VAHİY KÂTİPLİĞİ VE HZ. PEYGAMBER’İN VAHİY KÂTİPLERİ
Vahiy
Allah
Teâlâ, yaratmış olduğu ilk insan Hz. Âdem’den1 zamanımıza kadar
insanlar ne zaman hak yoldan, doğru yoldan ayrılmışlarsa[2],
onlara, tuttukları takdirde kendilerinden râzı olacağı yolu[3],
bu fâni dünyadaki[4] çok kısa
denebilecek yaşamlarına tatbik ederlerse her iki âlemde mes’ûd ve bahtiyar
olacakları hayat kanunlannı/şerîatı bildirmiştir5.
Çeşitli
devirlerde insanlardan birini seçerek onu elçilik vazifesiyle görevlendirip
kendi toplumuna peygamber olarak gönderen[5]
Yüce Allah, bu görevle göndermiş olduğu son peygamber Hz. Muhammed [salla'llâhü
aleyhi ve sellem] [6]
aracılığıyla tenzil buyurduğu nihâî İlâhî mesajla da kıyâmete kadar gelecek tüm
insanlara hitap etmiştir[7].
Arapça’da
v-h-y kökünden gelen vahiy lugatta, mektup yazmak, ima ve işaret
etmek, acele etmek, ilham etmek, gizli konuşmak, seslenmek, emretmek,
fısıldamak gibi anlamlara gelir[8]. Şimdi
vahiy kelimesinin Kur’ân’daki kullanışlarına kısaca gözatalım.
Kur’ân
âyetlerine baktığımız zaman, Cenâb-ı Hakk’m peygamberlere, Havariler’e,
meleklere, Hz. Musa’nın annesine, balansına, semaya ve arza vahyettiğini
görürüz. Allah’tan mahlukata doğru olan vahyin, yani İlâhî kaynaklı vahyin
yanında, bir de insandan insanlara ve şeytandan insanlara olan vahiy şekilleri
de önümüze çıkmaktadır.
İlâhî
vahye mazhar olan varlıklann başında, hiç şüphesiz Allah’ın insanlar içinden
kendisi için seçtiği elçiler, peygamberler gelmektedir. Bizzat peygamberlere
yapılan vahiyle ilgili Kur’ân’da pek çok örnek bulunmaktadır[9].
Allah,
Havariler’e Kendi Zatına ve Elçisi’ne inanmalarım ilham ediyor, onlar da
“inandık; müslûman olduğumuza Sen de şahid ol” diyorlar[10].
Bedir
Harbi esnasında Allah, meleklere mü’minleri sebatlı kılmalarını vahyetmiş,
melekler de mû’minlerin kuvve-i man eviyelerine güç kazandırmışlardır[11]. Buradaki
vahiy, bir emir ve direktif verme anlamı taşımaktadır, diyebiliriz.
Yine
Kasas suresinin 7. ayetinden anlaşıldığına göre, Yüce Allah Hz. Musa'nın
annesine çocuğunu suya bırakmasını ilham etmiştir.
Yüce
Allah, balansına da vahyettiğini Nahl suresinde ifade etmektedir[12]. Reşîd
Rıza, vahyin bu türünü “içgüdüsel ilham” diye tanımlamaktadır[13].
Öte
yandan Allah Teâlâ, herbir semaya görevini vahyettiğini bize bildirmektedir[14].
Kıyamet
sahnelerinden birini anlatmakta olan “O gün Rabbinin kendisine vahyettiği
veçhile yeryüzü bütün haberlerini anlatacaktır” ifadesinden, Allah’ın arza da
vahyetiği anlaşılmaktadır[15].
Kur’ân’da
sözü edilen bir başka vahiy şekli de, insan kaynaklı vahiydir. Başka bir ifadeyle,
sözkonusu âyet bağlanımda yer alan vhy mastarından gelen kelime de
etimolojik anlamında kullanılmıştır. İlgili âyet, Zekeriyyâ (aleyhisselâm)’nın,
kavmine sabah akşam Allah’ı teşbih etmelerini vahyettiğinden bahsetmektedir[16]. Yani,
Hz. Zekeriyyâ onlara ima ve işarette bulunmuştur[17].
Zira Allah, kendisine üç gün boyunca insanlarla, sadece işaret ve ima yoluyla
konuşmasını; iletişimi yalnız ‘remz’ yolu ile kurmasını emretmiştir[18].
Şeytanların
insanlara vahyetmesi de, Kur’ân-ı Kerim’de önümüze çıkan vahiy şekillerinin
sonuncusudur. Bunu dile getiren En’âm suresinin 121. âyetinde geçen vahiy
kelimesi de lügat anlamına bağlı olarak vesvese manasında kullanılmıştır[19].
Öyle
anlaşılmaktadır ki, Kur’ân’da, vhy kökünden gelen kelimelerdeki ortak
yön, iki varlık arasındaki iletişim, bir varlığın başka bir varlıkla irtibat
sağlaması hususudur. Dolayısıyla, ortada bir diyalog, bir bilgi alış-verişi
sözkonusudur ki, bu yönü ile vahiy, bir bilgi kaynağıdır, denebilir.
Diğer
ortak bir husus daha vardır ki, o da, kurulan iletişimde, söyleyenin veya
iletenin, kendisine söylenen ve iletileni, iletişim sonucunda, iletilen şeyin
tesiriyle hemen harekete geçirmesi, bir davranış içine sokmasıdır. Bu,
peygamber için kullanıldığında, hemen ona (söylenilene) tâbi olup onu tebliğe
başlaması, tebliğ edilen insanların da bundan etkilenerek aksiyona başlaması
sözkonusudur[20]. Şu halde
bu anlamda vahiy, aktiviteyi, aksiyonu, canlılığı, hareketliliği, eylemliliği
gerektirir. Derli toplu söyleyecek olursak, vahiy, gizli, hızlı, başkalarına
gizli kalacak şekilde vahiy gönderene has bir bildirme, haberdar etme, iletişim
sağlamadır, diyebiliriz. Bu irtibatta bir gizlilik, bir kapalılık sözkonusu
olduğu için alıcı-verici dışındaki bir üçüncü varlık, bu iletişime muhatab
olamaz. Râğıb el-îsfahâni’nin tarifine göre, böyle bir iletişim, remizli bir
kelâm, ya da terkipten soyutlanmış bir ses veya bazı azalann işareti yahut da
yazı vasıtasıyla olabilir; o, Hz. Zekeriyya’nm kavmine vahyedişini de buna
delil olarak göstermektedir[21].
Vahyin
lügat anlamlarına kısaca baktıktan sonra, şimdi vahiy denince akla ne geldiği;
başka bir ifadeyle, vahyin ıstılâhî manada/terim olarak neyi ifade ettiği
konusuna geçeceğiz; ancak daha önce, hemen şunu belirtelim ki, vahyin, terim
anlamının bir çok tarifi yapılmış; bunlar, temelde, özde aynilik arzettiği
gibi, teferruatlarında bazı küçük farklılıkları da içermektedir[22]. Biz
burada, vahyin, İslâm ulemâsı tarafından yapılmış muhtelif tanımlarım
sıralamayacağız. Bununla birlikte, konumuzla yakından alâkadar olduğunu
gözönünde bulundurarak, bizzat Kur’ân’m bu husustaki görüşünü serdetmek
istiyoruz.
Vahiy,
Kur’ân’a göre, gerek doğrudan kalbe lika etmek, isterse perde arkasından, yahut
bir elçi vasıtasıyla olmak üzere Allah’ın peygamberlerle irtibat sağlaması,
konuşması, mesajım iletmesidir[23]. Kur’ân’m
da vahiy olduğunu bu ve bu hususu ortaya koymakta olan başka âyetlere[24] [25] dayanarak
söyleyebileceğimiz gibi, bundan böyle vahiy denince Kur’ân’ı kastettiğimizi de
ifade etmek isteriz.
Görüldüğü
gibi, üç unsurlu bir ilişkiyi (vahyeden-vahiy- kendisine vahyedilen) ifade eden
‘vahy’, Allah ile Peygamber arasında gerçekleşen özel bir iletişim olduğu için
bunun mahiyetini tespit etmemiz —benzer bir tecrübeyi yaşamadığımız için—
mümkün olmayacaktır. Ancak bu durumun, bizim vahiy hakkında konuşmamızı imkân
dışına çıkarmadığı kanaatindeyiz. Zira vahiy, Peygamber dışındaki insanlara
ulaştığı haliyle, şekli ve muhtevası muayyen bir bütün teşkil etmektedir. îşte
bu haliyle vahye, isteyen her insan ulaşabilir; onun hakkında, diğer insanlar
tarafından doğruluğu tahkik edilebilir görüşler beyan edebilir. Çünkü,
Peygamber dışındaki insanlar açısından, vahyetme, netice itibariyle ne olduğu
belli bir hitabın kendilerine ulaşmasından ibarettir. Bu nedenle olsa gerek ki,
vahyin mahiyeti, niteliği hususunda çeşitli İslâmî ekoller ve mezhepler
tarafından birçok fikir ileri sürülmüş; kendisine benzer olgularla mukayesesi,
diğer dinlerdeki vahiy telâkkileri ile karşılaştırılması yapılmış; başka bir
ifadeyle, vahiy diye bir vâkıanm anlaşılır olabilmesi için çok gayret
sarfedilmiş ve hâlen de bu olgu etrafında çaba harcanmaktadır26.
Bazı yorumlar —nasslar çerçevesinde hareket edildiği takdirde— yapılsa bile,
yine de bunlar, vahyin hakikatini ortaya koyucu nitelikte olamamaktadır. Çünkü,
Cenâb-ı Allah vahiy konusunda insanlığa çok az bilgi verdiği gibi27,
bu konuda onu mükellef de tutmamıştır. Bu nedenledir ki, kaynağı itibariyle
metafizik alana mahsus vahiy olgusunun arkaplanmı ortaya çıkarmak yönünde kat'î
bir söz söylenemez; Kur’ân’ın tabiriyle bu eylem, nişangâhı görmediği halde
hedefi tutturmaya uğraşan kişinin davranışından farklı değildir28.
Bizim
için burada sözkonusu olan, Peygamber dışındaki vahyin ilk muhatapları gibi,
vahyetme süreci neticesinde insanlara ulaşan Allah Kelâmı’nın, bizzat
Peygamberin sağlığında genel olarak yazıya geçirilme süreci olduğu gibi, bu
işlemi mahzâ tahakkuk ettiren zevat, bunların kullanmış olduğu malzemeler ve
izledikleri metodlardır.
Kur’ânî
ilimler içerisinde oldukça geniş bir alana sahip ‘vahiyle ilgili aktardığımız
bu bilgilerden sonra, konumuzla doğrudan ilgisi bulunan yazı/kitâbet konusunu
da kısaca ele alacağız.
Yazı
Yazı,
kendisinde, sistemli bir biçimde tek bir remzin/işâretin, ister tüm olarak
sözü, ister ses sıralamasını, isterse ayrıca bir konuşma sesini aktaran sabit
(değişmeyen) ses terkibidir. Bu sistem, dildeki telaffuzu simgelemek için
kullanılmakta olan simgeler (işaretler) sistemi olarak da tanımlanabilir. Başka
bir ifadeyle, yazı/kitâbet, nutku (sözü, mefhûmu) yazı unsurları aracılığıyla
tespit eder.
Tarihî
seyrine kısaca göz atacak olursak, yazı, kendisinin en ilkel türü olan resim
çizgisi (piktografi) olarak önümüze çıkmaktadır. Yani mesajı ulaştırmak
amacıyla eşya vb. göndermek her zaman elverişli olmadığı için, insan, tedricen
nesneyi değil, onun resmini çizip göndermeye başlamıştır. Nitekim bu husûsu,
arkeolojik araştırmalar sonucu ortaya çıkan buluntular (kitabeler, yazıtlar) da
desteklemektedir. Zamanla bu resim-mesajlar “geliştirilerek” ideografik
yazıya29 geçilmiştir. Bu aşamada yazı işaretlerinin (remizlerin) her
biri, günümüzde Japonya, Çin ve benzeri ülkelerde kullanılan yazıda olduğu
gibi, sözün tümünü ve yahut da anlamlı bir parçasını bildirmiş ve dolayısıyla
sözün kendisine bağlı tüm lugavî (nahvi) şekillerini ifade etmiştir. Sözgelimi
“ayak” ideogramı30 “yürümek” anlamına geldiği gibi, “kalkmak”,
“gitmek”, “gelmek” anlamlarını da ifade etmiştir. Bu yazı sistemi bir önceki
yazı ile kendisinden sonraki hece yazısı arasında geçiş safhasını
oluşturmuştur31. En eski işâretleri M.Ö. III. binyılm başında Sümer
Yazısı'nda32 görülen hece yazısı sistemine göre, yazıda,
dilde bulunan hecelerin sayısı kadar öge bulunmalıdır. Hece yazısı —bu
özelliğinin doğal sonucu olarak—, ses yazısından öğelerinin çokluğu ile ayrılır33.
Esasen
ideografik yazıdan türemiş34 Ses Yazısı35 —daha yaygm
ismiyle, Alfabe— dilin seslerini hat unsurları aracılığıyla somutlaştırırken
noktalama işaretlerinden de büyük ölçüde
Bu yazı
türüne ‘Fikir Yazısı’ da denmektedir. Gerek çizgi/çizgiler, gerekse de
bunlardan yapılmış şekiller, bir nesneyi, fikri ya da mânâyı ifade etmiştir.
Krş.:
Japonya ve Çin'de: ‘Hieroglif.
“Yazı”, Azerbaycan
Sovet Ensiklopediyası (ASE), ASE yay., Bakı 1981, V/48. İşâretleri
görünüşte çiviye benzediğinden bu yazıya ‘Çivi Yazısı’ da denmektedir.
Ses
yazısında en çok 70 kadar öğenin kullanılmasına karşm hece yazısında en az 300
unsur bulunmaktadır.
Yazı
tarihçilerine göre, ideografik yazının işâretleri, zamanla kelimenin tümünü
değil, yalnız seslerini ifade etmeye başlamış ve neticede harfli yazı meydana
gelmiştir.
Bu yazı
türüne dilbilgisi terminolojisinde ‘fonografik yazı’ denir. Ayrıca bkz.: Yazır,
Mahmûd Bedreddin, Medeniyet Âleminde Yazı ve tslâm Medeniyetinde Kalem
Güzeli, TDV yay., Ankara 1972,1/13.
yararlanmaktadır.
Yazının tarihî seyrinde, ilk defa ünsüz sesleri aktaran simgeler eski Mısır
yazısında görülmekle beraber, eski harfli yazıların en mükemmeli Fenike
yazısıdır. Pek çok alfabenin temelini oluşturan bu yazı, Arap yazısının
oluşmasmda da önemli bir rol oynamıştır36.
Yazının
tarihine ilişkin bilgileri, böylece genel ve özlü bir tarzda aktardıktan sonra,
bizi burada alâkadar eden ve Kur'ân'ın hiçbir tahrif ve değişikliğe uğramadan
günümüze kadar ulaşmasında önemli bir yeri olan Arap yazısını ele alacağız.
Hicrî
III. asırdan başlayarak İslâm müellifleri, Arap yazısı hakkında çeşitli
rivâyetler naklederler. Aktarılmış olan bu nakiller ayrıntılarda farklılıklar
arzetmektedir. Bununla beraber, Arap yazısının, Tayy kabilesinden üç kişi37
tarafından îcât edildiği görüşünde ittifâk olduğu görülmektedir. Buna göre, sözkonusu
üç
Fenike
yazışının Doğu ve Batı'da yayılması neticesinde Doğu kolundan, çok kısa zaman
zarfında Sâmî milletlerin yânısıra Küçük Asya'dan Hindistan’a kadar büyük bir
alanda ortak iletişim vasıtasına dönüşen ve Eski Türk (Uygur), Suriye, îran
(Pehlevî), Arap, Yahûdî, Moğol alfabelerinin—bunların ortak yönü, sağdan-sola
yazılması ve konsonanttık prensibini korumalarıdır— anası addedilen Arâmî
Yazısı türemiştir. Batı kolundan ise Latin Alfabesi ve buna dayanan alfabelere
temel olan, yunanlıların daha sonra yazı yönünü soldan-sağa çevirmekle beraber
ona ünlü harfler de ilâve ettikleri Yunan Yazısı türemiştir. Daha fazla bilgi
için bkz.: “Arap: II. Yazı”, Çetin, M. Nihad, DİA, III/276; “Yazı”, ASE,
V/48.
el-Belâzuri,
Ebû'l-Hasen, Futühu'l-Buldân (Tah. Rıdvân M. Rıdvân), Beyrut 1403/1983,
s. 456; el-Cehşiyârî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdûs, Kttâbu’l-Vuzerâ’
ve’l-Kuttâb (Tah. Mustafâ es-Sekâ. İbrâhîm el-Ebyâri ve Abdulhafîz Şelbî),
2.bsk., Kahire 1401/1980, s. 1; e’s-Sûlî, Ebû Bekir Muhammed b. Yahyâ, Edebu'l-Kuttâb
(Haz. Muhammed Behce el-Eseri), Beyrut t.y., s. 30: İbn Ca'de tarikiyle
nakledilen bu rivâyete göre Arap yazısı üç değil, iki kişi tarafından îcât
edilmiştir; İbnu'n-Nedîm, el-Fihrtst (Tah. İbrahim Ramadan), Beyrut
1415/1994, s. 14.
kişi
tarafından oluşturulmuş Arap yazısını, el-Enbâr halkından bazı kimseler
öğrenmişler, sonra da el-Hîre halkı Arap yazısıyla el-Enbâr halkı aracılığıyla
tanışmıştır. Dûmetulcendel emîri Ukeydir'in hıristiyan kardeşi Bişr b.
Abdûlmelik Hîre halkından yazıyı öğrendikten sonra Mekke'ye gelmiştir. Bu
kişinin yazı yazmayı bildiğini gören Sufyân b. Umeyye b. Abdişems ile Ebû Kays
b. Abdimenâf b. Zuhre b. Kilâb'ın kendisinden rica etmeleri üzerine, Bişr, bu
ikisine önce heceyi/alfabeyi öğretmiş, sonra da hattı/nasıl yazılacağım
göstermiştir38. Fakat el-Cehşiyârî ile İbnu’n-Nedîm, el-
Belâzurî’nin bu görüşünü paylaşmamaktadırlar. Bunlara göre, Kureyş kabilesinden
yazı yazmayı öğrenen ilk kişi Sufyân b. Umeyye değil, Harb b. Umeyye’dir39.
Sözkonusu Bişr’in, bâzı kaynaklarda verilen40, Harb b. Umeyye’nin
kızı Sahbâ ile evlendiği haberine dayanan Hamîdullâh, Sufyân b. Harb’ın, bâzı
tarihçilerin eserlerinde Muaviye’nin babası Ebû Sufyân b. Harb b. Umeyye’ye
dönüşebileceğini ihtimâl dâhilinde addederek el-Cehşiyârî ve İbnu’n- Nedîm’i
haklı görmekte, naklettikleri rivâyeti de daha doğru bulmaktadır41.
Hicrî
IV. asır müelliflerinden Muhammed b. Yahyâ es-Sûlî kaleme almış olduğu Edebu’l-Kuttâb
isimli eserinde Arap yazısının doğuşu konusuna da müstakil bir fasıl
ayırmıştır. Sûlî, sadece ilk râvîyi vermek sûretiyle Arap yazısının ilk defa
Hz. Âdem ve Hz. Îsmâ'îl tarafından yazıldığım ifade eden nakiller yapmıştır[26]. Buna
benzer rivayetlere el-Cehşiyârî’nin Kitâbu’l-Vuzerâ' ve’l-Kuttâb'ında[27]
ve İbnu’n-Nedîm’in el-Fihrist inde[28]
de rastlamaktayız.
İslâm'dan
önceki ve İslâm'ın ilk dönemlerine tesâdüf eden yazıtların[29]
tetkiki, Arap yazısının Nabat yazısından oluşarak bir nevi onun gelişmiş bir
devamı olduğu neticesini vermektedir. Yine, bu rivâyetlerde zikredilen şahıslar
ve mekânlarla Hicâz ehlinin bağlantılarının ve çeşitli ilişkilerinin
incelenmesi de, yazının, Eribâr- Hîra-Dûmetulcendel güzergâhı ile Hicâz’a
ulaşmış olduğu sonucunu ortaya koymaktadır. Her ne kadar tarihî kaynaklar
yazıyı bilen bazı şahıslardan[30] söz
etmekte ise de, mezkur dönemlerin imzasını taşıyan herhangi bir vesika hâlen
elimizde mevcut değildir, el- Belâzurî'nin verdiği bilgiye göre, câhiliye
devrinin sonlarıyla İslâm'ın doğuşuna rastlayan zaman diliminde kadın-erkek
toplam yirmi küsur kişi yazı yazmaktaydı[31].
Bu
veya diğer güvenilir kaynaklarda isimleri verilen yazıyı bileri şahsiyetlerden
hangilerinin Hz. Peygamber tarafından yazman/kâtip olarak istihdâm edildiği ve
daha da önemlisi, bu müessesede bunlardan kimlerin bizzat Vahy-i Ilâhî'yi
yazmakla görevli olduğu; başka bir ifadeyle, yazı yazabilen sahâbîlerden
hangilerinin vahiy kâtipleri arasında mütalaa edilebileceği konusunu da yeri
gelince açıklığa kavuşturmaya çalışacağız.
Arap
yazısını konu edinen kitaplarda müellifler, sözkonusu dönemin yazı malzemeleri
hakkında da bilgi vermişlerdir. Fakat aktarılan bu bilgilerde, üzerine yazı
yazılan nesneler hakkında geniş mâlumâtın yer almasına karşılık, kendisiyle yazılan
malzemelerden hemen hemen hiç bahsedilmemektedir. Eski mûteber kaynakların
vermiş olduğu haberlere göre —kanaatimizce bunlar, bir bilgi olmaktan ziyâde,
bir inanış mahiyetindedir—, ilk yazı yazan Âdem (aleyhisselâm) toprak üzerine
yazmıştır. Sonra insanlar büyük selden önce, yazıların uzun zaman kalabilmesi
için bakır ve taş üzerine yazmışlardır. İbn Nedim, böylece çeşitli
toplulukların üzerinde yazı yazdıkları muhtelif nesneleri zikrettiği gibi,
Arapların da kullanmış oldukları malzemelerden söz etmektedir. Onun
bildirdiğine göre, dönemin yazı malzemeleri olarak kürek kemikleri, ince beyaz
taşlar ve hurma dallan kullanılmıştır[32].
Hz. Ömer'in müslüman oluşuna dair rivayetlerden anlaşılmaktadır ki, Kur'ân-ı
Kerim'in yazıldığı malzemeler arasına sahifeyi (papirüs, parşömen) de katmamız
gerekmektedir[33]. Aynca
Kureyş'in, Benû Hâşim ve Benû Muttalib'e karşı uygulanmak üzere tasarlamış
oldukları boykotun maddelerini yazdıkları malzeme de kaynaklarımızda sahife
diye geçmektedir[34].
Ahmed
b. Hanbel, Zeyd b. Sâbit'in “...Hz. Peygamber bana:"Ey Zeyd,
yazıver!" dedi, ben de bir kürek kemiği aldım...” ve "Rasulullah'ın
yanında Kur'ân'ı bez parçalan üzerine yazardık..." gibi rivayetlerini
nakletmektedir ki, bunlar, ilk dönemin yazı gereçlerini tanıtması bakımından
oldukça büyük önem arzetmektedir[35].
Keza
Yemâme harbinde Kur'ân bilginlerinden büyük bir topluluğun şehit edilmesiyle
zuhûr eden endişe sonucu Hz. Ebû Bekir'le Hz. Ömer dağınık halde olan Kur'ân
âyetlerini biraraya toplaması için Zeyd b. Sâbit’i görevlendirdiler. Zeyd'in,
bu olayı ve Kur'ân'ı iki kapak arasına topladığını anlatan hadisinden
anlaşılmaktadır ki, üzerinde âyetlerin yazılı olduğu çeşitli yazı gereçleri
arasında aşılanmış deri parçalan/kağıt parçalan, yapraklan temizlenmiş düzgün
hurma dallan, ince beyaz taşlar, geniş omuz kemikleri, devenin hörgücü
büyüklüğünde olan palan/semerler, iri kaburga -kemiklerinin yanı sıra,
sahifeler ve levhalar da bulunmaktadır[36].
Yine
Hz. Peygamber Mekke'den Medine’ye Hz. Ebû Bekir'le birlikte hicret ederken
Suraka b. Mâlik, onları yakalayıp Mekke müşriklerine yüz deve karşılığında
teslim etmek amacıyla tâkip ediyordu. Mâlum olaydan sonra Islâm’ı kabul eden
Suraka'nın bir ferman/emannâme istemesi üzerine Hz. Peygamber, istenilen bu
fermanı yazması için Hz. Ebû Bekir'e tâlimat verdi. İbn Hişâm'ın naklettiğine
göre, bu emannâme bir kemik (veya bez parçası) üzerine yazılmıştır[37].
Hindistan'a
ilişkin araştırmalarıyla tanınan el-Bîrûnî, yerli yazıyla Arap yazısını
mükâyese ederken, Arapların, genellikle deriyi yazı malzemesi olarak kullandığını,
Hz. Peygamber'in komşu devletlerin hükümdarlarına gördermiş olduğu mektupların
ise — Kur'ân mushaflannm yazıldığı gibi — ceylân derisi üzerine yazıldığım
zikretmektedir[38].
Aktarılmış
bilgileri toparlayacak olursak, araştırdığımız dönemin yazı malzemeleri
hususunda şunları söyleyebiliriz: Islâm'ın doğuşunda ve bunu tâkib eden zaman
diliminde yaygın olarak kullanılan yazı malzemelerinin başmda ince taş ve tahta
levhalar, kemikler, kumaşlar, aşılanmış çeşitli hayvan derileri, papirüs ve
kağıt gelmektedir. Yalnız parşömen, pahalı olması hasebiyle, daha az
kullanılmıştır. Sözkonusu yazı gereci sadece kıymetli vesikalar, gönderilen
mektuplar ve özellikle de mushaflar için tercih edilmiştir.
Daha
önce de anıldığı gibi, yazı, Islâm'ın doğuşu esnâsmda çok yaygın değildi.
Tarihî kaynakların, bu devirde Mekke'de sadece onyedi kişinin okuyup
yazabildiğin! zikretmeleri, mezkûr dönemin yazıyla olan irtibâtını açıkça
ortaya koymaktadır. Yine bu husus, yazının az kullanıldığına bir delil teşkil
etmektedir. Bunun nedeni ile bağlantılı olarak İbn Haldûn: “Mudarlar yazıyı,
kendilerinden öğrendikleri Himyerliler gibi güzel yazamıyorlardı. Bunun sebebi
Mudarlann göçebe hayat sürmeleridir; göçebelikle sanat birbirinden uzak
olduğundan, böylesi bir yaşam tarzında sanatlar gelişemez ve güzelleşemez.
Zaten göçebenin, genellikle bu sanatlara bir ihtiyâcı da yoktur” açıklamasını
yaptıktan sonra, Arapların, Şam, Yemen, Irak ve Mısır ahâlisine nisbetle
yerleşik ve medenî hayattan uzak kaldıkları için Islâm'ın ilk günlerinde
sağlam, iyi ve güzel bir hâle ulaşmış yazıya sahip olmadıklarını ifade
etmektedir[39].
Tezimizle doğrudan alâkası olan
Arap yazısının gelişimi konusuna son vermek istiyoruz; ancak bundan önce, bir
husûsu da önemine binâen zikretmeden geçemeyeceyiz. O da, Vahy-i İlâhînin, Hz.
Peygamber zamanında şifâhî/sözel yolla
yayılmasıdır.
Dolayısıyla
inen âyetlerin korunmasında izlenmiş olan birinci araç, I Arapların, gıpta
uyandırır dereceye varan ezberleme kabiliyetleridir. Başka bir ifadeyle,
yazının, Kur'ân-ı Kerim'in korunmasındaki rolü büyüktür, fakat yine de döneme
özgü olarak yazı, tâyin edici olmayıp, ancak hâfızaya yardımcı bir vasıta
olarak kalmıştır.
VAHYİN
YAZIYA GEÇİRİLMESİ
A Mekke Dönemi
İslâm’ın
ve tabiatıyla bu dinin beraberinde getirmiş olduğu İslâm kültürünün güçlenip
gelişmesinde önemli bir dönüm noktası Mekke’li müslümanların Medine’ye hicret
etmeliridir, dense yanlış olmasa gerektir. Sayılan kat kat az olan Müslümanlara
Mekke müşrikleri tarafından yapılan zulüm ve işkencelerle, Medine’de hicretten
hemen sonra kurulan Medine İslâm şehir-devletinin karşılaştırılması tarihen
sâbit olan bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır. Bunu göz önünde bulundurarak,
vahyin yazıya geçirilme sürecini Mekke Dönemi ve Medine Dönemi olmak üzere
incelemeye tâbi tutmak, kanaatimizce daha uygundur.
İslâm’ın
doğduğu Mekke şehri, kendisinin coğrafi konumu sebebiyle, Arap Yanmadası’mn
Güney bölgelerinden Kuzey ve Kuzey- Doğu istikâmetinde hareket eden tüm ticârî
kervanların —tabiri yerindeyse— mola verdiği yer mesâbesinde olmuştur. Bu
nedenle olmalıdır ki, Mekke şehri giderek büyük ticârî merkez hâlini almıştır.
Bunun yanısıra, Mekke’yi neredeyse “başkent” konumuna getiren sebepler
arasında, kendisinin, tüm civar kabilelerin hacc için akın akın geldikleri
ibâdet merkezi olma husûsiyeti de vardır. Zira bütün etraf kabilelerin
taptıkları kabile tapınaklan/putlan Kâbe mâbedinin içinde bulunuyordu. Kısaca
ifade etmek gerekirse, Mekke şehri, Arap Yanmadası’mn ticârî merkezlerini
birbirilerine bağlayan yollann kesişme noktası olmuştur. Mekkeli tâcirler
burada muntazam çeşitli panayır, yarmarka ve fuarlar düzenleyerek Mekke’nin bu
mevkiini değerlendirmekte geç kalmadılar. Bunlann başım çeken yıllık Ukâz[40]
fuanna genel ve serî bir şekilde göz atılırsa, bu fuann, en yakın
komşular olarak Mekkeliler ve Tâiflilerin etkileri altında olduğu görülür. Ukâz
fuannm dikkatleri üzerine çeken diğer bir özelliği de, burada, hukukî
meseleleri çözüme kavuşturmak için Temîm kabilesinden gelen hakemlerin bulunmuş
olmalandır. Bu kabile, yarımadanın en uzak Doğu’sunda, Basra körfezi
kıyılarında oturmakta ve bu görevi tevârüs yolu ile ellerinde bulundurmakta
idiler.
Ukâz
fuanna, Arap yanmadasımn Güney bölgesinde hüküm süren Kinde Kralları’nın ticârî
mallar göndermelerine karşın, yarımadanın Kuzey bölgesinde bulunan Hîre
Kralları da buraya, kendi ülkelerinde çıkan mallan ihrâc ediyordu. Ünlü hatip
ve şâirler bu edebî fuara muntazaman katılarak kendi değer ve maharetlerini
buraya akın eden halk yığmlan karşısında ortaya koymaktaydılar. Ukûz’da okunmuş
ve en mükemmel olarak kabul edilmiş şiirlerin (“Yedi Askı”,
“el-Mu'allakâtu’s-Seb'a”) yazılarak Mekke’de Kâ’be mâbedi içine asılması bu
fuarın edebî yönünü açıkça ortaya koymakta ve bir nebze Mekke’de yazının durumu
hususunda fikir vermektedir. Ukâz fuarında gerçekleştirilen edebî
faaliyetlere dayanan M. Hamîdullâh, bu fuann pekâlâ Araplararası bir edebî
kongre konumunda olduğunu ifade etmektedir[41].
îslâm
tarihçileri İsrarla belirtmişler ki, İslâm'ın henüz doğuşu sırasında
Arabistan'ın en gelişmiş şehri mesâbesinde olan Mekke’de sadece onbeş yirmi
kişi okuma-yazma ile tanışmış bulunmaktaydı. Yukarıda Mekke’nin edebî yönüne
ilişkin kısaca aktardığımız bilgiler, bu ifadeyi kelimesi kelimesine kabûl
etmemize engel olmaktadır. Başka bir ifadeyle, Mekke ahâlisinin meşgul oldukları
meslek (ticâret) onları diğer komşu devletlerle —mal mubâdelesi, alış-veriş vb.
sâyesinde— irtibâta sevk etmiştir. Civar bölgelere ticârî kâfilelerle yapılan
sayısız seferler Mekkelileri dış dünyaya açmış, onlan diğer sosyo-kültürel
ortamlarla tanıştırmıştır. Araplar bu yolculukları esnâsmda kültür alış-verişi
icâbı diğer uygarlıklardan bilmediklerini öğrenmişlerdir ki, yazıyı da
bunlardan sayabiliriz. Kaldı ki, ticâretin kendisi iyi okuma-yazma ve hesap
bilgilerini gerektirmektedir.
Öte
yandan, kaynaklarda geçen bazı haberler, bizi, en ileri derecede bir
fikrî-edebî faaliyetin Mekke’de olduğunu ileri sürmeye zorlamaktadır. İbnu’n-Nedîm’in
naklettiği bir habere göre, Halife el- Me’mûn’un hazînesinde Abdulmuttalib’in
kadın yazışma benzer yazısıyla bir yazı/kitap vardı[42].
Bu haberden anlaşıldığı gibi, okuma- yazma kadınlar arasında da yaygın idi.
Bunu, Hz. Ömer’in akrabalarından biri olan eş-Şifâ İsimli bir kadının kendi
kızı Hafsa’ya okuma-yazma öğretmesi haberi de desteklemektedir[43]. Aynı
Ömer’in müslüman oluşunu konu edinen haberlere göre, Ömer’in kızkardeşi Fâtıma
da okuma-yazma biliyordu. Çünkü, kendisi hicretten önce Mekke’de oturuyorken
üzerinde Kur’ân-ı Kerîm’in bazı sûrelerinin yazılı bulunduğu yapraklara sahipti[44].
Mekke
yakınında oturmakta olan Hıızeyl kabilesine mensup Zılme isimli bir
fâhişenin küçük kız iken kabilenin okuluna gittiğine ve burada öğrencilerin
kalem ve mürekkep kaplarıyla oynadığına dair bir haber de İbn Kuteybe’nin ‘Uyûnu’l-Ahbâfmda
bulunmaktadır[45].
Yine
el-Belâzurî, kaleme almış olduğu Futûhu’l-Buldân'mda., okuma-yazma
konusunda söz sahibi olan Mekkeli kadınlardan sözetmektedir. el-Belâzurî’nin
verdiyi haberlere göre, eş-Şifâ, Hafsa el-‘Adeviyye, Ummu Gülsüm bint ‘Ukbe,
‘Aişe bint Sa‘d b. ‘Ubâde ve Kerîme bint el-Mikdâd hem okuma, hem de yazmayı
biliyordu. Buna mukabil, Hz. Peygamberin eşlerinden olan Hz.Aişe ve Hz. Ummu
Seleme ise sadece okuma bilmekteydi[46].
Hatta, Hz. Peygamberin ilk eşi Hz. Hadîce’nin yeğeni Varaka b. Nevfel’in
kızkardeşi[47] Kuteyle
bint Nevfel mukaddes kitapları okuyordu[48].
Kültür hayatında kadınların bu kadar yüksek derecede aktif olmalarından yola
çıkarak, erkeklerin de en azından bu seviyede olduğunu söyleyebiliriz.
Mü’minlerin annesi[49] Hz.
Hadîce’nin yeğeni Varaka b. Nevfel’in, Mekke’de Încîl’i Arapça’ya çevirmekle meşgul
olduğu[50] haberi bu
görüşümüzün dayanağı olması bakımından büyük önem taşımaktadır. Öte yandan,
İslâm’ın henüz yeni geldiği bir çağda Mekke’de erkeklerden yirmi civarında bir
okuma-yazma bilenler topluluğunun isimlerinin kaynaklarda geçmesi de, bu görüşü
desteklemektedir.
Hz.
Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] ’e vahyolunan ilk âyetlerin “Oku!” emri[51] ile
başlaması ve devamla, ilimlerin korunması ve gelişmesinde temel unsur gibi
niteleğebileceğimiz ‘kalem’in övgüsüne tahsis olunmasıyla, İslâm’ın ilme
verdiği büyük önem vurgulanmaktadır. Bir bakıma bu âyetlerle Allah Teâlâ,
ilmin, bilgi edinme ve bunu korumanın iki önemli husûsiyeti olan okuma ve
yazmayı88 ön plana çıkarmıştır, denilebilir. Dolayısıyla, kalemin/yazının/yazı
yazmanın medhedilmesinden maksat, bize, yazının ne kadar büyük ehemmiyet
taşıdığını anlatmak ve insanoğlunun dikkatlerini bu gerçeğe celb etmektir.
Öte
yandan Kur’ân-ı Kerîm’in, daha Mekke’de vahyolunmuş diğer bir suresinin kaleme
ve yazıya yeminle[52] başlaması
da, İslâm’da yazının sahip olduğu önemli ve bir o kadar da şerefli yeri ifade
etmeye yeterlidir.
Allah
Teâlâ’nm elçisi olması hasebiyle her keşten önce bu gerçeğe ulaşmış bulunan Hz.
Peygamber, tebliğ etmekte olduğu dinin korunması için tedbirler almakta geç
kalmadı. Daha işin başında iken Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] ,
Arapların gıpta edilecek sının aşmış boyutta olan hafızalarından büyük ölçüde
yararlanmıştır. Kaynaklarda yer alan bilgilere göre, bu sıralarda kendisine
indirilen vahiyleri, sayılan henüz çok az denilebilecek kadar olan Müslümanlara
okuyordu. Bu arada anlaşılması zor olan kısınılan da onlar için açıklıyordu.
Fakat, hicretten evvelki bu devir, îslâm’ın ve bu dinin yeni müntesiplerinin
İslâm’a karşı çıkan hemşehrileri tarafından sürekli eziyet ve işkence altında
tutulduğu bir devirdir. Bu nedenle de pek az kimse bu yeni harekete katılmış
bulunuyordu. İslâm'ın henüz bu filizlenme çağmda rahat bir şekilde
davranabilmemelerinin bir delilidir ki, Hz. Peygamber ve İslâm’ı kabul etmiş
Mekkeliler Kureyş’in zulmünden korunmak için İbn Ebi’l-Erkam’m es-Safâ tepesi
yanındaki evinde gizli olarak toplanmakta idiler[53].
Hicretten
evvel, Medine döneminden farklı olarak, Mekke döneminde inmiş vahye genel
olarak göz atacak olursak, çeşitli vesilelerle ilim ve bunun araştırılması
konusuna değinen âyetlerin hemen hemen tamamının bu devirde nâzil olduğunu
görürüz. Bu âyetler, vahy-i İlâhîyi anlamanın yolunun ilimden, bilgi sahibi
olmaktan geçtiğini vurgulamaktadır. Bilenlerle bilmeyenleri farklı
mevkilerde
tutarak Kur’ân’m âyetlerinden sadece bilenlerin ibret alabileceğini[54],
bilmeyenlere, bilmediklerini bilenlere sormalarım emretmekle[55] bilgili
kişilere vermiş olduğu değeri ortaya koyan âyetler, Kur’ân-ı Kerîm’in henüz
Mekke’de vahyolunan ve ilim konusuna dokunan pek çok âyetlerinden sadece
ikisidir[56].
Hz.
Peygamber, kendisinden önce gönderilmiş semâvî kitapların tahrif ve tağyirden
yeterince nasiplerini aldıklarından[57]
haberdardı. O, Cenâb-ı Allah’ın, kendisine indirdiği vahyin âkibetinin de,
kendisinden önceki mukaddes kitapların sonu gibi olmaması ve İlâhî âyetlerin
sonraki nesillere hiçbir değişikliğe uğramadan, bizzat kendisine indirildiği
şekilde sağlam ulaşabilmesini sağlamayı da, peygamberlik görevinin gereği
üstlenmiş bulunmaktaydı. Bu amaçla, daha Mekke’de zor şartlar altında İslâm’ı
tebliğ ettiği zamanlardan başlayarak, inen âyetleri Müslümanlar arasından
yazıyı bilenlere muntazam olarak yazdırıyordu. Bizi bu düşünceye sevk eden
âmili, ilâhî mesajı Mekke’de tebliğ ettiği zaman Hz. Peygamber’e karşı gelen
kişilerin iddialarından sözetmekte olan âyetlerde bulmaktayız. İslâm’a azılı
düşman kesilmiş bu adamlar[58], Allah
Teâlâ’nın Elçi’sine indirdiği âyetleri, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve
sellem] ’in —kendisinin yazamaması nedeniyle— başkalarına yazdırmış ve
kendisine de ezberleyip öğrenmesi için sabah akşam okunan eskilerin masalları
olarak nitelemişlerdi76. Bu âyete dayanarak Hz. Peygamber’in ‘ûmmT
olduğu fikrine rahatça varabildiğimiz gibi, aynı âyeti, henüz Mekke döneminde
vahyin yazıya geçirildiğini iddiâ etmek için pekâlâ başlıca mesnet kabul
edebiliriz. Zira bu âyetten kolayca anlaşıldığı üzere, ortada, üzerinde vahyin
yazılı bulunduğu malzeme(ler) sözkonusudur.
Yüce
Allah'ın Ademoğluna göndermiş olduğu son İlâhî çağınım, Hz. Peygamber
tarafından daha risâletinin ilk dönemlerinde yazı vasıtasıyla kayda alındığına
dair Kur’ân’da bulunan bir diğer delil olarak Hûd suresinin 13. âyetini
inceleyebiliriz. Mezkûr âyet-i kerîme, vahy-i İlâhînin, kendisini kabul etmekte
zorlanan ve yine kendisini uydurma diye nitelemekte olan müşrik Araplara
—bunlara kıyâsen de tüm insanlığa— karşı meydan okuyup kendi surelerine benzer
on sure77 yazıp getirmelerini istemektedir. Bu durum bizi, ortada
mukâyese edilebilecek somut verilerin olduğu fikrine götürmektedir. Başka bir
ifadeyle, bu meydan okuma eyleminden yola çıkarak, En azından, Hz. Peygamber’in
elinde mukâyese edilebilecek yazılı metinlerin mevcut olduğunu düşünebiliriz.
Öte
yandan, DanimarkalI şarkiyatçı Frantz Buhl, İslâm. Ansiklopedisi için
kaleme almış olduğu “Kur’ân” maddesinde, nesh meselesini delil göstermek
suretiyle “...bu âyetler, yalnız şifâhî olarak nakledilmiş olsa idi, bu nesh
keyfiyeti zarûrî olmazdı" diyerek vahyin, Hz. Peygamber tarafından henüz
Mekke döneminde yazı ile kayda geçirilmesinin
sağlandığım, kendi ifadesiyle “daha açık surette isbât” etmektedir78.
Kezâ,
peyderpey inmekte olan vahyin yerinin/sırasının bizzat Hz. Peygamber tarafından
düzenlenmiş olduğuna ilişkin rivayetler de vardır. el-Ya*kûbî’nin İbn Abbâs’tan
naklettiiği bir habere göre, Cebrâîl Peygamber’e vahiyle geldiği zaman
getirdiği vahyin yerini de bildiriyordu79. Hz. Osman’dan rivayet
edilen diğer bir haberde zikredildiği üzere, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi
ve sellem] ’e âyetler indirildikçe kendisi için yazı yazanlardan bir kısmını
çağırıp “bu âyetleri, içerisinde şöyle şöyle diye bahseden surenin içine
koyunuz/yazınız”80 diyordu. Bizim açımızdan burada üç önemli nokta
vardır. Birinci ve açık olan mâna odur ki, Hz. Peygamber, kendisine vahyolunan
âyetleri yazdırmakla kalmamış, onların yerlerini de tanzim ve tertip etmiştir.
Hadiste geçmekte olan “...Yed’û ba'da men yektubu ‘indehü..."
ifadesini incelersek, kalan iki mühim nokta da ortaya çıkacaktır. Dikkat
edersek, rivayette yer almakta olan “’indehû” (yanında bulunan/sırf kendisi için/görevlendirmiş
olduğu) sözcüğü, bir bakıma, Hz. Peygamber’in vahyi yazdırmak için çağırdığı
kâtipleri belirtmektedir. Başka bir ibâreyle, İslâm’ın Yüce Peygamber’!, Allah
Teâlâ’nın kendisine vahyettiği âyetleri yazdırmak suretiyle koruma altına almak
için kâtipler/yazmanlar edinmişti. Dolayısıyla, Hz. Peygamber’in, daha 14 asır
önce sekreterlik müessesesini kurduğunu rahat bir şekilde ifade
edebiliriz81. Önemli olduğunu zikrettiğimiz diğer bir husus da,
hadiste geçmekte olan “ba'da” (bir kısım/ bazı/ birtakım) sözcüğüdür.
Yâni, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] , inmekte olan âyetleri yazı
ile kayda geçirmek için yazı yazabilen her kişiyi değil, sadece bazılannı/sırf
vahyi yazmakla görevlendirdiklerini istihdâm etmekteydi. Dolayısıyla,
Peygamber’in [salla’llâhü aleyhi ve
sellem] te’sîs etmiş olduğu sekreterlik
müessesesinde işbölümünden, görev dağılımından da pekâlâ bahsedebiliriz.
İslâm
tarihçileri, Hz. Peygamber’in hayatı ve onun henüz hayatta olduğu İslâm’ın bu
dönemi hakkında yazmış oldukları eserlerde, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve
sellem] ’in kâtipler edindiğine dair haberler nakletmektedirler. Burada, bir
hususu önemine binâen zikretmeden geçemeyeceyiz. Bu mühim nokta da, kaynaklarda
İslâm peygamberinin —ümmî olması nedeniyle— yazı yazabilen bir grup sahâbîyi
kâtip/yazman olarak kullandığını naklederlerken bu kâtiplerin mahzâ ne
yazdıklarını da —vahiy mi, antlaşma mı, mukâvele mi, yoksa Hz. Peygamber’in
çeşitli gayri menkûlleri tahsis ettiğine dair belgeleri mi— yer yer açıklığa
kavuşturmuşlardır. Başka bir ifadeyle, burada esas parmak basmak istediğimiz
nokta, kaynaklarda “Hz. Peygamber kâtipler edindi”82 veya “Hz.
Peygamber’in kâtiplerinden idi”83, yahut da “Hz. Peygamber için yazı
yazmıştır”84 ibareleri yer almaktadır. Fakat, bu ifadeleri
gördüğümüz zaman hemen bu zevâtın vahiy kâtibleri olduklarını iddiâ etmek,
kanaatimizce, doğru ve İlmî olmaktan çok uzak kalmaktadır85. Bu
nedenle de, çalışmamız esnâsında, kaynaklarda tercüme-i hâllerinde ‘kâtip’
sözcüğüne rastladığımız kişilerin —büyük önem taşıması nedeniyle— net olarak
neyi yazdıklarını sıkı bir incelemeye tâbi tuttuğumuzu da böylece burada
belirtmek isteriz.
Cenâb-ı
Allah’ın, Elçisi Muhammed’e [salla’llâhü
aleyhi ve sellem] görderdiği vahyi,
henüz Mekke’de, o zamanın şartlarının müsaade ettiği ölçüde bizzat Peygamber’in
denetiminde ilk defa yazan sahâbî, kaynaklarda geçtiği üzere, daha sonra
Islâm’ı terk edip Mekke’nin feth edilmesinin ardından tekrar İslâm’a girecek
olan Abdullâh b. Ebî Şerh el-Kuraşî el-Amirî’dir86. Öte yandan,
Islâm’ın zuhûru esnâsında Mekke’de okuma-yazma bilen kişilerin isimleri İslâm
tarihçileri tarafından kaydedilmektedir. Zikredilmekte olan şahısların
biyografileri incelendiği zaman, bunlardan pek çoğunun Hz. Peygamber için
kâtiplik yapabileceği görüşünü ileri sürebiliriz. Mekke’deki Müslümanların,
üzerine vahyin yazılı olduğu çeşitli malzemelere sahip olmaları da, daha önce
zikrettiğimiz gibi, henüz bu dönemde âyetlerin yazıya geçirildiğini
göstermektedir.
Kaynaklarda
açık bir şekilde ifade edilmiş ve bizim burada aktardığımız bu haberlerden anlaşılacağı
üzere, İslâm’ın Yüce Peygamber’!, kendisine vahyolunan âyetlerin yazılı bir
biçimde muhafaza edilmesi konusunda çok titiz davranmıştır. Vahyin
korunmasında, Arapların fevkalâde bir seviyede olan hafızalarından büyük ölçüde
yararlanmasının yanısıra, daha uzun ömürlü ve her zaman hâfızaya yardımcı
olabilecek diğer bir yol olarak yazıdan da faydalanmıştır. Başka bir
ifadeyle, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] , bulunduğu zor şartlara
rağmen, vahyin yazı aracılığı ile kayda geçirilmesi gibi büyük önemi hâiz bir
risâlet görevini henüz Mekke döneminde iken sağlamıştır.
B. Medine Dönemi
Hz.
Peygamber, kendisine vahyolunan âyetleri Mekke’de çok ağır şartlar altında
tebliğ etmiştir. İslâm’a karşı çıkmakla kalmayıp ona azılı düşman kesilmiş
Mekkeliler, müslüman olmuş hemşehrilerine tahammülü zor işkence ve eziyetler
ediyorlardı[59]. Hz.
‘Aişe’den nakledilen bir habere göre, o zamana kadar hiç rastlanmamış bu zulüm
ve işkenceye katlanamaz duruma gelen Müslümanların, Mekke’den çıkmak için Hz. Peygamber’den
izin istemeleri üzerine, o kendilerine, hicret için Yesrib[60]
şehrinin uygun olduğunu bildirmişti[61].
Kaynaklarda verilen bilgilere göre, hicret için izin alan Müslümanlar, gizlice
Medine şehrinin yolunu tutmaya başladılar[62].
Bundan haberdar olan Kureyş’in büyükleri, Dâru’n-Nedve’de[63]
toplanarak Hz. Peygamber’! öldûrtme karan aldılar[64].
Bunun sonucunda İslâm’ın Peygamberi de Mekke’den Medine’ye göç etmek zorunda
kalmış ve bu güç yolculuğu Ebû Bekir’le birlikte kat etmiştir[65]. İslâm,
böylece Medine’ye “taşındıktan” sonra —Mekke’de bulunduğu durumun tam aksine—
büyük ölçüde huzura kavuşmuştur. Zira Medine’ye yaptıklan bu göçün ardından
Mekkeli Müşlümanlar kendileri için, beraberce rahat bir şekilde ibadet
edebilecekleri bir mescid yapma imkânını bulmuşlardı[66].
İbadetleri eğitim unsuru olarak kabul edersek, bunların icrâ edildiği
mescidlere de birer eğitim kurumu vazifesini pekâlâ yükleyebiliriz[67]. Bunun en
büyük numûnesini, bizzat Hz. Peygamberin kurmuş olduğu el- Mescidu’n-Nebevî
örneğinde görmekteyiz[68]. Nitekim
îslâm tarihçileri bize, bu mescidde namaz kılman yere bitişik, fakat ondan ayn,
gölgelendirilmiş, Suffd denilen[69]
yüksekçe bir mekânın bulunduğunu da haber vermektedirler. Nakledilmekte olan bu
rivayetlerden anlaşıldığı üzere Hz. Peygamber, Suffa’yı barınağı olmayan fakir
ve kimsesiz Müslümanlara tahsis etmişti[70].
Aynı zamanda burada barınan sahâbîlere Hz. Peygamberin gözetiminde eğitim ve
öğretim veriliyordu[71]. Hz.
Muhammed bizzat kendisi Suffa’da dersler vermekle
beraber, bazı sahâbîleri de öğretmen olarak vazifelendirmiştir. ‘Ubâde b.
es-Sâmit’in, Suffa’da kalan bir çok insana Kur’ân’ı ve yazı yazmayı öğrettiğini
ve öğrencilerinden birinin kendisine minnet ve şükran hissiyle bir ok hediye
etmesi üzerine bunu kabul edip etmemesini Rasûlullâh’a sormasını ifade eden
hadis, bu konuda bize bilgi vermektedir[72].
Buna benzer bir rivayet de Ubeyy b. Ka‘b’dan nakledilmektedir[73]. Başta
Ebû Ca'fer Muhammed b. Habîb olmak üzere, bir çok İslâm müellifi kaleme almış
oldukları eserlerinde naklettikleri diğer bir habere göre ise, güzel yazı yazan
Abdullâh b. Sa’îd b. el-‘Âs, Medine’de Hz. Peygamber tarafından —Hamîdullâh’ın
ifadesiyle— ‘hikmet öğretmeni’ olarak görevlendirilmiştir[74].
Islâm'ın Yüce Peygamberi’nin bu tatbikatlarına hicretten sonra inen[75] ve
‘mudâyene âyeti’ diye bilinen Bakara suresi 282. âyetinde yazıya
verilmekte olan önemin de büyük etkisi olduğu söylenebilir. Nitekim, el-Hatîb
el-Bağdâdî bu âyeti, yazının lüzumlu olduğuna dâir bir delil kabul
etmektedir[76].
Hicretten
sonra Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] , Medine şehrinde ve
civarında oturmakta olan gayri mûslim topluluklarla Enes b. Mâlik’in evinde[77] bir
anlaşmaya vanp bunu, yazı ile tespit ettirmiştir[78].
Böylece, kendi zamanının anayasası kabul edilebilecek bu anlaşma ile Medine’de
ilk Islâm Devleti’nin temelini attıktan sonra Hz. Peygamber, kurmuş olduğu
devletin mûslûman nüfusunun sayımım yaptırmıştır[79].
Islâm’da ilk nüfus sayımım[80] aktaran
rivayetten bu sayımın, erkek, kadın, genç, ihtiyar tüm mûslümanlan kapsadığı
anlaşıldığı gibi, bu işlemin yazılı yapıldığı sonucu da çıkmaktadır.
Hicretin
ikinci senesinde baş gösteren Bedr harbi[81]
esirleri arasında okuma-yazma bilenlerin her birine, fidye olarak, Medineli
çocuklardan on kişiye yazıyı öğretmek emrolundu[82].
Mekke’de ticarî hayatın hâkim olmasma karşın, Medine halkı genel olarak
tarımsal hayat sürmekteydi. Başka bir ifade ile, sayılan az olduğu halde Mekke
cemiyeti, kendisinden sayıca üstünlük teşkil etmekte olan Medine cemiyetinden
okuma-yazma hususunda ileri bir mevkîdeydi. Nitekim, Bedir harbinde esir
alınmış Mekkelilerden okuma yazması olanların, Hz. Peygamber’in emretmesi
üzerine, Medineli çocuklara[83] yazıyı
öğretmeleri konusunda İbn Sa’d’ın rivayet ettiği bir habere göre, bu teşebbüsün
sebebi, Medine halkının yazı yazamamasına mukabil Mekke ahalisinin bu işin
üstesinden iyi gelmeleriydi[84]. Bu
konuda el-Belâzurî Futûhu’l-Büldân'mda. el-Vâkıdî’den rivayetle,
Medine’de yazının çok az kullanıldığı, Arap yazışım bilen bir kısım yahûdînin
burada çocuklara okuma-yazma öğrettiği hususunda bir haber nakletmektedir[85].
Hamîdullâh’a göre, çocuklara yahûdîler tarafından öğretilen bu yazı Îbrânî
yazısıdır[86]. Her ne
kadar Hamîdullâh’ın ileri sürmüş olduğu bu görüş kabul edilebilir olsa bile,
el-Belâzurî’nin rivayet ettiği bu haber, söz konusu görüşe tamamen açık gözükmemektedir[87]. Fakat bu
rivayetle Mekke’de yazının durumunu konu edinen rivayeti karşılaştırırsak,
Medine’de de —ne kadar az olsa bile— okuma-yazma bilen kişilerin mevcut
olduğunu söyleyebiliriz. Enes b. Mâlik’in annesi Ummu Suleym’in, kendisini Hz.
Peygamber’e hizmet etmek için getirdiğine dair rivayet de bu görüşümüzü
desteklemektedir[88].
Hz.
Peygamberin eğitim ve öğretime, özellikle de okuma- , yazmaya verdiği büyük
ehemiyet ve bu konuda gösterdiği titizlik ve hassâsiyetin bir sonucu olmalı ki,
kısa bir süre sonra Müslümanlar arasında yazı süratle yayılmıştır. Kendisinden [salla’llâhü aleyhi ve sellem] Kur’ân dışmda bir şeyin yazılmasını
yasakladığı konusunda Hazreç kabilesine mensup Ebû Sa’îd Sa‘d b. Mâlik
el-Hudrî’den nakledilmekte olan haber, yukarıdaki görüşü teyit eder mâhiyettedir[89]. İbn Ebî
Dâvûd bu rivayeti, Kur’ân’m yazılmasına dair Hz. Peygamber’in bir emri olarak
algılamış ve Kitâbu’l-Mesâhif adlı eserinde bu konuya ayn bir bab tahsis
etmiştir[90].
Öte
yandan Abdullâh b. Ömer’den rivayet edilegelen bir hadis de, Kur’ân ile düşman
toprağına gidilmesinin Hz. Peygamber tarafından yasaklandığını anlatmaktadır[91]. Aynı
haberde yer almakta olan “düşman eline geçer korkusuyla” ibaresi bir taraftan
bu yasağın nedenini açıklamakta, diğer taraftan da bu araştırmamızda bize
önemli bir ipucu varmektedir. Büyük ehemiyeti hâiz bu nokta, Kur’ân âyetlerinin
bizzat Hz. Peygamber’in gözetiminde yazıya geçirildiğini kanıtlamaktadır.
Yine
Ali b. Ebî Tâlib’in, “Biz, Peygamber’den [salla’llâhü aleyhi ve sellem] Kur’ân ve şu sahife dışında hiçbir şey
yazmadık” demesi, vahyin, Hz. Peygamber tarafından yazı ile tespit
ettirilmesini göstermektedir[92].
Diğer
yandan, Nisâ suresinin 95. âyeti nâzil olduğu zaman Hz. Peygamber’in Zeyd b.
Sâbit’i çağırıp bunu yazmasını emrettiğini aktaran rivayet de vahyin, bizzat
Rasûlullâh’ın sağlığında yazı ile tespit edildiğine dâir açık bir delildir[93]. Ayrıca
bu haber, Yüce Peygamber’in vahyi, yazıyı bilen her sahâbîye yazdırmadığına da
işâret etmektedir.
Okuma-yazma
bilmeyen[94] Hz.
Peygamber, yine okuma yazması yok derecesinde olan bir topluma gönderilmiştir.
Çünkü Allah Teâlâ onu [salla’llâhü
aleyhi ve sellem] , ümmî bir cemiyete, kendilerinden, onlara Allah’ın
âyetlerini okuyan, onlan temizleyen, kitabı/yazıyı[95]
ve hikmeti öğreten bir elçi olarak göndermiştir[96].
Bu sebeple Hz. Peygamber, kendisine indirilen vahyi, civar kabilelerle
yaptığı sözleşmeleri, komşu devletlerin başkanlarına gönderdiği İslâm’a
davet mektuplarını, haraç ve vergileri veya devletin
geltr-giderini yazdırmak amacıyla yazıyı bilen Müslümanlardan istifade
etmiştir. Başka bir ifade ile, Hz. Peygamber, çeşitli vesikaları[97] yazı ile
tespit ettirmek için yazıyı bilen sahâbîlerin bir kısmını kendisine kâtip
edinmiştir. Bu yazmanların isimleri güvenilir kaynaklarda zikredilegelmiştir.
Çoğunlukla
Kur’ân tarihi ve Hz. Peygamberin hayatını konu edinen kitaplarda geleneksel
olarak ‘Hz. Peygamberin Kâtipleri’ başlığı altında İncelenmekte olan
yazmanların sayısı hususunda değişik görüşler serdedilmiştir. el-Cehşiyârî’ye
göre bu kâtipler on üçtür[98]. Ahmed b.
Muhammed b. Abdu Rabbih on dört kâtibin ismini verirken[99],
İbn Asâkir bunların sayının yirmi dört olduğunu kaydeder[100].
‘Uyûnu’l-Eser sahibi İbn Seyyidi’n-Nâs ise, Hz. Peygamber için yazı
yazmış sahâbîlerin sayısını kırk ikiye ulaştırmıştır[101].
Öte yandan el-Halebî, yazman olarak Hz. Peygamber’in hizmetinde bulunmuş şahısların
sayılan hususunda, birinde yirmi altı, diğerinde kırk iki olmak üzere iki
rivayet naklettiği halde, kendisi sadece yirmi sahâbînin admı vermektedir[102]. Buna
rağmen el-Kalkaşandî, Hz. Peygamber için yazı yazmış sahâbîlerin otuz yedi kişi
olduğunu söylemektedir[103].
el-Kastalânî’nin de aynı görüşü benimsediği görülmektedir[104].
Hz.
Peygamber’in kâtipleri konusunda gerek ayrıca bir eser yazmış, gerekse
kitabında bu temaya alt başlık hâlinde değinmiş çağdaş müellifler de yok
değildir. İleride görüleceği üzere, bu çalışmalarda da kâtiplerin sayısı
değişiktir.
Ahmed
Abdurrahmân îsâ Kuttâbu’l-Vahy isimli eserinde otuz yedi kâtib
saymaktadır. Bu yazmanlan, kendi ifadesiyle “Bu şerefli -yazıda üstlendikleri
vazifelere” göre iki kısımda ele aldıktan sonra, yazıyı bilen daha beş
sahâbînin admı da kaydederek “şâyet bu beş sahâbînin de vahiy kâtiplerinden
oldukları sâbit olsaydı, o zaman kâtiplerin sayısı kırk ikiye ulaşırdı. Bu,
kaynakların aktarmakta olduğu en büyük sayıdır” demektedir[105].
Yine
Hz. Peygamber’in kâtipleri konusunda başka bir müstakil kitap Muhammed Mustafâ
el-A*zamî tarafından kaleme alınmıştır. el-Bâkıllânî’nin el-întisâr'mdan
naklen kırk üç sahâbînin ismini zikrettikten sonra kendi kriterilerince bunları
dört kısma ayırmıştır[106]. Fakat,
bu taksime tâbi tutulan kâtiplerin sayısının otuza inmesinin ve bizzat müellif
tarafından incelenmiş yazmanların adedinin de altmış bir oluşunun nedeni ise
bizim için muğlâk kalmaktadır.
Hz.
Peygamber’in kâtipleri konusuna değinen muâsır çalışmalardan biri de Mahmûd Şît
Hattâb’a âittir. O, Suferâ’u’n-Nebî adını verdiği eserinde bu mevzûya
aynca başlık açmıştır[107].
An’anevî olarak, ne yazdıkları tefrik edilmeksizin otuz yedi kâtibin incelenmiş
bulunduğu bu araştırmanın içeriği, aynı yazarın el-Mevrid dergisinde
neşredilmiş bulunan es-Sefârât ve’r-Resâ’ilu’n-Nebeviyye adlı dizi
makalesinde yer alan Kuttâbu’n-Nebî ve Mevâddihimu’l-Kitâbiyye altbaşlığı
altındaki yazısının aynısıdır[108]. Öte
yandan Muhtâr el- Vekîl’in kaleme aldığı bir makalede zikredilmiş yazman sayısı
ise ondur[109].
Öte
yandan Güney Azerbaycan asıllı Ebû Abdillâh ez-Zencânî, Hz. Peygamberin
hizmetinde bulunmuş kâtiplerin kırk üç kişi olduğunu kaydettikten sonra, bu
konuda —kendi ifadesiyle— en ünlü olan otuz sahâbînin ismini zikretmektedir[110]. Mahmûd
Şâkir de ez-Zencânî ile aynı görüşü paylaşmaktadır[111].
Fakat Îsmâîl Mahdûm en-Namangânî, kırk dört sahâbînin Hz. Peygamber için
sekreterlik yaptığını ve bunlardan on dört kâtibin sırf vahiy yazdığım iddiâ
etmektedir[112] Diğer
tarafdan Mahmûd el-Amâ’ût, Ibn Tûlûn’un kaleme aldığı î'lâmu’s-Sâ’Üîn ‘an
Kutubi Seyyidi’l-Murselîn adlı eserine yazmış olduğu mukaddimede
Paygamber’in kâtipleri konusuna da değinmiştir. Bunların sayısına dâir muhtelif
görüşleri aktardıktan sonra, “herkesin üzerinde ittifak etmiş olduğu” on yedi
yazmanın isimlerini zikretmiştir[113].
“Vahiy
kâtipleri sahâbenin en öndegelen sîmâlan arasında yer almaktaydılar” ibaresiyle
konuya başlayan Muhammed Mutî* el- Hafız, on kâtibin ismini vermektedir[114]. Buna
mukabil İsmail Cerrahoğlu, “Bunların (vahiy kâtiplerinin) adedi kırka varır” dedikten
sonra yirmi beş sahâbînin adım zikretmektedir[115].
Hz.
Peygamberin mektuplarına dâir çağdaş eserlerden biri de Ali b. Huseyn Ali
el-Ahmedî’nin Mekâtîbu’r-Rasûl çalışmasıdır. Burada da geleneksel yol
izlenmiştir; altbaşlık hâlinde yirmi sekiz kâtibin ismi verilmiştir[116].
Müellif, isimleri verdikten sonra, ayrıca bir başlık altında bu sahâbîlerin
kâtip olup olmadıklarını tabakât kitaplarından deliller getirerek
tartışmaktadır[117]. Bu
durum, el- Ahmedî’nin çalışmasını kendisinden önceki benzerlerinden ayıran en
bâriz farktır. Mahmûd Râmyâr ise, Kur’an tarihine ilişkin çalışmasında kırk beş
sahâbînin adım vermiştir. Bu araştırmada, konunun ele alınması bakımından, aynı
metod izlenmiş, kaynaklarda verilegelen haberler enine boyuna tartışılmıştır[118].
Sonuç
itibârı ile diyebiliriz ki, Hz. Peygamber, başta vahiy olmak üzere, çeşitli
vesikaları yazdırmak için yazıyı bilen sahâbîlerden faydalanmıştır. Bu
kâtiplerin sayısı hususunda kaynakların değişik rakamlar serdetmeleri,
yazmanların sayısının çokluğunu göstermekten ziyâde, kâtiplik müessesesinin
mevcût olmuş olduğunakesin delil teşkil etmektedir. Bu konuda bizi ilgilendiren
husus, Hz. Peygamberin bu kâtiplerden kimlere mahzâ vahiy yazdırdığıdır. Şimdi,
bizzat Kur’ân’la sabit147 bu işlemi ifâ etmiş olanları tanıyacağız;
diğer tabirle, vahyi yazıya geçiren kişilerin kimler olduğunu ele alacağız.
VAHİY
KÂTİPLERİ VE BUNLAR ETRAFINDAKİ TARTIŞMALAR
A. Vahiy Kâtipliği Yapanlar
Daha
önce belirttiğimiz gibi, Hz. Peygamber, kendisi okuma- yazma bilmediği için
yazıyı bilen sahabelerden bir kısmım kendisine kâtip edinmişti. İslâm
müellifleri, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] ’in hayatına dair
yazdıkları eserlerinde yer yer bu konuya değinmişlerdir. Aynca bu mevzu, kaleme
alınmış bu kitapların yanısıra, Kur’ân tarihine ilişkin yapılmış çalışmalarda
da ele alınmıştır. Ortaya konulmuş bu eserlerde konunun incelenmesi farklılık
göstermektedir. En açık örneğine yukarıda yazmanların sayılarını aktarırken
rastladığımız bu değişikliği, kâtiplerden kimin ne yazdığı hususunda
müelliflerin çeşitli yaklaşımı izlemektedir. Diğer bir ifadeyle, dönemlerinin
yazı ustadlan olan sözkonusu okuryazarların Hz. Peygamber için icrâ ettikleri
kâtipliğin türü hususuna eğilim çok değişiktir. Bazı kaynaklar Allah Resulu’nun
yararlandığı kâtiplerin ifa etmiş olduğu kâtipliğin türünü açıklamışlardır.
Bununla birlikte, bir kısım müellif de genelleme yaparak kimin ne yazdığını
ayırmaksızm sadece kâtiplerin isimlerini sıralamakla yetinmiştir. Kanaatimizce
bunun nedenini, sözkonusu eserlerin Hz. Peygamber'in kâtipleri konusu üzerine
yoğunlaşmamış olmalarında aramamız gerekir. Nitekim, Hz. Muhammed [salla’llâhü
aleyhi ve sellem] 'in hayatına dair eserler vermiş Islâm alimlerinin
kitaplarına baktığımız zaman müelliflerin, Hz. Peygamber'in hanımları,
çocukları, amcaları, hizmetçileri vb. konulara değindikleri için, —bir nevî
âdet olarak—, Hz. Peygamber için yazı yazan kişilerin de isimlerini kaydetmiş
olduklarım görüyoruz. Başka bir ifadeyle, asıl amaçlan Islâm'ın Yüce
Peygamberi'nin yaşamını, peygamberlik görevini nasıl gerçekleştirdiğini bize
aktarmak olduğundan dolayı bu müellifler, zikrettikleri kâtiplerden hangisinin
mahzâ neyi yazdığını açıklamak gibi bir gereklilik hissetmemişlerdir.
Ulaşabildiğimiz
bilgilere göre, el-Belâzurî’nin (h. 279) Ensâbu’l- Eşrâfı, Hz.
Peygamber’in kâtip olarak görevlendirdiği zevâtm —yaptıktan vazifeler
açısından-— tasnife tâbi tutulduğu en eski kaynaktır[119].
Adıgeçen eserinde el-Belâzurî, isimlerini verdiği on kâtipten üçünü vahiy
kâtibi olarak nitelemektedir. el-Belâzurî’nin verdiyi bilgilere göre, Hz.
Peygamber için vahiy yazan Ubeyy b. Ka‘b hazır bulunmadığı zaman Zeyd b. Sâbit
yazardı. Aynca bu iki sahâbî, vahyin dışında Hz. Peygamber’in mektuplarını da
yazmışlardır. Yine, İslâm tarihinde müslüman olduktan sonra dönüklük yapmış ilk
kişi Abdullâh b. Sa‘d b. Ebî Şerh de Peygamber (aleyhisselâm) için vahiy
kâtipliği yapmıştır[120].
Eserinde kâtipleri sınıflandıran bir
diğer müellif de et-Taberî’dir (h. 310). Târîhu'l-Umem ve’l-Mulûk adını
verdiği kitabında yazar, Ali b. Ebî Tâlib ile Osmân b. ‘Affân’ın vahiy
yazdıklarını; bunların bulunmaması durumunda ise, Ubeyy b. Ka‘b ve Zeyd b.
Sâbit’in vahiy yazma görevini üstlendiklerini belirtmektedir[121].
Öte
yandan, Endelüs asıllı bilgin İbn Abdurabbih’in (h. 329) yapmış olduğu tasnife
göre de, Hz. Peygamber için vahiy yazan kâtipler Ali b. Ebî Tâlib, Osmân b.
‘Affân, Ubeyy b. Ka‘b, Zeyd b. Sâbit ve Abdullâh b. Sa‘d b. Ebî Serh’tir[122].
Hz.
Peygamber’in yazmanlarım icrâ ettikleri işe göre ayırıma tâbi tutmuş bir başka
müellif de el-Cehşiyârî’dir (h. 331). Kaleme aldığı kitabında yazar, İslâm’ın
Peygamberi için vahiy kâtipliği yapmış olan sahâbîlerin Ali b. Ebî Tâlib, Osmân
b. ‘Affân, Ubeyy b. Ka‘b, Zeyd b. Sâbit ve Abdullâh b. Sa’d b. Ebî Şerh
olduğunu belirterek seleflerinin yolunu izlemiştir[123].
Öyleki, el-Cehşiyârî’nin sınıflandırması ile İbn Abdurabbih tarafından yapılmış
tasnif neredeyse birbirinin aynısıdır, denebilir.
Yine,
el-Kadâ‘î (h. 454) tarafından yapılmış görev ayınım da sadece yukanda adıgeçen
sahâbîlerin vahiy kâtibleri olduklannı ortaya koymaktadır[124].
Hz.
Peygamberin kâtiplerinin —yaptıklan vazifelere nazaran— tasnife tâbi tutulmuş
oldukları ilk kaynaklardan yukanda aktardığımız bu bilgilere göre, İslâm’ın
Yüce Peygamberi, İlâhî vahyi yazdırmak için sahâbenin belli bir kısmından yararlanmaktaydı.
Bunlar, Ali b. Ebî Tâlib, Osmân b. ‘Affân, Ubeyy b. Ka*b, Zeyd b. Sâbit ve
Abdullah b. Ebî Şerh olmak üzere beş kişidir.
Güvenilir
ilk kaynaklarımızda belirtildiği kadarıyla vahiy kâtipliği yaptıklan sâbit olan
bu beş sahâbînin isimleri, kâtipleri her hangi bir sınıflandırmaya tâbi
tutmaksızın sadece adlarım serdetmiş bulunan müelliflerin kitaplannda da
geçmektedir. Diğer bir ifadeyle, vahiy yazdıklan açık bir şekilde ortaya
konulmuş kitaplarla birlikte, sözkonusu hususu incelemeden, açıklığa kavuşturmaksızın
kâtiplik yapmış olan tüm sahâbîlerin isimlerinin sıralandığı diğer kaynaklarda
da Ali b. Ebî" Tâlib[125], Osmân
b. ‘Affân[126], Ubeyy
b. Ka’b156, Zeyd b. Sabit157 ve Abdullâh b. Ebî Serh’in158
adlan kaydedilmektedir.
Öte
yandan, kitabında “Hz. Peygamberin Kâtibi” başlığı ile ayrıca bir bab açmış
el-Buhârî (h. 256), burada Zeyd b. Sâbit’in[127]
vahiy yazdığına dâir iki hadis nakletmektedir[128].
Hz.
Peygamber’in, yazı hususunda istifâde etmiş olduğu sahâbe arasında kimlerin
olduğu muâsır mûelliflerce de ele alınmıştır. Ancak, bu eserlerde vahiy
kâtiplerine dâir serdedilmiş bulunan tartışmaya açık görüşleri ileri bölümde
ele alarak münâkaşa edeceğimizi; burada ise, önemi açısından, yeri gelmişken bu
literatüre de değinmeden geçemiyeceyimizi belirtmek isteriz.
A. Cevdet Paşa, kaleme aldığı Ktsas-ı
Enbiyâ adlı eserinde bu konuya değinmiştir. Cevdet Paşa’ya göre, Hz.
Peygamberin vahiy kâtiplerinin sayısı on beş kişiden fazladır[129].
Muhtar
el-Vekîl, Hz. Peygamber’in sefirleri ve kâtipleri konusunda yazmış olduğu makalesinde,
bu kişilerin sayısını iki olarak göstermektedir[130].
Kur’ân Tarihi konusunda veciz bir Üslûpla ez-Zencânî tarafından kaleme alınmış
kitapta ise, ne yazdığı önemsenmeden kâtiplerin tümü vahiy kâtibi olarak
algılanmaktadır[131].
Hz.
Peygamber’in kâtipleri konusunda fikir edinilebilecek eserlerden biri de Cevâd
Ali’nin kaleme aldığı kitaptır. İslâm’ın doğduğu dönemde Arap toplumunun ûmmî
olmadığım savunan[132] müellif.
Peygamber [salla’llâhü aleyhi ve sellem]
için kâtiplik yapmış sahâbîleri
ayrıntılı bir biçimle ele almaktadır. Bu arada yazar, klasik kaynaklarda
geçmekte olan haberleri yer yer açıklamakta, böylece kendi görüşlerini de
ortaya koymuş bulunmaktadır. Kâtiplerin kendi aralarında görev dağılımı
yaptıklarına, ya da bu vazife taksiminin, bizzat Hz. Peygamber tarafından yapılmış
olabileceğine dikkat çeken Cevâd Ali’ye göre, Zeyd b. Sâbit[133],
Ubeyy b. Ka’b[134], Ali b.
Ebî Tâlib[135],
Abdullah b. Ebî Şerh[136] ve Osman
b. ‘Affân[137] vahiy
yazmışlardır.
Öte
yandan Ahmed A. îsâ’nm araştırmalarına göre, altı kişi vahiy kâtipliği
yapmıştır[138]. Buna
mukâbil el-A‘zamî, ifa ettikleri yazının türünü ayırt etmeksizin sadece
yazmanların isimlerini ve hayatlarını özetlemektedir[139]
[140]. Semîruf-Talibin’in
yazan Ali M. ed- Debbâ’ ise, kırk dört kâtipten on dördünün vahiy yazdığım
iddiâ etmektedir17^.
Bu
edebiyat içerisinde bir kısım kitapta, kâtiplerin sınıflandınldığını da görmek
mümkündür. Bu hususta el-Ebyârî dikkat çekmektedir. Ona göre, dört kişi vahiy
yazmıştır[141]. Mahmûd
Şâkir’le[142] Hassan
Hallâk[143] da vahiy
yazan kâtiplerle diğer vesikaları yazmış bulunanları tefrik etmektedir. Bu
hususta kendi görüşünü açıklayan el-Ahmedî, daha sert bir dille, kâtiplerden
kimin ne yazmış olduğu meselesini, ciddî bir şekilde araştırılmaya muhtaç bir
konu olarak ortaya koymaktadır[144].
Yine
Ğânim Kaddûrî, vahiy kâtipliği yapan sahâbîlerin altı kişi olduğunu ileri
sürmektedir. O, ilkin kaynaklarda isimleri geçen ve vahiy yazdıkları sâbit olan
yukarıda adıgeçen beş kişiye Hanzala b. er-Rabî‘ isimli şahsı da katmaktadır[145].
Müellifin böyle bir ilâvede bulunmasının nedeni, kaynaklarda Hanzala’nın
“Kâtip” diye nitelendirilmiş olmasıdır, denilebilir. Zira kaynakların
belirttiği üzere Hanzala b. er-Rabt, bütün kâtiplerin vekili idi[146].
Buraya
kadar aktarmış olduğumuz bilgiler ışığında —ulaşabildiğimiz en eski
kaynaklardan başlayarak çağdaş eserlere kadar— vahiy kâtiplerinin kimler
olduğunu ve onlara dair yazılanları böylece tespit etmiş bulunmaktayız. Bunun
yanında, kaynaklar, yazıyı bilen bazı sahabîlerin, vahyi yazarak kendi
mushaflannı oluşturduklarını da haber vermektedirler. Bu nedenle, önce Hz.
Peygamberin denetiminde İlâhî vahyi yazıya geçirme gibi ağır ve büyük
sorumluluk yüklenen, bir o kadar da şerefli bir görevi üstlenmiş bulunan vahiy
kâtiplerini özetle tanıttıktan sonra, şahsî mushaf sahiplerinin kimler oluduğu
konusuna da kısaca temas etmemiz, kanaatimizce, vazgeçilmezdir.
1. Resmî Vahiy Kâtipleri
Ali b.
Ebî Tâlib (h.ö. 23-h. 40/600-661)
Tam
adı Ali b. Ebî Tâlib b. Abdilmuttalib b. Hâşim b. Abdimenâf b. Kusayy b. Kilâb
el-Kuraşî el-Hâşimî, künyesi EbûTHasen’dir. Ebû Tâlib Abdumenâf ve Fâtıma bint
Esed b. Hâşim’in —Tâlib, Ukeyl ve Ca'fer’den sonra— en küçük oğludur[147].
Mekke’de
dünyaya gelen Ali b. Ebî Tâlib, beş yaşından itibaren Hz. Peygamberin evinde ve
himayesinde büyümüştür. Tartışılan bir konu olmakla beraber, Hz. Ali’nin Hz.
Hatice’den sonra, çocuklar arasında ilk inanan ve Hz. Peygamberle birlikte ilk
namaz kılan kimse olduğunda ittifak vardır[148].
Yakınlık ve dayanışma amacıyla, hicretten önce ve sonra olmak üzere Hz.
Peygamber tarafından iki defa kurulmuş kardeşlik sırasında Yüce Peygamber,
Ali’yi kendisine kardeş olarak seçtikten sonra, onu kızı Fâtıma ile
evlendirmiştir[149].
Böylece, Hz. Peygamber’in amcazadesi olan Ali b. Ebî Tâlib, O’nun [salla’llâhü aleyhi ve sellem] damadı olma şerefine de nail olmuştur. Ayrıca,
Hz. Peygamber’in sağlığında cennetle müjdelediği on kişiden de biridir[150].
En
sıkıntılı günlerde Hz. Peygamber’in yambaşında bulunan Hz. Ali, başta Bedir,
Uhud, Hendek ve Hayber olmak üzere, Hz. Peygamber’in hemen hemen bütün
savaşlarına katılmış, bu gazvelerin çoğunda sancaktarlık yapmıştır[151]. Hz.
Peygamber vefat ettiğinde cenazenin yıkanması ve diğer benzeri hizmetleri,
vasiyeti üzerine Hz. Ali yapmıştır[152].
Ali
b. Ebî Tâlib; Ebû Bekir Abdullah b. Osmân, Ömer b. el- Hattâb ve Osmân b.
‘Affân’dan sonra Hulefâ-yi Râşidîn’in dördüncüsüdür. Hz. Ali, ikinci halife Hz.
Ömer zamanında gerçekleştirilmiş Suriye ve Filistin seyahati esnâsında
Medine’de askerî vali olmuştur. Bunun dışında, kendinden önceki üç halife
döneminde Hz. Ali, hiç bir idari görevde bulunmadığı gibi, bu devirde yapılmış
savaşlara da katılmamıştır[153].
Haricîler tarafından düzenlenmiş bir suikast sonucu, zehirli bir hançerle sabah
namazında yaralanmıştır. Bu hadiseden sonra sadece iki gün hayatta kalan Hz.
Ali, hicri 40 yılının Ramazan ayında altmış bir yaşında dünyaya vedâ etmiştir[154]
Hz.
Ali Kur’ân, hadis ve özellikle fıkhı konularda sahip olduğu bilgisiyle ashâb-ı
kirâmm ileri gelenlerinden biri olmuştur. Hz. Ömer’in, “En isabetli hüküm
verenimiz Ali idi” ifadesi[155] Hz.
Ali’nin bu alandaki başarısını açıkça ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber zamanında
yazdığı ve kılıcının kınında taşıdığı[156]
bir hadis sahifesine sahip idi. Bizzat kendi açıklamasından bu sahifenin fikhî
konuda olduğu anlaşılmaktadır[157]. Hz.
Ali, Kur’ân-ı Kerîm ile bu sahifenin dışında Hz. Peygamber’den bir şey
yazmadığını açıkça belirtmiştir[158].
Kur’ân’a
dair engin ilminden diğer insanların da faydalanmasını arzu eden Hz. Ali, onlan
kendisine soru sormaya teşvik ederdi[159].
Kur’ân-ı Kerîm ve onun meselelerine hakkıyla vâkıf olan sayılı sahâbeden biri
olan Hz. Ali, Peygamber [salla’llâhü
aleyhi ve sellem] için vahiy kâtipliği
yapmakla birlikte? başta Hudeybiyye Antlaşması olmak üzere[160],
şâir mektup ve antlaşmalarını[161] da
yazmıştır. et-Taberî[162], İbn
Abdurabbih[163],
el-Cehşiyârî[164], ve
el-Kadâ‘î[165] Hz.
Ali’nin vahiy kâtibi olduğunu açıkça belirtmişlerdir. Ali b. Ebî Tâlib’in ismi,
kâtipleri yaptıkları göreve göre sınıflandırmaya tabi tutmayan diğer eserlerde
de verilmektedir[166].
Osman b.
’Affan (h.ö. 47-h. 35/577-656)
Vahiy
yazmış olduğunu kamtlayabileceyimiz bir diğer sahâbî de Hz. Osman’dır. Künyesi[167] Ebû
Abdillâh veya Ebû Amr olan Hz. Osman’ın tam adı Osman b. ‘Affân b. Ebî’l-’Âs b.
Umeyye b. Abdişems b. Abdimenâf b. Kusayy el-Kuraşî el-UmevTdir[168].
Osmân
b. ’Affân, Mekke şehrinde doğmuştur. İbnu’l-Esîr’in verdiği habere göre, o, Hz.
Ebû Bekir’in davetiyle bi’setten kısa bir süre sonra İslâm’ı kabul etmiştir[169].
Hz.
Peygamber onu, kızı Hz. Rukıyye ile evlendirmiştir. Bedir savaşı esnâsmda Hz.
Rukıyye vefat ettikten sonra, Peygamber (aleyhisselâm) diğer kızı Ummu Gulsum’u
da Osmân b. ‘Affân’la evlendirmiştir. Bu nedenle Hz. Osmân, Zu’n-Nûreyn (İki
nur sahibi) lakâbı ile anılmaktadır[170].
Müslüman
olmadan önce büyük mal varlığına sahip bulunan Hz. Osmân, İslâm’la
şereflendikten sonra bu servetini Allah yolunda harcamış, İslâm’a maddî yönden
büyük kütkılarda bulunmuştur[171].
Kaynaklar,
Hz. Peygamber tarafından cennetle müjdelenmiş on kişiden birinin de Osmân b.
‘Affân olduğunu bildirmektedir[172]. Hicrî
23 yılında, ikinci halife Hz. Ömer’in vefatından sonra halife olmuştur. Hz.
Osmân’m halifelik döneminde vuku’ bulmuş olaylar ve bunlar etrafındaki ihtilâf
ve tartışmaların incelenmesi çalışmamızın çerçevesi dışındadır. Ancak, Râşidî
Halîfeler’in üçüncüsünü tanımamız bakımından, kendisinin icrâ etmiş olduğu bazı
işlere genel olarak değinmek istiyoruz. Hz. Osman’ın halifeliği döneminde
Kafkaslar, Horasan, Sicistan, Kuzey Afrika ve Kıbrıs fethedilmiştir. Kâbe’de ve
Hz. Peygamber Mescidi’ne ilâveler yapmış, bayram namazında hutbeyi namazdan öne
geçirmiştir. Cuma namazındaki ilk ezan da Hz. Osmân’m emriyle okunmaktadır.
Daha önce mescitte icrâ edilen mahkeme için ayrı bir yer tahsis ettirmiştir.
Bunlarla beraber, bizim çalışmamızla direk ilgisi bulunan Kur’ân-ı Kerîm’in
cem’i işini de Hz. Osmân yaptırmıştır[173].
Kaynaklar,
İslâm dini geldiği zaman Mekke’de yazı yazmayı bilen on yedi kişiden biri olan
Osmân b. ‘Affân’m[174], Hz.
Peygamber için kâtiplik yaptığını açık bir şekilde bildirilmektedir. İbn
Habîb’in verdiği habere göre, o, halife Ebû Bekir için de kâtiplik yapmıştır[175], İbn
Sa’d’ın naklettiği rivayetten anlaşılmaktadır ki, Hz. Peygamber’in
Benû
Vâ’il’e göndermiş olduğu mektubun yazan Hz. Osmân olmuştur[176].
Öte
yandan, kâtiplerin sınıflandırılmış bulundukları ilk dönem eserlerinde Hz.
Osman’ın adı vahiy yazan sayılı kişilerle beraber kaydedilmektedir. et-Taberî[177], İbn
Abdurabbih[178],
el-Cehşiyârî[179], el-
Kadâ’î[180] Osmân b.
‘Affân’ın Hz. Peygamber için vahiy yazmış olduğunu net bir şekilde dile
getirmektedir.
Eserlerinde
yazmanları görevleri açısından tasnife tâbi tutmamış müelliflerce de Hz. Osmân,
Rasûlullâh’ın kâtibi olmuştur[181].
Ubeyy b.
Ka‘b (??-h. 21/??-642)
Hz.
Peygamber’in vahiy kâtipliğini yapmış sahâbîlerden biri de Hazrec kabilesinin
Benû’n-Neccâr sülâlesine mensup bulunan Ubeyy b. Ka‘b b. Kays b. Ubeyd b. Zeyd
b. Mu‘âviye b. ‘Amr b. Mâlik b. en- Neccâr el-Ensârî’dir. Okuma yazma
bilenlerin sayısının pek az olduğu bir çağda eski kitaplara vâkıf bulunan Ubeyy
b. Ka‘b, zamanının yahûdî âlimlerinden biri olmuştur.
İkinci
Akabe’de bulunan ve Hz. Peygamber’e biat eden Ubeyy, Bedir ve Uhud başta olmak
üzere tüm gazvelerde iştirak etmiştir. Fakîh sahâbî olmakla birlikte, Kur’ân-ı
Kerîm’e dair derin bilgiye sahip olmalı ki, Hz. Peygamber onu, ümmetinden
Kur’ân’ı “en iyi bilen” vasfıyla nitelemiştir[182].
Ubeyy
b. Ka'b, Medine’de yazı bilen sayılı kişilerden birisi olmuştur[183].
Kaynakların aktarmakta olduğu bilgilere göre, Hz. Peygamber Medine’ye hicret
ettikten sonra kendisi için ilk yazı yazan kişi Ubeyy b. Ka’b’dır. Ayrıca
Ubeyy, yazının sonunda —ifade yerindeyse—, imzasını kayd eden ilk kâtip olarak
tarihe geçmiştir[184]. Hz.
Peygamber, başta Amr b. Hazm’a göndermiş olduğu mektup olmak üzere, çeşitli
kabile başkanlanna gönderdiği mektupları Ubeyy b. Ka’b’a yazdırmıştır[185].
Tespit
edebildiğimiz kadarıyla, el-Belâzurî, Ubeyy’in Hz. Peygamber için vahiy
yazdığım açıkça dile getiren ilk müelliftir[186].
Bu hususta et-Taberî, Alî b. Ebî Talib ile Osman b. ‘Affân’m vahiy yazdığım, bu
iki şahsın bulunmadıkları zaman ise, Hz. Peygamber için vahyi Ubeyy b. Ka‘b’la
Zeyd b. Sâbit’in yazdığını söylemektedir[187].
İbn Abdurabbih[188],
el-Cehşiyârî[189] ve
el-Kadâ'î[190] de
et-Taberî’nin bu görüşünü aynen benimsemişlerdir. Hz. Peygamberin kâtiplerini
yaptıkları görevler açısından ayırıma tabi tutmuş bulunan bu müelliflerin
verdiği haberlerden anlaşılacağı üzere, Ubeyy b. Ka‘b’m Peygamber için —pek çok
mektubun yazan olmakla birlikte— vahiy yazmış olduğu hususunda ortada hiç bir
tereddüt kalmamaktadır.
Diğer
taraftan, eserlerinde muhtelif vesilelerle Hz. Peygamber’in yazmanlanna dair
bilgi veren, fakat bunlan hiç bir tasnife tabi tutmayan alimlerin kaleme almış
oldukları eserlerde de Ubeyy b. Ka‘b - zikr edilmiyor değildir[191].
Zeydb.
Sabit (h.ö. 11-h. 45/611-665)
Hz.
Peygamber’in vahiy kâtiplerinin dördüncüsü Zeyd b. Sâbit b. ed-Dehhâk b. Zeyd
b. Levzân b. ‘Anır b. Abd b. ‘Avf b. Mâlik b. en- Neccâr el-HazreCî
el-EnsârTdir. Bu büyük sahâbî Medine’de doğmuş, Mekke’de neşv-ü nemâ bulmuştur.
Babası Bu’âs harbinde öldürüldüğü zaman Zeyd altı yaşında idi. Hz. Peygamber
hicret ederken on bir yaşmda olan Zeyd de Medine’ye göç etmiştir. Okuma yazmayı
Bedir savaşından sonra fidyesi olmayan esirlerden öğrenmiş[192]
Zeyd, fakih sahâbîlerin ileri gelenlerinden biri olmuştur[193].
Hz.
Peygamber’in kendisine emretmesi üzerine Zeyd, îbrânice ve Süryâniceyi iki
haftada öğrenerek bu kavimlerle ilgili yazılan yazmıştır[194].
Böylece Hz. Peygamber için kâtiplik yapmış Zeyd b. Sabit, daha sonra, Hz. Ebû
Bekir ve Hz. Ömer için de yazmanlık görevini üstlenmiştir[195].
Hz.
Ebû Bekir’in hilâfeti zamanı Yemâme harbinde Kur’ân’ı ezbere bilen sahâbîlerden
çoğu şehit edilince Kur’ân-ı Kerîm’in korunması hususunda endişe duyan Hz. Ömer
durumu halife ile müzâkere eder. Kur’ân’ı bir arada toplamak için halîfe Ebû
Bekir’i iknâ ettikten sonra Zeyd b. Sâbit’i bu işle görevlendirmişlerdir, el-
Buhârî’nin rivayet ettiği bu hadiste Hz. Ebû Bekir’in Zeyd’e hitâben söylediği
“...Muhakkak sen, genç ve akıllı bir kişisin; seni hiç bir konuda ithâm
etmiyoruz. Kaldı ki, Hz. Peygamber için vahiy de yazardın. Kur’ân’ı araştır ve
onu topla...” gibi ifadelerden Zeyd’in, Rasûlullâh’ın huzûrunda vahiy yazdığı
açık bir şekilde anlaşılmaktadır[196].
Kur’ân
Tarihi’ne ilişkin eserlerin aktardığı haberlere göre, Hz. Osmân’m hilâfeti
devrinde kıraatler hususunda zühûr etmiş farklılıkları gidermek amacıyla
halîfenin görevlendirmiş olduğu hey’etin başkanı olarak da Zeyd b. Sâbit
seçilmişti[197]. Birinci
ve üçüncü halîfelerin döneminde gerçekleştirilmiş Kur’ân’ın cem’i olayını
uzunca hadislerle anlatmakta olan el-Buhârî, daha sonra, Hz. Peygamber’in
kâtipleriyle ilgili müstakil bab açarak burada. Zeyd b. Sâbit’in vahiy
yazdığını kanıtlar mâhiyette hadisler de nakletmektedir[198].
Daha
önce de belirttiğimiz üzere, Hz. Peygamber’in kâtipleri konusunda eserlerinde
bilgi veren müelliflerin bir kısmı isimlerini kaydetmiş oldukları kâtiplerin ne
yazdıklarım açıkladığı halde, diğer kısım alimler buna gerek duymadan sadece
kâtiplerin adlarını zikretmekle yetinmişlerdir. Vahiy yazdığı kesin delillelre
sâbit olan Zeyd b. Sâbit’in ismini hem birinci kısma aid eserlerde[199], hem de
ikinci kısma dâhil olan kitaplarda görmemiz mümkündür[200].
Abdullâh
b. Sa‘d b. Ebî Şerh (??-h. 37/??-657)
Hz.
Peygmber için vahiy yazdığı kesin olarak kanıtlanabilecek beşinci ve aynı
zamanda sonunucu sahâbî Abdullâh b. Sa‘d b. Ebî Şerh b. el-Hâris b. Habîb b.
Huzeyme b. Nasr b. Mâlik el-Kuraşî el- ÂmirTdir.
Ebû
Yahyâ Abdullâh b. Sa‘d’ın İslâm’ı ne zaman kabul ettiği kesin olarak
bilinmemekle birlikte[201],
bunun, Mekke’nin fethinden önce olduğu haberi ağır basmaktadır[202].
Zira Abdullâh, Medine’ye hicret etmiş ve Hz. Peygamber için vahiy yazmıştır.
Daha sonra, İslâm’dan dönüklük yapıp Mekke müşriklerinin yanma dönmüştür.
Burada, itibar kazanmak amacıyla, kâtipliği sırasında yazmış olduğu vahyi kendi
isteği doğrultusunda tahrif ettiğini iddia etmiştir[203].
İslâm müellifleri tarafından nakledilegelen haberlere göre, En’âm suresinin 93.
âyeti Abdullâh b. Sa’d hakkında inmiştir[204].
Bunun üzerine Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] , Mekke fethi zamanı
Abdullâh b. Sa’d’ı kanı heder edilenler arasına almıştı. Süt kardeşi Hz.
Osmân’a sığınarak kendisinden affedilmesi için Hz. Peygamber’e şefaatte
bulunmasını istemiştir. Hz. Peygamber Osmân’m ricası dolayısıyla kısa
tereddütten sonra Abdullâh b. Sa’d’ı affederek biatini kabul etmiştir[205].
Hz.
Ömer’in hilâfeti zamanında Amr b. el-‘Âs‘la birlikte Mısır fethine rehberlik
etmiştir. Daha sonra, Osmân b. ‘Affân hilâfeti esnâsında Abdullâh’ı Mısır
vâlisi tâyin etmişti. Harbu’l-Abâdile (Abdullâhlar Savaşı) başta olmak üzere,
kazandığı kara ve deniz savaşları sonucunda Abdullâh b. Sa’d’ın adı tarihe
İfrîkıyye fâtihi olarak geçmiştir.
Daha
Cahiliyye döneminde okuma yazmayı öğrenmiş[206]
Abdullâh b. Sa‘d, ilk kaynaklarda aktarılan bilgilere göre, Hz. Peygamber
için vahiy kâtipliği yapmış ilk Kureyş’lidir[207].
Abdullah'ın Kur’ân âyetlerini yazmış olduğunu el-Belâzurî[208],
İbn Abdurabbih[209],
el-Cehşiyârî[210] ve
el-Kadâ‘î[211] kendi
eserlerinde açık olarak belirtmektedirler. Diğer yandan, ne yazdıkları ayırd
edilmeden sadece kâtiplerin ismi zikredilmiş eserlere müracaat ettiğimiz zaman
bunlarda da Abdullâh b. Sa’d’ın ismi kâtipler sırasında görülmektedir[212].
2. Özel
Mushaf Sahipleri
Kur'ân
tarihine ilişkin kaynaklar, yazıyı bilen bazı kişilerin, inen âyetleri yazı ile
kaydederek kendileri için mushaf oluşturduklarını haber vermektedir.
Kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre, bu şahıslar, kaydettikleri vahyi Hz.
Peygamber'in emri ile yazmamışlardır. Ancak, netice itibarıyla, bu zevatın da
vahiy yazdıklarına göre bunları, tabir yerindeyse, 'gayri resmi vahiy
kâtipleri' olarak isimlendirebiliriz. Bu şahıslara kısaca değinmenin yerinde
olacağı düşüncesiyle burada onların isimlerini de zikretmek istiyoruz. Bunlar; İbn Mes'ûd, Ubeyy b.
Ka'b, Ali b. Ebî Tâlib, İbn Abbâs, Ebû Mûsâ el-Eş'ârî, Hafsa, Enes b. Mâlik,
Ömer b. el-Hattâb, Zeyd b. Sâbit, İbn Zubeyr, İbn 'Amr, Ayişe, Sâlim, Ummu
Seleme, Ubeyd b. Umeyr'dir[213].
B. Kâtiplik Tapıp Da Vahiy Yazmayanlar
Kâtipleri
yaptıkları görev açısından tasnif etmiş erken dönem literatüründe —daha önce
söylediğimiz gibi— hangi kâtibin ne yazdığı açık olarak belirtilmiş haldedir.
Bu eserlerde aktarılmış bilgilerden yola çıkarak Hz. Peygamber için Kur’ân
âyetlerini yazmış kişilerin sayısının beş kişi olduğunu tespit etmiş
bulunmaktayız. Ancak, her ne sebepleyse, Hz. Peygamber tarafından vahy-i
İlâhîyi yazmakla görevlendirilmiş bu şahısların sayısı arttırılmıştır.
Nitekim, Hz. Peygamber’in yazmanlarına dair bilgi içeren kitaplar incelendiği
zaman bu husus açıkça ortaya çıkmaktadır. Kâtiplik yapmış sahâbîlerin
serüvenine —ulaşabildiğimiz en eski kaynaklardan başlayarak çağdaş eserlere
kadar— baktığımız zaman bu şahısların sayısının devamlı arttığını müşâhede
etmekteyiz. Rakam vermek gerekirse, tespit edebildiğimiz en eski kaynaklarda
(h. III. ve h. IV. asırlar) kâtiplerin sayısı sekiz ile on dört[214] arasında
değişik olarak belirtilmesine karşın, elimize geçen çağdaş eserlerde bu rakam,
genel olarak, otuz yedi[215], kırk[216] ve hattâ
altmışa[217] kadar
çıkartılmıştır.
Diğer
taraftan, elimize geçen bu literatürü, kâtiplerden kimin ne yazmış olduğu
noktasından hareketle incelemeğe tâbi tutuğumuz zaman bu kitaplarda, —yukarıda
temas ettiğimiz gibi—, kâtiplik görevinde bulunmuş kişilerin sayısının
çoğaltılması ile beraber vahiy yazmış sahâbîlerin de giderek arttırıldığını
görüyoruz. Öyleki, ilk devir eserlerde çok açık bir şekilde belirtildiği gibi,
Hz. Peygamber’in istihdam etmiş olduğu kâtipler arasından Kur’ân âyetlerini yazmakla
yükümlü tuttuğu şahısların sayısı bir elin parmaklarını geçmemektedir[218]. Klasik
kaynaklarda durum böyle olduğu halde, daha sonraki dönemlerde (h. IV. asırdan
asrımıza kadar) kaleme alınmış kitaplarda vahiy kâtiplerinin sayısı pek
arttırılarak fâhiş bir rakama çıkartılmıştır[219].
Hz. Peygamber’in istihdâm etmiş olduğu kâtiplerin —bu arada vahiy kâtiplerinin—
sayısının zaman ilerledikçe İslâm âlimleri tarafından hangi nedenle —veya
nedenlerle— çoğaltıldığını kestirmemiz oldukça güçtür. Fakat, bu konuda
düşünüldüğü zaman akla hemen şu iki husus gelmektedir. Bunların birincisi,
Kur’ân-ı Kerîm’in metninin her hangi bir değişikliğe uğramadığını isbatlamak
telâşı olabilir, diyebiliriz. Nitekim, vahyin, henüz Peygamber [salla’llâhü aleyhi ve sellem] hayatta iken yazıya geçirilmiş bir vaziyyette
olduğu savunulurken, Kur’ân âyetlerini yazmış sahâbîlerin sayısı ne kadar çok
olursa, metnin güvenilirliği bir o kadar artar düşüncesi hâlen güncelliğini
korumaktadır. Oysa Cenâb-ı Allâh, indirmiş olduğu Kur’ân’ın korunmasını bizzat
kendisinin üstlendiğini net bir şekilde bize bildirmektedir[220].
Akla
gelen ikinci husus da şudur: Tespit edebildiğimiz en eski kaynaklarda geçmekte
olan haberlerde Hz. Peygamberin, kendisi için kâtiplik yapmış sahâbeden kimlere
ne yazdırdığı açık bir şekilde belirtilmiş haldedir. Ancak, daha sonraki dönem
müellifleri, seleflerinin yolundan gitmeyerek, Hz. Peygamber tarafından kâtip
olarak görevlendirilmiş sahâbîleri yaptıkları kâtipliğin türü bakımından
hiçbir sınıflandırma yapmadan sadece isimlerini serdetmekle yetinmişlerdir. Bu
durum, Peygamberin [salla’llâhü aleyhi
ve sellem] kâtip olarak istihdâm ettiği
sahâbenin tümünün vahiy kâtibi olduklarını iddia etmeğe yetmiştir.
Diğer
taraftan, okuma yazma bilen sahâbîlerin hemen hemen hepsinin inen âyetleri
yazarak kendi mushaflanm oluşturdukları ve bunların kimler oldukları yine ilk
kaynaklarda açıklanmıştır[221]. Bu
kitaplarda adlan geçen şahsî mushaf sahiplerinden çoğunun ismi, ilk me’hazlarda
kâtib olarak zikredilmediği halde, daha sonraki devir eserlerde bu
şahıslar Hz. Peygamberin kâtipleri sırasına alınmakla kalmamış, hattâ
Yüce Peygamber’in vahiy kâtipleri olduktan da ileri sürülmüştür. Halbuki,
ister mutekaddim, isterse de muteahhir eserlerin müellifleri Hz. Peygamber’in
kâtiplerine dair bilgi verirken bu konu için açmış olduklan müstakil
başlıklarda “Bunlar vahiy kâtibi olmuştur” vb. dememişlerdir. Bu başlıklar,
genellikle, “Peygamber’in kâtibi olduklan kesin olanlar”[222],
“Hz. Peygamber için yazı yazmış kişilerin isimleri”[223]
ve benzeri şekildedir. Dolayısıyla, isimleri kâtipler sırasında verilmiş bu
sahâbeden kimin vahiy yazdığını araştırma yapmaksızın ileri sürmek
yanlıştır, denebilir.
Buraya
kadar, Yüce Peygamberin kâtipleri hususunda bilgi içeren ilk kaynaklarla
müteahhit eserlerin bir karşılaştırılmasını yapmaya; aynı zamanda bu eserlerde
genellikle kâtiplerin sayılan» bu arada da vahiy kâtiplerinin sayılan
hakkındaki ihtilâfları ve bunlan doğuran sebepleri bir nabza da olsa açıklamaya
çalıştık. Şimdi ise, ilk kaynaklarda olmayıp daha sonraki dönemlere ait
eserlerde ‘vahiy kâtibi* diye nitelendirilmiş bulunan sahâbîleri kısaca
olarak tanıtmak yerinde olacaktır.
Bu
sahâbîler şunlardır:
Ebû
Seleme Abdullâh b. Abdulesed b. Hilâl b. Mahzûm el- Kuraşî[224],
Abdullâh b. Abdullâh b. Ubeyy b. Selûl b. Mâlik[225],
Ebû Muhammed Abdullâh b. ‘Amr b. el-‘Âs b. Vâ’il b. Hâşim el-Kuraşî[226],
Abdullâh b. Abdullâh b. Osmân b. Âmir et-Teymî el-Kuraşî[227],
Abdullah b. el-Erkam b.
Abdi Yeğûs b. Vehb el-Kuraşî ez-Zuhrî[228],
Abdullâh b. Hatal[229], Ebû
Bekir Abdullâh b. Ebî Kuhâfe Osman b. Âmir et-Teymî el-Kuraşî[230],
Abdullâh b. Revâha b. Salebe el- Ensârî[231],
Abdullah b. Ubeyy b. Selûl (Mâlik) el-Hazrecî[232],
Abdullah b. Zeyd b. Abdurabbih el-Ensârî[233],
Ebû ‘Abes/‘Ubeys Abdurrahmân b. Cebr b. ‘Amr el-Ensârî[234],
el-‘Alâ b. Abdullâh b. Abbâd el- Hadramî[235],
el-‘Alâ b. ‘Ukbe[236], ‘Âmir
b. Fuheyre[237], ‘Amr b.
el-‘Âs[238],
b. Sa‘d b. Salebe b. Culâs[239], Bureyde
b. el-Huseyb b. Abdullhah[240], Ca‘fer
b. Ebî Tâlib[241], Cehm b.
Sa‘d[242], Cuheym
b. es- Salt b. Mahreme el-Kuraşî[243],
Ebân b. Sa‘îd b. el-‘Âs[244], Ebû
Huzeyfe b. *Utbe b. RebFa[245],
el-Erkam b. Ebri-Erkam[246], Ebû
Umâme Es'ad b. Zurâre[247], Evs b.
Havliyy b. Abdullah[248], Hâlid
b. el-Velîd b. el- Muğîre[249], Ebû
Eyyûb Hâlid b. Zeyd b. Kuleyb el-Ensârî[250],
Hâlid b. Sa‘îd b. el-‘Âs[251], Hanzala
b. er-RabF b. Sayfî el-Kâtib[252], Hâtıb
b. *Amr b. Abdişems el-Kuraşî[253],
el-Husayn b. Numeyr[254],
Huveytıb b. ‘Abdul'uzzâ b. Ebî Kays[255],
Huzeyfe b. el-Yemân[256], Ma‘n b.
‘Adiyy b. el-Cedd b. el-‘Aclân[257], Mâlik
b. el-*Aclân[258], Mu’âz
b. Cebel el- Hazrecî[259],
Mu'âviye b. Sahr b. Harb[260],
Mu’aykıb b. Ebî Fâtıma ed- Devsî[261],
el-Muğîre b. Şu'be[262], Muhacir
b. Ebî Umeyye b. el- Muğîre[263],
Muhammed b. Mesleme b. Seleme[264], Necrân
Hnstiyanları’ndan bir kişi[265],
el-Munzir b. ‘Amr b. Huneys el- Hazrecî[266],
Ömer b. el-Hattâb[267], Sa‘d b.
RabF b. ‘Anır[268], Sa‘d b.
‘Ubâde b. Duleym[269], Sa’îd
b. Sa’îd b. el-’Âs[270], Sabit
b. Kays b. Şemâs[271], Ebû
Sufyân Sahr b. Harb[272],
es-Sicill[273],
Şurahbîl b. Hasene[274], Talha
b. ‘Ubeydullâh b. Osman[275], ‘Ukbe[276], ‘Ukbe
b. Nemr[277], Useyd
b. el-Hudayr b. Semâk[278], Yezîd
b. Ebî Sufyân Sahr b. Harb[279], Zeyd b.
Erkam b. Zeyd el-Ensârî[280],
ez-Zubeyr b. el- ‘Avvâm[281].
İsimleri
Hz. Peygamberin kâtipleri—bazı eserlerde hattâ vahiy kâtibi olarak—
arasında geçen bu sahâbîlerin kâtipliği hususunda genel bir değerlendirme
yapacak olursak şunlar söylenebilir: Yukarıda adları geçen şahısların büyük bir
çoğunluğu tespit edebildiğimiz ilk kaynaklarda zikr edilmemektedir. Hicrî IV.
asırdan sonra kaleme alınmış eserlerde kâtip olarak nitelendirilmiş bu zevâtm
Hz. Peygamber için ne yazdıklan da belirtilmemiş haldedir. Büyük kısmı Arap
dünyasında yazılarak basılmış muâsır kitaplarda bu şahıslann kâtipliği
isbatlanmak için, bunların, İslâm’dan önce yazıyı öğrendikleri, okuma yazmanın
büyük bir mahâret kabul edildiği bir devirde bu işi (okuma yazma) iyi
becerdikleri anlatılmaktadır. Oysa, yeni müslüman olmuş yazıyı bilen her
kişinin vahy-i İlâhîyi yazmak gibi ağır ve oldukça sorumlu bir işle
görevlendirdiğini düşünmemiz zordur. Zira, Hz. Peygamber’in etrafında Alî b.
Ebî Tâlib, Osmân b. Affân, Zeyd b. Sâbit, Ubeyy b. Ka’b gibi sahâbe dururken,
daha dün İslâm’a dil uzatmakla övünen kişilere Kur’ân âyetlerini yazdırmak pek
doğru gözükmemektedir. Öte yandan, Hz. Peygamber için vahiy yazdığı
halde dönüklük yapmış Abdullâh b. Sa’d’m durumu göz enünde bulundurulursa, işin
ciddiyeti daha da belirmiş olur.
Nitekim,
bu olayın akabinde inmiş[282] ilgili
âyette[283] bu kişi
şiddetle kınanmakta, çetin bir azapla korkutulmaktadır. Olayı başka bir açıdan
değerlendirirsek, ortaya şu husus çıkmaktadır: Aynı zamanda bu âyet, Hz.
Peygamber’e, kendisi için kâtip olarak alacağı kişileri çok iyi seçmesi
gerektiğini de ikâz etmektedir.
Sonuç
olarak, Cevâd Alî’nin de doğru olarak işaret ettiği gibi, Hz. Peygamber
istihdâm etmiş olduğu kâtipler arasında yaptıkları kâtipliğin türüne göre görev
dağıtımı yapmıştır. Bu nedenledir ki, en eski kaynaklarda Hz. Peygamberin
yazmanları konusuna pek titiz değinilmiş, zikr edilmiş her bir kâtibin ne yazdığı
da açıklığa kavuşturulmuştur.
C. Kâtipler
Etrafındaki Tartışmalar
Tespit
edebildiğimiz kaynaklardan edindiğimiz bilgiler ışığında Hz. Peygamber
tarafından kâtip olarak görevlendirilmiş sahâbenin kimler olduğunu önceki
bölümde açıklamaya çalıştık. Çalışmamız gereği, bu kâtipler arasından da hangi
kişilerin mahzâ Kur’ân âyetlerini kaydettiğini, yine en eski kaynaklarda
verilmiş haberlere dayanarak, tespit etmiş bulunuyoruz. İncelemeye tâbî tutmuş
olduğumuz bu eserlerde bazı kâtipler hakkında ihtilaflı rivayetlerin de
serdedilmiş olduğunu söylemeden geçemeyeceğiz. Çünkü kaynaklarda geçmekte olan
bu nakiller ele alındığı zaman, bunların, ilgili yazmanların kâtipliğini
düşürecek mâhiyette oldukları ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan, benzeri
rivayetlere dayanarak asıl kaynaklara inmemiş müelliflerin bu konuda aşın
gitmiş olduklan da müşâhede edilmektedir. Şimdi biz, haklarında ihtilaflı görüş
beyân edilmiş kâtipleri ve bunlara dair serdedilmiş açıklamalan ele alacağız.
Öte
yandan, Kur’ân-ı Kerîm’in, henüz Yüce Peygamber sağ iken yazı ile tespit
edilmediğine dair ortaya atılmış iddialan da ele almamız, tezimizin konusu
bakımından gerekli gözükmektedir. Çünkü, vahyin daha Peygamber [salla’llâhü aleyhi ve sellem] tarafından yazıya geçirildiğini kabul etmemek,
aynı zamanda, Hz. Peygamber’in yararlandığı kâtipleri, bu arada da vahiy
kâtiplerini inkâr etmek anlamına gelmektedir. Bu itibarla, İslâmî literatür
açısından kâtipliği hususunda ihtilaflı görüşler olan kâtipleri ele aldıktan
sonra, ortaya atılmış söz konusu iddialan ve bunlan doğuran sebepleri de
incelemeye çalışacağız.
1. Kâtipliği İhtilâflı Olan Kişiler
Âmir b.
Fuheyre
Hakkında
çelişkili rivayet nakledilmekte olan kâtiplerden biri Hz. Ebû Bekir’in azatlı
kölesi Âmir b. Fuheyre’dir. Bu sahâbînin, Hz. Peygamber’in kâtipleri arasında
mütalaa edilmesinin dayanağı hicret esnâsında Surâka b. Mâlik’e Yüce Peygamber
tarafından verilmiş emannâmedir. Bu yazının metni zamanımıza kadar
ulaşmamıştır; fakat adıgeçen yazının Âmir b. Fuheyre tarafından yazılmış
olduğuna dair rivayetlere dayanmak suretiyle, hicri VI. asra ait eserlerden[284] başlayarak
bu şahsın adı kâtipler arasında geçmektedir. Ancak, bu emannâme ile ilgili
bayka bir rivayet, yazarın Hz. Ebû Bekir olduğunu söylemektedir. Her iki
rivayeti değerelendirmiş İbn Kesir, kendince bir açıklama yaparak “...Muhtemel
ki, Ebû Bekir yazının bir kısmını yazdıktan sonra kölesi Âmire emretmiş, o da
geri kalan kısmını yazıp tamamlamıştır”[285]
diyerek bu çelişkiyi ortadan kaldırmaya çalışmıştır.
‘Amr b.
el-‘Âs
Bu
sahâbînin kâtiplik yapamıyacağını dile getiren Ali el- Ahmedî’dir. Kaleme almış
olduğu Mekâtîbu’r-Rasûl adlı eserinde müellif, ‘Amr’ın hicretin
sekizinci yılında müslüman olduğunu, bundan sonra da devamlı savaşlarda
bulunduğunu delil göstermek suretiyle adıgeçen sahâbînin kâtip olmadığım ileri
sürmektedir[286], el-
Ahmedî tarafından ortaya atılmış bu iddia değerlendirildiği zaman, hakikaten
kaynaklar ‘Amr b. el-‘Âs’ın, Hz. Peygamber’in emriyle önce Şam etrafındaki
Beliyy bölgesine gittiğini, daha sonra ise, Umân'a vâli olarak tayin edildiğini
kaydetmektedir[287]. İbn
Abdilberr, Hz. Peygamber vefat ettiği zaman ‘Amr’ın daha Umân’da vâli olarak
görev yapmakta olduğunu söylemektedir[288].
Dolayısıyla, göstermiş olduğu deliller açısından ele alındığı zaman, el-Ahmedi nin
tespiti doğrudur, denebilir.
Ebû Bekir
Abdullâh b. Osmân
Kâtip
olup olmadığı tartışılmış sahâbîler arasında Hz. Ebû Bekir’in de ismi
geçmektedir. Yukarda belirttiğimiz gibi, Surâka b. Mâlik’e verilmiş emannâmenin
Hz. Ebû Bekir tarafından yazıldığına dair haberlerin yanısıra, aynı yazıyı
kendisinin kölesi olan Âmir b. Fuheyre’nin yazmış olduğu hakkında rivayetler de
nakledilmektedir. Bu konuyu incelemiş İbn Kesîr’in, bu yazının bir bölümünün
Ebû Bekir, diğer kısmının ise Âmir tarafından kayda alındığı ihtimâlini ileri
sürdüğünü ve böylece bu ihtilafı giderdiğini daha önce belirtmiştik.
Öte
yandan el-Ahmedî, el-Belâzurî’nin, İslâm geldiği zaman Mekke’de okuma yazma
bilenlerin isimlerini verdiği Futûhu’l-Buldân adlı eserinde adının
olmadığı gerekçesiyle Ebû Bekir’in kâtip olamıyacağmı savunmakta ise de[289], el-A‘zamî
bu görüşü tartışmış ve bunun yanlış olduğunu isbatlamıştır[290].
Hâlid b.
el-Velîd
İslâm
tarihine büyük kumandan olarak adım yazdırmış Hâlid b. el-Velîd’in Hz.
Peygamber için krcatiplik yapıp yapmadığı da müelliflerce tartışılmaktadır.
Hâlid’in savaş taktiğini çok iyi bilmesinden dolayı Peygamber [salla’llâhü aleyhi ve sellem] tarafından çeşitli seriyye ve gazvelere
gönderildiğine dayanılarak kendisinin devamlı seferlerde bulunduğunu,
dolayısıyla da kâtip olamıyacağı ileri sürülmektedir[291].
Hâlid b. el-Velîd’in hayatına dair bilgi veren kaynaklara bakıldığı zaman onun,
hicretin sekizinci senesinde İslâm’ı kabul ettiğini ve bundan sonra Benû
Cuzeyme’ye, Ukeydir’e, Benû el-Hâris b. Ka’b’a ve diğer bölgelere gönderildiği
zikredilmektedir[292]. Bu
bilgilerden yola çıkılarak, Hâlid b. el-Velîd’in kesin olarak kâtip olduğunu
iddia etmek hayli güçtür dense, yanlış olmasa gerektir..
Mu’âviye b. Ebî Sufyân Sahr b.
Harb
Mu’âviye
b. Ebî Sufyân’ın, Hz. Peygamber için kâtiplik yapmış olduğu konusunda
ilk kaynaklarda hiç bir tartışma yoktur. Mu’âviye hakkında tartışmaya açık
husus, onun, Kur’an âyetlerini yazıp yazmadığı meselesidir. Eserlerinde
kâtipleri yaptıkları görevler noktasından tasnif etmiş ilk çağ müelliflerine
göre, Mekke fethinde müslüman olmuş Mu’âviye, Hz. Peygamberin vefatına kadar
olan kısa bir zaman zarfında kâtiplik yapmıştır[293].
Mu’âviye’nin kesin olarak ne yazdığı konusuna gelince, et-Taberî[294], İbn
Abdurabbih[295] ve
el-Cehşiyârî[296] gibi
yazmanları ne yazdıkları açısından sınıflandırmış müelliflerin vermiş olduğu
bilgilere göre, o, Hâlid b. Sa‘îd ile birlikte ihtiyaç duyulan sair yazılan
yazmıştır. Yine en- Nuveyrî, kaleme almış olduğu Nihâyetu’l-Erib isimli
eserinde Mu'âviye’nin kesinlikle vahiy yazmadığım, “...sadece etraf
nahiyelerle olan yazışmalan yazdığını” kaydetmektedir. Çağdaş müelliflerden
Cevâd Ali de en-Nuveyri nin bu görüşünü doğru bulmuş ve buna ilâveten,
Mu'âviye’nin imzasını taşıyan mektupları ve bunlann kimlere gönderildiğini
sıralamıştır[297].
Diğer taraftan el-Ahmedî, Mu’âviye’nin
kâtipler arasında addedilmesini ağır bir üslupla tenkit etmektedir. O, yemek
yemesi nedeniyle Hz. Peygamber’in kendisini çağırdığı halde bunu ihmâl ettiğini
delil göstermekte ve bu şahsın kâtipliğini kesinlikle kabul edilemeyeceğini
dile getirmektedir[298].
Netice olarak, bir kaç ay gibi çok kısa
bir müddet zarfında olsa bile, Mu’âviye b. Ebî Sufyân’ın Hz. Peygamber için
bazı mektupları yazdığını, ancak vahiy yazmadığını söyleyebiliriz.
el-Muğîre
b. Şu’be
el-Muğîre
b. Şu’be’nin kâtiplik yapıp yapmıdığını tartışmış yegâne müellif el-Ahmedî’dir.
Müellif, onun hicretin beşinci senesinde müslüman olduğunu ve kâtipliğinin çok
ender olduğu gerekçeleriyle el-Muğîre’nin kâtiplerden sayılmasının yanlış
olduğu görüşündedir[299]. Oysa
el-Muğîre’nin imzasını taşıyan mektupların büyük bir kısmı zamanımıza kadar
ulaşmış haldedir[300]. Bu
tarihî vesikalar incelendiği zaman el-Ahmedî’nin ileri sürmüş olduğu görüşün
tutarsızlığı anlaşılmaktadır.
Osmân b. ‘Affân
Osmân
b. ‘Affân’ın Hz. Peygamber’in vahiy kâtiplerinden olduğunu önceki
bölümde aktarmış bulunuyoruz. Hz. Osman’ı tartışma konusu eden tek müellif Ali
b. Huseyn’ali el-Ahmedî’dir. O, İbnu’l-Esîr’in “Osmân b. ‘Affân Hz. Peygamber
için bazen yazardı” ifadesini delil göstererek Hz. Osman’ın ‘kâtip* olarak
vasıflandınlmasına kendi itirâzını belirtmektedir. Halbuki, İbnu’l- Esîr’den üç
asır önceki müelliflerin eserlerine bakılırsa, Osmân b. ‘Affân’ın değil kâtip
olduğu, hattâ vahiy kâtibi olduğu net bir şekilde ortaya
çıkmaktadır. Burada biz, sözü fazla uzatmadan, el-Ahmedî tarafından ortaya
atılmış bu fikrin tartışma konusu bile edilemeyeceği ve müellifin açık bir
şekilde kendisini mezheb taassubuna kaptırdığı görüşünde olduğumuzu belirtmek
isteriz.
Sonuç
itibarı ile, adıgeçen sahâbîlerin kâtiplik yapıp yapmadıkları konusunda
ortaya atılmış tartışmaların bir kısmı düşündürücü olsa da, bazılarının yerinde
olmadığı görülmektedir.
Sonuç
Cenâb-ı
Allah yer yüzüne göndermiş olduğu son din İslâm ile birlikte, hükmünü Kıyâmet
Günü’ne kadar geçerli kıldığı sonuncu semavî kitap olan Kur’ân-ı Kerîm’! de
inzâl etmiştir. Yirmi üç seneye yakın bir zaman zarfında, seçtiği son
peygamberi Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] ’e indirmiş olduğu
vahyin hiçbir değişiklik ve tahrife uğratılamayacağı garantisini de vermesine
rağmen, Kur’ân metninin değişmezliği meselesi asırlar boyunca tartışılagelmiştir.
Çoğunlukla müsteşrikler tarafından ortaya atılarak tartışma konusu yapılan bu
mevzû, hiç şüphe yok ki, İslâm âlimleri tarafından da ele alınmış ve vahye her
hangi bir dış mûdâhelenin olmadığı defalarca isbatlanmıştır. Ortaya atılmakta
olan iddiâlann, daha çok, Kur’ân’ın Hz. Peygamber henüz hayatta iken yazı ile
tespit edilip edilmemesi üzerine binâ edildiği görülmektedir. Zira, bu
tartışmaları başlatanlarca, inen vahiy ilk defa, Peygamber [salla’llâhü aleyhi ve sellem] vefat ettikten sonra Hz. Ebû Bekir tarafından
yazdırılarak toplanmıştır. Hatta bu cem’ işini Hz. Osmân’m halifeliği dönemine
kadar götürenler de olmuştur. Bu nedenle, çalışmamızı, henüz Hz. Muhammed
[salla’llâhü aleyhi ve sellem] sağ iken
kendisine indirilmekte olan vahyin yazıya geçirildiği dönemle sınırlandırmak
suretiyle, bu mevzûya köklü bir çözüm getirmeğe çalıştık.
Bu
amaçla, tezin Giriş bölümünde, konu ile yakından ilgili olan Vahiy konusunu
özet bir biçimde ele almaya çalıştık. Burada, Vahyin, vahyi indiren, vahyi
getiren ve kendisine vahiy getirilen olmak üzere üç boyutlu bir iletişim
olduğunu gördüğümüz gibi, bu üç varlığın dışında vahye hiç bir varlığın
müdâhele edemiyeceği gerçeğini de ortaya çıkarmış olduk.
Bunun
yanısıra, bu bölümde, çalışmamızla birbaşa alâkası bulunan Yazı (Kitâbet)
konusu üzerinde durduk. Bu başlık altında, Yazı’nın ortaya çıkışını, geçirdiği
gelişim safhalarını inceledik. Daha sonra, Hicâz’a girmesinden itibaren Hz.
Peygamber’in yaşadığı döneme kadar olan süre zarfında Yazı’nın hangi konuma
gelmiş olduğunu ele almaya çalıştık. Kaynaklardan edindiğimiz bilgiler
doğrultusunda, Yazı’nın, Arap yarımadasında pek yaygın olmadığım gördük. Başka
bir ifadeyle, vahyin indirilmiş olduğu zaman diliminin Yazı’ya pek müsâlt
olmaması ile birlikte, çok sınırlı şartlar altında da olsa, vahyin nasıl kayda
geçirildiği hususunu araştırma konusu yaptık. Bu arada, o dönemde Yazı
malzemelerinin neler olduğunu ve Kur’ân’m yazılmasında kullanılmış yazı
gereçlerini tanıtmaya çalıştık.
Birinci
Bölüm’de, vahyin yazı ile kayda geçirilmesi sürecini incelemeğe tâbi tuttuk.
Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye ettiği hicretin, İslâm Tarihi’nde ve
müslümanlann yaşamlarında yaptığı büyük değişiklikleri gözönünde bulundurarak,
bu süreci Mekke Dönemi ve Medine Dönemi olmak üzere iki alt başlıkta ele aldık.
Vahyin
yazı ile kayda geçirilmesinin Mekke Dönemi’nde; kaynaklarda nakledilmekte olan
haberlerden yola çıkarak, Mekke’de kitabetin çok sınırlı bir şekilde
kullanıldığı görüldü. Burada yazı genellikle, kabileler arası anıtlaşmalarda,
borç senetlerinde vb. vesikalarda kullanıldığı ve okuma yazma bilenlerin elit
kabakadan belli kişiler olduğu gözlendi. Mekke şehrinde İslâm’a girenlerin
çoğunun fakir ve köle olması ile birlikte, bu dönemde müslüman olmuş bazı
kişilerin de okuma yazma bildikleri ve bu kişilerin Hz. Peygamber tarafından vahyi
yazmakla görevlendirilmiş oldukları belirlendi. Mekke müşriklerinin, Yüce
Allah’ın Hz. Peygamber’e indirdiği âyetlere karşı gelerek bunların Hz. Muhammed
[salla’llâhü aleyhi ve sellem] tarafından “başkalarına yazdırılmış olduğunu”
iddia ettiklerini anlatan Kur’ân âyetlerinden de yararlanmak suretiyle, inen
âyetlerin henüz Mekke’de Peygamber [salla’llâhü aleyhi ve sellem] tarafından yazdırılmış olduğunu delilendirmeğe
çalıştık. Diğer yandan, “...bu âyetler yalnız şifâhî olarak nakledilmiş
olsaydı, nesh’e de gerek kalmazdı” diyen müsteşrik Fr. Buhl’un simasında
şarkiyatçıların da, vahyin, henüz Hz. Peygamber hayatta iken yazı ile
tespit edildiğine olan olumlu yaklaşımlarını da ortaya koyduk. Sonuçta, daha
Mekke’deki zor şartlar altında, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] ’in
vahyi, müslümanlar arasından yazıyı bilenlere yazdırdığım açık
delillerle ortaya çıkarmış olduk.
Vahyin
yazı ile tespitinin Medine Dönemi’nde; Yazı’nın Hz. Peygamber’in teşebbüsleri
ile daha yaygın hâle getirildiği görüldü. Medine’ye yerleştikten sonra inşâ
edilmiş Mescid-i Nebevî’nin hem günlük ibâdette kullanılması, hem de burada Hz.
Peygamber’in gözetiminde eğitim ve öğretim verilmesi ilme verilen büyük önemi
ortaya koydu. Hicretin ikinci yılında patlak vermiş Bedir harbinde zafer elde
eden mûslümanlann aldıkları çok sayıda esirlerden okuma yazma bilenlere fidye
karşılığı, medineli çocuklara yazı öğretmelerinin emredilişi de okuma yazmanın
mûslûmanlar arasında giderek artmasına neden olduğu anlaşıldı.
Kaynaklardan
edindiğimiz bilgiler, yazıyı öğrenmiş müslümanlann Hz. Peygamber tarafından “kâtip"
olarak istihdam ettiğini aktarmaktadır. Zira, Medine’ye hicret ettikten
sonra Medine Site Devleti’ni kuran Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] ’in,
devlet başkanı olarak etraf kabilelerle, civar devletlerle olan yazışmalarının,
buralara göndermiş olduğu İslâm’a dâvet mektuplarının zamanımıza kadar ulaşmış
olması ve metinlerinden bu mektupların kimler tarafından yazıldığı
bilinmektedir. Bu arada, İslâm müelliflerinin kaleme almış olduğu ilk dönem
eserleri de taranarak, Hz. Peygamber’in “kâtiplerinin” sayılan ve bu
şahıslann kimler olduğu da belirlenmiş, vahyin Peygamber [salla’llâhü aleyhi ve sellem] tarafından yazı ile kaydettirilerek koruma
altına alındığı açık delillerle kanıtlanmıştır.
Tezimizin
İkinci Bölümü’nde Hz. Peygamber için yazmanlık yapmış kişilerin kimler
olduğu incelendi. Çalışmamızın gereği ve amacı, bu kâtiplerden hangilerinin
mahzâ vahy-i İlâhîyi yazmış olduğunu ortaya çıkarmak ve böylece vahiy
kâtiplerini tanıtmak olduğundan dolayı, bu kâtiplerden her birinin ne
yazdıkları da titiz bir şekilde ele alındı. Bu zaman, Hz. Peygamber’in
kâtiplerine dair bilgi vermiş ilk dönem kaynaklarından da büyük ölçüde
yararlanılmıştır. Çünkü, bu kaynakların müellifleri, ismini kaydettikleri
kâtiplerden kimin ne yazdığım —antlaşma mı, Islâm’a dâvet mektubu mu, âmirlere
gönderilen emirname mi, vahiy mi— da açıklığa kavuşturmuşlardır. Ancak, daha
sonraki devir alimlerinin,
kendi
eserlerinde sadece kâtiplerin adlarını vermekle yetindikleri ve bunun da, Hz.
Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] ’in edinmiş olduğu kâtiplerin sayısı ve
bunlardan kimin ne yazmış olduğu hakkında bir karışıklığa yol açmış olduğu
ortaya çıkmıştır. Nitekim, el-Belâzurî, et-Taberî, İbn Abdurabbih ve
el-Cehşiyârî gibi ilk dönem müellifleri vahiy kâtiplerinin beş kişi
olduğunu zikrederken, hicri VI. asır ve bunu izleyen asırların alimleri, Hz.
Peygamberin tâlimâtı ile Kur’ân’ı yazan sahâbîlerin otuz yedi, kırk iki
olduğunu; çağdaş müelliflerin ise bu rakamı altmışa kadar çıkardıkları tespit
edilmiştir. Bu nedenle,
Hz. Peygamber’in yararlanmış olduğu kâtiplerin ifa ettikleri kâtipliğin türünü
açıklamış ilk kaynaklar esas alınarak, vahiy yazan kâtiplerin; Ali b.
Ebî Tâlib, Osmân b. ‘Affân, Ubeyy b. Ka‘b, Zeyd b. Sâbit ve Abdullâh b. Sa‘d b.
Ebî Şerh olmak üzere beş sahâbenin olduğu sonucuna varılmıştır.
Kaynakların
kâtiplik yaptıklarını kaydetmekte oldukları şahıslar, icrâ etmiş oldukları
görevleri açısından incelenerek, vahiy kâtiplerinin tespit edilmesinden
sonra, kâtiplik yapmış, fakat vahiy yazmamış bulunan diğer yazmanlar da
kısaca tanıtılmıştır. Bu sahâbenin, hangi nedenlerle Hz. Peygamber’in kâtipleri
sırasında anıldıkları, ne yazdıkları ve ne sebeple vahiy kâtibi olamıyacaklan
açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır.
Son
olarak bu bölümde, Peygamber [salla’llâhü
aleyhi ve sellem] için kâtiplik yapmış
sahâbîler etrafındaki tartışmalar ele alınarak bunların doğru ve yanlış
tarafları ayıklanmaya çalışılmıştır. »
Netice
itibarı ile, Kur’ân-ı Kerîm’in henüz Hz. Peygamber hayatta iken, bizzat
kendisinin gözetiminde, yine kendisi tarafından vahyi yazmakla
görevlendirilmiş sahâbîlerin yazı ile kayda geçirildiğini; bu görevi ifa etme
bahtiyarlığını yaşamış kişilerin ise, Ali b. Ebî Tâlib, Osmân b. ‘Affân,
Ubeyy b. Ka‘b, Zeyd b. Sâbit ve Abdullâh b. Sa'd b. Ebî Şerh olduğunu
söyleğebiliriz.
el-AHMEDÎ,
Ali
b. Huseyn‘alî, Mekâtîbu’r-Resul, Dâru Sa‘b yay., Beyrut t.y.
ALBAYRAK,
Halis,
“Vahiy Gerçeği”, Kutlu Doğum Haftası, (12- 17 Ekim, 1989), TDV yay.,
Ankara 1990.
---------- t Kur’ân’da Însan-Gayb İlişkisi,
Şûle yay., İstanbul 1993.
ALİ,
Cevâd,
el-Mufassal fi TârîhiTArab kable’l-îslâm, Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn yay.,
Beyrut 1971.
el-‘AKK,
Hâlid
Abdurrahmân, Usûlü’t-Tefsir ve Kavâ’iduh, 2. bsk., Beyrut 1406/1986.
el-AMİRÎ,
Îmâduddîn
Yahyâ b. Ebî Bekir, BehcetuTMehâfil ve Buğyetu’l-Emâsil fi
Telhisi’l-Mu‘cizât ve’s-Siyer ve’ş-Şemâ’il, Matba'atu’l-Kâhire yay., Kahire
1331/1913.
ATEŞ,
Süleyman,
Yüce Kur’ârim. Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar yay., İstanbul 1991.
Azerbaycan
Sovet Ensiklopediyası (ASE), ASE yay.,
I-X, Bakı 1981.
el-‘AYNÎ,
Bedruddîn
Mahmûd b. Ahmed, ‘Umdetu’l-Kân Şerhti Sahihi’l-Buhârî, 1. bsk.,
Matba’atu Mustafâ el-Bâbî yay., Mısır 1392/1972.
el-A‘ZAMÎ,
Muhammed
Mustafâ, Kuttâbu’n-Nebî, 3. bsk., Şirketu’t-Tıbâati’l-Arabiyye
es-Se‘ûdiyye yay., Riyâd 1401/1981.
BAKTIR,
Mustafa,
İslâm'da İlk Eğitim Müessesesi Ashab-ı Suffd, Timaş yay., İstanbul 1990.
el-BÂŞÂ,
Haşan,
el-Funünül-İslâmiyye ve’l-Vezâif alâ’l-Âsâri’l- Arâbiyye,
Dâru’n-Nahdati’l-Arabiyye yay., Kahire t.y.
el-BELÂZURÎ,
Ebû'l-Hasen,
FutûhuTBuldân (Tah. Rıdvân M. Rıdvân), Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye yay.,
Beyrut 1403/1983.
------------ 1 Ensâbu’l-Eşrâf
(Tah. M. Hamîdullâh), I. cilt, Dâru’l-Me'ârif yay., Kahire 1959.
el-BENNÂ,
Ahmed
Abdurrahman, el-Fethür-Rdbbânî U Tertibi Musnedi'l-İmâm Ahmed b. Hanbel
eş-Şeybânî, Daru'ş-Şehâb yay., Kahire t.y.
BUHL,
Frantz,
“Kur’ân”, İslâm Ansiklopedisi. 5. bsk.. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB)
yay., İstanbul t.y., VI/995-1012.
------- 1 “Bedir”, İslâm Ansiklopedisi, MEB
yay., 11/443-444.
el-BUHÂRÎ,
Muhammed
b. Îsmâîl, Sahiha’l-Buhân, Elif Ofset yay., İstanbul 1979.
el-BÎRÛNÎ,
Ebû
Reyhân Muhammed b. Ahmed, Tahkîku mâ li’l- Htnd, 2. bsk., Âlemu'l-Kutub
yay., Beyrut 1403/1983.
CAETANİ,
Leone,
İslâm. Tarihi (Çev. Hüseyin Cahit), İstanbul 1924.
el-CEHŞİYÂRÎ,
Ebû
Abdillâh Muhammed b. ‘Abdûs, Kitâbu’l- Vuzerâ’ ve’l-Kuttâb (Tah. Mustafâ
es-Sekâ, Îbrâhîm el-Ebyârî ve Abdulhafîz Şelbî), 2. bsk., Kahire 1401/1980.
CERRAHOĞLU,
İsmail,
Tefsir Usûlü, 11. bsk., TDV yay., Ankara 1997.
ÇETİN,
M.
Nihad, “Arap: II. Yazı”, DİA, TDV yay., III/276-309.
CEVDET
PAŞA, Ahmed, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-e
Hülefâ, Kanaat Matbaası yay., İstanbul 1912.
el-CEVHERÎ,
İsmail
b. Hammâd, es-Sıhâh (Tah. Ahmed Attâr), 4. bsk., Beyrut 1990.
el-CUMEYLÎ,
Raşîd
Abdullah, Tarîhu’d-Devleti’l-‘Arabiyyeti’l- Islâmiyye (‘Asru’n-Nubuvve ve
Hilâfeti’r-Râşidîn veTEmeviyyin) me‘a Mukaddeme ‘an Tarihi’ l-‘Ar ab ve
Hadâratihim Kable’l-îslâm, Mektebetu’l-Me'ârif yay., Ribât 1983.
CÂNAN,
İbrahim,
Peygamberimizin Okuma-Yazma Seferberliği ve Öğretim Siyaseti, Cihan
yay.. İstanbul 1984.
ed-DEBBÂ*,
Ali
Muhammed, Semîru’t-Tâlibîn Jî Resmi ve Dabti’l-Kitâbi’l-Mubîn,
Mektebetu’l-Meşhedi’l-Huseynî yay., Kahire t.y.
DEMİRCİ,
Muhsin,
Vahiy Gerçeği, MÜÎFyay., İstanbul 1996.
DRAZ,
Abdullâh,
Kur’ân’ın Anlaşılmasına Doğru (Çev. Salih Akdemir), Mim yay., Ankara
1983.
el-EBYÂRÎ,
İbrahim,
Târîhu’l-Kur’ân, 3. bsk., Dâru’l-Kutubi’l- Mısrîyay., 1411/1991.
EBÛ
DÂVÛD, Süleyman b. el-Eş‘as es-Sicistânî, Süneni
Ebî Dâvûd (Tah. İzzet Ubeyd ed-Du‘âs), 1. bsk., (Muhammed Ali es-Seyyid
baskısı), Hums 1388/1969.
EBÛ
‘UBEYD, Kâsım b. Sellâm, Fedâ’ilu’l-Kur’ân
(Tah. Vehbî Suleymân Ğâvecî), Dâru’l-Kutubi’l-îlmiyye yay., Beyrut 1411/1991.
el-EZHERÎ,
Ebû
Mansûr Muhammed, Tehzîbu’l-Luğa (Tah. Abdullâh Derviş), Mısır t.y.
FAYDA,
Mustafa,
“Bedir Gazvesi”, DİA, TDV yay., İstanbul 1992, V/325-327.
----- 1 “Abdullâh b. Sa‘d b. Ebî Şerh”, DİA, TDV
yay., İstanbul 1988,1/130-131.
el-FERÂHİDÎ,
Halil
b. Ahmed, Kitâbu’l-Ayn (Tah. Mehdi el- Mahzûmî, İbrâhîm es-Sâmirî), 1.
bsk.’, Beyrut 1408/1988.
FIĞLALI,
Ethem
Rûhî, “Dâru’n-Nedve”, DİA, TDV yay., İstanbul 1993, VIII/555-556.
------- 1 “Ali b. EbîTâlib”, DİA, TDV yay.,
11/371-374.
el-FÂSÎ,
Ebû’t-Tayyib
Muhammet! b. Ahmed, el-‘ikdu’s-Semîn fi TâfîhVl-Beledi’l-Emîn (Tah.
Muhammet! Hâmid el-Fakî), Matbaatu’s- Sunneti’l-Muhammediyye yay., Kahire
1378/1958.
el-GAZZÂLÎ,
Ebû
Hâmid Muhammed, el-Mustasfâ min İlmi’l- Usûl (Haz. Îbrâhîm Muhammed
Ramadân), Dâru’l-Erkam b. Ebî’l- Erkam yay., Beyrut t.y.
GÖRGÜN,
Tahsin,
“Dil, Kavrayış ve Davranış: Kur’ân’m Vahyedilmesi ve İslâm Toplumunun Ortaya
Çıkışı Arasındaki Alâkanın Tahliline Mukaddime”, III. Kur’ân Haftası Kur’ân
Sempozyumu (13-19 Ocak 1997), 1. bsk., Fecr yay., Ankara 1998, s. 137-155.
GÖZÜTOK,
Şakir,
“Resulullah [salla’llâhü aleyhi ve
sellem] Döneminde İlköğretim Kurumlan ve
İşlevleri”, Dinî Araştırmalar (Eylül-Aralık, 1998), C.l, S.2, s.
165-198.
el-HALEBÎ,
Alî
b. Burhâneddin, es-Sîretu’l-Halebiyye fi Sîrett’l- Emîni’l-Me’mûn
însâni’l-’Uyün, Dâru’l-Meârif yay., Beyrut t.y.
HALLÂK,
Hassân
Ali, Dirâsât fı Târîhi’l-Hadârati’l-İslâmiyye, Dâru’n-NahdatiTUmiyye
yay., Beyrut 1409/1989.
------- 1 Ta’nbu’n-Nükûd ve’d-Devâvîn
fi’l-Asri’l-Umevî, 2. bsk.,
Dâru’l-Kitâbi’l-Lubnânîyay., Beyrut 1986.
el-HAMED,
Ğânim
Kaddûrî, Rasmu’l-Mushaf el-Lecnetu’l- Vataniyye yay., Bağdad 1402/1982.
HAMÎDULLÂH,
Muhammmed,
Hz. Peygamberin Altı Orijinal Diplomatik Mektubu ve Arap Yazısının Temeline
Giriş (Çev. Mehmet Yazgan), Beyân yay., İstanbul 1990.
------------- 1 İslâm Peygamberi (Hayatı ve
Faaliyeti) (Çev. SâlihTuğ), 5. bsk., İstanbul
1411/1990.
------------- 1 Mecmü'atu'l-Vesâiki's-Siyâsiyye
li’T'Ahdi'n- Nebeviyyi ve'l-HilâfetCr-Râşide, 5.
bsk., Dâru'n-Nefâis yay., Beyrut 1405/1985.
------------- 1 “Akdemu Te’lîf
fî’l-Hadîsi’n-Nebevî”, Mecelletu’l- Mecma‘iT‘îlmiyyiT‘Arabî, Dimaşk
1953, XXVIII/!, s. 75-102.
------------- 1 Muhtasar Hadis Tarihi ve Sahife-i
Hemmam İbn Munebbih (Çev. Kemal Kuşçu), Bahar
yay., İstanbul 1967.
------------- f İslâm Müesses elerine Giriş
(İhsan Süreyya Sırma), Beyan yay., İstanbul 1992.
------------- t İslâm'ın Doğuşu
(Çev. Murat Çiftkaya), Beyan yay., İstanbul 1997.
------------- 1 “San'atu’l-Kitâbe fî ‘Ahdi’r-Rasûl
ve’s-Sahâbe”, FikrveFenn, Hamburg 1964, S.3, s. 21-27.
HAŞAN
HÂN, Sıddîk , ‘Avnu’l-Bârî li Halli
Edilleti’l-Buhârî, Haleb 1404/1984.
el-HASENÎ,
Hâşim
Ma'rûf, Siratu’l-Mustafâ: Nazra Cedide, Beyrut 1410/1990.
el-HATÎB
el-BAGDÂDÎ, Ebû Bekir Ahmed b. Ali b.
Sâbit, Takyıdu’l-İlm (Tah. Yûsuf b. Reşîd el-‘Iş), 2. bsk., Dâru
îhyâ’i’s- Sunneti’n-Nebeviyye yay., y.y. 1974.
HATTÂB,
Mahmûd
Şît, Suferâ’u’n-Nebî, Dâru’l-Endelusi’l-Hadrâ yay., Cidde 1417/1996.
------- 1 “es-Sefârât ve’r-Resâ’ilu’n-Nebeviyye:
Kuttâbu’n-Nebî ve Mevâddihimu’l-Kitâbiyye”, el-Mevrid, Bağdad 1987,
C.16, S.l, s. 29-40.
el-HÂFIZx
Muhammed
Muti*, “Qur’an-i Kerimin Erken Tarihi”, İslâm Araştırmaları, Azerbaycan
Elmler Akademiyası Şarkşûnaslık înstitutu “îrşad” İslam Araşdırmalan Merkezi
Dergisi, Bakı 1994, S.4, s. 37-47.
İBN
ASÂKİR, AU b. el-Hasan b. Hibetullâh b. Abdillâh, Târihti
Medîneti Dimaşk (Tah. Muhibbuddın Ebû Sa‘îd Ömer b. öarâme el- ‘Amravî),
Dâru’l-Fikr yay., Beyrut 1415/1995.
İBN
ABDÎLBERR, Ebû Ömer Yûsuf b. Abdillâh b.
Muhammed, el-îstVâb fi Ma'rifeti’l-Eshâb (Tah. Ali Muhammed el-Bicâvî),
Nahdatu Mısr yay., Kahire t.y.
İBN
ABDİRABBÎH, Ebû Ömer Ahmed b. Muhammed el-
Endelusî, Kitâbu’l-‘İkdiTFerid (Tah. Ahmed Emin, Ahmed ez-Zeyyin,
İbrahim el-Ebyârî), Mektebetu’n-Nahdati’-Mısriyye yay., Kahire 1962.
İBNU’L-ESÎR,
Îzzuddîn
Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Cezerî, Usdu’l-Gâbe fi Ma'rifeti’Sahâbe
(Tah. Halil Me’mûn Şeyhâ), Dâru’l- Ma'rife yay., Beyrut t.y.
,
el-Kâmil Jî’t-Târîh, Dâru Sâdır yay., Beyrut
1399/1979.
İBNU’N-NEDÎM,
Muhammed
b. îshâk b. Ya‘kûb, el-Flhrist (Tah. İbrahim Ramadan), Beyrut 1415/1994.
İBN
FÂRİS, Ebû’l-Huseyn Ahmed, Mu'cemu
Mekâyîsi’l-Luğa (Tah. Abdu’s-Selâm M. Hârûn), 2. bsk., Mısır 1392/1972.
İBN
HABÎB, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Umeyye el-Bağdâdî, Kitâbu’l-Muhabber
(Haz. Elza Lihten Şteytr), Dâru’l-Âfâki’l-Cedîde yay., Beyrut t.y.
İBN
HABÎB, el-Hasan b. Ömer, el-Muktefâ min
SîretiTMustafâ (Tah. Mustafa M. Huseyn ez-Zehebî), Dâru'l-Hadîs yay.,
Kahire 1416/1996.
İBN
HACER, Şihâbuddîn Ahmed b. Alî el-‘Askalânî, Kitâbu’l-
îsâbejî Temyizi’s-Sahâbe, Bağdad 1328.
----------- f Fethu'l-Bârî bi Şerh Sahihi’l-Buhârî
(Tah. Tâhâ Abdurraûf Sa‘d, Mustafa M. el-Hevârî, Muhammed Abdulmu’tî), Kahire
1398/1978.
İBN
HALDÛN, Abdurrahmân b. Muhammed, el-Mukaddime (Tah.
Derviş el-Cüveydî), 2. bsk., Beyrut 1416/1996.
İBN HANBEL, Ebû
Abdillâh Ahmed b. Muhammed eş-Şeybânî, el-Musned (Tah. Abdullah Muhammed
ed-Dervîş), 1. bsk., Dâru’l- Fikryay., Beyrut 1411/1991, 1/126;
T
İBN
HİBBÂN, Ebû Hâtım Muhammed b. Ahmed, es-Sîretu'n-
Nebeviyye ve Ahbâru'l-Hıdefâ (Haz. es-Seyyid Aziz Bek ve diğerleri),
Muessesetu'l-Kutubi's-Sekâfiyye yay., 1. bsk., Beyrut 1408/1987.
İBN
HİŞÂM, es-Sîretu’n-Nebeviyye
(Tah. Süheyl Zekât), Beyrut 1412/1992.
İBN
İSHÂK, Muhammed b. Yesâr, Sîretu İbn îshâk
(Tah. Muhammed Hamîdullah), Konya 1401/1981.
İBN
KESİR, Ebû’l-Fidâ İsmail, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, 3. bsk., Mektebetu’l-Ma‘ârif yay., Beyrut 1980.
İBN
KUTEYBE, Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî, Kitâbu
‘Uyûnt’l-Ahbâr, Beyrut t.y.
İBN
MANZÛR, Ebû’l-Fadl Muhammed, Lisanu’l-Arab,
3. bsk., Dâru Sâdır yay., Beyrut 1414/1994.
İBN
MÂCE, Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sunenu
İbn Mâce (Tah. Muhammed Fuâd Abdulbâkî), Dâru îhyâ'i'l- Kutubi'l-Arabiyye
yay., y.y., 1373/1953.
İBN
SA*D, Muhammed, Kitâbu’t-Tabakâti’l-Kebîr,
Dâru Sâdır yay., Beyrut t.y.
İBN
SEYYİDİNNÂS, ‘Uyûnu’l-Eser jî
Funûni’l-Meğâzî ve’ş- Şemâ’il ve’s-Siyer (Tah. Lecnetu
îhyâ’i’t-Turâsi’l-’Arabî fî Dâri’l- Âfâki’l-Cedîde), 3. bsk.,
Dâru’l-Âfâki’l-Cedîde yay., Beyrut 1402/1982.
İBN
TÛLÛN, Muhammed b. Ali b. Ahmed ed-Dimaşkî, İ'lâmu’s-
Sâ’ilîn ‘an Kutubi SeyyidiTMurselîn (Tah. Ebû Abdilkâdir Mahmûd el-Amâ’ût),
Muessesetu’r-Risâle yay., Beyrut 1403/1983.
el-İSFAHÂNÎ,
Râğıb,
Müfredata Elfâzı’l-Kur’ân, 2. bsk., Dâru’l- Kalemyay., Dimaşk 1418/1997.
İSÂ,
Abdulcelü,
el-Mushafrı’l-Muyesser, Dâru’l-Kalem yay., y.y, t.y.
İSÂ,
Ahmed
Abdurrahmân, Kuttâbu’l-Vahy, Dâru’l-Livâ yay., Riyâd 1400/1980.
el-KAD‘î,
Muhammed
b. Selâme b. Ca‘fer, Târîhu’l-Kadâ‘î Kitaba ‘Uyûni’l-Me'ârif ve Fanûni
Ahbâri’l-Halâ’if (Tah. Cemîl Abdullah Muhammed el-Mısrî),
Îhyâ’u’t-Turâsi’l-Îslâmî yay., Mekke 1415/1995.
el-KALKAŞENDÎ,
Ahmed
b. Ali, Sübha’l-A‘şâ fr Sınâ‘ati’l-înşâ (Tah. Muhammed Huseyn
Şemsuddîn), Dâru’l-Kutubi’l-îlmiyye yay., Beyrut 1407/1987.
KÂNÛ,
Abdullatîf,
“Mesâhif fî’l-Bahreyn Te‘ûd li’l-Karni’l- Evveli’l-Hicrî”, el-Vesika,
Bahreyn 1403/1983, S.3, s. 102-150.
el-KASTALÂNÎ,
Şihâbuddîn
Ahmed b. Muhammed, İrşada s-Sârî li Şerhi Sahihi'l-Bahârî, Beyrut t.y.
--------------- ,
el-Mevâhiba’l-Ledunniyye bi’l-Menhi’l- Mahammediyye
(Tah. Salih Ahmed eş-Şâmî), el-Mektebu’l-îslâmî yay., Beyrut 1412/1991.
KAZICI,
Ziya,
İslâm. Mûesseseleri Tarihi, Kayıhan yay., İstanbul 1996.
el-KETTÂNÎ,
Abdulhayy,
Nızâmu’l-Hukümeti’n-Nebeviyye el- Musemmâ et-Terâtîbe’l-îdâriyye (Tah.
Abdullâh el-Hâlidî), 2. bsk., Dâru’l-Erkam yay., Beyrut t.y.
KOÇYİĞİT,
Talât,
Hadis Tarihi, TDV yay., Ankara 1997, s. 26.
KRATCHKOVSKY,
İqnatyus
Julianovitch, Koran, Soveksportkniqa yay., Moskva 1990.
el-KUŞEYRÎ,
Ebû’l-Huseyn
Müslim b. Haccâc, Sahîhu Müslim (Tah. Muhammed Fuâd Abdulbâkî), Dâru
îhyâ’iTKutubiTArabiyye yay., Kahire 1373/1955.
el-MAHALLÎ-es-Suyûtî,Tefsiru’l-Celâleyn
li’l-Kur’âni'l-Azîm, Salah Bilici Kitapevi yay., İstanbul t.y.
MEMMEDZADE,
Elçin,
“Hz. Peyğâmbârin katiblâri”, Dil vâ Âdâbiyyat, Bakü Devlet Üniversitesi
Dergisi (BDÜD), BDU yay., Bakı 1999, C.6, S.24, s. 103-108.
el-MES’ÛDÎ,
Ebû’l-Hasen
Ali b. el-Huseyn, et-Tenbîh ve’l-lşrâf, Dâru Mektebeti’l-Hilâl yay.,
Beyrut 1981.
el-MUHİBBUT’-TABERÎ,
Ebû
Ca‘fer Ahmed, er-Riyâdu’n-Nadıra Jî Menâkıbi’l-Aşera,
Dâru’l-KutubiTîlmiyye yay., Beyrut 1405/1983.
MUCÂHÎD,
.Ebû’l-Haccâc
b. Cebr, Tef sini Mucâhid (Tah. Abdurrahmân et-Tâhir b. Muhammed),
Beyrut t.y., 11/687;
en-NAMANGÂNÎ,
İsmâîl
Mahdûm b. Sâtî Ahund, Kttâbu TarihiT MushaJVl-'Usmânî Jî Taşkend,
el-Matba‘atu’l-Hukûmiyye yay., Taşkend 1391/1971.
en-NESEFÎ,
Ebû’l-Berekât
Abdullâh b. Ahmed, Medâriku’t- Tenzîl (Tah. Mervân M. eş-Şe“âr),
Dâru'n-Nefâ’is yay., Beyrut 1416/1996.
en-NEVEVÎ,
Yahya
b. Şeref, es-Sîretu'n-Nebevlyye (Tah. Abdurra’ûf Ali, Bessâm Abdulvahhâb
el-Câbî), Dâru’l-Basâ’ir yay., Dimaşk 1400/1980.
en-NUVEYRÎ,
Şihâbuddîn
Ahmed b. Abdulvahhâb, Nihâyetu’l- Erib Jî Funûni’l-Edeb (XVIII. cildi
tah.: Muhammed M. Hasaneyn, İbrahim îtfîş), el-Muessesetu’l-Mısriyyetu’l-Âmme
yay., Kahire t.y.
OKİÇ,
Muhammed
Tayyib, Bazı Hadis Meseleleri Üzerine Tetkikler, Ankara Üniversitesi
İlâhiyat Fakültesi (AÜİF) yay., İstanbul 1959.
---- , “İslâmiyette İlk Nüfus Sayımı”, Ankara Üniversitesi
İlâhiyat Fakültesi Dergisi (AÜİFD), Türk Tarih Kurumu yay., Ankara
1958-1959, VII/15,
REŞÎD
RIZA, Muhammed, Muhammedi Vahiy (Çev.
Salih Özer ), Ankara 1991.
RÂMYÂR,
Mahmûd,
Târih-e Kur’ân, 2. bsk., Muessese-i Enteşârât-e Amîr-e Kebîr yay.,
Tahran 1369.
es-SABBÂĞ,
Muhammed,
el- Aşeretu'l-Mubeşşerün bi’l-Cenne, Matbaat Madbûtî yay., Kahire 1990.
SABLUKOV,
K.
S., Koran, 3. bsk., Çentralnaya Tipoqrafiya yay.. Kazan 1907.
SARIÇAM,
İbrahim,
Emevî-Hâşimî İlişkileri (İslâm Öncesinden Abbâsüere Kadar), TDV yay.,
Ankara 1997.
SUBHÎ,
Abdu’l-Mun’im
İbrahim, en-Nubuvve fi’l-Akîdeti’l- İslâmiyye, 1. bsk., Mısır 1417/1996.
es-SUYÛTÎ,
Celâluddîn
Abdurrahmân, el-İtkânjî Ulûmi’l-Kur’ân (Tah. Mustafâ Dîb el-Buğâ), 3.
bsk., Dâru İbn Kesîr yay., Beyrut 1416/1996.
--------- -el-Mahallî, Tefsiru’l-Celâleyn
li’l-Kur’âni’l-Azîm, Salah Bilici Kitapevi yay., İstanbul t.y.
--------- 1 Mujhirnâtu’l-Akrân ji
Mubhemâti’l-Kur’ân (Tah. îyâd Hâlid et-Tabbâ‘),
Muessesetu’r-Risâle yay., Beyrut 1406/1986.
es-SİCİSTÂNÎ,
Ebû
Bekir Abdullah b. Ebî Dâvûd, Kitâbu'l- Mesâhif (Haz. Artur Jeffery),
el-Matba‘atu’r-Rahmâniyye yay., Mısır 1355/1936.
es-SÛLÎ,
Ebû
Bekir Muhammed b. Yahya, Edebu'l-Kuttâb (Haz. Muhammed Behce el-Eserî),
Beyrut t.y.
et-TABERÎ,
Ebû
Ca‘fer Muhammed b. Cerîr, Câmi'u’l-Beyân jî Tefsiri’l-Kur'ân,
Dâru’l-Ma‘rife yay., Beyrut 1407/1987,
--------- 1 Târîhu’l-Umem ve’l-Mulük
(Tah. Muhammed Ebû’l- Fadl Îbrâhîm), Dâru Suveydân yay., Beyrut t.y.
et-TANTAVÎ,
Muhammed
Sa‘îd, Min Fadâ’ili’l-'Aşereti’l- Mubeşşefin bi’l-Cenne, Kahire
1412/1991.
el-VEKÎL,
Muhtâr,
“Suferâ’u’n-Nebî ve Kuttâbuh”, Mecelletu’l- Ezher, Kahire 1984, C.56,
S.7, s. 1120-1125.
el-VAHİDÎ,
Ebû’l-Hasan
Ali b. Ahmed en-Neysâbûrî, Esbâbün- Nuzül (Tah. es-Seyyid el-Cumeylî),
6. bsk., Dâru’l-Kitâbi’l-‘Arabî yay., Beyrut 1414/1994.
YAZIR,
Elmalılı
Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, 2. bsk., Nebioğhı Basımevi yay.,
y.y., 1960.
YAZIR,
Mahmûd
Bedreddin, Medeniyet Âleminde Yazı ve İslâm Medeniyetinde Kalem Güzeli,
TDV yay., Ankara 1972.
el-YA‘KÛBÎ,
Ahmed
b. Ebî Ya‘kûb el‘Abbâsî, Tâfihu’l-Yakûbî, Dâru Sâdır yay., Beyrut t.y.
ez-ZEMAHŞERÎ,
Mahmûd
b. Ömer, el-Keşşâf ‘an Hakâ’iki Ğavâmidi’t-Tenzîl ve ‘Uyüni'l-Ekâvil fi
Vucûhi‘t-Te‘vîl (Haz. Muhammed Abdusselâm Şâhîn), Dâru‘l-Kutubi‘l-‘îlmiyye
yay., Beyrut 1415/1995.
ez-ZENCÂNÎ,
Ebû
Abdillâh b. el-Mirzâ Nasrullâh, Târîhu’l- Kur’ân, 3. bsk.,
Muessesetu’l-E‘lamî yay., Beyrut 1388/1969.
ez-ZERKEŞÎ,
Bedruddîn
Muhammed b. Abdullah, el-Burhân fi ‘Ulûmi’l-Kur’ân (Tah. Mustafâ
Abdulkâdir ‘Atâ), Dâru’l-Fikr yay., Beyrut 1408/1988.
ez-ZERKÂNÎ, Muhammed
Abdulazîm, Menûhilu'l- ‘İrfan fi ‘Ulûmî’l-Kur’ân, Dâru
İhyâ'i’l-Kutubi’l-'Arabiyye yay., Kahire t.y.
ez-ZİRİKLÎ, Hayruddin,
el-Aîâmu Kâmûsi Terâcim li Eşheri’r- Ricâli ve’n-Nisâ’
mine’l-’Arab De’l-Afusta‘ribîn ue’l-Musteşrikîn, Kahire 1954-1959.
ŞÂKİR, Mahmûd,
et-Tânhu’l-İslâmî, 7. bsk., el-Mektebu’l-îslâmî yay., Beyrut 1411/1991.
[2] Bakara, 30-31: 3 Âl-i ‘İmrân, 59: 19
Meryem, 67.
2 Bakara. 108;
4 Nisâ. 116. 136, 167: 5 Mâide, 12, 77: 14 İbrahim, 3; 60 Mumtehine. 1; 62
Cumu*a,2.
2
Bakara, 265; 39 Zumer. 7;
58 Mucâdile. 22; 98 Beyyine. 7-8: 103 ‘Asr, 1-3.
[3] Âl-i ‘îmrân. 14. 196-197; 4
Nisâ, 77: 28 Kasas, 60-61.
[5] 14
Îbrâhîm, 4.
[6] 33
Ahzâb, 40.
[7] 34
Sebe’, 28.
[8] el-Ferâhidî, Halil b. Ahmed, Kitabu’l-Ayn
(Tah. Mehdi el-Mahzûmi-îbrâhim es-Sâmirî), l.bsk., Beyrut 1408/1988, III/320:
el-Cevherî, İsmâ'îl b. Hammâd. es-Sıhâh (Tah. Ahmed Attâr), 4.bsk.,
Beyrut 1990, VI/2519-2520; el-Ezherî, Ebû Mansûr Muhammed, Tehzîbu'l-Luğa
(Tah. Abdullah Derviş), Mısır trs., V/296-297; Ebû’l-Huseyn Ahmed b. Fâris, Mu'cemu
Mekâyîsi’l- Luğa (Tah. Abdu’s-Selâm M. Hârûn), 2.bsk., Mısır 1392/1972,
VI/93; îbn Manzür, Ebü’l-Fadl Muhammed. Ltsanu’l-Arab. 3.bsk., Beyrut
1414/1994, XV/379-381.
[9] 2
Bakara. 136; 3 Âl-i İmrân. 84; 4 Nisâ. 163-164; 37 Sâflat, 133 vb.
[10] 5 Maide, 111.
[11] 8 Enfâl. 12.
[12] 16 Nahl. 68-69.
[13] Reşîd Rıza. Muhammmed, Muhammedi Vahiy (Çev. Salih
Özer ), Ankara 1991, s. 20.
[14] 41 Fussilet, 12.
[15] 99 Zilzâl, 4-5.
[16] 19 Meryem, 11.
[17] en-Nesefî, Ebû’l-Berekât. Medâriku't-TenzîL {Tah. Mervân M. eş-Şe“âr),
Dâru'n-Nefâ’is, Beyrut 1416/1996, III/5O; ez-Zemahşerî, Mahmûdb. Ömer,
el-Keşşâf ‘an Hakâ’iki Ğavâmtdl’t-Tenzıl ve ‘Uyûnül-Ekâvîl
Ji Vucûhi‘t-Te‘vü (Haz. Muhammed Abdusselâm Şâhîn),
Dâru‘l-Kutubi‘l-‘İlmiyye, Beyrut 1415/1995, III/7.
[18] 3 Âl-1 îmrân, 41.
[19] ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, 11/59; el-İsfahânî,
Râğıb. el-Mufredât, 2.bsk., Dlmaşk 1418/1997, s. 858; en-Nesefî, Medârik,
11/46; Suyûtî-Mahallî, Tefsiru'l-Celâleyn, 1/125.
[20] Albayrak, Halis. Vahiy Gerçeği,
(Kutlu Doğum Haftası, 12-17 Ekim. 1989), TDV yay., Ankara, 1990, s. 108.
[21] el-îsfahâni. el-Mufredat. s. 859;
el-Aynî. Bedru’d-Din Mahmud b. Ahmed, Umdetu’l-Kârî
Şerhti Sahîhi’l- Buhârî, l.bsk., Mısır 1392/1972, 1/15; Subhî,
Abdu’l-Mun'im İbrahim, en- Nubuvve Ji’l-AkîdetiTtslâmiyye, l.bsk..
Mısır, 1417/1996, ss. 116-118; Demirci. Muhsin, Vahiy Gerçeği, MÜÎF
yay.,İstanbul 1996, s. 26; İsfahan!,
Kavâiduh.
2.bsk., 1406/1986, Beyrut, s. 37; el-Kastalânî, Şihâbu’d-Dln Ahmed, İrşâdu’s-Sârî
li Şerhi Sahihi’l-Buhâri, Beyrut, trs., 1/48; Sıddîk Haşan Hân, Avnu’l-Bârî
li Halli Edilleti’l-Buhârî, Haleb, 1404/1984, 1/25-
[26] es-Sûlî, Edebu'l-Kuttâb, s. 28.
[27] el-Cehşiyârî, KitâbuTVuzerâ’ ve’l-Kuttab, s. 1.
[28] İbnu'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 14.
[29] Bunlar, Nabatî Ummu'l-Cimâl (m. 250), en-Nemâre (m. 328)
ve Arapça, Süryânî dili ve Yunanca olmak üzere üç dilde yazılmış bulunan Zebed
(m. 512) kitabeleridir.
[30] İbnu'n-Nedîm. el-Fihrist, s. 15: “ve kâne Jı
hizâneti'l-Me'mûn kitâb bi'hattt ‘abdi’l-Muttalib b. Hâşim...”.
[31] el-Belâzurî, Futûhu'l-Buldân, s. 457.
İbnu'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 35; Suyûtî.
Celâluddin Abdurrahman, el-îtrânJî Ulû.mi'1-Kur'ân (Haz. Mustafâ Dîb
el-Bugâ), 11/1162; müellif burada, konu ile ilgili tüm rivayetleri vermiştir.
Îbnu'l-Esîr,
İzzuddîn Ebû’l-Hasan Alî b. Muhammed el-Cezerî, Usdu'l-Gâbe Jı
Ma'rifett’s-Sahâbe (Tah. Halil Me’mûn Şeyhâ). Dâru’l-Ma'rife yay., Beyrut
t.y., III/320; el-Hasenî, Hâşim Ma'rûf, Sîratu'l-Mustafâ: Nazra Cedide. Beyrut
1410/1990, s. 171.
İbn İshâk, Muhammed b. Yesâr, Sîretu İbn İshâk
(Tah. Muhammed Hamîdullah), Konya 1401/1981, s. 137 vd.; îbn Hişâm, es-Sîretu'n-
Nebeviyye (Tah. Süheyl Zekâr), Beyrut 1412/1992,1/235; el-Mes'ûdî, Ebû‘1-
Hasen Ali b. el-Huseyn, et-Tenbîh ve’l-İşrâf. Dâru Mektebeti’l-Hilâl
yay., Beyrut 1981, s. 216.
el-Bennâ. Ahmed
Abdurrahman, el-Fethur-Rabbânî li Tertibi Musnedi'l- İmâm Ahmed b. Hanbel
eş-Şeybânt Daru’ş-Şehâb yay., Kahire XVlll/29-32.
îbn
Hlşâm, cug.e., 1/340; Bu emannâmenin Ebû Bekir'in azatlı kölesi Âmir b.
Fuheyre tarafından yazıldığına dair rivayetler de vardır: îbn Kesir, Ebû'l-
Fidâ İsmâîl. el-Bidâye ve’n-Nihâye, 3.bsk., Mektebetu’l-Ma'ârif yay.,
Beyrut 1980, V/348.
el-Bîrûnî,
Ebû Reyhân Muhammed b. Ahmed, Tahkikti mâ li'l-Hind, Âlemu'l-Kutub yay.,
2.bsk., Beyrut 1403/1983, s. 133.
îbn Haldûn. Abdurrahmân b. Muhammed, el-Mukaddime
(Tah. Derviş el- Cûveydî), 2.bsk., Beyrut 1416/1996, s. 388.
İbn Habîb, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Umeyye el-Bagdâdî.
Kitâbu’l- Muhabber (Haz. Elza Lihten Şteytr), Dâru’l-Âfâki’l-Cedîde
yay., Beyrut t.y., s. 266-267.
M., Hamîdullâh, îslâm Peygamberi (Hayatı ve
Faaliyeti) Çev. Sâlih Tuğ, 5. bsk., İstanbul 1411/1990,11/762.
[46] el-Belâzurî, Futûhu’l-Buldân, s. 458.
[47] tbn Hişâm, es-Sîretu’n-Nebeviyye,
1/107; İbn îshâk, Sîretu tbn îshâk, s. 20; İbn Sa‘d, Muhammed, Kitâbu’t-Tabakâti’l-Kebîr,
Dâru Sâdır yay., Beyrut t.y., 1/95.
[48] el-Belâzurî. Ensâbu’l-Eşrâf
(Tah. M. Hamîdullâh), Kahire 1959,1/81: hadis no. 142; İbn Sa*d, et-Tabakât,
1/95, 96. Aynca, ibn İshâk’tan rivayet olunan başka bir habere göre bu kadının
ismi, Ummu Kubâl bint Nevfel diye geçmektedir: İbn îshâk, Sîretu İbn îshâk,
s. 20; Diğer bir haberde ise, bu isim Fâtıma’dır: el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf,
1/79: hadis no. 139.
[49] 33 Ahzâb. 6.
[50] el-Buhârî, Muhammed b. İsmâîl, Sahîhu’l-Buhâri,
Elif Ofset yay., İstanbul 1979, VI/65. kitap, 96 ‘Alak, 1; ibn Hacer.
Şihâbuddîn Ahmed b. Alî el- 'Askalânî, Fethu’l-Bârî bi Şerh Sahîhi’l-Buhâri
(Tah. Tâhâ Abdurraûf Sa‘d. Mustafa M. el-Hevârî. Muhammed Abdulmu‘tî), Kahire
1398/1978, XVIII/370.
[51] 96 ‘Alak. 1-5; Yeri gelmişken, bu
âyetler pasajında yer almakta olan “Oku’’ (îkra’) ifadesinden kasıt,
okuma-yazma veya yazılı bir metni okuma değildir. Bunun anlamı insanın -sanki
bir şifrenin okunması misali-, etrafda
cereyân
eden olaylan bizzat olduklan gibi -mahluk olarak- görmesi ve onlan böylece
kavramasıdır. Başka bir ifadeyle, insan, etrafında olup biteni anlamak için
bunların Rabbı ile alâkasını kurarak onlara bakacak ve inceleyecek, yani
okuyacak. Daha fazla bilgi için bkz.: Görgün, Tahsin, “Dil, Kavrayış ve
Davranış: Kur’ân’m Vahyedilmesi ve İslâm Toplumunun Ortaya Çıkışı Arasındaki
Alâkanın Tahliline Mukaddime”, III. Kur’ân Haftası Kur'ân Sempozyumu
(13-19 Ocak 1997), l.bsk., Fecr yay.. Ankara 1998. s. 144-151.
Zira bu
pasajda Yüce Allah, kendisinin en büyük kerem sahibi olması nedeniyle insana
bilmediklerini öğrettiğinden sözetmekte ve yine âdemoğlunun meçhulü olan yazıyı
öğretme eylemini de bizzat Kendi Zâtı’na nisbet etmektedir.
Hurûf-ı
mukatta’adan olup surenin başında yer alan “Nün” harfine yapılan çeşitli
yorumlardan biri de “hokka”dır (içine mürekkep konulan küçük kap, mürekkeplik)
: Mucâhid, Ebû’l-Haccâc b. Cebr, Tefsîru Mucâhid (Tah. Abdurrahmân
et-Tâhir b. Muhammedi, Beyrut t.y., 11/687; ez-Zemahşerî, el- Keşşâf,TV/572;
en-Nesefî, Medârik, IV/408; Süleyman, Ateş. Yüce Kur’ân’m Çağdaş
Tefsiri, Yeni Ufuklar yay., İstanbul 1991, X/6; İbrahim, Canan, Peygamberimizin
Okuma-Yazma Seferberliği ve Öğretim Siyaseti, Cihan yay., İstanbul 1984, s.
41. Âyetin geçtiği bağlam da bu yoruma müsait gibi gözükmektedir. Fakat,
“Nûn'un hâlen hurûf-ı mukatta’a ismini taşıdığından yola çıkarak ve hâlâ bu
kesik/parça harflerden biri olduğunu göz önünde bulundurarak kendisine yüklenen
bu anlamı metinde kaydetmeyi uygun görmedik.
îbn Abdilberr, Ebû Ömer Yûsuf b. Abdillâh b.
Muhammed, el-İstî'âb Jî Ma‘rifeti’l-Eshâb (Tah. Ali Muhammed el-Bicâvî),
Nahdatu Mısr yay.. Kahire t.y., 1/131; îbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye,
V/341.
[54] 39 Zumer, 9.
[55] 16 Nahl, 43.
[56] Bu âyetlerden bazıları şunlardır: 17
îsrâ, 85; 20 Tâhâ, 114; 31 Lukmân, 27; *68 Kalem. 1 vb.
[57] 4 Nisa, 46; 5 Mâ’ide, 13. 41.
[58] et-Taberî. Ebû Ca'fer Muhammed b.
Cerîr, Câmi'u’l-BeyânJî Tefsîri’l-Kur'ân, Dâru’l-Ma'rife yay., Beyrut
1407/1987. XVIII/137.
[59] el-Belâzurî’nin naklettiği habere göre, müslümanlar namaz
kılmak için saklanmak zorunda kalmışlardır. Zira, onları ibadet ederken gören
müşrikler onlan taşlayarak eziyet ediyorlardı: el-Belâzurî, EnsabuTEşrâf, 1/117,
no. 232. İslâm’ı bir türlü kabullenemeyen bu kişiler, Hz. Peygamber’! de zulüm
ve işkencelerinin odağı yapmışlardı. Bir defa, Hz. Muhammed namaz kıldığı zaman
secdede iken omuzlarının arasına bir deve işkembesinin, ‘Ukbe b. Ebî Mu’ayt
tarafından atıldığına dair bir rivayet nakledilmektedir: el-Belâzurî, a.g.e.,
1/125, no. 251. Mekke’n müşriklerin İslâm’a olan bu düşmanlığından Kur’ân-ı
Kerîm’in bir çok âyeti de bahsetmektedir. Bkz.: 6 En’âm, 108: 13 Ra’d, 31-32;
15 Hicr, 95: 16 Nahl, 103: 17 îsrâ, 90-93; 25 Furkân, 4, 5, 27; 29 ‘Ankebût,
13: 36 Yâsîn, 78; 39 Zumer, 3; 45 Câsiye, 23: 74 Muddessir, 11-30; 92 Leyi,
8-9; 96 ‘Alak, 9-18; 111 Mesed, 1-5 vb.
[60] Hz. Peygamber’in buraya göç
etmesinden sonra bu şehrin ismi ‘el-Medîne’ olarak değiştirilmiştir. Ayrıntılı
bilgi için bkz.: el-Cumeylî, Raşîd Abdullâh, Tarihu’d-Devleti’l-Arabiyyeti’l-îslâmiyye
(Asru’n-Nubuvve ve HÜâjett’r- Râşidîn ve’l-Emeviyyîn) me'a Mukaddeme ‘an
Tarihi'l-'Arab ve Hadâratihim Kable’l-İslâm, Mektebetu’l-Me’ârif yay.,
Ribât 1983, s. 91-92
[61] îbn îshâk, Sîre, s. 212-214, no.
308-313; îbn Sa’d, et-Tabakât, 1/226.
[62] el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf,
1/257, no. 596.
[63] Kusayy b. Kilâb’a âit olan
“Dâru’n-Nedve”. Kureyş kabilesinin, bütün önemli meselelerini görüşüp müzâkere
ettikleri bir asiller meclisi, devrin
parlamentosu
idi. Daha geniş bilgi için bkz.: Fıglalı, Ethem Rûhî, “Dâru’n- Nedve", DİA,
TDVyay., İstanbul 1993, VHI/555-556; el-Cumeylî. a.g.e., s. 88-89;
Hamîdullâh, İslâm Mûesseselerine Giriş (İhsan Süreyya Sırma), Beyan
yay., İstanbul 1992, s. 45-46.
el-Ya‘kûbî, Tarîhu’l-Ya’kûbî, 11/39.
İbn Sa*d, et-Tabakât,
1/227 vd.; el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, 1/259-263, no. 600-611. Bazı
rivayetlere göre ise, bu göç esnasında sadece Ebû Bekir değil, aynı zamanda Ebû
Bekir’in kölesi Âmir b. Fuheyre ve bunların yol göstereni Abdullah b. Ureykıt
el-Leysî de Hz. Peygamber’e eşlik etmiştir. Bkz.: İbn Sa‘d, et-Tabakât,
1/230; İbn Habîb, el-Muhabber, s. 190; el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf,
1/194, 262, no. 512, 608.
Mûslûmanlar, olumlu bir sosyal çevreden yoksun Mekke
şehrinde böyle bir imkânı Fetih gününe kadar bulamamışlardı. Bunun yanısıra
kaynaklardan, Mekke şehrinde şahıslara özgü ibadethanelerin yok olmadığını da
öğrenmekteyiz. Yeri gelmişken, bu haberler aynı zamanda, İslâm dininin
gönderilişinden sonra inşâ edilmiş ilk mescidin Medine’deki Kubâ değil,
Mekke’deki Ammâr b. Yâsir’e mahsus mescidin olduğunu da ortaya koymaktadır.
Ayrıntılı bilgi için bkz.: îbn Sa’d, et-Tabakât, 1/239- 241;
el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, 1/162. no. 364,365; Hamîdullâh, İslâm
Peygamberi, 1/98; Gözütok, Şakir. “Resulullah (s.a.s.) Döneminde İlköğretim
Kurumlan ve İşlevleri", Dinî Araştırmalar (Eylül-Aralık, 1998),
Ibn
Sa‘d, et-Tabakât, 1/239: el-Buhârî. Salât, 48, 1/110: el-Belâzurî, Futûhu'l-Buldân,
s. 20; îbn Hibbân, Ebû Hâtım Muhammed b. Ahmed, es- Sîretun-Nebeviyye ve
Ahbâru'l-Hulefâ (Haz. es-Seyyid Aziz Bek ve diğerleri),
Muessesetu’l-Kutubi's-Sekâfiyye yay., 1. bsk., Beyrut 1408/1987, s. 142- 143;
îbn Habîb, el-Hasan b. Ömer, el-Muktefâ mtn Sîreti’l-Mustafâ (Tah.
Mustafa M. Huseyn ez-Zehebî), Dâru'l-Hadîs yay.. Kahire 1416/1996, s. 77.
Hz.
Peygamber mescidinin arka kısmında kurulu bu yere Zulle de denmektedir.
Bkz.; Hamîdullâh, Mecmû’atuTVesâikt’s-Siyâsiyye UT'Ahdın- Nebeviyyi
ve'l-Hilâfeti’r-Râşide, 5. bsk., Dâru'n-Nefâis yay., Beyrut 1405/1985, s.
313, no. 217; Cânan, a.g.e„ s. 114.
îbn
Sa‘d, et-Tabakât, 1/255; el-Buhârî, Salât, 58, 1/113-114; el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf,
1/272, no. 632-635; îbn Habîb. el-Muktefâ, s. 84; Hamîdullâh, Muhtasar
Hadis Tarihi ve Sahife-i Hemmam îbn Munebbth (Çev. Kemal Kuşçu), Bahar
yay., İstanbul 1967, s. 21, no. 17-18; Baktır, Mustafa, İslâm’da İlk Eğitim
MüessesesiAshab-ı Suffd, Timaş yay., İstanbul 1990, s. 30; Gözûtok, a.g.m.,
s. 183.
Hamîdullâh,
İslâm Peygamberi, 11/768; Hamîdullâh, İslâm'ın Doğuşu (Çev. Murat
Çiftkaya), Beyan yay., İstanbul 1997, s. 236; Hamîdullâh, “Akdemu Te’lîf
fî’l-Hadîsi’n-Nebevî”, Mecelletu’l-Mecma’i’l-’İlmiyyi’l-Arabi, Dimaşk
1953, XXVIII/I, s. 98; Cânan, a.g.e., s. 97-98; Gözûtok. a.g.m., s. 184.
Ebû Dâvûd, Süleyman b. el-Eş‘as es-Siclstânî, Süneni
Ebî Dâvûd (Tah. İzzet Ubeyd ed-Du*âs), 1. bsk., (Muhammed Ali es-Seyyid
baskısı). Hums 1388/1969, Icâre, 37, III/701-703, no. 3416, 3417; îbnMâce, Ebû
Abdillâh Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sunenu tbn Mâce (Tah. Muhammed
Fuâd Abdulbâkî), Dâru lhyâ'i'l-Kutubi'l-‘Arabiyyeyay.,y.y., 1373/1953, Ticâret,
8, 11/729; Hamîdullâh, “Akdemu Telif fî’l-Hadîsi’n-NebevF, s. 98.
îbn Habîb, el-Muhdbber, s. 460; tbn
Abdilberr, el-İsG.‘âbf.Ma'rifeti’l-Eshâb (Tah. Ali Muhammed el-Bicâvî),
Nahdatu Mısryay., Kahire t.y., III/920, no. 1557; el-Kettânî, Nızâmu’l-Hukûmeti’n-Nebeviyye
el-Musemmâ et-Terâtîbe’l- İdârtyye (Tah. Abdullâh el-Hâlidî), 2. bsk.,
Dâru’l-Erkam yay., Beyrut t.y., 1/108; Hamîdullâh, İslâm Peygamberi,
11/768.
el-Ya*kûbî, Tarihti" 1-Ya‘kûbi, 11/43;
Îbnu'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 43; ez- Zerkeşî, el-Burhân. 1/251;
es-Suyûtî, el-İtkân fi ‘Ulûmi’l-Kur’ân (Tah. Mustafâ Dîb el-Buğâ), 3.
bsk., Dâru Îbn Kesîr yay., Beyrut 1416/1996,1/31; ez-Zerkânî, Muhammed
Abdulazîm, MenâhiluT'İrfân fi ‘Ulûmi’l-Kur’ân, Dâru
İhyâ’iTKutubi’l-'Arabiyye yay.. Kahire t.y., 1/191; ez-Zencânî, Ebû Abdillâh
T>. el-Mirzâ Nasrullâh, Târîhu’l-Kur’ân, 3. bsk., Muessesetu’l-E'lamî
yay., Beyrut 1388/1969, s. 60.
el-Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Bekir Ahmed b. Ali b. Sâbit.
Takyidu’l-'İlm (Tah. Yûsuf b. Reşîd el-‘İş), 2. bsk., Dâru
İhyâ’i’s-Sunneti’n-Nebeviyye yay., y.y. 1974, s. 70-71.
[77] el-Buhârî. 1‘tisâm, 16, VHI/154, no.
18.
[78] el-Buhârî, Cizye, 10, IV/67, Cizye,
17, IV/69, no. 2; İbn Mâce, Diyât, 21, 11/887, no. 2658: Ebû Dâvûd, Menâsik,
99, 11/529, no. 2034, Haraç, 22, III/401, no. 3000: el-Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf,
1/286, no. 647, 1/308. no. 677; el-Hatîb el-Bagdâdî, TakyîduT'İlm, s.
72; Hamîdullâh, “Akdemu Te’lîf fîl-Hadîsi’n-Nebevî”, s. 101, el-Vesâ’ik,
s. 57, İslâm Peygamberi, 1/189.
[79] el-Buhârî, Cihâd, 181, IV/33, no. 1: el-Kuşeyrî,
Ebûl-Huseyn Müslim b. Haccâc, Sahihti Müslim (Tah. Muhammed Fuâd
Abdulbâkî), Dâru lhyâ’1’1- Kutubi’l-’Arabiyye yay., Kahire 1373/1955, îmân,
67,1/131-132, no. 235: îbn Mâce, Fiten, 23,11/1336-1337, no. 4029.
[80] Hz. Peygamber’in gerçekleştirmiş olduğu bu nüfus sayımının
tarihine ilişkin muhtelif görüşler için bkz.: Okiç, Muhammed Tayyib,
“îslâmiyette İlk Nüfus Sayımı”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi (AÜİFD), Türk Tarih Kurumu yay., Ankara 1958-1959, VII/15, Okiç,
Bazı Hadis Meseleleri Üzerine Tetkikler, Ankara Üniversitesi İlâhiyat
Fakültesi yay., İstanbul 1959. s. 47-48: Hamîdullâh, “Akdemu Te’lîf
fî’l-Hadîsi’n-Nebevî", s. 102, İslâm Peygamberi, 1/183, el-Vesâ’ik,
s. 65.
[81] İbnu'l-Esîr, el-Kâmil, 11/116; el-Ya*kûbî. Tarîhu’l-Yakûbî,
11/45: Buhl. “Bedir”. İslâm Ansiklopedisi 11/443; Fayda, Mustafa, “Bedir
Gazvesi”, DİA, TDVyay., İstanbul 1992, V/325.
[82] îbn Sa‘d, et-Tabakât, 11/22; îbn Hanbel, 1/531,
no. 2216; Caetanl, Leone, İslâm Tarihi (Çev. Hüseyin Cahit), İstanbul
1924, III/353; Hamîdullâh, “San'atu’l-Kitâbe fî ‘Ahdi’r-Rasûl ve’s-Sahâbe”, Fikr
ve Fena, Hamburg 1964, S.3, s. 23, “Akdemu Te’lîf fî’l-Hadîsi’n-Nebevî”, s.
99; el-Kettânî, et- TerâtibuTİdâriyye, 1/108; Fayda, “Bedir Gazvesi”, DİA,
V/326-327.
[83] Yazıyı öğretmekle yükümlü bir esirin
öğrenci çocukları fena halde dövmesi hakkında bir hadis îbn Abbâs yoluyla
nakledilmektedir. Bkz.: îbn Hanbel, 1/531, no. 2216. Cevâd Ali’ye göre,
dövülmüş bu öğrenci Zeyd b. Sâbit’tlr.
’ Bkz.: Ali, el-Mufassal,
VIII/133.
[84] îbn Sa‘d, et-Tabakât, 11/22.
[85] el-Belâzurî. FutûhuTBuldân, s. 459.
[86] Hamîdullâh. “San’atu'l-Kitâbe fî ‘Ahdi’r-Rasûl ve’s-Sahâbe”, s. 23.
[87] Adı geçen rivayetin ilgili kısmında yer alan ibareler şöyledir:
“...Ve Kâne Ba‘du’1-
Yehûdi kad ‘Alime Kitâbe’l-'Arabiyye, ve Kâne
Tu‘allimuhü’s-Sıbyâne bi’l- Medîne...”. Bkz.: el-Belâzurî, a.g.e„ s.
459.
[88] el-Belâzurî. EnsâbuTEşrâf. 1/506. no. 1022:
“...Hâzâ’bnî ve Huva Ğulâmun Kâtibun...”.
[89] el-Kuşeyrî, Sahîhu Müslim,
Zuhd, 16. IV/2298, no. 72; el-Hatîb el-Bağdâdî, TakyîduT’İlm, s. 29-32;
Koçyigit, Talât, Hadis Tarihi, TDV yay., Ankara 1997, s. 26.
[90] İbn Ebî Dâvûd, Kitâbu’l-Mesâhif, s. 4.
[91] el-Buhârî, Cihâd, 129, IV/15, no. 2;
el-Kuşeyrî, Sahîhu Müslim, îmâre, 24, III/1490-1491, no. 92, 93, 94; îbn
Mâce, Cihâd, 45,11/961, no. 2879, 2880; Ebû Dâvûd, Cihâd, 88, III/82, no. 2610;
el-Bennâ, el-Fethu’r-Rabbânî, V/73, no. 1177.
[92] el-Buhârî, Cizye, 17, IV/69, no. 2.
[93] el-Buhârî. Cihâd, 31, III/211-212. no. 1. 2, Tefsir (4),
18, V/182-183, no. 1, 2, 3; el-Kuşeyrî. Sahîhu Müslim, îmâre, 40,
III/1508-1509, no. 141, 142; el- Vâhidî, Ebû’l-Hasan Ali b. Ahmed en-Neysâbûrî,
Esbabu’n-Nuzûl (Tah. es- Seyyid el-Cumeylî), 6. bsk.,
Dâru’l-Kitâbi’l-Arabîyay., Beyrut 1414/1994, s. 143-144; ez-Zencânî, Târîhu’l-Kur’ân,
s. 42.
[94] 7 A‘râf, 157.158; 29 ‘Ankebût, 48.
Sablukov,
K. S., Koran, 3. bsk., Çentralnaya Tipoqrafiya yay., Kazan 1907,
11/1055; Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, 2. bsk.,
Nebioğlu Basımevi yay., y.y., 1960, VII/4956; Kratchkovsky, lqnatyus
Julianovitch, Koran, Soveksportkniqa yay., Moskva 1990, s. 457; İsâ,
Abdulcelîl, el-Mushafu’l-Muyesser, Dârul-Kalem yay., y.y, t.y., s. 741.
Abdullah
b. Abbâs’dan nakledilen bir hadise göre, Hz. Peygamber ile savaşlara
katılanlann isimleri kaydedilmekteydi. Bkz.: el-Buhâri, Cihâd, 181, IV/34, no.
3; el-Kuşeyrî, Sahihti Müslim,, Hacc, 74, 11/978, no. 424; îbn Mâce,
Menâsik, 7, 11/968, no. 2900. Yine Hudeybiyye günü Mekkeli müşriklerle varılan
antlaşmanın yazı ile tespit edilmesine dair rivayet edilen haber, kendi
nev’inden olan vesikaların yazıldığına güzel bir örnek teşkil etmektedir. Bkz.:
el-Buhâri, Şurût, 15, III/178.
îbn Abdu Rabbih. Ebü Ömer Ahmed b. Muhammed el-Endelusî.
Kitâbu’l- ‘İkdi'l-Ferîd (Tah. Ahmed Emin. Ahmed ez-Zeyyin. Îbrâhîm
el-Ebyâri), Mekcebetu’n-Nahdati’-Mısriyye yay.. Kahire 1962, IV/161-162.
îbn Asâkir, Ali b. el-Hasan b. Hibetullâh b.
Abdillâh, Târîhu Medîneti Dtmaşk (Tah. Muhibbuddîn Ebü Sa'îd Ömer b.
öarâme el-‘Amravî), Dâru’l- Fikryay., Beyrut 1415/1995, IV/324-349.
el-Kalkaşandî, Ahmed b. Ali, Subhu’l-A‘şâ Jı
Sınâ‘att’l-tnşâ (Tah. Muhâmmed Huseyn Şemsuddîn), Dâru’l-Kutubi’l-îlmiyye
yay., Beyrut 1407/1987,1/126.
el-Kastalânî, Ahmed b. Muhâmmed, el-Mevâhibu’l-Ledunniyye
bt’l-Menht’l- Muuhammediyye (Tah. Sâlih Ahmed eş-Şamî),
el-Mektebetu’l-îslâmî yay., Beyrut 1412/1991,11/125-130.
Hattâb, “es-Sefârât ve’r-Resâ’ilu’n-Nebeviyye:
Kuttâbu’n-Nebî ve Mevâddihimu’l-Kitâbiyye", el-Mevrid, Bagdad 1987,
C.16, S.l, s. 29-40.
el-Vekîl, Muhtâr, “Suferâ’u’n-Nebî ve Kuttâbuh”, MecelletuTEzher,
Kahire 1984, C.56, S.7, s. 1120-1125.
en-Namangânî,
Îsmâîl Mahdûm b. Sâtî Ahund, Kitâbu Tarîhi’l-Mushafi’l- ‘Usmânîjî Taşkend
el-Matba*atu’l-Hukûmiyye yay., Taşkend 1391/1971, s. 8.
îbn Tûlûn, Muhammed b. Ali b. Ahmed ed-Dimaşkî, İ'lâmu's-Sâ’ilîn
‘an Kutubi Seyyidi’l-Murselîn (Tah. Ebû Abdilkâdir Mahmûd el-Amâ’ût),
Muessesetu’r-Risâle yay., Beyrut 1403/1983, s. 23.
el-Hâfız, Muhammed Mutî*. “Qur’an-i Kerimin Erken
Tarihi”, İslâm Araştırmaları, Azerbaycan Elmler Akademiyası Şarkşûnaslık
înstitutu “îrşad” İslam Araşdırmalan Merkezi Dergisi (AEAŞÎÎİAMD), Bakı 1994,
S.4, s. 41.
Râmyâr,
Mahmûd. Târîh-e Kur’ân, 2. bsk., Muessese-i Enteşârât-e Amîr-e Kebîr
yay.. Tahran 1369, s. 261-275.
Bazı
çağdaş yazarlara göre, ifa ettikleri görevler açısından Hz. Peygamber’in
kâtiplerini sınıflandırmış ilk müellif Kitâbu’l-Vuzerâ. ve’l-Kuttâb
sahibi Muhammed b. ‘Abdûs el-Cehşiyârî’dir (h. 331). Bkz.: Sarıçam. İbrahim. Emevî-Hâşiml
İlişkileri (İslâm Öncesinden Abbâsîlere Kadar), T.D.V. yay., Ankara 1997,
s. 219.
el-Ya*kûbî, TârîhuTYa'kûbî, 11/80; îbn Asâkir, Târihti
Medineti Dimaşk, IV/336, 345; Îbnu’l-Esîr, el-Kâmil, 11/313;
en-Nevevî, Yahyâ b. Şeref, es- Sîretu’n-Nebeviyye (Tah. Abdurra’ûf Ali,
Bessâm Abdulvahhâb el-Câbî), Dâru’l-Basâ’ir yay., Dimaşk 1400/1980, s. 38;
en-Nuveyrî, Şihâbuddîn Ahmed b. Abdulvahhâb. NihâyetuTErtb Jî Funûni’l-Edeb
(XVIII. cildi tah.; Muhammed M. Hasaneyn, Îbrâhîm îtfîş),
el-Muessesetu’l-Mısriyyetu’l-Âmme yay.. Kahire t.y., XVIII/236; îbn
Seyyidi'n-Nâs, ‘UyûnuTEser, 1/395; îbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nthâye,
V/350. 351;.îbn Habîb, el-Muktefâ, s. 110; el-
Fâsî,
Ebû’t-Tayyib Muhammed b. Ahmed, el-'ikdu’s-Semin Ji Târîhi’l- BelediTEmîn
(Tah. Muhammed Hâmid el-Fakî), Matbaatu’s-Sunneti’l- Muhammediyye yay.. Kahire
1378/1958, 1/274; el-Kastalânî, Ahmed b. Muhammed. el-MevâhibuTLedunniyye
biTMenhiTMuhammediyye (Tah. Sâlih Ahmed eş-Şâmî), el-Mektebu'l-îslâmi yay..
Beyrut 1412/1991,11/126,
Sözkonusu
babda el-Buhârî’nin sadece Zeyd b. Sâbit’i mevzubahis etmesine ilişkin Mahmûd
b. Ahmed el-*Aynî’nin değerlendirmesi için bkz.: el-‘Aynî, ‘Umdetu’l-Kâfi,
XVI/200.
Cevdet Paşa, Ahmed, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-e
Hulefâ, Kanaat Matbaası yay., İstanbul 1912, IV/381-383.
Ali,
Cevâd, el-Mufassal Jî TârîhiTArab kable’l-îslâm, Dâru’l-Ilmi’l-Melâyîn
yay., Beyrut 1971, VDI/120.
ed-Debbâ',
Ali Muhammed, Semîru’t-Tâltbîn fî Resmi ve Dabti’l-Kitâbi’l- Mubîn,
Mektebetu’l-Meşhedi’l-Huseynîyay., Kahire t.y., s. 9-10.
[141] el-Ebyârî, Tânhu’l-Kur’ân, s. 63.
[142] Şâkir, et-Târîhu’l-İslâmî, 11/365.
[143] Hallâk, Ta'rîbu’n-Nuküd. s. 86-87. Dirâsât.
s. 30.
[144] el-Ahmedî, Mekâtîbu’r-Rasül, 1/25-29.
[145] el-Hamed, Ğânim Kaddûrî, Rasmu’l-Mushaf,
el-Lecnetu’l-Vataniyye yay.. Bagdad 1402/1982, s. 96.
[146] el-Cehşiyârî, a.g.e., s. 12-13; el-Mes‘ûdî. et-Tenbîh
ve’l-İşrâf, s. 262; Ali, el- MufassaL VIII/126, 131.
îbn Abdilberr, el-İstî‘âb, III/1089-1090,
no. 1855; Îbnu’l-Esîr, Usdu'l-Gâbe, III/282, no. 3789; îbn Hacer, Kttâbu.'1-îsâbe
Jî Temyizi’g-Sahâbe, Bagdad 1328/1909, 11/507, no. 5688; ez-Ziriklî, el-A‘lâm,
V/107; Fıglah, Ethem Ruhi, “AU”. DİA, İstanbul 1989,11/371.
îbn Abdilberr, el-İstî‘âb. III/1091-1096;
Îbnu’l-Esîr, UsduTĞâbe, III/283- 284; îbn Hacer, el-İsâbe,
11/507; Fıglah. “Ah”, DİA, 11/371.
[149] İbn Abdilberr, el-İstVâb,
IH/1098-1099; Îbnu’l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, III/282, 294; İbn Hacer, el-İsâbe.
11/507; ez-Ziriklî, el-A'lâm. V/107; Fığlah. “Ali". DİA,
n/371.
[150] İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, ni/294.
[151] îbn Abdilberr, el-İstVâb,
III/1096-1097; İbnu’l-Esîr. Usdu’l-Ğâbe, III/28Z, 285-287, 293; İbn
Hacer, el-İsâbe, 11/507-509; ez-Ziriklî, el-A‘lâm, V/107; Fığlah,
“Ali", DİA, 11/371,
[152] îbn Abdilberr, el-İstVâb, III/1090; Fığlah,
“Ali", DİA, 11/372.
[153] Fığlah. “AU", DİA. 11/372.
îbn Abdilberr, el-İsü'ab, III/1122-1123;
Îbnu’l-Esîr, UsduTĞâbe, III/299- 304; îbn Hacer, el-tsâbe, n/510:
ez-Ziriklî, el-A'lâm, V/107-108; Fığlalı, “Ali”, DİA, fl/374.
[161] îbn Sa’d, et-Tabakât, 1/267,
268, 284; Ali, el-Mufassal, vm/122.
[162] et-Taberî, Tânhu’l-Umem,
VI/179.
[163] İbn Abdurabbih, el-’İkdu’l-Ferîd,
IV/161.
[164] el-Cehşiyârî, el-Vuzerâ ve’l-Kuttâb, s. 12.
[165] el-Kadâl, Tânhu’l-Kadâ'î, s.
237.
[166] el-Ya‘kûbî, Tânhu’l-Ya’kûbî, 11/80; îbn Asâkir, a.g.e„
IV/345; Îbnul-Esîr, el- Kâmil, 11/313; en-Nevevî, es-S'îretu’n-Nebeviyye,
s. 38; en-Nuveyrî, Nihâyetu’l-Erib, XVIII/236: İbn Seyyidi'n-Nâs, ‘Uyûnu’l-Eser,
1/395; İbn Kesîr, el-Bidâye, V/339, 350, 351-352; îbn Habîb, el-Muktefâ,
s. 110; el- Fâsî, el-‘İkdu’l-Ferîd, 1/274; İbn Hacer, el-İsâbe,
11/273 (Abdullâh b. el- Erkam b. Ebî’l-Erkam maddesi); el-Aynî, ‘Umdetu’l-Kârî,
XVI/200; el- Kalkaşendî. Subhu’l-A'şâ, 1/126; el-Amirî, Behcetu’l-Mehâfil,
11/161; el- Kastalânî, el-Mevâhibu’l-Ledunniyye, 11/126; el-Halebî, însânu’l-'Uyûn,
III/423; Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, IV/381; ez-Zencânî, Tânbu’l-Kur’ân,
s. 42; îsâ, Kuttâbu’l-Vahy, s. 65, 258-285: el-A‘zamî, Kutiâbu’n-Nebî,
s. 96-97; ed-Debbâ‘, Semîru’t-Tâltbîn, s. 9; el-Ebyârî, Târîhu’l-Kur’ân,
63; Şâkir, a.g.e„ 11/364, 365; Hallâk, Ta’rîbu’n-Nukûd, s. 86, Dirâsât,
30; el-Bâşâ, Haşan, el-Funûnu’l-İslâmtyye ve’l-Vezâ’tf
’alâ’l-Âsâri’l-Arabiyye, Dâru’n- Nahdatil-Arabiyye yay., Kahire t.y.,
11/908; el-Ahmedî, Mekâtîbu’r-Rasûl, 1/20-21; Hattâb, Suferâ'u’n-Nebî,
1/250, “es-Sefârât ve’r-Resâ’il”, s. 32; Ali, el-Mufassal, VIII/120,
121, 131; el-Hamed, Rasmu’l-Mushaf, s. 96; Draz, Abdullâh, Kur’ân’m
Anlaşılmasına Doğru (Çev. Salih Akdemir), Mim yay., Ankara 1983, s. 28;
Râmyâr, Târîh-e Kur’ân, s. 263; Mehmedzade, “Hz. Peyğâmbârin katiblâri”,
s. 104; Kânû, Abdullatîf, “Mesâhlf bi’l-Bahreyn Te‘ûd li’l-Kami’l-Evveli’l-Hicrî”,
el-Vesîka, Bahreyn 1403/1983, S.3, s. 105.
[167] Hz. Osmân’m bu iki meşhur künyelerinin yanısıra, Ebû Leylâ
diye bir künyesinin de olduğu rivayet edilmektedir. Bkz.: tbn Abdilberr, el-îstVâb,
m/1037.
[168] îbn Abdilberr, elîstVâb, III/1037;
İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Gâbe, III/215; îbn Hacer, el-İsâbe, 11/462;
ez-Ziriklî, el-A'lâm, IV/371.
[169] İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Gâbe, HI/215.
[170] İbnu’l-Esîr. Usdu’l-Gâbe.
III/215: îbn Hacer. el-İsâbe, 11/462; ez-Ziriklî, el- A'lâm,
IV/371.
[171] îbn Abdilberr, elîstVâb, III/1040; İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Gâbe,
III/220; îbn Hacer, el-İsâbe. 11/462; ez-Ziriklî, el-A'lâm,
IV/371; el-Muhibbu’t-Taberî, Ebû Ca’fer Ahmed, er-Riyâdu’n-NadıraJı
Menâkıbi’l-'Aşera, Dâru’l-Kutubi’l- îlmiyye yay., Beyrut 1405/1983,
III/16-18: es-Sabbâğ, Muhammed, el- ‘Aşeretu’l-Mubeşşerün bi’l-Cenne,
Matbaat Medbûlî yay.. Kahire 1990, s.
58; et-Tantâvî, Muhammed Sa'îd, Mtn.
Fedâ’Üi’l-Aşerett’l-Mubeşşerîn bi’l- Cenne, Kahire 1412/1991, s. 131-135.
îbn
Abdilberr, elîstVâb, III/1039: Îbnu’l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe,
III/216-219; îbn Hacer, el-İsâbe, 11/462; ez-Ziriklî, el-Aîâm,
IV/371-372.
el-Belâzurî,
Ensâbu’l-Eşrâf, 1/532; el-Ya‘kûbî, Târîhu’l-Ya'kûbî, 11/80; îbn
Asâkir, cug.e., IV/345; Îbnu’l-Esîr, el-Kâmü, 11/313; en-Nevevî, es-Sîretu’n-
Nebeviyye, s. 38; en-Nuveyrî, Nihâyetü’l-Erib, XVIII/236; îbn
Seyyidi'n-Nâs, ‘Uyûnu’l-Eser, 1/395; îbn Kesir, el-Bidâye, V/339,
350, 351-352; îbn Habîb, el-Muktefâ, s. 110; el-Fâsî, el-‘tkdu’l-Ferîd,
1/274; îbnHacer, el-îsâbe, 11/273 (Abdullâh b. el-Erkam b. Ebî’l-Erkam
maddesi); el-Aynî, ‘Umdetu’l-Kârî, XVI/200; el-Kalkaşendî, Subhu’l-A'şâ,
1/126; el-Amirî, Behcetu.'1-MehâfÜ, 11/161; el-Kastalânî, el-Mevâhibu’l-Ledunniyye,
11/126; el-Halebî, însânu’l- ‘Uyûn, III/423; Cevdet Paşa, Kısas-ı
Enbiyâ, IV/381; ez-Zencânî, Târîhu’l- Kur’ân, s. 42; îsâ, Kuttâbu’l-Vahy,
s. 65, 258-285; el-A‘zamî, Kuttâbu’n- Nebî, s. 96-97; ed-Debbâ‘, Semîru't-Tâltbîn,
s. 9; el-Ebyârî, Târîhu’l-Kur’ân, 63; Şâkir, a.g.e., n/364. 365;
Hallâk, Ta'rîbu’n-Nukûd, s. 86, Dirâsât, 30; el- Bâşâ, Haşan, el-Funûnu’l-İslâmiyye
ve’l-Vezâ’if ‘alâ’l-Âsâri’l-'Arabiyye, 11/908; el-Ahmedî, Mekâtîbu’r-Rasûl,
1/20-21; Hattâb. Sujerâ’u’n-Nebî. 1/250, “es-Sefârât ve’r-Resâ’il”, s.
32; Ali, el-MufassaL VIII/120, 121, 131; el- Hamed, Rasmu’l-Mushaf,
s. 96; Draz, Abdullâh, Kur’ân’m Anlaşılmasına Doğru (Çev. Salih
Akdemir), Mim yay., Ankara 1983, s. 28; Râmyâr, Târîh-e Kur’ân, s. 263;
Mehmedzade, “Hz. Peygâmbârin katiblâri”, s. 104; Kânû.
Abdullatîf, “Mesâhif bi’l-Bahreyn Te‘ûd
li’l-Kami’l-Eweli’l-Hicri”, el-Vesîka, Bahreyn 1403/1983, S.3. s. 105.
el-Buhâri, Tefsir,
2/7, V/149; îbn Abdilberr, el-İsti'âb. 1/66, 68.
el-Belâzurî, Futühu’l-Buldân, s. 458; îbn
Abdilberr, el-tsü'âJo, 1/68; îbnu’l- Esîr, Usdu'l-Ğâbe. 1/58: îbn
Hacer, el-İsâbe, 1/19: ez-Ziriklî, el-A'lâm, 1/78.
Nih.âyetu'1-Erib, XVIII/236; îbn
Seyyidi'n-Nâs, ‘Uyûnu’l-Eser, 1/395; îbn Kesîr, el-Bidâye, V/339,
350, 351-352; îbn Habîb, el-MukteJa, s. 110; el-
Fâsî,
el-'İkdu'l-Ferîd, 1/274; tbn Hacet, el-İsâbe, 11/273 (Abdullâh b.
el- Erkam b. Ebî’l-Erkam maddesi); el-Aynî, ‘Umdetu’l-Kârî, XVI/200; el-
Kalkaşendî, Subhu’l-A'şâ, 1/126; el-Amirî, Behcetu’l-MehâfÜ,
11/161; el- Kastalânî, el-Mevâhibu’l-Ledunniyye, 11/126; el-Halebî, İnsânu’l-'Uyûn,
III/423; Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, IV/381; el-Vekîl,
“Suferâ’u’n-Nebî ve Kuttâbuh”, s. 1022; ez-Zencânî, Tânhu’l-Kur’ân, s.
42; îsâ, Kuttâbu’l-Vahy, s. 65, 258-285; el-A‘zamî, Kuttâbu’n-Nebî,
s. 96-97; ed-Debbâ‘, Semîru’t- Tâlıbîn, s. 9; el-Ebyârî, Târîhu’l-Kur’ân,
63; Şâkir, a.g.e„ 11/364, 365; Hallâk, Ta'ribu’n-Nuküd, s. 86. Dirâsât,
30; el-Bâşâ, Haşan, el-Funûnu’l- İslâmiyye ve’l-Vezâ’if
‘alâ'l-Âsârl’l-Arabiyye, 11/908; el-Ahmedî, MekâGbu’r- Rasûl,
1/20-21; Hattâb, Suferâ’u’n-Nebî, 1/250, “es-Sefârât ve’r-Resâ’iT, s.
32; Ali, el-Mufassal, VIII/120, 121, 131; el-Hamed, Rasmu’l-Mushaf,
s. 96; Draz, Abdullâh, Kur’ân’m Anlaşılmasına Doğru (Çev. Salih
Akdemir), Mim yay., Ankara 1983, s. 28; Râmyâr, Târîh-e Kur’ân, s. 263;
Mehmedzade, “Hz. Peygâmbârin katiblâri”, s. 107; Kânû, Abdullatîf, “Mesâhif
bi’l-Bahreyn Te'üd li’l-Kami’l-Evveli’l-Hicrî”, el-Vesîka, Bahreyn
1403/1983, S.3, s. 106.
îbn Sa‘d, et-Tabakât, 11/22.
îbn Abdilberr, el-İstVâb,
11/539; Îbnu’l-Esîr, Usdu’l-Gâbe, 11/235; tbnHacer, el-İsâbe,
1/561-562; ez-Zlriklî, el-A‘lâm, III/95.
el-Belâzurî. Futûhu’l-Buldân,
s. 459, 460; Ibn Abdilberr, el-lstVâb, 11/538;
İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Gâbe, 11/235;
îbn Hacer, el-İsâbe, 1/561.
İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Gâbe. 11/235.
[198] el-Buhârî, Fadâ’ilu’l-Kur’ân, 4 ,
V/99-100, no. 1, 2.
[199] el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf 1/531; et-Taberî, TânhuTUmem,
VI/179; îbn Abdurabbih, el-’îkduTFerîd, IV/161; el-Cehşiyârî, el-Vuzerâ
ve’l-Kuttab, s. 12; el-Kadâ‘î, Târîhu’l-Kadâ’î, s. 237.
[200] el-Ya‘kûbî, Târîhu’l-Ya'kubî, 11/80; îbn Asâkir, a.g.e.,
IV/324; Îbnu’l-Esîr, el- Kâmil, 11/313; en-Nevevî, es-Sîretu’n-Nebeviyye,
s. 38; en-Nuveyrî, Nihâyetu’l-Erib, XVIII/236; îbn Seyyidi'n-Nâs. ‘Uyûnu’l-Eser,
1/395; îbn Kesir. el-Bidâye, V/339, 350, 351-352; îbn Habîb, el-Muktefâ,
s. 110; el- Fâsî, el-'İkdu'l-Fsrid. 1/274; îbn Hacer, el-îsâbe,
11/273 (Abdullâh b. el- Erkam b. Ebî’l-Erkam maddesi); el-Aynî, ‘Umdetu’l-Kârî,
XVI/200; el- Kalkaşendî, Subhu’l-A’şâ, 1/126; el-Amirî, Behcetu’l-Mehâfil,
11/161; el- Kastalânî, el-Mevâhtbu’l-Ledunniyye, 11/126; el-Halebî, İnsânu’l-'Uyûn,
III/423; Cevdet Paşa. Kısas ı Enbiyâ, IV/381; ez-Zencânî, Târîhu’l-Kur’ân,
s. 42; îsâ, Kuttâbu’l-Vahy, s. 65, 258-285; el-A‘zamî, Kuttâbu’n-Nebî,
s. 96-97; ed-Debbâ*, Semiru’t-Tâlibîn, s. 9: el-Ebyâri, Târîhu’l-Kur’ân,
63; Şâkir, a.g.e., 11/364, 365; Hallâk, Ta’rîbu’n-Nukûd, s. 86, Dirâsât,
30; el-Bâşâ, Haşan, el-Funûnu’l-İslâmiyye ve'l-Vezâ’if
‘alâTÂsâri’l-Arabiyye, 11/908; el- Ahmedî, Mekâtîbu’r-Rasûl,
1/20-21; Hattâb, Suferâ’u’n-Nebî, 1/250, “es-
»
Sefârât ve’r-Resâ’il”, s. 32; Ali, el-Mufassal, VIII/120, 121, 131;
el-Hamed, RasmuTMushaf, s. 96; Draz, Abdullâh, Kur'ân’ın
Anlaşılmasına Doğru (Çev. Salih Akdemir), Mim yay., Ankara 1983, s. 28;
Râmyâr, Târîh-e Kur’ân. s. 263; Mehmedzade, “Hz. Peygâmbârin katiblâri”,
s. 107; Kânû, Abdullatîf, “Mesâhif bi’l-Bahreyn Te’ûd
li’l-Kami’l-Eweli’l-Hicri”, el-Vesîka, Bahreyn 1403/1983, S.3, s. 106.
Bu hususta nakledilegelen
çeşitli haberler ve bunlara dair geniş açıklama ve değerlendirmeler için bkz.:
Ali, eiMufassal. VIII/122-125.
[205] el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf,
1/531; îbn Abdilberr, el-tstî’âb, III/918; İbnu’l- Esîr, Usdu’l-Gâbe,
11/610; îbnHacer, el-îsâbe, 11/317; Fayda, “Abdullâh b. Sa‘db. Ebû
Şerh", DİA, İstanbul 1988,1/130.
[206] el-Belâzurî, FutûhuTBüldân, s.
457.
[207] el-Belâzurî, Futûhu’l-Buldân,
s. 458-459.
[208] el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf,
1/531-532.
[209] îbn Abdurabbih, el-’İkdu’l-Ferîd,
IV/162-163.
[210] el-Cehşiyârî, el-Vuzerâ
ve’l-Kuttâb, s. 13-14.
[211] el-Kadâ‘î, Târihu’l-Kadâ’î, s.
237-238.
[212] el-Ya‘kübî. Tânhu’l-Ya’kûbî,
11/80; el-Mes‘üdî, et-Tenbîh ve’l-İşrâf, s. 262; îbnAsâkir, cug.e.,
IV/337-338; Îbnu’l-Esîr, el-Kâmtl, 11/313; en-Nuveyrî. Nth.âyetu'1-Erib,
XVIII/236; îbn Seyyidi'n-Nâs. ’Uyûnu’l-Eser, 1/395; îbn
Kesir, el-Bidâye, V/350-351; îbn Hacer, el-İsâbe,
11/273 (Abdullah b. el- Erkam b. Ebî’l-Erkam maddesi); el-Aynî, ’UmdetuTKârî,
XVI/200; el-Amirî, Behcetu’l-Mehâfû, 11/161; el-Kastalânî, el-MevâhibuTLedunniyye,
11/130; el-Halebî, însânuT’Uyûn, III/422; Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ,
IV/382; ez- Zencânî, Târihu’l-Kur’ân, s. 42; İsâ, Kuttâbu’l-Vahy,
s. 66; el-A‘zamî, Kuttâbu’n-Nebi, s. 96-97; ed-Debbâ‘, Semîru’t-Tâltbin,
s. 9; el-Ebyârî, Târihu’l-Kur’ân, 64; Şâkir, a.g.e„ 11/365, 365;
Hallâk, Ta’ribu’n-Nukûd, s. 87, Dlrâsât, 30; el-Bâşâ, Haşan, el-Funûnu’l-İslâmtyye
ve’l-Vezâ’if ’alâ’l- Âsâri’l-’Arabiyye, 11/908; el-Ahmedî, Mekâtîbu’r-Rasûl,
1/22-23; Hattâb, , Suferâ’u’n-Nebi, 1/257, “es-Sefârât ve’r-Resâ’iT. s.
35: Ali, el-Mufassal,
VIII/120, 122-125; el-Hamed, Rasmu’TMushaf, s. 96; Râmyâr, Târih-e
Kur’ân, s. 263; Mehmedzade, “Hz. Peyğâmbârin katiblâri", s. 107.
es-Sicistâni. a.g.e„ s. 20. 114, 182, 193, 209, 212, 215, 218,
223, 226, 230, 231, 234, 235. 236.
el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, 1/531-532;
et-Taben, Târîhu’l-Umem, VI/179; İbn Abdurabbih/el-'/kdu'I-Ferid,
IV/161-163; el-Cehşiyârî. a.g.e.. s. 12-14.
el-Belâzurî, vahiy yazmış sahâbîlerin üç
kişi olduğunu kaydederken, et- Taberî bunların sayısını dört olarak
vermektedir. Öte yandan îbn Abdurabbih ve el-Cehşiyârî, beş sahabenin vahiy
kâtibi olduğunu söylemektedir. Bu hususta bkz.: el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf,
1/531: et- Taberî, Târîhu’l-Umem, VI/179: îbn Abdurabbih, el-'İkdu’l-Ferîd,
IV/161, 162; el-Cehşiyârî, a.g.e., s. 12.
ez-Zencânî, Kur’ân tarihine dair kaleme almış
olduğu veciz eserinde vahiy kâtiplerinin kırk iki kişi olduğunu iddia
ederken, el-A‘zamî bu rakamı daha da ileri götürerek altmış bire (!) kadar
çıkarabilmiştir. Bu konuda bkz.: ez- Zencânî, a.g.e., s. 42; el-A‘zamî, a.g.e„
s. 111.
[221] Şahsî mushaflara dair bir çok eser
kaleme alınmıştır. Bunlardan bize kadar
ulaşan İbn Ebî Dâvûd es-SicistânTye ait Kttâbıı’l-Mesâhif adlı eserdir.
[222] el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, 1/531.
[223] et-Taberî. VI/179.
Bu şahsın ne yazdığı kaynaklarda belirtilmemiştir.
Kendisini kâtip olarak vasıflandırıldığı eserler bunlardır: îbn Seyyidunnâs, ‘Uyûnu’l-Eser,
1/395: Şâkir, cug.e., 11/364; Hattâb, Suferâ’u’n-Nebû 1/252,
“es-Sefârât”. s. 33; el- A’zamî, cug.e., s. 39.
Kesin
olarak ne yazdığı belli olmamakla birlikte ismi kâtipler arasında geçer îbn
Seyyidunnâs, ‘Uyûnu’l-Eser, 1/395: İbn Habîb, el-MukteJa, s. 111;
el-Kalkaşendî, Sübhu’l-A'şâ, 1/126; el-Amirî, cug.e., 11/161;
el-Halebî, cug.e., III/423; Şâkir, cug.e., 11/364; Hattâb, Suferâ’u’n-Nebû
1/263, “es-Sefârât", s. 38; Râmyâr, cug.e., 264; İsâ, cug.e.,
s. 462; el-a‘zamî, cug.e., s. 89.
Hz.
Peygamber’den işittiklerini yazmak için izin alması üzerine kendisine izin
verilen sahabedir. Bu nedenle kâtip olarak anılmaktadır: îsâ. a.g.e., s.
481; el-A‘zamî, cug.e., s. 90.
Birinci halîfe Ebû Bekir’in oğludur. Hz.
Peygamberin Necrân Hnstiyanlan ile yaptığı anlaşmayı yazmıştır Hamîdullâh. el-Vesâ’ik,
s. 175, no. 94; îsâ, cug.e., s. 471; el-A‘zamî, cug.e., s. 78.
Kaynaklar
bu şahâbînln Hz. Peygamberin mukâvele ve mektuplarım yazmış olduğunu
zikretmektedir: el-Belâzurî, et-Tenbih ve’L-İşrâf, s. 261; Ibn Asâkir, a.g.e„
FV/336; en-Nevevî, es-Sîretu’n-Nebeviyye, s. 38; en- Nuveyrî, Nihâyetu’l-Erib,
XVIII/236; Ibn Seyyidi'n-N.âs, ‘Uyûnu’l-Eser, 1/395; İbn Kesir, el-Bidâye,
V/349; îbn Habîb, el-Muktefâ, s. 110; îbn Abdilberr, el- tstî'âb,
ni/865-866; İbn Hacer, el-îsâbe, 11/273; el-Aynî, ‘Umdetu’l-Kârî, XVI/200;
el-Kalkaşendî, Sübhu’l-A'şâ, 1/126; el-Amirî, Behcetu’l-MehâJU, n/161;
el-Kastalânî, el-Mevâhtbu’l-Ledunniyye, H/127; el-Halebî, İnsânu’l-
‘Uyûn, III/423: Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, IV/382; ez-Zencânî, Târîhu’l-
Kur’ân, s. 42; İsâ, Kuttâbu’l-Vahy, s. 65, 258-285; el-Vekîl,
“Suferâ’u’n- Nebî”, s. 1124; el-A‘zamî, Kuttâbu’n-Nebî, s. 76;
ed-Debbâ‘, Semiru’t- Tâlibîn, s. 9; el-Ebyârî, Târîhu’l-Kur’ân,
63; Şâkir, a.g.e., 11/365, 365; el- Bâşâ, Haşan, el-Funûnu’l-îslâmiyye
ve’l-Vezâ’tf ‘alâ’l-Âsâri’l-'Arabiyye, 11/908; el-Ahmedî, Mekâtîbu’r-Rasûl,
1/21; Hattâb, Suferâ’u’n-Nebî, 1/251, “es-Sefârât ve’r-Resâ’iT, s. 32;
Ali, el-Mufassal, VIII/121, 125; el-Hamed, Rasmu’l-Mushaf, s. 96;
Râmyâr, Târîh-e Kur’ân, s. 264.
Bu şahsın kâtiplik yaptığına dair sahih rivayet
bulunmamakla birlikte bu zât, kâtipler arasına girebilmiştir: İbn
Seyyidi'n-Nâs, ‘Uyûnu’l-Eser, 1/395- 396; Ali, el-Mufassal,
VIK/130-131; el-A‘zamî, a.g.e., s.79.
Hz.
Peygamber’in Surâka b. Mâlik’e vermiş olduğu emannâmenin. bir rivayete göre,
Ebû Bekir tarafından yazıldığı ileri sürülmüştür: İbn Seyyidunnâs, ‘Uyûnu’l-Eser,
1/395; İbn Kesir, el-Bidâye, V/339, 351; Hamîdullâh, el-Vesâ’ik,
s. 54, no. z; İsâ, a.g.e„ s. 330; el-A‘zamî, a.g.e„ s. 34.
Kaynaklarda
Abdullah’ın imzası ile hiç bir yazıya rastlanmamakla birlikte aşağıdaki
müelliflerce kâtip olmuştur: tbn Seyyidi’n-Nâs, ’Uyûnu’l-Eser, 1/395;
Ibn Hacer, el-îsâbe, 11/306; el-Aynî, ’Umdetu’l-Kârî, XVI/200;
el- Kalkaşendî. Subhu’l-A’şâ, 1/126; el-Amirî, Behcetu’l-MehâfÜ,
11/161; el- Kastalânî, el-Mevâhtbu’l-Ledunnîyye, 11/130: el-Halebî, İnsânu’l-'Uyûn,
III/423; ez-Zencânî, Tânhu’l-Kur’ân, s. 42; Isâ, Kuttâbu’l-Vahy,
s. 376; el- Vekîl, “Suferâ’u’n-Nebî”, s. 1124; el-A*zamî, Kuttâbu’n-Nebî,
s. 80; Şâkir, a.g.e., 11/364; el-Ahmedî, Mekâtîbu’r-Rasûi, 1/24;
Hattâb, Suferâ’u’n-Nebî, 1/262, “es-Sefârât ve’r-Resâ’il”, s. 38; Ali, el-Mufassal,
VIII/136; Râmyâr, Târih-e Kur’ân, s. 264; Mehmedzade, a.g.m., s.
108.
el-A*zamî’nin belirttiğine göre, el-Bâkıllânî el-İntisâr’mda.
tbn Selûl’u kâtip olarak nitelemiştir: el-A‘zamî, a.g.e., s. 7.
el-A’zamî’nin belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip
olarak nitelendiren el- BâkıUânrdir: el-A‘zamî, a.g.e„ s. 7.
el-Mes‘ûdî, et-Tenbîh, s. 262; Îbnu’l-Esîr, el-KâmÛ,
11/313; İbn Seyyidunnâs, a.g.e., 1/395; İbn Kesir, el-Bidâye, V/352;
el-A*zamî, a.g.e„ s. 93.
Bu
sahâbe, insanlar arasındaki borç senetlerini yazardı: el-Mes‘ûdî, et-
Tenbîh, s. 262; İbn Kesir, el-Bidâye, V/353: el-A‘zamî, a.g.e„ s.
95.
Hz. Ebû Bekir’in azatlı kölesi olan bu zâtın da,
Surâka b. Mâlik’e verilmiş emannâmeni yazdığı belirtilmektedir: İbn Kesir,
el-Bidâye, V/348; el-A’zamî, a.g.e., s. 74.
el-A‘zamî’nin
belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip olarak nitelendiren el- Bâkıllânî’dir:
el-A‘zamî, a.g.e., s. 7.
Cehm sadaka olarak verilmiş
mallan kaydederdi: el-Kadâ*î, TârîhuTKadâ'î, s. 328; îbn Hacer, el-îsâbe,
1/255; el-A‘zamî, a.g.e., s. 50.
el-Belâzuri,
Ensâbu’l-Eşrâf, 1/532; el-Ya‘kûbî, a.g.e., 11/80; îbn Hacer, el-
tsâbe, 1/255; el-A'zamî, a.g.e., s. 51.
en-Nevevî,
es-Sîre, s. 38; îbn Seyyidunnâs. a.g.e., 1/395; îbn Kesîr, el-
Bidâye, V/340; el-A'zamî, a.g.e., s. 30.
el-A‘zamî’nin
belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip olarak nitelendiren el- Bâkıllânî’dir:
el-A'zamî, a.g.e., s. 6.
îbn
'Asâkir, a.g.e., IV/325; en-Nevevî, es-Sîre, s. 38; îbn
Seyyidunnâs, a.g.e., 1/395; îbn Kesîr, el-Bidâye, V/341;
el-A'zamî, a.g.e., s. 44.
el-A‘zamî’nin
belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip olarak nitelendiren el- BâlallânTdir:
el-A'zamî, a.g.e., s. 7.
el-A‘zamî’nin
belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip olarak nitelendiren el- Bâkıllânî'dir:
el-A'zamî, a.g.e., s. 7.
İhtiyaç olduğu zaman Hz. Peygamber için yazardı:
el-Belâzurî, Ensâbu’l- Eşrâf, 1/532; et-Taberi, Târihu’l-Umem,
VI/179; îbn Abdurabbih, el-‘îkdu'l- Ferîd. IV/161; el-Cehşiyârî, a.g.e.,
s. 12.
Kaynaklar Hanzala’nın, Peygamber'in (s.a.s.)
kâtiplerinin vekili olduğunu söylemektedir: îbn Abdurabbih, el-’İkdu’l-Ferîd,
IV/161: el-Cehşiyârî. a.g.e., s. 12-13.
Bu zâtın insanlar için kâtiplik yaptığı
belirtilmektedir îbn Abdurabbih, el- ‘Îkdu’l-Fend, IV/161; el-Cehşiyârî,
a.g.e., s. 12; el-Kadâ‘î, TârîhuTKadâ'î, s. 238.
Bu
sahâbî, Mekke ve Medine şehirlerinin yıllık hurma mahsûlünü kaydederdi:
el-Mes‘ûdî, et-Tenbîh, s. 261; îbn Abdurabbih, el-'İkduTFerîd, IV/161;
el-Kadâ‘î, Târîhu’l-Kadâ'î, s. 238: el-A'zamî, a.g.e„ s. 52.
el-A‘zamî’nin belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip
olarak nitelendiren el- Bâkıllânî’dir: el-A‘zamî, a,g.e., s. 7.
el-A‘zamî’nin
belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip olarak nitelendiren el- Bâkıllânrdir:
el-A‘zamî, a,g.e., s. 7.
Mu'âz’ın
ne yazdığı bilinmemekte, sadece el-Ya‘kûbî tarafından kâtip olarak
zikredilmiştir: el-Ya‘kûbî, a,g.e„ H/80.
Kaynaklar
Mu'âviye’nin, Hâlid b. Sa’îd ile birlikte Hz. Peygamber’in sair işlerini
yazdığım kaydetmektedir: îbn Abdurabbih, el-'îkduTFerîd, IV/161;
el-Cehşiyârî, a.g.e„ s. 12.
Bu sahâbî, ganimetleri kayda almıştır: îbn
Abdurabbih, el-'İkdu’l-Ferîd, IV/161; el-Cehşiyârî, a.g.e., s.
12; el-Mes‘ûdî, et-Tenbîh, s. 261-262.
el-Muğîre insanlar
arasındaki yazışmaları yazardı: îbn Abdurabbih, el- 'İkdu’l-Ferîd,
IV/161; el-Cehşiyârî, a.g.e„ s. 12; el-Mes‘ûdî, et-Tenbîh, s.
261.
el-A‘zamî'nin
belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip olarak nitelendiren el- Bâkıllânrdir:
el-A‘zamî, a.g.e„ s. 6.
el-A‘zamî’nin belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip
olarak nitelendiren el- Bâkıllânrdir: el-A*zamî. a.g.e., s. 7.
en-Nevevî, es-Stre, s. 38; en-Nuveyrî, a.g.e.,
XVIII/236; îbn Seyyidunnâs, CLg.e., 1/395; îbn Kesir, el-Bidâye,
V/352; el-A*zamî, cug.e.. s. 99.
el-A'zamî’nin belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip
olarak nitelendiren el- BâkfUânTdir el-A'zamî, a.g.e., s. 7.
el-A*zamî’nin belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip
olarak nitelendiren el- Bâkıllânî’dir: el-A‘zamî, a.g.e„ s. 7.
Mevzû bir haberle kâtipler sırasına sokulmuştur:
îbn Seyyidunnâs, a.g.e., 1/395; îbn Kesir, el-Bidâye, V/347-48;
el-Azamî, a.g.e„ s. 67-68.
Nesebi açıklanmamış olmasından dolayı hakkında
ihtilâf vardır. Hamîdullâh’a göre, bu şahıs el-‘Alâ b. ‘Ukbe'dir; Hamîdullâh, el-Vesâ’ik,
s. 263-264, no. 154.
el-A‘zamî’nin
belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip olarak nitelendiren el- Bâlallânî’dir:
el-A*zamî. a.g.e„ s. 7.
el-A‘zamî’nin belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip
olarak nitelendiren el- Bâkıllânî’dir el-A‘zamî, cug.e., s. 6.
Bu sahâbî, sadaka olarak
infâk edilen mallan kayda almıştır: el-Mes‘ûdî, et-Tenbîh. s. 261; îbn
Seyyidunnâs, cug.e., 1/395.
[282] el-Vâhidî, Esbâbu’n-Nuzûl, s. 179-180.
[283] 6 En‘âm, 93.
[284] îbn ‘Asâkir, a.g.e., IV/341-344;
en-Nuveyrî, a.g.e., XVIII/236; îbn Kesir, el- Bidâye, V/348-49;
îbn Habîb, el-Muktefâ, s. 110; el-Kalkaşendî, a.g.e., 1/126:
el-Amirî, a.g.e„ 11/161; el-Halebî. İnsânu’l-'Uyûn, III/423.
[285] îbn Kesir, el-Bidâye, V/351.
[286] el-Ahmedî, a.g.e., 1/26.
[287] îbn Abdilberr, el-İsü'âb, III/1186-1188;
İbnu’l-Esir, Usdu’l-Gâbe, III/385.
[288] îbn Abdilberr, el-tstî‘âb, III/1187.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar