ÜMMÜ HABÎBE BİNT. EBÛ SÜFYAN’IN HAYATI VE ŞAHSİYETİ
Hazırlayan: Emine YOLCU
Hz. Peygamber
ve ashabının yaşadığı mükemmel çağ, Asr-ı Saâdet devridir. Asr-ı Saâdet
dönemini ve bu dönemde yaşayan sahabeyi bilmek o dönemin az da olsa yaşanmasına
vesile olacaktır. Hz. Peygamber risaletle görevlendirildiği bu toplumu
bütünüyle değiştirmeyi başarmıştır. Önceleri her türlü kötülüğü yapan, içki
içen, kumar oynayan, insanları köle olarak alıp satan, fakirlere zulmeden,
insanın değerinin sadece soy ve zenginlikte olduğunu düşünen bir toplumu her
yönüyle değiştirmeyi başarabilmiştir. Burada en önemli faktör, onun güzel
ahlâkı ve insanlara en güzel örnek oluşu, yılmadan görevini yerine
getirmesidir. Sahabîler de Hz. Peygamber’e dâima itaat ettiler ve onun
sünnetine tabi oldular.
Bir Müslümanın
hayatındaki en büyük gâye Kur’an ve sünnete uygun yaşamaktır. Bu gâyeyi
gerçekleştirmenin en güzel yolu, hem Hz. Âişe’nin “O’nun ahlâkı Kur’an” dediği
Hz. Peygamber’in ahlâkı ve hayatını hem de ashabının hayatını bilmekten geçer.
Asr-ı
Saâdet’te erkek sahabîlerin yeri büyük olduğu gibi hanım sahabîlerin de önemi
büyüktür. Yeni nesillerimizin ve aile hayatımızın düzenli olmasını istiyorsak;
önce Hz. Peygamber’in eşlerinin, sonra hanım sahabîlerin uygulamalarını örnek
almalıyız.
Bu çalışmamızda,
İslâmiyeti kabul edenlerin ilklerinden ve Hz. Peygamber’in eşlerinden olan Ümmü
Habîbe bint. Ebî Süfyân’ın hayatı incelenmeye çalışıldı. Mekke’nin reisi Ebû
Süfyân’ın kızı olan Ümmü Habîbe Habeşistan’a hicret etmiş, Habeşistan’da iken
Hz. Peygamberle nikahlanmıştır. Hz. Peygamber’e ve İslâm’a bağlılığı sebebiyle
şerefli ve zengin bir aileyi bırakan Ümmü Habîbe’nin İslâm tarihinde önemli bir
yeri vardır.
ÜMMÜ HABÎBE’NİN NESEBİ, AİLESİ, DOĞUMU
Ümmü
Habîbe’nin nesebi, Remle bint. Ebî Süfyân b. Sahr b. Harb b. Ümeyye b. Abdi
Şems Abdi Menâf b .Kusaydır.[1] Kureyşlidir, Emevî kabilesine
mensuptur.[2]
İsminde
ihtilaf edilmiştir. Bir rivayete göre adı Remle[3]
[4] başka bir rivayete göre ise
Hind’dir.4 Meşhur olanı
Remledir. Hadis, siyer, neseb ilim ehlinin çoğunluğuna göre de kabul edilen
ismi Remledir.[5] Arap örf adet ve geleneklerine
göre ilk çocuğunun adı olan Habîbe ile künyelenmiştir. Bundan dolayı kendisine
Ümmü Habîbe künyesi verilmiştir.[6] İsminden daha çok
Ümmü Habîbe künyesi ile meşhurdur.[7]
Ümmü Habîbe
Peygamberimizin hanımlarındandır.[8] Peygamberimizin hanımları
içinde neseb olarak ondan daha yakını yoktur.[9]
Ümmü
Habîbe’nin soyu Kureyş’in Adnânîler kolundan Ümeyye oğullarına dayanmaktadır.
Bu soy, Abdüşems b. Abdümenâfın Ümeyye adlı iki oğlundan büyüğünün neslidir.[10] Ümeyye’nin ecdâdı şöyledir:
Ümeyye b. Abdüşems b. Abdümenâf b. Kusay. Benî Ümeyye ile Benî Hâşimin şeceresi
Abdümenâf b. Kusay’da birleşmektedir.[11]
Abdüşemsin iki oğlu var bunlardan biri büyük Ümeyye’yi diğeri de küçük
Ümeyye’yi oluşturur.[12]Ümeyye Oğulları Kureyş’in en
nüfuzlu ailelerinden biridir. Büyük Ümeyye’yi oluşturan kolun on oğlu vardır.
Bunların dördü “A’yâs” kolunu altısı ise Anâbise kolunu oluşturmaktadır.[13] A’yâs kolu Îs, Ebü’l-Îs, Âs ve
Ebü’l- Âsî ile bunların neslidir. A’yas ismi bu dördünün isimlerinden dolayı
verilmiştir. Anâbise koluna gelince, bunlar Harb, Ebû Harb, Süfyân ve Ebû
Süfyân, Amr, ve Ebû Amr ile bunların neslidir. Anâbise ismi Harb’ın
oğullarından olan Anbese’den dolayı verilmiştir.[14]Ümeyye’nin
itibarı büyük ölçüde mal ve evlât çokluğuna ve Kureyş kabilesindeki ordu
komutanlığı görevine bağlı bulunmaktadır. Ordu komutanlığı onlara dedeleri
Abdüşems’ten intikal etmiştir. Bu görev Abdümenâf’tan oğlu Abdüşems’e,
Abdüşems’ten Ümeyye’ye Ümeyye’den oğlu Harb’e, Harb’den de Ebû Süfyân’a kadar
ulaşıp gelmiştir.[15] Anâbise kolunun en meşhur
ailesi şüphesiz Harb soyundan gelir. Harb’ın oğlu Ebû Süfyân İslâm’ın
başlangıcında büyük rol oynar.[16]
Bu soyun
Kusay’dan Ümeyye’ye ve Ebû Süfyân’a gidişi şöyle özetlenebilir: Kusay çocuk
iken babası ölünce annesi Fâtıma Suriye de oturan Rabîa b.Haram ile evlendi.
Kusay da annesiyle birlikte Suriye’ye gitti. Kusay, gerçek memleketinin Hicaz
olduğunu öğrenince, hac aylarında Mekke’ye geldi ve Mekke’nin lideri olan Huzâa
kabilesi reisinin kızıyla evlendi. Abdümenâf bu evlilikten dünyaya geldi. Kusay
kısa bir zaman sonra Kâbe’nin yönetimini ele geçirdi. Hakimiyet artık Kureyş’in
eline geçti. Bundan sonra Mekke’nin dışında yaşayan Kureyşlileri bir araya
getirerek Mekke’ye yerleştirdi. Onun ölümünden sonra Kâbe ile ilgili görevler
anlaşmazlığa sebep oldu ve bir kısım görevler Abdümenâfoğullarına bir kısmı da
Abdüddâroğullarına verildi. Fakat Kıyâde, Rifâde ve Sikâye görevleri
Abdümenâf’ın kendisi tarafından yerine getirildi.[17]Ondan
sonra bu görevler oğulları Hâşim ve Abdüşems’e verildi. Abdüşems ölünce onun
görevini oğlu Ümeyye üstlendi.[18] Fakat Ümeyye amcası Hâşim ile
anlaşmazlığa düştü. Böylece Hz. Muhammed’in dedesinin babası Hâşim ile
Muâviye’nin dedesinin babası Ümeyye arasında ilk düşmanlık başladı. Ümeyye’nin
ölümünden sonra yerini oğlu Harb almıştır.[19]
Ebû Süfyân’ın babası Harb, Ficâr savaşlarında Kureyş’in reisi olan
Abdülmuttalib’in ölümünden sonra kavminin en yaşlı ve en ünlü şahsı olması
hasebiyle başkanlığa geçti[20] Harb, Ficâr harplerinde
Kureyş’in komutanlığını yaptı.[21] O, Hz. Peygamber’in dedesi
Abdülmuttalib’in dostu idi. Fakat Harb’in Yâhudi olan Edîne (Üdeyne)’yi
öldürmesinden dolayı Abdülmuttalib ona karşı tavır aldı.[22]
Muhtemelen bu olay Hâşim Oğulları ve Ümeyye Oğullarının arasının daha çok
açılmasına sebep oldu.
Ümmü
Habîbe’nin babası: Ebû Süfyân Sahr b. Harb b. Ümeyye b. Abdi Şems b. Abd-i
Menâf el-Kureşî el- Emevîdir.[23]
Ebû Süfyân Fil
olayından 10 sene önce dünyaya gelmiştir.[24]
Bedir Gazvesi’nde öldürülen oğlu Hanzale’den dolayı, Ebû Hanzale künyesiyle de
anılır. Annesi Hz Peygamber’in hanımı Meymûne’nin halası olan Safiyye bint.
Hazn el-Hilâliyye, babası Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinden Harb b.
Ümeyye’dir.[25]
Cahiliyyede
Ebû Süfyânla ilgili olarak şöyle söylenir: Kureyş’in cahiliyyede görüş olarak
en faziletlileri üçtür. Bunlar; Utbe, Ebu Cehl ve Ebû Süfyân‘dır. Üçüde Allah
İslâm’ı getirdiğinde görüş olarak İslâm’a sırtlarını döndüler.[26]Ebû Süfyân ortaya çıkışında
İslâmiyetle savaşan Mekke müşriklerinin reislerindendir.[27]
Hz. Peygamber’in
tebliğiyle İslâmiyet açılıp geniş çevrelere yayıldı. Müslümanların güçleri
ortaya çıktı. Kureyş kabilesi buna sinirlendi. Rasûlüllah’a karşı
kıskançlıklarını ve haksızlıklarını ortaya çıkarmaya başladılar. Bunların
arasında düşmanlık içinde olanlar da vardı. Bunlardan birisi de Ebû Süfyândı.[28]
İçlerinde Ebû
Süfyân’ın da bulunduğu bir kısım Kureyş eşrafı Hz. Peygambere gelerek:
“Babalara, atalara dil uzattın, dini(atalarımızın dinini) ayıpladın, ilahlara
dil uzattın, akılları akılsızlık, beyinsizlik saydın, birliği bozdun dağıttın!
Aramızda yapmadığın, başımıza getirmediğin kötü iş kalmadı” dediler. “Eğer sen
bu sözlerle; mal, servet, makam elde etmek istiyorsan malca bizden daha zengin
oluncaya kadar senin için mallarımızdan mal toplayalım, içimizde en büyük şan
ve şerefi kazanmak istiyorsan, seni seyyid ve ulu kişimiz tanıyalım, kral olmak
istiyorsan seni kendimize kral edinelim” gibi vaatlerde bulundular. Rasûlüllah
onlara: “Dediğiniz şeylerden hiçbirisi bende yoktur. Ben size getirdiğim şeylerle
ne mallarınızı istemek, ne içinizde büyük, şeref ve şan kazanmak, ne de
üzerinizde hükümdar olmak için gelmedim. Fakat beni Allah size bir Peygamber
olarak gönderdi ve bana bir kitap indirdi” dedi.[29]
Başka bir sefer de Kureyş’in ileri gelenleri Peygamber Efendimize gelerek: “Sen
bizim tanrılarımız olan Lât ve Uzzâ’ya bir yıl tap, bizde senin ilahına bir yıl
tapalım” dediler.[30] Cenâb-ı Hak bu
hadisenin hemen sonrasında Kâfirûn suresini indirdi. Kureyş müşrikleri
Peygamberimiz’le çeşitli şekillerde anlaşma yollarına gitmek istediler fakat
başarılı olamadılar.
Müşrikler
İslâma karşı idiler. Fakat Kur’an-ı Kerim’i dinlemeden de yapamıyorlardı. İbn
İshâk’ta Ebû Süfyân, Ebû Cehil ve Ahnes b. Şerîk’in Rasûlüllah’ın gece namaz
kılarken okuduğu Kur’an ayetlerini dinlemek için geldiklerini, fakat
birbirlerinin farkına varmadıklarını, fecr tulû’ ettiği zaman Hz. Peygamberin
evinden dağılırken birbirlerini gördükleri ve; “buraya gelirsek kavmimiz bizi
yanlış anlar” diyerek Kur’an dinlemeyi yasakladıkları, fakat bunu üç gece
boyunca devam ettirdikleri bildirilmektedir.[31]
Ebû Süfyân
Mekke’nin ticaret işlerini de yapıyordu.[32]
Ebû Süfyân’ın riyasetinde Suriye’den gelmekte olan ticaret kervanı Hz.
Peygamberin emriyle Müslümanlar tarafından ele geçirilmek istendi. Bunu haber
alan Ebû Süfyân kervanın yolunu değiştirdi ve Mekke’ye haber gönderdi. Bu haber
Kureyş’in lideri Ebû Cehil’in tahrikleriyle Bedir Savaşına sebep oldu. Ebû
Cehil’in bu savaşta öldürülmesi üzerine Ebû Süfyân Mekke Müşriklerinin reisi
oldu.[33] Ebû Süfyân Uhud ve Hendek
savaşlarında müşriklerin komutanıdır.[34]
Ebû Süfyân Hz
Peygamberin amcası Abbas’ın arkadaşıydı.[35]
Mekke’yi fetih için Rasûlüllah ve Müslümanlar yola çıktığında Ebû Süfyân bilgi
toplamak için çıktı. Bu esnada Hz. Abbas’la karşılaştı. Abbas onu Hz. Peygamber’e
götürdü ve sonunda Ebû Süfyân Müslüman oldu.[36]
Ebû Süfyân Huneyn Savaşına katıldı. Bu savaşta Müslümanlar dağılıp
kaçtıklarında ve Rasûlüllah’ın yanında bulunan Mekke halkının bir kısmı
hezimeti görünce ilerigeri konuşmaya başladılar. O esnada Ebû Süfyân b. Harb
de:
Bu yenilgi
denizde sona erer.[37], diyerek Müslüman öncü
birliklerinin yenilmesine sevindi. Bu onun henüz İslâmiyeti tam olarak kabul
etmediğini gösteriyordu. İslâm dinine kalbi ısındırılması gereken kimselere
Müellefe-i Kulûb deniliyordu. Ebû Süfyan da bu kişilerin arasında idi. Bu
sebeple Rasûlüllah Huneyn Savaşının ganimetlerini paylaştırırken Müellefe-i
Kulûb’dan olan Ebû Süfyân’a 100 deve ve 40 ukiyye gümüş verdi.[38]
Ebû Süfyân
Tâif muhasarasına katıldı, bir gözünü kaybetti. Diğer gözünü de Yermûk
seferinde kaybetti.[39] Yermûk savaşında şöyle diyerek
dua etti; “Allah’ım! Müslümanlar İslâm’ın yardımcılarıdır. Onlar ise Rum’u
savunanlardır. Allah’ım bugün senin günlerindendir. Kullarına yardımını indir.”[40]
Ebû Süfyân Hz.
Peygamberin kâtipleri arasındadır.[41]
Rasûlüllah’dan on yaş büyüktür.[42]
Hz.
Peygamber’den sonra yirmi sene daha yaşamıştır.[43]
88 yaşında iken, H.33/M.653 senesinde başka bir rivayete göre H.31/M.651
senesinde vefât etmiştir. Namazını Hz. Osman kıldırmıştır. [44]
Ümmü
Habîbe’nin annesi Safiyye bint. Ebi’l-Âs b. Ümeyye b. Abdi Şems idi.[45] Hz. Osman’ın
halasıdır.[46] Annesinin Âmine bint.
Abdi’l-Uzzâ olduğuna dair de rivayetler vardır.[47]
Fakat kaynakların çoğunluğu Safiyye bint. Ebi’l-Âs da birleşmişlerdir.
Ümmü
Habîbe’nin kardeşleri arasında en önemlisi Muâviye’dir.[48]
Muâviye’nin annesi Hind bint. Utbe b. Rebîa b. Abdüşems b. Abdü Menâf b. Kusay
b. Kilâbtır.
Annesi ve
babası Abdü Şems’de birleşir. Oğlu Abdurrahman’dan dolayı Muâviye’nin künyesi
Ebû Abdurrahman’dır.50 Kaza
umresinde müslüman oldu. Babasının korkusuyla Müslüman olduğunu açıklayamadı.
Muâviye ile annesi Hind arasında onun Müslüman olmasıyla ilgili şöyle bir
konuşma geçer.
Muâviye şöyle
anlatır: Hudeybiye senesinde Rasûlüllah’ı Kâbe’den alıkoydular. Aralarında
anlaşma yaptılar. Kalbimde İslâm vuku buldu. Anneme bu durumu söyledim. O da;
Sen yalnızca
babana muhalefet ediyorsun.” dedi.
Muâviye
devamında şöyle der: “Ebû Süfyân benim Müslüman olduğumu öğrendi ve bana şöyle
dedi; “Kardeşin senden daha hayırlıdır. O benim dinim üzerinedir” Muâviye ben
babama şöyle dedim;“Ben hayırda nefsimin yanında olacak değilim.” Sonrasında
ise Muâviye “Fetih gününde Müslüman olduğumu halka açıkladım.” dedi.[49] [50]
[51]
Hz Peygamber
Muâviye için şöyle demiştir. “Allah’ım Muâviye’yi doğru yola ileten bir rehber
ver, Muaviyeyi onunla hidayete erdir.”[52]
Muâviye
hakkında; “O, fakihtir.[53] Dikkatlidir ve hilm sahibidir.
Arap dâhilerindendir.”[54] denilir.
Muâviye
Rasûlullah’ın vahiy kâtipleri arasında sayılır. Hz Peygamberle aralarında şöyle
bir olay geçti: Muâviye Allah Resulüne yazı yazarken Rasûlüllah’ın başka bir
şeyle meşgul olduğunu görünce kalemi ağzına koydu. Rasûlüllah ona bakarak; “Ey
Muâviye yazı yazdığında kalemi kulağının üstüne koy, bu hem sen hem de yazdıran
için daha hatırlatıcıdır.”[55] dedi.
Muâviye Hz
Peygamberle Araplar arasındaki yazışmaların da kâtibi idi.[56]
Rasûlüllah’ın bu konuda Muâviye için şu şekilde dua ettiği rivayetlerde
bildirilmektedir; “Allah’ım Muâviye’ye kitabı ve hesabı öğret ve onu azaptan
koru”.[57] Sadık Cihan
eserinde bu hadisin uydurma olduğunu “Emevî Hilâfeti ve Uydurma Hadisler”
başlığı altında vermiştir.[58]
Hz.
Peygamber’in Ümmü Habîbe ile evliliğinden sonra Muâviye’ye Müslümanların dayısı
denilmiştir.[59]
Muâviye Huneyn
savaşına katılmış, Râsülullah ona “Müellefe-i Kulûb’dan olduğu için 100 deve 40
ukye vermiştir.[60]
Muâviye Hz.
Peygamber’in vefatının ardından Suriye üzerine gönderilen dört ordudan birinde
kumandan yardımcılığı yaptı. Hz. Ömer tarafından önce Ürdün, sonra Dımeşk
valiliğine tayin edildi. İslâm donanmasının ilk deniz birliklerini teşkil etti.[61] Hz. Osman onu Suriye
valiliğine getirdi. Hz. Osman şehit edilinceye kadar bu görevinde devam etti.[62] Hz. Ali’ye biat etmedi. Hz
Ali’ye biat etmesi için gelen kişilere; “Vallahi biliyorum ki, o benden daha
faziletlidir. Yöneticiliğe benden daha fazla hak sahibidir. Fakat siz
bilmiyorsunuz Osman mazlum olarak öldürüldü. Ben onun amcasının oğluyum. Onun
kanını istiyorum. Ali’ye gidin ve deyin ki; bana Osman’ı öldüreni versin. O
zaman ona teslim olurum”[63] dedi. Muâviye’ye Cemel
savaşında Hz Ali’nin galip geldiği haberi ulaştığında, Osman’ın kanını talep
ederek Şam halkını savaşa çağırdı. Halk ona emir olarak biat etti.[64] Ali ile Muâviye arasında
Sıffîn savaşı oldu.[65]
Hz Ali’nin
ordusu savaşı kazanmak üzere iken Amr b. el-Âs mızrak uçlarına Kur’an-ı Kerim
sayfaları taktırarak karşı tarafı anlaşmazlığı Allah’ın kitabı hakemliğinde
çözmeye çağırmasını önerdi. Bu taktik işe yaradı ve Muâviye mağlubiyetten
kurtuldu. Hz Ali’nin ordusunun parçalanmasına ve aralarında savaş çıkmasına da
zemin hazırlamış oldu. Çünkü bir grup işin hakemlere bırakılmasına isyan etti.
Hz Ali bunlarla uğraşırken onun hakemiyle yapılan görüşmeden sonra kendisini
halife seçtiklerinin açıklanmasının ardından Muâviye Şam’da halktan biat aldı.[66]
Hz Ali 40
senesinde ramazan ayında şehit edildi.[67]
Hasan halife seçildi. Muâviye Irak’a gitti. Hasan fitne çıktığını, kanların
döküldüğünü, Irak halkı arasındaki ihtilafı gördüğü için hilâfeti Muâviye’ye
teslim etti. Muâviye Irak’ı teslim aldı. Kufe halkı ona biat etti. Buna cemaat
yılı diye isim verildi. Muâviye 20 sene emirlik, 20 sene de halifelik yaptı.
Hasan’ın hilâfeti ona H.41/M.661 senesinde verdiği bildirilmektedir.[68]
Muâviye Recep
ayında H.60/M.672 senesinde vefât etmiştir. Bir görüşe göre Recebin ortasında,
başka bir görüşe göre Recep ayının bitmesine 7 gün kala vefât etmiştir. Muâviye
77 yıl yaşamıştır. 163 hadis rivayet etmiştir. Buharî ve Müslim dört hadisi
almada ittifak etmişlerdir.[69]
Muâviye
hastalandığında oğlu Yezid yoktu. Öleceği zaman Yezid’e Rasûlüllah’ın ona
giydirdiği gömlekle kefenlenmesini, cesedinin ona yakın olmasını, Rasûlüllah’ın
kesilmiş tırnaklarının yanında olmasını vasiyet etmiştir.[70]
Muâviye ilk şenlikler düzenleyen
kimsedir. Kapsamlı saraylar edinen, muhafızlar edinen ilk kimsedir. Minberi 15
basamağa ulaştıran kişidir.[71]
Muâviye Emevî
devletinin ilk halifesidir. Halifeliği krallık haline getirmiştir. Halifelik
Endülüs Emevîlerin sonu gelinceye kadar bu soyla devam etmiştir.[72] Ayrıca yine bu soydan Yezid’in
bir başka oğlu Hâlid’in Araplar arasında kimya ilmi ile ilk meşhur olan kişidir.[73]
Muâviye nadir
yetişen bir diplomat, çevresini iyi tanıyan ve ileriyi gören bir idareci olarak
hilim ve teenniyi ilke edinmişti.[74]
Ümmü
Habîbe’nin diğer kardeşleri Hind, Sahrâ[75],
Âmine, Amr, Utbe, Cüveyriye, Ümmü’l- Hakem, Muhammed, Ziyâd, Yezid, Küçük
Remle, Meymûne, Hanzala adlı kardeşleri vardır Bunlardan Amr b. Ebî Süfyân
Bedir gazvesinde esir düşenler arasındadır. Hanzala b. Ebî Süfyân’ı Ali b. Ebî
Talib Bedir gazvesinde öldürdü. Yezid b. Ebî Süfyân’a gelince ona Yezid el-Hayr
denirdi. Ebû Bekir Yezid’i Şam valisi olarak görevlendirdi. Hz. Ömer döneminde
de bu görevine devam etti. Ebû Süfyân b. Harb Yermûk savaşı gününde Yezid’in
sancağı altında harbederken, Hz. Ömer Yezid’i Şam’da Amvas (Amevas) vebası
nedeniyle görevlendirdi, Yezid bu görevi esnasında öldü. Anbese b. Ebû Süfyân’a
ise içki içmesi nedeniyle Tâif’te had cezası verildi. Muhammed b. Ebî Süfyân’ın
da Osman adında bir çocuğu oldu. Bu Yezid b. Muâviye’nin Medine’deki valisi
idi. Medine halkı onu uğursuz telakki etti. Harre vakası onun yüzünden
olmuştur. Utbe b. Ebî Süfyân halk arasında sevilen bir kişi değildi. Âişe ile
beraber Cemel savaşına katıldı. Muâviye onu Mısır’a vali tayin etti. Onun
çocuklarından Muâviye b. Utbe’yi, Muâviye Medine’ye vali yaptı. Amr b. Utbe ise
İbn Eşas’la beraber isyan edip öldürüldü.[76]
Ümmü Habîbe
bi’setten 17 sene önce dünyaya gelmiştir.[77]
Bu bilgi sadece İbn Hacer’in eserinde geçmektedir. Fakat Peygamberimizle
evlendiğinde yaşı 35 idi.[78] Eğer bi’setten 17 sene önce
dünyaya geldiğini kabul edersek, Hz. Peygamber’in hicretinde Ümmü Habîbe’nin 30
yaşında olması gerekir. Kaynaklarda verilen bilgilere göre Hz. Peygamber ile
evliliği H.7/628 yılında oldu. Buna göre Hz. Peygamberle evlendiğinde yaşının
37 olması gerekir. Evlilik yaşının 35 olduğunu kabul edersek bi’setten 19 sene
önce dünyaya geldiği söylenebilir. Doğum yeri hakkında bilgi verilmemiştir.
Ancak ailesinin Mekke’de ikamet ediyor olması, Ümmü Habîbe’nin İslâmiyeti kabul
edenlerin ilklerinden olması ve Habeşistan’a Mekke’den hicret etmesi, onun
doğum yerinin Mekke olması gereğini ortaya koymaktadır.
Ümmü Habîbe
ilk evliliğini Ubeydullah b. Cahş b. Riâb b. Ya’mer b. Sabre b. Mürre b. Kebîr
b. Ğanem b. Devdan b. Esed ile yaptı.[79]
Ubeydullah b. Cahş’ın ailesi Ümmü Habîbe’nin dedesi Harb b. Ümeyye’nin
müttefiki (anlaşmalı) idi.[80] Ubeydullah Hz. Peygamber’in
halası olan Ümeyme bint. Abdülmuttalib’in oğludur. Ubeydullah soy olarak Esed
b. Huzeyme kabilesindendir. Onun ailesi İslâmdan önce Kureyş kabilesinin köklü
ailelerinden Ümeyyeoğullarının himayesine girmek suretiyle Mekke’ye yerleşti.[81] Ubeydullah Hz
Peygamber’in hanımı Zeynep’in kardeşidir.[82]
Mekke’nin ileri gelenlerinden olduğundan itibar ve zenginlik bakımından aynı
derecede olan Ümmü Habîbe ile evlendi.[83]
Nasıl
evlendikleri ile ilgili kaynaklarda bilgiye rastlanmamakla beraber
Ubeydullah’ın hanif olması ile ilgili duruma yer verilmektedir. Onun hanif
olması şöyle anlatılır: Kureyş bayramlarından birinde putun yanında
toplandılar. Putu ta’zim ediyor ve onun için develeri kurban ediyorlardı. Putun
önünde ibadet ediyor ve etrafında dönüyorlardı. Onlardan dört kişi gizli bir
şekilde konuşarak ayrıldılar. Onlar Varaka b. Nevfel, Esed b. Abdi’l-Uzza,
Ubeydullah b. Cahş, Osman b. Hüveyris’tir. Onlar: “Allah’a and olsun ki
kavmimiz hiçbir şey üzere değildir. Babaları İbrahim’in dinini saptırmışlar.
Nedir bu tavaf edeceğimiz taş ki ne işitir, ne görür, ne zarar, ne de fayda
verir. Ey kavmimiz kendiniz için bir din arayınız. Çünkü siz Allah’a and olsun
ki bir din üzere değilsiniz.” dediler. Böylece bunlar hanif dinini, yani Hz.
İbrahim’in dinini aramak üzere memleketlere dağıldılar.[84]
Hanif, İslâm’a
meyli doğru ve dürüst olup, İslâm dininin nurlu yolunda sabit ve kararlı olan
kişidir. İbrahim (a.s)’ın dini ve milleti üzere olan kişilere denir. Hanifler
Beytü’l Haram’a yönelerek ibadet eden ve cünüplükten gusletmek gibi hususlarda
İbrahim’in şeriatına tabi olan kimselerdir.[85]
Haniflerin büyük çoğunluğu Tevrat ve İncili bilen ve ilahi kitapların
varlığından haberdar olan kimselerdir. Bunlardan bir kısmının Hıristiyanlığı
benimsemesinin esas sebebi, o dönemde Hıristiyanlığın en az tahrife uğramış din
olması olabilir. Çünkü bu kişiler aradıkları dinin esaslarını bütün çabalara
rağmen bir türlü bulamamışlardı.[86]
Ubeydullah b.
Cahş, hak dini aramak üzere etrafı gezip dolaşmış ise de tereddütten
kurtulamamıştır. Sonrasında ise Hıristiyanlığı kabul etmiştir.[87]
Ubeydullah Hz.
Peygambere risâlet geldikten sonra iman etti ve ilk müslümanlardan oldu.[88]
Ümmü
Habîbe’nin onunla evliliğinden Habîbe dünyaya geldi. Ümmü Habibe onunla
künyelendi.[89] Habîbe’nin doğum yeri hakkında
farklı rivayetler vardır. Bir rivayete göre Ümmü Habîbe onu Habeşistan’a
hicretten önce doğum yaptı.[90] Bir başka rivayete göre ise
hamile iken Mekke’den çıktı ve onu Habeşistan’da dünyaya getirdi.[91] Eğer Habeşistan’a
hicret esnasında hamile olduğu esas alınırsa; doğum yılı; Habeşistan’a hicret
ettikleri M.616 yılı olması gerekir. Habîbe Dâvud b. Urve b. Mes’ud es-Sekafî
ile evlendi[92]
Ümmü
Habîbe’nin kızı Habîbe ile beraber Habeşistan’dan döndüğüne dair rivayetler
olduğu gibi, Habîbe’nin Habeşistan’da Hıristiyan olarak öldüğüne dair
rivayetler de vardır.[93]
HZ. PEYGAMBER, RAŞİD HALİFELER VE EMEVİLER
DÖNEMİNDE
ÜMMÜ HABÎBE
Ümmü
Habîbe’nin İslâm öncesi dönemiyle ilgili bilgiler verildi. Bu bölümde ise Hz.
Peygamber, Raşid halifeler ve Emeviler dönemindeki yaşamıyla ilgili bilgiler
yer alacaktır.
Ümmü
Habîbe’nin İslâm dini gelmeden önce kocası gibi hanif olduğuna dair rivayetler
vardır. 94Ümmü Habîbe’nin
hangi yılda Müslüman olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber; kocası
Ubeydullah b. Cahş ile birlikte Müslüman olduğu bilinmektedir. 95İslâmiyeti ilk kabul
edenlerdendir.[94] [95]
[96] Ümmü Habîbe ailesine rağmen
İslâmiyeti kabul etti. Çünkü İslâmiyetin geldiği yıllarda Mekke idaresine Ümeyye
Oğulları hakimdi. Ümmü Habîbe’nin babası Ebû Süfyan, Ümeyye Oğullarının ileri
gelenlerinden olup Utbe b. Rabîa’dan sonra ikinci adam konumunda idi.
Ümmü Habîbe
her ne kadar Hanifler arasında sayılan Ubeydullah b. Cahş ile evlenmiş ise de,
İslâmiyeti kabul edinceye kadar bu ailenin durumu dikkat çekmemişti. Ne zamanki
onlar Hz. Peygamber’e inandılar, o günden itibaren sürekli takibe uğradılar,
ezâ ve cefâya maruz kaldılar.
Ümmü
Habîbe’nin Müslüman olması elbette Ebû Süfyân ailesine ağır gelmişti. Ümmü Habîbe’yi
yeni dininden döndürmek için ellerinden geleni yaptılar. Ailesinin bu davranışı
Ümmü Habîbe’nin kocasıyla birlikte Habeşistan’a hicret etmesine sebep oldu.[97]
Ümmü Habîbe ve
Müslümanların Habeşistan’a hicretlerinden önce; Kur’ân-ı Kerim’de Hıristiyanlık
hakkında şu bilgilere yer verilmektedir;
Mekke’de nazil
olan pek çok ayette Hz. İsâ ve Hıristiyanlık hakkında epeyce bilgiye
ulaşılmaktadır. Allah Teâlâ, Meryem Suresi 17-36 ayetleri arasında Hz.
Peygamber’e; Hz. Meryem’in durumundan ve Hz. İsâ’nın babasız dünyaya gelişinden
bahsetmektedir. Bundan sonraki ayetlerde de Allah, Hıristiyanların Hz. İsâ’nın
babasız doğumunu, O’nun Allah’ın oğlu olduğu şeklindeki yanlış yorumlarını
düzeltmiş ve Hz. Peygamber’e şöyle vahyetmiştir: “Allah’ın evlat edinmesi
olacak şey değildir. O bundan münezzehtir.. ,”[98]
Mekkî olan
Meryem suresinde Hz. İsâ ve Hıristiyanların durumundan bu kadar teferruatlı
olarak bahsedilmesi, Mekke’de önemli sayıda diyebileceğimiz bir Hıristiyan
varlığını aklımıza getirmektedir.[99]
Kur’an-ı
Kerim’de Hz. Peygamber’in bir ehl-i kitabın yanına sık sık gittiğinden
bahsedilmektedir. Nahl suresinde “Biz onların ona (Hz. Peygamber’e) bir insan
öğretiyor! dediklerini biliyoruz. Hak’tan saparak kendisine yöneldikleri adamın
dili acemi (yani yabancı dil) dir. Bu ise apaçık Arapça bir dildir”[100]Bu ayetin inmesine sebep
Mekkeli müşriklerin, Peygamberlik kendisine verildikten sonra, İslâmiyeti yayma
faaliyetlerine başlayan Hz. Peygamber’in karşısında yer almaları ve ilâhi vahyi
inkâr ederek, onun bir insan kelâmı olduğunu iddia etmeleridir. Taberî,
naklettiği rivayetlerde Mekke’de tamircilik yapan Hıristiyan bir kişinin
varlığından bahsetmektedir. İncil’in yanında onun Tevrat’ı da çok iyi bildiği,
bu rivayetlerde zikredilmektedir. Hz.
Peygamber’ in
de onun yanına sık sık gittiği ve onunla sohbet ettiği haber verilmektedir.[101] Müşrikler Hz. Peygambere
vahyolunan kelamı uydurma diyerek reddetmektedirler. Allah Teâlâ buna cevap
olarak ayet-i kerîmede; Hz. Peygamber’e insan kelâmı olmadığını çünkü bu
kişinin Arap olmadığını, Arapçayı konuşamadığını, Kur’an’ın ise apaçık bir
Arapça olduğunu haber vermektedir.
Hz.
Peygamber’in Habeş Hıristiyanları ile olan münâsebetleri hakkında bir takım
rivayetler vardır. Bunlar şöyledir: Hz. Muhammed’in Peygamber olarak
gönderildiği haberi Habeş Hıristiyanlarına ulaşınca, onlar içlerinden yirmi
kadar kişiyi, yeni dini araştırmaları için Mekke’ye göndermişlerdir. Onlar Hz.
Peygamber’e getirdiği yeni din hakkında bazı sorular sormuşlardır. Hz.
Peygamber onların bu sorularını cevapladıktan sonra, onlara Kur’an-ı Kerîm’den
bazı ayetler okumuştur. Bu kimseler Hz. Peygamber’in yaptığı daveti kabul
ederek Müslüman olmuşlardır. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle anlatılmaktadır:
“....Bundan
evvel (yani Kur’an’dan evvel) kendilerine kitap verdiğimiz (nice kimseler
vardır ki) onlar buna (Kur’an’a) inanıyorlar. Onlara Kur’an okunduğu zaman “
Buna inandık. Şüphesiz ki bu, Rabbimiz’den (gelen) bir haktır. Hakikat, biz
bundan evvel de İslâm’ı kabul etmiş kimselerdik dediler. İşte bunlara sabır ve
sebat ettiklerinden dolayı, mükâfatları iki defa verilecektir. Bunlar kötülüğü
iyilikle defederler. Kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden (hayra)
harcarlar.”[102]
Habeşli bu
Hıristiyanlar, İslâm dinini kabul ettikten sonra oradan ayrıldılar. Bu sırada
Onları takip eden ve Müslüman olduklarını gören Ebû Cehil ile bir grup
arkadaşı, peşlerinden giderek onlara yetiştiler ve şöyle dediler: “Allah sizin
gibi bir kafileyi isteğine ulaştırmasın. Habeşliler sizi gönderdiler ki onlar
için araştırasınız da, onlara bu adamın haberini götüresiniz. Dininizden
ayrılmadan ondan haber alamadınız. Onun dediklerini doğrulayıp, kabul ettiniz.
Sizden daha ahmak bir kafile bilmiyoruz.”
Ebû Cehil ve
arkadaşlarının sataşmalarına karşı İslâm’ı kabul eden Habeşliler şöyle cevap
vermişlerdir: “Selâm, size! Size küfretmiyoruz. Bizimki bize, sizinki size...
biz kendimizden iyiliği kıskanmayız.”[103]
Onların bu cevapları Kur’ân-ı Kerîm’de yer almış. Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur: “ Bunlar, yaramaz lakırtılar işittikleri zaman ondan yüz
çevirdiler ve bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size aittir. Bize selâm
(olsun) biz cahillerle ilgilenmeyiz.” derler.”[104]
Hz.
Muhammed’in Peygamberliğinin beşinci senesinde Müslümanlara yapılan baskı ve
işkencelerin dayanılmaz boyutlara ulaşması üzerine Hz. Peygamber bizzat kendisi
sahabelerine Habeşistan’a sığınmalarını telkin etti. Arap töreleri, herhangi
bir kabile mensubunun iznini almayan kimselere sığınma hakkı tanınmasına imkân
vermiyordu. Başka bir deyişle, sığınacak bir yer bulmak sığınmacının bir hakkı
değil, tamamen onun şansına kalmış bir şeydi. Aralarında sadece erkeklerin
değil, kadın ve çocukların da bulunduğu kırk- elli kişilik hatta bazen yüzlerce
kişilik bir topluluğa sığınma hakkı tanımak, herkesin birbiriyle kavgalı olduğu
bir ülkede o hakkı verecek kişinin rızasının yanında, bu sığınmacıların bölge
ekonomisiyle kaynaşıp bütünleşmesi için önemli maddi imkanlara sahip olmayı da
gerektirir. Arap Yarımadasında çok sayıda sığınmacıyı barındıracak yer yoktu.
Mekkeliler uluslararası nitelikte Arap dayanışmasını öngören bir ticaret
anlayışını benimsemişlerdi. Bu nedenle, yaşadığı topraklardan sürülme riskini
göze almadan önce, bunun doğuracağı sonuçları düşünmeleri gerekiyordu.
Mekkelilerden gelebilecek bir istilâ hareketine karşı güçlü bir devlet her
zaman için bir kabileden daha güvenli bir seçenekti. Komşu ülkeler arasında ise
sadece Habeşistan uluslar arası karışıklıkların dışında bulunuyor ve bu ülkenin
kralı Necâşî’’nin düşünce yapısı Araplara karşı oldukça elverişli bir durumda
bulunuyordu.[105]
Habeşistan’da
yaşanan dine rivayetler kısaca şöyledir; Hıristiyanlarda kralların yanında
yönetimde etkili olan patrikler vardır. Patrikler Hz. İsâ’nın arkadaşları olan
havârilerin halifeleridir. Hıristiyanların dört tane patrikhanesi vardı.
Bunlar, Rum, İskenderiye, Antakya ve Beytü’l-Makdis patrikhaneleridir.[106] M.S. IV. Asrın ortalarından
itibaren Hıristiyanlığın tesiri altında bulunan Habeşistan’da daha çok
İskenderiye Kilisesi’nin etkisi hâkimdi. Buna bağlı olarak Müslümanlar hicret
etmeden önce Habeş Kilisesi, İsâ’da tek İlâhî özellik gören Monofizit (Ya’kûbî)
inancına mensup Hıristiyanlardan oluşmakta idi.[107]
Eski adıyla
Habeşistan şimdiki adıyla Etiyopya, doğuda Somali, kuzeyde Cibuti ve Eritre,
batıda Sudan, güneyde de Somali ve Kenya ile çevrilmiştir. Başkent’i
Adisâbaba’dır.[108] Yüzölçümü bakımından büyük
bir ülkedir. Büyük dağlar nedeniyle oldukça engebelidir. Zülfita’da Necâşî’nin
krallığı vardır. Ülkede 50’nin üstünde dil konuşulmaktadır. Krallarına Necâşî
ismi verilmektedir. Hz. Peygamber zamanındaki Necâşî’nin adı Ashame idi. Ashame
Arapça da “Atiyye” yani hediye anlamındadır.[109]
Yukarıda
saydığımız sebeplerden dolayı Habeşistan’a hicret gerçekleştirildi.
Habeşistan’a yapılan birinci ve ikinci hicret Habeşistan’a hicret başlığında
anlatılacak. Burada, Habeşistan’a yapılan ikinci hicretten sonra Necâşî ile
Müslümanlar ve Mekke’den gelen heyetin konuşmalarına değinilecektir.
Müslümanların
kalabalık bir şekilde, ikinci defa Habeşistan’a hicret etmeleri Mekkeli
müşrikleri endişelendirdi. Amr b. el-As ve Abdullah b. Ebî Rebîa’yı
Müslümanları geri almak için çeşitli hediyelerle Habeş Necâşî’sine gönderdiler.
Necâşî’nin huzuruna çıkınca şöyle dediler: “ Ey Hükümdar! Aramızdan bazı budala
gençler senin ülkene sığınmışlardır, onlar kendi halkını terk ettiler ama
seninkini de kabul etmiş değiller. Aksine bizim için de senin için de meçhul,
yeni bir din icât ettiler. Onların ana babaları, akrabaları ve amcalarından
ileri gelen çok sayıda kişi, bu sığınmacıların hata ve kusurlarını herkesten
daha iyi bilen kimseler olarak, onların ülkenden sınır dışı edilmelerini
istemek üzere bizi gönderdiler.”
Necâşî
ülkelerine gelen Müslümanların fikrini almayı uygun gördü. Müslümanları
huzuruna getirttirdi. Ca’fer b. Ebî Talib söz aldı. Öncelikle kendilerinin
cahiliyyedeki olumsuz fiillerini anlattı. Sonra da Hz. Muhammed’in kendilerine
sunduğu iyiliklerden ve İslâm’dan bahsetti. Sözlerini şöyle diyerek tamamladı:
“.................................. Hz.
Muhammed’in söyledikleri bizim hoşumuza gitti ve bunları yapmaya başladık; ama
hemen ardından, bizi kendi yurdumuzu terk etmek ve senin ülkene sığınmak
zorunda bırakan yurttaşlarımızın işkence ve zulümleri başladı. Biz tüm
seçeneklerimizin arasından seni tercih ettik, zîra senin yanında bize hiç
kimsenin zulmetmeyeceğini ümit ediyorduk.” Necâşî bu İlâhî mesajdan hatırlayıp
hatırlamadığını sorunca, Ca’fer Yahya ve İsâ peygamberlerin mucize doğumlarını
anlatan Meryem suresinin ilk ayetlerini okudu. Tarihçilerin belirttiğine göre,
o sırada orada önlerinde İncil nüshaları olan, din alimleri de bulunuyordu. Necâşî,
kendileri için çok kutsal olan bütün hususların, hiç beklemedikleri bir
biçimde, ayetlerde yüceltilmesi karşısında rahiplerle beraber ağlamaya başladı.
Sonunda şöyle dedi: “Bu ışığın kaynağı, İsâ’ya gelen kutsal mesajınki ile
aynıdır. Haydi, şimdi esenlik ve barış içinde gidiniz; sizi bu puta tapıcılara
kesinlikle teslim etmeyeceğim.” Fakat Amr yılmamış Necâşî’ye Müslümanların Hz.
İsâ hakkında kötü fikirlere sahip olduklarını söyledi. Ca’fer tekrar söz alarak
İsâ’nın Allah’ın kulu ve elçisi olduğunu bakire Meryem’den dünyaya gelmiş
Allah’ın ruhu ve kelimesi olduğunu açıkladı. Necâşî böylece Mekkelilerin
kurduğu tuzağın farkına vararak, kendisine yapılan hediyeleri onlara iâde
ettirdi ve Müslüman sığınmacılara tanıdığı hakları yeniledi.[110]
Bu Müslümanlar
Habeşistan’a sığındıktan kısa bir süre sonra Ca’fer’in bir oğlu dünyaya geldi
ve aynı gün Necâşî’nin de bir oğlu dünya’ya geldi. Ca’fer’in hanımı sütanne
olarak bu şehzadeyi emzirdi. Her iki süt kardeş arasında dostluk bağları
böylece kurulmuş oldu.[111]
günlerde
Habeşistan’da çalkantılı bir hayat mevcuttu. Çıkan bir iç harp Ashame’nin
iktidarını aynı zamanda Müslümanların emniyetini tehlikeye sokmuştu.
Müslümanların, Necâşî’nin safına katılıp onun emrine girdiklerini, savaş
alanında
onunla yan
yana bulunduklarını tarihçiler söylemektedir, Zübeyr’in de bu mücadelede fiilen
bulunduğu ve gösterdiği büyük hizmetlerin karşılığında Necâşî’nin, kendisine
kıymetli bir mızrak hediye ettiğini haber verilmektedir.[112]
Müslümanlar,
Habeşlilerin büyük kitleler halinde İslâm’a girmelerini sağladılar. Bunların
sayısı tam olarak bilinememesine rağmen tarihçilerin söylediklerine göre,
Rasûlüllah’ı ziyaret amacıyla onları taşıyan birçok gemi yolculuk sırasında
batıp gitti.[113]Sağ olarak varış yerine
ulaşanlar arasında Necâşî’nin bir oğlu da vardı. Necâşî’nin oğlu, Hz. Ali ile
kardeşlik bağı kurmuş ve sahip olduğu şehzadelik haklarından vaz geçerek
Habeşistan’a dönmeyi reddettmiştir.[114]
Mekke halkı,
Rasûlüllah’ın getirdiği dine tabi olan Müslümanlardan Necâşî nezdinde şikâyetçi
oldular. Müşriklerin reisleri, Allah’ın dinine tabi olan oğullarına,
kardeşlerine, kabilelerinden olan kişilere dinlerinden dönmeleri için eziyet
edilmesini emrettiler. Müslümanlar sarsıntıya uğradılar ve onlar için büyük bir
eziyet dönemi başladı.[115] Rasûlüllah, ashâbına göre
Allah tarafından ve dolayısıyla amcası Ebû Talib tarafından korunmakta idi.
Ashâbına isâbet eden belâ ve musîbetleri gördü. Bunları önleyecek tâkati
kendisinde bulamayınca, onlara şöyle dedi: “Yüce Allah, sizleri içinde bulunduğunuz
bu durumdan kurtarıncaya ve size bir çıkış yolu gösterinceye kadar Habeşistan’a
çıkıp gitseniz. Çünkü orada hiç kimseye zulmetmeyen bir kral var.” Bunun
üzerine Habeşistan’a birinci hicret gizli bir şekilde yapıldı. İlk hicret Hz.
Peygamberin Peygamberlikle görevlendirilmesinin beşinci senesinde oldu. Hicret
edenlerin 11 erkek, 4 kadın olduklarına dair rivayetler vardır.[116]
Müslümanlar
Habeşistan’dan memnun olmuşlardır.”Biz Habeş ülkesine gelince, iyi bir himaye
gördük. Dinimiz hakkında güvenlik içinde bulunduk. Hiç incitilmeden Allah’a
ibadet ettik” demişlerdir.[117]
İslâm Tarihi
kaynaklarına göre hicret eden Müslümanların geri dönmesine sebep olan bir olay
meydana gelmiş, daha sonra da ikinci hicret gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber
kavminin kendisinden yüz çevirdiğini görünce; nefretlerini celbedecek âyetlerin
inmemesini arzu etmişti. Allah Teâlâ’nın, kendilerini yaklaştıracak bir şeyler
takdir buyurmasını içinden geçirmişti. Bir gurupla beraber Kabe’nin civarında
otururken Necm suresini okumaya başlamıştı. 20’nci âyetine gelince şeytan,
âyetin devamı gibi, “İşte onlar ulu kuğulardır. Şefaatleri umulur” anlamında
bir metni Rasûlüllah’a okutmuştu. Sonra surenin hepsini okumuş ve secde âyeti
nedeniyle secde etmişti. Orada bulunan mü’min, müşrik hepsi secde etmişti.
Yaşlı olan Velîd b.Muğîre bile bir avuç toprağı alnına götürüp secde etmişti.
Sonrasında Cebrâil Hz. Peygamber’e söylediği iki kelimeyi bildirip O’nu
uyarmıştı. İsrâ suresi 73-74’üncü ayetler nâzil olmuştu. Habeşistan hicret eden
Müslümanlar müşriklerin Müslüman olduğunu haber alınca, “Bizim kabilelerimiz
bize daha sevimlidir” diyerek Mekke’ye dönmüşlerdir.[118]
Bu olaya İslâm Tarihinde Garânîk kıssası denilmiştir. Bu olay İslâm tarihinde
bir kısım kaynaklarda ikinci hicrete sebep olarak gösterilmiştir.
Garânîk
sözlükte “beyaz su kuşu, kuğu, turna; beyaz tenli genç ve güzel kız anlamlarına
gelen gurnûk kelimesinin çoğuludur. Yâkût el-Hamevî’nin belirttiğine göre
Kureyş kabilesi mensupları putların Allah’ın kızları olduğuna inanır ve Kâbe’yi
tavaf ederken “Lât, Uzzâ ve diğer üçüncüsü Menât hürmetine, çünkü bu üçü ulu
kuğulardır ve şüphesiz şefaatleri umulan varlıklardır” diyerek onları yüksekte
uçan kuşlara benzetirlerdi.[119] Garânîk hadisesi daha çok
Necm suresi 19. ve 20. ayetlerinin ve Hac suresindeki 52-54. ayetlerinin nazil
olmasına ilişkin tartışmalara konu olmuştur. İbn İshak İbn Sa’d’dan farklı
olarak müşriklerin secdeye kapandığını söylememiştir. Cebrâil’in Hz.
Peygamber’e “Biz senden önce hiçbir resul ve nebî göndermedik ki o,
vahyedilenleri okuduğu zaman şeytan okuduklarına bir şey karıştırmış olmasın.
Ancak Allah şeytanın karıştırdıklarını iptal eder. Kendi âyetlerini de
sağlamlaştırır. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[120] ayetini indirdiğini
bildirmektedir.[121] İbn Hişâm ise,
Habeşistan’a hicret eden Müslümanların Mekkelilerin İslâmiyeti kabul ettiği
haberi üzerine döndüklerini belirtir. Garânîk’ten söz etmez.[122] Sahih hadisleri derleyen
belli başlı kaynaklarda ise Necm sûresi nazil olunca, Müslümanların yanı sıra
bütün müşriklerin ve cinlerin secde ettikleri; fakat Hz. Peygamber’in garânîk
metnini ayet diye okuduğuna dair herhangi bir bilgi verilmez.[123]
Bu hâdise,
Peygamberlerin sahip olmaları gereken sıfatlarla bağdaşmaz. Naslara göre
Peygamberler hem vahyi tebliğ ederken hata yapmaktan hem de küfre düşmekten
korunmuşlardır. Bu olay, güvenilmez râvilerin naklettiği mürsel bir haberdir.
Buhârî’de bütün insanlar ve cinlerin secde ettiği bildirilmektedir ama bunun ne
anlama geldiği, hangi maksatla gerçekleştiği bilinmemektedir. Müşriklerin secdesi,
adlarını duydukları putlarına saygı anlamını taşıyabileceği gibi Müslümaları
dinden çevirmek için başvurdukları bir hile de olabilir. Habeşistan’a göç eden
Müslümanların geriye dönüşünün bu hâdise sebebiyle olduğunu kaynakların
çoğunluğu kabul eder.[124] Fakat bu dönüşü Hz. Ömer’in
Müslüman olmasına bağlayanlar da vardır.[125]Hac
suresinin 52. ayetinin Medine‘de nâzil olduğu müfessirler arasında ağırlık
kazanmıştır. Sonuç olarak, Garânîk hâdisesinin mevcudiyetini güvenilir
rivayetlerle belgelemenin mümkün olmadığı görülmektedir. Bu olayın vuku
bulduğuna delil olarak; Habeşistan’a hicret eden Müslümanların bir kısmının
geri dönüşü gösterilirse de Garânîk rivayetine ilk yer veren İbn İshâk bunu
muhacirlerin dönüşüne bağlamamaktadır.[126]
Peygamberin
ashabı, birinci hicretten sonra Mekke’ye gelince kabilesi onlara saldırdı.
Büyük işkencelerle karşılaştılar. Mekke müşrikleri, alay ve hakaretten başlayıp
öldürmeye varan her türlü psikolojik, ekonomik baskı ve işkence tatbik etmeye
başladılar. Bu faaliyetleri yapan Kureyş kabileleri arasında geçmişten beri Hz.
Peygamber’in soyu Haşimoğulları’na düşmanlık besleyen Ümmü Habîbe’nin soyu
Ümeyyeoğulları da bulunuyordu. Onlar, Hz. Peygamber’in risâlet görevini Kureyş
idaresinde bir değişiklik talebi olarak görmüşler; olabilecek bir değişikliğin
kendilerinin aleyhine olacağı düşüncesiyle ellerinden geldiğince İslâm’ın
yayılmasına ve Müslümanların sayısının artmasına engel olmaya çalışmışlardır.
Başta Utbe b. Rabîa, Şeybe b. Rabîa, Ebû Süfyân olmak üzere kabile başkanları
Müslümanlara karşı her türlü düşman faaliyetin içinde yer almışlardır.[127]
Müslümanlar
yapılan işkencelere dayanamadılar ve tekrar hicret etmeye karar verdiler.
İkinci hicret, Ca’fer b. Ebî Tâlib başkanlığında gerçekleşti. Müslümanlar
toplam seksen iki kişiydiler.[128]
Ümmü Habîbe de
kocası Ubeydullah b. Cahş ile beraber ilk Müslüman olanlardandı. Bu yüzden,
müşriklerin ezâ ve baskılara en çok maruz kalanlarının başında geliyorlardı.[129] Bu yüzden Ümmü Habîbe,
Ubeydullah b. Cahş ile beraber Habeşistan’a yapılan ikinci hicrette yerini
aldı.[130]
Hz. Peygamber,
kralları İslâm’a davet eden mektupları hicretin yedinci yılında[131] gönderdiği rivayet
edilmektedir. Fakat Hamidullah Vesâik adlı eserinde müslümanlar hicret edeceği
zaman Habeş kralına bir mektup gönderdiğini rivayet etmektedir. Mektubun metni
şöyledir:
“Rahman ve
rahim olan Allah’ın adıyla, Allah’ın Resulü Muhammed’den Habeş Kralı Necâşî’ye!
Selâm. Ben, senin adına kendisinden başka ilâh olmayan, Melik, Kuddûs, Selâm,
Mü’min, Müheymin olan Allah’a hamdü senâ ederim ve şehâdet ederim ki, Meryem’in
oğlu İsâ Allah’ın kulu ve kelimesidir. Allah ruhu çok temiz ve afîf olan ve
dünya hayatından tamamen çekilmiş bulunan Meryem’e nefhetti. Bu suretle Meryem
İsâ’ya hamile kaldı. Allah, tıpkı Âdem’i eli ve üflemesiyle yarattığı gibi, onu
da ruhu üflemesiyle yarattı.
Ey Melik!
Seni, eşi ve ortağı olmayan Allah’a imana, O’na itaatte devamlı olmaya, bana
uymaya ve Allah tarafından bana gönderilenlere inanmaya davet ediyorum. Çünkü
ben Allah’ın tebliğe memur elçisiyim.
Sana amcaoğlu
Ca’feri ve yanında bir bölük Müslüman’ı gönderdim. Geldiklerinde onları ağırla,
ceberutluğu bırak. Ben seni ve ordunu Allah’a çağırıyorum. Öğüdümü kabul et.
“Selâm,
hidâyete tâbi olanlara olsun!”[132]
Habeşistan’a
hicret eden diğer Müslümanlar gibi Ümmü Habîbe ailesi de burada olmaktan memnun
oldular, en azından kendilerine eza ve cefa olmadığı gibi buranın yöneticisi
olan Necâşi’nin misafiri konumunda idiler.[133]
Ümmü
Habîbe’nin hayatının önemli olaylarından biri hicrettir. Nitekim bu hicret ve
sonrasında meydana gelenler Hz. Peygamber ile nikahlanmasına sebep olmuştur.
Ubeydullah b. Cahş’ın İrtidat Edişi ve Vefâtı
Ubeydullah’ın
Müslümanlığı fazla uzun sürmedi. O, Rasûlüllah’a yakınlığının ve onun
Peygamberliği hakkında Varaka b. Nevfel’den dinlediği güzel sözlerin tesiri altında
kalarak Müslüman olmuştu. Necâşî’nin topraklarına ayak basar basmaz
Ubeydullah’ın eskiden Hıristiyanlığa olan sevgisi geri geldi.
Ümmü Habîbe
O’nun irtidat edişini şöyle anlatır. Rüyamda Ubeydullah b. Cahş’ı çirkin, kötü
bir surette gördüm. Sabah olduğunda Ubeydullah b. Cahş :
“Ümmü Habîbe, şüphesiz ben dinleri inceledim.
Hıristiyanlıktan daha hayırlı bir din göremedim. Ben Hıristiyan’dım, sonra
Muhammed’in dinine girdim. Tekrar Hıristiyanlığa döndüm” dedi.
Ümmü
Habîbe:
Vallahi bu senin için hayırlı değil dedim. Ona gördüğüm
rüyayı anlattım. Fakat onu önemsemedi.[134]
Ubeydullah
b. Cahş, Rasûlüllah’ın ashabından Müslümanlara rastladığında onlara şöyle
diyordu;
Biz gözlerimizi açtık siz ise henüz görmeye
çabalıyorsunuz.[135]
Ubeydullah
Ümmü Habîbe’nin de kendisine tabi olması için çabaladı. Ümmü Habîbe O’nu
reddetti ve dini üzerine sabretti.[136]
Ubeydullah kendini içkiye verdi ve sonunda öldü.[137]
Ölümünün içki içmesi nedeniyle olduğuna dair rivayetler olduğu gibi, denizde
boğularak meydana geldiğine dair rivayetler de vardır.[138]
Ubeydullah’ın İrtidat Edişi Sonrası Ümmü Habîbe’nin Geçirdiği Günler
Ümmü Habîbe
kocasının irtidatı üzerine Hıristiyan olmayı reddetti, Allah ona İslâm üzere
kalmayı nasib etti[139] ve Ümmü Habîbe Ubeydullah’tan
ölünceye kadar uzaklaştı.[140]
Ümmü Habîbe
ana yurduna dönemezdi. Orada inanıp tasdik ettiği Peygambere karşı babası savaş
ilan etmiş durumdaydı. O, Mekke’nin yüksek aristokrat ailesinden birine
mensuptu. Bu yüzden de kolay kolay kimse ile evlenemezdi. Bu sebeple yabancı
diyarlarda kimsesiz kaldı. Korunmaya muhtaç bir duruma düştü.[141]
Ümmü Habîbe’ye
sabrının mükâfatı olarak Allah tarafından bir rüya gösterilir. Ümmü Habîbe bunu
şöyle anlatır: “ Ubeydullah’ın vefâtı sonrasında bir rüya daha gördüm. Beni “
Ey Mü’minlerin annesi!” diye çağırdılar. Korktum, sonrasında da Rasûlüllah
benimle evlenecek diye tabir ettim.”[142]Nitekim
çok geçmeden, Ümmü Habîbe’nin rüyası gerçekleşti. Necâşî’nin Ebrehe denilen
hizmetkarı, Hz. Peygamber’in mektubunu vermek ve onu müjdelemek için Ümmü
Habîbe’nin yanına gitti.[143]
Hz. Peygamber’in Necâşî’ye Mektubu
Rasûlüllah
Hudeybiye’den döndüğünde H.7/M.628 yılı Muharrem ayında Krallara İslâm’a davet
eden mektuplar gönderdi. Rasûlüllah’ın gönderdiği ilk elçi Amr b. Ümeyye
ed-Damrî’dir.[144]
Hz. Peygamber
Amr’ı, Necâşî’yi İslâm dinine davet etmesi [145]
ve Necâşî’nin Ümmü Habîbe’yi kendisine nikâhlaması için [146]
Habeşistan’a elçi olarak gönderdi.
İslâm’a davet
mektubu İbn İshak’ta geçen rivayete göre şöyledir:
“Rahman ve
Rahim olan Allah’ın adıyla, Allah’ın Rasûlü Muhammed’den Habeş Kralı Necâşî
Ashame’ye: Selâm, hidayete tabi olanlar ve Allah ve Rasûlüne iman edenler
üzerine olsun. Şehâdet ederim ki, Allah’tan başka İlâh yoktur; O birdir, eşi ve
ortağı yoktur. Zevce ve evlattan müstağnîdir. Muhammed O’nun kulu ve Rasûlüdür.
Seni İslâm’a çağırıyorum, çünkü ben onun Rasûlüyüm. İslâm’ı kabul et, selâmet
bulursun. Ey ehl-i kitap bizimle aranızda müsâvî (ve âdil) olan bir kelimeye
gelin (şöyle) diyerek, Allah’tan başkasına tapmayalım. Allah’ı bırakıp kimimizi
Rabler edinmeyelim! Eğer yine yüz çevirirlerse deyin ki şâhit olun biz
Müslümanlardanız! Şayet iman etmekten kaçınırsan kavminden bütün
Hıristiyanların günahı senin üzerinedir.[147]
Necâşî mektubu
okuyunca Müslüman oldu ve şöyle dedi: “ Şayet ona gidebilmeye gücüm yetseydi,
O’na giderdim.”[148] Fildişinden küçük bir kutu
isteyerek Rasûlüllah’ın mektuplarını onun içine koydu, bu iki mektup ellerinde
kaldığı sürece Habeşistanlıların hayır içinde olacaklarını söyledi.[149]
Necâşî, Hz.
Peygamber’in mektubunu Ümmü Habîbe’ye haber vermek ve onu nikâhlamak için
elçisi Ebrehe’yi ona gönderdi. Ümmü Habîbe olayı şöyle anlatır: “ Kocamın
ölmesi ile (beklenmesi gereken) iddet müddetimin henüz dolduğu ve hiçbir şeyden
haberimin olmadığı sıradaydı ki, Necâşî’nin elçisi, içeriye girmek için izin
istedi. Gelen Necâşî’nin Ebrehe adındaki elçisi idi. Ebrehe Necâşî’nin
hizmetkârı idi. Ebrehe yanıma girince Necâşî sana; “Rasûlüllah seni kendisine
nikâhlamamı bana (Necâşî) yazdı” haberini göndermemi istedi, dedi. Ona: “Allah
Seni hayırla müjdelesin” dedim.
Ebrehe:
“Necâşî seni nikâhlamak üzere bir kişiyi vekil tayin etmeni istedi” dedi. Ben
de Hâlid b. Saîd b. el-Âs’a[150] haber gönderip O’nu vekil
tayin ettim, dedim. Ümmü Habîbe bu sevinçli haberi getirdiği için, kollarındaki
iki gümüş bilezikle ayaklarındaki iki halhalı ve ayak parmaklarındaki gümüş
halkaları çıkarıp Ebrehe’ye bahşiş olarak verdi.[151]
Ümmü
Habîbe’nin nikâh vekili hakkında farklı rivayetler vardır. Bu konuda Ümmü
Habîbe’nin babası Ebû Süfyân’a müracaat edilmemişti. Çünkü o sırada Ebû Süfyân
müşrikti. Din farkı onun vekillik yapmasına engel oldu. Ümmü Habîbe’nin nikâhta
vekili olan kişi ile ilgili olarak Hâlid b. Saîd[152],
Hz. Osman[153] olduğuna dair rivayetler var.
Hz. Osman’ın olduğuna dair rivayete itibar etmemek gerekir. Çünkü Hz. Osman
daha önce Mekke’ye dönmüş, sonra Medine’ye hicret etmişti. Necâşî’ye gelince
Ümmü Habîbe’nin nikâh akdini kabul hususunda Rasûlüllah’ın vekili Habeş
hükümdarı, Necâşî idi.[154] Kaynakların çoğunluğunda
nikâh vekili olarak Hâlid b. Saîd geçmektedir. Hatta bir rivayete göre Rasûlüllah
Ümmü Habîbe ile nikâhlanmak isteyince Necâşî yanında bulunan Rasûlüllah’ın
ashabını çağırdı. Onlara : “Kim bu kadının velisi olur” dedi. Hâlid b. Saîd b.
el-Âs: “ Ben onun velisi olurum” deyince Necâşî: “Peygamberi onunla evlendir”
dedi[155]
Necâşî’nin Ümmü Habîbe’nin Nikâhını Kıyması
Necâşî, Cafer
b. Ebî Tâlib ile Habeşistan’da bulunan Müslümanlara haber gönderip onları
yanına çağırttı. O günün akşamında onlar da nikâh töreninde hazır bulundular.
Necâşî nikâh hutbesinde şöyle dedi:
“Hamd
Allah’adır. O Melik, Kuddûs, Selâm, Mü’min, Müheymin, Azîz, Cebbâr’dır. Ben
şehâdet ederim ki, Allah’tan başka İlâh yoktur ve Muhammed (as) de Allah’ın
kulu, elçisidir. Onun geleceği Meryem oğlu İsâ tarafından müjdelenmiştir. Bilin
ki, Rasûlüllah Ümmü Habîbe bint Ebû Süfyân’ı kendisine nikâhlamamı benden
mektupla istemiştir. Ben de Rasûlüllah’ın bu isteğine icabet ettim ve Ümmü
Habîbe’ye dört yüz dinar mehir verdim, dedi. Sonra bu dinarları cemaatin önüne
döktü.”
Sonra Hâlid b.
Saîd konuştu:
“Hamd Allah’a
aittir. Ben O’na hamdeder ve O’nun yardımını ve zafer vermesini dilerim.
Şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhammed (as) de Allah’ın kulu
ve Rasûlüdür. Allah müşrikler hoşlanmasalar da, bütün dinlere üstün kılmak için
onu hidâyetle ve hak dinle göndermiştir. Rasûlüllah’ın davet ettiği vazifeyi
yerine getirmeyi kabul ettim. Ümmü Habîbe bint Ebû Süfyân’ı Rasûlüllah’la
evlendirdim. Allah bu nikâhı Rasûlüne mübarek kılsın.”
Necâşî dört
yüz dinarı Hâlid b. Saîd’e verdi. O da aldı.[156]
[157] Hz. Peygamber ile Ümmü Habîbe’nin
H.6/M.627 senesinde evlendiklerine dair rivayetler olduğu gibi 157H.7/M.628
senesinde oluğuna dair rivayetler de vardır.[158]
Nikâh akdinin H.6/M.627 yılında, Hz. Peygamber’le evliliğinin gerçekleşmesinin
ise H.7/M.628 olduğu şeklinde bildirilen rivayetler de vardır.[159] İbn Sa’d’ın verdiği bilgiye
göre Hz. Peygamber Amr’ı H.7/M.627 yılında gönderdi; buna göre nikâhın
H.7/M.628 yılında olduğu kabul edilebilir.
Nikah
töreninde bulunanlar kalkmak istediler. Necâşî : “Oturunuz! Evlenildiği zaman
düğün yemeği yenmesi Peygamber’in sünnetidir.” dedi. Hemen yemeği getirtti.
Yemeği yedikten sonra dağıldılar.[160]
Hz. Peygamber
ile Ümmü Habîbe’nin nikahlarını kimin kıydığı ihtilâflıdır. Bir görüşe göre
onları evlendiren Necâşî’dir. [161] Bir görüşe göre ise Hâlid b.
Saîd’dir.[162] Diğer bir görüşe
göre ise Hz. Osman nikahlamıştır.[163]Fakat
Hz. Osman’ın nikâhladığını kabul edersek nikah vekili olması konusunda
Habeşistan’da bunun olamayacağını kabul etmiştik, dolayısıyla nikâh akdi
konusunda da aynı durum geçerlidir. Bu durumda nikâh İbn Hacer’in ifade ettiği
gibi Hz. Osman’ın Medine’de yenilemesiyle olmuştur.[164]
Fakat bu da doğru değildir. Çünkü normal şartlar altında nikâh akdi yapılınca
bir daha tekrarlanmaz.
Hz.
Peygamber’in gönderdiği mektuptan ve nikâh akdinde yapılan konuşmalara bakınca
anlıyoruz ki, nikâh akdini Hz. Peygamber adına Necâşî, Ümmü Habîbe adına ise
Hâlid b. Saîd gerçekleştirmiştir.
Nikâh yeri
konusunda da ihtilâf vardır. Nikâh yerlerinin Habeşistan’dan döndükten sonra
Medine’de olduğuna dair rivayetler vardır.[165]
Fakat kaynakların çoğunluğu Habeşistan’da olduğunu haber vermektedir.[166] İbnü’l-Esîr ise akdin
Medine’de olabileceğine dair görüşleri verir. Bunlara cevap olarak: “Akid
Medine’ye hicretten önce olmuştur ya da Medine’ye gelince Hz. Osman yenilemiş
olabilir; devamında fakat siyer ehli arasında nikâhın Habeşistan’da yapıldığı
ile ilgili ihtilâf yoktur. Medîne’de olduğunu kanıtlayacak tek delil olarak
Müslim’de olan hadistir. Rivâyete göre Ebû Süfyân Müslüman olunca Rasûlüllah
Ümmü Habîbe ile evlenmeyi ondan istemiştir. Ebû Süfyân’da buna icabet etmiştir.
Fakat bu hadiste râvîlerinden dolayı kusur vardır” demektedir.[167] Dolayısıyla nikâh
Habeşistan’da yapılmıştır.”
Ümmü
Habîbe’nin mehri konusunda da farklı rivayetler vardır. Kaynakların çoğunluğu
400 dinar olduğunu belirtmektedir.[168]
İbn Asâkir’de geçen bir rivayette ise bunların yanında bir de kolye olduğu
haber verilmektedir.[169] Bunlardan farklı olarak: 200
dinar[170], 40 ukiyye[171] olduğuna dair rivayetler de
vardır.
İbn Sinan’dan
rivayet edildiğine göre Peygamber hanımlarının mehri 400 dirhem idi.[172] Hz. Âişe’den gelen rivayete
göre oniki buçuk ukiyye yani 500 dirhem idi.[173]Abdülmelik
b. Mervan da hanımlarına mehir verirken Hz. Peygamber’in verdiği mehri esas
kabul ederdi. Ümmü Habîbe’nin mehir olarak 400 dinar almasına kadar Abdülmelik
b. Mervan’ın 400 dinar mehir verdiği hiç görülmemiştir.[174]
Bu bilgi de Ümmü Habîbe’nin mehrinin 400 dinar olduğuna bir delil olarak kabul
edilebilir. Kaynakların çoğunluğu 400 dinar mehri bildirdiğinden dolayı Ümmü
Habîbe’nin mehrinin 400 dinar olduğu kabul edilebilir. Hz. Peygamber’in
hanımlarına 500 dirhem mehir verdiğine göre Ümmü Habîbe’nin mehri onların sekiz
katı yani 4000 dirhem idi. Aslında Hz. Peygamber hanımlarına mehir verirken
adaletli davranırdı. Bunu Hz. Ömer bir hutbesinde şöyle anlatır: “Dikkat
ediniz, kadınların mehrinde aşırı gitmeyiniz. Zira mehirleri çoğaltmak kendisi
ile övünülecek bir şey veya Allah katında bir takvâ olsaydı, ona Peygamber
sizden daha layık idi. Oysa ne Rasûlullah kadınlarından birine on iki ukiyyeden
fazla mehir verdi, ne de kızlarından birine on iki ukiyyeden fazla mehir
verildi.[175] Necâşî’nin Ümmü Habîbe’ye
fazla mehir vermesinin sebebi Hz. Peygamber’in bu konuda herhangi bir beyanda
bulunmamasından ya da Ümmü Habîbe’nin babası Ebû Süfyân’ın kavminin reisi
olmasından kaynaklanabilir.[176]
Ümmü Habîbe’ye
mehri ulaştığı zaman, kendisine müjdeyi getiren Ebrehe’yi çağırttı ve “ O gün
elimde olanı vermiştim. Başka param yoktu. Şimdi şu elli miskali al, Allah bunu
bana ikram etti.” dedi. Ebrehe, Ümmü Habîbe’nin daha önce verdiği bilezik ve
yüzükleri ona geri verdi ve parayı da kabul etmedi. Çünkü Necâşî, Ebrehe’ye
Ümmü Habîbe’den herhangi bir hediye almamasını emretti. Ebrehe: “Ben Necâşî’nin
hizmetkârıyım. Rasûlüllah’ın dinine girdim ve Allah’a teslim oldum.” dedi.
Ayrıca Necâşî hanımlarına kendilerinde bulunan bütün güzel kokuları Ümmü
Habîbe’ye göndermelerini emretti. Ertesi gün Ebrehe bu parfümlerin hepsini
getirdi.
Ebrehe Ümmü
Habîbe’ye şöyle dedi: “Senden istediğim, selâmımı Rasûlüllah’a iletmen ve benim
onun dinine tâbi olduğumu bildirmendir.” Ebrehe Ümmü Habîbe’ye çeyiz
hazırlamasında yardımcı oldu. Ebrehe ona her gelişinde “Benim senden istediğimi
unutma.” derdi.[177]
Hz. Peygamber
Ümmü Habîbe’ye mehir ve çeyiz olarak bir şey göndermemiştir. Necâşî mehrin
tamamını kendisinden vermiştir. Ayrıca Ebrehe adlı cariyesini, Ümmü Habîbe’ye
çeyiz hazırlamada yardımcı olması için göndermiştir.[178]
Hz. Peygamber
Necâşî’ye yazdığı mektupta, Ümmü Habîbe’yi kendisiyle evlendirmesini ve yanında
bulunan ashabını göndermesini istedi.[179]
Necâşî Hz.
Peygamber’in isteklerini yerine getirdi. Onları iki gemi ile gönderdi.[180] Amr b. Ümeyye ile
Ümmü Habîbe’nin Medine’ye önden geldiklerine dair rivayetler vardır. Fakat,
kabul edilen Müslümanların hepsinin iki gemiyle dönmeleridir.[181]
Ümmü Habîbe’ye
dönüşte Şurahbil b. Hasene eşlik etmiştir. Müslümanları bu iki gemi komşu olan
Bevlâ (Kızıldeniz sahilinde bir liman) sahiline bırakmış, daha sonra
Müslümanlar Medine’ye gelmiştir.[182]
Ümmü Habîbe,
Ca’fer b. Ebî Talib ve Müslümanlarla beraber Medine’ye gelince Hayber yeni
fethedilmişti. Bunun için Rasûlüllah’ın: “Bilmiyorum hangisine sevineyim.
Hayber’in fethine mi, Cafer’in gelişine mi?” dediği rivayet edilir[183]
Necâşî
Rasûlüllah’a şöyle bir mektup göndermiştir; “Rahman ve Rahim olan Allah’ın
adıyla; Necâşî Ashame’den Rasûl-i Ekrem’edir. Ya Rasûlüllah selâm ve Cenâb-ı
Hakk’ın rahmet ve bereketi senin üzerine olsun. Bana hidâyet veren Allah’tan
başka İlâh yoktur. Göğü ve yeri yaratan Allah’a yemin ederim ki, Hz. İsâ
kendisi hakkında söylediğin şeylerden fazla bir şey söylememiştir. Hep senin
dediğin gibidir. Bizi tebliğe memur olduğun şeyleri öğrendik. Sözüne sâdıksın.
Sana ve amcanın oğluna bey’at ettim. O’nun huzurunda alemlerin rabbine iman
ettim. Sana oğlum Erhâ b. Ashame b. Ebceri gönderdim. (Benim gücüm yetmiyor.)
Şayet sen istersen ben de gelmeye çalışırım. Ben söylediğinin hak olduğuna
inanıyorum. Selâm senin üzerine olsun.”[184]
Necâşî, Hz.
Peygamber’e hediyeler göndermiştir. Necâşî Rasûlüllah’a yazdığı mektupla bunu
şöyle açıklamıştır:
“Bismillahirrahmanirrahîm,
Muhammed (s.a.v)’e Necâşî Ashame’den. Ey Allah’ın Rasûlü, Allah’ın selâmı,
rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun. Seni kavminden ve dininden olan Ümmü
Habîbe bint. Ebû Süfyân hanımefendi ile evlendirdim, sana bir hediye paketi
gönderiyorum. Bir gömlek, bir şalvar, bir cübbe (aba) ve iki ince ayakkabıdır.
Allah’ın Selâmı, rahmeti, bereketi üzerine olsun.”[185]
Ümmü Habîbe
için Medine’de ikamet edeceği oda hazırlandı. O’nun odası mescide en uzak olan
oda idi.[186] Rasûlüllah Hz. Bilâl’e
emretmiş; Bilâl Ümmü Habîbe’yi almış Hz. Peygamber’in söylediği eve (odasına)
kadar götürmüştür.”[187]
Ümmü
Habîbe’nin Medine’ye geldiğinde yaşı 35 idi.[188]
Hz. Peygamber Ümmü Habîbe ile Zeynep bint. Huzeyme el-Hilâliyye’den sonra
evlendiği rivayet edilmektedir.[189] Fakat incelendiğinde bu
rivayet doğru görünmemektedir. Çünkü Hz. Peygamber Zeynep bint. Huzeyme ile
hicretin 3. yılında, Ümmü Seleme ile hicretin 4. yılında, Zeynep bint. Cahş ile
hicretin 5. yılında, sonra Safiyye bint. Huyey ile hicretin 7. yılında
Hayber’in fethinde evlendi.[190] Dolayısıyla Ümmü Habîbe ile
evliliği Safiyye ile evlendiği zamanlara rastlamaktadır.
Ümmü Habîbe
hicretle ilgili olarak; “Rasûlüllah’ın yanına geldiğimde, nikah töreninin nasıl
olduğunu ve Ebrehe’nin bana yaptıklarını ona anlattım. Rasûlüllah gülümsedi.
Ebrehe’nin selamını söyledim. Bunun üzerine Rasûlüllah şöyle dedi”: “ Allah’ın
selamı, rahmeti ve bereketi onun üzerine olsun.”[191]
ÜMMÜ HABÎBE’NİN HZ. PEYGAMBERİN DİĞER
EŞLERİYLE İLİŞKİLERİ
Hz.
Peygamberin hanımları tam olarak sebebi bilinmemekle beraber içinde
bulundukları konum ve geçmiş yaşantıları itibari ile iki gruba ayrıldıkları
rivayet edilmektedir. Gruplardan birisinde Hz. Âişe, Hz. Hafsa, Hz. Safiyye,
Hz. Sevde; diğerinde ise, Hz. Ümmü Habîbe, Hz. Ümmü Seleme, Hz. Zeynep, Hz.
Meymûne, Hz. Cüveyriyye bulunuyordu.[192]
Bu gruplardan birinin başında Hz. Âişe, diğerinin başında ise Hz. Ümmü Seleme
bulunuyordu.[193] [194]
Hz.
Peygamberin hanımları bu yeni eşi iyi bir şekilde karşılamak istediler.
Başlangıçta Hz. Âişe onda kendisini kıskandıracak bir şey bulamadı. Zira O, yaş
itibari ile kırk yaşına yaklaşmıştı. Onda Hz. Safiyye’nin büyüleyiciliği, Hz.
Cüveyriyye’nin tatlılığı, Hz. Ümmü Seleme’nin güzelliği ve Hz. Zeynep’in
çekiciliği yoktu. Bunun için Hz. Âişe onu kendi tarafına çekmek istiyordu.
Halbuki Ebû Süfyân’ın kızı bunu istemiyordu.
Fakat Ümmü
Habîbe ile Âişe arasındaki uzaklık düşmanlık derecesinde değildi. Çünkü Âişe,
Ümmü Habîbe’den çekiniyordu. Hz. Peygamber’in en çok kendisini sevmesini
isrediği için O’nun buna engel olmasından korkuyordu. Ümmü Habîbe Âişe’nin
çekinmesine sebep olacak bir durumda olmasına rağmen, kalbinin derinliklerinde
var olan bir üzüntünün acısını duyuyordu. Zira babası bir putperest idi.[195]
Hz.
Peygamber’in hanımlarıyla arasının açıldığı ve dargınlığın tam bir ay sürdüğü
olaya İlâ vakası denir. Kurtubî, İlâ Vakası’nın sebepleri olarak şunları
sıralar;
Hanımları ondan dünya malı istediler.
Birbirlerini kıskanarak ona eziyet ettiler.[196]
Hz.
Peygamberin hanımlarıyla arasının açılmasına sebep olan olaylardan birisi şu
şekilde anlatılmaktadır.
Rasûlüllah
ikindi namazından sonra Zeynep bint. Cahş’ın evine gitmiştir. Zeynep bint. Cahş
ise baldan şerbet yapıp tam ayrılacağı sırada kendisine ikramda bulunmuştur.
Rasûlüllah da bunu geri çevirmemişti. Bu sebepten dolayı Hafsa ile sohbeti gecikmişti.
Bu durumu kıskanan Hz. Hafsa ile Hz. Âişe, Rasûlüllah’a meğâfir denen ve kötü
bir kokusu olan bitki suyundan içmiş olduğunu söylemek üzere anlaşmışlardı.
Böyle söyleyince Hz. Peygamber bal şerbeti içmemeye karar vermişti. Fakat bunun
üzerine Allah Teâlâ, Tahrim Sûresinin 1. Ayeti olan “Ey Peygamber Allah’ın
helâl kıldığı şeyleri niçin kendine haram ediyorsun” indirmiş, bu duruma yol
açtıkları için Hz. Peygamber hanımlarıyla arasını açmıştı.[197]
Hz.
Peygamber’den dünya malı istemeleri şöyle gerçekleşmiştir: Peygamberimizin
hanımları bir gün bir araya gelerek; “Bizler de başka kadınların istedikleri
zinetlerden isteriz.” dediler. Bunu Hz. Peygamber’e ilettiler. Ümmü Habîbe de
ak bezden yapılmış bir elbise istedi.[198]
Peygamberimizin hanımlarını kendisine haram kılmasının ardından Allah Teâlâ
Ahzab suresi 28-33 ayetleri arasını indirmiştir. Peygamber hanımlarına şöyle
buyruluyordu. “Eğer siz dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, gelin size
boşanma bedellerini vereyim ve sizi güzelce salıvereyim. Eğer Allah’ı ve
Rasûlünü, ahiret yurdunu istiyorsanız, şüphesiz Allah içinizden iyilik edenlere
büyük bir mükafat hazırlamıştır.”[199]
Hz. Âişe şöyle der; Allah Teâlâ eşlerini serbest bırakmasını emredince
Rasûlüllah benden başladı: “Ben sana bir şey diyeceğim, ebeveynine danışmadan
acele etme” dedi. Ebeveynimin ayrılmamı istemeyeceklerini biliyordu. Sonra da;
Ahzab suresi 28-33 ayetlerini bildirdi. Ben de ona “Bunun için mi ebeveynime
danışacağım, ben Allah’ı, Rasûlünü ve âhiret yurdunu istiyorum.” dedim. Hz.
Peygamber bu ayetleri diğer hanımlarına da bildirdi. Hz. Âişe: “diğer eşleri de
benim gibi yaptılar” dedi.[200] O gün Hz. Peygamberin nikâhı
altında dokuz kadın vardı. Beşi Kureyş’tendi; Âişe, Hafsa, Ümmü Habîbe, Sevde,
Ümmü Seleme, diğer hanımları ise Safiyye bint. Huyey, Meymûne bint. Haris,
Zeynep bint. Cahş, Cüveyriyye bint. Hâris’tir.[201]
Hz.
Peygamber’in eşleri arasında kıskançlık nedeniyle cereyan eden olaylar, onları
birbirlerine karşı sert bir tutuma sevk etmemiş, birbirlerini kötülemeye,
aralarında uzun süren dargınlıklara sebep olmamıştır. Belki de Hz. Peygamber’in
geceleyin evinde düzenlediği akşam sohbetlerinin bir gayesi de bu idi.[202] Aynı zamanda rivayetlere göre
Hz. Peygamber her akşam, geceyi yanında geçireceği hanımının yanına gitmeden
önce diğer eşlerini ziyaret edip yanlarında birazcık oturarak gönüllerini
alırdı. Bu da Hz. Peygamber’in eşlerine verdiği değerin göstergesi idi.[203] Hz. Peygamber’in bu davranışı
da hanımları arasında kıskançlığın azalmasına sebep olmuştur.
Ümmü Habîbe
insanlar arası ilişkilere önem veren bir hanımdı. Bu tavrını vefat edeceği
zaman da gösterdi. Şöyle ki; Ümmü Habîbe öleceğini anlayınca Hz.Peygamber’in
hanımlarından Hz. Âişe’yi yanına çağırdı ve şöyle dedi: “Aramızda bazı şeylerin
olması normaldir. Eğer bizim de aramızda bir şeyler olmuş ise Allah bizi ve
sizi bağışlasın. Âişe şöyle cevap verdi.” “Allah seni bağışlasın, temize
çıkarsın” dedi. Ümmü Seleme’ye de haber gönderdi. Aynısını ona da söyledi.[204]
ÜMMÜ HABÎBE’NİN AİLESİYLE İLİŞKİLERİ
Hz. Peygamberle Evliliğine Ailesinin Bakışı
Ümmü
Habîbe’nin evliliği Hudeybiye musahalası ile Hayber Gazvesi arasında H.7/M.628
yılında gerçekleşti. Ümmü Habîbe, Mekke’nin yöneticisi ve aynı zamanda Hz.
Peygamber’e savaş açan Ebû Süfyân’ın kızı idi. Elbette böyle bir evliliği Ümmü
Habîbe kabul etmiş olsa bile Ebû Süfyân ve ailesinin karşı çıkması tabii idi.
Hudeybiye musalahası ile başlayan sulh ortamı ve Mekke’de varolan asabiyet
duygusu (soya önem verme) bu aile tarafından evliliğin tasvibine sebep oldu.
Önce de
bahsettiğimiz gibi Ümmü Habîbe’nin babası Ebû Süfyân, Mekke’nin en şerefli,
zengin ve yönetici kimsel erindendi. İslâmiyet’in yayılmaya başladığı
dönemlerde, İslâm’ın en büyük düşmanları da Ebû Süfyân gibi mali bakımdan güçlü
ve itibarlı kimselerdi. Bu kimselerin baskıları zayıf kimselerin İslâm’a
girmesine engel oldu. Ebû Süfyân’ın kızı Ümmü Habîbe ise aleyhindeki bütün
şartlara rağmen hak dini kabul etmiş ve uğruna varlığını, ailesini hatta
vatanını terk etmeyi göze almıştı. [205]
Ümmü Habîbe
Habeşistan’da iken eşi Ubeydullah b. Cahş irtidat etmiş, Ümmü Habîbe ise
İslâm’dan vazgeçmemişti. Onun sabrının neticesi olarak Hz. Peygamber Necâşî’ye
yazdığı mektupta kendisinin Ümmü Habîbe ile evlendirilmesini istemişti. Arap
örf ve adetlerine göre kendisi ile evlenmek istenilen kadın için önce babasına,
o yoksa amcasına veya amcalarının oğullarına müracaat edilirdi. Ancak Hz.
Peygamber’in Ümmü Habîbe ile evlendiği dönemde Ebû Süfyân henüz Müslüman
olmadığı için, bu evlilikten haberi olmamıştı.[206]
Ebû Süfyân’ın bu evliliğin haberini alınca kızması beklenirken, tam tersine “O
reddedilmeyecek bir erkektir.” demiştir.[207]
O’nun bu sözleri asabiyetin(soya önem verme) ve Hz. Peygamber’in mizacını
sevmesinin bir sonucudur.
Evlilik
Sonrası Meydana Gelen Barış Ortamı
Mümtehine suresi
7. ayet-i kerime’de “Allah’ın aranızda düşmanlık bulunan bazı kimselerle sevgi
bağı kurması umulabilir” buyrulmaktadır. Bu ayetin, Ümmü Habîbe ile
Rasûlüllah’ın evlenmesi üzerine indiği rivayet edilmektedir.[208] Rasûlüllah’ın Ümmü Habîbe ile
evlenmesinde akrabalık kurarak bu şahıslarda düşmanlığı meveddete(dostluk)
çevirme niyeti önemli derecede rol oynamıştır.
Bu evlilik bir
dereceye kadar ailelerin düşmanlıklarını yumuşatmıştır. Öyle ki, Ümmü Habîbe
ile evlendikten sonra Ebû Süfyân savaş alanında Hz. Peygamber’in karşısına hiç
çıkmamıştır.[209]
İlerleyen
zamanlarda ise Hz. Peygamber Mekke’nin iktisâdi bir krizde olduğunu öğrenmişti.
Bunun üzerine İslâm’a yaklaştırıcı bir centilmenlik[210]
olarak Amr b. Ümeyye ile Ebû Süfyân, Sehl b. Amr, Safvân b. Ümeyye’ye verilmek
üzere bir miktar altın gönderdi. Ebû Süfyân hariç diğerleri bu nazik davranışı
reddettiler. Ebû Süfyân ise onların kabul etmediği meblağı da alarak bunları
halka dağıttı ve akrabası Muhammed’e “Allah kardeşimin oğluna hayır versin.”
diye hayır dualarda bulundu.[211]Bir başka defa Hz. Peygamber
Ebû Süfyan’a Medine mahsulünden büyük miktarda hurma gönderdi ve deri mukabili
bunları değiş-tokuş etmeyi kendisine teklif etti. Ayrıca Hz. Peygamber, Ebû
Süfyân’ın Suriye-Filistin yönüne ticaret kervanlarının geçişine izin verdi.[212]
Mekke Fethi Öncesi Ebû Süfyan’ın Medine’ye
Gelişi
Ümmü Habîbe,
Hz. Peygamber’e (a.s) sadık bir hanımdı. Bu bağlılığa örnek olarak babasıyla
arasında geçen şu olay zikredilebilir. Kureyş Hudeybiye‘de yapılan antlaşmaya
sırt çevirmişti. Kureyş Müşrikleri, Müslümanların müttefiki olan Hûzâalılara
karşı Bekr Oğullarına silâh, at ve adamlar vererek yardım edeceklerini
söylediler. Fakat Bekr Oğulları yaklaşık yirmi kadar Huzâalı'nın başlarını feci
şekilde keserek öldürdüler. Kureyşliler yaptıklarından dolayı çok pişman
oldular. Durumu öğrenen Ebû Süfyân Hudeybiye antlaşmasının süresini uzatmak
için Medine’ye geldi. - Aslında Ebû Süfyân Medîne’ye Mekke’nin reisi sıfatıyla
gelirken, Ümmü Habîbe’nin evliliği ile oluşan barış ortamını da değerlendirmek
istiyordu.- Hz. Peygamber’in evine girdi. Fakat istediğine ulaşamadı. Kalktı
kızı Ümmü Habîbe’ye gitti. Rasûlüllah’ın minderine oturmak istedi. Ümmü Habîbe
minderi ondan sakındı, Ebû Süfyân kızına şöyle dedi;
Kızım! Allah’a yemin olsun ki, anlamadım. Minderi mi
benden esirgiyorsun, yoksa beni mi minderden? Ümmü Habîbe:
Bu Rasûlüllah’ın minderidir. Sen ise müşrik bir adamsın.
Ebû Süfyân:
Kızcağızım! Sana kötülük isâbet etmiş. Ümmü Habîbe:
Allah beni İslâm’a hidayet etti. Babacığım! Sen Kureyş’in
seyyidi ve büyüklerindensin. İslâmiyet’e girsen nasıl olur. Sen işitmeyen ve
görmeyen taşlara tapıyorsun. Ebû Süfyân:
Ne kadar ilginç! Bu aynen sende de var. Sen atalarının
dinini terk edip Muhammed’in dinine tabi olmadın mı?
Sonra Ümmü
Habîbe’nin yanından ayrıldı.[213] Her ne kadar Ebû Süfyân
kızının dediklerini kabul etmese de, onun evine gitmesi Ebû Süfyân’ın kızına
karşı yumuşadığını gösterir. Aynı zamanda Ebû Süfyân’ın Medine’ye gelişi, Ümmü
Habîbe’nin evliliği ile oluşan yumuşamanın sonucudur.
Mekke’nin
fethinde artık Ebû Süfyân’ın İslâmiyete karşı var olan kin ve nefreti iyice
kayboldu. Yerini tamamen İslâmiyete bıraktı. Dostluk öncelikle Ebû Süfyân’ın
Müslüman olmasını, ardından da Mekke’nin mukâvemetsiz kazanılmasını sağladı.
Ebû Süfyân’ın Müslüman olması şöyle olmuştur: Mekkeli müşriklerin Hudeybiye
antlaşmasını bozmaları üzerine Müslümanlar Mekke’nin fethine karar verdiler.
Yolda, Hz. Peygamber İslâm ordusunun gücünü göstermek amacıyla asker sayısınca
ateş yaktırdı. Bu durumu gören Mekke müşrikleri telaşa kapılarak liderleri Ebû
Süfyân’ı iki arkadaşıyla birlikte durumu öğrenmek için gönderdiler. Hz. Abbâs
şöyle der: Ben katırın üzerinde birini arıyordum. O sırada Ebû Süfyân ve Büdeyl
b. Verkâ’nın konuşmasını işittim. Onlar kendi aralarında konuşuyorlardı. Ebû
Süfyân: “Şimdiye kadar bu geceki gibi ne bir ateş ne de bir asker
görmedim.”dedi Büdeyl: “Vallahi bu Huzâa kabilesidir. Savaş onları kızdırmış”
dedi. Ebû Süfyân: “Huzâa, bu kadar ateşe ve askere sahip değildir. Onlar sayıca
azlar ve daha zelil durumdalar” dedi. Hz. Abbâs “ Ben onun sesini tanıdım ve
ona: “Yazık sana, ey Ebû Süfyân! işte Rasûlüllah milletin içindedir. Yarın vah
Kureyş’in başına! Vallahi eğer sana karşı zafer elde ederse kesinlikle senin
boynunu vuracaktır. Artık bu katıra bin de seni Rasûlüllah’a götüreyim” dedim”.
Ömer b.
el-Hattab’ın ateşinin yanına vardığımızda Ömer şöyle dedi: “İşte Allah’ın
düşmanı Ebû Süfyân! Allah’a hamd olsun ki, akitsiz ve ahidsiz bir halde seni
bizim elimize getirdi.” Bunun üzerine Hz. Abbas katırı koşturup Hz. Ömer’i
geçti. Hz. Ömer’den önce Rasûlüllah’ın yanına girdi. Ömer de girdi. Hz. Ömer:
“Ya Rasûlüllah, işte Ebû Süfyân akitsiz ve ahidsiz
haldedir. Beni bırak da O’nun boynunu vurayım” dedi.
Abbâs: “Ya
Rasûlüllah O’na ahd ve eman vermiştim” dedi. Rasûlüllah;
Ey Abbâs onu kendi çadırına götür. Sabah olduğu zaman O’nu
bana getir.
Sabah olduğu
zaman O’nu erkenden götürdüm. Rasûlullah
Ey Ebû Süfyân yazık sana! Benim Allah Rasûlü olduğumu
bilecek vaktin gelmedi mi?
Ebû Süfyân:
Babam ve anam sana kurban olsun, sen ne kadar halîm, kerim
ve lütufkâr bir kimsesin! Fakat vallahi bu hususta bir şüphe vardır.
Bunun üzerine
Hz. Abbâs O’na şöyle dedi;
Yazık sana! Müslüman ol ve ibadete layık hiç kimsenin
olmadığına ancak buna layık Allah’ın olduğuna ve Muhammed’in Allah’ın Resulü
olduğuna, boynun vurulmadan önce şehadet getir. O da şehadet getirdi ve
Müslüman oldu. [214]
Ebû Süfyân can
korkusuyla Müslüman olduğu ile ilgili bir yorum yapmak yukardaki konuşmalara
bakınca pek de doğru değildir. Çünkü Hz. Ömer’in ve Hz. Osman’ın onu tehdit
ettiğini yapılan konuşmalardan anlaşılsa da Hz. Peygamber onu zorlamamıştır.
Ebû Süfyân Hz. Peygamber’e “Anam babam sana kurban olsun sen ne kadar halîm bir
kimsesin” demiştir. Bundan da anlaşılıyor ki Hz. Peygamber onu zorlamamıştır.
Zaten Hz. Peygamber ile Ümmü Habîbe’nin nikahlanmaları üzerine Ebû Süfyân ile
Hz. Peygamber’in aralarında bir barış ortamı meydana gelmiştir. Mekke’nin fethi
öncesinde Ebû Süfyân ile yapılan bu konuşma onun Müslüman olmasını
hızlandırmıştır şeklinde yorumlanabilir.
Hatta Ebû
Süfyan birgün kızı Ümmü Habîbe’nin evinde Rasûlüllah’a latife ederek; “Vallahi
ben seninle savaşmayı bırakınca bütün Araplar da senden ellerini çektiler, ne
boynuzluları ne de boynuzsuzları (güçlüleri ve güçsüzleri) sana toslamaz oldular.”
dedi. Rasûlüllah da; “Ebâ Hanzale, bunu sen mi söylüyorsun?” diye cevap verdi.[215]
KATILDIĞI SEFERLER VE YAPTIĞI GÖREVLER
Ümmü
Habîbe’nin katıldığı seferlerle ilgili kaynaklarda herhangi bir kayda
rastlayamadık. Sadece Vedâ Haccına Hz. Peygamber’in bütün hanımlarının
katıldığına dair bilgiler yer almaktadır.
Hz. Peygamber
hac esnasında Ümmü Habîbe’yi (kalabalıktan dolayı) Müzdelife’den Mina’ya
geceleyin gönderdi.[216]Aynı şekilde Hz. Peygamber’in
diğer hanımları da şeytan taşlamayı gece yaptılar. Hz. Peygamber’e en yakın
kişiler Peygamber hanımları olduğu için Müslümanlar çözemedikleri yahut da
anlayamadıkları konuları onlara sorarlar; sonrasında karar verirlerdi. Bundan
dolayı Hz. Peygamber, gerekli gördüğü yerlerde meseleleri anlatarak onları
bilgilendirirdi. Hac ibadetinde de Hz. Peygamber kurban kesildiği günün
akşamında haccı uzun uzun anlatarak hanımlarını bilgilendirmiştir.[217]
HZ. PEYGAMBER’İN VEFÂTI KARŞISINDA ÜMMÜ HABÎBE
Hz. Peygamber,
hasta olmasına rağmen; ailelerinin hakkına son derece riâyet ediyordu. Nöbeti
gereği Hz. Meymûne’nin evinde bulunuyorlardı. Burada Hz. Peygamber’in ateşi
birden yükseldi. Dâvet ettiği bütün hanımları etrafında mahzun ve kederli
duruyorlardı.
“Yarın
hanginizin evine gideyim diye sordu.” Bu sualini birkaç kere tekrarladı. Hiçbir
hanımından cevap gelmedi. Bu soruyu sormasındaki maksadı hastalık günlerini Hz.
Âişe validemizin evinde geçirmeyi arzu etmiş olmasındandı.
Hz.
Peygamberin bu arzusunu ezvâc-ı tâhirât ferasetleriyle anlamada gecikmediler.
İttifakla Hz. Âişe’nin evinde kalmasını uygun gördüler.
Bunun üzerine
Peygamber Efendimiz Hz. Meymûne’nin evinden çıkarak bir eli Hz. Ali’nin, diğer
eli Hz. Abbâs’ın omzunda, onların yardımıyla Hz. Âişe’nin evine geldi.[218]
Rebîülevvel
ayının 11’i Pazar günü Hz. Peygamber yatağında şiddetli ateşler içinde idi.
Etrafında Ezvâc-ı Tâhirât vardı. Mübarek hanımları yanından hiç
ayrılmıyorlardı. Başucunda Hz. Âişe validemiz oturuyordu.[219]
Hz. Peygamber
Rebîülevvel ayının 12’si pazartesi günü 63 yaşında iken vefat etti. Orada
bulunan insanlar ağlamaya başladılar.[220]
Hz. Ömer,
“Rasûlüllah ölmemiştir ve sağdır” dedi. Bu sözleri duyan Hz. Ebû Bekir “ Kim ki
Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki Muhammed (s.a.v) ölmüştür. Kim ki Allah’a
ibadet ve kulluk ediyorsa, bilsin ki Allah Hayy’dır, ölümsüzdür[221] ayetini diyerek devamında “
Muhammed ancak bir Peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir.
Muhammed ölür ya da öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz?”[222] ayetini okudu. İbn Abbâs:
Yemin ederim ki bu ayet okununcaya kadar insanlar bu ayetin Allah tarafından
indirilmiş olduğunun farkında değillerdi. Herkes Ebû Bekir’den bu ayeti
dinledi. Dinleyen herkes bu ayeti söylüyordu. Hz. Ebû Bekir sonrasında “
Yeryüzünde bulunan her şey fanidir. Ancak yüce ve cömert olan Rabbinin varlığı
bakidir.”[223] Ayetini okudu. Müslümanlar
Ebû Bekir’in yaptığı konuşmadan sonra Hz. Peygamber’in vefat ettiğini anladılar
ve yıkanması ve kefenlemesi işlerine başladılar. [224]
Ümmü Habîbe,
Hz. Peygamber’in vefatından sonra memleketi olan Mekke’ye gitmemiş, Medine’de
kalmaya devam etmiştir.[225]
RÂŞİD HALİFELER DÖNEMİNDE ÜMMÜ HABÎBE
Edindiğimiz
bilgilere göre Ümmü Habîbe ismi gerek Hz Peygamber döneminde gerekse onun
vefatından sonra olumsuz bir olayda geçmemiştir.
Hz Peygamber
ile dört yıl evli kalan Ümmü Habîbe, Rasûlüllah’ın vefatından sonra sade bir
hayat yaşamıştı. Onun bu zâhidane hayatı, Otuz dört yıl sürmüştü. Hz Peygamber
‘in diğer hanımlarının saygı ve hürmet görmüş olduğu gibi Ümmü Habîbe de herkes
tarafından saygı ile karşılanmıştı.[226]
Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer Dönemi
Bu dönemde, Ümmü
Habîbe ile olarak geçimi ve Hz. Ömer’in önemli konularda Hz. Peygamber’in
hanımlarının görüşünü alması dışında kaynaklarda bilgiye yer verilmemiştir. Hz
Peygamber hayatta iken Hayber gelirlerinden Ümmü Habîbe’ye seksen vesk hurma,
yirmi vesk arpa vermiştir.[227] Hz. Peygamber kendisinden
sonra aile efradına miras kalacak hiçbir şey bırakmamıştı.[228]
Hz. Peygamber’den sonra halifeler mü’minlerin annelerinin durumlarını
biliyorlardı, onların Peygamber’e olan yakınlıklarından dolayı en fazla yardımı
onlara yapıyorlardı. Hz Ömer’in divan teşkilatında atiyye verdiği kimseler
arasında en fazla miktarı, Hz Peygamber’in hanımlarına tahsis etti. Hz
Peygamber’in hayattaki hanımlarına on ikişer bin dirhem, Safiyye ile
Cüveyriyye’ye ise altışar bin dirhem verilmesine karar verildi. Ancak bu iki
hanım Hz. Ömer’e itiraz ettiler ve bu miktarı kabul etmediler. Hz. Ömer: “Ben
diğerlerine hicret ettikleri için on ikişer bin tahsis ettim” dedi. Bu iki
hanım: “Biz de onlar gibiyiz” dediler. Hz. Ömer onlara verilen tahsisatın gerçek
sebebinin Hz. Peygamberin hanımları olmalarından ileri geldiğini ve bu iki
Peygamber hanımının da diğerlerinin durumunda kalsalardı hicret edeceklerine
kani oldu. Ayrıca Hz. Âişe: “Rasûlüllah her hususta bizlere eşit davranırdı.”
deyince, Halife Ömer onların atiyye
miktarını
da on ikişer bine çıkardı.[229] Başka bir rivayete göre Ümmü Habîbe’ye altı
bin dirhem verdi.[230]
Hz. Ömer
herhangi bir konuda karar veremediği zaman Hz. Peygamber’in hanımlarına danışır
öyle karar verirdi. Bir keresinde gusul abdesti ile ilgili bir ihtilaf çıktı.
Hz. Ömer bütün ashabı topladı. Hz. Ali ve Mûaz dışında herkes aynı fikirde idi.
Meseleyi ezvâc-ı tahirâta havale etti ve onların kanaatini esas alarak kabul
etti.[231]
Ümmü
Habîbe’nin İslâm Tarihinde ortaya çıkan fitne olaylarından uzak kaldığı ve
siyasi olaylara karışmadığı bildirilmektedir.[232]
[233] Ümmü Habîbe, ne kadar fitne
zuhur ederse etsin o ne söz ne de fiil ile hiç birine katılmamıştır.
Ümmü Habîbe
fitneden uzak kaldığı halde Hz. Osman’ın muhasara edildiği esnada Hz Ali’den Hz
Osman’ın muhaliflerine karşı yardım talebinde bulunmuş, Hz Ali ise kendisinden
Hz. Osman’ın böyle bir isteği olmadığını söyleyerek yardım 233 etmemiştir
Ümmü Habîbe
kuşatma esnasında binitiyle Hz. Osman’ın evine geldi. Evin etrafındakiler Ümmü
Habîbe’nin binitinin yüzüne vurdular. Ümmü Habîbe Hz. Osman’a yetimler ve
dulların mallarının kullanımı hakkında Ümeyyeoğullarının vasiyetini bildirmek
için geldiğini söyledi. Fakat Ümmü Habîbe’ye yalancı dediler ve hayvanının
yularını kestiler. Bunun üzerine Ümmü Habîbe bağırmaya başladı. Onun yanına
gelerek hayvanı tuttular. Ümmü Habîbe onların elinden zor kurtuldu. Daha sonra
onu evine götürdüler.[234]
Rivayet
edildiğine göre Hz. Osman’ın kuşatması anında yaşanan bir başka olay da
şöyledir: Ümmü Habîbe, dayısının oğlu, Hz. Osman muhasara edildiğinde, onun
evine gelmiş, orada bulunan bir adam da onun başörtüsünü çekerek Ümmü Habîbe’yi
tanıtmaya ( fiziki) özelliklerini sıralamaya başlamıştır. Ümmü Habîbe de bu
çirkin durum karşısında; “Buna ne oluyor! Allah elini koparsın ve mahrem yerini
ortaya çıkarsın” demiş, sonra orada bulunan başka bir kişi Ümmü Habîbe’nin
başörtüsünü çeken kimsenin sağ kolunu kesmiştir. Kolu kesilince koşmaya
başlayan adam sol eliyle açılan elbisesini tutmaya çalışmış ancak avret yeri
açılıp görünmüştür.[235]
Başka bir
rivayette ise şöyle haber verilmektedir: Kuşatmanın on sekizinci günü,
isyancılar halifenin suyunu kestiler. Bunun üzerine halife Hz.Osman, Hz.Ali,
Hz. Talha, Hz.Zübeyr ve Peygamber’in eşlerinden yardım istedi.Ümmü Habîbe erzak
yüklü bir katırı halifeye götürmeye teşebbüs edince, isyancılar buna izin
vermediler.[236]
Bilindiği
gibi bu kuşatma sırasında Hz Osman şehit olmuştur. Ümmü Habîbe halifenin defni
konusunda engel olanlara karşı çıkıp ve halifenin defnini sağlamıştır ve[237]
Muâviye’nin isteğini kabul ederek Hz Osman’ın şehit edildiği kanlı elbiseyi,
ailesinden alıp Nu’man b. Beşir ile Şam’da bulunan kardeşi Muâviye’ye
göndermiştir.[238]
Ancak onun Osman’ın gömleğini Muâviye’ye göndermesi Müslümanlar arasında geçen
bu olayları onayladığı anlamına gelmemektedir. Ali ile Muâviye arasında meydana
gelen olaylarda tarafsızlığını koruyan Ümmü Habîbe, Ümmü Seleme ile birlikte Hz
Ali ile Muâviye’nin aralarını düzeltmek için çaba sarfetmiştir.
Olay şöyle
olmuştur: Hz. Ali ile Muâviye mücadelesinin son yıllarında, Hz.Ali ile
Muâviye’nin adamlarından hangisi Medine’ye ve Mekke’ye önce gelirse, o senenin
hac emiri olurdu. Ümmü Habîbe, Ümmü Seleme’ye Hz. Ali ve Muâviye’ye Hicaz’a
adam gönderme işine son vermeleri için birer mektup yazmayı önerdi. Onlara göre
bunu yapmazlarsa ümmet ikisinden birine itaat edecek ve birlik sağlanacaktı.
Ümmü Habîbe, Muâviye’ye, Ümmü Seleme de Hz. Ali’ye mektup yazdı. Muâviye
mektuba uydu, Hz. Ali de uymak istedi. Fakat oğlu Hasan onu bu işten
vazgeçirdi.[239] Hatta Ümmü Habîbe Hz. Ali’nin şehâdeti üzerine Muâviye’yi
destekleyen tavır sergilememi ştir.
EMEVÎLER DÖNEMİNDE ÜMMÜ HABÎBE
Ümmü Habîbe
Emeviler döneminden sadece kardeşi Muâviye’nin hilafeti dönemini gördü.[240]
Ümmü Habîbe
kardeşinin devleti döneminde saygı ve büyüklük gördü. Kardeşinin otoritesi
kuvvetliydi. Muâviye için Mü’minlerin dayısı deniliyordu.[241]
Rasûlüllah’ın,
Ümeyye oğullarının hilafetinin gelişi ile ilgili şöyle dediği haber
verilmektedir: Rasûlüllah başını Ümmü Habîbe bint. Ebî Süfyân’ın dizi üzerine
koymuş vaziyette uyumaktaydı. Bir ara haykırarak uyandı. Sonra gülümsedi
kendisine soruldu: “Ya Rasûlallah, önce haykırdığını, sonra gülümsediğini
gördük. Bunun sebebi nedir? Rasûlüllah “Ümeyye oğullarının sıra ile minberime
çıktıklarını gördüm. Bu benim hoşuma gitmedi. Sonra Abbasi oğullarının sıra ile
minberime çıktıklarını gördüm. Bu benim hoşuma gitti” buyurmuştur.[242] İbn Kesîr bu rivayetle ilgili
olarak herhangi bir açıklama yapmamıştır. Muâviye’nin hilafete geçişiyle
Muâviye döneminde çeşitli karmaşalar yaşansa da, Ümmü Habîbe bunlardan hiç
birisinin yanında yer almamıştır
Emevîler
döneminde Ümmü Habîbe’nin Dîmaşk’ı ziyaret ettiği rivayet edilmektedir. Tam
olarak tarihi verilmese de Ümmü Habîbe’nin Dîmaşk’a gidişi kardeşi Muâviye’yi
ziyaret içindir.[243]
Bu bölümde de
Ümmü Habîbe’nin vefâtı ile fizikî, ilmî ve ahlâki özellikleri hakkında bilgi
verilecektir.
Ümmü
Habîbe’nin vefat tarihi hakkında farklı rivayetler vardır. H.44/M.664 yılından
farklı olarak H.42/662 senesinde[244],
H.50/M.670 senesinde, H.55/M.674 yılında[245],
H.59/M.678 senesinde vefat ettiğine dair rivayetler vardır. H.59/M.678 senesi
uzak olarak görülmektedir[246]. Bunlardan en doğru olanı
H.44/M.664 senesinde vefat etmesidir.[247]
H.59/M.678 senesi ile ilgili olarak şöyle bir rivayet vardır. Ümmü Habîbe
Muâviye’nin ölümünden bir sene önce vefat etmiştir. Muâviye ise Recep ayında,
H.60/M.679 yılında vefat etti.[248] Ümmü Habîbe H.44/M.664
senesinde, kardeşi Muâviye b. Ebû Süfyân’ın hilafeti döneminde vefat etti.[249]
Ümmü Habîbe
öleceğini anlayınca Hz Âişe’yi çağırarak; “Kumalar arasında olan bizim aramızda
da olmuştur. Allah beni ve seni bu konuda olanlardan dolayı affetsin.”
demiştir. Hz Âişe de: “ Allah beni ve seni affetsin, sıkıntılarını gidersin.”
deyince Ümmü Habîbe: “Beni sevindirdin. Allah da seni sevindirsin.” demiştir.
Daha sonra Ümmü Seleme’yi çağırmış ona da bu sözleri söylemiştir.[250]
Ümmü
Habîbe’nin namazını Mervan b. Hakem kıldırdı. Kız kardeşi Hind bint. Ebî
Süfyân’ın oğulları ve Ebû Bekir b. Saif b. Ahnes (Ümmü Habîbe’den hadis rivayet
etmiştir. Ümmü Habîbe O’nun teyzesidir. Annesi Sahra bint. Ebî Süfyân’dır) ve
Utbe b. Ebî Süfyân’ın oğullarından bir kısmı onu kabrine koydular.[251]
Kardeşi
Muâviye’yi ziyaret için Dımeşk’e gittiğinde vefat ettiğine ve kabrinin orada
olduğuna dair rivayetler vardır. Fakat sahih kabul edilmemiştir.[252]
Ümmü
Habîbe’nin kabrinin Medine’de olduğunu doğrulayan rivayet de vardır. Ali b.
Hüseyin bunu şöyle anlatır: “Dedem Ali b. Ebî Talib’in evine geldim. Onun
çevresini kazdığım zaman Remle bint. Sahr’ın kabridir diye yazılı olan taş
çıkardım.[253]”
Zehebî:
“Dımaşk’te, Babü’s-Sağır kabristanlığındaki mezar, Ümmü Seleme Esmâ bint. Yezid
Ensari’nin kabridir.”[254]diyerek, Ümmü Seleme’nin
mezarının Ümmü Habîbe’nin mezarıyla karıştırıldığını ifade eder.
Ümmü Habîbe
fiziken güzeldi.[255] Fakat bu durumu Hz.
Peygamber’in hanımlarını kıskandıracak seviyede değildi. Çünkü Hz. Âişe’nin onu
kıskanmadığı ile ilgili şöyle bir rivayet vardır: “Hz Âişe onda kendisini
kıskandıracak bir şey bulamadı. Zira o, yaş itibariyle kırkına yaklaşmıştı.
onda Hz Safiyye’nin büyüleyici tavrı, Hz Cüveyriyye’nin tatlılığı, Hz Ümmü
Seleme’nin güzelliği ve Hz Zeynep’in çekiciliği yoktu.[256]
Ümmü Habîbe’nin güzelliği ile ilgili şöyle bir rivayet daha vardır: Ebû Süfyân
bir gün Peygamberimize geldi ve aralarında Ümmü Habîbe’nin güzelliği ile
alakalı olarak şöyle bir konuşma geçti: “Ya Rasûlüllah! Üç şey var; onları bana
ver. Hz Peygamber ona; “Pekâlâ” dedi. Ebû Süfyân; Bende Arabın en iyisi ve en
güzeli Ümmü Habîbe bint. Ebû Süfyân var. onu sana vereyim.” dedi. Peygamber:
“Pekiyi” dedi. Ebû Süfyân: “Bir de Muâviye var. Onu huzurunda kâtip yaparsın!”
dedi. Hz. Peygamber yine “Pekiyi” dedi. Ebû Süfyân “Bir de beni emîr yaparsın.
Tâ ki, vaktiyle Müslümanlarla çarpıştığım gibi, kâfirlerle çarpışayım.” dedi.
Hz. Peygamber, ona da“Pekiyi” dedi.”[257]
Fakat bu hadis târihî gerçeklerle uyuşmamaktadır. Ebû Süfyân Mekke’nin fethinde
H8/M630 Müslüman olmuş ise de, Ümmü Habîbe’nin Hz. Peyganber’le nikahlanması
bundan öncedir. Ümmü Habîbe Necâşî’nin vekâletiyle H7/M629 senesinde
mü’minlerin annesi oldu. Hadiste geçen Ebû Süfyân’ın kumandanlığını da kimse
bilmemektedir. İbn Hazm’ın “mevzu” dediği bu rivayete İbnu’l-Cevzî râvîlerden
birinin vehmi olarak bakmaktadır. İbnü’l-Esir’e göre: “Bu hadis Müslim’in
vehimlerindendir”[258]
Ümmü Habîbe,
okuma yazma bilen ve Kureyş’in fasih Arapça konuşan hanımlarındandı. Söz sahibi
ve sağduyulu bir hanımdı.[259] Üstün karakterde faziletli
bir hanımdı. Hz Peygamber’in sünnetini büyük bir dikkatle izliyordu.
Evlilikleri boyunca Hz Peygamber’den rivayet ettiği hadislerin sayısı 65’tir.[260] Fakat bu rakam Bakı’ b.
Mahled’in Müsned’inden tesbit edilmiştir. Bize ulaşmamis olması yanında, onun
müsned-musannef karışımı bir tertibe sahip olması, rivayet sayısının olduğundan
fazla gözükmesi için önemli bir âmildir.[261]
Buharî ve Müslim iki hadiste ittifak etmişler, Müslim iki hadiste tek
kalmıştır.[262]
Ümmü Habîbe
çevresini iyi tanıyan bir hanımdı. Öyle ki; Ümmü Habîbe ile Ümmü Seleme
Habeşistan’da gördükleri bir kiliseden bahsettiler. Sonra bunu Hz. Peygamber’e
de anlattılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber “Onlar, içlerinden iyi bir kimse
ortaya çıkıp vefat ettiğinde kabrinin üzerine mescid yaparlar, onun içine
suretler tasvir ederler. İşte onlar kıyamet günü halkın en şerlileridir”
buyurdu[263]
Ümmü Habîbe,
Rasûllülah ve Zeynep bint. Cahş’tan hadis rivayet etmiştir.[264]
Ümmü Habîbe’den hadis rivayet edenler; kardeşleri halife Muâviye, Anbese,
kardeşinin oğlu Abdullah b. Utbe b. Ebî Süfyan, Urve b. Zübeyr, Ebû Salih
Semman , Safiyye bint. Şeybe, Zeynep bint. Ebî Seleme ( Rasûllülah’ın Üvey
kızı) Şüteyr b. Şekl ve Ebû Melih Âmir Hüzelî [265],
Abdullah b. Esed el-Mahzûmî ve Muhammed b. Ebî Süfyân es- Sekafî hadis rivayet
etmiştir.[266]
Ümmü
Habîbe’nin ilmî yönüne dikkat çekmek için rivayet ettiği hadislerin bir kısmını
şöyle sıralayabiliriz;
Namaz
konusunda, Rasûllülah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “ Kim öğle
namazının farzından önce dört ve farzından sonra dört rekat nafile namaz
kılarsa, Allah, o kimsenin bedenini cehennem ateşine haram kılar.” Ümmü Habîbe
: “ Ben bu haberi duyduğumdan beri bu namazı hiç terk etmedim.”[267]
Başka bir
rivayette ise Rasûlüllah’ı şöyle buyururken işittim: “Hiçbir Müslüman kul
yoktur ki, günde farzlar haricinde on iki rekat nafile namaz kılarsa, Allah ona
cennette bir ev yaptırmasın. ”Ümmü Habîbe : “Ben Rasûlüllah’tan işiteli beri
bunları bir daha terk etmedim.”[268]dedi.
Malik b.
Hübeyre bir sefer cenaze namazı kıldıracağında cemaati az bularak onları üç saf
haline getirdi sonra da dedi ki: Rasûlüllah şöyle buyurdu: “Bir kimse vefat
ettiğinde üç
saf cemaat namaz kılarsa (cenaze namazı) Allah o kimseye imanla gittiği
takdirde cenneti vacip kılar.”[269]
Bir
rivayetinde Ümmü Habîbe , “Hz Peygamber hasır üzerinde namaz kılardı.” diğer
rivayette de “Rasûlüllah küçük seccade üzerinde de namaz kılardı”[270]buyurmaktadır.
Hayız hali
ile ilgili, Muâviye b. Ebî Süfyân, kız kardeşi ve Rasûlüllah’ın hanımı olan
Ümmü Habîbe’ye şöyle bir soru sorduğunu belirtiyor: “ Hayızlı günlerinde
Rasûlüllah’ın yanında ne yaparsın?” Ümmü Habîbe şöyle cevap verdi :“ Bizden
birisi hayız olduğunda dizlerine kadar uzun (kapsamlı) elbisesini (izâr) giyer,
sonra da Rasûllülah ile aynı yatakta yatardı” diye cevap verdi.[271]
Misvak
konusunda, Hz Peygamber’in “ Ümmetime zorluk verecek olmasaydım her namaz
için misvak kullanmalarını emrederdim”[272]
hadisini rivayet etmiştir.
Hac ile
ilgili; Ümmü Habîbe, hac esnasında Nebî’nin kendisini geceleyin
Müzdelife’den, Mina’ya gönderdiğini haber vermiştir.[273]
Başka bir rivayette ise, sadece kendisini değil biz ibaresini kullanmıştır.
İddet
konusunda, Ümmü Habîbe’den bildirildiğine göre, bir kadın Rasûlüllah’a
geldi ve :“Kızımın kocası öldü. Ben onun göz rahatsızlığından korkuyorum,
dolayısıyla sürme çekebilir mi?” diye sordu. Bunun üzerine Rasûlüllah: “Sizden
biriniz cahiliyye döneminde kocası öldüğünde bir yıl evde oturuyordu, bu konuda
İslâm’ın emri ise dört ay on gündür. Cahiliyye döneminde bir yıl dolunca deve
ile tezeği atarak dışarı çıkardı.[274]
Ezan
konusunda, Ümmü Habîbe şu hadisi rivayet eder: “Hz. Peygamber; “Müezzin
ezan okurken siz, aynen müezzinin söylediklerini söyleyin” ”[275] buyurdu.
Koku sürme
ve ölünün ardından yas tutma ile ilgili rivayeti şöyledir: Ümmü Habîbe’nin
bir akrabası (babası Ebû Süfyân veya kardeşi Yezid) vefat etmişti.(üç gün
geçtikten sonra) zağferanlı bir koku isteyip bunu yanağına ve kollarına sürdü
ve: Şüphesiz ben süslenmeyen bir kadınım. Bunu sadece Rasûlüllah’ın şöyle
buyurduğunu duyduğum için yapıyorum dedi: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden
Müslüman bir kadına, kocasından başka bir ölü üzerine üç günden fazla mâtem
tutup, zînet ve süsünü terk etmesi helal değildir. Sadece kocasının ölümü
üzerine dört ay on gün yas tutar.[276]
Ateşte
pişen gıdadan dolayı abdest almanın gerekliliği konusunda, Ümmü Habîbe’den
rivâyete göre, Rasûlüllah şöyle buyurdu: “Ateşte pişen şeylerden dolayı abdest
almak gerekir, bir parça peynir olsa bile.”[277]
Mescit
yaptırma ile ilgili, Hz Peygamber’in “Kim Allah rızasını kazanmak için bir
mescid yaptırırsa, Allah da onun için cennette bir ev yapar” buyurduğunu
rivayet etmektedir.[278]
Meleklerle
ilgili, Ümmü Habîbe’nin haber verdiğine göre Rasûlüllah (s.a) şöyle
buyurmuştur: “ Melekler, içinde çan (sesi) bulunan kervana (nakil vasıtalarına)
arkadaşlık etmezler.”[279]
Hz.
Peygamber’in şefaat yetkisiyle ilgili olarak, Rasûlüllah’ın şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir. “Ben ümmetimin başına gelecek olayları gördüm. Onların bir
kısmının bir kısmının kanını dökeceği Allah katında hükme bağlanmıştır. Bu daha
önce yaşamış olan ümmetlerde de hükme bağlanmıştı. Bundan dolayı Allah’tan
kıyamet gününde ümmetime şefaatçi olmayı istedim.”[280]
Kıyametle
ilgili olarak, Ümmü Habîbe’nin rivayeti şöyledir: “Rasûlüllah bir gün yüzü
kızarmış olarak ve üç kere “ Lâ İlahe ilallallah” diyerek uykudan uyandı ve
şöyle dedi: “Yaklaşan bir belâ yüzünden, Arapların vay haline! Bugün Ye’cûc ve
Me’cûc’un seddinde delik açıldı” diyerek uyardı ve başparmağı ile şehâdet
parmağını daire şeklinde bağladı. Yâ Rasûllalah aramızda salihler olduğu halde
bizde helâk olur muyuz? diye sordum. Rasûllülah (s.a) “Evet, kötülük çoğaldığı
zaman” buyurdu.[281]
İyiliği
emredip, kötülüğü yasaklama ile ilgili olarak, Nebî’den şu hadisi rivayet
eder: “Âdemoğlunun her sözü kendi aleyhinedir. Ancak iyiliği emredip,
kötülükten sakındırması ve Allah’ı hatırlatmaya yönelik tüm sözler bunun
dışındadır.[282]
İki kız kardeşin
aynı erkekle evlenmesi konusunda, Ümmü Habîbe’den gelen rivayette şöyle
denilmektedir: “Ümmü Habîbe, Rasûllülah’a şöyle bir teklifte bulunmuş: “ Yâ
Rasûlallah, Ebû Süfyân’ın kızı (kız kardeşim) ile evlenmek ister misin?”
Rasûlullah: “Ne yapayım?” Ümmü Habîbe: “Onunla nikahlanırsın”dedi. Hz.
Peygamber: “ Sen gerçekten bunu istiyor musun? “ Ümmü Habîbe: Evet isterim yâ
Rasûlallah, çünkü ben, seninle evli olan tek kişi değilim. İsterim ki, hayırda
bana ortak (bari) kız kardeşim olsun” diye cevap verdi. Hz Peygamber “ İyi bil
ki, kızkardeşin bana helâl olmaz.” Ümmü Habîbe “Senin Ebû Seleme’nin kızı
Dürreyi nikâh etmek istediğini biz aramızda konuşup duruyoruz.” dedi.
Rasûllülah “Ümmü Seleme’nin kızını mı?”. Ümmü Habîbe “evet” dedi. Rasûllülah: “
Ümmü Seleme’nin kızı, benim vesâyet ve terbiyem altında yetişen üvey kızım
olmasaydı bile, yine de onunla evlenmem helal olmazdı. Çünkü o benim
sütkardeşimin kızıdır. Beni ve onun babası Ebû Seleme’yi Süveybe hanım
emzirmiştir. Bir daha kızlarınız veya kız kardeşlerinizle evlenmemi bana teklif
etmeyiniz” buyurdu.[283]
Risâletin ilk
yıllarında babası Ebû Süfyân İslâm’ın en azılı düşmanlarından birisi olmasına
rağmen o kocasıyla birlikte İslâm’ın ilk yıllarında Müslüman oldu. onunla
birlikte müşriklerin zulmünden kaçarak Habeşistan’a hicret etti. [284] Ümmü Habîbe, Allah ve
Rasûlü’nün sevgisini Ebû Süfyân’ın evine - ki o Kureyş’in seyyidi’dir, onda
mal, bolluk ve lüks vardır- tercih etmiştir. Ümmü Habîbe memleketi Mekke’den
uzak kalmanın derdine ve gurbette yaşamın zorluklarına katlanmıştır.[285]
Ümmü
Habîbe’nin kuvvetli bir imanı vardı. Kocası Ubeydullah b. Cahş Habeşistan’da
Hıristiyan oldu. onu da dininden döndürmeye çalıştı. Fakat Ümmü Habîbe bunu
kabul etmeyerek İslâm dininden ayrılmadı.[286]
Ümmü Habîbe’nin bu durumunu şu ayet anlatmaktadır: “Allah’a ve Ahiret gününe
inanan bir toplumun - babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa-
Allah’a ve Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların
kalbine Allah îman vermiş ve katındaki bir ruh ile onları desteklemiştir.
Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, onlar orada ebedi
kalacaklardır.[287]
Ümmü Habîbe,
Rasûllülah’ı herkesten daha çok seviyordu. Nitekim bu sebepten dolayı Ümmü
Habîbe ile babası Ebû Süfyân arasında, babasının sevmeyeceği, bir konuşma
geçti. Ebû Süfyân Medine’ye (Hudeybiye antlaşmasının süresini uzatmak için)
geldiğinde Rasûllülah’ın minderine oturmak istedi. Ümmü Habîbe minderi ondan
kaçırdı. Ebû Süfyân : “Ey kızım vallahi ben anlamadım. Beni mi minderden sakındın,
yoksa minderi benden mi sakındın?” dedi. Ümmü Habîbe “ Bilakis O Rasûllülah’ın
yatağıdır. Sen ise pis bir müşriksin. Ben senin Rasûllülah’ın minderinde
oturmanı sevmiyorum.” Ebû Süfyân : “Vallahi ey kızım, benden sonra sana kötülük
isabet etmiş”[288] dedi.
Ümmü Habîbe Hz
Peygamber’i ve ailesini çok seviyor, onların devamlı yanında olmasını
istiyordu. Bir gün “ Allah’ım beni zevcim Rasûlullah, babam Ebû Süfyân ve
kardeşim Muâviye ile faydalandır.” diye dua etti. Bunun üzerine Hz Peygamber,
“Allah’tan takvim edilmiş olan eceller, sayılmış günler ve taksîm edilmiş
rızıklar için istekte bulundun. Allah onlardan hiçbir şeyi zamanından öne
geçirmez. Yahut onlardan hiçbir şeyi zamanından sonraya bırakmaz. Şayet sen
Allah’tan seni ateşteki azaptan yahut kabirdeki azaptan sana afiyet ve selâmet
vermesini isteseydin daha iyi olurdu. O hiçbir şeyi vakti gelmeden yaratacak
yahut vaktinden sonraya bırakacak değildir” buyurdu.[289]
Ümmü Habîbe
ibadete çok düşkün bir hanımdı. Nafile namazları aksatmamaya dikkat eden bir
sahâbi idi.[290]
Ümmü Habîbe
itibarlı ve etkili bir hanımdı. Her ne zaman iyi bir yemek pişirse, birazını
Hz. Peygambere göndermeyi unutmazdı. Bir akşam helva yaptı ve hizmetçisiyle bir
tas dolusu helvayı Hz. Peygamber’e gönderdi. O sırada Hz. Peygamber Âişe’nin odasındaydı.
Âişe yemeği alırken tabak elinden kaydı ve yere düştü. Helva tamamen
dağılmıştı. Hz. Peygamber üzülmesine rağmen Âişe’yi teselli etti ve tasın
parasını Ümmü Habîbe’ye gönderdi.[291]
Ümmü Habîbe
iyi huylu nazik bir hanımdı.[292] O herkesin iyiliğini isteyen
onlar için hayır dua eden bir hanımdı. Öyle ki, ilmi özelliklerinde ele
aldığımız hadiste, kardeşini Hz. Peygamber’e eş olarak teklif etmektedir.[293]
Ümmü Habîbe
Rasûlüllah’tan sonraki hayat çizgisini de bu doğrultuda devam ettirmiştir.
Müslümanlar arasında çıkan ihtilaflara katılmamıştır. Kendini ibadete ve
muhtaçlara yardıma adamıştır.
SONUÇ
Kureyş
Kabilesinin Ümeyyeoğulları neslinden dünyaya gelen Ümmü Habîbe’nin çocukluk ve
gençlik yılları ile ilgili bilgiye ulaşamadık. Ümmü Habîbe Ümeyyeoğulları gibi
Mekke’de sözü geçen şerefli bir ailenin kızıydı. Fakat Ümmü Habîbe’nin babası
Ebû Süfyân, ilk yıllarda İslâmiyete tamamen karşıydı. Müslümanlara yapılan
zulümlerin başını çeken kimselerdendi. Ümmü Habîbe böyle bir aileye mensup iken
gerçekleri görebilmiş ve İslâm dinine girmiştir. Babasının yanındaki bütün
rahat yaşamına İslâm’ı tercih etmiştir. Sonunda ailesinin işkencelerine
dayanamayarak ana vatanını terk edip ilk eşi Ubeydullah b. Cahş ile beraber
Habeşistan’a hicret etmiştir.
Allah’a ve
Rasûlü’ne en güzel itaati bu hanım sahabide görebiliriz. Eşi Ubeydullah b.
Cahş’ın irtidat etmesi üzerine dininden dönmemiş, eşinden ayrılmış, babası Ebû
Süfyân Müslüman olmadığı için Habeşistan’da kimsesiz kalmayı göze almıştır.
Ümmü Habîbe kızı beraber yabancı ülkede korunmaya muhtaç bir hale düşmüş fakat
sabrını ve metanetini hiçbir zaman yitirmemiştir. Ümmü habîbe çektiği bütün
zorluklarda İslâm’a bağlılığını hiçbir zaman bırakmadı. Zira O’nun bu tarz
zorluklara katlanmasını sağlayan Allah’a son derece bağlı olmasından
kaynaklanıyordu.
Ümmü
Habîbe’nin itaati ve sabrı neticesiz kalmamış önce Allah Teâla ona rüyasıyla
müjdeyi vermiş, sonrasında Rasûlüllah’la nikâhı gerçekleşmiştir. İslâm
tarihinde ilk defa gıyâbi yani yerine vekil bırakılarak nikâh yapılmıştır.[294]
Hz. Peygamber’in
ailesine dâhil olduğunda, Ümmühâtü’l-Mü’minîn içinde kıymetli yerini almıştır.
Hanımlar arasında kıskançlık ve ayrılık çıkarmak gibi olayların içine
girmemiştir.
Sahabîler Hz.
Peygamber’i her şeyden daha çok seviyorlardı. Ümmü Habîbe de Hz. Peygamber’e
olan sevgisini, babası Ebû Süfyân’ın Hz. Peygamber’in minderine oturmasına izin
vermeyerek en güzel şekilde göstermiştir.
Hz.
Peygamber’in evliliklerinin İslâm dinine hizmet etmesi açısından önemi
büyüktür. Hz. Peygamber’in Ümmü Habîbe ile evliliği, Ümeyyeoğulları ile
Müslümanlar arasında yumuşamayı ve dostluğu sağlamıştır.
Ümmü Habîbe
Hz. Peygamber’den duyduğu hadis-i şeriflere son derece tâbi olurdu. Hz.
Peygamber’in; “Kim günde on iki rekat nafile namaz kılarsa, Allah onun vücudunu
cehennem ateşine haram kılar” sözü üzerine bir daha bu namazları hiç terk
etmemiştir.
Hz.
Peygamber’in vefatından sonra Müslümanların birlikteliğini savunmuş ve herhangi
bir taraf tutmamıştır. Sadece Hz. Osman’ın muhasarası esnasında bulunmuş fakat
orada da Hz. Osman’a yapılan zulüm haksızca olduğu için onu desteklemiştir.
Bu çalışmada,
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” ayetinin bir hanım sahabîdeki yansımasını
gördük. Ümmü Habîbe gibi değerli hanımların hayatlarının Müslümanların
dikkatine sunulması önem arz eden bir konudur.
ABDURREZZÂK,
İbn Hemmâm es-San’ânî, (211/827) el-Musannef, Ed: Habîb er-Rahmân el-Â’zamî,
Beyrût, 1832.
AFZALUR RAHMÂN, Sîret Ansiklopedisi, ter: Yusuf Balcı,
İstanbul, 1990.
ÂİŞE
ABDURRAHMAN Bintü’ş- Şatı’, Rasûlüllah’ın Annesi ve Hanımları, ter: İsmail
Kaya, Konya, tsz.
APAK, Adem, “Ezvâc-ı Tâhirâttan Ümmü Habîbe”, Diyanet İlmi
Dergi, Ankara,
2009, c: XLV, sayı:2, s. 121-130
AYCAN, İrfan,
“Ebû Süfyân” DİA, İstanbul,1994, X/230-232.
,“Muâviye”
DİA, İstanbul, 2005, XXX/332-334.
AYNÎ, Bedreddin
Mahmud b. Ahmed, (h.855) Umdetü’l-Karî fî Şerhi Sahihu’l- Buhârî, Beyrût, tsz.
BELÂZÜRÎ, Ahmed b.Yahya (279/892) Ensâbü’l- Eşrâf, Beyrût,
1996.
, Fütûhu’l-Büldân, ter: Mustafa Fayda, Ankara, 1987.
BEYHAKÎ, Ebû
Bekir Ahmed b. Hüseyin, (458/1066) Delâilü’n-Nübüvve, Beyrût, 1985.
BUHÂRÎ, Ebû
Abdillah Muhammed b. İsmail (256/870) el-Câmiu’s-Sahîh, İstanbul, 1992.
CERRAHOĞLU, İsmail, “Garânîk”, DİA, İstanbul, 1996,
XIII/361-366.
CİHAN, Sadık,
Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik Olaylarla İlgisi, Samsun, 1997
ÇAĞATAY, Neşet, İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı,
Ankara, 1982.
DÂRIMÎ, Ebû
Muhammed Abdullah b. Abdirrahmân (255/868) es-Sünen, Medine, 1966.
DELLA VlDA,
Levi “Ümeyye” IA, İstanbul, 1986, XIn/99-100.
DOĞUŞTAN
GÜNÜMÜZE BÜYÜK İSLÂM TARİHİ, Red: Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul, 1986.
DURSUN, Davut,
“Etiyopya”, DİA, İstanbul, 1995, XI/488-491.
EBÛ DÂVÛD,
Süleyman b. Eş’as (275/888) es-Sünen, İstanbul,1992.
EBÛ NUAYM,
el-İsbahânî (430/1039) Hılyetü’l-Evliyâ Beyrût,1967.
EBÛ YÛSUF
(182/798) Kitâbü’l-Harâc, Kâhire, 1328.
KETTÂNÎ,
Muhammed Abdülhay b. Abdülkebîr (1382/1962) et-Terâtibü’l- İdâriyye, ter: Ahmet
Özel, İstanbul,1990.
ES’ÂD,
Mahmûd,Tarih-i Din-i İslâm, İstanbul, 1995.
EZRAKÎ,
Ebu’l-Velîd Muhammed bin Abdullah (223/837) Ahbâru Mekke ve Mâ Câe fîha
Mine’l-Âsâr, tah: Rüşdî Sâlih, Mekke, 2002.
HÂKİM,
Muhammed b.Abdullah (405/1015) el-Müstedrek ale’s-Sahihayn, Beyrût,1986.
HAMEVÎ , Yâkût
b. Abdillah (626/1229) Mu’cemu’l-Buldân, Beyrut, tsz.
HAMÎDULLAH,
Muhammed, el-Vesâiku’s-Siyasiyye, ter: Vecdi Akyüz, İstanbul, tsz.
, İslâm
Peygamberi, ter: Salih Tuğ, İstanbul,1980.
HATİBOĞLU, M.
Said, “Müslüman Âlimlerin Buhârî Ve Müslim’e Yönelik Eleştirileri”, İslâmî
Araştırmalar, Ed: Said Hatiboğlu, Ankara, 1997, c:X, sayı:1, s:1-29
HEYKEL, M.
Hüseyin, Hazreti Muhammed Mustafa, ter: Ömer Rıza Doğrul, İstanbul, 1948.
HUDARÎ, Muhammed, İtmâmü’l-Vefâ fî Sîreti’l- Hulefâ, Beyrut,
1997.
İBN ABDİLBER,
Ebû Ömer Yusuf b.Abdillah (463/1071) el-İstiâb fî Ma’rifeti’l- Ashâb, tah: Ali
Muhammed Buhârî, Kahire, tsz.
İBN ASÂKİR,
Ebû’l-Kâsım Ali b. Hasen (571/1175) Tarihu Medineti Dımeşk, Beyrût, 1998.
İBN HABÎB, Ebû
Cafer Muhammed b.Habîb (245/859), el-Muhabber, Beyrut,1361.
İBN HACER,
Şihâbüddin Ebü’l-Fadl el-Askalânî (852/1448) el-İsâbe fî Temyîzi’s- Sahâbe,
Kâhire, 1328.
İBN HANBEL, Ahmed (241/855) el-Müsned, İstanbul 1992.
İBN HİŞÂM, Ebû
Muhammed Abdülmelik (213/828) es-Sîretü’n-Nebeviyye, Mısır,1936.
İBN İSHÂK,
Muhammed b.İshâk (151/768) Sîretü İbn İshâk, thk: Muhammed Hamidullah,
Konya,1981.
İBN KAYYIM EL
CEVZİYYE, Şemsüddin Ebû Abdullah Muhammed b. Bekr (751/1350) Zâdü’l-Meâd fî
Hedyi Hayri’l-İbâd, Mısır, 1927.
İBN KESÎR, Ebu’l-Fidâ İsmail (774/1372) el-Bidâye ve’n-
Nihâye, Beyrût,1966.
,
Tefsirü’l-Kur’an’il-Azîm,trc.Abdülvehhâb Öztürk, İstanbul, 2010.
İBN KUTEYBE, ed-Dîneverî (276/889) el-Meârif, Beyrût, 1970.
İBN MÂCE,
Hâfız Ebû Abdillah Muhammed b.Yezid (275/888) es-Sünen, tah. Muhammed
Nâsıruddin el-Elbânî, Riyâd, tsz.
İBN SA’D,
Muhammed (230/844) et-Tabakâtü’l- Kübrâ, Beyrût,1968.
İBN ŞEBBE, Ebû
Zeyd Âmir (262/876) Târîhu’l-Medîneti’l-Münevvere, Beyrût, 1990.
İBNÜ’L-ESÎR,
İzüddin b.Ebi’l-Hasen Ali b. Muhammed (630/1232), Üsdü’l- Ğâbe fî
Ma’rifeti’s-Sahâbe, tah: Muhammed İbrahim el- Bennâ, Kâhire, 1973.
, el Kâmil
fi’t-Târîh, Beyrût, 1965.
KALKAŞENDÎ,
Ebü’l-Abbas Ahmed b.Ali b. Ahmed b. Abdullah (820/1417) Nihâyetü’l-Ereb fî
Mârifeti Ensâbi’l-Arab, Beyrut, 1984.
, Subhu’l-Aşâ
fî Sınâati’l-İnşâ, Lübnân, 1987.
KÂNDEHLEVÎ, M.
Yusuf, Hayatü’s-Sahâbe, ter: Sıdkı Gülle, İstanbul, 1990.
KANDEMİR, M.
Yaşar, “Hanımların dilinden Hz. Peygamber”, Hz. Peygamber ve Aile Hayatı,
İstanbul, 1988, s.67-85
KAZICI, Ziya,
“Ümmü Habîbe” ŞİA, İstanbul, 2000, VIII/ 146-148
,
Hz.Muhammed’in Eşleri ve Aile Hayatı, İstanbul, 1996.
KEHHÂLE, Ömer
Rıza, Â’lâmü’n-Nisâ, Dımeşk, 1959.
KÖKSAL M. Âsım,
İslâm Tarihi, İstanbul, 1981.
KUR’AN-I KERÎM
VE MEÂLİ, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, 2003.
KURTUBÎ,
Abdullah el-Ensârî (671/1273) el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, tev: M. Beşir
Eryarsoy, İstanbul , 2002.
KUTUB Muhammed
Ali, Mevsûatü Ricâlin ve Nisâin Havler Rasûl, Kahire, 2004.
, Mü’minlerin
Anneleri, Konya, 1993.
KUZGUN, Şaban,
Hz. İbrahim ve Haniflik, İstanbul, 1985.
MES’ÛDÎ,
Ebu’l-Hasen Ali (345/956) Murûcu’z-Zeheb, Bulak,1283.
MÜSLİM b.
Haccac el-Kuşeyrî (261/874) Sahihu Müslim, Beyrut,tsz.
NESÂÎ, Ebû
Abdurrahman Ahmed b. Şuayb (303/915) , es-Sünen, Mısır, tsz.
ÖNKAL, Ahmet,
Rasûlüllah’ın İslâm’a Davet Metodu, Ankara, 1997.
ÖZKUYUMCU,
Nadir, “Asr-ı Saadet’te Hıristiyanlarla İlişkiler”,Bütün Yönleriyle Asr-ı
Saadette İslâm, Ed: Vecdi Akyüz, İstanbul, 2006.
ÖZTÜRK, Levent, İslâmiyet’in
Yayılmasında Habeşistan Hicretleri Örneği,
Sakarya Ü.İ.F.Dergisi, 2001, sayı: 4, s.10.
SARIÇAM,
İbrahim, Emevî-Hâşimî İlişkileri, Ankara, 1997.
SAVAŞ, Rıza
İlk Dönem İslam Toplumlarında Kadının Konumu, İzmir, 2004.
SÜHEYLÎ
(581/1185) er-Ravdu’l-Ünf, Kahire,1332.
ŞİBLÎ, Numanî,
Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, İstanbul, 1986, ter: Talip Yaşar
Alp
TABERÎ, Ebû
Cafer Muhammed b.Cerir (310/922) Tarihu’l-Ümemi ve’l-Mülûk, Kâhire, 1939.
,
Câmiu’l-Beyân an- Te’vîli’l-Kur’ân, Mısır, 1954.
TİRMİZÎ,
Muhammed b.İsa (278/892) es-Sünen, Kâhire,1964.
TUĞ, Salih,
“Rasûlüllah Muhammed (A.S)’in Evliliklerince Kronolojik Yapı”, Hz. Peygamber ve
Aile Hayatı, İstanbul, 1988, s.145-151
URALER, Aynur,
Peygamberimizin Hanımı Ümmü Habîbe Ve Rivayet Ettiği Hadisler, İstanbul, 2010
VÂKIDÎ, Muhammed b. Ömer b.Vâkıd (207/822) Kitâbü’l-Megâzî,
tah: Marsden Jones, Beyrût,1984.
YA’KÛBÎ, Ebû Ya’kûb b. Ca'fer b. Vehb ( 294/897) Tarihu’l-Ya’kûbî, Necef, 1358.
ZEHEBÎ, Şemsüddin Muhammed b.Ahmed (748/1374) Siyeru
A’lâmi’n-Nübelâ, tah: Şuayb el-Arnavut, Beyrût,1985.
, Tarihu’l-İslâm, Beyrût, 1997.
ZİRİKLÎ, Hayruddîn, el-Â’lâm, Kâhire, 1954.
[1] İbn Sa’d, Muhammed, et-Tabakâtü’l- Kübrâ,
Beyrût, 1968, VIII/96; İbn Asâkir, Ali b. Hasan b. Hibetillah ed-Dimeşkî,
Tarihu Medineti Dimeşk, Beyrût, 1998, LXIX/133, Zehebî, Şemsüddin Muhammed b.
Ahmed, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, Beyrût,1985, II/218.
[2] İbnü’l-Esîr,
İzzüddîn b. Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed Üsdü’l-Ğâbe fi Mâ’rifeti’s-Sahâbe,
tah:Muhammed İbrahim el-Bennâ, Kâhire,1973,VII/315.
[3] Kehhâle, Ömer Rıza, A’lâmü’n-Nisâ, Dımeşk,
1959, I/464.
[4] İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdü’l-Meâd fî Hedyi
Hayri’l-İbâd, Mısır, 1927, I/27.
[5] İbn
Abdilber, Ebû Ömer Yusuf b. Abdillah b. Muhammed, el-İstiâb fî
Mârifeti’l-Ashab, Kâhire, tsz, IV/1843, Kehhâle, I/464.
[6] İbn Sa’d, VIII/ 96.
[7] İbn Hacer, Şihâbüddin Ebü’l-Fadl el-Askalânî,
el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Kâhire, 1328, IV/305.
[8] Ziriklî, Hayruddin, el-A’lâm, Beyrût, 1927,
III/60.
[9] Zehebî, Siyer, II/ 219.
[10] Kalkaşendî, Ebu’l-Abbas Ahmed b.Ali b. Ahmed b. Abdullah,
Nihâyetü’l-Ereb fî Mâ’rifeti Ensâbi’l- Arab, Beyrût, 1984, s.85.
[11]İbn Kuteybe, ed-Dîneverî,
el-Meârif, Beyrût, 1970, s.33.
[12] Kalkaşendî, Nihâyetü’l-Ereb, s.85.
[13] İbn Manzur, Ebu’l-Fazl Cemâlüddin Muhammed,
Lisânu’l- Arab, Beyrût, tsz, XIV/46.
[14] Kalkaşendî, Nihâyetü’l-Ereb, s.85.
[15] Della Vida, G. Levi, “Ümeyye” , İA, İstanbul,
1986, XIII/99-100.
[16] Kalkaşendî, Nihâyetü’l-Ereb, s.85,86.
[17] Ezrakî, Ebu’l-Velid Muhammed bin Abdullah, Ahbâru Mekke ve Mâ Câe
fîha Mine’l-Âsâr, tah: Rüşdî Sâlih Melhas, Mekke, 2002, I/104-111.
[18] İbn Habîb, Ebû Ca’fer Muhammed, el-Muhabber,
Beyrût, 1361, s.167.
[19] Ezrakî, I/114
[20] İbn İshâk, Muhammed b. Yesâr, Sîretü İbn İshâk,
Tah: Muhammed Hamidullah, Konya, 1981, s.47.
[21] Ezrakî, I/114.
[22] Belazurî, Ahmed b.Yahya, Ensâbü’l-Eşrâf,
Beyrût, 1996, I/81-82.
[23] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, VI/148.
[24] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, VI/148.
[25] Aycan, İrfan, “ Ebû Süfyân”, DİA, İstanbul,
1994, X/230,231.
[26] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, VI/148.
[27] Ziriklî, III/288.
[28] İbn İshâk, s.124-126.
[29] İbn İshâk, s.178-180.
[30] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Mısır,1936,
I/ 388.
[31] İbn İshâk, s. 169.
[32] İbnü’l-Esîr, VI/148.
[33] Vâkıdî, Muhammed b.Ömer b.Vâkıd, Beyrût,
1984,I/20, 28, 30, 31, 149.
[34]Vâkıdî, II/443; Zehebî, Siyer,
II/106.
[35] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, VI/148.
[36] Ya’kûbî, Ebû Ya’kûb b. Ca'fer b. Vehb,
Tarihu’l-Ya’kûbî, Necef, 1358, II/59.
[37] İbn Hişâm, IV/86.
[38] Zehebî, Siyer, II/106. (Ukıyye 40 dirheme
eşittir)
[39] Zehebî, Siyer, II/106.
[40] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, VI/149.
[41] Aycan, İrfan, “Ebû Süfyân”, DİA, X/231.
[42] Zehebî, Siyer, II/ 107.
[43] Zehebî, Siyer, II/ 107.
[44] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, VI/149.
[45]İbn Sa’d, VIII/96; İbn Habîb,
s. 88.
[46]İbn Abdilber, IV/1843.
[47] İbn Asâkir, LXIX/137; Hâkim, el-Müstedrek
ale’s-Sahihayn, Beyrût, 1986, IV/20.
[48] Ziriklî, III/ 60.
[49] Zehebi, Siyer, II/119,120.
[50] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, V/ 209.
[51] Zehebî, Siyer, III/122.
[52]İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe,
V/210.
[53]Kettânî, Muhammed Abdülhay,
et-Terâtîbü’l-İdâriyye, ter: Ahmet Özel, İstanbul,1990, I/140.
[54] İbn Abdilber, III/ 1420.
[55] Kettânî, I/210.
[56] Zehebî, Siyer, III/123.
[57] Zehebî, Siyer, III/124.
[58] Cihan, Sadık, Uydurma Hadislerin Doğuşu ve
Sosyo-Politik Olaylarla İlgisi, Samsun, 1997, s.147
[59] Zehebî, Siyer, II/222.
[60] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V/ 209.
[61] Aycan, İrfan, “Muâviye b. Ebû Süfyân”, DİA,
İstanbul, 2005, XXX/332.
[62] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V/ 211.
[63] Zehebî, Siyer, III/140; İbn Kesîr, Ebu’l Ferec,
el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrût, 1966, VIII/129.
[64] Zehebî, Siyer, III/140.
[65] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V/211.
[66] Aycan, İrfan, “Muâviye b. Ebû Süfyân”, DİA,
XXX/333.
[67] Zehebî, Siyer, III/137.
[68] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V/211.
[69] Zehebî, Siyer, III/162.
[70] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V/211.
[71] Zehebî, Siyer, III/157.
[72] Kalkaşendî, Nihâyetü’l-Ereb, s.85,86.
[73] Della Vida, G. Levi, “Ümeyye”, İA, XIII/100.
[74] Aycan, İrfan, “Muâviye b. Ebû Süfyân”, DİA,
XXX/334.
[75] Belâzürî, II/ 74
[76] İbn Kuteybe, s.150.
[77] İbn Hacer, el-İsâbe, IV/305.
[78] Ziriklî, III/61.
[79] Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir,
Târihu’l-Ümemi ve’l-Mülûk, Kâhire, 1939, II/414.
[80] İbn Hacer, el-İsâbe, IV/305.
[81] İbn Hişâm, I/346; Zehebî, Târîhu’l- İslâm, Beyrût, 1989, IV/133;
Apak, Adem, “Ezvâc-ı Tâhirâttan Ümmü Habîbe”, Diyanet İlmi Dergi, Ankara, 2009,
c: XLV, sayı:2, s. 122.
[82] Belâzürî, I/226-227
[83] Çağatay, Neşet, İslâm Öncesi Arap Tarihi ve
Cahiliye Çağı, Ankara, 1982, s.160
[84] İbn Hişâm, I/ 237-238.
[85] Es’ad, Mahmud, Tarih-i Din-i İslâm, İstanbul,
1995, s.264.
[86] Kuzgun, Şaban, Hz İbrahim ve Haniflik,
İstanbul, 1985, s.187.
[87] Es’ad, Mahmud, s.265.
[88] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, VII/315.
[89] İbn Sa’d, VIII/ 96.
[90] İbn Sa’d, VIII/97; Zehebî, Siyer, II/220.
[91] İbn Sa’d, VIII/ 97.
[92] İbn Sa’d, VIII/ 96; İbn Hacer, el-İsâbe,
IV/305.
[93] İbn Asâkir, LXIX/137.
[94] Kazıcı, Ziya, Hz. Peygamber’in Eşleri ve Aile
Hayatı, İstanbul, 1993, s.294.
[95] İbn Hacer, İsâbe, IV/ 305.
[96] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, VII/315.
[97] İbn İshâk, s.24; İbn Sa’d, VIII/96.
[98] Meryem 19/36.
[99] Özkuyumcu, Nadir, “ Asr-ı Saâdet’te Hıristiyanlarla İlişkiler”,
Bütün Yönleriyle Asr-ı Saâdette İslâm, Ed: Vecdi Akyüz, İstanbul, 2006, II/152.
[100] Nahl 16/103.
[101] Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’ân,
Mısır, 1373/1954, XIV/177-180.
[102] Kasas 28/51-54.
[103] İbn Hişâm, II/32.
[104] Kasas, 28/55.
[105] Hamidullah, İslâm Peygamberi, Salih Tuğ,
İstanbul, 1980, I/321-322.
[106] Kalkaşendî, Ahmed b. Ali, Subhu’l-A’şâ fî
Sınâati’l-İnşâ, Lübnân, 1987, V/295
[107] Öztürk, Levent, İslâmiyet’in Yayılmasında Habeşistan Hicretleri
Örneği, Sakarya Ü.İ.F.Dergisi, 2001, sayı:4, s.10.
[108] Dursun, Davut, “Etiyopya”, DİA, İstanbul/1995,
XI/488.
[109] Kalkaşendî, Subhu’l-A’şâ, V/289-290, 308
[110] İbn Hişâm, I/357-361.
[111] Süheylî, er-Ravdu’l-Ünf, Kâhire, 1332, II/250;
Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/328
[112] Belâzürî, II/679.
[113] Hamidullah, el-Vesâiku’s-Siyasiyye, ter: Vecdi
Akyüz, İstanbul, tsz, s.119,120.
[114] Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/330.
[115] Taberî, II/ 68.
[116] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, Beyrût, 1965,
II/ 78,79.
[117] İbn Sa’d, I/204; Taberî, II/69.
[118] İbn Sâ’d, I / 205-207; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
II/77,78.
[119] Yâkut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Buldân, Lübnan, tsz,
IV/195.
[120] Hac 22/52.
[121] İbn İshâk, s.157-158.
[122] İbn Hişâm, II/7.
[123] Buhan, Tefsîr, 53/4, Müslim, Mesâcid, 105.
[124] Cerrahoğlu, İsmail, “Garânîk”, DİA, İstanbul,
1996, XIII/365.
[125] Heykel, M. Hüseyin, Hazreti Muhammed Mustafa,
ter: Ömer Rıza Doğrul, İstanbul, 1948, s.155-156.
[126] Cerrahoğlu, İsmail, “Garânîk”, DİA, XIII/365.
[127] Sarıçam, İbrahim, Emevî- Hâşimî İlişkileri,
Ankara, 1997, s.107-120; Apak, Adem, s. 122
[128] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II/78.
[129] Kazıcı, Ziya, Hz. Muhammed’in Eşleri ve Aile
Hayatı, s. 294.
[130] İbn İshâk, s.24; İbn Sa’d, VIII/96; Belâzürî, II/72;
Ziriklî, III/61.
[131]İbn Sa’d, I/258
[132] Hamidullah, Vesâik, s.114, 115.
[133] Köksal, M. Âsım, İslâm Tarihi (Mekke Dönemi),
İstanbul, 1981, s.292-293
[134] İbn Sa’d, VIII/ 97.
[135] İbn Hişâm, I/238.
[136] Taberî, II/414 .
[137] İbn Sa’d, VIII/97; İbn Hacer, IV/ 305.
[138] Belâzürî, II/72.
[139] İbn Abdilber, IV/ 1844.
[140] Ziriklî, III/61
[141] Kazıcı, Ziya, Hz. Muhammed’in Eşleri ve Aile
Hayatı, s. 295.
[142] İbn Sa’d, VIII/ 97; İbn Hacer , IV/ 305.
[143] Belazürî, II/72; İbn Hacer, IV/ 305; Kutub,
Muhammed Ali, Mevsûat, Kâhire, 2004, s.66.
[144] İbn Sa’d, I/258.
[145] İbn Sa’d, I/258; Hamidullah, Vesâik, s.116.
[146] İbn Sa’d, I/259; Hamidullah, Vesâik, s.119.
[147] îbn İshak, s. 210; Hamidullah, Vesâik, s.116,
117.
[148] îbn Sa’d, I/207.
[149] Kettânî, I/272.
[150] Çünkü Halîd b. Saîd Ümmü Habîbe’nin amcasının
oğludur. Bkz. îbn Kesîr, el-Bidâye, IV/143.
[151] îbn Sa’d, VIII/ 97; Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyin,
Delâilü’n-Nübüvve, Beyrût, 1985, III/ 461; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l Ğâbe, VII/315.
[152] İbn Sa’d, VIII/97; İbn Kesîr, el-Bidâye,
IV/143.
[153] İbn Kesîr, el-Bidâye, IV/143.
[154] İbn Kesîr, el-Bidâye, IV/143.
[155] İbn Habîb, s. 89.
[156] İbn Sa’d, VIII/ 98; İbn Kesîr, el-Bidâye,
IV/144.
[157]Hakim, IV/120; İbn Abdilber,
IV/1845; İbn Asakir, LXIX/135; Zehebî, Siyer, II/220.
[158] İbn Sa’d, I/207, 208; Ziriklî, III/61; Doğuştan Günümüze Büyük İslâm
Tarihi, Red: Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul, 1986, I/322.
[159] Beyhakî, III/ 462; Zehebî, Târîhu’l- İslâm,
IV/133.
[160] İbn Sa’d, VIII/ 98; Beyhakî, III/462; İbn
Kesîr, el-Bidâye, IV/144.
[161] İbn Abdilber, IV/ 1845.
[162] İbn Sa’d, VIII/ 98.
[163] İbn Asâkir, LXIX/142; İbn Kesîr, IV/143.
[164] İbn Hacer, IV/ 306.
[165] İbn Abdilber, IV/1845.
[166] İbn Sa’d, VIII/98; Belâzürî, II/73; Zehebî,
Tarîhu’l-islâm, IV/133; İbn Kesîr, , el-Bidâye, IV/143.
[167]İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe,
VII/115-116.
[168] İbn Sa’d, I/208; İbn Habîb, s. 89; Beyhakî, III/460, Zehebî, Siyer,
II/220; Ziriklî, III/61. (Dinar; Bir
fıkıh ıstılahı olarak on şer’î dirhem (28 gram) halis gümüş niyetindeki altın
para birimini ifade eder)
[169] İbn Asâkir, LXIX/145.
[170] İbn Asâkir, LXIX/145.( Bir dinar 4,25 gram altın karşılığıdır. Bir
dirhem 2,8 gram gümüş para karşılığıdır.)
[171] Hâkim, IV/20
[172] Beyhakî, III/460; İbn Asâkir, LXIX/145.
[173] Ebû Dâvûd, Nikâh, 27.
[174] Hâkim, IV/22; İbn Asâkir, LXIX/146.
[175] Ebû Dâvûd, Nikâh, 27.
[176] Uraler, Aynur, Peygamberimizin Hanımı Ümmü
Habîbe Ve Rivayet Ettiği Hadisler, İstanbul, 2010, s.35
[177] îbn Sa’d, VIII/98; Hâkim, IV/21.
[178] îbn Sa’d, VIII/98; Hâkim, IV/21; Ziriklî,
III/61.
[179] Kettânî, I/272.
[180] îbn Sa’d, I/208.
[181] Belâzürî, II/73.
[182] îbn Sa’d, I/208.
[183] Ya’kûbî, II/56; Doğuştan Günümüze Büyük îslâm
Tarihi, I/323.
[184] Hamidullah, Vesâik, s.117,118.
[185] Ebû Dâvûd, Tahâret, 60; Hamidullah, Vesâik,
s.119.
[186] Zehebî, Siyer, II/219.
[187] İbn Asâkir, LXIX/146,147.
[188] İbn Sa’d , VIII/99; Zehebî, Siyer, II/220;
Ziriklî, III/61.
[189] Mes’ûdi, Ebu’l-Hasan Ali, Bulak, 1283, I/312.
[190] Afzalurrahman, Sîret Ansiklopedisi, ter: Yusuf
Balcı, İstanbul, 1990, II/196.
[191] İbn Sa’d, VIII/98
[192] Köksal, M. Âsım, IX/121.
[193] Kazıcı Ziya, Hz. Muhammed’in Eşleri ve Aile
Hayatı, s. 306.
[194] Âişe Abdurrahman Bintü’ş- Şatı’, Rasûlüllah’ın Annesi ve Hanımları,
ter: İsmail Kaya, Konya, tsz, s.367.
[195] Aynı yer.
[196] Kurtubî, Abdullah el-Ensâri, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’an, ter: M.
Beşir Eryarsoy, İstanbul , 2002, XIV/76.
[197] Buhârî, Talâk, 7.
[198] Aynî, Bedreddin Mahmud b. Ahmed, Umdetü’l-Karî
fî Şerhi Sahihu’l-Buhârî, Beyrût, tsz. XIX/117.
[199] Ahzâb 33/28-29
[200] îbn Kesîr, Tefsîr’ül-Kur’ân’il-Azîm, ter:
Abdülvehhâb Öztürk, İstanbul, 2010, VII/473.
[201] îbn Kesîr, Tefsîr, VII/476.
[202] Müslim, Nikâh, 46.
[203] Kandemir, M. Yaşar, “Hanımların dilinden Hz.
Peygamber”. Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, İstanbul, 1988, s.78
[204] İbn Sa’d, VIII/100; İbn Hacer, IV/306,307;
Zehebî, Siyer, II/223.
[205] Kazıcı, Ziya, Hz. Muhammed’in Eşleri ve Aile
Hayatı, s. 304.
[206] Kazıcı, Ziya, “Ümmü Habîbe”, ŞİA, VIII/ 147.
[207] İbn Sa’d, VIII/99; Ziriklî, III/61.
[208] Vakıdî, III/ 783; Belâzürî, II/74; Taberî, II/ 326; Beyhakî,
III/459; İbn Kesîr, el-Bidâye, IV/143; Savaş, Rıza İlk Dönem İslam Toplumlannda
Kadının Konumu, İzmir, 2004, s.74.
[209] Afzalurrahman, II/199.
[210] Önkal, Ahmet, Rasûlüllah’ın İslâm’a Davet
Metodu, Ankara, 1997, s.401.
[211] Ya’kûbî, II/57.
[212] Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/274.
[213] Vakıdî, III/783; Taberî, II/326; Kehhâle,
I/464.
[214] îbn Hişâm, III/44-46.
[215] Kândehlevî, M. Yusuf, Hayâtü’s-Sahâbe, ter:
Sıdkı Gülle, İstanbul, 1990, III/125.
[216] Ahmed, İbn. Hanbel, VI/327.
[217] Vâkıdi, III/1110.
[218] İbn Sa’d, II/231, 232; İbn Kesîr, el-Bidâye,
V/225
[219] İbn Kesîr, el-Bidâye, V/226
[220] İbn Sa’d, II/266.
[221] Zümer 39/30; İbn Sa’d, II/266.
[222] Âl-i İmrân 3/144.
[223] Kasas 28/80.
[224] İbn Kesîr, el-Bidâye, V/242-243.
[225]Zehebî, Siyer, II/222 .
[226] Kazıcı, Ziya, “Ümmü Habîbe”, ŞİA, VIII/148.
[227] İbn Sa’d, VIII/ 100.
[228]İbn Kesîr, el-Bidâye, V/285.
[229] Ebû Yusuf, Kitâbü’l-Harac, Kâhire, 1328, I/44.
[230] Ya’kubî, II/175.
[231] Şiblî, Numanî, Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, ter:
Talip Yaşar Alp, İstanbul, 1986, II/319.
[232] Kazıcı, Ziya, “Ümmü Habîbe”, ŞİA, VIII/148.
[233] İbn Şebbe, Ebû Zeyd Âmir,
Târîhu’l-Medîneti’l-Münevvere, Beyrût, 1990, IV/1214.
[234] Kehhâle, I/465; Hudarî, Muhammed, İtmâmü’l-Vefâ
fî Sîreti’l- Hulefâ, Beyrût, 1997, s.240.
[235] İbn Asâkir, LXIX/151, Kazıcı, Ziya, “Ümmü
Habîbe”, ŞİA, VIII/148
[236] Taberî, III/417
[237] İbn Şebbe, IV/ 1239.
[238] Zehebî, Siyer, III/139.
[239] Abdurrezzâk, İbn Hemmâm es-San’ânî, Musannef, Ed: Habîb er- Rahmân
el-Â’zamî, Beyrût, 1832, V/458.
[240] İbn Sa’d, VIII/100.
[241] Zehebi, Siyer, II/ 222.
[242] İbn Kesîr, el-Bidâye, X/50.
[243] Zehebî, Siyer, II/220.
[244] îbn Hacer, IV/ 307; Belazûrî, II/ 74; Kehhâle,
I/465.
[245] Kehhâle, I/465.
[246] îbn Hacer, IV/307.
[247]Belâzürî, II/ 74; Zehebî,
Târîhu’l-îslâm, IV/134 .
[248] îbn Asâkir, LXIX/152.
[249] îbn Sa’d, VIII/100.
[250] îbn Sa’d, VZII/100; îbn Hacer, IV/306,307;
Zehebî, Siyer, II/223.
[251] Belâzürî, II/ 74.
[252] Zehebî, Siyer, II/220.
[253] îbn Asâkir, LXIX/153.
[254] Zehebî, Siyer, II/220.
[255] Kutub, Muhammed Ali, Mü’minlerin Anneleri,
Konya, 1993, s.238.
[256] Kazıcı, Ziya, “Ümmü Habîbe”, ŞİA, VIII/147.
[257] Müslim, Fedâil, 168.
[258] Hatiboğlu, M. Said, “Müslüman Âlimlerin Buhârî
Ve Müslim’e Yönelik Eleştirileri”, İslâmî Araştırmalar, Ed: Said Hatiboğlu,
Ankara, 1997, c:X, sayı:1, s.14.
[259] Ziriklî, III/61.
[260] Kettânî, I/272.
[261] Uraler, Aynur, s.53
[262] Zehebî, II/219.
[263] Buhârî, Salât, 48.
[264] Kehhâle, I/464.
[265] Zehebî, Siyer, II/219.
[266] İbn Asâkir, LXX/131.
[267] İbn Mâce, İkâme, 108; Nesâî, Kıyâmu’l-Leyl, 67.
[268] Müslim, Salâtü’l-Müsafirîn, 101,103; Dârimi,
Salât,144; Nesâî, Kıyâmu’l-Leyl, 67; İbn Mâce, İkâme, 100; Ebû Dâvûd, Tatavvu,
5,7(Müslim hariç diğerlerinde Ümmü Habîbe’nin bu namazı hiç terk etmediği
ibaresi yoktur.).
[269] Tirmizî, Cenâiz, 40.
[270] Tirmizî, Salât,129.
[271] İbn Mâce, Tahâre, 121.
[272]Tirmizî, Tahâre, 18.
[273]İbn Hanbel, Ahmed, VI/327;
Müslim, Hac, 298, 299; Tirmizî, Hac, 58; Nesâî, Hac, 208.
[274] Nesâî, Talâk, 55.
[275] İbn Hanbel, Ahmed, VI/327;
İbn Mâce, Ezân, 4.
[276]Buhârî, Cenâiz, 31; Talâk, 46;
Müslim,Talâk, 58, 59, 62; Ebû Dâvûd, Talâk, 43; Nesâî, Talâk, 63; Tirmizî,
Talâk, 18; Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, ter: Mustafa Fayda, Ankara, 1987, s.193.
[277]Tirmizî,
Tahâre, 58(Bazı ilim adamları ateşte pişen şeylerden dolayı abdest alma gereği
görüşündedirler. Peygamber’in ashabından tabiin ve tebe-i tabiin devrindeki pek
çok kimselerde gerekmediği görüşündedirler.)
[278] Tirmizî, Salât 120.
[279] Ebû Dâvûd, Cihâd, 46.
[280] İbn Hanbel, Ahmed, VI/427.
[281] Ebû Nuaym, el-İsbahânî, Hılyetü’l-Evliyâ,
Beyrut,1967, X/218; Tirmizî, Fiten, 23.
[282] İbn Mâce, Fiten, 12; Tirmizî, Zühd, 61.
[283] İbn Hanbel, Ahmed, VI/428; Buhârî, Nikâh, 20, 25, 26, 33; Nafakât, 16;
Müslim, Radâ’; 15, 16, Ebû Dâvûd, Nikâh, 6; Nesâî, Nikâh, 44, 45, 46.
[284] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, VII/315.
[285] Kutub, Muhammed Ali, Mevsûat, s. 65.
[286]Taberî, II/414.
[287] Mücâdele 58/22
[288] Vakıdî, III/783; Taberî, II/326; Kehhâle,
I/464.
[289] Müslim, Kader, 33.
[290] Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 101,103
[291] Afzalurrahman, II/190.
[292] Afzalurrahman, II/190
[293] Ebû Dâvûd, Nikâh, 6
[294] Tuğ, Salih, “Rasûlüllah Muhammed (salla'llâhü
aleyhi ve sellem)’in Evliliklerince Kronolojik Yapı”, Hz. Peygamber ve Aile
Hayatı, İstanbul, 1988, s.148
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar