşarlardı?...
Hazreti Allah (Celle
Celâluhu) öyle buyurmuştu, yasayacaklardı.
Birisi görünür, birisi
görünmez olduktan sonra pek âlâ mümkündü bu...
Cinler bir zaman sonra
olanları da unuttular.
Yine sapıklıklarına
döndüler...
Kendilerine peygamberler
seçildi... dinleyenler pek çıkmadı...
Artık İblis de onlara
karışmıyordu... İlgisi yasaklanmıştı... Dilediklerini yaptılar.
İnsanların ilk
peygamberi, ataları Âdem (aleyhisselâm) oldu.
Soyunu ikaz edip
sakındırmaya çalıştı sapıklıktan...
Fakat her ne hikmetse,
insanlar çabuk kendilerini beğendiler... Başka güç, kuvvet tanımadılar...
Bilhassa o yemyeşil yeryüzü pek hoşlarına gitmişti... Ölenleri gördükleri
halde, ölmeyecek gibi hırsla dünya nimetlerini yağmaya koyuldular...
Bunda İblis’in pek büyük payı vardı.
İblis, elbtete yalnız olsa, bütün insanları azdırmaya
yetişemeyecekti...
Bir
İlâhi izinle olacak, kendi kendisini aşılayarak çoğaldı... Bu soyuna (Şeytan)
denildi...
Kendisinin de Şeytanların toplamı, atası, hüviyti çıktı ortaya...
Bir zamanların adalet
dağıtıcı Hakem adı, göklerdeki Haris adı, hele cennetteki Azazil adı unutuldu?
Masal oldu.
Şimdi lânetlenerek hem
Allahın insanlara yolladığı peygamberler aracılığıyla, hem sahifelerle, yerine
göre üç şekilde varlığı bildiriyor, insanın ona Allaha kulluk ile karşı durması
isteniyordu.
Bu isimlerden birisi
(İblis) di... ki, annesi ve babası tarafından konmuştu...
İkincisi, artık cinlerle
ilgisi kalmadığı halde, onların soyundan olduğu için (Cin) diye hitap
ediliyordu.
Üçüncüsü de kendi
kendisini aşılayarak, yani ilkah ederk peydahladığı Şeytanlara uyularak
(Şeytan) deniyordu.
Her üç
isim de doğruydu...
Ne var ki, artık
yeryüzünde kalan cinlerle İblis’i karıştırmamak gerekiyordu.
Cinler, takdir edilen
hayatlarını yaşıyorlardı...
Doğuyor, ölüyorlardı...
İblis ise insanlarla
uğraşıyordu...
Kıyamete kadar
uğraşacak, yaşayacaktı...
İblis’i en çok
düşündüren Hazreti Allahın şu açıklamalıydı :
İnsan en şerefli mahlûktu...
Kullukta kaldıkça,
Hazreti Allah (Celle Celâluhu) bütün yaratıklarını onun emrine vermişti...
Bir
çeşit hükümdarıydı kâinatın.
İnsan, kulluğunu
eksiksiz yaparsa, cinleri, İblisi, şeytanlarını, hattâ melekleri emrine alması
hakkıydı.
İnsanın üzerinde iki
kuvvet vardı şimdi:
Melek
ile şeytan (Cin, İblis).
Yani hayır ile şer...
Bu iki kuvvet, insan
nefsini ya salaha, yahut azgınlığa sürükleyeceklerdi...
İblis soyundan gelmeyen
asıl cinler, hiçbir şeye karışmıyor, sadece hayatlarını sürdürüyorlardı...
Fakat bu cinlerin içinde mümin olanlar, her fırsatta
mümin insanlara, Allahın izni nisbetinde, yardımcı oluyorlardı, çünkü
melekleşen mümin insanların emirlerine girmeleri Allahın dileğine uygundu.
Acaba İblis’in, çok
zehirleyici ateşten yaratılmış en sapık cinin, şeytanın kendisine bahs edilen
kuvvet ve kudreti ne kadardı?...
Sınırlı mıydı?...
Sınırsız mı?...
Elbette sınırlıydı...
Meselâ
şunları yapamazdı:
1. Meleklere dokunamazlardı İblis ile
ordusu şeytanlar.
2. Yine İblis ile ordusu hiç bir cansız
cisme tesir edemezlerdi... Eğer böyle bir kudretleri olsa kâinatın dengesi
bozulurdu.
3. Canlılara da hükmedemezler, fayda ve
zarar vermezlerdi, yani, bir kuşu, bir deveyi, bir koyunu, bir balığı
öldüremezler, hastayken iyi edemler, ölmüşse diriltemezlerdi.
4. İnsanın bedeni de bu yasağa dahildi...
İblis ve şeytan her
hangi bir insana zarar vermek gücüne sahip değildi...
İblis ve ordusu
şeytanlar, ancak ve ancak insan kalbine, aklına, devamlı vehim vererek,
nefislerini şahlandırmaya, kendilerini gururandırmaya, azdırmaya çalışabilirdi.
Bu hal insanın bir nefs
mücadelesiydi...
İnsan nefsiyle yaptığı
mücadeleden kazançlı çıkmak için ya ona karşı gelecek, yahut yardım
isteyecekti.
Her ikisi de insamn
devamlı surette ilerlemesini sağlayacak hareketlerdi.
İnsan, İblis ve ordusu
şeytanlarla mücadelesini, kulluğunu devam ettirerek yapacaktı...
Allah’a, yalnız O’na
sığınarak korunacaktı.
İlerde nazil olacak şu
sure ne kadar açıktır...
İblis ve şeytanlarının
yalnız insana vesvese verdiklerini, onlardan kurtulmak için Allah’a sığınmak
gerektiğini buyurur.
Ayrıca, şeytanları iki
guruba ayırır:
1. Cin soyundan olan İblis’in ilkahıyla
olanlar.
(Bunların diğer cinlerle
bir ilişiği yoktur).
2. İblis ile şeytanın vesvesesine uyarak
azıtanlar ki, onlar da artık birer şeytandırlar... İnsanın, hemcinsi olan bu
şeytanlardan da yakasını kurtarması icab eder.
Hazreti Allah (Celle
Celâluhu) yalnız insanlara değil, yi ne insandan seçtiği peygamberlerine de
ister cin soyu İblisin ilkahıyla meydana gelip üreyen şeytanlardan, ister azan
insanlardan olsun düşmanlar çıkarmıştı...
Nihayet Hazreti Allah
(Celle Celâluhu) ın dileğiyle, değişen, güzelleşen bir dünya.
Renklerin şekillerin
çeşitleri...
Her türlü nimetler...
Bunlardan faydalanan
insanlar âlemi.
Bir zamanlar yeryüzünün
tek hakimleriyken, şimdi kendilerine ortak gelen cinler âlemi...
Artık cinler,
kovuldukları göklerden çok, dünyayı bu insanlarla bölüşeceklerdi...
İnsanlar gizli
değildiler...
Diledikleri şekle
giremiyorlardı...
Havalanmaları mümkün
değildi.
Lâkin onlar da göz,
kulak, ağız, kalp, akü sahibiydiler.
Zekâları vardı...
Cinler
kendilerini önce insanlardan daha üstün sandılar.
Fakat,
insanlar her güçlüğü yendikçe fikir değiştirdiler.
Bilhassa inanmadıkları
halde Hazreti Allah (Celle Celâluhu) ın en şerefli ve yeryüzündeki temsilcisi
diye yarattığı insanların, ne yaratmışsa emrine verildiğini duyunca
sarsıldılar...
Elbet günü gelecek, emrine
verilenlerin hepsinden faydalanacaklardı.. .•
Cinlerin
insanlarla bazı benzerlikleri de vardı.
Meselâ evleniyor, aile kuruyorlardı...
Çocuk sahibi oluyorlardı ...
Behemahal toplu
yaşıyorlardı ...
Kendilerine has
nimetleri yiyip içiyorlardı.
Onlar' da cinler gibi
sadece Hazreti Allah’a kulluk için yaratılmışlardı.
Lâkin asla cinlerle insanların kaynaşması mümkün
değildi... Yasaklanmıştı...
Hele evlenmeleri...
Onlar, aynı (dünyanın
aydınlığıyla karanlığı, geceyle gündüzü gibiydiler...
Komşu sayılırlardı...
Birbirinden ayn
yeryüzünün ortak kısımlarını bölüşüyorlardı...
Cinler, insanları
gördükleri, ne yaptıklarını izledikleri halde insanlar cinlerin hiç bir
hayatını takip edemiyorlardı.
Ancak, Hazreti Adem
(aleyhisselâm) dan sonra gelen peygambem aracılığıyla varlıklarını öğrenmişler
haklarında bilgi edinmişlerdi...
Cinler, hele azgınları,
insanların ilerde bütün kâinata hakim olacaklarını, hattâ kendilerini emirleri
altına alacaklarını, hizmetçi, uşak gibi kullanacaklarını hatırladıkça, onların
sapıtması, nefislerini kudurtması iznini alan İblis ve ordusu şeytanların
bıkmadan insanlara baskı yapmalarını arzuluyorlardı.
Ne olsa İblis, şimdi
ayrılmıştı ama, kendi soylarındandı, dumansız ateşten yaratılmıştı... Bu
bakımdan ümit ediyorlardı.
En çok hayret ettikleri
şey, kendilerinin insanlara hiç bir zarar veremeyişleriydi...
Onlara da peygamberler geliyordu, insanlara da...
Her âlemin
peygamberlerinin tek gayesi ümmetini Allah’a inandırmak, teslim etmekti...
Buna karşüık inananlar
pek az çıkıyordu.
Her iki tarafta da daha
çok, bu peygamberler alaya alınıyor, sihirbaz, büyücü, kâhin diye tahkir
ediliyor, taşlanıyor, işkencelere tutuluyor, kovuluyorlardı inananlarla
birlikte.
Hazreti Allah (Celle
Celâluhu) sabrediyor, ediyor, nihayet peygamberine haber yollayarak azan
ümmetini helâk ediyordu.
Hele Hazreti Nuh
(aleyhisselâm)in Tufanında, bütün yer
yüzü insanları yok olmuşlardı... Hayvanlarla birlikte...
Ancak, Nûh
(aleyhisselâm) m gemisine aldığı bir miktar insan ve hayvanların erkekli dişisi,
gemi Cüdi Dağı’na oturunca kurtulmuşlardı ve yeni bir insan nesli türemeye
başlamıştı.
Tufanda, dünya yuvarlak
olduğuna göre,bütün toprak sular altında kalmıştı...
Cinler
boğulmamışlardı...
Tufanın devamı
süresince, göklerin alçak yerlerinde bekleşip durmuşlardı.
Lâkin tufandan sonra da
her şey unutuldu...
insan ve cinler eski
hayatlarını yaşamaya başladılar.
** Ahmet Cemil Akıncı**
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar