Print Friendly and PDF

ÜMMÜ HABÎBE BİNT. EBÛ SÜFYAN’IN HAYATI VE ŞAHSİYETİ

Bunlarada Bakarsınız

 


Hazırlayan: Emine YOLCU

Hz. Peygamber ve ashabının yaşadığı mükemmel çağ, Asr-ı Saâdet devridir. Asr-ı Saâdet dönemini ve bu dönemde yaşayan sahabeyi bilmek o dönemin az da olsa yaşanmasına vesile olacaktır. Hz. Peygamber risaletle görevlendirildiği bu toplumu bütünüyle değiştirmeyi başarmıştır. Önceleri her türlü kötülüğü yapan, içki içen, kumar oynayan, insanları köle olarak alıp satan, fakirlere zulmeden, insanın değerinin sadece soy ve zenginlikte olduğunu düşünen bir toplumu her yönüyle değiştirmeyi başarabilmiştir. Burada en önemli faktör, onun güzel ahlâkı ve insanlara en güzel örnek oluşu, yılmadan görevini yerine getirmesidir. Sahabîler de Hz. Peygamber’e dâima itaat ettiler ve onun sünnetine tabi oldular.

Bir Müslümanın hayatındaki en büyük gâye Kur’an ve sünnete uygun yaşamaktır. Bu gâyeyi gerçekleştirmenin en güzel yolu, hem Hz. Âişe’nin “O’nun ahlâkı Kur’an” dediği Hz. Peygamber’in ahlâkı ve hayatını hem de ashabının hayatını bilmekten geçer.

Asr-ı Saâdet’te erkek sahabîlerin yeri büyük olduğu gibi hanım sahabîlerin de önemi büyüktür. Yeni nesillerimizin ve aile hayatımızın düzenli olmasını istiyorsak; önce Hz. Peygamber’in eşlerinin, sonra hanım sahabîlerin uygulamalarını örnek almalıyız.

Bu çalışmamızda, İslâmiyeti kabul edenlerin ilklerinden ve Hz. Peygamber’in eşlerinden olan Ümmü Habîbe bint. Ebî Süfyân’ın hayatı incelenmeye çalışıldı. Mekke’nin reisi Ebû Süfyân’ın kızı olan Ümmü Habîbe Habeşistan’a hicret etmiş, Habeşistan’da iken Hz. Peygamberle nikahlanmıştır. Hz. Peygamber’e ve İslâm’a bağlılığı sebebiyle şerefli ve zengin bir aileyi bırakan Ümmü Habîbe’nin İslâm tarihinde önemli bir yeri vardır.

  ÜMMÜ HABÎBE’NİN NESEBİ, AİLESİ, DOĞUMU

Nesebi

Ümmü Habîbe’nin nesebi, Remle bint. Ebî Süfyân b. Sahr b. Harb b. Ümeyye b. Abdi Şems Abdi Menâf b .Kusaydır.[1] Kureyşlidir, Emevî kabilesine mensuptur.[2]

İsminde ihtilaf edilmiştir. Bir rivayete göre adı Remle[3] [4] başka bir rivayete göre ise Hind’dir.4 Meşhur olanı Remledir. Hadis, siyer, neseb ilim ehlinin çoğunluğuna göre de kabul edilen ismi Remledir.[5] Arap örf adet ve geleneklerine göre ilk çocuğunun adı olan Habîbe ile künyelenmiştir. Bundan dolayı kendisine Ümmü Habîbe künyesi verilmiştir.[6] İsminden daha çok Ümmü Habîbe künyesi ile meşhurdur.[7]

Ümmü Habîbe Peygamberimizin hanımlarındandır.[8] Peygamberimizin hanımları içinde neseb olarak ondan daha yakını yoktur.[9]

Ailesi

Ümmü Habîbe’nin soyu Kureyş’in Adnânîler kolundan Ümeyye oğullarına dayanmaktadır. Bu soy, Abdüşems b. Abdümenâfın Ümeyye adlı iki oğlundan büyüğünün neslidir.[10] Ümeyye’nin ecdâdı şöyledir: Ümeyye b. Abdüşems b. Abdümenâf b. Kusay. Benî Ümeyye ile Benî Hâşimin şeceresi Abdümenâf b. Kusay’da birleşmektedir.[11] Abdüşemsin iki oğlu var bunlardan biri büyük Ümeyye’yi diğeri de küçük Ümeyye’yi oluşturur.[12]Ümeyye Oğulları Kureyş’in en nüfuzlu ailelerinden biridir. Büyük Ümeyye’yi oluşturan kolun on oğlu vardır. Bunların dördü “A’yâs” kolunu altısı ise Anâbise kolunu oluşturmaktadır.[13] A’yâs kolu Îs, Ebü’l-Îs, Âs ve Ebü’l- Âsî ile bunların neslidir. A’yas ismi bu dördünün isimlerinden dolayı verilmiştir. Anâbise koluna gelince, bunlar Harb, Ebû Harb, Süfyân ve Ebû Süfyân, Amr, ve Ebû Amr ile bunların neslidir. Anâbise ismi Harb’ın oğullarından olan Anbese’den dolayı verilmiştir.[14]Ümeyye’nin itibarı büyük ölçüde mal ve evlât çokluğuna ve Kureyş kabilesindeki ordu komutanlığı görevine bağlı bulunmaktadır. Ordu komutanlığı onlara dedeleri Abdüşems’ten intikal etmiştir. Bu görev Abdümenâf’tan oğlu Abdüşems’e, Abdüşems’ten Ümeyye’ye Ümeyye’den oğlu Harb’e, Harb’den de Ebû Süfyân’a kadar ulaşıp gelmiştir.[15] Anâbise kolunun en meşhur ailesi şüphesiz Harb soyundan gelir. Harb’ın oğlu Ebû Süfyân İslâm’ın başlangıcında büyük rol oynar.[16]

Bu soyun Kusay’dan Ümeyye’ye ve Ebû Süfyân’a gidişi şöyle özetlenebilir: Kusay çocuk iken babası ölünce annesi Fâtıma Suriye de oturan Rabîa b.Haram ile evlendi. Kusay da annesiyle birlikte Suriye’ye gitti. Kusay, gerçek memleketinin Hicaz olduğunu öğrenince, hac aylarında Mekke’ye geldi ve Mekke’nin lideri olan Huzâa kabilesi reisinin kızıyla evlendi. Abdümenâf bu evlilikten dünyaya geldi. Kusay kısa bir zaman sonra Kâbe’nin yönetimini ele geçirdi. Hakimiyet artık Kureyş’in eline geçti. Bundan sonra Mekke’nin dışında yaşayan Kureyşlileri bir araya getirerek Mekke’ye yerleştirdi. Onun ölümünden sonra Kâbe ile ilgili görevler anlaşmazlığa sebep oldu ve bir kısım görevler Abdümenâfoğullarına bir kısmı da Abdüddâroğullarına verildi. Fakat Kıyâde, Rifâde ve Sikâye görevleri Abdümenâf’ın kendisi tarafından yerine getirildi.[17]Ondan sonra bu görevler oğulları Hâşim ve Abdüşems’e verildi. Abdüşems ölünce onun görevini oğlu Ümeyye üstlendi.[18] Fakat Ümeyye amcası Hâşim ile anlaşmazlığa düştü. Böylece Hz. Muhammed’in dedesinin babası Hâşim ile Muâviye’nin dedesinin babası Ümeyye arasında ilk düşmanlık başladı. Ümeyye’nin ölümünden sonra yerini oğlu Harb almıştır.[19] Ebû Süfyân’ın babası Harb, Ficâr savaşlarında Kureyş’in reisi olan Abdülmuttalib’in ölümünden sonra kavminin en yaşlı ve en ünlü şahsı olması hasebiyle başkanlığa geçti[20] Harb, Ficâr harplerinde Kureyş’in komutanlığını yaptı.[21] O, Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib’in dostu idi. Fakat Harb’in Yâhudi olan Edîne (Üdeyne)’yi öldürmesinden dolayı Abdülmuttalib ona karşı tavır aldı.[22] Muhtemelen bu olay Hâşim Oğulları ve Ümeyye Oğullarının arasının daha çok açılmasına sebep oldu.

Ümmü Habîbe’nin babası: Ebû Süfyân Sahr b. Harb b. Ümeyye b. Abdi Şems b. Abd-i Menâf el-Kureşî el- Emevîdir.[23]

Ebû Süfyân Fil olayından 10 sene önce dünyaya gelmiştir.[24] Bedir Gazvesi’nde öldürülen oğlu Hanzale’den dolayı, Ebû Hanzale künyesiyle de anılır. Annesi Hz Peygamber’in hanımı Meymûne’nin halası olan Safiyye bint. Hazn el-Hilâliyye, babası Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinden Harb b. Ümeyye’dir.[25]

Cahiliyyede Ebû Süfyânla ilgili olarak şöyle söylenir: Kureyş’in cahiliyyede görüş olarak en faziletlileri üçtür. Bunlar; Utbe, Ebu Cehl ve Ebû Süfyân‘dır. Üçüde Allah İslâm’ı getirdiğinde görüş olarak İslâm’a sırtlarını döndüler.[26]Ebû Süfyân ortaya çıkışında İslâmiyetle savaşan Mekke müşriklerinin reislerindendir.[27]

Hz. Peygamber’in tebliğiyle İslâmiyet açılıp geniş çevrelere yayıldı. Müslümanların güçleri ortaya çıktı. Kureyş kabilesi buna sinirlendi. Rasûlüllah’a karşı kıskançlıklarını ve haksızlıklarını ortaya çıkarmaya başladılar. Bunların arasında düşmanlık içinde olanlar da vardı. Bunlardan birisi de Ebû Süfyândı.[28]

İçlerinde Ebû Süfyân’ın da bulunduğu bir kısım Kureyş eşrafı Hz. Peygambere gelerek: “Babalara, atalara dil uzattın, dini(atalarımızın dinini) ayıpladın, ilahlara dil uzattın, akılları akılsızlık, beyinsizlik saydın, birliği bozdun dağıttın! Aramızda yapmadığın, başımıza getirmediğin kötü iş kalmadı” dediler. “Eğer sen bu sözlerle; mal, servet, makam elde etmek istiyorsan malca bizden daha zengin oluncaya kadar senin için mallarımızdan mal toplayalım, içimizde en büyük şan ve şerefi kazanmak istiyorsan, seni seyyid ve ulu kişimiz tanıyalım, kral olmak istiyorsan seni kendimize kral edinelim” gibi vaatlerde bulundular. Rasûlüllah onlara: “Dediğiniz şeylerden hiçbirisi bende yoktur. Ben size getirdiğim şeylerle ne mallarınızı istemek, ne içinizde büyük, şeref ve şan kazanmak, ne de üzerinizde hükümdar olmak için gelmedim. Fakat beni Allah size bir Peygamber olarak gönderdi ve bana bir kitap indirdi” dedi.[29] Başka bir sefer de Kureyş’in ileri gelenleri Peygamber Efendimize gelerek: “Sen bizim tanrılarımız olan Lât ve Uzzâ’ya bir yıl tap, bizde senin ilahına bir yıl tapalım” dediler.[30] Cenâb-ı Hak bu hadisenin hemen sonrasında Kâfirûn suresini indirdi. Kureyş müşrikleri Peygamberimiz’le çeşitli şekillerde anlaşma yollarına gitmek istediler fakat başarılı olamadılar.

Müşrikler İslâma karşı idiler. Fakat Kur’an-ı Kerim’i dinlemeden de yapamıyorlardı. İbn İshâk’ta Ebû Süfyân, Ebû Cehil ve Ahnes b. Şerîk’in Rasûlüllah’ın gece namaz kılarken okuduğu Kur’an ayetlerini dinlemek için geldiklerini, fakat birbirlerinin farkına varmadıklarını, fecr tulû’ ettiği zaman Hz. Peygamberin evinden dağılırken birbirlerini gördükleri ve; “buraya gelirsek kavmimiz bizi yanlış anlar” diyerek Kur’an dinlemeyi yasakladıkları, fakat bunu üç gece boyunca devam ettirdikleri bildirilmektedir.[31]

Ebû Süfyân Mekke’nin ticaret işlerini de yapıyordu.[32] Ebû Süfyân’ın riyasetinde Suriye’den gelmekte olan ticaret kervanı Hz. Peygamberin emriyle Müslümanlar tarafından ele geçirilmek istendi. Bunu haber alan Ebû Süfyân kervanın yolunu değiştirdi ve Mekke’ye haber gönderdi. Bu haber Kureyş’in lideri Ebû Cehil’in tahrikleriyle Bedir Savaşına sebep oldu. Ebû Cehil’in bu savaşta öldürülmesi üzerine Ebû Süfyân Mekke Müşriklerinin reisi oldu.[33] Ebû Süfyân Uhud ve Hendek savaşlarında müşriklerin komutanıdır.[34]

Ebû Süfyân Hz Peygamberin amcası Abbas’ın arkadaşıydı.[35] Mekke’yi fetih için Rasûlüllah ve Müslümanlar yola çıktığında Ebû Süfyân bilgi toplamak için çıktı. Bu esnada Hz. Abbas’la karşılaştı. Abbas onu Hz. Peygamber’e götürdü ve sonunda Ebû Süfyân Müslüman oldu.[36] Ebû Süfyân Huneyn Savaşına katıldı. Bu savaşta Müslümanlar dağılıp kaçtıklarında ve Rasûlüllah’ın yanında bulunan Mekke halkının bir kısmı hezimeti görünce ilerigeri konuşmaya başladılar. O esnada Ebû Süfyân b. Harb de:

Bu yenilgi denizde sona erer.[37], diyerek Müslüman öncü birliklerinin yenilmesine sevindi. Bu onun henüz İslâmiyeti tam olarak kabul etmediğini gösteriyordu. İslâm dinine kalbi ısındırılması gereken kimselere Müellefe-i Kulûb deniliyordu. Ebû Süfyan da bu kişilerin arasında idi. Bu sebeple Rasûlüllah Huneyn Savaşının ganimetlerini paylaştırırken Müellefe-i Kulûb’dan olan Ebû Süfyân’a 100 deve ve 40 ukiyye gümüş verdi.[38]

Ebû Süfyân Tâif muhasarasına katıldı, bir gözünü kaybetti. Diğer gözünü de Yermûk seferinde kaybetti.[39] Yermûk savaşında şöyle diyerek dua etti; “Allah’ım! Müslümanlar İslâm’ın yardımcılarıdır. Onlar ise Rum’u savunanlardır. Allah’ım bugün senin günlerindendir. Kullarına yardımını indir.”[40]

Ebû Süfyân Hz. Peygamberin kâtipleri arasındadır.[41] Rasûlüllah’dan on yaş büyüktür.[42]

Hz. Peygamber’den sonra yirmi sene daha yaşamıştır.[43] 88 yaşında iken, H.33/M.653 senesinde başka bir rivayete göre H.31/M.651 senesinde vefât etmiştir. Namazını Hz. Osman kıldırmıştır. [44]

Ümmü Habîbe’nin annesi Safiyye bint. Ebi’l-Âs b. Ümeyye b. Abdi Şems idi.[45] Hz. Osman’ın halasıdır.[46] Annesinin Âmine bint. Abdi’l-Uzzâ olduğuna dair de rivayetler vardır.[47] Fakat kaynakların çoğunluğu Safiyye bint. Ebi’l-Âs da birleşmişlerdir.

Ümmü Habîbe’nin kardeşleri arasında en önemlisi Muâviye’dir.[48] Muâviye’nin annesi Hind bint. Utbe b. Rebîa b. Abdüşems b. Abdü Menâf b. Kusay b. Kilâbtır.

Annesi ve babası Abdü Şems’de birleşir. Oğlu Abdurrahman’dan dolayı Muâviye’nin künyesi Ebû Abdurrahman’dır.50 Kaza umresinde müslüman oldu. Babasının korkusuyla Müslüman olduğunu açıklayamadı. Muâviye ile annesi Hind arasında onun Müslüman olmasıyla ilgili şöyle bir konuşma geçer.

Muâviye şöyle anlatır: Hudeybiye senesinde Rasûlüllah’ı Kâbe’den alıkoydular. Aralarında anlaşma yaptılar. Kalbimde İslâm vuku buldu. Anneme bu durumu söyledim. O da;

Sen yalnızca babana muhalefet ediyorsun.” dedi.

Muâviye devamında şöyle der: “Ebû Süfyân benim Müslüman olduğumu öğrendi ve bana şöyle dedi; “Kardeşin senden daha hayırlıdır. O benim dinim üzerinedir” Muâviye ben babama şöyle dedim;“Ben hayırda nefsimin yanında olacak değilim.” Sonrasında ise Muâviye “Fetih gününde Müslüman olduğumu halka açıkladım.” dedi.[49] [50] [51]

Hz Peygamber Muâviye için şöyle demiştir. “Allah’ım Muâviye’yi doğru yola ileten bir rehber ver, Muaviyeyi onunla hidayete erdir.”[52]

Muâviye hakkında; “O, fakihtir.[53] Dikkatlidir ve hilm sahibidir. Arap dâhilerindendir.”[54] denilir.

Muâviye Rasûlullah’ın vahiy kâtipleri arasında sayılır. Hz Peygamberle aralarında şöyle bir olay geçti: Muâviye Allah Resulüne yazı yazarken Rasûlüllah’ın başka bir şeyle meşgul olduğunu görünce kalemi ağzına koydu. Rasûlüllah ona bakarak; “Ey Muâviye yazı yazdığında kalemi kulağının üstüne koy, bu hem sen hem de yazdıran için daha hatırlatıcıdır.”[55] dedi.

Muâviye Hz Peygamberle Araplar arasındaki yazışmaların da kâtibi idi.[56] Rasûlüllah’ın bu konuda Muâviye için şu şekilde dua ettiği rivayetlerde bildirilmektedir; “Allah’ım Muâviye’ye kitabı ve hesabı öğret ve onu azaptan koru”.[57] Sadık Cihan eserinde bu hadisin uydurma olduğunu “Emevî Hilâfeti ve Uydurma Hadisler” başlığı altında vermiştir.[58]

Hz. Peygamber’in Ümmü Habîbe ile evliliğinden sonra Muâviye’ye Müslümanların dayısı denilmiştir.[59]

Muâviye Huneyn savaşına katılmış, Râsülullah ona “Müellefe-i Kulûb’dan olduğu için 100 deve 40 ukye vermiştir.[60]

Muâviye Hz. Peygamber’in vefatının ardından Suriye üzerine gönderilen dört ordudan birinde kumandan yardımcılığı yaptı. Hz. Ömer tarafından önce Ürdün, sonra Dımeşk valiliğine tayin edildi. İslâm donanmasının ilk deniz birliklerini teşkil etti.[61] Hz. Osman onu Suriye valiliğine getirdi. Hz. Osman şehit edilinceye kadar bu görevinde devam etti.[62] Hz. Ali’ye biat etmedi. Hz Ali’ye biat etmesi için gelen kişilere; “Vallahi biliyorum ki, o benden daha faziletlidir. Yöneticiliğe benden daha fazla hak sahibidir. Fakat siz bilmiyorsunuz Osman mazlum olarak öldürüldü. Ben onun amcasının oğluyum. Onun kanını istiyorum. Ali’ye gidin ve deyin ki; bana Osman’ı öldüreni versin. O zaman ona teslim olurum”[63] dedi. Muâviye’ye Cemel savaşında Hz Ali’nin galip geldiği haberi ulaştığında, Osman’ın kanını talep ederek Şam halkını savaşa çağırdı. Halk ona emir olarak biat etti.[64] Ali ile Muâviye arasında Sıffîn savaşı oldu.[65]

Hz Ali’nin ordusu savaşı kazanmak üzere iken Amr b. el-Âs mızrak uçlarına Kur’an-ı Kerim sayfaları taktırarak karşı tarafı anlaşmazlığı Allah’ın kitabı hakemliğinde çözmeye çağırmasını önerdi. Bu taktik işe yaradı ve Muâviye mağlubiyetten kurtuldu. Hz Ali’nin ordusunun parçalanmasına ve aralarında savaş çıkmasına da zemin hazırlamış oldu. Çünkü bir grup işin hakemlere bırakılmasına isyan etti. Hz Ali bunlarla uğraşırken onun hakemiyle yapılan görüşmeden sonra kendisini halife seçtiklerinin açıklanmasının ardından Muâviye Şam’da halktan biat aldı.[66]

Hz Ali 40 senesinde ramazan ayında şehit edildi.[67] Hasan halife seçildi. Muâviye Irak’a gitti. Hasan fitne çıktığını, kanların döküldüğünü, Irak halkı arasındaki ihtilafı gördüğü için hilâfeti Muâviye’ye teslim etti. Muâviye Irak’ı teslim aldı. Kufe halkı ona biat etti. Buna cemaat yılı diye isim verildi. Muâviye 20 sene emirlik, 20 sene de halifelik yaptı. Hasan’ın hilâfeti ona H.41/M.661 senesinde verdiği bildirilmektedir.[68]

Muâviye Recep ayında H.60/M.672 senesinde vefât etmiştir. Bir görüşe göre Recebin ortasında, başka bir görüşe göre Recep ayının bitmesine 7 gün kala vefât etmiştir. Muâviye 77 yıl yaşamıştır. 163 hadis rivayet etmiştir. Buharî ve Müslim dört hadisi almada ittifak etmişlerdir.[69]

Muâviye hastalandığında oğlu Yezid yoktu. Öleceği zaman Yezid’e Rasûlüllah’ın ona giydirdiği gömlekle kefenlenmesini, cesedinin ona yakın olmasını, Rasûlüllah’ın kesilmiş tırnaklarının yanında olmasını vasiyet etmiştir.[70]

Muâviye ilk şenlikler düzenleyen kimsedir. Kapsamlı saraylar edinen, muhafızlar edinen ilk kimsedir. Minberi 15 basamağa ulaştıran kişidir.[71]

Muâviye Emevî devletinin ilk halifesidir. Halifeliği krallık haline getirmiştir. Halifelik Endülüs Emevîlerin sonu gelinceye kadar bu soyla devam etmiştir.[72] Ayrıca yine bu soydan Yezid’in bir başka oğlu Hâlid’in Araplar arasında kimya ilmi ile ilk meşhur olan kişidir.[73]

Muâviye nadir yetişen bir diplomat, çevresini iyi tanıyan ve ileriyi gören bir idareci olarak hilim ve teenniyi ilke edinmişti.[74]

Ümmü Habîbe’nin diğer kardeşleri Hind, Sahrâ[75], Âmine, Amr, Utbe, Cüveyriye, Ümmü’l- Hakem, Muhammed, Ziyâd, Yezid, Küçük Remle, Meymûne, Hanzala adlı kardeşleri vardır Bunlardan Amr b. Ebî Süfyân Bedir gazvesinde esir düşenler arasındadır. Hanzala b. Ebî Süfyân’ı Ali b. Ebî Talib Bedir gazvesinde öldürdü. Yezid b. Ebî Süfyân’a gelince ona Yezid el-Hayr denirdi. Ebû Bekir Yezid’i Şam valisi olarak görevlendirdi. Hz. Ömer döneminde de bu görevine devam etti. Ebû Süfyân b. Harb Yermûk savaşı gününde Yezid’in sancağı altında harbederken, Hz. Ömer Yezid’i Şam’da Amvas (Amevas) vebası nedeniyle görevlendirdi, Yezid bu görevi esnasında öldü. Anbese b. Ebû Süfyân’a ise içki içmesi nedeniyle Tâif’te had cezası verildi. Muhammed b. Ebî Süfyân’ın da Osman adında bir çocuğu oldu. Bu Yezid b. Muâviye’nin Medine’deki valisi idi. Medine halkı onu uğursuz telakki etti. Harre vakası onun yüzünden olmuştur. Utbe b. Ebî Süfyân halk arasında sevilen bir kişi değildi. Âişe ile beraber Cemel savaşına katıldı. Muâviye onu Mısır’a vali tayin etti. Onun çocuklarından Muâviye b. Utbe’yi, Muâviye Medine’ye vali yaptı. Amr b. Utbe ise İbn Eşas’la beraber isyan edip öldürüldü.[76]

Doğumu

Ümmü Habîbe bi’setten 17 sene önce dünyaya gelmiştir.[77] Bu bilgi sadece İbn Hacer’in eserinde geçmektedir. Fakat Peygamberimizle evlendiğinde yaşı 35 idi.[78] Eğer bi’setten 17 sene önce dünyaya geldiğini kabul edersek, Hz. Peygamber’in hicretinde Ümmü Habîbe’nin 30 yaşında olması gerekir. Kaynaklarda verilen bilgilere göre Hz. Peygamber ile evliliği H.7/628 yılında oldu. Buna göre Hz. Peygamberle evlendiğinde yaşının 37 olması gerekir. Evlilik yaşının 35 olduğunu kabul edersek bi’setten 19 sene önce dünyaya geldiği söylenebilir. Doğum yeri hakkında bilgi verilmemiştir. Ancak ailesinin Mekke’de ikamet ediyor olması, Ümmü Habîbe’nin İslâmiyeti kabul edenlerin ilklerinden olması ve Habeşistan’a Mekke’den hicret etmesi, onun doğum yerinin Mekke olması gereğini ortaya koymaktadır.

III. EVLİLİĞİ VE ÇOCUKLARI

Ümmü Habîbe ilk evliliğini Ubeydullah b. Cahş b. Riâb b. Ya’mer b. Sabre b. Mürre b. Kebîr b. Ğanem b. Devdan b. Esed ile yaptı.[79] Ubeydullah b. Cahş’ın ailesi Ümmü Habîbe’nin dedesi Harb b. Ümeyye’nin müttefiki (anlaşmalı) idi.[80] Ubeydullah Hz. Peygamber’in halası olan Ümeyme bint. Abdülmuttalib’in oğludur. Ubeydullah soy olarak Esed b. Huzeyme kabilesindendir. Onun ailesi İslâmdan önce Kureyş kabilesinin köklü ailelerinden Ümeyyeoğullarının himayesine girmek suretiyle Mekke’ye yerleşti.[81] Ubeydullah Hz Peygamber’in hanımı Zeynep’in kardeşidir.[82] Mekke’nin ileri gelenlerinden olduğundan itibar ve zenginlik bakımından aynı derecede olan Ümmü Habîbe ile evlendi.[83]

Nasıl evlendikleri ile ilgili kaynaklarda bilgiye rastlanmamakla beraber Ubeydullah’ın hanif olması ile ilgili duruma yer verilmektedir. Onun hanif olması şöyle anlatılır: Kureyş bayramlarından birinde putun yanında toplandılar. Putu ta’zim ediyor ve onun için develeri kurban ediyorlardı. Putun önünde ibadet ediyor ve etrafında dönüyorlardı. Onlardan dört kişi gizli bir şekilde konuşarak ayrıldılar. Onlar Varaka b. Nevfel, Esed b. Abdi’l-Uzza, Ubeydullah b. Cahş, Osman b. Hüveyris’tir. Onlar: “Allah’a and olsun ki kavmimiz hiçbir şey üzere değildir. Babaları İbrahim’in dinini saptırmışlar. Nedir bu tavaf edeceğimiz taş ki ne işitir, ne görür, ne zarar, ne de fayda verir. Ey kavmimiz kendiniz için bir din arayınız. Çünkü siz Allah’a and olsun ki bir din üzere değilsiniz.” dediler. Böylece bunlar hanif dinini, yani Hz. İbrahim’in dinini aramak üzere memleketlere dağıldılar.[84]

Hanif, İslâm’a meyli doğru ve dürüst olup, İslâm dininin nurlu yolunda sabit ve kararlı olan kişidir. İbrahim (a.s)’ın dini ve milleti üzere olan kişilere denir. Hanifler Beytü’l Haram’a yönelerek ibadet eden ve cünüplükten gusletmek gibi hususlarda İbrahim’in şeriatına tabi olan kimselerdir.[85] Haniflerin büyük çoğunluğu Tevrat ve İncili bilen ve ilahi kitapların varlığından haberdar olan kimselerdir. Bunlardan bir kısmının Hıristiyanlığı benimsemesinin esas sebebi, o dönemde Hıristiyanlığın en az tahrife uğramış din olması olabilir. Çünkü bu kişiler aradıkları dinin esaslarını bütün çabalara rağmen bir türlü bulamamışlardı.[86]

Ubeydullah b. Cahş, hak dini aramak üzere etrafı gezip dolaşmış ise de tereddütten kurtulamamıştır. Sonrasında ise Hıristiyanlığı kabul etmiştir.[87]

Ubeydullah Hz. Peygambere risâlet geldikten sonra iman etti ve ilk müslümanlardan oldu.[88]

Ümmü Habîbe’nin onunla evliliğinden Habîbe dünyaya geldi. Ümmü Habibe onunla künyelendi.[89] Habîbe’nin doğum yeri hakkında farklı rivayetler vardır. Bir rivayete göre Ümmü Habîbe onu Habeşistan’a hicretten önce doğum yaptı.[90] Bir başka rivayete göre ise hamile iken Mekke’den çıktı ve onu Habeşistan’da dünyaya getirdi.[91] Eğer Habeşistan’a hicret esnasında hamile olduğu esas alınırsa; doğum yılı; Habeşistan’a hicret ettikleri M.616 yılı olması gerekir. Habîbe Dâvud b. Urve b. Mes’ud es-Sekafî ile evlendi[92]

Ümmü Habîbe’nin kızı Habîbe ile beraber Habeşistan’dan döndüğüne dair rivayetler olduğu gibi, Habîbe’nin Habeşistan’da Hıristiyan olarak öldüğüne dair rivayetler de vardır.[93]

BİRİNCİ BÖLÜM

HZ. PEYGAMBER, RAŞİD HALİFELER VE EMEVİLER DÖNEMİNDE
ÜMMÜ HABÎBE

Ümmü Habîbe’nin İslâm öncesi dönemiyle ilgili bilgiler verildi. Bu bölümde ise Hz. Peygamber, Raşid halifeler ve Emeviler dönemindeki yaşamıyla ilgili bilgiler yer alacaktır.

İSLÂMİYETİ KABÛLÜ

Ümmü Habîbe’nin İslâm dini gelmeden önce kocası gibi hanif olduğuna dair rivayetler vardır. 94Ümmü Habîbe’nin hangi yılda Müslüman olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber; kocası Ubeydullah b. Cahş ile birlikte Müslüman olduğu bilinmektedir. 95İslâmiyeti ilk kabul edenlerdendir.[94] [95] [96] Ümmü Habîbe ailesine rağmen İslâmiyeti kabul etti. Çünkü İslâmiyetin geldiği yıllarda Mekke idaresine Ümeyye Oğulları hakimdi. Ümmü Habîbe’nin babası Ebû Süfyan, Ümeyye Oğullarının ileri gelenlerinden olup Utbe b. Rabîa’dan sonra ikinci adam konumunda idi.

Ümmü Habîbe her ne kadar Hanifler arasında sayılan Ubeydullah b. Cahş ile evlenmiş ise de, İslâmiyeti kabul edinceye kadar bu ailenin durumu dikkat çekmemişti. Ne zamanki onlar Hz. Peygamber’e inandılar, o günden itibaren sürekli takibe uğradılar, ezâ ve cefâya maruz kaldılar.

Ümmü Habîbe’nin Müslüman olması elbette Ebû Süfyân ailesine ağır gelmişti. Ümmü Habîbe’yi yeni dininden döndürmek için ellerinden geleni yaptılar. Ailesinin bu davranışı Ümmü Habîbe’nin kocasıyla birlikte Habeşistan’a hicret etmesine sebep oldu.[97]

MEKKE DÖNEMİNDE HABEŞİSTAN

Ümmü Habîbe ve Müslümanların Habeşistan’a hicretlerinden önce; Kur’ân-ı Kerim’de Hıristiyanlık hakkında şu bilgilere yer verilmektedir;

Mekke’de nazil olan pek çok ayette Hz. İsâ ve Hıristiyanlık hakkında epeyce bilgiye ulaşılmaktadır. Allah Teâlâ, Meryem Suresi 17-36 ayetleri arasında Hz. Peygamber’e; Hz. Meryem’in durumundan ve Hz. İsâ’nın babasız dünyaya gelişinden bahsetmektedir. Bundan sonraki ayetlerde de Allah, Hıristiyanların Hz. İsâ’nın babasız doğumunu, O’nun Allah’ın oğlu olduğu şeklindeki yanlış yorumlarını düzeltmiş ve Hz. Peygamber’e şöyle vahyetmiştir: “Allah’ın evlat edinmesi olacak şey değildir. O bundan münezzehtir.. ,”[98]

Mekkî olan Meryem suresinde Hz. İsâ ve Hıristiyanların durumundan bu kadar teferruatlı olarak bahsedilmesi, Mekke’de önemli sayıda diyebileceğimiz bir Hıristiyan varlığını aklımıza getirmektedir.[99]

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’in bir ehl-i kitabın yanına sık sık gittiğinden bahsedilmektedir. Nahl suresinde “Biz onların ona (Hz. Peygamber’e) bir insan öğretiyor! dediklerini biliyoruz. Hak’tan saparak kendisine yöneldikleri adamın dili acemi (yani yabancı dil) dir. Bu ise apaçık Arapça bir dildir”[100]Bu ayetin inmesine sebep Mekkeli müşriklerin, Peygamberlik kendisine verildikten sonra, İslâmiyeti yayma faaliyetlerine başlayan Hz. Peygamber’in karşısında yer almaları ve ilâhi vahyi inkâr ederek, onun bir insan kelâmı olduğunu iddia etmeleridir. Taberî, naklettiği rivayetlerde Mekke’de tamircilik yapan Hıristiyan bir kişinin varlığından bahsetmektedir. İncil’in yanında onun Tevrat’ı da çok iyi bildiği, bu rivayetlerde zikredilmektedir. Hz.

Peygamber’ in de onun yanına sık sık gittiği ve onunla sohbet ettiği haber verilmektedir.[101] Müşrikler Hz. Peygambere vahyolunan kelamı uydurma diyerek reddetmektedirler. Allah Teâlâ buna cevap olarak ayet-i kerîmede; Hz. Peygamber’e insan kelâmı olmadığını çünkü bu kişinin Arap olmadığını, Arapçayı konuşamadığını, Kur’an’ın ise apaçık bir Arapça olduğunu haber vermektedir.

Hz. Peygamber’in Habeş Hıristiyanları ile olan münâsebetleri hakkında bir takım rivayetler vardır. Bunlar şöyledir: Hz. Muhammed’in Peygamber olarak gönderildiği haberi Habeş Hıristiyanlarına ulaşınca, onlar içlerinden yirmi kadar kişiyi, yeni dini araştırmaları için Mekke’ye göndermişlerdir. Onlar Hz. Peygamber’e getirdiği yeni din hakkında bazı sorular sormuşlardır. Hz. Peygamber onların bu sorularını cevapladıktan sonra, onlara Kur’an-ı Kerîm’den bazı ayetler okumuştur. Bu kimseler Hz. Peygamber’in yaptığı daveti kabul ederek Müslüman olmuşlardır. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle anlatılmaktadır:

“....Bundan evvel (yani Kur’an’dan evvel) kendilerine kitap verdiğimiz (nice kimseler vardır ki) onlar buna (Kur’an’a) inanıyorlar. Onlara Kur’an okunduğu zaman “ Buna inandık. Şüphesiz ki bu, Rabbimiz’den (gelen) bir haktır. Hakikat, biz bundan evvel de İslâm’ı kabul etmiş kimselerdik dediler. İşte bunlara sabır ve sebat ettiklerinden dolayı, mükâfatları iki defa verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle defederler. Kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden (hayra) harcarlar.”[102]

Habeşli bu Hıristiyanlar, İslâm dinini kabul ettikten sonra oradan ayrıldılar. Bu sırada Onları takip eden ve Müslüman olduklarını gören Ebû Cehil ile bir grup arkadaşı, peşlerinden giderek onlara yetiştiler ve şöyle dediler: “Allah sizin gibi bir kafileyi isteğine ulaştırmasın. Habeşliler sizi gönderdiler ki onlar için araştırasınız da, onlara bu adamın haberini götüresiniz. Dininizden ayrılmadan ondan haber alamadınız. Onun dediklerini doğrulayıp, kabul ettiniz. Sizden daha ahmak bir kafile bilmiyoruz.”

Ebû Cehil ve arkadaşlarının sataşmalarına karşı İslâm’ı kabul eden Habeşliler şöyle cevap vermişlerdir: “Selâm, size! Size küfretmiyoruz. Bizimki bize, sizinki size... biz kendimizden iyiliği kıskanmayız.”[103] Onların bu cevapları Kur’ân-ı Kerîm’de yer almış. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “ Bunlar, yaramaz lakırtılar işittikleri zaman ondan yüz çevirdiler ve bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size aittir. Bize selâm (olsun) biz cahillerle ilgilenmeyiz.” derler.”[104]

Hz. Muhammed’in Peygamberliğinin beşinci senesinde Müslümanlara yapılan baskı ve işkencelerin dayanılmaz boyutlara ulaşması üzerine Hz. Peygamber bizzat kendisi sahabelerine Habeşistan’a sığınmalarını telkin etti. Arap töreleri, herhangi bir kabile mensubunun iznini almayan kimselere sığınma hakkı tanınmasına imkân vermiyordu. Başka bir deyişle, sığınacak bir yer bulmak sığınmacının bir hakkı değil, tamamen onun şansına kalmış bir şeydi. Aralarında sadece erkeklerin değil, kadın ve çocukların da bulunduğu kırk- elli kişilik hatta bazen yüzlerce kişilik bir topluluğa sığınma hakkı tanımak, herkesin birbiriyle kavgalı olduğu bir ülkede o hakkı verecek kişinin rızasının yanında, bu sığınmacıların bölge ekonomisiyle kaynaşıp bütünleşmesi için önemli maddi imkanlara sahip olmayı da gerektirir. Arap Yarımadasında çok sayıda sığınmacıyı barındıracak yer yoktu. Mekkeliler uluslararası nitelikte Arap dayanışmasını öngören bir ticaret anlayışını benimsemişlerdi. Bu nedenle, yaşadığı topraklardan sürülme riskini göze almadan önce, bunun doğuracağı sonuçları düşünmeleri gerekiyordu. Mekkelilerden gelebilecek bir istilâ hareketine karşı güçlü bir devlet her zaman için bir kabileden daha güvenli bir seçenekti. Komşu ülkeler arasında ise sadece Habeşistan uluslar arası karışıklıkların dışında bulunuyor ve bu ülkenin kralı Necâşî’’nin düşünce yapısı Araplara karşı oldukça elverişli bir durumda bulunuyordu.[105]

Habeşistan’da yaşanan dine rivayetler kısaca şöyledir; Hıristiyanlarda kralların yanında yönetimde etkili olan patrikler vardır. Patrikler Hz. İsâ’nın arkadaşları olan havârilerin halifeleridir. Hıristiyanların dört tane patrikhanesi vardı. Bunlar, Rum, İskenderiye, Antakya ve Beytü’l-Makdis patrikhaneleridir.[106] M.S. IV. Asrın ortalarından itibaren Hıristiyanlığın tesiri altında bulunan Habeşistan’da daha çok İskenderiye Kilisesi’nin etkisi hâkimdi. Buna bağlı olarak Müslümanlar hicret etmeden önce Habeş Kilisesi, İsâ’da tek İlâhî özellik gören Monofizit (Ya’kûbî) inancına mensup Hıristiyanlardan oluşmakta idi.[107]

Eski adıyla Habeşistan şimdiki adıyla Etiyopya, doğuda Somali, kuzeyde Cibuti ve Eritre, batıda Sudan, güneyde de Somali ve Kenya ile çevrilmiştir. Başkent’i Adisâbaba’dır.[108] Yüzölçümü bakımından büyük bir ülkedir. Büyük dağlar nedeniyle oldukça engebelidir. Zülfita’da Necâşî’nin krallığı vardır. Ülkede 50’nin üstünde dil konuşulmaktadır. Krallarına Necâşî ismi verilmektedir. Hz. Peygamber zamanındaki Necâşî’nin adı Ashame idi. Ashame Arapça da “Atiyye” yani hediye anlamındadır.[109]

Yukarıda saydığımız sebeplerden dolayı Habeşistan’a hicret gerçekleştirildi. Habeşistan’a yapılan birinci ve ikinci hicret Habeşistan’a hicret başlığında anlatılacak. Burada, Habeşistan’a yapılan ikinci hicretten sonra Necâşî ile Müslümanlar ve Mekke’den gelen heyetin konuşmalarına değinilecektir.

Müslümanların kalabalık bir şekilde, ikinci defa Habeşistan’a hicret etmeleri Mekkeli müşrikleri endişelendirdi. Amr b. el-As ve Abdullah b. Ebî Rebîa’yı Müslümanları geri almak için çeşitli hediyelerle Habeş Necâşî’sine gönderdiler. Necâşî’nin huzuruna çıkınca şöyle dediler: “ Ey Hükümdar! Aramızdan bazı budala gençler senin ülkene sığınmışlardır, onlar kendi halkını terk ettiler ama seninkini de kabul etmiş değiller. Aksine bizim için de senin için de meçhul, yeni bir din icât ettiler. Onların ana babaları, akrabaları ve amcalarından ileri gelen çok sayıda kişi, bu sığınmacıların hata ve kusurlarını herkesten daha iyi bilen kimseler olarak, onların ülkenden sınır dışı edilmelerini istemek üzere bizi gönderdiler.”

Necâşî ülkelerine gelen Müslümanların fikrini almayı uygun gördü. Müslümanları huzuruna getirttirdi. Ca’fer b. Ebî Talib söz aldı. Öncelikle kendilerinin cahiliyyedeki olumsuz fiillerini anlattı. Sonra da Hz. Muhammed’in kendilerine sunduğu iyiliklerden ve İslâm’dan bahsetti. Sözlerini şöyle diyerek tamamladı: “.................................. Hz. Muhammed’in söyledikleri bizim hoşumuza gitti ve bunları yapmaya başladık; ama hemen ardından, bizi kendi yurdumuzu terk etmek ve senin ülkene sığınmak zorunda bırakan yurttaşlarımızın işkence ve zulümleri başladı. Biz tüm seçeneklerimizin arasından seni tercih ettik, zîra senin yanında bize hiç kimsenin zulmetmeyeceğini ümit ediyorduk.” Necâşî bu İlâhî mesajdan hatırlayıp hatırlamadığını sorunca, Ca’fer Yahya ve İsâ peygamberlerin mucize doğumlarını anlatan Meryem suresinin ilk ayetlerini okudu. Tarihçilerin belirttiğine göre, o sırada orada önlerinde İncil nüshaları olan, din alimleri de bulunuyordu. Necâşî, kendileri için çok kutsal olan bütün hususların, hiç beklemedikleri bir biçimde, ayetlerde yüceltilmesi karşısında rahiplerle beraber ağlamaya başladı. Sonunda şöyle dedi: “Bu ışığın kaynağı, İsâ’ya gelen kutsal mesajınki ile aynıdır. Haydi, şimdi esenlik ve barış içinde gidiniz; sizi bu puta tapıcılara kesinlikle teslim etmeyeceğim.” Fakat Amr yılmamış Necâşî’ye Müslümanların Hz. İsâ hakkında kötü fikirlere sahip olduklarını söyledi. Ca’fer tekrar söz alarak İsâ’nın Allah’ın kulu ve elçisi olduğunu bakire Meryem’den dünyaya gelmiş Allah’ın ruhu ve kelimesi olduğunu açıkladı. Necâşî böylece Mekkelilerin kurduğu tuzağın farkına vararak, kendisine yapılan hediyeleri onlara iâde ettirdi ve Müslüman sığınmacılara tanıdığı hakları yeniledi.[110]

Bu Müslümanlar Habeşistan’a sığındıktan kısa bir süre sonra Ca’fer’in bir oğlu dünyaya geldi ve aynı gün Necâşî’nin de bir oğlu dünya’ya geldi. Ca’fer’in hanımı sütanne olarak bu şehzadeyi emzirdi. Her iki süt kardeş arasında dostluk bağları böylece kurulmuş oldu.[111]

günlerde Habeşistan’da çalkantılı bir hayat mevcuttu. Çıkan bir iç harp Ashame’nin iktidarını aynı zamanda Müslümanların emniyetini tehlikeye sokmuştu. Müslümanların, Necâşî’nin safına katılıp onun emrine girdiklerini, savaş alanında

onunla yan yana bulunduklarını tarihçiler söylemektedir, Zübeyr’in de bu mücadelede fiilen bulunduğu ve gösterdiği büyük hizmetlerin karşılığında Necâşî’nin, kendisine kıymetli bir mızrak hediye ettiğini haber verilmektedir.[112]

Müslümanlar, Habeşlilerin büyük kitleler halinde İslâm’a girmelerini sağladılar. Bunların sayısı tam olarak bilinememesine rağmen tarihçilerin söylediklerine göre, Rasûlüllah’ı ziyaret amacıyla onları taşıyan birçok gemi yolculuk sırasında batıp gitti.[113]Sağ olarak varış yerine ulaşanlar arasında Necâşî’nin bir oğlu da vardı. Necâşî’nin oğlu, Hz. Ali ile kardeşlik bağı kurmuş ve sahip olduğu şehzadelik haklarından vaz geçerek Habeşistan’a dönmeyi reddettmiştir.[114]

HABEŞİSTAN’A HİCRETİ

Mekke halkı, Rasûlüllah’ın getirdiği dine tabi olan Müslümanlardan Necâşî nezdinde şikâyetçi oldular. Müşriklerin reisleri, Allah’ın dinine tabi olan oğullarına, kardeşlerine, kabilelerinden olan kişilere dinlerinden dönmeleri için eziyet edilmesini emrettiler. Müslümanlar sarsıntıya uğradılar ve onlar için büyük bir eziyet dönemi başladı.[115] Rasûlüllah, ashâbına göre Allah tarafından ve dolayısıyla amcası Ebû Talib tarafından korunmakta idi. Ashâbına isâbet eden belâ ve musîbetleri gördü. Bunları önleyecek tâkati kendisinde bulamayınca, onlara şöyle dedi: “Yüce Allah, sizleri içinde bulunduğunuz bu durumdan kurtarıncaya ve size bir çıkış yolu gösterinceye kadar Habeşistan’a çıkıp gitseniz. Çünkü orada hiç kimseye zulmetmeyen bir kral var.” Bunun üzerine Habeşistan’a birinci hicret gizli bir şekilde yapıldı. İlk hicret Hz. Peygamberin Peygamberlikle görevlendirilmesinin beşinci senesinde oldu. Hicret edenlerin 11 erkek, 4 kadın olduklarına dair rivayetler vardır.[116]

Müslümanlar Habeşistan’dan memnun olmuşlardır.”Biz Habeş ülkesine gelince, iyi bir himaye gördük. Dinimiz hakkında güvenlik içinde bulunduk. Hiç incitilmeden Allah’a ibadet ettik” demişlerdir.[117]

İslâm Tarihi kaynaklarına göre hicret eden Müslümanların geri dönmesine sebep olan bir olay meydana gelmiş, daha sonra da ikinci hicret gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber kavminin kendisinden yüz çevirdiğini görünce; nefretlerini celbedecek âyetlerin inmemesini arzu etmişti. Allah Teâlâ’nın, kendilerini yaklaştıracak bir şeyler takdir buyurmasını içinden geçirmişti. Bir gurupla beraber Kabe’nin civarında otururken Necm suresini okumaya başlamıştı. 20’nci âyetine gelince şeytan, âyetin devamı gibi, “İşte onlar ulu kuğulardır. Şefaatleri umulur” anlamında bir metni Rasûlüllah’a okutmuştu. Sonra surenin hepsini okumuş ve secde âyeti nedeniyle secde etmişti. Orada bulunan mü’min, müşrik hepsi secde etmişti. Yaşlı olan Velîd b.Muğîre bile bir avuç toprağı alnına götürüp secde etmişti. Sonrasında Cebrâil Hz. Peygamber’e söylediği iki kelimeyi bildirip O’nu uyarmıştı. İsrâ suresi 73-74’üncü ayetler nâzil olmuştu. Habeşistan hicret eden Müslümanlar müşriklerin Müslüman olduğunu haber alınca, “Bizim kabilelerimiz bize daha sevimlidir” diyerek Mekke’ye dönmüşlerdir.[118] Bu olaya İslâm Tarihinde Garânîk kıssası denilmiştir. Bu olay İslâm tarihinde bir kısım kaynaklarda ikinci hicrete sebep olarak gösterilmiştir.

Garânîk sözlükte “beyaz su kuşu, kuğu, turna; beyaz tenli genç ve güzel kız anlamlarına gelen gurnûk kelimesinin çoğuludur. Yâkût el-Hamevî’nin belirttiğine göre Kureyş kabilesi mensupları putların Allah’ın kızları olduğuna inanır ve Kâbe’yi tavaf ederken “Lât, Uzzâ ve diğer üçüncüsü Menât hürmetine, çünkü bu üçü ulu kuğulardır ve şüphesiz şefaatleri umulan varlıklardır” diyerek onları yüksekte uçan kuşlara benzetirlerdi.[119] Garânîk hadisesi daha çok Necm suresi 19. ve 20. ayetlerinin ve Hac suresindeki 52-54. ayetlerinin nazil olmasına ilişkin tartışmalara konu olmuştur. İbn İshak İbn Sa’d’dan farklı olarak müşriklerin secdeye kapandığını söylememiştir. Cebrâil’in Hz. Peygamber’e “Biz senden önce hiçbir resul ve nebî göndermedik ki o, vahyedilenleri okuduğu zaman şeytan okuduklarına bir şey karıştırmış olmasın. Ancak Allah şeytanın karıştırdıklarını iptal eder. Kendi âyetlerini de sağlamlaştırır. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[120] ayetini indirdiğini bildirmektedir.[121] İbn Hişâm ise, Habeşistan’a hicret eden Müslümanların Mekkelilerin İslâmiyeti kabul ettiği haberi üzerine döndüklerini belirtir. Garânîk’ten söz etmez.[122] Sahih hadisleri derleyen belli başlı kaynaklarda ise Necm sûresi nazil olunca, Müslümanların yanı sıra bütün müşriklerin ve cinlerin secde ettikleri; fakat Hz. Peygamber’in garânîk metnini ayet diye okuduğuna dair herhangi bir bilgi verilmez.[123]

Bu hâdise, Peygamberlerin sahip olmaları gereken sıfatlarla bağdaşmaz. Naslara göre Peygamberler hem vahyi tebliğ ederken hata yapmaktan hem de küfre düşmekten korunmuşlardır. Bu olay, güvenilmez râvilerin naklettiği mürsel bir haberdir. Buhârî’de bütün insanlar ve cinlerin secde ettiği bildirilmektedir ama bunun ne anlama geldiği, hangi maksatla gerçekleştiği bilinmemektedir. Müşriklerin secdesi, adlarını duydukları putlarına saygı anlamını taşıyabileceği gibi Müslümaları dinden çevirmek için başvurdukları bir hile de olabilir. Habeşistan’a göç eden Müslümanların geriye dönüşünün bu hâdise sebebiyle olduğunu kaynakların çoğunluğu kabul eder.[124] Fakat bu dönüşü Hz. Ömer’in Müslüman olmasına bağlayanlar da vardır.[125]Hac suresinin 52. ayetinin Medine‘de nâzil olduğu müfessirler arasında ağırlık kazanmıştır. Sonuç olarak, Garânîk hâdisesinin mevcudiyetini güvenilir rivayetlerle belgelemenin mümkün olmadığı görülmektedir. Bu olayın vuku bulduğuna delil olarak; Habeşistan’a hicret eden Müslümanların bir kısmının geri dönüşü gösterilirse de Garânîk rivayetine ilk yer veren İbn İshâk bunu muhacirlerin dönüşüne bağlamamaktadır.[126]

Peygamberin ashabı, birinci hicretten sonra Mekke’ye gelince kabilesi onlara saldırdı. Büyük işkencelerle karşılaştılar. Mekke müşrikleri, alay ve hakaretten başlayıp öldürmeye varan her türlü psikolojik, ekonomik baskı ve işkence tatbik etmeye başladılar. Bu faaliyetleri yapan Kureyş kabileleri arasında geçmişten beri Hz. Peygamber’in soyu Haşimoğulları’na düşmanlık besleyen Ümmü Habîbe’nin soyu Ümeyyeoğulları da bulunuyordu. Onlar, Hz. Peygamber’in risâlet görevini Kureyş idaresinde bir değişiklik talebi olarak görmüşler; olabilecek bir değişikliğin kendilerinin aleyhine olacağı düşüncesiyle ellerinden geldiğince İslâm’ın yayılmasına ve Müslümanların sayısının artmasına engel olmaya çalışmışlardır. Başta Utbe b. Rabîa, Şeybe b. Rabîa, Ebû Süfyân olmak üzere kabile başkanları Müslümanlara karşı her türlü düşman faaliyetin içinde yer almışlardır.[127]

Müslümanlar yapılan işkencelere dayanamadılar ve tekrar hicret etmeye karar verdiler. İkinci hicret, Ca’fer b. Ebî Tâlib başkanlığında gerçekleşti. Müslümanlar toplam seksen iki kişiydiler.[128]

Ümmü Habîbe de kocası Ubeydullah b. Cahş ile beraber ilk Müslüman olanlardandı. Bu yüzden, müşriklerin ezâ ve baskılara en çok maruz kalanlarının başında geliyorlardı.[129] Bu yüzden Ümmü Habîbe, Ubeydullah b. Cahş ile beraber Habeşistan’a yapılan ikinci hicrette yerini aldı.[130]

Hz. Peygamber, kralları İslâm’a davet eden mektupları hicretin yedinci yılında[131] gönderdiği rivayet edilmektedir. Fakat Hamidullah Vesâik adlı eserinde müslümanlar hicret edeceği zaman Habeş kralına bir mektup gönderdiğini rivayet etmektedir. Mektubun metni şöyledir:

“Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla, Allah’ın Resulü Muhammed’den Habeş Kralı Necâşî’ye! Selâm. Ben, senin adına kendisinden başka ilâh olmayan, Melik, Kuddûs, Selâm, Mü’min, Müheymin olan Allah’a hamdü senâ ederim ve şehâdet ederim ki, Meryem’in oğlu İsâ Allah’ın kulu ve kelimesidir. Allah ruhu çok temiz ve afîf olan ve dünya hayatından tamamen çekilmiş bulunan Meryem’e nefhetti. Bu suretle Meryem İsâ’ya hamile kaldı. Allah, tıpkı Âdem’i eli ve üflemesiyle yarattığı gibi, onu da ruhu üflemesiyle yarattı.

Ey Melik! Seni, eşi ve ortağı olmayan Allah’a imana, O’na itaatte devamlı olmaya, bana uymaya ve Allah tarafından bana gönderilenlere inanmaya davet ediyorum. Çünkü ben Allah’ın tebliğe memur elçisiyim.

Sana amcaoğlu Ca’feri ve yanında bir bölük Müslüman’ı gönderdim. Geldiklerinde onları ağırla, ceberutluğu bırak. Ben seni ve ordunu Allah’a çağırıyorum. Öğüdümü kabul et.

“Selâm, hidâyete tâbi olanlara olsun!”[132]

Habeşistan’a hicret eden diğer Müslümanlar gibi Ümmü Habîbe ailesi de burada olmaktan memnun oldular, en azından kendilerine eza ve cefa olmadığı gibi buranın yöneticisi olan Necâşi’nin misafiri konumunda idiler.[133]

Ümmü Habîbe’nin hayatının önemli olaylarından biri hicrettir. Nitekim bu hicret ve sonrasında meydana gelenler Hz. Peygamber ile nikahlanmasına sebep olmuştur.

Ubeydullah b. Cahş’ın İrtidat Edişi ve Vefâtı

Ubeydullah’ın Müslümanlığı fazla uzun sürmedi. O, Rasûlüllah’a yakınlığının ve onun Peygamberliği hakkında Varaka b. Nevfel’den dinlediği güzel sözlerin tesiri altında kalarak Müslüman olmuştu. Necâşî’nin topraklarına ayak basar basmaz Ubeydullah’ın eskiden Hıristiyanlığa olan sevgisi geri geldi.

Ümmü Habîbe O’nun irtidat edişini şöyle anlatır. Rüyamda Ubeydullah b. Cahş’ı çirkin, kötü bir surette gördüm. Sabah olduğunda Ubeydullah b. Cahş :

“Ümmü Habîbe, şüphesiz ben dinleri inceledim. Hıristiyanlıktan daha hayırlı bir din göremedim. Ben Hıristiyan’dım, sonra Muhammed’in dinine girdim. Tekrar Hıristiyanlığa döndüm” dedi.

Ümmü Habîbe:

Vallahi bu senin için hayırlı değil dedim. Ona gördüğüm rüyayı anlattım. Fakat onu önemsemedi.[134]

Ubeydullah b. Cahş, Rasûlüllah’ın ashabından Müslümanlara rastladığında onlara şöyle diyordu;

Biz gözlerimizi açtık siz ise henüz görmeye çabalıyorsunuz.[135]

Ubeydullah Ümmü Habîbe’nin de kendisine tabi olması için çabaladı. Ümmü Habîbe O’nu reddetti ve dini üzerine sabretti.[136] Ubeydullah kendini içkiye verdi ve sonunda öldü.[137] Ölümünün içki içmesi nedeniyle olduğuna dair rivayetler olduğu gibi, denizde boğularak meydana geldiğine dair rivayetler de vardır.[138]

Ubeydullah’ın İrtidat Edişi Sonrası Ümmü Habîbe’nin Geçirdiği Günler

Ümmü Habîbe kocasının irtidatı üzerine Hıristiyan olmayı reddetti, Allah ona İslâm üzere kalmayı nasib etti[139] ve Ümmü Habîbe Ubeydullah’tan ölünceye kadar uzaklaştı.[140]

Ümmü Habîbe ana yurduna dönemezdi. Orada inanıp tasdik ettiği Peygambere karşı babası savaş ilan etmiş durumdaydı. O, Mekke’nin yüksek aristokrat ailesinden birine mensuptu. Bu yüzden de kolay kolay kimse ile evlenemezdi. Bu sebeple yabancı diyarlarda kimsesiz kaldı. Korunmaya muhtaç bir duruma düştü.[141]

Ümmü Habîbe’ye sabrının mükâfatı olarak Allah tarafından bir rüya gösterilir. Ümmü Habîbe bunu şöyle anlatır: “ Ubeydullah’ın vefâtı sonrasında bir rüya daha gördüm. Beni “ Ey Mü’minlerin annesi!” diye çağırdılar. Korktum, sonrasında da Rasûlüllah benimle evlenecek diye tabir ettim.”[142]Nitekim çok geçmeden, Ümmü Habîbe’nin rüyası gerçekleşti. Necâşî’nin Ebrehe denilen hizmetkarı, Hz. Peygamber’in mektubunu vermek ve onu müjdelemek için Ümmü Habîbe’nin yanına gitti.[143]

HZ. PEYGAMBERLE EVLİLİĞİ

Hz. Peygamber’in Necâşî’ye Mektubu

Rasûlüllah Hudeybiye’den döndüğünde H.7/M.628 yılı Muharrem ayında Krallara İslâm’a davet eden mektuplar gönderdi. Rasûlüllah’ın gönderdiği ilk elçi Amr b. Ümeyye ed-Damrî’dir.[144]

Hz. Peygamber Amr’ı, Necâşî’yi İslâm dinine davet etmesi [145] ve Necâşî’nin Ümmü Habîbe’yi kendisine nikâhlaması için [146] Habeşistan’a elçi olarak gönderdi.

İslâm’a davet mektubu İbn İshak’ta geçen rivayete göre şöyledir:

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, Allah’ın Rasûlü Muhammed’den Habeş Kralı Necâşî Ashame’ye: Selâm, hidayete tabi olanlar ve Allah ve Rasûlüne iman edenler üzerine olsun. Şehâdet ederim ki, Allah’tan başka İlâh yoktur; O birdir, eşi ve ortağı yoktur. Zevce ve evlattan müstağnîdir. Muhammed O’nun kulu ve Rasûlüdür. Seni İslâm’a çağırıyorum, çünkü ben onun Rasûlüyüm. İslâm’ı kabul et, selâmet bulursun. Ey ehl-i kitap bizimle aranızda müsâvî (ve âdil) olan bir kelimeye gelin (şöyle) diyerek, Allah’tan başkasına tapmayalım. Allah’ı bırakıp kimimizi Rabler edinmeyelim! Eğer yine yüz çevirirlerse deyin ki şâhit olun biz Müslümanlardanız! Şayet iman etmekten kaçınırsan kavminden bütün Hıristiyanların günahı senin üzerinedir.[147]

Necâşî mektubu okuyunca Müslüman oldu ve şöyle dedi: “ Şayet ona gidebilmeye gücüm yetseydi, O’na giderdim.”[148] Fildişinden küçük bir kutu isteyerek Rasûlüllah’ın mektuplarını onun içine koydu, bu iki mektup ellerinde kaldığı sürece Habeşistanlıların hayır içinde olacaklarını söyledi.[149]

Necâşî, Hz. Peygamber’in mektubunu Ümmü Habîbe’ye haber vermek ve onu nikâhlamak için elçisi Ebrehe’yi ona gönderdi. Ümmü Habîbe olayı şöyle anlatır: “ Kocamın ölmesi ile (beklenmesi gereken) iddet müddetimin henüz dolduğu ve hiçbir şeyden haberimin olmadığı sıradaydı ki, Necâşî’nin elçisi, içeriye girmek için izin istedi. Gelen Necâşî’nin Ebrehe adındaki elçisi idi. Ebrehe Necâşî’nin hizmetkârı idi. Ebrehe yanıma girince Necâşî sana; “Rasûlüllah seni kendisine nikâhlamamı bana (Necâşî) yazdı” haberini göndermemi istedi, dedi. Ona: “Allah Seni hayırla müjdelesin” dedim.

Ebrehe: “Necâşî seni nikâhlamak üzere bir kişiyi vekil tayin etmeni istedi” dedi. Ben de Hâlid b. Saîd b. el-Âs’a[150] haber gönderip O’nu vekil tayin ettim, dedim. Ümmü Habîbe bu sevinçli haberi getirdiği için, kollarındaki iki gümüş bilezikle ayaklarındaki iki halhalı ve ayak parmaklarındaki gümüş halkaları çıkarıp Ebrehe’ye bahşiş olarak verdi.[151]

Ümmü Habîbe’nin nikâh vekili hakkında farklı rivayetler vardır. Bu konuda Ümmü Habîbe’nin babası Ebû Süfyân’a müracaat edilmemişti. Çünkü o sırada Ebû Süfyân müşrikti. Din farkı onun vekillik yapmasına engel oldu. Ümmü Habîbe’nin nikâhta vekili olan kişi ile ilgili olarak Hâlid b. Saîd[152], Hz. Osman[153] olduğuna dair rivayetler var. Hz. Osman’ın olduğuna dair rivayete itibar etmemek gerekir. Çünkü Hz. Osman daha önce Mekke’ye dönmüş, sonra Medine’ye hicret etmişti. Necâşî’ye gelince Ümmü Habîbe’nin nikâh akdini kabul hususunda Rasûlüllah’ın vekili Habeş hükümdarı, Necâşî idi.[154] Kaynakların çoğunluğunda nikâh vekili olarak Hâlid b. Saîd geçmektedir. Hatta bir rivayete göre Rasûlüllah Ümmü Habîbe ile nikâhlanmak isteyince Necâşî yanında bulunan Rasûlüllah’ın ashabını çağırdı. Onlara : “Kim bu kadının velisi olur” dedi. Hâlid b. Saîd b. el-Âs: “ Ben onun velisi olurum” deyince Necâşî: “Peygamberi onunla evlendir” dedi[155]

Necâşî’nin Ümmü Habîbe’nin Nikâhını Kıyması

Necâşî, Cafer b. Ebî Tâlib ile Habeşistan’da bulunan Müslümanlara haber gönderip onları yanına çağırttı. O günün akşamında onlar da nikâh töreninde hazır bulundular. Necâşî nikâh hutbesinde şöyle dedi:

“Hamd Allah’adır. O Melik, Kuddûs, Selâm, Mü’min, Müheymin, Azîz, Cebbâr’dır. Ben şehâdet ederim ki, Allah’tan başka İlâh yoktur ve Muhammed (as) de Allah’ın kulu, elçisidir. Onun geleceği Meryem oğlu İsâ tarafından müjdelenmiştir. Bilin ki, Rasûlüllah Ümmü Habîbe bint Ebû Süfyân’ı kendisine nikâhlamamı benden mektupla istemiştir. Ben de Rasûlüllah’ın bu isteğine icabet ettim ve Ümmü Habîbe’ye dört yüz dinar mehir verdim, dedi. Sonra bu dinarları cemaatin önüne döktü.”

Sonra Hâlid b. Saîd konuştu:

“Hamd Allah’a aittir. Ben O’na hamdeder ve O’nun yardımını ve zafer vermesini dilerim. Şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhammed (as) de Allah’ın kulu ve Rasûlüdür. Allah müşrikler hoşlanmasalar da, bütün dinlere üstün kılmak için onu hidâyetle ve hak dinle göndermiştir. Rasûlüllah’ın davet ettiği vazifeyi yerine getirmeyi kabul ettim. Ümmü Habîbe bint Ebû Süfyân’ı Rasûlüllah’la evlendirdim. Allah bu nikâhı Rasûlüne mübarek kılsın.”

Necâşî dört yüz dinarı Hâlid b. Saîd’e verdi. O da aldı.[156] [157] Hz. Peygamber ile Ümmü Habîbe’nin H.6/M.627 senesinde evlendiklerine dair rivayetler olduğu gibi 157H.7/M.628 senesinde oluğuna dair rivayetler de vardır.[158] Nikâh akdinin H.6/M.627 yılında, Hz. Peygamber’le evliliğinin gerçekleşmesinin ise H.7/M.628 olduğu şeklinde bildirilen rivayetler de vardır.[159] İbn Sa’d’ın verdiği bilgiye göre Hz. Peygamber Amr’ı H.7/M.627 yılında gönderdi; buna göre nikâhın H.7/M.628 yılında olduğu kabul edilebilir.

Nikah töreninde bulunanlar kalkmak istediler. Necâşî : “Oturunuz! Evlenildiği zaman düğün yemeği yenmesi Peygamber’in sünnetidir.” dedi. Hemen yemeği getirtti. Yemeği yedikten sonra dağıldılar.[160]

Hz. Peygamber ile Ümmü Habîbe’nin nikahlarını kimin kıydığı ihtilâflıdır. Bir görüşe göre onları evlendiren Necâşî’dir. [161] Bir görüşe göre ise Hâlid b. Saîd’dir.[162] Diğer bir görüşe göre ise Hz. Osman nikahlamıştır.[163]Fakat Hz. Osman’ın nikâhladığını kabul edersek nikah vekili olması konusunda Habeşistan’da bunun olamayacağını kabul etmiştik, dolayısıyla nikâh akdi konusunda da aynı durum geçerlidir. Bu durumda nikâh İbn Hacer’in ifade ettiği gibi Hz. Osman’ın Medine’de yenilemesiyle olmuştur.[164] Fakat bu da doğru değildir. Çünkü normal şartlar altında nikâh akdi yapılınca bir daha tekrarlanmaz.

Hz. Peygamber’in gönderdiği mektuptan ve nikâh akdinde yapılan konuşmalara bakınca anlıyoruz ki, nikâh akdini Hz. Peygamber adına Necâşî, Ümmü Habîbe adına ise Hâlid b. Saîd gerçekleştirmiştir.

Nikâh yeri konusunda da ihtilâf vardır. Nikâh yerlerinin Habeşistan’dan döndükten sonra Medine’de olduğuna dair rivayetler vardır.[165] Fakat kaynakların çoğunluğu Habeşistan’da olduğunu haber vermektedir.[166] İbnü’l-Esîr ise akdin Medine’de olabileceğine dair görüşleri verir. Bunlara cevap olarak: “Akid Medine’ye hicretten önce olmuştur ya da Medine’ye gelince Hz. Osman yenilemiş olabilir; devamında fakat siyer ehli arasında nikâhın Habeşistan’da yapıldığı ile ilgili ihtilâf yoktur. Medîne’de olduğunu kanıtlayacak tek delil olarak Müslim’de olan hadistir. Rivâyete göre Ebû Süfyân Müslüman olunca Rasûlüllah Ümmü Habîbe ile evlenmeyi ondan istemiştir. Ebû Süfyân’da buna icabet etmiştir. Fakat bu hadiste râvîlerinden dolayı kusur vardır” demektedir.[167] Dolayısıyla nikâh Habeşistan’da yapılmıştır.”

Ümmü Habîbe’nin mehri konusunda da farklı rivayetler vardır. Kaynakların çoğunluğu 400 dinar olduğunu belirtmektedir.[168] İbn Asâkir’de geçen bir rivayette ise bunların yanında bir de kolye olduğu haber verilmektedir.[169] Bunlardan farklı olarak: 200 dinar[170], 40 ukiyye[171] olduğuna dair rivayetler de vardır.

İbn Sinan’dan rivayet edildiğine göre Peygamber hanımlarının mehri 400 dirhem idi.[172] Hz. Âişe’den gelen rivayete göre oniki buçuk ukiyye yani 500 dirhem idi.[173]Abdülmelik b. Mervan da hanımlarına mehir verirken Hz. Peygamber’in verdiği mehri esas kabul ederdi. Ümmü Habîbe’nin mehir olarak 400 dinar almasına kadar Abdülmelik b. Mervan’ın 400 dinar mehir verdiği hiç görülmemiştir.[174] Bu bilgi de Ümmü Habîbe’nin mehrinin 400 dinar olduğuna bir delil olarak kabul edilebilir. Kaynakların çoğunluğu 400 dinar mehri bildirdiğinden dolayı Ümmü Habîbe’nin mehrinin 400 dinar olduğu kabul edilebilir. Hz. Peygamber’in hanımlarına 500 dirhem mehir verdiğine göre Ümmü Habîbe’nin mehri onların sekiz katı yani 4000 dirhem idi. Aslında Hz. Peygamber hanımlarına mehir verirken adaletli davranırdı. Bunu Hz. Ömer bir hutbesinde şöyle anlatır: “Dikkat ediniz, kadınların mehrinde aşırı gitmeyiniz. Zira mehirleri çoğaltmak kendisi ile övünülecek bir şey veya Allah katında bir takvâ olsaydı, ona Peygamber sizden daha layık idi. Oysa ne Rasûlullah kadınlarından birine on iki ukiyyeden fazla mehir verdi, ne de kızlarından birine on iki ukiyyeden fazla mehir verildi.[175] Necâşî’nin Ümmü Habîbe’ye fazla mehir vermesinin sebebi Hz. Peygamber’in bu konuda herhangi bir beyanda bulunmamasından ya da Ümmü Habîbe’nin babası Ebû Süfyân’ın kavminin reisi olmasından kaynaklanabilir.[176]

Ümmü Habîbe’ye mehri ulaştığı zaman, kendisine müjdeyi getiren Ebrehe’yi çağırttı ve “ O gün elimde olanı vermiştim. Başka param yoktu. Şimdi şu elli miskali al, Allah bunu bana ikram etti.” dedi. Ebrehe, Ümmü Habîbe’nin daha önce verdiği bilezik ve yüzükleri ona geri verdi ve parayı da kabul etmedi. Çünkü Necâşî, Ebrehe’ye Ümmü Habîbe’den herhangi bir hediye almamasını emretti. Ebrehe: “Ben Necâşî’nin hizmetkârıyım. Rasûlüllah’ın dinine girdim ve Allah’a teslim oldum.” dedi. Ayrıca Necâşî hanımlarına kendilerinde bulunan bütün güzel kokuları Ümmü Habîbe’ye göndermelerini emretti. Ertesi gün Ebrehe bu parfümlerin hepsini getirdi.

Ebrehe Ümmü Habîbe’ye şöyle dedi: “Senden istediğim, selâmımı Rasûlüllah’a iletmen ve benim onun dinine tâbi olduğumu bildirmendir.” Ebrehe Ümmü Habîbe’ye çeyiz hazırlamasında yardımcı oldu. Ebrehe ona her gelişinde “Benim senden istediğimi unutma.” derdi.[177]

Hz. Peygamber Ümmü Habîbe’ye mehir ve çeyiz olarak bir şey göndermemiştir. Necâşî mehrin tamamını kendisinden vermiştir. Ayrıca Ebrehe adlı cariyesini, Ümmü Habîbe’ye çeyiz hazırlamada yardımcı olması için göndermiştir.[178]

Medine’ye Dönüşü

Hz. Peygamber Necâşî’ye yazdığı mektupta, Ümmü Habîbe’yi kendisiyle evlendirmesini ve yanında bulunan ashabını göndermesini istedi.[179]

Necâşî Hz. Peygamber’in isteklerini yerine getirdi. Onları iki gemi ile gönderdi.[180] Amr b. Ümeyye ile Ümmü Habîbe’nin Medine’ye önden geldiklerine dair rivayetler vardır. Fakat, kabul edilen Müslümanların hepsinin iki gemiyle dönmeleridir.[181]

Ümmü Habîbe’ye dönüşte Şurahbil b. Hasene eşlik etmiştir. Müslümanları bu iki gemi komşu olan Bevlâ (Kızıldeniz sahilinde bir liman) sahiline bırakmış, daha sonra Müslümanlar Medine’ye gelmiştir.[182]

Ümmü Habîbe, Ca’fer b. Ebî Talib ve Müslümanlarla beraber Medine’ye gelince Hayber yeni fethedilmişti. Bunun için Rasûlüllah’ın: “Bilmiyorum hangisine sevineyim. Hayber’in fethine mi, Cafer’in gelişine mi?” dediği rivayet edilir[183]

Necâşî Rasûlüllah’a şöyle bir mektup göndermiştir; “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Necâşî Ashame’den Rasûl-i Ekrem’edir. Ya Rasûlüllah selâm ve Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve bereketi senin üzerine olsun. Bana hidâyet veren Allah’tan başka İlâh yoktur. Göğü ve yeri yaratan Allah’a yemin ederim ki, Hz. İsâ kendisi hakkında söylediğin şeylerden fazla bir şey söylememiştir. Hep senin dediğin gibidir. Bizi tebliğe memur olduğun şeyleri öğrendik. Sözüne sâdıksın. Sana ve amcanın oğluna bey’at ettim. O’nun huzurunda alemlerin rabbine iman ettim. Sana oğlum Erhâ b. Ashame b. Ebceri gönderdim. (Benim gücüm yetmiyor.) Şayet sen istersen ben de gelmeye çalışırım. Ben söylediğinin hak olduğuna inanıyorum. Selâm senin üzerine olsun.”[184]

Necâşî, Hz. Peygamber’e hediyeler göndermiştir. Necâşî Rasûlüllah’a yazdığı mektupla bunu şöyle açıklamıştır:

“Bismillahirrahmanirrahîm, Muhammed (s.a.v)’e Necâşî Ashame’den. Ey Allah’ın Rasûlü, Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun. Seni kavminden ve dininden olan Ümmü Habîbe bint. Ebû Süfyân hanımefendi ile evlendirdim, sana bir hediye paketi gönderiyorum. Bir gömlek, bir şalvar, bir cübbe (aba) ve iki ince ayakkabıdır. Allah’ın Selâmı, rahmeti, bereketi üzerine olsun.”[185]

Ümmü Habîbe için Medine’de ikamet edeceği oda hazırlandı. O’nun odası mescide en uzak olan oda idi.[186] Rasûlüllah Hz. Bilâl’e emretmiş; Bilâl Ümmü Habîbe’yi almış Hz. Peygamber’in söylediği eve (odasına) kadar götürmüştür.”[187]

Ümmü Habîbe’nin Medine’ye geldiğinde yaşı 35 idi.[188] Hz. Peygamber Ümmü Habîbe ile Zeynep bint. Huzeyme el-Hilâliyye’den sonra evlendiği rivayet edilmektedir.[189] Fakat incelendiğinde bu rivayet doğru görünmemektedir. Çünkü Hz. Peygamber Zeynep bint. Huzeyme ile hicretin 3. yılında, Ümmü Seleme ile hicretin 4. yılında, Zeynep bint. Cahş ile hicretin 5. yılında, sonra Safiyye bint. Huyey ile hicretin 7. yılında Hayber’in fethinde evlendi.[190] Dolayısıyla Ümmü Habîbe ile evliliği Safiyye ile evlendiği zamanlara rastlamaktadır.

Ümmü Habîbe hicretle ilgili olarak; “Rasûlüllah’ın yanına geldiğimde, nikah töreninin nasıl olduğunu ve Ebrehe’nin bana yaptıklarını ona anlattım. Rasûlüllah gülümsedi. Ebrehe’nin selamını söyledim. Bunun üzerine Rasûlüllah şöyle dedi”: “ Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi onun üzerine olsun.”[191]

ÜMMÜ HABÎBE’NİN HZ. PEYGAMBERİN DİĞER EŞLERİYLE İLİŞKİLERİ

Hz. Peygamberin hanımları tam olarak sebebi bilinmemekle beraber içinde bulundukları konum ve geçmiş yaşantıları itibari ile iki gruba ayrıldıkları rivayet edilmektedir. Gruplardan birisinde Hz. Âişe, Hz. Hafsa, Hz. Safiyye, Hz. Sevde; diğerinde ise, Hz. Ümmü Habîbe, Hz. Ümmü Seleme, Hz. Zeynep, Hz. Meymûne, Hz. Cüveyriyye bulunuyordu.[192] Bu gruplardan birinin başında Hz. Âişe, diğerinin başında ise Hz. Ümmü Seleme bulunuyordu.[193] [194]

Hz. Peygamberin hanımları bu yeni eşi iyi bir şekilde karşılamak istediler. Başlangıçta Hz. Âişe onda kendisini kıskandıracak bir şey bulamadı. Zira O, yaş itibari ile kırk yaşına yaklaşmıştı. Onda Hz. Safiyye’nin büyüleyiciliği, Hz. Cüveyriyye’nin tatlılığı, Hz. Ümmü Seleme’nin güzelliği ve Hz. Zeynep’in çekiciliği yoktu. Bunun için Hz. Âişe onu kendi tarafına çekmek istiyordu. Halbuki Ebû Süfyân’ın kızı bunu istemiyordu.

Fakat Ümmü Habîbe ile Âişe arasındaki uzaklık düşmanlık derecesinde değildi. Çünkü Âişe, Ümmü Habîbe’den çekiniyordu. Hz. Peygamber’in en çok kendisini sevmesini isrediği için O’nun buna engel olmasından korkuyordu. Ümmü Habîbe Âişe’nin çekinmesine sebep olacak bir durumda olmasına rağmen, kalbinin derinliklerinde var olan bir üzüntünün acısını duyuyordu. Zira babası bir putperest idi.[195]

Hz. Peygamber’in hanımlarıyla arasının açıldığı ve dargınlığın tam bir ay sürdüğü olaya İlâ vakası denir. Kurtubî, İlâ Vakası’nın sebepleri olarak şunları sıralar;

Hanımları ondan dünya malı istediler.

Birbirlerini kıskanarak ona eziyet ettiler.[196]

Hz. Peygamberin hanımlarıyla arasının açılmasına sebep olan olaylardan birisi şu şekilde anlatılmaktadır.

Rasûlüllah ikindi namazından sonra Zeynep bint. Cahş’ın evine gitmiştir. Zeynep bint. Cahş ise baldan şerbet yapıp tam ayrılacağı sırada kendisine ikramda bulunmuştur. Rasûlüllah da bunu geri çevirmemişti. Bu sebepten dolayı Hafsa ile sohbeti gecikmişti. Bu durumu kıskanan Hz. Hafsa ile Hz. Âişe, Rasûlüllah’a meğâfir denen ve kötü bir kokusu olan bitki suyundan içmiş olduğunu söylemek üzere anlaşmışlardı. Böyle söyleyince Hz. Peygamber bal şerbeti içmemeye karar vermişti. Fakat bunun üzerine Allah Teâlâ, Tahrim Sûresinin 1. Ayeti olan “Ey Peygamber Allah’ın helâl kıldığı şeyleri niçin kendine haram ediyorsun” indirmiş, bu duruma yol açtıkları için Hz. Peygamber hanımlarıyla arasını açmıştı.[197]

Hz. Peygamber’den dünya malı istemeleri şöyle gerçekleşmiştir: Peygamberimizin hanımları bir gün bir araya gelerek; “Bizler de başka kadınların istedikleri zinetlerden isteriz.” dediler. Bunu Hz. Peygamber’e ilettiler. Ümmü Habîbe de ak bezden yapılmış bir elbise istedi.[198] Peygamberimizin hanımlarını kendisine haram kılmasının ardından Allah Teâlâ Ahzab suresi 28-33 ayetleri arasını indirmiştir. Peygamber hanımlarına şöyle buyruluyordu. “Eğer siz dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerini vereyim ve sizi güzelce salıvereyim. Eğer Allah’ı ve Rasûlünü, ahiret yurdunu istiyorsanız, şüphesiz Allah içinizden iyilik edenlere büyük bir mükafat hazırlamıştır.”[199] Hz. Âişe şöyle der; Allah Teâlâ eşlerini serbest bırakmasını emredince Rasûlüllah benden başladı: “Ben sana bir şey diyeceğim, ebeveynine danışmadan acele etme” dedi. Ebeveynimin ayrılmamı istemeyeceklerini biliyordu. Sonra da; Ahzab suresi 28-33 ayetlerini bildirdi. Ben de ona “Bunun için mi ebeveynime danışacağım, ben Allah’ı, Rasûlünü ve âhiret yurdunu istiyorum.” dedim. Hz. Peygamber bu ayetleri diğer hanımlarına da bildirdi. Hz. Âişe: “diğer eşleri de benim gibi yaptılar” dedi.[200] O gün Hz. Peygamberin nikâhı altında dokuz kadın vardı. Beşi Kureyş’tendi; Âişe, Hafsa, Ümmü Habîbe, Sevde, Ümmü Seleme, diğer hanımları ise Safiyye bint. Huyey, Meymûne bint. Haris, Zeynep bint. Cahş, Cüveyriyye bint. Hâris’tir.[201]

Hz. Peygamber’in eşleri arasında kıskançlık nedeniyle cereyan eden olaylar, onları birbirlerine karşı sert bir tutuma sevk etmemiş, birbirlerini kötülemeye, aralarında uzun süren dargınlıklara sebep olmamıştır. Belki de Hz. Peygamber’in geceleyin evinde düzenlediği akşam sohbetlerinin bir gayesi de bu idi.[202] Aynı zamanda rivayetlere göre Hz. Peygamber her akşam, geceyi yanında geçireceği hanımının yanına gitmeden önce diğer eşlerini ziyaret edip yanlarında birazcık oturarak gönüllerini alırdı. Bu da Hz. Peygamber’in eşlerine verdiği değerin göstergesi idi.[203] Hz. Peygamber’in bu davranışı da hanımları arasında kıskançlığın azalmasına sebep olmuştur.

Ümmü Habîbe insanlar arası ilişkilere önem veren bir hanımdı. Bu tavrını vefat edeceği zaman da gösterdi. Şöyle ki; Ümmü Habîbe öleceğini anlayınca Hz.Peygamber’in hanımlarından Hz. Âişe’yi yanına çağırdı ve şöyle dedi: “Aramızda bazı şeylerin olması normaldir. Eğer bizim de aramızda bir şeyler olmuş ise Allah bizi ve sizi bağışlasın. Âişe şöyle cevap verdi.” “Allah seni bağışlasın, temize çıkarsın” dedi. Ümmü Seleme’ye de haber gönderdi. Aynısını ona da söyledi.[204]

ÜMMÜ HABÎBE’NİN AİLESİYLE İLİŞKİLERİ

Hz. Peygamberle Evliliğine Ailesinin Bakışı

Ümmü Habîbe’nin evliliği Hudeybiye musahalası ile Hayber Gazvesi arasında H.7/M.628 yılında gerçekleşti. Ümmü Habîbe, Mekke’nin yöneticisi ve aynı zamanda Hz. Peygamber’e savaş açan Ebû Süfyân’ın kızı idi. Elbette böyle bir evliliği Ümmü Habîbe kabul etmiş olsa bile Ebû Süfyân ve ailesinin karşı çıkması tabii idi. Hudeybiye musalahası ile başlayan sulh ortamı ve Mekke’de varolan asabiyet duygusu (soya önem verme) bu aile tarafından evliliğin tasvibine sebep oldu.

Önce de bahsettiğimiz gibi Ümmü Habîbe’nin babası Ebû Süfyân, Mekke’nin en şerefli, zengin ve yönetici kimsel erindendi. İslâmiyet’in yayılmaya başladığı dönemlerde, İslâm’ın en büyük düşmanları da Ebû Süfyân gibi mali bakımdan güçlü ve itibarlı kimselerdi. Bu kimselerin baskıları zayıf kimselerin İslâm’a girmesine engel oldu. Ebû Süfyân’ın kızı Ümmü Habîbe ise aleyhindeki bütün şartlara rağmen hak dini kabul etmiş ve uğruna varlığını, ailesini hatta vatanını terk etmeyi göze almıştı. [205]

Ümmü Habîbe Habeşistan’da iken eşi Ubeydullah b. Cahş irtidat etmiş, Ümmü Habîbe ise İslâm’dan vazgeçmemişti. Onun sabrının neticesi olarak Hz. Peygamber Necâşî’ye yazdığı mektupta kendisinin Ümmü Habîbe ile evlendirilmesini istemişti. Arap örf ve adetlerine göre kendisi ile evlenmek istenilen kadın için önce babasına, o yoksa amcasına veya amcalarının oğullarına müracaat edilirdi. Ancak Hz. Peygamber’in Ümmü Habîbe ile evlendiği dönemde Ebû Süfyân henüz Müslüman olmadığı için, bu evlilikten haberi olmamıştı.[206] Ebû Süfyân’ın bu evliliğin haberini alınca kızması beklenirken, tam tersine “O reddedilmeyecek bir erkektir.” demiştir.[207] O’nun bu sözleri asabiyetin(soya önem verme) ve Hz. Peygamber’in mizacını sevmesinin bir sonucudur.

Evlilik Sonrası Meydana Gelen Barış Ortamı

Mümtehine suresi 7. ayet-i kerime’de “Allah’ın aranızda düşmanlık bulunan bazı kimselerle sevgi bağı kurması umulabilir” buyrulmaktadır. Bu ayetin, Ümmü Habîbe ile Rasûlüllah’ın evlenmesi üzerine indiği rivayet edilmektedir.[208] Rasûlüllah’ın Ümmü Habîbe ile evlenmesinde akrabalık kurarak bu şahıslarda düşmanlığı meveddete(dostluk) çevirme niyeti önemli derecede rol oynamıştır.

Bu evlilik bir dereceye kadar ailelerin düşmanlıklarını yumuşatmıştır. Öyle ki, Ümmü Habîbe ile evlendikten sonra Ebû Süfyân savaş alanında Hz. Peygamber’in karşısına hiç çıkmamıştır.[209]

İlerleyen zamanlarda ise Hz. Peygamber Mekke’nin iktisâdi bir krizde olduğunu öğrenmişti. Bunun üzerine İslâm’a yaklaştırıcı bir centilmenlik[210] olarak Amr b. Ümeyye ile Ebû Süfyân, Sehl b. Amr, Safvân b. Ümeyye’ye verilmek üzere bir miktar altın gönderdi. Ebû Süfyân hariç diğerleri bu nazik davranışı reddettiler. Ebû Süfyân ise onların kabul etmediği meblağı da alarak bunları halka dağıttı ve akrabası Muhammed’e “Allah kardeşimin oğluna hayır versin.” diye hayır dualarda bulundu.[211]Bir başka defa Hz. Peygamber Ebû Süfyan’a Medine mahsulünden büyük miktarda hurma gönderdi ve deri mukabili bunları değiş-tokuş etmeyi kendisine teklif etti. Ayrıca Hz. Peygamber, Ebû Süfyân’ın Suriye-Filistin yönüne ticaret kervanlarının geçişine izin verdi.[212]

Mekke Fethi Öncesi Ebû Süfyan’ın Medine’ye Gelişi

Ümmü Habîbe, Hz. Peygamber’e (a.s) sadık bir hanımdı. Bu bağlılığa örnek olarak babasıyla arasında geçen şu olay zikredilebilir. Kureyş Hudeybiye‘de yapılan antlaşmaya sırt çevirmişti. Kureyş Müşrikleri, Müslümanların müttefiki olan Hûzâalılara karşı Bekr Oğullarına silâh, at ve adamlar vererek yardım edeceklerini söylediler. Fakat Bekr Oğulları yaklaşık yirmi kadar Huzâalı'nın başlarını feci şekilde keserek öldürdüler. Kureyşliler yaptıklarından dolayı çok pişman oldular. Durumu öğrenen Ebû Süfyân Hudeybiye antlaşmasının süresini uzatmak için Medine’ye geldi. - Aslında Ebû Süfyân Medîne’ye Mekke’nin reisi sıfatıyla gelirken, Ümmü Habîbe’nin evliliği ile oluşan barış ortamını da değerlendirmek istiyordu.- Hz. Peygamber’in evine girdi. Fakat istediğine ulaşamadı. Kalktı kızı Ümmü Habîbe’ye gitti. Rasûlüllah’ın minderine oturmak istedi. Ümmü Habîbe minderi ondan sakındı, Ebû Süfyân kızına şöyle dedi;

Kızım! Allah’a yemin olsun ki, anlamadım. Minderi mi benden esirgiyorsun, yoksa beni mi minderden? Ümmü Habîbe:

Bu Rasûlüllah’ın minderidir. Sen ise müşrik bir adamsın. Ebû Süfyân:

Kızcağızım! Sana kötülük isâbet etmiş. Ümmü Habîbe:

Allah beni İslâm’a hidayet etti. Babacığım! Sen Kureyş’in seyyidi ve büyüklerindensin. İslâmiyet’e girsen nasıl olur. Sen işitmeyen ve görmeyen taşlara tapıyorsun. Ebû Süfyân:

Ne kadar ilginç! Bu aynen sende de var. Sen atalarının dinini terk edip Muhammed’in dinine tabi olmadın mı?

Sonra Ümmü Habîbe’nin yanından ayrıldı.[213] Her ne kadar Ebû Süfyân kızının dediklerini kabul etmese de, onun evine gitmesi Ebû Süfyân’ın kızına karşı yumuşadığını gösterir. Aynı zamanda Ebû Süfyân’ın Medine’ye gelişi, Ümmü Habîbe’nin evliliği ile oluşan yumuşamanın sonucudur.

Ebû Süfyân’ın Müslüman Oluşu

Mekke’nin fethinde artık Ebû Süfyân’ın İslâmiyete karşı var olan kin ve nefreti iyice kayboldu. Yerini tamamen İslâmiyete bıraktı. Dostluk öncelikle Ebû Süfyân’ın Müslüman olmasını, ardından da Mekke’nin mukâvemetsiz kazanılmasını sağladı. Ebû Süfyân’ın Müslüman olması şöyle olmuştur: Mekkeli müşriklerin Hudeybiye antlaşmasını bozmaları üzerine Müslümanlar Mekke’nin fethine karar verdiler. Yolda, Hz. Peygamber İslâm ordusunun gücünü göstermek amacıyla asker sayısınca ateş yaktırdı. Bu durumu gören Mekke müşrikleri telaşa kapılarak liderleri Ebû Süfyân’ı iki arkadaşıyla birlikte durumu öğrenmek için gönderdiler. Hz. Abbâs şöyle der: Ben katırın üzerinde birini arıyordum. O sırada Ebû Süfyân ve Büdeyl b. Verkâ’nın konuşmasını işittim. Onlar kendi aralarında konuşuyorlardı. Ebû Süfyân: “Şimdiye kadar bu geceki gibi ne bir ateş ne de bir asker görmedim.”dedi Büdeyl: “Vallahi bu Huzâa kabilesidir. Savaş onları kızdırmış” dedi. Ebû Süfyân: “Huzâa, bu kadar ateşe ve askere sahip değildir. Onlar sayıca azlar ve daha zelil durumdalar” dedi. Hz. Abbâs “ Ben onun sesini tanıdım ve ona: “Yazık sana, ey Ebû Süfyân! işte Rasûlüllah milletin içindedir. Yarın vah Kureyş’in başına! Vallahi eğer sana karşı zafer elde ederse kesinlikle senin boynunu vuracaktır. Artık bu katıra bin de seni Rasûlüllah’a götüreyim” dedim”.

Ömer b. el-Hattab’ın ateşinin yanına vardığımızda Ömer şöyle dedi: “İşte Allah’ın düşmanı Ebû Süfyân! Allah’a hamd olsun ki, akitsiz ve ahidsiz bir halde seni bizim elimize getirdi.” Bunun üzerine Hz. Abbas katırı koşturup Hz. Ömer’i geçti. Hz. Ömer’den önce Rasûlüllah’ın yanına girdi. Ömer de girdi. Hz. Ömer:

“Ya Rasûlüllah, işte Ebû Süfyân akitsiz ve ahidsiz haldedir. Beni bırak da O’nun boynunu vurayım” dedi.

Abbâs: “Ya Rasûlüllah O’na ahd ve eman vermiştim” dedi. Rasûlüllah;

Ey Abbâs onu kendi çadırına götür. Sabah olduğu zaman O’nu bana getir.

Sabah olduğu zaman O’nu erkenden götürdüm. Rasûlullah

Ey Ebû Süfyân yazık sana! Benim Allah Rasûlü olduğumu bilecek vaktin gelmedi mi?

Ebû Süfyân:

Babam ve anam sana kurban olsun, sen ne kadar halîm, kerim ve lütufkâr bir kimsesin! Fakat vallahi bu hususta bir şüphe vardır.

Bunun üzerine Hz. Abbâs O’na şöyle dedi;

Yazık sana! Müslüman ol ve ibadete layık hiç kimsenin olmadığına ancak buna layık Allah’ın olduğuna ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna, boynun vurulmadan önce şehadet getir. O da şehadet getirdi ve Müslüman oldu. [214]

Ebû Süfyân can korkusuyla Müslüman olduğu ile ilgili bir yorum yapmak yukardaki konuşmalara bakınca pek de doğru değildir. Çünkü Hz. Ömer’in ve Hz. Osman’ın onu tehdit ettiğini yapılan konuşmalardan anlaşılsa da Hz. Peygamber onu zorlamamıştır. Ebû Süfyân Hz. Peygamber’e “Anam babam sana kurban olsun sen ne kadar halîm bir kimsesin” demiştir. Bundan da anlaşılıyor ki Hz. Peygamber onu zorlamamıştır. Zaten Hz. Peygamber ile Ümmü Habîbe’nin nikahlanmaları üzerine Ebû Süfyân ile Hz. Peygamber’in aralarında bir barış ortamı meydana gelmiştir. Mekke’nin fethi öncesinde Ebû Süfyân ile yapılan bu konuşma onun Müslüman olmasını hızlandırmıştır şeklinde yorumlanabilir.

Hatta Ebû Süfyan birgün kızı Ümmü Habîbe’nin evinde Rasûlüllah’a latife ederek; “Vallahi ben seninle savaşmayı bırakınca bütün Araplar da senden ellerini çektiler, ne boynuzluları ne de boynuzsuzları (güçlüleri ve güçsüzleri) sana toslamaz oldular.” dedi. Rasûlüllah da; “Ebâ Hanzale, bunu sen mi söylüyorsun?” diye cevap verdi.[215]

KATILDIĞI SEFERLER VE YAPTIĞI GÖREVLER

Ümmü Habîbe’nin katıldığı seferlerle ilgili kaynaklarda herhangi bir kayda rastlayamadık. Sadece Vedâ Haccına Hz. Peygamber’in bütün hanımlarının katıldığına dair bilgiler yer almaktadır.

Hz. Peygamber hac esnasında Ümmü Habîbe’yi (kalabalıktan dolayı) Müzdelife’den Mina’ya geceleyin gönderdi.[216]Aynı şekilde Hz. Peygamber’in diğer hanımları da şeytan taşlamayı gece yaptılar. Hz. Peygamber’e en yakın kişiler Peygamber hanımları olduğu için Müslümanlar çözemedikleri yahut da anlayamadıkları konuları onlara sorarlar; sonrasında karar verirlerdi. Bundan dolayı Hz. Peygamber, gerekli gördüğü yerlerde meseleleri anlatarak onları bilgilendirirdi. Hac ibadetinde de Hz. Peygamber kurban kesildiği günün akşamında haccı uzun uzun anlatarak hanımlarını bilgilendirmiştir.[217]

HZ. PEYGAMBER’İN VEFÂTI KARŞISINDA ÜMMÜ HABÎBE

Hz. Peygamber, hasta olmasına rağmen; ailelerinin hakkına son derece riâyet ediyordu. Nöbeti gereği Hz. Meymûne’nin evinde bulunuyorlardı. Burada Hz. Peygamber’in ateşi birden yükseldi. Dâvet ettiği bütün hanımları etrafında mahzun ve kederli duruyorlardı.

“Yarın hanginizin evine gideyim diye sordu.” Bu sualini birkaç kere tekrarladı. Hiçbir hanımından cevap gelmedi. Bu soruyu sormasındaki maksadı hastalık günlerini Hz. Âişe validemizin evinde geçirmeyi arzu etmiş olmasındandı.

Hz. Peygamberin bu arzusunu ezvâc-ı tâhirât ferasetleriyle anlamada gecikmediler. İttifakla Hz. Âişe’nin evinde kalmasını uygun gördüler.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz Hz. Meymûne’nin evinden çıkarak bir eli Hz. Ali’nin, diğer eli Hz. Abbâs’ın omzunda, onların yardımıyla Hz. Âişe’nin evine geldi.[218]

Rebîülevvel ayının 11’i Pazar günü Hz. Peygamber yatağında şiddetli ateşler içinde idi. Etrafında Ezvâc-ı Tâhirât vardı. Mübarek hanımları yanından hiç ayrılmıyorlardı. Başucunda Hz. Âişe validemiz oturuyordu.[219]

Hz. Peygamber Rebîülevvel ayının 12’si pazartesi günü 63 yaşında iken vefat etti. Orada bulunan insanlar ağlamaya başladılar.[220]

Hz. Ömer, “Rasûlüllah ölmemiştir ve sağdır” dedi. Bu sözleri duyan Hz. Ebû Bekir “ Kim ki Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki Muhammed (s.a.v) ölmüştür. Kim ki Allah’a ibadet ve kulluk ediyorsa, bilsin ki Allah Hayy’dır, ölümsüzdür[221] ayetini diyerek devamında “ Muhammed ancak bir Peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Muhammed ölür ya da öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz?”[222] ayetini okudu. İbn Abbâs: Yemin ederim ki bu ayet okununcaya kadar insanlar bu ayetin Allah tarafından indirilmiş olduğunun farkında değillerdi. Herkes Ebû Bekir’den bu ayeti dinledi. Dinleyen herkes bu ayeti söylüyordu. Hz. Ebû Bekir sonrasında “ Yeryüzünde bulunan her şey fanidir. Ancak yüce ve cömert olan Rabbinin varlığı bakidir.”[223] Ayetini okudu. Müslümanlar Ebû Bekir’in yaptığı konuşmadan sonra Hz. Peygamber’in vefat ettiğini anladılar ve yıkanması ve kefenlemesi işlerine başladılar. [224]

Ümmü Habîbe, Hz. Peygamber’in vefatından sonra memleketi olan Mekke’ye gitmemiş, Medine’de kalmaya devam etmiştir.[225]

RÂŞİD HALİFELER DÖNEMİNDE ÜMMÜ HABÎBE

Edindiğimiz bilgilere göre Ümmü Habîbe ismi gerek Hz Peygamber döneminde gerekse onun vefatından sonra olumsuz bir olayda geçmemiştir.

Hz Peygamber ile dört yıl evli kalan Ümmü Habîbe, Rasûlüllah’ın vefatından sonra sade bir hayat yaşamıştı. Onun bu zâhidane hayatı, Otuz dört yıl sürmüştü. Hz Peygamber ‘in diğer hanımlarının saygı ve hürmet görmüş olduğu gibi Ümmü Habîbe de herkes tarafından saygı ile karşılanmıştı.[226]

Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer Dönemi

Bu dönemde, Ümmü Habîbe ile olarak geçimi ve Hz. Ömer’in önemli konularda Hz. Peygamber’in hanımlarının görüşünü alması dışında kaynaklarda bilgiye yer verilmemiştir. Hz Peygamber hayatta iken Hayber gelirlerinden Ümmü Habîbe’ye seksen vesk hurma, yirmi vesk arpa vermiştir.[227] Hz. Peygamber kendisinden sonra aile efradına miras kalacak hiçbir şey bırakmamıştı.[228] Hz. Peygamber’den sonra halifeler mü’minlerin annelerinin durumlarını biliyorlardı, onların Peygamber’e olan yakınlıklarından dolayı en fazla yardımı onlara yapıyorlardı. Hz Ömer’in divan teşkilatında atiyye verdiği kimseler arasında en fazla miktarı, Hz Peygamber’in hanımlarına tahsis etti. Hz Peygamber’in hayattaki hanımlarına on ikişer bin dirhem, Safiyye ile Cüveyriyye’ye ise altışar bin dirhem verilmesine karar verildi. Ancak bu iki hanım Hz. Ömer’e itiraz ettiler ve bu miktarı kabul etmediler. Hz. Ömer: “Ben diğerlerine hicret ettikleri için on ikişer bin tahsis ettim” dedi. Bu iki hanım: “Biz de onlar gibiyiz” dediler. Hz. Ömer onlara verilen tahsisatın gerçek sebebinin Hz. Peygamberin hanımları olmalarından ileri geldiğini ve bu iki Peygamber hanımının da diğerlerinin durumunda kalsalardı hicret edeceklerine kani oldu. Ayrıca Hz. Âişe: “Rasûlüllah her hususta bizlere eşit davranırdı.” deyince, Halife Ömer onların atiyye

miktarını da on ikişer bine çıkardı.[229]     Başka bir rivayete göre Ümmü Habîbe’ye altı

bin dirhem verdi.[230]

Hz. Ömer herhangi bir konuda karar veremediği zaman Hz. Peygamber’in hanımlarına danışır öyle karar verirdi. Bir keresinde gusul abdesti ile ilgili bir ihtilaf çıktı. Hz. Ömer bütün ashabı topladı. Hz. Ali ve Mûaz dışında herkes aynı fikirde idi. Meseleyi ezvâc-ı tahirâta havale etti ve onların kanaatini esas alarak kabul etti.[231]

Hz Osman ve Hz Ali Dönemi

Ümmü Habîbe’nin İslâm Tarihinde ortaya çıkan fitne olaylarından uzak kaldığı ve siyasi olaylara karışmadığı bildirilmektedir.[232] [233] Ümmü Habîbe, ne kadar fitne zuhur ederse etsin o ne söz ne de fiil ile hiç birine katılmamıştır.

Ümmü Habîbe fitneden uzak kaldığı halde Hz. Osman’ın muhasara edildiği esnada Hz Ali’den Hz Osman’ın muhaliflerine karşı yardım talebinde bulunmuş, Hz Ali ise kendisinden Hz. Osman’ın böyle bir isteği olmadığını söyleyerek yardım 233 etmemiştir

Ümmü Habîbe kuşatma esnasında binitiyle Hz. Osman’ın evine geldi. Evin etrafındakiler Ümmü Habîbe’nin binitinin yüzüne vurdular. Ümmü Habîbe Hz. Osman’a yetimler ve dulların mallarının kullanımı hakkında Ümeyyeoğullarının vasiyetini bildirmek için geldiğini söyledi. Fakat Ümmü Habîbe’ye yalancı dediler ve hayvanının yularını kestiler. Bunun üzerine Ümmü Habîbe bağırmaya başladı. Onun yanına gelerek hayvanı tuttular. Ümmü Habîbe onların elinden zor kurtuldu. Daha sonra onu evine götürdüler.[234]

Rivayet edildiğine göre Hz. Osman’ın kuşatması anında yaşanan bir başka olay da şöyledir: Ümmü Habîbe, dayısının oğlu, Hz. Osman muhasara edildiğinde, onun evine gelmiş, orada bulunan bir adam da onun başörtüsünü çekerek Ümmü Habîbe’yi tanıtmaya ( fiziki) özelliklerini sıralamaya başlamıştır. Ümmü Habîbe de bu çirkin durum karşısında; “Buna ne oluyor! Allah elini koparsın ve mahrem yerini ortaya çıkarsın” demiş, sonra orada bulunan başka bir kişi Ümmü Habîbe’nin başörtüsünü çeken kimsenin sağ kolunu kesmiştir. Kolu kesilince koşmaya başlayan adam sol eliyle açılan elbisesini tutmaya çalışmış ancak avret yeri açılıp görünmüştür.[235]

Başka bir rivayette ise şöyle haber verilmektedir: Kuşatmanın on sekizinci günü, isyancılar halifenin suyunu kestiler. Bunun üzerine halife Hz.Osman, Hz.Ali, Hz. Talha, Hz.Zübeyr ve Peygamber’in eşlerinden yardım istedi.Ümmü Habîbe erzak yüklü bir katırı halifeye götürmeye teşebbüs edince, isyancılar buna izin vermediler.[236]

Bilindiği gibi bu kuşatma sırasında Hz Osman şehit olmuştur. Ümmü Habîbe halifenin defni konusunda engel olanlara karşı çıkıp ve halifenin defnini sağlamıştır ve[237] Muâviye’nin isteğini kabul ederek Hz Osman’ın şehit edildiği kanlı elbiseyi, ailesinden alıp Nu’man b. Beşir ile Şam’da bulunan kardeşi Muâviye’ye göndermiştir.[238] Ancak onun Osman’ın gömleğini Muâviye’ye göndermesi Müslümanlar arasında geçen bu olayları onayladığı anlamına gelmemektedir. Ali ile Muâviye arasında meydana gelen olaylarda tarafsızlığını koruyan Ümmü Habîbe, Ümmü Seleme ile birlikte Hz Ali ile Muâviye’nin aralarını düzeltmek için çaba sarfetmiştir.

Olay şöyle olmuştur: Hz. Ali ile Muâviye mücadelesinin son yıllarında, Hz.Ali ile Muâviye’nin adamlarından hangisi Medine’ye ve Mekke’ye önce gelirse, o senenin hac emiri olurdu. Ümmü Habîbe, Ümmü Seleme’ye Hz. Ali ve Muâviye’ye Hicaz’a adam gönderme işine son vermeleri için birer mektup yazmayı önerdi. Onlara göre bunu yapmazlarsa ümmet ikisinden birine itaat edecek ve birlik sağlanacaktı. Ümmü Habîbe, Muâviye’ye, Ümmü Seleme de Hz. Ali’ye mektup yazdı. Muâviye mektuba uydu, Hz. Ali de uymak istedi. Fakat oğlu Hasan onu bu işten vazgeçirdi.[239] Hatta Ümmü Habîbe Hz. Ali’nin şehâdeti üzerine Muâviye’yi destekleyen tavır sergilememi ştir.

EMEVÎLER DÖNEMİNDE ÜMMÜ HABÎBE

Ümmü Habîbe Emeviler döneminden sadece kardeşi Muâviye’nin hilafeti dönemini gördü.[240]

Ümmü Habîbe kardeşinin devleti döneminde saygı ve büyüklük gördü. Kardeşinin otoritesi kuvvetliydi. Muâviye için Mü’minlerin dayısı deniliyordu.[241]

Rasûlüllah’ın, Ümeyye oğullarının hilafetinin gelişi ile ilgili şöyle dediği haber verilmektedir: Rasûlüllah başını Ümmü Habîbe bint. Ebî Süfyân’ın dizi üzerine koymuş vaziyette uyumaktaydı. Bir ara haykırarak uyandı. Sonra gülümsedi kendisine soruldu: “Ya Rasûlallah, önce haykırdığını, sonra gülümsediğini gördük. Bunun sebebi nedir? Rasûlüllah “Ümeyye oğullarının sıra ile minberime çıktıklarını gördüm. Bu benim hoşuma gitmedi. Sonra Abbasi oğullarının sıra ile minberime çıktıklarını gördüm. Bu benim hoşuma gitti” buyurmuştur.[242] İbn Kesîr bu rivayetle ilgili olarak herhangi bir açıklama yapmamıştır. Muâviye’nin hilafete geçişiyle Muâviye döneminde çeşitli karmaşalar yaşansa da, Ümmü Habîbe bunlardan hiç birisinin yanında yer almamıştır

Emevîler döneminde Ümmü Habîbe’nin Dîmaşk’ı ziyaret ettiği rivayet edilmektedir. Tam olarak tarihi verilmese de Ümmü Habîbe’nin Dîmaşk’a gidişi kardeşi Muâviye’yi ziyaret içindir.[243]

İKİNCİ BÖLÜM

VEFÂTI VE ŞAHSİYETİ

Bu bölümde de Ümmü Habîbe’nin vefâtı ile fizikî, ilmî ve ahlâki özellikleri hakkında bilgi verilecektir.

VEFÂTI

Ümmü Habîbe’nin vefat tarihi hakkında farklı rivayetler vardır. H.44/M.664 yılından farklı olarak H.42/662 senesinde[244], H.50/M.670 senesinde, H.55/M.674 yılında[245], H.59/M.678 senesinde vefat ettiğine dair rivayetler vardır. H.59/M.678 senesi uzak olarak görülmektedir[246]. Bunlardan en doğru olanı H.44/M.664 senesinde vefat etmesidir.[247] H.59/M.678 senesi ile ilgili olarak şöyle bir rivayet vardır. Ümmü Habîbe Muâviye’nin ölümünden bir sene önce vefat etmiştir. Muâviye ise Recep ayında, H.60/M.679 yılında vefat etti.[248] Ümmü Habîbe H.44/M.664 senesinde, kardeşi Muâviye b. Ebû Süfyân’ın hilafeti döneminde vefat etti.[249]

Ümmü Habîbe öleceğini anlayınca Hz Âişe’yi çağırarak; “Kumalar arasında olan bizim aramızda da olmuştur. Allah beni ve seni bu konuda olanlardan dolayı affetsin.” demiştir. Hz Âişe de: “ Allah beni ve seni affetsin, sıkıntılarını gidersin.” deyince Ümmü Habîbe: “Beni sevindirdin. Allah da seni sevindirsin.” demiştir. Daha sonra Ümmü Seleme’yi çağırmış ona da bu sözleri söylemiştir.[250]

Ümmü Habîbe’nin namazını Mervan b. Hakem kıldırdı. Kız kardeşi Hind bint. Ebî Süfyân’ın oğulları ve Ebû Bekir b. Saif b. Ahnes (Ümmü Habîbe’den hadis rivayet etmiştir. Ümmü Habîbe O’nun teyzesidir. Annesi Sahra bint. Ebî Süfyân’dır) ve Utbe b. Ebî Süfyân’ın oğullarından bir kısmı onu kabrine koydular.[251]

Kardeşi Muâviye’yi ziyaret için Dımeşk’e gittiğinde vefat ettiğine ve kabrinin orada olduğuna dair rivayetler vardır. Fakat sahih kabul edilmemiştir.[252]

Ümmü Habîbe’nin kabrinin Medine’de olduğunu doğrulayan rivayet de vardır. Ali b. Hüseyin bunu şöyle anlatır: “Dedem Ali b. Ebî Talib’in evine geldim. Onun çevresini kazdığım zaman Remle bint. Sahr’ın kabridir diye yazılı olan taş çıkardım.[253]

Zehebî: “Dımaşk’te, Babü’s-Sağır kabristanlığındaki mezar, Ümmü Seleme Esmâ bint. Yezid Ensari’nin kabridir.”[254]diyerek, Ümmü Seleme’nin mezarının Ümmü Habîbe’nin mezarıyla karıştırıldığını ifade eder.

ŞAHSİYETİ

Fizikî Özellikleri

Ümmü Habîbe fiziken güzeldi.[255] Fakat bu durumu Hz. Peygamber’in hanımlarını kıskandıracak seviyede değildi. Çünkü Hz. Âişe’nin onu kıskanmadığı ile ilgili şöyle bir rivayet vardır: “Hz Âişe onda kendisini kıskandıracak bir şey bulamadı. Zira o, yaş itibariyle kırkına yaklaşmıştı. onda Hz Safiyye’nin büyüleyici tavrı, Hz Cüveyriyye’nin tatlılığı, Hz Ümmü Seleme’nin güzelliği ve Hz Zeynep’in çekiciliği yoktu.[256] Ümmü Habîbe’nin güzelliği ile ilgili şöyle bir rivayet daha vardır: Ebû Süfyân bir gün Peygamberimize geldi ve aralarında Ümmü Habîbe’nin güzelliği ile alakalı olarak şöyle bir konuşma geçti: “Ya Rasûlüllah! Üç şey var; onları bana ver. Hz Peygamber ona; “Pekâlâ” dedi. Ebû Süfyân; Bende Arabın en iyisi ve en güzeli Ümmü Habîbe bint. Ebû Süfyân var. onu sana vereyim.” dedi. Peygamber: “Pekiyi” dedi. Ebû Süfyân: “Bir de Muâviye var. Onu huzurunda kâtip yaparsın!” dedi. Hz. Peygamber yine “Pekiyi” dedi. Ebû Süfyân “Bir de beni emîr yaparsın. Tâ ki, vaktiyle Müslümanlarla çarpıştığım gibi, kâfirlerle çarpışayım.” dedi. Hz. Peygamber, ona da“Pekiyi” dedi.”[257] Fakat bu hadis târihî gerçeklerle uyuşmamaktadır. Ebû Süfyân Mekke’nin fethinde H8/M630 Müslüman olmuş ise de, Ümmü Habîbe’nin Hz. Peyganber’le nikahlanması bundan öncedir. Ümmü Habîbe Necâşî’nin vekâletiyle H7/M629 senesinde mü’minlerin annesi oldu. Hadiste geçen Ebû Süfyân’ın kumandanlığını da kimse bilmemektedir. İbn Hazm’ın “mevzu” dediği bu rivayete İbnu’l-Cevzî râvîlerden birinin vehmi olarak bakmaktadır. İbnü’l-Esir’e göre: “Bu hadis Müslim’in vehimlerindendir”[258]

İlmî Özellikleri

Ümmü Habîbe, okuma yazma bilen ve Kureyş’in fasih Arapça konuşan hanımlarındandı. Söz sahibi ve sağduyulu bir hanımdı.[259] Üstün karakterde faziletli bir hanımdı. Hz Peygamber’in sünnetini büyük bir dikkatle izliyordu. Evlilikleri boyunca Hz Peygamber’den rivayet ettiği hadislerin sayısı 65’tir.[260] Fakat bu rakam Bakı’ b. Mahled’in Müsned’inden tesbit edilmiştir. Bize ulaşmamis olması yanında, onun müsned-musannef karışımı bir tertibe sahip olması, rivayet sayısının olduğundan fazla gözükmesi için önemli bir âmildir.[261] Buharî ve Müslim iki hadiste ittifak etmişler, Müslim iki hadiste tek kalmıştır.[262]

Ümmü Habîbe çevresini iyi tanıyan bir hanımdı. Öyle ki; Ümmü Habîbe ile Ümmü Seleme Habeşistan’da gördükleri bir kiliseden bahsettiler. Sonra bunu Hz. Peygamber’e de anlattılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber “Onlar, içlerinden iyi bir kimse ortaya çıkıp vefat ettiğinde kabrinin üzerine mescid yaparlar, onun içine suretler tasvir ederler. İşte onlar kıyamet günü halkın en şerlileridir” buyurdu[263]

Ümmü Habîbe, Rasûllülah ve Zeynep bint. Cahş’tan hadis rivayet etmiştir.[264] Ümmü Habîbe’den hadis rivayet edenler; kardeşleri halife Muâviye, Anbese, kardeşinin oğlu Abdullah b. Utbe b. Ebî Süfyan, Urve b. Zübeyr, Ebû Salih Semman , Safiyye bint. Şeybe, Zeynep bint. Ebî Seleme ( Rasûllülah’ın Üvey kızı) Şüteyr b. Şekl ve Ebû Melih Âmir Hüzelî [265], Abdullah b. Esed el-Mahzûmî ve Muhammed b. Ebî Süfyân es- Sekafî hadis rivayet etmiştir.[266]

Ümmü Habîbe’nin ilmî yönüne dikkat çekmek için rivayet ettiği hadislerin bir kısmını şöyle sıralayabiliriz;

Namaz konusunda, Rasûllülah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “ Kim öğle namazının farzından önce dört ve farzından sonra dört rekat nafile namaz kılarsa, Allah, o kimsenin bedenini cehennem ateşine haram kılar.” Ümmü Habîbe : “ Ben bu haberi duyduğumdan beri bu namazı hiç terk etmedim.”[267]

Başka bir rivayette ise Rasûlüllah’ı şöyle buyururken işittim: “Hiçbir Müslüman kul yoktur ki, günde farzlar haricinde on iki rekat nafile namaz kılarsa, Allah ona cennette bir ev yaptırmasın. ”Ümmü Habîbe : “Ben Rasûlüllah’tan işiteli beri bunları bir daha terk etmedim.”[268]dedi.

Malik b. Hübeyre bir sefer cenaze namazı kıldıracağında cemaati az bularak onları üç saf haline getirdi sonra da dedi ki: Rasûlüllah şöyle buyurdu: “Bir kimse vefat

ettiğinde üç saf cemaat namaz kılarsa (cenaze namazı) Allah o kimseye imanla gittiği takdirde cenneti vacip kılar.”[269]

Bir rivayetinde Ümmü Habîbe , “Hz Peygamber hasır üzerinde namaz kılardı.” diğer rivayette de “Rasûlüllah küçük seccade üzerinde de namaz kılardı”[270]buyurmaktadır.

Hayız hali ile ilgili, Muâviye b. Ebî Süfyân, kız kardeşi ve Rasûlüllah’ın hanımı olan Ümmü Habîbe’ye şöyle bir soru sorduğunu belirtiyor: “ Hayızlı günlerinde Rasûlüllah’ın yanında ne yaparsın?” Ümmü Habîbe şöyle cevap verdi :“ Bizden birisi hayız olduğunda dizlerine kadar uzun (kapsamlı) elbisesini (izâr) giyer, sonra da Rasûllülah ile aynı yatakta yatardı” diye cevap verdi.[271]

Misvak konusunda, Hz Peygamber’in “ Ümmetime zorluk verecek olmasaydım her namaz için misvak kullanmalarını emrederdim”[272] hadisini rivayet etmiştir.

Hac ile ilgili; Ümmü Habîbe, hac esnasında Nebî’nin kendisini geceleyin Müzdelife’den, Mina’ya gönderdiğini haber vermiştir.[273] Başka bir rivayette ise, sadece kendisini değil biz ibaresini kullanmıştır.

İddet konusunda, Ümmü Habîbe’den bildirildiğine göre, bir kadın Rasûlüllah’a geldi ve :“Kızımın kocası öldü. Ben onun göz rahatsızlığından korkuyorum, dolayısıyla sürme çekebilir mi?” diye sordu. Bunun üzerine Rasûlüllah: “Sizden biriniz cahiliyye döneminde kocası öldüğünde bir yıl evde oturuyordu, bu konuda İslâm’ın emri ise dört ay on gündür. Cahiliyye döneminde bir yıl dolunca deve ile tezeği atarak dışarı çıkardı.[274]

Ezan konusunda, Ümmü Habîbe şu hadisi rivayet eder: “Hz. Peygamber; “Müezzin ezan okurken siz, aynen müezzinin söylediklerini söyleyin” ”[275] buyurdu.

Koku sürme ve ölünün ardından yas tutma ile ilgili rivayeti şöyledir: Ümmü Habîbe’nin bir akrabası (babası Ebû Süfyân veya kardeşi Yezid) vefat etmişti.(üç gün geçtikten sonra) zağferanlı bir koku isteyip bunu yanağına ve kollarına sürdü ve: Şüphesiz ben süslenmeyen bir kadınım. Bunu sadece Rasûlüllah’ın şöyle buyurduğunu duyduğum için yapıyorum dedi: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden Müslüman bir kadına, kocasından başka bir ölü üzerine üç günden fazla mâtem tutup, zînet ve süsünü terk etmesi helal değildir. Sadece kocasının ölümü üzerine dört ay on gün yas tutar.[276]

Ateşte pişen gıdadan dolayı abdest almanın gerekliliği konusunda, Ümmü Habîbe’den rivâyete göre, Rasûlüllah şöyle buyurdu: “Ateşte pişen şeylerden dolayı abdest almak gerekir, bir parça peynir olsa bile.”[277]

Mescit yaptırma ile ilgili, Hz Peygamber’in “Kim Allah rızasını kazanmak için bir mescid yaptırırsa, Allah da onun için cennette bir ev yapar” buyurduğunu rivayet etmektedir.[278]

Meleklerle ilgili, Ümmü Habîbe’nin haber verdiğine göre Rasûlüllah (s.a) şöyle buyurmuştur: “ Melekler, içinde çan (sesi) bulunan kervana (nakil vasıtalarına) arkadaşlık etmezler.”[279]

Hz. Peygamber’in şefaat yetkisiyle ilgili olarak, Rasûlüllah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. “Ben ümmetimin başına gelecek olayları gördüm. Onların bir kısmının bir kısmının kanını dökeceği Allah katında hükme bağlanmıştır. Bu daha önce yaşamış olan ümmetlerde de hükme bağlanmıştı. Bundan dolayı Allah’tan kıyamet gününde ümmetime şefaatçi olmayı istedim.”[280]

Kıyametle ilgili olarak, Ümmü Habîbe’nin rivayeti şöyledir: “Rasûlüllah bir gün yüzü kızarmış olarak ve üç kere “ Lâ İlahe ilallallah” diyerek uykudan uyandı ve şöyle dedi: “Yaklaşan bir belâ yüzünden, Arapların vay haline! Bugün Ye’cûc ve Me’cûc’un seddinde delik açıldı” diyerek uyardı ve başparmağı ile şehâdet parmağını daire şeklinde bağladı. Yâ Rasûllalah aramızda salihler olduğu halde bizde helâk olur muyuz? diye sordum. Rasûllülah (s.a) “Evet, kötülük çoğaldığı zaman” buyurdu.[281]

İyiliği emredip, kötülüğü yasaklama ile ilgili olarak, Nebî’den şu hadisi rivayet eder: “Âdemoğlunun her sözü kendi aleyhinedir. Ancak iyiliği emredip, kötülükten sakındırması ve Allah’ı hatırlatmaya yönelik tüm sözler bunun dışındadır.[282]

İki kız kardeşin aynı erkekle evlenmesi konusunda, Ümmü Habîbe’den gelen rivayette şöyle denilmektedir: “Ümmü Habîbe, Rasûllülah’a şöyle bir teklifte bulunmuş: “ Yâ Rasûlallah, Ebû Süfyân’ın kızı (kız kardeşim) ile evlenmek ister misin?” Rasûlullah: “Ne yapayım?” Ümmü Habîbe: “Onunla nikahlanırsın”dedi. Hz. Peygamber: “ Sen gerçekten bunu istiyor musun? “ Ümmü Habîbe: Evet isterim yâ Rasûlallah, çünkü ben, seninle evli olan tek kişi değilim. İsterim ki, hayırda bana ortak (bari) kız kardeşim olsun” diye cevap verdi. Hz Peygamber “ İyi bil ki, kızkardeşin bana helâl olmaz.” Ümmü Habîbe “Senin Ebû Seleme’nin kızı Dürreyi nikâh etmek istediğini biz aramızda konuşup duruyoruz.” dedi. Rasûllülah “Ümmü Seleme’nin kızını mı?”. Ümmü Habîbe “evet” dedi. Rasûllülah: “ Ümmü Seleme’nin kızı, benim vesâyet ve terbiyem altında yetişen üvey kızım olmasaydı bile, yine de onunla evlenmem helal olmazdı. Çünkü o benim sütkardeşimin kızıdır. Beni ve onun babası Ebû Seleme’yi Süveybe hanım emzirmiştir. Bir daha kızlarınız veya kız kardeşlerinizle evlenmemi bana teklif etmeyiniz” buyurdu.[283]

Ahlâkî Özellikleri

Risâletin ilk yıllarında babası Ebû Süfyân İslâm’ın en azılı düşmanlarından birisi olmasına rağmen o kocasıyla birlikte İslâm’ın ilk yıllarında Müslüman oldu. onunla birlikte müşriklerin zulmünden kaçarak Habeşistan’a hicret etti. [284] Ümmü Habîbe, Allah ve Rasûlü’nün sevgisini Ebû Süfyân’ın evine - ki o Kureyş’in seyyidi’dir, onda mal, bolluk ve lüks vardır- tercih etmiştir. Ümmü Habîbe memleketi Mekke’den uzak kalmanın derdine ve gurbette yaşamın zorluklarına katlanmıştır.[285]

Ümmü Habîbe’nin kuvvetli bir imanı vardı. Kocası Ubeydullah b. Cahş Habeşistan’da Hıristiyan oldu. onu da dininden döndürmeye çalıştı. Fakat Ümmü Habîbe bunu kabul etmeyerek İslâm dininden ayrılmadı.[286] Ümmü Habîbe’nin bu durumunu şu ayet anlatmaktadır: “Allah’a ve Ahiret gününe inanan bir toplumun - babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa- Allah’a ve Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah îman vermiş ve katındaki bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, onlar orada ebedi kalacaklardır.[287]

Ümmü Habîbe, Rasûllülah’ı herkesten daha çok seviyordu. Nitekim bu sebepten dolayı Ümmü Habîbe ile babası Ebû Süfyân arasında, babasının sevmeyeceği, bir konuşma geçti. Ebû Süfyân Medine’ye (Hudeybiye antlaşmasının süresini uzatmak için) geldiğinde Rasûllülah’ın minderine oturmak istedi. Ümmü Habîbe minderi ondan kaçırdı. Ebû Süfyân : “Ey kızım vallahi ben anlamadım. Beni mi minderden sakındın, yoksa minderi benden mi sakındın?” dedi. Ümmü Habîbe “ Bilakis O Rasûllülah’ın yatağıdır. Sen ise pis bir müşriksin. Ben senin Rasûllülah’ın minderinde oturmanı sevmiyorum.” Ebû Süfyân : “Vallahi ey kızım, benden sonra sana kötülük isabet etmiş”[288] dedi.

Ümmü Habîbe Hz Peygamber’i ve ailesini çok seviyor, onların devamlı yanında olmasını istiyordu. Bir gün “ Allah’ım beni zevcim Rasûlullah, babam Ebû Süfyân ve kardeşim Muâviye ile faydalandır.” diye dua etti. Bunun üzerine Hz Peygamber, “Allah’tan takvim edilmiş olan eceller, sayılmış günler ve taksîm edilmiş rızıklar için istekte bulundun. Allah onlardan hiçbir şeyi zamanından öne geçirmez. Yahut onlardan hiçbir şeyi zamanından sonraya bırakmaz. Şayet sen Allah’tan seni ateşteki azaptan yahut kabirdeki azaptan sana afiyet ve selâmet vermesini isteseydin daha iyi olurdu. O hiçbir şeyi vakti gelmeden yaratacak yahut vaktinden sonraya bırakacak değildir” buyurdu.[289]

Ümmü Habîbe ibadete çok düşkün bir hanımdı. Nafile namazları aksatmamaya dikkat eden bir sahâbi idi.[290]

Ümmü Habîbe itibarlı ve etkili bir hanımdı. Her ne zaman iyi bir yemek pişirse, birazını Hz. Peygambere göndermeyi unutmazdı. Bir akşam helva yaptı ve hizmetçisiyle bir tas dolusu helvayı Hz. Peygamber’e gönderdi. O sırada Hz. Peygamber Âişe’nin odasındaydı. Âişe yemeği alırken tabak elinden kaydı ve yere düştü. Helva tamamen dağılmıştı. Hz. Peygamber üzülmesine rağmen Âişe’yi teselli etti ve tasın parasını Ümmü Habîbe’ye gönderdi.[291]

Ümmü Habîbe iyi huylu nazik bir hanımdı.[292] O herkesin iyiliğini isteyen onlar için hayır dua eden bir hanımdı. Öyle ki, ilmi özelliklerinde ele aldığımız hadiste, kardeşini Hz. Peygamber’e eş olarak teklif etmektedir.[293]

Ümmü Habîbe Rasûlüllah’tan sonraki hayat çizgisini de bu doğrultuda devam ettirmiştir. Müslümanlar arasında çıkan ihtilaflara katılmamıştır. Kendini ibadete ve muhtaçlara yardıma adamıştır.

SONUÇ

Kureyş Kabilesinin Ümeyyeoğulları neslinden dünyaya gelen Ümmü Habîbe’nin çocukluk ve gençlik yılları ile ilgili bilgiye ulaşamadık. Ümmü Habîbe Ümeyyeoğulları gibi Mekke’de sözü geçen şerefli bir ailenin kızıydı. Fakat Ümmü Habîbe’nin babası Ebû Süfyân, ilk yıllarda İslâmiyete tamamen karşıydı. Müslümanlara yapılan zulümlerin başını çeken kimselerdendi. Ümmü Habîbe böyle bir aileye mensup iken gerçekleri görebilmiş ve İslâm dinine girmiştir. Babasının yanındaki bütün rahat yaşamına İslâm’ı tercih etmiştir. Sonunda ailesinin işkencelerine dayanamayarak ana vatanını terk edip ilk eşi Ubeydullah b. Cahş ile beraber Habeşistan’a hicret etmiştir.

Allah’a ve Rasûlü’ne en güzel itaati bu hanım sahabide görebiliriz. Eşi Ubeydullah b. Cahş’ın irtidat etmesi üzerine dininden dönmemiş, eşinden ayrılmış, babası Ebû Süfyân Müslüman olmadığı için Habeşistan’da kimsesiz kalmayı göze almıştır. Ümmü Habîbe kızı beraber yabancı ülkede korunmaya muhtaç bir hale düşmüş fakat sabrını ve metanetini hiçbir zaman yitirmemiştir. Ümmü habîbe çektiği bütün zorluklarda İslâm’a bağlılığını hiçbir zaman bırakmadı. Zira O’nun bu tarz zorluklara katlanmasını sağlayan Allah’a son derece bağlı olmasından kaynaklanıyordu.

Ümmü Habîbe’nin itaati ve sabrı neticesiz kalmamış önce Allah Teâla ona rüyasıyla müjdeyi vermiş, sonrasında Rasûlüllah’la nikâhı gerçekleşmiştir. İslâm tarihinde ilk defa gıyâbi yani yerine vekil bırakılarak nikâh yapılmıştır.[294]

Hz. Peygamber’in ailesine dâhil olduğunda, Ümmühâtü’l-Mü’minîn içinde kıymetli yerini almıştır. Hanımlar arasında kıskançlık ve ayrılık çıkarmak gibi olayların içine girmemiştir.

Sahabîler Hz. Peygamber’i her şeyden daha çok seviyorlardı. Ümmü Habîbe de Hz. Peygamber’e olan sevgisini, babası Ebû Süfyân’ın Hz. Peygamber’in minderine oturmasına izin vermeyerek en güzel şekilde göstermiştir.

Hz. Peygamber’in evliliklerinin İslâm dinine hizmet etmesi açısından önemi büyüktür. Hz. Peygamber’in Ümmü Habîbe ile evliliği, Ümeyyeoğulları ile Müslümanlar arasında yumuşamayı ve dostluğu sağlamıştır.

Ümmü Habîbe Hz. Peygamber’den duyduğu hadis-i şeriflere son derece tâbi olurdu. Hz. Peygamber’in; “Kim günde on iki rekat nafile namaz kılarsa, Allah onun vücudunu cehennem ateşine haram kılar” sözü üzerine bir daha bu namazları hiç terk etmemiştir.

Hz. Peygamber’in vefatından sonra Müslümanların birlikteliğini savunmuş ve herhangi bir taraf tutmamıştır. Sadece Hz. Osman’ın muhasarası esnasında bulunmuş fakat orada da Hz. Osman’a yapılan zulüm haksızca olduğu için onu desteklemiştir.

Bu çalışmada, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” ayetinin bir hanım sahabîdeki yansımasını gördük. Ümmü Habîbe gibi değerli hanımların hayatlarının Müslümanların dikkatine sunulması önem arz eden bir konudur.


BİBLİYOGRAFYA

ABDURREZZÂK, İbn Hemmâm es-San’ânî, (211/827) el-Musannef, Ed: Habîb er-Rahmân el-Â’zamî, Beyrût, 1832.

AFZALUR RAHMÂN, Sîret Ansiklopedisi, ter: Yusuf Balcı, İstanbul, 1990.

ÂİŞE ABDURRAHMAN Bintü’ş- Şatı’, Rasûlüllah’ın Annesi ve Hanımları, ter: İsmail Kaya, Konya, tsz.

APAK, Adem, “Ezvâc-ı Tâhirâttan Ümmü Habîbe”, Diyanet İlmi Dergi, Ankara,

2009, c: XLV, sayı:2, s. 121-130

AYCAN, İrfan, “Ebû Süfyân” DİA, İstanbul,1994, X/230-232.

,“Muâviye” DİA, İstanbul, 2005, XXX/332-334.

AYNÎ, Bedreddin Mahmud b. Ahmed, (h.855) Umdetü’l-Karî fî Şerhi Sahihu’l- Buhârî, Beyrût, tsz.

BELÂZÜRÎ, Ahmed b.Yahya (279/892) Ensâbü’l- Eşrâf, Beyrût, 1996.

, Fütûhu’l-Büldân, ter: Mustafa Fayda, Ankara, 1987.

BEYHAKÎ, Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyin, (458/1066) Delâilü’n-Nübüvve, Beyrût, 1985.

BUHÂRÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail (256/870) el-Câmiu’s-Sahîh, İstanbul, 1992.

CERRAHOĞLU, İsmail, “Garânîk”, DİA, İstanbul, 1996, XIII/361-366.

CİHAN, Sadık, Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik Olaylarla İlgisi, Samsun, 1997

ÇAĞATAY, Neşet, İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara, 1982.

DÂRIMÎ, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahmân (255/868) es-Sünen, Medine, 1966.

DELLA VlDA, Levi “Ümeyye” IA, İstanbul, 1986, XIn/99-100.

DOĞUŞTAN GÜNÜMÜZE BÜYÜK İSLÂM TARİHİ, Red: Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul, 1986.

DURSUN, Davut, “Etiyopya”, DİA, İstanbul, 1995, XI/488-491.

EBÛ DÂVÛD, Süleyman b. Eş’as (275/888) es-Sünen, İstanbul,1992.

EBÛ NUAYM, el-İsbahânî (430/1039) Hılyetü’l-Evliyâ Beyrût,1967.

EBÛ YÛSUF (182/798) Kitâbü’l-Harâc, Kâhire, 1328.

KETTÂNÎ, Muhammed Abdülhay b. Abdülkebîr (1382/1962) et-Terâtibü’l- İdâriyye, ter: Ahmet Özel, İstanbul,1990.

ES’ÂD, Mahmûd,Tarih-i Din-i İslâm, İstanbul, 1995.

EZRAKÎ, Ebu’l-Velîd Muhammed bin Abdullah (223/837) Ahbâru Mekke ve Mâ Câe fîha Mine’l-Âsâr, tah: Rüşdî Sâlih, Mekke, 2002.

HÂKİM, Muhammed b.Abdullah (405/1015) el-Müstedrek ale’s-Sahihayn, Beyrût,1986.

HAMEVÎ , Yâkût b. Abdillah (626/1229) Mu’cemu’l-Buldân, Beyrut, tsz.

HAMÎDULLAH, Muhammed, el-Vesâiku’s-Siyasiyye, ter: Vecdi Akyüz, İstanbul, tsz.

, İslâm Peygamberi, ter: Salih Tuğ, İstanbul,1980.

HATİBOĞLU, M. Said, “Müslüman Âlimlerin Buhârî Ve Müslim’e Yönelik Eleştirileri”, İslâmî Araştırmalar, Ed: Said Hatiboğlu, Ankara, 1997, c:X, sayı:1, s:1-29

HEYKEL, M. Hüseyin, Hazreti Muhammed Mustafa, ter: Ömer Rıza Doğrul, İstanbul, 1948.

HUDARÎ, Muhammed, İtmâmü’l-Vefâ fî Sîreti’l- Hulefâ, Beyrut, 1997.

İBN ABDİLBER, Ebû Ömer Yusuf b.Abdillah (463/1071) el-İstiâb fî Ma’rifeti’l- Ashâb, tah: Ali Muhammed Buhârî, Kahire, tsz.

İBN ASÂKİR, Ebû’l-Kâsım Ali b. Hasen (571/1175) Tarihu Medineti Dımeşk, Beyrût, 1998.

İBN HABÎB, Ebû Cafer Muhammed b.Habîb (245/859), el-Muhabber, Beyrut,1361.

İBN HACER, Şihâbüddin Ebü’l-Fadl el-Askalânî (852/1448) el-İsâbe fî Temyîzi’s- Sahâbe, Kâhire, 1328.

İBN HANBEL, Ahmed (241/855) el-Müsned, İstanbul 1992.

İBN HİŞÂM, Ebû Muhammed Abdülmelik (213/828) es-Sîretü’n-Nebeviyye, Mısır,1936.

İBN İSHÂK, Muhammed b.İshâk (151/768) Sîretü İbn İshâk, thk: Muhammed Hamidullah, Konya,1981.

İBN KAYYIM EL CEVZİYYE, Şemsüddin Ebû Abdullah Muhammed b. Bekr (751/1350) Zâdü’l-Meâd fî Hedyi Hayri’l-İbâd, Mısır, 1927.

İBN KESÎR, Ebu’l-Fidâ İsmail (774/1372) el-Bidâye ve’n- Nihâye, Beyrût,1966.

, Tefsirü’l-Kur’an’il-Azîm,trc.Abdülvehhâb Öztürk, İstanbul, 2010.

İBN KUTEYBE, ed-Dîneverî (276/889) el-Meârif, Beyrût, 1970.

İBN MÂCE, Hâfız Ebû Abdillah Muhammed b.Yezid (275/888) es-Sünen, tah. Muhammed Nâsıruddin el-Elbânî, Riyâd, tsz.

İBN SA’D, Muhammed (230/844) et-Tabakâtü’l- Kübrâ, Beyrût,1968.

İBN ŞEBBE, Ebû Zeyd Âmir (262/876) Târîhu’l-Medîneti’l-Münevvere, Beyrût, 1990.

İBNÜ’L-ESÎR, İzüddin b.Ebi’l-Hasen Ali b. Muhammed (630/1232), Üsdü’l- Ğâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, tah: Muhammed İbrahim el- Bennâ, Kâhire, 1973.

, el Kâmil fi’t-Târîh, Beyrût, 1965.

KALKAŞENDÎ, Ebü’l-Abbas Ahmed b.Ali b. Ahmed b. Abdullah (820/1417) Nihâyetü’l-Ereb fî Mârifeti Ensâbi’l-Arab, Beyrut, 1984.

, Subhu’l-Aşâ fî Sınâati’l-İnşâ, Lübnân, 1987.

KÂNDEHLEVÎ, M. Yusuf, Hayatü’s-Sahâbe, ter: Sıdkı Gülle, İstanbul, 1990.

KANDEMİR, M. Yaşar, “Hanımların dilinden Hz. Peygamber”, Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, İstanbul, 1988, s.67-85

KAZICI, Ziya, “Ümmü Habîbe” ŞİA, İstanbul, 2000, VIII/ 146-148

, Hz.Muhammed’in Eşleri ve Aile Hayatı, İstanbul, 1996.

KEHHÂLE, Ömer Rıza, Â’lâmü’n-Nisâ, Dımeşk, 1959.

KÖKSAL M. Âsım, İslâm Tarihi, İstanbul, 1981.

KUR’AN-I KERÎM VE MEÂLİ, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, 2003.

KURTUBÎ, Abdullah el-Ensârî (671/1273) el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, tev: M. Beşir Eryarsoy, İstanbul , 2002.

KUTUB Muhammed Ali, Mevsûatü Ricâlin ve Nisâin Havler Rasûl, Kahire, 2004.

, Mü’minlerin Anneleri, Konya, 1993.

KUZGUN, Şaban, Hz. İbrahim ve Haniflik, İstanbul, 1985.

MES’ÛDÎ, Ebu’l-Hasen Ali (345/956) Murûcu’z-Zeheb, Bulak,1283.

MÜSLİM b. Haccac el-Kuşeyrî (261/874) Sahihu Müslim, Beyrut,tsz.

NESÂÎ, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb (303/915) , es-Sünen, Mısır, tsz.

ÖNKAL, Ahmet, Rasûlüllah’ın İslâm’a Davet Metodu, Ankara, 1997.

ÖZKUYUMCU, Nadir, “Asr-ı Saadet’te Hıristiyanlarla İlişkiler”,Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm, Ed: Vecdi Akyüz, İstanbul, 2006.

ÖZTÜRK, Levent, İslâmiyet’in Yayılmasında Habeşistan Hicretleri Örneği,
Sakarya Ü.İ.F.Dergisi, 2001, sayı: 4, s.10.

SARIÇAM, İbrahim, Emevî-Hâşimî İlişkileri, Ankara, 1997.

SAVAŞ, Rıza İlk Dönem İslam Toplumlarında Kadının Konumu, İzmir, 2004.

SÜHEYLÎ (581/1185) er-Ravdu’l-Ünf, Kahire,1332.

ŞİBLÎ, Numanî, Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, İstanbul, 1986, ter: Talip Yaşar Alp

TABERÎ, Ebû Cafer Muhammed b.Cerir (310/922) Tarihu’l-Ümemi ve’l-Mülûk, Kâhire, 1939.

, Câmiu’l-Beyân an- Te’vîli’l-Kur’ân, Mısır, 1954.

TİRMİZÎ, Muhammed b.İsa (278/892) es-Sünen, Kâhire,1964.

TUĞ, Salih, “Rasûlüllah Muhammed (A.S)’in Evliliklerince Kronolojik Yapı”, Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, İstanbul, 1988, s.145-151

URALER, Aynur, Peygamberimizin Hanımı Ümmü Habîbe Ve Rivayet Ettiği Hadisler, İstanbul, 2010

VÂKIDÎ, Muhammed b. Ömer b.Vâkıd (207/822) Kitâbü’l-Megâzî, tah: Marsden Jones, Beyrût,1984.

YA’KÛBÎ, Ebû Ya’kûb b. Ca'fer b. Vehb ( 294/897) Tarihu’l-Ya’kûbî, Necef, 1358.

ZEHEBÎ, Şemsüddin Muhammed b.Ahmed (748/1374) Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, tah: Şuayb el-Arnavut, Beyrût,1985.

, Tarihu’l-İslâm, Beyrût, 1997.

ZİRİKLÎ, Hayruddîn, el-Â’lâm, Kâhire, 1954.



[1]  İbn Sa’d, Muhammed, et-Tabakâtü’l- Kübrâ, Beyrût, 1968, VIII/96; İbn Asâkir, Ali b. Hasan b. Hibetillah ed-Dimeşkî, Tarihu Medineti Dimeşk, Beyrût, 1998, LXIX/133, Zehebî, Şemsüddin Muhammed b. Ahmed, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, Beyrût,1985, II/218.

[2]   İbnü’l-Esîr, İzzüddîn b. Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed Üsdü’l-Ğâbe fi Mâ’rifeti’s-Sahâbe, tah:Muhammed İbrahim el-Bennâ, Kâhire,1973,VII/315.

[3] Kehhâle, Ömer Rıza, A’lâmü’n-Nisâ, Dımeşk, 1959, I/464.

[4] İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdü’l-Meâd fî Hedyi Hayri’l-İbâd, Mısır, 1927, I/27.

[5]  İbn Abdilber, Ebû Ömer Yusuf b. Abdillah b. Muhammed, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashab, Kâhire, tsz, IV/1843, Kehhâle, I/464.

[6] İbn Sa’d, VIII/ 96.

[7] İbn Hacer, Şihâbüddin Ebü’l-Fadl el-Askalânî, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Kâhire, 1328, IV/305.

[8] Ziriklî, Hayruddin, el-A’lâm, Beyrût, 1927, III/60.

[9] Zehebî, Siyer, II/ 219.

[10] Kalkaşendî, Ebu’l-Abbas Ahmed b.Ali b. Ahmed b. Abdullah, Nihâyetü’l-Ereb fî Mâ’rifeti Ensâbi’l- Arab, Beyrût, 1984, s.85.

[11]İbn Kuteybe, ed-Dîneverî, el-Meârif, Beyrût, 1970, s.33.

[12] Kalkaşendî, Nihâyetü’l-Ereb, s.85.

[13] İbn Manzur, Ebu’l-Fazl Cemâlüddin Muhammed, Lisânu’l- Arab, Beyrût, tsz, XIV/46.

[14] Kalkaşendî, Nihâyetü’l-Ereb, s.85.

[15] Della Vida, G. Levi, “Ümeyye” , İA, İstanbul, 1986, XIII/99-100.

[16] Kalkaşendî, Nihâyetü’l-Ereb, s.85,86.

[17] Ezrakî, Ebu’l-Velid Muhammed bin Abdullah, Ahbâru Mekke ve Mâ Câe fîha Mine’l-Âsâr, tah: Rüşdî Sâlih Melhas, Mekke, 2002, I/104-111.

[18] İbn Habîb, Ebû Ca’fer Muhammed, el-Muhabber, Beyrût, 1361, s.167.

[19] Ezrakî, I/114

[20] İbn İshâk, Muhammed b. Yesâr, Sîretü İbn İshâk, Tah: Muhammed Hamidullah, Konya, 1981, s.47.

[21] Ezrakî, I/114.

[22] Belazurî, Ahmed b.Yahya, Ensâbü’l-Eşrâf, Beyrût, 1996, I/81-82.

[23] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, VI/148.

[24] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, VI/148.

[25] Aycan, İrfan, “ Ebû Süfyân”, DİA, İstanbul, 1994, X/230,231.

[26] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, VI/148.

[27] Ziriklî, III/288.

[28] İbn İshâk, s.124-126.

[29] İbn İshâk, s.178-180.

[30] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Mısır,1936, I/ 388.

[31] İbn İshâk, s. 169.

[32] İbnü’l-Esîr, VI/148.

[33] Vâkıdî, Muhammed b.Ömer b.Vâkıd, Beyrût, 1984,I/20, 28, 30, 31, 149.

[34]Vâkıdî, II/443; Zehebî, Siyer, II/106.

[35] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, VI/148.

[36] Ya’kûbî, Ebû Ya’kûb b. Ca'fer b. Vehb, Tarihu’l-Ya’kûbî, Necef, 1358, II/59.

[37] İbn Hişâm, IV/86.

[38] Zehebî, Siyer, II/106. (Ukıyye 40 dirheme eşittir)

[39] Zehebî, Siyer, II/106.

[40] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, VI/149.

[41] Aycan, İrfan, “Ebû Süfyân”, DİA, X/231.

[42] Zehebî, Siyer, II/ 107.

[43] Zehebî, Siyer, II/ 107.

[44] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, VI/149.

[45]İbn Sa’d, VIII/96; İbn Habîb, s. 88.

[46]İbn Abdilber, IV/1843.

[47] İbn Asâkir, LXIX/137; Hâkim, el-Müstedrek ale’s-Sahihayn, Beyrût, 1986, IV/20.

[48] Ziriklî, III/ 60.

[49] Zehebi, Siyer, II/119,120.

[50] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, V/ 209.

[51] Zehebî, Siyer, III/122.

[52]İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V/210.

[53]Kettânî, Muhammed Abdülhay, et-Terâtîbü’l-İdâriyye, ter: Ahmet Özel, İstanbul,1990, I/140.

[54] İbn Abdilber, III/ 1420.

[55] Kettânî, I/210.

[56] Zehebî, Siyer, III/123.

[57] Zehebî, Siyer, III/124.

[58] Cihan, Sadık, Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik Olaylarla İlgisi, Samsun, 1997, s.147

[59] Zehebî, Siyer, II/222.

[60] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V/ 209.

[61] Aycan, İrfan, “Muâviye b. Ebû Süfyân”, DİA, İstanbul, 2005, XXX/332.

[62] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V/ 211.

[63] Zehebî, Siyer, III/140; İbn Kesîr, Ebu’l Ferec, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrût, 1966, VIII/129.

[64] Zehebî, Siyer, III/140.

[65] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V/211.

[66] Aycan, İrfan, “Muâviye b. Ebû Süfyân”, DİA, XXX/333.

[67] Zehebî, Siyer, III/137.

[68] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V/211.

[69] Zehebî, Siyer, III/162.

[70] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V/211.

[71] Zehebî, Siyer, III/157.

[72] Kalkaşendî, Nihâyetü’l-Ereb, s.85,86.

[73] Della Vida, G. Levi, “Ümeyye”, İA, XIII/100.

[74] Aycan, İrfan, “Muâviye b. Ebû Süfyân”, DİA, XXX/334.

[75] Belâzürî, II/ 74

[76] İbn Kuteybe, s.150.

[77] İbn Hacer, el-İsâbe, IV/305.

[78] Ziriklî, III/61.

[79] Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir, Târihu’l-Ümemi ve’l-Mülûk, Kâhire, 1939, II/414.

[80] İbn Hacer, el-İsâbe, IV/305.

[81]  İbn Hişâm, I/346; Zehebî, Târîhu’l- İslâm, Beyrût, 1989, IV/133; Apak, Adem, “Ezvâc-ı Tâhirâttan Ümmü Habîbe”, Diyanet İlmi Dergi, Ankara, 2009, c: XLV, sayı:2, s. 122.

[82] Belâzürî, I/226-227

[83] Çağatay, Neşet, İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara, 1982, s.160

[84] İbn Hişâm, I/ 237-238.

[85] Es’ad, Mahmud, Tarih-i Din-i İslâm, İstanbul, 1995, s.264.

[86] Kuzgun, Şaban, Hz İbrahim ve Haniflik, İstanbul, 1985, s.187.

[87] Es’ad, Mahmud, s.265.

[88] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, VII/315.

[89] İbn Sa’d, VIII/ 96.

[90] İbn Sa’d, VIII/97; Zehebî, Siyer, II/220.

[91] İbn Sa’d, VIII/ 97.

[92] İbn Sa’d, VIII/ 96; İbn Hacer, el-İsâbe, IV/305.

[93] İbn Asâkir, LXIX/137.

[94] Kazıcı, Ziya, Hz. Peygamber’in Eşleri ve Aile Hayatı, İstanbul, 1993, s.294.

[95] İbn Hacer, İsâbe, IV/ 305.

[96] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, VII/315.

[97] İbn İshâk, s.24; İbn Sa’d, VIII/96.

[98] Meryem 19/36.

[99] Özkuyumcu, Nadir, “ Asr-ı Saâdet’te Hıristiyanlarla İlişkiler”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saâdette İslâm, Ed: Vecdi Akyüz, İstanbul, 2006, II/152.

[100] Nahl 16/103.

[101] Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’ân, Mısır, 1373/1954, XIV/177-180.

[102] Kasas 28/51-54.

[103] İbn Hişâm, II/32.

[104] Kasas, 28/55.

[105] Hamidullah, İslâm Peygamberi, Salih Tuğ, İstanbul, 1980, I/321-322.

[106] Kalkaşendî, Ahmed b. Ali, Subhu’l-A’şâ fî Sınâati’l-İnşâ, Lübnân, 1987, V/295

[107] Öztürk, Levent, İslâmiyet’in Yayılmasında Habeşistan Hicretleri Örneği, Sakarya Ü.İ.F.Dergisi, 2001, sayı:4, s.10.

[108] Dursun, Davut, “Etiyopya”, DİA, İstanbul/1995, XI/488.

[109] Kalkaşendî, Subhu’l-A’şâ, V/289-290, 308

[110] İbn Hişâm, I/357-361.

[111] Süheylî, er-Ravdu’l-Ünf, Kâhire, 1332, II/250; Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/328

[112] Belâzürî, II/679.

[113] Hamidullah, el-Vesâiku’s-Siyasiyye, ter: Vecdi Akyüz, İstanbul, tsz, s.119,120.

[114] Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/330.

[115] Taberî, II/ 68.

[116] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, Beyrût, 1965, II/ 78,79.

[117] İbn Sa’d, I/204; Taberî, II/69.

[118] İbn Sâ’d, I / 205-207; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II/77,78.

[119] Yâkut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Buldân, Lübnan, tsz, IV/195.

[120] Hac 22/52.

[121] İbn İshâk, s.157-158.

[122] İbn Hişâm, II/7.

[123] Buhan, Tefsîr, 53/4, Müslim, Mesâcid, 105.

[124] Cerrahoğlu, İsmail, “Garânîk”, DİA, İstanbul, 1996, XIII/365.

[125] Heykel, M. Hüseyin, Hazreti Muhammed Mustafa, ter: Ömer Rıza Doğrul, İstanbul, 1948, s.155-156.

[126] Cerrahoğlu, İsmail, “Garânîk”, DİA, XIII/365.

[127] Sarıçam, İbrahim, Emevî- Hâşimî İlişkileri, Ankara, 1997, s.107-120; Apak, Adem, s. 122

[128] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II/78.

[129] Kazıcı, Ziya, Hz. Muhammed’in Eşleri ve Aile Hayatı, s. 294.

[130] İbn İshâk, s.24; İbn Sa’d, VIII/96; Belâzürî, II/72; Ziriklî, III/61.

[131]İbn Sa’d, I/258

[132] Hamidullah, Vesâik, s.114, 115.

[133] Köksal, M. Âsım, İslâm Tarihi (Mekke Dönemi), İstanbul, 1981, s.292-293

[134] İbn Sa’d, VIII/ 97.

[135] İbn Hişâm, I/238.

[136] Taberî, II/414 .

[137] İbn Sa’d, VIII/97; İbn Hacer, IV/ 305.

[138] Belâzürî, II/72.

[139] İbn Abdilber, IV/ 1844.

[140] Ziriklî, III/61

[141] Kazıcı, Ziya, Hz. Muhammed’in Eşleri ve Aile Hayatı, s. 295.

[142] İbn Sa’d, VIII/ 97; İbn Hacer , IV/ 305.

[143] Belazürî, II/72; İbn Hacer, IV/ 305; Kutub, Muhammed Ali, Mevsûat, Kâhire, 2004, s.66.

[144] İbn Sa’d, I/258.

[145] İbn Sa’d, I/258; Hamidullah, Vesâik, s.116.

[146] İbn Sa’d, I/259; Hamidullah, Vesâik, s.119.

[147] îbn İshak, s. 210; Hamidullah, Vesâik, s.116, 117.

[148] îbn Sa’d, I/207.

[149] Kettânî, I/272.

[150] Çünkü Halîd b. Saîd Ümmü Habîbe’nin amcasının oğludur. Bkz. îbn Kesîr, el-Bidâye, IV/143.

[151] îbn Sa’d, VIII/ 97; Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyin, Delâilü’n-Nübüvve, Beyrût, 1985, III/ 461; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l Ğâbe, VII/315.

[152] İbn Sa’d, VIII/97; İbn Kesîr, el-Bidâye, IV/143.

[153] İbn Kesîr, el-Bidâye, IV/143.

[154] İbn Kesîr, el-Bidâye, IV/143.

[155] İbn Habîb, s. 89.

[156] İbn Sa’d, VIII/ 98; İbn Kesîr, el-Bidâye, IV/144.

[157]Hakim, IV/120; İbn Abdilber, IV/1845; İbn Asakir, LXIX/135; Zehebî, Siyer, II/220.

[158] İbn Sa’d, I/207, 208; Ziriklî, III/61; Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Red: Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul, 1986, I/322.

[159] Beyhakî, III/ 462; Zehebî, Târîhu’l- İslâm, IV/133.

[160] İbn Sa’d, VIII/ 98; Beyhakî, III/462; İbn Kesîr, el-Bidâye, IV/144.

[161] İbn Abdilber, IV/ 1845.

[162] İbn Sa’d, VIII/ 98.

[163] İbn Asâkir, LXIX/142; İbn Kesîr, IV/143.

[164] İbn Hacer, IV/ 306.

[165] İbn Abdilber, IV/1845.

[166] İbn Sa’d, VIII/98; Belâzürî, II/73; Zehebî, Tarîhu’l-islâm, IV/133; İbn Kesîr, , el-Bidâye, IV/143.

[167]İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, VII/115-116.

[168] İbn Sa’d, I/208; İbn Habîb, s. 89; Beyhakî, III/460, Zehebî, Siyer, II/220; Ziriklî, III/61. (Dinar; Bir
fıkıh ıstılahı olarak on şer’î dirhem (28 gram) halis gümüş niyetindeki altın para birimini ifade eder)

[169] İbn Asâkir, LXIX/145.

[170] İbn Asâkir, LXIX/145.( Bir dinar 4,25 gram altın karşılığıdır. Bir dirhem 2,8 gram gümüş para karşılığıdır.)

[171] Hâkim, IV/20

[172] Beyhakî, III/460; İbn Asâkir, LXIX/145.

[173] Ebû Dâvûd, Nikâh, 27.

[174] Hâkim, IV/22; İbn Asâkir, LXIX/146.

[175] Ebû Dâvûd, Nikâh, 27.

[176] Uraler, Aynur, Peygamberimizin Hanımı Ümmü Habîbe Ve Rivayet Ettiği Hadisler, İstanbul, 2010, s.35

[177] îbn Sa’d, VIII/98; Hâkim, IV/21.

[178] îbn Sa’d, VIII/98; Hâkim, IV/21; Ziriklî, III/61.

[179] Kettânî, I/272.

[180] îbn Sa’d, I/208.

[181] Belâzürî, II/73.

[182] îbn Sa’d, I/208.

[183] Ya’kûbî, II/56; Doğuştan Günümüze Büyük îslâm Tarihi, I/323.

[184] Hamidullah, Vesâik, s.117,118.

[185] Ebû Dâvûd, Tahâret, 60; Hamidullah, Vesâik, s.119.

[186] Zehebî, Siyer, II/219.

[187] İbn Asâkir, LXIX/146,147.

[188] İbn Sa’d , VIII/99; Zehebî, Siyer, II/220; Ziriklî, III/61.

[189] Mes’ûdi, Ebu’l-Hasan Ali, Bulak, 1283, I/312.

[190] Afzalurrahman, Sîret Ansiklopedisi, ter: Yusuf Balcı, İstanbul, 1990, II/196.

[191] İbn Sa’d, VIII/98

[192] Köksal, M. Âsım, IX/121.

[193] Kazıcı Ziya, Hz. Muhammed’in Eşleri ve Aile Hayatı, s. 306.

[194] Âişe Abdurrahman Bintü’ş- Şatı’, Rasûlüllah’ın Annesi ve Hanımları, ter: İsmail Kaya, Konya, tsz, s.367.

[195] Aynı yer.

[196] Kurtubî, Abdullah el-Ensâri, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’an, ter: M. Beşir Eryarsoy, İstanbul , 2002, XIV/76.

[197] Buhârî, Talâk, 7.

[198] Aynî, Bedreddin Mahmud b. Ahmed, Umdetü’l-Karî fî Şerhi Sahihu’l-Buhârî, Beyrût, tsz. XIX/117.

[199] Ahzâb 33/28-29

[200] îbn Kesîr, Tefsîr’ül-Kur’ân’il-Azîm, ter: Abdülvehhâb Öztürk, İstanbul, 2010, VII/473.

[201] îbn Kesîr, Tefsîr, VII/476.

[202] Müslim, Nikâh, 46.

[203] Kandemir, M. Yaşar, “Hanımların dilinden Hz. Peygamber”. Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, İstanbul, 1988, s.78

[204] İbn Sa’d, VIII/100; İbn Hacer, IV/306,307; Zehebî, Siyer, II/223.

[205] Kazıcı, Ziya, Hz. Muhammed’in Eşleri ve Aile Hayatı, s. 304.

[206] Kazıcı, Ziya, “Ümmü Habîbe”, ŞİA, VIII/ 147.

[207] İbn Sa’d, VIII/99; Ziriklî, III/61.

[208] Vakıdî, III/ 783; Belâzürî, II/74; Taberî, II/ 326; Beyhakî, III/459; İbn Kesîr, el-Bidâye, IV/143; Savaş, Rıza İlk Dönem İslam Toplumlannda Kadının Konumu, İzmir, 2004, s.74.

[209] Afzalurrahman, II/199.

[210] Önkal, Ahmet, Rasûlüllah’ın İslâm’a Davet Metodu, Ankara, 1997, s.401.

[211] Ya’kûbî, II/57.

[212] Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/274.

[213] Vakıdî, III/783; Taberî, II/326; Kehhâle, I/464.

[214] îbn Hişâm, III/44-46.

[215] Kândehlevî, M. Yusuf, Hayâtü’s-Sahâbe, ter: Sıdkı Gülle, İstanbul, 1990, III/125.

[216] Ahmed, İbn. Hanbel, VI/327.

[217] Vâkıdi, III/1110.

[218] İbn Sa’d, II/231, 232; İbn Kesîr, el-Bidâye, V/225

[219] İbn Kesîr, el-Bidâye, V/226

[220] İbn Sa’d, II/266.

[221] Zümer 39/30; İbn Sa’d, II/266.

[222] Âl-i İmrân 3/144.

[223] Kasas 28/80.

[224] İbn Kesîr, el-Bidâye, V/242-243.

[225]Zehebî, Siyer, II/222 .

[226] Kazıcı, Ziya, “Ümmü Habîbe”, ŞİA, VIII/148.

[227] İbn Sa’d, VIII/ 100.

[228]İbn Kesîr, el-Bidâye, V/285.

[229] Ebû Yusuf, Kitâbü’l-Harac, Kâhire, 1328, I/44.

[230] Ya’kubî, II/175.

[231] Şiblî, Numanî, Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, ter: Talip Yaşar Alp, İstanbul, 1986, II/319.

[232] Kazıcı, Ziya, “Ümmü Habîbe”, ŞİA, VIII/148.

[233] İbn Şebbe, Ebû Zeyd Âmir, Târîhu’l-Medîneti’l-Münevvere, Beyrût, 1990, IV/1214.

[234] Kehhâle, I/465; Hudarî, Muhammed, İtmâmü’l-Vefâ fî Sîreti’l- Hulefâ, Beyrût, 1997, s.240.

[235] İbn Asâkir, LXIX/151, Kazıcı, Ziya, “Ümmü Habîbe”, ŞİA, VIII/148

[236] Taberî, III/417

[237] İbn Şebbe, IV/ 1239.

[238] Zehebî, Siyer, III/139.

[239] Abdurrezzâk, İbn Hemmâm es-San’ânî, Musannef, Ed: Habîb er- Rahmân el-Â’zamî, Beyrût, 1832, V/458.

[240] İbn Sa’d, VIII/100.

[241] Zehebi, Siyer, II/ 222.

[242] İbn Kesîr, el-Bidâye, X/50.

[243] Zehebî, Siyer, II/220.

[244] îbn Hacer, IV/ 307; Belazûrî, II/ 74; Kehhâle, I/465.

[245] Kehhâle, I/465.

[246] îbn Hacer, IV/307.

[247]Belâzürî, II/ 74; Zehebî, Târîhu’l-îslâm, IV/134 .

[248] îbn Asâkir, LXIX/152.

[249] îbn Sa’d, VIII/100.

[250] îbn Sa’d, VZII/100; îbn Hacer, IV/306,307; Zehebî, Siyer, II/223.

[251] Belâzürî, II/ 74.

[252] Zehebî, Siyer, II/220.

[253] îbn Asâkir, LXIX/153.

[254] Zehebî, Siyer, II/220.

[255] Kutub, Muhammed Ali, Mü’minlerin Anneleri, Konya, 1993, s.238.

[256] Kazıcı, Ziya, “Ümmü Habîbe”, ŞİA, VIII/147.

[257] Müslim, Fedâil, 168.

[258] Hatiboğlu, M. Said, “Müslüman Âlimlerin Buhârî Ve Müslim’e Yönelik Eleştirileri”, İslâmî Araştırmalar, Ed: Said Hatiboğlu, Ankara, 1997, c:X, sayı:1, s.14.

[259] Ziriklî, III/61.

[260] Kettânî, I/272.

[261] Uraler, Aynur, s.53

[262] Zehebî, II/219.

[263] Buhârî, Salât, 48.

[264] Kehhâle, I/464.

[265] Zehebî, Siyer, II/219.

[266] İbn Asâkir, LXX/131.

[267] İbn Mâce, İkâme, 108; Nesâî, Kıyâmu’l-Leyl, 67.

[268] Müslim, Salâtü’l-Müsafirîn, 101,103; Dârimi, Salât,144; Nesâî, Kıyâmu’l-Leyl, 67; İbn Mâce, İkâme, 100; Ebû Dâvûd, Tatavvu, 5,7(Müslim hariç diğerlerinde Ümmü Habîbe’nin bu namazı hiç terk etmediği ibaresi yoktur.).

[269] Tirmizî, Cenâiz, 40.

[270] Tirmizî, Salât,129.

[271] İbn Mâce, Tahâre, 121.

[272]Tirmizî, Tahâre, 18.

[273]İbn Hanbel, Ahmed, VI/327; Müslim, Hac, 298, 299; Tirmizî, Hac, 58; Nesâî, Hac, 208.

[274] Nesâî, Talâk, 55.

[275] İbn Hanbel, Ahmed, VI/327; İbn Mâce, Ezân, 4.

[276]Buhârî, Cenâiz, 31; Talâk, 46; Müslim,Talâk, 58, 59, 62; Ebû Dâvûd, Talâk, 43; Nesâî, Talâk, 63; Tirmizî, Talâk, 18; Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, ter: Mustafa Fayda, Ankara, 1987, s.193.

[277]Tirmizî, Tahâre, 58(Bazı ilim adamları ateşte pişen şeylerden dolayı abdest alma gereği görüşündedirler. Peygamber’in ashabından tabiin ve tebe-i tabiin devrindeki pek çok kimselerde gerekmediği görüşündedirler.)

[278] Tirmizî, Salât 120.

[279] Ebû Dâvûd, Cihâd, 46.

[280] İbn Hanbel, Ahmed, VI/427.

[281] Ebû Nuaym, el-İsbahânî, Hılyetü’l-Evliyâ, Beyrut,1967, X/218; Tirmizî, Fiten, 23.

[282] İbn Mâce, Fiten, 12; Tirmizî, Zühd, 61.

[283] İbn Hanbel, Ahmed, VI/428; Buhârî, Nikâh, 20, 25, 26, 33; Nafakât, 16; Müslim, Radâ’; 15, 16, Ebû Dâvûd, Nikâh, 6; Nesâî, Nikâh, 44, 45, 46.

[284] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, VII/315.

[285] Kutub, Muhammed Ali, Mevsûat, s. 65.

[286]Taberî, II/414.

[287] Mücâdele 58/22

[288] Vakıdî, III/783; Taberî, II/326; Kehhâle, I/464.

[289] Müslim, Kader, 33.

[290] Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 101,103

[291] Afzalurrahman, II/190.

[292] Afzalurrahman, II/190

[293] Ebû Dâvûd, Nikâh, 6

[294] Tuğ, Salih, “Rasûlüllah Muhammed (salla'llâhü aleyhi ve sellem)’in Evliliklerince Kronolojik Yapı”, Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, İstanbul, 1988, s.148

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar