MUHAMMED B. MESLEME HAYATI VE ŞAHSİYETİ
Hazırlayan: Yasin KURNAZ
Hz.
Peygamber’in getirdiği ilâhi mesajın bu günlere taşınmasında en büyük paya Hz.
Peygamber’den sonra şüphesiz sahabe sahiptir. Onlar, kendilerine yöneltilecek
her türlü sözlü ve fiilî tepkileri göze alarak, Müslümanlıklarını haykırmış,
memleketlerini terk edip Medine’ye hicret etmişlerdir. Sahabenin bir diğer
kısmı olan Medineli ensar ise, Hz. Peygamber’e ve muhâcirlere kucak açmış
hiçbir maddi menfaat olmaksızın kardeşliklerini ilan etmişlerdir. Hz.
Peygamber, gerek Kureyş’e gerekse Medine Yahudileri’ne karşı sahabîden destek
almıştır. Hz. Peygamber’in ashabının hayatlarına baktığımız zaman farklı farklı
alanlarda temayüz eden bir profil görürüz. Sahabeden bazıları ilmî alanda,
bazıları siyasî alanda, bazıları askerî alanda ön plana çıkan bir hayat
yaşamışlardı.
Muhammed
b. Mesleme hayatını askerî mânâda başarılarla süsleyen bir sahabiydi. Bu
başarılarından dolayı Hz. Peygamber’in hayır duasını almış, iltifatlarına
mazhar olmuştur. Hz. Peygamber’le birlikte hemen hemen tüm savaşlara katılmış,
Hz. Peygamber’den “Nebiyyullâh’ın Süvarisi” lakabını almıştır. Bu yüzden
Muhammed b. Mesleme’nin hayatı incelenirken o dönemin bir özeti çıkarılmış
olacaktır.
Muhammed
b. Mesleme, Dört Halife döneminde de görevler üslenmiştir. Hz. Ebû Bekir
döneminde Sûriye savaşlarında, Hz. Ömer döneminde ise müfettişlik görevleriyle,
Hz. Osman döneminde isyancılarla kurduğu diyalogla tarih kitaplarında karşımıza
çıkar. Hz. Ali döneminde hiçbir işle meşgul olmaması söz konusudur. Bütün bu
yönleriyle Muhammed b. Mesleme’nin hayatının incelenmesi önemlidir.
Muhammed
b. Mesleme Hz. Peygamber’in yakın ashabındandır. Mus’ab b. Umeyr vasıtasıyla
Müslüman olmuştur. Hz. Peygamber’in Medine’ye
hicretinden sonra İslâm’a büyük hizmetlerde bulunmuş, Hz. Peygamber’le birlikte
hemen hemen bütün savaşlara katılmıştır. Savaşlarda gösterdiği başarılardan dolayı “Rasûlullâh’ın
Süvarisi” lakabını almıştır. İslâm’a ve Müslümanlara en fazla kin besleyen ve
düşmanlık gösteren Ka’b b. el-Eşref’i öldürebilme başarısını göstermiştir.
Bundan dolayı Rasûlullâh’ın hayır duasını almış ve onun iltifatlarına mahzar
olmuştur. Hayber Yahûdîleri’nin en güçlü savaşçısı olan Merhab’ı da
öldürdüğüne dair rivayetler bulunmaktadır. Bu açıdan Muhammed b. Mesleme’nin
hayatının incelenmesi ile o dönemin bir özeti çıkarılmış olacaktır.
Muhammed
b. Mesleme sadece Rasûlullâh döneminde değil Dört Halife Döneminde de devlet
adına icraatlarda bulunarak İslâm’a hizmet etmeye devam etmiştir.
Özellikle
Hz. Ömer döneminde hakkında halkın şikayette bulunduğu valileri denetleme
görevi dikkat çekicidir. Muhammed b. Mesleme’nin şikayet konusu olan valilere
karşı takındığı tavrı ve hükmü uygulamadaki kararlılığı ile onun adaletinin ne
kadar güvenilir olduğunu anlayabiliriz. Bundan dolayı hem halkın hem de valinin
iltifatlarına mazhar olmuştur. Muhammed b. Mesleme’nin Hz. Ömer dönemindeki bu
görevleri incelendiğinde, o devir adlî ve idarî işlerin ne kadar kusursuz
yürütüldüğüne dair ipuçları elde edilmiş olacaktır.
Hz.
Osman döneminde de benzer bir görevi yapmakla birlikte, Hz. Osman döneminin
sonlarında isyancılarla olan diyalogları dikkat çekicidir. Hz. Osman döneminde
Medine’yi muhasara altına alan isyancılarla, onların sorunlarının çözümüne
yönelik konuşarak barışı sağlamaya çalışmıştır.
Hz.
Ali halife olunca, Hz. Ali’ye bey’at etmemiştir. Bu döneme kadar yürüttüğü
devlet işlerinden de uzak durmuştur. Müslümanlar arasında çıkan Cemel Sıffîn
olaylarına katılmamıştır.
Muâviye
b. Ebû Süfyân’ın hilafetinin ilk yıllarında da vefat etmiştir.
Nesebi, Doğumu, Künyesi ve İsmi
Muhammed
b. Mesleme’nin tam adı ve nesebi: Muhammed b. Mesleme b. Hâlid[1] b. Adiy b.
Mücdea[2] b. Hârise
b. el-Hâris b. el-Hazrec b. Amr b. Mâlik b. el- Evs el-Ensârî, el-Evsî[3]
el-Hârisî’dir.[4]
Muhammed
b. Mesleme Abdü’l-Eşhel oğulları kabilesinin müttefikidir.[5]
Muhammed
b. Mesleme ilk önce Ebû Abdurrahmân ile künyelendi.[6]
Daha sonra ona Ebû Abdullâh denmeye başlandı.[7]
Abdurrahman, Muhammed b. Mesleme’nin en büyük oğludur. Abdurrahman vefat
ettikten sonra Muhammed b. Mesleme’nin geride kalan erkek çocuklarından en
büyüğü Abdullah olduğu için kendisine Ebû Abdullah künyesi ile hitap edilmeye
başlandı. Eski Arap adetlerine göre bir kişinin oğlu olursa ona oğlunun ismine
binaen künye verilirdi. Eğer o erkek çocuk ölecek olursa, diğer oğullarından en
büyük olanının ismiyle künyelenirdi.[8]
Muhammed
b. Mesleme’nin diğer künyesi Ebû Saîr’dir.[9]
Bir diğer künyesi ise Ebû Saîd el-Medenî’dir.[10]
Tüm bu künyeleri cahiliye devrinde kullanmıştır.[11]
Şüphesizdir ki yukarıda belirttiğimiz, Ebû Abdurrahman, Ebû Abdullah, Ebû
Saîd ve Ebû Saîr isimleri dinimizce yasak değildir. Kanaatimizce Hz. Peygamber
(s.a.v.)’e olan muhabbetinden kaynaklanarak Hz. Peygamber’le aynı ismi
taşıması, onunla adaş olması gururu ile kendi adını kullanma gayretinde olmuştur.
Muhammed
b. Mesleme’nin adının Muhammed konmasına dair Kâdî İyâz’ın eş-Şifâ adlı
eserinde Muhammed ismine şöyle dikkat çekilir:
“Allah’ü
Teâlâ (c.c.) Kur’ân-ı Kerîm’de ona (Hz. Peygamber’e) Muhammed ve Ahmet adını
vermiştir. Allah’ın Hz. Peygamber’e verdiği hususiyetlerden birisi de onun
isimlerinde övgüsünü de vermesidir. Muhammed: Hamd edenin en büyüğü,
övülenlerin en üstünüdür. İsmiyle beraber kimseye verilmeyecek olan
hususiyetler hem dünyada hem ahirette ona verilecektir. Allah ü Teâlâ Kur’ân’da
ona Muhammed ve Ahmet adını vermiştir. Bu iki isimde akıllara durgunluk veren
acayip bir hikmet vardır.
Allah ü Teâlâ Hz. Peygamber’den önce
hiç kimseye bu ismi vermemiştir. Ahmet ismi eski kutsal kitaplarda geçmektedir.
Muhammed ismi de böyledir. Bu ismi hiç kimse çocuğuna koymamıştır. Ancak
peygamberin doğumu yaklaşınca, “gelecek peygamberin ismi Muhammed olacaktır”
haberi yaygın hale gelince bazıları gelecek peygamberin kendi çocuğu olmasını
ümid ederek çocuklarına bu ismi vermişlerdir. Bu isimlerden birkaç tanesi:
Muhammed
b. Uhayha b. el-Culâh el-Evsî
Muhammed
b. Berâ el-Bekrî
Muhammed
b. Süfyân b. Mücâşî
Muhammed
b. Hümrân el-Cû’fî
Muhammed
b. Huzâî es-Sülemî
Muhammed
b. Mesleme el-Ensârî
Bu
şekilde Muhammed ismi alan çocuklar altı tanedir, yedincisi yoktur. Denilir ki
Muhammed ismini ilk alan Muhammed b. Süfyân’dır. Yemenliler’e göre Ezd
kabîlesinden Muhammed b. Yahmed’dir. Bunlara Muhammed ismi verildi ama, Allah,
(cc) Rasûlünü korudu. Bunlardan hiçbiri peygamberlik iddiasında bulunmadı. Daha
doğrusu Allah onlara bu fırsatı vermedi.”[12]
İslâm
tarihinde Âmine’nin Hz. Peygamber’e hamile iken başına gelen ilginç hadiseler[13] ve
doğacak çocuğuna Muhammed isminin verilmesine yönelik telkinler bilinmektedir.[14] Bununla
beraber Muhammed b. Mesleme’ye Muhammed isminin ileride peygamber olabilir
ümidiyle verildiğine dair yukarıda verdiğimiz bilginin dışında başka bir
malumata ulaşamadık. Eski dinlerde Muhammed isminde bir peygamberin geleceğinin
bildirilmiş olduğuna dair rivâyetler var ise de[15],
Muhammed b. Mesleme’ye isminin bu gaye ile verildiğine dair bilgilerimiz
oldukça sınırlıdır. Zaten Muhammed b. Mesleme’nin İslâmiyet’ten önceki hayatına
dair kaynaklarda çok fazla bir bilgi mevcut değildir.
Doğumu
bi’setten 22 sene, hicretten de 35 sene önceye rastlar.[16]
Medine’de doğmuştur. Medine dışında hiçbir yerde yaşamamıştır. Ancak ilerde de
değineceğimiz gibi Fitne Döneminde Medine’den bir süre uzakta kalmıştır.[17]
Evlilikleri
ve Çocukları
Muhammed
b. Mesleme’nin on tanesi erkek, altı tanesi kız olmak üzere on altı çocuğu
vardır.[18]
Bu
on altı çocuğun isimlerini annelerinin adını ayrı ayrı zikretmek suretiyle
belirtelim.
1.
Amra
bint Selâme b. Vakş b. Züğbe b. Züavrâ b. Abdüleşhel. Amra Süleme b. Selâme’nin
kız kardeşidir. Amra’dan olan çocuklar:
2.
Amra
bint Mes’ûd b. Evs b. Mâlik b. Sevâd b. Zufr. Amra bint Mesûd, Kâ’b b.
el-Hazrec’ten gelir. Amra bint Mesûd’dan olan çocukları:
3.
Kuteyle
bint el-Husayn b. Zamzam. Kuteyle, Mürre b. Avf b. Kays Aylân’ın kabilesine
mensuptur. Kuteyle’den olan çocuklar:
4.
Zehrâ
bint Ammâr b. Ma’mer. Zehrâ, Murre oğullarına mensuptur. Muhammed b.
Mesleme’nin Zehrâ’dan Ömer isminde bir oğlu olmuştur:
5.
Kelb
kabilesinden bir kadındır.
6.
Ümmü
Veled[19] olan bir
hanımından:
7.
Muhammed
b. Mesleme’nin, bir başka Ümmü Veled olan hanımından:
Mahmûd
Muhammed b. Mesleme’nin son erkek çocuğudur. Mahmûd’dan sonra bir başka oğlu
olmamıştır.[20]
Muhammed
b. Mesleme’nin çocuklarından sahabe olanlar vardır. Bunlar, Kuteyle’den olma
Sa’d ve Ca’fer, Amra bint Mes’ûd’dan olma Abdullâh; Amra bint Selâme’den olma
Abdurrahmân ve Zehrâ’dan olma Ömer’dir.[21]
Anlaşılan o ki, beş çocuğu sahabedir.
Eşlerinden
Amra bint Mes’ûd’un[22] ve Amra
bint Selâme’nin Hz. Peygamber’e bizzat gelerek bey’at ettiği rivâyet edilir.[23]
Müslüman
Olması ve Ailesi
Muhammed
b. Mesleme, Mus’ab b. Umeyr vasıtasıyla müslüman oldu.[24]
İslâmiyeti kabulu Sa’d b. Muaz[25]
ve Üseyd b. Hudayr’dan önceki bir zamana rastlar.[26]
Hicretten
sonra Hz. Peygamber Muhammed b. Mesleme’yi Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh ile kardeş
yapmıştır.[27] Bununla
beraber Ebû Ubeyde ile Sa’d b. Muâz arasında kardeşliğin gerçekleştiği de
söylenir.[28]
Muhammed
b. Mesleme’nin babası, Mesleme b. Hâlid’dir.[29]
Annesi,
Ümmü Sehm’dir. İsmini tam olarak zikredecek olursak: Huleyde bint Ebî Ubeyde b.
Vehb b. Levzân b. Abdü Vedd[30] b. Zeyd
b. Sa’lebe b. el-Hazrec b. Sâide b. Kâ’b. Annesi Hazrec’tendir.[31]
Kardeşi
Mahmûd b. Mesleme Uhud, Hendek ve Hayber savaşlarına katılmıştır. Mahmûd Hayber
kalesi’nin kuşatıldığı o sıcak yaz günlerinden birinde Nâim kalesinde erzak ve
eşya bulunduğunu, Yahudi savaşçıların kalede olmadığını sanarak gölgelenme
maksadıyla kale duvarının dibine oturmuş, bunu gören Yahûdilerden Merhab,
büyükçe bir taş atarak Mahmûd’u yaralamıştı. Mahmûd’un kafa derisi aşağıya
inmişti. Hz. Peygamber inen deriyi kaldırıp Mahmud’un yüzüne yapıştırdı ve
sardı. 3 gün yaralı kaldı ve şehid oldu. İleride de bahsedeceğimiz üzere
Mahmûd, Merhab’ın öldürüldüğü gün şehit oldu ve Amir b. el-Ekvâ ile aynı mezara
gömülmüştür.[32]
Muhammed
b. Mesleme’nin kız kardeşi Ümmü Umeys bint Mesleme’dir.[33]
İbn Kesîr, Tefsîrinde Şafî’den aldığı bir görüşte Ümmü Umeys’in Muhammed
b. Mesleme’nin kızı olduğu, Rafî’ b. Hudeyc’in de eşi olduğunu belirtir.[34] Kızı mı,
yoksa kız kardeşi mi olduğunu tabakat kitaplarında bulamadığımız bu hanımın,
Rafî’ b. Hudeyc’in eşi olduğu her iki kaynakta da sabittir.
Bu
hanım hakkında “Eğer kadın kocasının serkeşliğinden veya yüz çevirmesinden
endişe ederse, anlaşma yoluyla aralarını bulmalarında kendilerine bir günah
yoktur. Anlaşmaları daha hayırlıdır. Nefisler kıskançlığa meyyaldir. Eğer iyi
davranır ve sakınırsanız Allah işlediklerinizden haberdardır”[35] âyeti
nâzil olmuştur.[36] İbn
Kesîr’in Tefsirindeki bu rivâyete göre Rafî’ b. Hudeyc söz konusu olan hanımını
yaşlılığından veya başka bir durumdan hoşlanmayarak boşamak istedi. Ümmü Umeys
de “Beni boşama, bana uygun göreceğin kadar zaman ayır” dedi ve bu âyet nâzil
oldu.[37]
Râfî’
rivâyette geçtiği üzere eğer yaşlılığından dolayı boşamaya kalkmış ise söz
konusu hanımın Muhammed b. Mesleme’nin kızı olduğu rivâyeti doğru olmayacaktır.
Zira Muhammed b. Mesleme sahabenin gençlerindendi. Hz. Peygamber’den 18 yaş
küçüktür.[38] Ümmü
Umeys’in Muhammed b. Mesleme’nin kız kardeşi olması daha makul gözükmektedir.[39]
Ailesini
tanıtırken de anladığımız üzere Muhammed b. Mesleme tüm aile bireyleri ile
birlikte İslâm’a gönülden bağlanmış, iman ve takva sahibi idi.[40]
BİRİNCİ BÖLÜM
HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE MUHAMMED B. MESLEME
Muhammed
b. Mesleme Hz. Peygamberle birlikte hemen hemen her savaşa katılmıştır. Bunun
dışında seriyyelerde de bulunmuştur.[41]
Hatta bazı seriyyelerde komutanlık görevini üslenmiştir. Muhammed b. Mesleme
askerî yönüyle ön plana çıkan sahabîdendir. Bu açıdan gazvelerdeki
faaliyetlerini ve seriyyelerini iki başlıkta toplayarak değerlendirmeyi uygun
bulduk.
Hz.
Peygamber’le birlikte hemen hemen bütün savaşlara katılmıştır.[42] Geride
bırakıldığı rivâyet edilen savaşlar da vardır.
1.
Karkaratü’l-Küdr[43]
2.
Tâif[44]
3.
Tebük[45]
İbnü’l-Arâbî
Hz. Peygamber’in gazve, umre veya hac için çıktığı zaman geride bıraktığı
naiblerin ismini zikrederken Muhammed b. Mesleme’den de bahseder.[46]
İbn
Kesîr’in el-Bidâye adlı eserinde geçen bir rivâyette onun Bedir savaşına
katılmadığı belirtilse de[47]
kaynakların bir çoğunda bu bilginin yanlışlığı ortaya konur.[48]
Anlaşılan
o ki Hz. Peygamber Muhammed’i Tebük başta olmak üzere bazı harplerde geride
bırakmıştır. Ancak bu sayının fazla olması pek mümkün gözükmemektedir.
Bununla
beraber biz burada ancak kaynaklarda Muhammed b. Mesleme’nin faaliyetleri
hakkında bilgi bulabildiğimiz gazveleri değerlendirdik.
Bu
gazve 2/624 yılında[49] Şevval
ayının ikinci çeyreğinin sonlarına doğru Cumartesi günü gerçekleşmiştir.[50] Aslen
Medineli olmayan, ancak Medineli birisi ile evli olduğu için Medine’ye
yerleşmiş olan bir kadın[51] Benî
Kaynuka pazarında bir şeyler satmak için gitmiş[52],
işini bitirdikten sonra kuyumcu dükkanına takı yaptırmak için girmişti. Oradaki
yahudilerin kadına hakaret ettiğini gören bir Müslüman, yahudilerden birini
öldürmüştü. Yahudiler de o müslümanı şehid ettiler.[53]
Kısaca izah ettiğimiz bu sebepten dolayı Hz. Peygamber Benî Kaynuka’ya karşı
bir gazve düzenledi. Bu gazvede Muhammed b. Mesleme de vardı. On beş günlük
kuşatmadan sonra Benî Kaynuka teslim oldu. Abdullah b. Ubeyy’in devreye
girmesiyle Medîne’den Şam’a sürülmesine karar verildi.[54]
Hz.
Peygamber, mallarına ganimet olarak el konulmak üzere Benî Kaynuka’nın
Medine’den çıkarılmasını emretti. Onları Medine’den çıkarma görevini Ubâde b.
Sâmit’e, mallarına el konulma görevini de Muhammed b. Mesleme’ye verdi.[55] Benî
Kaynuka’da halkın büyük çoğunluğu kuyumculukla uğraşıyor idi.[56] Dolayısıyla
altın olarak fazlaca bir gelir elde edildiği muhakkaktır. Hz. Peygamber Ubâde
b. Sâmit’e ve Muhammed b. Mesleme’ye birer zırh hediye etmiştir.[57]
Muhammed
b. Mesleme “Benî Kaynuka harbinde Allah Rasûlü bana onların zırhlarından birini
hediye etmiştir” der.[58]
Bedir
savaşının intikamını almak üzere Şam’dan gelecek olan kervanın gelirlerinin
Müslümanlarla savaşmak üzere ordu hazırlanması için gerekli masraflara
harcanması fikrinde birleşen Mekke müşrikleri[59]
3/625 yılında[60] Uhud
harbinin gerçekleşmesine neden oldu. Bu konuda Allah, tüm harcamalarının boşa
gideceğini ayetle bildirmiştir.[61]
Müşriklerin
savaşa hazırlandığını haber alan Hz. Peygamber durumu ashabıyla istişare ederek
değerlendirdi. Müslümanların savaş için yolculuğuna birkaç gün kala, Cuma
gecesi, müşriklerin ani bir taarruzundan emin olabilmek için gözcü-
muhafız-bekçi görevini ifa edecek Evs-Hazrec kabilelerinden adamlar seçildi.
Medine’yi emin kılmak üzere seçilen gözcüler içerisinde Sa’d b. Muâz, Useyd b.
Hudayr, Sa’d b. Ubâde vardı.[62] Bu
gözcüler Cuma gecesini Hz. Peygamber’in kapısında geçirmişlerdir.[63]
Savaş
meydanına gelindiğinde, Şeyhayn adlı mevkide güneş battıktan sonra Hz.
Peygamber Bilâl-ı Habeşî’ye “Ezan oku!” buyurdu. Hz. Peygamber akşam namazını
kıldırdı. Sonra tekrarlanan ezandan sonra yatsı namazını kıldırdı. Namazdan
sonra gecenin güvenle geçirilerek savaşa dinlenmiş olarak kalkılması için
Muhammed b. Mesleme’yi seçti. Muhammed’e yanına elli kişi almasını tembihledi.
O gece Muhammed b. Mesleme ve komutasındaki elli kişi İslâm ordusunun
konakladığı Şeyhayn adlı mevkinin etrafında muhtemel bir ani taarruzu haber
verip, öncü kuvvet olarak engellemek üzere döndü durdu. Bütün gece böyle geçti.
Kureyş ordusundan bazı kişiler Hz. Peygamber ve ordusunun Şeyhayn’da
konakladığını görünce, gece yarısı ani bir baskın yapmayı planladılar. İkrime
b. Ebî Cehil’in komutasında bir grup süvari birlik topladılar. Harre içlerine
kadar yaklaştılar. Ancak Muhammed b. Mesleme’yi ve komutasındaki askerî birliği
görünce çarpışmaya cesaret edemediler. Muhammed b. Mesleme İslâm ordusu
karargahının etrafında dolanıyor, yapılacak ani baskında düşman ordusunu geçici
de olsa bloke etmek maksadıyla hazırlıklı bulunuyordu. Müşriklerin Muhammed b.
Mesleme’nin dışında, saldırılarını engelleyen ikinci bir nedeni daha vardı;
Harre mevkinin yol vermez, geçilmez sarp geçitlerle dolu olması.[64]
Uhud
harbinde savaşın kötüye gittiği anlarda Müslümanlar geriye çekilmeye
başlamıştı. Muhammed b. Mesleme bu anı şöyle dile getiriyor: “Kulaklarımla
işittim gözlerimle gördüm ki, Rasûlullâh İslâm ordusundaki tüm askerler
kaçışırken şöyle diyordu: Ey falanca! Ey falanca! Ben Rasûlullâh’ım. Bana doğru
gel! Bana doğru gel![65]
Vâkıdî,
Mikdâd b. Esved’in şöyle dediğini kaydeder: Çarpışmak için dizildiğimiz zaman
Rasûlullâh, Mus’ab b. Umeyr’in sancağı altındaydı. Sancaktarları öldürülünce
müşrikler bozuldular. Bu ilk bozgunda Müslümanlar onların ordugâhlarına kadar
girip ganimet toplamaya koyuldular. Bundan sonra müşrikler arkadan
Müslümanların üzerine hücuma kalkınca Müslümanlar dağıldılar. Rasûlullâh
sancaktarlara seslendi. Mus’ab b. Umeyr sancağı aldı ve şehit düştü.
Hazrecîler’in sancağını Sa’d b. Ubâde aldı ve Rasûlullâh onun altında durdu.
Sahabîler onu ortalarına aldılar. Bir müddet çarpışıldı. Rasûlullâh’ın düşmanın
saldırıları karşısında bir karış bile geri gittiğini görmedim. Rasûlullâh’ın
arada sırada ayağa kalkarak düşmanı geriletecek derecede yayı ile ok veya taş
attığını gördüm. Rasûlullâh yerinden ayrılmamakta idi. Yedisi muhâcirlerden
yedisi ensardan olmak üzere ondört kişilik bir toplulukta onun etrafında
toplanarak onu koruyorlardı. Muhâcirler, Ebû Bekir, Abdurrahmân b. Avf, Ali b.
Ebî Tâlib, Sa’d b. Ebî Vakkâs, Talha b. Ubeydullâh, Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh ve
Zübeyr b. el-Avvâm’dır. Ensar: Hubâb b. Münzir, Ebû Dücâne, Âsım b. Sabit,
Hâris b. Sımme, Sehl b. Huneyf, Useyd b. Hudayr ve Sa’d b. Muaz’dır.[66]
Vâkıdî
eserinde buna ek olarak “Sa’d b. Ubâde ile Muhammed b. Mesleme’nin de bu sahabî
grubunda olduğunu” belirten bir rivâyete daha yer verir.[67]
Savaşın bu şiddetli anında Hz. Peygamber’in etrafındaki sahabîlerin
tamamının eksiksiz sayılması makul gözükmemektedir.
Bu
savaşta mücâhitler Hz. Peygamber (a.s.)’in etrafını bir değirmen gibi dönerek
sarmışlar, kollarını ve göğüslerini düşman saldırılarına siper ederek kimi
topal, kimi çolak kimi de şehid düşmek suretiyle sevdikleri ebedi önderlerinin
hayatlarını korumuşlardır. Muhammed b. Mesleme de tüm varlığıyla Hz.
Peygamber’i korumak için çaba gösterenler arasındaydı.[68]
Müslümanlar
Medine’ye dönmeden, savaşın Müslümanlar aleyhine neticelendiği haberi
Medineliler’e ulaşmıştı. Ondört kadın yaralılara yardımcı olmak, hizmet etmek
için Uhud’a kadar gelmişti. İçlerinde Hz. Peygamber’in kızı Fâtıma da vardı.
Hz. Peygamber’in çok susadığı bir zamanda Muhammed b. Mesleme su bulmak için
Medîne’den gelen bu ondört kadının yanına gitti. Fakat onların yanında su
bulunmadığını öğrenince Kanat’a kadar gitti. Oradan tatlı su (içecek su) bulup
getirdi. Hz. Peygamber’e ikram etti. Hz. Peygamber de Muhammed b. Mesleme’ye
hayır duada bulundu.[69]
Bu
gazve 4/625-626 yılında gerçekleşmiştir.[70]
Sahabeden Amr b. Umeyye bir yanlış anlama sonucu Âmir oğullarından iki kişiyi
öldürünce[71] Hz.
Peygamber bu iki kişi için ödenmesi gereken diyeti toplayabilme amacıyla Benî
Nadîr’e gitti.[72] Zira, Hz.
Peygamber, Benî Nadîr ile Âmir oğulları arasında bir anlaşma olduğunu
biliyordu.[73] Ayrıca
Hz. Peygamber’in de Medine Yahudileri’yle yaptığı anlaşmada bu ve benzeri
durumlarda yardımlaşmaya dayalı bir madde de vardı.[74]
Hz. Peygamber bundan dolayı Benî Nadîr’e gitmiş, ancak orada kendisine bir
suikast düzenleneceğini anlayınca geri dönmüştü.[75]
Hz.
Peygamber Medine’ye dönüp durumu ashabına anlattı: [76]
Hz.
Ebû Bekir: [77]
-
Ya
Rasûlâllah gittin ve bize haber vermedin dedi. [78]
Hz. Peygamber:
-
Yahudiler
beni öldürmek üzere bir plan kurmuşlardı. Allah (c.c.) bana haber verdi. Bana
Muhammed b. Mesleme’yi çağırın dedi. [79]
Muhammed
b. Mesleme geldi.[80]
Hz.
Peygamber ona:
-
Benî
Nadîr’e git. Onlara de ki: “Rasûlullâh yurtlarınızı terk etmenizi söylemem
üzere beni yolladı.[81] Çünkü siz
Rasûlullâh’a hiç yapılmaması gereken bir şeyi yaptınız. Ona suikast düzenlemeye
kalktınız. Size on gün mühlet veriliyor. Bu süre zarfında yurdumuzu terk edin.
Süre dolduktan sonra burada görülenlerin boyunlarını vuracağım.”[82]
Muhammed
b. Mesleme Hz. Peygamber’in emriyle Benî Nadîr’e gitti ve şöyle bir konuşma
yaptı:
-
“Rasûlullâh
beni size elçilik vazifesi ile gönderdi. Ancak bundan önce ben size, sizin de
çok iyi bildiğiniz bazı şeyleri anlatmadan, Rasûlullâh’ın bana size bildirmem
üzere tembihte bulunduğu şeyleri söylemeyeceğim. Musa (a.s.)’a Tevrât’ı
gönderen Allâh adına doğruyu söyleyin. Hz. Muhammed’e peygamberlik verilmeden
önce Tevrât da aranızda (yanınızda) iken siz bana:
“Ey!
İbn Mesleme, Yahudilik dinine girsene!” demiştiniz. Ben de size “Ben asla
dininize girmem” demiştim. Siz bana: “Seni dinimize girmekten alıkoyan şey
nedir? diye sormuştunuz. Bana demiştiniz ki: “Ey İbn Mesleme! Yahudi dininden
başka din yoktur. Yahudilik senin aradığın, istediğin, duyduğun Hanif dininin
aynısıdır. Ebû Âmir Râhib de Hanif din üzere değildir. Ve ona kızacaktır. Size
gelecek Peygamber hem şeriat sahibi hem savaşçıdır. Gözlerinin kenarında
kırmızılık vardır. O Peygamber Yemen tarafından gelecek. İhrama bürünecek,
deveye binecek, eti az olan kemiğe bile kanaat edecek, boynuna kılıç asacaktır.
Bunun dışında da peygamberliğine dair başka bir alameti yoktur. Hikmetli sözler
edecektir. Bu köyünüzde savaşlar çıkacağına yemin ederiz” demediniz mi?
Benî
Nadîr: “Allah’a yemin olsun ki biz bunları dedik. Ama bizim tarif ettiğimiz,
beklediğimiz adam bu Muhammed değildir.
Muhammed
b. Mesleme Benî Nadîr’in bu sözünü duyduktan sonra:
-
Rasûlullâh
beni size gönderdi. Rasûlullâh dedi ki: “Siz bizimle aramızda olan anlaşmayı
ihlal ettiniz ve beni öldürmeye teşebbüs ettiniz.”
Daha
sonra Muhammed b. Mesleme Amr b. Cihâş’ın Hz. Peygamber’i öldürme girişimini ve
bundan dolayı aralarında neler görüştüklerini anlatınca Benî Nadîr sustu. Hatta
öyleki tek bir kelime bile konuşamadılar. Muhammed b. Mesleme sözlerine şöyle
devam etti:
-
Rasûlullâh
“Artık yurdumuzdan çıkın. Size on gün mühlet tanınmıştır. Bundan sonra sizden
kim görülürse onun boynu vurulacaktır” dedi.
Bunun
üzerine Benî Nadîrliler:
-
Ey
Muhammed b. Mesleme! Açıkçası bize Evs Kabilesi’nden birisinin böyle kötü bir
haberle geleceğini, bize böylesine kötü bir haber getireceğini ummazdık
dediler.
Muhammed
b. Mesleme:
-
Kalpler
değişmiştir.[83] İslâm
dininin gelmesiyle artık eski bağlar, arkadaşlıklar ve ittifaklar değişmiştir,
dedi.[84]
Benî
Nadîrliler:
-
Öyleyse
biz de göç için hazırlıklara başlarız dediler.[85]
Benî
Nadîr her ne kadar göç hazırlıklarına başlayacaklarını söyleseler de bu sözü
tutmadılar. Hz. Peygamber Benî Nadîr kalesini onbeş gün kuşatma altında tuttu.
Bunun sonunda Hz. Peygamber’in emriyle Medine’den sürülmeye razı oldular.[86]
Benî
Nadîr’in Medine’den başka bir yere nakil görevini Hz. Peygamber Muhammed b.
Mesleme’ye verdi.[87] Benî
Nadîr’in Medine’den sürülmesi kararı Muhammed b. Mesleme’nin değildi. Mallarına
el konması ve diyarlarından sürülmeleri görevi Muhammed b. Mesleme’ye tevdî
edildi. Ancak o, Benî Nadîr’in müttefiki olan Evs kabilesine mensuptu. Fakat
Muhammed b. Mesleme’nin dostluğu İslâm içindi. İslam düşmanlarıyla dost
olamazdı. Velev ki eskiden kavmi ile müttefik olsalar dahi. Böylece bu olay
Muhammed b. Mesleme’nin cahiliye adetleri içinde kalmadığına bir işaretti. Yeni
dini İslâm’a olan imanının, kalbinin derinliklerine kadar işlediğine bir pratik
uygulama teşkil ediyordu bu olay. Aynı zamanda çürümüş cahilî inançlarının da
kalbinden tamamen çıkarıldığına da bir delildi.[88]
Hz. Peygamber’in belki de yeniden canlanmasından en korktuğu asabiyet
duygularını[89] tamamen
yok etmiş olduğunu göstermişti. Hz. Peygamber belki de onun cahilî adetleri ne
kadar çürüttüğünü anlamak istedi.
5/627
yılında[90] Kuzâ ve
Gassân kabîlelerinin birleşerek Medine’ye saldıracaklarını haber alan Hz.
Peygamber bin kişi ile yanlarına bir de klavuz almak suretiyle
Dûmetü’l-Cendel’e yaklaştılar. Hz. Peygamber’in harekatını haber alan
Dûmetü’l-Cendel halkı dağılmışlardı. İslâm ordusu birkaç gün orada
konakladılar. Etrafa askerî birlikler saldılar.[91]
Bu askerî birlikler içerisinde Muhammed b. Mesleme de katılmıştı. O mevkide
hiçbir kimseye rastlanılmamış ancak bir kişi ele geçirilmişti. O bir kişiyi de
kaynaklarda belirtildiğine göre Muhammed b. Mesleme yakalamıştı.[92] Hz.
Peygamber o adama arkadaşlarının nerede olduğunu sordu. Adam kaçtıklarını
söyledi. Hz. Peygamber bu adamı İslâm’a davet etti. Adam da müslüman oldu.[93]
Rivâyetler
dikkate alındığında Muhammed b. Mesleme, Dûmetü’l- Cendel’de atlı olarak
keşiflere çıkmış olmalıdır.
Hendek
Savaşı 5/627’de gerçekleşmiştir.[94] Bu
savaşta Müslümanlar savunma üzerine bir taktik geliştirmişler ve Selmân-ı
Fârisî’nin tavsiyesi üzerine şehrin etrafına hendekler kazılması suretiyle
Medine’de kalmışlardır. Zaman zaman müşrikler hendeği aşma girişimlerinde
bulunmuşlar, yahut hendeğin mesafe aralığının dar olduğu yerlerde uzaktan oklar
atmışlardır.[95]
Muhammed
b. Mesleme savaşın bir anını şöyle anlatır:
“Hâlid
b.Velîd bir gece geldi. Yüz atlı askerî vardı ve onlara komutanlık yapıyordu.
Akîk vadisinden gelmişler Mezâd’da konaklamışlardı. Hz. Peygamber’in çadırına
doğru yaklaştılar. Hemen Abbâd b. Bişr’e haber verdim. Abbâd o sırada Hz.
Peygamber’in çadırını beklemekteydi ve namaz kılıyordu. Ben haber verince
rukûya ve secdeye vardı.
Hâlid
b. Velîd yanında üç kişi ile geldi. Dördüncüsü kendisi idi. Hâlid’in:
-
İşte Muhammed’in çadırı! Ok atın Ok atın! dediğini duydum. Askerleri, Hâlid’in
emri üzerine ok atmaya başladılar. Biz hendeğin bu tarafında, onlar diğer
tarafında idi. Karşılıklı ok attık. Karşılıklı atışma bitince biz
arkadaşlarımızın yanına, onlar da arkadaşlarının yanına döndüler. Bizim gruptan
da, onların grubundan da yaralananların sayısı çoktu. Daha sonra Hâlid ve
adamları hendeğin kıyısını takip ederek gittiler. Biz de onların peşi sıra
hendeğin kıyısından takip ettik. Müslüman askerler olarak müşriklerin nöbet
tutup bekledikleri karargahlarına kadar gittik. Kıyı boyunca hangi karargaha
rasladıysak, bizimle savaşmaya kalkan bir askerî birlikle karşılaştık. Râtic’e
varıncaya kadar bu böyle devam etti. Müşrikler Râtic’de uzunca bir süre
durdular. Müşrik ordusu, Benî Kureyza’yı bekliyorlardı. Amaçları Medine’ye
ansızın baskın yapmaktı. Seleme b. Eslem b. Hureyş’in süvarilerinin Medine’de
bulunduğunu ve Medine’yi beklemekte olduğunu biliyorduk. O sırada Seleme b.
Eslem Râtic’in arkasından geliverdi. Hâlid b. Velîd’in süvari birliğiyle
karşılaşıp savaştılar. Bir koyun sağacak kadar zaman ya geçmiş ya da geçmemişti
ki Hâlid b. Velîd’in komutası altındaki askerlerin kaçtıklarını gördüm. Seleme
b. Eslem onları ilk çıktıkları merkeze kadar kovaladı.”[96]
Sabah
olunca Kureyşliler ve Gatafanlılar Hâlid bin Velîd’i ziyarete geldiler. Ve
neler yaşadıklarını sordular. Hâlid:
-
Bütün gece oturdum. Müslümanlar süvarilerini gönderdiler. Ben de onların ne
yapacağını gözetledim dedi.[97]
Anlıyoruz
ki Muhammed b. Mesleme bu savaşta hendek boyunca hareket halinde olmuş,
özellikle Hz. Peygamber’e yönelik saldırılara karşı özel tedbirler almıştır.
Yine müşrik orduları takip ederek ikinci bir taarruza da engel olma gayretini
göstermiştir. Az önce Hâlid b. Velîd’in sözünden de anlıyoruz ki, Muhammed b.
Mesleme bu savaşta da atlı olarak görev yapmıştır.
Beni
Kureyza Gazvesi, 5/627 yılında gerçekleşmiştir. [98]
Hz. Peygamber Hendek harbinden hemen sonra, bu savaştaki tutumlarından dolayı
Benî Kureyza ile savaşmak üzere halkın hazırlanması gerektiğini bildirmesi için
Bilâl-i Habeşî’ye emir verdi.[99] Bu emirle
Müslümanlar Benî Kureyza yurduna adeta akmaya başladılar.[100]
İslâm ordusunda toplanan asker sayısı üçbin idi.[101]
Otuz altısı süvari olan bu orduda[102]
Muhammed b. Mesleme süvarilerdendi.[103]
Muhammed
b. Mesleme ile beraber tüm süvariler Hz. Peygamber’i ortalarına almışlardı. Hz.
Peygamber’in etrafını sarmak suretiyle Benî Kureyza yurduna vardılar.[104]
Muhammed
b. Mesleme kuşatmanın sürdüğü günleri şöyle anlatır: “Benî Kureyza’yı sıkı bir
şekilde kuşattık. Birgün fecirden önce surların dibine kadar yaklaştık. Hiç
durmadan ok attık. Rasûlullâh da bize yılmamamız için sabrı ve cihadı telkin
ediyordu. Geceyi de kalenin dibinde geçirdik. Onlar bizimle çarpışmayı
bırakmadıkça biz de savaşmaya devam ettik. Karargahımıza dönmedik. Benî
Kureyza, savaşı kaybedeceklerini anlayınca anlaşmaya varmak için konuşmak
istediklerini bildirdiler. Rasûlullâh bu teklifi kabul etti. Nebbâş b. Kays’ı
kalesinden indirdi. Nebbâş:
-
Ey
Muhammed! Benî Nadîr’in teslim olmasından sonra biz de teslim olalım. Mallar ve
silahlar senin olsun. Kanımızı dökme, bizi öldürme. Kadınlarımız ve
çocuklarımızla birlikte yurdunuzdan çıkıp gidelim. Her türlü silahlarımız sende
kalsın. Ancak her aile için bir devenin taşıyabileceği gerekli şeyleri
götürmemize izin ver dedi. Hz. Peygamber bu teklifi reddetti. Nebbâş:
-
“Öyleyse
canımızı bağışla, bizleri öldürme, kadınlarımızı ve çocuklarımızı bağışla.
Develerle mal götürmekten de vazgeçtik” dedi. Hz. Peygamber:
-
“Hayır.
Vereceğim hükme razı olacaksınız dedi. Nebbâş Rasûlullâh’tan aldığı cevapla
kavmine ve kalesine geri döndü”[105]
Anlaşılan
o ki, tüm bunlara birebir tanık olan Muhammed b. Mesleme, Hz. Peygamber’in en
yakınındaki kimselerdendi. Bunun dışında gece yarıları devriye geziyordu. Yine
bir gece kendi komutasında bir birlikle devriye gezerken Amr b. Su’dâ’ya
rasladı.[106] Amr b.
Su’dâ Benî Kureyza’nın ahidlerini bozmasından[107]
ve Hendek harbindeki tutumlarından dolayı haksız olduklarını bilen bir kimse
idi. Hatta o geceyi Sa’ye oğulları ile birlikte geçirmişti.[108]
Amr
b. Su’dâ kaleden indiği zaman Muhammed b. Mesleme komutasındaki askerî birliğe
rasladı.[109] Muhammed
b. Mesleme o sıralarda kalenin etrafında ve İslâm ordusu karargâhının baskına
açık yerlerinde dolanıyor olmalı idi. Muhammed b. Mesleme Amr’ın karaltısını
gördü fakat kim olduğunu bilemedi.
-
Kim o?
diye seslendi. Amr b. Su’dâ kendisini tanıttı. Muhammed b. Mesleme:
-
Seni
tanıdık, gidebilirsin deyip Amr’ın yolunu açtı. Muhammed b. Mesleme Amr’ın
kavmine olan yaklaşımını biliyor idi ve Amr’ın arkasından şöyle dedi:
“Allah’ım
beni, kerîm olan kişilerin hatalarını gidermekten, iyiliklerini yüceltmekten
mahrum bırakma”[110] Hz.
Peygamber de Amr için “ O, ahde vefasından dolayı Allah’ın kendisini kurtardığı
adamdır” demiştir.[111]
Amr’ın,
kaleden çıkınca Muhammed b. Mesleme ile karşılaşması, Muhammed b. Mesleme’nin
onun gitmesine izin vermesi, orada gezen birliğe Muhammed’in komuta ettiğini
göstermektedir.
İslâm
ordusunun Benî Kureyza’yı muhasarası şiddetlenince Rasûlullâh’ın hükmü üzerine
kaleden indiler. Rasûlullâh’ın emriyle esir edildiler. Elleri arkadan
zinciriendi/kelepçelendi. Bu görevi yapan Muhammed b. Mesleme idi.[112] Bu
dönemde Kureyza oğulları Evs’ten yardım istediler.[113]
Muhammed
b. Mesleme Benî Kureyza hakkında hüküm verilmesini şöyle anlatır:
“Rasûlullâh
esir alınma işi bittikten sonra bir yere dayandı ve oturdu. Evsliler Hz.
Peygamber’in yanına gelip oturdular. Dediler ki “Yâ Rasûlullâh! Bunlar
Hazrecîler’in değil bizim müttefikimizdir. Abdullah b. Ubey’in müttefiki olan
Benî Kaynuka yahudileri hakkında vardığın kararı, onlara nasıl davrandığını
biliyorsun. Müttefikimiz olan Benî Kureyza, yapılan anlaşmayı bozdukları için
pişmanlık içerisindeler. Onları bize bağışla”. Rasûlullâh sustu. Hiçbirşey
konuşmadı. Evsîler hep bir ağızdan Benî Kureyza’yı bağışlaması için Hz.
Peygamber’e baskı yapıyorlar, ısrar ediyorlardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
-
Ey
Evsîler, sizden birinin onlar hakkında hakem olup, hüküm vermesine razı olur
musunuz? dedi. Bütün Evsîler:
-
Evet
dediler. Bu cevap üzerine Hz. Peygamber:
-
Bu işi
Sa’d b. Muâz’a havale ettim buyurdu. Sa’d b. Muâz Hendek harbinde aldığı
yaralardan dolayı tedavi oluyordu. Sa’d b. Muâz Kureyza’ya geldi. Evs
kabilesinin çoğu da ordaydı. Sa’d:
-
“Eli
ustura tutan tüm erkekler öldürülecek, kadınlar ve çocuklar esir edilecek,
malları taksim edilecek.”[114]
Bu
karar ile Hz. Peygamber Muhammed b. Mesleme’ye emretti. Benî Kureyza’nın eli
ustura tutan erkeklerinin elleri boyunlarına bağlanarak bir kenara
götürüldüler. Kadınlar ve çocuklar da kaleden çıkarılıp başka bir tarafa
toplandılar. İnfaz görevi Muhammed b. Mesleme’nindi.[115]
O
gün atı olmayan piyadeler için bir payı süvariler için, ikisi atın, biri de
süvarinin kendisinin olmak üzere üç pay ayrılmıştı.[116]Atlara
iki payın verildiği ilk ganimet burada paylaştırılmıştı.[117]
Muhammed
b. Mesleme Benî Kureyza ganimetinden aldığı payları şöyle anlatır: “O gün ben
üç kadın aldım. Her kadının yanında çocukları vardı. Kendimin ve atımın hakkı
olmak üzere mallardan ve arazîlerden bir payı kendime iki payı atıma olmak
üzere 3 sehm/pay aldım. Tüm bunlara kırkbeş dinar verdim. Yalnız ben değil, tüm
süvariler kendileri için bir pay, atı için iki pay olmak üzere üç pay aldılar.[118]”
Hz.
Peygamber, umre için ashabıyla birlikte 6/628’de[119]
yola çıktı. Katılanların sayısı hakkında çok farklı rivâyetler bulunmaktadır.
1400[120], 1500[121], 300[122] vs.
Bunlardan 200’ü atlı idi.[123] Muhammed
b. Mesleme de bu atlı grubun içindeydi. Yanlarına yolculuk için alınan bir
kılıçtan başka bir savaş aleti yoktu.[124]
Hz.
Peygamber muhâcir ve ensardan 20 kişilik bir süvari birliği öncü kuvvet olarak
yolladı.[125] Vâkıdî
bu birliğin komutanı olarak Sa’d b. Zeyd b. el-Eşhelî’yi belirtir ve
beraberindekilerden bazılarının ismini zikrederken Muhammed b. Mesleme’yi de
sayar.[126]
Müşriklerin,
Müslümanların Mekke’ye girme arzusu, yanlış anlaşılmalara neden olmuş, oluşan
huzursuzluğun giderilmesi için karşılıklı elçiler gidip gelmeye başlamıştı.[127]
Bu
gergin ortamda Hz. Peygamber’in ashabından Evs b. Havlî, Abbâd b. Bişr ve
Muhammed b. Mesleme, geceleri sıra ile nöbet tutmak ve karargahın çevresinde
emniyeti sağlamak üzere görevlendirildi.
Hz.
Osman Mekke’ye konuşmak için gönderilmiş; dönmesi gecikmişti. Bu gergin
gecelerden birinde Muhammed b. Mesleme Hz. Peygamber’in atının üstünde
dolaşıyordu. O gece Kureyş müşrikleri Mikrez b. Hafs’ın komuta ettiği 50
kişilik bir grup göndermişti.[128]
Kureyş’in
bu birliği göndermekteki maksadının savaşma olduğunu söylemek pek makul
görünmemektedir. Eğer savaşmak istiyor olsalardı daha büyük bir ordu
toplanabilirdi. Anlaşılan o ki maksatları müslümanların durumunu gözetmekti.
Muhammed
b. Mesleme ve birliği bu 50 kişilik grubu yakalayıp Hz. Peygamber’in yanına
getirdi.[129]
Hz.
Osman Mekke’de üç gün kaldı. Rasûlullâh’a Hz. Osman’ın öldürüldüğü haberi
gelince Rıdvan Bey’atı yapıldı. Muhammed b. Mesleme bu bey’ata
katılanlardandır.[130]
Rıdvan
Bey’atı’ndan sonra müşriklerden Müslümanları gözetlemek üzere gönderilen birkaç
grup daha yakalandı.[131]
Kanaatimizce bu müşrik grupları da yakalayan Muhammed b. Mesleme’dir. Zira
başka bir devriyeden bahsedilmemektedir.
Müslümanlarla
Kureyş müşrikleri arasında yapılan Hudeybiye barışı imzalandığında,
müslümanlardan buna şahit olanlar içerisinde Muhammed b. Mesleme de vardı.[132]
Bu
gazve 7/629 yılında gerçekleşmiştir. [133]
Semhûdi’nin açıklamasına göre Hayber’in fethi için çıkıldığında Hz. Peygamber
karargah kurulacak yeri tesbit için Menzile mevkii yakınlarında deveyi serbest
bıraktı. Devenin çöktüğü yer karargah edinildi.[134]
Hubâb b. Münzir sabahleyin Hz. Peygamber’in yanına gelerek mevsimin sıcak
olduğunu, bataklıklar olduğunu, kalenin yakınında oldukları için açık hedef
konumunda olduklarını vb. söyleyerek yerlerinin değiştirilmesi gerektiğini
söyledi.[135] Hz.
Peygamber Muhammed b. Mesleme’yi çağırdı ve ona:
-
Bizim
için uygun bir yer bak. Öyle bir yer olsun ki yahudilerin kalelerinden gelecek
saldırılara karşı bizi emin kılsın, bataklık haşerelerinden uzak olsun,
karargah edinmeye uygun bir yer olsun buyurdu.
Bu
emirle birlikte Muhammed b. Mesleme etrafta gezinmeye başladı. Recî’ adlı
mevkiye kadar geldi. Gece olunca Hz. Peygamber’in yanına döndü ve Hz.
Peygamber’e:
-
Senin
için karargah edinmeye uygun bir yer buldum, dedi.
Hz.
Peygamber Muhammed b. Mesleme’ye
-
Allah’ın
bereketi onun (senin-senin bulduğun yerin) üzerine olsun diye hayır duada
bulundu.[136]
Bu
savaşta İslâm ordusunda 100 atlı vardı.[137]
Muhammed b. Mesleme de bunlardan biriydi. Savaşın ilk gününe Muhammed b.
Mesleme katılmadı. Zira o, karargah edinebilecek uygun bir mevki arıyordu.[138] [139]
Muhammed
b. Mesleme kuşatma esnasında ağaç kesme hadisesini şöyle anlatır: Müslümanlar
Netat kalesinde 400 hurma ağacının hurma salkımlarını kesti. 139
Netat kalesi etrafı dışında da hiçbir ağaca dokunulmadı.[140]
Bu
savaşta Muhammed b. Mesleme de hurma ağaçlarının salkımlarını kesenler
arasındadır. Bu durumu şu sözüyle ikrar eder: Ben de o gün kuşatma esnasında
hurma ağaçlarının salkımlarını kesenlerdenim. Bilâl-i Habeşî Hz. Peygamber’in
emri olan: “Ağaçlara dokunmayın. Ağaçlara dokunmayın!” diye seslenene kadar
kesmeye devam ettim.[141]
Muhammed
b. Mesleme’nin kardeşi Mahmud b. Mesleme de o gün müslümanlarla beraber
savaşanlar arasında idi. Yaz mevsiminin en sıcak günlerindendi. Savaş Hayber
kalelerinden biri olan Netat[142] kalesi
yakınlarında başlamıştı. Mahmud bu sıcak yaz gününde savaşmaktan çok
yorulmuştu. Biraz dinlenmek ve gölgelenmek üzere Nâim[143]
kalesinde savaşçı bulunmadığını oranın erzak ve eşya deposu olduğunu düşünerek,
dinlenmeye gitti. Kalenin dibine oturdu. Mahmud’un kalenin dibinde
oturduğunu gören Yahudi Merhab Mahmud’un üstüne büyükçe bir değirmen taşı[144]
attı. Taş onun başına düştü. Miğferini parçaladı. Alnının derisi yüzüne
düştü. Bunu gören Müslümanlar Mahmud’u derhal Hz. Peygamber’in yanına
getirdiler. Hz. Peygamber Mahmud’un soyulan derisini kaldırıp eskisi gibi
yerine yerleştirdi ve deriyi eski haline getirdi. Mahmud b. Mesleme Recî’deki
karargaha götürüldü.[145]
Mahmud
henüz yaralıyken Muhammed b. Mesleme onun yanına geldi ve aralarında şöyle bir
konuşma geçti: Mahmud:
-
Ey
kardeşim, ben öldükten sonra kızlarım mirasımdan pay alamayacak ve çok zor bir
duruma düşecek, dedi. Muhammed:
-
Ben
kendi mallarımla onlara destek olurum, diyerek kardeşini yatıştırdı. O sırada
kızların da mirastan pay alabileceğine dair olan âyet gelmemiş idi.[146]
Yine
Hayber kuşatması esnasında Muhammed b. Mesleme Rasûlullâh’a gelerek:
-
Ey
Allah’ın Rasûlü! Bugünlerde çektiğim acıyı hayatım boyunca hiç çekmemiştim.
Kardeşim Mahmud şehid olmak üzere.[147]
Kardeşimi feci şekilde yaraladılar.[148]
Muhammed b. Mesleme’nin bu sözüne karşılık Hz. Peygamber:
-
Savaşı,
düşmanlarla karşılaşmayı Allah’tan temenni etmeyin. Allah’tan yalnız afiyet ve
sağlık dileyin. Çünkü siz düşmanlardan ne gibi bir musîbetle karşılaşacağınızı
bilemezsiniz. Düşmanlarla karşılaştığınız zaman Allah’ım, bizim Rabbımız da,
onların Rabbı da sensin. Bizlerin kaderi de onların kaderi de senin elindedir.
Onları öldürecek ancak sensin diye dua edin. Sonra da oturun. Sizi kuşattıkları
zaman tekbir getirin.[149]
Ey Muhammed b. Mesleme! Sana müjdeler olsun. Yarın inşallah kardeşini yaralayan
kişi öldürülecektir, Yahudiler kaçacaktır.[150]
Yarın sancağı, öyle birine vereceğim ki o, kardeşini şehid eden kişiyi
öldürecektir.[151] O
kişi asla kaçmayan bir kişidir.[152]
Es-Sa’b,
el-Vatîh kaleleri fethedilmişti. Bunlardan sonra İslâm ordusu Merhâb’ın da
bulunduğu es-Süleym adlı kalenin üzerine yürüdü.[153]
Es-Süleym adlı kalenin kuşatılması esnasında Yahudi Merhab mübareze etmek üzere
meydan okuyarak savaş meydanına çıkmış ve bu mübarezede öldürülmüştür. Merhab’ı
kimin öldürdüğüne dair kaynaklar farklı rivâyetler verir. Bu rivâyetlerin bir
kısmında Merhab’ı öldürenin Muhammed b. Mesleme olduğunun belirtilmesi
hasebiyle konuyu değerlendirmeyi uygun bulduk. Öncelikle Merhab’ı Muhammed b.
Mesleme’nin öldürmüş olduğuna dair rivâyetleri belirtmek, daha sonra ismi geçen
diğer sahabeleri zikretmek suretiyle konuyu değerlendireceğiz:
Yahudî Merhab kaleden dışarı çıktı ve
recez şiirler okudu:
Hayber
halkı iyi bilir ki ben Merhab’ım,
Silahını
kuşanmış tecrübeli bir kahramanım,
Bazen
şişler, bazen vururum,
Aslanlar
bile hucum ederek gelemez,
Benim
yanıma kimse yanaşamaz.[154]
Merhab’ın
üstündeki zırh iki kattı. İki kılıcı vardı.[155]
Hayber’de Merhab’tan daha güçlü bir savaşçı yoktu.[156]
İleri atılıp meydan okudu:[157]
-
Kim
benimle mübareze edecek? dedi. Rasûlullâh
-
Kim bu
adamla savaşmak ister diye sordu. Muhammed b. Mesleme;
-
Ben
onunla savaşmak isterim Ey Allah’ın Rasûlü. Dün kardeşim Mahmud’u öldürdü ve
beni sinirlendirdi.[158] Allah’a
yemin ederim ki ben intikam alması gereken kişiyim.[159]
Rasûlullâh:
-
Kalk
dedi. Sonra da Muhammed b. Mesleme’ye dua etti. “Allah’ım Muhammed b.
Mesleme’ye yardım et.”
Merhab
ile Muhammed b. Mesleme mübareze için karşı karşıya geldiklerinde aralarında
bir sakız ağacı vardı. Merhab hamle yaptığında Muhammed, ağacı siper ediniyor.
Muhammed hamle yaptığında Merhab ağacı siper ediniyordu. Böylece her birinin
kılıç darbesi ağaca geldiğinden ağacın dallarının hepsi kesilmişti. Merhab
hamle yaptığında Muhammed kendisini kılıcıyla korudu. Böylece Merhab’ın kılıcı
düştü. Merhab savunmasız kalınca Muhammed b. Mesleme Merhab’ı öldürdü.[160]
Merhab’ın yenilmesinin asıl sebebi, kılıcının Muhammed b. Mesleme’nin kalkanına
sıkışması idi.[161]
İslâm Tarihi kaynaklarında meşhur
rivâyete göre Hayber’de Merhab’ı öldüren Muhammed b. Mesleme değil, Ali b. Ebî
Tâlib’tir.[162]
Zübeyr b. el- Avvâm’ın
öldürdüğüne dair bir rivâyet de bulunmaktadır.[163]
Taberî ve İbnü’l-Esir hem Muhammed b. Mesleme, hem de Ali b. Ebî Tâlib’in
öldürdüğüne dair rivâyeti almışlardır.[164]
Hz. Ali’nin Merhab’ın nasıl öldürdüğüne dair olan rivâyeti burada
zikretmeyi gereksiz görüyoruz. Kaynaklardaki genel kanaatin Merhab’ı öldürenin
Hz. Ali olduğu yönünde belirtilmesi bu konudaki fikrimizi şekillendirmiştir. [165]
Nevevî Tehzibü’l-Esmâ adlı eserinde
İmâm-ı Şâfî’in görüşüne yer vererek: Hz. Peygamber’in Hayber günü Merhab’ın
mallarından bir kısmını ganimet olarak Muhammed b. Mesleme’ye vermesi Merhab’ı
Muhammed’in öldürdüğüne delil’dir. Ancak sîret alimleri onu Hz. Ali’nin
öldürdüğünü söyler, yorumunda bulunur. [166]
Bu
konuyla ilgili son bir rivâyete daha yer vermek istiyoruz. Diyârbekrî Muhammed
b. Mesleme’nin kardeşi Mahmud’un başına taş atarak Mahmud’un ölümüne sebep
olanın Kinâne b. Rebî b. Ebi’l-Hukayk olduğunu belirtir. [167]
Savaş
sonunda Hz. Peygamber Kinâne b. Rebî’in boynunun vurulması görevini Muhammed b.
Mesleme’ye tevdî etmiştir. [168] Mahmud’u
Kinâne’nin öldürdüğüne dair olan bu rivâyetin Muhammed b. Mesleme’nin
kardeşinin intikamını aldığına dair duygusal bir yaklaşımdır diyerek
değerlendirilmesinin daha doğru olacağı kanaatindeyiz.
Savaş
esnasında yahudilerden Useyr: Benimle savaşmak isteyen yok mu? diye
haykırıyordu. Useyr güçlü ve kısa boylu bir adamdı. Muhammed b. Mesleme onunla
çarpışmış ve onu öldürmüştür.[169]
İslâm
ordusu yahudi kalelerinden Sa’b b. Muâz kalesini kuşattığı gün çok büyük
sıkıntılar çekmiştir. O gün Muhammed b. Mesleme Hz. Peygamber’in etrafında
bulunup Hz. Peygamber’i koruyan mücahitlerden biri idi. Bu anı şöyle anlatır:
Sa’b b. Muâz kalesi önünde Hz. Peygamber’i kalkanları ile koruyan mücahitler
arasında ben de vardım. Oklar bize doğru atılırken “Kalkanlarınızla kendinizi
ve Hz. Peygamber’i koruyun” diye bağırıyordum. Mücahitler de sözümü
tutuyorlardı. O gün o kadar çok oka tutulduk ki adeta yerimizden sökülüp
atılacağımızı sandım. Ok atarken Rasûlullâh’a da bakıyordum. Rasûlullâh’ın
Yahudilere attığı oklardan hiçbiri boşa gitmiyor, tam isabet ediyordu.
Rasûlullâh bana bakıp gülümsedi. En sonunda yahudiler dağıldılar ve kalelerine
girdiler.”[170]
Yahûdi
kalelerinden Vatîh ve Sülâlim kalelerinde kuşatma uzun süre devam edince Kinâne
b. Rebî b. Ebi’l-Hukayk Hz. Peygamber ile bir anlaşma yapmak istedi. Bu
anlaşmanın maddelerinden bir tanesi birer hayvan yükü dışında hiçbir şey
taşımadan sürülmeleri idi.[171]
Anlaşma
yahudilerce ihlal edilince Kinâne b. Rebî’ b. Ebî’l-Hukayk’ın infazını emretti.
Hz. Peygamber bu görevi yerine getirmesi için Muhammed b. Mesleme’yi
görevlendirdi. Halebî’ye göre; Hz. Peygamber’in buradaki amacı Muhammed b.
Mesleme’nin kardeşinin öldürülmesinden dolayı acılarını biraz olsun
dindirmekti.[172] Muhammed
b. Mesleme Kinâne’nin boynunu vurdu.[173]
Hayber
ganimetlerinde hisseler bölüştürüldüğünde Eslem ve Ğıfârlar’ın ganimet
hisselerini Muhammed b. Mesleme satın aldı. Eslemîler yaklaşık 70 kişi,
Gifarîler ise yaklaşık 30 kişi olup Muhammed b. Mesleme’nin buradan aldığı
toplam hisse 100 etmekte idi. Bu 100 hisseyi satın aldı.[174]
6/628’de
Hudeybiye Musâlaha’sı gereğince ertesi yılda yapılacak olan umrenin vakti
geldiğinde Hz. Peygamber Hudeybiye’ye katılan herkesi umreye hazırlanmaya
sevketti.[175] Hz.
Peygamber yanına miğfer, zırh, mızrak ve silahlarla 100[176]
at aldı. Atlı süvarilerin başına Muhammed b. Mesleme’yi tayin etti. Muhammed b.
Mesleme komutasındaki 100 atlıyı önceden yola çıkardı. Silahları taşımak ve
korumak üzere Beşîr b. Sa’d’ı görevlendirdi.[177]
Muhammed
b. Mesleme komutasındaki birlik Merru’z-Zahran’a vardı. Orada Kureyşliler’den
bazı kimselerle karşılaştı. Kureyşliler atlılardan müteşekkil bu birliği
görünce, kim olduklarını öğrenmek üzere harekete geçtiler.[178]
Kureyşliler:
-
Burada
gezmenizin sebebi nedir? diye sormuşlardı. Muhammed b. Mesleme ise;
-
Bunlar
Rasûlullâh’ın süvarileridir. İnşallah yarın sabah Rasûlullâh da buraya
gelecektir[179] dedi.
Adamlar
bu cevabı alıp Beşîr b. Sa’d’ın yanındaki silahları da görünce telaşa kapılarak
gördüklerini Kureyş’e anlatmak üzere gittiler.[180]
Muhammed
b. Mesleme’nin bundan sonraki süreçteki görevinin atlara bakmak, atları ve
süvarileri yönlendirmek olduğu söylenir.[181]
İbn
Kesîr’in el-Bidâye ve’n-Nihâye adlı eserinde tespit edilen bir rivâyete göre
Muhammed b. Mesleme’nin gazvelerde gösterdiği başarılarının yanında
komutanlığını bizzat kendisinin yaptığı on beş seriyyeden bahsedilir. [182] Ancak,
biz kaynaklarda Muhammed b. Mesleme’nin üç seriyyesinin dışında herhangi bir
bilgiye rastlayamadık. Kanaatimizce bu on beş seriyye ifadesi abartılı
görünmektedir. Şimdi Muhammed b. Mesleme’nin komutanlığını bizzat kendisinin
yaptığı bu üç seriyyeyi değerlendirelim.
Kâ’b,
Tayy kabilesinden bir yahûdidir.[183]
Kendisi meşhur bir şairdir.[184] Annesi
Benî Nadîr Yahûdilerinden, babası Benî Tayy kabilesinin bir kolu olan
Nebhânlı’dır.[185] Kâ’b b.
el-Eşref Medine’ye gelen Müslümanlara kin besleyenlerin başında geliyordu.
Şiirleriyle Hz. Peygamber’i ve sahabiyi hicvediyor, onları aşağılıyordu.[186] Bedir
zaferini duyduğunda “Allah’a yemin ederim ki, Muhammed Kureyş’ten bu kadar adam
öldürttüyse yerin altı, yerin üstünden daha hayırlıdır” demişti.[187] Bedir’de
öldürülen müşrikler için ağlamış, onlar için ağıtlar yakarak, Mekke
müşriklerinin Hz. Peygamber’e ve müslümanlara olan kinini arttırmaya çalışmış
bir kimseydi.[188]
Medine’ye saldırırsanız ben sizin bu girişiminize destek olurum diyerek
müşrikleri kışkırtma içerisinde olmuştu.[189]
Kâ’b
yahudi din adamlarını maaşa bağlamıştı. Bu kimseler Kâ’b’tan maaşlarını almaya
gittiklerinde onlara Hz. Peygamber (s.a.v.) ve İslâm hakkında sorular-soruyor
ve kendisi gibi düşünmeyenlere maaşlarını vermiyordu.[190]
Ayrıca Kâ’b müslüman kadınların namuslarına da dil uzatıyordu.[191] Kâ’b
ahlakı bozuk bir kimseydi,[192] aynı
zamanda azılı bir düşmandı.[193]
Medine’deki
gayr-i müslim unsurların Hz. Peygamber’i ve Mekke’den gelen müslümanları
şehirden atma planları kurmaları ve bu plana Kâ’b’ın da katılması, Medine
halkının birlikte hareket edeceğine dair olarak yapılmış anlaşmayı ihlal
etmeleri mânâsına geliyordu.[194] Kâ’b’ın
öldürülmesi için son gerekçe bu olmuştur.
Bu
son hamlenin akabinde Hz. Peygamber: “Kâ’b bana ve müslümanlara savaş açmıştır”
diyerek müslümanlara harekete geçme emrini verdi.[195]
Hz.
Peygamber: “Allah’ım, beni Kâ’b b. el-Eşreften kurtar. Çünkü fesada meydan
veren şiirler söylemektedir, düşmanlığını açıkça göstermektedir” diye dua
etti.”[196]
Kanaatimizce Hz. Peygamber bu duaları sık sık yapıyordu. Hz. Peygamber’i bu
noktaya getiren olay ise Kâ’b’ın müslüman kadınları diline dolaması idi.[197]
Rasûlullâh bir gün:
Kâ’b b. el-Eşref’e kim çıkacak: “Kim
Kâ’b’ı öldürür? Çünkü o Allah ve Rasûlüne eziyet etmiştir” diye sordu. Muhammed
b. Mesleme ayağa kalktı ve:
- Ben Ya Rasûlullâh. Onu ben öldürürüm
dedi. Hz. Peygamber de gücün yetebiliyorsa onu öldür, bu işi yap dedi.[198]
Muhammed b. Mesleme Kâ’b b. el- Eşref’in kız kardeşinin oğludur.[199]
Yani aralarında dayı-yeğen ilişkisi vardı:
Bir
başka rivâyette Hz. Peygamber Sa’d b. Muâz’a Kâ’b b. el-Eşref’i öldürebilecek
kapasitede birisini önermesini söylediği, Sa’d b. Muâz’ın da Muhammed b.
Mesleme’yi tavsiye ettiği belirtilir.[200]
Muhammde b. Mesleme evine gitti. Plan
yapmak için üç gün evinden çıkmadı. Bir şey yemedi içmedi. Günlerce düşündü.
Sahabeden bir kimse Hz. Peygamber’e Muhammed b. Mesleme’nin evinden dışarı
çıkmadığını, hiçbirşey yemediğini içmediğini söyledi. Hz. Peygamber Muhammed b.
Mesleme’yi yanına çağırttı. Ona:
-
Yemeyi içmeyi neden bıraktın? diye
sordu. Muhammed b. Mesleme:
-
Ey Allah’ın Rasûlü! Ben sana bir söz
verdim. Fakat bu sözü tutabileceğimi, yerine getirip getiremeyeceğimi
bilmiyorum dedi.[201]
Hz. Peygamber:
-
Sen ancak elinden geleni yapmaya gayret
edersin buyurdu.
Muhammed b. Mesleme:
-
Ya Rasûlullâh! Bazı sözler söyleyebilir
miyim?[202]
Senin hakkında bazı yalan sözler konuşmamda bir sakınca var mıdır.[203] Bana
müsaade eder misin?[204] diye
sordu. Hz. Peygamber:
-
Aklınıza gelen şeyi söyle. Sen bu
hususta serbestsin buyurdu.[205]
Bir
başka rivâyette Hz. Peygamber “Kim Kâ’b’ın hakkından gelir” diye sormuş.
Muhammed b. Mesleme “Ya Rasûlullâh onu öldürmemi istiyor musunuz deyince Hz.
Peygamber evet demişti. Muhammed b. Mesleme, “Ya Rasûlullâh, hakkınızda olumsuz
bazı sözler söylememe müsaade verir misiniz?” diye sormuş. Hz. Peygamber de
“dilediğinizi söyleyin” demişti. Daha sonra Hz. Peygamber işin zorluğunu
anlayınca:
-
Eğer bu
işi yapmak istiyorsan Sa’d b. Muâz ile görüş, planını ona göre hazırla demişti.[206] Muhammed
b. Mesleme Sa’d’a gittiğinde Sa’d;
-
“Kâ’b’a
git, ondan veresiye erzak al” şeklinde bir taktik vermiştir.[207]
Rivayetleri
değerlendirdiğimizde; Hz. Peygamber’in Kâ’b’ı kim öldürür çağrısına Muhammed b.
Mesleme cevap vermiş, ancak bu işin zorluğundan dolayı plan kurması güçleşmiş,
Hz. Peygamber de ona Sa’d’a akıl danışmasını tavsiye etmiştir gibi bir sonuca
ulaşabiliriz.
Muhammed
b. Mesleme, Sa’d b. Muâz, Abbâd b. Bişr, Ebû Naile Silkân b. Selâme, el-Hâris
b. Evs ve Ebû Abs b. Cebr toplandılar. Durumu müzakere ettiler. Hz.
Peygamber’den hile amaçlı olmak üzere yalan söylemelerinde bir beis olmadığına
dair izin aldılar.[208]
Beyhakî’nin
kaydettiği bir rivâyete göre bu toplantı grubunu Sa’d b. Muâz’ın oluşturduğu
belirtilir. [209]
Bir
diğer rivâyette Muhammed b. Mesleme Hz. Peygamber’den görevi aldıktan sonra
evine dönerken Ebû Nâile Silkân b. Selame ile kabristanda karşılaşmış olduğu
zikredilir. Silkan o sırada Hz. Peygamber’in yanına gitmekte idi. Muhammed b.
Mesleme Silkân’a:
-
Allah
Rasûlü bana Kâ’b b. el-Eşref’i öldürmeyi emretti. Sen onun cahiliye de dostu
idin. Kâ’b senden başkasına güvenmez. Sen onu evinden dışarı çıkarabilirsin.
Kâ’b, evinden dışarı çıkarsa ben de onu öldürebilirim dedi. Silkan:
-
Allah
Rasûlü bana böyle bir görev verirse yaparım dedi ve birlikte Hz. Peygamber’in
huzuruna vardılar. Silkan:
-
Ya
Rasûlullâh! Kâ’b b. el-Eşrefin öldürülmesini mi emrettin?
Hz.
Peygamber:
-
Ya
Rasûlullâh Peki benim bazı sözler konuşmama izin var mıdır? diye sorduğunda Hz.
Peygamber:
-
Dilediğinizi
söyleyebilirsiniz dedi[210]
Muhammed
b. Mesleme, Ebû Nâile Silkân b. Selâme b. Vakş, Abbâd b. Bişr b. Vakş, el-Hâris
b. Evs b. Muaz ve Ebû Abs b. Cebr’den müteşekkil bir grup toplanarak Kâ’b’ı
öldürmek için plan yaptılar. Bu grubun başkanı Muhammed b. Mesleme idi.[211]
Plana
göre ilk iş olarak Ebû Nâile Kâ’b ile konuşacaktı. Çünkü Ebû Nâile, Kâ’b’ın süt
kardeşi idi[212] ve
cahiliye döneminde de dostu idi.[213]
Ebû
Nâile Kâ’b’ın evine gitti ve onu dışarı çağırdı. Bir süre konuştular karşılıklı
şiirler okudular.[214] Bundan
sonra Ebû Nâile:
-
Ey
Kâ’b! Ben senin yanına bir sıkıntımı anlatmak için geldim. Fakat bu derdimi
gizli tutman, kimseye anlatmaman gerekir, dedi.
Kâ’b:
-
Ey Süt
kardeşim! Söyle ki sana yardımcı olabileyim.
Ebû
Nâile:
-
Ey
Kâ’b! Şu adamın (Hz. Peygamber’in) gelmesi başımızı belaya soktu. Tüm Arap
kabileleri bize düşman oldular. Birleşip bizimle savaştılar, yollarımız
kestiler. Çocuklarımız sıkıntıya düştü. Biz de, çocuklarımız da zor duruma
düştük dedi. Kâ’b:
-
Ey İbn
Selâme Allah’a yemin olsun ki ben bu işin böyle olacağını sana daha önce
söylemiştim dedi. Ebû Nâile:
-
Ben
senin bize yiyecek bir şeyler satmanı istemek için geldim. Bunun karşılığında
da sana rehin olarak bir şeyler vereceğimizi taahhüt ederim.[215] Kavmim
de benim gibi düşünüyor dedi. Sana onları da getireyim. Onlara da bir şeyler
sat. Biz de sana rehin olarak silahlarımızı ve zırhlarımızı bırakalım dedi.
Kâ’b bunu kabul etti.[216] Silah ve
zırhları rehin alarak bırakmayı önermekteki kasıt, Kâ’b b. el-Eşref’in yanına
silahla gelebilmekti.
Ebû
Nâile, Muhammed b. Mesleme’nin yanına geldi. Durumu anlattı. Silahlarını
yanlarına aldılar ve Hz. Peygamber’in yanına gittiler. Akşam vakti girdiğinde
Hz. Peygamber Muhammed b. Mesleme ve grubuyla Bâkiu’l-Gargad’a kadar eşlik etti
ve onlara “Haydi Allah’ın izni ve bereketi ile gidiniz” deyip şöyle dua etti:
“Allah’ım onlara yardım et”[217]
Müslim’in
kaydettiği bir rivâyete göre Kâ’b ile görüşmeye Silkan b. Selâme değil,
Muhammed b. Mesleme gitmiştir.
Muhammed
b. Mesleme arkadaşlarıyla Kâ’b’a gitmiş ve:
-
“Şu
kişi (Hz. Peygamber) bize ağır vergiler yükledi. Bende senden borç olarak bir
şeyler almaya geldim” dedi.
Kâ’b:
-
Vallahi
ondan daha da yaka silkeceksiniz dedi. Muhammed:
-
Maalesef
ona bir kere uymuş olduk. Bundan sonra duruma bakacağız. Hemen ayrılmak
istemiyoruz. Bakacağız onun hali ne olacak. Sonuna kadar bekleyip durumu
inceleyeceğiz. Şimdi biz senden bir vesk veya iki vesk hurma istiyoruz dedi.
Kâ’b:
-
Bana
rehin olarak ne vereceksiniz dedi? Muhammed b. Mesleme ve arkadaşları
-
Rehin
olarak ne istersin? dediler
Kâ’b:
-
Kadınlarınızı
isterim dedi. Muhammed b. Mesleme:
-
Kadınlarımızı
sana nasıl rehin bırakalım. Bugün sen Araplar’ın en yakışıklı adamısın.
Kadınlarımızın gönlü akar, aşık olur dedi.
Kâ’b:
-
Öyleyse
oğullarınızı rehin bırakın deyince; Muhammed:
-
Oğullarımızı
da sana rehin vermemiz doğru olmaz. İleri de oğullarımız hakkında “Birkaç vesk
hurmaya rehin bırakılan çocuklar, bunlardır” diyerek oğullarımızı küçük
görmezler mi? Bu bizde çıkmayan bir iz olur. Gel biz sana silahlarımızı ve
zırhlarımızı rehin olarak verelim dedi.[218]
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bundaki kasıt Kâ’b’a silah ile gelebilmekti.
3/625.
yılın başında, Rebîu’l-Evvel ayının 14. gecesinde mehtaplı bir gecede Muhammed
b. Mesleme ve arkadaşları Kâ’b’ın kalesine vardılar. Ebû Naile Kâ’b’a
seslenerek onu çağırdı. Kâ’b sesi duyunca yatağından kalktı. Karısı, Kâ’b’ın
elbisesinden tutarak:
-
Sen
savaşçı bir kimsesin. Savaşçı kimseler bu saatte evden dışarı çıkmazlar diyerek
engel olmaya çalıştı.[219]
Kâ’b
karısına:
-
Bu
seslenen kardeşim Ebû Nâile’dir. Bunlar ben uyuyor olsam beni uyandırmak için
seslenmezler, beni uyandırmaya kıyamazlardı dedi.[220]
Karısı:
-
Vallahi
ben kan kokusu alıyorum dedi.[221] Onlarla
evinden konuş dedi.[222]
Kâ’b:
-
Bir
askere yakışan savaşa davet edilse bile bunu kabul etmesidir diyerek aşağıya
indi.[223] Ebû
Nâile ile biraz konuştuktan sonra Ebû Nâile’nin isteğiyle yürümeye başladılar.[224]
Biraz
gezdikten sonra Ebû Nâile Kâ’b’ın saçlarını kokladı:
-
Ben bu
kadar güzel bir koku duymadım dedi. Kâ’b:
-
Şehrin
en güzel kadınları benim yanımda uyur dedi.
-
Bu
kimin kokusudur diye sordular.
-
Filanın
annesi olan karımın yaptığı kokudur dedi.[225]
Ebû
Nâile parmaklarını Kâ’b’ın örgülü saçına tekrar sokup kokladı. Biraz daha
dolaştılar. Kâ’b artık iyice güvenmeye başladığı sırada Ebû Nâile örgülü
saçlarından tutup arkadaşlarına:
-
Vurun
Allah düşmanına diye bağırdı. Hepsi birden vurdular. Kılıçları birbiriyle
karıştı. Hareket edemez oldu kılıçları. Kâ’b’ı kılıçları ile öldüremediklerini
gören Muhammed b. Mesleme kılıcına bağlı hançerini hatırlayarak Kâ’b’ın karnını
göbeğinden kasığına kadar kesti. Kâ’b, o kadar yüksek sesle bağırdı ki
çevresindeki bulunan kalelerdeki yahudiler ışıklarını yaktılar. Kâ’b yere
düştü. O telaş içerisinde kılıç darbelerinden bir kaçı da Hâris b. Evs’e geldi.
Hâris başından ve ayağından yaralandı. Aceleyle geri döndüler. Ümeyye b. Zeyd
oğullarının mevkiine, oradan Benî Kureyza mevkiine geldiler. En sonra Buâs’a ve
oradan Urayz vadisine çıktılar. Hâris b. Evs’in yarası ağırdı ve kanamalıydı.
Bu yüzden geride kalmıştı. Muhammed b. Mesleme Hâris’i Urayz’da bekledi.
Sırtlarında taşıyarak gecenin sonlarına doğru Hz. Peygamber’in mescidine
geldiler. O sırada Hz. Peygamber namazda ve ayakta idi. Selamlaştılar. Muhammed
b. Mesleme Hz. Peygambere müjdeyi verdi.[226]
Muhammed
b. Mesleme ve arkadaşları Urayz vadisine çıktıklarında bu zorlu görevi yerine
getirebilmenin coşkusuyla tekbir getirmeye başlamışlardı. Hz. Peygamber bu
tekbiri işittiğinde görevin başarıldığını anlamıştı.[227]
Ve o da tekbir getirmiş[228] ve
Allah’a hamdetmiştir.[229] Müfreze
Hz. Peygamber’e geldiğinde Hz. Peygamber bu işin başarılmış olmasından dolayı
namaz kılıyordu.[230]
Kâ’b’ı
gece yarısı evden çağıranın, yukarıdaki zikredilen tüm konuşmaların Ebû Nâile
ile Kâ’b arasında değil, Muhammed b. Mesleme ile Kâ’b arasında geçtiği de
rivâyet edilir. Bu rivâyete göre Muhammed b. Mesleme arkadaşlarına, Kâ’b’ın
saçlarından tutup onu alt etme imkanı bulduğum zaman ona kılıçlarınızla vurun demiştir.23
Ancak
kanaatimizce her ne kadar Muhammed b. Mesleme’nin Kâ’b ile teyze-dayı çocuğu
olması onları yakın gösterse de Kâ’b’ın kendisine Hz. Peygamberden
yakınılmasından sonra “Vallahi ben size bunu daha önce söylemiştim” demesinden
anlıyoruz ki Kâ’b’ın güvenini kazanmak için yalnızca teyze-dayı çocuğu olmaları
yetmemekte idi. Bunun dışında Cahiliye devrinde dostluklarının olması
gerekmekte idi. Ebû Nâile Kâ’b’ın süt kardeşi idi. Ancak Cahiliye dönemindeki
dostlukları Kâ’b’ın güvenini kazanmak için daha etkili bir faktördü. Kısacası
rivâyetlerde Kâ’b ile konuşma yapan kişinin Ebû Nâile olması daha kuvvetli bir
seçenek olarak gözükmekle birlikte, bu başarıda en büyük pay sahibi Muhammed b.
Mesleme’dir. Zira en başta görevi üslenmesi, gece gündüz eve kapanıp plan
kurması, bu işi başarabilecek bir kadro kurması, zamanlamayı iyi seçmesi bu
işin olumlu sonuçlanmasını sağlamıştır.
Oldukça
tehlikeli bir işin altından kalkmayı başarmışlardı. Öyleki Kâ’b’ın sesi çok
yüksek sesle çıkınca, yahudiler kalelerinden inmişler ve Muhammed b. Mesleme ve
arkadaşlarını yakalamak için girişimde bulunmuşlar, ancak Muhammed b. Mesleme
ve arkadaşları başka bir yola saptıkları için yakalayamamışlardı.[231] [232]
Kâ’b
Muhammed b. Mesleme’nin eliyle öldürülmüştür.[233]
Kâ’b’ın
öldürülme hadisesinin önemini açıklaması açısından İhsan Süreyya Sırma’nın şu
yorumunu belirtmeyi uygun buluyoruz: “Kâ’b’ı öldürme Evs’i onurlandırdı. Öyle
ki Allah Rasûlü Kâ’b’a denk sayılacak bir İslâm düşmanını öldürmek isteyen
Hazrec kabilesine, Sellâm b. Ebi’l-Hukayk’ı öldürme görevini verdi.”[234]
6/628
10 Muharrem’de Hz. Peygamber 30 kişilik bir birlik oluşturdu. İçlerinde Abbâd
b. Bişr, Seleme b. Selâme b. Vakş’ın da bulunduğu ve Bekr b. Kilâb oğulları
üzerine düzenlenen seferde İslâm birliğinin komutanı Hz. Peygamber’in emriyle
Muhammed b. Mesleme idi.[235] 3 0
kişilik grupta yaya yoktu. Kuratâ mevkii Medineye 7 gecelik bir yolculuk
mesafesindeydi.[236] Hz.
Peygamber geceleri yolculuk yapmalarını gündüz gizlenip dinlenmelerini
emretmişti.[237] Muhammed
b. Mesleme de öyle yaptı. Geceleri yolculuk ederek, gündüzleri gizlenerek
Şerebe’ye vardıklarında çocukların ve eşyaların taşındığı develerle insanları
gördüler. Muhammed b. Mesleme göç eden bu insanların kim olduklarını öğrenmek
üzere bir arkadaşını onların yanına gönderdi. Gönderilen şahıs, geri döndüğünde
Muhammed b. Mesleme’ye:
-
Onlar muharip kabilesinden bir cemaatlermiş dedi. Bu cemaat Muhammed b.
Mesleme’nin komutasındaki birliğin yakınında konakladı. Hazır oluncaya kadar
beklendi. Uygun zaman geldiğinde ani bir baskın yaptılar. Muhariplerden
bazıları öldürüldü. Bir kısmı kaçtı. Çocuklara dokunulmadı. Ancak hayvanlarını
sürüp götürdüler. Benî Bekr’e doğru ilerlediler. Yaklaştıklarında Muhammed b.
Mesleme yine Abbâd b. Bişr’i gönderdi. Abbâd Benî Bekr’e iyice yaklaştığında
kabîle halkının kendi işleriyle uğraştığını gördü. Geri dönüp Muhammed b.
Mesleme’ye gördüklerini anlattı.
Muhammed
b. Mesleme derhal hareket etmeleri gerektiğini emir verdi. Benî Bekr’e yapılan
bu baskında 10 kişi öldürüldü. Bakmakta oldukları hayvanları Medine’ye doğru
götürdüler.[238] Bu seriyye
çok büyük bir savaş niteliğinde olmamakla birlikte müslümanların kendilerini
korumak maksadıyla yapmaya zorlandıkları bir harekettir.[239]
Bir
veya iki gece yol aldıktan sonra Dâriyye mevkiine geldiler ve burada sabaha
kadar kaldılar. Sabahleyin Dâriyye’den ayrıldılar. Takip edilme korkusu ile
davarları hızla sürdüler. Rebeze mevkiine geldiklerinde hayvanlar yürüyemeyecek
kadar yoruldu. Muhammed b. Mesleme, adamlarından bir veya birkaçını davarları
getirmek üzere arkada bıraktı ve yola devam etti.[240]
Muharipler
ve Benî Bekir’den ele edilen ganimet malları 150 deve ve 3000 davardı. Muhammed
b. Mesleme beşte birini Rasûlullâh için ayırdı. Geri kalanları arkadaşları ile
paylaştı. Bir deve 10 koyuna denk sayıldı. Mücahitler paylarına düşeni aldılar.[241]
Bu
sefer 19 gün sürdü ve Muharrem’in son gecesi Medîne’ye döndüler. Bu çarpışmada,
o yörenin ünlü savaşçılarından Sümâme b. Usâl de yakalandı. Sümâme
Bekroğulları’ndandı, Umre niyetiyle yola çıkmıştı. Mücahitler Sümâme’nin
cezalandırılmasını istediler.[242] Hz.
Peygamber onu cezalandırmış, bir süre sonra da Sümâme Müslüman olmuştur.[243]
6/628
yılı Rebîu’l-Âhir ayında[244] Sa’lebe
ve Enmâroğulları diyarında kuraklık vardı. Meraz’dan Tağlemeyn’e kadar uzanan
bölgeye yağmur yağmıyordu.[245] Meraz
mevkiinin Medine’ye uzaklığı 36 mil’dir.[246]
Muharib
b. Hafasa oğulları, Sa’lebe b. Sa’d oğulları, Enmâr b. Bağîz oğulları Meraz’dan
Tağlemeyn’e kadar olan bölgede toplanmışlardı.[247]
Medine’ye
uzaklığı 7 mil olan[248]
Medine’lilerin hayvanlarını otlattıkları Hayfa’daki tüm davarları yağmalamak
üzere anlaşmışlardı. Hz. Peygamber bu haberin doğruluğunu araştırmak için 10
kişiyi Zü’l-Kassâ’ya gönderdi. Muhammed b. Mesleme komutandı. Burada Sa’lebe ve
Uvâloğulları vardı. Muhammed b. Mesleme ve bu birliğin farkına varınca
saklandılar. İslâm birliği uykuya daldığında 100 kişi ile kuşattılar.[249] Ok,
mızrak ve gürzlerle saldırıya geçtiler.[250]
Muhammed b. Mesleme sıçrayarak kalktı ve
-
Silah başına diye bağırdı. Birliği de sıçrayarak kalktılar. Sa’lebe ve
Uvaloğulları mızrak saldırısına başladığında 3 kişi şehid oldu. Müslümanlar bir
kişi öldürebildiler. İkinci mızrak saldırısı başladığında Muhammed b. Mesleme
hariç tüm Müslümanlar şehid oldu.[251]
Muhammed b. Mesleme de yaralı olduğu halde şehitlerin arasında yattı.[252]
Sa’lebe
ve Uvâloğulları, herkesin öldüğü düşüncesiyle İslâm birliğinin karargahına
vardı. Şehitleri tek tek kontrol ettiler. Muhammed b. Mesleme’nin de topuğuna
vurdular. Hareket etmediğini gördüklerinde öldüğünü sanarak elbiselerini soyup
gittiler. Müslüman bir kimse oradan geçerken şehitleri görünce “İnnâ lillâhi ve
innâ ileyhi râciûn” dedi. Muhammed b. Mesleme o sıralar ayılmış idi. Bu sözü
işitince onun müslüman olduğunu anladı. Sağ olduğunu göstermek için kımıldadı.
O adam Muhammed b. Mesleme’ye su içirdi ve yemek yedirdi. Sonra da onu Medine’ye
getirdi.[253]
Muhammed
b. Mesleme: Zü’l-Kassâ’da beni vuran kişiye Hayber’de rastladım. O adam beni
görünce
“Ben
Allah’a döndüm, müslüman oldum” dedi, ben de:
“Sana
yakışan da budur” diye cevap verdim” der.[254]
Muhammed
b. Mesleme Hz. Peygamber’le birlikte hemen hemen bütün savaşlara katılmıştır.
Bunun dışında birkaç seriyyeye de katılmıştır. Komutanlığını bizzat kendisinin
yaptığı seriyyeleri de vardır. Savaşlarda aktif roller üstlenmiştir. Hudeybiye
Müsalahası’nda bulunmuştur. Bununla beraber Hz. Peygamber döneminde Muhammed b.
Mesleme’nin harpler dışındaki faaliyetlerine kaynaklarda rastlayamadık.
İKİNCİ BÖLÜM
DÖRT HALİFE DÖNEMİNDE MUHAMMED B. MESLEME
Buraya
kadar Muhammed b. Mesleme’nin Hz. Peygamber dönemindeki faaliyetlerine
değinilmiştir. Bu bölümde de Muhammed b. Mesleme’nin dört halife dönemindeki
icraatları ele alınmıştır.
Kaynaklarda
Hz. Ebû Bekir döneminde Muhammed b. Mesleme’nin hakkında herhangi bir bilgiye
raslayamadık. Ancak Hz. Peygamber döneminde neredeyse tüm savaşlara katılmış,
Kâ’b b. el-Eşrefi öldürme başarısını kazanmış, savaşçı kimliğiyle ön plana
çıkan bu sahabenin bu dönemde hiçbirşey yapmadığını söylemek pek makul
görünmemektedir.
Hz.
Ebû Bekir döneminde Sûriye bölgesindeki savaşlara katılmış olmasının[255] dışında kayda
değer bir bilgiye ulaşamadık.
Muhammed
b. Mesleme, Hz. Ömer devrinde kendisinden şikayette bulunulan valiler için
teftiş görevi ile sorunlu olan bölgeye giderek durumu tahlil eden müfettiş
konumunda idi.[256] Aynı
zamanda ceza-ı müeyyide de uygulayabiliyordu.[257]
Bunun dışında zekat toplama görevi de vardı.[258]
Yolsuzluk yapan ve yaptığından şüphelenilen valilerin mal varlığını denetleyen
bir konumu da vardı.[259] Tüm
bunları değerlendirecek olursak:
A.
Sa’d b. Ebî Vakkâs’ı İlk
Teftişi
İslâm
ordularının Celûla’yı ve Tekrit’i fethettikten sonra fethin müjdesini vermek
üzere Hz. Ömer’in huzuruna gelen bir grubun benizlerinin sararmış olması
halifenin dikkatini çekti. Hz. Ömer sebebini sorduğunda, rutubetli bir yerde
yaşıyor olmalarını sebep gösterdiler.[260]
Bunun
üzerine Hz. Ömer ordunun konaklayabileceği uygun bir yerde şehir kurulmasını
emredince Sa’d b. Ebî Vakkâs Kûfe şehrini kurmak üzere işe koyuldu.[261] Hz.
Ömer israftan kaçınmalarını emir buyurdu. İlk yapılan evler kamıştandı. Bir
yangında evler yanınca kerpiçten evler yapabileceklerine dair halife izin
verdi.[262]
Karargah
olması niyetiyle kurulan şehir kısa zamanda gelişmeye başladı. Ve her yönden
merkez konumuna geldi. Mezopotamya’nın siyasî ve kültürel merkezi olarak vazife
görmeye başladı.[263]
17/639
yılında[264] Kûfe’yi
yeni fethedilen topraklarının başkenti konumuna getiren Sa’d b. Ebî Vakkâs,
Medâin Kisrâsı’nın saray kapısını söküp kendi konağının kapısı olarak monte
ettirmişti.[265] O
bölgedeki seferleri ustalıkla yönetmesinden olacak ki Sa’d b. Ebî Vakkâs, şehir
kurulduktan sonra Kûfe’nin üç buçuk sene sürecek valiliğine atanmıştı.[266] Hitti
“Eski başkent Medâin’in giriş kapısı, doğu Arabistan’da birçok kereler görülen
bir adeti temsilen sökülerek yenisine taşındı” diyerek[267]
Sa’d b. Ebî Vakkâs’ın bu davranışının eski bir Arap adeti olduğunu vurgular.
Sa’d
b. Ebî Vakkâs’ın vali olarak atanmasıyla konağa takılan şâ’şaalı kapı,
halkarasında huzursuzluk çıkaran dedikodulara neden olmuştu. Halife Hz. Ömer
Kûfe şehri halkının konuştuğu hadisenin aslını öğrenmeye karar verdi.[268] Teftişle
görevlenecek kişinin korkusuz, adil, olayları anlamada ve kavramada basiret
sahibi olması gerekiyordu. Hz. Ömer Muhammed b. Mesleme’yi Kûfe’ye göndermeye
karar verdi. Hz. Ömer, valileri ile ilgili haberleri bildirmek ve valileriyle
ilgili olarak halifeye ulaşan şikayetleri araştırmak için özel bir şahıs tayin
eden bir kimse idi. O özel kişi Muhammed b. Mesleme idi.[269]
Muhammed
b. Mesleme’nin görevi Kûfe’ye gidip, Sa’d b. Ebî Vakkâs’ın valilik konağının
kapısını parçalamak ve derhal geri dönmekti.[270]
Muhammed b. Mesleme halifenin emrini birebir uyguladı.[271]
Kûfe’ye gidince odun satın aldı[272] ve
Valilik konağının kapısını yaktı. Hadise’yi duyan Sa’d b. Ebî Vakkâs:
“Muhammed
b. Mesleme bu iş için görevlendirmiş bir elçidir” demekle yetindi.[273] Onun
hakkında hayır ve iyilik temennilerinde bulundu.[274]
Muhammed b. Mesleme’ye bir adam göndererek onu misafir etmek istedi. Ancak o,
bu teklife icabet etmedi. Bunun üzerine, Muhammed b. Mesleme’nin yanına bizzat
geldi. Ona bir miktar para vermeyi teklif etti. Ancak Muhammed bu teklifi de
reddetti. Muhammed b. Mesleme Sa’d b. Ebî Vakkâs’a Hz. Ömer’in gönderdiği
mektubu verdi. Mektupta:
“Bana
senin kale gibi bir konak yaptığının haberi ulaştı. Bu konağa Sa’d’ın sarayı
deniyormuş. Seninle halk arasında bir kapı varmış. Bu konak senin değil fesat
ve eksikliğin konağıdır. Beytülmâl’e bitişik yerlerden bir meskene yerleş ve
oradan çık, o konağı da kapat. Aksi takdirde o konağın üzerinde hiçbir kimsenin
giremeyeceği bir kapı yaparız.” Bu mektubu okuduktan sonra Sa’d Muhammed’e, söylenen
şeyleri söylemediğine, hakkında iddia edilenlerin yalan olduğuna yemin etti.[275]
Muhammed
b. Mesleme’nin Medine’ye dönerken yolda azığı bitti. Ağaç kabuklarını yemek
zorunda kaldı. Bundan dolayı hastalandı. Hasta bir vaziyette Hz. Ömer’e durumu
anlattı.[276] Hz. Ömer
Sa’d’ın sözlerinin doğruluğunu tasdik etti.[277]
Kanaatimizce,
Hz. Ömer’in Sa’d b. Ebî Vakkâs hakkındaki dedikoduların asılsız olduğuna kanaat
getirmesine, Sa’d’ın sözlerinden ziyade Muhammed b. Mesleme’nin oradaki durumu
gözlemlemesinin etkili olması daha gerçekçidir. Zira Muhammed b. Mesleme
Sa’d’ın yanında değil halkın arasında kalmıştır. Onların içinden vali hakkında
daha doğru bilgi edinerek bu düşüncelerini Hz. Ömer’e aktarmıştır. Ayrıca
Sa’d’ın evinde kalmamasının bir diğer sebebi, hakkında denetlemeye geldiği
insanla fazla samimiyet ve yakın ilişki kurması halkın nazarında yanlış
anlaşılabileceği gibi, dedikoduların çıkmasına ve adaletinden şüphe duyulmasına
neden olabilirdi. Bununla birlikte Muhammed b. Mesleme Sa’d’ın teklif ettiği
bir miktar parayı da aynı düşünceyle reddetmişti.
Yolda
parası ve azığı bitmiş, ağaç kabukları yemesinden dolayı hastalanmıştı. Hz.
Ömer:
-
Neden
Sa’d’ın parasını kabul etmedin diye sorduğunda,
-
Sen,
bana kapıyı parçala ve dön. Başka bir işle uğraşma dedin cevabını verince Hz.
Ömer:
-
En
mükemmel görüş sahibi olan kişiler, arkadaşına herhangi bir sözleşmesi ahdi
olmasa bile kararlılıkla iş yapan veya söyleyendir, diyerek Muhammed’in bu
takva dolu davranışını övmüş ve ona olan hayranlığını gizleyememiştir.[278]
B.
Sa’d b. Ebî Vakkâs’ı
İkinci Teftişi
Sa’d
b. Ebî Vakkâs hakkında halkın, daha doğrusu halktan bir grubun şikayetleri
devam etmiştir. Sa’d hakkındaki ikinci şikayette de durumu incelemek üzere
Muhammed b. Mesleme Hz. Ömer tarafından görevlendirilmiştir. Şimdi de bu durumu
değerlendirelim.
Sa’d
b. Ebî Vakkâs valilik görevinde iken sürekli fetih faaliyetlerinde bulunmuştur.
Cezire bölgesi, Ahvâz, Musul, Tekrit, Menâzir, Nehr, Ramâhürmüz, Tüster, Rey,
Sûs şehirlerini fethetmiştir.[279]
21/642
yılında[280] İran
ordularının Nihâvend’de toplandığı, Sa’d’ın Hz. Ömer ile haberleşerek kuvvetli
bir İslâm ordusu toplayabilmek için çalıştığı bir sırada Kûfeli bir grup,
Sa’d’a karşı cephe almıştı. Grubun başında Cerrâh b. Sinan b. el-Esedî
geliyordu. Hz. Ömer’e Sa’d hakkında şikayette bulunmuşlardı. Hz. Ömer ise
onlara şöyle bir haber göndermişti. “Vallahi bu tavrınızdan dolayı başınıza
gelecek bir felaket için size acımayacağım ve size karşı tedbir almaktan geri
durmayacağım.”[281]
Şikayetler
bitmemiş, bunun akabinde bir kısım Kûfeli genç gelip “Sa’d iyi namaz
kıldırmıyor” diye şikayette bulunmuştu. Hz. Ömer’i “Bu sıkıntılı durumda
şikayete gelmeniz sizin şerli insanlar olduğunuzu kanıtlıyor. Oysa Sa’d şu anda
Allah düşmanlarıyla savaşa hazırlanıyor. Ama buna rağmen sizin şikayetlerinizi
dikkate alıp durumu inceleyeceğim” dedi ve Muhammed b. Mesleme’yi onlara
yardımcı olması, durumu inceleyip araştırması için gönderdi.[282]
Hz.
Ömer Sa’d’ın suçsuz olduğuna inanmasına rağmen kedisine yöneltilen suçlamaları
araştırmaktan sakınmadı. Hz. Ömer’in Sa’d’ın adaletinden ve namazından şüpheye
düştüğü de oldu. Nihavend’de İran orduları Araplar’a karşı kesin zafer ümidiyle
meydan savaşına hazırlanırken, savaş adına önemli bir karargah merkezinin
valisi, Muhammed b. Mesleme’nin teftişiyle karşı karşıyaydı.[283] Hz. Ömer
valilerine karşı daima sert ve şiddetli davranırdı. Halkı korkaklığa ve
pısırıklığa itmelerinden, halkı küçük görmelerinden korkardı. Bu nedenle
memurlarından biri hakkında nasıl bir şikayet olursa olsun hemen dinler ve
araştırırdı. Böyle yapacağını da hutbelerinde herkesin huzurunda ilan ederdi.[284]
Hz.
Ömer Sa’d b. Ebî Vakkâs hakkında olumlu bir düşünceye sahip olmasına rağmen
bunu Muhammed b. Mesleme’ye aksettirmediğini düşünüyoruz. Zira soruşturma
esnasında Muhammed’in Kûfe’deki tutumunda Sa’d’ı halkın huzurunda valilik
konumundan ziyade bir sanık statüsünde alelade bir kimse imiş gibi yargılaması
söz konusudur. Temmâvî soruşturmanın yapılış şekli hakkında şöyle bir yorumda
bulunur: “Soruşturma gizli olarak yönetilmedi. Tam aksine günümüzde normal ve
sıradan bir memurun bile kabul edemeyeceği bir şekilde görüldü. Sa’d Irak’taki
orduların baş komutanı, dini ve ictimâî statüye sahip büyük bir kişi idi.”[285] Bu
büyük kişiye karşı Muhammed b. Mesleme’nin tavrında bir iltimas yoktu.
Muhammed
b. Mesleme Kûfe’ye vardığında Sa’d’ı da yanına alarak mescid mescid dolaştı.
Her vardığı mescidde:
-
Sa’d’ı
nasıl bilirsiniz? Bir şikayetiniz var mı? diye sordu. Kime sorduysa
-
Biz
Sa’d’ı ancak iyilikle anarız, ondan başka birini de vali olarak görmek
istemiyoruz, cevabını aldı.[286] Herkes
Sa’d’dan iyilikle bahsetti.[287] Muhammed
b. Mesleme, araştırmaları neticesinde Sa’d’ı herkesin sevip saydığını anladı.[288] Sa’d’a
söylenen sözlerin asılsız olduğunu gördü.[289]
Bu gezme esnasında herkes Sa’d hakkında olumlu konuşurken Cerrâh b. Sinân
el-Esedî ve onun taraftarları sustu. Hiçbirşey söylemediler.[290]
Muhammed
b. Mesleme Sa’d ile mescidleri teker teker geziyorlardı. Benî Abs mescidine
geldiklerinde Abs oğullarına:
-
Allah
aşkına doğru söyleyin. Sa’d hakkında ne dersiniz? diyerek[291]
Sa’d’ı sorunca[292] Üsâme b.
Katâde ayağa kalkarak:
-
Ey
Muhammed! Vallâhi eğer sen Allah adına yemin ettirmeseydin söylemeyecektim.
Sa’d ganimetleri eşit dağıtmıyor, adaletle hüküm vermiyor. Ayrıca orduyla
beraber savaşlara da katılmıyor dedi. Üsâme’nin bu çıkışından sonra Sa’d Üsâmeye:
-
Allâh’ım
eğer bu adamın sözleri yalansa, riya ve ün salmak için söylemişse gözlerini kör
et. Çocuklarını çoğalt ve kendisini saptırıcı fitnelere, sıkıntılara uğrat,
diyerek beddua etti. Üsâme’nin daha sonra gözleri kör oldu. On tane kızı oldu.
Bir kadın sesi işittiği zaman ona doğru yaklaşır, sarkıntılık eder, kendisine
sorulduğunda da “O mübarek insan Sa’d’ın bedduasını aldım” derdi.[293]
Nihayet
Muhammed b. Mesleme Sa’d b. Ebî Vakkâs’la ve Esedoğulları ile birlikte
Medine’ye, Hz. Ömer’in huzuruna varmış ve olup bitenleri anlatmıştır. Hz. Ömer:
-
Ey Sa’d
nasıl namaz kıldırıyorsun? Diye sormuş Sa’d
-
İlk iki
rekatı uzun tutar, son iki rekatı da kısa tutarak kıldırırım demiştir. Hz.
Ömer:
-
Ey Ebâ
İshâk! İşte senin hakkında yapılan sû-i zân budur. Eğer ihtiyatlı davranmasa
idik onların sonu şimdiden belli olurdu demiştir.[294]
Sa’d
b. Ebî Vakkâs bu şikayetleri hak eden birisi olmadığını şu sözüyle ifade eder.
“Müşriklerin kanını ilk defa akıtan benim. Rasûlullâh benim için “Anam, babam
sana feda olsun” demiş ve bunu daha önce hiç kimse için söylememiştir. Ben ilk
müslümanların beşincisiyim ve buna rağmen Esedoğulları benim namazı iyi
kıldırmadığımı ve avcılıkla oyalandığımı zanneder.[295]
Bu
tahkikat neticesinde Sa’d’ın suçsuz olduğu anlaşılmıştır. Bu hükmün
verilmesinde, olayı yerinde değerlendiren Muhammed b. Mesleme’nin kanaatlerini
bildirmiş olmasının büyük etkisi olduğunu düşünüyoruz. Hz. Ömer’in, hem
istişareye önem vermesi, hem de Muhammed’in halkın çoğunun validen razı
olduğunu ancak bir grubun şikayetçi olduğunu belirtmesi kararı yönlendirmiştir.
Sa’d
bu davadan sonra Kûfe valiliğinde kalmadığını, ancak onu Hz. Ömer’in azil mi
ettiği[296] yoksa
kendisinin mi görevi terk ettiği hususunda iki ayrı görüş vardır.[297]
Hz.
Ömer’in hilafeti döneminde Muhammed b. Mesleme’nin baktığı davalardan bir
diğeri, 20/640 yılında Amr b. el-Âs’ın malvarlığı sayımı olmuştur. [298] Olay
şu şekilde gerçekleşmiştir:
Hz.
Ömer ile Mısır valisi Amr b. el-Âs arasında bir gerginlik vardı. Sebebi, Amr’ın
Mısır’a vali olduktan sonra elde etmiş olduğu zenginlikti. Buna Amr’ın
Mısır’dan aldığı haraçların harcanma şekli de eklenince, Hz. Ömer ile Amr
arasındaki gerginlik hat safhaya ulaşmıştı. Mısır’daki kamu hizmetlerinin
ıslahı için Amr b. el-Âs akıllı ve şuurlu bir politika takip ediyordu. Halktan
aldığı cizyeyi ve haracı halkın ihtiyaç duyduğu; kanalların hafriyatına,
köprülerin yapılmasına, büyük yapıların inşa edilmesine ve adalar arasındaki
ulaşımın sağlanmasına harcıyor, geri kalanı ise Medine’ye, mü’minlerin emirine
gönderiyordu. Halifenin Arap yarımadasındaki politikasını uygulayabilmesi için
paraya ihtiyaç duyduğu bir zamanda Amr’dan ısrarla haracın tamamını
göndermesini istiyordu.[299] İkisi
arasında sert mesajlar içeren mektuplaşmalar vardı.[300]
Hz.
Ömer, mektuplarından birinde “Mısır valiliğine atandığında şimdiki sahip
olmadığın hayvanlara, hizmetçilere, eşyalara ve değerli tabaklara kavuştun.
Valiliğinden önce bunlar yoktu” demiş, Amr buna cevaben “Bizim topraklarımız
ekin ekilen, ziraata bir hayli elverişli topraklardır. Bundan dolayı muhtaç
olduğumuzdan çok daha fazlasını kazanmaktayız” demişti. Halife’nin Amr’a cevabı
ağır oldu: “Kötü valiler hakkında yeteri kadar tecrübeye sahibim. Bu
mektupların beni endişeye düşürdü. Bu mektup doğru yolun kendisini huzursuz
ettiği bir kimsenin yoludur. Senin hakkında şüphelerim vardır. Bundan dolayı
Muhammed b. Mesleme’yi mal varlığını tespit edip, sayması için gönderiyorum. O
ne ararsa gözünün önüne koy. Senden ne isterse ona ver. Sana katı davranacağı
için onu mazur gör. Çünkü o gizli olan her şeyi açığa çıkartıp keşfetmekle
görevlidir.”[301]
Hz.
Ömer Muhammed b. Mesleme’ye çok güvendiği için[302]
onu göndermeye karar vermiştir.
Muhammed
b. Mesleme Amr b. el-Âs’ın yanına geldiğinde çok çeşitli yemeklerle donatılmış
bir sofra buldu. Amr bu sofrayı daha önceden onun için hazırlamıştı. Fakat
Muhammed b. Mesleme önüne konulan bu yemekleri yemedi, içeceklerden içmedi.
Amr:
-
Ya
Muhammed! Bunlar haram mıdır? Niçin yemiyorsun? diye sorduğunda
-
Eğer
misafir olarak gelseydim bu yemeklerden yerdim. Ancak bu yemekler şüpheli
yiyeceklerdir. Vallahi senin ikram ettiklerini ne yerim, ne içerim cevabını
verdi. Daha sonra:
-
Senin
mülkiyetinde ne varsa yaz. Mallarının tamamını açıkla! dedi
Muhammed
b. Mesleme Amr’ın bütün malvarlığını yazdı. Hatta ayakkabısını bile çıkardı. Amr
b. el-Âs’ın ayakkabılarından birini aldı, diğerini bıraktı. Bunun üzerine Amr
kendisine yapılan bu uygulamaya kızarak:
-
Ey
Muhammed b. Mesleme! Ömer b. el-Hattâb’ın bize bu kötü muamele yapıldığı zaman
çok kötü bir devirdir. Allah’a yemin olsun ki ben Hattâb ile oğlu Ömer’in
sırtlarında, başlarında odun taşıdıkları zamanı biliyorum. O zamanlar onların
giydikleri şey, adi kumaştan yapılmış bir elbiseydi. O kadar kısaydı ki
topuklarına kadar bile uzanamıyordu. Oysa o zamanlar benim babam düğmeleri
altından olan ipekli elbiseler giyiyordu.”
Bunun
üzerine Muhammed b. Mesleme Amr’a:
-
Sus!
Allah’a yemin ederim ki Ömer senden daha hayırlıdır. Senin baban ve onun babası
cehennemliktir. Eğer onun zamanı olmasaydı keçilerinin sayısının çoğalması seni
mutlu eder, keçilerinin sayılarının azalması ise seni üzer olacaktı.
Amr,
söylediklerinin yanlış olduğunu anlamış olacak ki:
-
Ya
Muhammed! Konuştuklarımız meclisimizde Allah’ın emanetidir, diyerek
söylediklerini Hz. Ömer’e iletmemesini rica etmiş, Muhammed b. Mesleme de:
-
Vallahi
Ömer hayatta olduğu müddetçe ona hiçbirşey söylemeyeceğim diyerek söz
vermiştir.[303]
Belâzûrî’nin
kaydettiği rivâyete göre Amr, Hz. Ömer’den İbn Hantame diyerek bahsetmiştir.[304] Hantame
Hz. Ömer’in annesinin ismidir. [305]
Ayrıca
cahiliye adetlerinde insanlar soylarıyla, babalarının üstünlüğüyle övünürlerdi.
Kavimlerinin kalabalık olması insanlara onur verirdi, ancak İslam’da üstünlüğün
takvada olduğu[306],
kabirlerde kavimlerinin kalabalık olması ile övünülmemesi gerektiği[307] ısrarla
vurgulanır. Amr’ın kendi babasını Hz. Ömer’in babasıyla mukayese etmesi aradan
yıllar geçmiş olmasına rağmen hâlâ babasını zihninde canlı bir şekilde
yaşattığını ve babasına hayranlığının devam ettiğini göstermektedir. Anlaşılan
o ki Amr, hayatının sonraki dönemlerinde cahiliye anlayışının tesirinden
kurtulamadığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.[308]
Muhammed b. Mesleme cahiliye sözlerini eden Amr’ın bu yanlış davranışını
gizlemiştir.
Muhammed
b. Mesleme böylece Amr b. el-Âs’ın malvarlığını inceleyip, kazancını
harcamalarını değerlendirerek Halife’nin kendisine verdiği görevi eksiksiz ifa
etti. Amr’ın mallarını ayırdı.[309] Hz.
Ömer, emir buyurduğu için istediği şekliyle yapılmasını sever, böyle yapanları
da takdir ederdi. Muhammed b. Mesleme de Hz. Ömer’in ülkedeki gizli işlerin
ortaya çıkarılması için tam olarak yukarıda zikredildiği üzere çalışan bir
kimse idi.[310]
Mahmûd
Şît Hattâb bu olayı değerlendirerek Muhammed b. Mesleme hakkında şöyle bir
yorumda bulunur: “Amr b. el-Âs’a karşı olan tavrına bakarak Muhammed b.
Mesleme’nin iffetinin zekasının ne kadar keskin olduğunu, temiz ruhluluğunu,
şahsiyetinin kuvvetini, kişiliğinin güvenilir olduğunu, kendisine buyrulan
işlere sımsıkı sarılarak, o görevi ifa etmedeki kararlılığını ve Hz. Ömer’in
hudud dışındaki maslahatlarını uygulamada Muhammed b. Mesleme’ye olan güvenini
anlayabiliriz. O işlerinde yolsuzluk-itaatsizlik edenlerin hesabını görmede
asla yumuşaklık göstermezdi. Her zaman doğru bildiğini söylerdi. Kendisine
güvenirdi. Güven veren uygulamaları, ihlâsı, itikadına bağlılığı; imanın meyvesi
olan bir adamdı.”[311]
Tahkikat
neticesinde Hz. Ömer, Said bölgesini ayrı bir vilayet haline getirmiştir.
Valiliğine de Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serhi getirmiştir.[312]
Muhammed b. Mesleme’nin Amr’ın Hz. Ömer hakkındaki sözlerini halifeye
söylediğine ya da söylemediğine dair bir bilgiye rastlayamadık. Kanaatimizce
Muhammed bu sözü Hz. Ömer hayattayken bir sır olarak saklamıştır. Zira söylemiş
olsa idi Halife’nin cahili adetlerden kendisini kurtaramamış bir valiye
görevine devam etmesine müsaade imkanı sağlamayacağı kesindir. Ayrıca Mısır
üzerinde etkin reformlar yapan, iyi çalışan bir vali ile İslâm devletini
yönetmede takvadan ayrılmayan bir halife arasında laf taşımak bu iki sahabenin
söz dalaşına girmesine neden olacaktı. Muhammed b. Mesleme kuşkusuz böyle bir
hadisede devletin ve milletin zararı olacağını düşünerek bu sırrı saklamıştır.
Hz.
Ömer valileri teftişte her zaman Muhammed b. Mesleme’yi görevlendirdi. Ona
güveni tamdı. Şüphe yok ki, Muhammed b. Mesleme’nin şikayetleri alenen
dinlemesinde, kimseden çekinmemesinde, herkesin de korkusuz olarak
şikayetlerini ona anlatmasında, Hz. Ömer’in nufûzunun da etkisi inkar
edilemeyecektir.[313]
Müfettişlik
müessesesi bir devlet nizamı için vazgeçilmez bir unsurdur. Yöneticiler
ellerinin altındaki valileri ve memurları teftiş etmelidir. Halife’nin ve
memleketin kurtuluşu da yıkılışı da daima denetmenlere bağlı bulunduğundan,
denetmenler, müfettişler namuslu ve ileri görüşlü olursa memleket imar gördüğü
gibi ordu ve halk da durumdan memnun olur. Huzur içinde yaşanılır. Halife de
bundan mutluluk duyar. Eğer denetmenler veya valiler karışık işler çevirirse
memlekette karışıklık doğar. Halife de devletin yönetiminde sıkıntı duyar,
zorlanır.[314] Muhammed
b. Mesleme bu müessesenin sorumluluğunu hakkıyla taşıyabilen bir kimse idi.
Hz.
Ömer döneminde Muhammed b. Mesleme’nin bir diğer görevi de zekat âmilliğidir.
Hakkında çok fazla bilgi bulamadığımız bir konudur. Ancak zikredildiğine göre
Muhammed b. Mesleme Cüheyne kabilesine zekatlarını toplama görevi ile
gitmiştir.[315]
Hz.
Osman’ın hilafet dönemi ikiye ayrılır. İlk altı yıllık dönem sükûnet, iyi
idare; son altı yıllık dönem ayrılık ve kargaşa dönemidir.[316]
Muhammed b. Mesleme’nin ilk altı yıllık dönemde herhangi bir icraatına tarih
kaynaklarında rastlayamadık. Ancak Hz. Ömer döneminde önemli görevler icra
etmiş bir kişinin fikirlerinden Hz. Osman’ın da istifade ettiği, toplantılarda
görüşlerini dinlediğini söylememiz mümkün olabilir.
Tarih
kaynaklarında, karışıklık döneminde Hz. Osman’ın şehid edilmesine varan üzücü
olaylar dizesinde Muhammed b. Mesleme’nin isyancılarla olan diyalogları dikkat
çekicidir.
Hz.
Osman döneminin sonlarındaki karışıklıklar vilayetlerdeki halkın
huzursuzlukları ile başladı. Medine’den uzak olan Mısır, Basra, Kûfe gibi
vilayetlerde bir takım olayların yaşandığına dair mektuplar halkın elinde
dolaşıyordu. Her şehir halkı, diğer şehirlerde birçok huzursuzluk yaşandığına
dair mektuplarla haberler alıyor ve kendi şehirlerinin afiyette olduğuna memnun
oluyordu. Tüm bu gelişmeler Medine’ye kadar ulaştı. Medineliler durumun Hz.
Osman’a bildirilmesini istediler. Hz. Osman merkezden uzakta kalan şehirlerdeki
halkın durumunun iyi olduğuna dair bilgiler aldığını söyledi içlerinde Muhammed
b. Mesleme’nin de bulunduğu topluluğu:
-
Sizler
benim istişarede akıl danıştığım ortaklarım, mü’minlerinde şahitlerisiniz. Bana
tavsiyede bulunun. Ben de uygulayayım dedi. Onlar da:
-
Bizim
tavsiyemiz en güvendiğin adamlarından seç ve şehirlerdeki durumu araştırmak
üzere gönder. Onlar şehirlerdeki durumu araştırsınlar dediler.
Bunun
üzerine Hz. Osman Üsâme b. Zeyd, Ammâr b. Yâsir ve Muhammed b. Mesleme’yi
çağırdı. Ammâr’ı Mısır’a, Üsâme’yi Basra’ya, Abdullah b. Ömer’i Şam’a,
Muhammed’i de Kûfe’ye gönderdi. Ammâr b. Yâsir hariç hepsi geri döndü. Bütün
görevliler Hz. Osman’a:
-
Biz
buralarda münker olan bir şey görmediğimiz gibi oralardaki müslümanların ileri
gelenlerinin ve halkın hoşuna gitmeyen bir şey de tespit edemedik cevabını
verdiler.[317]
Mahmûd
Şît Hattâb Muhammed b. Mesleme’nin Kûfe’ye gönderilmesi hususunda şu yorumu
yapar: “Muhammed, Hz. Ömer’in olduğu kadar Hz. Osman’ın da güvendiği bir
insandı. Hz. Osman Hz. Peygamber’in en güvendiği insanlardan biri olan
Muhammed’i, İnsanların sıkıntılarını ve emellerini bildirmesi için İslâmiyet’te
gedik açabilecek en tehlikeli yere, Kûfe’ye gönderdi.”[318]
Hz. Osman’ın Muhammed’i Kûfe’ye göndermesindeki bir diğer nedenin, Sa’d b. Ebî
Vakkâs’ı teftiş ederken gösterdiği başarı ve halkı az çok tanıyor olmasının da
etkisi olabileceği kanaatindeyiz.
Daha
sonra Hz. Osman şehirlerde sıkıntıların olmadığını, haberlerin asılsız olduğunu
bildiren mektuplar yazdırıp şehirlere gönderdi.[319]
Bundan
sonra Hz. Osman valileri çağırmış bu karmaşayı onlarla da konuşmuştu. Valiler
şehirlerine döndükten sonra bu şehirlerde halktan bazıları Hz. Osman’a isyan
hususunda anlaşarak Medine’ye doğru yola koyuldular.[320]
Mısır, Basra ve Kûfe’den müteşekkil bu gruplar hacca gittiklerini
söylüyorlardı.[321] Medine
yakınlarına gelip konakladılar.[322] Daha
sonra Medine içine girmişlerdi. Bu sırada Hz. Osman Mescid-i Nebevî’de namaz
kıldırmış minberde konuşma yapmaktaydı. Hz. Osman mescide giren bu kalabalığı
görünce:
“Ey
Yabancılar! Allah’tan korkun, Allah’tan. Allah’a yemin ederim ki Medine halkı
sizin Hz. Muhammed’in diliyle lanetlendiğinizi bilir. Hatalarınızı doğrulukla
giderin.[323]
İyilikler yapın ki kötülükleriniz silinsin”[324]
diye bağırmıştı. Muhammed b. Mesleme ayağa kalkıp:
-
Vallahi ben Hz. Muhammed’in bunları lanetlediğine şahadet ederim diyerek Hz.
Osman’ı onaylamıştı. Hakîm b. Cebele Muhammed b. Mesleme’yi zorla yerine oturttu.[325] Bundan
sonra Zeyd b. Sâbit ayağa kalkıp bir şeyler söylemek istediyse de[326] meydana
gelen kargaşa da isyancılar ayağa kalkıp müslümanları mescidin içinde
sıkıştırdılar. Hz. Osman taşlandı. Bu arbede sırasında Hz. Osman bayıldı ve
evine taşındı.[327]
Hz. Osman isyancıların bu denli
kızgınlığı karşısında Muhammed b. Mesleme’den yardım istedi.[328]
Muhammed, isyancı grubun konakladığı yere gitti. Onları yatıştırmak ve
şehirlerine geri dönmeye ikna etmekle görevliydi. Hz. Ali ve Muhammed b.
Mesleme’nin de bulunduğu ensardan ve muhâcirden 30 kişinin bu isyancı gruba
giderek onlarla konuştuğuna dair bilgiler kaynaklarda zikredilir.[329]
İsyancı
grubun içinde Hz. Ali’ye sempatisi olanların sayısının fazlalığı düşünülürse[330], onları
ikna etmede Hz. Ali’nin daha etkin olacağı bir hakikattir. Ayrıca Hz. Ali’nin
Hz. Osman’ı siyasî tercihlerini yaparken birçok konuda eleştiriyor olması[331] Bu otuz
kişilik grubun sözcülüğünü Hz. Ali’nin yaptığını gösterir. Ancak burada
yalnızca Hz. Ali değil, diğer sahabi de söze girmiş olmalıdır.
Neticede
Hz. Ali ve içlerinde Muhammed b. Mesleme’nin de bulunduğu muhâcir ve ensardan
otuz kişilik bir toplulukla isyancı grubun yanına gitti.[332]
Gitmeden önce Hz. Ali, kendisine uymadığından dolayı serzenişte bulununca[333] Hz.
Osman:
-
Sana
tâbiyim diyerek Hz. Ali’ye uyacağına söz verdi.[334]
Otuz
kişilik grup Mısırlılar’ın konakladığı yere geldi. Hz. Ali ve Muhammed b.
Mesleme, burada isyancı grupla, onların sıkıntılarına ve bu sıkıntılarının
çözümüne dair konuştular. Onları geri dönmeye ikna ettiler. Mısırlılar’ın
lideri Abdurrahman İbn Udeys son olarak Muhammed b. Mesleme’ye:
-
Bize
bir tavsiyen var mı diye sordu. Muhammed:
-
Evet.
Allah’tan korkmanı seninle birlikte buraya gelen kimseleri alıp götürmeni ve
onlara imamımız Osmân b. Affân’dan uzak tutmanı isterim. Çünkü Osman b. Affân
bundan sonra bize yaptıklarından geri döneceğine ve bizim söylediklerimize
uyacağına dair söz vermiştir” dedi. Abdurrahman İbn Udeys bunun üzerine :
-
Evet,
senin bu söylediklerini inşallah yerine getireceğim, demiştir. İsyancılar bu
konuşmadan sonra memleketlerine geri dönmeye başladılar. Hz. Ali ve Muhammed b.
Mesleme Hz. Osman’ın yanına giderek isyancılarla aralarındaki diyalogu
anlatmış, onları geri döndürmeye ikna ettiklerini bildirmişlerdir.[335]
Fakat
isyancıların şehri terk etmeleri uzun sürmedi.[336]
Tâhâ Hüseyin’in anlatımına göre; Hz. Osman isyancıların geri döndüklerini
gördüğünde Hz. Ali’ye onlarla konuşması için ricada bulundu. Ancak Hz. Ali bu
teklifi kabul etmeyerek oradan ayrıldı. Bunun üzerine Hz. Osman Muhammed b.
Mesleme’den onlarla konuşmasını istedi. Muhammed:
-
Ben bir
konuda iki kez yalan söylemem. Bir kez yalancı çıktığım bir hususta ikinci kez
yalana başvurmam diyerek sert bir dille Hz. Osman’ı reddetti.[337]
Tâhâ
Hüseyin’in ifade ettiği bu rivâyeti kabul etmek pek mümkün gözükmemektedir.
Muhammed Hz. Osman’ın bazı konularda yanlış davrandığını biliyordu. Gelen
isyancıların şikayetlerine ve problemlerinin çözümünün nasıl olabileceğine de
vakıftı. Bundan dolayı ara ara Hz. Osman’ı uyarmıştır.[338]
İsyancıların neden geri döndüklerini henüz öğrenmemişken böylesine sert
bir tavır takınması pek makul gözükmemektedir. Ayrıca Hz. Ebû Bekir’e, Hz.
Ömer’e olan bağlılığını daha önce ortaya koymuştuk. Bununla beraber Tâhâ
Hüseyin’in bu rivâyetine İslâm Târihi kaynaklarında rastlayamamış olduğumuzu,
Muhammed’in isyancılarla olan diyaloglarında sulhü sağlamak üzere yaptığı
konuşmaları dikkate aldığımızda[339]
Muhammed’in Hz. Osman’a karşı olan bu tutumu takındığını söylemek imkansızdır.
Hatta Muhammed’in, Hz. Osman’ın ölümüyle birlikte seçtiği yaşam biçimi de Tâhâ
Hüseyin’in bu rivayetini yalanlar mahiyettedir.
İsyancıların
Medine’ye bu ikinci gelişlerinde karşılarına ilk çıkan Muhammed b. Mesleme
oldu. Muhammed onlara neden geldiklerini sorduğunda onlar Muhammed’e kurşundan
bir boruya sokulmuş mektubu göstererek şöyle dediler:
-
Biz
Osman’ın kölesini el-Buveyb denilen yerde zekat develerinden birine binmiş
olarak gidiyorken gördük. Onun üzerini ve yanındaki eşyalarını aradığımızda bu
kağıdı bulduk. Bu mektupta Abdurrahman b. Udeys, Amr b. Hamıg ve Urve b. en-Nübâ’ın
kırbaçlanmalarını, hapsedilmelerini ve saçlarıyla sakallarının kesilmesi ve
bazılarımızın idam edilmelerimizi emrediyordu” dediler.[340]
Mektubu Muhammed b. Mesleme’nin eline verdiler.[341]
Mısırlılar kızgın bir şekilde döndüren olay bu idi.[342]
İsyancı grup:
-
Hz. Ali
ile konuşmuştuk. Hz. Osman ile konuşacağına bize söz vermişti. Ayrıca Sa’d b.
Ebî Vakkâs ve Saîd b. Zeyd ile konuştuğumuzda onlar bize “Biz bu işe girmeyiz”
demişlerdi diye Muhammed b. Mesleme’ye haber yolladılar. Muhammed’in Hz. Ali’yi
de yanına alarak Hz. Osman yanına gelmelerini istediler. Muhammed b. Mesleme bu
konuda söz verdi. Muhammed, Hz. Ali ile beraber Hz. Osman’ın yanına gitti.
Amacı isyancı grup ile görüşmek idi. Hz. Osman’ın görüşmesini sağlamaktı. Hz.
Osman’ın yanına geldiğinde Mervan b. el-Hakem de vardı. Mervan:
-
Bırak
onlarla ben konuşayım deyince, Hz. Osman:
-
Sus ey
ağzı yamulasıca: Senin bu işle ne alakan var. Çık git buradan dedi. Hz. Ali ve
Muhammed, Hz. Osman’a mektup hadisesini anlattı. Hz. Osman:
-
Allah
adına yemin ederim ki bu mektupla hiçbir ilgim ve bilgim yok, dedi. Bu söz
üzerine Muhammed b. Mesleme:
-
Doğru
söylüyor diyerek Hz. Osman’ı onayladı ve ekledi: Bu Mervan’ın çevirdiği bir
iştir. [343]
Muhammed, Hz. Osman’a isyancı halk ile görüşmesi gerektiğini söyledi. İsyancı
gruptan bazıları Hz. Osman’ın evine girdiler. İçeri girerlerken selam
vermemeleri, kötü bir niyetle girdikleri izlenimi vermişti. Mısırlılar:
-
Biz
Mısır’dan buraya seni öldürmek için geldik. Ancak Hz. Ali ve Muhammed b.
Mesleme bazı konularda bize garanti verdiler. Taahhüdlerde bulundular ve bizi
geri dönmeye ikna ettiler. Ayrılığa düşülmesine engel oldular. Konuştuğumuz her
konuda da bize ikna edici sözler söylediler. Biz memleketimize dönerken yolda
kölenle karşılaştık. Üzerinde senin mührünle mühürlenmiş mektubu bulduk. Bu
mektupla Abdullah b. Sa’d’ın bize dayak atmasını, bir sürü işkenceden sonra
bizi uzun müddet hapsetmesini emrediyordun.
Hz.
Osman; Allah’a yemin ederek böyle bir mektup yazmadığını, bu sözlerden ve işten
haberi olmadığını söyleyince Hz. Ali ve Muhammed b. Mesleme
-
Hz. Osman doğru söylüyor dediler.[344]
Bu grupla Hz. Osman arasındaki diyalog devam etmiş, Hz. Ali ve Muhammed b.
Mesleme susarak dinlemişlerdir. Bundan sonra isyancı grup Hz. Osman’ın evini
muhasara altına almıştır.[345]
Bu
muhasara Hz. Osman’ın şehid edilmesiyle son bulmuştur.[346]
Bu arada yalnızca Mısır halkı değil Kûfe ve Basra halkı da dönmüşlerdi.[347]
Görüldüğü
üzere Muhammed b. Mesleme Hz. Osman dönemi karışıklıklarında barıştan yana
olmuştur. Hz. Osman’ı koruyabilmek için canla başla mücadele etmiştir.
İsyancılarla yüzyüze konuşmuş onların çok çeşitli konulardaki şikayetlerini
dinlemiştir. Bununla beraber halifeye olan güveni ve bağlılığı tamdı. Hz. Ali
ile birlikte isyancıların dertlerini dinlemiş, kaosu değil barışı ve huzuru
sağlamak için çalışılmıştır.
Muhammed
b. Mesleme’nin isyancıların problemlerini çözmeye yönelik girişimlerinde Adnan
Demircan’ın o döneme ait halkı isyana sürükleyen nedenlere genel bir bakışı
mahiyetindeki yorumunu burada belirtmeyi uygun görüyoruz:
“İslam
dünyasının karşımasından medet uman, bunun için çalışan pek çok kısmının
mevcudiyeti inkar edilemez. Bizatihi bu insanların yaydıkları haber ve
söylentilerin fitnenin gelişmesinde önemli bir etkisi vardır. O günkü toplumda
fitneyi körükleyen kişi yada kişilerin bulunduğunu kabul etmekle birlikte,
sosyal değişim, şehirleşmenin doğurduğu sorunlar, yeni gelişmelerle birlikte
ortaya çıkan ekonomik problemler, valilerin politikaları, fetihlerin durması da
önemli etkenlerdir.”[348]
Muhammed
b. Mesleme tüm bu problemleri en yakından gören bir sahabi olarak karşımıza
çıkmaktadır. Vilayetlerden şikayetlerin ilk geldiği dönemde, en karmaşık
şehirlerden biri olan Kûfe’yi denetlemeye gitmişti.
Muhammed
b. Mesleme’nin fitnenin oluşmaması için elinden geleni yaptığını
söyleyebiliriz. İsyancıların karşısında hakkı söylemek için özel bir
kahramanlık çabası göstermiştir. Özellikle Mescid-i Nebevî’de Hz. Osman, Hz.
Peygamber’den isyancıların lanetlenmiş olduğuna dair hadisini rivâyet ettiğinde
onu tasdik etmişti. Hz. Osman’a isyancılar, minberdeyken saldırıda bulunmuş ve
onun bilincini yitirmesine neden olmuşlardı. Saldırganlığın böylesine alenen
ortaya konduğu dönemlerde bile Muhammed b. Mesleme hiçbir zaman hakkı
söylemekten geri durmamış, isyancıların saldırılarından asla korkmamıştı. Hz. Osman’a
da isyancılara da yaptıkları yanlışları düzeltmeleri için nasihatlerde
bulunmuştu. “Böylesine mücadele etmesine karşın, ortaya çıkan bu fitne Muhammed
b. Mesleme’nin ve onun gibi diğer tüm sadık müslümanların çabalarından daha
güçlüydü. Bu isyancı grubun maharetiyle fitneyi yöneten gizli eller
müslümanların hayrını ve iyiliğini istemiyordu. Bu olaydan sonra fetihler durdu
ve ülkenin tamamını kasıp kavuran fitne ortaya çıktı. Böylece müslümanların
kılıcı birbirinin üstüne oldu.”[349]
Hz. Ali’ye Bey’at Etmemesi
Hz.
Osman’ın Hz. Peygamber’in şehri Medine’de öldürülmesi, içlerinde Muhammed b.
Mesleme’nin de bulunduğu birçok sahabeyi üzdü. İslâm tarihindeki bu olay dinmek
bilmeyen acıları doğuran bir etki yarattı.
36/656’da
Hz. Ali’ye bey’at edildi.[350] Hz.
Ali’ye bey’at konusundaki sancılı süreçten burada konumuzla alakası olmadığı
için bahsetmeyeceğiz.
Ensardan çok küçük bir grup hariç
Medineliler’in çoğu Hz. Ali’ye bey’at etti. Muhammed b. Mesleme bey’at etmeyen
grubun içerisindeydi.[351]
İbn
Kesîr’in Vâkıdî’den aldığı bir rivâyette Hz. Ali’ye yedi kişinin bey’at
etmediğini[352] ensardan
Hz. Ali’ye bey’at etmeyen kimsenin olmadığını bildirir.[353]
Bu rivâyetin doğruluğunu kabul etmek makul gözükmemektedir. Zira İslâm Tarihi
kaynaklarının bir çoğu Muhammed b. Mesleme’nin Ali’ye bey’at etmediğini, Hz.
Ali-Muâviye arasındaki hiçbir mücadeleye katılmadığını zikreder.[354] Oysa
Muhammed b. Mesleme’nin hilafete olan bağlığını, Hz. Osman ve Hz. Ömer
dönemlerindeki görevlerini ifa etmede ortaya koymuştuk. Hz. Ali’ye bey’at etmiş
olsa idi, bu bey’atın gereği olarak Hz. Ali’nin hilafetine karşı çıkanlarla
yapılacak mücadelede Hz. Ali’nin safında olması gerekirdi.
Hz.
Ali’nin iktidara geldiği sırada İslâm dünyasında çok gergin bir ortam vardı.
Böyle bir ortamda sağlıklı bir irade zordu. Herkesi memnun etmek imkansızdı.
Öte yandan müslümanların liderinin ani olarak müslüman bir grup tarafından
öldürülmesi toplumu germişti.[355]
Böyle
bir ortamda bey’at etmeyenlerin kendilerine göre sebepleri vardı. Muhammed b.
Mesleme’nin gerekçesi Hz. Osman’ın öldürülmesi hadisesinde hem isyancı grubun
sosyo-ekonomik sıkıntılarını bilerek onlara hak vermesi hem de Hz. Osman’ı
yakından tanıdığı için hiçbir halifenin güç yetiremeyeceği bazı belirsiz
hadiselerin çözümünün olamayacağını anlamasıdır. “Toplumu yönlendiren
problemler artık devletin idari gücünden çıkmıştı. Muhammed b. Mesleme İslâm
dünyasında sonu gelmeyecek ayrılık tohumlarının atılmışlığını kestirmiş
olmalıydı. Hz. Ali’ye bey’at etmediği gibi bir başka gruba da taraftar olmadı.
Hz. Osman taraftarı olduğu halde, sahabenin ileri gelenlerinden bir sima olan
Muhammed b. Mesleme’nin hiçbir yöne meyyal olmaması hata olarak da
değerlendirilebilir. Oysa onun Hz. Osman’dan maddi-manevi hiçbir menfaati
yoktu. Hatta yakından uzaktan böyle bir ithamda bile bulunulmadı kendisine. Ona
göre Hz. Osman şer’î düzenin devamı için üstün bir kimseydi. Dolayısıyla Hz.
Osman’ı savunurken aslında şer’î düzeni İslâmın güzel örneklerini, hanif dinin
ilkelerini savunuyor, müslümanların saflarını ayırarak fitne hareketlerinden
korkuyordu. Hz. Osman’ın öldürülmesiyle fitnenin önünün açıldığını anlamış
olmalıydı. Öngördüğü üzere oralarda meydana gelen ve İslâm tarihinin
sayfalarında yer alan üzücü hadiselerde, (Cemel-Sıffîn) binlerce müslüman,
kılıçlarını birbirlerine doğrultmuştu. Muhammed’in ise bu fitneden uzak
kalmaktan başka çaresi yoktu.”[356] Muhammed b. Mesleme Cemel’e ve
Sıffin’e katılmamıştır.[357] Sa’d b.
Ebî Vakkâs, Abdullah b. Ömer de Muhammed b. Mesleme gibi hiçbir tarafa bey’at
etmeyen sahabidendi.[358]
Sahabenin önde gelen bu simaları Hz.
Ali’nin ve Muâviye’nin kendi saflarına çekme çabaları olmuştur. Hz. Ali, Ammâr b. Yâsir’i Sa’d’a
göndermiştir. Ammâr b. Yâsir Sa’d’ı Hz. Ali’ye bey’at etmesi üzerine ikna etmek
amacıyla gittiğinde Sa’d bey’ati reddetmiştir. Bundan sonra Ammâr Muhammed b.
Mesleme’ye gitmiştir.[359]
Sadece İbn Kuteybe’ye nispet edilen el-İmâme ve’s-Siyâse adlı eserin kaydettiği
bir rivâyete göre Ammâr b. Yâsir ile Muhammed b. Mesleme arasında şöyle bir
diyalog geçmiştir. Ammar, Muhammed’i Hz. Ali’ye bey’ate davet ettiğinde
Muhammed:
-
Merhabâ ey Eba’l-Yakzân! Seninle benim
aramda bir anlaşmazlık var. Allah’a yemin ederim ki Allah Rasûlü’nden yanımda
bir haber olmasaydı Hz. Ali’ye bey’at ederdim. Eğer insanların hepsi onunla
olsaydı ben de onunla olurdum. Fakat şu var ki benim bu tavrım Rasûlullâh’ın
bir emridir, dedi. Ammâr:
-
Nasıl bir emirdir? diye sorunca
Muhammed:
-
Müslümanları, namaz kılanları
birbiriyle savaşırken gördüğünde, derken Ammâr Muhammed’in sözünü keserek:
-
Müslümanları birbiriyle savaşırken
göremezsin. Sen, Hz. Peygamber’in “Namaz kılanları birbiriyle savaşırken
gördüğünde” diye söylediğinden bahsediyorsun. Peki bu sözü senden başka işiten
yok! Sen bu sözü söyleyen tek kişisin. Allah Rasûlü’nün Veda Haccı’nda
söylediği “mallarınız canlarınız kanlarınız ölünceye kadar birbirinize
haramdır” sözünün dışında bir başka söz mü söylüyorsun? Sen bu sözünün (rivâyet
ettiğin fitne hadisinin) doğru olduğunu söylüyorsun. Oysa bu Hz. Peygamber’in
diğer hadisine ters düşüyor, demiştir. Muhammed:
-
Yeter ey Ebâ’l-Yakzân! demiştir.
Ammâr Sa’d’a gitti. Sonra Hz. Ali’ye
dönüp olanları anlattı. Hz. Ali:
-
Onları bırak. Abdullah b. Ömer
zayıftır. Sa’d b. Ebî Vakkâs kıskançtır. Muhammed b. Mesleme’ye göre ise tek
günahım, kardeşini Hayber’de öldürmemdir.[360]
Muhammed
b. Mesleme bu döneme kadar İslâm’a büyük hizmetleri olan nüfuz sahibi bir
sahabi olduğu için Hz. Ali’nin onu kendi safına çekme gayretinde olması
doğaldır. Ammâr’ın Muhammed b. Mesleme’nin rivâyet ettiği fitneden uzak
durulması gerektiğine dair olan hadise itirazını Muâviye’nin mektubunu
değerlendirirken ifade edeceğiz. Hz. Ali’nin “kardeşini ben öldürdüm!”
demesi, Hayber’de Mahmûd b. Mesleme’yi şehid eden Yahudiler’in en güçlü
savaşçısı Merhâb’ı[361]
öldürmesini kastettiği açıktır. Kardeşini şehit eden Merhâb’ı kendisinin
öldürmesi isteğine karşın bu işin Hz. Ali’nin elinden çıktığına dair
Muhammed’in bir üzüntüsü olduğunu düşünmesinden kaynaklanmış olabilir. Hz.
Ali aynı zamanda Hz. Osman hayattayken meydana gelen karışıklıklarda Muhammed
ile birlikte hareket etmiştir. Bu ve benzeri yakınlıklarla aslında aralarında
sıkı bir dostluk olduğunu söyleyebiliriz. Hz. Ali böylesine yakın bir dostunun
kendisine bey’at etmiyor olmasına içerlemiş olarak bu sözleri sarf etmiş olduğu
kanaatindeyiz.
Böylesine
etkin bir nüfûza sahip bu sahabinin bey’atini almaya çalışan yalnız Hz. Ali
değildir. Muâviye b. Ebî Süfyân da Abdullah b. Ömer’e, Sa’d b. Ebî Vakkâs’a ve
Muhammed b. Mesleme’ye bey’at etmeleri yolunda mektuplar yazmıştır.[362] Sadece
el-İmâme ve’s-Siyâse adlı eserde geçen bir rivayete göre Muâviye b. Ebî Süfyân
Muhammed b. Mesleme’ye yazdığı mektupta:
“Sana,
bana bey’at edeceğini umuyor olduğum için şimdiye dek mektup yazmadım. Allah
sana büyük nimetler bahşetmiştir. Bu nimetler senin ensarın süvarilerinden
olman, muhâcirleri savaşa hazırlamalarını sağlayabilecek kadar savaştan
anlayabiliyor olmandır. Önceden hep böyle yapardın. Gerçekliğini ispatlayamayacağın bir işi, bir sözü
Rasûlullâh’a isnad ediyorsun. Bu iddian: Rasûlullâh’ın namaz kılanların ileri
de savaşacağına dair olan sözünü rivâyet etmendir. Ben namaz ehlilin
birbiriyle savaşmalarını engellememiş miydim? Ya da sen Hz. Osman ve ehl-i
beytin müslüman olmadığını mı düşünüyorsun. Senin ensar kavmin Allah’a isyan
etmiştir. Hz. Osman’ı yalnız bırakmıştır. Allah û Teala kıyamet gününde senden
ve onlardan bunun hesabını soracaktır” diye yazmıştır. Muhammed b. Mesleme bu
mektuba şöyle cevap vermiştir:
“Benim
elimdeki işin bir benzeri kendisine Rasûlulâh’tan bildirilmeyen bir kimsenin
elinden bu işler çığrından çıkmıştır. Bu işi bilmeyen kimse bu olaylara neden
olmuştur ve onu ilgilendirmez. Ben olacak olayları önceden haber verdim.
Kılıcımı kırdım evime çekildim. Sen, benim din hakkındaki görüşümden dolayı
dinimden şüpheleniyorsun. Çünkü benim için, emretmediğim ma’rûf, nehyetmediğim
münker sahih değildir. Allah’a yemin ederek söylüyorum ki sen, ey Muâviye! Dünyadan başka bir
şey talep etmedin. Hevandan başkasına talip olmadın. Eğer sen vefat ettiği
halde Hz. Osman’a yardım edeceksen, onu hayattayken yalnız bırakmışsın
demektir. Biz ve bizden önceki muhâcir ve ensar topluluğu doğruya daha layık
olanıyız.”[363]
Muâviye
b. Ebî Süfyân başarıya ulaşabilmesi için Medine halkının en büyük destek
olacağını biliyordu. Medine’ye gönderdiği mektuplarda “Amacının Hz. Osman’ın
katillerini bulmak olduğunu, hilafette gözlerinin olmadığını” söylüyordu.[364] Hz.
Muâviye, Muhammed’i kendi safına katmak için mektubunda bazı serzenişlerde
bulunmuştur. Öncelikle onun savaşçı kimliğinin neden bu dönemde Hz. Osman’ın
katillerini bulmak için ön plana çıkmadığını vurgulamıştır. Ardından
Muhammed’in rivâyet ettiği hadisin dini bir temeli olmadığını vurgulamıştır.
Bundan da anlaşılıyor ki Muâviye ile Muhammed arasında bu mektuplardan daha
önce de haberleşmeler gerçekleşmiştir. Ayrıca Muâviye Muhammed’in ve diğer tüm
Medine halkının Hz. Osman’ı yalnız bıraktığını iddia etmiştir. Şimdi bunları
değerlendirelim.
Birinci
mesele Muhammed’in Hz. Osman’ı yalnız bıraktığı yönünde bir ihtimaldir ki,
gerçeklikten tamamen uzaktır. Zira çalışmamızın daha önceki sayfalarında da
ifade ettiğimiz gibi isyancıları geri dönmeye ikna etmek için gerekli çabayı
göstermiştir. Ayrıca olaylar bu raddeye varmadan önce de Hz. Osman’ı
uyarmıştır. İsyancılar şehre ilk geldiği zaman Hz. Osman’ın rivâyet ettiği
hadisi doğrulayan tek kişi olmuştur. Mektup hadisesi konuşulduğunda Hz. Osman’ın masum olduğunu, bu işin
Mervân b. el-Hakem’in başının altından çıktığını söylemiştir.
İkinci
mesele rivâyet edilen “fitneden uzak kalınması gerektiğine dair olan hadistir
ki, Ammâr b. Yâsir Muhammed b. Mesleme’nin Hz. Ali’ye bey’at etmesini sağlamak
amacıyla Muhammed’e geldiğinde de, böyle bir hadisin olmadığını söyleyerek,
Muhammed’i suçlamıştır. Namaz kılanların birbiriyle savaşamayacağına dair olan
delilleri ise Hz. Peygamber’in “Müslümanlar’ın kanı birbirine helal olmaz”
hadisidir. Hz. Peygamber bu hadisle Müslümanların birbiriyle savaşmayacağını
değil, savaşmasının doğru olmayacağını belirtmiştir. Diğer neden Kur’ân-ı
Kerim’de “Mü’minlerden iki grup birbiriyle savaştığında onlara engel olun,
sulhu sağlayın”[365] buyrulmuştur.
Anlaşılan o ki böyle bir hadisenin tasvip edilmese de vuku bulma ihtimali
vardır. Kanaatimizce Hz. Muâviye’nin bu suçlayıcı tavrının birkaç nedeni
olabilir. Bunlardan birincisi; Muhammed’i kendi saflarına çekebilmek için
kullanılan siyasî cümleler olarak değerlendirilebilir. İkinci neden olarak; Ne
Hz. Muâviye’nin ne de Hz. Ali’nin bu mücadelenin binlerce müslümanın kanına mal
olabileceğini hesap edememiş olmalarıdır. Muâviye’nin bu üzücü olaylar meydana
geldiğinde “Korktuğum başıma geldi diyerek” yanlış yaptığını ifade etmesi[366] ikinci
ihtimali daha geçerli kılıyor gözükmektedir.
Hadise
başka bir şahid olmadığının söylenmesi ise dikkat çekicidir. Hadis
kaynaklarında sadece bu konuyla ilgili açılmış bablar bulunmaktadır.[367] Bundan
dolayıdır ki sahabiden bazıları Hz. Ali-Muâviye arasındaki çatışmadan uzak
durmuş, hangisinin daha doğru olduğuna dair olan hükmü Yüce Allah’a havale
etmiştir. Bu, sahabinin büyüklerinin tavrı bazılarını da şüpheye düşürmüştür.[368]
Hz.
Osman’ın muhasarası ve şehîd olmasından sonra Hz. Ali halife seçildi. Muhammed
b. Mesleme Hz. Ali’ye bey’at etmeyerek Rebeze’ye[369]
gitti.[370] Rebeze’ye
ne zaman gittiğine dair kesin bir tarih veren herhangi bir rivâyet söz konusu
değildir.
Ancak
36/657’de Hz. Ali’ye bey’at edildiği sıralarda mı yoksa daha sonra mı gittiğine
dair İbnü’l-Esîr’de geçen bir rivâyete işaret etmek yararlı olacaktır.
Buna
göre Kâ’b b. Süver; Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm’ın Hz. Ali’ye
bey’atının cebren olup olmadığını araştırmak üzere Basra’dan Medine’ye gönderilmişti.
Kâ’b:
-
Ey Medineliler! Talha ve Zübeyr Hz. Ali’ye cebren mi rıza ile mi bey’at
ettiler? diye sorduğunda, Üsâme b. Zeyd:
-
O ikisi zorla bey’at ettirildi demişti.[371] O
sırada bir arbede çıkmıştı. Bu arbede de Muhammed b. Mesleme’nin de adı geçmektedir.
Muhammed, “Evet, o ikisi zorla bey’at ettirildi diye bağırmıştı.[372]
Anlaşılan
o ki Muhammed b. Mesleme Medine’yi hemen terk etmemiştir. Bir süre daha
kalmıştır. Ne kadar daha kaldığına dair bilgiler bulamasak da, kanaatimizce, bu
fitneler savaşlara yol açtığı esnada Muhammed b. Mesleme Rebeze’deydi.
Bu
dönemde Muhammed b. Mesleme odundan bir kılıç edinmiştir.[373]
Muhammed
b. Mesleme bu davranışını kendisine Hz. Peygamber’in vasiyet ettiğini şöyle
dile getirir:
“Hz. Peygamber bana bir kılıç verdi ve
bana şöyle dedi: Bu kılıçla müşrikleri öldür, müşriklerle savaş. Onlar seninle
savaştığı müddetçe de buna devam et. Fakat ümmetimden bazılarının bazıları ile
savaştığını görürsen Uhud’a git. Bu kılıcı Uhud’a vura vura kır. Sonra evine
çekil ve ölüm gelip seni buluncaya kadar evinde bekle.”[374]
Hz.
Peygamber’in bu vasiyetini yerine getirmiştir. Bu ve buna benzer rivâyetlere
kaynaklarda rastlamaktayız. Bir rivâyette de: “Hz. Peygamber bana bir kılıç
verdi ve dedi ki: -Ey Muhammed bununla Allah yolunda savaş. Müslümanların
birbirlerini öldürmeye başladığını gördüğünde bu kılıcını kırıncaya kadar vur.
Sonra dilini tut, avucunu yum. Sana ölüm gelinceye değin böyle kal. Denilen olunca yani Hz. Osman
öldürülüp insanların başına söylenilen işler gelince Muhammed b. Mesleme çöle
gitti ve kayboldu. Kılıcını bir kayaya vura vura kırdı.[375]
Muhammed,
Rasûlullâh’ın kendisine, fitne zuhur ettiğinde bu olaylardan uzak kalmasını
emrettiğini söylemiştir.[376] El-Hâkim’in Müstedrek isimli
eserinde bu rivâyet şöyle belirtilir: “Allah Rasûlü’ne sordum: Namaz kılanlar
ihtilafa düşerse ne yapayım? Bana dedi ki: - Kılıcını kır. Müslümanlara senin
elinden bir kötülük ulaşmasın. Ölüm sana gelinceye kadar evinde otur.”[377]
Bir
başka ifadeyle bu dönemde kabzası öd ağacından olan bir kılıç edinmiştir. Bunu evinin
duvarına asmış, kılıcı görenler sorduğunda: “Bu kılıcı korkutmak için astım”
demiştir.[378]
Muhammed
b. Mesleme’nin fitne karşısındaki bu tavrı Müslümanlar arasında da övgüyle
karşılanıyordu. Zubey’a b. Husayn es-Sa’lebî şöyle söyler: “Huzeyfe b. el-Yemân
ile oturmuş sohbet ediyorduk. Huzeyfe dedi ki: - Ben öyle bir adam biliyorum ki
fitne hadiseleri ona bulaşmamış ve ondan hiçbir şey eksiltmemiştir. Biz
sorduk:- Kimdir o adam? Huzeyfe dedi ki: - O, Muhammed b. Mesleme
el-Ensârî’dir.”[379]
Yine
Muhammed b. Mesleme Rebeze’de bir çadırda yaşarken ona, - Neden evini, barkını,
komşularını terk ettin diye sorulmuş, o da: - Ben şerrin kötülüğünü terk ettim,
bu karmaşa bitmedikçe de geri dönmeyeceğim cevabını vermiştir.[380]
Muhammed
b. Mesleme savaşçı kimliğiyle ön plana çıkan bir sahabidir. Bununla beraber
kılıcını asla bir müslümana kaldırmamıştır. Rebeze’de ömrünün sonuna kadar
kalmamıştır. Fitne döneminin kanlı, savaşlı geçen yıllarından sonra tekrar
Medine’ye dönmüştür.[381]
Kaynaklarda
Muhammed b. Mesleme’nin Medine’ye döndüğü tarihi belirten bir bilgiye
rastlayamadık. Anlaşılan o ki, Muhammed b. Mesleme Müslümanlar arasındaki
ihtilafın savaşlara sebep olduğu zamanlarda Medine’yi terk etmiş, savaşlar
bittiği zaman da tekrar Medine’ye dönmüştür.
III. BÖLÜM
MUHAMMED B. MESLEME’NİN VEFATI VE ŞAHSİYETİ
Muhammed
b. Mesleme’nin vefat ettiği dönemde İslâm dünyası Hz. Peygamber’den sonra en
karmaşık günlerini yaşıyordu. Müslümanlar saflarını ayırmış, insanlar hangi
taraftaysa diğer taraftaki insanları kendileri için bir tehlike olarak
görüyordu. Muhammed’in, Hz. Ali-Muâviye arasındaki mücadele içerisinde yer
almadığını daha önce izah etmiştik. Bu fitne dönemi karışıklıklarında hiçbir
müslümanın canını yakmamak, hiçbir müslümanın kanını dökmemek, kendisini yine
bir müslümanın eliyle ölümden kurtarmak ve Hz. Peygamber’in vasiyetini yerine
getirmek amacıyla Rebeze’ye gitti.[382]
Fitne
dönemi süresinde burada kaldı, Cemel-Sıffîn gibi müslümanların kendi aralarında
gerçekleşen hiçbir savaşa katılmadı.[383]
Muhammed
b. Mesleme’nin hangi tarihte vefat ettiğine dair çok farklı rivâyetler vardır.
Bunlar:
3.
46/666[386]
4.
47/667[387]
İbn
Kesîr, tarihçilerin genel kanaatinin 43/663 tarihinde yoğunlaştığını 46/666,
47/667 tarihlerinin zayıf bir ihtimal olduğunu belirtir.[388]
Safer ayında vefat etmiştir.388 [389]
Cenaze namazını Mervan b. el-Hakem[390]
kıldırdı.[391] Naaşı
Bakî mezarlığına kaldırıldı.[392]
Öldüğünde
yaşının kaç olduğuna dair, tarihçilerin fikirbirliği ettiği görülür. Hemen
hemen tüm kaynaklarda vefat ettiğinde yaşının 77 olduğu belirtilir.[393] Ancak
Zekeriyyâ en-Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ’i Sahâbe adlı eserinde 79 yaşında öldüğünü
söyler.[394] İbn
Kesîr ise daha genel bir ifadeyle 70 yaşını geçmiş olduğunu belirtir.[395] Kanaatimizce
kaynakların çoğunun dediği minvalde 77 yaşında iken vefat ettiği daha doğru
gözükmektedir.
Muhammed
fitne döneminde Rebeze’de geçen günlerinin dışında Medine’den başka bir yerde
yaşamamıştır ve yine Medine’de ölmüştür.[396]
Bunun
dışında Muhammed’in ölüm şekli hususunda çeşitli rivâyetler vardır. Bunları
değerlendirecek olursak:
“Muâviye b. Ebî Süfyân Şamlılar’dan bir
grup adamıyla birlikte gelir. Ürdün ehlinden olan şerli bir kimse de Muhammed
b. Mesleme’ye kötü bir şeyler yapmak niyetiyle gelmiştir. Bu adamın Muhammed’e
olan kızgınlığının sebebi Muâviye’yi desteklememiş olmasıdır. Ürdünlü olan bu
adam Muhammed’in evine izinsiz girmiş ve onu öldürmüştür.[397]
Yine
İbn Hacer’in Tehzîbü’t-Tehzîb adlı eserindeki rivâyetinde benzer şeylerden
bahsedilir. “Ürdün
ehlinden bir kişi geldi. Muhammed’in evine izinsiz girdi ve onu öldürdü.”[398]
Aynı
eserdeki diğer rivâyette “Ürdün ehlinden gelen bu adam Muhammed’i dönem
savaşlarından uzak kaldığı için öldürdü. Bu adam Muâviye b. Ebî Süfyân’ın
taraftarıydı”[399]
denilmektedir.
Bu
rivâyetleri kabul etmek pek mümkün gözükmemektedir. Zira Muâviye 41/661 yılında
Hz. Hasan ile yaptığı anlaşmadan sonra tek başına halife oldu.[400] Bundan
sonra Muâviye’ye en çok karşı olan Iraklılar dahi Muâviye’yi tanıdı.
Muâviye’nin Kûfe’ye girip onlardan halife olarak biat almasıyla son yıllardaki
farklı iki siyasî ve idarî yapıya bölünmüş olan İslâm dünyası yeniden birleşmiş
oldu.[401] Zaten
Muhammed’in Rebeze’den Medine’ye geri dönmesi de bu zamana rastlıyor olmalıdır.
Muâviye’nin
tek başına halife olduğu 41/661’den Muhammed’in öldürüldüğü varsayılan 43/663’e
kadar Muâviye’ye karşı duran tek grup hariciler olmuştur.[402]
Bundan dolayı fanatizmin tam olarak bittiğini söylemek pek mümkün gözükmese de
bir Muâviye taraftarının Muhammed’i öldürebileceği kanısı yanlıştır.
Bir
diğer sebep ise: Muhammed daha önce de belirttiğimiz gibi fitne hareketlerinden
tamamen uzak kalmıştır. Bu dönemde hiçbir taraftan düşman edinmemiştir. Üstelik
böyle davranması gerektiğinin kendisine Hz. Peygamber tarafından vasiyet
edildiğini söylemiştir.
Muhammed
b. Mesleme’nin fizikî özellikleri ile ilgili olarak kaynaklarda sunulan
bilgilere göre o, uzun boylu bir kimseydi.[403]
Saçlarının önü[404] veya
tamamı dökülmüş, keldi.[405] Güçlü
görünüyordu.[406] Koyu
esmer[407] veya
esmer[408] olduğuna
dair rivâyetler vardır. Bunlar Muhammed b. Mesleme’nin fiziki özellikleri
hakkında bulabildiklerimizdir. Ayrıca savaşlardaki şecaatini, kıvraklığını
belirtecek olursak iri cüsseli[409], korku
verici bir vücudu olduğunu söyleyebiliriz.
34-35
yaşlarında müslüman olmuştur. Sahabenin gençlerindendir.[410]
Vakurdur.[411]
Muhammed
b. Mesleme doğru bildiğini söyleyen bir insandır. Hz. Peygamber ile Hz.
Peygamber’in vefatından sonra Hz. Ömer ve Hz. Osman ile çalışma fırsatı bulmuş
önemli görevler ifa etmiş ve hiçbir zaman doğru bildiğini söylemekten
vazgeçmemiştir. Hatta öyle ki kendi yanlışlarıyla yüzleşmekten korkmayan
halifeler için, hatalarını düzeltmede gerçek bir vezirdi.
Hz. Ömer
halifeliği döneminde bir gün Benî Hârise topraklarına girdi.
Muhammed b. Mesleme ile yolda karşılaştı. Muhammed b. Mesleme’ye:
-
Ey
Muhammed! Beni nasıl görüyorsun?[412]
Halka adaletli davranabiliyor muyum diye sordu. Muhammed:
-
Seni
arzu ettiğim gibi biliyorum. Seni arzu edenlerin umduğu gibi buluyorum.[413] Seni çok
daha fazla sevgiyle seviyorum. Bütün dünya malından daha güçlü görünüyorsun. Ve
tüm dünya malından ve insanlardan daha namuslu ve iffetli görüyorum. Hakkı
bölüştürmede adil görüyorum. Eğer adaletinde bir kusur görürsem seni eğri
okların düzeltildiği gibi düzeltirim cevabını verdi.[414]
Hz. Ömer Muhammed’den bu cevabı alınca Allâh’a hamdetti ve:
-
Adaletli
olursam beni destekleyecek, adaletten çıkarsam beni düzeltecek bir kavme
gönderildiğim için Allah’a hamdolsun dedi.[415]
Bir
başka örnek verelim:
“Hz.
Ömer döneminde birgün Muhammed, iki Kureyşli Müslümana Ensardan bir başka Müslümana
göre ganimetten daha yeni bir kumaşın verildiğini gördü. Bunun üzerine Mescid-i
Nebevî’ye giderek, yüksek sesle:
-
Allah
ve Rasûl’ü doğru söyler diye bağırdı. Hz. Ömer bu hareketinin sebebini sorunca
Muhammed durumu anlattı ve:
-
Ey
mü’minlerin emîri! Allah Rasûl’ü “Benden sonra başkaları size tercih edilecek”
buyurmuştu. Ben Rasûlullâh’ın bu söylediğinin senin zamanında zuhur etmesini
arzu etmezdim dedi. Bu söz üzerine Hz. Ömer ağladı. Allah’tan afv ve mağfiret
talep etti. Bu hususa azamî dikkat göstermeye söz verdi.[416]
Hz.
Osman’ın hilafetinin son dönemlerinde Medine’ye gelen isyancılar, kendilerince
haklı gerekçelerini sıraladıklarında Hz. Osman’a yapılması gerekenleri telkin
etmiş, doğru bildiklerini söylemiştir.[417]
Muhammed’in
sahabenin ileri gelenlerinden birisi olması ve Medine’de idari işlerde sıkça
görev alması nedeniyle yakınlığının olması doğaldır. İsyancıların isteklerini
Hz. Osman’a beraber aktardıklarını daha önce belirtmiştik. Fitne döneminin
başlangıcındaki olayların sebeplerine vakıftı. Hz. Ali’ye bey’at etseydi yine
devletin umumi görevlerini üstlenen bir devlet adamı konumunu devam
ettirecekti. Buna rağmen Hz. Ali’ye bey’at etmeyerek[418]
hiçbir maddi menfaatin kendisini doğru bildiklerini hayata geçirmekten
alıkoymadığını gösterdi.
Muhammed b. Mesleme’nin Hz. Ali’ye
bey’at etmeme konusunda gösterdiği kararlılığı aslında ilk değildi. Daha önce
de Hz. Ebû Bekir’e bey’atta geciken Zübeyr b. Avvâm’ın kılıcını kırarak[419]
onun tavrının yanlış olduğunu göstermiştir.
Muhammed
b. Mesleme Hz. Ömer ve Hz. Osman döneminde bazı valileri denetleme görevinde
bulunmuştur. Kûfe valisi Sa’d b. Ebî Vakkâs’ı denetlemek için Hz. Ömer
tarafından Kûfe’ye gönderildi. Şehre varır varmaz Sa’d’ın konak kapısını yaktı.[420] Emri
uygulamadaki hızı, suçlu olan vali bile olsa adaletinin karşısında sıradan bir
kimse olduğunu gösteriyordu. Aynı zamanda azim ve kararlılığını halka ve valiye
ispatlamış oluyordu. Kûfe’de bir süre kalmış, Sa’d’ın davetine gitmemiştir.
Sa’d’ın teklif ettiği parayı reddetti.[421]
Sa’d’ın
parasını almasının bir rüşvet anlamına gelebileceğini de düşünmüş olmalıydı.
Dedikodulara mahal vermemek için Sa’d’ın evine de gitmedi. Tüm bu
davranışlarıyla Hz. Ömer’in iltifatına mazhar oldu.
Sa’d’ı
ikinci kez denetlemeye gittiğinde soruşturmada gizlilikten kaçındı.[422] Şikayet
edenlerle şikayet edileni yüzleştirdi. Mescidleri teker teker dolaşıp halkın
Sa’d hakkındaki düşüncelerini sordu.[423]
Halkın validen korkmadığını Sa’d hakkındaki fikirlerini rahatça ifade ettiğini
söyleyebiliriz. Çünkü Muhammed b. Mesleme bir önceki soruşturmada bu güveni
vermişti. Halk ile birebir görüşmüş ve soruşturmayı hakkıyla gerçekleştirmişti.
Hz.
Ömer, Amr b. el-Âs’ı denetlemeye gönderirken Amr’a daha önce bir mektup yazdı.
Yazdığı mektupta Muhammed’in kendisine kötü davranacağını önceden bildirdi.[424] Çünkü
Muhammed’in suçlu statüsünde bulunan Amr’a güler yüz göstermeyeceğini
biliyordu.
Hz.
Ömer Muhammed b. Mesleme’ye çok güveniyordu[425]
ki tüm bu anlattıklarımız, onun güvenilmeyi hak ettiğini göstermektedir.
Hz.
Ömer döneminde Kisra’ya gönderilecek elçiler arasında ismi geçmektedir.
Muhammed b. Mesleme hatırı sayılır, şeref ve asaletiyle ün salmış kişilerden
birisi olması hasebiyle bu heyette elçi olarak görev almıştır. [426]
Muhammed
b. Mesleme Hz. Ömer döneminde Eşcâ kabîlesine zekat toplamak için gönderildi.
Burada Muhammed b. Mesleme Allah’a olan bağlılığından dolayı sadece zekat
olarak kendisine getirilen koyunları almıştır. [427]
Muhammed
b. Mesleme’nin görevini uygulamadaki cesaretini ve kararlılığını anlatmak için
Ebû Yûsuf’un kaydettiği bir bilgiye yer vermeyi uygun buluyoruz: Hz. Ömer bir
kimseyi vali ve âmil tayin edince ensardan ve başkalarından bir cemaat çağırır,
şehadet ettirir, sonra şu dört şartı koşardı: 1) Katıra binmeyecek, 2) İnce ve
yumuşak elbise giymeyecek, 3) Elenmiş undan yapılmış has ekmek yemeyecek, 4)
Kapısını insanların ihtiyaçlarına kapamayacak ve kapısında bir bekçi
bulundurmayacak.
Bir
gün Hz. Ömer Medine caddelerinden birinde yürürken bir adam:
-
Ey Ömer
senin Mısır’daki âmilin Iyaz b. Ğanem ince elbiseler giyiyor, kendisine
kapısında durmak üzere bir bekçi görevlendiriyor dedi. Hz. Ömer Muhammed b.
Mesleme’yi çağırttı. O’nu Iyaz’a gönderdi.
-
Iyaz’ı
bulduğun hâl üzere bana getir dedi.
Muhammed
b. Mesleme Mısır’a geldi. Doğruca lyaz’ın evine gitti. lyaz’ın kapısında
bekçilerin görevli olarak durduğunu gördü. İçeri girdi. Iyaz’ı ince elbisesi
üzerinde iken gördü. Muhammed b. Mesleme:
-
Derhal
bu halde Medine’ye benimle birlikte geliyorsun.
Iyaz
müsade et de paltomu alayım dedi. Muhammed b. Mesleme:
-
Hayır
bu halde gelmeni istiyorum dedi. Ve böylece O’nu Medine’ye getirdi. [428]
Yine
Hz. Osman döneminde şehirlerde karmaşa olduğu şayiasını yayan mektup hadisesini
çözmek üzere en karmaşık şehir olan Kûfe’ye gönderildi.[429]
İsyancı grubun Hz. Osman’dan isteklerini yerine getirmek üzere tansiyonu
düşürmenin çabasını gösterdi.[430]
Muhammed
b. Mesleme savaşçılığıyla ön plana çıkan sahabidendir. Seriyye ve gazvelerde
atlı savaşçılardandır. Öncü birliklerle ordunun önünden giderek emniyeti tesis
etmek, vb. birçok önemli görevde bulunmuştur.
Muhammed
b. Mesleme her zaman Rasûlullâh’ın yanında yer almıştır. [431]
Hz. Peygamberle birlikte hemen hemen bütün savaşlara katılmıştır. [432] Geride
bırakıldığı savaşlar hakkındaki bilgilerimizi çalışmamızın daha önceki
sayfalarında belirtmiştik.
Vâkıdî’nin
kaydettiği bir rivâyete göre Muhammed b. Mesleme Tebük harbine katılmasa da
malının çoğunu savaş gelirlerinin karşılanması için bağışlamıştır.[433] Bu
davranışı diğer müslümanlara örnek olmuştur.[434]
Uhud
harbinde gece baskınından korunmak için onun komutasındaki 50 kişi atlarıyla
İslâm karargahının etrafında gözcülük etti. Müşrikler saldırı hazırlıkları
yaparken Muhammed’i ve komutasındaki atlıları görünce korkup saldırıdan vazgeçtiler.
O
hunharca adam öldüren birisi de olmadığını, Benî Kaynuka gazvesinde Amr b.
Su’dâ’nın gitmesine göz yumarak ispatlamıştır.[435]
[436]
Hz.
Ebû Bekir döneminde Sûriye bölgesindeki harplere katılmıştır.[437] Hz. Ömer
döneminde ise ordu kumandanı olarak Câbiye’ye düzenlenen harekatta bulunmuştur.[438]
Muhammed
b. Mesleme Mısır’ın fethine tanık oldu. Zübeyr b. Avvâm ile kaleye ilk
girenlerdendir.[439]
Katıldığı
savaşlarda komuta ettiği seriyyelerde gerek yaya gerek atlı olarak her zaman
cesaretini ortaya koymuştur. Komuta ettiği seriyy el erden yalnız Zü’l-
Kassâ’dan mağlup olarak ayrılmıştır.[440]
Rasulûllah’ı
çok severdi. Onun fedaisi idi. Ömrü savaşlarda çarpışmakla geçti.[441] Tüm
savaşlarda gösterdiği bu başarılarından ötürü kendisine “Fârisü Nebiyyullâh”
“Hz. Peygamber’in atlısı” dendi.[442]
Bunun
dışında, kendisine had cezalarını uygulama görevi verildiği[443]
ve Hz. Peygamber’in cellatlık görevini ifa ettiği, hatta Hz. Peygamber’in
huzurunda boyun vuran sahabelerden biri olduğu söylense de,[444]
bu bilgileri kabul etmek pek mümkün gözükmemektedir. Zira Rasûlullâh’ın
cellatlıkla görevlendirdiği bir kimse yoktur.
Muhammed
b. Mesleme daha önce de zikredildiği gibi askerî kimliğiyle ön plana çıkan bir
sahabidir. Kendisinden çok az hadis rivâyet edilmiştir.[445]
Ondan hadis rivâyet edenler:
4-
Ebû
Bürde b. Ebî Mûsa el-Eş’ârî
7-
Urve b.
ez-Zübeyr[446]
8-
Zübey’a
b. Husayn[447]
12-
Ebû’l-Eş’as
es-San’âniyyü[448]
Mizzî,
Muhammed b. Mesleme’den altı hadis rivâyet edildiğini söyler[449]
Hadislerinden
bazılarını burada zikredelim:
Muhammed
b. Mesleme: Rasûlullâh nafile namazı kılarken “Allah en büyüktür. Ben varlığımı
gökleri ve yeri yaratana temiz bir Müslüman olarak çevirdim. Müşriklerden de
değilim. Namazım “hacla ilgili” ibadetim, hayatım ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah
içindir. Onun ortağı yoktur. Bununla emrolundum. Ve ben müslümanların ilkiyim.
Allah’ım sen her şeyin sahibisin. Senden başka ilah yoktur. Seni tenzih eder
sana hamd ederim” diye dua eder, sonra okurdu.[450]
Rasûlullâh
nafile namazı kılarken rükûa vardığında şöyle derdi. “Allah’ım senin için rükûa
vardım. Sana iman ettim sana teslim oldum. Sana güvendim. Rabbim sensin.
Kulaklarım gözlerim, etim, kanım, aklım, sinirlerim, âlemlerin rabbi olan Allah
için boyun eğer.”[451]
Rasûlullâh
gecenin bir kısmında kalkıp nafile namazı kıldığında secdede şöyle dua ederdi
“Allah’ım sana secde ediyor, sana iman ediyor ve sana teslim oluyorum.
Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Yüzüm kendisini yaratan ona suret ve şekil veren
göz ve kulak veren Allah’a secde ediyor. En güzel yaratıcı olan Allah ne
yücedir.”[452]
Bunun
dışında Hz. Peygamber’in sohbetlerinde bulunarak Hz. Ömer’in ve Hz. Ebû
Bekir’in vereceği hükümlerin şekillenmesini sağladığı da olmuştur.
Bir
nine mirastan alacağını sormak amacıyla Hz. Ebû Bekir’e geldi. Hz. Ebû Bekir ona
Kur’an’da onun hakkında hiçbir hüküm bulunmadığını söyledi: “Rasûlullâh’ın
sünnetinde olup olmadığını da bilmiyorum. Danışıp sana öyle cevap vereyim”
dedi. Hz. Ebû Bekir, Muğîre b. Şu’be’ye sorduğunda:
-
Ben
Rasûlullâh’ın yanında bulundum. O, altıda bir verdi dedi. Hz. Ebû Bekir:
-
Yanında
biri var mıydı? dediği zaman, Muhammed ayağa kalkarak Muğîre’nin sözlerinin
benzerini söyledi. Hz. Ebû Bekir nineye altıda bir verdi.[453]
Rivâyet
edildiğine göre Süleyman b. Ebî Hasme’nin amcası Muhammed b. Mesleme’yi bir
kadına bakarken gördü. Muhammed’e:
-
Sen
Rasûlullâh’ın en yakın arkadaşısın. Bu davranışta nasıl bulunursun! dedi.
Muhammed:
-
Kalbin’de
evlilik niyeti bulunarak evlenme gayesiyle bir kadına bakana günah yoktur dedi.[454]
Ömer
b. el-Hattâb, kadının karnından, darbe yemekle ölü ceninin düşürmesi hususunu
sahabiye danıştı. Bunun üzerine Muğîre b. Şu’be:
-
Ben
Rasûlullâh’ın bu durumda bir ğurre yani bir köle veya cariye (tazminat olarak)
hükmettiğine şahid oldum, dedi.
-
Seninle
beraber bu hükme şahitlik edecek bir sahabi getir deyince Muhammed b. Mesleme
ayağa kalkıp, Muğire’nin hükmünü onayladı, şahid olduğunu söyledi.[455]
Muhammed
b. Mesleme öldüğü zaman kılıcının üstünde şöyle bir yazı olduğu rivâyet edilir.
“Rahmân
ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Allah Rasûlü’nü şöyle buyururken işittim.
Şüphesiz ki kalan zamanınızda Rabbinizin rahmetinin esintileri vardır. Bu
esintilere göğüslerinizi açın. Olur ki Allah’ın rahmetine muvafık gelecek bir
dua olurda, bu duanın sahibi duasıyla öyle bir mutlu olur ki ondan sonra bir
daha ebediyen hüsrana uğramaz.”[456]
Bir
gün Muhammed b. Mesleme mescidde Hz. Peygamber’in yanında misafirler gördü ve
şöyle dedi:
-
Bu
misafirleri ensarın evlerine dağıtsak ve bu kavimlerden sana gelenlere ait
olmak üzere her bahçeden sana bir hurma salkımı ayırsan olmaz mı? Rasûlullâh;
Muhammed
mahsulünü kestiğinde bir hurma salkımı getirerek mescide iki sütunun arasına
koydu. İnsanlar da böyle yapar oldular. Muaz b. Cebel buna nezaretle
görevlendirilerek, iki sütunun arasına bir ip bağlıyor ve hurma salkımlarını ipe
asıyordu. Yirmi veya daha fazla sayıda kimse toplanıp yiyorlar sonra
ayrılıyorlardı. Sonra başkaları geliyor onlar da böyle yapıyorlardı.[457]
Diğer
taraftan Muhammed b. Mesleme, Hz. Peygamber’in kâtipliğini yapmıştır.[458] Mürre
heyeti için Rasûlullâh adına mektup yazmıştır.[459]
SONUÇ
Muhammed
b. Mesleme Hz. Peygamber’in hicretten önce Medine’ye gönderdiği Mus’ab b. Umeyr
vasıtasıyla müslüman olmuştur. Muhammed’in müslüman olmadan önceki hayatına
dair fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak Evs kabilesine mensup olduğu ve
Abdü’l-Eşhel oğulları kabilesinin müttefiki olduğu bilinmektedir.
Muhammed’in
altı kızı ve on erkek evladı olmak üzere on altı çocuğu vardır. Eşlerinden
bazısı Hz. Peygamber’e yüz yüze bey’at etmiştir. Bütün aile bireyleri olarak
İslâm’ı yaşama çabasında olmuştur. Hz. Peygamber’le hemen hemen bütün savaşlara
katılmıştır. Bir veya birkaç savaşa katılmadığına dair rivâyetler olsa da Tebük
harbi hariç tüm savaşlara katıldığını söylemek mümkündür. Çünkü süvari olarak
birliği komuta etme bilgisi ve başarıları olan bir sahabenin katılmadığı
savaşların sayısının fazla olması pek makul gözükmemektedir. Tebük harbine
katılmamıştır. Ancak malının birçoğunu harb masraflarına harcaması üzere
bağışlamıştır.
Uhud
harbinde Hz. Peygamber’in en yakınında bulunmuş, onun tüm tavırlarını
gözlemlemiş, harbin kötüye gittiği dönemde Hz. Peygamber’in etrafına etten
duvar ören sahabi arasında yer alarak canını ortaya koymaktan çekinmemişti.
Benî Kaynuka’nın mallarına el koyma görevini almış, Hz. Peygamber ona bir zırh
hediye etmiştir. Uhud harbinde yaralıların arasında iken bile Hz. Peygamber’in
su istemesi üzerine su getirmek için kuyuya gitmiştir. Benî Nadîr’i Medine’den
çıkarılma tebliğini iletmeye gittiğinde Nadîroğulları eski ittifaklarından
bahsederek bu haberi getirenin Muhammed’in olmasına duydukları şaşkınlığı
gizleyememişlerdir. Muhammed Benî Nadîr’e İslâmiyet’in gelmesiyle artık eski
ittifakların değiştiğini belirtip imanın kalbine yerleştiğini ispatlamıştır.
Ayrıca onlarla girdiği ilmî mücadelede onları mağlup etmiştir. Benî Nadîr’i
Medine’den sürme görevini de o üslenmiştir. Hendek harbinde Hz. Peygamber’in
çadırını korumuştur. Benî Kureyza’nın ellerini bağlamış, Hudeybiye’de öncü
birlikleriyle güvenliği sağlamış ve Kureyş’in kalbine korku salmıştır. Rıdvan
bey’atında bulunmuştur.
Hayber
savaşında kardeşi Mahmud b. Mesleme’nin şehid olmasına çok üzülmüştür. Onu
öldüren yahudi Merhab ile birebir savaştığı ve onu öldürdüğüne dair rivâyetler
olsa da, kaynaklar incelendiğinde Merhab’ı Hz. Ali’nin öldürdüğü görülmektedir.
Bu arada Hz. Peygamber savaş sonunda Kinâne b. Rebî’ b. Ebî’l- Hukayk’ın
cezalandırılma görevini Muhammed b. Mesleme’ye tevdi etmiştir.
Muhammed
b. Mesleme’nin komutanlığını bizzat kendisinin yaptığı on beş seriyye olduğu
rivâyet edilse de bu rakam abartılı gözükmektedir. Muhammed b. Mesleme’nin
seriyyelerinden biri de Kâ’b b. el-Eşref seriyyesidir. Seriyyenin gerçekleşmesi
farklı rivâyetlerle belirtiliyor olsa da, netice de plan-kadro-kurgu olarak
Muhammed’in savaş dehası ortaya çıkmıştır.
Kuratâ
seferini de başarıyla gerçekleştirmiş, Zü’l-Kassâ seriyyesinde yaralanarak
bayılmış ve kurtulmayı başarmıştır.
Tüm
bu başarılardan sonra Allah’ın Nebîsi’nin Süvarisi-Fârisü Nebiyyullâh ünvanını
kazanmıştır.
Hz.
Ebû Bekir döneminde Sûriye savaşlarına katılmış, Hz. Ebû Bekir’e bey’at etmeyen
Zübeyr b. Avvâm’ın kılıcını kırmıştır.
Hz.
Ömer’in en güvendiği memurlarından birisi olmuştur. Sa’d b. Ebî Vakkâs’a
yöneltilen şikayetlerden ötürü iki kere Kûfe’ye gitmiş, teftiş görevindeki
titizliğiyle, halifenin, Sa’d’ın ve Kûfe halkının sevgisine mazhar olmuştur.
Sa’d’ın harçlık ve yemek davetini, teftişine gölge düşürmemesi ve şüpheli
şeylerden kaçınma gayesiyle reddetmiştir. Bundan dolayı Medine’ye dönüşte
açlıktan ağaç kabukları yemek zorunda kalmıştır. Muhammed b. Mesleme’nin bu
davranışı Hz. Ömer’de hayranlık duyguları uyandırmıştır. Hz. Ömer onu Amr’a
gönderirken Amr b. el-Âs’ı Muhammed’in sert tutumundan dolayı uyarmıştır.
Muhammed Amr’ın davetini reddederek, onun Hz. Ömer hakkındaki olumsuz sözlerini
Hz. Ömer’e iletmemiştir. Bunun dışında görevler de almıştır.
Hz.
Osman’ın hilafetinde isyancılara karşı olan tutumu göz doldurmuştur. Hz.
Osman’ı bazı konularda uyarmış ancak onun ölümüne de göz yummamıştır.
İsyancılara takva üzere davranmalarını öğütlemiştir. Bu döneme kadar aktif bir
hayat yaşayan Muhammed b. Mesleme Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra tüm
işlerden elini çekmiştir. Kılıcını kırmış ve Rebeze’ye gitmiştir. Böyle
davranması gerektiğini ona Hz. Peygamber’in vasiyet ettiğini söylemiştir. Hz.
Ali ona Ammâr b. Yâsir’i göndermiş ancak benzer sebeplerle Hz. Ali’ye bey’ati
reddetmiştir. Ammâr rivâyet ettiği hadise karşı çıkmış, şüpheyle bakmıştır.
Muaviye b. Ebî Süfyân’da onu kendi safına çekebilmek için mektuplar yazmıştır.
Muhammed Muâviye’ye de benzer cevapları vermiştir. Muâviye’nin
“Müslümanların kılıcı birbiri üstüne olmaz, bu sözü Hz. Peygamber’e isnâd eden
sensin” diyerek onu suçlaması, bu mücadelenin ileride savaşa dönebileceğini
kestirmiş olamamasından ya da onun gibi ensârın önde gelen bir simasını kendi
safına çekebilmek amacıyla siyasî bir hamle atmak istemesinden diyerek
yorumlayabiliriz.
Muhammed
b. Mesleme, Muâviye döneminde vefat etmiştir. Ölümü hakkında da farklı
rivâyetler olmasına rağmen onun eceliyle öldüğü kanaatindeyiz.
O,
ilmî yönü ile değil savaşçılığıyla ön plana çıkmış, İslâm’a ve müslümanlara en
önemlisi Hz. Peygamber’e sevdalı bir sahabidir.
BİBLİYOĞRAFYA
Ağarı,
Murat, Hz. Muhammed’in Hristiyanlarla Mücadele Stratejisi, İstanbul, 2003.
Ağırakça,
Ahmed, Emeviler Döneminde Kıyamlar, İstanbul, 1994.
Algül,
Hüseyin, İslâm Tarihi, İstanbul, 1986.
Apak,
Adem, İslam Siyaset Geleneğinde Amr b. el-Âs, Ankara, 2001.
-------- , Asabiyet, İstanbul 2004.
Atçeken,
İsmail Hakkı, Hz. Peygamber’in Yahudilerle Münasebetleri, İstanbul, 1996.
-------- , “Hz. Osmân Dönemi İç Olaylarında
Mervân b. Hakem’in Rolü” Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 9,
Konya, 1999, 315-348.
Avcı,
Durmuş Ali, Sa’d b. Ebî Vakkâs’ın Hayatı ve Şahsiyeti, S.Ü.S.B.E. Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Konya 1997.
Aycan,
İrfan, “Mervan I”, D.İ.A., Ankara 2004, XXIX, 225-227.
-------- , Saltanata Giden Yolda Muâviye
b. Ebî Süfyân, Ankara, 2001.
Balcı,
İsrafil, Hz. Ömer Döneminde Diplomasi, Ankara, 2006.
el-Bekrî,
Abdullah b. Abdülazîz el-Endelüsî (487/1094), Mu’cemu Musta’cem min
Esmâi’l-Bilâdi ve’l-Mevâdi, thk. Mustafa es-Sakkâ, Beyrut, 1403/1983.
el-Belâzûrî,
Ebû’l-Abbâs Ahmed b. Yahyâ (279/892), Ensâbü’l-Eşrâf, Thk. Süheyl Zekkâr, Riyâd
ez-Ziriklî, Beyrut, 1417/1996.
-------- , Fütûhu’l-Büldân, Beyrut,
1403/1983, (Fütûh).
Beyhakî,
Ebû Bekir Ahmed Hüseyin (458/1066), Delâilü’n-Nübüvve ve Ma’rifetü Ahvâli
Sâhibi’ş-Şerîa, Beyrut, 1405/1985.
Buhârî,
Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail (256/870), el-Câmiu’s-Sahîh, Çağrı Yayınları,
İstanbul, 1992.
el-Bustî,
Muhammed b. Hibbân b. Ahmed b. Ebî Hâtîm et-Temîmî (345/965), Târîhu’s-Sahâbe,
thk. Bûrân Dannâvî, Beyrut, 1408/1988, (Tarih).
-------- , es-Sîratü’n-Nebeviyye ve
Ahbâru’l-Hulefa, thk. es-Seyyid Azîz Bek, Beyrut, 1407/1987, (Sîre).
Canan,
İbrahim, Kütübi’s-Sitte Tercüme ve Şerhi, Ankara, 1995.
Çağrıcı,
Mustafa, “Asabiyet”, D.İ.A., İstanbul, 1991, III, 453-455.
Demircan,
Adnan, Ali-Muâviye Kavgası, İstanbul, 2002.
-------- , Hâricîler’in Siyâsî
Faaliyetleri, İstanbul, 1996.
ed-Dîneverî,
Ebû Hanife Ahmed b. Dâvûd (282/895), el-Ahbâru’t-Tıvâl, thk., Ömer Ferrûh
et-Tabba’, Beyrut, trsz.
Diyârbekrî,
Hüseyin b. Muhammed b. Hasan (990/1582), Târûhu’l-Hâmîs fî Ahvâli Enfesi Nefîs,
Beyrut, trsz.
Doğuştan
Günümüze Büyük İslâm Tarihi, redaktör; Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul 1986.
Ebû
Dâvûd, Süleymân İbn Eş’as Sicistânî (275/888), es-Sünen, Çağrı Yayınları,
İstanbul, 1992, thk, Muhammed, Nâsıruddîn el-Bânî, Ebû Ubeyde Meşhûr b. Hasan,
Riyad, trsz.
Ebû
Yûsuf, Ya’kûb b. İbrâhîm (182/789), Kitâbu’l-Harâc, Kahire, 1382.
Ebû’l-Fidâ,
İmâdüddîn el-Melikü’l-Müeyyed İsmâil b. Ali b. Mahmud İbn-i Ömer Şehinşah b.
Eyyûb (1732/1358), Târîhu Ebî’l-Fidâ, ta’lîk ve hâşiye, Mahmûd Deyyûb, Beyrut,
1407/1997.
Es’ad,
Mahmûd, (1337/1918), Târîh-i Dîn-i İslâm, Sadeleştiren: Ahmet Lütfi
Kazancı-Osman Kazancı, İstanbul, 1983.
el-Fârisî,
el-Emîr, Alâaddîn Ali b. Belbânî (739/1365), Sahîhu İbn Hıbbân, Beyrut,
1418/1997.
Fayda,
Mustafa, “Muhammed”, D.İ.A., İstanbul, 2005, XXX, 408-423.
el-Hâkim,
Ebî Abdillâh en-Nîsâbûrî (405/1014), el-Müstedrek Ale’s- Sahîhayn, Beyrut,
1406/1986.
el-Halebî,
Ali b. Burhaneddîn (1044/1635), es-Sîratü’l-Halebiyye, Beyrut, trsz.
Halîfe
b. Hayyât el-Asferî (240/854), Târîhu Halîfe b. Hayyât, Beyrut, 1415/1995.
Hamîdullah,
Muhammed, “Hayber”, D.İ.A., İstanbul, 1998, XVII, 20-22.
-------- , İslâm Peygamberi, trc. Salih
Tuğ, Ankara, 2003.
Hasan,
İbrahim Hasan, Siyasî, Dinî, Kültürel, Sosyal İslâm Tarihi, trc. İsmail Yiğit,
Sadrettin Gümüş, İstanbul, 1985.
Hattâb,
Mahmûd, Şît, “Muhammed b.Mesleme el-Evsî el-Ensârî Fârisü Nebiyyullâh”,
Mecelletü’l-Buhûsi’l-İslâmiyye, sy.13, Riyâd, 1405/1985, 269-300.
Hittî,
Philip K., Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi, trc. Salih Tuğ, İstanbul, 1980.
İbn
A’sem, Ebû Muhammed Ahmed el-Kûfî (314/926), Kitâbu’l-Futûh, Beyrut, 1406/1986.
İbn
Abdilber, Ebû Ömer Yûsuf b. Abdillâh b. Muhammed (463/1071), el- İstîâb fî
Marifeti’l-Ashâb, thk. Ali Muhammed el-Becâvî, Kahire, trsz.
İbn
Abdirabbih, Ebû Ömer b. Ahmed b. Muhammed (327/939), el-Ikdü’l- Ferîd, Kahire,
1116/1965.
İbn
Habîb, Ebî Ca’fer Muhammed, Kitâbu’l-Muhabber, tsh. Eliza Lichtenstacher,
Beyrut, 1361/1942.
İbn
Hacer el-Askalânî, Ahmed b. Ali b. Muhammed (852/1448), el-İsâbe fî
Temyîzi’s-Sahâbe, Mısır, 1328/1910, (İsâbe).
-------- , Tehzîbü’t-Tehzîb, Beyrut,
1326/1908, (Tehzîb).
İbn
Haldûn, Abdurrahmân b. Muhammed (808/1405), Tarîhu İbn Haldûn (Kitâbu’l-İber ve
Divânü’l-Mübtede-i ve’l-Haber fî Eyyâmi’l-Arab ve’l-Acem ve’l- Berber ve Men
Âsâruhum min Zevi’s-Sultânü’l-Ekber), Beyrut, 1391/1971.
İbn
Hişâm, Abdü’s-Selâm Hârûn, (213/834), Tehzîbü Sîrati İbn Hişâm, b.y.k., trsz.,
(Tehzîb).
-------- ,
Muhtasar Sîrati İbn Hişâm, 1418/1997, Kahire, (Sîre).
İbn
İshâk, Muhammed b. İshâk (151/768), Sîratü İbn-i İshâk bi Kitâbi’l- Mübtede-i
ve’l-Meb’asi ve’l-Meğâzî, thk. Muhammed Hamidullah, Konya, 1401/1981.
İbn
Kayyım el-Cevziyye, Şemsüddîn Ebû Abdullah Muhammed b. Ebî Bekr (751/1372),
Zâdü’l-Meâd, trc. Şükrü Özden, H. Ahmet Özdemir, Mustafa Erkekli, İstanbul,
1989.
İbn
Kesîr, Ebû’l-Fidâ İsmâil b. Ömer (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut,
1117/1966, (Bidâye).
-------- ,
Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Beyrut 1117/1966, (Tefsîr).
-------- ,
el-Maârif, Beyrut, 1390/1970.
İbn
Mâce, Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd el-Kazvinî, (273/886), es- Sünen, Çağrı
yayınları, İstanbul 1992.
İbn
Sa’d, Muhammed b. Sa’d (230/844), et-Tabakâtü’l-Kübrâ, Beyrut, 1376/1957.
İbn
Seyyidinnâs, Ebû’l-Feth, Muhammed b. Muhammed (734/1334), Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Meğâzî
ve’ş-Şemâil ve’s-Siyer, Beyrut, trsz.
İbnü’l-Arâbî,
Muhyiddîn (638/1240), Muhâdarâtü’l-Ebrâr ve Müsâmerâtü’l Ahyâr fî’l-Edebiyyât,
Beyrut, 1968.
İbnü’l-Esîr,
İzzuddîn Ebû’l-Hasen Ali b. Ebî’l-Kerem (630/1232), Üsdü’l- Ğâbe fî
Marifeti’s-Sahâbe, thk. Muhammed İbrâhim el-Bennâ, Muhammed Âşûr, Kâhire,
1328/1910, (Üsdü’l-Ğâbe).
-------- ,
el- Kâmil fi’t-Târîh, Beyrut, 1965, (Kâmil).
İbni’l-Verdî,
Ebû Hafs Zeynuddîn Ömer b. Muzaffer b. Ömer (749/1375), Tarîhu İbnü’l-Verdî,
Beyrut, 1996.
el-İmâme
ve’s-Siyâse, (İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî
(276/889)’ye nispet edilmektedir), Beyrut, 1997, (İmâme).
Kâdî
İyâz, (544/1149), eş-Şifâ bi Ta’rîfi Hukûki’l-Mustafâ, trc. Naim Erdoğan,
Hüseyin S. Erdoğan, İstanbul, 1977.
Kastalânî,
Yûsuf b. İsmâil en-Nebhânî, el-Envâru’l-Muhammediyye Mine’l-
Mevâhibi’l-Ledünniye, Beyrut, 1394/1974.
el-Kettânî,
Muhammed Abdülhay (1382/1962), (Nizâmü’l-Hükûmeti’n- Nebeviyyeti’l-Müsemmâ
et-Terâtibü’l-İdâriyye) Hz. Peygamber’in Yönetimi, trc. Ahmet Özel, İstanbul,
1990.
Köksal,
Mustafa Asım, Hz. Muhammed ve İslâmiyet, İstanbul, 1981.
Lings,
Martin, Hz. Muhammed’in Hayatı, trc. Nazife Şişmân, İstanbul, 2004.
Mahmud
Şakir, et-Târîhu’l-İslâmî, Beyrut, 1411/1991.
Mâlik
b. Enes (179/795), Muvattâ, thk. Muhammed Fuad Abdülbaki, Çağrı Yayınları,
İstanbul, 1992.
Mizzî,
Cemâleddîn Ebi’l-Haccac Yusuf, thk. Beşşâr Ayvâz, Ma’rûf, Beyrut, 1992.
Muhammed
Ebu Zehra, İmam Zeyd Hayatı Fikirleri ve Çağı trc. Salih Parlak-Ahmet Karababa,
İstanbul, 1993.
Muhammed
el-Hudarî Bek, Nûru’l-Yakîn fî Sîrati Seyyidi’l-Mürselîn, Kâhire, 1114/1963.
Mustafa,
Nevin Abdülhâlik, İslâm Düşüncesinde Muhalefet, trc. Vecdi Akyüz, İstanbul,
2001.
Müslim,
İbn Haccac Kuşeyrî (261/874), el-Camiu’s-Sahîh, thk ve tlk. Muhammed Fuad
Abdülbaki, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992.
Nedvî,
Şâh Muînüddîn Ahmet, Asr-ı Saadet, trc. Ali Becelî, haz. Eşref Edip, İstanbul,
1985.
en-Nesâî,
Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb (303/915), es-Sünen Çağrı Yayınları, İstanbul,
1992.
en-Nevevî,
Zekeriyâ Muhyiddîn b. Şeref (676/1277), Tehzîbü’l-Esmâi ve’l- Lügât, Beyrut,
trsz.
Nizamülmülk,
Siyasetname, trc. Nurettin Bayburtlugil, İstanbul, 1981.
Önkal,
Ahmet, “Ebû Ubeyde b.el-Cerrah”, D.İ.A., İstanbul, 1994, X, 249250.
Sahabîler
Ansiklopedisi, Ali Bardakoğlu, Celâl Kırca vd., İstanbul, trsz.
Semhûdî,
Nureddîn Ali b. Ahmed (911/1505), Vefâü’l-Vefâ bi Ahbâri Dâri’l-Mustafa,
Beyrut, 1404/1984.
Seyf
b. Ömer el-Esedî (200/815), el-Fitnetü ve Vak’atü’l-Cemel, thk. Ahmed Bâtib
Urmûş, Beyrut, 1993.
Schacht,
Joseph, “Ümmü Veled” İ.A., İstanbul, 1986, XIII, 110-113.
Sırma,
İhsan Süreyya, Hz. Peygamber Devrinde Yahudi Meselesi, İstanbul, 1984.
Suruç,
Salih, Kainatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, İstanbul, 2004.
es-Süheylî,
Abdurrahman b. Abdillah (581/1185), Muhtasar, er-Ravdu’l- Unûf fî Tefsîri’s-Sîrati’n-Nebeviyyeti’ş-Şerîfe,
İhtisar, Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî, eş-Şafiî, ed-Dımeşkî, thk.
Abdülazîz Harfuş, Şam, 2005.
Şahyar,
Ataullah, “Muhammed b. Mesleme”, D.İ.A., İstanbul, 2005, XXX,555-556.
Şiblî
Nu’mâni, Mevlâna, (Sîratü’n-Nebî), Son Peygamber Hz. Muhammed, trc. Yusuf
Karaca, thrc. Muharrem Tan, İstanbul, 2005.
et-Taberî,
Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr (310/992), Târîhu’t-Taberî Târîhu’r-Rusûl
ve’l-Mülûk, Thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Mısır, 1119/1968.
Tâhâ
Hüseyin, el-Fitnetü’l-Kübrâ, I, Osman, Kahire, 1966.
et-Temmâvî,
Süleyman Muhammed, Hz. Ömer el-Fârûk ve Modern Sistemler, trc. Muhammed Vesim
Taylan, İstanbul, 1993.
el-Vâkıdî,
Muhammed b. Ömer b. Vâkıd (207/822), Kitâbü’l-Meğâzî, thk. Marsden Jones,
Beyrut, 1404/1984.
Vida,
G. Levi Della, “Osman”, İ.A., İstanbul, 1960, IX, 426-431.
Yâkût
el-Hamevî, Şihâbüddîn, Ebû Abdullâh b. Abdullâh el-Bağdâdî (229/626),
Mu’cemü’l-Büldân, Beyrut, 1958.
Yeniel,
Necâti, Sünen-i Ebû Dâvûd, Terceme ve Şerhi, Red. Mehdi Ali Seçkin, İstanbul,
2000.
ez.
Zehebî, Şemsüddîn Muhammed (748/1374), Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, thk. Şuayb
el-Arnâut, Beyrut, 1405/1985, (Siyer).
-------- ,
Târîhu’l-İslâm ve Vefâtu’l-Meşâhiri ve’l-Alâm, thk, Ömer Abdüsselâm Tedmurî,
Beyrut, 1417/1998, (Tarih).
ez.
Ziriklî, Hayruddîn, el’A’lâm, Mısır, 1956.
Zettersteen,
K.V., “Sa’d b.Muâz”, İ.A, İstanbul 1996, X, 20-21.
Zeynî,
Seyyid Ahmed, Hz. Muhammed’in Hayatı, trc. Selâmi Münir Yurdatap, İstanbul,
1975.
[1] ez-Ziriklî, Hayruddîn, el-A’lâm, Mısır, 1387,
VII, 318.
[2] el-Bustî,
Muhammed b. Hıbbân b. Ahmed b. Ebî Hâtim et-Temîmî (354/965),
es-Sîratü’n-Nebeviyye ve Ahbâru’l-Hulefâ, thk. es-Seyyid Azîz Bek, Beyrut
1407/1987, 192; ez-Zehebî, Şemsüddîn Muhammed, (748/1374), Siyeru
A’lâmi’n-Nübelâ, thk. Şuayb el-Arnavut, Beyrut, 1405/1985, II, 369.
[3] İbn
Sa’d, Muhammed b. Sa’d (230/844) et-Tabakâtü’l-Kübrâ Beyrut, 1957/1376, III,
443; İbn Abdilber Ebû Ömer Yûsuf b. Abdillah b. Muhammed, (463/1071), el-İstîâb
fî Ma’rifeti’l-Ashâb, thk. Ali Muhammed el-Becâvî, Kahire, trsz, III, 1377;
İbnü’l-Esîr, İzzuddîn Ebû’l-Hasen Ali b. Ebî’l- Kerem (630/1232), Üsdü’l-Ğâbe
fî Ma’rifeti’s-Sahâbe thk. Muhammed İbrâhim el-Bennâ, Muhammed Âşûr, Kahire,
1328/1910, IV, 112; İbn Kesîr, Ebû’l-Fidâ İsmâil b. Ömer (774/1372), el- Bidâye
ve’n-Nihâye, Beyrut, 1117/1966, V, 353; İbn Hacer el-Askalânî, Ahmed b. Ali b.
Muhammed (852/1448), el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Mısır, 1328, III, 383.
[4] el-Bustî,
Târîhu’s-Sahâbe, thk. Bûran Dannâvî, Beyrut, 1408/1988, 226; İbn Abdilber, III,
1377; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V, 112; en-Nevevî, Zekeriyyâ Muhyiddîn b. Şeref
(676/1277), Tehzîbü’l- Esmâi ve’l-Lügât, Beyrut, trsz, I, 92.
[5] İbn Abdilber, III, 1377; İbnü’l-Esîr,
Üsdü’l-Ğâbe, V, 112; İbn Kesîr, Bidâye, III, 324; İbn Hacer, III, 383.
[6] İbn
Sa’d, III, 443; İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslîm ed-Dîneverî
1276/1889, el- Maârif, Beyrut, 1390/1970, 117; Bustî, Tarîhu’s-Sahâbe, 226;
Nevevî, I, 92; İbn Abdilber, III, 1377; İbnü’l-Esîr, Üsdül-Ğâbe, V, 112.
[7] Bustî, Târîhu’s-Sahâbe, 226; İbn Abdilber, III,
1377; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V, 112; İbn Hacer, III, 383; Nevevî, I, 92.
[8] Hattâb, Mahmûd Şît, “Muhammed b. Mesleme
el-Evsî el-Ensârî, Fârisü Nebîyyullâh”, Mecelletü’l- Buhûsi’l-İslâmiyye, sy.
13, Riyad, 1405, 269.
[9] İbn Hacer, İsâbe, III, 383.
[10] Bustî, Târîhu’s-Sahâbe, 226; Nevevî, I, 92.
[11] İbn Hacer, İsâbe, III, 383.
[12] Kâdî İyaz (544/1149), eş-Şifâ bi Tarifi
Hukûki’l-Mustafâ, trc. Naim Erdoğan, Hüseyin S. Erdoğan, İstanbul, 1977,
230-231.
[13] Amine’nin Hz. Peygambere hamile iken
karşılaştığı hadiseler için bkz. İbn Sa’d, I, 99.
[14] Amine’nin doğacak çocuğuna Muhammed ismini
vermesi gerektiğine dair bilgiler için bkz. Fayda, Mustafa, D.İ.A., “Muhammed”,
İstanbul, 2005, XXX, 409.
[15] Hattâb, 270.
[16] İbn Abdilber, III, 1377; İbn Hacer, İsâbe, III,
383.
[17] İbn Abdilber, III, 1377; İbn Hacer, İsâbe, III,
383.
[18] Zehebî, Siyer, II, 370; İbn Sa’d, III, 443; İbn
Kutebye, Maârif, 117.
[19] Ümmü Veled: Efendisine, efendisinin ölümünden sonra da olsa bir
çocuk veren her bir cariye anne, müslüman olmasa bile Ümmü Veled olarak telakki
edilir. Efendisinin ölmesiyle kendiliğinden hür olur. Geniş bilgi için bkz.
Schacht, Joseph, “Ümmü Veled” İ.A., İstanbul, 1986, XIII, 112-113.
[20] İbn Sa’d, III, 443; Ayrıca Amra bint Mes’ûd ve
Amra bint Selâme ile evlenmesine dair bkz. İbn Habîb, Ebî Ca’fer Muhammed,
Kitâbu’l-Muhabber, Tsh. Eliza Lichtenstacher, Beyrut 1361, 414, 417.
[21] İbn Hacer, İsâbe, III, 383.
[22] İbn Habîb, 414-415.
[23] İbn Habîb, 417.
[24] İbn Sa’d, III, 443; Zehebî, Siyer, II, 371; İbn
Kesîr, Bidâye, V, 353; İbn Hacer, İsâbe, III, 383.
[25] İbn Sa’d, III, 443; Zehebî, Siyer, II, 371; İbn
Hacer, İsâbe, III, 383.
[26] İbn Sa’d, III, 443.
[27] İbn Sa’d, III, 443; İbn Hacer, İsâbe, III, 383;
Nevevî I, 93.
[28] Önkal, Ahmet, “Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh”, D.İ.A., İstanbul, 1994, X,
249; Zettersteen, K.V., “Sa’d b. Muâz”, İ.A. İstanbul, 1996, X, 20; Sahâbîler
Ansiklopedisi, Ali Bardakoğlu, Celal Kırca, vd. İstanbul, trsz., 323-324.
[29] İbn Sa’d, III, 443; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe,
V, 112.
[30] Bustî, Târîhu’s-Sahâbe, 226.
[31] İbn Sa’d, III, 443.
[32] el-Vâkıdî, Muhammed b. Ömer b. Vâkıd (207/822)
Kitâbü’l-Meğâzî, thk. Marsden Jones. Beyrut, 1984, II, 658; İbn Sa’d, IV, 303,
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V, 117.
[33] İbn Habîb, 411.
[34] İbn Kesîr, Ebû’l-Fidâ İsmâil b. Ömer
(774/1372), Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm Beyrut, 1996/1385, II, 408.
[35] Nisâ, 4; 128.
[36] İbn Kesîr, Tefsîr, II, 408.
[37] İbn Kesîr, Tefsîr, II, 408.
[38] Muhammed b. Mesleme bi’setten 22 sene önce
doğmuştur. Bkz. İbn Abdilber, III, 1377; İbn Hacer, III, 383. Bundan anlıyoruz
ki Hz. Peygamber’den 18 yaş küçüktür.
[39] Söz konusu ayetin nüzûl sebebi ile ilgili başka hadiseler de
belirtilir. Bir başka rivâyete göre: Hz. Peygamber’in hanımlanndan Sevde
yaşlanmış idi. Allah Rasûlü’nün kendisini boşayacağından korktu. Sevde: “Ey
Allah’ın Rasûlü beni boşama. Bana ayırdığın zamanı ve günü, Aişe ile geçir”
Allah Rasûlü’de böyle yaptı ve bu ayet nâzil oldu. bkz. İbn Kesîr, Tefsîr, II,
405-406.
Ayetin
bu ve benzeri nedenlerle gönderildiğine dair rivâyetler sayıca fazladır. Ancak
sosyal hayatın içinde evlilik ve boşanma gibi oluşumların sıklıkla
gerçekleşebileceği düşünüldüğünde, ayetin nüzûl sebebinin bir olaya bağlanması
doğru olmayacaktır. Gerek Sevde, gerekse Ümmü Umeys ve belki daha birçok neden,
bu ayetin gönderiliş gerekçelerindendir demek daha makul görünmektedir.
[40] Hattâb, 290.
[41] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V, 112.
[42] İbn Abdilber, III, 1377; İbnü’l-Esîr,
Üsdü’l-Ğâbe, V, 112.
[43] Halîfe, 21; İbn Abdilber, III, 1377;
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V, 112, Mizzî, XXVI, 457.
[44] İbn Haldûn, II, 49. Bunun dışında geride
bırakılanın Sebâ b. Urfuta ve Ali b. Ebî Tâlib olduğu da rivâyet edilmektedir.
[45] İbn Abdilber, III, 1377; İbnü’l-Esîr,
Üsdü’l-Ğâbe, V, 112; İbn Kesîr, Bidâye, VIII, 27.
[46] İbnü’l-Arabî, Muhyiddîn, (638/1240)
Muhâdarâtü’l-Ebrâr ve Müsâmeretü’l-Ahyâr fî’l-Edebiyyât, Beyrut, 1968, I, 45.
[47] İbn Kesîr, Bidâye VIII, 27.
[48] İbn Abdilber, III, 1377; İbnü’l-Esîr,
Üsdü’l-Ğâbe,V, 112; Zehebî, Siyer, II, 369; İbn Hacer, İsâbe, III, 383.
[49] İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 139.
[50] Vâkıdî, I, 176; İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 139.
[51] Vâkıdî, I, 176.
[52] İbn Hişâm, Abdü’s-Selâm Hârûn, Tehzîb Siretü
İbn Hişâm, trsz. I, 159.
[53] Vâkıdî, I, 176-177.
[54] Vâkıdî, I, 177-178.
[55] Vâkıdî, I, 178-179; el-Bustî, Ebî Hâtim Muhammed b. Hibbân,
es-Sîratü’n-Nebeviyye ve Ahbâri’l- Hulefâ, Beyrut, 1984, 192. el-Halebî, Ali b.
Burhâneddîn (1044/1635), es-Sîratü’l-Haılebiyye, Beyrut, trsz. II, 210.
[56] İbnü’l-Esîr, Ebû’l-Hasan Ali b. Ebî’l-Kerem
(630/1233), el-Kâmil fi’t-Târih, Beyrut, 1965, II, 138.
[57] Vâkıdî, I, 179.
[58] Vâkıdî, I, 179.
[59] Vâkıdî, I, 199-200; İbn Hişâm, Tehzîb, I, 161;
el-Belâzûrî, Ebû’l-Abbâs Ahmed b. Yahyâ (279/892), Ensâbu’l-Eşrâf, Thk. Süheyl
Zekkâr-Riyad ez-Ziriklî, Beyrut 1996/1417, I, 381.
[60] İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 148.
[61] Enfâl, 8; 36.
[62] İbn Sa’d, II, 37.
[63] İbn Sa’d, II, 37.
[64] Vâkıdî, I, 217; İbn Sa’d, II, 39.
[65] Vâkıdî, I, 237.
[66] Vâkıdî, I, 239-240; Köksal, Mustafa Asım, Hz.
Muhammed ve İslâmiyet, İstanbul 1981, III, 144145.
[67] Vâkıdî, I, 240; Halîfe b. Hayyât el-Asfarî,
(240/854), Târîhu Halîfe b. Hayyât, Beyrut, 1415/1995, 49.
[68] Algül, Huseyin, İslâm Tarihi, İstanbul, 1986,
I, 381.
[69] Vâkıdî, I, 249-250.
[70] İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 173.
[71] Vâkıdî, I, 363.
[72] İbn Hişâm, Tehzîb, I, 188.
[73] İbn Hişâm, Tezhîb, I, 188.
[74] el-Belâzûrî, Ebû’l- Abbâs Ahmed b. Yahyâ (279/892),
Futûhu’l-Büldân, Beyrut, 1403/1983, 31; Ayrıca geniş bilgi için bkz. Atçeken,
İsmail Hakkı, Hz. Peygamber’in Yahudilerle Münasebetleri, İstanbul, 1996,
88-93.
[75] Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr
(310/922), Târîhu’t-Taberî (Târîhu’r-Rusul ve’l-Mulûk), Thk. Muhammed Ebû Fadl
İbrahim, Mısır, 1119, II, 551-552.
[76] İbn Sa’d, II, 57; Taberî, II, 552.
[77] Taberî, II, 552.
[78] İbn Sa’d, II, 57.
[79] Taberî, II, 552.
[80] İbn Sa’d, II, 57.
[81] Vâkıdî, I, 366; Taberî, II, 552.
[82] İbn Sa’d, II, 57; Taberî, II, 552.
[83] Vâkıdî, I, 366-367; Taberî, II, 552; Bustî,
Sîre, 230.
[84] Taberî, II, 552-553; Halebî, II, 264.
[85] Vâkıdî, I, 367; İbn Sa’d, II, 57; Taberî, II,
553.
[86] Vâkıdî, I, 374; İbn Sa’d, II, 58.
[87] Vâkıdî, I, 374; İbn Sa’d, II, 58.
[88] Hattâb, 272-273.
[89] Asabiyet hakkında geniş bilgi için bkz.
Çağrıcı, Mustafa, “Asabiyet”, D.İ.A., İstanbul, 1991, III, 453-455; Apak, Adem,
Asabiyet, İstanbul, 2004.
[90] Taberî, II, 564.
[91] Vâkıdî, I, 403; İbn Sa’d, II, 62.
[92] Vâkıdî, I, 404-405; İbn Kesîr, Bidâye, IV, 92.
[93] Vâkıdî, I, 403; İbn Sa’d, II, 62.
[94] İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 178.
[95] Vâkıdî, II, 465.
[96] Vâkıdî, II, 465-466; Köksal, V, 249-250.
[97] Vâkıdî, II, 466; Köksal, V, 250.
[98] İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 187.
[99] Vâkıdî, II, 497; İbn Hişâm, Sîre, II, 23-24; Ebû’l-Fidâ, İmâdüddîn
el-Melikü’l-Müeyyed İsmâil b. Ali b. Mahmud İbn-i Ömer Şâhinşah b. Eyyûb
(732/1358), Târîhu Ebû’l-Fidâ, ta’lik ve haşiye Mahmud Deyyüb, Beyrut,
1407/1997, I, 196.
[100] Hasan İbrahim Hasan, Siyâsî, Dînî, Kültürel,
Sosyal, İslâm Tarihi, trc. İsmail Yiğit, Sadrettin Gümüş, İstanbul, 1985, I,
162.
[101] İbn Sa’d, II, 74.
[102] Vâkıdî, II, 498; İbn Sa’d, II, 74.
[103] Vâkıdî, II, 498.
[104] Vâkıdî, II, 497-498.
[105] Vâkıdî, II, 501; Köksal, V, 332-333.
[106] Vâkıdî, II, 503; İbn Hişâm, Sîre, II, 27.
[107] Taberî, II, 586.
[108] Vâkıdî, II, 504.
[109] İbn, Hişâm, Sîre, II, 27.
[110] Vâkıdî, II, 504; İbn Hişâm, Sîre, II, 27.
[111] Vâkıdî, II, 504.
[112] Vâkıdî, II, 509.
[113] Vâkıdî, II, 524; İbn Hişâm, Sîre, II, 28.
[114] Vâkıdî, II, 510, 512.
[115] Vâkıdî, II, 509.
[116] îbn Hişâm, Sîre, II, 32; İbnü’l-Esîr, Kâmil,
II, 187.
[117] İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 187.
[118] Vâkıdî, II, 524.
[119] İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 200.
[120] Vâkıdî, II, 574; Taberî II, 621; Ebû’l-Fidâ, I,
199.
[121] Vâkıdî, II, 574; İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 200.
[122] İbnü’l-Esir, Kâmil, II, 200.
[123] Vâkıdî, II, 574.
[124] Vâkıdî, II, 574.
[125] Vâkıdî, II, 574.
[126] Vâkıdî, II, 574.
[127] İbn Sa’d, II, 97; Taberî, II, 626-628.
[128] Vâkıdî, II, 603.
[129] Vâkıdî, II, 603.
[130] Vâkıdî, II, 602. Topluca yapılan bir bey’at
olduğu için orada bulunan herkes bey’at etti. İçlerinde Muhammed b. Mesleme de
vardı.
[131] Vâkıdî, II, 602.
[132] Vâkıdî, II, 612; İbn Sa’d, II, 97.
[133] İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 216.
[134] Semhûdî, Nureddin Ali b. Ahmed (911/1505), Vefâü’l-Vefâ
bi Ahbâri Dâri’l-Mustafâ, Beyrut, 1404/1984, III, 1028.
[135] Vâkıdî, II, 643.
[136] Vâkıdî, II, 644.
[137] İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 216.
[138] Vâkıdî, II, 644.
[139] Hz. Peygamber’in buradaki ağaçların salkımlarını kesmesi Yahudiler’e
karşı düzenlenen savaşta galip gelmek için onları rahatsız etmekti. Ancak daha
sonra bu işten vaz geçilmiştir. Bkz. Es’ad, Mahmud (1337/1918), Târîh-i Dîn-i
İslâm, Sadeleştiren: Ahmet Lütfi Kazancı-Osman Kazancı, İstanbul 1995,673.
[140] Vâkıdî, II, 645.
[141] Vâkıdî, II, 645.
[142] Hayber’deki kalelerden birisinin adıdır. Geniş
bilgi için bkz. Hamidullah, Muhammed. “Hayber”, D.İ.A., İstanbul, 1998. XVII,
21-22.
[143] Hayberdeki kalelerden bir diğerinin adıdır.
Hamidullah, “Hayber”, D.İ.A., XVII, 22.
[144] Taberî, II, 9; Diyârbekrî, Huseyin b. Muhammed
b. Hasan (990/1582), Târîhu’l-Hâmîs fî Ahvâli Enfesi Nefîs, Beyrut, trsz., II,
46.
[145] Vâkıdî, II, 645; Diyârbekrî, II, 46.
[146] Vâkıdî, II, 658.
[147] el-Hâkîm, Ebî Abdillah en-Nisâbûrî (405/1014),
el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, Beyrut, 1406/1986, III, 38.
[148] İbn Seyyidinnâs, Ebû’l-Feth Muhammed b. Muhammed (734/1334)
Uyûnu’l-Eser fî Funûni’l- Meğâzî ve’ş-Şemâil ve’s-Siyer, Beyrut, tsz., II, 132.
Kaynaklardaki
ifadelerde Mahmud’un şehid olduğu belirtilir. Muhammed b. Mesleme Hz.
Peygamber’e “Bugün çok üzülüyorum. Kardeşim şehid olmuştur” dediği zikredilir.
Ancak bu ifade doğru görünmemektedir. Zira ileride de değinileceği gibi Mahmud
ertesi gün, Merhab’ın öldürüldüğü gün ölmüştür. Yani yaralandıktan 3 gün sonra
şehid olmuştur. bkz. Vâkıdî II, 658; İbn Sa’d IV. 303. Ancak biz tercüme
yaparken şehid oldu ifadesini, çok yaralı, şehid olmak üzere olarak
anlamlandırdık. Muhammed b. Mesleme’nin Mahmud henüz ölmediği halde, kardeşim
şehid oldu şeklinde konuşması, kanaatimizce, Mahmud’un ağır yaralı olmasından
ve yaşayabileceğine dair çok fazla umutları olmadığından kaynaklanmaktadır.
[149] Hâkim, III, 138; İbn Seyyidinnâs, II, 132-133.
[150] Vâkıdî, II, 653.
[151] İbn Seyyidinnâs, II, 132.
[152] Vâkıdî, II, 653; İbn Seyyidinnâs, II, 133.
[153] İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 218.
[154] İbn Hişâm, Sîre, II, 87; İbnü’l-Esîr, Kâmil,
II, 218; Ebû’l-Fidâ, I, 201.
[155] Diyârbekrî, II, 50.
[156] Diyârbekrî, II, 50.
[157] İbnü’l-Esîr, Kamil, II, 219.
[158] Vâkıdî, II, 655-656; İbn Hişam, Sîre, II, 88;
Bustî, Sîra, 301-302.
[159] İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 219.
[160] Vâkıdî, II, 655-656; İbn Hişâm, II, 88; Bustî,
Sîrâ, 302; İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 219, Halîfe, 38; Halebî, III, 38.
[161] İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 219.
[162] İbn Abdilber III, 1377; İbnü’l-Esîr, Kâmil,
II, 219; Ebû’l-Fidâ, I, 201; İbnü’l-Verdî, Ebû Hafs Zeynuddîn Ömer b. Muzaffer
b. Ömer (749/1375), Târîhu İbnü’l-Verdî, Beyrut, 1996, I, 120.
[163] Bustî, Sîra, 301.
[164] Bkz. Taberî, III, 10-13; İbnü’l-Esîr, II,
218-219.
[165] Vâkıdî Merhab’ı Hz. Ali’nin öldürdüğüne dair şöyle bir gerekçe
sunar: Hz. Ali’nin Merhab ile karşılaşmasının asıl nedeni Merhab’ın kardeşi
Haris’in Hz. Ali’nin eliyle öldürülmesi idi. Kuşatma esnasında Yahudiler’den
Hâris bire bir çarpışmak için kaleden indi. Hâris’in cesur olduğu bildirilir.
Hz. Ali ile yaptıkları mübarezede Hz. Ali galip gelmiş Hâris ölmüştü. Merhâb
kardeşinin ölümüne dayanamayarak intikam hırsı ile Hz. Ali ile savaşmış Hz. Ali
Merhab’ı da öldürmüştü. Bkz. Vâkıdî, II, 654.
[166] Nevevî I, 92.
[167] Diyârbekrî, II, 46.
[168] Vâkıdî, II, 673; Taberî, III, 14; İbnü’l-Esîr,
Kâmil, II, 220.
[169] Vâkıdî, II, 657.
[170] Vâkıdî, II, 662.
[171] Vâkıdî, II, 670-671; İbn Sa’d II, 110;
Belâzûrî, Fütûh, 38; İbn Kayyım, el-Cevziyye (751/1372), Zâdü’l-Meâd, trc.
Şükrü Özden, H. Ahmet Özdemir, Mustafa Erkekli, İstanbul, 1989, III, 180.
[172] Halebî, III, 39.
[173] Vâkıdî, II, 673; Taberî III, 14; İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 220; İbn
Haldun, Abdurrahman b. Muhammed (808/1405) Tarîhu İbn Haldun (Kitâbü’l-İber ve
Dîvânü’l-Mübtedei ve’l-Haber fî Eyyâmi’l-Arab ve’l-Acem ve’l-Berber ve men
Asâruhüm min Zevi’s-Sultâni’l-Ekber) Beyrut, 1391/1971, II, 293; Halebî, III,
39.
[174] Vâkıdî, II, 690.
[175] Vâkıdî, II, 731; İbn Sa’d, II, 120.
[176] Vâkıdî, II, 733; İbn Sa’d, II, 121. Kastalânî
bu seferde atların sayısının yaklaşık 100 olduğunu belirtir. Bkz., Kastalânî,
101.
[177] Vâkıdî, II, 733; İbn Sa’d, II, 121.
[178] İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 227.
[179] Vâkıdî, II, 734; İbn Sa’d, II, 121.
[180] Kastalânî, Yûsuf b. İsmâil en-Nebhânî,
el-Envâru’l-Muhammediyye mine’l-Mevâhibi’l-Ledûnniye, 101.
[181] Taberî, III, 26.
[182] İbn Kesîr, Bidâye, VIII, 27.
[183] İbn Hişâm, Sîre, I, 417; Beyhakî, Ebû Bekir, Ahmed Hüseyin
(458/1066), Delâilü’n-Nübüvve ve Ma’rifetü Ahvâli Sâhibi’ş-Şerîa, Beyrut,
1405/1985, III, 197; İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 143; İbn Kesîr, Bidâye, IV, 5; İbn
Haldûn, Tarîh, II, 22.
[184] İbn Sa’d, II, 32.
[185] İbn Hişâm, Şîre, I, 417; İbnü’l-Esîr, Kâmil,
II, 143; İbn Kesîr, Bidâye, IV, 5.
[186] Vâkıdî, I, 184; İbn Sa’d, II, 32; İbnü’l-Esîr,
Kâmil, II, 143, İbn Kesîr, Bidâye, IV, 5.
[187] Vâkıdî, I, 145; İbn Sa’d, II, 32; İbn Hışâm,
Sîre, I, 417, İbn Kesîr, Bidaye, IV, 6.
[188] Vâkıdî, I, 145; Beyhakî, III, 197-198; İbn
Kesîr, Bidaye, IV, 6.
[189] İbn Hışâm, Sîre, I, 417; İbnü’l-Esîr, Kâmil,
II, 143.
[190] Mevlânâ, Şibli Nu’mânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, (Sîratü’n-Nebî),
trc. Yusuf Karaca, thrc. Muharrem Tan, İstanbul, 2005, 259.
[191] Suruç, Salih, Kainatın Efendisi
Peygamberimiz’in Hayatı, İstanbul, 2004, II, 78-79.
[192] Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, trc.
Salih Tuğ, Ankara, 2003, I, 580.
[193] Sırma, İhsan Süreyya, Hz. Peygamber Devrinde
Yahudi Meselesi, İstanbul, 1984, 40.
[194] Algül, I, 378.
[195] Lings, Martin, Hz. Muhammed’in Hayatı, trc.
Nazife Şişman, İstanbul, 2004, 238-239.
[196] Vâkıdî, I, 146; İbn Sa’d, II, 32.
[197] İbn Hişâm, Sire, I, 419; Taberî, II, 488.
[198] Vâkıdî, I, 187; İbn Sa’d, II, 32; Müslim, İbn Haccâc Kuşeyrî
(261/874), el-Câmiu’s-Sahih, thk ve tlk. Muhammed Fuad Abdülbâkî, Çağrı
Yayınları, İstanbul, 1992. Kitâbü’l-Cihâd ve’s-Siyer, 42; İbnü’l-Esîr, Kâmil,
II, 143; İbn Kesîr, Bidâye, IV, 7.
[199] Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Ankara, 1995. XII, 113.
[200] Canan, V, 150-151.
[201] Vâkıdî, I, 187.
[202] îbn Sa’d, II, 32.
[203] Taberî, II, 489.
[204] Beyhakî, III, 195.
[205] Müslim, Kitâbü’l-Cihâd ve’s Siyer, 42.
[206] Vâkıdî, I, 187; îbn Kesîr, Bidâye, IV, 5-6.
[207] Vâkıdî, I, 187; Canan, XII, 113-114.
[208] Vâkıdî, I, 187; İbn Sa’d, II, 32.
[209] Beyhakî, III, 197.
[210] Beyhakî, III, 197-198.
[211] Vâkıdî, I, 187; İbn Sa’d, II, 32; Taberî, II,
489, Hâkîm, III, 434.
[212] Vâkıdî, I, 187; İbn Sa’d, II, 32.
[213] Beyhakî, III, 197.
[214] Vâkıdî, I, 188; İbn Kesîr, Bidâye, IV, 7.
[215] Vâkıdî, I, 188; İbn Sa’d, II, 32.
[216] İbn İshâk, Muhammed b. İshak (151/768), Sirâtü
İbn-i İshâk bi Kitâbi’l-Mübtede-i ve’l-Meb’asi ve’l-Meğazî, thk. Muhammed
Hamîdullah, Konya, 1981/1401, 298; Vâkıdî, I, 188; İbn Sa’d, II, 32.
[217] Vâkıdî, I, 189; Zehebî, Şemsüddîn Muhammed b.
Ahmed b. Osman (748/1374) Târîhu’l-İslâm, thk. Ömer Abdüsselam Tedmurî, Beyrut,
1417/1998, II, 160; İbn Kesîr, Bidâye, IV, 7.
[218] Müslim, Kitâbu’l-Cihâd ve’s-Sîyer, 42.
[219] İbn Kesîr, Bidâye, IV, 7.
[220] Zehebî, Târîhu’l-İslam, II, 160; İbn Kesîr,
Bidâye, IV, 7.
[221] Müslim, Kitâbu’l-Cihâd ve’s-Sîyer, 42; es-Süheylî, Abdurrahmân b.
Abdillâh (581/1185), Muhtasar er-Ravdu’l-Unûf fî
Tefsîri’s-Sîrati’n-Nebeviyyeti’ş-Şerîfe, İhtısar, Muhammed b. Ahmed b. Osman
ez-Zehebî eş-Şafiî ed-Dımeşkî, thk. Abdülazîz Harfuş, Şam, 2005, 334.
[222] İbn Sa’d, II, 34.
[223] Müslim, Kitâbü’l-Cihâd ve’s-Siyer, 42.
[224] Vâkıdî, I, 190. İbn Kesîr, IV, 7.
[225] îbn Sa’d, II, 34.
[226] Vâkıdî, I, 190.
[227] Vâkıdî, I, 190; îbn Sa’d, II, 33.
[228] Vâkıdî, I, 190; îbn Sa’d, II, 33.
[229] îbn Sa’d, II, 33.
[230] Vâkıdî, I, 190.
[231] Müslim, Kitâbü’-Cihâd ve’s-Sîyer, 42; Ebû Dâvûd, Süleyman İbn Eş’as
Sicistânî (275/888), es- Sünen Çağrı yayınları, İstanbul, 1992, Kitâbü’l-Cihâd,
157.
[232] Diyârbekrî, I, 466.
[233] Taberî, II, 490; Zehebî, Siyer, II, 372.
[234] Sırma, 73.
[235] Halîfe, 34; Muhammed, el-Hudarî Bek,
Nûru’l-Yakîn fî Sîrati’l Mürselîn, Kâhire, 1415/1995, 175; Mahmud Şâkir,
et-Târîhu’l-İslâmî, Beyrut, 1411/1991, I, 288.
[236] Vâkıdî, II, 534; İbn Sa’d, II, 78.
[237] Vâkıdî, II, 534.
[238] Vâkıdî, II, 534; İbn Sa’d, II, 78; Mahmud
Şâkir, I, 289.
[239] Zeynî, Seyyid Ahmet, Hz. Muhammed’in Hayatı,
trc. Selami Münir Yurdatap, İstanbul 1975, 210.
[240] Vâkıdî, II, 534-535.
[241] Vâkıdî, II, 535; Mahmud Şâkir, I, 289.
[242] Zeynî, 211.
[243] Kastalânî, 87; Bustî, Sîre, 268-269.
[244] Vâkıdî, II, 551; İbn Sa’d, II, 85; Taberî, II,
641.
[245] Vâkıdî, II, 551; İbn Sa’d, II, 85.
[246] İbn Sa’d, II, 86.
[247] Vâkıdî, II, 552; İbn Sa’d, II, 86.
[248] İbn Sa’d, II, 86.
[249] Vâkıdî, II, 552; İbn Sa’d, II, 86.
[250] Zeynî, 212.
[251] Vâkıdî, II, 551; İbn Sa’d, V, 85.
[252] Zeynî, 212.
[253] Vâkıdî, II, 551; İbn Sa’d, II, 85.
[254] Vâkıdî, II, 551.
[255] Sahabîler Ansiklopedisi, haz. Ali Bardakoğlu,
Celâl Kırca vd., İstanbul, trsz. 324.
[256] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V, 112.
[257] İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 5.
[258] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V, 112; İbn Hacer,
İsâbe, III, 384.
[259] Belâzûrî, Futûh, 220-221.
[260] İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 527.
[261] Yâkût el-Hamevî, Şihâbüddin, Ebû Abdullah b. Abdullah el-Bağdâdî
(626/1229), Mu’cemü’l- Büldân, Beyrut 1958, IV, 491, 492.
[262] İbn Kesîr, Bidâye, VII, 75.
[263] Hitti, Philip K, Siyasi ve Kültürel İslâm
Tarihi, trc. Salih Tuğ, İstanbul, 1980, I, 239.
[264] İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 529.
[265] Hitti, I, 239.
[266] eş-Şehristânî, Muhammed b. Abdü’l-Kerîm
(548/1153), el-Milel ve’n-Nihâl, thk. Ahmed Fehmi Muhammed, Beyrut 1368/1948,
I, 20-21; İbn Kesîr, Bidâye, VII, 75.
[267] Hitti, I, 239.
[268] İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 529; İbn Kesîr, Bidâye,
VII, 75.
[269] Kettanî, II, 27.
[270] Taberî, IV, 47.
[271] Taberî, IV, 47; İbn Kesîr, Bidâye, VII, 75.
[272] Taberî, IV, 47.
[273] Taberî, IV, 47; İbnü’l-Esîr, Kâmil, II,
529-530.
[274] Belâzûrî, Futûh, 277.
[275] İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 530; İbn Kesîr, Bidâye,
VII, 75.
[276] Taberî, IV, 47.
[277] İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 1530; İbn Kesîr, Bidâye,
VII, 75.
[278] Taberî, IV, 47.
[279] İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 531-554.
[280] İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 5.
[281] İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 5.
[282] Taberî, IV, 120-121; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III,
5; İbn Kesîr, Bidâye, VII, 105.
[283] et-Temmâvî, Süleyman Muhammed, Hz. Ömer el-Fârûk
ve Modern Sistemler, trc. Muhammed Vesim Taylar, İstanbul, 1993, 259.
[284] Hasan, İbrahim Hasan,
Siyasî-Dinî-Sosyal-Kültürel, İslam Tarihi, trc. İsmail Yiğit, Sadrettin Gümüş,
İstanbul, 1985, I, 316-317.
[285] Temmâvî, 259.
[286] Taberî, IV, 121.
[287] İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 5.
[288] Nedvî, Şâh Muînüddin Ahmet, trc. Ali Beceli,
haz. Eşref Edip, İstanbul, 1985, I, 432.
[289] Nedvî, I, 434.
[290] Taberî, IV, 121; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 5.
[291] Taberî, IV, 121.
[292] İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 5.
[293] Taberî, IV, 121; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 5-6.
[294] Taberî, IV, 121; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 6.
[295] Taberî, IV, 121; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 6.
[296] Temmâvî, 265.
[297] Bu soruşturmadan sonra Sa’d’ın Kûfe valiliği görevi son bulmuştur.
Ancak Sa’d’ı Hz. Ömer’in mi azlettiği yoksa, kendisinin “Beni şikayet eden
halka valilik yapamam diyerek” görevi mi bıraktığı hususu hakkında farklı
rivâyetler vardır. Bu rivâyetlerle ilgili geniş bilgi için bkz. Avcı, Durmuş
Ali, Sa’d b. Ebî Vakkas’ın Hayatı ve Şahsiyeti”, “Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, Konya, 1997, 84.
[298] Belâzûrî, Futûh, 231.
[299] Temmâvî, 119. Hz. Ömer’in Amr b. el-Âs’ın zekat
amillerinin halka kötü davrandığına dair bir mektup aldığını ve bundan dolayı
Amr’a kızdığı da rivâyet edilir. Bkz. Belâzûrî, Futûh, 231.
[300] Bu mektuplar ve içerikleri için bkz. Temmâvî,
119-121.
[301] Belâzûrî, Futûh, 231. İbn Abdirabbîh, Ebû Ömer b. Ahmed b. Muhammed
(327/939), el-İkdü’l- Ferîd Kahire, 1965, I, 47. Hz. Ömer’in Amr b. el-Âs’ı
teftişinin bir diğer nedeni olarak Amr’ın zekat amillerinin halka kötü
davrandığına dair bir mektup alması da rivâyet edilir. Bkz. Belâzûrî, Futûh,
231.
[302] Kettânî, II, 27.
[303] Belâzûrî, Futûh, 231; İbn Abdirabbih; I, 47-48.
[304] Belâzûrî, Futûh, 231.
[305] Belâzûrî, Futûh, 231.
[306] Hucûrât, 49; 13.
[307] Tekâsür, 102; 1-8.
[308] Apak, Adem, İslam Siyâset Geleneğinde Amr b.
el-Âs, Ankara, 2001, 199.
[309] Belâzûrî, Futûh, 231; İbn Abdirabbih, I, 48.
[310] İbn Hacer, İsâbe, III, 384.
[311] Hattâb, 287.
[312] Hasan İbrahim Hasan, I, 331.
[313] Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Redaktör,
Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul, 1986, II, 180.
[314] Nizâmülmülk, Siyasetname, trc. Nurettin
Bayburtlugil, İstanbul, 1981, 46.
[315] İbn Hacer, İsâbe, III, 384; İbnü’l-Esîr,
Üsdü’l-Ğâbe, V, 113.
[316] Vida, G. Levi Della “Osman”, İ.A., İstanbul,
1960, IX, 430.
[317] Taberî, IV, 341; Seyf b. Ömer el-Esedî
(200/815), el-Fitnetü ve Vak’atü’l-Cemel, thk. Ahmed Râtib Armuş, Beyrut, 1993,
49; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 155; İbn Haldûn, II, 116.
[318] Hattâb, 289.
[319] İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 155.
[320] Taberî, 348-349; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 158.
[321] İbn Kesîr, Bidâye, VII, 173.
[322] Taberî, IV, 350; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 161.
[323] Taberî, IV, 353; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 161.
[324] Taberî, IV, 353.
[325] Taberî, IV, 353; Seyf b. Ömer, 63.
[326] İbn Haldûn, II, 145.
[327] Taberî, IV, 353; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 161;
İbn Haldûn, II, 145.
[328] İbn Sa’d, III, 65.
[329] Taberî, IV, 359; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III,
162-163.
[330] Mısırlılar Medine’ye gelince ilk olarak Hz. Ali
ile görüşmüşlerdi. Geniş bilgi için bkz. İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 159-160.
[331] Şehirlerin karışık olduğuna dair haberleri duyduklarında, ve
valileri dair şikayetlerin varlığına şahit olduklarında, Hz. Ali’den Hz.
Osman’ı uyarmasını istemişlerdi. Geniş bilgi için bkz. Taberî, IV, 336337.
[332] Diğer isimler için bkz. Taberî, IV, 359;
İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 162-163.
[333] Hz. Ali’nin bu serzenişine Muhammed b. Mesleme de ortak idi. Zira
isyancılar Medine’ye ikinci kez döndüğünde Muhammed b. Mesleme isyancılara “Hz.
Osman bizim sözümüzü tutacağına söz vermiştir” dedi. bkz. Taberi, IV, 358;
İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 163; Anlaşılan o ki Muhammed isyancıların içinde bulunduğu
sosyo-ekonomik ve diğer nedenlerden kaynaklanan sıkıntılarını yakından bilen,
Hz. Osman’ın politikalarından yanlış olanlara vakıf olan bir kimse idi.
[334] Taberî, IV, 358; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 162.
[335] Taberî, IV, 358; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 163.
[336] Taberî, IV, 373; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 168.
[337] Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetü’l-Kübrâ, I, Osman,
Kahire, 1966, 209.
[338] Bkz. Taberî, 358; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 163.
[339] Taberî, IV, 358; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 163.
[340] Taberî, IV, 373; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 168.
[341] İbn Haldûn, II, 147.
[342] İbn A’sem, Ebû Muhammed Ahmed el-Kûfî (314/926)
Kitâbü’l-Futûh, Beyrut, 1986, I, 411.
[343] Mektup hadisesinde Mervan b. Hakem’in rolü hakkında geniş bilgi
için bkz. Atçeken, İsmail Hakkı, “Hz. Osmân Dönemi İç Olaylarında Mervan b. Hakem’in
Rolü”, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 9, Konya, 1999,
330-338.
[344] İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 168-169.
[345] İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 170.
[346] Taberî, IV, 394; İbn A’sem, I, 423.
İsyancıların
Medine’ye ilk gelişlerinde kuşatma 70 gün sürmüştü. bkz. Taberî IV, 385. Bu
süre zarfında namazları Hz. Osman kıldırmıştı bkz. Taberî IV, 351. Buradan da
anlaşılıyor ki isyancıların Medine’ye ilk geldiklerinde niyetleri Hz. Osman’ı
öldürmek değildi. Zira eğer böyle bir niyetleri olsaydı bu kadar gün bekleme
gereği duymazdı bkz. Korkmaz, Sıddık, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, Ankara
2005, 46. Mısırlılar’ın ikinci kez döndüğünde ilk gelmelerindeki niyetlerinin
Hz. Osman’ı azletmek veya öldürmek olduğunu belirtmeleri (bkz. Taberî, IV, 374;
İbnü’l-Esîr Kâmil III 351) bir göz dağı verme olduğu kanaatindeyiz. Muhammed b.
Mesleme isyancı grubun niyetlerini ve sıkıntılarını yakından bilen birisi idi.
Olayların bu noktaya varacağını ihtimal odur ki kendisi de saptayamamıştı.
[347] İbn Sa’d, III, 65.
[348] Demircan, Adnan, Ali-Muaviye Kavgası, İstanbul,
2002, 64-65.
[349] Hattâb, 291.
[350] Taberî IV, 428; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 190.
[351] Diğerlerinden bazıları, Hassân b. Sâbit, Kâ’b b.Mâlik, Mesleme b.
Muhalled, Ebû Saîd el-Hudrî, Nu’man b. Bişr, Zeyd b. Sâbit, Râfi’ b. Hudeye,
Fudâle b. Ubeyd, Kâ’b b. Ucre, bkz. Taberî, IV, 429430; İbnü’l-Esîr, Kâmil,
III, 191; Sa’d b. Ebî Vakkâs, Abdullah b. Ömer, bkz. ed-Dîneverî, Ebû Hanife
Ahmed b. Dâvûd (282/895), el-Ahbâru’t-Tıvâl, thk. Ömer Ferrûh et-Tabbâh,
Beyrut, trsz. 133.
[352] Bu yedi kişi için bkz. İbn Kesîr, Bidaye, VII,
227.
[353] İbn Kesîr, Bidâye, VII, 227.
[354] İbn Abdilber, III, 1377; İbnü’l-Esîr,
Üsdü’l-Ğâbe, V, 112; İbn Hacer, İsâbe, III, 384.
[355] Demircan, 66.
[356] Hattâb, 291-292.
[357] İbn Kuteybe, Maârif, 117.
[358] Dîneverî, 133.
[359] Dîneverî, 135; el-İmâme ve’s-Siyâse, (İbn
Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed- Dîneverî (276/889)’ye nispet
edilir), Beyrut, 1997, 49.
[360] İmâme, 49.
[361] Diyârbekrî, II, 50.
[362] İmâme, 84-85; İbn A’sem, I, 543.
[363] İmâme, 85.
[364] İbn A’sem, I, 542.
[365] Hucûrat, 49;9.
[366] İmâme, 85.
[367] İleride fitneler çıkacaktır. Bu dönemde oturan yürüyenden, yürüyen
konuşandan daha hayırlıdır. Ancak böyle bir durum meydana geldiğine devesi olan
devesine, koyunu olan koyununa, toprağı olan toprağına katılsın. Bir adam:
Devesi, koyunu, toprağı olmayan ne yapsın? diye sorunca Hz. Peygamber “kılıcını
alır, taşla köreltir, kurtulabilirse kurtulur” buyurmuştur. bkz. Müslim, Fiten,
13. Müslümana sövüp kötü sözler söylemek fasıklıktır. Onunla savaşmak ise
küfürdür. Bkz. Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail (256/870),
el-Câmiu’s-Sahîh, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992. İmân, 36. Kim bize silah
çekerse bizden değildir. Buhârî, Fiten, 7.
[368] Mustafa, Nevin Abdülhâlık, İslâm Düşüncesinde
Muhalefet, trc. Vecdi Akyüz, İstanbul, 2001, 274275.
[369] Rebeze, Medîne’nin köylerinden biridir.
Medine’ye üç mil uzaklıktadır. Hicaz yolu üzerindedir. bkz. İbnü’l-Esîr,
Üsdü’l-Ğâbe, V, 113.
[370] İbn Abdilber, III, 1377; İbnü’l-Esîr,
Üsdü’l-Ğâbe, V, 113.
[371] İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 215. İbn Haldûn, II,
156.
[372] İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 215; Seyf b. Ömer,
128.
[373] İbn Kuteybe, Maârif, 117.
[374] İbn Sa’d, III, 444.
[375] İbn Sa’d, III, 444.
[376] İbn Abdilber, III, 1377.
[377] Hâkim, III, 117, İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V,
113; Zehebî, Siyer, II, 373.
[378] İbn Sa’d, III, 445.
[379] İbn Sa’d, III, 445.
[380] İbn Sa’d, III, 445; Hâkim, III, 117. Bu konuda çok farklı şekillerde
bilgiler mevcuttur. Huzeyfe Rasûlullâh’tan “fitnenin zarar vermeyeceği tek
insanın Muhammed b. Mesleme olduğunu” duyduğunu söyler. bkz. Zehebî, Siyer, II,
372.
[381] Ebu Dâvûd, Sünne, 12, İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V, 112; Zehebî,
Siyer II, 372.
Ayrıca
Hz. Peygamber’in bu sözü Muhammed’e, Kâ’b b. el-Eşref’i öldürdüğü zaman
söylediğine dair bir bilgi vardır: bkz. Yeniel Necâti, Sünen-i Ebû Dâvûd
Terceme ve Şerhi, Red. Mehdi Ali Seçkin, İstanbul, 2000, XV, 436-437.
[382] İbn Abdilber, III, 1377; Nevevî, I, 92; İbn
Kesîr, Bidâye, VIII, 27; İbn Hacer, İsâbe, III, 384.
[383] İbn Sa’d, III, 444; İbn Abdilber, III, 1377;
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V, 113.
[384] Halife, 125; Mizzî, Cemâleddîn, Ebî’l-Haccâc
Yusuf, thk. Beşşâr Ayvâz Ma’rûf, Beyrut, 1992, XXVI, 457.
[385] İbn Sa’d, III, 445; İbn Kuteybe, Maârif, 117; Taberî, V, 181; İbn
Abdilber, III, 1377; Nevevî, I, 92; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 425; İbn Kesîr,
Bidâye, VII, 27; Zehebî, Siyer, II, 373; İbn Hacer, İsâbe, III, 384.
[386] İbn Kuteybe, Maârif, 117; İbn Abdilber, III,
1377; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V, 113; İbn Kesîr, Bidâye, VIII, 27.
[387] İbn Abdilber, III, 1377; İbnü’l-Esîr,
Üsdü’l-Ğâbe, V, 113; İbn Kesîr, Bidâye, VIII, 27.
[388] İbn Kesîr, Bidâye, VIII, 27.
[389] İbn Sa’d, III, 445; İbn Abdilber, III, 1377;
İbnü’l-Esîr,Üsdü’l-Ğâbe, V, 113; İbn Kesîr, Bidâye, VIII, 27.
[390] Mervan o yıllarda Hicaz valisi idi. bkz. Aycan,
İrfan, “Mervan I” D.İ.A., Ankara, 2004, XXIX, 226.
[391] İbn Sa’d, III, 445; Taberî, V, 181; İbn
Abdilber, III, 1337; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 425; İbn Kesîr, Bidâye, VIII, 27.
[392] Bustî, Târîh, 226.
[393] İbn Sa’d, III, 445; İbn Abdilber, III, 1377;
İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 425; İbn Hacer, İsâbe, III, 384;
Zehebî, Siyer, II, 373.
[394] Nevevî, I, 92.
[395] İbn Kesîr, Bidâye, VIII, 27.
[396] İbn Sa’d, III, 445; İbn Abdilber, III, 1377;
İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 425; İbn Kesîr, Bidâye, VIII, 27.
[397] Zehebî, Siyer, II, 373.
[398] İbn Hacer, el-Askalânî, Ahmed b. Ali b.
Muhammed (852/1448), Tehzîbü’t-Tehzîb, Beyrut, 1326/1908, IX, 455.
[399] İbn Hacer, Tehzîb, IX, 455.
[400] Taberî, V, 162.
[401] Aycan, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muâviye b.
Ebî Süfyân, Ankara, 2001, 140.
[402] Taberî, V, 163; Muâviye’nin haricilerle olan mücadelesi hakkında
geniş bilgi için, bkz. Ağırakça, Ahmed, Emeviler Döneminde Kıyamlar, İstanbul,
1994, 21-64, bkz. Demircan, Adnan, Hâricîler’in Siyâsî Faaliyetleri, İstanbul
1996.
[403] İbn Sa’d, III, 444; İbn Kuteybe, Maârif, 117; İbnü’l-Esîr,
Üsdü’l-Ğâbe, V, 113; İbn Kesîr, Bidâye, VIII, 27; İbn Hacer, İsâbe, III, 384.
[404] İbn Kesîr, Bidâye, VIII, 27.
[405] İbn Sa’d, III, 444; İbn Kuteybe, Maârif, 117;
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe; V, 113; İbn Hacer, İsâbe, III, 384.
[406] İbn Sa’d, III, 444; Zehebî, Siyer, II, 371.
[407] İbnü’l-Esîr, Üsdül’l-Ğâbe, V. 113.
[408] İbn Sa’d, III, 444; İbn Kesîr, Bidâye, VIII,
27; İbn Hacer, İsâbe, III, 384.
[409] İbn Abdilber, III, 1377; Mizzî, XXVI, 457.
[410] İbn Abdilber, III, 1377; İbn Hacer, İsâbe, III,
383.
[411] Zehebî, Siyer, II, 370.
[412] Zehebî, Siyer, II, 372.
[413] Sahabîler Ansiklopedisi, 324.
[414] Sahabîler Ansiklopedisi, 324.
[415] Zehebî, Siyer, 324.
[416] Sahabîler Ansiklopedisi, 324.
[417] İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 162-163.
[418] Taberî, IV, 429.
[419] îbn Kesîr, Bidâye, VI, 302.
[420] îbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 529.
[421] Taberî, IV, 47.
[422] Temmâvî, 259.
[423] Taberî, IV, 121.
[424] Belâzûrî, Futûh, 231; îbn Abdirabbih, I, 47-48.
[425] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V, 112; Hz. Ömer’in Muhammed ile
arasındaki bu sıcak diyalog birbirlerinin hatalarını görmemeleri anlamına
gelmiyordu. Bunu açıklamak üzere şu rivâyeti gerekli görüyoruz: Rivayet
edildiğine göre Dahhâk b. Halîfe kendi arazisine su kanalı döşetmek istedi.
Ancak suyun, doğrudan Dahhâk’ın arazisine geçebilmesi için imkan yoktu. Dahhâk
kanaleti Muhammed b. Mesleme’nin arazisinden geçirmek istedi. Ancak Muhammed
izin vermedi. Bunun üzerine Dahhâk Hz. Ömer’e gidip durumu anlattı. Hz. Ömer
Muhammed’i çağırıp bu davranışını açıklamasını istedi. Muhammed yine izin
vermedi. Hz. Ömer buna müsaade etmemesinin anlamsız olduğunu söyleyerek
Dahhâk’a izin verdi. Kanalet, Dahhâk’ın arazisine Muhammed b. Mesleme’nin
arazisinden geçti. bkz. el-Bekrî, Abdullah b. Abdülaziz el-Endülüsî (487/1094),
Mu’cemu Müsta’cem min Esmâi’l-Bilâdi ve’l-Mevâdî, thk. Mustafa es-Sakkâ,
Beyrut, 1403/1983, II, 938-939.
[426] Balcı, İsrafil, Hz. Ömer Döneminde Diplomasi,
Ankara, 2006, 74. Krş.: Ebû Yûsuf, Ya’kûb b. İbrahim (182/789), Kitâbü’l Harâc,
Kahire, 1936, 126.
[427] Ebû Yûsuf, Ya’kûb b. İbrahim (182/789) Kitâbü’l
Harâc, Kahire, 1382, 82-83.
[428] Ebû Yûsuf, 116.
[429] Taberî, IV, 341; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 155.
[430] Taberî, IV, 359; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 155.
[431] Şahyar, Ataullah, “Muhammed b. Mesleme” D.İ.A.,
İstanbul 2005, XXX, 555.
[432] İbn Abdilber, III, 1377; İbnü’l-Esîr,
Üsdü’l-Ğâbe, V, 112.
[433] Vâkıdî, III, 991.
[434] Ağarı, Murat, Hz. Muhammed’in Hristiyanlarla
Mücadele Stratejisi, İstanbul, 2003, 113.
[435] Vâkıdî, I, 217; İbn Sa’d, II, 39.
[436] Vâkıdî, II, 501; İbn Hişâm, Sîre, II, 27.
[437] Sahabîler Ansiklopedisi, 324.
[438] Zehebî, Siyer, II, 370.
[439] Zehebî, Siyer, II, 371.
[440] İbn Sa’d, II, 85.
[441] Sahabîler Ansiklopedisi, 325.
[442] İbn Sa’d, III, 445; İbn Kuteybe, Maârif, 117.
[443] Kettânî, II, 70.
[444] İbn Seyyidinnâs, II, 316-317.
[445] Sahabîler Ansiklopedisi, 325.
[446] Zehebî, Siyer, II, 370.
[447] İbn Hacer, İsâbe, III, 383.
[448] Mizzî, XXVI, 456-457.
[449] Mizzî, XXVI, 457.
[450] en-Nesâî, Ebû Abdurrahmân Ahmed b. Şuayb
(303/915), es-Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992. İftîtah, 17.
[451] Nesâî, Tatbîk, 14.
[452] Nesâî, Tatbîk, 69.
[453] Mâlik b. Enes (179/795), Muvatta, thk, Muhammed
Fuad Abdulbaki, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, Ferâîz, 8; Ebû Dâvûd, Ferâiz,
5; Fânsî, XII, 391.
[454] el-Fârisî, el-Emîr, Alâaddîn b. Belbânî (739/1365),
Sahîhu İbn Hıbbân, Beyrut, 1997/1418, IX, 350.
[455] İbn Mâce, Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd
el-Kazvinî (273/886), es-Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992. Diyât, 11.
[456] İbn Kesîr, Tefsîr, VI, 151.
[457] Kettânî, II, 230.
[458] Kettânî, II, 200.
[459] îbn Kesîr, Bidâye, II, 354.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar