İSLÂM TARİHİ AÇISINDAN BİLÂL B. REBÂH EL-HABEŞÎ’NİN HAYATI VE ŞAHSİYETİ
Hazırlayan: Bünyamin YÜKSEL
Cahiliye
devrindeki inanç sistemi ve toplum hayatı İslâmiyet’le birlikte değişmiş ve
yepyeni bir toplum oluşmuştur. Cahiliye düzeninin ortadan kaldırılması, onun
değişimi ve mükemmel bir toplumun oluşmasında en büyük pay hiç kuşkusuz Yüce
Allah’ın son Peygamber’i ve sevgilisi Hz. Muhammed ve onun Allah’tan
getirdiklerine inanıp, onun terbiyesiyle yetişen ve onu destekleyen
arkadaşlarıdır. Onlar, Allah’ın en mükemmel ahlak sahibi olarak gönderdiği Hz.
Peygamber’i örnek almışlar ve onu önder olarak kabul etmişlerdir.
Hz. Peygamber’i bizler Kur’ân-ı Kerîm ve
hadislerle birlikte; sahabenin hayatları, şahsiyetleri, yapmış oldukları
faaliyetler ve anlatımları ile de tanıyoruz. Çünkü onlar bizzat Allah Rasûlü’nü
örnek aldılar, onunla yaşadılar, onunla birlikte savaştılar, acı ve işkence
çektiler. Her türlü zorluk ve sıkıntılara beraber katlandılar. İslâm toplumunun
hicretten sonra Medine’de bir devlet haline gelmesi ve günümüzde dünyanın her
tarafına yayılmasında en büyük rolü oynadılar.
Hz. Peygamber’in güzide sahabîlerinden biri de
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’dir. Yapmış olduğumuz bu biyografik tez çalışmasında,
cariye bir anne ve köle bir babadan köle olarak dünyaya gelen, müslüman
olduktan sonra Hz. Ebû Bekir tarafından satın alınıp, azad edilen, H.20/M.641
yılında Hz. Ömer’in halifeliği sırasında Şam’da vefat eden Bilâl b. Rebâh
el-Habeşî’nin hayatı ve faaliyetleri incelenmeye çalışıldı. Hz.Bilâl Müslüman
olduğu andan itibaren vefatına kadar Hz. Peygamber’in yanından hiç ayrılmayan,
mütevâzi bir hayata sahip olup Hz. Peygamber döneminde pek çok görevler îfa
eden, Hz.Ebû Bekir ve Hz.Ömer dönemlerinde de adından bahsettiren bir
sahabîdir.
Hz. Bilâl, İslâm’ın ilk devrinde siyahi bir
köle iken Müslüman olmuş, bundan dolayı pek çok işkenceye uğramış, azad
edildikten sonra Hz. Peygamber’in yanından ayrılmamış, tüm savaşlara Allah
Rasûlü ile birlikte katılmıştır. En önemli özelliğinin de İslâm’ın ilk müezzini
ve tüm müezzinlerin efendisi olması; ayrıca Habeş asıllı bir köle olması gibi
sebeplerle bu önemli sahabenin çalışılmasının gerekli olduğunu ortaya
koymaktadır.
BİLÂL B. REBÂH EL-HABEŞÎ’NİN MÜSLÜMAN OLMADAN
ÖNCEKİ HAYATI
1.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin Doğumu ve Nesebi
Kaynaklarımızda Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin
hayatının ilk dönemlerine ait çok az bilgi vardır. Hz. Bilâl, Mekke’deki
Cumahoğulları.1. kabilesi
içinde veya[8] Arabistan’ın batı
bölgesindeki Serât’ta2 dünyaya
gelmiştir.3.
Bilâl b. Rebâh el- Habeşî’nin annesi Habeşistanlı olup cariye olarak
Arabistan’a getirilmiş, Hz. Bilâl de burada dünyaya gelmiştir.4
“Habeş” kelimesi Arapçada Etiopya’lı ve
“Habeşe” kelimesi ise Etiopya anlamında kullanılır.. 5 Habeşistan, Kızıl Denizin güney-batı kıyısı
üzerinde görülen Sami topluluklarının yaşadığı bölgedir. Bu topluluklar,
güney-batı Arabistan’dan zamanla buraya gelip yerleşmişlerdir. Daha sonraları
kendilerine Habeşistanlılar denen bu topluluklar, büyük ticaret merkezinin
önemli bir halkasını teşkil etmişlerdir. Bu topluluklar, Sebe’-Himyer
devletinin başkanlığı altında eski baharat ticaretini ellerinde bulundurmakta
idiler. Bu ticaret yolunun ana damarı Hicaz üzerinden geçiyordu. Hz.
Peygamber’in doğumundan elli yıl kadar önce bunlar, Yemen’de bir devlet
kurmuşlardı. Allah Rasûlü’nün doğduğu yıl, Kâbe’yi yıkmak amacıyla Mekke’ye
gelmişlerdir. İslâmiyet’in ilk yıllarında yeni gelişmekte olan Mekke’deki İslâm
toplumu, müşrik Kureyşliler tarafından iyice sıkıştırıldıklarında Hz.
Peygamber’in teşviki ve izni ile Habeşistan’a hicret etmişlerdir. 6.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin doğum tarihi
hakkında kesin bilgi verilmemekle birlikte Mustafa Fayda Hz. Bilâl’in
H.20/M.641 yılında 60 yaşlarında iken vefat ettiği noktasından hareketle
hicretten 40 yıl kadar önce M. 581 yılında doğmuş olduğunu söylemektedir?.
Hz. Bilâl’ın babasının ismi Rebâh, annesinin ismi
ise Hamâme’dir.
Kaynaklarda künyesinin Ebû Abdillah.., Ebû Abdilkenm. .
Ebû Amr . şeklinde olduğu
belirtilmekle birlikte, daha çok Ebû Abdillah künyesi kullanılmaktadır. Ancak
baktığımız kaynaklarda evlendiğine dair bir bilgi olmakla birlikte, eşinin
isminin ne olduğu ve bu isimlerle adlandırılan herhangi bir oğlunun olduğuna
dair bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak A.Cûde es-Sahhar, Hz. Bilâl’in, kardeşine
kız istemek için Yemen’e gittiğinde; kendisinin de Hind adlı bir kızı
ailesinden istediğini, kızın ailesinin de ancak Hz. Peygamber’e sorduktan sonra
cevap verebileceklerini ve daha sonra da kızın ailesinin Medine’ye gelip Allah
Rasûlü’nün Hz. Bilâl hakkında olumlu sözler söylemesinin akabinde Hind’i; Hz.
Bilâl ile evlendirdiklerini ifade etmektedir... [9]
Annesi Hamâme, Müslüman
olduğu için çeşitli işkencelere maruz kalan bir cariye idi. Serât veya
Mekke’deki Cumahoğulları kabilesinden Ümeyye b. Halef’in cariyesi idi.[10].
Hz. Bilâl ile birlikte Hz. Ebû Bekir tarafından satın alınıp azad
edilmiştir. Hamâme, İslâm’a bağlı, kalbi temiz bir Müslümandır.[11] Said Havva Hz. Bilâl’in annesi Hamâme’nin
Cumahoğullarından bir kola mensup olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla Hz.
Bilâl bu kabile içinde doğmuştur.[12] [13].
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin Hâlid adlı
bir erkek kardeşi ve Gufre veya Gufeyre adında bir kız kardeşi vardır. 16.
Bilâl b. Rebâh el- Habeşî Zühre kabilesinden
Arap bir kadınla evlenmiştir.[14] Kaynaklarda Hz.
Bilâl’in, çocuklarının olup olmadığı bilgisi yoktur. Ancak Ebû Abdillah
künyesinin olması Hz. Bilâl’in evlenip çocuklarının olduğuna delalet
etmektedir. Çünkü o zaman ki Arap toplumunda ilk çocuğunun adıyla künyelenmek
bilinen bir durumdur. Nitekim O’nun, kardeşi ile birlikte Has’am kabilesinden[15] veya Yemenli[16], bir aileden kendilerini evlendirmelerini istemesi kaynaklarımızda
yer almaktadır.
2.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin Yetişmesi ve
Gençliği
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin yetişmesi ve gençliği hakkında
ulaşabildiğimiz kaynaklarda yeterli bir bilgiye rastlayamadık.
Daha önce de belirttiğimiz gibi Hz. Bilâl köle bir baba ve
cariye bir annenin oğlu olarak dünyaya geldi. Annesi Cumahoğullarından bir
ailenin cariyesi konumundaydı. Temiz kalpli, sağlam bir Müslümandı. Ümeyye b.
Halef’in mülkiyetinde idi. Hz. Bilâl de bu kişinin kölesi durumundaydı..[17].
Hz. Bilâl, Cumahoğullarından Ümeyye b. Halefin kölesi olduğu
için bu dönemde aktif bir görev yaptığını söyleyemeyiz. Bilâl b. Rebâh
el-Habeşî Müslüman olduktan sonra efendisi Ümeyye tarafından en kötü
işkencelere uğratılmıştır. Hürriyetini ancak Hz. Ebû Bekir tarafından satın
alınıp azad edildikten sonra kazanmıştır.
HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE BİLÂL B. REBÂH EL-HABEŞÎ
1.
Bilâl b. Rebâh el- Habeşî’nin Müslüman Olması
Hz. Peygamber’in nübüvvetinden önceki dönemde
insanlık ve Mekke müşrikleri sapık ve cahiliye düzeni içerisinde yaşamakta idi.
Mekke, Arap yarımadasında putperestliğin merkezi haline gelmişti. Tek Allah’a
inanmanın dışında pek çok batıl inanç ve ibadet biçimlerini görmek mümkündü.
İçki, kumar, zina, hırsızlık, adam öldürme ve kan davaları çok yaygındı. Ahlâki
ve kültürel yozlaşma vardı. Bazı kabilelerde çocuklarını canlı canlı gömmek
adetlerindendi.
Bunun yanında cahiliye Arapları aynı zamanda
kendilerinin Hz. İbrahim’in soyundan geldiklerini, onun getirmiş olduğu dinin
en üstün ve Allah katında geçerli bir din olduğunu kabul ediyorlardı. Oysa Hz.
İbrahim’in getirdiği dinden çok uzak yaşıyorlardı. Çünkü Araplar zamanla kendi
anlayışlarına göre değişiklikler yapmışlar, istedikleri gibi kural koymaktan
çekinmemişlerdi.
Cahiliye Arapları içinde Hz. İbrahim’in tevhîd
dinini devam ettirip, ona gönülden bağlanmış insanlar da vardı. Bunlar tek ve
bir Allah’a inanıyor ve yaşamlarını ona göre sürdürüyorlardı. Tek Allah’a
inananların dışında, Mekkeliler putperest ve müşrik olmalarına rağmen Allah’ın
birliğine ve tanrılar arasında onun en üstün olduğuna inanırlardı. Taptıkları
bütün putları Allah ile aralarında aracı olarak görür, böyle inanırlardı.
Hz. Peygamber, M.610 yılında Ramazan ayının
27.gecesi Allah tarafından tevhîd dinlerinin sonuncusu İslam dinini insanlara
tebliğ etmekle görevlendirildi. Hz. Peygamber bu ilahi vazifeyi ilk önce eşi
Hz. Hatice’ye anlatmış, o da kendisine destek olacağını belirtmiştir. Daha
sonra bu konuyu çocukluk arkadaşı Hz. Ebû Bekir’e açmış, o da tereddüt
göstermeden İslâm’ı seçmiştir. Ayrıca, o sırada Hz. Peygamberin evinde kalan
amcasının oğlu Ali b. Ebî Tâlib ile hizmetçisi ve azadlı kölesi Zeyd b. Hârise
de müslüman olmuşlardır.
Hz. Bilâl’in köle olarak doğması ve bu şekilde bir hayat
sürmesi, onun düşüncelerinin özgür olmasına bir engel teşkil etmiyordu. O
bedenen bir köleydi ama düşünceleri, duyguları ve ruhu özgür bir insandı.
Kimilerine göre kolayca parayla satılıp alınabilen birisi idi ama ruhunu,
inançlarını, duygu ve düşüncelerini satın almaları söz konusu değildi.
Ebû Cehîl, Ebû Leheb ve Kureyş’in diğer ileri gelenleri
Dâr’ün-Nedve’de toplanmışlar, Ümeyye b. Halefi bekliyorlardı. Burada
toplanmalarının amacı günden güne büyüyen İslâm dini hakkında konuşmak,
müslüman olanlara karşı tedbir almaktı. Ümeyye de gelince ne gibi önlemlerin
alınması konusunda konuşmaya başladılar. Bu sırada Ümeyye b. Halefin yanına
biri geldi ve: “Sana herhangi bir haber ulaşmadı mı?” dedi. Ümeyye b. Halef:
-“Ne oldu?” deyince; o kişi:
-“Senin kölen Bilâl, Muhammed’in dinine girdi. Zaman zaman,
bazen geceleri, bazen de öğle sıcağında onun yanına gidiyor” dedi. Ümeyye b.
Halef:
-“Gerçekten bu doğru mu?” deyince; o kişi:
-“Evet, çok defa ben onu böyle yaparken gördüm ve ayrıca bu
köle bizim tanrılarımıza hakaret ediyor ” dedi. Bilâl b.Rebâh el- Habeşî,
Ümeyye b. Halefin kölesi idi. O’nun müslüman olduğunu duyan Ümeyye, öfke ve
intikamla kalbi kazan gibi kaynamaya başladı. Canı çok sıkılmıştı. Nasıl olur
da Bilâl kendisinden izinsiz bir şekilde atalarının dinini değiştirip müslüman
olabilirdi. Ümeyye bulunduğu meclisten ayrılıp evine gitti, kalbi öfkeden
parçalanacak gibiydi. Az sonra Hz. Bilâl geldiğinde, efendisinin öfkeden
yüzünün kıpkırmızı olduğunu görmüş ve durumu anlamıştı. Artık Bilâl için
gizlenecek bir şey yoktu. Ümeyye b. Halef:
-“Bilâl! Duyduklarım, senin hakkında bana gelen bilgiler doğru
mu? Sen gecenin karanlığında ve gündüz öğle vakitlerinde Muhammed’in yanına mı
gidiyorsun? Sen de onun dinine mi girdin? Bana cevap ver, Kureyş’in ve
Arapların dinini bırakıp, Lât ve Uzza’yı inkâr mı ettin?” deyince; Hz. Bilâl:
-“Benim hakkımda birtakım bilgiler sana ulaşmış. Evet, ben
müslüman oldum, Muhammed’in Allah’tan getirdiği şeyleri kabul ettim, ona
inandım. Bundan böyle bütün insanlar benim mü’min olduğumu bilsinler” dedL PBunun üzerine Ümeyye b. Halef:
-“Bilâl! Nankörlük yapma. Sen böyle değildin, ne oldu sana
böyle. Sen bana benim parmaklarımdan daha da itaatkâr idin. Ben sana en iyi
yemekler yediriyor, en güzel ve pahalı elbiseler giydiriyorum. Bugün bana isyan
ettin. Fakat bu işe bu kadar da şaşmamak lazım. Çünkü sen köle oğlu kölesin”
deyince; Hz. Bilâl:
-“Evet, ben senin kölenim, esirinim,
hizmetçinim. Ben bunları inkâr etmiyorum. Fakat sen benim aklımın, inancımın,
imanımın efendisi değilsin. Ben gece karanlığında veya gündüz öğle sıcağında
Hz. Muhammed’in yanına giderim”.[18], dedi.
Hz. Bilâl’in müslüman olduğunu kendisinin de
itiraf etmesi üzerine efendisi Ümeyye b. Halef, Ebû Cehîl’ in.[19], de kışkırtmalarıyla her gün öğle vaktinde Hz.
Bilâl’i kızgın güneşin altında sırtüstü yatırır, büyük bir kaya parçasını göğsü
üzerine koydurur, sonra da İslâmiyet’ten vazgeçerek putlara tapması için
zorlardı. Fakat her türlü işkenceye tabi tutulmasına rağmen O, hiçbir zaman
İslâm’dan taviz vermemiş ve her defasında “Rabbim Allah’tır, O birdir” diyerek
işkencelere imanıyla göğüs germiştir.. [20] Hz. Peygamber onun bu
şekilde işkence görmesine çok üzülmüş ve Hz. Ebû Bekir’den, Bilâl’in
müşriklerin elinden kurtarılmasını istemiştir. Hz.Ebû Bekir, karşılığında
müslüman olmayan güçlü, zenci bir köleyi vererek Hz. Bilâl’i Ümeyye b. Halefin
elinden kurtardı ve onu azad etti. Bilâl b.Rebâh el- Habeşî, Mekke’de Müslüman
olduğunu açık bir şekilde söyleyen ilk kişilerden biridir.[21]
İslâm dini Mekke’de yayılmaya başlamıştı. Bu sırada Hz. Ebû
Bekir müslüman olmuştu. O, kavmi tarafından sevilen, iyi geçimli, yumuşak bir
kişiliğe sahipti. Kureyş’in soyunu bütün Kureyşlilerden daha iyi bilirdi.
Ticaret yapardı. Ahlâklıydı ve iyiliği severdi. Halk kendisine gelir, her
durumda ondan istifade ederlerdi. Bilge bir kişiydi, ticareti bilir ve güzel
sohbet ederdi.
[22]Onun
çabaları ile güvendiği ve dost olarak gördüğü Osman b. Affân, Talha b.
Ubeydullah, Sa’d b. Ebî Vakkâs gibi hür kişiler İslâm’a girmişti. İnsanlar bu
yeni dini; Muhammed b. Abdullah’ın getirmiş olduğu İslâm dinini konuşuyorlardı.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî de Hz. Peygamber ve getirdiği yeni din hakkında
konuşulanları duyuyor ve İslâm’a karşı kalbi ısınıyordu. İslâm nuru kalbini
kaplamıştı.
Hz. Ebû Bekir’in daveti köleleri de kapsamakta idi. Bilâl b.
Rebâh el-Habeşî, Ümeyye b. Halefin mallarının başında Şam’a ticaret için
gittiğinde Hz. Ebû Bekir de kervanda idi ve bu yolculukta dostlukları ilerledi.
Şam’dan döndüğünde Hz. Ebû Bekir’in teklifi ile müslüman oldu ve Allah
Rasûlü’ne bey’at etti. Bilâl b. Rebâh el- Habeşî, müslüman olan ilk köledir.
Böylece o ilklerden olma şerefine ulaşmıştır. Ammâr b. Yâsir:
-“Ben Allah Rasûlü’nün, yanındakilerle beş kişi olduğunu
gördüm. Bunlardan biri köle; Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, Hz. Ebû Bekir ve ayrıca
iki kişi.” 26. Ammâr b. Yâsir bu iki kişinin kim olduğunu
söylememiştir. Ancak bu iki kişiden birinin Amr b. Anbese olduğunu kendisinin
rivâyetinden anlıyoruz.
Nitekim; Hz. Peygamber, bir gün Ukâz panayırına doğru giderken
sahâbeden Amr b. Anbese ile karşılaşmıştır. Yolda Amr, Hz. Peygamber’e: “Ey
Allah’ın Rasûlü! Sana ilk tabi olanlar kimlerdir?” diye bir soru sormuş, Hz.
Peygamber de:
-“Bana iki kişi tabi oldu; biri hür, biri köle. Ebû Bekir ve
Bilâl b. Rebâh el- Habeşî” diye cevap vermiştir. Amr:
-“Ben de Müslüman oldum Ya Rasûlallah!” dediğinde; Hz.
Peygamber:
-“Seninle dört olduk” demiştir.[23] [24]
Müslüman olduğunu açıkça söyleyen ilk yedi kişi: “Hz. Muhammed
(S.A.V.), Hz. Ebû Bekir, Habbâb b. Eret, Süheyb er-Rûmî, Ammâr b. Yâsir,
Ammâr’ın annesi Sümeyye ve Bilâl b. Rebâh el-Habeşî.”.[25] Hz. Bilâl, Habeş asıllı ilk Müslümandır.[26]
İslâm dini ve Allah Rasûlü’nün şahsiyeti, ahlâkı Hz. Bilâl’i
çok etkilemiş, O’nda büyük tesirler meydana getirmiştir. O, hakir görülen
kölelik duygusundan kurtulup ideal sahibi biri olmuş ve bu uğurda çeşitli
işkencelerden yılmayan bir insan haline gelmiştir.
2.
İslâmiyet’in İlk Yıllarında Bilâl b. Rebâh el-
Habeşî ve Yapılan İşkenceler
Cahiliye döneminde esirler, köleler ve
cariyeler mal ve eşya gibi alınıp satılır, miras yoluyla bir kimseden ötekine
geçer veya hediye edilir yahut da gelin mehri olarak verilirdi. Köleler san’at,
ticaret ve çiftçilikte kullanılırlardı. Köle ve cariyelerin işledikleri
suçların cezaları, hürlerin cezalarının yarısı idi. Cariyelerden doğan çocuklar
da köle ve cariye sayılırdı; ancak, bu çocuklar arasında zeki ve üstün
kabiliyetli olanlarını, babaları, isterlerse kendi neseplerine katıp evlat ilan
edebilirlerdi..[27].
Cahiliye döneminde köle ve cariyelere son
derece merhametsizce muamele edilir, onlar hayvanlardan daha aşağı tutulurdu.
Bir köle veya cariyeye, sahibi, kayıtsız şartsız, istediği gibi muamele edebilir,
isterse onu ölünceye kadar döver, elini, kulağını, burnunu keser, gözünü
çıkarır, hatta öldürürdü; bundan dolayı da hiçbir zaman sorumlu olmazdı.
Nitekim İslamiyet’in ortaya çıkışı sırasında bunlar arasından müslüman olanlara
yapılan işkenceler had safhaya ulaşmıştır.
Mekke’de Hz. Peygamber, Allah’ın elçisi
olduğunu söylüyor, insanları İslâm’a davet ediyor ve yavaş yavaş müslüman
olanların sayısı artıyordu. Değişik kesimlerden insanlar İslâm’a giriyor,
müşrikler ise buna çok tepki gösteriyorlardı. Daha önce gönderilen
peygamberlere kavimleri nasıl tepki göstermişlerse, şimdi de Mekke müşrikleri
İslâm’ın karşısında yer alıyorlardı.
Mekke’nin önderleri Hz. Peygamber’in
söylediklerini önceleri fazla önemsemediler. Fakat Allah Rasûlü’ne iman
edenlerin sayısı artmaya başlayınca bunun basit bir hareket olmadığını
gördüler. İslâm’a girenler arasında zengin kimselerin ve kölelerin de olması
karşısında müşrikler, tedbir almaya karar verdiler. Müslümanlara işkence
edilecek, kölelerden inanan olursa bunlar da en ağır işkencelere tabi
tutulacaklardı.
İslâm dini Mekke’de yayılmaya başlayınca putperest müşrikler,
Müslümanlara çeşitli işkenceler yapmaya başladılar. Müslümanları dinlerinden
döndürmeye kararlıydılar. Kalpleri kin ve nefretle dolmuştu. Dinlerinden dönüp
Lât, Uzzâ ve Hubel putlarına tapmaları için onları hakir görüyorlar, her türlü
güç ve kuvveti kullanıyorlar, yerlere yatırarak üzerlerine büyük kaya parçaları
koymak suretiyle türlü işkenceler yapıyorlardı. Fakat onları dinlerinden geri
çevirmek mümkün olmuyordu. Daha da ileri giderek zayıf ve kimsesiz
müslümanlardan bazılarını öldürmüşlerdir?1.
Kureyş’in ileri gelenleri Hz. Peygamber’e işkence, eziyet
etseler de, amcası Ebû Tâlib yasakladığı için daha fazla ileri gidemezlerdi.
Hz. Peygamber, Ebû Tâlib’in himayesinde olduğu için Kureyş’in taarruzlarından
korunuyordu. Ancak arkadaşları kabilelerinin işkencelerinden kurtulamıyorlardı.
Himayesiz müslümanlara her türlü işkenceyi yapıyorlardı..[28] [29].
Müslüman olan kölelerin durumu ise çok daha kötüydü. Devamlı
dövüldüler, kızgın kumlara yatırılarak üzerlerine büyük taşlar konuldu,
demirler kızdırılarak vücutları dağlandı, boyunlarına ip geçirilerek Mekke sokaklarında
dolaştırıldılar.
Köleler, tarih boyunca toplumların en zayıf, korumasız,
efendilerinin istekleri doğrultusunda davranan ve hakir görülen insanları
olmuştur. Herhangi bir talepte bulunma, görüş belirtme özgürlükleri yoktur. Ne
kendi diledikleri hayatı yaşayabiliyor ne de efendilerinin yaşadığı hayatı
yaşayabiliyorlardı. Köle olarak doğmuşlardı ve köle olarak öleceklerdi.
Mekke’de lüks hayat süren müşrikler için bir eğlence aracıydılar. Dans etmek,
şiir söylemek gibi görevleri vardı. Efendilerinin şerefini her zaman korumak da
görevleriydi. Hata yapma gibi bir lükse sahip değillerdi. Bilâl b. Rebâh el-
Habeşî, kölelik anlayışının böylesine yanlış bir düşünceyle kökleştiği bir
toplumda kölelikle yaşamını sürdürmekte olan bir ailenin oğlu olarak dünyaya
gelmiştir.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, müslüman olduğu için müşriklerden en
çok baskı ve eziyete maruz kalanlardan biriydi. İslam’dan dönmesi için ona çok
işkence ettiler. Fakat O, imanından asla taviz vermedi. Hz. Bilâl, müslüman
olmuş ve Allah Rasûlü’ne bey’at etmişti. Putlardan özellikle de Hubel putundan
nefret ediyordu. Ona eziyet edenlerin başında müşriklerden Ümeyye b. Halef
geliyordu. Ümeyye, Hz. Bilâl’in efendisi idi. Ümeyye, Hz. Bilâl’in müslüman
olduğunu öğrenince çok kızmış, bunun doğru olup olmadığını Bilâl’e sorunca; Hz.
Bilâl: “Evet, Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed Allah’ın elçisidir”
diyerek tereddütsüz ve korkusuz bir şekilde cevap vermiştir. Ümeyye b. Halef,
öfkesini tutamıyordu ama belki Bilâl yeniden eski dinine döner düşüncesiyle bir
süre bekledi. Ancak Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, duruşunu bozmamış ve İslâm’a
sımsıkı bağlanmıştı. Artık Bilâl’in azap yolculuğu başlıyordu.[30]
Ümeyye b. Halef gündüz öğle sıcağı bastırınca Bilâl b. Rebâh
el- Habeşî’yi dışarı çıkarır, sıcak kumlar üzerine sırtüstü yatırır, sonra
göğsüne büyük taşlar konulmasını emreder, daha sonra da: “Ölünceye ya da
Muhammed’i inkar edinceye kadar bu hal üzere kalacaktır” derdi. Hz. Bilâl ise
bu işkenceler altında “Ehad, Ehad, Allah bir, Allah bir” demeye devam ederdi.
Boynuna ip bağlarlar, sonra da çocuklara verirler, onlar da Hz. Bilâl’i Mekke
sokaklarında gezdirirler, alay ederler ama O, “Ehad, Ehad” demekten vazgeçmezdi?[31]
Hz. Bilâl’e sadece Ümeyye b. Halef işkence yapmıyordu. Ebû
Cehîl ve Mekke’nin ileri gelen müşrikleri de bu işkenceye katılıyordu. İnsan
gücünün üzerinde bir işkenceye tabi tutuyorlardı. Müşrikler işkenceyi
artırdıkça, Hz. Bilâl, “Ehad, Ehad, Allah bir, Allah bir” diye yüzlerine
haykırıyordu. Müşrikler bizim söylediklerimizi söyle dediklerinde “dilim onları
söylemeyi beceremiyor”[32] diyordu. Hz. Bilâl, kendisine en ağır
işkenceleri yapan Ümeyye b. Halef’in Bedir savaşında öldürülmesinde büyük rol
oynamıştır.
Hz. Bilâl, dayanılmaz çöl
sıcağında, kumlar üzerinde kaldığı müddetçe vücudu yanıyor, hareket edemeyecek
kadar halsiz kalıyordu. Müşrikler, Hz. Bilâl’in bu işkenceler karşısında
putlara tapacağına inanıyorlar ama O, hep “Allah bir, Allah bir” diyordu. Bu
durum karşısında müşrikler hayrete düşüyorlardı. Bu, nasıl bir iman, nasıl bir
inançtı? Nasıl bir dindi bu? Böyle bir sabır karşısında etkilenmemek mümkün
müydü? Allah Rasûlü’ne iman eden bir köle, bu işkencelere ne diye katlanıyordu?
Vazgeçip putlarına neden tapmıyordu? Hz. Bilâl’e bu şekilde bir samimiyet,
kararlılık ve dayanma gücü veren Allah’tı. Fakat müşrikler bunu anlayamadılar,
göremediler. Allah Rasûlü’nün sesine kulak vermemekle kalmayıp O’na ve ashâbına
her türlü işkenceyi uyguladılar. Müslümanları yurtlarından çıkardılar.
Bir gün yine müşrikler
kendisine işkence yaparken yanına Varaka b. Nevfel[33]. geldi. Hz. Bilâl, bu işkenceler altında “Ehad, Ehad” demekteydi.
Müşrikler, Allah lafzının söylenmesine çok kızdıkları için Hz. Bilâl, devamlı
bu kelimeyi söylüyordu. İşkenceler altındaki Hz. Bilâl’i gören Varaka b.
Nevfel:
-“Evet ya Bilâl! Allah’a
yemin olsun o birdir, birdir ey Bilâl!” dedi. Sonra Ümeyye b. Halefe döndü ve
şöyle söyledi:
-“Allah’a yemin olsun ki
siz bunu öldürürseniz ben de onun mezarını ibadet yeri ve Allah’tan merhamet
dilenen bir yer yaparım” dedi.[34]
Hz. Bilâl’e yapılan
işkenceler her gün devam etti. O ise hiç sarsılmadan tüm işkencelere sabretti.
Ümeyye b. Halef, istediği sonucu elde edemedi. Ebû Cehîl de kendisine yardımcı
oluyordu. Bir gün Ümeyye ve Ebû Cehîl, Hz. Bilâl’e yine şiddetle işkence etmeye
başlamış ve üstüne taşlar koymuşlardı. Bu sırada Hz. Ebû Bekir yanlarına
çıkageldi. Durumu gören Hz. Ebû Bekir:
-“Ey Ümeyye! Allah’tan
kork. Bu köleye işkence etmekten çıkarın ne?” dedi.
Ümeyye b. Halef :
-“Bu benim kölemdir, ne
istersem yaparım” dedi.
Hz. Ebû Bekir:
-“Ey Ümeyye, bir köle
Allah’ı ve Peygamberi’ni tasdik ettiği için ona işkence etmek insafsızlık değil
mi?” dedi.
Ümeyye b. Halef de:
-“O’nun ahlâkını bozan
sensin. Onu bizden uzaklaştıran senden başkası değildir. Onun bu şekilde azaba
uğramasına sen sebep oldun, putperestlikten vazgeçirdin, eğer merhamet
ediyorsan onu kurtar bakalım” dedi.
Hz. Ebû Bekir:
-“Evet, kurtaracağım.
Bende Bilâl’den daha dayanıklı ve kuvvetli siyah, senin dinine bağlı bir köle
var, buna karşılık sana onu vereyim” diye teklifte bulundu. Ümeyye biraz da
para vermesi karşılığında onu verebileceğini söyleyince; Hz. Ebû Bekir hemen
elinde bulunan, Allah’a inanmayan kölesi ile bir miktar para vererek Hz.
Bilâl’i satın aldı. Bunun üzerine Ümeyye güldü. Hz. Ebû Bekir:
-“Neden güldün?” deyince;
Ümeyye b. Halef:
-“Zarar ettin. Vallahi
ben bu köleyi bir dirhem altına satardım” dedi. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir de:
-“Ben ne kadar kârlıyım.
Vallahi bütün malımı isteseydin bu köle için verirdim” dedi. Sonra sırtından
paltosunu çıkararak Hz. Bilâl’e giydirdi. Üstündeki, başındaki toz ve toprağı
temizledi. Sonra da elinden tutup:
-“Ey Kureyşliler, şahid
olun, bunu Allah rızası için azad ettim” dedi..[35].
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî,
artık özgürlüğüne kavuşmuştu. Bundan sonra onun için farklı bir hayat tarzı
başlayacaktır. Allah Rasûlü’nün yanından hiç ayrılmayacaktır. Yeni görevler
üstlenecektir. Hz. Peygamber yaşadığı sürece onun müezzinliğini ve
hazinedarlığını yapacaktır.
Allah Rasûlü, Bilâl b.
Rebâh el-Habeşî’nin kölelikten kurtulup hürriyete kavuşmasına çok sevindi.
Bundan sonra hazarda ve seferde Hz. Peygamber’in müezzini olacaktır. İslâm’da
ilk ezanı o okuyacaktır.. [36]
Hz. Ömer, müslüman
olduktan sonra bu olaya atfen şöyle demiştir:
-“Ebû Bekir,
seyyidimizdir. Seyyidimiz (Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’yi kastederek) seyyidimizi
de azad etmiştir.”.[37].
Ammâr b. Yâsir, Hz. Bilâl
ile arkadaşlarından, onların çektiği işkencelerden ve Hz. Ebû Bekir’in Bilâl b.
Rebâh el- Habeşî’yi azad etmesinden söz ederken;
“Ebû Bekir’in adı Atîk
idi” dedikten sonra, şu beyitlerini söylemiştir:
-“Bilâl b. Rebâh el-
Habeşî ile arkadaşlarına yaptığı o büyük yardımdan dolayı,
Yüce Allah, Atîk’a büyük
ödüller versin,
Ebû Cehîl ile Muğîre oğlu
Fâkih’e de gazab etsin.
O akşam ki, bu iki herif
Bilâl’e,
Hiçbir akıl ve vicdan
sahibinin
Razı olmadığı bir şekilde
işkence ederlerdi.
Bilâl’in suçu da, şu
varlığın Rabbini tevhid etmekten,
‘Rabbim Allah’tır, beni
öldürüyorlarsa öldürsünler.
Ben ölüm korkusuyla
hiçbir zaman Allah’a ortak koşmam.
Ey İbrâhim, Yûnus, Mûsa
ve Îsâ’nın Rabbi!
Beni bu zalimlerin
elinden kurtar.
Beni, Gâlib oğullarının,
İnsaf ve merhametten
yoksun bu adamların
Merhametine bırakma’ diye
yalvarmaktan
Başka bir şey değildi.”.[38].
Hz. Bilâl’in İslâm’ın ilk zuhur ettiği sıralarda Allah’ın
Rasûlü ile çok tatlı günleri geçmiş, bazen günlerce aç kaldıkları bile olmuştu.
Bilâl b. Rebâh el Habeşî, Allah Rasûlü’nün terbiyesi altında yetişmiştir. Hz.
Peygamber, bir gün onun yanına girdiğinde, bir hurma yığını gördü ve:
-“Bu nedir ya Bilâl?” diye sordu. O da:
-“Senin ve misafirlerin için hazırladım” dedi. Bunun üzerine
Hz. Peygamber:
-“Senin için Cehennem ateşinde bir duman olmasından korkmadın
mı? Ya Bilâl, infak et. Arşın sahibinin senin rızkını azaltacağından korkma”
buyurmuştur.
Bir defasında da Hz. Peygamber Bilâl b. Rebâh el- Habeşî’ye:
-“Ya Bilâl, zengin olarak değil de, fakir olarak ölmeye çalış”
buyurmuşlardır.[39]
İnsanlık tarihine bakıldığında eski çağlardan beri insanın
değişik dönemler geçirdiğini görüyoruz. Bu süreçte insanoğlu pek çok şeyle
karşılaşmış, değişik muamelelere tabi tutulmuştur. Kimi zamanlarda hayvan gibi
muamele görmüş, kimi zaman da insanlar toplu halde öldürülmüşlerdir. Allah
insanlara kendilerini uyarmak için peygamberler göndermiş ve böyle bir yaşam
tarzını terk etmelerini bildirmiştir.
Hz. Bilâl, İslâm dini ile gelen böyle bir
eşitliğin simgesi olmuştur. Onun zenci olması Allah katında tüm insanlarla eşit
olması için herhangi bir engel oluşturmuyordu. Çünkü İslâm dini dil, renk ve
ırk ayrımının karşısında olmuştur. İslâm’ın bu konudaki anlayışına en güzel
örnek Bilâl b. Rebâh el- Habeşî’dir.
Bilâl b. Rebâh el- Habeşî, çetin bir sınav
verdi ve bu sınavda başarılı oldu. İşkencelerle geçen günlerinde O, devamlı
Allah’ı anmakla meşgul olmuştur. O, Allah’ın yardımı ile müşriklerin
zulümlerine dayanabilen, eşşiz bir insandır. Hz. Bilâl, İslâmiyet’i seçtikten
sonra karşılaştığı eziyetler, işkenceler ve bütün bunlara karşı, İslâm dini
açısından böyle bir durumda ruhsat verilmesine rağmen Allah’ı bir, tek olarak
kabul etmesi, Allah’a ve O’nun dinine sımsıkı bağlanması tüm insanlığa eşşiz
bir örnek teşkil etmektedir. Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, İslâm’a gönülden
bağlanmış gerçek mü’minlerin simgesi haline gelmiştir. Ümeyye b. Halefin
eğlence aracı, eziyet ve işkence edilen bir köle iken, İslâm’ı seçtikten sonra
Hz. Peygamber’in en seçkin arkadaşlarından biri ve saygı duyulan gerçek bir
efendi olarak görülecek ve hep öyle anılacaktır.
3.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin Medine’ye Hicreti
Mekke’de müşriklerin müslümanlara karşı
işkenceleri artınca, Allah Rasûlü ashâbının Medine’ye hicret etmelerini istedi.
Bundan sonra müslümanlar, ellerinde dünya malı olarak ne varsa hepsini
arkalarında bırakarak gruplar halinde Medine’ye göç ettiler. Bir kaç gün içinde
Mekke’yi terk etmişlerdi. Ebû Cehîl, bazı mü’minlerin evlerine uğradığında
kapılarının kapalı olduğunu görmüş ve kimseyi bulamamıştı. Bu durum üzerine
Abbâs b. Abdi’l-Muttalib’e:
-“Bu, senin kardeşinin oğlunun işi,
toplumumuzu ayırdı, işimizi bozdu ve bizleri ikiye böldü” demiştir.
Böylece Müslümanlar bazen gruplar halinde, bazen teker teker;
bazıları gizli, bazıları da açık bir şekilde hicret etmeye başladılar. Hz.
Bilâl de hicret için hazırlık yapmıştı. Bir gün Ammâr b. Yâsir ve Sa’d b. Ebî
Vakkâs ile karşılaştı. Birlikte hicret etmeye karar verdiler ve gecenin
karanlığında Medine’ye doğru yola koyuldular. Hz. Bilâl, hicret edenlerin
ilklerindendir. Berâ b. Âzib, Hz. Peygamberin ashâbı içinde Medine’ye ilk
olarak Mus’âb b. Umeyr ile Abdullah İbn Ümmi Mektûm’un geldiklerini ve gelir
gelmez kendilerine Kur’ân-ı Kerîm’i öğrettiklerini; bunlardan sonra Ammâr b.
Yâsir ve Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin hicret ettiklerini; daha sonra da Ömer b.
Hattâb’ın yirmi kişi ile birlikte hicret ettiklerini ve en son Hz. Peygamber’in
geldiğini, O’nun gelmesinden Medine halkının duydukları sevinci, o güne kadar
hiçbir şeyden duyduklarını görmediğini rivayet ediyor.[40] Bilâl b. Rebâh el- Habeşî, Mus’âb b. Umeyr,
Abdullah İbn Ümmi Mektûm ve Ammâr b.Yâsir gibi Medine’ye ilk hicret eden sahâbe
arasında bulunmaktadır/[41]
Hz. Peygamber, Medine’ye geldiğinde çözülmesi gereken en
öncelikli mesele, Muhâcirlerin ekonomik durumları idi. Bunu Allah Rasûlü,
Muhâcir-Ensâr kardeşliğini tesis ederek çözdü. Buna göre Medinelilerden herkes
Mekke’den hicret eden bir müslüman’ı kardeş olarak kabul edecek, evinde
barındıracak ve her konuda yardımcı olacaktı.
Hz. Bilâl, Medine’ye geldiğinde Sa’d b. Hayseme’nin evine
misafir oldu.[42] Daha sonra Hz.
Peygamber, Medine’de Ensâr ile Muhâcir arasında kardeşlik tesis ettiğinde,
Onunla Ebû Ruveyhâ Abdullah b. Abdirrahman el-Has’amî’ yi, bir rivayete göre de
Ubeyde b. Hâris’i,[43] kardeş ilan etti..[44]. Bu konuda farklı rivayetlerin olmasını; Hz. Bilâl’in, Ubeyde b.
Hâris ile Mekke’de[45], Ebû Ruveyhâ
Abdullah b. Abdirrahman el-Has’amî ile de Medine’de kardeş olduğu şeklinde
açıklayabiliriz.
Hz. Bilâl’in, Ebû Ruveyhâ Abdullah b. Abdirrahman el-Has’amî
ile kardeş olduğu rivayeti doğrudur. Nitekim Hz. Ömer, Şam divanını kurmaya
başladığında Hz. Bilâl de mücahit olarak oraya yerleşmişti. Hz. Ömer, Bilâl’e
divana kiminle yazılmak istediğini sorduğunda, Ebû Ruveyhâ’ yı istediğini
söylemiş ve “Ben ondan ebediyen ayrılmam, çünkü Allah Rasûlü beni onunla kardeş
yaptı, ben bu kardeşliği asla bozamam” demiştir.[46] Böylece halife Hz.
Ömer, Habeş divanı ile Has’am divanını birleştirdi. Bundan dolayı Bilâl b.
Rebâh el-Habeşî, bugüne kadar Şam’da Has’am kabilesi içinde yer almaktadır.[47]
Medine’nin rutubetli iklimi Mekke’den yahut çöl iklimindeki
diğer bir kurak bölgeden buraya gelen kimselere uygun düşmüyordu. Medine’ye
varışlarından kısa bir zaman sonra Hz. Peygamber’in ashabından pek çoğu
hastalanmıştı. Allah Rasûlü ashâbının durumunu görüyor ve onlara sabır tavsiye
ediyordu. Hz. Ebû Bekir ve Bilâl b. Rebâh el-Habeşî de hastalananlar arasında
idi..[48].
Hz. Âişe’ nin rivayetine göre;
-“Allah Rasûlü Medine’ye hicret ettiğinde, babam Ebû Bekir ile
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî de sıtmaya yakalandı. Ben yanlarına gittim.
-“Babacığım, kendini nasıl hissediyorsun? Bilâl kendini nasıl
hissediyor?” diye sordum.
Babam, sıtma ateşi vücudunu sardığında şu beyti söylüyordu:
“Kullu’mruin musabbahun fî ehlihî
Ve’l-mevtu ednâ min şirâki na’lihî”
(Her kişi ailesinin yanında sabaha çıkarken, ölüm her an gelip
kendini yakalayabilir. Ölüm insana ayakkabısının bağından daha yakındır)
Buna mukabil Hz. Bilâl de, sıtma ateşi biraz azaldığında
sesini yükselterek şu beyitleri okuyordu:
“Elâ leyte şı’rî hel ebîtenne leyleten
Bi-vâdin ve havlî ızhırun ve celîlu
Ve hel eriden yevmen miyâhe Mecennetin
Ve hel yebduvenne lî Şâmetun ve Tafîlu”.
-“Ey Allah’ım! Şeybe b.
Rebî’a, Utbe b. Rebî’a ve Ümeyye b. Halef bizi kendi toprağımızdan çıkarıp veba
toprağına attıkları gibi, sen de onlara lanet eyle.”[49]
Hz. Âişe bu durumu Allah Rasûlü’ne haber verdi.
Hz. Peygamber de:
-“Ey Allah’ım! Bize Medine’yi, Mekke’yi
sevdiğimiz kadar veya daha fazla sevdir. Buranın durumunu iyileştir, bizim için
mal ve ürünlerini bereketlendir. Hummasını ve sıtmasını uzaklaştır” diye dua
etti..[50].
4.
Bilâl b. Rebâh el- Habeşî’nin Katıldığı
Savaşlar
Bilâl b. Rebâh el- Habeşî, başta Bedir savaşı olmak üzere Hz.
Peygamber’in tüm gazalarına katılmıştır.[51] Kimilerinde ordunun bayrağını taşımış,
kimilerinde de gözcülük yapmıştır.
Artık İslâmiyet Medine’de istikrar bulmuş ve Arabistan’ın
çeşitli bölgelerine yayılmaya başlamıştı. Müşriklerin zulümleri sebebiyle
Mekke’den çıkmak zorunda kalan inananlar rahat bir nefes almışlar, ama yine de
Mekke’yi unutamıyorlar ve onun hasretini çekiyorlardı. Ve orada kimisi anne,
babasını; kimisi de eşini ve çocuklarını bırakmışlardı. Bunlara kavuşmak için
Allah’ın kendilerine fırsat vermesini umuyorlardı.
İslâm Medine’ye girdiği andan itibaren her geçen gün olaylar
Müslümanların lehine oldu. Medine’de yeni bir toplum ve devlet oluştu: Müslüman
bir toplum ve İslâm devleti. Kısa süre sonra müşriklere ve İslâm düşmanlarına
karşı savaşmaya izin veren ayetler nâzil oldu: “Kendileriyle savaşılanlara
(müminlere), zulme uğramış olmaları sebebiyle,(savaş konusunda) izin verildi.
Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak surette kâdirdir. Onlar, başka değil,
sırf “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış
kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı
ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan
manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi. Allah, kendisine
(kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardı eder. Hiç şüphesiz Allah,
güçlüdür, galiptir.” 55.
Cihad ayetinin nâzil olması müslümanları çok sevindirdi. Çünkü
Mekke’deki tüm mallarına el konulmuştu. Bu sırada Mekke’ye, Kureyş’e ait bir
ticaret kervanı geliyordu. Kafilenin başında Ebû Süfyân b. Harb vardı.
Müslümanlar kervanı ele geçirmeye karar verdiler. Amaç hem Kureyş’e bir güç
gösterisinde bulunmak, hem de mümkün olursa Mekke’den Medine’ye göç ettikten
sonra Kureyş tarafından el konan mallarının karşılığını almaktı.
Müslümanlar, Kureyş kervanına ulaşmak için yola çıktılar.
Fakat Ebû Süfyân, öncü olarak gönderdiği casusları vasıtasıyla müslümanların
kervanı vurmaya hazırlandığını öğrendi ve Mekke’ye haber göndererek mallarını
korumaları için Kureyş’ten çok acele yardım istedi. Bunun üzerine Kureyş bir
ordu hazırlayarak yola çıktı. Ordunun içinde Kureyş’in ileri gelenleri de
vardı. Bu arada Ebû Süfyân da yolunu değiştirip Kızıldeniz sahilinden Mekke’ye
gitmiş ve kervanı kurtarmayı başarmıştı.
Kureyş’in kervanı kurtulmuştu, ama savaş için çıkılan yoldan
geri dönülmüyordu. Bir takım ikili çarpışmalardan sonra İslâm ordusu ile müşrik
ordusu birbirine girdi. Bedir savaşı Allah Rasûlü’nün ilk savaşıydı. Hz. Bilâl
de, müslüman saflarında savaşa hazır bir şekilde beklemekteydi. Hz. Peygamber
müslümanlara, “Ehad, Ehad” diyerek müşriklere saldırmaları emrini verdi. Hz.
Bilâl, Mekke’nin o kızgın kumları üzerinde çektiği işkence günlerini, Hz.
Peygamber’in dinini bırakıp Kureyş’in dinine dönmesi için çektiği bela ve
musibetleri hatırladı.[52] [53]. Müslümanlar, tüm güçleriyle müşriklere hücum
ederek, sayıca üç kat az olmalarına rağmen savaşı kazandılar. Ebû Cehîl başta
olmak üzere bu savaşta pek çok müşrik elebaşısı ölmüş, birçoğu da esir alınmıştı.
Hicretten önce Bilâl b. Rebâh el- Habeşî’ye Mekke’de işkenceler yapan Ümeyye b.
Halef de esir alınanlar içerisinde bulunmaktaydı.
Bedir savaşının sonuçlanmasından önce Ümeyye b. Halef ile oğlu
Ali, Kureyş’in yenilgiye uğrayacağını anladılar. Ümeyye, oğlu Ali ile beraber,
eski dostluğa dayanarak Abdurrahman b. Avf hazretlerine teslim oldu?7
Abdurrahman b. Avf’ın cahiliyye zamanındaki ismi Abd-ü Amr
idi. Müslüman olduktan sonra Abdurrahman ismi verildiğinden Ümeyye ona:
-“Ben Rahman ismini bilmem. Yine Abd-ü Amr derim” demiştir.
Abdurrahman b. Avf da:
-“Öyle seslenirsen ben de cevap vermem” diye karşılık
vermiştir. Bunun üzerine Ümeyye, Abdurrahman’a, Abdü’l-İlâh demeye başlamıştır.
Abdurrahman da bunu uygun görmüştür.
Ümeyye, Bedir günü esirler arasında iken Abdurrahman b. Avf’ı
görmüş ve “Abd-ü Amr” diye seslenmiş, ancak Abdurrahman, onun bu şekil hitabına
cevap vermeyince, Mekke’de yapmış olduğu anlaşmayı hatırlamış ve “Abdü’l-İlâh”
demek zorunda kalmıştır. Abdurrahman b. Avf da, Ümeyye’nin bu defaki
seslenişine cevap vermiştir..[54] [55].
Abdurrahman b. Avf’ ın elinde ganimet olarak alınmış birkaç
zırh vardı.
Ümeyye b. Halef:
-“Onları bırakıp beni kurtarırsan, sana bu zırhların birkaç
mislini veririm” dedi.
Abdurrahman b. Avf bu tekliften memnun oldu ve zırhları
bırakıp bir eliyle Ümeyye b. Halefi, diğer eliyle de oğlu Ali’yi tuttu?[56]
Ümeyye b. Halef, teslim olduğunda, henüz Hz. Bilâl tarafından
öldürülmeden önce Abdurrahman b. Avf’a:
“Sizden, göğsüne deve kuşu tüyünden işaret takmış olan adam
kimdir? diye sordu.
Abdurrahman b. Avf:
-“Hamza b. Abdi’l-Muttalib”[57]. diye cevap verince;
Ümeyye b. Halef:
-“Bütün bu işler başımıza hep onun yüzünden
geldi” dedi..[58].
O sırada
Hz. Bilâl, Mekke’de kendisine her türlü işkence ve zulmü reva gören Ümeyye b.
Halefi görünce:
-“Ey
Allah’ın yardımcıları! İşte kâfirlerin başı Ümeyye b. Halef. Eğer o kurtulursa
ben kurtulamam” diye bağırmaya başladı. Ümeyye b. Halef, Mekke’de, İslâm’dan
vazgeçmesi için Hz. Bilâl’e çok ağır işkencelerde bulunmuş, Hz. Bilâl ise Allah
yolunda tüm zulümlere fedakârca katlanmıştı. Şimdi ise bu savaşta Ümeyye b.
Halef, eski kölesi Bilâl b. Rebâh el- Habeşî ile karşı karşıya gelmişti. Bu
sırada diğer müslümanlar da Hz. Bilâl’in bağırmasıyla birlikte onun yanına
toplandılar. Abdurrahman b. Avf, Ümeyye b. Halef’i her ne kadar kurtarmaya
çalıştı ise de başarılı olamadı. Müslüman askerler, etraftan kılıçlarla hücum
ederek Ümeyye b. Halef ve oğlu Ali’yi öldürdüler. Bu sırada Abdurrahman b. Avf:
-“Ey
Ümeyye! Ben seni kurtaramayacağım. Kendini kurtarabilirsen kurtar” diyordu..[59].
Bedir savaşının müslümanların galibiyetiyle
sonuçlanmasının ardından ganimetlerin dağıtımını açıklayan Enfâl Suresinin 41.
ayeti nâzil oldu: “ Eğer Allah’a ve hak ile batılın ayrıldığı gün, iki ordunun
birbiriyle karşılaştığı gün, (Bedir Savaşında) kulumuza indirdiğimize
inanmışsanız, bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri
Allah’a, Rasûlüne, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya
aittir...”[60] Hz. Bilâl, bundan sonra Allah Rasûlü’nün
hazinedarı oluyor ve ayette belirtilen kimselere bu malların dağıtım işlerini
üstleniyordu. Böylece Hz. Bilâl, seferde ve hazarda her türlü göreve koşuyor,
onun bu davranışları hem Allah Rasûlü’nü, hem de tüm müslümanları etkiliyordu.
Tüm hayatını Hz. Peygamber’in yanında, onunla birlikte çeşitli görevlerde
bulunmak için çaba gösteriyordu. Barış dönemlerini ibadetle, Allah’a dua ederek
geçiriyor; savaşta da savaşıyor, gerektiğinde muhafızlık yapıyor, bazen de
Allah Rasûlü ve müslümanların istirahati için onlara bekçilik yapmak suretiyle
gözetip kollama görevini üstleniyordu.
Kaynaklarda
Hz. Bilâl’in Bedir dışında Uhud, Hendek ve Hz. Peygamber’in katıldığı tüm
savaşlara katıldığı belirtilmekle birlikte bu savaşlarda nasıl bir rol
oynadığına dair herhangi bir bilgi yoktur.
Hz.
Peygamber, hicretin yedinci yılında Hayber gazvesine çıktı. Dönüşte gece
yolculuğu yaptı. Ordu yolun bir kısmını katetmiş, bütün gece yolculuk
yapılmıştı. Yolun bir yerine gelince Hz. Peygamber, askerlerin dinlenmesi için
konaklama emrini vermişti. Hz. Peygamber, Bilâl b. Rebâh el- Habeşî’ye; “Sen bu
gece bizim için bekle, bizim için nöbet tut!” dedi. Hz. Bilâl, bir vakte kadar nafile
namaz kıldı. Hz. Peygamber ve ashabı uyudular. Tan yerinin ağarması yaklaşınca
Hz. Bilâl, tanyerine doğru yönelerek devesine yaslandı. Fakat devesine
yaslanmış bir vaziyette iken uyuya kaldı. Güneş yüzlerine vuruncaya kadar ne
Hz. Peygamber, ne Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, ne de sahabeden herhangi biri
uyanabildi. Neticede içlerinden ilk uyanan Hz. Peygamber oldu; telaşla:
-“Ey
Bilâl!” diye seslendi. Hz. Bilâl:
-“Ey
Allah’ın Rasûlü! Anam babam sana feda olsun. Senin nefsini tutan, benimkini de
tuttu” diye karşılık verdi.
Hz.
Peygamber ve ashâbı bir miktar yürüyerek, bu vadiden çıktılar. Sonra Hz.
Peygamber:
-“Bu,
içinde şeytan bulunan bir vadidir” buyurdu. O vadiyi geçince askerlere abdest
almalarını emretti. Sonra sabah namazının sünnetini kıldı. Sonra Hz. Bilâl’e
emrederek, namaz için kamet getirmesini istedi ve sahâbeye sabah namazını
kıldırdı. Sonra onlara yönelip, korkularını görünce şöyle buyurdu:
-“Ey
insanlar! Allah ruhlarımızı almıştı. Eğer dileseydi onu bize, bundan başka bir
vakitte de geri verirdi. İçinizden biri namazını uyuyarak geçirir yahut
namazını unutur, sonra hatırlarsa, geçirdiği namazı, vaktinde kıldığı gibi
kılsın” dedi. Sonra Allah Rasûlü, Hz. Ebû Bekir’e yönelerek:
-“Şeytan,
ayakta namaz kılar vaziyette iken Bilâl’e gelmiş, onu yan üstü yatırmış,
ninniler söyleyip hafif hafif vurarak çocuğun uyutulduğu gibi onu uyutmaya
çalışmış ve nihayet o da uyumuştur” dedi. Daha sonra Hz. Peygamber, Bilâl b.
Rebâh el- Habeşî’yi çağırarak, Hz. Ebû Bekir’e söylediği şeyi ona da
anlatmıştır.[61].
Hicretin altıncı yılında
Allah Rasûlü, ashâbıyla birlikte umre yapmak için Mekke’ye doğru yola çıktı.
Hudeybiye[62] mevkiine geldiklerinde müşrikler tarafından
engellendi ve Mekke’ye sokulmadılar. Müslümanlarla müşrikler arasında bir
antlaşma yapıldı. Antlaşma, bu sene müslümanların umre yapmasını engellemekle
birlikte on yıllık bir barış dönemini kapsamaktaydı. Bu barış döneminde hem
müslümanlar hem de müşrikler çeşitli kabilelerle ittifak antlaşmaları yaptılar.
Kureyş, antlaşma şartlarına uymayarak
üzerinden iki yıl geçmişti ki antlaşmayı bozdu. Müslümanların müttefiki olan
Huza’a kabilesine karşı, Kureyş’in müttefiki; Bekir kabilesi savaş açtığında
Kureyş de müttefiki olan bu kabileye destek olmuştu. Çünkü antlaşma şartlarına
göre, müttefiklerin birbirlerine saldırması ve onlara yardım etmek antlaşmayı
bozmak demekti.
Hicretin sekizinci yılında Ramazan ayında Hz.
Peygamber, on bin kişilik bir İslâm ordusuyla Mekke’yi fethetti. Bu zaferi
kendisine nasip ettiği için Allah’a şükrederek Kâbe’ye yöneldi. Yanında Hz.
Bilâl de vardı. Kapının kapalı olduğunu görünce; Hz. Bilâl’e Kâbe’nin
anahtarlarını getirmesi için Osman b. Talha’nın getirilmesi emrini verdi. Hz.
Bilâl, Osman b. Talha ile döndüğünde Hz. Peygamber Kâbe’ye girdi... [63] Yanında Üsâme b. Zeyd,
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî ve Osman b. Talha vardı...[64].
İbn Ömer’in rivâyetine göre:
“Hz. Peygamber, Mekke’nin fethi günü Kâbe’ye
girdi, yanında Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, Üsâme b. Zeyd ve Osman b. Talha vardı.
Kapıyı kapatmışlardı. Uzun bir süre bekledim. Sonra Hz. Peygamber çıktı. Ben de
hemen içeri girdim ve “Allah’ın Rasûlü nerede namaz kıldı” dedim.
Onlar:
-“İşte şurada” diye işaret ettiler”.
İbn Ömer, Hz Peygamber’in Kâbe’nin içinde kaç
rekât namaz kıldığını sormayı unuttuğunu belirtiyor..[65].
Hz. Peygamber’in, Mekke’nin fethi günü Kâbe’
de namaz kıldığı konusu İbn Abbâs’ ın rivây etinde de yer almakla birlikte
biraz farklıdır. İbn Abbâs’a göre Hz. Peygamber Kâbe’ye girdiğinde yanında
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî ve Fadl vardı ve onlar Kâbe’nin kapısının yanında
idiler ve Hz. Bilâl, Hz. Peygamberin secde ettiğini, Fadl ise rükû yaptığını
belirtiyor..[66].
İbn Abbâs’ ın Buhârî’ deki bir rivâyeti bu
hadis ile birbirine zıt gibi görünüyor. Hadis Buhârî’ de şu şekilde yer
almaktadır:
-“Allah Rasûlü tekbir getirdi, namaz kılmadı.”
Ancak Hâfız İbn Hacer, Fethü’l-Bârî’ de bu
çelişkiyi ortadan kaldırmaktadır. O’na göre; İbn Abbâs, râvîlerin Allah
Rasûlü’nün tekbir getirdiği rivâyetini almış, tekbirin arkasından Rasûlüllah’ın
namaz kıldığı rivâyetini almamıştır. Yani Hz. Peygamber, Kâbe’ye girdiği zaman
önce tekbir getirmiş sonra da namaz kılmıştır. Bu, Hz. Bilâl’ in rivâyetine
ters değildir.
Bu rivâyetler içerisinde Hz. Bilâl’in sözü
daha doğrudur. Çünkü O, Hz. Peygamber’in yanındadır. İbn Abbâs ise orada
değildi. O, Üsâme ve Fadl’ dan rivâyet etmiştir.
Tüm bu rivâyetlere baktığımızda Fadl, Üsâme ve
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, Hz. Peygamber Kâbe’ ye girdiğinde onunla beraber
idiler. Kapı kapanınca içerisi karanlık oldu. Üsâme ve Fadl kapının yanında,
uzakta idiler. Bilâl b. Rebâh el-Habeşî ise Hz. Peygamber’e onlardan daha yakın
idi. Fadl ve Üsâme, Hz. Peygamber’in tekbir sesini işittiler ve o şekilde
rivâyet ettiler. Bilâl b. Rebâh el- Habeşî ise Hz. Peygamber’ in namaz
kıldığını bizzat görmüş ve O da gördüğünü rivâyet etmiştir. Nitekim Taberânî’
nin Mu’cemu’l-Kebîr’ inde Fadl’ın orada bulunduğunu ifade eden bir rivâyet
vardır.[67]
Hz. Peygamber, Kâbe’den çıktığında genel af
ilan etmiş ve onlara şöyle seslenmiştir:
-“Bugün artık sizler hiçbir şekilde hakir
görülmeyeceksiniz; haydi şimdi dağılın, hepiniz hür ve serbestsiniz...”
Bu genel aftan sonra Bilâl b. Rebâh el- Habeşî’ye ezan
okumasını söyledi. Hz. Bilâl de, Allah Rasûlü’nün isteğiyle Kâbe’nin damına
çıkarak ezanı okudu..[68]. Durumu seyreden Mekkeliler arasında bulunan
Ebû Süfyân’ ın akrabası ve Ümeyye oğulları ailesinden olan Attâb b. Esîd öfkeye
kapılıp şu sözleri sarfetmiştir:
-“Allah’a şükür babam sağ değil! Hiç değilse bu kepazeliği
görmüyor.”.[69] [70] Kısa bir müddet sonra Attâb müslüman olmuştur.
Mekke müşrikleri şaşkınlık içindeydi. Gençliğinde çobanlık
yapmış, okuma yazma bilmeyen Abdü’l-Muttalib’in torunu, Abdullah’ın oğlu
Muhammed kendisine tabi olan binlerce müslüman ile Mekke’ye rahat bir şekilde,
savaşmadan girmiş, putlarını yerle bir etmişti. Şimdi de şu zenci köle Kâbe’nin
damına çıkmış ezan okuyordu. Bu nasıl oluyordu? Daha dün “zenci” diye hitap
ettikleri bu siyah köleye ne kadar eziyet ve işkence yapmışlardı. Fakat O, tüm
işkencelere rağmen imanından taviz vermemiş, Allah Rasûlü’nü inkâr etmemişti.
Dün müşriklerin gözünde hiçbir değeri olmayan bu köle, bugün müslümanlar için
saygı duyulan bir insan olmuştu. Hz. Bilâl’in, Kâbe’nin damına çıkıp da
inananların Allah’a yapacakları ibadetten önce onları, ezan okumak suretiyle
namaza davet etmekle görevlendirilmiş olması müşrikleri şaşkınlık içinde bırakmıştı.
Hz. Bilâl, “Allahü Ekber- Allahü Ekber” sözleriyle Allah’ın
ismini yüceltiyor ve tüm dünyaya Allah’ın büyüklüğünü, birliğini; Hz.
Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğunu ilan ediyordu. Bu hususta M. Said Ramazan
el-Bûtî eserinde şunları söylüyor:
-“Bu ses idi işkence kırbaçları altında “Allah birdir, Allah
birdir” diye fısıldayan. Şimdi ise Kâbe üzerinden dalga dalga göklere,
yeryüzüne yayılıyor: “Allah’tan başka ilâh yoktur, Hz. Muhammed Allah’ın
elçisidir” diye. Ve herkes boynu bükük onu saygıyla dinliyor. Dikkat edin, bu
ikinci bir örneği olmayan tek gerçektir. O İslâm’dır. İnsan ise ne ahmak ve
cahilce davranıyor ki; İslâm’dan başkası uğrunda mücadeleye ve kahramanlığa
yeltendiği zaman, sadece vehmiyle asılsız ve boyutsuz dava ile uğraştığını bile
anlamıyor.”. 73.
5.
Bilâl b. Rebâh el-
Habeşî’nin Yaptığı Görevler
İslâm’ın ilk yıllarında Adiyy b. Hatem’in
müslümanlığı sırasında Hz. Peygamber’in yanında Süheyb er-Rûmî, Selmân-ı Fârisî
ile birlikte Bilâl b. Rebâh el- Habeşî de vardı.[71]
Hz. Ebû Bekir, Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’yi,
azad ettikten sonra Hz. Peygamber’in yanından ayrılmamış, O’nun şahsi
mallarının muhafızlığını yapmış ve gerekli yerlere dağıtım işlerini yürütmüştüm[72]
Hz. Peygamber, Medine’ye hicretini tamamlaması
üzerine burada küçük bir Şehir-Devlet tesis etti ve yavaş yavaş bir devlet
teşkilat ve organizması vücut bulmaya başladı ki bu yapı, zamanla yeni şart ve
durumlar ile tatbikatta kazanılan tecrübeler sayesinde gelişip tekâmüle
uğramıştır. İşte bu şehirde Rasûlullah sık sık sahabîlerini iyilik yapmaya,
tasaddukta bulunmaya teşvik edip onları bu yola sürüklüyordu; öyle ki Allah
Rasûlü’nün bu sözleri üzerine müslüman kadınlar, mücevher ve süs eşyalarını
Allah Rasûlü’ne tasadduk amacıyla çıkarır verirlerdi. Allah Rasûlü sadece
normal zekât şeklindeki muntazaman vergileri tahsil etmemiş, aynı zamanda
kendisine getirilen her çeşit tasadduk şeklindeki gönüllü mâlî bağışları da
kabul edip toplamıştır. Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, bütün bunları saklayıp
korumak ve Allah Rasûlü’nün vereceği emirlere göre harcamak görevini
yüklenmişti. 76
Hz. Peygamber, Dûmetü’l
Cendel’e karşı Abdurrahman b. Avf ı sefere göndermişti. Rasûlullah,
Abdurrahman’ ın sarığını bizzat kendi eliyle sarmış ve Hz. Bilâl’e sancağı
kendisine tevdî etmesi emrini vermiştir..[73].
Hz. Peygamber, Huneyn ganimetlerini dağıtırken
Müellefe-i Kulûbdan Uyeyne b. Hısn ve Akrâ’ b. Hâbis’e yüzer deve vermişti. Bu
arada Abbâs b. Mirdâs’a dört deve verince Abbâs buna itiraz etmişti. Bunun
üzerine Hz. Peygamber, Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’ye Abbâs b. Mirdâs’ ın dilini
kesmesini emretti. Abbâs da gerçekten dilinin kesileceğinden korkmuştu. Hz.
Bilâl, Abbâs’ı götürüp ona elbise giydirdi ve kendisine istediği kadar deve
verdi.[74].
Hz. Bilâl, Allah Rasûlü’
nün geçimi ve mâlî durumu hakkında şu bilgileri veriyor:
-“Allah Rasûlü, Peygamber olduğu günden
vefatına kadar neyi varsa ben bakıyordum ve benim elimde idi. Birisi ona
başvurduğu zaman, eğer o kimseyi fakir görürse bana emrederdi de gidip borçlanır
ve o kimseye yiyecek ve giyecek alıp getirirdim. Bir gün bir müşrik bana
rastlayarak;
-“Bilâl! Biliyorsun ki, ben zengin bir
kimseyim. Şundan bundan borçlanacağına sana ne kadar para lâzım olursa gel
benden iste. Ben her zaman vermeye hazırım” dedi. Ben de öyle yaptım. Aradan
birkaç gün geçtikten sonra bir gün abdest almış ezan okumaya gidiyordum. Birkaç
müşrikle birlikte karşıdan gelen bu müşrik beni görünce:
-“Ey Habeşli!” diye bağırdı.
-“Ne var?” dedim.
-“Aybaşına kaç gün kaldığını biliyor musun?”
dedi ve suratını asarak bana ağır bir söz söyledi.
-“Biliyorum, az kalmıştır” dedim.
-“Aybaşına sadece dört gün kaldı. Hele bir
gelsin de görürsün. Seni alacaklarım yerine rehin alıp köleleştireceğim. Ben
sana kendi hatırın veya adamının hatırı için ödünç vermedim. Sen eskiden nasıl
köle idin ise, seni davarlarımı gütmen için tekrar köle yapmak amacıyla sana
borç verdim” dedi.
-“O anda, ne yapacağımı bilemez bir halde idim
ve bu duruma çok üzülmüştüm. Gidip ezanı okudum. Yatsı namazından sonra konuyu
Rasûlüllah’ a açma düşüncesinde idim. Namazı kıldıktan sonra Rasûlüllah eve
gitmek üzere kalktı. Ben de kalkıp arkasından gittim, izin isteyip arkasından
içeri girdim ve:
-“Ya Rasûlallah! Anam babam sana feda olsun.
Sana, kendisine borçlandığımı söylediğim müşrik, bugün bana böyle böyle
söyledi. Biliyorum ki, şimdilik ne sen, ne de ben onun bizdeki alacaklarını
karşılayacak bir varlığa sahip değiliz. Beni rezil edeceğinden hiç şüphe
yoktur. Hiç değilse bana izin ver de, şu müslüman kabilelere başvurayım. Belki
Allah, Peygamberine bir rızk ikram eder de şu darlıktan kurtulmuş olurum”
dedim.
-“Çıkıp evime gittim, kılıç, mızrak ve
ayakkabımı başımın altına koyup uzandım. Uzandım ama kıvranıp duruyordum.
Yüzümü ufka vermiş, sabırsızlıkla fecrin sökmesini bekliyordum. Bir uyuyor, bir
uyanıyordum. Nihayet fecrin ilk ışıkları göründü, kalkıp namaz için harekete
hazırlandım. O sırada kapıda birinin:
-“Bilâl! Allah Rasûlü
seni istiyor” diye seslendiğini işittim. Allah Rasûlü’ nün kapısı önüne
vardığım zaman dört tane yüklü devenin orada çöktüğünü gördüm. İzin isteyip
içeri girdiğimde Allah Rasûlü:
-“Bilâl, müjde! Allah
senin borçlarına karşılık bunları gönderdi” buyurdu.
Bunun üzerine Allah’a
hamdettim. Sonra Allah Rasûlü bana:
-“Kapıdaki yüklü olan
dört deveyi gördün mü?” dedi.
-“Gördüm” dedim.
-“İşte o develer
yükleriyle birlikte senindir. Fedek hükümdarı bana hediye olarak göndermiş.
Götür, sat da borçlarını öde” buyurdu.
Ben de çıkıp develerin
yüklerini indirdim ve onlara yem verdikten sonra sabah ezanını okudum. Namazdan
sonra “Bakiy”a gidip yüksek sesle:
-“Kimin Allah Rasûlü’nde
alacağı varsa gelsin” dedim ve bir iki saat içinde Hz. Peygamber’ in tüm
borçlarını temizledim. Hatta iki dinar da arttı. Mescide gittiğim zaman herkes
gitmiş, Allah Rasûlü yalnız kalmıştı. Kendisine selam verdikten sonra bana:
-“Ne yaptın?” diye sordu.
-“Allah Rasûlü’ nün ne
kadar borçları varsa hepsini ödedim. Hiç kimsenin sen de alacağı kalmadı”
dedim.
-“Fazla bir şey kaldı
mı?” dedi.
-“Evet, iki dinar kaldı”
dedim.
-“Beni o iki dinardan da
kurtar. Sen onları da vermedikçe ben eve gitmem” buyurdu.
Fakat o gün akşama kadar
bu iki dinarı verecek bir kimse bulamadım. Allah Rasûlü de bu yüzden ertesi
güne kadar mescitte kaldı. Ancak ertesi gün akşama doğru iki süvari geldi. Ben
de onları alıp pazara götürdüm ve o iki dinar ile onlara yiyecek ve giyecek
alıp kendilerine verdim.
Yatsı namazından sonra
Hz. Peygamber beni çağırıp:
- “Ne yaptın?” diye
sordu.
- “Allah, seni o iki
dinardan da kurtardı” dedim. Bunun üzerine tekbir getirip uhdesinde o iki dinar
bulunduğu halde ölmediği için Allah’a şükretti. Ondan sonra kalktı. Ben de onun
peşinden gittim”.[75]
Bilâl b. Rebâh el-
Habeşî, hicretin birinci yılında Hz. Peygamber’in öğrettiği ezanı onun emriyle
ilk defa okumakla meşhur oldu ve hayatı boyunca hazarda ve seferde Hz.
Peygamber’in müezzinliğini yaptı. Sabah ezanını çok erken okuyan Hz. Bilâl’ in
bu ezana “es-Salâtü Hayru’n-Mine’n Nevm (namaz uykudan hayırlıdır)” ibaresini
eklemesi Hz. Peygamber’i memnun etti ve bunu her sabah ezanında tekrarlamasına
izin verdi.
Bilâl b.Rebâh el-Habeşî,
hayatı boyunca Hz. Peygamber’in yanından hiç ayrılmadı. Veda haccında bulundu.
Allah Rasûlü’ nün abdest suyunu temin etmek, sütre olarak kullandığı harbeyi
taşımak, şahsi ihtiyaçlarını karşılamak, savaşta özellikle geceleri korunmasını
sağlamak, yemek hazırlamak, beytü’l-Mâl işlerine bakmak, Hz. Peygamber’in
emriyle bazı ödemeler yapmak, elçileri ağırlamak, seriyye kumandanlarına sancak
vermek, Hz. Peygamber’in emirlerini halka duyurmak, kadın esirleri muhafaza
etmek gibi işleri Bilâl b. Rebâh el-Habeşî yürütüyordu.[76]. Beytü’l- Mâl’in muhafızlığı ve sorumluluğu
Hz. Bilâl’e aitti. Hz. Peygamber’ in maliye bakanı konumunda idi.[77].
Habeşistan kralı Necâşi,
Hz. Peygamber’e üç tane mızrak göndermişti. Birini kendisine ayırdı. Birini Ali
b. Ebî Tâlib’ e, diğerini de Hz. Ömer’e verdi. Hz. Bilâl, Allah Rasûlü’nün kendisine
ayırdığı mızrağı Ramazan ve Kurban bayramlarında mescidin önüne gelene kadar
Hz. Peygamber’in önünde taşırdı.[78]
Allah Rasûlü’nü
gölgeleme, bineğinin yularını tutma.[79], develerine
bakma.[80]., elçilere hediye verme[81], görevleri Bilâl b. Rebâh
el-Habeşî’ ye aitti.
Dışardan Medine’ye gelen
heyetlerin karşılanması, misafir edilmesi ve ihtiyaçlarının karşılanması
vazifesi Hz. Bilâl’e aitti.[82]
Hz. Peygamber, Mina’ ya
çıkarken yanında Hz. Bilâl de vardı ve Allah Rasûlü’ne gölgelik olarak bir elbise
kullanıyordu.[83]
Ümmü Husayn, Hz.
Peygamber veda haccı yaparken Bilâl b. Rebâh el- Habeşî’nin Hz. Peygamber’in
bineğinin yularını tuttuğunu ve Üsâme b. Zeyd’ in de elbisesiyle O’nu sıcaktan
koruduğunu rivayet etmiştir.[84]
Hz. Peygamber, veda
haccından döndükten kısa süre sonra hastalandı ve vefat etti. Allah Rasûlü’nün
vefatı tüm müslümanları olduğu gibi Hz. Bilâl’i de derinden etkiledi. En büyük
ve en iyi dostunu kaybetmişti. Müslümanlar, kendilerini cahilce ve sapıkça bir
hayattan kurtarıp, insanlığın en mükemmel asrını yaşatan, onları tüm insanların
zirvesine taşıyan peygamberlerini kaybetmişti. Medine yastaydı.
Matem ve hüzün bulutları
bütün ağırlığı ile Medine üzerine çökmüştü. Gece oldu. Allah Rasûlü hala
defnedilmemiş, olduğu yerde bekliyordu. Hz. Bilâl, uyumak istiyor fakat bir
türlü gözlerine uyku girmiyordu. Allah Rasûlü’nün kendisine olan şefkatini,
merhamet ve sevgisini hatırladıkça büsbütün uykusu kaçıyor, sıkıntısı
artıyordu.. [85] Sevgili dostu Allah Rasûlü’nün ayrılığının
üzüntüsünden bu geceyi çok zor geçirdi. Fecr’in doğuşu yaklaştığında her gün
olduğu gibi sabah ezanını okumak için mescide gitti. Az sonra Hz. Bilâl’in sesi
yükseldi:
-“Allahü Ekber-Allahü
Ekber, Allahü Ekber-Allahü Ekber.
Eşhedü enlâ ilâhe
illallah, Eşhedü enlâ ilâhe illallah;”.
Eşhedü enne Muhammeden
Rasûlüllah...
Ezanın burasına
geldiğinde kelimeler ağzına dolandı, ağlamaktan ezana devam edemedi. Allah
Rasûlü’nün hali gözünün önüne gelmişti. İnsanlar ezanın yarıda kaldığını ve
Bilâl’in ağladığını gördüklerinde yaralar tazelendi ve herkes ağlamaya başladı.
Hz. Bilâl, kendisini zorladı. Ezanı tamamlamak için hislerine hakim oldu ve
ezanı zorla tamamlayabildi.[86]
Câbir b. Abdullah’ın rivâyetine göre; Hz.
Peygamber vefat ettiği zaman, mezarı üzerine su serpilmiştir. Suyu serpen,
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî idi. Hz. Bilâl, kırba ile Hz.
Peygamber’in baş kısmının sağ tarafından başlayarak ayak kısmına kadar su
serpmiştir?1
Allah Rasûlü defnedildikten sonra, Hz. Bilâl
mescide gitti, üzgün, gözü yaşlı, derin düşüncelere dalmış halde bir köşeye
oturdu. Ezan vakti gelmişti. Müslümanlar Hz. Bilâl’e ezan vaktinin geldiğini
söylediklerinde; gözü yaşlı bir durumda “bugünden sonra ezan okumayacağım,
başkası okusun” diye cevap vermiştir. [87] [88]
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, Hz. Peygamber’in
vefatına kadar hiç yanından ayrılmamış ve bütün zamanlarını onunla geçirmeye
gayret etmiştir. Namazlarda, ashâbıyla yaptığı sohbetlerde ve değişik
meclislerde onunla olmuştur. Bunun yanında Hz. Peygamber’in ev işleriyle
ilgilenmiş, ganimetlerin dağıtım işlerini üstlenmiş ve çeşitli ülke ve
kabilelerden gelen hediye malların fakirlere dağım işlerine de o bakmıştır.
Kölelik müessesesi bugün dünyanın her yerinde
varlığını kaybetmiş bulunmaktadır. Kölelik müessesesini müslümanlar îcâd
etmemiştir. İslâm geldiğinde, Müslümanlar eski devirlerden kalma ve tüm dünyaya
yayılmış kölelik müessesesini devraldılar. Kölelik, İslâm bakımından, ne bir
cezalandırma yolu ve çaresi, ne de bir takım iktisadi amaçlarla kendisinden
istifade edilen bir savaş ganimetidir. PKöleliğin ortaya çıkmasının en büyük sebebi savaşlar ve bunların
doğurduğu sonuçlardı r. [89]
Kölelik eski Mısır, Bâbil, Mezopotamya, eski
Yunanistan ve Roma medeniyetlerinden itibaren binlerce yıllık geçmişi olan eski
inanç, felsefe ve uygarlıklarda kökleşmiş bir kurumdur. İslâm dini, içki,
kumar, zina gibi hem toplumu hem de kişiyi etkileyen birçok olumsuz şeyi
yasaklamıştır. Kölelik hakkında ise direkt bir yasaklamaya gitmemiş, onun
ortadan kaldırılması için teşvik etmiştir. Peki neden böyle bir uygulamayı
İslâm yasaklamadı?
İslâm’ın gelir gelmez binlerce yıllık geçmişi
olan ve hemen bütün toplum ve geleneklerde kökleşmiş olan köleliği kaldırması
neredeyse imkansızdı. Köleliğin hemen kaldırılmasını pratikte imkansız ve
faydasız kılan birtakım sebepler vardı:
a)
Kölelik, savaş esirlerinin
toplu öldürülmelerini önlemesi bakımından yararlıydı.
b)
Esirlerden köle olarak
yararlanmak beklentisi savaşlarda gereksiz kan dökülmesini önlemekteydi.
c)
Savaş sonunda karşı taraf
Müslüman esirleri köleleştirdiğinden, İslâmiyet’in köleliği tek taraflı
kaldırması düşünülemezdi.
d)
Köleliğin hemen
kaldırılması köleler için de çok ciddi ekonomik ve sosyal sorunlar doğurması
imkan dahilindeydi.
Bu yüzden İslâm, köleliği birden kaldırmak yerine önce
kölelerin durumunu ıslah etmeyi, onlara -kendi iradeleriyle çalışıp bedellerini
ödeyerek hür olmak dahil- bir takım haklar tanımayı tercih etti. Zaman içinde
köleliğin tamamen ortadan kalkması için de tedbirler aldı, kurallar koydu.
Kölelerin durumlarını ıslah için alınan tedbirlere bazı
örnekler vermek gerekirse: Kölelere hakaret ve işkence etmek yasaklanmış,
sahipleri ne yiyor ve ne giyiyorlarsa onlara da onların yedirilip giydirilmesi
istenmiş, güçlerinin yetmediği veya zorlanacak işlere koşulmamaları,
koşulurlarsa sahiplerinin onlara yardım etmeleri emredilmiştir.
Zaman içinde köleliğin tamamen ortadan kaldırılmasına yönelik
tedbirler:
a)
Bir köle bedelini ödeyerek
hür olmak isterse - kölenin durumu müsait olduğu takdirde - sahibi bu teklifi
kabul edecek ve ona bazı günler bu maksatla çalışması için izin verilecektir.
b)
Kölelerin bedelleri
ödenerek azad edilmeleri için zekât bütçesine ödenek konmuştur.
c)
Sahibi, kadın köle ile karı
koca hayatı yaşar da cariye çocuk doğurursa, bu çocuk hür olduğu gibi anasının
da statüsü değişmekte, “ümmü’l-veled” adını alan cariye artık alınıp satılır
olmaktan çıkmaktadır.
d)
Devamlı köleleştirmenin
kaynakları ortadan kaldırılmış, geçici olarak ve daha ziyade misilleme
zorunluluğu yüzünden savaş esirlerinin köle olarak gazilere dağıtılması uygun
görülmüştür. Bunun dışında hür bir insanı köleleştirmek şiddetle yasaklanmış,
Hz. Peygamber (s.a.v.) “Bunu yapanlar kıyamette karşılarında davacı olarak beni
bulacaklar.” buyurmuştur. Harp esirlerine yapılacak muamele hakkında karar
vermek devletin yöneticilerine bırakıldığı için yöneticilerin “karşılıksız
salma, bedel ile serbest bırakma, müslüman esirler ile değişme” gibi bir karar
vermeleri halinde köleliğin hiçbir meşru kaynağı kalmamış olacaktır.
e)
Yemin edip vazgeçme,
Ramazan orucu tutarken cinsel temas yaparak oruç bozma, kaza yoluyla adam
öldürme gibi birçok durumda kölesi olana köle azad etme mecburiyeti
getirilmiştir. Böyle bir mecburiyeti olmadığı halde köle azad edenlere büyük
mükâfatlar vaat edilmiştir.[90]
İslâm dini kölelerin durumlarını iyileştirme yönünde önemli
yenilikler getirmiştir. Öncelikle İslâm’ın getirdiği eşitlik ilkesine göre,
hür-köle ayrımı yapılmaksızın bütün insanlar bir erkek ve bir kadından
yaratılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle
bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve
kabilelere ayırdık.”[91] buyurulmaktadır.
Hz. Peygamber savaş durumu dışında hür bir insanı yakalayarak
köleleştirmeyi yasaklamıştır. İslâm dini köleliği birden kaldırmamış, ancak her
fırsatta kaldırılması için teşvikler yapmıştır. Savaş veya doğum yoluyla süren
köleliğin hafifletilmesini ve zamanla ortadan kaldırılmasını sağlamaya yönelik
olarak birtakım tedbirler almış ve köle azad etmeyi en değerli ibadetlerden
saymıştır. İslâmiyet yanlışlıkla adam öldürmenin keffareti olarak köle azad
etmeyi tavsiye etmiştir. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de: “.Yanlışlıkla bir mümini
öldüren kimsenin, mümin bir köle azad etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek
bir diyet vermesi gereklidir...”[92] buyurmaktadır.
İslâm, köle azad etmeyi teşvik etmekle birlikte, zekâtın
verileceği sınıflar arasında köleliği de zikretmiştir. Böylece köleler kendi
hürriyetlerini kendilerinin satın almaları sağlanarak, köle sahiplerinin de
maddi olarak zararları engellenmiştir. Ku’an-ı Kerim’de Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: “Sadakalar (zekâtlar) Allah’tan bir farz olarak ancak
yoksullara, düşkünlere, (zakât toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm’a)
ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere,
borçlulara, Allah yolunda olana, yolda kalana mahsustur...”[93],
“.Ellerinizin altında bulunanlardan (köleler ve câriyelerden) mükâtebe yapmak
isteyenlerle, eğer kendilerinde bir hayır (kabiliyet ve güvenirlik)
görüyarsanız, hemen mükâtebe yapın. Allah’ın size vermiş olduğu malından siz de
onlara verin.. ,”[94].
Bunun dışında Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde kölelerin azad
edilmesi, onlara iyilikte bulunulması teşvik edilmekte ve onlarla ilgili
hükümler bildirilmektedir: Bakara, 2/221; Nisâ, 4/24-25,36; Mâide, 5/89; Nahl,
16/71; Mü’minûn, 23/1-6; Ahzâb, 33/50; Muhammed, 47/4; Mücâdele, 58/3-4; Meâric,
70/30-35.
Köleliğin devam ettiği dönemlerde müslümanlar, Kur’an ve
Sünnet’teki öğretiye uygun olarak, çoğunlukla köle ve cariyelerine birer aile
üyesi olarak bakmışlar, ayrıca köle satın alıp azad ederek Allah rızasını
kazanmayı ahlâki bir şuur olarak sürekli canlı tutmuşlardır. İslâm tarihinin
hiçbir döneminde kölelik önemli bir kazanç ve üretim aracı olarak
görülmemiştir. Buna karşılık Batı’da köle ticareti yapmak ve köleleri bir
üretim aracı olarak kullanmak temel bir zihniyet ve uygulama olarak sürmüştür.
Batıda köleliğin fiilen ortadan kalkması, bazı insani yaklaşımların yanında,
daha çok sanayinin gelişmesi ve insan gücünün artık hem pahalı hem de verimsiz
hale gelmesiyle mümkün olmuştur. İslâm köleliği tamamen kaldırmayı hedeflediği,
bunun için gerekli tedbirleri aldığı ve kapıyı açık bıraktığı için dünya
köleliği kaldırmaya karar verdiğinde müslümanlar buna kolaylıkla
katılabilmişlerdir; İslâm dini bu konuda onlar için bir engel değil, teşvik
unsuru olmuştur.
Bütün bunlara rağmen İslâm tarihinde köleliğin devam etmesi ve
bu insanlık ayıbını başka milletlerin, oldukça geç de olsa Müslümanlardan önce
kaldırmaya teşebbüs etmeleri Müslümanların kusurudur; dinlerini iyi
anlamamaları, Allah ve Rasûlü’nün maksadını gerçekleştirme konusunda titiz
davranmamaları, dünya menfaatini ahiretinkine tercih etmeleri yüzünden bu böyle
olmuştur. [95] [96]
RÂŞİD HALİFELER DÖNEMİNDE
BİLÂL B. REBÂH EL-HABEŞÎ
1. Hz.
Ebû Bekir Döneminde Bilâl b. Rebâh el-Habeşî
Hz. Peygamber daha defnedilmeden Evs ve
Hazrec’ten oluşan Ensâr’dan bazıları, Allah Rasûlü’nden sonra halifenin kim
olması gerektiğine dair birtakım düşüncelerle Sâideoğullarına ait Sakîfe’de
toplandılar.100 Ensâr’dan
bir kısmı gelip bu olayı Hz. Ebû Bekir’e söyledi. O da yanına Hz. Ömer ve Ebû
Ubeyde b. Cerrâh’ı[97] alarak toplantının
olduğu yere geldiler. Yanlarında Muhâcir’ den bazı kimseler de vardı. Ensâr’ın
lideri Hazrec’li Sa’d b. Ubâde[98] idi. Hz. Ali, yanında Zübeyr b. Avvâm başta
olmak üzere Hâşimoğulları ile beraber Hz. Peygamber’in cenaze işleriyle meşgül
olması sebebiyle evinden dışarı çıkmadı. Ensâr’dan Huzeyme b. Sâbit ilk olarak
söze girdi:
-“Ey Ensâr! Eğer sizler bu halife seçimi
konusunda inisiyatifi Muhâcir’ e bırakırsanız, halifelik kıyamete kadar onlarda
kalır. Allah sizi Ensâr(yardımcılar) olarak adlandırdı ve Allah Rasûlü de sizin
içinizde vefat etti. Bundan dolayı Muhâcirlerin kendisine saygı duyacağı
Ensâr’dan birini halife seçmemiz gerekir.”
Bunun üzerine Ensâr’dan Hazrecli olanlar:
-“Evet, doğru! Biz kendi liderimiz Sa’d b.
Ubâde’yi halife olarak seçiyoruz” dediler. Müslümanlar özellikle Muhâcirler ne
olduğunu anlayamadan Evs kabilesinden Üseyd b. Hudayr söz alarak şöyle dedi:
-“Ey Ensâr! Allah sizlere pek çok mükâfat
verdi ve sizlere bir peygamber vererek ödüllendirdi. Siz bu halifelik
meselesini Kureyş’e bırakın. Çünkü bu onların hakkıdır. Bu halde sizler onların
seçtiği kimseye itaat edin ve onların uzaklaştığı kimselerden de uzak durun”.
Üseyd’den sonra Hazrecli Beşîr b. Sa’d[99] söz aldı ve şunları söyledi:
-“Ey Ensâr! Sizler Kureyş
kabilesine, Kureyş’liler de size bağlıdır. Eğer siz bir şeyin doğru ve hakk
olduğunu ortaya atsanız, kimse bunun aksini söyleyemez. Şayet siz: “Biz Allah
Rasûlü’ne sığınma hakkı tanıdık ve ona yardım ettik” diyecek olursanız, şunu
iyi bilin ki Allah Kureyş’lilere size verdiğinden daha iyisini nasip etmiştir.
O halde sizler “Allah’ın nimetini nankörlükle değiştiren ve kavmini zarara
sürükleyen” kimselerden olmayın”. Bunun üzerine Evs’ten Uveym b. Sâ’ide ayağa
kalkarak şunları söyledi:
-“Ey Ensâr! Siz İslâmı
müdafaa eden ilk kimseler olmuştunuz; şimdi iman edenlerle vuruşan ilk insanlar
olmayın. Hilafet ancak peygamberlik vazifesi kimler arasından gelmişse onlara
aittir. O halde hilafet konusunu Allah’ın elçilik görevini verdiği kimselere
bırakınız”. Bundan sonra Ma’n b. Adî ayağa kalktı ve şöyle dedi:
-“Ey Ensâr! Kureyşliler
bir tarafa, eğer bu halifelik size aitse, sizin tarafınızdan seçilecek olan
kimseye bay’at edebilmeleri için onları bu durumdan haberdar edin. Fakat bu,
Kureyşlilere aitse ve siz bunun dışındaysanız bu işi onlara bırakın. Zira
Allah’a yemin olsun ki Hz. Peygamber, Ebû Bekir’i cemaat namazlarını kıldırmak
üzere imam tayin etmeden evvel vefat etmedi; biz de bu hareketten dinin
direğini teşkil eden namazda Allah Rasûlü’nün onu bizim için seçtiğini öğrenmiş
olduk”.. [100]
Bu konuşmalar ve
tartışmalar böyle devam etti. Tüm bu konuşmaları dinledikten sonra Hz. Ebû
Bekir konuşmak için ayağa kalktı. Muhâcirlerin meziyetlerini, Allah Rasûlü’nün
davetine ilk uyanların onlar olduğunu ve bu yolda pek çok sıkıntı ve
işkencelere maruz kaldıklarını belirtip, arkasından Ensâr’ın hizmetlerinden
bahseden, onları öven bir konuşma yaptı.
Daha sonra Hz.
Peygamber’in “İmamlar Kureyş’tendir” sözünü nakletti ve Ensâr’a dönerek:
-“Emirler bizden,
vezirler sizden olsun. Sizinle istişare yapılmadan, fikriniz alınmadan hiçbir
konuda karar alınmayacaktır”.. [101]
Hz. Ebû Bekir sözünü bitirince Hubâb b. Münzir bir teklif
sundu. Onun teklifine göre bir Emir Ensâr’dan, bir Emir de Kureyş’ten olacaktı.
Bu teklif başta Hz. Ömer olmak üzere sahabe tarafından fazla önemsenmedi. Ve
Hz. Ömer’le Hubâb arasında birtakım tartışmalar oldu. Bu tartışmalar sürüp
giderken Hz. Peygamber’in; “İmamlar Kureyşten’dir” sözünün de Ensâr’ın bir
kısmı tarafından tasdik edilip, hilâfet meselesinin Kureyş’e bırakılması
gerektiği görüşü hâkim olmaya başlayınca; Hz. Ebû Bekir uygun bir ortamı buldu
ve:
-“Ben bu halifelik işine uygun biri değilim. İşte Ömer, işte
Ebû Ubeyde; hangisini uygun görürseniz ona itaat edin” ,[102], demiştir. Hz. Ömer’le, Hz.
Ebû Ubeyde b. Cerrâh bu teklifi reddettiler ve: “Sen varken biz bu işe
kendimizi sokmayız, çünkü sen Muhâcirlerin en büyüğüsün. Hicret esnasında Hz.
Peygamber ile mağarada yalnız kalan, hastalığında namaz için ona vekâlet
edensin, sen elini uzat, biz sana bey’at edelim” dediler. Böylece Hz. Ali ve
aile çevresi dışında tüm Medine halkı Hz. Ebû Bekir’e bey’at etti. Sa’d b.
Ubâde başkanlığındaki Hazrecliler de kendi girişimlerinin bir sonuç vermediğini
gördüler. Hz. Ebû Bekir genel bey’at’ın ardından mescidde bir konuşma yaparak
görevine başlamıştır.
Hz. Peygamber vefat ettiğinde ve henüz defnedilmemişken Hz.
Bilâl ezan okudu. “Eşhedü enne Muhammeden Rasûlüllah” dediği zaman, ashâb
mescitte yüksek sesle ağladılar. Hz. Peygamber defnedildikten sonra halife Hz.
Ebû Bekir, Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’den ezan okumasını istedi. Fakat Hz. Bilâl:
-“Eğer sen beni -senden ayrılmayayım diye- azad ettiysen,
senin emrini kabul etmekten başka çare yoktur. Ancak, eğer beni Allah rızası
için azad ettiysen, o zaman beni kim için azad etmiş isen beni ona bırak” dedi.
Hz. Ebû Bekir:
-“Ya Bilâl! Ben seni Allah rızasından başka hiçbir şey için
azad etmedim” diye cevap verdiğinde; Hz. Bilâl:
-“Öyle ise ben de Allah’ın Peygamberinden sonra hiç kimseye
müezzinlik etmem” deyince; Hz. Ebû Bekir de:
-“Sen bilirsin ya Bilâl” cevabını vermiştir.,[103],
Hz. Peygamber vefat ettikten ve arkasından Hz.
Ebû Bekir halife seçildikten kısa bir müddet sonra Bilâl b. Rebâh el-Habeşî,
Hz. Ebû Bekir’e gelip:
-“Ey Allah Rasûlü’nün halifesi! Rasûlüllah’ın:
“Mü’minlerin amelleri içinde en üstün olanı Allah yolunda cihaddır” buyurduğunu
kulağımla işittim. Bunun için, ölünceye kadar Allah yolunda cihaddan ayrılmak
istemiyorum” deyip halifeden izin istedi. Fakat Hz. Ebû Bekir, Bilâl b. Rebâh
el-Habeşî’nin bu isteğine olumlu yaklaşmamış ve şöyle cevap vermiştir:
-“Bilâl! Allah aşkına ve benim senin
üzerindeki hakkımın hürmetine bunu benden isteme. Yaşımın ilerleyip gücümün
azaldığı ve ölümümün yaklaştığı şu sıralarda beni bırakman doğru değildir”. Hz.
Ebû Bekir’in bu isteği üzerine Bilâl b. Rebâh el- Habeşî, cihad arzusundan
belli bir süre vazgeçerek halife Ebû Bekir’in yanından ayrılmadı. Hz. Ebû Bekir
vefat edip, Hz. Ömer İslam toplumunun yeni halifesi olunca ondan izin isteyip
cihad için Şam’a yerleşecektir.[104]
Hz. Bilâl, cihad etmeyi ezana tercih etmiştir.
Hz. Peygamber yaşadığı müddetçe onun müezzini olarak Allah’ın ismini tüm
dünyaya haykıran ve müezzinliği dolayısıyla Allah Rasûlü’nün pek çok taltif ve
övgüsüne mazhar olan Hz. Bilâl, yüce bir imana sahip, cihad’ın önemini iyi
kavramış örnek bir mü’min olarak karşımıza çıkmaktadır.
2. Hz.
Ömer Döneminde Bilâl b. Rebâh el-Habeşî
Hz. Ebû Bekir vefat edince Bilâl b. Rebâh el-Habeşî,
yeni halife Hz. Ömer’e geldi ve daha önce Hz. Ebû Bekir’den izin almak için
Allah Rasûlü’ nün cihad hakkında söylediği sözleri Hz. Ömer’e de söyledi.
Halife Hz. Ömer de onun bu isteğini reddetti ise de Hz. Bilâl’in çok ısrarlı
davrandığını ve itiraz ettiğini görünce; halife Ömer, Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’
ye:
-“Peki, ama sen gidince ezanı kim okuyacak, bu
görevi kime bırakıyorsun?” dedi. Hz. Bilâl:
-“Müezzinlik görevini Sa’d’a bırakıyorum.
Çünkü Sa’d, Rasûlüllah zamanında Kuba’ da ezan okumuştur” diye cevap verince;
Hz. Ömer, müezzinlik görevini Sa’d ve Ukbe’ye vermiştir.
Hz. Ömer böylece Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin
gitmesine izin verdi. Hz. Bilâl de Medine’den ayrılarak Suriye’de birçok şehir
ve bölgenin fethine iştirak etmiş ve Şam şehrine yerleşmiştir.[105] Kaynaklarda Hz. Bilâl’in burada hangi
savaşlara katıldığına dair bir bilgi yoktur.
Halife Hz. Ömer, hicretin 16. yılında bölgeyi
teftiş etmek ve Kudüs şehrini bizzat teslim almak için Şam’a geldiğinde Bilâl
b. Rebâh el-Habeşî, Hz. Ömer’i Câbiye’ de karşılamış, sonra Hz. Ömer ile
birlikte Kudüs’e girerek, buranın nasıl teslim olduğunu görmüştür.P[106]
Hz. Ömer, Şam’a geldiği zaman Bilâl b. Rebâh
el-Habeşî:
-“Ya Ömer! Ya Ömer! diye seslenince; halife
Hz. Ömer:
-“Ben buradayım. Ne diyorsun ya Bilâl?” diye
cevap verdi.
O sırada askerî komutanlar da Hz. Ömer’in
yanında idiler.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî :
-“Sen bunlarla Allah arasında aracısın. Allah
ile senin aranda ise aracı yoktur. Önüne bak, sağına bak, soluna bak. İslâm
askerleri açlıktan kırılırken, bunlar hep kuş eti yiyorlar” deyince; Hz. Ömer:
-“Doğru söylüyorsun ya Bilâl. Vallâhi bunlar,
her bir askere günde iki avuç buğday ile yeteri kadar sirke, zeytinyağı ve
yiyecek vermeyi bana söz verip üzerlerine almadıkça, şu oturduğum yerden
kalkmayacağım” demiştir. Bu durum üzerine komutanlar Hz. Ömer’ e:
-“Ey Mü’minlerin Emîri! Biz bunu üzerimize
alıyor ve kabul ediyoruz. Bu bizim üzerimize borçtur. Allah’a şükür vardır.
Yüce Allah büyük bir bolluk ihsan etsin” diyerek söz vermişlerdir. Halife Hz.
Ömer de :
-“Peki, iyi öyleyse ”U1. diyerek buna sevindiğini
belirtmiştir. Böylece Hz. Bilâl, bu durumun düzeltilmesini sağlamıştır.
Bir gün halife Hz. Ömer’in kapısında, içinde
Süheyl b. Amr, Ebû Süfyân b. Harb ve Kureyş kabilesi ileri gelenlerinin de
bulunduğu bir halk kitlesi toplanmıştı. Hz. Ömer’in kapıcısı çıkıp Suheyb
er-Rûmî, Bilâl b. Rebâh el-Habeşî ve Ammâr b. Yâsir gibi Bedir savaşında
bulunan sahabeyi içeri aldı, diğerlerinin yüzüne bile bakmadı. Çünkü kendisi de
Bedir savaşında bulunduğu için Bedir savaşında bulunan ashâbı severdi. Bedir
ashâbı hakkında ayrıca Hz. Ömer’den de onların incitilmemeleri konusunda bir
takım uyarılar almıştı. Hz. Ömer’in kapıcısının bu davranışından canı sıkılan
Ebû Süfyân b. Harb:
-“Vallâhi bugüne kadar böyle bir davranışla
karşılaşmadım. Şu köleler içeri alınıyor da, bize hiç dönüp bakılmıyor bile”
deyince; Süheyl b. Amr:
-“Arkadaşlar! Yüzünüzden kızmış olduğunuzu
anlıyorum. Kızacaksanız kendinize kızın. Şu içeri alınanlar da İslâmiyet’e
çağırıldılar, biz de çağırıldık. Onlar acele ettiler, biz geciktik. Bizim şu
kapıda bekleyişimiz geçici bir şeydir. Esas üzücü olan husus, onların bizden
önce davranıp İslamiyet’te üstünlük ve şeref kazanmış olmalarıdır. Allah’a
yemin ederim ki, siz buna hiçbir çare bulamaz ve artık onlara yetişemezsiniz.
Hiç değilse şu cihâd fırsatını kaçırmayıp cihada koşunuz. Belki Allah size şehitlik
nasîb eder de yüzünüz ağarır” dedikten sonra ayağa kalkıp elbisesini tozdan
silkeledi, evinin yolunun tutup hazırlandı ve hemen cihad için Şam’ın yolunu
tuttu..[107].
Yine bir gün, Bilâl b. Rebâh el-Habeşî ve Ebû
Süfyân b. Harb, halife Hz. Ömer’i görmeye gelmişlerdi. Hz. Ömer’in hizmetçisi
içeri girip, Kureyş’in eşrafından olan Ebû Süfyân’ın adını önce zikrederek,
“Ebû Süfyân b. Harb ile Bilâl b. Rebâh el- Habeşî geldi.” şeklinde takdimini
yapmıştı. Bunun üzerine halife Hz. Ömer kızmış ve izin vermemiştir. Hizmetçiden
sözünü “Bilâl b. Rebâh el-Habeşî ile Ebû Sûfyân b. Harb geldi” şeklinde
söylemesini istemiş, O da önce Hz. Bilâl’in ismini söylemiştir. Hz. Ömer ancak
ondan sonra içeri girmesine izin vermiştir..[108].
Halife Hz. Ömer, azad edilmiş (Mevâlî) olan
müslümanların da Divan defterlerine, kendilerini azad edenlerle birlikte
yazılmalarını emretmiştir. Ayrıca o, Mevâlî’ nin, kendilerini azad edenlerin
kabilelerine yazılmayı istemeyip müstakil bir şekilde kendi başlarına kalmayı
isterlerse, o şekilde kaydedilmelerini ve kendilerini azad edenler seviyesinde
onlara atıyye bağlanmasını kararlaştırmıştır.
Suriye fetihlerine iştirak etmek üzere Şam’da
bulunan Bilâl b. Rebâh el- Habeşî’ye Hz. Ömer, divanda kiminle birlikte yer
almak istediğini sormuş, Hz. Bilâl de halifeden, hicretten sonra Hz.
Peygamber’in Medine’de kendisiyle kardeş yaptığı Ebû Ruveyhâ Abdullah b.
Abdirrahman el-Has’amî ile birlikte divana yazılmasını istemiştir. Bunun
üzerine halife Hz. Ömer, Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin, Has’am kabilesi
içerisinde divana yazılmasını emretmiştir. Ayrıca Habeşistanlı diğer
müslümanlar da aynı kabilenin divan defterlerine ilave edilmişlerdir..[109].
Halife Hz. Ömer, büyük veba salgınından sonra
ziyaret ettiği Suriye’de bazı müslümanlar Hz. Bilâl’in ezan okuması için
halifeye müracaat etmişler, Hz. Ömer’in isteği üzerine ezan okumuştur. Onun
ezanını dinleyenler sesini tanıdılar. Hz. Bilâl’in okuduğu ezanla Hz. Peygamber
döneminin gözlerini önünde canlandığını hissettiler ve ezan bitinceye kadar
başta halife Hz. Ömer, Ebû Ubeyde b. Cerrâh ve Muâz b. Cebel gibi sahabenin
ileri gelenleriyle birlikte tüm dinleyenlerin gözleri yaşarmıştır..[110] Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin,
Hz. Peygamber devrini hatırlatan ezanı okuması ile insanlar büyük sevinç
yaşadılar.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra Medine’den
Şam’a giden Bilâl b. Rebâh el- Habeşî, Şam’a gitmiş, kendi isteğiyle “Havlân”
kasabasına yerleşmiş ve hayatının son demine kadar orada yaşamıştır. Hz. Bilâl,
burada bulunduğu sırada Ebü’d-Derdâ’nın ailesine mensup bir kadınla evlenmiş ve
Medine’de Hz. Peygamberin aralarında kardeşlik tesis ettiği Ebû Ruveyhâ
Abdullah b. Abdirrahman el-Has’amî’ yi buraya getirmiştir. Hz. Bilâl, burada
huzur ve sükûn içinde yaşıyordu. İslâm dini insanlar arasında tam bir eşitlik
tesis etmiş olduğundan en itibarlı aileler bile Hz. Bilâl ile akrabalık
kurmaktan çekinmiyorlardı. Çünkü İslâmiyet insanlar arasındaki ırk, renk, sınıf
ve ayrılıklarını ortadan kaldırıp atmıştı. Bundan dolayı Ensar’ ın en ileri
gelen aileleri Hz. Bilâl’ in arzusunu yerine getirmişler, O’na kızlarını vermekten
çekinmemişlerdir.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî,
Şam’da bir müddet kaldıktan sonra bir gece rüyasında Hz. Peygamber’in kendisine
uykusunda “Beni ziyaret etmeyecek misin ya Bilâl?” şeklindeki siteminden
etkilenerek uykudan uyanır uyanmaz, yolculuk hazırlığına başlamıştır.
Hazırlığını tamamladıktan sonra Medine yolunu tutmuş ve Ravza-i Mutahhara’ ya
yüzünü gözünü sürerek Medine’de Allah Rasûlü ile birlikte geçirdiği günlerin
hatırasını düşünerek ağlamıştı. Hz. Ömer, onu “Yâ şeyhim, yâ şeyhim” diyerek
karşılamıştı. Bu sırada Hz. Bilâl’i, Rasûlüllah’ın sevgili torunları Hz. Hasan
ve Hz. Hüseyin görmüşler ve bir gün sabah ezanını okumasını rica etmişlerdir.
Hz. Bilâl de onların bu arzusunu yerine getirerek Mescid-i Nebevî’de ezan
okumuş, onun sesini duyan Medineliler yerlerinden fırlayarak, ezanı dinlemeye
başlamışlar, birinci şehâdetten sonra Hz. Muhammed’in, Peygamberliğini ikrar
eden şehâdet; “Eşhedü enne Muhammeden Rasûlüllah” tekrar okunurken herkes Allah
Rasûlü’nün mübarek kabrinden kalktığını tahayyül ederek evlerinden,
kapılarından dışarı atılmışlar; erkek, kadın bütün Medine halkı mescide
koşmuşlardır. O sabah müslümanlar, tüm Medine’ye peygamber devrini bütün
canlılığı ile yaşatan, herkesin hislerini coşturan, bütün müslümanların Allah
Rasûlü’ ne karşı duydukları derin sevgi ve bağlılığı tecelli ettiren bir gün
yaşamışlardır.[111]
BilÂL B. REBÂH EL-HABEŞÎ’NİN ŞAHSİYETİ VE
VEFATI
1.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin Fiziki
Özellikleri
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, insanların en düzgün
konuşanlarındandır. Sesi çok güzeldi ve fasih konuşurdu.[112] Uzun boylu, zayıf ve sırtı hafifçe kambur,
zenci, ince yüzlü ve gür kır saçlı, sevecen, dost canlısı, omuzları dik ve
göğüs hizasının üzerine çıkmış, yumuşak tabiatlı bir kimse idi. Saçındaki ak
telleri koparıp atmazdı.[113]
2.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin Müezzinliği
Hz. Peygamber, Medine’ye hicretinden sonra ilk
iş olarak Mescid yapılması için çalıştı ve kısa sürede müslümanlar ilk
mescidlerine kavuştular. Böylece Mescidde cemaatle namaz kılma imkanına
kavuşmuş olmakla birlikte, müslümanlar burada her türlü sorunlarını
görüşüyorlardı. Zamanla bu mescid, İslâm devletinin merkezi durumuna
gelecektir.
Allah Rasûlü Medine’de huzura kavuştu ve
İslâm’ın durumu güçlendi. Artık namazı serbestçe kılmaya herhangi bir engel
kalmamıştı. Oruç ve zekât farz kılındı, haram ve helaller belirlendi. Ezan
teşri olunmadan önce mü’minlerin, namaz vakitlerini bilmeleri ve namazlarını
zamanında eda edebilmeleri için “es-Salât, es-Salât”; yani “Buyurun namaza,
buyurun namaza!” diye nida edilirdi. Namaza bu şekilde davet bir hayli zahmetli
olduğundan Hz. Peygamber, bu meseleyi halletmek için ashabı ile istişarede
bulundu. Sahâbeden bazıları:
-“Çan çalalım” dediler. Hz. Peygamber:
-“O, Hristiyanlar’a mahsustur” buyurdu. Bazı
sahâbe de:
-“Boru çalalım” dedi. Hz. Peygamber:
-“O da, Mecûsîlere mahsustur” buyurdu.
Ensar’ dan Abdullah b. Zeyd,[114]. namaza davetin nasıl olacağını daha önce
rüyasında görmüştü. Bu istişare sırasında rüyasını Hz. Peygamber’e anlatmış,
Allah Rasûlü de bunu tasvip edip Hz. Bilâl’i çağırmış ve O’na ezanı okumasını
emretmiştir.
Abdullah b. Zeyd, bu olayı şöyle anlatıyor:
-“Allah Rasûlü’ne rüyamı anlattıktan sonra “İnşallah hak
rüyadır” buyurdu. Sonra, Bilâl b. Rebâh el-Habeşî ile beraber kalk da gördüğünü
ona anlat ve öğret, ezanı okusun. Çünkü Bilâl’in sesi senden daha yüksektir”
buyurdular. Bilâl ile beraber kalktık, ben ona öğretmeye, o da okumaya başladı.
Derken o sırada Ömer b. Hattâb, ezanı duydu ve “Ya Rasûlallah! Seni Hak ile
gönderen Allah’a yemin ederim ki bunu ben rüyamda gördüm” dedi. Allah Rasûlü
“Allah’a şükürler olsun” buyurdu.[115]
Böylece ezan, İslâm’ın yüce bir çağrısı olarak yerleşiyor,
Allah’ın göndermiş olduğu son Tevhîd dininin sesinin her gün beş kez yeryüzünde
tekrarlanması başlamış oluyor ve Bilâl b. Rebâh el-Habeşî de, Allah Rasûlü’nün
ilk müezzini olma şerefine ulaşıyordu.[116]
Hz. Bilâl, ilk ezanını Neccâroğullarına ait yüksek bir evin
damına çıkarak okudu. Daha sonra Mescid-i Nebevî’nin arka tarafına ezan okumak
için özel bir yer yapıldı..[117].
Medine’de ezan okunması emredilince, Bilâl b. Rebâh el-Habeşî
ve Abdullah b. Ümmi Mektûm Allah Rasûlü’nün ilk müezzinleri olarak sırayla ezan
okumaya başladılar. Bir kez Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, bir kez de Abdullah b.
Ümmi Mektûm ezan okurdu. Hz. Bilâl, çok güzel sesli ve fasih dilli biriydi.
Mekke’nin fethi gününde Hz. Peygamber’in emriyle Kâbe’nin damına çıkarak ezanı
okudu..[118]. Bilâl b. Rebâh el- Habeşî, gece; fecr’den
önce ezanı okur, uyuyanları uyandırırdı. Abdullah b. Ümmi Mektûm ise fecr’i
bekler, ezanı fecr’de okurdu.[119] Nitekim İbn Ömer’in rivâyetine göre, Allah
Rasûlü: “Bilâl ezanı gece okuyor. Sizler İbn Ümmü Mektûm ezan okuyuncaya kadar
yiyiniz, içiniz”. [120] buyurmuştur.
Ezanı bazen Bilâl b. Rebâh el-Habeşî okur, Abdullah b. Ümmi
Mektûm kamet getirir, bazen de Abdullah b. Ümmi Mektûm okur, Bilâl b. Rebâh
el-Habeşî kamet getirirdi. Ancak ezanları genelde Bilâl b. Rebâh el-Habeşî
okurdu. Çünkü O, Allah Rasûlü’nün baş müezziniydi. İbn Ümmü Mektûm ise daha
çok, sefere çıkıldığında Hz. .eygamber tarafından Medine’de vekil olarak
bırakılır ve müezzinlik görevini Hz. Bilâl olmadığı sürece o yerine getirirdi..[121].
Allah Rasûlü’nün üç müezzini vardı: Bilâl b. Rebâh el-Habeşî,
Abdullah b. Ümmi Mektûm ve Ebû Mahzûre..[122]. Hz. Bilâl olmadığı zaman ezanı Abdullah b.
Ümmi Mektûm ve Ebû Mahzûre okurlardı..[123].
Abdullah b. Ümmi Mektûm, Hz. Hatice’nin dayısının oğludur.
İslâmiyet’ten önceki adı Husayn olup, Hz. .eygamber tarafından değiştirilip
Abdullah adını almıştır. Nesebi; Abdullah b. Kays b. Zâide el-Kureşî
el-Âmirî’dir. Hz. Ömer devrinde, M.636 yılında vefat etmiştir. İslâmiyet’te özürlülerle
ilgili çeşitli hükümlerin belirlenmesi İbn Ümmü Mektûm vesilesiyle mümkün
olmuş, onların vekil bırakılmaları, imamlık yapmaları, savaşa iştirak etmeleri,
farz namazlara katılmaları, korunma amacıyla köpek besleme gibi konular açıklık
kazanmıştır. Âmâ oluşu yanında evinin camiye uzaklığını da ileri sürerek Hz.
.eygamber’den izin istemişse de bulunduğu yerde ezanı duyduğu için bu isteği
uygun görülmemiş, ancak mazereti sebebiyle köpek beslemesine izin verilmiştir..[124]. Henüz küçük yaşlarda gözlerini kaybetmiştir.
Mekke’de İslâm’ın ilk yıllarında müslüman olmuştur. Suffa ashâbındandır.
Gözleri görmediği için genellikle savaşlara katılmaz ve Hz. .eygamber
tarafından namazları kıldırması için yerine vekil tayin edilirdi.. [125] Hicretten önce Mekke’de, bir gün Allah Rasûlü,
Kureyş’in ileri gelenleri ile görüşüyor, onlara İslâm’ı anlatıyordu. Bu sırada
gözleri görmeyen Abdullah b. Ümmi Mektûm:
-“Ya Rasûlallah, Allah’ın sana öğrettiklerinden bana da öğret”
diyerek söze karıştı. Bu sözlerini birkaç defa tekrarladı. Allah Rasûlü ise
müşrikleri ikna etmeye çalışıyordu. Müşrikler yanlarında fakir kimselerin söze
karışmasından hoşlanmazlardı. Bu duruma Allah Rasûlü’nün canı sıkıldı ve
müşriklerle konuşmaya devam etti. Bunun üzerine Abese Sûresinin ilk ayetleri
nazil olmuştur: “(Peygamber), âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti
ve çevirdi. (Rasûlüm! onun halini) sana kim bildirdi! Belki o temizlenecek,
yahut öğüt alacak da öğüt ona fayda verecek. Kendini (sana) muhtaç görmeyene
gelince, sen ona yöneliyorsun. Oysa ki onun temizlenip arınmasından sen sorumlu
değilsin. Fakat koşarak ve (Allah’tan) korkarak sana gelenle de
ilgilenmiyorsun. Hayır! Şüphesiz bunlar (âyetler), değerli ve güvenilir
kâtplerin elleriyle (yazılıp) tertemiz kılınmış, yüce makamlara kaldırılmış
mukaddes sahifelerde (yazılı) bir öğüttür; dileyen ondan (Kur’ân’dan) öğüt
alır.”[126].
Bu olaydan sonra Hz. Peygamber, her ne zaman Abdullah b. Ümmi
Mektûm’u görse : “Merhaba, Rabbimin beni azarlamasına sebep olan arkadaşım
merhaba” der, cübbesini serip üzerine oturtur, bir arzusunun olup olmadığını
sorardı.
Hz. Peygamber hastalanıp, hastalığı şiddetlendiğinde:
-“Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’ ye söyleyin, ezan okusun, Ebû
Bekir’e söyleyin, namazı kıldırsın” buyurmuştur..[127].
Buhârî, Allah Rasûlü’nün, Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’ ye ezanı
nasıl okumasını emir buyurduğunu açıklarken Enes b. Mâlik’ten Allah Rasûlü’nün,
Bilâl b. Rebâh el- Habeşî’ ye:
-“Ezan lafızlarını ikişer ikişer, kamet lafızlarını ise birer
birer söylemesini, “Kad Kâmeti’s-Salât” lafzını ise iki defa söylemesini
emrettiğini nakletmektedir..[128].
Sabah ezanlarında iki kere “es-Salâtü Hayrün Mine’n Nevm”
denilmesi Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin uygulamasıdır. Bir gün Hz. Bilâl, sabah
vaktinin girdiğini haber vermek için geldiği vakit Allah Rasûlü’ nü biraz
dalgın bulmuş, bunu öğrenince iki kere “es-Salâtü Hayrün Mine’n Nevm” (Namaz
uykudan daha hayırlıdır) diye seslenmiştir. Hz. Bilâl’in böyle söylemesi Allah
Rasûlü’nün hoşuna gitmiş ve ona “Ya Bilâl! Bu ne güzel söz! Sabah ezanlarını
okuduğunda bunu devamlı söyle” buyurmuşlardır.[129]
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, ezanı okuduktan sonra Allah
Rasûlü’nün odasına doğru eğilir, “es-Salât yâ Rasûlallah!” diyerek Rasûlüllah’ı
imamete davet eder, ondan sonra mescide girerek kâmet getirir ve böylece bütün
mü’minler Allah Rasûlü’nün arkasında cemaat halinde ibadetlerini yerine
getirirlerdi?[130]
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, ezanı okuduktan sonra safları
düzeltir ve safları düzeltinceye dek namaza duracak olanların diz sinirlerine
kamçıyla vururdu.[131]
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, mescidin kıble tarafında bulunan ve
üstündeki kirişler vasıtasıyla tırmandığı bir sütunun (üstüvane; silindir
biçiminde yapılan yüksekçe yer) üzerinde ezan okurdu.[132]
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, Hz. Peygamber’in vefatından sonra
hicretin 16. yılında halife Hz. Ömer’in isteği ile Suriye’de, yine halife Hz.
Ömer döneminde Medine’yi ziyareti sırasında Allah Rasûlü’nün sevgili torunları
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in istekleri üzerine Medine’de ezan okumuştur. Bu, Hz.
Bilâl’in son ezanı olmuştur. [133]
Ezan teşrî olunur olunmaz Allah Rasûlü’nün, ezanı Hz. Bilâl’in
okumasını istemesinin sebebi; sadece sesinin güzel olmasından mı
kaynaklanıyordu acaba? Ashâbtan sesi güzel ve gür olan başka birisi yok muydu?
Sesinin güzel olmasının yanında, Hz. Bilâl İslâm’ın ilk yıllarında ezilen, acı
ve işkence çeken zayıf kimselerin temsilcisi konumundaydı. O, Allah ve elçisine
inandığı için müşriklerin her türlü işkencelerine karşı gösterdiği sabır ve
kararlılığından dolayı kendisine bu müezzinlik görevi veriliyordu. Bir bakıma
bu, Hz. Bilâl’e Allah’ın bir mükafatı idi.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî,
bu görevle Allah’ın ismini tüm insanlığa duyurmakla ve insanları Allah’ın
huzurunda toplanmaya ve namaz kılmaya davet etmekle görevlendirilmiştir. Hz.
Peygamber, bir bakıma onu zenci Müslümanların temsilcisi konumuna getirmiştir.
Özellikle Cuma günleri “ pîr-i müezzinîn Bilâl-i Habeşî radıye anhu’l- Bârî
hazretlerinin...” diye başlayan müezzinler Bilâl’in ehad’dan ekber’e
yükselişini bir başka deyişle vahdetten kesrete erişini, daveti Habeş’ten
evrene iletişini hatırlatmaktadırlar. Bilâl’i bu yolda izlemek müezzinler için
şereflerin en yücesidir. Zira Bilâl’i olduğu gibi her mü’mini yücelten de hiç
şüphesiz sadece ve sadece İslâm hizmetidir..[134].
Günümüzde Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin tüm
dünya müslümanları nezdinde büyük bir yeri vardır. Kamboçya’da ve Endonezya’nın
bazı bölgelerinde müezzinlere “Bilâl” veya “Bilâl-i Ğayr-i Habeşî” denilir.
Ayrıca Amerika’daki bazı zenci müslümanlar da kendilerine “Bilâliler” anlamında
“The Bilalians” demektedirler; ve bu isimle bir de gazete çıkarmaktadırlar..[135].
3.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin Ahlâki
Özellikleri
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, en güzel ahlak ile
ahlâklanmış, fazilet ve kemal sahibi bir insandı. Sahabenin en
faziletlilerindendir. Bir gün olsun görevini yerine getirme hususunda
gecikmemiştir. Sıcak veya soğuk demeden görevini en iyi şekilde eda etmiştir. Bir
gün soğuk bir gecede sabah ezanını okumuş ama namaz için kimse gelmemişti.
Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Ya Bilâl bunlara ne oluyor?” diye sordu. Hz.
Bilâl: “Ey Allah’ın Rasûlü anam-babam sana feda olsun, soğuk onları engelledi”
deyince; Hz. Peygamber: “Allah’ım! Onlardan bu soğuğu gider” diye dua etti.
Sonra sahabe mescide gelerek Allah Rasûlü ile birlikte sabah namazını kıldılar.. [136]. Hz. Ömer onun hakkında şu ifadeyi
kullanmıştır:
- “Ebû Bekir, seyyidimizdir. Seyyidimiz de
(Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’yi kastederek) seyyidimizi azad etmiştir”..[137] Bu söz Bilâl b. Rebâh el Habeşî için büyük bir
derecedir.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin ilk müslümanlardan olmasını, onun
İslâmiyet yolunda katlandığı zorlukları, onun dini kanaati uğrundaki mükemmel
sabır ve sebatını herkes bilir ve ona son derece hürmet ve sevgi gösterirdi.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, tüm vaktini Allah Rasûlü’ne hizmetle
geçirmiştir. Mescid-i Nebevî’de daima hazır bulunurdu. Allah Rasûlü’nün
hazinedarlığını yapardı. Ev ihtiyaçları için alınacak her şeyi o tedarik eder,
gerektiğinde ödünç para alır, sonra müsait zamanlarda öderdi.
Allah Rasûlü onu cennet ehli bir kişi olarak nitelemiş ve
cennetle müjdelemiştir. Hz. Peygamber bir gün sabah namazında Bilâl b. Rebâh
el-Habeşî’ye:
-“Ey Bilâl, müslüman olduktan sonra işlediğin en yararlı ve
değerli işinin ne olduğunu bana söyle. Ben bu gece cennette, önümde senin
ayakkabılarının seslerini işittim” dedi. Hz. Bilâl de:
-“Ya Rasûlallah! Ben gecenin veya gündüzün herhangi bir
vaktinde ne zaman tam anlamıyla bir taharette bulunursam, güzelce temizlenip
abdest alırım, bu taharet ve abdestle Allah’ın benim için takdir ettiği kadar
namaz kılarım. Müslüman olduktan sonra bu hareketimden daha üstün ve yararlı
bir iş işlemedim” .143 diye cevap vermiştir.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, kendisini ve kardeşini
evlendirmeleri için Has’am kabilesinden bir topluluğa müracaat ederek Allah’a
hamd-ü senâdan sonra onlara şu konuşmayı yapmıştır:
-“Ben Bilâl b. Rebâh el-Habeşî. Bu da kardeşim. Biz aslen
Habeşistanlıyız. Bizler dalâlet içindeydik, Allah bize doğru yolu gösterdi.
Köle idik, Allah bizi kurtardı. Fakir idik, Allah bizi zengin etti. Bizi
evlendirirseniz Allah’a şükrederiz. Reddederseniz de dayanağımız Allah’tır”.
Bunun üzerine onları evlendirdiler..[138].
Allah Rasûlü’nün Hz. Bilâl hakkında birçok takdirkâr ifadeleri
vardır. Hz. .eygamber bir gün:
-“Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, İslâmiyet’te Habeşlilerin
öncüsüdür, kavimlere göre öncüler dörttür; Ben İslâm’da Arab’ın ilkiyim,
Selmân-ı Fârisî İranlıların ilki, Bilâl b. Rebâh el-Habeşî Habeşlilerin ilki ve
Süheyb er-Rûmî de Rumların ilkidir” buyurmuştur..[139].
Bir gün İbn Ömer, Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’ye:
-“Sana müjdeler olsun ya Bilâl!” deyince;
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî:
-“Beni ne ile müjdeliyorsun ey Abdullah?”
dedi. İbn Ömer de:
-“Ben Rasûlüllah’ın; “Kıyamet günü Bilâl b.
Rebâh el-Habeşî gelir, sancağı da yanındadır ve tüm müezzinler onu takip
ederler ve cennete girerler”dediğini işittim.[140]
Rasûlüllah, yine bir gün onun hakkında şöyle
buyurmuştur:
-“Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin durumu hurmanın
durumuna benzer. Acısını da, tatlısını da yiyebilirsin. Üstelik Bilâl’in bütün
ürünleri tatlıdır”.[141]
Hz. Peygamber, bir gün Bilâl b. Rebâh
el-Habeşî’ye uğradığında yanında birkaç yığın hurma gördü ve:
-“Bilâl! Bu nedir? diye sordu. Hz. Bilâl de:
-“Ya Rasûlallah! Bunu senin misafirlerin için
saklamış bulunuyorum” deyince; Hz. Peygamber:
-“Bunun cehennem dumanı olacağından korkmuyor
musun, ya Bilâl? Bunu fakirlere ver ve arşın sahibi olan Yüce Allah’ın seni
darlığa düşüreceğinden korkma” buyurmuştur.[142]
Ebû Zerr el-Gıfârî, Bilâl b. Rebâh el-Habeşî
ile tartışmaya girdiklerinde Hz. Bilâl’e “Ey siyah kadının oğlu” diye hitap
etmesi üzerine Allah Rasûlü Ebû Zerr el- Gıfârî’ye: “Ya Ebâ Zerr! Sen onu
anasından dolayı ayıpladın mı?” diyerek azarlamıştır ve sonra şunları
söylemiştir:
-“Şüphesiz sizin kardeşleriniz, sizin
hizmetçilerinizdir. Allah onları sizin ellerinizin altına koymuştur. Her kimin
eli altında kardeşi bulunursa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin.
Ve onlara güçleri yetmeyecek işler yüklemeyiniz. Şâyet onlara zahmet verecek
işler yükleyecek olursanız, onlara yardım ediniz”. Allah Rasûlü’nün kendisini
azarlaması üzerine Ebû Zerr el-Gıfârî, yanağını yere koymuş ve: “Bilâl ayağıyla
basmadıkça yanağımı yerden kaldırmayacağım” diyerek hatasını affettirmiştir. p[143]
Bir defasında Selman-ı Fârisî,Süheyb er-Rûmî ve Bilâl b. Rebâh
el-Habeşî’nin bulunduğu bir topluluğa Kays b. Mutâtiye isminde biri geldi ve:
“Bunlar Allah Rasûlü’ne yardımcı olan Evs ve Hazrecliler. Ya bunlar da kim?”
dedi. Bu durumu gören Muaz b. Cebel adamı tutup, Allah Rasûlü’nün huzuruna
getirdi ve adamın dediklerini Hz. Peygamber’e aktardı. Rasûlüllah kızarak
kalktı, camiye girdi. Namazdan sonra cen- maate:
-“Ey insanlar, Rabbiniz birdir. Babanız (Adem) birdir. Dininiz
birdir. Dikkat edin, Araplık sizin için annelik veya babalık değildir. O sadece
bir lisandır. Kim Arapça konuşursa, o Araptır” buyurdu. Hz. Muaz, eteğiyle
boğazından sıkıp tuttuğu adamı göstererek: “Ya Rasûlallah, bu münafık hakkında
ne dersiniz?” diye sordu. Hz. Peygamber: “Onu ateşe (cehenneme) bırakın”
buyurdu. Nitekim bu adam daha sonra irtidat etti ve bu yüzden öldürüldü..[144]
Selmân-ı Fârisî, Süheyb er-Rûmî ve Bilâl b. Rebâh
el-Habeşî’nin de olduğu bir insan topluluğuna Ebû Süfyân b. Harb geldi. Onlar,
İslâm’ın ilk günlerinden itibaren Müslümanlara düşmanlık eden Ebû Süfyân’a
birtakım sözler söylemişlerdi. Olayı duyan Hz. Ebû Bekir: “Neden böyle
söylüyorsunuz? O,Kureyş’in önderi ve efendilerindendir” deyince; bu olay Hz.
Peygamber’e iletildi. Allah Rasûlü: “Ey Ebû Bekir! Bu sözü söylemekle belki
onları gücendirdin. Eğer onları gücendirdiysen, Rabb’ini gücendirdin”. Bunun
üzerine Hz. Ebû Bekir onların yanına gitti ve: “Kardeşlerim, sizleri
gücendirdiysem beni bağışlayın” demiş, onlar da: “Hayır ya Ebû Bekir, bizler
gücenmedik. Allah seni bağışlasın”demişlerdir. P[145]P
Allah Rasûlü, kimsesiz, fakir Müslümanlarla çok ilgilenmiş,
onlara ayrı bir değer vermiştir. Onlarla uzun süre oturur, sohbet ederdi. Hz.
Bilâl de bunlardandır. Allah Rasûlü, onun varlığına seviniyor, O ezan
okuduğunda rahatlık hissediyordu. Diğer insanlara göre onun nazarında Hz.
Bilâl’in bambaşka bir yeri vardı.
Hz. Peygamber, bir gün yine Ammâr b. Yâsir, Süheyb er-Rûmî,
Habbâb b. Eret ve Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin de bulunduğu fakir Müslümanlarla
sohbet ediyordu..[146] O sırada Kureyş’in
ileri gelenlerinden yeni Müslüman olan Akra’ b. Hâbis et-Temîmî ve Uyeyne b.
Hısn el-Fezârî de oraya geldiler. Canları sıkıldı. Bu fakir Müslümanları Hz.
Peygamber’in yanında görmeleri hoşlarına gitmedi. Çünkü kölelerin, fakirlerin
olduğu bir ortamda onlarla bulunmak onlar için onur kırıcı bir şeydi. Onları
hakir gördüler ve Hz. Peygamber’e:
-“Biz Arapların önderlerindeniz. Sizden bize mahsus bir zaman
ayırmanızı istiyoruz, dışardan ziyarete gelen insanlar bizi burada kölelerle,
fakirlerle oturur görmesinler. Biz sizin yanınıza geldiğimizde onlar gitsinler.
Biz yanınızdan ayrıldıktan sonra onları çağırabilirsin” teklifinde bulundular.
Hz. Peygamber: “Evet, olur” dedi. Bu imtiyazın devamlı olması
için de Allah Rasûlü’nden bunun bir yazı ile sağlama alınması konusunda garanti
istediler. Hz. Peygamber, istedikleri bu imtiyazı yazıya geçirmek için Hz.
Ali’ye haber gönderip yanında da bir kâğıtla gelmesini istedi. Yazmak için
kâğıdı eline aldığı sırada En’âm Sûresinin 52, 53 ve 54. ayetleri nâzil oldu:
“Rablerinin rızasını isteyerek sabah-akşam O’na yalvaranları kovma! Onların
hesabında sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur
ki bunları kovup da zalimlerden olasın! “Aramızdan Allah’ın kendilerine lütuf
ve ihsanda bulunduğu kimseler de bunlar mı!” demeleri için onların bir kısmını
diğerleri ile işte böyle imtihan ettik. Allah şükredenleri daha iyi bilmez mi?
Âyetlerimize inananlar sana geldiklerinde onlara de ki: Selâm size! Rabbiniz
merhamet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim, bilmeyerek bir
kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki
Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir”. [147]
Bu âyetlerin nâzil olmasıyla Hz. Peygamber elindeki kağıdı
attı ve derhal Bilâl b. Rebâh el-Habeşî ve arkadaşlarını çağırttı. Allah Rasûlü
onlarla uzun bir müddet dizdize sohbet ettikten sonra onlardan ayrıldı.
Yine bir gün Allah Rasûlü onlarla oturup sohbet ettikten sonra
onları orada bırakıp ayrılmıştı. Bunun üzerine Allah şu âyetleri indirdi:
“Sabah-akşam Rablerine, O’nun rızasını dişleyerek dua edenlerle birlikte candan
sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini
bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan
kimseye boyun eğme”.[148]
Bu âyet geldikten sonra, onlar kendi istekleriyle Hz.
Peygamber’in huzurundan ayrılmadıkça Allah Rasûlü onları terk edip
ayrılmamıştır.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, Hz. Peygamberden pek
çok hadis rivayet etmiştir. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hibetullah b. Amr, Üsâme
b. Zeyd, Ka’b b. Ücra’, Abdurrahman b. Usayle, Esved b. Yezîd, Ebû İdrîs
el-Havlânî, Saîd b. Müseyyeb ve daha başkaları ondan hadis rivâyetinde
bulunmuşlardır..[149].
Hz. Bilâl’in rivayet ettiği 44 hadisten ikisi
Buhârî’de, biri Müslim’de, bir tanesi de her ikisinde yer almıştır..[150].
Ebû Ali ez-Za’ferânî’nin, Hz.Bilâl’in “merfû”
olarak rivayet ettiği bazı hadisleri derlediği “Müsned-ü Bilâl” adlı risalesi
“Mecmûatü’l-Buhûsi’l-İslâmiyye” de yayımlanmıştır..[151].
4.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin Vefatı
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, Medine’de Hz.
.eygamber’in kabrini ziyaret ettikten sonra Şam’a döndü. Günler geçti ve Hz.
Bilâl şiddetli bir hastalığa yakalandı. Evden çıkamaz oldu. Nefesini zor alıp
vermeye başladı. Eşi yanından ayrılmıyor, ona hizmet ediyordu. Hz. Bilâl’in
nefes alıp vermekte zorlandığını gören eşi: “Bilâl, bugün sağlığın nasıl? Bir
sıkıntın var mı?” diye sorunca; Hz. Bilâl: “Ayrılık yakın” diye cevap
veriyordu.
Hz. Bilâl, son anlarının geldiğini anlamıştı
ve Allah Rasûlü’ne olan sevgisinden dolayı ona kavuşacağına seviniyor, ailesi
üzüntüden ağlarken Hz. Bilâl, “vatarabâh” (oh ne tatlı) diyerek vefatının
yaklaştığından sevinç gösteriyor ve “yarın sevgililerime, Hz. Muhammed ile
arkadaşlarına kavuşacağım” diyordu..[152].
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî,
Hicretin 20. yılında (Milâdi 641), halife Hz. Ömer döneminde Dımaşk’ta veya
Dâriya bölgesinde vefat etmiştir. Vefat ettiği zaman 63 yaşında idi. Dımaşk
kabristanındaki Bâbü’s-Sağîr’e defnedilmiştir..[153] Dâriya, Dımaşk’ın merkez köylerinden önemli ve
meşhur bir köydür..[154]. İbnü’l-Esîr, eserinde Hz. Bilâl’in kabrinin
Haleb’de olduğunu ifade etmektedir.[155]
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, Hz. Ebû Bekir’in
çabaları ile Müslüman olmuştur ve ilk müslümanlardandır. Köle olduğu için
efendisi Ümeyye b. Halef tarafından İslam’ı terk etmesi için kendisine çok
işkence yapılmıştır. Ama o her türlü zorluklara katlanmış ve asla dininden
taviz vermemiştir. Hz. Ebû Bekir tarafından efendisi Ümeyye b. Haleften satın
alınarak azad edilmiştir. Bundan sonra Allah Rasûlü’nün yanından hiç ayrılmamış
ve Rasûlüllah yaşadığı sürece onun müezzinliğini yapmıştır. Hz. Peygamberle birlikte
tüm savaş ve seferlere katılmıştır.
Mekke’deki müslümanların Medine’ye hicretinden
sonra Hz. Peygamber onu Ebû Ruveyhâ Abdullah b. Abdirrahman el-Has’amî ile
kardeş yapmıştır.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, hicretin birinci
yılında emredilen ezanı okuyan ilk sahâbidir. Ayrıca Mekke’nin fethi günü Hz.
Peygamber’in emriyle Kâbe’nin damına çıkarak ezan okumuştur.
Hz. Bilâl, Bedir savaşında cahiliye devrinde
kendisine çeşitli işkenceler yapan efendisi Ümeyye b. Halefin öldürülmesinde
büyük rol oynamış, onun kurtulmasına müsaade etmemiştir.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, Allah Rasûlü’nün
mali işlerini yürütüyordu. Ayrıca Beytü’l-Mâl’in muhafızlığı da ona aitti.
Rasûlüllah’ın evinin her türlü ihtiyacını karşılamakla görevli idi.
Hz. Peygamber vefat edip defnedildiğinde
kabrine su serpmiştir. Allah Rasûlü’nün vefatından sonra ezan okumayacağını
söylemiş ve halife Hz. Ebû Bekir’den Şam’a gitmek için izin istemiş ama halife
buna izin vermemiştir. Vefat edene kadar yanında kalmasını istemiştir. Hz.
Bilâl de halifenin bu isteğine uygun davranarak onun yanında kalmıştır.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, Hz. Ömer halife olunca ondan da izin
istemiş ve Hz. Ömer de kendisine izin vermiştir. Bundan sonra Şam’a gitmiş,
orada birçok şehrin fethine katılmıştır. Hz. Ömer, fethedilen bölgeleri ziyaret
ettiğinde Hz. Bilâl, halife Ömer’i Câbiye’de karşılamış, Şam’daki sorunları Hz.
Ömer’e iletmiştir. Ayrıca halifenin isteğiyle burada ezan okumuştur.
Bir gün rüyasında Allah Rasûlü’nü görmüş ve kendisini ziyaret
etmesini istemiştir. Medine’ye gelmiş ve Hz. Peygamber’in torunları Hz. Hasan
ile Hz. Hüseyin’in isteği üzerine Medine’de ezan okumuştur. Bu onun son ezanı
olmuştur. Bilâl b. Rebâh el-Habeşî, Hz. Ömer döneminde hicretin 20. yılında
(Milâdi 641) Şam’da vefat etmiştir.
Hz. Peygamber hayatta örnek alınacak en güzel ve en iyi ahlak
ile donatılmış yüce bir peygamberdir. Ancak O, insanlığın son ve evrensel
peygamberi olmakla birlikte aynı zamanda bir beşerdir ve insandır. Sahabe de
böyledir. Hz. Muhammed (s.a.v.)’i ve arkadaşlarını yanlış anlamak ve algılamak
en büyük yanlış olsa gerek. O, tamamen olağanüstü hal ve hareketlerle
donatılmış bir karakter değildir. İslâm dinini yayma uğruna çektiği acılar,
müşrikler ve arkadaşları ile olan ilişkileri ve davranışları, kimsesiz ve
kölelere nasıl davrandığı ve nasıl davranılması gerektiği, sevgisi, devlet
yönetimi, ordu komutanlığı anlatılırken onun bir peygamber ve insan olduğu göz
önünde bulundurulmalıdır.
Sahabenin de hepsinin Hz. Peygamber ve tüm müslümanlar
nezdinde apayrı bir yeri vardır. Onlar da birer insandı ama onlar Hz.
Peygamber’in ahlakı ile ahlaklandılar. Bilâl b. Rebâh el-Habeşî de İslâm’ın ilk
müezzini olması, müslümanlığının ilk dönemlerinde işkencelere maruz kalması,
samimiyeti ve Hz. Peygamber’in en yakınında olması dolayısıyla en değerli
sahabeden biri ve müezzinlerin efendisi olma şerefini kazanmıştır. Zenci bir
köle iken İslâm ile birlikte bu dereceye ulaşmıştır. Nerede bir ezan sesi
duyulsa müslümanlar onun ismini anmaktadır.
Bilâl b. Rebâh el-Habeşî’nin hayatını ve faaliyetlerini incelediğimiz
kadarıyla onun Hz. Peygamber’e olan muhabbetinin ne derece kuvvetli olduğunu
görmekteyiz.
Ülkemizde Hz. Peygamber dönemi ile ilgili olaylar ve sahabe
hakkında yapılmış değerli pek çok çalışma bulunmaktadır. Hz. Peygamber’i ve
onun arkadaşlarını çok daha iyi tanımak, İslâm’ın doğduğu ortam hakkında
bilinmeyenleri ortaya koymak ve o dönem hakkında yeni bir şeyler öğrenmek
isteyen insanlarımız için araştırma yapılmamış konularla ilgili yeni çalışma ve
araştırmaların yapılması gerektiğini düşünüyoruz.
BİBLİYOGRAFYA
Afzalurrahman, Sîret
Ansiklopedisi, Ter: H.Bayrak-Y. Balca, İstanbul, 1996.
Abdü’l-Mevcûd Abdi’l-Hâfız, ““Bilâl
b. Rebâh” Mecelletü’l-Ezher, XXXIV/473- 474,
Kahire, 1962.
A.Cûde es-Sahhar, Peygamberimizin
Müezzini Hz. Bilâl-i Habeşî, Çev: Mustafa Runyun, İstanbul, 1967.
Ahmed Halil Cum’a, Ricâlun
Mübeşşerûne bi’l-Cenne, Beyrut, 1992,
Aydınlı, Abdullah, “İbn
ÜmmüMektûm”, DİA, XX/434- 435, İstanbul, 1999.
Baktır, Mustafa, Sujfa Ashâbı,
İstanbul, 1984.
el-Belâzürî, Ebü’l-Abbâs Ahmed b.
Yahyâ b. Câbir, (279/892)
________ Fütûhu’l-Büldân, Çev: Mustafa Fayda,
Ankara, 1987.
Ensâbü’l-Eşrâf,
Thk: Muhammed Hamîdullah, I, Mısır, 1959.
el-Buhârî, Ebû Abdillah Muhammad b.
İsmâil b. İbrahim,(256/870), Sahîh-i Buhârî ve
Tercemesi
(el-Câmiu’s-Sahîh),Çev: Mehmed Sofuoğlu, İstanbul, 1987.
Buhl, Fr. , ““Bilâl”, İA,
II/610, İstanbul, 1964.
el-Bûtî, M.Said Ramazan, Fıkhu’s-Siyre,
Çev: Ali Nar-Orhan Aktepe, İstanbul, 1992.
Cevad, Ali, el-Mufassal fî
Târihi’l-Arab Kable’l-İslâm, I-X, Bağdat, 1993.
Çağatay, Neşet, İslâm Öncesi
Arab Tarihi ve Câhiliye Çağı, Ankara, 1982.
Çağatay, Neşet, ‘“Varaka”
İ.A. , XIII/206- 208, İstanbul, 1964.
Çakan, İsmail L., “Abdullah b.
Zeydb. Sa’lebe”, DİA, I /144, İstanbul, 1988.
Çakan, İsmail L., “Bilâl
el-Habeşî”, Altınoluk, Sayı:65, VI/34, Temmuz/1991.
Diyarbekrî, Hüseyin b. Muhammed b.
Hasan, (990/1582), Târihu’l-Hamîs fî Ahvâli Enfesi Nefîs, I-II, Beyrut,
trz.
Doğuştan Günümüze Büyük İslâm
Tarihi, Redaktör: Hakkı Dursun Yıldız, I-XV,
İstanbul, 1986.
el-Fâkihî, Ebû Abdillah Muhammed b. İshâk, Ahbâru Mekke, I-V, Thk:
Abdülmelik b.
Abdullah, Beyrut, 1994.
Fayda, Mustafa, “Bilâl-i
Habeşi”, DİA, VI/152-153, İstanbul, 1994.
el-Hamevî, Yâkût b. Abdullah,
(626/1228), Mu’cemu’l-Büldân, I-V, Beyrut, trz.
Hamîdullah, Muhammed, (1423/2002), İslâm
Peygamberi, I-II, Çev: Sâlih Tuğ, Ankara,2003.
Hasan İbrahim Hasan, (1927), Târihu’l-Islâm,
I-IV, Kâhire, 1964.
el-Hımsî, “Bilâl el-Habeşî”,
el-Mevsûatü’l-Arabiyye, V/258, Dımaşk, 2002.
İbn Abdi’l Berr, Ebû Ömer Yûsûf b.
Abdullah b. Muhammed, (463/1071), el-Istiâb fî Ma’rifeti’l-Ashâb, I-IV,
Thk: Ali Muhammed el-Buhâri, Kâhire, trz.
İbn Abdi Rabbih, Ebû Ömer Ahmed b.
Muhammed, (328/939), el-Ikdü’l-Ferîd, Kâhire,1948.
İbn Akîl, Ebû Abdirrahman, “Müsned-ü
Bilâl b. Rebâh Li Ebî Ale’z-Za’ferânî”, Mecelletü’l Buhûsi’l İslâmiyye,
XIV/238- 239, Riyad, 1985.
İbn Ali el-Fâsî, Ebü’t-Tîb
Takiyüddîn Muhammed b. Ahmed, (832/1428) , Şifâü’l- Garâm Bi Ahbâri’l
Beledi’l-Harâm, I-II, Thk: Ömer Abdüsselam Tedmûrî, Beyrut,1985.
İbn Asâkir, Ebü’l-Kâsım Ali b.
Hasan b. Hibetullah eş-Şâfiî, (571/1175), Tehzîbu Târihi Dımaşk, Haz:
Abdülkâdir Bedrân, I-VII, Beyrut, 1987.
İbn Habîb, Ebû Câfer Muhammed, (245/859), el-Muhabber,
Beyrut, trz.
İbn Hacer, Şihâbüddîn Ebü’l-Fadl Ahmed b. Ali b. Hacer
el-Askalânî, (852/1448)
________ Tehzîbü’t Tehzîb,
I-XII, Beyrut, 1968.
________ el-Isâbe fî
Temyîzi’s-Sahâbe, I-IV, Beyrut, 1327 H.
İbn Hallikân, Ebü’l-Abbâs Şemseddin Ahmed b. Muhammed b.
Ebî Bekir, (681/1282), Vefayâtü’l-A’yân ve Enbâü Ebnâi’z-Zaman, I-VIII,
Thk: İhsan Abbâs, Beyrut, trz.
İbn Hanbel, Ebû Abdillah Ahmed b. Muhammed, (241/855), el-Müsned,
Beyrut,1985.
İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik,
(218/833), es-Sîretü’n-Nebeviyye, I-VI, Beyrut, 1991.
İbn İshâk, Muhammed b. Yesâr,
(151/768), Sîretü Ibn Ishâk, Thk: Muhammed Hamîdullah, Konya, 1981.
İbn Kayyim el-Cevziyye, Şemseddin Ebû Abdillah Muhammed b.
Bekr, (751/1350), Zâdü’l-Meâd fi Hedyi Hayri’l-İbâd, I-VI, Çev: Şükrü
Özen -H. Ahmed Özdemir- Mustafa Erkekli, İstanbul, 1990.
İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İsmâil b.
Kesîr, (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut,1966.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî,
(276/889), Uyûnu’l- Ahbâr, Şerh: Müfîd Muhammed, Beyrut, trz.
İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî,
(273/886), Sünen, İstanbul, 1992.
İbn Sa’d, Muhammed, (230/844), et-Tabakâtü’l-Kübrâ,
I-IX, Beyrut, trz.
İbnü’l-Adîm, Kemâleddin Ömer b. Ahmed b. Ebî Cerâde, Buğyetü’t-Taleb
fi Târih-i Haleb, I-XII, Thk: Süheyl Zekkâr, Beyrut, trz.
İbnü’l-Esîr,
Ebü’l-Hasan İzzeddin Ali b. Ebi’l-Kerem Muhammed el-Cezerî,(630/1232), Üsdü’l-Ğâbe
fiMa’rifeti’s-Sahabe, I-VII, Kâhire, 1970.
el-Kâmilfi’t-Târih,
I-XIII, Beyrut, 1965.
İbnü’l-İmâd, Şihâbüddîn Ebü’l-Felâh Abdi’l-Hayy b. Ahmed b.
Muhammed el-Akarî ed-Dımaşkî, (1089/1678), Şezarâtü’z-Zeheb fi Ahbâri Men
Zeheb, I-X, Thk: Abdülkâdir Arnavud-Mahmud Arnavud, Beyrut, 1986.
Kandehlevî, Muhammed Yûsûf, (1965), Hayâtü’s-Sahâbe,
I-IV, Çev: Ahmet Meylânî, İstanbul, 1980.
Kapar,
Mehmet Ali, “Ebû Cehil”, DİA, X/117- 118, İstanbul, 1994.
Karaman, Hayrettin, “Islâm’ın Kölelik ve Cariyeliğe
Bakışı ”, Soru Konuları Linki, http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00165.htm
(24 Ocak 2007)
Kehhâle, Ömer Rızâ, Mu’cemu Kabâili’l-Arab, I-V,
Beyrut, 1985.
K. Hitti, Philip, Siyasi ve Kültürel Islâm Tarihi,
I-II, Çev: Salih Tuğ, İstanbul, 1995.
Kettânî, Muhammed Abdülhayy, (1962), Hz. Peygamberin
Yönetiminde Sosyal Hayat ve Kurumlar, I-III, (et-Terâtibu’l-İdâriyye), Çev:
Ahmet Özel, İstanbul, 1990.
Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli, Haz: Hayrettin
Karaman- Ali Özek- İbrahim Kafi Dönmez- Mustafa Çağırıcı- Sadrettin Gümüş- Ali
Turgut, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2006.
Lammens , H. , “Hudeybiye”, İ.A. , IV/578-579,
İstanbul, 1964.
Mahmûd en-Nevâvî, “Sâbiku’l-Habeşe”,
Mecelletü’l-Ezher, XXVIII/174- 175, Kahire, 1956.
Mahmud Şâkir,(1351/1933), Islâm Târihi, Çev: Ferit
Aydın, I, İstanbul, 1995.
Muhammed Ebü’l-Fadl
İbrahim-Muhammed Ahmed Câr el-Mevlâ, Kısasu’l-Kur’ân, Kahire, 1984.
el-Müslim, Ebü’l-Huseyn b. Haccâc
el-Kuşeyrî en-Nîsâbûrî (261/875), Sahîhu’l- Müslim, İstanbul, 1992.
Nedvî, Ahmed - Ansârî, Saîd Sahib, Asr-ı
Saâdet, I-V, Haz: Eşref Edib, İstanbul, 1969.
en-Nüveyrî, Şihâbüddîn Ahmed b.
Abdilvahhab, (732/1332), Nihâyetü’l-Ereb fî Funûni’l Edeb, Kâhire, trz.
Önkal, Ahmet, “Ebû Ubeyde b.
Cerrâh”, DİA, X/249- 250, İstanbul, 1994.
Said Havva, el-Esâsfi’s-Sünne,
Çev: Abdurrahim Ali Urar- Orhan Aktepe- M.Ahmet Varol, I-VI, İstanbul, 1989.
Sarıcık, Murat, “Ebû Mahzûre”,
DİA, X/179- 180, İstanbul, 1994.
Sarıçam, İbrahim, Hz. Muhammed ve
Evrensel Mesajı, Ankara, 2003.
Seydişehrî, Mahmud Es’ad, (1918), Islâm
Tarihi, Sad: A. Lütfi Kazancı - Osman Kazancı, İstanbul, 1995.
Sezikli, Ahmed, Hz. Peygamber
Devrinde Nifak Hareketleri, Ankara, 1997.
Shıbli Nu’mânî, Sırat-Un-Nabı(The
Life Of The Prophet), Rendered into English by: M. Tayyib Bakhsh Budayûni, I,
Lahor&Pakistan, trz.
es-Şevkânî, “Menâkibu Bilâl b.
Rebâh el-Müezzin”, Derru’s-Sahâbe fî Menâkibi’l- Karâbeti ve’s-Sahâbe, Thk:
Hüseyin b. Abdullah el-Umerî, Dımaşk, 1984.
et-Taberî, Ebû Câ’fer Muhammed b.
Cerîr, (310/922), Târihu’t-Taberî, Thk: Muhammed Ebü’l-Fadl İbrahim,
Kâhire, 1969.
et-Tâlibî, Ammâr, Kitâb’u Âsârı
Ibn Bâdis, Dârü’l-Ğarbi’l-İslam, trz.
el-Vâkıdî, Ebû Abdillah Muhammed b.
Ömer, (207/822), Kitâbü’l-Meğâzî, I-III, Thk: Marsden Jones, Beyrut,
1984.
Wensinck, A.j. ,
el-Mu’cemu’l-Müfehres Li Elfazi’l-Hadîsi’n-Nebevî, (Concordance et Indıces de
La Tradition Musulmane), İstanbul, 1988.
Zehebî, Şemseddin Muhammed b. Ahmed
b. Osman, (748/1374)
Siyeru
A’lâmi’n-Nübelâ, Beyrut, 1990.
el-İber fi Haberi Men Gaber,
I-IV, Beyrut, trz.
el-İşarât İlâ Vefayâti’l-A ’yân
fel-Müntekâ min Târihi’l-İslâm), Thk: İbrahim Sâlih, Beyrut, 1991.
Târihu’l-İslâm, I-XXXXVII,
Beyrut, 1989.
Düvelü’l-İslâm,
Beyrut, trz.
Zettersteen, K.V. “Beşir. Başir
b. Sa’d”, İ.A. , II/573, İstanbul, 1964,
Zettersteen, K.V. “Sa’db. Ubâde”
İ.A. , X/21-22, İstanbul, 1964.
Ziriklî, Hayreddin (1975), el-A’lâm
Kâmûsu Terâcim, I-VIII, Beyrut, 1989.
.76pt
Hamîdullah, İslâm Peygamberi, II/982.
[8]
Cumah: Ebû Kemâl kelimesinin değişime uğramış şeklidir. Zamanla kelime değişime
uğrayarak önce Ebû Cemâl sonra da el-Cumah şekline dönüşmüştür. Ebû Kemâl
kabilesi, Suriye’de manastırdan bozulmuş korunan, dağlık bir bölgede, ikamet
ediyordu. Sonra bu kabile Mekke’ye yerleşmiştir. (Bkz. Kehhâle, Ömer Rıza, Mu
’cemu Kabâili’l-Arab, Beyrut, 1985, I/201).
.12 A.Cûde
es-Sahhar, Peygamberimizin Müezzini Hz. Bilâl-i Habeşî, Çev: Mustafa
Runyun, İstanbul, 1967, s.83- 84.
[10] İbn
Hişâm, es-Sîra, II/159; İbn Sa’d, et-Tabakât, VII/385; İbn
Hallikân, Ebü’l-Abbâs Şemseddin Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekir, Vefayâtü
’l-A ’yân ve Enbâü ’ Ebnâi ’z-Zamân, Beyrut, trz. III/70; İbnü’l-İmâd,
Şihâbüddîn Ebü’l-Felâh Abdi’l-Hayy b. Ahmed b. Muhammed el-Akarî ed-Dımaşkî, Şezarâtü’z-Zeheb
fı Ahbâri Men Zeheb, Beyrut, 1986, I/171.
[11] İbn
Hişâm, es-Sîra, III/38; İbn Habîb, Ebû Câfer Muhammed, el-Muhabber,
Beyrut, trz. s.73; Cevad, Ali, el-Mufassalfi Târihi ’l-Arab Kable’l-İslâm,
Bağdat, 1993, VII/453; Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İstanbul,
1986, I/211;.
[12] Said Havva, el-Esâs fi ’s-Sünne, Çev:
Abdurrahim Ali Urar-Orhan Aktepe-M.Ahmet Varol, İstanbul,
.17t
İbn Sa’d, et-Tabakât, III/238.
[17] İbn
Hişâm, es-Sîra, II/159- 160; İbn Sa’d, et-Tabakât, III/233; İbnü’l-Esîr,
Üsdü’l-Ğâbe, I/243; İbn
Kesîr, Ebü’l-Fidâ İsmâil b. Kesîr, el-Bidâye ve’n Nihâye,
Beyrut, 1966, VII/102; Ahmed Halil Cum’a, RicâlunMübeşşerûne bi’l-Cenne,
Beyrut, 1992, s.284.
[18]pt
Muhammed Ebü’l-Fadl İbrahim-Muhammed Ahmed Câr el-Mevlâ, Kısasu’l-Kur’ân,
Kahire, 1984, s.306- 307.
[19] Ebü’l-Hakem
Amr b. Hişâm b. Muğîre el- Kureşî el-Mahzûmî. M.570 yılında Mekke’de doğmuştur.
Ebü’l-Hakem olan künyesi İslâmiyet’e düşmanlığı ve Müslümanlara yaptığı
işkenceler sebebiyle Hz. Peygamber tarafından Ebû Cehîl olarak
değiştirilmiştir. 624 yılında vuku bulan Bedir savaşında Müslümanlar tarafından
öldürülmüştür. (Bkz. Kapar, Mehmet Ali, “Ebû Cehil”, DİA, İstanbul,
1994, X/117- 118).
[20] İbn
Hişâm, es-Sîra, III/180; et-Taberî, Ebû Câfer Muhammed b. Cerîr, Târihu’t-Taberî,
Kahire, 1969, II/452- 453; İbn Kayyim el-Cevziyye, Ebû Abdillah, Zâdü’l-Meâd,
Çev: Şükrü Özen -H. Ahmed Özdemir- Mustafa Erkekli, İstanbul, 1990, III/41- 42;
Hasan, İbrahim Hasan, Târihu’l-İslâm, Kahire, 1964, I/83; .
[21] İbn
Hişâm, es-Sîra, III/180; İbn Sa’d, et-Tabakât, III/232;
el-Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, I/184- 185; VI/128; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe,
I/243.
[22] Kandehlevî,
Hayâtü’s-Sahâbe, Çev: Ahmet Meylânî, İstanbul, 1980,I/172.
[23]pt
Ahmed Halil Cum’a, Ricâlun Mübeşşerûne bi ’l-Cenne, s.284.
[24] İbn
Hanbel, IV/111; et-Taberî, Târihu’t-Taberî, II/315.
[25] İbn
Sa’d, et-Tabakât, III/233; II/105; Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ,
I/347; ez-Ziriklî, Hayreddin, el-A’lâm Kâmûs-u Terâcim, Beyrut, 1989,
II/73.
[26] İbn
Sa’d, et-Tabakât, III/232; İbn Asâkir, Târihu Dımaşk, III/308-309;
Hasan İbrahim Hasan, Târihu’l-İslâm, I/169.
[27] Çağatay,
Neşet, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye, Çağı, Ankara, 1982, s.132.
[28]. Ahmed
Halil Cum’a, Ricâlun Mübeşşerûne bi ’l-Cenne, s.285.
[29] İbn
Sa’d, et-Tabakât, III/232; İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’l-Meâd,
III/41- 42.
[30] Ahmed
Halil Cum’a, Ricâlun Mübeşşerûne bi ’l-Cenne, s.285.
[31] İbn
Hişâm, es-Sîra, III/180; İbn Sa’d, et-Tabakât, III/233;
et-Taberî, Târîhu’t-Taberî, II/452; Shıbli Nu’mânî, Sırat-Un-Nabı(The
Life Of The Prophet),Rendered into English by: M.Tayyib Bakhsh Budayûni,
Lahor&Pakistan, trz., I/203; el-Hımsî, “Bilâl el-Habeşî”,el-Mevsûatü’l-Arabiyye,
Dımaşk, 2002, V/258; Mahmûd en-Nevâvî, “Sâbiku’l-Habeşe”,
Mecelletü’l-Ezher, Kahire, 1956, XXVIII/174-175.
[32] İbn
Sa’d, et-Tabakât, III/232; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, I/243.
[33] Varaka b. Nevfel b. Esed b. Abdi’l-Uzza b. Kusayy el-Kuraşî
el-Esedî. Hz.Peygamber’in eşi Hatice binti Huveylid b. Esed’in amcasının
oğludur. Putperestliği bırakıp Hristiyan dinine girmiştir. Tevrat ve İncil’i
okumuş ve incelemiştir. İbranice bildiği için İncil’i Arapçaya çevirmiştir.
Aynı zamanda şairdi. Hayatının sonlarına doğru kör olmuş ve 616 yılında vefat
etmiştir.(Bkz.Çağatay, Neşet, “Varaka ”,İslâm Ansiklopedisi, MEB,
İstanbul, 1964, XIII/206- 208).
[34]pt
İbn Hişâm, es-Sîra, II/160; İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’l-Meâd,
III/42; Kandehlevî, Hayâtü’s- Sahâbe, I/358.
[35] İbn
Hişâm, es-Sîra, II/159-160; el-Belazürî; Ensâbü’l-Eşrâf, I/185;
İbn Habîb, el-Muhabber, s.288; et-Taberî, Târîhu’t-Taberî,
II/452; İbni Hallikân, Vefayâtü’l-A’yân, III/70; İbn Kayyim el-Cevziyye,
Zâdü’l-Meâd, III/42; Kandehlevî, Hayâtü ’s-Sahâbe, I/356, 359.
[36] Ahmed
Halil Cum’a, Ricâlun Mübeşşerûne bi ’l-Cenne, s.289.
[37] İbn Sa’d, et-Tabakât,
III/233; ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, I/348; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII/102.
[38]. Kandehlevî,
Hayâtü ’s-Sahâbe,I/359-360.
[39] Baktır, Mustafa, Suffa Ashâbı, s.
126- 127.
[40] Kandehlevî,
Hayâtü’s-Sahâbe, I/430-43.
[42] İbn Sa’d, et-Tabakât,
III/233; Nedvî, Şah Muînüddîn Ahmed-Ansârî, Saîd Sahib, Asr-ı Saâdet,
I-V, Haz: Eşref Edib, İstanbul, 1969, II/124.
[43] İbn
Sa’d, et-Tabakât, III/51; İbnü’l Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, I/243.
[44]t
İbn Sa’d, et-Tabakât, III/234; İbn Abdi’l-Berr, el-İstiâb, I/178;
Afzalurrahman, Sîret Ansiklopedisi, İstanbul,1996, III/429.
[45] Fayda, Mustafa, “Bilal-i Habeşi”, DİA, VI /152.
[46] İbn
Hişâm, es-Sîra, I/507; İbn Sa’d, et-Tabakât, III/233;
Nedvî-Ansârî, Asr-ı Saâdet, II/124.
[47] İbn
Sa’d, et-Tabakât, III/234; Buhl, Fr. , “Bilâl”, İ.A. , II/610.
[48]. el-Belâzürî,
Fütûhu’l-Büldân, Çev: Mustafa Fayda, Ankara, 1987, s. 13; Kandehlevî, Hayâtü’s-
Sahâbe, III/83.
[49] İbn Sa’d, et-Tabakât,
III/234; el-Buhârî, Ebû Abdillah Muhammad b. İsmâil b. İbrahim, Sahîh-i
Buhârî ve Tercemesi (el-Câmiu’s-Sahîh), Çev: Mehmed Sofuoğlu, İstanbul,
1987, (Fedâilu Medîne,12), IV/1764; İbn Ali el-Fâsî, Ebü’t-Tîb
Takiyüddîn Muhammed b. Ahmed, Şifâü ’l-Ğarâm bi Ahbâri Beledi ’l-Harâm,
I-II, Thk: Ömer Abdüsselâm Tedmûrî, Beyrut, 1985, I/136.
[50] el-Buhârî,
(Fedâilu Medîne,12), IV/1764; Kandehlevî, Hayâtü ’s-Sahâbe,
III/83.
[51] İbn
Sa’d, et-Tabakât, III/239; VII/386; İbn Abdi’l-Ber, el-lstiâb,
I/178; İbnü’l Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, I/243; İbn
Kesîr, el-Bidâye, VII/102; Diyaıbekrî, Hüseyin b. Muhammed b. Hasan, Târihu
’l-Hamîs, Beyrut, trz. II/245.
[53] Ahmed Halil Cum’a, Ricâlun Mübeşşerûne
bi ’l-Cenne, s.297.
[54]t
ez-Zehebî, Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman, Târihu’l-İslâm, Beyrut,
1989, I/39.
[55] İbn Hişâm, es-Sîra,
III/178- 179; Seydişehrî, Mahmud Es’ad, İslâm Târihi, Sad: A.Lütfi
Kazancı- Osman Kazancı, İstanbul, 1995, s.542.
[56] İbn
Hişâm, es-Sîra, III/180; et-Taberî, Târihu’t-Taberî, II/452;
ez-Zehebî, Târihu’l-İslam, I/39.
[57] Allah Rasûlü’nün amcası Hamza
b. Abdi’l-Muttalib. ( Ahmed Halil Cum’a, Ricâlun Mübeşşerûne bi
’l-Cenne,s.299).
[59] İbn
Hişâm, es-Sîra, III/180; el-Vâkıdî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ömer, Kitâbü’l-Meğâzî,
Thk: Marsden Jones, Beyrut, 1984, I/83, 151; et-Taberî, Târihu’t-Taberî,
II/452.
[60] Enfâl,
8/41.
[61] el-Vâkıdî, el-Meğâzî, II/711; el-Buhârî, (Mevâkîtü’s-Salât,35),
II/646; İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî (273/886), Sünen,
İstanbul, 1992, Salât, 10; et-Taberî, Târihu’t- Taberî, III/14, 17;
el-Kettânî, Muhammed Abdülhayy, (et-Terâtibu’l-İdâriyye) Hz. Peygamber’in
Yönetiminde Sosyal Hayat ve Kurumlar, I-III, Çev: Ahmet Özel, İstanbul, 1990,
I/159.
[62] Hudeybiye: Mekke’den 17 kilometrelik bir mesafedir. Hz.
Peygamber, M.628 yılında umre yapma niyetiyle buraya geldiğinde müşrikler
tarafından burada tutulmuşlardır. (Bkz. H.Lamnens , “Hudeybiye”, İ.A. ,
İstanbul, 1964, IV/578- 579).
[65] İbn
Hanbel, II/55; el-Buhârî, (Salât,81), II/560- 561.
[66] İbn
Hişâm, es-Sîra, V/75; ez-Zehebî, Târihu’l-İslâm, I/461; İbn Ali
el-Fâsî, Şifâü’l-Ğarâm, I/207.
.70 İbn Akîl, Ebû Abdirrahman, “Müsned-ü Bilâl b. Rebâh Li
Ebî Ale’z-Za’ferânî”, Mecelletü’l-
Buhûsi’l-İslâmiyye,
Riyad, 1985, XIV/238- 239.
.71. İbn Sa’d, et-Tabakât,
III/234; el-Vâkıdî, el-Meğâzî, II/833, 846; İbn Kesîr, el-Bidâye,
VII/102;
Hamîdullah, İslâm Peygamberi,
I/268; İbn Akîl, “Müsned’ü Bilâl b. Rebâh Li EbîAle’z-Za’ferânî,” Mecelletü’l-Buhûsi
’ l-İslâmiyye, XIV/237.
,72 İbn
Sa’d, et-Tabakât, III/235; ez-Zehebî, Târihu’l-İslâm, I/463;
Hasan, İbrahim Hasan, Târihu’l- İslâm, I/186.
[71] İbn
İshâk, s.267.
[76] Fayda,
Mustafa, “Bilal-iHabeşi”, DİA, VI /152.
[77].
İbnü’l Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, I/243; en-Nuveyrî, Şihâbüddîn Ahmed b.
Abdilvahhâb, Nihâyetü ’l-Ereb fî Funûni ’l-Edeb, Kahire, trz.,XVIII/226;
Hamîdullah, İslâm Peygamberi, II/914.
[78] İbn
Sa’d, et-Tabakât, III/236.
[79] el-Fâkihî,
Ahbâru Mekke, IV/248; Kettânî, Hz. Peygamber’in Yönetiminde Sosyal
Hayat ve Kurumlar, II/111.
[80] Kettâni,
Hz. Peygamber’in Yönetiminde Sosyal Hayat ve Kurumlar, II/100.
[81] Kettânî,
Hz. Peygamber’in Yönetiminde Sosyal Hayat ve Kurumlar, II/208.
[82] İbn Sa’d, et-Tabakât,
III/237; İbnü’l Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, I/245; İbn Hacer, el-İsâbe,
I/165; Fayda, Mustafa, “Bilal-i Habeşi”, DİA, VI /152.
[83]. el-Fâkihî,
Ahbâru Mekke, IV/248.
[84] el-Fâkihî,
Ahbâru Mekke, IV/286.
[85] A.Cûde
es-Sahhar, Peygamberimizin Müezzini Hz. Bilâl-i Habeşî, s.90.
[86] Ahmed
Halil Cum’a, Ricâlun Mübeşşerûne bi ’l-Cenne, s.309-310.
[87]. İbn
Kesîr, el-Bidâye, V/455.
[88] Ahmed
Halil Cum’a, Ricâlun Mübeşşerûne bi ’l-Cenne, s.310.
[89] Hamîdullah,
İslâm Peygamberi, II/691.
[90] Hayrettin Karaman, “İslâm’ın
Kölelik ve Cariyeliğe Bakışı”, Soru Konuları Linki, http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00165.htm
(Erişim: 24 Ocak 2007)
[91] Hucurât,
49/13.
[92] Nisâ,
4/92.
[93] Tevbe, 9/60.
[94] Nûr,
24/33.
[95] Hayrettin Karaman, “İslâm’ın Kölelik ve Cariyeliğe
Bakışı”, Soru Konuları Linki,
http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00165.htm
(Erişim: 24 Ocak 2007)
,100 İbn Kesir, “el-Bidâye”, VI/302.
,101. Ebû
Ubeyde Âmir b. Abdillah b. el-Cerrâh el-Fihrî el-Kureşî. Hicretten kırk yıl
kadar önce Mekke’de doğdu(583). Hz. Peygamber’in onuncu dedesi olan Fihr’de
Allah Rasûlü ile soyları birleşir. Cahiliye devrinde Mekke’de okuma yazma bilen
birkaç kişiden biridir. İslâmiyet’in ilk yıllarında Hz. Ebû Bekir vasıtasıyla
Müslüman olmuştur. Hz. Ömer devrinde Sûriye orduları başkumandanlığı yapmıştır.
Hz. Ebû Ubeyde “Amvâs” vebasından 18/639 yılında vefat etmiştir. Bugün kabri
Vâdilürdün’de Gürülbilevne bölgesindeki Ebû Ubeyde köyünde bulunmaktadır. (Bkz.
Önkal, Ahmet, “Ebû Ubeyde b. Cerrâh”, DİA. , İstanbul, 1994, X249- 250).
[98] Sa’d b. Ubâde b. Duleym b. Hânsa b. Ebî
Hazîma b. Sa’lebe b. Tarîf el-Hazrecî el-Ensârî. Künyesi Ebû Kays’tır. İkinci
Akabe bey’atinde bulunmuştur. Bedir savaşına katılmamıştır. Nadiroğulları ve
Kurayzaoğulları Yahudilerinin muhasarası sırasında ve Tebük seferinde kendi
şahsi malından çokça tasarrufta bulunmuştur. Hz. Ebû Bekir’ e bey’at etmemiş ve
Şam’ın güneyindeki Havran’a gitmiş ve burada Hz. Ömer devrinde M.637 yılında
vefat etmiştir.(Bkz. Zettersteen, K.V. , “Sa’d b. Ubâde”, İ.A. ,
İstanbul, 1964, X/21- 22).
[99] İslâmiyet’ten evvel
okuma-yazma bilen ender sahabelerden biridir. 622’de “Akabe”deki ikinci bey’ate
ve bundan sonra Hz. Peygamber’in yaptığı tüm savaşlara katılmıştır. Hz.
Peygamber’in emri ile M.628 de 30 kişi ile birlikte Fedek’e gönderilmiştir.
Beşîr b. Sa’d, M.633 yılında İranlılarla yapılan “Ayn el-Tamr” savaşında şehit
olmuştur. (Bkz. Zettersteen, K.V. , “Beşîr. Başir b. Sa ’d”, İ.A. ,
İstanbul, 1964, II/573).
,108.
İbn Sa’d, et-Tabakât, III/236, VII/386; el-Buhârî, (Fedâilü
Ashâbi’n-Nebî,25), VIII/3529; İbnü’l Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, I/244;
Kandehlevî, Hayâtü ’s-Sahâbe, I/567.
,109. İbn Sa’d, et-Tabakât,
III/236; İbn Hallikân, Vefayâtü’l-A’yân, III/70; İbn Kesîr, el-Bidâye,
VII/102; Kandehlevî, Hayâtü ’s-Sahâbe, I/567.
.115.
İbnü’l Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, I/244; İbni Hallikân, Vefayâtü’l-A’yân,
III/70; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII/102.
[111] İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b.
Müslim, Uyûnu’l-Ahbâr, Şerh: Müfîd Muhammed, Beyrut, trz., III/72;
İbnü’l Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, I/245; Kettânî, Hz. Peygamberin Yönetiminde
Sosyal Hayat ve Kurumlar, I/157.
.118. İbn Sa’d, et-Tabakât,
III/239, VII/386; İbnü’l Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, I/245; İbni Hallikân, Vefayâtü’l-
A’yân, III/70; V/548; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII/102.
[114] Ebû
Muhammed Abdullah b. Zeyd b. Sa’lebe el-Ensârî. “Sâhibu’l-Ezân” olarak
bilinmektedir. Hz.Osman devrinde 32/653 yılında Medine’de vefat etmiştir. (Bkz.
Çakan, İsmail L., '“Abdullah b. Zeydb. Sa’lebe”, DİA., İstanbul, 1988,
I/144).
[115] İbn
Hişâm, es-Sîra, III/40-42; İbn Sa’d, et-Tabakât, I/246-248; İbn
Hanbel, IV/42; İbnü’l Adîm, Kemâleddin Ömer b. Ahmed b. Ebî Cerâde, Buğyetü
’t-Taleb fî Târih-i Haleb, Thk: Süheyl Zekkâr, Beyrut, trz., IX/4152;
Mahmud Şâkir,(1351/1933), “İslâm Târihi”, Çev: Ferit Aydın, İstanbul,
1995, I/371; Sarıçam, İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, DİB,
Ankara, 2003, s.146.
,121. İbn Sa’d, et-Tabakât,
VII/385; İbnü’l Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, I/243; Kettâni, Hz. Peygamber’in
Yönetiminde Sosyal Hayat ve Kurumlar, I/157; K. Hitti, Philip, Siyasi ve
Kültürel İslâm Târihi, I/158.
TP123PT İbn
Sa’d, et-Tabakât, IV/207; Kettânî, Hz. Peygamber’in Yönetiminde
Sosyal Hayat ve Kurumlar, I/156.
[119] İbn
Hişâm, es-Sîra, III/42; Kettânî, Hz. Peygamber ’in Yönetiminde Sosyal
Hayat ve Kurumlar, I/157.
[120] İbn
Hanbel, II/9,57.
[122]. Ebû
Mahzûre Evs b. Mi’yer b. Levzân el-Cumahî. Mekke’nin fethedildiği yılda
Müslüman oldu. Sesinin güzel olması sebebiyle daha Müslüman olmadan önce Hz.
.eygamber ondan bir namaz vaktinde ezan okumasını istemiş, o da bu isteği
istemeyerek de olsa yerine getirmiş, ancak daha sonra gönlü İslâm’a ısınmış ve
Müslüman olmuştur. 678 veya 679 yılında ölünceye kadar Mekke’de müezzinlik
görevini yerine getirmiştir. (Bkz. Sarıcık, Murat, “Ebû Mahzûre”, DİA,
İstanbul, 1994, X/179- 180).
[124] Aydınlı Abdullah, “İbn ÜmmüMektûm”,
DİA, İstanbul, 1999, XX/434- 435.
[128] el-Buhârî, (Ezân, 1,2), II/658-660;
el-Müslim, Ebü’l-Huseyn b. Haccâc el-Kuşeyrî en-Nîsâbûrî (261/875), Sahîhu’l-Müslim,
İstanbul, 1992, Salât, 5.
.134 İbn Sa’d, et-Tabakât, III/236-
237; İbn Hanbel, IV/43; Seydişehrî, Mahmud Es’ad, İslam Tarihi, s.501.
.135 Kettânî, Hz. Peygamber’in
Yönetiminde Sosyal Hayat ve Kurumlar, I/158; Hasan, İbrahim Hasan, Târihu’l-İslâm,
I/438.
.138 İbnü’l Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, I/244;
Kettânî, Hz. Peygamber’in Yönetiminde Sosyal Hayat ve Kurumlar, I/157.
[134] Çakan, İsmail L., “Bilâl el-Habeşî”,
Altınoluk, Temmuz/1991, VI/34.
,142. İbn Sa’d, et-Tabakât,
III/233; el-Buhân, (Fedâilu Ashâbi’n-Nebî,25), VIII/3529; ez-Zehebî, Siyeru
A’lâmi’n-Nübelâ, I/348; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII/102.
.143 İbn Sa’d, et-Tabakât, VII/385,
III/238-239; İbn Hanbel, II/333; el-Buhârî, (Teheccüd,17), III/1100;
ez-Zehebî, SiyeruA’lâmi’n-Nübelâ, I/348; .
,144.
İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, III/72; Kandehlevî, Hayâtü
’s-Sahâbe, III/320-321.
[146] İbn Hanbel, I/420.
.155 İbn Abdi’l-Berr, el-İstiâb,
I/180; ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, I/347; İbn Hacer, Tehzîb, I/502;
İbn Hacer, el-İsâbe, I/182; Kettânî, Hz. Peygamber’in Yönetiminde
Sosyal Hayat ve Kurumlar, III/135.
,156. İbn Asâkir, Târihu, Dımaşk,
III/304.
.157. İbn Akîl, “Müsned-ü
Bilâl b. Rebâh Li Ebî Ale’z-Za’ferânî”, Mecelletü’l-Buhûsi’l-İslâmiyye,
XIV/227.
.159. İbn Sa’d, et-Tabakât,
VII/386, III/238; et-Taberî, Târihu’t-Taberî, IV/112; İbn Asâkir, Târihu
Dımaşk, III/304; ez-Zehebî, Düvelü’l İslâm, Beyrut, trz., s.8;
ez-Zehebî, el-İber fî Haberi Men Ğaber, Beyrut, trz. I/18; ez-Zehebî, el-İşarât
İlâ Vefayâti’l-A’yân (el-Müntekâ min Târihi’l-İslâm), Thk: İbrahim Sâlih,
Beyrut, 1991, s.18;
[154] el-Hamevî, Yâkût b. Abdullah, Mu’cemu’l-Büldân,
I-V, Beyrut, trz. II/431.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar