Print Friendly and PDF

VAHİY KÂTİPLİĞİ VE HZ. PEYGAMBER’İN VAHİY KÂTİPLERİ

Bunlarada Bakarsınız


Hazırlayan: Elçin MEMMEDZADE

Vahiy

Allah Teâlâ, yaratmış olduğu ilk insan Hz. Âdem’den1 zamanımıza kadar insanlar ne zaman hak yoldan, doğru yoldan ayrılmışlarsa[2], onlara, tuttukları takdirde kendilerinden râzı olacağı yolu[3], bu fâni dünyadaki[4] çok kısa denebilecek yaşamlarına tatbik ederlerse her iki âlemde mes’ûd ve bahtiyar olacakları hayat kanunlannı/şerîatı bildirmiştir5.

Çeşitli devirlerde insanlardan birini seçerek onu elçilik vazifesiyle görevlendirip kendi toplumuna peygamber olarak gönderen[5] Yüce Allah, bu görevle göndermiş olduğu son peygamber Hz. Muhammed [salla'llâhü aleyhi ve sellem] [6] aracılığıyla tenzil buyurduğu nihâî İlâhî mesajla da kıyâmete kadar gelecek tüm insanlara hitap etmiştir[7].

Arapça’da v-h-y kökünden gelen vahiy lugatta, mektup yazmak, ima ve işaret etmek, acele etmek, ilham etmek, gizli konuşmak, seslenmek, emretmek, fısıldamak gibi anlamlara gelir[8]. Şimdi vahiy kelimesinin Kur’ân’daki kullanışlarına kısaca gözatalım.

Kur’ân âyetlerine baktığımız zaman, Cenâb-ı Hakk’m peygamberlere, Havariler’e, meleklere, Hz. Musa’nın annesine, balansına, semaya ve arza vahyettiğini görürüz. Allah’tan mahlukata doğru olan vahyin, yani İlâhî kaynaklı vahyin yanında, bir de insandan insanlara ve şeytandan insanlara olan vahiy şekilleri de önümüze çıkmaktadır.

İlâhî vahye mazhar olan varlıklann başında, hiç şüphesiz Allah’ın insanlar içinden kendisi için seçtiği elçiler, peygamberler gelmektedir. Bizzat peygamberlere yapılan vahiyle ilgili Kur’ân’da pek çok örnek bulunmaktadır[9].

Allah, Havariler’e Kendi Zatına ve Elçisi’ne inanmalarım ilham ediyor, onlar da “inandık; müslûman olduğumuza Sen de şahid ol” diyorlar[10].

Bedir Harbi esnasında Allah, meleklere mü’minleri sebatlı kılmalarını vahyetmiş, melekler de mû’minlerin kuvve-i man eviyelerine güç kazandırmışlardır[11]. Buradaki vahiy, bir emir ve direktif verme anlamı taşımaktadır, diyebiliriz.

Yine Kasas suresinin 7. ayetinden anlaşıldığına göre, Yüce Allah Hz. Musa'nın annesine çocuğunu suya bırakmasını ilham etmiştir.

Yüce Allah, balansına da vahyettiğini Nahl suresinde ifade etmektedir[12]. Reşîd Rıza, vahyin bu türünü “içgüdüsel ilham” diye tanımlamaktadır[13].

Öte yandan Allah Teâlâ, herbir semaya görevini vahyettiğini bize bildirmektedir[14].

Kıyamet sahnelerinden birini anlatmakta olan “O gün Rabbinin kendisine vahyettiği veçhile yeryüzü bütün haberlerini anlatacaktır” ifadesinden, Allah’ın arza da vahyetiği anlaşılmaktadır[15].

Kur’ân’da sözü edilen bir başka vahiy şekli de, insan kaynaklı vahiydir. Başka bir ifadeyle, sözkonusu âyet bağlanımda yer alan vhy mastarından gelen kelime de etimolojik anlamında kullanılmıştır. İlgili âyet, Zekeriyyâ (aleyhisselâm)’nın, kavmine sabah akşam Allah’ı teşbih etmelerini vahyettiğinden bahsetmektedir[16]. Yani, Hz. Zekeriyyâ onlara ima ve işarette bulunmuştur[17]. Zira Allah, kendisine üç gün boyunca insanlarla, sadece işaret ve ima yoluyla konuşmasını; iletişimi yalnız ‘remz’ yolu ile kurmasını emretmiştir[18].

Şeytanların insanlara vahyetmesi de, Kur’ân-ı Kerim’de önümüze çıkan vahiy şekillerinin sonuncusudur. Bunu dile getiren En’âm suresinin 121. âyetinde geçen vahiy kelimesi de lügat anlamına bağlı olarak vesvese manasında kullanılmıştır[19].

Öyle anlaşılmaktadır ki, Kur’ân’da, vhy kökünden gelen kelimelerdeki ortak yön, iki varlık arasındaki iletişim, bir varlığın başka bir varlıkla irtibat sağlaması hususudur. Dolayısıyla, ortada bir diyalog, bir bilgi alış-verişi sözkonusudur ki, bu yönü ile vahiy, bir bilgi kaynağıdır, denebilir.

Diğer ortak bir husus daha vardır ki, o da, kurulan iletişimde, söyleyenin veya iletenin, kendisine söylenen ve iletileni, iletişim sonucunda, iletilen şeyin tesiriyle hemen harekete geçirmesi, bir davranış içine sokmasıdır. Bu, peygamber için kullanıldığında, hemen ona (söylenilene) tâbi olup onu tebliğe başlaması, tebliğ edilen insanların da bundan etkilenerek aksiyona başlaması sözkonusudur[20]. Şu halde bu anlamda vahiy, aktiviteyi, aksiyonu, canlılığı, hareketliliği, eylemliliği gerektirir. Derli toplu söyleyecek olursak, vahiy, gizli, hızlı, başkalarına gizli kalacak şekilde vahiy gönderene has bir bildirme, haberdar etme, iletişim sağlamadır, diyebiliriz. Bu irtibatta bir gizlilik, bir kapalılık sözkonusu olduğu için alıcı-verici dışındaki bir üçüncü varlık, bu iletişime muhatab olamaz. Râğıb el-îsfahâni’nin tarifine göre, böyle bir iletişim, remizli bir kelâm, ya da terkipten soyutlanmış bir ses veya bazı azalann işareti yahut da yazı vasıtasıyla olabilir; o, Hz. Zekeriyya’nm kavmine vahyedişini de buna delil olarak göstermektedir[21].

Vahyin lügat anlamlarına kısaca baktıktan sonra, şimdi vahiy denince akla ne geldiği; başka bir ifadeyle, vahyin ıstılâhî manada/terim olarak neyi ifade ettiği konusuna geçeceğiz; ancak daha önce, hemen şunu belirtelim ki, vahyin, terim anlamının bir çok tarifi yapılmış; bunlar, temelde, özde aynilik arzettiği gibi, teferruatlarında bazı küçük farklılıkları da içermektedir[22]. Biz burada, vahyin, İslâm ulemâsı tarafından yapılmış muhtelif tanımlarım sıralamayacağız. Bununla birlikte, konumuzla yakından alâkadar olduğunu gözönünde bulundurarak, bizzat Kur’ân’m bu husustaki görüşünü serdetmek istiyoruz.

Vahiy, Kur’ân’a göre, gerek doğrudan kalbe lika etmek, isterse perde arkasından, yahut bir elçi vasıtasıyla olmak üzere Allah’ın peygamberlerle irtibat sağlaması, konuşması, mesajım iletmesidir[23]. Kur’ân’m da vahiy olduğunu bu ve bu hususu ortaya koymakta olan başka âyetlere[24] [25] dayanarak söyleyebileceğimiz gibi, bundan böyle vahiy denince Kur’ân’ı kastettiğimizi de ifade etmek isteriz.

Görüldüğü gibi, üç unsurlu bir ilişkiyi (vahyeden-vahiy- kendisine vahyedilen) ifade eden ‘vahy’, Allah ile Peygamber arasında gerçekleşen özel bir iletişim olduğu için bunun mahiyetini tespit etmemiz —benzer bir tecrübeyi yaşamadığımız için— mümkün olmayacaktır. Ancak bu durumun, bizim vahiy hakkında konuşmamızı imkân dışına çıkarmadığı kanaatindeyiz. Zira vahiy, Peygamber dışındaki insanlara ulaştığı haliyle, şekli ve muhtevası muayyen bir bütün teşkil etmektedir. îşte bu haliyle vahye, isteyen her insan ulaşabilir; onun hakkında, diğer insanlar tarafından doğruluğu tahkik edilebilir görüşler beyan edebilir. Çünkü, Peygamber dışındaki insanlar açısından, vahyetme, netice itibariyle ne olduğu belli bir hitabın kendilerine ulaşmasından ibarettir. Bu nedenle olsa gerek ki, vahyin mahiyeti, niteliği hususunda çeşitli İslâmî ekoller ve mezhepler tarafından birçok fikir ileri sürülmüş; kendisine benzer olgularla mukayesesi, diğer dinlerdeki vahiy telâkkileri ile karşılaştırılması yapılmış; başka bir ifadeyle, vahiy diye bir vâkıanm anlaşılır olabilmesi için çok gayret sarfedilmiş ve hâlen de bu olgu etrafında çaba harcanmaktadır26. Bazı yorumlar —nasslar çerçevesinde hareket edildiği takdirde— yapılsa bile, yine de bunlar, vahyin hakikatini ortaya koyucu nitelikte olamamaktadır. Çünkü, Cenâb-ı Allah vahiy konusunda insanlığa çok az bilgi verdiği gibi27, bu konuda onu mükellef de tutmamıştır. Bu nedenledir ki, kaynağı itibariyle metafizik alana mahsus vahiy olgusunun arkaplanmı ortaya çıkarmak yönünde kat'î bir söz söylenemez; Kur’ân’ın tabiriyle bu eylem, nişangâhı görmediği halde hedefi tutturmaya uğraşan kişinin davranışından farklı değildir28.

Bizim için burada sözkonusu olan, Peygamber dışındaki vahyin ilk muhatapları gibi, vahyetme süreci neticesinde insanlara ulaşan Allah Kelâmı’nın, bizzat Peygamberin sağlığında genel olarak yazıya geçirilme süreci olduğu gibi, bu işlemi mahzâ tahakkuk ettiren zevat, bunların kullanmış olduğu malzemeler ve izledikleri metodlardır.

Kur’ânî ilimler içerisinde oldukça geniş bir alana sahip ‘vahiyle ilgili aktardığımız bu bilgilerden sonra, konumuzla doğrudan ilgisi bulunan yazı/kitâbet konusunu da kısaca ele alacağız.

Yazı

Yazı, kendisinde, sistemli bir biçimde tek bir remzin/işâretin, ister tüm olarak sözü, ister ses sıralamasını, isterse ayrıca bir konuşma sesini aktaran sabit (değişmeyen) ses terkibidir. Bu sistem, dildeki telaffuzu simgelemek için kullanılmakta olan simgeler (işaretler) sistemi olarak da tanımlanabilir. Başka bir ifadeyle, yazı/kitâbet, nutku (sözü, mefhûmu) yazı unsurları aracılığıyla tespit eder.

Tarihî seyrine kısaca göz atacak olursak, yazı, kendisinin en ilkel türü olan resim çizgisi (piktografi) olarak önümüze çıkmaktadır. Yani mesajı ulaştırmak amacıyla eşya vb. göndermek her zaman elverişli olmadığı için, insan, tedricen nesneyi değil, onun resmini çizip göndermeye başlamıştır. Nitekim bu husûsu, arkeolojik araştırmalar sonucu ortaya çıkan buluntular (kitabeler, yazıtlar) da desteklemektedir. Zamanla bu resim-mesajlar “geliştirilerek” ideografik yazıya29 geçilmiştir. Bu aşamada yazı işaretlerinin (remizlerin) her biri, günümüzde Japonya, Çin ve benzeri ülkelerde kullanılan yazıda olduğu gibi, sözün tümünü ve yahut da anlamlı bir parçasını bildirmiş ve dolayısıyla sözün kendisine bağlı tüm lugavî (nahvi) şekillerini ifade etmiştir. Sözgelimi “ayak” ideogramı30 “yürümek” anlamına geldiği gibi, “kalkmak”, “gitmek”, “gelmek” anlamlarını da ifade etmiştir. Bu yazı sistemi bir önceki yazı ile kendisinden sonraki hece yazısı arasında geçiş safhasını oluşturmuştur31. En eski işâretleri M.Ö. III. binyılm başında Sümer Yazısı'nda32 görülen hece yazısı sistemine göre, yazıda, dilde bulunan hecelerin sayısı kadar öge bulunmalıdır. Hece yazısı —bu özelliğinin doğal sonucu olarak—, ses yazısından öğelerinin çokluğu ile ayrılır33.

Esasen ideografik yazıdan türemiş34 Ses Yazısı35 —daha yaygm ismiyle, Alfabe— dilin seslerini hat unsurları aracılığıyla somutlaştırırken noktalama işaretlerinden de büyük ölçüde

Bu yazı türüne ‘Fikir Yazısı’ da denmektedir. Gerek çizgi/çizgiler, gerekse de bunlardan yapılmış şekiller, bir nesneyi, fikri ya da mânâyı ifade etmiştir.

Krş.: Japonya ve Çin'de: ‘Hieroglif.

“Yazı”, Azerbaycan Sovet Ensiklopediyası (ASE), ASE yay., Bakı 1981, V/48. İşâretleri görünüşte çiviye benzediğinden bu yazıya ‘Çivi Yazısı’ da denmektedir.

Ses yazısında en çok 70 kadar öğenin kullanılmasına karşm hece yazısında en az 300 unsur bulunmaktadır.

Yazı tarihçilerine göre, ideografik yazının işâretleri, zamanla kelimenin tümünü değil, yalnız seslerini ifade etmeye başlamış ve neticede harfli yazı meydana gelmiştir.

Bu yazı türüne dilbilgisi terminolojisinde ‘fonografik yazı’ denir. Ayrıca bkz.: Yazır, Mahmûd Bedreddin, Medeniyet Âleminde Yazı ve tslâm Medeniyetinde Kalem Güzeli, TDV yay., Ankara 1972,1/13.

yararlanmaktadır. Yazının tarihî seyrinde, ilk defa ünsüz sesleri aktaran simgeler eski Mısır yazısında görülmekle beraber, eski harfli yazıların en mükemmeli Fenike yazısıdır. Pek çok alfabenin temelini oluşturan bu yazı, Arap yazısının oluşmasmda da önemli bir rol oynamıştır36.

Yazının tarihine ilişkin bilgileri, böylece genel ve özlü bir tarzda aktardıktan sonra, bizi burada alâkadar eden ve Kur'ân'ın hiçbir tahrif ve değişikliğe uğramadan günümüze kadar ulaşmasında önemli bir yeri olan Arap yazısını ele alacağız.

Hicrî III. asırdan başlayarak İslâm müellifleri, Arap yazısı hakkında çeşitli rivâyetler naklederler. Aktarılmış olan bu nakiller ayrıntılarda farklılıklar arzetmektedir. Bununla beraber, Arap yazısının, Tayy kabilesinden üç kişi37 tarafından îcât edildiği görüşünde ittifâk olduğu görülmektedir. Buna göre, sözkonusu üç

Fenike yazışının Doğu ve Batı'da yayılması neticesinde Doğu kolundan, çok kısa zaman zarfında Sâmî milletlerin yânısıra Küçük Asya'dan Hindistan’a kadar büyük bir alanda ortak iletişim vasıtasına dönüşen ve Eski Türk (Uygur), Suriye, îran (Pehlevî), Arap, Yahûdî, Moğol alfabelerinin—bunların ortak yönü, sağdan-sola yazılması ve konsonanttık prensibini korumalarıdır— anası addedilen Arâmî Yazısı türemiştir. Batı kolundan ise Latin Alfabesi ve buna dayanan alfabelere temel olan, yunanlıların daha sonra yazı yönünü soldan-sağa çevirmekle beraber ona ünlü harfler de ilâve ettikleri Yunan Yazısı türemiştir. Daha fazla bilgi için bkz.: “Arap: II. Yazı”, Çetin, M. Nihad, DİA, III/276; “Yazı”, ASE, V/48.

el-Belâzuri, Ebû'l-Hasen, Futühu'l-Buldân (Tah. Rıdvân M. Rıdvân), Beyrut 1403/1983, s. 456; el-Cehşiyârî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdûs, Kttâbu’l-Vuzerâ’ ve’l-Kuttâb (Tah. Mustafâ es-Sekâ. İbrâhîm el-Ebyâri ve Abdulhafîz Şelbî), 2.bsk., Kahire 1401/1980, s. 1; e’s-Sûlî, Ebû Bekir Muhammed b. Yahyâ, Edebu'l-Kuttâb (Haz. Muhammed Behce el-Eseri), Beyrut t.y., s. 30: İbn Ca'de tarikiyle nakledilen bu rivâyete göre Arap yazısı üç değil, iki kişi tarafından îcât edilmiştir; İbnu'n-Nedîm, el-Fihrtst (Tah. İbrahim Ramadan), Beyrut 1415/1994, s. 14.

kişi tarafından oluşturulmuş Arap yazısını, el-Enbâr halkından bazı kimseler öğrenmişler, sonra da el-Hîre halkı Arap yazısıyla el-Enbâr halkı aracılığıyla tanışmıştır. Dûmetulcendel emîri Ukeydir'in hıristiyan kardeşi Bişr b. Abdûlmelik Hîre halkından yazıyı öğrendikten sonra Mekke'ye gelmiştir. Bu kişinin yazı yazmayı bildiğini gören Sufyân b. Umeyye b. Abdişems ile Ebû Kays b. Abdimenâf b. Zuhre b. Kilâb'ın kendisinden rica etmeleri üzerine, Bişr, bu ikisine önce heceyi/alfabeyi öğretmiş, sonra da hattı/nasıl yazılacağım göstermiştir38. Fakat el-Cehşiyârî ile İbnu’n-Nedîm, el- Belâzurî’nin bu görüşünü paylaşmamaktadırlar. Bunlara göre, Kureyş kabilesinden yazı yazmayı öğrenen ilk kişi Sufyân b. Umeyye değil, Harb b. Umeyye’dir39. Sözkonusu Bişr’in, bâzı kaynaklarda verilen40, Harb b. Umeyye’nin kızı Sahbâ ile evlendiği haberine dayanan Hamîdullâh, Sufyân b. Harb’ın, bâzı tarihçilerin eserlerinde Muaviye’nin babası Ebû Sufyân b. Harb b. Umeyye’ye dönüşebileceğini ihtimâl dâhilinde addederek el-Cehşiyârî ve İbnu’n- Nedîm’i haklı görmekte, naklettikleri rivâyeti de daha doğru bulmaktadır41.

Hicrî IV. asır müelliflerinden Muhammed b. Yahyâ es-Sûlî kaleme almış olduğu Edebu’l-Kuttâb isimli eserinde Arap yazısının doğuşu konusuna da müstakil bir fasıl ayırmıştır. Sûlî, sadece ilk râvîyi vermek sûretiyle Arap yazısının ilk defa Hz. Âdem ve Hz. Îsmâ'îl tarafından yazıldığım ifade eden nakiller yapmıştır[26]. Buna benzer rivayetlere el-Cehşiyârî’nin Kitâbu’l-Vuzerâ' ve’l-Kuttâb'ında[27] ve İbnu’n-Nedîm’in el-Fihrist inde[28] de rastlamaktayız.

İslâm'dan önceki ve İslâm'ın ilk dönemlerine tesâdüf eden yazıtların[29] tetkiki, Arap yazısının Nabat yazısından oluşarak bir nevi onun gelişmiş bir devamı olduğu neticesini vermektedir. Yine, bu rivâyetlerde zikredilen şahıslar ve mekânlarla Hicâz ehlinin bağlantılarının ve çeşitli ilişkilerinin incelenmesi de, yazının, Eribâr- Hîra-Dûmetulcendel güzergâhı ile Hicâz’a ulaşmış olduğu sonucunu ortaya koymaktadır. Her ne kadar tarihî kaynaklar yazıyı bilen bazı şahıslardan[30] söz etmekte ise de, mezkur dönemlerin imzasını taşıyan herhangi bir vesika hâlen elimizde mevcut değildir, el- Belâzurî'nin verdiği bilgiye göre, câhiliye devrinin sonlarıyla İslâm'ın doğuşuna rastlayan zaman diliminde kadın-erkek toplam yirmi küsur kişi yazı yazmaktaydı[31].

Bu veya diğer güvenilir kaynaklarda isimleri verilen yazıyı bileri şahsiyetlerden hangilerinin Hz. Peygamber tarafından yazman/kâtip olarak istihdâm edildiği ve daha da önemlisi, bu müessesede bunlardan kimlerin bizzat Vahy-i Ilâhî'yi yazmakla görevli olduğu; başka bir ifadeyle, yazı yazabilen sahâbîlerden hangilerinin vahiy kâtipleri arasında mütalaa edilebileceği konusunu da yeri gelince açıklığa kavuşturmaya çalışacağız.

Arap yazısını konu edinen kitaplarda müellifler, sözkonusu dönemin yazı malzemeleri hakkında da bilgi vermişlerdir. Fakat aktarılan bu bilgilerde, üzerine yazı yazılan nesneler hakkında geniş mâlumâtın yer almasına karşılık, kendisiyle yazılan malzemelerden hemen hemen hiç bahsedilmemektedir. Eski mûteber kaynakların vermiş olduğu haberlere göre —kanaatimizce bunlar, bir bilgi olmaktan ziyâde, bir inanış mahiyetindedir—, ilk yazı yazan Âdem (aleyhisselâm) toprak üzerine yazmıştır. Sonra insanlar büyük selden önce, yazıların uzun zaman kalabilmesi için bakır ve taş üzerine yazmışlardır. İbn Nedim, böylece çeşitli toplulukların üzerinde yazı yazdıkları muhtelif nesneleri zikrettiği gibi, Arapların da kullanmış oldukları malzemelerden söz etmektedir. Onun bildirdiğine göre, dönemin yazı malzemeleri olarak kürek kemikleri, ince beyaz taşlar ve hurma dallan kullanılmıştır[32]. Hz. Ömer'in müslüman oluşuna dair rivayetlerden anlaşılmaktadır ki, Kur'ân-ı Kerim'in yazıldığı malzemeler arasına sahifeyi (papirüs, parşömen) de katmamız gerekmektedir[33]. Aynca Kureyş'in, Benû Hâşim ve Benû Muttalib'e karşı uygulanmak üzere tasarlamış oldukları boykotun maddelerini yazdıkları malzeme de kaynaklarımızda sahife diye geçmektedir[34].

Ahmed b. Hanbel, Zeyd b. Sâbit'in “...Hz. Peygamber bana:"Ey Zeyd, yazıver!" dedi, ben de bir kürek kemiği aldım...” ve "Rasulullah'ın yanında Kur'ân'ı bez parçalan üzerine yazardık..." gibi rivayetlerini nakletmektedir ki, bunlar, ilk dönemin yazı gereçlerini tanıtması bakımından oldukça büyük önem arzetmektedir[35].

Keza Yemâme harbinde Kur'ân bilginlerinden büyük bir topluluğun şehit edilmesiyle zuhûr eden endişe sonucu Hz. Ebû Bekir'le Hz. Ömer dağınık halde olan Kur'ân âyetlerini biraraya toplaması için Zeyd b. Sâbit’i görevlendirdiler. Zeyd'in, bu olayı ve Kur'ân'ı iki kapak arasına topladığını anlatan hadisinden anlaşılmaktadır ki, üzerinde âyetlerin yazılı olduğu çeşitli yazı gereçleri arasında aşılanmış deri parçalan/kağıt parçalan, yapraklan temizlenmiş düzgün hurma dallan, ince beyaz taşlar, geniş omuz kemikleri, devenin hörgücü büyüklüğünde olan palan/semerler, iri kaburga -kemiklerinin yanı sıra, sahifeler ve levhalar da bulunmaktadır[36].

Yine Hz. Peygamber Mekke'den Medine’ye Hz. Ebû Bekir'le birlikte hicret ederken Suraka b. Mâlik, onları yakalayıp Mekke müşriklerine yüz deve karşılığında teslim etmek amacıyla tâkip ediyordu. Mâlum olaydan sonra Islâm’ı kabul eden Suraka'nın bir ferman/emannâme istemesi üzerine Hz. Peygamber, istenilen bu fermanı yazması için Hz. Ebû Bekir'e tâlimat verdi. İbn Hişâm'ın naklettiğine göre, bu emannâme bir kemik (veya bez parçası) üzerine yazılmıştır[37].

Hindistan'a ilişkin araştırmalarıyla tanınan el-Bîrûnî, yerli yazıyla Arap yazısını mükâyese ederken, Arapların, genellikle deriyi yazı malzemesi olarak kullandığını, Hz. Peygamber'in komşu devletlerin hükümdarlarına gördermiş olduğu mektupların ise — Kur'ân mushaflannm yazıldığı gibi — ceylân derisi üzerine yazıldığım zikretmektedir[38].

Aktarılmış bilgileri toparlayacak olursak, araştırdığımız dönemin yazı malzemeleri hususunda şunları söyleyebiliriz: Islâm'ın doğuşunda ve bunu tâkib eden zaman diliminde yaygın olarak kullanılan yazı malzemelerinin başmda ince taş ve tahta levhalar, kemikler, kumaşlar, aşılanmış çeşitli hayvan derileri, papirüs ve kağıt gelmektedir. Yalnız parşömen, pahalı olması hasebiyle, daha az kullanılmıştır. Sözkonusu yazı gereci sadece kıymetli vesikalar, gönderilen mektuplar ve özellikle de mushaflar için tercih edilmiştir.

Daha önce de anıldığı gibi, yazı, Islâm'ın doğuşu esnâsmda çok yaygın değildi. Tarihî kaynakların, bu devirde Mekke'de sadece onyedi kişinin okuyup yazabildiğin! zikretmeleri, mezkûr dönemin yazıyla olan irtibâtını açıkça ortaya koymaktadır. Yine bu husus, yazının az kullanıldığına bir delil teşkil etmektedir. Bunun nedeni ile bağlantılı olarak İbn Haldûn: “Mudarlar yazıyı, kendilerinden öğrendikleri Himyerliler gibi güzel yazamıyorlardı. Bunun sebebi Mudarlann göçebe hayat sürmeleridir; göçebelikle sanat birbirinden uzak olduğundan, böylesi bir yaşam tarzında sanatlar gelişemez ve güzelleşemez. Zaten göçebenin, genellikle bu sanatlara bir ihtiyâcı da yoktur” açıklamasını yaptıktan sonra, Arapların, Şam, Yemen, Irak ve Mısır ahâlisine nisbetle yerleşik ve medenî hayattan uzak kaldıkları için Islâm'ın ilk günlerinde sağlam, iyi ve güzel bir hâle ulaşmış yazıya sahip olmadıklarını ifade etmektedir[39].

Tezimizle doğrudan alâkası olan Arap yazısının gelişimi konusuna son vermek istiyoruz; ancak bundan önce, bir husûsu da önemine binâen zikretmeden geçemeyeceyiz. O da, Vahy-i İlâhînin, Hz. Peygamber zamanında şifâhî/sözel      yolla yayılmasıdır.

Dolayısıyla inen âyetlerin korunmasında izlenmiş olan birinci araç, I Arapların, gıpta uyandırır dereceye varan ezberleme kabiliyetleridir. Başka bir ifadeyle, yazının, Kur'ân-ı Kerim'in korunmasındaki rolü büyüktür, fakat yine de döneme özgü olarak yazı, tâyin edici olmayıp, ancak hâfızaya yardımcı bir vasıta olarak kalmıştır.

I. BÖLÜM

VAHYİN YAZIYA GEÇİRİLMESİ

A Mekke Dönemi

İslâm’ın ve tabiatıyla bu dinin beraberinde getirmiş olduğu İslâm kültürünün güçlenip gelişmesinde önemli bir dönüm noktası Mekke’li müslümanların Medine’ye hicret etmeliridir, dense yanlış olmasa gerektir. Sayılan kat kat az olan Müslümanlara Mekke müşrikleri tarafından yapılan zulüm ve işkencelerle, Medine’de hicretten hemen sonra kurulan Medine İslâm şehir-devletinin karşılaştırılması tarihen sâbit olan bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır. Bunu göz önünde bulundurarak, vahyin yazıya geçirilme sürecini Mekke Dönemi ve Medine Dönemi olmak üzere incelemeye tâbi tutmak, kanaatimizce daha uygundur.

İslâm’ın doğduğu Mekke şehri, kendisinin coğrafi konumu sebebiyle, Arap Yanmadası’mn Güney bölgelerinden Kuzey ve Kuzey- Doğu istikâmetinde hareket eden tüm ticârî kervanların —tabiri yerindeyse— mola verdiği yer mesâbesinde olmuştur. Bu nedenle olmalıdır ki, Mekke şehri giderek büyük ticârî merkez hâlini almıştır. Bunun yanısıra, Mekke’yi neredeyse “başkent” konumuna getiren sebepler arasında, kendisinin, tüm civar kabilelerin hacc için akın akın geldikleri ibâdet merkezi olma husûsiyeti de vardır. Zira bütün etraf kabilelerin taptıkları kabile tapınaklan/putlan Kâbe mâbedinin içinde bulunuyordu. Kısaca ifade etmek gerekirse, Mekke şehri, Arap Yanmadası’mn ticârî merkezlerini birbirilerine bağlayan yollann kesişme noktası olmuştur. Mekkeli tâcirler burada muntazam çeşitli panayır, yarmarka ve fuarlar düzenleyerek Mekke’nin bu mevkiini değerlendirmekte geç kalmadılar. Bunlann başım çeken yıllık Ukâz[40] fuanna genel ve serî bir şekilde göz atılırsa, bu fuann, en yakın komşular olarak Mekkeliler ve Tâiflilerin etkileri altında olduğu görülür. Ukâz fuannm dikkatleri üzerine çeken diğer bir özelliği de, burada, hukukî meseleleri çözüme kavuşturmak için Temîm kabilesinden gelen hakemlerin bulunmuş olmalandır. Bu kabile, yarımadanın en uzak Doğu’sunda, Basra körfezi kıyılarında oturmakta ve bu görevi tevârüs yolu ile ellerinde bulundurmakta idiler.

Ukâz fuanna, Arap yanmadasımn Güney bölgesinde hüküm süren Kinde Kralları’nın ticârî mallar göndermelerine karşın, yarımadanın Kuzey bölgesinde bulunan Hîre Kralları da buraya, kendi ülkelerinde çıkan mallan ihrâc ediyordu. Ünlü hatip ve şâirler bu edebî fuara muntazaman katılarak kendi değer ve maharetlerini buraya akın eden halk yığmlan karşısında ortaya koymaktaydılar. Ukûz’da okunmuş ve en mükemmel olarak kabul edilmiş şiirlerin (“Yedi Askı”, “el-Mu'allakâtu’s-Seb'a”) yazılarak Mekke’de Kâ’be mâbedi içine asılması bu fuarın edebî yönünü açıkça ortaya koymakta ve bir nebze Mekke’de yazının durumu hususunda fikir vermektedir. Ukâz fuarında gerçekleştirilen edebî faaliyetlere dayanan M. Hamîdullâh, bu fuann pekâlâ Araplararası bir edebî kongre konumunda olduğunu ifade etmektedir[41].

îslâm tarihçileri İsrarla belirtmişler ki, İslâm'ın henüz doğuşu sırasında Arabistan'ın en gelişmiş şehri mesâbesinde olan Mekke’de sadece onbeş yirmi kişi okuma-yazma ile tanışmış bulunmaktaydı. Yukarıda Mekke’nin edebî yönüne ilişkin kısaca aktardığımız bilgiler, bu ifadeyi kelimesi kelimesine kabûl etmemize engel olmaktadır. Başka bir ifadeyle, Mekke ahâlisinin meşgul oldukları meslek (ticâret) onları diğer komşu devletlerle —mal mubâdelesi, alış-veriş vb. sâyesinde— irtibâta sevk etmiştir. Civar bölgelere ticârî kâfilelerle yapılan sayısız seferler Mekkelileri dış dünyaya açmış, onlan diğer sosyo-kültürel ortamlarla tanıştırmıştır. Araplar bu yolculukları esnâsmda kültür alış-verişi icâbı diğer uygarlıklardan bilmediklerini öğrenmişlerdir ki, yazıyı da bunlardan sayabiliriz. Kaldı ki, ticâretin kendisi iyi okuma-yazma ve hesap bilgilerini gerektirmektedir.

Öte yandan, kaynaklarda geçen bazı haberler, bizi, en ileri derecede bir fikrî-edebî faaliyetin Mekke’de olduğunu ileri sürmeye zorlamaktadır. İbnu’n-Nedîm’in naklettiği bir habere göre, Halife el- Me’mûn’un hazînesinde Abdulmuttalib’in kadın yazışma benzer yazısıyla bir yazı/kitap vardı[42]. Bu haberden anlaşıldığı gibi, okuma- yazma kadınlar arasında da yaygın idi. Bunu, Hz. Ömer’in akrabalarından biri olan eş-Şifâ İsimli bir kadının kendi kızı Hafsa’ya okuma-yazma öğretmesi haberi de desteklemektedir[43]. Aynı Ömer’in müslüman oluşunu konu edinen haberlere göre, Ömer’in kızkardeşi Fâtıma da okuma-yazma biliyordu. Çünkü, kendisi hicretten önce Mekke’de oturuyorken üzerinde Kur’ân-ı Kerîm’in bazı sûrelerinin yazılı bulunduğu yapraklara sahipti[44].

Mekke yakınında oturmakta olan Hıızeyl kabilesine mensup Zılme isimli bir fâhişenin küçük kız iken kabilenin okuluna gittiğine ve burada öğrencilerin kalem ve mürekkep kaplarıyla oynadığına dair bir haber de İbn Kuteybe’nin ‘Uyûnu’l-Ahbâfmda bulunmaktadır[45].

Yine el-Belâzurî, kaleme almış olduğu Futûhu’l-Buldân'mda., okuma-yazma konusunda söz sahibi olan Mekkeli kadınlardan sözetmektedir. el-Belâzurî’nin verdiyi haberlere göre, eş-Şifâ, Hafsa el-‘Adeviyye, Ummu Gülsüm bint ‘Ukbe, ‘Aişe bint Sa‘d b. ‘Ubâde ve Kerîme bint el-Mikdâd hem okuma, hem de yazmayı biliyordu. Buna mukabil, Hz. Peygamberin eşlerinden olan Hz.Aişe ve Hz. Ummu Seleme ise sadece okuma bilmekteydi[46]. Hatta, Hz. Peygamberin ilk eşi Hz. Hadîce’nin yeğeni Varaka b. Nevfel’in kızkardeşi[47] Kuteyle bint Nevfel mukaddes kitapları okuyordu[48]. Kültür hayatında kadınların bu kadar yüksek derecede aktif olmalarından yola çıkarak, erkeklerin de en azından bu seviyede olduğunu söyleyebiliriz. Mü’minlerin annesi[49] Hz. Hadîce’nin yeğeni Varaka b. Nevfel’in, Mekke’de Încîl’i Arapça’ya çevirmekle meşgul olduğu[50] haberi bu görüşümüzün dayanağı olması bakımından büyük önem taşımaktadır. Öte yandan, İslâm’ın henüz yeni geldiği bir çağda Mekke’de erkeklerden yirmi civarında bir okuma-yazma bilenler topluluğunun isimlerinin kaynaklarda geçmesi de, bu görüşü desteklemektedir.

Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] ’e vahyolunan ilk âyetlerin “Oku!” emri[51] ile başlaması ve devamla, ilimlerin korunması ve gelişmesinde temel unsur gibi niteleğebileceğimiz ‘kalem’in övgüsüne tahsis olunmasıyla, İslâm’ın ilme verdiği büyük önem vurgulanmaktadır. Bir bakıma bu âyetlerle Allah Teâlâ, ilmin, bilgi edinme ve bunu korumanın iki önemli husûsiyeti olan okuma ve yazmayı88 ön plana çıkarmıştır, denilebilir. Dolayısıyla, kalemin/yazının/yazı yazmanın medhedilmesinden maksat, bize, yazının ne kadar büyük ehemmiyet taşıdığını anlatmak ve insanoğlunun dikkatlerini bu gerçeğe celb etmektir.

Öte yandan Kur’ân-ı Kerîm’in, daha Mekke’de vahyolunmuş diğer bir suresinin kaleme ve yazıya yeminle[52] başlaması da, İslâm’da yazının sahip olduğu önemli ve bir o kadar da şerefli yeri ifade etmeye yeterlidir.

Allah Teâlâ’nm elçisi olması hasebiyle her keşten önce bu gerçeğe ulaşmış bulunan Hz. Peygamber, tebliğ etmekte olduğu dinin korunması için tedbirler almakta geç kalmadı. Daha işin başında iken Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] , Arapların gıpta edilecek sının aşmış boyutta olan hafızalarından büyük ölçüde yararlanmıştır. Kaynaklarda yer alan bilgilere göre, bu sıralarda kendisine indirilen vahiyleri, sayılan henüz çok az denilebilecek kadar olan Müslümanlara okuyordu. Bu arada anlaşılması zor olan kısınılan da onlar için açıklıyordu. Fakat, hicretten evvelki bu devir, îslâm’ın ve bu dinin yeni müntesiplerinin İslâm’a karşı çıkan hemşehrileri tarafından sürekli eziyet ve işkence altında tutulduğu bir devirdir. Bu nedenle de pek az kimse bu yeni harekete katılmış bulunuyordu. İslâm'ın henüz bu filizlenme çağmda rahat bir şekilde davranabilmemelerinin bir delilidir ki, Hz. Peygamber ve İslâm’ı kabul etmiş Mekkeliler Kureyş’in zulmünden korunmak için İbn Ebi’l-Erkam’m es-Safâ tepesi yanındaki evinde gizli olarak toplanmakta idiler[53].

Hicretten evvel, Medine döneminden farklı olarak, Mekke döneminde inmiş vahye genel olarak göz atacak olursak, çeşitli vesilelerle ilim ve bunun araştırılması konusuna değinen âyetlerin hemen hemen tamamının bu devirde nâzil olduğunu görürüz. Bu âyetler, vahy-i İlâhîyi anlamanın yolunun ilimden, bilgi sahibi olmaktan geçtiğini vurgulamaktadır. Bilenlerle bilmeyenleri farklı

mevkilerde tutarak Kur’ân’m âyetlerinden sadece bilenlerin ibret alabileceğini[54], bilmeyenlere, bilmediklerini bilenlere sormalarım emretmekle[55] bilgili kişilere vermiş olduğu değeri ortaya koyan âyetler, Kur’ân-ı Kerîm’in henüz Mekke’de vahyolunan ve ilim konusuna dokunan pek çok âyetlerinden sadece ikisidir[56].

Hz. Peygamber, kendisinden önce gönderilmiş semâvî kitapların tahrif ve tağyirden yeterince nasiplerini aldıklarından[57] haberdardı. O, Cenâb-ı Allah’ın, kendisine indirdiği vahyin âkibetinin de, kendisinden önceki mukaddes kitapların sonu gibi olmaması ve İlâhî âyetlerin sonraki nesillere hiçbir değişikliğe uğramadan, bizzat kendisine indirildiği şekilde sağlam ulaşabilmesini sağlamayı da, peygamberlik görevinin gereği üstlenmiş bulunmaktaydı. Bu amaçla, daha Mekke’de zor şartlar altında İslâm’ı tebliğ ettiği zamanlardan başlayarak, inen âyetleri Müslümanlar arasından yazıyı bilenlere muntazam olarak yazdırıyordu. Bizi bu düşünceye sevk eden âmili, ilâhî mesajı Mekke’de tebliğ ettiği zaman Hz. Peygamber’e karşı gelen kişilerin iddialarından sözetmekte olan âyetlerde bulmaktayız. İslâm’a azılı düşman kesilmiş bu adamlar[58], Allah Teâlâ’nın Elçi’sine indirdiği âyetleri, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] ’in —kendisinin yazamaması nedeniyle— başkalarına yazdırmış ve kendisine de ezberleyip öğrenmesi için sabah akşam okunan eskilerin masalları olarak nitelemişlerdi76. Bu âyete dayanarak Hz. Peygamber’in ‘ûmmT olduğu fikrine rahatça varabildiğimiz gibi, aynı âyeti, henüz Mekke döneminde vahyin yazıya geçirildiğini iddiâ etmek için pekâlâ başlıca mesnet kabul edebiliriz. Zira bu âyetten kolayca anlaşıldığı üzere, ortada, üzerinde vahyin yazılı bulunduğu malzeme(ler) sözkonusudur.

Yüce Allah'ın Ademoğluna göndermiş olduğu son İlâhî çağınım, Hz. Peygamber tarafından daha risâletinin ilk dönemlerinde yazı vasıtasıyla kayda alındığına dair Kur’ân’da bulunan bir diğer delil olarak Hûd suresinin 13. âyetini inceleyebiliriz. Mezkûr âyet-i kerîme, vahy-i İlâhînin, kendisini kabul etmekte zorlanan ve yine kendisini uydurma diye nitelemekte olan müşrik Araplara —bunlara kıyâsen de tüm insanlığa— karşı meydan okuyup kendi surelerine benzer on sure77 yazıp getirmelerini istemektedir. Bu durum bizi, ortada mukâyese edilebilecek somut verilerin olduğu fikrine götürmektedir. Başka bir ifadeyle, bu meydan okuma eyleminden yola çıkarak, En azından, Hz. Peygamber’in elinde mukâyese edilebilecek yazılı metinlerin mevcut olduğunu düşünebiliriz.

Öte yandan, DanimarkalI şarkiyatçı Frantz Buhl, İslâm. Ansiklopedisi için kaleme almış olduğu “Kur’ân” maddesinde, nesh meselesini delil göstermek suretiyle “...bu âyetler, yalnız şifâhî olarak nakledilmiş olsa idi, bu nesh keyfiyeti zarûrî olmazdı" diyerek vahyin, Hz. Peygamber tarafından henüz Mekke döneminde yazı ile kayda geçirilmesinin sağlandığım, kendi ifadesiyle “daha açık surette isbât” etmektedir78.

Kezâ, peyderpey inmekte olan vahyin yerinin/sırasının bizzat Hz. Peygamber tarafından düzenlenmiş olduğuna ilişkin rivayetler de vardır. el-Ya*kûbî’nin İbn Abbâs’tan naklettiiği bir habere göre, Cebrâîl Peygamber’e vahiyle geldiği zaman getirdiği vahyin yerini de bildiriyordu79. Hz. Osman’dan rivayet edilen diğer bir haberde zikredildiği üzere, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] ’e âyetler indirildikçe kendisi için yazı yazanlardan bir kısmını çağırıp “bu âyetleri, içerisinde şöyle şöyle diye bahseden surenin içine koyunuz/yazınız”80 diyordu. Bizim açımızdan burada üç önemli nokta vardır. Birinci ve açık olan mâna odur ki, Hz. Peygamber, kendisine vahyolunan âyetleri yazdırmakla kalmamış, onların yerlerini de tanzim ve tertip etmiştir. Hadiste geçmekte olan “...Yed’û ba'da men yektubu ‘indehü..." ifadesini incelersek, kalan iki mühim nokta da ortaya çıkacaktır. Dikkat edersek, rivayette yer almakta olan “’indehû” (yanında bulunan/sırf kendisi için/görevlendirmiş olduğu) sözcüğü, bir bakıma, Hz. Peygamber’in vahyi yazdırmak için çağırdığı kâtipleri belirtmektedir. Başka bir ibâreyle, İslâm’ın Yüce Peygamber’!, Allah Teâlâ’nın kendisine vahyettiği âyetleri yazdırmak suretiyle koruma altına almak için kâtipler/yazmanlar edinmişti. Dolayısıyla, Hz. Peygamber’in, daha 14 asır önce sekreterlik müessesesini kurduğunu rahat bir şekilde ifade edebiliriz81. Önemli olduğunu zikrettiğimiz diğer bir husus da, hadiste geçmekte olan “ba'da” (bir kısım/ bazı/ birtakım) sözcüğüdür. Yâni, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] , inmekte olan âyetleri yazı ile kayda geçirmek için yazı yazabilen her kişiyi değil, sadece bazılannı/sırf vahyi yazmakla görevlendirdiklerini istihdâm etmekteydi. Dolayısıyla, Peygamber’in  [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  te’sîs etmiş olduğu sekreterlik müessesesinde işbölümünden, görev dağılımından da pekâlâ bahsedebiliriz.

İslâm tarihçileri, Hz. Peygamber’in hayatı ve onun henüz hayatta olduğu İslâm’ın bu dönemi hakkında yazmış oldukları eserlerde, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] ’in kâtipler edindiğine dair haberler nakletmektedirler. Burada, bir hususu önemine binâen zikretmeden geçemeyeceyiz. Bu mühim nokta da, kaynaklarda İslâm peygamberinin —ümmî olması nedeniyle— yazı yazabilen bir grup sahâbîyi kâtip/yazman olarak kullandığını naklederlerken bu kâtiplerin mahzâ ne yazdıklarını da —vahiy mi, antlaşma mı, mukâvele mi, yoksa Hz. Peygamber’in çeşitli gayri menkûlleri tahsis ettiğine dair belgeleri mi— yer yer açıklığa kavuşturmuşlardır. Başka bir ifadeyle, burada esas parmak basmak istediğimiz nokta, kaynaklarda “Hz. Peygamber kâtipler edindi”82 veya “Hz. Peygamber’in kâtiplerinden idi”83, yahut da “Hz. Peygamber için yazı yazmıştır”84 ibareleri yer almaktadır. Fakat, bu ifadeleri gördüğümüz zaman hemen bu zevâtın vahiy kâtibleri olduklarını iddiâ etmek, kanaatimizce, doğru ve İlmî olmaktan çok uzak kalmaktadır85. Bu nedenle de, çalışmamız esnâsında, kaynaklarda tercüme-i hâllerinde ‘kâtip’ sözcüğüne rastladığımız kişilerin —büyük önem taşıması nedeniyle— net olarak neyi yazdıklarını sıkı bir incelemeye tâbi tuttuğumuzu da böylece burada belirtmek isteriz.

Cenâb-ı Allah’ın, Elçisi Muhammed’e  [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  görderdiği vahyi, henüz Mekke’de, o zamanın şartlarının müsaade ettiği ölçüde bizzat Peygamber’in denetiminde ilk defa yazan sahâbî, kaynaklarda geçtiği üzere, daha sonra Islâm’ı terk edip Mekke’nin feth edilmesinin ardından tekrar İslâm’a girecek olan Abdullâh b. Ebî Şerh el-Kuraşî el-Amirî’dir86. Öte yandan, Islâm’ın zuhûru esnâsında Mekke’de okuma-yazma bilen kişilerin isimleri İslâm tarihçileri tarafından kaydedilmektedir. Zikredilmekte olan şahısların biyografileri incelendiği zaman, bunlardan pek çoğunun Hz. Peygamber için kâtiplik yapabileceği görüşünü ileri sürebiliriz. Mekke’deki Müslümanların, üzerine vahyin yazılı olduğu çeşitli malzemelere sahip olmaları da, daha önce zikrettiğimiz gibi, henüz bu dönemde âyetlerin yazıya geçirildiğini göstermektedir.

Kaynaklarda açık bir şekilde ifade edilmiş ve bizim burada aktardığımız bu haberlerden anlaşılacağı üzere, İslâm’ın Yüce Peygamber’!, kendisine vahyolunan âyetlerin yazılı bir biçimde muhafaza edilmesi konusunda çok titiz davranmıştır. Vahyin korunmasında, Arapların fevkalâde bir seviyede olan hafızalarından büyük ölçüde yararlanmasının yanısıra, daha uzun ömürlü ve her zaman hâfızaya yardımcı olabilecek diğer bir yol olarak yazıdan da faydalanmıştır. Başka bir ifadeyle, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] , bulunduğu zor şartlara rağmen, vahyin yazı aracılığı ile kayda geçirilmesi gibi büyük önemi hâiz bir risâlet görevini henüz Mekke döneminde iken sağlamıştır.

B. Medine Dönemi

Hz. Peygamber, kendisine vahyolunan âyetleri Mekke’de çok ağır şartlar altında tebliğ etmiştir. İslâm’a karşı çıkmakla kalmayıp ona azılı düşman kesilmiş Mekkeliler, müslüman olmuş hemşehrilerine tahammülü zor işkence ve eziyetler ediyorlardı[59]. Hz. ‘Aişe’den nakledilen bir habere göre, o zamana kadar hiç rastlanmamış bu zulüm ve işkenceye katlanamaz duruma gelen Müslümanların, Mekke’den çıkmak için Hz. Peygamber’den izin istemeleri üzerine, o kendilerine, hicret için Yesrib[60] şehrinin uygun olduğunu bildirmişti[61]. Kaynaklarda verilen bilgilere göre, hicret için izin alan Müslümanlar, gizlice Medine şehrinin yolunu tutmaya başladılar[62]. Bundan haberdar olan Kureyş’in büyükleri, Dâru’n-Nedve’de[63] toplanarak Hz. Peygamber’! öldûrtme karan aldılar[64]. Bunun sonucunda İslâm’ın Peygamberi de Mekke’den Medine’ye göç etmek zorunda kalmış ve bu güç yolculuğu Ebû Bekir’le birlikte kat etmiştir[65]. İslâm, böylece Medine’ye “taşındıktan” sonra —Mekke’de bulunduğu durumun tam aksine— büyük ölçüde huzura kavuşmuştur. Zira Medine’ye yaptıklan bu göçün ardından Mekkeli Müşlümanlar kendileri için, beraberce rahat bir şekilde ibadet edebilecekleri bir mescid yapma imkânını bulmuşlardı[66]. İbadetleri eğitim unsuru olarak kabul edersek, bunların icrâ edildiği mescidlere de birer eğitim kurumu vazifesini pekâlâ yükleyebiliriz[67]. Bunun en büyük numûnesini, bizzat Hz. Peygamberin kurmuş olduğu el- Mescidu’n-Nebevî örneğinde görmekteyiz[68]. Nitekim îslâm tarihçileri bize, bu mescidde namaz kılman yere bitişik, fakat ondan ayn, gölgelendirilmiş, Suffd denilen[69] yüksekçe bir mekânın bulunduğunu da haber vermektedirler. Nakledilmekte olan bu rivayetlerden anlaşıldığı üzere Hz. Peygamber, Suffa’yı barınağı olmayan fakir ve kimsesiz Müslümanlara tahsis etmişti[70]. Aynı zamanda burada barınan sahâbîlere Hz. Peygamberin gözetiminde eğitim ve öğretim veriliyordu[71]. Hz. Muhammed   bizzat kendisi Suffa’da dersler vermekle beraber, bazı sahâbîleri de öğretmen olarak vazifelendirmiştir. ‘Ubâde b. es-Sâmit’in, Suffa’da kalan bir çok insana Kur’ân’ı ve yazı yazmayı öğrettiğini ve öğrencilerinden birinin kendisine minnet ve şükran hissiyle bir ok hediye etmesi üzerine bunu kabul edip etmemesini Rasûlullâh’a sormasını ifade eden hadis, bu konuda bize bilgi vermektedir[72]. Buna benzer bir rivayet de Ubeyy b. Ka‘b’dan nakledilmektedir[73]. Başta Ebû Ca'fer Muhammed b. Habîb olmak üzere, bir çok İslâm müellifi kaleme almış oldukları eserlerinde naklettikleri diğer bir habere göre ise, güzel yazı yazan Abdullâh b. Sa’îd b. el-‘Âs, Medine’de Hz. Peygamber tarafından —Hamîdullâh’ın ifadesiyle— ‘hikmet öğretmeni’ olarak görevlendirilmiştir[74]. Islâm'ın Yüce Peygamberi’nin bu tatbikatlarına hicretten sonra inen[75] ve ‘mudâyene âyeti’ diye bilinen Bakara suresi 282. âyetinde yazıya verilmekte olan önemin de büyük etkisi olduğu söylenebilir. Nitekim, el-Hatîb el-Bağdâdî bu âyeti, yazının lüzumlu olduğuna dâir bir delil kabul etmektedir[76].

Hicretten sonra Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] , Medine şehrinde ve civarında oturmakta olan gayri mûslim topluluklarla Enes b. Mâlik’in evinde[77] bir anlaşmaya vanp bunu, yazı ile tespit ettirmiştir[78]. Böylece, kendi zamanının anayasası kabul edilebilecek bu anlaşma ile Medine’de ilk Islâm Devleti’nin temelini attıktan sonra Hz. Peygamber, kurmuş olduğu devletin mûslûman nüfusunun sayımım yaptırmıştır[79]. Islâm’da ilk nüfus sayımım[80] aktaran rivayetten bu sayımın, erkek, kadın, genç, ihtiyar tüm mûslümanlan kapsadığı anlaşıldığı gibi, bu işlemin yazılı yapıldığı sonucu da çıkmaktadır.

Hicretin ikinci senesinde baş gösteren Bedr harbi[81] esirleri arasında okuma-yazma bilenlerin her birine, fidye olarak, Medineli çocuklardan on kişiye yazıyı öğretmek emrolundu[82]. Mekke’de ticarî hayatın hâkim olmasma karşın, Medine halkı genel olarak tarımsal hayat sürmekteydi. Başka bir ifade ile, sayılan az olduğu halde Mekke cemiyeti, kendisinden sayıca üstünlük teşkil etmekte olan Medine cemiyetinden okuma-yazma hususunda ileri bir mevkîdeydi. Nitekim, Bedir harbinde esir alınmış Mekkelilerden okuma yazması olanların, Hz. Peygamber’in emretmesi üzerine, Medineli çocuklara[83] yazıyı öğretmeleri konusunda İbn Sa’d’ın rivayet ettiği bir habere göre, bu teşebbüsün sebebi, Medine halkının yazı yazamamasına mukabil Mekke ahalisinin bu işin üstesinden iyi gelmeleriydi[84]. Bu konuda el-Belâzurî Futûhu’l-Büldân'mda. el-Vâkıdî’den rivayetle, Medine’de yazının çok az kullanıldığı, Arap yazışım bilen bir kısım yahûdînin burada çocuklara okuma-yazma öğrettiği hususunda bir haber nakletmektedir[85]. Hamîdullâh’a göre, çocuklara yahûdîler tarafından öğretilen bu yazı Îbrânî yazısıdır[86]. Her ne kadar Hamîdullâh’ın ileri sürmüş olduğu bu görüş kabul edilebilir olsa bile, el-Belâzurî’nin rivayet ettiği bu haber, söz konusu görüşe tamamen açık gözükmemektedir[87]. Fakat bu rivayetle Mekke’de yazının durumunu konu edinen rivayeti karşılaştırırsak, Medine’de de —ne kadar az olsa bile— okuma-yazma bilen kişilerin mevcut olduğunu söyleyebiliriz. Enes b. Mâlik’in annesi Ummu Suleym’in, kendisini Hz. Peygamber’e hizmet etmek için getirdiğine dair rivayet de bu görüşümüzü desteklemektedir[88].

Hz. Peygamberin eğitim ve öğretime, özellikle de okuma- , yazmaya verdiği büyük ehemiyet ve bu konuda gösterdiği titizlik ve hassâsiyetin bir sonucu olmalı ki, kısa bir süre sonra Müslümanlar arasında yazı süratle yayılmıştır. Kendisinden  [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  Kur’ân dışmda bir şeyin yazılmasını yasakladığı konusunda Hazreç kabilesine mensup Ebû Sa’îd Sa‘d b. Mâlik el-Hudrî’den nakledilmekte olan haber, yukarıdaki görüşü teyit eder mâhiyettedir[89]. İbn Ebî Dâvûd bu rivayeti, Kur’ân’m yazılmasına dair Hz. Peygamber’in bir emri olarak algılamış ve Kitâbu’l-Mesâhif adlı eserinde bu konuya ayn bir bab tahsis etmiştir[90].

Öte yandan Abdullâh b. Ömer’den rivayet edilegelen bir hadis de, Kur’ân ile düşman toprağına gidilmesinin Hz. Peygamber tarafından yasaklandığını anlatmaktadır[91]. Aynı haberde yer almakta olan “düşman eline geçer korkusuyla” ibaresi bir taraftan bu yasağın nedenini açıklamakta, diğer taraftan da bu araştırmamızda bize önemli bir ipucu varmektedir. Büyük ehemiyeti hâiz bu nokta, Kur’ân âyetlerinin bizzat Hz. Peygamber’in gözetiminde yazıya geçirildiğini kanıtlamaktadır.

Yine Ali b. Ebî Tâlib’in, “Biz, Peygamber’den  [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  Kur’ân ve şu sahife dışında hiçbir şey yazmadık” demesi, vahyin, Hz. Peygamber tarafından yazı ile tespit ettirilmesini göstermektedir[92].

Diğer yandan, Nisâ suresinin 95. âyeti nâzil olduğu zaman Hz. Peygamber’in Zeyd b. Sâbit’i çağırıp bunu yazmasını emrettiğini aktaran rivayet de vahyin, bizzat Rasûlullâh’ın sağlığında yazı ile tespit edildiğine dâir açık bir delildir[93]. Ayrıca bu haber, Yüce Peygamber’in vahyi, yazıyı bilen her sahâbîye yazdırmadığına da işâret etmektedir.

Okuma-yazma bilmeyen[94] Hz. Peygamber, yine okuma yazması yok derecesinde olan bir topluma gönderilmiştir. Çünkü Allah Teâlâ onu  [salla’llâhü aleyhi ve sellem] , ümmî bir cemiyete, kendilerinden, onlara Allah’ın âyetlerini okuyan, onlan temizleyen, kitabı/yazıyı[95] ve hikmeti öğreten bir elçi olarak göndermiştir[96]. Bu sebeple Hz. Peygamber, kendisine indirilen vahyi, civar kabilelerle yaptığı sözleşmeleri, komşu devletlerin başkanlarına gönderdiği İslâm’a davet mektuplarını, haraç ve vergileri veya devletin geltr-giderini yazdırmak amacıyla yazıyı bilen Müslümanlardan istifade etmiştir. Başka bir ifade ile, Hz. Peygamber, çeşitli vesikaları[97] yazı ile tespit ettirmek için yazıyı bilen sahâbîlerin bir kısmını kendisine kâtip edinmiştir. Bu yazmanların isimleri güvenilir kaynaklarda zikredilegelmiştir.

Çoğunlukla Kur’ân tarihi ve Hz. Peygamberin hayatını konu edinen kitaplarda geleneksel olarak ‘Hz. Peygamberin Kâtipleri’ başlığı altında İncelenmekte olan yazmanların sayısı hususunda değişik görüşler serdedilmiştir. el-Cehşiyârî’ye göre bu kâtipler on üçtür[98]. Ahmed b. Muhammed b. Abdu Rabbih on dört kâtibin ismini verirken[99], İbn Asâkir bunların sayının yirmi dört olduğunu kaydeder[100]. ‘Uyûnu’l-Eser sahibi İbn Seyyidi’n-Nâs ise, Hz. Peygamber için yazı yazmış sahâbîlerin sayısını kırk ikiye ulaştırmıştır[101]. Öte yandan el-Halebî, yazman olarak Hz. Peygamber’in hizmetinde bulunmuş şahısların sayılan hususunda, birinde yirmi altı, diğerinde kırk iki olmak üzere iki rivayet naklettiği halde, kendisi sadece yirmi sahâbînin admı vermektedir[102]. Buna rağmen el-Kalkaşandî, Hz. Peygamber için yazı yazmış sahâbîlerin otuz yedi kişi olduğunu söylemektedir[103]. el-Kastalânî’nin de aynı görüşü benimsediği görülmektedir[104].

Hz. Peygamber’in kâtipleri konusunda gerek ayrıca bir eser yazmış, gerekse kitabında bu temaya alt başlık hâlinde değinmiş çağdaş müellifler de yok değildir. İleride görüleceği üzere, bu çalışmalarda da kâtiplerin sayısı değişiktir.

Ahmed Abdurrahmân îsâ Kuttâbu’l-Vahy isimli eserinde otuz yedi kâtib saymaktadır. Bu yazmanlan, kendi ifadesiyle “Bu şerefli -yazıda üstlendikleri vazifelere” göre iki kısımda ele aldıktan sonra, yazıyı bilen daha beş sahâbînin admı da kaydederek “şâyet bu beş sahâbînin de vahiy kâtiplerinden oldukları sâbit olsaydı, o zaman kâtiplerin sayısı kırk ikiye ulaşırdı. Bu, kaynakların aktarmakta olduğu en büyük sayıdır” demektedir[105].

Yine Hz. Peygamber’in kâtipleri konusunda başka bir müstakil kitap Muhammed Mustafâ el-A*zamî tarafından kaleme alınmıştır. el-Bâkıllânî’nin el-întisâr'mdan naklen kırk üç sahâbînin ismini zikrettikten sonra kendi kriterilerince bunları dört kısma ayırmıştır[106]. Fakat, bu taksime tâbi tutulan kâtiplerin sayısının otuza inmesinin ve bizzat müellif tarafından incelenmiş yazmanların adedinin de altmış bir oluşunun nedeni ise bizim için muğlâk kalmaktadır.

Hz. Peygamber’in kâtipleri konusuna değinen muâsır çalışmalardan biri de Mahmûd Şît Hattâb’a âittir. O, Suferâ’u’n-Nebî adını verdiği eserinde bu mevzûya aynca başlık açmıştır[107]. An’anevî olarak, ne yazdıkları tefrik edilmeksizin otuz yedi kâtibin incelenmiş bulunduğu bu araştırmanın içeriği, aynı yazarın el-Mevrid dergisinde neşredilmiş bulunan es-Sefârât ve’r-Resâ’ilu’n-Nebeviyye adlı dizi makalesinde yer alan Kuttâbu’n-Nebî ve Mevâddihimu’l-Kitâbiyye altbaşlığı altındaki yazısının aynısıdır[108]. Öte yandan Muhtâr el- Vekîl’in kaleme aldığı bir makalede zikredilmiş yazman sayısı ise ondur[109].

Öte yandan Güney Azerbaycan asıllı Ebû Abdillâh ez-Zencânî, Hz. Peygamberin hizmetinde bulunmuş kâtiplerin kırk üç kişi olduğunu kaydettikten sonra, bu konuda —kendi ifadesiyle— en ünlü olan otuz sahâbînin ismini zikretmektedir[110]. Mahmûd Şâkir de ez-Zencânî ile aynı görüşü paylaşmaktadır[111]. Fakat Îsmâîl Mahdûm en-Namangânî, kırk dört sahâbînin Hz. Peygamber için sekreterlik yaptığını ve bunlardan on dört kâtibin sırf vahiy yazdığım iddiâ etmektedir[112] Diğer tarafdan Mahmûd el-Amâ’ût, Ibn Tûlûn’un kaleme aldığı î'lâmu’s-Sâ’Üîn ‘an Kutubi Seyyidi’l-Murselîn adlı eserine yazmış olduğu mukaddimede Paygamber’in kâtipleri konusuna da değinmiştir. Bunların sayısına dâir muhtelif görüşleri aktardıktan sonra, “herkesin üzerinde ittifak etmiş olduğu” on yedi yazmanın isimlerini zikretmiştir[113].

“Vahiy kâtipleri sahâbenin en öndegelen sîmâlan arasında yer almaktaydılar” ibaresiyle konuya başlayan Muhammed Mutî* el- Hafız, on kâtibin ismini vermektedir[114]. Buna mukabil İsmail Cerrahoğlu, “Bunların (vahiy kâtiplerinin) adedi kırka varır” dedikten sonra yirmi beş sahâbînin adım zikretmektedir[115].

Hz. Peygamberin mektuplarına dâir çağdaş eserlerden biri de Ali b. Huseyn Ali el-Ahmedî’nin Mekâtîbu’r-Rasûl çalışmasıdır. Burada da geleneksel yol izlenmiştir; altbaşlık hâlinde yirmi sekiz kâtibin ismi verilmiştir[116]. Müellif, isimleri verdikten sonra, ayrıca bir başlık altında bu sahâbîlerin kâtip olup olmadıklarını tabakât kitaplarından deliller getirerek tartışmaktadır[117]. Bu durum, el- Ahmedî’nin çalışmasını kendisinden önceki benzerlerinden ayıran en bâriz farktır. Mahmûd Râmyâr ise, Kur’an tarihine ilişkin çalışmasında kırk beş sahâbînin adım vermiştir. Bu araştırmada, konunun ele alınması bakımından, aynı metod izlenmiş, kaynaklarda verilegelen haberler enine boyuna tartışılmıştır[118].

Sonuç itibârı ile diyebiliriz ki, Hz. Peygamber, başta vahiy olmak üzere, çeşitli vesikaları yazdırmak için yazıyı bilen sahâbîlerden faydalanmıştır. Bu kâtiplerin sayısı hususunda kaynakların değişik rakamlar serdetmeleri, yazmanların sayısının çokluğunu göstermekten ziyâde, kâtiplik müessesesinin mevcût olmuş olduğunakesin delil teşkil etmektedir. Bu konuda bizi ilgilendiren husus, Hz. Peygamberin bu kâtiplerden kimlere mahzâ vahiy yazdırdığıdır. Şimdi, bizzat Kur’ân’la sabit147 bu işlemi ifâ etmiş olanları tanıyacağız; diğer tabirle, vahyi yazıya geçiren kişilerin kimler olduğunu ele alacağız.

II. BÖLÜM

VAHİY KÂTİPLERİ VE BUNLAR ETRAFINDAKİ TARTIŞMALAR

A. Vahiy Kâtipliği Yapanlar

Daha önce belirttiğimiz gibi, Hz. Peygamber, kendisi okuma- yazma bilmediği için yazıyı bilen sahabelerden bir kısmım kendisine kâtip edinmişti. İslâm müellifleri, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] ’in hayatına dair yazdıkları eserlerinde yer yer bu konuya değinmişlerdir. Aynca bu mevzu, kaleme alınmış bu kitapların yanısıra, Kur’ân tarihine ilişkin yapılmış çalışmalarda da ele alınmıştır. Ortaya konulmuş bu eserlerde konunun incelenmesi farklılık göstermektedir. En açık örneğine yukarıda yazmanların sayılarını aktarırken rastladığımız bu değişikliği, kâtiplerden kimin ne yazdığı hususunda müelliflerin çeşitli yaklaşımı izlemektedir. Diğer bir ifadeyle, dönemlerinin yazı ustadlan olan sözkonusu okuryazarların Hz. Peygamber için icrâ ettikleri kâtipliğin türü hususuna eğilim çok değişiktir. Bazı kaynaklar Allah Resulu’nun yararlandığı kâtiplerin ifa etmiş olduğu kâtipliğin türünü açıklamışlardır. Bununla birlikte, bir kısım müellif de genelleme yaparak kimin ne yazdığını ayırmaksızm sadece kâtiplerin isimlerini sıralamakla yetinmiştir. Kanaatimizce bunun nedenini, sözkonusu eserlerin Hz. Peygamber'in kâtipleri konusu üzerine yoğunlaşmamış olmalarında aramamız gerekir. Nitekim, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] 'in hayatına dair eserler vermiş Islâm alimlerinin kitaplarına baktığımız zaman müelliflerin, Hz. Peygamber'in hanımları, çocukları, amcaları, hizmetçileri vb. konulara değindikleri için, —bir nevî âdet olarak—, Hz. Peygamber için yazı yazan kişilerin de isimlerini kaydetmiş olduklarım görüyoruz. Başka bir ifadeyle, asıl amaçlan Islâm'ın Yüce Peygamberi'nin yaşamını, peygamberlik görevini nasıl gerçekleştirdiğini bize aktarmak olduğundan dolayı bu müellifler, zikrettikleri kâtiplerden hangisinin mahzâ neyi yazdığını açıklamak gibi bir gereklilik hissetmemişlerdir.

Ulaşabildiğimiz bilgilere göre, el-Belâzurî’nin (h. 279) Ensâbu’l- Eşrâfı, Hz. Peygamber’in kâtip olarak görevlendirdiği zevâtm —yaptıktan vazifeler açısından-— tasnife tâbi tutulduğu en eski kaynaktır[119]. Adıgeçen eserinde el-Belâzurî, isimlerini verdiği on kâtipten üçünü vahiy kâtibi olarak nitelemektedir. el-Belâzurî’nin verdiyi bilgilere göre, Hz. Peygamber için vahiy yazan Ubeyy b. Ka‘b hazır bulunmadığı zaman Zeyd b. Sâbit yazardı. Aynca bu iki sahâbî, vahyin dışında Hz. Peygamber’in mektuplarını da yazmışlardır. Yine, İslâm tarihinde müslüman olduktan sonra dönüklük yapmış ilk kişi Abdullâh b. Sa‘d b. Ebî Şerh de Peygamber (aleyhisselâm) için vahiy kâtipliği yapmıştır[120].

Eserinde kâtipleri sınıflandıran bir diğer müellif de et-Taberî’dir (h. 310). Târîhu'l-Umem ve’l-Mulûk adını verdiği kitabında yazar, Ali b. Ebî Tâlib ile Osmân b. ‘Affân’ın vahiy yazdıklarını; bunların bulunmaması durumunda ise, Ubeyy b. Ka‘b ve Zeyd b. Sâbit’in vahiy yazma görevini üstlendiklerini belirtmektedir[121].

Öte yandan, Endelüs asıllı bilgin İbn Abdurabbih’in (h. 329) yapmış olduğu tasnife göre de, Hz. Peygamber için vahiy yazan kâtipler Ali b. Ebî Tâlib, Osmân b. ‘Affân, Ubeyy b. Ka‘b, Zeyd b. Sâbit ve Abdullâh b. Sa‘d b. Ebî Serh’tir[122].

Hz. Peygamber’in yazmanlarım icrâ ettikleri işe göre ayırıma tâbi tutmuş bir başka müellif de el-Cehşiyârî’dir (h. 331). Kaleme aldığı kitabında yazar, İslâm’ın Peygamberi için vahiy kâtipliği yapmış olan sahâbîlerin Ali b. Ebî Tâlib, Osmân b. ‘Affân, Ubeyy b. Ka‘b, Zeyd b. Sâbit ve Abdullâh b. Sa’d b. Ebî Şerh olduğunu belirterek seleflerinin yolunu izlemiştir[123]. Öyleki, el-Cehşiyârî’nin sınıflandırması ile İbn Abdurabbih tarafından yapılmış tasnif neredeyse birbirinin aynısıdır, denebilir.

Yine, el-Kadâ‘î (h. 454) tarafından yapılmış görev ayınım da sadece yukanda adıgeçen sahâbîlerin vahiy kâtibleri olduklannı ortaya koymaktadır[124].

Hz. Peygamberin kâtiplerinin —yaptıklan vazifelere nazaran— tasnife tâbi tutulmuş oldukları ilk kaynaklardan yukanda aktardığımız bu bilgilere göre, İslâm’ın Yüce Peygamberi, İlâhî vahyi yazdırmak için sahâbenin belli bir kısmından yararlanmaktaydı. Bunlar, Ali b. Ebî Tâlib, Osmân b. ‘Affân, Ubeyy b. Ka*b, Zeyd b. Sâbit ve Abdullah b. Ebî Şerh olmak üzere beş kişidir.

Güvenilir ilk kaynaklarımızda belirtildiği kadarıyla vahiy kâtipliği yaptıklan sâbit olan bu beş sahâbînin isimleri, kâtipleri her hangi bir sınıflandırmaya tâbi tutmaksızın sadece adlarım serdetmiş bulunan müelliflerin kitaplannda da geçmektedir. Diğer bir ifadeyle, vahiy yazdıklan açık bir şekilde ortaya konulmuş kitaplarla birlikte, sözkonusu hususu incelemeden, açıklığa kavuşturmaksızın kâtiplik yapmış olan tüm sahâbîlerin isimlerinin sıralandığı diğer kaynaklarda da Ali b. Ebî" Tâlib[125], Osmân b. ‘Affân[126], Ubeyy b. Ka’b156, Zeyd b. Sabit157 ve Abdullâh b. Ebî Serh’in158 adlan kaydedilmektedir.

Öte yandan, kitabında “Hz. Peygamberin Kâtibi” başlığı ile ayrıca bir bab açmış el-Buhârî (h. 256), burada Zeyd b. Sâbit’in[127] vahiy yazdığına dâir iki hadis nakletmektedir[128].

Hz. Peygamber’in, yazı hususunda istifâde etmiş olduğu sahâbe arasında kimlerin olduğu muâsır mûelliflerce de ele alınmıştır. Ancak, bu eserlerde vahiy kâtiplerine dâir serdedilmiş bulunan tartışmaya açık görüşleri ileri bölümde ele alarak münâkaşa edeceğimizi; burada ise, önemi açısından, yeri gelmişken bu literatüre de değinmeden geçemiyeceyimizi belirtmek isteriz.

A. Cevdet Paşa, kaleme aldığı Ktsas-ı Enbiyâ adlı eserinde bu konuya değinmiştir. Cevdet Paşa’ya göre, Hz. Peygamberin vahiy kâtiplerinin sayısı on beş kişiden fazladır[129].

Muhtar el-Vekîl, Hz. Peygamber’in sefirleri ve kâtipleri konusunda yazmış olduğu makalesinde, bu kişilerin sayısını iki olarak göstermektedir[130]. Kur’ân Tarihi konusunda veciz bir Üslûpla ez-Zencânî tarafından kaleme alınmış kitapta ise, ne yazdığı önemsenmeden kâtiplerin tümü vahiy kâtibi olarak algılanmaktadır[131].

Hz. Peygamber’in kâtipleri konusunda fikir edinilebilecek eserlerden biri de Cevâd Ali’nin kaleme aldığı kitaptır. İslâm’ın doğduğu dönemde Arap toplumunun ûmmî olmadığım savunan[132] müellif. Peygamber  [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  için kâtiplik yapmış sahâbîleri ayrıntılı bir biçimle ele almaktadır. Bu arada yazar, klasik kaynaklarda geçmekte olan haberleri yer yer açıklamakta, böylece kendi görüşlerini de ortaya koymuş bulunmaktadır. Kâtiplerin kendi aralarında görev dağılımı yaptıklarına, ya da bu vazife taksiminin, bizzat Hz. Peygamber tarafından yapılmış olabileceğine dikkat çeken Cevâd Ali’ye göre, Zeyd b. Sâbit[133], Ubeyy b. Ka’b[134], Ali b. Ebî Tâlib[135], Abdullah b. Ebî Şerh[136] ve Osman b. ‘Affân[137] vahiy yazmışlardır.

Öte yandan Ahmed A. îsâ’nm araştırmalarına göre, altı kişi vahiy kâtipliği yapmıştır[138]. Buna mukâbil el-A‘zamî, ifa ettikleri yazının türünü ayırt etmeksizin sadece yazmanların isimlerini ve hayatlarını özetlemektedir[139] [140]. Semîruf-Talibin’in yazan Ali M. ed- Debbâ’ ise, kırk dört kâtipten on dördünün vahiy yazdığım iddiâ etmektedir17^.

Bu edebiyat içerisinde bir kısım kitapta, kâtiplerin sınıflandınldığını da görmek mümkündür. Bu hususta el-Ebyârî dikkat çekmektedir. Ona göre, dört kişi vahiy yazmıştır[141]. Mahmûd Şâkir’le[142] Hassan Hallâk[143] da vahiy yazan kâtiplerle diğer vesikaları yazmış bulunanları tefrik etmektedir. Bu hususta kendi görüşünü açıklayan el-Ahmedî, daha sert bir dille, kâtiplerden kimin ne yazmış olduğu meselesini, ciddî bir şekilde araştırılmaya muhtaç bir konu olarak ortaya koymaktadır[144].

Yine Ğânim Kaddûrî, vahiy kâtipliği yapan sahâbîlerin altı kişi olduğunu ileri sürmektedir. O, ilkin kaynaklarda isimleri geçen ve vahiy yazdıkları sâbit olan yukarıda adıgeçen beş kişiye Hanzala b. er-Rabî‘ isimli şahsı da katmaktadır[145]. Müellifin böyle bir ilâvede bulunmasının nedeni, kaynaklarda Hanzala’nın “Kâtip” diye nitelendirilmiş olmasıdır, denilebilir. Zira kaynakların belirttiği üzere Hanzala b. er-Rabt, bütün kâtiplerin vekili idi[146].

Buraya kadar aktarmış olduğumuz bilgiler ışığında —ulaşabildiğimiz en eski kaynaklardan başlayarak çağdaş eserlere kadar— vahiy kâtiplerinin kimler olduğunu ve onlara dair yazılanları böylece tespit etmiş bulunmaktayız. Bunun yanında, kaynaklar, yazıyı bilen bazı sahabîlerin, vahyi yazarak kendi mushaflannı oluşturduklarını da haber vermektedirler. Bu nedenle, önce Hz. Peygamberin denetiminde İlâhî vahyi yazıya geçirme gibi ağır ve büyük sorumluluk yüklenen, bir o kadar da şerefli bir görevi üstlenmiş bulunan vahiy kâtiplerini özetle tanıttıktan sonra, şahsî mushaf sahiplerinin kimler oluduğu konusuna da kısaca temas etmemiz, kanaatimizce, vazgeçilmezdir.

1. Resmî Vahiy Kâtipleri

Ali b. Ebî Tâlib (h.ö. 23-h. 40/600-661)

Tam adı Ali b. Ebî Tâlib b. Abdilmuttalib b. Hâşim b. Abdimenâf b. Kusayy b. Kilâb el-Kuraşî el-Hâşimî, künyesi EbûTHasen’dir. Ebû Tâlib Abdumenâf ve Fâtıma bint Esed b. Hâşim’in —Tâlib, Ukeyl ve Ca'fer’den sonra— en küçük oğludur[147].

Mekke’de dünyaya gelen Ali b. Ebî Tâlib, beş yaşından itibaren Hz. Peygamberin evinde ve himayesinde büyümüştür. Tartışılan bir konu olmakla beraber, Hz. Ali’nin Hz. Hatice’den sonra, çocuklar arasında ilk inanan ve Hz. Peygamberle birlikte ilk namaz kılan kimse olduğunda ittifak vardır[148]. Yakınlık ve dayanışma amacıyla, hicretten önce ve sonra olmak üzere Hz. Peygamber tarafından iki defa kurulmuş kardeşlik sırasında Yüce Peygamber, Ali’yi kendisine kardeş olarak seçtikten sonra, onu kızı Fâtıma ile evlendirmiştir[149]. Böylece, Hz. Peygamber’in amcazadesi olan Ali b. Ebî Tâlib, O’nun  [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  damadı olma şerefine de nail olmuştur. Ayrıca, Hz. Peygamber’in sağlığında cennetle müjdelediği on kişiden de biridir[150].

En sıkıntılı günlerde Hz. Peygamber’in yambaşında bulunan Hz. Ali, başta Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber olmak üzere, Hz. Peygamber’in hemen hemen bütün savaşlarına katılmış, bu gazvelerin çoğunda sancaktarlık yapmıştır[151]. Hz. Peygamber vefat ettiğinde cenazenin yıkanması ve diğer benzeri hizmetleri, vasiyeti üzerine Hz. Ali yapmıştır[152].

Ali b. Ebî Tâlib; Ebû Bekir Abdullah b. Osmân, Ömer b. el- Hattâb ve Osmân b. ‘Affân’dan sonra Hulefâ-yi Râşidîn’in dördüncüsüdür. Hz. Ali, ikinci halife Hz. Ömer zamanında gerçekleştirilmiş Suriye ve Filistin seyahati esnâsında Medine’de askerî vali olmuştur. Bunun dışında, kendinden önceki üç halife döneminde Hz. Ali, hiç bir idari görevde bulunmadığı gibi, bu devirde yapılmış savaşlara da katılmamıştır[153]. Haricîler tarafından düzenlenmiş bir suikast sonucu, zehirli bir hançerle sabah namazında yaralanmıştır. Bu hadiseden sonra sadece iki gün hayatta kalan Hz. Ali, hicri 40 yılının Ramazan ayında altmış bir yaşında dünyaya vedâ etmiştir[154]

Hz. Ali Kur’ân, hadis ve özellikle fıkhı konularda sahip olduğu bilgisiyle ashâb-ı kirâmm ileri gelenlerinden biri olmuştur. Hz. Ömer’in, “En isabetli hüküm verenimiz Ali idi” ifadesi[155] Hz. Ali’nin bu alandaki başarısını açıkça ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber zamanında yazdığı ve kılıcının kınında taşıdığı[156] bir hadis sahifesine sahip idi. Bizzat kendi açıklamasından bu sahifenin fikhî konuda olduğu anlaşılmaktadır[157]. Hz. Ali, Kur’ân-ı Kerîm ile bu sahifenin dışında Hz. Peygamber’den bir şey yazmadığını açıkça belirtmiştir[158].

Kur’ân’a dair engin ilminden diğer insanların da faydalanmasını arzu eden Hz. Ali, onlan kendisine soru sormaya teşvik ederdi[159]. Kur’ân-ı Kerîm ve onun meselelerine hakkıyla vâkıf olan sayılı sahâbeden biri olan Hz. Ali, Peygamber  [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  için vahiy kâtipliği yapmakla birlikte? başta Hudeybiyye Antlaşması olmak üzere[160], şâir mektup ve antlaşmalarını[161] da yazmıştır. et-Taberî[162], İbn Abdurabbih[163], el-Cehşiyârî[164], ve el-Kadâ‘î[165] Hz. Ali’nin vahiy kâtibi olduğunu açıkça belirtmişlerdir. Ali b. Ebî Tâlib’in ismi, kâtipleri yaptıkları göreve göre sınıflandırmaya tabi tutmayan diğer eserlerde de verilmektedir[166].

Osman b. ’Affan (h.ö. 47-h. 35/577-656)

Vahiy yazmış olduğunu kamtlayabileceyimiz bir diğer sahâbî de Hz. Osman’dır. Künyesi[167] Ebû Abdillâh veya Ebû Amr olan Hz. Osman’ın tam adı Osman b. ‘Affân b. Ebî’l-’Âs b. Umeyye b. Abdişems b. Abdimenâf b. Kusayy el-Kuraşî el-UmevTdir[168].

Osmân b. ’Affân, Mekke şehrinde doğmuştur. İbnu’l-Esîr’in verdiği habere göre, o, Hz. Ebû Bekir’in davetiyle bi’setten kısa bir süre sonra İslâm’ı kabul etmiştir[169].

Hz. Peygamber onu, kızı Hz. Rukıyye ile evlendirmiştir. Bedir savaşı esnâsmda Hz. Rukıyye vefat ettikten sonra, Peygamber (aleyhisselâm) diğer kızı Ummu Gulsum’u da Osmân b. ‘Affân’la evlendirmiştir. Bu nedenle Hz. Osmân, Zu’n-Nûreyn (İki nur sahibi) lakâbı ile anılmaktadır[170].

Müslüman olmadan önce büyük mal varlığına sahip bulunan Hz. Osmân, İslâm’la şereflendikten sonra bu servetini Allah yolunda harcamış, İslâm’a maddî yönden büyük kütkılarda bulunmuştur[171].

Kaynaklar, Hz. Peygamber tarafından cennetle müjdelenmiş on kişiden birinin de Osmân b. ‘Affân olduğunu bildirmektedir[172]. Hicrî 23 yılında, ikinci halife Hz. Ömer’in vefatından sonra halife olmuştur. Hz. Osmân’m halifelik döneminde vuku’ bulmuş olaylar ve bunlar etrafındaki ihtilâf ve tartışmaların incelenmesi çalışmamızın çerçevesi dışındadır. Ancak, Râşidî Halîfeler’in üçüncüsünü tanımamız bakımından, kendisinin icrâ etmiş olduğu bazı işlere genel olarak değinmek istiyoruz. Hz. Osman’ın halifeliği döneminde Kafkaslar, Horasan, Sicistan, Kuzey Afrika ve Kıbrıs fethedilmiştir. Kâbe’de ve Hz. Peygamber Mescidi’ne ilâveler yapmış, bayram namazında hutbeyi namazdan öne geçirmiştir. Cuma namazındaki ilk ezan da Hz. Osmân’m emriyle okunmaktadır. Daha önce mescitte icrâ edilen mahkeme için ayrı bir yer tahsis ettirmiştir. Bunlarla beraber, bizim çalışmamızla direk ilgisi bulunan Kur’ân-ı Kerîm’in cem’i işini de Hz. Osmân yaptırmıştır[173].

Kaynaklar, İslâm dini geldiği zaman Mekke’de yazı yazmayı bilen on yedi kişiden biri olan Osmân b. ‘Affân’m[174], Hz. Peygamber için kâtiplik yaptığını açık bir şekilde bildirilmektedir. İbn Habîb’in verdiği habere göre, o, halife Ebû Bekir için de kâtiplik yapmıştır[175], İbn Sa’d’ın naklettiği rivayetten anlaşılmaktadır ki, Hz. Peygamber’in

Benû Vâ’il’e göndermiş olduğu mektubun yazan Hz. Osmân olmuştur[176].

Öte yandan, kâtiplerin sınıflandırılmış bulundukları ilk dönem eserlerinde Hz. Osman’ın adı vahiy yazan sayılı kişilerle beraber kaydedilmektedir. et-Taberî[177], İbn Abdurabbih[178], el-Cehşiyârî[179], el- Kadâ’î[180] Osmân b. ‘Affân’ın Hz. Peygamber için vahiy yazmış olduğunu net bir şekilde dile getirmektedir.

Eserlerinde yazmanları görevleri açısından tasnife tâbi tutmamış müelliflerce de Hz. Osmân, Rasûlullâh’ın kâtibi olmuştur[181].

Ubeyy b. Ka‘b (??-h. 21/??-642)

Hz. Peygamber’in vahiy kâtipliğini yapmış sahâbîlerden biri de Hazrec kabilesinin Benû’n-Neccâr sülâlesine mensup bulunan Ubeyy b. Ka‘b b. Kays b. Ubeyd b. Zeyd b. Mu‘âviye b. ‘Amr b. Mâlik b. en- Neccâr el-Ensârî’dir. Okuma yazma bilenlerin sayısının pek az olduğu bir çağda eski kitaplara vâkıf bulunan Ubeyy b. Ka‘b, zamanının yahûdî âlimlerinden biri olmuştur.

İkinci Akabe’de bulunan ve Hz. Peygamber’e biat eden Ubeyy, Bedir ve Uhud başta olmak üzere tüm gazvelerde iştirak etmiştir. Fakîh sahâbî olmakla birlikte, Kur’ân-ı Kerîm’e dair derin bilgiye sahip olmalı ki, Hz. Peygamber onu, ümmetinden Kur’ân’ı “en iyi bilen” vasfıyla nitelemiştir[182].

Ubeyy b. Ka'b, Medine’de yazı bilen sayılı kişilerden birisi olmuştur[183]. Kaynakların aktarmakta olduğu bilgilere göre, Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettikten sonra kendisi için ilk yazı yazan kişi Ubeyy b. Ka’b’dır. Ayrıca Ubeyy, yazının sonunda —ifade yerindeyse—, imzasını kayd eden ilk kâtip olarak tarihe geçmiştir[184]. Hz. Peygamber, başta Amr b. Hazm’a göndermiş olduğu mektup olmak üzere, çeşitli kabile başkanlanna gönderdiği mektupları Ubeyy b. Ka’b’a yazdırmıştır[185].

Tespit edebildiğimiz kadarıyla, el-Belâzurî, Ubeyy’in Hz. Peygamber için vahiy yazdığım açıkça dile getiren ilk müelliftir[186]. Bu hususta et-Taberî, Alî b. Ebî Talib ile Osman b. ‘Affân’m vahiy yazdığım, bu iki şahsın bulunmadıkları zaman ise, Hz. Peygamber için vahyi Ubeyy b. Ka‘b’la Zeyd b. Sâbit’in yazdığını söylemektedir[187]. İbn Abdurabbih[188], el-Cehşiyârî[189] ve el-Kadâ'î[190] de et-Taberî’nin bu görüşünü aynen benimsemişlerdir. Hz. Peygamberin kâtiplerini yaptıkları görevler açısından ayırıma tabi tutmuş bulunan bu müelliflerin verdiği haberlerden anlaşılacağı üzere, Ubeyy b. Ka‘b’m Peygamber için —pek çok mektubun yazan olmakla birlikte— vahiy yazmış olduğu hususunda ortada hiç bir tereddüt kalmamaktadır.

Diğer taraftan, eserlerinde muhtelif vesilelerle Hz. Peygamber’in yazmanlanna dair bilgi veren, fakat bunlan hiç bir tasnife tabi tutmayan alimlerin kaleme almış oldukları eserlerde de Ubeyy b. Ka‘b - zikr edilmiyor değildir[191].

Zeydb. Sabit (h.ö. 11-h. 45/611-665)

Hz. Peygamber’in vahiy kâtiplerinin dördüncüsü Zeyd b. Sâbit b. ed-Dehhâk b. Zeyd b. Levzân b. ‘Anır b. Abd b. ‘Avf b. Mâlik b. en- Neccâr el-HazreCî el-EnsârTdir. Bu büyük sahâbî Medine’de doğmuş, Mekke’de neşv-ü nemâ bulmuştur. Babası Bu’âs harbinde öldürüldüğü zaman Zeyd altı yaşında idi. Hz. Peygamber hicret ederken on bir yaşmda olan Zeyd de Medine’ye göç etmiştir. Okuma yazmayı Bedir savaşından sonra fidyesi olmayan esirlerden öğrenmiş[192] Zeyd, fakih sahâbîlerin ileri gelenlerinden biri olmuştur[193].

Hz. Peygamber’in kendisine emretmesi üzerine Zeyd, îbrânice ve Süryâniceyi iki haftada öğrenerek bu kavimlerle ilgili yazılan yazmıştır[194]. Böylece Hz. Peygamber için kâtiplik yapmış Zeyd b. Sabit, daha sonra, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer için de yazmanlık görevini üstlenmiştir[195].

Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti zamanı Yemâme harbinde Kur’ân’ı ezbere bilen sahâbîlerden çoğu şehit edilince Kur’ân-ı Kerîm’in korunması hususunda endişe duyan Hz. Ömer durumu halife ile müzâkere eder. Kur’ân’ı bir arada toplamak için halîfe Ebû Bekir’i iknâ ettikten sonra Zeyd b. Sâbit’i bu işle görevlendirmişlerdir, el- Buhârî’nin rivayet ettiği bu hadiste Hz. Ebû Bekir’in Zeyd’e hitâben söylediği “...Muhakkak sen, genç ve akıllı bir kişisin; seni hiç bir konuda ithâm etmiyoruz. Kaldı ki, Hz. Peygamber için vahiy de yazardın. Kur’ân’ı araştır ve onu topla...” gibi ifadelerden Zeyd’in, Rasûlullâh’ın huzûrunda vahiy yazdığı açık bir şekilde anlaşılmaktadır[196].

Kur’ân Tarihi’ne ilişkin eserlerin aktardığı haberlere göre, Hz. Osmân’m hilâfeti devrinde kıraatler hususunda zühûr etmiş farklılıkları gidermek amacıyla halîfenin görevlendirmiş olduğu hey’etin başkanı olarak da Zeyd b. Sâbit seçilmişti[197]. Birinci ve üçüncü halîfelerin döneminde gerçekleştirilmiş Kur’ân’ın cem’i olayını uzunca hadislerle anlatmakta olan el-Buhârî, daha sonra, Hz. Peygamber’in kâtipleriyle ilgili müstakil bab açarak burada. Zeyd b. Sâbit’in vahiy yazdığını kanıtlar mâhiyette hadisler de nakletmektedir[198].

Daha önce de belirttiğimiz üzere, Hz. Peygamber’in kâtipleri konusunda eserlerinde bilgi veren müelliflerin bir kısmı isimlerini kaydetmiş oldukları kâtiplerin ne yazdıklarım açıkladığı halde, diğer kısım alimler buna gerek duymadan sadece kâtiplerin adlarını zikretmekle yetinmişlerdir. Vahiy yazdığı kesin delillelre sâbit olan Zeyd b. Sâbit’in ismini hem birinci kısma aid eserlerde[199], hem de ikinci kısma dâhil olan kitaplarda görmemiz mümkündür[200].

Abdullâh b. Sa‘d b. Ebî Şerh (??-h. 37/??-657)

Hz. Peygmber için vahiy yazdığı kesin olarak kanıtlanabilecek beşinci ve aynı zamanda sonunucu sahâbî Abdullâh b. Sa‘d b. Ebî Şerh b. el-Hâris b. Habîb b. Huzeyme b. Nasr b. Mâlik el-Kuraşî el- ÂmirTdir.

Ebû Yahyâ Abdullâh b. Sa‘d’ın İslâm’ı ne zaman kabul ettiği kesin olarak bilinmemekle birlikte[201], bunun, Mekke’nin fethinden önce olduğu haberi ağır basmaktadır[202]. Zira Abdullâh, Medine’ye hicret etmiş ve Hz. Peygamber için vahiy yazmıştır. Daha sonra, İslâm’dan dönüklük yapıp Mekke müşriklerinin yanma dönmüştür. Burada, itibar kazanmak amacıyla, kâtipliği sırasında yazmış olduğu vahyi kendi isteği doğrultusunda tahrif ettiğini iddia etmiştir[203]. İslâm müellifleri tarafından nakledilegelen haberlere göre, En’âm suresinin 93. âyeti Abdullâh b. Sa’d hakkında inmiştir[204]. Bunun üzerine Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] , Mekke fethi zamanı Abdullâh b. Sa’d’ı kanı heder edilenler arasına almıştı. Süt kardeşi Hz. Osmân’a sığınarak kendisinden affedilmesi için Hz. Peygamber’e şefaatte bulunmasını istemiştir. Hz. Peygamber Osmân’m ricası dolayısıyla kısa tereddütten sonra Abdullâh b. Sa’d’ı affederek biatini kabul etmiştir[205].

Hz. Ömer’in hilâfeti zamanında Amr b. el-‘Âs‘la birlikte Mısır fethine rehberlik etmiştir. Daha sonra, Osmân b. ‘Affân hilâfeti esnâsında Abdullâh’ı Mısır vâlisi tâyin etmişti. Harbu’l-Abâdile (Abdullâhlar Savaşı) başta olmak üzere, kazandığı kara ve deniz savaşları sonucunda Abdullâh b. Sa’d’ın adı tarihe İfrîkıyye fâtihi olarak geçmiştir.

Daha Cahiliyye döneminde okuma yazmayı öğrenmiş[206] Abdullâh b. Sa‘d, ilk kaynaklarda aktarılan bilgilere göre, Hz. Peygamber için vahiy kâtipliği yapmış ilk Kureyş’lidir[207]. Abdullah'ın Kur’ân âyetlerini yazmış olduğunu el-Belâzurî[208], İbn Abdurabbih[209], el-Cehşiyârî[210] ve el-Kadâ‘î[211] kendi eserlerinde açık olarak belirtmektedirler. Diğer yandan, ne yazdıkları ayırd edilmeden sadece kâtiplerin ismi zikredilmiş eserlere müracaat ettiğimiz zaman bunlarda da Abdullâh b. Sa’d’ın ismi kâtipler sırasında görülmektedir[212].

2. Özel Mushaf Sahipleri

Kur'ân tarihine ilişkin kaynaklar, yazıyı bilen bazı kişilerin, inen âyetleri yazı ile kaydederek kendileri için mushaf oluşturduklarını haber vermektedir. Kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre, bu şahıslar, kaydettikleri vahyi Hz. Peygamber'in emri ile yazmamışlardır. Ancak, netice itibarıyla, bu zevatın da vahiy yazdıklarına göre bunları, tabir yerindeyse, 'gayri resmi vahiy kâtipleri' olarak isimlendirebiliriz. Bu şahıslara kısaca değinmenin yerinde olacağı düşüncesiyle burada onların isimlerini de zikretmek istiyoruz. Bunlar; İbn Mes'ûd, Ubeyy b. Ka'b, Ali b. Ebî Tâlib, İbn Abbâs, Ebû Mûsâ el-Eş'ârî, Hafsa, Enes b. Mâlik, Ömer b. el-Hattâb, Zeyd b. Sâbit, İbn Zubeyr, İbn 'Amr, Ayişe, Sâlim, Ummu Seleme, Ubeyd b. Umeyr'dir[213].

B. Kâtiplik Tapıp Da Vahiy Yazmayanlar

Kâtipleri yaptıkları görev açısından tasnif etmiş erken dönem literatüründe —daha önce söylediğimiz gibi— hangi kâtibin ne yazdığı açık olarak belirtilmiş haldedir. Bu eserlerde aktarılmış bilgilerden yola çıkarak Hz. Peygamber için Kur’ân âyetlerini yazmış kişilerin sayısının beş kişi olduğunu tespit etmiş bulunmaktayız. Ancak, her ne sebepleyse, Hz. Peygamber tarafından vahy-i İlâhîyi yazmakla görevlendirilmiş bu şahısların sayısı arttırılmıştır. Nitekim, Hz. Peygamber’in yazmanlarına dair bilgi içeren kitaplar incelendiği zaman bu husus açıkça ortaya çıkmaktadır. Kâtiplik yapmış sahâbîlerin serüvenine —ulaşabildiğimiz en eski kaynaklardan başlayarak çağdaş eserlere kadar— baktığımız zaman bu şahısların sayısının devamlı arttığını müşâhede etmekteyiz. Rakam vermek gerekirse, tespit edebildiğimiz en eski kaynaklarda (h. III. ve h. IV. asırlar) kâtiplerin sayısı sekiz ile on dört[214] arasında değişik olarak belirtilmesine karşın, elimize geçen çağdaş eserlerde bu rakam, genel olarak, otuz yedi[215], kırk[216] ve hattâ altmışa[217] kadar çıkartılmıştır.

Diğer taraftan, elimize geçen bu literatürü, kâtiplerden kimin ne yazmış olduğu noktasından hareketle incelemeğe tâbi tutuğumuz zaman bu kitaplarda, —yukarıda temas ettiğimiz gibi—, kâtiplik görevinde bulunmuş kişilerin sayısının çoğaltılması ile beraber vahiy yazmış sahâbîlerin de giderek arttırıldığını görüyoruz. Öyleki, ilk devir eserlerde çok açık bir şekilde belirtildiği gibi, Hz. Peygamber’in istihdam etmiş olduğu kâtipler arasından Kur’ân âyetlerini yazmakla yükümlü tuttuğu şahısların sayısı bir elin parmaklarını geçmemektedir[218]. Klasik kaynaklarda durum böyle olduğu halde, daha sonraki dönemlerde (h. IV. asırdan asrımıza kadar) kaleme alınmış kitaplarda vahiy kâtiplerinin sayısı pek arttırılarak fâhiş bir rakama çıkartılmıştır[219]. Hz. Peygamber’in istihdâm etmiş olduğu kâtiplerin —bu arada vahiy kâtiplerinin— sayısının zaman ilerledikçe İslâm âlimleri tarafından hangi nedenle —veya nedenlerle— çoğaltıldığını kestirmemiz oldukça güçtür. Fakat, bu konuda düşünüldüğü zaman akla hemen şu iki husus gelmektedir. Bunların birincisi, Kur’ân-ı Kerîm’in metninin her hangi bir değişikliğe uğramadığını isbatlamak telâşı olabilir, diyebiliriz. Nitekim, vahyin, henüz Peygamber  [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  hayatta iken yazıya geçirilmiş bir vaziyyette olduğu savunulurken, Kur’ân âyetlerini yazmış sahâbîlerin sayısı ne kadar çok olursa, metnin güvenilirliği bir o kadar artar düşüncesi hâlen güncelliğini korumaktadır. Oysa Cenâb-ı Allâh, indirmiş olduğu Kur’ân’ın korunmasını bizzat kendisinin üstlendiğini net bir şekilde bize bildirmektedir[220].

Akla gelen ikinci husus da şudur: Tespit edebildiğimiz en eski kaynaklarda geçmekte olan haberlerde Hz. Peygamberin, kendisi için kâtiplik yapmış sahâbeden kimlere ne yazdırdığı açık bir şekilde belirtilmiş haldedir. Ancak, daha sonraki dönem müellifleri, seleflerinin yolundan gitmeyerek, Hz. Peygamber tarafından kâtip olarak görevlendirilmiş sahâbîleri yaptıkları kâtipliğin türü bakımından hiçbir sınıflandırma yapmadan sadece isimlerini serdetmekle yetinmişlerdir. Bu durum, Peygamberin  [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  kâtip olarak istihdâm ettiği sahâbenin tümünün vahiy kâtibi olduklarını iddia etmeğe yetmiştir.

Diğer taraftan, okuma yazma bilen sahâbîlerin hemen hemen hepsinin inen âyetleri yazarak kendi mushaflanm oluşturdukları ve bunların kimler oldukları yine ilk kaynaklarda açıklanmıştır[221]. Bu kitaplarda adlan geçen şahsî mushaf sahiplerinden çoğunun ismi, ilk me’hazlarda kâtib olarak zikredilmediği halde, daha sonraki devir eserlerde bu şahıslar Hz. Peygamberin kâtipleri sırasına alınmakla kalmamış, hattâ Yüce Peygamber’in vahiy kâtipleri olduktan da ileri sürülmüştür. Halbuki, ister mutekaddim, isterse de muteahhir eserlerin müellifleri Hz. Peygamber’in kâtiplerine dair bilgi verirken bu konu için açmış olduklan müstakil başlıklarda “Bunlar vahiy kâtibi olmuştur” vb. dememişlerdir. Bu başlıklar, genellikle, “Peygamber’in kâtibi olduklan kesin olanlar”[222], “Hz. Peygamber için yazı yazmış kişilerin isimleri”[223] ve benzeri şekildedir. Dolayısıyla, isimleri kâtipler sırasında verilmiş bu sahâbeden kimin vahiy yazdığını araştırma yapmaksızın ileri sürmek yanlıştır, denebilir.

Buraya kadar, Yüce Peygamberin kâtipleri hususunda bilgi içeren ilk kaynaklarla müteahhit eserlerin bir karşılaştırılmasını yapmaya; aynı zamanda bu eserlerde genellikle kâtiplerin sayılan» bu arada da vahiy kâtiplerinin sayılan hakkındaki ihtilâfları ve bunlan doğuran sebepleri bir nabza da olsa açıklamaya çalıştık. Şimdi ise, ilk kaynaklarda olmayıp daha sonraki dönemlere ait eserlerde ‘vahiy kâtibi* diye nitelendirilmiş bulunan sahâbîleri kısaca olarak tanıtmak yerinde olacaktır.

Bu sahâbîler şunlardır:

Ebû Seleme Abdullâh b. Abdulesed b. Hilâl b. Mahzûm el- Kuraşî[224], Abdullâh b. Abdullâh b. Ubeyy b. Selûl b. Mâlik[225], Ebû Muhammed Abdullâh b. ‘Amr b. el-‘Âs b. Vâ’il b. Hâşim el-Kuraşî[226], Abdullâh b. Abdullâh b. Osmân b. Âmir et-Teymî el-Kuraşî[227],

Abdullah b. el-Erkam b. Abdi Yeğûs b. Vehb el-Kuraşî ez-Zuhrî[228], Abdullâh b. Hatal[229], Ebû Bekir Abdullâh b. Ebî Kuhâfe Osman b. Âmir et-Teymî el-Kuraşî[230], Abdullâh b. Revâha b. Salebe el- Ensârî[231], Abdullah b. Ubeyy b. Selûl (Mâlik) el-Hazrecî[232], Abdullah b. Zeyd b. Abdurabbih el-Ensârî[233], Ebû ‘Abes/‘Ubeys Abdurrahmân b. Cebr b. ‘Amr el-Ensârî[234], el-‘Alâ b. Abdullâh b. Abbâd el- Hadramî[235], el-‘Alâ b. ‘Ukbe[236], ‘Âmir b. Fuheyre[237], ‘Amr b. el-‘Âs[238],

b. Sa‘d b. Salebe b. Culâs[239], Bureyde b. el-Huseyb b. Abdullhah[240], Ca‘fer b. Ebî Tâlib[241], Cehm b. Sa‘d[242], Cuheym b. es- Salt b. Mahreme el-Kuraşî[243], Ebân b. Sa‘îd b. el-‘Âs[244], Ebû Huzeyfe b. *Utbe b. RebFa[245], el-Erkam b. Ebri-Erkam[246], Ebû Umâme Es'ad b. Zurâre[247], Evs b. Havliyy b. Abdullah[248], Hâlid b. el-Velîd b. el- Muğîre[249], Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd b. Kuleyb el-Ensârî[250], Hâlid b. Sa‘îd b. el-‘Âs[251], Hanzala b. er-RabF b. Sayfî el-Kâtib[252], Hâtıb b. *Amr b. Abdişems el-Kuraşî[253], el-Husayn b. Numeyr[254], Huveytıb b. ‘Abdul'uzzâ b. Ebî Kays[255], Huzeyfe b. el-Yemân[256], Ma‘n b. ‘Adiyy b. el-Cedd b. el-‘Aclân[257], Mâlik b. el-*Aclân[258], Mu’âz b. Cebel el- Hazrecî[259], Mu'âviye b. Sahr b. Harb[260], Mu’aykıb b. Ebî Fâtıma ed- Devsî[261], el-Muğîre b. Şu'be[262], Muhacir b. Ebî Umeyye b. el- Muğîre[263], Muhammed b. Mesleme b. Seleme[264], Necrân Hnstiyanları’ndan bir kişi[265], el-Munzir b. ‘Amr b. Huneys el- Hazrecî[266], Ömer b. el-Hattâb[267], Sa‘d b. RabF b. ‘Anır[268], Sa‘d b. ‘Ubâde b. Duleym[269], Sa’îd b. Sa’îd b. el-’Âs[270], Sabit b. Kays b. Şemâs[271], Ebû Sufyân Sahr b. Harb[272], es-Sicill[273], Şurahbîl b. Hasene[274], Talha b. ‘Ubeydullâh b. Osman[275], ‘Ukbe[276], ‘Ukbe b. Nemr[277], Useyd b. el-Hudayr b. Semâk[278], Yezîd b. Ebî Sufyân Sahr b. Harb[279], Zeyd b. Erkam b. Zeyd el-Ensârî[280], ez-Zubeyr b. el- ‘Avvâm[281].

İsimleri Hz. Peygamberin kâtipleri—bazı eserlerde hattâ vahiy kâtibi olarak— arasında geçen bu sahâbîlerin kâtipliği hususunda genel bir değerlendirme yapacak olursak şunlar söylenebilir: Yukarıda adları geçen şahısların büyük bir çoğunluğu tespit edebildiğimiz ilk kaynaklarda zikr edilmemektedir. Hicrî IV. asırdan sonra kaleme alınmış eserlerde kâtip olarak nitelendirilmiş bu zevâtm Hz. Peygamber için ne yazdıklan da belirtilmemiş haldedir. Büyük kısmı Arap dünyasında yazılarak basılmış muâsır kitaplarda bu şahıslann kâtipliği isbatlanmak için, bunların, İslâm’dan önce yazıyı öğrendikleri, okuma yazmanın büyük bir mahâret kabul edildiği bir devirde bu işi (okuma yazma) iyi becerdikleri anlatılmaktadır. Oysa, yeni müslüman olmuş yazıyı bilen her kişinin vahy-i İlâhîyi yazmak gibi ağır ve oldukça sorumlu bir işle görevlendirdiğini düşünmemiz zordur. Zira, Hz. Peygamber’in etrafında Alî b. Ebî Tâlib, Osmân b. Affân, Zeyd b. Sâbit, Ubeyy b. Ka’b gibi sahâbe dururken, daha dün İslâm’a dil uzatmakla övünen kişilere Kur’ân âyetlerini yazdırmak pek doğru gözükmemektedir. Öte yandan, Hz. Peygamber için vahiy yazdığı halde dönüklük yapmış Abdullâh b. Sa’d’m durumu göz enünde bulundurulursa, işin ciddiyeti daha da belirmiş olur.

Nitekim, bu olayın akabinde inmiş[282] ilgili âyette[283] bu kişi şiddetle kınanmakta, çetin bir azapla korkutulmaktadır. Olayı başka bir açıdan değerlendirirsek, ortaya şu husus çıkmaktadır: Aynı zamanda bu âyet, Hz. Peygamber’e, kendisi için kâtip olarak alacağı kişileri çok iyi seçmesi gerektiğini de ikâz etmektedir.

Sonuç olarak, Cevâd Alî’nin de doğru olarak işaret ettiği gibi, Hz. Peygamber istihdâm etmiş olduğu kâtipler arasında yaptıkları kâtipliğin türüne göre görev dağıtımı yapmıştır. Bu nedenledir ki, en eski kaynaklarda Hz. Peygamberin yazmanları konusuna pek titiz değinilmiş, zikr edilmiş her bir kâtibin ne yazdığı da açıklığa kavuşturulmuştur.

C. Kâtipler Etrafındaki Tartışmalar

Tespit edebildiğimiz kaynaklardan edindiğimiz bilgiler ışığında Hz. Peygamber tarafından kâtip olarak görevlendirilmiş sahâbenin kimler olduğunu önceki bölümde açıklamaya çalıştık. Çalışmamız gereği, bu kâtipler arasından da hangi kişilerin mahzâ Kur’ân âyetlerini kaydettiğini, yine en eski kaynaklarda verilmiş haberlere dayanarak, tespit etmiş bulunuyoruz. İncelemeye tâbî tutmuş olduğumuz bu eserlerde bazı kâtipler hakkında ihtilaflı rivayetlerin de serdedilmiş olduğunu söylemeden geçemeyeceğiz. Çünkü kaynaklarda geçmekte olan bu nakiller ele alındığı zaman, bunların, ilgili yazmanların kâtipliğini düşürecek mâhiyette oldukları ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan, benzeri rivayetlere dayanarak asıl kaynaklara inmemiş müelliflerin bu konuda aşın gitmiş olduklan da müşâhede edilmektedir. Şimdi biz, haklarında ihtilaflı görüş beyân edilmiş kâtipleri ve bunlara dair serdedilmiş açıklamalan ele alacağız.

Öte yandan, Kur’ân-ı Kerîm’in, henüz Yüce Peygamber sağ iken yazı ile tespit edilmediğine dair ortaya atılmış iddialan da ele almamız, tezimizin konusu bakımından gerekli gözükmektedir. Çünkü, vahyin daha Peygamber  [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  tarafından yazıya geçirildiğini kabul etmemek, aynı zamanda, Hz. Peygamber’in yararlandığı kâtipleri, bu arada da vahiy kâtiplerini inkâr etmek anlamına gelmektedir. Bu itibarla, İslâmî literatür açısından kâtipliği hususunda ihtilaflı görüşler olan kâtipleri ele aldıktan sonra, ortaya atılmış söz konusu iddialan ve bunlan doğuran sebepleri de incelemeye çalışacağız.

1. Kâtipliği İhtilâflı Olan Kişiler

Âmir b. Fuheyre

Hakkında çelişkili rivayet nakledilmekte olan kâtiplerden biri Hz. Ebû Bekir’in azatlı kölesi Âmir b. Fuheyre’dir. Bu sahâbînin, Hz. Peygamber’in kâtipleri arasında mütalaa edilmesinin dayanağı hicret esnâsında Surâka b. Mâlik’e Yüce Peygamber tarafından verilmiş emannâmedir. Bu yazının metni zamanımıza kadar ulaşmamıştır; fakat adıgeçen yazının Âmir b. Fuheyre tarafından yazılmış olduğuna dair rivayetlere dayanmak suretiyle, hicri VI. asra ait eserlerden[284] başlayarak bu şahsın adı kâtipler arasında geçmektedir. Ancak, bu emannâme ile ilgili bayka bir rivayet, yazarın Hz. Ebû Bekir olduğunu söylemektedir. Her iki rivayeti değerelendirmiş İbn Kesir, kendince bir açıklama yaparak “...Muhtemel ki, Ebû Bekir yazının bir kısmını yazdıktan sonra kölesi Âmire emretmiş, o da geri kalan kısmını yazıp tamamlamıştır”[285] diyerek bu çelişkiyi ortadan kaldırmaya çalışmıştır.

‘Amr b. el-‘Âs

Bu sahâbînin kâtiplik yapamıyacağını dile getiren Ali el- Ahmedî’dir. Kaleme almış olduğu Mekâtîbu’r-Rasûl adlı eserinde müellif, ‘Amr’ın hicretin sekizinci yılında müslüman olduğunu, bundan sonra da devamlı savaşlarda bulunduğunu delil göstermek suretiyle adıgeçen sahâbînin kâtip olmadığım ileri sürmektedir[286], el- Ahmedî tarafından ortaya atılmış bu iddia değerlendirildiği zaman, hakikaten kaynaklar ‘Amr b. el-‘Âs’ın, Hz. Peygamber’in emriyle önce Şam etrafındaki Beliyy bölgesine gittiğini, daha sonra ise, Umân'a vâli olarak tayin edildiğini kaydetmektedir[287]. İbn Abdilberr, Hz. Peygamber vefat ettiği zaman ‘Amr’ın daha Umân’da vâli olarak görev yapmakta olduğunu söylemektedir[288]. Dolayısıyla, göstermiş olduğu deliller açısından ele alındığı zaman, el-Ahmedi nin tespiti doğrudur, denebilir.

Ebû Bekir Abdullâh b. Osmân

Kâtip olup olmadığı tartışılmış sahâbîler arasında Hz. Ebû Bekir’in de ismi geçmektedir. Yukarda belirttiğimiz gibi, Surâka b. Mâlik’e verilmiş emannâmenin Hz. Ebû Bekir tarafından yazıldığına dair haberlerin yanısıra, aynı yazıyı kendisinin kölesi olan Âmir b. Fuheyre’nin yazmış olduğu hakkında rivayetler de nakledilmektedir. Bu konuyu incelemiş İbn Kesîr’in, bu yazının bir bölümünün Ebû Bekir, diğer kısmının ise Âmir tarafından kayda alındığı ihtimâlini ileri sürdüğünü ve böylece bu ihtilafı giderdiğini daha önce belirtmiştik.

Öte yandan el-Ahmedî, el-Belâzurî’nin, İslâm geldiği zaman Mekke’de okuma yazma bilenlerin isimlerini verdiği Futûhu’l-Buldân adlı eserinde adının olmadığı gerekçesiyle Ebû Bekir’in kâtip olamıyacağmı savunmakta ise de[289], el-A‘zamî bu görüşü tartışmış ve bunun yanlış olduğunu isbatlamıştır[290].

Hâlid b. el-Velîd

İslâm tarihine büyük kumandan olarak adım yazdırmış Hâlid b. el-Velîd’in Hz. Peygamber için krcatiplik yapıp yapmadığı da müelliflerce tartışılmaktadır. Hâlid’in savaş taktiğini çok iyi bilmesinden dolayı Peygamber  [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  tarafından çeşitli seriyye ve gazvelere gönderildiğine dayanılarak kendisinin devamlı seferlerde bulunduğunu, dolayısıyla da kâtip olamıyacağı ileri sürülmektedir[291]. Hâlid b. el-Velîd’in hayatına dair bilgi veren kaynaklara bakıldığı zaman onun, hicretin sekizinci senesinde İslâm’ı kabul ettiğini ve bundan sonra Benû Cuzeyme’ye, Ukeydir’e, Benû el-Hâris b. Ka’b’a ve diğer bölgelere gönderildiği zikredilmektedir[292]. Bu bilgilerden yola çıkılarak, Hâlid b. el-Velîd’in kesin olarak kâtip olduğunu iddia etmek hayli güçtür dense, yanlış olmasa gerektir..

Mu’âviye b. Ebî Sufyân Sahr b. Harb

Mu’âviye b. Ebî Sufyân’ın, Hz. Peygamber için kâtiplik yapmış olduğu konusunda ilk kaynaklarda hiç bir tartışma yoktur. Mu’âviye hakkında tartışmaya açık husus, onun, Kur’an âyetlerini yazıp yazmadığı meselesidir. Eserlerinde kâtipleri yaptıkları görevler noktasından tasnif etmiş ilk çağ müelliflerine göre, Mekke fethinde müslüman olmuş Mu’âviye, Hz. Peygamberin vefatına kadar olan kısa bir zaman zarfında kâtiplik yapmıştır[293]. Mu’âviye’nin kesin olarak ne yazdığı konusuna gelince, et-Taberî[294], İbn Abdurabbih[295] ve el-Cehşiyârî[296] gibi yazmanları ne yazdıkları açısından sınıflandırmış müelliflerin vermiş olduğu bilgilere göre, o, Hâlid b. Sa‘îd ile birlikte ihtiyaç duyulan sair yazılan yazmıştır. Yine en- Nuveyrî, kaleme almış olduğu Nihâyetu’l-Erib isimli eserinde Mu'âviye’nin kesinlikle vahiy yazmadığım, “...sadece etraf nahiyelerle olan yazışmalan yazdığını” kaydetmektedir. Çağdaş müelliflerden Cevâd Ali de en-Nuveyri nin bu görüşünü doğru bulmuş ve buna ilâveten, Mu'âviye’nin imzasını taşıyan mektupları ve bunlann kimlere gönderildiğini sıralamıştır[297].

Diğer taraftan el-Ahmedî, Mu’âviye’nin kâtipler arasında addedilmesini ağır bir üslupla tenkit etmektedir. O, yemek yemesi nedeniyle Hz. Peygamber’in kendisini çağırdığı halde bunu ihmâl ettiğini delil göstermekte ve bu şahsın kâtipliğini kesinlikle kabul edilemeyeceğini dile getirmektedir[298].

Netice olarak, bir kaç ay gibi çok kısa bir müddet zarfında olsa bile, Mu’âviye b. Ebî Sufyân’ın Hz. Peygamber için bazı mektupları yazdığını, ancak vahiy yazmadığını söyleyebiliriz.

el-Muğîre b. Şu’be

el-Muğîre b. Şu’be’nin kâtiplik yapıp yapmıdığını tartışmış yegâne müellif el-Ahmedî’dir. Müellif, onun hicretin beşinci senesinde müslüman olduğunu ve kâtipliğinin çok ender olduğu gerekçeleriyle el-Muğîre’nin kâtiplerden sayılmasının yanlış olduğu görüşündedir[299]. Oysa el-Muğîre’nin imzasını taşıyan mektupların büyük bir kısmı zamanımıza kadar ulaşmış haldedir[300]. Bu tarihî vesikalar incelendiği zaman el-Ahmedî’nin ileri sürmüş olduğu görüşün tutarsızlığı anlaşılmaktadır.

  Osmân b. ‘Affân

Osmân b. ‘Affân’ın Hz. Peygamber’in vahiy kâtiplerinden olduğunu önceki bölümde aktarmış bulunuyoruz. Hz. Osman’ı tartışma konusu eden tek müellif Ali b. Huseyn’ali el-Ahmedî’dir. O, İbnu’l-Esîr’in “Osmân b. ‘Affân Hz. Peygamber için bazen yazardı” ifadesini delil göstererek Hz. Osman’ın ‘kâtip* olarak vasıflandınlmasına kendi itirâzını belirtmektedir. Halbuki, İbnu’l- Esîr’den üç asır önceki müelliflerin eserlerine bakılırsa, Osmân b. ‘Affân’ın değil kâtip olduğu, hattâ vahiy kâtibi olduğu net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Burada biz, sözü fazla uzatmadan, el-Ahmedî tarafından ortaya atılmış bu fikrin tartışma konusu bile edilemeyeceği ve müellifin açık bir şekilde kendisini mezheb taassubuna kaptırdığı görüşünde olduğumuzu belirtmek isteriz.

Sonuç itibarı ile, adıgeçen sahâbîlerin kâtiplik yapıp yapmadıkları konusunda ortaya atılmış tartışmaların bir kısmı düşündürücü olsa da, bazılarının yerinde olmadığı görülmektedir.

Sonuç

Cenâb-ı Allah yer yüzüne göndermiş olduğu son din İslâm ile birlikte, hükmünü Kıyâmet Günü’ne kadar geçerli kıldığı sonuncu semavî kitap olan Kur’ân-ı Kerîm’! de inzâl etmiştir. Yirmi üç seneye yakın bir zaman zarfında, seçtiği son peygamberi Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] ’e indirmiş olduğu vahyin hiçbir değişiklik ve tahrife uğratılamayacağı garantisini de vermesine rağmen, Kur’ân metninin değişmezliği meselesi asırlar boyunca tartışılagelmiştir. Çoğunlukla müsteşrikler tarafından ortaya atılarak tartışma konusu yapılan bu mevzû, hiç şüphe yok ki, İslâm âlimleri tarafından da ele alınmış ve vahye her hangi bir dış mûdâhelenin olmadığı defalarca isbatlanmıştır. Ortaya atılmakta olan iddiâlann, daha çok, Kur’ân’ın Hz. Peygamber henüz hayatta iken yazı ile tespit edilip edilmemesi üzerine binâ edildiği görülmektedir. Zira, bu tartışmaları başlatanlarca, inen vahiy ilk defa, Peygamber  [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  vefat ettikten sonra Hz. Ebû Bekir tarafından yazdırılarak toplanmıştır. Hatta bu cem’ işini Hz. Osmân’m halifeliği dönemine kadar götürenler de olmuştur. Bu nedenle, çalışmamızı, henüz Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  sağ iken kendisine indirilmekte olan vahyin yazıya geçirildiği dönemle sınırlandırmak suretiyle, bu mevzûya köklü bir çözüm getirmeğe çalıştık.

Bu amaçla, tezin Giriş bölümünde, konu ile yakından ilgili olan Vahiy konusunu özet bir biçimde ele almaya çalıştık. Burada, Vahyin, vahyi indiren, vahyi getiren ve kendisine vahiy getirilen olmak üzere üç boyutlu bir iletişim olduğunu gördüğümüz gibi, bu üç varlığın dışında vahye hiç bir varlığın müdâhele edemiyeceği gerçeğini de ortaya çıkarmış olduk.

Bunun yanısıra, bu bölümde, çalışmamızla birbaşa alâkası bulunan Yazı (Kitâbet) konusu üzerinde durduk. Bu başlık altında, Yazı’nın ortaya çıkışını, geçirdiği gelişim safhalarını inceledik. Daha sonra, Hicâz’a girmesinden itibaren Hz. Peygamber’in yaşadığı döneme kadar olan süre zarfında Yazı’nın hangi konuma gelmiş olduğunu ele almaya çalıştık. Kaynaklardan edindiğimiz bilgiler doğrultusunda, Yazı’nın, Arap yarımadasında pek yaygın olmadığım gördük. Başka bir ifadeyle, vahyin indirilmiş olduğu zaman diliminin Yazı’ya pek müsâlt olmaması ile birlikte, çok sınırlı şartlar altında da olsa, vahyin nasıl kayda geçirildiği hususunu araştırma konusu yaptık. Bu arada, o dönemde Yazı malzemelerinin neler olduğunu ve Kur’ân’m yazılmasında kullanılmış yazı gereçlerini tanıtmaya çalıştık.

Birinci Bölüm’de, vahyin yazı ile kayda geçirilmesi sürecini incelemeğe tâbi tuttuk. Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye ettiği hicretin, İslâm Tarihi’nde ve müslümanlann yaşamlarında yaptığı büyük değişiklikleri gözönünde bulundurarak, bu süreci Mekke Dönemi ve Medine Dönemi olmak üzere iki alt başlıkta ele aldık.

Vahyin yazı ile kayda geçirilmesinin Mekke Dönemi’nde; kaynaklarda nakledilmekte olan haberlerden yola çıkarak, Mekke’de kitabetin çok sınırlı bir şekilde kullanıldığı görüldü. Burada yazı genellikle, kabileler arası anıtlaşmalarda, borç senetlerinde vb. vesikalarda kullanıldığı ve okuma yazma bilenlerin elit kabakadan belli kişiler olduğu gözlendi. Mekke şehrinde İslâm’a girenlerin çoğunun fakir ve köle olması ile birlikte, bu dönemde müslüman olmuş bazı kişilerin de okuma yazma bildikleri ve bu kişilerin Hz. Peygamber tarafından vahyi yazmakla görevlendirilmiş oldukları belirlendi. Mekke müşriklerinin, Yüce Allah’ın Hz. Peygamber’e indirdiği âyetlere karşı gelerek bunların Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  tarafından “başkalarına yazdırılmış olduğunu” iddia ettiklerini anlatan Kur’ân âyetlerinden de yararlanmak suretiyle, inen âyetlerin henüz Mekke’de Peygamber  [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  tarafından yazdırılmış olduğunu delilendirmeğe çalıştık. Diğer yandan, “...bu âyetler yalnız şifâhî olarak nakledilmiş olsaydı, nesh’e de gerek kalmazdı” diyen müsteşrik Fr. Buhl’un simasında şarkiyatçıların da, vahyin, henüz Hz. Peygamber hayatta iken yazı ile tespit edildiğine olan olumlu yaklaşımlarını da ortaya koyduk. Sonuçta, daha Mekke’deki zor şartlar altında, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] ’in vahyi, müslümanlar arasından yazıyı bilenlere yazdırdığım açık delillerle ortaya çıkarmış olduk.

Vahyin yazı ile tespitinin Medine Dönemi’nde; Yazı’nın Hz. Peygamber’in teşebbüsleri ile daha yaygın hâle getirildiği görüldü. Medine’ye yerleştikten sonra inşâ edilmiş Mescid-i Nebevî’nin hem günlük ibâdette kullanılması, hem de burada Hz. Peygamber’in gözetiminde eğitim ve öğretim verilmesi ilme verilen büyük önemi ortaya koydu. Hicretin ikinci yılında patlak vermiş Bedir harbinde zafer elde eden mûslümanlann aldıkları çok sayıda esirlerden okuma yazma bilenlere fidye karşılığı, medineli çocuklara yazı öğretmelerinin emredilişi de okuma yazmanın mûslûmanlar arasında giderek artmasına neden olduğu anlaşıldı.

Kaynaklardan edindiğimiz bilgiler, yazıyı öğrenmiş müslümanlann Hz. Peygamber tarafından “kâtip" olarak istihdam ettiğini aktarmaktadır. Zira, Medine’ye hicret ettikten sonra Medine Site Devleti’ni kuran Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] ’in, devlet başkanı olarak etraf kabilelerle, civar devletlerle olan yazışmalarının, buralara göndermiş olduğu İslâm’a dâvet mektuplarının zamanımıza kadar ulaşmış olması ve metinlerinden bu mektupların kimler tarafından yazıldığı bilinmektedir. Bu arada, İslâm müelliflerinin kaleme almış olduğu ilk dönem eserleri de taranarak, Hz. Peygamber’in “kâtiplerinin” sayılan ve bu şahıslann kimler olduğu da belirlenmiş, vahyin Peygamber  [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  tarafından yazı ile kaydettirilerek koruma altına alındığı açık delillerle kanıtlanmıştır.

Tezimizin İkinci Bölümü’nde Hz. Peygamber için yazmanlık yapmış kişilerin kimler olduğu incelendi. Çalışmamızın gereği ve amacı, bu kâtiplerden hangilerinin mahzâ vahy-i İlâhîyi yazmış olduğunu ortaya çıkarmak ve böylece vahiy kâtiplerini tanıtmak olduğundan dolayı, bu kâtiplerden her birinin ne yazdıkları da titiz bir şekilde ele alındı. Bu zaman, Hz. Peygamber’in kâtiplerine dair bilgi vermiş ilk dönem kaynaklarından da büyük ölçüde yararlanılmıştır. Çünkü, bu kaynakların müellifleri, ismini kaydettikleri kâtiplerden kimin ne yazdığım —antlaşma mı, Islâm’a dâvet mektubu mu, âmirlere gönderilen emirname mi, vahiy mi— da açıklığa kavuşturmuşlardır. Ancak, daha sonraki devir alimlerinin,

kendi eserlerinde sadece kâtiplerin adlarını vermekle yetindikleri ve bunun da, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] ’in edinmiş olduğu kâtiplerin sayısı ve bunlardan kimin ne yazmış olduğu hakkında bir karışıklığa yol açmış olduğu ortaya çıkmıştır. Nitekim, el-Belâzurî, et-Taberî, İbn Abdurabbih ve el-Cehşiyârî gibi ilk dönem müellifleri vahiy kâtiplerinin beş kişi olduğunu zikrederken, hicri VI. asır ve bunu izleyen asırların alimleri, Hz. Peygamberin tâlimâtı ile Kur’ân’ı yazan sahâbîlerin otuz yedi, kırk iki olduğunu; çağdaş müelliflerin ise bu rakamı altmışa kadar çıkardıkları tespit edilmiştir. Bu nedenle, Hz. Peygamber’in yararlanmış olduğu kâtiplerin ifa ettikleri kâtipliğin türünü açıklamış ilk kaynaklar esas alınarak, vahiy yazan kâtiplerin; Ali b. Ebî Tâlib, Osmân b. ‘Affân, Ubeyy b. Ka‘b, Zeyd b. Sâbit ve Abdullâh b. Sa‘d b. Ebî Şerh olmak üzere beş sahâbenin olduğu sonucuna varılmıştır.

Kaynakların kâtiplik yaptıklarını kaydetmekte oldukları şahıslar, icrâ etmiş oldukları görevleri açısından incelenerek, vahiy kâtiplerinin tespit edilmesinden sonra, kâtiplik yapmış, fakat vahiy yazmamış bulunan diğer yazmanlar da kısaca tanıtılmıştır. Bu sahâbenin, hangi nedenlerle Hz. Peygamber’in kâtipleri sırasında anıldıkları, ne yazdıkları ve ne sebeple vahiy kâtibi olamıyacaklan açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır.

Son olarak bu bölümde, Peygamber  [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  için kâtiplik yapmış sahâbîler etrafındaki tartışmalar ele alınarak bunların doğru ve yanlış tarafları ayıklanmaya çalışılmıştır. »

Netice itibarı ile, Kur’ân-ı Kerîm’in henüz Hz. Peygamber hayatta iken, bizzat kendisinin gözetiminde, yine kendisi tarafından vahyi yazmakla görevlendirilmiş sahâbîlerin yazı ile kayda geçirildiğini; bu görevi ifa etme bahtiyarlığını yaşamış kişilerin ise, Ali b. Ebî Tâlib, Osmân b. ‘Affân, Ubeyy b. Ka‘b, Zeyd b. Sâbit ve Abdullâh b. Sa'd b. Ebî Şerh olduğunu söyleğebiliriz.

KAYNAKÇA

el-AHMEDÎ, Ali b. Huseyn‘alî, Mekâtîbu’r-Resul, Dâru Sa‘b yay., Beyrut t.y.

ALBAYRAK, Halis, “Vahiy Gerçeği”, Kutlu Doğum Haftası, (12- 17 Ekim, 1989), TDV yay., Ankara 1990.

---------- t Kur’ân’da Însan-Gayb İlişkisi, Şûle yay., İstanbul 1993.

ALİ, Cevâd, el-Mufassal fi TârîhiTArab kable’l-îslâm, Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn yay., Beyrut 1971.

el-‘AKK, Hâlid Abdurrahmân, Usûlü’t-Tefsir ve Kavâ’iduh, 2. bsk., Beyrut 1406/1986.

el-AMİRÎ, Îmâduddîn Yahyâ b. Ebî Bekir, BehcetuTMehâfil ve Buğyetu’l-Emâsil fi Telhisi’l-Mu‘cizât ve’s-Siyer ve’ş-Şemâ’il, Matba'atu’l-Kâhire yay., Kahire 1331/1913.

ATEŞ, Süleyman, Yüce Kur’ârim. Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar yay., İstanbul 1991.

Azerbaycan Sovet Ensiklopediyası (ASE), ASE yay., I-X, Bakı 1981.

el-‘AYNÎ, Bedruddîn Mahmûd b. Ahmed, ‘Umdetu’l-Kân Şerhti Sahihi’l-Buhârî, 1. bsk., Matba’atu Mustafâ el-Bâbî yay., Mısır 1392/1972.

el-A‘ZAMÎ, Muhammed Mustafâ, Kuttâbu’n-Nebî, 3. bsk., Şirketu’t-Tıbâati’l-Arabiyye es-Se‘ûdiyye yay., Riyâd 1401/1981.

BAKTIR, Mustafa, İslâm'da İlk Eğitim Müessesesi Ashab-ı Suffd, Timaş yay., İstanbul 1990.

el-BÂŞÂ, Haşan, el-Funünül-İslâmiyye ve’l-Vezâif alâ’l-Âsâri’l- Arâbiyye, Dâru’n-Nahdati’l-Arabiyye yay., Kahire t.y.

el-BELÂZURÎ, Ebû'l-Hasen, FutûhuTBuldân (Tah. Rıdvân M. Rıdvân), Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye yay., Beyrut 1403/1983.

------------ 1 Ensâbu’l-Eşrâf (Tah. M. Hamîdullâh), I. cilt, Dâru’l-Me'ârif yay., Kahire 1959.

el-BENNÂ, Ahmed Abdurrahman, el-Fethür-Rdbbânî U Tertibi Musnedi'l-İmâm Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî, Daru'ş-Şehâb yay., Kahire t.y.

BUHL, Frantz, “Kur’ân”, İslâm Ansiklopedisi. 5. bsk.. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) yay., İstanbul t.y., VI/995-1012.

------- 1 “Bedir”, İslâm Ansiklopedisi, MEB yay., 11/443-444.

el-BUHÂRÎ, Muhammed b. Îsmâîl, Sahiha’l-Buhân, Elif Ofset yay., İstanbul 1979.

el-BÎRÛNÎ, Ebû Reyhân Muhammed b. Ahmed, Tahkîku mâ li’l- Htnd, 2. bsk., Âlemu'l-Kutub yay., Beyrut 1403/1983.

CAETANİ, Leone, İslâm. Tarihi (Çev. Hüseyin Cahit), İstanbul 1924.

el-CEHŞİYÂRÎ, Ebû Abdillâh Muhammed b. ‘Abdûs, Kitâbu’l- Vuzerâ’ ve’l-Kuttâb (Tah. Mustafâ es-Sekâ, Îbrâhîm el-Ebyârî ve Abdulhafîz Şelbî), 2. bsk., Kahire 1401/1980.

CERRAHOĞLU, İsmail, Tefsir Usûlü, 11. bsk., TDV yay., Ankara 1997.

ÇETİN, M. Nihad, “Arap: II. Yazı”, DİA, TDV yay., III/276-309.

CEVDET PAŞA, Ahmed, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-e Hülefâ, Kanaat Matbaası yay., İstanbul 1912.

el-CEVHERÎ, İsmail b. Hammâd, es-Sıhâh (Tah. Ahmed Attâr), 4. bsk., Beyrut 1990.

el-CUMEYLÎ, Raşîd Abdullah, Tarîhu’d-Devleti’l-‘Arabiyyeti’l- Islâmiyye (‘Asru’n-Nubuvve ve Hilâfeti’r-Râşidîn veTEmeviyyin) me‘a Mukaddeme ‘an Tarihi’ l-‘Ar ab ve Hadâratihim Kable’l-îslâm, Mektebetu’l-Me'ârif yay., Ribât 1983.

CÂNAN, İbrahim, Peygamberimizin Okuma-Yazma Seferberliği ve Öğretim Siyaseti, Cihan yay.. İstanbul 1984.

ed-DEBBÂ*, Ali Muhammed, Semîru’t-Tâlibîn Jî Resmi ve Dabti’l-Kitâbi’l-Mubîn, Mektebetu’l-Meşhedi’l-Huseynî yay., Kahire t.y.

DEMİRCİ, Muhsin, Vahiy Gerçeği, MÜÎFyay., İstanbul 1996.

DRAZ, Abdullâh, Kur’ân’ın Anlaşılmasına Doğru (Çev. Salih Akdemir), Mim yay., Ankara 1983.

el-EBYÂRÎ, İbrahim, Târîhu’l-Kur’ân, 3. bsk., Dâru’l-Kutubi’l- Mısrîyay., 1411/1991.

EBÛ DÂVÛD, Süleyman b. el-Eş‘as es-Sicistânî, Süneni Ebî Dâvûd (Tah. İzzet Ubeyd ed-Du‘âs), 1. bsk., (Muhammed Ali es-Seyyid baskısı), Hums 1388/1969.

EBÛ ‘UBEYD, Kâsım b. Sellâm, Fedâ’ilu’l-Kur’ân (Tah. Vehbî Suleymân Ğâvecî), Dâru’l-Kutubi’l-îlmiyye yay., Beyrut 1411/1991.

el-EZHERÎ, Ebû Mansûr Muhammed, Tehzîbu’l-Luğa (Tah. Abdullâh Derviş), Mısır t.y.

FAYDA, Mustafa, “Bedir Gazvesi”, DİA, TDV yay., İstanbul 1992, V/325-327.

----- 1 “Abdullâh b. Sa‘d b. Ebî Şerh”, DİA, TDV yay., İstanbul 1988,1/130-131.

el-FERÂHİDÎ, Halil b. Ahmed, Kitâbu’l-Ayn (Tah. Mehdi el- Mahzûmî, İbrâhîm es-Sâmirî), 1. bsk.’, Beyrut 1408/1988.

FIĞLALI, Ethem Rûhî, “Dâru’n-Nedve”, DİA, TDV yay., İstanbul 1993, VIII/555-556.

------- 1 “Ali b. EbîTâlib”, DİA, TDV yay., 11/371-374.

el-FÂSÎ, Ebû’t-Tayyib Muhammet! b. Ahmed, el-‘ikdu’s-Semîn fi TâfîhVl-Beledi’l-Emîn (Tah. Muhammet! Hâmid el-Fakî), Matbaatu’s- Sunneti’l-Muhammediyye yay., Kahire 1378/1958.

el-GAZZÂLÎ, Ebû Hâmid Muhammed, el-Mustasfâ min İlmi’l- Usûl (Haz. Îbrâhîm Muhammed Ramadân), Dâru’l-Erkam b. Ebî’l- Erkam yay., Beyrut t.y.

GÖRGÜN, Tahsin, “Dil, Kavrayış ve Davranış: Kur’ân’m Vahyedilmesi ve İslâm Toplumunun Ortaya Çıkışı Arasındaki Alâkanın Tahliline Mukaddime”, III. Kur’ân Haftası Kur’ân Sempozyumu (13-19 Ocak 1997), 1. bsk., Fecr yay., Ankara 1998, s. 137-155.

GÖZÜTOK, Şakir, “Resulullah  [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  Döneminde İlköğretim Kurumlan ve İşlevleri”, Dinî Araştırmalar (Eylül-Aralık, 1998), C.l, S.2, s. 165-198.

el-HALEBÎ, Alî b. Burhâneddin, es-Sîretu’l-Halebiyye fi Sîrett’l- Emîni’l-Me’mûn însâni’l-’Uyün, Dâru’l-Meârif yay., Beyrut t.y.

HALLÂK, Hassân Ali, Dirâsât fı Târîhi’l-Hadârati’l-İslâmiyye, Dâru’n-NahdatiTUmiyye yay., Beyrut 1409/1989.

------- 1 Ta’nbu’n-Nükûd ve’d-Devâvîn fi’l-Asri’l-Umevî, 2. bsk., Dâru’l-Kitâbi’l-Lubnânîyay., Beyrut 1986.

el-HAMED, Ğânim Kaddûrî, Rasmu’l-Mushaf el-Lecnetu’l- Vataniyye yay., Bağdad 1402/1982.

HAMÎDULLÂH, Muhammmed, Hz. Peygamberin Altı Orijinal Diplomatik Mektubu ve Arap Yazısının Temeline Giriş (Çev. Mehmet Yazgan), Beyân yay., İstanbul 1990.

------------- 1 İslâm Peygamberi (Hayatı ve Faaliyeti) (Çev. SâlihTuğ), 5. bsk., İstanbul 1411/1990.

------------- 1 Mecmü'atu'l-Vesâiki's-Siyâsiyye li’T'Ahdi'n- Nebeviyyi ve'l-HilâfetCr-Râşide, 5. bsk., Dâru'n-Nefâis yay., Beyrut 1405/1985.

------------- 1 “Akdemu Te’lîf fî’l-Hadîsi’n-Nebevî”, Mecelletu’l- Mecma‘iT‘îlmiyyiT‘Arabî, Dimaşk 1953, XXVIII/!, s. 75-102.

------------- 1 Muhtasar Hadis Tarihi ve Sahife-i Hemmam İbn Munebbih (Çev. Kemal Kuşçu), Bahar yay., İstanbul 1967.

------------- f İslâm Müesses elerine Giriş (İhsan Süreyya Sırma), Beyan yay., İstanbul 1992.

------------- t İslâm'ın Doğuşu (Çev. Murat Çiftkaya), Beyan yay., İstanbul 1997.

------------- 1 “San'atu’l-Kitâbe fî ‘Ahdi’r-Rasûl ve’s-Sahâbe”, FikrveFenn, Hamburg 1964, S.3, s. 21-27.

HAŞAN HÂN, Sıddîk , ‘Avnu’l-Bârî li Halli Edilleti’l-Buhârî, Haleb 1404/1984.

el-HASENÎ, Hâşim Ma'rûf, Siratu’l-Mustafâ: Nazra Cedide, Beyrut 1410/1990.

el-HATÎB el-BAGDÂDÎ, Ebû Bekir Ahmed b. Ali b. Sâbit, Takyıdu’l-İlm (Tah. Yûsuf b. Reşîd el-‘Iş), 2. bsk., Dâru îhyâ’i’s- Sunneti’n-Nebeviyye yay., y.y. 1974.

HATTÂB, Mahmûd Şît, Suferâ’u’n-Nebî, Dâru’l-Endelusi’l-Hadrâ yay., Cidde 1417/1996.

------- 1 “es-Sefârât ve’r-Resâ’ilu’n-Nebeviyye: Kuttâbu’n-Nebî ve Mevâddihimu’l-Kitâbiyye”, el-Mevrid, Bağdad 1987, C.16, S.l, s. 29-40.

el-HÂFIZx Muhammed Muti*, “Qur’an-i Kerimin Erken Tarihi”, İslâm Araştırmaları, Azerbaycan Elmler Akademiyası Şarkşûnaslık înstitutu “îrşad” İslam Araşdırmalan Merkezi Dergisi, Bakı 1994, S.4, s. 37-47.

İBN ASÂKİR, AU b. el-Hasan b. Hibetullâh b. Abdillâh, Târihti Medîneti Dimaşk (Tah. Muhibbuddın Ebû Sa‘îd Ömer b. öarâme el- ‘Amravî), Dâru’l-Fikr yay., Beyrut 1415/1995.

İBN ABDÎLBERR, Ebû Ömer Yûsuf b. Abdillâh b. Muhammed, el-îstVâb fi Ma'rifeti’l-Eshâb (Tah. Ali Muhammed el-Bicâvî), Nahdatu Mısr yay., Kahire t.y.

İBN ABDİRABBÎH, Ebû Ömer Ahmed b. Muhammed el- Endelusî, Kitâbu’l-‘İkdiTFerid (Tah. Ahmed Emin, Ahmed ez-Zeyyin, İbrahim el-Ebyârî), Mektebetu’n-Nahdati’-Mısriyye yay., Kahire 1962.

İBNU’L-ESÎR, Îzzuddîn Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Cezerî, Usdu’l-Gâbe fi Ma'rifeti’Sahâbe (Tah. Halil Me’mûn Şeyhâ), Dâru’l- Ma'rife yay., Beyrut t.y.

, el-Kâmil Jî’t-Târîh, Dâru Sâdır yay., Beyrut

1399/1979.

İBNU’N-NEDÎM, Muhammed b. îshâk b. Ya‘kûb, el-Flhrist (Tah. İbrahim Ramadan), Beyrut 1415/1994.

İBN FÂRİS, Ebû’l-Huseyn Ahmed, Mu'cemu Mekâyîsi’l-Luğa (Tah. Abdu’s-Selâm M. Hârûn), 2. bsk., Mısır 1392/1972.

İBN HABÎB, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Umeyye el-Bağdâdî, Kitâbu’l-Muhabber (Haz. Elza Lihten Şteytr), Dâru’l-Âfâki’l-Cedîde yay., Beyrut t.y.

İBN HABÎB, el-Hasan b. Ömer, el-Muktefâ min SîretiTMustafâ (Tah. Mustafa M. Huseyn ez-Zehebî), Dâru'l-Hadîs yay., Kahire 1416/1996.

İBN HACER, Şihâbuddîn Ahmed b. Alî el-‘Askalânî, Kitâbu’l- îsâbejî Temyizi’s-Sahâbe, Bağdad 1328.

----------- f Fethu'l-Bârî bi Şerh Sahihi’l-Buhârî (Tah. Tâhâ Abdurraûf Sa‘d, Mustafa M. el-Hevârî, Muhammed Abdulmu’tî), Kahire 1398/1978.

İBN HALDÛN, Abdurrahmân b. Muhammed, el-Mukaddime (Tah. Derviş el-Cüveydî), 2. bsk., Beyrut 1416/1996.

İBN HANBEL, Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed eş-Şeybânî, el-Musned (Tah. Abdullah Muhammed ed-Dervîş), 1. bsk., Dâru’l- Fikryay., Beyrut 1411/1991, 1/126;

T

İBN HİBBÂN, Ebû Hâtım Muhammed b. Ahmed, es-Sîretu'n- Nebeviyye ve Ahbâru'l-Hıdefâ (Haz. es-Seyyid Aziz Bek ve diğerleri), Muessesetu'l-Kutubi's-Sekâfiyye yay., 1. bsk., Beyrut 1408/1987.

İBN HİŞÂM, es-Sîretu’n-Nebeviyye (Tah. Süheyl Zekât), Beyrut 1412/1992.

İBN İSHÂK, Muhammed b. Yesâr, Sîretu İbn îshâk (Tah. Muhammed Hamîdullah), Konya 1401/1981.

İBN KESİR, Ebû’l-Fidâ İsmail, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 3. bsk., Mektebetu’l-Ma‘ârif yay., Beyrut 1980.

İBN KUTEYBE, Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî, Kitâbu ‘Uyûnt’l-Ahbâr, Beyrut t.y.

İBN MANZÛR, Ebû’l-Fadl Muhammed, Lisanu’l-Arab, 3. bsk., Dâru Sâdır yay., Beyrut 1414/1994.

İBN MÂCE, Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sunenu İbn Mâce (Tah. Muhammed Fuâd Abdulbâkî), Dâru îhyâ'i'l- Kutubi'l-Arabiyye yay., y.y., 1373/1953.

İBN SA*D, Muhammed, Kitâbu’t-Tabakâti’l-Kebîr, Dâru Sâdır yay., Beyrut t.y.

İBN SEYYİDİNNÂS, ‘Uyûnu’l-Eser jî Funûni’l-Meğâzî ve’ş- Şemâ’il ve’s-Siyer (Tah. Lecnetu îhyâ’i’t-Turâsi’l-’Arabî fî Dâri’l- Âfâki’l-Cedîde), 3. bsk., Dâru’l-Âfâki’l-Cedîde yay., Beyrut 1402/1982.

İBN TÛLÛN, Muhammed b. Ali b. Ahmed ed-Dimaşkî, İ'lâmu’s- Sâ’ilîn ‘an Kutubi SeyyidiTMurselîn (Tah. Ebû Abdilkâdir Mahmûd el-Amâ’ût), Muessesetu’r-Risâle yay., Beyrut 1403/1983.

el-İSFAHÂNÎ, Râğıb, Müfredata Elfâzı’l-Kur’ân, 2. bsk., Dâru’l- Kalemyay., Dimaşk 1418/1997.

İSÂ, Abdulcelü, el-Mushafrı’l-Muyesser, Dâru’l-Kalem yay., y.y, t.y.

İSÂ, Ahmed Abdurrahmân, Kuttâbu’l-Vahy, Dâru’l-Livâ yay., Riyâd 1400/1980.

el-KAD‘î, Muhammed b. Selâme b. Ca‘fer, Târîhu’l-Kadâ‘î Kitaba ‘Uyûni’l-Me'ârif ve Fanûni Ahbâri’l-Halâ’if (Tah. Cemîl Abdullah Muhammed el-Mısrî), Îhyâ’u’t-Turâsi’l-Îslâmî yay., Mekke 1415/1995.

el-KALKAŞENDÎ, Ahmed b. Ali, Sübha’l-A‘şâ fr Sınâ‘ati’l-înşâ (Tah. Muhammed Huseyn Şemsuddîn), Dâru’l-Kutubi’l-îlmiyye yay., Beyrut 1407/1987.

KÂNÛ, Abdullatîf, “Mesâhif fî’l-Bahreyn Te‘ûd li’l-Karni’l- Evveli’l-Hicrî”, el-Vesika, Bahreyn 1403/1983, S.3, s. 102-150.

el-KASTALÂNÎ, Şihâbuddîn Ahmed b. Muhammed, İrşada s-Sârî li Şerhi Sahihi'l-Bahârî, Beyrut t.y.

--------------- , el-Mevâhiba’l-Ledunniyye bi’l-Menhi’l- Mahammediyye (Tah. Salih Ahmed eş-Şâmî), el-Mektebu’l-îslâmî yay., Beyrut 1412/1991.

KAZICI, Ziya, İslâm. Mûesseseleri Tarihi, Kayıhan yay., İstanbul 1996.

el-KETTÂNÎ, Abdulhayy, Nızâmu’l-Hukümeti’n-Nebeviyye el- Musemmâ et-Terâtîbe’l-îdâriyye (Tah. Abdullâh el-Hâlidî), 2. bsk., Dâru’l-Erkam yay., Beyrut t.y.

KOÇYİĞİT, Talât, Hadis Tarihi, TDV yay., Ankara 1997, s. 26.

KRATCHKOVSKY, İqnatyus Julianovitch, Koran, Soveksportkniqa yay., Moskva 1990.

el-KUŞEYRÎ, Ebû’l-Huseyn Müslim b. Haccâc, Sahîhu Müslim (Tah. Muhammed Fuâd Abdulbâkî), Dâru îhyâ’iTKutubiTArabiyye yay., Kahire 1373/1955.

el-MAHALLÎ-es-Suyûtî,Tefsiru’l-Celâleyn li’l-Kur’âni'l-Azîm, Salah Bilici Kitapevi yay., İstanbul t.y.

MEMMEDZADE, Elçin, “Hz. Peyğâmbârin katiblâri”, Dil vâ Âdâbiyyat, Bakü Devlet Üniversitesi Dergisi (BDÜD), BDU yay., Bakı 1999, C.6, S.24, s. 103-108.

el-MES’ÛDÎ, Ebû’l-Hasen Ali b. el-Huseyn, et-Tenbîh ve’l-lşrâf, Dâru Mektebeti’l-Hilâl yay., Beyrut 1981.

el-MUHİBBUT’-TABERÎ, Ebû Ca‘fer Ahmed, er-Riyâdu’n-Nadıra Jî Menâkıbi’l-Aşera, Dâru’l-KutubiTîlmiyye yay., Beyrut 1405/1983.

MUCÂHÎD, .Ebû’l-Haccâc b. Cebr, Tef sini Mucâhid (Tah. Abdurrahmân et-Tâhir b. Muhammed), Beyrut t.y., 11/687;

en-NAMANGÂNÎ, İsmâîl Mahdûm b. Sâtî Ahund, Kttâbu TarihiT MushaJVl-'Usmânî Jî Taşkend, el-Matba‘atu’l-Hukûmiyye yay., Taşkend 1391/1971.

en-NESEFÎ, Ebû’l-Berekât Abdullâh b. Ahmed, Medâriku’t- Tenzîl (Tah. Mervân M. eş-Şe“âr), Dâru'n-Nefâ’is yay., Beyrut 1416/1996.

en-NEVEVÎ, Yahya b. Şeref, es-Sîretu'n-Nebevlyye (Tah. Abdurra’ûf Ali, Bessâm Abdulvahhâb el-Câbî), Dâru’l-Basâ’ir yay., Dimaşk 1400/1980.

en-NUVEYRÎ, Şihâbuddîn Ahmed b. Abdulvahhâb, Nihâyetu’l- Erib Jî Funûni’l-Edeb (XVIII. cildi tah.: Muhammed M. Hasaneyn, İbrahim îtfîş), el-Muessesetu’l-Mısriyyetu’l-Âmme yay., Kahire t.y.

OKİÇ, Muhammed Tayyib, Bazı Hadis Meseleleri Üzerine Tetkikler, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi (AÜİF) yay., İstanbul 1959.

---- , “İslâmiyette İlk Nüfus Sayımı”, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi (AÜİFD), Türk Tarih Kurumu yay., Ankara 1958-1959, VII/15,

REŞÎD RIZA, Muhammed, Muhammedi Vahiy (Çev. Salih Özer ), Ankara 1991.

RÂMYÂR, Mahmûd, Târih-e Kur’ân, 2. bsk., Muessese-i Enteşârât-e Amîr-e Kebîr yay., Tahran 1369.

es-SABBÂĞ, Muhammed, el- Aşeretu'l-Mubeşşerün bi’l-Cenne, Matbaat Madbûtî yay., Kahire 1990.

SABLUKOV, K. S., Koran, 3. bsk., Çentralnaya Tipoqrafiya yay.. Kazan 1907.

SARIÇAM, İbrahim, Emevî-Hâşimî İlişkileri (İslâm Öncesinden Abbâsüere Kadar), TDV yay., Ankara 1997.

SUBHÎ, Abdu’l-Mun’im İbrahim, en-Nubuvve fi’l-Akîdeti’l- İslâmiyye, 1. bsk., Mısır 1417/1996.

es-SUYÛTÎ, Celâluddîn Abdurrahmân, el-İtkânjî Ulûmi’l-Kur’ân (Tah. Mustafâ Dîb el-Buğâ), 3. bsk., Dâru İbn Kesîr yay., Beyrut 1416/1996.

---------  -el-Mahallî, Tefsiru’l-Celâleyn li’l-Kur’âni’l-Azîm, Salah Bilici Kitapevi yay., İstanbul t.y.

--------- 1 Mujhirnâtu’l-Akrân ji Mubhemâti’l-Kur’ân (Tah. îyâd Hâlid et-Tabbâ‘), Muessesetu’r-Risâle yay., Beyrut 1406/1986.

es-SİCİSTÂNÎ, Ebû Bekir Abdullah b. Ebî Dâvûd, Kitâbu'l- Mesâhif (Haz. Artur Jeffery), el-Matba‘atu’r-Rahmâniyye yay., Mısır 1355/1936.

es-SÛLÎ, Ebû Bekir Muhammed b. Yahya, Edebu'l-Kuttâb (Haz. Muhammed Behce el-Eserî), Beyrut t.y.

et-TABERÎ, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr, Câmi'u’l-Beyân jî Tefsiri’l-Kur'ân, Dâru’l-Ma‘rife yay., Beyrut 1407/1987,

--------- 1 Târîhu’l-Umem ve’l-Mulük (Tah. Muhammed Ebû’l- Fadl Îbrâhîm), Dâru Suveydân yay., Beyrut t.y.

et-TANTAVÎ, Muhammed Sa‘îd, Min Fadâ’ili’l-'Aşereti’l- Mubeşşefin bi’l-Cenne, Kahire 1412/1991.

el-VEKÎL, Muhtâr, “Suferâ’u’n-Nebî ve Kuttâbuh”, Mecelletu’l- Ezher, Kahire 1984, C.56, S.7, s. 1120-1125.

el-VAHİDÎ, Ebû’l-Hasan Ali b. Ahmed en-Neysâbûrî, Esbâbün- Nuzül (Tah. es-Seyyid el-Cumeylî), 6. bsk., Dâru’l-Kitâbi’l-‘Arabî yay., Beyrut 1414/1994.

YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, 2. bsk., Nebioğhı Basımevi yay., y.y., 1960.

YAZIR, Mahmûd Bedreddin, Medeniyet Âleminde Yazı ve İslâm Medeniyetinde Kalem Güzeli, TDV yay., Ankara 1972.

el-YA‘KÛBÎ, Ahmed b. Ebî Ya‘kûb el‘Abbâsî, Tâfihu’l-Yakûbî, Dâru Sâdır yay., Beyrut t.y.

ez-ZEMAHŞERÎ, Mahmûd b. Ömer, el-Keşşâf ‘an Hakâ’iki Ğavâmidi’t-Tenzîl ve ‘Uyüni'l-Ekâvil fi Vucûhi‘t-Te‘vîl (Haz. Muhammed Abdusselâm Şâhîn), Dâru‘l-Kutubi‘l-‘îlmiyye yay., Beyrut 1415/1995.

ez-ZENCÂNÎ, Ebû Abdillâh b. el-Mirzâ Nasrullâh, Târîhu’l- Kur’ân, 3. bsk., Muessesetu’l-E‘lamî yay., Beyrut 1388/1969.

ez-ZERKEŞÎ, Bedruddîn Muhammed b. Abdullah, el-Burhân fi ‘Ulûmi’l-Kur’ân (Tah. Mustafâ Abdulkâdir ‘Atâ), Dâru’l-Fikr yay., Beyrut 1408/1988.

ez-ZERKÂNÎ, Muhammed Abdulazîm, Menûhilu'l- ‘İrfan fi ‘Ulûmî’l-Kur’ân, Dâru İhyâ'i’l-Kutubi’l-'Arabiyye yay., Kahire t.y.

ez-ZİRİKLÎ, Hayruddin, el-Aîâmu Kâmûsi Terâcim li Eşheri’r- Ricâli ve’n-Nisâ’ mine’l-’Arab De’l-Afusta‘ribîn ue’l-Musteşrikîn, Kahire 1954-1959.

ŞÂKİR, Mahmûd, et-Tânhu’l-İslâmî, 7. bsk., el-Mektebu’l-îslâmî yay., Beyrut 1411/1991.



[2] Bakara, 30-31: 3 Âl-i ‘İmrân, 59: 19 Meryem, 67.

2 Bakara. 108; 4 Nisâ. 116. 136, 167: 5 Mâide, 12, 77: 14 İbrahim, 3; 60 Mumtehine. 1; 62 Cumu*a,2.

2                           Bakara, 265; 39 Zumer. 7; 58 Mucâdile. 22; 98 Beyyine. 7-8: 103 ‘Asr, 1-3.

[3]                Âl-i ‘îmrân. 14. 196-197; 4 Nisâ, 77: 28 Kasas, 60-61.

2 Bakara.38: 3 Âl-i ‘İmrân, 3-4; 6 En‘âm. 84-92; 16 Nahl, 36; 20Tâhâ, 123.

[5]             14 Îbrâhîm, 4.

[6]             33 Ahzâb, 40.

[7]             34 Sebe’, 28.

[8]             el-Ferâhidî, Halil b. Ahmed, Kitabu’l-Ayn (Tah. Mehdi el-Mahzûmi-îbrâhim es-Sâmirî), l.bsk., Beyrut 1408/1988, III/320: el-Cevherî, İsmâ'îl b. Hammâd. es-Sıhâh (Tah. Ahmed Attâr), 4.bsk., Beyrut 1990, VI/2519-2520; el-Ezherî, Ebû Mansûr Muhammed, Tehzîbu'l-Luğa (Tah. Abdullah Derviş), Mısır trs., V/296-297; Ebû’l-Huseyn Ahmed b. Fâris, Mu'cemu Mekâyîsi’l- Luğa (Tah. Abdu’s-Selâm M. Hârûn), 2.bsk., Mısır 1392/1972, VI/93; îbn Manzür, Ebü’l-Fadl Muhammed. Ltsanu’l-Arab. 3.bsk., Beyrut 1414/1994, XV/379-381.

[9]            2 Bakara. 136; 3 Âl-i İmrân. 84; 4 Nisâ. 163-164; 37 Sâflat, 133 vb.

[10]            5 Maide, 111.

[11]           8 Enfâl. 12.

[12]            16 Nahl. 68-69.

[13]           Reşîd Rıza. Muhammmed, Muhammedi Vahiy (Çev. Salih Özer ), Ankara 1991, s. 20.

[14]           41 Fussilet, 12.

[15]           99 Zilzâl, 4-5.

[16]            19 Meryem, 11.

[17]           en-Nesefî, Ebû’l-Berekât.     Medâriku't-TenzîL      {Tah.   Mervân  M.   eş-Şe“âr),

Dâru'n-Nefâ’is, Beyrut        1416/1996, III/5O; ez-Zemahşerî, Mahmûdb. Ömer,

el-Keşşâf ‘an Hakâ’iki Ğavâmtdl’t-Tenzıl ve ‘Uyûnül-Ekâvîl Ji Vucûhi‘t-Te‘vü (Haz. Muhammed Abdusselâm Şâhîn), Dâru‘l-Kutubi‘l-‘İlmiyye, Beyrut 1415/1995, III/7.

[18]           3 Âl-1 îmrân, 41.

[19]            ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, 11/59; el-İsfahânî, Râğıb. el-Mufredât, 2.bsk., Dlmaşk 1418/1997, s. 858; en-Nesefî, Medârik, 11/46; Suyûtî-Mahallî, Tefsiru'l-Celâleyn, 1/125.

[20]            Albayrak, Halis. Vahiy Gerçeği, (Kutlu Doğum Haftası, 12-17 Ekim. 1989), TDV yay., Ankara, 1990, s. 108.

[21]            el-îsfahâni. el-Mufredat. s. 859;

el-Aynî. Bedru’d-Din Mahmud b. Ahmed, Umdetu’l-Kârî Şerhti Sahîhi’l- Buhârî, l.bsk., Mısır 1392/1972, 1/15; Subhî, Abdu’l-Mun'im İbrahim, en- Nubuvve Ji’l-AkîdetiTtslâmiyye, l.bsk.. Mısır, 1417/1996, ss. 116-118; Demirci. Muhsin, Vahiy Gerçeği, MÜÎF yay.,İstanbul 1996, s. 26; İsfahan!,

el-Mufredât, s. 858-859; el-Ak, Hâlid Abdu’r-Rahmân, Usûlu’t-Tefsir ve

Kavâiduh. 2.bsk., 1406/1986, Beyrut, s. 37; el-Kastalânî, Şihâbu’d-Dln Ahmed, İrşâdu’s-Sârî li Şerhi Sahihi’l-Buhâri, Beyrut, trs., 1/48; Sıddîk Haşan Hân, Avnu’l-Bârî li Halli Edilleti’l-Buhârî, Haleb, 1404/1984, 1/25-

[25]

42 Şûrâ, 51.

6 En'am, 19. 106; 7 A‘râf, 203; 12 Yûsuf, 3; 42 Şûrâ, 7. 52.

[26]            es-Sûlî, Edebu'l-Kuttâb, s. 28.

[27]            el-Cehşiyârî, KitâbuTVuzerâ’ ve’l-Kuttab, s.      1.

[28]            İbnu'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 14.

[29]            Bunlar, Nabatî Ummu'l-Cimâl (m. 250), en-Nemâre (m. 328) ve Arapça, Süryânî dili ve Yunanca olmak üzere üç dilde yazılmış bulunan Zebed (m. 512) kitabeleridir.

[30]            İbnu'n-Nedîm. el-Fihrist, s. 15: “ve kâne Jı hizâneti'l-Me'mûn kitâb bi'hattt ‘abdi’l-Muttalib b. Hâşim...”.

[31]            el-Belâzurî, Futûhu'l-Buldân, s. 457.

İbnu'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 35; Suyûtî. Celâluddin Abdurrahman, el-îtrânJî Ulû.mi'1-Kur'ân (Haz. Mustafâ Dîb el-Bugâ), 11/1162; müellif burada, konu ile ilgili tüm rivayetleri vermiştir.

Îbnu'l-Esîr, İzzuddîn Ebû’l-Hasan Alî b. Muhammed el-Cezerî, Usdu'l-Gâbe Jı Ma'rifett’s-Sahâbe (Tah. Halil Me’mûn Şeyhâ). Dâru’l-Ma'rife yay., Beyrut t.y., III/320; el-Hasenî, Hâşim Ma'rûf, Sîratu'l-Mustafâ: Nazra Cedide. Beyrut 1410/1990, s. 171.

İbn İshâk, Muhammed b. Yesâr, Sîretu İbn İshâk (Tah. Muhammed Hamîdullah), Konya 1401/1981, s. 137 vd.; îbn Hişâm, es-Sîretu'n- Nebeviyye (Tah. Süheyl Zekâr), Beyrut 1412/1992,1/235; el-Mes'ûdî, Ebû‘1- Hasen Ali b. el-Huseyn, et-Tenbîh ve’l-İşrâf. Dâru Mektebeti’l-Hilâl yay., Beyrut 1981, s. 216.

el-Bennâ. Ahmed Abdurrahman, el-Fethur-Rabbânî li Tertibi Musnedi'l- İmâm Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânt Daru’ş-Şehâb yay., Kahire XVlll/29-32.

es-Sicistânî, KitâbuTMesâhif, s. 7-10.

îbn Hlşâm, cug.e., 1/340; Bu emannâmenin Ebû Bekir'in azatlı kölesi Âmir b. Fuheyre tarafından yazıldığına dair rivayetler de vardır: îbn Kesir, Ebû'l- Fidâ İsmâîl. el-Bidâye ve’n-Nihâye, 3.bsk., Mektebetu’l-Ma'ârif yay., Beyrut 1980, V/348.

el-Bîrûnî, Ebû Reyhân Muhammed b. Ahmed, Tahkikti mâ li'l-Hind, Âlemu'l-Kutub yay., 2.bsk., Beyrut 1403/1983, s. 133.

îbn Haldûn. Abdurrahmân b. Muhammed, el-Mukaddime (Tah. Derviş el- Cûveydî), 2.bsk., Beyrut 1416/1996, s. 388.

İbn Habîb, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Umeyye el-Bagdâdî. Kitâbu’l- Muhabber (Haz. Elza Lihten Şteytr), Dâru’l-Âfâki’l-Cedîde yay., Beyrut t.y., s. 266-267.

M., Hamîdullâh, îslâm Peygamberi (Hayatı ve Faaliyeti) Çev. Sâlih Tuğ, 5. bsk., İstanbul 1411/1990,11/762.

İbnu'n-Nedîm, el-Fthrtst, s. 15.

el-Belâzurî, Futûhu’l-Buldân, s. 458.

İbn Hişâm. a.g.e.. 1/230.

îbn Kuteybe Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî, Kitâbu ‘UyûniTAhbâr, Beyrut t.y., IV/103.

[46]            el-Belâzurî, Futûhu’l-Buldân, s. 458.

[47]            tbn Hişâm, es-Sîretu’n-Nebeviyye, 1/107; İbn îshâk, Sîretu tbn îshâk, s. 20; İbn Sa‘d, Muhammed, Kitâbu’t-Tabakâti’l-Kebîr, Dâru Sâdır yay., Beyrut t.y., 1/95.

[48]            el-Belâzurî. Ensâbu’l-Eşrâf (Tah. M. Hamîdullâh), Kahire 1959,1/81: hadis no. 142; İbn Sa*d, et-Tabakât, 1/95, 96. Aynca, ibn İshâk’tan rivayet olunan başka bir habere göre bu kadının ismi, Ummu Kubâl bint Nevfel diye geçmektedir: İbn îshâk, Sîretu İbn îshâk, s. 20; Diğer bir haberde ise, bu isim Fâtıma’dır: el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, 1/79: hadis no. 139.

[49]            33 Ahzâb. 6.

[50]            el-Buhârî, Muhammed b. İsmâîl, Sahîhu’l-Buhâri, Elif Ofset yay., İstanbul 1979, VI/65. kitap, 96 ‘Alak, 1; ibn Hacer. Şihâbuddîn Ahmed b. Alî el- 'Askalânî, Fethu’l-Bârî bi Şerh Sahîhi’l-Buhâri (Tah. Tâhâ Abdurraûf Sa‘d. Mustafa M. el-Hevârî. Muhammed Abdulmu‘tî), Kahire 1398/1978, XVIII/370.

[51]            96 ‘Alak. 1-5; Yeri gelmişken, bu âyetler pasajında yer almakta olan “Oku’’ (îkra’) ifadesinden kasıt, okuma-yazma veya yazılı bir metni okuma değildir. Bunun anlamı insanın -sanki bir şifrenin okunması misali-, etrafda

cereyân eden olaylan bizzat olduklan gibi -mahluk olarak- görmesi ve onlan böylece kavramasıdır. Başka bir ifadeyle, insan, etrafında olup biteni anlamak için bunların Rabbı ile alâkasını kurarak onlara bakacak ve inceleyecek, yani okuyacak. Daha fazla bilgi için bkz.: Görgün, Tahsin, “Dil, Kavrayış ve Davranış: Kur’ân’m Vahyedilmesi ve İslâm Toplumunun Ortaya Çıkışı Arasındaki Alâkanın Tahliline Mukaddime”, III. Kur’ân Haftası Kur'ân Sempozyumu (13-19 Ocak 1997), l.bsk., Fecr yay.. Ankara 1998. s. 144-151.

Zira bu pasajda Yüce Allah, kendisinin en büyük kerem sahibi olması nedeniyle insana bilmediklerini öğrettiğinden sözetmekte ve yine âdemoğlunun meçhulü olan yazıyı öğretme eylemini de bizzat Kendi Zâtı’na nisbet etmektedir.

Hurûf-ı mukatta’adan olup surenin başında yer alan “Nün” harfine yapılan çeşitli yorumlardan biri de “hokka”dır (içine mürekkep konulan küçük kap, mürekkeplik) : Mucâhid, Ebû’l-Haccâc b. Cebr, Tefsîru Mucâhid (Tah. Abdurrahmân et-Tâhir b. Muhammedi, Beyrut t.y., 11/687; ez-Zemahşerî, el- Keşşâf,TV/572; en-Nesefî, Medârik, IV/408; Süleyman, Ateş. Yüce Kur’ân’m Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar yay., İstanbul 1991, X/6; İbrahim, Canan, Peygamberimizin Okuma-Yazma Seferberliği ve Öğretim Siyaseti, Cihan yay., İstanbul 1984, s. 41. Âyetin geçtiği bağlam da bu yoruma müsait gibi gözükmektedir. Fakat, “Nûn'un hâlen hurûf-ı mukatta’a ismini taşıdığından yola çıkarak ve hâlâ bu kesik/parça harflerden biri olduğunu göz önünde bulundurarak kendisine yüklenen bu anlamı metinde kaydetmeyi uygun görmedik.

îbn Abdilberr, Ebû Ömer Yûsuf b. Abdillâh b. Muhammed, el-İstî'âb Jî Ma‘rifeti’l-Eshâb (Tah. Ali Muhammed el-Bicâvî), Nahdatu Mısr yay.. Kahire t.y., 1/131; îbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V/341.

[54]            39 Zumer, 9.

[55]            16 Nahl, 43.

[56]            Bu âyetlerden bazıları şunlardır: 17 îsrâ, 85; 20 Tâhâ, 114; 31 Lukmân, 27; *68 Kalem. 1 vb.

[57]            4 Nisa, 46; 5 Mâ’ide, 13. 41.

[58]            et-Taberî. Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr, Câmi'u’l-BeyânJî Tefsîri’l-Kur'ân, Dâru’l-Ma'rife yay., Beyrut 1407/1987. XVIII/137.

[59]            el-Belâzurî’nin naklettiği habere göre, müslümanlar namaz kılmak için saklanmak zorunda kalmışlardır. Zira, onları ibadet ederken gören müşrikler onlan taşlayarak eziyet ediyorlardı: el-Belâzurî, EnsabuTEşrâf, 1/117, no. 232. İslâm’ı bir türlü kabullenemeyen bu kişiler, Hz. Peygamber’! de zulüm ve işkencelerinin odağı yapmışlardı. Bir defa, Hz. Muhammed namaz kıldığı zaman secdede iken omuzlarının arasına bir deve işkembesinin, ‘Ukbe b. Ebî Mu’ayt tarafından atıldığına dair bir rivayet nakledilmektedir: el-Belâzurî, a.g.e., 1/125, no. 251. Mekke’n müşriklerin İslâm’a olan bu düşmanlığından Kur’ân-ı Kerîm’in bir çok âyeti de bahsetmektedir. Bkz.: 6 En’âm, 108: 13 Ra’d, 31-32; 15 Hicr, 95: 16 Nahl, 103: 17 îsrâ, 90-93; 25 Furkân, 4, 5, 27; 29 ‘Ankebût, 13: 36 Yâsîn, 78; 39 Zumer, 3; 45 Câsiye, 23: 74 Muddessir, 11-30; 92 Leyi, 8-9; 96 ‘Alak, 9-18; 111 Mesed, 1-5 vb.

[60]            Hz. Peygamber’in buraya göç etmesinden sonra bu şehrin ismi ‘el-Medîne’ olarak değiştirilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz.: el-Cumeylî, Raşîd Abdullâh, Tarihu’d-Devleti’l-Arabiyyeti’l-îslâmiyye (Asru’n-Nubuvve ve HÜâjett’r- Râşidîn ve’l-Emeviyyîn) me'a Mukaddeme ‘an Tarihi'l-'Arab ve Hadâratihim Kable’l-İslâm, Mektebetu’l-Me’ârif yay., Ribât 1983, s. 91-92

[61]            îbn îshâk, Sîre, s. 212-214, no. 308-313; îbn Sa’d, et-Tabakât, 1/226.

[62]            el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, 1/257, no. 596.

[63]            Kusayy b. Kilâb’a âit olan “Dâru’n-Nedve”. Kureyş kabilesinin, bütün önemli meselelerini görüşüp müzâkere ettikleri bir asiller meclisi, devrin

parlamentosu idi. Daha geniş bilgi için bkz.: Fıglalı, Ethem Rûhî, “Dâru’n- Nedve", DİA, TDVyay., İstanbul 1993, VHI/555-556; el-Cumeylî. a.g.e., s. 88-89; Hamîdullâh, İslâm Mûesseselerine Giriş (İhsan Süreyya Sırma), Beyan yay., İstanbul 1992, s. 45-46.

el-Ya‘kûbî, Tarîhu’l-Ya’kûbî, 11/39.

İbn Sa*d, et-Tabakât, 1/227 vd.; el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, 1/259-263, no. 600-611. Bazı rivayetlere göre ise, bu göç esnasında sadece Ebû Bekir değil, aynı zamanda Ebû Bekir’in kölesi Âmir b. Fuheyre ve bunların yol göstereni Abdullah b. Ureykıt el-Leysî de Hz. Peygamber’e eşlik etmiştir. Bkz.: İbn Sa‘d, et-Tabakât, 1/230; İbn Habîb, el-Muhabber, s. 190; el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, 1/194, 262, no. 512, 608.

Mûslûmanlar, olumlu bir sosyal çevreden yoksun Mekke şehrinde böyle bir imkânı Fetih gününe kadar bulamamışlardı. Bunun yanısıra kaynaklardan, Mekke şehrinde şahıslara özgü ibadethanelerin yok olmadığını da öğrenmekteyiz. Yeri gelmişken, bu haberler aynı zamanda, İslâm dininin gönderilişinden sonra inşâ edilmiş ilk mescidin Medine’deki Kubâ değil, Mekke’deki Ammâr b. Yâsir’e mahsus mescidin olduğunu da ortaya koymaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz.: îbn Sa’d, et-Tabakât, 1/239- 241; el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, 1/162. no. 364,365; Hamîdullâh, İslâm Peygamberi, 1/98; Gözütok, Şakir. “Resulullah (s.a.s.) Döneminde İlköğretim Kurumlan ve İşlevleri", Dinî Araştırmalar (Eylül-Aralık, 1998),

C.              l, S.2. s. 177, 179.

Gözütok. a.g.m., s. 176.

Ibn Sa‘d, et-Tabakât, 1/239: el-Buhârî. Salât, 48, 1/110: el-Belâzurî, Futûhu'l-Buldân, s. 20; îbn Hibbân, Ebû Hâtım Muhammed b. Ahmed, es- Sîretun-Nebeviyye ve Ahbâru'l-Hulefâ (Haz. es-Seyyid Aziz Bek ve diğerleri), Muessesetu’l-Kutubi's-Sekâfiyye yay., 1. bsk., Beyrut 1408/1987, s. 142- 143; îbn Habîb, el-Hasan b. Ömer, el-Muktefâ mtn Sîreti’l-Mustafâ (Tah. Mustafa M. Huseyn ez-Zehebî), Dâru'l-Hadîs yay.. Kahire 1416/1996, s. 77.

Hz. Peygamber mescidinin arka kısmında kurulu bu yere Zulle de denmektedir. Bkz.; Hamîdullâh, Mecmû’atuTVesâikt’s-Siyâsiyye UT'Ahdın- Nebeviyyi ve'l-Hilâfeti’r-Râşide, 5. bsk., Dâru'n-Nefâis yay., Beyrut 1405/1985, s. 313, no. 217; Cânan, a.g.e„ s. 114.

îbn Sa‘d, et-Tabakât, 1/255; el-Buhârî, Salât, 58, 1/113-114; el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, 1/272, no. 632-635; îbn Habîb. el-Muktefâ, s. 84; Hamîdullâh, Muhtasar Hadis Tarihi ve Sahife-i Hemmam îbn Munebbth (Çev. Kemal Kuşçu), Bahar yay., İstanbul 1967, s. 21, no. 17-18; Baktır, Mustafa, İslâm’da İlk Eğitim MüessesesiAshab-ı Suffd, Timaş yay., İstanbul 1990, s. 30; Gözûtok, a.g.m., s. 183.

Hamîdullâh, İslâm Peygamberi, 11/768; Hamîdullâh, İslâm'ın Doğuşu (Çev. Murat Çiftkaya), Beyan yay., İstanbul 1997, s. 236; Hamîdullâh, “Akdemu Te’lîf fî’l-Hadîsi’n-Nebevî”, Mecelletu’l-Mecma’i’l-’İlmiyyi’l-Arabi, Dimaşk 1953, XXVIII/I, s. 98; Cânan, a.g.e., s. 97-98; Gözûtok. a.g.m., s. 184.

Ebû Dâvûd, Süleyman b. el-Eş‘as es-Siclstânî, Süneni Ebî Dâvûd (Tah. İzzet Ubeyd ed-Du*âs), 1. bsk., (Muhammed Ali es-Seyyid baskısı). Hums 1388/1969, Icâre, 37, III/701-703, no. 3416, 3417; îbnMâce, Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sunenu tbn Mâce (Tah. Muhammed Fuâd Abdulbâkî), Dâru lhyâ'i'l-Kutubi'l-‘Arabiyyeyay.,y.y., 1373/1953, Ticâret, 8, 11/729; Hamîdullâh, “Akdemu Telif fî’l-Hadîsi’n-NebevF, s. 98.

îbn Mâce, Ticâret, 8,11/730.

îbn Habîb, el-Muhdbber, s. 460; tbn Abdilberr, el-İsG.‘âbf.Ma'rifeti’l-Eshâb (Tah. Ali Muhammed el-Bicâvî), Nahdatu Mısryay., Kahire t.y., III/920, no. 1557; el-Kettânî, Nızâmu’l-Hukûmeti’n-Nebeviyye el-Musemmâ et-Terâtîbe’l- İdârtyye (Tah. Abdullâh el-Hâlidî), 2. bsk., Dâru’l-Erkam yay., Beyrut t.y., 1/108; Hamîdullâh, İslâm Peygamberi, 11/768.

el-Ya*kûbî, Tarihti" 1-Ya‘kûbi, 11/43; Îbnu'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 43; ez- Zerkeşî, el-Burhân. 1/251; es-Suyûtî, el-İtkân fi ‘Ulûmi’l-Kur’ân (Tah. Mustafâ Dîb el-Buğâ), 3. bsk., Dâru Îbn Kesîr yay., Beyrut 1416/1996,1/31; ez-Zerkânî, Muhammed Abdulazîm, MenâhiluT'İrfân fi ‘Ulûmi’l-Kur’ân, Dâru İhyâ’iTKutubi’l-'Arabiyye yay.. Kahire t.y., 1/191; ez-Zencânî, Ebû Abdillâh T>. el-Mirzâ Nasrullâh, Târîhu’l-Kur’ân, 3. bsk., Muessesetu’l-E'lamî yay., Beyrut 1388/1969, s. 60.

el-Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Bekir Ahmed b. Ali b. Sâbit. Takyidu’l-'İlm (Tah. Yûsuf b. Reşîd el-‘İş), 2. bsk., Dâru İhyâ’i’s-Sunneti’n-Nebeviyye yay., y.y. 1974, s. 70-71.

[77]           el-Buhârî. 1‘tisâm, 16, VHI/154, no. 18.

[78]            el-Buhârî, Cizye, 10, IV/67, Cizye, 17, IV/69, no. 2; İbn Mâce, Diyât, 21, 11/887, no. 2658: Ebû Dâvûd, Menâsik, 99, 11/529, no. 2034, Haraç, 22, III/401, no. 3000: el-Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, 1/286, no. 647, 1/308. no. 677; el-Hatîb el-Bagdâdî, TakyîduT'İlm, s. 72; Hamîdullâh, “Akdemu Te’lîf fîl-Hadîsi’n-Nebevî”, s. 101, el-Vesâ’ik, s. 57, İslâm Peygamberi, 1/189.

[79]           el-Buhârî, Cihâd, 181, IV/33, no. 1: el-Kuşeyrî, Ebûl-Huseyn Müslim b. Haccâc, Sahihti Müslim (Tah. Muhammed Fuâd Abdulbâkî), Dâru lhyâ’1’1- Kutubi’l-’Arabiyye yay., Kahire 1373/1955, îmân, 67,1/131-132, no. 235: îbn Mâce, Fiten, 23,11/1336-1337, no. 4029.

[80]           Hz. Peygamber’in gerçekleştirmiş olduğu bu nüfus sayımının tarihine ilişkin muhtelif görüşler için bkz.: Okiç, Muhammed Tayyib, “îslâmiyette İlk Nüfus Sayımı”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (AÜİFD), Türk Tarih Kurumu yay., Ankara 1958-1959, VII/15, Okiç, Bazı Hadis Meseleleri Üzerine Tetkikler, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi yay., İstanbul 1959. s. 47-48: Hamîdullâh, “Akdemu Te’lîf fî’l-Hadîsi’n-Nebevî", s. 102, İslâm Peygamberi, 1/183, el-Vesâ’ik, s. 65.

[81]              İbnu'l-Esîr, el-Kâmil, 11/116; el-Ya*kûbî. Tarîhu’l-Yakûbî, 11/45: Buhl. “Bedir”. İslâm Ansiklopedisi 11/443; Fayda, Mustafa, “Bedir Gazvesi”, DİA, TDVyay., İstanbul 1992, V/325.

[82]            îbn Sa‘d, et-Tabakât, 11/22; îbn Hanbel, 1/531, no. 2216; Caetanl, Leone, İslâm Tarihi (Çev. Hüseyin Cahit), İstanbul 1924, III/353; Hamîdullâh, “San'atu’l-Kitâbe fî ‘Ahdi’r-Rasûl ve’s-Sahâbe”, Fikr ve Fena, Hamburg 1964, S.3, s. 23, “Akdemu Te’lîf fî’l-Hadîsi’n-Nebevî”, s. 99; el-Kettânî, et- TerâtibuTİdâriyye, 1/108; Fayda, “Bedir Gazvesi”, DİA, V/326-327.

[83]           Yazıyı öğretmekle yükümlü bir esirin öğrenci çocukları fena halde dövmesi hakkında bir hadis îbn Abbâs yoluyla nakledilmektedir. Bkz.: îbn Hanbel, 1/531, no. 2216. Cevâd Ali’ye göre, dövülmüş bu öğrenci Zeyd b. Sâbit’tlr.

’ Bkz.: Ali, el-Mufassal, VIII/133.

[84]            îbn Sa‘d, et-Tabakât, 11/22.

[85]           el-Belâzurî. FutûhuTBuldân, s.      459.

[86]           Hamîdullâh. “San’atu'l-Kitâbe fî    ‘Ahdi’r-Rasûl ve’s-Sahâbe”, s. 23.

[87]      Adı geçen rivayetin ilgili kısmında yer alan ibareler şöyledir: “...Ve Kâne Ba‘du’1-

Yehûdi kad ‘Alime Kitâbe’l-'Arabiyye, ve Kâne Tu‘allimuhü’s-Sıbyâne bi’l- Medîne...”. Bkz.: el-Belâzurî, a.g.e„ s. 459.

[88]           el-Belâzurî. EnsâbuTEşrâf. 1/506. no. 1022: “...Hâzâ’bnî ve Huva Ğulâmun Kâtibun...”.

[89]           el-Kuşeyrî, Sahîhu Müslim, Zuhd, 16. IV/2298, no. 72; el-Hatîb el-Bağdâdî, TakyîduT’İlm, s. 29-32; Koçyigit, Talât, Hadis Tarihi, TDV yay., Ankara 1997, s. 26.

[90]           İbn Ebî Dâvûd, Kitâbu’l-Mesâhif, s. 4.

[91]            el-Buhârî, Cihâd, 129, IV/15, no. 2; el-Kuşeyrî, Sahîhu Müslim, îmâre, 24, III/1490-1491, no. 92, 93, 94; îbn Mâce, Cihâd, 45,11/961, no. 2879, 2880; Ebû Dâvûd, Cihâd, 88, III/82, no. 2610; el-Bennâ, el-Fethu’r-Rabbânî, V/73, no. 1177.

[92]            el-Buhârî, Cizye, 17, IV/69, no. 2.

[93]            el-Buhârî. Cihâd, 31, III/211-212. no. 1. 2, Tefsir (4), 18, V/182-183, no. 1, 2, 3; el-Kuşeyrî. Sahîhu Müslim, îmâre, 40, III/1508-1509, no. 141, 142; el- Vâhidî, Ebû’l-Hasan Ali b. Ahmed en-Neysâbûrî, Esbabu’n-Nuzûl (Tah. es- Seyyid el-Cumeylî), 6. bsk., Dâru’l-Kitâbi’l-Arabîyay., Beyrut 1414/1994, s. 143-144; ez-Zencânî, Târîhu’l-Kur’ân, s. 42.

[94]            7 A‘râf, 157.158; 29 ‘Ankebût, 48.

Sablukov, K. S., Koran, 3. bsk., Çentralnaya Tipoqrafiya yay., Kazan 1907, 11/1055; Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, 2. bsk., Nebioğlu Basımevi yay., y.y., 1960, VII/4956; Kratchkovsky, lqnatyus Julianovitch, Koran, Soveksportkniqa yay., Moskva 1990, s. 457; İsâ, Abdulcelîl, el-Mushafu’l-Muyesser, Dârul-Kalem yay., y.y, t.y., s. 741.

62 Cumu'a, 2. Krş.: 3 Âl-i ‘îmrân, 48.

Abdullah b. Abbâs’dan nakledilen bir hadise göre, Hz. Peygamber ile savaşlara katılanlann isimleri kaydedilmekteydi. Bkz.: el-Buhâri, Cihâd, 181, IV/34, no. 3; el-Kuşeyrî, Sahihti Müslim,, Hacc, 74, 11/978, no. 424; îbn Mâce, Menâsik, 7, 11/968, no. 2900. Yine Hudeybiyye günü Mekkeli müşriklerle varılan antlaşmanın yazı ile tespit edilmesine dair rivayet edilen haber, kendi nev’inden olan vesikaların yazıldığına güzel bir örnek teşkil etmektedir. Bkz.: el-Buhâri, Şurût, 15, III/178.

el-Cehşiyârî, ag.e., s. 12-13.

îbn Abdu Rabbih. Ebü Ömer Ahmed b. Muhammed el-Endelusî. Kitâbu’l- ‘İkdi'l-Ferîd (Tah. Ahmed Emin. Ahmed ez-Zeyyin. Îbrâhîm el-Ebyâri), Mekcebetu’n-Nahdati’-Mısriyye yay.. Kahire 1962, IV/161-162.

îbn Asâkir, Ali b. el-Hasan b. Hibetullâh b. Abdillâh, Târîhu Medîneti Dtmaşk (Tah. Muhibbuddîn Ebü Sa'îd Ömer b. öarâme el-‘Amravî), Dâru’l- Fikryay., Beyrut 1415/1995, IV/324-349.

îbn Seyyidl'n-Nâs, ‘Uyûnu’l-Eser, 1/395.

el-Halebî, İnsânu’l-‘Uyûn, III/422-423.

el-Kalkaşandî, Ahmed b. Ali, Subhu’l-A‘şâ Jı Sınâ‘att’l-tnşâ (Tah. Muhâmmed Huseyn Şemsuddîn), Dâru’l-Kutubi’l-îlmiyye yay., Beyrut 1407/1987,1/126.

el-Kastalânî, Ahmed b. Muhâmmed, el-Mevâhibu’l-Ledunniyye bt’l-Menht’l- Muuhammediyye (Tah. Sâlih Ahmed eş-Şamî), el-Mektebetu’l-îslâmî yay., Beyrut 1412/1991,11/125-130.

îsâ, Ahmed Abdurrahmân, Kuttâbu’l-Vahy, Dâru’l-Livâ yay., Riyâd 1400/1980, 65-80.

el-A‘zamî, Muhammed Mustafâ, Kuttâbu’n-Nebî, 3. bsk., Riyâd 1401/1981, s. 5-9.

Hattâb, Mahmûd Şît. Suferâ’u’n-Nebî, Dâru’l-Endelusi’l-Hadrâ yay., Cidde 1417/1996,1/245-268.

Hattâb, “es-Sefârât ve’r-Resâ’ilu’n-Nebeviyye: Kuttâbu’n-Nebî ve Mevâddihimu’l-Kitâbiyye", el-Mevrid, Bagdad 1987, C.16, S.l, s. 29-40.

el-Vekîl, Muhtâr, “Suferâ’u’n-Nebî ve Kuttâbuh”, MecelletuTEzher, Kahire 1984, C.56, S.7, s. 1120-1125.

ez-Zencânî, a.g.e„ s. 42.

Şâkir, Mahmûd, et-Târîhu’l-îslâmî, 7. bsk., el-Mektebu’l-îslâmîyay., Beyrut 1411/1991, H/364-365.

en-Namangânî, Îsmâîl Mahdûm b. Sâtî Ahund, Kitâbu Tarîhi’l-Mushafi’l- ‘Usmânîjî Taşkend el-Matba*atu’l-Hukûmiyye yay., Taşkend 1391/1971, s. 8.

îbn Tûlûn, Muhammed b. Ali b. Ahmed ed-Dimaşkî, İ'lâmu's-Sâ’ilîn ‘an Kutubi Seyyidi’l-Murselîn (Tah. Ebû Abdilkâdir Mahmûd el-Amâ’ût), Muessesetu’r-Risâle yay., Beyrut 1403/1983, s. 23.

el-Hâfız, Muhammed Mutî*. “Qur’an-i Kerimin Erken Tarihi”, İslâm Araştırmaları, Azerbaycan Elmler Akademiyası Şarkşûnaslık înstitutu “îrşad” İslam Araşdırmalan Merkezi Dergisi (AEAŞÎÎİAMD), Bakı 1994, S.4, s. 41.

Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, 11. bsk., TDV yay., Ankara 1997, s. 53.

el-Ahmedî, Mekâtîbu’r-Rasûl. 1/20-24.

el-Ahmedî, a.g.e., 1/25-29.

Râmyâr, Mahmûd. Târîh-e Kur’ân, 2. bsk., Muessese-i Enteşârât-e Amîr-e Kebîr yay.. Tahran 1369, s. 261-275.

Bazı çağdaş yazarlara göre, ifa ettikleri görevler açısından Hz. Peygamber’in kâtiplerini sınıflandırmış ilk müellif Kitâbu’l-Vuzerâ. ve’l-Kuttâb sahibi Muhammed b. ‘Abdûs el-Cehşiyârî’dir (h. 331). Bkz.: Sarıçam. İbrahim. Emevî-Hâşiml İlişkileri (İslâm Öncesinden Abbâsîlere Kadar), T.D.V. yay., Ankara 1997, s. 219.

el-Belâzurî, EnsâbuTEşrâf, 1/531, no. 1.69.

et-Taberî. Târîhu’l-Umem, VI/179.

îbn Abdu Rabbih, el-’tkdu’l-Ferîd, IV/161, 162.

el-Cehşiyârî, a.g.e„ s. 12, 13.

el-Kadâ‘î, TârîhuTKadâ'î, s. 237.

el-Ya*kûbî, TârîhuTYa'kûbî, 11/80; îbn Asâkir, Târihti Medineti Dimaşk, IV/336, 345; Îbnu’l-Esîr, el-Kâmil, 11/313; en-Nevevî, Yahyâ b. Şeref, es- Sîretu’n-Nebeviyye (Tah. Abdurra’ûf Ali, Bessâm Abdulvahhâb el-Câbî), Dâru’l-Basâ’ir yay., Dimaşk 1400/1980, s. 38; en-Nuveyrî, Şihâbuddîn Ahmed b. Abdulvahhâb. NihâyetuTErtb Jî Funûni’l-Edeb (XVIII. cildi tah.; Muhammed M. Hasaneyn, Îbrâhîm îtfîş), el-Muessesetu’l-Mısriyyetu’l-Âmme yay.. Kahire t.y., XVIII/236; îbn Seyyidi'n-Nâs, ‘UyûnuTEser, 1/395; îbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nthâye, V/350. 351;.îbn Habîb, el-Muktefâ, s. 110; el-

Fâsî, Ebû’t-Tayyib Muhammed b. Ahmed, el-'ikdu’s-Semin Ji Târîhi’l- BelediTEmîn (Tah. Muhammed Hâmid el-Fakî), Matbaatu’s-Sunneti’l- Muhammediyye yay.. Kahire 1378/1958, 1/274; el-Kastalânî, Ahmed b. Muhammed. el-MevâhibuTLedunniyye biTMenhiTMuhammediyye (Tah. Sâlih Ahmed eş-Şâmî), el-Mektebu'l-îslâmi yay.. Beyrut 1412/1991,11/126,

Sözkonusu babda el-Buhârî’nin sadece Zeyd b. Sâbit’i mevzubahis etmesine ilişkin Mahmûd b. Ahmed el-*Aynî’nin değerlendirmesi için bkz.: el-‘Aynî, ‘Umdetu’l-Kâfi, XVI/200.

el-Buhârî, Fadâ’ilu’l-Kur’ân, 4. V/99-100, no. 1, 2.

Cevdet Paşa, Ahmed, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-e Hulefâ, Kanaat Matbaası yay., İstanbul 1912, IV/381-383.

el-Vekîl, “Suferâ’u’n-Nebî ve Kuttâbuh”, s. 1022, 1023.

ez-Zencânî, Târîhu’l-Kur'ân, s. 42.

Ali, Cevâd, el-Mufassal Jî TârîhiTArab kable’l-îslâm, Dâru’l-Ilmi’l-Melâyîn yay., Beyrut 1971, VDI/120.

Ali, el-Mufassal, VIII/120, 131, 132, 133.

Ali, el-Mufassal VIII/121, 131, 132.

Ali, el-Mufassal VIII/120, 121, 122, 131.

Ali, el-Mufassal, VIII/120, 121, 122-125.

AH, el-Mufassal VIII/120, 121, 131.

İsâ, Kuttâbu’l-Vahy, s. 65-66.

el-A‘zamî, Kuttâbu’n-Nebî, s. 30-112.

ed-Debbâ', Ali Muhammed, Semîru’t-Tâltbîn fî Resmi ve Dabti’l-Kitâbi’l- Mubîn, Mektebetu’l-Meşhedi’l-Huseynîyay., Kahire t.y., s. 9-10.

[141]          el-Ebyârî, Tânhu’l-Kur’ân, s. 63.

[142]          Şâkir, et-Târîhu’l-İslâmî, 11/365.

[143]          Hallâk, Ta'rîbu’n-Nuküd. s. 86-87. Dirâsât. s. 30.

[144]          el-Ahmedî, Mekâtîbu’r-Rasül, 1/25-29.

[145]          el-Hamed, Ğânim Kaddûrî, Rasmu’l-Mushaf, el-Lecnetu’l-Vataniyye yay.. Bagdad 1402/1982, s. 96.

[146]          el-Cehşiyârî, a.g.e., s. 12-13; el-Mes‘ûdî. et-Tenbîh ve’l-İşrâf, s. 262; Ali, el- MufassaL VIII/126, 131.

îbn Abdilberr, el-İstî‘âb, III/1089-1090, no. 1855; Îbnu’l-Esîr, Usdu'l-Gâbe, III/282, no. 3789; îbn Hacer, Kttâbu.'1-îsâbe Jî Temyizi’g-Sahâbe, Bagdad 1328/1909, 11/507, no. 5688; ez-Ziriklî, el-A‘lâm, V/107; Fıglah, Ethem Ruhi, “AU”. DİA, İstanbul 1989,11/371.

îbn Abdilberr, el-İstî‘âb. III/1091-1096; Îbnu’l-Esîr, UsduTĞâbe, III/283- 284; îbn Hacer, el-İsâbe, 11/507; Fıglah. “Ah”, DİA, 11/371.

[149]          İbn Abdilberr, el-İstVâb, IH/1098-1099; Îbnu’l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, III/282, 294; İbn Hacer, el-İsâbe. 11/507; ez-Ziriklî, el-A'lâm. V/107; Fığlah. “Ali". DİA, n/371.

[150]          İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, ni/294.

[151]          îbn Abdilberr, el-İstVâb, III/1096-1097; İbnu’l-Esîr. Usdu’l-Ğâbe, III/28Z, 285-287, 293; İbn Hacer, el-İsâbe, 11/507-509; ez-Ziriklî, el-A‘lâm, V/107; Fığlah, “Ali", DİA, 11/371,

[152]          îbn Abdilberr, el-İstVâb, III/1090; Fığlah, “Ali", DİA, 11/372.

[153]          Fığlah. “AU", DİA. 11/372.

îbn Abdilberr, el-İsü'ab, III/1122-1123; Îbnu’l-Esîr, UsduTĞâbe, III/299- 304; îbn Hacer, el-tsâbe, n/510: ez-Ziriklî, el-A'lâm, V/107-108; Fığlalı, “Ali”, DİA, fl/374.

el-Buhârî, Tefsir, 2/7, V/149; îbn Abdilberr, el-îsS‘âb, HI/1102, 1104.

el-Kuşeyrî, Sahîhu Müslim, Edâhî, 8, III/1567, no. 45.

el-Buhârî, îlim, 39,1/36, Cihâd, 171, IV/30, Cizye, 10, IV/67.

el-Kuşeyrî. Sahîhu. Müslim, Edâhî. 8, III/1567, no. 43, 44, 45.

îbn Hacer, el-îsâbe, 11/509.

îbn Asâkir, a.g.e., IV/345; îbn Kesir, el-Bidâye, V/351; Hamîdullâh, el- Vesâ’ik, s. 77-84, no. 11.

[161]          îbn Sa’d, et-Tabakât, 1/267, 268, 284; Ali, el-Mufassal, vm/122.

[162]          et-Taberî, Tânhu’l-Umem, VI/179.

[163]          İbn Abdurabbih, el-’İkdu’l-Ferîd, IV/161.

[164]          el-Cehşiyârî, el-Vuzerâ ve’l-Kuttâb,    s. 12.

[165]          el-Kadâl, Tânhu’l-Kadâ'î, s. 237.

[166]          el-Ya‘kûbî, Tânhu’l-Ya’kûbî, 11/80; îbn Asâkir, a.g.e„ IV/345; Îbnul-Esîr, el- Kâmil, 11/313; en-Nevevî, es-S'îretu’n-Nebeviyye, s. 38; en-Nuveyrî, Nihâyetu’l-Erib, XVIII/236: İbn Seyyidi'n-Nâs, ‘Uyûnu’l-Eser, 1/395; İbn Kesîr, el-Bidâye, V/339, 350, 351-352; îbn Habîb, el-Muktefâ, s. 110; el- Fâsî, el-‘İkdu’l-Ferîd, 1/274; İbn Hacer, el-İsâbe, 11/273 (Abdullâh b. el- Erkam b. Ebî’l-Erkam maddesi); el-Aynî, ‘Umdetu’l-Kârî, XVI/200; el- Kalkaşendî. Subhu’l-A'şâ, 1/126; el-Amirî, Behcetu’l-Mehâfil, 11/161; el- Kastalânî, el-Mevâhibu’l-Ledunniyye, 11/126; el-Halebî, însânu’l-'Uyûn, III/423; Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, IV/381; ez-Zencânî, Tânbu’l-Kur’ân, s. 42; îsâ, Kuttâbu’l-Vahy, s. 65, 258-285: el-A‘zamî, Kutiâbu’n-Nebî, s. 96-97; ed-Debbâ‘, Semîru’t-Tâltbîn, s. 9; el-Ebyârî, Târîhu’l-Kur’ân, 63; Şâkir, a.g.e„ 11/364, 365; Hallâk, Ta’rîbu’n-Nukûd, s. 86, Dirâsât, 30; el-Bâşâ, Haşan, el-Funûnu’l-İslâmtyye ve’l-Vezâ’tf ’alâ’l-Âsâri’l-Arabiyye, Dâru’n- Nahdatil-Arabiyye yay., Kahire t.y., 11/908; el-Ahmedî, Mekâtîbu’r-Rasûl, 1/20-21; Hattâb, Suferâ'u’n-Nebî, 1/250, “es-Sefârât ve’r-Resâ’il”, s. 32; Ali, el-Mufassal, VIII/120, 121, 131; el-Hamed, Rasmu’l-Mushaf, s. 96; Draz, Abdullâh, Kur’ân’m Anlaşılmasına Doğru (Çev. Salih Akdemir), Mim yay., Ankara 1983, s. 28; Râmyâr, Târîh-e Kur’ân, s. 263; Mehmedzade, “Hz. Peyğâmbârin katiblâri”, s. 104; Kânû, Abdullatîf, “Mesâhlf bi’l-Bahreyn Te‘ûd li’l-Kami’l-Evveli’l-Hicrî”, el-Vesîka, Bahreyn 1403/1983, S.3, s. 105.

[167]          Hz. Osmân’m bu iki meşhur künyelerinin yanısıra, Ebû Leylâ diye bir künyesinin de olduğu rivayet edilmektedir. Bkz.: tbn Abdilberr, el-îstVâb, m/1037.

[168]           îbn Abdilberr, elîstVâb, III/1037; İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Gâbe, III/215; îbn Hacer, el-İsâbe, 11/462; ez-Ziriklî, el-A'lâm, IV/371.

[169]           İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Gâbe, HI/215.

[170]           İbnu’l-Esîr. Usdu’l-Gâbe. III/215: îbn Hacer. el-İsâbe, 11/462; ez-Ziriklî, el- A'lâm, IV/371.

[171]          îbn Abdilberr, elîstVâb, III/1040; İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Gâbe, III/220; îbn Hacer, el-İsâbe. 11/462; ez-Ziriklî, el-A'lâm, IV/371; el-Muhibbu’t-Taberî, Ebû Ca’fer Ahmed, er-Riyâdu’n-NadıraJı Menâkıbi’l-'Aşera, Dâru’l-Kutubi’l- îlmiyye yay., Beyrut 1405/1983, III/16-18: es-Sabbâğ, Muhammed, el- ‘Aşeretu’l-Mubeşşerün bi’l-Cenne, Matbaat Medbûlî yay.. Kahire 1990, s.

58; et-Tantâvî, Muhammed Sa'îd, Mtn. Fedâ’Üi’l-Aşerett’l-Mubeşşerîn bi’l- Cenne, Kahire 1412/1991, s. 131-135.

îbn Abdilberr, elîstVâb, III/1039: Îbnu’l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, III/216-219; îbn Hacer, el-İsâbe, 11/462; ez-Ziriklî, el-Aîâm, IV/371-372.

îbn Abdilberr, elîstVâb, III/1043; ez-Ziriklî, el-Aîâm, TV/372.

el-Belâzuri. Futûhuî-Buldân, s. 457.

îbn Habîb, el-Muhabber, s. 377.

îbn Sa‘d, et-Tabakât, 1/284.

et-Taberî, Târihu’l-Umem, VI/179.

îbn Abdurabbih, el- ‘İkdu’l-Ferîd, IV/161.

el-Cehşiyârî, el-Vuzerâ ve'l-Kuttâb, s. 12.

el-Kadâ*î, Tânhu’l-Kadâ'î, s. 237.

el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, 1/532; el-Ya‘kûbî, Târîhu’l-Ya'kûbî, 11/80; îbn Asâkir, cug.e., IV/345; Îbnu’l-Esîr, el-Kâmü, 11/313; en-Nevevî, es-Sîretu’n- Nebeviyye, s. 38; en-Nuveyrî, Nihâyetü’l-Erib, XVIII/236; îbn Seyyidi'n-Nâs, ‘Uyûnu’l-Eser, 1/395; îbn Kesir, el-Bidâye, V/339, 350, 351-352; îbn Habîb, el-Muktefâ, s. 110; el-Fâsî, el-‘tkdu’l-Ferîd, 1/274; îbnHacer, el-îsâbe, 11/273 (Abdullâh b. el-Erkam b. Ebî’l-Erkam maddesi); el-Aynî, ‘Umdetu’l-Kârî, XVI/200; el-Kalkaşendî, Subhu’l-A'şâ, 1/126; el-Amirî, Behcetu.'1-MehâfÜ, 11/161; el-Kastalânî, el-Mevâhibu’l-Ledunniyye, 11/126; el-Halebî, însânu’l- ‘Uyûn, III/423; Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, IV/381; ez-Zencânî, Târîhu’l- Kur’ân, s. 42; îsâ, Kuttâbu’l-Vahy, s. 65, 258-285; el-A‘zamî, Kuttâbu’n- Nebî, s. 96-97; ed-Debbâ‘, Semîru't-Tâltbîn, s. 9; el-Ebyârî, Târîhu’l-Kur’ân, 63; Şâkir, a.g.e., n/364. 365; Hallâk, Ta'rîbu’n-Nukûd, s. 86, Dirâsât, 30; el- Bâşâ, Haşan, el-Funûnu’l-İslâmiyye ve’l-Vezâ’if ‘alâ’l-Âsâri’l-'Arabiyye, 11/908; el-Ahmedî, Mekâtîbu’r-Rasûl, 1/20-21; Hattâb. Sujerâ’u’n-Nebî. 1/250, “es-Sefârât ve’r-Resâ’il”, s. 32; Ali, el-MufassaL VIII/120, 121, 131; el- Hamed, Rasmu’l-Mushaf, s. 96; Draz, Abdullâh, Kur’ân’m Anlaşılmasına Doğru (Çev. Salih Akdemir), Mim yay., Ankara 1983, s. 28; Râmyâr, Târîh-e Kur’ân, s. 263; Mehmedzade, “Hz. Peygâmbârin katiblâri”, s. 104; Kânû.

Abdullatîf, “Mesâhif bi’l-Bahreyn Te‘ûd li’l-Kami’l-Eweli’l-Hicri”, el-Vesîka, Bahreyn 1403/1983, S.3. s. 105.

el-Buhâri, Tefsir, 2/7, V/149; îbn Abdilberr, el-İsti'âb. 1/66, 68.

el-Belâzuri, Futûhu’l-Buldân, s. 459.

el-Belâzurî, Futühu’l-Buldân, s. 458; îbn Abdilberr, el-tsü'âJo, 1/68; îbnu’l- Esîr, Usdu'l-Ğâbe. 1/58: îbn Hacer, el-İsâbe, 1/19: ez-Ziriklî, el-A'lâm, 1/78.

îbn Sa'd, et-Tabakât, 1/267, 270, 276, 278, 286-287.

el-Belâzurî, Futiihu’iBuldcLn, s. 458. Ensâbu’l-Eşrâf, 1/531. et-Taberî, Tânhu’l-Umem, VI/179.

îbn Abdurabbih, el-İkdu’l-Ferîd, IV/161. el-Cehşiyârî, el-Vuzerâ ve’l-Kuttâb, s. 12.

el-Kadâ‘î, Tânhu’l-Kadâ't s. 237.

el-Ya‘kûbî, Tânhu’l-Ya'kûbû 11/80; îbnAsâkir, a.g.e., IV/324; Îbnu’l-Esîr, el-

Kâmil, 11/313; en-Nevevî, es-Sıretu’n-Nebeviyye, s. 38; en-Nuveyrî,

Nih.âyetu'1-Erib, XVIII/236; îbn Seyyidi'n-Nâs, ‘Uyûnu’l-Eser, 1/395; îbn Kesîr, el-Bidâye, V/339, 350, 351-352; îbn Habîb, el-MukteJa, s. 110; el-

Fâsî, el-'İkdu'l-Ferîd, 1/274; tbn Hacet, el-İsâbe, 11/273 (Abdullâh b. el- Erkam b. Ebî’l-Erkam maddesi); el-Aynî, ‘Umdetu’l-Kârî, XVI/200; el- Kalkaşendî, Subhu’l-A'şâ, 1/126; el-Amirî, Behcetu’l-MehâfÜ, 11/161; el- Kastalânî, el-Mevâhibu’l-Ledunniyye, 11/126; el-Halebî, İnsânu’l-'Uyûn, III/423; Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, IV/381; el-Vekîl, “Suferâ’u’n-Nebî ve Kuttâbuh”, s. 1022; ez-Zencânî, Tânhu’l-Kur’ân, s. 42; îsâ, Kuttâbu’l-Vahy, s. 65, 258-285; el-A‘zamî, Kuttâbu’n-Nebî, s. 96-97; ed-Debbâ‘, Semîru’t- Tâlıbîn, s. 9; el-Ebyârî, Târîhu’l-Kur’ân, 63; Şâkir, a.g.e„ 11/364, 365; Hallâk, Ta'ribu’n-Nuküd, s. 86. Dirâsât, 30; el-Bâşâ, Haşan, el-Funûnu’l- İslâmiyye ve’l-Vezâ’if ‘alâ'l-Âsârl’l-Arabiyye, 11/908; el-Ahmedî, MekâGbu’r- Rasûl, 1/20-21; Hattâb, Suferâ’u’n-Nebî, 1/250, “es-Sefârât ve’r-Resâ’iT, s. 32; Ali, el-Mufassal, VIII/120, 121, 131; el-Hamed, Rasmu’l-Mushaf, s. 96; Draz, Abdullâh, Kur’ân’m Anlaşılmasına Doğru (Çev. Salih Akdemir), Mim yay., Ankara 1983, s. 28; Râmyâr, Târîh-e Kur’ân, s. 263; Mehmedzade, “Hz. Peygâmbârin katiblâri”, s. 107; Kânû, Abdullatîf, “Mesâhif bi’l-Bahreyn Te'üd li’l-Kami’l-Evveli’l-Hicrî”, el-Vesîka, Bahreyn 1403/1983, S.3, s. 106.

îbn Sa‘d, et-Tabakât, 11/22.

îbn Abdilberr, el-İstVâb, 11/539; Îbnu’l-Esîr, Usdu’l-Gâbe, 11/235; tbnHacer, el-İsâbe, 1/561-562; ez-Zlriklî, el-A‘lâm, III/95.

el-Belâzurî. Futûhu’l-Buldân, s. 459, 460; Ibn Abdilberr, el-lstVâb, 11/538;

İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Gâbe, 11/235; îbn Hacer, el-İsâbe, 1/561.

İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Gâbe. 11/235.

el-Buhâri, Fadâ’ilu’l-Kur’ân, 3, V/98, no. 1.

el-Buhârî. Fadâ’ilu’l-Kur’ân, 4 , V/99: İbn Abdilberr. el-İsü'âb. 11/538, 539;

Îbnu’l-Esîr, Usdu’l-Gâbe, 11/236; ez-Ziriklî, el-A'lâm, IH/96.

[198]           el-Buhârî, Fadâ’ilu’l-Kur’ân, 4 , V/99-100, no. 1, 2.

[199]           el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf 1/531; et-Taberî, TânhuTUmem, VI/179; îbn Abdurabbih, el-’îkduTFerîd, IV/161; el-Cehşiyârî, el-Vuzerâ ve’l-Kuttab, s. 12; el-Kadâ‘î, Târîhu’l-Kadâ’î, s. 237.

[200]           el-Ya‘kûbî, Târîhu’l-Ya'kubî, 11/80; îbn Asâkir, a.g.e., IV/324; Îbnu’l-Esîr, el- Kâmil, 11/313; en-Nevevî, es-Sîretu’n-Nebeviyye, s. 38; en-Nuveyrî, Nihâyetu’l-Erib, XVIII/236; îbn Seyyidi'n-Nâs. ‘Uyûnu’l-Eser, 1/395; îbn Kesir. el-Bidâye, V/339, 350, 351-352; îbn Habîb, el-Muktefâ, s. 110; el- Fâsî, el-'İkdu'l-Fsrid. 1/274; îbn Hacer, el-îsâbe, 11/273 (Abdullâh b. el- Erkam b. Ebî’l-Erkam maddesi); el-Aynî, ‘Umdetu’l-Kârî, XVI/200; el- Kalkaşendî, Subhu’l-A’şâ, 1/126; el-Amirî, Behcetu’l-Mehâfil, 11/161; el- Kastalânî, el-Mevâhtbu’l-Ledunniyye, 11/126; el-Halebî, İnsânu’l-'Uyûn, III/423; Cevdet Paşa. Kısas ı Enbiyâ, IV/381; ez-Zencânî, Târîhu’l-Kur’ân, s. 42; îsâ, Kuttâbu’l-Vahy, s. 65, 258-285; el-A‘zamî, Kuttâbu’n-Nebî, s. 96-97; ed-Debbâ*, Semiru’t-Tâlibîn, s. 9: el-Ebyâri, Târîhu’l-Kur’ân, 63; Şâkir, a.g.e., 11/364, 365; Hallâk, Ta’rîbu’n-Nukûd, s. 86, Dirâsât, 30; el-Bâşâ, Haşan, el-Funûnu’l-İslâmiyye ve'l-Vezâ’if ‘alâTÂsâri’l-Arabiyye, 11/908; el- Ahmedî, Mekâtîbu’r-Rasûl, 1/20-21; Hattâb, Suferâ’u’n-Nebî, 1/250, “es-

» Sefârât ve’r-Resâ’il”, s. 32; Ali, el-Mufassal, VIII/120, 121, 131; el-Hamed, RasmuTMushaf, s. 96; Draz, Abdullâh, Kur'ân’ın Anlaşılmasına Doğru (Çev. Salih Akdemir), Mim yay., Ankara 1983, s. 28; Râmyâr, Târîh-e Kur’ân. s. 263; Mehmedzade, “Hz. Peygâmbârin katiblâri”, s. 107; Kânû, Abdullatîf, “Mesâhif bi’l-Bahreyn Te’ûd li’l-Kami’l-Eweli’l-Hicri”, el-Vesîka, Bahreyn 1403/1983, S.3, s. 106.

Fayda. “Abdullâh b. Sa‘d b. Ebû Şerh", DİA. İstanbul 1988,1/130.

îbn Abdilberr, el-İstVâb, III/918; İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, 11/610; ez-Ziriklî. el-A’lâm, IV/220.

Bu hususta nakledilegelen çeşitli haberler ve bunlara dair geniş açıklama ve değerlendirmeler için bkz.: Ali, eiMufassal. VIII/122-125.

el-Belâzuri, Ensâbu’l-Eşrâf, 1/532; es-Suyûtî, el-Mufhemât. s. 90.

[205]           el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, 1/531; îbn Abdilberr, el-tstî’âb, III/918; İbnu’l- Esîr, Usdu’l-Gâbe, 11/610; îbnHacer, el-îsâbe, 11/317; Fayda, “Abdullâh b. Sa‘db. Ebû Şerh", DİA, İstanbul 1988,1/130.

[206]           el-Belâzurî, FutûhuTBüldân, s. 457.

[207]           el-Belâzurî, Futûhu’l-Buldân, s. 458-459.

[208]         el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, 1/531-532.

[209]           îbn Abdurabbih, el-’İkdu’l-Ferîd, IV/162-163.

[210]           el-Cehşiyârî, el-Vuzerâ ve’l-Kuttâb, s. 13-14.

[211]           el-Kadâ‘î, Târihu’l-Kadâ’î, s. 237-238.

[212]           el-Ya‘kübî. Tânhu’l-Ya’kûbî, 11/80; el-Mes‘üdî, et-Tenbîh ve’l-İşrâf, s. 262; îbnAsâkir, cug.e., IV/337-338; Îbnu’l-Esîr, el-Kâmtl, 11/313; en-Nuveyrî. Nth.âyetu'1-Erib, XVIII/236; îbn Seyyidi'n-Nâs. ’Uyûnu’l-Eser, 1/395; îbn

Kesir, el-Bidâye, V/350-351; îbn Hacer, el-İsâbe, 11/273 (Abdullah b. el- Erkam b. Ebî’l-Erkam maddesi); el-Aynî, ’UmdetuTKârî, XVI/200; el-Amirî, Behcetu’l-Mehâfû, 11/161; el-Kastalânî, el-MevâhibuTLedunniyye, 11/130; el-Halebî, însânuT’Uyûn, III/422; Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, IV/382; ez- Zencânî, Târihu’l-Kur’ân, s. 42; İsâ, Kuttâbu’l-Vahy, s. 66; el-A‘zamî, Kuttâbu’n-Nebi, s. 96-97; ed-Debbâ‘, Semîru’t-Tâltbin, s. 9; el-Ebyârî, Târihu’l-Kur’ân, 64; Şâkir, a.g.e„ 11/365, 365; Hallâk, Ta’ribu’n-Nukûd, s. 87, Dlrâsât, 30; el-Bâşâ, Haşan, el-Funûnu’l-İslâmtyye ve’l-Vezâ’if ’alâ’l- Âsâri’l-’Arabiyye, 11/908; el-Ahmedî, Mekâtîbu’r-Rasûl, 1/22-23; Hattâb, , Suferâ’u’n-Nebi, 1/257, “es-Sefârât ve’r-Resâ’iT. s. 35: Ali, el-Mufassal,

VIII/120, 122-125; el-Hamed, Rasmu’TMushaf, s. 96; Râmyâr, Târih-e Kur’ân, s. 263; Mehmedzade, “Hz. Peyğâmbârin katiblâri", s. 107.

es-Sicistâni. a.g.e„ s. 20. 114, 182, 193, 209, 212, 215, 218, 223, 226, 230, 231, 234, 235. 236.

el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, 1/531-532; et-Taben, Târîhu’l-Umem, VI/179; İbn Abdurabbih/el-'/kdu'I-Ferid, IV/161-163; el-Cehşiyârî. a.g.e.. s. 12-14.

îsâ, Kuttâ±>u’l-Vahy, s. 65.

Cerrahoglu. Tefsir Usûlü, s. 53.

el-A‘zamî. a.g.e.. s. 30-111.

el-Belâzurî, vahiy yazmış sahâbîlerin üç kişi olduğunu kaydederken, et- Taberî bunların sayısını dört olarak vermektedir. Öte yandan îbn Abdurabbih ve el-Cehşiyârî, beş sahabenin vahiy kâtibi olduğunu söylemektedir. Bu hususta bkz.: el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, 1/531: et- Taberî, Târîhu’l-Umem, VI/179: îbn Abdurabbih, el-'İkdu’l-Ferîd, IV/161, 162; el-Cehşiyârî, a.g.e., s. 12.

ez-Zencânî, Kur’ân tarihine dair kaleme almış olduğu veciz eserinde vahiy kâtiplerinin kırk iki kişi olduğunu iddia ederken, el-A‘zamî bu rakamı daha da ileri götürerek altmış bire (!) kadar çıkarabilmiştir. Bu konuda bkz.: ez- Zencânî, a.g.e., s. 42; el-A‘zamî, a.g.e„ s. 111.

15 Hicr, 9.

[221]           Şahsî mushaflara dair bir çok eser kaleme alınmıştır. Bunlardan bize kadar
ulaşan İbn Ebî Dâvûd es-SicistânTye ait Kttâbıı’l-Mesâhif adlı eserdir.

[222]           el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, 1/531.

[223]           et-Taberî. VI/179.

Bu şahsın ne yazdığı kaynaklarda belirtilmemiştir. Kendisini kâtip olarak vasıflandırıldığı eserler bunlardır: îbn Seyyidunnâs, ‘Uyûnu’l-Eser, 1/395: Şâkir, cug.e., 11/364; Hattâb, Suferâ’u’n-Nebû 1/252, “es-Sefârât”. s. 33; el- A’zamî, cug.e., s. 39.

Kesin olarak ne yazdığı belli olmamakla birlikte ismi kâtipler arasında geçer îbn Seyyidunnâs, ‘Uyûnu’l-Eser, 1/395: İbn Habîb, el-MukteJa, s. 111; el-Kalkaşendî, Sübhu’l-A'şâ, 1/126; el-Amirî, cug.e., 11/161; el-Halebî, cug.e., III/423; Şâkir, cug.e., 11/364; Hattâb, Suferâ’u’n-Nebû 1/263, “es-Sefârât", s. 38; Râmyâr, cug.e., 264; İsâ, cug.e., s. 462; el-a‘zamî, cug.e., s. 89.

Hz. Peygamber’den işittiklerini yazmak için izin alması üzerine kendisine izin verilen sahabedir. Bu nedenle kâtip olarak anılmaktadır: îsâ. a.g.e., s. 481; el-A‘zamî, cug.e., s. 90.

Birinci halîfe Ebû Bekir’in oğludur. Hz. Peygamberin Necrân Hnstiyanlan ile yaptığı anlaşmayı yazmıştır Hamîdullâh. el-Vesâ’ik, s. 175, no. 94; îsâ, cug.e., s. 471; el-A‘zamî, cug.e., s. 78.

Kaynaklar bu şahâbînln Hz. Peygamberin mukâvele ve mektuplarım yazmış olduğunu zikretmektedir: el-Belâzurî, et-Tenbih ve’L-İşrâf, s. 261; Ibn Asâkir, a.g.e„ FV/336; en-Nevevî, es-Sîretu’n-Nebeviyye, s. 38; en- Nuveyrî, Nihâyetu’l-Erib, XVIII/236; Ibn Seyyidi'n-N.âs, ‘Uyûnu’l-Eser, 1/395; İbn Kesir, el-Bidâye, V/349; îbn Habîb, el-Muktefâ, s. 110; îbn Abdilberr, el- tstî'âb, ni/865-866; İbn Hacer, el-îsâbe, 11/273; el-Aynî, ‘Umdetu’l-Kârî, XVI/200; el-Kalkaşendî, Sübhu’l-A'şâ, 1/126; el-Amirî, Behcetu’l-MehâJU, n/161; el-Kastalânî, el-Mevâhtbu’l-Ledunniyye, H/127; el-Halebî, İnsânu’l- ‘Uyûn, III/423: Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, IV/382; ez-Zencânî, Târîhu’l- Kur’ân, s. 42; İsâ, Kuttâbu’l-Vahy, s. 65, 258-285; el-Vekîl, “Suferâ’u’n- Nebî”, s. 1124; el-A‘zamî, Kuttâbu’n-Nebî, s. 76; ed-Debbâ‘, Semiru’t- Tâlibîn, s. 9; el-Ebyârî, Târîhu’l-Kur’ân, 63; Şâkir, a.g.e., 11/365, 365; el- Bâşâ, Haşan, el-Funûnu’l-îslâmiyye ve’l-Vezâ’tf ‘alâ’l-Âsâri’l-'Arabiyye, 11/908; el-Ahmedî, Mekâtîbu’r-Rasûl, 1/21; Hattâb, Suferâ’u’n-Nebî, 1/251, “es-Sefârât ve’r-Resâ’iT, s. 32; Ali, el-Mufassal, VIII/121, 125; el-Hamed, Rasmu’l-Mushaf, s. 96; Râmyâr, Târîh-e Kur’ân, s. 264.

Bu şahsın kâtiplik yaptığına dair sahih rivayet bulunmamakla birlikte bu zât, kâtipler arasına girebilmiştir: İbn Seyyidi'n-Nâs, ‘Uyûnu’l-Eser, 1/395- 396; Ali, el-Mufassal, VIK/130-131; el-A‘zamî, a.g.e., s.79.

Hz. Peygamber’in Surâka b. Mâlik’e vermiş olduğu emannâmenin. bir rivayete göre, Ebû Bekir tarafından yazıldığı ileri sürülmüştür: İbn Seyyidunnâs, ‘Uyûnu’l-Eser, 1/395; İbn Kesir, el-Bidâye, V/339, 351; Hamîdullâh, el-Vesâ’ik, s. 54, no. z; İsâ, a.g.e„ s. 330; el-A‘zamî, a.g.e„ s. 34.

Kaynaklarda Abdullah’ın imzası ile hiç bir yazıya rastlanmamakla birlikte aşağıdaki müelliflerce kâtip olmuştur: tbn Seyyidi’n-Nâs, ’Uyûnu’l-Eser, 1/395; Ibn Hacer, el-îsâbe, 11/306; el-Aynî, ’Umdetu’l-Kârî, XVI/200; el- Kalkaşendî. Subhu’l-A’şâ, 1/126; el-Amirî, Behcetu’l-MehâfÜ, 11/161; el- Kastalânî, el-Mevâhtbu’l-Ledunnîyye, 11/130: el-Halebî, İnsânu’l-'Uyûn, III/423; ez-Zencânî, Tânhu’l-Kur’ân, s. 42; Isâ, Kuttâbu’l-Vahy, s. 376; el- Vekîl, “Suferâ’u’n-Nebî”, s. 1124; el-A*zamî, Kuttâbu’n-Nebî, s. 80; Şâkir, a.g.e., 11/364; el-Ahmedî, Mekâtîbu’r-Rasûi, 1/24; Hattâb, Suferâ’u’n-Nebî, 1/262, “es-Sefârât ve’r-Resâ’il”, s. 38; Ali, el-Mufassal, VIII/136; Râmyâr, Târih-e Kur’ân, s. 264; Mehmedzade, a.g.m., s. 108.

el-A*zamî’nin belirttiğine göre, el-Bâkıllânî el-İntisâr’mda. tbn Selûl’u kâtip olarak nitelemiştir: el-A‘zamî, a.g.e., s. 7.

İbn Seyyidunnâs. a.g.e., 1/395; tbn Kesir, el-Bidâye, V/350; el-A‘zamî, a.g.e., s.83.

el-A’zamî’nin belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip olarak nitelendiren el- BâkıUânrdir: el-A‘zamî, a.g.e„ s. 7.

el-Mes‘ûdî, et-Tenbîh, s. 262; Îbnu’l-Esîr, el-KâmÛ, 11/313; İbn Seyyidunnâs, a.g.e., 1/395; İbn Kesir, el-Bidâye, V/352; el-A*zamî, a.g.e„ s. 93.

Bu sahâbe, insanlar arasındaki borç senetlerini yazardı: el-Mes‘ûdî, et- Tenbîh, s. 262; İbn Kesir, el-Bidâye, V/353: el-A‘zamî, a.g.e„ s. 95.

Hz. Ebû Bekir’in azatlı kölesi olan bu zâtın da, Surâka b. Mâlik’e verilmiş emannâmeni yazdığı belirtilmektedir: İbn Kesir, el-Bidâye, V/348; el-A’zamî, a.g.e., s. 74.

İbn Seyyidunnâs, a.g.e., 1/395; el-Kalkaşendî, a.g.e., 1/162.

el-A‘zamî’nin belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip olarak nitelendiren el- Bâkıllânî’dir: el-A‘zamî, a.g.e., s. 7.

îbn Seyyidunnâs, a.g.e„ 1/395; el-A'zamî, a.g.e„ s. 47.

el-A'zamî, a.g.e., s. 49.

Cehm sadaka olarak verilmiş mallan kaydederdi: el-Kadâ*î, TârîhuTKadâ'î, s. 328; îbn Hacer, el-îsâbe, 1/255; el-A‘zamî, a.g.e., s. 50.

el-Belâzuri, Ensâbu’l-Eşrâf, 1/532; el-Ya‘kûbî, a.g.e., 11/80; îbn Hacer, el- tsâbe, 1/255; el-A'zamî, a.g.e., s. 51.

en-Nevevî, es-Sîre, s. 38; îbn Seyyidunnâs. a.g.e., 1/395; îbn Kesîr, el- Bidâye, V/340; el-A'zamî, a.g.e., s. 30.

el-A‘zamî’nin belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip olarak nitelendiren el- Bâkıllânî’dir: el-A'zamî, a.g.e., s. 6.

îbn 'Asâkir, a.g.e., IV/325; en-Nevevî, es-Sîre, s. 38; îbn Seyyidunnâs, a.g.e., 1/395; îbn Kesîr, el-Bidâye, V/341; el-A'zamî, a.g.e., s. 44.

el-A‘zamî’nin belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip olarak nitelendiren el- BâlallânTdir: el-A'zamî, a.g.e., s. 7.

el-A‘zamî’nin belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip olarak nitelendiren el- Bâkıllânî'dir: el-A'zamî, a.g.e., s. 7.

îbn Seyyidunnâs, CLg.e., 1/395; îbn Kesîr, el-Bidâye, V/343; el-A'zamî, cug.e., s. 60.

îbn Seyyidunnâs. a.g.e„ 1/395; el-A'zamî. a.g.e., s. 33.

İhtiyaç olduğu zaman Hz. Peygamber için yazardı: el-Belâzurî, Ensâbu’l- Eşrâf, 1/532; et-Taberi, Târihu’l-Umem, VI/179; îbn Abdurabbih, el-‘îkdu'l- Ferîd. IV/161; el-Cehşiyârî, a.g.e., s. 12.

Kaynaklar Hanzala’nın, Peygamber'in (s.a.s.) kâtiplerinin vekili olduğunu söylemektedir: îbn Abdurabbih, el-’İkdu’l-Ferîd, IV/161: el-Cehşiyârî. a.g.e., s. 12-13.

îbn Seyyidunnâs, a.g.e., 1/395: el-A‘zamî, a.g.e., s. 52.

Bu zâtın insanlar için kâtiplik yaptığı belirtilmektedir îbn Abdurabbih, el- ‘Îkdu’l-Fend, IV/161; el-Cehşiyârî, a.g.e., s. 12; el-Kadâ‘î, TârîhuTKadâ'î, s. 238.

îbn Seyyidunnâs, a.g.e., 1/395: el-A‘zamî, a.g.e., s. 56.

Bu sahâbî, Mekke ve Medine şehirlerinin yıllık hurma mahsûlünü kaydederdi: el-Mes‘ûdî, et-Tenbîh, s. 261; îbn Abdurabbih, el-'İkduTFerîd, IV/161; el-Kadâ‘î, Târîhu’l-Kadâ'î, s. 238: el-A'zamî, a.g.e„ s. 52.

el-A‘zamî’nin belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip olarak nitelendiren el- Bâkıllânî’dir: el-A‘zamî, a,g.e., s. 7.

el-A‘zamî’nin belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip olarak nitelendiren el- Bâkıllânrdir: el-A‘zamî, a,g.e., s. 7.

Mu'âz’ın ne yazdığı bilinmemekte, sadece el-Ya‘kûbî tarafından kâtip olarak zikredilmiştir: el-Ya‘kûbî, a,g.e„ H/80.

Kaynaklar Mu'âviye’nin, Hâlid b. Sa’îd ile birlikte Hz. Peygamber’in sair işlerini yazdığım kaydetmektedir: îbn Abdurabbih, el-'îkduTFerîd, IV/161; el-Cehşiyârî, a.g.e„ s. 12.

Bu sahâbî, ganimetleri kayda almıştır: îbn Abdurabbih, el-'İkdu’l-Ferîd, IV/161; el-Cehşiyârî, a.g.e., s. 12; el-Mes‘ûdî, et-Tenbîh, s. 261-262.

el-Muğîre insanlar arasındaki yazışmaları yazardı: îbn Abdurabbih, el- 'İkdu’l-Ferîd, IV/161; el-Cehşiyârî, a.g.e„ s. 12; el-Mes‘ûdî, et-Tenbîh, s. 261.

el-A‘zamî'nin belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip olarak nitelendiren el- Bâkıllânrdir: el-A‘zamî, a.g.e„ s. 6.

îbn Seyyidunnâs, a.g.e., 1/395; îbn Kesir, el-Bidâye, V/353: el-A‘zamî. a,g.e., s. 100.

îbn Seyyidunnâs. a.g.e„ 1/395: Ali. a.g.e„ VIII/131: el-A‘zamî. a.g.e., s. 111.

el-A‘zamî’nin belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip olarak nitelendiren el- Bâkıllânrdir: el-A*zamî. a.g.e., s. 7.

en-Nevevî, es-Stre, s. 38; en-Nuveyrî, a.g.e., XVIII/236; îbn Seyyidunnâs, CLg.e., 1/395; îbn Kesir, el-Bidâye, V/352; el-A*zamî, cug.e.. s. 99.

el-A'zamî’nin belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip olarak nitelendiren el- BâkfUânTdir el-A'zamî, a.g.e., s. 7.

el-A*zamî’nin belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip olarak nitelendiren el- Bâkıllânî’dir: el-A‘zamî, a.g.e„ s. 7.

îbn Seyyidunnâs, a.g.e., 1/395; el-A‘zamî, a.g.e„ s. 71.

îbn Seyyidunnâs, a.g.e„ 1/395; îbn Kesir, el-Bidâye, V/341; el-A‘zamî, a.g.e., s. 48.

îbn Seyyidunnâs. a.g.e., 1/395.

Mevzû bir haberle kâtipler sırasına sokulmuştur: îbn Seyyidunnâs, a.g.e., 1/395; îbn Kesir, el-Bidâye, V/347-48; el-Azamî, a.g.e„ s. 67-68.

el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, 1/532; el-Mes‘ûdî, et-Tenbih, s. 261; îbn Seyyidunnâs, a.g.e„ 1/395.

îbn Seyyidunnâs, a.g.e„ 1/395.

Nesebi açıklanmamış olmasından dolayı hakkında ihtilâf vardır. Hamîdullâh’a göre, bu şahıs el-‘Alâ b. ‘Ukbe'dir; Hamîdullâh, el-Vesâ’ik, s. 263-264, no. 154.

îbn Hacer, el-İsâbe, 11/497.

el-A‘zamî’nin belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip olarak nitelendiren el- Bâlallânî’dir: el-A*zamî. a.g.e„ s. 7.

îbn Seyyidunnâs, a.g.e., 1/395.

el-A‘zamî’nin belirttiğine göre, bu kişiyi kâtip olarak nitelendiren el- Bâkıllânî’dir el-A‘zamî, cug.e., s. 6.

Bu sahâbî, sadaka olarak infâk edilen mallan kayda almıştır: el-Mes‘ûdî, et-Tenbîh. s. 261; îbn Seyyidunnâs, cug.e., 1/395.

[282]           el-Vâhidî, Esbâbu’n-Nuzûl, s. 179-180.

[283]           6 En‘âm, 93.

[284]           îbn ‘Asâkir, a.g.e., IV/341-344; en-Nuveyrî, a.g.e., XVIII/236; îbn Kesir, el- Bidâye, V/348-49; îbn Habîb, el-Muktefâ, s. 110; el-Kalkaşendî, a.g.e., 1/126: el-Amirî, a.g.e„ 11/161; el-Halebî. İnsânu’l-'Uyûn, III/423.

[285]           îbn Kesir, el-Bidâye, V/351.

[286]           el-Ahmedî, a.g.e., 1/26.

[287]           îbn Abdilberr, el-İsü'âb, III/1186-1188; İbnu’l-Esir, Usdu’l-Gâbe, III/385.

[288]           îbn Abdilberr, el-tstî‘âb, III/1187.

el-Ahmedî, a.g.e., 1/26.

el-A‘zamî, a.g.e„ s. 34-36.

el-Ahmedî, a.g.e., 1/26.

îbnAbdilberr. el-İstVöb, 11/427-430.

el-Belâzurî, a.g.e., 1/532; el-Mes‘ûdî, a.g.e., s. 262.

et-Taberi, a.g.e., VI/179.

İbn Abdurabbih, a.g.e., IV/161.

el-Cehşiyâri, a.g.e„ s. 12.

Ali, a.g.e., VIII/129, 131.

el-Ahmedî, a.g.e., 1/27.

el-Ahmedî, a.g.e., 1/27.

îbn Sa‘d, a.g.e., 1/266, 268, 269, 271, 274; Hamîdullâh, el-Vesâ’tk, s. 168, 169, 170, 179, 263, 299. 304, no. 81, 83. 86. 95. 153, 194, 195, 204.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar