CEMEL VAK’ASI (36/656)
Hazırlayan: Erol YAPRAKDAL
ÖNSÖZ
Hz.
Peygamber’in izinden hareket eden ve İslâmiyet’in ilk temsilcileri olan Râşid
Halifeler, bu dönemde de Kur’ân ve Sünnet’i sonraki nesillere aktarma görevini
en iyi şekilde yerine getirmeye çalışarak İslâmiyet’i Arap coğrafyası dışına
taşıyıp yayılmasını sağladılar.
Hz. Ebû Bekir,
Hz. Ömer devri ile Hz. Osman devrinin ilk altı yılı, Hz. Peygamber’in dönemi
gibi iç sorunlar yaşanmadan fetihlerle geçti. Ancak Hz. Osman döneminin son
altı yılında Müslüman toplumunda bir takım nedenlerden dolayı iç problemler baş
göstermeye başladı. Bu problemlere yerinde ve zamanında müdahale edilmediği ya
da edilemediği için sorunlar git gide büyüdü ve neticesinde Müslümanların meşru
halifesi Hz. Osman bir iç isyan sonucu şehit edildi. Büyük yankı uyandıran bu
olayın, sorunları çözmesi bir yana, var olan sorunları daha da derinleştirdiği
görülmektedir.
Beklenmedik
bir şekilde Hz. Osman şehit edilince Medinelilerin büyük çoğunluğunun
desteğiyle halife seçilen Hz. Ali, büyük sorunlarla karşı karşıya kaldı. Hz.
Ali’nin acilen çözmesi gereken sorunların başında; Hz. Osman’ı şehit eden
asilerin cezalandırılması ve Müslümanlar arasındaki fitnenin ıslah edilmesi
geliyordu. Ancak asilerin hüküm sürdüğü başkentte bu sorunları hemen çözmek
biraz zor olduğu için Hz. Ali, şartların olgunlaşmasını beklemeyi tercih etti.
Bu zor şartlarda Hz. Ali’nin yanında durması gereken Hz. Talha ve Hz. Zübeyr
gibi önde gelen bazı sahâbe, Mekke’de Hz. Aişe’nin önderliğinde bir araya
gelerek, Ali’ye karşı harekete geçtiler. Cemel Ashâbı olarak ifade edilen bu
muhalif grup, başta Ümeyye oğulları olmak üzere birçok yerden aldığı maddi ve
manevi destekle Basra’ya doğru hareket ederek Cemel Vak’ası’na sebep oldular.
Başta Hz. Talha ve Hz. Zübeyr olmak üzere binlerce Müslüman’ın öldüğü bu savaş,
meşru halife Hz. Ali’nin zaferiyle sonuçlanmış olsa da, bu netice iki tarafı da
yaralamıştır.
Müslümanlar
arasındaki ilk iç savaş olarak ifade edilen bu hadise, Hz. Aişe’nin devesinin
etrafında meydana geldiği için Cemel Vak’ası (Deve Olayı) olarak anılmaktadır.
CEMEL
VAK’ASI ÖNCESİ GELİŞMELER
İslâm dininin anlaşılmasında referans olarak kullanılan Hz.
Peygamber ve Râşid Halifeler dönemi,[1] her yönüyle incelenmesi ve değerlendirilmesi gereken bir devirdir.[2]
Râşid
Halifeler dönemi, Hz. Peygamber’in hayatta olmadığı ancak onun eğitimi altında
yetişen sahâbenin aktif rol üstlendiği bir dönemdir. Bu durum, Râşid Halifeler
döneminin belirgin özelliği olup bu dönemde meydana gelen gelişmelerdeki etkin
rol bu unsura aittir.[3]
Râşid
Halifeler dönemiyle ilgili değerlendirmelerde kimileri Hz. Peygamber’in
aralarında olmadığı bu toplumu, kutsallık çizgisine taşıyıp meydana gelen
olumsuz hadiselerden onları uzak tutma çabası içine girmiştir. Öte yandan
kimileri de bu dönemde ortaya çıkan ve uzun yıllar Müslümanları üzüntüye boğan
olayların faturalarını bu insanlara keserek eleştiri seviyesini ileri noktalara
götürmüşlerdir. Bu iki değerlendirmeyi aşırı bulan diğer bir yaklaşım ise;
ortaya çıkan olayları, ilâhi iradenin tecellisi olduğundan hareketle büyük bir
saygı ve sevgi ile anılan bu insanları, olaylardan uzak tutma gayreti içine
girmiştir.[4]
Hz. Ebû Bekir[5] ve Hz. Ömer[6]
dönemiyle Hz. Osman[7] döneminin ilk altı yılı
fetihlerle geçerken, Hz. Osman döneminin son altı yılı ile Hz. Ali[8] döneminin neredeyse tümü iç
karışıklıklarla geçti.
Hz. Peygamber
vefat ettikten sonra halife seçilen Hz. Ebû Bekir, Ridde olaylarını
bastırdıktan7 8 [9] sonra Suriye ve Irak üzerine
ordular gönderdi.[10] Hz. Ömer döneminde fetihler
devam ederek İslâm toprakları daha da genişledi.[11]
Ayrıca bu dönemde sahâbenin önde gelenleri hayatta olduğu için önemli konular
bunlarla istişare ediliyor, bu mekanizmayla kamu düzeni sağlanıyor ve bundan
dolayı hiç kimse bu dönemde halifeye karşı çıkmıyordu. Bu dönemde; Muhammed b.
Ebû Bekir, Muhammed b. Ebî Huzeyfe, Abdullah b. Zübeyr, Mervân b. Hakem ve Saîd
b. Âs gibi genç, iktidar ve istidad sahibi kişiler kendi istihkaklarından daha
fazla bir şey istemeye cesaret edemiyorlardı.[12]
Bilindiği gibi
Hz. Ömer şehit edildikten sonra[13] Hz. Osman halife seçildi.[14] Hz. Osman’ın halife
seçilmesi, İslâm tarihinde siyasal anlamda yeni bir dönemin başlangıcı olarak
değerlendirilmektedir.[15]
On iki yıllık
halifeliği boyunca Hz. Osman’ın altı yıllık ilk dönemi, Hz. Ömer dönemindeki
gibi düzen ve sükûnetle devam etti.[16]
Hatta bu dönemde Hz. Osman’ın Müslümanlara Hz. Ömer’den daha sevimli geldiği
rivayet edilmektedir. Çünkü Hz. Osman Müslümanlara Hz. Ömer’den daha yumuşak
davranıyordu.16 [17] Ancak şu var ki, Hz. Osman
dönemi, seleflerinin dönemi gibi sadece parlak zaferlerin olduğu dönem değil,
aynı zamanda Müslümanları derinden yaralayan, üzücü olayların da meydana
geldiği bir dönem olarak ifade edilmektedir.[18]
Bundan dolayı, bu dönemin ikinci altı yılı İslâm toplumunun hiç de görmeye
alışık olmadığı görüntülere sahne olduğu belirtilmektedir.[19]
Müslümanların
ruh dünyasında uzun süre ürkütücü bir etki bırakan ve ilk dönem Müslümanlarının
şahit oldukları siyasi çalkantıların yoğun olarak yaşandığı, özellikle Hz.
Osman’ın şehit edilmesiyle birlikte başlayan, Cemel Vak’ası gibi olaylarla
devam eden, Müslümanları dinî ve siyasi olarak kamplara bölen, daha sonra da
Sünnî-Şiî ihtilafının derinleşmesiyle birlikte gelecek nesilleri derinden
etkileyen bu buhranlı dönem fitne dönemi olarak değerlendirilmektedir.[20]
Hz.
Peygamber’in vefatından yaklaşık yirmi yıl kadar sonra başlayan fitne süreci,
İslâm dünyasının birkaç yılını alan büyük bir olaydır. Dolayısıyla etkisi de
ona göre büyük oldu. Öyle ki fitne sürecinin artçı sarsıntıları yıllarca
hissedilmiştir.[21]
Hz. Osman,
halifeliği döneminde yaşlandığından dolayı bazı hırslı akrabaları için onun o
mevkide olması bir fırsattı.[22] Zamanla bu akrabaların bir
kısmı[23] Hz. Osman döneminde halifenin
toleranslı tutumundan yararlanıp[24] çok önemli mevkilere gelerek[25] devletin önemli kilit
noktalarını ellerine geçirip İslâm toplumunun aristokrat tabakası haline
geldiler.[26]
Hz. Osman
Mekke’nin ileri gelen ailelerinden Ümeyye oğullarına[27]
mensuptu.[28] Bu aile, Medine’deki İslâm
toplumuyla daha az kaynaşmış[29] ve zamanında Hz. Peygamber’e
muhalefet edenlerin başında geliyordu. Ancak şunu belirtmek gerekir ki Hz.
Osman onlar gibi değildi. O, Hz. Peygamber’in sahâbesinden olup dindar bir
insandı.[30] [31]
Zamanla özellikleri
ve beklentileri değişen Müslüman toplumunun ağırlaşan sorumluluğu karşısında
hilm ve hoşgörü özelliği ağır basan Hz. Osman’ın liderliği yeterli olamamış,
bundan dolayı kimileri bu dönemdeki olayların sorumluluğunu Hz. Osman’a
yüklemeye çalışırken kimileri de onu bu sorumluluktan uzak tutmaya gayret
etmiştir.
Ümeyye
oğullarından bazı kimselerin Hz. Osman dönemindeki bazı hareketleri, sahâbenin
ileri gelenlerinden bazılarını rahatsız edip memnuniyetsizliğe sebep oluyordu.
Bunların başında ise; Hz. Ali’yle birlikte Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr
gelmektedir.[32]
Aslında
buradaki sorunun, halifeliğin kaybolan siyasi otoritesi altında farklı beklenti
ve düşüncelere sahip Müslümanların bu durumunun kontrol altına alınamamasından
kaynaklandığı ifade edilmektedir. Yoksa Hz. Osman’a yöneltilen eleştirilerin
çoğu bu fitneyi izah etmekte yetersiz kalacacağı açıktır.[33]
Özellikle bu
konuda Hz. Osman’a kıyasla çok daha farklı icraatları olan Hz. Ömer’e,
halifeliği döneminde kimse itiraz etmemekteydi. Hâlbuki Hz. Osman da Hz. Ömer
kadar âlim, müçtehit ve hüküm sahibi bir liderdi. Demek ki asıl sorun, Hz.
Osman’ın kişiliğinden daha çok siyasi otoritenin zayıflaması ve bozulmasından
kaynaklandığı söylenebilir. Hz. Osman’a yöneltilen eleştiriler ise olsa olsa
fitneyi harekete geçiren bir gerekçe olarak görülüp bu şekilde
değerlendirilebilir.[34]
Ümeyye
oğullarının Hz. Osman dönemindeki kamuoyunu rahatsız eden bazı aşırı
hareketleri bir karşı tepkiyi, muhalefeti zarûri kılmaktaydı ve neticede
beklenen muhalefet oldu.[35] Müslüman toplumunda Hz. Osman
döneminde ilk defa yönetime karşı meydana gelen tepkiler başkaldırıya dönüşmüş
ve[36] evini günlerce kuşatan asiler
tarafından basılarak Hz. Osman şehit edilmiştir.[37]
Hz. Osman’ın
şehit edilmesi, İslâm tarihinde bir dönüm noktası[38]
olmakla birlikte bu olay süreç içinde gelişmiştir.[39]
İbn Haldûn, Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle birlikte fitne kapısının açıldığını
ifade etmektedir.[40] Aslına bakılırsa; Hz. Osman
döneminde ortaya çıkan fitne, bir anda ortaya çıkmış değildir. Fitne, her ne
kadar onun şehit edilmesiyle birlikte zirveye çıkmış olsa da ondan önceki
olaylarla bağlantılı olan bir süreçtir.[41]
Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra ortaya çıkan iç çatışmalar sonucu
Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberlik bozulmuş, neticede bu kavgaların
açtığı yaralar bir daha tam anlamıyla tedavi edilememiştir.[42]
Hz. Osman
şehit edildikten sonra halife seçilen Hz. Ali döneminde ise; siyasi ayrışmalar
ve iç kargaşalar başka bir boyutta varlığını devam ettirmiştir.[43] Hz.Ali’nin taraftarları, onun
Hz. Peygamber’in meşru halefi olduğunu, fakat seleflerinin onun hakkını elinden
aldıklarını iddia ederken,[44] Hz. Ali’ye muhalif olanlar
ise; onu, Hz. Osman’ın katilleriyle birlikte görüp ya da Hz. Ali’yi bu olaya
engel olmayarak Hz. Osman’ı şehit edilmekten kurtarmamakla itham ettiler.[45]
Genel olarak
akıllı bir danışman, vefakâr ve sadık bir dost, iyi bir savaşçı ve faziletli
bir düşman olarak tanınan Hz. Ali,[46]
İslâm tarihine mâl olmuş ve dinî gruplar tarafından kabul gören bir kişiliktir.[47]
Bazı
değerlendirmelere göre; Hz. Ali, her türlü fazilete sahip olmasına rağmen,
karar verme ve öngörü gibi vasıfları az olan bir liderdi. O, devlet yönetimiyle
ilgili bazı çirkin ve acı gerçekleri benimseyecek fıtratta bir insan değildi.
Belki de bu
yüzden savaşmayı bir hile olarak sayan rakipleri tarafından mağlup edilmiş ve
halife olarak bütün Müslümanlar tarafından otoritesi kabul görmemiştir.[48]
Aslında hem
Hz. Osman hem de Hz. Ali döneminde meydana gelen fitnenin arka planında, İslâm
toplumunda meydana gelen siyasi, sosyal ve ekonomik değişim ve dönüşümün ortaya
çıkardığı birtakım sorunlarla birlikte yönetim biçimi ve idarecilerin izlediği
politikaların etkisi de olduğu ifade edilmektedir.[49]
Bu durumu, şu olay özetlemektedir: “Adamın biri, birgün Hz. Ali’ye;
‘Müslümanların hali neden böyle! Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer iş başındayken kimse
onlara muhalefet etmediği halde sen iş başına gelince neden Müslümanlar kendi
aralarında ihtilafa düştüler?’ diye sordu. Bunun üzerine Hz.
Ali de: ‘Çünkü Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer benim gibi dürüst kimseler üzerinde
halifeydiler. Bugün ise ben senin gibi kimseler üzerinde halifeyim.’ dedi.”[50]
HZ. OSMAN DÖNEMİNDEKİ KARIŞIKLIKLAR
Hz. Osman,
halife olarak yetkisi gereği pekçok siyasi karar alıp uygulamıştır. Ancak onun
bu uygulamalarından bazıları kamuoyunda kabul gördüğü gibi bazıları da şiddetle
eleştirilmiştir.[51]
Hz. Osman’ın
izlediği politika ve o dönemde meydana gelen olaylar sebebiyle Hz. Osman’ın
halifeliği iki döneme ayrılmaktadır: Altı yıllık ilk dönem (24-29/644-649);
“iyi idare” ve “sükûnet” dönemi, altı yıllık ikinci dönem (30- 35/650-655) ise;
“kötü idare” ve “karışıklık” dönemi olarak ifade edilmektedir.[52]
Cömert,
yumuşak huylu ve alçak gönüllü kişiliğiyle ön plana çıkan Hz. Osman’ın, selefi
Hz. Ömer kadar dirayetli olamaması ve bunun yanında Kureyş kabilesinin ileri
gelenlerini pek çok konuda serbest bırakması gibi birtakım nedenler, onun
döneminde fitnenin ortaya çıkmasına sebep olduğu söylenebilir.[53] Çünkü fitne, Hz. Osman’ın
şehit edilmesiyle birlikte zirveye ulaşmış olsa da aslında önceki gelişmelere
bağlı olarak gelişen bir süreç olduğu ifade edilebilir.[54]
Hz. Osman
döneminde ortaya çıkan muhalefeti sadece ona karşı tutumun bir yansıması olarak
değerlendirmek yanlış olur. Aslında Hz. Peygamber döneminden itibaren alınan
bazı kararların sonraki yıllarda yeni durum ve vasatlarda bazı sorunlar
üreterek fitne sürecine etkisi olduğunu ifade etmek mümkündür.[55]
Hz. Osman’ın
halifeliğinin son zamanlarında onun uygulamalarından rahatsız olan merkez
dışındaki Basra,[56] Kûfe[57]
ve Mısır halkından oluşan büyük bir kitlenin Hz. Osman’ın halifelikten
ayrılmasını isteyerek ona isyan bayrağını açması,[58]
önceki iki halife döneminde cereyan etmeyen önemli bir hadiseydi.[59]
Halife Hz.
Osman’ın, kendi döneminde hem Ensarı hem de Muhacirleri ihmal ederek Ümeyye
oğullarına öncelik verdiği ifade edilmektedir.[60]
Ümeyye oğullarının nüfuzunun artmasından duyulan rahatsızlık, kişisel ya da
kabilevî istek ve beklentilerin karşılanmaması, hatta kıskançlık gibi birtakım
nedenlerden dolayı[61] Ensar ve Muhacirler
Hz. Osman’ın politikalarını eleştirmeye ve zamanla ondan desteklerini çekmeye
başladılar. Bu durum Mısır, Basra ve Kûfe’den Medine’ye gelen asilerin daha
rahat bir biçimde hareket etmelerini sağladı.[62]
Şiblî’ye göre;
Hz. Osman’a karşı memnuniyetsizliğin sebebi, Arapların eski yaşam tarzıdır.
Onun değerlendirmesine göre; Araplar öteden beri bir otoriteye bağlı kalmayı
leke sayıp ve çölün serbest havası içinde rahat hareket ederlerdi. İslâmiyet
insanları eşit kabul ettiği için İslâmiyet’le birlikte kabilelerin hepsi eşit
konuma gelmişlerdi. Sahâbenin önde gidenleri bu kurala riayet ediyorlardı;
ancak sahâbeden sonra gelen bazı idareciler bu kuralı ihmal ederek birtakım
imtiyazlar elde etmeye çalıştılar. Bu durum, diğer Araplara ağır geldi.[63] Bunun yanında Hz. Osman
döneminde Kureyş kabilesinin bazı gençleri, kabile duygusunu tahrik edecek
davranışlarda bulunarak diğer Arap kabilelerini rahatsız ettiler. Diğer
kabileler ise; Hz. Peygamber’den sonra fethedilen yerlerin yalnız Ümeyye
oğulları ya da Kureyşliler tarafından değil de bütün Araplar tarafından
fethedildiğini dile getirip aynı haklara sahip olduklarını düşünüyorlardı.
Ancak bu kabileler, hak ettikleri konumu elde edemeyince isyan hareketine
destek verdiler.[64]
Dûri’ye göre;
Hz. Osman döneminde meydana gelen olayların en önemli nedeni; kabilelerin
Kureyş kabilesine karşı isyanı ve İslâmi akıma kabilecilik akımının galip
gelmesidir. Ona göre; Hz. Osman, İslâm toplumunun gelişmesi ve koşulların
değişmesinin bir sonucu doğan şartların kurbanı olmuştur.[65]
Ensar, Hz.
Osman döneminde aktif olarak asileri desteklemese de tarafsız kalarak onların
işini kolaylaştırdığı ifade edilmektedir.[66]
Aslında Hz. Osman’ın şehit edilmesine giden süreçte aktif olarak ona muhalefet
eden pek kimse olmadığı gibi[67] aynı zamanda
yönetimle yakın ilişki içinde olan az sayıda Medineli haricinde Hz. Osman’dan
yana tavır alan pek kimse de yoktu.[68]
Hem asiler hem
de asilerin eylemlerine karşı çıkmayarak bir nevi onlara destek veren Ensar,
Hz. Osman’ın şehit edilmesinden ziyade onun halifelikten ayrılmasının daha
doğru olacağını düşünüyorlardı.[69] Hz. Osman’ın evi
kuşatıldığında Medine’de yaşayan Ümeyye oğulları dışında binlerce Müslüman
gelişmelere karşı duyarsız davranmış ve kimse asilere karşı yeterince
direnmemiştir.[70]
Ümeyye
oğulları dışındaki Kureyşlilerin suskunluğu ise, siyasi bir tutum olup asileri
cesaretlendirmiştir. Buna rağmen, Hz. Osman’ın şehit edilmesinde Kureyşlilerin
aktif rol oynadıklarını iddia etmek güçtür.[71]
Hakikaten ilginçtir ki Kureyş kabilesinden Muhammed b. Ebî Huzeyfe[72] ile Muhammed b. Ebû Bekir[73] dışında pek kimse muhalifler
arasında yer almamıştır. Ancak gelişmeleri yakından takip ediyorlardı.73 [74] Aslında Hz. Osman’ın Said b.
Âs ve Mervân b. Hakem gibi Ümeyye oğullarına mensup gençlere yüksek makamlar
verip onları tercih etmesi, Muhammed b. Huzeyfe ve Muhammed b. Ebû Bekir gibi
Kureyşli gençlerin muhalefet cephesinde yer almasına sebep olmuştur.[75]
Hz. Ali’yle
birlikte Hz. Aişe, Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve önde gelen sahâbe yeri geldikçe Hz.
Osman’ın uygulamalarını emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker çerçevesinde
eleştiriyorlardı.[76] Özellikle Hz. Ali Hz. Osman’a
alınması gereken tedbirleri açık yüreklilikle söyleyip ona telkinlerde
bulunuyordu.[77] Ancak onların bu tutumu, Hz.
Osman’a karşı oluşan muhalefeti beslediği de bir gerçektir.[78]
Emevî-Hâşimî
rekabetinin yeniden canlandığı Hz. Osman’ın halifeliği döneminde, Hz. Ali
muhaliflerin lideri olarak görülmüş ve Hz. Osman aleyhindeki hareketlerde adı
sık sık geçmiştir. Ancak o, buna rağmen Hz. Osman’a karşı gerçekleştirilen
faaliyetlere doğrudan veyahut dolaylı olarak katılmamış ve bu hususta kendisine
yapılan tekliflere de itibar etmemiştir.[79]
Olaylar başladığı sıralarda kötü gidişatın
önüne geçmek için Hz. Osman,[80] toplumda yapılan
haksızlık ve zulümlerin ortadan kaldırılması, Müslümanlar arasındaki birliğin
sağlanması hususlarında, aktif rol almayı tercih eden Hz. Ali’ye,[81] danışmıştır. Hz.
Ali ona vali ve memurlarını ehliyetli kişilerden seçmediğini, hâkimlerin
haksızlık yaptıklarını ifade edip bundan dolayı fitnenin meydana geldiğini
ifade etmişse de[82] yine de Hz. Osman’ın isteği
üzerine asilerle Hz. Osman arasındaki problemlerin çözümünde arabuluculuk
yapmış ve muhtemel isyan girişimini önlemeye gayret etmiştir.[83]
Şu var ki, Hz.
Osman’ın evi kuşatıldığı sırada Hz. Ali de dâhil olmak üzere Medinelilerden hiç
kimse sorunu çözmek için aktif rol almamış ya da alamamıştır. Hz. Ali’nin
başlarda aktif rol aldığı ancak Mervân b. Hakem’in tutumundan dolayı geriye
çekildiği ifade edilse de onun geride durmasını gerektirecek ne gibi
faktörlerin etkili olduğu konusunda net bir bilgi yoktur.[84]
[85] Belki de Hz. Ali’nin yeterince
etkin olamamasından dolayı onun tüm iyi niyetli çabalarına rağmen Ümeyye
oğulları, Hz. Osman döneminde meydana gelen olayların sorumluluğunu onun üstüne
yıkmaya çalışmışlardır.
Ama şunu da belirtmekte fayda vardır: Medine’de bulunan
sahâbenin bir kısmı, Hz. Ali de dâhil, ya kendileri ya da çocukları vasıtasıyla
Hz. Osman’ı korumaya çalışmışlar ancak yine de Hz. Osman’ın şehit edilmesine
engel olamamışlardır. Hz. Osman şehit edildikten sonra Medine’nin asayişi asilerin
eline geçmiştir.[86] Muhtemelen o sırada Hz. Osman’ın halifelikten indirilmesinden
memnuniyet duyacak birtakım Medineliler, işlerin bu noktaya varacağını hesap
edememişlerdi.[87] Dolayısıyla Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra bu olgunun çok
boyutlu etkileyenleri ve çok boyutlu etkilerinin olması kaçınılmazdı.[88]
Hz.
Peygamber’in vefatından sonra müminlerin annesi[89]
Hz. Aişe,[90] Râşid Halifeler döneminde
meydana gelen ve Müslümanları doğrudan ilgilendiren gelişmeler karşısında oldukça
duyarlı davranmıştır. Ancak onun bu dönemdeki gelişmeler karşısındaki tutumu
farklılık arz etmiştir. Bunun nedeni de, önemli oranda halifelerin izledikleri
politikalar ve değişen siyasal-sosyal şartlar olduğu ifade edilmektedir.90
[91]
Hz. Ebû Bekir
ve Hz. Ömer döneminde her iki halifeyle münasebetleri karşılıklı saygı ve
anlayışa dayanıp siyasete pek müdahil olmayan Hz. Aişe,[92]
siyasi otoritenin zayıflamaya başladığı Hz. Osman döneminde ise, olup bitenlere
muhalefet etme gereği duymuştur.[93] Hz. Osman’ın özellikle
halifeliğinin son zamanlarında, toplumsal ve siyasal açıdan yaptığı bazı
hataları, Hz. Aişe ona açıkça ifade etmiş ve muhalefetini sert bir şekilde
ortaya koyduğu ifade edilmektedir.[94] Hatta bu zaman diliminde
muhalifleri destekleyen Hz. Aişe,[95]
Na’sel lakabını verdiği[96]
Hz. Osman’ı istifaya çağırmak suretiyle iktidar karşıtı sözlü muhalefetin
lideri konumuna geldiği ileri sürülmekte[97] ve Na’sel’i öldürün bile
dediği ifade edilmektedir.[98]
Ayrıca Hz. Aişe, bir gün Hz. Peygamber’in saçlarını ve gömleğini sakladığı
yerden çıkarıp bunlar eskimedi ama sünneti eskidi diyerek Hz. Osman’a tepki
gösterdiği de rivayet edilmektedir.
Erkocaaslan,
Hz. Aişe hakkındaki bu rivayetlerin doğru olmadığını ileri sürmektedir.[99] [100]
Halifeliğinin
son günlerinde asiler Hz. Osman’ın evini kuşatarak onun evden çıkmasına engel
oldukları gibi suyunu da kestiler.[101]
Kestikleri su, zamanında Hz. Osman’ın satın alıp Müslümanların hizmetine
sunduğu Rûme kuyusuydu.[102] Hz. Osman’ın suyu bitince
bizzat kendisi[103] Hz. Ali başta olmak üzere Hz.
Talha, Hz. Zübeyr, Hz. Aişe ve Hz. Peygamber’in diğer hanımlarına haber
göndererek yardım istedi.[104]
Hz. Ali hemen
harekete geçerek Hz. Osman’a su götürmeye çalıştı ancak asiler Hz. Ali’ye engel
oldular. Hz. Ali bu duruma öfkelenerek asilerle tartıştı ve sinirlenerek
başındaki sarığı çıkarıp yere fırlattı.[105]
Hz. Peygamber’in eşlerinden Ümmü Habibe[106]
de Hz. Osman’a su ulaştırmaya çalıştı. Ancak asiler ona da engel oldular. Hatta
daha da ileri giderek Ümmü Habibe’ye kaba davranıp eziyet ettikleri de rivayet
edilmektedir.[107] Asiler Abdullah b. Selam, Ebû
Hureyre, Zeyd b. Sâbit, Sa’d b. Ebû Vakkâs[108]
gibi önde gelen sahâbeyi de rahatsız edecek davranışlarda bulunmuşlardı.
Asilerin hareketlerinden rahatsız olan önde gelen sahâbenin Medine’yi terk
ettiği ifade edilir.[109]
Rivayetlerde
asilerin Hz. Osman’ı şehit etmek istedikleri ifade edilmektedir. Buna göre;
Mâlik b. Eşter, kuşatma sırasında Hz. Aişe’nin yanına giderek onun bu konudaki
fikrini öğrenmek istedi. Hz. Aişe ise, bu kadar ileri gidilmesini istemediği
için halifenin öldürülmesi yolundaki fikri reddederek, “Allah bunu yapmayı
yasaklamıştır.” ve “Müslümanların kanının akıtılması ve imamlarının öldürülmesi
için emir veremem.” diye yanıt vermiştir.[110]
Hz.
Osman’ın öldürülmesinin açıkça dile getirildiği Medine’de muhalefette aktif bir
rol alan Hz. Aişe, hiçbir şekilde Hz. Osman’ın kanlı bir darbe ile devrilmesini
istemediği[111]
anlaşılmaktadır.
Medine’de Hz.
Osman’ın evinin etrafında kuşatma devam ederken Hz. Aişe, hac yolculuğu için
hazırlıklara başladı.[112] Hz. Osman da Hz. Aişe’nin
asiler üzerindeki siyasi ağırlığını ve etkisini iyi bildiğinden[113] ve belki de Hz. Aişe’nin onun
kanının dökülmesine karşı Mâlik b. Eşter’e söylediklerinin de farkında olarak[114] ondan yardım talep etti.[115] Bunun için Mervân b. Hakem,
Zeyd b. Sabit ve Abdurrahman b. Attab’ı[116]
Hz. Aişe’yi ikna etmeleri için gönderdi. Onlar Hz. Aişe’ye: “Ey müminlerin
annesi! Bu süreçte Medine’de kalman daha faydalı olur.[117]
Sefere çıkmaktan vazgeç, gördüğün gibi müminlerin emiri kuşatılmıştır.
Senin onların yanındaki mevkiin sayesinde[118]
şu asiler senden çekinirler.[119] Belki Allah, bu vesileyle
ondan şu belayı def eder.”[120] dediler.
Asilerin
yapacakları kötülüklerden onları alıkoyma yeteneğini kendisinde görme konusunda
bazı endişeleri[121] olan Hz. Aişe: “Kendilerine
düşüncelerimi açıkladığım takdirde Ümmü Habibe’ye yaptıkları gibi bana da
eziyet etmelerini[122] ve sonra beni koruyacak hiç
kimseyi bulamamamı ister misiniz? Asla. Vallahi onuruma böyle bir leke
sürdüremem. Bunların işinin ne zaman sona ereceğini bilmiyorum.[123] Sütümü sağdım,
unumu eledim artık; burada kalamam.”[124]
diyerek bu teklifi reddetti.
Mervân b.
Hakem, Hz. Aişe’yi ikna edemeyince: “Ve Kays, milleti bana karşı alevledi ve
sonra memleket alev alev yanarken o kaçtı.”[125]
dedi. Bunun üzerine Mervân b. Hakem ile Hz. Aişe arasında tartışma çıktı. Hz.
Aişe ona: “Ey bana şiirle temsil getiren kişi! Vallahi şunu isterdim: Sen ve
arkadaşın ayağınıza birer değirmen taşı bağlansaydı da denize atılsaydınız.”[126] diyerek sert bir cevap verip
tavrını ortaya koydu.
Hz. Aişe,
asileri fiili olarak desteklemese de onlara engel olabilecek bir konumda olduğu
halde onlara engel olmak istemediği ifade edilmektedir.[127]
[128] Aslında Hz. Aişe, bu olayları
başından savmak konusunda sıkıntı yaşadığı ifade edilmektedir. Zira Hz. Aişe
bir anlamda iki arada bir derede kalmıştı. Bunun için o, içinden Hz. Osman’ı
savunmak ya da onun düşmanlarıyla sonuna kadar birlikte hareket etmek
istemiyordu.
Hz. Aişe Hz.
Osman’ın yardım talebini geri çevirdikten sonra kardeşi Muhammed b. Ebû Bekr’i
kendisine yolculukta refakat etmesi için ikna etmek istedi ancak başarılı
olmadı. Bunun üzerine Hz. Aişe: “Vallahi eğer gücüm yetseydi bu adamları yapmak
istediklerinden alıkoymaya çalışırdım.” dedi. Bu durum karşısında Kâtip
Hanzala, Muhammed b. Ebû Bekir’e: “Müminlerin annesi seninle hacca gitmek
istiyor da sen ona uymuyorsun. Bu Arapların kurtlarına Allah’ın helal kılmadığı
bir konuda onlara tabi oluyorsun değil mi? Vallahi eğer bu işler, yarışmaya
bırakılacak
olursa Abdümenâf oğulları mutlaka sana galip gelirler.”[129]
diyerek onu eleştirdi.
Hz. Aişe de bu
arada hazırlıklarını tamamlayıp Mekke’ye doğru yola çıkarak hacca gitti.[130] Böylece Hz. Aişe Medine’nin
üzüntülü sahnelerini kendi haline bırakarak, kalbinde hem Hz. Osman’a hem de
asilere duyduğu kızgınlıkla şehirden uzaklaştı.[131]
Ancak buna rağmen Hz. Aişe’nin, Hz. Osman şehit edildikten sonra bazı
Müslümanları Hz. Osman’ı yalnız bırakmakla itham etmiş[132]
olması onu kendi kendisiyle çelişkiye düşürmüştür.
Bu arada Hz.
Osman İbn Abbas’ı[133] hac emiri olarak
görevlendirdi.[134] İbn Abbas, onu korumak için
Medine’den ayrılmak istemediyse de Hz. Osman bu teklifi kabul etmeyerek onu
Mekke’ye gönderdi.[135]
Hac kafilesi
Sulsul denilen yerde mola verince İbn Abbas Hz. Aişe’nin yanına giderek Hz.
Osman’ın durumunu konuştu. Hz. Aişe, Hz. Osman’ın halifelikten alınması ve onun
yerine de Hz. Ebû Bekir tarafından belirlenmiş olan yolu izleyeceğini tahmin
ettiği Hz. Talha’nın halife seçilmesi gerektiğini ifade etti.[136] Bunun üzerine İbn
Abbas: “Ey Ana! Eğer Hz. Osman’a bir şey olursa halk kimseye sığınmayacak bizim
arkadaşımıza Hz. Ali’ye sığınacaktır.” deyince Hz. Aişe kızarak: “Sakin ol!
Senin övünmelerinin ve tartışmalarının hiçbirisini istemiyorum.”[137] diyerek onu
susturdu.
Hz. Aişe hacca
gittikten bir müddet sonra Hz. Osman, evini kuşatan asiler tarafından Medine’de
18 Zilhicce 35/17 Haziran 656[138] yılında kendi evinde şehit
edildi.
Hz. Osman’ın
şehit edildiği haberini Mekke’deyken alan Hz. Aişe, asilere lanet okumuş[139] ve Ebû Süfyan’ın Bedir’de
kabilesini talihsizliğe uğrattığı gibi Hz. Osman’ın da kabilesini bahtsızlığa
uğratacağını ifade etmiştir.[140] Hz. Aişe’nin bu infialinden
hareketle onun asilere vermiş olduğu dolaylı desteğin ve yapmış olduğu
muhalefetin bu noktaya geleceğini tahmin etmediği anlaşılmaktadır.[141]
Hz. Aişe’nin
Hz. Osman’ı haktan uzaklaşmakla suçlayıp onu halifelikten ayrılmaya davet
etmesi ve kritik bir dönemde Mekke’ye gitmesi, onun Hz. Osman’a olan
muhalefetini ve bu muhalefetin derecesini göstermesi[142]
açısından oldukça önemlidir.
Bu bilgiler
ışığında şu çıkarımlarda bulunmak mümkündür:
Hz. Aişe, Hz. ^Osman’ın bazı icraatlarına karşı çıkmış ve
itirazlarını açıkça ifade etmiştir.
Hz. Aişe, fiilen olmasa da sözlü olarak asilerin yanında
yer almıştır.
Hz. Osman, evi kuşatma altındayken asilere karşı Hz.
Aişe’nin nüfuzundan yaralanmak istemişse de Hz. Aişe ondan yardımını esirgemiş
ve en zor zamanında onu yalnız bırakıp Mekke’ye gitmiştir.
Hz. Aişe, Hz.
Osman’ın şehit edilmesini istememiştir; ancak halifelikten çekilmesini
istemiştir.
Hz. Osman
döneminde iç karışıklıkların ortaya çıkmasına ve halifenin şehit edilmesine
sebep olduğu ileri sürülen bazı nedenler şunlardır:[143]
Hz. Osman’ın Hac
ibadeti esnasında namazı iki rekât yerine dört rekât kılması,[144]
Hz. Osman’ın bazı
sahâbeye karşı tepki toplayan tutumu,[145]
Hz. Osman’ın Hz.
Peygamber’in mührünü Eris Kuyusuna düşürmesi,[146]
[147]
Hz. Osman’ın devlete
ait hayvanların beslenmesi için bazı arazileri kamulaştırması,
Hz. Osman’ın
Abdullah b. Mes’ud’un[148] mushafını yaktırması,[149]
Hz. Osman’ın Mervân
b. Hakem’i kâtip yapması ve Mervân b. Hakem’in keyfî hareket etmesine müdahale
etmemesi,
Hz. Osman’ın yapılan
haklı uyarıları dikkate almaması,
Ve asıl en önemlisi Hz. Osman’ın aleyhinde ileri sürülen
iddialardan en çok dedikoduya sebep olan şey; onun ehliyetsiz kimseleri vali
tayin etmesi dolayısıyla Müslümanların işlerini bozmasıdır. Hâlbuki Hz. Ömer,
zamanında Hz. Osman’ı bundan sakınması için uyarmıştı. Ancak Hz. Osman bu
nasihati ihmal ettiğinden dolayı fitne kopmuş ve Müslümanlar huzursuz olmuştur.
Hz. Osman kendi akrabaları Saîd b. Âs, Abdullah b. Âmir gibi kimseleri vali
tayin etmiştir.[150] Özellikle de daha önce
irtidat etmiş olan Abdullah b. Sa’d b. Ebi Serh[151]
ile içki içtiği iddia edilen Velîd b. Ukbe[152]
gibi kamuoyu vicdanını rahatsız eden akrabalarına valilik görevini vermesi ve
valilerinin keyfî davranmalarına karşılık onlara yaptırım uygulamaması[153] gibi icraatları fitneye sebep
olduğu ifade edilmektedir.[154]
Bunlar dışında
Hz. Osman’ı şehit etmek üzere gelen asilerin İbn Sebe tarafından organize
edildikleri iddiası da kaynaklarda geçmektedir. Ancak bu iddiayı destekleyecek
yeterli ve ikna edici delil yoktur. Bunun yanında asileri bir araya getiren ve
onları birleştiren ruhun ne olduğu hususunda o dönemle ilgili ciddi bir
inceleme yapılamadığından dolayı eldeki verilerden hareketle ikna edici düzeyde
bu olguyu çözmek mümkün görünmemektedir.[155]
Hz. Osman
hakkında bu tür eleştirilerin zikredilmesinin temel amacı onu töhmet altında
bırakarak onun hakkındaki olumsuz düşünceleri çoğaltmak ve şehit edilmesine
neden olan olaylar zincirinin haklılığını kanıtlamaktır.[156]
Yoksa yukarıda zikredilen sorunlardan hiç biri onun şehit edilmesine sebep
olabilecek nitelikte değildir.
Hz. Osman’ın
şehit edilmesi, ondan sonra meydana gelen olayların kaynağını teşkil eden
önemli siyasi olaylardan birisidir.[157]
Her şeyden önce meşru halife toplumsal bir isyan sonucunda şehit edilmiştir.[158] Bundan sonra Müslümanları
uzun süre meşgul edecek iktidar mücadelesi ve siyasi ayrışma gibi sancılı bir
dönem başlamıştır.[159] Ayrıca tartışılan siyasi
otoritenin tamamen kaybolmasına neden olan[160]
bu olay, fetihleri frenlediği gibi Müslümanların birlik ve beraberliğine gölge
düşürüp,[161] onları iç karışıklığa ve
birbirleriyle hesaplaşmaya sevk etmiştir. Mezhep kavgalarının, toplumda
gruplaşmanın, siyasi otoriteyi ele geçirme mücadelesinin ortaya çıkmasına da
sebep olmuştur.[162]
Hz. Osman’ın
şehit edilmesi ve onu takip eden süreçte Müslümanlar, siyasi olarak; Hz. Ali
taraftarları, Ümeyye oğulları taraftarları ve tarafsızlar olmak üzere üç gruba
ayrıldılar.[163] Söz konusu siyasi çekişmeler
ise, genel hatlarıyla Ümeyye oğulları ile Hz. Ali taraftarları arasında
yaşandı.[164] İşte göreve gelen Hz. Ali’nin
ilk görevi bu problemleri çözmek olacaktı.[165]
Ancak bu huzursuz ortam, Hz. Ali’nin halifelik görevini layıkıyla yerine
getirmesine engel oldu.[166]
Hz. Osman’ın şehit edilmesine karşı gösterilen o günkü infial
ve tepki, halifenin Müslümanlarca şehit edilmesine yönelik olduğu
belirtilmelidir. Bunun ötesinde, günümüzdeki duygusal yaklaşımın, o dönemde
yaşayan Müslümanlar için belirleyici olmadığını söylemek mümkündür. Hz.
Osman’nın sahâbeden olması ve Hz. Peygamber’in damadı olarak bugün sahip olduğu
karizmanın o gün için mevcut olduğunu söylemek güçtür. Bu olaylara katılan
asiler, Hz. Osman’a karşı bugün duyduğumuz hisleri taşımıyorlardı.[167] Şayet bu hisleri taşımış olsalardı bu tür üzücü hadiseler meydana
gelmezdi.
Müslüman
toplumunun, Hz. Peygamber’in vefatından sonraki önemli siyasi meselelerinden
biri; kimin halife olacağı meselesiydi.[168]
Çünkü Hz. Peygamber, vefat etmeden önce Müslümanları yönetmek üzere hiç kimseyi
tayin etmediği[169] gibi kendisinden sonra da
devletin başına geçecek halifenin nasıl ve ne şekilde belirleneceği, kimin
halife olacağı, bunun görev ve sorumluluklarını yerine getirmediği takdirde
sorunun nasıl çözüleceğiyle ilgili Kur’an ve Hadis’te de açık ifadeler
bulunmuyordu.[170] Bundan dolayı halifeyi
belirleme görev ve sorumluluğu Müslümanların iradesine kalmıştı.[171] Ancak o günkü şartlarda köklü
bir devlet geleneğine sahip olmayan Müslümanlar[172]
arasında hilafet için birtakım anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Ve bu anlaşmazlıklar
köklü tartışmalar halini alarak Müslümanlar arasında mezhepsel bölünmelere
kadar yol açtı.[173]
Hz. Osman
şehit edildikten sonra Müslümanlar lidersiz kaldı. Hz. Osman ise, yerine
kimseyi bırakamamıştı.[174] İsyana maruz kalan ve idaresi
çökertilen Medine’de o sırada tam bir kaos yaşanmaktaydı.[175]
Gerek Medinelilerde gerekse isyancılarda tam bir şaşkınlık hali vardı.[176] Cevdet Paşa, bu durumu; Ebû
Zer el-Gifârî’nin Şam’dan gelirken Medinelileri zevk ve sefa içinde görünce;
“Medinelileri ölüm ve yağma ile müjdele.” sözünün ortaya çıkışı olarak ifade
eder.[177] Bu süre zarfında el- Ğafikî
b. Harb Medine’de beş gün yöneticilik yaptı.[178]
Asiler boşalan
hilafet makamının bir an önce doldurulması için yeni halifenin belirlenmesinde
aktif rol oynadılar.[179] Genel olarak Müslümanların
beklentisi, Şûra üyelerinden birisinin halife olmasıydı.[180]
Tabiatıyla asiler için halifenin kim olacağı ve onlara karşı tavrının nasıl
olacağı çok önemliydi.[181]
Hz. Osman
şehit edildikten sonra halifeliğe layık görülen adaylar: Hz. Ali başta olmak üzere
Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve Sa’d b. Ebû Vakkâs’dı.[182]
Asilerin
hilafet makamına, zamanında Hz. Osman’ı eleştiren ve kendilerine karşı çıkmayan
Şûra üyelerinden birisini seçmek istedikleri belirtilmektedir.[183] Bu Şûra üyeleri ise; Hz. Ali
ile Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’di.[184] Asilerin çoğu bunların
arasından öncelikle Hz. Ali’yi halife seçmek istiyorlardı. Medine’deki
sahâbenin ve diğer Müslümanların beklentileri de bu yönde olduğu ifade
edilmektedir. Zaten Hz. Ali Hz. Osman’ın evi kuşatma altındayken Medine’de siyasi
otoritenin yetkilerini kısmen kullanmaya
başlamıştı.
Hz. Ali’nin
halife seçilmesiyle ilgili iki farklı rivayet vardır. Birinci rivayete göre;
Hz. Osman şehit edildikten sonra Medinelilerin büyük çoğunluğu Hz. Ali’nin
halife olmasını istiyordu. Bunun yanında daha sonra baskı altında biat
ettiklerini iddia eden Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de Hz. Ali’ye ilk biat
edenlerdendir. Hatta Hz. Ali onları önerdiği halde onlar halifeliği kabul
etmemişlerdir.
İkinci rivayet
ise; iki türlüdür. Bu rivayetin birinci varyantı, yukarıdaki rivayetle
benzerlik gösterirken ikinci varyantı, farklıdır. İkincisine göre; Hz. Ali
dışında Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de halifelik teklifini kabul etmeyince Hz. Sa’d
b. Ebû Vakkâs ile Abdullah b. Ömer’e de halifelik teklif edilmiş onlar da kabul
etmemişlerdir. Bunun üzerine ısrarlar sonucu halifeliği kabul eden Hz. Ali’ye,
Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de kılıç zoruyla biat etmişlerdir.
Kaynaklarda
iki rivayet de geçmektedir. Ancak ilk rivayet biraz daha ön plana çıkmaktadır.
Çoğu araştırmacı da genellikle ilk rivayeti tercih ettikleri görülmektedir.[185] [186]
İlk rivayete
göre; Hz. Osman şehit edildikten sonra Medineliler Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’le
birlikte Hz. Ali’nin yanına giderek kendisini halife seçmek istediklerini
söylediler.[187] Hz. Ali halife olmak istemediğini,
böyle bir ortamda halife olmaktansa vezir olmanın daha uygun olacağını söyledi.[188] Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Sa’d
b. Ebû Vakkâs ile Bedir Ashâbı’ndan hayatta kalan sahâbenin bu göreve daha
uygun olduklarını belirterek teklifi reddetti. Ancak ismi zikredilen sahâbe bu
görevi üstlenmek istemeyince Medineliler tekrar Hz. Ali’ye gelip ısrarla bu
görevi üstlenmesini istediler. Hz. Ali de mescitte herkesin huzurunda biat
yapılması koşuluyla teklifi kabul etti. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr dâhil sahâbenin
büyük bir kısmı mescitte Hz. Ali’ye biat ettiler.[189]
İkinci
rivayete göre ise; Hz. Osman şehit edildikten sonra Müslümanlar arasında yeni
halifenin kim olacağı konusunda ihtilaf çıktı. Anlaşılan o ki Hz. Osman’ı şehit
etmek konusunda kararlı olan asilerin ondan sonra yerine kimin halife olacağı
konusunda net bir planları yoktu.[190]
Asilerin Hz. Osman’ı şehit edebilecek güçte olmaları, istedikleri kişiyi halife
seçebilecekleri anlamına gelmiyordu. Çünkü seçilecek halifenin itaat
edilebilir, Kureyşli ve o günkü şartlarda Medineliler tarafından seçilmiş
olması gerekiyordu.[191] Bundan dolayı asiler,
Müslümanların kendilerinden birinin halifeliğini kabul etmeyeceğini
bildiklerinden dolayı, sebep oldukları kaosu ortadan kaldırmak amacıyla
kendilerinden birini halife olarak atamaya tevessül etmeden sahâbenin önde
gelenlerine halifelik teklifini götürdüler.[192]
Rivayete göre;
Mısırlılar Hz. Ali’yi halife seçmek istiyorlardı ama Hz. Ali onları reddeti.
Basralılar Hz. Talha’yı seçmek istiyorlardı ama o bu teklifi kabul etmedi.
Kûfeliler de Hz. Zübeyr’i halife seçmek istiyorlardı ancak onu da bulamadılar.[193] Asiler Hz. Ali, Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr’den beklediklerini alamayınca Sa’d b. Ebû Vakkâs’a teklif götürdüler
ancak o, teklifi reddetti. Abdullah b. Ömer’e[194]
gidip ona halifeliği teklif ettiler, o da reddetti. Asiler kime gittilerse de
kimse bu konuda onlara olumlu cevap vermedi.[195]
Halife
seçmeden şehirlerine döndüklerinde, insanların yönetim konusunda anlaşmazlığa
düşmelerinden ve onları olaylardan sorumlu tutacaklarından korkan[196] ve zor durumda
kalan asiler, Medinelilere baskı kurmaya başladılar. Tehditler savurarak halife
seçim krizini çözmelerini istediler. Şayet bir çözüm bulamazlarsa başta Hz. Ali
olmak üzere Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Sa’d b. Ebû Vakkâs ve Abdullah b. Ömer gibi
sahâbenin önde gelenlerinden birçok kişiyi öldüreceklerini söylediler.[197]
Kötü gidişatın
önüne geçmek zorunda kalan Medineliler de yaptıkları görüşmeler sonunda
halifelik için Hz. Ali’nin adı üzerinde karar kıldılar. Hz. Ali’ye giderek
Müslümanların başına gelen felaketi, asilerin sebep olduğu kaosu anlatarak bu
durumdan kurtulmak için onu halife seçmek ve ona biat etmek istediklerini
söylediler.[198] Hz. Ali de kendisini bırakıp
başkasına gitmelerini tavsiye etti ve bu görevle insanların kalplerini
birleştirmek ve onların akıllarını bir noktada toplamanın mümkün olmadığını
söyledi.[199]
Medineliler
Hz. Ali’yi ikna etmek için çok ısrar ettiler. Müslümanların içinde bulunduğu
durumu, fitnenin vardığı boyutu anlatarak onu ikna etmeye çalıştılar. Israrlar
karşısında Hz. Ali: “Yalnız şunu iyi biliniz ki ben size bu konuda icabet ettim
ve bildiklerimi uygulayacağım. Beni bu konuda yalnız bırakırsanız ben de sizden
bir fert olurum. O zaman başa geçireceğiniz kimseye en çok itaat eden birisi
olurum.” diyerek onların teklifini kabul etti.[200]
Orada bulunanlar hemen biat temek istediler ancak Hz. Ali gizli bir şekilde
değil de mescitte herkesin kabul edebileceği bir ortamda kendisine biat
edilmesi gerektiğini söyledi.[201] Sonraki gün Müslümanlar Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’le birlikte mescitte toplanarak Hz. Ali’ye biat ettiler.[202]
Hz. Ali bir
gün sonra cuma günü tekrar mescide gidip minbere çıktı. Hz. Ali, halife seçme
yetkisinin Müslümanlardan başka kimsede olmadığını, kendisine kalabalık bir
şekilde gelip ısrarla kendisini halife seçmek istedikleri için bu görevi kabul
ettiğini, şayet isterlerse hemen bu görevden vazgeçebileceğini söyledi.
Oradakiler de fikirlerinden vazgeçmediklerini söylediler. Bunun üzerine Hz. Ali
Allah’a hamd ederek bu görevi üstlendi. Seçilmiş halife olarak Müslümanlara hutbe
okudu.[203]
Hz. Ali
Medinelilerin biati sonucu halifelik makamına gelmesine rağmen[204] bu biat,
seleflerine yapılan biatlerden tamamen farklıdır.[205]
Çünkü bu biat, tüm İslâm coğrafyasını temsil etmiyordu.[206]
Sebebi ise, Hz. Osman şehit edildikten sonra huzur ve asayişten mahrum bir
ortamda yapılmış olmasıdır.[207] Erkocaaslan’a göre; asilerden
çekindikleri için Medineliler, Hz. Ali’nin halifeliğini meşru görmedikleri
halde ona itiraz edememişlerdir.[208]
Hz. Ali’nin
selefleri Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman döneminde Medine’nin biati tüm
İslâm coğrafyasının biatini temsil ediyordu.[209]
Çünkü o biatlerde herhangi bir baskı unsuru yoktu. Ancak bu biatte Medine’ye
hâkim olan isyancı grubun baskısı hissedilmektedir.[210]
Yine bu biatte, diğer biatlerden farklı olan başka bir yön de, bazı
Medinelilerin biat etmeden Şam’a veya istemeyerek biat eden bir grubun Mekke’ye
gitmiş olma ihtimalidir.[211] Ancak gerek Hz. Ali’nin
seçildiği ortam, gerekse dönemin şartları diğer bölgelerin de biatini zorunlu
kılıyordu.[212] Çünkü İslâm
dünyası kısmen bölünmüş durumdaydı.[213]
İbn Haldûn’un
verdiği bilgiye göre; Hz. Osman şehit edildiğinde Müslümanlar farklı şehirlerde
olduğu için herkes Hz. Ali’nin biatında hazır bulunmamıştı. Medine’de hazır
bulunanlar arasında ise, önde gelen sahâbenin de aralarında bulunduğu bir grup,
bütün Müslümanların bir imam etrafında birleşip üzerinde ittifak edene kadar
biatten uzak durmuşlardı. Bunun yanında farklı şehirlere dağılmış Müslümanlar
da Hz. Ali’ye biat etmekten vazgeçmiş ve halifenin seçilmesi için Müslümanlar
arasında toplanacak bir şûranın oluşmasını beklemişlerdi. Onlara göre; ehl-i
hal ve’l-akd sahipleri olmadan biat olmazdı. Ayrıca biatte bulunan az bir
Müslümanın biati kimseyi bağlamıyordu. Bundan hareketle biat etmeyenler;
Müslümanların lidersiz kaldığını, ortada anarşi ve kaosun olduğunu ileri
sürerek öncelikle Hz. Osman’ı şehit edenlerin cezalandırılması ve daha sonra
Müslümanların bir araya gelerek halifeyi seçmeleri gerektiğini ifade
ediyorlardı. Bunlara karşı Hz. Ali de, kendisine yapılan biatin tam ve meşru olduğunu,
Hz. Peygamber’in şehri ve Müslümanların yurdu Medine’de bulunan Müslümanların
kendisine biat ettiklerini, dolayısıyla biat etmeyenlerin de kendisine biat
etmeleri gerektiğini ileri sürmüştür.[214]
Neticede gerek
Hz. Ebû Bekir’in ve gerekse Hz. Osman’ın halife seçildiği dönemde bu göreve
talip olduğu açıkça görülen Hz. Ali, bu defa aynı göreve kendisinin isteği ve
rızası olmadan zorla gelmek gibi bir kaderle karşı karşıya kaldı.[215] Şüphesiz böyle istenmedik
şartlarda idareyi ele almak hem Hz. Ali için[216]
hem de Müslümanlar için fevkalade bir şansızlıktı. Ayrıca bazı
Müslümanların Hz. Peygamber mescidinde Hz. Ali’ye biat etmemeleri İslâm’daki
Ulu’l-emr’e itaat müessesesinin ilk kez zarar görmesine sebep olmuştur.[217]
Gölpınarlı’ya
göre; önde gelen bazı sahâbenin Hz. Ali’ye biat etmemesi, onu halifeliğe layık
görmemelerinden dolayı değil, sadece o günkü şartlarda hiçbir tarafa uymayıp
tarafsız kalmayı daha uygun bulduklarındandır. Nitekim bunların bir kısmı daha
sonra biat etmiş, bir kısmı da biat etmediklerine pişman olmuşlardır.[218]
Hz. Ali,
halife olarak ilk hutbesini şöyle irad etti: “Allah insanlara doğru yolu
gösteren, her türlü hayrı ve şerri açıklayan bir kitap indirmiştir. Sizler bu
kitapta yazılı olan hayırları alınız ve zikredilen şerlerden uzak durunuz. Allah’ın
size farz kılmış olduğu emirleri yerine getiriniz ki onlar sizi cennete
iletsin. Allah sizlere meçhul olmayan bazı şeyleri haram kılmıştır. Müslüman’ın
kanının haram kılınmasını da diğer bütün haramlar üzerine üstün tutmuştur.
Müslümanların haklarını da bir arada kenetlenmek ve samimiyetle İslâm’a
sarılmakla düzenlemiştir. Müslüman, Müslümanların elinden ve dilinden sâlim
olduğu kimsedir. Müslüman’ın kanı gerekli haller dışında hiç bir şekilde
dökülemez. İnsanların hukukuna riayet ediniz. Özellikle ölümü iyi hatırlayınız.
İnsanlar sizin önünüzde duruyorlar. Fakat sizin arkanızda sizi tehdit eden bir
kıyamet saati vardır. Dünya mallarından ne kadar hafif yükler yüklenirseniz
diğerlerine o kadar çabuk varırsınız. İnsanlar kendilerini izleyen en sonuncuları
bile bekleyip duruyorlar. Şu yeryüzünde Allah’ın kullarının hakları konusunda
Allah’tan korkunuz. Her türlü ufak şeylerde hayvanlara karşı olan
davranışlarınızda bile sorumlu olacaksınız. Her konuda Allah’a itaat ediniz ve
ona isyan etmeyiniz. Bir yerde hayır gördüğünüz zaman onu mutlaka alınız. Şer
gördüğünüz zaman da ondan uzak olmaya çalışınız.” dedikten sonra şu ayeti
okudu:[219] “O vakti hatırlayın ki siz
yeryüzünde güçsüz ve zayıf idiniz. İnsanların sizi kapıp götürmesinden
korkuyordunuz. Derken Allah sizi barındırdı, yardımıyla destekledi ve sizi
temiz şeylerden rızıklandırdı ki şükredesiniz.”[220]
Seyf b.
Ömer’in rivayetine göre; Hz. Ali bu hutbesini tamamladıktan sonra İbn Sebe
grubuna mensup Mısırlılar aşağıdaki şiiri okuyarak Hz. Ali’ye suikast düzenleyeceklerini,
onu da Hz. Osman gibi şehit edeceklerini îma ederek tehdit ettiler:[221] [222]
“Sen bu
söylediklerini kendine al ve tedbirli ol, ey Hasan’ın babası.
Biz yönetimi,
yuları çeker gibi elimizde tutar ve idare ederiz.
Rüzgârı
andıran aslanlar gibi hücum ederiz.
Elde
kılıçlarla süt kalıntısı gibi oluruz.
Kementlerle
yumuşakça hükümdarı vururuz.
222
Öyle ki, hiç
yorulmaksızın hedefe varırız.
Hz. Ali ise;
onların bu tehditlerine karşı, işlerini yoluna koyunca onların hakkında
geleceğini îma ederek:[223] “Eğer âciz kalır ve kendimi
savunamazsam. Ondan sonra akıllıca davranır ve tutumumu sürdürürüm. Yerde
sürümekte olduğum eteğimi kaldırır ve dağınık işleri toparlayıp düzeni
sağlarım. Eğer başkanlarınca desteklenmeyen ve tez elden ortaya çıkmayan fitne
beni meşgul etmezse ya da üzerime gelen silahlar karşısında beni savunmasız
bırakmazlarsa düzeni sağlarım.”[224] diye cevap verdi.
Korkmaz, Seyf
b. Ömer’in bu rivayetini değerlendirirken tutarsızlıklarla karşılaştığını ifade
ediyor. Ona göre; o günkü şartlarda İbn Sebe ve grubuyla Hz. Ali’nin karşılıklı
şiir okumaları, mantıklı görünmemektedir. Şayet böyle bir durum meydana
gelmişse dahi bu grup Mısırlılar ya da Basralılar olabilir. Ancak şu var ki,
Seyf b. Ömer’e göre; Mısırlı İbn Sebe grubu Hz. Ali’nin vasiliğini benimsiyorlardı.
Bu ise, tutarsızlığı ortaya koymaktadır. Bunun yanında bu dönemde İbn Sebe
grubuna mensup kişilerin isimlerinden söz edilmemesi fırka olarak İbn Sebe
grubunun kimliğini şüpheye düşürmektedir.[225]
Hz. Ali’nin
baskı sonucu halife seçilmesi, ileride onun iktidarının meşruiyeti meselesinin
gündeme getirilmesine neden olmuştur. Hz. Ali elbetteki böyle olumsuz şartlar
altında halife seçilmek istemiyordu. Ancak o günkü şartlar, fitne ortamında onu
halife olmaya zorlamıştır.[226]
Asıl faaliyet
dönemi, Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra başlayan Hz. Ali[227] halife olunca büyük bir
yönetim kriziyle karşı karşıya kaldı.[228]
Hz. Ali iç kargaşanın hâkim olduğu, Müslümanların birliğinin parçalanmaya
başladığı ve toplumda düzenin bozulduğu bir ortamda halife seçildi.[229] Hz. Ali’nin önünde biat
etmeyenler, Hz. Osman’ın atadığı valilerin görevden alınması, yeni valilerin
atanması ve Hz. Osman’ı şehit eden asilerin cezalandırılması gibi problemler
vardı. Müslümanlar, bu problemlerin çözümü üzerinde anlaşamayıp ayrılığa düştü.[230] Ayrıca Hz.
Osman’ın katilleri olan asiler Medine’ye hâkimdi. Başkentte işgal ve anarşi
hüküm sürüyordu, dolayısıyla Hz. Ali halife olunca kendini iç karışıklıklar
içinde buldu.[231] [232]
Bunun için Hz. Ali’nin halife seçilmesiyle birlikte fitne sona ermedi.
Aksine olaylar
farklı bir şekilde artarak devam etti.
Büyük
sorunları üstlenerek halife seçilen Hz. Ali,[233]
İslâmi eğilime uygun bir şekilde,[234]
dini esaslara uyarak,[235] kendi şartlarında Hz.
Peygamber gibi davranmaya ve onun yönetim anlayışını uygulamaya çalıştı. Ancak
bu netice vermedi. Çünkü ne o bir peygamberdi ne de onun tebaası Hz.
Peygamberin muhatapları gibiydi.[236]
Aslında Hz. Ali’nin zengin bir devlet deneyimi vardı. Çünkü Hz. Ali, hem
Hz Peygamber döneminde hem de ilk üç halife döneminde bilgisi ve yetenekleriyle
onlara bir anlamda danışmanlık yaparak İslâm’a aktif bir şekilde hizmet
etmişti. O, Hz. Osman şehit edildikten sonra ortaya çıkan kaosu ortadan
kaldırmak için yoğun çaba sarf etmesine rağmen[237]
sorunları çözmeye ve sosyal barışı tesis etmeye yönelik adım atamadı ya da
attığı adımlar sonuç veremeyerek[238]
başarılı olamadı.[239] Aslında onun döneminde, zaman
ve zemin değişmiş buna paralel olarak toplumu yönetmenin enstrümanları
farklılaşmıştı. Bundan dolayı, Hz. Ali zamanının değil, kendisinden önceki
şartların kurallarına göre devlet yönetmeyi amaçladı. Ancak kendi döneminin
siyasi konjonktürüne uygun siyaset takip edemeyen Hz. Ali, kendisinden
beklenilen yönetimi göstermeyi başaramadı.[240]
Aksine, hem asilerin onunla ilişkileri hem de onun bazı icraatları, sorunları
daha da derinleştirdi.[241]
Hz. Osman
döneminde çok büyük servetler edinmiş valilerden olup, Suriye’nin serveti
sayesinde çok güçlü bir ordu kurarak güçlenen Muâviye [242]
başta olmak üzere Ümeyye oğulları, Hz. Ali’nin halifeliğini kabul
etmediler.[243] Bunun yanında bazı
sahâbe de kimin haklı olduğu kiminse haksız olduğunu bilemediklerini ileri
sürerek Hz. Ali’ye biat etmediler.[244]
Siyasi bir cinayet olarak ifade edilen Hz. Osman’ın şehit edilmesinin
sosyal-siyasal-dinî yansımalarının olması kaçınılmazdı. Ortaya çıkan bu kriz
başarılı bir şekilde yönetilemeyince[245]
ilk defa Müslümanlar, siyasi açıdan üç farklı gruba ayrılmış oldular. Bu durum
dolayısıyla Hz. Ali Hâşim oğulları, asiler ve Ensar’a dayanmak zorunda kaldı.
Böylece ilk üç halife döneminde idari görevlere getirilmeyerek yönetimden uzak
kalan ya da uzak bırakılan Hâşim oğulları ve Ensar yönetime katılma fırsatını
elde ettiler.[246] Şiblî’ye göre; Hz. Osman
dönemi, aslında Ümeyye oğullarının yeniliş döneminin başlangıcıdır. Hâşim
oğulları, rakipleri Ümeyye oğullarının servet elde etmelerinden ve yüksek
görevlere gelmelerinden rahatsız oluyorlardı. Bunun yanında Hâşim oğulları
halifeliğin kendi hakları olduğuna inanıyorlardı ve hedefleri halifeliği almak
ve iktidara gelmekti.[247]
Hz. Ali,
halife seçildikten sonra zaman içinde Hz. Osman’a isyan eden asilerden
bazılarına birtakım idari görevler verdi. Bir bakıma önceki dönemin mağdurları,
Hz. Ali’nin iktidara gelişiyle birlikte dayanışma içine girdiler.[248] Bundan dolayı Hz. Ali’ye
karşı Ensar genel anlamda Kureyş kabilesine göre daha çok samimi bir şekilde
bağlıydı.[249]
Hz. Ali’nin
halifeliği döneminde İslâm tarihinde ilk kanlı iç savaşlar meydana geldi.[250] Hz. Ali’nin halifeliği, daha
önceki tecrübeler göz önüne alındığında çok farklı bir yapıda olduğu
söylenebilir. Gücü elinde tutan asiler, bazen tehditle bazen de hileyle Hz.
Ali’yi yönetmeye çalıştılar. Neticede kendisini halife yapan güçlerin desteğini
kaybeden Hz. Ali, bir vali olan Muâviye karşısında siyasi anlamda bir otorite
sağlayamadı[251] ve oluşan husumetler
sebebiyle kendisi de bir suikast sonucu öldürüldü.[252]
Görüldüğü
gibi, Hz. Peygamber’in vefatıyla birlikte başlayan süreç, siyasi liderliğin
tespiti noktasında kalıcı bir gelenek oluşturulamadığı gibi giderek kaybolan
otoritenin ortaya çıkardığı zaaf, Müslüman toplumu birçok problemin içine
itmiştir.[253]
Hz. Ali’nin
halife olmasının tarihi hakkında farklı bilgiler mevcuttur. Buna göre; Hz.
Osman’ın şehit edildiği gün,[254] şehit edildikten bir gün,[255] üç gün,[256]
beş gün[257] veya bir hafta sonra[258] Hz. Ali’ye biat edildiği
kaynaklarda geçmektedir.
Hz. Ali,
halifeliğe getiriliş tarihi 18-25 Zilhicce 35/17-24 Haziran 656’dan itibaren beş buçuk yıl bu makamda kalmıştır.
HZ. TALHA VE HZ. ZÜBEYR’İN HZ. ALİ’YE BİATİ
Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr’in Hz. Ali’ye biati meselesi, çalışmanın konusu için önem arz
etmektedir. Çünkü ileride değinileceği üzere Hz. Talha ve Hz. Zübeyr kılıç
zoruyla biat ettiklerini iddia edip Mekke’ye giderek muhalif gruba katılıp Hz.
Ali’yle Cemel’de karşı karşıya gelmişlerdir. Hz. Ali ise, bunun aksini iddia
edip kesinlikle böyle bir zorlamanın söz konusu olmadığını ifade etmiştir.
Bu konuyla
ilgili genel anlamda iki farklı rivayet vardır. Genel kabul gören, Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr’in kendi istekleriyle Hz. Ali’ye biat ettiği rivayetidir. Diğer
rivayete göre ise; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr kılıç zoruyla Hz. Ali’ye biat
etmişlerdir. Bunun yanında ikisinin zorla değil de kerhen gayri samimi bir
şekilde biat ettiklerini dile getiren araştırmacılar da mevcuttur.258 [259] [260]
İlk rivayete
göre; Hz. Osman şehit edildikten sonra Müslümanlar lidersiz kaldı. Bu sorunu
çözmek için yukarıda da anlatıldığı gibi Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in de içinde
bulunduğu bir grup Medineli Hz. Ali’ye gelerek kendisini halife seçmek
istediklerini söylediler. Hz. Ali, bu teklifi kabul etmeyip aralarında Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’in de bulunduğu hayatta kalan Şûra üyelerini ve Bedir
Ashâbı’nı önerdi. Ancak buna rağmen Medineliler yine ısrarla Hz. Ali’yi seçmek
isteyince Hz. Ali halifeliği kabul etti. Mescitte Hz. Ali Müslümanların biatini
kabul ederken, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Hz. Ali’ye biat edecekleri sırada Hz.
Ali her ikisine şayet isterlerse ikisinden birine halifelik için biat
edebileceğini söyledi. Ancak ikisi de Hz. Ali’nin bu teklifini kabul etmeyerek
biz sana biat edeceğiz deyip Hz. Ali’ye biat ettiler.[261]
Bu rivayete göre; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr kendi istekleriyle Hz. Ali’ye biat
etmişlerdir.[262] Hatta Hz. Ali’ye ilk biat
eden kişinin Hz. Talha olduğu, ondan sonra da Hz. Zübeyr’in biat ettiği rivayet
edilir. Hz. Talha’nın biat ettiğini gören sahâbeden biri biate ilk başlayan
elin çolak bir el[263] olduğunu dolayısıyla bu işin
hayırla sona ermeyeceğini ifade etti.[264]
Bu rivayetin
aksine, bazı araştırmacılar; hem Hz. Ali’nin hem de Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in
halifeliği istediğine dair farklı bir değerlendirmede bulunuyorlar. Akbulut’un
değerlendirmesine göre; Hz. Osman şehit edildiğinde Şûra üyelerinden dördü
hayattaydı. Bunlardan Hz. Ali, Hz. Peygamber’in vefatından sonra halifeliğin
kendi hakkı olduğunu düşünüyordu. Hz. Osman’dan sonra artık Hz. Ali’nin
karşısında güçlü bir aday da yoktu. Hz. Osman şehit edildikten sonra bir grup
sahâbe gelip kendisine biat etmek isteyince Hz. Ali; bu konuda acele etmemeleri
gerektiğini ifade ederek diğer Müslümanların da görüşünü almalarını söyledi.
Başka bir grup sahâbe gelince Hz. Ali bunlara Bedir Ashâbı’nın görüşüne
başvurulup başvurulmadığını sordu. Görülüyor ki, Hz. Ali önde gelen sahâbenin
desteğini alarak halife olmak istemekteydi.[265]
Aycan’ın
değerlendirmesine göre de; Hz. Osman’ın evi kuşatıldığında, şehit edilmesi
halinde Hz. Ali’nin de bir şekilde suçlanacağı ihtimaline karşın, Medine dışına
çıkması önerildiği halde Hz. Ali, Medine’den ayrılmadı. Bundan dolayı, belki de
Hz. Ali eskiden beri içinde bir istek olmakla birlikte elde edemediği ancak son
birkaç yıldan beri meydana gelen olayların, doğal olarak ortaya çıkardığı
halifelik fırsatını, bu sefer denemek istiyordu. Nitekim bu fırsat gerçekleşmiş
ve birkaç gün içinde de kendisine biat edilmiştir.[266]
Ayar’ın
değerlendirmesine göre ise; olayların seyrinden anlaşıldığı kadarıyla; Hz. Ali,
Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de halife olmak istiyorlardı. Hz. Ali sahip olduğu
özellikler nedeniyle kamuoyunda en güçlü halife adayı olarak tanındığı için bir
an önce halife seçilmek isterken Hz. Talha ve Hz. Zübeyr onun karşısında
avantajlı duruma geçmek için yaş sırasına göre bu makama gelinmesi gerektiğini
düşünüyorlardı. Dolayısıyla halifeyi mevcut Şûra üyeleri belirleseydi, Hz.
Ali’nin halife seçilme ihtimali düşük olurdu. Bundan dolayı Hz. Ali Şûrayı
gündeme getirmedi. Halife seçilince de bu Şûra üyeleriyle uzlaşma ve yönetimi
paylaşma yolunu tercih etmedi. Ayrıca Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in talep
ettikleri valilikleri de vermeyerek ikisini küstürdü. Muhtemelen Hz. Ali
ikisini siyasi rakipleri olarak gördüğünden böyle hareket etti. Oysa halife
olmaya aday bu üç Şûra üyesi, kendi aralarında uzlaşıp anlaşabilirlerdi.[267]
Demircan ise,
rivayeti daha farklı değerlendirmektedir. Ona göre; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in
halifeliği istememe tavrı, işin içinden çıkılmaz bir raddeye gelmesiyle ilgili
olabileceği gibi bu rivayetlerin, ileride ikisinin Hz. Ali’ye muhalefet
etmelerinin gerekçesiz olduğu düşüncesini beslemek üzere geliştirilmiş olma
ihtimali de mümkündür.[268]
İkinci
rivayete göre ise; Hz. Osman şehit edildikten sonra asilerin içinde bulunduğu
bir grup, önce Hz. Ali’ye daha sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e daha sonra da
Sa’d b. Ebû Vakkâs’a ve Abdullah b. Ömer’e halifeliği teklif ettiler ancak hiç
birisi bu teklifi kabul etmedi. Zor durumda kalan asilerin tehdidi sonucu
Medineliler, Hz. Ali’yi ısrarlar sonucu ikna etti. Hz. Ali ikna edildikten
sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Hz. Ali’ye biat etmelerinin öneminin ve
insanlar üzerindeki psikolojik etkisinin farkında olan asiler, hemen
Kûfelilerden Mâlik b. Eşter’i[269] bir grupla Hz. Talha’ya,
Basralılardan ise Hükeym b. Cebele’yi bir grupla Hz. Zübeyr’e göndererek Hz.
Ali’ye biat etmeleri için mescide kılıç zoruyla getirdiler. Kılıç zoruyla
getirilen Hz. Talha ve Hz. Zübeyr isteksiz bir şekilde Hz. Ali’ye biat ettiler.[270]
Demircan’ın bu
rivayet hakkında değerlendirmesine göre; Hz. Ali’ye biat edildiği sırada Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’in önemli iki lider oldukları için doğrudan Hz. Ali
tarafından ya da onun yönlendirmesiyle olmasa bile asilerin Hz. Talha ve Hz.
Zübeyr’den Hz. Ali’ye biat etmelerini istemiş olma ihtimalleri de mümkündür.
Ancak istek ya da baskıda doğrudan Hz. Ali’nin parmağının olmadığı açıktır.
Şayet Hz. Ali onların zorla biat etmelerini istemiş olsaydı, iksinin Medine
dışına çıkmasına da engel olabilirdi.[271]
Erkocaaslan,
Hz. Talha ve Hz. Züber’in baskı sonucu biat etmek zorunda kaldıklarını ifade
ediyor. Ona göre; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in bu biatini Hz. Ali iki nedenden
dolayı kabul etmiştir. Birinci neden; Hz. Ali’nin meydana gelen fitnenin
üstesinden gelip bunu sonuçlandıracağına olan inancı, ikincisi ise; Hz. Ali’nin
Hz. Peygamber’in vefatından beri arzuladığı[272]
[273] hilafet makamını eline
geçirmek istemesidir.
Yukarıdaki
rivayeti şöyle detaylandıran kaynaklar da mevcuttur. Buna göre; Mâlik b. Eşter
Hz. Talha’ya gidip ondan Hz. Ali’ye biat etmesini istedi. Hz. Talha: “Bırakınız
bakayım diğer insanlar ne yapacaklar, ondan sonra ben de kararımı vereyim.”
dedi. Ancak Mâlik b. Eşter ona fırsat vermeden, kılıcıyla onu dürte dürte
evinden getirip minbere kadar yaklaştırdı. O da, Hz. Ali’ye biat etmek zorunda
kaldı.[274] Hz. Zübeyr’i de Hükeym b.
Cebele zorla getirdi. Hz. Zübeyr, Abdülkays oğullarından bir grup eşkıyanın
kendisini evinden alıp, boynuna kılıç dayayarak zorla getirilip biat
ettirildiğini ifade etmiştir.[275]
Fığlalı’ya
göre; Hz. Ali’ye biat edenlerden Hz. Talha ve Hz. Zübeyr daha sonra istemeyerek
biat ettiklerini ifade etmişlerse de bu ihtimal zayıftır. Çünkü Hz. Ali
mescitteyken halifelik görevini kabul etmeleri için her ikisine de ısrarla
teklif etmesine rağmen ikisi de bunu kabul etmemişlerdi.[276]
Aynı şekilde Demircan da, bu anlatımların Hz. Ali’yi haklı çıkarmaya yönelik
çabaların bir parçası olduğunu ifade ediyor.[277]
Çiçek’e göre
ise; Hz. Zübeyr, Hz. Osman şehit edildikten sonra asiler tarafından halife
adaylarından biri olarak görülmüş fakat o, bu teklifi kabul etmemiştir. Bu
karışık ortamda Hz. Ali’ye biat etmiş ve Hz. Ali onaylamasa da Hz. Zübeyr
isyancıların baskısıyla Hz. Ali’ye biat etmiştir. Bu baskı, Hz. Zübeyr’i Hz.
Ali’den uzaklaştıran en önemli sebeplerden biri olmuştur.[278]
Bazı
rivayetlere göre; Hz. Zübeyr Hz. Ali’ye biat ettikten sonra kılıç boynunun
üzerinde olduğu için biat ettiğini söylemiştir.[279]
Hz. Talha’yı Hz. Ali’nin yanına getirdiklerinde ise o, Hz. Ali’ye zorla ve
kerhen biat ettiğini söylemiştir.[280]
Algül’ün bu
iki rivayet hakkındaki değerlendirmesi şöyledir: “Ortalığa asilerin hâkim
olduğu bir esnada bu sözlerin biat sırasında değil de biat işi tamamlandıktan
sonra söylenmiş olması mümkündür. Bir başka ifadeyle bu iki zatın biatlerinin
bazı şartlara bağlı olduğu anlaşılıyor.”[281]
Başka bir
rivayete göre; Hz. Talha’yla Hz. Zübeyr Hz. Ali’den kendilerini Basra ve
Kûfe’ye vali atamalarını istedikten sonra biat ettiler. Ancak Hz. Ali onların
bu isteğini reddetti.[282]
Fığlalı; Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr biat ettikleri halde umdukları valilik veya yönetime ortaklık
isteklerine olumlu cevap alamayınca bu yola başvurduklarını belirtmektedir.[283]
Bu rivayet
hakkında şöyle bir değerlendirme de mevcuttur: “Hz. Talha’nın halifelik
istediğine dair bir rivayet mevcut olup onun insanları yönetme ve idare etme
eğiliminin olduğundan bahsedilmektedir. Ancak Hz. Zübeyr’in Hz. Talha kadar bu
konuda istekli olduğu söylenemez. Hz. Zübeyr’in halifelik istediği hakkında
kesin bir rivayet bulunmamasının yanında, onun Hz. Osman’ın halife seçilme
sürecinde Hz. Ali’nin halife olmasını istemesi ve onu desteklemesi bunu
kanıtlar niteliktedir. Yaşanan olaylar her iki sahâbenin de o dönem için
halifelikte gözlerinin olmadığını ya da o an için öyle göründüklerini ortaya
koymaktadır. Yaşanan kargaşa ortamında her iki sahâbe de halifelikten uzak
durmuş olabilirler. Ancak daha sonraki zamanlarda halifelik isteklerinin
olduğunu îma eden cümleler kurmuş olsalar da çok net bir ifadeyle de bunu dile
getirmemişlerdir. İkisi karşılaştırıldığında Hz. Talha’nın bu eğiliminin daha
fazla olduğu göze çarpmaktadır.”[284]
Başka bir
rivayete göre; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr, Hz. Ali’ye Hz. Osman’ın katillerini
cezalandırması şartıyla biat ettiler. Biatten sonra Hz. Ali mescitten çıkıp
evine giderken Hz. Talha ve Hz. Zübeyr sahâbeden bir grupla gelerek Hz. Ali’ye:
“Biz sana biat ederken Allah’ın hudutlarını ve emirlerini şart koşmuştuk.
Görüyorsun ki onlar bir Müslüman’ın öldürülmesine katılmış ve kendilerine had
uygulanması konusunda kendi kanlarını mubah kılmışlardır.” dediler.[285]
Hz. Ali de
asiler şehre hâkim oldukları için ortalığın sakinleşmesini beklemelerini ve
siyasi birlik sağlandıktan sonra da onları yargılayacak ortamın oluşmasının
gerektiğini söyledi. Dolayısıyla sabrederek beklemelerini tavsiye etti.[286]
Şiblî, bu
konuda; Hz. Ali’nin bu görüşü, hükümetin istikrarı ve devamı için doğru ve
yerinde bir karar olduğunu belirtmektedir. Ona göre; asilerin hepsinden hesap
sormak gerekiyordu. Bunun için daha kuvvetli olmak, asileri ele geçirecek ve
onların kötülüklerini bertaraf edebilecek derecede duruma hâkim olmak gerekiyordu.
Ancak Hz. Ali, halife seçilince onun elinde bu güç yoktu. Bu güç bulunsa dahi
asilere karşı hemen harekete geçmesinde büyük sakıncalar ortaya çıkabilirdi.
Çünkü asiler, farklı birçok yerden gelmişlerdi ve geldikleri yerlerde
taraftarları vardı. Bunların hemen cezalandırılmasına geçmek, farklı yerlerden
daha büyük isyanların ortaya çıkmasına ve bunun neticesinde devletin güç
kaybetmesine sebep olabilirdi. Onun için yapılacak ilk iş, hükümeti kurmak ve
sükûnet sağlandıktan sonra ilk fırsatta katilleri bulup cezalandırmakla mümkün
olurdu. Hz. Ali’nin halife seçilmesi durumu bir anda ıslah etmesi, bütün
sorunları bir anda çözmesi, bütün buhranları bir anda dindirmesi kolay değildi.[287]
Söylemez ise,
bu rivayeti eleştirmektedir. Ona göre; “bu durum tarihsel koşullarla
örtüşmemektedir. Zira Hz. Talha ve Hz. Zübeyr hem bu sorumluluğu üstlenmekten
kaçınmış hem de asilerin hışmından kurtulmayı hedefledikleri için Hz. Ali’ye
gelip halifeliği kabul etmesi konusunda onu zorlamışlardır. Hem onu halifeliğe
zorlamak hem de ona koşul ileri sürmek çelişki arz etmektedir. Bundan da öte
inisiyatifi ellerinde bulunduran asilerin kontrolündeki Medine’de asileri
cezalandırma koşuluyla biat etmeyi istemek mantıklı da görünmemektedir. Öyle
görünüyor ki bu rivayetler, sonraki dönemlerde Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in neden
hem biat ettikleri hem de kısa bir süre sonra Hz. Ali’ye muhalafet ettikleri
sorusuna mantıki olarak verilmek istenen bir cevap olarak görülmektedir.
Dolayısıyla tarihsel gerçeklikle uyumlu olmayan bu rivayetleri kabul etmek zor
görünmektedir.”[288]
Korkmaz’a
göre; Seyf b. Ömer’in bu rivayetinde İbn Sebe grubu; “Hz. Ali’nin güç
yetiremediği, bedevileri de etkisi altına almış, şehrin hâkimiyetini elinde
tutan işgalci bir grup” görünümündedir. Oysa olayların seyrine bakıldığında
ise, Medine’nin işgal edildiğini iddia etmek bile çok zordur. Ancak o günkü
şartlarda Medine’de sadece siyasi bir istikrarsızlığın varlığından söz
edilebilir. Seyf b. Ömer’in bu rivayetinin, Medine’deki durumu tasvir edişi bir
tarafa, İbn Sebe grubu, Medine’yi hem işgal etmiş hem yönetime Hz. Ali’yi
getirmiştir. İbn Sebe grubu’nun kendilerini açıkça öldürmeyi planladığını iddia
eden Hz. Ali’ye tekrar dönüp bağlanmaya çalışmaları ya da idareyi tekrar ona
teslim etmeleri kabul edilebilir değildir.[289]
Çiçek’e göre
ise; Hz. Ali, asilerin Medine’deki hâkimiyetinden dolayı bu talebi yerine
getiremediği için Hz. Zübeyr, onun olaylara hâkim olamadığını düşünmüş ve
muhalif gruba katılmıştır. Ancak muhalif grup, başarılı olamamış, bu durum; Muâviye
’nin daha da güçlenmesine ve Hz. Ali’nin onun karşısında zayıflamasına sebep
olmuştur.[290] [291]
Kaynaklarda
Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in zorla biat ettiklerine dair yukarıda zikredilen
rivayetlere anlam yönüyle benzer, lafız yönüyle farklı birçok rivayete
rastlamak mümkündür.
Rivayetlere
bakılırsa zorla biat iddiası, epey tartışma konusu olmuştur. Hz. Ali, zorla
biatin olmadığını ifade ederken Hz. Talha ve Hz. Zübeyr zorla biat
ettirildiklerini söylemeye devam ettiler. Burada mesele, belki de iki taraf da
aynı şeylerden bahsetmeyerek olayı muğlâk hale getiriyorlardı. Siyasi
tartışmalarda, iki kere ikinin her zaman dört etmediği herkesin malumudur.
Bazen aynı şeyden bahseden siyasiler, kendilerini haklı çıkaracak yönlere daha
çok vurgu yaparak ihtilaf 291 konusunu
gündeme getirebilirler.
Muhtemelen Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’in zorla biat ettiğini ifade edenler, ikisinin Cemel
Vak’ası’na katılmakta haksız olmadığını göstermek istemişlerdir. İkisinin
isteyerek biat ettiğini söyleyenler ise, bir anlamda Hz. Ali’ye karşı ikisinin,
savaşmalarındaki haksızlığı ortaya koymak istemişlerdir.[292]
Rivayetlerden
de anlaşılacağı üzere, eğer ortada bir zorlama varsa, bu da Hz. Ali’nin
etrafında bulunan bazı kimseler tarafından olduğu ifade edilebilir ve bunun da
Hz. Ali’nin şahsına değil asilere karşı bir çıkış olarak değerlendirebilir.[293]
Zaten Hz.
Ali’nin halife seçilmesi, Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinin yanında bu
grubun da ısrarlarıyla gerçekleşmiştir. Hz. Osman döneminde daha belirgin olan
Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in birlikteliği dikkat çekmektedir. Öyleyse,
Hz. Talha ve Hz. Zübeyr, halifeliği kendileri istemediklerine göre; Hz. Ali’nin
halifeliğine de ikisinin karşı çıkması zor görünmektedir.[294]
Korkmaz’a göre; Hz. Osman şehit edildikten sonra gelişen
olaylarda Seyf b. Ömer’in rivayetindeki İbn Sebe kurgusunun dışına çıkılacak
olursa, Hz. Ali’nin herhangi bir şeyin etkisiyle değil, Hz. Talha ve Hz.
Zübeyr’in de bulunduğu ve katıldığı açık bir biatla mescitte halife
seçilmiştir.[295] Hz. Ali’nin halife seçilmesine muhalefet eden bir grup bir zümre
ya da fırkaya da rastlanılmaz. Ancak problem çıkaran tek taraf ise, sadece
Ümeyye oğulları ve Hz. Osman’ın taraftarları olmuştur. Bunlar da Hz. Ali’nin
halifeliğini benimsemediklerinden dolayı Medine’yi terk etmişlerdir.[296] [297]
HZ. ALİ’YE BİAT ETMEYEN SAHÂBE
Hz. Ali’ye
biat etmeyen, sadece Hz. Talha ve Hz. Zübeyr değildir. Bu ikisinin dışında
başta Ümeyye oğulları olmak üzere sahâbeden bazıları da Hz. Ali’ye biat
etmemişti. Ancak Hz. Talha ve Hz. Zübeyr üzerinde durulmasının sebebi, ikisinin
diğer biat etmeyen sahâbeye göre; Medine’de daha farklı konuma sahip
olmalarından 297 kaynaklanmaktadır.
Hz. Ali’ye
biat etmeyen sahâbenin önde gelenlerine herhangi bir baskı uygulanmadığı
ortadayken, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in baskıyla biat ettikleri iddiası şüphe uyandırmaktadır.[298] [299]
Nitekim bu hususta Hz. Ali: “Birilerini biate zorlasaydım, Sa’d b. Ebû Vakkâs,
Abdullah b. Ömer ve Muhammed b. Mesleme’yi zorlardım. Onlar biatten kaçınıp
ayrıldılar. Ben de onları terk ettim.” sözleriyle durumu 299 açıklamıştır.
Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr’in Hz. Ali’ye karşı muhalefetlerinde izahı zor bazı noktalar vardır.
Öncelikle ikisinin de Hz. Ali’ye biat ettikleri açıktır. Bu sebeple, ikisinden
beklenen önde gelen diğer sahâbe gibi biatlerine sadık kalıp Hz. Ali’nin
yanında yer almalarıydı. Şayet ikisi biate engel bir sebep görüyorlarsa biat
etmeyen diğer sahâbe gibi tarafsız kalıp muhalefet hareketine
girişmeyebilirlerdi.[300]
Hz. Ali,
Medine’deki Müslümanların büyük çoğunluğunun biatini alarak halife seçilmesine
rağmen, ona biat etmekten imtina eden sahâbe şunlardır:[301]
Sa’d b. Ebû Vakkâs, Üsâme b. Zeyd, Abdullah b. Ömer, Hassân b. Sâbit,[302] Ka’b b. Mâlik,[303] Mesleme b. Muhalled,[304] Ebû Sa’îd el-Hudrî, Muhammed
b. Mesleme,[305] Numan b. Beşîr,[306] Zeyd b. Sâbit, Rafı b. Hadîc,
Fudâle b. Ubeyd, Kudâme b. Maz’um, Abdullah b. Selâm,[307]
Muğire b. Şu’be, Ka’b Ucre, Süheyb b. Sinan, Seleme b. Selâme b. Rakş, Kudâme
b. Maz’ûm, Ka’b b. Ucre.
Bazı
kaynaklarda Hz. Ali’ye biat etmeyen sahâbenin isimleri ve sayıları konusunda
farklı bilgiler mevcuttur. Bazı sahâbenin ismi kimi yerde biat edenler arasında
kimi yerde de biat etmeyenler arasında geçmektedir. Dolayısıyla ismi verilen
sahâbenin ismini başka kaynaklarda biat edenler arasında bulmak mümkündür.[308]
Bu sahâbenin
yanı sıra Ümeyye oğullarına mensup bazı kimseler Mekke ve Şam’a kaçarken[309] Mervân b. Hakem,[310] Velîd b. Ukbe ve Said b.
el-Âs da biat etmeleri istenince onlar birtakım bahaneler öne sürerek Hz.
Ali’ye biat etmediler.[311] Daha sonra onlar
da Mekke’ye gittiler.[312]
Rivayetlere
göre değerlendirme yapılacak olursa; Hz. Ali halife olmak istemediğini, kendisi
için vezir olmak emir olmaktan daha hayırlı olduğunu dile getirerek halife
olmak istemediğini söylediği halde, Medinelilerin ısrarları sonucu halifeliği
kabul etmek durumunda kalmıştır. Rivayetlerin bir kısmına göre; Hz. Ali’nin
halifeliğe çok istekli olduğu, diğer bir kısmına göre ise; Hz. Ali’nin
halifeliğe hiç istekli olmadığı belirtilir. Ancak bu rivayetleri kabul etmek
zor görünmektedir. Çünkü bazı rivayetlere göre; Hz. Ali’nin hırslı biri
olduğunu düşünmek gerekir ki Hz. Ali’nin böyle biri olmadığı açıktır. Diğer
bazı rivayetlere göre ise; Hz. Ali’nin baskılara boyun eğip halife olduğunu
kabul etmek gerekir ki Hz. Ali’nin asilere boyun eğmeyeceği açıktır. Bu noktada
şunu söylemek mümkündür: Hz. Ali Hz. Peygamber’in vefatından beri uygun şartlar
oluştuğunda halife seçilmek istiyordu. Ancak asilerin terör estirdiği bir
ortamda halife olmak sıkıntılı olacağından dolayı halife olmak istemediğini,
belki de Medinelilerin ısrarı sonucu halifeliği kabul ettiğini söylemek mümkündür.
Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr’in biatiyle ilgili rivayetler önemlidir. Bu rivayetler genel anlamda
iki kısma ayrılmaktadır. Birincisine göre; kendi rızalarıyla, ikincisine göre
ise; kılıç zoruyla biat ettikleri rivayet edilmektedir. Yukarıda da belirtildiği
gibi kaynakların geneli, ilk rivayeti daha çok zikrettiği görülmektedir.
Araştırmacıların da ilk rivayeti daha çok kullandıkları dikkat çekmektedir.
Buna göre ilk başta kendi rızalarıyla biat etmişler ancak daha sonra birtakım
nedenlerden dolayı biatlerinden vazgeçmişlerdir.
Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr’in de halife olmak istediklerine dair net bir bilgi mevcut değildir.
Aksine Hz. Ali isterseniz ikinizden birine biat edeyim dediği halde bu teklifi
kabul etmedikleri dikkate alınırsa ikisinin de halife olmak istemedikleri
sonucuna varmak mümkündür.
Hz. Ali’ye biat
etmedikleri halde herhangi bir baskıyla karşılaşmayan sahâbenin olduğu bir
ortamda Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in baskıya maruz kalmış olmaları zor gibi
görünmektedir. Çünkü baskı olsa biat etmeyen diğer sahâbeye de baskı yapılması
gerekirdi. Diğer sahâbe biat etmek istemeyince Hz. Ali onları zorlamamıştı.
Bundan hareketle Hz. Ali’nin Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’i biate zorlamadığını
söylemek mümkündür. Bunun yanında baskı olduğu varsayımı kabul edilse dahi durumu
şöyle izah etmek mümkündür: Asilerin Medine’deki varlığı psikolojik anlamda Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr üzerinde baskı oluşturmuş olabilir. Bu psikolojik baskıdan
dolayı kerhen biat etmiş olabilirler. Ayrıca asiler, Hz. Ali’nin bilgisi ve
izni dışında Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in biatinin önemli olduğunu düşünerek
ikisine baskı kurup biat etmelerini de sağlamış olabilirler. Böyle bir durumda
Hz. Ali’yi suçlamak doğru değildir.
CEMEL VAK’ASI
CEMEL
ASHÂBI’NIN OLUŞUM SÜRECİ
Cemel
Vak’ası’nın sebeplerini genel hatlarıyla dört başlık altında toplamak
mümkündür. Bunlardan ilki, muhaliflerin en çok dillendirdiği ve görünen neden;
Hz. Osman’ın katillerinin bulunması meselesidir ki bu muhaliflerin elindeki en
büyük kozdur.
İfk hadisesi
ile Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in valilik isteklerini kişisel muhalefet babında
değerlendirmek mümkündür. Akbulut’a göre; zamanında Hz. Osman’a karşı şiddetli
bir şekilde muhalefet eden Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Hz. Osman’dan yana
olduklarından dolayı değil de Hz. Ali’ye karşı oldukları için ona muhalefet
ediyorlardı. Ona göre; bunların Hz. Ali’ye cephe almaları hataydı. Çünkü Hz.
Ali’nin siyasi anlamda meşruluğuna büyük darbe vurmuş oluyorlardı. Hz. Ali her
ne kadar Cemel Vak’as’ında başarılı olmuş olsa da Muâviye ’nin eline büyük bir
siyasi fırsat geçmişti.[313]
Emevî-Hâşimî
çekişmesi ise, en az dillendirilen ancak belki de olayların asıl nedeni
olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü Ümeyye oğulları hem Hz. Osman’ın kanını
meşru zeminde talep edebilecek haka sahiplerdi hem de öteden beri rakipleri
Hâşim oğullarından Hz. Ali’nin halife seçilmesiyle birlikte özellikle Hz.
Osman’ın halifeliği döneminde kazandıkları bütün imtiyazları kaybetmenin
refleksiyle hareket ettikleri ifade edilmektedir. Bu endişeden olsa gerek ki,
Ümeyye oğullarının önde gelen bazı valileri özellikle hem lojistik hem de
psikolojik olarak Cemel Ashâbı’nı desteklemişlerdir.
Ayrıca Hz. Ali
dönemi iç karışıklıkların başka nedenleri şöyle sıralanabilir;[314]
Hz. Ali, Hz. Osman’ın katillerini cezalandırma konusunda
belki de biraz zaman kazanmak amacıyla işi biraz ağırdan alınca sahâbe bu durumdan
rahatsız oldu ve Hz. Ali yi işi savsaklamakla suçladı.
İsyancılar, Hz. Osman’ı şehit ettikten sonra başkent
Medine’yi terk etmeyip, orayı işgal ettiler ve bununla da yetinmeyip siyasi
iktidarla anlaşmaya çalışarak başkentten ayrılmayınca, bu durum Hz. Ali’ye
karşı cephenin oluşmasına sebep oldu.
Önde gelen bazı sahâbenin, Hz. Ali’ye biat etme konusunda
direnmesi ileride birtakım karışıklıkların ortaya çıkacağına dair sinyaller
vermeye başladı.
Hz. Ali’nin Cemel Vak’ası ve benzeri iç savaşlarda Hz.
Osman’ın katillerini ordusunda barındırması da ona karşı ortak bir cephenin
oluşmasına neden oldu.
Hz. Ali’nin göreve gelir gelmez ilk fırsatta Hz. Osman’ın
bazı vali ve memurlarını görevden alması ona karşı husumeti arttırdı.
CEMEL ASHÂBI’NI BİRARAYA GETİREN NEDENLER
ASİLERİN CEZALANDIRILMASI TALEBİ
Hz. Osman’ın
şehit edilmesi, İslâm tarihinde devir açan önemli olaylardan biri olarak ifade
edilmektedir.[315] [316]
Bu olayla birlikte yöneticilere karşı duyulan hoşnutsuzluk şayet sona erseydi,
tarihçiler belki de bu olayı daha farklı değerlendirebilirlerdi. Ancak netice
farklı olunca bu olay, Müslümanları daha büyük ayrılıklara ve çatışmalara
sürükledi.[317]
Hz. Osman şehit
edildikten sonra Müslümanların siyasi birliği her ne kadar görünürde muhafaza
edildiyse de gerçek manada bir birlik sağlanamadı ve bu bölünme Müslümanları
daha da çıkmaza soktu. Çünkü Müslümanlar, hiç bir şeye karışmayacak olurlarsa
İslâmiyet’in hak için fiili ve kavli mücadele etme ilkesine ters
düşeceklerdi.
Bunun yanında herhangi bir tarafı tuttuklarında ise yine dinin kâfirlere karşı
mücadele ve birbirlerinin kanını dökmeme ilkesini çiğnemiş olacaklardı.[318]
Hz. Osman
şehit edildikten sonra hâkimiyetin artık kimin hakkı olduğu meselesi, kılıçla
çözülmeye başlandı ve bundan sonra iç savaşın kapısı bir daha tam anlamıyla
kapanmamak üzere açıldı.[319] [320]
Bunun yanında uzun bir zaman bu olay fikri 8 tartışmalardaki yerini de korudu.
Hz. Ali halife
seçilir seçilmez karşılaştığı ilk sorun, Hz. Osman’ı şehit eden asilerin
cezalandırılması talebi oldu.[321] Hz. Ali’ye karşı asıl sıkıntı
meydana getiren grup, biatlerini Hz. Osman’ın kanıyla ilişkilendirip,
itaatlerini Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması şartına bağlayanlar
oldu. Bunlar; Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in başını çektiği Cemel Ashâbı
ile Muâviye ’nin başını çektiği Şamlılardı.[322]
Bu iki tarafın, davranışlarının gerçek anlamda sebeplerini izah etmek mevcut
verilerle mümkün değildir ya da çok güçtür. Çünkü Hz. Ali’nin Hz. Osman’ın
katillerini cezalandırmak istediği açıktır.[323]
Şayet bu muhalif grup, Hz. Osman’ın kanını talep etme konusunda gerçekten
samimi olsalardı neden Hz. Ali’nin yanında değil de onun karşısında yer
aldıkları sorusu önem arz etmektedir.[324]
Zira Hz. Ali, Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sorumlu değildir.[325] [326]
Gariptir ki Hz. Osman’la birlikte dört kişi şehit edilmiş olmasına rağmen
onların katillerinin cezalandırılmasını kimse tartışma konusu yapmamıştır.
Hz. Ali’nin
otoriteyi sağlayabilmesi için öncelikle Cemel Ashâbı ile Muâviye ’nin ikna
edilmesi gerekiyordu. Ancak bu pek de kolay bir durum değildi.
Çünkü onlar o
günkü şartlarda halifeden gerçekleştirilmesi güç bir talepte bulunuyorlardı.[327]
Oysaki Hz.
Osman’ın şehit edilmesi çok yönlü bir olaydı.[328]
Her şeyden önce Hz. Osman’ın katilleri, sayıları binleri aşan bir kitleydi[329] ve bunlar, Medine’de etkin
durumdalardı.[330] Ayrıca Hz. Osman’ı hep
birlikte şehit ettiklerini söylüyorlardı. Dolayısıyla o şartlarda Hz. Ali’den
böyle bir icraatı beklemenin iyi niyetle izah edilmesi zordur.[331] Eğer Hz. Osman mazlum olarak
şehit edilmişse, katillerinin bulunup cezalandırılması, şayet bunun aksine
öldürülmeyi gerektirecek bir suç işlemişse de bunun da açıklığa kavuşturulması
gerekmekteydi. Her iki durumda da Hz. Ali’nin, Müslümanların desteğine ihtiyacı
vardı. Çünkü Müslümanlar arasında her iki görüşü de savunanlar vardı.[332]
Bu durumda Hz.
Ali, katillerin yargılanmasına karar verse, kendisine biat edenlerin bir
kısmını karşısına almış olacaktı. Yargılama yapmadığında ise, Hz. Osman’ın
akrabalarını ve taraftarlarını karşısına almış olacaktı. Her iki durumda da
çatışma çıkma ihtimali vardı.[333] Ayrıca şunu da belirtmekte
fayda vardır: Medine’deki sahâbe, Hz. Osman’a zamanında yeteri kadar sahip
çıkmamıştı. Hatta bunun yanında Medineliler arasında gizli gizli asileri tahrik
edenlerin bile olduğu ifade edilmektedir.[334]
Hz. Ömer’in
seçtiği Şûra’da olup, halife seçilmesi için Hz. Ali’nin tarafını tutan Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr de asilerin kuşatması esnasında Hz. Osman’a yeterince sahip
çıkmamışlardı. Şayet Hz. Osman’ı şehit eden asiler suçlanacaksa o zaman onu
koruyamayan Medinelilerin de suçlanması gerekir.[335]
Ayrıca Hz. Ali’ye biat edilinceye kadar da Hz. Osman’ın şehit edilmesinden
dolayı hiç kimse onu itham etmemiştir.[336]
[337] Kaldı ki olayın sadece siyasi
yönü ağırlıktaydı. Bu sebeple, olaya tamamıyla hukuki açıdan bakmak yetersiz
olacaktır.
Netice
itibariyle ister dünyevi ister dinî hırs ve kızgınlıklar sebebiyle olsun,
ortaya çıkan bu muhalif grup, İslâm tarihinde Müslümanların ilk defa karşı
karşıya geldikleri önemli olaylardan birine sebep olmuşlardır.[338]
Peki, Hz.
Osman’ın şehit edilmesinde Hz. Ali’nin kusuru var mıydı? Burada neyin kusur
olduğunun tespit edilmesi gerekmektedir. Buna göre; eğer dışarıdan gelebilecek
herhangi bir saldırıya karşı halifeyi korumamak ya da koruyamamak kusur kabul
edilecekse bütün Medineliler gibi Hz. Ali’yi de sorumlu tutmak mümkündür. Eğer
bunun yanında kusurdan kasıt; halifeye karşı fiili bir saldırının yapılması
ise; bu durumda yine Hz. Ali’nin herhangi bir kusuru yoktur[339]
denebilir.
Hz. Osman’ın
şehit edilmesi olayına karışan asilerin cezalandırılması meselesi sadece Ümeyye
oğullarının devamlı olarak gündemde tuttuğu bir problem değildi. Bu konuyu Hz.
Talha ile Hz. Zübeyr de sık sık dile getiriyorlardı.[340]
Hz. Osman’ı
şehit eden asilerin cezalandırılmasını samimi olarak isteyen fakat uygun
şartların doğmasını beklediği anlaşılan Hz. Ali,[341]
biatten sonra evine döndüğü sırada Hz. Talha ve Hz. Zübeyr bir grup sahâbeyle
birlikte ona gelerek, Hz. Osman’ı şehit eden asilerin bulunup
cezalandırılmasını istediler.[342] Her ne kadar sahâbeden
bazıları, bu olayın üzerine hemen gidilmesi gerektiğini söyledilerse de durumun
ciddiyetinin farkında olan Hz. Ali,[343]
onların bilip gördükleri şeyleri kendisinin de bilip ve farkında olduğunu
söyledi. Ancak Medine’nin içinde bulunduğu şartlar gereği asilere bu cezayı
uygulayabilecek güçte olmadığını belirtti.[344]
Çünkü henüz Medine’de bile hâkimiyeti eline tam almamışken böyle bir durumun
üzerine gitmek Hz. Osman ile aynı sonu paylaşmak demekti. Zaten etrafı da
asiler tarafından kuşatılmıştı. Çemberden çıkmadan bu denli zor bir hadisede
adım atmak güç olacaktı.[345] Bunun yanında insanların
sakinleşip kargaşanın bitmesiyle birlikte yapılması gereken şeyleri derhal
yerine getireceğini belirtti.[346]
Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr de Hz. Ali’nin bu söylediklerinden ikna olup ayrıldılar. Fakat bu
konuda Hz. Ali’nin idari otoriteyi sağlayamamasından dolayı beklentileri
gerçekleşmedi.[347] Muâviye ise bu durumdan dolayı Hz. Ali’yi açıktan
kınıyordu. O, Hz. Ali’nin sadece bu meselede geri durduğunu ileri sürerek ona
muhalefet ediyordu.[348]
Aslında Hz.
Ali halife seçilir seçilmez bu olayı aydınlatmak amacıyla bir inceleme
yaptırmıştı. Hz. Osman’ı şehit etmekle suçlanan ve Hz. Ali’nin üvey oğlu
Muhammed b. Ebû Bekir,[349] halife tarafından sorgulandı.
Fakat onun katil olduğunu gösteren kesin bir delile rastlanmadığı ifade edilir.[350]
Öte yandan
asiler, ısrarla Hz. Osman’ı kendilerinin şehit ettiklerini öne sürüyorlardı.[351] Bu problem, hem katili hem de
katilleri kesin delillere dayanarak belirleme açısından, hem de Medine’deki
mevcut siyasi atmosferin bunu yapmaya uygun olamayışı yönünden kısa vadede
çözüme kavuşturulacak bir problem değildi.[352]
Şayet Hz.
Osman’ın evine girip de onu şehit eden asiler, belirlenebilmiş olsaydı, onları
cezalandırmak daha kolay olacaktı. Ancak bunun tespit edilememiş olmasının da
Hz. Ali’nin kararını etkilediği anlaşılmaktadır.[353]
İşte bu yüzden, Hz. Ali bu konuyu sürekli bir şekilde dile getiren Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr’e açıklama 42 yapmak
durumunda kaldı.
Medine’de Hz.
Ali’ye biat eden sahâbenin Hz. Osman döneminden kalan bazı alışkanlıkların
uzantısı olarak Hz. Ali’den birtakım beklentileri vardı. Daha açık bir ifadeyle
onlar, Hz. Ali’nin onların görüş ve istekleri doğrultusunda hareket etmesini ve
uzun vadede çözülebilecek problemleri kısa sürede çözüme kavuşturmasını
istiyorlardı.[354] [355]
Oysa Hz. Ali hiçte böyle düşünmüyordu. Aksine Hz. Ali, işi daha ağırdan almak
ve ortalığın bir an önce yatışmasını istiyordu. O, önce huzuru sağlamak sonra
da herkesi ilgilendiren sorunları çözmeyi planlıyordu.[356]
[357] Fakat böyle önemli bir
meselenin ertelenmesi, Ümeyye oğullarının başka şehirlere gitmesi, şairlerin
Hz. Osman hakkındaki ağıtlar kamuoyunun bu konudaki hassasiyetini daha 45 da artırıyordu.
Hz. Ali, kısa
bir süre sonra minbere çıkıp halkın gönlünü alacak şekilde öğütlerde bulundu ve
aynı zamanda asilere de Medine’yi terketmelerini emretti. Ancak asiler bu emre
uymadılar.[358] Gerçekten Hz. Ali’nin bu
olayı derinden derine tahkik etmeye, cinayet suçuyla ilgili olanları birer
birer cezalandırabilecek gücü yoktu.[359]
Kısas İslâm dininin bir emriydi ve bunu yerine getirmekle yükümlü kişi Hz. Ali
olduğu için Müslümanlar da haklı olarak bu hükmün uygulanmasını ondan
istiyorlardı.[360] Ancak asilerin şehri terk
etmemesi üzerine otoriteyi sağlamak[361]
amacıyla Hz. Talha Basra’ya, Hz. Zübeyr de Kûfe’ye gidip kısa sürede bir
grup atlıyla birlikte geri gelmek üzere Hz. Ali’den müsaade istedilerse de Hz.
Ali ikisine de izin vermedi. [362]
HZ. TALHA VE HZ. ZÜBEYR’İN VALİLİK İSTEĞİ
Kaynakların
çoğunda geçtiği şekliyle ve araştırmacıların çoğunun kabul ettiği üzere Hz. Ali
ile Şûra üyelerinden Hz. Talha ve Hz. Zübeyr arasındaki ilişkileri kopma
noktasına getiren hususlardan biri, Hz. Ali tarafından çeşitli yerlere atanan
valilerin arasında ikisinin yer almamaları olarak ifade edilir.[363] Hâlbuki Hz. Talha ve Hz.
Zübeyr Hz. Ali’nin sıkışıklığından yararlanabileceklerini düşünerek[364] Hz. Talha Basra, Hz. Zübeyr
de Kûfe valiliğini[365] bizzat ondan istemişlerdi.[366] Hz. Ali ikisine de izin
vermedi.[367] Gölpınarlı, Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr’in biat esnasındaki tereddütlerinden dolayı Hz. Ali’nin ikisine
valilik görevini vermediğini ifade ediyor.[368]
Hz. Ali’nin bu
fikre karşı çıkmasının nedenlerinden birinin; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Basra
ve Kûfe’deki güçlerinin farkında olmasından kaynaklandığı ifade edilir. Çünkü
Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in bu yerlere gitmesi halifeliğin bölünme riskini de
ortaya çıkarabilirdi.[369]
Tok’un
değerlendirdiği bir rivayete göre; “Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in üçlü yönetim
fikrinin olduğu da rivayet edilir. Ancak Hz. Ali bu fikre şiddetle karşı
çıkmaktaydı. Onları bu bölgelere göndermemekte bu bağlamda Hz. Ali haklı
görünmektedir. Bu durum halifeliğin tek merkezden yönetilmesinin ortadan kalkma
riskini taşımakla beraber Müslümanların da bölünmesine yol açabileceği
açısından da tehlikeli bir durum olarak göze çarpmaktadır.[370]
Bu güç ve nüfuza sahip olan Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in üçlü yönetim olmasa bile
sadece valilik taleplerinin gerçekleşmesi onları yönetime ortak yapmaya yettiği
de söylenebilir.”[371]
Bir rivayete
göre Muğîre b. Şu’be; Hz. Ali’ye, Hz. Talha’nın Basra’ya ve Hz. Zübeyr’in de
Kûfe’ye vali olarak atamasını önerdi.[372]
Ancak İbn Abbas bu öneriye karşı çıkarak Hz. Ali’nin onları bu yerlere tayin
etmesini engelledi.[373]
Bir rivayete
göre; Hz. Talha Yemen, Hz. Zübeyr ise Irak valiliğini istedi. Hz. Ali de
ikisine bu valilikleri vermeyince ikisi de ona kızıp biat ettiklerine pişman
olup ayaklanmaya niyetlendiler.[374]
Ya’kûbî’de
geçen bir rivayete göre Hz. Ali; Hz. Talha’yı Yemen’e, Hz. Zübeyr’i de Yemame
ve Bahreyn’e vali olarak atayarak ikisine atama ahitnamesini verdi. İkisi, Hz.
Ali’ye sıla-i rahimden ötürü böyle yaptığını söyleyince Hz. Ali bunun
akrabalıkla ilgisi olmadığını sadece Müslümanların işleri için ikisini
görevlendirdiğini ifade etti. Sonra ikisinden o belgeleri geri istedi. İkisi
bunun üzerine Hz. Ali’ye kızarak başkalarını kendilerine tercih ettiğini ifade
ettiler. Hz. Ali, kimseyi onlara tercih etmediğini ancak ikisini hırslı gördüğü
için böyle davrandığını ifade etmiştir.[375]
Erkocaaslan’ın değerlendirmesine göre; halifelik konusunda herhangi bir hırs
sözkonusu olmuşsa şayet, Hz. Ali’nin Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e nazaran daha
hırslı olduğunu ifade etmek mümkündür.[376]
Hz. Ali’nin
Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in valilik taleplerini neden geri çevirdiği henüz net
olarak bilinmemektedir. Uzun bir süre iktidar özlemi çeken Hâşim oğullarının
baskısından mı? Yoksa Hz. Ali’nin Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e herhangi bir
güvensizliği mi söz konusuydu? Bunlar dışında bilinmeyen başka herhangi bir
problem mi vardı? Bu sorulara şimdilik cevap bulma imkânı zordur.[377]
Hz. Ali’nin
bilinemeyen bir sebepten dolayı Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in valilik taleplerini
reddetmesi, ikisinin muhalif gruba katılmasına sebep olduğu ifade edilmektedir.
Bu durum o günkü şartlarda daha esnek hareket etmesi gereken Hz. Ali’nin ilk
siyasi hatası olarak değerlendirilmektedir. Çünkü Hz. Talha ve Hz.
Zübeyr Ümeyye
oğullarının Hz. Osman’ın şehit edilmesini sineye çekmeyeceklerini iyi
bildiklerinden Hz. Ali’yle beraber onlara karşı duracaklardı. Ayrıca Hz. Talha
ve Hz. Zübeyr’in kuşatma esnasındaki tavırları da bunu ortaya koymaktaydı. Hz.
Osman yönetimine karşı Hz. Ali kadar Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de muhalefet
etmişlerdi.[378] Bundan dolayı Muâviye
Hz. Osman’ın başına geleceklerden Hz.
Ali’yle birlikte o ikisini de sorumlu tutacağını ifade etmişti.[379]
Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr’in bu kadar tepki göstermelerinin sebebi, Şûra üyesi olmalarından
kaynaklanıyor olabilir. Çünkü ikisi de Şûra üyelerinden olduğu için Hz. Ali
kadar halife olma hakkına sahiplerdi.[380]
Linda Lau’ya göre; Hz. Osman şehit edildikten sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in
halife seçilememiş olmaları ikisini de hayal kırıklığına uğratmış olsa da Hz.
Ali ikisine valilik vermesi durumunda tatmin olabilirlerdi. Ancak Hz. Ali böyle
bir tecihte bulunmamıştır.[381] Halife adaylarına valilik
görevi bile vermemenin onur kırıcı olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Elbette
ki bu tutumun siyasi bir bedeli olacaktı.[382]
Neticede Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de Mekke’de bulunan Hz. Aişe’yle birlikte
hareket edip Hz. Osman’ın şehit edilmesi olayında Hz. Ali’yi sorumlu tutarak
Hz. Ali’ye karşı tavır aldılar.[383]
Bu konuda
şöyle de bir değerlendirme bulunmaktadır: “Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in valilik
taleplerinin geri çevrilmesinden sonra Hz. Ali ile olan ilişkilerinin ne derece
etkilendiği önemli bir meseledir. İki sahâbenin Aşere-i Mübeşşere’den[384] olmaları, toplumda
saygın bir konumda olmaları, Hz. Ömer’in seçtiği Şûra’da olmaları ve halife
olabilecek konumda olmalarına rağmen Hz. Ali’nin bu görevi ikisine vermemesi Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’in tepkisine neden olduğu düşünülebilir. Ancak olayları bu
hususun üzerine bina etmek, olayı Hz. Talha ve Hz. Zübeyr açısından
kişiselleştirmek olur. Bu da olayların yanlış değerlendirilmesine sebep
olabilir.”[385]
İnsan faktörü
ön planda tutulduğunda elbette ki böyle bir konumda olan Hz. Talha ve Hz.
Zübeyr’in valilik taleplerinin geri çevrilmesi, ikisi açısından kolay kabul
edilebilecek bir durum olmadığı açıktır. Ancak ileride yaşanacak olan tüm
olayların temelinde bu konuyu aramak yanlış olur. Bu durumun Hz. Ali ile Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’in arasına bir mesafe koyduğu bir gerçektir. Fakat
olayların tek sebebi, hareket noktası da bu husus değildir. Bu, sadece aradaki
husumet ya da ayrılığın bir parçası olarak da düşünülebilir.[386]
Demircan, Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’in muhalefet gerekçesi için bazı kişisel çıkarlarının
olduğu bu rivayetleri eleştirmektedir. Ona göre; bütün bu rivayetlerin
mantığında Hz. Ali’ye karşı ayaklanan kişilerin haksız olduğu görüşünü
destekleme amacı yatmaktadır. Bununla birlikte Ehl-i Sünnet; Hz. Ali’yi haklı,
sahâbenin ileri gelenlerinden olan Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’i de mazur gösterme
eğilimindedir.[387]
Bakır, valilik
talebi dışında Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in muhalefet etmelerini ekonomik
nedenlere bağlıyor. Ona göre; Hz. Ali halife seçildikten sonra birçok yerde
bulunan Ümeyye oğulları arasında siyasi olduğu kadar ekonomik nedenlerden
dolayı da bir nevi telaş ve gelecek endişesi meydana geldi.[388]
Hz. Ali’nin hazinedeki malları Arap-Mevali, erkek-kadın ayrımı yapmadan tüm
Medinelilere dağıtması, sahâbenin gücenmesine yol açtığı ileri sürülmektedir.
Hz. Ali’nin iktidarı boyunca uygulayacağı ekonomik politikası bazı sahâbe ile
Hz. Talha ve Hz. Zübeyr tarafından tepkiyle karşılandı.[389]
[390] Bu politikanın ilk adımını
atan Hz. Ali Hz. Osman’ın evinde bulunan tüm silahlara el koydu ve daha önce
zekât malları olarak toplanan hayvan sürülerini de Ümeyye oğullarının
ellerinden aldı. Ayrıca Hz. Osman’ın akrabalarına dağıttığı bazı toprakları da
onlardan geri aldı.
Beklentileri
gerçekleşmeyen[391] ve yönetimde kendilerine
görev verilmeyen Şûra üyelerinden Hz. Talha’yla Hz. Zübeyr[392]
birçok kez Medine’yi terk etmeyi denediler ama Hz. Ali ikisine de izin vermedi.
Hz. Osman’ın şehit edilmesinin üzerinden yaklaşık dört ay geçtikten sonra[393] ikisi de Umre ibadetini
yerine getirmek için Hz. Ali’den izin istediler.[394]
Hz. Ali Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’in Mekke’ye gitmek istemelerinin hayra alamet olmadığını
düşünüyordu[395] ve ikisinin asıl amacını
bildiği için onlara bu düşüncesini ifade etti.[396]
Ancak ikisini engellemesi doğru olmayacağından ve bu durumun arzu edilmeyen
sıkıntılar doğurma ihtimalinden dolayı[397]
bu isteklerini kabul etti.[398]
Hz. Talha’yla
Hz. Zübeyr’in esas niyeti ise, Hz. Aişe’nin de desteklediği[399]
Hz. Osman’ın haksız bir şekilde şehit edildiğini ve onun katillerinin
cezalandırılması gerektiğini savunan[400]
Mekke’deki muhalif gruba katılmaktı.[401]
Mekke’ye varınca Hz. Ali’ye baskı altında biat ettiklerini iddia ettiler.[402]
Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr’in ileri sürdükleri Hz. Ali’ye baskı altında biat ettikleri iddiası
ciddi bir meseleydi. Hz. Ali bundan dolayı, ikisini kendisini yüzüstü
bırakmakla suçladı. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in iddialarını kabul etmeyen Hz.
Ali, kendisine yapılan biatin acele olmadığını, kendisi istemediği halde
halifeliğe Medineliler tarafından seçildiğini, bu nedenle halife olduğunu
belirtti.[403]
Çakır, bütün
bunların yanında Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Hz. Ali’yi dinlemeyerek Basra’ya
gidiş sebeplerinden biri olduğu ileri sürülen, ikisinin talep ettiği
valiliklerin verilmemesi iddiasının bir dayanağının olmadığını ileri
sürmektedir. Ona göre; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr hem Basra’ya gidince hem de
sonrasında valilik isteklerini tekrar dile getirdikleri görülmemektedir. Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’in amaçları bu isteklerinden tamamen bağımsız olarak Hz.
Osman’ı şehit edenlerin cezalandırılmasıdır.[404]
[405]
Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr’in Medine’den ayrılmaları, İslâm tarihinde bir dönüm noktası olarak
kabul edilebilir. Çünkü bu süreç sonunda fitnenin bir zaferi olarak Müslümanlar
ilk defa karşı karşıya gelecek ve bu iki sahâbe ile birlikte içlerinde daha
başka seçkin sahâbenin de bulunduğu birçok kişi hayatlarını kaybedecektir.
Netice olarak,
Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Medine’den ayrılıp Mekke’ye gitmeleri ve oradan da
muhalif gruba katılıp Hz. Ali’ye karşı mücadele etmeleri, ikisinin valilik
taleplerine olumlu cevap alamamalarına bağlandığı görülmektedir.[406]
Ancak Demircan
bu konuyu şöyle yorumlamaktadır: “Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in muhalefet etmesi
muhtemelen bizzat içinde yaşamış oldukları gelişmelerin iç dünyalarındaki
akisleridir. Hz. Ali’nin halife olmasından sonra geri plana itilmişlik duygusu
yaşamış olmaları mümkündür. Ancak bunu Hz. Ali’den bekledikleri valiliği
kaybetmeleri gibi yüzeysel izahlarla anlamak zordur. Ayrıca Hz. Talha ve Hz.
Zübeyr’in o güne kadar valilik tecrübeleri hiç olmamıştı. İkisinin Şûra
üyelerinden olmaları onları valilikten daha fazlasının isteme hususunda hak
sahibi yapıyordu. Burada unutulmaması gereken bir nokta da şu ki geleneksel
anlatıma göre kendilerine yapılan halifelik teklifini reddeden kişilerin
valilik beklentisine girmeleri acaba ne derece doğrudur? Hz. Talha ve Hz.
Zübeyr’in tavır belirlemesinde belki İslâm öncesi ittifakların yanında Hz.
Peygamber dönemi ve sonrasındaki gelişmelerin etkisi de olmuş olabilir.
Tavırların belirlenmesi sırasında bireysel ilişkilerin ve hatıraların önemli
etkileri olduğu apaçıktır. Bununla birlikte kişileri tavır almaya yönelten
saikleri bütün açıklığıyla ortaya koymak oldukça zordur.”[407]
Abdulazîm
ed-Deyb de, Hz. Zübeyr’in valilik isteğinin yerine gelmemesi sonucu isyan
ettiği iddiasına şiddetle karşı çıkmaktadır.[408]
Şurası bir gerçek ki; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in halifelik
konusunda arzularının olduğu şeklindeki yoruma katılmak zordur. Farklı
rivayetlere göre; Hz. Osman şehit edildikten sonra ikisine de halifelik görevi
için gidilmiş ancak ikisi de bu görevi kabul etmemişlerdir. Daha sonra ikisinin
fikir değiştirip halifelik için hırslı olduklarını kabul etmek de zordur. Zira
Cemel Vak’ası ikisi için Hz. Ali’yi makamından etme konusunda fırsat olabilirdi.
Ancak ikisi de Hz. Ali’nin uyarısı üzerine savaşı bıraktığı rivayet
edilmektedir.[409]
Hz. Osman ve
Hz. Ali dönemindeki olayların seyrine bakıldığı zaman, Hz. Aişe’nin belki de
daha önce hiç olmadığı kadar bu dönemde birtakım siyasi faaliyetlerin içinde
daha aktif bir halde yer aldığı görülmektedir. Muhtemelen Hz. Aişe başlangıçta
Hz. Ali’yle herhangi bir kırgınlığı olmamasına rağmen gelişen birtakım
olayların ve bu olaylarda yer alan birtakım kimselerin de etkisiyle Hz. Aişe ve
Hz. Ali arasında yeni bir dönem başlamış olabilir.[410]
Hz. Aişe’nin
Cemel Vak’ası’na neden katıldığı sorusunun net bir cevabı olmadığı için onun
Hz. Ali’yle geçmişteki ilişkilerine dair bazı yorumlar yapılmış ve bu tutumu
geçmişle ilişkilendirilmiştir.[411] Bundan hareketle Hz. Aişe’yle
Hz. Ali’nin Cemel Vak’ası’nda karşı karşıya gelmesi özellikle İfk Hadisesi’nden
kaynaklandığı ifade edilmiştir.
Bilindiği gibi
İfk Hadisesi;[412] Benî Mustalik Gazvesi’nde[413] Hz. Peygamber’e eşlik eden
Hz. Aişe, dönüşte ordunun konakladığı bir yerde yanlışlıkla unutuldu. Hz. Aişe,
yokluğunun fark edilip kendisinin geri alınacağını düşünerek orada beklemeye
başladı. Ordunun artçısı Safvan b. Muattal konaklanılan yerde unutulanları
kontrol ederken Hz. Aişe’yi orada gördü ve onu devesine bindirerek ikinci
konaklama yerinde orduya yetiştirdi. İlk başta hiç kimsenin aklına kötü bir şey
gelmedi ancak daha sonra bu hadiseyi fırsat bilen münafıkların başını çeken
Abdullah b. Übeyy b. Selûl Hz. Aişe’nin iffetine karşı büyük bir iftira ortaya
attı. Sefer dönüşü rahatsızlanan Hz. Aişe olan bitenden habersiz hasta
yatağında yatarken iftira yayılıp ciddi bir iç huzursuzluğa neden oldu. Günler
sonra tesadüfen dedikoduyu duyan Hz. Aişe tekrar rahatsızlandı ve Hz.
Peygamber’den izin alarak ailesinin yanına gitti. Hz. Peygamber, Hz. Aişe’ye
güvenmesine rağmen iftira karşısında ne yapacağını bilemiyordu ve çevresinde
güvendiği birçok yakınıyla istişare etti. Bunlar arasında Hz. Ali, Hz.
Peygamber’in üzülmesini istemediği için ona, Hz. Aişe’yi boşayıp başka bir kadınla
evlenmesini tavsiye etti. Ancak kısa bir müddet sonra Hz. Aişe’nin suçsuz
olduğuna dair ayetler[414] nazil oldu ve olayın bir
iftira olduğu ortaya çıktı.[415]
İftiradan
dolayı Hz. Peygamber’e farklı bir öneride bulunan Hz. Ali’nin bu yaklaşımı;
gururlu ve onurlu bir kadın olan Hz. Aişe’nin kalbini oldukça kırmış ve onu
uzmuştu.
Hz. Aişe’nin
Hz. Ali’ye muhalefet etmesinin nedenini, Hz. Ali’nin İfk Hadisesi’ndeki
tutumuna bağlayan araştırmacılar103 [416]
[417] olmakla birlikte bunun
yanında aradan yıllar geçtikten sonra Hz. Aişe’nin böyle bir husumeti
taşımadığını düşünen araştırmacılar da vardır.[418]
Şiblî’nin
verdiği bilgiye göre; muhalif grup harekete geçtiği zaman Ümeyye oğulları, İfk
Hadisesi’ni Hz. Ali’ye karşı propaganda aracı olarak kullanmış ve Kur’an
ayetine göre onun cehennemlik olduğunu ifade etmişlerdir.[419]
Bu ihtilafı
farklı değerlendiren bir araştırmacıya göre ise; “Hz. Aişe’nin, Hz. Ali ile
mücadelesinin çok eskiye dayandığını ifade eden rivayetler bulunmaktadır.
Bunlara göre; Hz. Peygamber’in hayatında Hz. Ali’nin eşi Hz. Fatma ile Hz.
Aişe’nin arasının iyi olmadığı dikkat çekmektedir. Hz. Peygamber’in eşleri
arasındaki sürtüşmelerde Hz. Fatma, Hz. Aişe’nin karşısında yer almıştır. Bunun
sebebi; Hz. Aişe’nin kıskanılması olabilir. Çünkü Hz. Peygamber’in en çok Hz.
Aişe’yi sevdiği bilinmektedir. Bu sevgi Hz. Peygamber’in diğer eşlerini
kıskandırdığı gibi Hz. Fatma’yı da kıskandırmış olabilir. Çünkü Hz. Aişe, onun
annesinin yerine geçmiştir. Hz. Aişe’nin, Hz. Hatice hakkındaki Hz. Peygamber’i
bile kızdıracak derecede konuşması onun, Hz. Fatma ile iyi ilişkiler içinde
olmadığının bir başka delilidir. Belki de burada Hz. Aişe’nin, Hz. Peygamber’in
sevgisini sadece kendisine ve ailesine yönlendirmek istemesinden kaynaklanan
bir kıskançlığı da söz konusu olabilir. Çünkü o, Hz. Peygamber’in Hz. Hatice’yi
sevgiyle anmasını ve Hz. Ali’yi sevmesini açıkça yermiştir.”[420]
[421]
Hz. Ali İfk
Hadisesi’nde Hz. Aişe’yi zor imtihanında desteklemezken, Hz. Aişe de sıkıntılı
bir dönemde halife seçilen ve iç karışıklılarla uğraşan Hz. Ali’ye karşı
muhalif bir grubun başını çekerek onunla mücadele ettiği görülmektedir. Hz.
Peygamber’den dolayı akraba olan Hz. Ali ve Hz. Aişe’nin zor zamanlarda
birbirlerini desteklemedikleri anlaşılmaktadır. Bundan hareketle Hz. Ali ile
Hz. Aişe’nin arasının kişisel olarak iyi olmadığı kanaatine varmak mümkündür.
Şu da bir gerçek ki Hz. Aişe bir insan olarak tercihini Hz. Ali’den yana
koymaması doğal ve insani bir reflekstir.
Bunlardan hareketle şunu ifade etmek mümkündür: Hz. Aişe’nin
Hz. Ali’ye karşı muhalefetini sadece İfk Hadisesi’yle açıklamak doğru değildir.
İfk Hadisesi belli ölçüde etkili olmuş olabilir ancak Hz. Ali’ye karşı çıkışını
tek başına açıklaması güçtür. Bunun dışında daha sonraki dönemde meydana gelen
başka sebepler ve şartların da onun muhalefet etmesinde etkin olmuştur.[422] Bunun yanında Hz. Aişe’nin Hz. Ali’ye karşı muhalefetinde İfk
Hadisesinin etkisinin hiç olmadığını düşünmek de doğru bir yaklaşım değildir.
İfk Hadisesi sadece bir neden değil, nedenlerden biridir demek mümkündür.[423]
Hz.
Peygamberin önderlik ettiği Müslümanların, devlet ve toplum hayatında manevi
birtakım değerler dışında dil, renk, kabile gibi fiziki ölçülere değer
verilmediği, insanların takvalarıyla derecelendirildiği, idari makamlara
tayinlerde ise ehliyetten başka bir ölçüye dikkat edilmediği görülmektedir.[424] Ancak bu ideal anlayış Hz.
Peygamber’in vefatından sonra çok uzun sürmedi. Çok zaman geçmeden birtakım
nedenlerle dini kılığa bürünmüş bir cahiliye zihniyeti yer yer kendisini
hissettirmeye başladı. Hz. Peygamberin vefatıyla birlikte halifelik makamını
ele geçiren Kureyş kabilesi Hz. Osman’ın halifeliği döneminde görünürde bir
bütünlük arz etti. Ancak Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle birlikte Müslümanlar
içten içe parçalanmaya başladı. Başlangıçta aile kavgası durumundaki
Emevî-Hâşimî mücadelesi, çatışmaya dönüştü.[425]
Akoğlu’nun
değerlendirmesine göre; Hz. Peygamber vefat ettikten sonra meydana gelen birçok
siyasi olayın nedeni; eski kabilecilik anlayışının yansımasıdır.[426]
Cemel
Vak’ası’nın görünen değil, ama görünmeyen ancak önemli nedenlerinden biri de
Emevî-Hâşimî çekişmesi olduğunu ifade etmek mümkündür.[427]
Cemel Vak’ası’nda her ne kadar Cemel Ashâbı ön plana çıkmış olsa da arka
planda özellikle Hz. Ali’nin valiliklerden aldığı Ümeyye oğullarına mensup
valilerden lojistik destek geldiği açıktır.
Cemel
Vak’ası’na yol açan önemli faktörlerden biri, Ümeyye oğullarının hâkimiyet ve
iktidar hırsı olarak değerlendirilmektedir. Bu hırs, sosyal değişme sancıları
çeken bir toplumda ortaya çıkınca bu olaylar daha kolay sahnelenmiştir.[428]
Ebû Sûfyan
başkanlığındaki Ümeyye oğulları, İslâmiyet’in doğuşuyla birlikte eski siyasi ve
askerî saygınlığını nispeten kaybettilerse de[429]
Mekke’nin fethinden sonra Hz. Peygamber’den ve ondan sonra da Hz. Ebû Bekir,
Hz. Ömer, Hz. Osman’dan gördükleri müsamaha ve kendilerine gösterilen itibar
sayesinde çevre edinip maddi açıdan güçlü hale geldiler.[430]
Ümeyye
oğullarının, özellikle Hz. Osman döneminde güçleri daha da arttı. Bu dönemde
İslâm devletinin neredeyse önemli bir gücü onların elindeydi. Bu durum bir
taraftan Medine’de olmasa bile eyaletlerde kendilerine taraftarlar ve
sempatizanlar kazandırdı. Diğer taraftan servetlerinin artmasını sağladı.[431]
Hz. Osman’ın
şehit edilmesi Ümeyye oğullarının yönetimden uzaklaşması anlamına geldiği gibi
Hz. Ali’nin halife olması da Hâşim oğullarının iktidara gelmesi anlamına
geliyordu.[432] Hz. Ali, Hâşim oğulları
arasında seçilen ilk halifedir.[433]
Hz. Ali göreve
gelir gelmez, çoğu Ümeyye oğullarından oluşan Hz. Osman’ın valilerini görevden
alıp, yerlerine kendi valilerini tayin etmekle işe başladı.[434]
Hz. Ali Hz.
Osman’ın valileriyle çalışmak istemiyordu ve kendisine valilerin yerlerinde
bırakılması konusunda Muğîre b. Şu’be’nin yaptığı tavsiyeleri de dikkate
almadı.[435] Zaten Hz. Ali daha önce Hz.
Osman’ı valiler için defalarca ikaz etmişti.[436]
Aslında Muğire
b. Şu’be ile İbn Abbas’ın tavsiyeleri iyi bir siyasetti. Şayet Hz. Ali Hz.
Osman’ın valilerini derhal görevden almayıp biatlerini alsaydı onların
husumetini bertaraf etmiş olurdu.[437]
Ancak hakkı yerine getirme hususunda yumuşaklık göstermeksizin şiddetli
davranma mizacına sahip olan Hz. Ali,[438]
İslam’a aykırı olan aldatma yolunu tercih etmeyerek[439]
hilafete geçer geçmez Hz. Osman’ın valilerini görevden alıp, onların yerine
Ensar ve Hâşim oğullarına mensup kimseleri tayin etmeye başlayarak yönetim
kadrosunu takviye etti.[440] Bunların ortak özelliği ilk
üç halifenin idaresinde iktidardan mahrum bırakılmış olmalarıdır.[441]
İdarenin Hz.
Ali’nin şahsında Hâşim oğullarına geçmesi sonucu yeni idari yönetim karşısında
siyasi rollerinin ortadan kalktığını gören Ümeyye oğulları, Hz. Ali’ye hemen
tepki gösterdiler.[442]
Görevden
alınmayı hazmedemeyen valiler, Hz. Ali’ye karşı cephe oluşturdular.[443] Özellikle Medine’deki Ümeyye
oğulları ve taraftarları yeni halifeye karşı muhalif hisleri ayakta tutabilmek
için ellerinden geleni yapıyorlardı.[444]
Ancak şu var ki, Hz. Ali halife olunca Ümeyye oğullarını kendi tarafına çekmek
yerine, onların düşmanca bir tutuma sürüklenmelerine neden olabilecek bir
politika izledi. Neticede onlar da Medine’den ayrılarak Mekke’ye gidip muhalif
gruba katıldılar.[445]
Valilikten
alınan Muâviye , Hz. Ali’ye karşı isyan bayrağını açarak,[446]
yeni halifenin Hz. Osman’ın şehit edilmesi konusunda ilgisiz kaldığını ve
suç ortağı olan isyancıları, ordusunda barındırdığını ileri sürerek ona biat
etmedi.[447]
Muâviye ,
Kur’an-ı Kerim’in: “Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın, öldürülmesini haram
kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki
vermişizdir. Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın. Çünkü
kendisine yardım edilmiştir.”[448]
ayetine göre; haksız bir şekilde öldürülmüş birinin yakın akrabasına tanınan
kısas hakkından hareketle[449] Hz. Osman’ın akrabası
sıfatıyla[450] onun kanını Hz. Ali’den talep
etmeye[451] ve bunun için kamuoyu
desteğini toplamak[452] amacıyla propagandaya
başladı.[453] Hz. Osman’ın şehit edilmesini
istismar edip durumu kendi lehine çevirmeye çalışan Muâviye [454] bu masum talebi
öne çıkararak epey destekçi buldu.[455]
Muâviye Hz. Osman’ın kanlı gömleğini Şam halkını
heyecana getirmek için mescitte teşhir etti.[456]
Bilindiği gibi Nu’man b. Beşîr Hz. Osman şehit edildikten sonra Hz. Osman’ın
kanlı gömleğiyle birlikte onun eşi Nâile’nin kopan parmaklarını alıp Şam’a
götürmüştü.[457] Bu, Muâviye için büyük bir propaganda vesilesi oldu.[458] Muâviye de Hz. Osman’ın kanını talep etmek maksadıyla
bunu Hz. Ali’ye karşı propaganda aracı olarak kullandı. O, Hz. Osman’ın kanlı
gömleği ile onun eşinin kopan parmaklarını mescitte astı. İnsanlar bu manzarayı
görüp sürekli ağlıyorlardı.[459]
Hz. Ali’nin siyasi
otorite sağlamasının önündeki en büyük engel Muâviye olduğu ifade edilir. Muâviye Hz. Osman dönemindeki olayların halifenin
şehit edilmesine kadar gideceğini öngördüğü ve stratejisini buna göre tespit
ettiği ileri sürülmektedir.[460] Bundan dolayı, Hz. Ali’nin
halife seçilmesine en büyük itirazın İbn Sebe ve grubundan değil de Muâviye ’den
geldiğini söylemek abartı olmaz.[461]
Hz. Ali’yi Hz.
Osman’ın şehit edilmesiyle ilişkilendirmeye çalışan Muâviye diğer taraftan da kendisini Hz. Osman’ın velisi
ilan etmiştir. Bu vesileyle hem Şamlıları yönetime karşı kışkırttığı hem de
Hicazlılara niyetinin halifelik değil de Hz. Osman’ın katillerini cezalandırmak
olduğunu göstermeye çalıştığı ifade edilmektedir. Özetle Muâviye ’nin Hz.
Ali’ye karşı psikolojik savaş taktiğini uyguladığı söylenebilir.[462]
Muâviye ’nin
görevden alınmasına rağmen seçilmiş meşru halifeye biat etmemesi, Hz. Ali’nin
siyasi otoritesini sarstı. Bunun yanında Hz. Osman’ın yakını olması hasebiyle
meşru hakkı olan kanı talep etmesi Muâviye ’nin elini güçlendirirken
muhaliflerin de işini kolaylaştırdı. Ayrıca Muâviye ’nin biat etmemesi askerî
anlamda Hz. Ali’nin gücünü zayıflatırken muhaliflere de bu anlamda dolaylı
olarak hem maddi hem de manevi anlamda destek olmuş oldu.
Bu konuda İbn
Kuteybe, Hz. Aişe’nin bu olaya girişmesinin temelinde, Muâviye ’nin Hz. Ali’ye
biati kabul etmemesinin verdiği cesaret olduğunu ifade ediyor.[463]
Ümeyye
oğullarının diğer mensupları da kendi güçleri nispetinde muhalefet etmeye
çalışıyorlardı. Örneğin; Hz. Osman’ın Mekke valisi Abdullah b. Âmir el-
Hadramî, zamanın siyasi olayları ve Hz. Osman’ın şehit edilmesine sebep olan
hadiselerde sorumlu olan Mervân b. Hakem, Saîd b. Âs gibi Ümeyye oğullarına
mensup kimselerin amacı, Mekke’de tahriklerde bulunarak Basra’ya gitmek ve
orada devlet hazinesini ele geçirmekti.[464]
İleride
değinileceği üzere Hz. Aişe, Hac’dan dönerken yolda Hz. Osman’ın şehit
edildiğini ve onun yerine Hz. Ali’nin seçildiğini haber alınca hemen Mekke’ye
geri döndü. Kâbe’de Hicr mevkiinde Hz. Osman’ın mazlum olarak şehit edildiğini
halka anlatarak insanları mücadeleye davet etti.[465]
Bu davete ilk karşılık veren Ümeyye oğullarından Abdullah b. Âmir el-Hadramî
oldu.[466] Abdullah b. Âmir’den sonra
Medine’den kaçıp Mekke’ye sığınan Ümeyye oğullarına mensup başka kimseler de bu
davete karşılık verdiler.[467] Bunlar arasında Velîd b.
Ukbe, Saîd b. Âs gibi kimselerin yanında yine Yemen valisi Ya’lâ b. Ümeyye ile
Basra valisi Abdullah b. Âmir yanlarında getirdikleri bol miktardaki mallarla
bu mücadeleye katıldılar.[468] Rivayete göre;
Ya’lâ b. Ümeyye yanında getirdiği 600 deve ile 600000 dirhemle destek oldu.[469] Bunun yanında yine Ya’lâ b.
Ümeyye Cemel Vak’ası’na adını veren “Asker” adlı deveyi kendisi satın alıp Hz.
Aişe’nin emrine verdi.[470] Bu ikisinin Hz. Aişe’nin yanında
yer alması Medine’de kalan diğer Ümeyye oğullarını da cesaretlendirdi ve onlar
da Mekke’ye giderek muhalif gruba katıldılar.[471]
Hz. Aişe
üzerinde mahfesi olup zırhlarla çevrilmiş olan asker adlı deveye bindiği için
onun etrafındaki orduya Cemel Ashâbı denilmiştir.[472]
Hz. Osman’ın
görevden alınan Mısır valisi Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh de Mısır’ı terk
ederek Muâviye ’nin yanına gitti. Medine’de bulunan diğer Ümeyyeliler de
Mekke’ye giderek bu son grupla birlikte hareket ettiler.[473]
Görüldüğü gibi
İbn Abbas ve Muğîre b. Şu’be’in tavsiyelerini dikkate almayan Hz. Ali Hz.
Osman’ın valilerini değiştirip yerine kendi valilerini tayin etmekle otoriteyi
sağlayamamış ve aldığı tedbirler de istediği gibi sonuç verememiştir.[474]
Burada dikkat
çeken nokta; Hz. Osman’ın, Ümeyye oğullarına mensup görevden alınan bazı
valilerinin, Hz. Aişe’nin başını çektiği muhalif gruba maddi anlamda lojistik
destek sağlamış olmalarıdır.
Bakır,
bunlardan hareketle Cemel Vak’ası’nın, Ümmeyye oğullarının devlet idaresini
yeniden ele geçirmek için başlatmış oldukları merhaleden ibaret olduğunu ifade
ediyor.[475] Ona göre; bu ayaklanmanın
neticesi de nitekim planlandığı gibi olmuş ve bu ayaklanmayla birlikte Ümmeyye
oğulları hem ileride devlet idaresine talip olacak güçlü muhaliflerinden kurtulmayı
başarmış hem de Hz. Ali ile Basralılar arasında bir daha onarımı mümkün olmayan
küskünlük ve nifak sokmada başarılı olmuşlardır.[476]
Bakır’a göre;
“Hz. Osman döneminde siyasi olarak cereyan eden her şey Ümeyye oğulları lehine
oluyordu. Bunun en belirgin örneği ise, Şam’da vali olarak görev yapan Muâviye ’dir.
Çünkü Muâviye yirmi yıla yakın valiliği
sırasında kendisine itaat eden, fitneden uzak ve sayıları yüz bine yakın güçlü
bir ordu meydana getirdi. Böylece İslâm devleti bünyesinde ikinci bir kuvvet
unsuru ortaya çıkmış oldu. Daha açık bir ifadeyle Şam vilayeti Muâviye ’nin
idaresinde devlet içinde devlet haline geldi.”[477]
Bakır’ın bu
konuda çok iddialı bir görüşü mevcuttur. Ona göre; “Ümeyye oğullarına mensup
Basra valisi Abdullah b. Âmir ve Yemen valisi Ya’lâ b. Ümeyye, Şam’daki güçlü
orduyu geleceğe dönük bir plan için, Mekke’de başlattıkları ayaklanmaya
bulaştırmak istemiyorlardı. Bunun yanında Şam’a gitmeyi planlayan Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr’i bu fikirlerinden vazgeçirip onları Basra’ya yönelmeye ikna
ettiler. Onların amacı; önce Şûra üyesi Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’i bertaraf
etmek daha sonra da Hz. Ali’yle uğraşmaktı. Nitekim bu ayaklanmayı başarıya
götürmek için maddi yönden büyük destek sağladılar ve tüm masrafları bizzat
valilikleri sırasında biriktirmiş oldukları servetten karşıladılar.”[478]
Bakır’ın bu
değerlendirmesine karşın Apak’ın değerlendirmesi de daha farklıdır. Apak’a
göre; “Cemel Ashâbı’nın ortaya çıkışının ardından meydana gelen çatışmanın Muâviye
’nin Hz. Ali’ye karşı gerçekleştirdiği iktidar mücadelesine yardımcı olduğu bir
gerçektir. Nitekim Muâviye Cemel Vak’ası
nedeniyle zaman kazanmış, Hz. Ali ise bu hadiseden dolayı planladığı Şam
seferini geciktirmek zorunda kalmıştır. Üstelik Hz. Ali bu savaşta kendisine
destekçi olan Kûfeliler ile Basralıların karşılıklı olarak savaşmalarıyla büyük
bir güç kaybına uğramıştır. Ancak Ümeyye oğullarına mensup bazı kişilerin
muhalif grubun oluşmasında etkin rol oynamalarından ve savaşın Muâviye ’nin
sağladığı imkânlardan yola çıkarak Cemel Vak’ası’nın Muâviye ya da Ümeyye oğullarının planlı bir
organizasyonu olduğunu iddia etmek zorlama bir düşünce olur. Bu iddianın kabul
edilmesi Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Ümeyye oğullarının oyununa gelen
ve daha önce karşı oldukları idarenin yeniden canlanmasına katkı sağladıklarını
fark etmeyen basiretsiz insanlar olarak görülmesi anlamına gelir ki bu mümkün
değildir. Bunun aksine özellikle Hz. Aişe için bunun tersi rivayetler
kaynaklarda mevcuttur.”[479]
Apak’a göre;
“Cemel Ashâbı’nın oluşumunda daha karmaşık siyasi ve dinî saikler etkin
olmuştur. Eğer bu hadise Ümeyye oğullarının bir siyasi planı olsaydı sadece
birkaç Ümeyyeli valinin değil, bütün Ümeyye oğullarının bu savaşa katılması
gerekirdi. Ancak Ümeyye oğulları blok halinde Cemel Vak’ası’na
katılmamışlardır.”[480]
Bunun yanında
sadece sebebi değil sonucu dahi dikkate alınırsa Cemel Vak’ası’nın Ümeyye
oğulları tarafından yönlendirildiği iddiası havada kalacağı[481]
ifade edilmektedir. Çünkü Cemel topluluğu Hz. Osman’ın şehit edilmesinden
önce birbirlerine karşı iyi hisler taşımayan kimselerden oluştuğu halde[482] onları bir araya getiren
sebepler farklı olduğu gibi onların beklentileri ve hedefleri de farklıydı.[483] Gerçek manada
hepsi bir şeylerin peşindeydi. Fakat görünürde herkes Hz. Osman’ın kanını talep
ediyordu.[484] Bu sebeple Muâviye ’nin
siyasi planı ile Cemel Vak’ası’nın birbirinden bağımsız olarak ele alınması
daha isabetli olur. Ancak bu olayın iktidar yürüyüşünde Muâviye ’ye büyük bir
avantaj sağladığı da apaçık bir gerçektir.[485]
Makul olan görüş budur.
Görüldüğü gibi
Cemel Vak’ası’nda Ümeyye oğullarının, Cemel Ashâbı kadar ön planda gözükmeseler
dahi arka planda ciddi manada muhalefete hem maddi hem de manevi anlamda destek
oldukları söylenebilir.
Muâviye ,
Cemel Ashâbı’na doğrudan yardım etmedi; ancak onun Hz. Ali’ye karşı muhalefeti
Cemel Ashâbı’nı hem cesaretlendirmiş hem de onların işini kolaylaştırmıştır.
Mervân b.
Hakem, Velîd b. Ukbe ve Said b. el-As gibi Ümeyye oğullarının önde gelenleri de
Mekke’ye giderek Cemel topluluğuna katıldılar.
CEMEL ASHÂBI’NIN
BİR ARAYA GELMESİ
HZ. AİŞE’NİN MEKKE’YE GERİ DÖNMESİ
Hz. Aişe, Hz.
Osman’ın evi kuşatıldığı sırada her ne kadar hacca gitmek konusunda ısrar
ettiyse de hacdan sonra Medine’ye dönmekten başka bir şey planlamıyordu. Hz.
Aişe elini Medine’deki iki gruptan çektikten sonra olaylar hızlı bir şekilde
cereyan ettiğinden dolayı orayla dikkate değer bir teması olmadı.174
Hz. Osman’ın
veya Hz. Talha’yla Hz. Zübeyr’in, Medine’de olup bitenden Hz. Aişe’yi haberdar
etmek için bir girişimde bulundukları konusunda kayıtlarda mevcut bir bilgi
olmadığı ifade edilmektedir. Ancak bununla birlikte Hz. Aişe’nin Medine’de
neler olup bittiği konusunda duyarsız olduğunu söylemek zordur. Hz. Aişe’nin
Medine’den gelenlerden bilgi almak isteyeceği açıktır.[486]
Hz. Aişe ile
İbn Abbas’ın da aralarında bulunduğu pek çok kimse gibi hacdan sonra Medine’ye
dönme konusunda acele etmedi. Hacdan sonra umre ibadetini de yerine getirerek
dönüş yolculuğuna çıktı.[487]
Hz. Aişe
Medine’ye dönerken Şerif denilen yerde Ubeyd b. Selime’yle karşılaşınca
Medine’de neler yaşandığını sordu. Ubeyd b. Selime, Hz. Osman’ın asiler tarafından
şehit edildiğini ve yerine Hz. Ali’nin halife seçildiğini söyledi.[488] Bu haberi alan Hz. Aişe
üzüntüden dolayı Hz. Ali’ye biat edileceğine keşke gökyüzü yerin üzerine çöküp
düşseydi diyerek rahatsızlığını dile getirdi.[489]
Hemen geri gitmek istediğini söyleyerek[490]
Medine’ye gideceğine Mekke’ye geri döndü[491]
ve Hz. Ali aleyhinde faaliyete başladı.[492]
Bu rivayetin
detayı şöyle verilmektedir: “Medine’den gelen ilk haberler çelişkiliydi. Birisi
Hz. Osman’ın Mısırlıları öldürdüğünü söyledi. Hz. Aişe şaşkın bir şekilde şöyle
dedi: ‘Kendi haklarını istemeye ve adaletsizliği kınamaya gelenleri mi öldürdü.
Biz bunu kabul etmeyiz.’ dedi. Ancak daha sonra gelen başka biri ilk haberin
aksine Mısırlıların Hz. Osman’ı şehit ettiğini söyledi. Medine’den kaçanlar,
hiç kimsenin emri kabul etmeye razı olmadığını da ekleyerek bu haberi teyit
ettiler. Hz. Aişe: ‘Bu nasıl bir aksiliktir.’ dedi. Sonra bu karışık durum
hakkında hiçbir kuşku belirtmeden şunu ifade etti: ‘Bu reform çığlıkları
arasında dolaşan yakınmaların sonucudur.’ dedi.[493]
Başka rivayete göre ise; Hz. Aişe tepkisini şöyle ifade etti: ‘Görüyorum ki Ebû
Süfyan’ın Bedir Savaşı’nda halkına talihsizlik getirdiği gibi, Hz. Osman da
halkına talihsizlik getirecektir.’ dedi.”[494]
Hz. Ali’nin iktidarına karşı Hz. Aişe ilk olumsuz tepkisini böylelikle ortaya
koydu.[495]
Hz.
Aişe’nin, Hz. Ali’nin yerine kendine daha yakın gördüğü Hz. Talha’nın halife
seçilmesini istediği ifade edilir.[496] Hz. Aişe, Hz. Osman’ın
şehit edildiği haberi üzerine; insanları sanki Hz. Talha’ya biat ederken
görüyorum şeklinde konuşarak bu konudaki arzusunu açığa vurmuş daha sonra
Medine halkının Hz. Ali’ye biat ettikleri haberi gelince Hz. Osman’a yazık oldu
demişti.[497]
Hz. Aişe’nin bu tepkisi sonraki günlerde takınacağı tavrı ortaya koyması açısından dikkat çekicidir.[498]
Hz. Aişe
Mekke’ye varınca Hz. Osman’ın Mekke eski valisi Abdullah b. Âmir el-Hadramî ona
neden geri döndüğünü sordu. Hz. Aişe de; Hz. Osman’ın mazlum bir şekilde şehit
edildiğini bunun yanında Medine’de ise; kavganın hüküm sürdüğünü, asilerin
fesat ve isyanlarının devam ettiğini belirterek bundan dolayı geri döndüğünü
söyledi.[499]
Gölpınarlı’nın
verdiği bilgiye göre; bu sırada Abdullah b. Zübeyr de Hz. Talha ve Hz.
Zübeyr’den aldığı mektuplarla Mekke’ye geldi. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr
gönderdikleri mektuplarında Hz. Aişe’den Hz. Osman’ın kanını talep etmesi için
Müslümanlara çağrıda bulunmasını istemişlerdi.[500]
Hz. Aişe,
Kâbe’de Hicr[501] denilen yerde toplanan
Müslümanlara konuşma yaptı.[502] Hz. Aişe Müslümanlara şöyle
hitap etti: “Ey insanlar! Biliniz ki farklı şehirlerden gelen bir sürü ayak
takımı ile Medine’den bir sürü kölemsi kimseler bu zalimce şehit edilen adamın
etrafını çevirmiş, yaşından dolayı yapmış olduğu bazı uygulamalarını
reddetmişlerdi. Hâlbuki o, kendinden önceki arkadaşlarının yaptıklarını tekrarlamıştı.
O, koruması gereken şeyleri korumuş ve uzaklaşması gereken şeylerden de uzak
durmuştu. Bu adamlar herhangi bir delil ve özür bulamayınca ona düşmanlık
etmeye başlamış ve nihayet haram bir kanı haksız yere dökmüş; haram beldede,
haram bir ayda, kendilerine haram olan mallara el koymuşlardır. Vallahi Hz.
Osman’ın bir tek parmağı bu insanların yeryüzünü dolduran sayısız
benzerlerinden çok daha hayırlıdır. Vallahi onların ileri sürdükleri hususunda
ve ona düşmanlık ettikleri konularda o, günah işlemekten tamamen arınmış ve
altının içinde bulunan yabancı bir maddenin temizlenmesi veya bir elbisenin
yıkanıp kurutulması gibi bu türlü kötülüklerden tamamen uzaklaşmıştı.”[503]
Hz. Aişe
burada yaptığı konuşmasında izaha ihtiyaç bırakmayacak bir açıklıkla Hz. Osman’a
yapılan haksızlığı dile getirdi. Bunun yanında Hz. Osman’ın hak sahibi olmayan,
ayrıca bu işe layık olmayan kimseler tarafından haksız yere şehit edildiğine
vurgu yaptı. Hz. Osman’a yapılan haksızlığı gidermek ve bu işi yapanları
Medine’den uzaklaştırmak için insanları çare aramaya davet etti. Hz. Aişe’nin
bu daveti kısa zamanda etkisini gösterdi.[504]
Demircan’a
göre; Hz. Aişe’nin bu çağrısı Muâviye ’yle aynı talebi ifade ediyordu. Ancak
onun Muâviye gibi gizli niyetinin
olmadığını söylemek için pek çok neden bulunmaktadır. Her şeyden önce Hz. Aişe,
yakın akrabası olmadığı için Hz. Osman’ın kanı üzerinde politika yapacak imkâna
sahip değildi. Diğer taraftan Hz. Aişe’nin kazanacağı dünyevi bir makam da
yoktu. Zira kadın olduğu için halife seçilmesi de mümkün değildi. Muhalefet
liderlerinin Hz. Ali ile anlaşamamaları için ciddi bir nedenleri yoktu. Aksine
var olduğu iddia edilen nedenler ise gerçekten önemli nedenler değildi.[505]
Çelebi’ye
göre; Hz. Aişe’nin amacı; Hz. Osman’ın haksız yere dökülmüş kanını talep etmek
değildi. Ona göre; Hz. Aişe İfk Hadisesi, zamanında Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekir’e
biraz geç biat etmesi ve en önemlisi de halife olmak isteyen yeğeni Abdullah b.
Zübeyr’in etkisinde kalarak Hz. Ali’ye karşı çıkmıştır.[506]
Hz. Aişe Hz.
Osman’ın mazlum bir şekilde şehit edildiğini ilan edip buna karşı çıkmakla ve
Hz. Ali’nin halife seçilmesine yönelik eleştirileriyle siyasi tavrını ortaya
koydu.[507] Hz. Osman hayattayken ona
ağır eleştirilerde bulunan Hz. Aişe, ne oldu da şimdi Hz. Osman’ın kanını talep
ediyordu.[508] Hz. Aişe’nin bu tavrı aslında
ilginçtir. Bu durumda Hz. Aişe’nin tavır değişikliğinin sebebini onunla Hz.
Osman arasındaki ilişkiden öte Hz. Ali’yle arasındaki ilişkide aramak gerektiği
belirtilmektedir.[509] Ayrıca burada ilginç olan
başka bir durum da Hz. Osman şehit edilmeden önceki siyasi pozisyonun yer
değiştirmesidir. Hz. Osman’ın kapısında haklarını elde etmek isteyen asiler Hz.
Osman’ı şehit etmekle haksız duruma düşerken muhalif grubun liderleri de Hz.
Osman hayattayken ona şiddetli bir şekilde muhalefet ediyorlardı. Hatta onlar
hadiselerin bizzat tahrikçileri olmakla suçlanıyorlardı.[510]
Ancak şimdi de Hz. Osman’ın mazlum bir şekilde şehit edildiğini söyleyerek onun
kanının peşine düştüler.
Demircan, bu
yaklaşıma katılmamaktadır. Ona göre; açıkça ileri sürülen gerekçe Hz. Osman’ı
şehit eden asilerin cezalandırılması talebi olmasına rağmen, bazı kaynaklarda
geçen birtakım diyaloglar Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in iddialarında samimi
olmadıkları görüşünün savunulmasına neden olmuştur. Sonradan çıktığı belli olan
bu görüşler, Hz. Ali’nin haklılığı ve muhaliflerin haksızlığı tezine
uymaktadır. Bununla birlikte muhaliflerin olayların meydana geldiği sıralarda
da bu şekilde itham edilmiş olmaları da mümkündür. Ancak şu var ki, ne Hz.
Aişe’nin ne Hz. Talha’nın ne de Hz. Zübeyr’in Hz. Osman’ın şehit edilmesinde
payları olmadığı açıktır.[511]
Hz. Osman’ın
şehit edilmesine sert tepki gösteren Hz. Aişe daha önceki tutumuyla çeliştiği
için sık sık suçlamalarla karşılaştı. O, samimiyetsizlik ve fırsatçılık
iddiaları karşısında cinayet konusundaki masumiyet ve Hz. Osman’ın kanını talep
konusundaki samimiyetinde ısrar ediyordu. Hz. Aişe’nin akrabası Ubeyd ile
Mervân b. Hakem gözyaşı döken Hz. Aişe’yi Hz. Osman’ın şehit edilmesine neden
olan olaylarda oynadığı rolü hatırlatarak onu cinayetten sorumlu tutuyorlardı.
Hz. Aişe ise bu suçlamalara karşı çıkarak kendini savunuyordu.[512] Hz. Aişe, mazlum bir şekilde
şehit edilen Hz. Osman’ın kanını mutlaka arayacağını söyledi. Ubeyd ise daha
önce şiddetle Hz. Osman’ı eleştiren Hz. Aişe’ye bunun sebebini sordu. Hz. Aişe
de isyancıların isteği üzerine Hz. Osman tövbe ettiği halde yine onu şehit
ettikleri için onu savunduğunu ifade etti.[513]
Hz. Aişe
asilerin Hz. Osman’ın tövbe etmesi gerektiğini söyledikleri için onlarla aynı
düşündüğünü ancak Hz. Osman tövbe etmesine rağmen yine dönüp onu şehit
ettikleri için onlara karşı çıktığını söyledi.[514]
Hz. Aişe, ayrıca son söylediklerinin ilk söylediklerinden daha faydalı ve
hayırlı olduğunu ifade etti.[515] İfade edildiğine
göre; birgün Hz. Aişe’ye Hz. Osman’ın şehit edilmesi hakkındaki görüşü
sorulunca o: “Yemin ederim ki, ben Hz. Osman’ın şehit edilmesini istemedim.
Eğer böyle bir şey istedimse Allah beni aynı akıbete uğratsın.” demiştir.[516]
Hz. Aişe’nin
Mekke’de bulunması, Hz. Ali’ye biat etmeyen Ümeyye oğullarının ona
yönelmelerini ve daha rahat bir ortamda toplanmalarını sağladı.[517] Bundan dolayı Hz.
Aişe’nin Mekke’yi karargâh olarak tercih etmesi mantıklıydı. Çünkü Mekke Hz.
Osman’ın yurdu ve Kureyşlilerin eski merkeziydi. Dolayısıyla Hz. Aişe’nin sözleri
verimli topraklara düştü ve kısa bir süre zarfında taraftarlarının artmasını
sağladı. Ümeyye oğullarından bazı önde gelenleri, taşradan gelenler ve
Medine’den kaçan grup bu davada bir araya gelmek için sıkı bir şekilde
hazırlandı.[518]
Hz. Aişe’nin
davetine ilk olumlu karşılık veren Hz. Osman’ın Mekke valisi Abdullah b. Âmir
el-Hadramî[519] oldu.[520]
Korkmaz, Seyf b. Ömer’in bu rivayetini eleştirip kurgu olarak
değerlendirmektedir. Ona göre; bu rivayet, Hz. Aişe’nin Cemel Vak’ası’na
katılmasının bir savunusu görünümündedir. Çünkü Hz. Osman’ın şehit edilmeden
yirmi gün önce hac için Mekke’ye giden Hz. Aişe önceden Hz. Osman’ın
muhalifiyken daha sonra fikir değiştirip Hz. Ali’nin muhalifleri arasında yer
almıştır.[521]
HZ. TALHA VE HZ. ZÜBEYR’İN MEKKE’YE GİTMESİ
Hz. Osman
şehit edildikten bir süre sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de Mekke’ye gittiler.[522] Hz. Talha ve Hz. Zübeyr umre
yapmak için Hz. Ali’den izin istediler. Hz. Ali de ikisine izin verdi.[523] [524]
Hz. Ali ikisinin gidişlerinin hayra alamet olmadığını düşünüyordu. Ancak ikisini
engellemesi doğru olmayacak ve arzu 213 edilmeyen başka problemler doğuracağından dolayı bu
taleplerini kabul etti.
Cevdet Paşa,
Hz. Osman’a muhalefet eden Hz. Talha’nın, aslında Ümeyye oğullarının
yolsuzluklarını engellemeyi hedeflediğini ancak ortaya çıkan fitne sonucu Hz.
Osman’ın şehit edildiğini belirtmektedir. Ona göre; Hz. Talha bundan dolayı Hz.
Osman’ın kanını almak için kendi kanını ortaya koyduğunu, Hz. Zübeyr’in ise
öteden beri Hz. Talha’dan ayrılamadığı için onunla birlikte hareket ettiğini
ifade 214 etmektedir.[525]
Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr Mekke’ye varınca Hz. Aişe, ikisine Medine’deki durumu sordu. İkisi
Medine’de meydana gelen karışıklıklardan ve orada hüküm süren bedevilerin
şerrinden kaçıp geldiklerini ve Medine’de ne yapacaklarını bilmeyen ayrıca
hakkı bilemedikleri gibi batıla karşı da koyamayan ve kendilerine isabet eden
zulmü de önleyemeyen birtakım kimseleri bıraktıklarını söylediler.[526] Bu izahlar Hz. Aişe’nin
fikrini değiştirip kanaatini kuvvetlendirdi.[527]
Hz. Aişe bunun üzerine karışıklığı önlemeye gidelim diyerek insanları toplamaya
davet etti.[528] Erkocaaslan’a
göre; muhalif grubun liderliğini sadece Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e
yüklemek yanlış olur. Ona göre; Hz. Osman’ın şehit edilmesi karşısında
Mekke’deki bütün Müslümanlar bir araya gelerek böyle bir karar almış
olabilirler. Bunun yanında Hz. Aişe ise özellikle Abdullah b. Zübeyr’in
ısrarları başta olmak üzere Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in etkisinde kalarak böyle
bir yola girmiş olabilir.[529]
Hz. Aişe, Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’in birlikte hareket etmelerinin sebebini, üçünün arasındaki
sıkı akrabalık ilişkilerine bağlayan araştırmacılar mevcuttur.[530] Buna göre; Hz.
Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in arasında girift bir akrabalık bağı olduğundan
dolayı Hz. Aişe bu denli Hz. Ali’ye muhalefet etmiş olabilir.[531]
Hz. Talha Hz.
Aişe’nin kabilesi Teym oğullarından olup babasının amcazadesidir.[532] Ayrıca Hz. Ebû Bekir’in kızı
yani Hz. Aişe’nin kardeşi Ümmü Gülsüm de Hz. Talha’nın eşidir.[533] Hz. Aişe’nin ablası Esma ise
Hz. Zübeyr’in eşidir.[534] Başka bir ifadeyle Hz. Talha
ve Hz. Zübeyr Hz. Aişe’nin enişteleridir.[535]
Yine Hz. Zübeyr’in oğlu ve Hz. Ali’ye karşı olan muhalefetin içerisinde
yer alan Abdullah b. Zübeyr de Hz. Aişe’nin yeğenidir.[536]
Ayrıca Hz. Talha ile Hz. Zübeyr de akrabadırlar. Hz. Talha’nın kızı Hz.
Zübeyr’in bir diğer eşidir.[537]
İşte bu akrabalık ilişkisinin, Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz.
Zübeyr’in birlikte hareket etmelerinde ve birlikte karar vermelerinde etkili
olduğunu söylemek mümkündür. Ancak yine de sadece bu akrabalık ilişkisinin tek
başına belirleyici bir unsur olmadığı, gelişmeleri tetikleyen ve kişilerin
duruşlarını etkileyen başka unsurların da bulunduğu gerçeğini göz ardı etmemek
gerekir.[538] Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Ümeyye
oğulları ile tek ortak yanları; Hz. Ali’nin halifeliğine karşı çıkmalarıdır.[539]
GİDİLECEK YERİN İSTİŞARE EDİLMESİ
Hz. Aişe’nin
davetiyle bir araya gelen, Ümeyye oğullarının desteğiyle toparlanan ve Hz.
Talha ile Hz. Zübeyr’in katılmasıyla güçlenen muhalif grup nereye gidecekleri
konusunda fikir alışverişinde bulundular.[540]
Muhalif
gruptan bazıları Şam’a gitmeyi önerdi. Ancak bir kısmı Muâviye ’nin oraya
yeterli olduğunu ifade ederek bu öneriyi reddettiler.[541]
Hz. Zübeyr özellikle elinde maddi imkân ve insan gücü bulunan Muâviye ’nin
yanına gitmek gerektiğini düşünüyordu ancak Velîd b. Ukbe bu öneriye karşı
çıktı.[542]
Evi
kuşatıldığı sırada Hz. Osman, Muâviye ’den yardım istemişti. Ancak Muâviye ’nin
yardımı Hz. Osman’a zamanında yetişemediğinden dolayı Velîd b. Ukbe Muâviye ’ye
kızgındı. Bunun için Şam’dan başka bir yere gitmek gerektiğini düşünüyordu.[543]
Hz. Talha’yla
Hz. Zübeyr aslında Şam’a gitmek istiyorlardı. Ancak Abdullah b. Âmir ikisini bu
fikirlerinden vazgeçirerek Basra’ya yönelmelerini sağladı.[544]
Şayet Cemel Ashâbı, Şam’a gitmiş olsaydı asilere galip gelip yönetimi ellerine
geçirebilirlerdi. Çünkü sahâbenin önde gelenleri onlarla beraber hareket
edecekti.[545]
Muhalif
gruptan bazıları Medine’ye giderek Hz. Osman’ın katillerini alıp cezalandırmayı
önerdiler.[546] Hz. Aişe de Medine’ye gitme
taraftarıydı.[547] Ancak bu görüş de kabul
görmedi. Bunun üzerine bazıları Basra’ya gidip oradaki insanlardan güç almayı
sonra da oradaki asileri ve Hz. Osman’ın katillerini cezalandırmayı önerince
çoğunluk bu görüş üzerinde ittifak etti.[548]
Uzun bir valilik dönemi dolayısıyla geniş ve iyi münasebetlere sahip olan
Abdullah b. Âmir’in[549] ısrarının da Basra’ya gitme
konusunda etkili olduğu ifade edilmektedir.[550]
Aslında o
günkü şartlarda muhalif grubun gidebileceği en uygun yerlerden biri Basra’ydı.
Çünkü Mekke mücadele için uygun bir yer değildi. Medine’de ise Hz. Ali vardı.
Bunun yanında Kûfe ve Mısır’da da Hz. Ali güçlüydü. Şam’da Muâviye vardı ve orada istikrar devam ettiği için
Ümeyye oğulları oraya gitmeyi uygun görmedikleri gibi Muâviye de muhalif grubun Şam’a gitmesini istemiyordu.
Bunun için “Osmancı” olarak nitelendirilen ve aynı zamanda ganimet ve gelirin
sürekli aktığı bir garnizon şehir olan Basra tercih edildi.[551]
Muhalif grup,
Basra’ya gitmek üzere ittifak edince Hz. Aişe’ye gittiler. Ona Medine’de
bulunanlara ve bu kargaşaya güç yetiremeyecek kimselerin yanlarında olduğu için
Medine’yi terk ettiklerini söylediler. Bunun için öyle bir yere gidelim ki, Hz.
Ali’ye yapılan biat ileri sürülecek olsa dahi Mekke ehlini ikna ettiğin gibi
orayı da toplayabilesin. Şayet Allah kötü gidişatı ıslah ederse istediğimiz
olmuş olur. Aksi durumda Allah’ın istediği oluncaya kadar mücadelemizi
sürdürmeye devam ederiz dediler.[552]
Hz. Aişe de onların bu taleplerini kabul etti.[553] Daha sonra Abdullah b. Âmir el-Hadremî’yi de davet ettiler. Ancak
o Medine ehlinden olduğunu söyleyerek davetlerini geri çevirdi.[554]
Hz. Aişe’nin
Hz. Osman’ın katillerini cezalandırmak için yaptığı çağrıya destek veren ilk
kişi Ümeyye oğullarından Abdullah b. Âmir el-Hadramî oldu.[555]
Ondan sonra Ümeyye oğullarına mensup diğer kişiler bu daveti kabul ederek
muhalif gruba katıldılar.[556] Özellikle Hz. Osman’ın şehit
edilmesinden sonra Medine’den kovulan ve oradan Mekke’ye giden Ümeyye oğulları
muhalifleri desteklediler.[557]
Hz. Aişe’nin
oluşturduğu muhalif grup, Ümeyye oğullarının verdiği maddi- manevi desteğin
yanında,[558] Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in
katılımıyla da güç kazandı.[559] Kuşkusuz Ümeyye oğullarının
Mekke’de bulunma gerekçeleri ile Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Mekke’de
bulunma gerekçeleri arasında önemli farklılıklar vardı. Ümeyye oğulları
kendilerini diğerlerine göre birinci derecede mağdur olarak görüyorlardı.[560] [561]
Cevdet Paşa,
Ümeyye oğullarını değil de Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Hz. Ali’ye
karşı birlikte hareket etmelerini hayret verici olarak değerlendirmektedir.
Ancak yine de o, bu durumu insani bir hata olarak görmektedir. Ona göre; bu
ayrılığın sebebi, zamanın değişmesi ve kabilecilik anlayışının tekrar 250 canlanmasından
kaynaklanmaktadır.
Hz. Aişe, Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’in Ümeyye oğullarıyla bir araya gelmesi gerçekten
ilginçtir. Zira Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Hz. Osman’ın halifeliği
döneminde Ümeyye oğullarını şiddetle eleştiriyorlardı. Fakat yeni şartlar,
onları Hz. Ali’ye karşı siyasi ortak haline getirdi.[562]
[563]
Bakır’a göre;
Cemel Vak’ası’nın temelinde Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr gibi o günkü
Müslümanlar üzerinde etkisi bulunan şahsiyetlerin siyasi ve iktisadi yönlerini
harekete geçiren Ümeyye oğullarının faaliyeti ve başarısı söz konusudur.
Muhalif grup;
Hz. Osman’ın kanını talep edenler, Hz. Ali’ye biat etmeyenler ve Hz. Ali’ye
muhalif olan kimselerden oluşuyordu.[564]
Dolayısıyla Hz. Osman’ın intikamı, sadece Hz. Ali’ye karşı duydukları kin ve
kıskançlığın bir araya getirdiği pek çok farklı görüşteki insanın parolası
olduğu değerlendirmesi mevcuttur.[565]
Hz. Osman’ın
Yemen valisi ve Hz. Zübeyr’in damadı[566]
Ya’lâ b. Ümeyye[567] Hz. Osman’ın evi
kuşatılınca ona yardım etmek için yola çıkmıştı. O, Medine’ye daha varmadan Hz.
Osman’ın şehit edildiği haberini aldı. Bunun üzerine halifenin intikamını almak
isteyenlere katılmak amacıyla Mekke’ye gitti.[568]
Yanında ise yaklaşık olarak 600 deve[569]
ve 600000 civarında dirhem[570] bulunuyordu.[571] Cemel Vak’ası’nda aktif rol
oynayan Ya’lâ b. Ümeyye[572] elindeki bu mallarla
savaşacak olanların silah ve teçhizatlarını temin ederek bu malın hepsini
harcadı.[573]
Hz. Ali’nin
Ya’lâ b. Ümeyye hakkındaki değerlendirmesine göre; onun bu dönemde harcadığı
paranın Yemen’den topladığı vergi gelirleri olabileceğini göstermektedir.[574]
Ya’lâ b.
Ümeyye bunun yanında “Asker” adında bir deve satın alarak Hz. Aişe’nin
hizmetine sundu.[575] Ya’lâ b. Ümeyye bu deveyi
seksen[576] ya da iki yüz[577] dinara satın
almıştı. Hz. Aişe’yi taşıyan bu deve o bölgede temin edilebilecek en iyi
develerdendi. Sahibi bu deveye bir kısraktan daha fazla değer biçmiş ancak
hayvanın Hz. Aişe için arandığını öğrenince armağan etmek istemişti.[578]
Hz. Osman’ın
valilerinden Abdullah b. Âmir[579] de aynı şekilde Hz. Osman
muhasara altındayken ona yardım etmek amacıyla yola çıkmıştı ancak Medine’ye
varmadan halifenin şehit edildiği haberini alınca o da Mekke’ye gitti.[580] Abdullah b. Âmir Hz. Osman’ın
Basra valisiydi.[581] Hazırlıklara başlamış ve
Şam’a gitmeyi düşünen muhalif grubun liderleri Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz.
Zübeyr’le görüştü.[582] Basra’dan yanına
almış olduğu büyük miktarda mallarla muhalif gruba destek oldu.[583] Abdullah b. Âmir, oğlu
Abdurrahman’la birlikte Cemel Vak’ası’na katıldı. Savaşta oğlunu kaybetti[584] ve kendisi de başından
yaralandı.[585]
Rivayete göre;
Abdullah b. Âmir sefer hazırlıkları sırasında çarşılarda gezip, Cemel
Ashâbı’nın Basra’ya hareket edeceğini belirterek bundan dolayı İslâm’ı aziz
kılmak isteyip onu bozmak isteyenlere karşı çarpışmak isteyenler ve Hz.
Osman’ın intikamını almak isteyip de bineği olmayanların kendisine gelmelerini
söylemişti.[586] Bunların yanında
Hz. Talha’nın da ordu için 40000 dinarlık bir yardımda bulunduğu rivayet
edilmiştir.[587]
İbnü’l-Arabî,
muhalif gruba bu finansman desteğini kabul etmemektedir. Ona göre; Cemel Ashâbı
hak aramak için yollara düşmüştür. Bundan dolayı bu tür rivayetler onları küçük
düşürmek için ileri sürülmüştür.[588]
Onun bu iyimser yaklaşımının hissi duygular olduğunu belirtmekte fayda vardır.[589] [590]
Akbulut’a göre; Hz. Osman’ın evinin kuşatılması ve şehit edilmesini seyreden
Cemel Ashâbı’nın hak aramak için yollara düştüklerini iddia etmek, tarihi
gerçeğe uymadığı gibi karanlığı , taşlamaktan da başka bir anlam ifade
etmemektedir.
Ümeyye
oğullarına mensup Saîd b. Âs,[591] asilerin kuşatması sırasında
Hz. Osman’ın evini koruyanlar arasında yer alıyordu.[592]
Hatta olaylar sırasında başından yaralandığı da ifade edilir.[593] Hz. Osman’ın şehit
edilmesinden sonra Mekke’ye gitti.[594]
İlk başlarda muhalif grupla birlikte hareket ederek onlarla Zat-ı Irk’a[595] kadar gitti. Ancak orada Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’le yaptığı konuşmada ikisinin niyetinin farklı olduğu
kanaatine varınca bir grupla birlikte onlardan ayrılarak geri döndü[596] ve Cemel Vak’ası’na
katılmadı.[597]
Hz. Ali halife
seçildikten sonra Velîd b. Ukbe,[598]
Ümeyye oğullarının önde gelenleriyle birlikte halifenin huzuruna çıktı. Grup
adına sözcülük yapan Velîd b. Ukbe, Hz. Ali’ye kendi ellerinde bulunan
mallarına dokunmayacağına ve Hz. Osman’ın katillerini bulup cezalandıracağına
dair vereceği teminat karşılığında ona biat edeceklerini söyledi.[599] Ancak Hz. Ali’den istediği
teminatı almasına rağmen yine ilk fırsatta Mekke’ye gidip muhalif gruba
katıldı.[600]
Mervân b.
Hakem[601] Hz. Osman döneminde Hz.
Ali’yle birçok kez karşı karşıya gelmiş ve çoğu zaman onunla münakaşa etmişti.[602] Hz. Ali’nin halife
seçilmesinden sonra diğer Ümeyye oğulları gibi o da merkezin dışında muhalefet
yapmayı tercih etti.[603] Mervân b. Hakem muhalif
grupla birlikte Hz. Ali’ye karşı Cemel Vak’ası’na katıldı. Orada aldığı yaralar
ömrünün sonuna kadar devam 293 etmiştir.[604]
Aslında en
şaşırtıcı olan durum; Ümeyye oğullarına mensup Şam valisi Muâviye ’nin muhalif
gruba katılmayışıdır. Muâviye muhalif
grupla aynı amacı taşımasına rağmen onlarla birleşmemesi, onlarla hareket
etmemesi ve onlarla yardımlaşmaması aslında iki topluluğun hedeflerinin
birbirinden farklı olduğunu göstermektedir.[605]
Muâviye ’nin
Cemel Ashâbı’nın başlattığı mücadeleye ortak olmamasında, onların sadece Hz.
Osman’ın kanını taleple sınırlı bulunan amaçlarının yetersizliğinin rolü
olabilir. Bundan dolayı Muâviye ’nin elindeki insan gücünü ve maddi
imkânlarını, ciddi bir hazırlığın olmadığı üzücü olayların sonucu oluşan ve
buruk tepkilerde ifadesini bulan Cemel Ashâbı’na verip ezdirmek istemediği
düşünülebilir.[606] Ayrıca o günkü şartlarda Muâviye
’nin ortaya çıkmasını gerektirecek bir ortam da yoktu.[607]
Muâviye ’nin
amacı halife olmaktan ziyade yönetimindeki Şam’ı muhafaza etmek ve kendisini
emniyete almaktı.[608]
Muâviye ’nin
ısrarla üzerinde durduğu asilerin cezalandırılması konusu Hz. Ali’yi yıpratarak
onu etkisiz kılma amacını taşıdığı söylenebilir. Çünkü Hz. Ali’nin iktidarı
onun çıkarlarına ters düşüyordu. Bu bağlamda Muâviye ’nin siyasi hesaplar
içerisinde olduğunu söylemek mümkündür. Ancak Hz. Osman’ın şehit edilmesinden
hemen sonra hilafeti hedefleyen bir programla hareket ettiğini iddia etmek
güçtür.[609]
Aslında Muâviye
’nin muhalif grupla Hz. Ali’yi baş başa bırakarak hesaplaşmalarını istediği ve
bütün umutlarını Cemel Vak’ası’nın zayiatına bağladığı yorumu da yapılmaktadır.
Buna göre; savaşta bazı kimselerin öldürülmeleri sonucu aradan çıkmaları Muâviye
’nin mücadelesine yardımcı olacaktı.[610]
Bundan dolayı Muâviye ’nin aslan yuvası olarak değerlendirdiği Şam’a muhalif
grubun gelmesini istemiyordu.[611]
Muâviye ’nin
muhalif grupla birleşmemesi, söylenti halindeki Rum tehdidi ile açıklansa da
böyle bir tehlike olmadığı için ikna edici değildir. Bu tehlike olsa olsa
muhalif gruba katılan Ümeyye oğullarına karşı bir bahaneydi. Muâviye , planını
Hz. Ali ile Cemel Ashâbı’nın karşılaşmalarının sonucuna göre yapıyordu.[612]
Muâviye Cemel Vak’asına sadece seyirci olmakla
kalmamış Hz. Ali’ye karşı ayaklanmaları için Hz. Talha[613]
ve Hz. Zübeyr’e[614] mektup yazmıştır.
Demircan’ın ifade ettiği gibi; bütün Ümeyye oğullarının
birlikte hareket etmedikleri görülmektedir. Ümeyye oğullarının çoğu Muâviye ’nin
yanında yer almadıkları gibi Mekke’de de liderliğini kendilerinin yapmadığı bir
hareketin içinde yer almaları şaşırtıcıdır. Öyle anlaşılıyor ki, Ümeyye
oğulları arasında bir iç rekabet vardı. Mervân b. Hakem ile Hz. Osman’ın
görevden alınmış valileri muhtemelen Muâviye ’nin güdümüne girmek
istemiyorlardı. İktidar ailesinin içinde bir rekabetin olması her zaman
karşılaşılan bir durumdur. Ancak şu var ki iç rekabet dışarıya karşı birlikte
hareket etmeye engel değildir.[615]
Mekke’de,
Cemel Ashâbı’nın liderlik ettiği, Ümeyye oğulları, Mekke’nin önde gelenleri ve
Hz. Peygamber’in bazı eşlerinden oluşan muhalif grup meydana gelmişti.[616]
Hz.
Peygamber’in diğer eşleri Hz. Aişe’yle birlikte Medine’ye gitmek istiyorlardı
ancak muhalif grup Basra’ya gitmek üzere anlaşınca onlar Medine’den başka yere
gitmeyeceklerini belirterek yola çıkmaktan vazgeçtiler.[617]
Ancak Hz. Hafsa[618] Hz. Aişe’yle birlikte
Basra’ya gitmek istiyordu ama kardeşi Abdullah b. Ömer onun muhalif gruba
katılmasına ve Basra’ya gitmesine izin vermedi.[619]
Abbott, Hz.
Aişe’nin bu şekilde insanlara liderlik etmesinin, Hz. Peygamber’in diğer
eşlerini zor durumda bıraktığını, yalnızca Hz. Hafsa’nın bu konuda Hz. Aişe’yle
aynı görüşte olduğunu ifade ediyor.[620]
Abdullah b.
Ömer Medine iken Hz. Ali kendileriyle birlikte Şam’a düzenleyeceği sefere
katılması için davette bulundu. Abdullah b. Ömer Medine ehlinden olduğunu
belirterek yıl yapılacak sefere katılamayacağını ifade etti. Daha sonra umre
yapmak amacıyla Mekke’ye gitti.[621] Mekke’de ise, muhalif grup
kendileriyle birlikte Basra’ya gelmesini teklif ettiklerinde ise yine Medine
ehlinden olduğunu ifade ederek onların da teklifini reddetti.[622] Abdullah b. Ömer, Cemel
Ashâbı’yla beraber Medine’den başka bir yere gitmek istemiyordu.[623]
Aslında
Abdullah b. Ömer, kurtuluş ve hayrı, olaylara karışmamakta görmekteydi. Hz.
Aişe’nin de olaylara karışmamasının daha faydalı olacağını, aksi halde
Müslümanların parçalanarak güçsüz düşmelerine sebep olacağını düşünmekteydi.[624] [625]
Watt’a göre;
Hz. Ali Hz. Osman’ın şehit edilmesini istememesine rağmen halife seçildikten
sonra asilere karşı dikkate değer bir ilgi göstermiş ve onları cezalandırmak
için herhangi bir adım atmayarak kendi konumunu korumaya çalışmıştır. Ona göre;
muhtemelen bu durumu fark eden Abdullah b. Ömer ve onun gibi düşünen bazı
sahâbe Medine’yi terk ederek Hz. Ali’ye biat etmekten imtina etmişlerdir.
Muhaliflerin
yola çıktığı sırada Medine’de olduğu anlaşılan[626]
öteden beri kendisini Ehl-i Beyt’le özdeşleştirmiş ve Hz. Ali’ye taraftar olan
Hz. Ümmü Seleme, kesin ve net bir tavırla[627]
Hz. Peygamber’in diğer eşlerinin aksine Hz. Aişe’nin ayaklanmadan vazgeçmesini
istedi. Bunun için ona bir mektup göndererek şöyle nasihatte bulundu: “Hz.
Peygamber kadınların cihada sabredebilecekleri kanaatinde olsaydı onu sana
tavsiye ederdi. Dinde aşırı gitmekten seni sakındırdığını bilmiyor musun?
Şüphesiz ki dinin direği eğrilirse kadınlarla doğrulmaz, çatlarsa onlarla tamir
edilmez. Kadınların cihadı gözlerini haramdan sakınmak ve eteklerini
toplamaktır. Sen çöllerde deveyi hızla konaktan konağa sürerken Hz. Peygamber
seninle karşılaşsaydı ona ne cevap verirdin? Yarın Hz. Peygamber’e
kavuşacaksın. Yemin ederim ki eğer bana: Ey Ümmü Seleme cennete gir denilse,
Hz. Peygamber’in üzerime giydirdiği örtüyü yırtmış olarak onunla karşılaşmaktan
hayâ ederim. Onu kendine perde kıl. Evin içini kendine kale edin. Onlara
yardımdan kendini alıkoyup oturduğun müddetçe onlar için daha faydalı olursun.
Hz. Peygamber’den işitmiş olduğum bir hadisi söylesem yılan gibi sokarsın.
Vesselam.” Hz. Aişe de Hz. Ümmü Seleme’ye şöyle bir mektup yazdı: “Bana tavsiye
ve nasihatlerine gelince senin bildiklerini ben de biliyorum. Birbirini
boğazlamak üzere olan iki Müslüman grubun kavgalarına mani olup aralarını
bulduğum gün ne güzel bir gün olacak. Vazgeçsem aslında bunda zorluk yok. Devam
edersem muhakkak yapmam gereken şeyler var, onları yapacağım.”[628] Yola çıkmaya karar veren Hz.
Aişe’ye Hz. Ümmü Seleme’nin bu nasihati tesir etmedi.[629]
Hz. Aişe’nin
öncülüğünde oluşan muhalif grup Mekke’den Basra’ya doğru yola çıktı. Sayısı
konusunda farklı rakamlar mevcut olan muhalif grup Mekke’den 600,[630] 700,[631]
900,[632] 1000[633]
civarında binekli kişiyle yola çıktı. Ancak yolda orduya katılanlarla birlikte
bu sayının 3000[634] kişiye ulaştığı rivayet
edilir. İşin şaşılacak tarafı bu kadar kalabalık bir grubun kısa zamanda bir
araya gelmesi ve Basra’ya gitmek için ittifak etmesidir. Çünkü Hz. Osman şehit
edileli daha dört ay olmuştu.[635]
Mekke’de
farklı görüşe sahip muhalif insanların bir araya gelmesiyle oluşturulan bu
ittifakın bir tarafında sahâbenin ileri gelenleri diğer tarafta da çeşitli
çıkarlar peşinde olan gruplar vardı. Onları bir araya getiren sebepler farklı
olduğu gibi beklentileri ve hedefleri de farklıydı.[636]
Muhalif grubun
hareket ettiğini gören İbn Abbas’ın annesi Hz. Ali’ye bu haberi iletmek üzere
Cüheyne kabilesinden Zafer adında birisini ücret karşılığında Medine’ye
gönderdi. Bu kişi İbn Abbas’ın annesinin göndermiş olduğu mektubu Hz. Ali’ye
iletti.[637]
Muhalif grubun
şehirden çıkışını izleyen Abdullah b. Zübeyr bu grup kadar hayrı isteyip şerden
kaçınan kimseleri görmediğini ifade etti.[638]
Değerlendirme
yapılacak olursa, muhalif grup; Hz. Osman’ın kanını talep edenler, Hz. Ali’ye
biat etmekten kaçınanlar ve Hz. Ali’ye muhalif olanlardan meydana gelen
heterojen bir topluluktu.[639] Çok ani şartların bir araya
getirdiği bu insanlar arasında bir fikir birliği olduğunu söylemek zordur.[640] Çünkü bu grup, Hz. Osman
şehit edilmeden önce birbirlerine karşı iyi hisler taşımayan kimselerden
meydana gelmişti. Gerçekte herkes bir şeylerin peşinde olmasına rağmen
görünürde herkes Hz. Osman’ın kanını talep ediyordu.[641]
Esasen muhalif grubun fikir birliğine vardığı tek konu, Hz. Ali karşıtlığıydı.
Ümeyye oğulları zaten Hz. Ali’ye karşıydı. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de Hz.
Ali’ye karşı oldukları için Mekke’ye gelmişlerdi. Hz. Aişe ise kendisine yakın
olan birisinin halife olması uğraşısı içerisindeydi.[642]
Şiblî’ye göre;
Hz. Aişe’nin hedefi ıslah davetiydi. Ancak Ümeyye oğullarının hedefi ise, bu
davetin başarısızlığa uğraması suretiyle Hz. Ali’nin problemlerini artırmaktı.[643] Erkocaaslan da Hz. Aişe, Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’in amacının fitneyi ıslah etmek olduğunu ifade ediyor. Ona
göre; Basra’ya hareket eden Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in niyeti,
asilerin karşı koyamayacağı güçte bir orduyla Medine’ye gelip asileri
cezalandırmak ve halifelik seçimini şûraya teslim etmekti.[644]
Hz. Ali’ye
biat etmeyen ve daha sonra Hz. Osman’ın kanını talep etmeyi kendisine yegâne
hedef edinen Şam valisi Muâviye ’nin muhalif gruba katılmayışı ise şaşırtıcıdır.
Cemel Ashâbıyla aynı amacı güdüyor olmasına rağmen onlara birleşmemesi ve
yardımlaşmaması neden mümkün olamadığı sorusu, aslında iki tarafın hedeflerinin
birbirinden farklı olduğunu göstermektedir.[645]
Ünal’a göre; Muâviye
’nin Cemel Vak’ası’na katılmayışı ve onun daha sonraki tutumu dikkate
alındığında bu olayı, Ümeyye oğullarının hâkimiyeti yeniden ele almak için
başlattıkları planın ilk safhası olarak ele almak mümkündür.[646]
Muâviye kendisi Cemel Ashâbı’na katılmak istemediği
gibi onların da kendisinden uzak durmalarını istiyordu. Bir yerde o, Hz.
Osman’ın kanını talep etmenin kendi hakkı olduğuna inanıyordu.[647]
Yukardaki
görüşlere karşın Seyf b. Ömer’in Cemel Vak’ası’yla ilgili rivayetlerini
değerlendiren Kocaışık’a göre; Basra’ya doğru hareket eden Cemel Ashâbı
arasında birkaç istisna dışında tam bir birliktelik olduğu göze çarpmaktadır.
Ona göre; diğer kaynaklarda geçen rivayetler ise, bu rivayetin
aksine Cemel Ashâbı’nın arasındaki birliktelikten ziyade ihtilafı öne
çıkarmaktadırlar.[648] [649]
CEMEL ASHÂBI’NIN
BASRA’YA HAREKET ETMESİ
Cemel Ashâbı
Basra’ya doğru hareket ettiği sırada Mervân b. Hakem yolda önce ezan okudu.
Sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in yanına giderek emirlik ve namaz kıldırmak için
ikisinden hangisine selam vereceğini sordu. Orada her ikisinin oğlu 338
kendi babasını
işaret etti.
Hz. Aişe
namazı kıldıracak kişinin liderlik yarışından muhtemel rakiplerine karşı
avantaj sağlayacağını düşündüğünden dolayı[650]
Mervân b. Hakem’in bu tavrına kızdı ve ablasının oğlu Abdullah b. Zübeyr’i
namaz kıldırmakla[651] görevlendirip sorunu
halletti. Çünkü Hz. Aişe potansiyel liderler olan Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in
namaz kıldırmalarını istemiyordu. Namazı kıldıracak kişinin belirlenmesi
konusundaki görüş ayrılığının olması; Cemel Ashâbı’nın siyasi hesaplarının
olduğu düşüncesini uyandırmıştır. Gerek bu durum ve gerekse kahramanların
bizzat oradaki varlıkları aslında bir siyasi proje sahibi olduklarını
göstermesi açısından önemlidir.[652]
Hz. Aişe’nin
emri üzerine Abdullah b. Zübeyr[653] ya da başka bir rivayete
göre; Abdurrahman b. Attâb b. Esîd[654]
imamlık yaptı. Mervân b. Hakem ise müezzinlik yaptı.[655]
Başka bir rivayete göre ise; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr birer gün sırayla imamlık
yapmışlardır.[656] Bu olaya şahit olup da
muhalif grup arasında bulunan Muaz b. Ubeyd, zafere ulaşmaları halinde Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’in halifelikten feragat etmeyeceklerini, dolayısıyla grubun
mutlaka kendi aralarında çarpışacaklarını ifade etti.[657]
Hz. Aişe Asker
adlı devesinin üzerinde bir mahfe içinde yanındakilerle birlikte Mekke’den
Basra’ya doğru yola çıktı. Hz. Peygamber’in diğer eşleri de Hz. Aişe’ye Zat-ı
Irk’a kadar eşlik ettiler.[658] Oraya vardıklarında
kendisiyle vedalaşırken ağlamaya başladılar. Orada bulunanlar da ağlamaya
başladı.[659] Oradakiler hem ağlıyorlardı hem
de; “Ey Rabbimiz! Ne hale düştük! Kardeş kardeşin kanına susamış, müminlerin
annesi bile evini terk ederek sefere çıktı.” diyorlardı.[660]
O güne ağlaşma günü[661] (yevmü’n-nahîb) denmiştir.[662]
Said b. Âs
Zat-ı Irk’ta Mervân b. Hakem ve adamlarını görünce onlara Hz. Aişe, Hz. Talha
ve Hz. Zübeyr’den intikam almadan nereye gideceklerini sordu. Mervân b. Hakem
de ona gidecekleri yerde Hz. Osman’ın katillerinin hepsini birlikte
öldürebileceklerini söyledi.[663]
Said b. Âs
daha sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in yanına giderek onlarla gizlice görüştü.
İkisine zafere ulaşmaları halinde hilafet görevini kime vereceklerini sordu.
İkisi de hilafeti müslümanların seçeceği birine vereceklerini söylediler. Bunun
üzerine Said b. Âs, ikisine Hz. Osman’ın kanını almak için çıkmış olduklarını
dolayısıyla bu işi onun oğullarından birine devretmeleri gerektiğini söyledi.
Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de Muhacirlerin önde gelenlerinin olduğu yerde
halifeliği iki yetime bırakmayacaklarını ifade ettiler.[664]
Azimli, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in bu ifadelerinden hareketle bu durumun
aslında ikisinin de Hz. Osman’ın kanı için hareket etmediklerinin en iyi kanıtı
olduğunu ve hilafeti kendi ellerine almayı amaçladıklarını iddia etmektedir.[665]
Aldığı
cevaplara kızan[666] ve Hz. Talha’yla Hz.
Zübeyr’in bu teşebbüste kendi menfaatlerini düşündükleri kanaatine varan[667] Said b. Âs, Abdullah b. Halid
b. Esid’le birlikte gruptan ayrıldı. Muğîre b. Şu’be Said b. Âs’ın haklı
olduğunu belirtip bu durumda orada Sakif kabilesine mensup kimselerin geri
dönmesi gerektiğini söyledi. Bunun üzerine oradaki bir grupla birlikte Hz.
Osman’ın Ebân[668] ve Velîd adındaki oğulları da
geri döndüler.[669] Görüldüğü gibi muhalif grup,
her ne kadar dışarıda birlik görüntüsü verse de herkesin farklı bir niyeti
vardı.[670]
Muhalif grubun
bu şekilde ayrılması, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in alttan alta gelişen rekabeti
ve Mervân b. Hakem’in kuşku uyandıran davranışları Hz. Aişe’nin moralini bozdu.[671] Burada dikkat çeken nokta;
muhaliflerin başında bulunan Hz. Aişe kadın olduğu için Hz. Talha ve Hz.
Zübeyr’den birine liderliğin verilmesi gerekiyordu. Fakat kimseye böyle bir
görev verilmediği için topluluk başsız bir kalabalıktan ibaretti.[672] Öte yandan Ümeyye oğulları
ise kendi hesaplarının peşinde koşuyorlardı.[673]
Muhalif grup dışarıdan bakıldığında birlik görüntüsü veriyordu. Fakat iç
yüzleri ve asıl fikirleri birbirinden farklıydı.[674]
Cemel Ashâbı,
aslında geri dönüşü zor olan bir yola girmiş ve aynı zamanda talep ettikleri
şeyler konusunda net bir karara varmadan kitle psikolojisi içerisinde Basra’ya
doğru gidiyordu. Şu var ki, sadece muhalefet etmek problemi çözmediği gibi özellikle siyasi rekabet, kabilecilik ve şahsi kırgınlık
da işin içine girdiğinde önü alınamayan ve sonu kestirilemeyen sosyal bir kaos
meydana gelebilir.[675]
CEMEL ASHÂBI’NIN HAV’EB SUYUNA VARMASI
Cemel Ashâbı,
Basra’ya doğru giderken yolda Hav’eb[676]
denilen suyun yanına vardılar ve bu sırada köpekler ulumaya başladı. Hz. Aişe
bu ulumaları duyunca bulundukları yerin adını sordu. Yanındakiler bulundukları
yerin Hav’eb olduğunu söyleyince Hz. Aişe, ellerini birbirine vurup yüksek
sesle; “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn”[677]
ayetini okuyarak mutlaka geri döneceğini söyledi. Yanındakiler sebebini sorunca
Hz. Aişe Hz. Peygamber’in eşlerine: “Hav’eb köpeklerinin hanginize
uluyacağını keşke bilseydim.”[678]
hadisini okudu ve sonra devesini ıhtırarak; “Beni geri götürün. Beni geri
götürün. Vallahi ben Hav’eb suyunun sahibesiyim.” diyerek geri dönmek istedi.
İnsanlar Hz. Aişe’nin etrafında kararsız bir şekilde bir gün bir gece beklemeye
başladılar. Bu sırada Abdullah b. Zübeyr ve yanındakiler de Hz. Aişe’ye ısrarla
bulundukları yerin Hav’eb olmadığını ve bunu anlatan kişinin yalan söylediğini
ifade ederek ikna etmeye çalışıyorlardı. Ancak bu çabalar sonuç vermeyince
bazıları Hz. Ali’nin ordusunun yaklaşmakta olduğunu ileri 368 sürerek hemen toparlanıp
Hz. Aişe ve grubun yola devam etmesini sağladılar.[679]
Şiblî’ye göre; Hz. Aişe’nin bu yaklaşımı onun yalnızca sulh ve ıslah
amacıyla hareket ettiğini göstermektedir.[680]
Hz. Aişe ve
yanındakilerin Hav’eb’de bu şekilde kandırılmaya çalışılması İslâmiyet’te ilk
“şehâdetüz-zûr” (yalan şahitlik) olarak değerlendirilmektedir.[681]
Aslında bu
durum, Hz. Ali’ye karşı çıkan muhalif grubun dağınıklığını ve kararsızlığını
göstermektedir. Çünkü bir tarafta Hz. Aişe geri dönmek isterken, öbür tarafta
da onu ikna etmeye çalışan grup vardı. Bundan sonra ise Hz. Ali kendi
üzerlerine geliyor endişesinden hareketle muhalif grup yolculuğuna devam
etmektedir.[682]
Hav’eb
rivayeti, bazı araştırmacılar tarafından kabul gören bir rivayet değildir. Bu
değerlendirmeye göre; köpek uluması Araplar arasında batıl bir inanç olup,
uğursuzluk sayılırdı.[683] Hz. Aişe’nin, Hz.
Peygamber’in eşi olması dolayısıyla kendisi doğrudan hedef alınamadığından bu
yolla onun yaptığını kötü göstermek,[684]
Hz. Ali taraftarlarınca Hz. Ali’nin haklılığını ortaya koymak[685] ya da Hz. Aişe’yi
sorumluluktan kurtarıp Abdullah b. Zübeyr’i sorumlu tutmak[686]
amacıyla uydurulan bir rivayet olduğu şeklinde değerlendirilmektedir. Aksi
halde çok zeki bir insan olan Hz. Aişe’nin kolayca kandırılabildiği sonucu ortaya
çıkar ki bu Hz. Aişe için bir bühtandır.[687]
Ayrıca Hz. Peygamber’in dilinden haber verilen ve geleceğe dair gaybi haberler
kapsamına giren siyasi içerikli hadislerin olabilecek olayları daha önceden
haber vermesine rağmen sahâbenin bu türlü siyasi hatalara düşmüş olmaları[688] zor görünmektedir. Makul olan
da budur.
Erkocaaslan,
bu rivayeti; Hz. Ali’ye karşı Hz. Aişe’nin haksız olduğunu göstermek için
Şiîlerin istismar ettiği bunun yanında yine bu rivayete birçok eklemenin
yapıldığını ifade etmektedir.[689]
Sahâbeyi masum
gibi gösteren rivayetler, esas itibariyle Müslümanlar arasındaki iç çatışmalara
mazeret niteliği taşımakta olup ve bu amaçla birtakım çevrelerce dile
getirilmiştir.[690]
CEMEL ASHÂBI’NIN BASRA’YA VARMASI
Cemel Ashâbı
Basra’ya varmadan önce Umeyr b. Abdullah et-Temîmî’yle karşılaştılar. O, Hz.
Aişe’ye Basra’nın ileri gelenlerine mektup yazarak ya da Abdullah b. Âmir’i
Basra’ya göndererek kalabalık bir grupla şehre geldiklerini haber vermelerini
önerdi. Hz. Aişe de Abdullah b. Âmir’i mektupla Ahnef b. Kays, Sabra b. Şeymân
gibi Basra’nın ileri gelenlerine göndererek Basra’ya geldiklerini haber verdi.379
[691]
Hz. Aişe
Basra’nın ileri gelenlerinden Zeyd b. Sûhân’a[692]
da mektup yazarak Hz. Osman’ın kanını talep etme hususunda kendilerine yardım
etmesini, şayet yardım edemeyecek olsa dahi, insanları Hz. Ali’ye yardım
etmemeleri için teşvik etmesini istedi. Zeyd b. Sûhân ise böyle bir şeyi
fitneye sebebiyet vereceğinden dolayı reddetti.[693]
O da Hz. Aişe’ye, evinde oturmasının daha uygun olacağını, eğer böyle davranamayacak
olursa ona karşı çıkacak ilk kişinin kendisi olacağını yazdı.[694]
Zeyd b. Sûhân:
“Allah müminlerin anası Hz. Aişe’ye rahmet eylesin! Ona kendi evine kapanıp
oturması, bize de savaşmak emredilmişti. O, kendisine verilen bu emri
dinlememiş, bizi savaşa teşvik ederek kendisine emredilmediği halde çarpışmaya
girişmiş ve bizi de bu işten alıkoymuştu.” diyerek Hz. Aişe’yi eleştirdi.[695]
Hz. Aişe’nin
Cemel Ashâbı’yla Basra’ya geldiğini haber alan Basra valisi Osman b. Huneyf,[696] Basra halkını bilgilendirmek
ve Hz. Ali’ye bağlı kalmalarını sağlamak amacıyla yaptığı konuşmada; Hz. Ali’ye
biat etmekle Allah’a da biat etmiş olacaklarını belirtti. Bunun delili olarak
da şu ayeti gösterdi:[697] “Sana biat edenler ancak
Allah ’a biat etmiş olurlar. Allah ’ın eli onların ellerinin üzerindedir.
Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah’a verdiği sözü yerine
getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.”[698]
Osman b.
Huneyf konuşmasının devamında sahâbenin içinde Hz. Ali’nin halifeliğe en layık
kişi olduğunu söyledi. Aynı şekilde Hz. Ali’nin de böyle düşündüğünü, bundan
dolayı kendilerinin de Hz. Ali’nin halifeliğini kabul ettiklerini ve ona bağlı
olduklarını açıkladı. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in de ona biat ettikleri halde
sonradan baskı altında biat ettikleri iddiasında bulunduklarını belirtti.
Halkın çoğunluğunun kararının doğru olduğunu ve çoğunluğun da Hz. Ali’ye biat
ettiğini ifade etti. Bu muhalif gruba karşı kendisine neyi önerdiklerini sordu.
Onlarla bu meseleyi müzakere etti.[699]
Bu rivayete
göre; Osman b. Huneyf Hz. Ali’ye halifelik için yapılan biati, Müslümanların
Hudeybiye’de Allah için Hz. Peygamber’e yaptıkları biat gibi değerlendirmiş ve
bu konuda inen ayeti delil olarak kullanmıştır. Osman b. Huneyfe göre;
halifelik, Hz. Ali’nin hakkı olup, sahâbenin çoğu ona biat ederek bu gerçeği
kabul etmiştir. Bundan dolayı Hz. Ali’ye itaat etmek, haklı herhangi bir
gerekçe olmadan muhalefet edenlere uymamak ve gerekirse ona muhalefet edenlerle
mücadele etmek Allah’ın emridir.[700]
Hz. Aişe ve
yanındakiler Hâfir[701] denilen yerde konaklayıp
yazdığı mektuplara cevap beklemeye başladı.[702]
Hz. Aişe’nin Basra’nın yakınına vardığını haber alan Osman b. Huneyf, İmran b.
Husayn ile Ebû Esved ed-Düelî’yi Hz. Aişe’ye göndererek niçin geldiğini
sormalarını istedi. İkisi Hz. Aişe’nin yanına varıp, kendilerine haber vermeden
niçin Basra’ya geldiğini sordular.[703]
Hz. Aişe:
“Vallahi benim gibi bir ananın evlatlarına böyle bir haber iletmesi gerekmiyor.
Çünkü görüyorsunuz ki kavgalar ve kargaşalar başını alıp gitti. Çeşitli
vilayetlerin ayaktakımı ve kabilelerin çapulcuları Hz. Peygamber’in haremine
harp açtı ve bu mübarek yerde olaylar çıkardılar. Ayrıca bu hususta
bid’atçılara yardım ettiler. Bunlar herhangi haklı bir sebebe dayanmadan
Müslümanların devlet başkanını öldürmek suretiyle girdikleri günahtan dolayı
Allah ve Hz. Peygamber’in lanetini hak ettiler. Haram kılınan kanı helal sayıp
akıttılar ve haram olan malı aldılar. Haram beldeyi ve haram şehri helal
saydılar. İffetleri ve bedenleri paramparça ettiler. İstenmedikleri yerde
ikamete başladılar. Sadece zararı dokunan ve takvadan nasibini almayan bu
kişileri kovmaya halkın gücü yetmedi. Onlardan emin de olamıyorlar. Bu
topluluğun yaptığı şeyleri ve insanların içinde bulunduğu zor durumu bildirmek
için Müslümanların arasına çıktım. Bu durumun ıslahı için yapılması gereken
şeyi bildirmek için geldim. Allah şöyle buyuruyor: “Bir sadaka vermeyi yahut
iyilik yapmayı yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç,
onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları
Allah ’ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.
”[704]
Bundan dolayı Allah’ın ve Hz. Peygamber’in büyük-küçük, kadın- erkek ıslah
görevinin yüklediği kimseler olarak toplanıyoruz. Amacımız budur. Biz sizi
iyilik yapmaya çağırıyor, hayra teşvik ediyor, kötülüklerden nehyediyor ve
Allah’ın emrinin değiştirilmesi karşısında müdahale etmeye çağırıyoruz.”[705] diye cevap verdi.
Hz. Aişe’nin
burada sözü çok açıktır. Bu konuşma Cemel Ashâbı’nın hareketinin ne Hz. Ali ne
de başka herhangi bir kimseyle ilgili bir probleme dayalı olarak gelişen ve
gerçekleşen bir hareket[706] olmadığı kanaati
uyandırmaktadır.
Burada Cemel
Ashâbı’nın göze çarpan amacı; Medine’deki otoriteyi sağlamak ve Hz. Osman’ın
katillerini cezalandırmaktır. Nitekim Cemel Ashâbı Basra’da bulunduğu süre
zarfında Hz. Osman’ın şehit edilmesi olayına karışıp tekrar Basra’ya dönmüş
olan asilere kısas uyguladılar ve diğer yerlerin valilerine de mektuplar
göndererek kendi bölgelerinde bulunan asilere aynı muameleyi yapmalarını
istediler.[707]
Azimli’ye göre
ise; Basra’ya giden Cemel Ashâbı’nın Hz. Ali’ye karşı çıkmak için yola
çıkmadığını, Hz. Osman’ın katillerinin peşine düştüklerini ve sonuçta kaderin
onları bu sonuca sürüklediğini iddia etmek mezhebi bir taassuptur.[708] Çünkü Hz. Osman’ın
katilleri Medine’dedir.[709]
Elçiler Hz.
Aişe’nin yanından çıkıp Hz. Talha’nın yanına gittiler ve ona Basra’ya geliş
sebebini sordular. Hz. Talha, Hz. Osman’ın kanını istemek üzere Basra’ya
geldiklerini söyledi. Elçiler, Hz. Ali’ye neden biat etmediğini sordular. Hz.
Talha kılıç boynunun üzerindeyken Hz. Ali’ye biat ettiğini söyledi ve Hz.
Ali’nin kendileriyle Hz. Osman’ın katilleri arasındaki meseleyi halletmediği ya
da kendilerini asilerle baş başa bırakmadığı müddetçe tam olarak biat almış
olamayacağını ifade etti. Sonra ikisi kalkıp Hz. Zübeyr’in yanına gittiler ve
Hz. Talha’ya sorduklarının aynısını ona da sordular. Hz. Zübeyr de benzer
cevaplar verdi.[710]
Elçiler
ayrılmadan önce Hz. Aişe Ebû Esved ed-Düelî’ye arzu ve isteklerinin kendisini
cehenneme götürmemesi uyarısında bulunarak şu ayeti okudu:[711]
“Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de
olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler
olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten
ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.)
Öyle ise adaleti yerine getirme de nefsinize uymayın eğer (şahitlik ederken
gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz
Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.[712]
Görüldüğü gibi
Cemel Ashâbı Hz. Osman’ın haksız yere şehit edildiğini ve onun katillerinin
cezalandırılmadığını düşünüyorlardı. Kendileri ise Allah’ın hükmüne açıkça
uymak ve bu kanunsuzluğu ortadan kaldırmak için çalıştıklarını ifade
ediyorlardı. Dolayısıyla bu hareketi Allah’ın emrini yerine getirme faaliyeti
olarak telakki ediyorlardı. Muhataplarına meseleyi tamamen tarafsız bir şekilde
değerlendirip karar vermelerini telkin ederken de yukarıda zikredilen ayeti
delil olarak kullanmaları dikkat çekicidir. Öte yandan Hz. Talha ve Hz.
Zübeyr’in Basra’ya gelişleri, ikisinin Basra ve Kûfe valiliklerini istedikleri
rivayetleriyle de örtüşmektedir.[713]
Osman b.
Huneyfin elçileri aldıkları cevaplar üzerine Basra’ya geri döndüler. Bu arada
Hz. Aişe’nin tellalları da hareket için çağrıda bulundular. Elçiler Osman b.
Huneyfin yanına varınca Ebû Esved ed-Düelî söze girerek: “Ey Huneyfin oğlu!
Sana gelindi, sen de savaşa çık, mızrakla vuruş, kılıçla savaş ve diren!
Zırhını giyinerek ve kılıcını kuşanarak onlara karşı çık.” dedi. Osman b.
Huneyf de: “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn.[714]
Kâbe’nin Rabbine and olsun ki, İslâm’ın değirmeni ters dönmeye başlamıştır.
Bakınız, bundan sonra ne gibi bozukluklar meydana gelecek, göreceksiniz.” diye
cevap verdi. İmran b. Husayn da Osman b. Huneyfe: “Evet, vallahi siz bir hayli
zor ve uzun çarpışmalara girişeceksiniz.” dedi. Osman b. Huneyf: “O halde, Ey
İmran bana nasihat et, ne yapalım?” diye sordu. İmran, Hz. Peygamber’in “Otuz
beşinci senede İslâm değirmeni ters dönecektir.” mealindeki hadisine istinaden:
“Bir kenara çekil. İşte görüyorsun ben de bir kenara çekilmiş durumdayım.” diye
cevap verdi. Bunun üzerine Osman: “Hayır, müminlerin emiri gelinceye kadar
onları alıkoymak isterim.” deyince İmran oradan ayrılıp evine gitti.[715]
Osman b.
Huneyf hemen hazırlıklara başladı. Abdullah b. Âmir Osman b. Huneyf’e gelerek:
“Senin yapmak istediğin şey, bizleri şerre götürecek ve sonradan nefret
edeceğin bir netice doğuracaktır. Bu öyle bir yaradır ki kapanması mümkün
değildir. Öyle bir deliktir ki onarılması imkânsızdır. O halde, onlara yumuşak
davran, anlayış göster ve Hz. Ali’nin emri gelinceye kadar bekle.” diyerek
tavsiyede bulundu. Ancak Osman b. Huneyf onun bu tavsiyesini dinlemedi.[716]
Osman b.
Huneyf halkı mescitte toplayarak onları silahlanmaya çağırdı ve hemen savaşa
hazırlanmaları için emir verdi. Daha sonra Kûfeli Kays kabilesinden hileci
olduğu rivayet edilen bir adamı çağırtıp halka çağrıda bulunmasını istedi. Bu
adam: “Ey ahali! Ben Kays b. Akadiyye el-Hümeysî’yim. Bu gelenler (Cemel
Ashâbı) eğer sizden korkarak geldilerse biliniz ki güvercinlerin bile emniyette
olduğu bir şehirden (Mekke’den) geliyorlar ve eğer Hz. Osman’ın kanını talep
etmek üzere geliyorlarsa biz zaten Hz. Osman’ın katilleri değiliz. O halde dinleyiniz
ve bana itaat ediniz. Bu adamları geldikleri yere geri çeviriniz ve burada
ikametlerine müsaade etmeyiniz.” dedi.[717]
Esved b. Serî’
es-Sa’dî bunun üzerine kalkıp: “Onlar bizim Hz. Osman’ın katilleri olduğumuzu
mu düşünüyorlar? Hayır! Onlar Hz. Osman’ın katillerini bulmak ve onlara karşı
çarpışmak üzere bizden ve başkalarından yardım dilemek üzere buraya gelmişler.”
diye cevap verince halkın çoğu kendisini doğruladığı gibi bir kısmı da onu
taşlamaya başladı. Osman b. Huneyf, insanların arasındaki ihtilafı görünce
planladığı şeyden vazgeçti.[718]
Hz. Ali’nin
Basra’ya vali olarak atadığı Osman b. Huneyf kısa sürede Basralıların Hz.
Ali’ye itaatini sağladıysa da Cemel Ashâbı’nın oraya varması üzerine insanlar
arasında görüş ayrılıkları meydana geldi ve neticede bu durum, iki taraf
arasında mücadelenin ortaya çıkmasına sebep oldu.[719]
Hz. Aişe Cemel
Ashâbı’yla birlikte Mirbed’e[720] vardı. Yüksek bir yerde
konaklayıp beklemeye başladı ve bu sırada Hz. Aişe’nin grubuna katılmak isteyen
Basralılar gelip onun safına katıldılar. Osman b. Huneyf de askerleriyle
birlikte Mirbed’e geldi. Böylelikle Mirbed’in sağ tarafında Hz. Aişe ve ordusu
sol tarafında da ise Osman b. Huneyf ve ordusu toplanmış oldular.[721]
Hz. Talha
ayağa kalkıp Hz. Osman’ın faziletinden bahsederek konuşmaya başladı. Her iki
taraf onu dinliyordu. Hz. Talha, Hz. Osman’ın kanının haksız yere akıtıldığını,
bundan dolayı bu kanın bedelini ve katillere kısas uygulanmasını istediklerini
belirterek her iki tarafı buna teşvik etmeye çalıştı. Hz. Talha’nın konuşmasından
sonra Hz. Zübeyr de ayağa kalkarak benzer şeyleri söyledi. Cemel Ashâbı Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’in konuşmalarını tasdik ettiler. Osman b. Huneyfin
taraftarları ise karşı tarafı Hz. Ali’ye biat ettikleri halde insanları fitneye
davet ettiklerini ifade ettiler.[722]
İşin ilginç yanı, siyasi yaklaşım içinde olan iki taraf da bu konuşmaları kendi
menfaatleri doğrultusunda yapıyordu.[723]
Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’den sonra Hz. Aişe konuşmaya başladı. Hz. Aişe: “Bir
zamanlar Müslümanlardan bazıları Hz. Osman’a gelip valilerinin yaptıklarından
şikâyet ediyorlar ve Medine’de bizi ziyaret ederek istişarede bulunuyorlardı.
Bu valilerin yaptıkları uygulamaları anlatıyorlardı. Biz de olaylara bakıp
değerlendirmeler yapıyor ve gerçekten Hz. Osman’ın bu işlerden uzak olduğunu, tertemiz
ve vefalı olduğunu anlıyor diğer taraftan bu haberleri getiren adamları facir,
gaddar ve yalancı olduklarını görüyorduk. Onlar gerçekten bize söylediklerinin
dışında başka işler çevirmek istiyorlardı. Ancak güçlendiler, çoğaldılar ve
nihayet gelip Hz. Osman’ın evini kuşatarak haram olan bir kanı haram olan bir
ayda ve haram olan şehirde haksızca ve hiç bir özürleri olmaksızın akıttılar.
İşte size düşen tek bir şey varsa o da, Hz. Osman’ın kanını talep etmek ve
katillerini yakalayarak Allah’ın kitabının hükümlerini uygulamaktır.” diye
insanlara hitap etti. Sonra konuşmasını: “Kendilerine Kitap’tan bir pay
verilenleri görmüyor musun ki,aralarında hüküm vermesi için Allah ’ın Kitabına
çağrılıyorlar da sonra bir kısmı yüz çevirerek dönüp gidiyor. ”[724]
ayetiyle bitirdi.[725] Bunun yanında Hz. Aişe
konuşmasında bu surenin: “Allah ’ın ayetlerini inkâr edenler, Peygamberleri
haksız yere öldürenler, insanlardan adaleti emredenleri öldürenler var ya,
onları elem dolu bir azap ile müjdele. Onlar, amelleri, dünyada da, ahirette de
boşa gitmiş kimselerdir. Onların hiç yardımcıları da yoktur.”[726]
ayetlerini de mesajına yakın olduğu için okumuş olabilir.[727]
Hz. Aişe’nin
Kur’an’ın hükümlerinin yerine getirilmesini savunması,[728]
Osman b. Huneyfin askerlerini iki gruba ayırdı. Bir kısmı Hz. Aişe’ye hak
verirken diğer bir kısmı da karşı çıkarak kendilerine gelen haberlerin
doğruluğunu sorgulamak gerektiğini ifade ettiler.[729]
Hz. Aişe
ortamın gerildiğini görünce grubuyla birlikte Mirbed’den uzaklaşıp Debbâğîn[730] denilen yere gitti. Osman b.
Huneyf ve yanındakiler oldukları yerde beklediler. Onun askerlerinden bazıları
ayrılıp Hz. Aişe’nin ordusuna katıldılar.[731]
Askerlerin
ayrılmasının nedeni; muhtemelen Osman b. Huneyfin Hz. Osman’ın şehit edilmesi
hadisesinde, olayı Muhammed b. Ebû Bekir gibi değerlendirmesi olmuştur. Osman
b. Huneyf, Hz. Osman’ın yaptığı hatalardan dolayı meşru olarak şehit edildiğini
düşünüyordu. Zaten Hz. Osman kuşatma altındayken o da Medine’de bulunmaktaydı.
Kardeşi Sehl b. Huneyf[732] [733]
ise Hz. Ali’nin emriyle mescitte namazları kıldırmıştı. Basra’da da Hz.
Osman’ın evini kuşatanlar valiyi 422
desteklemekteydiler.
Câriye b.
Kudâme es-Sa’dî bu sırada Hz. Aişe’nin yanına giderek ona: “Ey müminlerin
anası! Vallahi senin buraya gelmen, evini terk etmen ve bu devenin üzerine binip
de silahların kızıştırılmasına sebep olman Hz. Osman’ın şehit edilmesinden çok
daha kötü bir iştir. Allah’ın sana ihsan etmiş olduğu ve açılıp ortaya
serilmemesi gereken bir kıymetli tarafın vardır. Fakat sen bunu açığa serdin ve
onu ayaklar altına atmış oldun. Vallahi senin böyle savaşa çıktığını görenler
kanını da mubah kılarlar. Eğer sen gerçekten buralara kendi isteğinle gelmişsen
hemen evine geri dön. Zorla getirilmişsen hemen Müslümanlardan yardım iste ve
bu işten vazgeç.”[734] diye tavsiyede bulundu.
Benî
Sa’d’dan genç bir adam benzer şekilde Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in yanına
giderek: “Ey Zübeyr! Hani sen Hz. Peygamber’in en yakın arkadaşlarındandın. Ve
sen ey Talha! Sen Hz. Peygamber’i kendi elinle koruyan bir adamdın. Şimdi ikiniz
anneniz Hz. Aişe’yi almış buraya gelmişsiniz. Peki,hanımlarınızı da buraya
getirdiniz mi?” diye sordu. İkisi hayır cevabı verince genç adam: “Vallahi ben
sizin yaptıklarınızdan hiçbirine katılmıyorum.”[735]
dedi ve ikisine olan tepkisini şu şiirle dile getirdi:
“Kendi
hanımlarınızı koruyup annenizi getirdiniz,
Ey Aişe!
Ömrüne and olsun ki bu onların insafsızlığındandır.
evinde oturup
iffetini korumakla emredilmişken, Sahraları süratle kat etmeyi arzuladı,
Talha ve
Zübeyr yüzünden onun sakınması gereken kıymeti yok oldu.
İşte bu
onların nasıl bir kötülük yaptıklarını anlatmaya yeter.”[736]
Cemel
Ashâbı’yla Basralıların gergin bir şekilde beklediği sırada Osman b. Huneyfin
komutanlarından Hukeym b. Cebele, Cemel Ashâbı’na saldırdı. Cemel Ashâbı
savaşmak istemiyordu. Bunun için Basralıları durdurmak istedilerse de çabaları
sonuç vermedi ve iki taraf çarpışmaya başladılar. Bu arada Cemel Ashâbı
kendilerini korumaya çalışırken Hukeym b. Cebele atını onların üzerine sürüyor
ve onları savaşa zorla çekmeye çalışıyordu. Böylece bir süre mızrak uçlarıyla
çarpışıp durdular. Hz. Aişe savaşmak niyetinde olmadığından askerlerini Beni
Mazin kabilesinin mezarlığının yanına doğru çekti. Oraya vardıklarında ise
karanlık bastırdığından iki taraf da çarpışmaya son verdiler.[737]
Osman b.
Huneyf, o gece Basra’daki köşküne çekildi. Cemel Ashâbı da Dâr er-Rızk
bölgesinde geceyi korku içinde geçirdi. Çünkü Hukeym b. Cebele orada onları
sürekli rahatsız edip küfrediyordu. Abdülkays kabilesinden biri Hukeym b.
Cebele’ye kime küfrettiğini sordu. O da, Hz. Aişe’ye küfrettiğini söyledi.
Bunun üzerine adam ona: “Ey kötü kadının oğlu müminlerin anasına mı
küfrediyorsun?” diye tepki gösterince Hukeym b. Cebele onu mızrakla öldürdü ve
bu küfürlerine devam ederek gitti. Yolda karşısına çıkan bir kadın,
“Müminlerin anasına mı küfrediyorsun ey kötü kadının oğlu?” diye seslenince
Hukeym b. Cebele o kadını da öldürdü.[738]
İki taraf
sonraki gün öğleye kadar tekrar şiddetlice çarpıştılar. Osman b. Huneyfin
taraftarlarından birçok kimse öldürüldü ve her iki taraftan da yaralananlar
çoktu. Çatışma her iki tarafa da zarar vermeye başlayınca iki taraf da
aralarında yazışarak barış çağrısında bulundular.[739]
Basra’daki bu ilk çatışma Küçük Cemel[740] ya da Birinci Cemel[741] olarak da adlandırılmaktadır.
MEDİNE’YE ELÇİNİN GÖNDERİLMESİ
Osman b.
Huneyfin taraftarları ile Cemel Ashâbı’nın yaptıkları yazılı antlaşmaya[742] göre Medine’ye Kâ’b b. Sûr
(Süver)[743] elçi olarak gidecek, Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’in Hz. Ali’ye zorla mı biat ettirildiği yoksa kendi
istekleriyle mi biat ettiklerini öğrenecekti. Eğer zorla biat ettirilmişlerse,
Osman b. Huneyf Basra’dan çıkıp gidecek ve şehri Cemel Ashâbı’na terk edecekti;
yok eğer zorla biat ettirilmemişlerse Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Basra’yı terk
edecekti.[744]
Kâ’b b. Sûr
(Süver) Medine’ye Cuma günü vardı. Halk onun etrafına toplandı. Kâ’b b. Sûr
(Süver) onlara kendisinin Basra’nın elçisi olduğunu ve Medine’ye Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr’in Hz. Ali’ye kendi istekleriyle mi yoksa zorla mı biat ettiklerini
öğrenmeye geldiğini söyledi. Bu soru karşısında herkes susmayı tercih ederken
Üsâme b. Zeyd[745] ayağa kalkıp Hz. Talha ve Hz.
Zübeyr’in zorla biat ettirildiğini söyledi. Bunun üzerine Temmâm b. el-Abbâs’ın
işaretiyle Sehl b. Huneyf ve bazıları Üsâme b. Zeyd’e hücum ettiler. Bunun
üzerine Suheyb,[746] Ebû Eyyûb el- Ensârî,[747] Muhammed b. Mesleme[748] ile ashaptan bazıları sert
tepki göstererek Üsâme b. Zeyd’in doğru söylediğini ifade ettiler. Üsâme b.
Zeyd’i linç edilmekten kurtardılar. Suheyb Üsâme b. Zeyd’in elinden tutup evine
götürürken kendileri gibi susmayı neden tercih etmediğini sordu. O da işlerin
bu noktaya varacağını öngöremediğini söyledi.[749]
Hz. Ali’ye bu
durum iletilince o, Osman b. Huneyfe kızarak bir mektup yazdı. Mektubu Basra’ya
geri dönen Kâ’b b. Sûr (Süver) aracılığıyla gönderdi. Hz. Ali mektubunda Hz.
Talha ile Hz. Zübeyr’in belirli bir grup tarafından biate zorlanmadıklarını
ashabın ileri gelenlerinden fazilet sahibi bazı kimselerin zorlamasıyla biat
ettiklerini dolayısıyla topluluktan ayrılmaktan ziyade toplulukla birlikte
olmaya ve fazilet hususunda birleşmeye zorlamış olduklarını yazdı. Bunun
yanında şayet Hz. Talha ile Hz. Zübeyr kendisini halifelikten alıkoymak
istiyorlarsa bu konuda ikisinin bir gerekçelerinin olmadığını ancak başka bir
amaçları varsa bunu açıklamalarını, kendisinin de bu konuda düşüneceğini dile
getirdi.[750] Bu bilgilere göre; Hz. Talha
ve Hz. Zübeyr’in biat etmelerinde zorlama olduğu anlaşılmaktadır.[751]
Hz. Ali’nin mektubunu Kâ’b b. Sûr (Süver) Osman b. Huneyfe
ulaştırınca o da gelen mektubu delil olarak göstererek:[752] “Bu bizim kendiliğimizden ileri sürdüğümüz bir durum değildir.”
dedi.[753] Hz Talha ile Hz. Zübeyr, Osman b. Huneyfe
haber göndererek yanlarına gelmesini istediler ancak o yanlarına 443
gitmedi.[754]
Osman b.
Huneyfin bu tavrı üzerine Hz. Talha ve Hz. Zübeyr karanlık, yağışlı ve
fırtınalı bir gecede adamlarını toplayarak yatsı namazı için mescide gittiler.
O gece Osman b. Huneyf namaza geç kaldığı için ya da gelmediğinden dolayı onlar
da Abdurrahman b. Attâb’ı namaz kıldırmak için öne geçirdiler. Bunun üzerine
Basralılar tepki gösterince iki grup arasında tartışma çıktı. Cemel Ashâbı’yla
Basralılar mescidin içinde çarpıştılar ve o gece aralarında yaklaşık kırk kişi
öldü.[755]
Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr’in bazı adamları o gece Osman b. Huneyfin köşkünü basıp onu zorla
alıp mescide getirdiler. Osman b. Huneyfi getiren adamlar yolda onun saçını
sakalını yoldular.[756]
Erkocaaslan,
Şiî eğilimli kaynaklarda geçen bu rivayetin Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in
anlaşmaya yanaşmayan ve bozguncu kimseler olduğunu göstermek için uydurulmuş
olabileceğini ifade ediyor.[757] Demircan’a göre; böyle bir
davranışın, dini hükümleri uygulamak amacıyla harekete geçen Cemel Ashâbı’nın
askerleri tarafından yapılmış olması çelişki arz etmektedir.[758] Şurası bir gerçek ki,
kitleleri harekete geçirmek zor, onları kontrol etmek daha da zordur.
Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr bu duruma üzüldüler ve Hz. Aişe’ye durumu bildirerek ne yapmaları
gerektiğini sordular. Hz. Aişe de Osman b. Huneyfi serbest bırakmalarını
istedi.[759]
Cemel
Ashâbı’nın bu tavrı gerçekten Hz. Ali’yi tahrik edici nitelikteydi. Ayrıca bir
taraftan mağdur ve mazlum bir şekilde şehit edilen Hz. Osman’ın kanını
savunmaya çalışırken öte taraftan başka mağduriyetlere sebep olmak şiddet
yolunu tercih eden hareketlerin kaçınılmaz sonudur.[760]
Başka bir
rivayete göre ise; Hz. Aişe, Osman b. Huneyf yakalanıp getirildiğinde onun
öldürülmesini istedi ancak orada bulunan bir kadının tepkisi üzerine Hz. Aişe
onun hapsedilmesini emretti. Mücâşi’ b. Mes’ûd ise onun kırbaçlanıp saç, sakal
ve kirpiklerinin yolunması istedi. Onlar da Osman’a kırk sopa vurup sakalını
kaşlarını ve kirpiklerini yolarak hapsettiler daha sonra da serbest bı-
raktılar.[761] Bu da gösteriyor ki, hareket
başladıktan sonra kontrolden çıkmış, Hz. Osman’ın şehit edilmesine kin
duyanların ve maddi çıkar peşinde olanların harekete katılmalarına engel
olunamamıştır.[762]
Yine benzer
bir rivayete göre; bu olaydan sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Basralılara hitapta
bulunarak meydana gelen bu çarpışmalardan dolayı Allah’a tevbe ettiklerini ve
zamanında Hz. Osman’a sadece serzenişte bulunmak istediklerini ancak kötü
niyetli kimselerin iyi niyetli insanlara karşı üstünlük sağlayarak onu şehit
ettiklerini söylediler. Bunun üzerine Basra halkından bazıları Hz. Talha’ya
kendilerine gelen mektuplarında böyle şeyler söylemediğini başka şeyler
yazdığını söylediler. Hemen ardından Hz. Zübeyr kalkıp, onlara bu konuda
kendisinden mektup gelip gelmediğini sordu ve Hz. Osman’ın şehit edilmesini
hatırlatarak Hz. 452
Ali nin
kusurlarını ifade etmeye başladı.
Abdülkays
kabilesinden birisi, o sırada kalkıp Hz. Zübeyr’e susup kendilerini dinlemesini
istedi. Sonra orada bulunanlara: “Ey muhacirler topluluğu! Hz. Peygamber’in
çağrısına ilk icabet eden kimselersiniz ve bundan dolayı sizin ayrı bir
üstünlüğünüz vardır. Sizin İslâm’a girişinizden sonra diğer insanlar da girmiş
ve İslâm’ı sizin gibi kabul etmişlerdir. Hz. Peygamber vefat edince siz yine
kendinizden birine biat ettiniz. Biz de bu biate rıza göstererek teslim olduk.
Siz herhangi bir konuda bize kesinlikle başvurmadan ve bizi bir göreve
getirmeden işlerinizi hallettiniz. Allah ilk halifeyle İslâm’ı bereketlendirdi.
Sonra o vefat edince yerine başka birini başa getirdiniz ve yine bize
danışmadınız. Biz yine razı olup teslim olduk. O da vefat edince kendi işinizi
altı kişilik bir şûraya havale edip Hz. Osman’ı seçtiniz ve aynı şekilde bize
hiç danışmadan ve başvurmadan ona biat ettiniz. Sonra yine Hz. Osman’da bazı
şeyleri görerek hoş karşılamadınız ve tutup yine bize danışmadan şehit ettiniz.
Arkasından yine bize danışmadan Hz. Ali’ye biat ettiniz. Peki, Hz. Ali’de
beğenmediğiniz ve reddettiğiniz ne gibi şeyler vardır ki ona karşı savaşalım?
O, ganimetlere istediği gibi mi el koydu yoksa hakkı dışında bir uygulamaya mı
girişti veya sizin beğenmediğiniz ve reddedeceğiniz bir şey mi yaptı? Söyleyin
eğer böyle bir şey yapmışsa sizinle birlikte olalım. Yok, eğer Hz. Ali böyle
bir davranışta bulunmamışsa sizin bu yaptıklarınız nedir?” diyerek hitap etti.[763] [764]
Onun bu konuşması üzerine bazıları ona hücum ettiler ancak kabilesi onu
öldürülmekten korudu.[765]
Cemel Ashâbı
sonraki gün Osman b. Huneyfin taraftarları üzerine hücum ederek yaklaşık yetmiş
kişiyi öldürdü. Osman b. Huneyf ve taraftarları bertaraf edildikten sonra
emniyet kuvvetlerini de ele geçiren Hz. Talha ve Hz. Zübeyr
Basra’ya
tamamen hâkim oldular. Basra halkından bir kısmı onlara tabi olurken bir kısmı
da gizlendiler.[766] Durum bu aşamaya geldiğinde
Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Basra üzerinde yoğun bir etki oluşturdular. Aslında bu
etki, daha önceden de mevcuttu. Hz. Ali’nin halife seçildiği ve kendisinden Hz.
Osman’ı şehit edenlerin cezalandırılması istendiği ilk günlerde Hz. Talha Hz.
Ali’ye Basra’dan bu iş için asker toplayabileceğini ifade etmişti. Ayrıca Hz.
Osman şehit edildiğinde Basralılar Hz. Talha’yı halife seçmek istemişlerdi.
Böyle bir durumda Basralılar Hz. Ali’ye biat etmiş olsalar dahi, Hz. Talha’nın
da içerisinde bulunduğu Cemel Ashâbı’na muhalefet etmekte zorlandıkları
anlaşılmaktadır.[767]
Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr Basra’daki beytülmalin başına Abdurrahman b. Attâb’ı tayin ettiler.[768] [769]
Hz. Talha ile Hz. Zübeyr beytülmaldeki malları, itaat eden 458 halka dağıttı. Bunun
üzerine halk akın akın gelerek erzaklarını almaya başladılar.
Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr’in Basra’da hâkimiyeti ele geçirmesiyle birlikte Hz. Ali’ye karşı
Şam’dan sonra Basra’da da bir itaatsizlik yaşanmış oldu.[770]
Apak, Basra’yı
hâkimiyeti altına alan Cemel Ashâbı’nın bu tutumunu eleştirmektedir. Ona göre;
Hz. Osman’ın kanını talep etmek üzere toplanan Cemel Ashâbı Hz. Ali’nin Basra
valisi Osman b. Huneyfi şehirden bu şekilde çıkarmak suretiyle aslında bir
isyan girişimini başlattılar. Sırf bu olay dahi Cemel Ashâbı’nın niyetinin Hz.
Osman’ın katillerini cezalandırmaktan çok farklı ve ileri boyutta olduğuna
işaret eder. Üstelik onların bu girişimi Hz. Osman’ın şehadetini aydınlatmak
bir yana olayın daha da içinden çıkılmaz hale gelmesine yol açmıştır.[771]
Demircan da
Cemel Ashâbı’nın Basra’daki uygulamalarını eleştirmektedir. Ona göre; dini
hükümleri uygulatmak niyetiyle harekete geçen Cemel Ashâbı’nın Basra’daki
uygulamaları çelişki arz etmektedir. Onun değerlendirmesine göre; muhtemelen
Cemel Ashâbı’nın hareketi daha sonra kontrolden çıkmış, Hz. Osman’ın şehit edilmesine kin duyanların ve maddi çıkar sağlamak
isteyenlerin harekete katılmalarına engel olunamamıştır.[772]
Osman b.
Huneyf’in başına gelenleri duyan Hukeym b. Cebele Hz. Osman’ın katillerinden
olup Abdülkays kabilesinden ve onlara tabi olan Rabîa kabilesinden bir grup bu
duruma kızıp harekete geçtiler.[773] Hukeym b. Cebele komutasında
yaklaşık 300 asker topladılar[774] ve Dâr er-Rızk denilen yere
kadar geldiler.[775]
Hukeym b.
Cebele ve grubu Dâr er-Rızk’a vardığında orada bulunanlar yemek yiyorlardı.
Abdullah b. Zübeyr, Hukeym b. Cebele ve adamlarını yemeğe davet etti ve ne
istediklerini sordu. Hukeym b. Cebele Osman b. Huneyf’i serbest bırakmalarını
ve anlaşmaları gereği Hz. Ali’den haber gelinceye kadar onun valilik makamında
kalmasına izin vermeleri gerektiğini söyledi. Ayrıca onların yaptıklarından
duyduğu rahatsızlığı dile getirerek kendilerinden öldürülen insanların kanından
dolayı onların kanının kendilerine helal olduğunu belirtti. Bunun yanında
Allah’ın haram kıldığı kanı neye göre helal kıldıklarını sordu. Abdullah b.
Zübeyr Hz. Osman’ın kanıyla helal kıldıklarını söyledi.[776]
Hukeym b.
Cebele: “Sizin öldürdüğünüz bu adamlar mı Hz. Osman’ı şehit etti? Allah’ın bir
gün sizi sorguya çekeceğini düşünmüyor ve ondan korkmuyor musunuz?” dedi.
Abdullah b. Zübeyr de ona Hz. Ali’ye biatinden vazgeçmediği müddetçe hiçbir
isteğini yerine getirmeyeceğini söyledi. Bu cevap Hukeym b. Cebele’yi kızdırdı.
Askerlerine dönerek bu aşamadan sonra yapabileceği bir şeyin kalmadığını ifade
ederek çatışmak istediğini, bundan dolayı içinde şüphe taşıyanların
ayrılabileceğini, şüphe taşımayanların ise kendisiyle birlikte hareket etmelerini
söyledi.[777]
Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr bu durum karşısında “Basra halkından intikam almayı bize nasip eden
Allah’a hamdolsun. Allah’ım onlardan tek bir şahsı sağ bırakma.” diye dua
ettiler. Daha sonra her iki taraf şiddetli bir çarpışmaya girdiler.[778]
Hukeym b.
Cebele’nin yanında dört komutan bulunuyordu. Bu çarpışmalar sırasında Hukeym b.
Cebele Hz. Talha’yı, Zureyh de Hz. Zübeyr’i gözetiyordu. Öte yandan İbn
el-Muhteriş Abdurrahman b. Attâb’ı, Hurkûs b. Züheyr de Abdurrahman b. Haris b.
Hişâm’ı sürekli kollayıp durdular. Çarpışmaların şiddetlendiği bir anda Hukeym
b. Cebele etrafındakilere kılıçla saldırıyorken adamın biri ona bir darbe
indirip ayağını kesti. Hukeym b. Cebele emekleyerek ayağının yanına kadar vardı
ve eline kesik ayağını alıp onu kesen adama fırlattı ve arkasından gidip adamı
öldürdü. Sonra ayağını yeniden eline aldı ve öldürdüğü adama dayanarak oturdu.
Hukeym b. Cebele: “Ey bacak! Seni pek önemsemiyorum. Senin yerine kolum vardır.
Onunla parçamı himaye ederim. Ölmek benim için utanç değildir. Halk arasında
utanç; cepheden kaçmaktır. Harap olup ölmek, şerefi rezil etmez.” dedi. Bu
sırada biri ona kendisine ne olduğunu sorunca o, yastık gibi dayandığı adam
tarafından öldürüldüğünü söyledi. Sonra bu adam Hukeym b. Cebele’yi alarak onun
adamlarından yetmiş kişilik bir grubun yanına götürdü.[779]
Hukeym b.
Cebele kılıçların şakırtısı altında tek ayakla yıkılmış halde: “Biz Hz. Ali’ye
biat edip itaat ettikten sonra ona muhalefet ederek Hz. Osman’ın kanını talep
etmek üzere çarpışmaya gelmiş bu iki adama karşı çıktık ve çarpışmalara
giriştik. Hâlbuki birbirimizin komşusu ve aynı evin evlatlarıydık ve bunlar
aramıza girip bizi ikiye böldüler. Allah’ım sana yemin olsun ki bunlar Hz.
Osman’ın kanını talep ediyor değiller.” diyordu.[780]
Hukeym b.
Cebele böyle söylenirken adamın biri ona seslenerek: “Ey rezil adam! Mazlum ve
maktul imama karşı yüklenmiş olduğunuz bu kötü tavrınıza karşılık Allah’ın
cezası isabet edince etrafı ısırmaya başladınız değil mi? Siz cemaate saldırıp
onları ikiye böldünüz ve onların kanını akıttınız. İşte, Allah’ın senden almış
olduğu intikamı gözlerinle gör!” dedi. Sonra Hukeym b. Cebele ve Hz. Osman’ın
katilleriyle taraftarlarından olan yetmiş kişi kadar Medineli öldürüldüler.[781]
Hukeym b.
Cebele’yi Yezîd b. Eşlem el-Hüdânî adında biri öldürmüş ve çarpışmaların
sonunda Yezîd ve kardeşi Ka’b’ın cenazeleri arasında Hukeym b. Cebele de
bulunmuştu. Hukeym b. Cebele, oğlu el-Eşref ve kardeşi er-Ri’il b. Cebele ile
birlikte öldürülmüştü.[782]
Başka bir
rivayette ise; Hukeym b. Cebele’nin Duhayn adında birisi tarafından
öldürüldüğü ifade edilir.[783]
Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr’in taraftarları Hukeym b. Cebele’yi öldürdükten sonra Osman b.
Huneyfi de öldürmek istediler. Ancak bu karardan vazgeçip onu serbest
bıraktılar. O da Hz. Ali’nin yanına gitti. Bunun yanında muhaliflerden Züreyh
ve yanındakiler de öldürüldü. Hurkûz b. Züheyr ile yanında bulunan bir grup
arkadaşı ise birlikte kaçıp kendi kabilelerine sığındılar.[784]
Böylece Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e muhalefet eden Basralıların moralleri oldukça
bozuldu.[785]
İslâm
tarihinde çok sayıda Müslümanın öldüğü ilk kanlı iç savaş burada gerçekleşti.
Ayrıca bu olay Cemel Vak’ası’nın meydana gelmesi için zemin oluşturdu. Hz.
Osman’ın kanını dava edenler ile Hz. Ali’nin halifeliğini kabul eden çok sayıda
Müslümanın ölümüne sebep oldular.[786]
Muhtemelen Hz.
Ali’nin taraftarları Kur’an’daki biatle ilgili, “Sana biat edenler ancak
Allah ’a biat etmiş olurlar. Allah ’ın eli onların ellerinin üzerindedir.
Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah’a verdiği sözü yerine getirene,
Allah büyük bir mükâfat verecektir.”[787] ayetinin hükmüne
dayanarak 477
mücadele
ettiklerine inanmaktaydılar.[788]
Muhalifler
ise; “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre
karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren
kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve
dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu,
Rabbiniz’den bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem
verici azab vardır. ”,[789]
“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (bu hükme
uyarak) korunursunuz.”,[790]
“Onda (Tevrat’ta) üzerlerine şunu yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun,
kulağa kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir. Kim de hakkını
bağışlar, sadakasına sayarsa o, kendisi için kefaret olur. Allah ’ın indirdiği
ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir.”[791] [792] ayetlerinin hükmüne
dayanarak Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması gerekliliğine 481 inanarak savaşmaktaydılar.
Netice olarak her iki taraf da savaşın Allah’ın hükmüne uygun
olduğunu düşünüyordu. Taraflar kendi açılarından dinen haklı olduklarına
inanıyorlardı.[793] Ancak şu var ki, her ne kadar taraflar zaman zaman
dinî argümanları kullanmış olsalar da gerçekte bu kavga tam anlamıyla siyasi
bir mücadeleydi. Dinî nasların yorumlanması ya da batıla saplanmış bir fırkanın
kurtarılması amacıyla bu olay meydana gelmiş değildir.[794]
CEMEL ASHAB’ININ BASRA’DA HÂKİMİYETİ
25 Rebîülevvel
36/11 Eylül 656’da meydana gelen bu olaylardan sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e
Basralılar biat ettiler. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr kendilerine itaat edenlere
atiyye verilmesini ve yiyecek dağıtılmasını emrettiler ve böylece bunlara
diğerlerine göre bir ayrıcalık tanımış oldular.[795]
Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr Basra’da intikam alacakları Hurkûz b. Züheyr’den başka kimse
kalmadığından dolayı orada ikamet ederek Şam halkına meydana gelen hadiselerden
söz eden müjdeleyici mektuplar gönderdiler.[796]
Hz. Zübeyr
kendisiyle birlikte Hz. Ali’yi karşılamak için yaklaşık 1000 civarında süvariye
çağrıda bulundu. Ancak kimse onun bu çağrısına karşılık vermedi. Buna üzülen
Hz. Zübeyr bu durumu fitne olarak değerlendirdi ve bu konuda kendisinin doğru
adım attığı halde, bunun onu ileri mi geri mi götürdüğünü bir türlü
kestiremediğini ifade etti.[797]
Hz. Aişe de Kûfelilere mektup yazarak Basra’da meydana
gelenleri anlattı ve Müslümanların Hz. Ali’ye biat etmemekte direnmelerini
tavsiye etti. Ayrıca Hz. Osman’ın katillerinin istenmesi konusunda da ısrar
etmelerini istedi. Yine aynı şekilde, Hz. Aişe Yemâme ve Medine halkına da
meydana gelen olayları ve başlarına gelenleri anlatan mektuplar yazdı ve
bunları oralara iletti.[798]
HZ. ALİ’NİN CEMEL ASHÂBI’NA KARŞI ÖNLEMLERİ
Hz. Ali halife
olduktan sonra devletin önemli vilayetlerine çeşitli tayinler yaptı. Hz. Ali,
Sehl b. Huneyf i Şam’a, Osman b. Huneyf’i Basra’ya, Umâra b. Şihâb’ı Kûfe’ye,
Ubeydullah b. Abbâs’ı Yemen’e, Kays b. Sa’d’ı da Mısır valiliğine tayin etti.[799]
Şam’a vali
olarak tayin edilen Sehl b. Huneyf yola çıktı. Sehl b. Huneyf Tebük’e vardığı
sırada bir grup atlıyla karşılaştı. Atlılar kendisine nereye gideceğini
sordular. O da, Şam’a vali olarak atandığını ve oraya gideceğini söyledi. Atlı
grup, şayet Hz. Osman onu vali olarak gönderdiyse yola devam edebileceğini yok
eğer Hz. Osman’dan başkası onu vali olarak gönderdiyse geri dönmesini
söylediler. Bunun üzerine Sehl b. Huneyf, Şam’a gidemedi ve Hz. Ali’nin yanına
tekrar geri döndü.[800]
Sehl b.
Huneyf, Şam yolundan geri dönüp başından geçenleri anlatınca Hz. Ali, Hz. Talha
ve Hz. Zübeyr’i çağırarak onlara: “Sizi sakındırmak istediğim husus; işte
maalesef ortaya çıktı. Bu ancak üzerine gitmekle çözülebilecek bir iş, ölümden
beter bir fitne, üzerine varıldıkça alevi artan ve sürekli kızışan bir
ateştir.” dedi. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de: “Bize izin ver de Medine’den çıkıp
gidelim. Ya bu konudaki görüşümüzde ısrar edelim ya da bize müsaade et de çekip
gidelim.” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Hz. Ali: “Sizi tutabildiğim
müddetçe tutacağım fakat bu işe eğer başka bir çare bulamazsam tedavinin başka
bir şekli de dağlamadır.” karşılığını verdi.[801]
Hz. Ali daha
sonra Muâviye ’ye Sebra el-Cühenî’yi elçi olarak gönderdi. Sebra el-Cühenî Muâviye
’nin huzuruna çıkıp konuşmaya başladı ancak Muâviye ona hiçbir şekilde cevap vermedi. Sebra
konuştukça Muâviye sürekli olarak
okuduğu beyitlerle Hz. Osman’ın kanından ve bunun intikamının alınması
gerektiğinden ve kaçınılmaz bir savaştan bahsetti.[802]
Şam valiliği
görevini, uzun yıllar boyunca halkı memnun edecek şekilde yürütmeyi başaran Muâviye
, Hz. Ali’yi halife olarak tanımayı ve bunun yanında onun emri üzerine bu
görevi bırakmayı düşünmüyordu. Ayrıca Hz. Osman’ın akrabası olması hasebiyle
Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e nispeten Hz. Ali’ye karşı muhalefet konusunda daha
sağlam bir dayanağı vardı. Bunun yanında onun halifelikte de gözü yoktu. Hz.
Osman’ın şehit edilmesiyle birlikte görevinin bittiği düşüncesinde değildi ve
ihtilale rağmen bu konumunu korumayı da başardı. Hz. Osman’ın yeğeni olduğundan
onun intikamını alma hakkına sahip olması muhalefette onun elini
güçlendiriyordu.[803]
Hz. Osman’ın
şehit edilmesinden yaklaşık üç ay sonra Safer ayında Muâviye Benû Abs’tan Kubeysa adında birini elçi olarak
Medine’ye göndermeye karar verdi. Muâviye , dışında kendi mührüyle mühürlediği
ve üzerine “Muâviye’den Ali’ye” ibaresinin yazılı olduğu bir mektubu elçiye
verdi. Elçiye Hz. Ali’ye söylemesi gereken şeyleri söyledikten sonra ona
Medine’ye vardığında mektubu alt tarafından tutup kaldırmasını tembihledi ve
onu Hz. Ali’nin elçisiyle birlikte Medine’ye gönderdi. Her iki elçi Rebîülevvel
ayında Medine’ye vardılar.[804]
Kubeysa Muâviye
’nin kendisine emrettiği gibi mektubu bir tarafından tutup havaya kaldırdı.
Mektubu bu şekilde gören halk Muâviye ’nin Hz. Ali’ye karşı çıktığını anladı.
Kubeysa Hz. Ali’nin huzuruna çıkıp mektubu kendisine sundu. Hz. Ali mektubun
dışındaki mührü açtığında içinde herhangi bir yazının olmadığını gördü. Elçiye
geldiği yerde neler olup bitiğini sordu. Elçi de can güvenliği sözünü aldıktan
sonra geldiği yerde, insanların cami minberine astığı, altmış bin kişiyi
ağlatan Hz. Osman’ın kanlı gömleğinin olduğunu ve bu topluluğun kısastan başka
hiçbir şeye razı olmayacağını söyledi. Bu duruma sinirlenen Hz. Ali: “Hz.
Osman’ın kanını benden mi istiyorlar. Ben Hz. Osman’a arka çıkmadım mı?
Allah’ım! Ben Hz. Osman’ın kanına bulaşmadım. Hz. Osman’ın kanı Allah’ın
iradesi dışında akmış değildir. Allah bir şeyi takdir ettiği zaman o mutlaka
yerine gelir. Çık git buradan.” diye elçiye sert çıkıştı.[805]
Medineliler Muâviye
’nin bu davranışı karşısında Hz. Ali’nin ne yapacağını ve Müslümanlara karşı
savaş açıp açmayacağını merak etmeye başladılar.[806]
Bu sırada Hz. Hasan’ın,[807] babası Hz. Ali’yi savaştan
alıkoymaya çalıştığı ve insanları bir tarafa bırakıp kendi evinde oturmasını istediği
haberi yayıldı.[808]
Medineliler
Hz. Ali’nin bu konuda ne düşündüğünü öğrenmek için Ziyâd b. Hanzala
et-Temîmî’yi onun yanına gönderdiler.[809]
Düşmanlarını siyaset yoluyla mağlub edemeyeceğini anlayan Hz. Ali,[810] konuşmanın bir yerinde Ziyâd
b. Hanzala’ya Şam’a sefer için hazırlanmasını söyledi. Ziyâd b. Hanzala Hz.
Ali’nin yanından ayrıldıktan sonra Müslümanlara Hz. Ali’nin Şam üzerine sefere
çıkmayı düşündüğünü söyledi.[811]
Cevdet Paşa’ya göre; Müslümanların arasına büyük bir ayrılık
düşeceğini anlayan[812] Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de bu sırada umre yapmak için Hz. Ali’den
izin alıp Mekke’ye gittiler.[813]
Hz. Ali Muâviye
’nin biat etmeyerek ve bir şekilde kendisine meydan okuması üzerine Şamlılarla
savaşmaya karar verdi. Medine halkını toplayıp: “İşlerinizin sağlam olması,
Allah’ın hükümlerinin uygulanmasına bağlıdır. Bu bakımdan ona dosdoğru
içinizden gelerek itaat etmelisiniz. Vallahi eğer siz böyle davranmazsanız
mutlaka İslâmiyet’in bu günkü hâkimiyeti elinizden çıkacak ve sonunda İslâmiyet
her taraftan çekilip Medine’ye gelip sıkışıncaya kadar elinize bir daha
dönmeyecektir. Sizin toplumunuzu dağıtmak isteyen bu insanlara karşı kalkın
mücadele etmeye gidin. Umulur ki, Allah sizin elinizle İslâm dünyasının çeşitli
bölgelerinde meydana gelen bu kargaşayı düzeltir ve onu sizin elinizle giderir.
Bu şekilde siz de görevinizi yerine getirmiş olursunuz.” diyerek halkı mücadele
etmeye teşvik etti.[814]
Hz. Ali daha
sonra Mısır valisi Kâys b. Sa’d’a, Basra valisi Osman b. Huneyfe, Kûfe valisi
Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’ye[815] birer mektup yazarak
insanları Şamlılara karşı savaşa davet etmelerini emretti.[816]
Bu arada Hz. Hasan gelip babasına: “Babacığım, savaşmayı bırak. Zira savaşta
Müslümanların kanı akacaktır. Aralarına anlaşmazlık girecektir.” dediyse de babasını
ikna edemedi.[817]
Hz. Ali
Muhammed b. el-Hanefiyye’yi çağırıp ona sancağı teslim etti. İbn Abbas’ı
ordunun sağ kanadına, Amr b. Selime’yi veya diğer bir rivayete göre; Amr b.
Süfyân b. Esed’i ordunun sol kanadına komutan olarak görevlendirdi. Ebû Leylâ
b. Amr b. el-Cerrâh’ı da öncü kuvvetlerin başına getirerek ordusunu düzene
koydu.[818] Hz. Osman’a isyan eden
asilerden hiç kimseye ise bir görev vermedi.[819]
Kuşam b. Abbâs’ı da kendi yerine Medine’de vekil olarak bıraktı.[820]
Hz. Ali
kendisine biat eden insanları yanına alarak asilere ve kendisine biat
etmeyenlere karşı mücadele etmek amacıyla hazırlıklarını tamamladı.[821]
Hz. Ali
beraberindeki insanlarla Medine’den çıkacağı sırada Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz.
Zübeyr’in liderliğinde Mekke’de oluşan bir grubun Hz. Ali’ye karşı muhalefete
kalkıştıkları haberi yayıldı.[822] Bunun üzerine Hz. Ali Şam’a
gitme planını ertelemek zorunda kaldı.[823]
Böylece Hz. Ali’nin Muâviye dışında onun
halifeliğini kabul etmeyen ikinci bir muhalif grup daha oldu.[824]
Hz. Ali’nin
otorite sağlama girişimlerini akamete uğratan ve mücadele etmek zorunda kaldığı
ilk grup Cemel Ashâbı’dır. Onların ortaya çıkışı Hz. Ali’nin Şam üzerine
düzenleyeceği seferin gecikmesine sebep oldu.[825]
HZ. ALİ’NİN SEFER İÇİN YAPTIĞI HAZIRLIKLAR
Hz. Ali Şam
üzerine yapmayı planladığı seferin hazırlıklarını tamamladığı sırada Cemel
Ashâbı’nın Hz. Ali’ye karşı hareket edecekleri haberi Medine’ye ulaştı.[826] Gelen habere göre; Cemel
Ashâbı Hz. Ali’nin halifeliğini reddediyor ve bunun yanında Müslümanları da bu
işi ıslah etmeye davet ediyorlardı.[827]
Hz. Ali bu
haberi alınca Müslümanların Basra’ya hareket etmeleri ve Cemel Ashâbı’nın
Basra’ya girmesine engel olmaları için teşvik etmek amacıyla topladı.[828]
Hz. Ali
onlara: “Bu ümmet içinde son zamanlarda kopan bu fitneyi gidermenin tek yolu
İslâm’ın ilk günlerinde olduğu gibi kılıca sarılmaktır. Bunun başka bir şekilde
ıslah edilmesi ve ortadan kaldırılması mümkün değildir. Allah’a yardım ediniz
ki Allah da size yardımcı olsun ve işlerinizi iyiye götürsün.” dedi.[829]
Medine
halkının az bir kısmı dışında kimse Hz. Ali’nin bu çağrısına karşılık vermedi.[830] Hz. Ali’nin bu çağrısına
Bedir Ashâbı’ndan sadece altı kişinin icabet ettiği rivayet edilir.[831] Rivayete göre; Hz. Ali’nin bu
çağrısına Ebû Heysem b. Teyyihan, Huzeyme b. Sabit,[832]
Ebû Katâde el-Ensârî ve Ziyad b. Hanzala gibi önde gelen bazı sahâbe icabet
etti.[833]
Hz. Ali
Mekke’den haber gelince: “Onların bana saldıracaklarından çekinmediğim sürece
kimseye hücum etmeyeceğim. Onlar bana el uzatmazlarsa ben de uzatmayacağım. Bana
yaptıklarına aynen karşılık vermekle yetineceğim.” dedi.[834]
Hz. Ali daha
sonra muhalif grubun Basra’ya doğru yöneldiklerini ve oraya gitmek üzere
olduklarının haberini alınca bir hayli sevinip: “Kûfe’de Arapların ileri
gelenleri ve onların etrafında başka kimseler vardır.” dedi.[835] Ancak İbn Abbas ona: “Seni
sevindiren şey, maalesef beni üzüyor. Kûfe, içinde Arapların ileri gelen şahsiyetlerini
barındıran bir şehirdir. Bunlar ise sayıca ellerine geçirmek ihtimalini
görmedikleri bir şeye uzanmamaktadırlar. Durum böyle olduğuna göre
kızgınlıkları geçip istediklerini elde edinceye kadar şerrin dinmeyeceğini
sanıyorum.” diye karşılık verdi.[836]
Hz. Ali ona hak verdi.[837]
Hz. Ali halife
seçildikten yaklaşık dört ay sonra[838]
yani Rebîülâhir 36/Ekim 656’nın sonlarına doğru Şam’a gitmek üzere hazırlamış
olduğu ordusuyla birlikte Basra’ya yöneldi.[839]
[840] Bu, Müslüman bir grubun başka
bir Müslüman gruba karşı savaş için
ilk defa yürüyüşü olacaktı.
Hz. Ali’nin
amacı Basra’ya gitmek isteyen Cemel Ashâbı’ndan önce oraya varıp onları geri
çevirmeye çalışmak veya Basra’ya varmadan önce onlarla çarpışmaktı.[841]
Hz. Ali
Medine’den çıkacağı sırada Ümmü Seleme ona destek olmak amacıyla yanına varıp:
“Ey müminlerin emiri! Eğer Allah’a karşı isyan olmasından korkmasam ve senin de
kabul edeceğini bilsem bu sefer için seninle birlikte çıkardım.” dedi. Sonra
kuzenini Hz. Ali’ye teslim ederek: “Bu adam hem amcamın oğlu hem de kendimden
daha çok sevdiğim birisidir. Onun için o da seninle gelsin ve
senin
katıldığın bütün olaylara katılsın.” dedi. Sonra bu kişi Hz. Ali ile birlikte 1 1 ll’l’l.-ll ,531
çıkmış ve hep
onunla birlikte kalmıştı.
Hz. Ali yola çıktığında Medine’ye yerine Temmâm b. Abbas’ı
Mekke’ye de Kusem b. Abbas’ı vekil olarak görevlendirdi.[842] [843]
Başka bir rivayete göre ise; Medine’de kendi yerine vekil olarak Sehl b.
Huneyf’i bıraktığı ifade edilir.[844]
Hz. Ali Kûfe
ve Basra halkından gönüllü olarak yaklaşık 400[845]
veya 900 kişilik[846] başka bir rivayete göre ise;
ensardan 700 kişilik[847] veya Medinelilerden 4000
kişilik[848] bir grupla yola çıktı. Hz.
Ali’nin niyeti; Cemel Ashâbı Basra’ya varmadan önce onlara yetişmek ve onlar
isyan bayrağını açmadan onları bu işten alıkoymaktı.[849]
Günal’a göre; Hz. Ali yola çıktığında 900 civarında askeri vardı. Ancak bazı
tarihçiler, Hz. Ali’nin Medine’den 4000 kişilik bir orduyla yola çıktığını
ifade etmişlerdir. O, bu iki rakamın da doğru olduğunu kabul edip, birincisinin
Medine’de toplanan ikincisinin de Rebeze[850]
civarında toplanan asker olduğunu ifade eder.[851]
Abdullah b.
Selâm yolda Hz. Ali’yle karşılaşınca onun atının gemini tutarak: “Ey müminlerin
emiri! Medine’den dışarı çıkma. Vallahi eğer sen buradan çıkacak olursan
müminlerin hâkimiyeti ebediyen bir daha Medine’ye dönemez.” dedi[852] ancak Hz. Ali
kararından vazgeçmedi.[853]
Yine aynı
şekilde Hz. Ali Rebeze’deyken oğlu Hz. Hasan ona yetişip: “Ey babacığım! Daha
önce bir kaç defa bir şeyler söyledim de sen bana karşı çıktın. Korkarım ki
yarın son derece tenha bir yerde öldürülürsün ve sana yardım edecek bir tek
adam olmaz.” diyerek babasını tekrar uyardı. Hz. Ali de ona: “Sen hala genizden
konuşan bir cariye gibi konuşup duruyorsun. Bana ne söyledin de sana karşı
koyup uymadım.” diye karşılık verdi. Hz. Hasan: “Ey babacığım! Hz. Osman’ın
kuşatıldığı günlerde Medine’den çıkıp gitmeni ve şehit edildiğinde orada
bulunmamanı söyledim ama bana uymadın. Hz. Osman şehit edildiği gün sana biat
etmek üzere geldiklerinde bütün İslâm diyarından Araplar gelip sana biat edip
ve bu şekilde güçlenip hiç kimse sana danışmadan ve uymadan herhangi bir işe
kalkışamayacak duruma gelinceye kadar biat alma dedim. Yine o gün de, beni
dinlemedin. Şu kadın ve şu iki adam sana karşı hazırlıklara girişip Basra’ya
doğru yöneldiklerinde evinde oturmanı istedim. Bunun yanında onlar doğru yolu
bulurlarsa bulurlar yoksa fesat ve fitne senden başka bir kimsenin eliyle
kurcalansın diye söylediğim halde yine bana karşı çıktın ve bütün bunlarda bana
uymadın.” dedi.[854]
Hz. Hasan bu
konuşmasında savaş taraftarı olmadığı hatta babasına gelmekte olan fitneye
bulaşmaması gerektiğini tavsiye etmektedir.[855]
Hz. Ali
oğluna: “Evet ey oğulcağızım! Hz. Osman’ın evi muhasara edildiğinde Medine’den
çıkma konusundaki sözlerine bakarsak, vallahi Medine’de yalnız Hz. Osman
kuşatılmamıştı. Onun gibi biz de kuşatılmıştık. Bütün İslâm diyarından
Müslümanlar gelipte bana biat etmedikçe böyle bir biati kabul etmememi
tavsiyene gelince her şeyden önce bu iş Medine halkının işidir ve onların
hakkıdır. Bu haklarını kaybettirmeyi kesinlikle uygun görmedim ve hoş
karşılamadım. İnsanlar gelip Hz. Osman’ı şehit ettiler ve gayet itaatkâr olarak
ve isteyerek gelip bana biat ettiler. İşte ben de bunun için Allah hükmünü
verinceye kadar bana itaat edenlerle birlikte muhalefet edenlerle çarpışacağım
ve sonunda hâkimlerin en büyüğü olan Allah hükmünü verecektir. Son olarak Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr Mekke’den çıktıklarında evimde oturmamı söylemene gelince
bana bir görev düştüğünde nasıl olur da yerimde otururum? Sen benim kuşatılmış
bir sırtlan gibi olmamı mı istiyorsun? Bir sırtlan kuşatıldığında gizlendiği
yerden arka ayaklarından çekilip çıkarılıncaya kadar burada olmadığı söylenir
böyle olmamı mı istiyorsun? Ben üzerime düşen göreve atılmasam ve bu işlerde
beni ilgilendiren meselelere el koymasam bu işlere kim gelip bakacak? Ey oğlum!
Seni ilgilendirmeyen meselelerden biraz uzak dur.” diyerek cevap verdi ve
kararından yine vazgeçmedi.[856]
Hz. Ali ve
yanındakiler Rebeze’ye vardıklarında, Cemel Ashâbı’nın buradan geçtiği haberini
alınca ne yapacaklarını düşünmek ve görüşmek üzere burada konakladılar. Hz. Ali
bu sırada Basra’daki halkın yaptıklarını haber alınca Muhammed b. Ebi Bekir ve
Muhammed b. Cafer’le Kûfelilere bir mektup gönderdi.[857]
Hz. Ali
Rebeze’deyken Medine’ye haber gönderip oradan kendisine istediği miktarda savaş
malzemesi gönderilmesini emretti. Ayrıca etrafındakilere çeşitli emir ve
görevler vererek şöyle hitapta bulundu: “Allah, biz son derece zelil iken,
kıtlık içinde yüzüyorken, aramızda bir sürü kin, düşmanlık ve uçurumlar
bulunuyorken bizi İslâm ile aziz kıldı ve bizi yüceltip birbirimize kardeş
yaptı. İnsanlar Allah’ın dilediği güne kadar dinleri İslâm olmak üzere hakka
bağlandılar. Allah’ın kitabını kendilerine kılavuz edindiler ve bu hayatlarını
sürdürdüler. Bu durum şeytanın kendilerini aldattığı kimselerin eliyle Hz.
Osman’ın başına gelenlerin vuku bulduğu güne kadar devam edip gitti. Şeytan
bugün aynı şekilde o adamları aldattığı gibi bu ümmetin arasına da fitneyi
sokmaya çalışıyor. Evet, bu ümmet kendisinden önceki ümmetler gibi bir sürü
fırkalara ayrılacaktır. Meydana gelecek bu tefrikanın şerrinden Allah’a
sığınırız. Bunun için dininize iyi yapışınız ve benim yolumu izleyiniz. Bu yol,
Hz. Peygamber’in yoludur. Onun sünnetine uyup yapışınız ve önünüze çıkan her
türlü zorluk ve yanlışlıklardan uzak durmaya çalışınız. Karşılaştığınız
yanlışlıkları Kur’an ile değerlendirip ölçüye vurun ve Kur’an’a mutlaka
yapışın. Şayet Kur’an’a uymuyorsa onu reddedin. Allah’ı rab, İslâm’ı din ve Hz.
Muhammed’i peygamber olarak kabul edip Kur’an’ı yegâne kaynak ve rehber
edininiz.”[858] [859]
Hz. Ali
Rebeze’den Basra’ya hareket edeceği sırada İbn Ebi Refâ’a b. Râfi’ Hz. Ali’ye
ne yapmak istediğini ve nereye gideceklerini sordu. Hz. Ali kendi arzu ve
niyetlerinin fitneyi ıslah etmek olduğunu söyledi. İbn Ebi Refâ’a b. Râfi’
Cemel Ashâbı barış teklifini kabul etmezlerse ne yapacağını sordu. Hz. Ali
onları özürleriyle baş başa bırakıp, onlara hakkı bildirip ve bu hal üzere
sabredeceklerini ifade etti. İbn Ebi Refâ’a b. Râfi’ buna da razı olmazlarsa
deyince Hz. Ali, onlar kendilerine ilişmedikleri sürece kendilerinin de onlara
ilişmeyeceğini belirtti. Yine İbn Ebi Refâ’a b. Râfi’ peki onlar bizim yakamızı
bırakmazlarsa ne yapacağını sordu. Hz. Ali yine onlardan vazgeçer, uzak durmaya
çalışırız dedi. Bu konuşmanın ardından Haccâc b. Gazye el-Ensârî kalkıp Hz.
Ali’ye: “Vallahi söylediklerinle bizi ikna ettiğin için biz de sana uyar ve
fiillerimizle seni razı ederiz. And olsun, Allah bizi ensar diye isimlendirdiği
gibi biz de onun dinine yardımcı olacağız.” diyerek destek verdi.
Hz. Ali daha
Rebeze’deyken Tay kabilesinden bir topluluk gelip Hz. Ali’ye katılmak
istediklerini söyledi. Hz. Ali, Allah hepsine hayır mükâfat versin diyerek
sevincini dile getirdi ve devamında:[860]
“Mü’minlerden özür sahibi olmaksızın (cihattan geri kalıp) oturanlarla,
Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat edenler eşit olamazlar. Allah,
mallarıyla, canlarıyla cihat edenleri, derece itibariyle, cihattan geri
kalanlardan üstün kılmıştır.”[861]
ayetini okudu.[862]
HZ. ALİ’NİN REBEZE’DEN HAREKET ETMESİ
Hz. Ali,
Rebeze’den Basra’ya doğru hareket ettiğinde öncü birliklerin başına Ebû Leyla
b. Ömer b. el-Cerrâh’ı, sağdaki birliklerin başına Abdullah b. Abbas’ı, soldaki
birliklerin başına Ömer b. Ebî Seleme’yi getirdi. Sancağı ise Muhammed b.
el-Hanefiyye’ye verdi.[863]
Hz. Ali
kırmızı bir deveye binmiş doru renkte bir atı da arkasından çekiyordu. Hz. Ali
Feyd’e (Yefi’d)[864] vardığında Esed ve Tay
kabileleri gelip onun emrinde olduklarını bildirdiler. Hz. Ali onlara
beraberinde yeteri kadar adam olduğunu belirtti. Kararı kendilerinin vermeleri
gerektiğini ifade ederek muhacirlerin kendisine yeterli olduğunu söyledi.[865]
Hz. Ali orada
bulunduğu sırada Kûfe’den Âmir b. Matar eş-Şeybânî geldi. Hz. Ali ona Ebû Mûsâ
el-Eş’ârî’nin ne düşündüğünü sordu. O da, Ebû Mûsâ el- Eş’ârî’nin savaşmak
niyetinde olmadığını ve sadece sulhu istediğini söyledi. Bunun üzerine Hz. Ali
de sulhtan başka bir şey istemediğini ve barış ortamının gelmesini istediğini
söyledi. Daha sonra yoluna devam etti.[866]
Hz. Ali
Sa’lebiyye denilen yere vardığında Osman b. Huneyfin adamlarının başına
gelenler kendisine haber verildi. Hz. Ali: “Allah’ım! Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’i
imtihan ettiğin şeyden beni uzak tut.” diye dua etti.[867]
Daha sonra Îsed denilen yere vardığında Hukeym b. Cebele ile Osman b. Huneyfin
başına gelenler ve beytülmalin yağmalanması kendisine haber verildi. Bunun
üzerine Hz. Ali: “Allah’ım ne büyüksün! Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in bu
yaptıklarından intikam almaya kalkışırlarsa beni bundan ne koruyacak?” diye
söylendi[868] ve “Yeryüzünde ve kendi
nefislerinizde hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta
(Levh-i Mahfuz ’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah ’a göre kolaydır. ”[869]
ayetini okudu.[870]
Şayet bu
rivayet doğruysa gelişmeler karşısında şaşkınlığı ifade eden Hz. Ali, bu ayete
dayanarak, niyetle sonucun farklı bir şekilde ortaya çıktığını ve bunun
Allah’ın takdiriyle olduğunu vurguladığını söylemek mümkündür. Çünkü Hz.
Osman’ın kanını talep etmek amacıyla yola çıkan Cemel Ashâbı, bir kişinin
kanını talep ederken onlarca kişinin kanının dökülmesine sebep olmuşlardı. Bu
durum onları haklı iken haksız duruma düşürdüğü gibi, Hz. Ali’nin de elini
güçlendiriyordu. Ayrıca bu isyanda öldürülen insanlardan dolayı Hz. Ali’yle
Cemel Ashâbı arasında anlaşma ve uzlaşma ihtimali ortandan kalkmıştı ve Hz.
Ali’nin artık Cemel Ashâbı’na karşı silahlı mücadeleye hazırlıklı olması
gerektiği[871] söylenebilir.
Hz. Ali
Zikâr’a vardığında Osman b. Huneyf yüzünde tek bir kıl kalmadığı halde yanına
geldi. Başka bir rivayete göre; Osman b. Huneyf, Hz. Ali Rebeze’deyken
gelmişti. Osman b. Huneyf Hz. Ali’ye: “Ey müminlerin emiri! Sen beni sakallı
olarak göndermiştin. Fakat ben bir köse gibi sakalsız olarak geri döndüm.”
dedi.[872] Hz. Ali de ona: “Ey Osman!
Sen ecir alıp hayırlar kazandın. Benden önce Hz. Ömer ve Hz. Osman Basra’ya
valiler gönderdi de Müslümanlar kitap ve sünnet ile amel ettiler. Ben onlara
vali gönderdiğimde ise böyle davrandılar. Onlar da Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de
bana biat etmişlerdi. Sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr biatlerini inkâr edip
Müslümanları bana karşı kışkırttılar. Hayret doğrusu! Onlar Hz. Ebû Bekir, Hz.
Ömer ve Hz. Osman’a uydular da bana neden muhalefet ediyorlar, anlayamıyorum.
Vallahi, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de daha önce gelip geçenler içinde benim nasıl
bir kimse olduğumu iyi biliyorlar. Allah’ım, onların akdettiği her konuyu çöz,
sağlam yapmak istedikleri her şeyi de sağlamlaştırma ve onların yapmak
istedikleri kötülükleri de onlara göster.” diyerek karşılık verdi.[873]
Hz. Ali daha sonra Zikâr’da, Kûfe’ye mektupla gönderdiği
Muhammed b. Ebû Bekir’i ve Muhammed b. Ca’fer’i beklemeye başladı.[874]
Hz. Ali
Rebeze’deyken Kûfelilere gönderdiği mektupta: “Ben sizi diğer şehirlerin
halkına tercih ettim. Size rağbet ettim. Olan hadiselerin dışında kalıp feragat
gösterdim. Kûfe’de ve İslâm beldelerinde kargaşalar çıkartmamanızı tavsiye
ediyorum. Başınıza gelecek olaylardan korkuyorum. Allah’ın dinine yardımcı olun
ve gelin bize katılın. Asıl dirlik ve düzeni sağlamak, bu kargaşaları yok etmek
ve bu ümmetin tekrar kardeş olmasını arzu etmemizle mümkün olur.” diye
yazmıştı.[875]
Muhammed b.
Ebû Bekir ve Muhammed b. Ca’fer Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’nin yanına varıp ona Hz.
Ali’nin gönderdiği mektubu verdiler. Bir de her ikisi halkın arasında bir
müddet kalıp onlara Hz. Ali’nin işlerini ve içinde bulunduğu durumu anlattılar.
Ancak kimse onların taleplerine uymadı.[876]
Hicaz
halkından bazıları akşamleyin Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’nin yanına giderek bu konu
hakkında ne düşündüğünü sordular. Ebû Mûsâ el-Eş’ârî: “Görüş beyan etmek, asıl
daha önce gerekli ve geçerliydi. Bugün görüşümüzü açıklamamız gayet kolaydır.
Çünkü daha önce böyle önemsemediğimiz adam işte gördüğünüz gibi bugün üzerimize
gelmiş bulunmaktadır. Bugün burada iki durumla karşı karşıyayız. Birincisi,
evlerimizde oturmamız ki bu ahiretimiz için daha hayırlıdır. İkincisi ise çıkıp
savaşa gitmemizdir ki bu da dünyamız için daha hayırlıdır. Siz bu ikisinden
birini seçiniz.” diye tavsiyede bulundu.[877]
Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’nin bu tavsiyesi üzerine hiç kimse çıkıp Hz. Ali’nin yanına
gitmedi.[878]
Ebû Mûsâ
el-Eş’ârî’yi, Hz. Ali veya Hz. Aişe’nin yanında yer alarak silaha koşmaktansa Hz.
Osman’ın katillerini usulüne uygun olarak cezalandırmakla daha ilgilenir bulan
Muhammed b. Ebû Bekir ve Muhammed b. Ca’fer[879]
ona kızıp ağır sözler söylediler. O da onlara: “Vallahi Hz. Osman’ın biati
benim ve Hz. Ali’nin boynundadır. Eğer mutlaka savaşılacaksa biz her nerede
olurlarsa olsunlar ve her kim olurlarsa olsunlar Hz. Osman’ın katilleriyle olan
davamızı sonuçlandırmadıkça hiç kimseyle savaşmayacağız.” dedi.[880] [881]
Ebû Mûsâ
el-Eş’ârî’nin bu ifadelerinden onun Hz. Osman’ın haksız yere şehit edildiği kanaatini
taşıdığı ve Hz. Ali’nin halifeliğine de sıcak bakmadığı 570 anlaşılmaktadır.
Muhtemelen Ebû
Mûsâ el-Eş’ârî Hz. Osman’ın şehit edilerek iktidardan uzaklaştırılmasına Hz.
Ali’nin seyirci kaldığını düşünüyordu. Bunun yanında yine o, Hz. Ali’nin Hz. Hz.
Osman’a biat ettiği halde onu savunmadığını ve ardından da Hz. Osman şehit
edildiğinde Hz. Ali’nin halife seçildiğini düşünüyordu. Dolayısıyla Ebû Mûsâ
el-Eş’ârî Hz. Osman’ın haksız yere şehit edildiği ve Hz. Ali’nin de üzerine
düşeni yapmadığı kanaatindeydi. Ayrıca Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’nin Hz. Ali’de de bir
üstünlük görmediğini[882] söylemek mümkündür.
Başka bir
ihtimal ise; Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’nin Hz. Peygamber’den bizzat duyduğu; Hz. Ebû
Bekir ve Hz. Ömer’in doğrudan, Hz. Osman’ın ise sınanarak cennete gireceği
hadisini hatırladığından[883] dolayı böyle düşündüğü
söylenebilir.
Muhammed b.
Ebû Bekir ve Muhammed b. Ca’fer bu durum üzerine dönüp Zikâr’da konaklayan Hz.
Ali’nin yanına gittiler. İkisi olup bitenleri Hz. Ali’ye anlattılar.[884]
Hz. Ali o
sırada orada bulunan Mâlik b. Eşter’e: “Sen aramızda bulunanlar içinde hem Ebû
Mûsâ el-Eş’ârî’ye en yakın hem de her konuda itiraz eden birisin. Bundan dolayı
İbn Abbas’la ona gidin, bütün bu olup biten fesat ve kötülükleri düzeltmeye
çalışın.” dedi.[885]
Başka bir rivayete göre ise; Hz. Ali Muhammed b. Ebû Bekir’i
Ebû Mûsâ el- Eş’ârî’ye elçi olarak gönderdiğinde aralarında geçen konuşma ve
tartışmaları Hâşim b. Utbe b. Ebî Vakkâs, Hz. Ali’ye Rebeze’de olduğu sırada
ona iletti. Hz. Ali Hâşim b. Utbe’yi hemen Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’ye göndererek
ona: “Etrafındaki adamları bana gönder. Ben seni hak yolunda bana yardımcı
olman için vali tayin etmiştim.” demesini emretti. Ancak Ebû Mûsâ el-Eş’ârî Hz.
Ali’nin bu çağrısına da uymayınca Hâşim b. Utbe Hz. Ali’ye bir mektup
göndererek Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’yi burnu havada, ayrılıkçı ve açıkça saldırıya
geçen biri olduğunu yazdı. Bu mektubu Muhill b. Halîfe et-Tâî Hz. Ali’ye
getirdi.[886] [887]
KÛFE’YE İKİNCİ KEZ ELÇİ GÖNDERİLMESİ
Mâlik b. Eşter
ve İbn Abbas Hz. Ali’nin isteği üzerine Kûfe’ye gittiler. İkisi Ebû Mûsâ
el-Eş’ârî ile bu durumu görüşerek Kûfe halkından yardımcı kuvvet 576 vermesini istediler.
Tarafsız
kalmakta kararlı olan Ebû Mûsâ el-Eş’ârî ikisinin bu isteği üzerine kalkıp
şehir halkına:[888] “Ey insanlar! Hz.
Peygamber’in ashâbı Allah ve Resulüne sahâbe olmayanlara nispetle daha iyi
bilirler. Sizin bizim üzerimizde bir hakkınız vardır. Benim bu hakkınızı ödemek
üzere nasihatte bulunmam ve bu görevimi yerine getirmem gerekir. İşin gerçek
bir yönü varsa bu da Allah’ın hâkimiyetinin bu şekilde sarsılmaması
gerektiğidir. Onun için Allah’ın hâkimiyet ve sultasını hafife almayınız.
Allah’ın hukukuna tecavüz etmek hususunda da cüretkâr davranmayınız. Size düşen
Medine’den gelen bu insanları bir an evvel tekrar geri göndermenizdir. Onlar
aralarında hilafete hak sahibi olan kimseyi bulup seçerler. Meydana gelen bu
olaylar son derece kötü ve şiddetli bir fitnedir. Bu fitne esnasında uykuda
olan uyanık olandan, uyanık olan oturandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan
ata binenden, ata binen de atını koşturandan daha hayırlıdır. Siz de Arapların
rastgele adamlarından olmayınız. Şu kılıçlarınızı kınlarına, oklarınızı
yerlerine koyunuz. Yaylarınızın kirişlerini koparınız. Mazlum ve işkence görmüş
olanları zulme uğrayanları koruyunuz. Ancak bu şekilde bu işler kökünden kurur
ve fitne ortadan kalkar.” diye hutbe irad ederek[889]
[890] yaptığı konuşmada onları bu
kötü iç savaşa hiç karışmamak 579
konusunda ikna etmeye çalıştı.
Görevlerinde
başarısız olan Hz. Ali’nin elçileri[891]
Mâlik b. Eşter’le İbn Abbas dönüp Hz. Ali’ye Kûfe’deki durumu anlattılar.[892]
Ebû Mûsâ
el-Eş’ârî’nin etkisini ortadan kaldırmak ve Kûfelilerin desteğini kazanmak için
başka bir hamlede bulunan[893] Hz. Ali Ammâr b. Yâsir’e[894]: “Git, kendi fesada
uğrattıklarını ıslah etmeye çalış.” diye emir vererek[895]
Ammâr b. Yâsir’le Hz. Hasan’ı Kûfe’ye gönderdi.[896]
KÛFE’YE ÜÇÜNCÜ KEZ ELÇİ GÖNDERİLMESİ
Ammâr b.
Yâsir’le Hz. Hasan Kûfe’ye varınca mescide girdiler. İkisi mescitte oturdukları
sırada ilk olarak Mesrûk b. el-Ecde’ gelip selam verdi. Mesrûk b. el- Ecde’
Ammâr b. Yâsir’e: “Ey Ebu’l-Yakazân! Hz. Osman’ı neden öldürdünüz?” diye sordu.
Ammâr b. Yâsir: “Irzlarımıza yapılan küfürden ve bize vurulan kırbaçlardan
dolayı” diye cevap verdi. Bunun üzerine Mesrûk b. el-Ecde’: “Vallahi siz size
davranıldığı gibi davranmadınız. Eğer sabretmiş olsaydınız bu sizin için daha
iyi olurdu. Sabırlılar için mutlaka hayır vardır.” dedi.[897]
Ebû Mûsâ
el-Eş’ârî daha sonra Ammâr b. Yâsir’in yanına gelerek: “Ey Ebu’l- Yakazân!
Müminlerin emirine düşmanlık eden o facir ve günahkârlarla birlikte sen de mi
bulundun?” diye soru sordu. Ammâr b. Yâsir: “Hayır, ben kesinlikle böyle bir
şeye katılmadım. Fakat böyle bir şey de beni ilgilendirmez.” diye karşılık
verdi.[898]
Muhtemelen Hz.
Ali ilk Müslümanlardan, yaşlı ve Kûfe’nin eski valisi Ammâr b. Yâsir’i, Ebû Mûsâ
el-Eş’ârî’ye karşı Hz. Hasan’ın yanında denge unsuru olarak göndermişti. Ancak
şu var ki, Kûfelilerin konuşmalarından anlaşıldığı kadarıyla onlar Ammâr b.
Yâsir’in Hz. Osman’ın şehit edilmesi hadisesine karıştığını düşünüyorlardı.[899]
Hz.
Hasan, Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’yle Ammâr b. Yâsir’in arasındaki
konuşmanın
uzamasından çekindiğinden konuşmayı kesti ve Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’ye: “İnsanların
bize doğru gelmelerine neden engel oluyorsun? Vallahi bizim durumu düzeltmekten
başka bir şey düşündüğümüz olmadığı gibi müminlerin emiri gibi de böyle
fitnelerden korkan hiç kimse yoktur.” dedi.[900]
Ebû Mûsâ
el-Eş’ârî da: “Hey anam babam feda olası! Doğru söyledin ancak kendisiyle
danışılan kimse güven duyulan kimse demektir. Ben Hz. Peygamber’in: ‘Öyle bir
fitne olacak ki bu zamanda oturan ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden,
yürüyen ata binmiş olandan daha hayırlıdır.’ dediğini işittim. Ayrıca Allah
bizleri kardeş, birbirimizin kanlarını ve mallarını ise birbirimize haram
kılmıştır.”[901] diyerek hatırlatmada bulundu.
Sonra “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak
karşılıklı rıza ile yapılan ticaret olsa başka. Kendinizi helak etmeyin.
Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir.”[902] ayetiyle birlikte “Kim
bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah,
ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”[903]
ayetini okudu.[904]
Ebû Mûsâ
el-Eş’ârî’nin bu sözlerine son derece kızan Ammâr b. Yâsir ona ağır sözler
söyledi ve kalkıp: “Ey İnsanlar! O, kendi kendini vasfetmektedir. Sen bu
fitnede oturuyorsun ancak ayakta duran senden daha hayırlıdır.” diyerek Ebû
Mûsâ el-Eş’ârî’ye olan kızgınlığını ifade etti.[905]
Benû Temim
kabilesinden biri kalkıp Ammâr b. Yâsir’e: “Sen dün bizzat kavganın içindeydin.
Şimdi kalkıp emirimize hakaret mi ediyorsun?” diyerek tepki gösterdi.[906]
Zeyd b. Sûhân
da ayağa kalkıp bağırmaya başladı. Orada bulunan başka bir grup da aynı şekilde
bu kavgaya katılınca Ebû Mûsâ el-Eş’ârî halkı susturmaya çalıştı.[907]
Abdülkays
kabilesinden Hz. Osman’ın muhalifleri arasında olan ve Hz. Aişe’nin
yakınlaşmaya çalıştığı önderlerden Zeyd b. Sûhân,[908]
o sırada mescidin kapısında durarak Hz. Aişe’den kendisine gelen bir mektubu
okudu ve Hz. Aişe’nin kendisinden yardım istediğini söyledi. Bunun yanında Kûfe
halkına gelen mektup da 598
aşağı yukarı
bununla aynı anlamı taşıyordu.
Zeyd b. Sûhân
her iki mektubu çıkarıp mescitte Müslümanların huzurunda okudu ve sonra:[909] [910]
“Allah, Hz. Aişe’ye evinde oturması[911]
bize de yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar savaşmamızı emretmiştir.[912] Ancak o, şu anda kendisine
verilen emri bize duyuruyor ve kendisi de bu emri yüklenmiş bulunuyor.” dedi.[913]
Şebes b. Rib’î
adında birisi bunun üzerine kalkıp: “Ey Ummanlı adam! Sen Celûlâ’da[914] hırsızlık yaptın da elin
kesildi. Şimdi gelip müminlerin annesine karşı çıkıyor ve insanları ona karşı
mı kışkırtıyorsun?” diye tepki gösterdi.[915]
Ebû Mûsâ
el-Eş’ârî bundan sonra kalkıp: “Ey insanlar! Bana itaat ediniz. Arapların
asillerinden olunuz ki mazlum olan kimse gelip size sığınsın. Korkuya kapılan
kimse size karşı güven duysun. Fitne koptuğu zaman insanlar onda yanılır. Bazı
şeyleri birbirine benzetir ve yanlışlıklar yapabilirler. Sırtını çevirip de
gittiği zaman ise kendi kendini açıklar ve ne olduğunu ortaya koyar. Bugünkü
fitne insanların canını yakan şiddetli bir fitnedir. Kuzeyden ve güneyden,
doğudan ve batıdan esip durur ve son derece dirayetli insanları bile sanki
dünkü çocuk gibi hayretler içinde bırakır. Kılıçlarınızı kınına sokunuz
mızraklarınıza sahip olunuz. Yaylarınızı, kirişlerinizi kırıp atınız, evlerinize
girip oturunuz ve Kureyş’i kendi haline bırakınız. Eğer onlar hicret yurdundan
dışarı çıkıp oranın ilim ehli olan halkından ayrı düşerlerse işte benden
nasihat beklerler. Fakat siz o anda beni sakın aldatmayasınız. Bana itaat
ediniz ki din ve dünyanızı kurtarmış olasınız. Bu fitneyi körükleyen kimse onun
şiddetinden ve ateşinden mutlaka büyük bir ıstırap çekecektir.” diyerek orada
bulunanlara hitap etti.[916]
Ebû Mûsâ
el-Eş’ârî bu konuşmasıyla hadiseyi Kureyş kabilesinin iç mücadelesi ve iktidar
hesaplaşması olarak değerlendirmektedir. Bundan dolayı ne Hz. Ali’ye ne de
Cemel Ashâbı’na yardım etmemekle Kureyş kabilesinin iktidar mücadelesine
karışmamaya çalışmaktadır.[917]
Ebû Mûsâ
el-Eş’ârî’den sonra Zeyd b. Sûhân ayağa kalkarak kesik olan elini çıkarıp: “Ey
Abdullah b. Kays! Fırat suyu her tarafından çağlayarak akıp gelmeye
başlamıştır. Onu geldiği yere iade et ki ebediyyen buraya dönmesin. Eğer buna
gücün yeterse bil ki bundan sonra arzu ettiğin her şeye güç yetireceksin. Fakat
gücün yetmediği şeyi bırak. Kalkın, müminlerin emirine gidin. Hep birlikte ona
doğru gidelim ki hakkı bulmuş olalım.”[918]
diyerek halkı Hz. Ali’nin yanına gitmesi için teşvit etti. Sonra, “Elif Lâm
Mîm. insanlar, “inandık” demekle bırakılacaklarını ve imtihan edilmeyeceklerini
mi zannederler. Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah,
doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir (ve gerçeği
ortaya çıkarır).”[919]
ayetlerini okudu.[920]
Zeyd b.
Sûhân’a göre; bu ortamda tarafsız kalmak dinî anlamda doğru değildir. Haklının
yanında yer alarak mücadele etmek gerekir. Bu yolda Allah insanları geçmişte
olduğu gibi bugün de imtihan etmektedir.[921]
Zeyd b.
Sûhân’dan sonra Ka’ka’ b. Amr kalkıp: “Size samimiyetle bir öğütte bulunayım ve
şefkatimi belirteyim. Size öğüt verilmesini istiyor ve hakkın söylenmesini arzu
ediyorum. Eğer o bir kurtuluş çaresi olsaydı, valimizin söylediği şeyler
biliniz ki en doğru ve hak olanıdır. Zeyd b. Sûhân’ın söylediği sözlere
gelince; o bu işlerin yabancısı ve düşmanıdır. Sakın onu dinlemeyesiniz. Gerçek
olan bir şey vardır ki o da şudur: Müslümanları yönlendiren, zulümleri önleyen,
mazlumların hakkını koruyup onlara yardım eden bir halifenin olması gerekir.
Müminlerin emiri bu işi kendisine yüklenildiği gibi yüklenmiş ve yaptığı çağrıda
insaflı davranmıştır. Çünkü o, ıslahtan başka bir şeye davet etmiyor ve
fitnenin kökünü kazımak istiyor. Onun için siz de bu konuda onun yanında olmak
için kalkınız ve yürüyünüz ki emre itaat eden ve söz dinleyen kimseler
olasınız.” dedi.[922]
Abdulhâyr
el-Hayrânî bu konuşmalar üzerine kalkıp: “Ey Ebû Musa! Hz. Talha ve Hz. Zübeyr
gerçekten biat etmişler miydi?” diye sordu. Ebû Mûsâ el-Eş’ârî evet diye cevap
verdi. Abdulhâyr el-Hayrânî: “Hz. Ali biatinizi bozacak herhangi bir davranışta
bulundu mu?” diye tekrar bir soru sordu. Ebû Mûsâ el-Eş’ârî bilmiyorum diye
karşılık verdi. Bu cevaba kızan Abdulhâyr el-Hayrânî: “Hay bilmemiş olasın! Biz
de bilip öğreninceye kadar seni terkediyoruz. Bu fitnenin dışında kalan
kimsenin bulunduğunu biliyor musun? Şu anda müslümanlar dört fırkaya ayrılmış
bulunuyorlar. Hz. Ali Kûfe’nin yakınında, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Basra’da, Muâviye
ise Şam’da bulunuyor. Diğer taraftan
Hicâz’da kendilerinden vazgeçilemeyen ve bir tarafa itilemeyen ancak hiç
kimseye karşı çarpışma istemeyen Hicâz ehli bulunmaktadır.” dedi. Ebû Mûsâ
el-Eş’ârî bunun üzerine bu sonuncuların insanların en hayırlıları olduğunu
söyledi. Abdulhâyr el-Hayrânî da ona sen aldanmış durumdasın diye karşılık
verdi.[923]
Orada
bulunanlar bu ve benzeri konuşmalardan sonra karşılıklı birbirlerine laf atmaya
başladılar. Sonra Ammâr b. Yâsir ve Hz. Hasan minbere çıkıp insanlara Hz.
Ali’nin yanına gitmeleri için çağrıda bulundular. Hz. Ali’nin halk arasında
barış istediğini ifade ettiler. Ammâr b. Yâsir o arada Hz. Aişe’ye ağır söz
söyleyen bir adamı işitince ona kızarak: “Sus! Horlanası adam. Köpekler sana
havlasın! Vallahi Hz. Aişe Hz. Peygamber’in dünyada ve ahiretteki eşidir. Ama
Allah sizi onun vasıtasıyla imtihan ederek sınıyor.” dedi.[924]
Hz. Hasan da:
“Ey insanlar! Emirinizin davetine icabet edin. Kalkın, kardeşlerinizin yanına
gidin ve orada durumu inceleyin, görün. Vallahi kalkıp oraya gidecek olanlardan
erken davranıp geç kalmayanlar sonunda hayırlı bir akibete kavuşacaklardır.
Bizim bu davetimize icabet edin. Kendisiyle imtihan edildiğimiz ve sizin de
imtihana tabi tutulduğunuz bu durumda bize yardımcı olun. Müminlerin emiri size
şöyle sesleniyor: ‘Bu sefere çıkarken zalim veya mazlum olarak kalkıp geldim.
Hakka riayet eden her Allah’ın kuluna şunu hatırlatırım ki eğer mazlum isem
bana yardımcı olur, zalim isem gelir benden hakkını alırsınız. Vallahi Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr bana ilk biat eden kimselerdi. Böyle olduğu halde ilk defa
ihanet eden yine onlar oldu. Ben Müslümanların malına mı el koydum, yoksa
Allah’ın hükümlerinden birini mi değiştirdim?’ Onun için kalkınız, yürüyünüz
ve iyiyi emredip insanları kötüden alıkoyunuz.” diyerek Müslümanları ikna etmek
için konuştu.[925]
Hucr b. Adiy
de son olarak kalkıp Müslümanlara Hz. Ali’nin yanına gitmeleri için tavsiyede
bulundu[926] ve: “Gerek yaya olarak,
gerek binek üzerinde Allah yolunda sefere çıkıp mallarınızla, canlarınızla
Allah yolunda cihat edin. Eğer bilirseniz bu sizin daha hayırlıdır. ”[927]
ayetini okudu.[928]
Bu
konuşmalardan anlaşıldığına göre; Kûfe’de Hz. Osman’a karşı olanlar, Hz. Ali’ye
destek vermeyi düşünürken, diğerleri ise buna yanaşmamaktadırlar.[929]
Kûfelileri
sıkıntıya düşüren durum, Hz. Ali’nin Hz. Aişe’yle savaşmasıdır. Ayrıca Hz. Aişe
de Hz. Ali gibi Kûfelilerden askerî destek istemektedir. Bunun getireceği
tehlikenin farkında olan Ebû Mûsâ el-Eş’ârî ise, gelişmeleri fitne olarak
değerlendirmekte ve görüşünü Kur’an ve Sünnet’le destekleyerek Müslümanların
savaşa katılmasına engel olmaya çalışmaktadır.[930]
Muhtemelen Ebû
Mûsâ el-Eş’ârî, Cemel Ashâbı’nın hem Basralıların desteğini aldıkları için hem
de Kur’anî delillere dayandıkları için Hz. Ali’yle savaşmayı göze aldıklarını
düşünüyordu. Bunun yanında Hz. Ali ise, henüz yeteri güce sahip olmadığı için
belki Medine’ye dönmek zorunda kalacağını ve orada bu 620
sorunu
çözeceğini düşünüyordu.
Uzayıp giden
konuşma ve tartışmalar sonunda Hz. Ali’ye gönüllü olarak katılmak isteyen
yaklaşık 9000[931] [932]
ya da başka bir rivayetlere göre; 6000,[933]
60007000,[934] 9650[935]
veya 12000[936] asker Hz. Hasan’la birlikte
yola çıktı. Askerlerin bir kısmı Dicle nehri üzerinden bir kısmı da karadan
hareket ederek Hz. Ali’nin yanına geldiler.[937]
Bu arada bir
rivayete göre; Hz. Ali kendisine insanların katılmasına engel olmaya çalışan
Kûfe valisi Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’yi görevden almak üzere Mâlik b. Eşter’i
görevlendirdi. Mâlik b. Eşter yol boyunca ikna ettiği insanlarla birlikte Ebû
Mûsâ el-Eş’ârî’nin köşküne girdi. Ebû Mûsâ el-Eş’ârî köşküne geldiğinde Mâlik
b. Eşter Hz. Ali’nin onu görevden aldığını söyledi ve onun köşke girmesine
engel oldu.[938]
Başka bir
rivayete göre ise; Hz. Ali Ammâr b. Yâsir ile Hz. Hasan’ı Kûfe’ye gönderdi. Hz.
Ali Karaza b. Ka’b el-Ensârî’yi Kûfe’ye vali tayin ederek Ebû Mûsâ
el-Eş’ârî’ye: “Ben Hasan ile Ammâr b. Yâsir’i Müslümanları toplayıp getirmeleri
için oraya gönderdim. Ayrıca Karaza b. Ka’b’ı da Kûfe valiliğine tayin ettim.
Bunun için verdiğimiz görevi bırak. Eğer görevin başından ayrılmaz ve çekip
gitmezsen seni uzaklaştırması için ona emir verdim. Eğer sen onu uzaklaştırmaya
kalkışacak olursan da seni paramparça etmesini de söyledim.” şeklinde bir
mektup gönderdi. Ebû Mûsâ el-Eş’ârî, Hz. Ali’nin bu mektubunu aldığı zaman
görevini bıraktı. Hz. Hasan da Müslümanlarla birlikte Hz. Ali’ye gelip
katıldılar.[939]
Öyle
anlaşılıyor ki, Ebû Mûsâ el-Eş’ârî gelişmeleri kendi açısından
değerlendiriyordu. Çünkü o; Hz. Peygamber döneminden beri valilik yapan
tecrübeli bir idareciydi. Bunun yanında o, zaanında Kûfelilerin desteğiyle
oranın valisi olmuş ve bu durum; onun kendisini merkezden biraz daha bağımsız
hissetmesine neden olmuş olabilir.[940]
Ebû Mûsâ
el-Eş’ârî, Hz. Osman’ın şehit edilmesine sebep olan olayları, Medinelilerin
nasıl tutum sergilediklerini, Hz. Ali’nin kimler tarafından desteklendiğini ve
kimlerin hangi sebeplerle onun halifeliğini tanımadıklarının farkındaydı.
Bundan dolayı o, Hz. Osman şehit edildikten sonra ortaya çıkan ayrışmanın,
çatışmaya neden olacağını bilmekteydi.[941]
Ebû Mûsâ
el-Eş’ârî, iktidar mücadelesine girişen Kureyş ileri gelenlerinin, askerî
desteği arkalarına alabilmek için Hz. Ali’nin Medine’den, Cemel Ashâbı’nın da
Mekke’den kalkıp geldiklerinin farkındaydı. Ayrıca iki tarafın işi diyalog
yoluyla değil de savaşarak çözme niyetinde olduklarını düşünüyordü. Nitekim
Cemel Ashâbı, daha Basra’ya hareket etmeden önce Mekke’deyken Medine’de bulunan
Hz. Ali’ye taleplerini iletip birlikte çözüm arama yolunu denememişlerdi.
Ayrıca Hz. Ali’nin yönetimi altındaki Basra’ya girerek orayı ele geçirmişlerdi.
Onların kan akıtarak Basra’yı bu şekilde ele geçirmeleri, meselenin silah
zoruyla çözümünün planlandığını göstermişti. Bu durumda Hz. Ali’nin önünde
başka bir seçenek kalmamıştı. Bundan dolayı Medine’den yeterince destek
alamayan Hz. Ali’nin Kûfelilerin desteğine ciddi manada ihtiyacı vardı.[942]
Hz. Ali’nin
ordusu içerisinde en aktif olanlar; Hz. Osman’a karşı isyana katılanlar ile
bunlara destek verenlerdi. Kûfeliler de bunun farkındaydı. Zira Hz. Ali’nin Ebû
Mûsâ el-Eş’ârî’ye gönderdiği elçiler de zamanında Hz. Osman’a muhalefet eden
kişilerdi. Hz. Ali bunları cezalandırmadığı gibi onları kendi temsilcisi olarak seçmesi muhtemelen Kûfelileri etkilemiştir.
Bundan dolayı halifenin konumu Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmasını
isteyen Cemel Ashâbı’yla Muâviye ’nin haklı görülmesini kolaylaştırırken, öte
tarafta ise Hz. Osman’ın katillerinin ve karşıtlarından da destek bulmasına
sebep oldu. Bu ise ayrılığın derinleşmesine ve uzlaşma zemininin ortadan
kalkmasına neden oldu.[943]
KÛFE’DEN GELEN ASKERLERİN KARŞILANMASI
İbn Abbas ve
bir grupla birlikte Kûfe’den gelenleri Zîkar’da gayet iyi karşılayan Hz. Ali
onlara: “Ey Kûfeliler! Acem hükümdarlarına karşı savaşıp onları dağıttınız ve
bütün mülk ve devletleri size intikal etti. Böylelikle her türlü dünyevî
ihtiyaçlarınızı giderip düşmanlarınıza karşı diğer Müslümanlara yardım ettiniz.
Ben Basra’da bulunan kardeşlerimizin geri dönmelerini sağlamak için burada
olmanızı istedim. Onlardan istediğimiz tek şey geri gelip Medine’ye
dönmeleridir. Eğer bu işten dönmek istemezlerse onları gayet yumuşaklıkla yola
getirmeye çalışırız. Ancak zulme başvurduklarında tutacağımız yol da ona göre
olur. İçinde fesat bulunan bir işi ıslah etmedikçe onu inşallah
bırakmayacağız.” diyerek seslendi.[944]
Hz. Ali gelen
Kûfelilerle birlikte Zîkar’dayken diğer taraftan da Basra ile Zîkar arasında
binlerce kişilik Abdülkays kabilesi onları bekliyordu.[945]
Kûfe’den gelen
ve Hz. Ali’ye katılan birlik; Kinâne, Esed, Temim, Rübâb, Müzeyne, Kays, Bekir,
Tağlib, Muzhic, Eş’ârî, Mâr, Cus’am ve Ezd kabilelerinden oluşuyordu.[946]
Hz. Ali’ye
katılan birliklerin liderleri; Ka’ka’ b. Amr,[947]
Sa’d b. Mâlik, Hind b. Amr, Heysem b. Şîhab, Zeyd b. Sûhân, Mâlik b. Eşter,
Adiy b. Hatîm, Müseyyeb b. Neciyye, Yezid b. Kays ve Hicr
b. Adiy, Ma’kil b. Yesâr er-Reyâhi, Sa’d İbn Mes’ûd es-Sekâfî, Va’le b. Mahduc
ez-Zehelî ve Mahnef b. Süleym el-Ezdî’ydi.[948]
HZ. ALİ’NİN BASRA’YA ELÇİ GÖNDERMESİ
Kûfeliler
Zîkar’a vardıktan sonra Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’le aralarında dostluk
bağları tesis etmek ve bunun yanında ikisine ayrılık ve ihtilafın günah
olduğunu hatırlatmak amacıyla Ka’ka’ b. Amr’ı Basra’ya elçi olarak göndermek
üzere çağırdı.[949]
Hz. Ali Ka’ka’
b. Amr’a: “Git bu iki adamı bul, tatlılığa ve cemaata davet edip tefrikaya
düşmenin tehlikesinden söz et.” dedi. Ka’ka’ b. Amr: “Benim aranızda hükümde
bulunmam söz konusu değilken onlardan gelecek haberlere ve sözlere karşı nasıl
davranacaksınız?” diye sordu. Hz. Ali: “Senin emredeceğin şekilde davranırız.
Eğer onlardan gelecek tekliflerde senin bir görüşün ve içtihadın olmazsa biz
reyimizle içtihad eder, onlarla o istikamette konuşur ve gerektiği şekilde
hadiseleri sonuçlandırırız.” diye karşılık verdi. Ka’ka’ b. Amr da: “Doğru
söyledin.” diyerek onu onayladı. Ka’ka’ b. Amr daha sonra çıkıp Basra’ya gitti.[950] Basra o zaman üç gruba
ayrılmıştı. Bunlar; Hz. Ali taraftarları, Cemel Ashâbı taraftarı ve
tarafsızlardı.[951]
Ka’ka’ b. Amr
ilk olarak Hz. Aişe’nin yanına gitti. Ona neden Basra’ya geldiğini sordu. Hz.
Aişe Basra’ya geliş amaçlarının Müslümanlar arasındaki fitne olduğunu ve bunu
ıslah etmek istediklerini söyledi.[952]
Hz. Aişe, Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’in katillerin bulunup ve onlara hak ettikleri cezanın
verilmesi hususunda başvurulacak bir lider olmadığını nasıl ve neye göre
belirlediklerini anlamak zordur. Ayrıca liderin herhangi bir cezayı uygulama
hususunda aciz
kaldığı veyahut işi ağırdan almakla itham edildiği durumda; cezanın tatbik
edilmesi için insanları toplayarak onlara cezayı tatbik etme hakkını tanımak,
İslâmiyet’in üzerine kurulmuş olduğu düzeni bozmaz mı? Bu hakikatı nasıl gözden
kaçırdıklarını anlamak güçtür.[953]
Ka’ka’ b. Amr
Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in de çağrılmasını istedi. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de
gelince Ka’ka’ b. Amr: “Ben Hz. Aişe’ye buraya neden geldiğini sorduğumda
Müslümanların arasını bulmaya geldiğini söyledi. Siz ne dersiniz? Tabi mi
olacaksınız yoksa muhalif mi olacaksınız?” diye sordu. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr
tabi olacaklarını söylediler.[954]
Ka’ka’ b. Amr
bunun üzerine onlara ıslah yoluna nasıl gideceklerini sordu. Hz. Talha ve
Zübeyr de Hz. Osman’ın katillerini istediklerini söylediler. Bunun yanında
şayet o katiller kendi hallerine bırakılır ve onlara ilişilmezse bunun Kur’an’ı
terk etmek olduğunu ifade ettiler. Ka’ka’ b. Amr ikisine: “Siz Basra halkından
Hz. Osman’ın katilleri olan bir sürü kimse öldürdünüz. Bugün doğruluğa
herkesten daha önce sizin yönelmeniz gerekir. 600 adam öldürdünüz. 6000 kişi
size karşı çıktı ve sizi terkedip gittiler. Hurkus b. Züheyr’i öldürmek
istediniz ama 6000 kişi onu size karşı korudu. Eğer onları kendi hallerine
terkederseniz bu söylediğinizi de terketmiş olursunuz. Eğer onlarla çarpışacak
ve sizden ayrılan bu adamlara karşı koyacak olursanız hoş karşılamadığınız bu olaylardan
daha büyüğüyle karşılaşır ve nefret duyarsınız. Rabîa ve Mudar kabilelerini bu
şehirlerden uzaklaştırmak isterseniz onlar size karşı toplanır, sizinle savaşır
ve sizi dehşet verici bir yenilgiye uğratırlar ki aynen Hz. Osman’ın katli gibi
büyük bir günahtan daha büyük bir hadiseyle karşı karşıya kalırsınız.” dedi.[955]
Hz. Aişe bu
konuşma üzerine Ka’ka’ b. Amr’a görüşünün ne olduğunu sordu. Ka’ka’ b. Amr:
“Benim görüşüm meydana gelen bu olayların ilacı; hadiseleri ve insanları teskin
etmektir. Eğer bu durum sakinleştirilirse insanların heyecanları söner ve iş
sona erer. Bize biat ederseniz bu hayra alamettir. Rahmete ve iyiliğe doğru
giden bir yolun müjdesidir. Fakat buna yanaşmaz da işi daha çok büyüterek yan
çizerseniz durum şerre ve kötülüğe doğru kayıp gider ki, bu hâkimiyetin ve
mülkün zevali demektir. Afiyeti, sağlığı ve selameti isteyiniz ki Allah onu
size ihsan etsin. Siz daha önce İslâm’ın başlangıcında olduğu gibi hayra ve
iyiliğe anahtar olunuz. Ne olur belaya ve musibete başvurup da onu başımıza ve
kendi başınıza sardırmayın. Vallahi benim söyleyeceklerim bundan ibarettir.
Sizi bu sözlere uymaya ve hayra davet ediyorum. And olsun, bu ümmetin başına bu
günlerde gelen bu müsibetlerin sonunda Allah’ın bizi daha büyük bir musibete
uğratacağından korkuyorum. Başımıza gelen bu felaketler gerçekten daha önce
düşünülen ve tasarlanılan şeyler değildir. Bu işler bir adamın bir başkasını
öldürmesi veya ondan nefret etmesi ya da bir kabilenin bir adamı öldürüp de
ondan nefret etmesine benzemez.” dedi.[956]
Ka’ka’ b. Amr
Cemel Ashâbı’na şayet Ali’ye sadakatlerini açıklarlarsa Hz. Osman’ın
katillerinin cezalandırılmasının, barış, düzen ve birliğin yeniden kurulması
yolunu izleneceğini söyledi. Bunun yanında Ka’ka’ b. Amr onlara, Hz. Osman’ın
intikamını almak için çok fazla kan döktüklerini ve bunu yaparak diğerlerinin
de yakın zamanda katledilmiş kendi kabilelerinden adamların kanı için intikam
çığlıkları atmalarına neden olabileceklerini söyledi. Kısacası onları tahmin
ettiklerinden daha geniş çapta ve daha kötü şeyleri başlatmak üzere oldukları
konusunda ikna etmeye çalıştı.[957]
Ka’ka’ b.
Amr’ın doğru ve tesirli konuşması üzerine[958]
onlar da ona hak verdiler. Şayet Hz. Ali de bu görüşlere uyar da adım atarsa bu
işin sulhla neticeleneceğini ifade ettiler.[959]
Şunu da belirtmekte
fayda vardır: Cemel Ashâbı’nın olası bir uzlaşmayı düşünmesi Ka’ka’ b. Amr’ın
muhakemesinden çok Basra’nın üçe bölünmesi ve Kûfelilerin çoğunun Hz. Ali’nin
yanında olduğunu ilan etmesiyle olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca Cemel
Ashâbı’nın Irak’taki zayıflıklarının da farkında olduğu ve Hz. Aişe’nin yardım
için birçok yere gönderdiği mektuplarına olumlu desteğin gelmemesinin de etkili
olduğu belirtilmektedir.[960] Bu görüşmeden iki tarafın
yakın zamanda barışacakları sonucu çıksa da buna rağmen yine savaş
gerçekleşmiştir.[961]
Ka’ka’ b. Amr
Basra’dan dönmeden önce Basralı bir çok Arap heyeti Hz. Ali’ye gelerek Kûfe
halkının görüşlerinin ne olduğunu öğrenmek istediler. Bunun yanında
kendilerinin hangi tarafa meylettiklerini de söylediler. Ayrıca sulh yapmayı daha
uygun bulduklarını, çarpışmaların tehlikelerini anlatarak savaşmayı
düşünmediklerini de söylediler.[962]
Basra’dan gelen bu insanlar Kûfe halkından olup burada kendi
aşiretlerinden kimselerle karşılaştıklarında onların da aynı şekilde
düşündüklerini görmüş ve onları alıp Hz. Ali’nin huzuruna götürerek haberi
ilettiler. Hz. Ali bu gelenlerden Cerîr b. Seriş’e Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in
ne düşündüklerini sordu. Cerir b. Seriş de onların durumlarını anlatarak: “Hz.
Zübeyr kerhen ve zorla biat ettirildiklerini söylüyor. Hz. Talha da aynı minval
üzere şiirler okuyarak bu yolda görüşünü belirtiyor.” dedi.[963] Basra’dan gelen bu heyet Kûfelilerle aynı görüşte
olduklarını öğrenerek geri döndüler.[964]
ELÇİ’NİN BASRA’DAN GERİ DÖNMESİ
Ka’ka’ b. Amr
Basra’dan dönünce Hz. Ali’ye Cemel Ashâbı’yla aralarında geçen olumlu görüşmeyi
anlattı. Hz. Ali de bu habere son derece sevindi.[965]
Hz. Aişe de sulh niyetiyle geldiğini bir elçiyle Hz. Ali’ye bildirdi.[966]
Hz. Ali bu
sevindirici haber üzerine kalkıp kendi taraftarlarına hutbe okudu. Hz. Ali bu
hutbesinde; cahiliye döneminin kötülüğünden ve o dönemdeki mutsuzluktan,
İslâmiyet’in gelmesiyle birlikte ulaşılan mutluluktan, Allah’ın Müslümanlara
bahşettiği nimetlerden bahsetti. Devamında Hz. Peygamber’den sonra hilafet ve
cemaatle nasıl bir nimete erdiklerini, Hz. Peygamber’den sonra gelen Hz. Ebû
Bekir ve Hz. Ömer’in halifeliği döneminde de aynı mutluluğun sürdüğünü
belirtti. Fakat buna rağmen Allah’ın insanlara verdiği bu üstünlükleri kıskanan
ve dünyayı talep eden kötü niyetli bir grubun çıkıpta bu olaya sebebiyet
verdiğinden bahsetti. Ayrıca bu tarz insanların İslâmiyet’i tekrar gerisin
geriye çevirmek istediklerini ifade etti. Daha sonra sözlerini: “Allah, mutlaka
arzu ettiğini ortaya koyar ve dilediğini yapar. Haberiniz olsun ki ben yarın
çıkıp gidiyorum. Siz de bana uyup çıkıp buradan gidin. Hz. Osman’ın şehit
edilmesine sebep olanlar yola çıkmasınlar.” diyerek hutbesini tamamladı.[967] Ancak bu sulhu hoş
karşılayanlar olduğu gibi bundan hiç memnun olmayanlar da vardı.[968]
Korkmaz,
Seyf’in bu rivayetini kurgu olarak değerlendirmekte ve çelişkili gördüğü
noktaları şu şekilde dile getirmektedir: “Seyf b. Ömer’in bu anlattıklarının
değerlendirecek olursak; Seyf b. Ömer başlangıçta iki tarafı uzlaştırma
görevini Ka’ka’ b. Amr’a yükler. Ancak ortam anlaşma yapmaya pek müsait
değildir. Çünkü Cemel Ashâbı Hz. Ali taraftarlarından Hukeym b. Cebele ve
askerlerinden 600 kişiyi öldürmüşlerdir. Birinci Cemel olarak nitelenen bu
çatışmaların ardından iki tarafın kolay kolay birbiriyle uzlaşacağını düşünmek oldukça
zordur. Üstelik Seyf b. Ömer’in tasvir ettiği gibi liderlerin anlaşması
varsayılsa bile taraflar arasındaki savaş hemen başlamamıştır. Savaşılmadan üç
gün beklenmiştir. Bu süre ise Sebeiyye’nin komplo hazırladığı dönem değil, Hz.
Ali’nin karşı tarafa teslim olmaları için verdiği süredir.” Bunun yanında
Korkmaz: “Aynı şekilde liderleri anlaştığı halde ve geri dönüp gitmeye karar
vermiş olmalarına rağmen askerlerinin liderlerini dinlemeden orada kalmaları da
kabul edilecek bir açıklama olmamalıdır. Bir savaş ortamında bile her iki
tarafla arası iyi olduğu ve uzlaştırmaya çalıştığı iddia edilen Ka’ka’ b.
Amr’ın arabuluculuk yaptığı haberi kabul edilecek gibi değildir.”[969] diyor.
Gölpınarlı da
bu rivayeti uydurma olarak değerlendirmektedir. Onun değerlendirmesine göre;
Ka’ka’ b. Amr Seyf b. Ömer’in uydurduğu kişilerden biridir.[970]
Bu konuda
Azimli bir adım daha ileri giderek şunları ifade etmektedir: Onun
değerlendirmesine göre; “Seyf b. Ömer’in uydurmalarından biri de savaş öncesi
Hz. Ali’nin elçisi olarak Hz. Aişe’nin yanına gidip görüşmeler yaptığı
aktarılan Ka’ka’ b. Amr’dır. Böyle bir şahıs gerçek anlamda hiç yaşamamıştır.
Bu şahıs tamamen Seyf b. Ömer’in ürettiği ve rivayetlerle konuşturduğu biridir.
Ancak böyle bir hayali şahsın yaptığı hayali barış görüşmeleri Sünnî algı
açısından çok değerlidir. Seyf b. Ömer’in ürettiği kişiler Ka’ka’ b. Amr ile
sınırlı değildir. Onun rivayetlerde hayalen ürettiği ve konuşturduğu hiç
yaşamamış şahısların sayısı 150’yi, hiç olmamış şehirlerin sayısı ise 13’ü
bulur.”[971]
Ancak Kelpetin bu rivayeti farklı değerlendirmektedir. Ona
göre; Seyf b. Ömer dışında başka kaynaklar Ka’ka’ b. Amr’ın barış görüşmeleri
için Basra’ya gittiğini aktarmasalar dahi yine de bu rivayet makul
gözükmektedir. Çünkü Müslüman komutanlar bir yeri fethetmeden önce mutlaka
barış görüşmeleri yaparlardı. Daha sonra gerektiğinde son çare olarak
savaşırlardı. Dolayısıyla Hz. Ali’nin de böyle hareket ettiği ve savaşı en son
tercih olarak düşündüğü muhakkaktır.[972]
BARIŞ İHTİMALİNE KARŞI FİTNE GİRİŞİMİ
Hz. Osman’ın
şehit edilmesinden sonra ortaya çıkan kaosu sona erdiredecek olan sulh
girişimleri ve[973] Hz. Ali’nin olumlu konuşması
Hz. Osman’ın şehit edilmesinde atktif rol alan asileri endişelendirdi.[974] Hz. Ali’nin askerleri
arasında samimi bir barış girişiminden korkmak için haklı nedenleri olan bir
grup vardı. Bunlar doğrudan veya dolaylı olarak Hz. Osman’ın şehit edilmesine
karışmış kişilerdi.[975]
Albâ’ b.
Heysem, Adiyy b. Hâtem, Salim b. Sa’lebe el-Kaysî, Şûreyh b. Evfâ, İbn Sebe,
Hâlid b. Mülcem ve Mâlik b. Eşter gibilerin başkanlığında yaklaşık 2500 kişi
bir araya toplandı.[976] Bunların arasında tek bir
sahâbenin olmadığı rivayet edilir.[977]
Bu grubun
yaptığı istişare sonucu ortaya çıkan genel kanaat: “Hz. Ali Allah’ın kitabını
en iyi kavrayan ve en iyi bilen bir kimse olduğu için Hz. Osman’ın katillerini
er ya da geç yakalayıp Allah’ın emrini uygulayacak ve bu konuda titiz
davranacak insandır. Hz. Ali her ne kadar bu şekilde konuşuyor olsa da Hz. Osman’ın
katillerinden nefret ettiği kadar da hiç kimseden nefret etmiyor. Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr kendi yanlarındaki kalabalığa bakıp da Hz. Ali’nin yanında
bulunanların azlığını görürlerse bunlar birbirlerine düşebilirler. Aslında
bütün kavim bizi ele geçirmek istiyor. Sayımız az, onlarınki ise çoktur, ne
yapabiliriz?” şeklinde oldu.[978]
Bu istişareden
sonra Mâlik b. Eşter: “Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in hakkımızda neler düşündüğünü
öğrendik. Ancak Hz. Ali’nin ne düşündüğünü bu güne kadar öğrenemediğimiz gibi
diğer insanlardan da kimlerin bize karşı neler düşündüğünü bilmiyoruz. Bunlar eğer
aralarında birlik sağlarlarsa bizim kanımızı akıtmak üzere de anlaşabilirler.
Geliniz Hz. Ali’yi de Hz. Osman gibi öldürelim. O zaman öyle bir fitne kopar ki
bu fitneyi durdurmak için bizim her dediğimize razı olurlar.” diyerek görüşünü
ifade etti.[979] Bunun üzerine İbn Sebe: “Bu
görüşün ne kadar kötü bir görüş! Siz Hz. Osman’ı öldürenler şu Zîkar’da iki bin
veya altı yüz kişi civarındasınız. Hz. Talha ve adamları ise sizi öldürmek için
sürekli fırsat kollayan ve bu işe gayet hevesli olan beş bin kişiden meydana
gelmektedir.” dedi.[980]
Korkmaz, Seyf
b. Ömer’in bu rivayetine itiraz etmektedir. Ona göre: “Seyf b. Ömer’in
rivayetine göre Hz. Ali’nin öldürülmesini teklif eden Mâlik b. Eşter Hz.
Ali’nin sağ kolu ve ordu içinde Hz. Ali’den sonraki ikinci isimdir. Hayatı
boyunca Hz. Ali’nin saflarından ayrılmamıştır. Muâviye tarafından Hz. Ali’nin iki kolundan birisi
olarak görülmüş ve zehirlenerek öldürülmüştür. Böyle birisinin bir Yahudinin
etkisinde kalarak Seyf’in iddia ettiği gibi o sözleri söylemiş olması ve Hz.
Ali’yi arkadan vurmayı planladığını söylemek doğrusu mümkün değildir.”[981]
Benzer bir
değerlendirmeye göre; Mâlik b. Eşter’in Hz. Ali’ye olan sadakatini hesaba
katıldığında ve İbn Sebe ile ilgili yeni çalışmalar göz önüne alındığında böyle
bir toplantının olduğunu kabul etmek mümkün değildir.[982]
Albâ’ b.
Heysem kalkıp: “Gelin onları kendi hallerine bırakıp gidelim. Eğer Hz. Ali’nin
yanındakiler zayıflayacak olurlarsa düşmanları onlara karşı galip gelirler.
Eğer çok olurlarsa sizin aleyhimize anlaşma yapabilirler. Onları kendi
hallerine bırakalım ve gelin uzak şehirlerden birine gidip orada yerleşelim.
İyice güçleninceye kadar da bu insanlardan uzak duralım.” fikrini öne sürdü.[983] Ancak İbn Sebe tekrar söze
karışıp: “Senin görüşün de ne kadar kötü bir görüş! Vallahi herkes bizim ayrı
bir grup olup gitmemizden dolayı sevinir. Eğer biz bu iyi ve her türlü
kötülükten uzak olan insanlarla bir arada olursak mesele yok. Eğer ayrılıp da
kendi başımıza bir grup olursak nerede bulunursak bulunalım vallahi insanlar
bizi doğrarlar.” dedi.[984]
Adiyy b.
Hâtem: “Allah’a yemin olsun ki, bütün bu söylenenleri tam olarak ne beğendim ne
de reddettim. Ancak bu konuşmalar esnasında Hz. Ali’nin öldürülmesi konusunda
tereddüt gösterenlerin tereddüdünü beğendim. Burada yapılacak tek şey varsa o
da bu insanları birbirine düşürmektir. Bizim bu konuda yapacağımız şey ise
atlarımızı ve silahlarımızı kullanmamızdır. Eğer sizler ileriye atılırsanız biz
de ileriye atılırız. Eğer duracak olursanız biz de dururuz.” dedi. Adiyy b.
Hâtem’in bu sözlerini İbn Sebe olumlu karşıladı.[985]
Korkmaz,
Seyf’in bu rivayetine itiraz etmektedir. Ona göre: “Adiyy b. Hâtem eski bir
Hristiyan olarak 9/630 yılında Müslüman olmuş, Ridde döneminde kabilesinin
irtidatını önlemiştır. Hz. Osman döneminde basit de olsa görev almış ancak
halifeye muhalif olmuş, onun katline iştirak etmiştir. Cemel Vak’ası’nda Hz.
Ali safında savaşmış, Sıffin’de ise Hz. Ali’nin elçiliğini ve sancaktarlığmı
yapmış birisidir. Böyle birisinin de iki taraf aleyhine gizli planlar yaptığını
düşünmek zordur.”[986]
Sâlim b.
Sa’lebe: “Dünyayı arzu edenler edebilir fakat ben istemiyorum. Vallahi yarın
onlarla karşılaşırsam mutlaka çarpışacak ve onlardan da asla geri kalmayacağım.
Allah’a yemin ederim ki, sizler ister istemez ve er ya da geç kılıçla karşı
karşıya kalacaksınız. Onun için bu kılıçtan ayrı durmayınız.” dedi. İbn Sebe
Sâlim b. Sa’lebe’in bu sözlerine olumlu yaklaştı.[987]
Şureyh b.
Evfâ: “İşlerimizi çabuk tutalım. Buradan çıkarılıp sürgün edilmeden önce çabuk
davranalım ve bir an evvel yapmamız gereken işimizi de kesinlikle
ertelemeyelim. Geriye bırakmamız gereken bir işi de acele ile yapmayalım. Biz
insanların nazarında en şerli ve kötü bir noktadayız. Vallahi bu iki grup
çarpışmazlarsa sonunda bize karşı nasıl davranacaklar bilemiyorum.” dedi.[988]
Korkmaz, Seyf
b. Ömer’in bu rivayetine itiraz etmektedir. Ona göre: “Şureyh b. Evfâ Sıffin’de
Hz. Ali’nin saflarına katılmış daha sonra Haricîlere katılarak ona karşı
gelmiştir. Bunun dışında ve rivayette adı geçen isimler bilinen ve tanınan
isimler değildir.”[989]
İbn Sebe bu
sözler üzerine: “Sizin üstün olmanız ve bu işten sıyrılmanız her iki grubun
çarpışmasıyla mümkündür. Eğer onlar yarın birbirlerine düşerlerse siz
aralarından yavaşça çekilip çıkınız ve onlara herhangi bir şekilde yardım
konusunda da söz vermeyiniz. Siz kimin yanında olursanız onun savaştan
vazgeçmesi mutlaka kaçınılmazdır. Burada yapılacak tek şey; Hz. Ali’yi Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr ile çarpıştırıp onları birbirine düşürmektir. O zaman Hz.
Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve onların görüşünde olanlar birbirleriyle uğraşıp
dururlar. İşte o arada siz neticeyi görün ve hiç kimse farkına varmadan siz de
çekip gidin.” diyerek kendi görüşünü dile getirdi.[990]
Bu konuşmalardan sonra toplanan grup dağıldı.[991]
Hz. Ali, Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr anlaşmanın eşiğindeyken iki taraf arasında savaşın patlak
vermesinin gerçek nedeni kaynakların çoğunda ihmal edilmektedir. Bununla
birlikte bazı kaynaklar, bu olayın bütün sorumluluğunu hiçbir şeyden
kuşkulanmayan Basralılara beklenmedik bir anda saldıran İbn Sebe grubuna yüklemektedirler.[992]
Korkmaz’a
göre: “Seyf b. Ömer’in İbn Sebe’nin kimliği ile ilgili anlattığı ilginç bir
rivayet daha vardır ki, kendi rivayetleri içinde çelişkisini göstermektedir. Bu
rivayete göre; İbn Sebe Abdulkays kabilesinin kollarından Benû Amûr’un lideridir.[993] Oysa yine bizzat Seyf b.
Ömer’e göre; İbn Sebe Yemenli bir Yahudi’dir. Söz konusu rivayetteki İbn Sebe
ya da Abdullah b. Sevda’nın Abdulkays kabilesinden olması iddiası kabul
edilemeyecek bir noktadır. Çünkü kabile bağlarının son derece güçlü olduğu Arap
toplumunda daha üç yıl önce Müslüman olmuş Yemenli bir Yahudi’nin Abdulkays
kabilesinden Benî Amûr’a riyaset etmesi oldukça zordur.”[994]
Gölpınarlı da bu rivayeti uydurma olarak değerlendirmektedir.
Onun değerlendirmesine göre; İbn Sebe Seyf b. Ömer’in uydurduğu kişilerden
biridir.[995]
HZ. ALİ’NİN BASRA’YA GİTMESİ VE BARIŞ PLANI
Hz. Ali
sonraki gün sabahleyin ya da başka rivayete göre; öğleye doğru yanındakilerle
birlikte yola çıktı. Hz. Ali Abdülkays kabilesinin bulunduğu yere varınca onlar
da onun safına katıldılar.[996] Zâviye[997]
[998] denilen yere varıncaya kadar
yola devam ettiler. Hz. Ali oradan da Basra’ya doğru hareket etti. Bu arada
Cemel Ashâbı da Hz. Ali yi karşılamak için el-Ferdâ denilen yerden hareket
etti.
Hz. Ali ile
Cemel Ashâbı Ubeydullah b. Ziyad’ın köşkünün yanında karşılaştılar. Her iki
taraf ayrı ayrı yerlerde konakladılar.[999]
Bu sırada Şakîk b. Sevr Amr b. Merhum el-Abdî’ye Hz. Ali’ye katılması için
haber gönderdi. O da kendisine tabi olanlarla birlikte gelip Hz. Ali’nin
askerlerine katıldı. Ayrıca Abdülkays ve Bekr b. Vâil kabilelerinden de bazı
askerler gelip Hz. Ali’nin askerlerine katıldılar.[1000]
Cemâziyelâhir
36/Aralık 656 ayının ortalarına doğru karşılaşan iki ordu üç gün boyunca
aralarında hiçbir çarpışma olmadan orada beklediler. Bu arada iki taraf
arasında haberleşme ve yazışma devam ediyordu.[1001]
Hz. Ali onlara haber gönderip konuşmak istediğini söyledi.[1002]
Başka bir
rivayete göre; Hz. Ali üç gün Basralılara elçi gönderdi. Elçiler, onları Hz.
Ali’ye itaat etmeye ve Hz. Ali’nin yanındaki topluluğa katılmaya davet ettiler
ancak olumlu bir cevap alamadılar.[1003]
Muhtemelen Basra’yı ele geçiren Cemel Ashâbı’nın sayıca Hz. Ali taraftarından
fazla olmasının verdiği özgüvenle halifenin yenileceğini düşünüyorlardı ve
bundan dolayı onun teklifini kabul etmediler.[1004]
Bu yüzden olsa gerek ki, onlar Hz. Osman’ın intikamının alınmasının yanında Hz.
Ali’nin
halifelikten ayrılmasını ve halifenin şûra tarafından seçilmesini
694 istiyorlardı.
Hz. Ali orada
konakladığı sırada Ebû el-Cerbâ’ Hz. Zübeyr’e: “Hz. Ali’nin adamları henüz
gelip katılmadan üzerine bin atlı göndersen iyi olur.” diye öneride bulundu.
Hz. Zübeyr de: “Biz savaşın neticelerini ve ortamını çok iyi biliriz. Onlar
bizim davamızın adamlarıdır. Bu iş şimdiye kadar hiç düşünülmemiş ve olmamış
bir şeydir. Bu günde meydana gelecek olaylardan sonra Allah’a özürle gidecek
olan kimsenin kıyamet gününde özrü kopar gider. Onların bize gelen heyetleri
bizden ayrıldığı zaman sulh akdetmek üzere ayrılmışlardı. Ben de aynı şekilde
sulhun meydana gelmesini ve bunun sulh ile neticelenmesini arzu ediyorum.
Sabrediniz! Sizin için müjdeler olsun.” diyerek önerisine karşı çıktı.[1005] [1006]
Sabra b.
Şeymân da daha sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e giderek: “Şu adama karşı fırsat
kollayınız. Asıl isabetli olan savaşa girişmektir.” dedi. Hz. Talha ve Hz.
Zübeyr: “Aramızda meydana gelen bu ihtilaflar daha önce hiç meydana gelmedi ki
bu hususta Allah Kur’an’da bir hüküm zikretsin veya Hz. Peygamber’in bir
sünneti olsun. Aramızda bazıları bu işin kesinlikle kurcalanmamasını ve bir an
önce kapatılmasını istediler. Bu kimseler Hz. Ali ve yanındaki kimselerdir.
Bizler de şunları söyledik: ‘Bu sulhu terk etmememiz ve bunu geciktirmememiz
gerekir.’ Bunun üzerine Hz. Ali de: ‘Bu adamları terk edip gitmek bir kötülüktür.
Fakat daha büyük bir kötülükten hayırlı bir davranıştır.’ diye söylemiş
bulunmaktadır ve bu durumun hayırlı olduğu bizce de görülüyor. Müslümanların
üzerine inen ahkâm ise onların genellikle haklarını koruyan hükümlerdir.” diye
karşılık verdiler.[1007]
Hz. Ali
tarafında olan Kâ’b b. Sûr (Süver) de: “Ey topluluk! Karşınızdaki topluluktan
şu ilişkiyi kesiveriniz.” dedi. Ona da benzer cevap verdiler.[1008]
Hz. Ali kalkıp
yanındakilere hitapta bulunacağı sırada A’var b. Benân el- Minkarî buraya neden
geldiklerini sordu. Hz. Ali de ona: “Buraya gelişimizin sebebi sulh akdetmek ve
bu yanan ateşi söndürmektir. Umulur ki, Allah bu ümmeti bir araya getirir,
aralarındaki ihtilafları ortadan kaldırır ve bizim buraya gelişimizle
Müslümanlar arasında meydana gelecek bir savaş önlenmiş olur.” diye cevap
verdi. A’var b. Benân el-Münkarî: “Şayet onlar bizim bu isteklerimizi kabul
etmezlerse ne yaparız?” deyince Hz. Ali: “Onlar bizi terkettiği müddetçe biz de
onları kendi başlarına bırakırız.” diye karşılık verdi. A’var b. Benân el-Münkarî:
“Peki, yine onlar bizim yakamızı bırakmazsa ne yaparız?” diye sorunca da Hz.
Ali: “Onları kendimizden uzaklaştırmaya çalışırız.” dedi. Bunun üzerine A’var
b. Benân el- Münkarî Hz. Ali’ye: “Peki onların yapacakları kötü davranışlara
aynısıyla mukabele edilecek mi?” dedi. Hz. Ali: “Evet.” diye karşılık verdi.[1009]
Ebû Seleme
ed-De’lânî kalkıp Hz. Ali’ye: “Eğer bu adamlar Hz. Osman’ın kanını istemekte
gerçekten samimi iseler bu hususta delilleri var mıdır?” diye sordu. Hz. Ali:
“Evet, vardır.” diye karşılık verdi. Ebû Seleme ed-De’lânî: “Peki, bu kanı
aramakta gecikme konusunda kendin için bir delil var mıdır?” dedi. Hz. Ali:
“Evet, vardır. Eğer bir şeye bir anda ulaşmak mümkün değilse onu tehir etmek
daha faydalıdır.” diye karşılık verdi. Bunun üzerine Ebû Seleme ed-De’lânî:
“Eğer biz ve onlar yarın karşı karşıya gelir çarpışırsak kıyametteki durumumuz
ne olacaktır?” diye sorunca Hz. Ali: “Bizden ve onlardan kalbi Allah’a safça
bağlı olan bir kimsenin öldürülüp de Allah tarafından cennete konulmasını temenni
ederim.” diye cevap verdi.[1010]
Hz. Ali bu
karşılıklı konuşmalardan sonra yanındakilere: “Ey Müslümanlar! Karşımızda
bulunan bu Müslümanlar için dillerinizi, ellerinizi tutun. Sakın bu konuda
bizden ileri gitmeyin. Çünkü yarın kıyamet gününde bugün düşmanlığı başlatanlar
dava edilecek.” diye uyarıda bulundu.[1011]
Hz. Ali daha
sonra karşıdaki gruba Hükeym b. Seleme ve Mâlik b. Habîb’i göndererek: “Eğer
siz Ka’ka’ b. Amr ile konuştuğunuz gibi aynı fikirlerinizi koruyorsanız biz
dönüpte durumu görüşünceye kadar sakın herhangi bir harekete girişmeyesiniz.
diye uyarıda bulundu.
Ahnef b. Kays 6000 okçusuyla Hz. Ali’nin saflarına katıldı.
Hz. Ali’ye: “İstersen seninle omuz omuza savaşırım. İstersen de 10000 kılıçlı
adamı savaş alanından uzaklaştırırım.” dedi. Hz. Ali de ona: “Sen 10000 kılıçlı
adamı savaş alanından uzaklaştır. Bize ilişmesinler.” dedi. Ahnef b. Kays da
adamlarıyla oradan ayrıldı.[1012] [1013]
CEMEL VAK’ASI’NIN MEYDANA GELMESİ
Cemel Vak’ası
sahâbenin ilk olarak karşı karşıya gelip çarpıştıkları büyük bir olay olarak
değerlendirilmektedir. Bu olayda Hz. Peygamber’in eşi Hz. Aişe ile Hz.
Peygamber’in hem damadı hem de kuzeni Hz. Ali iki orduya liderlik etmişlerdir.
Bunun yanında Hz. Peygamber’in en yakın arkadaşları Hz. Talha ve Hz. Zübeyr bir
tarafta savaşırken öte yandan Mekke döneminin ağır işkencelerini çeken Ammâr b.
Yâsir gibi Hz. Peygamber’e yakın sahâbe de öte tarafta yer almıştır. Muhammed
b. Ebû Bekir Hz. Ali tarafından yer alırken ablası ve Cemel Ashâbı’nın lideri
konumundaki Hz. Aişe ve yine onun yanında yer alan diğer kardeşi Abdurrahman b.
Ebî Bekir de öte tarafta yer almıştır. Bir de gönlü Hz. Ali’den yana olan ancak
babası Hz. Talha’nın ısrarı sonucu Cemel Ashâbı tarafında yer almak zorunda
kalan ve savaşta öldürülen Muhammed b. Talha gibi durumu daha dramatik kimseler
de bu olayda savaşmıştır.[1014] Aynı şekilde Basralılar ve
Kûfeliler de ikiye bölünmüş durumdaydı.[1015]
HZ. ALİ’NİN HZ. TALHA VE HZ. ZÜBEYR’LE
GÖRÜŞMESİ
705 Hz. Alı de Cemel Ashabı da
her ne kadar savaşmak niyetinde olmasalar da Basra yakınlarında Zâviye denilen
yerde[1016] [1017]
karşı karşıya geldiler.[1018] Savaş kaçınılmaz olunca tüm
iyi niyetlere rağmen Mekke ve Medine’den gelen iki ordu da kılıcın hakemliğine
razı olmuşlardı.[1019] İki grup karşılaşınca Hz.
Zübeyr atının üstünde elindeki kılıcıyla meydana çıktı. Hz. Ali’ye: “Bu gelen
Zübeyr’dir.” denilince o da, Hz. Zübeyr için: “Vallahi o, kendisine Allah’ın
emirleri hatırlatıldığı zaman ilk olarak uyacak iki adamdan biridir.” dedi. Hz.
Zübeyr’in ardından Hz. Talha da meydana çıktı.[1020]
Savaşın
kaçınılmaz olduğunu anlayan Hz. Ali,[1021]
her ikisinin yanına gitti. Hz. Ali’yle Hz. Talha ve Hz. Zübeyr birbirlerine o
kadar yaklaştılar ki kimin atının kime ait olduğu fark edilemez oldu. Hz. Ali
her ikisine: “And olsun sizler silah, at ve bir sürü asker hazırladınız. Eğer
bunu yaparken Allah’a karşı sunacak bir özrünüz varsa bile yine de Allah’tan
korkun.”[1022] dedikten sonra: “Bir
topluluk diğer bir topluluktan daha (güçlü ve) çoktur diye yeminlerinizi
aranızda bir hile ve fesat sebebi yaparak, ipliğini iyice eğirip büktükten
sonra (tekrar) çözüp bozan kadın gibi olmayın. Allah, bununla sizi ancak
imtihan eder. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri kıyamet günü size elbette
açıklayacaktır.”[1023]
ayetini okudu ve: “Ben ikinizin de dinde kardeşi değil miyim? Sizin benim
kanımı, benim de sizin kanınızı haram kılmamız gerekmez mi? Kanımın
akıtılmasını helal kılacak herhangi bir olay meydana geldi mi?” diye sordu.[1024]
Hz. Talha:
“Sen insanları Hz. Osman’a karşı kışkırttın.” diye karşılık verdi. Hz. Ali de: “O
gün Allah, onlara kesinleşmiş cezalarını tastamam verecek ve onlar Allah’ın
apaçık bir gerçek olduğunu bileceklerdir.”[1025] ayetini okuyarak:
“Ey Talha! Hz. Osman’ın kanını talep ediyorsun değil mi? Allah, Hz. Osman’ı
şehit edenlere lanet etsin![1026] Ey Talha! Sen Hz.
Peygamber’in eşini yanına alıp onu kendine kalkan olarak kullanıyorsun da kendi
eşini evde saklıyorsun değil mi? Sen bana biat etmemiş miydin?” dedi. Hz.
Talha: “Sana biat ettiğimde kılıçlar boynumun üzerinde tutulmuştu.” diye cevap
verdi.[1027]
Hz. Ali Hz.
Zübeyr’e dönerek: “Ey Zübeyr! Senin buraya kadar gelmene sebep olan şey nedir?”
diye sordu. Hz. Zübeyr: “Buraya gelmeme sebep olan sensin. Ben seni bu
halifelik görevine ehil görmüyorum. Üstelik bu konuda bizden daha hak sahibi
bir kimse de değilsin.” diye karşılık verdi.[1028]
Hz. Ali bunun
üzerine Hz. Zübeyr’e: “Ben Hz. Osman’dan sonra bu işe ehil değil miyim? Biz
seni Abdülmuttalib’in evlatlarından sayarken senin şu kötü huylu oğlun çıkıp
aramıza tefrika soktu.[1029] Hatırlıyor musun bir gün Hz.
Peygamberle birlikte Benû Ganem’den geçtiğimiz sırada Hz. Peygamber bana bakıp
tebessüm etti ve ben de ona bakıp tebessüm ettim. Sen de Hz. Peygamber’e: ‘Ebû
Tâlib’in oğlu niye bu kibrini bırakmış değil?’ dediğinde Hz. Peygamber sana:
‘Ebû Tâlib’in oğlunda kibir yoktur ve bir gün sen onunla haksız yere çarpışmış
olacaksın.’ demedi mi?” diyerek hatırlatmada bulundu. Bunun üzerine Hz. Zübeyr:
“Vallahi doğrudur! Şu anda Hz. Peygamber’in söylediklerini hatırladım. Eğer
bunları daha önce hatırlamış olsaydım kesinlikle buraya gelmezdim. Bundan sonra
da ebediyen sana karşı savaşmayacağım.” dedi.[1030]
Görüldüğü gibi
Hz. Ali Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in kendisine biat ettikleri halde sonra bunu
bozacak bir olay meydana gelmeden, güç elde edeceklerini anladıklarında biati
bozduklarını dile getirmiştir.[1031]
Hz. Ali bunu; “... İpliğim iyice eğirip büktükten sonra (tekrar) çözüp bozan
kadın gibi olmayın...”[1032]
ayetiyle ifade etmiştir. Bu ayette güçlü konuma geçince yeminini bozmamak
emredilmiştir.[1033]
Demircan’a
göre; bu ve benzeri rivayetler, Hz. Ali’nin haklılığını desteklerken, öte
taraftan Hz. Peygamber’in sahâbesini kurtarmaya yönelik çabaların ürünü
olabilir.[1034]
Azimli, bu
rivayete itibar etmediğini ifade edip bunun sahâbeyi kollamak amacıyla Şîa’ya
karşı Sünnî bir refleksle uydurulduğunu söylemektedir.[1035]
Abbott da bu rivayete temkinli yaklaşmakta ve bu rivayetin
doğru olduğunu söylemenin zor olduğunu ifade etmektedir. Ona göre; Hz. Ali ve
Cemel Ashâbı arasında öngörülen uzlaşmanın olası koşullarını kestirmek de kolay
değildir. Zira Hz. Ali’yle Hz. Talha ve Hz. Zübeyr arasında görüşmeyi anlatan
rivayetler daha sonraki dönemlere ait duygularla tahrif edilmiş de olabilir. Bu
rivayetlerde, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr vicdanları yaralı ve tövbekâr olarak
tasvir edilmektedir. Hz. Ali ise, Hz. Zübeyr’den ziyade onun oğlu ve gelecekte
Ümeyye oğullarına meydan okuyacak Abdullah b. Zübeyr’de hatayı bulmaktadır.[1036]
HZ. ZÜBEYR’İN FİKRİNİN DEĞİŞMESİ
Hz. Ali Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’le görüştükten sonra kendi ordusunun yanına gitti ve
onlara: “Hz. Zübeyr sizinle kesinlikle çarpışmamak üzere Allah’a söz vermiş
bulunmaktadır.” dedi.[1037]
Hakikaten de
Hz. Zübeyr Hz. Aişe’nin yanına gittiğinde ona: “Ben dünyaya geldiğim günden
beri bugünkü kadar şu anda bulunduğum yerin benim olmadığım ve burada durmamam
gerektiğini hissetmiş değildim.” diyerek yaşadığı pişmanlığı dile getirdi. Hz.
Aişe de ona ne yapmak istediğini sordu. Hz. Zübeyr: “Sizi olduğunuz gibi
bırakıp hemen gitmek istiyorum.” diye cevap verdi.[1038]
Hz. Zübeyr’in
oğlu Abdullah b. Zübeyr bu konuşmayı duyunca: “Bu iki muhalif grubun
birbirlerine karşı çıkmalarından ve keskin kılıçlarını çekip bu noktaya
gelmelerinden sonra onları yüzüstü bırakıp gitmek mi istiyorsun? Korktun ve Hz.
Ali’nin ordusundaki o sancaklarla onları taşıyan gencecik adamları ve bunun
arkasında dehşet verici bir ölümün olduğunu gördün de dehşete kapıldın değil
mi? Olduğun yerde dur ve bekle.” diyerek babasına tepki gösterdi.[1039] Barlak’a göre; Abdullah b.
Zübeyr’in siyasi olaylarda oldukça hırslı gözükmesinin nedenlerinden biri,
babasının Şûra üyelerinin arasında yer almasının yanı sıra kendisinin ilk
halife Hz. Ebû Bekir’e yakınlığı olmalıdır. Anlaşılan o ki, Abdullah b. Zübeyr,
başta babasını ve ardından da kendisini bu iş için herkes kadar hak sahibi
görmekteydi.[1040]
Hz. Zübeyr
bunun üzerine ona: “Hayır, ben ona karşı çarpışmamak üzere yemin ettim.” diye
karşılık verdi. Abdullah b. Zübeyr ise babasını ikna etmeye çalışarak:
“Yeminine kefaret öde ve onunla çarpış.” diyerek ısrar etti. Bu ısrar
karşısında Hz. Zübeyr kölesi Mekhûl’u ya da başka bir rivayete göre; kölesi
Selce’yi kefaret olarak azat etti ve savaş alanından ayrılmaktan vazgeçtiği
rivayet edilir.[1041] Cevdet Paşa’ya
göre; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr her ne kadar yanlış içtihatta bulunup fitnenin
büyümesine sebep olmuşlarsa da olayların seyrine bakıldığında ikisi de
oğullarının yüzünden bu derece ileri gitmişlerdir. Ona göre; babalar barışmak
istemişler, ancak oğulları razı olmamıştır.[1042]
Azimli, bu
rivayeti kabul etmemekte ve bunun Şiî uydurması olup Sünnî algı tarafından
oldukça yaygın bir şekilde kabul gördüğünü ifade etmektedir. Ona göre; Hz.
Zübeyr’e Hz. Peygamber’in sözü hatırlatıldığı halde oğlunun ısrarı üzerine
tekrar tavrını değiştirmesi yaklaşımının Hz. Zübeyr’e yakıştırılmaması
gerekmektedir. Bunun yanında yine o, Hz. Ali’yle Hz. Zübeyr’in görüşmesi
rivayetinin, Hz. Ali’nin haklılığını ortaya koymak için uydurulduğunu ifade
ediyor. Onun değerlendirmesine göre; o günkü şartlarda böyle bir görüşme
imkânının olması ve şimdiye kadar hiç kimsenin bu sözü hatırlamaması mümkün
görünmemektedir.[1043]
Başka bir
rivayete göre ise; Hz. Zübeyr Ammâr b. Yâsir’i Hz. Ali’nin yanında görünce
savaşmaktan vazgeçti. Rivayete göre; Hz. Zübeyr Hz. Peygamber’in Ammâr b.
Yâsir’e: “Ey Ammâr b. Yâsir! Seni isyancı bir grup öldürecektir.” dediğini
duymuştu. Bundan dolayı Hz. Zübeyr Ammâr b. Yâsir’in öldürülmesinden korktuğu
için savaşmaktan vazgeçti. Ancak oğlu Abdullah b. Zübeyr onu ikna ederek geri
dönmesine engel oldu.[1044]
Abbott bu
rivayete temkinli yaklaşır. Ona göre; alışılanın tersine sessiz kalan Hz. Aişe
Hz. Zübeyr kendisine gitmek konusundaki isteğini bildirdiğinde ve kendi yoluna
gitmeyi tercih ettiğinde ona hiçbir şey söylememiştir. Bu rivayetlere göre;
babasının barış konusundaki ani isteği üzerine alarma geçen Abdullah b. Zübeyr,
babasına şiddetle korkak olduğu suçlamalarını haykırdığı zaman Abdullah b. Zübeyr
ve babası arasındaki ilişki açıkça kopmanın eşiğine gelmişti.[1045]
Hz. Ali Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’den ayrıldıktan sonra iki taraf birbirlerine mektup
göndererek barışmak istediklerini ifade ettiler. O günün akşamında Hz. Ali İbn
Abbas’ı Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in yanına gönderdi. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de
aynı şekilde Muhammed b. Talha’yı Hz. Ali’nin yanına gönderdiler.[1046]
Hz. Ali
kendisiyle hareket eden kabilelerin başkanlarına sulh haberini verdi. Hz. Talha
ve Hz. Zübeyr de benzer şekilde kabile reislerine sulh durumunu bildirdiler.[1047]
İKİ ORDUNUN KARŞI KARŞIYA GELMESİ
İbn Kuteybe,
Cemel Ashâbı’nın savaş düzenine önce girdiğini, süvarilerin başında Hz. Talha,[1048] yayaların başında Hz.
Zübeyr’in,[1049] merkezde[1050] Muhammed b. Talha, önde
Mervân b. Hakem, sağ süvarilerin başında Abdurrahman b. Ubade, sol süvarilerin
başında Hilal b. Veki’in olduğunu rivayet ediyor.[1051] Dineverî’nin aktardığı
rivayete göre; Kureyş ve Kinâne kabilelerinin başına Abdurrahman b. Attâb
el-Esîd, sağ tarafta bulunan Ezd kabilesinin başına Ka’b b. Sûr (Süver) ve sol
tarafın başına da Abdurrahman b. el-Hâris b. Hişâm geçirilmiştir.[1052]
Hz. Ali’nin
ordusunda ise önde İbn Abbas, yayaların başında Muhammed b. Ebû Bekir,
süvarilerin başında da Ammâr b. Yâsir vardı.[1053]
İki ordu karşı karşıya gelince her kabile kendi rakibi kabilenin karşısında
yerini aldı.[1054] Hz. Ali’nin yanında yaklaşık
20000, Cemel Ashâbı’nın yanında ise yaklaşık 30000 asker bulunuyordu.[1055] Hz. Ali’nin
yanında bulunan kabileler; Kûfe’den gelen Kinâne, Esed, Temîm, Rübâb, Müzeyne,
Kays, Bekir, Tağlib, Müzhic, Eş’ar, el-Mâr, Cus’am ve Ezd kabileleri Basra’dan
ise daha çok Rebia’dan olan ve Basra’nın güçlü kabilelerinden Abdülkays
kabilesi Hz. Ali yanında yer almıştı.[1056]
Hz. Ali’ye katılan birliklerin liderleri; Ka’ka’ b. Amr, Sa’d b. Mâlik, Hind b.
Amr, Heysem b. Şîhab, Zeyd b. Sûhân, Mâlik b. Eşter, Adiy b. Hatem, Müseyyeb b.
Neciyye, Yezid b. Kays ve Hicr b. Adiy, Makil b. Yesâr er-Reyâhi, Sa’d İbn
Mes’ûd es-Sakâfî, Va’le b. Mahduc ez-Zühelî ve Mihnef b. Süleym el-Ezdî’ydi.[1057]
Cemel
Ashâbı’nın yanında ise; Yemen halkından olan Teym, Adiyy, Sevr, Ukel kabileleri
ile Mudar kabilesinin bir kısmı, Temîm oğulları, Hanzala oğulları, Ezd
kabilesi, Süleym kabilesi, Âmir oğulları, Gatafan oğulları, Bekr oğulları,
Naciye oğulları yer almışlardı.[1058]
Kaynaklarda
Cemel Vak’ası’nı başlatan tarafla ilgili farklı bilgiler mevcuttur. Mes’ûdî,
Ya’kubî, İbn Kuteybe, İbni A’sem savaşı başlatan tarafın Cemel Ashâbı olduğunu;
Belâzurî ve Dineverî ise savaşın nasıl başladığı konusunda bilgi
vermemektedirler. Taberî, İbnü’l-Esîr ve İbn Kesîr gibi tarihçiler ise İbn Sebe
ve grubunun savaşın başlamasında etkili olduğunu rivayet ederler.[1059]
Cemel
Vak’ası’yla ilgili Taberî’nin aktardığı Seyf b. Ömer’in[1060] rivayetleri, hadiseyi
detaylı bir şekilde anlatmaktadır. Ancak bazı araştırmacılar, Seyf b. Ömer’in
sahâbeyi koruma refleksiyle, özellikle Hz. Osman ve Hz. Ali döneminde meydana
gelen olayların sorumluluğunu İbn Sebe’ye yükleyerek, rivayetleri kurguladığını
öne sürmüş ve Seyf b. Ömer’in rivayetlerinde gördükleri tutarsızlıklardan
hareketle bu rivayetlerin doğruluğunu sorgulamışlardır. Bu durum dolayısıyla
rivayetlerin doğruluğu hakkında tereddütler meydana gelmiştir.[1061]
Cemel Vak’ası,
önde gelen sahâbenin birbiriyle ilk savaşı olduğu için Müslüman dünyanın bunu
kabullenmesi kolay olmamıştır. Anlatılması güç olan bu hadisenin her iki
tarafında da önde gelen sahâbenin bulunması, Sünnî dünyayı bu savaşın
anlatımında farklı kurgulara yöneltildiği ifade edilmektedir.[1062] Bu bakış açısından hareketle
Seyf b. Ömer, muhtemelen kendi döneminde Şîa’nın Hz. Ali’yi yüceltip Cemel
Ashâbı’nı ise yermesine karşılık vermeye çalışmıştır.[1063] Bundan dolayı, Seyf b.
Ömer’in kollamacı rivayetleri, önceki ve sonraki tarihçilerin tercih kaynağı
olmuş ve akademik çalışmalarda dahi makul anlatım olarak nitelendirilmiştir.[1064] Ancak diğer rivayetlerin
üzerinde ise pek durulmamıştır.[1065]
Savaşın
başlamasıyla ilgili olarak Seyf b. Ömer’in rivayeti dışındaki bir rivayete
göre; İbn Sebe grubu savaşı başlatmamıştır. Bunlara göre; Hz. Ali, ordusundan
birinin kalkıp Kur’an’ın hakemliğini istemesini emretti. Abdülkays kabilesinden
birisi ileri çıkarak Cemel Ashâbı’nı Kur’an’ın hakemliğine davet etti. Ancak
karşı taraf Kur’an’ı tutan genci öldürdüler. Bunun üzerine Hz. Ali ordusuna
savaşma emri verdi ve savaş başladı.[1066]
Buna göre; savaşı ilk başlatan Cemel Ashâbı olmuştur.[1067]
Erkocaaslan,
bu rivayeti; Şiî uydurması olarak değerlendirip buna temkinli yaklaşılması
gerektiğini ifade etmektedir.[1068]
Başka bir
rivayete göre; Hz. Ali savaş meydanında Hz. Zübeyr’le görüşme yaptı ancak bir
sonuca varamayınca askerlerinin yanına döndü ve onlara; “Bu topluluğa
saldırınız. Artık onlar hakkında mazuruz.” dedi. Bunun üzerine savaş başladı.[1069] Böylelikle savaşı başlatan
taraf, Hz. Ali’nin tarafı olmuştur.[1070]
Seyf b.
Ömer’in rivayetine göre ise; Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr arasında geçen
olumlu görüşmenin yarattığı sulh ihtimali dolayısıyla Hz. Ali’nin askerleriyle
Cemel Ashâbı’nın askerleri o gece huzurlu bir gece geçirdiler. Hz. Osman’ı
şehit eden asiler ise kötü bir gece geçirdiler.[1071]
Rivayete göre;
Hz. Osman’ın katilleri o gece boş durmayıp savaş planını istişare etmek üzere
gizlice toplandılar ve aldıkları karar sonucu sabahın ilk ışıklarıyla birlikte
iki tarafa ansızın saldıracaklardı.[1072]
Bu plan devreye sokularak fecrin doğuşundan önce sayıları yaklaşık olarak iki
bini bulan fitneci grubun bir kısmı, Hz. Ali’nin taraftarlarına bir kısmı da
Cemel Ashâbı’nın taraftarlarına ansızın saldırdılar. Hz. Ali’nin taraftarları
ile Cemel Ashâbı’nın taraftarları karşı tarafın kendilerine saldırdığını
düşünerek karşılık vermeye başladılar.[1073]
Saldırının Hz. Ali’nin taraftarlarının başlattığı haberini alan Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr: “Evet, Hz. Ali’nin niyetinin farklı olduğunu ve bizi kandırıp
kanlarımızı dökmek istediğini anladık.” dediler. Aynı şekilde saldırının Cemel
Ashâbı’nın başlattığının haberini alan Hz. Ali de: “Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in
bizim kanlarımızı dökmeden buradan ayrılmayacaklarını ve bize asla
uymayacaklarını anladım.” dedi.[1074]
Korkmaz, bu
rivayeti kurgu olarak görmektedir. Ona göre: “Çatışmanın başlaması üzerine liderlerin
aynı anda benzer tepkileri vermeleri mümkün görünmemekte ve rivayeti inanılmaz
hale getirmektedir.”[1075]
Araştırmacılar,
Seyf b. Ömer’in; İbn Sebe ve grubunun sinsi bir plan sonucu ansızın iki tarafa
saldırarak savaşı başlattıkları rivayetini eleştirmektedirler. Onlara göre;
Seyf b. Ömer, bu rivayetinde, Hz. Osman dönemi olaylarında olduğu gibi
Müslümanları, bu olaylardaki sorumluluktan kurtarmaya çalışmaktadır.[1076] Aslında üzerinde durulması
gereken nokta; böyle bir toplantının yapılıp yapılmamasından ziyade başlatılmış
olan savaşta ve daha önce Hz. Osman aleyhindeki faaliyetlerin sorumlusu olarak
İbn Sebe veya grubunun ortaya konulmasıdır.[1077]
Bu rivayette; bir tarafta Hz. Ali diğer tarafta ise, Cemel Ashâbı’nın yer
aldığı ve sonuçta binlerce Müslüman’ın öldüğü bu savaşın sorumluluğundan, önde
gelen sahâbeyi kurtarmak gayretiyle tek suçlu İbn Sebe gösterilmiştir.[1078] Oysa hem Cemel Ashâbı’nın
hem de Hz. Ali’nin savaşmak için yeterince sebepleri vardı. Ayrıca bu
sebeplerin kısa sürede yapılan bir arabuluculukla çözümlenemeyeceği açıktı.[1079] Görünen o ki, İslâm
tarihinde, üzücü sayfaları dolduran bunun gibi olayların tek sorumlusu; İbn
Sebe gösterilmektedir.[1080] Bu durumda Seyf b. Ömer’in
rivayetine göre; Cemel Vak’ası’na katılan hiçbir sahâbede suç yoktur. Bütün suç
ve sorumluluk İbn Sebe ve grubundandır.[1081]
Oysa İbn Sebe olayın başlatıcısı kabul edilse dahi Cemel Ashâbı’nın Mekke’den
toplanıp Basra’ya hareket etmesi ve ardından şiddet kullanarak oranın
yönetimini ellerine geçirmeleri İbn Sebe’nin suçu değil bizzat onların suçu
olduğu gibi[1082] ayrıca bu hareket Hz. Ali’ye
karşı da açık bir isyandı.[1083] Nitekim Hz. Ali
de bu durumu bilerek ve muhtemel bir savaşı göze alarak Medine’den ve Kûfe’den
asker toplayıp Basra’ya gitti.[1084]
Bu durumda savaşı sadece İbn Sebe’nin faaliyetleriyle açıklamak makul
görünmemektedir. İbn Sebe bizzat savaşı başlatmış olsa dahi ona savaş ortamını
sağlayanlar, Hz. Ali ve Cemel Ashâbı’dır. Dolayısıyla bu savaşın esas sorumlusu
yine İbn Sebe görülmemesi gerekir.[1085]
Ayrıca İbn Sebe ve grubunun sırf savaşı başlatmak için bile olsa kendilerini
savaş ortamının içine atması da kabul edilebilecek bir açıklama gibi
görünmemektedir. Canını seven ve öldürülmekten kaçan İbn Sebe ve grubunun böyle
davrandığını iddia etmek zordur.[1086]
Ancak Kubat, Haricilerin kurucuları olarak değerlendirdiği bu grubun böyle bir
fitneyi ateşlediği rivayetinin yabana atılmaması gerektiğini ifade ediyor.[1087]
Linda Lau’ya
göre; Seyf b. Ömer’in rivayetleri, aktarılmış olan rivayetler arasında en
mantıklı ve anlamlı olandır. Ona göre; diğer tarihçiler birçok konuda
mütereddit ifadelere yer verdikleri halde Seyf b. Ömer rivayetlerinin tümünde
mantıklı bir olay örgüsü mevcuttur.[1088]
Kelpetin’e
göre; Seyf b. Ömer’in bu rivayeti, dikkatli bir şekilde incelendiğinde gerçek
olma ihtimali yüksektir. Onun değerlendirmesine göre; tüm kaynaklar, hem Hz.
Ali’nin hem de Cemel Ashâbı’nın barışın sağlanması konusunda hemfikir
olduklarını rivayet etmektedirler. Ayrıca Hz. Ali Hz. Osman’ı şehit eden
asileri cezalandırmayı kabul etmiş ve Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de Hz. Ali’ye
biat etmeyi kabul etmişlerdi. Bunun yanında her iki tarafta da disiplinsiz ve
düzensiz bir halde olan ordu küçük bir kıvılcımla büyük bir savaşı
başlatabilirlerdi. Bu durumda Seyf b. Ömer’in rivayetine göre; savaştan tek
çıkar sağlayabilecek olan asilerin böyle bir girişimde bulunma ihtimalleri
yüksektir.[1089]
Bazı
araştırmacılara göre; Seyf b. Ömer’in, olaylara karışan sahâbenin
davranışlarını mazur göstermek ve İbn Sebe gibi bir fitnecinin saptırdığı
toplumda onların temiz ve masum kimseler olduklarını ortaya koyma anlayışı,[1090] dini ve ahlakî olarak
değerlendirilmeye tabi tutulduğunda iyi bir çözüm olarak düşünülebilir. Üstelik
bu tür rivayetler sayesinde Müslüman tarihçiler iki taraftan birinin haksız
olduğunu söylemekten ve vicdani rahatsızlık duymaktan kurtulabilirler. Ancak bu
anlayış ve bakış açısı, olayın açıklanması konusunda hedef saptırmaktan başka
bir işe yaramadığı gibi[1091] makul da sayılmaz. Çünkü bu
durumda olaylara karışmış olan sahâbenin hatalarını tarihi bakımdan örtbas edip
ve bütün suçu bir şahıs ya da bir gruba yüklemek yanlış olur. Bu anlayış,
kesinlikle tasvip edilecek bir durum değildir. O dönemdeki Müslümanların siyasi
görüşleri ne ölçüde farklı olursa olsun bir kişinin veya bir grubun oyuncağı
olabilecek derecede zayıf ve kararsız olmadıkları açıktır.[1092] Şayet bu iddia
bir değerlendirilmeye tabi tutulacak olursa, İbn Sebe’nin yaşadığı
dönemdeki
seçkin sahâbe bir Yahudi mühtedisinin oyuncağı haline getirilmiş olur ki, gerçekten
bu oldukça güç bir durumdur.
Bazı araştırmacılara
göre; İbn Sebe tarihi bir kişilikten ziyade Seyf b. Ömer’in önde gelen
sahâbeyi, dönemin sorumluluklarından ve yaşanan olaylardan kurtarma gayretiyle
ortaya attığı hayali bir kişilik[1093]
[1094] olup gerçeklikle bir
ilişkisi yoktur. İbn Sebe ve grubuyla irtibatlandırılan birtakım fikirlerin de
hicri birinci asrın son çeyreğinde ortaya çıkan fikirler olduğu görülmektedir.[1095] İbn Sebe ve grubu, üzerinde
oldukça fazla spekülasyon yapılan bunun yanında ne zaman ortaya çıktığı,
kimlerle irtibatlı olduğu konusunda açıklık olmayan, farklı birtakım
şahıslarla, farklı olayları ifade etmek amacıyla kullanılan bir kavramdır. Öyle
ki, Müslümanların tarih anlayışına sinmiş olan derin anakronizmi (tarih
yanılgısı) İbn Sebe kadar net bir şekilde gözler önüne seren başka bir örnek
bulmak zordur.[1096] İbn Sebe hakkında eldeki
bilgilerin tek kaynağı Seyf b. Ömer’dir.[1097]
Seyf b. Ömer’in bakış açısını hangi gerekçeler üzerine temellendirdiği oldukça
zordur. Seyf b. Ömer’in detaylar üzerine yoğunlaşan rivayetleri, sahâbeyi
cennette görme isteğinden kaynaklandığı izlenimini vermektedir.[1098] Rivayete bu denli rağbet
edilmesinin sebebi, birbirlerini öldürmek suretiyle büyük günah işleme konumuna
gelen sahâbenin önde gelenlerini mazur gösterme anlayışı yatmaktadır. Bu
anlayışa göre; önde gelen bazı sahâbe planlı olarak birbirleriyle savaşmayı
düşünmemişlerdir. Ancak İbn Sebe ve grubunun oyunu sonucu Müslümanlar kendi
aralarında savaşmışlardır. Dolayısıyla sahâbenin bu olayda bir sorumluluğu
yoktur.[1099] İbn Sebe ve grubu makalat
türü eserlerde tarihi bağlamının dışında bir anlamda kullanıldığı
görülmektedir. Zira bu tarz eserlerde bu kavram daha çok Hz. Ali’nin adı
etrafında şekillenen grupları tanımlamak için kullanılmıştır. Bu tür
eserlerdeki bilgi yanlışlıkları bir tarafa bırakılacak olursa ifadenin farklı
iki kesim tarafından farklı amaçlarda kullanıldığı göze çarpmaktadır. Hz.
Ali’nin adını öne çıkararak kendi haklılıklarını iddia etmeye çalışan tarafa,
özellikle de Şîa’ya karşı kullanıldığı göze çarpmaktadır. Sünnîler ise, Şîa’yı
genelde kötülemek ve onların kökenini Yahudilikle ilişkilendirmek gibi bir
eğilim içindedirler. Öte yandan Şiîlerin İbn Sebe’yi kendilerini savunmak için
onunla ilişkilerinin olmadığını iddia ettikleri bir aşırılık adresi gösterme
gayretiyle öne çıkarttıkları görülmektedir. Bundan dolayı İbn Sebe ve grubu her
iki taraf için birbirlerine karşı kendi haklılıklarını savunma aracı olarak
kullanıldığı ifade edilmektedir.[1100]
Araştırmacılara
göre; bu rivayet, Seyf b. Ömer tarikiyle gelen Taberî’nin rivayeti[1101] dışında diğer önemli tarihçilerin
rivayetleri arasında yer almamaktadır.[1102]
Ebû Mihnef, Ma’mer b. Müsenna, Vâkıdî, Medâinî, İbn Habîb es-Sülemî ve
İbn Şebbe’nin rivayet etmedikleri sadece Seyf b. Ömer’in rivayet ettiği ve
Belâzuri’nin eserine almayıp Taberî’nin naklettiği “İbn Sebe komplosuna”
inanmak güçtür.[1103] Bu bakımdan İbn Sebe’nin
daha sonra kendi adını taşıyan bir Şiî fırkasının görüşlerini tereddütsüz
benimsemekle birlikte onun Hz. Osman döneminde Müslüman olup olmadığı dahi
belli değildir. Şayet Müslüman olmuşsa bile önde gelen bazı sahâbenin onunla
yaptıkları konuşmalarda onun niyetini sezememiş olmalarını izah etmek zordur.
Bu durum Yahudi asıllı bir şahsa, hainlik gibi kötü bir sıfat yakıştırması olsa
dahi büyük önem atfedilmesi lüzumsuz bir gayrettir.[1104] İbn Sebe grubuyla ilişkilendirilen
isimler, onların fikirleri ve siyasi tavırları itibariyle İbn Sebe grubunun her
hangi bir fırkaya delalet etmediğinin büyük kanıtı durumundadır. Zira bu
isimler arasında tarih, mekân ve fikir bakımından bir ilişki kurmak mümkün
değildir. Buna ek olarak İbn Sebe ve grubu Hz. Osman’ın muhalifleri, Hz.
Ali’nin taraftarları, Hariciler ve oluşum aşamasındaki Şiî düşünceye sahip
birtakım kimseleri tanımlamaktan ziyade onları karalamaya yönelik olduğu ifade
edilmektedir.[1105] Taberî’nin rivayetinden faydalanarak
ortaya çıkan karışıklıkların sebebi olarak gösterilen İbn Sebe olmasaydı dahi
Hz. Osman’ın yumuşak idaresinden dolayı serbestçe dışarı çıkan sahâbeden bir
kısmı halifenin birtakım icraatlarını eleştirerek karışıklıkların meydana
gelmesine sebep olmuşlardır.[1106] İbn Sebe ve grubuyla
irtibatlandırılan fikirlere gelince bunların birçoğunun belli bir dönemde
ortaya çıkmış ve belli bir dönemi tasvir eden fikirler olduğunu söylemek
zordur. İbn Sebe grubuna mensup olarak ifade edilen bazı isimler aynı zaman
diliminde, aynı bölgede yaşamış ve aynı amaçlarla bir araya gelerek bir fırka
oluşturabilmiş kimseler değildir. Özellikle makalat türü eserlerde tasvir
edilen İbn Sebe ile ilgili görüşler daha çok Muğîre b. Saîd ve Abdullah b. Harb
ile örtüştüğü görülmektedir.[1107]
Korkmaza göre;
Cemel Vak’ası Hz. Ali’nin Kûfe’den de büyük bir destek alarak Cemel Ashâbı’na
teslim olup biat etmeleri için tanınan üç gün süre zarfında karşı taraftan
olumlu bir cevap gelememesi üzerine hücuma geçmesiyle başlamış ve Hz. Ali’nin
zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu savaşı taraflar arasındaki bir içtihat hatası
olarak değerlendirmek de güçtür.[1108]
Seyf b. Ömer’in rivayetlerine göre; iki tarafı birbiriyle savaştırdığı iddia
edilen İbn Sebe ve grubunun savaştan sonra herhangi bir etkinliğinden söz
edilmediği görülmektedir.[1109] Ancak olayın asıl
kahramanları Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in öldürüldüğü, Hz. Aişe’nin ise siyasete
bir daha karışmamak şartıyla Medine’ye gönderildiği bilinmektedir. Cemel
Vak’ası’nda binlerce Müslümanın öldüğü, Cemel Ashâbı’yla başa çıkmasını bilen
Hz. Ali’nin tarihte ilk defa Müslümanların kanlarının akmasına sebep olduğu
iddia edilen İbn Sebe ve grubuyla savaştan sonra hesaplaşmaması ve onları bir
şekilde cezalandırmaması, Seyf b. Ömer’in anlattıklarına karşı güveni
sarsmaktadır. Bunun yanında savaştan sonra İbn Sebe ve grubu kazananlar
arasında görülmediği gibi kaybedenler arasında da görülmemektedir.[1110] Ayrıca tarih kitaplarında
kendilerinden bahseden herhangi bir haberin de yer almadığı görülmektedir.[1111]
Seyf b. Ömer’
in İbn Sebe’yle ilgili rivayeti, İbn Sa’d ve Belâzurî gibi önde gelen sünnî ile
Minkarî ve Ya’kûbî gibi önde gelen şiî tarihçilerin kaynaklarında yer almadığı
görülmektedir. Bu durum, Seyf b. Ömer’in İbn Sebe ve grubuyla ilgili rivayeti
hakkında tereddütlerin ortaya çıkmasına sebep olsa da asırlarca hem Müslüman
tarihçiler hem de müsteşrikler tarafından kabul görmüş ve uzun bir süre bunun
üzerinde tartışma yapma gereği bile duymamışlardır.[1112]
Askerî, İbn
Sebe’yi gerçekte olmayan hayali bir kişilik olarak değerlendirmektedir. Ona
göre; İbn Sebe, Seyf b. Ömer’in rivayet ettiği fakat gerçekte olmayan hayali
bir kahramandır.[1113] Bazı yazar ve araştırmacılar
İbn Sebe’nin varlığını reddedip, onun tarihte oynadığı yıkıcı rolü kabul
etmemektedirler.[1114] Ancak buna rağmen birçok
tarihçi Hz. Osman’ın şehit edilmesi hadisesini, Cemel Vak’ası’nı, Hariciliğin
ortaya çıkışı ve Şîa’nın doğuşunu İbn Sebe’nin faaliyetlerine bağladıkları
görülmektedir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra İslâm dünyasında ortaya çıkan
fitnenin kaynağını İbn Sebe ve grubunun faaliyetlerinde arama, her fitne ve
kötülüğü ona bağlama düşüncesi, sahâbeyi bir kişi ya da bir grubun oyununa
gelen kimseler konumuna getirir. Bu ise abartı bir değerlendirme olur. Ki böyle
bir tutum, gerçek dışı bir değerlendirme olur.[1115]
Ancak şu var
ki, İbn Sebe’nin faaliyetlerini görmezden gelmek ve oynadığı olumsuz rol ile
ilgili tarihçilerin dile getirdikleri rivayetleri yoksaymak gerçeklikle
bağdaşmadığını ifade etmek mümkündür. Bütün rivayetleri inkâr eden ve
gerçekliği yoksayan bakış açısı mantıklı görünmemektedir. Bundan hareketle,
tarihte İbn Sebe adında birinin yaşamadığını ve İslâm aleyhine herhangi bir
faaliyette bulunmadığını iddia etmek güçtür. Tarihçilerin, onun faaliyetleri
hakkında yaptıkları vurgu bir tarafa bırakılacak olursa, gerçekte onun bir
münafık olarak gücü nispetinde o dönemde yıkıcı faaliyetlerde bulunduğunu kabul
etmek mantıklı görünmektedir.[1116]
İbn Sebe’yle
ilgili rivayetler bir tarafa bırakılacak olsa dahi, Cemel Vak’ası’ndan önce
Basra’da meydana gelen olaylar, iki tarafta toplamda 50000 civarında askerin
arasında bulunan bedevi, savaşa istekli ve ganimet hırsıyla hareket eden
birtakım grupların olması ve Hz. Osman’ın şehit edilmesinde rol oynayan aynı
zamanda lidersiz hareket eden Mısırlı asiler, o günkü şartlar da savaşa sebep
olmuş olabilirler. Çünkü daha tam itaat etmemiş ve içinde çok sayıda asilerin
de bulunduğu bir topluluğa, o günkü şartlarda hükmetmek ve onları kontrol etmek
oldukça güç olsa gerekir. Dolayısıyla İbn Sebe’nin aktif rolü olmasa dahi bu
topluluğu harekete geçiren birilerinin olduğunu söylemek mümkündür.[1117]
Erkocaaslan’a
göre; İbn Sebe ve grubunun varlığı akla aykırı değildir. Ona göre; Cemel
Vak’ası’yla ilgili rivayetlerde İbn Sebe ve grubunun varlığını kabul etmeyenler
için bile olayın anlatımında herhangi değişiklik olmayacaktır. Sadece tek
değişiklik, İbn Sebe adında bir asinin olamayacağıdır.[1118]
Bu bilgilerden hareketle Cemel Vak’ası’nda neyin nasıl vuku
bulduğunu ortaya koymak oldukça zor görünmektedir. Bu konu hakkında söylenen
sözler ve yapılan yorumların tümünün kaynağı eldeki rivayetler çerçevesinde
olduğu bilinmelidir.[1119]
Cemâziyelâhir
36/Aralık 656 ayının ortalarına doğru[1120]
Ubeydullah b. Ziyad’ın köşkünün yanında[1121]
Zâviye[1122] ya da başka bir rivayete
göre; Hureybe[1123] denilen yerde iki
ordu karşılaştılar.
Sulh girişimlerine
rağmen sonuç değişmeyince ordusunu düzene koyup hazır bekleyen Hz. Ali,810
811 812 [1124] askerlerine kesinlikle
çarpışmamalarını emretti. Çünkü Hz. Ali kendi ellerine delil geçmeden ve Cemel
Ashâbı saldırmadan savaşmamaya, kaçanı ve yaralıları öldürmemeye,
öldürülenlerin üzerindeki eşyayı almamaya karar vermişti.[1125]
Bu bekleyiş
esnasında Hz. Ali’nin ordusunun üzerine oklar yağmaya başladı. Panik halindeki
ordudan bazı askerler öldü. Hz. Ali şaşkınlık içinde savaşı kendisinin
başlatmadığını ifade eder mahiyette birkaç kez “Allah’ım sen şahit ol.” dedi.[1126] Şiblî, düne kadar düşmana
karşı birlikte mücadele eden Müslümanların sırf siyasi maksatlarla birbilerine
kılıç çekmeleri kadar üzücü bir manzaranın olamayacağını ifade etmektedir.[1127]
Karşılıklı
çarpışmalardan endişelenen Ka’b b. Sûr (Süver) müzakerelerin yapıldığı yerin
dışında bulunan,[1128] varlığının ve etkisinin
büyük bir çatışmayı önleyeceği umuduyla Hz. Aişe’ye[1129] giderek: “Ey müminlerin
annesi! Bu adamlar savaşmaktan bir türlü vazgeçmiyorlar. Belki Allah senin
vasıtanla sulhu temin eder.” diyerek ondan kötü gidişatın önüne geçmesini
istedi. Hz. Aişe de zırhlarla kaplı, devenin üzerinde bulunan hevdecine bindi
ve savaş meydanına geldi.[1130] Ancak onun gelişi pek de
fayda etmedi.[1131] Hem Hz. Ali tarafından hem
de Cemel Ashâbı tarafından gelen sağduyulu çağrılara kimse itibar etmeden iki
taraf da birbirlerine saldırıyor, savaş meydanında tur atıyorlardı.[1132] Hz. Ali’nin ordusu ile Cemel
Ashâbı’nın
ordusu 10 Cemâziyelâhir 36/4 Aralık 656 yılı Perşembe günü sabahın erken saatlerinde
çarpıştılar.
Çarpışmalar
esnasında Hz. Talha aldığı bir ok darbesinden yaralanırken Hz. Zübeyr de alanı
terk edip Vâdi’s-Sibâ’ya gitti.[1133]
[1134] Farklı hedefleri olup
toplama birliklerden oluşan ve kendilerini yönetebilecek komutanları olmayıp
Cemel Ashâbı’na mensup[1135] Basralılar yenilgiye
uğrayınca Basra’ya doğru çekilmek istediler. Ancak atlıların tekrar Hz.
Aişe’nin devesi etrafında toplandığını görünce Basralılar ilk başta olduğu gibi
yeniden onun etrafında harekete koyulmak üzere toplandılar.[1136]
Hz. Aişe Ka’b
b. Sûr’a (Süver): “Şu devenin önünden çekil ve al şu Kur’an’ı insanları ona
davet et.” dedi. Ka’b b. Sûr (Süver) Kur’an’ı alıp Hz. Ali taraftarlarının
bulunduğu yöne doğru giderken ok yağmuruna tutularak öldürüldü ve Hz. Aişe’nin
devesine doğru ok atılmaya başlandı.[1137]
Hz. Aişe:
“Ey oğullarım! Geriye bir ben kaldım, bir ben kaldım.” diye sesleniyor ve
olanca gücüyle: “Allah Allah! Allah’ı ve hesabını hatırlayınız.” diye
bağırıyordu ancak kimse onu dinlemiyor ve üzerine doğru geliyorlardı.[1138]
Kimsenin sözüne aldırış etmediğini gören Hz. Aişe: “Ey insanlar! Hz. Osman’ı
şehit eden kişilere ve onların taraftarlarına lanet edin.” dedi ve devamında
beddua etmeye başladı. Etrafındakiler de ona eşlik ettiler.[1139]
Cemel Ashâbı’nın elindeki en büyük koz da buydu.[1140] Hz. Ali beddua seslerini
duyunca: “Allah’ım, Hz. Osman’ın katillerine lanet et!” diyerek o da beddua
etti.[1141]
Hz. Aişe daha
sonra Abdurrahman b. Attâb ve Abdurrahman b. Harîs b. Hişâm’a yerlerinden
ayrılmamaları için haber gönderdi ve bunun yanında etrafındakilerin savaşa
devam etmek istediklerini görünce onları da çarpışmaya teşvik etti.[1142] Bu sırada Basra tarafındaki
Mudarlılar, Kûfeliler tarafındaki Mudarlılara bir hamle yaparak çarpışmaya
girdiler. Çarpışmalar öylesine şiddetlenmişti ki Hz. Ali olduğu yerde sıkışmış
hareket edemiyordu.[1143]
Kûfeliler
tarafında bulunan Mudar kabilesi mensupları bütün güçleriyle karşı tarafa hücum
ettiler ve her iki taraf Hz. Aişe’nin devesinin durduğu yerde güçleri
tükeninceye kadar çarpıştılar. Bu sırada birisi, Hz. Ali’nin yanında bulunan
Mudar kabilesine mensup Zeyd b. Sûhân’a: “Kendi adamlarının yanına çekip
gitsene! Burada ne işin var Mudarlıların seni kollayıp durduklarını ve ölümün
de şu devenin etrafında olduğunu ve onların yanından başka bir yerde bulunmanın
senin için ölüm olduğunu bilmiyor musun?” dedi. O da: “Evet, ölüm yaşamaktan
çok daha hayırlıdır. Benim de istediğim ölümdür.” diye cevap verince oradakiler
hücum edip kardeşiyle birlikte onu katlettiler. Bu arada kardeşi Sa’sa’ da çok
ağır yaralanmıştı ve götürülürken yolda vefat etti.[1144]
Çarpışmalar
tekrar şiddetlenince Hz. Ali, Rabîa ve Yemen kabilelerine bütün güçleriyle
tekrar toplanmaları için haber gönderdi.[1145]
Hz. Ali’nin tarafından yer alan Abdülkays kabilesine mensup biri kalkıp: “Sizi
Allah’ın kitabına davet ediyoruz.” dedi. Bunun üzerine ona: “Kendileri doğru
yola girmemişlerken, Allah’ın emirlerini yerine getirip onları
uygulamıyorlarken ve Allah’ın bir davetçisi olan Ka’b b. Sûr (Süver) gibi
birisini öldürüyorlarken nasıl oluyor da bizi Allah’ın kitabına davet ediyorlar?”
diye karşılık verdiler ve arkasından Rabîalılar o adama hücum edip öldürdüler.
Müslim b. Abdullah el-Aclî onun yerinde durunca onu da ok yağmuruna tutup
öldürdüler.[1146]
Hz. Ali
tarafında yer alan Yemenliler Cemel Ashâbı tarafındaki Yemenlileri çağırıp
onları ok yağmuruna tuttular. Savaşmaktan başka hiçbir çaresi kalmayan
Kûfeliler Hz. Aişe’yi öldürmeye niyetlendiler. Hz. Aişe bu durumu fark edince
yanındakileri uyardı.[1147]
Cemel Ashâbı
tarafında yer alan Yemenliler Hz. Ali tarafındaki Yemenliler üzerine şiddetli
bir saldırıya geçip onları bozguna uğrattılar. Aynı şekilde Cemel Ashâbı
tarafında yer alan Rabîa kabilesine mensup kimseler Hz. Ali tarafında bulunan
Rabîalılara hücum edip onları bozguna uğrattılar. Hz. Ali tarafındaki
Yemenliler geri dönerken sancaklarını taşıyan kişiler öldürüldü.[1148] Hz. Ali tarafındaki Rabîa
kabilesi savaş meydanına dönüp şiddetli çarpışmaya girdi ve çarpışma sonunda
sancaklarını taşıyan kişi öldürüldü. Bunlar Hz. Ali taraftarlarının sol
kanadını teşkil ediyorlardı.[1149] Çarpışmalar öyle şiddetli
bir hal almıştı ki Hz. Ali taraftarlarının sağ kanadı merkez kuvvetlerine
yanaşıp dayanmış Cemel Ashâbı’nın sol kanadı da merkez kuvvetleri ile
birleşmişti.[1150] Hz. Ali yaptığı savaşlarda
kabileler arasındaki dengeyi korumaya çalışıp ve kabileler arasında asabiyet
duygusundan kaynaklanabilecek olumsuzlukları önlemek amaçlı tedbirler alıyordu.
Onun iç savaşlarda uyguladığı en dikkat çekici taktik her iki grupta yer alan
kabileleri birbirlerine karşı savaştırmayı tercih etmesidir. Böylece farklı
kabileler arasında çıkabilecek olan kan davaları veya büyük zayiatlar
önlenebiliyordu. Rakip tarafta da olsa kendi kabilesinin zarar görmesine
dayanamayacak olan Arapların saf değiştirmesine de engel olunuyordu. Hz. Ali,
Cemel Vak’ası’nda safların dizilişi açısından buna dikkat etmiştir.[1151]
Cemel Vak’ası
gerçekten büyük bir olaydı ve Müslümanlar arasında bunun gibi büyük bir
çarpışma ne ondan önce görülmüştü ne de ondan sonra görüldü. Bu çarpışmada
kesilen kolların, kopan ayakların haddi hesabı yoktu.[1152] Cemel gününde savaş
şiddetlenince Hz. Ali kopan kafaların yere düştüğünü görünce oğlu Hz. Hasan’ı
tutup bağrına bastı ve: “Ey Hasan! Doğrusu biz Allah’a aidiz ama bu durumdan
sonra artık ne hayır umulur?” dedi.[1153]
Hz. Aişe
bulunduğu yerde sağında, solunda ve yakınında bulunanların kim olduğunu soruyor
ve aldığı cevaplar üzerine askerleri cesaretlendirip çarpışmaya teşvik etmeye
çalışıyordu.[1154] Hz. Ali’nin yanında bulunan
askerlerin sağ ve sol kuvvetleri merkez kuvvetlerinin yanına katıldı. Cemel
Ashâbı da aynı şekilde hareket ettiler.[1155]
Ka’b b.
Sûr’dan (Süver) önce Basra kadısı Amire b. Yesribî ile kardeşi Abdullah Hz.
Aişe’nin devesinin önüne geçip deveyi korumaya çalışıyorlardı. Hz. Ali: “Kim bu
devenin üzerine atılıp onu yok edecek?” diye seslenince Hind b. Amr meydana
çıkıp İbn Yesribî ile çarpışmaya başladı. İbn Yesribî de bir darbeyle onu
öldürdü. Akabinde Albâ’ b. Heysem üzerine atıldı İbn Yesribî onu da öldürdü. Bu
arada Seyhan b. Sûhân ve kardeşi Sa’sa’ da öldürülmüşlerdi.[1156]
Ammâr b. Yâsir
İbn Yesribî’ye seslenerek: “Sen koruduğun kimseden dolayı mazaretli
sayılıyorsun. Fakat eğer gerçekten doğru söylüyorsan o yanında bulunduğun
birlikten ayrıl ve tek başına ortaya çık. Senin için öldürülmekten başka bir
yol kalmadı.” diye seslendi.[1157] İbn Yesribî bunun üzerine
devenin yularını Adiyy oğullarından bir adamın eline vererek meydana çıktı.
Doksan yaşındaki Ammâr b. Yâsir de ona doğru ilerledi. Ammâr b. Yâsir’in
üzerinde eski bir post vardı ve onu bir hurma lifi ile belinden bağlamıştı.[1158] Gerçekten Ammâr b. Yâsir teke
tek dövüşe davet ettiği kişiden daha zayıf görünüyordu. Ammâr b. Yâsir tek
başına ortaya atıldı ve kendisini izleyenlere yardımına gelmemelerini söyledi.
Onu böyle görenler öldürülmesinden endişe ettiler.[1159]
İbn Yesribî
Ammâr b. Yâsir’e bir darbe indirdi ancak Ammâr b. Yâsir bunu kalkanı ile
önleyip onun kılıcını elinden düşürdü. Ammâr b. Yâsir galip geldiği halde Îbn
Yesribî’nin yerinden hareket etmediğini görünce onu esir aldı ve Hz. Ali’nin
yanına götürdü. Hz. Ali’de onun öldürülmesini emretti ve İbn Yesribî öldürüldü.[1160] Başka bir
rivayette ise; burada öldürülen kişinin Amr b. Yesribî olduğu ifade edilir.
Amîra b. Yesribî ise daha sonraya kadar yaşadığı ve Muâviye zamanında Basra kadılığı yaptığı ifade edilir.[1161]
İbn
Yesribî’nin öldürüldüğünü gören ve devenin yularını tutan Adiyy oğullarından
biri yuları kabile başkanlarından birine bırakarak ortaya atıldı. Ona karşı da
Rabîa el-Ukaylî çıktı. Rabîa: “Ey annemiz! Seni annelerin en iyisi biliyoruz.
Anneler ise çocuklarına karşı son derece şefkatlidirler. Görüyor musun kaç tane
cesur adam öldürülüp gitti. Öldürülenlerin kanlarına da kaç tane masum adamın
elleri girdi?” diye seslendi. Sonra bu iki kişi çarpıştılar ve ikisi de
yaralanıp öldüler. Bu kişinin öldürülmesinden sonra Dabbe oğullarından Harîs
adında birisi meydana çıkıp: “Biz deveyi koruyan Dabbe’nin evlatlarıyız. Eğer
karşımızda yıkılıp giden olursa bir başkasıyla teke tek çarpışmaya gireriz. Biz
Hz. Osman’ın etrafını kollayan adamlarız. Ölüm bize baldan daha tatlı gelir.”[1162] dedi. Bu şekilde kırk kişi öldürülene
kadar devenin yuları bırakılmadı. Hz. Aişe bu konuda: “Dabbe oğullarının
sesleri kesilinceye kadar bu öldürmeler devam etmişti.” dedi.[1163] Başka bir rivayete göre ise;
devenin yularını tutan yetmiş Kureyşli öldürülünceye kadar bu çarpışma devam
etti.[1164] Gerçekten güçlü ve kuvvetli
kimseler Hz. Aişe’nin etrafını çevirmiş onu koruyorlardı. Fakat buna rağmen
devenin yularını tutan her kim olursa olsun Hz.
Ali’nin
adamları bu kişilere hücum ettiklerinde ya bunları öldürüyor ya da serbest
bıraktıklarında kesinlikle geri dönmüyorlardı.[1165]
Abdullah b.
Zübeyr bir ara Hz. Aişe’nin yanına sessizce sokulup devenin yularını tuttu. Hz.
Aişe kim olduğunu öğrenince onun öldürüleceği endişesi üzerine: “Vah Esma’nın
başına gelenlere!” dedi.[1166]
Mâlik b. Eşter Abdullah b. Zübeyr’in karşısına çıkıp şiddetle çarpışmaya
başladılar. Mâlik b. Eşter Abdullah b. Zübeyr’i başından yaralarken Abdullah b.
Zübeyr de onu yaraladı. Daha sonra her ikisi birbirlerinin boyunlarına atılarak
atlarından yere düşüp yerde boğuşmaya devam ettiler. Boğuşmanın bu şekilde
devam ettiğini gören insanlar ikisini birbirinden ayırdılar.[1167]
Mervân b. Hakem ile Abdullah b. Zübeyr Hz. Aişe’nin devesinin
yularını tutup da yaralanan kimselerdendi.[1168] Cemel Vak’ası’nda Hz. Aişe’nin piyade
askerlerine komutanlık ve imamlık yapan Abdullah b. Zübeyr[1169] otuz yedi[1170] ya da başka bir rivayete göre yetmiş üç
yerinden yaralanmıştı.[1171]
Hz. Talha’nın
Hz. Ali’nin kendisine öğüt vermesiyle savaş meydanından geri çekilip arka
sıralarda durmaya başladığı rivayet edilse de[1172]
savaş meydanında çarpışmalar sırasında ayağına isabet eden bir okla yaralandığı
nakledilir. Hz. Talha ayaklarını atın iki yanına sıkıca yapıştırarak: “Gelin!
Gelin! Bana gelin! Ey Allah’ın kulları! Sabrediniz! Sabrediniz!” diye
bağırıyordu.[1173] Apak, bu rivayete istinaden
Hz. Talha’nın savaş meydanını terk ettiği düşüncesinin tartışılmaya açıldığını
ifade ediyor.[1174]
Hz. Talha’yı
bu halde gören Ka’ka’ b. Amr ona yakın evlerden birisine gitmesini tavsiye
etti. Hz. Talha evlere doğru giderken: “Allah’ım! Hz. Osman’ın kanı için benden
dilediğini al ki bizden razı olasın.” diye dua ediyordu.[1175] Hz. Talha’nın ayakkabısı kan
ile dolup taşınca kölesine: “Beni al bir yere götür ve orada indiriver.” dedi.
Kölesi de onu Basra’ya harabe olmuş bir eve götürdü ve Hz. Talha orada öldü.[1176]
Hz. Talha
vefat ettiğinde Sa’d oğulları mezarlığına gömüldü.[1177] Başka bir rivayete göre ise;
Hz. Talha savaş alanında ölmüştür.[1178]
Hz.
Talha’yı öldürenin Mervân b. Hakem olduğu veya bir başkası tarafından
öldürüldüğü de rivayet edilmektedir.[1179] Meşhur olan rivayete
göre; Mervân b. Hakem Hz. Talha’yı okla vurunca Hz. Osman’ın oğlu Eban’a: “Seni
Hz. Osman’ın katillerinden olan bazı kimselere karşı korumuş ve seni onlardan
kurtarmış oldum.” dedi.[1180]
Bir rivayete
göre; Hz. Talha savaş meydanında Mervân b. Hakem’in attığı okla yaralanınca; “Sadece
içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin
ki Allah, azabı çetin olandır.”[1181] ayetinin kendilerini
kastettiğini ifade etmiştir.[1182]
Abbott’a göre;
Mervân b. Hakem’in böyle bir hareketi yapması olanaksız değildir. Ancak o;
Mervân b. Hakem hakkındaki bu iddianın kaynağını Ümeyye karşıtı propaganda olma
ihtimalinden dolayı araştırmacılar tarafından çokça tartışıldığını ifade
ediyor.[1183] [1184]
Demircan’a göre; bu rivayetin sonraları Hz. Talha’nın 873 sorumluluğunu ortadan kaldırmaya matuf
olarak uydurulmuş olma ihtimali vardır.
Azimli’ye göre
ise; Mervân b. Hakem hadis ehlinin ölçülerine göre sahâbeden sayıldığı için
Sünnîler Mervân b. Hakem’in onu vurmadığı üzerinde durmaktadır.[1185]
Hz. Ali savaş
bittikten sonra savaş meydanında dolaşırken Hz. Talha’yı ölüler arasında
görünce onun yüzündeki toprağı silip: “Allah sana rahmet etsin Muhammed’in
babası! Seni semadaki yıldızların altında ölmüş olarak uzandığını görmek çok
gücüme gidiyor. Ayıp ve hüzünlerini Allah’a arz edip şikâyette bulunuyorum.
Allah’a yemin ederim ki ben bundan yirmi sene önce ölmüş olmayı çok isterdim.” [1186] diyerek üzüntüsünü ifade
etti.
Cemel
Vak’ası’nda, Hz. Talha’nın: “Hz. Osman’ın şehit edilmesinde gevşek davrandık.
Bugün onun uğrunda kanlarımızı dökmekten daha faziletli bir şey bulamayız. Ey
Allah’ım! Sen razı oluncaya kadar bugün benden Hz. Osman için her şeyimi al.”
dediği rivayet edilmektedir.[1187]
Hz. Talha 10
Cemâziyelâhir 36/4 Aralık 656 yılı Perşembe günü öldürüldü.[1188] Kel’e mıntıkasının
yanına defnedildi. Öldürülürken altmış yaşındaydı. Altmış küsur yaşında
olduğuna dair rivayetler de vardır.[1189]
Hz. Talha’nın 62, 63 veya 64 yaşında vefat ettiği rivayet edilmektedir.[1190] Hz. Talha[1191] esmer tenliydi. Beyaz tenli
olduğuna dair zayıf bir rivayet de vardır. Yüzü güzel, saçı gür, boyu ise
kısaya daha yakındı.[1192]
Rivayete göre; Hz. Zübeyr Hz.
Ali’nin kendisine: “Hatırlıyor musun bir gün Hz. Peygamberle birlikte yürürken
Benû Ganem’den geçtiğimiz sırada Hz. Peygamber bana bakıp tebessüm etti ve ben
de ona bakıp tebessüm ettim. Sen de Hz. Peygamber’e: ‘Ebû Tâlib’in oğlu niye bu
kibrini bırakmış değil?’ dediğinde Hz. Peygamber sana: ‘Ebû Tâlib’in oğlunda
kibir yoktur ve bir gün sen onunla haksız yere çarpışmış olacaksın.’ demedi
mi?” diye hatırlattığı Hz. Peygamber’in hadisinden dolayı savaş meydanından
ayrılıp Vâdi’s-Sibâ’ya doğru gitti.[1193]
Apak, Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’in savaş alanını terk ettiklerine dair rivayete ihtiyatlı
yaklaşmaktadır. Ona göre; bu rivayetin kaynağı Seyf b. Ömer’in aktardığı
şekilde olay gerçekleşmiş olsaydı askerlerin savaşı sürdürmesi anlamsız olurdu.
Gerek dünya tarihinde ve gerekse Arap örfünde komutanları öldürülen ya da
komutanlarının terk ettikleri orduların savaşı devam ettirdiklerine pek rastlanılmamıştır.
Bu durumda Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in savaşın önemli bir kısmına katıldıklarını
söylemek mümkündür. Nitekim bazı rivayetlerde Hz. Zübeyr’in Ammâr b. Yâsir’le
çarpıştığı ifade edilmesi bu yorumu desteklemektedir. Apak, Hz. Talha ve Hz.
Zübeyr’in savaş alanını terk ettikleri rivayetini, sahâbenin olaylardaki
sorumluluklarını ortadan kaldırma veya azaltma gayreti olarak
değerlendirmektedir. Ona göre; Hz. Aişe nasıl Hav’eb’de sorumluluktan
kurtarıldıysa Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de bu şekilde mazur gösterilmeye
çalışılmıştır.[1194] Azimli de bu rivayete itibar
etmediğini ifade edip bunun sahâbeyi kollama amaçlı olarak Şîa’ya karşı Sünnî
gayretle uydurulduğunu söylemektedir.[1195]
Rivayete göre;
Hz. Zübeyr “zünni’âl”[1196] adlı atının üzerinde savaş
meydanından ayrılıp giderken tarafsız olarak hareket eden Ahnef b. Kays’ın
bulunduğu yerden geçti.[1197] Hz. Zübeyr’in gittiğini
gören biri: “Şu adama ne oluyor? İnsanları karşı karşıya getirdi. Tam
savaşacakları esnada evine geri döndü. Bunun ne yaptığını kim araştırıp bize
bildirecek?”[1198] diye sorunca Amr b. Cermûz,
Abdullah b. Fudâle b. Habis ile Nûfey ve Temim oğullarının asileri Hz. Zübeyr’i
takip ettiler. Yolda yakalayınca onu öldürdüler.[1199]
Meşhur rivayete göre ise; Amr b. Cermûz Hz. Zübeyr’i Vâdi’s-Sibâ’da öğle
sıcağında uyuduğu sırada yakaladı ve üzerine hücum ederek onu öldürdü.[1200]
Başka bir
rivayette, Hz. Zübeyr’in azatlı kölesi Atiyye’nin anlattığına göre; yanında
silahı bulunan Amr b. Cermûz Hz. Zübeyr’i yakalayınca: “Seninle görülecek bir
işim var. Yaklaş bakalım.” diye konuşmaya başladı. Namaz vakti girdiğinden
dolayı Hz. Zübeyr haydi namaz kılalım deyince o da kabul etti. Hz. Zübeyr
imamlık yapmak için öne geçince Amr b. Cermûz arkadan onu vurup öldürdü.[1201]
Başka bir
rivayete göre ise; Amr b. Cermûz savaş meydanından ayrılan Hz. Zübeyr’le
kölesini takip etti. Amr b. Cermûz ikisine yetişince Hz. Zübeyr: “Geldiğin
yerle ilgili ne gibi haberler var?” diye sordu. O da: “Ben de sana aynı şeyi
sormak istiyorum.” diye karşılık verdi. Hz. Zübeyr’in kölesi Atiyye söze
karışarak Amr b. Cermûz’a: “Namaz vakti yaklaşmış durumdadır. Namaza kalkmak
üzere olan bir adamdan ne istiyorsun?” dedi. Amr b. Cermûz da hemen: “Haydi
namaza, haydi namaza.” diye bağırdı. Hz. Zübeyr: “Namaz vakti geldi. Namaza
kalkın.” dedi. Amr b. Cermûz namazda Hz. Zübeyr’in arkasında durdu. Namaz
esnasında zırhının yakası tarafından hançerle Hz. Zübeyr’i vurup öldürdü. Amr
b. Cermûz Hz. Zübeyr’in atını, silahını ve yüzüğünü alıp gitti. Hz. Zübeyr’in
kölesi Atiyye onu Vâdi’s-Sibâ’da defnedip Müslümanlara giderek durumu haber
verdi. Amr b. Cermûz Ahnef b. Kays’ın yanına döndüğünde Ahnef: “Vallahi
bilmiyorum. İyilik mi yaptın yoksa kötülük mü?” dedi.[1202]
Rivayete göre;
Amr b. Cermûz Hz. Ali’nin kapıcısının yanına gidip Hz. Zübeyr’i öldürdüğünü
söyleyip Hz. Ali’yle görüşmek istediğini belirtti. Bunun için Hz. Ali’den izin
alınınca o da: “Ona girmesi için izin ver. Fakat onu cehennem ateşiyle
müjdele.” dedi.[1203] Amr b. Cermûz Hz. Zübeyr’in
kılıcını Hz. Ali’nin önüne koyunca Hz. Ali kılıca bakıp: “Hz. Peygamber’den
sıkıntıyı gideren kılıç.” dedi. Sonra kılıcı Hz. Aişe’ye gönderdi.[1204]
Başka rivayete
göre; Amr b. Cermûz Hz. Zübeyr’i öldürünce başını koparıp Hz. Ali’nin yanına
götürdü. Amr b. Cermûz böylelikle Hz. Ali nezdinde itibar kazanacağını
düşünmüştü. Ancak Hz. Ali’nin yanına girmek için izin istediğinde Hz. Ali ona
izin vermedi ve onun cehennem ateşiyle müjdelenmesini söyledi.[1205]
Başka bir
rivayete göre; Amr b. Cermûz Hz. Zübeyr’i öldürünce onun kılıcını alıp Hz.
Ali’nin yanına gitti. Hz. Ali bunun üzerine Hz. Peygamber’in Hz. Zübeyr’i
öldüren kimseyi cehennemle müjdele[1206]
diye buyurduğunu aktardı. Daha sonra: “Hz. Zübeyr’in şu kılıcı Hz. Peygamber’e
gelen sıkıntıları uzun süre giderip onu rahatlığa kavuşturmuştu.”[1207] dedi. Hz. Ali’nin ağlayarak
üzüldüğünü gören Amr b. Cermûz: “Ben zannettim ki onun düşmanını öldürdüm.
Hâlbuki onun dostu ve arkadaşıymış.” dedi.[1208]
Rivayete göre; Amr b. Cermûz Hz. Ali’nin böyle söylediğini duyunca intihar
etti.[1209] Azimli, Hz. Ali’nin bu
tavrıyla ilgili rivayetin, sahâbenin arasında problem olmadığına telmihen
uydurulduğunu ifade ediyor.[1210]
Başka bir
rivayete göre; Amr b. Cermûz Hz. Zübeyr’in oğlu Mus’ab’ın Irak’a vali oluşuna
kadar yaşadı. Mus’ab vali olunca ona Amr b. Cermûz’un oralarda olup kendisinden
saklandığını ve şayet isterse cezalandırması için Amr b. Cermûz’u
getirebileceklerini söylediler. Mus’ab: “Hayır, ona söyleyin de ortaya çıksın.
Ona dokunmayacağım. O güvendedir. Allah’a yemin ederim ki babam Hz. Zübeyr’in
öcünü ondan almayacağım ve aynı zamanda ona kısas da tatbik etmeyeceğim. Çünkü
o kendisini Hz. Zübeyr’e denk tutamayacağım kadar basit ve alçak biridir.”[1211] dedi.
Hz. Zübeyr
öldürüldüğünde karısı Atike aşağıdaki şekilde ona ağıt yakmıştır:
“Cermûz’un
oğlu himmetli bir kahramana ihanet etti. O kahraman, savaş esnasında gayretli,
saldırgan ve cesaretliydi. Ey Cermûz’un oğlu Amr! Eğer sen Hz. Zübeyr’i
uykusundan uyandırmış olsaydın onun korkak ve beceriksiz olmadığını görecektin.
Anan seni kaybetsin Ey Cermûz’un oğlu! Sen onun gibisini öldürdükten sonra
sabah akşam savaşlara girişen başka birini görebilir misin? O, nice zorlu
savaşlara dalış yaptı. Ey alçağın oğlu! Senin saldırın, onu savaştan geri
caydıramazdı. Allah benim rabbimdir. Sen bir Müslüman’ı öldürürsen, kasıtlı
olarak adam öldürmenin vebaline uğrarsın.”[1212]
Bir rivayete
göre de; Cemel Vak’ası’ında savaş meydanında Ammâr b. Yâsir Hz. Zübeyr’e her
saldırdığında Hz. Zübeyr ondan güçlü olmasına rağmen sadece Hz. Peygamber’in:
“Ey Ammâr b. Yâsir! Seni asi bir grup öldürecektir.”[1213] hadisini hatırladığı için
geri çekilip ona karşılık vermeye çekinmiştir.[1214]
Azimli, bu rivayeti savaş bağlamında Hz. Peygamber’in dilinden uydurulduğunu
söylüyor. Ona göre; bu sahâbeyi kollamak amacıyla Şîa’ya karşı Sünnî bir
refleksle rivayet edilmiştir.[1215]
Hz. Zübeyr H.
10 Cemâziyelâhir 36 yılı Perşembe günü öldürüldü. Öldürüldüğü 64,[1216] 66 veya 67 yaşındaydı.[1217] Hz. Zübeyr[1218] esmer tenli, orta boylu,
normal etli ve hafif sakallıydı.[1219]
Rivayete göre;
bir gün biri Hz. Zübeyr’e zamanında Hz. Osman’a muhalefet ettiklerini şimdi ise
onun kanını talep ettiklerini dile getirince Hz. Zübeyr; “Sadece içinizden
zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah,
azabı çetin olandır.”[1220]
ayetini Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman zamanında sürekli
okuduklarını dile getirmiş ve bu ayetin şuan ki muhataplarının kendileri
olduğunu ifade etmiştir.[1221]
Hz. Ali Cemel Vak’ası’ndan sonra yaptığı konuşmalarının
birinde; “Biz, onların kalplerindeki kini söküp attık. Artık onlar sedirler
üzerinde, kardeşler olarak karşılıklı otururlar.”[1222] ayetinde belirtildiği gibi ahirette Hz. Talha
ve Hz. Zübeyr’le ilişkisinin böyle olacağını umduğunu ifade etmiştir.[1223]
Cemel
Vak’ası’nı, Mâlik b. Eşter şu şekilde anlatmaktadır: “Ben Cemel günü gibi büyük
bir gün görmedim. Cemel Vak’ası’nda bizden bir kişi bile yenilgiye uğramıyor ve
biz yüksek dağlar gibi dimdik ayakta duruyorduk. Hz. Aişe’nin devesinin yuları
tamamen kayboluncaya kadar onu tutan her adam mutlaka öldürüldü. Nihayet
onların hep böyle öldürüldüğünü gören Hz. Ali: ‘Devenin ayaklarını kesiniz.
Eğer deve yere çöktürülür ve ayakları kesilirse onlar tamamen dağılır
giderler.’ dedi. Hz. Ali’nin bu sözü üzerine birisi devenin ayaklarına vurdu ve
onu yere çöktürdü. Deve o anda öyle dehşetli bir ses çıkardı ki daha sonra
böyle bir ses hiç işitmedim.”[1224]
Rivayete göre;
Hz. Ali’nin askerleri arasında bulunan Buceyr b. Dülce, Hz. Aişe’nin devesinin
ayağını kesip deveyi sağa sola çekmeye başladı ve daha sonra devenin iplerini
keserek Hz. Aişe’nin içinde bulunduğu hevdeci taşıyıp bir kenara koydu.[1225] Hz. Aişe’nin hevdeci, atılan
ve saplanan oklardan dolayı kirpi sırtı gibi olduğu ifade edilir.[1226]
Cemel Ashâbı
bozguna uğrayınca Hz. Ali askerlerine, kaçanların izlenmemesi, kimsenin peşine
düşülmemesi, herhangi bir yaralıya dokunulmaması ve evlere asla girilmemesini emretti.[1227] Hz. Ali, bu kararıyla
yağmaya, yaralıları incitecek bir davranış içerisine girmeye ve zarar verici
davranışlar içerisine girmeye kesinlikle karşı çıkmıştır.[1228] Hz. Ali’nin savaş
sonrasındaki bu tutumundan dolayı yaralıların çoğu Basra’da yaralarını tedavi
etme imkânını elde ettiler.[1229]
Hz. Ali Hz.
Aişe’nin hevdecinin savaş alanından taşınıp götürülmesini istedi. Daha sonra
Muhammed b. Ebû Bekir hevdecin içinde bulunan Hz. Aişe’nin zarar görüp
görmediğini kontrol etmek için yanına gitti.[1230]
Rivayete göre;
Hz. Aişe’nin devesi yere çöktürülünce Muhammed b. Ebû Bekir ile Ammâr b. Yâsir
hevdeci birlikte alıp bir kenara çektiler. Muhammed b. Ebû Bekir daha sonra
elini hevdecin içine soktu. Hz. Aişe kim olduğunu sorunca Muhammed b. Ebû Bekir
kardeşin diye cevap verdi. Hz. Aişe ise asi çocuk diye karşılık verdi. Muhammed
b. Ebû Bekir Hz. Aişe’ye yarasının olup olmadığını sordu. Hz. Aişe de bunun onu
ilgilendirmediğini söyledi. Bunun üzerine Muhammed b. Ebû Bekir ona kimin
yanlış yolda olduğunu sordu.[1231] Bu sırada orada bulunan
Ammâr b. Yâsir: “Ey anneciğim! Bugün çocuklarının böyle birbirlerini
kırmalarını nasıl karşıladın?” diyerek araya girdi. Hz. Aişe ise ona annesi
olmadığını söyledi. Ammâr b. Yâsir razı olsan da olmasan da benim annemsin
deyince Hz. Aişe de: “Zafere ulaşınca gururlanmaya başladınız ve intikam almış
bir kişinin edasını takındınız. Heyhat! Vallahi bu gayede olan bir kimse asla
zafere ulaşamaz.” diye cevap verdi.[1232]
Hz. Aişe’nin
hevdeci daha sonra kimsenin bulunmadığı bir yere konulunca Hz. Ali yanına
giderek nasıl olduğunu sordu. O da Hz. Ali’ye iyi olduğunu söyledi.[1233] Bir rivayete göre; Hz.
Aişe’nin hevdeci sakin bir yere alındıktan sonra Hz. Ali onun yanına giderek:
“İnsanları toplayıp getirdin. İşte sonunda dağılıp gittiler. Onları
birbirlerine karşı kışkırttın bir kısmı diğer bir kısmını öldürdü.” deyince Hz.
Aişe: “Hükmü eline geçirdin onun için müsamahalı davran. Yine ne mutlu bana ki
senin taraftarınla imtihan edildim.” diye cevap verdi.[1234]
Müslümanların
ileri gelenleri savaştan sonra Hz. Aişe’yi ziyarete gittiler. Ka’ka’ b. Amr Hz.
Aişe’yle konuşurken savaş alanında çarpışan iki kişiden birinin diğerine
bildiğimiz annelerin en asisinin oğlu diğeri ise bildiğimiz annelerin en
hayırlısı ve en iyisi ancak kendisine itaat edilmeyenin oğlu şeklindeki diyaloglarını
ona anlatınca Hz. Aişe: “Vallahi bu günden yirmi yıl önce ölmeyi arzu
ederdim.” diyerek üzüntüsünü ifade etti.[1235]
Watt’a göre; dini saiklerle asilerin cezalandırılması için yola çıktıklarını
ifade eden Cemel Ashâbı’nın başarısızlığının sebebi; bu grubun şahsi
menfaatlerini ön planda tutmaları sonucudur.[1236]
Ancak Demircan bu görüşe katılmamaktadır.[1237]
Rivayete göre;
sonra Ka’ka’ b. Amr Hz. Ali’nin yanına gittiğinde Hz. Ali de benzer şekilde:
“Vallahi ben bu olaydan yirmi yıl önce ölmeyi arzu ederdim.” dediği ifade
edilir.[1238]
Rivayete
göre; Hz. Ali Hz. Hasan’a: “Ey Hasan! Keşke baban bundan yirmi yıl önce ölmüş
olsaydı.” dedi. Hz. Hasan: “Babacığım ben seni bu işten vazgeçirmeye
çalışmıştım ama sen beni dinlemedin.” dedi. Hz. Ali: “Ben işin bu noktaya varacağını
düşünememiştim.” dediği ifade edilir.[1239]
Muhammed b.
Ebû Bekir o günün akşamında Hz. Aişe’yi Basra’ya götürüp Abdullah b. Halef
el-Huzâî’nin evinde misafir etti. Savaşta yaralanan kimseler de Basra’ya
götürüldü.[1240]
Cemel Vak’ası’nın meydana geldiği gün güneş batmadan önce uçup
gelen bir kartal Medine’ye yakın bir yerde ağzından taşıdığı bir insan eli
düşürünce Medineliler savaşın meydana geldiğini öğrendiler. Bu şekilde
Medineliler ile Hicaz ve Basra arasındaki bölgelerin insanları kartalların
taşıyıp durdukları insan elleri ve ayaklarıyla bu olayı öğrenmiş oldular.[1241]
CEMEL VAK’ASI’NDA ÖLDÜRÜLEN BAZI KİMSELER
Cemel
Vak’ası’nda Haccâc b. Îlât’ın kardeşi Mu’riz b. Îlât es-Sûlemî, Hz.
Peygamber’in eşi Hz. Hatice’nin ilk eşinden oğlu Hind b. Ebî Hâla el-Üseyyidî
Hz. Ali taraftarlarından olupta öldürülen bazı kimselerdir.[1242]
Cemel
Vak’ası’nda Cemel Ashâbı taraftarlarından öldürülen bazı kimseler: Hz.
Talha’nın kardeşi Abdurrahman, Amr b. Abdullah b. Ebî Kays b. Âmir b. Lüey ve
el-Muhriz b. Harise b. Rabîa b. Ahdüluzza b. Abdişems, Mes’ûd es-Sûlmânî’nin
evlatları Mücâşî ve Mücâlid, Abdullah b. Hâkim b. Hizam el-Esedî el-Kureşî,
Temim kabilesine mensup Bişr’in oğlu Hilâl b. Vekî’, Muavviz’in kardeşi Muâz b.
Afrâ’. Bunların ikisi Haris b. Rifâa el-Ensârî’nin çocuklarıydı.[1243]
Bu isimler
dışında Halife b. Hayyât kabile kabile öldürülen bazı kimselerin isimlerini
vermektedir.[1244]
Ya’kûbî’nin verdiği bilgiye göre; gündüz yaklaşık olarak dört
saat süren[1245] Cemel Vak’ası’nda öldürülenlerin
sayısı hakkında farklı rakamlar zikredilmektedir. Rivayetlere göre; 7000,[1246] Hz. Ali tarafından 5000 Cemel Ashâbı
tarafından da 5000 olmak üzere yaklaşık olarak 10000,[1247] 12000,[1248] 13000,[1249] Cemel Vak’ası’nda 10000 artı Basra’daki
çatışmada ise 3000 toplamda 13000,[1250] 20000,[1251] 30000 küsür[1252] kişinin öldüğü rivayet
edilmektedir. Rivayete göre; Basralılardan ilk savaşta 5000, ikinci savaşta
5000 olmak üzere toplam 10000, Kûfelilerden ise 5000 kişi ölmüştür.[1253]
HZ. ALİ’NİN CEMEL ASHÂBI’NA KARŞI TUTUMU
Cemel
Vak’ası’ndan hemen sonraki süreçte yenik düşen ve basımları Cemel Ashâbı’na
karşı Hz. Ali’nin âlicenaplığı göze çarpmaktadır.[1254]
Hz. Ali
Basra’nın dışında üç gün kalıp Müslümanlara ölülerini defnetmeleri için izin
verdi.[1255] Hz. Ali savaş meydanında
ölenlerin bulunduğu yerde dolaşırken Ka’b b. Süver’in cesedini gördüğünde: “Siz
zannediyor musunuz ki onlarla birlikte hep sefih ve kötü kimseler gelmişlerdi.
İşte bu âlim insana bakınız.”dedi.[1256]
Hz. Ali Abdurrahman b. Attâb’ın cesedinin başına varınca: “İşte bu da büyük bir
komutan! Kavmi ve yanındakiler onun çevresinde dönüp dolaşıyor ve ona
uyuyorlardı. Ayrıca onu namazlarında imam tayin etmişlerdi.” diye söylendi.[1257] Hz. Ali Hz. Talha’nın başına
gelince onu yerde yığılmış olarak görünce: “Ey Muhammed’in babası! Senin bu
haline gönlüm razı olmuyor. Çok yazık! Biz Allah’a aidiz ve tekrar Allah’a
döneceğiz. Vallahi hiçbir Kureyşlinin bu şekilde yere serilmesine ne şekilde
olursa olsun gönlüm razı olmazdı.” dedi.[1258]
Hz. Ali savaş
meydanındaki ölüler arasında dolaşırken iyi birinin öldürülmüş olduğunu
görünce: “Kavgacı ve fesatçı kimselerin dışında kimselerin bize karşı
çıkmayacağını zannedenler yanılmıştır. İşte bakın aralarında bu adil ve
müçtehid kimse de bulunuyor.” diyordu.[1259]
Hz. Ali Basra
ve Kûfe halkı arasında öldürülenlerin namazlarını ayrı ayrı kıldırdı. Bunun
yanında ölen bütün Kureyşlilerin namazlarında imamlık yaptı. Hicaz bölgesinin
dışından olan kimselerin büyük bir kabristana defnedilmelerini emretti.[1260]
Hz. Ali defin
işlemlerinin ardından askerler arasında bulunan her türlü eşyayı Basra
mescidine göndererek devlet hazinesine ait silahlar hariç herkesin kendisine ve
akrabalarına ait olan eşyaları alabileceğini söyledi.[1261]
Hz. Ali’nin
bazı taraftarları Cemel Ashâbı’nın taraftarlarının mallarının kendilerine
bölüştürülmesini istediler. Ancak Hz. Ali onların bu isteklerini geri çevirdi.
İbn Sebe ve taraftarları olduğu rivayet edilen kişiler Hz. Ali’nin bu kararını
eleştirip ve: “Nasıl olur da Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in adamlarının kanlarını
akıtmak bize helal oluyor da malları bize helal olmuyor?” diyerek itiraz
ettiler.[1262] Hz. Ali bunu duyunca:
“Hanginiz payına müminlerin annesi Hz. Aişe’nin düşmesini ister?” diye çıkıştı.
İtiraz edenler sustu.[1263] Hz. Ali’nin bu uygulaması
sonraki yıllarda asilerle ilgili hukukun oluşmasında referans olmuştur.[1264]
Rivayete göre;
Hz. Ali daha sonraları bir gün Haricilerin görüşünü öğrenmek için İbn Abbas’ı
onlara gönderdi. Hariciler Hz. Ali’nin savaştığı halde esir ve ganimet
almadığını söylediler. İbn Abbas esir ve ganimet almanın sadece kâfirlerle
yapılan savaşlar için geçerli olduğunu ifade ederek şayet Cemel Vak’ası’nda Hz.
Aişe’nin esir alınıp ve cariye muamelesi görmüş olsaydı bu apaçık müminlerin
annesi hakkındaki: “Peygamber, müminler için kendi canlarından daha önce
gelir. Onun eşleri de müminlerin analarıdır...”[1265] ayetine ters düşerdi
diye durumu izah etti. Bunun üzerine Haricilerin birçoğu kendi görüşlerinden
vazgeçerek Hz. Ali’ye katıldıkları[1266]
ifade edilir.
Azimli’ye
göre; burada aslında Hz. Ali sorunun cevabını vermek yerine soru soranı hassas
bir noktaya çekerek itiraz edenleri susturmuştur. Ona göre; Müslümanların
birbirini öldürmesi ve birbirlerinden ganimet alıp almaması hiç bir İslâmi
referansla açıklanabilecek bir durum değildir.[1267]
CEMEL VAK’ASI
SONRASI GELİŞMELER
HZ.
ALİ’YE BASRA’DA BİAT EDİLMESİ
Hz. Ali Cemel
Vak’ası’ndan sonra pazartesi günü Basra’ya gitti ve Basralılar ona biat
ettiler.[1268] Hz. Ali halktan biat
aldıktan sonra hastalığı nedeniyle savaşa katılmayan ve halkla birlikte
kendisine biat eden Ebû Bekre’yi Basra’ya vali olarak tayin etti. Ancak Ebû
Bekre bu teklifi kabul etmedi. Hz. Ali’ye kendi akrabalarından birinin vali
olarak tayin etmesinin daha uygun olacağını söyledi.[1269]
Hz. Ali bunun
üzerine Basra valiliğine İbn Abbas’ı tayin etti.[1270]
Böylece Hz. Ali’nin siyasi danışmanlığını yapan İbn Abbas onun resmi bürokratı
oldu.[1271] Hz. Ali Basra’nın haracı ile
beytülmalin başına Ziyâd b. Ebihi’yi görevlendirdi. İbn Abbas’a da ona itaat
etmesini ve onun sözünü dinlemesini emretti.[1272]
Hz. Ali
Basralılardan biat aldıktan sonra Basra’nın beytülmalini teftiş etti. Hz. Ali,
beytülmal’de 600000 dirhemlik bir fazlalık buldu.[1273] Bu parayı Cemel Vak’ası’na
katılan askerlerine dağıttı. Her askere yaklaşık 500 dirhemlik bir payın
düştüğü ifade edilir.[1274] Hz. Ali askerlerine: “Eğer
Allah Şamlılara karşı da bir zafer ihsan ederse bundan daha fazlasını sizlere
veririm.” diyerek[1275] askerlerini Muâviye ’ye
karşı motive etti.[1276] Ancak İbn Sebe ve adamları
bu meselenin dedikodusu yaparak Hz. Ali’nin aleyhinde konuştular.[1277]
Hz. Ali onlara hiçbir mala ganimet diye el uzatmamalarını
emretmesi üzerine de dedikoduya başlayıp onun hakkında: “Nasıl oluyor da
onların kanlarını mubah, mallarını ise haram kılıyor?” diye konuşuyorlardı. Hz.
Ali: “Bu adamlar sizin gibi Müslüman kimselerdir. Bizimle sulh yapıp musafaha
eden herkes bizdendir. Ancak bundan vazgeçip de yan çizen olursa o zaman onunla
dövüşmek de bana düşen bir görevdir.” şeklinde cevap verdi.[1278]
HZ. ALİ’NİN HZ. AİŞE’Yİ ZİYARET ETMESİ
Hz. Ali
Basra’da Abdullah b. Halefin evinde olan Hz. Aişe’yi ziyarete gittiğinde orada
biri kendi tarafında biri de Cemel Ashâbı tarafında ölen Abdullah b. Halefin
iki oğlu için kadınların ağladıklarını gördü. Cemel Ashâbı tarafında yer alan
Abdullah b. Halefin eşi Safiye ağlarken Hz. Ali’yle karşılaşınca: “Ey Ali!
Ey sevgililerin katili! Ey insanların arasını ayıran kişi! Abdullah’ın
çocuklarını yetim bıraktığın gibi Allah da senin çocuklarını yetim bıraksın!”
diye beddua etti. Hz. Ali ona cevap vermeden yoluna devam etti. Hz.
Aişe’nin yanına vardığında ona: “Safiye olup bitenleri yüzüme vurdu. Ben onu
cariye olduğu zamandan şimdiye kadar hiç görmemiştim.” dedi. Hz. Ali evden
ayrılınca Safiye tekrar aynı şekilde beddua etti. Hz. Ali yine cevap vermeden
yoluna devam etti.[1279]
Hz. Ali’ye
çarpışmalarda yaralananların nerede barındırılacağı sorulunca sesini çıkarmadı
ve onları kendi hallerine bıraktı. Zaten onun emrettiği şekilde kaçan kimse
takip edilmedi, yaralılar öldürülmedi ve hiç kimsenin malına da el 13 konulmadı.[1280]
Hz. Ali Hz.
Aişe’nin yanından ayrıldıktan sonra Ezd oğullarından biri Hz. Aişe’yi
kastederek bu kadın bize galip gelmemeliydi dedi. Hz. Ali adamın bu sözlerine
kızıp: “Sus bakalım! Onların hiçbirinin ayıpları ortaya çıkarılmaz, hiçbirinin
evine girilip korkuya sebebiyet verilmez. Hiçbir kadına ırzlarınıza küfretse,
yaptığınız işleri kötü görse ve yakın adamlarınıza karşı çıksa bile kesinlikle
eziyet edilmez. Çünkü kadınlar yapı itibariyle zayıf varlıklardır. Müşrik
kadınlardan bile uzak durmamız ve onları öldürmememiz emredilmişken bugün
Müslüman kadınlara nasıl olur da saldırırız?” diyerek sert karşılık verdi.[1281]
Hz. Aişe bir
gün Müslümanlarla birlikte oturuyorken Cemel Vak’ası’nda her iki tarafta
öldürülenlerin ismi zikredilince her birine teker teker rahmet okudu. Birisi
neden her iki taraftakilere rahmet okuduğunu sorunca Hz. Aişe: “Hz.
Peygamber’den: ‘Falan adam cennetliktir, filan adam cennetliktir.’ diye tek tek
işittiğim için onlara rahmet okuyorum.” diye cevap verdi.[1282] Benzer şekilde Hz. Ali de:
“Ben bu öldürülenler arasında kalbi tertemiz olan bütün kişilerin Allah
tarafından mutlaka cennete sokulacağını ümit ediyorum.” [1283] diye duygularını ifade
ettiği rivayet edilir.
Rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Cemel Vak’ası’ndan sonra
hem Hz. Ali hem de Aişe geçmişi unutmaya ve yeni bir dostluk yolunda ilerlemeye
hazır oldukları göze çarpmaktadır.[1284] Abbott’a göre; aslında ikisinin görünürdeki
bu dostane tutumun nedeni gönlün istediği bir şey olmaktan ziyade mantıklı
hareket etmek ve kamu yararı gözetmekten kaynaklanıyordu. Şayet Hz. Ali o dönem
ölüm ve firar nedeniyle destekçilerini kaybetmiş olan Hz. Aişe’den hıncını
almaya çalışsaydı elde etmiş olduğu konumunu kaybedebilirdi. Hz. Aişe de artık
muhalefet etme ve meydan okuma günlerinin geçtiğinin farkındaydı. Bundan dolayı
zarif bir biçimde yenilginin sonucunu kabullendi ve sahayı kazanana bıraktı.[1285]
HZ. ALİ’NİN HZ. AİŞE’Yİ MEDİNE’YE YOLCU ETMESİ
Hz. Ali Cemel
Vak’ası’ndan sonra Hz. Aişe için gerekli olan bütün hazırlıkları tamamlayıp
kendisine lazım olabilecek binek, eşya ve erzakı hazırlattı. Hz. Aişe’yle
birlikte Hicaz’dan Basra’ya gelenler arasında geri dönmek isteyenlerin geri
dönmesine, Basra’da kalmak isteyenlerin kalmalarına izin verdi.[1286]
Hz. Ali Hz.
Aişe’nin kardeşi Muhammed b. Ebû Bekir’i ve Basra’nın ileri gelen kadınlarından
kırk tanesini Hz. Aişe’yle birlikte Medine’ye gönderdi. Hz. Ali Hz. Aişe’nin
hareket edeceği gün onu uğurlamaya gitti.[1287]
Hz. Aişe
Müslümanlarla vedalaştığı[1288] sırada Ammâr b. Yâsir ona:
“Senin çıktığın bu yolculuk ile asıl ifa etmen gereken rol birbirinden ne kadar
uzak!” deyince Hz. Aişe: “Vallahi senin böyle haklı konuştuğunu bilmiyordum.”
dedi. Ammâr b. Yâsir de: “Senin dilinle benim hakkımda hüküm verdiren Allah’a
hamd ederim.” diye karşılık verdi.[1289]
Hz. Aişe
vedalaştıktan sonra orada bulunanlara: “Ey oğullarım! Hiç biriniz diğer bir
kardeşine asla serzenişte bulunmasın. Vallahi daha evvel benimle Hz. Ali
arasında meydana gelen olay her ailede bir kadın ile kayınları arasında meydana
gelen tartışmalardan başka bir şey değildir.”[1290]
diyerek hitapta bulundu. Hz. Ali de bu konuşma üzerine: “Evet, doğru söyledi.
Benimle onun arasında bundan başka hiç bir çekişme söz konusu değildi. Şunu çok
iyi biliniz ki o, Hz. Peygamberin dünyada ve ahirette eşidir.” diyerek[1291] Hz. Aişe’nin konumunu zarif
bir biçimde yükseltti.[1292]
. Hz. Aişe, 1 Recep 36/24 Aralık 656 yılı
Cumartesi günü[1293] yola çıktı. Hz. Ali onu bir
kaç millik bir mesafeye kadar uğurladıktan sonra döndü. Ancak oğullarından
bazılarını bir günlük mesafeye kadar onunla gönderdi.[1294] Hz. Aişe önce Mekke’ye gitti
hac mevsimine kadar orada kaldıktan sonra Medine’ye geri döndü.[1295]
Hz. Aişe Cemel
Vak’ası’na katıldığından dolayı sonraki yıllarda üzüntüsünü zaman zaman dile
getirip çokça ağlamıştır.[1296] Özellikle Hz. Peygamber’in
eşleriyle ilgili "Evlerinizde oturun... ”[1297]
ayetini hatırlayınca üzüntüsü kat kat artmıştır.[1298]
Hz. Aişe, Hz.
Peygamber’den sonra yanlış icraatlarda bulunduğunu düşündüğü için vefat
ettiğinde Hz. Peygamber’in yanına değil de onun diğer eşlerinin yanına
defnedilmeyi vasiyet etmiştir.[1299]
[1300]
Gerek Hz. Aişe
gerekse Hz. Talha ve Hz. Zübeyr başlarına gelecekleri bilerek değil ümitleri ve
hayalleri ile bu işe bulaştılar. Olayların sonucunu bilenler, gelişmeleri
farklı değerlendirebilirler. Ancak olayların içinde yaşayan insanlar ileride
başlarına gelecekleri bilmedikleri için karar anındaki düşünce ve duygularıyla 33hareket ederler.
Hz. Aişe’nin
Cemel Vak’ası’ndaki başarısızlığı kadın-siyaset ilişkisi açısından önemli
etkenler doğurdu. Gelenekselci olup kadınların bu alanda olmaması gerektiği
anlayışı bununla pekişmiş oldu.[1301]
Hz. Aişe’nin siyasi işlere karışması, Müslüman kadınların haiz olduğu hukukun
mahdud olmadığını gösteren bir delildir.[1302]
Şiblî’ye göre;
kadınların özel bazı durumları onların imamlık ve liderlik gibi bazı görevleri
yerine getirmeye engeldir. Ona göre; liderlik için gerekli olan bazı şartlar
kadınlarda mevcut değildir. Bundan dolayı kadınlar imamlık ve liderlik görevini
yerine getirmekten sorumlu değildirler.[1303]
Ancak bundan hareketle kadınların siyasi ve askeri rehberlik görevlerini yerine
getiremeyecekleri anlaşılmamalıdır. Bazı âlimler, kadınların emirlik ve kadılık
görevlerini yerine getirmelerine cevaz vermişlerdir.[1304]
Şunu belirtmekte fayda vardır. Hz. Aişe’nin ilmi kariyeri,
zekâsı, çalışkanlığı ve sosyal-siyasal gelişmeler karşısındaki duruşuyla Hz.
Peygamber’in eşleri arasında farklı bir yeri vardı. Hz. Aişe sadece ibadetle
meşgul olup hayatını evle sınırlandıran biri değildi. O, ilmi faaliyetlerin
yanında insani ve dini sorumluluğun bir gereği olarak zamanındaki siyasal ve
sosyal gelişmeleri takip edip fikirlerini açıkça ortaya koyuyordu. Bu onun dine
ve toplumun birlik beraberliğine verdiği önemden kaynaklanıyordu.[1305] Hz. Aişe doğruları destekleme, yanlışları
eleştirme tarzındaki çizgisini hayatı boyunca sürdürmüştür. Bundan dolayı Hz.
Aişe’nin siyasal yaşamını son iki halife dönemiyle sınırlandırmak ve onun
Emevîler döneminde siyasetten uzak ve sakin bir hayat yaşadığını söylemek
tarihi bilgilerle çelişmektedir. O, bazı icraatları nedeniyle Emevî
idarecilerine de muhalefet etmiştir.[1306]
Mervân b.
Hakem savaştan sonra Mâlik b. Mesmâ’nın evine misafir oldu. Mâlik b. Mesmâ onu
iyi bir şekilde ağırladıktan sonra yolcu etti. Bu ilgiden dolayı Mervân b.
Hakem’in oğulları kendi hilafetleri döneminde Mâlik b. Mesmâ’nın bu iyiliğini
unutmamış ve bunun karşılığını en iyi şekilde yerine getirmişlerdir.[1307] İbn Sa’d’da geçen bilgiye
göre ise; Mervân b. Hakem savaştan sonra Aneze kabilesinden bir kadının evine
taşındı ve orada tedavi edildi. Bundan dolayı Mervân b. Hakem’in ailesi onlara
daima müteşekkir idiler.[1308]
Başka bir
rivayete göre de Mervân b. Hakem Hz. Aişe ile birlikte Abdullah b. Halefin
evinde misafir oldu. Onunla birlikte Hicaz’a kadar gitti. Hz. Aişe Mekke’ye
vardığında Mervân b. Hakem de Medine’ye ulaştı.[1309]
Abdullah b. Zübeyr savaştan sonra Ezd oğullarına mensup Vezir
adında birinin evine misafir oldu. Abdullah b. Zübeyr ev sahibine: “Kalk,
müminlerin annesinin yanına git ve Muhammed b. Ebû Bekir’in haberi olmadan
benim nerede olduğumu söyle.” dedi. Vezir de Hz. Aişe’ye gidip Abdullah b.
Zübeyr’in bulunduğu yeri söyledi. Hz. Aişe gelen adama: “Muhammed’den
korkmasın, onun kefili benim.” dedi. Adam Hz. Aişe’ye: “Hayır, ona haber
vermemem konusunda bana tembihte bulundu.” dedi. Hz. Aişe adama aldırış etmeden
kardeşi Muhammed b. Ebû Bekir’e: “Bu adamla birlikte gidin ve bana yeğenim
Abdullah’ı getirin.” dedi. Muhammed b. Ebû Bekir de adamla birlikte giderek
Abdullah b. Zübeyr’i alıp getirdi. Abdullah b. Zübeyr dayısı Muhammed b. Ebû
Bekir’le Hz. Aişe’nin bulunduğu Abdullah b. Halefin evine birlikte geldiler.[1310]
Hz. Ali Cemel
Vak’ası’ndan sonra Basra’da işlerini hallettikten sonra Kûfe’ye gitti. Hz. Ali
12 Recep 36 Pazartesi günü Kûfe’ye varınca[1311]
kendisine Beyaz Köşk’te konaklanması söylendi. Ancak o, Hz. Ömer’in Beyaz
Köşk’te konaklanmaktan hoşlanmadığını söyleyerek kendisinin de orda konaklanmak
istemediğini söyledi.[1312] Hz. Ali büyük caminin
yanındaki yerde konakladıktan sonra camiye giderek iki rekât namaz kıldı. Orada
bulunan halka hutbe irad ederek onları iyiliğe teşvik edip kötülükten
sakındırmaya çalıştı.[1313]
Hz. Osman
zamanından beri Hemedan valiliğini yapmakta olan Cerir b. Abdullah’a ve yine
Hz. Osman zamanından beri Azerbaycan valiliğini yapmakta olan Eşa’s b. Kays’a
haber göndererek oradaki halkın biatini almalarını sonra da yanına gelmelerini
emretti. Onlar da bu emri yerine getirdiler.[1314]
Hz. Osman’ın
şehit edilmesinin ilk sonuçlarından biri; Hz. Peygamber’in şehrinde hilafetin
sona ermesi ve yeni hilafet merkezinin Medine dışında kurulması oldu.[1315] Bu Hz. Ali’nin önemli
icraatlarından biridir. Kûfe’yi yeni merkez seçmesi büyük ölçüde kendisini
destekleyenlerin Kûfe’de bulunmasından kaynaklanıyordu.[1316]
Hz. Ali,
kendinden önceki üç halifenin yaşadığı iç problemlerden çok daha fazlasını
yaşadığından dolayı başkenti Medine’den Kûfe’ye naklettiği ifade edilmektedir.
Kimileri Hz. Ali’nin bu kararını isabetli bulurken, kimileri de onun Cemel
Vak’ası’nda kazandığını iyi değerlendirememesi olarak yorumlamıştır. Bunun
yanında muhaliflerinin bulunduğu bir yeri tercih etmesinin, yanlış bir karar
olduğu da ifade edilmektedir.[1317] Buna göre; Hz. Ali’nin
hatalı tercihlerinden biri de Müslümanların ilk başkenti Medine’yi terk edip
yeni kurulmuş ve kozmopolit özelliği nedeniyle kabile çekişmelerinin üssü
haline gelen bir yeri başkent seçmesidir. Bunda Hz. Ali Medinelilerden
beklediği desteği alamamasının etkisi olsa da yine de Kûfe’yi başkent olarak
tercih etmesi onu daha büyük sosyal-siyasal problemlerle karşı karşıya
getirmiştir. Kûfe sıkıntıların çözüm yeri olmak bir tarafa bizzat problem
kaynağı olmuştur.[1318]
Medine’nin Hz.
Ali için siyasal açıdan zayıf bir merkez olması ve oradan beklediği desteği
alamaması da bunda etkili olmuş olabilir.[1319]
Kuşkusuz Hz. Ali’nin seçilme yöntemi ve burada Hz. Osman taraftarlarının
varlığı onu rahatsız edecek bir olguydu.[1320]
Böylelikle Medine artık valilerle yönetilen bir vilayet haline geldi[1321] ve bu durum Hicaz’ın siyasal
üstünlüğünü tamamen ortadan kaldırdı. Ancak şu var ki hilafet merkezinin
Kûfe’ye taşınması onların Hz. Ali’ye karşı daha rahat hareket etmelerine neden
oldu. Kısa süre içinde Hz. Ali onları yöneteceğine onlar kendisini yönetmeye ve
yönlendirmeye başladılar.[1322]
Hz. Ali’nin
başkenti Kûfe’ye taşımasının görünür nedeni her ne kadar siyasal gerekçelere
dayanıyor ise de bu işin arka planında ekonomik ve demografik nedenler de
olduğu ifade edilir. Çünkü artık Hicaz’ın kaynakları yeterli gelmiyordu.[1323] [1324]
Hz. Ali’nin
başkenti Kûfe’ye taşınması Hz. Osman’ın katillerinin güçlenmesine sebep oldu.
Gerginlik arttıkça Hz. Ali onlara daha çok ihtiyaç duymaya başladı. Bu durum
asilerin yargılanmasını daha da zorlaştırdı.
Wellhausen’e
göre; halifeliğin Medine’den Kûfe’ye taşınmasıyla birlikte hilafetin kutsiyeti
bir anlamda sona ermiş oldu. Böylece mücadele de bir iktidar meselesi oldu.
Artık güç ve kuvvet ise eyaletlerdeydi. Hilafet merkezinin Medine’den
uzaklaşmasıyla beraber sahâbe, eyaletleri çağırarak şehirlerinde istediklerini
yapmalarına izin vermekle siyasi manada güçlerini kaybetmişlerdi.[1325]
Cemel Vak’ası
Müslümanların kendi aralarında gerçekleştirdikleri ilk büyük savaştır.[1326] Bu savaş cihat ya da fetih
olarak değerlendirilebilecek bir hususiyete sahip olmadığı için Müslümanların
içini acıtan hatıralarla doludur. Cemel Vak’ası’nda çatışmalar neticesinde
meydana gelen insan kaybından ziyade Müslümanların birbirlerine kılıç çekmeleri
açısından etkisi büyük olmuştur.[1327]
Filizlenen isyanı bastırmak, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’i itaate davet etmek için
Basra üzerine yürüyen Hz. Ali,[1328]
Cemel Vak’ası’nda kazandığı gibi görünen savaşın aslında görünmeyen mağlubudur.
Hz. Ali’nin Hz. Osman’ın kanını talep edenlere karşı savaşması onu katilleri savunur
pozisyonuna düşürmüştür. Korkmaz’a göre; Seyf b. Ömer’in Cemel Vak’ası’nda
kurtarmaya çalıştığı Hz. Ali’nin belki de bu görüntüsüdür. Savaştan en büyük
kazancı ise Muâviye elde etmiştir.[1329] Cemel Vak’ası’nda Hz. Talha
ve Hz. Zübeyr’in öldürülmesiyle birlikte Muâviye muhtemel halife adaylarından kurtulmuştur.
Ayrıca ikisinin Hz. Ali’ye karşı savaşırken ölmesi Muâviye ’nin isyanının
meşruluğunu kitlelerce benimsemesine sebep olmuştur.[1330]
Cemel Vak’ası
aslında Hz. Ali için değil de Ümeyye oğulları için bir zaferdir. Şam hariç
bütün Müslüman coğrafyanın halifesi olan Hz. Ali çok önemli bir kent olan
Basralılarla yaptığı savaşı kazanmış olsa da aslında bu şehri kaybetmiş oldu.[1331] Cemel
Vak’ası’ndan sonra Hz. Ali Basra’ya girerek biat aldı. Böylece Şamlılar hariç
Basralılar, Kûfeliler ve Hicazlılar Hz. Ali’ye biat ettiler. Basra ve Kûfe gibi
şehirlerdeki Hz. Osman taraftarları Şam Valisi Muâviye ’nin hâkimiyeti
altındaki Cezire bölgesine kaçtılar.[1332]
Basra bu olaydan sonra Hz. Ali’nin yanında durmadı.[1333] Hz. Ali Basra’dan
sonra Kûfe’ye geçti ve bu tarihten itibaren Kûfe şehri Hz. Ali’nin hâkimiyeti
altındaki yerlerin idare merkezi oldu. Madde ve insan gücünün fetihlerin
başlangıcıyla eyaletlere geçmesinden sonra Medine’nin durumu bilhassa insan
gücü açısından zayıflamıştı. Hatta bu durum Hz. Osman’ın katledilmesinde de
kendisini göstermişti. Bu sebeple merkezi otoriteyi sağlamak ve asilere karşı
daha güçlü bir merkezden hareketi yürütmek zorunluluğunun ortaya çıkmasıyla Hz.
Peygamber’den beri devletin başkentliğini yapan Medine şehri bu vasfını Kûfe’ye
bırakmış oldu.[1334] Cemel Vak’ası’nı
kazanan Hz. Ali Irak-Hicaz bölgesinde kontrolü sağladı. Ancak birbirlerine
kılıç çeken Müslümanların artık bütünlük içinde kalmaları zorlaştı. Gerçekten
de savaş Hz. Ali için bir iç problemin çözülmesi gibi görünse de bu olay daha
büyük sorunların habercisi oldu.[1335]
Cemel
Vak’ası’yla ilgili rivayetlerin bir kısmı sahâbeyi aklamaya yönelik olsa da hem
Hz. Ali hem de Cemel Ashâbı’nın büyük üzüntü duyduğu muhakkaktır. Hz. Ali bu savaşta
galip olmasına rağmen bu onu mutlu etmemiştir.[1336]
CEMEL VAK’ASI’NIN KELÂMÎ TARTIŞMALARA ETKİSİ
Cemel
Vak’ası’nda iki ordunun karşılaşıp, birbirlerine kılıç çekmesi önceki
olaylardan tamamen farklıdır. Cemel Vak’ası’nda bir tarafın lideri Hz. Ali,
karşı tarafın liderleri Hz. Talha ve Hz. Zübeyr dine yaptıkları hizmet ve üstün
faziletlerinden dolayı hayattayken Hz. Peygamber tarafından cennetle müjdelenen
sahâbedendi. Her biri Kur’an’ı hakkıyla bilen, Hz. Peygamber’in yanında
yetişmiş ve dini ondan öğrenmiş kimselerdi. Her iki taraf da Müslüman’dı.[1337] İslâm tarihinin bu
dönemindeki Müslümanlar arasında başlayan siyasi çatışmalar zamanla beraberinde
bazı kelâmî tartışmalar da getirdi.[1338]
Cemel Vak’ası sadece siyasi bir olay olmayıp daha sonra ortaya çıkan siyasi ve
itikadî mezheplerin farklı şekillerde tartıştıkları önemli meselelere zemin
oluşturan[1339] ve ayrılıkların dini bir
karakter kazanıp daha da derinleşmesine neden olan önemli bir olaydır.[1340]
Râşid
Halifeler dönemindeki siyasi iktidar mücadelesi, Müslümanların birliğini ve
bütünlüğünü parçalayan önemli faktörlerden biriydi. Bu mücadeleyle birlikte
toplum kendi içinde teokratik ve demokratik yaklaşımlarla birlikte seçimciler,
nassçılar, birleştiriciler gibi gruplara ayrıldı. Neticede bu durum Şiî, Harici
ve Ehl-i Sünnet gibi siyasi ve dini grupların ortaya çıkmasına sebep oldu.[1341]
Hizmetli, Hz.
Peygamber’den sonra ortaya çıkan siyasi ihtilaflar ve iktidar mücadelesinden
hareketle İslâmiyet’te yönetim biçiminin dine dayanmadığını ve bunun yanında
sahâbenin de peygamberler gibi masum kimseler olmadığını ifade etmektedir.[1342] Akbulut da benzer şekilde
değerlendirmede bulunarak, insanı yeryüzünün egemeni bir varlık olarak
tanımlamaktadır. Ona göre; Allah insanı dünyaya görevli olarak göndermiştir.
İnsan egemenliğini hem istediği gibi kullanma hakkına sahip hem de bu
egemenliğini kullanma biçiminden dolayı Allah’a karşı sorumlu olduğu için
siyasi alan insana bırakılmıştır.[1343]
Hizmetli’ye göre; İslâmiyet, gerçek anlamda yönetim biçimini ne adlandırmış ne
de şekillendirmiştir. Sadece İslâmiyet, devletin temel ilkelerinin neler
olduğunu açıklamıştır.[1344] Akbulut’a göre; “Kur’an’da
doğrudan siyasetle ilgili hükümlere yer verilmemiştir. Yani Kur’an hem insana
gelmiş hem de siyaseti insana bırakmıştır. Kur’an’ın önerdiği dünya görüşüne
göre tarihi insan yapmaktadır. Zaten onun insandan iyiliği yapmasını ve
kötülüğü yapmamasını istemesi de bu anlama gelir.”[1345] Buna göre; adalet, meşveret,
emanet, ehliyet gibi hususları siyasi yönetim biçiminin esasları olarak ortaya
koymuştur.[1346] [1347]
Hz. Osman’ın
şehit edilmesinden ve Hz. Ali’nin hilafete getirilmesinden itibaren özellikle
Cemel Vak’ası ve benzeri diğer olaylardan sonra İslâm toplumunda dini bakımdan
çözülmesi güç bazı problemler ortaya çıktı. Çünkü o zamana kadar hep Müslüman
olmayanlarla savaşılmış ve bu savaşlarda Müslümanlardan ölenler 80 şehit, kalanlar da gazi
olmuşlardı.
Hz. Osman
döneminin son altı yılı ile Hz. Ali döneminin tümünde meydana gelen olaylar,
mezheplerin ortaya çıkmasına etki eden önemli olaylardandır. Bu dönemde Hz.
Osman’ı şehit edenlerin hükmü ile Cemel Vak’ası’nda öldüren ile öldürülen
Müslümanların durumunun ne olacağı konusunda dini tartışmalar yaşandı.[1348] Binlerce Müslüman’ın kanının
akmasına sebep olan Cemel Vak’ası’ndan sonra zihinlerde şöyle bir soru ortaya
çıktı: “İki Müslüman grup kılıç kılıca birbiriyle karşılaşırlarsa, öldürenlerle
ölen Müslümanların durumu ne olacaktır? Şayet öldürülen maktul, öldüren de
katil ise, dinin genel hükümlerine göre ikisinin de cehenneme gitmesi gerekmez
mi? Çünkü katil öldürdüğü, maktul da öldürmek niyetiyle savaştığı için büyük
günah işlemiştir.”[1349] gibi dini tartışmalar
yaşandı.
İşte bu ve
benzeri sorulardan hareketle, Cemel Vak’ası İslâm akaid alanında; irade
hürriyeti, kader, iman-küfür sınırı gibi önemli birtakım problemlerin tartışma
konusu haline getirilmesine etki eden dini ve sosyal olaylardan biri[1350] oldu. Neticede Cemel Vak’ası
ve benzeri olaylardan sonra farklı siyasi anlayış ve gruplaşmalar ya da
halifelik ve imamet anlayışı gibi Müslüman toplumu arasında[1351] çeşitli fikri tartışmalar,
mezheplerin ortaya çıkmasına etki etti.[1352]
Şehristânî, Cemel Vak’ası’nı; Müslümanlar arasında meydana gelen ilk ve önemli
ihtilafları arasında zikretmektedir.[1353]
Şiîler’in
büyük çoğunluğu ile bazı Hariciler’in Cemel Vak’ası’nda Hz. Ali’ye karşı çıkan
sahâbeyi tekfir etmeleri, konunun bir akaid problemi olarak görülüp kelâm
kitaplarına girmesine sebep olmuştur.[1354]
Bu durum birçok dini kavramın tanımına, büyük günah ve kader gibi problemlerin
açıklanmasına, siyasi ve ideolojik yaklaşımlara önemli ölçüde etki etti. Çünkü
siyasi anlayış ve siyasi farklılıklar inanç ve amel alanlarına taşındı. İlk
başlarda tamamıyla siyasi nitelik taşıyan konular ve farklılıklar zamanla fikri
ve dini görünümler kazandı. Bu durum İslâmiyet’in akaid konularını ilgilendiren
konular arasında değerlendirildi. Hariciler ve Şiîlerin birçok dini anlayışı
bunlar arasındadır. Ehl-i Sünnet, Şiâ, Harici kavramlarını ve 88 topluluklarını tanımlayan
etken siyasi telakkidir.[1355]
Akbulut’a
göre; Müslümanların yaşadığı siyasi buhranın sebebi, Hz. Peygamber’in
vefatından sonra Beni Saide’yle birlikte başlayan ve gittikçe daha da
derinleşen siyasi krizin dini alana taşınması sonucu dini düşüncenin
siyasallaştırılmasıyla olmuştur. Ona göre; Hz. Peygamber’in devlet başkanlığı
yaptığı zaman siyaset dinin kontrolündeydi. Ancak ondan sonra ise; din
siyasetin kontrolüne girmiş ve halen de din siyasetten kurtulabilmiş değildir.[1356]
Akoğlu bu
durumu, Kur’an-ı Kerim’in genel prensip ve ilkeler dışında siyaset ve yönetimle
ilgili konularda herhangi bir düzenlemede bulunmayışı ve Müslümanlar tarafından
uygulanması gereken belirli siyasi şablonlar sunmayışına bağlıyor. Ona göre; bu
sebeple Müslüman toplumunun siyasi düzeni, Hz. Peygamber’den sonra yeniden
kurulma ve oluşturulma keyfiyeti ile karşı karşıya kalmıştır.[1357] Ayrıca o; bunun sonucu Beni
Saide’de meydana gelen durumu, kabilecilik anlayışının gizli bir tezahürü
olarak değerlendirmektedir.[1358]
Akbulut’a
göre; Hz. Osman’ın, liderlik ettiği Müslümanlarca şehit edilmesinin arka
planında Beni Saide’de kurulan siyasal sistem bulunmaktadır. Ona göre; bu
sistem, Ensar’ı siyasetten dışlamış ve siyasetin Kureyş kabilesinin bir sorunu
olduğunu zihinlere yerleştirmiştir. Bu nedenle, Medinelilerin çoğunluğunu
oluşturan Ensar, halifeye yeterince sahip çıkmamış ve Müslümanların halifesi
onların gözü önünde şehit edilmiştir. Ona göre; Hz. Peygamber’in vefatı,
Müslümanlar için vahyin gelmesi kadar önemli olmuştur. Onun vefatıyla birlikte
İslâm tarihinde yeni bir dönem başlamıştır. Müslümanların istikameti bu yeni
dönemde sarsılmıştır. Beni Saide ile kurulan sistemin sorgulanmasını önlemek
amacıyla bu neslin, en hayırlı nesil olduğu yolunda haberler üretilmiştir. Söz
konusu altın nesil, İslâm tarihinin bir parçası olacak yerde, İslâm dininin bir
parçası olmuştur.[1359]
İslâm
tarihinde esas itibariyle siyasi olmakla birlikte birtakım sebeplerle dini ve
itikadî bir mesele haline getirilen Cemel Vak’ası, akaid mezhepleri tarafından
farklı şekillerde değerlendirilmiştir.[1360]
Konunun çok tartışılması ve geniş kitlelere mal olmasının temel sebebi, Cemel Vak’ası
ve benzeri savaşlara katılan sahâbenin küfre girdiği ve amellerinin boşa
gittiği şeklindeki iddialardır.[1361]
Aşağıda Hariciler, Şiâ, Mürcie, Mu’tezile, Mâtürîdîlik ve Eş’ârîlik mezhebinin
iman, küfür ve büyük günah konusundaki görüşleri kısaca verilecektir.
Hariciler;
İslâmiyet’te ilk ortaya çıkan,[1362]
toplumun ittifakla seçtiği ve haktan ayrılmayan devlet başkanına karşı
ayaklanan,[1363] siyasi olarak ortaya çıkıp
dini bir mahiyet kazanan fırkaya[1364]
denir.[1365] Haricilerin büyük çoğunluğu
Hz. Osman ve Hz. Ali’den teberri edip uzak durmayı bütün ibadet ve iyi
davranışların üzerinde görürler. Öyle ki, onlara göre; ancak bunun kabul
edilmesi durumunda nikâh geçerli olur. Bunun yanında büyük günah işleyen
kimseleri kâfir saymak ve devlet başkanının sünnete aykırı uygulamalarında ona
karşı çıkmayı gerekli bir hak olarak kabul ederler.[1366]
Hariciler
iman-amel ilişkisini bir kabul ettikleri için dinin emirlerini yerine
getirmeyen ve yasaklarından kaçınmayan kişinin kâfir olduğunu ileri sürerler.[1367] Çünkü onlara göre
iman; ikrar, amel, niyet, sünnete uymak, inanç konusunda hiçbir kimse için
mazeret tanımamak, kötü arzulara uymamak ve takva yoluna girmek demektir.
Dolayısıyla iman, farzlardan herhangi birinin yerine getirilememesi durumunda
ortadan kalkar.[1368]
İslâm’da
tekfir hareketini sistematik bir şekilde ilk başlatanlar ve karşı tarafı eylem
ve kararlarından dolayı tekfir eden Hariciler,[1369]
büyük günah işleyen kimsenin imandan çıkmasını, doğrudan doğruya kelime-i
tevhide bağladıklarından dolayı, onlara göre; büyük günah işleyen kimse bu
tutumuyla Allah’ın yasakladığı şeyi helal saydığı için mümin değildir ve
cehennemde sonsuza dek kalacaktır. Hatta onlar bu anlayışı daha da ileri
götürerek Harici olmayan herkesi kâfir ve düşman kabul etmişlerdir.[1370] Onlar bu hükmü
genelleştirerek masum insanların öldürülmesine de sebep oldular.[1371] Akbulut, Haricilerin bu
görüş ve yorumlarının altında isyanlarının ve siyasi görüşlerinin meşru
gösterme çabasından kaynaklandığını ifade etmektedir. Ona göre; bu meseleyi ilk
defa sistemli olarak Hariciler gündeme getirmişlerdir. Büyük günah konusu
hakkındaki tartışmalar, siyasi kutuplaşmaların bir sonucu olarak ortaya çıktığı
için meselenin ana ekseni siyasidir. Taraflar politik tercihlerine göre Kur’an
ve hadisten destek aramışlardır. Siyasi görüşlerin, Kur’an ve hadis ile
temellendirilmesi, ayrılıkların itikat alanına taşınması sonucunu doğurarak,
başlangıçtaki ayrılığın kurumlaşmasına sebep olmuştur. Bugün de aynı
tartışmaların mevcut olması, bu kurumlaşmanın sonucudur denebilir.[1372]
Hariciler,
özellikle Hz. Ali hakeme başvurduğu için onun kâfir olduğuna inanıyorlar ancak
bu küfrün şirk olup olmadığı konusunda ihtilaf ediyorlar. Bununla birlikte her
büyük günahın küfrü gerektirdiğini ve dolayısıyla büyük günah işleyen kimsenin
sonsuza dek cehennemde kalacağını ifade ediyorlar.[1373]
Hariciler Hz.
Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in halifeliğinin tümünü, Hz. Osman’ın halifeliğinin ilk
altı yılını, Hz. Ali’nin halifeliğinin ise tahkime kadar ki olan sürecini kabul
ederler.[1374]
Hariciler’in
Muhakkimetü’l-Ûla adlı kolu Hz. Ali’yi icraatlarından dolayı hatalı bulurken,
bunlardan bir kısmı daha da ileri giderek Hz. Ali’yi Cemel ve benzeri savaşlara
katıldığı için lanetlemişlerdir. Bunun yanında kendilerince buldukları
bahanelerle Hz. Osman ve Cemel Vak’ası’na katılanlar hakkında da yakışıksız
sözler sarf etmişlerdir.[1375]
Haricilerin
Ezârika kolu Hz. Ali’yi tekfir ediyor.[1376]
Bunlar büyük günahı küfür kabul edip muhaliflerin bulunduğu yerin, küfür diyarı
olduğunu ve büyük günah işleyen kimsenin sonsuza dek cehennemde kalacağını
iddia ediyorlar.[1377] Bunun yanında, “insanlardan
öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider. Birde
kalbindekine (sözünün özüne uyduğuna) Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o,
düşmanlıkta en amansız olandır.”[1378] ayetinin Hz. Ali
hakkında nazil olduğuna inanıyorlar. Ayrıca Abdurrahman b. Mülcem’in Hz. Ali’yi
öldürmesinden memnuniyet duyarak, “İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah
’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah, kullarına çok şefkatlidir.
”[1379]
ayetinin de onunla ilgili olarak indiğini düşünüyorlar.[1380] Hatta Haricilerin önde gelen
âlimlerinden biri, Hz. Ali’ye vurduğu kılıç darbesinden dolayı Abdurrahman b.
Mülcem’in Allah katında büyük derece kazandığını ve bütün yaratılmışların
içinde defteri iyiliklerle dolan biri olduğunu ifade ediyor. Bundan da öte Hz.
Osman, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz. Aişe, İbn Abbas ve onlarla birlikte hareket
eden Müslümanları da tekfir ederek hepsinin cehennemde ebedi olarak
kalacaklarını ifade ediyorlar.[1381]
Haricilerden
en ılımlı kolu olup günümüze ulaşan İbâdiyye (İbâzıyye) fırkası[1382] diğerlerinden farklı olarak
büyük günah meselesine farklı pencereden bakıyorlar. Onlara göre; büyük günah
işleyen kimse kâfirdir ancak Allah’a inandığı için müşrik değildir.[1383] [1384]
İslâm siyasi
hayatının akışını kontrol etmek için Muâviye ’ye karşı birlikte çarpışanlar,
Şiâ ve Hariciler olarak ikiye bölünerek; “Hariciler partinin dış görünümünü,
Şiâ ise gizli ve batınî yönünü” temsil etti. Bu bölünmeden sonra “Huruç fikri,
dini, siyasi, ahlaki ve içtimai alanlarda Müslümanların mezheplerinden bir
mezhep oldu”. Tamamen siyasi olaylar neticesinde ortaya çıkan Hariciliğin; önce
tatbikatı olmuş, daha sonra ise nazariyesi kurulmuştur. Yani, bir bakıma
pratiğin teorisi yapılmıştır. Haricilerin, orijinalitesi olan iki konudaki
görüşlerine; büyük günah işleyenlerin durumu ile hilafet hakkındaki
düşüncelerine bu açıdan bakılması daha isabetli olacaktır.
Şiâ[1385] mezhebine mensup Zeydiyye[1386] fırkası; büyük günah
sahiplerinin cehennemde azap görecekleri, orada ebedi olarak kalacakları ve
oradan çıkarılamayacakları hususunda birleşmişlerdir. Hepsi, Hz. Ali’nin Cemel
Vak’ası’nda haklı olduğu, Cemel Ashâbı’nın hatalı olduğu konusunda ittifak
etmişlerdir.[1387] Şiâ’ya mensup fırkaların
çoğu[1388] İmâmiyye[1389] ve Râfızîler de aynı
görüştedirler. Râfızîler’den bir fırka, Hz. Ali’ye karşı savaşan Hz. Talha, Hz.
Zübeyr ve Muâviye ’nin kâfir olduklarını, başka bir fırka da onların kâfir
değil de fâsık olduğunu ileri sürüyorlar.[1390]
Mürcie[1391] mezhebi, büyük günah işleyen
kimseleri işledikleri büyük günahtan dolayı tekfir etmemişler, bunun yanında
Hariciler ve Kaderiyye’nin aksine cehennemde ebedi kalacaklarına da
hükmetmemişlerdir.[1392] Ayrıca İrcâ’nın Hz. Ali’yi
fazilet olarak birinci dereceden dördüncü dereceye koymak ya da geciktirmek
olduğu da ifade edilmektedir.[1393] Bu mezhebe göre; büyük günah
işleyen kimsenin dünyadayken cennetlik veya cehennemlik olduğu hakkında
herhangi bir hüküm verilemeyeceği için, onun hükmü kıyamet gününe
bırakılmıştır.[1394] Mürcie, büyük günah
işleyenlerin durumlarının Allah’a bırakılması ve hiçbir Müslüman’ın tekfir edilmemesi
şeklinde birleştirici bir tavır sergileyerek İrcâ fikrini benimsemiştir.[1395]
Mu’tezile[1396] mezhebine göre; büyük günah
işleyen kimse ne mümindir ne de kâfirdir.[1397]
İman ile küfür arasında olup fâsıktır.[1398]
Bu kimse dünyada kendisine Müslüman gibi muamele edilir. Şayet tövbe ederse
ahirette kurtuluşa erer, tövbe etmezse
ebediyen cehennemde kalır. Ancak azabı kafirin azabından daha hafiftir.
Mu’tezile
mezhebine göre; Cemel Vak’ası’na katılanların hangisi olduğu bilinmemekle
birlikte bir taraf hatalıdır.[1399] [1400]
Hz. Osman’ın katilleri ve onu yardımsız bırakanlar da aynı şekilde hatalıdır.
Mu’tezile, bu durumu lian hadisesine benzeterek iki tarafın hem liderlerinin
hem de mensuplarının şahitliğini kabul etmezler. Onlar Hz. Ali, Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr’in şahitliklerini kabul etmedikleri gibi Hz. Osman ve Hz. Ali’nin
hatalı olabileceklerini de ifade ediyorlar.[1401]
Cemel
Vak’ası’nın her iki tarafıyla ilgili olarak Ehl-i Sünnet’in görüşü diğer
mezheplerden farklılık arzetmektedir. Selefiyye’ye mensup âlimlerin büyük çoğunluğu,
sahâbe arasında ortaya çıkan bu tür ihtilafları tartışma konusu yapmayı uygun
görmemişlerdir. Onlara göre; iki taraf hata etmiş olsalar dahi savaşan iki
sahâbe grubunu da Allah affetmiştir. Örneğin; İbn Hazm, Cemel Vak’ası’nda her
iki tarafın iyi niyetli olduğunu ve iki tarafın da yaptığı işin içtihada
dayandığını dolayısıyla savaşmak maksadıyla yola çıkmadıkları halde bu durumun
onların aleyhine döneceğini hisseden katillerin komplosu sonunda kendilerini
savaşın içinde bulduklarını ve bundan dolayı kusursuz olduklarını ifade ediyor.[1402]
Mâtürîdî’ye[1403] göre; adam öldürmek gibi
büyük günah sayılan fiili işlemek kişiyi imandan çıkarmaz.[1404] Ona göre; iman, kalbin dini
gerçekleri onaylaması demektir. İman dairesinden çıkış ise; ancak dini
gerçekleri reddetmekle mümkün olur.137 [1405]
Kişi büyük günah işlemiş olsa da iman etmek suretiyle en büyük hayrı işlemiş
olur, kötülükte ise; inkâr ve şirk noktasına ulaşmamış bulunur. Eğer büyük
günah işleyen kimseye ebedi cehennem cezası verilirse en üstün iyilik olan
iman, mükâfatsız kalır bu da adaletle bağdaşmaz.[1406]
Dolayısıyla günahlar kalpteki iman tasdikini etkilemediği müddetçe iman
zedelenmez.[1407] Onun anlayışına göre;
İslâmiyet’i benimsemek kolay ancak terk etmek zordur.[1408]
Mâtürîdî,
büyük günahlardan kaçınan kimselerin küçük günahlarının bağışlanacağını,[1409] tövbe ile her türlü günahın
ortadan kalkacağını dile getiriyor. Şirk veya küfür dışındaki büyük günahların
ise Allah’ın affına mazhar olmak, dünyada veya ahirette cezasını çekmek, samimi
kulluk ve iyi davranışlarda bulunmak suretiyle[1410]
veya şefaate nail olmakla affedilebileceğini ifade ediyor.[1411]
Eş’ârî[1412] başta olmak üzere onunla
aynı görüşü paylaşan âlimler, imanı; kalpteki tasdikin dille ifade edilmesi
gerektiğini ifade ediyorlar.[1413] Onlara göre; Allah’ın
varlığını tanımamak (küfür) veya Allah’ın birliğine inanmamak (şirk) büyük ve
affedilmez günahlardır. Bunların dışında kalan adam öldürme gibi büyük
günahları işlemek kalpte tasdik bulunduğu sürece imanı ortadan kaldırmaz.[1414] Günah işleyen, özellikle
büyük günahları irtikâp eden ve tövbe etmeden ölen mümin cehennemde cezasını
çektikten sonra cennete girer.[1415]
Büyük günah işleyen sadece fıska düşer. Bu bakımdan ona fâsık mümin ya da
mümin-i asi denir.[1416] Durumu Allah’a kalmıştır.[1417] İlahi affa veya şefaate
mazhar olması ve doğrudan cennete girmesi de mümkündür. Eş’ârî kelâmcıları
kıble ehlinin tekfir edilemeyeceği ilkesini benimsemişlerdir.[1418]
Bazı Selef
âlimleriyle Eş’ariyye ve Mâtürîdîyye’ye bağlı Sünni kelâmcıların hemen hemen
tamamı Cemel Vak’ası’nda Hz. Ali’nin haklı, Cemel Ashâbı’nın haksız olduğu
kanaatindedirler. Onlara göre; Cemel Ashâbı Müslümanların hilafet makamına
getirdiği Hz. Ali’ye karşı tavır almış ve ona itaatsizlik göstermişlerdir.[1419]
Ehl-i
sünnet’in teşekkülünden önce muhaddis, müfessir ve fakihlerin öncülüğünü
yaptığı, İslâm toplumunun çoğunluğunu teşkil eden Selef-i salihinin sahâbe
konusundaki görüşü, sahâbenin fazileti ve adaleti hakkında olumlu olup bu görüş
Cemel Vak’ası ve benzeri savaşlarda hayatlarını kaybeden sahâbe hakkında da
geçerlidir.[1420] İbn Haldûn, insaf nazarıyla
bakıldığında Hz. Osman döneminde ve ondan sonra meydana gelen hadiselerde
sahâbenin ihtilafı konusunda herkesin mazur görüleceğini ifade eder. Ona göre;
bu hadiselerin hepsi fitneydi ve Allah Müslümanları fitneyle imtihan etmiştir.[1421]
Selef-i
salihine göre; Cemel Ashâbı’nı savaşa sevk eden amil her iki tarafta yer alan
Müslümanların hayrını düşünmüş olmasıdır. Onların bu inanç ve içtihadları,
rivayet ettikleri hadislerin sıhhatinden şüphe etmeyi gerektirecek bir sonuç
doğurmamış, hata etmiş olsalar bile bu hataları imanlarına zarar vermemiştir.[1422]
Sünni
kelâmcılara göre; Cemel Vak’ası’ndan sonra Hz. Aişe ve etrafındakilerin
pişmanlık duyduklarına dair rivayetler onların hatalı olduklarını
göstermektedir. Bununla birlikte bu hatalarından ötürü Cemel Ashâbı’nın tekfir
edilemeyecekleri gibi fâsık oldukları da söylenemez. Çünkü onlar Müslümanlar
arasında ihtilaf çıkarmak gayesi taşımamışlardır. Hz. Ali’ye karşı çıkışları da
İslâm âlimlerinin caiz gördüğü içtihadlarının bir sonucudur.[1423]
İbn Haldûn’a
göre; müçtehitler ihtilafa düştükleri zaman, ya içtihadi meselelerde hak iki
taraftan birindedir ya da hepsi hak üzerindedir denilir. Şayet iki taraftan
biri hak üzerindedir, diğeri ise hatalıdır, denilirse bu durumda hangi tarafın
hak üzerinde olduğu kesin belirlenemez. O halde, her iki tarafın da hak
üzerinde olduğu ve içtihadında isabet ettiği söylenebilir. Ancak kimin hatalı
olduğu kestirilemez. Bunun yanında şayet her iki taraf isabet etmiştir,
denilirse bu sefer de hata ve günah söz konusu olamaz. İbn Haldûn bundan hareketle,
sahâbe arasındaki ihtilafı zannî olan dini meselelerdeki içtihatla ilgili bir
ihtilaf olarak görmüş ve hükmü de buna göre vermiştir.[1424]
Bunların
dışında ayrıca Cemel Vak’ası’ında kimin haklı kimin haksız olduğu konusunda
tartışmalarda görüş bildirmeyen gruplar da olmuştur. Bunlar da Vâkıfe’den
sayılmaktadır.[1425] Bu görüşlerin dışında, Cemel
Vak’ası’nda her iki tarafın da hatalı olduğunu ileri süren, Sa’d b. Ebû Vakkas,
Abdullah b. Ömer, Üsâme b. Zeyd ve Muhammed b. Mesleme’nin yaptığı gibi iki
taraftan hiçbirine katılmayanların daha isabetli hareket ettiği kanaatini
taşıyanlar da mevcuttur.[1426]
Bir kısım
günahların büyük bir kısım günahların da küçük olduğuna ve büyük günahların
nasslarda dünyevi veya uhrevi ceza öngörülen fiillerden ibaret bulunduğuna ilişkin
görüş isabetli görünmektedir. Büyük günah işleyen kimsenin dini statüsü
hususunda Haricilerde Mürcie ve Mu’tezile’nin görüşlerinin nasslarla
uzlaştırılması zordur. Hem Sünni kelâmcıları hem de Selefiyye âlimleri büyük
günah işleyen kimsenin dinden çıkmadığı kanaatini taşımakta, dünyevi cezanın
yanı sıra tövbe yoluyla da bu günahtan kurtulma imkânı olduğunu kabul
etmektedirler. Bu yaklaşım biçimi nasslara ve akla daha uygundur.[1427]
Cemel
Vak’ası’na katılan her iki taraf hakkında isabetli değerlendirmeyi Sünni
kelâmcıların yaptığını söylemek mümkündür. Bazı Şiîler’le Hariciler’in sahâbeyi
tekfir etmeleri, bazı Mu’tezili ve Selefi âlimlerin bu konuda hüküm vermekten
kaçınmaları ve aşırı muhafazakârlığa bürünen Selefiyye’nin savaşan her iki
tarafı da haklı bulması mantıklı değildir. Cemel Vak’ası’na katılmaları
sebebiyle sahâbe ve tabiini tekfir etmenin hiçbir dini dayanağı yoktur. Zira bu
görüş hem nasslara aykırıdır hem de Hz. Ali’nin savaş sonrasında muhaliflerine
karşı takındığı yumuşak tavırla uyuşmamaktadır. Çünkü muhalif grup Hz. Ali’ye
karşı çıkmakla isyankâr kabul edilebilir. Bunun ise kâfir olma sonucunu
doğurduğunu belirten hiçbir nass yoktur. Aksine Kur’an-ı Kerim, aralarındaki
anlaşmazlıklar yüzünden savaşan grupları “müminler” olarak vasıflandırmaktadır.[1428] Bayatlı’nın
değerlendirmesine göre; toplumsal düzeni bozanları cezalandırmak, dinden
dönenlere karşı mücedele etmek ve içtihat farkından kaynaklı Müslüman toplumu
içinde savaşların çıkabileceğini ifade etmektedir.[1429]
Hz. Osman ve
Hz. Ali döneminde meydana gelen hataları eleştirirken nasıl hareket edilmesi
gerektiği tespit edilmelidir. Bu konuda genel kural şudur: Müslümanlar Hz.
Peygamber’den başka kimsenin masum olduğuna inanmazlar. Râşid Halifeler, sahâbe
ve diğer Müslümanlar hata yapabilirler. Bunlar ya bu hatalarından tövbe ederler
ya birçok iyi davranışla bu hataları telafi ederler ya da birtakım musibetlere
uğrayarak hatalarından kurtulurlar.[1430]
İnsanın birtakım musibet ve felaketlere uğraması onun günahkâr olduğu anlamına
gelmez. Fakat felakete uğrayan kişinin günah ve kusurları varsa başına gelen bu
felaket onun günahlarına kefaret olabilir. Şayet affedilecek bir günahı yoksa
bu durum onun makamının yükselmesine sebep olur. Bundan hareketle genel kanaat
şudur: Hz. Peygamber’in ashabının uğradığı bütün felaketler onların
makamlarının yükselmesine vesile olmuştur.[1431]
Dolayısıyla Hz. Osman ve Hz. Ali gibi önde gelen sahâbe şayet bir hata
etmişlerse bunları bağışlayacak sebepler de vardır.[1432]
Cemel
Vak’ası’nda ölenlerle öldürenlerin durumuyla ilgili olarak şöyle de bir
değerlendirme yapılmaktadır: Hz. Ali ile Cemel Ashâbı arasında Adalet-i Mahza
(Tam adalet) ile Adalet-i İzafiye’nin (Nisbi adalet) mücadelesi vardı. Hz. Ali
Hz. Osman’ın katillerini cezalandırma konusundaki içtihadı Adalet-i Mahza’ydı.
Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer dönemindeki esas üzerinde devleti yönetmek
istiyordu. Ancak Cemel Ashâbı bu konuda Hz. Ali gibi düşünmüyordu. Onlara göre;
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer dönemindeki gibi İslâmiyet’in duruluğu Adalet-i
Mahza’ya uygundu. Ancak şuanki Müslümanlar bu duruluğa sahip olmadıkları için
Adalet-i Mahza’yı uygulamak zordur. Bunun için onlar ehven-i şer olarak
Adalet-i İzafiye’nin uygun olacağını belirtip Hz. Osman’ın katillerinin hemen
cezalandırılmasını istiyorlardı. Bu iki farklı görüş Cemel Vak’ası’na sebep
oldu.[1433]
Âlimler; “...
Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak
karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de
birini (hayatını kurtarmak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır... ”[1434]
ayetinden hareketle kişinin rızası olmadan kamu yararı adına hakkının
feda edilemeyeceğini ileri sürerler. Dolayısıyla Adalet-i Mahza (Tam adalet)
yerine Adalet-i İzafiye’yi (Nisbi adalet) tercih etmeyen Hz. Ali isabet
etmiştir.[1435] İki taraf da İslâm’ın
menfaati için içtihad ettiklerinden dolayı hem ölen hem de öldüren Müslüman
cennettedir. Ehl-i Sünnet’e göre; Hz. Ali’nin içtihadı isabetli Cemel
Ashâbı’nın içtihadı ise isabetsizdir. Ancak Cemel Ashâbı hatalı içtihadından
dolayı cezaya tabi tutulmazlar. Çünkü içtihad bir ibadet olduğu için isabet
edene iki sevap, isabet etmeyene de bir sevap vardır. Bundan dolayı müçtehidler
hatalarından mazurdurlar. Bu konuda özürleri kabul edilir.[1436]
Azimli bu
değerlendirmeye şiddetle karşı çıkmaktadır. Ona göre; bu olayın sorumluluğu
hayali bir kişilik İbn Sebe ve grubuna yüklenilmiştir. Bununla da yetinilmeyip
iki tarafı mazur gösterme anlayışından hareketle içtihad farkı öne sürülerek
iki taraf da müçtehid kabul edilerek onlar sorumluluktan kurtarılmaya çalışılmıştır.
Onlar Hz. Ali’yi hatasız görüyorlar. Cemel Ashâbı’nın ise yanlış isabet
ettiklerini ancak buna rağmen sevap kazandıklarını iddia etmişler. Ona göre;
Sünnî algı içinden çıkamadığı konularda bu tür tevillere yönelmiştir.[1437]
Hz. Ali, Cemel
Vak’ası sonrasında muhaliflerini kendisine karşı isyan eden kardeşleri olarak
görmüş ve onlara mürted muamelesi yapmamıştır. Bu durum Hz. Ali’ye karşı olan
zümreleri tekfir edenlerin yanlış yolda olduğunu göstermektedir.[1438] Selefiyye’nin,
Cemel Vak’ası’nda her iki tarafı da haklı gösteren görüşleri de aklın
prensiplerine aykırıdır. Ayrıca bu görüş, sahâbe ve tabiinin peygamberler gibi
hata işlemekten korunmuş oldukları sonucuna götürür ki bunun İslâm inanç
esaslarıyla bağdaşmayacağı açıktır. Bazı âlimlerin, Cemel Vak’ası gibi son
derece ciddi sonuçlar doğuran bir tarihi olayı tahlil etmekten kaçınmaları ise
en başta gelen görevi gerçekleri tespit edip ortaya çıkarmak olan ilmin
prensiplerine aykırıdır.[1439]
Bu durumda
sahâbeye karşı tutumun nasıl olması gerektiğine gelince; Kur’an-ı Kerim’in
“insanlık için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet”[1440] diye tanıttığı sahâbe
Müslümanlar içinde en değerli ve faziletli nesil olarak kabul edilmektedir. Bu
değer ve fazileti, taşıdıkları güçlü iman ve örnek davranışları sayesinde elde
etmişlerdir.[1441] Allah sahâbeyi Kur’an’da
birçok ayette[1442] övmüştür.[1443]
Sahâbe nesli,
Hz. Peygamber’e gösterdiği bağlılık ve teslimiyet, ona verdiği destek, hem
hayatında hem vefatından sonra İslâmiyet’in yayılması ve doğru anlaşılması için
yaptığı olağanüstü çalışmalar sebebiyle dinde önemli bir yere sahiptir.[1444] Aslında sahâbe nesli fert
olarak diğer insanlardan farklı bir üstünlüğe sahip olmadığı gibi masum ve
günahsız da değildir.[1445] Ancak onların büyük bir
kısmı daha önce yaşadığı şirk hayatından nazil olan ayetlerin direktifi ve Hz.
Peygamber’in eğitimi sayesinde kurtularak yepyeni bir hayata kavuşmuş, bizzat
Hz. Peygamber’den öğrendikleri İslâmiyet’i güzel bir şekilde yaşamak suretiyle
kendilerinden sonra gelen Müslümanlara birer örnek olmuştur. Bundan dolayı Hz.
Peygamber Müslümanların onları örnek almasını tavsiye etmiş ve sahâbe çizgisini
getirdiği dinin ve kurduğu sistemin devamı olarak göstermiştir.[1446]
Sahâbe
arasında siyasi konularla içtihada dayanan bazı meselelerde çeşitli ihtilaflar,
hatta savaşlar çıkmasına rağmen onlar kendileriyle ilgili ayet ve hadisleri göz
önünde bulundurarak birbirleri hakkında övücü ifadeler kullanmışlardır. Ancak
Hz. Osman’ın son döneminden itibaren Müslümanlar arasında temeli siyasi
olaylara ve içtihadi görüşlere dayanan çeşitli ihtilafların çıkmasını fırsat
bilen bazı art niyetli kişiler veya yeni Müslüman olmuş kimseler sahâbe
aleyhinde konuşmaya ve onları tekfir etmeye başlamışlardır. Hz. Osman’ın şehit
edilmesinden sonra ihtilafların giderek artması, bunların sebep olduğu Cemel
Vak’ası ve benzeri savaşlarda sahâbenin karşıt cephelerde yer alması, bir
kısmının da çekimser kalması çeşitli yorumlara zemin hazırlamış ve onlar
hakkında umumi kanaate aykırı görüşlerin doğmasına yol açmıştır.[1447]
Sahâbeye karşı
saygısızlık[1448] Selef-i salihin çizgisinden
ayrılan Şiâ, Hariciler ve Mu’tezile gibi fırkalar tarafından başlatılmış ve
sürdürülmüştür.[1449] Âlimler, faziletleri Kur’an
ve Sünnet’le onaylanmış sahâbeye saygısızlığın dini açıdan bir hüküm ifade
etmesi gerektiği kanaatine varmış ve bu konuda değişik görüşler
belirtmişlerdir. Bazılarına göre; sahâbeye saygısızlık inanç açısından
tehlikeli olup insanı küfre götürebilir. Zira bu davranışta sahâbeyi tezkiye
eden ayet ve hadislere muhalefet söz konusudur.182 [1450]
Diğer bazılarına göre ise; sahâbeye saygısızlık, küfür değil de fısk ve
dalalettir. Bunlara göre; saygısızlıkta bulunan kimse tövbeye davet edilir,
eğer vazgeçmezse tedip edilir veya hapse atılır.[1451]
Netice olarak
Cemel Vak’ası ve benzeri sahâbe arasında meydana gelen olaylara siyasi gözlükle
bakmak mutlaka sahâbenin bazısını haklı, bazısını da haksız duruma
getirecektir. Hâlbuki sahâbe hakkında bu tür yaklaşımlar hem Kur’an’da hem de
hadislerde kendilerine verilen değere uymamaktadır. Öte yandan sadece sahâbenin
faziletlerine bakıp ortaya çıkan ihtilafları görmezlikten gelmek de makul
değildir. Bundan hareketle, ifrat ve tefrite kaçmadan itikadî meselelere konu
olmuş bu hadiseyi makul bir çerçevede değerlendirmelidir.[1452]
Bundan
hareketle araştırmacılar, Cemel Vak’ası ve benzeri sahâbe arasında meydana gelen
ve son derece ciddi sonuçlar doğuran tarihi olayları tahlil etmekten
kaçınmamalı, ilmi açıdan görevleri olan gerçekleri tespit edip ortaya
çıkarmalı, Müslümanları tarihi gerçekler konusunda aydınlatmalıdır. Ancak bunu
yaparken de sahâbeye saygı konusunda oldukça titiz ve ölçülü davranmalıdır. Ne
sahâbeyi ölçüsüz eleştirmeli ne de onların hatalarını tamamen örtmelidir.
SONUÇ
Bilindiği gibi
halifeliğinin son döneminde Hz. Osman’ın yönetimine karşı sahâbenin bazısı
başta olmak üzere Müslümanlar arasında genel bir memnuniyetsizlik vardı.
Sahâbenin önde gelenlerinden Hz. Ali, Hz. Aişe, Hz. Talha, Hz. Zübeyr de
memnuniyetsizliklerini zaman zaman dile getirerek Hz. Osman’ı eleştiriyorlardı.
Hz. Osman’ın
yönetiminden rahatsız olan ve halifenin görevi bırakmasını isteyen asiler, önde
gelen sahâbenin de aralarında bulunduğu ve binlerce Müslüman’ın yaşadığı
başkent Medine’de Müslümanların lideri halife Hz. Osman’ın evini günlerce
kuşattılar. Ancak sayıları asilerden fazla olan Medineliler Hz. Osman’a
gerektiği gibi sahip çıkmadı.
Hz. Osman’ın
yardım talebine karşı başta Hz. Ali olmak üzere önde gelen bazı sahâbe, hem
kendileri hem de çocuklarıyla birlikte yardım etmeye çalıştılarsa da kötü
gidişatın önüne geçemediler.
Hz. Osman,
kuşatma sırasında birçok yerden yardım talep ettiği gibi Müslümanların üzerinde
etkili olan Hz. Aişe’den de asilere karşı yardım talep etti. Ancak Hz. Aişe
Ümmü Habibe’nin başına gelenlerin kendi başına gelmesinden çekindiğini
belirterek bu talebi reddetti ve kuşatma devam ettiği sıralarda Medine’den
ayrılarak hacca gitti. Günlerce süren kuşatmadan sonra Hz. Osman evinde bazı
asiler tarafından şehit edildi. Bu olay İslâm dünyasında büyük bir yankı
uyandırdı. Çünkü başta Medineliler olmak üzere Müslümanlardan kimse böyle bir
sonucu beklemiyordu.
Hz. Osman
şehit edildikten sonra lidersiz kalan Müslümanlar için Medineliler halife seçme
arayışına girdiler. Medineliler asilerin de etkisiyle o günkü şartlarda
Müslümanları yönetebilecek halife adaylarından Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr,
Hz. Sa’d b. Ebû Vakkâs ve Hz. Abdullah b. Ömer gibi önde gelen sahâbeye
halifelik teklif ettiler. Ancak o günkü şartlarda kimse böyle zorlu bir görevi
üstlenmek istemedi. Medinelilerin kendi aralarında yaptıkları istişareler ve
asilerin de baskısı sonucu Hz. Ali ikna edilerek halife seçildi.
Hz. Ali
kimseye baskı kurmadan ve mescitte Medinelilerin büyük çoğunluğunun biatini
alarak halife seçildi. Ancak seleflerinden farklı olarak ne Medine de ne de
İslâm coğrafyasının tümünde Hz. Ali’ye bütün Müslümanlar biat etmedi. Aslında
bu durum Hz. Ali döneminde yaşanılacak problemlerin habercisiydi.
Zamanında Hz.
Osman’a muhalefet eden Hz. Aişe, hac dönüşü yoldayken Hz. Osman’ın şehit
edildiğini ve Hz. Ali’nin de halife seçildiği haberini alınca Mekke’ye geri
döndü. Hz. Aişe Mekke’de Hz. Osman’ın mazlum bir şekilde şehit edildiğini ifade
ederek asilerin cezalandırılması için insanlara çağrıda bulundu.
Hz. Aişe’nin
bu şekilde tavır değiştirmesine çoğu kimse anlam veremedi ve bu tavrından
dolayı onu samimiyetsizlikle suçladılar. Kaynaklarda Hz. Aişe’nin muhalefeti
için ileri sürülen birtakım rivayetler mevcuttur.
Cemel
Ashâbı’nın liderlerinden Hz. Aişe’nin dillendirdiği gerekçe; Hz. Osman’ın
katillerinin cezalandırılması ve Müslümanların arasındaki fitnenin ıslah
edilmesidir. Ancak Hz. Aişe, Hz. Osman hayattayken ona açık bir şekilde
muhalefet etmişti. Ayrıca Hz. Osman kuşatma altındayken Hz. Aişe’den yardım
talep etmesine rağmen Hz. Aişe ondan yardımını esirgemiş ve hacca gitmişti.
Bundan dolayı Hz. Osman’ın kanını talep etme konusunda Hz. Aişe’nin samimiyeti sorgulanmıştır.
Her ne kadar Hz. Aişe, fikrinin değiştiğini ifade ettiyse de çoğu kimseyi ikna
edememişti. Bundan dolayı Hz. Aişe’nin farklı bir amacının olduğunu ifade
edenler olmuştur. Hz. Aişe’nin herhangi bir amacı olmasa dahi Hz. Osman’ın
kanını talep etmesi şaşırtıcıdır. Çünkü Hz. Aişe Hz. Osman’ın kanını talep
edecek kadar Hz. Osman’a yakın biri değildi. Ayrıca katillerin
cezalandırılmasını Mekke’de insanları mücadeleye davet ederek değil de
Medine’de bizzat Hz. Ali’den istemesi gerekirdi.
Bazı araştırmacılara
göre; Hz. Aişe, Hz. Ali’nin İfk Hadisesi’ndeki tavrını unutmadığından dolayı
yıllar sonra Hz. Ali halife seçilince ona muhalefet etmiştir. Bilindiği gibi
Hz. Ali, İfk Hadisesi karşısında zor bir süreçten geçen Hz. Peygamber’e, iyi
niyetinden dolayı Hz. Aişe’yi boşayabileceğini tavsiye etmişti. Hz. Ali’nin bu
önerisi, iftira karşısında zor günler geçiren Hz. Aişe’yi oldukça üzmüştü.
Bundan dolayı, Hz. Aişe’nin Hz. Ali’ye muhalefet ettiği ifade edilmektedir. Bu
iddia kendi içinde mantıklı görünse de Hz. Aişe’nin muhalefetini bunun üzerinde
bina etmek güçtür. Hz. Aişe’nin yıllarca böyle bir husumeti hiç dillendirmeden
içinde taşıması ve ilk fırsatta Hz. Ali’ye karşı bunu kullanması zor
görünmektedir. Ancak şu var ki, Hz. Ali ile Hz. Aişe’nin zor zamanlarda
birbirlerini desteklememelerinden hareketle aralarının kişisel olarak iyi
olmadığını söylemek mümkündür. Bundan dolayı İfk Hadisesi, neden değil sadece
nedenlerden biridir denilebilir.
Hz. Aişe, Hz.
Ali’nin değil de yakını sayılan Hz. Talha’nın halife seçilmesini istediği de
ifade edilir. Hz. Ali’nin halife seçildiğini duyduğunda Hz. Aişe’nin bu
düşüncesini dillendirdiği görülmektedir. Aslında Hz. Aişe’nin Hz. Ali’nin
yerine Hz. Talha’yı halife olarak görmek istemesi normaldir ve
eleştirilebilecek bir durum da değildir. Hz. Ali’ye karşı Hz. Aişe’nin Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’le birlikte hareket etmesi bu iddiayı destekler
mahiyettedir.
Yukarıda ifade
edilen gerekçelerin yanında o günkü şartlarda Hz. Ali’ye muhalefet etmesini
gerektirecek psikolojik nedenler ve sosyolojik ortam da Hz. Aişe’nin
muhalefetini etkilemiş olması mümkündür.
Netice
itibariyle bir kadın olarak müminlerin annesi Hz. Aişe’nin meşru halife Hz.
Ali’ye muhalefet etmesi ve binlerce Müslüman’ın kanının dökülmesine sebep olan
bir harekete liderlik etmesinin doğru bir hareket olmadığını ifade etmek
mümkündür. Nitekim savaştan sonra pişmanlığını dile getirmesi bu düşünceyi
destekler mahiyettedir.
Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr’in Hz. Ali’ye biat etmesi ihtilaflı bir konudur. Kimi rivayetlere
göre; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr kendilerine halifelik teklif edilmesine rağmen
bunu reddetmişlerdir. Hatta Hz. Ali’ye biat ettikleri sırada Hz. Ali, şayet
isterlerse onlara biat edebileceğini söylemesine rağmen ikisi bu teklifi kabul
etmeyip bizzat Hz. Ali’ye biat etmişlerdir. Kimi rivayetlere göre de Hz. Talha
ve Hz. Zübeyr Hz. Ali’ye baskı altında biat etmişlerdir. Ayrıca Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr’in biatlerini Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması şartına
bağladıklarını ancak Hz. Ali’nin katilleri cezalandırmakta ağır davranması ve
ikisine istedikleri valilikleri vermemesi üzerine ikisi Mekke’ye gidip muhalif
gruba katıldıkları ve Hz. Ali’ye zorla biat ettiklerini söyledikleri rivayet
edilmektedir.
Medine’de önde
gelen sahâbeden bazıları ile Ümeyye oğullarına mensup bazı kimselerin Hz.
Ali’ye biat etmedikleri halde herhangi bir baskı hissetmedikleri bir ortamda
Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Hz. Ali’ye baskı altında biat ettikleri iddiası zor
görünmektedir. Şayet herhangi bir baskı söz konusu olmuş olsa da Hz. Ali’nin
eliyle değil de asilerin hüküm sürdüğü Medine’de birtakım kimselerin baskısıyla
ikisi biat etmiş olabilirler. Ayrıca Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Medine’de
bulundukları süre zarfında bu konuyu hiç dillendirmemiş olmaları ve Mekke’ye
gittikten sonra bu iddiayı dile getirmeleri garip karşılanmaktadır.
Hz. Ali’nin
Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in valilik taleplerini reddetmesi üzerine ikisinin
muhalefet ettikleri iddiası önemlidir. Ancak şu var ki Hz. Talha ve Hz.
Zübeyr’in sadece valilik taleplerine olumsuz cevap almaları üzerine muhalif
gruba katıldıklarını iddia etmek ikisine haksızlık olur. Çünkü ikisinin de
valilik için Hz. Ali’ye başkaldıracak kimseler olmadığı açıktır. Ancak Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr’in Hz. Ali’nin bilgisi dışında biat için baskıya maruz
kalma ihtimalleri, Hz. Ali’nin asilerden dolayı Medine’de otoriteyi yeterince
sağlayamaması, Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmaması dolayısıyla Hz.
Ali’nin asileri koruyor algısının oluşması ve bunların yanında ikisinin valilik
isteklerine Hz. Ali’nin olumlu cevap vermemesi gibi bilinen ve bunların yanında
birtakım psikolojik ve sosyolojik nedenler ikisinin Hz. Ali’ye karşı tavır
almasında etkili olmuş olabilir. Ancak Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in Mekke’ye umre
bahanesiyle gidip orada meşru halife Hz. Ali’ye başkaldıran gruba katılmaları
kabul edilebilir bir durum değildir. İkisinin ileri sürdüğü gibi zorla bir biat
baskısı ve Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması talebinin karşılık
bulmaması olsa dahi yine de muhalefet etmeleri makul değildir. Ayrıca Hz. Talha
ve Hz. Zübeyr de Hz. Aişe gibi zamanında Hz. Osman’a muhalefet etmişlerdi.
Bunun yanında yine asilere karşı Hz. Osman’a Hz. Ali kadar yardımcı oldukları
da söylenemez. Bir de Hz. Osman’ın oğulları ve onun kabilesi Ümeyye oğullarının
olduğu yerde Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in onun kanını talep etmesi
şaşırtıcıdır.
Hz. Osman’ın
şehit edilmesinin ve onun katillerinin cezalandırılmasının sorumluluğunu Hz.
Ali’ye yükleyen Ümeyye oğullarına mensup hem valilerin hem de Medine’de o
sırada bulunanların durumu hayret vericidir. Zaten onların icraat ve
tutumlarından dolayı insanlar Hz. Osman’a isyan etmişlerdi. Hz. Osman’ın
halifeliği döneminde devletin birçok önemli kademelerine gelerek güçlenen
Ümeyye oğullarının elinde birçok önemli vilayetin valilikleri de vardı. Buna
rağmen Hz. Osman’ı korumakta yetersiz kalmalarına rağmen sorumluluğu Hz. Ali’ye
yüklemeleri şaşırtıcıdır. Bunun yanında otoritesini kabul etmedikleri ve
kendisine biat etmedikleri Hz. Ali’den katilleri cezalandırmasını istemeleri de
ayrı bir çelişkidir.
Ümeyye
oğullarından Medine’de bulunan bazı kimseler Hz. Ali’ye biat etmeden ilk
fırsatta Mekke’ye ya da Şam’a giderken, Hz. Ali’nin valiliklerden aldığı Yemen
valisi Ya’lâ b. Ümeyye ve Ümeyye oğullarına mensup Basra valisi Abdullah b.
Âmir biriktirdiği mallarla Mekke’ye gidip muhalif grubu maddi olarak
desteklediler. Bu olaya adını veren deveyi de Ya’lâ b. Ümeyye aldı.
Şam valisi Muâviye
ise, Hz. Ali’ye biat etmediği gibi onun
valisini de şehre aldırmamıştır. Ayrıca Hz. Ali’nin birçok mektubuna cevap
vermeyip daha sonra boş bir mektup göndererek Hz. Ali’ye meydan okumuştur. Hz.
Osman’ın şehit edilmesi, Muâviye ’nin kendi şahsında Ümeyye oğullarının
otoritesini güçlendirmek için büyük bir fırsat olmuştur. Nitekim Hz. Osman’ın
şehit edilmesiyle başlayan ve Cemel Vak’ası’yla birlikte devam eden süreç Emevî
Devletinin kurulmasına zemin hazırlamıştır.
Muâviye Hz. Osman’ın yakın akrabası olması dolayısıyla
onun kanını hem dini hemde hukuki olarak talep etme hakkına sahipti. O da bunu
fırsat bilerek Hz. Ali’ye karşı koz olarak kullanmış ve neticede başarılı
olmuştur.
Netice olarak;
Cemel Vak’ası’nın nedenleri eldeki veriler üzerinde irdelendiğinde, Hz. Osman’ı
şehit edilmesine giden süreci hazırlayan Ümeyye oğullarının iktidardaki yanlış
icraatları ve Hz. Ali döneminde iktidara ortak olma arzuları, Müslümanlar
arasındaki fitnenin meydana gelmesine neden olduğu göze çarpmaktadır.
Görüldüğü gibi
Hz. Ali halife seçilir seçilmez kendisini büyük sorunlar içinde bulmuştur. Hz.
Ali halife seçilince bir taraftan Hz. Aişe, bir taraftan muhtemel halife
adayları ve şûra üyelerinden Hz. Talha ve Hz. Zübeyr, bir taraftan kendisine
biat etmeyen Ümeyye oğullarına mensup bazı valiler ile görevinden ayrılmayan
Şam valisi Muâviye , bir taraftan Medine’de hüküm süren ve Hz. Ali’nin
otoritesine engel asilerle uğraşmak zorunda kaldı. Doğal olarak Hz. Ali’nin
bunca ağır sorunların üstesinden gelmesi zordu.
Hz. Ali
kendisine biat etmeyen Şam valisi Muâviye üzerine sefer yapmayı planladığı sırada
Mekke’den Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in önderliğinde, Ümeyye oğullarına
mensup eski valilerin maddi desteğiyle, görünürde Hz. Osman‘ın kanını talep
eden ancak gerçekte farklı niyetleri olan muhalif bir grubun Basra’ya doğru
harekete geçtiği haberi Medine’ye ulaştı. Hz. Ali onlar Basra’ya varmadan
onları durdurmak üzere harekete geçtiyse de onlara yetişemedi.
Burada şöyle
bir durum dikkat çekmektedir: Hz. Ali’den katillerin cezalandırılmasını isteyen
muhalif gruptan bazıları Medine’den Mekke’ye bir şekilde giderken bunun yanında
başka yerlerde bulunan muhalif kimseler de aynı amaçla Mekke’ye gittiler.
Kendisinden sorunları halledilmesi istenen halife Hz. Ali, başkent Medine’de
olmasına rağmen Cemel Ashâbı önderliğindeki muhalif grubun, Hz. Osman’ın şehit
edilmesinden doğrudan ilgisi olmayan Basra’ya onun kanını talep etmek üzere
gitmesi şaşırtıcıdır.
Cemel Ashâbı
önderliğindeki muhalif grup Hav’eb’den geçtiği sırada köpeklerin havlama
sesinin duyulması üzerine Hz. Aişe Hz. Peygamber’in bir hadisini hatırladığını,
ancak gruptakilerin bulundukları yerin Hav’eb olmadığını söyleyip Hz. Aişe’yi
ikna ederek yola devam ettikleri rivayeti mevcuttur. Araştırmacılar bu
rivayetin Hz. Peygamber dilinden üretilen, geleceğe dair bilgi veren ve Hz.
Aişe’yi sorumluluktan kurtarmaya çalışan uydurma bir rivayet olduğunu iddia
ediyorlar. Hakikaten rivayet edildiği gibi bir olay yaşanmışsa şayet, ya Hz.
Peygamber’in hadisini hatırlayan ancak buna rağmen gruba kanan Hz. Aişe sorumlu
olur ya da Hz. Aişe’yi Hz. Peygamber’in hadisine rağmen ikna eden sahâbenin
önde gelenleri hatalı olur ki bu mümkün görünmemektedir.
Cemel Ashâbı
Basra’ya varınca Basra valisi Osman b. Huneyf ve oranın önde gelen
kabilelerinin reisleriyle çeşitli görüşmeler yaptılar. Cemel Ashâbı Basra’ya
geliş amaçlarının Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması ve Müslümanlar
arasındaki fitneyi ıslah etmek olduğunu ifade ettiler. Ancak birtakım
nedenlerden dolayı Basra valisi Osman b. Huneyf ile Cemel Ashâbı arasında
çatışma çıktı ve onlarca Müslüman öldürüldü. Cemel Ashâbı Basra’nın yönetimini
ele geçirince bazı kimseler Osman b. Huneyf’in saçını sakalını yoldular. Masum
bir şekilde şehit edilen Hz. Osman’ın kanını talep etmek üzere yola çıkan Cemel
Ashâbı böylelikle onlarca masum Müslüman’ın kanının dökülmesine sebep oldular.
Bu da muhalif grubun amacı doğru olsa bile hata ettiklerini göstermektedir.
Basra’da
meydana gelen olayları haber alan Hz. Ali Medine ve Kûfe gibi yerlerden bir
takım görüşmeler sonunda asker toplayarak ordusuyla birlikte Basra’ya gitti.
Ancak onun amacı Cemel Ashâbı’yla savaşmadan onları ikna edip savaştan
alıkoymaktı.
Hz. Ali
Basra’da gerek elçiler aracılığıyla gerekse kendisi Cemel Ashâbı’yla çeşitli
görüşmeler yaptı. Hz. Ali Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’le yaptığı görüşme sonucunda
Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in pişman oldukları ve savaş meydanından ayrılmak
istedikleri ancak Abdullah b. Zübeyr’in kendi babasını ikna ettiği rivayet
edilmektedir. Bazı araştırmacılar bu rivayetle Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in mazur
gösterilmeye çalışıldığını ifade etmektedirler. Ancak şu var ki rivayet doğru
olsa bile Mekke’den Basra’ya kadar muhalif gruba önderlik eden ve Basra’da
çatışmaya sebep olan yine Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’dir. Dolayısıyla bu durum
ikisini mazur göstermez.
Hz. Ali’nin
Cemel Ashâbı’yla yaptığı görüşmeler neticesinde barış havasının estiği ifade
edilir. Taberî kanalıyla gelen Seyf b. Ömer’in rivayetine göre; varlığı
tartışmalı olan İbn Sebe ve grubu barış ihtimali üzerine aldıkları karar sonucu
sabahleyin şafak sökmeden iki tarafa ansızın saldırarak savaşı başlattılar.
Böylelikle hem Hz. Ali hem de Cemel Ashâbı taraftarları ne olduğunu anlamadan
kendilerini çatışmanın içinde buldular ve kısa süren bu savaşta binlerce
Müslüman öldü.
Bazı
araştırmacılar Seyf b. Ömer’in bu rivayetini eleştirmektedirler. Onlara göre; Seyf
b. Ömer’in bu rivayeti sadece Taberî’nin kanalıyla gelmiş ve hiçbir tarihçi bu
rivayeti eserine almamıştır. Dolayısıyla bu durum rivayetin zayıf olduğunu
göstermektedir. Ayrıca tek kaynağı, Seyf b. Ömer’in bu rivayeti olan İbn Sebe
ve grubunun da tarihi bir gerçeklik olmayıp tamamen sahâbeyi sorumluluktan
kurtarma gayretiyle kurgulandığını ifade ederler. Onlara göre; İbn Sebe ve
grubunu kabul etmek sahâbeyi basiretsiz ve bir Yahudi dönmesinin oyuncağı
haline getirmek olur ki bu da zor görünmektedir. Dolayısıyla Seyf b. Ömer
sahâbeyi koruma refleksiyle onların hatalarını mazur gösterecek bir sorumlu
bularak bütün sorunları ona yüklemiştir.
Bu yorum kendi
içinde mantıklı görünse de olduğu gibi kabul etmek zordur. Çünkü bu iddia
tamamıyla doğru kabul edildiğinde Taberî kanalıyla gelen Seyf b. Ömer’in bu
rivayetini eserlerine alan önemli tarihçilere ve onları takip edenlere
haksızlık edilmiş olur. Seyf b. Ömer’in rivayetinde her ne kadar çelişki,
detay, mübalağa ve sahâbeyi koruma düşüncesi gibi eksiklikler göze çarpsa ve
bunlardan dolayı eleştiriyi hak etse de Seyf b. Ömer’in rivayetleri olmadan ilk
dönemdeki olayların anlaşılması güçtür.
Cemel Vak’ası
neticede Hz. Ali’nin zaferiyle sonuçlanmış, başta Hz. Talha ve Hz. Zübeyr olmak
üzere binlerce Müslüman’ın kanının dökülmesiyle bitmiştir. Hz. Ali Cemel
Vak’ası’ndan sonra muhalif gruba iyi davranmış ve onlara düşman muamelesi
yapmamıştır. Hz. Ali Cemel Vak’ası’ndan sonra bizzat ölü ve yaralılarla
ilgilenmiş onlara gerekli ihtimamı göstermiştir. Hz. Ali Cemel Ashâbı’nın
liderlerinden Hz. Aişe’ye oldukça iyi davranmıştır.
Hz. Ali’nin
Cemel Vak’ası sürecindeki tutumu genel anlamda isabetli ve olumlu
karşılanmıştır. Bunun nedeni; Hz. Ali’nin döneminde toplumun ve şartların
değişmesi, Ümeyye oğullarının yönetimde kalma arzusu, Hz. Osman’ın şehit
edilmesiyle birlikte meydana gelen kaosun topluma yansıması gibi nedenler ifade
edilmektedir. Ayrıca Hz. Ali’nin Cemel Ashâbı’yla savaşmak istememesi, Cemel
Vak’ası’ndan sonra her iki tarafta ölen Müslümanların cenaze namazlarını
kılması, Hz. Aişe’ye iyi davranması, askerlerini savaştan sonra yağmalamadan
menetmesi ve savaştan sonra üzüntüsünü açıkça dillendirmesi gibi durumlar Hz.
Ali’nin bu savaşta bir sorumluluğunun olmadığı kanaatini uyandırmaktadır. Hz.
Ali’nin savaştan sonra Cemel Ashâbı’na karşı bu tavrı iki Müslüman grup
arasında çıkan çatışmalarda savaş hukukunun nasıl olması gerektiğine örnek
olmuştur.
Ancak Hz.
Ali’nin Medinelilerin tercihinin yanında asilerin de desteğiyle halife
seçilmesi, Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması talebini uygun şartların
meydana gelmesine bağlaması ve ordusunda asilerden bazılarına görev vermesi
sonucu onları destekliyor algısını oluşturması onun eleştirilmesine neden
olmuştur.
Cemel Vak’ası
ve benzeri savaşlardan sonra Müslümanlar arasında ölen ve öldürülen Müslüman
kimsenin dini olarak durumunun ne olacağı tartışmaları başlamıştır. Cemel
Vak’ası başta olmak üzere o dönem meydana gelen bazı önemli olaylar Müslümanlar
arasında dini ve siyasi birçok mezhebin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu savaşla
birlikte büyük günah, iman ve küfür gibi birtakım kelâmî kavramların
tartışılmaya başladığı görülür. Bundan dolayı Müslüman toplumu arasında
sahâbeyi tekfir edecek kadar ileri giden fikri ayrılıklar meydana geldi.
Cemel Vak’ası ve
benzeri olayları yorumlarken sahâbenin Allah’ın katında ve Hz. Peygamber’in
gözündeki değerinin bilincinde olarak yorumlamak gerekir. Sahâbe peygamberler
gibi masum kimseler değildir ve pekâlâ hata yapabilirler. Ancak onların
hataları gözümüzdeki değerlerini asla düşürmemelidir.
KAYNAKLAR
ABBOTT, Nabıa, Hz. Muhammed’in Sevgili
Eşi Ayşe, (Çev.: Tuba Asrak Hasdemir), Ankara, 1999.
ABDÜLHAMİD, İrfan, “Eş’arî, Ebü’l-Hasan”, DİA, I-XLIV,
İstanbul, 1995, XI, 444-447.
AK, Ahmet, Büyük Türk Âlimi Mâturîdî ve Mâturîdîlik, İstanbul,
2008.
AKARSU, Murat, Hz. Osman ve Hilâfeti, (Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 2001.
AKBULUT, Ahmet, “Hariciliğin Siyasi Görüşlerinin
İtikadileşmesi”, AÜİFD, XXXI, Ankara, 1989, 331-348.
, Sahabe Devri Siyasi Hadiselerin Kelamî Problemlere
Etkileri, İstanbul, 1992.
, “Hz. Muhammed Sonrası İlk Siyasi Krizin Teolojik
Yansımaları”, Kelâm Araştırmaları Dergisi, IV-2, Rize, 2006, 1-10.
AKÇAY, Mustafa, “Hz. Ali’nin Hayatı ve
Kişiliği”, Anadolu ’da Aleviliğin Dünü
ve Bugünü, 1, (Ed.: Halil İbrahim Bulut), Sakarya, 2010, 175-214.
AKOĞLU, Muharrem, “Hâriciliğin Ortaya Çıkmasında Etkili Olan
SosyoKültürel Faktörler”, EÜSBED, 9, Kayseri, 2000, 503-522.
, “Kebîre ve İman Bağlamında Hâricilik-Mu’tezile İlişkisi”, EÜSBED,
II-23, Kayseri, 2007, 317-339.
AKPINAR, Yusuf, Abdullah b. Sa ’d b. Ebî Serh ’in Hayatı,
(Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi), Sivas, 2007.
AKSU, Ali, “İfk Olayı Üzerine Bir Değerlendirme (Sebep ve
Sonuçları Açısından)”, CÜİFD, VIII-1, Sivas, 2004, 1-21.
ALGÜL, Hüseyin, “İslâm Tarihinden Örneklerle İftira Olayına
Tahlili Bir Bakış”, UÜİFD, IX-9, Bursa, 2000, 131-142.
, İslâm Tarihi, I-IV, İstanbul, 1986.
, “Ebû Eyyûb el-Ensârî”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1994,
X, 123-125.
APAK, Âdem, “Fitne Döneminde İbn Sebe’nin Rolü Hakkında Bir
Değerlendirme”, UÜİFD, VI-6, Bursa, 1994, 421-424.
, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, Hayatı Kişiliği ve
Düşünceleriyle Hz. Ali Sempozyumu, (Haz.: M. Selim Arık), Bursa, 2005,
29-50.
, “Hz. Osman’ın Halifeliği Döneminde Meydana Gelen Siyasî
Problemler ve Sebepleri Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, Usûl İslam
Araştırmaları, 4, İstanbul, 2005, 157-170.
, “Muhammed b. Ebû Bekir es-Sıddîk”, DİA, I-XLIV,
İstanbul, 2005, XXX, 518.
, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2 (Hulefâ-i Râşidin Dönemi),
İstanbul, 2011.
, Hazreti Osman Dönemi Emevî İdarecileri, (Uludağ
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Bursa,
1995.
ARI, Mehmet Salih, Haricilerin Kurduğu Devlet Rüstemiler,
Van, 2009.
, Hz. Ebû Bekir ve Ridde Savaşları, İstanbul, 1996.
, İmamiye Şiası Kaynaklarına Göre İlk Üç Halife,
İstanbul, 2011.
, “Üsâme b. Zeyd”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2012, XLII,
361-363.
ASKERÎ, Murtaza, Abdullah b. Sabâ Masalı, (Çev.:
Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul, 1974.
ASLANTÜRK, Ayşe Hümeyra, “Kur’ân’ın İfk Hadisesi’ni Beyanı
Bağlamında İnsanlığa Sunduğu Evrensel Mesajlar”, VII. Kutlu Doğum Sempozyumu
(Tebliğler), Isparta, 2004, 215-238.
ATALAN, Mehmet, “Hz. Muhammed’in Vefatından Sonraki Hilafet Tartışmaları”,
FÜİFD, IX-2, Elazığ, 2004, 55-68.
ATÇEKEN, İsmail Hakkı, “Hz. Osman Dönemi İç Olaylarında Mervân
b. Hakem’in Rolü”, SEÜİFD, 9, Konya, 1999, 315-348.
AVCI, Casim, “Kûfe”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2002, XXVI,
334-338.
, “Muhammed b. Ebû Huzeyfe”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2005,
XXX, 519.
AYAR, Kenan, “Hâricîlerin Hz. Ali’den Ayrılış Süreci”, Din
Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VIII-1, Samsun, 2008, 45-88.
, “Mâlik b. el-Hâris el-Eşter’in İlk Dönem Siyasi
Hadiselerdeki Rolü”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, V-4,
Samsun, 2005, 37-93.
, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesinde Arap Dâhilerinden Kays
b. Sa’d”, OMÜİFD, 20-21, Samsun, 2005, 113-167.
, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olaylarında Kur ’ân ’ın Rolü,
Samsun, 2011.
AYCAN, İrfan, “Emeviler Döneminde Bir İktidar Mücadelesi
Örneği: Abdullah b. Zübeyr (622-692)”, AÜİFD, XLI-1, Ankara, 2000,
99-115.
, “Mervân (I)”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2004, XXIX,
225-227.
, “Muâviye b. Ebû Süfyân”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2005,
XXX, 332334.
, Saltanata Giden YoldaMuaviye b. Ebû Süfyan, Ankara,
1990.
-SÖYLEMEZ, Mehmet Mahfuz, İdeolojik Tarih Okumaları,
Ankara, 2014.
AYDINLI, Abdullah-ÇAKAN, İsmail Lütfü, “Aşere-i Mübeşşere”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 1991, III, 585.
AYDINLI, Osman, “Mu’tezile Ekolü Teşekkülü, İlkeleri ve İslâm
Düşüncesine Katkıları”, Marife, 3, Konya, 2003, 27-54.
AZİMLİ, Mehmet, “Hulefa-i Raşidin Dönemi Halife Seçimleri”, Din
Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII-1, Samsun, 2007, 35-59.
, Dört Halifeyi Farklı Okumak-3 Hz. Osman, Ankara,
2013.
, Dört Halifeyi Farklı Okumak-4 Hz. Ali, Ankara, 2014.
, Siyeri Farklı Okumak, Ankara, 2013.
BAKAN, Tevhid,
“Sehl b. Huneyf”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2009, XXXVI, 320.
BAKIR,
Abdulhalık, “Basra”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1992, V, 108-111.
, Hz. Ali ve Dönemi, Ankara, 2004.
BALCI, İsrafil, “Bir Yalnız Sahabi Ebû Zer el-Gifârî”, OMÜİFD,
10, Samsun, 1998, 352-386.
BARLAK, Yasemin, Kabilecilik Anlayışının Hz. Ali Dönemi
Siyasi Gelişmelerine Etkisi, (Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Samsun, 2006.
BAYATLI, Münir
Hasan, Kur’an’da Savaş Olgusu, İstanbul, 2009.
BEBEK, Adil,
“Kebîre”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2002, XXV, 163-164.
BELÂZURÎ, Ahmed b. Yahya b. Cabir (279/892), Ensâbü’l-Eşrâf,
(Thk.: Süheyl Zekkâr-Riyâd Ziriklî), I-XIII, Beyrut, 1996.
, Futûhu ’l-Buldan, (Thk.: Abdullah Enis Tabba’,
v.dğr.), Beyrut, 1987, (Türkçesi: Futûhu’l-Buldan, Çev.: Mustafa Fayda,
Ankara, 2002).
BIYIKLI, Murat, Hazreti Ali ’nin Devlet İdaresi,
(Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi), Kayseri, 2001.
BROCKELMANN, Carl, Tarihü’ş-Şuûbi’l-İslâmiyye, (Çev.:
Nebih Emin Faris- Münir Baalbeki), Beyrut, 1968.
BUSE, Heribert, “Dört Raşit Halife ve İlk Fetih Dalgası”,
(Çev.: Cem Zorlu), İSTEM, 6, Konya, 2005, 291-295.
CERRAHOĞLU, İsmail, “Abdullah b. Mes’ûd”, DİA, I-XLIV,
İstanbul, 1998, I, 114-117.
CEVDET PAŞA, Ahmet, Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa,
(Sad.: Metin Muhsin Bozkurt), İstanbul, 1981.
CİHAN, Sadık, Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik
Olaylarla İlgisi, Samsun, 1997.
COŞKUN, Selçuk, “Abdulazîm ed-Deyb’in Zübeyr b. Avvâm’a
Yönelik Bazı Tenkitlere Cevabı”, Dinî Araştırmalar, III-7, Ankara, 2000,
137-160.
ÇAĞATAY, Neşet, “Zübeyr b. el-Avvâm”, ÎA, I-XV,
Eskişehir, 1997, XIII, 635636.
ÇAĞRICI, Mustafa, “Fitne”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1996,
XIII, 156-159.
ÇAKAN, İsmail Lütfü-EROĞLU, Muhammed, “Abdullah b. Abbas b.
Abdülmüttalib”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1998, I, 76-79.
ÇAKIR, Zehra, “Dört Halife Döneminde Talha b. Ubeydullah”, ÎSTEM,
IV-7, Konya, 2006, 175-202.
ÇELEBİ, Ahmet, Örnek Halifeler Dönemi, (Çev.: Hasan
Fehmi Ulus), İstanbul, 1997.
ÇELEBİ, İlyas, “Menzile Beyne’l-Menzileteyn”, DÎA,
I-XLIV, Ankara, 2004, XXIX, 161-162.
, “Mu’tezile”,
DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2006, XXXI, 391-401.
, “Usûl-i
Hamse”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2012, XLII, 211.
ÇERÇİ, Faris, “Mâlik el-Eşter’e Verdiği Ahd-Nâme’ye Göre Hz.
Ali’nin Yönetim Anlayışı”, ATAÜÎFD, 28, Erzurum, 2007, 89-125.
ÇİÇEK, Mustafa, “Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn Döneminde
Zübeyr b. el- Avvâm”, ÎSTEM, IV-7, Konya, 2006, 135-158.
ÇUBUKÇU, Asri, “Mesleme b. Muhalled”, DÎA, I-XLIV,
Ankara, 2004, XXIX, 319-320.
DEMİRCAN,
Adnan, Ali-Muaviye Kavgası, İstanbul, 2010.
, Hz.
Peygamber Devrinde Münafıklar, İstanbul, 1996.
, Fitne
(Kardeşlerin Savaşı), İstanbul, 2015.
, Haricilerin
Siyasi Faaliyetleri, İstanbul, 1996.
, Haricilik Mezhebinin Doğuşu Bağlamında Din Siyaset
Îlişkisi, İstanbul, 2000.
, Îslâm
Tarihinin ÎlkAsrında ÎktidarMücadelesi, İstanbul, 2014.
, RâşidHalifeler,
İstanbul, 2005.
DEMİREL, Harun Reşit, “Bazı Fiten, Melâhim ve Siyâsî
Hadislerin Gaybî Haberler Açısından Değerlendirilmesi”, YYÜİFD, 3, Van,
2000, 101-121.
, “Hz. Aişe ve Siyaset”, YYÜİFD, 3, Van, 2000, 123-148.
DINEVERÎ, Ebû Hanife Ahmed b. Davud (282/895), Kitâbu ’l
Ahbâri ’t-Tıvâl, (Thk.: Asâm Muhammed Ali), Beyrut, 2001, (Türkçesi: İslam
Tarihi, Çev.: Nusrettin Bolelli-Ibrahim Tüfekçi, İstanbul, 2007).
DIYARBEKRÎ, Hüseyin b. Muhammed b. Hasan (990/1582), Tarîhu
’l-Hamîs fi Ahvâli Enfâsi Nefîs, I-II, y.y., ts..
DOĞAN, Lûtfi, Ehli Sünnet Kelâmında Eş’arîMektebi,
Ankara, 1961.
DÖLEK, Adem, “el-Velîd b. Ukbe’nin Hayatı ve Sahabe Adaleti
Açısından Değerlendirilmesi” CÜİFD, VI-1, Sivas, 2002, 93-110.
DURAL, Osman Nuri, Muaviye Bin Ebi Süfyan ’a Yöneltilen
Eleştiriler, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi), Konya, 2007.
DÛRİ, Abdülaziz, İlk Dönem İslâm Tarihi, (Çev.:
Hayrettin Yücesoy), İstanbul, 1991.
EBÛ HANÎFE, Nu’mân b. Sâbit b. Zûtâ b. Mâh (150/767), Fıkh-ı
Ekber, (Çev.: Hasan Basri Çantay), Ankara, 1985.
ECER, A. Vehbi, “Abdullah b. Zübeyr’in Halifeliği ve Kurduğu
Devlet”, EÜİFD, 10, Kayseri, 1998, 153-162.
EFENDİOĞLU, Mehmet, “Fezâîlü’s-Sahâbe”, DİA, I-XLIV,
İstanbul, 1995, XII, 534-538.
, “Osman b. Huneyf”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 2007, XXXIII, 469470.
, “Sahabe Hukuku ve Ashaba Saygısızlığın Dini Hükmü”, Hadis
Tetkikleri Dergisi, VIII-1, İstanbul, 2010, 7-32.
, “Sahâbe”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2008, XXXV, 491-500.
, “Suheyb b. Sinân”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2009,
XXXVII, 476477.
, “Velîd b. Ukbe”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2013, XLIII,
35-36.
, “Zübeyr b. Avvâm”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2013, XLIV,
522-524.
, Sahabeye Yöneltilen Tenkitler (Tartışmalar-Gerçekler),
İstanbul, 2014.
EFGÂNÎ, Saîd, Âişe ve ’s-Siyâse, Beyrut, 1971.
ELMALI, Hüseyin, “Hassân b. Sâbit”, DÎA, I-XLIV,
Ankara, 1997, XVI, 399402.
ERKOCAASLAN, Recep, Hz. Âişe ’nin Hayatı, Şahsiyeti ve Hz.
Peygamber Sonrası Îslâm Tarihindeki Rolü, (Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 2016.
, Hz. Peygamber Dönemi Savaşlarından BenîMustalik Gazvesi
ve Îfk Olayı, (Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi), Şanlıurfa, 2008.
ERSÖZ, İsmet, “Kur’an’da İfk Olayı”, DiyanetÎlmiDergi,
XXIV-1, Ankara, 1998, 47-55.
ERUL, Bünyamin, “Talha b. Ubeydullah”, DÎA, I-XLIV,
Ankara, 2010, XXXIX, 504-505.
EŞ’ÂRÎ, Ebû’l-Hasen (324/935-36), ÎlkDönem ÎslamMezhepleri
-Makâlâtü’l- Îslamiyyîn ve Îhtilafu’l-Musallîn-, (Çev.: Mehmet
Dalkılıç-Ömer Aydın), İstanbul, 2005.
FAYDA, Mustafa, “Abdullah b. Âmir”, DÎA, I-XLIV, İstanbul,
1988, I, 84-85.
, “Abdullah b. Sa’d b. Ebû Serh”, DÎA, Ankara, 1988, I,
130-131.
, “Abdullah b. Selâm”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1988, I,
134-135.
, “Âişe”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1989, II, 201-205.
, “Ammâr b. Yâsir”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1991, III,
75-76.
, “Ebû Bekir”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1994, X, 101-108.
, “Hulefâ-yi Raşidîn”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1998,
XVIII, 324-338.
, “İfk Hadisesi”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2000, XXI,
507-509.
, “Ömer”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2007, XXXIV, 44-51.
, “Seyf b. Ömer”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2009, XXXVII,
27-28.
, Hulefâ-yi Raşidîn Devri Dört Halîfe Dönemi, İstanbul,
2014.
FIĞLALI, Ethem Ruhi, “Abdullah b. Sebe”, DÎA, I-XLIV,
İstanbul, 1998, I, 133134.
, Günümüz
Îslam Mezhepleri, İzmir, 2011.
, “Ali”, DÎA,
I-XLIV, İstanbul, 1989, II, 371-374.
, “Cemel
Vak’ası”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1993, VII, 320-321.
, “Hâricîler”,
DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1997, XVI, 169-175.
, “Hariciliğin Doğuşuna Etki Eden Bazı Sebepler”, AÜÎFD,
XX, Ankara, 1981, 219-247.
, “Hâriciliğin Doğuşu ve Fırkalara Ayrılışı”, AÜÎFD,
XXII, Ankara, 1978, 245-275.
, “Hasan”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1997, XVI, 282-285.
, “Mezheplerin Doğuşuna Tesir Eden Bazı Sebepler”, AÜÎFÎÎED,
IV, Ankara, 1980, 115-131.
, Îbâdiye ’nin Doğuşu ve Görüşleri, Ankara, 1983.
, Îmam Ali, Ankara, 2012.
, Îmâmiyye Şiâsı (Câferiyye Mezhebi) Doğuşu, Gelişmesi ve
Görüşleri, İstanbul, 1984.
GAZZÂLÎ, Muhammed, Bâtınîliğin Îçyüzü
(Fedaihu’l-Bâtıniyye/el-Mustazhırî), (Çev.: Avni İlhan), Ankara, 1993.
GÖKALP, Yusuf, “Zeydiyye”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2013,
XLIV, 328-331.
GÖLPINARLI, Abdülbâki, Mü’minlerin Emiri Hz. Ali (A.M.),
İstanbul, 1990.
GÜMÜŞ, Aliye, İfk Hadisinin Tahlili, (Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara,
2008.
GÜNAL, Mustafa, Hz. Ali Dönemi ve İç Siyaset, İstanbul,
2014.
ĞATAFÂNÎ, Dırâr b. Amr, Kitâbu ’t Tahrîş (İlk Dönem Siyasi
ve İtikadi İhtilaflarında Hadis Kullanımı), (Thk.: Hüseyin Hansu, Çev.:
Mehmet Keskin), İstanbul, 2014.
HALİFE b. HAYYÂT, el-Leysî, (240/854), Tarihu Halife b.
Hayyât, (Thk.: Ekrem Ziya el-Ömerî), Beyrut, 1985 (Türkçesi: Tarihu
Halife b. Hayyât, Çev.: Abdulhalik Bakır, Ankara, 2001).
HAMİDULLAH, Muhammed, İslâm Peygamberi, İstanbul, 2004.
HASAN, Hasan İbrahim, “Hülefa-i Raşid’in ve Emeviler Döneminde
Siyasî ve Dinî Hareketler”, Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyalİslâm Tarihi,
(Çev.: İsmail Yiğit-Sadreddin Gümüş), I-XII, İstanbul, 1987.
HATALMIŞ, Ali, İslâm Toplumunda Kölelik ve Cariyelik,
Ankara, 2012.
HATİBOĞLU, İbrahim, “Sa’d b. Ebû Vakkâs”, DİA, I-XLIV,
İstanbul, 2008, XXXV, 372-374.
HATİBOĞLU, Mehmed Said, “İslam’da İlk Siyâsî Kavmiyetçilik:
Hilâfetin Kureyşliliği”, AÜİFD, XXIII, Ankara, 1978, 121-213.
, Siyasi-İctimai Hâdiselerle Hadîs Münasebetleri,
Ankara, 2015.
HİZMETLİ, Sabri, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi
Olayları: Sonuçları ve Etkileri”, AÜİFD, XXXIX-27, Ankara, 1999, 27-54.
, “Îtikâdî İslâm Mezheplerinin Doğuşuna İctimâî Hâdiselerin
Tesirleri Üzerine Bir Deneme”, AÜİFD, XXVI, Ankara, 1983, 653-680.
, “Tarihi Rivayetlere Göre Hz. Osman’ın Öldürülmesi”, AÜİFD,
XXXVII, Ankara, 1985, 150-176.
, İslâm Tarihi (Başlangıçtan İlk Dört Halife Devri Sonuna
Kadar), Ankara, 1991.
HUART, Clement Imbault, “Ali”, İA, I-XV, Eskişehir,
1997, I, 306-310.
HUDÂRÎ BEK, Muhammed, “Hulefâ-i Râşidîn Devri (Tarihu’l-Umemi’l-
İslâmiyye)”, Doğuştan Günümüze Büyük Islâm Tarihi, (Ed.: Hakkı Dursun
Yıldız), I-XV, Konya, 1994, II, 13-281.
IŞIK, Kemal, Maturîdî’nin Kelam Sisteminde İmân Allah ve
Peygamberlik Anlayışı, Ankara, 1980.
, “Mu’tezile’nin İlk Kurucusu Vâsıl b. Atâ ve Büyük Günah
Meselesi”, AÜİFD, XXIV, Ankara, 1981, 337-357.
, Mutezile
’nin Doğuşu ve Kelâmî Görüşleri, Ankara, 1967.
İBN A’SEM, Ebû Muhammed Ahmed b. A’sem el-Kûfî (314/916), Kitâbu’l
Futûh, (Thk.: Ali Siri), I-VIII, Beyrut, 1991.
İBN EBÎ’L-HADÎD, Ebû Hamid İzzeddin Abdulhamid b. Hibetullah
el-Medâinî (656/1258), ŞerhuNehci’l-Belâğa (Thk.: M. Ebû’l-Fadl
İbrahim), I-XXII, Beyrut, 1996.
İBN HALDÛN, Abdurrahman b. Muhammed (808/1405), Mukaddime,
(Çev.: Süleyman Uludağ), I-II, İstanbul, 2013.
İBN HİBBÂN, Muhammed b. Hibbân b. Ahmed b. Ebî Hatim et-Temîmî
el-Bustî (354/965), es-Sîretü’n-Nebeviyye ve Ahbâru’l-Hulefâ, (Thk.:
Sa’d el- Kerîm el-Fakî), İskenderiye, ts..
İBN HİŞÂM, Ebû Muhammed Abdulmelik (218/833), es-Sîretu’n-Nebeviyye
(Thk.: Mustafa es-Sekkâ v.dğr.), I-IV, Beyrut, ts..
İBN HURDÂZBİH, Ebü’l-Kâsım Ubeydullâh b. Abdillâh (300/912), Kitâbü’l-
Mesâlik ve’l-Memâlik, (Thk.: Micheal Jan de Goeje), Leiden, 1889 (Türkçesi:
Yollar ve Ülkeler Kitabı, Çev.: Murat Ağarı, İstanbul, 2008).
İBN KESÎR, Ebu’l-Fida İsmail b. Ömer (774/1372), el-Bidâye
ve ’n-Nihâye (Thk.: Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), I-XXI, Cize,
1997-1999 (Türkçesi: el-Bidâye ve’n-Nihâye Büyük İslâm Tarihi, Çev.:
Mehmet Keskin, I-XV, İstanbul, 1994).
İBN KUTEYBE, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe
ed-Dineverî (276/889), el-İmâme ve’s-Siyâse, (Thk.: Ali Siri), I-II,
Lübnan, 1990.
İBN SA’D, Muhammed (230/844), et-Tabakâtu’l-Kübrâ,
(Tah.: Ali Muhammed Ömer), I-XI, Kahire, 2001, (Türkçesi: Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr,
Çev. Ed.: Adnan Demircan, I-XI, İstanbul, 2015).
İBNÜ’L-ARABÎ, Ebû Bekir (543/1139), el- ’Avâsım min
’el-Kavâsım fî Tahkîki Mevâkıfi’s-Sahâbe, (Thk.: Muhibbuddin el-Hatîb),
Dımaşk, t.s..
İBNÜ’L-CEVZÎ, Ebu’l-Ferec Cemaleddin Abdurrahman b. Ali b.
Muhammed (597/1201), el-Muntazam fi Târîhi ’l-Ümem ve ’l-Mülûk, (Thk.:
Muhammed Abdülkâdir Atâ v.dğr.), I-XVIII, Beyrut, 1992.
İBNÜ’L-ESÎR, İzzeddin Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Cezerî
eş-Şeybânî (630/1232), el-Kâmil fi’t-Tarih, (Thk.: Ebî-l Fidâ Abdullah
el-Kâdî), I-XI, Beyrut, 1987, (Türkçesi: İslâm Tarihi el-Kâmil fit-Tarih
Tercümesi, Çev.: Ahmet Ağırakça v.dğr., I-XII, İstanbul, 1986).
İLA, Sevde, Hz. Aişe ve Peygamber Sonrası Siyasi Hayattaki
Rolü, (Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi), Adana, 2007.
KANDEMİR, Mehmet Yaşar, “Abdullah b. Ömer b. Hattâb”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 1988, I, 126-128.
, “Ali (İlmi Şahsiyeti)”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1989,
II, 375-378.
, “Ebû Mûsâ el-Eş’arî”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1994, X,
190-192.
, “Hafsa”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1997, XV, 119-120.
, “Kâ’b b. Mâlik”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2001, XXIV,
4-6.
, “Ümmü Seleme”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2012, XLII,
328-330.
KAPAR, Mehmet Ali, Halifeliğin Emevilere Geçişi Verasete
Dönüşmesi, İstanbul, 1998.
, İslam ’ın
İlk Döneminde Bey ’at ve Seçim Sistemi, İstanbul, 1998.
KARA, Seyfullah, “İfk Olayının Etkileri ve Olayla İlgili
Ortaya Konan Tavırlar”, ATAÜİFD, 15, Erzurum, 2001, 343-382.
KELPETİN, Mahmut, “Asabiyet ve Erken Dönem İslâm Siyasi
Tarihindeki Etkileri”, Islâm Araştırmaları Dergisi, 12, Ankara, 2004,
153-156.
, “Cemel Vak’ası’na Farklı Bir Yaklaşım: Linda D. Lau Örneği”,
Tarih Dergisi, 54, İstanbul, 2012, 21-37.
, “Hulefa-yi Raşidin Dönemi Olayları Karşısında Abdullah b.
Abbas”, Ekev Akademi Dergisi, 45, Erzurum, 2010, 199-210.
, “Müsteşriklerin Gözüyle Seyf b. Ömer”, Usûl Islâm
Araştırmaları, 10, İstanbul, 2008, 125-140.
, Hulefâ-yi Râşidîn Dönemi Tarihi Seyf b. Ömer ve
Tarihçiliği, İstanbul, 2012.
KILIÇ, Ünal, Mervan b. el-Hakem, (Marmara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 1995.
KOCAIŞIK, İbrahim, Seyf bin Ömer’in Cemel
Vak’asıHakkındakiRivâyetleriyle Diğer Rivâyetlerin Mukayesesi, (Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi),
İstanbul, 2004.
KOÇOĞLU, Kıyasettin, “İmam Maturidi, Hoca Ahmed Yesevi ve Hacı
Bektaşi Veli’de Hz. Ali”, Hz. Ali -Sempozyum Bildirileri-, İzmir, 2009,
365-384.
KORKMAZ, Sıddık, “İbn Sebe Rivayetinin Tarih ve Makâlât Türü
Eserlere Yansıması”, Dini Araştırmalar Dergisi, X-29, Konya, 2007,
123-139.
, Abdullah İbn-i Sebe, (Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 1996.
, Tarihin Tahrifi Ibn Sebe
Meselesi, Ankara, 2005.
KUBAT, Mehmet, “Hariciliğin Doğuşundan Münafıkların Rolü”, Din
Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VI-4, Samsun, 2006, 115-151.
KURNAZ, Yasin, Muhammed b. Mesleme Hayatı ve Şahsiyeti,
(Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi),
Konya, 2008.
KUTLU, Sönmez, “Mürcie”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2006,
XXXII, 41-45.
, “Va’d ve Vaîd”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2012, XLII,
414-415.
KÜÇÜK, Hülya, “Hz. Aişe”, Mehir, 2, Konya, 1998,
109-115.
LAMMENS, Henri, “Mervan I”, ÎA, I-XV, Eskişehir, 1997,
VII, 777-778.
, “Muâviye”, ÎA, I-XV, Eskişehir, 1997, VIII, 438-444.
LAOUST, Henry, İslâm’da Ayrılıkçı Görüşler, (Çev.:
Ethem Ruhi Fığlalı), İstanbul, 1999.
LINGS, Martın, Hz. Muhammed’inHayatı, (Çev.: Nazife
Şişman), İstanbul, 2008.
MAKDİSÎ, Muttahar b. Tahir (355/966), el-Bed’ ve ’t-Tarih,
(Thk.: Clement Imbault Huart) I-VI, Tahran, 1962.
MES’ÛDÎ, Ebu’l-Hasan Ali b. el-Hüseyn b. Ali (346/957), Murûcu
’z-Zeheb ve Meâdinu ’l-Cevher, (Thk.: Muhammed Muhyiddin Abdülhamid), I-IV,
Beyrut, 1989.
METİN, İsmail, Ammâr b. Yâsir ve Ailesi, (Cumhuriyet
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas,
2006.
MİNKARÎ, Nasr b. Muzahim (212/827), Vak’atu Sıffin,
(Thk.: Abdusselam Muhammed Harun), Beyrut, 1990.
MUTLU, Ayşe Nur, Raşid Halifeler Döneminde Siyasi
Değişmeler ve Toplumsal Etkileri, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 2009.
ÖNEL, Fuat, “Hicr”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1998, XVII,
455-456.
ÖNKAL, Ahmet, “Mustalik (Benî Mustalik)” DÎA, I-XLIV,
İstanbul, 2006, XXXI, 360-361.
ÖZ, Mustafa, “İmâmiyye”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2000,
XXII, 207-209.
, “Râfizîler”, DÎA, I-XLIV,
İstanbul, 2007, XXXIV, 396-397.
, “Şîa”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2010, XXXIX, 111-114.
, “Vâkıfe”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2012, XLII, 487-488.
ÖZAYDIN, Abdülkerim , “Eşter”, DİA, I-XLIV, İstanbul,
1995, XI, 486-487.
ÖZEL, Ahmet, “Kâ’b b. Sûr”, DİA, I-XLIV, İstanbul,
2001, XXIV, 6.
ÖZEN, Şükrü, “Mâtürîdî”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2003,
XXVIII, 146-151.
ÖZKAN, Halit, “Ya’lâ b. Ümeyye”, DİA, I-XLIV, İstanbul,
2013, XLIII, 296297.
, “Zeyd b. Sûhân”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2013, XLIV,
323-324.
ÖZKAN, Mustafa, “İlk Dönem İslâm Târihi Siyasî Çatışmalarının
Dışında Kalmaya Çalışanlar: Tarafsızlar”, DÜİFD, X-1, Diyarbakır, 2008,
59-88.
, “Siyasal-Sosyal Gelişmeler Karşısında Hz. Aişe’nin Duruşu
Üzerine”, Diyanet İlmi Dergi, XLV-1, Ankara, 2009, 57-74.
ÖZTÜRK, Mehmet, “Hz. Ali Dönemi Siyasi ve Fıkhi Gelişmelerin
Mezheplerin Oluşumuna Etkisi”, AMÜİFD, 1, Amasya, 2013, 83-103.
PARLAK, Nizamettin, “Hz. Ömer’in Şura’sındaki Halife
Adayları”, İSTEM, X- 20, Konya, 2012, 75-92.
POLAT, Selâhaddin, “Ebân b. Osman b. Affân”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 1994, X, 66-67.
RADÎ, Şerîf (406/1015), Nehcü’l-Belâğâ, (Çev.: Beşir
Işık, M. Vesim Taylan, Faruk Bozgöz), Ankara, 1990.
RÂZÎ, Muhammed b. Ömer b. Hüseyin (544-606/1149-1209), Kelâm’a
Giriş (el- Muhassal), (Çev.: Hüseyin Atay), Ankara, 1978.
RODINSON, Maxıme, Muhammed Yeni Bir Dünyanın ve Peygamberin
Doğuşu, (Çev.: Atilla Tokatlı), İstanbul, 2008.
SAFVET, Ahmet Zeki, Cemheretu Resâili ’l-Arab fi Usûri
’l-Arabiye ez-Zâhire, I- IV, Beyrut, ts..
SARICIK, Murat, Dört Halife ve Emeviler Döneminde İlginç
Problemler, Isparta, 2001.
SARIÇAM, İbrahim, “Hz. Ali’nin Hayatı ve Şahsiyeti”, Hayatı
Kişiliği ve Düşünceleriyle Hz. Ali Sempozyumu, (Haz.: M. Selim Arık),
Bursa, 2005, 17-26.
, Emevî-Hâşimîilişkileri (Islâm Öncesinden Abbâsîlere
Kadar), Ankara, 2011.
, Hz.
Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara, 2011.
, -Mustafa Öz, “Hâşim (Benî Hâşim)”, DİA, I-XVI,
Ankara, 1997, XVI, 403-405.
,
“İbnü’l-Hadramî”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2000, XXI, 62.
SARIKAYA,
Mehmet Saffet, İslâm Düşünce Tarihinde Mezhepler, Isparta, 2000.
SELİGSOHN, M.,
“A’işe”, İA, I-XV, Eskişehir, 1997, I, 229-230.
SEYF B. ÖMER, ed-Dabbî el-Esedî (202/805), el-Fitne ve
Vak’atü Cemel, (Thk.: Ahmet Ratib Armuş), Beyrut, 2008.
SIRMA, İhsan
Süreyya, İslâmi Tebliğin Örnek Halifeler Dönemi, İstanbul, 2008.
SOFUOĞLU, M. Cemal, “Şia’nın Sahabiler Hakkındaki Bazı
Görüşleri”, AÜİFD, XXIV, Ankara, 1981, 533-538.
SÖYLEMEZ, Mahfuz, Güç ve İktidar: Kûfe ’de İktidar
Mücadelesi, İstanbul, 2011.
ŞAHYAR, Ataullah, “Muhammed b. Mesleme”, DİA, I-XLIV,
İstanbul, 2005, XXX, 555-556.
ŞEHBENDERZÂDE, Ahmet Hilmi-AKSUN, Ziya Nur, İslâm Tarihi 1
Dinî Düşünce ve İslâm (Doğuşu, Yayılışı, İlk Halîfeler, Emevîler, Abbâsîler),
I- III, İstanbul, 2006.
ŞEHRİSTÂNÎ, Muhammed b. Abdülkerim (548/1153), el-Milel ve
’n-Nihal, (Çev.: Mustafa Öz), İstanbul, 2008.
ŞİBLÎ, Mevlâna en-Nu’manî, Asr-ı Saadet, (Çev.: Ömer
Rıza Doğrul, Haz.: Osman Zeki Molla Mehmetoğlu), I-V, İstanbul, 1978.
TABERÎ, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr (310/922), Tarihu
’l-Ümem ve ’l-Mulûk, (Thk.: M. Ebû’l-Fadl İbrahim), I-XI, Kahire, ts..
TAHA HÜSEYİN, el-Fitnetu’l-Kübra, I-II, Beyrut, ts..
TEKİNEŞ, Ayhan,“Saîd b. Âs”, DİA, I-XLIV, İstanbul,
2008, XXXV, 549.
TOK, Mustafa Sami, -Hz. Peygamber Dönemi Sonrası Siyasi
Olaylarında- Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam, (Cumhuriyet
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas,
2009.
TOPALOĞLU, Bekir, “Mâtürîdî (Kelâma Dair Görüşleri)”, DİA,
I-XLIV, Ankara, 2003, XXVIII, 151-157.
TOPALOĞLU, Fatih, “Hz. Ali’nin, Hz. Osman Döneminde Halife ile
İlişkileri”, Hz. Ali -Sempozyum Bildirileri-, İzmir, 2009, 305-315.
, Hz. Ali’nin, Hz. Osman Devri Siyasi Olaylarına Yönelik
Tutumu, (Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi), İzmir, 2001.
TUNÇ, Cihad, “Kelâm İlminde Büyük Günah Meselesi”, AÜİFD,
XXIII, Ankara, 1978, 325-342.
TUNÇ, Yusuf, Cemel ve Sıffin Savaşlarında Tarafsız Kalan
Sahabîler, (Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi), İzmir, 2009.
TÜRCAN, Galip, “Hz. Ali’ye İsnad Edilen İtikâdî Yorumların
Kelamî Niteliği”, Hazreti Ali -Sempozyum Bildirileri-, İzmir, 2009,
439-453.
URALER, Aynur, “Ümmü Habîbe”, DİA, I-XLIV, İstanbul,
2012, XLII, 318319.
ÜÇOK, Bahriye, İslâm Tarihi Emevîler-Abbasîler, Ankara,
1968.
ÜNAL, A. Bülent, İlk Devir İslâm Düşüncesinde Hâkimiyet
Kavramı ve Tezâhürleri, (Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi), İzmir, 1997.
ÜNAL, İ. Hakkı, “Hukeym b. Cebele”, DİA, I-XLIV,
İstanbul, 1998, XVIII, 313.
VAGLIERİ, Laura Veccia, “Ali-Muâviye Mücâdelesi ve Haricî
Ayrılmasının Îbâdî Kaynakların Işığında İncelenmesi”, (Çev.: Ethem Ruhi
Fığlalı), AÜİFD, XIX-1, Ankara, 1971, 147-150.
VÂKIDÎ, Ebû Abdullah Muhammed b. Ömer (130-207/747-823), Kitâbü’l-
Meğâzî, (Thk.: Marsden Jones), I-III, Beyrut, 1984, (Türkçesi: Hz.
Peygamber ’in Savaşları, Çev.: Musa Kazım Yılmaz, I-III, İstanbul, 2014).
VAROL, Mehmet Bahaüddin, Ehl-i Beyt Gerçeği, İstanbul,
ts..
, Ehl-i Beyt ve Siyâsi Faaliyetleri, (Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi), Konya, 1999.
, “Raşid Halifeler Dönemi Toplumsal Değişme Üzerine Bazı
Değerlendirmeler”, İSTEM, 6, Konya, 2005, 195-213.
VİDA, Giorgio
Levi Della, “Talha”, İA, I-XV, Eskişehir, 1997, XI, 695-696.
WATT, William Montgomery, İslam Düşüncesinin Teşekkül
Devri, (Çev.: Ethem Ruhi Fığlalı), Ankara, 1981.
WELLHAUSEN, Julius, Arap Devleti ve Sukûtu, (Çev.:
Fikret Işıltan), İstanbul, 1960.
, İslâm ’ın En Eski Tarihine Giriş, (Çev.: Fikret
Işıltan), İstanbul, 1960.
, İslâmiyet ’in İlk Devrinde Dini-Siyasi Muhalefet
Partileri, (Çev.: Fikret Işıltan), Ankara, 1989.
YA’KÛBÎ, Ahmed b. Ebû Ya’kub b. Cafer b. Vehb (294/907), Târihu’l-Ya’kûbî,
I-II, Beyrut, 1992.
YAKÛT el-Hamevî, Ebû Abdullah Şihabeddin Yakût b. Abdullah
(626/1229), Mu’cemu’l-Buldân, I-V, Beyrut, 1977.
YAVUZ, Yusuf Şevki, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 1993, VII, 321-322.
, “Eş’ariyye”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1995, XI,
447-455.
, “Fâsık”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 1995, XII, 202-205.
, “Mâtürîdîyye”, DÎA, I-XLIV, Ankara, 2003, XXVIII,
165-175.
YAZICIOĞLU, Mustafa Sait, “Eş’arî’nin Hayatı”, AÜÎFD,
XXV, Ankara, 1981, 457-476.
, “Mâtürîdi Kelâm Ekolü’nün İki Büyük Siması: Ebû Mansûr
Mâturîdî ve Ebu’l-Mu’în Nesefî”, AÜÎFD, XXVII, Ankara, 1985, 281298.
YILDIZ, Hakkı Dursun, “Abdullah b. Zübeyr b. Avvâm”, DÎA,
I-XLIV, İstanbul, 1988, I, 145-146.
YİĞİT, İsmail, “Emeviler”, DÎA, I-XI, Ankara, 1995, XI,
87-104.
, “Osman”, DÎA, I-XLIV, İstanbul, 2007, XXXIII,
438-443.
YURDAYDIN, Hüseyin Gâzi, Îslâm Tarihi Dersleri, Ankara,
1982.
YÜCESOY, Hayrettin, “Ka’ka’ b. Amr”, DÎA, I-XLIV,
İstanbul, 2001, XXIV, 216.
ZEHEBÎ, Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1374), Tarihu
’l- Îslâm ve Vefeyâtu ’l-Maşâhiri ve ’l-Â ’lâm (Thk.: Ömer Abdusselâm
Tedmurî), I-XXIX, Beyrut, 1987.
ZERKEŞÎ, Bedruddîn, el-Îcâbe li Îrâdi Mâ ’stedrekethu ‘Âişe
‘ala ’s-Sahâbe (Hz. Âişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler), (Çev.:
Bünyamin Erul), Ankara, 2002.
ZETTERSTEEN,
Karl Vilhelm, “Saîd”, ÎA, I-XV, Eskişehir, 1997, X, 80-81
[1] Râşid
Halifeler dönemi hakkında genel hatlarıyla bilgi için bkz. Mustafa Fayda, Hulefâ-yi
Raşidîn Devri Dört Halîfe Dönemi, İstanbul, 2014; a.mlf., “Hulefâ-yi
Raşidîn”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1998, XVIII, 324-338.
[2] Kenan
Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesinde Arap Dâhilerinden Kays b. Sa’d”, OMÜİFD,
20-21, Samsun, 2005, 113.
[3] Mehmet Bahaüddin Varol, “Raşid Halifeler
Dönemi Toplumsal Değişme Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, İSTEM, 6,
Konya, 2005, 199.
[4] Varol,
“Raşid Halifeler Dönemi”, 199.
[5] Ebû Bekr Abdullah b. Ebî Kuhâfe Osmân b.
Âmir el-Kureşî et-Teymî (ö. 13/634).
İlk
Müslümanlardan olup Râşid Halifeler’in birincisidir. Hayatı
hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III, 155-195 (T., III,
188-240); Mustafa Fayda, “Ebû Bekir”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1994, X,
101-108.
[6] Ebû
Hafs Ömer b. el-Hattâb b. Nüfeyl b. Abdiluzzâ el-Kureşî el-Adevî (ö. 23/644).
Râşid Halifeler’in ikincisi olan Hz. Ömer’in hayatı hakkında bilgi için bkz.
İbn Sa’d, a.g.e., III, 245-349 (T., III, 304-443); Mustafa Fayda,
“Ömer”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2007, XXXIV, 44-51.
[7] Ebû
Abdillâh (Ebû Amr) Zü’n-nûreyn Osmân b. Affân b. Ebi’l-Âs b. Ümeyye el-Kureşî
el-Ümevî (ö. 35/656). İlk Müslümanlardan olup Râşid Halifeler’in üçüncüsüdür.
Hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III, 51-79 (T., III,
56-92); İsmail Yiğit, “Osman”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2007, XXXIII,
438-443.
[8] Ebü’l-Hasen
Alî b. Ebî Tâlib el-Kureşî el-Hâşimî (ö. 40/661). Hz. Peygamber’in damadı,
Râşid Halifeler’in dördüncüsüdür. Hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e.,
III, 17-38 (T., III, 1742); Ethem Ruhi Fığlalı, “Ali”, DİA, I-XLIV,
İstanbul, 1989, II, 371-374; Clement Imbault Huart, “Ali”, İA, I-XV,
Eskişehir, 1997, I, 306-310. İlmi şahsiyeti ve fazileti hakkında bilgi için
bkz. Mehmet Yaşar Kandemir, “Ali (İlmi Şahsiyeti)”, DİA, I-XLIV,
İstanbul, 1989, II, 375-378.
[9] Eş’ârî,
a.g.e., 29.
[10] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 208; Heribert Buse,
“Dört Raşit Halife ve İlk Fetih Dalgası”, (Çev.: Cem Zorlu), İSTEM, 6,
Konya, 2005, 291-292. Ridde Hareketleri ve Şam Fetihleri hakkında bilgi için
bkz. Belâzurî, Futûh, 131-157 (T., 136-165). Ayrıca değerlendirme için
bkz. Mehmet Salih Arı, Hz. Ebû Bekir ve Ridde Savaşları, İstanbul, 1996,
99-109.
[11] Mevlâna en-Nu’manî Şiblî, Asr-ı Saadet, (Çev.: Ömer Rıza
Doğrul, Haz.: Osman Zeki Molla Mehmetoğlu), I-V, İstanbul, 1978, V, 45; Apak, Anahatlarıyla
İslâm Tarihi 2, 208; Buse, a.g.m., 292-293.
[12] Şiblî, a.g.e., III, 332.
[13] Hz. Ömer’in şehit edilmesiyle ilgili bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e.,
III, 313 v.d. (T., III, 394 v.d.); İbn Kuteybe, a.g.e., I, 39-44;
Ya’kûbî, a.g.e., II, 159; Taberî, a.g.e., IV, 190-193;
Diyarbekrî, a.g.e., II, 248-249.
[14] İbn Sa’d, a.g.e., III, 59-60 (T., III, 66-68); İbn Kuteybe,
a.g.e., I, 45; Ya’kûbî, a.g.e., II, 162; Taberî, a.g.e.,
IV, 242.
[15] Ahmet Akbulut, “Hariciliğin Siyasi
Görüşlerinin İtikadileşmesi”,AÜİFD, XXXI, Ankara, 1989, 331.
[16] Varol, “Raşid Halifeler Dönemi”, 202. Benzer değerlendirme için
bkz. Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre”, 167-168; Fatih Topaloğlu, Hz.
Ali’nin Hz. Osman Devri Siyasi Olaylarına Yönelik Tutumu, (Dokuz Eylül
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir,
2001, 34.
[17] İbn Sa’d, a.g.e., III, 60 (T., III, 68).
[19] Varol, “Raşid Halifeler Dönemi”, 202. Benzer değerlendirme için
bkz. Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre”, 167-168.
[20] Mustafa Çağrıcı, “Fitne”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1996,
XIII, 158.
[21] Demircan, Fitne, 57.
[22] Hüseyin Gâzi Yurdaydın, İslâm Tarihi Dersleri, Ankara,
1982, 15.
[23] Yurdaydın, a.g.e., 15. Örneğin; Hz. Osman’ın, akrabası
Mervân b. Hakem’e Mısır’ın beşte birini tahsis ettiği rivayet edilmektedir.
Hatta Hz. Osman’ın hazineden borç alarak şöyle dediği ifade edilmektedir: “Hz.
Ebû Bekir ve Hz. Ömer, hazineden kendi haklarını kullanmayıp bıraktılar. Ben
ise hakkımı aldım, akrabalarıma dağıttım.” Bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III,
60 (T., III, 68-69).
[24] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 208.
[25] Yurdaydın, a.g.e., 15. Hz. Osman’ın
yakın akrabalarından seçtiği valiler için bkz. Mes’ûdî, a.g.e., II,
343-344.
[26] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 208. Hz. Osman’ın Ümeyye
oğullarına mensup bazı valilerinin birtakım icraatları ve rahatsızlık doğuran
uygulamaları hakkında bilgi ve değerlendirme için bkz. Âdem Apak, Hazreti
Osman Dönemi Emevî İdarecileri, (Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Bursa, 1995, 87-100.
[27] Ümeyye oğulları kabilesi hakkında bilgi için
bkz. İsmail Yiğit, “Emeviler”, DİA, I-XLIV, Ankara, 1995, XI, 87-88.
[28] Yurdaydın, a.g.e., 15.
[29] Buse, a.g.m., 294.
[30] Yurdaydın, a.g.e., 15.
[31] Varol, “Raşid Halifeler Dönemi”, 202.
[32] Yurdaydın, a.g.e., 15.
[33] Varol, “Raşid Halifeler Dönemi”, 202.
[34] Varol, “Raşid Halifeler Dönemi”, 202.
[35] Yurdaydın, a.g.e., 15.
[36] Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 113.
[37] Yurdaydın, a.g.e., 15. Hz. Osman’ın
şehit edilmesi konusu hakkında bilgi ve karşılaştırma için bkz. Belâzurî, Ensâb,
III, 7.
[38] Yurdaydın, a.g.e., 15;
Demircan, Fitne, 57; İrfan Aycan-Mehmet Mahfuz Söylemez, İdeolojik
Tarih Okumaları, Ankara, 2014, 50; Buse, a.g.m.,
294.
[39] Demircan, Fitne, 57.
[40] Abdurrahman b. Muhammed b. Haldûn, Mukaddime,
(Çev.: Süleyman Uludağ), I-II, İstanbul, 2013, I, 457.
[41] Demircan, Fitne, 57. Benzer değerlendirmeyi Dûri’de
yapmaktadır. Ona göre; toplumsal olaylardaki patlamalar bir anda doğmazlar.
Olayları hazırlayan bir süreç vardır. Bundan hareketle o, Hz. Osman döneminde meydana
gelen olayları, Hz. Osman’a kalan bir miras olarak görür. Bkz. Abdülaziz Dûri, İlk
Dönem İslâm Tarihi, (Çev.: Hayrettin Yücesoy), İstanbul, 1991, 95-96.
[42] Yurdaydın, a.g.e., 15; Buse, a.g.m., 294. Buna örnek olarak;
Yezid b. Muâviye döneminde
meydana gelen Harre Vak’ası sırasında Müslim b. Ukbe,
Medine’de yaptığı katliamı Hz. Osman’ın şehit edilmesinin intikamını almak
olarak değerlendirmiştir. Bkz. Aycan-Söylemez, a.g.e., 50-51.
[43] Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 113.
[44] Yurdaydın, a.g.e., 16; Buse, a.g.m., 294. Râfıza fırkası;
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in halifeliğini reddedip, Hz. Ali’nin bizzat Hz.
Peygamber tarafından açıkça halife ilan edildiğini öne sürerler. Bundan
hareketle bu fırka; Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’in Hz. Ali’nin hakkı olan
halifeliği gaspederek ona zülmettiklerini iddia ederler. Bkz. Eş’ârî, a.g.e.,
48 v.d.; Watt, a.g.e., 199 v.d.; Mustafa Öz, “Râfizîler”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 2007, XXXIV, 396; Kıyasettin Koçoğlu, “İmam Maturidi, Hoca
Ahmed Yesevi ve Hacı Bektaşi Veli’de Hz. Ali”, Hz. Ali -Sempozyum
Bildirileri-, İzmir, 2009, 373. Ancak Mâtürîdî, Tevbe, 9/100 ve Hac, 22/56
ayetlerini destek göstererek bu görüşü reddetmiştir. Bkz. a.mlf., a.g.m., 373.
[45] Yurdaydın, a.g.e., 16.
[46] Yurdaydın, a.g.e., 16.
[47] Mustafa Akçay, “Hz. Ali’nin Hayatı ve
Kişiliği”, Anadolu ’da Aleviliğin Dünü ve Bugünü, 1, (Ed.: Halil İbrahim
Bulut), Sakarya, 2010, 175.
[48] Yurdaydın, a.g.e., 16.
[49] Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 113-114.
[50] İbn Haldûn, a.g.e., I, 450.
[51] Âdem Apak, “Hz. Osman’ın Halifeliği Döneminde
Meydana Gelen Siyasî Problemler ve Sebepleri Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, Usûl
İslam Araştırmaları, 4, İstanbul, 2005, 158.
[52] Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre”, 167.
[53] Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 34.
[54] Demircan, Fitne, 57.
[55] Demircan, Fitne, 58.
[56] Basra, Güney Irak’ta olup Hz. Ömer tarafından kurulan bir
şehirdir. Basra şehrinin kuruluşu hakkında bilgi için bkz. Belâzurî, Futûh,
483-519 (T., 497-539); Yakût el-Hamevî, a.g.e., I, 430440; Abdulhalık
Bakır, “Basra”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1992, V, 108-111.
[57] Kûfe, Güney Irak’ta Hz. Ömer’in emri üzerine Sa’d b. Ebû Vakkâs
tarafından kurulmuş olan bir şehirdir. Kûfe şehrinin kuruluşu hakkında bilgi
için bkz. Belâzurî, Futûh, 387-406 (T., 394-415); Yakût el-Hamevî, a.g.e.,
IV, 490-494; Casim Avcı, “Kûfe”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2002, XXVI,
334-338.
[58] Mehmet Ali Kapar, İslam’ın İlk Döneminde
Bey’at ve Seçim Sistemi, İstanbul, 1998, 55. Bilgi ve değerlendirme için
bkz. İbn Haldûn, a.g.e., I, 456-457.
[59] Kapar, İslam’ın İlk Döneminde Bey’at, 55.
[60] Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 122.
[61] Demircan, Fitne, 61.
[62] Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 122.
[63] Şiblî, a.g.e., III, 333; V, 20.
[64] Şiblî, a.g.e., III, 333; V, 20-21. Hz. Osman döneminde
fitneye sebep olan nedenler ve bunların değerlendirmesi için bkz. a.mlf., a.g.e.,
V, 20-22. İbn Haldûn da benzer değerlendirmelerde bulunmaktadır. Bkz. İbn
Haldûn, a.g.e., I, 456.
[65] Dûri, a.g.e., 104. Hz. Osman döneminde meydana gelen
olaylarla ilgili değerlendirme için bkz. a.mlf., a.g.e., 93-104.
[66] Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 122.
[67] Demircan, Fitne, 61.
[68] Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 122.
[69] Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 122. Ayrıca bkz. Şiblî, a.g.e.,
III, 335.
[70] Demircan, Fitne, 66.
[71] Demircan, Fitne, 62.
[72] Ebü’l-Kâsım Muhammed b. Ebî Huzeyfe Mihşem b. Utbe b. Rebîa
el-Abşemî (ö. 36/657). Hayatı
hakkında
bilgi için bkz. Casim Avcı, “Muhammed b. Ebû Huzeyfe”, DİA, I-XLIV,
İstanbul, 2005,
XXX, 519.
[73] Ebü’l-Kâsım Muhammed b. Ebû Bekir es-Sıddîk Abdillâh b. Osmân
el-Kureşî et-Teymî (ö. 38/658). Hz. Ebû Bekir’in oğlu olup Hz. Ali döneminde
Mısır valiliği yapmıştır. Hayatı hakkında bilgi için bkz. Âdem Apak, “Muhammed
b. Ebû Bekir es-Sıddîk”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2005, XXX, 518.
[74] Demircan, Fitne, 62.
Âdem Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, Hayatı
Kişiliği ve Düşünceleriyle Hz. Ali Sempozyumu, (Haz.: M. Selim Arık),
Bursa, 2005, 48.
[83] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 48.
[84] Demircan, Fitne, 65.
[85] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 48.
[86] Kapar, İslam’ın İlk Döneminde Bey’at, 56. Rivayet
edildiğine göre; Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Abdullah b. Ömer, Muhammed b. Talha ve
Abdullah b. Zübeyr kuşatma esnasında Hz. Osman’ı korumak üzere
görevlendirilmişlerdi. Bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III, 67 (T., III, 76);
Şiblî, a.g.e., V, 75. Hz. Osman’ın şehit edilmesi üzerine Hz. Ali çok
üzülmüş ve bunları oldukça sert bir şekilde azarlamıştır. Bkz. Şiblî, a.g.e.,
V, 75.
[87] Demircan, Fitne, 66. Ayrıca bkz. Şiblî, a.g.e., V, 75.
[88] Demircan, Fitne, 66.
[89] M. Seligsohn, “A’işe”, İA, I-XV, Eskişehir, 1997, I, 229.
[90] Ümmü’l-mü’minîn Âişe bint Ebî Bekr es-Sıddîk el-Kureşiyye (ö.
58/678). Hz. Ebû Bekir’in kızı ve Hz. Peygamber’in eşidir. Hayatı hakkında
bilgi için bkz. Mustafa Fayda, “Âişe”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1989, II,
201-205; Seligsohn, a.g.md., I, 229.
[91] Mustafa Özkan, “Siyasal-Sosyal Gelişmeler
Karşısında Hz. Aişe’nin Duruşu Üzerine”, Diyanet İlmi Dergi, XLV-1,
Ankara, 2009, 62.
[92] Fayda, “Âişe”, II, 202. Ayrıca bkz. Saîd el-Efgânî, Âişe
ve’s-Siyâse, Beyrut, 1971, 29; Mehmet Bahaüddin Varol, Ehl-i Beyt ve
Siyâsi Faaliyetleri, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Basılmamış Doktora Tezi), Konya, 1999, 200-202. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer dini
konularda siyasete karışmayan Hz. Aişe’ye danışmışlardır. Bkz. Şiblî, a.g.e.,
III, 413. Hz. Aişe’nin Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer döneminde halifelere karşı
tutumu için bkz. Recep Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, Şahsiyeti ve Hz.
Peygamber Sonrası İslâm Tarihindeki Rolü, (Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 2016, 168-180.
[93] Özkan, “Siyasal-Sosyal Gelişmeler”, 62. Genel batlarıyla Hz.
Aişe’nin ilk üç halife dönemindeki siyasi faaliyetleri için bkz. Varol, Ehl-i
Beyt ve Siyâsi Faaliyetleri, 200-209. Hz. Aişe’nin Hz. Osman’ın halifeliği
dönemindeki ilişkileri için bkz. Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı,
187-199.
[94] Demirel, “Hz. Aişe”, 132; Seligsohn, a.g.md., I, 229. Ayrıca bkz.
Varol, Ehl-i Beyt ve Siyâsi Faaliyetleri, 202-203.
[95] Bedruddîn Zerkeşî, el-İcâbe li Îrâdi Mâ ’stedrekethu ‘Âişe ‘ala
’s-Sahâbe (Hz. Âişe’nin Sahabeye
Yönelttiği
Eleştiriler), (Çev.: Bünyamin Erul), Ankara, 2002, 29; Özkan, “Siyasal-Sosyal
Gelişmeler”, 62.
[96] Uzun sakallarından dolayı Hz. Osman’a takılan Na’sel lakabı; uzun
sakallı Yahudi anlamına gelmektedir. Bkz. Efgânî, a.g.e., 55.
[97] Zerkeşî, a.g.e., 29; Özkan, “Siyasal-Sosyal Gelişmeler”,
62.
[98] Efgânî, a.g.e., 55-56.
[99] Makdisî, a.g.e., V, 205; Efgânî, a.g.e., 39.
[100] Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 285.
[101] Taberî, a.g.e., IV, 385; İbn Kesîr, a.g.e., X, 312
(T., VII, 306); Şiblî, a.g.e., V, 35.
[102] İbn Kuteybe, a.g.e., I, 57; Şiblî, a.g.e., V, 35.
[103] İbn Kesîr, a.g.e., X, 312 (T., VII, 306).
[104] Taberî, a.g.e., IV, 385.
[105] İbn Sa’d, a.g.e., III, 64-65 (T., III,
73-74); Taberî, a.g.e., IV, 386; İbn Kesîr, a.g.e., X, 312 (T.,
VII, 306-307).
[106] Ümmü Habîbe Remle bint Ebî Süfyân Sahr b. Harb el-Ümeviyye (ö.
44/664). Hz. Peygamber’in hanımıdır. Hayatı hakkında bilgi için bkz. Aynur
Uraler, “Ümmü Habîbe”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2012, XLII, 318-319.
[107] Taberî, a.g.e., IV, 386; İbn Kesîr, a.g.e., X, 312
(T., VII, 306-307).
[108] Ebû İshâk Sa’d b. Ebî Vakkâs Mâlik b. Vüheyb (Üheyb/Vehb) el-Kureşî
ez-Zührî (ö. 55/675). Hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e.,
III, 128-138 (T., III, 151-166); İbrahim Hatiboğlu, “Sa’d b. Ebû Vakkâs”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 2008, XXXV, 372-374.
[109] Şiblî, a.g.e., V, 35.
[110] Efgânî, a.g.e., 66; Şiblî, a.g.e., III, 335; Abbott, a.g.e.,
123; Demirel, “Hz. Aişe”, 138.
[111] Demirel, “Hz. Aişe”, 138.
[112] İbn Kesîr, a.g.e., X, 313 (T., VII, 307).
[113] Demirel, “Hz. Aişe”, 136.
[114] Abbott, a.g.e., 124.
[115] Demirel, “Hz. Aişe”, 136.
[116] İbn Sa’d, a.g.e., VII, 41 (T., VII, 37).
[117] İbn Kesîr, a.g.e., X, 313 (T., VII, 307).
[118] İbn Sa’d, a.g.e., VII, 41 (T., VII, 37).
[119] İbn Kesîr, a.g.e., X, 313 (T., VII, 307).
[120] İbn Sa’d, a.g.e., VII, 41 (T., VII, 37).
[121] Abbott, a.g.e., 125.
[122] İbn Kesîr, a.g.e., X, 313 (T., VII, 307).
[123] Taberî, a.g.e., IV, 386.
[124] İbn Sa’d, a.g.e., VII, 41 (T., VII, 37-38).
[125] İbn Sa’d, a.g.e., VII, 41 (T., VII, 38).
[126] İbn Sa’d, a.g.e., VII, 41 (T., VII, 38).
[127] Demirel, “Hz. Aişe”, 136.
[128] Abbott, a.g.e., 125.
[129] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 63-64 (T., III, 181).
[130] İbn Kesîr, a.g.e., X, 313 (T., VII, 307).
[131] Abbott, a.g.e., 125; Zerkeşî, a.g.e., 29.
[132] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 161.
[133] Hz. Peygamber’in amcasının oğlu olan Abdullah b. Abbas; İbn Abbas
diye bilinir. İbn Abbas’ın hayatı hakkında bilgi için bkz. İsmail Lütfü
Çakan-Muhammed Eroğlu, “Abdullah b. Abbas b. Abdülmüttalib”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 1998, I, 76-79.
[134] Seyf b. Ömer, a.g.e., 65; İbn Sa’d, a.g.e.,
III, 60 (T., III, 68); İbn Kesîr, a.g.e., X, 313 (T., VII, 307).
[135] İbn Kesîr, a.g.e., X, 313 (T., VII, 307).
[136] Taberî, a.g.e., IV, 407. Erkocaaslan,
Hz. Aişe’nin böyle bir arzusunun olduğuna dair bu rivayetin doğru olmadığını
ifade etmektedir. Bkz. Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 285.
[137] Taberî, a.g.e., IV, 407.
[138] Seyf b. Ömer, a.g.e., 78; Ya’kûbî, a.g.e.,
II, 176; Taberî, a.g.e., IV, 407; Mes’ûdî, a.g.e., II, 355;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 69 (T., III, 187); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 322 (T., VII, 307). Ayrıca Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle ilgili bilgi ve
değerlendirmeler için bkz. Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre”, 150-176;
a.mlf., “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları: Sonuçları ve Etkileri”, AÜİFD,
XXXIX-27, Ankara, 1999, 49-51; Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 37-39;
Kelpetin, Hulefâ-yi Râşidîn Dönemi Tarihi, 269-275; Mehmet Azimli, Dört
Halifeyi Farklı Okumak-3 Hz. Osman, Ankara, 2013, 167-198; Şiî kaynaklara
göre olayın değerlendirmesi için bkz. Mehmet Salih Arı, İmamiye Şiası
Kaynaklarına Göre İlk Üç Halife, İstanbul, 2011, 503-518.
[139] Demirel, “Hz. Aişe”, 138.
[140] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 166.
[141] Demirel, “Hz. Aişe”, 138.
[142] Özkan, “Siyasal-Sosyal Gelişmeler”, 61.
[143] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi
Olayları”, 50. Ayrıca bu konuda bilgi ve değerlendirme için bkz. Şiblî, a.g.e.,
V, 20-22, 26-33; Bahriye Üçok, İslâm Tarihi Emevîler- Abbasîler, Ankara,
1968, 9-11; Demircan, Fitne, 69-79.
[144] Taberî, a.g.e., IV, 287.
[145] Ebû Zer el-Gifârî’nin sürgün edilmesi hakkında bilgi için bkz.
Ya’kûbî, a.g.e., II, 172-173; Taberî, a.g.e., IV, 283-286;
Mes’ûdî, a.g.e., II, 348-351; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 11 (T.,
III, 118-121). Ayrıca genel değerlendirme için bkz. Hizmetli, “Tarihi
Rivayetlere Göre”, 164-165; İsrafil Balcı, “Bir Yalnız Sahabi Ebû Zer
el-Gifârî”, OMÜİFD, 10, Samsun, 1998, 358-384; Fatih Topaloğlu, “Hz.
Ali’nin, Hz. Osman Döneminde Halife ile İlişkileri”, Hz. Ali -Sempozyum
Bildirileri-, İzmir, 2009, 309. Geniş bilgi için bkz. İsmail Metin, Ammâr
b. Yâsir ve Ailesi, (Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas, 2006, 67-72; Şiî kaynaklara göre olayın
değerlendirmesi için bkz. Arı, İlk Üç Halife, 498-503. Abdullah b.
Mes’ud’un dövdürülmesi hakkında bilgi için bkz. Belâzurî, Ensâb, VI,
147. Ayrıca değerlendirme için bkz. Yiğit, “Osman”, XXXIII, 440; Sarıçam, Emevî-Hâşimî,
240-241; Topaloğlu, “Hz. Ali’nin, Hz. Osman Döneminde Halife ile İlişkileri”,
310. Şiî kaynaklara göre olayın değerlendirmesi için bkz. Arı, İlk Üç
Halife, 487-492. Hz. Osman’ın bu iki sahâbe dışında diğer bazı sahâbeye
karşı tepki toplayan tutumu için ayrıca bkz. Topaloğlu, Hz. Ali’nin Hz.
Osman Devri Siyasi Olaylarına Yönelik Tutumu, 53-59.
[146] Taberî, a.g.e., IV, 281-283; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
9 (T., III, 117-118). Ayrıca genel değerlendirme için bkz. Hizmetli, “Tarihi
Rivayetlere Göre”, 165.
[147] Genel değerlendirme için bkz. Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre”,
163.
[148] Ebû Abdurrahmân Abdullah b. Mes’ûd b. Gafil b. Habîb el-Hüzelî (ö.
32/652-53). Hayatı hakkında bilgi için bkz. İsmail Cerrahoğlu, “Abdullah b.
Mes’ûd”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1998, I, 114-117.
[149] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 9 (T., III, 115-117). Ayrıca genel
değerlendirme için bkz. Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre”, 162-163.
[150] Şiblî, a.g.e., V, 288.
[151] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 3-6 (T., III, 111-112). Ayrıca
değerlendirme için bkz. Mustafa Fayda, “Abdullah b. Sa’d b. Ebû Serh”, DİA,
Ankara, 1988, I, 130-131. İrtidat ettiğine dair geniş bilgi için bkz. Yusuf
Akpınar, Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’in Hayatı, (Cumhuriyet
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas,
2007, 19-33.
[152] Ya’kûbî, a.g.e., II, 165; Mes’ûdî, a.g.e., II, 344;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 3-6 (T., III, 111-112); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 233 (T., VII, 256). Ayrıca değerlendirme için bkz. Mehmet Efendioğlu, Sahâbeye
Yöneltilen Tenkitler (Tartışmalar-Gerçekler), İstanbul, 2014, 409-411;
a.mlf., “Velîd b. Ukbe”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2013, XLIII, 35-36.
[153] Hz. Osman’ın atadığı bazı valiler ve onların icraatları için bkz.
İbnü’l-Esîr, a.g.e., II, 475, 476-477, 482, 491-492; III, 3-6 (T., III,
84-85, 87-88, 94, 105-106, 110-113). Ayrıca genel değerlendirme için bkz.
Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre”, 163-164; Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu,
35-37; Apak, Hazreti Osman Dönemi Emevîİdarecileri, 93-100.
[154] Hz. Osman’ın eleştirilen icraatları hakkında geniş değerlendirme
için bkz. Abbott, a.g.e., 109-124; Fığlalı, “Hariciliğin Doğuşuna Etki
Eden”, 228-231; Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre”, 162166; Fayda, “Âişe”,
II, 203; Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 146-155; Demirel, “Hz.
Aişe”, 132-136; Yiğit, “Osman”, XXXIII, 439-441; Sevde İla, Hz. Aişe ve
Peygamber Sonrası Siyasi Hayattaki Rolü, (Çukurova Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Adana, 2007, 50-61, 74-81;
Özkan, “Siyasal-Sosyal Gelişmeler”, 60-61.
[155] Demircan, Fitne, 63.
[156] Demircan, Fitne, 69; Murat Akarsu, Hz. Osman ve Hilâfeti,
(Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi),
Ankara, 2001, 173. Hz. Osman’ın şehit edilmesine sebep olan olaylar, evinin
kuşatılması ve şehit edilmesi hakkında geniş bilgi ve değerlendirme için bkz.
a.mlf., a.g.e., 156-253.
[157] Sadık Cihan, Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik Olaylarla
İlgisi, Samsun, 1997, 105; Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 281;
Wellhausen, Arap Devleti, 23; Mustafa Özkan, “İlk Dönem İslâm Târihi
Siyasî Çatışmalarının Dışında Kalmaya Çalışanlar: Tarafsızlar”, DÜİFD,
X- 1, Diyarbakır, 2008, 62.
[158] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 281.
[159] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 244; Apak, Anahatlarıyla
İslâm Tarihi 2, 281.
[160] Varol, “Raşid Halifeler Dönemi”, 202.
[161] Hülya Küçük, “Hz. Aişe”, Mehir, 2, Konya, 1998, 110.
[162] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 50. Benzer
görüş için bkz. Demircan, Ali-Muaviye, 59.
[163] Özkan, “İlk Dönem İslâm Târihi Siyasî
Çatışmalarının Dışında Kalmaya Çalışanlar”, 62; Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar
Mücadelesi”, 123.
[164] Özkan, “İlk Dönem İslâm Târihi Siyasî Çatışmalarının Dışında Kalmaya
Çalışanlar”, 64.
[165] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 281.
[166] Mehmet Ali Kapar, Halifeliğin Emevilere Geçişi Verasete
Dönüşmesi, İstanbul, 1998, 9.
[167] Demircan, Ali-Muaviye, 71.
[168] Mehmet Atalan, “Hz. Muhammed’in Vefatından
Sonraki Hilafet Tartışmaları”, FÜİFD, IX-2, Elazığ, 2004, 68; Kenan
Ayar, “Hâricîlerin Hz. Ali’den Ayrılış Süreci”, Din Bilimleri Akademik
Araştırma Dergisi, VIII-1, Samsun, 2008, 46.
[169] Atalan, a.g.m., 68; Buse, a.g.m., 291.
[170] Ayar, “Hâricîlerin Hz. Ali’den Ayrılış Süreci”, 46.
[171] Atalan, a.g.m., 68; Buse, a.g.m., 291.
[172] Ayar, “Hâricîlerin Hz. Ali’den Ayrılış Süreci”, 46.
[173] Buse, a.g.m., 291.
[174] Mehmet Azimli, “Hulefa-i Raşidin Dönemi Halife Seçimleri”, Din
Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII-1, Samsun, 2007, 56.
[175] Mahfuz Söylemez, Güç ve İktidar: Kûfe’de İktidar Mücadelesi,
İstanbul, 2011, 56.
[176] Azimli, “Hulefa-i Raşidin Dönemi Halife Seçimleri”, 56.
[177] Ahmed Cevdet Paşa, Kısâs-ı Enbiya ve
Tevârih-i Hulefâ, (Sad.: Metin Muhsin Bozkurt), İstanbul, 1981, 392.
[178] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83 (T., III,
197); İbn Kesîr, a.g.e., X, 421-422 (T., VII, 365-366); Cevdet Paşa, a.g.e.,
392.
[179] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları,
244. Bilgi için bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83 (T., III, 197); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 422 (T., VII, 366).
[180] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 244.
[181] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 172.
[182] Cevdet Paşa, a.g.e., 392; Şiblî, a.g.e., III, 335.
[183] Wellhausen, Arap Devleti, 24; Ayar, Dört Halîfe Dönemi
Siyasî Olayları, 244.
[184] Hz. Ali dışında hayatta olan Şûra üyeleri hakkında genel bilgi ve
değerlendirme için bkz. Nizamettin Parlak, “Hz. Ömer’in Şura’sındaki Halife
Adayları”, İSTEM, X-20, Konya, 2012, 8291.
[185] Wellhausen, Arap Devleti, 24; Ayar, Dört Halîfe Dönemi
Siyasî Olayları, 244.
[186] Bilgi için bkz. Fığlalı, “Ali”, II, 372;
a.mlf., İbâdiye’nin Doğuşu, 39; a.mlf., İmam Ali, Ankara, 2012,
61; Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 171-172; Demirel, “Hz.
Aişe”, 139; Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 207-208; Huart, a.g.m., I, 307;
Kapar, İslam’ın İlk Döneminde Bey’at, 56; Apak, Anahatlarıyla İslâm
Tarihi 2, 281-282; Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları,
245-246.
[187] İbn Sa’d, a.g.e., III, 29 (T., III, 32); İbn Kuteybe, a.g.e.,
I, 42; Taberî, a.g.e., IV, 428; İbnü’l- Cevzî, a.g.e., V, 63;
Cevdet Paşa, a.g.e., 392.
[188] İbn Sa’d, a.g.e., III, 29 (T., III, 32); İbn Kuteybe, a.g.e.,
I, 42; Taberî, a.g.e., IV, 428; Şerîf er- Radî, Nehcü’l-Belâğâ,
(Çev.: Beşir Işık, M. Vesim Taylan, Faruk Bozgöz), Ankara, 1990, 120;
İbnü’l-Cevzî, a.g.e., V, 63; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 81-82 (T.,
III, 195); İbn Kesîr, a.g.e., X, 420421 (T., VII, 365); Cevdet Paşa, a.g.e.,
392.
[189] İbn Sa’d, a.g.e., III, 29 (T., III, 32); İbn Kuteybe, a.g.e.,
I, 42; Taberî, a.g.e., IV, 428; İbnü’l- Cevzî, a.g.e., V, 63;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 81-82 (T., III, 195); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 420-421 (T., VII, 365); Cevdet Paşa, a.g.e., 392. Hz. Ali’nin halife
olmak istemediğini gösteren yukarıdaki rivayete paralel bir rivayet daha
vardır. Bu rivayete göre; Hz. Osman şehit edildikten sonra Medineliler Hz. Ali’ye
gidip ona biat etmek istediler. Hz. Ali onların isteklerine karşılık vermedi.
Israrlar karşısında Hz. Ali onlardan kaçıp Amr b. Mebdul’un bahçesine girdi ve
kapıyı üzerine kilitledi. Medineliler gelip kapıyı vurup zorla içeri girdiler.
Beraberlerinde Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’i de getirmişlerdi. Ona; yönetim
halifesiz devam edemez, dediler. Halifeliği kabul etmesini istediler. O da
ısrarlar sonunda bu teklifi kabul etti. Bkz. İbn Kesîr, a.g.e., X, 420
(T., VII, 364365).
[190] Taberî, a.g.e., IV, 432; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83
(T., III, 197).
[191] Demircan, Fitne, 68.
[192] Taberî, a.g.e., IV, 432; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83
(T., III, 197).
[193] Taberî, a.g.e., IV, 432; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 83 (T., III, 197); İbn Kesîr, a.g.e., X, 422 (T., VII, 366).
[194] Ebû Abdurrahmân Abdullâh b. Ömer el-Hattâb el-Kureşî el-Adevî (ö.
73/692). Hayatı hakkında
bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e.,
IV, 133-175 (T., IV, 157-213); Mehmet Yaşar Kandemir,
“Abdullah b. Ömer b. Hattâb”, DİA, I-XLIV, İstanbul,
1988, I, 126-128.
[195] Taberî, a.g.e., IV, 432; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 83 (T., III, 197); İbn Kesîr, a.g.e., X, 422 (T., VII, 366).
[196] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83 (T., III,
197); İbn Kesîr, a.g.e., X, 422 (T., VII, 366); Cevdet Paşa, a.g.e., 392.
[197] Taberî, a.g.e., IV, 434; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83
(T., III, 197).
[198] Taberî, a.g.e., IV, 434; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 83 (T., III, 197); İbn Kesîr, a.g.e., X, 422 (T., VII, 366).
[199] Taberî, a.g.e., IV, 434; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83
(T., III, 197); Cevdet Paşa, a.g.e., 393.
[200] Taberî, a.g.e., IV, 434; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 84
(T., III, 198); Cevdet Paşa, a.g.e., 393.
[201] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 84 (T., III, 198); Cevdet Paşa, a.g.e.,
393.
[202] Taberî, a.g.e., IV, 434; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 83 (T., III, 197); İbn Kesîr, a.g.e., X, 422 (T., VII, 366).
[203] Taberî, a.g.e., IV, 432-435; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 83-85 (T., III, 198-199); İbn Kesîr, a.g.e., X, 421-424 (T., VII,
366); Cevdet Paşa, a.g.e., 393.
[204] Mustafa Sami Tok, -Hz. Peygamber Dönemi Sonrası Siyasi
Olaylarında- Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam, (Cumhuriyet
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas,
2009, 73.
[205] Kapar, İslam’ın İlk Döneminde Bey’at, 57; Erkocaaslan, Hz.
Âişe’nin Hayatı, 201.
[206] Tok, a.g.e., 73.
[207] Kapar, İslam’ın İlk Döneminde Bey’at, 57.
[208] Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 201.
[209] Tok, a.g.e., 73; Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı,
201.
[210] Kapar, İslam’ın İlk Döneminde Bey ’at, 57; Erkocaaslan, Hz.
Âişe’nin Hayatı, 201. Ayrıca bkz. İbn Haldûn, a.g.e., I, 455.
[211] Kapar, İslam’ın İlk Döneminde Bey’at, 57. Ayrıca bkz. İbn
Haldûn, a.g.e., I, 455.
[212] Tok, a.g.e., 73.
[213] Tok, a.g.e., 73. Benzer görüş ve
değerlendirme için bkz. Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 3637.
[214] İbn Haldûn, a.g.e., I, 455.
[216] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye,
97.
[217] İhsan Süreyya Sırma, İslâmi Tebliğin Örnek Halifeler Dönemi,
İstanbul, 2008, 255.
[218] Abdülbâki Gölpınarlı, Mü ’minlerin Emiri Hz. Ali (A.M.),
İstanbul, 1990, 79.
[219] Taberî, a.g.e., IV, 436; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
84-85 (T., III, 199); İbn Kesîr, a.g.e., X, 422-423 (T., VII, 366-367).
[220] Enfâl, 8/26.
[221] Sıddık Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, Ankara,
2005, 52.
[222] Taberî, a.g.e., IV, 436-437; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 85; İbn Kesîr, a.g.e., X, 423-424 (T., VII, 367).
[223] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 52.
[224] Taberî, a.g.e., IV, 436-437; İbn Kesîr, a.g.e., X,
424 (T., VII, 367).
[225] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 52-53.
[226] Osman Nuri Dural, Muaviye Bin Ebi Süfyan ’a
Yöneltilen Eleştiriler, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 2007, 24.
[227] Fığlalı, İmam Ali, 61.
[228] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 48.
[229] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 50; Ali
Hatalmış, İslâm Toplumunda Kölelik ve Cariyelik, Ankara, 2012, 124.
[230] Dural, a.g.e., 24.
[231] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 50.
[232] Dûri, a.g.e., 105.
[233] Demircan, Fitne, 68.
[234] Dûri, a.g.e., 105. Dûri’ye göre; Hz.
Ali, yöneliş ve eğilimlerinde İslâmi akımı temsil ediyordu. O, Hz. Ali’nin
icraatlarını buna örnek göstermektedir. Bkz. Dûri, a.g.e., 104-105.
[235] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 51.
[236] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 50.
[237] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 51.
[238] Demircan, Fitne, 68.
[239] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 51.
[240] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 50.
[241] Demircan, Fitne, 68.
[242] Hasan İbrahim Hasan, “Hülefa-i Raşid’in ve Emeviler Döneminde Siyasî
ve Dinî Hareketler”, Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi, (Çev.:
İsmail Yiğit-Sadreddin Gümüş), I-XII, İstanbul, 1987, I, 343; Henri Lammens,
“Muâviye”, İA, I-XV, Eskişehir, 1997, VIII, 438-439.
[243] Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 123.
Bilgi için bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83 (T., III, 197); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 421 (T., VII, 365).
[244] Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 123.
Bilgi için bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83 (T., III, 196); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 421 (T., VII, 365).
[245] Demircan, Fitne, 79-80.
[246] Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 123.
[247] Şiblî, a.g.e., V, 23.
[248] Ayar, “Sahabe Dönemi İktidar Mücadelesi”, 123.
[249] Wellhausen, İslâm’ın En Eski Tarihi, 121.
[250] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 243.
[251] Varol, “Raşid Halifeler Dönemi”, 203.
[252] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 243.
[253] Varol, “Raşid Halifeler Dönemi”, 203.
[254] Taberî, a.g.e., IV, 428; Mes’ûdî, a.g.e., II, 358;
Wellhausen, Arap Devleti, 24.
[255] Belâzurî, Ensâb, III, 7.
[256] Dineverî, a.g.e., 201 (T., 192).
[257] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 85 (T., III, 199).
[258] Seyf b. Ömer, a.g.e., 99; Hasan, a.g.m., I, 342; Gölpınarlı,
a.g.e., 77.
[259] Sabri Hizmetli, İslâm Tarihi (Başlangıçtan
İlk Dört Halife Devri Sonuna Kadar), Ankara, 1991, 218. Hz. Ali’nin
halifelik yaptığı süre hakkında bilgi için bkz. Mes’ûdî, a.g.e., II,
358.
[260] Wellhausen, İslâm’ın En Eski Tarihi, 121.
[261] Belâzurî, Ensâb, III, 16; Taberî, a.g.e., IV, 428;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 81-82 (T., III, 195); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 420-421 (T., VII, 365); Cevdet Paşa, a.g.e., 393. Ayrıca bkz. Fayda,
“Hulefâ-yi Raşidîn”, XVIII, 327.
[262] Adnan Demircan, Haricilerin Siyasi Faaliyetleri, İstanbul,
1996, 88.
[263] Hz. Talha Uhud Savaşı’nda Hz. Peygamber’i korurken sağ elinden bir
darbe almıştı. Bundan dolayı sağ eli felç olmuştu. Bkz. İbn Sa’d, a.g.e.,
III, 199 (T., III, 246); Belâzurî, Ensâb, III, 7; Ya’kûbî, a.g.e.,
II, 178; İbn Kesîr, a.g.e., X, 420-421 (T., VII, 365). Hz. Talha, felçli
eliyle Hz. Ali’ye biat ettiği için bazı kimseler bu işin sonu iyi olmayacak
diye olumsuz bir yorumda bulundular. Bkz. Belâzurî, Ensâb, III, 7; İbn
Kesîr, a.g.e., X, 420-421 (T., VII, 365).
[264] Belâzurî, Ensâb, III, 7; Ya’kûbî, a.g.e.,
II, 178; Taberî, a.g.e., IV, 428; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 8182
(T., III, 195); İbn Kesîr, a.g.e., X, 420-421 (T., VII, 365); Cevdet
Paşa, a.g.e., 393.
[265] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 171-172.
[266] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 96-97.
[267] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 248.
[268] Demircan, Fitne, 67.
[269] Mâlik b. Eşter’in hayatı ve ilk dönem siyasi
olaylara etkisi bakımından değerlendirme için bkz. Kenan Ayar, “Mâlik b.
el-Hâris el-Eşter’in İlk Dönem Siyasi Hadiselerdeki Rolü”, Din Bilimleri
Akademik Araştırma Dergisi, V-4, Samsun, 2005, 37-93; Abdülkerim Özaydın,
“Eşter”, DİA, I- XLIV, İstanbul, 1995, XI, 486-487.
[270] Belâzurî, Ensâb, III, 8; Taberî, a.g.e.,
IV, 432-435; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 83-85 (T., III, 198-200); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 421-424 (T., VII, 365-367).
[271] Demircan, Ali-Muaviye, 86-87. Benzer
değerlendirme için bkz. Zehra Çakır, “Dört Halife Döneminde Talha b.
Ubeydullah”, İSTEM, IV-7, Konya, 2006, 186.
[272] Erkocaaslan, Hz. Ali’nin hilafeti arzuladığına dair iddiasını
destekleyen birtakım rivayetleri zikretmektedir. Bu rivayetler ve değerlendirme
için bkz. Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 222225.
[273] Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 221-222.
[274] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 84 (T., III, 198). Ayrıca bkz.
Belâzurî, Ensâb, III, 8; Ayar, “Mâlik b. el- Hâris el-Eşter”, 68.
[275] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 84 (T., III,
198). Ayrıca bkz. Belâzurî, Ensâb, III, 8; İ. Hakkı Ünal, “Hukeym b.
Cebele”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1998, XVIII, 313.
[276] Fığlalı, İmam Ali, 61; a.mlf., İbâdiye’nin Doğuşu, 39.
[277] Demircan, Ali-Muaviye, 86.
[278] Mustafa Çiçek, “Hz. Peygamber ve Hulefâ-i
Râşidîn Döneminde Zübeyr b. el-Avvâm”, İSTEM, IV-7, Konya, 2006, 158.
[279] İbn Kesîr, a.g.e., X, 422 (T., VII, 366).
[280] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 84 (T., III, 199).
[281] Hüseyin Algül, İslâm Tarihi, I-IV, İstanbul, 1986, II,
470-471.
[282] Taberî, a.g.e., IV, 429; İbn Kesîr, a.g.e., X,
420-421 (T., VII, 365).
[283] Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 41. Ayrıca
benzer değerlendirme için bkz. Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler,
175-177; Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 262.
[284] Tok, a.g.e., 71-72.
[285] Taberî, a.g.e., IV, 437; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 85
(T., III, 200).
[286] Taberî, a.g.e., IV, 437; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 85
(T., III, 200).
[287] Şiblî, V, 77-78.
[288] Söylemez, Güç ve İktidar, 57-58.
[289] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 53.
[290] Çiçek, a.g.m., 158.
[291] Demircan, Fitne, 90.
[292] Kelpetin, Hulefâ-yi Râşidîn Dönemi Tarihi, 281-282.
[293] Çakır, a.g.m., 186. Benzer değerlendirme için bkz. Demircan, Ali-Muaviye,
86-87.
[294] Çakır, a.g.m., 186.
[295] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 53. Bilgi için
bkz. Taberî, a.g.e., IV, 427-428.
[296] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 53.
[297] Kelpetin, Hulefâ-yi Râşidîn Dönemi Tarihi, 282.
[298] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2,
298. Benzer değerlendirme için bkz. Demircan, Haricilerin Siyasi
Faaliyetleri, 88; a.mlf., Râşid Halifeler, İstanbul, 2005, 105.
[299] Demircan, Ali-Muaviye, 87, d.n. 136.
[300] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 299.
[301] Belâzurî, Ensâb, III, 8-9; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
82 (T., III, 196); İbn Kesîr, a.g.e., X, 421 (T., VII, 365). Detaylı
bilgi ve değerlendirme için bkz. Yusuf Tunç, Cemel ve Sıffin Savaşlarında
Tarafsız Kalan Sahabîler, (Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir, 2009, 7 v.d..
[302] Hayatı hakkında bilgi için bkz. Hüseyin Elmalı,
“Hassân b. Sâbit”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1997, XVI, 401.
[303] Hayatı hakkında bilgi için bkz. Mehmet Yaşar
Kandemir, “Kâ’b b. Mâlik”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2001, XXIV, 5.
[304] Hayatı hakkında bilgi için bkz. Asri Çubukçu,
“Mesleme b. Muhalled”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2004, XXIX, 320.
[305] Hz. Muhammed b. Mesleme’nin Hz. Ali’ye biat etmediğine dair geniş
bilgi ve değerlendirme için bkz. Yasin Kurnaz, Muhammed b. Mesleme Hayatı ve
Şahsiyeti, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi), Konya, 2008, 61-67. Ayrıca Hz. Muhammed b. Mesleme’nin
biat ettiğine dair bilgi için de bkz. Fığlalı, “Ali”, II, 372; Ataullah Şahyar,
“Muhammed b. Mesleme”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2005, XXX, 555. Görüldüğü
üzere bu konu hakkında kaynaklarda farklı bilgiler mevcuttur. Çalışmanın
konusuyla doğrudan bağlantısı olmadığı için detaya girilmedi.
[306] Nu’man b. Beşîr, Hz. Osman şehit edildikten sonra Hz. Osman’ın kanlı
gömleği ile onun eşi Nâile’nin kopan parmaklarını alıp Şam’a gitti. Bkz.
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 82 (T., III, 196). Hz. Muâviye, Hz. Osman’ın
kanını talep etmek için bunu Hz. Ali’ye karşı propaganda aracı olarak kullandı.
O, Hz. Osman’ın kanlı gömleği ile onun eşinin kopan parmaklarını mescitte
asmıştı. İnsanlar bu manzarayı görüp sürekli ağlıyorlardı. Bkz. Dineverî, a.g.e.,
204 (T., 193).
[307] Mustafa Fayda, “Abdullah b. Selâm”, DİA, I-XLIV, İstanbul,
1988, I, 135.
[308] Örneğin İbn Sa’d; Hz. Sa’d b. Ebû Vakkâs, Hz. Üsâme b. Zeyd, Hz.
Muhammed b. Mesleme, Hz. Zeyd b. Sâbit gibi önde gelen bazı sahâbenin Hz.
Ali’ye biat ettiklerini ifade eder. Bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III, 29 (T.,
III, 32).
[309] Seyf b. Ömer, a.g.e., 99;
[310] Hz. Ali ile Mervân b. Hakem’in arasındaki anlaşmazlık, Mervân b.
Hakem’in Hz. Osman dönemindeki bazı icraatlarına dayanıyor. Hz. Ali ile Mervân
b. Hakem’in, Hz. Osman dönemindeki ilişkileri için bkz. Ünal Kılıç, Mervan b.
el-Hakem, (Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 1995, 11-35; İsmail Hakkı Atçeken, “Hz. Osman
Dönemi İç Olaylarında Mervân b. Hakem’in Rolü”, SEÜİFD, 9, Konya, 1999,
315348.
[311] Ya’kûbî’nin verdiği bilgiye göre; Mervân b.
Hakem, Saîd b. Âs ve Velîd b. Ukbe dışında Medinelilerin hepsi Hz. Ali’ye biat
etmişlerdir. Bkz. Ya’kûbî, a.g.e., II, 178.
[312] Seyf b. Ömer, a.g.e., 100; Taberî, a.g.e., IV, 433.
Mervân b. Hakem, Saîd b. Âs ve Velîd b. Ukbe hilafetin ilk günlerinde Hz.
Ali’ye gelerek geçmişte Hâşim oğulları tarafından haksızlığa uğramış
olduklarını söylediler. Bedir Savaşı’nda babalarının Hz. Ali tarafından
öldürüldüklerini dile getirdiler. Mervân b. Hakem’in babasının sürgünden
kurtarılmasına Hz. Ali’nin karşı çıktığını hatırlattılar. Şayet mallarına
dokunmayacağına ve Hz. Osman’ın katillerini bulacağına dair söz verirse Hz.
Ali’ye biat edeceklerini söylediler. Geniş bilgi için bkz. Ya’kûbî, a.g.e.,
II, 178-179; Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 258. Ayrıca değerlendirme için bkz.
Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 208-210; Aycan, Saltanata Giden Yolda
Muaviye, 97-98.
[313] Akbulut, “Hariciliğin Siyasi Görüşleri”, 335.
[314] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 51. Benzer
değerlendirme için bkz. Şiblî, a.g.e., V, 83-84.
[315] İbn Haldûn’un verdiği bilgiye göre; bazı
kimseler Hz. Ali’nin asilere karşı Hz. Osman’a yardım konusunda bilinçli olarak
işi ağırdan alarak ona destek olmadığını iddia etmişlerdir. Ancak İbn Haldûn bu
iddiayı reddetmektedir. Bkz. İbn Haldûn, a.g.e., I, 455.
[316] Wellhausen, Arap Devleti, 23. Benzer
değerlendirme için bkz. Cihan, a.g.e., 105;
Apak,
Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 281; Özkan, “İlk Dönem
İslâm Târihi Siyasî Çatışmalarının Dışında Kalmaya Çalışanlar”, 62.
[317] Demircan, Ali-Muaviye, 60.
[318] Wellhausen, Arap Devleti, 24.
[319] Wellhausen, Arap Devleti, 23-24.
[320] Demircan, Ali-Muaviye, 60.
[321] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 173; Ayar, Dört
Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 248.
[322] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 37.
[323] Fığlalı, İmam Ali, 63; a.mlf., İbâdiye ’nin Doğuşu,
40; a.mlf., “Hariciliğin Doğuşu”, 235.
[324] Fığlalı, İmam Ali, 63; a.mlf., İbâdiye ’nin Doğuşu,
40-41; a.mlf., “Hariciliğin Doğuşu”, 235. Fığlalı burada Hz. Aişe’nin
muhalefetinin nedenini İfk Hadisesi’ne; Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in muhalefetlerinin
nedenini de istedikleri valilik taleplerine olumlu cevap alamamalarına bağlar.
Bkz. a.mlf., İmam Ali, 63-64; a.mlf., İbâdiye ’nin Doğuşu, 41;
a.mlf., “Hariciliğin Doğuşu”, 235.
[325] Fığlalı, İmam Ali, 64; a.mlf., İbâdiye ’nin Doğuşu,
41; a.mlf., “Hariciliğin Doğuşu”, 235.
[326] Demircan, Ali-Muaviye, 59, d.n. 84. İlgili yer için bkz. İbn
Hibbân, a.g.e., 302.
[327] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 37.
[328] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 173.
[329] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 173; Fığlalı, İmam
Ali, 63; a.mlf., İbâdiye’nin Doğuşu, 40; a.mlf., “Hariciliğin
Doğuşu”, 235.
[330] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 37; Fığlalı, İmam Ali,
63; a.mlf., İbâdiye’nin Doğuşu, 40; a.mlf., “Hariciliğin Doğuşu”, 235.
[331] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 37.
[332] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 248.
[333] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 248-249.
[334] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 173.
[335] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 173-174.
[336] Fığlalı, İmam Ali, 64; a.mlf., İbâdiye ’nin Doğuşu,
41; a.mlf., “Hariciliğin Doğuşu”, 235.
[337] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 173.
[338] Fığlalı, İmam Ali, 64; a.mlf., İbâdiye ’nin Doğuşu,
41; a.mlf., “Hariciliğin Doğuşu”, 235.
[339] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 173.
[340] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 210.
[341] Fığlalı, “Ali”, II, 373.
[342] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 85-86 (T., III, 200).
[343] Söylemez, Güç ve İktidar, 58.
[344] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 85-86 (T., III, 200).
[345] Söylemez, Güç ve İktidar, 58. Benzer değerlendirme için bkz.
Şiblî, a.g.e., V, 77-79.
[346] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 85-86 (T., III, 200).
[347] Çiçek, a.g.m., 148.
[348] İbn Haldûn, a.g.e., I, 455.
[349] Muhammed b. Ebû Bekir Hz. Ebû Bekir’in küçük oğlu olup Hz. Aişe’nin
kardeşidir. Hz. Ebû Bekir’in vefatından sonra eşi Hz. Ali’yle evlendiği için
Muhammed b. Ebû Bekir Hz. Ali’nin yanında büyümüştür. Hz. Ali Muhammed b. Ebû
Bekir’i kendi çocukları gibi severdi. Şiblî, a.g.e., III, 332.
[350] İbn Kuteybe, a.g.e., I, 66; Cevdet
Paşa, a.g.e., 394; Şiblî, a.g.e., V, 76-77; Bakır, Hz. Ali ve
Dönemi, 210.
[351] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 210. Ayrıca bkz. Apak, “Hz. Ali’nin
Siyasi Kişiliği”, 37.
[352] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 210.
[353] Söylemez, Güç ve İktidar, 58-59.
[354] Şiblî, a.g.e., V, 77; Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 210.
[355] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 211.
[356] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 211. Ayrıca bkz. İbn Haldûn, a.g.e.,
I, 455.
[357] Cevdet Paşa, a.g.e., 394.
[358] Taberî, a.g.e., IV, 438; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 86
(T., III, 201); Cevdet Paşa, a.g.e., 395.
[359] Şiblî, a.g.e., V, 83.
[360] Cevdet Paşa, a.g.e., 395.
[361] Çiçek, a.g.m., 148.
[362] Belâzurî, Ensâb, III, 18; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 86
(T., III, 201); Cevdet Paşa, a.g.e., 395.
[363] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 212.
[364] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 176.
[365] Belâzurî, Ensâb, III, 18; Taberî, a.g.e., IV, 429,
438.
[366] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 212.
[367] Belâzurî, Ensâb, III, 18; Taberî, a.g.e., IV, 438;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 86 (T., III, 201); Cevdet Paşa, a.g.e.,
395.
[368] Gölpınarlı, a.g.e., 84.
[369] Tok, a.g.e., 74.
[370] Tok, a.g.e., 75. İlgili rivayet için bkz. Taha Hüseyin, el-Fitnetu
’l-Kübra, I-II, Beyrut, ts., II, 22-23.
[371] Tok, a.g.e., 75.
[372] Ya’kûbî, Muğîre b. Şu’be’nin Hz. Ali’ye Hz.
Talha’nın Yemen’e ve Hz. Zübeyr’in de Bahreyn’e vali olarak atamasını
önerdiğini rivayet etmektedir. Bkz. Ya’kûbî, a.g.e., II, 180.
[373] Belâzurî, Ensâb, III, 10-11.
[374] Hasan, a.g.m., II, 38.
[375] Ya’kûbî, a.g.e., II, 180.
[376] Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 286.
[377] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 174.
[378] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 176.
[379] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 176. Bilgi için bkz.
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 48 (T., III, 163-164).
[380] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 176.
[381] Mahmut Kelpetin, “Cemel Vak’ası’na Farklı Bir Yaklaşım: Linda D. Lau
Örneği”, Tarih Dergisi, 54, İstanbul, 2012, 28.
[382] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 176.
[383] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 177; Ayrıca bkz.
Hatalmış, a.g.e., 124.
[384] Aşere-i Mübeşşere, hayattayken Hz. Peygamber
tarafından cennete girecekleri kendilerine müjdelenen on sahâbeye denir. Bilgi
için bkz. Abdullah Aydınlı-İsmail Lütfü Çakan, “Aşere-i Mübeşşere”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 1991, III, 585.
[385] Tok, a.g.e., 76.
[386] Tok, a.g.e., 76.
[387] Demircan, Ali-Muaviye, 95.
[388] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 208.
[389] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 211.
[390] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 210
[391] Çiçek, a.g.m., 149.
[392] Ayar, “Hâricîlerin Hz. Ali’den Ayrılış Süreci”, 47.
[393] Belâzurî, Ensâb, III, 19; Taberî, a.g.e., IV, 452;
Abbott, a.g.e., 128; Ethem Ruhi Fığlalı, “Cemel Vak’ası”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 1993, VII, 320.
[394] Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Mes’ûdî, a.g.e., II, 366;
İbnü’l-Arabî, a.g.e., 147; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 95 (T., III,
208).
[395] Demircan, Fitne, 89.
[396] Hasan, a.g.m., II, 38.
[397] Demircan, Fitne, 89.
[398] Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Demircan, Fitne, 89.
[399] Abbott, a.g.e., 128.
[400] Ayar, “Hâricîlerin Hz. Ali’den Ayrılış Süreci”, 47.
[401] Abbott, a.g.e., 128.
[402] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 175; a.mlf.,
“Hariciliğin Siyasi Görüşleri”, 335; Çiçek, a.g.m., 149.
[403] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 175.
[404] Çakır, a.g.m., 187.
[405] Tok, a.g.e., 79-80.
[406] Bu konuda geniş bilgi ve değerlendirme için
bkz. Taberî, a.g.e., IV, 429; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 86
(T., III, 201); Fığlalı, İbâdiye’nin
Doğuşu, 39-44; a.mlf., İmam Ali, 64; a.mlf., “Cemel Vak’ası”, VII,
320; Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 175-177; a.mlf., “Hariciliğin
Siyasi Görüşleri”, 335; Wellhausen, İslâm’ın En Eski Tarihi, 121;
Bünyamin Erul, “Talha b. Ubeydullah”, DİA, I- XLIV, İstanbul, 2010,
XXXIX, 504; Fayda, “Hulefâ-yi Raşidîn”, XVIII, 331; Bakır, Hz. Ali ve
Dönemi, 212; A. Bülent Ünal, İlk Devir İslâm Düşüncesinde Hâkimiyet
Kavramı ve Tezâhürleri, (Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi), İzmir, 1997, 152; Cihan, a.g.e., 109-110; Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları,
262; a.mlf.,
“Hâricîlerin Hz. Ali’den Ayrılış Süreci”, 47; İla, a.g.e.,
84-85; Tok, a.g.e., 74-76.
[407] Demircan, Fitne, 92-93.
[408] Selçuk Coşkun, “Abdulazîm ed-Deyb’in Zübeyr b.
Avvâm’a Yönelik Bazı Tenkitlere Cevabı”, Dinî Araştırmalar, III-7,
Ankara, 2000, 151-160.
[409] Günal, a.g.e., 125.
[410] İla, a.g.e., 83.
[411] Demircan, Fitne, 89.
[412] İfk Hadisesi hakkında bilgi için bkz. Mustafa
Fayda, “İfk Hadisesi”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2000, XXI, 507-509.
[413] Benî Mustalik Gazvesi hakkında bilgi için bkz.
Ya’kûbî, a.g.e., II, 53; Ahmet Önkal, “Mustalik (Benî Mustalik)” DİA,
I-XLIV, İstanbul, 2006, XXXI, 360-361.
[414] Nûr 24/11-21.
[415] Ebû Abdullah Muhammed b. Ömer el-Vâkıdî, Kitâbü’l-Meğâzî,
(Thk.: Marsden Jones), I-III,
Beyrut, 1984, II, 426-440 (Türkçesi: Hz.
Peygamber’in Savaşları, Çev.: Musa Kazım Yılmaz, I- III, İstanbul, 2014,
II, 71-86); Ebû Muhammed Abdulmelik b. Hişâm, es-Sîretu’n-Nebeviyye (Thk.:
Mustafa es-Sekkâ v.dğr.), I-IV, Beyrut, ts., III, 309-321; Ya’kûbî, a.g.e.,
II, 53. Ayrıca geniş bilgi ve değerlendirme için bkz. Şiblî, a.g.e.,
III, 312-319; Adnan Demircan, Hz. Peygamber Devrinde Münafıklar,
İstanbul, 1996, 85-92; Abbott, a.g.e.,45-52; İsmet Ersöz, “Kur’an’da İfk
Olayı”, DJyanet İlmi Dergi, XXIV-1, Ankara, 1998, 47-55; Fayda, “İfk
Hadisesi”, XXI, 507-509; a.mlf., “Âişe”, II, 201-205; Hüseyin Algül, “İslâm
Tarihinden Örneklerle İftira Olayına Tahlili Bir Bakış”, UÜİFD, IX-9,
Bursa, 2000, 135-136; Seyfullah Kara, “İfk Olayının Etkileri ve Olayla İlgili
Ortaya Konan Tavırlar”, ATAÜİFD, 15, Erzurum, 2001, 343-382; Muhammed
Hamidullah, İslâm Peygamberi, İstanbul, 2004, 207; Ali Aksu, “İfk Olayı
Üzerine Bir Değerlendirme (Sebep ve Sonuçları Açısından)”, CÜİFD,
VIII-1, Sivas, 2004, 1-21;
Ayşe Hümeyra Aslantürk,
“Kur’ân’ın İfk Hadisesi’ni Beyanı Bağlamında İnsanlığa Sunduğu
Evrensel Mesajlar”, VII. Kutlu Doğum Sempozyumu (Tebliğler), Isparta,
2004, 216-238; İla, a.g.e., 50-61; Recep Erkocaaslan, Hz. Peygamber
Dönemi Savaşlarından Benî Mustalik Gazvesi ve İfk Olayı, (Harran
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi),
Şanlıurfa, 2008, 42-61; Aliye Gümüş, İfk Hadisinin Tahlili, (Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara,
2008, 56-96; Martın Lıngs, Hz. Muhammed’in Hayatı, (Çev.: Nazife
Şişman), İstanbul, 2008, 258-264; Maxime Rodınson, Muhammed: Yeni Bir Dünyanın
ve Peygamberin Doğuşu, (Çev.: Atilla Tokatlı), İstanbul, 2008, 236-242;
İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara, 2011, 194-196.
[416] Demirel, “Hz. Aişe”, 130; Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı,
285.
[417] Hz. Aişe Na’sel lakabını vererek aleyhinde
hareket ettiği Hz. Osman’a bizzat kendisini ve icraatını şikâyet için Medine’ye
gitmek üzere yola çıkmışken yolda, onun şehit edildiğini ve Hz. Ali’ye biat
edildiğinin haberini alınca kanaat değiştirmiş ve Hz. Osman hakkında mazlum
olarak öldürülmüştür demiştir. Bu sözde, onun İfk Hadisesi dolayısıyla Hz.
Ali’ye kızgınlığını açık bir şekilde görmek mümkün olmaktadır. Bkz. Fığlalı, İmam
Ali, 63-64; a.mlf., İbâdiye’nin Doğuşu, 41; Cihan, a.g.e.,
110. Seligsohn, Hz. Aişe’nin Ali’ye karşı muhalefetini kin olarak değerlendirip
ve sebebini Hz. Ali’nin bu İfk Hadisesi’nde ki tutumuna bağlamaktadır. Bkz.
Seligsohn, a.g.md., I, 229. Hz. Ali için gerçek bir düşmanlık olmasa bile derin
bir hoşnutsuzluk beslemeye başladı. Bu durum ifadesini sonraki yıllarda Hz. Aişe’nin
Hz. Ali’nin kişisel ve siyasi emellerine engel olma girişimlerinde buldu. Bkz.
Abbott, a.g.e., 52. Hz. Aişe İfk Hadisesinden dolayı Hz. Ali’yi hiçbir
zaman affetmedi. Ne dini açıdan ne makam itibariyle ne de kadınlığı dolayısıyla
yapmakla görevli ve mecbur olmadığı bir konuda bir işe kalkışıyordu. Peygamber
eşi de olsa bir kadının böyle bir işe girişmesi şahsi husumetten başka bir şey
değildir. Bkz. Şehbenderzâde Ahmet Hilmi-Ziya Nur Aksun, İslâm Tarihi 1 Dinî
Düşünce ve İslâm (Doğuşu, Yayılışı, İlk Halîfeler, Emevîler, Abbâsîler),
I-III, İstanbul, 2006, I, 299. Rodınson’a göre; Hz. Aişe, Hz. Ali’nin kendisi
hakkındaki sözlerini unutmamış, onu hiçbir zaman affetmemiş ve yirmi yıl sonra
Hz. Ali’yi bir katilin hançerine kurban ederek intikamını almıştır. Bkz.
Rodınson, a.g.e., 239. Hz. Aişe, İfk hadisesinde Hz. Ali’nin yanlış
tutumundan dolayı ona karşı kin beslemesine sebep olmuş olabilir. Bu olaydan
sonra Hz. Aişe’nin Hz. Ali’ye karşı cephe aldığı sanılmaktadır. Bkz. Akbulut, Sahabe
Devri Siyasi Hadiseler, 188-189.
[418] Şiblî’ye göre; bazı kötü niyetli kimseler Hz.
Aişe’nin Hz. Ali’ye karşı muhalefetini İfk Hadisesi’ne
bağlasalar da bu doğru değildir. Ona göre;
Hz. Aişe’nin konuşmaları ve mektupları dikkate alındığında Hz. Aişe’nin böyle
bir şeyi ima yoluyla bile olsa dile getirmediği görülmektedir. Dolayısıyla
böyle bir husumetin olmadığını söylemek mümkündür. Bkz. Şiblî, a.g.e.,
III, 350. Hz. Aişe’nin muhalefetine geçmişte cereyan eden ve İfk hadisesi
olarak bilinen olayda Hz. Ali’nin takınmış olduğu durumun da etkisi olabilir.
Ancak Hz. Aişe’nin Hz. Ali hakkında iyilikle andığı rivayetler göz önüne
alındığında bu olayın Cemel Vak’ası’na direk etki ettiğini düşünmek zordur.
Bkz. Demirel, “Hz. Aişe”, 140. Fayda, Hz. Aişe’nin iddia edilenin aksine, Hz.
Ali’ye karşı hiçbir kırgınlığı olmadığı halde Basra’ya hareket ettiğini
belirtiyor. Bkz. Fayda, “Âişe”, II, 203; Günal, a.g.e., 123. Hz. Aişe’nin muhalefetini İfk
hadisesine bağlayarak meseleyi bu kadar basite
indirgemek ve kişisel hale getirmek doğru değildir. Hz.
Aişe’nin takındığı tutum, İslâm tarihinde Müslüman kadın için biçilen rolün
dışında kaldığı için kabullenilmemektedir. Hz. Aişe, Hz. Ali’nin halife
olmasını istememesi ve en önemlisi de seçilme tarzını beğenmemiş olması da
mümkündür. Dolayısıyla Hz. Aişe’nin tavrında sinsice çelişkiler aramaya gerek
yoktur. Bkz. Demircan, Ali-Muaviye, 92-95. Hz. Aişe’nin İfk hadisesinden
dolayı Hz. Ali’ye kırgınlığını yıllarca biriktirmesi ve halife olmasından sonra
da bu şekilde tepkisini gösterdiğini düşünmek doğru olmamalıdır. Bkz. Kelpetin,
Hulefâ-yi Râşidîn Dönemi Tarihi, 298. Benzer değerlendirme için bkz.
Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 285; a.mlf., Hz. Peygamber Dönemi
Savaşlarından Benî Mustalik Gazvesi ve İfk Olayı, 47.
[419] Şiblî, a.g.e., III, 351. Bilgi ve değerlendirme için bkz.
a.mlf., a.g.e., III, 351-352.
[420] İla, a.g.e., 85-86. Ayrıca bkz. Varol, Ehl-i Beyt ve
Siyâsi Faaliyetleri, 211.
[421] Azimli, Hz. Ali, 69.
[422] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 297; Demircan, Ali-Muaviye,
92-94.
[423] Erkocaaslan, Hz. Peygamber Dönemi Savaşlarından BenîMustalik
Gazvesi ve İfk Olayı, 47.
[424] Mehmed Said Hatiboğlu, “İslam’da İlk Siyâsî Kavmiyetçilik: Hilâfetin
Kureyşliliği”, AÜİFD, XXIII, Ankara, 1978, 155.
[425] Hatiboğlu, “Hilâfetin Kureyşliliği”, 155.
[426] Değerlendirme için bkz. Muharrem Akoğlu, “Hâriciliğin Ortaya
Çıkmasında Etkili Olan SosyoKültürel Faktörler”, EÜSBED, 9, Kayseri,
2000, 510-517.
[427] Emevî-Hâşimî aileleri arasındaki tarihi rekabet ve siyasi çekişme
hakkında detaylı bilgi ve geniş değerlendirme için Sarıçam, Emevî-Hâşimî
adlı çalışmaya bakılabilir. Ayrıca değerlendirme için bkz. Yiğit, “Emeviler”,
XI, 87-88; Akoğlu, “Hâriciliğin Ortaya Çıkmasında Etkili Olan SosyoKültürel
Faktörler”, 503-522.
[428] Ünal, a.g.e., 153.
[429] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 215; Akoğlu, “Hâriciliğin Ortaya
Çıkmasında Etkili Olan SosyoKültürel Faktörler”, 510-511.
[430] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 215; Sarıçam, Emevî-Hâşimî,
253.
[431] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 215; Sarıçam, Emevî-Hâşimî,
253.
[432] Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 253.
[433] İbrahim Sarıçam, “Hz. Ali’nin Hayatı ve Şahsiyeti”, Hayatı
Kişiliği ve Düşünceleriyle Hz. Ali Sempozyumu, (Haz.: M. Selim Arık),
Bursa, 2005, 23.
[434] Hz. Ali Hz. Osman’ın valileri yerine Abdullah b. Abbas’ı Yemen’e,
Semüre b. Cündeb’i Basra’ya, Ammare b. Şihab’ı Kûfe’ye, Kays b. Sa’d b.
Ubade’yi Mısır’a, Sehl b. Huneyf’i Şam’a vali olarak tayin etti. Bkz.
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 86-88 (T., III, 201-203); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 429 (T., VII, 370). Ayrıca bkz. Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 254-256.
[435] Ya’kûbî, a.g.e., II, 180; Taberî, a.g.e.,
IV, 438; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 86-88 (T., III, 201-203). Bu konuda
değerlendirme için bkz. Şiblî, a.g.e., V, 80-82.
[436] Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 253.
[437] Şiblî, a.g.e., V, 80.
[438] Hasan, a.g.m., I, 342.
[439] İbn Haldûn, a.g.e., I, 446.
[440] Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 254; Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi
Kişiliği”, 38; Mahmut Kelpetin, “Asabiyet ve Erken Dönem İslâm Siyasi
Tarihindeki Etkileri”, İslâm Araştırmaları Dergisi, 12, Ankara, 2004,
155; İbrahim Sarıçam-Mustafa Öz, “Hâşim (Benî Hâşim)”, DİA, I-XVI,
Ankara, 1997, XVI, 404.
[441] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 38.
[442] Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 256.
[443] Ayşe Nur Mutlu, Raşid Halifeler Döneminde
Siyasi Değişmeler ve Toplumsal Etkileri, (Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 2009, 26.
[444] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 101.
[445] Demircan, Ali-Muaviye, 91.
[446] Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 256.
[447] İrfan Aycan, “Muâviye b. Ebû Süfyân”, DİA, I-XLIV, İstanbul,
2005, XXX, 332.
[448] İsrâ, 17/33.
[449] Laura Veccia Vaglıeri, “Ali-Muâviye Mücâdelesi ve Haricî Ayrılmasının
Îbâdî Kaynakların Işığında İncelenmesi”, (Çev.: Ethem Ruhi Fığlalı), AÜİFD,
XIX-1, Ankara, 1971, 148.
[450] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 259.
[451] Buse, a.g.m., 294.
[452] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 259.
[453] Demircan, Ali-Muaviye, 74.
[454] Hatalmış, a.g.e., 264.
[455] Demircan, Ali-Muaviye, 74.
[456] Wellhausen, Arap Devleti, 35; Sarıçam, Emevî-Hâşimî,
256.
[457] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 82 (T., III, 196).
[459] Dineverî, a.g.e., 204 (T., 193).
[460] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 42.
[461] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 54.
[462] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 42.
[463] Günal, a.g.e., 90. Bilgi için bkz. İbn Kuteybe, a.g.e.,
I, 72.
[464] Şiblî, a.g.e., V, 84.
[465] Seyf b. Ömer, a.g.e., 99-100, 103; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 100-101 (T., III, 210-211); İbn Kesîr, a.g.e., X, 432 (T., VII,
372).
[466] Seyf b. Ömer, a.g.e., 100; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
100-101 (T., III, 210-211); İbn Kesîr, a.g.e., X, 432 (T., VII, 372).
[467] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100-101 (T., III, 210-211); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 432 (T., VII, 372).
[468] Seyf b. Ömer, a.g.e., 100; Belâzurî, Ensâb,
III, 21; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100-101 (T., III, 210211); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 432-433 (T., VII, 372-373).
[469] Seyf b. Ömer, a.g.e., 101; Belâzurî, Ensâb,
III, 21; Taberî, a.g.e., IV, 451; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
100-101 (T., III, 210-211); İbn Kesîr, a.g.e., X, 432-433 (T., VII,
372-373).
[470] Seyf b. Ömer, a.g.e., 139; Taberî, a.g.e., IV, 452;
İbn A’sem, a.g.e., II, 468-469; İbnü’l-Arabî, a.g.e., 147; Halit
Özkan, “Ya’lâ b. Ümeyye”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2013, XLIII, 297.
Benzer bilgi için bkz. Cevdet Paşa, a.g.e., 402. Ya’lâ b. Ümeyye’nin bu
deveyi Ureyneli bir adamdan 200, başka bir rivayete göre ise; 80 dinara aldığı
rivayet edilir. Bkz. Seyf b. Ömer, a.g.e., 139; Taberî, a.g.e.,
IV, 452, 457; İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 373); Günal, a.g.e.,
91.
[471] Akçay, a.g.m., 198.
[472] Algül, İslâm Tarihi, II, 483.
[473] Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 256-257.
[474] Şiblî, a.g.e., V, 82.
[475] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 216. Benzer değerlendirme için bkz.
Ünal, a.g.e., 157.
[476] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 216-217.
[477] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 216.
[478] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 216.
[479] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 301.
[480] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 301-302.
[481] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 302.
[482] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 102.
[483] Demircan, Fitne, 91.
[484] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 102.
[485] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 303.
[486] Abbott, a.g.e., 128.
[487] Abbott, a.g.e., 129.
[488] Seyf b. Ömer, a.g.e., 99; Belâzurî, Ensâb, III, 18;
Taberî, a.g.e., IV, 448; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100 (T., III,
210).
[489] Belâzurî, Ensâb, III, 18; Taberî, a.g.e., IV, 448;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100 (T., III, 210). Seyf b. Ömer’in bir
rivayetine göre; Hz. Aişe, bu haberi alınca hiç bir şey söylemedi, Mekke’ye
varıncaya kadar ondan hiç ses çıkmadı. Bkz. Seyf b. Ömer, a.g.e., 99;
Taberî, a.g.e., IV, 448.
[490] Seyf b. Ömer, a.g.e., 103; Taberî, a.g.e., IV, 448;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100 (T., III, 210).
[491] Seyf b. Ömer, a.g.e., 99; Belâzurî, Ensâb, III, 18;
Ya’kûbî, a.g.e., II, 180; Taberî, a.g.e., IV, 448; Şiblî, a.g.e.,
V, 83.
[492] Azimli, Hz. Ali, 70.
[493] Abbott, a.g.e., 129. Bilgi için bkz. Taberî, a.g.e.,
IV, 449.
[494] Abbott, a.g.e., 129.
[495] Demircan, Fitne, 89.
[496] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 297; Varol, Ehl-i Beyt
ve Siyâsi Faaliyetleri, 202-203. Bilgi için bkz. Makdisî, a.g.e., V,
209.
[497] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler,
187. Bilgi için bkz. Belâzurî, Ensâb, III, 18; Makdisî, a.g.e.,
V, 209.
[498] Demircan, Fitne, 89.
[499] Algül, İslâm Tarihi, II, 481. Ayrıca
bilgi için bkz. Seyf b. Ömer, a.g.e., 100; Taberî, a.g.e., IV,
449.
[500] Gölpınarlı, a.g.e., 83.
[501] Kâbe ile Hatîm denilen yarım daire şeklindeki
duvar arasında kalan ve Altınoluğun altına rastlayan yer. Bkz. Fuat Önel,
“Hicr”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1998, XVII, 455-456.
[502] Seyf b. Ömer, a.g.e., 99; Taberî, a.g.e., IV, 448;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100 (T., III, 210).
[503] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100-101 (T., III, 210-211). Ayrıca
benzer bilgi için bkz. Seyf b. Ömer, a.g.e., 99-100; Belâzurî, Ensâb,
III, 18; Taberî, a.g.e., IV, 448-449.
[504] Efendioğlu, Sahâbeye Yöneltilen Tenkitler, 246.
[505] Demircan, Ali-Muaviye, 87-88.
[506] Ahmet Çelebi, Örnek Halifeler Dönemi, (Çev.: Hasan Fehmi
Ulus), İstanbul, 1997, 75-76. Demirel de, Hz. Aişe’nin Abdullah b. Zübeyr’in
etkisinde kalarak Cemel Vak’ası’na katıldığını ifade etmektedir. Bkz. Demirel,
“Hz. Aişe”, 146.
[507] Demircan, Fitne, 92; Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı,
220-221.
[508] Demircan, Fitne, 92.
[509] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 296.
[510] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 101.
[511] Demircan, Ali-Muaviye, 88.
[512] Abbott, a.g.e., 132.
[513] Seyf b. Ömer, a.g.e., 103; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
100 (T., III, 210).
[514] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100 (T., III, 210).
[515] Seyf b. Ömer, a.g.e., 103; İbn Kuteybe, a.g.e., I,
73; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 100 (T., III, 210).
[516] Şiblî, a.g.e., III, 335.
[517] Azimli, Hz. Ali, 72.
[518] Abbott, a.g.e., 131.
[519] Abdullah b. Amr (Âmir) b. el-Hadramî (ö. 38/658). Ümeyye oğulları
taraftarı ve aynı zamanda Hz. Osman’ın Mekke valisiydi. Hz. Ali halife
seçilince valilikten azlettiği Hz. Osman’ın valilerdendir. Azil sonrası Hz.
Ali’ye karşı oluşan muhalefete destek vermiştir. Abdullah b. Âmir el-
Hadramî’nin hayatı için bkz. İbrahim Sarıçam, “İbnü’l-Hadramî”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 2000, XXI, 62.
[520] Taberî, a.g.e., IV, 449; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
101 (T., III, 211).
[521] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 55.
[522] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 211).
[523] Ya’kûbî, a.g.e., II, 180; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 95
(T., III, 208).
[524] Demircan, Fitne, 89.
[525] Cevdet Paşa, a.g.e., 399-400.
[526] Seyf b. Ömer, a.g.e., 101; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
101 (T., III, 211).
[527] Şiblî, a.g.e., V, 83.
[528] Taberî, a.g.e., IV, 450; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
101 (T., III, 211); Şiblî, a.g.e., V, 83.
[529] Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 208.
[530] Demircan, Fitne, 90; Demirel, “Hz. Aişe”, 140.
[531] Demirel, “Hz. Aişe”, 140.
[532] Demircan, Fitne, 90.
[533] Demirel, “Hz. Aişe”, 140.
[534] Demircan, Fitne, 90; Demirel, “Hz. Aişe”, 140.
[535] Demirel, “Hz. Aişe”, 140.
[536] Demircan, Fitne, 90; Demirel, “Hz. Aişe”, 140.
[537] Demirel, “Hz. Aişe”, 140.
[538] Demircan, Fitne, 90.
[539] Demirel, “Hz. Aişe”, 140.
[540] Günal, a.g.e., 90.
[541] Seyf b. Ömer, a.g.e., 101; Belâzurî, Ensâb,
III, 21; Taberî, a.g.e., IV, 450; İbn Kesîr, a.g.e., X, 432 (T.,
VII, 372).
[542] Aycan, Saltanata Giden YoldaMuaviye, 103. Bkz. İbn A’sem, a.g.e.,
II, 453.
[543] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 103.
[544] Mes’ûdî, a.g.e., II, 366; Bakır, Hz. Ali ve Dönemi,
212.
[545] İbn Kesîr, a.g.e., X, 432 (T., VII, 372).
[546] Belâzurî, Ensâb, III, 21; İbn Kesîr, a.g.e., X, 433
(T., VII, 372).
[547] Taberî, a.g.e., IV, 460; 454; İbn Kesîr, a.g.e., X,
433 (T., VII, 372).
[548] Belâzurî, Ensâb, III, 21-22; İbn Kesîr, a.g.e., X, 433
(T., VII, 372).
[549] Wellhausen, İslâm’ın En Eski Tarihi, 122.
[550] İbn Sa’d, a.g.e., VII, 52-53 (T., VII, 50); Cevdet Paşa, a.g.e.,
400; Fığlalı, “Ali”, II, 370.
[551] Azimli, Hz. Ali, 74-75.
[552] Seyf b. Ömer, a.g.e., 102; Taberî, a.g.e.,
IV, 450-451; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 211212).
[553] Seyf b. Ömer, a.g.e., 102; Taberî, a.g.e., IV, 451;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 212).
[554] Seyf b. Ömer, a.g.e., 96, 107; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 101 (T., III, 212).
[555] Seyf b. Ömer, a.g.e., 100; Taberî, a.g.e., IV, 449;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 211).
[556] Seyf b. Ömer, a.g.e., 100; Taberî, a.g.e., IV,
449-450; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 211).
[557] Demircan, Fitne, 90-91.
[558] Günal, a.g.e., 90.
[559] Cevdet Paşa, a.g.e., 400; Günal, a.g.e., 90.
[560] Demircan, Fitne, 91.
[561] Cevdet Paşa, a.g.e., 401.
[562] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 299-300.
[563] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 214.
[564] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 101.
[565] Wellhausen, İslâm’ın En Eski Tarihi, 122.
[566] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 101.
[567] Ebû Hâlid Ya’lâ b. Ümeyye b. Ebî Ubeyde b. Hemmâm et-Temîmî
el-Hanzâlî (ö. 60/679-80 [?]). Yemen valisi olup sahâbedendir. Ya’lâ b. Ümeyye
hakkında bilgi için bkz. Özkan, “Ya’lâ b. Ümeyye”, XLIII, 296-297.
[568] Özkan, “Ya’lâ b. Ümeyye”, XLIII, 297.
[569] Belâzurî, 400’den daha fazla deve olduğunu ifade etmektedir. Bkz.
Belâzurî, Ensâb, III, 21. Ayrıca bkz. Taberî, a.g.e., IV, 452.
[570] Ya’kûbî, 400000 dirhem rakamını vermektedir.
Bkz. Ya’kûbî, a.g.e., II, 181. Ayrıca bkz. Mes’ûdî, a.g.e., II,
366.
[571] Belâzurî, Ensâb, III, 21; Ya’kûbî, a.g.e.,
II, 181; Taberî, a.g.e., IV, 451; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101
(T., III, 211); İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 372).
[572] Özkan, “Ya’lâ b. Ümeyye”, XLIII, 297.
[573] Belâzurî, Ensâb, III, 21; Ya’kûbî, a.g.e.,
II, 181; Taberî, a.g.e., IV, 451; Mes’ûdî, a.g.e., II, 366;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 211); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 433 (T., VII, 372).
[574] Özkan, “Ya’lâ b. Ümeyye”, XLIII, 297.
[575] Belâzurî, Ensâb, III, 23; Mes’ûdî, a.g.e., II, 366;
Özkan, “Ya’lâ b. Ümeyye”, XLIII, 297.
[576] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 103 (T., III, 213); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 433 (T., VII, 373).
[577] İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 373).
[578] Abbott, a.g.e., 138-139. Bilgi için bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 103 (T., III, 214).
[579] Ebû Abdurrahmân Abdullah b. Âmir b. Küreyz b. Rebîa (ö. 59/679)
Tâbiî’nden olup Hz. Osman ve Hz. Muâviye döneminde Basra valiliğini yapmıştır.
Abdullah b. Âmir’in hayatı için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., VII, 47-53 (T.,
VII, 45-51); Mustafa Fayda, “Abdullah b. Âmir”, DİA, I-XLIV, İstanbul,
1988, I, 84-85.
[580] Fayda, “Abdullah b. Âmir”, I, 84.
[581] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 211); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 432 (T., VII, 372).
[582] Fayda, “Abdullah b. Âmir”, I, 84.
[583] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 211); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 433 (T., VII, 372-373).
[584] İbn Sa’d, a.g.e., VII, 53 (T., VII, 50-51); Fayda, “Abdullah
b. Âmir”, I, 84.
[585] Fayda, “Abdullah b. Âmir”, I, 84.
[586] Seyf b. Ömer, a.g.e., 102; Taberî, a.g.e., IV, 451;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 212).
[587] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 101.
[588] İbnü’l-Arabî, a.g.e., 149-150; Akbulut, Sahabe Devri
Siyasi Hadiseler, 189-190; Günal, a.g.e., 91.
[589] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 190; Günal, a.g.e.,
91.
[590] Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiseler, 190.
[591] Ebû Osmân Saîd b. el-Âs b. Saîd el-Ümevî (ö. 59/679). Ümeyye
oğullarına mensup sahâbeden olup vali ve komutandır. Saîd b. Âs’ın hayatı için
bkz. İbn Sa’d, a.g.e., VII, 33-39 (T., VII, 30-36); Ayhan Tekineş, “Saîd
b. Âs”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2008, XXXV, 549; Karl Vilhelm
Zettersteen, “Saîd”, İA, I-XV, Eskişehir, 1997, X, 80.
[592] İbn Sa’d, a.g.e., VII, 38 (T., VII, 34); Tekineş, a.g.md.,
XXXV, 549; Zettersteen, a.g.md., X, 80.
[593] İbn Sa’d, a.g.e., VII, 38 (T., VII, 35); Tekineş, a.g.md.,
XXXV, 549; Zettersteen, a.g.md., X, 80.
[594] Tekineş, a.g.md., XXXV, 549; Zettersteen, a.g.md., X, 80.
[595] Zat-ı Irk, Iraklı hacıların Mîkat’a girme yeridir. Bkz. Algül, İslâm
Tarihi, II, 483. Burası Mekke’den Basra’ya doğru giderken Bustân-u Benî
Âmir’den sonra, Evtâs’tan önce gelir. Bkz. İbn Hurdâzbih, a.g.e.,
146-147 (T., 125).
[596] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102-103 (T.,
III, 213); Algül, İslâm Tarihi, II, 483; Zettersteen, a.g.md., X, 80.
[597] İbn Sa’d, a.g.e., VII, 38-39 (T., VII,
35-36); Tekineş, a.g.md., XXXV, 549; Zettersteen, a.g.md., X, 80.
[598] Ebû Vehb el-Velîd b. Ukbe b. Ebî Muayt el-Ümevi
el-Kureşi (ö. 61/680-81). Hayatı hakkında bilgi için bkz. Efendioğlu, Sahâbeye
Yöneltilen Tenkitler, 403-413; a.mlf., “Velîd b. Ukbe”, XLIII, 3536; Adem
Dölek, “el-Velîd b. Ukbe’nin Hayatı ve Sahabe Adaleti Açısından
Değerlendirilmesi” CÜİFD, VI-1, Sivas, 2002, 93-110.
8 Sarıçam, Emevî-Hâşimî,
258; Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 208-210; Aycan, Saltanata Giden Yolda
Muaviye, 97-98. Bilgi için bkz. Ya’kûbî, a.g.e., II, 178-179; İbn
A’sem, a.g.e., II, 442-444.
[600] Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 261.
[601] Ebû Abdilmelik Mervân b. el-Hakem b. Ebi’l-Âs
b. Ümeyye el-Ümevî (ö. 65/685). Emevi halifesi olup Mervânî kolunun
kurucusudur. Mervân’ın hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., VII,
39-47 (T., VII, 36-45); İrfan Aycan, “Mervân (I)”, DİA, I-XLIV, Ankara,
2004, XXIX, 225227; Henri Lammens, “Mervan I”, İA, I-XV, Eskişehir,
1997, VII, 777.
[602] Atçeken, a.g.m., 323. Hz. Ali ile Mervân arasındaki anlaşmazlık, Mervân’ın Hz.
Osman
dönemindeki bazı icraatlarına dayanıyor. Hz.
Ali ile Mervân’ın Hz. Osman dönemindeki ilişkileri için bkz. Kılıç, a.g.e.,
11-35; Atçeken, a.g.m., 315-348.
[603] Kılıç, a.g.e., 38.
[604] Lammens, “Mervan I”, VII, 777.
[605] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 102.
[606] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 103.
[607] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 102.
[608] Wellhausen, Arap Devleti, 35.
[609] Demircan, Ali-Muaviye, 83.
[610] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye,
102. Ayrıca bkz. Kelpetin, “Cemel Vak’ası’na Farklı Bir Yaklaşım”, 28-29.
[611] Aycan, Saltanata Giden YoldaMuaviye, 103. Bkz. İbn A’sem, a.g.e.,
II, 553-554.
[612] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 102-103.
[613] Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 265. Mektupların metni için bkz.
Ahmet Zeki Safvet, Cemheretu Resâili'l-Arab fî Usûri'l-Arabiye ez-Zâhire,
I-IV, Beyrut, ts., I, 294, 299-300.
[614] Sarıçam, Emevî-Hâşimî, 265. Mektupların metni için bkz.
Safvet, a.g.e., I, 294-295, 300-301.
[615] Demircan, Fitne, 91.
[616] İbn Kesîr, a.g.e., X, 432 (T., VII, 372).
[617] Seyf b. Ömer, a.g.e., 102; Taberî, a.g.e.,
IV, 451; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 101 (T., III, 212); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 433 (T., VII, 372).
[618] Ümmü’l-Mü’minin Hafsa bint Ömer b. el-Hattab
el-Adeviyye (ö. 45/665). Hz. Ömer’in kızı ve Hz. Peygamber’in hanımıdır. Hz.
Hafsa hakkında bilgi için bkz. Mehmet Yaşar Kandemir, “Hafsa”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 1997, XV, 119-120.
[619] Seyf b. Ömer, a.g.e., 102; İbnü’l-Esîr,
a.g.e., III, 101 (T., III, 212); İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T.,
VII, 373); Fığlalı, “Cemel Vak’ası”, VII, 320.
[620] Abbott, a.g.e., 136.
[621] İbn Kesîr, a.g.e., X, 432 (T., VII, 372).
[622] Seyf b. Ömer, a.g.e., 102; Taberî, a.g.e., IV, 460.
[623] İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 373).
[624] Hasan, a.g.m., II, 39.
[625] Watt, a.g.e., 15.
[626] Abbott, a.g.e., 137; Mehmet Azimli, Hz.
Ali, 70, d.n. 27. Ayrıca ileride de değinileceği üzere Ümmü Seleme’nin o
sırada Medine’de çıkacağı seferin hazırlığını yapan Hz. Ali’ye oğlunu
götürdüğüne dair mevcut olan rivayet için bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
114 (T., III, 226-227).
[627] Abbott, a.g.e., 136. Ayrıca Hz.
Peygamber’in hanımı Hz. Ümmü Seleme’nin hayatı hakkında bilgi için bkz. Mehmet
Yaşar Kandemir, “Ümmü Seleme”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2012, XLII, 328330.
[628] Hasan, a.g.m., II, 38-39. Abbott, Hz. Aişe’nin
Hz. Ümmü Seleme’ye yazdığı cevabi mektubun alaylı bir üslupla meydan okuma
olduğunu belirtiyor. Değerlendirme için bkz. Abbott, a.g.e., 138. Ayrıca
Hz. Aişe ile Ümmü Seleme arasında geçen konuşma için bkz. Gölpınarlı, a.g.e.,
85-87.
[629] Hasan, a.g.m., II, 39.
[630] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 212).
[631] Belâzurî, Ensâb, III, 22, d.n. 1; Taberî, a.g.e., IV,
452; Azimli, Hz. Ali, 75.
[632] Belâzurî, Ensâb, III, 22; İbn Kesîr, a.g.e., X, 433
(T., VII, 373).
[633] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 212); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 433 (T., VII, 373).
[634] Belâzurî, Ensâb, III, 22; Taberî, a.g.e., IV, 452;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 212); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 433 (T., VII, 373); Fığlalı, “Ali”, II, 370; Günal, a.g.e., 91.
[635] Günal, a.g.e., 91. Bkz. Carl
Brockelmann, Tarihü’ş-Şuûbi’l-İslâmiyye, (Çev.: Nebih Emin Faris- Münir
Baalbeki), Beyrut, 1968, 115.
[636] Demircan, Fitne, 91.
[637] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 212); Benzer bilgi
için bkz. Belâzurî, Ensâb, III, 22; Taberî, a.g.e., IV, 451.
[638] Taberî, a.g.e., IV, 452.
[639] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 101.
[640] İrfan Aycan, “Emeviler Döneminde Bir İktidar Mücadelesi Örneği:
Abdullah b. Zübeyr (622692)”, AÜIFD, XLI-1, Ankara, 2000, 103.
[641] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 102. Benzer
değerlendirme için bkz. Apak, Anahatlarıyla Islâm Tarihi 2, 305; Günal, a.g.e.,
92.
[642] Azimli, Hz. Ali, 74.
[643] Şiblî, a.g.e., III, 339.
[644] Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 227.
[645] Aycan, Saltanata Giden YoldaMuaviye, 102; Ünal, a.g.e.,
153.
[646] Ünal, a.g.e., 157. Benzer değerlendirme için bkz. Bakır, Hz.
Ali ve Dönemi, 216.
[647] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 103.
[648] İbrahim Kocaışık, Seyf bin Ömer’in Cemel
Vak’ası Hakkındaki Rivâyetleriyle Diğer Rivâyetlerin Mukayesesi, (Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi),
İstanbul, 2004, 24.
[649] Belâzurî, Ensâb, III, 24; Taberî, a.g.e., IV, 454-455;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 212-213).
[650] Demircan, Fitne, 95.
[651] Belâzurî, Ensâb, III, 24; Taberî, a.g.e., IV, 454-455;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 212-213).
[652] Demircan, Fitne, 95.
[653] İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII,
373). Ebû Bekr Abdullah b. ez-Zübeyr b. el-Avvâm el-Kureşî (ö. 73/692). Hayatı
hakkında bilgi için bkz. Hakkı Dursun Yıldız, “Abdullah b. Zübeyr b. Avvâm”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 1988, I, 145-146.
[654] Seyf b. Ömer, a.g.e., 107; Taberî, a.g.e., IV, 454;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 213).
[655] İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 373).
[656] Azimli, Hz. Ali, 72. Bilgi için bkz. Ya’kûbî, a.g.e.,
II, 181.
[657] Taberî, a.g.e., IV, 455; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
102 (T., III, 213).
[658] Seyf b. Ömer, a.g.e., 106; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
102 (T., III, 213); İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 373).
[659] Seyf b. Ömer, a.g.e., 106; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
102 (T., III, 213); İbn Kesîr, a.g.e., X, 433 (T., VII, 373).
[660] Şiblî, a.g.e., III, 339.
[661] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 102 (T., III, 213); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 433 (T., VII, 373).
[662] Seyf b. Ömer, a.g.e., 106-107; İbn Kesîr, a.g.e., X, 433
(T., VII, 373); Fığlalı, “Cemel Vak’ası”, VII, 320.
[663] Taberî, a.g.e., IV, 453; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
102 (T., III, 213).
[664] Taberî, a.g.e., IV, 453; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
102-103 (T., III, 213).
[665] Azimli, Hz. Ali, 75.
[666] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 103 (T., III, 213).
[667] Zettersteen, a.g.md., X, 80.
[668] Ebû Saîd Ebân b. Osmân b. Affân el-Ümevî (ö.
105/723). Hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., VII, 150-151
(T., VII, 159-160); Selâhaddin Polat, “Ebân b. Osman b. Affân”, DİA, I-
XLIV, İstanbul, 1994, X, 66-67.
[669] Taberî, a.g.e., IV, 453; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
103 (T., III, 213).
[670] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 305. Benzer
değerlendirme için bkz. Cevdet Paşa, a.g.e., 402; Aycan, Saltanata
Giden YoldaMuaviye, 102; Günal, a.g.e., 92.
[671] Abbott, a.g.e., 140.
[672] Cevdet Paşa, a.g.e., 401; Günal, a.g.e., 92.
[673] Günal, a.g.e., 92.
[674] Günal, a.g.e., 73. Benzer değerlendirme
için bkz. Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 305; Aycan, Saltanata
Giden Yolda Muaviye, 102.
[675] Günal, a.g.e., 94.
[676] Hav’eb, Basra yolu üzerinde yer alan arapların meşhur sularındandır.
Bkz. Yakût el-Hamevî, a.g.e., II, 314.
[677] Ayetin meali; “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve
şüphesiz O’na döneceğiz...”. Bakara, 2/156.
[678] Belâzurî, Ensâb, III, 24; Şiblî, a.g.e., III, 141.
[679] Belâzurî, Ensâb, III, 24; Ya’kûbî, a.g.e.,
II, 181; Taberî, a.g.e., IV, 457; Mes’ûdî, a.g.e., II, 366367;
Yakût el-Hamevî, a.g.e., II, 314; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 103
(T., III, 214); İbn Kesîr, a.g.e., X, 433-434 (T., VII, 373).
[680] Şiblî, a.g.e., III, 340.
[681] Mes’ûdî, a.g.e., II, 367; İbnü’l-Arabî, a.g.e., 148;
Gölpınarlı, a.g.e., 99; Günal, a.g.e., 93.
[682] Günal, a.g.e., 93.
[683] Abbott, a.g.e., 140-141.
[684] Mehmed Said Hatiboğlu, Siyasi-İctimai Hâdiselerle Hadîs
Münasebetleri, Ankara, 2015, 74-75.
[685] Demircan, Fitne, 96; a.mlf., RâşidHalifeler, 124-125;
Azimli, Hz. Ali, 77.
[686] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 305-306; Azimli, Hz.
Ali, 77.
[687] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 306.
[688] Harun Reşit Demirel, “Bazı Fiten, Melâhim ve
Siyâsî Hadislerin Gaybî Haberler Açısından Değerlendirilmesi”, YYÜİFD,
3, Van, 2000, 107. Hav’eb’in köpekleri hadisi hakkında geniş bilgi ve
değerlendirme için bkz. a.mlf., “Bazı Fiten, Melâhim ve Siyâsî Hadisler”,
106-113.
[689] Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 211.
[690] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 54.
[691] Seyf b. Ömer, a.g.e., 110; Belâzurî, Ensâb,
III, 24; Taberî, a.g.e., IV, 461; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 103
(T., III, 215).
[692] Ebû Âişe (Ebû Süleymân) Zeyd b. Sûhân b. Hucr
el-Abdî el-Kûfî (ö. 36/656). Hz. Peygamber’in döneminde İslâmiyet’i kabul edip
ama onu göremeyen muhadramûndandır. Hayatı hakkında bilgi için bkz. Halit
Özkan, “Zeyd b. Sûhân”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2013, XLIV, 323-324.
[693] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 108 (T., III, 221); Özkan, “Zeyd
b. Sûhân”, XLIV, 323.
[694] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 109 (T., III, 221).
[695] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 109 (T., III, 221).
[696] Ebû Amr Osman b. Huneyf b. Vahib el-Ensarî (ö.
41/661 [?]). Hz. Ali’nin Basra valisidir. Hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn
Sa’d, a.g.e., IV, 304-306 (T., IV, 354-356); Mehmet Efendioğlu, “Osman
b. Huneyf”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2007, XXXIII, 469-470.
[697] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 263. Bkz. İbn
Kuteybe, a.g.e., I, 83.
[698] Fetih, 48/10.
[699] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 263. Bkz. İbn
Kuteybe, a.g.e., I, 83.
[700] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 264.
[701] Hâfir; Balis ve Haleb adında iki yerin arasında bulunan bir köydür.
Bkz. Yakût el-Hamevî, a.g.e., II, 207.
[702] Seyf b. Ömer, a.g.e., 110; Taberî, a.g.e., IV, 461;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 103 (T., III, 215).
[703] Seyf b. Ömer, a.g.e., 110; Belâzurî, Ensâb, III, 24;
Ya’kûbî, a.g.e., II, 181; Taberî, a.g.e., IV, 461462;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 104 (T., III, 215); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 434 (T., VII, 373).
[704] Nisâ, 4/114.
[705] Seyf b. Ömer, a.g.e., 110; Taberî, a.g.e., IV, 462;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 104 (T., III, 215); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 434 (T., VII, 373); Efendioğlu, Sahâbeye Yöneltilen Tenkitler, 247.
[706] Efendioğlu, Sahâbeye Yöneltilen Tenkitler, 247. Bkz. Şiblî, a.g.e.,
III, 350.
[707] Efendioğlu, Sahabeye Yöneltilen Tenkitler, 247-248. Bkz.
Şiblî, a.g.e., III, 344-345.
[708] Azimli, Hz. Ali, 98.
[709] Azimli, Hz. Ali, 98, d.n. 221.
[710] Seyf b. Ömer, a.g.e., 111; Taberî, a.g.e.,
IV, 462; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 104 (T., III, 215); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 434-435 (T., VII, 374).
[711] Taberî, a.g.e., IV, 462; Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî
Olayları, 265.
[712] Nisâ, 4/135.
[713] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 265.
[714] Ayetin meali; “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah ’a aidiz ve
şüphesiz O’na döneceğiz...”. Bakara, 2/156.
[715] Seyf b. Ömer, a.g.e., 111; Taberî, a.g.e.,
IV, 462-463; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 105 (T., III, 216); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 435 (T., VII, 374).
[716] Seyf b. Ömer, a.g.e., 111; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
105 (T., III, 216).
[717] Seyf b. Ömer, a.g.e., 111; Taberî, a.g.e.,
IV, 463; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 105 (T., III, 216); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 435 (T., VII, 374-375).
[718] Seyf b. Ömer, a.g.e., 112; Belâzurî, Ensâb, III, 25;
Taberî, a.g.e., IV, 463; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 105 (T., III,
216); İbn Kesîr, a.g.e., X, 435-436 (T., VII, 375).
[719] Kocaışık, a.g.e., 27.
[720] Mirbed, Basra’nın dışında bir bölge olup develerin şatışının
yapıldığı pazara ve hurmaların kurutulduğu yere denir. Bkz. Yakût el-Hamevî, a.g.e.,
V, 97-99.
[721] Seyf b. Ömer, a.g.e., 112; Taberî, a.g.e.,
IV, 463; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 105 (T., III, 216-217); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 436 (T., VII, 375).
[722] Seyf b. Ömer, a.g.e., 112; Taberî, a.g.e.,
IV, 463-464; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 105 (T., III, 217); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 436 (T., VII, 375).
[723] Günal, a.g.e., 95.
[724] Âl-i İmrân, 3/23.
[725] Seyf b. Ömer, a.g.e., 112; Taberî, a.g.e., IV, 464;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 105-106 (T., III, 217).
[726] Âl-i İmrân, 3/21-22.
[727] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 266, d.n. 63.
[728] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 266.
[729] Seyf b. Ömer, a.g.e., 113; Taberî, a.g.e.,
IV, 464; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 106 (T., III, 217-218); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 436 (T., VII, 375).
[730] Debbâğîn, Sikketü’l-Mirbed’de Zirbiyy
Sarayı’nın yanında olan bir yerdir. Bkz. Halife b. Hayyât, a.g.e., 182
(T., 227).
[731] Seyf b. Ömer, a.g.e., 113; Taberî, a.g.e.,
IV, 464-465; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 106 (T., III, 218); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 436 (T., VII, 375).
[732] Ebû Sa’d Sehl b. Huneyf b. Vâhib el-Ensârî el-Evsî hakkında bilgi
için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III,
436-438 (T., III, 542-544); Tevhid Bakan, “Sehl b.
Huneyf’, DİA, I-XLIV, İstanbul,
2009, XXXVI, 320.
[733] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 266-267.
[734] Seyf b. Ömer, a.g.e., 113; Taberî, a.g.e.,
IV, 465; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 106 (T., III, 218); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 436 (T., VII, 375).
[735] Seyf b. Ömer, a.g.e., 113; Taberî, a.g.e., IV, 465;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 106 (T., III, 218).
[736] Seyf b. Ömer, a.g.e., 113; Taberî, a.g.e., IV, 465;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 106 (T., III, 218).
[737] Seyf b. Ömer, a.g.e., 114; Taberî, a.g.e.,
IV, 466; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 107 (T., III, 218-219); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 436-437 (T., VII, 375).
[738] Seyf b. Ömer, a.g.e., 114-115; Taberî, a.g.e., IV,
466; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 107 (T., III, 219).
[739] Taberî, a.g.e., IV, 466-467; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 107 (T., III, 219); İbn Kesîr, a.g.e., X, 437 (T., VII, 375).
[740] Azimli, Hz. Ali, 79-81.
[741] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 57.
[742] Antlaşma metni için bkz. Seyf b. Ömer, a.g.e., 115; Taberî, a.g.e.,
IV, 467.
[743] Kâ’b b. Sûr b. Bekr el-Lâkıti el-Ezdî (ö.
36/656). Basra kadısı olup tabiindendir. Hayatı hakkında bilgi için bkz. Ahmet
Özel, “Kâ’b b. Sûr”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2001, XXIV, 6. İsmi bazı
kaynaklarda Ka’b b. Süver olarak da geçmektedir. Bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 107 (T., III, 219).
[744] Seyf b. Ömer, a.g.e., 115; Taberî, a.g.e.,
IV, 467; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 107 (T., III, 219); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 437 (T., VII, 375); Özel, a.g.md., XXIV, 6.
[745] Ebû Muhammed (Ebû Zeyd, Ebû Abdillâh, Ebû
Hârise) Üsâme b. Zeyd b. Hârise el-Kelbî (ö. 54/674). Sahâbedendir. Hayatı
hakkında bilgi için bkz. Mehmet Salih Arı, “Üsâme b. Zeyd”, DİA, I-XLIV,
İstanbul, 2012, XLII, 361-363.
[746] Ebû Yahya Suheyb b. Sinan b. Malik er-Rumî (ö.
38/659). Sahâbedendir. Hayatı hakkında bilgi için bkz. Mehmet Efendioğlu,
“Suheyb b. Sinân”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2009, XXXVII, 476477.
[747] Ebû Eyyûb Halid b. Zeyd b. Küleyb el-Ensarî (ö.
49/669). Hicret sırasında Hz. Peygamber’i Medine’de evine misafir eden ve
Türkiye’de “Eyüp Sultan” unvanıyla anılan sahâbedir. Hayatı hakkında bilgi için
bkz. Hüseyin Algül, “Ebû Eyyûb el-Ensârî”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1994,
X, 123-125.
[748] Ebû Abdurrahmân Muhammed b. Mesleme b. Seleme el-Evsî el-Ensarî (ö.
43/663). Sahâbedendir.
Hayatı
hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III, 408-410 (T., III, 512-516); Şahyar,
a.g.md., XXX,
555-556.
[749] Seyf b. Ömer, a.g.e., 115-116; Taberî, a.g.e., IV,
467-468; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 107-108 (T., III, 219-220); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 437 (T., VII, 375-376).
[750] Seyf b. Ömer, a.g.e., 116; Taberî, a.g.e.,
IV, 468; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 108 (T., III, 220); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 437 (T., VII, 376).
[751] Yasemin Barlak, Kabilecilik Anlayışının Hz.
Ali Dönemi Siyasi Gelişmelerine Etkisi, (Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Samsun, 2006, 81;
Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 200.
[752] Seyf b. Ömer, a.g.e., 116;
Taberî, a.g.e., IV, 468; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 108 (T., III, 220); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 437 (T., VII, 376); Cevdet Paşa, a.g.e.,
404.
[753] Seyf b. Ömer, a.g.e., 116;
Taberî, a.g.e., IV, 468; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 108 (T., III, 220); İbn
Kesîr, a.g.e.,
X, 437-438 (T., VII, 376).
[754] Seyf b. Ömer, a.g.e., 116;
Taberî, a.g.e., IV, 468; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 108 (T., III, 220); İbn
Kesîr, a.g.e.,
X, 438 (T., VII, 376).
[755] Seyf b. Ömer, a.g.e., 116;
Taberî, a.g.e., IV, 468; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 108 (T., III, 220); İbn
Kesîr, a.g.e.,
X, 438 (T., VII, 376).
[756] Seyf b. Ömer, a.g.e., 116; İbn Sa’d, a.g.e., IV,
304-306 (T., IV, 354-356); Taberî, a.g.e., IV, 468; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 108 (T., III, 220); İbn Kesîr, a.g.e., X, 438 (T., VII, 376).
[757] Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 238.
[758] Demircan, Râşid Halifeler, 123, d.n. 23.
[759] Seyf b. Ömer, a.g.e., 116; Taberî, a.g.e.,
IV, 468; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 108 (T., III, 220); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 438 (T., VII, 376).
[760] Demircan, Fitne, 96-97.
[761] Taberî, a.g.e., IV, 468-469; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 108 (T., III, 220).
[762] Demircan, Râşid Halifeler, 123, d.n. 23.
[763] Taberî, a.g.e., IV, 469; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
109 (T., III, 221-222).
[764] Taberî, a.g.e., IV, 469-470; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 109 (T., III, 222).
[765] Taberî, a.g.e., IV, 470; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
110 (T., III, 222).
[766] Taberî, a.g.e., IV, 470; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
110 (T., III, 222)
[767] Barlak, a.g.e., 81.
[768] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 108 (T., III, 221); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 438 (T., VII, 376).
[769] İbn Kesîr, a.g.e., X, 438 (T., VII, 376).
[770] Kocaışık, a.g.e., 30.
[771] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 307.
[772] Demircan, Haricilerin Siyasi Faaliyetleri, 89-90.
[773] Seyf b. Ömer, a.g.e., 117; Taberî, a.g.e.,
IV, 470; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 110 (T., III, 222); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 438 (T., VII, 376).
[774] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 110 (T., III, 222); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 438 (T., VII, 376).
[775] Seyf b. Ömer, a.g.e., 117; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
110 (T., III, 222).
[776] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 110 (T., III, 222-223).
[777] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 110 (T., III, 223).
[778] Seyf b. Ömer, a.g.e., 117; Taberi, a.g.e., IV, 470;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 110 (T., III, 223).
[779] Seyf b. Ömer, a.g.e., 117-118; Taberi, a.g.e., IV,
471; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 110-111 (T., III, 223); İbn Kesir, a.g.e.,
X, 438-439 (T., VII, 376-377).
[780] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 111 (T., III, 223-224); İbn Kesir,
a.g.e., X, 439 (T., VII, 377).
[781] İbnü’l-Esîr, a.g.e, III, 111 (T., III, 224); İbn Kesîr, a.g.e., X, 439 (T.,
VII, 377).
[782] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 111 (T., III, 224).
[783] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 112 (T., III, 224).
[784] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 112 (T., III, 224).
[785] İbn Kesîr, a.g.e., X, 439 (T., VII, 377).
[786] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 267.
[787] Fetih, 48/10.
[788] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 267.
[789] Bakara, 2/178.
[790] Bakara, 2/179.
[791] Mâide, 5/45.
[792] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 267-268.
[793] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 268.
[794] Demircan, Fitne, 88.
[795] Seyf b. Ömer, a.g.e., 118; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
112 (T., III, 224).
[796] Seyf b. Ömer, a.g.e., 119; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
112 (T., III, 224-225); İbn Kesîr, a.g.e., X, 439 (T., VII, 377).
[797] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 112 (T., III, 225); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 439 (T., VII, 377).
[798] Seyf b. Ömer, a.g.e., 119; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
112 (T., III, 225); İbn Kesîr, a.g.e., X, 439 (T., VII, 377).
[799] Taberî, a.g.e., IV, 442; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 92
(T., III, 205); İbn Kesîr, a.g.e., X, 429 (T., VII, 370).
[800] Taberî, a.g.e., IV, 442; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 92
(T., III, 205); İbn Kesîr, a.g.e., X, 429 (T., VII, 370).
[801] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 93 (T., III, 206).
[802] Taberî, a.g.e., IV, 443; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 93
(T., III, 207).
[803] Wellhausen, Arap Devleti, 26.
[804] Taberî, a.g.e., IV, 444; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 94
(T., III, 207); İbn Kesîr, a.g.e., X, 429-430 (T., VII, 370).
[805] Taberî, a.g.e., IV, 444; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 94
(T., III, 207); İbn Kesîr, a.g.e., X, 430 (T., VII, 370-371).
[806] Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Taberî, a.g.e., IV, 445;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 94 (T., III, 208).
[807] Ebû Muhammed el-Hasen b. Alî b. Ebî Tâlib
el-Kureşî el-Hâşimî (ö. 49/669). Hz. Peygamber’in torunu, Hz. Fatma ve Hz.
Ali’nin büyük oğludur. Hayatı hakkında bilgi için bkz. Ethem Ruhi Fığlalı,
“Hasan”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1997, XVI, 282-285.
[808] Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Taberî, a.g.e., IV, 445;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 94 (T., III, 208).
[809] Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Taberî, a.g.e., IV, 445;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 94 (T., III, 208).
[810] Şiblî, a.g.e., V, 82.
[811] Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Taberî, a.g.e., IV, 445;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 94 (T., III, 208).
[812] Cevdet Paşa, a.g.e., 399.
[813] Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Taberî, a.g.e., IV, 444;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 95 (T., III, 208).
[814] Seyf b. Ömer, a.g.e., 96; Taberî, a.g.e.,
IV, 445-446; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 95 (T., III, 208); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 430 (T., VII, 371).
[815] Ebû Mûsâ Abdullâh b. Kays b. Süleym el-Eş’ârî
(ö. 42/662-63). Hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., IV,
98-109 (T., IV, 119-132); Mehmet Yaşar Kandemir, “Ebû Mûsâ el-Eş’arî”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 1994, X, 190-192.
[816] Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Taberî, a.g.e.,
IV, 445; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 95 (T., III, 208); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 430 (T., VII, 371); Cevdet Paşa, a.g.e., 398.
[817] İbn Kesîr, a.g.e., X, 430 (T., VII, 371).
[818] Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Taberî, a.g.e.,
IV, 445; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 95 (T., III, 208); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 430 (T., VII, 371).
[819] Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Taberî, a.g.e.,
IV, 445; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 95 (T., III, 208); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 430 (T., VII, 371).
[820] Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; Taberî, a.g.e.,
IV, 445; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 95 (T., III, 208); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 430 (T., VII, 371).
[821] Seyf b. Ömer, a.g.e., 95; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
95 (T., III, 208); İbn Kesîr, a.g.e., X, 430 (T., VII, 371).
[822] Seyf b. Ömer, a.g.e., 96; Taberî, a.g.e., IV, 446;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 99 (T., III, 209).
[823] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 99 (T., III, 209).
[824] Azimli, Hz. Ali, 67.
[825] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 43.
[826] Seyf b. Ömer, a.g.e., 96; Taberî, a.g.e.,
IV, 446; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 99 (T., III, 209); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 440 (T., VII, 377).
[827] Seyf b. Ömer, a.g.e., 96; Taberî, a.g.e.,
IV, 446; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 99 (T., III, 209); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 440 (T., VII, 377).
[828] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 99 (T., III, 209); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 440 (T., VII, 377).
[829] Seyf b. Ömer, a.g.e., 97; Taberî, a.g.e., IV, 447;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 95 (T., III, 208).
[830] Seyf b. Ömer, a.g.e., 97; Taberî, a.g.e.,
IV, 447; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 113 (T., III, 226); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 440 (T., VII, 377).
[831] Seyf b. Ömer, a.g.e., 97-98; Taberî, a.g.e.,
IV, 447; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 113 (T., III, 226); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 440 (T., VII, 377).
[832] Seyf b. Ömer, a.g.e., 97; Taberî, a.g.e.,
IV, 447; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 113 (T., III, 226); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 440 (T., VII, 377).
[833] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 113 (T., III, 226); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 440 (T., VII, 377).
[834] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 99 (T., III, 209).
[835] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 99 (T., III, 209).
[836] Seyf b. Ömer, a.g.e., 107; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
99 (T., III, 209).
[837] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 99 (T., III, 209).
[838] Mes’ûdî, a.g.e., II, 367.
[839] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 114 (T., III, 227); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 441 (T., VII, 378).
[840] Azimli, Hz. Ali, 81-82.
[841] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 114 (T., III, 227); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 441 (T., VII, 378).
[842] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 114 (T., III, 226-227).
[843] Taberî, a.g.e., IV, 455; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
114 (T., III, 227).
[844] Mes’ûdî, a.g.e., II, 367; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
114 (T., III, 227).
[845] Taberî, a.g.e., IV, 455; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 114 (T., III, 227); İbn Kesîr, a.g.e., X, 441 (T., VII, 378);
Ya’kûbî, a.g.e., II, 181. Ya’kûbî, yolda 600 kişi daha Hz. Ali’nin
ordusuna katıldığını ifade etmektedir. Bkz. Ya’kûbî, a.g.e., II, 181.
[846] Taberî, a.g.e., IV, 455; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
114 (T., III, 227); İbn Kesîr, a.g.e., X, 441 (T., VII, 378).
[847] Belâzurî, Ensâb, III, 30.
[848] Halife b. Hayyât, a.g.e., 184 (T., 229).
[849] Taberî, a.g.e., IV, 455; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
114 (T., III, 227); İbn Kesîr, a.g.e., X, 441 (T., VII, 378).
[850] Rebeze, Medine’nin köylerinden biri olup Zat-ı Irk’a üç günlük
mesafede olan ve Hicaz yolu üzerinde bulunan bir yerdir. Bkz. Yakût el-Hamevî, a.g.e.,
III, 24-25.
[851] Günal, a.g.e., 101.
[852] Seyf b. Ömer, a.g.e., 108; Taberî, a.g.e.,
IV, 455; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 114 (T., III, 227); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 441 (T., VII, 378).
[853] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 114 (T., III, 227); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 441 (T., VII, 378).
[854] Seyf b. Ömer, a.g.e., 109; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
115 (T., III, 227-228); İbn Kesîr, a.g.e., X, 441 (T., VII, 378).
[855] Adnan Demircan, İslâm Tarihinin İlk Asrında İktidar Mücadelesi,
İstanbul, 2014, 30.
[856] Seyf b. Ömer, a.g.e., 109; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
115 (T., III, 228); İbn Kesîr, a.g.e., X, 441-442 (T., VII, 378).
[857] Seyf b. Ömer, a.g.e., 119; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
115 (T., III, 228); İbn Kesîr, a.g.e., X, 442 (T., VII, 378-379).
[858] Seyf b. Ömer, a.g.e, 119; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
116 (T., III, 229); İbn Kesîr, a.g.e., X, 442-443 (T., VII, 379).
[859] Taberî, a.g.e., IV, 479; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
116 (T., III, 229-230); İbn Kesîr, a.g.e., X, 443 (T., VII, 379-380).
[860] Taberî, a.g.e., IV, 478; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
116 (T., III, 230); İbn Kesîr, a.g.e., X, 443 (T., VII, 380).
[861] Nisâ, 4/95.
[862] Taberî, a.g.e., IV, 478; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
116 (T., III, 230); İbn Kesîr, a.g.e., X, 443 (T., VII, 380).
[863] Seyf b. Ömer, a.g.e., 122; Taberî, a.g.e.,
IV, 479-480; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 117 (T., III, 230); Günal, a.g.e.,
102.
[864] Feyd, Mekke ve Kûfe yolunun yarısında bulunan
bir beldedir. Bkz. Yakût el-Hamevî, a.g.e., IV, 282-283. Bu yerin ismi
İbnü’l-Esîr’de “Feyd”, İbn Kesîr’de “Yefi’d” şeklinde geçmektedir. Bkz.
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 117 (T., III, 230); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 443 (T., VII, 380).
[865] Seyf b. Ömer, a.g.e., 122; Taberî, a.g.e.,
IV, 480; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 117 (T., III, 230); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 443-444 (T., VII, 380).
[866] Seyf b. Ömer, a.g.e., 122-123; Taberî, a.g.e.,
IV, 480; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 117 (T., III, 231); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 444 (T., VII, 380).
[867] Seyf b. Ömer, a.g.e., 123; Taberî, a.g.e.,
IV, 481; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 117 (T., III, 231); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 444 (T., VII, 380).
[868] Taberî, a.g.e., IV, 481; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
117 (T., III, 231).
[869] Hadîd, 57/22.
[870] Taberî, a.g.e., IV, 481; Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî
Olayları, 270.
[871] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 270-271.
[872] Ya’kûbî, a.g.e., II, 182; Taberî, a.g.e.,
IV, 480; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 117 (T., III, 231); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 444 (T., VII, 380).
[873] Taberî, a.g.e., IV, 488; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
117 (T., III, 231); İbn Kesîr, a.g.e., X, 444 (T., VII, 380).
[874] Seyf b. Ömer, a.g.e., 123; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
117 (T., III, 231); İbn Kesîr, a.g.e., X, 444 (T., VII, 380).
[875] Seyf b. Ömer, a.g.e., 121; Taberî, a.g.e.,
IV, 477; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 115 (T., III, 228-229); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 444 (T., VII, 378-379).
[876] Seyf b. Ömer, a.g.e., 124; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
118 (T., III, 232); İbn Kesîr, a.g.e., X, 444 (T., VII, 380).
[877] Seyf b. Ömer, a.g.e., 124-125;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 118 (T., III, 232); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 444 (T., VII, 380-381).
[878] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 118 (T., III, 232); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 444 (T., VII, 380-381).
[879] Abbott, a.g.e., 147.
[880] Taberî, a.g.e., IV, 477-478; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 118 (T., III, 232); İbn Kesîr, a.g.e., X, 444 (T., VII, 380-381).
[881] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 272.
[882] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 272.
[883] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 272, d.n. 80.
[884] Seyf b. Ömer, a.g.e., 125; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
118 (T., III, 232); İbn Kesîr, a.g.e., X, 445 (T., VII, 381).
[885] Seyf b. Ömer, a.g.e., 125; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
118 (T., III, 232); İbn Kesîr, a.g.e., X, 445 (T., VII, 381).
[886] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 146 (T., III, 268).
[887] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 118 (T., III, 232); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 445 (T., VII, 381).
[888] Abbott, a.g.e., 147.
[889] Seyf b. Ömer, a.g.e., 125; Taberî, a.g.e.,
IV, 482; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 118 (T., III, 232-233); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 445 (T., VII, 381).
[890] Abbott, a.g.e., 147.
[891] Abbott, a.g.e., 147.
[892] Seyf b. Ömer, a.g.e., 125; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
119 (T., III, 233); İbn Kesîr, a.g.e., X, 445 (T., VII, 381).
[893] Abbott, a.g.e., 147.
[894] Ebü’l-Yakzân Ammâr b. Yâsir b. Âmir el-Ansî
(ö.37/657). İlk Müslümanlardan olup anne ve babası İslâm’ın ilk şehitleri olan
meşhur sahâbîdir. Hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III,
227-244 (T., III, 280-303); Mustafa Fayda, “Ammâr b. Yâsir”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 1991, III, 75-76.
[895] Seyf b. Ömer, a.g.e., 125; Taberî, a.g.e.,
IV, 482; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119 (T., III, 233); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 445 (T., VII, 381).
[896] Seyf b. Ömer, a.g.e., 125; Ya’kûbî, a.g.e.,
II, 181; Taberî, a.g.e., IV, 482; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119
(T., III, 233); İbn Kesîr, a.g.e., X, 445 (T., VII, 381).
[897] Seyf b. Ömer, a.g.e., 125; Taberî, a.g.e.,
IV, 482; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119 (T., III, 233); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 446 (T., VII, 381).
[898] Seyf b. Ömer, a.g.e., 125-126; Taberî, a.g.e., IV,
482-483; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119 (T., III, 233); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 446 (T., VII, 381-382).
[899] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 273-274.
[900] Seyf b. Ömer, a.g.e., 126; Taberî, a.g.e.,
IV, 483; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119 (T., III, 233); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 446 (T., VII, 382).
[901] Seyf b. Ömer, a.g.e., 126; Taberî, a.g.e.,
IV, 483; İbnü’l-Esîr, a.g.e, III, 119 (T., III, 233); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 446 (T., VII, 382).
[902] Nisâ, 4/29.
[903] Nisâ, 4/94.
[904] Seyf b. Ömer, a.g.e., 126; Taberî, a.g.e., IV, 483;
Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 274.
[905] Seyf b. Ömer, a.g.e., 126; Taberî, a.g.e., IV, 483; İbnü’l-Esîr,
a.g.e., III, 119 (T., III, 233);
İbn
Kesîr, a.g.e.,
X, 446 (T., VII, 382).
[906] Seyf b. Ömer, a.g.e., 126; Taberî, a.g.e., IV, 483; İbnü’l-Esîr,
a.g.e., III, 119 (T., III, 233);
İbn
Kesîr, a.g.e.,
X, 446 (T., VII, 382).
[907] Seyf b. Ömer, a.g.e., 126; Taberî, a.g.e.,
IV, 483; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119 (T., III, 233-234); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 446 (T., VII, 382).
[908] Abbott, a.g.e., 148.
[909] Seyf b. Ömer, a.g.e., 126; Taberî, a.g.e., IV, 483;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119 (T., III, 234).
[910] Seyf b. Ömer, a.g.e., 126; Taberî, a.g.e., IV, 483;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119 (T., III, 234).
[911] Allah’ın Hz. Peygamber’in eşlerine evlerinde oturmalarını emreden
ayet şöyledir: “Evlerinizde oturun...”. Ahzâb, 33/33. Bkz. Ayar, Dört
Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 275, d.n. 91.
[912] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları,
275, d.n. 92. “Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya ve din yalnız Allah ’ın
oluncaya kadar onlarla savaşın. Onlar savaşmaya son verecek olurlarsa, artık
düşmanlık yalnız zalimlere karşıdır. ” Bakara, 2/193.
[913] Seyf b. Ömer, a.g.e., 126; Taberî, a.g.e., IV, 483;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119 (T., III, 234).
[914] Celûlâ, Horasan yolu üzerinde bulunan bir yerdir. Bkz. Yakût
el-Hamevî, a.g.e., II, 156.
[915] Seyf b. Ömer, a.g.e., 126; Taberî, a.g.e., IV, 483;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119 (T., III, 234).
[916] Seyf b. Ömer, a.g.e., 126-127; Taberî, a.g.e., IV,
483-484; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 119-120 (T., III, 234); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 446 (T., VII, 382).
[917] Söylemez, Güç ve İktidar, 67.
[918] Seyf b. Ömer, a.g.e., 127; Taberî, a.g.e.,
IV, 484; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 120 (T., III, 234); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 446 (T., VII, 382).
[919] Ankebût, 29/1-3.
[920] Seyf b. Ömer, a.g.e., 127; Taberî, a.g.e., IV, 484;
Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 277.
[921] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 277.
[922] Seyf b. Ömer, a.g.e., 127; Taberî, a.g.e.,
IV, 484; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 120 (T., III, 235); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 446 (T., VII, 382).
[923] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 120 (T., III, 235); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 446-447 (T., VII, 383).
[924] Seyf b. Ömer, a.g.e., 127-128; İbn Kesîr, a.g.e., X,
447 (T., VII, 383).
[925] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 121 (T., III,
236). Benzer konuşma için bkz. Seyf b. Ömer, a.g.e., 128; Taberî, a.g.e.,
IV, 485.
[926] Seyf b. Ömer, a.g.e., 128; Taberî, a.g.e., IV, 485;
İbn Kesîr, a.g.e., X, 447 (T., VII, 383).
[927] Tevbe, 9/41.
[928] İbn Kesîr, a.g.e., X, 447 (T., VII, 383).
[929] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 275.
[930] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 275.
[931] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 276.
[932] Seyf b. Ömer, a.g.e., 128; Belâzurî, Ensâb, III, 32;
Taberî, a.g.e., IV, 485; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 121 (T., III,
236-237); İbn Kesîr, a.g.e., X, 447 (T., VII, 383).
[933] Makdisî, a.g.e., V, 212.
[934] Halife b. Hayyât, a.g.e., 184 (T., 230).
[935] Dineverî, a.g.e., 208 (T., 197).
[936] Seyf b. Ömer, a.g.e., 128; Belâzurî, Ensâb, III, 32;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 121 (T., III, 236-237); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 447 (T., VII, 383); Brockelmann, a.g.e., 116.
[937] Belâzurî, Ensâb, III, 32; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
121 (T., III, 236-237); İbn Kesîr, a.g.e., X, 447 (T., VII, 383).
[938] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 122 (T., III, 237); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 447 (T., VII, 383).
[939] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 146 (T., III, 268);
[940] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 279-280.
[941] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 280.
[942] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 280-281.
[943] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 282.
[944] Seyf b. Ömer, a.g.e., 129; Taberî, a.g.e.,
IV, 487; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 122 (T., III, 238); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 447-448 (T., VII, 383-384).
[945] Seyf b. Ömer, a.g.e., 129; Taberî, a.g.e.,
IV, 487; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 122 (T., III, 238); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 448 (T., VII, 384).
[946] Belâzurî, Ensâb, III, 32-33; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
122 (T., III, 237-238).
[947] el-Ka’kâ’ b. Amr b. Mâlik et-Temîmî (ö. 40/660
[?]). Râşid Halifeler döneminin ünlü komutanlanndandır. Hayatı hakkında bilgi
için bkz. Hayrettin Yücesoy, “Ka’ka’ b. Amr”, DİA, I- XLIV, İstanbul,
2001, XXIV, 216.
[948] Seyf b. Ömer, a.g.e., 129; Belâzurî, Ensâb, III,
32-33; Taberî, a.g.e., IV, 488; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 122
(T., III, 237-238); İbn Kesîr, a.g.e., X, 448 (T., VII, 384).
[949] Seyf b. Ömer, a.g.e., 129; Taberî, a.g.e.,
IV, 488; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 122 (T., III, 238); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 448 (T., VII, 384).
[950] Seyf b. Ömer, a.g.e., 129-130; Taberî, a.g.e.,
IV, 488; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 122 (T., III, 238); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 448 (T., VII, 384).
[951] Şiblî, a.g.e., V, 86.
[952] Seyf b. Ömer, a.g.e., 130; Taberî, a.g.e., IV, 488;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 122-123 (T., III, 238239); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 448 (T., VII, 384).
[953] Muhammed el-Hudârî Bek, “Hulefâ-i Râşidîn Devri
(Tarihu’l-Umemi’l-İslâmiyye)”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi,
(Ed.: Hakkı Dursun Yıldız), I-XV, İstanbul, 1989, II, 237.
[954] Seyf b. Ömer, a.g.e., 130; Taberî, a.g.e.,
IV, 488; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 123 (T., III, 239); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 448 (T., VII, 384).
[955] Seyf b. Ömer, a.g.e., 130; Taberî, a.g.e.,
IV, 488-489; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 123 (T., III, 239); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 449 (T., VII, 384-385).
[956] Seyf b. Ömer, a.g.e., 130-131; Taberî, a.g.e., IV,
489; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 123 (T., III, 239240); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 449 (T., VII, 385).
[957] Abbott, a.g.e., 150.
[958] Şiblî, a.g.e., V, 87.
[959] Seyf b. Ömer, a.g.e., 131; Taberî, a.g.e.,
IV, 489; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 124 (T., III, 240); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 450 (T., VII, 385).
[960] Abbott, a.g.e., 150-151.
[961] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 309.
[962] Seyf b. Ömer, a.g.e., 131; Taberî, a.g.e., IV, 489;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 124 (T., III, 240).
[963] Taberî, a.g.e., IV, 489-490; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 124 (T., III, 240).
[964] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 124 (T., III, 240).
[965] Seyf b. Ömer, a.g.e., 131; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
124 (T., III, 240); İbn Kesîr, a.g.e., X, 450 (T., VII, 385).
[966] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 124 (T., III, 240); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 450 (T., VII, 385).
[967] Seyf b. Ömer, a.g.e., 131; İbnü’l-Esîr,
a.g.e., III, 124 (T., III, 240-241); İbn Kesîr, a.g.e., X, 450451
(T., VII, 385).
[968] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 124 (T., III, 240).
[970] Gölpınarlı, a.g.e., 106-107.
[971] Azimli, Hz. Ali, 86.
[972] Kelpetin, Hulefâ-yi Râşidîn Dönemi Tarihi, 302-303.
[973] Kocaışık, a.g.e., 44.
[974] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 124 (T., III, 241).
[975] Abbott, a.g.e., 152.
[976] Seyf b. Ömer, a.g.e., 132; Taberî, a.g.e., IV, 493;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 241); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 452 (T., VII, 386).
[977] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 241); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 452 (T., VII, 386).
[978] Seyf b. Ömer, a.g.e., 132; Taberî, a.g.e., IV, 493;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 241); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 452 (T., VII, 386).
[979] Seyf b. Ömer, a.g.e., 132; Taberî, a.g.e., IV, 493;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 241); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 452 (T., VII, 386).
[980] Seyf b. Ömer, a.g.e., 132; Taberî, a.g.e., IV, 494;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 241); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 452 (T., VII, 386).
[981] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 58.
[982] Günal, a.g.e., 106.
[983] Seyf b. Ömer, a.g.e., 132; Taberî, a.g.e., IV, 494;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 241-242); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 452 (T., VII, 386).
[984] Seyf b. Ömer, a.g.e., 132; Taberî, a.g.e., IV, 494;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 241-242); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 452 (T., VII, 386).
[985] Seyf b. Ömer, a.g.e., 132; Taberî, a.g.e., IV, 494;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 242).
[986] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 58.
[987] Seyf b. Ömer, a.g.e., 133; Taberî, a.g.e., IV, 494;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 242).
[988] Seyf b. Ömer, a.g.e., 133; Taberî, a.g.e., IV, 494;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 242).
[989] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 58.
[990] Seyf b. Ömer, a.g.e., 133; Taberî, a.g.e., IV, 494;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 125 (T., III, 242). İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 452 (T., VII, 386).
[991] Taberî, a.g.e., IV, 494; İbn Kesîr, a.g.e., X, 452
(T., VII, 386).
[992] Abbott, a.g.e., 152.
[993] Kelpetin, İbn Sebe’nin Abdülkays kabilesinin mensubu olarak ifade
edilmesini, Seyf b. Ömer’in rivayetinde eleştirilebilecek noktalardan biri
olarak değerlendirmektedir. Bkz. Kelpetin, Hulefâ-yi Râşidîn Dönemi Tarihi,
306.
[994] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 58.
[995] Gölpınarlı, a.g.e., 107.
[996] Seyf b. Ömer, a.g.e., 133; İbnü’l-Esîr,
a.g.e., III, 126 (T., III, 242); İbn Kesîr, a.g.e., X, 452 (T.,
VII, 386).
[997] Zâviye, Dicle Nehri’nin kıyısında olup Vâsıt ile Basra arasında
bulunan bir köydür. Henîe diye de ifade edilmektedir. Bkz. Yakût el-Hamevî, a.g.e.,
III, 128. Ayrıca Zâviye, Tuffu’l-Basra bölgesi olarak da bilinmektedir. Bkz.
Halife b. Hayyât, a.g.e., 181 (T., 226).
[998] Taberî, a.g.e., IV, 501; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
126 (T., III, 242); İbn Kesîr, a.g.e., X, 452 (T., VII,
386) .
[999] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 126 (T., III, 242); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 452 (T., VII, 386-387).
[1000] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 126 (T., III, 243).
[1001] Taberî, a.g.e., IV, 501; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 126 (T., III, 243); İbn Kesîr, a.g.e., X, 452 (T., VII,
387) .
[1002] Ya’kûbî, a.g.e., II, 182; Taberî, a.g.e., IV,
501; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 126 (T., III, 243); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 452 (T., VII, 387).
[1003] Dineverî, a.g.e., 211 (T., 199).
[1004] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 283.
[1005] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 283-284.
Bilgi için bkz. Belâzurî, Ensâb, III, 35.
[1006] Seyf b. Ömer, a.g.e., 133; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 126 (T., III, 243).
[1007] Seyf b. Ömer, a.g.e., 133-134; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 126 (T., III, 243).
[1008] Seyf b. Ömer, a.g.e., 134; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 126 (T., III, 243).
[1009] Seyf b. Ömer, a.g.e., 134;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 126 (T., III, 243-244); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 453 (T., VII, 387).
[1010] Seyf b. Ömer, a.g.e., 134;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 127 (T., III, 244); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 453 (T., VII, 387).
[1011] Seyf b. Ömer, a.g.e., 134-135;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 127 (T., III, 244); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 453 (T., VII, 387).
[1012] Seyf b. Ömer, a.g.e., 135; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 127 (T., III, 244).
[1013] Seyf b. Ömer, a.g.e., 135;
Belâzurî, Ensâb, III, 34; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 127 (T., III,
245-246); İbn Kesîr, a.g.e., X, 454 (T., VII, 388).
[1014] Azimli, Hz. Ali, 97. İbn Sa’d’da geçen bilgiye göre;
Hz. Ali Sıffîn Savaşı’ndan sonra gece ölüler arasında gezerken Muhammed b.
Talha’yı öldürülmüş olarak görünce oğluna: “Ey Hasan! Kâbe’nin rabbine yemin
ederim ki, gördüğün gibi Seccâd öldürülmüştür. Babası onu bu işe yönlendirdi.
Şayet babasına saygısı olmasaydı, takvası ve faziletinden dolayı Muhammed b.
Talha buraya gelmezdi.” demiştir. Bkz. İbn Sa’d, a.g.e., VII, 59 (T.,
VII, 57).
[1015] Günal, a.g.e., 107.
[1016] İbnü’l-Esîr, a.g.e, III, 128 (T., III, 246).
[1017] Halife b. Hayyât, a.g.e., 181 (T., 226).
[1018] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 128 (T., III, 246).
[1019] Günal, a.g.e., 107.
[1020] Taberî, a.g.e., IV, 501; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 128 (T., III, 246).
[1021] Günal, a.g.e., 108.
[1022] Taberî, a.g.e., IV, 501;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 128 (T., III, 246); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 457 (T., VII, 389-390).
[1023] Nahl, 16/92.
[1024] Taberî, a.g.e., IV, 501;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 128 (T., III, 246); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 457 (T., VII, 390).
[1025] Nûr, 24/25.
[1026] Ya’kûbî, a.g.e., II, 182; Taberî, a.g.e., IV, 501-502;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 128 (T., III, 246); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 457 (T., VII, 390).
[1027] Taberî, a.g.e., IV, 502; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 128
(T., III, 246); İbn Kesîr, a.g.e., X, 457 (T., VII, 390).
[1028] Taberî, a.g.e., IV, 502; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 128 (T., III, 246).
[1029] Çelebi’ye göre; Cemel Vak’ası’nın tek sorumlusu, şahsi isteklerinden
dolayı Abdullah b. Zübeyr’dir. Hz. Aişe ise; hem yeğeninin etkisinde kalarak
hem de şahsi kırgınlıkları dolayısıyla bu işe müdahil olmuştur. Bkz. Çelebi, Örnek
Halifeler Dönemi, 76-78, 83-84.
[1030] Taberî, a.g.e., IV, 502, 508-509; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 128 (T., III, 246-247); İbn Kesîr, a.g.e., X, 457-458 (T., VII,
390).
[1031] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 285.
[1032] Nahl, 16/92.
[1033] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 285.
[1034] Demircan, Haricilerin Siyasi Faaliyetleri, 92.
[1035] Azimli, Hz. Ali, 87-88.
[1036] Abbott, a.g.e., 151.
[1037] Taberî, a.g.e., IV, 502; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 128 (T., III, 247).
[1038] Taberî, a.g.e., IV, 502; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 128 (T., III, 247).
[1039] Taberî, a.g.e., IV, 502, 509;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 128 (T., III, 247); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 461 (T., VII, 391).
[1040] Barlak, a.g.e., 85.
[1041] Taberî, a.g.e., IV, 502;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 128 (T., III, 247); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 461 (T., VII, 391).
[1042] Cevdet Paşa, a.g.e., 413.
[1043] Azimli, Hz. Ali, 89-90.
[1044] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 129 (T., III, 247); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 461 (T., VII, 391).
[1045] Abbott, a.g.e., 152.
[1046] Seyf b. Ömer,
a.g.e., 138; Taberî, a.g.e., IV, 506; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 130
(T., III, 249); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 454-455 (T., VII, 388).
[1047] Seyf b. Ömer,
a.g.e., 138; Taberî, a.g.e., IV, 506; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 130
(T., III, 249); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 454 (T., VII, 388).
[1048] Dineverî, süvarilerin başına Muhammed b. Talha’nın
geçirildiğini ifade eder. Bkz. Dineverî, a.g.e., 209-210 (T., 199).
[1049] Dineverî, yayaların başına Abdullah b.
Zübeyr’in geçirildiğini ifade eder. Bkz. Dineverî, a.g.e., 210 (T.,
199).
[1050] Dineverî, büyük sancağın da Abdullah b. Haram b. Huveylid’e
teslim edildiğini ifade eder. Bkz. Dineverî, a.g.e., 210 (T., 199).
[1051] Günal, a.g.e., 108. Bkz. İbn Kuteybe, a.g.e.,
I, 89.
[1052] Dineverî, a.g.e., 210 (T., 199).
[1053] Günal, a.g.e., 108. Bkz. İbn Kuteybe, a.g.e.,
I, 90.
[1054] Şiblî, a.g.e., III, 346.
[1055] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 129 (T., III, 248-249); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 455 (T., VII, 388-389).
[1056] Belâzurî, Ensâb, III, 32-33; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 122 (T., III, 237-238); Barlak, a.g.e., 85.
[1057] Seyf b. Ömer, a.g.e., 129;
Belâzurî, Ensâb, III, 32-33; Taberî, a.g.e., IV, 488;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 122 (T., III, 237-238); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 448 (T., VII, 384).
[1058] Barlak, a.g.e., 85.
[1059] Günal, a.g.e., 107.
[1060] Seyf b. Ömer et-Temîmî (ö. 180/796). Râşid Halifeler
dönemiyle ilgili bilgi veren tarihçidir. Hayatı hakkında bilgi ve değerlendirme
için bkz. Mustafa Fayda, “Seyf b. Ömer”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2009,
XXXVII, 27-28. Ayrıca Seyf b. Ömer’in rivayetlerini eleştiren Askerî’ye göre;
Seyf b. Ömer’in hayatı, ölümü ve eserleri için bkz. Murtaza’l-Askerî, Abdullah
b. Sabâ Masalı, (Çev.: Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul, 1974, 47-51.
[1061] Seyf b. Ömer’in rivayetleri hakkında
bilgi ve farklı değerlendirmeler için bkz. Korkmaz, Tarihin
Tahrifi İbn Sebe
Meselesi, 197-200; a.mlf., “İbn Sebe Rivayetinin Tarih ve Makâlât Türü
Eserlere Yansıması”, Dini Araştırmalar Dergisi, X-29, Konya, 2007,
123-139; Kelpetin, Hulefâ-yi Râşidîn Dönemi Tarihi, 311-314; a.mlf., “Müsteşriklerin Gözüyle Seyf b.
Ömer”, Usûl İslâm
Araştırmaları, 10, İstanbul, 2008,
125-140; Fayda, “Seyf b. Ömer”, XXXVII, 27-28; Ethem Ruhi Fığlalı, “Abdullah b.
Sebe”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1998, I, 133.
[1062] Azimli, Hz. Ali, 84. Benzer değerlendirme için bkz.
Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 311.
[1063] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 62;
Azimli, Hz. Ali, 84.
[1064] Azimli, Hz. Ali, 86-87. Benzer değerlendirme için
bkz. Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 311.
[1065] Azimli, Hz. Ali, 87.
[1066] Taberî, a.g.e., 509, 511. Benzer rivayet için bkz.
Belâzurî, Ensâb, III, 36-37; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 147 (T.,
III, 269).
[1067] Azimli, Hz. Ali, 89.
[1068] Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 256-257, d.n. 1276.
[1069] Dineverî, a.g.e., 212 (T.,
199-200). Benzer rivayet için bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 147 (T.,
III, 269).
[1070] Kelpetin, Hulefâ-yi Râşidîn Dönemi Tarihi, 294.
[1071] Seyf b. Ömer, a.g.e., 138;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 130 (T., III, 249); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 455 (T., VII, 388).
[1072] Seyf b. Ömer, a.g.e., 138;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 130 (T., III, 249); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 455 (T., VII, 388).
[1073] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 130 (T., III, 249); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 455 (T., VII, 388).
[1074] Seyf b. Ömer, a.g.e., 138-139; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 130 (T., III, 249-250).
[1075] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 59.
[1076] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 310.
[1077] Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 42.
[1078] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 310.
[1079] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 59.
[1080] Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 42.
[1081] Azimli, Hz. Ali, 85.
[1082] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2,
310; Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 59-60; Azimli, Hz.
Ali, 85. Bilgi için bkz. İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 108-112 (T., III,
220-225).
[1083] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 310.
[1084] Azimli, Hz. Ali, 85; Apak, Anahatlarıyla
İslâm Tarihi 2, 310; Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 60.
[1085] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 310-311.
[1086] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 59.
[1087] Mehmet Kubat, “Hariciliğin Doğuşundan Münafıkların Rolü”, Din
Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VI-4, Samsun, 2006, 144.
[1088] Kelpetin, “Cemel Vak’ası’na Farklı Bir Yaklaşım”, 33-34.
[1089] Kelpetin, “Cemel Vak’ası’na Farklı Bir
Yaklaşım”, 31-32. Benzer değerlendirme için bkz. Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin
Hayatı, 252-253.
[1090] Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 43. Benzer değerlendirme
için bkz. Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 60.
[1091] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 310.
[1092] Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 43.
[1093] Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 42.
[1094] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 311.
[1095] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 200.
[1096] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 197.
[1097] Fığlalı, “Abdullah b. Sebe”, I, 133.
[1098] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 61.
[1099] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 311. Benzer
değerlendirme için bkz. Azimli, Hz. Ali, 84.
[1100] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 198-199.
[1101] İbn Sebe’yi, gerçekliği olmayan ve bir masal olarak
nitelendiren Askerî’nin, Taberî’nin senediyle ilgili tahlili için bkz. Askerî, a.g.e.,
40-42. Ayrıca müellifin, İbn Sebe’yi rivayet eden tarihçilerin eserleri ve
rivayet hakkındaki değerlendirmesi için bkz. a.mlf., a.g.e., 25-45.
Bunun yanında Seyf b. Ömer’in rivayetini aktaranlarla ilgili şema için bkz.
a.mlf., a.g.e., 46.
[1102] Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 43.
Benzer değerlendirme için ayrıca bkz. Azimli, Hz. Ali, 85-86; Korkmaz, Tarihin
Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 61-62; Günal, a.g.e., 107.
[1103] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 61-62.
[1104] Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 43.
[1105] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 199.
[1106] Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu, 43.
[1107] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 119-200.
[1108] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 60.
[1109] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 60.
Benzer değerlendirme için bkz. Askerî, a.g.e., 19; Âdem Apak, “Fitne
Döneminde İbn Sebe’nin Rolü Hakkında Bir Değerlendirme”, UÜİFD, VI-6,
Bursa, 1994, 422.
[1110] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 60.
[1111] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe
Meselesi, 61. Benzer değerlendirme için bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, Günümüz
İslam Mezhepleri, İzmir, 2011, 89; Apak, “Fitne Döneminde İbn Sebe”, 421
v.d..
[1112] Fığlalı, Günümüz İslam Mezhepleri, 92.
[1113] Kubat, a.g.m., 141. İlgili yer için bkz. Askerî, a.g.e.,
133-145.
[1114] Kubat, a.g.m., 141. İlgili yer için bkz. Taha Hüseyin, a.g.e.,
II, 98-102. Bu eserin ilgili bölümünün tercümesi için bkz. Apak, “Fitne
Döneminde İbn Sebe”, 421-424; Watt, a.g.e., 72-74; Wellhausen, İslâmiyet’in
İlk Devri, 15-16.
[1115] Kubat, a.g.m., 141.
[1116] Kubat, a.g.m., 142.
[1117] Sıddık Korkmaz, Abdullah İbn-i Sebe, (Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya,
1996, 64-65.
[1118] Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, 250.
[1119] Kelpetin, “Cemel Vak’ası’na Farklı Bir Yaklaşım”, 36-37.
[1120] Taberî, a.g.e., IV, 501;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 126 (T., III, 243); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 452 (T., VII, 387).
[1121] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 126 (T., III, 242); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 452 (T., VII, 386-387).
[1122] Halife b. Hayyât, a.g.e., 181 (T., 226).
[1123] Dineverî, a.g.e., 209 (T., 198); Ya’kûbî, a.g.e.,
II, 182.
[1124] Ya’kûbî, a.g.e., II, 182; Günal, a.g.e., 110.
[1125] Ya’kûbî, a.g.e., II, 182; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 127 (T., III, 245).
[1126] Ya’kûbî, a.g.e., II, 182; Günal, a.g.e., 110.
[1127] Şiblî, a.g.e., III, 346.
[1128] Günal, a.g.e., 110.
[1129] Abbott, a.g.e., 152.
[1130] Seyf b. Ömer, a.g.e., 139;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 130 (T., III, 250); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 455 (T., VII, 389).
[1131] Abbott, a.g.e., 152.
[1132] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 131 (T., III, 250); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 455 (T., VII, 389).
[1133] Seyf b. Ömer, a.g.e., 156; Mes’ûdî, a.g.e.,
II, 360; Abbott, a.g.e., 152. Mes’ûdî’nin verdiği bilgiye göre; Hz.
Ali’nin halife seçilmesiyle Cemel Vak’ası’nın meydana gelmesi arasında 5 ay 21
günlük süre vardır. Bkz. Mes’ûdî, a.g.e., II, 360.
[1134] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 131 (T., III, 250). Apak ve
Azimli bu rivayete temkinli yaklaşmaktadırlar. İkisine göre bu rivayet;
sahâbeyi kollama amaçlı uydurulmuştur. Değerlendirme için bkz. Apak, Anahatlarıyla
İslâm Tarihi 2, 314-315; Azimli, Hz. Ali, 87-88.
[1135] Demircan, Fitne, 98.
[1136] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 132 (T., III, 252); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 462 (T., VII, 392).
[1137] Seyf b. Ömer, a.g.e., 140;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 132 (T., III, 252); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 462-463 (T., VII, 392).
[1138] Seyf b. Ömer, a.g.e., 140-141;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 132 (T., III, 252); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 463 (T., VII, 392).
[1139] Seyf b. Ömer, a.g.e., 141;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 132 (T., III, 252); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 463 (T., VII, 392).
[1140] Azimli, Hz. Ali, 88.
[1141] Seyf b. Ömer, a.g.e., 141; Belâzurî, Ensâb,
III, 37; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 132 (T., III, 252); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 463 (T., VII, 392).
[1142] Seyf b. Ömer, a.g.e., 141;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 132 (T., III, 252); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 463 (T., VII, 392).
[1143] Seyf b. Ömer, a.g.e., 141;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 133 (T., III, 252); İbn Ebî’l-Hadîd
el-Medâinî, a.g.e., I, 257; İbn Kesîr, a.g.e., X, 463 (T., VII,
392).
[1144] Seyf b. Ömer, a.g.e., 141; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 133 (T., III, 252-253).
[1145] Seyf b. Ömer, a.g.e., 141; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 133 (T., III, 253).
[1146] Seyf b. Ömer, a.g.e., 141; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 133 (T., III, 253).
[1147] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 133 (T., III, 253).
[1148] Seyf b. Ömer, a.g.e., 142; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 133 (T., III, 253).
[1149] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 134 (T., III, 253).
[1150] Seyf b. Ömer, a.g.e., 142; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 134 (T., III, 254).
[1151] Barlak, a.g.e., 84.
[1152] Seyf b. Ömer, a.g.e., 142; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 134 (T., III, 254).
[1153] İbn Kesîr, a.g.e., X, 456 (T., VII, 389).
[1154] Seyf b. Ömer, a.g.e., 143; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 134-135 (T., III, 254-255).
[1155] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 135 (T., III, 255).
[1156] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 135 (T., III, 255).
[1157] Seyf b. Ömer, a.g.e., 143-144;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 135 (T., III, 255); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 464 (T., VII, 393).
[1158] Seyf b. Ömer, a.g.e., 144;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 135 (T., III, 255); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 464 (T., VII, 393).
[1159] Seyf b. Ömer, a.g.e., 144;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 135 (T., III, 255); İbn Ebî’l-Hadîd
el-Medâinî, a.g.e., I, 259; İbn Kesîr, a.g.e., X, 464 (T., VII,
393).
[1160] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 135 (T., III, 255); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 465 (T., VII, 393).
[1161] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 135 (T., III, 255).
[1162] Bu ifadelerin Vesim b. Amr ed-Dabbî’ye
ait olduğu ifade edilmiştir. Bkz. İbn Kesîr, a.g.e., X, 465 (T., VII,
393).
[1163] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 136 (T., III, 256); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 465 (T., VII, 393).
[1164] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 137 (T., III, 256-257); İbn
Ebî’l-Hadîd el-Medâinî, a.g.e., I, 265; İbn Kesîr, a.g.e., X,
465-466 (T., VII, 393).
[1165] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 137 (T., III, 256-257).
[1166] Seyf b. Ömer, a.g.e., 145; Belâzurî, Ensâb,
III, 39; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 137 (T., III, 257); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 466 (T., VII, 394).
[1167] Seyf b. Ömer, a.g.e., 145; Belâzurî, Ensâb,
III, 39; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 137 (T., III, 257); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 467 (T., VII, 394).
[1168] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 137 (T., III, 258); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 467 (T., VII, 394).
[1169] A. Vehbi Ecer, “Abdullah b. Zübeyr’in
Halifeliği ve Kurduğu Devlet”, EÜİFD, 10, Kayseri, 1998, 154.
[1170] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 137 (T., III, 258); İbn
Ebî’l-Hadîd el-Medâinî, a.g.e., I, 265; İbn Kesîr, a.g.e., X, 467
(T., VII, 394).
[1171] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 137 (T., III, 258); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 467 (T., VII, 394).
[1172] İbn Kesîr, a.g.e., X, 476 (T., VII, 400).
[1173] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 131 (T., III, 250); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 476 (T., VII, 400).
[1174] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 314.
[1175] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 131 (T., III, 250-251); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 476 (T., VII, 400).
[1176] Seyf b. Ömer, a.g.e., 147;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 131 (T., III, 251); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 476 (T., VII, 400).
[1177] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 131 (T., III, 251); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 476 (T., VII, 400).
[1178] Ya’kûbî, a.g.e., II, 182; İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 476 (T., VII, 400).
[1179] İbn Sa’d, a.g.e., VII, 42 (T., VII, 39); Ya’kûbî, a.g.e.,
II, 182; İbnü’l-Arabî, a.g.e., 154-155; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III,
132 (T., III, 251).
[1180] İbn Sa’d, a.g.e., III, 204 (T., III, 252-253);
Belâzurî, Ensâb, III, 43-44; Ya’kûbî, a.g.e., II, 182; İbn Kesîr,
a.g.e., X, 476 (T., VII, 400).
[1181] Enfâl, 8/25.
[1182] İbn A’sem, a.g.e., II, 478-479.
[1183] Abbott, a.g.e., 154-155.
[1184] Demircan, Fitne, 98.
[1185] Azimli, Hz. Ali, 92.
[1186] İbn Kesîr, a.g.e., X, 476 (T., VII, 400). Ayrıca bkz.
Radî, a.g.e., 294-295.
[1187] İbn Sa’d, a.g.e., III, 204 (T., III, 252).
[1188] İbn Sa’d, a.g.e., III, 205 (T., III, 253); İbn Kesîr,
a.g.e., X, 476 (T., VII, 401).
[1189] İbn Kesîr, a.g.e., X, 476 (T., VII, 401).
[1190] İbn Sa’d, a.g.e., III, 205 (T., III, 253); Günal, a.g.e.,
117.
[1191] Ebû Muhammed Talha b. Ubeydillâh b. Osmân et-Teymî el-Kureşî
(ö. 36/656). Aşere-i Mübeşşere’dendir. Hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn
Sa’d, a.g.e., III, 196-206 (T., III, 240-255); Erul, a.g.md., XXXIX,
504-505; Giorgio Levi Della Vida, “Talha”, İA, I-XV, Eskişehir, 1997,
XI, 695-696.
[1192] İbn Sa’d, a.g.e., III, 200 (T., III, 247); İbn Kesîr,
a.g.e., X, 477 (T., VII, 401).
[1193] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 131 (T., III, 250); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 461-462 (T., VII, 391). Farklı ifadelerle ancak aynı
konuşma için bkz. Ya’kûbî, a.g.e., II, 182.
[1194] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 314-315.
[1195] Azimli, Hz. Ali, 87-88.
[1196] İbn Sa’d, a.g.e., III, 103 (T., III, 120).
[1197] Seyf b. Ömer, a.g.e., 156; İbn Sa’d, a.g.e.,
III, 103 (T., III, 120-121); Ya’kûbî, a.g.e., II, 183; Taberî, a.g.e.,
IV, 534; İbn Kesîr, a.g.e., X, 481 (T., VII, 403).
[1198] İbn Kesîr, a.g.e., X, 481 (T.,
VII, 403). Ahnef b. Kays’ın bunu ifade ettiği rivayet edilmektedir. Bkz. İbn
Sa’d, a.g.e., III, 103 (T., III, 120-121); Ya’kûbî, a.g.e., II,
183.
[1199] İbn Sa’d, a.g.e., III, 104 (T., III, 122-123); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 481 (T., VII, 403).
[1200] Belâzurî, Ensâb, III, 49 v.d.; Ya’kûbî, a.g.e.,
II, 183; İbn Kesîr, a.g.e., X, 481 (T., VII, 403).
[1201] İbn Kesîr, a.g.e., X, 481 (T., VII, 403).
[1202] Seyf b. Ömer, a.g.e., 153; Taberî, a.g.e., IV,
535; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 132 (T., III, 251).
[1203] İbn Sa’d, a.g.e., III, 98 (T.,
III, 114); Taberî, a.g.e., IV, 510; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 132
(T., III, 251-252).
[1204] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 132 (T., III, 251-252).
[1205] İbn Kesîr, a.g.e., X, 482 (T., VII, 404).
[1206] Dırâr b. Amr Ğatafânî, Kitâbu ’t
Tahriş (İlk Dönem Siyasi ve İtikadi İhtilaflarında Hadis Kullanımı), (Thk.:
Hüseyin Hansu, Çev.: Mehmet Keskin), İstanbul, 2014, 33.
[1207] İbn Sa’d, a.g.e., III, 104 (T., III, 122-123); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 483 (T., VII, 404).
[1208] Belâzurî, Ensâb, III, 51; Günal, a.g.e., 116.
[1209] İbn Kesîr, a.g.e., X, 483 (T., VII, 404).
[1210] Azimli, Hz. Ali, 91.
[1211] İbn Kesîr, a.g.e., X, 483 (T., VII, 404).
[1212] İbn Sa’d, a.g.e., III, 104-105 (T., III, 123); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 482 (T., VII, 404).
[1213] Şiblî, a.g.e., III, 141.
[1214] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 131 (T., III, 250); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 461 (T., VII, 389).
[1215] Azimli, Hz. Ali, 87-88.
[1216] İbn Sa’d, a.g.e., III, 105 (T., III, 124);
[1217] İbn Kesîr, a.g.e., X, 484 (T., VII, 405).
[1218] Ebû Abdillâh ez-Zübeyr b. el-Avvâm b. Huveylid el-Kureşî
el-Esedî (ö 36/656). Hz. Peygamber’e ilk iman eden sahâbeden olup Aşere-i
Mübeşşere’dendir. Hayatı hakkında bilgi için bkz. İbn Sa’d, a.g.e., III,
93-106 (T., III, 108-124); Mehmet Efendioğlu, “Zübeyr b. Avvâm”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 2013, XLIV, 522-524; Neşet Çağatay, “Zübeyr b. el-Avvâm”, İA,
I-XV, Eskişehir, 1997, XIII, 635-636.
[1219] İbn Sa’d, a.g.e., III, 100 (T., III, 117); İbn Kesîr,
a.g.e., X, 484 (T., VII, 405).
[1220] Enfâl, 8/25.
[1221] Zehebî, a.g.e., III, 504.
[1222] Hicr, 15/47.
[1223] İbn Sa’d, a.g.e., III, 105-106, 205-206 (T., III,
124, 254-255); Zehebî, a.g.e., III, 506-507.
[1224] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 138 (T., III, 258).
[1225] Seyf b. Ömer, a.g.e., 146;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 138 (T., III, 259); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 468 (T., VII, 395).
[1226] Belâzurî, Ensâb, III, 45;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 140 (T., III, 259-260); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 468 (T., VII, 395).
[1227] Seyf b. Ömer, a.g.e., 150; Ya’kûbî, a.g.e.,
II, 183; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 140 (T., III, 260); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 468 (T., VII, 395).
[1228] Murat Bıyıklı, Hazreti Ali’nin Devlet İdaresi,
(Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi), Kayseri, 2001, 111.
[1229] Kocaışık, a.g.e., 56.
[1230] Seyf b. Ömer, a.g.e., 152;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 140 (T., III, 260); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 468 (T., VII, 395).
[1231] Seyf b. Ömer, a.g.e., 151; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 140 (T., III, 260).
[1232] Seyf b. Ömer, a.g.e., 151; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 141 (T., III, 260).
[1233] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 141 (T., III, 260); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 468 (T., VII, 395).
[1234] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 148 (T., III, 270).
[1235] Seyf b. Ömer, a.g.e., 155; Belâzurî, Ensâb,
III, 44-45; İbnü’l-Cevzî, a.g.e., V, 93; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 141 (T., III, 261).
[1236] Watt, a.g.e., 15.
[1237] Demircan, Haricilerin Siyasi Faaliyetleri, 90-91.
[1238] Seyf b. Ömer, a.g.e., 155; İbnü’l-Cevzî, a.g.e.,
V, 93; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 141 (T., III, 261).
[1239] İbn Kesîr, a.g.e., X, 456 (T., VII, 389).
[1240] Seyf b. Ömer, a.g.e., 152;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 141 (T., III, 261); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 469 (T., VII, 396).
[1241] Seyf b. Ömer, a.g.e., 160; Taberî, a.g.e., IV,
544; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 146 (T., III, 267); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 473 (T., VII, 399).
[1242] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 148 (T., III, 270-271);
[1243] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 149 (T., III, 271).
[1244] Halife b. Hayyât, a.g.e., 187-191 (T., 233-238).
[1245] Ya’kûbî, a.g.e., II, 183.
[1246] Halife b. Hayyât, a.g.e., 186 (T., 233).
[1247] Seyf b. Ömer, a.g.e., 156; Taberî, a.g.e., IV,
539; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 142 (T., III, 262); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 470 (T., VII, 396). Bu 10000 kişiden; Ezd kabilesinden 2000, Yemenlilerden
500, Mudar kabilesinden 2000, Abdülkays kabilesinden 500, Temim kabilesinden
500, Dabbe kabilesinden 1000, Bekr b. Vail kabilesinden 500 kişinin öldüğü
rivayet edilmektedir. Bkz. Seyf b. Ömer, a.g.e., 156; Taberî, a.g.e.,
IV, 539.
[1248] Makdisî, a.g.e., V, 216.
[1249] İbn Sa’d, a.g.e., III, 30 (T., III, 33).
[1250] Cevdet Paşa, a.g.e., 417.
[1251] Halife b. Hayyât, a.g.e., 186 (T., 232-233).
[1252] Ya’kûbî, a.g.e., II, 183.
[1253] Seyf b. Ömer, a.g.e., 156; Taberî, a.g.e., IV,
539.
[1254] Abbott, a.g.e., 156.
[1255] Seyf b. Ömer, a.g.e., 155; Taberî, a.g.e., IV, 538;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 141
(T., III, 261); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 469 (T., VII, 396).
[1256] Seyf b. Ömer, a.g.e., 156; Taberî, a.g.e., IV, 538;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 142
(T., III, 261); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 469 (T., VII, 396).
[1257] Seyf b. Ömer, a.g.e., 156; Taberî, a.g.e., IV,
538; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 142 (T., III, 261); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 469 (T., VII, 396).
[1258] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 142 (T., III, 261-262); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 469 (T., VII, 396).
[1259] Seyf b. Ömer, a.g.e., 156; Taberî, a.g.e., IV,
538; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 142 (T., III, 262); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 469 (T., VII, 396).
[1260] Seyf b. Ömer, a.g.e., 156; Taberî, a.g.e., IV, 538;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 142
(T., III, 262); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 469 (T., VII, 396).
[1261] Seyf b. Ömer, a.g.e., 156; Taberî, a.g.e., IV, 538;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 142
(T., III, 262); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 469 (T., VII, 396).
[1262] İbn Kesîr, a.g.e., X, 470 (T., VII, 396).
[1263] Seyf b. Ömer, a.g.e., 159; İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 470 (T., VII, 396).
[1264] Demircan, Fitne, 98. Benzer bilgi için bkz. Cevdet
Paşa, a.g.e., 417.
[1265] Ahzâb, 33/6.
[1266] Galip Türcan, “Hz. Ali’ye İsnad Edilen İtikâdî Yorumların
Kelamî Niteliği”, Hazreti Ali - Sempozyum Bildirileri-, İzmir, 2009,
440-441.
[1267] Azimli, Hz. Ali, 94.
[1268] Seyf b. Ömer, a.g.e., 157;
Taberî, a.g.e., IV, 539, 541; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 143 (T.,
III, 262); İbn Kesîr, a.g.e., X, 471 (T., VII, 397).
[1269] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 143 (T., III, 262-263); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 471 (T., VII, 397).
[1270] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 143 (T., III, 263); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 471 (T., VII, 397).
[1271] Mahmut Kelpetin, “Hulefa-yi Raşidin Dönemi Olayları
Karşısında Abdullah b. Abbas”, Ekev Akademi Dergisi, 45, Erzurum, 2010,
205.
[1272] Taberî, a.g.e., IV, 543;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 143 (T., III, 262-263); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 471 (T., VII, 397).
[1273] Seyf b. Ömer, a.g.e., 158; Taberî, a.g.e., IV,
541; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 145 (T., III, 266); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 470 (T., VII, 396-397).
[1274] Seyf b. Ömer, a.g.e., 158; Taberî, a.g.e., IV, 541;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 145
(T., III, 266); İbn
Ebî’l-Hadîd el-Medâinî, a.g.e., I, 249; İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 470 (T., VII, 396-397).
[1275] Seyf b. Ömer, a.g.e., 158; Taberî, a.g.e., IV, 541;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 145
(T., III, 266); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 470 (T., VII, 396-397).
[1276] Kocaışık, a.g.e., 62.
[1277] Seyf b. Ömer, a.g.e., 158; Taberî, a.g.e., IV,
541; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 145 (T., III, 266); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 470 (T., VII, 396-397).
[1278] Seyf b. Ömer, a.g.e., 158; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 145 (T., III, 266).
[1279] Seyf b. Ömer, a.g.e., 157; Taberî, a.g.e., IV,
539-540; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 143 (T., III, 263); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 471 (T., VII, 397-398).
[1280] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 143 (T., III, 263).
[1281] Taberî, a.g.e., IV, 540; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 143 (T., III, 264).
[1282] Seyf b. Ömer, a.g.e., 155;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 144 (T., III, 264); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 471 (T., VII, 398).
[1283] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 144 (T., III, 264).
[1284] Abbott, a.g.e., 156.
[1285] Abbott, a.g.e., 156-157.
[1286] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 144 (T., III, 264); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 472 (T., VII, 398).
[1287] Seyf b. Ömer, a.g.e., 160; Taberî, a.g.e., IV,
544; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 144 (T., III, 264-265); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 472 (T., VII, 398).
[1288] Seyf b. Ömer, a.g.e., 160;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 144 (T., III, 265); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 472 (T., VII, 398).
[1289] Taberî, a.g.e., IV, 545-546; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 144-145 (T., III, 265);
[1290] Çelebi, bu konuşmadan hareketle, Hz.
Aişe’yle Hz. Ali’nin arasındaki uyuşmazlığın sebebini İfk Hadisesi’ne bağlar.
Bkz. Çelebi, Örnek Halifeler Dönemi, 75.
[1291] Seyf b. Ömer, a.g.e., 160; Taberî, a.g.e., IV,
544; İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 144 (T., III, 264-265); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 472 (T., VII, 398).
[1292] Abbott, a.g.e., 158.
[1293] Seyf b. Ömer, a.g.e., 160; Taberî, a.g.e., IV,
544.
[1294] Taberî, a.g.e., IV, 544;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 145 (T., III, 265); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 472 (T., VII, 398).
[1295] Seyf b. Ömer, a.g.e., 159;
İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 145 (T., III, 265); İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 472 (T., VII, 398).
[1296] Belâzurî, Ensâb, III, 60.
[1297] Ahzâb, 33/33.
[1298] Belâzurî, Ensâb, III, 60.
[1299] Şiblî, a.g.e., III, 357.
[1300] Demircan, Fitne, 93.
[1301] Demircan, Fitne, 98. Kadının lider olamayacağı
konusunda ortaya konulan rivayetler ve öne sürülen görüşleri eleştiren
Azimli’ye göre; bu konuda Kur’an’da böyle bir işaret yoktur. Bunun yanında
rivayet edilen hadisin ise siyasal sebeplerden dolayı uydurulmuştur.
Değerlendirme için bkz. Mehmet Azimli, Siyeri Farklı Okumak, Ankara,
2013, 502-512.
[1302] Şiblî, a.g.e., III, 338.
[1303] Gazzâlî’ye göre; liderliğin şartlarından biri de, erkek
olmaktır. Ona göre; kendisine kadılık görevi verilmeyen ve hükmedilecek birçok
konuda şahitlikleri bile alınmayan kadın için liderlik akdi olmaz. Bkz.
Muhammed Gazzâlî, Bâtınîliğin İçyüzü (Fedaihu ’l-Bâtıniyye/el-Mustazhırî),
(Çev.: Avni İlhan), Ankara, 1993, 114.
[1304] Şiblî, a.g.e., III, 338.
[1305] Özkan, “Siyasal-Sosyal Gelişmeler”, 73-74.
[1306] Özkan, “Siyasal-Sosyal Gelişmeler”, 74.
[1307] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 145 (T., III, 266); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 472 (T., VII, 399).
[1308] İbn Sa’d, a.g.e., VII, 42 (T., VII, 39).
[1309] İbnü’l-Esîr, a.g.e., III, 145 (T., III, 266); İbn
Kesîr, a.g.e., X, 472 (T., VII, 399).
[1310] Seyf b. Ömer, a.g.e., 154; İbnü’l-Esîr, a.g.e.,
III, 145 (T., III, 266).
[1311] Ya’kûbî, a.g.e., II, 184; İbn Kesîr, a.g.e.,
X, 491 (T., VII, 409).
[1312] İbn Kesîr, a.g.e., X, 491 (T., VII, 409).
[1313] Nasr b. Muzahim el-Minkarî, Vak’atu Sıffin, (Thk.: Abdusselam
Muhammed Harun), Beyrut, 1990, 3; İbn Kesîr, a.g.e., X, 491 (T., VII,
409). Hz. Ali’nin Kûfelilere irad ettiği hutbe için bkz. Minkarî, a.g.e.,
3-4.
[1314] İbn Kesîr, a.g.e., X, 491 (T., VII, 409).
[1315] Wellhausen, Arap Devleti, 25; Buse, a.g.m., 294.
[1316] Demircan, Ali-Muaviye, 71-72; Buse, a.g.m., 294.
[1317] Günal, a.g.e., 120.
[1318] Apak, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 41.
[1319] Demircan, Ali-Muaviye, 71-72; Buse, a.g.m., 294-295.
[1320] Demircan, Ali-Muaviye, 71-72.
[1321] Sarıçam, “Hz. Ali’nin Hayatı ve Şahsiyeti”, 23.
[1322] Demircan, Ali-Muaviye, 72.
[1323] Demircan, Ali-Muaviye, 72.
[1324] Demircan, Ali-Muaviye, 72.
[1325] Wellhausen, Arap Devleti, 25.
[1326] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 315; a.mlf., “Hz. Ali’nin
Siyasi Kişiliği”, 44; Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 289;
Demircan, Fitne, 88.
[1327] Demircan, Fitne, 88.
[1328] Faris Çerçi, “Mâlik el-Eşter’e Verdiği Ahd-Nâme’ye Göre Hz. Ali’nin
Yönetim Anlayışı”, ATAÜİFD, 28, Erzurum, 2007, 91.
[1329] Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, 61.
[1330] Akbulut, “Hariciliğin Siyasi Görüşleri”, 336.
[1331] Azimli, Hz. Ali, 96.
[1332] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 104.
[1333] Azimli, Hz. Ali, 96.
[1334] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye, 104.
[1335] Apak,
Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 315;
a.mlf., “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, 44. Benzer
değerlendirme için bkz. Demircan, Fitne, 99.
[1336] Ayar, Dört Halîfe Dönemi Siyasî Olayları, 289; Günal,
a.g.e., 126.
[1337] Cihad Tunç, “Kelâm İlminde Büyük Günah Meselesi”, A ÜİFD,
XXIII, Ankara, 1978, 328.
[1338] Özkan, “İlk Dönem İslâm Târihi Siyasî Çatışmalarının Dışında Kalmaya
Çalışanlar”, 63. Benzer değerlendirme için bkz. Yusuf Şevki Yavuz, “Cemel
Vak’ası (Kelam)”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1993, VII, 321.
[1339] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi 2, 315-316. Benzer
değerlendirme için bkz. Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 321.
[1340] Özkan, “İlk Dönem İslâm Târihi Siyasî Çatışmalarının Dışında Kalmaya
Çalışanlar”, 63 Benzer değerlendirme için bkz. Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”,
VII, 321.
[1341] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”,
53.
[1342] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”,
54.
[1343] Ahmet Akbulut, “Hz. Muhammed Sonrası İlk Siyasi Krizin
Teolojik Yansımaları”, Kelâm Araştırmaları Dergisi, IV-2, Rize, 2006, 2.
[1344] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”,
54.
[1345] Akbulut, “Hz. Muhammed Sonrası İlk Siyasi Krizin Teolojik
Yansımaları”, 2.
[1346] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”,
54.
[1347] Tunç, “Kelâm İlminde Büyük Günah Meselesi”, 327.
[1348] Fığlalı, “Hariciliğin Doğuşuna Etki Eden”, 226.
[1349] Tunç, “Kelâm İlminde Büyük Günah Meselesi”, 328; Osman Aydınlı,
“Mu’tezile Ekolü Teşekkülü, İlkeleri ve İslâm Düşüncesine Katkıları”, Marife,
3, Konya, 2003, 32.
[1350] Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 321.
[1351] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 54.
[1352] Fığlalı, “Hariciliğin Doğuşuna Etki Eden”, 226. Mezheplerin
ortaya çıkışını etkileyen siyasi nedenler için bkz. a.mlf., İbâdiye’nin
Doğuşu, 19 v.d.; a.mlf., “Mezheplerin Doğuşu”, 127-131; a.mlf., Günümüz
İslam Mezhepleri, 67-110; Mehmet Öztürk, “Hz. Ali Dönemi Siyasi ve Fıkhi
Gelişmelerin Mezheplerin Oluşumuna Etkisi”, AMÜİFD, 1, Amasya, 2013,
84-94. Sosyal nedenler için bkz. Hizmetli, “Îtikâdî İslâm Mezheplerinin
Doğuşu”, 653-680; Fığlalı, Günümüz İslam Mezhepleri, 42-67. Fıkhi
mezheplerin oluşumuna etkisi için bkz. Öztürk, “Hz. Ali Dönemi Siyasi ve Fıkhi
Gelişmelerin Mezheplerin Oluşumuna Etkisi”, 94-100.
[1353] Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 321. Şehristânî, Cemel
Vak’ası’nı Hz. Peygamber’den sonra sahâbe arasında çıkan ihtilafların onuncusu
olarak değerlendirmektedir. İlgili yer için bkz. Şehristânî, a.g.e., 36.
[1354] Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 321.
[1355] Hizmetli, “Genel Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları”, 54.
Hariciler, Mürcie, Mu’tezile ve Ehl-i Sünnet mezheblerinin iman ve büyük günah
meselesi hakkında genel hatlarıyla görüşleri için bkz. Tunç, “Kelâm İlminde
Büyük Günah Meselesi”, 325-342.
[1356] Akbulut, “Hz. Muhammed Sonrası İlk Siyasi Krizin Teolojik
Yansımaları”, 9.
[1357] Akoğlu, “Hâriciliğin Ortaya Çıkmasında Etkili Olan
Sosyo-Kültürel Faktörler”, 511, d.n. 33.
[1358] Akoğlu, “Hâriciliğin Ortaya Çıkmasında Etkili Olan
Sosyo-Kültürel Faktörler”, 510-511.
[1359] Akbulut, “Hz. Muhammed Sonrası İlk Siyasi Krizin Teolojik
Yansımaları”, 9-10.
[1360] Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 321.
[1361] Mehmet Efendioğlu, “Sahâbe”, DİA, I-XLIV, İstanbul,
2008, XXXV, 496.
[1362] Fığlalı, “Hâriciliğin Doğuşu”, 245;
Muharrem Akoğlu, “Kebîre ve İman Bağlamında Hâricilik-
Mu’tezile İlişkisi”, EÜSBED, II-23,
Kayseri, 2007, 318. Hariciliğin doğuşuna etki eden olaylar için bkz. Fığlalı, “Hâriciliğin
Doğuşu”, 246-248; a.mlf., “Hariciliğin Doğuşuna Etki Eden”, 219247; Demircan, Haricilerin
Siyasi Faaliyetleri, 31-54.
[1363] Şehristânî, a.g.e., 109. Kubat’ın değerlendirmesine göre;
Haricilik gerçek anlamda referansı,
öncesi olmaksızın veya her hangi bir geleneğe
dayanmaksızın ortaya çıkan bir türediler topluluğudur ve genel kabul görmüş
İslâmi düşünceden bir sapmadır. Haricilik, münafıkların İslâmiyet’i içten
yıkmaya yönelik olarak öncülük edip yönlendirdikleri, önceleri siyasi bir
eğilim olarak doğmuşken, sonraları dini bir hüviyete bürünmüş, nasslara fasit
anlamlar yükleyen bedevi bir harekettir. Bkz. Kubat, a.g.m., 118, 144.
Hariciliğin yapısıyla ilgili bilgi ve değerlendirme için bkz. a.mlf., a.g.m.,
115-151.
[1364] Fığlalı, “Hâriciliğin Doğuşu”, 249.
[1365] Hariciler hakkında genel bilgi için bkz. Eş’ârî, a.g.e.,
103-136; Şehristânî, a.g.e., 109-127; Ethem Ruhi Fığlalı, “Hâricîler”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 1997, XVI, 169-175; Mehmet Salih Arı, Haricilerin Kurduğu
Devlet Rüstemiler, Van, 2009, 27-32; Günal, a.g.e., 229-238. Ayrıca
üç yazara ait beş makaleden oluşan kitap halinde sunulan Adnan Demircan, Hâricilik
Mezhebinin Doğuşu Bağlamında Din Siyaset İlişkisi, İstanbul, 2000. adlı
çalışmaya bakılabilir.
[1366] Şehristânî, a.g.e., 110.
[1367] Fığlalı, “Hâricîler”, 173.
[1368] Fığlalı, Günümüz İslam Mezhepleri, 184-185.
[1369] Akbulut, “Hariciliğin Siyasi Görüşleri”, 338.
[1370] Fığlalı, “Hâricîler”, 173.
[1371] Aydınlı, “Mu’tezile Ekolü Teşekkülü”, 33.
[1372] Akbulut, “Hariciliğin Siyasi Görüşleri”, 340.
[1373] Eş’ârî, a.g.e., 102.
[1374] Eş’ârî, a.g.e., 103.
[1375] Şehristânî, a.g.e., 111.
[1376] Şehristânî, a.g.e., 130.
[1377] Eş’ârî, a.g.e., 103.
[1378] Bakara, 2/204.
[1379] Bakara, 2/207.
[1380] Eş’ârî, a.g.e., 114; Şehristânî, a.g.e., 113.
[1381] Şehristânî, a.g.e., 113.
[1382] Fığlalı, "Haricîler”. 173. Akoğlu’na göre; Haricilerin
katı görüşlerinin sebebi; İslâm öncesi çöl şartlarında, bedevi kültür
yapısından kaynaklanan kodların izdüşümü ve yansımalarıdır. Onların varlığını
etkileyen bu kodlar, şüphesiz genel din anlayışının oluşumunda olduğu gibi,
kebîre ve iman nazariyelerinin etkilenmesinde de oldukça etkili olmuştur. Bkz.
Akoğlu, “Kebîre ve İman Bağlamında Hâricilik-Mu’tezile İlişkisi”, 335-336.
[1383] Şehristânî, a.g.e., 124. İbâdiyye (İbâzıyye)
fırkasının doğuşu ve görüşleri hakkında müstakil bir çalışma için Fığlalı, İbâdiye
’nin Doğuşu adlı çalışmasına bakılabilir. Ayrıca bilgi ve değerlendirme
için bkz. Eş’ârî, a.g.e., 114-121; Şehristânî, a.g.e., 123-125;
Fığlalı, Günümüz İslam Mezhepleri, 169-186.
[1384] Akbulut, “Hariciliğin Siyasi Görüşleri”, 338-339.
[1385] Hz. Peygamber’in vefatından sonra devlet yönetiminin Hz. Ali’ye ve
onun soyundan gelenlere ait olduğu düşüncesi etrafında birleşen gruplara
verilen addır. Şiâ hakkında detaylı bilgi için bkz. Eş’ârî, a.g.e.,
35-101; Şehristânî, a.g.e., 135-177; Mustafa Öz, “Şiâ”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 2010, XXXIX, 111-114; Ethem Ruhi Fığlalı, İmâmiyye Şiâsı
(Câferiyye Mezhebi) Doğuşu, Gelişmesi ve Görüşleri, İstanbul, 1984,
107-157.
[1386] II. (VIII.) yüzyılın ilk çeyreğinde Kûfe’de ortaya çıkan,
Irak, Taberistan ve özellikle Yemen’de varlığını sürdüren ılımlı bir Şiî
fırkasıdır. Hakkında bilgi için bkz. Yusuf Gökalp, “Zeydiyye”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 2013, XLIV, 328-331.
[1387] Eş’ârî, a.g.e., 90; Şehristânî, a.g.e., 141.
[1388] Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 321.
[1389] Akbulut, “Hariciliğin Siyasi Görüşleri”, 340. İmâmeti dinin
esaslarından kabul eden, bazen Şiâ ve İsnâaşeriyye ile eş anlamlı olarak
kullanılan Şiî fırkaların ortak adıdır. Hakkında bilgi için bkz. Mustafa Öz,
“İmâmiyye”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2000, XXII, 207-209.
[1390] Eş’ârî, a.g.e., 78.
[1391] İslâmiyet’in ilk döneminde ortaya çıkan ılımlı ve uzlaşmacı
fikirleriyle tanınan itikadî ve siyasi bir mezheptir. Bu mezhep hakkında bilgi
için bkz. Eş’ârî, a.g.e., 137-153; Şehristânî, a.g.e., 129-133;
Mehmet Saffet Sarıkaya, İslâm Düşünce Tarihinde Mezhepler, Isparta,
2000, 125-133; Sönmez Kutlu, “Mürcie”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2006,
XXXII, 41-45.
[1392] Şehristânî, a.g.e., 133.
[1393] Şehristânî, a.g.e., 129.
[1394] Şehristânî, a.g.e., 129.
[1395] Aydınlı, “Mu’tezile Ekolü Teşekkülü”, 33.
[1396] İtikadi meselelerin yorumunda akla ve iradeye öncelik veren
bir mezheptir. Bu mezhep hakkında bilgi için bkz. Eş’ârî, a.g.e.,
154-228; Şehristânî, a.g.e., 57-83; Sarıkaya, a.g.e., 135-153;
İlyas Çelebi, “Mu’tezile”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2006, XXXI, 391-401.
Detaylı bilgi ve değerlendirme için Kemal Işık, Mutezile’nin Doğuşu ve
Kelâmî Görüşleri, Ankara, 1967. adlı çalışma incelenebilir.
[1397] Şehristânî, a.g.e., 60.
[1398] Fâsık, ilahi emirlere itaatten ayrılıp asi olan mümin veya kâfir
anlamında kullanılan kelâm ve fıkıh terimidir. İlk defa Mu’tezile tarafından
büyük günah işleyen kimse için kullanılan fâsık kelimesini Mu’tezile münafık,
Hariciler kâfir, Mürcie mümin, Şiâ nimet küfrü içinde bulunan kimse, Selefiyye
kâmil olmayan mümin, Eş’ariler büyük cezaya müstahak kişi anlamlarında
kullanmışlardır. Bilgi ve değerlendirme için bkz. Yusuf Şevki Yavuz, “Fâsık”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 1995, XII, 202-205.
[1399] Şehristânî, a.g.e., 60. Detaylar için bkz. Kemal Işık,
“Mu’tezile’nin İlk Kurucusu Vâsıl b. Atâ ve Büyük Günah Meselesi”,AÜİFD,
XXIV, Ankara, 1981, 343-349. Mu’tezile mezhebinin büyük günah konusundaki
görüşleri için ayrıca bkz. İlyas Çelebi, “Usûl-i Hamse”, DİA, I-XLIV,
İstanbul, 2012, XLII, 211; a.mlf., “Menzile Beyne’l-Menzileteyn”, DİA,
I-XLIV, Ankara, 2004, XXIX, 161-162; Sönmez Kutlu, “Va’d ve Vaîd”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 2012, XLII, 414-415.
[1400] Şehristânî, a.g.e., 60. Ayrıca bkz. Henry Laoust, İslâm’da
Ayrılıkçı Görüşler, (Çev.: Ethem Ruhi Fığlalı), İstanbul, 1999, 67-68.
[1401] Şehristânî, a.g.e., 60.
[1402] Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 322.
[1403] Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâtürîdî
es-Semerkandî (ö. 333/944). Mâtürîdiyye mezhebinin kurucusu, müfessir ve
fakihtir. Hayatı hakkında bilgi için bkz. Şükrü Özen, “Mâtürîdî”, DİA,
I-XLIV, Ankara, 2003, XXVIII, 146-151; Kemal Işık, Maturîdî’nin Kelam
Sisteminde İmân Allah ve Peygamberlik Anlayışı, Ankara, 1980, 7-21; Ahmet
Ak, Büyük Türk Âlimi Mâturîdî ve Mâturîdîlik, İstanbul, 2008, 33-38;
Mustafa Sait Yazıcıoğlu, “Mâtürîdi Kelâm Ekolü’nün İki Büyük Siması: Ebû Mansûr
Mâturîdî ve Ebu’l-Mu’în Nesefî”,AÜİFD, XXVII, Ankara, 1985, 282-287.
Mâtürîdî’nin Kelâma dair görüşleri, Tefsir ilmindeki yeri, Fıkıh ve Fıkıh
usulündeki yeri hakkında bilgi için bkz. Şükrü Özen-Bekir Topaloğlu,
“Mâtürîdî”, DİA, I- XLIV, Ankara, 2003, XXVIII, 151-165.
[1404] Işık, Maturîdî’nin Kelam Sistemi, 46; Fığlalı, Günümüz
İslam Mezhepleri, 144; Ak, a.g.e., 72.
[1405] Bekir Topaloğlu, “Mâtürîdî (Kelâma Dair Görüşleri)”, DİA,
I-XLIV, Ankara, 2003, XXVIII, 155; Ak, a.g.e., 72.
[1406] Yusuf Şevki Yavuz, “Mâtürîdîyye”, DİA, I-XLIV,
Ankara, 2003, XXVIII, 173.
[1407] Topaloğlu, a.g.md., 155; Işık, Maturîdî’nin Kelam
Sistemi, 46.
[1408] Topaloğlu, a.g.md., 155.
[1409] “Eğer size yasaklanan(günah)ların büyüklerinden kaçınırsanız,
sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir yere koyarız. ” Nisâ,
4/31.
[1410] “(Ey Muhammedi) Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın
vakitlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar
için bir öğüttür. ” Hûd, 11/114. “Ancak tövbe edip de inanan ve Salih
ameller işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.
Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. ” Furkân, 25/70.
[1411] Topaloğlu, a.g.md., 155. Ebû Hanîfe’nin büyük günah konusunda aynı
görüşü için bkz. Ebû Hanîfe Nu’mân b. Sâbit b. Zûtâ b. Mâh, Fıkh-ı Ekber,
(Çev.: Hasan Basri Çantay), Ankara, 1985, 11; Fığlalı, Günümüz İslam
Mezhepleri, 127.
[1412] Ebü’l-Hasen Alî b. İsmâîl b. Ebî Bişr İshâk b. Sâlim
el-Eş’ârî el-Basrî (ö. 324/935-36). Eş’ariyye
mezhebinin
kurucusudur. Hayatı hakkında bilgi için bkz. Eş’ârî, a.g.e., 19-25 (Çevirmenlerin
Önsözü); Lûtfi
Doğan, Ehli Sünnet Kelâmında Eş’arîMektebi, Ankara, 1961, 18-20; Mustafa
Sait Yazıcıoğlu, “Eş’arî’nin Hayatı”,AÜİFD,
XXV, Ankara, 1981, 457-476; İrfan
Abdülhamid,
“Eş’arî,
Ebü’l-Hasan”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1995, XI, 444-447.
[1413] Muhammed b. Ömer b. Hüseyin er-Râzî, Kelâm’a Giriş (el-Muhassal),
(Çev.: Hüseyin Atay), Ankara, 1978, 243; Yusuf Şevki Yavuz, “Eş’ariyye”, DİA,
I-XLIV, İstanbul, 1995, XI, 452; Fığlalı, Günümüz İslam Mezhepleri, 137.
Ayrıca bkz. Doğan, a.g.e., 46-47.
[1414] Yavuz, “Eş’ariyye”, XI, 452.
[1415] Yavuz, “Eş’ariyye”, XI, 452; Fığlalı, Günümüz İslam
Mezhepleri, 137.
[1416] Râzî, a.g.e., 244; Fığlalı, Günümüz İslam
Mezhepleri, 137. Ayrıca bkz. Doğan, a.g.e., 47.
[1417] Fığlalı, Günümüz İslam Mezhepleri, 137. Ayrıca bkz.
Doğan, a.g.e., 47.
[1418] Râzî, a.g.e., 245; Yavuz, “Eş’ariyye”, XI, 452.
[1419] Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 322.
[1420] Efendioğlu, “Sahâbe”, XXXV, 496.
[1421] İbn Haldûn, a.g.e., I, 456.
[1422] Efendioğlu, “Sahâbe”, XXXV, 496. Benzer değerlendirme için
bkz. İbn Haldûn, a.g.e., I, 457.
[1423] Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 322.
[1424] İbn Haldûn, a.g.e., I, 454.
[1425] Mustafa Öz, “Vâkıfe”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 2012,
XLII, 487-488.
[1426] Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 322.
[1427] Adil Bebek, “Kebîre”, DİA, I-XLIV, Ankara, 2002, XXV,
164.
[1428] Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 322.
[1429] Münir Hasan Bayatlı, Kur ’an ’da Savaş Olgusu,
İstanbul, 2009, 85-92.
[1430] Şiblî, a.g.e., V, 243.
[1431] Şiblî, a.g.e., V, 244, d.n. 1.
[1432] Şiblî, a.g.e., V, 243.
[1433] Murat Sarıcık, Dört Halife ve Emevîler Döneminde İlginç
Problemler, Isparta, 2001, 40.
[1434] Mâide, 5/32.
[1435] Sarıcık, Dört Halife ve Emevîler Döneminde İlginç
Problemler, 41.
[1436] Sarıcık, Dört Halife ve Emevîler Döneminde İlginç
Problemler, 41.
[1437] Azimli, Hz. Ali, 98.
[1438] Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 322. Benzer değerlendirme için
bkz. İbn Haldûn, a.g.e., I, 455-456.
[1439] Yavuz, “Cemel Vak’ası (Kelam)”, VII, 322.
[1440] “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz...” Âl-i
İmrân, 3/110.
[1441] Efendioğlu, “Sahâbe”, XXXV, 492.
[1442] İlgili ayetler; Bakara, 2/143; Âl-i İmrân, 3/172-173; Tevbe, 9/100;
Haşr, 59/8-9; Enfâl, 8/74; Fetih, 48/18, 29. Bkz. Efendioğlu, “Sahâbe”, XXXV,
492; M. Cemal Sofuoğlu, “Şia’nın Sahabiler Hakkındaki Bazı Görüşleri”,AÜİFD,
XXIV, Ankara, 1981, 530, d.n. 1, 2, 3, 4, 5. Ayrıca sahâbenin fazileti hakkında
genel bilgi, değerlendirme, ayet ve hadisler için bkz. Mehmet Efendioğlu,
“Fezâîlü’s-Sahâbe”, DİA, I-XLIV, İstanbul, 1995, XII, 534-537.
[1443] Efendioğlu, “Sahâbe”, XXXV, 492; Sofuoğlu, a.g.m., 531.
[1444] Efendioğlu, “Sahâbe”, XXXV, 491.
[1445] Mehmet Efendioğlu, “Sahabe Hukuku ve Ashaba Saygısızlığın
Dini Hükmü”, Hadis Tetkikleri Dergisi, VIII-1, İstanbul, 2010, 9;
a.mlf., “Sahâbe”, XXXV, 491. Benzer değerlendirme için bkz. Sofuoğlu, a.g.m.,
537.
[1446] Efendioğlu, “Sahâbe”, XXXV, 491.
[1447] Efendioğlu, “Fezâîlü’s-Sahâbe”, XII, 535.
[1448] Saygısızlık ifadesi; sövmek, hakaret etmek, ayıplamak, iftirada
bulunmak, fiziki kusurlarla anlatmak, alay etmek ve hafife almak gibi noksanlık
içeren her şey anlamında kullanılmıştır. Bkz. Efendioğlu, “Sahabe Hukuku ve
Ashaba Saygısızlığın Dini Hükmü”, 31.
[1449] Efendioğlu, “Sahabe Hukuku ve Ashaba Saygısızlığın Dini Hükmü”, 31.
Ehl-i Sünnet ile Şiâ’nın karşılaştırmalı olarak sahâbe hakkındaki görüşleri
için bkz. Sofuoğlu, a.g.m., 533-538.
[1450] Efendioğlu, “Sahabe Hukuku ve Ashaba Saygısızlığın Dini Hükmü”, 31.
Benzer değerlendirme için bkz. Sofuoğlu, a.g.m., 531.
[1451] Efendioğlu, “Sahabe Hukuku ve Ashaba Saygısızlığın Dini
Hükmü”, 31.
[1452] Günal, a.g.e., 126.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar