Print Friendly and PDF

CEMEL VAK’ASI (36/656)

Bunlarada Bakarsınız

 


Hazırlayan: Erol YAPRAKDAL

 

ÖNSÖZ

Allah’ın gönderdiği son elçi Hz. Peygamber, ilahi emirleri insanlara tebliğ ederek, onlara erdemli yaşamanın yollarını öğretmenin yanında, İslâm devletini de yöneterek Müslümanların hem dini hem de siyasi liderliğini yapıyordu. Onun vefatıyla birlikte Râşid Halifeler, devletin başına geçerek Müslümanlara siyasi anlamda liderlik yapmaya başladılar.

Hz. Peygamber’in izinden hareket eden ve İslâmiyet’in ilk temsilcileri olan Râşid Halifeler, bu dönemde de Kur’ân ve Sünnet’i sonraki nesillere aktarma görevini en iyi şekilde yerine getirmeye çalışarak İslâmiyet’i Arap coğrafyası dışına taşıyıp yayılmasını sağladılar.

Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer devri ile Hz. Osman devrinin ilk altı yılı, Hz. Peygamber’in dönemi gibi iç sorunlar yaşanmadan fetihlerle geçti. Ancak Hz. Osman döneminin son altı yılında Müslüman toplumunda bir takım nedenlerden dolayı iç problemler baş göstermeye başladı. Bu problemlere yerinde ve zamanında müdahale edilmediği ya da edilemediği için sorunlar git gide büyüdü ve neticesinde Müslümanların meşru halifesi Hz. Osman bir iç isyan sonucu şehit edildi. Büyük yankı uyandıran bu olayın, sorunları çözmesi bir yana, var olan sorunları daha da derinleştirdiği görülmektedir.

Beklenmedik bir şekilde Hz. Osman şehit edilince Medinelilerin büyük çoğunluğunun desteğiyle halife seçilen Hz. Ali, büyük sorunlarla karşı karşıya kaldı. Hz. Ali’nin acilen çözmesi gereken sorunların başında; Hz. Osman’ı şehit eden asilerin cezalandırılması ve Müslümanlar arasındaki fitnenin ıslah edilmesi geliyordu. Ancak asilerin hüküm sürdüğü başkentte bu sorunları hemen çözmek biraz zor olduğu için Hz. Ali, şartların olgunlaşmasını beklemeyi tercih etti. Bu zor şartlarda Hz. Ali’nin yanında durması gereken Hz. Talha ve Hz. Zübeyr gibi önde gelen bazı sahâbe, Mekke’de Hz. Aişe’nin önderliğinde bir araya gelerek, Ali’ye karşı harekete geçtiler. Cemel Ashâbı olarak ifade edilen bu muhalif grup, başta Ümeyye oğulları olmak üzere birçok yerden aldığı maddi ve manevi destekle Basra’ya doğru hareket ederek Cemel Vak’ası’na sebep oldular. Başta Hz. Talha ve Hz. Zübeyr olmak üzere binlerce Müslüman’ın öldüğü bu savaş, meşru halife Hz. Ali’nin zaferiyle sonuçlanmış olsa da, bu netice iki tarafı da yaralamıştır.

Müslümanlar arasındaki ilk iç savaş olarak ifade edilen bu hadise, Hz. Aişe’nin devesinin etrafında meydana geldiği için Cemel Vak’ası (Deve Olayı) olarak anılmaktadır.

CEMEL VAK’ASI ÖNCESİ GELİŞMELER

İslâm dininin anlaşılmasında referans olarak kullanılan Hz. Peygamber ve Râşid Halifeler dönemi,[1] her yönüyle incelenmesi ve değerlendirilmesi gereken bir devirdir.[2]

Râşid Halifeler dönemi, Hz. Peygamber’in hayatta olmadığı ancak onun eğitimi altında yetişen sahâbenin aktif rol üstlendiği bir dönemdir. Bu durum, Râşid Halifeler döneminin belirgin özelliği olup bu dönemde meydana gelen gelişmelerdeki etkin rol bu unsura aittir.[3]

Râşid Halifeler dönemiyle ilgili değerlendirmelerde kimileri Hz. Peygamber’in aralarında olmadığı bu toplumu, kutsallık çizgisine taşıyıp meydana gelen olumsuz hadiselerden onları uzak tutma çabası içine girmiştir. Öte yandan kimileri de bu dönemde ortaya çıkan ve uzun yıllar Müslümanları üzüntüye boğan olayların faturalarını bu insanlara keserek eleştiri seviyesini ileri noktalara götürmüşlerdir. Bu iki değerlendirmeyi aşırı bulan diğer bir yaklaşım ise; ortaya çıkan olayları, ilâhi iradenin tecellisi olduğundan hareketle büyük bir saygı ve sevgi ile anılan bu insanları, olaylardan uzak tutma gayreti içine girmiştir.[4]

Hz. Ebû Bekir[5] ve Hz. Ömer[6] dönemiyle Hz. Osman[7] döneminin ilk altı yılı fetihlerle geçerken, Hz. Osman döneminin son altı yılı ile Hz. Ali[8] döneminin neredeyse tümü iç karışıklıklarla geçti.

Hz. Peygamber vefat ettikten sonra halife seçilen Hz. Ebû Bekir, Ridde olaylarını bastırdıktan7 8 [9] sonra Suriye ve Irak üzerine ordular gönderdi.[10] Hz. Ömer döneminde fetihler devam ederek İslâm toprakları daha da genişledi.[11] Ayrıca bu dönemde sahâbenin önde gelenleri hayatta olduğu için önemli konular bunlarla istişare ediliyor, bu mekanizmayla kamu düzeni sağlanıyor ve bundan dolayı hiç kimse bu dönemde halifeye karşı çıkmıyordu. Bu dönemde; Muhammed b. Ebû Bekir, Muhammed b. Ebî Huzeyfe, Abdullah b. Zübeyr, Mervân b. Hakem ve Saîd b. Âs gibi genç, iktidar ve istidad sahibi kişiler kendi istihkaklarından daha fazla bir şey istemeye cesaret edemiyorlardı.[12]

Bilindiği gibi Hz. Ömer şehit edildikten sonra[13] Hz. Osman halife seçildi.[14] Hz. Osman’ın halife seçilmesi, İslâm tarihinde siyasal anlamda yeni bir dönemin başlangıcı olarak değerlendirilmektedir.[15]

On iki yıllık halifeliği boyunca Hz. Osman’ın altı yıllık ilk dönemi, Hz. Ömer dönemindeki gibi düzen ve sükûnetle devam etti.[16] Hatta bu dönemde Hz. Osman’ın Müslümanlara Hz. Ömer’den daha sevimli geldiği rivayet edilmektedir. Çünkü Hz. Osman Müslümanlara Hz. Ömer’den daha yumuşak davranıyordu.16 [17] Ancak şu var ki, Hz. Osman dönemi, seleflerinin dönemi gibi sadece parlak zaferlerin olduğu dönem değil, aynı zamanda Müslümanları derinden yaralayan, üzücü olayların da meydana geldiği bir dönem olarak ifade edilmektedir.[18] Bundan dolayı, bu dönemin ikinci altı yılı İslâm toplumunun hiç de görmeye alışık olmadığı görüntülere sahne olduğu belirtilmektedir.[19]

Müslümanların ruh dünyasında uzun süre ürkütücü bir etki bırakan ve ilk dönem Müslümanlarının şahit oldukları siyasi çalkantıların yoğun olarak yaşandığı, özellikle Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle birlikte başlayan, Cemel Vak’ası gibi olaylarla devam eden, Müslümanları dinî ve siyasi olarak kamplara bölen, daha sonra da Sünnî-Şiî ihtilafının derinleşmesiyle birlikte gelecek nesilleri derinden etkileyen bu buhranlı dönem fitne dönemi olarak değerlendirilmektedir.[20]

Hz. Peygamber’in vefatından yaklaşık yirmi yıl kadar sonra başlayan fitne süreci, İslâm dünyasının birkaç yılını alan büyük bir olaydır. Dolayısıyla etkisi de ona göre büyük oldu. Öyle ki fitne sürecinin artçı sarsıntıları yıllarca hissedilmiştir.[21]

Hz. Osman, halifeliği döneminde yaşlandığından dolayı bazı hırslı akrabaları için onun o mevkide olması bir fırsattı.[22] Zamanla bu akrabaların bir kısmı[23] Hz. Osman döneminde halifenin toleranslı tutumundan yararlanıp[24] çok önemli mevkilere gelerek[25] devletin önemli kilit noktalarını ellerine geçirip İslâm toplumunun aristokrat tabakası haline geldiler.[26]

Hz. Osman Mekke’nin ileri gelen ailelerinden Ümeyye oğullarına[27] mensuptu.[28] Bu aile, Medine’deki İslâm toplumuyla daha az kaynaşmış[29] ve zamanında Hz. Peygamber’e muhalefet edenlerin başında geliyordu. Ancak şunu belirtmek gerekir ki Hz. Osman onlar gibi değildi. O, Hz. Peygamber’in sahâbesinden olup dindar bir insandı.[30] [31]

Zamanla özellikleri ve beklentileri değişen Müslüman toplumunun ağırlaşan sorumluluğu karşısında hilm ve hoşgörü özelliği ağır basan Hz. Osman’ın liderliği yeterli olamamış, bundan dolayı kimileri bu dönemdeki olayların sorumluluğunu Hz. Osman’a yüklemeye çalışırken kimileri de onu bu sorumluluktan uzak tutmaya gayret etmiştir.

Ümeyye oğullarından bazı kimselerin Hz. Osman dönemindeki bazı hareketleri, sahâbenin ileri gelenlerinden bazılarını rahatsız edip memnuniyetsizliğe sebep oluyordu. Bunların başında ise; Hz. Ali’yle birlikte Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr gelmektedir.[32]

Aslında buradaki sorunun, halifeliğin kaybolan siyasi otoritesi altında farklı beklenti ve düşüncelere sahip Müslümanların bu durumunun kontrol altına alınamamasından kaynaklandığı ifade edilmektedir. Yoksa Hz. Osman’a yöneltilen eleştirilerin çoğu bu fitneyi izah etmekte yetersiz kalacacağı açıktır.[33]

Özellikle bu konuda Hz. Osman’a kıyasla çok daha farklı icraatları olan Hz. Ömer’e, halifeliği döneminde kimse itiraz etmemekteydi. Hâlbuki Hz. Osman da Hz. Ömer kadar âlim, müçtehit ve hüküm sahibi bir liderdi. Demek ki asıl sorun, Hz. Osman’ın kişiliğinden daha çok siyasi otoritenin zayıflaması ve bozulmasından kaynaklandığı söylenebilir. Hz. Osman’a yöneltilen eleştiriler ise olsa olsa fitneyi harekete geçiren bir gerekçe olarak görülüp bu şekilde değerlendirilebilir.[34]

Ümeyye oğullarının Hz. Osman dönemindeki kamuoyunu rahatsız eden bazı aşırı hareketleri bir karşı tepkiyi, muhalefeti zarûri kılmaktaydı ve neticede beklenen muhalefet oldu.[35] Müslüman toplumunda Hz. Osman döneminde ilk defa yönetime karşı meydana gelen tepkiler başkaldırıya dönüşmüş ve[36] evini günlerce kuşatan asiler tarafından basılarak Hz. Osman şehit edilmiştir.[37]

Hz. Osman’ın şehit edilmesi, İslâm tarihinde bir dönüm noktası[38] olmakla birlikte bu olay süreç içinde gelişmiştir.[39] İbn Haldûn, Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle birlikte fitne kapısının açıldığını ifade etmektedir.[40] Aslına bakılırsa; Hz. Osman döneminde ortaya çıkan fitne, bir anda ortaya çıkmış değildir. Fitne, her ne kadar onun şehit edilmesiyle birlikte zirveye çıkmış olsa da ondan önceki olaylarla bağlantılı olan bir süreçtir.[41] Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra ortaya çıkan iç çatışmalar sonucu Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberlik bozulmuş, neticede bu kavgaların açtığı yaralar bir daha tam anlamıyla tedavi edilememiştir.[42]

Hz. Osman şehit edildikten sonra halife seçilen Hz. Ali döneminde ise; siyasi ayrışmalar ve iç kargaşalar başka bir boyutta varlığını devam ettirmiştir.[43] Hz.Ali’nin taraftarları, onun Hz. Peygamber’in meşru halefi olduğunu, fakat seleflerinin onun hakkını elinden aldıklarını iddia ederken,[44] Hz. Ali’ye muhalif olanlar ise; onu, Hz. Osman’ın katilleriyle birlikte görüp ya da Hz. Ali’yi bu olaya engel olmayarak Hz. Osman’ı şehit edilmekten kurtarmamakla itham ettiler.[45]

Genel olarak akıllı bir danışman, vefakâr ve sadık bir dost, iyi bir savaşçı ve faziletli bir düşman olarak tanınan Hz. Ali,[46] İslâm tarihine mâl olmuş ve dinî gruplar tarafından kabul gören bir kişiliktir.[47]

Bazı değerlendirmelere göre; Hz. Ali, her türlü fazilete sahip olmasına rağmen, karar verme ve öngörü gibi vasıfları az olan bir liderdi. O, devlet yönetimiyle ilgili bazı çirkin ve acı gerçekleri benimseyecek fıtratta bir insan değildi.

Belki de bu yüzden savaşmayı bir hile olarak sayan rakipleri tarafından mağlup edilmiş ve halife olarak bütün Müslümanlar tarafından otoritesi kabul görmemiştir.[48]

Aslında hem Hz. Osman hem de Hz. Ali döneminde meydana gelen fitnenin arka planında, İslâm toplumunda meydana gelen siyasi, sosyal ve ekonomik değişim ve dönüşümün ortaya çıkardığı birtakım sorunlarla birlikte yönetim biçimi ve idarecilerin izlediği politikaların etkisi de olduğu ifade edilmektedir.[49] Bu durumu, şu olay özetlemektedir: “Adamın biri, birgün Hz. Ali’ye; ‘Müslümanların hali neden böyle! Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer iş başındayken kimse onlara muhalefet etmediği halde sen iş başına gelince neden Müslümanlar kendi aralarında ihtilafa düştüler?’ diye sordu. Bunun üzerine Hz. Ali de: ‘Çünkü Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer benim gibi dürüst kimseler üzerinde halifeydiler. Bugün ise ben senin gibi kimseler üzerinde halifeyim.’ dedi.”[50]

HZ. OSMAN DÖNEMİNDEKİ KARIŞIKLIKLAR

Hz. Osman, halife olarak yetkisi gereği pekçok siyasi karar alıp uygulamıştır. Ancak onun bu uygulamalarından bazıları kamuoyunda kabul gördüğü gibi bazıları da şiddetle eleştirilmiştir.[51]

Hz. Osman’ın izlediği politika ve o dönemde meydana gelen olaylar sebebiyle Hz. Osman’ın halifeliği iki döneme ayrılmaktadır: Altı yıllık ilk dönem (24-29/644-649); “iyi idare” ve “sükûnet” dönemi, altı yıllık ikinci dönem (30- 35/650-655) ise; “kötü idare” ve “karışıklık” dönemi olarak ifade edilmektedir.[52]

Cömert, yumuşak huylu ve alçak gönüllü kişiliğiyle ön plana çıkan Hz. Osman’ın, selefi Hz. Ömer kadar dirayetli olamaması ve bunun yanında Kureyş kabilesinin ileri gelenlerini pek çok konuda serbest bırakması gibi birtakım nedenler, onun döneminde fitnenin ortaya çıkmasına sebep olduğu söylenebilir.[53] Çünkü fitne, Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle birlikte zirveye ulaşmış olsa da aslında önceki gelişmelere bağlı olarak gelişen bir süreç olduğu ifade edilebilir.[54]

Hz. Osman döneminde ortaya çıkan muhalefeti sadece ona karşı tutumun bir yansıması olarak değerlendirmek yanlış olur. Aslında Hz. Peygamber döneminden itibaren alınan bazı kararların sonraki yıllarda yeni durum ve vasatlarda bazı sorunlar üreterek fitne sürecine etkisi olduğunu ifade etmek mümkündür.[55]

Hz. Osman’ın halifeliğinin son zamanlarında onun uygulamalarından rahatsız olan merkez dışındaki Basra,[56] Kûfe[57] ve Mısır halkından oluşan büyük bir kitlenin Hz. Osman’ın halifelikten ayrılmasını isteyerek ona isyan bayrağını açması,[58] önceki iki halife döneminde cereyan etmeyen önemli bir hadiseydi.[59]

Halife Hz. Osman’ın, kendi döneminde hem Ensarı hem de Muhacirleri ihmal ederek Ümeyye oğullarına öncelik verdiği ifade edilmektedir.[60] Ümeyye oğullarının nüfuzunun artmasından duyulan rahatsızlık, kişisel ya da kabilevî istek ve beklentilerin karşılanmaması, hatta kıskançlık gibi birtakım nedenlerden dolayı[61] Ensar ve Muhacirler Hz. Osman’ın politikalarını eleştirmeye ve zamanla ondan desteklerini çekmeye başladılar. Bu durum Mısır, Basra ve Kûfe’den Medine’ye gelen asilerin daha rahat bir biçimde hareket etmelerini sağladı.[62]

Şiblî’ye göre; Hz. Osman’a karşı memnuniyetsizliğin sebebi, Arapların eski yaşam tarzıdır. Onun değerlendirmesine göre; Araplar öteden beri bir otoriteye bağlı kalmayı leke sayıp ve çölün serbest havası içinde rahat hareket ederlerdi. İslâmiyet insanları eşit kabul ettiği için İslâmiyet’le birlikte kabilelerin hepsi eşit konuma gelmişlerdi. Sahâbenin önde gidenleri bu kurala riayet ediyorlardı; ancak sahâbeden sonra gelen bazı idareciler bu kuralı ihmal ederek birtakım imtiyazlar elde etmeye çalıştılar. Bu durum, diğer Araplara ağır geldi.[63] Bunun yanında Hz. Osman döneminde Kureyş kabilesinin bazı gençleri, kabile duygusunu tahrik edecek davranışlarda bulunarak diğer Arap kabilelerini rahatsız ettiler. Diğer kabileler ise; Hz. Peygamber’den sonra fethedilen yerlerin yalnız Ümeyye oğulları ya da Kureyşliler tarafından değil de bütün Araplar tarafından fethedildiğini dile getirip aynı haklara sahip olduklarını düşünüyorlardı. Ancak bu kabileler, hak ettikleri konumu elde edemeyince isyan hareketine destek verdiler.[64]

Dûri’ye göre; Hz. Osman döneminde meydana gelen olayların en önemli nedeni; kabilelerin Kureyş kabilesine karşı isyanı ve İslâmi akıma kabilecilik akımının galip gelmesidir. Ona göre; Hz. Osman, İslâm toplumunun gelişmesi ve koşulların değişmesinin bir sonucu doğan şartların kurbanı olmuştur.[65]

Ensar, Hz. Osman döneminde aktif olarak asileri desteklemese de tarafsız kalarak onların işini kolaylaştırdığı ifade edilmektedir.[66] Aslında Hz. Osman’ın şehit edilmesine giden süreçte aktif olarak ona muhalefet eden pek kimse olmadığı gibi[67] aynı zamanda yönetimle yakın ilişki içinde olan az sayıda Medineli haricinde Hz. Osman’dan yana tavır alan pek kimse de yoktu.[68]

Hem asiler hem de asilerin eylemlerine karşı çıkmayarak bir nevi onlara destek veren Ensar, Hz. Osman’ın şehit edilmesinden ziyade onun halifelikten ayrılmasının daha doğru olacağını düşünüyorlardı.[69] Hz. Osman’ın evi kuşatıldığında Medine’de yaşayan Ümeyye oğulları dışında binlerce Müslüman gelişmelere karşı duyarsız davranmış ve kimse asilere karşı yeterince direnmemiştir.[70]

Ümeyye oğulları dışındaki Kureyşlilerin suskunluğu ise, siyasi bir tutum olup asileri cesaretlendirmiştir. Buna rağmen, Hz. Osman’ın şehit edilmesinde Kureyşlilerin aktif rol oynadıklarını iddia etmek güçtür.[71] Hakikaten ilginçtir ki Kureyş kabilesinden Muhammed b. Ebî Huzeyfe[72] ile Muhammed b. Ebû Bekir[73] dışında pek kimse muhalifler arasında yer almamıştır. Ancak gelişmeleri yakından takip ediyorlardı.73 [74] Aslında Hz. Osman’ın Said b. Âs ve Mervân b. Hakem gibi Ümeyye oğullarına mensup gençlere yüksek makamlar verip onları tercih etmesi, Muhammed b. Huzeyfe ve Muhammed b. Ebû Bekir gibi Kureyşli gençlerin muhalefet cephesinde yer almasına sebep olmuştur.[75]

Hz. Ali’yle birlikte Hz. Aişe, Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve önde gelen sahâbe yeri geldikçe Hz. Osman’ın uygulamalarını emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker çerçevesinde eleştiriyorlardı.[76] Özellikle Hz. Ali Hz. Osman’a alınması gereken tedbirleri açık yüreklilikle söyleyip ona telkinlerde bulunuyordu.[77] Ancak onların bu tutumu, Hz. Osman’a karşı oluşan muhalefeti beslediği de bir gerçektir.[78]

Emevî-Hâşimî rekabetinin yeniden canlandığı Hz. Osman’ın halifeliği döneminde, Hz. Ali muhaliflerin lideri olarak görülmüş ve Hz. Osman aleyhindeki hareketlerde adı sık sık geçmiştir. Ancak o, buna rağmen Hz. Osman’a karşı gerçekleştirilen faaliyetlere doğrudan veyahut dolaylı olarak katılmamış ve bu hususta kendisine yapılan tekliflere de itibar etmemiştir.[79]

Metin Kutusu: 75
76
77
78
79
80
81
82
Olaylar başladığı sıralarda kötü gidişatın önüne geçmek için Hz. Osman,[80] toplumda yapılan haksızlık ve zulümlerin ortadan kaldırılması, Müslümanlar arasındaki birliğin sağlanması hususlarında, aktif rol almayı tercih eden Hz. Ali’ye,[81] danışmıştır. Hz. Ali ona vali ve memurlarını ehliyetli kişilerden seçmediğini, hâkimlerin haksızlık yaptıklarını ifade edip bundan dolayı fitnenin meydana geldiğini ifade etmişse de[82] yine de Hz. Osman’ın isteği üzerine asilerle Hz. Osman arasındaki problemlerin çözümünde arabuluculuk yapmış ve muhtemel isyan girişimini önlemeye gayret etmiştir.[83]

Şu var ki, Hz. Osman’ın evi kuşatıldığı sırada Hz. Ali de dâhil olmak üzere Medinelilerden hiç kimse sorunu çözmek için aktif rol almamış ya da alamamıştır. Hz. Ali’nin başlarda aktif rol aldığı ancak Mervân b. Hakem’in tutumundan dolayı geriye çekildiği ifade edilse de onun geride durmasını gerektirecek ne gibi faktörlerin etkili olduğu konusunda net bir bilgi yoktur.[84] [85] Belki de Hz. Ali’nin yeterince etkin olamamasından dolayı onun tüm iyi niyetli çabalarına rağmen Ümeyye oğulları, Hz. Osman döneminde meydana gelen olayların sorumluluğunu onun üstüne yıkmaya çalışmışlardır.

Ama şunu da belirtmekte fayda vardır: Medine’de bulunan sahâbenin bir kısmı, Hz. Ali de dâhil, ya kendileri ya da çocukları vasıtasıyla Hz. Osman’ı korumaya çalışmışlar ancak yine de Hz. Osman’ın şehit edilmesine engel olamamışlardır. Hz. Osman şehit edildikten sonra Medine’nin asayişi asilerin eline geçmiştir.[86] Muhtemelen o sırada Hz. Osman’ın halifelikten indirilmesinden memnuniyet duyacak birtakım Medineliler, işlerin bu noktaya varacağını hesap edememişlerdi.[87] Dolayısıyla Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra bu olgunun çok boyutlu etkileyenleri ve çok boyutlu etkilerinin olması kaçınılmazdı.[88]

HZ. AİŞE’NİN MEKKE’YE GİTMESİ

Hz. Peygamber’in vefatından sonra müminlerin annesi[89] Hz. Aişe,[90] Râşid Halifeler döneminde meydana gelen ve Müslümanları doğrudan ilgilendiren gelişmeler karşısında oldukça duyarlı davranmıştır. Ancak onun bu dönemdeki gelişmeler karşısındaki tutumu farklılık arz etmiştir. Bunun nedeni de, önemli oranda halifelerin izledikleri politikalar ve değişen siyasal-sosyal şartlar olduğu ifade edilmektedir.90 [91]

Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer döneminde her iki halifeyle münasebetleri karşılıklı saygı ve anlayışa dayanıp siyasete pek müdahil olmayan Hz. Aişe,[92] siyasi otoritenin zayıflamaya başladığı Hz. Osman döneminde ise, olup bitenlere muhalefet etme gereği duymuştur.[93] Hz. Osman’ın özellikle halifeliğinin son zamanlarında, toplumsal ve siyasal açıdan yaptığı bazı hataları, Hz. Aişe ona açıkça ifade etmiş ve muhalefetini sert bir şekilde ortaya koyduğu ifade edilmektedir.[94] Hatta bu zaman diliminde muhalifleri destekleyen Hz. Aişe,[95] Na’sel lakabını verdiği[96] Hz. Osman’ı istifaya çağırmak suretiyle iktidar karşıtı sözlü muhalefetin lideri konumuna geldiği ileri sürülmekte[97] ve Na’sel’i öldürün bile dediği ifade edilmektedir.[98] Ayrıca Hz. Aişe, bir gün Hz. Peygamber’in saçlarını ve gömleğini sakladığı yerden çıkarıp bunlar eskimedi ama sünneti eskidi diyerek Hz. Osman’a tepki gösterdiği de rivayet edilmektedir.

Erkocaaslan, Hz. Aişe hakkındaki bu rivayetlerin doğru olmadığını ileri sürmektedir.[99] [100]

Halifeliğinin son günlerinde asiler Hz. Osman’ın evini kuşatarak onun evden çıkmasına engel oldukları gibi suyunu da kestiler.[101] Kestikleri su, zamanında Hz. Osman’ın satın alıp Müslümanların hizmetine sunduğu Rûme kuyusuydu.[102] Hz. Osman’ın suyu bitince bizzat kendisi[103] Hz. Ali başta olmak üzere Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz. Aişe ve Hz. Peygamber’in diğer hanımlarına haber göndererek yardım istedi.[104]

Hz. Ali hemen harekete geçerek Hz. Osman’a su götürmeye çalıştı ancak asiler Hz. Ali’ye engel oldular. Hz. Ali bu duruma öfkelenerek asilerle tartıştı ve sinirlenerek başındaki sarığı çıkarıp yere fırlattı.[105] Hz. Peygamber’in eşlerinden Ümmü Habibe[106] de Hz. Osman’a su ulaştırmaya çalıştı. Ancak asiler ona da engel oldular. Hatta daha da ileri giderek Ümmü Habibe’ye kaba davranıp eziyet ettikleri de rivayet edilmektedir.[107] Asiler Abdullah b. Selam, Ebû Hureyre, Zeyd b. Sâbit, Sa’d b. Ebû Vakkâs[108] gibi önde gelen sahâbeyi de rahatsız edecek davranışlarda bulunmuşlardı. Asilerin hareketlerinden rahatsız olan önde gelen sahâbenin Medine’yi terk ettiği ifade edilir.[109]

Rivayetlerde asilerin Hz. Osman’ı şehit etmek istedikleri ifade edilmektedir. Buna göre; Mâlik b. Eşter, kuşatma sırasında Hz. Aişe’nin yanına giderek onun bu konudaki fikrini öğrenmek istedi. Hz. Aişe ise, bu kadar ileri gidilmesini istemediği için halifenin öldürülmesi yolundaki fikri reddederek, “Allah bunu yapmayı yasaklamıştır.” ve “Müslümanların kanının akıtılması ve imamlarının öldürülmesi için emir veremem.” diye yanıt vermiştir.[110]

Hz. Osman’ın öldürülmesinin açıkça dile getirildiği Medine’de muhalefette aktif bir rol alan Hz. Aişe, hiçbir şekilde Hz. Osman’ın kanlı bir darbe ile devrilmesini istemediği[111] anlaşılmaktadır.

Medine’de Hz. Osman’ın evinin etrafında kuşatma devam ederken Hz. Aişe, hac yolculuğu için hazırlıklara başladı.[112] Hz. Osman da Hz. Aişe’nin asiler üzerindeki siyasi ağırlığını ve etkisini iyi bildiğinden[113] ve belki de Hz. Aişe’nin onun kanının dökülmesine karşı Mâlik b. Eşter’e söylediklerinin de farkında olarak[114] ondan yardım talep etti.[115] Bunun için Mervân b. Hakem, Zeyd b. Sabit ve Abdurrahman b. Attab’ı[116] Hz. Aişe’yi ikna etmeleri için gönderdi. Onlar Hz. Aişe’ye: “Ey müminlerin annesi! Bu süreçte Medine’de kalman daha faydalı olur.[117] Sefere çıkmaktan vazgeç, gördüğün gibi müminlerin emiri kuşatılmıştır. Senin onların yanındaki mevkiin sayesinde[118] şu asiler senden çekinirler.[119] Belki Allah, bu vesileyle ondan şu belayı def eder.”[120] dediler.

Asilerin yapacakları kötülüklerden onları alıkoyma yeteneğini kendisinde görme konusunda bazı endişeleri[121] olan Hz. Aişe: “Kendilerine düşüncelerimi açıkladığım takdirde Ümmü Habibe’ye yaptıkları gibi bana da eziyet etmelerini[122] ve sonra beni koruyacak hiç kimseyi bulamamamı ister misiniz? Asla. Vallahi onuruma böyle bir leke sürdüremem. Bunların işinin ne zaman sona ereceğini bilmiyorum.[123] Sütümü sağdım, unumu eledim artık; burada kalamam.”[124] diyerek bu teklifi reddetti.

Mervân b. Hakem, Hz. Aişe’yi ikna edemeyince: “Ve Kays, milleti bana karşı alevledi ve sonra memleket alev alev yanarken o kaçtı.”[125] dedi. Bunun üzerine Mervân b. Hakem ile Hz. Aişe arasında tartışma çıktı. Hz. Aişe ona: “Ey bana şiirle temsil getiren kişi! Vallahi şunu isterdim: Sen ve arkadaşın ayağınıza birer değirmen taşı bağlansaydı da denize atılsaydınız.”[126] diyerek sert bir cevap verip tavrını ortaya koydu.

Hz. Aişe, asileri fiili olarak desteklemese de onlara engel olabilecek bir konumda olduğu halde onlara engel olmak istemediği ifade edilmektedir.[127] [128] Aslında Hz. Aişe, bu olayları başından savmak konusunda sıkıntı yaşadığı ifade edilmektedir. Zira Hz. Aişe bir anlamda iki arada bir derede kalmıştı. Bunun için o, içinden Hz. Osman’ı savunmak ya da onun düşmanlarıyla sonuna kadar birlikte hareket etmek istemiyordu.

Hz. Aişe Hz. Osman’ın yardım talebini geri çevirdikten sonra kardeşi Muhammed b. Ebû Bekr’i kendisine yolculukta refakat etmesi için ikna etmek istedi ancak başarılı olmadı. Bunun üzerine Hz. Aişe: “Vallahi eğer gücüm yetseydi bu adamları yapmak istediklerinden alıkoymaya çalışırdım.” dedi. Bu durum karşısında Kâtip Hanzala, Muhammed b. Ebû Bekir’e: “Müminlerin annesi seninle hacca gitmek istiyor da sen ona uymuyorsun. Bu Arapların kurtlarına Allah’ın helal kılmadığı bir konuda onlara tabi oluyorsun değil mi? Vallahi eğer bu işler, yarışmaya

bırakılacak olursa Abdümenâf oğulları mutlaka sana galip gelirler.”[129] diyerek onu eleştirdi.

Hz. Aişe de bu arada hazırlıklarını tamamlayıp Mekke’ye doğru yola çıkarak hacca gitti.[130] Böylece Hz. Aişe Medine’nin üzüntülü sahnelerini kendi haline bırakarak, kalbinde hem Hz. Osman’a hem de asilere duyduğu kızgınlıkla şehirden uzaklaştı.[131] Ancak buna rağmen Hz. Aişe’nin, Hz. Osman şehit edildikten sonra bazı Müslümanları Hz. Osman’ı yalnız bırakmakla itham etmiş[132] olması onu kendi kendisiyle çelişkiye düşürmüştür.

Bu arada Hz. Osman İbn Abbas’ı[133] hac emiri olarak görevlendirdi.[134] İbn Abbas, onu korumak için Medine’den ayrılmak istemediyse de Hz. Osman bu teklifi kabul etmeyerek onu Mekke’ye gönderdi.[135]

Hac kafilesi Sulsul denilen yerde mola verince İbn Abbas Hz. Aişe’nin yanına giderek Hz. Osman’ın durumunu konuştu. Hz. Aişe, Hz. Osman’ın halifelikten alınması ve onun yerine de Hz. Ebû Bekir tarafından belirlenmiş olan yolu izleyeceğini tahmin ettiği Hz. Talha’nın halife seçilmesi gerektiğini ifade etti.[136] Bunun üzerine İbn Abbas: “Ey Ana! Eğer Hz. Osman’a bir şey olursa halk kimseye sığınmayacak bizim arkadaşımıza Hz. Ali’ye sığınacaktır.” deyince Hz. Aişe kızarak: “Sakin ol! Senin övünmelerinin ve tartışmalarının hiçbirisini istemiyorum.”[137] diyerek onu susturdu.

HZ. OSMAN’IN ŞEHİT EDİLMESİ

Hz. Aişe hacca gittikten bir müddet sonra Hz. Osman, evini kuşatan asiler tarafından Medine’de 18 Zilhicce 35/17 Haziran 656[138] yılında kendi evinde şehit edildi.

Hz. Osman’ın şehit edildiği haberini Mekke’deyken alan Hz. Aişe, asilere lanet okumuş[139] ve Ebû Süfyan’ın Bedir’de kabilesini talihsizliğe uğrattığı gibi Hz. Osman’ın da kabilesini bahtsızlığa uğratacağını ifade etmiştir.[140] Hz. Aişe’nin bu infialinden hareketle onun asilere vermiş olduğu dolaylı desteğin ve yapmış olduğu muhalefetin bu noktaya geleceğini tahmin etmediği anlaşılmaktadır.[141]

Hz. Aişe’nin Hz. Osman’ı haktan uzaklaşmakla suçlayıp onu halifelikten ayrılmaya davet etmesi ve kritik bir dönemde Mekke’ye gitmesi, onun Hz. Osman’a olan muhalefetini ve bu muhalefetin derecesini göstermesi[142] açısından oldukça önemlidir.

Bu bilgiler ışığında şu çıkarımlarda bulunmak mümkündür:

Hz. Aişe, Hz. ^Osman’ın bazı icraatlarına karşı çıkmış ve itirazlarını açıkça ifade etmiştir.

Hz. Aişe, fiilen olmasa da sözlü olarak asilerin yanında yer almıştır.

Hz. Osman, evi kuşatma altındayken asilere karşı Hz. Aişe’nin nüfuzundan yaralanmak istemişse de Hz. Aişe ondan yardımını esirgemiş ve en zor zamanında onu yalnız bırakıp Mekke’ye gitmiştir.

Hz. Aişe, Hz. Osman’ın şehit edilmesini istememiştir; ancak halifelikten çekilmesini istemiştir.

Hz. Osman döneminde iç karışıklıkların ortaya çıkmasına ve halifenin şehit edilmesine sebep olduğu ileri sürülen bazı nedenler şunlardır:[143]

Hz. Osman’ın Hac ibadeti esnasında namazı iki rekât yerine dört rekât kılması,[144]

Hz. Osman’ın bazı sahâbeye karşı tepki toplayan tutumu,[145]

Hz. Osman’ın Hz. Peygamber’in mührünü Eris Kuyusuna düşürmesi,[146] [147]

Hz. Osman’ın devlete ait hayvanların beslenmesi için bazı arazileri kamulaştırması,

Hz. Osman’ın Abdullah b. Mes’ud’un[148] mushafını yaktırması,[149]

Hz. Osman’ın Mervân b. Hakem’i kâtip yapması ve Mervân b. Hakem’in keyfî hareket etmesine müdahale etmemesi,

Hz. Osman’ın yapılan haklı uyarıları dikkate almaması,

Ve asıl en önemlisi Hz. Osman’ın aleyhinde ileri sürülen iddialardan en çok dedikoduya sebep olan şey; onun ehliyetsiz kimseleri vali tayin etmesi dolayısıyla Müslümanların işlerini bozmasıdır. Hâlbuki Hz. Ömer, zamanında Hz. Osman’ı bundan sakınması için uyarmıştı. Ancak Hz. Osman bu nasihati ihmal ettiğinden dolayı fitne kopmuş ve Müslümanlar huzursuz olmuştur. Hz. Osman kendi akrabaları Saîd b. Âs, Abdullah b. Âmir gibi kimseleri vali tayin etmiştir.[150] Özellikle de daha önce irtidat etmiş olan Abdullah b. Sa’d b. Ebi Serh[151] ile içki içtiği iddia edilen Velîd b. Ukbe[152] gibi kamuoyu vicdanını rahatsız eden akrabalarına valilik görevini vermesi ve valilerinin keyfî davranmalarına karşılık onlara yaptırım uygulamaması[153] gibi icraatları fitneye sebep olduğu ifade edilmektedir.[154]

Bunlar dışında Hz. Osman’ı şehit etmek üzere gelen asilerin İbn Sebe tarafından organize edildikleri iddiası da kaynaklarda geçmektedir. Ancak bu iddiayı destekleyecek yeterli ve ikna edici delil yoktur. Bunun yanında asileri bir araya getiren ve onları birleştiren ruhun ne olduğu hususunda o dönemle ilgili ciddi bir inceleme yapılamadığından dolayı eldeki verilerden hareketle ikna edici düzeyde bu olguyu çözmek mümkün görünmemektedir.[155]

Hz. Osman hakkında bu tür eleştirilerin zikredilmesinin temel amacı onu töhmet altında bırakarak onun hakkındaki olumsuz düşünceleri çoğaltmak ve şehit edilmesine neden olan olaylar zincirinin haklılığını kanıtlamaktır.[156] Yoksa yukarıda zikredilen sorunlardan hiç biri onun şehit edilmesine sebep olabilecek nitelikte değildir.

Hz. Osman’ın şehit edilmesi, ondan sonra meydana gelen olayların kaynağını teşkil eden önemli siyasi olaylardan birisidir.[157] Her şeyden önce meşru halife toplumsal bir isyan sonucunda şehit edilmiştir.[158] Bundan sonra Müslümanları uzun süre meşgul edecek iktidar mücadelesi ve siyasi ayrışma gibi sancılı bir dönem başlamıştır.[159] Ayrıca tartışılan siyasi otoritenin tamamen kaybolmasına neden olan[160] bu olay, fetihleri frenlediği gibi Müslümanların birlik ve beraberliğine gölge düşürüp,[161] onları iç karışıklığa ve birbirleriyle hesaplaşmaya sevk etmiştir. Mezhep kavgalarının, toplumda gruplaşmanın, siyasi otoriteyi ele geçirme mücadelesinin ortaya çıkmasına da sebep olmuştur.[162]

Hz. Osman’ın şehit edilmesi ve onu takip eden süreçte Müslümanlar, siyasi olarak; Hz. Ali taraftarları, Ümeyye oğulları taraftarları ve tarafsızlar olmak üzere üç gruba ayrıldılar.[163] Söz konusu siyasi çekişmeler ise, genel hatlarıyla Ümeyye oğulları ile Hz. Ali taraftarları arasında yaşandı.[164] İşte göreve gelen Hz. Ali’nin ilk görevi bu problemleri çözmek olacaktı.[165] Ancak bu huzursuz ortam, Hz. Ali’nin halifelik görevini layıkıyla yerine getirmesine engel oldu.[166]

Hz. Osman’ın şehit edilmesine karşı gösterilen o günkü infial ve tepki, halifenin Müslümanlarca şehit edilmesine yönelik olduğu belirtilmelidir. Bunun ötesinde, günümüzdeki duygusal yaklaşımın, o dönemde yaşayan Müslümanlar için belirleyici olmadığını söylemek mümkündür. Hz. Osman’nın sahâbeden olması ve Hz. Peygamber’in damadı olarak bugün sahip olduğu karizmanın o gün için mevcut olduğunu söylemek güçtür. Bu olaylara katılan asiler, Hz. Osman’a karşı bugün duyduğumuz hisleri taşımıyorlardı.[167] Şayet bu hisleri taşımış olsalardı bu tür üzücü hadiseler meydana gelmezdi.

HZ. ALİ’NİN HALİFE SEÇİLMESİ

Müslüman toplumunun, Hz. Peygamber’in vefatından sonraki önemli siyasi meselelerinden biri; kimin halife olacağı meselesiydi.[168] Çünkü Hz. Peygamber, vefat etmeden önce Müslümanları yönetmek üzere hiç kimseyi tayin etmediği[169] gibi kendisinden sonra da devletin başına geçecek halifenin nasıl ve ne şekilde belirleneceği, kimin halife olacağı, bunun görev ve sorumluluklarını yerine getirmediği takdirde sorunun nasıl çözüleceğiyle ilgili Kur’an ve Hadis’te de açık ifadeler bulunmuyordu.[170] Bundan dolayı halifeyi belirleme görev ve sorumluluğu Müslümanların iradesine kalmıştı.[171] Ancak o günkü şartlarda köklü bir devlet geleneğine sahip olmayan Müslümanlar[172] arasında hilafet için birtakım anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Ve bu anlaşmazlıklar köklü tartışmalar halini alarak Müslümanlar arasında mezhepsel bölünmelere kadar yol açtı.[173]

Hz. Osman şehit edildikten sonra Müslümanlar lidersiz kaldı. Hz. Osman ise, yerine kimseyi bırakamamıştı.[174] İsyana maruz kalan ve idaresi çökertilen Medine’de o sırada tam bir kaos yaşanmaktaydı.[175] Gerek Medinelilerde gerekse isyancılarda tam bir şaşkınlık hali vardı.[176] Cevdet Paşa, bu durumu; Ebû Zer el-Gifârî’nin Şam’dan gelirken Medinelileri zevk ve sefa içinde görünce; “Medinelileri ölüm ve yağma ile müjdele.” sözünün ortaya çıkışı olarak ifade eder.[177] Bu süre zarfında el- Ğafikî b. Harb Medine’de beş gün yöneticilik yaptı.[178]

Asiler boşalan hilafet makamının bir an önce doldurulması için yeni halifenin belirlenmesinde aktif rol oynadılar.[179] Genel olarak Müslümanların beklentisi, Şûra üyelerinden birisinin halife olmasıydı.[180] Tabiatıyla asiler için halifenin kim olacağı ve onlara karşı tavrının nasıl olacağı çok önemliydi.[181]

Hz. Osman şehit edildikten sonra halifeliğe layık görülen adaylar: Hz. Ali başta olmak üzere Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve Sa’d b. Ebû Vakkâs’dı.[182]

Asilerin hilafet makamına, zamanında Hz. Osman’ı eleştiren ve kendilerine karşı çıkmayan Şûra üyelerinden birisini seçmek istedikleri belirtilmektedir.[183] Bu Şûra üyeleri ise; Hz. Ali ile Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’di.[184] Asilerin çoğu bunların arasından öncelikle Hz. Ali’yi halife seçmek istiyorlardı. Medine’deki sahâbenin ve diğer Müslümanların beklentileri de bu yönde olduğu ifade edilmektedir. Zaten Hz. Ali Hz. Osman’ın evi kuşatma altındayken Medine’de siyasi otoritenin yetkilerini  kısmen kullanmaya başlamıştı.

Hz. Ali’nin halife seçilmesiyle ilgili iki farklı rivayet vardır. Birinci rivayete göre; Hz. Osman şehit edildikten sonra Medinelilerin büyük çoğunluğu Hz. Ali’nin halife olmasını istiyordu. Bunun yanında daha sonra baskı altında biat ettiklerini iddia eden Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de Hz. Ali’ye ilk biat edenlerdendir. Hatta Hz. Ali onları önerdiği halde onlar halifeliği kabul etmemişlerdir.

İkinci rivayet ise; iki türlüdür. Bu rivayetin birinci varyantı, yukarıdaki rivayetle benzerlik gösterirken ikinci varyantı, farklıdır. İkincisine göre; Hz. Ali dışında Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de halifelik teklifini kabul etmeyince Hz. Sa’d b. Ebû Vakkâs ile Abdullah b. Ömer’e de halifelik teklif edilmiş onlar da kabul etmemişlerdir. Bunun üzerine ısrarlar sonucu halifeliği kabul eden Hz. Ali’ye, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de kılıç zoruyla biat etmişlerdir.

Kaynaklarda iki rivayet de geçmektedir. Ancak ilk rivayet biraz daha ön plana çıkmaktadır. Çoğu araştırmacı da genellikle ilk rivayeti tercih ettikleri görülmektedir.[185] [186]

İlk rivayete göre; Hz. Osman şehit edildikten sonra Medineliler Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’le birlikte Hz. Ali’nin yanına giderek kendisini halife seçmek istediklerini söylediler.[187] Hz. Ali halife olmak istemediğini, böyle bir ortamda halife olmaktansa vezir olmanın daha uygun olacağını söyledi.[188] Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Sa’d b. Ebû Vakkâs ile Bedir Ashâbı’ndan hayatta kalan sahâbenin bu göreve daha uygun olduklarını belirterek teklifi reddetti. Ancak ismi zikredilen sahâbe bu görevi üstlenmek istemeyince Medineliler tekrar Hz. Ali’ye gelip ısrarla bu görevi üstlenmesini istediler. Hz. Ali de mescitte herkesin huzurunda biat yapılması koşuluyla teklifi kabul etti. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr dâhil sahâbenin büyük bir kısmı mescitte Hz. Ali’ye biat ettiler.[189]

İkinci rivayete göre ise; Hz. Osman şehit edildikten sonra Müslümanlar arasında yeni halifenin kim olacağı konusunda ihtilaf çıktı. Anlaşılan o ki Hz. Osman’ı şehit etmek konusunda kararlı olan asilerin ondan sonra yerine kimin halife olacağı konusunda net bir planları yoktu.[190] Asilerin Hz. Osman’ı şehit edebilecek güçte olmaları, istedikleri kişiyi halife seçebilecekleri anlamına gelmiyordu. Çünkü seçilecek halifenin itaat edilebilir, Kureyşli ve o günkü şartlarda Medineliler tarafından seçilmiş olması gerekiyordu.[191] Bundan dolayı asiler, Müslümanların kendilerinden birinin halifeliğini kabul etmeyeceğini bildiklerinden dolayı, sebep oldukları kaosu ortadan kaldırmak amacıyla kendilerinden birini halife olarak atamaya tevessül etmeden sahâbenin önde gelenlerine halifelik teklifini götürdüler.[192]

Rivayete göre; Mısırlılar Hz. Ali’yi halife seçmek istiyorlardı ama Hz. Ali onları reddeti. Basralılar Hz. Talha’yı seçmek istiyorlardı ama o bu teklifi kabul etmedi. Kûfeliler de Hz. Zübeyr’i halife seçmek istiyorlardı ancak onu da bulamadılar.[193] Asiler Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’den beklediklerini alamayınca Sa’d b. Ebû Vakkâs’a teklif götürdüler ancak o, teklifi reddetti. Abdullah b. Ömer’e[194] gidip ona halifeliği teklif ettiler, o da reddetti. Asiler kime gittilerse de kimse bu konuda onlara olumlu cevap vermedi.[195]

Halife seçmeden şehirlerine döndüklerinde, insanların yönetim konusunda anlaşmazlığa düşmelerinden ve onları olaylardan sorumlu tutacaklarından korkan[196] ve zor durumda kalan asiler, Medinelilere baskı kurmaya başladılar. Tehditler savurarak halife seçim krizini çözmelerini istediler. Şayet bir çözüm bulamazlarsa başta Hz. Ali olmak üzere Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Sa’d b. Ebû Vakkâs ve Abdullah b. Ömer gibi sahâbenin önde gelenlerinden birçok kişiyi öldüreceklerini söylediler.[197]

Kötü gidişatın önüne geçmek zorunda kalan Medineliler de yaptıkları görüşmeler sonunda halifelik için Hz. Ali’nin adı üzerinde karar kıldılar. Hz. Ali’ye giderek Müslümanların başına gelen felaketi, asilerin sebep olduğu kaosu anlatarak bu durumdan kurtulmak için onu halife seçmek ve ona biat etmek istediklerini söylediler.[198] Hz. Ali de kendisini bırakıp başkasına gitmelerini tavsiye etti ve bu görevle insanların kalplerini birleştirmek ve onların akıllarını bir noktada toplamanın mümkün olmadığını söyledi.[199]

Medineliler Hz. Ali’yi ikna etmek için çok ısrar ettiler. Müslümanların içinde bulunduğu durumu, fitnenin vardığı boyutu anlatarak onu ikna etmeye çalıştılar. Israrlar karşısında Hz. Ali: “Yalnız şunu iyi biliniz ki ben size bu konuda icabet ettim ve bildiklerimi uygulayacağım. Beni bu konuda yalnız bırakırsanız ben de sizden bir fert olurum. O zaman başa geçireceğiniz kimseye en çok itaat eden birisi olurum.” diyerek onların teklifini kabul etti.[200] Orada bulunanlar hemen biat temek istediler ancak Hz. Ali gizli bir şekilde değil de mescitte herkesin kabul edebileceği bir ortamda kendisine biat edilmesi gerektiğini söyledi.[201] Sonraki gün Müslümanlar Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’le birlikte mescitte toplanarak Hz. Ali’ye biat ettiler.[202]

Hz. Ali bir gün sonra cuma günü tekrar mescide gidip minbere çıktı. Hz. Ali, halife seçme yetkisinin Müslümanlardan başka kimsede olmadığını, kendisine kalabalık bir şekilde gelip ısrarla kendisini halife seçmek istedikleri için bu görevi kabul ettiğini, şayet isterlerse hemen bu görevden vazgeçebileceğini söyledi. Oradakiler de fikirlerinden vazgeçmediklerini söylediler. Bunun üzerine Hz. Ali Allah’a hamd ederek bu görevi üstlendi. Seçilmiş halife olarak Müslümanlara hutbe okudu.[203]

Hz. Ali Medinelilerin biati sonucu halifelik makamına gelmesine rağmen[204] bu biat, seleflerine yapılan biatlerden tamamen farklıdır.[205] Çünkü bu biat, tüm İslâm coğrafyasını temsil etmiyordu.[206] Sebebi ise, Hz. Osman şehit edildikten sonra huzur ve asayişten mahrum bir ortamda yapılmış olmasıdır.[207] Erkocaaslan’a göre; asilerden çekindikleri için Medineliler, Hz. Ali’nin halifeliğini meşru görmedikleri halde ona itiraz edememişlerdir.[208]

Hz. Ali’nin selefleri Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman döneminde Medine’nin biati tüm İslâm coğrafyasının biatini temsil ediyordu.[209] Çünkü o biatlerde herhangi bir baskı unsuru yoktu. Ancak bu biatte Medine’ye hâkim olan isyancı grubun baskısı hissedilmektedir.[210] Yine bu biatte, diğer biatlerden farklı olan başka bir yön de, bazı Medinelilerin biat etmeden Şam’a veya istemeyerek biat eden bir grubun Mekke’ye gitmiş olma ihtimalidir.[211] Ancak gerek Hz. Ali’nin seçildiği ortam, gerekse dönemin şartları diğer bölgelerin de biatini zorunlu kılıyordu.[212] Çünkü İslâm dünyası kısmen bölünmüş durumdaydı.[213]

İbn Haldûn’un verdiği bilgiye göre; Hz. Osman şehit edildiğinde Müslümanlar farklı şehirlerde olduğu için herkes Hz. Ali’nin biatında hazır bulunmamıştı. Medine’de hazır bulunanlar arasında ise, önde gelen sahâbenin de aralarında bulunduğu bir grup, bütün Müslümanların bir imam etrafında birleşip üzerinde ittifak edene kadar biatten uzak durmuşlardı. Bunun yanında farklı şehirlere dağılmış Müslümanlar da Hz. Ali’ye biat etmekten vazgeçmiş ve halifenin seçilmesi için Müslümanlar arasında toplanacak bir şûranın oluşmasını beklemişlerdi. Onlara göre; ehl-i hal ve’l-akd sahipleri olmadan biat olmazdı. Ayrıca biatte bulunan az bir Müslümanın biati kimseyi bağlamıyordu. Bundan hareketle biat etmeyenler; Müslümanların lidersiz kaldığını, ortada anarşi ve kaosun olduğunu ileri sürerek öncelikle Hz. Osman’ı şehit edenlerin cezalandırılması ve daha sonra Müslümanların bir araya gelerek halifeyi seçmeleri gerektiğini ifade ediyorlardı. Bunlara karşı Hz. Ali de, kendisine yapılan biatin tam ve meşru olduğunu, Hz. Peygamber’in şehri ve Müslümanların yurdu Medine’de bulunan Müslümanların kendisine biat ettiklerini, dolayısıyla biat etmeyenlerin de kendisine biat etmeleri gerektiğini ileri sürmüştür.[214]

Neticede gerek Hz. Ebû Bekir’in ve gerekse Hz. Osman’ın halife seçildiği dönemde bu göreve talip olduğu açıkça görülen Hz. Ali, bu defa aynı göreve kendisinin isteği ve rızası olmadan zorla gelmek gibi bir kaderle karşı karşıya kaldı.[215] Şüphesiz böyle istenmedik şartlarda idareyi ele almak hem Hz. Ali için[216] hem de Müslümanlar için fevkalade bir şansızlıktı. Ayrıca bazı Müslümanların Hz. Peygamber mescidinde Hz. Ali’ye biat etmemeleri İslâm’daki Ulu’l-emr’e itaat müessesesinin ilk kez zarar görmesine sebep olmuştur.[217]

Gölpınarlı’ya göre; önde gelen bazı sahâbenin Hz. Ali’ye biat etmemesi, onu halifeliğe layık görmemelerinden dolayı değil, sadece o günkü şartlarda hiçbir tarafa uymayıp tarafsız kalmayı daha uygun bulduklarındandır. Nitekim bunların bir kısmı daha sonra biat etmiş, bir kısmı da biat etmediklerine pişman olmuşlardır.[218]

Hz. Ali, halife olarak ilk hutbesini şöyle irad etti: “Allah insanlara doğru yolu gösteren, her türlü hayrı ve şerri açıklayan bir kitap indirmiştir. Sizler bu kitapta yazılı olan hayırları alınız ve zikredilen şerlerden uzak durunuz. Allah’ın size farz kılmış olduğu emirleri yerine getiriniz ki onlar sizi cennete iletsin. Allah sizlere meçhul olmayan bazı şeyleri haram kılmıştır. Müslüman’ın kanının haram kılınmasını da diğer bütün haramlar üzerine üstün tutmuştur. Müslümanların hak­larını da bir arada kenetlenmek ve samimiyetle İslâm’a sarılmakla düzenlemiştir. Müslüman, Müslümanların elinden ve dilinden sâlim olduğu kimsedir. Müslüman’ın kanı gerekli haller dışında hiç bir şekilde dökülemez. İnsanların hukukuna riayet ediniz. Özellikle ölümü iyi hatırlayınız. İnsanlar sizin önünüzde duruyorlar. Fakat sizin arkanızda sizi tehdit eden bir kıyamet saati vardır. Dünya mallarından ne kadar hafif yükler yüklenirseniz diğerlerine o kadar çabuk varırsınız. İnsanlar kendilerini izleyen en sonuncuları bile bekleyip duruyorlar. Şu yeryüzünde Allah’ın kullarının hakları konusunda Allah’tan korkunuz. Her türlü ufak şeylerde hayvanlara karşı olan davranışlarınızda bile sorumlu olacaksınız. Her konuda Allah’a itaat ediniz ve ona isyan etmeyiniz. Bir yerde hayır gördüğünüz zaman onu mutlaka alınız. Şer gördüğünüz zaman da ondan uzak olmaya çalışınız.” dedikten sonra şu ayeti okudu:[219] “O vakti hatırlayın ki siz yeryüzünde güçsüz ve zayıf idiniz. İnsanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz. Derken Allah sizi barındırdı, yardımıyla destekledi ve sizi temiz şeylerden rızıklandırdı ki şükredesiniz.”[220]

Seyf b. Ömer’in rivayetine göre; Hz. Ali bu hutbesini tamamladıktan sonra İbn Sebe grubuna mensup Mısırlılar aşağıdaki şiiri okuyarak Hz. Ali’ye suikast düzenleyeceklerini, onu da Hz. Osman gibi şehit edeceklerini îma ederek tehdit ettiler:[221] [222]

“Sen bu söylediklerini kendine al ve tedbirli ol, ey Hasan’ın babası.

Biz yönetimi, yuları çeker gibi elimizde tutar ve idare ederiz.

Rüzgârı andıran aslanlar gibi hücum ederiz.

Elde kılıçlarla süt kalıntısı gibi oluruz.

Kementlerle yumuşakça hükümdarı vururuz.

222

Öyle ki, hiç yorulmaksızın hedefe varırız.

Hz. Ali ise; onların bu tehditlerine karşı, işlerini yoluna koyunca onların hakkında geleceğini îma ederek:[223] “Eğer âciz kalır ve kendimi savunamazsam. Ondan sonra akıllıca davranır ve tutumumu sürdürürüm. Yerde sürümekte olduğum eteğimi kaldırır ve dağınık işleri toparlayıp düzeni sağlarım. Eğer başkanlarınca desteklenmeyen ve tez elden ortaya çıkmayan fitne beni meşgul etmezse ya da üzerime gelen silahlar karşısında beni savunmasız bırakmazlarsa düzeni sağlarım.”[224] diye cevap verdi.

Korkmaz, Seyf b. Ömer’in bu rivayetini değerlendirirken tutarsızlıklarla karşılaştığını ifade ediyor. Ona göre; o günkü şartlarda İbn Sebe ve grubuyla Hz. Ali’nin karşılıklı şiir okumaları, mantıklı görünmemektedir. Şayet böyle bir durum meydana gelmişse dahi bu grup Mısırlılar ya da Basralılar olabilir. Ancak şu var ki, Seyf b. Ömer’e göre; Mısırlı İbn Sebe grubu Hz. Ali’nin vasiliğini benimsiyorlardı. Bu ise, tutarsızlığı ortaya koymaktadır. Bunun yanında bu dönemde İbn Sebe grubuna mensup kişilerin isimlerinden söz edilmemesi fırka olarak İbn Sebe grubunun kimliğini şüpheye düşürmektedir.[225]

Hz. Ali’nin baskı sonucu halife seçilmesi, ileride onun iktidarının meşruiyeti meselesinin gündeme getirilmesine neden olmuştur. Hz. Ali elbetteki böyle olumsuz şartlar altında halife seçilmek istemiyordu. Ancak o günkü şartlar, fitne ortamında onu halife olmaya zorlamıştır.[226]

Asıl faaliyet dönemi, Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra başlayan Hz. Ali[227] halife olunca büyük bir yönetim kriziyle karşı karşıya kaldı.[228] Hz. Ali iç kargaşanın hâkim olduğu, Müslümanların birliğinin parçalanmaya başladığı ve toplumda düzenin bozulduğu bir ortamda halife seçildi.[229] Hz. Ali’nin önünde biat etmeyenler, Hz. Osman’ın atadığı valilerin görevden alınması, yeni valilerin atanması ve Hz. Osman’ı şehit eden asilerin cezalandırılması gibi problemler vardı. Müslümanlar, bu problemlerin çözümü üzerinde anlaşamayıp ayrılığa düştü.[230] Ayrıca Hz. Osman’ın katilleri olan asiler Medine’ye hâkimdi. Başkentte işgal ve anarşi hüküm sürüyordu, dolayısıyla Hz. Ali halife olunca kendini iç karışıklıklar içinde buldu.[231] [232] Bunun için Hz. Ali’nin halife seçilmesiyle birlikte fitne sona ermedi.

Aksine olaylar farklı bir şekilde artarak devam etti.

Büyük sorunları üstlenerek halife seçilen Hz. Ali,[233] İslâmi eğilime uygun bir şekilde,[234] dini esaslara uyarak,[235] kendi şartlarında Hz. Peygamber gibi davranmaya ve onun yönetim anlayışını uygulamaya çalıştı. Ancak bu netice vermedi. Çünkü ne o bir peygamberdi ne de onun tebaası Hz. Peygamberin muhatapları gibiydi.[236] Aslında Hz. Ali’nin zengin bir devlet deneyimi vardı. Çünkü Hz. Ali, hem Hz Peygamber döneminde hem de ilk üç halife döneminde bilgisi ve yetenekleriyle onlara bir anlamda danışmanlık yaparak İslâm’a aktif bir şekilde hizmet etmişti. O, Hz. Osman şehit edildikten sonra ortaya çıkan kaosu ortadan kaldırmak için yoğun çaba sarf etmesine rağmen[237] sorunları çözmeye ve sosyal barışı tesis etmeye yönelik adım atamadı ya da attığı adımlar sonuç veremeyerek[238] başarılı olamadı.[239] Aslında onun döneminde, zaman ve zemin değişmiş buna paralel olarak toplumu yönetmenin enstrümanları farklılaşmıştı. Bundan dolayı, Hz. Ali zamanının değil, kendisinden önceki şartların kurallarına göre devlet yönetmeyi amaçladı. Ancak kendi döneminin siyasi konjonktürüne uygun siyaset takip edemeyen Hz. Ali, kendisinden beklenilen yönetimi göstermeyi başaramadı.[240] Aksine, hem asilerin onunla ilişkileri hem de onun bazı icraatları, sorunları daha da derinleştirdi.[241]

Hz. Osman döneminde çok büyük servetler edinmiş valilerden olup, Suriye’nin serveti sayesinde çok güçlü bir ordu kurarak güçlenen Muâviye [242] başta olmak üzere Ümeyye oğulları, Hz. Ali’nin halifeliğini kabul etmediler.[243] Bunun yanında bazı sahâbe de kimin haklı olduğu kiminse haksız olduğunu bilemediklerini ileri sürerek Hz. Ali’ye biat etmediler.[244] Siyasi bir cinayet olarak ifade edilen Hz. Osman’ın şehit edilmesinin sosyal-siyasal-dinî yansımalarının olması kaçınılmazdı. Ortaya çıkan bu kriz başarılı bir şekilde yönetilemeyince[245] ilk defa Müslümanlar, siyasi açıdan üç farklı gruba ayrılmış oldular. Bu durum dolayısıyla Hz. Ali Hâşim oğulları, asiler ve Ensar’a dayanmak zorunda kaldı. Böylece ilk üç halife döneminde idari görevlere getirilmeyerek yönetimden uzak kalan ya da uzak bırakılan Hâşim oğulları ve Ensar yönetime katılma fırsatını elde ettiler.[246] Şiblî’ye göre; Hz. Osman dönemi, aslında Ümeyye oğullarının yeniliş döneminin başlangıcıdır. Hâşim oğulları, rakipleri Ümeyye oğullarının servet elde etmelerinden ve yüksek görevlere gelmelerinden rahatsız oluyorlardı. Bunun yanında Hâşim oğulları halifeliğin kendi hakları olduğuna inanıyorlardı ve hedefleri halifeliği almak ve iktidara gelmekti.[247]

Hz. Ali, halife seçildikten sonra zaman içinde Hz. Osman’a isyan eden asilerden bazılarına birtakım idari görevler verdi. Bir bakıma önceki dönemin mağdurları, Hz. Ali’nin iktidara gelişiyle birlikte dayanışma içine girdiler.[248] Bundan dolayı Hz. Ali’ye karşı Ensar genel anlamda Kureyş kabilesine göre daha çok samimi bir şekilde bağlıydı.[249]

Hz. Ali’nin halifeliği döneminde İslâm tarihinde ilk kanlı iç savaşlar meydana geldi.[250] Hz. Ali’nin halifeliği, daha önceki tecrübeler göz önüne alındığında çok farklı bir yapıda olduğu söylenebilir. Gücü elinde tutan asiler, bazen tehditle bazen de hileyle Hz. Ali’yi yönetmeye çalıştılar. Neticede kendisini halife yapan güçlerin desteğini kaybeden Hz. Ali, bir vali olan Muâviye  karşısında siyasi anlamda bir otorite sağlayamadı[251] ve oluşan husumetler sebebiyle kendisi de bir suikast sonucu öldürüldü.[252]

Görüldüğü gibi, Hz. Peygamber’in vefatıyla birlikte başlayan süreç, siyasi liderliğin tespiti noktasında kalıcı bir gelenek oluşturulamadığı gibi giderek kaybolan otoritenin ortaya çıkardığı zaaf, Müslüman toplumu birçok problemin içine itmiştir.[253]

Hz. Ali’nin halife olmasının tarihi hakkında farklı bilgiler mevcuttur. Buna göre; Hz. Osman’ın şehit edildiği gün,[254] şehit edildikten bir gün,[255] üç gün,[256] beş gün[257] veya bir hafta sonra[258] Hz. Ali’ye biat edildiği kaynaklarda geçmektedir.

Hz. Ali, halifeliğe getiriliş tarihi 18-25 Zilhicce 35/17-24 Haziran 656’dan itibaren beş buçuk yıl bu makamda kalmıştır.

HZ. TALHA VE HZ. ZÜBEYR’İN HZ. ALİ’YE BİATİ

Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Hz. Ali’ye biati meselesi, çalışmanın konusu için önem arz etmektedir. Çünkü ileride değinileceği üzere Hz. Talha ve Hz. Zübeyr kılıç zoruyla biat ettiklerini iddia edip Mekke’ye giderek muhalif gruba katılıp Hz. Ali’yle Cemel’de karşı karşıya gelmişlerdir. Hz. Ali ise, bunun aksini iddia edip kesinlikle böyle bir zorlamanın söz konusu olmadığını ifade etmiştir.

Bu konuyla ilgili genel anlamda iki farklı rivayet vardır. Genel kabul gören, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in kendi istekleriyle Hz. Ali’ye biat ettiği rivayetidir. Diğer rivayete göre ise; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr kılıç zoruyla Hz. Ali’ye biat etmişlerdir. Bunun yanında ikisinin zorla değil de kerhen gayri samimi bir şekilde biat ettiklerini dile getiren araştırmacılar da mevcuttur.258 [259] [260]

İlk rivayete göre; Hz. Osman şehit edildikten sonra Müslümanlar lidersiz kaldı. Bu sorunu çözmek için yukarıda da anlatıldığı gibi Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in de içinde bulunduğu bir grup Medineli Hz. Ali’ye gelerek kendisini halife seçmek istediklerini söylediler. Hz. Ali, bu teklifi kabul etmeyip aralarında Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in de bulunduğu hayatta kalan Şûra üyelerini ve Bedir Ashâbı’nı önerdi. Ancak buna rağmen Medineliler yine ısrarla Hz. Ali’yi seçmek isteyince Hz. Ali halifeliği kabul etti. Mescitte Hz. Ali Müslümanların biatini kabul ederken, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Hz. Ali’ye biat edecekleri sırada Hz. Ali her ikisine şayet isterlerse ikisinden birine halifelik için biat edebileceğini söyledi. Ancak ikisi de Hz. Ali’nin bu teklifini kabul etmeyerek biz sana biat edeceğiz deyip Hz. Ali’ye biat ettiler.[261] Bu rivayete göre; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr kendi istekleriyle Hz. Ali’ye biat etmişlerdir.[262] Hatta Hz. Ali’ye ilk biat eden kişinin Hz. Talha olduğu, ondan sonra da Hz. Zübeyr’in biat ettiği rivayet edilir. Hz. Talha’nın biat ettiğini gören sahâbeden biri biate ilk başlayan elin çolak bir el[263] olduğunu dolayısıyla bu işin hayırla sona ermeyeceğini ifade etti.[264]

Bu rivayetin aksine, bazı araştırmacılar; hem Hz. Ali’nin hem de Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in halifeliği istediğine dair farklı bir değerlendirmede bulunuyorlar. Akbulut’un değerlendirmesine göre; Hz. Osman şehit edildiğinde Şûra üyelerinden dördü hayattaydı. Bunlardan Hz. Ali, Hz. Peygamber’in vefatından sonra halifeliğin kendi hakkı olduğunu düşünüyordu. Hz. Osman’dan sonra artık Hz. Ali’nin karşısında güçlü bir aday da yoktu. Hz. Osman şehit edildikten sonra bir grup sahâbe gelip kendisine biat etmek isteyince Hz. Ali; bu konuda acele etmemeleri gerektiğini ifade ederek diğer Müslümanların da görüşünü almalarını söyledi. Başka bir grup sahâbe gelince Hz. Ali bunlara Bedir Ashâbı’nın görüşüne başvurulup başvurulmadığını sordu. Görülüyor ki, Hz. Ali önde gelen sahâbenin desteğini alarak halife olmak istemekteydi.[265]

Aycan’ın değerlendirmesine göre de; Hz. Osman’ın evi kuşatıldığında, şehit edilmesi halinde Hz. Ali’nin de bir şekilde suçlanacağı ihtimaline karşın, Medine dışına çıkması önerildiği halde Hz. Ali, Medine’den ayrılmadı. Bundan dolayı, belki de Hz. Ali eskiden beri içinde bir istek olmakla birlikte elde edemediği ancak son birkaç yıldan beri meydana gelen olayların, doğal olarak ortaya çıkardığı halifelik fırsatını, bu sefer denemek istiyordu. Nitekim bu fırsat gerçekleşmiş ve birkaç gün içinde de kendisine biat edilmiştir.[266]

Ayar’ın değerlendirmesine göre ise; olayların seyrinden anlaşıldığı kadarıyla; Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de halife olmak istiyorlardı. Hz. Ali sahip olduğu özellikler nedeniyle kamuoyunda en güçlü halife adayı olarak tanındığı için bir an önce halife seçilmek isterken Hz. Talha ve Hz. Zübeyr onun karşısında avantajlı duruma geçmek için yaş sırasına göre bu makama gelinmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Dolayısıyla halifeyi mevcut Şûra üyeleri belirleseydi, Hz. Ali’nin halife seçilme ihtimali düşük olurdu. Bundan dolayı Hz. Ali Şûrayı gündeme getirmedi. Halife seçilince de bu Şûra üyeleriyle uzlaşma ve yönetimi paylaşma yolunu tercih etmedi. Ayrıca Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in talep ettikleri valilikleri de vermeyerek ikisini küstürdü. Muhtemelen Hz. Ali ikisini siyasi rakipleri olarak gördüğünden böyle hareket etti. Oysa halife olmaya aday bu üç Şûra üyesi, kendi aralarında uzlaşıp anlaşabilirlerdi.[267]

Demircan ise, rivayeti daha farklı değerlendirmektedir. Ona göre; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in halifeliği istememe tavrı, işin içinden çıkılmaz bir raddeye gelmesiyle ilgili olabileceği gibi bu rivayetlerin, ileride ikisinin Hz. Ali’ye muhalefet etmelerinin gerekçesiz olduğu düşüncesini beslemek üzere geliştirilmiş olma ihtimali de mümkündür.[268]

İkinci rivayete göre ise; Hz. Osman şehit edildikten sonra asilerin içinde bulunduğu bir grup, önce Hz. Ali’ye daha sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e daha sonra da Sa’d b. Ebû Vakkâs’a ve Abdullah b. Ömer’e halifeliği teklif ettiler ancak hiç birisi bu teklifi kabul etmedi. Zor durumda kalan asilerin tehdidi sonucu Medineliler, Hz. Ali’yi ısrarlar sonucu ikna etti. Hz. Ali ikna edildikten sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Hz. Ali’ye biat etmelerinin öneminin ve insanlar üzerindeki psikolojik etkisinin farkında olan asiler, hemen Kûfelilerden Mâlik b. Eşter’i[269] bir grupla Hz. Talha’ya, Basralılardan ise Hükeym b. Cebele’yi bir grupla Hz. Zübeyr’e göndererek Hz. Ali’ye biat etmeleri için mescide kılıç zoruyla getirdiler. Kılıç zoruyla getirilen Hz. Talha ve Hz. Zübeyr isteksiz bir şekilde Hz. Ali’ye biat ettiler.[270]

Demircan’ın bu rivayet hakkında değerlendirmesine göre; Hz. Ali’ye biat edildiği sırada Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in önemli iki lider oldukları için doğrudan Hz. Ali tarafından ya da onun yönlendirmesiyle olmasa bile asilerin Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’den Hz. Ali’ye biat etmelerini istemiş olma ihtimalleri de mümkündür. Ancak istek ya da baskıda doğrudan Hz. Ali’nin parmağının olmadığı açıktır. Şayet Hz. Ali onların zorla biat etmelerini istemiş olsaydı, iksinin Medine dışına çıkmasına da engel olabilirdi.[271]

Erkocaaslan, Hz. Talha ve Hz. Züber’in baskı sonucu biat etmek zorunda kaldıklarını ifade ediyor. Ona göre; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in bu biatini Hz. Ali iki nedenden dolayı kabul etmiştir. Birinci neden; Hz. Ali’nin meydana gelen fitnenin üstesinden gelip bunu sonuçlandıracağına olan inancı, ikincisi ise; Hz. Ali’nin Hz. Peygamber’in vefatından beri arzuladığı[272] [273] hilafet makamını eline geçirmek istemesidir.

Yukarıdaki rivayeti şöyle detaylandıran kaynaklar da mevcuttur. Buna göre; Mâlik b. Eşter Hz. Talha’ya gidip ondan Hz. Ali’ye biat etmesini istedi. Hz. Talha: “Bırakınız bakayım diğer insanlar ne yapacaklar, ondan sonra ben de kararımı vereyim.” dedi. Ancak Mâlik b. Eşter ona fırsat vermeden, kılıcıyla onu dürte dürte evinden getirip minbere kadar yaklaştırdı. O da, Hz. Ali’ye biat etmek zorunda kaldı.[274] Hz. Zübeyr’i de Hükeym b. Cebele zorla getirdi. Hz. Zübeyr, Abdülkays oğullarından bir grup eşkıyanın kendisini evinden alıp, boynuna kılıç dayayarak zorla getirilip biat ettirildiğini ifade etmiştir.[275]

Fığlalı’ya göre; Hz. Ali’ye biat edenlerden Hz. Talha ve Hz. Zübeyr daha sonra istemeyerek biat ettiklerini ifade etmişlerse de bu ihtimal zayıftır. Çünkü Hz. Ali mescitteyken halifelik görevini kabul etmeleri için her ikisine de ısrarla teklif etmesine rağmen ikisi de bunu kabul etmemişlerdi.[276] Aynı şekilde Demircan da, bu anlatımların Hz. Ali’yi haklı çıkarmaya yönelik çabaların bir parçası olduğunu ifade ediyor.[277]

Çiçek’e göre ise; Hz. Zübeyr, Hz. Osman şehit edildikten sonra asiler tarafından halife adaylarından biri olarak görülmüş fakat o, bu teklifi kabul etmemiştir. Bu karışık ortamda Hz. Ali’ye biat etmiş ve Hz. Ali onaylamasa da Hz. Zübeyr isyancıların baskısıyla Hz. Ali’ye biat etmiştir. Bu baskı, Hz. Zübeyr’i Hz. Ali’den uzaklaştıran en önemli sebeplerden biri olmuştur.[278]

Bazı rivayetlere göre; Hz. Zübeyr Hz. Ali’ye biat ettikten sonra kılıç boynunun üzerinde olduğu için biat ettiğini söylemiştir.[279] Hz. Talha’yı Hz. Ali’nin yanına getirdiklerinde ise o, Hz. Ali’ye zorla ve kerhen biat ettiğini söylemiştir.[280]

Algül’ün bu iki rivayet hakkındaki değerlendirmesi şöyledir: “Ortalığa asilerin hâkim olduğu bir esnada bu sözlerin biat sırasında değil de biat işi tamamlandıktan sonra söylenmiş olması mümkündür. Bir başka ifadeyle bu iki zatın biatlerinin bazı şartlara bağlı olduğu anlaşılıyor.”[281]

Başka bir rivayete göre; Hz. Talha’yla Hz. Zübeyr Hz. Ali’den kendilerini Basra ve Kûfe’ye vali atamalarını istedikten sonra biat ettiler. Ancak Hz. Ali onların bu isteğini reddetti.[282]

Fığlalı; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr biat ettikleri halde umdukları valilik veya yönetime ortaklık isteklerine olumlu cevap alamayınca bu yola başvurduklarını belirtmektedir.[283]

Bu rivayet hakkında şöyle bir değerlendirme de mevcuttur: “Hz. Talha’nın halifelik istediğine dair bir rivayet mevcut olup onun insanları yönetme ve idare etme eğiliminin olduğundan bahsedilmektedir. Ancak Hz. Zübeyr’in Hz. Talha kadar bu konuda istekli olduğu söylenemez. Hz. Zübeyr’in halifelik istediği hakkında kesin bir rivayet bulunmamasının yanında, onun Hz. Osman’ın halife seçilme sürecinde Hz. Ali’nin halife olmasını istemesi ve onu desteklemesi bunu kanıtlar niteliktedir. Yaşanan olaylar her iki sahâbenin de o dönem için halifelikte gözlerinin olmadığını ya da o an için öyle göründüklerini ortaya koymaktadır. Yaşanan kargaşa ortamında her iki sahâbe de halifelikten uzak durmuş olabilirler. Ancak daha sonraki zamanlarda halifelik isteklerinin olduğunu îma eden cümleler kurmuş olsalar da çok net bir ifadeyle de bunu dile getirmemişlerdir. İkisi karşılaştırıldığında Hz. Talha’nın bu eğiliminin daha fazla olduğu göze çarpmaktadır.”[284]

Başka bir rivayete göre; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr, Hz. Ali’ye Hz. Osman’ın katillerini cezalandırması şartıyla biat ettiler. Biatten sonra Hz. Ali mescitten çıkıp evine giderken Hz. Talha ve Hz. Zübeyr sahâbeden bir grupla gelerek Hz. Ali’ye: “Biz sana biat ederken Allah’ın hudutlarını ve emirlerini şart koşmuştuk. Görüyorsun ki onlar bir Müslüman’ın öldürülmesine katılmış ve kendilerine had uygulanması konusunda kendi kanlarını mubah kılmışlardır.” dediler.[285]

Hz. Ali de asiler şehre hâkim oldukları için ortalığın sakinleşmesini beklemelerini ve siyasi birlik sağlandıktan sonra da onları yargılayacak ortamın oluşmasının gerektiğini söyledi. Dolayısıyla sabrederek beklemelerini tavsiye etti.[286]

Şiblî, bu konuda; Hz. Ali’nin bu görüşü, hükümetin istikrarı ve devamı için doğru ve yerinde bir karar olduğunu belirtmektedir. Ona göre; asilerin hepsinden hesap sormak gerekiyordu. Bunun için daha kuvvetli olmak, asileri ele geçirecek ve onların kötülüklerini bertaraf edebilecek derecede duruma hâkim olmak gerekiyordu. Ancak Hz. Ali, halife seçilince onun elinde bu güç yoktu. Bu güç bulunsa dahi asilere karşı hemen harekete geçmesinde büyük sakıncalar ortaya çıkabilirdi. Çünkü asiler, farklı birçok yerden gelmişlerdi ve geldikleri yerlerde taraftarları vardı. Bunların hemen cezalandırılmasına geçmek, farklı yerlerden daha büyük isyanların ortaya çıkmasına ve bunun neticesinde devletin güç kaybetmesine sebep olabilirdi. Onun için yapılacak ilk iş, hükümeti kurmak ve sükûnet sağlandıktan sonra ilk fırsatta katilleri bulup cezalandırmakla mümkün olurdu. Hz. Ali’nin halife seçilmesi durumu bir anda ıslah etmesi, bütün sorunları bir anda çözmesi, bütün buhranları bir anda dindirmesi kolay değildi.[287]

Söylemez ise, bu rivayeti eleştirmektedir. Ona göre; “bu durum tarihsel koşullarla örtüşmemektedir. Zira Hz. Talha ve Hz. Zübeyr hem bu sorumluluğu üstlenmekten kaçınmış hem de asilerin hışmından kurtulmayı hedefledikleri için Hz. Ali’ye gelip halifeliği kabul etmesi konusunda onu zorlamışlardır. Hem onu halifeliğe zorlamak hem de ona koşul ileri sürmek çelişki arz etmektedir. Bundan da öte inisiyatifi ellerinde bulunduran asilerin kontrolündeki Medine’de asileri cezalandırma koşuluyla biat etmeyi istemek mantıklı da görünmemektedir. Öyle görünüyor ki bu rivayetler, sonraki dönemlerde Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in neden hem biat ettikleri hem de kısa bir süre sonra Hz. Ali’ye muhalafet ettikleri sorusuna mantıki olarak verilmek istenen bir cevap olarak görülmektedir. Dolayısıyla tarihsel gerçeklikle uyumlu olmayan bu rivayetleri kabul etmek zor görünmektedir.”[288]

Korkmaz’a göre; Seyf b. Ömer’in bu rivayetinde İbn Sebe grubu; “Hz. Ali’nin güç yetiremediği, bedevileri de etkisi altına almış, şehrin hâkimiyetini elinde tutan işgalci bir grup” görünümündedir. Oysa olayların seyrine bakıldığında ise, Medine’nin işgal edildiğini iddia etmek bile çok zordur. Ancak o günkü şartlarda Medine’de sadece siyasi bir istikrarsızlığın varlığından söz edilebilir. Seyf b. Ömer’in bu rivayetinin, Medine’deki durumu tasvir edişi bir tarafa, İbn Sebe grubu, Medine’yi hem işgal etmiş hem yönetime Hz. Ali’yi getirmiştir. İbn Sebe grubu’nun kendilerini açıkça öldürmeyi planladığını iddia eden Hz. Ali’ye tekrar dönüp bağlanmaya çalışmaları ya da idareyi tekrar ona teslim etmeleri kabul edilebilir değildir.[289]

Çiçek’e göre ise; Hz. Ali, asilerin Medine’deki hâkimiyetinden dolayı bu talebi yerine getiremediği için Hz. Zübeyr, onun olaylara hâkim olamadığını düşünmüş ve muhalif gruba katılmıştır. Ancak muhalif grup, başarılı olamamış, bu durum; Muâviye ’nin daha da güçlenmesine ve Hz. Ali’nin onun karşısında zayıflamasına sebep olmuştur.[290] [291]

Kaynaklarda Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in zorla biat ettiklerine dair yukarıda zikredilen rivayetlere anlam yönüyle benzer, lafız yönüyle farklı birçok rivayete rastlamak mümkündür.

Rivayetlere bakılırsa zorla biat iddiası, epey tartışma konusu olmuştur. Hz. Ali, zorla biatin olmadığını ifade ederken Hz. Talha ve Hz. Zübeyr zorla biat ettirildiklerini söylemeye devam ettiler. Burada mesele, belki de iki taraf da aynı şeylerden bahsetmeyerek olayı muğlâk hale getiriyorlardı. Siyasi tartışmalarda, iki kere ikinin her zaman dört etmediği herkesin malumudur. Bazen aynı şeyden bahseden siyasiler, kendilerini haklı çıkaracak yönlere daha çok vurgu yaparak ihtilaf 291 konusunu gündeme getirebilirler.

Muhtemelen Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in zorla biat ettiğini ifade edenler, ikisinin Cemel Vak’ası’na katılmakta haksız olmadığını göstermek istemişlerdir. İkisinin isteyerek biat ettiğini söyleyenler ise, bir anlamda Hz. Ali’ye karşı ikisinin, savaşmalarındaki haksızlığı ortaya koymak istemişlerdir.[292]

Rivayetlerden de anlaşılacağı üzere, eğer ortada bir zorlama varsa, bu da Hz. Ali’nin etrafında bulunan bazı kimseler tarafından olduğu ifade edilebilir ve bunun da Hz. Ali’nin şahsına değil asilere karşı bir çıkış olarak değerlendirebilir.[293]

Zaten Hz. Ali’nin halife seçilmesi, Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinin yanında bu grubun da ısrarlarıyla gerçekleşmiştir. Hz. Osman döneminde daha belirgin olan Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in birlikteliği dikkat çekmektedir. Öyleyse, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr, halifeliği kendileri istemediklerine göre; Hz. Ali’nin halifeliğine de ikisinin karşı çıkması zor görünmektedir.[294]

Korkmaz’a göre; Hz. Osman şehit edildikten sonra gelişen olaylarda Seyf b. Ömer’in rivayetindeki İbn Sebe kurgusunun dışına çıkılacak olursa, Hz. Ali’nin herhangi bir şeyin etkisiyle değil, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in de bulunduğu ve katıldığı açık bir biatla mescitte halife seçilmiştir.[295] Hz. Ali’nin halife seçilmesine muhalefet eden bir grup bir zümre ya da fırkaya da rastlanılmaz. Ancak problem çıkaran tek taraf ise, sadece Ümeyye oğulları ve Hz. Osman’ın taraftarları olmuştur. Bunlar da Hz. Ali’nin halifeliğini benimsemediklerinden dolayı Medine’yi terk etmişlerdir.[296] [297]

HZ. ALİ’YE BİAT ETMEYEN SAHÂBE

Hz. Ali’ye biat etmeyen, sadece Hz. Talha ve Hz. Zübeyr değildir. Bu ikisinin dışında başta Ümeyye oğulları olmak üzere sahâbeden bazıları da Hz. Ali’ye biat etmemişti. Ancak Hz. Talha ve Hz. Zübeyr üzerinde durulmasının sebebi, ikisinin diğer biat etmeyen sahâbeye göre; Medine’de daha farklı konuma sahip olmalarından 297 kaynaklanmaktadır.

Hz. Ali’ye biat etmeyen sahâbenin önde gelenlerine herhangi bir baskı uygulanmadığı ortadayken, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in baskıyla biat ettikleri iddiası şüphe uyandırmaktadır.[298] [299] Nitekim bu hususta Hz. Ali: “Birilerini biate zorlasaydım, Sa’d b. Ebû Vakkâs, Abdullah b. Ömer ve Muhammed b. Mesleme’yi zorlardım. Onlar biatten kaçınıp ayrıldılar. Ben de onları terk ettim.” sözleriyle durumu 299 açıklamıştır.

Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Hz. Ali’ye karşı muhalefetlerinde izahı zor bazı noktalar vardır. Öncelikle ikisinin de Hz. Ali’ye biat ettikleri açıktır. Bu sebeple, ikisinden beklenen önde gelen diğer sahâbe gibi biatlerine sadık kalıp Hz. Ali’nin yanında yer almalarıydı. Şayet ikisi biate engel bir sebep görüyorlarsa biat etmeyen diğer sahâbe gibi tarafsız kalıp muhalefet hareketine girişmeyebilirlerdi.[300]

Hz. Ali, Medine’deki Müslümanların büyük çoğunluğunun biatini alarak halife seçilmesine rağmen, ona biat etmekten imtina eden sahâbe şunlardır:[301] Sa’d b. Ebû Vakkâs, Üsâme b. Zeyd, Abdullah b. Ömer, Hassân b. Sâbit,[302] Ka’b b. Mâlik,[303] Mesleme b. Muhalled,[304] Ebû Sa’îd el-Hudrî, Muhammed b. Mesleme,[305] Numan b. Beşîr,[306] Zeyd b. Sâbit, Rafı b. Hadîc, Fudâle b. Ubeyd, Kudâme b. Maz’um, Abdullah b. Selâm,[307] Muğire b. Şu’be, Ka’b Ucre, Süheyb b. Sinan, Seleme b. Selâme b. Rakş, Kudâme b. Maz’ûm, Ka’b b. Ucre.

Bazı kaynaklarda Hz. Ali’ye biat etmeyen sahâbenin isimleri ve sayıları konusunda farklı bilgiler mevcuttur. Bazı sahâbenin ismi kimi yerde biat edenler arasında kimi yerde de biat etmeyenler arasında geçmektedir. Dolayısıyla ismi verilen sahâbenin ismini başka kaynaklarda biat edenler arasında bulmak mümkündür.[308]

Bu sahâbenin yanı sıra Ümeyye oğullarına mensup bazı kimseler Mekke ve Şam’a kaçarken[309] Mervân b. Hakem,[310] Velîd b. Ukbe ve Said b. el-Âs da biat etmeleri istenince onlar birtakım bahaneler öne sürerek Hz. Ali’ye biat etmediler.[311] Daha sonra onlar da Mekke’ye gittiler.[312]

Rivayetlere göre değerlendirme yapılacak olursa; Hz. Ali halife olmak istemediğini, kendisi için vezir olmak emir olmaktan daha hayırlı olduğunu dile getirerek halife olmak istemediğini söylediği halde, Medinelilerin ısrarları sonucu halifeliği kabul etmek durumunda kalmıştır. Rivayetlerin bir kısmına göre; Hz. Ali’nin halifeliğe çok istekli olduğu, diğer bir kısmına göre ise; Hz. Ali’nin halifeliğe hiç istekli olmadığı belirtilir. Ancak bu rivayetleri kabul etmek zor görünmektedir. Çünkü bazı rivayetlere göre; Hz. Ali’nin hırslı biri olduğunu düşünmek gerekir ki Hz. Ali’nin böyle biri olmadığı açıktır. Diğer bazı rivayetlere göre ise; Hz. Ali’nin baskılara boyun eğip halife olduğunu kabul etmek gerekir ki Hz. Ali’nin asilere boyun eğmeyeceği açıktır. Bu noktada şunu söylemek mümkündür: Hz. Ali Hz. Peygamber’in vefatından beri uygun şartlar oluştuğunda halife seçilmek istiyordu. Ancak asilerin terör estirdiği bir ortamda halife olmak sıkıntılı olacağından dolayı halife olmak istemediğini, belki de Medinelilerin ısrarı sonucu halifeliği kabul ettiğini söylemek mümkündür.

Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in biatiyle ilgili rivayetler önemlidir. Bu rivayetler genel anlamda iki kısma ayrılmaktadır. Birincisine göre; kendi rızalarıyla, ikincisine göre ise; kılıç zoruyla biat ettikleri rivayet edilmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi kaynakların geneli, ilk rivayeti daha çok zikrettiği görülmektedir. Araştırmacıların da ilk rivayeti daha çok kullandıkları dikkat çekmektedir. Buna göre ilk başta kendi rızalarıyla biat etmişler ancak daha sonra birtakım nedenlerden dolayı biatlerinden vazgeçmişlerdir.

Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in de halife olmak istediklerine dair net bir bilgi mevcut değildir. Aksine Hz. Ali isterseniz ikinizden birine biat edeyim dediği halde bu teklifi kabul etmedikleri dikkate alınırsa ikisinin de halife olmak istemedikleri sonucuna varmak mümkündür.

Hz. Ali’ye biat etmedikleri halde herhangi bir baskıyla karşılaşmayan sahâbenin olduğu bir ortamda Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in baskıya maruz kalmış olmaları zor gibi görünmektedir. Çünkü baskı olsa biat etmeyen diğer sahâbeye de baskı yapılması gerekirdi. Diğer sahâbe biat etmek istemeyince Hz. Ali onları zorlamamıştı. Bundan hareketle Hz. Ali’nin Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’i biate zorlamadığını söylemek mümkündür. Bunun yanında baskı olduğu varsayımı kabul edilse dahi durumu şöyle izah etmek mümkündür: Asilerin Medine’deki varlığı psikolojik anlamda Hz. Talha ve Hz. Zübeyr üzerinde baskı oluşturmuş olabilir. Bu psikolojik baskıdan dolayı kerhen biat etmiş olabilirler. Ayrıca asiler, Hz. Ali’nin bilgisi ve izni dışında Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in biatinin önemli olduğunu düşünerek ikisine baskı kurup biat etmelerini de sağlamış olabilirler. Böyle bir durumda Hz. Ali’yi suçlamak doğru değildir.

CEMEL VAK’ASI

CEMEL ASHÂBI’NIN OLUŞUM SÜRECİ

Cemel Vak’ası’nın sebeplerini genel hatlarıyla dört başlık altında toplamak mümkündür. Bunlardan ilki, muhaliflerin en çok dillendirdiği ve görünen neden; Hz. Osman’ın katillerinin bulunması meselesidir ki bu muhaliflerin elindeki en büyük kozdur.

İfk hadisesi ile Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in valilik isteklerini kişisel muhalefet babında değerlendirmek mümkündür. Akbulut’a göre; zamanında Hz. Osman’a karşı şiddetli bir şekilde muhalefet eden Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Hz. Osman’dan yana olduklarından dolayı değil de Hz. Ali’ye karşı oldukları için ona muhalefet ediyorlardı. Ona göre; bunların Hz. Ali’ye cephe almaları hataydı. Çünkü Hz. Ali’nin siyasi anlamda meşruluğuna büyük darbe vurmuş oluyorlardı. Hz. Ali her ne kadar Cemel Vak’as’ında başarılı olmuş olsa da Muâviye ’nin eline büyük bir siyasi fırsat geçmişti.[313]

Emevî-Hâşimî çekişmesi ise, en az dillendirilen ancak belki de olayların asıl nedeni olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü Ümeyye oğulları hem Hz. Osman’ın kanını meşru zeminde talep edebilecek haka sahiplerdi hem de öteden beri rakipleri Hâşim oğullarından Hz. Ali’nin halife seçilmesiyle birlikte özellikle Hz. Osman’ın halifeliği döneminde kazandıkları bütün imtiyazları kaybetmenin refleksiyle hareket ettikleri ifade edilmektedir. Bu endişeden olsa gerek ki, Ümeyye oğullarının önde gelen bazı valileri özellikle hem lojistik hem de psikolojik olarak Cemel Ashâbı’nı desteklemişlerdir.

Ayrıca Hz. Ali dönemi iç karışıklıkların başka nedenleri şöyle sıralanabilir;[314]

Hz. Ali, Hz. Osman’ın katillerini cezalandırma konusunda belki de biraz zaman kazanmak amacıyla işi biraz ağırdan alınca sahâbe bu durumdan rahatsız oldu ve Hz. Ali yi işi savsaklamakla suçladı.

İsyancılar, Hz. Osman’ı şehit ettikten sonra başkent Medine’yi terk etmeyip, orayı işgal ettiler ve bununla da yetinmeyip siyasi iktidarla anlaşmaya çalışarak başkentten ayrılmayınca, bu durum Hz. Ali’ye karşı cephenin oluşmasına sebep oldu.

Önde gelen bazı sahâbenin, Hz. Ali’ye biat etme konusunda direnmesi ileride birtakım karışıklıkların ortaya çıkacağına dair sinyaller vermeye başladı.

Hz. Ali’nin Cemel Vak’ası ve benzeri iç savaşlarda Hz. Osman’ın katillerini ordusunda barındırması da ona karşı ortak bir cephenin oluşmasına neden oldu.

Hz. Ali’nin göreve gelir gelmez ilk fırsatta Hz. Osman’ın bazı vali ve memurlarını görevden alması ona karşı husumeti arttırdı.

CEMEL ASHÂBI’NI BİRARAYA GETİREN NEDENLER

ASİLERİN CEZALANDIRILMASI TALEBİ

Hz. Osman’ın şehit edilmesi, İslâm tarihinde devir açan önemli olaylardan biri olarak ifade edilmektedir.[315] [316] Bu olayla birlikte yöneticilere karşı duyulan hoşnutsuzluk şayet sona erseydi, tarihçiler belki de bu olayı daha farklı değerlendirebilirlerdi. Ancak netice farklı olunca bu olay, Müslümanları daha büyük ayrılıklara ve çatışmalara sürükledi.[317]

Hz. Osman şehit edildikten sonra Müslümanların siyasi birliği her ne kadar görünürde muhafaza edildiyse de gerçek manada bir birlik sağlanamadı ve bu bölünme Müslümanları daha da çıkmaza soktu. Çünkü Müslümanlar, hiç bir şeye karışmayacak olurlarsa İslâmiyet’in hak için fiili ve kavli mücadele etme ilkesine ters

düşeceklerdi. Bunun yanında herhangi bir tarafı tuttuklarında ise yine dinin kâfirlere karşı mücadele ve birbirlerinin kanını dökmeme ilkesini çiğnemiş olacaklardı.[318]

Hz. Osman şehit edildikten sonra hâkimiyetin artık kimin hakkı olduğu meselesi, kılıçla çözülmeye başlandı ve bundan sonra iç savaşın kapısı bir daha tam anlamıyla kapanmamak üzere açıldı.[319] [320] Bunun yanında uzun bir zaman bu olay fikri 8 tartışmalardaki yerini de korudu.

Hz. Ali halife seçilir seçilmez karşılaştığı ilk sorun, Hz. Osman’ı şehit eden asilerin cezalandırılması talebi oldu.[321] Hz. Ali’ye karşı asıl sıkıntı meydana getiren grup, biatlerini Hz. Osman’ın kanıyla ilişkilendirip, itaatlerini Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması şartına bağlayanlar oldu. Bunlar; Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in başını çektiği Cemel Ashâbı ile Muâviye ’nin başını çektiği Şamlılardı.[322] Bu iki tarafın, davranışlarının gerçek anlamda sebeplerini izah etmek mevcut verilerle mümkün değildir ya da çok güçtür. Çünkü Hz. Ali’nin Hz. Osman’ın katillerini cezalandırmak istediği açıktır.[323] Şayet bu muhalif grup, Hz. Osman’ın kanını talep etme konusunda gerçekten samimi olsalardı neden Hz. Ali’nin yanında değil de onun karşısında yer aldıkları sorusu önem arz etmektedir.[324] Zira Hz. Ali, Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sorumlu değildir.[325] [326] Gariptir ki Hz. Osman’la birlikte dört kişi şehit edilmiş olmasına rağmen onların katillerinin cezalandırılmasını kimse tartışma konusu yapmamıştır.

Hz. Ali’nin otoriteyi sağlayabilmesi için öncelikle Cemel Ashâbı ile Muâviye ’nin ikna edilmesi gerekiyordu. Ancak bu pek de kolay bir durum değildi.

Çünkü onlar o günkü şartlarda halifeden gerçekleştirilmesi güç bir talepte bulunuyorlardı.[327]

Oysaki Hz. Osman’ın şehit edilmesi çok yönlü bir olaydı.[328] Her şeyden önce Hz. Osman’ın katilleri, sayıları binleri aşan bir kitleydi[329] ve bunlar, Medine’de etkin durumdalardı.[330] Ayrıca Hz. Osman’ı hep birlikte şehit ettiklerini söylüyorlardı. Dolayısıyla o şartlarda Hz. Ali’den böyle bir icraatı beklemenin iyi niyetle izah edilmesi zordur.[331] Eğer Hz. Osman mazlum olarak şehit edilmişse, katillerinin bulunup cezalandırılması, şayet bunun aksine öldürülmeyi gerektirecek bir suç işlemişse de bunun da açıklığa kavuşturulması gerekmekteydi. Her iki durumda da Hz. Ali’nin, Müslümanların desteğine ihtiyacı vardı. Çünkü Müslümanlar arasında her iki görüşü de savunanlar vardı.[332]

Bu durumda Hz. Ali, katillerin yargılanmasına karar verse, kendisine biat edenlerin bir kısmını karşısına almış olacaktı. Yargılama yapmadığında ise, Hz. Osman’ın akrabalarını ve taraftarlarını karşısına almış olacaktı. Her iki durumda da çatışma çıkma ihtimali vardı.[333] Ayrıca şunu da belirtmekte fayda vardır: Medine’deki sahâbe, Hz. Osman’a zamanında yeteri kadar sahip çıkmamıştı. Hatta bunun yanında Medineliler arasında gizli gizli asileri tahrik edenlerin bile olduğu ifade edilmektedir.[334]

Hz. Ömer’in seçtiği Şûra’da olup, halife seçilmesi için Hz. Ali’nin tarafını tutan Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de asilerin kuşatması esnasında Hz. Osman’a yeterince sahip çıkmamışlardı. Şayet Hz. Osman’ı şehit eden asiler suçlanacaksa o zaman onu koruyamayan Medinelilerin de suçlanması gerekir.[335] Ayrıca Hz. Ali’ye biat edilinceye kadar da Hz. Osman’ın şehit edilmesinden dolayı hiç kimse onu itham etmemiştir.[336] [337] Kaldı ki olayın sadece siyasi yönü ağırlıktaydı. Bu sebeple, olaya tamamıyla hukuki açıdan bakmak yetersiz olacaktır.

Netice itibariyle ister dünyevi ister dinî hırs ve kızgınlıklar sebebiyle olsun, ortaya çıkan bu muhalif grup, İslâm tarihinde Müslümanların ilk defa karşı karşıya geldikleri önemli olaylardan birine sebep olmuşlardır.[338]

Peki, Hz. Osman’ın şehit edilmesinde Hz. Ali’nin kusuru var mıydı? Burada neyin kusur olduğunun tespit edilmesi gerekmektedir. Buna göre; eğer dışarıdan gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı halifeyi korumamak ya da koruyamamak kusur kabul edilecekse bütün Medineliler gibi Hz. Ali’yi de sorumlu tutmak mümkündür. Eğer bunun yanında kusurdan kasıt; halifeye karşı fiili bir saldırının yapılması ise; bu durumda yine Hz. Ali’nin herhangi bir kusuru yoktur[339] denebilir.

Hz. Osman’ın şehit edilmesi olayına karışan asilerin cezalandırılması meselesi sadece Ümeyye oğullarının devamlı olarak gündemde tuttuğu bir problem değildi. Bu konuyu Hz. Talha ile Hz. Zübeyr de sık sık dile getiriyorlardı.[340]

Hz. Osman’ı şehit eden asilerin cezalandırılmasını samimi olarak isteyen fakat uygun şartların doğmasını beklediği anlaşılan Hz. Ali,[341] biatten sonra evine döndüğü sırada Hz. Talha ve Hz. Zübeyr bir grup sahâbeyle birlikte ona gelerek, Hz. Osman’ı şehit eden asilerin bulunup cezalandırılmasını istediler.[342] Her ne kadar sahâbeden bazıları, bu olayın üzerine hemen gidilmesi gerektiğini söyledilerse de durumun ciddiyetinin farkında olan Hz. Ali,[343] onların bilip gördükleri şeyleri kendisinin de bilip ve farkında olduğunu söyledi. Ancak Medine’nin içinde bulunduğu şartlar gereği asilere bu cezayı uygulayabilecek güçte olmadığını belirtti.[344] Çünkü henüz Medine’de bile hâkimiyeti eline tam almamışken böyle bir durumun üzerine gitmek Hz. Osman ile aynı sonu paylaşmak demekti. Zaten etrafı da asiler tarafından kuşatılmıştı. Çemberden çıkmadan bu denli zor bir hadisede adım atmak güç olacaktı.[345] Bunun yanında insanların sakinleşip kargaşanın bitmesiyle birlikte yapılması gereken şeyleri derhal yerine getireceğini belirtti.[346]

Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de Hz. Ali’nin bu söylediklerinden ikna olup ayrıldılar. Fakat bu konuda Hz. Ali’nin idari otoriteyi sağlayamamasından dolayı beklentileri gerçekleşmedi.[347] Muâviye  ise bu durumdan dolayı Hz. Ali’yi açıktan kınıyordu. O, Hz. Ali’nin sadece bu meselede geri durduğunu ileri sürerek ona muhalefet ediyordu.[348]

Aslında Hz. Ali halife seçilir seçilmez bu olayı aydınlatmak amacıyla bir inceleme yaptırmıştı. Hz. Osman’ı şehit etmekle suçlanan ve Hz. Ali’nin üvey oğlu Muhammed b. Ebû Bekir,[349] halife tarafından sorgulandı. Fakat onun katil olduğunu gösteren kesin bir delile rastlanmadığı ifade edilir.[350]

Öte yandan asiler, ısrarla Hz. Osman’ı kendilerinin şehit ettiklerini öne sürüyorlardı.[351] Bu problem, hem katili hem de katilleri kesin delillere dayanarak belirleme açısından, hem de Medine’deki mevcut siyasi atmosferin bunu yapmaya uygun olamayışı yönünden kısa vadede çözüme kavuşturulacak bir problem değildi.[352]

Şayet Hz. Osman’ın evine girip de onu şehit eden asiler, belirlenebilmiş olsaydı, onları cezalandırmak daha kolay olacaktı. Ancak bunun tespit edilememiş olmasının da Hz. Ali’nin kararını etkilediği anlaşılmaktadır.[353] İşte bu yüzden, Hz. Ali bu konuyu sürekli bir şekilde dile getiren Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e açıklama 42 yapmak durumunda kaldı.

Medine’de Hz. Ali’ye biat eden sahâbenin Hz. Osman döneminden kalan bazı alışkanlıkların uzantısı olarak Hz. Ali’den birtakım beklentileri vardı. Daha açık bir ifadeyle onlar, Hz. Ali’nin onların görüş ve istekleri doğrultusunda hareket etmesini ve uzun vadede çözülebilecek problemleri kısa sürede çözüme kavuşturmasını istiyorlardı.[354] [355] Oysa Hz. Ali hiçte böyle düşünmüyordu. Aksine Hz. Ali, işi daha ağırdan almak ve ortalığın bir an önce yatışmasını istiyordu. O, önce huzuru sağlamak sonra da herkesi ilgilendiren sorunları çözmeyi planlıyordu.[356] [357] Fakat böyle önemli bir meselenin ertelenmesi, Ümeyye oğullarının başka şehirlere gitmesi, şairlerin Hz. Osman hakkındaki ağıtlar kamuoyunun bu konudaki hassasiyetini daha 45 da artırıyordu.

Hz. Ali, kısa bir süre sonra minbere çıkıp halkın gönlünü alacak şekilde öğütlerde bulundu ve aynı zamanda asilere de Medine’yi terketmelerini emretti. Ancak asiler bu emre uymadılar.[358] Gerçekten Hz. Ali’nin bu olayı derinden derine tahkik etmeye, cinayet suçuyla ilgili olanları birer birer cezalandırabilecek gücü yoktu.[359] Kısas İslâm dininin bir emriydi ve bunu yerine getirmekle yükümlü kişi Hz. Ali olduğu için Müslümanlar da haklı olarak bu hükmün uygulanmasını ondan istiyorlardı.[360] Ancak asilerin şehri terk etmemesi üzerine otoriteyi sağlamak[361] amacıyla Hz. Talha Basra’ya, Hz. Zübeyr de Kûfe’ye gidip kısa sürede bir grup atlıyla birlikte geri gelmek üzere Hz. Ali’den müsaade istedilerse de Hz. Ali ikisine de izin vermedi. [362]

HZ. TALHA VE HZ. ZÜBEYR’İN VALİLİK İSTEĞİ

Kaynakların çoğunda geçtiği şekliyle ve araştırmacıların çoğunun kabul ettiği üzere Hz. Ali ile Şûra üyelerinden Hz. Talha ve Hz. Zübeyr arasındaki ilişkileri kopma noktasına getiren hususlardan biri, Hz. Ali tarafından çeşitli yerlere atanan valilerin arasında ikisinin yer almamaları olarak ifade edilir.[363] Hâlbuki Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Hz. Ali’nin sıkışıklığından yararlanabileceklerini düşünerek[364] Hz. Talha Basra, Hz. Zübeyr de Kûfe valiliğini[365] bizzat ondan istemişlerdi.[366] Hz. Ali ikisine de izin vermedi.[367] Gölpınarlı, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in biat esnasındaki tereddütlerinden dolayı Hz. Ali’nin ikisine valilik görevini vermediğini ifade ediyor.[368]

Hz. Ali’nin bu fikre karşı çıkmasının nedenlerinden birinin; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Basra ve Kûfe’deki güçlerinin farkında olmasından kaynaklandığı ifade edilir. Çünkü Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in bu yerlere gitmesi halifeliğin bölünme riskini de ortaya çıkarabilirdi.[369]

Tok’un değerlendirdiği bir rivayete göre; “Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in üçlü yönetim fikrinin olduğu da rivayet edilir. Ancak Hz. Ali bu fikre şiddetle karşı çıkmaktaydı. Onları bu bölgelere göndermemekte bu bağlamda Hz. Ali haklı görünmektedir. Bu durum halifeliğin tek merkezden yönetilmesinin ortadan kalkma riskini taşımakla beraber Müslümanların da bölünmesine yol açabileceği açısından da tehlikeli bir durum olarak göze çarpmaktadır.[370] Bu güç ve nüfuza sahip olan Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in üçlü yönetim olmasa bile sadece valilik taleplerinin gerçekleşmesi onları yönetime ortak yapmaya yettiği de söylenebilir.”[371]

Bir rivayete göre Muğîre b. Şu’be; Hz. Ali’ye, Hz. Talha’nın Basra’ya ve Hz. Zübeyr’in de Kûfe’ye vali olarak atamasını önerdi.[372] Ancak İbn Abbas bu öneriye karşı çıkarak Hz. Ali’nin onları bu yerlere tayin etmesini engelledi.[373]

Bir rivayete göre; Hz. Talha Yemen, Hz. Zübeyr ise Irak valiliğini istedi. Hz. Ali de ikisine bu valilikleri vermeyince ikisi de ona kızıp biat ettiklerine pişman olup ayaklanmaya niyetlendiler.[374]

Ya’kûbî’de geçen bir rivayete göre Hz. Ali; Hz. Talha’yı Yemen’e, Hz. Zübeyr’i de Yemame ve Bahreyn’e vali olarak atayarak ikisine atama ahitnamesini verdi. İkisi, Hz. Ali’ye sıla-i rahimden ötürü böyle yaptığını söyleyince Hz. Ali bunun akrabalıkla ilgisi olmadığını sadece Müslümanların işleri için ikisini görevlendirdiğini ifade etti. Sonra ikisinden o belgeleri geri istedi. İkisi bunun üzerine Hz. Ali’ye kızarak başkalarını kendilerine tercih ettiğini ifade ettiler. Hz. Ali, kimseyi onlara tercih etmediğini ancak ikisini hırslı gördüğü için böyle davrandığını ifade etmiştir.[375] Erkocaaslan’ın değerlendirmesine göre; halifelik konusunda herhangi bir hırs sözkonusu olmuşsa şayet, Hz. Ali’nin Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e nazaran daha hırslı olduğunu ifade etmek mümkündür.[376]

Hz. Ali’nin Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in valilik taleplerini neden geri çevirdiği henüz net olarak bilinmemektedir. Uzun bir süre iktidar özlemi çeken Hâşim oğullarının baskısından mı? Yoksa Hz. Ali’nin Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e herhangi bir güvensizliği mi söz konusuydu? Bunlar dışında bilinmeyen başka herhangi bir problem mi vardı? Bu sorulara şimdilik cevap bulma imkânı zordur.[377]

Hz. Ali’nin bilinemeyen bir sebepten dolayı Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in valilik taleplerini reddetmesi, ikisinin muhalif gruba katılmasına sebep olduğu ifade edilmektedir. Bu durum o günkü şartlarda daha esnek hareket etmesi gereken Hz. Ali’nin ilk siyasi hatası olarak değerlendirilmektedir. Çünkü Hz. Talha ve Hz.

Zübeyr Ümeyye oğullarının Hz. Osman’ın şehit edilmesini sineye çekmeyeceklerini iyi bildiklerinden Hz. Ali’yle beraber onlara karşı duracaklardı. Ayrıca Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in kuşatma esnasındaki tavırları da bunu ortaya koymaktaydı. Hz. Osman yönetimine karşı Hz. Ali kadar Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de muhalefet etmişlerdi.[378] Bundan dolayı Muâviye  Hz. Osman’ın başına geleceklerden Hz. Ali’yle birlikte o ikisini de sorumlu tutacağını ifade etmişti.[379]

Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in bu kadar tepki göstermelerinin sebebi, Şûra üyesi olmalarından kaynaklanıyor olabilir. Çünkü ikisi de Şûra üyelerinden olduğu için Hz. Ali kadar halife olma hakkına sahiplerdi.[380] Linda Lau’ya göre; Hz. Osman şehit edildikten sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in halife seçilememiş olmaları ikisini de hayal kırıklığına uğratmış olsa da Hz. Ali ikisine valilik vermesi durumunda tatmin olabilirlerdi. Ancak Hz. Ali böyle bir tecihte bulunmamıştır.[381] Halife adaylarına valilik görevi bile vermemenin onur kırıcı olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Elbette ki bu tutumun siyasi bir bedeli olacaktı.[382] Neticede Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de Mekke’de bulunan Hz. Aişe’yle birlikte hareket edip Hz. Osman’ın şehit edilmesi olayında Hz. Ali’yi sorumlu tutarak Hz. Ali’ye karşı tavır aldılar.[383]

Bu konuda şöyle de bir değerlendirme bulunmaktadır: “Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in valilik taleplerinin geri çevrilmesinden sonra Hz. Ali ile olan ilişkilerinin ne derece etkilendiği önemli bir meseledir. İki sahâbenin Aşere-i Mübeşşere’den[384] olmaları, toplumda saygın bir konumda olmaları, Hz. Ömer’in seçtiği Şûra’da olmaları ve halife olabilecek konumda olmalarına rağmen Hz. Ali’nin bu görevi ikisine vermemesi Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in tepkisine neden olduğu düşünülebilir. Ancak olayları bu hususun üzerine bina etmek, olayı Hz. Talha ve Hz. Zübeyr açısından kişiselleştirmek olur. Bu da olayların yanlış değerlendirilmesine sebep olabilir.”[385]

İnsan faktörü ön planda tutulduğunda elbette ki böyle bir konumda olan Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in valilik taleplerinin geri çevrilmesi, ikisi açısından kolay kabul edilebilecek bir durum olmadığı açıktır. Ancak ileride yaşanacak olan tüm olayların temelinde bu konuyu aramak yanlış olur. Bu durumun Hz. Ali ile Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in arasına bir mesafe koyduğu bir gerçektir. Fakat olayların tek sebebi, hareket noktası da bu husus değildir. Bu, sadece aradaki husumet ya da ayrılığın bir parçası olarak da düşünülebilir.[386]

Demircan, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in muhalefet gerekçesi için bazı kişisel çıkarlarının olduğu bu rivayetleri eleştirmektedir. Ona göre; bütün bu rivayetlerin mantığında Hz. Ali’ye karşı ayaklanan kişilerin haksız olduğu görüşünü destekleme amacı yatmaktadır. Bununla birlikte Ehl-i Sünnet; Hz. Ali’yi haklı, sahâbenin ileri gelenlerinden olan Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’i de mazur gösterme eğilimindedir.[387]

Bakır, valilik talebi dışında Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in muhalefet etmelerini ekonomik nedenlere bağlıyor. Ona göre; Hz. Ali halife seçildikten sonra birçok yerde bulunan Ümeyye oğulları arasında siyasi olduğu kadar ekonomik nedenlerden dolayı da bir nevi telaş ve gelecek endişesi meydana geldi.[388] Hz. Ali’nin hazinedeki malları Arap-Mevali, erkek-kadın ayrımı yapmadan tüm Medinelilere dağıtması, sahâbenin gücenmesine yol açtığı ileri sürülmektedir. Hz. Ali’nin iktidarı boyunca uygulayacağı ekonomik politikası bazı sahâbe ile Hz. Talha ve Hz. Zübeyr tarafından tepkiyle karşılandı.[389] [390] Bu politikanın ilk adımını atan Hz. Ali Hz. Osman’ın evinde bulunan tüm silahlara el koydu ve daha önce zekât malları olarak toplanan hayvan sürülerini de Ümeyye oğullarının ellerinden aldı. Ayrıca Hz. Osman’ın akrabalarına dağıttığı bazı toprakları da onlardan geri aldı.

Beklentileri gerçekleşmeyen[391] ve yönetimde kendilerine görev verilmeyen Şûra üyelerinden Hz. Talha’yla Hz. Zübeyr[392] birçok kez Medine’yi terk etmeyi denediler ama Hz. Ali ikisine de izin vermedi. Hz. Osman’ın şehit edilmesinin üze­rinden yaklaşık dört ay geçtikten sonra[393] ikisi de Umre ibadetini yerine getirmek için Hz. Ali’den izin istediler.[394]

Hz. Ali Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Mekke’ye gitmek istemelerinin hayra alamet olmadığını düşünüyordu[395] ve ikisinin asıl amacını bildiği için onlara bu düşüncesini ifade etti.[396] Ancak ikisini engellemesi doğru olmayacağından ve bu durumun arzu edilmeyen sıkıntılar doğurma ihtimalinden dolayı[397] bu isteklerini kabul etti.[398]

Hz. Talha’yla Hz. Zübeyr’in esas niyeti ise, Hz. Aişe’nin de desteklediği[399] Hz. Osman’ın haksız bir şekilde şehit edildiğini ve onun katillerinin cezalandırılması gerektiğini savunan[400] Mekke’deki muhalif gruba katılmaktı.[401] Mekke’ye varınca Hz. Ali’ye baskı altında biat ettiklerini iddia ettiler.[402]

Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in ileri sürdükleri Hz. Ali’ye baskı altında biat ettikleri iddiası ciddi bir meseleydi. Hz. Ali bundan dolayı, ikisini kendisini yüzüstü bırakmakla suçladı. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in iddialarını kabul etmeyen Hz. Ali, kendisine yapılan biatin acele olmadığını, kendisi istemediği halde halifeliğe Medineliler tarafından seçildiğini, bu nedenle halife olduğunu belirtti.[403]

Çakır, bütün bunların yanında Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Hz. Ali’yi dinlemeyerek Basra’ya gidiş sebeplerinden biri olduğu ileri sürülen, ikisinin talep ettiği valiliklerin verilmemesi iddiasının bir dayanağının olmadığını ileri sürmektedir. Ona göre; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr hem Basra’ya gidince hem de sonrasında valilik isteklerini tekrar dile getirdikleri görülmemektedir. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in amaçları bu isteklerinden tamamen bağımsız olarak Hz. Osman’ı şehit edenlerin cezalandırılmasıdır.[404] [405]

Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Medine’den ayrılmaları, İslâm tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Çünkü bu süreç sonunda fitnenin bir zaferi olarak Müslümanlar ilk defa karşı karşıya gelecek ve bu iki sahâbe ile birlikte içlerinde daha başka seçkin sahâbenin de bulunduğu birçok kişi hayatlarını kaybedecektir.

Netice olarak, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Medine’den ayrılıp Mekke’ye gitmeleri ve oradan da muhalif gruba katılıp Hz. Ali’ye karşı mücadele etmeleri, ikisinin valilik taleplerine olumlu cevap alamamalarına bağlandığı görülmektedir.[406]

Ancak Demircan bu konuyu şöyle yorumlamaktadır: “Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in muhalefet etmesi muhtemelen bizzat içinde yaşamış oldukları gelişmelerin iç dünyalarındaki akisleridir. Hz. Ali’nin halife olmasından sonra geri plana itilmişlik duygusu yaşamış olmaları mümkündür. Ancak bunu Hz. Ali’den bekledikleri valiliği kaybetmeleri gibi yüzeysel izahlarla anlamak zordur. Ayrıca Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in o güne kadar valilik tecrübeleri hiç olmamıştı. İkisinin Şûra üyelerinden olmaları onları valilikten daha fazlasının isteme hususunda hak sahibi yapıyordu. Burada unutulmaması gereken bir nokta da şu ki geleneksel anlatıma göre kendilerine yapılan halifelik teklifini reddeden kişilerin valilik beklentisine girmeleri acaba ne derece doğrudur? Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in tavır belirlemesinde belki İslâm öncesi ittifakların yanında Hz. Peygamber dönemi ve sonrasındaki gelişmelerin etkisi de olmuş olabilir. Tavırların belirlenmesi sırasında bireysel ilişkilerin ve hatıraların önemli etkileri olduğu apaçıktır. Bununla birlikte kişileri tavır almaya yönelten saikleri bütün açıklığıyla ortaya koymak oldukça zordur.”[407]

Abdulazîm ed-Deyb de, Hz. Zübeyr’in valilik isteğinin yerine gelmemesi sonucu isyan ettiği iddiasına şiddetle karşı çıkmaktadır.[408]

Şurası bir gerçek ki; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in halifelik konusunda arzularının olduğu şeklindeki yoruma katılmak zordur. Farklı rivayetlere göre; Hz. Osman şehit edildikten sonra ikisine de halifelik görevi için gidilmiş ancak ikisi de bu görevi kabul etmemişlerdir. Daha sonra ikisinin fikir değiştirip halifelik için hırslı olduklarını kabul etmek de zordur. Zira Cemel Vak’ası ikisi için Hz. Ali’yi makamından etme konusunda fırsat olabilirdi. Ancak ikisi de Hz. Ali’nin uyarısı üzerine savaşı bıraktığı rivayet edilmektedir.[409]

İFK HADİSESİ

Hz. Osman ve Hz. Ali dönemindeki olayların seyrine bakıldığı zaman, Hz. Aişe’nin belki de daha önce hiç olmadığı kadar bu dönemde birtakım siyasi faaliyetlerin içinde daha aktif bir halde yer aldığı görülmektedir. Muhtemelen Hz. Aişe başlangıçta Hz. Ali’yle herhangi bir kırgınlığı olmamasına rağmen gelişen birtakım olayların ve bu olaylarda yer alan birtakım kimselerin de etkisiyle Hz. Aişe ve Hz. Ali arasında yeni bir dönem başlamış olabilir.[410]

Hz. Aişe’nin Cemel Vak’ası’na neden katıldığı sorusunun net bir cevabı olmadığı için onun Hz. Ali’yle geçmişteki ilişkilerine dair bazı yorumlar yapılmış ve bu tutumu geçmişle ilişkilendirilmiştir.[411] Bundan hareketle Hz. Aişe’yle Hz. Ali’nin Cemel Vak’ası’nda karşı karşıya gelmesi özellikle İfk Hadisesi’nden kaynaklandığı ifade edilmiştir.

Bilindiği gibi İfk Hadisesi;[412] Benî Mustalik Gazvesi’nde[413] Hz. Peygamber’e eşlik eden Hz. Aişe, dönüşte ordunun konakladığı bir yerde yanlışlıkla unutuldu. Hz. Aişe, yokluğunun fark edilip kendisinin geri alınacağını düşünerek orada beklemeye başladı. Ordunun artçısı Safvan b. Muattal konaklanılan yerde unutulanları kontrol ederken Hz. Aişe’yi orada gördü ve onu devesine bindirerek ikinci konaklama yerinde orduya yetiştirdi. İlk başta hiç kimsenin aklına kötü bir şey gelmedi ancak daha sonra bu hadiseyi fırsat bilen münafıkların başını çeken Abdullah b. Übeyy b. Selûl Hz. Aişe’nin iffetine karşı büyük bir iftira ortaya attı. Sefer dönüşü rahatsızlanan Hz. Aişe olan bitenden habersiz hasta yatağında yatarken iftira yayılıp ciddi bir iç huzursuzluğa neden oldu. Günler sonra tesadüfen dedikoduyu duyan Hz. Aişe tekrar rahatsızlandı ve Hz. Peygamber’den izin alarak ailesinin yanına gitti. Hz. Peygamber, Hz. Aişe’ye güvenmesine rağmen iftira karşısında ne yapacağını bilemiyordu ve çevresinde güvendiği birçok yakınıyla istişare etti. Bunlar arasında Hz. Ali, Hz. Peygamber’in üzülmesini istemediği için ona, Hz. Aişe’yi boşayıp başka bir kadınla evlenmesini tavsiye etti. Ancak kısa bir müddet sonra Hz. Aişe’nin suçsuz olduğuna dair ayetler[414] nazil oldu ve olayın bir iftira olduğu ortaya çıktı.[415]

İftiradan dolayı Hz. Peygamber’e farklı bir öneride bulunan Hz. Ali’nin bu yaklaşımı; gururlu ve onurlu bir kadın olan Hz. Aişe’nin kalbini oldukça kırmış ve onu uzmuştu.

Hz. Aişe’nin Hz. Ali’ye muhalefet etmesinin nedenini, Hz. Ali’nin İfk Hadisesi’ndeki tutumuna bağlayan araştırmacılar103 [416] [417] olmakla birlikte bunun yanında aradan yıllar geçtikten sonra Hz. Aişe’nin böyle bir husumeti taşımadığını düşünen araştırmacılar da vardır.[418]

Şiblî’nin verdiği bilgiye göre; muhalif grup harekete geçtiği zaman Ümeyye oğulları, İfk Hadisesi’ni Hz. Ali’ye karşı propaganda aracı olarak kullanmış ve Kur’an ayetine göre onun cehennemlik olduğunu ifade etmişlerdir.[419]

Bu ihtilafı farklı değerlendiren bir araştırmacıya göre ise; “Hz. Aişe’nin, Hz. Ali ile mücadelesinin çok eskiye dayandığını ifade eden rivayetler bulunmaktadır. Bunlara göre; Hz. Peygamber’in hayatında Hz. Ali’nin eşi Hz. Fatma ile Hz. Aişe’nin arasının iyi olmadığı dikkat çekmektedir. Hz. Peygamber’in eşleri arasındaki sürtüşmelerde Hz. Fatma, Hz. Aişe’nin karşısında yer almıştır. Bunun sebebi; Hz. Aişe’nin kıskanılması olabilir. Çünkü Hz. Peygamber’in en çok Hz. Aişe’yi sevdiği bilinmektedir. Bu sevgi Hz. Peygamber’in diğer eşlerini kıskandırdığı gibi Hz. Fatma’yı da kıskandırmış olabilir. Çünkü Hz. Aişe, onun annesinin yerine geçmiştir. Hz. Aişe’nin, Hz. Hatice hakkındaki Hz. Peygamber’i bile kızdıracak derecede konuşması onun, Hz. Fatma ile iyi ilişkiler içinde olmadığının bir başka delilidir. Belki de burada Hz. Aişe’nin, Hz. Peygamber’in sevgisini sadece kendisine ve ailesine yönlendirmek istemesinden kaynaklanan bir kıskançlığı da söz konusu olabilir. Çünkü o, Hz. Peygamber’in Hz. Hatice’yi sevgiyle anmasını ve Hz. Ali’yi sevmesini açıkça yermiştir.”[420] [421]

Hz. Ali İfk Hadisesi’nde Hz. Aişe’yi zor imtihanında desteklemezken, Hz. Aişe de sıkıntılı bir dönemde halife seçilen ve iç karışıklılarla uğraşan Hz. Ali’ye karşı muhalif bir grubun başını çekerek onunla mücadele ettiği görülmektedir. Hz. Peygamber’den dolayı akraba olan Hz. Ali ve Hz. Aişe’nin zor zamanlarda birbirlerini desteklemedikleri anlaşılmaktadır. Bundan hareketle Hz. Ali ile Hz. Aişe’nin arasının kişisel olarak iyi olmadığı kanaatine varmak mümkündür. Şu da bir gerçek ki Hz. Aişe bir insan olarak tercihini Hz. Ali’den yana koymaması doğal ve insani bir reflekstir.

Bunlardan hareketle şunu ifade etmek mümkündür: Hz. Aişe’nin Hz. Ali’ye karşı muhalefetini sadece İfk Hadisesi’yle açıklamak doğru değildir. İfk Hadisesi belli ölçüde etkili olmuş olabilir ancak Hz. Ali’ye karşı çıkışını tek başına açıklaması güçtür. Bunun dışında daha sonraki dönemde meydana gelen başka sebepler ve şartların da onun muhalefet etmesinde etkin olmuştur.[422] Bunun yanında Hz. Aişe’nin Hz. Ali’ye karşı muhalefetinde İfk Hadisesinin etkisinin hiç olmadığını düşünmek de doğru bir yaklaşım değildir. İfk Hadisesi sadece bir neden değil, nedenlerden biridir demek mümkündür.[423]

EMEVÎ-HÂŞİMÎ ÇEKİŞMESİ

Hz. Peygamberin önderlik ettiği Müslümanların, devlet ve toplum hayatında manevi birtakım değerler dışında dil, renk, kabile gibi fiziki ölçülere değer verilmediği, insanların takvalarıyla derecelendirildiği, idari makamlara tayinlerde ise ehliyetten başka bir ölçüye dikkat edilmediği görülmektedir.[424] Ancak bu ideal anlayış Hz. Peygamber’in vefatından sonra çok uzun sürmedi. Çok zaman geçmeden birtakım nedenlerle dini kılığa bürünmüş bir cahiliye zihniyeti yer yer kendisini hissettirmeye başladı. Hz. Peygamberin vefatıyla birlikte halifelik makamını ele geçiren Kureyş kabilesi Hz. Osman’ın halifeliği döneminde görünürde bir bütünlük arz etti. Ancak Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle birlikte Müslümanlar içten içe parçalanmaya başladı. Başlangıçta aile kavgası durumundaki Emevî-Hâşimî mücadelesi, çatışmaya dönüştü.[425]

Akoğlu’nun değerlendirmesine göre; Hz. Peygamber vefat ettikten sonra meydana gelen birçok siyasi olayın nedeni; eski kabilecilik anlayışının yansımasıdır.[426]

Cemel Vak’ası’nın görünen değil, ama görünmeyen ancak önemli nedenlerinden biri de Emevî-Hâşimî çekişmesi olduğunu ifade etmek mümkündür.[427] Cemel Vak’ası’nda her ne kadar Cemel Ashâbı ön plana çıkmış olsa da arka planda özellikle Hz. Ali’nin valiliklerden aldığı Ümeyye oğullarına mensup valilerden lojistik destek geldiği açıktır.

Cemel Vak’ası’na yol açan önemli faktörlerden biri, Ümeyye oğullarının hâkimiyet ve iktidar hırsı olarak değerlendirilmektedir. Bu hırs, sosyal değişme sancıları çeken bir toplumda ortaya çıkınca bu olaylar daha kolay sahnelenmiştir.[428]

Ebû Sûfyan başkanlığındaki Ümeyye oğulları, İslâmiyet’in doğuşuyla birlikte eski siyasi ve askerî saygınlığını nispeten kaybettilerse de[429] Mekke’nin fethinden sonra Hz. Peygamber’den ve ondan sonra da Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman’dan gördükleri müsamaha ve kendilerine gösterilen itibar sayesinde çevre edinip maddi açıdan güçlü hale geldiler.[430]

Ümeyye oğullarının, özellikle Hz. Osman döneminde güçleri daha da arttı. Bu dönemde İslâm devletinin neredeyse önemli bir gücü onların elindeydi. Bu durum bir taraftan Medine’de olmasa bile eyaletlerde kendilerine taraftarlar ve sempatizanlar kazandırdı. Diğer taraftan servetlerinin artmasını sağladı.[431]

Hz. Osman’ın şehit edilmesi Ümeyye oğullarının yönetimden uzaklaşması anlamına geldiği gibi Hz. Ali’nin halife olması da Hâşim oğullarının iktidara gelmesi anlamına geliyordu.[432] Hz. Ali, Hâşim oğulları arasında seçilen ilk halifedir.[433]

Hz. Ali göreve gelir gelmez, çoğu Ümeyye oğullarından oluşan Hz. Osman’ın valilerini görevden alıp, yerlerine kendi valilerini tayin etmekle işe başladı.[434]

Hz. Ali Hz. Osman’ın valileriyle çalışmak istemiyordu ve kendisine valilerin yerlerinde bırakılması konusunda Muğîre b. Şu’be’nin yaptığı tavsiyeleri de dikkate almadı.[435] Zaten Hz. Ali daha önce Hz. Osman’ı valiler için defalarca ikaz etmişti.[436]

Aslında Muğire b. Şu’be ile İbn Abbas’ın tavsiyeleri iyi bir siyasetti. Şayet Hz. Ali Hz. Osman’ın valilerini derhal görevden almayıp biatlerini alsaydı onların husumetini bertaraf etmiş olurdu.[437] Ancak hakkı yerine getirme hususunda yumuşaklık göstermeksizin şiddetli davranma mizacına sahip olan Hz. Ali,[438] İslam’a aykırı olan aldatma yolunu tercih etmeyerek[439] hilafete geçer geçmez Hz. Osman’ın valilerini görevden alıp, onların yerine Ensar ve Hâşim oğullarına mensup kimseleri tayin etmeye başlayarak yönetim kadrosunu takviye etti.[440] Bunların ortak özelliği ilk üç halifenin idaresinde iktidardan mahrum bırakılmış olmalarıdır.[441]

İdarenin Hz. Ali’nin şahsında Hâşim oğullarına geçmesi sonucu yeni idari yönetim karşısında siyasi rollerinin ortadan kalktığını gören Ümeyye oğulları, Hz. Ali’ye hemen tepki gösterdiler.[442]

Görevden alınmayı hazmedemeyen valiler, Hz. Ali’ye karşı cephe oluşturdular.[443] Özellikle Medine’deki Ümeyye oğulları ve taraftarları yeni halifeye karşı muhalif hisleri ayakta tutabilmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.[444] Ancak şu var ki, Hz. Ali halife olunca Ümeyye oğullarını kendi tarafına çekmek yerine, onların düşmanca bir tutuma sürüklenmelerine neden olabilecek bir politika izledi. Neticede onlar da Medine’den ayrılarak Mekke’ye gidip muhalif gruba katıldılar.[445]

Valilikten alınan Muâviye , Hz. Ali’ye karşı isyan bayrağını açarak,[446] yeni halifenin Hz. Osman’ın şehit edilmesi konusunda ilgisiz kaldığını ve suç ortağı olan isyancıları, ordusunda barındırdığını ileri sürerek ona biat etmedi.[447]

Muâviye , Kur’an-ı Kerim’in: “Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir. Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın. Çünkü kendisine yardım edilmiştir.”[448] ayetine göre; haksız bir şekilde öldürülmüş birinin yakın akrabasına tanınan kısas hakkından hareketle[449] Hz. Osman’ın akrabası sıfatıyla[450] onun kanını Hz. Ali’den talep etmeye[451] ve bunun için kamuoyu desteğini toplamak[452] amacıyla propagandaya başladı.[453] Hz. Osman’ın şehit edilmesini istismar edip durumu kendi lehine çevirmeye çalışan Muâviye [454] bu masum talebi öne çıkararak epey destekçi buldu.[455]

Muâviye  Hz. Osman’ın kanlı gömleğini Şam halkını heyecana getirmek için mescitte teşhir etti.[456] Bilindiği gibi Nu’man b. Beşîr Hz. Osman şehit edildikten sonra Hz. Osman’ın kanlı gömleğiyle birlikte onun eşi Nâile’nin kopan parmaklarını alıp Şam’a götürmüştü.[457] Bu, Muâviye  için büyük bir propaganda vesilesi oldu.[458] Muâviye  de Hz. Osman’ın kanını talep etmek maksadıyla bunu Hz. Ali’ye karşı propaganda aracı olarak kullandı. O, Hz. Osman’ın kanlı gömleği ile onun eşinin kopan parmaklarını mescitte astı. İnsanlar bu manzarayı görüp sürekli ağlıyorlardı.[459]

Hz. Ali’nin siyasi otorite sağlamasının önündeki en büyük engel Muâviye  olduğu ifade edilir. Muâviye  Hz. Osman dönemindeki olayların halifenin şehit edilmesine kadar gideceğini öngördüğü ve stratejisini buna göre tespit ettiği ileri sürülmektedir.[460] Bundan dolayı, Hz. Ali’nin halife seçilmesine en büyük itirazın İbn Sebe ve grubundan değil de Muâviye ’den geldiğini söylemek abartı olmaz.[461]

Hz. Ali’yi Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle ilişkilendirmeye çalışan Muâviye  diğer taraftan da kendisini Hz. Osman’ın velisi ilan etmiştir. Bu vesileyle hem Şamlıları yönetime karşı kışkırttığı hem de Hicazlılara niyetinin halifelik değil de Hz. Osman’ın katillerini cezalandırmak olduğunu göstermeye çalıştığı ifade edilmektedir. Özetle Muâviye ’nin Hz. Ali’ye karşı psikolojik savaş taktiğini uyguladığı söylenebilir.[462]

Muâviye ’nin görevden alınmasına rağmen seçilmiş meşru halifeye biat etmemesi, Hz. Ali’nin siyasi otoritesini sarstı. Bunun yanında Hz. Osman’ın yakını olması hasebiyle meşru hakkı olan kanı talep etmesi Muâviye ’nin elini güçlendirirken muhaliflerin de işini kolaylaştırdı. Ayrıca Muâviye ’nin biat etmemesi askerî anlamda Hz. Ali’nin gücünü zayıflatırken muhaliflere de bu anlamda dolaylı olarak hem maddi hem de manevi anlamda destek olmuş oldu.

Bu konuda İbn Kuteybe, Hz. Aişe’nin bu olaya girişmesinin temelinde, Muâviye ’nin Hz. Ali’ye biati kabul etmemesinin verdiği cesaret olduğunu ifade ediyor.[463]

Ümeyye oğullarının diğer mensupları da kendi güçleri nispetinde muhalefet etmeye çalışıyorlardı. Örneğin; Hz. Osman’ın Mekke valisi Abdullah b. Âmir el- Hadramî, zamanın siyasi olayları ve Hz. Osman’ın şehit edilmesine sebep olan hadiselerde sorumlu olan Mervân b. Hakem, Saîd b. Âs gibi Ümeyye oğullarına mensup kimselerin amacı, Mekke’de tahriklerde bulunarak Basra’ya gitmek ve orada devlet hazinesini ele geçirmekti.[464]

İleride değinileceği üzere Hz. Aişe, Hac’dan dönerken yolda Hz. Osman’ın şehit edildiğini ve onun yerine Hz. Ali’nin seçildiğini haber alınca hemen Mekke’ye geri döndü. Kâbe’de Hicr mevkiinde Hz. Osman’ın mazlum olarak şehit edildiğini halka anlatarak insanları mücadeleye davet etti.[465] Bu davete ilk karşılık veren Ümeyye oğullarından Abdullah b. Âmir el-Hadramî oldu.[466] Abdullah b. Âmir’den sonra Medine’den kaçıp Mekke’ye sığınan Ümeyye oğullarına mensup başka kimseler de bu davete karşılık verdiler.[467] Bunlar arasında Velîd b. Ukbe, Saîd b. Âs gibi kimselerin yanında yine Yemen valisi Ya’lâ b. Ümeyye ile Basra valisi Abdullah b. Âmir yanlarında getirdikleri bol miktardaki mallarla bu mücadeleye katıldılar.[468] Rivayete göre; Ya’lâ b. Ümeyye yanında getirdiği 600 deve ile 600000 dirhemle destek oldu.[469] Bunun yanında yine Ya’lâ b. Ümeyye Cemel Vak’ası’na adını veren “Asker” adlı deveyi kendisi satın alıp Hz. Aişe’nin emrine verdi.[470] Bu ikisinin Hz. Aişe’nin yanında yer alması Medine’de kalan diğer Ümeyye oğullarını da cesaretlendirdi ve onlar da Mekke’ye giderek muhalif gruba katıldılar.[471]

Hz. Aişe üzerinde mahfesi olup zırhlarla çevrilmiş olan asker adlı deveye bindiği için onun etrafındaki orduya Cemel Ashâbı denilmiştir.[472]

Hz. Osman’ın görevden alınan Mısır valisi Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh de Mısır’ı terk ederek Muâviye ’nin yanına gitti. Medine’de bulunan diğer Ümeyyeliler de Mekke’ye giderek bu son grupla birlikte hareket ettiler.[473]

Görüldüğü gibi İbn Abbas ve Muğîre b. Şu’be’in tavsiyelerini dikkate almayan Hz. Ali Hz. Osman’ın valilerini değiştirip yerine kendi valilerini tayin etmekle otoriteyi sağlayamamış ve aldığı tedbirler de istediği gibi sonuç verememiştir.[474]

Burada dikkat çeken nokta; Hz. Osman’ın, Ümeyye oğullarına mensup görevden alınan bazı valilerinin, Hz. Aişe’nin başını çektiği muhalif gruba maddi anlamda lojistik destek sağlamış olmalarıdır.

Bakır, bunlardan hareketle Cemel Vak’ası’nın, Ümmeyye oğullarının devlet idaresini yeniden ele geçirmek için başlatmış oldukları merhaleden ibaret olduğunu ifade ediyor.[475] Ona göre; bu ayaklanmanın neticesi de nitekim planlandığı gibi olmuş ve bu ayaklanmayla birlikte Ümmeyye oğulları hem ileride devlet idaresine talip olacak güçlü muhaliflerinden kurtulmayı başarmış hem de Hz. Ali ile Basralılar arasında bir daha onarımı mümkün olmayan küskünlük ve nifak sokmada başarılı olmuşlardır.[476]

Bakır’a göre; “Hz. Osman döneminde siyasi olarak cereyan eden her şey Ümeyye oğulları lehine oluyordu. Bunun en belirgin örneği ise, Şam’da vali olarak görev yapan Muâviye ’dir. Çünkü Muâviye  yirmi yıla yakın valiliği sırasında kendisine itaat eden, fitneden uzak ve sayıları yüz bine yakın güçlü bir ordu meydana getirdi. Böylece İslâm devleti bünyesinde ikinci bir kuvvet unsuru ortaya çıkmış oldu. Daha açık bir ifadeyle Şam vilayeti Muâviye ’nin idaresinde devlet içinde devlet haline geldi.”[477]

Bakır’ın bu konuda çok iddialı bir görüşü mevcuttur. Ona göre; “Ümeyye oğullarına mensup Basra valisi Abdullah b. Âmir ve Yemen valisi Ya’lâ b. Ümeyye, Şam’daki güçlü orduyu geleceğe dönük bir plan için, Mekke’de başlattıkları ayaklanmaya bulaştırmak istemiyorlardı. Bunun yanında Şam’a gitmeyi planlayan Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’i bu fikirlerinden vazgeçirip onları Basra’ya yönelmeye ikna ettiler. Onların amacı; önce Şûra üyesi Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’i bertaraf etmek daha sonra da Hz. Ali’yle uğraşmaktı. Nitekim bu ayaklanmayı başarıya götürmek için maddi yönden büyük destek sağladılar ve tüm masrafları bizzat valilikleri sırasında biriktirmiş oldukları servetten karşıladılar.”[478]

Bakır’ın bu değerlendirmesine karşın Apak’ın değerlendirmesi de daha farklıdır. Apak’a göre; “Cemel Ashâbı’nın ortaya çıkışının ardından meydana gelen çatışmanın Muâviye ’nin Hz. Ali’ye karşı gerçekleştirdiği iktidar mücadelesine yardımcı olduğu bir gerçektir. Nitekim Muâviye  Cemel Vak’ası nedeniyle zaman kazanmış, Hz. Ali ise bu hadiseden dolayı planladığı Şam seferini geciktirmek zorunda kalmıştır. Üstelik Hz. Ali bu savaşta kendisine destekçi olan Kûfeliler ile Basralıların karşılıklı olarak savaşmalarıyla büyük bir güç kaybına uğramıştır. Ancak Ümeyye oğullarına mensup bazı kişilerin muhalif grubun oluşmasında etkin rol oynamalarından ve savaşın Muâviye ’nin sağladığı imkânlardan yola çıkarak Cemel Vak’ası’nın Muâviye  ya da Ümeyye oğullarının planlı bir organizasyonu olduğunu iddia etmek zorlama bir düşünce olur. Bu iddianın kabul edilmesi Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Ümeyye oğullarının oyununa gelen ve daha önce karşı oldukları idarenin yeniden canlanmasına katkı sağladıklarını fark etmeyen basiretsiz insanlar olarak görülmesi anlamına gelir ki bu mümkün değildir. Bunun aksine özellikle Hz. Aişe için bunun tersi rivayetler kaynaklarda mevcuttur.”[479]

Apak’a göre; “Cemel Ashâbı’nın oluşumunda daha karmaşık siyasi ve dinî saikler etkin olmuştur. Eğer bu hadise Ümeyye oğullarının bir siyasi planı olsaydı sadece birkaç Ümeyyeli valinin değil, bütün Ümeyye oğullarının bu savaşa katılması gerekirdi. Ancak Ümeyye oğulları blok halinde Cemel Vak’ası’na katılmamışlardır.”[480]

Bunun yanında sadece sebebi değil sonucu dahi dikkate alınırsa Cemel Vak’ası’nın Ümeyye oğulları tarafından yönlendirildiği iddiası havada kalacağı[481] ifade edilmektedir. Çünkü Cemel topluluğu Hz. Osman’ın şehit edilmesinden önce birbirlerine karşı iyi hisler taşımayan kimselerden oluştuğu halde[482] onları bir araya getiren sebepler farklı olduğu gibi onların beklentileri ve hedefleri de farklıydı.[483] Gerçek manada hepsi bir şeylerin peşindeydi. Fakat görünürde herkes Hz. Osman’ın kanını talep ediyordu.[484] Bu sebeple Muâviye ’nin siyasi planı ile Cemel Vak’ası’nın birbirinden bağımsız olarak ele alınması daha isabetli olur. Ancak bu olayın iktidar yürüyüşünde Muâviye ’ye büyük bir avantaj sağladığı da apaçık bir gerçektir.[485] Makul olan görüş budur.

Görüldüğü gibi Cemel Vak’ası’nda Ümeyye oğullarının, Cemel Ashâbı kadar ön planda gözükmeseler dahi arka planda ciddi manada muhalefete hem maddi hem de manevi anlamda destek oldukları söylenebilir.

Muâviye , Cemel Ashâbı’na doğrudan yardım etmedi; ancak onun Hz. Ali’ye karşı muhalefeti Cemel Ashâbı’nı hem cesaretlendirmiş hem de onların işini kolaylaştırmıştır.

Mervân b. Hakem, Velîd b. Ukbe ve Said b. el-As gibi Ümeyye oğullarının önde gelenleri de Mekke’ye giderek Cemel topluluğuna katıldılar.

Öte yandan yine Ümeyye oğullarından Hz. Osman’ın bazı eski valileri de doğrudan Cemel topluluğuna hem maddi anlamda yardım ettiler hem de onların yanlarında yer aldılar. Ya’lâ b. Ümeyye Cemel Ashâbı’nın lideri Hz. Aişe’ye asker adlı deveyi aldı. Bununla birlikte yine Ya’lâ b. Ümeyye ve Abdullah b. Âmir valilikleri esnasında biriktirdikleri yüklü miktardaki mallarıyla Cemel topluluğu ordusunu teçhiz edip lojistik destek sağladılar. Ayrıca ordunun nereye gitmesi gerektiği konusunda fikri alt yapıyı oluşturarak Cemel topluluğunu yönlendirdiler. Bu da Ümeyye oğullarının Hz. Ali’ye karşı Cemel topluluğuna önemli ölçüde katkıda bulundukları iddiasını güçlendirmektedir.

CEMEL ASHÂBI’NIN BİR ARAYA GELMESİ

HZ. AİŞE’NİN MEKKE’YE GERİ DÖNMESİ

Hz. Aişe, Hz. Osman’ın evi kuşatıldığı sırada her ne kadar hacca gitmek konusunda ısrar ettiyse de hacdan sonra Medine’ye dönmekten başka bir şey planlamıyordu. Hz. Aişe elini Medine’deki iki gruptan çektikten sonra olaylar hızlı bir şekilde cereyan ettiğinden dolayı orayla dikkate değer bir teması olmadı.174

Hz. Osman’ın veya Hz. Talha’yla Hz. Zübeyr’in, Medine’de olup bitenden Hz. Aişe’yi haberdar etmek için bir girişimde bulundukları konusunda kayıtlarda mevcut bir bilgi olmadığı ifade edilmektedir. Ancak bununla birlikte Hz. Aişe’nin Medine’de neler olup bittiği konusunda duyarsız olduğunu söylemek zordur. Hz. Aişe’nin Medine’den gelenlerden bilgi almak isteyeceği açıktır.[486]

Hz. Aişe ile İbn Abbas’ın da aralarında bulunduğu pek çok kimse gibi hacdan sonra Medine’ye dönme konusunda acele etmedi. Hacdan sonra umre ibadetini de yerine getirerek dönüş yolculuğuna çıktı.[487]

Hz. Aişe Medine’ye dönerken Şerif denilen yerde Ubeyd b. Selime’yle karşılaşınca Medine’de neler yaşandığını sordu. Ubeyd b. Selime, Hz. Osman’ın asiler tarafından şehit edildiğini ve yerine Hz. Ali’nin halife seçildiğini söyledi.[488] Bu haberi alan Hz. Aişe üzüntüden dolayı Hz. Ali’ye biat edileceğine keşke gökyüzü yerin üzerine çöküp düşseydi diyerek rahatsızlığını dile getirdi.[489] Hemen geri gitmek istediğini söyleyerek[490] Medine’ye gideceğine Mekke’ye geri döndü[491] ve Hz. Ali aleyhinde faaliyete başladı.[492]

Bu rivayetin detayı şöyle verilmektedir: “Medine’den gelen ilk haberler çelişkiliydi. Birisi Hz. Osman’ın Mısırlıları öldürdüğünü söyledi. Hz. Aişe şaşkın bir şekilde şöyle dedi: ‘Kendi haklarını istemeye ve adaletsizliği kınamaya gelenleri mi öldürdü. Biz bunu kabul etmeyiz.’ dedi. Ancak daha sonra gelen başka biri ilk haberin aksine Mısırlıların Hz. Osman’ı şehit ettiğini söyledi. Medine’den kaçanlar, hiç kimsenin emri kabul etmeye razı olmadığını da ekleyerek bu haberi teyit ettiler. Hz. Aişe: ‘Bu nasıl bir aksiliktir.’ dedi. Sonra bu karışık durum hakkında hiçbir kuşku belirtmeden şunu ifade etti: ‘Bu reform çığlıkları arasında dolaşan yakınmaların sonucudur.’ dedi.[493] Başka rivayete göre ise; Hz. Aişe tepkisini şöyle ifade etti: ‘Görüyorum ki Ebû Süfyan’ın Bedir Savaşı’nda halkına talihsizlik getirdiği gibi, Hz. Osman da halkına talihsizlik getirecektir.’ dedi.”[494] Hz. Ali’nin iktidarına karşı Hz. Aişe ilk olumsuz tepkisini böylelikle ortaya koydu.[495]

Hz. Aişe’nin, Hz. Ali’nin yerine kendine daha yakın gördüğü Hz. Talha’nın halife seçilmesini istediği ifade edilir.[496] Hz. Aişe, Hz. Osman’ın şehit edildiği haberi üzerine; insanları sanki Hz. Talha’ya biat ederken görüyorum şeklinde konuşarak bu konudaki arzusunu açığa vurmuş daha sonra Medine halkının Hz. Ali’ye biat ettikleri haberi gelince Hz. Osman’a yazık oldu demişti.[497] Hz. Aişe’nin bu tepkisi sonraki günlerde takınacağı tavrı ortaya koyması açısından dikkat çekicidir.[498]

Hz. Aişe Mekke’ye varınca Hz. Osman’ın Mekke eski valisi Abdullah b. Âmir el-Hadramî ona neden geri döndüğünü sordu. Hz. Aişe de; Hz. Osman’ın mazlum bir şekilde şehit edildiğini bunun yanında Medine’de ise; kavganın hüküm sürdüğünü, asilerin fesat ve isyanlarının devam ettiğini belirterek bundan dolayı geri döndüğünü söyledi.[499]

Gölpınarlı’nın verdiği bilgiye göre; bu sırada Abdullah b. Zübeyr de Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’den aldığı mektuplarla Mekke’ye geldi. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr gönderdikleri mektuplarında Hz. Aişe’den Hz. Osman’ın kanını talep etmesi için Müslümanlara çağrıda bulunmasını istemişlerdi.[500]

Hz. Aişe, Kâbe’de Hicr[501] denilen yerde toplanan Müslümanlara konuşma yaptı.[502] Hz. Aişe Müslümanlara şöyle hitap etti: “Ey insanlar! Biliniz ki farklı şehirlerden gelen bir sürü ayak takımı ile Medine’den bir sürü kölemsi kimseler bu zalimce şehit edilen adamın etrafını çevirmiş, yaşından dolayı yapmış olduğu bazı uygulamalarını reddetmişlerdi. Hâlbuki o, kendinden önceki arkadaşlarının yaptıklarını tekrarlamıştı. O, koruması gereken şeyleri korumuş ve uzaklaşması gereken şeylerden de uzak durmuştu. Bu adamlar herhangi bir delil ve özür bulamayınca ona düşmanlık etmeye başlamış ve nihayet haram bir kanı haksız yere dökmüş; haram beldede, haram bir ayda, kendilerine haram olan mallara el koymuşlardır. Vallahi Hz. Osman’ın bir tek parmağı bu insanların yeryüzünü dolduran sayısız benzerlerinden çok daha hayırlıdır. Vallahi onların ileri sürdükleri hususunda ve ona düşmanlık ettikleri konularda o, günah işlemekten tamamen arınmış ve altının içinde bulunan yabancı bir maddenin temizlenmesi veya bir elbisenin yıkanıp kurutulması gibi bu türlü kötülüklerden tamamen uzaklaşmıştı.”[503]

Hz. Aişe burada yaptığı konuşmasında izaha ihtiyaç bırakmayacak bir açıklıkla Hz. Osman’a yapılan haksızlığı dile getirdi. Bunun yanında Hz. Osman’ın hak sahibi olmayan, ayrıca bu işe layık olmayan kimseler tarafından haksız yere şehit edildiğine vurgu yaptı. Hz. Osman’a yapılan haksızlığı gidermek ve bu işi yapanları Medine’den uzaklaştırmak için insanları çare aramaya davet etti. Hz. Aişe’nin bu daveti kısa zamanda etkisini gösterdi.[504]

Demircan’a göre; Hz. Aişe’nin bu çağrısı Muâviye ’yle aynı talebi ifade ediyordu. Ancak onun Muâviye  gibi gizli niyetinin olmadığını söylemek için pek çok neden bulunmaktadır. Her şeyden önce Hz. Aişe, yakın akrabası olmadığı için Hz. Osman’ın kanı üzerinde politika yapacak imkâna sahip değildi. Diğer taraftan Hz. Aişe’nin kazanacağı dünyevi bir makam da yoktu. Zira kadın olduğu için halife seçilmesi de mümkün değildi. Muhalefet liderlerinin Hz. Ali ile anlaşamamaları için ciddi bir nedenleri yoktu. Aksine var olduğu iddia edilen nedenler ise gerçekten önemli nedenler değildi.[505]

Çelebi’ye göre; Hz. Aişe’nin amacı; Hz. Osman’ın haksız yere dökülmüş kanını talep etmek değildi. Ona göre; Hz. Aişe İfk Hadisesi, zamanında Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekir’e biraz geç biat etmesi ve en önemlisi de halife olmak isteyen yeğeni Abdullah b. Zübeyr’in etkisinde kalarak Hz. Ali’ye karşı çıkmıştır.[506]

Hz. Aişe Hz. Osman’ın mazlum bir şekilde şehit edildiğini ilan edip buna karşı çıkmakla ve Hz. Ali’nin halife seçilmesine yönelik eleştirileriyle siyasi tavrını ortaya koydu.[507] Hz. Osman hayattayken ona ağır eleştirilerde bulunan Hz. Aişe, ne oldu da şimdi Hz. Osman’ın kanını talep ediyordu.[508] Hz. Aişe’nin bu tavrı aslında ilginçtir. Bu durumda Hz. Aişe’nin tavır değişikliğinin sebebini onunla Hz. Osman arasındaki ilişkiden öte Hz. Ali’yle arasındaki ilişkide aramak gerektiği belirtilmektedir.[509] Ayrıca burada ilginç olan başka bir durum da Hz. Osman şehit edilmeden önceki siyasi pozisyonun yer değiştirmesidir. Hz. Osman’ın kapısında haklarını elde etmek isteyen asiler Hz. Osman’ı şehit etmekle haksız duruma düşerken muhalif grubun liderleri de Hz. Osman hayattayken ona şiddetli bir şekilde muhalefet ediyorlardı. Hatta onlar hadiselerin bizzat tahrikçileri olmakla suçlanıyorlardı.[510] Ancak şimdi de Hz. Osman’ın mazlum bir şekilde şehit edildiğini söyleyerek onun kanının peşine düştüler.

Demircan, bu yaklaşıma katılmamaktadır. Ona göre; açıkça ileri sürülen gerekçe Hz. Osman’ı şehit eden asilerin cezalandırılması talebi olmasına rağmen, bazı kaynaklarda geçen birtakım diyaloglar Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in iddialarında samimi olmadıkları görüşünün savunulmasına neden olmuştur. Sonradan çıktığı belli olan bu görüşler, Hz. Ali’nin haklılığı ve muhaliflerin haksızlığı tezine uymaktadır. Bununla birlikte muhaliflerin olayların meydana geldiği sıralarda da bu şekilde itham edilmiş olmaları da mümkündür. Ancak şu var ki, ne Hz. Aişe’nin ne Hz. Talha’nın ne de Hz. Zübeyr’in Hz. Osman’ın şehit edilmesinde payları olmadığı açıktır.[511]

Hz. Osman’ın şehit edilmesine sert tepki gösteren Hz. Aişe daha önceki tutumuyla çeliştiği için sık sık suçlamalarla karşılaştı. O, samimiyetsizlik ve fırsatçılık iddiaları karşısında cinayet konusundaki masumiyet ve Hz. Osman’ın kanını talep konusundaki samimiyetinde ısrar ediyordu. Hz. Aişe’nin akrabası Ubeyd ile Mervân b. Hakem gözyaşı döken Hz. Aişe’yi Hz. Osman’ın şehit edilmesine neden olan olaylarda oynadığı rolü hatırlatarak onu cinayetten sorumlu tutuyorlardı. Hz. Aişe ise bu suçlamalara karşı çıkarak kendini savunuyordu.[512] Hz. Aişe, mazlum bir şekilde şehit edilen Hz. Osman’ın kanını mutlaka arayacağını söyledi. Ubeyd ise daha önce şiddetle Hz. Osman’ı eleştiren Hz. Aişe’ye bunun sebebini sordu. Hz. Aişe de isyancıların isteği üzerine Hz. Osman tövbe ettiği halde yine onu şehit ettikleri için onu savunduğunu ifade etti.[513]

Hz. Aişe asilerin Hz. Osman’ın tövbe etmesi gerektiğini söyledikleri için onlarla aynı düşündüğünü ancak Hz. Osman tövbe etmesine rağmen yine dönüp onu şehit ettikleri için onlara karşı çıktığını söyledi.[514] Hz. Aişe, ayrıca son söylediklerinin ilk söylediklerinden daha faydalı ve hayırlı olduğunu ifade etti.[515] İfade edildiğine göre; birgün Hz. Aişe’ye Hz. Osman’ın şehit edilmesi hakkındaki görüşü sorulunca o: “Yemin ederim ki, ben Hz. Osman’ın şehit edilmesini istemedim. Eğer böyle bir şey istedimse Allah beni aynı akıbete uğratsın.” demiştir.[516]

Hz. Aişe’nin Mekke’de bulunması, Hz. Ali’ye biat etmeyen Ümeyye oğullarının ona yönelmelerini ve daha rahat bir ortamda toplanmalarını sağladı.[517] Bundan dolayı Hz. Aişe’nin Mekke’yi karargâh olarak tercih etmesi mantıklıydı. Çünkü Mekke Hz. Osman’ın yurdu ve Kureyşlilerin eski merkeziydi. Dolayısıyla Hz. Aişe’nin sözleri verimli topraklara düştü ve kısa bir süre zarfında taraftarlarının artmasını sağladı. Ümeyye oğullarından bazı önde gelenleri, taşradan gelenler ve Medine’den kaçan grup bu davada bir araya gelmek için sıkı bir şekilde hazırlandı.[518]

Hz. Aişe’nin davetine ilk olumlu karşılık veren Hz. Osman’ın Mekke valisi Abdullah b. Âmir el-Hadramî[519] oldu.[520]

Korkmaz, Seyf b. Ömer’in bu rivayetini eleştirip kurgu olarak değerlendirmektedir. Ona göre; bu rivayet, Hz. Aişe’nin Cemel Vak’ası’na katılmasının bir savunusu görünümündedir. Çünkü Hz. Osman’ın şehit edilmeden yirmi gün önce hac için Mekke’ye giden Hz. Aişe önceden Hz. Osman’ın muhalifiyken daha sonra fikir değiştirip Hz. Ali’nin muhalifleri arasında yer almıştır.[521]

HZ. TALHA VE HZ. ZÜBEYR’İN MEKKE’YE GİTMESİ

Hz. Osman şehit edildikten bir süre sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de Mekke’ye gittiler.[522] Hz. Talha ve Hz. Zübeyr umre yapmak için Hz. Ali’den izin istediler. Hz. Ali de ikisine izin verdi.[523] [524] Hz. Ali ikisinin gidişlerinin hayra alamet olmadığını düşünüyordu. Ancak ikisini engellemesi doğru olmayacak ve arzu 213 edilmeyen başka problemler doğuracağından dolayı bu taleplerini kabul etti.

Cevdet Paşa, Hz. Osman’a muhalefet eden Hz. Talha’nın, aslında Ümeyye oğullarının yolsuzluklarını engellemeyi hedeflediğini ancak ortaya çıkan fitne sonucu Hz. Osman’ın şehit edildiğini belirtmektedir. Ona göre; Hz. Talha bundan dolayı Hz. Osman’ın kanını almak için kendi kanını ortaya koyduğunu, Hz. Zübeyr’in ise öteden beri Hz. Talha’dan ayrılamadığı için onunla birlikte hareket ettiğini ifade 214 etmektedir.[525]

Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Mekke’ye varınca Hz. Aişe, ikisine Medine’deki durumu sordu. İkisi Medine’de meydana gelen karışıklıklardan ve orada hüküm süren bedevilerin şerrinden kaçıp geldiklerini ve Medine’de ne yapacaklarını bilmeyen ayrıca hakkı bilemedikleri gibi batıla karşı da koyamayan ve kendilerine isabet eden zulmü de önleyemeyen birtakım kimseleri bıraktıklarını söylediler.[526] Bu izahlar Hz. Aişe’nin fikrini değiştirip kanaatini kuvvetlendirdi.[527] Hz. Aişe bunun üzerine karışıklığı önlemeye gidelim diyerek insanları toplamaya davet etti.[528] Erkocaaslan’a göre; muhalif grubun liderliğini sadece Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e yüklemek yanlış olur. Ona göre; Hz. Osman’ın şehit edilmesi karşısında Mekke’deki bütün Müslümanlar bir araya gelerek böyle bir karar almış olabilirler. Bunun yanında Hz. Aişe ise özellikle Abdullah b. Zübeyr’in ısrarları başta olmak üzere Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in etkisinde kalarak böyle bir yola girmiş olabilir.[529]

Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in birlikte hareket etmelerinin sebebini, üçünün arasındaki sıkı akrabalık ilişkilerine bağlayan araştırmacılar mevcuttur.[530] Buna göre; Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in arasında girift bir akrabalık bağı olduğundan dolayı Hz. Aişe bu denli Hz. Ali’ye muhalefet etmiş olabilir.[531]

Hz. Talha Hz. Aişe’nin kabilesi Teym oğullarından olup babasının amcazadesidir.[532] Ayrıca Hz. Ebû Bekir’in kızı yani Hz. Aişe’nin kardeşi Ümmü Gülsüm de Hz. Talha’nın eşidir.[533] Hz. Aişe’nin ablası Esma ise Hz. Zübeyr’in eşidir.[534] Başka bir ifadeyle Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Hz. Aişe’nin enişteleridir.[535] Yine Hz. Zübeyr’in oğlu ve Hz. Ali’ye karşı olan muhalefetin içerisinde yer alan Abdullah b. Zübeyr de Hz. Aişe’nin yeğenidir.[536] Ayrıca Hz. Talha ile Hz. Zübeyr de akrabadırlar. Hz. Talha’nın kızı Hz. Zübeyr’in bir diğer eşidir.[537]

İşte bu akrabalık ilişkisinin, Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in birlikte hareket etmelerinde ve birlikte karar vermelerinde etkili olduğunu söylemek mümkündür. Ancak yine de sadece bu akrabalık ilişkisinin tek başına belirleyici bir unsur olmadığı, gelişmeleri tetikleyen ve kişilerin duruşlarını etkileyen başka unsurların da bulunduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekir.[538] Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Ümeyye oğulları ile tek ortak yanları; Hz. Ali’nin halifeliğine karşı çıkmalarıdır.[539]

GİDİLECEK YERİN İSTİŞARE EDİLMESİ

Hz. Aişe’nin davetiyle bir araya gelen, Ümeyye oğullarının desteğiyle toparlanan ve Hz. Talha ile Hz. Zübeyr’in katılmasıyla güçlenen muhalif grup nereye gidecekleri konusunda fikir alışverişinde bulundular.[540]

Muhalif gruptan bazıları Şam’a gitmeyi önerdi. Ancak bir kısmı Muâviye ’nin oraya yeterli olduğunu ifade ederek bu öneriyi reddettiler.[541] Hz. Zübeyr özellikle elinde maddi imkân ve insan gücü bulunan Muâviye ’nin yanına gitmek gerektiğini düşünüyordu ancak Velîd b. Ukbe bu öneriye karşı çıktı.[542]

Evi kuşatıldığı sırada Hz. Osman, Muâviye ’den yardım istemişti. Ancak Muâviye ’nin yardımı Hz. Osman’a zamanında yetişemediğinden dolayı Velîd b. Ukbe Muâviye ’ye kızgındı. Bunun için Şam’dan başka bir yere gitmek gerektiğini düşünüyordu.[543]

Hz. Talha’yla Hz. Zübeyr aslında Şam’a gitmek istiyorlardı. Ancak Abdullah b. Âmir ikisini bu fikirlerinden vazgeçirerek Basra’ya yönelmelerini sağladı.[544] Şayet Cemel Ashâbı, Şam’a gitmiş olsaydı asilere galip gelip yönetimi ellerine geçirebilirlerdi. Çünkü sahâbenin önde gelenleri onlarla beraber hareket edecekti.[545]

Muhalif gruptan bazıları Medine’ye giderek Hz. Osman’ın katillerini alıp cezalandırmayı önerdiler.[546] Hz. Aişe de Medine’ye gitme taraftarıydı.[547] Ancak bu görüş de kabul görmedi. Bunun üzerine bazıları Basra’ya gidip oradaki insanlardan güç almayı sonra da oradaki asileri ve Hz. Osman’ın katillerini cezalandırmayı önerince çoğunluk bu görüş üzerinde ittifak etti.[548] Uzun bir valilik dönemi dolayısıyla geniş ve iyi münasebetlere sahip olan Abdullah b. Âmir’in[549] ısrarının da Basra’ya gitme konusunda etkili olduğu ifade edilmektedir.[550]

Aslında o günkü şartlarda muhalif grubun gidebileceği en uygun yerlerden biri Basra’ydı. Çünkü Mekke mücadele için uygun bir yer değildi. Medine’de ise Hz. Ali vardı. Bunun yanında Kûfe ve Mısır’da da Hz. Ali güçlüydü. Şam’da Muâviye  vardı ve orada istikrar devam ettiği için Ümeyye oğulları oraya gitmeyi uygun görmedikleri gibi Muâviye  de muhalif grubun Şam’a gitmesini istemiyordu. Bunun için “Osmancı” olarak nitelendirilen ve aynı zamanda ganimet ve gelirin sürekli aktığı bir garnizon şehir olan Basra tercih edildi.[551]

Muhalif grup, Basra’ya gitmek üzere ittifak edince Hz. Aişe’ye gittiler. Ona Medine’de bulunanlara ve bu kargaşaya güç yetiremeyecek kimselerin yanlarında olduğu için Medine’yi terk ettiklerini söylediler. Bunun için öyle bir yere gidelim ki, Hz. Ali’ye yapılan biat ileri sürülecek olsa dahi Mekke ehlini ikna ettiğin gibi orayı da toplayabilesin. Şayet Allah kötü gidişatı ıslah ederse istediğimiz olmuş olur. Aksi durumda Allah’ın istediği oluncaya kadar mücadelemizi sürdürmeye devam ederiz dediler.[552]

Hz. Aişe de onların bu taleplerini kabul etti.[553] Daha sonra Abdullah b. Âmir el-Hadremî’yi de davet ettiler. Ancak o Medine ehlinden olduğunu söyleyerek davetlerini geri çevirdi.[554]

ÜMEYYE OĞULLARININ DESTEĞİ

Hz. Aişe’nin Hz. Osman’ın katillerini cezalandırmak için yaptığı çağrıya destek veren ilk kişi Ümeyye oğullarından Abdullah b. Âmir el-Hadramî oldu.[555] Ondan sonra Ümeyye oğullarına mensup diğer kişiler bu daveti kabul ederek muhalif gruba katıldılar.[556] Özellikle Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra Medine’den kovulan ve oradan Mekke’ye giden Ümeyye oğulları muhalifleri desteklediler.[557]

Hz. Aişe’nin oluşturduğu muhalif grup, Ümeyye oğullarının verdiği maddi- manevi desteğin yanında,[558] Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in katılımıyla da güç kazan­dı.[559] Kuşkusuz Ümeyye oğullarının Mekke’de bulunma gerekçeleri ile Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Mekke’de bulunma gerekçeleri arasında önemli farklılıklar vardı. Ümeyye oğulları kendilerini diğerlerine göre birinci derecede mağdur olarak görüyorlardı.[560] [561]

Cevdet Paşa, Ümeyye oğullarını değil de Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Hz. Ali’ye karşı birlikte hareket etmelerini hayret verici olarak değerlendirmektedir. Ancak yine de o, bu durumu insani bir hata olarak görmektedir. Ona göre; bu ayrılığın sebebi, zamanın değişmesi ve kabilecilik anlayışının tekrar 250 canlanmasından kaynaklanmaktadır.

Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Ümeyye oğullarıyla bir araya gelmesi gerçekten ilginçtir. Zira Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Hz. Osman’ın halifeliği döneminde Ümeyye oğullarını şiddetle eleştiriyorlardı. Fakat yeni şartlar, onları Hz. Ali’ye karşı siyasi ortak haline getirdi.[562] [563]

Bakır’a göre; Cemel Vak’ası’nın temelinde Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr gibi o günkü Müslümanlar üzerinde etkisi bulunan şahsiyetlerin siyasi ve iktisadi yönlerini harekete geçiren Ümeyye oğullarının faaliyeti ve başarısı söz konusudur.

Muhalif grup; Hz. Osman’ın kanını talep edenler, Hz. Ali’ye biat etmeyenler ve Hz. Ali’ye muhalif olan kimselerden oluşuyordu.[564] Dolayısıyla Hz. Osman’ın intikamı, sadece Hz. Ali’ye karşı duydukları kin ve kıskançlığın bir araya getirdiği pek çok farklı görüşteki insanın parolası olduğu değerlendirmesi mevcuttur.[565]

Hz. Osman’ın Yemen valisi ve Hz. Zübeyr’in damadı[566] Ya’lâ b. Ümeyye[567] Hz. Osman’ın evi kuşatılınca ona yardım etmek için yola çıkmıştı. O, Medine’ye daha varmadan Hz. Osman’ın şehit edildiği haberini aldı. Bunun üzerine halifenin intikamını almak isteyenlere katılmak amacıyla Mekke’ye gitti.[568] Yanında ise yaklaşık olarak 600 deve[569] ve 600000 civarında dirhem[570] bulunuyordu.[571] Cemel Vak’ası’nda aktif rol oynayan Ya’lâ b. Ümeyye[572] elindeki bu mallarla savaşacak olanların silah ve teçhizatlarını temin ederek bu malın hepsini harcadı.[573]

Hz. Ali’nin Ya’lâ b. Ümeyye hakkındaki değerlendirmesine göre; onun bu dönemde harcadığı paranın Yemen’den topladığı vergi gelirleri olabileceğini göstermektedir.[574]

Ya’lâ b. Ümeyye bunun yanında “Asker” adında bir deve satın alarak Hz. Aişe’nin hizmetine sundu.[575] Ya’lâ b. Ümeyye bu deveyi seksen[576] ya da iki yüz[577] dinara satın almıştı. Hz. Aişe’yi taşıyan bu deve o bölgede temin edilebilecek en iyi develerdendi. Sahibi bu deveye bir kısraktan daha fazla değer biçmiş ancak hayvanın Hz. Aişe için arandığını öğrenince armağan etmek istemişti.[578]

Hz. Osman’ın valilerinden Abdullah b. Âmir[579] de aynı şekilde Hz. Osman muhasara altındayken ona yardım etmek amacıyla yola çıkmıştı ancak Medine’ye varmadan halifenin şehit edildiği haberini alınca o da Mekke’ye gitti.[580] Abdullah b. Âmir Hz. Osman’ın Basra valisiydi.[581] Hazırlıklara başlamış ve Şam’a gitmeyi düşünen muhalif grubun liderleri Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’le görüştü.[582] Basra’dan yanına almış olduğu büyük miktarda mallarla muhalif gruba destek oldu.[583] Abdullah b. Âmir, oğlu Abdurrahman’la birlikte Cemel Vak’ası’na katıldı. Savaşta oğlunu kaybetti[584] ve kendisi de başından yaralandı.[585]

Rivayete göre; Abdullah b. Âmir sefer hazırlıkları sırasında çarşılarda gezip, Cemel Ashâbı’nın Basra’ya hareket edeceğini belirterek bundan dolayı İslâm’ı aziz kılmak isteyip onu bozmak isteyenlere karşı çarpışmak isteyenler ve Hz. Osman’ın intikamını almak isteyip de bineği olmayanların kendisine gelmelerini söylemişti.[586] Bunların yanında Hz. Talha’nın da ordu için 40000 dinarlık bir yardımda bulunduğu rivayet edilmiştir.[587]

İbnü’l-Arabî, muhalif gruba bu finansman desteğini kabul etmemektedir. Ona göre; Cemel Ashâbı hak aramak için yollara düşmüştür. Bundan dolayı bu tür rivayetler onları küçük düşürmek için ileri sürülmüştür.[588] Onun bu iyimser yaklaşımının hissi duygular olduğunu belirtmekte fayda vardır.[589] [590] Akbulut’a göre; Hz. Osman’ın evinin kuşatılması ve şehit edilmesini seyreden Cemel Ashâbı’nın hak aramak için yollara düştüklerini iddia etmek, tarihi gerçeğe uymadığı gibi karanlığı , taşlamaktan da başka bir anlam ifade etmemektedir.

Ümeyye oğullarına mensup Saîd b. Âs,[591] asilerin kuşatması sırasında Hz. Osman’ın evini koruyanlar arasında yer alıyordu.[592] Hatta olaylar sırasında başından yaralandığı da ifade edilir.[593] Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra Mekke’ye gitti.[594] İlk başlarda muhalif grupla birlikte hareket ederek onlarla Zat-ı Irk’a[595] kadar gitti. Ancak orada Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’le yaptığı konuşmada ikisinin niyetinin farklı olduğu kanaatine varınca bir grupla birlikte onlardan ayrılarak geri döndü[596] ve Cemel Vak’ası’na katılmadı.[597]

Hz. Ali halife seçildikten sonra Velîd b. Ukbe,[598] Ümeyye oğullarının önde gelenleriyle birlikte halifenin huzuruna çıktı. Grup adına sözcülük yapan Velîd b. Ukbe, Hz. Ali’ye kendi ellerinde bulunan mallarına dokunmayacağına ve Hz. Osman’ın katillerini bulup cezalandıracağına dair vereceği teminat karşılığında ona biat edeceklerini söyledi.[599] Ancak Hz. Ali’den istediği teminatı almasına rağmen yine ilk fırsatta Mekke’ye gidip muhalif gruba katıldı.[600]

Mervân b. Hakem[601] Hz. Osman döneminde Hz. Ali’yle birçok kez karşı karşıya gelmiş ve çoğu zaman onunla münakaşa etmişti.[602] Hz. Ali’nin halife seçilmesinden sonra diğer Ümeyye oğulları gibi o da merkezin dışında muhalefet yapmayı tercih etti.[603] Mervân b. Hakem muhalif grupla birlikte Hz. Ali’ye karşı Cemel Vak’ası’na katıldı. Orada aldığı yaralar ömrünün sonuna kadar devam 293 etmiştir.[604]

Aslında en şaşırtıcı olan durum; Ümeyye oğullarına mensup Şam valisi Muâviye ’nin muhalif gruba katılmayışıdır. Muâviye  muhalif grupla aynı amacı taşımasına rağmen onlarla birleşmemesi, onlarla hareket etmemesi ve onlarla yardımlaşmaması aslında iki topluluğun hedeflerinin birbirinden farklı olduğunu göstermektedir.[605]

Muâviye ’nin Cemel Ashâbı’nın başlattığı mücadeleye ortak olmamasında, onların sadece Hz. Osman’ın kanını taleple sınırlı bulunan amaçlarının yetersizliğinin rolü olabilir. Bundan dolayı Muâviye ’nin elindeki insan gücünü ve maddi imkânlarını, ciddi bir hazırlığın olmadığı üzücü olayların sonucu oluşan ve buruk tepkilerde ifadesini bulan Cemel Ashâbı’na verip ezdirmek istemediği düşünülebilir.[606] Ayrıca o günkü şartlarda Muâviye ’nin ortaya çıkmasını gerektirecek bir ortam da yoktu.[607]

Muâviye ’nin amacı halife olmaktan ziyade yönetimindeki Şam’ı muhafaza etmek ve kendisini emniyete almaktı.[608]

Muâviye ’nin ısrarla üzerinde durduğu asilerin cezalandırılması konusu Hz. Ali’yi yıpratarak onu etkisiz kılma amacını taşıdığı söylenebilir. Çünkü Hz. Ali’nin iktidarı onun çıkarlarına ters düşüyordu. Bu bağlamda Muâviye ’nin siyasi hesaplar içerisinde olduğunu söylemek mümkündür. Ancak Hz. Osman’ın şehit edilmesinden hemen sonra hilafeti hedefleyen bir programla hareket ettiğini iddia etmek güçtür.[609]

Aslında Muâviye ’nin muhalif grupla Hz. Ali’yi baş başa bırakarak hesaplaşmalarını istediği ve bütün umutlarını Cemel Vak’ası’nın zayiatına bağladığı yorumu da yapılmaktadır. Buna göre; savaşta bazı kimselerin öldürülmeleri sonucu aradan çıkmaları Muâviye ’nin mücadelesine yardımcı olacaktı.[610] Bundan dolayı Muâviye ’nin aslan yuvası olarak değerlendirdiği Şam’a muhalif grubun gelmesini istemiyordu.[611]

Muâviye ’nin muhalif grupla birleşmemesi, söylenti halindeki Rum tehdidi ile açıklansa da böyle bir tehlike olmadığı için ikna edici değildir. Bu tehlike olsa olsa muhalif gruba katılan Ümeyye oğullarına karşı bir bahaneydi. Muâviye , planını Hz. Ali ile Cemel Ashâbı’nın karşılaşmalarının sonucuna göre yapıyordu.[612]

Muâviye  Cemel Vak’asına sadece seyirci olmakla kalmamış Hz. Ali’ye karşı ayaklanmaları için Hz. Talha[613] ve Hz. Zübeyr’e[614] mektup yazmıştır.

Demircan’ın ifade ettiği gibi; bütün Ümeyye oğullarının birlikte hareket etmedikleri görülmektedir. Ümeyye oğullarının çoğu Muâviye ’nin yanında yer almadıkları gibi Mekke’de de liderliğini kendilerinin yapmadığı bir hareketin içinde yer almaları şaşırtıcıdır. Öyle anlaşılıyor ki, Ümeyye oğulları arasında bir iç rekabet vardı. Mervân b. Hakem ile Hz. Osman’ın görevden alınmış valileri muhtemelen Muâviye ’nin güdümüne girmek istemiyorlardı. İktidar ailesinin içinde bir rekabetin olması her zaman karşılaşılan bir durumdur. Ancak şu var ki iç rekabet dışarıya karşı birlikte hareket etmeye engel değildir.[615]

MEKKE’DEKİ SON HAZIRLIKLAR

Mekke’de, Cemel Ashâbı’nın liderlik ettiği, Ümeyye oğulları, Mekke’nin önde gelenleri ve Hz. Peygamber’in bazı eşlerinden oluşan muhalif grup meydana gelmişti.[616]

Hz. Peygamber’in diğer eşleri Hz. Aişe’yle birlikte Medine’ye gitmek istiyorlardı ancak muhalif grup Basra’ya gitmek üzere anlaşınca onlar Medine’den başka yere gitmeyeceklerini belirterek yola çıkmaktan vazgeçtiler.[617] Ancak Hz. Hafsa[618] Hz. Aişe’yle birlikte Basra’ya gitmek istiyordu ama kardeşi Abdullah b. Ömer onun muhalif gruba katılmasına ve Basra’ya gitmesine izin vermedi.[619]

Abbott, Hz. Aişe’nin bu şekilde insanlara liderlik etmesinin, Hz. Peygamber’in diğer eşlerini zor durumda bıraktığını, yalnızca Hz. Hafsa’nın bu konuda Hz. Aişe’yle aynı görüşte olduğunu ifade ediyor.[620]

Abdullah b. Ömer Medine iken Hz. Ali kendileriyle birlikte Şam’a düzenleyeceği sefere katılması için davette bulundu. Abdullah b. Ömer Medine ehlinden olduğunu belirterek yıl yapılacak sefere katılamayacağını ifade etti. Daha sonra umre yapmak amacıyla Mekke’ye gitti.[621] Mekke’de ise, muhalif grup kendileriyle birlikte Basra’ya gelmesini teklif ettiklerinde ise yine Medine ehlinden olduğunu ifade ederek onların da teklifini reddetti.[622] Abdullah b. Ömer, Cemel Ashâbı’yla beraber Medine’den başka bir yere gitmek istemiyordu.[623]

Aslında Abdullah b. Ömer, kurtuluş ve hayrı, olaylara karışmamakta görmekteydi. Hz. Aişe’nin de olaylara karışmamasının daha faydalı olacağını, aksi halde Müslümanların parçalanarak güçsüz düşmelerine sebep olacağını düşünmekteydi.[624] [625]

Watt’a göre; Hz. Ali Hz. Osman’ın şehit edilmesini istememesine rağmen halife seçildikten sonra asilere karşı dikkate değer bir ilgi göstermiş ve onları cezalandırmak için herhangi bir adım atmayarak kendi konumunu korumaya çalışmıştır. Ona göre; muhtemelen bu durumu fark eden Abdullah b. Ömer ve onun gibi düşünen bazı sahâbe Medine’yi terk ederek Hz. Ali’ye biat etmekten imtina etmişlerdir.

Muhaliflerin yola çıktığı sırada Medine’de olduğu anlaşılan[626] öteden beri kendisini Ehl-i Beyt’le özdeşleştirmiş ve Hz. Ali’ye taraftar olan Hz. Ümmü Seleme, kesin ve net bir tavırla[627] Hz. Peygamber’in diğer eşlerinin aksine Hz. Aişe’nin ayaklanmadan vazgeçmesini istedi. Bunun için ona bir mektup göndererek şöyle nasihatte bulundu: “Hz. Peygamber kadınların cihada sabredebilecekleri kanaatinde olsaydı onu sana tavsiye ederdi. Dinde aşırı gitmekten seni sakındırdığını bilmiyor musun? Şüphesiz ki dinin direği eğrilirse kadınlarla doğrulmaz, çatlarsa onlarla tamir edilmez. Kadınların cihadı gözlerini haramdan sakınmak ve eteklerini toplamaktır. Sen çöllerde deveyi hızla konaktan konağa sürerken Hz. Peygamber seninle karşılaşsaydı ona ne cevap verirdin? Yarın Hz. Peygamber’e kavuşacaksın. Yemin ederim ki eğer bana: Ey Ümmü Seleme cennete gir denilse, Hz. Peygamber’in üzerime giydirdiği örtüyü yırtmış olarak onunla karşılaşmaktan hayâ ederim. Onu kendine perde kıl. Evin içini kendine kale edin. Onlara yardımdan kendini alıkoyup oturduğun müddetçe onlar için daha faydalı olursun. Hz. Peygamber’den işitmiş olduğum bir hadisi söylesem yılan gibi sokarsın. Vesselam.” Hz. Aişe de Hz. Ümmü Seleme’ye şöyle bir mektup yazdı: “Bana tavsiye ve nasihatlerine gelince senin bildiklerini ben de biliyorum. Birbirini boğazlamak üzere olan iki Müslüman grubun kavgalarına mani olup aralarını bulduğum gün ne güzel bir gün olacak. Vazgeçsem aslında bunda zorluk yok. Devam edersem muhakkak yapmam gereken şeyler var, onları yapacağım.”[628] Yola çıkmaya karar veren Hz. Aişe’ye Hz. Ümmü Seleme’nin bu nasihati tesir etmedi.[629]

Hz. Aişe’nin öncülüğünde oluşan muhalif grup Mekke’den Basra’ya doğru yola çıktı. Sayısı konusunda farklı rakamlar mevcut olan muhalif grup Mekke’den 600,[630] 700,[631] 900,[632] 1000[633] civarında binekli kişiyle yola çıktı. Ancak yolda orduya katılanlarla birlikte bu sayının 3000[634] kişiye ulaştığı rivayet edilir. İşin şaşılacak tarafı bu kadar kalabalık bir grubun kısa zamanda bir araya gelmesi ve Basra’ya gitmek için ittifak etmesidir. Çünkü Hz. Osman şehit edileli daha dört ay olmuştu.[635]

Mekke’de farklı görüşe sahip muhalif insanların bir araya gelmesiyle oluşturulan bu ittifakın bir tarafında sahâbenin ileri gelenleri diğer tarafta da çeşitli çıkarlar peşinde olan gruplar vardı. Onları bir araya getiren sebepler farklı olduğu gibi beklentileri ve hedefleri de farklıydı.[636]

Muhalif grubun hareket ettiğini gören İbn Abbas’ın annesi Hz. Ali’ye bu haberi iletmek üzere Cüheyne kabilesinden Zafer adında birisini ücret karşılığında Medine’ye gönderdi. Bu kişi İbn Abbas’ın annesinin göndermiş olduğu mektubu Hz. Ali’ye iletti.[637]

Muhalif grubun şehirden çıkışını izleyen Abdullah b. Zübeyr bu grup kadar hayrı isteyip şerden kaçınan kimseleri görmediğini ifade etti.[638]

Değerlendirme yapılacak olursa, muhalif grup; Hz. Osman’ın kanını talep edenler, Hz. Ali’ye biat etmekten kaçınanlar ve Hz. Ali’ye muhalif olanlardan meydana gelen heterojen bir topluluktu.[639] Çok ani şartların bir araya getirdiği bu insanlar arasında bir fikir birliği olduğunu söylemek zordur.[640] Çünkü bu grup, Hz. Osman şehit edilmeden önce birbirlerine karşı iyi hisler taşımayan kimselerden meydana gelmişti. Gerçekte herkes bir şeylerin peşinde olmasına rağmen görünürde herkes Hz. Osman’ın kanını talep ediyordu.[641] Esasen muhalif grubun fikir birliğine vardığı tek konu, Hz. Ali karşıtlığıydı. Ümeyye oğulları zaten Hz. Ali’ye karşıydı. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de Hz. Ali’ye karşı oldukları için Mekke’ye gelmişlerdi. Hz. Aişe ise kendisine yakın olan birisinin halife olması uğraşısı içerisindeydi.[642]

Şiblî’ye göre; Hz. Aişe’nin hedefi ıslah davetiydi. Ancak Ümeyye oğullarının hedefi ise, bu davetin başarısızlığa uğraması suretiyle Hz. Ali’nin problemlerini artırmaktı.[643] Erkocaaslan da Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in amacının fitneyi ıslah etmek olduğunu ifade ediyor. Ona göre; Basra’ya hareket eden Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in niyeti, asilerin karşı koyamayacağı güçte bir orduyla Medine’ye gelip asileri cezalandırmak ve halifelik seçimini şûraya teslim etmekti.[644]

Hz. Ali’ye biat etmeyen ve daha sonra Hz. Osman’ın kanını talep etmeyi kendisine yegâne hedef edinen Şam valisi Muâviye ’nin muhalif gruba katılmayışı ise şaşırtıcıdır. Cemel Ashâbıyla aynı amacı güdüyor olmasına rağmen onlara birleşmemesi ve yardımlaşmaması neden mümkün olamadığı sorusu, aslında iki tarafın hedeflerinin birbirinden farklı olduğunu göstermektedir.[645]

Ünal’a göre; Muâviye ’nin Cemel Vak’ası’na katılmayışı ve onun daha sonraki tutumu dikkate alındığında bu olayı, Ümeyye oğullarının hâkimiyeti yeniden ele almak için başlattıkları planın ilk safhası olarak ele almak mümkündür.[646]

Muâviye  kendisi Cemel Ashâbı’na katılmak istemediği gibi onların da kendisinden uzak durmalarını istiyordu. Bir yerde o, Hz. Osman’ın kanını talep etmenin kendi hakkı olduğuna inanıyordu.[647]

Yukardaki görüşlere karşın Seyf b. Ömer’in Cemel Vak’ası’yla ilgili rivayetlerini değerlendiren Kocaışık’a göre; Basra’ya doğru hareket eden Cemel Ashâbı arasında birkaç istisna dışında tam bir birliktelik olduğu göze çarpmaktadır.

Ona göre; diğer kaynaklarda geçen rivayetler ise, bu rivayetin aksine Cemel Ashâbı’nın arasındaki birliktelikten ziyade ihtilafı öne çıkarmaktadırlar.[648] [649]

CEMEL ASHÂBI’NIN BASRA’YA HAREKET ETMESİ

CEMEL ASHÂBI’NIN YOLA ÇIKMASI

Cemel Ashâbı Basra’ya doğru hareket ettiği sırada Mervân b. Hakem yolda önce ezan okudu. Sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in yanına giderek emirlik ve namaz kıldırmak için ikisinden hangisine selam vereceğini sordu. Orada her ikisinin oğlu 338

kendi babasını işaret etti.

Hz. Aişe namazı kıldıracak kişinin liderlik yarışından muhtemel rakiplerine karşı avantaj sağlayacağını düşündüğünden dolayı[650] Mervân b. Hakem’in bu tavrına kızdı ve ablasının oğlu Abdullah b. Zübeyr’i namaz kıldırmakla[651] görevlendirip sorunu halletti. Çünkü Hz. Aişe potansiyel liderler olan Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in namaz kıldırmalarını istemiyordu. Namazı kıldıracak kişinin belirlenmesi konusundaki görüş ayrılığının olması; Cemel Ashâbı’nın siyasi hesaplarının olduğu düşüncesini uyandırmıştır. Gerek bu durum ve gerekse kahramanların bizzat oradaki varlıkları aslında bir siyasi proje sahibi olduklarını göstermesi açısından önemlidir.[652]

Hz. Aişe’nin emri üzerine Abdullah b. Zübeyr[653] ya da başka bir rivayete göre; Abdurrahman b. Attâb b. Esîd[654] imamlık yaptı. Mervân b. Hakem ise müezzinlik yaptı.[655] Başka bir rivayete göre ise; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr birer gün sırayla imamlık yapmışlardır.[656] Bu olaya şahit olup da muhalif grup arasında bulunan Muaz b. Ubeyd, zafere ulaşmaları halinde Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in halifelikten feragat etmeyeceklerini, dolayısıyla grubun mutlaka kendi aralarında çarpışacaklarını ifade etti.[657]

Hz. Aişe Asker adlı devesinin üzerinde bir mahfe içinde yanındakilerle birlikte Mekke’den Basra’ya doğru yola çıktı. Hz. Peygamber’in diğer eşleri de Hz. Aişe’ye Zat-ı Irk’a kadar eşlik ettiler.[658] Oraya vardıklarında kendisiyle vedalaşırken ağlamaya başladılar. Orada bulunanlar da ağlamaya başladı.[659] Oradakiler hem ağlıyorlardı hem de; “Ey Rabbimiz! Ne hale düştük! Kardeş kardeşin kanına susamış, müminlerin annesi bile evini terk ederek sefere çıktı.” diyorlardı.[660] O güne ağlaşma günü[661] (yevmü’n-nahîb) denmiştir.[662]

Said b. Âs Zat-ı Irk’ta Mervân b. Hakem ve adamlarını görünce onlara Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’den intikam almadan nereye gideceklerini sordu. Mervân b. Hakem de ona gidecekleri yerde Hz. Osman’ın katillerinin hepsini birlikte öldürebileceklerini söyledi.[663]

Said b. Âs daha sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in yanına giderek onlarla gizlice görüştü. İkisine zafere ulaşmaları halinde hilafet görevini kime vereceklerini sordu. İkisi de hilafeti müslümanların seçeceği birine vereceklerini söylediler. Bunun üzerine Said b. Âs, ikisine Hz. Osman’ın kanını almak için çıkmış olduklarını dolayısıyla bu işi onun oğullarından birine devretmeleri gerektiğini söyledi. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de Muhacirlerin önde gelenlerinin olduğu yerde halifeliği iki yetime bırakmayacaklarını ifade ettiler.[664] Azimli, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in bu ifadelerinden hareketle bu durumun aslında ikisinin de Hz. Osman’ın kanı için hareket etmediklerinin en iyi kanıtı olduğunu ve hilafeti kendi ellerine almayı amaçladıklarını iddia etmektedir.[665]

Aldığı cevaplara kızan[666] ve Hz. Talha’yla Hz. Zübeyr’in bu teşebbüste kendi menfaatlerini düşündükleri kanaatine varan[667] Said b. Âs, Abdullah b. Halid b. Esid’le birlikte gruptan ayrıldı. Muğîre b. Şu’be Said b. Âs’ın haklı olduğunu belirtip bu durumda orada Sakif kabilesine mensup kimselerin geri dönmesi gerektiğini söyledi. Bunun üzerine oradaki bir grupla birlikte Hz. Osman’ın Ebân[668] ve Velîd adındaki oğulları da geri döndüler.[669] Görüldüğü gibi muhalif grup, her ne kadar dışarıda birlik görüntüsü verse de herkesin farklı bir niyeti vardı.[670]

Muhalif grubun bu şekilde ayrılması, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in alttan alta gelişen rekabeti ve Mervân b. Hakem’in kuşku uyandıran davranışları Hz. Aişe’nin moralini bozdu.[671] Burada dikkat çeken nokta; muhaliflerin başında bulunan Hz. Aişe kadın olduğu için Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’den birine liderliğin verilmesi gerekiyordu. Fakat kimseye böyle bir görev verilmediği için topluluk başsız bir kalabalıktan ibaretti.[672] Öte yandan Ümeyye oğulları ise kendi hesaplarının peşinde koşuyorlardı.[673] Muhalif grup dışarıdan bakıldığında birlik görüntüsü veriyordu. Fakat iç yüzleri ve asıl fikirleri birbirinden farklıydı.[674]

Cemel Ashâbı, aslında geri dönüşü zor olan bir yola girmiş ve aynı zamanda talep ettikleri şeyler konusunda net bir karara varmadan kitle psikolojisi içerisinde Basra’ya doğru gidiyordu. Şu var ki, sadece muhalefet etmek problemi çözmediği gibi özellikle siyasi rekabet, kabilecilik ve şahsi kırgınlık da işin içine girdiğinde önü alınamayan ve sonu kestirilemeyen sosyal bir kaos meydana gelebilir.[675]

CEMEL ASHÂBI’NIN HAV’EB SUYUNA VARMASI

Cemel Ashâbı, Basra’ya doğru giderken yolda Hav’eb[676] denilen suyun yanına vardılar ve bu sırada köpekler ulumaya başladı. Hz. Aişe bu ulumaları duyunca bulundukları yerin adını sordu. Yanındakiler bulundukları yerin Hav’eb olduğunu söyleyince Hz. Aişe, ellerini birbirine vurup yüksek sesle; “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn”[677] ayetini okuyarak mutlaka geri döneceğini söyledi. Yanındakiler sebebini sorunca Hz. Aişe Hz. Peygamber’in eşlerine: “Hav’eb köpeklerinin hanginize uluyacağını keşke bilseydim.”[678] hadisini okudu ve sonra devesini ıhtırarak; “Beni geri götürün. Beni geri götürün. Vallahi ben Hav’eb suyunun sahibesiyim.” diyerek geri dönmek istedi. İnsanlar Hz. Aişe’nin etrafında kararsız bir şekilde bir gün bir gece beklemeye başladılar. Bu sırada Abdullah b. Zübeyr ve yanındakiler de Hz. Aişe’ye ısrarla bulundukları yerin Hav’eb olmadığını ve bunu anlatan kişinin yalan söylediğini ifade ederek ikna etmeye çalışıyorlardı. Ancak bu çabalar sonuç vermeyince bazıları Hz. Ali’nin ordusunun yaklaşmakta olduğunu ileri 368 sürerek hemen toparlanıp Hz. Aişe ve grubun yola devam etmesini sağladılar.[679] Şiblî’ye göre; Hz. Aişe’nin bu yaklaşımı onun yalnızca sulh ve ıslah amacıyla hareket ettiğini göstermektedir.[680]

Hz. Aişe ve yanındakilerin Hav’eb’de bu şekilde kandırılmaya çalışılması İslâmiyet’te ilk “şehâdetüz-zûr” (yalan şahitlik) olarak değerlendirilmektedir.[681]

Aslında bu durum, Hz. Ali’ye karşı çıkan muhalif grubun dağınıklığını ve kararsızlığını göstermektedir. Çünkü bir tarafta Hz. Aişe geri dönmek isterken, öbür tarafta da onu ikna etmeye çalışan grup vardı. Bundan sonra ise Hz. Ali kendi üzerlerine geliyor endişesinden hareketle muhalif grup yolculuğuna devam etmektedir.[682]

Hav’eb rivayeti, bazı araştırmacılar tarafından kabul gören bir rivayet değildir. Bu değerlendirmeye göre; köpek uluması Araplar arasında batıl bir inanç olup, uğursuzluk sayılırdı.[683] Hz. Aişe’nin, Hz. Peygamber’in eşi olması dolayısıyla kendisi doğrudan hedef alınamadığından bu yolla onun yaptığını kötü göstermek,[684] Hz. Ali taraftarlarınca Hz. Ali’nin haklılığını ortaya koymak[685] ya da Hz. Aişe’yi sorumluluktan kurtarıp Abdullah b. Zübeyr’i sorumlu tutmak[686] amacıyla uydurulan bir rivayet olduğu şeklinde değerlendirilmektedir. Aksi halde çok zeki bir insan olan Hz. Aişe’nin kolayca kandırılabildiği sonucu ortaya çıkar ki bu Hz. Aişe için bir bühtandır.[687] Ayrıca Hz. Peygamber’in dilinden haber verilen ve geleceğe dair gaybi haberler kapsamına giren siyasi içerikli hadislerin olabilecek olayları daha önceden haber vermesine rağmen sahâbenin bu türlü siyasi hatalara düşmüş olmaları[688] zor görünmektedir. Makul olan da budur.

Erkocaaslan, bu rivayeti; Hz. Ali’ye karşı Hz. Aişe’nin haksız olduğunu göstermek için Şiîlerin istismar ettiği bunun yanında yine bu rivayete birçok eklemenin yapıldığını ifade etmektedir.[689]

Sahâbeyi masum gibi gösteren rivayetler, esas itibariyle Müslümanlar arasındaki iç çatışmalara mazeret niteliği taşımakta olup ve bu amaçla birtakım çevrelerce dile getirilmiştir.[690]

CEMEL ASHÂBI’NIN BASRA’YA VARMASI

Cemel Ashâbı Basra’ya varmadan önce Umeyr b. Abdullah et-Temîmî’yle karşılaştılar. O, Hz. Aişe’ye Basra’nın ileri gelenlerine mektup yazarak ya da Abdullah b. Âmir’i Basra’ya göndererek kalabalık bir grupla şehre geldiklerini haber vermelerini önerdi. Hz. Aişe de Abdullah b. Âmir’i mektupla Ahnef b. Kays, Sabra b. Şeymân gibi Basra’nın ileri gelenlerine göndererek Basra’ya geldiklerini haber verdi.379 [691]

Hz. Aişe Basra’nın ileri gelenlerinden Zeyd b. Sûhân’a[692] da mektup yazarak Hz. Osman’ın kanını talep etme hususunda kendilerine yardım etmesini, şayet yardım edemeyecek olsa dahi, insanları Hz. Ali’ye yardım etmemeleri için teşvik etmesini istedi. Zeyd b. Sûhân ise böyle bir şeyi fitneye sebebiyet vereceğinden dolayı reddetti.[693] O da Hz. Aişe’ye, evinde oturmasının daha uygun olacağını, eğer böyle davranamayacak olursa ona karşı çıkacak ilk kişinin kendisi olacağını yazdı.[694]

Zeyd b. Sûhân: “Allah müminlerin anası Hz. Aişe’ye rahmet eylesin! Ona kendi evine kapanıp oturması, bize de savaşmak emredilmişti. O, kendisine verilen bu emri dinlememiş, bizi savaşa teşvik ederek kendisine emredilmediği halde çarpışmaya girişmiş ve bizi de bu işten alıkoymuştu.” diyerek Hz. Aişe’yi eleştirdi.[695]

Hz. Aişe’nin Cemel Ashâbı’yla Basra’ya geldiğini haber alan Basra valisi Osman b. Huneyf,[696] Basra halkını bilgilendirmek ve Hz. Ali’ye bağlı kalmalarını sağlamak amacıyla yaptığı konuşmada; Hz. Ali’ye biat etmekle Allah’a da biat etmiş olacaklarını belirtti. Bunun delili olarak da şu ayeti gösterdi:[697] “Sana biat edenler ancak Allah ’a biat etmiş olurlar. Allah ’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah’a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.”[698]

Osman b. Huneyf konuşmasının devamında sahâbenin içinde Hz. Ali’nin halifeliğe en layık kişi olduğunu söyledi. Aynı şekilde Hz. Ali’nin de böyle düşündüğünü, bundan dolayı kendilerinin de Hz. Ali’nin halifeliğini kabul ettiklerini ve ona bağlı olduklarını açıkladı. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in de ona biat ettikleri halde sonradan baskı altında biat ettikleri iddiasında bulunduklarını belirtti. Halkın çoğunluğunun kararının doğru olduğunu ve çoğunluğun da Hz. Ali’ye biat ettiğini ifade etti. Bu muhalif gruba karşı kendisine neyi önerdiklerini sordu. Onlarla bu meseleyi müzakere etti.[699]

Bu rivayete göre; Osman b. Huneyf Hz. Ali’ye halifelik için yapılan biati, Müslümanların Hudeybiye’de Allah için Hz. Peygamber’e yaptıkları biat gibi değerlendirmiş ve bu konuda inen ayeti delil olarak kullanmıştır. Osman b. Huneyfe göre; halifelik, Hz. Ali’nin hakkı olup, sahâbenin çoğu ona biat ederek bu gerçeği kabul etmiştir. Bundan dolayı Hz. Ali’ye itaat etmek, haklı herhangi bir gerekçe olmadan muhalefet edenlere uymamak ve gerekirse ona muhalefet edenlerle mücadele etmek Allah’ın emridir.[700]

Hz. Aişe ve yanındakiler Hâfir[701] denilen yerde konaklayıp yazdığı mektuplara cevap beklemeye başladı.[702] Hz. Aişe’nin Basra’nın yakınına vardığını haber alan Osman b. Huneyf, İmran b. Husayn ile Ebû Esved ed-Düelî’yi Hz. Aişe’ye göndererek niçin geldiğini sormalarını istedi. İkisi Hz. Aişe’nin yanına varıp, kendilerine haber vermeden niçin Basra’ya geldiğini sordular.[703]

Hz. Aişe: “Vallahi benim gibi bir ananın evlatlarına böyle bir haber iletmesi gerekmiyor. Çünkü görüyorsunuz ki kavgalar ve kargaşalar başını alıp gitti. Çeşitli vilayetlerin ayaktakımı ve kabilelerin çapulcuları Hz. Peygamber’in haremine harp açtı ve bu mübarek yerde olaylar çıkardılar. Ayrıca bu hususta bid’atçılara yardım ettiler. Bunlar herhangi haklı bir sebebe dayanmadan Müslümanların devlet başkanını öldürmek suretiyle girdikleri günahtan dolayı Allah ve Hz. Peygamber’in lanetini hak ettiler. Haram kılınan kanı helal sayıp akıttılar ve haram olan malı aldılar. Haram beldeyi ve haram şehri helal saydılar. İffetleri ve bedenleri paramparça ettiler. İstenmedikleri yerde ikamete başladılar. Sadece zararı dokunan ve takvadan nasibini almayan bu kişileri kovmaya halkın gücü yetmedi. Onlardan emin de olamıyorlar. Bu topluluğun yaptığı şeyleri ve insanların içinde bulunduğu zor durumu bildirmek için Müslümanların arasına çıktım. Bu durumun ıslahı için yapılması gereken şeyi bildirmek için geldim. Allah şöyle buyuruyor: “Bir sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları Allah ’ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz. ”[704] Bundan dolayı Allah’ın ve Hz. Peygamber’in büyük-küçük, kadın- erkek ıslah görevinin yüklediği kimseler olarak toplanıyoruz. Amacımız budur. Biz sizi iyilik yapmaya çağırıyor, hayra teşvik ediyor, kötülüklerden nehyediyor ve Allah’ın emrinin değiştirilmesi karşısında müdahale etmeye çağırıyoruz.”[705] diye cevap verdi.

Hz. Aişe’nin burada sözü çok açıktır. Bu konuşma Cemel Ashâbı’nın hareketinin ne Hz. Ali ne de başka herhangi bir kimseyle ilgili bir probleme dayalı olarak gelişen ve gerçekleşen bir hareket[706] olmadığı kanaati uyandırmaktadır.

Burada Cemel Ashâbı’nın göze çarpan amacı; Medine’deki otoriteyi sağlamak ve Hz. Osman’ın katillerini cezalandırmaktır. Nitekim Cemel Ashâbı Basra’da bulunduğu süre zarfında Hz. Osman’ın şehit edilmesi olayına karışıp tekrar Basra’ya dönmüş olan asilere kısas uyguladılar ve diğer yerlerin valilerine de mektuplar göndererek kendi bölgelerinde bulunan asilere aynı muameleyi yapmalarını istediler.[707]

Azimli’ye göre ise; Basra’ya giden Cemel Ashâbı’nın Hz. Ali’ye karşı çıkmak için yola çıkmadığını, Hz. Osman’ın katillerinin peşine düştüklerini ve sonuçta kaderin onları bu sonuca sürüklediğini iddia etmek mezhebi bir taassuptur.[708] Çünkü Hz. Osman’ın katilleri Medine’dedir.[709]

Elçiler Hz. Aişe’nin yanından çıkıp Hz. Talha’nın yanına gittiler ve ona Basra’ya geliş sebebini sordular. Hz. Talha, Hz. Osman’ın kanını istemek üzere Basra’ya geldiklerini söyledi. Elçiler, Hz. Ali’ye neden biat etmediğini sordular. Hz. Talha kılıç boynunun üzerindeyken Hz. Ali’ye biat ettiğini söyledi ve Hz. Ali’nin kendileriyle Hz. Osman’ın katilleri arasındaki meseleyi halletmediği ya da kendilerini asilerle baş başa bırakmadığı müddetçe tam olarak biat almış olamayacağını ifade etti. Sonra ikisi kalkıp Hz. Zübeyr’in yanına gittiler ve Hz. Talha’ya sorduklarının aynısını ona da sordular. Hz. Zübeyr de benzer cevaplar verdi.[710]

Elçiler ayrılmadan önce Hz. Aişe Ebû Esved ed-Düelî’ye arzu ve isteklerinin kendisini cehenneme götürmemesi uyarısında bulunarak şu ayeti okudu:[711] “Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirme de nefsinize uymayın eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.[712]

Görüldüğü gibi Cemel Ashâbı Hz. Osman’ın haksız yere şehit edildiğini ve onun katillerinin cezalandırılmadığını düşünüyorlardı. Kendileri ise Allah’ın hükmüne açıkça uymak ve bu kanunsuzluğu ortadan kaldırmak için çalıştıklarını ifade ediyorlardı. Dolayısıyla bu hareketi Allah’ın emrini yerine getirme faaliyeti olarak telakki ediyorlardı. Muhataplarına meseleyi tamamen tarafsız bir şekilde değerlendirip karar vermelerini telkin ederken de yukarıda zikredilen ayeti delil olarak kullanmaları dikkat çekicidir. Öte yandan Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Basra’ya gelişleri, ikisinin Basra ve Kûfe valiliklerini istedikleri rivayetleriyle de örtüşmektedir.[713]

Osman b. Huneyfin elçileri aldıkları cevaplar üzerine Basra’ya geri döndüler. Bu arada Hz. Aişe’nin tellalları da hareket için çağrıda bulundular. Elçiler Osman b. Huneyfin yanına varınca Ebû Esved ed-Düelî söze girerek: “Ey Huneyfin oğlu! Sana gelindi, sen de savaşa çık, mızrakla vuruş, kılıçla savaş ve diren! Zırhını giyinerek ve kılıcını kuşanarak onlara karşı çık.” dedi. Osman b. Huneyf de: “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn.[714] Kâbe’nin Rabbine and olsun ki, İslâm’ın değirmeni ters dönmeye başlamıştır. Bakınız, bundan sonra ne gibi bozukluklar meydana gelecek, göreceksiniz.” diye cevap verdi. İmran b. Husayn da Osman b. Huneyfe: “Evet, vallahi siz bir hayli zor ve uzun çarpışmalara girişeceksiniz.” dedi. Osman b. Huneyf: “O halde, Ey İmran bana nasihat et, ne yapalım?” diye sordu. İmran, Hz. Peygamber’in “Otuz beşinci senede İslâm değirmeni ters dönecektir.” mealindeki hadisine istinaden: “Bir kenara çekil. İşte görüyorsun ben de bir kenara çekilmiş durumdayım.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Osman: “Hayır, müminlerin emiri gelinceye kadar onları alıkoymak isterim.” deyince İmran oradan ayrılıp evine gitti.[715]

Osman b. Huneyf hemen hazırlıklara başladı. Abdullah b. Âmir Osman b. Huneyf’e gelerek: “Senin yapmak istediğin şey, bizleri şerre götürecek ve sonradan nefret edeceğin bir netice doğuracaktır. Bu öyle bir yaradır ki kapanması mümkün değildir. Öyle bir deliktir ki onarılması imkânsızdır. O halde, onlara yumuşak davran, anlayış göster ve Hz. Ali’nin emri gelinceye kadar bekle.” diyerek tavsiyede bulundu. Ancak Osman b. Huneyf onun bu tavsiyesini dinlemedi.[716]

Osman b. Huneyf halkı mescitte toplayarak onları silahlanmaya çağırdı ve he­men savaşa hazırlanmaları için emir verdi. Daha sonra Kûfeli Kays kabilesinden hileci olduğu rivayet edilen bir adamı çağırtıp halka çağrıda bulunmasını istedi. Bu adam: “Ey ahali! Ben Kays b. Akadiyye el-Hümeysî’yim. Bu gelenler (Cemel Ashâbı) eğer sizden korkarak geldilerse biliniz ki güvercinlerin bile emniyette olduğu bir şehirden (Mekke’den) geliyorlar ve eğer Hz. Osman’ın kanını talep etmek üzere geliyorlarsa biz zaten Hz. Osman’ın katilleri değiliz. O halde dinleyiniz ve bana itaat ediniz. Bu adamları geldikleri yere geri çeviriniz ve burada ikametlerine müsaade etmeyiniz.” dedi.[717]

Esved b. Serî’ es-Sa’dî bunun üzerine kalkıp: “Onlar bizim Hz. Osman’ın katilleri olduğumuzu mu düşünüyorlar? Hayır! Onlar Hz. Osman’ın katillerini bulmak ve onlara karşı çarpışmak üzere bizden ve başkalarından yardım dilemek üzere buraya gelmişler.” diye cevap verince halkın çoğu kendisini doğruladığı gibi bir kısmı da onu taşlamaya başladı. Osman b. Huneyf, insanların arasındaki ihtilafı görünce planladığı şeyden vazgeçti.[718]

Hz. Ali’nin Basra’ya vali olarak atadığı Osman b. Huneyf kısa sürede Basralıların Hz. Ali’ye itaatini sağladıysa da Cemel Ashâbı’nın oraya varması üzerine insanlar arasında görüş ayrılıkları meydana geldi ve neticede bu durum, iki taraf arasında mücadelenin ortaya çıkmasına sebep oldu.[719]

Hz. Aişe Cemel Ashâbı’yla birlikte Mirbed’e[720] vardı. Yüksek bir yerde konaklayıp beklemeye başladı ve bu sırada Hz. Aişe’nin grubuna katılmak isteyen Basralılar gelip onun safına katıldılar. Osman b. Huneyf de askerleriyle birlikte Mirbed’e geldi. Böylelikle Mirbed’in sağ tarafında Hz. Aişe ve ordusu sol tarafında da ise Osman b. Huneyf ve ordusu toplanmış oldular.[721]

Hz. Talha ayağa kalkıp Hz. Osman’ın faziletinden bahsederek konuşmaya başladı. Her iki taraf onu dinliyordu. Hz. Talha, Hz. Osman’ın kanının haksız yere akıtıldığını, bundan dolayı bu kanın bedelini ve katillere kısas uygulanmasını istediklerini belirterek her iki tarafı buna teşvik etmeye çalıştı. Hz. Talha’nın konuşmasından sonra Hz. Zübeyr de ayağa kalkarak benzer şeyleri söyledi. Cemel Ashâbı Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in konuşmalarını tasdik ettiler. Osman b. Huneyfin taraftarları ise karşı tarafı Hz. Ali’ye biat ettikleri halde insanları fitneye davet ettiklerini ifade ettiler.[722] İşin ilginç yanı, siyasi yaklaşım içinde olan iki taraf da bu konuşmaları kendi menfaatleri doğrultusunda yapıyordu.[723]

Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’den sonra Hz. Aişe konuşmaya başladı. Hz. Aişe: “Bir zamanlar Müslümanlardan bazıları Hz. Osman’a gelip valilerinin yaptıklarından şikâyet ediyorlar ve Medine’de bizi ziyaret ederek istişarede bulunuyorlardı. Bu valilerin yaptıkları uygulamaları anlatıyorlardı. Biz de olaylara bakıp değerlendirmeler yapıyor ve gerçekten Hz. Osman’ın bu işlerden uzak olduğunu, tertemiz ve vefalı olduğunu anlıyor diğer taraftan bu haberleri getiren adamları facir, gaddar ve yalancı olduklarını görüyorduk. Onlar gerçekten bize söylediklerinin dışında başka işler çevirmek istiyorlardı. Ancak güçlendiler, çoğaldılar ve nihayet gelip Hz. Osman’ın evini kuşatarak haram olan bir kanı haram olan bir ayda ve haram olan şehirde haksızca ve hiç bir özürleri olmaksızın akıttılar. İşte size düşen tek bir şey varsa o da, Hz. Osman’ın kanını talep etmek ve katillerini yakalayarak Allah’ın kitabının hükümlerini uygulamaktır.” diye insanlara hitap etti. Sonra konuşmasını: “Kendilerine Kitap’tan bir pay verilenleri görmüyor musun ki,aralarında hüküm vermesi için Allah ’ın Kitabına çağrılıyorlar da sonra bir kısmı yüz çevirerek dönüp gidiyor. ”[724] ayetiyle bitirdi.[725] Bunun yanında Hz. Aişe konuşmasında bu surenin: “Allah ’ın ayetlerini inkâr edenler, Peygamberleri haksız yere öldürenler, insanlardan adaleti emredenleri öldürenler var ya, onları elem dolu bir azap ile müjdele. Onlar, amelleri, dünyada da, ahirette de boşa gitmiş kimselerdir. Onların hiç yardımcıları da yoktur.”[726] ayetlerini de mesajına yakın olduğu için okumuş olabilir.[727]

Hz. Aişe’nin Kur’an’ın hükümlerinin yerine getirilmesini savunması,[728] Osman b. Huneyfin askerlerini iki gruba ayırdı. Bir kısmı Hz. Aişe’ye hak verirken diğer bir kısmı da karşı çıkarak kendilerine gelen haberlerin doğruluğunu sorgulamak gerektiğini ifade ettiler.[729]

Hz. Aişe ortamın gerildiğini görünce grubuyla birlikte Mirbed’den uzaklaşıp Debbâğîn[730] denilen yere gitti. Osman b. Huneyf ve yanındakiler oldukları yerde beklediler. Onun askerlerinden bazıları ayrılıp Hz. Aişe’nin ordusuna katıldılar.[731]

Askerlerin ayrılmasının nedeni; muhtemelen Osman b. Huneyfin Hz. Osman’ın şehit edilmesi hadisesinde, olayı Muhammed b. Ebû Bekir gibi değerlendirmesi olmuştur. Osman b. Huneyf, Hz. Osman’ın yaptığı hatalardan dolayı meşru olarak şehit edildiğini düşünüyordu. Zaten Hz. Osman kuşatma altındayken o da Medine’de bulunmaktaydı. Kardeşi Sehl b. Huneyf[732] [733] ise Hz. Ali’nin emriyle mescitte namazları kıldırmıştı. Basra’da da Hz. Osman’ın evini kuşatanlar valiyi 422 desteklemekteydiler.

Câriye b. Kudâme es-Sa’dî bu sırada Hz. Aişe’nin yanına giderek ona: “Ey müminlerin anası! Vallahi senin buraya gelmen, evini terk etmen ve bu devenin üzerine binip de silahların kızıştırılmasına sebep olman Hz. Osman’ın şehit edilmesinden çok daha kötü bir iştir. Allah’ın sana ihsan etmiş olduğu ve açılıp ortaya serilmemesi gereken bir kıymetli tarafın vardır. Fakat sen bunu açığa serdin ve onu ayaklar altına atmış oldun. Vallahi senin böyle savaşa çıktığını görenler kanını da mubah kılarlar. Eğer sen gerçekten buralara kendi isteğinle gelmişsen hemen evine geri dön. Zorla getirilmişsen hemen Müslümanlardan yardım iste ve bu işten vazgeç.”[734] diye tavsiyede bulundu.

Benî Sa’d’dan genç bir adam benzer şekilde Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in yanına giderek: “Ey Zübeyr! Hani sen Hz. Peygamber’in en yakın arkadaşlarındandın. Ve sen ey Talha! Sen Hz. Peygamber’i kendi elinle koruyan bir adamdın. Şimdi ikiniz anneniz Hz. Aişe’yi almış buraya gelmişsiniz. Peki,hanımlarınızı da buraya getirdiniz mi?” diye sordu. İkisi hayır cevabı verince genç adam: “Vallahi ben sizin yaptıklarınızdan hiçbirine katılmıyorum.”[735] dedi ve ikisine olan tepkisini şu şiirle dile getirdi:

“Kendi hanımlarınızı koruyup annenizi getirdiniz,

Ey Aişe! Ömrüne and olsun ki bu onların insafsızlığındandır.

evinde oturup iffetini korumakla emredilmişken, Sahraları süratle kat etmeyi arzuladı,

Talha ve Zübeyr yüzünden onun sakınması gereken kıymeti yok oldu.

İşte bu onların nasıl bir kötülük yaptıklarını anlatmaya yeter.”[736]

BASRA’DAKİ İLK ÇATIŞMA

Cemel Ashâbı’yla Basralıların gergin bir şekilde beklediği sırada Osman b. Huneyfin komutanlarından Hukeym b. Cebele, Cemel Ashâbı’na saldırdı. Cemel Ashâbı savaşmak istemiyordu. Bunun için Basralıları durdurmak istedilerse de çabaları sonuç vermedi ve iki taraf çarpışmaya başladılar. Bu arada Cemel Ashâbı kendilerini korumaya çalışırken Hukeym b. Cebele atını onların üzerine sürüyor ve onları savaşa zorla çekmeye çalışıyordu. Böylece bir süre mızrak uçlarıyla çarpışıp durdular. Hz. Aişe savaşmak niyetinde olmadığından askerlerini Beni Mazin kabilesinin mezarlığının yanına doğru çekti. Oraya vardıklarında ise karanlık bastırdığından iki taraf da çarpışmaya son verdiler.[737]

Osman b. Huneyf, o gece Basra’daki köşküne çekildi. Cemel Ashâbı da Dâr er-Rızk bölgesinde geceyi korku içinde geçirdi. Çünkü Hukeym b. Cebele orada onları sürekli rahatsız edip küfrediyordu. Abdülkays kabilesinden biri Hukeym b. Cebele’ye kime küfrettiğini sordu. O da, Hz. Aişe’ye küfrettiğini söyledi. Bunun üzerine adam ona: “Ey kötü kadının oğlu müminlerin anasına mı küfrediyorsun?” diye tepki gösterince Hukeym b. Cebele onu mızrakla öldürdü ve bu küfürlerine de­vam ederek gitti. Yolda karşısına çıkan bir kadın, “Müminlerin anasına mı küfrediyorsun ey kötü kadının oğlu?” diye seslenince Hukeym b. Cebele o kadını da öldürdü.[738]

İki taraf sonraki gün öğleye kadar tekrar şiddetlice çarpıştılar. Osman b. Huneyfin taraftarlarından birçok kimse öldürüldü ve her iki taraftan da yaralananlar çoktu. Çatışma her iki tarafa da zarar vermeye başlayınca iki taraf da aralarında yazışarak barış çağrısında bulundular.[739]

Basra’daki bu ilk çatışma Küçük Cemel[740] ya da Birinci Cemel[741] olarak da adlandırılmaktadır.

MEDİNE’YE ELÇİNİN GÖNDERİLMESİ

Osman b. Huneyfin taraftarları ile Cemel Ashâbı’nın yaptıkları yazılı antlaşmaya[742] göre Medine’ye Kâ’b b. Sûr (Süver)[743] elçi olarak gidecek, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Hz. Ali’ye zorla mı biat ettirildiği yoksa kendi istekleriyle mi biat ettiklerini öğrenecekti. Eğer zorla biat ettirilmişlerse, Osman b. Huneyf Basra’dan çıkıp gidecek ve şehri Cemel Ashâbı’na terk edecekti; yok eğer zorla biat ettirilmemişlerse Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Basra’yı terk edecekti.[744]

Kâ’b b. Sûr (Süver) Medine’ye Cuma günü vardı. Halk onun etrafına toplandı. Kâ’b b. Sûr (Süver) onlara kendisinin Basra’nın elçisi olduğunu ve Medine’ye Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Hz. Ali’ye kendi istekleriyle mi yoksa zorla mı biat ettiklerini öğrenmeye geldiğini söyledi. Bu soru karşısında herkes susmayı tercih ederken Üsâme b. Zeyd[745] ayağa kalkıp Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in zorla biat ettirildiğini söyledi. Bunun üzerine Temmâm b. el-Abbâs’ın işaretiyle Sehl b. Huneyf ve bazıları Üsâme b. Zeyd’e hücum ettiler. Bunun üzerine Suheyb,[746] Ebû Eyyûb el- Ensârî,[747] Muhammed b. Mesleme[748] ile ashaptan bazıları sert tepki göstererek Üsâme b. Zeyd’in doğru söylediğini ifade ettiler. Üsâme b. Zeyd’i linç edilmekten kurtardılar. Suheyb Üsâme b. Zeyd’in elinden tutup evine götürürken kendileri gibi susmayı neden tercih etmediğini sordu. O da işlerin bu noktaya varacağını öngöremediğini söyledi.[749]

Hz. Ali’ye bu durum iletilince o, Osman b. Huneyfe kızarak bir mektup yazdı. Mektubu Basra’ya geri dönen Kâ’b b. Sûr (Süver) aracılığıyla gönderdi. Hz. Ali mektubunda Hz. Talha ile Hz. Zübeyr’in belirli bir grup tarafından biate zorlanmadıklarını ashabın ileri gelenlerinden fazilet sahibi bazı kimselerin zorlamasıyla biat ettiklerini dolayısıyla topluluktan ayrılmaktan ziyade toplulukla birlikte olmaya ve fazilet hususunda birleşmeye zorlamış olduklarını yazdı. Bunun yanında şayet Hz. Talha ile Hz. Zübeyr kendisini halifelikten alıkoymak istiyorlarsa bu konuda ikisinin bir gerekçelerinin olmadığını ancak başka bir amaçları varsa bunu açıklamalarını, kendisinin de bu konuda düşüneceğini dile getirdi.[750] Bu bilgilere göre; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in biat etmelerinde zorlama olduğu anlaşılmaktadır.[751]

Hz. Ali’nin mektubunu Kâ’b b. Sûr (Süver) Osman b. Huneyfe ulaştırınca o da gelen mektubu delil olarak göstererek:[752] “Bu bizim kendiliğimizden ileri sürdüğümüz bir durum değildir.” dedi.[753] Hz Talha ile Hz. Zübeyr, Osman b. Huneyfe haber göndererek yanlarına gelmesini istediler ancak o yanlarına 443 gitmedi.[754]

OSMAN B. HUNEYF’LE ÇATIŞMA

Osman b. Huneyfin bu tavrı üzerine Hz. Talha ve Hz. Zübeyr karanlık, yağışlı ve fırtınalı bir gecede adamlarını toplayarak yatsı namazı için mescide gittiler. O gece Osman b. Huneyf namaza geç kaldığı için ya da gelmediğinden dolayı onlar da Abdurrahman b. Attâb’ı namaz kıldırmak için öne geçirdiler. Bunun üzerine Basralılar tepki gösterince iki grup arasında tartışma çıktı. Cemel Ashâbı’yla Basralılar mescidin içinde çarpıştılar ve o gece aralarında yaklaşık kırk kişi öldü.[755]

Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in bazı adamları o gece Osman b. Huneyfin köşkünü basıp onu zorla alıp mescide getirdiler. Osman b. Huneyfi getiren adamlar yolda onun saçını sakalını yoldular.[756]

Erkocaaslan, Şiî eğilimli kaynaklarda geçen bu rivayetin Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in anlaşmaya yanaşmayan ve bozguncu kimseler olduğunu göstermek için uydurulmuş olabileceğini ifade ediyor.[757] Demircan’a göre; böyle bir davranışın, dini hükümleri uygulamak amacıyla harekete geçen Cemel Ashâbı’nın askerleri tarafından yapılmış olması çelişki arz etmektedir.[758] Şurası bir gerçek ki, kitleleri harekete geçirmek zor, onları kontrol etmek daha da zordur.

Hz. Talha ve Hz. Zübeyr bu duruma üzüldüler ve Hz. Aişe’ye durumu bildirerek ne yapmaları gerektiğini sordular. Hz. Aişe de Osman b. Huneyfi serbest bırakmalarını istedi.[759]

Cemel Ashâbı’nın bu tavrı gerçekten Hz. Ali’yi tahrik edici nitelikteydi. Ayrıca bir taraftan mağdur ve mazlum bir şekilde şehit edilen Hz. Osman’ın kanını savunmaya çalışırken öte taraftan başka mağduriyetlere sebep olmak şiddet yolunu tercih eden hareketlerin kaçınılmaz sonudur.[760]

Başka bir rivayete göre ise; Hz. Aişe, Osman b. Huneyf yakalanıp getirildiğinde onun öldürülmesini istedi ancak orada bulunan bir kadının tepkisi üzerine Hz. Aişe onun hapsedilmesini emretti. Mücâşi’ b. Mes’ûd ise onun kırbaçlanıp saç, sakal ve kirpiklerinin yolunması istedi. Onlar da Osman’a kırk sopa vurup sakalını kaşlarını ve kirpiklerini yolarak hapsettiler daha sonra da serbest bı- raktılar.[761] Bu da gösteriyor ki, hareket başladıktan sonra kontrolden çıkmış, Hz. Osman’ın şehit edilmesine kin duyanların ve maddi çıkar peşinde olanların harekete katılmalarına engel olunamamıştır.[762]

Yine benzer bir rivayete göre; bu olaydan sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Basralılara hitapta bulunarak meydana gelen bu çarpışmalardan dolayı Allah’a tevbe ettiklerini ve zamanında Hz. Osman’a sadece serzenişte bulunmak istediklerini ancak kötü niyetli kimselerin iyi niyetli insanlara karşı üstünlük sağlayarak onu şehit ettiklerini söylediler. Bunun üzerine Basra halkından bazıları Hz. Talha’ya kendilerine gelen mektuplarında böyle şeyler söylemediğini başka şeyler yazdığını söylediler. Hemen ardından Hz. Zübeyr kalkıp, onlara bu konuda kendisinden mektup gelip gelmediğini sordu ve Hz. Osman’ın şehit edilmesini hatırlatarak Hz. 452

Ali nin kusurlarını ifade etmeye başladı.

Abdülkays kabilesinden birisi, o sırada kalkıp Hz. Zübeyr’e susup kendilerini dinlemesini istedi. Sonra orada bulunanlara: “Ey muhacirler topluluğu! Hz. Peygamber’in çağrısına ilk icabet eden kimselersiniz ve bundan dolayı sizin ayrı bir üstünlüğünüz vardır. Sizin İslâm’a girişinizden sonra diğer insanlar da girmiş ve İslâm’ı sizin gibi kabul etmişlerdir. Hz. Peygamber vefat edince siz yine kendinizden birine biat ettiniz. Biz de bu biate rıza göstererek teslim olduk. Siz herhangi bir konuda bize kesinlikle başvurmadan ve bizi bir göreve getirmeden işlerinizi hallettiniz. Allah ilk halifeyle İslâm’ı bereketlendirdi. Sonra o vefat edince yerine başka birini başa getirdiniz ve yine bize danışmadınız. Biz yine razı olup teslim ol­duk. O da vefat edince kendi işinizi altı kişilik bir şûraya havale edip Hz. Osman’ı seçtiniz ve aynı şekilde bize hiç danışmadan ve başvurmadan ona biat ettiniz. Sonra yine Hz. Osman’da bazı şeyleri görerek hoş karşılamadınız ve tutup yine bize danışmadan şehit ettiniz. Arkasından yine bize danışmadan Hz. Ali’ye biat ettiniz. Peki, Hz. Ali’de beğenmediğiniz ve reddettiğiniz ne gibi şeyler vardır ki ona karşı savaşalım? O, ganimetlere istediği gibi mi el koydu yoksa hakkı dışında bir uygulamaya mı girişti veya sizin beğenmediğiniz ve reddedeceğiniz bir şey mi yaptı? Söyleyin eğer böyle bir şey yapmışsa sizinle birlikte olalım. Yok, eğer Hz. Ali böyle bir davranışta bulunmamışsa sizin bu yaptıklarınız nedir?” diyerek hitap etti.[763] [764] Onun bu konuşması üzerine bazıları ona hücum ettiler ancak kabilesi onu öldürülmekten korudu.[765]

Cemel Ashâbı sonraki gün Osman b. Huneyfin taraftarları üzerine hücum ederek yaklaşık yetmiş kişiyi öldürdü. Osman b. Huneyf ve taraftarları bertaraf edildikten sonra emniyet kuvvetlerini de ele geçiren Hz. Talha ve Hz. Zübeyr

Basra’ya tamamen hâkim oldular. Basra halkından bir kısmı onlara tabi olurken bir kısmı da gizlendiler.[766] Durum bu aşamaya geldiğinde Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Basra üzerinde yoğun bir etki oluşturdular. Aslında bu etki, daha önceden de mevcuttu. Hz. Ali’nin halife seçildiği ve kendisinden Hz. Osman’ı şehit edenlerin cezalandırılması istendiği ilk günlerde Hz. Talha Hz. Ali’ye Basra’dan bu iş için asker toplayabileceğini ifade etmişti. Ayrıca Hz. Osman şehit edildiğinde Basralılar Hz. Talha’yı halife seçmek istemişlerdi. Böyle bir durumda Basralılar Hz. Ali’ye biat etmiş olsalar dahi, Hz. Talha’nın da içerisinde bulunduğu Cemel Ashâbı’na muhalefet etmekte zorlandıkları anlaşılmaktadır.[767]

Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Basra’daki beytülmalin başına Abdurrahman b. Attâb’ı tayin ettiler.[768] [769] Hz. Talha ile Hz. Zübeyr beytülmaldeki malları, itaat eden 458 halka dağıttı. Bunun üzerine halk akın akın gelerek erzaklarını almaya başladılar.

Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Basra’da hâkimiyeti ele geçirmesiyle birlikte Hz. Ali’ye karşı Şam’dan sonra Basra’da da bir itaatsizlik yaşanmış oldu.[770]

Apak, Basra’yı hâkimiyeti altına alan Cemel Ashâbı’nın bu tutumunu eleştirmektedir. Ona göre; Hz. Osman’ın kanını talep etmek üzere toplanan Cemel Ashâbı Hz. Ali’nin Basra valisi Osman b. Huneyfi şehirden bu şekilde çıkarmak suretiyle aslında bir isyan girişimini başlattılar. Sırf bu olay dahi Cemel Ashâbı’nın niyetinin Hz. Osman’ın katillerini cezalandırmaktan çok farklı ve ileri boyutta olduğuna işaret eder. Üstelik onların bu girişimi Hz. Osman’ın şehadetini aydınlatmak bir yana olayın daha da içinden çıkılmaz hale gelmesine yol açmıştır.[771]

Demircan da Cemel Ashâbı’nın Basra’daki uygulamalarını eleştirmektedir. Ona göre; dini hükümleri uygulatmak niyetiyle harekete geçen Cemel Ashâbı’nın Basra’daki uygulamaları çelişki arz etmektedir. Onun değerlendirmesine göre; muhtemelen Cemel Ashâbı’nın hareketi daha sonra kontrolden çıkmış, Hz. Osman’ın şehit edilmesine kin duyanların ve maddi çıkar sağlamak isteyenlerin harekete katılmalarına engel olunamamıştır.[772]

HUKEYM B. CEBELE’YLE ÇATIŞMA

Osman b. Huneyf’in başına gelenleri duyan Hukeym b. Cebele Hz. Osman’ın katillerinden olup Abdülkays kabilesinden ve onlara tabi olan Rabîa kabilesinden bir grup bu duruma kızıp harekete geçtiler.[773] Hukeym b. Cebele komutasında yaklaşık 300 asker topladılar[774] ve Dâr er-Rızk denilen yere kadar geldiler.[775]

Hukeym b. Cebele ve grubu Dâr er-Rızk’a vardığında orada bulunanlar yemek yiyorlardı. Abdullah b. Zübeyr, Hukeym b. Cebele ve adamlarını yemeğe davet etti ve ne istediklerini sordu. Hukeym b. Cebele Osman b. Huneyf’i serbest bırakmalarını ve anlaşmaları gereği Hz. Ali’den haber gelinceye kadar onun valilik makamında kalmasına izin vermeleri gerektiğini söyledi. Ayrıca onların yaptıklarından duyduğu rahatsızlığı dile getirerek kendilerinden öldürülen insanların kanından dolayı onların kanının kendilerine helal olduğunu belirtti. Bunun yanında Allah’ın haram kıldığı kanı neye göre helal kıldıklarını sordu. Abdullah b. Zübeyr Hz. Osman’ın kanıyla helal kıldıklarını söyledi.[776]

Hukeym b. Cebele: “Sizin öldürdüğünüz bu adamlar mı Hz. Osman’ı şehit etti? Allah’ın bir gün sizi sorguya çekeceğini düşünmüyor ve ondan korkmuyor musunuz?” dedi. Abdullah b. Zübeyr de ona Hz. Ali’ye biatinden vazgeçmediği müddetçe hiçbir isteğini yerine getirmeyeceğini söyledi. Bu cevap Hukeym b. Cebele’yi kızdırdı. Askerlerine dönerek bu aşamadan sonra yapabileceği bir şeyin kalmadığını ifade ederek çatışmak istediğini, bundan dolayı içinde şüphe taşıyanların ayrılabileceğini, şüphe taşımayanların ise kendisiyle birlikte hareket etmelerini söyledi.[777]

Hz. Talha ve Hz. Zübeyr bu durum karşısında “Basra halkından intikam almayı bize nasip eden Allah’a hamdolsun. Allah’ım onlardan tek bir şahsı sağ bırakma.” diye dua ettiler. Daha sonra her iki taraf şiddetli bir çarpışmaya girdiler.[778]

Hukeym b. Cebele’nin yanında dört komutan bulunuyordu. Bu çarpışmalar sırasında Hukeym b. Cebele Hz. Talha’yı, Zureyh de Hz. Zübeyr’i gözetiyordu. Öte yandan İbn el-Muhteriş Abdurrahman b. Attâb’ı, Hurkûs b. Züheyr de Abdurrahman b. Haris b. Hişâm’ı sürekli kollayıp durdular. Çarpışmaların şiddetlendiği bir anda Hukeym b. Cebele etrafındakilere kılıçla saldırıyorken adamın biri ona bir darbe indirip ayağını kesti. Hukeym b. Cebele emekleyerek ayağının yanına kadar vardı ve eline kesik ayağını alıp onu kesen adama fırlattı ve arkasından gidip adamı öldürdü. Sonra ayağını yeniden eline aldı ve öldürdüğü adama dayanarak oturdu. Hukeym b. Cebele: “Ey bacak! Seni pek önemsemiyorum. Senin yerine kolum vardır. Onunla parçamı himaye ederim. Ölmek benim için utanç değildir. Halk arasında utanç; cepheden kaçmaktır. Harap olup ölmek, şerefi rezil etmez.” dedi. Bu sırada biri ona kendisine ne olduğunu sorunca o, yastık gibi dayandığı adam tarafından öldürüldüğünü söyledi. Sonra bu adam Hukeym b. Cebele’yi alarak onun adamlarından yetmiş kişilik bir grubun yanına götürdü.[779]

Hukeym b. Cebele kılıçların şakırtısı altında tek ayakla yıkılmış halde: “Biz Hz. Ali’ye biat edip itaat ettikten sonra ona muhalefet ederek Hz. Osman’ın kanını talep etmek üzere çarpışmaya gelmiş bu iki adama karşı çıktık ve çarpışmalara giriştik. Hâlbuki birbirimizin komşusu ve aynı evin evlatlarıydık ve bunlar aramıza girip bizi ikiye böldüler. Allah’ım sana yemin olsun ki bunlar Hz. Osman’ın kanını talep ediyor değiller.” diyordu.[780]

Hukeym b. Cebele böyle söylenirken adamın biri ona seslenerek: “Ey rezil adam! Mazlum ve maktul imama karşı yüklenmiş olduğunuz bu kötü tavrınıza karşılık Allah’ın cezası isabet edince etrafı ısırmaya başladınız değil mi? Siz cemaate saldırıp onları ikiye böldünüz ve onların kanını akıttınız. İşte, Allah’ın senden almış olduğu intikamı gözlerinle gör!” dedi. Sonra Hukeym b. Cebele ve Hz. Osman’ın katilleriyle taraftarlarından olan yetmiş kişi kadar Medineli öldürüldüler.[781]

Hukeym b. Cebele’yi Yezîd b. Eşlem el-Hüdânî adında biri öldürmüş ve çarpışmaların sonunda Yezîd ve kardeşi Ka’b’ın cenazeleri arasında Hukeym b. Cebele de bulunmuştu. Hukeym b. Cebele, oğlu el-Eşref ve kardeşi er-Ri’il b. Cebele ile birlikte öldürülmüştü.[782]

Başka bir rivayette ise; Hukeym b. Cebele’nin Duhayn adında birisi tara­fından öldürüldüğü ifade edilir.[783]

Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in taraftarları Hukeym b. Cebele’yi öldürdükten sonra Osman b. Huneyfi de öldürmek istediler. Ancak bu karardan vazgeçip onu serbest bıraktılar. O da Hz. Ali’nin yanına gitti. Bunun yanında muhaliflerden Züreyh ve yanındakiler de öldürüldü. Hurkûz b. Züheyr ile yanında bulunan bir grup arkadaşı ise birlikte kaçıp kendi kabilelerine sığındılar.[784] Böylece Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e muhalefet eden Basralıların moralleri oldukça bozuldu.[785]

İslâm tarihinde çok sayıda Müslümanın öldüğü ilk kanlı iç savaş burada gerçekleşti. Ayrıca bu olay Cemel Vak’ası’nın meydana gelmesi için zemin oluşturdu. Hz. Osman’ın kanını dava edenler ile Hz. Ali’nin halifeliğini kabul eden çok sayıda Müslümanın ölümüne sebep oldular.[786]

Muhtemelen Hz. Ali’nin taraftarları Kur’an’daki biatle ilgili, “Sana biat edenler ancak Allah ’a biat etmiş olurlar. Allah ’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah’a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.”[787] ayetinin hükmüne dayanarak 477

mücadele ettiklerine inanmaktaydılar.[788]

Muhalifler ise; “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbiniz’den bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem verici azab vardır. ”,[789] “Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (bu hükme uyarak) korunursunuz.”,[790] “Onda (Tevrat’ta) üzerlerine şunu yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir. Kim de hakkını bağışlar, sadakasına sayarsa o, kendisi için kefaret olur. Allah ’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir.”[791] [792] ayetlerinin hükmüne dayanarak Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması gerekliliğine 481 inanarak savaşmaktaydılar.

Netice olarak her iki taraf da savaşın Allah’ın hükmüne uygun olduğunu düşünüyordu. Taraflar kendi açılarından dinen haklı olduklarına inanıyorlardı.[793] Ancak şu var ki, her ne kadar taraflar zaman zaman dinî argümanları kullanmış olsalar da gerçekte bu kavga tam anlamıyla siyasi bir mücadeleydi. Dinî nasların yorumlanması ya da batıla saplanmış bir fırkanın kurtarılması amacıyla bu olay meydana gelmiş değildir.[794]

CEMEL ASHAB’ININ BASRA’DA HÂKİMİYETİ

25 Rebîülevvel 36/11 Eylül 656’da meydana gelen bu olaylardan sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e Basralılar biat ettiler. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr kendilerine itaat edenlere atiyye verilmesini ve yiyecek dağıtılmasını emrettiler ve böylece bunlara diğerlerine göre bir ayrıcalık tanımış oldular.[795]

Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Basra’da intikam alacakları Hurkûz b. Züheyr’den başka kimse kalmadığından dolayı orada ikamet ederek Şam halkına meydana gelen hadiselerden söz eden müjdeleyici mektuplar gönderdiler.[796]

Hz. Zübeyr kendisiyle birlikte Hz. Ali’yi karşılamak için yaklaşık 1000 civarında süvariye çağrıda bulundu. Ancak kimse onun bu çağrısına karşılık vermedi. Buna üzülen Hz. Zübeyr bu durumu fitne olarak değerlendirdi ve bu konuda kendisinin doğru adım attığı halde, bunun onu ileri mi geri mi götürdüğünü bir türlü kestiremediğini ifade etti.[797]

Hz. Aişe de Kûfelilere mektup yazarak Basra’da meydana gelenleri anlattı ve Müslümanların Hz. Ali’ye biat etmemekte direnmelerini tavsiye etti. Ayrıca Hz. Osman’ın katillerinin istenmesi konusunda da ısrar etmelerini istedi. Yine aynı şe­kilde, Hz. Aişe Yemâme ve Medine halkına da meydana gelen olayları ve başlarına gelenleri anlatan mektuplar yazdı ve bunları oralara iletti.[798]

HZ. ALİ’NİN CEMEL ASHÂBI’NA KARŞI ÖNLEMLERİ

Hz. Ali halife olduktan sonra devletin önemli vilayetlerine çeşitli tayinler yaptı. Hz. Ali, Sehl b. Huneyf i Şam’a, Osman b. Huneyf’i Basra’ya, Umâra b. Şihâb’ı Kûfe’ye, Ubeydullah b. Abbâs’ı Yemen’e, Kays b. Sa’d’ı da Mısır valiliğine tayin etti.[799]

Şam’a vali olarak tayin edilen Sehl b. Huneyf yola çıktı. Sehl b. Huneyf Tebük’e vardığı sırada bir grup atlıyla karşılaştı. Atlılar kendisine nereye gideceğini sordular. O da, Şam’a vali olarak atandığını ve oraya gideceğini söyledi. Atlı grup, şayet Hz. Osman onu vali olarak gönderdiyse yola devam edebileceğini yok eğer Hz. Osman’dan başkası onu vali olarak gönderdiyse geri dönmesini söylediler. Bunun üzerine Sehl b. Huneyf, Şam’a gidemedi ve Hz. Ali’nin yanına tekrar geri döndü.[800]

Sehl b. Huneyf, Şam yolundan geri dönüp başından geçenleri anlatınca Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’i çağırarak onlara: “Sizi sakındırmak istediğim husus; işte maalesef ortaya çıktı. Bu ancak üzerine gitmekle çözülebilecek bir iş, ölümden beter bir fitne, üzerine varıldıkça alevi artan ve sürekli kızışan bir ateştir.” dedi. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de: “Bize izin ver de Medine’den çıkıp gidelim. Ya bu konudaki görüşümüzde ısrar edelim ya da bize müsaade et de çekip gidelim.” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Hz. Ali: “Sizi tutabildiğim müddetçe tutacağım fakat bu işe eğer başka bir çare bulamazsam tedavinin başka bir şekli de dağlamadır.” karşılığını verdi.[801]

Hz. Ali daha sonra Muâviye ’ye Sebra el-Cühenî’yi elçi olarak gönderdi. Sebra el-Cühenî Muâviye ’nin huzuruna çıkıp konuşmaya başladı ancak Muâviye  ona hiçbir şekilde cevap vermedi. Sebra konuştukça Muâviye  sürekli olarak okuduğu beyitlerle Hz. Osman’ın kanından ve bunun intikamının alınması gerektiğinden ve kaçınılmaz bir savaştan bahsetti.[802]

Şam valiliği görevini, uzun yıllar boyunca halkı memnun edecek şekilde yürütmeyi başaran Muâviye , Hz. Ali’yi halife olarak tanımayı ve bunun yanında onun emri üzerine bu görevi bırakmayı düşünmüyordu. Ayrıca Hz. Osman’ın akrabası olması hasebiyle Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e nispeten Hz. Ali’ye karşı muhalefet konusunda daha sağlam bir dayanağı vardı. Bunun yanında onun halifelikte de gözü yoktu. Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle birlikte görevinin bittiği düşüncesinde değildi ve ihtilale rağmen bu konumunu korumayı da başardı. Hz. Osman’ın yeğeni olduğundan onun intikamını alma hakkına sahip olması muhalefette onun elini güçlendiriyordu.[803]

Hz. Osman’ın şehit edilmesinden yaklaşık üç ay sonra Safer ayında Muâviye  Benû Abs’tan Kubeysa adında birini elçi olarak Medine’ye göndermeye karar verdi. Muâviye , dışında kendi mührüyle mühürlediği ve üzerine “Muâviye’den Ali’ye” ibaresinin yazılı olduğu bir mektubu elçiye verdi. Elçiye Hz. Ali’ye söylemesi gereken şeyleri söyledikten sonra ona Medine’ye vardığında mektubu alt tarafından tutup kaldırmasını tembihledi ve onu Hz. Ali’nin elçisiyle birlikte Medine’ye gönderdi. Her iki elçi Rebîülevvel ayında Medine’ye vardılar.[804]

Kubeysa Muâviye ’nin kendisine emrettiği gibi mektubu bir tarafından tu­tup havaya kaldırdı. Mektubu bu şekilde gören halk Muâviye ’nin Hz. Ali’ye karşı çıktığını anladı. Kubeysa Hz. Ali’nin huzuruna çıkıp mektubu kendisine sundu. Hz. Ali mektubun dışındaki mührü açtığında içinde herhangi bir yazının olmadığını gördü. Elçiye geldiği yerde neler olup bitiğini sordu. Elçi de can güvenliği sözünü aldıktan sonra geldiği yerde, insanların cami minberine astığı, altmış bin kişiyi ağlatan Hz. Osman’ın kanlı gömleğinin olduğunu ve bu topluluğun kısastan başka hiçbir şeye razı olmayacağını söyledi. Bu duruma sinirlenen Hz. Ali: “Hz. Osman’ın kanını benden mi istiyorlar. Ben Hz. Osman’a arka çıkmadım mı? Allah’ım! Ben Hz. Osman’ın kanına bulaşmadım. Hz. Osman’ın kanı Allah’ın iradesi dışında akmış değildir. Allah bir şeyi takdir ettiği zaman o mutlaka yerine gelir. Çık git buradan.” diye elçiye sert çıkıştı.[805]

Medineliler Muâviye ’nin bu davranışı karşısında Hz. Ali’nin ne yapacağını ve Müslümanlara karşı savaş açıp açmayacağını merak etmeye başladılar.[806] Bu sırada Hz. Hasan’ın,[807] babası Hz. Ali’yi savaştan alıkoymaya çalıştığı ve insanları bir tarafa bırakıp kendi evinde oturmasını istediği haberi yayıldı.[808]

Medineliler Hz. Ali’nin bu konuda ne düşündüğünü öğrenmek için Ziyâd b. Hanzala et-Temîmî’yi onun yanına gönderdiler.[809] Düşmanlarını siyaset yoluyla mağlub edemeyeceğini anlayan Hz. Ali,[810] konuşmanın bir yerinde Ziyâd b. Hanzala’ya Şam’a sefer için hazırlanmasını söyledi. Ziyâd b. Hanzala Hz. Ali’nin yanından ayrıldıktan sonra Müslümanlara Hz. Ali’nin Şam üzerine sefere çıkmayı düşündüğünü söyledi.[811]

Cevdet Paşa’ya göre; Müslümanların arasına büyük bir ayrılık düşeceğini anlayan[812] Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de bu sırada umre yapmak için Hz. Ali’den izin alıp Mekke’ye gittiler.[813]

HZ. ALİ’NİN ŞAM’A GİTME PLANI

Hz. Ali Muâviye ’nin biat etmeyerek ve bir şekilde kendisine meydan okuması üzerine Şamlılarla savaşmaya karar verdi. Medine halkını toplayıp: “İşlerinizin sağlam olması, Allah’ın hükümlerinin uygulanmasına bağlıdır. Bu bakımdan ona dosdoğru içinizden gelerek itaat etmelisiniz. Vallahi eğer siz böyle davranmazsanız mutlaka İslâmiyet’in bu günkü hâkimiyeti elinizden çıkacak ve sonunda İslâmiyet her taraftan çekilip Medine’ye gelip sıkışıncaya kadar elinize bir daha dönmeyecektir. Sizin toplumunuzu dağıtmak isteyen bu insanlara karşı kalkın mücadele etmeye gidin. Umulur ki, Allah sizin elinizle İslâm dünyasının çeşitli bölgelerinde meydana gelen bu kargaşayı düzeltir ve onu sizin elinizle giderir. Bu şekilde siz de görevinizi yerine getirmiş olursunuz.” diyerek halkı mücadele etmeye teşvik etti.[814]

Hz. Ali daha sonra Mısır valisi Kâys b. Sa’d’a, Basra valisi Osman b. Huneyfe, Kûfe valisi Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’ye[815] birer mektup yazarak insanları Şamlılara karşı savaşa davet etmelerini emretti.[816] Bu arada Hz. Hasan gelip babasına: “Babacığım, savaşmayı bırak. Zira savaşta Müslümanların kanı akacaktır. Aralarına anlaşmazlık girecektir.” dediyse de babasını ikna edemedi.[817]

Hz. Ali Muhammed b. el-Hanefiyye’yi çağırıp ona sancağı teslim etti. İbn Abbas’ı ordunun sağ kanadına, Amr b. Selime’yi veya diğer bir rivayete göre; Amr b. Süfyân b. Esed’i ordunun sol kanadına komutan olarak görevlendirdi. Ebû Leylâ b. Amr b. el-Cerrâh’ı da öncü kuvvetlerin başına getirerek ordusunu düzene koydu.[818] Hz. Osman’a isyan eden asilerden hiç kimseye ise bir görev vermedi.[819] Kuşam b. Abbâs’ı da kendi yerine Medine’de vekil olarak bıraktı.[820]

Hz. Ali kendisine biat eden insanları yanına alarak asilere ve kendisine biat etmeyenlere karşı mücadele etmek amacıyla hazırlıklarını tamamladı.[821]

Hz. Ali beraberindeki insanlarla Medine’den çıkacağı sırada Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in liderliğinde Mekke’de oluşan bir grubun Hz. Ali’ye karşı muhalefete kalkıştıkları haberi yayıldı.[822] Bunun üzerine Hz. Ali Şam’a gitme planını ertelemek zorunda kaldı.[823] Böylece Hz. Ali’nin Muâviye  dışında onun halifeliğini kabul etmeyen ikinci bir muhalif grup daha oldu.[824]

Hz. Ali’nin otorite sağlama girişimlerini akamete uğratan ve mücadele etmek zorunda kaldığı ilk grup Cemel Ashâbı’dır. Onların ortaya çıkışı Hz. Ali’nin Şam üzerine düzenleyeceği seferin gecikmesine sebep oldu.[825]

HZ. ALİ’NİN BASRA’YA GİTMESİ

HZ. ALİ’NİN SEFER İÇİN YAPTIĞI HAZIRLIKLAR

Hz. Ali Şam üzerine yapmayı planladığı seferin hazırlıklarını tamamladığı sırada Cemel Ashâbı’nın Hz. Ali’ye karşı hareket edecekleri haberi Medine’ye ulaştı.[826] Gelen habere göre; Cemel Ashâbı Hz. Ali’nin halifeliğini reddediyor ve bunun yanında Müslümanları da bu işi ıslah etmeye davet ediyorlardı.[827]

Hz. Ali bu haberi alınca Müslümanların Basra’ya hareket etmeleri ve Cemel Ashâbı’nın Basra’ya girmesine engel olmaları için teşvik etmek amacıyla topladı.[828]

Hz. Ali onlara: “Bu ümmet içinde son zamanlarda kopan bu fitneyi gider­menin tek yolu İslâm’ın ilk günlerinde olduğu gibi kılıca sarılmaktır. Bunun başka bir şekilde ıslah edilmesi ve ortadan kaldırılması mümkün değildir. Allah’a yardım ediniz ki Allah da size yardımcı olsun ve işlerinizi iyiye götürsün.” dedi.[829]

Medine halkının az bir kısmı dışında kimse Hz. Ali’nin bu çağrısına karşılık vermedi.[830] Hz. Ali’nin bu çağrısına Bedir Ashâbı’ndan sadece altı kişinin icabet ettiği rivayet edilir.[831] Rivayete göre; Hz. Ali’nin bu çağrısına Ebû Heysem b. Teyyihan, Huzeyme b. Sabit,[832] Ebû Katâde el-Ensârî ve Ziyad b. Hanzala gibi önde gelen bazı sahâbe icabet etti.[833]

Hz. Ali Mekke’den haber gelince: “Onların bana saldıracaklarından çekinmediğim sürece kimseye hücum etmeyeceğim. Onlar bana el uzatmazlarsa ben de uzatmayacağım. Bana yaptıklarına aynen karşılık vermekle yetineceğim.” dedi.[834]

Hz. Ali daha sonra muhalif grubun Basra’ya doğru yöneldiklerini ve oraya gitmek üzere olduklarının haberini alınca bir hayli sevinip: “Kûfe’de Arapların ileri gelenleri ve onların etrafında başka kimseler vardır.” dedi.[835] Ancak İbn Abbas ona: “Seni sevindiren şey, maalesef beni üzüyor. Kûfe, içinde Arapların ileri gelen şahsi­yetlerini barındıran bir şehirdir. Bunlar ise sayıca ellerine geçirmek ihtimalini görmedikleri bir şeye uzanmamaktadırlar. Durum böyle olduğuna göre kızgınlıkları geçip istediklerini elde edinceye kadar şerrin dinmeyeceğini sanıyorum.” diye karşılık verdi.[836] Hz. Ali ona hak verdi.[837]

Hz. Ali halife seçildikten yaklaşık dört ay sonra[838] yani Rebîülâhir 36/Ekim 656’nın sonlarına doğru Şam’a gitmek üzere hazırlamış olduğu ordusuyla birlikte Basra’ya yöneldi.[839] [840] Bu, Müslüman bir grubun başka bir Müslüman gruba karşı savaş için ilk defa yürüyüşü olacaktı.

Hz. Ali’nin amacı Basra’ya gitmek isteyen Cemel Ashâbı’ndan önce oraya varıp onları geri çevirmeye çalışmak veya Basra’ya varmadan önce onlarla çarpışmaktı.[841]

Hz. Ali Medine’den çıkacağı sırada Ümmü Seleme ona destek olmak amacıyla yanına varıp: “Ey müminlerin emiri! Eğer Allah’a karşı isyan olmasından korkmasam ve senin de kabul edeceğini bilsem bu sefer için seninle birlikte çıkardım.” dedi. Sonra kuzenini Hz. Ali’ye teslim ederek: “Bu adam hem amcamın oğlu hem de kendimden daha çok sevdiğim birisidir. Onun için o da seninle gelsin ve

senin katıldığın bütün olaylara katılsın.” dedi. Sonra bu kişi Hz. Ali ile birlikte 1 1 ll’l’l.-ll ,531

çıkmış ve hep onunla birlikte kalmıştı.

Hz. Ali yola çıktığında Medine’ye yerine Temmâm b. Abbas’ı Mekke’ye de Kusem b. Abbas’ı vekil olarak görevlendirdi.[842] [843] Başka bir rivayete göre ise; Medine’de kendi yerine vekil olarak Sehl b. Huneyf’i bıraktığı ifade edilir.[844]

HZ. ALİ’NİN REBEZE’YE VARMASI

Hz. Ali Kûfe ve Basra halkından gönüllü olarak yaklaşık 400[845] veya 900 kişilik[846] başka bir rivayete göre ise; ensardan 700 kişilik[847] veya Medinelilerden 4000 kişilik[848] bir grupla yola çıktı. Hz. Ali’nin niyeti; Cemel Ashâbı Basra’ya varmadan önce onlara yetişmek ve onlar isyan bayrağını açmadan onları bu işten alıkoymaktı.[849] Günal’a göre; Hz. Ali yola çıktığında 900 civarında askeri vardı. Ancak bazı tarihçiler, Hz. Ali’nin Medine’den 4000 kişilik bir orduyla yola çıktığını ifade etmişlerdir. O, bu iki rakamın da doğru olduğunu kabul edip, birincisinin Medine’de toplanan ikincisinin de Rebeze[850] civarında toplanan asker olduğunu ifade eder.[851]

Abdullah b. Selâm yolda Hz. Ali’yle karşılaşınca onun atının gemini tutarak: “Ey müminlerin emiri! Medine’den dışarı çıkma. Vallahi eğer sen buradan çıkacak olursan müminlerin hâkimiyeti ebediyen bir daha Medine’ye dönemez.” dedi[852] ancak Hz. Ali kararından vazgeçmedi.[853]

Yine aynı şekilde Hz. Ali Rebeze’deyken oğlu Hz. Hasan ona yetişip: “Ey babacığım! Daha önce bir kaç defa bir şeyler söyledim de sen bana karşı çıktın. Korkarım ki yarın son derece tenha bir yerde öldürülürsün ve sana yardım edecek bir tek adam olmaz.” diyerek babasını tekrar uyardı. Hz. Ali de ona: “Sen hala genizden konuşan bir cariye gibi konuşup duruyorsun. Bana ne söyledin de sana karşı koyup uymadım.” diye karşılık verdi. Hz. Hasan: “Ey babacığım! Hz. Osman’ın kuşatıldığı günlerde Medine’den çıkıp gitmeni ve şehit edildiğinde orada bulunmamanı söyledim ama bana uymadın. Hz. Osman şehit edildiği gün sana biat etmek üzere geldiklerinde bütün İslâm diyarından Araplar gelip sana biat edip ve bu şekilde güçlenip hiç kimse sana danışmadan ve uymadan herhangi bir işe kalkışamayacak duruma gelinceye kadar biat alma dedim. Yine o gün de, beni dinlemedin. Şu kadın ve şu iki adam sana karşı hazırlıklara girişip Basra’ya doğru yöneldiklerinde evinde oturmanı istedim. Bunun yanında onlar doğru yolu bulurlarsa bulurlar yoksa fesat ve fitne senden başka bir kimsenin eliyle kurcalansın diye söylediğim halde yine bana karşı çıktın ve bütün bunlarda bana uymadın.” dedi.[854]

Hz. Hasan bu konuşmasında savaş taraftarı olmadığı hatta babasına gelmekte olan fitneye bulaşmaması gerektiğini tavsiye etmektedir.[855]

Hz. Ali oğluna: “Evet ey oğulcağızım! Hz. Osman’ın evi muhasara edildiğinde Medine’den çıkma konusundaki sözlerine bakarsak, vallahi Medine’de yalnız Hz. Osman kuşatılmamıştı. Onun gibi biz de kuşatılmıştık. Bütün İslâm diyarından Müslümanlar gelipte bana biat etmedikçe böyle bir biati kabul etmememi tavsiyene gelince her şeyden önce bu iş Medine halkının işidir ve onların hakkıdır. Bu haklarını kaybettirmeyi kesinlikle uygun görmedim ve hoş karşılamadım. İnsanlar gelip Hz. Osman’ı şehit ettiler ve gayet itaatkâr olarak ve isteyerek gelip bana biat ettiler. İşte ben de bunun için Allah hükmünü verinceye kadar bana itaat edenlerle birlikte muhalefet edenlerle çarpışacağım ve sonunda hâkimlerin en büyüğü olan Allah hükmünü verecektir. Son olarak Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Mekke’den çıktıklarında evimde oturmamı söylemene gelince bana bir görev düştüğünde nasıl olur da yerimde otururum? Sen benim kuşatılmış bir sırtlan gibi olmamı mı istiyorsun? Bir sırtlan kuşatıldığında gizlendiği yerden arka ayaklarından çekilip çıkarılıncaya kadar burada olmadığı söylenir böyle olmamı mı istiyorsun? Ben üzerime düşen göreve atılmasam ve bu işlerde beni ilgilendiren meselelere el koymasam bu işlere kim gelip bakacak? Ey oğlum! Seni ilgilendirmeyen meselelerden biraz uzak dur.” diyerek cevap verdi ve kararından yine vazgeçmedi.[856]

Hz. Ali ve yanındakiler Rebeze’ye vardıklarında, Cemel Ashâbı’nın buradan geçtiği haberini alınca ne yapacaklarını düşünmek ve görüşmek üzere burada konakladılar. Hz. Ali bu sırada Basra’daki halkın yaptıklarını haber alınca Muhammed b. Ebi Bekir ve Muhammed b. Cafer’le Kûfelilere bir mektup gönderdi.[857]

Hz. Ali Rebeze’deyken Medine’ye haber gönderip oradan kendisine istediği miktarda savaş malzemesi gönderilmesini emretti. Ayrıca etrafındakilere çeşitli emir ve görevler vererek şöyle hitapta bulundu: “Allah, biz son derece zelil iken, kıtlık içinde yüzüyorken, aramızda bir sürü kin, düşmanlık ve uçurumlar bulunuyorken bizi İslâm ile aziz kıldı ve bizi yüceltip birbirimize kardeş yaptı. İnsanlar Allah’ın dilediği güne kadar dinleri İslâm olmak üzere hakka bağlandılar. Allah’ın kitabını kendilerine kılavuz edindiler ve bu hayatlarını sürdürdüler. Bu durum şeytanın kendilerini aldattığı kimselerin eliyle Hz. Osman’ın başına gelenlerin vuku bulduğu güne kadar devam edip gitti. Şeytan bugün aynı şekilde o adamları aldattığı gibi bu ümmetin arasına da fitneyi sokmaya çalışıyor. Evet, bu ümmet kendisinden önceki ümmetler gibi bir sürü fırkalara ayrılacaktır. Meydana gelecek bu tefrikanın şerrinden Allah’a sığınırız. Bunun için dininize iyi yapışınız ve benim yolumu izleyiniz. Bu yol, Hz. Peygamber’in yoludur. Onun sünnetine uyup yapışınız ve önünüze çıkan her türlü zorluk ve yanlışlıklardan uzak durmaya çalışınız. Karşılaştığınız yanlışlıkları Kur’an ile değerlendirip ölçüye vurun ve Kur’an’a mutlaka yapışın. Şayet Kur’an’a uymuyorsa onu reddedin. Allah’ı rab, İslâm’ı din ve Hz. Muhammed’i peygamber olarak kabul edip Kur’an’ı yegâne kaynak ve rehber edininiz.”[858] [859]

Hz. Ali Rebeze’den Basra’ya hareket edeceği sırada İbn Ebi Refâ’a b. Râfi’ Hz. Ali’ye ne yapmak istediğini ve nereye gideceklerini sordu. Hz. Ali kendi arzu ve niyetlerinin fitneyi ıslah etmek olduğunu söyledi. İbn Ebi Refâ’a b. Râfi’ Cemel Ashâbı barış teklifini kabul etmezlerse ne yapacağını sordu. Hz. Ali onları özürleriyle baş başa bırakıp, onlara hakkı bildirip ve bu hal üzere sabredeceklerini ifade etti. İbn Ebi Refâ’a b. Râfi’ buna da razı olmazlarsa deyince Hz. Ali, onlar kendilerine ilişmedikleri sürece kendilerinin de onlara ilişmeyeceğini belirtti. Yine İbn Ebi Refâ’a b. Râfi’ peki onlar bizim yakamızı bırakmazlarsa ne yapacağını sordu. Hz. Ali yine onlardan vazgeçer, uzak durmaya çalışırız dedi. Bu konuşmanın ardından Haccâc b. Gazye el-Ensârî kalkıp Hz. Ali’ye: “Vallahi söylediklerinle bizi ikna ettiğin için biz de sana uyar ve fiillerimizle seni razı ederiz. And olsun, Allah bizi ensar diye isimlendirdiği gibi biz de onun dinine yardımcı olacağız.” diyerek destek verdi.

Hz. Ali daha Rebeze’deyken Tay kabilesinden bir topluluk gelip Hz. Ali’ye katılmak istediklerini söyledi. Hz. Ali, Allah hepsine hayır mükâfat versin diyerek sevincini dile getirdi ve devamında:[860] “Mü’minlerden özür sahibi olmaksızın (cihattan geri kalıp) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat edenler eşit olamazlar. Allah, mallarıyla, canlarıyla cihat edenleri, derece itibariyle, cihattan geri kalanlardan üstün kılmıştır.”[861] ayetini okudu.[862]

HZ. ALİ’NİN REBEZE’DEN HAREKET ETMESİ

Hz. Ali, Rebeze’den Basra’ya doğru hareket ettiğinde öncü birliklerin başına Ebû Leyla b. Ömer b. el-Cerrâh’ı, sağdaki birliklerin başına Abdullah b. Abbas’ı, soldaki birliklerin başına Ömer b. Ebî Seleme’yi getirdi. Sancağı ise Muhammed b. el-Hanefiyye’ye verdi.[863]

Hz. Ali kırmızı bir deveye binmiş doru renkte bir atı da arkasından çekiyordu. Hz. Ali Feyd’e (Yefi’d)[864] vardığında Esed ve Tay kabileleri gelip onun emrinde olduklarını bildirdiler. Hz. Ali onlara beraberinde yeteri kadar adam olduğunu belirtti. Kararı kendilerinin vermeleri gerektiğini ifade ederek muhacirlerin kendisine yeterli olduğunu söyledi.[865]

Hz. Ali orada bulunduğu sırada Kûfe’den Âmir b. Matar eş-Şeybânî geldi. Hz. Ali ona Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’nin ne düşündüğünü sordu. O da, Ebû Mûsâ el- Eş’ârî’nin savaşmak niyetinde olmadığını ve sadece sulhu istediğini söyledi. Bunun üzerine Hz. Ali de sulhtan başka bir şey istemediğini ve barış ortamının gelmesini istediğini söyledi. Daha sonra yoluna devam etti.[866]

Hz. Ali Sa’lebiyye denilen yere vardığında Osman b. Huneyfin adamlarının başına gelenler kendisine haber verildi. Hz. Ali: “Allah’ım! Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’i imtihan ettiğin şeyden beni uzak tut.” diye dua etti.[867] Daha sonra Îsed denilen yere vardığında Hukeym b. Cebele ile Osman b. Huneyfin başına gelenler ve beytülmalin yağmalanması kendisine haber verildi. Bunun üzerine Hz. Ali: “Allah’ım ne büyüksün! Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in bu yaptıklarından intikam almaya kalkışırlarsa beni bundan ne koruyacak?” diye söylendi[868] ve “Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz ’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah ’a göre kolaydır. ”[869] ayetini okudu.[870]

Şayet bu rivayet doğruysa gelişmeler karşısında şaşkınlığı ifade eden Hz. Ali, bu ayete dayanarak, niyetle sonucun farklı bir şekilde ortaya çıktığını ve bunun Allah’ın takdiriyle olduğunu vurguladığını söylemek mümkündür. Çünkü Hz. Osman’ın kanını talep etmek amacıyla yola çıkan Cemel Ashâbı, bir kişinin kanını talep ederken onlarca kişinin kanının dökülmesine sebep olmuşlardı. Bu durum onları haklı iken haksız duruma düşürdüğü gibi, Hz. Ali’nin de elini güçlendiriyordu. Ayrıca bu isyanda öldürülen insanlardan dolayı Hz. Ali’yle Cemel Ashâbı arasında anlaşma ve uzlaşma ihtimali ortandan kalkmıştı ve Hz. Ali’nin artık Cemel Ashâbı’na karşı silahlı mücadeleye hazırlıklı olması gerektiği[871] söylenebilir.

Hz. Ali Zikâr’a vardığında Osman b. Huneyf yüzünde tek bir kıl kalmadığı halde yanına geldi. Başka bir rivayete göre; Osman b. Huneyf, Hz. Ali Rebeze’deyken gelmişti. Osman b. Huneyf Hz. Ali’ye: “Ey müminlerin emiri! Sen beni sakallı olarak göndermiştin. Fakat ben bir köse gibi sakalsız olarak geri döndüm.” dedi.[872] Hz. Ali de ona: “Ey Osman! Sen ecir alıp hayırlar kazandın. Benden önce Hz. Ömer ve Hz. Osman Basra’ya valiler gönderdi de Müslümanlar kitap ve sünnet ile amel ettiler. Ben onlara vali gönderdiğimde ise böyle davrandılar. Onlar da Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de bana biat etmişlerdi. Sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr biatlerini inkâr edip Müslümanları bana karşı kışkırttılar. Hayret doğrusu! Onlar Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’a uydular da bana neden muhalefet ediyorlar, anlayamıyorum. Vallahi, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de daha önce gelip geçenler içinde benim nasıl bir kimse olduğumu iyi biliyorlar. Allah’ım, onların akdettiği her konuyu çöz, sağlam yapmak istedikleri her şeyi de sağlamlaştırma ve onların yapmak istedikleri kötülükleri de onlara göster.” diyerek karşılık verdi.[873]

Hz. Ali daha sonra Zikâr’da, Kûfe’ye mektupla gönderdiği Muhammed b. Ebû Bekir’i ve Muhammed b. Ca’fer’i beklemeye başladı.[874]

KÛFE’YE ELÇİ GÖNDERİLMESİ

Hz. Ali Rebeze’deyken Kûfelilere gönderdiği mektupta: “Ben sizi diğer şehirlerin halkına tercih ettim. Size rağbet ettim. Olan hadiselerin dışında kalıp feragat gösterdim. Kûfe’de ve İslâm beldelerinde kargaşalar çıkartmamanızı tavsiye ediyorum. Başınıza gelecek olaylardan korkuyorum. Allah’ın dinine yardımcı olun ve gelin bize katılın. Asıl dirlik ve düzeni sağlamak, bu kargaşaları yok etmek ve bu ümmetin tekrar kardeş olmasını arzu etmemizle mümkün olur.” diye yazmıştı.[875]

Muhammed b. Ebû Bekir ve Muhammed b. Ca’fer Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’nin yanına varıp ona Hz. Ali’nin gönderdiği mektubu verdiler. Bir de her ikisi halkın arasında bir müddet kalıp onlara Hz. Ali’nin işlerini ve içinde bulunduğu durumu anlattılar. Ancak kimse onların taleplerine uymadı.[876]

Hicaz halkından bazıları akşamleyin Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’nin yanına giderek bu konu hakkında ne düşündüğünü sordular. Ebû Mûsâ el-Eş’ârî: “Görüş beyan et­mek, asıl daha önce gerekli ve geçerliydi. Bugün görüşümüzü açıklamamız gayet kolaydır. Çünkü daha önce böyle önemsemediğimiz adam işte gördüğünüz gibi bugün üzerimize gelmiş bulunmaktadır. Bugün burada iki durumla karşı karşıyayız. Birincisi, evlerimizde oturmamız ki bu ahiretimiz için daha hayırlıdır. İkincisi ise çıkıp savaşa gitmemizdir ki bu da dünyamız için daha hayırlıdır. Siz bu ikisinden birini seçiniz.” diye tavsiyede bulundu.[877] Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’nin bu tavsiyesi üzerine hiç kimse çıkıp Hz. Ali’nin yanına gitmedi.[878]

Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’yi, Hz. Ali veya Hz. Aişe’nin yanında yer alarak silaha koşmaktansa Hz. Osman’ın katillerini usulüne uygun olarak cezalandırmakla daha ilgilenir bulan Muhammed b. Ebû Bekir ve Muhammed b. Ca’fer[879] ona kızıp ağır sözler söylediler. O da onlara: “Vallahi Hz. Osman’ın biati benim ve Hz. Ali’nin boynundadır. Eğer mutlaka savaşılacaksa biz her nerede olurlarsa olsunlar ve her kim olurlarsa olsunlar Hz. Osman’ın katilleriyle olan davamızı sonuçlandırmadıkça hiç kimseyle savaşmayacağız.” dedi.[880] [881]

Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’nin bu ifadelerinden onun Hz. Osman’ın haksız yere şehit edildiği kanaatini taşıdığı ve Hz. Ali’nin halifeliğine de sıcak bakmadığı 570 anlaşılmaktadır.

Muhtemelen Ebû Mûsâ el-Eş’ârî Hz. Osman’ın şehit edilerek iktidardan uzaklaştırılmasına Hz. Ali’nin seyirci kaldığını düşünüyordu. Bunun yanında yine o, Hz. Ali’nin Hz. Hz. Osman’a biat ettiği halde onu savunmadığını ve ardından da Hz. Osman şehit edildiğinde Hz. Ali’nin halife seçildiğini düşünüyordu. Dolayısıyla Ebû Mûsâ el-Eş’ârî Hz. Osman’ın haksız yere şehit edildiği ve Hz. Ali’nin de üzerine düşeni yapmadığı kanaatindeydi. Ayrıca Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’nin Hz. Ali’de de bir üstünlük görmediğini[882] söylemek mümkündür.

Başka bir ihtimal ise; Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’nin Hz. Peygamber’den bizzat duyduğu; Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in doğrudan, Hz. Osman’ın ise sınanarak cennete gireceği hadisini hatırladığından[883] dolayı böyle düşündüğü söylenebilir.

Muhammed b. Ebû Bekir ve Muhammed b. Ca’fer bu durum üzerine dönüp Zikâr’da konaklayan Hz. Ali’nin yanına gittiler. İkisi olup bitenleri Hz. Ali’ye anlattılar.[884]

Hz. Ali o sırada orada bulunan Mâlik b. Eşter’e: “Sen aramızda bulunanlar içinde hem Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’ye en yakın hem de her konuda itiraz eden birisin. Bundan dolayı İbn Abbas’la ona gidin, bütün bu olup biten fesat ve kötülükleri düzeltmeye çalışın.” dedi.[885]

Başka bir rivayete göre ise; Hz. Ali Muhammed b. Ebû Bekir’i Ebû Mûsâ el- Eş’ârî’ye elçi olarak gönderdiğinde aralarında geçen konuşma ve tartışmaları Hâşim b. Utbe b. Ebî Vakkâs, Hz. Ali’ye Rebeze’de olduğu sırada ona iletti. Hz. Ali Hâşim b. Utbe’yi hemen Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’ye göndererek ona: “Etrafındaki adamları bana gönder. Ben seni hak yolunda bana yardımcı olman için vali tayin etmiştim.” demesini emretti. Ancak Ebû Mûsâ el-Eş’ârî Hz. Ali’nin bu çağrısına da uymayınca Hâşim b. Utbe Hz. Ali’ye bir mektup göndererek Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’yi burnu havada, ayrılıkçı ve açıkça saldırıya geçen biri olduğunu yazdı. Bu mektubu Muhill b. Halîfe et-Tâî Hz. Ali’ye getirdi.[886] [887]

KÛFE’YE İKİNCİ KEZ ELÇİ GÖNDERİLMESİ

Mâlik b. Eşter ve İbn Abbas Hz. Ali’nin isteği üzerine Kûfe’ye gittiler. İkisi Ebû Mûsâ el-Eş’ârî ile bu durumu görüşerek Kûfe halkından yardımcı kuvvet 576 vermesini istediler.

Tarafsız kalmakta kararlı olan Ebû Mûsâ el-Eş’ârî ikisinin bu isteği üzerine kalkıp şehir halkına:[888] “Ey insanlar! Hz. Peygamber’in ashâbı Allah ve Resulüne sahâbe olmayanlara nispetle daha iyi bilirler. Sizin bizim üzerimizde bir hakkınız vardır. Benim bu hakkınızı ödemek üzere nasihatte bulunmam ve bu görevimi yerine getirmem gerekir. İşin gerçek bir yönü varsa bu da Allah’ın hâkimiyetinin bu şekilde sarsılmaması gerektiğidir. Onun için Allah’ın hâkimiyet ve sultasını hafife almayınız. Allah’ın hukukuna tecavüz etmek hususunda da cüretkâr davranmayınız. Size düşen Medine’den gelen bu insanları bir an evvel tekrar geri göndermenizdir. Onlar aralarında hilafete hak sahibi olan kimseyi bulup seçerler. Meydana gelen bu olaylar son derece kötü ve şiddetli bir fitnedir. Bu fitne esnasında uykuda olan uyanık olandan, uyanık olan oturandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan ata binenden, ata binen de atını koşturandan daha hayırlıdır. Siz de Arapların rastgele adamlarından olmayınız. Şu kılıçlarınızı kınlarına, oklarınızı yerlerine koyunuz. Yaylarınızın kirişlerini koparınız. Mazlum ve işkence görmüş olanları zulme uğrayanları koruyunuz. Ancak bu şekilde bu işler kökünden kurur ve fitne ortadan kalkar.” diye hutbe irad ederek[889] [890] yaptığı konuşmada onları bu kötü iç savaşa hiç karışmamak 579 konusunda ikna etmeye çalıştı.

Görevlerinde başarısız olan Hz. Ali’nin elçileri[891] Mâlik b. Eşter’le İbn Abbas dönüp Hz. Ali’ye Kûfe’deki durumu anlattılar.[892]

Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’nin etkisini ortadan kaldırmak ve Kûfelilerin desteğini kazanmak için başka bir hamlede bulunan[893] Hz. Ali Ammâr b. Yâsir’e[894]: “Git, kendi fesada uğrattıklarını ıslah etmeye çalış.” diye emir vererek[895] Ammâr b. Yâsir’le Hz. Hasan’ı Kûfe’ye gönderdi.[896]

KÛFE’YE ÜÇÜNCÜ KEZ ELÇİ GÖNDERİLMESİ

Ammâr b. Yâsir’le Hz. Hasan Kûfe’ye varınca mescide girdiler. İkisi mescitte oturdukları sırada ilk olarak Mesrûk b. el-Ecde’ gelip selam verdi. Mesrûk b. el- Ecde’ Ammâr b. Yâsir’e: “Ey Ebu’l-Yakazân! Hz. Osman’ı neden öldürdünüz?” diye sordu. Ammâr b. Yâsir: “Irzlarımıza yapılan küfürden ve bize vurulan kırbaçlardan dolayı” diye cevap verdi. Bunun üzerine Mesrûk b. el-Ecde’: “Vallahi siz size davranıldığı gibi davranmadınız. Eğer sabretmiş olsaydınız bu sizin için daha iyi olurdu. Sabırlılar için mutlaka hayır vardır.” dedi.[897]

Ebû Mûsâ el-Eş’ârî daha sonra Ammâr b. Yâsir’in yanına gelerek: “Ey Ebu’l- Yakazân! Müminlerin emirine düşmanlık eden o facir ve günahkârlarla birlikte sen de mi bulundun?” diye soru sordu. Ammâr b. Yâsir: “Hayır, ben kesinlikle böyle bir şeye katılmadım. Fakat böyle bir şey de beni ilgilendirmez.” diye karşılık verdi.[898]

Muhtemelen Hz. Ali ilk Müslümanlardan, yaşlı ve Kûfe’nin eski valisi Ammâr b. Yâsir’i, Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’ye karşı Hz. Hasan’ın yanında denge unsuru olarak göndermişti. Ancak şu var ki, Kûfelilerin konuşmalarından anlaşıldığı kadarıyla onlar Ammâr b. Yâsir’in Hz. Osman’ın şehit edilmesi hadisesine karıştığını düşünüyorlardı.[899]

Hz. Hasan, Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’yle Ammâr b. Yâsir’in arasındaki

konuşmanın uzamasından çekindiğinden konuşmayı kesti ve Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’ye: “İnsanların bize doğru gelmelerine neden engel oluyorsun? Vallahi bizim durumu düzeltmekten başka bir şey düşündüğümüz olmadığı gibi müminlerin emiri gibi de böyle fitnelerden korkan hiç kimse yoktur.” dedi.[900]

Ebû Mûsâ el-Eş’ârî da: “Hey anam babam feda olası! Doğru söyledin ancak kendisiyle danışılan kimse güven duyulan kimse demektir. Ben Hz. Peygamber’in: ‘Öyle bir fitne olacak ki bu zamanda oturan ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen ata binmiş olandan daha hayırlıdır.’ dediğini işittim. Ayrıca Allah bizleri kardeş, birbirimizin kanlarını ve mallarını ise birbirimize haram kılmıştır.”[901] diyerek hatırlatmada bulundu. Sonra “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaret olsa başka. Kendinizi helak etmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir.”[902] ayetiyle birlikte “Kim bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah, ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”[903] ayetini okudu.[904]

Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’nin bu sözlerine son derece kızan Ammâr b. Yâsir ona ağır sözler söyledi ve kalkıp: “Ey İnsanlar! O, kendi kendini vasfetmektedir. Sen bu fitnede oturuyorsun ancak ayakta duran senden daha hayırlıdır.” diyerek Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’ye olan kızgınlığını ifade etti.[905]

Benû Temim kabilesinden biri kalkıp Ammâr b. Yâsir’e: “Sen dün bizzat kavganın içindeydin. Şimdi kalkıp emirimize hakaret mi ediyorsun?” diyerek tepki gösterdi.[906]

Zeyd b. Sûhân da ayağa kalkıp bağırmaya başladı. Orada bulunan başka bir grup da aynı şekilde bu kavgaya katılınca Ebû Mûsâ el-Eş’ârî halkı susturmaya çalıştı.[907]

Abdülkays kabilesinden Hz. Osman’ın muhalifleri arasında olan ve Hz. Aişe’nin yakınlaşmaya çalıştığı önderlerden Zeyd b. Sûhân,[908] o sırada mescidin kapısında durarak Hz. Aişe’den kendisine gelen bir mektubu okudu ve Hz. Aişe’nin kendisinden yardım istediğini söyledi. Bunun yanında Kûfe halkına gelen mektup da 598

aşağı yukarı bununla aynı anlamı taşıyordu.

Zeyd b. Sûhân her iki mektubu çıkarıp mescitte Müslümanların huzurunda okudu ve sonra:[909] [910] “Allah, Hz. Aişe’ye evinde oturması[911] bize de yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar savaşmamızı emretmiştir.[912] Ancak o, şu anda kendisine verilen emri bize duyuruyor ve kendisi de bu emri yüklenmiş bulunuyor.” dedi.[913]

Şebes b. Rib’î adında birisi bunun üzerine kalkıp: “Ey Ummanlı adam! Sen Celûlâ’da[914] hırsızlık yaptın da elin kesildi. Şimdi gelip müminlerin annesine karşı çıkıyor ve insanları ona karşı mı kışkırtıyorsun?” diye tepki gösterdi.[915]

Ebû Mûsâ el-Eş’ârî bundan sonra kalkıp: “Ey insanlar! Bana itaat ediniz. Arapların asillerinden olunuz ki mazlum olan kimse gelip size sığınsın. Korkuya kapılan kimse size karşı güven duysun. Fitne koptuğu zaman insanlar onda yanılır. Bazı şeyleri birbirine benzetir ve yanlışlıklar yapabilirler. Sırtını çevirip de gittiği zaman ise kendi kendini açıklar ve ne olduğunu ortaya koyar. Bugünkü fitne insanların canını yakan şiddetli bir fitnedir. Kuzeyden ve güneyden, doğudan ve batıdan esip durur ve son derece dirayetli insanları bile sanki dünkü çocuk gibi hayretler içinde bırakır. Kılıçlarınızı kınına sokunuz mızraklarınıza sahip olunuz. Yaylarınızı, kirişlerinizi kırıp atınız, evlerinize girip oturunuz ve Kureyş’i kendi haline bırakınız. Eğer onlar hicret yurdundan dışarı çıkıp oranın ilim ehli olan halkından ayrı düşerlerse işte benden nasihat beklerler. Fakat siz o anda beni sakın aldatmayasınız. Bana itaat ediniz ki din ve dünyanızı kurtarmış olasınız. Bu fitneyi körükleyen kimse onun şiddetinden ve ateşinden mutlaka büyük bir ıstırap çekecektir.” diyerek orada bulunanlara hitap etti.[916]

Ebû Mûsâ el-Eş’ârî bu konuşmasıyla hadiseyi Kureyş kabilesinin iç mücadelesi ve iktidar hesaplaşması olarak değerlendirmektedir. Bundan dolayı ne Hz. Ali’ye ne de Cemel Ashâbı’na yardım etmemekle Kureyş kabilesinin iktidar mücadelesine karışmamaya çalışmaktadır.[917]

Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’den sonra Zeyd b. Sûhân ayağa kalkarak kesik olan elini çıkarıp: “Ey Abdullah b. Kays! Fırat suyu her tarafından çağlayarak akıp gelmeye başlamıştır. Onu geldiği yere iade et ki ebediyyen buraya dönmesin. Eğer buna gücün yeterse bil ki bundan sonra arzu ettiğin her şeye güç yetireceksin. Fakat gücün yetmediği şeyi bırak. Kalkın, müminlerin emirine gidin. Hep birlikte ona doğru gidelim ki hakkı bulmuş olalım.”[918] diyerek halkı Hz. Ali’nin yanına gitmesi için teşvit etti. Sonra, “Elif Lâm Mîm. insanlar, “inandık” demekle bırakılacaklarını ve imtihan edilmeyeceklerini mi zannederler. Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah, doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir (ve gerçeği ortaya çıkarır).”[919] ayetlerini okudu.[920]

Zeyd b. Sûhân’a göre; bu ortamda tarafsız kalmak dinî anlamda doğru değildir. Haklının yanında yer alarak mücadele etmek gerekir. Bu yolda Allah insanları geçmişte olduğu gibi bugün de imtihan etmektedir.[921]

Zeyd b. Sûhân’dan sonra Ka’ka’ b. Amr kalkıp: “Size samimiyetle bir öğütte bulunayım ve şefkatimi belirteyim. Size öğüt verilmesini istiyor ve hakkın söylenmesini arzu ediyorum. Eğer o bir kurtuluş çaresi olsaydı, valimizin söylediği şeyler biliniz ki en doğru ve hak olanıdır. Zeyd b. Sûhân’ın söylediği sözlere gelince; o bu işlerin yabancısı ve düşmanıdır. Sakın onu dinlemeyesiniz. Gerçek olan bir şey vardır ki o da şudur: Müslümanları yönlendiren, zulümleri önleyen, mazlumların hakkını koruyup onlara yardım eden bir halifenin olması gerekir. Müminlerin emiri bu işi kendisine yüklenildiği gibi yüklenmiş ve yaptığı çağrıda insaflı davranmıştır. Çünkü o, ıslahtan başka bir şeye davet etmiyor ve fitnenin kökünü kazımak istiyor. Onun için siz de bu konuda onun yanında olmak için kalkınız ve yürüyünüz ki emre itaat eden ve söz dinleyen kimseler olasınız.” dedi.[922]

Abdulhâyr el-Hayrânî bu konuşmalar üzerine kalkıp: “Ey Ebû Musa! Hz. Talha ve Hz. Zübeyr gerçekten biat etmişler miydi?” diye sordu. Ebû Mûsâ el-Eş’ârî evet diye cevap verdi. Abdulhâyr el-Hayrânî: “Hz. Ali biatinizi bozacak herhangi bir davranışta bulundu mu?” diye tekrar bir soru sordu. Ebû Mûsâ el-Eş’ârî bilmiyorum diye karşılık verdi. Bu cevaba kızan Abdulhâyr el-Hayrânî: “Hay bilmemiş olasın! Biz de bilip öğreninceye kadar seni terkediyoruz. Bu fitnenin dışında kalan kimsenin bulunduğunu biliyor musun? Şu anda müslümanlar dört fırkaya ayrılmış bulunuyor­lar. Hz. Ali Kûfe’nin yakınında, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Basra’da, Muâviye  ise Şam’da bulunuyor. Diğer taraftan Hicâz’da kendilerinden vazgeçilemeyen ve bir tarafa itilemeyen ancak hiç kimseye karşı çarpışma istemeyen Hicâz ehli bulunmaktadır.” dedi. Ebû Mûsâ el-Eş’ârî bunun üzerine bu sonuncuların insanların en hayırlıları olduğunu söyledi. Abdulhâyr el-Hayrânî da ona sen aldanmış durumdasın diye karşılık verdi.[923]

Orada bulunanlar bu ve benzeri konuşmalardan sonra karşılıklı birbirlerine laf atmaya başladılar. Sonra Ammâr b. Yâsir ve Hz. Hasan minbere çıkıp insanlara Hz. Ali’nin yanına gitmeleri için çağrıda bulundular. Hz. Ali’nin halk arasında barış istediğini ifade ettiler. Ammâr b. Yâsir o arada Hz. Aişe’ye ağır söz söyleyen bir adamı işitince ona kızarak: “Sus! Horlanası adam. Köpekler sana havlasın! Vallahi Hz. Aişe Hz. Peygamber’in dünyada ve ahiretteki eşidir. Ama Allah sizi onun vasıtasıyla imtihan ederek sınıyor.” dedi.[924]

Hz. Hasan da: “Ey insanlar! Emirinizin davetine icabet edin. Kalkın, kardeşlerinizin yanına gidin ve orada durumu inceleyin, görün. Vallahi kalkıp oraya gidecek olanlardan erken davranıp geç kalmayanlar sonunda hayırlı bir akibete kavuşacaklardır. Bizim bu davetimize icabet edin. Kendisiyle imtihan edildiğimiz ve sizin de imtihana tabi tutulduğunuz bu durumda bize yardımcı olun. Müminlerin emiri size şöyle sesleniyor: ‘Bu sefere çıkarken zalim veya mazlum olarak kalkıp geldim. Hakka riayet eden her Allah’ın kuluna şunu hatırlatırım ki eğer mazlum isem bana yardımcı olur, zalim isem gelir benden hakkını alırsınız. Vallahi Hz. Talha ve Hz. Zübeyr bana ilk biat eden kimselerdi. Böyle olduğu halde ilk defa ihanet eden yine onlar oldu. Ben Müslümanların malına mı el koydum, yoksa Allah’ın hü­kümlerinden birini mi değiştirdim?’ Onun için kalkınız, yürüyünüz ve iyiyi emredip insanları kötüden alıkoyunuz.” diyerek Müslümanları ikna etmek için konuştu.[925]

Hucr b. Adiy de son olarak kalkıp Müslümanlara Hz. Ali’nin yanına gitmeleri için tavsiyede bulundu[926] ve: “Gerek yaya olarak, gerek binek üzerinde Allah yolunda sefere çıkıp mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihat edin. Eğer bilirseniz bu sizin daha hayırlıdır. ”[927] ayetini okudu.[928]

Bu konuşmalardan anlaşıldığına göre; Kûfe’de Hz. Osman’a karşı olanlar, Hz. Ali’ye destek vermeyi düşünürken, diğerleri ise buna yanaşmamaktadırlar.[929]

Kûfelileri sıkıntıya düşüren durum, Hz. Ali’nin Hz. Aişe’yle savaşmasıdır. Ayrıca Hz. Aişe de Hz. Ali gibi Kûfelilerden askerî destek istemektedir. Bunun getireceği tehlikenin farkında olan Ebû Mûsâ el-Eş’ârî ise, gelişmeleri fitne olarak değerlendirmekte ve görüşünü Kur’an ve Sünnet’le destekleyerek Müslümanların savaşa katılmasına engel olmaya çalışmaktadır.[930]

Muhtemelen Ebû Mûsâ el-Eş’ârî, Cemel Ashâbı’nın hem Basralıların desteğini aldıkları için hem de Kur’anî delillere dayandıkları için Hz. Ali’yle savaşmayı göze aldıklarını düşünüyordu. Bunun yanında Hz. Ali ise, henüz yeteri güce sahip olmadığı için belki Medine’ye dönmek zorunda kalacağını ve orada bu 620

sorunu çözeceğini düşünüyordu.

Uzayıp giden konuşma ve tartışmalar sonunda Hz. Ali’ye gönüllü olarak katılmak isteyen yaklaşık 9000[931] [932] ya da başka bir rivayetlere göre; 6000,[933] 6000­7000,[934] 9650[935] veya 12000[936] asker Hz. Hasan’la birlikte yola çıktı. Askerlerin bir kısmı Dicle nehri üzerinden bir kısmı da karadan hareket ederek Hz. Ali’nin yanına geldiler.[937]

Bu arada bir rivayete göre; Hz. Ali kendisine insanların katılmasına engel olmaya çalışan Kûfe valisi Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’yi görevden almak üzere Mâlik b. Eşter’i görevlendirdi. Mâlik b. Eşter yol boyunca ikna ettiği insanlarla birlikte Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’nin köşküne girdi. Ebû Mûsâ el-Eş’ârî köşküne geldiğinde Mâlik b. Eşter Hz. Ali’nin onu görevden aldığını söyledi ve onun köşke girmesine engel oldu.[938]

Başka bir rivayete göre ise; Hz. Ali Ammâr b. Yâsir ile Hz. Hasan’ı Kûfe’ye gönderdi. Hz. Ali Karaza b. Ka’b el-Ensârî’yi Kûfe’ye vali tayin ederek Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’ye: “Ben Hasan ile Ammâr b. Yâsir’i Müslümanları toplayıp getirmeleri için oraya gönderdim. Ayrıca Karaza b. Ka’b’ı da Kûfe valiliğine tayin ettim. Bunun için verdiğimiz görevi bırak. Eğer görevin başından ayrılmaz ve çekip gitmezsen seni uzaklaştırması için ona emir verdim. Eğer sen onu uzaklaştırmaya kalkışacak olursan da seni paramparça etmesini de söyledim.” şeklinde bir mektup gönderdi. Ebû Mûsâ el-Eş’ârî, Hz. Ali’nin bu mektubunu aldığı zaman görevini bıraktı. Hz. Hasan da Müslümanlarla birlikte Hz. Ali’ye gelip katıldılar.[939]

Öyle anlaşılıyor ki, Ebû Mûsâ el-Eş’ârî gelişmeleri kendi açısından değerlendiriyordu. Çünkü o; Hz. Peygamber döneminden beri valilik yapan tecrübeli bir idareciydi. Bunun yanında o, zaanında Kûfelilerin desteğiyle oranın valisi olmuş ve bu durum; onun kendisini merkezden biraz daha bağımsız hissetmesine neden olmuş olabilir.[940]

Ebû Mûsâ el-Eş’ârî, Hz. Osman’ın şehit edilmesine sebep olan olayları, Medinelilerin nasıl tutum sergilediklerini, Hz. Ali’nin kimler tarafından desteklendiğini ve kimlerin hangi sebeplerle onun halifeliğini tanımadıklarının farkındaydı. Bundan dolayı o, Hz. Osman şehit edildikten sonra ortaya çıkan ayrışmanın, çatışmaya neden olacağını bilmekteydi.[941]

Ebû Mûsâ el-Eş’ârî, iktidar mücadelesine girişen Kureyş ileri gelenlerinin, askerî desteği arkalarına alabilmek için Hz. Ali’nin Medine’den, Cemel Ashâbı’nın da Mekke’den kalkıp geldiklerinin farkındaydı. Ayrıca iki tarafın işi diyalog yoluyla değil de savaşarak çözme niyetinde olduklarını düşünüyordü. Nitekim Cemel Ashâbı, daha Basra’ya hareket etmeden önce Mekke’deyken Medine’de bulunan Hz. Ali’ye taleplerini iletip birlikte çözüm arama yolunu denememişlerdi. Ayrıca Hz. Ali’nin yönetimi altındaki Basra’ya girerek orayı ele geçirmişlerdi. Onların kan akıtarak Basra’yı bu şekilde ele geçirmeleri, meselenin silah zoruyla çözümünün planlandığını göstermişti. Bu durumda Hz. Ali’nin önünde başka bir seçenek kalmamıştı. Bundan dolayı Medine’den yeterince destek alamayan Hz. Ali’nin Kûfelilerin desteğine ciddi manada ihtiyacı vardı.[942]

Hz. Ali’nin ordusu içerisinde en aktif olanlar; Hz. Osman’a karşı isyana katılanlar ile bunlara destek verenlerdi. Kûfeliler de bunun farkındaydı. Zira Hz. Ali’nin Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’ye gönderdiği elçiler de zamanında Hz. Osman’a muhalefet eden kişilerdi. Hz. Ali bunları cezalandırmadığı gibi onları kendi temsilcisi olarak seçmesi muhtemelen Kûfelileri etkilemiştir. Bundan dolayı halifenin konumu Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmasını isteyen Cemel Ashâbı’yla Muâviye ’nin haklı görülmesini kolaylaştırırken, öte tarafta ise Hz. Osman’ın katillerinin ve karşıtlarından da destek bulmasına sebep oldu. Bu ise ayrılığın derinleşmesine ve uzlaşma zemininin ortadan kalkmasına neden oldu.[943]

KÛFE’DEN GELEN ASKERLERİN KARŞILANMASI

İbn Abbas ve bir grupla birlikte Kûfe’den gelenleri Zîkar’da gayet iyi kar­şılayan Hz. Ali onlara: “Ey Kûfeliler! Acem hükümdarlarına karşı savaşıp onları dağıttınız ve bütün mülk ve devletleri size intikal etti. Böylelikle her türlü dünyevî ihtiyaçlarınızı giderip düşmanlarınıza karşı diğer Müslümanlara yardım ettiniz. Ben Basra’da bulunan kardeşlerimizin geri dönmelerini sağlamak için burada olmanızı istedim. Onlardan istediğimiz tek şey geri gelip Medine’ye dönmeleridir. Eğer bu işten dönmek istemezlerse onları gayet yumuşaklıkla yola getirmeye çalışırız. Ancak zulme başvurduklarında tutacağımız yol da ona göre olur. İçinde fesat bulunan bir işi ıslah etmedikçe onu inşallah bırakmayacağız.” diyerek seslendi.[944]

Hz. Ali gelen Kûfelilerle birlikte Zîkar’dayken diğer taraftan da Basra ile Zîkar arasında binlerce kişilik Abdülkays kabilesi onları bekliyordu.[945]

Kûfe’den gelen ve Hz. Ali’ye katılan birlik; Kinâne, Esed, Temim, Rübâb, Müzeyne, Kays, Bekir, Tağlib, Muzhic, Eş’ârî, Mâr, Cus’am ve Ezd kabilelerinden oluşuyordu.[946]

Hz. Ali’ye katılan birliklerin liderleri; Ka’ka’ b. Amr,[947] Sa’d b. Mâlik, Hind b. Amr, Heysem b. Şîhab, Zeyd b. Sûhân, Mâlik b. Eşter, Adiy b. Hatîm, Müseyyeb b. Neciyye, Yezid b. Kays ve Hicr b. Adiy, Ma’kil b. Yesâr er-Reyâhi, Sa’d İbn Mes’ûd es-Sekâfî, Va’le b. Mahduc ez-Zehelî ve Mahnef b. Süleym el-Ezdî’ydi.[948]

HZ. ALİ’NİN BASRA’YA ELÇİ GÖNDERMESİ

Kûfeliler Zîkar’a vardıktan sonra Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’le aralarında dostluk bağları tesis etmek ve bunun yanında ikisine ayrılık ve ihtilafın günah olduğunu hatırlatmak amacıyla Ka’ka’ b. Amr’ı Basra’ya elçi olarak göndermek üzere çağırdı.[949]

Hz. Ali Ka’ka’ b. Amr’a: “Git bu iki adamı bul, tatlılığa ve cemaata davet edip tefrikaya düşmenin tehlikesinden söz et.” dedi. Ka’ka’ b. Amr: “Benim aranızda hükümde bulunmam söz konusu değilken onlardan gelecek haberlere ve sözlere karşı nasıl davranacaksınız?” diye sordu. Hz. Ali: “Senin emredeceğin şekilde davranırız. Eğer onlardan gelecek tekliflerde senin bir görüşün ve içtihadın olmazsa biz reyimiz­le içtihad eder, onlarla o istikamette konuşur ve gerektiği şekilde hadiseleri sonuçlandırırız.” diye karşılık verdi. Ka’ka’ b. Amr da: “Doğru söyledin.” diyerek onu onayladı. Ka’ka’ b. Amr daha sonra çıkıp Basra’ya gitti.[950] Basra o zaman üç gruba ayrılmıştı. Bunlar; Hz. Ali taraftarları, Cemel Ashâbı taraftarı ve tarafsızlardı.[951]

Ka’ka’ b. Amr ilk olarak Hz. Aişe’nin yanına gitti. Ona neden Basra’ya geldiğini sordu. Hz. Aişe Basra’ya geliş amaçlarının Müslümanlar arasındaki fitne olduğunu ve bunu ıslah etmek istediklerini söyledi.[952]

Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in katillerin bulunup ve onlara hak ettikleri cezanın verilmesi hususunda başvurulacak bir lider olmadığını nasıl ve neye göre belirlediklerini anlamak zordur. Ayrıca liderin herhangi bir cezayı uygulama

hususunda aciz kaldığı veyahut işi ağırdan almakla itham edildiği durumda; cezanın tatbik edilmesi için insanları toplayarak onlara cezayı tatbik etme hakkını tanımak, İslâmiyet’in üzerine kurulmuş olduğu düzeni bozmaz mı? Bu hakikatı nasıl gözden kaçırdıklarını anlamak güçtür.[953]

Ka’ka’ b. Amr Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in de çağrılmasını istedi. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de gelince Ka’ka’ b. Amr: “Ben Hz. Aişe’ye buraya neden geldiğini sorduğumda Müslümanların arasını bulmaya geldiğini söyledi. Siz ne dersiniz? Tabi mi olacaksınız yoksa muhalif mi olacaksınız?” diye sordu. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr tabi olacaklarını söylediler.[954]

Ka’ka’ b. Amr bunun üzerine onlara ıslah yoluna nasıl gideceklerini sordu. Hz. Talha ve Zübeyr de Hz. Osman’ın katillerini istediklerini söylediler. Bunun yanında şayet o katiller kendi hallerine bırakılır ve onlara ilişilmezse bunun Kur’an’ı terk etmek olduğunu ifade ettiler. Ka’ka’ b. Amr ikisine: “Siz Basra halkından Hz. Osman’ın katilleri olan bir sürü kimse öldürdünüz. Bugün doğruluğa herkesten daha önce sizin yönelmeniz gerekir. 600 adam öldürdünüz. 6000 kişi size karşı çıktı ve sizi terkedip gittiler. Hurkus b. Züheyr’i öldürmek istediniz ama 6000 kişi onu size karşı korudu. Eğer onları kendi hallerine terkederseniz bu söylediğinizi de terketmiş olursunuz. Eğer onlarla çarpışacak ve sizden ayrılan bu adamlara karşı koyacak olursanız hoş karşılamadığınız bu olaylardan daha büyüğüyle karşılaşır ve nefret duyarsınız. Rabîa ve Mudar kabilelerini bu şehirlerden uzaklaştırmak isterseniz onlar size karşı toplanır, sizinle savaşır ve sizi dehşet verici bir yenilgiye uğratırlar ki aynen Hz. Osman’ın katli gibi büyük bir günahtan daha büyük bir hadiseyle karşı karşıya kalırsınız.” dedi.[955]

Hz. Aişe bu konuşma üzerine Ka’ka’ b. Amr’a görüşünün ne olduğunu sordu. Ka’ka’ b. Amr: “Benim görüşüm meydana gelen bu olayların ilacı; hadiseleri ve insanları teskin etmektir. Eğer bu durum sakinleştirilirse insanların heyecanları söner ve iş sona erer. Bize biat ederseniz bu hayra alamettir. Rahmete ve iyiliğe doğru giden bir yolun müjdesidir. Fakat buna yanaşmaz da işi daha çok büyüterek yan çizerseniz durum şerre ve kötülüğe doğru kayıp gider ki, bu hâkimiyetin ve mülkün zevali demektir. Afiyeti, sağlığı ve selameti isteyiniz ki Allah onu size ihsan etsin. Siz daha önce İslâm’ın başlangıcında olduğu gibi hayra ve iyiliğe anahtar olunuz. Ne olur belaya ve musibete başvurup da onu başımıza ve kendi başınıza sardırmayın. Vallahi benim söyleyeceklerim bundan ibarettir. Sizi bu sözlere uymaya ve hayra davet ediyorum. And olsun, bu ümmetin başına bu günlerde gelen bu müsibetlerin sonunda Allah’ın bizi daha büyük bir musibete uğratacağından korkuyorum. Başımıza gelen bu felaketler gerçekten daha önce düşünülen ve tasarlanılan şeyler değildir. Bu işler bir adamın bir başkasını öldürmesi veya ondan nefret etmesi ya da bir kabilenin bir adamı öldürüp de ondan nefret etmesine benzemez.” dedi.[956]

Ka’ka’ b. Amr Cemel Ashâbı’na şayet Ali’ye sadakatlerini açıklarlarsa Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmasının, barış, düzen ve birliğin yeniden kurulması yolunu izleneceğini söyledi. Bunun yanında Ka’ka’ b. Amr onlara, Hz. Osman’ın intikamını almak için çok fazla kan döktüklerini ve bunu yaparak diğerlerinin de yakın zamanda katledilmiş kendi kabilelerinden adamların kanı için intikam çığlıkları atmalarına neden olabileceklerini söyledi. Kısacası onları tahmin ettiklerinden daha geniş çapta ve daha kötü şeyleri başlatmak üzere oldukları konusunda ikna etmeye çalıştı.[957]

Ka’ka’ b. Amr’ın doğru ve tesirli konuşması üzerine[958] onlar da ona hak verdiler. Şayet Hz. Ali de bu görüşlere uyar da adım atarsa bu işin sulhla neticeleneceğini ifade ettiler.[959]

Şunu da belirtmekte fayda vardır: Cemel Ashâbı’nın olası bir uzlaşmayı düşünmesi Ka’ka’ b. Amr’ın muhakemesinden çok Basra’nın üçe bölünmesi ve Kûfelilerin çoğunun Hz. Ali’nin yanında olduğunu ilan etmesiyle olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca Cemel Ashâbı’nın Irak’taki zayıflıklarının da farkında olduğu ve Hz. Aişe’nin yardım için birçok yere gönderdiği mektuplarına olumlu desteğin gelmemesinin de etkili olduğu belirtilmektedir.[960] Bu görüşmeden iki tarafın yakın zamanda barışacakları sonucu çıksa da buna rağmen yine savaş gerçekleşmiştir.[961]

Ka’ka’ b. Amr Basra’dan dönmeden önce Basralı bir çok Arap heyeti Hz. Ali’ye gelerek Kûfe halkının görüşlerinin ne olduğunu öğrenmek istediler. Bunun yanında kendilerinin hangi tarafa meylettiklerini de söylediler. Ayrıca sulh yapmayı daha uygun bulduklarını, çarpışmaların tehlikelerini anlatarak savaşmayı düşünmediklerini de söylediler.[962]

Basra’dan gelen bu insanlar Kûfe halkından olup burada kendi aşiretlerinden kimselerle karşılaştıklarında onların da aynı şekilde düşündüklerini görmüş ve onları alıp Hz. Ali’nin huzuruna götürerek haberi ilettiler. Hz. Ali bu gelenlerden Cerîr b. Seriş’e Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in ne düşündüklerini sordu. Cerir b. Seriş de onların durumlarını anlatarak: “Hz. Zübeyr kerhen ve zorla biat ettirildiklerini söylüyor. Hz. Talha da aynı minval üzere şiirler okuyarak bu yolda görüşünü belirtiyor.” dedi.[963] Basra’dan gelen bu heyet Kûfelilerle aynı görüşte olduklarını öğrenerek geri döndüler.[964]

ELÇİ’NİN BASRA’DAN GERİ DÖNMESİ

Ka’ka’ b. Amr Basra’dan dönünce Hz. Ali’ye Cemel Ashâbı’yla aralarında geçen olumlu görüşmeyi anlattı. Hz. Ali de bu habere son derece sevindi.[965] Hz. Aişe de sulh niyetiyle geldiğini bir elçiyle Hz. Ali’ye bildirdi.[966]

Hz. Ali bu sevindirici haber üzerine kalkıp kendi taraftarlarına hutbe okudu. Hz. Ali bu hutbesinde; cahiliye döneminin kötülüğünden ve o dönemdeki mutsuzluktan, İslâmiyet’in gelmesiyle birlikte ulaşılan mutluluktan, Allah’ın Müslümanlara bahşettiği nimetlerden bahsetti. Devamında Hz. Peygamber’den sonra hilafet ve cemaatle nasıl bir nimete erdiklerini, Hz. Peygamber’den sonra gelen Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in halifeliği döneminde de aynı mutluluğun sürdüğünü belirtti. Fakat buna rağmen Allah’ın insanlara verdiği bu üstünlükleri kıskanan ve dünyayı talep eden kötü niyetli bir grubun çıkıpta bu olaya sebebiyet verdiğinden bahsetti. Ayrıca bu tarz insanların İslâmiyet’i tekrar gerisin geriye çevirmek istediklerini ifade etti. Daha sonra sözlerini: “Allah, mutlaka arzu ettiğini ortaya koyar ve dilediğini yapar. Haberiniz olsun ki ben yarın çıkıp gidiyorum. Siz de bana uyup çıkıp buradan gidin. Hz. Osman’ın şehit edilmesine sebep olanlar yola çıkmasınlar.” diyerek hutbesini tamamladı.[967] Ancak bu sulhu hoş karşılayanlar olduğu gibi bundan hiç memnun olmayanlar da vardı.[968]

Korkmaz, Seyf’in bu rivayetini kurgu olarak değerlendirmekte ve çelişkili gördüğü noktaları şu şekilde dile getirmektedir: “Seyf b. Ömer’in bu anlattıklarının değerlendirecek olursak; Seyf b. Ömer başlangıçta iki tarafı uzlaştırma görevini Ka’ka’ b. Amr’a yükler. Ancak ortam anlaşma yapmaya pek müsait değildir. Çünkü Cemel Ashâbı Hz. Ali taraftarlarından Hukeym b. Cebele ve askerlerinden 600 kişiyi öldürmüşlerdir. Birinci Cemel olarak nitelenen bu çatışmaların ardından iki tarafın kolay kolay birbiriyle uzlaşacağını düşünmek oldukça zordur. Üstelik Seyf b. Ömer’in tasvir ettiği gibi liderlerin anlaşması varsayılsa bile taraflar arasındaki savaş hemen başlamamıştır. Savaşılmadan üç gün beklenmiştir. Bu süre ise Sebeiyye’nin komplo hazırladığı dönem değil, Hz. Ali’nin karşı tarafa teslim olmaları için verdiği süredir.” Bunun yanında Korkmaz: “Aynı şekilde liderleri anlaştığı halde ve geri dönüp gitmeye karar vermiş olmalarına rağmen askerlerinin liderlerini dinlemeden orada kalmaları da kabul edilecek bir açıklama olmamalıdır. Bir savaş ortamında bile her iki tarafla arası iyi olduğu ve uzlaştırmaya çalıştığı iddia edilen Ka’ka’ b. Amr’ın arabuluculuk yaptığı haberi kabul edilecek gibi değildir.”[969] diyor.

Gölpınarlı da bu rivayeti uydurma olarak değerlendirmektedir. Onun değerlendirmesine göre; Ka’ka’ b. Amr Seyf b. Ömer’in uydurduğu kişilerden biridir.[970]

Bu konuda Azimli bir adım daha ileri giderek şunları ifade etmektedir: Onun değerlendirmesine göre; “Seyf b. Ömer’in uydurmalarından biri de savaş öncesi Hz. Ali’nin elçisi olarak Hz. Aişe’nin yanına gidip görüşmeler yaptığı aktarılan Ka’ka’ b. Amr’dır. Böyle bir şahıs gerçek anlamda hiç yaşamamıştır. Bu şahıs tamamen Seyf b. Ömer’in ürettiği ve rivayetlerle konuşturduğu biridir. Ancak böyle bir hayali şahsın yaptığı hayali barış görüşmeleri Sünnî algı açısından çok değerlidir. Seyf b. Ömer’in ürettiği kişiler Ka’ka’ b. Amr ile sınırlı değildir. Onun rivayetlerde hayalen ürettiği ve konuşturduğu hiç yaşamamış şahısların sayısı 150’yi, hiç olmamış şehirlerin sayısı ise 13’ü bulur.”[971]

Ancak Kelpetin bu rivayeti farklı değerlendirmektedir. Ona göre; Seyf b. Ömer dışında başka kaynaklar Ka’ka’ b. Amr’ın barış görüşmeleri için Basra’ya gittiğini aktarmasalar dahi yine de bu rivayet makul gözükmektedir. Çünkü Müslüman komutanlar bir yeri fethetmeden önce mutlaka barış görüşmeleri yaparlardı. Daha sonra gerektiğinde son çare olarak savaşırlardı. Dolayısıyla Hz. Ali’nin de böyle hareket ettiği ve savaşı en son tercih olarak düşündüğü muhakkaktır.[972]

BARIŞ İHTİMALİNE KARŞI FİTNE GİRİŞİMİ

Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra ortaya çıkan kaosu sona erdiredecek olan sulh girişimleri ve[973] Hz. Ali’nin olumlu konuşması Hz. Osman’ın şehit edil­mesinde atktif rol alan asileri endişelendirdi.[974] Hz. Ali’nin askerleri arasında samimi bir barış girişiminden korkmak için haklı nedenleri olan bir grup vardı. Bunlar doğrudan veya dolaylı olarak Hz. Osman’ın şehit edilmesine karışmış kişilerdi.[975]

Albâ’ b. Heysem, Adiyy b. Hâtem, Salim b. Sa’lebe el-Kaysî, Şûreyh b. Evfâ, İbn Sebe, Hâlid b. Mülcem ve Mâlik b. Eşter gibilerin başkanlığında yaklaşık 2500 kişi bir araya toplandı.[976] Bunların arasında tek bir sahâbenin olmadığı rivayet edilir.[977]

Bu grubun yaptığı istişare sonucu ortaya çıkan genel kanaat: “Hz. Ali Allah’ın kitabını en iyi kavrayan ve en iyi bilen bir kimse olduğu için Hz. Osman’ın katillerini er ya da geç yakalayıp Allah’ın emrini uygulayacak ve bu konuda titiz davranacak insandır. Hz. Ali her ne kadar bu şekilde konuşuyor olsa da Hz. Os­man’ın katillerinden nefret ettiği kadar da hiç kimseden nefret etmiyor. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr kendi yanlarındaki kalabalığa bakıp da Hz. Ali’nin yanında bulunanların azlığını görürlerse bunlar birbirlerine düşebilirler. Aslında bütün kavim bizi ele geçirmek istiyor. Sayımız az, onlarınki ise çoktur, ne yapabiliriz?” şeklinde oldu.[978]

Bu istişareden sonra Mâlik b. Eşter: “Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in hakkımızda neler düşündüğünü öğrendik. Ancak Hz. Ali’nin ne düşündüğünü bu güne kadar öğrenemediğimiz gibi diğer insanlardan da kimlerin bize karşı neler düşündüğünü bilmiyoruz. Bunlar eğer aralarında birlik sağlarlarsa bizim kanımızı akıtmak üzere de anlaşabilirler. Geliniz Hz. Ali’yi de Hz. Osman gibi öldürelim. O zaman öyle bir fitne kopar ki bu fitneyi durdurmak için bizim her dediğimize razı olurlar.” diyerek görüşünü ifade etti.[979] Bunun üzerine İbn Sebe: “Bu görüşün ne kadar kötü bir görüş! Siz Hz. Osman’ı öldürenler şu Zîkar’da iki bin veya altı yüz kişi civarındasınız. Hz. Talha ve adamları ise sizi öldürmek için sürekli fırsat kollayan ve bu işe gayet hevesli olan beş bin kişiden meydana gelmektedir.” dedi.[980]

Korkmaz, Seyf b. Ömer’in bu rivayetine itiraz etmektedir. Ona göre: “Seyf b. Ömer’in rivayetine göre Hz. Ali’nin öldürülmesini teklif eden Mâlik b. Eşter Hz. Ali’nin sağ kolu ve ordu içinde Hz. Ali’den sonraki ikinci isimdir. Hayatı boyunca Hz. Ali’nin saflarından ayrılmamıştır. Muâviye  tarafından Hz. Ali’nin iki kolundan birisi olarak görülmüş ve zehirlenerek öldürülmüştür. Böyle birisinin bir Yahudinin etkisinde kalarak Seyf’in iddia ettiği gibi o sözleri söylemiş olması ve Hz. Ali’yi arkadan vurmayı planladığını söylemek doğrusu mümkün değildir.”[981]

Benzer bir değerlendirmeye göre; Mâlik b. Eşter’in Hz. Ali’ye olan sadakatini hesaba katıldığında ve İbn Sebe ile ilgili yeni çalışmalar göz önüne alındığında böyle bir toplantının olduğunu kabul etmek mümkün değildir.[982]

Albâ’ b. Heysem kalkıp: “Gelin onları kendi hallerine bırakıp gidelim. Eğer Hz. Ali’nin yanındakiler zayıflayacak olurlarsa düşmanları onlara karşı galip gelirler. Eğer çok olurlarsa sizin aleyhimize anlaşma yapabilirler. Onları kendi hallerine bırakalım ve gelin uzak şehirlerden birine gidip orada yerleşelim. İyice güçleninceye kadar da bu insanlardan uzak duralım.” fikrini öne sürdü.[983] Ancak İbn Sebe tekrar söze karışıp: “Senin görüşün de ne kadar kötü bir görüş! Vallahi herkes bizim ayrı bir grup olup gitmemizden dolayı sevinir. Eğer biz bu iyi ve her türlü kötülükten uzak olan insanlarla bir arada olursak mesele yok. Eğer ayrılıp da kendi başımıza bir grup olursak nerede bulunursak bulunalım vallahi insanlar bizi doğrarlar.” dedi.[984]

Adiyy b. Hâtem: “Allah’a yemin olsun ki, bütün bu söylenenleri tam olarak ne beğendim ne de reddettim. Ancak bu konuşmalar esnasında Hz. Ali’nin öldürülmesi konusunda tereddüt gösterenlerin tereddüdünü beğendim. Burada yapılacak tek şey varsa o da bu insanları birbirine düşürmektir. Bizim bu konuda yapacağımız şey ise atlarımızı ve silahlarımızı kullanmamızdır. Eğer sizler ileriye atılırsanız biz de ileriye atılırız. Eğer duracak olursanız biz de dururuz.” dedi. Adiyy b. Hâtem’in bu sözlerini İbn Sebe olumlu karşıladı.[985]

Korkmaz, Seyf’in bu rivayetine itiraz etmektedir. Ona göre: “Adiyy b. Hâtem eski bir Hristiyan olarak 9/630 yılında Müslüman olmuş, Ridde döneminde kabilesinin irtidatını önlemiştır. Hz. Osman döneminde basit de olsa görev almış ancak halifeye muhalif olmuş, onun katline iştirak etmiştir. Cemel Vak’ası’nda Hz. Ali safında savaşmış, Sıffin’de ise Hz. Ali’nin elçiliğini ve sancaktarlığmı yapmış birisidir. Böyle birisinin de iki taraf aleyhine gizli planlar yaptığını düşünmek zordur.”[986]

Sâlim b. Sa’lebe: “Dünyayı arzu edenler edebilir fakat ben istemiyorum. Vallahi yarın onlarla karşılaşırsam mutlaka çarpışacak ve onlardan da asla geri kalmayacağım. Allah’a yemin ederim ki, sizler ister istemez ve er ya da geç kılıçla karşı karşıya kalacaksınız. Onun için bu kılıçtan ayrı durmayınız.” dedi. İbn Sebe Sâlim b. Sa’lebe’in bu sözlerine olumlu yaklaştı.[987]

Şureyh b. Evfâ: “İşlerimizi çabuk tutalım. Buradan çıkarılıp sürgün edilmeden önce çabuk davranalım ve bir an evvel yapmamız gereken işimizi de kesinlikle ertelemeyelim. Geriye bırakmamız gereken bir işi de acele ile yapmayalım. Biz insanların nazarında en şerli ve kötü bir noktadayız. Vallahi bu iki grup çarpışmazlarsa sonunda bize karşı nasıl davranacaklar bilemiyorum.” dedi.[988]

Korkmaz, Seyf b. Ömer’in bu rivayetine itiraz etmektedir. Ona göre: “Şureyh b. Evfâ Sıffin’de Hz. Ali’nin saflarına katılmış daha sonra Haricîlere katılarak ona karşı gelmiştir. Bunun dışında ve rivayette adı geçen isimler bilinen ve tanınan isimler değildir.”[989]

İbn Sebe bu sözler üzerine: “Sizin üstün olmanız ve bu işten sıyrılmanız her iki grubun çarpışmasıyla mümkündür. Eğer onlar yarın birbirlerine düşerlerse siz aralarından yavaşça çekilip çıkınız ve onlara herhangi bir şekilde yardım konusunda da söz vermeyiniz. Siz kimin yanında olursanız onun savaştan vazgeçmesi mutlaka kaçınılmazdır. Burada yapılacak tek şey; Hz. Ali’yi Hz. Talha ve Hz. Zübeyr ile çarpıştırıp onları birbirine düşürmektir. O zaman Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve onların görüşünde olanlar birbirleriyle uğraşıp dururlar. İşte o arada siz neticeyi görün ve hiç kimse farkına varmadan siz de çekip gidin.” diyerek kendi görüşünü dile getirdi.[990] Bu konuşmalardan sonra toplanan grup dağıldı.[991]

Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr anlaşmanın eşiğindeyken iki taraf arasında savaşın patlak vermesinin gerçek nedeni kaynakların çoğunda ihmal edilmektedir. Bununla birlikte bazı kaynaklar, bu olayın bütün sorumluluğunu hiçbir şeyden kuşkulanmayan Basralılara beklenmedik bir anda saldıran İbn Sebe grubuna yüklemektedirler.[992]

Korkmaz’a göre: “Seyf b. Ömer’in İbn Sebe’nin kimliği ile ilgili anlattığı ilginç bir rivayet daha vardır ki, kendi rivayetleri içinde çelişkisini göstermektedir. Bu rivayete göre; İbn Sebe Abdulkays kabilesinin kollarından Benû Amûr’un lideridir.[993] Oysa yine bizzat Seyf b. Ömer’e göre; İbn Sebe Yemenli bir Yahudi’dir. Söz konusu rivayetteki İbn Sebe ya da Abdullah b. Sevda’nın Abdulkays kabilesinden olması iddiası kabul edilemeyecek bir noktadır. Çünkü kabile bağlarının son derece güçlü olduğu Arap toplumunda daha üç yıl önce Müslüman olmuş Yemenli bir Yahudi’nin Abdulkays kabilesinden Benî Amûr’a riyaset etmesi oldukça zordur.”[994]

Gölpınarlı da bu rivayeti uydurma olarak değerlendirmektedir. Onun değerlendirmesine göre; İbn Sebe Seyf b. Ömer’in uydurduğu kişilerden biridir.[995]

HZ. ALİ’NİN BASRA’YA GİTMESİ VE BARIŞ PLANI

Hz. Ali sonraki gün sabahleyin ya da başka rivayete göre; öğleye doğru yanındakilerle birlikte yola çıktı. Hz. Ali Abdülkays kabilesinin bulunduğu yere varınca onlar da onun safına katıldılar.[996] Zâviye[997] [998] denilen yere varıncaya kadar yola devam ettiler. Hz. Ali oradan da Basra’ya doğru hareket etti. Bu arada Cemel Ashâbı da Hz. Ali yi karşılamak için el-Ferdâ denilen yerden hareket etti.

Hz. Ali ile Cemel Ashâbı Ubeydullah b. Ziyad’ın köşkünün yanında karşılaştılar. Her iki taraf ayrı ayrı yerlerde konakladılar.[999] Bu sırada Şakîk b. Sevr Amr b. Merhum el-Abdî’ye Hz. Ali’ye katılması için haber gönderdi. O da kendisine tabi olanlarla birlikte gelip Hz. Ali’nin askerlerine katıldı. Ayrıca Abdülkays ve Bekr b. Vâil kabilelerinden de bazı askerler gelip Hz. Ali’nin askerlerine katıldılar.[1000]

Cemâziyelâhir 36/Aralık 656 ayının ortalarına doğru karşılaşan iki ordu üç gün boyunca aralarında hiçbir çarpışma olmadan orada beklediler. Bu arada iki taraf arasında haberleşme ve yazışma devam ediyordu.[1001] Hz. Ali onlara haber gönderip konuşmak istediğini söyledi.[1002]

Başka bir rivayete göre; Hz. Ali üç gün Basralılara elçi gönderdi. Elçiler, onları Hz. Ali’ye itaat etmeye ve Hz. Ali’nin yanındaki topluluğa katılmaya davet ettiler ancak olumlu bir cevap alamadılar.[1003] Muhtemelen Basra’yı ele geçiren Cemel Ashâbı’nın sayıca Hz. Ali taraftarından fazla olmasının verdiği özgüvenle halifenin yenileceğini düşünüyorlardı ve bundan dolayı onun teklifini kabul etmediler.[1004] Bu yüzden olsa gerek ki, onlar Hz. Osman’ın intikamının alınmasının yanında Hz.

Ali’nin halifelikten ayrılmasını ve halifenin şûra tarafından seçilmesini

694 istiyorlardı.

Hz. Ali orada konakladığı sırada Ebû el-Cerbâ’ Hz. Zübeyr’e: “Hz. Ali’nin adamları henüz gelip katılmadan üzerine bin atlı göndersen iyi olur.” diye öneride bulundu. Hz. Zübeyr de: “Biz savaşın neticelerini ve ortamını çok iyi biliriz. Onlar bizim davamızın adamlarıdır. Bu iş şimdiye kadar hiç düşünülmemiş ve olmamış bir şeydir. Bu günde meydana gelecek olaylardan sonra Allah’a özürle gidecek olan kimsenin kıyamet gününde özrü kopar gider. Onların bize gelen heyetleri bizden ayrıldığı zaman sulh akdetmek üzere ayrılmışlardı. Ben de aynı şekilde sulhun mey­dana gelmesini ve bunun sulh ile neticelenmesini arzu ediyorum. Sabrediniz! Sizin için müjdeler olsun.” diyerek önerisine karşı çıktı.[1005] [1006]

Sabra b. Şeymân da daha sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e giderek: “Şu adama karşı fırsat kollayınız. Asıl isabetli olan savaşa girişmektir.” dedi. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr: “Aramızda meydana gelen bu ihtilaflar daha önce hiç meydana gelmedi ki bu hususta Allah Kur’an’da bir hüküm zikretsin veya Hz. Peygamber’in bir sünneti olsun. Aramızda bazıları bu işin kesinlikle kurcalanmamasını ve bir an önce kapatılmasını istediler. Bu kimseler Hz. Ali ve yanındaki kimselerdir. Bizler de şunları söyledik: ‘Bu sulhu terk etmememiz ve bunu geciktirmememiz gerekir.’ Bunun üzerine Hz. Ali de: ‘Bu adamları terk edip gitmek bir kötülüktür. Fakat daha büyük bir kötülükten hayırlı bir davranıştır.’ diye söylemiş bulunmaktadır ve bu durumun hayırlı olduğu bizce de görülüyor. Müslümanların üzerine inen ahkâm ise onların genellikle haklarını koruyan hükümlerdir.” diye karşılık verdiler.[1007]

Hz. Ali tarafında olan Kâ’b b. Sûr (Süver) de: “Ey topluluk! Karşınızdaki top­luluktan şu ilişkiyi kesiveriniz.” dedi. Ona da benzer cevap verdiler.[1008]

Hz. Ali kalkıp yanındakilere hitapta bulunacağı sırada A’var b. Benân el- Minkarî buraya neden geldiklerini sordu. Hz. Ali de ona: “Buraya gelişimizin sebebi sulh akdetmek ve bu yanan ateşi söndürmektir. Umulur ki, Allah bu ümmeti bir araya getirir, aralarındaki ihtilafları ortadan kaldırır ve bizim buraya gelişimizle Müslümanlar arasında meydana gelecek bir savaş önlenmiş olur.” diye cevap verdi. A’var b. Benân el-Münkarî: “Şayet onlar bizim bu isteklerimizi kabul etmezlerse ne yaparız?” deyince Hz. Ali: “Onlar bizi terkettiği müddetçe biz de onları kendi başlarına bırakırız.” diye karşılık verdi. A’var b. Benân el-Münkarî: “Peki, yine onlar bizim yakamızı bırakmazsa ne yaparız?” diye sorunca da Hz. Ali: “Onları kendimizden uzaklaştırmaya çalışırız.” dedi. Bunun üzerine A’var b. Benân el- Münkarî Hz. Ali’ye: “Peki onların yapacakları kötü davranışlara aynısıyla mukabele edilecek mi?” dedi. Hz. Ali: “Evet.” diye karşılık verdi.[1009]

Ebû Seleme ed-De’lânî kalkıp Hz. Ali’ye: “Eğer bu adamlar Hz. Osman’ın kanını istemekte gerçekten samimi iseler bu hususta delilleri var mıdır?” diye sordu. Hz. Ali: “Evet, vardır.” diye karşılık verdi. Ebû Seleme ed-De’lânî: “Peki, bu kanı aramakta gecikme konusunda kendin için bir delil var mıdır?” dedi. Hz. Ali: “Evet, vardır. Eğer bir şeye bir anda ulaşmak mümkün değilse onu tehir etmek daha faydalıdır.” diye karşılık verdi. Bunun üzerine Ebû Seleme ed-De’lânî: “Eğer biz ve onlar yarın karşı karşıya gelir çarpışırsak kıyametteki durumumuz ne olacaktır?” diye sorunca Hz. Ali: “Bizden ve onlardan kalbi Allah’a safça bağlı olan bir kimsenin öldürülüp de Allah tarafından cennete konulmasını temenni ederim.” diye cevap verdi.[1010]

Hz. Ali bu karşılıklı konuşmalardan sonra yanındakilere: “Ey Müslümanlar! Karşımızda bulunan bu Müslümanlar için dillerinizi, ellerinizi tutun. Sakın bu konuda bizden ileri gitmeyin. Çünkü yarın kıyamet gününde bugün düşmanlığı başlatanlar dava edilecek.” diye uyarıda bulundu.[1011]

Hz. Ali daha sonra karşıdaki gruba Hükeym b. Seleme ve Mâlik b. Habîb’i göndererek: “Eğer siz Ka’ka’ b. Amr ile konuştuğunuz gibi aynı fikirlerinizi koruyorsanız biz dönüpte durumu görüşünceye kadar sakın herhangi bir harekete girişmeyesiniz. diye uyarıda bulundu.

Ahnef b. Kays 6000 okçusuyla Hz. Ali’nin saflarına katıldı. Hz. Ali’ye: “İstersen seninle omuz omuza savaşırım. İstersen de 10000 kılıçlı adamı savaş alanından uzaklaştırırım.” dedi. Hz. Ali de ona: “Sen 10000 kılıçlı adamı savaş alanından uzaklaştır. Bize ilişmesinler.” dedi. Ahnef b. Kays da adamlarıyla oradan ayrıldı.[1012] [1013]

CEMEL VAK’ASI’NIN MEYDANA GELMESİ

Cemel Vak’ası sahâbenin ilk olarak karşı karşıya gelip çarpıştıkları büyük bir olay olarak değerlendirilmektedir. Bu olayda Hz. Peygamber’in eşi Hz. Aişe ile Hz. Peygamber’in hem damadı hem de kuzeni Hz. Ali iki orduya liderlik etmişlerdir. Bunun yanında Hz. Peygamber’in en yakın arkadaşları Hz. Talha ve Hz. Zübeyr bir tarafta savaşırken öte yandan Mekke döneminin ağır işkencelerini çeken Ammâr b. Yâsir gibi Hz. Peygamber’e yakın sahâbe de öte tarafta yer almıştır. Muhammed b. Ebû Bekir Hz. Ali tarafından yer alırken ablası ve Cemel Ashâbı’nın lideri konumundaki Hz. Aişe ve yine onun yanında yer alan diğer kardeşi Abdurrahman b. Ebî Bekir de öte tarafta yer almıştır. Bir de gönlü Hz. Ali’den yana olan ancak babası Hz. Talha’nın ısrarı sonucu Cemel Ashâbı tarafında yer almak zorunda kalan ve savaşta öldürülen Muhammed b. Talha gibi durumu daha dramatik kimseler de bu olayda savaşmıştır.[1014] Aynı şekilde Basralılar ve Kûfeliler de ikiye bölünmüş durumdaydı.[1015]

HZ. ALİ’NİN HZ. TALHA VE HZ. ZÜBEYR’LE GÖRÜŞMESİ

705 Hz. Alı de Cemel Ashabı da her ne kadar savaşmak niyetinde olmasalar da Basra yakınlarında Zâviye denilen yerde[1016] [1017] karşı karşıya geldiler.[1018] Savaş kaçınılmaz olunca tüm iyi niyetlere rağmen Mekke ve Medine’den gelen iki ordu da kılıcın hakemliğine razı olmuşlardı.[1019] İki grup karşılaşınca Hz. Zübeyr atının üstünde elindeki kılıcıyla meydana çıktı. Hz. Ali’ye: “Bu gelen Zübeyr’dir.” denilince o da, Hz. Zübeyr için: “Vallahi o, kendisine Allah’ın emirleri hatırlatıldığı zaman ilk olarak uyacak iki adamdan biridir.” dedi. Hz. Zübeyr’in ardından Hz. Talha da meydana çıktı.[1020]

Savaşın kaçınılmaz olduğunu anlayan Hz. Ali,[1021] her ikisinin yanına gitti. Hz. Ali’yle Hz. Talha ve Hz. Zübeyr birbirlerine o kadar yaklaştılar ki kimin atının kime ait olduğu fark edilemez oldu. Hz. Ali her ikisine: “And olsun sizler silah, at ve bir sürü asker hazırladınız. Eğer bunu yaparken Allah’a karşı sunacak bir özrünüz varsa bile yine de Allah’tan korkun.”[1022] dedikten sonra: “Bir topluluk diğer bir topluluktan daha (güçlü ve) çoktur diye yeminlerinizi aranızda bir hile ve fesat sebebi yaparak, ipliğini iyice eğirip büktükten sonra (tekrar) çözüp bozan kadın gibi olmayın. Allah, bununla sizi ancak imtihan eder. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri kıyamet günü size elbette açıklayacaktır.”[1023] ayetini okudu ve: “Ben ikinizin de dinde kardeşi değil miyim? Sizin benim kanımı, benim de sizin kanınızı haram kılmamız gerekmez mi? Kanımın akıtılmasını helal kılacak herhangi bir olay meydana geldi mi?” diye sordu.[1024]

Hz. Talha: “Sen insanları Hz. Osman’a karşı kışkırttın.” diye karşılık verdi. Hz. Ali de: “O gün Allah, onlara kesinleşmiş cezalarını tastamam verecek ve onlar Allah’ın apaçık bir gerçek olduğunu bileceklerdir.”[1025] ayetini okuyarak: “Ey Talha! Hz. Osman’ın kanını talep ediyorsun değil mi? Allah, Hz. Osman’ı şehit edenlere lanet etsin![1026] Ey Talha! Sen Hz. Peygamber’in eşini yanına alıp onu kendine kalkan olarak kullanıyorsun da kendi eşini evde saklıyorsun değil mi? Sen bana biat etmemiş miydin?” dedi. Hz. Talha: “Sana biat ettiğimde kılıçlar boynumun üzerinde tutulmuştu.” diye cevap verdi.[1027]

Hz. Ali Hz. Zübeyr’e dönerek: “Ey Zübeyr! Senin buraya kadar gelmene sebep olan şey nedir?” diye sordu. Hz. Zübeyr: “Buraya gelmeme sebep olan sensin. Ben seni bu halifelik görevine ehil görmüyorum. Üstelik bu konuda bizden daha hak sahibi bir kimse de değilsin.” diye karşılık verdi.[1028]

Hz. Ali bunun üzerine Hz. Zübeyr’e: “Ben Hz. Osman’dan sonra bu işe ehil değil miyim? Biz seni Abdülmuttalib’in evlatlarından sayarken senin şu kötü huylu oğlun çıkıp aramıza tefrika soktu.[1029] Hatırlıyor musun bir gün Hz. Peygamberle birlikte Benû Ganem’den geçtiğimiz sırada Hz. Peygamber bana bakıp tebessüm etti ve ben de ona bakıp tebessüm ettim. Sen de Hz. Peygamber’e: ‘Ebû Tâlib’in oğlu niye bu kibrini bırakmış değil?’ dediğinde Hz. Peygamber sana: ‘Ebû Tâlib’in oğlunda kibir yoktur ve bir gün sen onunla haksız yere çarpışmış olacaksın.’ demedi mi?” diyerek hatırlatmada bulundu. Bunun üzerine Hz. Zübeyr: “Vallahi doğrudur! Şu anda Hz. Peygamber’in söylediklerini hatırladım. Eğer bunları daha önce hatırlamış olsaydım kesinlikle buraya gelmezdim. Bundan sonra da ebediyen sana karşı savaşmayacağım.” dedi.[1030]

Görüldüğü gibi Hz. Ali Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in kendisine biat ettikleri halde sonra bunu bozacak bir olay meydana gelmeden, güç elde edeceklerini anladıklarında biati bozduklarını dile getirmiştir.[1031] Hz. Ali bunu; “... İpliğim iyice eğirip büktükten sonra (tekrar) çözüp bozan kadın gibi olmayın...”[1032] ayetiyle ifade etmiştir. Bu ayette güçlü konuma geçince yeminini bozmamak emredilmiştir.[1033]

Demircan’a göre; bu ve benzeri rivayetler, Hz. Ali’nin haklılığını desteklerken, öte taraftan Hz. Peygamber’in sahâbesini kurtarmaya yönelik çabaların ürünü olabilir.[1034]

Azimli, bu rivayete itibar etmediğini ifade edip bunun sahâbeyi kollamak amacıyla Şîa’ya karşı Sünnî bir refleksle uydurulduğunu söylemektedir.[1035]

Abbott da bu rivayete temkinli yaklaşmakta ve bu rivayetin doğru olduğunu söylemenin zor olduğunu ifade etmektedir. Ona göre; Hz. Ali ve Cemel Ashâbı arasında öngörülen uzlaşmanın olası koşullarını kestirmek de kolay değildir. Zira Hz. Ali’yle Hz. Talha ve Hz. Zübeyr arasında görüşmeyi anlatan rivayetler daha sonraki dönemlere ait duygularla tahrif edilmiş de olabilir. Bu rivayetlerde, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr vicdanları yaralı ve tövbekâr olarak tasvir edilmektedir. Hz. Ali ise, Hz. Zübeyr’den ziyade onun oğlu ve gelecekte Ümeyye oğullarına meydan okuyacak Abdullah b. Zübeyr’de hatayı bulmaktadır.[1036]

HZ. ZÜBEYR’İN FİKRİNİN DEĞİŞMESİ

Hz. Ali Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’le görüştükten sonra kendi ordusunun yanına gitti ve onlara: “Hz. Zübeyr sizinle kesinlikle çarpışmamak üzere Allah’a söz vermiş bulunmaktadır.” dedi.[1037]

Hakikaten de Hz. Zübeyr Hz. Aişe’nin yanına gittiğinde ona: “Ben dünyaya geldiğim günden beri bugünkü kadar şu anda bulunduğum yerin benim olmadığım ve burada durmamam gerektiğini hissetmiş değildim.” diyerek yaşadığı pişmanlığı dile getirdi. Hz. Aişe de ona ne yapmak istediğini sordu. Hz. Zübeyr: “Sizi olduğunuz gibi bırakıp hemen gitmek istiyorum.” diye cevap verdi.[1038]

Hz. Zübeyr’in oğlu Abdullah b. Zübeyr bu konuşmayı duyunca: “Bu iki muhalif grubun birbirlerine karşı çıkmalarından ve keskin kılıçlarını çekip bu noktaya gelmelerinden sonra onları yüzüstü bırakıp gitmek mi istiyorsun? Korktun ve Hz. Ali’nin ordusundaki o sancaklarla onları taşıyan gencecik adamları ve bunun arkasında dehşet verici bir ölümün olduğunu gördün de dehşete kapıldın değil mi? Olduğun yerde dur ve bekle.” diyerek babasına tepki gösterdi.[1039] Barlak’a göre; Abdullah b. Zübeyr’in siyasi olaylarda oldukça hırslı gözükmesinin nedenlerinden biri, babasının Şûra üyelerinin arasında yer almasının yanı sıra kendisinin ilk halife Hz. Ebû Bekir’e yakınlığı olmalıdır. Anlaşılan o ki, Abdullah b. Zübeyr, başta babasını ve ardından da kendisini bu iş için herkes kadar hak sahibi görmekteydi.[1040]

Hz. Zübeyr bunun üzerine ona: “Hayır, ben ona karşı çarpışmamak üzere yemin ettim.” diye karşılık verdi. Abdullah b. Zübeyr ise babasını ikna etmeye çalışarak: “Yeminine kefaret öde ve onunla çarpış.” diyerek ısrar etti. Bu ısrar karşısında Hz. Zübeyr kölesi Mekhûl’u ya da başka bir rivayete göre; kölesi Selce’yi kefaret olarak azat etti ve savaş alanından ayrılmaktan vazgeçtiği rivayet edilir.[1041] Cevdet Paşa’ya göre; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr her ne kadar yanlış içtihatta bulunup fitnenin büyümesine sebep olmuşlarsa da olayların seyrine bakıldığında ikisi de oğullarının yüzünden bu derece ileri gitmişlerdir. Ona göre; babalar barışmak istemişler, ancak oğulları razı olmamıştır.[1042]

Azimli, bu rivayeti kabul etmemekte ve bunun Şiî uydurması olup Sünnî algı tarafından oldukça yaygın bir şekilde kabul gördüğünü ifade etmektedir. Ona göre; Hz. Zübeyr’e Hz. Peygamber’in sözü hatırlatıldığı halde oğlunun ısrarı üzerine tekrar tavrını değiştirmesi yaklaşımının Hz. Zübeyr’e yakıştırılmaması gerekmektedir. Bunun yanında yine o, Hz. Ali’yle Hz. Zübeyr’in görüşmesi rivayetinin, Hz. Ali’nin haklılığını ortaya koymak için uydurulduğunu ifade ediyor. Onun değerlendirmesine göre; o günkü şartlarda böyle bir görüşme imkânının olması ve şimdiye kadar hiç kimsenin bu sözü hatırlamaması mümkün görünmemektedir.[1043]

Başka bir rivayete göre ise; Hz. Zübeyr Ammâr b. Yâsir’i Hz. Ali’nin yanında görünce savaşmaktan vazgeçti. Rivayete göre; Hz. Zübeyr Hz. Peygamber’in Ammâr b. Yâsir’e: “Ey Ammâr b. Yâsir! Seni isyancı bir grup öldürecektir.” dediğini duymuştu. Bundan dolayı Hz. Zübeyr Ammâr b. Yâsir’in öldürülmesinden korktuğu için savaşmaktan vazgeçti. Ancak oğlu Abdullah b. Zübeyr onu ikna ederek geri dönmesine engel oldu.[1044]

Abbott bu rivayete temkinli yaklaşır. Ona göre; alışılanın tersine sessiz kalan Hz. Aişe Hz. Zübeyr kendisine gitmek konusundaki isteğini bildirdiğinde ve kendi yoluna gitmeyi tercih ettiğinde ona hiçbir şey söylememiştir. Bu rivayetlere göre; babasının barış konusundaki ani isteği üzerine alarma geçen Abdullah b. Zübeyr, babasına şiddetle korkak olduğu suçlamalarını haykırdığı zaman Abdullah b. Zübeyr ve babası arasındaki ilişki açıkça kopmanın eşiğine gelmişti.[1045]

Hz. Ali Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’den ayrıldıktan sonra iki taraf birbirlerine mektup göndererek barışmak istediklerini ifade ettiler. O günün akşamında Hz. Ali İbn Abbas’ı Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in yanına gönderdi. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de aynı şekilde Muhammed b. Talha’yı Hz. Ali’nin yanına gönderdiler.[1046]

Hz. Ali kendisiyle hareket eden kabilelerin başkanlarına sulh haberini verdi. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de benzer şekilde kabile reislerine sulh durumunu bildirdiler.[1047]

İKİ ORDUNUN KARŞI KARŞIYA GELMESİ

İbn Kuteybe, Cemel Ashâbı’nın savaş düzenine önce girdiğini, süvarilerin başında Hz. Talha,[1048] yayaların başında Hz. Zübeyr’in,[1049] merkezde[1050] Muhammed b. Talha, önde Mervân b. Hakem, sağ süvarilerin başında Abdurrahman b. Ubade, sol süvarilerin başında Hilal b. Veki’in olduğunu rivayet ediyor.[1051] Dineverî’nin aktardığı rivayete göre; Kureyş ve Kinâne kabilelerinin başına Abdurrahman b. Attâb el-Esîd, sağ tarafta bulunan Ezd kabilesinin başına Ka’b b. Sûr (Süver) ve sol tarafın başına da Abdurrahman b. el-Hâris b. Hişâm geçirilmiştir.[1052]

Hz. Ali’nin ordusunda ise önde İbn Abbas, yayaların başında Muhammed b. Ebû Bekir, süvarilerin başında da Ammâr b. Yâsir vardı.[1053] İki ordu karşı karşıya gelince her kabile kendi rakibi kabilenin karşısında yerini aldı.[1054] Hz. Ali’nin yanında yaklaşık 20000, Cemel Ashâbı’nın yanında ise yaklaşık 30000 asker bulunuyordu.[1055] Hz. Ali’nin yanında bulunan kabileler; Kûfe’den gelen Kinâne, Esed, Temîm, Rübâb, Müzeyne, Kays, Bekir, Tağlib, Müzhic, Eş’ar, el-Mâr, Cus’am ve Ezd kabileleri Basra’dan ise daha çok Rebia’dan olan ve Basra’nın güçlü kabilelerinden Abdülkays kabilesi Hz. Ali yanında yer almıştı.[1056] Hz. Ali’ye katılan birliklerin liderleri; Ka’ka’ b. Amr, Sa’d b. Mâlik, Hind b. Amr, Heysem b. Şîhab, Zeyd b. Sûhân, Mâlik b. Eşter, Adiy b. Hatem, Müseyyeb b. Neciyye, Yezid b. Kays ve Hicr b. Adiy, Makil b. Yesâr er-Reyâhi, Sa’d İbn Mes’ûd es-Sakâfî, Va’le b. Mahduc ez-Zühelî ve Mihnef b. Süleym el-Ezdî’ydi.[1057]

Cemel Ashâbı’nın yanında ise; Yemen halkından olan Teym, Adiyy, Sevr, Ukel kabileleri ile Mudar kabilesinin bir kısmı, Temîm oğulları, Hanzala oğulları, Ezd kabilesi, Süleym kabilesi, Âmir oğulları, Gatafan oğulları, Bekr oğulları, Naciye oğulları yer almışlardı.[1058]

Kaynaklarda Cemel Vak’ası’nı başlatan tarafla ilgili farklı bilgiler mevcuttur. Mes’ûdî, Ya’kubî, İbn Kuteybe, İbni A’sem savaşı başlatan tarafın Cemel Ashâbı olduğunu; Belâzurî ve Dineverî ise savaşın nasıl başladığı konusunda bilgi vermemektedirler. Taberî, İbnü’l-Esîr ve İbn Kesîr gibi tarihçiler ise İbn Sebe ve grubunun savaşın başlamasında etkili olduğunu rivayet ederler.[1059]

Cemel Vak’ası’yla ilgili Taberî’nin aktardığı Seyf b. Ömer’in[1060] rivayetleri, hadiseyi detaylı bir şekilde anlatmaktadır. Ancak bazı araştırmacılar, Seyf b. Ömer’in sahâbeyi koruma refleksiyle, özellikle Hz. Osman ve Hz. Ali döneminde meydana gelen olayların sorumluluğunu İbn Sebe’ye yükleyerek, rivayetleri kurguladığını öne sürmüş ve Seyf b. Ömer’in rivayetlerinde gördükleri tutarsızlıklardan hareketle bu rivayetlerin doğruluğunu sorgulamışlardır. Bu durum dolayısıyla rivayetlerin doğruluğu hakkında tereddütler meydana gelmiştir.[1061]

Cemel Vak’ası, önde gelen sahâbenin birbiriyle ilk savaşı olduğu için Müslüman dünyanın bunu kabullenmesi kolay olmamıştır. Anlatılması güç olan bu hadisenin her iki tarafında da önde gelen sahâbenin bulunması, Sünnî dünyayı bu savaşın anlatımında farklı kurgulara yöneltildiği ifade edilmektedir.[1062] Bu bakış açısından hareketle Seyf b. Ömer, muhtemelen kendi döneminde Şîa’nın Hz. Ali’yi yüceltip Cemel Ashâbı’nı ise yermesine karşılık vermeye çalışmıştır.[1063] Bundan dolayı, Seyf b. Ömer’in kollamacı rivayetleri, önceki ve sonraki tarihçilerin tercih kaynağı olmuş ve akademik çalışmalarda dahi makul anlatım olarak nitelendirilmiştir.[1064] Ancak diğer rivayetlerin üzerinde ise pek durulmamıştır.[1065]

Savaşın başlamasıyla ilgili olarak Seyf b. Ömer’in rivayeti dışındaki bir rivayete göre; İbn Sebe grubu savaşı başlatmamıştır. Bunlara göre; Hz. Ali, ordusundan birinin kalkıp Kur’an’ın hakemliğini istemesini emretti. Abdülkays kabilesinden birisi ileri çıkarak Cemel Ashâbı’nı Kur’an’ın hakemliğine davet etti. Ancak karşı taraf Kur’an’ı tutan genci öldürdüler. Bunun üzerine Hz. Ali ordusuna savaşma emri verdi ve savaş başladı.[1066] Buna göre; savaşı ilk başlatan Cemel Ashâbı olmuştur.[1067]

Erkocaaslan, bu rivayeti; Şiî uydurması olarak değerlendirip buna temkinli yaklaşılması gerektiğini ifade etmektedir.[1068]

Başka bir rivayete göre; Hz. Ali savaş meydanında Hz. Zübeyr’le görüşme yaptı ancak bir sonuca varamayınca askerlerinin yanına döndü ve onlara; “Bu topluluğa saldırınız. Artık onlar hakkında mazuruz.” dedi. Bunun üzerine savaş başladı.[1069] Böylelikle savaşı başlatan taraf, Hz. Ali’nin tarafı olmuştur.[1070]

Seyf b. Ömer’in rivayetine göre ise; Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr arasında geçen olumlu görüşmenin yarattığı sulh ihtimali dolayısıyla Hz. Ali’nin askerleriyle Cemel Ashâbı’nın askerleri o gece huzurlu bir gece geçirdiler. Hz. Osman’ı şehit eden asiler ise kötü bir gece geçirdiler.[1071]

Rivayete göre; Hz. Osman’ın katilleri o gece boş durmayıp savaş planını istişare etmek üzere gizlice toplandılar ve aldıkları karar sonucu sabahın ilk ışıklarıyla birlikte iki tarafa ansızın saldıracaklardı.[1072] Bu plan devreye sokularak fecrin doğuşundan önce sayıları yaklaşık olarak iki bini bulan fitneci grubun bir kısmı, Hz. Ali’nin taraftarlarına bir kısmı da Cemel Ashâbı’nın taraftarlarına ansızın saldırdılar. Hz. Ali’nin taraftarları ile Cemel Ashâbı’nın taraftarları karşı tarafın kendilerine saldırdığını düşünerek karşılık vermeye başladılar.[1073] Saldırının Hz. Ali’nin taraftarlarının başlattığı haberini alan Hz. Talha ve Hz. Zübeyr: “Evet, Hz. Ali’nin niyetinin farklı olduğunu ve bizi kandırıp kanlarımızı dökmek istediğini anladık.” dediler. Aynı şekilde saldırının Cemel Ashâbı’nın başlattığının haberini alan Hz. Ali de: “Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in bizim kanlarımızı dökmeden buradan ayrılmayacaklarını ve bize asla uymayacaklarını anladım.” dedi.[1074]

Korkmaz, bu rivayeti kurgu olarak görmektedir. Ona göre: “Çatışmanın başlaması üzerine liderlerin aynı anda benzer tepkileri vermeleri mümkün görünmemekte ve rivayeti inanılmaz hale getirmektedir.”[1075]

Araştırmacılar, Seyf b. Ömer’in; İbn Sebe ve grubunun sinsi bir plan sonucu ansızın iki tarafa saldırarak savaşı başlattıkları rivayetini eleştirmektedirler. Onlara göre; Seyf b. Ömer, bu rivayetinde, Hz. Osman dönemi olaylarında olduğu gibi Müslümanları, bu olaylardaki sorumluluktan kurtarmaya çalışmaktadır.[1076] Aslında üzerinde durulması gereken nokta; böyle bir toplantının yapılıp yapılmamasından ziyade başlatılmış olan savaşta ve daha önce Hz. Osman aleyhindeki faaliyetlerin sorumlusu olarak İbn Sebe veya grubunun ortaya konulmasıdır.[1077] Bu rivayette; bir tarafta Hz. Ali diğer tarafta ise, Cemel Ashâbı’nın yer aldığı ve sonuçta binlerce Müslüman’ın öldüğü bu savaşın sorumluluğundan, önde gelen sahâbeyi kurtarmak gayretiyle tek suçlu İbn Sebe gösterilmiştir.[1078] Oysa hem Cemel Ashâbı’nın hem de Hz. Ali’nin savaşmak için yeterince sebepleri vardı. Ayrıca bu sebeplerin kısa sürede yapılan bir arabuluculukla çözümlenemeyeceği açıktı.[1079] Görünen o ki, İslâm tarihinde, üzücü sayfaları dolduran bunun gibi olayların tek sorumlusu; İbn Sebe gösterilmektedir.[1080] Bu durumda Seyf b. Ömer’in rivayetine göre; Cemel Vak’ası’na katılan hiçbir sahâbede suç yoktur. Bütün suç ve sorumluluk İbn Sebe ve grubundandır.[1081] Oysa İbn Sebe olayın başlatıcısı kabul edilse dahi Cemel Ashâbı’nın Mekke’den toplanıp Basra’ya hareket etmesi ve ardından şiddet kullanarak oranın yönetimini ellerine geçirmeleri İbn Sebe’nin suçu değil bizzat onların suçu olduğu gibi[1082] ayrıca bu hareket Hz. Ali’ye karşı da açık bir isyandı.[1083] Nitekim Hz. Ali de bu durumu bilerek ve muhtemel bir savaşı göze alarak Medine’den ve Kûfe’den asker toplayıp Basra’ya gitti.[1084] Bu durumda savaşı sadece İbn Sebe’nin faaliyetleriyle açıklamak makul görünmemektedir. İbn Sebe bizzat savaşı başlatmış olsa dahi ona savaş ortamını sağlayanlar, Hz. Ali ve Cemel Ashâbı’dır. Dolayısıyla bu savaşın esas sorumlusu yine İbn Sebe görülmemesi gerekir.[1085] Ayrıca İbn Sebe ve grubunun sırf savaşı başlatmak için bile olsa kendilerini savaş ortamının içine atması da kabul edilebilecek bir açıklama gibi görünmemektedir. Canını seven ve öldürülmekten kaçan İbn Sebe ve grubunun böyle davrandığını iddia etmek zordur.[1086] Ancak Kubat, Haricilerin kurucuları olarak değerlendirdiği bu grubun böyle bir fitneyi ateşlediği rivayetinin yabana atılmaması gerektiğini ifade ediyor.[1087]

Linda Lau’ya göre; Seyf b. Ömer’in rivayetleri, aktarılmış olan rivayetler arasında en mantıklı ve anlamlı olandır. Ona göre; diğer tarihçiler birçok konuda mütereddit ifadelere yer verdikleri halde Seyf b. Ömer rivayetlerinin tümünde mantıklı bir olay örgüsü mevcuttur.[1088]

Kelpetin’e göre; Seyf b. Ömer’in bu rivayeti, dikkatli bir şekilde incelendiğinde gerçek olma ihtimali yüksektir. Onun değerlendirmesine göre; tüm kaynaklar, hem Hz. Ali’nin hem de Cemel Ashâbı’nın barışın sağlanması konusunda hemfikir olduklarını rivayet etmektedirler. Ayrıca Hz. Ali Hz. Osman’ı şehit eden asileri cezalandırmayı kabul etmiş ve Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de Hz. Ali’ye biat etmeyi kabul etmişlerdi. Bunun yanında her iki tarafta da disiplinsiz ve düzensiz bir halde olan ordu küçük bir kıvılcımla büyük bir savaşı başlatabilirlerdi. Bu durumda Seyf b. Ömer’in rivayetine göre; savaştan tek çıkar sağlayabilecek olan asilerin böyle bir girişimde bulunma ihtimalleri yüksektir.[1089]

Bazı araştırmacılara göre; Seyf b. Ömer’in, olaylara karışan sahâbenin davranışlarını mazur göstermek ve İbn Sebe gibi bir fitnecinin saptırdığı toplumda onların temiz ve masum kimseler olduklarını ortaya koyma anlayışı,[1090] dini ve ahlakî olarak değerlendirilmeye tabi tutulduğunda iyi bir çözüm olarak düşünülebilir. Üstelik bu tür rivayetler sayesinde Müslüman tarihçiler iki taraftan birinin haksız olduğunu söylemekten ve vicdani rahatsızlık duymaktan kurtulabilirler. Ancak bu anlayış ve bakış açısı, olayın açıklanması konusunda hedef saptırmaktan başka bir işe yaramadığı gibi[1091] makul da sayılmaz. Çünkü bu durumda olaylara karışmış olan sahâbenin hatalarını tarihi bakımdan örtbas edip ve bütün suçu bir şahıs ya da bir gruba yüklemek yanlış olur. Bu anlayış, kesinlikle tasvip edilecek bir durum değildir. O dönemdeki Müslümanların siyasi görüşleri ne ölçüde farklı olursa olsun bir kişinin veya bir grubun oyuncağı olabilecek derecede zayıf ve kararsız olmadıkları açıktır.[1092] Şayet bu iddia bir değerlendirilmeye tabi tutulacak olursa, İbn Sebe’nin yaşadığı

dönemdeki seçkin sahâbe bir Yahudi mühtedisinin oyuncağı haline getirilmiş olur ki, gerçekten bu oldukça güç bir durumdur.

Bazı araştırmacılara göre; İbn Sebe tarihi bir kişilikten ziyade Seyf b. Ömer’in önde gelen sahâbeyi, dönemin sorumluluklarından ve yaşanan olaylardan kurtarma gayretiyle ortaya attığı hayali bir kişilik[1093] [1094] olup gerçeklikle bir ilişkisi yoktur. İbn Sebe ve grubuyla irtibatlandırılan birtakım fikirlerin de hicri birinci asrın son çeyreğinde ortaya çıkan fikirler olduğu görülmektedir.[1095] İbn Sebe ve grubu, üzerinde oldukça fazla spekülasyon yapılan bunun yanında ne zaman ortaya çıktığı, kimlerle irtibatlı olduğu konusunda açıklık olmayan, farklı birtakım şahıslarla, farklı olayları ifade etmek amacıyla kullanılan bir kavramdır. Öyle ki, Müslümanların tarih anlayışına sinmiş olan derin anakronizmi (tarih yanılgısı) İbn Sebe kadar net bir şekilde gözler önüne seren başka bir örnek bulmak zordur.[1096] İbn Sebe hakkında eldeki bilgilerin tek kaynağı Seyf b. Ömer’dir.[1097] Seyf b. Ömer’in bakış açısını hangi gerekçeler üzerine temellendirdiği oldukça zordur. Seyf b. Ömer’in detaylar üzerine yoğunlaşan rivayetleri, sahâbeyi cennette görme isteğinden kaynaklandığı izlenimini vermektedir.[1098] Rivayete bu denli rağbet edilmesinin sebebi, birbirlerini öldürmek suretiyle büyük günah işleme konumuna gelen sahâbenin önde gelenlerini mazur gösterme anlayışı yatmaktadır. Bu anlayışa göre; önde gelen bazı sahâbe planlı olarak birbirleriyle savaşmayı düşünmemişlerdir. Ancak İbn Sebe ve grubunun oyunu sonucu Müslümanlar kendi aralarında savaşmışlardır. Dolayısıyla sahâbenin bu olayda bir sorumluluğu yoktur.[1099] İbn Sebe ve grubu makalat türü eserlerde tarihi bağlamının dışında bir anlamda kullanıldığı görülmektedir. Zira bu tarz eserlerde bu kavram daha çok Hz. Ali’nin adı etrafında şekillenen grupları tanımlamak için kullanılmıştır. Bu tür eserlerdeki bilgi yanlışlıkları bir tarafa bırakılacak olursa ifadenin farklı iki kesim tarafından farklı amaçlarda kullanıldığı göze çarpmaktadır. Hz. Ali’nin adını öne çıkararak kendi haklılıklarını iddia etmeye çalışan tarafa, özellikle de Şîa’ya karşı kullanıldığı göze çarpmaktadır. Sünnîler ise, Şîa’yı genelde kötülemek ve onların kökenini Yahudilikle ilişkilendirmek gibi bir eğilim içindedirler. Öte yandan Şiîlerin İbn Sebe’yi kendilerini savunmak için onunla ilişkilerinin olmadığını iddia ettikleri bir aşırılık adresi gösterme gayretiyle öne çıkarttıkları görülmektedir. Bundan dolayı İbn Sebe ve grubu her iki taraf için birbirlerine karşı kendi haklılıklarını savunma aracı olarak kullanıldığı ifade edilmektedir.[1100]

Araştırmacılara göre; bu rivayet, Seyf b. Ömer tarikiyle gelen Taberî’nin rivayeti[1101] dışında diğer önemli tarihçilerin rivayetleri arasında yer almamaktadır.[1102] Ebû Mihnef, Ma’mer b. Müsenna, Vâkıdî, Medâinî, İbn Habîb es-Sülemî ve İbn Şebbe’nin rivayet etmedikleri sadece Seyf b. Ömer’in rivayet ettiği ve Belâzuri’nin eserine almayıp Taberî’nin naklettiği “İbn Sebe komplosuna” inanmak güçtür.[1103] Bu bakımdan İbn Sebe’nin daha sonra kendi adını taşıyan bir Şiî fırkasının görüşlerini tereddütsüz benimsemekle birlikte onun Hz. Osman döneminde Müslüman olup olmadığı dahi belli değildir. Şayet Müslüman olmuşsa bile önde gelen bazı sahâbenin onunla yaptıkları konuşmalarda onun niyetini sezememiş olmalarını izah etmek zordur. Bu durum Yahudi asıllı bir şahsa, hainlik gibi kötü bir sıfat yakıştırması olsa dahi büyük önem atfedilmesi lüzumsuz bir gayrettir.[1104] İbn Sebe grubuyla ilişkilendirilen isimler, onların fikirleri ve siyasi tavırları itibariyle İbn Sebe grubunun her hangi bir fırkaya delalet etmediğinin büyük kanıtı durumundadır. Zira bu isimler arasında tarih, mekân ve fikir bakımından bir ilişki kurmak mümkün değildir. Buna ek olarak İbn Sebe ve grubu Hz. Osman’ın muhalifleri, Hz. Ali’nin taraftarları, Hariciler ve oluşum aşamasındaki Şiî düşünceye sahip birtakım kimseleri tanımlamaktan ziyade onları karalamaya yönelik olduğu ifade edilmektedir.[1105] Taberî’nin rivayetinden faydalanarak ortaya çıkan karışıklıkların sebebi olarak gösterilen İbn Sebe olmasaydı dahi Hz. Osman’ın yumuşak idaresinden dolayı serbestçe dışarı çıkan sahâbeden bir kısmı halifenin birtakım icraatlarını eleştirerek karışıklıkların meydana gelmesine sebep olmuşlardır.[1106] İbn Sebe ve grubuyla irtibatlandırılan fikirlere gelince bunların birçoğunun belli bir dönemde ortaya çıkmış ve belli bir dönemi tasvir eden fikirler olduğunu söylemek zordur. İbn Sebe grubuna mensup olarak ifade edilen bazı isimler aynı zaman diliminde, aynı bölgede yaşamış ve aynı amaçlarla bir araya gelerek bir fırka oluşturabilmiş kimseler değildir. Özellikle makalat türü eserlerde tasvir edilen İbn Sebe ile ilgili görüşler daha çok Muğîre b. Saîd ve Abdullah b. Harb ile örtüştüğü görülmektedir.[1107]

Korkmaza göre; Cemel Vak’ası Hz. Ali’nin Kûfe’den de büyük bir destek alarak Cemel Ashâbı’na teslim olup biat etmeleri için tanınan üç gün süre zarfında karşı taraftan olumlu bir cevap gelememesi üzerine hücuma geçmesiyle başlamış ve Hz. Ali’nin zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu savaşı taraflar arasındaki bir içtihat hatası olarak değerlendirmek de güçtür.[1108] Seyf b. Ömer’in rivayetlerine göre; iki tarafı birbiriyle savaştırdığı iddia edilen İbn Sebe ve grubunun savaştan sonra herhangi bir etkinliğinden söz edilmediği görülmektedir.[1109] Ancak olayın asıl kahramanları Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in öldürüldüğü, Hz. Aişe’nin ise siyasete bir daha karışmamak şartıyla Medine’ye gönderildiği bilinmektedir. Cemel Vak’ası’nda binlerce Müslümanın öldüğü, Cemel Ashâbı’yla başa çıkmasını bilen Hz. Ali’nin tarihte ilk defa Müslümanların kanlarının akmasına sebep olduğu iddia edilen İbn Sebe ve grubuyla savaştan sonra hesaplaşmaması ve onları bir şekilde cezalandırmaması, Seyf b. Ömer’in anlattıklarına karşı güveni sarsmaktadır. Bunun yanında savaştan sonra İbn Sebe ve grubu kazananlar arasında görülmediği gibi kaybedenler arasında da görülmemektedir.[1110] Ayrıca tarih kitaplarında kendilerinden bahseden herhangi bir haberin de yer almadığı görülmektedir.[1111]

Seyf b. Ömer’ in İbn Sebe’yle ilgili rivayeti, İbn Sa’d ve Belâzurî gibi önde gelen sünnî ile Minkarî ve Ya’kûbî gibi önde gelen şiî tarihçilerin kaynaklarında yer almadığı görülmektedir. Bu durum, Seyf b. Ömer’in İbn Sebe ve grubuyla ilgili rivayeti hakkında tereddütlerin ortaya çıkmasına sebep olsa da asırlarca hem Müslüman tarihçiler hem de müsteşrikler tarafından kabul görmüş ve uzun bir süre bunun üzerinde tartışma yapma gereği bile duymamışlardır.[1112]

Askerî, İbn Sebe’yi gerçekte olmayan hayali bir kişilik olarak değerlendirmektedir. Ona göre; İbn Sebe, Seyf b. Ömer’in rivayet ettiği fakat gerçekte olmayan hayali bir kahramandır.[1113] Bazı yazar ve araştırmacılar İbn Sebe’nin varlığını reddedip, onun tarihte oynadığı yıkıcı rolü kabul etmemektedirler.[1114] Ancak buna rağmen birçok tarihçi Hz. Osman’ın şehit edilmesi hadisesini, Cemel Vak’ası’nı, Hariciliğin ortaya çıkışı ve Şîa’nın doğuşunu İbn Sebe’nin faaliyetlerine bağladıkları görülmektedir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra İslâm dünyasında ortaya çıkan fitnenin kaynağını İbn Sebe ve grubunun faaliyetlerinde arama, her fitne ve kötülüğü ona bağlama düşüncesi, sahâbeyi bir kişi ya da bir grubun oyununa gelen kimseler konumuna getirir. Bu ise abartı bir değerlendirme olur. Ki böyle bir tutum, gerçek dışı bir değerlendirme olur.[1115]

Ancak şu var ki, İbn Sebe’nin faaliyetlerini görmezden gelmek ve oynadığı olumsuz rol ile ilgili tarihçilerin dile getirdikleri rivayetleri yoksaymak gerçeklikle bağdaşmadığını ifade etmek mümkündür. Bütün rivayetleri inkâr eden ve gerçekliği yoksayan bakış açısı mantıklı görünmemektedir. Bundan hareketle, tarihte İbn Sebe adında birinin yaşamadığını ve İslâm aleyhine herhangi bir faaliyette bulunmadığını iddia etmek güçtür. Tarihçilerin, onun faaliyetleri hakkında yaptıkları vurgu bir tarafa bırakılacak olursa, gerçekte onun bir münafık olarak gücü nispetinde o dönemde yıkıcı faaliyetlerde bulunduğunu kabul etmek mantıklı görünmektedir.[1116]

İbn Sebe’yle ilgili rivayetler bir tarafa bırakılacak olsa dahi, Cemel Vak’ası’ndan önce Basra’da meydana gelen olaylar, iki tarafta toplamda 50000 civarında askerin arasında bulunan bedevi, savaşa istekli ve ganimet hırsıyla hareket eden birtakım grupların olması ve Hz. Osman’ın şehit edilmesinde rol oynayan aynı zamanda lidersiz hareket eden Mısırlı asiler, o günkü şartlar da savaşa sebep olmuş olabilirler. Çünkü daha tam itaat etmemiş ve içinde çok sayıda asilerin de bulunduğu bir topluluğa, o günkü şartlarda hükmetmek ve onları kontrol etmek oldukça güç olsa gerekir. Dolayısıyla İbn Sebe’nin aktif rolü olmasa dahi bu topluluğu harekete geçiren birilerinin olduğunu söylemek mümkündür.[1117]

Erkocaaslan’a göre; İbn Sebe ve grubunun varlığı akla aykırı değildir. Ona göre; Cemel Vak’ası’yla ilgili rivayetlerde İbn Sebe ve grubunun varlığını kabul etmeyenler için bile olayın anlatımında herhangi değişiklik olmayacaktır. Sadece tek değişiklik, İbn Sebe adında bir asinin olamayacağıdır.[1118]

Bu bilgilerden hareketle Cemel Vak’ası’nda neyin nasıl vuku bulduğunu ortaya koymak oldukça zor görünmektedir. Bu konu hakkında söylenen sözler ve yapılan yorumların tümünün kaynağı eldeki rivayetler çerçevesinde olduğu bilinmelidir.[1119]

SAVAŞIN BAŞLAMASI

Cemâziyelâhir 36/Aralık 656 ayının ortalarına doğru[1120] Ubeydullah b. Ziyad’ın köşkünün yanında[1121] Zâviye[1122] ya da başka bir rivayete göre; Hureybe[1123] denilen yerde iki ordu karşılaştılar.

Sulh girişimlerine rağmen sonuç değişmeyince ordusunu düzene koyup hazır bekleyen Hz. Ali,810 811 812 [1124] askerlerine kesinlikle çarpışmamalarını emretti. Çünkü Hz. Ali kendi ellerine delil geçmeden ve Cemel Ashâbı saldırmadan savaşmamaya, kaçanı ve yaralıları öldürmemeye, öldürülenlerin üzerindeki eşyayı almamaya karar vermişti.[1125]

Bu bekleyiş esnasında Hz. Ali’nin ordusunun üzerine oklar yağmaya başladı. Panik halindeki ordudan bazı askerler öldü. Hz. Ali şaşkınlık içinde savaşı kendisinin başlatmadığını ifade eder mahiyette birkaç kez “Allah’ım sen şahit ol.” dedi.[1126] Şiblî, düne kadar düşmana karşı birlikte mücadele eden Müslümanların sırf siyasi maksatlarla birbilerine kılıç çekmeleri kadar üzücü bir manzaranın olamayacağını ifade etmektedir.[1127]

Karşılıklı çarpışmalardan endişelenen Ka’b b. Sûr (Süver) müzakerelerin yapıldığı yerin dışında bulunan,[1128] varlığının ve etkisinin büyük bir çatışmayı önleyeceği umuduyla Hz. Aişe’ye[1129] giderek: “Ey müminlerin annesi! Bu adamlar savaşmaktan bir türlü vazgeçmiyorlar. Belki Allah senin vasıtanla sulhu temin eder.” diyerek ondan kötü gidişatın önüne geçmesini istedi. Hz. Aişe de zırhlarla kaplı, devenin üzerinde bulunan hevdecine bindi ve savaş meydanına geldi.[1130] Ancak onun gelişi pek de fayda etmedi.[1131] Hem Hz. Ali tarafından hem de Cemel Ashâbı tarafından gelen sağduyulu çağrılara kimse itibar etmeden iki taraf da birbirlerine saldırıyor, savaş meydanında tur atıyorlardı.[1132] Hz. Ali’nin ordusu ile Cemel

Ashâbı’nın ordusu 10 Cemâziyelâhir 36/4 Aralık 656 yılı Perşembe günü sabahın erken saatlerinde çarpıştılar.

Çarpışmalar esnasında Hz. Talha aldığı bir ok darbesinden yaralanırken Hz. Zübeyr de alanı terk edip Vâdi’s-Sibâ’ya gitti.[1133] [1134] Farklı hedefleri olup toplama birliklerden oluşan ve kendilerini yönetebilecek komutanları olmayıp Cemel Ashâbı’na mensup[1135] Basralılar yenilgiye uğrayınca Basra’ya doğru çekilmek istediler. Ancak atlıların tekrar Hz. Aişe’nin devesi etrafında toplandığını görünce Basralılar ilk başta olduğu gibi yeniden onun etrafında harekete koyulmak üzere toplandılar.[1136]

Hz. Aişe Ka’b b. Sûr’a (Süver): “Şu devenin önünden çekil ve al şu Kur’an’ı insanları ona davet et.” dedi. Ka’b b. Sûr (Süver) Kur’an’ı alıp Hz. Ali taraftarlarının bulunduğu yöne doğru giderken ok yağmuruna tutularak öldürüldü ve Hz. Aişe’nin devesine doğru ok atılmaya başlandı.[1137]

Hz. Aişe: “Ey oğullarım! Geriye bir ben kaldım, bir ben kaldım.” diye sesle­niyor ve olanca gücüyle: “Allah Allah! Allah’ı ve hesabını hatırlayınız.” diye bağırıyordu ancak kimse onu dinlemiyor ve üzerine doğru geliyorlardı.[1138] Kimsenin sözüne aldırış etmediğini gören Hz. Aişe: “Ey insanlar! Hz. Osman’ı şehit eden kişilere ve onların taraftarlarına lanet edin.” dedi ve devamında beddua etmeye başladı. Etrafındakiler de ona eşlik ettiler.[1139] Cemel Ashâbı’nın elindeki en büyük koz da buydu.[1140] Hz. Ali beddua seslerini duyunca: “Allah’ım, Hz. Osman’ın katillerine lanet et!” diyerek o da beddua etti.[1141]

Hz. Aişe daha sonra Abdurrahman b. Attâb ve Abdurrahman b. Harîs b. Hişâm’a yerlerinden ayrılmamaları için haber gönderdi ve bunun yanında etrafındakilerin savaşa devam etmek istediklerini görünce onları da çarpışmaya teşvik etti.[1142] Bu sırada Basra tarafındaki Mudarlılar, Kûfeliler tarafındaki Mudarlılara bir hamle yaparak çarpışmaya girdiler. Çarpışmalar öylesine şiddetlenmişti ki Hz. Ali olduğu yerde sıkışmış hareket edemiyordu.[1143]

Kûfeliler tarafında bulunan Mudar kabilesi mensupları bütün güçleriyle karşı tarafa hücum ettiler ve her iki taraf Hz. Aişe’nin devesinin durduğu yerde güçleri tükeninceye kadar çarpıştılar. Bu sırada birisi, Hz. Ali’nin yanında bulunan Mudar kabilesine mensup Zeyd b. Sûhân’a: “Kendi adamlarının yanına çekip gitsene! Burada ne işin var Mudarlıların seni kollayıp durduklarını ve ölümün de şu devenin etrafında olduğunu ve onların yanından başka bir yerde bulunmanın senin için ölüm olduğunu bilmiyor musun?” dedi. O da: “Evet, ölüm yaşamaktan çok daha hayırlıdır. Benim de istediğim ölümdür.” diye cevap verince oradakiler hücum edip kardeşiyle birlikte onu katlettiler. Bu arada kardeşi Sa’sa’ da çok ağır yaralanmıştı ve götürü­lürken yolda vefat etti.[1144]

Çarpışmalar tekrar şiddetlenince Hz. Ali, Rabîa ve Yemen kabilelerine bütün güçleriyle tekrar toplanmaları için haber gönderdi.[1145] Hz. Ali’nin tarafından yer alan Abdülkays kabilesine mensup biri kalkıp: “Sizi Allah’ın kitabına davet ediyoruz.” dedi. Bunun üzerine ona: “Kendileri doğru yola girmemişlerken, Allah’ın emirlerini yerine getirip onları uygulamıyorlarken ve Allah’ın bir davetçisi olan Ka’b b. Sûr (Süver) gibi birisini öldürüyorlarken nasıl oluyor da bizi Allah’ın kitabına davet ediyorlar?” diye karşılık verdiler ve arkasından Rabîalılar o adama hücum edip öldürdüler. Müslim b. Abdullah el-Aclî onun yerinde durunca onu da ok yağmuruna tutup öldürdüler.[1146]

Hz. Ali tarafında yer alan Yemenliler Cemel Ashâbı tarafındaki Yemenlileri çağırıp onları ok yağmuruna tuttular. Savaşmaktan başka hiçbir çaresi kalmayan Kûfeliler Hz. Aişe’yi öldürmeye niyetlendiler. Hz. Aişe bu durumu fark edince yanındakileri uyardı.[1147]

Cemel Ashâbı tarafında yer alan Yemenliler Hz. Ali tarafındaki Yemenliler üzerine şiddetli bir saldırıya geçip onları bozguna uğrattılar. Aynı şekilde Cemel Ashâbı tarafında yer alan Rabîa kabilesine mensup kimseler Hz. Ali tarafında bulunan Rabîalılara hücum edip onları bozguna uğrattılar. Hz. Ali tarafındaki Yemenliler geri dönerken sancaklarını taşıyan kişiler öldürüldü.[1148] Hz. Ali tarafındaki Rabîa kabilesi savaş meydanına dönüp şiddetli çarpışmaya girdi ve çarpışma sonunda sancaklarını taşıyan kişi öldürüldü. Bunlar Hz. Ali taraftarlarının sol kanadını teşkil ediyorlardı.[1149] Çarpışmalar öyle şiddetli bir hal almıştı ki Hz. Ali taraftarlarının sağ kanadı merkez kuvvetlerine yanaşıp dayanmış Cemel Ashâbı’nın sol kanadı da merkez kuvvetleri ile birleşmişti.[1150] Hz. Ali yaptığı savaşlarda kabileler arasındaki dengeyi korumaya çalışıp ve kabileler arasında asabiyet duygusundan kaynaklanabilecek olumsuzlukları önlemek amaçlı tedbirler alıyordu. Onun iç savaşlarda uyguladığı en dikkat çekici taktik her iki grupta yer alan kabileleri birbirlerine karşı savaştırmayı tercih etmesidir. Böylece farklı kabileler arasında çıkabilecek olan kan davaları veya büyük zayiatlar önlenebiliyordu. Rakip tarafta da olsa kendi kabilesinin zarar görmesine dayanamayacak olan Arapların saf değiştirmesine de engel olunuyordu. Hz. Ali, Cemel Vak’ası’nda safların dizilişi açısından buna dikkat etmiştir.[1151]

Cemel Vak’ası gerçekten büyük bir olaydı ve Müslümanlar arasında bunun gibi büyük bir çarpışma ne ondan önce görülmüştü ne de ondan sonra görüldü. Bu çarpışmada kesilen kolların, kopan ayakların haddi hesabı yoktu.[1152] Cemel gününde savaş şiddetlenince Hz. Ali kopan kafaların yere düştüğünü görünce oğlu Hz. Hasan’ı tutup bağrına bastı ve: “Ey Hasan! Doğrusu biz Allah’a aidiz ama bu durumdan sonra artık ne hayır umulur?” dedi.[1153]

Hz. Aişe bulunduğu yerde sağında, solunda ve yakınında bulunanların kim olduğunu soruyor ve aldığı cevaplar üzerine askerleri cesaretlendirip çarpışmaya teşvik etmeye çalışıyordu.[1154] Hz. Ali’nin yanında bulunan askerlerin sağ ve sol kuvvetleri merkez kuvvetlerinin yanına katıldı. Cemel Ashâbı da aynı şekilde hareket ettiler.[1155]

Ka’b b. Sûr’dan (Süver) önce Basra kadısı Amire b. Yesribî ile kardeşi Abdullah Hz. Aişe’nin devesinin önüne geçip deveyi korumaya çalışıyorlardı. Hz. Ali: “Kim bu devenin üzerine atılıp onu yok edecek?” diye seslenince Hind b. Amr meydana çıkıp İbn Yesribî ile çarpışmaya başladı. İbn Yesribî de bir darbeyle onu öldürdü. Akabinde Albâ’ b. Heysem üzerine atıldı İbn Yesribî onu da öldürdü. Bu arada Seyhan b. Sûhân ve kardeşi Sa’sa’ da öldürülmüşlerdi.[1156]

Ammâr b. Yâsir İbn Yesribî’ye seslenerek: “Sen koruduğun kimseden dolayı mazaretli sayılıyorsun. Fakat eğer gerçekten doğru söylüyorsan o yanında bulunduğun birlikten ayrıl ve tek başına ortaya çık. Senin için öldürülmekten başka bir yol kalmadı.” diye seslendi.[1157] İbn Yesribî bunun üzerine devenin yularını Adiyy oğullarından bir adamın eline vererek meydana çıktı. Doksan yaşındaki Ammâr b. Yâsir de ona doğru ilerledi. Ammâr b. Yâsir’in üzerinde eski bir post vardı ve onu bir hurma lifi ile belinden bağlamıştı.[1158] Gerçekten Ammâr b. Yâsir teke tek dövüşe davet ettiği kişiden daha zayıf görünüyordu. Ammâr b. Yâsir tek başına ortaya atıldı ve kendisini izleyenlere yardımına gelmemelerini söyledi. Onu böyle görenler öldürülmesinden endişe ettiler.[1159]

İbn Yesribî Ammâr b. Yâsir’e bir darbe indirdi ancak Ammâr b. Yâsir bunu kalkanı ile önleyip onun kılıcını elinden düşürdü. Ammâr b. Yâsir galip geldiği halde Îbn Yesribî’nin yerinden hareket etmediğini görünce onu esir aldı ve Hz. Ali’nin yanına götürdü. Hz. Ali’de onun öldürülmesini emretti ve İbn Yesribî öldürüldü.[1160] Başka bir rivayette ise; burada öldürülen kişinin Amr b. Yesribî olduğu ifade edilir. Amîra b. Yesribî ise daha sonraya kadar yaşadığı ve Muâviye  zamanında Basra kadılığı yaptığı ifade edilir.[1161]

İbn Yesribî’nin öldürüldüğünü gören ve devenin yularını tutan Adiyy oğullarından biri yuları kabile başkanlarından birine bırakarak ortaya atıldı. Ona karşı da Rabîa el-Ukaylî çıktı. Rabîa: “Ey annemiz! Seni annelerin en iyisi biliyoruz. Anneler ise çocuklarına karşı son derece şefkatlidirler. Görüyor musun kaç tane cesur adam öldürülüp gitti. Öldürülenlerin kanlarına da kaç tane masum adamın elleri girdi?” diye seslendi. Sonra bu iki kişi çarpıştılar ve ikisi de yaralanıp öldüler. Bu kişinin öldürülmesinden sonra Dabbe oğullarından Harîs adında birisi meydana çıkıp: “Biz deveyi koruyan Dabbe’nin evlatlarıyız. Eğer karşımızda yıkılıp giden olursa bir başkasıyla teke tek çarpışmaya gireriz. Biz Hz. Osman’ın etrafını kollayan adamlarız. Ölüm bize baldan daha tatlı gelir.”[1162] dedi. Bu şekilde kırk kişi öldürülene kadar devenin yuları bırakılmadı. Hz. Aişe bu konuda: “Dabbe oğullarının sesleri kesilinceye kadar bu öldürmeler devam etmişti.” dedi.[1163] Başka bir rivayete göre ise; devenin yularını tutan yetmiş Kureyşli öldürülünceye kadar bu çarpışma devam etti.[1164] Gerçekten güçlü ve kuvvetli kimseler Hz. Aişe’nin etrafını çevirmiş onu koruyorlardı. Fakat buna rağmen devenin yularını tutan her kim olursa olsun Hz.

Ali’nin adamları bu kişilere hücum ettiklerinde ya bunları öldürüyor ya da serbest bıraktıklarında kesinlikle geri dönmüyorlardı.[1165]

Abdullah b. Zübeyr bir ara Hz. Aişe’nin yanına sessizce sokulup devenin yularını tuttu. Hz. Aişe kim olduğunu öğrenince onun öldürüleceği endişesi üzerine: “Vah Esma’nın başına gelenlere!” dedi.[1166] Mâlik b. Eşter Abdullah b. Zübeyr’in karşısına çıkıp şiddetle çarpışmaya başladılar. Mâlik b. Eşter Abdullah b. Zübeyr’i başından yaralarken Abdullah b. Zübeyr de onu yaraladı. Daha sonra her ikisi birbirlerinin boyunlarına atılarak atlarından yere düşüp yerde boğuşmaya devam ettiler. Boğuşmanın bu şekilde devam ettiğini gören insanlar ikisini birbirinden ayırdılar.[1167]

Mervân b. Hakem ile Abdullah b. Zübeyr Hz. Aişe’nin devesinin yularını tutup da yaralanan kimselerdendi.[1168] Cemel Vak’ası’nda Hz. Aişe’nin piyade askerlerine komutanlık ve imamlık yapan Abdullah b. Zübeyr[1169] otuz yedi[1170] ya da başka bir rivayete göre yetmiş üç yerinden yaralanmıştı.[1171]

HZ. TALHA’NIN ÖLDÜRÜLMESİ

Hz. Talha’nın Hz. Ali’nin kendisine öğüt vermesiyle savaş meydanından geri çekilip arka sıralarda durmaya başladığı rivayet edilse de[1172] savaş meydanında çarpışmalar sırasında ayağına isabet eden bir okla yaralandığı nakledilir. Hz. Talha ayaklarını atın iki yanına sıkıca yapıştırarak: “Gelin! Gelin! Bana gelin! Ey Allah’ın kulları! Sabrediniz! Sabrediniz!” diye bağırıyordu.[1173] Apak, bu rivayete istinaden Hz. Talha’nın savaş meydanını terk ettiği düşüncesinin tartışılmaya açıldığını ifade ediyor.[1174]

Hz. Talha’yı bu halde gören Ka’ka’ b. Amr ona yakın evlerden birisine gitmesini tavsiye etti. Hz. Talha evlere doğru giderken: “Allah’ım! Hz. Osman’ın kanı için benden dilediğini al ki bizden razı olasın.” diye dua ediyordu.[1175] Hz. Talha’nın ayakkabısı kan ile dolup taşınca kölesine: “Beni al bir yere götür ve orada indiriver.” dedi. Kölesi de onu Basra’ya harabe olmuş bir eve götürdü ve Hz. Talha orada öldü.[1176]

Hz. Talha vefat ettiğinde Sa’d oğulları mezarlığına gömüldü.[1177] Başka bir rivayete göre ise; Hz. Talha savaş alanında ölmüştür.[1178]

Hz. Talha’yı öldürenin Mervân b. Hakem olduğu veya bir başkası tarafından öldürüldüğü de rivayet edilmektedir.[1179] Meşhur olan rivayete göre; Mervân b. Hakem Hz. Talha’yı okla vurunca Hz. Osman’ın oğlu Eban’a: “Seni Hz. Osman’ın katillerinden olan bazı kimselere karşı korumuş ve seni onlardan kurtarmış oldum.” dedi.[1180]

Bir rivayete göre; Hz. Talha savaş meydanında Mervân b. Hakem’in attığı okla yaralanınca; “Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah, azabı çetin olandır.”[1181] ayetinin kendilerini kastettiğini ifade etmiştir.[1182]

Abbott’a göre; Mervân b. Hakem’in böyle bir hareketi yapması olanaksız değildir. Ancak o; Mervân b. Hakem hakkındaki bu iddianın kaynağını Ümeyye karşıtı propaganda olma ihtimalinden dolayı araştırmacılar tarafından çokça tartışıldığını ifade ediyor.[1183] [1184] Demircan’a göre; bu rivayetin sonraları Hz. Talha’nın 873 sorumluluğunu ortadan kaldırmaya matuf olarak uydurulmuş olma ihtimali vardır.

Azimli’ye göre ise; Mervân b. Hakem hadis ehlinin ölçülerine göre sahâbeden sayıldığı için Sünnîler Mervân b. Hakem’in onu vurmadığı üzerinde durmaktadır.[1185]

Hz. Ali savaş bittikten sonra savaş meydanında dolaşırken Hz. Talha’yı ölüler arasında görünce onun yüzündeki toprağı silip: “Allah sana rahmet etsin Muhammed’in babası! Seni semadaki yıldızların altında ölmüş olarak uzandığını görmek çok gücüme gidiyor. Ayıp ve hüzünlerini Allah’a arz edip şikâyette bulunuyorum. Allah’a yemin ederim ki ben bundan yirmi sene önce ölmüş olmayı çok isterdim.” [1186] diyerek üzüntüsünü ifade etti.

Cemel Vak’ası’nda, Hz. Talha’nın: “Hz. Osman’ın şehit edilmesinde gevşek davrandık. Bugün onun uğrunda kanlarımızı dökmekten daha faziletli bir şey bulamayız. Ey Allah’ım! Sen razı oluncaya kadar bugün benden Hz. Osman için her şeyimi al.” dediği rivayet edilmektedir.[1187]

Hz. Talha 10 Cemâziyelâhir 36/4 Aralık 656 yılı Perşembe günü öldürüldü.[1188] Kel’e mıntıkasının yanına defnedildi. Öldürülürken altmış yaşındaydı. Altmış küsur yaşında olduğuna dair rivayetler de vardır.[1189] Hz. Talha’nın 62, 63 veya 64 yaşında vefat ettiği rivayet edilmektedir.[1190] Hz. Talha[1191] esmer tenliydi. Beyaz tenli olduğuna dair zayıf bir rivayet de vardır. Yüzü güzel, saçı gür, boyu ise kısaya daha yakındı.[1192]

HZ. ZÜBEYR’İN ÖLDÜRÜLMESİ

Rivayete göre; Hz. Zübeyr Hz. Ali’nin kendisine: “Hatırlıyor musun bir gün Hz. Peygamberle birlikte yürürken Benû Ganem’den geçtiğimiz sırada Hz. Peygamber bana bakıp tebessüm etti ve ben de ona bakıp tebessüm ettim. Sen de Hz. Peygamber’e: ‘Ebû Tâlib’in oğlu niye bu kibrini bırakmış değil?’ dediğinde Hz. Peygamber sana: ‘Ebû Tâlib’in oğlunda kibir yoktur ve bir gün sen onunla haksız yere çarpışmış olacaksın.’ demedi mi?” diye hatırlattığı Hz. Peygamber’in hadisinden dolayı savaş meydanından ayrılıp Vâdi’s-Sibâ’ya doğru gitti.[1193]

Apak, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in savaş alanını terk ettiklerine dair rivayete ihtiyatlı yaklaşmaktadır. Ona göre; bu rivayetin kaynağı Seyf b. Ömer’in aktardığı şekilde olay gerçekleşmiş olsaydı askerlerin savaşı sürdürmesi anlamsız olurdu. Gerek dünya tarihinde ve gerekse Arap örfünde komutanları öldürülen ya da komutanlarının terk ettikleri orduların savaşı devam ettirdiklerine pek rastlanılmamıştır. Bu durumda Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in savaşın önemli bir kısmına katıldıklarını söylemek mümkündür. Nitekim bazı rivayetlerde Hz. Zübeyr’in Ammâr b. Yâsir’le çarpıştığı ifade edilmesi bu yorumu desteklemektedir. Apak, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in savaş alanını terk ettikleri rivayetini, sahâbenin olaylardaki sorumluluklarını ortadan kaldırma veya azaltma gayreti olarak değerlendirmektedir. Ona göre; Hz. Aişe nasıl Hav’eb’de sorumluluktan kurtarıldıysa Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de bu şekilde mazur gösterilmeye çalışılmıştır.[1194] Azimli de bu rivayete itibar etmediğini ifade edip bunun sahâbeyi kollama amaçlı olarak Şîa’ya karşı Sünnî gayretle uydurulduğunu söylemektedir.[1195]

Rivayete göre; Hz. Zübeyr “zünni’âl”[1196] adlı atının üzerinde savaş meydanından ayrılıp giderken tarafsız olarak hareket eden Ahnef b. Kays’ın bulunduğu yerden geçti.[1197] Hz. Zübeyr’in gittiğini gören biri: “Şu adama ne oluyor? İnsanları karşı karşıya getirdi. Tam savaşacakları esnada evine geri döndü. Bunun ne yaptığını kim araştırıp bize bildirecek?”[1198] diye sorunca Amr b. Cermûz, Abdullah b. Fudâle b. Habis ile Nûfey ve Temim oğullarının asileri Hz. Zübeyr’i takip ettiler. Yolda yakalayınca onu öldürdüler.[1199] Meşhur rivayete göre ise; Amr b. Cermûz Hz. Zübeyr’i Vâdi’s-Sibâ’da öğle sıcağında uyuduğu sırada yakaladı ve üzerine hücum ederek onu öldürdü.[1200]

Başka bir rivayette, Hz. Zübeyr’in azatlı kölesi Atiyye’nin anlattığına göre; yanında silahı bulunan Amr b. Cermûz Hz. Zübeyr’i yakalayınca: “Seninle görülecek bir işim var. Yaklaş bakalım.” diye konuşmaya başladı. Namaz vakti girdiğinden dolayı Hz. Zübeyr haydi namaz kılalım deyince o da kabul etti. Hz. Zübeyr imamlık yapmak için öne geçince Amr b. Cermûz arkadan onu vurup öldürdü.[1201]

Başka bir rivayete göre ise; Amr b. Cermûz savaş meydanından ayrılan Hz. Zübeyr’le kölesini takip etti. Amr b. Cermûz ikisine yetişince Hz. Zübeyr: “Geldiğin yerle ilgili ne gibi haberler var?” diye sordu. O da: “Ben de sana aynı şeyi sormak istiyorum.” diye karşılık verdi. Hz. Zübeyr’in kölesi Atiyye söze karışarak Amr b. Cermûz’a: “Namaz vakti yaklaşmış durumdadır. Namaza kalkmak üzere olan bir adamdan ne istiyorsun?” dedi. Amr b. Cermûz da hemen: “Haydi namaza, haydi namaza.” diye bağırdı. Hz. Zübeyr: “Namaz vakti geldi. Namaza kalkın.” dedi. Amr b. Cermûz namazda Hz. Zübeyr’in arkasında durdu. Namaz esnasında zırhının yakası tarafından hançerle Hz. Zübeyr’i vurup öldürdü. Amr b. Cermûz Hz. Zübeyr’in atını, silahını ve yüzüğünü alıp gitti. Hz. Zübeyr’in kölesi Atiyye onu Vâdi’s-Sibâ’da defnedip Müslümanlara giderek durumu haber verdi. Amr b. Cermûz Ahnef b. Kays’ın yanına döndüğünde Ahnef: “Vallahi bilmiyorum. İyilik mi yaptın yoksa kötülük mü?” dedi.[1202]

Rivayete göre; Amr b. Cermûz Hz. Ali’nin kapıcısının yanına gidip Hz. Zübeyr’i öldürdüğünü söyleyip Hz. Ali’yle görüşmek istediğini belirtti. Bunun için Hz. Ali’den izin alınınca o da: “Ona girmesi için izin ver. Fakat onu cehennem ateşiyle müjdele.” dedi.[1203] Amr b. Cermûz Hz. Zübeyr’in kılıcını Hz. Ali’nin önüne koyunca Hz. Ali kılıca bakıp: “Hz. Peygamber’den sıkıntıyı gideren kılıç.” dedi. Sonra kılıcı Hz. Aişe’ye gönderdi.[1204]

Başka rivayete göre; Amr b. Cermûz Hz. Zübeyr’i öldürünce başını koparıp Hz. Ali’nin yanına götürdü. Amr b. Cermûz böylelikle Hz. Ali nezdinde itibar kazanacağını düşünmüştü. Ancak Hz. Ali’nin yanına girmek için izin istediğinde Hz. Ali ona izin vermedi ve onun cehennem ateşiyle müjdelenmesini söyledi.[1205]

Başka bir rivayete göre; Amr b. Cermûz Hz. Zübeyr’i öldürünce onun kılıcını alıp Hz. Ali’nin yanına gitti. Hz. Ali bunun üzerine Hz. Peygamber’in Hz. Zübeyr’i öldüren kimseyi cehennemle müjdele[1206] diye buyurduğunu aktardı. Daha sonra: “Hz. Zübeyr’in şu kılıcı Hz. Peygamber’e gelen sıkıntıları uzun süre giderip onu rahatlığa kavuşturmuştu.”[1207] dedi. Hz. Ali’nin ağlayarak üzüldüğünü gören Amr b. Cermûz: “Ben zannettim ki onun düşmanını öldürdüm. Hâlbuki onun dostu ve arkadaşıymış.” dedi.[1208] Rivayete göre; Amr b. Cermûz Hz. Ali’nin böyle söylediğini duyunca intihar etti.[1209] Azimli, Hz. Ali’nin bu tavrıyla ilgili rivayetin, sahâbenin arasında problem olmadığına telmihen uydurulduğunu ifade ediyor.[1210]

Başka bir rivayete göre; Amr b. Cermûz Hz. Zübeyr’in oğlu Mus’ab’ın Irak’a vali oluşuna kadar yaşadı. Mus’ab vali olunca ona Amr b. Cermûz’un oralarda olup kendisinden saklandığını ve şayet isterse cezalandırması için Amr b. Cermûz’u getirebileceklerini söylediler. Mus’ab: “Hayır, ona söyleyin de ortaya çıksın. Ona dokunmayacağım. O güvendedir. Allah’a yemin ederim ki babam Hz. Zübeyr’in öcünü ondan almayacağım ve aynı zamanda ona kısas da tatbik etmeyeceğim. Çünkü o kendisini Hz. Zübeyr’e denk tutamayacağım kadar basit ve alçak biridir.”[1211] dedi.

Hz. Zübeyr öldürüldüğünde karısı Atike aşağıdaki şekilde ona ağıt yakmıştır:

“Cermûz’un oğlu himmetli bir kahramana ihanet etti. O kahraman, savaş esnasında gayretli, saldırgan ve cesaretliydi. Ey Cermûz’un oğlu Amr! Eğer sen Hz. Zübeyr’i uykusundan uyandırmış olsaydın onun korkak ve beceriksiz olmadığını görecektin. Anan seni kaybetsin Ey Cermûz’un oğlu! Sen onun gibisini öldürdükten sonra sabah akşam savaşlara girişen başka birini görebilir misin? O, nice zorlu savaşlara dalış yaptı. Ey alçağın oğlu! Senin saldırın, onu savaştan geri caydıramazdı. Allah benim rabbimdir. Sen bir Müslüman’ı öldürürsen, kasıtlı olarak adam öldürmenin vebaline uğrarsın.”[1212]

Bir rivayete göre de; Cemel Vak’ası’ında savaş meydanında Ammâr b. Yâsir Hz. Zübeyr’e her saldırdığında Hz. Zübeyr ondan güçlü olmasına rağmen sadece Hz. Peygamber’in: “Ey Ammâr b. Yâsir! Seni asi bir grup öldürecektir.”[1213] hadisini hatırladığı için geri çekilip ona karşılık vermeye çekinmiştir.[1214] Azimli, bu rivayeti savaş bağlamında Hz. Peygamber’in dilinden uydurulduğunu söylüyor. Ona göre; bu sahâbeyi kollamak amacıyla Şîa’ya karşı Sünnî bir refleksle rivayet edilmiştir.[1215]

Hz. Zübeyr H. 10 Cemâziyelâhir 36 yılı Perşembe günü öldürüldü. Öldürüldüğü 64,[1216] 66 veya 67 yaşındaydı.[1217] Hz. Zübeyr[1218] esmer tenli, orta boylu, normal etli ve hafif sakallıydı.[1219]

Rivayete göre; bir gün biri Hz. Zübeyr’e zamanında Hz. Osman’a muhalefet ettiklerini şimdi ise onun kanını talep ettiklerini dile getirince Hz. Zübeyr; “Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah, azabı çetin olandır.”[1220] ayetini Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman zamanında sürekli okuduklarını dile getirmiş ve bu ayetin şuan ki muhataplarının kendileri olduğunu ifade etmiştir.[1221]

Hz. Ali Cemel Vak’ası’ndan sonra yaptığı konuşmalarının birinde; “Biz, onların kalplerindeki kini söküp attık. Artık onlar sedirler üzerinde, kardeşler olarak karşılıklı otururlar.”[1222] ayetinde belirtildiği gibi ahirette Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’le ilişkisinin böyle olacağını umduğunu ifade etmiştir.[1223]

CEMEL VAK’ASI’NIN SONA ERMESİ

Cemel Vak’ası’nı, Mâlik b. Eşter şu şekilde anlatmaktadır: “Ben Cemel günü gibi büyük bir gün görmedim. Cemel Vak’ası’nda bizden bir kişi bile yenilgiye uğramıyor ve biz yüksek dağlar gibi dimdik ayakta duruyorduk. Hz. Aişe’nin devesinin yuları tamamen kayboluncaya kadar onu tutan her adam mutlaka öldürüldü. Nihayet onların hep böyle öldürüldüğünü gören Hz. Ali: ‘Devenin ayaklarını kesiniz. Eğer deve yere çöktürülür ve ayakları kesilirse onlar tamamen dağılır giderler.’ dedi. Hz. Ali’nin bu sözü üzerine birisi devenin ayaklarına vurdu ve onu yere çöktürdü. Deve o anda öyle dehşetli bir ses çıkardı ki daha sonra böyle bir ses hiç işitmedim.”[1224]

Rivayete göre; Hz. Ali’nin askerleri arasında bulunan Buceyr b. Dülce, Hz. Aişe’nin devesinin ayağını kesip deveyi sağa sola çekmeye başladı ve daha sonra devenin iplerini keserek Hz. Aişe’nin içinde bulunduğu hevdeci taşıyıp bir kenara koydu.[1225] Hz. Aişe’nin hevdeci, atılan ve saplanan oklardan dolayı kirpi sırtı gibi olduğu ifade edilir.[1226]

Cemel Ashâbı bozguna uğrayınca Hz. Ali askerlerine, kaçanların izlenmemesi, kimsenin peşine düşülmemesi, herhangi bir yaralıya dokunulmaması ve evlere asla girilmemesini emretti.[1227] Hz. Ali, bu kararıyla yağmaya, yaralıları incitecek bir davranış içerisine girmeye ve zarar verici davranışlar içerisine girmeye kesinlikle karşı çıkmıştır.[1228] Hz. Ali’nin savaş sonrasındaki bu tutumundan dolayı yaralıların çoğu Basra’da yaralarını tedavi etme imkânını elde ettiler.[1229]

Hz. Ali Hz. Aişe’nin hevdecinin savaş alanından taşınıp götürülmesini istedi. Daha sonra Muhammed b. Ebû Bekir hevdecin içinde bulunan Hz. Aişe’nin zarar görüp görmediğini kontrol etmek için yanına gitti.[1230]

Rivayete göre; Hz. Aişe’nin devesi yere çöktürülünce Muhammed b. Ebû Bekir ile Ammâr b. Yâsir hevdeci birlikte alıp bir kenara çektiler. Muhammed b. Ebû Bekir daha sonra elini hevdecin içine soktu. Hz. Aişe kim olduğunu sorunca Muhammed b. Ebû Bekir kardeşin diye cevap verdi. Hz. Aişe ise asi çocuk diye karşılık verdi. Muhammed b. Ebû Bekir Hz. Aişe’ye yarasının olup olmadığını sordu. Hz. Aişe de bunun onu ilgilendirmediğini söyledi. Bunun üzerine Muhammed b. Ebû Bekir ona kimin yanlış yolda olduğunu sordu.[1231] Bu sırada orada bulunan Ammâr b. Yâsir: “Ey anneciğim! Bugün çocuklarının böyle birbirlerini kırmalarını nasıl karşıladın?” diyerek araya girdi. Hz. Aişe ise ona annesi olmadığını söyledi. Ammâr b. Yâsir razı olsan da olmasan da benim annemsin deyince Hz. Aişe de: “Zafere ulaşınca gururlanmaya başladınız ve intikam almış bir kişinin edasını takındınız. Heyhat! Vallahi bu gayede olan bir kimse asla zafere ulaşamaz.” diye cevap verdi.[1232]

Hz. Aişe’nin hevdeci daha sonra kimsenin bulunmadığı bir yere konulunca Hz. Ali yanına giderek nasıl olduğunu sordu. O da Hz. Ali’ye iyi olduğunu söyledi.[1233] Bir rivayete göre; Hz. Aişe’nin hevdeci sakin bir yere alındıktan sonra Hz. Ali onun yanına giderek: “İnsanları toplayıp getirdin. İşte sonunda dağılıp gittiler. Onları birbirlerine karşı kışkırttın bir kısmı diğer bir kısmını öldürdü.” deyince Hz. Aişe: “Hükmü eline geçirdin onun için müsamahalı davran. Yine ne mutlu bana ki senin taraftarınla imtihan edildim.” diye cevap verdi.[1234]

Müslümanların ileri gelenleri savaştan sonra Hz. Aişe’yi ziyarete gittiler. Ka’ka’ b. Amr Hz. Aişe’yle konuşurken savaş alanında çarpışan iki kişiden birinin diğerine bildiğimiz annelerin en asisinin oğlu diğeri ise bildiğimiz annelerin en hayırlısı ve en iyisi ancak kendisine itaat edilmeyenin oğlu şeklindeki diyaloglarını ona anlatınca Hz. Aişe: “Vallahi bu günden yirmi yıl önce ölmeyi arzu ederdim.” diyerek üzüntüsünü ifade etti.[1235] Watt’a göre; dini saiklerle asilerin cezalandırılması için yola çıktıklarını ifade eden Cemel Ashâbı’nın başarısızlığının sebebi; bu grubun şahsi menfaatlerini ön planda tutmaları sonucudur.[1236] Ancak Demircan bu görüşe katılmamaktadır.[1237]

Rivayete göre; sonra Ka’ka’ b. Amr Hz. Ali’nin yanına gittiğinde Hz. Ali de benzer şekilde: “Vallahi ben bu olaydan yirmi yıl önce ölmeyi arzu ederdim.” dediği ifade edilir.[1238]

Rivayete göre; Hz. Ali Hz. Hasan’a: “Ey Hasan! Keşke baban bundan yirmi yıl önce ölmüş olsaydı.” dedi. Hz. Hasan: “Babacığım ben seni bu işten vazgeçirmeye çalışmıştım ama sen beni dinlemedin.” dedi. Hz. Ali: “Ben işin bu noktaya varacağını düşünememiştim.” dediği ifade edilir.[1239]

Muhammed b. Ebû Bekir o günün akşamında Hz. Aişe’yi Basra’ya götürüp Abdullah b. Halef el-Huzâî’nin evinde misafir etti. Savaşta yaralanan kimseler de Basra’ya götürüldü.[1240]

Cemel Vak’ası’nın meydana geldiği gün güneş batmadan önce uçup gelen bir kartal Medine’ye yakın bir yerde ağzından taşıdığı bir insan eli düşürünce Medineliler savaşın meydana geldiğini öğrendiler. Bu şekilde Medineliler ile Hicaz ve Basra arasındaki bölgelerin insanları kartalların taşıyıp durdukları insan elleri ve ayaklarıyla bu olayı öğrenmiş oldular.[1241]

CEMEL VAK’ASI’NDA ÖLDÜRÜLEN BAZI KİMSELER

Cemel Vak’ası’nda Haccâc b. Îlât’ın kardeşi Mu’riz b. Îlât es-Sûlemî, Hz. Peygamber’in eşi Hz. Hatice’nin ilk eşinden oğlu Hind b. Ebî Hâla el-Üseyyidî Hz. Ali taraftarlarından olupta öldürülen bazı kimselerdir.[1242]

Cemel Vak’ası’nda Cemel Ashâbı taraftarlarından öldürülen bazı kimseler: Hz. Talha’nın kardeşi Abdurrahman, Amr b. Abdullah b. Ebî Kays b. Âmir b. Lüey ve el-Muhriz b. Harise b. Rabîa b. Ahdüluzza b. Abdişems, Mes’ûd es-Sûlmânî’nin evlatları Mücâşî ve Mücâlid, Abdullah b. Hâkim b. Hizam el-Esedî el-Kureşî, Temim kabilesine mensup Bişr’in oğlu Hilâl b. Vekî’, Muavviz’in kardeşi Muâz b. Afrâ’. Bunların ikisi Haris b. Rifâa el-Ensârî’nin çocuklarıydı.[1243]

Bu isimler dışında Halife b. Hayyât kabile kabile öldürülen bazı kimselerin isimlerini vermektedir.[1244]

Ya’kûbî’nin verdiği bilgiye göre; gündüz yaklaşık olarak dört saat süren[1245] Cemel Vak’ası’nda öldürülenlerin sayısı hakkında farklı rakamlar zikredilmektedir. Rivayetlere göre; 7000,[1246] Hz. Ali tarafından 5000 Cemel Ashâbı tarafından da 5000 olmak üzere yaklaşık olarak 10000,[1247] 12000,[1248] 13000,[1249] Cemel Vak’ası’nda 10000 artı Basra’daki çatışmada ise 3000 toplamda 13000,[1250] 20000,[1251] 30000 küsür[1252] kişinin öldüğü rivayet edilmektedir. Rivayete göre; Basralılardan ilk savaşta 5000, ikinci savaşta 5000 olmak üzere toplam 10000, Kûfelilerden ise 5000 kişi ölmüştür.[1253]

HZ. ALİ’NİN CEMEL ASHÂBI’NA KARŞI TUTUMU

Cemel Vak’ası’ndan hemen sonraki süreçte yenik düşen ve basımları Cemel Ashâbı’na karşı Hz. Ali’nin âlicenaplığı göze çarpmaktadır.[1254]

Hz. Ali Basra’nın dışında üç gün kalıp Müslümanlara ölülerini defnetmeleri için izin verdi.[1255] Hz. Ali savaş meydanında ölenlerin bulunduğu yerde dolaşırken Ka’b b. Süver’in cesedini gördüğünde: “Siz zannediyor musunuz ki onlarla birlikte hep sefih ve kötü kimseler gelmişlerdi. İşte bu âlim insana bakınız.”dedi.[1256] Hz. Ali Abdurrahman b. Attâb’ın cesedinin başına varınca: “İşte bu da büyük bir komutan! Kavmi ve yanındakiler onun çevresinde dönüp dolaşıyor ve ona uyuyorlardı. Ayrıca onu namazlarında imam tayin etmişlerdi.” diye söylendi.[1257] Hz. Ali Hz. Talha’nın başına gelince onu yerde yığılmış olarak görünce: “Ey Muhammed’in babası! Senin bu haline gönlüm razı olmuyor. Çok yazık! Biz Allah’a aidiz ve tekrar Allah’a döneceğiz. Vallahi hiçbir Kureyşlinin bu şekilde yere serilmesine ne şekilde olursa olsun gönlüm razı olmazdı.” dedi.[1258]

Hz. Ali savaş meydanındaki ölüler arasında dolaşırken iyi birinin öldürülmüş olduğunu görünce: “Kavgacı ve fesatçı kimselerin dışında kimselerin bize karşı çıkmayacağını zannedenler yanılmıştır. İşte bakın aralarında bu adil ve müçtehid kimse de bulunuyor.” diyordu.[1259]

Hz. Ali Basra ve Kûfe halkı arasında öldürülenlerin namazlarını ayrı ayrı kıldırdı. Bunun yanında ölen bütün Kureyşlilerin namazlarında imamlık yaptı. Hicaz bölgesinin dışından olan kimselerin büyük bir kabristana defnedilmelerini emretti.[1260]

Hz. Ali defin işlemlerinin ardından askerler arasında bulunan her türlü eşyayı Basra mescidine göndererek devlet hazinesine ait silahlar hariç herkesin kendisine ve akrabalarına ait olan eşyaları alabileceğini söyledi.[1261]

Hz. Ali’nin bazı taraftarları Cemel Ashâbı’nın taraftarlarının mallarının kendilerine bölüştürülmesini istediler. Ancak Hz. Ali onların bu isteklerini geri çevirdi. İbn Sebe ve taraftarları olduğu rivayet edilen kişiler Hz. Ali’nin bu kararını eleştirip ve: “Nasıl olur da Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in adamlarının kanlarını akıtmak bize helal oluyor da malları bize helal olmuyor?” diyerek itiraz ettiler.[1262] Hz. Ali bunu duyunca: “Hanginiz payına müminlerin annesi Hz. Aişe’nin düşmesini ister?” diye çıkıştı. İtiraz edenler sustu.[1263] Hz. Ali’nin bu uygulaması sonraki yıllarda asilerle ilgili hukukun oluşmasında referans olmuştur.[1264]

Rivayete göre; Hz. Ali daha sonraları bir gün Haricilerin görüşünü öğrenmek için İbn Abbas’ı onlara gönderdi. Hariciler Hz. Ali’nin savaştığı halde esir ve ganimet almadığını söylediler. İbn Abbas esir ve ganimet almanın sadece kâfirlerle yapılan savaşlar için geçerli olduğunu ifade ederek şayet Cemel Vak’ası’nda Hz. Aişe’nin esir alınıp ve cariye muamelesi görmüş olsaydı bu apaçık müminlerin annesi hakkındaki: “Peygamber, müminler için kendi canlarından daha önce gelir. Onun eşleri de müminlerin analarıdır...”[1265] ayetine ters düşerdi diye durumu izah etti. Bunun üzerine Haricilerin birçoğu kendi görüşlerinden vazgeçerek Hz. Ali’ye katıldıkları[1266] ifade edilir.

Azimli’ye göre; burada aslında Hz. Ali sorunun cevabını vermek yerine soru soranı hassas bir noktaya çekerek itiraz edenleri susturmuştur. Ona göre; Müslümanların birbirini öldürmesi ve birbirlerinden ganimet alıp almaması hiç bir İslâmi referansla açıklanabilecek bir durum değildir.[1267]

CEMEL VAK’ASI SONRASI GELİŞMELER

HZ. ALİ’YE BASRA’DA BİAT EDİLMESİ

Hz. Ali Cemel Vak’ası’ndan sonra pazartesi günü Basra’ya gitti ve Basralılar ona biat ettiler.[1268] Hz. Ali halktan biat aldıktan sonra hastalığı nedeniyle savaşa katılmayan ve halkla birlikte kendisine biat eden Ebû Bekre’yi Basra’ya vali olarak tayin etti. Ancak Ebû Bekre bu teklifi kabul etmedi. Hz. Ali’ye kendi akrabalarından birinin vali olarak tayin etmesinin daha uygun olacağını söyledi.[1269]

Hz. Ali bunun üzerine Basra valiliğine İbn Abbas’ı tayin etti.[1270] Böylece Hz. Ali’nin siyasi danışmanlığını yapan İbn Abbas onun resmi bürokratı oldu.[1271] Hz. Ali Basra’nın haracı ile beytülmalin başına Ziyâd b. Ebihi’yi görevlendirdi. İbn Abbas’a da ona itaat etmesini ve onun sözünü dinlemesini emretti.[1272]

Hz. Ali Basralılardan biat aldıktan sonra Basra’nın beytülmalini teftiş etti. Hz. Ali, beytülmal’de 600000 dirhemlik bir fazlalık buldu.[1273] Bu parayı Cemel Vak’ası’na katılan askerlerine dağıttı. Her askere yaklaşık 500 dirhemlik bir payın düştüğü ifade edilir.[1274] Hz. Ali askerlerine: “Eğer Allah Şamlılara karşı da bir zafer ihsan ederse bundan daha fazlasını sizlere veririm.” diyerek[1275] askerlerini Muâviye ’ye karşı motive etti.[1276] Ancak İbn Sebe ve adamları bu meselenin dedikodusu yaparak Hz. Ali’nin aleyhinde konuştular.[1277]

Hz. Ali onlara hiçbir mala ganimet diye el uzatmamalarını emretmesi üzerine de dedikoduya başlayıp onun hakkında: “Nasıl oluyor da onların kanlarını mubah, mallarını ise haram kılıyor?” diye konuşuyorlardı. Hz. Ali: “Bu adamlar sizin gibi Müslüman kimselerdir. Bizimle sulh yapıp musafaha eden herkes bizdendir. Ancak bundan vazgeçip de yan çizen olursa o zaman onunla dövüşmek de bana düşen bir görevdir.” şeklinde cevap verdi.[1278]

HZ. ALİ’NİN HZ. AİŞE’Yİ ZİYARET ETMESİ

Hz. Ali Basra’da Abdullah b. Halefin evinde olan Hz. Aişe’yi ziyarete gittiğinde orada biri kendi tarafında biri de Cemel Ashâbı tarafında ölen Abdullah b. Halefin iki oğlu için kadınların ağladıklarını gördü. Cemel Ashâbı tarafında yer alan Abdullah b. Halefin eşi Safiye ağlarken Hz. Ali’yle karşılaşınca: “Ey Ali! Ey sevgililerin katili! Ey insanların arasını ayıran kişi! Abdullah’ın çocuklarını yetim bıraktığın gibi Allah da senin çocuklarını yetim bıraksın!” diye beddua etti. Hz. Ali ona cevap vermeden yoluna devam etti. Hz. Aişe’nin yanına vardığında ona: “Safiye olup bitenleri yüzüme vurdu. Ben onu cariye olduğu zamandan şimdiye kadar hiç görmemiştim.” dedi. Hz. Ali evden ayrılınca Safiye tekrar aynı şekilde beddua etti. Hz. Ali yine cevap vermeden yoluna devam etti.[1279]

Hz. Ali’ye çarpışmalarda yaralananların nerede barındırılacağı sorulunca sesini çıkarmadı ve onları kendi hallerine bıraktı. Zaten onun emrettiği şekilde kaçan kimse takip edilmedi, yaralılar öldürülmedi ve hiç kimsenin malına da el 13 konulmadı.[1280]

Hz. Ali Hz. Aişe’nin yanından ayrıldıktan sonra Ezd oğullarından biri Hz. Aişe’yi kastederek bu kadın bize galip gelmemeliydi dedi. Hz. Ali adamın bu sözlerine kızıp: “Sus bakalım! Onların hiçbirinin ayıpları ortaya çıkarılmaz, hiçbirinin evine girilip korkuya sebebiyet verilmez. Hiçbir kadına ırzlarınıza küfretse, yaptığınız işleri kötü görse ve yakın adamlarınıza karşı çıksa bile kesinlikle eziyet edilmez. Çünkü kadınlar yapı itibariyle zayıf varlıklardır. Müşrik kadınlardan bile uzak durmamız ve onları öldürmememiz emredilmişken bugün Müslüman kadınlara nasıl olur da saldırırız?” diyerek sert karşılık verdi.[1281]

Hz. Aişe bir gün Müslümanlarla birlikte oturuyorken Cemel Vak’ası’nda her iki tarafta öldürülenlerin ismi zikredilince her birine teker teker rahmet okudu. Birisi neden her iki taraftakilere rahmet okuduğunu sorunca Hz. Aişe: “Hz. Peygamber’den: ‘Falan adam cennetliktir, filan adam cennetliktir.’ diye tek tek işittiğim için onlara rahmet okuyorum.” diye cevap verdi.[1282] Benzer şekilde Hz. Ali de: “Ben bu öldürülenler arasında kalbi tertemiz olan bütün kişilerin Allah tarafından mutlaka cennete sokulacağını ümit ediyorum.” [1283] diye duygularını ifade ettiği rivayet edilir.

Rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Cemel Vak’ası’ndan sonra hem Hz. Ali hem de Aişe geçmişi unutmaya ve yeni bir dostluk yolunda ilerlemeye hazır oldukları göze çarpmaktadır.[1284] Abbott’a göre; aslında ikisinin görünürdeki bu dostane tutumun nedeni gönlün istediği bir şey olmaktan ziyade mantıklı hareket etmek ve kamu yararı gözetmekten kaynaklanıyordu. Şayet Hz. Ali o dönem ölüm ve firar nedeniyle destekçilerini kaybetmiş olan Hz. Aişe’den hıncını almaya çalışsaydı elde etmiş olduğu konumunu kaybedebilirdi. Hz. Aişe de artık muhalefet etme ve meydan okuma günlerinin geçtiğinin farkındaydı. Bundan dolayı zarif bir biçimde yenilginin sonucunu kabullendi ve sahayı kazanana bıraktı.[1285]

HZ. ALİ’NİN HZ. AİŞE’Yİ MEDİNE’YE YOLCU ETMESİ

Hz. Ali Cemel Vak’ası’ndan sonra Hz. Aişe için gerekli olan bütün hazır­lıkları tamamlayıp kendisine lazım olabilecek binek, eşya ve erzakı hazırlattı. Hz. Aişe’yle birlikte Hicaz’dan Basra’ya gelenler arasında geri dönmek isteyenlerin geri dönmesine, Basra’da kalmak isteyenlerin kalmalarına izin verdi.[1286]

Hz. Ali Hz. Aişe’nin kardeşi Muhammed b. Ebû Bekir’i ve Basra’nın ileri gelen kadınlarından kırk tanesini Hz. Aişe’yle birlikte Medine’ye gönderdi. Hz. Ali Hz. Aişe’nin hareket edeceği gün onu uğurlamaya gitti.[1287]

Hz. Aişe Müslümanlarla vedalaştığı[1288] sırada Ammâr b. Yâsir ona: “Senin çıktığın bu yolculuk ile asıl ifa etmen gereken rol birbirinden ne kadar uzak!” deyince Hz. Aişe: “Vallahi senin böyle haklı konuştuğunu bilmiyordum.” dedi. Ammâr b. Yâsir de: “Senin dilinle benim hakkımda hüküm verdiren Allah’a hamd ederim.” diye karşılık verdi.[1289]

Hz. Aişe vedalaştıktan sonra orada bulunanlara: “Ey oğullarım! Hiç biriniz diğer bir kardeşine asla serzenişte bulunmasın. Vallahi daha evvel benimle Hz. Ali arasında meydana gelen olay her ailede bir kadın ile kayınları arasında meydana gelen tartışmalardan başka bir şey değildir.”[1290] diyerek hitapta bulundu. Hz. Ali de bu konuşma üzerine: “Evet, doğru söyledi. Benimle onun arasında bundan başka hiç bir çekişme söz konusu değildi. Şunu çok iyi biliniz ki o, Hz. Peygamberin dünyada ve ahirette eşidir.” diyerek[1291] Hz. Aişe’nin konumunu zarif bir biçimde yükseltti.[1292]

. Hz. Aişe, 1 Recep 36/24 Aralık 656 yılı Cumartesi günü[1293] yola çıktı. Hz. Ali onu bir kaç millik bir mesafeye kadar uğurladıktan sonra döndü. Ancak oğullarından bazılarını bir günlük mesafeye kadar onunla gönderdi.[1294] Hz. Aişe önce Mekke’ye gitti hac mevsimine kadar orada kaldıktan sonra Medine’ye geri döndü.[1295]

Hz. Aişe Cemel Vak’ası’na katıldığından dolayı sonraki yıllarda üzüntüsünü zaman zaman dile getirip çokça ağlamıştır.[1296] Özellikle Hz. Peygamber’in eşleriyle ilgili "Evlerinizde oturun... ”[1297] ayetini hatırlayınca üzüntüsü kat kat artmıştır.[1298]

Hz. Aişe, Hz. Peygamber’den sonra yanlış icraatlarda bulunduğunu düşündüğü için vefat ettiğinde Hz. Peygamber’in yanına değil de onun diğer eşlerinin yanına defnedilmeyi vasiyet etmiştir.[1299] [1300]

Gerek Hz. Aişe gerekse Hz. Talha ve Hz. Zübeyr başlarına gelecekleri bilerek değil ümitleri ve hayalleri ile bu işe bulaştılar. Olayların sonucunu bilenler, gelişmeleri farklı değerlendirebilirler. Ancak olayların içinde yaşayan insanlar ileride başlarına gelecekleri bilmedikleri için karar anındaki düşünce ve duygularıyla 33hareket ederler.

Hz. Aişe’nin Cemel Vak’ası’ndaki başarısızlığı kadın-siyaset ilişkisi açısından önemli etkenler doğurdu. Gelenekselci olup kadınların bu alanda olmaması gerektiği anlayışı bununla pekişmiş oldu.[1301] Hz. Aişe’nin siyasi işlere karışması, Müslüman kadınların haiz olduğu hukukun mahdud olmadığını gösteren bir delildir.[1302]

Şiblî’ye göre; kadınların özel bazı durumları onların imamlık ve liderlik gibi bazı görevleri yerine getirmeye engeldir. Ona göre; liderlik için gerekli olan bazı şartlar kadınlarda mevcut değildir. Bundan dolayı kadınlar imamlık ve liderlik görevini yerine getirmekten sorumlu değildirler.[1303] Ancak bundan hareketle kadınların siyasi ve askeri rehberlik görevlerini yerine getiremeyecekleri anlaşılmamalıdır. Bazı âlimler, kadınların emirlik ve kadılık görevlerini yerine getirmelerine cevaz vermişlerdir.[1304]

Şunu belirtmekte fayda vardır. Hz. Aişe’nin ilmi kariyeri, zekâsı, çalışkanlığı ve sosyal-siyasal gelişmeler karşısındaki duruşuyla Hz. Peygamber’in eşleri arasında farklı bir yeri vardı. Hz. Aişe sadece ibadetle meşgul olup hayatını evle sınırlandıran biri değildi. O, ilmi faaliyetlerin yanında insani ve dini sorumluluğun bir gereği olarak zamanındaki siyasal ve sosyal gelişmeleri takip edip fikirlerini açıkça ortaya koyuyordu. Bu onun dine ve toplumun birlik beraberliğine verdiği önemden kaynaklanıyordu.[1305] Hz. Aişe doğruları destekleme, yanlışları eleştirme tarzındaki çizgisini hayatı boyunca sürdürmüştür. Bundan dolayı Hz. Aişe’nin siyasal yaşamını son iki halife dönemiyle sınırlandırmak ve onun Emevîler döneminde siyasetten uzak ve sakin bir hayat yaşadığını söylemek tarihi bilgilerle çelişmektedir. O, bazı icraatları nedeniyle Emevî idarecilerine de muhalefet etmiştir.[1306]

MERVÂN B. HAKEM’İN DURUMU

Mervân b. Hakem savaştan sonra Mâlik b. Mesmâ’nın evine misafir oldu. Mâlik b. Mesmâ onu iyi bir şekilde ağırladıktan sonra yolcu etti. Bu ilgiden dolayı Mervân b. Hakem’in oğulları kendi hilafetleri döneminde Mâlik b. Mesmâ’nın bu iyiliğini unutmamış ve bunun karşılığını en iyi şekilde yerine getirmişlerdir.[1307] İbn Sa’d’da geçen bilgiye göre ise; Mervân b. Hakem savaştan sonra Aneze kabilesinden bir kadının evine taşındı ve orada tedavi edildi. Bundan dolayı Mervân b. Hakem’in ailesi onlara daima müteşekkir idiler.[1308]

Başka bir rivayete göre de Mervân b. Hakem Hz. Aişe ile birlikte Abdullah b. Halefin evinde misafir oldu. Onunla birlikte Hicaz’a kadar gitti. Hz. Aişe Mekke’ye vardığında Mervân b. Hakem de Medine’ye ulaştı.[1309]

ABDULLAH B. ZÜBEYR’İN DURUMU

Abdullah b. Zübeyr savaştan sonra Ezd oğullarına mensup Vezir adında birinin evine misafir oldu. Abdullah b. Zübeyr ev sahibine: “Kalk, müminlerin annesinin yanına git ve Muhammed b. Ebû Bekir’in haberi olmadan benim nerede olduğumu söyle.” dedi. Vezir de Hz. Aişe’ye gidip Abdullah b. Zübeyr’in bulunduğu yeri söyledi. Hz. Aişe gelen adama: “Muhammed’den korkmasın, onun kefili benim.” dedi. Adam Hz. Aişe’ye: “Hayır, ona haber vermemem konusunda bana tembihte bulundu.” dedi. Hz. Aişe adama aldırış etmeden kardeşi Muhammed b. Ebû Bekir’e: “Bu adamla birlikte gidin ve bana yeğenim Abdullah’ı getirin.” dedi. Muhammed b. Ebû Bekir de adamla birlikte giderek Abdullah b. Zübeyr’i alıp getirdi. Abdullah b. Zübeyr dayısı Muhammed b. Ebû Bekir’le Hz. Aişe’nin bulunduğu Abdullah b. Halefin evine birlikte geldiler.[1310]

HZ. ALİ’NİN KÛFE’YE GİTMESİ

Hz. Ali Cemel Vak’ası’ndan sonra Basra’da işlerini hallettikten sonra Kûfe’ye gitti. Hz. Ali 12 Recep 36 Pazartesi günü Kûfe’ye varınca[1311] kendisine Beyaz Köşk’te konaklanması söylendi. Ancak o, Hz. Ömer’in Beyaz Köşk’te konaklanmaktan hoşlanmadığını söyleyerek kendisinin de orda konaklanmak istemediğini söyledi.[1312] Hz. Ali büyük caminin yanındaki yerde konakladıktan sonra camiye giderek iki rekât namaz kıldı. Orada bulunan halka hutbe irad ederek onları iyiliğe teşvik edip kötülükten sakındırmaya çalıştı.[1313]

Hz. Osman zamanından beri Hemedan valiliğini yapmakta olan Cerir b. Abdullah’a ve yine Hz. Osman zamanından beri Azerbaycan valiliğini yapmakta olan Eşa’s b. Kays’a haber göndererek oradaki halkın biatini almalarını sonra da yanına gelmelerini emretti. Onlar da bu emri yerine getirdiler.[1314]

Hz. Osman’ın şehit edilmesinin ilk sonuçlarından biri; Hz. Peygamber’in şehrinde hilafetin sona ermesi ve yeni hilafet merkezinin Medine dışında kurulması oldu.[1315] Bu Hz. Ali’nin önemli icraatlarından biridir. Kûfe’yi yeni merkez seçmesi büyük ölçüde kendisini destekleyenlerin Kûfe’de bulunmasından kaynaklanıyordu.[1316]

Hz. Ali, kendinden önceki üç halifenin yaşadığı iç problemlerden çok daha fazlasını yaşadığından dolayı başkenti Medine’den Kûfe’ye naklettiği ifade edilmektedir. Kimileri Hz. Ali’nin bu kararını isabetli bulurken, kimileri de onun Cemel Vak’ası’nda kazandığını iyi değerlendirememesi olarak yorumlamıştır. Bunun yanında muhaliflerinin bulunduğu bir yeri tercih etmesinin, yanlış bir karar olduğu da ifade edilmektedir.[1317] Buna göre; Hz. Ali’nin hatalı tercihlerinden biri de Müslümanların ilk başkenti Medine’yi terk edip yeni kurulmuş ve kozmopolit özelliği nedeniyle kabile çekişmelerinin üssü haline gelen bir yeri başkent seçmesidir. Bunda Hz. Ali Medinelilerden beklediği desteği alamamasının etkisi olsa da yine de Kûfe’yi başkent olarak tercih etmesi onu daha büyük sosyal-siyasal problemlerle karşı karşıya getirmiştir. Kûfe sıkıntıların çözüm yeri olmak bir tarafa bizzat problem kaynağı olmuştur.[1318]

Medine’nin Hz. Ali için siyasal açıdan zayıf bir merkez olması ve oradan beklediği desteği alamaması da bunda etkili olmuş olabilir.[1319] Kuşkusuz Hz. Ali’nin seçilme yöntemi ve burada Hz. Osman taraftarlarının varlığı onu rahatsız edecek bir olguydu.[1320] Böylelikle Medine artık valilerle yönetilen bir vilayet haline geldi[1321] ve bu durum Hicaz’ın siyasal üstünlüğünü tamamen ortadan kaldırdı. Ancak şu var ki hilafet merkezinin Kûfe’ye taşınması onların Hz. Ali’ye karşı daha rahat hareket etmelerine neden oldu. Kısa süre içinde Hz. Ali onları yöneteceğine onlar kendisini yönetmeye ve yönlendirmeye başladılar.[1322]

Hz. Ali’nin başkenti Kûfe’ye taşımasının görünür nedeni her ne kadar siyasal gerekçelere dayanıyor ise de bu işin arka planında ekonomik ve demografik nedenler de olduğu ifade edilir. Çünkü artık Hicaz’ın kaynakları yeterli gelmiyordu.[1323] [1324]

Hz. Ali’nin başkenti Kûfe’ye taşınması Hz. Osman’ın katillerinin güçlenmesine sebep oldu. Gerginlik arttıkça Hz. Ali onlara daha çok ihtiyaç duymaya başladı. Bu durum asilerin yargılanmasını daha da zorlaştırdı.

Wellhausen’e göre; halifeliğin Medine’den Kûfe’ye taşınmasıyla birlikte hilafetin kutsiyeti bir anlamda sona ermiş oldu. Böylece mücadele de bir iktidar meselesi oldu. Artık güç ve kuvvet ise eyaletlerdeydi. Hilafet merkezinin Medine’den uzaklaşmasıyla beraber sahâbe, eyaletleri çağırarak şehirlerinde istediklerini yapmalarına izin vermekle siyasi manada güçlerini kaybetmişlerdi.[1325]

Cemel Vak’ası Müslümanların kendi aralarında gerçekleştirdikleri ilk büyük savaştır.[1326] Bu savaş cihat ya da fetih olarak değerlendirilebilecek bir hususiyete sahip olmadığı için Müslümanların içini acıtan hatıralarla doludur. Cemel Vak’ası’nda çatışmalar neticesinde meydana gelen insan kaybından ziyade Müslümanların birbirlerine kılıç çekmeleri açısından etkisi büyük olmuştur.[1327] Filizlenen isyanı bastırmak, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’i itaate davet etmek için Basra üzerine yürüyen Hz. Ali,[1328] Cemel Vak’ası’nda kazandığı gibi görünen savaşın aslında görünmeyen mağlubudur. Hz. Ali’nin Hz. Osman’ın kanını talep edenlere karşı savaşması onu katilleri savunur pozisyonuna düşürmüştür. Korkmaz’a göre; Seyf b. Ömer’in Cemel Vak’ası’nda kurtarmaya çalıştığı Hz. Ali’nin belki de bu görüntüsüdür. Savaştan en büyük kazancı ise Muâviye  elde etmiştir.[1329] Cemel Vak’ası’nda Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in öldürülmesiyle birlikte Muâviye  muhtemel halife adaylarından kurtulmuştur. Ayrıca ikisinin Hz. Ali’ye karşı savaşırken ölmesi Muâviye ’nin isyanının meşruluğunu kitlelerce benimsemesine sebep olmuştur.[1330]

Cemel Vak’ası aslında Hz. Ali için değil de Ümeyye oğulları için bir zaferdir. Şam hariç bütün Müslüman coğrafyanın halifesi olan Hz. Ali çok önemli bir kent olan Basralılarla yaptığı savaşı kazanmış olsa da aslında bu şehri kaybetmiş oldu.[1331] Cemel Vak’ası’ndan sonra Hz. Ali Basra’ya girerek biat aldı. Böylece Şamlılar hariç Basralılar, Kûfeliler ve Hicazlılar Hz. Ali’ye biat ettiler. Basra ve Kûfe gibi şehirlerdeki Hz. Osman taraftarları Şam Valisi Muâviye ’nin hâkimiyeti altındaki Cezire bölgesine kaçtılar.[1332] Basra bu olaydan sonra Hz. Ali’nin yanında durmadı.[1333] Hz. Ali Basra’dan sonra Kûfe’ye geçti ve bu tarihten itibaren Kûfe şehri Hz. Ali’nin hâkimiyeti altındaki yerlerin idare merkezi oldu. Madde ve insan gücünün fetihlerin başlangıcıyla eyaletlere geçmesinden sonra Medine’nin durumu bilhassa insan gücü açısından zayıflamıştı. Hatta bu durum Hz. Osman’ın katledilmesinde de kendisini göstermişti. Bu sebeple merkezi otoriteyi sağlamak ve asilere karşı daha güçlü bir merkezden hareketi yürütmek zorunluluğunun ortaya çıkmasıyla Hz. Peygamber’den beri devletin başkentliğini yapan Medine şehri bu vasfını Kûfe’ye bırakmış oldu.[1334] Cemel Vak’ası’nı kazanan Hz. Ali Irak-Hicaz bölgesinde kontrolü sağladı. Ancak birbirlerine kılıç çeken Müslümanların artık bütünlük içinde kalmaları zorlaştı. Gerçekten de savaş Hz. Ali için bir iç problemin çözülmesi gibi görünse de bu olay daha büyük sorunların habercisi oldu.[1335]

Cemel Vak’ası’yla ilgili rivayetlerin bir kısmı sahâbeyi aklamaya yönelik olsa da hem Hz. Ali hem de Cemel Ashâbı’nın büyük üzüntü duyduğu muhakkaktır. Hz. Ali bu savaşta galip olmasına rağmen bu onu mutlu etmemiştir.[1336]

CEMEL VAK’ASI’NIN KELÂMÎ TARTIŞMALARA ETKİSİ

Cemel Vak’ası’nda iki ordunun karşılaşıp, birbirlerine kılıç çekmesi önceki olaylardan tamamen farklıdır. Cemel Vak’ası’nda bir tarafın lideri Hz. Ali, karşı tarafın liderleri Hz. Talha ve Hz. Zübeyr dine yaptıkları hizmet ve üstün faziletlerinden dolayı hayattayken Hz. Peygamber tarafından cennetle müjdelenen sahâbedendi. Her biri Kur’an’ı hakkıyla bilen, Hz. Peygamber’in yanında yetişmiş ve dini ondan öğrenmiş kimselerdi. Her iki taraf da Müslüman’dı.[1337] İslâm tarihinin bu dönemindeki Müslümanlar arasında başlayan siyasi çatışmalar zamanla beraberinde bazı kelâmî tartışmalar da getirdi.[1338] Cemel Vak’ası sadece siyasi bir olay olmayıp daha sonra ortaya çıkan siyasi ve itikadî mezheplerin farklı şekillerde tartıştıkları önemli meselelere zemin oluşturan[1339] ve ayrılıkların dini bir karakter kazanıp daha da derinleşmesine neden olan önemli bir olaydır.[1340]

Râşid Halifeler dönemindeki siyasi iktidar mücadelesi, Müslümanların birliğini ve bütünlüğünü parçalayan önemli faktörlerden biriydi. Bu mücadeleyle birlikte toplum kendi içinde teokratik ve demokratik yaklaşımlarla birlikte seçimciler, nassçılar, birleştiriciler gibi gruplara ayrıldı. Neticede bu durum Şiî, Harici ve Ehl-i Sünnet gibi siyasi ve dini grupların ortaya çıkmasına sebep oldu.[1341]

Hizmetli, Hz. Peygamber’den sonra ortaya çıkan siyasi ihtilaflar ve iktidar mücadelesinden hareketle İslâmiyet’te yönetim biçiminin dine dayanmadığını ve bunun yanında sahâbenin de peygamberler gibi masum kimseler olmadığını ifade etmektedir.[1342] Akbulut da benzer şekilde değerlendirmede bulunarak, insanı yeryüzünün egemeni bir varlık olarak tanımlamaktadır. Ona göre; Allah insanı dünyaya görevli olarak göndermiştir. İnsan egemenliğini hem istediği gibi kullanma hakkına sahip hem de bu egemenliğini kullanma biçiminden dolayı Allah’a karşı sorumlu olduğu için siyasi alan insana bırakılmıştır.[1343] Hizmetli’ye göre; İslâmiyet, gerçek anlamda yönetim biçimini ne adlandırmış ne de şekillendirmiştir. Sadece İslâmiyet, devletin temel ilkelerinin neler olduğunu açıklamıştır.[1344] Akbulut’a göre; “Kur’an’da doğrudan siyasetle ilgili hükümlere yer verilmemiştir. Yani Kur’an hem insana gelmiş hem de siyaseti insana bırakmıştır. Kur’an’ın önerdiği dünya görüşüne göre tarihi insan yapmaktadır. Zaten onun insandan iyiliği yapmasını ve kötülüğü yapmamasını istemesi de bu anlama gelir.”[1345] Buna göre; adalet, meşveret, emanet, ehliyet gibi hususları siyasi yönetim biçiminin esasları olarak ortaya koymuştur.[1346] [1347]

Hz. Osman’ın şehit edilmesinden ve Hz. Ali’nin hilafete getirilmesinden itibaren özellikle Cemel Vak’ası ve benzeri diğer olaylardan sonra İslâm toplumunda dini bakımdan çözülmesi güç bazı problemler ortaya çıktı. Çünkü o zamana kadar hep Müslüman olmayanlarla savaşılmış ve bu savaşlarda Müslümanlardan ölenler 80 şehit, kalanlar da gazi olmuşlardı.

Hz. Osman döneminin son altı yılı ile Hz. Ali döneminin tümünde meydana gelen olaylar, mezheplerin ortaya çıkmasına etki eden önemli olaylardandır. Bu dönemde Hz. Osman’ı şehit edenlerin hükmü ile Cemel Vak’ası’nda öldüren ile öldürülen Müslümanların durumunun ne olacağı konusunda dini tartışmalar yaşandı.[1348] Binlerce Müslüman’ın kanının akmasına sebep olan Cemel Vak’ası’ndan sonra zihinlerde şöyle bir soru ortaya çıktı: “İki Müslüman grup kılıç kılıca birbiriyle karşılaşırlarsa, öldürenlerle ölen Müslümanların durumu ne olacaktır? Şayet öldürülen maktul, öldüren de katil ise, dinin genel hükümlerine göre ikisinin de cehenneme gitmesi gerekmez mi? Çünkü katil öldürdüğü, maktul da öldürmek niyetiyle savaştığı için büyük günah işlemiştir.”[1349] gibi dini tartışmalar yaşandı.

İşte bu ve benzeri sorulardan hareketle, Cemel Vak’ası İslâm akaid alanında; irade hürriyeti, kader, iman-küfür sınırı gibi önemli birtakım problemlerin tartışma konusu haline getirilmesine etki eden dini ve sosyal olaylardan biri[1350] oldu. Neticede Cemel Vak’ası ve benzeri olaylardan sonra farklı siyasi anlayış ve gruplaşmalar ya da halifelik ve imamet anlayışı gibi Müslüman toplumu arasında[1351] çeşitli fikri tartışmalar, mezheplerin ortaya çıkmasına etki etti.[1352] Şehristânî, Cemel Vak’ası’nı; Müslümanlar arasında meydana gelen ilk ve önemli ihtilafları arasında zikretmektedir.[1353]

Şiîler’in büyük çoğunluğu ile bazı Hariciler’in Cemel Vak’ası’nda Hz. Ali’ye karşı çıkan sahâbeyi tekfir etmeleri, konunun bir akaid problemi olarak görülüp kelâm kitaplarına girmesine sebep olmuştur.[1354] Bu durum birçok dini kavramın tanımına, büyük günah ve kader gibi problemlerin açıklanmasına, siyasi ve ideolojik yaklaşımlara önemli ölçüde etki etti. Çünkü siyasi anlayış ve siyasi farklılıklar inanç ve amel alanlarına taşındı. İlk başlarda tamamıyla siyasi nitelik taşıyan konular ve farklılıklar zamanla fikri ve dini görünümler kazandı. Bu durum İslâmiyet’in akaid konularını ilgilendiren konular arasında değerlendirildi. Hariciler ve Şiîlerin birçok dini anlayışı bunlar arasındadır. Ehl-i Sünnet, Şiâ, Harici kavramlarını ve 88 topluluklarını tanımlayan etken siyasi telakkidir.[1355]

Akbulut’a göre; Müslümanların yaşadığı siyasi buhranın sebebi, Hz. Peygamber’in vefatından sonra Beni Saide’yle birlikte başlayan ve gittikçe daha da derinleşen siyasi krizin dini alana taşınması sonucu dini düşüncenin siyasallaştırılmasıyla olmuştur. Ona göre; Hz. Peygamber’in devlet başkanlığı yaptığı zaman siyaset dinin kontrolündeydi. Ancak ondan sonra ise; din siyasetin kontrolüne girmiş ve halen de din siyasetten kurtulabilmiş değildir.[1356]

Akoğlu bu durumu, Kur’an-ı Kerim’in genel prensip ve ilkeler dışında siyaset ve yönetimle ilgili konularda herhangi bir düzenlemede bulunmayışı ve Müslümanlar tarafından uygulanması gereken belirli siyasi şablonlar sunmayışına bağlıyor. Ona göre; bu sebeple Müslüman toplumunun siyasi düzeni, Hz. Peygamber’den sonra yeniden kurulma ve oluşturulma keyfiyeti ile karşı karşıya kalmıştır.[1357] Ayrıca o; bunun sonucu Beni Saide’de meydana gelen durumu, kabilecilik anlayışının gizli bir tezahürü olarak değerlendirmektedir.[1358]

Akbulut’a göre; Hz. Osman’ın, liderlik ettiği Müslümanlarca şehit edilmesinin arka planında Beni Saide’de kurulan siyasal sistem bulunmaktadır. Ona göre; bu sistem, Ensar’ı siyasetten dışlamış ve siyasetin Kureyş kabilesinin bir sorunu olduğunu zihinlere yerleştirmiştir. Bu nedenle, Medinelilerin çoğunluğunu oluşturan Ensar, halifeye yeterince sahip çıkmamış ve Müslümanların halifesi onların gözü önünde şehit edilmiştir. Ona göre; Hz. Peygamber’in vefatı, Müslümanlar için vahyin gelmesi kadar önemli olmuştur. Onun vefatıyla birlikte İslâm tarihinde yeni bir dönem başlamıştır. Müslümanların istikameti bu yeni dönemde sarsılmıştır. Beni Saide ile kurulan sistemin sorgulanmasını önlemek amacıyla bu neslin, en hayırlı nesil olduğu yolunda haberler üretilmiştir. Söz konusu altın nesil, İslâm tarihinin bir parçası olacak yerde, İslâm dininin bir parçası olmuştur.[1359]

İslâm tarihinde esas itibariyle siyasi olmakla birlikte birtakım sebeplerle dini ve itikadî bir mesele haline getirilen Cemel Vak’ası, akaid mezhepleri tarafından farklı şekillerde değerlendirilmiştir.[1360] Konunun çok tartışılması ve geniş kitlelere mal olmasının temel sebebi, Cemel Vak’ası ve benzeri savaşlara katılan sahâbenin küfre girdiği ve amellerinin boşa gittiği şeklindeki iddialardır.[1361] Aşağıda Hariciler, Şiâ, Mürcie, Mu’tezile, Mâtürîdîlik ve Eş’ârîlik mezhebinin iman, küfür ve büyük günah konusundaki görüşleri kısaca verilecektir.

Hariciler; İslâmiyet’te ilk ortaya çıkan,[1362] toplumun ittifakla seçtiği ve haktan ayrılmayan devlet başkanına karşı ayaklanan,[1363] siyasi olarak ortaya çıkıp dini bir mahiyet kazanan fırkaya[1364] denir.[1365] Haricilerin büyük çoğunluğu Hz. Osman ve Hz. Ali’den teberri edip uzak durmayı bütün ibadet ve iyi davranışların üzerinde görürler. Öyle ki, onlara göre; ancak bunun kabul edilmesi durumunda nikâh geçerli olur. Bunun yanında büyük günah işleyen kimseleri kâfir saymak ve devlet başkanının sünnete aykırı uygulamalarında ona karşı çıkmayı gerekli bir hak olarak kabul ederler.[1366]

Hariciler iman-amel ilişkisini bir kabul ettikleri için dinin emirlerini yerine getirmeyen ve yasaklarından kaçınmayan kişinin kâfir olduğunu ileri sürerler.[1367] Çünkü onlara göre iman; ikrar, amel, niyet, sünnete uymak, inanç konusunda hiçbir kimse için mazeret tanımamak, kötü arzulara uymamak ve takva yoluna girmek demektir. Dolayısıyla iman, farzlardan herhangi birinin yerine getirilememesi durumunda ortadan kalkar.[1368]

İslâm’da tekfir hareketini sistematik bir şekilde ilk başlatanlar ve karşı tarafı eylem ve kararlarından dolayı tekfir eden Hariciler,[1369] büyük günah işleyen kimsenin imandan çıkmasını, doğrudan doğruya kelime-i tevhide bağladıklarından dolayı, onlara göre; büyük günah işleyen kimse bu tutumuyla Allah’ın yasakladığı şeyi helal saydığı için mümin değildir ve cehennemde sonsuza dek kalacaktır. Hatta onlar bu anlayışı daha da ileri götürerek Harici olmayan herkesi kâfir ve düşman kabul etmişlerdir.[1370] Onlar bu hükmü genelleştirerek masum insanların öldürülmesine de sebep oldular.[1371] Akbulut, Haricilerin bu görüş ve yorumlarının altında isyanlarının ve siyasi görüşlerinin meşru gösterme çabasından kaynaklandığını ifade etmektedir. Ona göre; bu meseleyi ilk defa sistemli olarak Hariciler gündeme getirmişlerdir. Büyük günah konusu hakkındaki tartışmalar, siyasi kutuplaşmaların bir sonucu olarak ortaya çıktığı için meselenin ana ekseni siyasidir. Taraflar politik tercihlerine göre Kur’an ve hadisten destek aramışlardır. Siyasi görüşlerin, Kur’an ve hadis ile temellendirilmesi, ayrılıkların itikat alanına taşınması sonucunu doğurarak, başlangıçtaki ayrılığın kurumlaşmasına sebep olmuştur. Bugün de aynı tartışmaların mevcut olması, bu kurumlaşmanın sonucudur denebilir.[1372]

Hariciler, özellikle Hz. Ali hakeme başvurduğu için onun kâfir olduğuna inanıyorlar ancak bu küfrün şirk olup olmadığı konusunda ihtilaf ediyorlar. Bununla birlikte her büyük günahın küfrü gerektirdiğini ve dolayısıyla büyük günah işleyen kimsenin sonsuza dek cehennemde kalacağını ifade ediyorlar.[1373]

Hariciler Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in halifeliğinin tümünü, Hz. Osman’ın halifeliğinin ilk altı yılını, Hz. Ali’nin halifeliğinin ise tahkime kadar ki olan sürecini kabul ederler.[1374]

Hariciler’in Muhakkimetü’l-Ûla adlı kolu Hz. Ali’yi icraatlarından dolayı hatalı bulurken, bunlardan bir kısmı daha da ileri giderek Hz. Ali’yi Cemel ve benzeri savaşlara katıldığı için lanetlemişlerdir. Bunun yanında kendilerince buldukları bahanelerle Hz. Osman ve Cemel Vak’ası’na katılanlar hakkında da yakışıksız sözler sarf etmişlerdir.[1375]

Haricilerin Ezârika kolu Hz. Ali’yi tekfir ediyor.[1376] Bunlar büyük günahı küfür kabul edip muhaliflerin bulunduğu yerin, küfür diyarı olduğunu ve büyük günah işleyen kimsenin sonsuza dek cehennemde kalacağını iddia ediyorlar.[1377] Bunun yanında, “insanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider. Birde kalbindekine (sözünün özüne uyduğuna) Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o, düşmanlıkta en amansız olandır.”[1378] ayetinin Hz. Ali hakkında nazil olduğuna inanıyorlar. Ayrıca Abdurrahman b. Mülcem’in Hz. Ali’yi öldürmesinden memnuniyet duyarak, “İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah ’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah, kullarına çok şefkatlidir. ”[1379] ayetinin de onunla ilgili olarak indiğini düşünüyorlar.[1380] Hatta Haricilerin önde gelen âlimlerinden biri, Hz. Ali’ye vurduğu kılıç darbesinden dolayı Abdurrahman b. Mülcem’in Allah katında büyük derece kazandığını ve bütün yaratılmışların içinde defteri iyiliklerle dolan biri olduğunu ifade ediyor. Bundan da öte Hz. Osman, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz. Aişe, İbn Abbas ve onlarla birlikte hareket eden Müslümanları da tekfir ederek hepsinin cehennemde ebedi olarak kalacaklarını ifade ediyorlar.[1381]

Haricilerden en ılımlı kolu olup günümüze ulaşan İbâdiyye (İbâzıyye) fırkası[1382] diğerlerinden farklı olarak büyük günah meselesine farklı pencereden bakıyorlar. Onlara göre; büyük günah işleyen kimse kâfirdir ancak Allah’a inandığı için müşrik değildir.[1383] [1384]

İslâm siyasi hayatının akışını kontrol etmek için Muâviye ’ye karşı birlikte çarpışanlar, Şiâ ve Hariciler olarak ikiye bölünerek; “Hariciler partinin dış görünümünü, Şiâ ise gizli ve batınî yönünü” temsil etti. Bu bölünmeden sonra “Huruç fikri, dini, siyasi, ahlaki ve içtimai alanlarda Müslümanların mezheplerinden bir mezhep oldu”. Tamamen siyasi olaylar neticesinde ortaya çıkan Hariciliğin; önce tatbikatı olmuş, daha sonra ise nazariyesi kurulmuştur. Yani, bir bakıma pratiğin teorisi yapılmıştır. Haricilerin, orijinalitesi olan iki konudaki görüşlerine; büyük günah işleyenlerin durumu ile hilafet hakkındaki düşüncelerine bu açıdan bakılması daha isabetli olacaktır.

Şiâ[1385] mezhebine mensup Zeydiyye[1386] fırkası; büyük günah sahiplerinin cehennemde azap görecekleri, orada ebedi olarak kalacakları ve oradan çıkarılamayacakları hususunda birleşmişlerdir. Hepsi, Hz. Ali’nin Cemel Vak’ası’nda haklı olduğu, Cemel Ashâbı’nın hatalı olduğu konusunda ittifak etmişlerdir.[1387] Şiâ’ya mensup fırkaların çoğu[1388] İmâmiyye[1389] ve Râfızîler de aynı görüştedirler. Râfızîler’den bir fırka, Hz. Ali’ye karşı savaşan Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve Muâviye ’nin kâfir olduklarını, başka bir fırka da onların kâfir değil de fâsık olduğunu ileri sürüyorlar.[1390]

Mürcie[1391] mezhebi, büyük günah işleyen kimseleri işledikleri büyük günahtan dolayı tekfir etmemişler, bunun yanında Hariciler ve Kaderiyye’nin aksine cehennemde ebedi kalacaklarına da hükmetmemişlerdir.[1392] Ayrıca İrcâ’nın Hz. Ali’yi fazilet olarak birinci dereceden dördüncü dereceye koymak ya da geciktirmek olduğu da ifade edilmektedir.[1393] Bu mezhebe göre; büyük günah işleyen kimsenin dünyadayken cennetlik veya cehennemlik olduğu hakkında herhangi bir hüküm verilemeyeceği için, onun hükmü kıyamet gününe bırakılmıştır.[1394] Mürcie, büyük günah işleyenlerin durumlarının Allah’a bırakılması ve hiçbir Müslüman’ın tekfir edilmemesi şeklinde birleştirici bir tavır sergileyerek İrcâ fikrini benimsemiştir.[1395]

Mu’tezile[1396] mezhebine göre; büyük günah işleyen kimse ne mümindir ne de kâfirdir.[1397] İman ile küfür arasında olup fâsıktır.[1398] Bu kimse dünyada kendisine Müslüman gibi muamele edilir. Şayet tövbe ederse ahirette kurtuluşa erer, tövbe etmezse ebediyen cehennemde kalır. Ancak azabı kafirin azabından daha hafiftir.

Mu’tezile mezhebine göre; Cemel Vak’ası’na katılanların hangisi olduğu bilinmemekle birlikte bir taraf hatalıdır.[1399] [1400] Hz. Osman’ın katilleri ve onu yardımsız bırakanlar da aynı şekilde hatalıdır. Mu’tezile, bu durumu lian hadisesine benzeterek iki tarafın hem liderlerinin hem de mensuplarının şahitliğini kabul etmezler. Onlar Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in şahitliklerini kabul etmedikleri gibi Hz. Osman ve Hz. Ali’nin hatalı olabileceklerini de ifade ediyorlar.[1401]

Cemel Vak’ası’nın her iki tarafıyla ilgili olarak Ehl-i Sünnet’in görüşü diğer mezheplerden farklılık arzetmektedir. Selefiyye’ye mensup âlimlerin büyük çoğunluğu, sahâbe arasında ortaya çıkan bu tür ihtilafları tartışma konusu yapmayı uygun görmemişlerdir. Onlara göre; iki taraf hata etmiş olsalar dahi savaşan iki sahâbe grubunu da Allah affetmiştir. Örneğin; İbn Hazm, Cemel Vak’ası’nda her iki tarafın iyi niyetli olduğunu ve iki tarafın da yaptığı işin içtihada dayandığını dolayısıyla savaşmak maksadıyla yola çıkmadıkları halde bu durumun onların aleyhine döneceğini hisseden katillerin komplosu sonunda kendilerini savaşın içinde bulduklarını ve bundan dolayı kusursuz olduklarını ifade ediyor.[1402]

Mâtürîdî’ye[1403] göre; adam öldürmek gibi büyük günah sayılan fiili işlemek kişiyi imandan çıkarmaz.[1404] Ona göre; iman, kalbin dini gerçekleri onaylaması demektir. İman dairesinden çıkış ise; ancak dini gerçekleri reddetmekle mümkün olur.137 [1405] Kişi büyük günah işlemiş olsa da iman etmek suretiyle en büyük hayrı işlemiş olur, kötülükte ise; inkâr ve şirk noktasına ulaşmamış bulunur. Eğer büyük günah işleyen kimseye ebedi cehennem cezası verilirse en üstün iyilik olan iman, mükâfatsız kalır bu da adaletle bağdaşmaz.[1406] Dolayısıyla günahlar kalpteki iman tasdikini etkilemediği müddetçe iman zedelenmez.[1407] Onun anlayışına göre; İslâmiyet’i benimsemek kolay ancak terk etmek zordur.[1408]

Mâtürîdî, büyük günahlardan kaçınan kimselerin küçük günahlarının bağışlanacağını,[1409] tövbe ile her türlü günahın ortadan kalkacağını dile getiriyor. Şirk veya küfür dışındaki büyük günahların ise Allah’ın affına mazhar olmak, dünyada veya ahirette cezasını çekmek, samimi kulluk ve iyi davranışlarda bulunmak suretiyle[1410] veya şefaate nail olmakla affedilebileceğini ifade ediyor.[1411]

Eş’ârî[1412] başta olmak üzere onunla aynı görüşü paylaşan âlimler, imanı; kalpteki tasdikin dille ifade edilmesi gerektiğini ifade ediyorlar.[1413] Onlara göre; Allah’ın varlığını tanımamak (küfür) veya Allah’ın birliğine inanmamak (şirk) büyük ve affedilmez günahlardır. Bunların dışında kalan adam öldürme gibi büyük günahları işlemek kalpte tasdik bulunduğu sürece imanı ortadan kaldırmaz.[1414] Günah işleyen, özellikle büyük günahları irtikâp eden ve tövbe etmeden ölen mümin cehennemde cezasını çektikten sonra cennete girer.[1415] Büyük günah işleyen sadece fıska düşer. Bu bakımdan ona fâsık mümin ya da mümin-i asi denir.[1416] Durumu Allah’a kalmıştır.[1417] İlahi affa veya şefaate mazhar olması ve doğrudan cennete girmesi de mümkündür. Eş’ârî kelâmcıları kıble ehlinin tekfir edilemeyeceği ilkesini benimsemişlerdir.[1418]

Bazı Selef âlimleriyle Eş’ariyye ve Mâtürîdîyye’ye bağlı Sünni kelâmcıların hemen hemen tamamı Cemel Vak’ası’nda Hz. Ali’nin haklı, Cemel Ashâbı’nın haksız olduğu kanaatindedirler. Onlara göre; Cemel Ashâbı Müslümanların hilafet makamına getirdiği Hz. Ali’ye karşı tavır almış ve ona itaatsizlik göstermişlerdir.[1419]

Ehl-i sünnet’in teşekkülünden önce muhaddis, müfessir ve fakihlerin öncülüğünü yaptığı, İslâm toplumunun çoğunluğunu teşkil eden Selef-i salihinin sahâbe konusundaki görüşü, sahâbenin fazileti ve adaleti hakkında olumlu olup bu görüş Cemel Vak’ası ve benzeri savaşlarda hayatlarını kaybeden sahâbe hakkında da geçerlidir.[1420] İbn Haldûn, insaf nazarıyla bakıldığında Hz. Osman döneminde ve ondan sonra meydana gelen hadiselerde sahâbenin ihtilafı konusunda herkesin mazur görüleceğini ifade eder. Ona göre; bu hadiselerin hepsi fitneydi ve Allah Müslümanları fitneyle imtihan etmiştir.[1421]

Selef-i salihine göre; Cemel Ashâbı’nı savaşa sevk eden amil her iki tarafta yer alan Müslümanların hayrını düşünmüş olmasıdır. Onların bu inanç ve içtihadları, rivayet ettikleri hadislerin sıhhatinden şüphe etmeyi gerektirecek bir sonuç doğurmamış, hata etmiş olsalar bile bu hataları imanlarına zarar vermemiştir.[1422]

Sünni kelâmcılara göre; Cemel Vak’ası’ndan sonra Hz. Aişe ve etrafındakilerin pişmanlık duyduklarına dair rivayetler onların hatalı olduklarını göstermektedir. Bununla birlikte bu hatalarından ötürü Cemel Ashâbı’nın tekfir edilemeyecekleri gibi fâsık oldukları da söylenemez. Çünkü onlar Müslümanlar arasında ihtilaf çıkarmak gayesi taşımamışlardır. Hz. Ali’ye karşı çıkışları da İslâm âlimlerinin caiz gördüğü içtihadlarının bir sonucudur.[1423]

İbn Haldûn’a göre; müçtehitler ihtilafa düştükleri zaman, ya içtihadi meselelerde hak iki taraftan birindedir ya da hepsi hak üzerindedir denilir. Şayet iki taraftan biri hak üzerindedir, diğeri ise hatalıdır, denilirse bu durumda hangi tarafın hak üzerinde olduğu kesin belirlenemez. O halde, her iki tarafın da hak üzerinde olduğu ve içtihadında isabet ettiği söylenebilir. Ancak kimin hatalı olduğu kestirilemez. Bunun yanında şayet her iki taraf isabet etmiştir, denilirse bu sefer de hata ve günah söz konusu olamaz. İbn Haldûn bundan hareketle, sahâbe arasındaki ihtilafı zannî olan dini meselelerdeki içtihatla ilgili bir ihtilaf olarak görmüş ve hükmü de buna göre vermiştir.[1424]

Bunların dışında ayrıca Cemel Vak’ası’ında kimin haklı kimin haksız olduğu konusunda tartışmalarda görüş bildirmeyen gruplar da olmuştur. Bunlar da Vâkıfe’den sayılmaktadır.[1425] Bu görüşlerin dışında, Cemel Vak’ası’nda her iki tarafın da hatalı olduğunu ileri süren, Sa’d b. Ebû Vakkas, Abdullah b. Ömer, Üsâme b. Zeyd ve Muhammed b. Mesleme’nin yaptığı gibi iki taraftan hiçbirine katılmayanların daha isabetli hareket ettiği kanaatini taşıyanlar da mevcuttur.[1426]

Bir kısım günahların büyük bir kısım günahların da küçük olduğuna ve büyük günahların nasslarda dünyevi veya uhrevi ceza öngörülen fiillerden ibaret bulunduğuna ilişkin görüş isabetli görünmektedir. Büyük günah işleyen kimsenin dini statüsü hususunda Haricilerde Mürcie ve Mu’tezile’nin görüşlerinin nasslarla uzlaştırılması zordur. Hem Sünni kelâmcıları hem de Selefiyye âlimleri büyük günah işleyen kimsenin dinden çıkmadığı kanaatini taşımakta, dünyevi cezanın yanı sıra tövbe yoluyla da bu günahtan kurtulma imkânı olduğunu kabul etmektedirler. Bu yaklaşım biçimi nasslara ve akla daha uygundur.[1427]

Cemel Vak’ası’na katılan her iki taraf hakkında isabetli değerlendirmeyi Sünni kelâmcıların yaptığını söylemek mümkündür. Bazı Şiîler’le Hariciler’in sahâbeyi tekfir etmeleri, bazı Mu’tezili ve Selefi âlimlerin bu konuda hüküm vermekten kaçınmaları ve aşırı muhafazakârlığa bürünen Selefiyye’nin savaşan her iki tarafı da haklı bulması mantıklı değildir. Cemel Vak’ası’na katılmaları sebebiyle sahâbe ve tabiini tekfir etmenin hiçbir dini dayanağı yoktur. Zira bu görüş hem nasslara aykırıdır hem de Hz. Ali’nin savaş sonrasında muhaliflerine karşı takındığı yumuşak tavırla uyuşmamaktadır. Çünkü muhalif grup Hz. Ali’ye karşı çıkmakla isyankâr kabul edilebilir. Bunun ise kâfir olma sonucunu doğurduğunu belirten hiçbir nass yoktur. Aksine Kur’an-ı Kerim, aralarındaki anlaşmazlıklar yüzünden savaşan grupları “müminler” olarak vasıflandırmaktadır.[1428] Bayatlı’nın değerlendirmesine göre; toplumsal düzeni bozanları cezalandırmak, dinden dönenlere karşı mücedele etmek ve içtihat farkından kaynaklı Müslüman toplumu içinde savaşların çıkabileceğini ifade etmektedir.[1429]

Hz. Osman ve Hz. Ali döneminde meydana gelen hataları eleştirirken nasıl hareket edilmesi gerektiği tespit edilmelidir. Bu konuda genel kural şudur: Müslümanlar Hz. Peygamber’den başka kimsenin masum olduğuna inanmazlar. Râşid Halifeler, sahâbe ve diğer Müslümanlar hata yapabilirler. Bunlar ya bu hatalarından tövbe ederler ya birçok iyi davranışla bu hataları telafi ederler ya da birtakım musibetlere uğrayarak hatalarından kurtulurlar.[1430] İnsanın birtakım musibet ve felaketlere uğraması onun günahkâr olduğu anlamına gelmez. Fakat felakete uğrayan kişinin günah ve kusurları varsa başına gelen bu felaket onun günahlarına kefaret olabilir. Şayet affedilecek bir günahı yoksa bu durum onun makamının yükselmesine sebep olur. Bundan hareketle genel kanaat şudur: Hz. Peygamber’in ashabının uğradığı bütün felaketler onların makamlarının yükselmesine vesile olmuştur.[1431] Dolayısıyla Hz. Osman ve Hz. Ali gibi önde gelen sahâbe şayet bir hata etmişlerse bunları bağışlayacak sebepler de vardır.[1432]

Cemel Vak’ası’nda ölenlerle öldürenlerin durumuyla ilgili olarak şöyle de bir değerlendirme yapılmaktadır: Hz. Ali ile Cemel Ashâbı arasında Adalet-i Mahza (Tam adalet) ile Adalet-i İzafiye’nin (Nisbi adalet) mücadelesi vardı. Hz. Ali Hz. Osman’ın katillerini cezalandırma konusundaki içtihadı Adalet-i Mahza’ydı. Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer dönemindeki esas üzerinde devleti yönetmek istiyordu. Ancak Cemel Ashâbı bu konuda Hz. Ali gibi düşünmüyordu. Onlara göre; Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer dönemindeki gibi İslâmiyet’in duruluğu Adalet-i Mahza’ya uygundu. Ancak şuanki Müslümanlar bu duruluğa sahip olmadıkları için Adalet-i Mahza’yı uygulamak zordur. Bunun için onlar ehven-i şer olarak Adalet-i İzafiye’nin uygun olacağını belirtip Hz. Osman’ın katillerinin hemen cezalandırılmasını istiyorlardı. Bu iki farklı görüş Cemel Vak’ası’na sebep oldu.[1433]

Âlimler; “... Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtarmak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır... ”[1434] ayetinden hareketle kişinin rızası olmadan kamu yararı adına hakkının feda edilemeyeceğini ileri sürerler. Dolayısıyla Adalet-i Mahza (Tam adalet) yerine Adalet-i İzafiye’yi (Nisbi adalet) tercih etmeyen Hz. Ali isabet etmiştir.[1435] İki taraf da İslâm’ın menfaati için içtihad ettiklerinden dolayı hem ölen hem de öldüren Müslüman cennettedir. Ehl-i Sünnet’e göre; Hz. Ali’nin içtihadı isabetli Cemel Ashâbı’nın içtihadı ise isabetsizdir. Ancak Cemel Ashâbı hatalı içtihadından dolayı cezaya tabi tutulmazlar. Çünkü içtihad bir ibadet olduğu için isabet edene iki sevap, isabet etmeyene de bir sevap vardır. Bundan dolayı müçtehidler hatalarından mazurdurlar. Bu konuda özürleri kabul edilir.[1436]

Azimli bu değerlendirmeye şiddetle karşı çıkmaktadır. Ona göre; bu olayın sorumluluğu hayali bir kişilik İbn Sebe ve grubuna yüklenilmiştir. Bununla da yetinilmeyip iki tarafı mazur gösterme anlayışından hareketle içtihad farkı öne sürülerek iki taraf da müçtehid kabul edilerek onlar sorumluluktan kurtarılmaya çalışılmıştır. Onlar Hz. Ali’yi hatasız görüyorlar. Cemel Ashâbı’nın ise yanlış isabet ettiklerini ancak buna rağmen sevap kazandıklarını iddia etmişler. Ona göre; Sünnî algı içinden çıkamadığı konularda bu tür tevillere yönelmiştir.[1437]

Hz. Ali, Cemel Vak’ası sonrasında muhaliflerini kendisine karşı isyan eden kardeşleri olarak görmüş ve onlara mürted muamelesi yapmamıştır. Bu durum Hz. Ali’ye karşı olan zümreleri tekfir edenlerin yanlış yolda olduğunu göstermektedir.[1438] Selefiyye’nin, Cemel Vak’ası’nda her iki tarafı da haklı gösteren görüşleri de aklın prensiplerine aykırıdır. Ayrıca bu görüş, sahâbe ve tabiinin peygamberler gibi hata işlemekten korunmuş oldukları sonucuna götürür ki bunun İslâm inanç esaslarıyla bağdaşmayacağı açıktır. Bazı âlimlerin, Cemel Vak’ası gibi son derece ciddi sonuçlar doğuran bir tarihi olayı tahlil etmekten kaçınmaları ise en başta gelen görevi gerçekleri tespit edip ortaya çıkarmak olan ilmin prensiplerine aykırıdır.[1439]

Bu durumda sahâbeye karşı tutumun nasıl olması gerektiğine gelince; Kur’an-ı Kerim’in “insanlık için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet”[1440] diye tanıttığı sahâbe Müslümanlar içinde en değerli ve faziletli nesil olarak kabul edilmektedir. Bu değer ve fazileti, taşıdıkları güçlü iman ve örnek davranışları sayesinde elde etmişlerdir.[1441] Allah sahâbeyi Kur’an’da birçok ayette[1442] övmüştür.[1443]

Sahâbe nesli, Hz. Peygamber’e gösterdiği bağlılık ve teslimiyet, ona verdiği destek, hem hayatında hem vefatından sonra İslâmiyet’in yayılması ve doğru anlaşılması için yaptığı olağanüstü çalışmalar sebebiyle dinde önemli bir yere sahiptir.[1444] Aslında sahâbe nesli fert olarak diğer insanlardan farklı bir üstünlüğe sahip olmadığı gibi masum ve günahsız da değildir.[1445] Ancak onların büyük bir kısmı daha önce yaşadığı şirk hayatından nazil olan ayetlerin direktifi ve Hz. Peygamber’in eğitimi sayesinde kurtularak yepyeni bir hayata kavuşmuş, bizzat Hz. Peygamber’den öğrendikleri İslâmiyet’i güzel bir şekilde yaşamak suretiyle kendilerinden sonra gelen Müslümanlara birer örnek olmuştur. Bundan dolayı Hz. Peygamber Müslümanların onları örnek almasını tavsiye etmiş ve sahâbe çizgisini getirdiği dinin ve kurduğu sistemin devamı olarak göstermiştir.[1446]

Sahâbe arasında siyasi konularla içtihada dayanan bazı meselelerde çeşitli ihtilaflar, hatta savaşlar çıkmasına rağmen onlar kendileriyle ilgili ayet ve hadisleri göz önünde bulundurarak birbirleri hakkında övücü ifadeler kullanmışlardır. Ancak Hz. Osman’ın son döneminden itibaren Müslümanlar arasında temeli siyasi olaylara ve içtihadi görüşlere dayanan çeşitli ihtilafların çıkmasını fırsat bilen bazı art niyetli kişiler veya yeni Müslüman olmuş kimseler sahâbe aleyhinde konuşmaya ve onları tekfir etmeye başlamışlardır. Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra ihtilafların giderek artması, bunların sebep olduğu Cemel Vak’ası ve benzeri savaşlarda sahâbenin karşıt cephelerde yer alması, bir kısmının da çekimser kalması çeşitli yorumlara zemin hazırlamış ve onlar hakkında umumi kanaate aykırı görüşlerin doğmasına yol açmıştır.[1447]

Sahâbeye karşı saygısızlık[1448] Selef-i salihin çizgisinden ayrılan Şiâ, Hariciler ve Mu’tezile gibi fırkalar tarafından başlatılmış ve sürdürülmüştür.[1449] Âlimler, faziletleri Kur’an ve Sünnet’le onaylanmış sahâbeye saygısızlığın dini açıdan bir hüküm ifade etmesi gerektiği kanaatine varmış ve bu konuda değişik görüşler belirtmişlerdir. Bazılarına göre; sahâbeye saygısızlık inanç açısından tehlikeli olup insanı küfre götürebilir. Zira bu davranışta sahâbeyi tezkiye eden ayet ve hadislere muhalefet söz konusudur.182 [1450] Diğer bazılarına göre ise; sahâbeye saygısızlık, küfür değil de fısk ve dalalettir. Bunlara göre; saygısızlıkta bulunan kimse tövbeye davet edilir, eğer vazgeçmezse tedip edilir veya hapse atılır.[1451]

Netice olarak Cemel Vak’ası ve benzeri sahâbe arasında meydana gelen olaylara siyasi gözlükle bakmak mutlaka sahâbenin bazısını haklı, bazısını da haksız duruma getirecektir. Hâlbuki sahâbe hakkında bu tür yaklaşımlar hem Kur’an’da hem de hadislerde kendilerine verilen değere uymamaktadır. Öte yandan sadece sahâbenin faziletlerine bakıp ortaya çıkan ihtilafları görmezlikten gelmek de makul değildir. Bundan hareketle, ifrat ve tefrite kaçmadan itikadî meselelere konu olmuş bu hadiseyi makul bir çerçevede değerlendirmelidir.[1452]

Bundan hareketle araştırmacılar, Cemel Vak’ası ve benzeri sahâbe arasında meydana gelen ve son derece ciddi sonuçlar doğuran tarihi olayları tahlil etmekten kaçınmamalı, ilmi açıdan görevleri olan gerçekleri tespit edip ortaya çıkarmalı, Müslümanları tarihi gerçekler konusunda aydınlatmalıdır. Ancak bunu yaparken de sahâbeye saygı konusunda oldukça titiz ve ölçülü davranmalıdır. Ne sahâbeyi ölçüsüz eleştirmeli ne de onların hatalarını tamamen örtmelidir.

SONUÇ

Hz. Osman’ın halifeliğinin son zamanlarında meydana gelen karışıklıklar sonucu asiler tarafından şehit edilmesiyle birlikte İslâm dünyasında meydana gelen kaosun, Cemel Vak’ası’na giden süreci hazırladığını ifade etmek mümkündür.

Bilindiği gibi halifeliğinin son döneminde Hz. Osman’ın yönetimine karşı sahâbenin bazısı başta olmak üzere Müslümanlar arasında genel bir memnuniyetsizlik vardı. Sahâbenin önde gelenlerinden Hz. Ali, Hz. Aişe, Hz. Talha, Hz. Zübeyr de memnuniyetsizliklerini zaman zaman dile getirerek Hz. Osman’ı eleştiriyorlardı.

Hz. Osman’ın yönetiminden rahatsız olan ve halifenin görevi bırakmasını isteyen asiler, önde gelen sahâbenin de aralarında bulunduğu ve binlerce Müslüman’ın yaşadığı başkent Medine’de Müslümanların lideri halife Hz. Osman’ın evini günlerce kuşattılar. Ancak sayıları asilerden fazla olan Medineliler Hz. Osman’a gerektiği gibi sahip çıkmadı.

Hz. Osman’ın yardım talebine karşı başta Hz. Ali olmak üzere önde gelen bazı sahâbe, hem kendileri hem de çocuklarıyla birlikte yardım etmeye çalıştılarsa da kötü gidişatın önüne geçemediler.

Hz. Osman, kuşatma sırasında birçok yerden yardım talep ettiği gibi Müslümanların üzerinde etkili olan Hz. Aişe’den de asilere karşı yardım talep etti. Ancak Hz. Aişe Ümmü Habibe’nin başına gelenlerin kendi başına gelmesinden çekindiğini belirterek bu talebi reddetti ve kuşatma devam ettiği sıralarda Medine’den ayrılarak hacca gitti. Günlerce süren kuşatmadan sonra Hz. Osman evinde bazı asiler tarafından şehit edildi. Bu olay İslâm dünyasında büyük bir yankı uyandırdı. Çünkü başta Medineliler olmak üzere Müslümanlardan kimse böyle bir sonucu beklemiyordu.

Hz. Osman şehit edildikten sonra lidersiz kalan Müslümanlar için Medineliler halife seçme arayışına girdiler. Medineliler asilerin de etkisiyle o günkü şartlarda Müslümanları yönetebilecek halife adaylarından Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz. Sa’d b. Ebû Vakkâs ve Hz. Abdullah b. Ömer gibi önde gelen sahâbeye halifelik teklif ettiler. Ancak o günkü şartlarda kimse böyle zorlu bir görevi üstlenmek istemedi. Medinelilerin kendi aralarında yaptıkları istişareler ve asilerin de baskısı sonucu Hz. Ali ikna edilerek halife seçildi.

Hz. Ali kimseye baskı kurmadan ve mescitte Medinelilerin büyük çoğunluğunun biatini alarak halife seçildi. Ancak seleflerinden farklı olarak ne Medine de ne de İslâm coğrafyasının tümünde Hz. Ali’ye bütün Müslümanlar biat etmedi. Aslında bu durum Hz. Ali döneminde yaşanılacak problemlerin habercisiydi.

Zamanında Hz. Osman’a muhalefet eden Hz. Aişe, hac dönüşü yoldayken Hz. Osman’ın şehit edildiğini ve Hz. Ali’nin de halife seçildiği haberini alınca Mekke’ye geri döndü. Hz. Aişe Mekke’de Hz. Osman’ın mazlum bir şekilde şehit edildiğini ifade ederek asilerin cezalandırılması için insanlara çağrıda bulundu.

Hz. Aişe’nin bu şekilde tavır değiştirmesine çoğu kimse anlam veremedi ve bu tavrından dolayı onu samimiyetsizlikle suçladılar. Kaynaklarda Hz. Aişe’nin muhalefeti için ileri sürülen birtakım rivayetler mevcuttur.

Cemel Ashâbı’nın liderlerinden Hz. Aişe’nin dillendirdiği gerekçe; Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması ve Müslümanların arasındaki fitnenin ıslah edilmesidir. Ancak Hz. Aişe, Hz. Osman hayattayken ona açık bir şekilde muhalefet etmişti. Ayrıca Hz. Osman kuşatma altındayken Hz. Aişe’den yardım talep etmesine rağmen Hz. Aişe ondan yardımını esirgemiş ve hacca gitmişti. Bundan dolayı Hz. Osman’ın kanını talep etme konusunda Hz. Aişe’nin samimiyeti sorgulanmıştır. Her ne kadar Hz. Aişe, fikrinin değiştiğini ifade ettiyse de çoğu kimseyi ikna edememişti. Bundan dolayı Hz. Aişe’nin farklı bir amacının olduğunu ifade edenler olmuştur. Hz. Aişe’nin herhangi bir amacı olmasa dahi Hz. Osman’ın kanını talep etmesi şaşırtıcıdır. Çünkü Hz. Aişe Hz. Osman’ın kanını talep edecek kadar Hz. Osman’a yakın biri değildi. Ayrıca katillerin cezalandırılmasını Mekke’de insanları mücadeleye davet ederek değil de Medine’de bizzat Hz. Ali’den istemesi gerekirdi.

Bazı araştırmacılara göre; Hz. Aişe, Hz. Ali’nin İfk Hadisesi’ndeki tavrını unutmadığından dolayı yıllar sonra Hz. Ali halife seçilince ona muhalefet etmiştir. Bilindiği gibi Hz. Ali, İfk Hadisesi karşısında zor bir süreçten geçen Hz. Peygamber’e, iyi niyetinden dolayı Hz. Aişe’yi boşayabileceğini tavsiye etmişti. Hz. Ali’nin bu önerisi, iftira karşısında zor günler geçiren Hz. Aişe’yi oldukça üzmüştü. Bundan dolayı, Hz. Aişe’nin Hz. Ali’ye muhalefet ettiği ifade edilmektedir. Bu iddia kendi içinde mantıklı görünse de Hz. Aişe’nin muhalefetini bunun üzerinde bina etmek güçtür. Hz. Aişe’nin yıllarca böyle bir husumeti hiç dillendirmeden içinde taşıması ve ilk fırsatta Hz. Ali’ye karşı bunu kullanması zor görünmektedir. Ancak şu var ki, Hz. Ali ile Hz. Aişe’nin zor zamanlarda birbirlerini desteklememelerinden hareketle aralarının kişisel olarak iyi olmadığını söylemek mümkündür. Bundan dolayı İfk Hadisesi, neden değil sadece nedenlerden biridir denilebilir.

Hz. Aişe, Hz. Ali’nin değil de yakını sayılan Hz. Talha’nın halife seçilmesini istediği de ifade edilir. Hz. Ali’nin halife seçildiğini duyduğunda Hz. Aişe’nin bu düşüncesini dillendirdiği görülmektedir. Aslında Hz. Aişe’nin Hz. Ali’nin yerine Hz. Talha’yı halife olarak görmek istemesi normaldir ve eleştirilebilecek bir durum da değildir. Hz. Ali’ye karşı Hz. Aişe’nin Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’le birlikte hareket etmesi bu iddiayı destekler mahiyettedir.

Yukarıda ifade edilen gerekçelerin yanında o günkü şartlarda Hz. Ali’ye muhalefet etmesini gerektirecek psikolojik nedenler ve sosyolojik ortam da Hz. Aişe’nin muhalefetini etkilemiş olması mümkündür.

Netice itibariyle bir kadın olarak müminlerin annesi Hz. Aişe’nin meşru halife Hz. Ali’ye muhalefet etmesi ve binlerce Müslüman’ın kanının dökülmesine sebep olan bir harekete liderlik etmesinin doğru bir hareket olmadığını ifade etmek mümkündür. Nitekim savaştan sonra pişmanlığını dile getirmesi bu düşünceyi destekler mahiyettedir.

Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Hz. Ali’ye biat etmesi ihtilaflı bir konudur. Kimi rivayetlere göre; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr kendilerine halifelik teklif edilmesine rağmen bunu reddetmişlerdir. Hatta Hz. Ali’ye biat ettikleri sırada Hz. Ali, şayet isterlerse onlara biat edebileceğini söylemesine rağmen ikisi bu teklifi kabul etmeyip bizzat Hz. Ali’ye biat etmişlerdir. Kimi rivayetlere göre de Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Hz. Ali’ye baskı altında biat etmişlerdir. Ayrıca Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in biatlerini Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması şartına bağladıklarını ancak Hz. Ali’nin katilleri cezalandırmakta ağır davranması ve ikisine istedikleri valilikleri vermemesi üzerine ikisi Mekke’ye gidip muhalif gruba katıldıkları ve Hz. Ali’ye zorla biat ettiklerini söyledikleri rivayet edilmektedir.

Medine’de önde gelen sahâbeden bazıları ile Ümeyye oğullarına mensup bazı kimselerin Hz. Ali’ye biat etmedikleri halde herhangi bir baskı hissetmedikleri bir ortamda Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Hz. Ali’ye baskı altında biat ettikleri iddiası zor görünmektedir. Şayet herhangi bir baskı söz konusu olmuş olsa da Hz. Ali’nin eliyle değil de asilerin hüküm sürdüğü Medine’de birtakım kimselerin baskısıyla ikisi biat etmiş olabilirler. Ayrıca Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Medine’de bulundukları süre zarfında bu konuyu hiç dillendirmemiş olmaları ve Mekke’ye gittikten sonra bu iddiayı dile getirmeleri garip karşılanmaktadır.

Hz. Ali’nin Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in valilik taleplerini reddetmesi üzerine ikisinin muhalefet ettikleri iddiası önemlidir. Ancak şu var ki Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in sadece valilik taleplerine olumsuz cevap almaları üzerine muhalif gruba katıldıklarını iddia etmek ikisine haksızlık olur. Çünkü ikisinin de valilik için Hz. Ali’ye başkaldıracak kimseler olmadığı açıktır. Ancak Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Hz. Ali’nin bilgisi dışında biat için baskıya maruz kalma ihtimalleri, Hz. Ali’nin asilerden dolayı Medine’de otoriteyi yeterince sağlayamaması, Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmaması dolayısıyla Hz. Ali’nin asileri koruyor algısının oluşması ve bunların yanında ikisinin valilik isteklerine Hz. Ali’nin olumlu cevap vermemesi gibi bilinen ve bunların yanında birtakım psikolojik ve sosyolojik nedenler ikisinin Hz. Ali’ye karşı tavır almasında etkili olmuş olabilir. Ancak Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Mekke’ye umre bahanesiyle gidip orada meşru halife Hz. Ali’ye başkaldıran gruba katılmaları kabul edilebilir bir durum değildir. İkisinin ileri sürdüğü gibi zorla bir biat baskısı ve Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması talebinin karşılık bulmaması olsa dahi yine de muhalefet etmeleri makul değildir. Ayrıca Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de Hz. Aişe gibi zamanında Hz. Osman’a muhalefet etmişlerdi. Bunun yanında yine asilere karşı Hz. Osman’a Hz. Ali kadar yardımcı oldukları da söylenemez. Bir de Hz. Osman’ın oğulları ve onun kabilesi Ümeyye oğullarının olduğu yerde Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in onun kanını talep etmesi şaşırtıcıdır.

Hz. Osman’ın şehit edilmesinin ve onun katillerinin cezalandırılmasının sorumluluğunu Hz. Ali’ye yükleyen Ümeyye oğullarına mensup hem valilerin hem de Medine’de o sırada bulunanların durumu hayret vericidir. Zaten onların icraat ve tutumlarından dolayı insanlar Hz. Osman’a isyan etmişlerdi. Hz. Osman’ın halifeliği döneminde devletin birçok önemli kademelerine gelerek güçlenen Ümeyye oğullarının elinde birçok önemli vilayetin valilikleri de vardı. Buna rağmen Hz. Osman’ı korumakta yetersiz kalmalarına rağmen sorumluluğu Hz. Ali’ye yüklemeleri şaşırtıcıdır. Bunun yanında otoritesini kabul etmedikleri ve kendisine biat etmedikleri Hz. Ali’den katilleri cezalandırmasını istemeleri de ayrı bir çelişkidir.

Ümeyye oğullarından Medine’de bulunan bazı kimseler Hz. Ali’ye biat etmeden ilk fırsatta Mekke’ye ya da Şam’a giderken, Hz. Ali’nin valiliklerden aldığı Yemen valisi Ya’lâ b. Ümeyye ve Ümeyye oğullarına mensup Basra valisi Abdullah b. Âmir biriktirdiği mallarla Mekke’ye gidip muhalif grubu maddi olarak desteklediler. Bu olaya adını veren deveyi de Ya’lâ b. Ümeyye aldı.

Şam valisi Muâviye  ise, Hz. Ali’ye biat etmediği gibi onun valisini de şehre aldırmamıştır. Ayrıca Hz. Ali’nin birçok mektubuna cevap vermeyip daha sonra boş bir mektup göndererek Hz. Ali’ye meydan okumuştur. Hz. Osman’ın şehit edilmesi, Muâviye ’nin kendi şahsında Ümeyye oğullarının otoritesini güçlendirmek için büyük bir fırsat olmuştur. Nitekim Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle başlayan ve Cemel Vak’ası’yla birlikte devam eden süreç Emevî Devletinin kurulmasına zemin hazırlamıştır.

Muâviye  Hz. Osman’ın yakın akrabası olması dolayısıyla onun kanını hem dini hemde hukuki olarak talep etme hakkına sahipti. O da bunu fırsat bilerek Hz. Ali’ye karşı koz olarak kullanmış ve neticede başarılı olmuştur.

Netice olarak; Cemel Vak’ası’nın nedenleri eldeki veriler üzerinde irdelendiğinde, Hz. Osman’ı şehit edilmesine giden süreci hazırlayan Ümeyye oğullarının iktidardaki yanlış icraatları ve Hz. Ali döneminde iktidara ortak olma arzuları, Müslümanlar arasındaki fitnenin meydana gelmesine neden olduğu göze çarpmaktadır.

Görüldüğü gibi Hz. Ali halife seçilir seçilmez kendisini büyük sorunlar içinde bulmuştur. Hz. Ali halife seçilince bir taraftan Hz. Aişe, bir taraftan muhtemel halife adayları ve şûra üyelerinden Hz. Talha ve Hz. Zübeyr, bir taraftan kendisine biat etmeyen Ümeyye oğullarına mensup bazı valiler ile görevinden ayrılmayan Şam valisi Muâviye , bir taraftan Medine’de hüküm süren ve Hz. Ali’nin otoritesine engel asilerle uğraşmak zorunda kaldı. Doğal olarak Hz. Ali’nin bunca ağır sorunların üstesinden gelmesi zordu.

Hz. Ali kendisine biat etmeyen Şam valisi Muâviye  üzerine sefer yapmayı planladığı sırada Mekke’den Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in önderliğinde, Ümeyye oğullarına mensup eski valilerin maddi desteğiyle, görünürde Hz. Osman‘ın kanını talep eden ancak gerçekte farklı niyetleri olan muhalif bir grubun Basra’ya doğru harekete geçtiği haberi Medine’ye ulaştı. Hz. Ali onlar Basra’ya varmadan onları durdurmak üzere harekete geçtiyse de onlara yetişemedi.

Burada şöyle bir durum dikkat çekmektedir: Hz. Ali’den katillerin cezalandırılmasını isteyen muhalif gruptan bazıları Medine’den Mekke’ye bir şekilde giderken bunun yanında başka yerlerde bulunan muhalif kimseler de aynı amaçla Mekke’ye gittiler. Kendisinden sorunları halledilmesi istenen halife Hz. Ali, başkent Medine’de olmasına rağmen Cemel Ashâbı önderliğindeki muhalif grubun, Hz. Osman’ın şehit edilmesinden doğrudan ilgisi olmayan Basra’ya onun kanını talep etmek üzere gitmesi şaşırtıcıdır.

Cemel Ashâbı önderliğindeki muhalif grup Hav’eb’den geçtiği sırada köpeklerin havlama sesinin duyulması üzerine Hz. Aişe Hz. Peygamber’in bir hadisini hatırladığını, ancak gruptakilerin bulundukları yerin Hav’eb olmadığını söyleyip Hz. Aişe’yi ikna ederek yola devam ettikleri rivayeti mevcuttur. Araştırmacılar bu rivayetin Hz. Peygamber dilinden üretilen, geleceğe dair bilgi veren ve Hz. Aişe’yi sorumluluktan kurtarmaya çalışan uydurma bir rivayet olduğunu iddia ediyorlar. Hakikaten rivayet edildiği gibi bir olay yaşanmışsa şayet, ya Hz. Peygamber’in hadisini hatırlayan ancak buna rağmen gruba kanan Hz. Aişe sorumlu olur ya da Hz. Aişe’yi Hz. Peygamber’in hadisine rağmen ikna eden sahâbenin önde gelenleri hatalı olur ki bu mümkün görünmemektedir.

Cemel Ashâbı Basra’ya varınca Basra valisi Osman b. Huneyf ve oranın önde gelen kabilelerinin reisleriyle çeşitli görüşmeler yaptılar. Cemel Ashâbı Basra’ya geliş amaçlarının Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması ve Müslümanlar arasındaki fitneyi ıslah etmek olduğunu ifade ettiler. Ancak birtakım nedenlerden dolayı Basra valisi Osman b. Huneyf ile Cemel Ashâbı arasında çatışma çıktı ve onlarca Müslüman öldürüldü. Cemel Ashâbı Basra’nın yönetimini ele geçirince bazı kimseler Osman b. Huneyf’in saçını sakalını yoldular. Masum bir şekilde şehit edilen Hz. Osman’ın kanını talep etmek üzere yola çıkan Cemel Ashâbı böylelikle onlarca masum Müslüman’ın kanının dökülmesine sebep oldular. Bu da muhalif grubun amacı doğru olsa bile hata ettiklerini göstermektedir.

Basra’da meydana gelen olayları haber alan Hz. Ali Medine ve Kûfe gibi yerlerden bir takım görüşmeler sonunda asker toplayarak ordusuyla birlikte Basra’ya gitti. Ancak onun amacı Cemel Ashâbı’yla savaşmadan onları ikna edip savaştan alıkoymaktı.

Hz. Ali Basra’da gerek elçiler aracılığıyla gerekse kendisi Cemel Ashâbı’yla çeşitli görüşmeler yaptı. Hz. Ali Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’le yaptığı görüşme sonucunda Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in pişman oldukları ve savaş meydanından ayrılmak istedikleri ancak Abdullah b. Zübeyr’in kendi babasını ikna ettiği rivayet edilmektedir. Bazı araştırmacılar bu rivayetle Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in mazur gösterilmeye çalışıldığını ifade etmektedirler. Ancak şu var ki rivayet doğru olsa bile Mekke’den Basra’ya kadar muhalif gruba önderlik eden ve Basra’da çatışmaya sebep olan yine Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’dir. Dolayısıyla bu durum ikisini mazur göstermez.

Hz. Ali’nin Cemel Ashâbı’yla yaptığı görüşmeler neticesinde barış havasının estiği ifade edilir. Taberî kanalıyla gelen Seyf b. Ömer’in rivayetine göre; varlığı tartışmalı olan İbn Sebe ve grubu barış ihtimali üzerine aldıkları karar sonucu sabahleyin şafak sökmeden iki tarafa ansızın saldırarak savaşı başlattılar. Böylelikle hem Hz. Ali hem de Cemel Ashâbı taraftarları ne olduğunu anlamadan kendilerini çatışmanın içinde buldular ve kısa süren bu savaşta binlerce Müslüman öldü.

Bazı araştırmacılar Seyf b. Ömer’in bu rivayetini eleştirmektedirler. Onlara göre; Seyf b. Ömer’in bu rivayeti sadece Taberî’nin kanalıyla gelmiş ve hiçbir tarihçi bu rivayeti eserine almamıştır. Dolayısıyla bu durum rivayetin zayıf olduğunu göstermektedir. Ayrıca tek kaynağı, Seyf b. Ömer’in bu rivayeti olan İbn Sebe ve grubunun da tarihi bir gerçeklik olmayıp tamamen sahâbeyi sorumluluktan kurtarma gayretiyle kurgulandığını ifade ederler. Onlara göre; İbn Sebe ve grubunu kabul etmek sahâbeyi basiretsiz ve bir Yahudi dönmesinin oyuncağı haline getirmek olur ki bu da zor görünmektedir. Dolayısıyla Seyf b. Ömer sahâbeyi koruma refleksiyle onların hatalarını mazur gösterecek bir sorumlu bularak bütün sorunları ona yüklemiştir.

Bu yorum kendi içinde mantıklı görünse de olduğu gibi kabul etmek zordur. Çünkü bu iddia tamamıyla doğru kabul edildiğinde Taberî kanalıyla gelen Seyf b. Ömer’in bu rivayetini eserlerine alan önemli tarihçilere ve onları takip edenlere haksızlık edilmiş olur. Seyf b. Ömer’in rivayetinde her ne kadar çelişki, detay, mübalağa ve sahâbeyi koruma düşüncesi gibi eksiklikler göze çarpsa ve bunlardan dolayı eleştiriyi hak etse de Seyf b. Ömer’in rivayetleri olmadan ilk dönemdeki olayların anlaşılması güçtür.

Cemel Vak’ası neticede Hz. Ali’nin zaferiyle sonuçlanmış, başta Hz. Talha ve Hz. Zübeyr olmak üzere binlerce Müslüman’ın kanının dökülmesiyle bitmiştir. Hz. Ali Cemel Vak’ası’ndan sonra muhalif gruba iyi davranmış ve onlara düşman muamelesi yapmamıştır. Hz. Ali Cemel Vak’ası’ndan sonra bizzat ölü ve yaralılarla ilgilenmiş onlara gerekli ihtimamı göstermiştir. Hz. Ali Cemel Ashâbı’nın liderlerinden Hz. Aişe’ye oldukça iyi davranmıştır.

Hz. Ali’nin Cemel Vak’ası sürecindeki tutumu genel anlamda isabetli ve olumlu karşılanmıştır. Bunun nedeni; Hz. Ali’nin döneminde toplumun ve şartların değişmesi, Ümeyye oğullarının yönetimde kalma arzusu, Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle birlikte meydana gelen kaosun topluma yansıması gibi nedenler ifade edilmektedir. Ayrıca Hz. Ali’nin Cemel Ashâbı’yla savaşmak istememesi, Cemel Vak’ası’ndan sonra her iki tarafta ölen Müslümanların cenaze namazlarını kılması, Hz. Aişe’ye iyi davranması, askerlerini savaştan sonra yağmalamadan menetmesi ve savaştan sonra üzüntüsünü açıkça dillendirmesi gibi durumlar Hz. Ali’nin bu savaşta bir sorumluluğunun olmadığı kanaatini uyandırmaktadır. Hz. Ali’nin savaştan sonra Cemel Ashâbı’na karşı bu tavrı iki Müslüman grup arasında çıkan çatışmalarda savaş hukukunun nasıl olması gerektiğine örnek olmuştur.

Ancak Hz. Ali’nin Medinelilerin tercihinin yanında asilerin de desteğiyle halife seçilmesi, Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması talebini uygun şartların meydana gelmesine bağlaması ve ordusunda asilerden bazılarına görev vermesi sonucu onları destekliyor algısını oluşturması onun eleştirilmesine neden olmuştur.

Cemel Vak’ası ve benzeri savaşlardan sonra Müslümanlar arasında ölen ve öldürülen Müslüman kimsenin dini olarak durumunun ne olacağı tartışmaları başlamıştır. Cemel Vak’ası başta olmak üzere o dönem meydana gelen bazı önemli olaylar Müslümanlar arasında dini ve siyasi birçok mezhebin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu savaşla birlikte büyük günah, iman ve küfür gibi birtakım kelâmî kavramların tartışılmaya başladığı görülür. Bundan dolayı Müslüman toplumu arasında sahâbeyi tekfir edecek kadar ileri giden fikri ayrılıklar meydana geldi.

Cemel Vak’ası ve benzeri olayları yorumlarken sahâbenin Allah’ın katında ve Hz. Peygamber’in gözündeki değerinin bilincinde olarak yorumlamak gerekir. Sahâbe peygamberler gibi masum kimseler değildir ve pekâlâ hata yapabilirler. Ancak onların hataları gözümüzdeki değerlerini asla düşürmemelidir.

KAYNAKLAR

ABBOTT, Nabıa, Hz. Muhammed’in Sevgili Eşi Ayşe, (Çev.: Tuba Asrak Hasdemir), Ankara, 1999.

ABDÜLHAMİD, İrfan, “Eş’arî, Ebü’l-Hasan”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1995, XI, 444-447.

AK, Ahmet, Büyük Türk Âlimi Mâturîdî ve Mâturîdîlik, İstanbul, 2008.

AKARSU, Murat, Hz. Osman ve Hilâfeti, (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 2001.

AKBULUT, Ahmet, “Hariciliğin Siyasi Görüşlerinin İtikadileşmesi”, AÜİFD, XXXI, Ankara, 1989, 331-348.

, Sahabe Devri Siyasi Hadiselerin Kelamî Problemlere Etkileri, İstanbul, 1992.

, “Hz. Muhammed Sonrası İlk Siyasi Krizin Teolojik Yansımaları”, Kelâm Araştırmaları Dergisi, IV-2, Rize, 2006, 1-10.

AKÇAY, Mustafa, “Hz. Ali’nin Hayatı ve Kişiliği”, Anadolu ’da Aleviliğin Dünü
ve Bugünü,
1, (Ed.: Halil İbrahim Bulut), Sakarya, 2010, 175-214.

AKOĞLU, Muharrem, “Hâriciliğin Ortaya Çıkmasında Etkili Olan Sosyo­Kültürel Faktörler”, EÜSBED, 9, Kayseri, 2000, 503-522.

, “Kebîre ve İman Bağlamında Hâricilik-Mu’tezile İlişkisi”, EÜSBED, II-23, Kayseri, 2007, 317-339.

AKPINAR, Yusuf, Abdullah b. Sa ’d b. Ebî Serh ’in Hayatı, (Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas, 2007.

AKSU, Ali, “İfk Olayı Üzerine Bir Değerlendirme (Sebep ve Sonuçları Açısından)”, CÜİFD, VIII-1, Sivas, 2004, 1-21.

ALGÜL, Hüseyin, “İslâm Tarihinden Örneklerle İftira Olayına Tahlili Bir Bakış”, UÜİFD, IX-9, Bursa, 2000, 131-142.

, İslâm Tarihi, I-IV, İstanbul, 1986.

, “Ebû Eyyûb el-Ensârî”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1994, X, 123-125.

APAK, Âdem, “Fitne Döneminde İbn Sebe’nin Rolü Hakkında Bir Değerlendirme”, UÜİFD, VI-6, Bursa, 1994, 421-424.

, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, Hayatı Kişiliği ve Düşünceleriyle Hz. Ali Sempozyumu, (Haz.: M. Selim Arık), Bursa, 2005, 29-50.

, “Hz. Osman’ın Halifeliği Döneminde Meydana Gelen Siyasî Problemler ve Sebepleri Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, Usûl İslam Araştırmaları, 4, İstanbul, 2005, 157-170.

, “Muhammed b. Ebû Bekir es-Sıddîk”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2005, XXX, 518.

, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2 (Hulefâ-i Râşidin Dönemi), İstanbul, 2011.

, Hazreti Osman Dönemi Emevî İdarecileri, (Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Bursa, 1995.

ARI, Mehmet Salih, Haricilerin Kurduğu Devlet Rüstemiler, Van, 2009.

, Hz. Ebû Bekir ve Ridde Savaşları, İstanbul, 1996.

, İmamiye Şiası Kaynaklarına Göre İlk Üç Halife, İstanbul, 2011.

, “Üsâme b. Zeyd”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2012, XLII, 361-363.

ASKERÎ, Murtaza, Abdullah b. Sabâ Masalı, (Çev.: Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul, 1974.

ASLANTÜRK, Ayşe Hümeyra, “Kur’ân’ın İfk Hadisesi’ni Beyanı Bağlamında İnsanlığa Sunduğu Evrensel Mesajlar”, VII. Kutlu Doğum Sempozyumu (Tebliğler), Isparta, 2004, 215-238.

ATALAN, Mehmet, “Hz. Muhammed’in Vefatından Sonraki Hilafet Tartışmaları”, FÜİFD, IX-2, Elazığ, 2004, 55-68.

ATÇEKEN, İsmail Hakkı, “Hz. Osman Dönemi İç Olaylarında Mervân b. Hakem’in Rolü”, SEÜİFD, 9, Konya, 1999, 315-348.

AVCI, Casim, “Kûfe”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2002, XXVI, 334-338.

, “Muhammed b. Ebû Huzeyfe”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2005, XXX, 519.

AYAR, Kenan, “Hâricîlerin Hz. Ali’den Ayrılış Süreci”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VIII-1, Samsun, 2008, 45-88.

, “Mâlik b. el-Hâris el-Eşter’in İlk Dönem Siyasi Hadiselerdeki Rolü”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, V-4, Samsun, 2005, 37-93.

, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesinde Arap Dâhilerinden Kays b. Sa’d”, OMÜİFD, 20-21, Samsun, 2005, 113-167.

, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olaylarında Kur ’ân ’ın Rolü, Samsun, 2011.

AYCAN, İrfan, “Emeviler Döneminde Bir İktidar Mücadelesi Örneği: Abdullah b. Zübeyr (622-692)”, AÜİFD, XLI-1, Ankara, 2000, 99-115.

, “Mervân (I)”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2004, XXIX, 225-227.

, “Muâviye b. Ebû Süfyân”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2005, XXX, 332­334.

, Saltanata Giden YoldaMuaviye b. Ebû Süfyan, Ankara, 1990.

-SÖYLEMEZ, Mehmet Mahfuz, İdeolojik Tarih Okumaları, Ankara, 2014.

AYDINLI, Abdullah-ÇAKAN, İsmail Lütfü, “Aşere-i Mübeşşere”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1991, III, 585.

AYDINLI, Osman, “Mu’tezile Ekolü Teşekkülü, İlkeleri ve İslâm Düşüncesine Katkıları”, Marife, 3, Konya, 2003, 27-54.

AZİMLİ, Mehmet, “Hulefa-i Raşidin Dönemi Halife Seçimleri”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII-1, Samsun, 2007, 35-59.

, Dört Halifeyi Farklı Okumak-3 Hz. Osman, Ankara, 2013.

, Dört Halifeyi Farklı Okumak-4 Hz. Ali, Ankara, 2014.

, Siyeri Farklı Okumak, Ankara, 2013.

BAKAN, Tevhid, “Sehl b. Huneyf”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2009, XXXVI, 320.

BAKIR, Abdulhalık, “Basra”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1992, V, 108-111.

, Hz. Ali ve Dönemi, Ankara, 2004.

BALCI, İsrafil, “Bir Yalnız Sahabi Ebû Zer el-Gifârî”, OMÜİFD, 10, Samsun, 1998, 352-386.

BARLAK, Yasemin, Kabilecilik Anlayışının Hz. Ali Dönemi Siyasi Gelişmelerine Etkisi, (Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Samsun, 2006.

BAYATLI, Münir Hasan, Kur’an’da Savaş Olgusu, İstanbul, 2009.

BEBEK, Adil, “Kebîre”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2002, XXV, 163-164.

BELÂZURÎ, Ahmed b. Yahya b. Cabir (279/892), Ensâbü’l-Eşrâf, (Thk.: Süheyl Zekkâr-Riyâd Ziriklî), I-XIII, Beyrut, 1996.

, Futûhu ’l-Buldan, (Thk.: Abdullah Enis Tabba’, v.dğr.), Beyrut, 1987, (Türkçesi: Futûhu’l-Buldan, Çev.: Mustafa Fayda, Ankara, 2002).

BIYIKLI, Murat, Hazreti Ali ’nin Devlet İdaresi, (Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Kayseri, 2001.

BROCKELMANN, Carl, Tarihü’ş-Şuûbi’l-İslâmiyye, (Çev.: Nebih Emin Faris- Münir Baalbeki), Beyrut, 1968.

BUSE, Heribert, “Dört Raşit Halife ve İlk Fetih Dalgası”, (Çev.: Cem Zorlu), İSTEM, 6, Konya, 2005, 291-295.

CERRAHOĞLU, İsmail, “Abdullah b. Mes’ûd”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1998, I, 114-117.

CEVDET PAŞA, Ahmet, Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa, (Sad.: Metin Muhsin Bozkurt), İstanbul, 1981.

CİHAN, Sadık, Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik Olaylarla İlgisi, Samsun, 1997.

COŞKUN, Selçuk, “Abdulazîm ed-Deyb’in Zübeyr b. Avvâm’a Yönelik Bazı Tenkitlere Cevabı”, Dinî Araştırmalar, III-7, Ankara, 2000, 137-160.

ÇAĞATAY, Neşet, “Zübeyr b. el-Avvâm”, ÎA, I-XV, Eskişehir, 1997, XIII, 635­636.

ÇAĞRICI, Mustafa, “Fitne”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1996, XIII, 156-159.

ÇAKAN, İsmail Lütfü-EROĞLU, Muhammed, “Abdullah b. Abbas b. Abdülmüttalib”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1998, I, 76-79.

ÇAKIR, Zehra, “Dört Halife Döneminde Talha b. Ubeydullah”, ÎSTEM, IV-7, Konya, 2006, 175-202.

ÇELEBİ, Ahmet, Örnek Halifeler Dönemi, (Çev.: Hasan Fehmi Ulus), İstanbul, 1997.

ÇELEBİ, İlyas, “Menzile Beyne’l-Menzileteyn”, DÎA, I-XLIV, Ankara, 2004, XXIX, 161-162.

, “Mu’tezile”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2006, XXXI, 391-401.

, “Usûl-i Hamse”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2012, XLII, 211.

ÇERÇİ, Faris, “Mâlik el-Eşter’e Verdiği Ahd-Nâme’ye Göre Hz. Ali’nin Yönetim Anlayışı”, ATAÜÎFD, 28, Erzurum, 2007, 89-125.

ÇİÇEK, Mustafa, “Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn Döneminde Zübeyr b. el- Avvâm”, ÎSTEM, IV-7, Konya, 2006, 135-158.

ÇUBUKÇU, Asri, “Mesleme b. Muhalled”, DÎA, I-XLIV, Ankara, 2004, XXIX, 319-320.

DEMİRCAN, Adnan, Ali-Muaviye Kavgası, İstanbul, 2010.

, Hz. Peygamber Devrinde Münafıklar, İstanbul, 1996.

, Fitne (Kardeşlerin Savaşı), İstanbul, 2015.

, Haricilerin Siyasi Faaliyetleri, İstanbul, 1996.

, Haricilik Mezhebinin Doğuşu Bağlamında Din Siyaset Îlişkisi, İstanbul, 2000.

, Îslâm Tarihinin ÎlkAsrında ÎktidarMücadelesi, İstanbul, 2014.

, RâşidHalifeler, İstanbul, 2005.

DEMİREL, Harun Reşit, “Bazı Fiten, Melâhim ve Siyâsî Hadislerin Gaybî Haberler Açısından Değerlendirilmesi”, YYÜİFD, 3, Van, 2000, 101-121.

, “Hz. Aişe ve Siyaset”, YYÜİFD, 3, Van, 2000, 123-148.

DINEVERÎ, Ebû Hanife Ahmed b. Davud (282/895), Kitâbu ’l Ahbâri ’t-Tıvâl, (Thk.: Asâm Muhammed Ali), Beyrut, 2001, (Türkçesi: İslam Tarihi, Çev.: Nusrettin Bolelli-Ibrahim Tüfekçi, İstanbul, 2007).

DIYARBEKRÎ, Hüseyin b. Muhammed b. Hasan (990/1582), Tarîhu ’l-Hamîs fi Ahvâli Enfâsi Nefîs, I-II, y.y., ts..

DOĞAN, Lûtfi, Ehli Sünnet Kelâmında Eş’arîMektebi, Ankara, 1961.

DÖLEK, Adem, “el-Velîd b. Ukbe’nin Hayatı ve Sahabe Adaleti Açısından Değerlendirilmesi” CÜİFD, VI-1, Sivas, 2002, 93-110.

DURAL, Osman Nuri, Muaviye Bin Ebi Süfyan ’a Yöneltilen Eleştiriler, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 2007.

DÛRİ, Abdülaziz, İlk Dönem İslâm Tarihi, (Çev.: Hayrettin Yücesoy), İstanbul, 1991.

EBÛ HANÎFE, Nu’mân b. Sâbit b. Zûtâ b. Mâh (150/767), Fıkh-ı Ekber, (Çev.: Hasan Basri Çantay), Ankara, 1985.

ECER, A. Vehbi, “Abdullah b. Zübeyr’in Halifeliği ve Kurduğu Devlet”, EÜİFD, 10, Kayseri, 1998, 153-162.

EFENDİOĞLU, Mehmet, “Fezâîlü’s-Sahâbe”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1995, XII, 534-538.

, “Osman b. Huneyf”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2007, XXXIII, 469­470.

, “Sahabe Hukuku ve Ashaba Saygısızlığın Dini Hükmü”, Hadis Tetkikleri Dergisi, VIII-1, İstanbul, 2010, 7-32.

, “Sahâbe”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2008, XXXV, 491-500.

, “Suheyb b. Sinân”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2009, XXXVII, 476­477.

, “Velîd b. Ukbe”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2013, XLIII, 35-36.

, “Zübeyr b. Avvâm”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2013, XLIV, 522-524.

, Sahabeye Yöneltilen Tenkitler (Tartışmalar-Gerçekler), İstanbul, 2014.

EFGÂNÎ, Saîd, Âişe ve ’s-Siyâse, Beyrut, 1971.

ELMALI, Hüseyin, “Hassân b. Sâbit”, DÎA, I-XLIV, Ankara, 1997, XVI, 399­402.

ERKOCAASLAN, Recep, Hz. Âişe ’nin Hayatı, Şahsiyeti ve Hz. Peygamber Sonrası Îslâm Tarihindeki Rolü, (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 2016.

, Hz. Peygamber Dönemi Savaşlarından BenîMustalik Gazvesi ve Îfk Olayı, (Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Şanlıurfa, 2008.

ERSÖZ, İsmet, “Kur’an’da İfk Olayı”, DiyanetÎlmiDergi, XXIV-1, Ankara, 1998, 47-55.

ERUL, Bünyamin, “Talha b. Ubeydullah”, DÎA, I-XLIV, Ankara, 2010, XXXIX, 504-505.

EŞ’ÂRÎ, Ebû’l-Hasen (324/935-36), ÎlkDönem ÎslamMezhepleri -Makâlâtü’l- Îslamiyyîn ve Îhtilafu’l-Musallîn-, (Çev.: Mehmet Dalkılıç-Ömer Aydın), İstanbul, 2005.

FAYDA, Mustafa, “Abdullah b. Âmir”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1988, I, 84-85.

, “Abdullah b. Sa’d b. Ebû Serh”, DÎA, Ankara, 1988, I, 130-131.

, “Abdullah b. Selâm”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1988, I, 134-135.

, “Âişe”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1989, II, 201-205.

, “Ammâr b. Yâsir”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1991, III, 75-76.

, “Ebû Bekir”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1994, X, 101-108.

, “Hulefâ-yi Raşidîn”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1998, XVIII, 324-338.

, “İfk Hadisesi”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2000, XXI, 507-509.

, “Ömer”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2007, XXXIV, 44-51.

, “Seyf b. Ömer”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2009, XXXVII, 27-28.

, Hulefâ-yi Raşidîn Devri Dört Halîfe Dönemi, İstanbul, 2014.

FIĞLALI, Ethem Ruhi, “Abdullah b. Sebe”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1998, I, 133­134.

, Günümüz Îslam Mezhepleri, İzmir, 2011.

, “Ali”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1989, II, 371-374.

, “Cemel Vak’ası”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1993, VII, 320-321.

, “Hâricîler”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1997, XVI, 169-175.

, “Hariciliğin Doğuşuna Etki Eden Bazı Sebepler”, AÜÎFD, XX, Ankara, 1981, 219-247.

, “Hâriciliğin Doğuşu ve Fırkalara Ayrılışı”, AÜÎFD, XXII, Ankara, 1978, 245-275.

, “Hasan”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1997, XVI, 282-285.

, “Mezheplerin Doğuşuna Tesir Eden Bazı Sebepler”, AÜÎFÎÎED, IV, Ankara, 1980, 115-131.

, Îbâdiye ’nin Doğuşu ve Görüşleri, Ankara, 1983.

, Îmam Ali, Ankara, 2012.

, Îmâmiyye Şiâsı (Câferiyye Mezhebi) Doğuşu, Gelişmesi ve Görüşleri, İstanbul, 1984.

GAZZÂLÎ, Muhammed, Bâtınîliğin Îçyüzü (Fedaihu’l-Bâtıniyye/el-Mustazhırî), (Çev.: Avni İlhan), Ankara, 1993.

GÖKALP, Yusuf, “Zeydiyye”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2013, XLIV, 328-331.

GÖLPINARLI, Abdülbâki, Mü’minlerin Emiri Hz. Ali (A.M.), İstanbul, 1990.

GÜMÜŞ, Aliye, İfk Hadisinin Tahlili, (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2008.

GÜNAL, Mustafa, Hz. Ali Dönemi ve İç Siyaset, İstanbul, 2014.

ĞATAFÂNÎ, Dırâr b. Amr, Kitâbu ’t Tahrîş (İlk Dönem Siyasi ve İtikadi İhtilaflarında Hadis Kullanımı), (Thk.: Hüseyin Hansu, Çev.: Mehmet Keskin), İstanbul, 2014.

HALİFE b. HAYYÂT, el-Leysî, (240/854), Tarihu Halife b. Hayyât, (Thk.: Ekrem Ziya el-Ömerî), Beyrut, 1985 (Türkçesi: Tarihu Halife b. Hayyât, Çev.: Abdulhalik Bakır, Ankara, 2001).

HAMİDULLAH, Muhammed, İslâm Peygamberi, İstanbul, 2004.

HASAN, Hasan İbrahim, “Hülefa-i Raşid’in ve Emeviler Döneminde Siyasî ve Dinî Hareketler”, Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyalİslâm Tarihi, (Çev.: İsmail Yiğit-Sadreddin Gümüş), I-XII, İstanbul, 1987.

HATALMIŞ, Ali, İslâm Toplumunda Kölelik ve Cariyelik, Ankara, 2012.

HATİBOĞLU, İbrahim, “Sa’d b. Ebû Vakkâs”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2008, XXXV, 372-374.

HATİBOĞLU, Mehmed Said, “İslam’da İlk Siyâsî Kavmiyetçilik: Hilâfetin Kureyşliliği”, AÜİFD, XXIII, Ankara, 1978, 121-213.

, Siyasi-İctimai Hâdiselerle Hadîs Münasebetleri, Ankara, 2015.

HİZMETLİ, Sabri, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları: Sonuçları ve Etkileri”, AÜİFD, XXXIX-27, Ankara, 1999, 27-54.

, “Îtikâdî İslâm Mezheplerinin Doğuşuna İctimâî Hâdiselerin Tesirleri Üzerine Bir Deneme”, AÜİFD, XXVI, Ankara, 1983, 653-680.

, “Tarihi Rivayetlere Göre Hz. Osman’ın Öldürülmesi”, AÜİFD, XXXVII, Ankara, 1985, 150-176.

, İslâm Tarihi (Başlangıçtan İlk Dört Halife Devri Sonuna Kadar), Ankara, 1991.

HUART, Clement Imbault, “Ali”, İA, I-XV, Eskişehir, 1997, I, 306-310.

HUDÂRÎ BEK, Muhammed, “Hulefâ-i Râşidîn Devri (Tarihu’l-Umemi’l- İslâmiyye)”, Doğuştan Günümüze Büyük Islâm Tarihi, (Ed.: Hakkı Dursun Yıldız), I-XV, Konya, 1994, II, 13-281.

IŞIK, Kemal, Maturîdî’nin Kelam Sisteminde İmân Allah ve Peygamberlik Anlayışı, Ankara, 1980.

, “Mu’tezile’nin İlk Kurucusu Vâsıl b. Atâ ve Büyük Günah Meselesi”, AÜİFD, XXIV, Ankara, 1981, 337-357.

, Mutezile ’nin Doğuşu ve Kelâmî Görüşleri, Ankara, 1967.

İBN A’SEM, Ebû Muhammed Ahmed b. A’sem el-Kûfî (314/916), Kitâbu’l Futûh, (Thk.: Ali Siri), I-VIII, Beyrut, 1991.

İBN EBÎ’L-HADÎD, Ebû Hamid İzzeddin Abdulhamid b. Hibetullah el-Medâinî (656/1258), ŞerhuNehci’l-Belâğa (Thk.: M. Ebû’l-Fadl İbrahim), I-XXII, Beyrut, 1996.

İBN HALDÛN, Abdurrahman b. Muhammed (808/1405), Mukaddime, (Çev.: Süleyman Uludağ), I-II, İstanbul, 2013.

İBN HİBBÂN, Muhammed b. Hibbân b. Ahmed b. Ebî Hatim et-Temîmî el-Bustî (354/965), es-Sîretü’n-Nebeviyye ve Ahbâru’l-Hulefâ, (Thk.: Sa’d el- Kerîm el-Fakî), İskenderiye, ts..

İBN HİŞÂM, Ebû Muhammed Abdulmelik (218/833), es-Sîretu’n-Nebeviyye (Thk.: Mustafa es-Sekkâ v.dğr.), I-IV, Beyrut, ts..

İBN HURDÂZBİH, Ebü’l-Kâsım Ubeydullâh b. Abdillâh (300/912), Kitâbü’l- Mesâlik ve’l-Memâlik, (Thk.: Micheal Jan de Goeje), Leiden, 1889 (Türkçesi: Yollar ve Ülkeler Kitabı, Çev.: Murat Ağarı, İstanbul, 2008).

İBN KESÎR, Ebu’l-Fida İsmail b. Ömer (774/1372), el-Bidâye ve ’n-Nihâye (Thk.: Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), I-XXI, Cize, 1997-1999 (Türkçesi: el-Bidâye ve’n-Nihâye Büyük İslâm Tarihi, Çev.: Mehmet Keskin, I-XV, İstanbul, 1994).

İBN KUTEYBE, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dineverî (276/889), el-İmâme ve’s-Siyâse, (Thk.: Ali Siri), I-II, Lübnan, 1990.

İBN SA’D, Muhammed (230/844), et-Tabakâtu’l-Kübrâ, (Tah.: Ali Muhammed Ömer), I-XI, Kahire, 2001, (Türkçesi: Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr, Çev. Ed.: Adnan Demircan, I-XI, İstanbul, 2015).

İBNÜ’L-ARABÎ, Ebû Bekir (543/1139), el- ’Avâsım min ’el-Kavâsım fî Tahkîki Mevâkıfi’s-Sahâbe, (Thk.: Muhibbuddin el-Hatîb), Dımaşk, t.s..

İBNÜ’L-CEVZÎ, Ebu’l-Ferec Cemaleddin Abdurrahman b. Ali b. Muhammed (597/1201), el-Muntazam fi Târîhi ’l-Ümem ve ’l-Mülûk, (Thk.: Muhammed Abdülkâdir Atâ v.dğr.), I-XVIII, Beyrut, 1992.

İBNÜ’L-ESÎR, İzzeddin Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Cezerî eş-Şeybânî (630/1232), el-Kâmil fi’t-Tarih, (Thk.: Ebî-l Fidâ Abdullah el-Kâdî), I-XI, Beyrut, 1987, (Türkçesi: İslâm Tarihi el-Kâmil fit-Tarih Tercümesi, Çev.: Ahmet Ağırakça v.dğr., I-XII, İstanbul, 1986).

İLA, Sevde, Hz. Aişe ve Peygamber Sonrası Siyasi Hayattaki Rolü, (Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Adana, 2007.

KANDEMİR, Mehmet Yaşar, “Abdullah b. Ömer b. Hattâb”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1988, I, 126-128.

, “Ali (İlmi Şahsiyeti)”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1989, II, 375-378.

, “Ebû Mûsâ el-Eş’arî”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1994, X, 190-192.

, “Hafsa”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1997, XV, 119-120.

, “Kâ’b b. Mâlik”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2001, XXIV, 4-6.

, “Ümmü Seleme”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2012, XLII, 328-330.

KAPAR, Mehmet Ali, Halifeliğin Emevilere Geçişi Verasete Dönüşmesi, İstanbul, 1998.

, İslam ’ın İlk Döneminde Bey ’at ve Seçim Sistemi, İstanbul, 1998.

KARA, Seyfullah, “İfk Olayının Etkileri ve Olayla İlgili Ortaya Konan Tavırlar”, ATAÜİFD, 15, Erzurum, 2001, 343-382.

KELPETİN, Mahmut, “Asabiyet ve Erken Dönem İslâm Siyasi Tarihindeki Etkileri”, Islâm Araştırmaları Dergisi, 12, Ankara, 2004, 153-156.

, “Cemel Vak’ası’na Farklı Bir Yaklaşım: Linda D. Lau Örneği”, Tarih Dergisi, 54, İstanbul, 2012, 21-37.

, “Hulefa-yi Raşidin Dönemi Olayları Karşısında Abdullah b. Abbas”, Ekev Akademi Dergisi, 45, Erzurum, 2010, 199-210.

, “Müsteşriklerin Gözüyle Seyf b. Ömer”, Usûl Islâm Araştırmaları, 10, İstanbul, 2008, 125-140.

, Hulefâ-yi Râşidîn Dönemi Tarihi Seyf b. Ömer ve Tarihçiliği, İstanbul, 2012.

KILIÇ, Ünal, Mervan b. el-Hakem, (Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 1995.

KOCAIŞIK, İbrahim, Seyf bin Ömer’in Cemel Vak’asıHakkındakiRivâyetleriyle Diğer Rivâyetlerin Mukayesesi, (Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2004.

KOÇOĞLU, Kıyasettin, “İmam Maturidi, Hoca Ahmed Yesevi ve Hacı Bektaşi Veli’de Hz. Ali”, Hz. Ali -Sempozyum Bildirileri-, İzmir, 2009, 365-384.

KORKMAZ, Sıddık, “İbn Sebe Rivayetinin Tarih ve Makâlât Türü Eserlere Yansıması”, Dini Araştırmalar Dergisi, X-29, Konya, 2007, 123-139.

, Abdullah İbn-i Sebe, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 1996.

, Tarihin Tahrifi Ibn Sebe Meselesi, Ankara, 2005.

KUBAT, Mehmet, “Hariciliğin Doğuşundan Münafıkların Rolü”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VI-4, Samsun, 2006, 115-151.

KURNAZ, Yasin, Muhammed b. Mesleme Hayatı ve Şahsiyeti, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 2008.

KUTLU, Sönmez, “Mürcie”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2006, XXXII, 41-45.

, “Va’d ve Vaîd”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2012, XLII, 414-415.

KÜÇÜK, Hülya, “Hz. Aişe”, Mehir, 2, Konya, 1998, 109-115.

LAMMENS, Henri, “Mervan I”, ÎA, I-XV, Eskişehir, 1997, VII, 777-778.

, “Muâviye”, ÎA, I-XV, Eskişehir, 1997, VIII, 438-444.

LAOUST, Henry, İslâm’da Ayrılıkçı Görüşler, (Çev.: Ethem Ruhi Fığlalı), İstanbul, 1999.

LINGS, Martın, Hz. Muhammed’inHayatı, (Çev.: Nazife Şişman), İstanbul, 2008.

MAKDİSÎ, Muttahar b. Tahir (355/966), el-Bed’ ve ’t-Tarih, (Thk.: Clement Imbault Huart) I-VI, Tahran, 1962.

MES’ÛDÎ, Ebu’l-Hasan Ali b. el-Hüseyn b. Ali (346/957), Murûcu ’z-Zeheb ve Meâdinu ’l-Cevher, (Thk.: Muhammed Muhyiddin Abdülhamid), I-IV, Beyrut, 1989.

METİN, İsmail, Ammâr b. Yâsir ve Ailesi, (Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas, 2006.

MİNKARÎ, Nasr b. Muzahim (212/827), Vak’atu Sıffin, (Thk.: Abdusselam Muhammed Harun), Beyrut, 1990.

MUTLU, Ayşe Nur, Raşid Halifeler Döneminde Siyasi Değişmeler ve Toplumsal Etkileri, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 2009.

ÖNEL, Fuat, “Hicr”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1998, XVII, 455-456.

ÖNKAL, Ahmet, “Mustalik (Benî Mustalik)” DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2006, XXXI, 360-361.

ÖZ, Mustafa, “İmâmiyye”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2000, XXII, 207-209.

, “Râfizîler”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2007, XXXIV, 396-397.

, “Şîa”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2010, XXXIX, 111-114.

, “Vâkıfe”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2012, XLII, 487-488.

ÖZAYDIN, Abdülkerim , “Eşter”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1995, XI, 486-487.

ÖZEL, Ahmet, “Kâ’b b. Sûr”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2001, XXIV, 6.

ÖZEN, Şükrü, “Mâtürîdî”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2003, XXVIII, 146-151.

ÖZKAN, Halit, “Ya’lâ b. Ümeyye”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2013, XLIII, 296­297.

, “Zeyd b. Sûhân”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2013, XLIV, 323-324.

ÖZKAN, Mustafa, “İlk Dönem İslâm Târihi Siyasî Çatışmalarının Dışında Kalmaya Çalışanlar: Tarafsızlar”, DÜİFD, X-1, Diyarbakır, 2008, 59-88.

, “Siyasal-Sosyal Gelişmeler Karşısında Hz. Aişe’nin Duruşu Üzerine”, Diyanet İlmi Dergi, XLV-1, Ankara, 2009, 57-74.

ÖZTÜRK, Mehmet, “Hz. Ali Dönemi Siyasi ve Fıkhi Gelişmelerin Mezheplerin Oluşumuna Etkisi”, AMÜİFD, 1, Amasya, 2013, 83-103.

PARLAK, Nizamettin, “Hz. Ömer’in Şura’sındaki Halife Adayları”, İSTEM, X- 20, Konya, 2012, 75-92.

POLAT, Selâhaddin, “Ebân b. Osman b. Affân”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1994, X, 66-67.

RADÎ, Şerîf (406/1015), Nehcü’l-Belâğâ, (Çev.: Beşir Işık, M. Vesim Taylan, Faruk Bozgöz), Ankara, 1990.

RÂZÎ, Muhammed b. Ömer b. Hüseyin (544-606/1149-1209), Kelâm’a Giriş (el- Muhassal), (Çev.: Hüseyin Atay), Ankara, 1978.

RODINSON, Maxıme, Muhammed Yeni Bir Dünyanın ve Peygamberin Doğuşu, (Çev.: Atilla Tokatlı), İstanbul, 2008.

SAFVET, Ahmet Zeki, Cemheretu Resâili ’l-Arab fi Usûri ’l-Arabiye ez-Zâhire, I- IV, Beyrut, ts..

SARICIK, Murat, Dört Halife ve Emeviler Döneminde İlginç Problemler, Isparta, 2001.

SARIÇAM, İbrahim, “Hz. Ali’nin Hayatı ve Şahsiyeti”, Hayatı Kişiliği ve Düşünceleriyle Hz. Ali Sempozyumu, (Haz.: M. Selim Arık), Bursa, 2005, 17-26.

, Emevî-Hâşimîilişkileri (Islâm Öncesinden Abbâsîlere Kadar), Ankara, 2011.

, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara, 2011.

, -Mustafa Öz, “Hâşim (Benî Hâşim)”, DİA, I-XVI, Ankara, 1997, XVI, 403-405.

, “İbnü’l-Hadramî”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2000, XXI, 62.

SARIKAYA, Mehmet Saffet, İslâm Düşünce Tarihinde Mezhepler, Isparta, 2000.

SELİGSOHN, M., “A’işe”, İA, I-XV, Eskişehir, 1997, I, 229-230.

SEYF B. ÖMER, ed-Dabbî el-Esedî (202/805), el-Fitne ve Vak’atü Cemel, (Thk.: Ahmet Ratib Armuş), Beyrut, 2008.

SIRMA, İhsan Süreyya, İslâmi Tebliğin Örnek Halifeler Dönemi, İstanbul, 2008.

SOFUOĞLU, M. Cemal, “Şia’nın Sahabiler Hakkındaki Bazı Görüşleri”, AÜİFD, XXIV, Ankara, 1981, 533-538.

SÖYLEMEZ, Mahfuz, Güç ve İktidar: Kûfe ’de İktidar Mücadelesi, İstanbul, 2011.

ŞAHYAR, Ataullah, “Muhammed b. Mesleme”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2005, XXX, 555-556.

ŞEHBENDERZÂDE, Ahmet Hilmi-AKSUN, Ziya Nur, İslâm Tarihi 1 Dinî Düşünce ve İslâm (Doğuşu, Yayılışı, İlk Halîfeler, Emevîler, Abbâsîler), I- III, İstanbul, 2006.

ŞEHRİSTÂNÎ, Muhammed b. Abdülkerim (548/1153), el-Milel ve ’n-Nihal, (Çev.: Mustafa Öz), İstanbul, 2008.

ŞİBLÎ, Mevlâna en-Nu’manî, Asr-ı Saadet, (Çev.: Ömer Rıza Doğrul, Haz.: Osman Zeki Molla Mehmetoğlu), I-V, İstanbul, 1978.

TABERÎ, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr (310/922), Tarihu ’l-Ümem ve ’l-Mulûk, (Thk.: M. Ebû’l-Fadl İbrahim), I-XI, Kahire, ts..

TAHA HÜSEYİN, el-Fitnetu’l-Kübra, I-II, Beyrut, ts..

TEKİNEŞ, Ayhan,“Saîd b. Âs”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2008, XXXV, 549.

TOK, Mustafa Sami, -Hz. Peygamber Dönemi Sonrası Siyasi Olaylarında- Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam, (Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas, 2009.

TOPALOĞLU, Bekir, “Mâtürîdî (Kelâma Dair Görüşleri)”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2003, XXVIII, 151-157.

TOPALOĞLU, Fatih, “Hz. Ali’nin, Hz. Osman Döneminde Halife ile İlişkileri”, Hz. Ali -Sempozyum Bildirileri-, İzmir, 2009, 305-315.

, Hz. Ali’nin, Hz. Osman Devri Siyasi Olaylarına Yönelik Tutumu, (Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir, 2001.

TUNÇ, Cihad, “Kelâm İlminde Büyük Günah Meselesi”, AÜİFD, XXIII, Ankara, 1978, 325-342.

TUNÇ, Yusuf, Cemel ve Sıffin Savaşlarında Tarafsız Kalan Sahabîler, (Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir, 2009.

TÜRCAN, Galip, “Hz. Ali’ye İsnad Edilen İtikâdî Yorumların Kelamî Niteliği”, Hazreti Ali -Sempozyum Bildirileri-, İzmir, 2009, 439-453.

URALER, Aynur, “Ümmü Habîbe”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2012, XLII, 318­319.

ÜÇOK, Bahriye, İslâm Tarihi Emevîler-Abbasîler, Ankara, 1968.

ÜNAL, A. Bülent, İlk Devir İslâm Düşüncesinde Hâkimiyet Kavramı ve Tezâhürleri, (Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi), İzmir, 1997.

ÜNAL, İ. Hakkı, “Hukeym b. Cebele”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1998, XVIII, 313.

VAGLIERİ, Laura Veccia, “Ali-Muâviye Mücâdelesi ve Haricî Ayrılmasının Îbâdî Kaynakların Işığında İncelenmesi”, (Çev.: Ethem Ruhi Fığlalı), AÜİFD, XIX-1, Ankara, 1971, 147-150.

VÂKIDÎ, Ebû Abdullah Muhammed b. Ömer (130-207/747-823), Kitâbü’l- Meğâzî, (Thk.: Marsden Jones), I-III, Beyrut, 1984, (Türkçesi: Hz. Peygamber ’in Savaşları, Çev.: Musa Kazım Yılmaz, I-III, İstanbul, 2014).

VAROL, Mehmet Bahaüddin, Ehl-i Beyt Gerçeği, İstanbul, ts..

, Ehl-i Beyt ve Siyâsi Faaliyetleri, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi), Konya, 1999.

, “Raşid Halifeler Dönemi Toplumsal Değişme Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, İSTEM, 6, Konya, 2005, 195-213.

VİDA, Giorgio Levi Della, “Talha”, İA, I-XV, Eskişehir, 1997, XI, 695-696.

WATT, William Montgomery, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, (Çev.: Ethem Ruhi Fığlalı), Ankara, 1981.

WELLHAUSEN, Julius, Arap Devleti ve Sukûtu, (Çev.: Fikret Işıltan), İstanbul, 1960.

, İslâm ’ın En Eski Tarihine Giriş, (Çev.: Fikret Işıltan), İstanbul, 1960.

, İslâmiyet ’in İlk Devrinde Dini-Siyasi Muhalefet Partileri, (Çev.: Fikret Işıltan), Ankara, 1989.

YA’KÛBÎ, Ahmed b. Ebû Ya’kub b. Cafer b. Vehb (294/907), Târihu’l-Ya’kûbî, I-II, Beyrut, 1992.

YAKÛT el-Hamevî, Ebû Abdullah Şihabeddin Yakût b. Abdullah (626/1229), Mu’cemu’l-Buldân, I-V, Beyrut, 1977.

YAVUZ, Yusuf Şevki, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1993, VII, 321-322.

, “Eş’ariyye”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1995, XI, 447-455.

, “Fâsık”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1995, XII, 202-205.

, “Mâtürîdîyye”, DÎA, I-XLIV, Ankara, 2003, XXVIII, 165-175.

YAZICIOĞLU, Mustafa Sait, “Eş’arî’nin Hayatı”, AÜÎFD, XXV, Ankara, 1981, 457-476.

, “Mâtürîdi Kelâm Ekolü’nün İki Büyük Siması: Ebû Mansûr Mâturîdî ve Ebu’l-Mu’în Nesefî”, AÜÎFD, XXVII, Ankara, 1985, 281­298.

YILDIZ, Hakkı Dursun, “Abdullah b. Zübeyr b. Avvâm”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1988, I, 145-146.

YİĞİT, İsmail, “Emeviler”, DÎA, I-XI, Ankara, 1995, XI, 87-104.

, “Osman”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2007, XXXIII, 438-443.

YURDAYDIN, Hüseyin Gâzi, Îslâm Tarihi Dersleri, Ankara, 1982.

YÜCESOY, Hayrettin, “Ka’ka’ b. Amr”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2001, XXIV, 216.

ZEHEBÎ, Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1374), Tarihu ’l- Îslâm ve Vefeyâtu ’l-Maşâhiri ve ’l-Â ’lâm (Thk.: Ömer Abdusselâm Tedmurî), I-XXIX, Beyrut, 1987.

ZERKEŞÎ, Bedruddîn, el-Îcâbe li Îrâdi Mâ ’stedrekethu ‘Âişe ‘ala ’s-Sahâbe (Hz. Âişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler), (Çev.: Bünyamin Erul), Ankara, 2002.

ZETTERSTEEN, Karl Vilhelm, “Saîd”, ÎA, I-XV, Eskişehir, 1997, X, 80-81



[1]    Râşid Halifeler dönemi hakkında genel hatlarıyla bilgi için bkz. Mustafa Fayda, Hulefâ-yi Raşidîn Devri Dört Halîfe Dönemi, İstanbul, 2014; a.mlf., “Hulefâ-yi Raşidîn”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1998, XVIII, 324-338.

[2]    Kenan Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesinde Arap Dâhilerinden Kays b. Sa’d”, OMÜİFD, 20-21, Samsun, 2005, 113.

[3]    Mehmet Bahaüddin Varol, “Raşid Halifeler Dönemi Toplumsal Değişme Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, İSTEM, 6, Konya, 2005, 199.

[4]     Varol, “Raşid Halifeler Dönemi”, 199.

[5]    Ebû Bekr Abdullah b. Ebî Kuhâfe Osmân b. Âmir el-Kureşî et-Teymî (ö.                 13/634). İlk

Müslümanlardan olup Râşid Halifeler’in birincisidir. Hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III, 155-195 (T., III, 188-240); Mustafa Fayda, “Ebû Bekir”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1994, X, 101-108.

[6]    Ebû Hafs Ömer b. el-Hattâb b. Nüfeyl b. Abdiluzzâ el-Kureşî el-Adevî (ö. 23/644). Râşid Halifeler’in ikincisi olan Hz. Ömer’in hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III, 245-349 (T., III, 304-443); Mustafa Fayda, “Ömer”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2007, XXXIV, 44-51.

[7]    Ebû Abdillâh (Ebû Amr) Zü’n-nûreyn Osmân b. Affân b. Ebi’l-Âs b. Ümeyye el-Kureşî el-Ümevî (ö. 35/656). İlk Müslümanlardan olup Râşid Halifeler’in üçüncüsüdür. Hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III, 51-79 (T., III, 56-92); İsmail Yiğit, “Osman”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2007, XXXIII, 438-443.

[8]    Ebü’l-Hasen Alî b. Ebî Tâlib el-Kureşî el-Hâşimî (ö. 40/661). Hz. Peygamber’in damadı, Râşid Halifeler’in dördüncüsüdür. Hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III, 17-38 (T., III, 17­42); Ethem Ruhi Fığlalı, “Ali”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1989, II, 371-374; Clement Imbault Huart, “Ali”, İA, I-XV, Eskişehir, 1997, I, 306-310. İlmi şahsiyeti ve fazileti hakkında bilgi için bkz. Mehmet Yaşar Kandemir, “Ali (İlmi Şahsiyeti)”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1989, II, 375-378.

[9]    Eş’ârî, a.g.e., 29.

[10]   Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 208; Heribert Buse, “Dört Raşit Halife ve İlk Fetih Dalgası”, (Çev.: Cem Zorlu), İSTEM, 6, Konya, 2005, 291-292. Ridde Hareketleri ve Şam Fetihleri hakkında bilgi için bkz. Belâzurî, Futûh, 131-157 (T., 136-165). Ayrıca değerlendirme için bkz. Mehmet Salih Arı, Hz. Ebû Bekir ve Ridde Savaşları, İstanbul, 1996, 99-109.

[11]   Mevlâna en-Nu’manî Şiblî, Asr-ı Saadet, (Çev.: Ömer Rıza Doğrul, Haz.: Osman Zeki Molla Mehmetoğlu), I-V, İstanbul, 1978, V, 45; Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 208; Buse, a.g.m., 292-293.

[12]   Şiblî, a.g.e., III, 332.

[13]   Hz. Ömer’in şehit edilmesiyle ilgili bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III, 313 v.d. (T., III, 394 v.d.); İbn Kuteybe, a.g.e., I, 39-44; Ya’kûbî, a.g.e., II, 159; Taberî, a.g.e., IV, 190-193; Diyarbekrî, a.g.e., II, 248-249.

[14]   İbn Sa’d, a.g.e., III, 59-60 (T., III, 66-68); İbn Kuteybe, a.g.e., I, 45; Ya’kûbî, a.g.e., II, 162; Taberî, a.g.e., IV, 242.

[15]   Ahmet Akbulut, “Hariciliğin Siyasi Görüşlerinin İtikadileşmesi”,AÜİFD, XXXI, Ankara, 1989, 331.

[16]   Varol, “Raşid Halifeler Dönemi”, 202. Benzer değerlendirme için bkz. Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre”, 167-168; Fatih Topaloğlu, Hz. Ali’nin Hz. Osman Devri Siyasi Olaylarına Yönelik Tutumu, (Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir, 2001, 34.

[17]   İbn Sa’d, a.g.e., III, 60 (T., III, 68).

Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 222.

[19]   Varol, “Raşid Halifeler Dönemi”, 202. Benzer değerlendirme için bkz. Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre”, 167-168.

[20]   Mustafa Çağrıcı, “Fitne”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1996, XIII, 158.

[21]   Demircan, Fitne, 57.

[22]   Hüseyin Gâzi Yurdaydın, İslâm Tarihi Dersleri, Ankara, 1982, 15.

[23]   Yurdaydın, a.g.e., 15. Örneğin; Hz. Osman’ın, akrabası Mervân b. Hakem’e Mısır’ın beşte birini tahsis ettiği rivayet edilmektedir. Hatta Hz. Osman’ın hazineden borç alarak şöyle dediği ifade edilmektedir: “Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer, hazineden kendi haklarını kullanmayıp bıraktılar. Ben ise hakkımı aldım, akrabalarıma dağıttım.” Bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III, 60 (T., III, 68-69).

[24]   Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 208.

[25]   Yurdaydın, a.g.e., 15. Hz. Osman’ın yakın akrabalarından seçtiği valiler için bkz. Mes’ûdî, a.g.e., II, 343-344.

[26]   Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 208. Hz. Osman’ın Ümeyye oğullarına mensup bazı valilerinin birtakım icraatları ve rahatsızlık doğuran uygulamaları hakkında bilgi ve değerlendirme için bkz. Âdem Apak, Hazreti Osman Dönemi Emevî İdarecileri, (Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Bursa, 1995, 87-100.

[27]   Ümeyye oğulları kabilesi hakkında bilgi için bkz. İsmail Yiğit, “Emeviler”, DİA, I-XLIV, Ankara, 1995, XI, 87-88.

[28]   Yurdaydın, a.g.e., 15.

[29]   Buse, a.g.m., 294.

[30]   Yurdaydın, a.g.e., 15.

[31]   Varol, “Raşid Halifeler Dönemi”, 202.

[32]   Yurdaydın, a.g.e., 15.

[33]   Varol, “Raşid Halifeler Dönemi”, 202.

[34]   Varol, “Raşid Halifeler Dönemi”, 202.

[35]   Yurdaydın, a.g.e., 15.

[36]   Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 113.

[37]   Yurdaydın, a.g.e., 15. Hz. Osman’ın şehit edilmesi konusu hakkında bilgi ve karşılaştırma için bkz. Belâzurî, Ensâb, III, 7.

[38]   Yurdaydın, a.g.e.,  15; Demircan, Fitne, 57; İrfan Aycan-Mehmet Mahfuz Söylemez, İdeolojik

Tarih Okumaları, Ankara, 2014, 50; Buse, a.g.m., 294.

[39]   Demircan, Fitne, 57.

[40]   Abdurrahman b. Muhammed b. Haldûn, Mukaddime, (Çev.: Süleyman Uludağ), I-II, İstanbul, 2013, I, 457.

[41]   Demircan, Fitne, 57. Benzer değerlendirmeyi Dûri’de yapmaktadır. Ona göre; toplumsal olaylardaki patlamalar bir anda doğmazlar. Olayları hazırlayan bir süreç vardır. Bundan hareketle o, Hz. Osman döneminde meydana gelen olayları, Hz. Osman’a kalan bir miras olarak görür. Bkz. Abdülaziz Dûri, İlk Dönem İslâm Tarihi, (Çev.: Hayrettin Yücesoy), İstanbul, 1991, 95-96.

[42]   Yurdaydın, a.g.e.,   15; Buse, a.g.m., 294. Buna örnek olarak; Yezid b. Muâviye döneminde

meydana gelen Harre Vak’ası sırasında Müslim b. Ukbe, Medine’de yaptığı katliamı Hz. Osman’ın şehit edilmesinin intikamını almak olarak değerlendirmiştir. Bkz. Aycan-Söylemez, a.g.e., 50-51.

[43]   Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 113.

[44]   Yurdaydın, a.g.e., 16; Buse, a.g.m., 294. Râfıza fırkası; Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in halifeliğini reddedip, Hz. Ali’nin bizzat Hz. Peygamber tarafından açıkça halife ilan edildiğini öne sürerler. Bundan hareketle bu fırka; Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’in Hz. Ali’nin hakkı olan halifeliği gaspederek ona zülmettiklerini iddia ederler. Bkz. Eş’ârî, a.g.e., 48 v.d.; Watt, a.g.e., 199 v.d.; Mustafa Öz, “Râfizîler”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2007, XXXIV, 396; Kıyasettin Koçoğlu, “İmam Maturidi, Hoca Ahmed Yesevi ve Hacı Bektaşi Veli’de Hz. Ali”, Hz. Ali -Sempozyum Bildirileri-, İzmir, 2009, 373. Ancak Mâtürîdî, Tevbe, 9/100 ve Hac, 22/56 ayetlerini destek göstererek bu görüşü reddetmiştir. Bkz. a.mlf., a.g.m., 373.

[45]   Yurdaydın, a.g.e., 16.

[46]   Yurdaydın, a.g.e., 16.

[47]   Mustafa Akçay, “Hz. Ali’nin Hayatı ve Kişiliği”, Anadolu ’da Aleviliğin Dünü ve Bugünü, 1, (Ed.: Halil İbrahim Bulut), Sakarya, 2010, 175.

[48]   Yurdaydın, a.g.e., 16.

[49]   Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 113-114.

[50]   İbn Haldûn, a.g.e., I, 450.

[51]   Âdem Apak, “Hz. Osman’ın Halifeliği Döneminde Meydana Gelen Siyasî Problemler ve Sebepleri Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, Usûl İslam Araştırmaları, 4, İstanbul, 2005, 158.

[52]   Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre”, 167.

[53]   Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 34.

[54]   Demircan, Fitne, 57.

[55]   Demircan, Fitne, 58.

[56]   Basra, Güney Irak’ta olup Hz. Ömer tarafından kurulan bir şehirdir. Basra şehrinin kuruluşu hakkında bilgi için bkz. Belâzurî, Futûh, 483-519 (T., 497-539); Yakût el-Hamevî, a.g.e., I, 430­440; Abdulhalık Bakır, “Basra”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1992, V, 108-111.

[57]   Kûfe, Güney Irak’ta Hz. Ömer’in emri üzerine Sa’d b. Ebû Vakkâs tarafından kurulmuş olan bir şehirdir. Kûfe şehrinin kuruluşu hakkında bilgi için bkz. Belâzurî, Futûh, 387-406 (T., 394-415); Yakût el-Hamevî, a.g.e., IV, 490-494; Casim Avcı, “Kûfe”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2002, XXVI, 334-338.

[58]   Mehmet Ali Kapar, İslam’ın İlk Döneminde Bey’at ve Seçim Sistemi, İstanbul, 1998, 55. Bilgi ve değerlendirme için bkz. İbn Haldûn, a.g.e., I, 456-457.

[59]   Kapar, İslam’ın İlk Döneminde Bey’at, 55.

[60]   Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 122.

[61]   Demircan, Fitne, 61.

[62]   Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 122.

[63]   Şiblî, a.g.e., III, 333; V, 20.

[64]   Şiblî, a.g.e., III, 333; V, 20-21. Hz. Osman döneminde fitneye sebep olan nedenler ve bunların değerlendirmesi için bkz. a.mlf., a.g.e., V, 20-22. İbn Haldûn da benzer değerlendirmelerde bulunmaktadır. Bkz. İbn Haldûn, a.g.e., I, 456.

[65]   Dûri, a.g.e., 104. Hz. Osman döneminde meydana gelen olaylarla ilgili değerlendirme için bkz. a.mlf., a.g.e., 93-104.

[66]   Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 122.

[67]   Demircan, Fitne, 61.

[68]   Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 122.

[69]   Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 122. Ayrıca bkz. Şiblî, a.g.e., III, 335.

[70]   Demircan, Fitne, 66.

[71]   Demircan, Fitne, 62.

[72]   Ebü’l-Kâsım Muhammed b. Ebî Huzeyfe Mihşem b. Utbe b. Rebîa el-Abşemî (ö. 36/657). Hayatı

hakkında bilgi için bkz. Casim Avcı, “Muhammed b. Ebû Huzeyfe”, DİA,                       I-XLIV,

İstanbul, 2005, XXX, 519.

[73]   Ebü’l-Kâsım Muhammed b. Ebû Bekir es-Sıddîk Abdillâh b. Osmân el-Kureşî et-Teymî (ö. 38/658). Hz. Ebû Bekir’in oğlu olup Hz. Ali döneminde Mısır valiliği yapmıştır. Hayatı hakkında bilgi için bkz. Âdem Apak, “Muhammed b. Ebû Bekir es-Sıddîk”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2005, XXX, 518.

[74]   Demircan, Fitne, 62.

Şiblî, a.g.e., III, 333.

Demircan, Fitne, 61. Ayrıca bkz. İbn Haldûn, a.g.e., I, 457.

Şiblî, a.g.e., V, 73. Ayrıca bkz. İbn Haldûn, a.g.e., I, 457.

Demircan, Fitne, 62. Ayrıca bkz. İbn Haldûn, a.g.e., I, 457.

Âdem Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, Hayatı Kişiliği ve Düşünceleriyle Hz. Ali Sempozyumu, (Haz.: M. Selim Arık), Bursa, 2005, 48.

Şiblî, a.g.e., V, 73.

Mehmet Bahaüddin Varol, Ehl-i Beyt Gerçeği, İstanbul, ts., 225.

Şiblî, a.g.e., V, 73.

[83]   Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 48.

[84]   Demircan, Fitne, 65.

[85]   Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 48.

[86]   Kapar, İslam’ın İlk Döneminde Bey’at, 56. Rivayet edildiğine göre; Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Abdullah b. Ömer, Muhammed b. Talha ve Abdullah b. Zübeyr kuşatma esnasında Hz. Osman’ı korumak üzere görevlendirilmişlerdi. Bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III, 67 (T., III, 76); Şiblî, a.g.e., V, 75. Hz. Osman’ın şehit edilmesi üzerine Hz. Ali çok üzülmüş ve bunları oldukça sert bir şekilde azarlamıştır. Bkz. Şiblî, a.g.e., V, 75.

[87]   Demircan, Fitne, 66. Ayrıca bkz. Şiblî, a.g.e., V, 75.

[88]   Demircan, Fitne, 66.

[89]   M. Seligsohn, “A’işe”, İA, I-XV, Eskişehir, 1997, I, 229.

[90]   Ümmü’l-mü’minîn Âişe bint Ebî Bekr es-Sıddîk el-Kureşiyye (ö. 58/678). Hz. Ebû Bekir’in kızı ve Hz. Peygamber’in eşidir. Hayatı hakkında bilgi için bkz. Mustafa Fayda, “Âişe”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1989, II, 201-205; Seligsohn, a.g.md., I, 229.

[91]   Mustafa Özkan, “Siyasal-Sosyal Gelişmeler Karşısında Hz. Aişe’nin Duruşu Üzerine”, Diyanet İlmi Dergi, XLV-1, Ankara, 2009, 62.

[92]   Fayda, “Âişe”, II, 202. Ayrıca bkz. Saîd el-Efgânî, Âişe ve’s-Siyâse, Beyrut, 1971, 29; Mehmet Bahaüddin Varol, Ehl-i Beyt ve Siyâsi Faaliyetleri, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi), Konya, 1999, 200-202. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer dini konularda siyasete karışmayan Hz. Aişe’ye danışmışlardır. Bkz. Şiblî, a.g.e., III, 413. Hz. Aişe’nin Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer döneminde halifelere karşı tutumu için bkz. Recep Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, Şahsiyeti ve Hz. Peygamber Sonrası İslâm Tarihindeki Rolü, (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 2016, 168-180.

[93]   Özkan, “Siyasal-Sosyal Gelişmeler”, 62. Genel batlarıyla Hz. Aişe’nin ilk üç halife dönemindeki siyasi faaliyetleri için bkz. Varol, Ehl-i Beyt ve Siyâsi Faaliyetleri, 200-209. Hz. Aişe’nin Hz. Osman’ın halifeliği dönemindeki ilişkileri için bkz. Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 187-199.

[94]   Demirel, “Hz. Aişe”, 132; Seligsohn, a.g.md., I, 229. Ayrıca bkz. Varol, Ehl-i Beyt ve Siyâsi Faaliyetleri, 202-203.

[95]   Bedruddîn Zerkeşî, el-İcâbe li Îrâdi Mâ ’stedrekethu ‘Âişe ‘ala ’s-Sahâbe (Hz. Âişe’nin Sahabeye

Yönelttiği Eleştiriler), (Çev.: Bünyamin Erul), Ankara, 2002,         29; Özkan, “Siyasal-Sosyal

Gelişmeler”, 62.

[96]   Uzun sakallarından dolayı Hz. Osman’a takılan Na’sel lakabı; uzun sakallı Yahudi anlamına gelmektedir. Bkz. Efgânî, a.g.e., 55.

[97]   Zerkeşî, a.g.e., 29; Özkan, “Siyasal-Sosyal Gelişmeler”, 62.

[98]   Efgânî, a.g.e., 55-56.

[99]   Makdisî, a.g.e., V, 205; Efgânî, a.g.e., 39.

[100] Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 285.

[101] Taberî, a.g.e., IV, 385; İbn Kesîr, a.g.e., X, 312 (T., VII, 306); Şiblî, a.g.e., V, 35.

[102] İbn Kuteybe, a.g.e., I, 57; Şiblî, a.g.e., V, 35.

[103] İbn Kesîr, a.g.e., X, 312 (T., VII, 306).

[104] Taberî, a.g.e., IV, 385.

[105] İbn Sa’d, a.g.e., III, 64-65 (T., III, 73-74); Taberî, a.g.e., IV, 386; İbn Kesîr, a.g.e., X, 312 (T., VII, 306-307).

[106] Ümmü Habîbe Remle bint Ebî Süfyân Sahr b. Harb el-Ümeviyye (ö. 44/664). Hz. Peygamber’in hanımıdır. Hayatı hakkında bilgi için bkz. Aynur Uraler, “Ümmü Habîbe”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2012, XLII, 318-319.

[107] Taberî, a.g.e., IV, 386; İbn Kesîr, a.g.e., X, 312 (T., VII, 306-307).

[108] Ebû İshâk Sa’d b. Ebî Vakkâs Mâlik b. Vüheyb (Üheyb/Vehb) el-Kureşî ez-Zührî (ö. 55/675). Hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III, 128-138 (T., III, 151-166); İbrahim Hatiboğlu, “Sa’d b. Ebû Vakkâs”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2008, XXXV, 372-374.

[109]  Şiblî, a.g.e., V, 35.

[110] Efgânî, a.g.e., 66; Şiblî, a.g.e., III, 335; Abbott, a.g.e., 123; Demirel, “Hz. Aişe”, 138.

[111] Demirel, “Hz. Aişe”, 138.

[112] İbn Kesîr, a.g.e., X, 313 (T., VII, 307).

[113] Demirel, “Hz. Aişe”, 136.

[114] Abbott, a.g.e., 124.

[115] Demirel, “Hz. Aişe”, 136.

[116] İbn Sa’d, a.g.e., VII, 41 (T., VII, 37).

[117] İbn Kesîr, a.g.e., X, 313 (T., VII, 307).

[118] İbn Sa’d, a.g.e., VII, 41 (T., VII, 37).

[119] İbn Kesîr, a.g.e., X, 313 (T., VII, 307).

[120] İbn Sa’d, a.g.e., VII, 41 (T., VII, 37).

[121] Abbott, a.g.e., 125.

[122] İbn Kesîr, a.g.e., X, 313 (T., VII, 307).

[123] Taberî, a.g.e., IV, 386.

[124] İbn Sa’d, a.g.e.,  VII, 41 (T., VII, 37-38).

[125] İbn Sa’d, a.g.e.,  VII, 41 (T., VII, 38).

[126] İbn Sa’d, a.g.e.,  VII, 41 (T., VII, 38).

[127] Demirel, “Hz. Aişe”, 136.

[128] Abbott, a.g.e., 125.

[129] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 63-64 (T., III, 181).

[130] İbn Kesîr, a.g.e., X, 313 (T., VII, 307).

[131] Abbott, a.g.e., 125; Zerkeşî, a.g.e., 29.

[132] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 161.

[133] Hz. Peygamber’in amcasının oğlu olan Abdullah b. Abbas; İbn Abbas diye bilinir. İbn Abbas’ın hayatı hakkında bilgi için bkz. İsmail Lütfü Çakan-Muhammed Eroğlu, “Abdullah b. Abbas b. Abdülmüttalib”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1998, I, 76-79.

[134]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 65; İbn Sa’d, a.g.e., III, 60 (T., III, 68); İbn Kesîr, a.g.e., X, 313 (T., VII, 307).

[135] İbn Kesîr, a.g.e., X, 313 (T., VII, 307).

[136] Taberî, a.g.e., IV, 407. Erkocaaslan, Hz. Aişe’nin böyle bir arzusunun olduğuna dair bu rivayetin doğru olmadığını ifade etmektedir. Bkz. Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 285.

[137] Taberî, a.g.e., IV, 407.

[138] Seyf b. Ömer, a.g.e., 78; Ya’kûbî, a.g.e., II, 176; Taberî, a.g.e., IV, 407; Mes’ûdî, a.g.e., II, 355; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 69 (T., III, 187); İbn Kesîr, a.g.e., X, 322 (T., VII, 307). Ayrıca Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle ilgili bilgi ve değerlendirmeler için bkz. Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre”, 150-176; a.mlf., “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları: Sonuçları ve Etkileri”, AÜİFD, XXXIX-27, Ankara, 1999, 49-51; Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 37-39; Kelpetin, Hulefâ-yi Râşidîn Dönemi Tarihi, 269-275; Mehmet Azimli, Dört Halifeyi Farklı Okumak-3 Hz. Osman, Ankara, 2013, 167-198; Şiî kaynaklara göre olayın değerlendirmesi için bkz. Mehmet Salih Arı, İmamiye Şiası Kaynaklarına Göre İlk Üç Halife, İstanbul, 2011, 503-518.

[139] Demirel, “Hz. Aişe”, 138.

[140] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 166.

[141] Demirel, “Hz. Aişe”, 138.

[142] Özkan, “Siyasal-Sosyal Gelişmeler”, 61.

[143] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 50. Ayrıca bu konuda bilgi ve değerlendirme için bkz. Şiblî, a.g.e., V, 20-22, 26-33; Bahriye Üçok, İslâm Tarihi Emevîler- Abbasîler, Ankara, 1968, 9-11; Demircan, Fitne, 69-79.

[144] Taberî, a.g.e., IV, 287.

[145] Ebû Zer el-Gifârî’nin sürgün edilmesi hakkında bilgi için bkz. Ya’kûbî, a.g.e., II, 172-173; Taberî, a.g.e., IV, 283-286; Mes’ûdî, a.g.e., II, 348-351; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 11 (T., III, 118-121). Ayrıca genel değerlendirme için bkz. Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre”, 164-165; İsrafil Balcı, “Bir Yalnız Sahabi Ebû Zer el-Gifârî”, OMÜİFD, 10, Samsun, 1998, 358-384; Fatih Topaloğlu, “Hz. Ali’nin, Hz. Osman Döneminde Halife ile İlişkileri”, Hz. Ali -Sempozyum Bildirileri-, İzmir, 2009, 309. Geniş bilgi için bkz. İsmail Metin, Ammâr b. Yâsir ve Ailesi, (Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas, 2006, 67-72; Şiî kaynaklara göre olayın değerlendirmesi için bkz. Arı, İlk Üç Halife, 498-503. Abdullah b. Mes’ud’un dövdürülmesi hakkında bilgi için bkz. Belâzurî, Ensâb, VI, 147. Ayrıca değerlendirme için bkz. Yiğit, “Osman”, XXXIII, 440; Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 240-241; Topaloğlu, “Hz. Ali’nin, Hz. Osman Döneminde Halife ile İlişkileri”, 310. Şiî kaynaklara göre olayın değerlendirmesi için bkz. Arı, İlk Üç Halife, 487-492. Hz. Osman’ın bu iki sahâbe dışında diğer bazı sahâbeye karşı tepki toplayan tutumu için ayrıca bkz. Topaloğlu, Hz. Ali’nin Hz. Osman Devri Siyasi Olaylarına Yönelik Tutumu, 53-59.

[146] Taberî, a.g.e., IV, 281-283; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 9 (T., III, 117-118). Ayrıca genel değerlendirme için bkz. Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre”, 165.

[147]  Genel değerlendirme için bkz. Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre”, 163.

[148] Ebû Abdurrahmân Abdullah b. Mes’ûd b. Gafil b. Habîb el-Hüzelî (ö. 32/652-53). Hayatı hakkında bilgi için bkz. İsmail Cerrahoğlu, “Abdullah b. Mes’ûd”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1998, I, 114-117.

[149] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 9 (T., III, 115-117). Ayrıca genel değerlendirme için bkz. Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre”, 162-163.

[150]  Şiblî, a.g.e., V, 288.

[151] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 3-6 (T., III, 111-112). Ayrıca değerlendirme için bkz. Mustafa Fayda, “Abdullah b. Sa’d b. Ebû Serh”, DİA, Ankara, 1988, I, 130-131. İrtidat ettiğine dair geniş bilgi için bkz. Yusuf Akpınar, Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’in Hayatı, (Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas, 2007, 19-33.

[152] Ya’kûbî, a.g.e., II, 165; Mes’ûdî, a.g.e., II, 344; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 3-6 (T., III, 111-112); İbn Kesîr, a.g.e., X, 233 (T., VII, 256). Ayrıca değerlendirme için bkz. Mehmet Efendioğlu, Sahâbeye Yöneltilen Tenkitler (Tartışmalar-Gerçekler), İstanbul, 2014, 409-411; a.mlf., “Velîd b. Ukbe”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2013, XLIII, 35-36.

[153] Hz. Osman’ın atadığı bazı valiler ve onların icraatları için bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e., II, 475, 476-477, 482, 491-492; III, 3-6 (T., III, 84-85, 87-88, 94, 105-106, 110-113). Ayrıca genel değerlendirme için bkz. Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre”, 163-164; Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 35-37; Apak, Hazreti Osman Dönemi Emevîİdarecileri, 93-100.

[154] Hz. Osman’ın eleştirilen icraatları hakkında geniş değerlendirme için bkz. Abbott, a.g.e., 109-124; Fığlalı, “Hariciliğin Doğuşuna Etki Eden”, 228-231; Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre”, 162­166; Fayda, “Âişe”, II, 203; Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 146-155; Demirel, “Hz. Aişe”, 132-136; Yiğit, “Osman”, XXXIII, 439-441; Sevde İla, Hz. Aişe ve Peygamber Sonrası Siyasi Hayattaki Rolü, (Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Adana, 2007, 50-61, 74-81; Özkan, “Siyasal-Sosyal Gelişmeler”, 60-61.

[155] Demircan, Fitne, 63.

[156] Demircan, Fitne, 69; Murat Akarsu, Hz. Osman ve Hilâfeti, (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 2001, 173. Hz. Osman’ın şehit edilmesine sebep olan olaylar, evinin kuşatılması ve şehit edilmesi hakkında geniş bilgi ve değerlendirme için bkz. a.mlf., a.g.e., 156-253.

[157] Sadık Cihan, Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik Olaylarla İlgisi, Samsun, 1997, 105; Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 281; Wellhausen, Arap Devleti, 23; Mustafa Özkan, “İlk Dönem İslâm Târihi Siyasî Çatışmalarının Dışında Kalmaya Çalışanlar: Tarafsızlar”, DÜİFD, X- 1, Diyarbakır, 2008, 62.

[158] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 281.

[159] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 244; Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 281.

[160] Varol, “Raşid Halifeler Dönemi”, 202.

[161] Hülya Küçük, “Hz. Aişe”, Mehir, 2, Konya, 1998, 110.

[162] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 50. Benzer görüş için bkz. Demircan, Ali-Muaviye, 59.

[163] Özkan, “İlk Dönem İslâm Târihi Siyasî Çatışmalarının Dışında Kalmaya Çalışanlar”, 62; Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 123.

[164] Özkan, “İlk Dönem İslâm Târihi Siyasî Çatışmalarının Dışında Kalmaya Çalışanlar”, 64.

[165] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 281.

[166] Mehmet Ali Kapar, Halifeliğin Emevilere Geçişi Verasete Dönüşmesi, İstanbul, 1998, 9.

[167] Demircan, Ali-Muaviye, 71.

[168] Mehmet Atalan, “Hz. Muhammed’in Vefatından Sonraki Hilafet Tartışmaları”, FÜİFD, IX-2, Elazığ, 2004, 68; Kenan Ayar, “Hâricîlerin Hz. Ali’den Ayrılış Süreci”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VIII-1, Samsun, 2008, 46.

[169] Atalan, a.g.m., 68; Buse, a.g.m., 291.

[170] Ayar, “Hâricîlerin Hz. Ali’den Ayrılış Süreci”, 46.

[171] Atalan, a.g.m., 68; Buse, a.g.m., 291.

[172] Ayar, “Hâricîlerin Hz. Ali’den Ayrılış Süreci”, 46.

[173] Buse, a.g.m., 291.

[174] Mehmet Azimli, “Hulefa-i Raşidin Dönemi Halife Seçimleri”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII-1, Samsun, 2007, 56.

[175] Mahfuz Söylemez, Güç ve İktidar: Kûfe’de İktidar Mücadelesi, İstanbul, 2011, 56.

[176] Azimli, “Hulefa-i Raşidin Dönemi Halife Seçimleri”, 56.

[177] Ahmed Cevdet Paşa, Kısâs-ı Enbiya ve Tevârih-i Hulefâ, (Sad.: Metin Muhsin Bozkurt), İstanbul, 1981, 392.

[178] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83 (T., III, 197); İbn Kesîr, a.g.e., X, 421-422 (T., VII, 365-366); Cevdet Paşa, a.g.e., 392.

[179] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 244. Bilgi için bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83 (T., III, 197); İbn Kesîr, a.g.e., X, 422 (T., VII, 366).

[180] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 244.

[181] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 172.

[182]  Cevdet Paşa, a.g.e., 392; Şiblî, a.g.e., III, 335.

[183] Wellhausen, Arap Devleti, 24; Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 244.

[184] Hz. Ali dışında hayatta olan Şûra üyeleri hakkında genel bilgi ve değerlendirme için bkz. Nizamettin Parlak, “Hz. Ömer’in Şura’sındaki Halife Adayları”, İSTEM, X-20, Konya, 2012, 82­91.

[185] Wellhausen, Arap Devleti, 24; Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 244.

[186] Bilgi için bkz. Fığlalı, “Ali”, II, 372; a.mlf., İbâdiye’nin Doğuşu, 39; a.mlf., İmam Ali, Ankara, 2012, 61; Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 171-172; Demirel, “Hz. Aişe”, 139; Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 207-208; Huart, a.g.m., I, 307; Kapar, İslam’ın İlk Döneminde Bey’at, 56; Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 281-282; Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 245-246.

[187] İbn Sa’d, a.g.e., III, 29 (T., III, 32); İbn Kuteybe, a.g.e., I, 42; Taberî, a.g.e., IV, 428; İbnü’l- Cevzî, a.g.e., V, 63; Cevdet Paşa, a.g.e., 392.

[188] İbn Sa’d, a.g.e., III, 29 (T., III, 32); İbn Kuteybe, a.g.e., I, 42; Taberî, a.g.e., IV, 428; Şerîf er- Radî, Nehcü’l-Belâğâ, (Çev.: Beşir Işık, M. Vesim Taylan, Faruk Bozgöz), Ankara, 1990, 120; İbnü’l-Cevzî, a.g.e., V, 63; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 81-82 (T., III, 195); İbn Kesîr, a.g.e., X, 420­421 (T., VII, 365); Cevdet Paşa, a.g.e., 392.

[189] İbn Sa’d, a.g.e., III, 29 (T., III, 32); İbn Kuteybe, a.g.e., I, 42; Taberî, a.g.e., IV, 428; İbnü’l- Cevzî, a.g.e., V, 63; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 81-82 (T., III, 195); İbn Kesîr, a.g.e., X, 420-421 (T., VII, 365); Cevdet Paşa, a.g.e., 392. Hz. Ali’nin halife olmak istemediğini gösteren yukarıdaki rivayete paralel bir rivayet daha vardır. Bu rivayete göre; Hz. Osman şehit edildikten sonra Medineliler Hz. Ali’ye gidip ona biat etmek istediler. Hz. Ali onların isteklerine karşılık vermedi. Israrlar karşısında Hz. Ali onlardan kaçıp Amr b. Mebdul’un bahçesine girdi ve kapıyı üzerine kilitledi. Medineliler gelip kapıyı vurup zorla içeri girdiler. Beraberlerinde Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’i de getirmişlerdi. Ona; yönetim halifesiz devam edemez, dediler. Halifeliği kabul etmesini istediler. O da ısrarlar sonunda bu teklifi kabul etti. Bkz. İbn Kesîr, a.g.e., X, 420 (T., VII, 364­365).

[190] Taberî, a.g.e., IV, 432; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83 (T., III, 197).

[191] Demircan, Fitne, 68.

[192] Taberî, a.g.e., IV, 432; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83 (T., III, 197).

[193] Taberî, a.g.e., IV, 432; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83 (T., III, 197); İbn Kesîr, a.g.e., X, 422 (T., VII, 366).

[194] Ebû Abdurrahmân Abdullâh b. Ömer el-Hattâb el-Kureşî el-Adevî (ö. 73/692). Hayatı hakkında

bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., IV, 133-175          (T., IV,     157-213); Mehmet Yaşar Kandemir,

“Abdullah b. Ömer b. Hattâb”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1988, I, 126-128.

[195] Taberî, a.g.e., IV, 432; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83 (T., III, 197); İbn Kesîr, a.g.e., X, 422 (T., VII, 366).

[196] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83 (T., III, 197); İbn Kesîr, a.g.e., X, 422 (T., VII, 366); Cevdet Paşa, a.g.e., 392.

[197] Taberî, a.g.e., IV, 434; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83 (T., III, 197).

[198] Taberî, a.g.e., IV, 434; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83 (T., III, 197); İbn Kesîr, a.g.e., X, 422 (T., VII, 366).

[199] Taberî, a.g.e., IV, 434; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83 (T., III, 197); Cevdet Paşa, a.g.e., 393.

[200]  Taberî, a.g.e., IV, 434; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 84 (T., III, 198); Cevdet Paşa, a.g.e., 393.

[201]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 84 (T., III, 198); Cevdet Paşa, a.g.e., 393.

[202]  Taberî, a.g.e., IV, 434; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83 (T., III, 197); İbn Kesîr, a.g.e., X, 422 (T., VII, 366).

[203]  Taberî, a.g.e., IV, 432-435; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83-85 (T., III, 198-199); İbn Kesîr, a.g.e., X, 421-424 (T., VII, 366); Cevdet Paşa, a.g.e., 393.

[204] Mustafa Sami Tok, -Hz. Peygamber Dönemi Sonrası Siyasi Olaylarında- Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam, (Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas, 2009, 73.

[205] Kapar, İslam’ın İlk Döneminde Bey’at, 57; Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 201.

[206]  Tok, a.g.e., 73.

[207] Kapar, İslam’ın İlk Döneminde Bey’at, 57.

[208] Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 201.

[209]  Tok, a.g.e., 73; Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 201.

[210] Kapar, İslam’ın İlk Döneminde Bey ’at, 57; Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 201. Ayrıca bkz. İbn Haldûn, a.g.e., I, 455.

[211] Kapar, İslam’ın İlk Döneminde Bey’at, 57. Ayrıca bkz. İbn Haldûn, a.g.e., I, 455.

[212]  Tok, a.g.e., 73.

[213]  Tok, a.g.e., 73. Benzer görüş ve değerlendirme için bkz. Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 36­37.

[214]  İbn Haldûn, a.g.e., I, 455.

Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 282.

[216]  Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 97.

[217]  İhsan Süreyya Sırma, İslâmi Tebliğin Örnek Halifeler Dönemi, İstanbul, 2008, 255.

[218]  Abdülbâki Gölpınarlı, Mü ’minlerin Emiri Hz. Ali (A.M.), İstanbul, 1990, 79.

[219]  Taberî, a.g.e., IV, 436; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 84-85 (T., III, 199); İbn Kesîr, a.g.e., X, 422-423 (T., VII, 366-367).

[220] Enfâl, 8/26.

[221]  Sıddık Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, Ankara, 2005, 52.

[222]  Taberî, a.g.e., IV, 436-437; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 85; İbn Kesîr, a.g.e., X, 423-424 (T., VII, 367).

[223] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 52.

[224]  Taberî, a.g.e., IV, 436-437; İbn Kesîr, a.g.e., X, 424 (T., VII, 367).

[225] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 52-53.

[226]  Osman Nuri Dural, Muaviye Bin Ebi Süfyan ’a Yöneltilen Eleştiriler, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 2007, 24.

[227] Fığlalı, İmam Ali, 61.

[228]  Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 48.

[229] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 50; Ali Hatalmış, İslâm Toplumunda Kölelik ve Cariyelik, Ankara, 2012, 124.

[230] Dural, a.g.e., 24.

[231] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 50.

[232] Dûri, a.g.e., 105.

[233] Demircan, Fitne, 68.

[234] Dûri, a.g.e., 105. Dûri’ye göre; Hz. Ali, yöneliş ve eğilimlerinde İslâmi akımı temsil ediyordu. O, Hz. Ali’nin icraatlarını buna örnek göstermektedir. Bkz. Dûri, a.g.e., 104-105.

[235] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 51.

[236]  Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 50.

[237] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 51.

[238] Demircan, Fitne, 68.

[239] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 51.

[240]  Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 50.

[241] Demircan, Fitne, 68.

[242] Hasan İbrahim Hasan, “Hülefa-i Raşid’in ve Emeviler Döneminde Siyasî ve Dinî Hareketler”, Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi, (Çev.: İsmail Yiğit-Sadreddin Gümüş), I-XII, İstanbul, 1987, I, 343; Henri Lammens, “Muâviye”, İA, I-XV, Eskişehir, 1997, VIII, 438-439.

[243]  Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 123. Bilgi için bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83 (T., III, 197); İbn Kesîr, a.g.e., X, 421 (T., VII, 365).

[244]  Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 123. Bilgi için bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83 (T., III, 196); İbn Kesîr, a.g.e., X, 421 (T., VII, 365).

[245] Demircan, Fitne, 79-80.

[246]  Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 123.

[247]  Şiblî, a.g.e., V, 23.

[248]  Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 123.

[249]  Wellhausen, İslâm’ın En Eski Tarihi, 121.

[250]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 243.

[251]  Varol, “Raşid Halifeler Dönemi”, 203.

[252]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 243.

[253]  Varol, “Raşid Halifeler Dönemi”, 203.

[254]  Taberî, a.g.e., IV, 428; Mes’ûdî, a.g.e., II, 358; Wellhausen, Arap Devleti, 24.

[255] Belâzurî, Ensâb, III, 7.

[256] Dineverî, a.g.e., 201 (T., 192).

[257]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 85 (T., III, 199).

[258]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 99; Hasan, a.g.m., I, 342; Gölpınarlı, a.g.e., 77.

[259]  Sabri Hizmetli, İslâm Tarihi (Başlangıçtan İlk Dört Halife Devri Sonuna Kadar), Ankara, 1991, 218. Hz. Ali’nin halifelik yaptığı süre hakkında bilgi için bkz. Mes’ûdî, a.g.e., II, 358.

[260]  Wellhausen, İslâm’ın En Eski Tarihi, 121.

[261] Belâzurî, Ensâb, III, 16; Taberî, a.g.e., IV, 428; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 81-82 (T., III, 195); İbn Kesîr, a.g.e., X, 420-421 (T., VII, 365); Cevdet Paşa, a.g.e., 393. Ayrıca bkz. Fayda, “Hulefâ-yi Raşidîn”, XVIII, 327.

[262]  Adnan Demircan, Haricilerin Siyasi Faaliyetleri, İstanbul, 1996, 88.

[263] Hz. Talha Uhud Savaşı’nda Hz. Peygamber’i korurken sağ elinden bir darbe almıştı. Bundan dolayı sağ eli felç olmuştu. Bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III, 199 (T., III, 246); Belâzurî, Ensâb, III, 7; Ya’kûbî, a.g.e., II, 178; İbn Kesîr, a.g.e., X, 420-421 (T., VII, 365). Hz. Talha, felçli eliyle Hz. Ali’ye biat ettiği için bazı kimseler bu işin sonu iyi olmayacak diye olumsuz bir yorumda bulundular. Bkz. Belâzurî, Ensâb, III, 7; İbn Kesîr, a.g.e., X, 420-421 (T., VII, 365).

[264] Belâzurî, Ensâb, III, 7; Ya’kûbî, a.g.e., II, 178; Taberî, a.g.e., IV, 428; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 81­82 (T., III, 195); İbn Kesîr, a.g.e., X, 420-421 (T., VII, 365); Cevdet Paşa, a.g.e., 393.

[265]  Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 171-172.

[266]  Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 96-97.

[267]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 248.

[268] Demircan, Fitne, 67.

[269] Mâlik b. Eşter’in hayatı ve ilk dönem siyasi olaylara etkisi bakımından değerlendirme için bkz. Kenan Ayar, “Mâlik b. el-Hâris el-Eşter’in İlk Dönem Siyasi Hadiselerdeki Rolü”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, V-4, Samsun, 2005, 37-93; Abdülkerim Özaydın, “Eşter”, DİA, I- XLIV, İstanbul, 1995, XI, 486-487.

[270] Belâzurî, Ensâb, III, 8; Taberî, a.g.e., IV, 432-435; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83-85 (T., III, 198-200); İbn Kesîr, a.g.e., X, 421-424 (T., VII, 365-367).

[271] Demircan, Ali-Muaviye, 86-87. Benzer değerlendirme için bkz. Zehra Çakır, “Dört Halife Döneminde Talha b. Ubeydullah”, İSTEM, IV-7, Konya, 2006, 186.

[272] Erkocaaslan, Hz. Ali’nin hilafeti arzuladığına dair iddiasını destekleyen birtakım rivayetleri zikretmektedir. Bu rivayetler ve değerlendirme için bkz. Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 222­225.

[273] Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 221-222.

[274]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 84 (T., III, 198). Ayrıca bkz. Belâzurî, Ensâb, III, 8; Ayar, “Mâlik b. el- Hâris el-Eşter”, 68.

[275]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 84 (T., III, 198). Ayrıca bkz. Belâzurî, Ensâb, III, 8; İ. Hakkı Ünal, “Hukeym b. Cebele”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1998, XVIII, 313.

[276] Fığlalı, İmam Ali, 61; a.mlf., İbâdiye’nin Doğuşu, 39.

[277] Demircan, Ali-Muaviye, 86.

[278] Mustafa Çiçek, “Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn Döneminde Zübeyr b. el-Avvâm”, İSTEM, IV-7, Konya, 2006, 158.

[279]  İbn Kesîr, a.g.e., X, 422 (T., VII, 366).

[280]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 84 (T., III, 199).

[281] Hüseyin Algül, İslâm Tarihi, I-IV, İstanbul, 1986, II, 470-471.

[282]  Taberî, a.g.e., IV, 429; İbn Kesîr, a.g.e., X, 420-421 (T., VII, 365).

[283] Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 41. Ayrıca benzer değerlendirme için bkz. Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 175-177; Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 262.

[284]  Tok, a.g.e., 71-72.

[285]  Taberî, a.g.e., IV, 437; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 85 (T., III, 200).

[286]  Taberî, a.g.e., IV, 437; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 85 (T., III, 200).

[287]  Şiblî, V, 77-78.

[288]  Söylemez, Güç ve İktidar, 57-58.

[289] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 53.

[290]  Çiçek, a.g.m., 158.

[291] Demircan, Fitne, 90.

[292] Kelpetin, Hulefâ-yi Râşidîn Dönemi Tarihi, 281-282.

[293]  Çakır, a.g.m., 186. Benzer değerlendirme için bkz. Demircan, Ali-Muaviye, 86-87.

[294]  Çakır, a.g.m., 186.

[295] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 53. Bilgi için bkz. Taberî, a.g.e., IV, 427-428.

[296] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 53.

[297] Kelpetin, Hulefâ-yi Râşidîn Dönemi Tarihi, 282.

[298]  Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 298. Benzer değerlendirme için bkz. Demircan, Haricilerin Siyasi Faaliyetleri, 88; a.mlf., Râşid Halifeler, İstanbul, 2005, 105.

[299] Demircan, Ali-Muaviye, 87, d.n. 136.

[300]  Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 299.

[301] Belâzurî, Ensâb, III, 8-9; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 82 (T., III, 196); İbn Kesîr, a.g.e., X, 421 (T., VII, 365). Detaylı bilgi ve değerlendirme için bkz. Yusuf Tunç, Cemel ve Sıffin Savaşlarında Tarafsız Kalan Sahabîler, (Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir, 2009, 7 v.d..

[302] Hayatı hakkında bilgi için bkz. Hüseyin Elmalı, “Hassân b. Sâbit”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1997, XVI, 401.

[303] Hayatı hakkında bilgi için bkz. Mehmet Yaşar Kandemir, “Kâ’b b. Mâlik”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2001, XXIV, 5.

[304] Hayatı hakkında bilgi için bkz. Asri Çubukçu, “Mesleme b. Muhalled”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2004, XXIX, 320.

[305] Hz. Muhammed b. Mesleme’nin Hz. Ali’ye biat etmediğine dair geniş bilgi ve değerlendirme için bkz. Yasin Kurnaz, Muhammed b. Mesleme Hayatı ve Şahsiyeti, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 2008, 61-67. Ayrıca Hz. Muhammed b. Mesleme’nin biat ettiğine dair bilgi için de bkz. Fığlalı, “Ali”, II, 372; Ataullah Şahyar, “Muhammed b. Mesleme”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2005, XXX, 555. Görüldüğü üzere bu konu hakkında kaynaklarda farklı bilgiler mevcuttur. Çalışmanın konusuyla doğrudan bağlantısı olmadığı için detaya girilmedi.

[306] Nu’man b. Beşîr, Hz. Osman şehit edildikten sonra Hz. Osman’ın kanlı gömleği ile onun eşi Nâile’nin kopan parmaklarını alıp Şam’a gitti. Bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 82 (T., III, 196). Hz. Muâviye, Hz. Osman’ın kanını talep etmek için bunu Hz. Ali’ye karşı propaganda aracı olarak kullandı. O, Hz. Osman’ın kanlı gömleği ile onun eşinin kopan parmaklarını mescitte asmıştı. İnsanlar bu manzarayı görüp sürekli ağlıyorlardı. Bkz. Dineverî, a.g.e., 204 (T., 193).

[307] Mustafa Fayda, “Abdullah b. Selâm”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1988, I, 135.

[308]  Örneğin İbn Sa’d; Hz. Sa’d b. Ebû Vakkâs, Hz. Üsâme b. Zeyd, Hz. Muhammed b. Mesleme, Hz. Zeyd b. Sâbit gibi önde gelen bazı sahâbenin Hz. Ali’ye biat ettiklerini ifade eder. Bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III, 29 (T., III, 32).

[309]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 99;

[310] Hz. Ali ile Mervân b. Hakem’in arasındaki anlaşmazlık, Mervân b. Hakem’in Hz. Osman dönemindeki bazı icraatlarına dayanıyor. Hz. Ali ile Mervân b. Hakem’in, Hz. Osman dönemindeki ilişkileri için bkz. Ünal Kılıç, Mervan b. el-Hakem, (Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 1995, 11-35; İsmail Hakkı Atçeken, “Hz. Osman Dönemi İç Olaylarında Mervân b. Hakem’in Rolü”, SEÜİFD, 9, Konya, 1999, 315­348.

[311] Ya’kûbî’nin verdiği bilgiye göre; Mervân b. Hakem, Saîd b. Âs ve Velîd b. Ukbe dışında Medinelilerin hepsi Hz. Ali’ye biat etmişlerdir. Bkz. Ya’kûbî, a.g.e., II, 178.

[312]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 100; Taberî, a.g.e., IV, 433. Mervân b. Hakem, Saîd b. Âs ve Velîd b. Ukbe hilafetin ilk günlerinde Hz. Ali’ye gelerek geçmişte Hâşim oğulları tarafından haksızlığa uğramış olduklarını söylediler. Bedir Savaşı’nda babalarının Hz. Ali tarafından öldürüldüklerini dile getirdiler. Mervân b. Hakem’in babasının sürgünden kurtarılmasına Hz. Ali’nin karşı çıktığını hatırlattılar. Şayet mallarına dokunmayacağına ve Hz. Osman’ın katillerini bulacağına dair söz verirse Hz. Ali’ye biat edeceklerini söylediler. Geniş bilgi için bkz. Ya’kûbî, a.g.e., II, 178-179; Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 258. Ayrıca değerlendirme için bkz. Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 208-210; Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 97-98.

[313] Akbulut, “Hariciliğin Siyasi Görüşleri”, 335.

[314] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 51. Benzer değerlendirme için bkz. Şiblî, a.g.e., V, 83-84.

[315]  İbn Haldûn’un verdiği bilgiye göre; bazı kimseler Hz. Ali’nin asilere karşı Hz. Osman’a yardım konusunda bilinçli olarak işi ağırdan alarak ona destek olmadığını iddia etmişlerdir. Ancak İbn Haldûn bu iddiayı reddetmektedir. Bkz. İbn Haldûn, a.g.e., I, 455.

[316]  Wellhausen, Arap Devleti, 23. Benzer değerlendirme için bkz. Cihan, a.g.e.,            105; Apak,

Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 281; Özkan, “İlk Dönem İslâm Târihi Siyasî Çatışmalarının Dışında Kalmaya Çalışanlar”, 62.

[317] Demircan, Ali-Muaviye, 60.

[318]  Wellhausen, Arap Devleti, 24.

[319]  Wellhausen, Arap Devleti, 23-24.

[320] Demircan, Ali-Muaviye, 60.

[321]  Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 173; Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 248.

[322] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 37.

[323] Fığlalı, İmam Ali, 63; a.mlf., İbâdiye ’nin Doğuşu, 40; a.mlf., “Hariciliğin Doğuşu”, 235.

[324] Fığlalı, İmam Ali, 63; a.mlf., İbâdiye ’nin Doğuşu, 40-41; a.mlf., “Hariciliğin Doğuşu”, 235. Fığlalı burada Hz. Aişe’nin muhalefetinin nedenini İfk Hadisesi’ne; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in muhalefetlerinin nedenini de istedikleri valilik taleplerine olumlu cevap alamamalarına bağlar. Bkz. a.mlf., İmam Ali, 63-64; a.mlf., İbâdiye ’nin Doğuşu, 41; a.mlf., “Hariciliğin Doğuşu”, 235.

[325] Fığlalı, İmam Ali, 64; a.mlf., İbâdiye ’nin Doğuşu, 41; a.mlf., “Hariciliğin Doğuşu”, 235.

[326] Demircan, Ali-Muaviye, 59, d.n. 84. İlgili yer için bkz. İbn Hibbân, a.g.e., 302.

[327] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 37.

[328] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 173.

[329] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 173; Fığlalı, İmam Ali, 63; a.mlf., İbâdiye’nin Doğuşu, 40; a.mlf., “Hariciliğin Doğuşu”, 235.

[330] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 37; Fığlalı, İmam Ali, 63; a.mlf., İbâdiye’nin Doğuşu, 40; a.mlf., “Hariciliğin Doğuşu”, 235.

[331] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 37.

[332]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 248.

[333]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 248-249.

[334]  Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 173.

[335]  Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 173-174.

[336] Fığlalı, İmam Ali, 64; a.mlf., İbâdiye ’nin Doğuşu, 41; a.mlf., “Hariciliğin Doğuşu”, 235.

[337]  Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 173.

[338] Fığlalı, İmam Ali, 64; a.mlf., İbâdiye ’nin Doğuşu, 41; a.mlf., “Hariciliğin Doğuşu”, 235.

[339]  Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 173.

[340] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 210.

[341] Fığlalı, “Ali”, II, 373.

[342]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 85-86 (T., III, 200).

[343]  Söylemez, Güç ve İktidar, 58.

[344]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 85-86 (T., III, 200).

[345]  Söylemez, Güç ve İktidar, 58. Benzer değerlendirme için bkz. Şiblî, a.g.e., V, 77-79.

[346]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 85-86 (T., III, 200).

[347]  Çiçek, a.g.m., 148.

[348]  İbn Haldûn, a.g.e., I, 455.

[349] Muhammed b. Ebû Bekir Hz. Ebû Bekir’in küçük oğlu olup Hz. Aişe’nin kardeşidir. Hz. Ebû Bekir’in vefatından sonra eşi Hz. Ali’yle evlendiği için Muhammed b. Ebû Bekir Hz. Ali’nin yanında büyümüştür. Hz. Ali Muhammed b. Ebû Bekir’i kendi çocukları gibi severdi. Şiblî, a.g.e., III, 332.

[350]  İbn Kuteybe, a.g.e., I, 66; Cevdet Paşa, a.g.e., 394; Şiblî, a.g.e., V, 76-77; Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 210.

[351] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 210. Ayrıca bkz. Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 37.

[352] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 210.

[353]  Söylemez, Güç ve İktidar, 58-59.

[354]  Şiblî, a.g.e., V, 77; Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 210.

[355] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 211.

[356] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 211. Ayrıca bkz. İbn Haldûn, a.g.e., I, 455.

[357]  Cevdet Paşa, a.g.e., 394.

[358]  Taberî, a.g.e., IV, 438; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 86 (T., III, 201); Cevdet Paşa, a.g.e., 395.

[359]  Şiblî, a.g.e., V, 83.

[360]  Cevdet Paşa, a.g.e., 395.

[361]  Çiçek, a.g.m., 148.

[362] Belâzurî, Ensâb, III, 18; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 86 (T., III, 201); Cevdet Paşa, a.g.e., 395.

[363] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 212.

[364]  Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 176.

[365] Belâzurî, Ensâb, III, 18; Taberî, a.g.e., IV, 429, 438.

[366] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 212.

[367] Belâzurî, Ensâb, III, 18; Taberî, a.g.e., IV, 438; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 86 (T., III, 201); Cevdet Paşa, a.g.e., 395.

[368]  Gölpınarlı, a.g.e., 84.

[369]  Tok, a.g.e., 74.

[370]  Tok, a.g.e., 75. İlgili rivayet için bkz. Taha Hüseyin, el-Fitnetu ’l-Kübra, I-II, Beyrut, ts., II, 22-23.

[371]  Tok, a.g.e., 75.

[372] Ya’kûbî, Muğîre b. Şu’be’nin Hz. Ali’ye Hz. Talha’nın Yemen’e ve Hz. Zübeyr’in de Bahreyn’e vali olarak atamasını önerdiğini rivayet etmektedir. Bkz. Ya’kûbî, a.g.e., II, 180.

[373] Belâzurî, Ensâb, III, 10-11.

[374] Hasan, a.g.m., II, 38.

[375] Ya’kûbî, a.g.e., II, 180.

[376] Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 286.

[377]  Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 174.

[378]  Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 176.

[379]  Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 176. Bilgi için bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 48 (T., III, 163-164).

[380]  Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 176.

[381] Mahmut Kelpetin, “Cemel Vak’ası’na Farklı Bir Yaklaşım: Linda D. Lau Örneği”, Tarih Dergisi, 54, İstanbul, 2012, 28.

[382]  Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 176.

[383]  Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 177; Ayrıca bkz. Hatalmış, a.g.e., 124.

[384]  Aşere-i Mübeşşere, hayattayken Hz. Peygamber tarafından cennete girecekleri kendilerine müjdelenen on sahâbeye denir. Bilgi için bkz. Abdullah Aydınlı-İsmail Lütfü Çakan, “Aşere-i Mübeşşere”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1991, III, 585.

[385]  Tok, a.g.e., 76.

[386]  Tok, a.g.e., 76.

[387] Demircan, Ali-Muaviye, 95.

[388] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 208.

[389] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 211.

[390] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 210

[391]  Çiçek, a.g.m., 149.

[392]  Ayar, “Hâricîlerin Hz. Ali’den Ayrılış Süreci”, 47.

[393] Belâzurî, Ensâb, III, 19; Taberî, a.g.e., IV, 452; Abbott, a.g.e., 128; Ethem Ruhi Fığlalı, “Cemel Vak’ası”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1993, VII, 320.

[394]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Mes’ûdî, a.g.e., II, 366; İbnü’l-Arabî, a.g.e., 147; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 95 (T., III, 208).

[395] Demircan, Fitne, 89.

[396] Hasan, a.g.m., II, 38.

[397] Demircan, Fitne, 89.

[398]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Demircan, Fitne, 89.

[399]  Abbott, a.g.e., 128.

[400]  Ayar, “Hâricîlerin Hz. Ali’den Ayrılış Süreci”, 47.

[401]  Abbott, a.g.e., 128.

[402]  Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 175; a.mlf., “Hariciliğin Siyasi Görüşleri”, 335; Çiçek, a.g.m., 149.

[403]  Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 175.

[404]  Çakır, a.g.m., 187.

[405]  Tok, a.g.e., 79-80.

[406] Bu konuda geniş bilgi ve değerlendirme için bkz. Taberî, a.g.e., IV, 429; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 86

(T., III, 201); Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 39-44; a.mlf., İmam Ali, 64; a.mlf., “Cemel Vak’ası”, VII, 320; Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 175-177; a.mlf., “Hariciliğin Siyasi Görüşleri”, 335; Wellhausen, İslâm’ın En Eski Tarihi, 121; Bünyamin Erul, “Talha b. Ubeydullah”, DİA, I- XLIV, İstanbul, 2010, XXXIX, 504; Fayda, “Hulefâ-yi Raşidîn”, XVIII, 331; Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 212; A. Bülent Ünal, İlk Devir İslâm Düşüncesinde Hâkimiyet Kavramı ve Tezâhürleri, (Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi), İzmir, 1997, 152; Cihan, a.g.e.,                              109-110;   Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 262;                     a.mlf.,

“Hâricîlerin Hz. Ali’den Ayrılış Süreci”, 47; İla, a.g.e., 84-85; Tok, a.g.e., 74-76.

[407] Demircan, Fitne, 92-93.

[408]  Selçuk Coşkun, “Abdulazîm ed-Deyb’in Zübeyr b. Avvâm’a Yönelik Bazı Tenkitlere Cevabı”, Dinî Araştırmalar, III-7, Ankara, 2000, 151-160.

[409]  Günal, a.g.e., 125.

[410]  İla, a.g.e., 83.

[411] Demircan, Fitne, 89.

[412] İfk Hadisesi hakkında bilgi için bkz. Mustafa Fayda, “İfk Hadisesi”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2000, XXI, 507-509.

[413] Benî Mustalik Gazvesi hakkında bilgi için bkz. Ya’kûbî, a.g.e., II, 53; Ahmet Önkal, “Mustalik (Benî Mustalik)” DİA, I-XLIV, İstanbul, 2006, XXXI, 360-361.

[414] Nûr 24/11-21.

[415] Ebû Abdullah Muhammed b. Ömer el-Vâkıdî, Kitâbü’l-Meğâzî, (Thk.: Marsden Jones), I-III,

Beyrut, 1984, II, 426-440 (Türkçesi: Hz. Peygamber’in Savaşları, Çev.: Musa Kazım Yılmaz, I- III, İstanbul, 2014, II, 71-86); Ebû Muhammed Abdulmelik b. Hişâm, es-Sîretu’n-Nebeviyye (Thk.: Mustafa es-Sekkâ v.dğr.), I-IV, Beyrut, ts., III, 309-321; Ya’kûbî, a.g.e., II, 53. Ayrıca geniş bilgi ve değerlendirme için bkz. Şiblî, a.g.e., III, 312-319; Adnan Demircan, Hz. Peygamber Devrinde Münafıklar, İstanbul, 1996, 85-92; Abbott, a.g.e.,45-52; İsmet Ersöz, “Kur’an’da İfk Olayı”, DJyanet İlmi Dergi, XXIV-1, Ankara, 1998, 47-55; Fayda, “İfk Hadisesi”, XXI, 507-509; a.mlf., “Âişe”, II, 201-205; Hüseyin Algül, “İslâm Tarihinden Örneklerle İftira Olayına Tahlili Bir Bakış”, UÜİFD, IX-9, Bursa, 2000, 135-136; Seyfullah Kara, “İfk Olayının Etkileri ve Olayla İlgili Ortaya Konan Tavırlar”, ATAÜİFD, 15, Erzurum, 2001, 343-382; Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, İstanbul, 2004, 207; Ali Aksu, “İfk Olayı Üzerine Bir Değerlendirme (Sebep ve Sonuçları Açısından)”, CÜİFD, VIII-1, Sivas, 2004,                                                                                     1-21; Ayşe Hümeyra Aslantürk,

“Kur’ân’ın İfk Hadisesi’ni Beyanı Bağlamında İnsanlığa Sunduğu Evrensel Mesajlar”, VII. Kutlu Doğum Sempozyumu (Tebliğler), Isparta, 2004, 216-238; İla, a.g.e., 50-61; Recep Erkocaaslan, Hz. Peygamber Dönemi Savaşlarından Benî Mustalik Gazvesi ve İfk Olayı, (Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Şanlıurfa, 2008, 42-61; Aliye Gümüş, İfk Hadisinin Tahlili, (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2008, 56-96; Martın Lıngs, Hz. Muhammed’in Hayatı, (Çev.: Nazife Şişman), İstanbul, 2008, 258-264; Maxime Rodınson, Muhammed: Yeni Bir Dünyanın ve Peygamberin Doğuşu, (Çev.: Atilla Tokatlı), İstanbul, 2008, 236-242; İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara, 2011, 194-196.

[416] Demirel, “Hz. Aişe”, 130; Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 285.

[417] Hz. Aişe Na’sel lakabını vererek aleyhinde hareket ettiği Hz. Osman’a bizzat kendisini ve icraatını şikâyet için Medine’ye gitmek üzere yola çıkmışken yolda, onun şehit edildiğini ve Hz. Ali’ye biat edildiğinin haberini alınca kanaat değiştirmiş ve Hz. Osman hakkında mazlum olarak öldürülmüştür demiştir. Bu sözde, onun İfk Hadisesi dolayısıyla Hz. Ali’ye kızgınlığını açık bir şekilde görmek mümkün olmaktadır. Bkz. Fığlalı, İmam Ali, 63-64; a.mlf., İbâdiye’nin Doğuşu, 41; Cihan, a.g.e., 110. Seligsohn, Hz. Aişe’nin Ali’ye karşı muhalefetini kin olarak değerlendirip ve sebebini Hz. Ali’nin bu İfk Hadisesi’nde ki tutumuna bağlamaktadır. Bkz. Seligsohn, a.g.md., I, 229. Hz. Ali için gerçek bir düşmanlık olmasa bile derin bir hoşnutsuzluk beslemeye başladı. Bu durum ifadesini sonraki yıllarda Hz. Aişe’nin Hz. Ali’nin kişisel ve siyasi emellerine engel olma girişimlerinde buldu. Bkz. Abbott, a.g.e., 52. Hz. Aişe İfk Hadisesinden dolayı Hz. Ali’yi hiçbir zaman affetmedi. Ne dini açıdan ne makam itibariyle ne de kadınlığı dolayısıyla yapmakla görevli ve mecbur olmadığı bir konuda bir işe kalkışıyordu. Peygamber eşi de olsa bir kadının böyle bir işe girişmesi şahsi husumetten başka bir şey değildir. Bkz. Şehbenderzâde Ahmet Hilmi-Ziya Nur Aksun, İslâm Tarihi 1 Dinî Düşünce ve İslâm (Doğuşu, Yayılışı, İlk Halîfeler, Emevîler, Abbâsîler), I-III, İstanbul, 2006, I, 299. Rodınson’a göre; Hz. Aişe, Hz. Ali’nin kendisi hakkındaki sözlerini unutmamış, onu hiçbir zaman affetmemiş ve yirmi yıl sonra Hz. Ali’yi bir katilin hançerine kurban ederek intikamını almıştır. Bkz. Rodınson, a.g.e., 239. Hz. Aişe, İfk hadisesinde Hz. Ali’nin yanlış tutumundan dolayı ona karşı kin beslemesine sebep olmuş olabilir. Bu olaydan sonra Hz. Aişe’nin Hz. Ali’ye karşı cephe aldığı sanılmaktadır. Bkz. Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 188-189.

[418]  Şiblî’ye göre; bazı kötü niyetli kimseler Hz. Aişe’nin Hz. Ali’ye karşı muhalefetini İfk Hadisesi’ne

bağlasalar da bu doğru değildir. Ona göre; Hz. Aişe’nin konuşmaları ve mektupları dikkate alındığında Hz. Aişe’nin böyle bir şeyi ima yoluyla bile olsa dile getirmediği görülmektedir. Dolayısıyla böyle bir husumetin olmadığını söylemek mümkündür. Bkz. Şiblî, a.g.e., III, 350. Hz. Aişe’nin muhalefetine geçmişte cereyan eden ve İfk hadisesi olarak bilinen olayda Hz. Ali’nin takınmış olduğu durumun da etkisi olabilir. Ancak Hz. Aişe’nin Hz. Ali hakkında iyilikle andığı rivayetler göz önüne alındığında bu olayın Cemel Vak’ası’na direk etki ettiğini düşünmek zordur. Bkz. Demirel, “Hz. Aişe”, 140. Fayda, Hz. Aişe’nin iddia edilenin aksine, Hz. Ali’ye karşı hiçbir kırgınlığı olmadığı halde Basra’ya hareket ettiğini belirtiyor. Bkz. Fayda, “Âişe”, II, 203; Günal, a.g.e.,             123. Hz. Aişe’nin muhalefetini İfk hadisesine bağlayarak meseleyi bu kadar basite

indirgemek ve kişisel hale getirmek doğru değildir. Hz. Aişe’nin takındığı tutum, İslâm tarihinde Müslüman kadın için biçilen rolün dışında kaldığı için kabullenilmemektedir. Hz. Aişe, Hz. Ali’nin halife olmasını istememesi ve en önemlisi de seçilme tarzını beğenmemiş olması da mümkündür. Dolayısıyla Hz. Aişe’nin tavrında sinsice çelişkiler aramaya gerek yoktur. Bkz. Demircan, Ali-Muaviye, 92-95. Hz. Aişe’nin İfk hadisesinden dolayı Hz. Ali’ye kırgınlığını yıllarca biriktirmesi ve halife olmasından sonra da bu şekilde tepkisini gösterdiğini düşünmek doğru olmamalıdır. Bkz. Kelpetin, Hulefâ-yi Râşidîn Dönemi Tarihi, 298. Benzer değerlendirme için bkz. Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 285; a.mlf., Hz. Peygamber Dönemi Savaşlarından Benî Mustalik Gazvesi ve İfk Olayı, 47.

[419]  Şiblî, a.g.e., III, 351. Bilgi ve değerlendirme için bkz. a.mlf., a.g.e., III, 351-352.

[420] İla, a.g.e., 85-86. Ayrıca bkz. Varol, Ehl-i Beyt ve Siyâsi Faaliyetleri, 211.

[421] Azimli, Hz. Ali, 69.

[422] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 297; Demircan, Ali-Muaviye, 92-94.

[423] Erkocaaslan, Hz. Peygamber Dönemi Savaşlarından BenîMustalik Gazvesi ve İfk Olayı, 47.

[424] Mehmed Said Hatiboğlu, “İslam’da İlk Siyâsî Kavmiyetçilik: Hilâfetin Kureyşliliği”, AÜİFD, XXIII, Ankara, 1978, 155.

[425] Hatiboğlu, “Hilâfetin Kureyşliliği”, 155.

[426] Değerlendirme için bkz. Muharrem Akoğlu, “Hâriciliğin Ortaya Çıkmasında Etkili Olan Sosyo­Kültürel Faktörler”, EÜSBED, 9, Kayseri, 2000, 510-517.

[427] Emevî-Hâşimî aileleri arasındaki tarihi rekabet ve siyasi çekişme hakkında detaylı bilgi ve geniş değerlendirme için Sarıçam, Emevî-Hâşimî adlı çalışmaya bakılabilir. Ayrıca değerlendirme için bkz. Yiğit, “Emeviler”, XI, 87-88; Akoğlu, “Hâriciliğin Ortaya Çıkmasında Etkili Olan Sosyo­Kültürel Faktörler”, 503-522.

[428] Ünal, a.g.e., 153.

[429] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 215; Akoğlu, “Hâriciliğin Ortaya Çıkmasında Etkili Olan Sosyo­Kültürel Faktörler”, 510-511.

[430] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 215; Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 253.

[431] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 215; Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 253.

[432]  Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 253.

[433] İbrahim Sarıçam, “Hz. Ali’nin Hayatı ve Şahsiyeti”, Hayatı Kişiliği ve Düşünceleriyle Hz. Ali Sempozyumu, (Haz.: M. Selim Arık), Bursa, 2005, 23.

[434] Hz. Ali Hz. Osman’ın valileri yerine Abdullah b. Abbas’ı Yemen’e, Semüre b. Cündeb’i Basra’ya, Ammare b. Şihab’ı Kûfe’ye, Kays b. Sa’d b. Ubade’yi Mısır’a, Sehl b. Huneyf’i Şam’a vali olarak tayin etti. Bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 86-88 (T., III, 201-203); İbn Kesîr, a.g.e., X, 429 (T., VII, 370). Ayrıca bkz. Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 254-256.

[435] Ya’kûbî, a.g.e., II, 180; Taberî, a.g.e., IV, 438; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 86-88 (T., III, 201-203). Bu konuda değerlendirme için bkz. Şiblî, a.g.e., V, 80-82.

[436]  Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 253.

[437]  Şiblî, a.g.e., V, 80.

[438] Hasan, a.g.m., I, 342.

[439] İbn Haldûn, a.g.e., I, 446.

[440]  Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 254; Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 38; Mahmut Kelpetin, “Asabiyet ve Erken Dönem İslâm Siyasi Tarihindeki Etkileri”, İslâm Araştırmaları Dergisi, 12, Ankara, 2004, 155; İbrahim Sarıçam-Mustafa Öz, “Hâşim (Benî Hâşim)”, DİA, I-XVI, Ankara, 1997, XVI, 404.

[441] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 38.

[442]  Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 256.

[443] Ayşe Nur Mutlu, Raşid Halifeler Döneminde Siyasi Değişmeler ve Toplumsal Etkileri, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 2009, 26.

[444] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 101.

[445] Demircan, Ali-Muaviye, 91.

[446]  Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 256.

[447] İrfan Aycan, “Muâviye b. Ebû Süfyân”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2005, XXX, 332.

[448] İsrâ, 17/33.

[449] Laura Veccia Vaglıeri, “Ali-Muâviye Mücâdelesi ve Haricî Ayrılmasının Îbâdî Kaynakların Işığında İncelenmesi”, (Çev.: Ethem Ruhi Fığlalı), AÜİFD, XIX-1, Ankara, 1971, 148.

[450] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 259.

[451] Buse, a.g.m., 294.

[452] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 259.

[453] Demircan, Ali-Muaviye, 74.

[454] Hatalmış, a.g.e., 264.

[455] Demircan, Ali-Muaviye, 74.

[456] Wellhausen, Arap Devleti, 35; Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 256.

[457] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 82 (T., III, 196).

Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 54.

[459] Dineverî, a.g.e., 204 (T., 193).

[460] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 42.

[461] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 54.

[462] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 42.

[463]  Günal, a.g.e., 90. Bilgi için bkz. İbn Kuteybe, a.g.e., I, 72.

[464]  Şiblî, a.g.e., V, 84.

[465]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 99-100, 103; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100-101 (T., III, 210-211); İbn Kesîr, a.g.e., X, 432 (T., VII, 372).

[466]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 100; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100-101 (T., III, 210-211); İbn Kesîr, a.g.e., X, 432 (T., VII, 372).

[467] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100-101 (T., III, 210-211); İbn Kesîr, a.g.e., X, 432 (T., VII, 372).

[468]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 100; Belâzurî, Ensâb, III, 21; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100-101 (T., III, 210­211); İbn Kesîr, a.g.e., X, 432-433 (T., VII, 372-373).

[469]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 101; Belâzurî, Ensâb, III, 21; Taberî, a.g.e., IV, 451; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100-101 (T., III, 210-211); İbn Kesîr, a.g.e., X, 432-433 (T., VII, 372-373).

[470]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 139; Taberî, a.g.e., IV, 452; İbn A’sem, a.g.e., II, 468-469; İbnü’l-Arabî, a.g.e., 147; Halit Özkan, “Ya’lâ b. Ümeyye”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2013, XLIII, 297. Benzer bilgi için bkz. Cevdet Paşa, a.g.e., 402. Ya’lâ b. Ümeyye’nin bu deveyi Ureyneli bir adamdan 200, başka bir rivayete göre ise; 80 dinara aldığı rivayet edilir. Bkz. Seyf b. Ömer, a.g.e., 139; Taberî, a.g.e., IV, 452, 457; İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 373); Günal, a.g.e., 91.

[471] Akçay, a.g.m., 198.

[472] Algül, İslâm Tarihi, II, 483.

[473]  Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 256-257.

[474]  Şiblî, a.g.e., V, 82.

[475] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 216. Benzer değerlendirme için bkz. Ünal, a.g.e., 157.

[476] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 216-217.

[477] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 216.

[478] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 216.

[479] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 301.

[480] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 301-302.

[481] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 302.

[482] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 102.

[483] Demircan, Fitne, 91.

[484] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 102.

[485] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 303.

[486] Abbott, a.g.e., 128.

[487] Abbott, a.g.e., 129.

[488]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 99; Belâzurî, Ensâb, III, 18; Taberî, a.g.e., IV, 448; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100 (T., III, 210).

[489] Belâzurî, Ensâb, III, 18; Taberî, a.g.e., IV, 448; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100 (T., III, 210). Seyf b. Ömer’in bir rivayetine göre; Hz. Aişe, bu haberi alınca hiç bir şey söylemedi, Mekke’ye varıncaya kadar ondan hiç ses çıkmadı. Bkz. Seyf b. Ömer, a.g.e., 99; Taberî, a.g.e., IV, 448.

[490]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 103; Taberî, a.g.e., IV, 448; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100 (T., III, 210).

[491]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 99; Belâzurî, Ensâb, III, 18; Ya’kûbî, a.g.e., II, 180; Taberî, a.g.e., IV, 448; Şiblî, a.g.e., V, 83.

[492] Azimli, Hz. Ali, 70.

[493] Abbott, a.g.e., 129. Bilgi için bkz. Taberî, a.g.e., IV, 449.

[494] Abbott, a.g.e., 129.

[495] Demircan, Fitne, 89.

[496] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 297; Varol, Ehl-i Beyt ve Siyâsi Faaliyetleri, 202-203. Bilgi için bkz. Makdisî, a.g.e., V, 209.

[497] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 187. Bilgi için bkz. Belâzurî, Ensâb, III, 18; Makdisî, a.g.e., V, 209.

[498] Demircan, Fitne, 89.

[499] Algül, İslâm Tarihi, II, 481. Ayrıca bilgi için bkz. Seyf b. Ömer, a.g.e., 100; Taberî, a.g.e., IV, 449.

[500]  Gölpınarlı, a.g.e., 83.

[501] Kâbe ile Hatîm denilen yarım daire şeklindeki duvar arasında kalan ve Altınoluğun altına rastlayan yer. Bkz. Fuat Önel, “Hicr”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1998, XVII, 455-456.

[502]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 99; Taberî, a.g.e., IV, 448; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100 (T., III, 210).

[503] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100-101 (T., III, 210-211). Ayrıca benzer bilgi için bkz. Seyf b. Ömer, a.g.e., 99-100; Belâzurî, Ensâb, III, 18; Taberî, a.g.e., IV, 448-449.

[504] Efendioğlu, Sahâbeye Yöneltilen Tenkitler, 246.

[505] Demircan, Ali-Muaviye, 87-88.

[506] Ahmet Çelebi, Örnek Halifeler Dönemi, (Çev.: Hasan Fehmi Ulus), İstanbul, 1997, 75-76. Demirel de, Hz. Aişe’nin Abdullah b. Zübeyr’in etkisinde kalarak Cemel Vak’ası’na katıldığını ifade etmektedir. Bkz. Demirel, “Hz. Aişe”, 146.

[507] Demircan, Fitne, 92; Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 220-221.

[508] Demircan, Fitne, 92.

[509] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 296.

[510] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 101.

[511] Demircan, Ali-Muaviye, 88.

[512]  Abbott, a.g.e., 132.

[513]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 103; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100 (T., III, 210).

[514]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100 (T., III, 210).

[515]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 103; İbn Kuteybe, a.g.e., I, 73; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100 (T., III, 210).

[516]  Şiblî, a.g.e., III, 335.

[517]  Azimli, Hz. Ali, 72.

[518]  Abbott, a.g.e., 131.

[519]  Abdullah b. Amr (Âmir) b. el-Hadramî (ö. 38/658). Ümeyye oğulları taraftarı ve aynı zamanda Hz. Osman’ın Mekke valisiydi. Hz. Ali halife seçilince valilikten azlettiği Hz. Osman’ın valilerdendir. Azil sonrası Hz. Ali’ye karşı oluşan muhalefete destek vermiştir. Abdullah b. Âmir el- Hadramî’nin hayatı için bkz. İbrahim Sarıçam, “İbnü’l-Hadramî”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2000, XXI, 62.

[520]  Taberî, a.g.e., IV, 449; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 211).

[521] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 55.

[522]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 211).

[523] Ya’kûbî, a.g.e., II, 180; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 95 (T., III, 208).

[524] Demircan, Fitne, 89.

[525]  Cevdet Paşa, a.g.e., 399-400.

[526]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 101; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 211).

[527]  Şiblî, a.g.e., V, 83.

[528]  Taberî, a.g.e., IV, 450; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 211); Şiblî, a.g.e., V, 83.

[529] Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 208.

[530] Demircan, Fitne, 90; Demirel, “Hz. Aişe”, 140.

[531] Demirel, “Hz. Aişe”, 140.

[532] Demircan, Fitne, 90.

[533] Demirel, “Hz. Aişe”, 140.

[534] Demircan, Fitne, 90; Demirel, “Hz. Aişe”, 140.

[535] Demirel, “Hz. Aişe”, 140.

[536] Demircan, Fitne, 90; Demirel, “Hz. Aişe”, 140.

[537] Demirel, “Hz. Aişe”, 140.

[538] Demircan, Fitne, 90.

[539] Demirel, “Hz. Aişe”, 140.

[540]  Günal, a.g.e., 90.

[541]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 101; Belâzurî, Ensâb, III, 21; Taberî, a.g.e., IV, 450; İbn Kesîr, a.g.e., X, 432 (T., VII, 372).

[542]  Aycan, Saltanata Giden YoldaMuaviye, 103. Bkz. İbn A’sem, a.g.e., II, 453.

[543]  Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 103.

[544] Mes’ûdî, a.g.e., II, 366; Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 212.

[545]  İbn Kesîr, a.g.e., X, 432 (T., VII, 372).

[546] Belâzurî, Ensâb, III, 21; İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 372).

[547]  Taberî, a.g.e., IV, 460; 454; İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 372).

[548] Belâzurî, Ensâb, III, 21-22; İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 372).

[549]  Wellhausen, İslâm’ın En Eski Tarihi, 122.

[550]  İbn Sa’d, a.g.e., VII, 52-53 (T., VII, 50); Cevdet Paşa, a.g.e., 400; Fığlalı, “Ali”, II, 370.

[551]  Azimli, Hz. Ali, 74-75.

[552]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 102; Taberî, a.g.e., IV, 450-451; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 211­212).

[553]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 102; Taberî, a.g.e., IV, 451; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 212).

[554]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 96, 107; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 212).

[555]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 100; Taberî, a.g.e., IV, 449; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 211).

[556]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 100; Taberî, a.g.e., IV, 449-450; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 211).

[557] Demircan, Fitne, 90-91.

[558]  Günal, a.g.e., 90.

[559]  Cevdet Paşa, a.g.e., 400; Günal, a.g.e., 90.

[560] Demircan, Fitne, 91.

[561]  Cevdet Paşa, a.g.e., 401.

[562]  Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 299-300.

[563] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 214.

[564]  Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 101.

[565]  Wellhausen, İslâm’ın En Eski Tarihi, 122.

[566]  Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 101.

[567] Ebû Hâlid Ya’lâ b. Ümeyye b. Ebî Ubeyde b. Hemmâm et-Temîmî el-Hanzâlî (ö. 60/679-80 [?]). Yemen valisi olup sahâbedendir. Ya’lâ b. Ümeyye hakkında bilgi için bkz. Özkan, “Ya’lâ b. Ümeyye”, XLIII, 296-297.

[568]  Özkan, “Ya’lâ b. Ümeyye”, XLIII, 297.

[569] Belâzurî, 400’den daha fazla deve olduğunu ifade etmektedir. Bkz. Belâzurî, Ensâb, III, 21. Ayrıca bkz. Taberî, a.g.e., IV, 452.

[570] Ya’kûbî, 400000 dirhem rakamını vermektedir. Bkz. Ya’kûbî, a.g.e., II, 181. Ayrıca bkz. Mes’ûdî, a.g.e., II, 366.

[571] Belâzurî, Ensâb, III, 21; Ya’kûbî, a.g.e., II, 181; Taberî, a.g.e., IV, 451; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 211); İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 372).

[572]  Özkan, “Ya’lâ b. Ümeyye”, XLIII, 297.

[573] Belâzurî, Ensâb, III, 21; Ya’kûbî, a.g.e., II, 181; Taberî, a.g.e., IV, 451; Mes’ûdî, a.g.e., II, 366; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 211); İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 372).

[574]  Özkan, “Ya’lâ b. Ümeyye”, XLIII, 297.

[575] Belâzurî, Ensâb, III, 23; Mes’ûdî, a.g.e., II, 366; Özkan, “Ya’lâ b. Ümeyye”, XLIII, 297.

[576]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 103 (T., III, 213); İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 373).

[577]  İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 373).

[578]  Abbott, a.g.e., 138-139. Bilgi için bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 103 (T., III, 214).

[579] Ebû Abdurrahmân Abdullah b. Âmir b. Küreyz b. Rebîa (ö. 59/679) Tâbiî’nden olup Hz. Osman ve Hz. Muâviye döneminde Basra valiliğini yapmıştır. Abdullah b. Âmir’in hayatı için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., VII, 47-53 (T., VII, 45-51); Mustafa Fayda, “Abdullah b. Âmir”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1988, I, 84-85.

[580] Fayda, “Abdullah b. Âmir”, I, 84.

[581]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 211); İbn Kesîr, a.g.e., X, 432 (T., VII, 372).

[582] Fayda, “Abdullah b. Âmir”, I, 84.

[583]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 211); İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 372-373).

[584]  İbn Sa’d, a.g.e., VII, 53 (T., VII, 50-51); Fayda, “Abdullah b. Âmir”, I, 84.

[585] Fayda, “Abdullah b. Âmir”, I, 84.

[586]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 102; Taberî, a.g.e., IV, 451; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 212).

[587]  Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 101.

[588]  İbnü’l-Arabî, a.g.e., 149-150; Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 189-190; Günal, a.g.e., 91.

[589]  Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 190; Günal, a.g.e., 91.

[590]  Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 190.

[591] Ebû Osmân Saîd b. el-Âs b. Saîd el-Ümevî (ö. 59/679). Ümeyye oğullarına mensup sahâbeden olup vali ve komutandır. Saîd b. Âs’ın hayatı için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., VII, 33-39 (T., VII, 30-36); Ayhan Tekineş, “Saîd b. Âs”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2008, XXXV, 549; Karl Vilhelm Zettersteen, “Saîd”, İA, I-XV, Eskişehir, 1997, X, 80.

[592]  İbn Sa’d, a.g.e., VII, 38 (T., VII, 34); Tekineş, a.g.md., XXXV, 549; Zettersteen, a.g.md., X, 80.

[593]  İbn Sa’d, a.g.e., VII, 38 (T., VII, 35); Tekineş, a.g.md., XXXV, 549; Zettersteen, a.g.md., X, 80.

[594]  Tekineş, a.g.md., XXXV, 549; Zettersteen, a.g.md., X, 80.

[595] Zat-ı Irk, Iraklı hacıların Mîkat’a girme yeridir. Bkz. Algül, İslâm Tarihi, II, 483. Burası Mekke’den Basra’ya doğru giderken Bustân-u Benî Âmir’den sonra, Evtâs’tan önce gelir. Bkz. İbn Hurdâzbih, a.g.e., 146-147 (T., 125).

[596]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102-103 (T., III, 213); Algül, İslâm Tarihi, II, 483; Zettersteen, a.g.md., X, 80.

[597]  İbn Sa’d, a.g.e., VII, 38-39 (T., VII, 35-36); Tekineş, a.g.md., XXXV, 549; Zettersteen, a.g.md., X, 80.

[598] Ebû Vehb el-Velîd b. Ukbe b. Ebî Muayt el-Ümevi el-Kureşi (ö. 61/680-81). Hayatı hakkında bilgi için bkz. Efendioğlu, Sahâbeye Yöneltilen Tenkitler, 403-413; a.mlf., “Velîd b. Ukbe”, XLIII, 35­36; Adem Dölek, “el-Velîd b. Ukbe’nin Hayatı ve Sahabe Adaleti Açısından Değerlendirilmesi” CÜİFD, VI-1, Sivas, 2002, 93-110.

8 Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 258; Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 208-210; Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 97-98. Bilgi için bkz. Ya’kûbî, a.g.e., II, 178-179; İbn A’sem, a.g.e., II, 442-444.

[600]  Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 261.

[601] Ebû Abdilmelik Mervân b. el-Hakem b. Ebi’l-Âs b. Ümeyye el-Ümevî (ö. 65/685). Emevi halifesi olup Mervânî kolunun kurucusudur. Mervân’ın hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., VII, 39-47 (T., VII, 36-45); İrfan Aycan, “Mervân (I)”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2004, XXIX, 225­227; Henri Lammens, “Mervan I”, İA, I-XV, Eskişehir, 1997, VII, 777.

[602]  Atçeken, a.g.m.,    323. Hz. Ali ile Mervân arasındaki anlaşmazlık, Mervân’ın Hz. Osman

dönemindeki bazı icraatlarına dayanıyor. Hz. Ali ile Mervân’ın Hz. Osman dönemindeki ilişkileri için bkz. Kılıç, a.g.e., 11-35; Atçeken, a.g.m., 315-348.

[603] Kılıç, a.g.e., 38.

[604] Lammens, “Mervan I”, VII, 777.

[605]  Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 102.

[606]  Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 103.

[607]  Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 102.

[608]  Wellhausen, Arap Devleti, 35.

[609] Demircan, Ali-Muaviye, 83.

[610]  Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 102. Ayrıca bkz. Kelpetin, “Cemel Vak’ası’na Farklı Bir Yaklaşım”, 28-29.

[611]  Aycan, Saltanata Giden YoldaMuaviye, 103. Bkz. İbn A’sem, a.g.e., II, 553-554.

[612]  Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 102-103.

[613]  Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 265. Mektupların metni için bkz. Ahmet Zeki Safvet, Cemheretu Resâili'l-Arab fî Usûri'l-Arabiye ez-Zâhire, I-IV, Beyrut, ts., I, 294, 299-300.

[614]  Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 265. Mektupların metni için bkz. Safvet, a.g.e., I, 294-295, 300-301.

[615] Demircan, Fitne, 91.

[616]  İbn Kesîr, a.g.e., X, 432 (T., VII, 372).

[617]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 102; Taberî, a.g.e., IV, 451; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 212); İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 372).

[618] Ümmü’l-Mü’minin Hafsa bint Ömer b. el-Hattab el-Adeviyye (ö. 45/665). Hz. Ömer’in kızı ve Hz. Peygamber’in hanımıdır. Hz. Hafsa hakkında bilgi için bkz. Mehmet Yaşar Kandemir, “Hafsa”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1997, XV, 119-120.

[619]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 102; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 212); İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 373); Fığlalı, “Cemel Vak’ası”, VII, 320.

[620]  Abbott, a.g.e., 136.

[621]  İbn Kesîr, a.g.e., X, 432 (T., VII, 372).

[622]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 102; Taberî, a.g.e., IV, 460.

[623]  İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 373).

[624] Hasan, a.g.m., II, 39.

[625]  Watt, a.g.e., 15.

[626]  Abbott, a.g.e., 137; Mehmet Azimli, Hz. Ali, 70, d.n. 27. Ayrıca ileride de değinileceği üzere Ümmü Seleme’nin o sırada Medine’de çıkacağı seferin hazırlığını yapan Hz. Ali’ye oğlunu götürdüğüne dair mevcut olan rivayet için bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 114 (T., III, 226-227).

[627]  Abbott, a.g.e., 136. Ayrıca Hz. Peygamber’in hanımı Hz. Ümmü Seleme’nin hayatı hakkında bilgi için bkz. Mehmet Yaşar Kandemir, “Ümmü Seleme”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2012, XLII, 328­330.

[628] Hasan, a.g.m., II, 38-39. Abbott, Hz. Aişe’nin Hz. Ümmü Seleme’ye yazdığı cevabi mektubun alaylı bir üslupla meydan okuma olduğunu belirtiyor. Değerlendirme için bkz. Abbott, a.g.e., 138. Ayrıca Hz. Aişe ile Ümmü Seleme arasında geçen konuşma için bkz. Gölpınarlı, a.g.e., 85-87.

[629] Hasan, a.g.m., II, 39.

[630]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 212).

[631] Belâzurî, Ensâb, III, 22, d.n. 1; Taberî, a.g.e., IV, 452; Azimli, Hz. Ali, 75.

[632] Belâzurî, Ensâb, III, 22; İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 373).

[633]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 212); İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 373).

[634] Belâzurî, Ensâb, III, 22; Taberî, a.g.e., IV, 452; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 212); İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 373); Fığlalı, “Ali”, II, 370; Günal, a.g.e., 91.

[635]  Günal, a.g.e., 91. Bkz. Carl Brockelmann, Tarihü’ş-Şuûbi’l-İslâmiyye, (Çev.: Nebih Emin Faris- Münir Baalbeki), Beyrut, 1968, 115.

[636] Demircan, Fitne, 91.

[637]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 212); Benzer bilgi için bkz. Belâzurî, Ensâb, III, 22; Taberî, a.g.e., IV, 451.

[638]  Taberî, a.g.e., IV, 452.

[639]  Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 101.

[640]  İrfan Aycan, “Emeviler Döneminde Bir İktidar Mücadelesi Örneği: Abdullah b. Zübeyr (622­692)”, AÜIFD, XLI-1, Ankara, 2000, 103.

[641]  Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 102. Benzer değerlendirme için bkz. Apak, Anahatlarıyla Islâm Tarihi 2, 305; Günal, a.g.e., 92.

[642]  Azimli, Hz. Ali, 74.

[643]  Şiblî, a.g.e., III, 339.

[644] Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 227.

[645]  Aycan, Saltanata Giden YoldaMuaviye, 102; Ünal, a.g.e., 153.

[646] Ünal, a.g.e., 157. Benzer değerlendirme için bkz. Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 216.

[647]  Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 103.

[648]  İbrahim Kocaışık, Seyf bin Ömer’in Cemel Vak’ası Hakkındaki Rivâyetleriyle Diğer Rivâyetlerin Mukayesesi, (Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2004, 24.

[649] Belâzurî, Ensâb, III, 24; Taberî, a.g.e., IV, 454-455; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 212-213).

[650] Demircan, Fitne, 95.

[651] Belâzurî, Ensâb, III, 24; Taberî, a.g.e., IV, 454-455; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 212-213).

[652] Demircan, Fitne, 95.

[653]  İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 373). Ebû Bekr Abdullah b. ez-Zübeyr b. el-Avvâm el-Kureşî (ö. 73/692). Hayatı hakkında bilgi için bkz. Hakkı Dursun Yıldız, “Abdullah b. Zübeyr b. Avvâm”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1988, I, 145-146.

[654]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 107; Taberî, a.g.e., IV, 454; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 213).

[655]  İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 373).

[656]  Azimli, Hz. Ali, 72. Bilgi için bkz. Ya’kûbî, a.g.e., II, 181.

[657]  Taberî, a.g.e., IV, 455; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 213).

[658]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 106; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 213); İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 373).

[659]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 106; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 213); İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 373).

[660]  Şiblî, a.g.e., III, 339.

[661]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 213); İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 373).

[662]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 106-107; İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 373); Fığlalı, “Cemel Vak’ası”, VII, 320.

[663]  Taberî, a.g.e., IV, 453; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 213).

[664]  Taberî, a.g.e., IV, 453; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102-103 (T., III, 213).

[665]  Azimli, Hz. Ali, 75.

[666]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 103 (T., III, 213).

[667] Zettersteen, a.g.md., X, 80.

[668] Ebû Saîd Ebân b. Osmân b. Affân el-Ümevî (ö. 105/723). Hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., VII, 150-151 (T., VII, 159-160); Selâhaddin Polat, “Ebân b. Osman b. Affân”, DİA, I- XLIV, İstanbul, 1994, X, 66-67.

[669]  Taberî, a.g.e., IV, 453; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 103 (T., III, 213).

[670]  Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 305. Benzer değerlendirme için bkz. Cevdet Paşa, a.g.e., 402; Aycan, Saltanata Giden YoldaMuaviye, 102; Günal, a.g.e., 92.

[671]  Abbott, a.g.e., 140.

[672]  Cevdet Paşa, a.g.e., 401; Günal, a.g.e., 92.

[673]  Günal, a.g.e., 92.

[674]  Günal, a.g.e., 73. Benzer değerlendirme için bkz. Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 305; Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 102.

[675]  Günal, a.g.e., 94.

[676] Hav’eb, Basra yolu üzerinde yer alan arapların meşhur sularındandır. Bkz. Yakût el-Hamevî, a.g.e., II, 314.

[677]  Ayetin meali; “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz...”. Bakara, 2/156.

[678] Belâzurî, Ensâb, III, 24; Şiblî, a.g.e., III, 141.

[679] Belâzurî, Ensâb, III, 24; Ya’kûbî, a.g.e., II, 181; Taberî, a.g.e., IV, 457; Mes’ûdî, a.g.e., II, 366­367; Yakût el-Hamevî, a.g.e., II, 314; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 103 (T., III, 214); İbn Kesîr, a.g.e., X, 433-434 (T., VII, 373).

[680]  Şiblî, a.g.e., III, 340.

[681] Mes’ûdî, a.g.e., II, 367; İbnü’l-Arabî, a.g.e., 148; Gölpınarlı, a.g.e., 99; Günal, a.g.e., 93.

[682]  Günal, a.g.e., 93.

[683]  Abbott, a.g.e., 140-141.

[684] Mehmed Said Hatiboğlu, Siyasi-İctimai Hâdiselerle Hadîs Münasebetleri, Ankara, 2015, 74-75.

[685] Demircan, Fitne, 96; a.mlf., RâşidHalifeler, 124-125; Azimli, Hz. Ali, 77.

[686]  Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 305-306; Azimli, Hz. Ali, 77.

[687]  Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 306.

[688] Harun Reşit Demirel, “Bazı Fiten, Melâhim ve Siyâsî Hadislerin Gaybî Haberler Açısından Değerlendirilmesi”, YYÜİFD, 3, Van, 2000, 107. Hav’eb’in köpekleri hadisi hakkında geniş bilgi ve değerlendirme için bkz. a.mlf., “Bazı Fiten, Melâhim ve Siyâsî Hadisler”, 106-113.

[689] Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 211.

[690] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 54.

[691]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 110; Belâzurî, Ensâb, III, 24; Taberî, a.g.e., IV, 461; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 103 (T., III, 215).

[692] Ebû Âişe (Ebû Süleymân) Zeyd b. Sûhân b. Hucr el-Abdî el-Kûfî (ö. 36/656). Hz. Peygamber’in döneminde İslâmiyet’i kabul edip ama onu göremeyen muhadramûndandır. Hayatı hakkında bilgi için bkz. Halit Özkan, “Zeyd b. Sûhân”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2013, XLIV, 323-324.

[693]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 108 (T., III, 221); Özkan, “Zeyd b. Sûhân”, XLIV, 323.

[694]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 109 (T., III, 221).

[695]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 109 (T., III, 221).

[696] Ebû Amr Osman b. Huneyf b. Vahib el-Ensarî (ö. 41/661 [?]). Hz. Ali’nin Basra valisidir. Hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., IV, 304-306 (T., IV, 354-356); Mehmet Efendioğlu, “Osman b. Huneyf”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2007, XXXIII, 469-470.

[697]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 263. Bkz. İbn Kuteybe, a.g.e., I, 83.

[698] Fetih, 48/10.

[699]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 263. Bkz. İbn Kuteybe, a.g.e., I, 83.

[700]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 264.

[701] Hâfir; Balis ve Haleb adında iki yerin arasında bulunan bir köydür. Bkz. Yakût el-Hamevî, a.g.e., II, 207.

[702]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 110; Taberî, a.g.e., IV, 461; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 103 (T., III, 215).

[703]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 110; Belâzurî, Ensâb, III, 24; Ya’kûbî, a.g.e., II, 181; Taberî, a.g.e., IV, 461­462; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 104 (T., III, 215); İbn Kesîr, a.g.e., X, 434 (T., VII, 373).

[704] Nisâ, 4/114.

[705]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 110; Taberî, a.g.e., IV, 462; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 104 (T., III, 215); İbn Kesîr, a.g.e., X, 434 (T., VII, 373); Efendioğlu, Sahâbeye Yöneltilen Tenkitler, 247.

[706] Efendioğlu, Sahâbeye Yöneltilen Tenkitler, 247. Bkz. Şiblî, a.g.e., III, 350.

[707] Efendioğlu, Sahabeye Yöneltilen Tenkitler, 247-248. Bkz. Şiblî, a.g.e., III, 344-345.

[708]  Azimli, Hz. Ali, 98.

[709]  Azimli, Hz. Ali, 98, d.n. 221.

[710]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 111; Taberî, a.g.e., IV, 462; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 104 (T., III, 215); İbn Kesîr, a.g.e., X, 434-435 (T., VII, 374).

[711]  Taberî, a.g.e., IV, 462; Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 265.

[712] Nisâ, 4/135.

[713]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 265.

[714]  Ayetin meali; “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah ’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz...”. Bakara, 2/156.

[715]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 111; Taberî, a.g.e., IV, 462-463; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 105 (T., III, 216); İbn Kesîr, a.g.e., X, 435 (T., VII, 374).

[716]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 111; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 105 (T., III, 216).

[717]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 111; Taberî, a.g.e., IV, 463; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 105 (T., III, 216); İbn Kesîr, a.g.e., X, 435 (T., VII, 374-375).

[718]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 112; Belâzurî, Ensâb, III, 25; Taberî, a.g.e., IV, 463; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 105 (T., III, 216); İbn Kesîr, a.g.e., X, 435-436 (T., VII, 375).

[719] Kocaışık, a.g.e., 27.

[720] Mirbed, Basra’nın dışında bir bölge olup develerin şatışının yapıldığı pazara ve hurmaların kurutulduğu yere denir. Bkz. Yakût el-Hamevî, a.g.e., V, 97-99.

[721]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 112; Taberî, a.g.e., IV, 463; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 105 (T., III, 216-217); İbn Kesîr, a.g.e., X, 436 (T., VII, 375).

[722]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 112; Taberî, a.g.e., IV, 463-464; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 105 (T., III, 217); İbn Kesîr, a.g.e., X, 436 (T., VII, 375).

[723]  Günal, a.g.e., 95.

[724]  Âl-i İmrân, 3/23.

[725]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 112; Taberî, a.g.e., IV, 464; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 105-106 (T., III, 217).

[726]  Âl-i İmrân, 3/21-22.

[727]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 266, d.n. 63.

[728]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 266.

[729]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 113; Taberî, a.g.e., IV, 464; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 106 (T., III, 217-218); İbn Kesîr, a.g.e., X, 436 (T., VII, 375).

[730] Debbâğîn, Sikketü’l-Mirbed’de Zirbiyy Sarayı’nın yanında olan bir yerdir. Bkz. Halife b. Hayyât, a.g.e., 182 (T., 227).

[731]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 113; Taberî, a.g.e., IV, 464-465; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 106 (T., III, 218); İbn Kesîr, a.g.e., X, 436 (T., VII, 375).

[732] Ebû Sa’d Sehl b. Huneyf b. Vâhib el-Ensârî el-Evsî hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III,

436-438  (T., III, 542-544); Tevhid Bakan, “Sehl b. Huneyf’, DİA, I-XLIV, İstanbul,

2009, XXXVI, 320.

[733]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 266-267.

[734]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 113; Taberî, a.g.e., IV, 465; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 106 (T., III, 218); İbn Kesîr, a.g.e., X, 436 (T., VII, 375).

[735]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 113; Taberî, a.g.e., IV, 465; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 106 (T., III, 218).

[736]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 113; Taberî, a.g.e., IV, 465; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 106 (T., III, 218).

[737]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 114; Taberî, a.g.e., IV, 466; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 107 (T., III, 218-219); İbn Kesîr, a.g.e., X, 436-437 (T., VII, 375).

[738]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 114-115; Taberî, a.g.e., IV, 466; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 107 (T., III, 219).

[739]  Taberî, a.g.e., IV, 466-467; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 107 (T., III, 219); İbn Kesîr, a.g.e., X, 437 (T., VII, 375).

[740]  Azimli, Hz. Ali, 79-81.

[741] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 57.

[742]  Antlaşma metni için bkz. Seyf b. Ömer, a.g.e., 115; Taberî, a.g.e., IV, 467.

[743] Kâ’b b. Sûr b. Bekr el-Lâkıti el-Ezdî (ö. 36/656). Basra kadısı olup tabiindendir. Hayatı hakkında bilgi için bkz. Ahmet Özel, “Kâ’b b. Sûr”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2001, XXIV, 6. İsmi bazı kaynaklarda Ka’b b. Süver olarak da geçmektedir. Bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 107 (T., III, 219).

[744]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 115; Taberî, a.g.e., IV, 467; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 107 (T., III, 219); İbn Kesîr, a.g.e., X, 437 (T., VII, 375); Özel, a.g.md., XXIV, 6.

[745] Ebû Muhammed (Ebû Zeyd, Ebû Abdillâh, Ebû Hârise) Üsâme b. Zeyd b. Hârise el-Kelbî (ö. 54/674). Sahâbedendir. Hayatı hakkında bilgi için bkz. Mehmet Salih Arı, “Üsâme b. Zeyd”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2012, XLII, 361-363.

[746] Ebû Yahya Suheyb b. Sinan b. Malik er-Rumî (ö. 38/659). Sahâbedendir. Hayatı hakkında bilgi için bkz. Mehmet Efendioğlu, “Suheyb b. Sinân”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2009, XXXVII, 476­477.

[747] Ebû Eyyûb Halid b. Zeyd b. Küleyb el-Ensarî (ö. 49/669). Hicret sırasında Hz. Peygamber’i Medine’de evine misafir eden ve Türkiye’de “Eyüp Sultan” unvanıyla anılan sahâbedir. Hayatı hakkında bilgi için bkz. Hüseyin Algül, “Ebû Eyyûb el-Ensârî”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1994, X, 123-125.

[748] Ebû Abdurrahmân Muhammed b. Mesleme b. Seleme el-Evsî el-Ensarî (ö. 43/663). Sahâbedendir.

Hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III, 408-410             (T., III, 512-516); Şahyar,

a.g.md., XXX, 555-556.

[749]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 115-116; Taberî, a.g.e., IV, 467-468; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 107-108 (T., III, 219-220); İbn Kesîr, a.g.e., X, 437 (T., VII, 375-376).

[750]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 116; Taberî, a.g.e., IV, 468; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 108 (T., III, 220); İbn Kesîr, a.g.e., X, 437 (T., VII, 376).

[751] Yasemin Barlak, Kabilecilik Anlayışının Hz. Ali Dönemi Siyasi Gelişmelerine Etkisi, (Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Samsun, 2006, 81; Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 200.

[752]  Seyf b. Ömer, a.g.e.,  116; Taberî, a.g.e., IV, 468; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,  III,  108 (T., III, 220); İbn

Kesîr, a.g.e., X, 437 (T., VII, 376); Cevdet Paşa, a.g.e., 404.

[753]  Seyf b. Ömer, a.g.e.,  116; Taberî, a.g.e., IV, 468; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,  III,  108 (T., III, 220); İbn

Kesîr, a.g.e., X, 437-438 (T., VII, 376).

[754]  Seyf b. Ömer, a.g.e.,  116; Taberî, a.g.e., IV, 468; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,  III,  108 (T., III, 220); İbn

Kesîr, a.g.e., X, 438 (T., VII, 376).

[755]  Seyf b. Ömer, a.g.e.,  116; Taberî, a.g.e., IV, 468; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,  III,  108 (T., III, 220); İbn

Kesîr, a.g.e., X, 438 (T., VII, 376).

[756]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 116; İbn Sa’d, a.g.e., IV, 304-306 (T., IV, 354-356); Taberî, a.g.e., IV, 468; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 108 (T., III, 220); İbn Kesîr, a.g.e., X, 438 (T., VII, 376).

[757] Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 238.

[758] Demircan, Râşid Halifeler, 123, d.n. 23.

[759]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 116; Taberî, a.g.e., IV, 468; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 108 (T., III, 220); İbn Kesîr, a.g.e., X, 438 (T., VII, 376).

[760] Demircan, Fitne, 96-97.

[761]  Taberî, a.g.e., IV, 468-469; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 108 (T., III, 220).

[762] Demircan, Râşid Halifeler, 123, d.n. 23.

[763]  Taberî, a.g.e., IV, 469; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 109 (T., III, 221-222).

[764]  Taberî, a.g.e., IV, 469-470; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 109 (T., III, 222).

[765]  Taberî, a.g.e., IV, 470; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 110 (T., III, 222).

[766]  Taberî, a.g.e., IV, 470; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 110 (T., III, 222)

[767] Barlak, a.g.e., 81.

[768]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 108 (T., III, 221); İbn Kesîr, a.g.e., X, 438 (T., VII, 376).

[769]  İbn Kesîr, a.g.e., X, 438 (T., VII, 376).

[770] Kocaışık, a.g.e., 30.

[771]  Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 307.

[772] Demircan, Haricilerin Siyasi Faaliyetleri, 89-90.

[773]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 117; Taberî, a.g.e., IV, 470; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 110 (T., III, 222); İbn Kesîr, a.g.e., X, 438 (T., VII, 376).

[774]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 110 (T., III, 222); İbn Kesîr, a.g.e., X, 438 (T., VII, 376).

[775]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 117; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 110 (T., III, 222).

[776]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 110 (T., III, 222-223).

[777]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 110 (T., III, 223).

[778]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 117; Taberi, a.g.e., IV, 470; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 110 (T., III, 223).

[779]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 117-118; Taberi, a.g.e., IV, 471; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 110-111 (T., III, 223); İbn Kesir, a.g.e., X, 438-439 (T., VII, 376-377).

[780]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 111 (T., III, 223-224); İbn Kesir, a.g.e., X, 439 (T., VII, 377).

[781]  İbnü’l-Esîr, a.g.e, III,  111 (T.,  III, 224); İbn Kesîr, a.g.e., X, 439 (T., VII, 377).

[782]  İbnü’l-Esîr, a.g.e.,         III, 111 (T.,   III,   224).

[783]  İbnü’l-Esîr, a.g.e.,         III, 112 (T.,   III,   224).

[784]  İbnü’l-Esîr, a.g.e.,         III, 112 (T.,   III,   224).

[785]  İbn Kesîr, a.g.e., X, 439 (T., VII, 377).

[786]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 267.

[787] Fetih, 48/10.

[788]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 267.

[789] Bakara, 2/178.

[790] Bakara, 2/179.

[791] Mâide, 5/45.

[792]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 267-268.

[793]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 268.

[794] Demircan, Fitne, 88.

[795]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 118; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 112 (T., III, 224).

[796]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 119; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 112 (T., III, 224-225); İbn Kesîr, a.g.e., X, 439 (T., VII, 377).

[797]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 112 (T., III, 225); İbn Kesîr, a.g.e., X, 439 (T., VII, 377).

[798]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 119; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 112 (T., III, 225); İbn Kesîr, a.g.e., X, 439 (T., VII, 377).

[799]  Taberî, a.g.e., IV, 442; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 92 (T., III, 205); İbn Kesîr, a.g.e., X, 429 (T., VII, 370).

[800]  Taberî, a.g.e., IV, 442; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 92 (T., III, 205); İbn Kesîr, a.g.e., X, 429 (T., VII, 370).

[801]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 93 (T., III, 206).

[802]  Taberî, a.g.e., IV, 443; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 93 (T., III, 207).

[803]  Wellhausen, Arap Devleti, 26.

[804]  Taberî, a.g.e., IV, 444; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 94 (T., III, 207); İbn Kesîr, a.g.e., X, 429-430 (T., VII, 370).

[805]  Taberî, a.g.e., IV, 444; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 94 (T., III, 207); İbn Kesîr, a.g.e., X, 430 (T., VII, 370-371).

[806]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Taberî, a.g.e., IV, 445; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 94 (T., III, 208).

[807] Ebû Muhammed el-Hasen b. Alî b. Ebî Tâlib el-Kureşî el-Hâşimî (ö. 49/669). Hz. Peygamber’in torunu, Hz. Fatma ve Hz. Ali’nin büyük oğludur. Hayatı hakkında bilgi için bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, “Hasan”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1997, XVI, 282-285.

[808]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Taberî, a.g.e., IV, 445; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 94 (T., III, 208).

[809]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Taberî, a.g.e., IV, 445; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 94 (T., III, 208).

[810]  Şiblî, a.g.e., V, 82.

[811]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Taberî, a.g.e., IV, 445; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 94 (T., III, 208).

[812]  Cevdet Paşa, a.g.e., 399.

[813]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Taberî, a.g.e., IV, 444; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 95 (T., III, 208).

[814]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 96; Taberî, a.g.e., IV, 445-446; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 95 (T., III, 208); İbn Kesîr, a.g.e., X, 430 (T., VII, 371).

[815] Ebû Mûsâ Abdullâh b. Kays b. Süleym el-Eş’ârî (ö. 42/662-63). Hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., IV, 98-109 (T., IV, 119-132); Mehmet Yaşar Kandemir, “Ebû Mûsâ el-Eş’arî”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1994, X, 190-192.

[816]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Taberî, a.g.e., IV, 445; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 95 (T., III, 208); İbn Kesîr, a.g.e., X, 430 (T., VII, 371); Cevdet Paşa, a.g.e., 398.

[817]  İbn Kesîr, a.g.e., X, 430 (T., VII, 371).

[818]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Taberî, a.g.e., IV, 445; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 95 (T., III, 208); İbn Kesîr, a.g.e., X, 430 (T., VII, 371).

[819]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Taberî, a.g.e., IV, 445; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 95 (T., III, 208); İbn Kesîr, a.g.e., X, 430 (T., VII, 371).

[820]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Taberî, a.g.e., IV, 445; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 95 (T., III, 208); İbn Kesîr, a.g.e., X, 430 (T., VII, 371).

[821]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 95 (T., III, 208); İbn Kesîr, a.g.e., X, 430 (T., VII, 371).

[822]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 96; Taberî, a.g.e., IV, 446; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 99 (T., III, 209).

[823]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 99 (T., III, 209).

[824]  Azimli, Hz. Ali, 67.

[825]  Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 43.

[826]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 96; Taberî, a.g.e., IV, 446; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 99 (T., III, 209); İbn Kesîr, a.g.e., X, 440 (T., VII, 377).

[827]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 96; Taberî, a.g.e., IV, 446; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 99 (T., III, 209); İbn Kesîr, a.g.e., X, 440 (T., VII, 377).

[828]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 99 (T., III, 209); İbn Kesîr, a.g.e., X, 440 (T., VII, 377).

[829]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 97; Taberî, a.g.e., IV, 447; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 95 (T., III, 208).

[830]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 97; Taberî, a.g.e., IV, 447; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 113 (T., III, 226); İbn Kesîr, a.g.e., X, 440 (T., VII, 377).

[831]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 97-98; Taberî, a.g.e., IV, 447; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 113 (T., III, 226); İbn Kesîr, a.g.e., X, 440 (T., VII, 377).

[832]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 97; Taberî, a.g.e., IV, 447; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 113 (T., III, 226); İbn Kesîr, a.g.e., X, 440 (T., VII, 377).

[833]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 113 (T., III, 226); İbn Kesîr, a.g.e., X, 440 (T., VII, 377).

[834]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 99 (T., III, 209).

[835]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 99 (T., III, 209).

[836]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 107; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 99 (T., III, 209).

[837]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 99 (T., III, 209).

[838] Mes’ûdî, a.g.e., II, 367.

[839]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 114 (T., III, 227); İbn Kesîr, a.g.e., X, 441 (T., VII, 378).

[840]  Azimli, Hz. Ali, 81-82.

[841]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 114 (T., III, 227); İbn Kesîr, a.g.e., X, 441 (T., VII, 378).

[842]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 114 (T., III, 226-227).

[843]  Taberî, a.g.e., IV, 455; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 114 (T., III, 227).

[844] Mes’ûdî, a.g.e., II, 367; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 114 (T., III, 227).

[845]  Taberî, a.g.e., IV, 455; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 114 (T., III, 227); İbn Kesîr, a.g.e., X, 441 (T., VII, 378); Ya’kûbî, a.g.e., II, 181. Ya’kûbî, yolda 600 kişi daha Hz. Ali’nin ordusuna katıldığını ifade etmektedir. Bkz. Ya’kûbî, a.g.e., II, 181.

[846]  Taberî, a.g.e., IV, 455; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 114 (T., III, 227); İbn Kesîr, a.g.e., X, 441 (T., VII, 378).

[847] Belâzurî, Ensâb, III, 30.

[848] Halife b. Hayyât, a.g.e., 184 (T., 229).

[849]  Taberî, a.g.e., IV, 455; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 114 (T., III, 227); İbn Kesîr, a.g.e., X, 441 (T., VII, 378).

[850] Rebeze, Medine’nin köylerinden biri olup Zat-ı Irk’a üç günlük mesafede olan ve Hicaz yolu üzerinde bulunan bir yerdir. Bkz. Yakût el-Hamevî, a.g.e., III, 24-25.

[851]  Günal, a.g.e., 101.

[852]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 108; Taberî, a.g.e., IV, 455; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 114 (T., III, 227); İbn Kesîr, a.g.e., X, 441 (T., VII, 378).

[853]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 114 (T., III, 227); İbn Kesîr, a.g.e., X, 441 (T., VII, 378).

[854]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 109; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 115 (T., III, 227-228); İbn Kesîr, a.g.e., X, 441 (T., VII, 378).

[855]  Adnan Demircan, İslâm Tarihinin İlk Asrında İktidar Mücadelesi, İstanbul, 2014, 30.

[856]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 109; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 115 (T., III, 228); İbn Kesîr, a.g.e., X, 441-442 (T., VII, 378).

[857]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 119; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 115 (T., III, 228); İbn Kesîr, a.g.e., X, 442 (T., VII, 378-379).

[858]  Seyf b. Ömer, a.g.e, 119; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 116 (T., III, 229); İbn Kesîr, a.g.e., X, 442-443 (T., VII, 379).

[859]  Taberî, a.g.e., IV, 479; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 116 (T., III, 229-230); İbn Kesîr, a.g.e., X, 443 (T., VII, 379-380).

[860]  Taberî, a.g.e., IV, 478; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 116 (T., III, 230); İbn Kesîr, a.g.e., X, 443 (T., VII, 380).

[861] Nisâ, 4/95.

[862]  Taberî, a.g.e., IV, 478; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 116 (T., III, 230); İbn Kesîr, a.g.e., X, 443 (T., VII, 380).

[863]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 122; Taberî, a.g.e., IV, 479-480; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 117 (T., III, 230); Günal, a.g.e., 102.

[864] Feyd, Mekke ve Kûfe yolunun yarısında bulunan bir beldedir. Bkz. Yakût el-Hamevî, a.g.e., IV, 282-283. Bu yerin ismi İbnü’l-Esîr’de “Feyd”, İbn Kesîr’de “Yefi’d” şeklinde geçmektedir. Bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 117 (T., III, 230); İbn Kesîr, a.g.e., X, 443 (T., VII, 380).

[865]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 122; Taberî, a.g.e., IV, 480; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 117 (T., III, 230); İbn Kesîr, a.g.e., X, 443-444 (T., VII, 380).

[866]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 122-123; Taberî, a.g.e., IV, 480; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 117 (T., III, 231); İbn Kesîr, a.g.e., X, 444 (T., VII, 380).

[867]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 123; Taberî, a.g.e., IV, 481; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 117 (T., III, 231); İbn Kesîr, a.g.e., X, 444 (T., VII, 380).

[868]  Taberî, a.g.e., IV, 481; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 117 (T., III, 231).

[869] Hadîd, 57/22.

[870]  Taberî, a.g.e., IV, 481; Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 270.

[871]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 270-271.

[872] Ya’kûbî, a.g.e., II, 182; Taberî, a.g.e., IV, 480; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 117 (T., III, 231); İbn Kesîr, a.g.e., X, 444 (T., VII, 380).

[873]  Taberî, a.g.e., IV, 488; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 117 (T., III, 231); İbn Kesîr, a.g.e., X, 444 (T., VII, 380).

[874]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 123; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 117 (T., III, 231); İbn Kesîr, a.g.e., X, 444 (T., VII, 380).

[875]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 121; Taberî, a.g.e., IV, 477; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 115 (T., III, 228-229); İbn Kesîr, a.g.e., X, 444 (T., VII, 378-379).

[876]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 124; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 118 (T., III, 232); İbn Kesîr, a.g.e., X, 444 (T., VII, 380).

[877]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 124-125; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 118 (T., III, 232); İbn Kesîr, a.g.e., X, 444 (T., VII, 380-381).

[878]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 118 (T., III, 232); İbn Kesîr, a.g.e., X, 444 (T., VII, 380-381).

[879]  Abbott, a.g.e., 147.

[880]  Taberî, a.g.e., IV, 477-478; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 118 (T., III, 232); İbn Kesîr, a.g.e., X, 444 (T., VII, 380-381).

[881]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 272.

[882]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 272.

[883]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 272, d.n. 80.

[884]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 125; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 118 (T., III, 232); İbn Kesîr, a.g.e., X, 445 (T., VII, 381).

[885]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 125; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 118 (T., III, 232); İbn Kesîr, a.g.e., X, 445 (T., VII, 381).

[886]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 146 (T., III, 268).

[887]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 118 (T., III, 232); İbn Kesîr, a.g.e., X, 445 (T., VII, 381).

[888]  Abbott, a.g.e., 147.

[889]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 125; Taberî, a.g.e., IV, 482; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 118 (T., III, 232-233); İbn Kesîr, a.g.e., X, 445 (T., VII, 381).

[890]  Abbott, a.g.e., 147.

[891]  Abbott, a.g.e., 147.

[892]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 125; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119 (T., III, 233); İbn Kesîr, a.g.e., X, 445 (T., VII, 381).

[893]  Abbott, a.g.e., 147.

[894] Ebü’l-Yakzân Ammâr b. Yâsir b. Âmir el-Ansî (ö.37/657). İlk Müslümanlardan olup anne ve babası İslâm’ın ilk şehitleri olan meşhur sahâbîdir. Hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III, 227-244 (T., III, 280-303); Mustafa Fayda, “Ammâr b. Yâsir”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1991, III, 75-76.

[895]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 125; Taberî, a.g.e., IV, 482; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119 (T., III, 233); İbn Kesîr, a.g.e., X, 445 (T., VII, 381).

[896]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 125; Ya’kûbî, a.g.e., II, 181; Taberî, a.g.e., IV, 482; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119 (T., III, 233); İbn Kesîr, a.g.e., X, 445 (T., VII, 381).

[897]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 125; Taberî, a.g.e., IV, 482; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119 (T., III, 233); İbn Kesîr, a.g.e., X, 446 (T., VII, 381).

[898]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 125-126; Taberî, a.g.e., IV, 482-483; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119 (T., III, 233); İbn Kesîr, a.g.e., X, 446 (T., VII, 381-382).

[899]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 273-274.

[900]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 126; Taberî, a.g.e., IV, 483; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119 (T., III, 233); İbn Kesîr, a.g.e., X, 446 (T., VII, 382).

[901]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 126; Taberî, a.g.e., IV, 483; İbnü’l-Esîr, a.g.e, III, 119 (T., III, 233); İbn Kesîr, a.g.e., X, 446 (T., VII, 382).

[902] Nisâ, 4/29.

[903] Nisâ, 4/94.

[904]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 126; Taberî, a.g.e., IV, 483; Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 274.

[905]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 126; Taberî, a.g.e.,  IV, 483;  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,  119 (T., III, 233); İbn

Kesîr, a.g.e., X, 446 (T., VII, 382).

[906]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 126; Taberî, a.g.e.,  IV, 483;  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,  119 (T., III, 233); İbn

Kesîr, a.g.e., X, 446 (T., VII, 382).

[907]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 126; Taberî, a.g.e., IV, 483; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119 (T., III, 233-234); İbn Kesîr, a.g.e., X, 446 (T., VII, 382).

[908]  Abbott, a.g.e., 148.

[909]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 126; Taberî, a.g.e., IV, 483; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119 (T., III, 234).

[910]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 126; Taberî, a.g.e., IV, 483; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119 (T., III, 234).

[911]  Allah’ın Hz. Peygamber’in eşlerine evlerinde oturmalarını emreden ayet şöyledir: “Evlerinizde oturun...”. Ahzâb, 33/33. Bkz. Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 275, d.n. 91.

[912]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 275, d.n. 92. “Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya ve din yalnız Allah ’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Onlar savaşmaya son verecek olurlarsa, artık düşmanlık yalnız zalimlere karşıdır. ” Bakara, 2/193.

[913]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 126; Taberî, a.g.e., IV, 483; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119 (T., III, 234).

[914]  Celûlâ, Horasan yolu üzerinde bulunan bir yerdir. Bkz. Yakût el-Hamevî, a.g.e., II, 156.

[915]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 126; Taberî, a.g.e., IV, 483; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119 (T., III, 234).

[916]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 126-127; Taberî, a.g.e., IV, 483-484; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119-120 (T., III, 234); İbn Kesîr, a.g.e., X, 446 (T., VII, 382).

[917]  Söylemez, Güç ve İktidar, 67.

[918]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 127; Taberî, a.g.e., IV, 484; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 120 (T., III, 234); İbn Kesîr, a.g.e., X, 446 (T., VII, 382).

[919]  Ankebût, 29/1-3.

[920]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 127; Taberî, a.g.e., IV, 484; Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 277.

[921]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 277.

[922]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 127; Taberî, a.g.e., IV, 484; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 120 (T., III, 235); İbn Kesîr, a.g.e., X, 446 (T., VII, 382).

[923]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 120 (T., III, 235); İbn Kesîr, a.g.e., X, 446-447 (T., VII, 383).

[924]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 127-128; İbn Kesîr, a.g.e., X, 447 (T., VII, 383).

[925]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 121 (T., III, 236). Benzer konuşma için bkz. Seyf b. Ömer, a.g.e., 128; Taberî, a.g.e., IV, 485.

[926]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 128; Taberî, a.g.e., IV, 485; İbn Kesîr, a.g.e., X, 447 (T., VII, 383).

[927]  Tevbe, 9/41.

[928]  İbn Kesîr, a.g.e., X, 447 (T., VII, 383).

[929]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 275.

[930]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 275.

[931]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 276.

[932]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 128; Belâzurî, Ensâb, III, 32; Taberî, a.g.e., IV, 485; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 121 (T., III, 236-237); İbn Kesîr, a.g.e., X, 447 (T., VII, 383).

[933] Makdisî, a.g.e., V, 212.

[934] Halife b. Hayyât, a.g.e., 184 (T., 230).

[935] Dineverî, a.g.e., 208 (T., 197).

[936]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 128; Belâzurî, Ensâb, III, 32; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 121 (T., III, 236-237); İbn Kesîr, a.g.e., X, 447 (T., VII, 383); Brockelmann, a.g.e., 116.

[937] Belâzurî, Ensâb, III, 32; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 121 (T., III, 236-237); İbn Kesîr, a.g.e., X, 447 (T., VII, 383).

[938]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 122 (T., III, 237); İbn Kesîr, a.g.e., X, 447 (T., VII, 383).

[939]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 146 (T., III, 268);

[940]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 279-280.

[941]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 280.

[942]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 280-281.

[943]  Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 282.

[944]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 129; Taberî, a.g.e., IV, 487; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 122 (T., III, 238); İbn Kesîr, a.g.e., X, 447-448 (T., VII, 383-384).

[945]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 129; Taberî, a.g.e., IV, 487; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 122 (T., III, 238); İbn Kesîr, a.g.e., X, 448 (T., VII, 384).

[946] Belâzurî, Ensâb, III, 32-33; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 122 (T., III, 237-238).

[947]  el-Ka’kâ’ b. Amr b. Mâlik et-Temîmî (ö. 40/660 [?]). Râşid Halifeler döneminin ünlü komutanlanndandır. Hayatı hakkında bilgi için bkz. Hayrettin Yücesoy, “Ka’ka’ b. Amr”, DİA, I- XLIV, İstanbul, 2001, XXIV, 216.

[948]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 129; Belâzurî, Ensâb, III, 32-33; Taberî, a.g.e., IV, 488; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 122 (T., III, 237-238); İbn Kesîr, a.g.e., X, 448 (T., VII, 384).

[949]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 129; Taberî, a.g.e., IV, 488; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 122 (T., III, 238); İbn Kesîr, a.g.e., X, 448 (T., VII, 384).

[950]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 129-130; Taberî, a.g.e., IV, 488; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 122 (T., III, 238); İbn Kesîr, a.g.e., X, 448 (T., VII, 384).

[951]  Şiblî, a.g.e., V, 86.

[952]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 130; Taberî, a.g.e., IV, 488; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 122-123 (T., III, 238­239); İbn Kesîr, a.g.e., X, 448 (T., VII, 384).

[953] Muhammed el-Hudârî Bek, “Hulefâ-i Râşidîn Devri (Tarihu’l-Umemi’l-İslâmiyye)”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, (Ed.: Hakkı Dursun Yıldız), I-XV, İstanbul, 1989, II, 237.

[954]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 130; Taberî, a.g.e., IV, 488; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 123 (T., III, 239); İbn Kesîr, a.g.e., X, 448 (T., VII, 384).

[955]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 130; Taberî, a.g.e., IV, 488-489; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 123 (T., III, 239); İbn Kesîr, a.g.e., X, 449 (T., VII, 384-385).

[956]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 130-131; Taberî, a.g.e., IV, 489; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 123 (T., III, 239­240); İbn Kesîr, a.g.e., X, 449 (T., VII, 385).

[957]  Abbott, a.g.e., 150.

[958]  Şiblî, a.g.e., V, 87.

[959]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 131; Taberî, a.g.e., IV, 489; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 124 (T., III, 240); İbn Kesîr, a.g.e., X, 450 (T., VII, 385).

[960]  Abbott, a.g.e., 150-151.

[961]  Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 309.

[962]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 131; Taberî, a.g.e., IV, 489; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 124 (T., III, 240).

[963]  Taberî, a.g.e., IV, 489-490; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 124 (T., III, 240).

[964]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 124 (T., III, 240).

[965]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 131; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 124 (T., III, 240); İbn Kesîr, a.g.e., X, 450 (T., VII, 385).

[966]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 124 (T., III, 240); İbn Kesîr, a.g.e., X, 450 (T., VII, 385).

[967]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 131; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 124 (T., III, 240-241); İbn Kesîr, a.g.e., X, 450­451 (T., VII, 385).

[968]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 124 (T., III, 240).

Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 57.

[970]  Gölpınarlı, a.g.e., 106-107.

[971]  Azimli, Hz. Ali, 86.

[972] Kelpetin, Hulefâ-yi Râşidîn Dönemi Tarihi, 302-303.

[973] Kocaışık, a.g.e., 44.

[974]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 124 (T., III, 241).

[975]  Abbott, a.g.e., 152.

[976]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 132; Taberî, a.g.e., IV, 493; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 241); İbn Kesîr, a.g.e., X, 452 (T., VII, 386).

[977]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 241); İbn Kesîr, a.g.e., X, 452 (T., VII, 386).

[978]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 132; Taberî, a.g.e., IV, 493; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 241); İbn Kesîr, a.g.e., X, 452 (T., VII, 386).

[979]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 132; Taberî, a.g.e., IV, 493; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 241); İbn Kesîr, a.g.e., X, 452 (T., VII, 386).

[980]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 132; Taberî, a.g.e., IV, 494; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 241); İbn Kesîr, a.g.e., X, 452 (T., VII, 386).

[981] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 58.

[982]  Günal, a.g.e., 106.

[983]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 132; Taberî, a.g.e., IV, 494; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 241-242); İbn Kesîr, a.g.e., X, 452 (T., VII, 386).

[984]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 132; Taberî, a.g.e., IV, 494; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 241-242); İbn Kesîr, a.g.e., X, 452 (T., VII, 386).

[985]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 132; Taberî, a.g.e., IV, 494; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 242).

[986] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 58.

[987]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 133; Taberî, a.g.e., IV, 494; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 242).

[988]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 133; Taberî, a.g.e., IV, 494; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 242).

[989] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 58.

[990]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 133; Taberî, a.g.e., IV, 494; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 242). İbn Kesîr, a.g.e., X, 452 (T., VII, 386).

[991]  Taberî, a.g.e., IV, 494; İbn Kesîr, a.g.e., X, 452 (T., VII, 386).

[992]  Abbott, a.g.e., 152.

[993] Kelpetin, İbn Sebe’nin Abdülkays kabilesinin mensubu olarak ifade edilmesini, Seyf b. Ömer’in rivayetinde eleştirilebilecek noktalardan biri olarak değerlendirmektedir. Bkz. Kelpetin, Hulefâ-yi Râşidîn Dönemi Tarihi, 306.

[994] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 58.

[995]  Gölpınarlı, a.g.e., 107.

[996]  Seyf b. Ömer, a.g.e., 133; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 126 (T., III, 242); İbn Kesîr, a.g.e., X, 452 (T., VII, 386).

[997] Zâviye, Dicle Nehri’nin kıyısında olup Vâsıt ile Basra arasında bulunan bir köydür. Henîe diye de ifade edilmektedir. Bkz. Yakût el-Hamevî, a.g.e., III, 128. Ayrıca Zâviye, Tuffu’l-Basra bölgesi olarak da bilinmektedir. Bkz. Halife b. Hayyât, a.g.e., 181 (T., 226).

[998]  Taberî, a.g.e., IV, 501; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 126 (T., III, 242); İbn Kesîr, a.g.e., X, 452 (T., VII,

386) .

[999]  İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 126 (T., III, 242); İbn Kesîr, a.g.e., X, 452 (T., VII, 386-387).

[1000]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 126 (T., III, 243).

[1001]         Taberî, a.g.e., IV, 501; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 126 (T., III, 243); İbn Kesîr, a.g.e., X, 452 (T., VII,

387) .

[1002]         Ya’kûbî, a.g.e., II, 182; Taberî, a.g.e., IV, 501; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 126 (T., III, 243); İbn Kesîr, a.g.e., X, 452 (T., VII, 387).

[1003]         Dineverî, a.g.e., 211 (T., 199).

[1004]         Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 283.

[1005]         Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 283-284. Bilgi için bkz. Belâzurî, Ensâb, III, 35.

[1006]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 133; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 126 (T., III, 243).

[1007]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 133-134; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 126 (T., III, 243).

[1008]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 134; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 126 (T., III, 243).

[1009]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 134; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 126 (T., III, 243-244); İbn Kesîr, a.g.e., X, 453 (T., VII, 387).

[1010]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 134; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 127 (T., III, 244); İbn Kesîr, a.g.e., X, 453 (T., VII, 387).

[1011]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 134-135; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 127 (T., III, 244); İbn Kesîr, a.g.e., X, 453 (T., VII, 387).

[1012]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 135; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 127 (T., III, 244).

[1013]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 135; Belâzurî, Ensâb, III, 34; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 127 (T., III, 245-246); İbn Kesîr, a.g.e., X, 454 (T., VII, 388).

[1014]         Azimli, Hz. Ali, 97. İbn Sa’d’da geçen bilgiye göre; Hz. Ali Sıffîn Savaşı’ndan sonra gece ölüler arasında gezerken Muhammed b. Talha’yı öldürülmüş olarak görünce oğluna: “Ey Hasan! Kâbe’nin rabbine yemin ederim ki, gördüğün gibi Seccâd öldürülmüştür. Babası onu bu işe yönlendirdi. Şayet babasına saygısı olmasaydı, takvası ve faziletinden dolayı Muhammed b. Talha buraya gelmezdi.” demiştir. Bkz. İbn Sa’d, a.g.e., VII, 59 (T., VII, 57).

[1015]         Günal, a.g.e., 107.

[1016]         İbnü’l-Esîr, a.g.e, III, 128 (T., III, 246).

[1017]         Halife b. Hayyât, a.g.e., 181 (T., 226).

[1018]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 128 (T., III, 246).

[1019]         Günal, a.g.e., 107.

[1020]         Taberî, a.g.e., IV, 501; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 128 (T., III, 246).

[1021]         Günal, a.g.e., 108.

[1022]         Taberî, a.g.e., IV, 501; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 128 (T., III, 246); İbn Kesîr, a.g.e., X, 457 (T., VII, 389-390).

[1023]         Nahl, 16/92.

[1024]         Taberî, a.g.e., IV, 501; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 128 (T., III, 246); İbn Kesîr, a.g.e., X, 457 (T., VII, 390).

[1025]         Nûr, 24/25.

[1026] Ya’kûbî, a.g.e., II, 182; Taberî, a.g.e., IV, 501-502; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 128 (T., III, 246); İbn Kesîr, a.g.e., X, 457 (T., VII, 390).

[1027] Taberî, a.g.e., IV, 502; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 128 (T., III, 246); İbn Kesîr, a.g.e., X, 457 (T., VII, 390).

[1028]         Taberî, a.g.e., IV, 502; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 128 (T., III, 246).

[1029] Çelebi’ye göre; Cemel Vak’ası’nın tek sorumlusu, şahsi isteklerinden dolayı Abdullah b. Zübeyr’dir. Hz. Aişe ise; hem yeğeninin etkisinde kalarak hem de şahsi kırgınlıkları dolayısıyla bu işe müdahil olmuştur. Bkz. Çelebi, Örnek Halifeler Dönemi, 76-78, 83-84.

[1030] Taberî, a.g.e., IV, 502, 508-509; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 128 (T., III, 246-247); İbn Kesîr, a.g.e., X, 457-458 (T., VII, 390).

[1031]         Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 285.

[1032]         Nahl, 16/92.

[1033]         Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 285.

[1034]         Demircan, Haricilerin Siyasi Faaliyetleri, 92.

[1035]         Azimli, Hz. Ali, 87-88.

[1036]         Abbott, a.g.e., 151.

[1037]         Taberî, a.g.e., IV, 502; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 128 (T., III, 247).

[1038]         Taberî, a.g.e., IV, 502; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 128 (T., III, 247).

[1039]         Taberî, a.g.e., IV, 502, 509; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 128 (T., III, 247); İbn Kesîr, a.g.e., X, 461 (T., VII, 391).

[1040]         Barlak, a.g.e., 85.

[1041]         Taberî, a.g.e., IV, 502; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 128 (T., III, 247); İbn Kesîr, a.g.e., X, 461 (T., VII, 391).

[1042]         Cevdet Paşa, a.g.e., 413.

[1043]         Azimli, Hz. Ali, 89-90.

[1044]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 129 (T., III, 247); İbn Kesîr, a.g.e., X, 461 (T., VII, 391).

[1045]         Abbott, a.g.e., 152.

[1046]             Seyf b.            Ömer, a.g.e.,            138; Taberî, a.g.e.,                IV, 506; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,    III,      130 (T., III, 249);        İbn

Kesîr, a.g.e., X, 454-455 (T., VII, 388).

[1047]             Seyf b.            Ömer, a.g.e.,            138; Taberî, a.g.e.,                IV, 506; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,    III,      130 (T., III, 249);        İbn

Kesîr, a.g.e., X, 454 (T., VII, 388).

[1048]         Dineverî, süvarilerin başına Muhammed b. Talha’nın geçirildiğini ifade eder. Bkz. Dineverî, a.g.e., 209-210 (T., 199).

[1049]         Dineverî, yayaların başına Abdullah b. Zübeyr’in geçirildiğini ifade eder. Bkz. Dineverî, a.g.e., 210 (T., 199).

[1050]         Dineverî, büyük sancağın da Abdullah b. Haram b. Huveylid’e teslim edildiğini ifade eder. Bkz. Dineverî, a.g.e., 210 (T., 199).

[1051]         Günal, a.g.e., 108. Bkz. İbn Kuteybe, a.g.e., I, 89.

[1052]         Dineverî, a.g.e., 210 (T., 199).

[1053]         Günal, a.g.e., 108. Bkz. İbn Kuteybe, a.g.e., I, 90.

[1054]         Şiblî, a.g.e., III, 346.

[1055]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 129 (T., III, 248-249); İbn Kesîr, a.g.e., X, 455 (T., VII, 388-389).

[1056]         Belâzurî, Ensâb, III, 32-33; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 122 (T., III, 237-238); Barlak, a.g.e., 85.

[1057]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 129; Belâzurî, Ensâb, III, 32-33; Taberî, a.g.e., IV, 488; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 122 (T., III, 237-238); İbn Kesîr, a.g.e., X, 448 (T., VII, 384).

[1058]         Barlak, a.g.e., 85.

[1059]         Günal, a.g.e., 107.

[1060]         Seyf b. Ömer et-Temîmî (ö. 180/796). Râşid Halifeler dönemiyle ilgili bilgi veren tarihçidir. Hayatı hakkında bilgi ve değerlendirme için bkz. Mustafa Fayda, “Seyf b. Ömer”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2009, XXXVII, 27-28. Ayrıca Seyf b. Ömer’in rivayetlerini eleştiren Askerî’ye göre; Seyf b. Ömer’in hayatı, ölümü ve eserleri için bkz. Murtaza’l-Askerî, Abdullah b. Sabâ Masalı, (Çev.: Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul, 1974, 47-51.

[1061]         Seyf b. Ömer’in rivayetleri hakkında bilgi ve farklı değerlendirmeler için bkz. Korkmaz, Tarihin

Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 197-200; a.mlf., “İbn Sebe Rivayetinin Tarih ve Makâlât Türü Eserlere Yansıması”, Dini Araştırmalar Dergisi, X-29, Konya, 2007, 123-139; Kelpetin, Hulefâ-yi Râşidîn Dönemi Tarihi, 311-314;      a.mlf., “Müsteşriklerin Gözüyle Seyf b. Ömer”, Usûl İslâm

Araştırmaları, 10, İstanbul, 2008, 125-140; Fayda, “Seyf b. Ömer”, XXXVII, 27-28; Ethem Ruhi Fığlalı, “Abdullah b. Sebe”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1998, I, 133.

[1062]         Azimli, Hz. Ali, 84. Benzer değerlendirme için bkz. Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 311.

[1063]         Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 62; Azimli, Hz. Ali, 84.

[1064]         Azimli, Hz. Ali, 86-87. Benzer değerlendirme için bkz. Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 311.

[1065]         Azimli, Hz. Ali, 87.

[1066]         Taberî, a.g.e., 509, 511. Benzer rivayet için bkz. Belâzurî, Ensâb, III, 36-37; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 147 (T., III, 269).

[1067]         Azimli, Hz. Ali, 89.

[1068]         Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 256-257, d.n. 1276.

[1069]         Dineverî, a.g.e., 212 (T., 199-200). Benzer rivayet için bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 147 (T., III, 269).

[1070]         Kelpetin, Hulefâ-yi Râşidîn Dönemi Tarihi, 294.

[1071]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 138; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 130 (T., III, 249); İbn Kesîr, a.g.e., X, 455 (T., VII, 388).

[1072]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 138; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 130 (T., III, 249); İbn Kesîr, a.g.e., X, 455 (T., VII, 388).

[1073]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 130 (T., III, 249); İbn Kesîr, a.g.e., X, 455 (T., VII, 388).

[1074]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 138-139; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 130 (T., III, 249-250).

[1075]         Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 59.

[1076]         Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 310.

[1077]         Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 42.

[1078]         Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 310.

[1079]         Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 59.

[1080]         Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 42.

[1081]         Azimli, Hz. Ali, 85.

[1082]         Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 310; Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 59-60; Azimli, Hz. Ali, 85. Bilgi için bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 108-112 (T., III, 220-225).

[1083]         Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 310.

[1084]         Azimli, Hz. Ali, 85; Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 310; Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 60.

[1085]         Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 310-311.

[1086]         Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 59.

[1087]         Mehmet Kubat, “Hariciliğin Doğuşundan Münafıkların Rolü”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VI-4, Samsun, 2006, 144.

[1088]         Kelpetin, “Cemel Vak’ası’na Farklı Bir Yaklaşım”, 33-34.

[1089]         Kelpetin, “Cemel Vak’ası’na Farklı Bir Yaklaşım”, 31-32. Benzer değerlendirme için bkz. Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 252-253.

[1090]         Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 43. Benzer değerlendirme için bkz. Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 60.

[1091]         Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 310.

[1092]         Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 43.

[1093]         Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 42.

[1094]         Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 311.

[1095]         Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 200.

[1096]         Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 197.

[1097]         Fığlalı, “Abdullah b. Sebe”, I, 133.

[1098]         Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 61.

[1099]         Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 311. Benzer değerlendirme için bkz. Azimli, Hz. Ali, 84.

[1100]         Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 198-199.

[1101]         İbn Sebe’yi, gerçekliği olmayan ve bir masal olarak nitelendiren Askerî’nin, Taberî’nin senediyle ilgili tahlili için bkz. Askerî, a.g.e., 40-42. Ayrıca müellifin, İbn Sebe’yi rivayet eden tarihçilerin eserleri ve rivayet hakkındaki değerlendirmesi için bkz. a.mlf., a.g.e., 25-45. Bunun yanında Seyf b. Ömer’in rivayetini aktaranlarla ilgili şema için bkz. a.mlf., a.g.e., 46.

[1102]         Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 43. Benzer değerlendirme için ayrıca bkz. Azimli, Hz. Ali, 85-86; Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 61-62; Günal, a.g.e., 107.

[1103]         Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 61-62.

[1104]         Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 43.

[1105]         Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 199.

[1106]         Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 43.

[1107]         Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 119-200.

[1108]         Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 60.

[1109]         Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 60. Benzer değerlendirme için bkz. Askerî, a.g.e., 19; Âdem Apak, “Fitne Döneminde İbn Sebe’nin Rolü Hakkında Bir Değerlendirme”, UÜİFD, VI-6, Bursa, 1994, 422.

[1110]         Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 60.

[1111]         Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 61. Benzer değerlendirme için bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, Günümüz İslam Mezhepleri, İzmir, 2011, 89; Apak, “Fitne Döneminde İbn Sebe”, 421 v.d..

[1112]         Fığlalı, Günümüz İslam Mezhepleri, 92.

[1113]         Kubat, a.g.m., 141. İlgili yer için bkz. Askerî, a.g.e., 133-145.

[1114]         Kubat, a.g.m., 141. İlgili yer için bkz. Taha Hüseyin, a.g.e., II, 98-102. Bu eserin ilgili bölümünün tercümesi için bkz. Apak, “Fitne Döneminde İbn Sebe”, 421-424; Watt, a.g.e., 72-74; Wellhausen, İslâmiyet’in İlk Devri, 15-16.

[1115]         Kubat, a.g.m., 141.

[1116]         Kubat, a.g.m., 142.

[1117]         Sıddık Korkmaz, Abdullah İbn-i Sebe, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 1996, 64-65.

[1118]         Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 250.

[1119]         Kelpetin, “Cemel Vak’ası’na Farklı Bir Yaklaşım”, 36-37.

[1120]         Taberî, a.g.e., IV, 501; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 126 (T., III, 243); İbn Kesîr, a.g.e., X, 452 (T., VII, 387).

[1121]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 126 (T., III, 242); İbn Kesîr, a.g.e., X, 452 (T., VII, 386-387).

[1122]         Halife b. Hayyât, a.g.e., 181 (T., 226).

[1123]         Dineverî, a.g.e., 209 (T., 198); Ya’kûbî, a.g.e., II, 182.

[1124]         Ya’kûbî, a.g.e., II, 182; Günal, a.g.e., 110.

[1125]         Ya’kûbî, a.g.e., II, 182; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 127 (T., III, 245).

[1126]         Ya’kûbî, a.g.e., II, 182; Günal, a.g.e., 110.

[1127]         Şiblî, a.g.e., III, 346.

[1128]         Günal, a.g.e., 110.

[1129]         Abbott, a.g.e., 152.

[1130]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 139; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 130 (T., III, 250); İbn Kesîr, a.g.e., X, 455 (T., VII, 389).

[1131]         Abbott, a.g.e., 152.

[1132]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 131 (T., III, 250); İbn Kesîr, a.g.e., X, 455 (T., VII, 389).

[1133]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 156; Mes’ûdî, a.g.e., II, 360; Abbott, a.g.e., 152. Mes’ûdî’nin verdiği bilgiye göre; Hz. Ali’nin halife seçilmesiyle Cemel Vak’ası’nın meydana gelmesi arasında 5 ay 21 günlük süre vardır. Bkz. Mes’ûdî, a.g.e., II, 360.

[1134]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 131 (T., III, 250). Apak ve Azimli bu rivayete temkinli yaklaşmaktadırlar. İkisine göre bu rivayet; sahâbeyi kollama amaçlı uydurulmuştur. Değerlendirme için bkz. Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 314-315; Azimli, Hz. Ali, 87-88.

[1135]         Demircan, Fitne, 98.

[1136]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 132 (T., III, 252); İbn Kesîr, a.g.e., X, 462 (T., VII, 392).

[1137]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 140; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 132 (T., III, 252); İbn Kesîr, a.g.e., X, 462-463 (T., VII, 392).

[1138]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 140-141; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 132 (T., III, 252); İbn Kesîr, a.g.e., X, 463 (T., VII, 392).

[1139]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 141; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 132 (T., III, 252); İbn Kesîr, a.g.e., X, 463 (T., VII, 392).

[1140]         Azimli, Hz. Ali, 88.

[1141]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 141; Belâzurî, Ensâb, III, 37; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 132 (T., III, 252); İbn Kesîr, a.g.e., X, 463 (T., VII, 392).

[1142]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 141; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 132 (T., III, 252); İbn Kesîr, a.g.e., X, 463 (T., VII, 392).

[1143]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 141; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 133 (T., III, 252); İbn Ebî’l-Hadîd el-Medâinî, a.g.e., I, 257; İbn Kesîr, a.g.e., X, 463 (T., VII, 392).

[1144]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 141; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 133 (T., III, 252-253).

[1145]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 141; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 133 (T., III, 253).

[1146]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 141; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 133 (T., III, 253).

[1147]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 133 (T., III, 253).

[1148]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 142; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 133 (T., III, 253).

[1149]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 134 (T., III, 253).

[1150]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 142; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 134 (T., III, 254).

[1151]         Barlak, a.g.e., 84.

[1152]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 142; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 134 (T., III, 254).

[1153]         İbn Kesîr, a.g.e., X, 456 (T., VII, 389).

[1154]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 143; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 134-135 (T., III, 254-255).

[1155]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 135 (T., III, 255).

[1156]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 135 (T., III, 255).

[1157]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 143-144; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 135 (T., III, 255); İbn Kesîr, a.g.e., X, 464 (T., VII, 393).

[1158]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 144; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 135 (T., III, 255); İbn Kesîr, a.g.e., X, 464 (T., VII, 393).

[1159]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 144; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 135 (T., III, 255); İbn Ebî’l-Hadîd el-Medâinî, a.g.e., I, 259; İbn Kesîr, a.g.e., X, 464 (T., VII, 393).

[1160]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 135 (T., III, 255); İbn Kesîr, a.g.e., X, 465 (T., VII, 393).

[1161]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 135 (T., III, 255).

[1162]         Bu ifadelerin Vesim b. Amr ed-Dabbî’ye ait olduğu ifade edilmiştir. Bkz. İbn Kesîr, a.g.e., X, 465 (T., VII, 393).

[1163]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 136 (T., III, 256); İbn Kesîr, a.g.e., X, 465 (T., VII, 393).

[1164]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 137 (T., III, 256-257); İbn Ebî’l-Hadîd el-Medâinî, a.g.e., I, 265; İbn Kesîr, a.g.e., X, 465-466 (T., VII, 393).

[1165]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 137 (T., III, 256-257).

[1166]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 145; Belâzurî, Ensâb, III, 39; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 137 (T., III, 257); İbn Kesîr, a.g.e., X, 466 (T., VII, 394).

[1167]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 145; Belâzurî, Ensâb, III, 39; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 137 (T., III, 257); İbn Kesîr, a.g.e., X, 467 (T., VII, 394).

[1168]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 137 (T., III, 258); İbn Kesîr, a.g.e., X, 467 (T., VII, 394).

[1169]         A. Vehbi Ecer, “Abdullah b. Zübeyr’in Halifeliği ve Kurduğu Devlet”, EÜİFD, 10, Kayseri, 1998, 154.

[1170]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 137 (T., III, 258); İbn Ebî’l-Hadîd el-Medâinî, a.g.e., I, 265; İbn Kesîr, a.g.e., X, 467 (T., VII, 394).

[1171]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 137 (T., III, 258); İbn Kesîr, a.g.e., X, 467 (T., VII, 394).

[1172]         İbn Kesîr, a.g.e., X, 476 (T., VII, 400).

[1173]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 131 (T., III, 250); İbn Kesîr, a.g.e., X, 476 (T., VII, 400).

[1174]         Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 314.

[1175]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 131 (T., III, 250-251); İbn Kesîr, a.g.e., X, 476 (T., VII, 400).

[1176]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 147; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 131 (T., III, 251); İbn Kesîr, a.g.e., X, 476 (T., VII, 400).

[1177]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 131 (T., III, 251); İbn Kesîr, a.g.e., X, 476 (T., VII, 400).

[1178]         Ya’kûbî, a.g.e., II, 182; İbn Kesîr, a.g.e., X, 476 (T., VII, 400).

[1179]         İbn Sa’d, a.g.e., VII, 42 (T., VII, 39); Ya’kûbî, a.g.e., II, 182; İbnü’l-Arabî, a.g.e., 154-155; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 132 (T., III, 251).

[1180]         İbn Sa’d, a.g.e., III, 204 (T., III, 252-253); Belâzurî, Ensâb, III, 43-44; Ya’kûbî, a.g.e., II, 182; İbn Kesîr, a.g.e., X, 476 (T., VII, 400).

[1181]         Enfâl, 8/25.

[1182]         İbn A’sem, a.g.e., II, 478-479.

[1183]         Abbott, a.g.e., 154-155.

[1184]         Demircan, Fitne, 98.

[1185]         Azimli, Hz. Ali, 92.

[1186]         İbn Kesîr, a.g.e., X, 476 (T., VII, 400). Ayrıca bkz. Radî, a.g.e., 294-295.

[1187]         İbn Sa’d, a.g.e., III, 204 (T., III, 252).

[1188]         İbn Sa’d, a.g.e., III, 205 (T., III, 253); İbn Kesîr, a.g.e., X, 476 (T., VII, 401).

[1189]         İbn Kesîr, a.g.e., X, 476 (T., VII, 401).

[1190]         İbn Sa’d, a.g.e., III, 205 (T., III, 253); Günal, a.g.e., 117.

[1191]         Ebû Muhammed Talha b. Ubeydillâh b. Osmân et-Teymî el-Kureşî (ö. 36/656). Aşere-i Mübeşşere’dendir. Hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III, 196-206 (T., III, 240-255); Erul, a.g.md., XXXIX, 504-505; Giorgio Levi Della Vida, “Talha”, İA, I-XV, Eskişehir, 1997, XI, 695-696.

[1192]         İbn Sa’d, a.g.e., III, 200 (T., III, 247); İbn Kesîr, a.g.e., X, 477 (T., VII, 401).

[1193]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 131 (T., III, 250); İbn Kesîr, a.g.e., X, 461-462 (T., VII, 391). Farklı ifadelerle ancak aynı konuşma için bkz. Ya’kûbî, a.g.e., II, 182.

[1194]         Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 314-315.

[1195]         Azimli, Hz. Ali, 87-88.

[1196]         İbn Sa’d, a.g.e., III, 103 (T., III, 120).

[1197]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 156; İbn Sa’d, a.g.e., III, 103 (T., III, 120-121); Ya’kûbî, a.g.e., II, 183; Taberî, a.g.e., IV, 534; İbn Kesîr, a.g.e., X, 481 (T., VII, 403).

[1198]         İbn Kesîr, a.g.e., X, 481 (T., VII, 403). Ahnef b. Kays’ın bunu ifade ettiği rivayet edilmektedir. Bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III, 103 (T., III, 120-121); Ya’kûbî, a.g.e., II, 183.

[1199]         İbn Sa’d, a.g.e., III, 104 (T., III, 122-123); İbn Kesîr, a.g.e., X, 481 (T., VII, 403).

[1200]         Belâzurî, Ensâb, III, 49 v.d.; Ya’kûbî, a.g.e., II, 183; İbn Kesîr, a.g.e., X, 481 (T., VII, 403).

[1201]         İbn Kesîr, a.g.e., X, 481 (T., VII, 403).

[1202]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 153; Taberî, a.g.e., IV, 535; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 132 (T., III, 251).

[1203]         İbn Sa’d, a.g.e., III, 98 (T., III, 114); Taberî, a.g.e., IV, 510; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 132 (T., III, 251-252).

[1204]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 132 (T., III, 251-252).

[1205]         İbn Kesîr, a.g.e., X, 482 (T., VII, 404).

[1206]         Dırâr b. Amr Ğatafânî, Kitâbu ’t Tahriş (İlk Dönem Siyasi ve İtikadi İhtilaflarında Hadis Kullanımı), (Thk.: Hüseyin Hansu, Çev.: Mehmet Keskin), İstanbul, 2014, 33.

[1207]         İbn Sa’d, a.g.e., III, 104 (T., III, 122-123); İbn Kesîr, a.g.e., X, 483 (T., VII, 404).

[1208]         Belâzurî, Ensâb, III, 51; Günal, a.g.e., 116.

[1209]         İbn Kesîr, a.g.e., X, 483 (T., VII, 404).

[1210]         Azimli, Hz. Ali, 91.

[1211]         İbn Kesîr, a.g.e., X, 483 (T., VII, 404).

[1212]         İbn Sa’d, a.g.e., III, 104-105 (T., III, 123); İbn Kesîr, a.g.e., X, 482 (T., VII, 404).

[1213]         Şiblî, a.g.e., III, 141.

[1214]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 131 (T., III, 250); İbn Kesîr, a.g.e., X, 461 (T., VII, 389).

[1215]         Azimli, Hz. Ali, 87-88.

[1216]         İbn Sa’d, a.g.e., III, 105 (T., III, 124);

[1217]         İbn Kesîr, a.g.e., X, 484 (T., VII, 405).

[1218]         Ebû Abdillâh ez-Zübeyr b. el-Avvâm b. Huveylid el-Kureşî el-Esedî (ö 36/656). Hz. Peygamber’e ilk iman eden sahâbeden olup Aşere-i Mübeşşere’dendir. Hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III, 93-106 (T., III, 108-124); Mehmet Efendioğlu, “Zübeyr b. Avvâm”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2013, XLIV, 522-524; Neşet Çağatay, “Zübeyr b. el-Avvâm”, İA, I-XV, Eskişehir, 1997, XIII, 635-636.

[1219]         İbn Sa’d, a.g.e., III, 100 (T., III, 117); İbn Kesîr, a.g.e., X, 484 (T., VII, 405).

[1220]         Enfâl, 8/25.

[1221]         Zehebî, a.g.e., III, 504.

[1222]         Hicr, 15/47.

[1223]         İbn Sa’d, a.g.e., III, 105-106, 205-206 (T., III, 124, 254-255); Zehebî, a.g.e., III, 506-507.

[1224]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 138 (T., III, 258).

[1225]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 146; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 138 (T., III, 259); İbn Kesîr, a.g.e., X, 468 (T., VII, 395).

[1226]         Belâzurî, Ensâb, III, 45; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 140 (T., III, 259-260); İbn Kesîr, a.g.e., X, 468 (T., VII, 395).

[1227]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 150; Ya’kûbî, a.g.e., II, 183; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 140 (T., III, 260); İbn Kesîr, a.g.e., X, 468 (T., VII, 395).

[1228]         Murat Bıyıklı, Hazreti Ali’nin Devlet İdaresi, (Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Kayseri, 2001, 111.

[1229]         Kocaışık, a.g.e., 56.

[1230]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 152; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 140 (T., III, 260); İbn Kesîr, a.g.e., X, 468 (T., VII, 395).

[1231]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 151; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 140 (T., III, 260).

[1232]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 151; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 141 (T., III, 260).

[1233]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 141 (T., III, 260); İbn Kesîr, a.g.e., X, 468 (T., VII, 395).

[1234]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 148 (T., III, 270).

[1235]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 155; Belâzurî, Ensâb, III, 44-45; İbnü’l-Cevzî, a.g.e., V, 93; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 141 (T., III, 261).

[1236]         Watt, a.g.e., 15.

[1237]         Demircan, Haricilerin Siyasi Faaliyetleri, 90-91.

[1238]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 155; İbnü’l-Cevzî, a.g.e., V, 93; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 141 (T., III, 261).

[1239]         İbn Kesîr, a.g.e., X, 456 (T., VII, 389).

[1240]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 152; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 141 (T., III, 261); İbn Kesîr, a.g.e., X, 469 (T., VII, 396).

[1241]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 160; Taberî, a.g.e., IV, 544; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 146 (T., III, 267); İbn Kesîr, a.g.e., X, 473 (T., VII, 399).

[1242]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 148 (T., III, 270-271);

[1243]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 149 (T., III, 271).

[1244]         Halife b. Hayyât, a.g.e., 187-191 (T., 233-238).

[1245]         Ya’kûbî, a.g.e., II, 183.

[1246]         Halife b. Hayyât, a.g.e., 186 (T., 233).

[1247]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 156; Taberî, a.g.e., IV, 539; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 142 (T., III, 262); İbn Kesîr, a.g.e., X, 470 (T., VII, 396). Bu 10000 kişiden; Ezd kabilesinden 2000, Yemenlilerden 500, Mudar kabilesinden 2000, Abdülkays kabilesinden 500, Temim kabilesinden 500, Dabbe kabilesinden 1000, Bekr b. Vail kabilesinden 500 kişinin öldüğü rivayet edilmektedir. Bkz. Seyf b. Ömer, a.g.e., 156; Taberî, a.g.e., IV, 539.

[1248]         Makdisî, a.g.e., V, 216.

[1249]         İbn Sa’d, a.g.e., III, 30 (T., III, 33).

[1250]         Cevdet Paşa, a.g.e., 417.

[1251]         Halife b. Hayyât, a.g.e., 186 (T., 232-233).

[1252]         Ya’kûbî, a.g.e., II, 183.

[1253]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 156; Taberî, a.g.e., IV, 539.

[1254]         Abbott, a.g.e., 156.

[1255]             Seyf b.            Ömer,                                                                        a.g.e.,           155; Taberî, a.g.e., IV, 538; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,  III,                                                                              141 (T., III, 261); İbn

Kesîr, a.g.e., X, 469 (T., VII, 396).

[1256]             Seyf b.            Ömer,                                                                        a.g.e.,           156; Taberî, a.g.e., IV, 538; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,  III,                                                                              142 (T., III, 261); İbn

Kesîr, a.g.e., X, 469 (T., VII, 396).

[1257]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 156; Taberî, a.g.e., IV, 538; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 142 (T., III, 261); İbn Kesîr, a.g.e., X, 469 (T., VII, 396).

[1258]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 142 (T., III, 261-262); İbn Kesîr, a.g.e., X, 469 (T., VII, 396).

[1259]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 156; Taberî, a.g.e., IV, 538; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 142 (T., III, 262); İbn Kesîr, a.g.e., X, 469 (T., VII, 396).

[1260]             Seyf b.            Ömer,                                                                        a.g.e.,           156; Taberî, a.g.e., IV, 538; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,  III,                                                                              142 (T., III, 262); İbn

Kesîr, a.g.e., X, 469 (T., VII, 396).

[1261]             Seyf b.            Ömer,                                                                        a.g.e.,           156; Taberî, a.g.e., IV, 538; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,  III,                                                                              142 (T., III, 262); İbn

Kesîr, a.g.e., X, 469 (T., VII, 396).

[1262]         İbn Kesîr, a.g.e., X, 470 (T., VII, 396).

[1263]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 159; İbn Kesîr, a.g.e., X, 470 (T., VII, 396).

[1264]         Demircan, Fitne, 98. Benzer bilgi için bkz. Cevdet Paşa, a.g.e., 417.

[1265]         Ahzâb, 33/6.

[1266]         Galip Türcan, “Hz. Ali’ye İsnad Edilen İtikâdî Yorumların Kelamî Niteliği”, Hazreti Ali - Sempozyum Bildirileri-, İzmir, 2009, 440-441.

[1267]         Azimli, Hz. Ali, 94.

[1268]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 157; Taberî, a.g.e., IV, 539, 541; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 143 (T., III, 262); İbn Kesîr, a.g.e., X, 471 (T., VII, 397).

[1269]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 143 (T., III, 262-263); İbn Kesîr, a.g.e., X, 471 (T., VII, 397).

[1270]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 143 (T., III, 263); İbn Kesîr, a.g.e., X, 471 (T., VII, 397).

[1271]         Mahmut Kelpetin, “Hulefa-yi Raşidin Dönemi Olayları Karşısında Abdullah b. Abbas”, Ekev Akademi Dergisi, 45, Erzurum, 2010, 205.

[1272]         Taberî, a.g.e., IV, 543; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 143 (T., III, 262-263); İbn Kesîr, a.g.e., X, 471 (T., VII, 397).

[1273]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 158; Taberî, a.g.e., IV, 541; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 145 (T., III, 266); İbn Kesîr, a.g.e., X, 470 (T., VII, 396-397).

[1274]             Seyf b.            Ömer,                                                                        a.g.e.,           158; Taberî, a.g.e., IV, 541; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,  III,                                                                              145 (T., III, 266); İbn

Ebî’l-Hadîd el-Medâinî, a.g.e., I, 249; İbn Kesîr, a.g.e., X, 470 (T., VII, 396-397).

[1275]             Seyf b.            Ömer,                                                                        a.g.e.,           158; Taberî, a.g.e., IV, 541; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,  III,                                                                              145 (T., III, 266); İbn

Kesîr, a.g.e., X, 470 (T., VII, 396-397).

[1276]         Kocaışık, a.g.e., 62.

[1277]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 158; Taberî, a.g.e., IV, 541; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 145 (T., III, 266); İbn Kesîr, a.g.e., X, 470 (T., VII, 396-397).

[1278]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 158; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 145 (T., III, 266).

[1279]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 157; Taberî, a.g.e., IV, 539-540; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 143 (T., III, 263); İbn Kesîr, a.g.e., X, 471 (T., VII, 397-398).

[1280]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 143 (T., III, 263).

[1281]         Taberî, a.g.e., IV, 540; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 143 (T., III, 264).

[1282]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 155; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 144 (T., III, 264); İbn Kesîr, a.g.e., X, 471 (T., VII, 398).

[1283]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 144 (T., III, 264).

[1284]         Abbott, a.g.e., 156.

[1285]         Abbott, a.g.e., 156-157.

[1286]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 144 (T., III, 264); İbn Kesîr, a.g.e., X, 472 (T., VII, 398).

[1287]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 160; Taberî, a.g.e., IV, 544; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 144 (T., III, 264-265); İbn Kesîr, a.g.e., X, 472 (T., VII, 398).

[1288]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 160; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 144 (T., III, 265); İbn Kesîr, a.g.e., X, 472 (T., VII, 398).

[1289]         Taberî, a.g.e., IV, 545-546; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 144-145 (T., III, 265);

[1290]         Çelebi, bu konuşmadan hareketle, Hz. Aişe’yle Hz. Ali’nin arasındaki uyuşmazlığın sebebini İfk Hadisesi’ne bağlar. Bkz. Çelebi, Örnek Halifeler Dönemi, 75.

[1291]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 160; Taberî, a.g.e., IV, 544; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 144 (T., III, 264-265); İbn Kesîr, a.g.e., X, 472 (T., VII, 398).

[1292]         Abbott, a.g.e., 158.

[1293]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 160; Taberî, a.g.e., IV, 544.

[1294]         Taberî, a.g.e., IV, 544; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 145 (T., III, 265); İbn Kesîr, a.g.e., X, 472 (T., VII, 398).

[1295]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 159; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 145 (T., III, 265); İbn Kesîr, a.g.e., X, 472 (T., VII, 398).

[1296]         Belâzurî, Ensâb, III, 60.

[1297]         Ahzâb, 33/33.

[1298]         Belâzurî, Ensâb, III, 60.

[1299]         Şiblî, a.g.e., III, 357.

[1300]         Demircan, Fitne, 93.

[1301]         Demircan, Fitne, 98. Kadının lider olamayacağı konusunda ortaya konulan rivayetler ve öne sürülen görüşleri eleştiren Azimli’ye göre; bu konuda Kur’an’da böyle bir işaret yoktur. Bunun yanında rivayet edilen hadisin ise siyasal sebeplerden dolayı uydurulmuştur. Değerlendirme için bkz. Mehmet Azimli, Siyeri Farklı Okumak, Ankara, 2013, 502-512.

[1302]         Şiblî, a.g.e., III, 338.

[1303]         Gazzâlî’ye göre; liderliğin şartlarından biri de, erkek olmaktır. Ona göre; kendisine kadılık görevi verilmeyen ve hükmedilecek birçok konuda şahitlikleri bile alınmayan kadın için liderlik akdi olmaz. Bkz. Muhammed Gazzâlî, Bâtınîliğin İçyüzü (Fedaihu ’l-Bâtıniyye/el-Mustazhırî), (Çev.: Avni İlhan), Ankara, 1993, 114.

[1304]         Şiblî, a.g.e., III, 338.

[1305]         Özkan, “Siyasal-Sosyal Gelişmeler”, 73-74.

[1306]         Özkan, “Siyasal-Sosyal Gelişmeler”, 74.

[1307]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 145 (T., III, 266); İbn Kesîr, a.g.e., X, 472 (T., VII, 399).

[1308]         İbn Sa’d, a.g.e., VII, 42 (T., VII, 39).

[1309]         İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 145 (T., III, 266); İbn Kesîr, a.g.e., X, 472 (T., VII, 399).

[1310]         Seyf b. Ömer, a.g.e., 154; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 145 (T., III, 266).

[1311]         Ya’kûbî, a.g.e., II, 184; İbn Kesîr, a.g.e., X, 491 (T., VII, 409).

[1312]         İbn Kesîr, a.g.e., X, 491 (T., VII, 409).

[1313] Nasr b. Muzahim el-Minkarî, Vak’atu Sıffin, (Thk.: Abdusselam Muhammed Harun), Beyrut, 1990, 3; İbn Kesîr, a.g.e., X, 491 (T., VII, 409). Hz. Ali’nin Kûfelilere irad ettiği hutbe için bkz. Minkarî, a.g.e., 3-4.

[1314]         İbn Kesîr, a.g.e., X, 491 (T., VII, 409).

[1315]         Wellhausen, Arap Devleti, 25; Buse, a.g.m., 294.

[1316]         Demircan, Ali-Muaviye, 71-72; Buse, a.g.m., 294.

[1317]         Günal, a.g.e., 120.

[1318]         Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 41.

[1319]         Demircan, Ali-Muaviye, 71-72; Buse, a.g.m., 294-295.

[1320]         Demircan, Ali-Muaviye, 71-72.

[1321]         Sarıçam, “Hz. Ali’nin Hayatı ve Şahsiyeti”, 23.

[1322]         Demircan, Ali-Muaviye, 72.

[1323]         Demircan, Ali-Muaviye, 72.

[1324]         Demircan, Ali-Muaviye, 72.

[1325]         Wellhausen, Arap Devleti, 25.

[1326] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 315; a.mlf., “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 44; Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 289; Demircan, Fitne, 88.

[1327]         Demircan, Fitne, 88.

[1328] Faris Çerçi, “Mâlik el-Eşter’e Verdiği Ahd-Nâme’ye Göre Hz. Ali’nin Yönetim Anlayışı”, ATAÜİFD, 28, Erzurum, 2007, 91.

[1329]         Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 61.

[1330]         Akbulut, “Hariciliğin Siyasi Görüşleri”, 336.

[1331]         Azimli, Hz. Ali, 96.

[1332]         Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 104.

[1333]         Azimli, Hz. Ali, 96.

[1334]         Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 104.

[1335]                                                                    Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2,          315; a.mlf., “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 44. Benzer

değerlendirme için bkz. Demircan, Fitne, 99.

[1336]         Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 289; Günal, a.g.e., 126.

[1337]         Cihad Tunç, “Kelâm İlminde Büyük Günah Meselesi”, A ÜİFD, XXIII, Ankara, 1978, 328.

[1338] Özkan, “İlk Dönem İslâm Târihi Siyasî Çatışmalarının Dışında Kalmaya Çalışanlar”, 63. Benzer değerlendirme için bkz. Yusuf Şevki Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1993, VII, 321.

[1339] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 315-316. Benzer değerlendirme için bkz. Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 321.

[1340] Özkan, “İlk Dönem İslâm Târihi Siyasî Çatışmalarının Dışında Kalmaya Çalışanlar”, 63 Benzer değerlendirme için bkz. Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 321.

[1341]         Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 53.

[1342]         Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 54.

[1343]         Ahmet Akbulut, “Hz. Muhammed Sonrası İlk Siyasi Krizin Teolojik Yansımaları”, Kelâm Araştırmaları Dergisi, IV-2, Rize, 2006, 2.

[1344]         Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 54.

[1345]         Akbulut, “Hz. Muhammed Sonrası İlk Siyasi Krizin Teolojik Yansımaları”, 2.

[1346]         Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 54.

[1347]         Tunç, “Kelâm İlminde Büyük Günah Meselesi”, 327.

[1348]         Fığlalı, “Hariciliğin Doğuşuna Etki Eden”, 226.

[1349] Tunç, “Kelâm İlminde Büyük Günah Meselesi”, 328; Osman Aydınlı, “Mu’tezile Ekolü Teşekkülü, İlkeleri ve İslâm Düşüncesine Katkıları”, Marife, 3, Konya, 2003, 32.

[1350]         Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 321.

[1351]         Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 54.

[1352]         Fığlalı, “Hariciliğin Doğuşuna Etki Eden”, 226. Mezheplerin ortaya çıkışını etkileyen siyasi nedenler için bkz. a.mlf., İbâdiye’nin Doğuşu, 19 v.d.; a.mlf., “Mezheplerin Doğuşu”, 127-131; a.mlf., Günümüz İslam Mezhepleri, 67-110; Mehmet Öztürk, “Hz. Ali Dönemi Siyasi ve Fıkhi Gelişmelerin Mezheplerin Oluşumuna Etkisi”, AMÜİFD, 1, Amasya, 2013, 84-94. Sosyal nedenler için bkz. Hizmetli, “Îtikâdî İslâm Mezheplerinin Doğuşu”, 653-680; Fığlalı, Günümüz İslam Mezhepleri, 42-67. Fıkhi mezheplerin oluşumuna etkisi için bkz. Öztürk, “Hz. Ali Dönemi Siyasi ve Fıkhi Gelişmelerin Mezheplerin Oluşumuna Etkisi”, 94-100.

[1353] Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 321. Şehristânî, Cemel Vak’ası’nı Hz. Peygamber’den sonra sahâbe arasında çıkan ihtilafların onuncusu olarak değerlendirmektedir. İlgili yer için bkz. Şehristânî, a.g.e., 36.

[1354]         Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 321.

[1355] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 54. Hariciler, Mürcie, Mu’tezile ve Ehl-i Sünnet mezheblerinin iman ve büyük günah meselesi hakkında genel hatlarıyla görüşleri için bkz. Tunç, “Kelâm İlminde Büyük Günah Meselesi”, 325-342.

[1356]         Akbulut, “Hz. Muhammed Sonrası İlk Siyasi Krizin Teolojik Yansımaları”, 9.

[1357]         Akoğlu, “Hâriciliğin Ortaya Çıkmasında Etkili Olan Sosyo-Kültürel Faktörler”, 511, d.n. 33.

[1358]         Akoğlu, “Hâriciliğin Ortaya Çıkmasında Etkili Olan Sosyo-Kültürel Faktörler”, 510-511.

[1359]         Akbulut, “Hz. Muhammed Sonrası İlk Siyasi Krizin Teolojik Yansımaları”, 9-10.

[1360]         Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 321.

[1361]         Mehmet Efendioğlu, “Sahâbe”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2008, XXXV, 496.

[1362]         Fığlalı, “Hâriciliğin Doğuşu”, 245; Muharrem Akoğlu, “Kebîre ve İman Bağlamında Hâricilik-

Mu’tezile İlişkisi”, EÜSBED, II-23, Kayseri, 2007, 318. Hariciliğin doğuşuna etki eden olaylar için bkz. Fığlalı, “Hâriciliğin Doğuşu”, 246-248; a.mlf., “Hariciliğin Doğuşuna Etki Eden”, 219­247; Demircan, Haricilerin Siyasi Faaliyetleri, 31-54.

[1363]                                 Şehristânî, a.g.e.,     109. Kubat’ın değerlendirmesine göre; Haricilik gerçek anlamda referansı,

öncesi olmaksızın veya her hangi bir geleneğe dayanmaksızın ortaya çıkan bir türediler topluluğudur ve genel kabul görmüş İslâmi düşünceden bir sapmadır. Haricilik, münafıkların İslâmiyet’i içten yıkmaya yönelik olarak öncülük edip yönlendirdikleri, önceleri siyasi bir eğilim olarak doğmuşken, sonraları dini bir hüviyete bürünmüş, nasslara fasit anlamlar yükleyen bedevi bir harekettir. Bkz. Kubat, a.g.m., 118, 144. Hariciliğin yapısıyla ilgili bilgi ve değerlendirme için bkz. a.mlf., a.g.m., 115-151.

[1364]         Fığlalı, “Hâriciliğin Doğuşu”, 249.

[1365] Hariciler hakkında genel bilgi için bkz. Eş’ârî, a.g.e., 103-136; Şehristânî, a.g.e., 109-127; Ethem Ruhi Fığlalı, “Hâricîler”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1997, XVI, 169-175; Mehmet Salih Arı, Haricilerin Kurduğu Devlet Rüstemiler, Van, 2009, 27-32; Günal, a.g.e., 229-238. Ayrıca üç yazara ait beş makaleden oluşan kitap halinde sunulan Adnan Demircan, Hâricilik Mezhebinin Doğuşu Bağlamında Din Siyaset İlişkisi, İstanbul, 2000. adlı çalışmaya bakılabilir.

[1366]         Şehristânî, a.g.e., 110.

[1367]         Fığlalı, “Hâricîler”, 173.

[1368]         Fığlalı, Günümüz İslam Mezhepleri, 184-185.

[1369]         Akbulut, “Hariciliğin Siyasi Görüşleri”, 338.

[1370]         Fığlalı, “Hâricîler”, 173.

[1371]         Aydınlı, “Mu’tezile Ekolü Teşekkülü”, 33.

[1372]         Akbulut, “Hariciliğin Siyasi Görüşleri”, 340.

[1373]         Eş’ârî, a.g.e., 102.

[1374]         Eş’ârî, a.g.e., 103.

[1375]         Şehristânî, a.g.e., 111.

[1376]         Şehristânî, a.g.e., 130.

[1377]         Eş’ârî, a.g.e., 103.

[1378]         Bakara, 2/204.

[1379]         Bakara, 2/207.

[1380]         Eş’ârî, a.g.e., 114; Şehristânî, a.g.e., 113.

[1381]         Şehristânî, a.g.e., 113.

[1382]         Fığlalı, "Haricîler”. 173. Akoğlu’na göre; Haricilerin katı görüşlerinin sebebi; İslâm öncesi çöl şartlarında, bedevi kültür yapısından kaynaklanan kodların izdüşümü ve yansımalarıdır. Onların varlığını etkileyen bu kodlar, şüphesiz genel din anlayışının oluşumunda olduğu gibi, kebîre ve iman nazariyelerinin etkilenmesinde de oldukça etkili olmuştur. Bkz. Akoğlu, “Kebîre ve İman Bağlamında Hâricilik-Mu’tezile İlişkisi”, 335-336.

[1383]         Şehristânî, a.g.e., 124. İbâdiyye (İbâzıyye) fırkasının doğuşu ve görüşleri hakkında müstakil bir çalışma için Fığlalı, İbâdiye ’nin Doğuşu adlı çalışmasına bakılabilir. Ayrıca bilgi ve değerlendirme için bkz. Eş’ârî, a.g.e., 114-121; Şehristânî, a.g.e., 123-125; Fığlalı, Günümüz İslam Mezhepleri, 169-186.

[1384]         Akbulut, “Hariciliğin Siyasi Görüşleri”, 338-339.

[1385] Hz. Peygamber’in vefatından sonra devlet yönetiminin Hz. Ali’ye ve onun soyundan gelenlere ait olduğu düşüncesi etrafında birleşen gruplara verilen addır. Şiâ hakkında detaylı bilgi için bkz. Eş’ârî, a.g.e., 35-101; Şehristânî, a.g.e., 135-177; Mustafa Öz, “Şiâ”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2010, XXXIX, 111-114; Ethem Ruhi Fığlalı, İmâmiyye Şiâsı (Câferiyye Mezhebi) Doğuşu, Gelişmesi ve Görüşleri, İstanbul, 1984, 107-157.

[1386]         II. (VIII.) yüzyılın ilk çeyreğinde Kûfe’de ortaya çıkan, Irak, Taberistan ve özellikle Yemen’de varlığını sürdüren ılımlı bir Şiî fırkasıdır. Hakkında bilgi için bkz. Yusuf Gökalp, “Zeydiyye”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2013, XLIV, 328-331.

[1387]         Eş’ârî, a.g.e., 90; Şehristânî, a.g.e., 141.

[1388]         Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 321.

[1389] Akbulut, “Hariciliğin Siyasi Görüşleri”, 340. İmâmeti dinin esaslarından kabul eden, bazen Şiâ ve İsnâaşeriyye ile eş anlamlı olarak kullanılan Şiî fırkaların ortak adıdır. Hakkında bilgi için bkz. Mustafa Öz, “İmâmiyye”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2000, XXII, 207-209.

[1390]         Eş’ârî, a.g.e., 78.

[1391] İslâmiyet’in ilk döneminde ortaya çıkan ılımlı ve uzlaşmacı fikirleriyle tanınan itikadî ve siyasi bir mezheptir. Bu mezhep hakkında bilgi için bkz. Eş’ârî, a.g.e., 137-153; Şehristânî, a.g.e., 129-133; Mehmet Saffet Sarıkaya, İslâm Düşünce Tarihinde Mezhepler, Isparta, 2000, 125-133; Sönmez Kutlu, “Mürcie”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2006, XXXII, 41-45.

[1392]         Şehristânî, a.g.e., 133.

[1393]         Şehristânî, a.g.e., 129.

[1394]         Şehristânî, a.g.e., 129.

[1395]         Aydınlı, “Mu’tezile Ekolü Teşekkülü”, 33.

[1396]         İtikadi meselelerin yorumunda akla ve iradeye öncelik veren bir mezheptir. Bu mezhep hakkında bilgi için bkz. Eş’ârî, a.g.e., 154-228; Şehristânî, a.g.e., 57-83; Sarıkaya, a.g.e., 135-153; İlyas Çelebi, “Mu’tezile”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2006, XXXI, 391-401. Detaylı bilgi ve değerlendirme için Kemal Işık, Mutezile’nin Doğuşu ve Kelâmî Görüşleri, Ankara, 1967. adlı çalışma incelenebilir.

[1397]         Şehristânî, a.g.e., 60.

[1398] Fâsık, ilahi emirlere itaatten ayrılıp asi olan mümin veya kâfir anlamında kullanılan kelâm ve fıkıh terimidir. İlk defa Mu’tezile tarafından büyük günah işleyen kimse için kullanılan fâsık kelimesini Mu’tezile münafık, Hariciler kâfir, Mürcie mümin, Şiâ nimet küfrü içinde bulunan kimse, Selefiyye kâmil olmayan mümin, Eş’ariler büyük cezaya müstahak kişi anlamlarında kullanmışlardır. Bilgi ve değerlendirme için bkz. Yusuf Şevki Yavuz, “Fâsık”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1995, XII, 202-205.

[1399] Şehristânî, a.g.e., 60. Detaylar için bkz. Kemal Işık, “Mu’tezile’nin İlk Kurucusu Vâsıl b. Atâ ve Büyük Günah Meselesi”,AÜİFD, XXIV, Ankara, 1981, 343-349. Mu’tezile mezhebinin büyük günah konusundaki görüşleri için ayrıca bkz. İlyas Çelebi, “Usûl-i Hamse”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2012, XLII, 211; a.mlf., “Menzile Beyne’l-Menzileteyn”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2004, XXIX, 161-162; Sönmez Kutlu, “Va’d ve Vaîd”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2012, XLII, 414-415.

[1400] Şehristânî, a.g.e., 60. Ayrıca bkz. Henry Laoust, İslâm’da Ayrılıkçı Görüşler, (Çev.: Ethem Ruhi Fığlalı), İstanbul, 1999, 67-68.

[1401]         Şehristânî, a.g.e., 60.

[1402]         Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 322.

[1403]         Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâtürîdî es-Semerkandî (ö. 333/944). Mâtürîdiyye mezhebinin kurucusu, müfessir ve fakihtir. Hayatı hakkında bilgi için bkz. Şükrü Özen, “Mâtürîdî”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2003, XXVIII, 146-151; Kemal Işık, Maturîdî’nin Kelam Sisteminde İmân Allah ve Peygamberlik Anlayışı, Ankara, 1980, 7-21; Ahmet Ak, Büyük Türk Âlimi Mâturîdî ve Mâturîdîlik, İstanbul, 2008, 33-38; Mustafa Sait Yazıcıoğlu, “Mâtürîdi Kelâm Ekolü’nün İki Büyük Siması: Ebû Mansûr Mâturîdî ve Ebu’l-Mu’în Nesefî”,AÜİFD, XXVII, Ankara, 1985, 282-287. Mâtürîdî’nin Kelâma dair görüşleri, Tefsir ilmindeki yeri, Fıkıh ve Fıkıh usulündeki yeri hakkında bilgi için bkz. Şükrü Özen-Bekir Topaloğlu, “Mâtürîdî”, DİA, I- XLIV, Ankara, 2003, XXVIII, 151-165.

[1404]         Işık, Maturîdî’nin Kelam Sistemi, 46; Fığlalı, Günümüz İslam Mezhepleri, 144; Ak, a.g.e., 72.

[1405] Bekir Topaloğlu, “Mâtürîdî (Kelâma Dair Görüşleri)”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2003, XXVIII, 155; Ak, a.g.e., 72.

[1406]         Yusuf Şevki Yavuz, “Mâtürîdîyye”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2003, XXVIII, 173.

[1407]         Topaloğlu, a.g.md., 155; Işık, Maturîdî’nin Kelam Sistemi, 46.

[1408]         Topaloğlu, a.g.md., 155.

[1409] “Eğer size yasaklanan(günah)ların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir yere koyarız. ” Nisâ, 4/31.

[1410] “(Ey Muhammedi) Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür. ” Hûd, 11/114. “Ancak tövbe edip de inanan ve Salih ameller işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. ” Furkân, 25/70.

[1411] Topaloğlu, a.g.md., 155. Ebû Hanîfe’nin büyük günah konusunda aynı görüşü için bkz. Ebû Hanîfe Nu’mân b. Sâbit b. Zûtâ b. Mâh, Fıkh-ı Ekber, (Çev.: Hasan Basri Çantay), Ankara, 1985, 11; Fığlalı, Günümüz İslam Mezhepleri, 127.

[1412]         Ebü’l-Hasen Alî b. İsmâîl b. Ebî Bişr İshâk b. Sâlim el-Eş’ârî el-Basrî (ö. 324/935-36). Eş’ariyye

mezhebinin kurucusudur. Hayatı hakkında bilgi için bkz. Eş’ârî, a.g.e.,    19-25 (Çevirmenlerin

Önsözü); Lûtfi Doğan, Ehli Sünnet Kelâmında Eş’arîMektebi, Ankara, 1961, 18-20; Mustafa Sait Yazıcıoğlu,  “Eş’arî’nin Hayatı”,AÜİFD, XXV, Ankara, 1981,       457-476; İrfan Abdülhamid,

“Eş’arî, Ebü’l-Hasan”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1995, XI, 444-447.

[1413] Muhammed b. Ömer b. Hüseyin er-Râzî, Kelâm’a Giriş (el-Muhassal), (Çev.: Hüseyin Atay), Ankara, 1978, 243; Yusuf Şevki Yavuz, “Eş’ariyye”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1995, XI, 452; Fığlalı, Günümüz İslam Mezhepleri, 137. Ayrıca bkz. Doğan, a.g.e., 46-47.

[1414]         Yavuz, “Eş’ariyye”, XI, 452.

[1415]         Yavuz, “Eş’ariyye”, XI, 452; Fığlalı, Günümüz İslam Mezhepleri, 137.

[1416]         Râzî, a.g.e., 244; Fığlalı, Günümüz İslam Mezhepleri, 137. Ayrıca bkz. Doğan, a.g.e., 47.

[1417]         Fığlalı, Günümüz İslam Mezhepleri, 137. Ayrıca bkz. Doğan, a.g.e., 47.

[1418]         Râzî, a.g.e., 245; Yavuz, “Eş’ariyye”, XI, 452.

[1419]         Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 322.

[1420]         Efendioğlu, “Sahâbe”, XXXV, 496.

[1421]         İbn Haldûn, a.g.e., I, 456.

[1422]         Efendioğlu, “Sahâbe”, XXXV, 496. Benzer değerlendirme için bkz. İbn Haldûn, a.g.e., I, 457.

[1423]         Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 322.

[1424]         İbn Haldûn, a.g.e., I, 454.

[1425]         Mustafa Öz, “Vâkıfe”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2012, XLII, 487-488.

[1426]         Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 322.

[1427]         Adil Bebek, “Kebîre”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2002, XXV, 164.

[1428]         Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 322.

[1429]         Münir Hasan Bayatlı, Kur ’an ’da Savaş Olgusu, İstanbul, 2009, 85-92.

[1430]         Şiblî, a.g.e., V, 243.

[1431]         Şiblî, a.g.e., V, 244, d.n. 1.

[1432]         Şiblî, a.g.e., V, 243.

[1433]         Murat Sarıcık, Dört Halife ve Emevîler Döneminde İlginç Problemler, Isparta, 2001, 40.

[1434]         Mâide, 5/32.

[1435]         Sarıcık, Dört Halife ve Emevîler Döneminde İlginç Problemler, 41.

[1436]         Sarıcık, Dört Halife ve Emevîler Döneminde İlginç Problemler, 41.

[1437]         Azimli, Hz. Ali, 98.

[1438] Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 322. Benzer değerlendirme için bkz. İbn Haldûn, a.g.e., I, 455-456.

[1439]         Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 322.

[1440] “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz...” Âl-i İmrân, 3/110.

[1441]         Efendioğlu, “Sahâbe”, XXXV, 492.

[1442] İlgili ayetler; Bakara, 2/143; Âl-i İmrân, 3/172-173; Tevbe, 9/100; Haşr, 59/8-9; Enfâl, 8/74; Fetih, 48/18, 29. Bkz. Efendioğlu, “Sahâbe”, XXXV, 492; M. Cemal Sofuoğlu, “Şia’nın Sahabiler Hakkındaki Bazı Görüşleri”,AÜİFD, XXIV, Ankara, 1981, 530, d.n. 1, 2, 3, 4, 5. Ayrıca sahâbenin fazileti hakkında genel bilgi, değerlendirme, ayet ve hadisler için bkz. Mehmet Efendioğlu, “Fezâîlü’s-Sahâbe”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1995, XII, 534-537.

[1443]         Efendioğlu, “Sahâbe”, XXXV, 492; Sofuoğlu, a.g.m., 531.

[1444]         Efendioğlu, “Sahâbe”, XXXV, 491.

[1445]         Mehmet Efendioğlu, “Sahabe Hukuku ve Ashaba Saygısızlığın Dini Hükmü”, Hadis Tetkikleri Dergisi, VIII-1, İstanbul, 2010, 9; a.mlf., “Sahâbe”, XXXV, 491. Benzer değerlendirme için bkz. Sofuoğlu, a.g.m., 537.

[1446]         Efendioğlu, “Sahâbe”, XXXV, 491.

[1447]         Efendioğlu, “Fezâîlü’s-Sahâbe”, XII, 535.

[1448] Saygısızlık ifadesi; sövmek, hakaret etmek, ayıplamak, iftirada bulunmak, fiziki kusurlarla anlatmak, alay etmek ve hafife almak gibi noksanlık içeren her şey anlamında kullanılmıştır. Bkz. Efendioğlu, “Sahabe Hukuku ve Ashaba Saygısızlığın Dini Hükmü”, 31.

[1449] Efendioğlu, “Sahabe Hukuku ve Ashaba Saygısızlığın Dini Hükmü”, 31. Ehl-i Sünnet ile Şiâ’nın karşılaştırmalı olarak sahâbe hakkındaki görüşleri için bkz. Sofuoğlu, a.g.m., 533-538.

[1450] Efendioğlu, “Sahabe Hukuku ve Ashaba Saygısızlığın Dini Hükmü”, 31. Benzer değerlendirme için bkz. Sofuoğlu, a.g.m., 531.

[1451]         Efendioğlu, “Sahabe Hukuku ve Ashaba Saygısızlığın Dini Hükmü”, 31.

[1452]         Günal, a.g.e., 126.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar