ONE FLEW OVER THE CUCKOO'S NEST/ Guguk Kuşu (1975)
Yönetmen: Milos Forman
Ülke: ABD
Tür: Dram
Vizyon Tarihi: 01 Nisan 1981 (Türkiye)
Süre: 133 dakika
Dil: İngilizce
Senaryo: Lawrence Hauben | Bo Goldman | Ken
Kesey |
Oyuncular: Jack Nicholson, Louise Fletcher, William Redfield,
Michael Berryman, Peter Brocco, Dean R. Brooks, Alonzo Brown, Scatman Crothers,
Mwako Cumbuka, Danny DeVito, William Duell
Müzik: Jack Nitzsche
Görüntü Yönetmeni: Haskell Wexler | Bill
Butler
Yapımcılar: Michael Douglas | Martin Fink |
Saul Zaentz
Özet
Guguk Kuşu, 1975 ABD yapımı dramatik filmdir. Özgün
adı One Flew Over the Cuckoo's Nest olan filmin yönetmeni Milos Forman'dır.
1962'de Ken Kesey tarafından yazılan aynı isimli romandan sinemaya
uyarlanmıştır.
"Guguk Kuşu", 1993 yılında Amerika Birleşik
Devletleri Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihi ve estetik
olarak önemli" filmler arasına seçilerek ABD Ulusal Film Arşivi'nde
muhafaza edilmesine karar verilmiştir.[2]
Film, Türkiye'de aynı isimle dans tiyatrosuna
uyarlanmıştır.
Orijinal ismi "One Flew Over the Cuckoo's
Nest" ve aynı isimli kitaptan sinemaya uyarlanan film, akıl hastası
numarası yaparak güvenlik önlemleri daha az olan bir akıl hastanesine
sevkedilen bir mahkumun (Jack Nicholson) geçirdiği zamanı konu alıyor. Mahkum,
bu süre içerisinde hem kaçma planları yapıyor hem de akıl hastanesindeki diğer
hastalarla farklı bir diyalog kuruyor. Terapilerdeki kendi başına buyruk
hareketleri ve özgürlüğe olan düşkünlüğü nedeniyle diğer hastalara kötü örnek
olduğunu düşünen baş hemşire Mildred (Louise Fletcher) ile de büyük sorunlar
yaşıyor. Milos Forman tarafından yönetilen film, tüm zamanların en iyi
filmlerinden biri olarak gösteriliyor.
Jack Nicholson'ın ustaca sergiledigi rölü
onun bugün geldiği noktanın tesadüf olmadığını göstermektedir.
Filmden
Bence
bütün bu süre boyunca bizi kandırmaya çalışıyordunuz. Baksanıza, ne yapmamı
bekliyorsunuz? Yani Anlatabildim mi?
Bu mu
yani?
Size göre
yeterince deli miyim şimdi?
Yere
pisleyeyim ister misiniz?
Tanrım!
Hiç şu eski deyimi duydunuz mu? ''Yuvarlanan taş yosun tutmaz.'' Evet. Bu size
bir şey ifade ediyor mu?
''Kirli
çamaşırlarını herkese gösterme'' ile aynı şey. Ne demek istediğinizi
anladığımdan emin değilim. Ondan daha zekiyim, değil mi?
İşte şunun
gibi bir anlama gelir hareket eden bir
şeyin üstünde bir şeylerin büyümesi zordur. Dün olanlarla ilgili ne
hissediyorsunuz?
Siz hepiniz deli misiniz?
İşte hepsi
bu.
İyisi mi
vazgeç bu sevdadan.
Seni yine
deliğe tıkacaklar, farkında mısın?
Hayır,
tıkmayacaklar. Biz deliyiz!
Yalnızca
bizi tımarhaneye geri götürecekler, anladın mı?
Deli falan
mı?
Değilsiniz
işte.
Değilsiniz!
Sokakta dolaşan ortalama gerzeklerden daha deli değilsiniz.
Aman Tanrım, inanasım gelmiyor!
DELİLİK
ÜZERİNE
Her
kralın bir soytarısı olurmuş, sanırım daha sonra bu her köyün, şehrin, kentin
delisine dönüştü…
İnsanın
kendine sorası geliyor; ne kadar deliyiz?
Ancak
ne kadar akıllı olduğumuza deliliğimize bakarak karar verebiliriz. Onun için
sorun ne kadar akıllı olduğumuzda değil, ne kadar deli olduğumuzda yatar gibi
geliyor bana.
Deliliğin
ölçüsü-boyutu, çağa, mekâna, kişiye göre değişiyor.
Araçlara
ayrılmış bir yolda yürümeye kalkarsanız, görenler deli olduğunuzu düşünecekler.
Oysa yakın tarihe kadar araç diye bir şey yoktu, daha sonra kaldırımlarla
birlikte oluştu ve siz kaldırımlarda yürümek zorundasınız.
Delilik
modernizemle birlikte gelişen bir kavramdır, bana göre önemi artarak
sürmektedir.
Ancak
söylemek istediğinizi delilik kisvesi altında rahat söyleyebilen durumuna gelme
acı bir şey, akıllı olunca insana laf söyletmiyorlar…
Kralın
soytarısından farklı bir durum yani, kral soytarının konuşmasına istediği zaman
izin verir, soytarı için kelle hep koltuktadır.
Oysa
delilik farklı bir şey, başta dokunulmazlığınız var, kelle zaten yok ki
koltukta olsun…
Delilik ayrıcılık demektir…
Yerine göre bir erdem.
Yerine göre ise zulümdür.
Bilgelik yönü zevklidir…
Konuş konuşabildiğin kadar…
Bir
insanın deliliğini bilip bilmemesi de çok önemlidir.
Deliliğini
bilmek erdemli bir kişi, bilmemek sizi meczup yapar…
Roza
Luxemburg’ un bir sözü var;
“Harekete geçmeyenler zincirlere bağlı olduklarının farkına bile
varmazlar.”
Harekete
geçmezseniz delilik sınırlarını bilemezsiniz…
Bir “ deli “ de İspanya’ dan çıktı; Juan Manuel
Sanchez Gordillo, adamın işi Marinaleda Belediye Başkanlığı. Bildiğimiz Belediye
Başkanlarının dışında bir tip, marketleri soyup halka dağıtıyor, bu yönünü
popülist bulabilirsiniz ama adam yoksullara kurduğu çadırlarda yaşıyor. Sorumlu
olduğu insanların suni bulduğu küresel krizin faturasını ödemelerini istemiyor.
Biz
de ödemek istemiyoruz …
Müslüm Yaşargün/
muslumyasargun@gmail.com
ÂKİLİ DELİ, DELİYİ ÂKİL YAPMAK
Kime göre?
Neye göre?
“Medeni ve
bilge insanlar kendinizi hiç yüceltmeyiniz; övündüğünüz bu sözüm ona bilgeliğin
dağılıp yok olması için bir an yeter; beklenmedik bir olay, şiddetli ve ani bir
ruh hali, dünyanın en aklı başında ve en akıllı insanını bir çılgına veya
eblehe çevirecektir." [Matthey,
Nouvelles recherches sur les maladies de l’esprit, Paris, 1816,1. bl., s. 65]
[Delilik
zamanda siyasal bir sorun da olduğundan kuşku duymak mümkün değildir.
Suçlularla birlikte masumların, çılgınlarla birlikte akıllılarının kapatıldığına
kesin olarak inanılması, uzun zamandan beri devrimci mitolojinin içinde yer
almaktaydı:
"Bicêtre (deli sığınma hastanesi-hapishanesi) hiç kuşkusuz canileri,
haydutları, yırtıcı adamları kapalı tutmaktadır... ama kabul etmek gerekir ki,
keyfi iktidara, ailelerin tiranlığına, ataerkil ceberrutluğa kurban olanların
oluşturduğu kalabalığı da barındırıyor... Hücrelerde, ışığı daracık yarıklardan
görebilen kardeşlerimiz ve eşitlerimiz olan insanlar yatıyor." [Gazette Nationale, 12
Aralık 1789.]
Masumların
hapishanesi Bicêtre, tıpkı
eskiden Bastille'in olduğu gibi hayallere musallat olmuştur:
"Laf
dinlemeyen bazı adamlar hapishanelerdeki katliam sırasında, delilerle
akıllıları karıştıran eski-tiranlığın bazı kurbanlarını kurtarma bahanesiyle
Bicetre düşkünler yurduna sızmışlardır. Koğuştan koğuşa silahlı olarak
gezmektedirler; tutukluları sorgulamakta ve aşikâr delilere rastladıklarında
kulak asmamaktadırlar. Fakat zincire vurulmuş bir tutuklu, sağduyu ve akıl dolu
sözleriyle ve acı yakınmalarıyla hemen dikkatleri çekmektedir. Bu adamı
zincire vurulmuş olarak tutmak ve delilerle bir arada bulundurmak iğrenç değil
miydi?..
Bunun
üzerine bu silahlı grubun içinden şiddetli homurtular ve yönetime karşı
bağırışlar yükselmiştir; yönetimden hesap sorulmaktadır." [Zikr. Semelaigne, op. Cit]
Konvansiyon
[Bir anayasa yapmak veya bir anayasayı değiştirmek için toplanan olağanüstü
geçici meclis (Akil adamlar)] döneminde yeni bir saplantı.
Bicetre
hâlâ muazzam bir korku haznesidir, ama mademki burası kuşkuluların bir sığınağı
olarak görülmektedir -yoksulların arasında saklanan aristokratlar, deli
numarası yaparak komplo düzenleyen yabancı ajanlar-, o halde masumluğun,
ama aynı zamanda iki yüzlülüğün açığa çıkartılması için deliliğin burada da
ifşa edilmesi gerekmektedir. Böylece Bicetre'i tüm Devrim süresi boyunca
kuşatan ve onu Paris'in sınırlarındaki bir cins korkutucu ve esrarlı güç
haline getiren bütün bu korkuların içinde Düşman, burada ayrılması mümkün
olmayan bir şekilde akıl bozukluğuna karışmakta, delilik sırasıyla iki
yabancılaştırıcı rol oynamaktadır: tiranlık etmekte veya aldatmaktadır -aklı
başında insanla deli arasında aracılık yapan bu tehlikeli unsur bunların her
ikisini de yabancılaştırabilir ve her ikisinin de özgürlüğünü kullanmasını
tehdit edebilir-. Gerçeğin ve aklın kendi oyunlarına geri dönebilmeleri
için, deliliğin oyununun her halükârda bozulması
gerekmektedir.
…..
Deliliğin
aynı anda hem nesnel, hem de masum olan saf bir gerçeklik içinde açığa çıkacağı
bir alanın oluşturulması, ama bu alanın hep belirsiz bir uzaklığa itilen ideal
bir tarza göre oluşturulması ve delilik çehrelerinin her birinin deli-
olmama'ya, fark edilmesi olanaksız bir yakınlık içinde karışmaları. Delilik,
bilimsel tasviri içinde kesinlik namına ne kazanıyorsa, bunu somut algılamanın
içinde güç olarak kaybetmektedir; gerçeğine kavuşacağı tımarhane onu, onun
gerçeği olmayan şeyden ayırmaya olanak vermemektedir.
Delilik
ne kadar nesnel olursa, o kadar az kesin olmaktadır. Onu gerçek hale getirmek
için özgürleştiren jest, aynı zamanda onu tüm somut akıl biçimlerinin içinde
dağıtan ve saklayan işlemdir.
[Deliliğin
Tarihi/Michel Foucault, trc: Mehmet Ali KILIÇBAY, sh. 659-671]
HERKESİN
İÇTİĞİ SU
(İfham
Gazetesi - 1919)
Ling-Yu gayet akıllı, gayet
ihtiyar bir imparatordu. O kadar ilerlemeyi severdi ki halkın geçmiş ile hiçbir
alakası kalmamasını temin için bütün Çin’in eski kitaplarını, eski
kütüphanelerini yaktırmıştı. Çinliler adeta onun tanrılığına bile inanır gibi
oluyorlardı. Derlerdi ki:
"Ling-Yu, Dünyada
Allah’ın dehasından bir örnektir. "
Devri; rüyasız, yorgun bir uyku gibi
geçiyordu.
Bir gün huzuruna bir soylu girdi.
Secdeye kapandı.
- Efendimiz, baş müneccim geldi,
mutlaka size bir şey arzetmek istiyor, dedi.
İmparator Ling-Yu, dehası sayesinde
gelecekte ne olacağını bilirdi.
Derdi ki: "Sebepleri doğru görebilenin
sonuçtan şüphesi kalmaz." Onun için baş müneccimden daima kendi tahminlerini
dinlerdi. Şimdiye kadar o, hiç böyle habersiz gelip bir şey söylememişti.
- Tuhaf, diye başını salladı, acaba ne
söyleyecek?
- Gayet mühim bir şeymiş efendim.
İmparator düşündü, işler
tıkırındaydı. Öyle mühim bir şeyin olabileceği yoktu.
- Gelsin, buyurdu.
Huzura giren başmüneccim, resmi
secdesinden kalktıktan sonra:
- Ah efendim, gayet korkunç bir felaket
bizi tehdit ediyor, dedi.
İmparator, dünyanın her şeyine
vakıftı. Şaşırdı. Görünürde savaş, kıtlık, ihtilâl gibi bir şey yoktu. Badem gözlerini
süzerek:
- Yanılıyorsun, dedi.
- Hayır efendim, muhakkak bir felaket!
- Savaş mı?
- Hayır.
- Ya ne?
- Bir yağmur, efendim.
- Yani taşkın.
- Hayır, yalnız yağmur…
İmparator, liyakatli başmüneccimin
saçmaladığına ihtimal vermezdi. Tekrar onu bir süzdü. Merakla sordu:
- Yağmur niçin bir felaket olsun?
- Bu yağmur çok sürecek.
- Sürsün.
- Suyundan kim bir damla
içerse deli olacak!
İmparator
düşündü. Hakikaten felaket korkunçtu. Tahmininde yanılıp-yanılmayacağını
başmüneccimine tekrar sordu. Zavallı alim bundan son derece emindi. Korkusundan
tir tir titriyordu. Saraya hemen bütün soylular toplandı. Günlerce süren
görüşmeler, toplantılar sonunda daha bu uğursuz yağmur başlamadan sarayın bütün
sarnıçlarının, küplerinin, vazolarının, mahzenlerinin yedek olarak temiz
sularla doldurulmasına karar verildi.
Aradan bir hafta geçmedi, başmüneccimin
haber verdiği yağmur hafif yağmaya başladı. Bir gün, iki gün oldu. Dinmedi,
hızlandı. Bardaktan boşanırcasına yağdı-durdu. Her tarafı sel aldı. Nehirler,
çeşmeler, oluklar taştı. Adeta mini mini bir tufan! Başmüneccimin haber verdiği
felaket hakikaten, aynen meydana geldi. Kim bu yağmurdan bir damla karışmış bir
suyu içerse hemen çıldırıyordu. On beş- yirmi gün içinde bütün halk çıldırdı.
Yalnız imparatorla yanındakiler, sarayda saklanmış sulardan içiyorlar,
akıllarını başlarında tutabiliyorlardı.
Uğursuz yağmur dinmedi. Memlekette
çıldırmayan kimse kalmadı. Umumiyetle deliren halk, işi öyle azıttılar ki;
artık ne soylular, ne hâkimler; saraydan sokağa çıkabiliyorlar, ne de
içeriden-dışarıya meram anlatabiliyorlardı. Bir curcunadır gidiyordu.
İmparatoru o zaman bir düşünce aldı. Bunun
sonu ne olacaktı. Evet, bir kere deli olan artık akıllanamıyordu. Zırdeli halk
bahçe surlarının etrafında toplanmış, gece-gündüz , sabah-akşam zurnalarla-
davullarla kulakları yırtan bir gürültü koparıyorlar:
- Delilere bakın, yuha,
yuha…, diye yedek sulardan içip akıllı kalanlara dillerini çıkarıyorlardı.
Bir gün geldi ki yiyecek filan almak
imkansızlaştı. Laf anlayan, söz dinleyen kalmadı. İdare bozuldu. Uğursuz
yağmurun suyundan içmeyip akıllı kalanların felaketi çok dehşetliydi. Hayatları
tehlike içinde geçiyordu. Bir avuç kişiydiler. Milyonlarca delinin maskarası
oldular…
Fakat Ling-Yu gayet akıllı, gayet ihtiyar
bir imparatordu. İşe yaramayan zarar getiren aklın, delilikten hayırlı bir şey
olamayacağını bilirdi. Bir sabah çılgın halkın tecavüzünden, eğlencesinden
ürkmüş yakınlarına:
- Herkesin içtiği sudan
hemen içiniz, emrini verdi.
Soylular, hekimler, filozoflar, hakimler:
- Aman efendim, akıllarımıza, ilimlerimize
yazık olur, diye karşı gelmek istediler.
İhtiyar imparator:
- Herkes deli olduktan
sonra birkaç kişinin aklına lüzum yoktur, dedi.
Uğursuz yağmurun sularından doldurttuğu ilk
kadehi kendi yuvarladı. O anda ufukları sarsan kahkahaları attılar. Surun
dışındaki curcunaya katıldılar.
Gel zaman-git zaman bu
umumi curcunanın adı "sosyal düzen" oldu. Halk içinde tekrar
akıllananlar "delidir" diye tımarhaneye tıkıldı.
ÖMER SEYFETTİN
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar