Print Friendly and PDF

HZ. HASAN VE SOYUNA MEZHEBİ YAKLAŞIMLARLA BİÇİLEN SİYASİ VE DİNİ ROL PROBLEMATİĞİNİN ANALİZİ

Bunlarada Bakarsınız


Hazırlayan:  Zeynep ALİMOĞLU SÜRMELİ

Hasan b. Ali, Hz. Peygamberin kızı Hz. Fatıma ile damadı olan amcasının oğlu Hz. Ali’nin ilk çocuklarıdır. Hz. Peygamber’in soyu, erkek çocuklarının vefat etmesi ve diğer kızlarından olan torunlarının da vefat etmesi sebebleriyle Hz. Fatıma kanalıyla devam etmiştir. Bu nedenle Hz. Fatıma’nın yaşayan iki erkek çocuğu olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin kendilerine yüklenen misyon nedeniyle gerek dini gerekse siyasi ve sosyal meselelerde ön plana çıkarak aktif rol üstlenmişlerdir. Hüseyin b. Ali ve soyu ile ilgili pek çok çalışma bulunmasına karşın Hasan b. Ali ve soyu ile ilgili çalışmaların yetersiz olması bizi bu çalışmayı yapmaya sevketmiştir.

Hasan b. Ali, dini ve siyasi vechesiyle tarih boyunca adından sıkça söz edilen bir şahsiyet olmuştur. Müslümanlar arasında ilk ihtilafların filizlenmeye başladığı Osman b. Affan dönemiyle birlikte siyasi arenada boy göstermeye başlayan Hasan b. Ali, sonraki dönemlerde İslam dünyasında teşekkül eden mezhepler açısından kilit noktalardan biri olmuştur. Osman b. Affan döneminde siyasi kurumlara konuşlanan ve güçlenen Ümeyyeoğulları uyguladıkları politikayla İslam toplumunun yöneticiliği görevinden el çekmeye yanaşmayınca Ali b. Ebi Talib’in hilafeti döneminde Müslümanlar arasında ilk kanlı çatışmaların yaşandığı Cemel Vakası ve Sıffin Savaşı’nı müteakip Hakem Olayı ile Muaviye b. Ebi Süfyan hilafetini ilan etmiştir. Ali b. Ebi Talib’in vefatıyla beraber Müslümanlar Hasan b. Ali’ye beyat ederek Muaviye ile savaşmasını istemişlerdir. Ancak Hasan b. Ali, taraftarlarıyla yaşadığı güven problemi neticesinde hilafeti Muaviye’ye devretmekten başka bir çare bulamamıştır.

Siyasi arenada başlayan çatışmalara dini, sosyal ve kültürel sebepler eklenince gruplaşmalar zamanla yerini mezhep oluşumlarına bırakmıştır. Tam da bu noktada İslam dünyasında oransal olarak ilk iki sırada gelen Ehli Sünnet ve Şia arasında Ali b. Ebi Talib ve soyuna yükledikleri misyon nedeniyle itikadi anlamda aykırılıklar gündeme gelmiştir. Her fırka kendini haklı çıkarma karşı tarafı yalanlama tutumu içerisine girdiğindeyse doğru ile yanlışı ayırmanın yoğun bir çabayı gerektireceği bir literatür ortaya çıkmıştır.

Çalışmamızın amacı İslam dünyasında bölünmelere neden olan söz konusu olaylar çerçevesinde köşe taşlarından biri diyebileceğimiz Hasan b. Ali’nin hilafetten çekilme nedenini objektif bir biçimde sunabilmek, İmamiyye’nin
İmamet nazariyesini oluştururken duygusal davranıp davranmadığı, geçmişte kardeşten kardeşe geçebilen imametin Hüseyin b. Ali’nin imameti sonrasında neden kardeşten kardeşe geçemeyeceği, Hüseyinoğullarının merkeze alınıp Hasanoğullarının adeta dışarıda bırakılmasında Hasan ve Hüseyin’in dini ve siyasi karizmalarının yanı sıra vefat ediş biçimlerinin etkili olup olmadığı sorularını yanıtlayabilmektir.

BİRİNCİ BÖLÜM

HZ. HASAN’IN HAYATI VE KİŞİLİĞİ

Hz. Hasan’ın Hayatı

Doğumu, Kimliği ve Hasan İsminin Verilmesi

Hasan b. Ali b. Ebi Talib b. Abdilmuttalib b. Haşim b. Abdimenaf,[1] Rasulullah’ın Hz. Fatıma’dan olan torunu ve reyhanesi, Rasulullah’ın müjdesi ile cennet gençlerinin efendisidir.[2] Künyesi Ebu Muhammed olup Rasulullah tarafından verilmiştir, lakapları; sıbt, seyyid, zeki, mücteba ve tâki’dir.[3] Hasan b. Ali Hulafa-ı Raşidinin beşincisi olarak kabul edilir, İmamiyye’ye göre ise on iki imamın ikincisidir.[4]

Hz. Hasan, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın ilk çocukları olarak hicretin üçüncü yılında Ramazan ortasında gece vakti dünyaya geldi.[5] Diğer bir rivayete göreyse aynı yılın Şaban ayında dünyaya eldi.[6] Kuleyni hicretin ikinci senesinde doğduğunu bildirir.[7] Fatıma, doğumunun yedinci gününde başını tıraş ederek saçı ağırlığınca gümüş tasadduk etti.[8] Zehebi ise Ramazanın ortasında dedesi tarafından bir avuç gümüşün akika olarak tasadduk edildiğini nakleder.[9] Yukarıdaki rivayetlerden anlaşılacağı gibi Hz Hasan’ın doğum tarihi olarak hicretin ikinci ve üçüncü yılları verilmiştir ancak rivayetlerin çoğunluğu hicretin üçüncü senesini esas aldığından biz de hicretin üçüncü senesini doğum tarihi olarak esas aldık. Doğduğu yıl ve ay konusunda ittifak olmamasına rağmen rivayetlerin çoğunluğu hicri üçüncü yılın Ramazan ayını gösterir.

Hz. Hasan doğduğunda Hz. Fatıma Hz Ali’ye ona bir isim ver dedi. Hz Ali ise bu konuda benim Rasulullah’a her hangi bir önceliğim söz konusu olamaz dedi. Rasulullah geldiğinde çocuğu Rasulullah’a getirdi ve Rasulullah ona Cahiliyye döneminde Araplar arasında duyulmamış bir isim olan Hasan ismini verdi. [10]

Cabir b. Abdillah’tan naklediliyor; Fatıma Hasan’ı doğurduğunda Ali’ye, “Ona bir isim ver.” dedi. Ali “Ona isim verme hususunda Rasulullah’ın önüne geçecek değilim.” dedi. Rasulullah ise, “Ben de bu konuda Rabbimin önüne geçecek değilim,” dedi. Allah, Cebrail’e Muhammed’in bir oğlu olduğunu vahyederek “O’na git ve O’nu sevindir.” ve O’na şöyle de; “Ali’nin sana olan yakınlığı Harun’un Musa’ya olan yakınlığı mesabesindedir, ona Harun’un oğlunun ismini ver.” Cebrail gelerek O’nu Allah’ın vahyiyle sevindirdi.

Allah, çocuğa Harun’un oğlunun adını vermeni emrediyor.

Harun’un oğlunun adı nedir?

Şeber

Arap dilindeki karşılığı nedir?

Hasan

Rasulullah böylece çocuğa Hasan ismini verdi.[11]

Hz Ali’nin Hz Hasan’a Harb ismini vermeyi düşündüğüne dair bazı rivayetler de mevcuttur.[12]

Hani b. Hani, Ali b. Ebi Talib’in şöyle dediğini rivayet ediyor:

Hasan doğduğunda ona Harb ismini verdim, Hz. Peygamber gelince:

“Bana oğlumu getir, ona ne isim verdin.” dedi.

“Harb” dedik.

“Hayır, onun adı Hasan’dır.” dedi.

Hüseyin doğduğunda ona Harb ismini verdim. Hz. Peygamber gelince:

“Bana oğlumu getir, ona ne isim verdin.” dedi.

“Harb” dedik.

“Hayır, onun adı Hüseyin’dir.” dedi.

Üçüncüsü doğduğunda ona Harb ismini verdim. Hz. Peygamber gelince:

“Bana oğlumu getir, ona ne isim verdin.” dedi.

“Harb” dedik.

“Hayır, onun adı Muhsin’dir.” dedi. Sonra, “Onları Harun’un çocuklarının ismi olan Şeber, Şübeyr ve Müşbir isimleriyle isimlendirdim.” dedi.[13]

Hz. Peygamber, doğduktan sonra bebeği kucağına alarak sağ kulağına ezan, sol kulağına ise kamet okudu.[14] Sonra onun için bir koyun kurban etti.[15] Saçını tıraş edip ağırlığınca gümüşü Sadaka olarak vermelerini ve başını ıtırla kokulandırmalarını emretti. Bu uygulama ile bebek için akika kurbanı kesmek ve bebeğin saçı ağırlığınca sadaka verme geleneği oluştu.[16]

Diğer bir rivayete göre ise Hz. Fatıma çocuk için kan akıtmasının gerekip gerekmediğini Peygamber’e sorar, Hz. Peygamber bunun gerekli olmadığını söyler ancak saçını kesip saçının ağırlığınca gümüşü fakirlere dağıtmasını tavsiye eder.[17]

Hz. Fatıma’nın diğer çocukları Hüseyin, Muhsin, Ümmü Gülsüm ve Zeynep’tir.[18] Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’dan olan çocukları; anne faktörünün, Hz. Fatıma’nın Peygamber kızı olması nedeniyle ağır basması ve Hz. Peygamber’in soyunun kızı Hz. Fatıma kanalıyla devam etmesi nedenleriyle ön plana çıkmış ve Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’dan olan çocuklarının Müslümanlar arasındaki konumu geçmişten günümüze kadar diğer çocuklarından farklı olmuştur.

Hz. Ali’nin Rasulullah ile yakın akrabalığı ve Hz. Fatıma’nın Rasulullah’ın kızı olmasının yanı sıra her ikisinin de çocuklukları dahil Peygamber Evi’nde İslami terbiye ile yetişmeleri ve çocuklarını da İslami terbiye ile yetiştirmeleri sebebiyle ilk çocukları olan Hz. Hasan, Peygamber soyunun devamı misyonuna sahip olmuştur.

Hz. Hasan’nın isimlendirilişiyle ilgili farklı rivayetleri değerlendirecek olursak, Ali b. Ebi Talib’in Hz. Peygamber’le olan yakınlığını Harun’un Musa’ya olan yakınlığı ile özdeşleştiren, bu yakınlık esas alınarak Harun’un oğlu olan Şeber’den hareketle çocuğa Şeber’in Arap dilindeki karşılığı olan Hasan isminin verilmesinin Allah tarafından emredildiği rivayetinin Şii temayülün yansıması olduğunun kanaatindeyiz. Ali b. Ebi Talib’in Fatıma ile olan evliliğine ek olarak şahsi ve ilmi nitelikleri nedeniyle İslam toplumunda özel bir konumu bulunsa da bu özel konumu Harun’un Musa’ya olan konumuyla mukayese edilemez. Çünkü Harun, Musa’nın kardeşiydi yani akrabalık derecesi Ali’nin Hz. Peygamber’e olan yakınlığından ileri derecedeydi ve o, aynı zamanda bir peygamberdi, bu anlamıyla kardeşinin görevi olan peygamberlik görevine varis olmuştu. Yakınlık dereceleri göz ardı edilebilecek bir mefhum olmasına rağmen hilafet ve nübüvvet birbiriyle mukayese edilemeyecek görevlerdir. Bu sebeplere binaen söz konusu benzetmenin Hz. Peygamber tarafından yapılmış olabileceği ihtimali azalırken böyle bir benzetmeden Ali’yi kendisinden sonra imam tayin ettiği sonucuna ulaşılamaz. Hz. Peygamber son peygamber olduğundan, bir daha hiçbir peygamber gelmeyeceğinden Şia Ali b. Ebi Talib’in O’na olan varisliğini imamet ile sınırlandırmıştır. Şia bu benzetmeyle imametin nas ve tayinle belirlendiği ve Ali b. Ebi Talib’in ilk imam olduğu nazariyesine güçlü bir kanıt bulmuş ve olaya ilahi bir nitelik kazandırmıştır.

Çocukluğu ve Hz. Peygamberle ilişkisi

Siyaset arenasında boy göstermesinden önceki hayatı hakkında bilgi edinmemiz ihtilaflı meselelerde fikir yürütürken sağlıklı sonuçlara ulaşmamız noktasında bize yardımcı olacaktır. Ancak Hz. Hasan’ın çocukluğuna dair Sünni literatürde sınırlı derecede bilgi mevcuttur. Bu durum Şii ve Sünni kaynakları değerlendirirken karşılaştırma yapabilme olanağımızı da sınırlandırmaktadır.

Peygamber Efendimiz, küçük yaştan itibaren torunlarının eğitimiyle bizzat kendisi ilgilenmiş, onlara nasihatte bulunmuştur. Aralarında bir yaş fark olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin henüz çok küçüktüler. Ama Rasulullah’ın onlara o yaşta verdiği nasihatleri Hz. Hasan unutmamış ve daha sonra nakletmiştir. Peygamberin torununa ettiği nasihatlerden birini Hz. Hasan şu şekilde nakleder:

“Ey Hasan! Beş vakit namazını aksatmadan kıl. Sana şüpheli gelen her şeyi terk et. İçinde şüphe uyandırmayan şeyleri yap. Çünkü doğruluk, insanın gönlüne huzur verir. Yalan ise huzursuzluk uyandırır.”[19] [20]

Hz. Hasan, Hz Peygamber ile sadece yedi yıl yaşamasına rağmen O’nun bazı sözlerini ve davranışlarını anımsadığını ifade etmiştir. Örneğin sadakanın Peygamber ailesine yasak olduğunu bilemeyecek ve bu yasağı algılayamayacak yaştayken ağzına aldığı sadaka hurmasını dedesinin ağzından çıkarıp attığını unutmamıştır.

Hz. Hasan, dedesine ihtiyacını arzedenlerin asla reddedilmediğini ve tatlı sözle ihtiyaçlarının karşılandığını hatırladığını bildirir.[21]

Hz Peygamber’in torunlarına duyduğu derin sevgiye dair bazı anekdotlar mevcuttur. Hz. Peygamber’in minberde yaptığı konuşmalar esnasında uzun kıyafetinden dolayı tökezleyerek dedesine ulaşmaya çalışan Hasan’ı kaldırmak için konuşmasına ara vermesi ve torununu yerden kaldırması,[22] bu sevgiyi somutlaştıran örneklerdendir.[23]

Hz. Peygamber’in çocuklara beş vakit namaz kılmayı emrederek onları küçük yaşta namaza alıştırmaya çalışmasından O’nun çocuk eğitimine oyun çağında başladığı sonucunu çıkarabiliriz. Nitekim konuyla ilgili hadisler bu konuyu destekler mahiyettedir. Çocuğun karakterinin tohumlarının ekildiği erken dönemlerde, ileride hayat felsefesini oluşturacak tavsiyelerde bulunması; şüphe veren şeylerden uzak durmasını gönlünü huzurla dolduracak tatmin edici davranışlarda bulunmasını tavsiye etmesi böylece çocukta iç denetim, kendi kendini kontrol etme mekanizması geliştirmeye çalışması onun ne mükemmel bir eğitimci olduğunun kanıtıdır.

Hz. Peygamber’in Hz. Hasan ile İlgili Hadisleri

Ebu Hureyre nakleder: Allah Rasulü ile beraber Medine’nin çarşılarından birinde idim. Bir müddet sonra Efendimiz ayrıldı, ben de ayrıldım. Peygamberimiz Hz. Fatıma’nın evine gelip üç defa:

“- Yaramaz nerede? Bana Hasan’ı çağır” dedi.

Hasan gelince kollarını açtı, Hasan da açtı. Allah Resulü torununa sarılıp öptü. Ardından da: “Allahım! Doğrusu ben bunu seviyorum, onu Sen de sev, onu sevenleri de sev!” buyurdu.[24]

Bir defasında Hz. Peygamberin hutbe okurken Hz. Hasan ile kardeşi Hz. Hüseyin’in üzerlerindeki uzun elbiseleri ile düşe kalka yürüdüklerini görünce, hutbesine ara verip minberden inerek torunlarını kucağına aldığı ve önüne oturttuğu, daha sonra da “ Allah Teâlâ ‘Mallarınız ve evlatlarınız sizin için birer imtihan vesilesidir’[25] derken doğru söylemiştir.” Şu ikisini bu şekilde görünce sabredemedim” dediğini ve daha sonra hutbesine devam ettiğini hadis kitapları nakletmektedir.[26]

Hz. Ebubekir, Rasulullah’ı minberde yanında Hasan otururken gördüm, Rasulullah bir Hasan’a bir cemaate bakıyordu. Rasulullah “Benim bu oğlum seyyittir, umulur ki Allah onunla Müslümanlardan iki topluluğun arasını bulur.”dedi.[27]

Rasulullah torunları Hasan ve Hüseyin hakkında şöyle demiştir. Allahım ben o ikisini seviyorum, sen de o ikisini sev.[28]

Abdullah İbn Şeddad babasından naklediyor: Rasulullah iki akşam namazından birinde yanımıza geldi. Hasan veya Hüseyin’den birini taşıyordu. Rasulullah öne geçip çocuğu yere bıraktı sonra tekbir getirip namaza durdu. Namaz sırasında uzunca bir secde yaptı. Secde çok uzadığı için başımı kaldırıp baktım. Bir de ne göreyim Rasulullah secdede iken çocuk sırtına binmiş öylece duruyor. Ben secdeme döndüm. Namaz bitince Rasulullah’a cemaatten Ey Allah’ın Rasulü namazda öyle uzun bir secde yaptın ki bir hadise meydana geldi veya vahiy indi zannettik, diye soranlar oldu. Rasulullah hayır, bunlardan hiç biri olmadı fakat secdedeyken oğlum sırtıma bindi ben de hevesi geçip kendisi ininceye kadar bekledim, dedi.[29]

Bir gün Rasulullah Hz. Ali’nin oğlu Hasan’ı öpüyordu. Yanında da Temim kabilesinin ileri gelenlerinden Akra İbn Hasip vardı. Akra, Hz. Peygamberin çocuğu öptüğünü görünce: Benim on çocuğum var, onların hiç birini öpmedim, dedi. Bunun üzerine Rasulullah, Merhamet etmeyene merhamet olunmaz. İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez, dedi. [30]

Şii müellif Kummi de Rasulullah’ın Hasan ve Hüseyin’e olan sevgileri başlığı altında birçok hadis nakleder. Bu hadislerde Resulullah’ın sevgisinin şiddeti vurgusu hâkimdir. Söz konusu hadislerde Rasulullah, torunlarına olan sevgisinin kalbindeki yerini ve bu sevginin yerini hiçbir şeyin alamayacağını ifade eder.[31]

Hz. Peygamber’in torunlarına olan sevgisine dair sahih pek çok rivayet vardır. Hasan ve Hüseyin’in cennet gençlerinin efendisi olmasıyla ilgili rivayet sahihliği yanı sıra Hz. Peygamber’e gelecekte vuku bulacak olaylar önceden bildirildiyse - ki bu konuyla ilgili bazı rivayetler mevcuttur - söz konusu olaylar yaşandığında taraf olacak olanların hatırlayarak yanlış tutum içerisinde olmamaları için ısrarla üzerinde durulmuş olabilir. Nitekim buna benzer bazı hadiseler zikredilir örneğin Zübeyr b. Avvam ve Talha b. Ubeydullah’ın Cemel vakasında Hz. Peygamber’in sözlerini hatırlamaları ve pişmanlık duymaları gibi, düşük bir ihtimal de olsa bu amaçla söylenmiş olabilecek hadislerdir. Nitekim bazı hadislerde Hz. Peygamber’in Cebrail tarafından Hz. Hüseyin’in şehadetinden haberdar edildiği bildirilmiştir. Hz. Hüseyin hakkında bilgilendirilmiş olabileceği gibi Hz. Hasan hakkında da bilgilendirilmiş olabilir.

Hz. Hasan’a Ümmü’l-Fadl’ın[32] sütanneliği yaptığına dair bazı rivayetler vardır, Ümmü’l-Fadl’dan naklen olay şöyle anlatılıyor; [33]

Bir gün Rasulullah’ın huzuruna geldim ve şöyle dedim: “Ya Rasulallah rüyamda senin organlarından birini evimde gördüm.”

Rasulullah şöyle buyurdu: “Gördüğün rüya hayırlı bir rüyadır, İnşallah Fatıma bir erkek çocuğu doğurur sen de onu emzirirsin.”

Bir müddet sonra Fatıma Hasan’ı doğurdu; onu bana verdiler ve ben de onu Kusem’in sütüyle emzirdim.

Ümmü’l-Fadl’dan naklen konuyla ilgili pek çok hadis bulunmasına rağmen hadisin farklı tariklerindeki metinler arasındaki tutarsızlıklar bulunmaktadır. Ayrıca Ümmü’l-Fadl’ın sütanneliğinin tarihi gerçeklerle bağdaşmadığı da bir vaka’dır, şayet Ümmü’l-Fadl Hasan b. Ali’ye sütannelik yapmış olsa idi. Hasan b. Ali sütkardeşi olan Fadl’ın kızı ile evlenmezdi. Halbuki o Fadl’ın kızı Ümmü Gülsüm ile evlenmiş ve bu evlilikten üç çocuk dünyaya gelmiştir, bunun yanı sıra tarih kitaplarında, Hasan b.Ali’nin süt çağına denk gelen dönemde Ümmü’l-Fadl ve ailesinin Mekke’de ikamet ettiğine dair bazı

55

rivayetler de mevcuttur.

Özel Hayatı

Evlilikleri ve Eşleriyle Diyaloğu

Hz. Hasan’ın evliliklerinin sayısı hakkında değişik kaynaklarda farklı rakamlar verilmektedir. İbn Sa’d onun 90 hanımla evlendiğini belirtirken54 [34] [35] Hasan b. Ali’nin adları bilinen eşlerinin sayısının 10-15 civarında olduğu ve nesebi bilinen dört eşi bulunduğuyla ilgili görüşler de bulunmaktadır.[36] Bunun yanı sıra Hasan b. Ali’nin evliliklerinin 250 veya 300 civarında olduğuna dair bilgi bu konuda en uç anlatımı temsil eder.[37]

İbn Sa’d’ ın naklettiği diğer bir rivayet Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Zeynelabidin’den Hz. Hasan’ın mıtlak (çok boşayan) olduğunu, onun ancak kendisini seven eşlerini boşamadığı bilgisini bize vermektedir.[38] Bu ve buna benzer rivayetler mıtlak sıfatına işaret ediyor olması ve bunun Ali b. Hüseyin tarafından kullanılması açısından önemlidir.

Ali b. Ebi Talib, Kufe halkına bir konuşma yaparak: “Ey Kufeliler, Hasan’ı evlendirmeyin çünkü o mıtlak(çok boşayan)’dır.” der. Hemedanlı bir adam kalkarak: “Vallahi biz onu evlendireceğiz o dilediğini tutar dilediğiniyse boşar.” der.[39]

Hz. Ali’nin Hz. Hasan’ın çok evlilik yapması hususunda bazı endişeleri bulunduğu görülmektedir. Hz. Hüseyin neslinden Ca’fer (es-Sâdık) b. Muhammed’den nakledilen rivayette Hz.Ali’nin: “Hasan sürekli evleniyor ve boşanıyor. Bu nedenle kabilelerin düşmanlığını üzerimize çekmesinden korkuyorum.”[40] dediğini bildirmektedir.

Eşlerine yaptığı bağışlarla da rivayetlere konu olan Hz.Hasan için nakledilen bir bilgide Muhammed b. Sirin: “Hasan b. Ali bir kadınla evlendi de ona her birinde bin dirhem olan yüz cariye gönderdi.” demiştir.[41] Yine Muaviye’nin Aişe bnt. Osman b. Affan ile evlendirdiği Hasan’ın, Aişe bnt. Osman’a on bin dinar verdiği ve ölünceye kadar da -mıtlak olmasına rağmen- Aişe’yi yanında tuttuğu haber verilmektedir. Diğer bir rivayet ise Hz. Hasan’ın eşlerini boşarken takındığı tavır ve uygulama hakkında bilgi vermektedir. Nakledildiğine göre; Hz. Hasan, Mansur b. Seyyar el-Fezari’nin kızı ve Esed kabilesinin Âl-i Hureym kolundan bir hanım ile evli idi. O ikisini boşadı. Onların herbirine 10 bin dirhem ve bir bal kırbası gönderdi. Onları götüren hizmetçisine, malları kendilerine teslim ettiğinde ne söyleyeceklerini iyi dinlemesini tenbih etti. Fezari olan hanım: “Allah onun hayrını versin ve ondan razı olsun.” derken, Esedi hanım: “Onun sevgisine karşılık ne kadar az bir şey.” dedi. Hizmetçisi onların söylediklerini Hz.Hasan’a bildirince Fezari olan hanımı bırakıp Esedi olan hanımı tekrar nikâhladı.” [42]

Süveyd b. Ğafle’den nakledildiğine göre Has’amiyye isimli bir hanım Hz. Hasan’ın nikâhında idi. Hz. Ali şehid edilip Hz. Hasan’a biat edildiğinde o: “Halifeliğini kutlarım.” demişti. Bunun üzerine Hz.Hasan: “Ali’nin öldürülmesine sevindiğin ortaya çıktı. Üç talakla boşsun.” demiştir. Bunun üzerine o: “Ben bunu kastetmemiştim.” demiştir. Hz. Hasan ona 20 bin dirhem göndermiş o da: “Onun sevgisi karşılığında ne kadar az bir mal.” diye üzüntüsünü ifade etmiştir.[43]

Bir gün Hz. Hasan, Abdurrahman b. Haris b. Hişam’ın yanına geldi. Abdurrahman onu karşılayarak: “Bana haber gönderseydin ben sana gelirdim.” dedi. Hz. Hasan: “Bir ihtiyacım var” deyince: “O nedir?” diye sormuştur. Hz. Hasan: “Kızını istemek için geldim.” deyince, Abdurrahman başını yere eğmiş, sonra kaldırarak: “Yeryüzünde benim için senden daha şerefli bir kimse yoktur. Ancak biliyorsun ki kızım benden bir parçadır. Onun üzüntüsü beni üzer, sevinci ise beni sevindirir. Sen mıtlaksın, onu boşamandan korkarım. Şayet öyle yaparsan, Rasulullah’dan bir parça olan sana karşı duygularımın değişmesinden korkarım. Eğer boşamamaya söz verirsen onu seninle evlendiririm.” deyince Hasan b. Ali susmuş, sonra da kalkıp gitmiştir.[44]

Kaynaklarda nakledilen bazı rivayetler Hz. Hasan’ın evliliğe düşkünlüğü konusunda bilgiler ihtiva etmektedir. Bir rivayete göre Hind bnt. Süheyl b. Amr’ın eşinden boşandığını haber alan Muaviye, Ebu Hüreyre’ye bir mektup yazarak onu oğlu Yezid ile nişanlamasını istemiş, bu talebi yerine getirmek üzere yola çıkan Ebu Hüreyre ile karşılaşan Hz. Hasan onun nereye gittiğini sorup öğrenince ona: “Ona benden bahsetsen...” (Benimle evlenmesini söylesen) demiştir. Ebu Hüreyre ona bunu haber verince Hind: “Sen benim için tercih et” demiş, o da Hz. Hasan’ı tercih ederek Hind’i Hz. Hasan ile evlendirmiştir.[45]

Hasan b. Ali ile ilgili müstakil bir çalışması bulunan Bakır Şerif el-Kuraşi, Hasan b. Ali’nin çok evliliği ile ilgili rivayetleri sıraladıktan sonra İslam dininin kerih gördüğü talak konusuna değinerek Hasan b. Ali’nin hilim ve takvasının İslam dininin kerih gördüğü bir amelde bulunmasını engelleyeceğini savunmuştur. Ayrıca çok evlilik yapmasına gerekçe olarak Peygambere olan yakınlığını göstermiş ve Peygamber ile akraba olma talebinin Hasan b. Ali’nin evliliklerinin sayısını arttırdığını belirtmiştir. Buna rağmen iddia edildiği kadar çok evlilik yapmadığını savunarak evliliklerinin sayısının 13 ile sınırlı olduğunu savunmuştur. Eşlerinin isimlerinin yanısıra eşleri ve çocukları hakkında ayrıntılara yer vermiştir.[46] Kuraşi, Hasan b. Ali’nin çok evlilikleri ile ilgili iddiaların sorumlusunun Ebu Ca’fer el-Mansur olduğunu belirterek Ebu Ca’fer’e ağır eleştirilerde bulunmaktadır.[47] Adı geçen müellif Hasan b. Ali’nin çok evliliği ile ilgili rivayetleri senet ve metin tahliline tabi tutarak zikredilen rakamların gerçeği yansıtmadığını ispat etmeye çalışmıştır.[48]

Hasan b. Ali’nin çok evlilik yaptığı bir va’ka olmakla birlikte 250 veya 300 civarındaki rakamlar mübalağalı anlatımlar izlenimini doğurmaktadır. Bunun yanısıra rivayetler çok evlilik yaptığı noktasında birleşmesine rağmen Hasan b. Ali’nin 13 evlilik yaptığı iddiasına dayanak bulmak amacıyla rivayetlerin metin ve senet tahliline tabi tutulması ve Hasan b. Ali’nin aslında çok evlilik yapmadığı, söz konusu rivayetlerin sorumlusunun dönemin Emevi halifesi Ebu Ca’fer el- Mansur olduğu iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. Sonuç olarak Hasan b. Ali’nin evliliklerinin sayısı konusunda İbn Sa’d’ın rivayeti gerek rakamı gerekse yakın dönem kaynak olması gerekçeleriyle gerçeğe yakın bilgiler ihtiva etmektedir.

Çocuklarıyla Diyaloğu

Hasan b. Ali’nin çocuklarının sayısı ile ilgili olarak kaynaklarda 11[49], 15[50], 16[51] ve 25[52] gibi muhtelif rivayetler vardır. Soyu Hasan-ı Müsenna ve Zeyd adlı oğullarından devam etmiştir.[53]

Gülgün Uyar, eşleri ile ilgili bilgi veren kaynaklarda 10-15 arasında isim bulunduğunu savunur.[54] Bu eşlerinden olan çocuklarının sayısı da farklılık göstermektedir. Kız ve erkek olarak 12, 15, 16, 19, 20 ve 22 çocuğunun olduğu haber verilmektedir.[55] Hasan b. Ali’nin çocuklarının isimleri Hasan, Zeyd, Ümmü Hasan, Hüseyin, Abdullah, Ebu Bekir, Abdurrahman, Kasım, Talha, Amr, Ümmü Abdullah, Muhammed, Ca’fer ve Hamza, Fatıma, Ümmü Seleme, Rukayye ve Ümmü Hüseyin’dir.[56]

Onun sekiz oğlu vardı: 1- Hasan b Hasan (annesi Havle binti Manzur el- Fezariyye) 2- Zeyd (annesi Ümmü Beşir binti Ebi Mes’ud el-Ensari el-Hazreci) 3­

Ömer 4- Kasım, 5- Ebu Bekr 6- Abdurrahman (bunların da anneleri ümmü veled olup hepsinin anneleri ayrıdır): 7-Talha 8- Ubeydullah.[57]

O’nun kız ve erkek toplam on altı çocuğu vardı: Zeyd b. Hasan ve iki kız kardeşi Ümmü’l-Hasan ve Ümmü’l-Hüseyin anneleri Ümmü Beşir bnt. Ebi Mes’ud; Hasan b. Hasan, annesi Havle bnt. Manzur; Ömer b. Hasan, Abdullah b. Hasan, Kasım b. Hasan (Hüseyin b. Ali’yle beraber Kerbela’da şehit olmuştur), anneleri Ümmü Veleddir; Abdurrahman b. Hasan, annesi Ümmü Veled; Hüseyin b. Hasan ( lakabı Esrem), Talha b. Hasan ve kızkardeşleri Fatıma, anneleri Ümmü İshak bnt. Talha b. Ubeydullah; Ebu Bekir(Hüseyin’le beraber Kerbela’da şehit edilmiştir), Ümmü Abdullah, Fatıma ve Ümmü Seleme ve Rukiyye’dir.[58]

Hasan b. Ali’nin çocukların yetiştirilmesi gibi çocuklarının ilk çocukluk dönemleriyle ilgili nasıl bir baba olduğuna dair zihnimizde olumlu veya olumsuz herhangi bir tasavvur oluşturacak her hangi bir bilgiye rastlamadık. İleriki dönemlerle alakalı bilgileriyse ilgili konu başlığı altında inceleyeceğiz.

Hasan b. Ali yaklaşık sekiz yaşındayken dedesini altı ay gibi kısa bir süre sonra da annesini kaybetmiştir. Bu nedenle annesiyle olan ilişkisiyle ilgili kayda değer herhangi bir bilgiye rastlamadık. Annesinin yanı sıra babasıyla ilişkisi hususunda da tarihi kaynaklardaki rivayetlerin hemen hemen hepsi siyasi meselelerle ilgili olduğundan özel hayatına ışık tutucu nitelikte bilgilere ulaşamadık.

Kardeşleriyle Diyaloğu

İslam Tarihi kaynaklarında yaşanan olaylar da hesaba katılacak olursa Hasan b. Ali’nin en çok diyalogda olduğu kardeşi olarak Hüseyin karşımıza çıkmaktadır. Hz. Peygamber’in hadislerinde ve İslam tarihi kaynaklarında Hasan ve Hüseyin’in çocuklukları ile ilgili anektotlarda hemen hemen her yere beraber gidip beraber gelen, beraber gülüp beraber ağlayan, birlikte oynayan iki kardeş olarak tasvir edilirler. İlk iki halife döneminde çocukluk ve ilk gençlik döneminde olmalarına rağmen tarihi kişilikleriyle temayüz ettikleri dönem olarak Osman b. Affan dönemi başlangıç noktası olarak kabul edilebilir. Söz konusu dönemde babalarının ve halifenin emri doğrultusunda hareket etmişlerdir. Halifenin korunması için babaları tarafından görevlendirilen bu iki kardeş evi en son terk edenler olarak zikredilmiştir.[59]

Halife olarak seçilmesi, hilafeti Muaviye’ye devri, Medine’ye yerleşmesi, vefatı, vasiyeti, defni gibi bir dizi olayda birinci dereceden faal bir kişilik olarak Hüseyin b. Ali ile karşılaşmaktayız. İki kardeş birbirlerini haklı buldukları konularda desteklerken haksız buldukları konularda açıkça eleştirmekte tereddüt göstermemişlerdir. Bu kanıya ulaşmamıza neden olan olaylar konunun bağlamı içerisinde işlenecektir.

İki kardeş arasındaki diyaloğa örnek mahiyetinde Hasan ve Muaviye arasındaki barış görüşmelerinde Hasan ve kardeşi Hüseyin’in tavrından bahsedilebilir. Muaviye’nin anlaşma teklifinden haberdar olan Hüseyin, Muaviye’nin haklılığını tasdik, babaları Ali’nin davasını yalanlamış olacağı gerekçesi ile ağabeyi Hasan’a, bu anlaşmayı yapmaması gerektiğini söyledi. Hasan onu susturarak, yönetim işini kendisinin ondan daha iyi bildiğini iddia ederek, anlaşma yapmakta ısrar etti.[60]

Hz. Hasan’ın Kişiliği

Ahlakı ve İlmi Kişiliği

Hasan b. Ali’nin ilmi kişiliği, takvası ve cömertliğine dair ayrıntılı olmayan çeşitli anlatımlar mevcuttur. Hasan b. Ali, Arap toplumunda yetişmiş ve başta babası olmak üzere sahabenin önde gelenlerinin birikiminden istifade edebilmiş, Arapçaya hâkim bir şahsiyet idi. Ancak o kısa süren hilafeti dışında ön planda olmamış, sessiz bir hayat sürdürmeyi tercih etmiştir. Bu durum onunla ilgili siyasi olaylar dışındaki tarihi verilerin yetersizliğine yansımıştır.

Hasan b. Ali, dedesi Rasulullah’tan, annesinden ve babasından hadisler nakletmiştir. Hasan b. Ali’den hadis nakledenler ise oğlu Hasan b. Hasan, Süveyd b. Ğafle, Ebu’l-Havra (Rebia b. Şeyban), es-Sadi, eş-Şa’bi, Hübeyre b. Yerim, Esbağ b. Nübate, Müseyyeb b. Necebe’dir.[61]

İlmi kişiliğiyle alakalı olarak elimizde olan bilgiler Hz. Peygamber’den naklettiği hadislerdir. Peygamber devrinde çocuk yaşta olması dolayısıyla Hz. Peygamber’den direkt naklettiği hadisler sınırlıdır, dolaylı olarak naklettiği hadisler konumuzun kapsamı dışında olduğundan çalışmamızda direkt naklettiği hadisler üzerinde durulmuştur.

Hz. Hasan, Hz. Peygamber’in ahirete göçtüğü sıralarda sekiz yaşlarında idi. Henüz çok küçük olduğu için, Hz. Peygamber’den doğrudan doğruya rivayet ettiği hadislerin sayısı oldukça azdır. Bunlardan biri Ebu’l-Havra’nın rivayet ettiği şu hadistir:

“Hz. Hasan’a, Hz. Peygamber’den duyduğun hangi hadisi hatırlıyorsun? diye sordum. O da şunu anlattı: “Şu hadiseyi hatırlıyorum: Zekât hurmalarından bir hurma alıp, ağzıma atmıştım. Hz. Peygamber o hurmayı ağzımdan salya ile çıkardı. Oradakiler “Ya Rasulallah, bu çocuğun ağzına attığı tek bir hurmayı, niçin geri çıkardın?” dediler. O da “biz Âl-i Muhammed’e sadaka (zekat) helal değildir.” buyurdu. Hatırladığım diğer bir hadis de “Seni ilgilendirmeyen şeyleri bırak, ilgilendiren şeylere bak...” hadisidir. Yine Dedem Hz. Peygamber bana şu duayı da öğretmişti: “Ey Allah’ım! Beni hidayete erdirdiğin kimselerden eyle, afiyet verdiğin kişilerden eyle, dost edindiğin kullarının arasına kat! Verdiğin şeyleri benim hakkımda mübarek kıl ve hüküm verdiğin (takdir ettiğin) şeylerin şerrinden de koru. Senin dost edindiğin bir kişi asla zelil olmaz.”[62]

Hasan b. Ali’nin abidliği ve takvası konusunda da çeşitli rivayetler mevcuttur. Hasan b. Ali yirmi beş defa yaya olarak hac ziyaretinde bulunmuştur.[63] Diğer bir rivayete göreyse on beş defa binek kullanarak hacca gitmiştir. Ve bir o kadarından daha fazlasında ise Mekke’den Medine’ye yürüyerek gidip hacc etmiştir.[64]

Muhammed b. İshak’tan nakledilen bir rivayet toplumdaki saygınlığı konusunda bilgi vermektedir: “Rasulullah’tan sonra haysiyet ve değer bakımından hiç kimse Hasan b. Ali’ye ulaşamadı. Evinin kapısının önüne sergi sererlerdi, O da evinden çıkıp orada oturunca yol kapanırdı. Ona saygıdan dolayı hiç kimse kapısından geçmezdi; o bunu anlayınca kalkar evine gider, insanlar da oradan gidip gelirlerdi.”[65]

Hasan b. Ali’nin zühd ve takvası ile ilgili rivayetler Hasan b. Ali’nin malını Allah yolunda harcaması, defalarca hac etmesi, Allah’ı çokça anması etrafında şekillenmiştir.

Fiziksel Özellikleri ve Giyim-Kuşamı

Yüzü birazcık pembeyle karışık beyaz, gözleri siyah, yanağı düz, sakalı sık, saçı dalgalı, boynu beyaz, vücudunun organları birbiriyle uyumlu, geniş omuzlu, iri kemikli, ince belli, ayağı ne büyük ne de küçük, orta boylu, siması cezzap ve çehresi en güzel çehrelerden biriydi.[66] Hasan, Rasulullah’ın torunları içerisinde Rasulullah’a en çok benzeyeniydi.[67] Öyle ki, bir defasında Hz. Ebu Bekr ikindi namazından çıktıktan sonra, Hz. Ali ile beraber yürürken, çocuklarla oynayan Hz. Hasan’ı görürler. Hz. Ebu Bekr onu omuzuna alır ve “Nebiye benzeyen, Ali’ye benzemeyen, sana babam feda olsun!” diye bir mısra söyler. Hz. Ali bu hadise ve sözler karşısında gülümser.[68]

Ya’kubi Rasulullah’a benzeyenler başlığı altında Hasan b. Ali’yi zikreder ve fiziki benzerliğin yanında ahlaki özellikleri bakımından da Peygambere olan benzerliğine dikkat çeker. [69]

Emirü’l-Mü’minin şöyle dedi: “Oğlum Hasan göğsünden başına kadar Rasulullah’a benzer Hüseyin ise göğsünden alt kısmıyla Rasulullah’a benzer.”[70]

İKİNCİ BÖLÜM

HULEFA-I RAŞİDİN DÖNEMİNDEKİ FAALİYETLERİ, HİLAFETİ VE HİLAFETİ MUAVİYE’YE DEVRİ

İlk Üç Halife Devrindeki Faaliyetleri

Hz. Ebubekir döneminde küçük yaşlarda olan Hz. Hasan ilk halifeler tarafından kendisine sevgiyle muamele edilen kişi olmuştur. Bir gün Hz. Ebu Bekir minberde hutbe veriyorken Hasan gelerek “Babamın yerinden in!” demiştir. Ali b. Ebi Talib ise “Bu bizim görüşümüz değildir.” demiştir.[71]

Hz. Ömer, hilafeti sırasında divan teşkilatını kurup herkesin tahsisatını belirlerken, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e de Bedir Savaşı’na katılanlara verilen miktarda tahsisat ayırmıştır. Zehebi, atiyyenin miktarının 5000 dirhem olduğunu nakleder.[72] Ya’kubi ise Ali b. Ebi Talib’e 5000 oğulları Hasan ve Hüseyin’e 3000 dirhem tahsisat ayrıldığını nakleder.[73] [74]

Hz. Hasan, Hz. Ömer döneminde Mısır valiliği yapan Abdullah b. Ebi Serh’e İfrikiyye bölgesindeki fetihlerde yardım için gönderilen orduda yer 95 almıştır.

Hz. Osman’ın hilafeti sırasında kardeşiyle birlikte Said b. As’ın komutasındaki ordu ile Horasan seferine katılmış ve ayrıca Hz. Osman’a başkaldıranlara karşı, halifeyi savunmak ve evine su taşımak için kardeşi Hz. Hüseyin ile birlikte babaları Hz. Ali tarafından görevlendirildirilmiştir. Hasan b. Ali’nin Hz. Osman’ın yanından en son ayrılan kişi olduğu nakledilir.[75]

Ali b. Ebi Talib Devrindeki Faaliyetleri

Siyasi ve Askeri Faaliyetlerdeki Tutumu

Hasan b. Ali, Hz. Ali döneminde Hz. Aişe’nin ordusuna karşı savaşmak üzere asker toplamak amacıyla, Kufe’ye Ammar b. Yasir ile beraber gönderilmiş[76] ancak dönemin Kufe valisi Ebu Musa el-Eşari ile tartışmalarının neticesinde Kufe gibi bir yerden ancak 7000 kişilik bir kuvvet Hz. Ali’nin ordusuna katılmıştır.[77] Başka bir rivayete göreyse Ali b. Ebi Talib öncelikle Haşim b. Utbe’yi peşinden de Ammar b. Yasir ile oğlu Hasanı Kufe’ye göndermiştir. Hasan b. Ali ile Ammar b. Yasir şehre ulaştığında Ebu Musa el-Eş’ari mescitte insanları meydana gelen fitneden uzak kalmaları hususunda uyarıyordu. Durumu gören Hasan b. Ali, Ebu Musa’ya “Mescidimizden çık istediğin yere git.” dedi. Minbere çıkarak halktan Hz Ali’ye yardım için hazırlık yapmalarını istedi. Başlangıçta Kufeliler yardım etmek istemeseler de Hucr b. Adiy çağrıda bulununca Hasan b. Ali ve Ammar b. Yasir’i desteklemek üzere harekete geçtiler. Söz konusu rivayete göre 9650 kişiden teşekkül eden bir birlik oluşturuldu.[78]

Ali b. Ebi Talib Şamlılarla savaş için hazırlık yaparken Cemel ashabının Basra’ya hareket ettiği haberi kendisine ulaşınca Basra’ya hareket etti. Hasan da yolda gelip babası Ali’ye şöyle dedi: “Babacığım, Osman’ın öldürülmesinden önce Medine’den çıkıp gitmeni sana söylememiş miydim, Osman öldürülürken sen Medine’de olmayacaktın. Ve bu hususta hiç kimse senin aleyhinde dedikodu yapmayacaktı. Osman’ın öldürülmesinden sonra bütün vilayetlerin itaatleri sana ulaşmadan bu işi kabul etmemeni söylememiş miydim? Talha, Zubeyr ve Aişe Medine’den çıktıkları zaman sana evinde oturmanı söylememiş miydim? Ki bunlar gidip kendi aralarında sulh yapsınlar. Ama bütün bu söylediklerimi dinlemedin.” dedi. Hz. Ali ona, “Bütün vilayetlerden insanların itaat ettikleri haberinin gelmesini beklememe gerek yoktu, biat sadece Harameynde hazır bulunan Ensar ve Muhacirlerindir. Eğer onlar birisine razı olup işi ona teslim ederlerse bütün insanlara razı olmak ve işi teslim etmek düşer. Evime dönüp oturmama gelince, eğer dönseydim dönüşüm ümmete ihanet olurdu. Ümmet arasında ayrılığın meydana gelmesinden ve birliğin dağılmasından emin olamazdım. Osman muhasara edildiğinde ordan ayrılmama gelince buna nasıl imkânım olurdu. İnsanlar Osman’ı kuşattıkları gibi beni de kuşatmışlardı. Oğulcuğum senden daha iyi bildiğim hususlarda peşimi bırak!” dedi.[79]

Emirü’l-Müminin, Cemel ashabı Kufe’ye hareket ettikten sonra, Rebeze’ye varmış, ordan, Abdullah b. Abbas’la Muhammed b. Ebibekir’i Kufe’ye göndermişti. Kufe’de vali olan Ebu Musa el-Eşari, Kufelileri, Ali b. Ebi Talib’e uymaktan menetmekteydi. İbn Abbas’la Muhammed’den bir haber gelmeyince bu sefer, Kufelilere bir mektup yazıp oğlu Hasan’ı, Ammar, Zeyd b. Suhan, Kays b. Sa’d b. Ubade’yle beraber Kufe’ye yolladı. Kufeliler Hasan’ı karşıladılar. Mescide önce Hasan, sonra Ammar halka birer hutbe irad edip Emirü’l- Müminin’e uymalarını söyledilerse de Ebu Musa onlardan sonra minbere çıkıp uzun bir hutbe okudu ve halkı, savaşa katılmamaya teşvik etti. Ammar onu zorla minberden indirdi; fakat halk ihtilafa düştü. Bu sırada Kufe’ye gelen Malik Eşter, Ebu Musa’yı ve adamlarını Daru’l-Emare’den çıkardı. Kufeliler, Emiru’l- Müminin’e yardımı kararlaştırdılar ve birleştiler.[80]

Hasan b. Ali’nin Sıffin savaşında babasının yanında yer almıştır.[81] Şevkani savaşta bulunmasına rağmen kılıç kullanmadığını babasının yanında yer almak için savaşa iştirak ettiğine dair bir rivayet aktarır.[82]

Söz konusu bilgilerden hareketle bizde, Hasan b. Ali’nin hilafeti döneminde geçmişte yaşananları da göz önünde bulundurarak temkinli bir tavır geliştirdiğine dair bir izlenim oluştu. Hasan b. Ali, babasının hilafetine sıcak bakmamasına rağmen siyasi ve askeri meselelerde babasının yanında yer almış ona her zaman destek olmuştur.

Şii müellif Ca’feriyan Hasan b. Ali’nin Cemel ve Sıffin savaşlarında göz doldurucu faaliyetlerde bulunduğunu ve askeri savaşa teşvik ettiğini belirtir.[83]

Hasan b. Ali’nin hilafetinden evvelki siyasi meselelere yaklaşımı ve babasını çeşitli hususlarda uyarması ise savaştan ve iç çekişmelerden rahatsızlık duyduğunu göstermektedir. Bu durum siyasi meselelerin uzantısı haline gelmiş Müslümanlar arasındaki iç çatışmalardan uzak durmasına sebep olmuştur. İlk dönem kaynaklarda Hasan b. Ali’nin hilafeti öncesinde askeri başarılarına dair kayda değer bilgiler mevcut değilken sonraki dönemlerde mezhebi yaklaşımlar neticesinde göz doldurucu kahramanlık hikâyeleri üretilmiştir. Farklı mezhep mensubu müelliflerin aktardıkları bilgilerin birbirleriyle çelişir nitelikte olması dikkate değer bir unsur olarak karşımızda durmaktadır. Savaşmaktan çekinen Hz. Hasan imajının karşısına göz doldurucu faaliyetlerde bulunan Hz. Hasan imajı

oturtulmuş ve her mezhep kendisini haklı çıkarabilmek için tarihi olayları geçmişe dönük olarak kurgulamıştır.

Ali b. Ebi Talib’in Vefatı

Abdurrahman b. Mülcem el-Muradi, adı el-Haccac olan Burak b. Abdillah et-Temimi ve Amr b. Bekr Haricilerden olup bir araya toplanmış ve Müslümanların durumunu söz konusu ederek başlarında bulunanların icraatlarını kötülemiş ve Nehrevan’da ölen adamlarını rahmetle anmışlardı. Birbirlerine şöyle demişlerdi: “Nehrevan’da öldürülen akrabalarımızdan sonra geriye kalıp da ne yapacağız? Bunun için kendi canlarımızı adayarak şu dalalet ehlinin reislerini öl­dürüp de İslam diyarlarını rahatlatırsak çok iyi olur!” Bu konuşma üzerine İbn Mülcem: “Ben Ali’yi hallederim,” der. Burek b. Abdullah da: “Ben de Muaviye’nin işini görürüm,” diye konuşmuş, arkasından Amr b. Bekr: “Ben de Amr b. el-As için yeterliyim,” demişti. Bu üç kişi kendi aralarında bu görevleri mutlaka yerine getireceklerine dair söz vermişlerdi, her biri seçmiş olduğu adamı ya öldürecek, ya da kendisi öldürülecekti. Kılıçlarını alıp zehirletmişler ve on yedi ramazanı randevu kabul ederek her biri seçtiği adamı, öldürmek üzere yollarına koyulmuşlardı.[84]

Kaynaklarda İbn Mülcem’in Ali b. Ebi Talib’i öldürmesinde Harici olan ve savaşta babası ve kardeşi öldürülen Katami adlı güzel bir kadının da etkili olduğundan söz edilir. İbn Mülcem’in güzelliğinden etkilendiği Katami’ye evlenme teklif ettiği ancak Katami’nin Ali b. Ebi Talib’i öldürerek babasının intikamını alması ve bunun yanında ileri sürdüğü bazı şartlarını yerine getirmesi karşılığında kendisiyle evlenebileceğini söylediği, İbn Mülcem’in de Kufe’de bulunmasının asıl amacının Ali’yi öldürmek olduğunu itiraf ettiğinden söz edilir.[85]

İbn Mülcem’e Ali b. Ebi Talib’i öldürmesinde yardımcı olacak şahısları Katami’nin bulduğu da nakledilir.[86]

İbn Mülcem ve arkadaşlarının Hz. Ali, Muaviye ve Amr’ı öldürmeyi kararlaştırdıkları gece olan cuma gecesi gelip çattığında İbn Mülcem kılıcını alarak Şebib ve Verdan[87] ile birlikte Hz. Ali’nin namaza çıktığı kapının önünde gizlenir. Hz. Ali evden çıktığında: “Ey insanlar, haydi namaza, haydi namaza” diye seslenirken Şebib üzerine atılarak, kılıcını savurur, ancak kılıç kapının kena­rına çarpar. Arkasından İbn Mülcem Hz. Ali’nin tam başı üzerine bir darbe indirir ve şöyle der: “Ey Ali, hüküm Allah’ındır; senin ve adamlarının değildir.” İbn Mülcem Hz. Ali’ye darbe indirip kaçacağı sırada Hz. Ali: “Bu adam kaçıp kurtulmasın, yakalayın.” diye seslenince orada bulunup sesini işiten müslümanlar hemen İbn Mülcem’i yakalamışlardı. Hz. Ali namazı kıldıramamış, Ca’de b. Hubeyre’ye namazı kıldırmasını emretmişti. Ca’de Hz. Ali’nin kız kardeşi Ümmü Hani’nin oğlu idi.[88] Sonra Hz. Ali: “Bu adamı yanıma getirin.” demiş ve İbn Mülcem’i huzuruna getirmişlerdi. Hz. Ali ona: “Ey Allah’ın düşmanı, ben sana iyiliklerde bulunmamış mıydım?” diye sormuş, o da: “Evet.” diye cevap vermişti. Hz. Ali: “Peki, neden böyle bir şey yaptın?” diye sorunca İbn Mülcem: “Ben şu kılıcı kırk gün müddetle durmadan bileyip durdum ve Yüce Allah’a bu kılıçla insanların şerlilerinden birisini öldürmesini niyaz ettim.” diyerek karşılık ver­miş.[89] Hz. Ali de ona: “Ben seni bu kılıçla öldürülecek bir adam olarak görüyorum ve sen Allah’ın en şerli kullarından başka bir kimse de değilsin,” diye konuşmuş ve şunları ilave etmişti: “Cana can! Eğer ben ölecek olursam beni öldürdüğü gibi siz de onu öldürünüz. Eğer ölmeyip de kalacak olursam ben onun hakkında gereken hükmü veririm.[90] Ey Abdülmuttaliboğulları! Sakın Müslümanların kanlarını akıtmaya kalkışmayınız ve müminlerin emiri öldürüldü diye insanlara kıymayınız. Benim katilimden başka kimseyi sakın öldürmeyiniz. Ey Hasan, eğer ben bana indirilen bu darbeden dolayı ölecek olursam katilime böyle bir darbe vur ve adama daha fazla da eziyet etme. Ben Rasulullah’dan şöyle işittim: Sakın müsle[91] yapmayınız, karşınızdaki canlı, uyuz bir köpek dahi olsa.”[92]

Hz. Ali, iyileşebileceği ümidiyle suçluyu kendisinin cezalandırabilceğini düşünmüşse de kızı Ümmü Gülsüm’ün İbn Mülcem’i görünce; “Ey Allah’ın düşmanı, Allah babamı kurtarsın.” demesi üzerine İbn Mülcem; “Kimin için ağlıyorsun? Vallahi ben bu kılıcımı bin dirheme aldım, bin dirheme de zehirlettim. Eğer bu kılıç şehir halkına isabet etse, hiç biri sağ kalmazdı demiştir.”[93]

Hz. Ali yaralandıktan sonraki Pazar gecesi vefat etmiştir. Oğulları ve Abdullah b. Ca’fer tarafından yıkanıp kefenlenerek Hz. Hasan’ın cenaze namazını kıldırmasını müteakip Kufe’deki İmaret bahçesindeki Mescidin yanına defnedilmiştir.[94] Haricilerin kabri açmalarına engel olmak için kabir muhafaza altına alınmıştır.[95] Hz. Hasan ile Muaviye’nin anlaşmasından sonra Hz.Ali’nin kabri Medine’ye taşınmıştır.[96] Hz. Ali hicri 40. senede vefat etmiştir. Hilafeti 4 sene 9 ay sürmüştür, 60 veya 63. yaşında iken öldürülmüştür.[97]

Hz. Ali’nin yaralandığı gün, Burek b. Abdillah sabah namazına gitmekte olan Muaviye’ye saldırmış fakat Muaviye’nin muhafızları tarafından yakalanmıştır.[98] Saldırıda hafif yaralanan Muaviye’ye çocuk sahibi olmasını engeleleyici yan etkisi bulunan bir ilaç tatbik edilmiş ve iyileşmiştir.[99]

Haricilerden üçüncüsü olan Amr b. Bekr ise o esnada Mısır valiliği yapmakta olan Amr b. As’ı öldürmek için harekete geçmiş ancak o gece karnı ağrıyan Amr sabah namazını kıldırması için Şurta reisi Harice b. Huzafe’yi görevlendirmiştir. Harice b. Huzafe’yi Amr zanneden Harici, Harice b. Huzafe’ye saldırarak onu öldürmüş, yaptığı hatayı yakalanıp Amr b. As’ın huzuruna getirildiğinde anlamıştır.[100]

Babası Ali b. Ebi Talib vefat edince Hasan babasının minberine çıkarak hamdü senayı müteakip Peygambere salat ve selam getirerek şu konuşmayı yaptı:

“Bu akşam öyle birisi ölmüştür ki, geçmiştekiler ondan öne geçememişti ve gelecektekiler de ona ulaşamayacaklardır. Öyle biriydi ki o, Rasulullah’ın yanı başında cihat ediyor ve canını, onu korumak için feda ediyordu. Rasulullah sancağı ona vererek onu meydana gönderiyordu; sonra sağ taraftan Cebrail ve sol taraftan Mikail onu aralarına alıyorlardı ve Allah kendisini zafere ulaştırıncaya kadar meydandan dönmüyordu... Öyle bir gece de vefat etmiştir ki, bu gecede Musa vefat etmiş, İsa göğe ref olunmuş ve Kuran nazil olmuştur bu gecede. Öldüğünde dünya malından, beytülmalden payına düşen Sadece yedi yüz dirhemi vardı ve bununla da ailesine bir hizmetçi tutmak istiyordu.”[101]

Ali b. Ebi Talib yaralanmasından sonra oğlu Hasan’ı çağırarak Bunun yemeğini yedirip istirahatini de temin edin, bağını da sıkı tutun( kaçmasına izin vermeyin) eğer ölürsem cezasını verin; yaşarsam ya kısas uygulayın ya da affedin. Ancak yaralanmasından iki gün sonra hicretin 40. senesinde Ramazan ayının son on günündeki ilk Cuma gecesi vefat etti. Vefat ettiğinde altmış üç yaşındaydı. Oğlu Hasan cenazesini yıkayarak namazını kıldırdı Kufe’de Ğari mevkine defnedildi.[102]

Şii ve Sünni tarih kitaplarında Hz. Ali’nin vefat ettiği gün ve defnedildiği mekân konusunda ittifak yoktur.

Babasının vefatından sonra Hasan b. Ali, Abdurrahman İbn Mülcem’ i çağırdı, İbn Mülcem: “Baban sana ne yapmanı emretti.” diye sordu. Hasan b. Ali “Babam bana, ancak katilini öldürmemi (Katilinden başkasına dokunmamamı), senin karnını doyurmamı, istirahatini sağlamamı, yaşarsa sana kısas uygulamamı; ölürse seni ona kavuşturmamı (böylece Allah katında seninle hesaplaşacağını) emretti.” dedi. İbn Mülcem’in “Baban hiddet ve sükûnet anında hakk ile hükmederdi” demesi üzerine Hasan b. Ali kılıcıyla bir darbe indirerek onu öldürdü.[103]

Hz. Ali vefat ettiğinde Hz. Hasan, İbn Mülcem’ in getirilmesi için haber göndermiş, İbn Mülcem getirilince Hz. Hasan’a şöyle demişti: “Doğrusunu söyleyeyim mi? Ben vallahi Rabbime öyle bir ahitte bulundum ki mutlaka ona verdiğim bu ahdi yerine getirmeyi arzu ediyorum. Ben hatimde Yüce Allah’a Ali’yi ve Muaviye’yi öldürmeyi veya bu uğurda ölmeyi ahdetmiştim. Bana izin ver ve beni Muaviye ile baş başa bırak, Allah vekilin olsun ki onu ya öldürürüm, ya da öldüremediğim takdirde tekrar sana gelir beyat ederim.” Hasan ona şöyle der: “Hayır! Vallahi, seni cehennem ateşiyle baş başa bırakıncaya kadar izin vermeyeceğim.” Sonra onu yaklaştırıp öldürür. Müslümanlar cesedini alarak hasırlara sararlar ve ateşe verirler.[104]

Ali b. Ebi Talib’in vefatından sonra İbn Mülcem’in eli, ayağı, kulakları ve burnunun kesildiği, dilini kesmeye sıra gelince İbn Mülcem’in bağırdığı, kendisine neden bağırdığının sorulması üzerine “Onunla Allah’ı zikrederdim.” dediği fakat sonra öldürüldüğü rivayet edilir.[105]

Ali b. Ebi Talib’i Hasan, Hüseyin ve Abdullah b. Ca’fer yıkamış, kefenleyip üç parça kumaşa sarmış ve cenaze namazını oğlu Hasan yedi tekbirle kıldırmıştır.[106]

Ali b. Ebi Talib’in Kufe’de gerçekleştirilen bir suikast sonucu hayatını yitirmesi Muaviye b. Ebi Süfyan’ı hedefine yaklaştırmıştır. Yıllardır aralarında süregelen mücadelenin Hariciler eliyle sona erdirilmesi Muaviye’nin amacına hizmet etmiş ve İslam dünyasında gözlerin Muaviye’ye çevrilmesine neden olmuştur.[107]

Halife Seçilmesi ve Halifeliği sürecinde Yaşanan Gelişmeler Halife Seçilmesi

Hz. Ali’nin Yeni Halife Seçimi Tartışmalarındaki Tutumu

Ali b. Ebi Talib’in İbn Mülcem tarafından yaralanmasının ardından Cündeb b. Abdullah Hz. Ali’nin huzuruna gelerek: “İnşallah seni kaybetmeyiz ancak eğer seni kaybedersek o zaman Hasan’a biat edelim mi?” diye sormuş, Hz. Ali de: “Ben bu konuda size ne emir veririm, ne de sizi bundan alıkoyarım. Siz kendi işlerinizi daha iyi bilirsiniz.” diye cevap vermiştir.[108]

Ali b. Ebi Talib, İbn Mülcem tarafından yaralandığında Müslümanlar kendisinden yerine bir halife tayin etmesini istediler. Ancak Ali b. Ebi Talib onlara “Hayır ben Rasulullah’ın sizi halifesiz bıraktığı gibi halifesiz bırakacağım. Eğer Allah, size hayır murad ederse, Rasulullah’ın ölümünden sonra sizi birleştirdiği gibi birleştirir.” cevabını verdi.[109]

Cündeb b. Abdillah Ali b. Ebi Talib’in odasından çıkmasını müteakip Ali b. Ebi Talib, Hz. Hasan’ı ve Hüseyin’i çağırarak onlara şöyle öğütte bulunur: Önce Allah’tan korkmanızı ve dünya hayatında size karşı zulmedilse bile sizin böyle davranmamanızı tavsiye ederim. Sakın kaybettikleriniz için ağlamayınız ve haktan başka bir şey söylemeyiniz. Yetime merhamet edip, zayıfa yardımcı olunuz. Ahiretiniz için çalışınız. Zalime düşman olunuz, mazluma yardım ediniz. Allah’ın kitabı ile amel edip Allah’ın hükümlerini uygulama konusunda hiç bir kimsenin kınamasından çekinmeyiniz. Sonra Hz. Ali diğer oğlu Muhammed b. el- Hanefiyye’ye dönüp şöyle der: Kardeşlerine neyi öğüt verdiğimi dinledin mi sana da aynı şeyleri vasiyet ediyorum. Onların emirlerine tabi ol ve onlara danışmadan hiç bir şeye kalkışma. Sonra da Hasan ile Hüseyin’e dönüp: Şu kardeşinizi size bırakıyorum. Babanızın onu ne kadar sevdiğini çok iyi biliyorsunuz. Sonra Hasan’a şöyle der: Ey oğlum, Allah’tan korkmanı, namazını vaktinde kılmanı, zekâtı tam olarak vermeni, abdestini alırken iyi almanı abdestsiz ve taharetsiz hiç bir namazın olmayacağını, Yüce Allah’ın hataları mağfiret ettiğini bildiririm. Sinirli anında kızgınlığını ve öfkeni yenmeni, akrabalarına yakınlık göstermeni, cahile karşı yumuşak davranmanı, dinde fakih olmanı, Allah’ın emirlerine bağlanmakta sabırlı hareket etmeni, Kur’an-ı Kerim’in emirlerinin dışına çıkmamanı, komşuna iyi davranmanı, marufu emredip münkerden nehyetmeni, her türlü ahlaksızlıklardan uzak durmanı tavsiye ederim. Daha sonra Hz. Ali vasiyetini yazdı ve ölünceye kadar La ilahe illallah kelimesinden başka hiç bir şey söylemedi.[110]

Ali b. Ebi Talib’in Cündeb b. Abdillah ile görüşmesinden sonra Hasan b. Ali’yi çağırarak kendisine nasihatte bulunması oğlunun halife seçileceğini düşündüğünü göstermektedir.[111]

Hasan b. Ali’nin yaptığı her şeyin Allah tarafından emredildiğini savunan Şii düşünce ise konu ile ilgili farklı bilgiler vermektedir. Konu ile ilgili Kuleyni şunları aktarmaktadır. “Ebu Abdullah rivayet etmektedir; Vasiyyet, yazılı bir metin olarak Muhammed’e indi. Vasiyet ile ilgili bu yazılı metin dışında Muhammed’e gökten mühürlü hiçbir metin indirilmemiştir. Cebrail dedi ki: Bu Ehl-i Beyt’ine ümmet hakkındaki vasiyetindir... Muhammed’in ölümünden sonra Ali mektuptan ilk mührü açıp onunla amel etti. Sonra Hasan ikinci mührü açtı onunla amel etti. Onun ölümünden sonra Hüseyin üçüncü mührü açtı, orada şunun yazılı olduğunu gördü; savaş, öldür ve öldürül, insanları şehadet için kendinle beraber götür. Sen olmaksızın onlara şehadet yoktur. Hüseyin kendisinden sonra onunla amel etmesi için mektubu Ali b. Hüseyin’e verdi.. ,”[112]

Şii müellif Kuleyni konu ile ilgili ayrıca şunları söylemektedir: “Ali hasta olduğu zaman yerine namazı oğlu Hasan kıldırdı. İmam Ali kitabını ve silahını ona vererek onu kendi yerine imam tayin etti ve şöyle dedi: Yavrum! Allah Rasulü benden sonra seni vasi tayin etmemi ve kitabımla silahımı sana vermemi emretti. Peygamber beni kendisine vasi tayin edip kitabını ve silahını verdiği gibi, benim de seni vasi tayin etmemi ve ömrünün sonlarına doğru bunları kardeşin Hüseyin’e vermeni buyurmamı emretti... ”[113]

Yukarıda geçen rivayetlerden biri, Ali b. Ebi Talib’in kendisinden sonra soyundan birini halife veya imam tayin etmekte çekimser davrandığı yönünde bilgi verirken diğer rivayet, kendisi de dahil olmak üzere sadece oğlu Hasan değil sonraki haleflerin de vahiy ile belirlendiği bilgisini vermektedir. Bu durum tahlil edildiğinde bu rivayetlerin sonraki döneme ait olduğu ve mezhepsel yaklaşımlara dayandığı anlaşılmaktadır. Zira Rasulullah birini vasi tayin etmiş olsaydı buna kimse engel olamazdı ve bu durumdan toplumun geneli haberdar olurdu. Bunun yanısıra ilk halife seçilirken Müslümanlardan biri çıkıp Ali b. Ebi Talib’in Rasulullah’ın vasisi olduğunu bu nedenle Ebu Bekir’in halife olamayacağını söylerdi. Veya Ali b. Ebi Talib’den sonra oğlu Hasan’a biat ederken vasilik meselesi dillendirilirdi ancak böyle bir durumun ilk dönemde yaşandığına dair İslam Tarihi kaynaklarında her hangi bir bilgi mevcut değildir konuyla ilgili rivayetler Müslümanlar arasında fırkalaşmaların mezhepleşmelere dönüşmeye başladığı döneme aittir.

Hz. Hasan’ın Halife Olarak Seçilmesinin Nedenleri

Kufelilerin Hz. Ali’nin vefatından sonra kimin halife olacağı konusunda hiçbir hazırlık yapmadıkları anlaşılmaktadır. Çünkü Hz. Ali’nin şehit edilmesi ani bir gelişmedir. Kufeliler bu duruma tamamen hazırlıksız yakalanmışlardır. Ancak Hz. Ali’nin yaralanması ile beraber kimin halife olacağının tartışılmaya başlandığını görmekteyiz.[114] Hz. Ali’nin öldürülmesinden sonra Ali b. Ebi

Talip’in defin işlerini müteakip yeni halife seçimi başlamıştır. Kufeliler maktül halifenin büyük oğlu olması nedeniyle bu işe en layık kişinin Hasan b. Ali olacağı düşüncesiyle Hz. Hasan’a biat etmişlerdir.[115] [116] Kays b. Sa’d ona ilk biat 137 eden kişi olmuştur.

Hz. Ali’nin vefatından iki gün sonra hicri 40. senenin Ramazan ayında halk Kufe mescidinde yeni halifeyi seçmek üzere toplandı.[117] Kays b. Sa’d b. Ubade mescitte bir konuşma yaparak Hz. Ali’nin faziletlerini ve Hz. Hasan’ın meziyetlerini zikretmiş; Rasulullah’a olan yakınlığını ve kişisel özelliklerini dile getirerek hilafet makamına en layık kişinin Hz. Hasan olduğunu belirtmiş ve halkı Hz. Hasan’a biata teşvik etmiştir. Zaman kaybetmeden kendisine biat eden ilk kişi Kays olmuştur, onun biat etmesini müteakip Kufeliler de biat etmişlerdir.[118] Kays’ın aceleci davranmasının nedeni Kufenin demografik yapısı olsa gerektir. Çünkü Kufe çok farklı etnik grupları yapısında barındıran bir kentti.[119] Kays bu denli çeşitliliği barındıran bir kentte halife olacak şahıs konusunda ittifakta bulunmanın ne derece zor bir iş olduğunu görmüş olmalı ki acele davranarak hilafet tartışmaları ile Kufe’de bir iç savaşın patlak vermesi ihtimalinin önünü kapamıştır. Ayrıca daha önce siyasi ve askeri bakımdan öne çıkmasını gerektiren her hangi bir faaliyette bulunmamasına rağmen Hasan b. Ali’nin hilafetinde ittifak edilmesi de Kufe’nin yapısı ile ilgili olsa gerektir. Nitekim Rasulullah’a olan yakınlığı dolayısıyla Hasan b. Ali, hem kuzey hem de güney Arapları tarafından kabul edilebilecek bir şahıstı.

Belazuri konuyla ilgili farklı bir rivayete de yer vermiştir. Söz konusu rivayete göre Ali b. Ebi Talib’in vefatından sonra Ubeydullah b. Abbas halka yönelik yaptığı konuşmada Ali b. Ebi Talib’in faziletlerini zikrettikten sonra maktül halifenin geride bir halef bıraktığını dile getirir. Eğer halk razı olursa Hasan b. Ali’nin karşılarına çıkıp biat alacağını söyler. Halk razı olur ve Hasan b. Ali halkın karşısına çıkarak onlara hitapta bulunur.[120] Hasan b. Ali’nin mescitte yaptığı konuşmada kendisinin “Allah’ın kendilerinden kötülüğü giderip tertemiz kıldığı[121] Ehl-i Beyt’ten olduğu vurgusunda bulunduğu nakledilir.[122]

Rivayetin devamında Hz. Hasan’ın barış yaptığıyla barış, savaş yaptığıyla savaş yapılması şartı ile biat aldığı ve bu durumun halk nezdinde rahatsızlık yarattığından bahsedilir.[123] Yukarıda geçen rivayete göre Hasan b. Ali hilafet konusunda istekli görünmektedir. Oysa daha sonra yaşanacak gelişmeler mezkûr halifenin görev konusunda pek de istekli olmadığını ancak bununla birlikte kendisine yüklenen bu görevden kaçınmadığını göstermektedir.

Hasan b. Ali’nin şartlı biat almak istemesi üzerine Kufelilerin Hüseyin b. Ali’ye giderek “Uzat elini, sana babana biat ettiğimiz şey üzerine biat edelim.” dedikleri ancak Hüseyin b. Ali’nin Allah korusun Hasan’a gidiniz diyerek söz konusu teklifi reddettiği nakledilir.[124]

Kaynaklarda zikredilmemiş olmasına rağmen Hz. Hasan dışında başka adaylar da bulunmuş olmalıdır. Babasının vefatından iki gün sonra kendisine biat edilmiş olması[125] bu ihtimali güçlendirmektedir. Ancak Hz. Hasan, bu adaylar arasından sıyrılıp ön plana çıkmıştır. Onun ön plana çıkmasının birtakım nedenleri olmalıdır. Kendisini hilafete taşımada önceki başarılarının rolünün olmadığını biliyoruz. Zira daha önce büyük bir başarı elde edemediği gibi katıldığı savaşlarda da kayda değer bir varlık gösterememiştir. Nitekim hilafeti onun hakkı olarak görenler de kendisine böyle bir başarı atfetmemektedirler. Dolayısıyla Hz. Hasan’ı hilafete taşıyan nedenleri başka yerde aramak gerekmektedir.[126]

Şia, Hasan b. Ali’nin halife olarak seçilmesinin nedeninin ilahi kaynaklı olduğuna inanır. Şiaya göre Hasan b. Ali, Tanrı tarafından imam olarak belirlenmiş, bu nedenle Ali b. Ebi Talib hastalığında oğlunun imametini açıklamış; halka, Hasan’a biat etmelerini emretmiştir. Şii müelliflerden Kuleyni imamet nazariyesinin temelini teşkil eden inancı şu sözleriyle açıklar: “Ali, hasta olduğunda yerine oğlu Hasan’ı namaz kıldırması için görevlendirdi. İmam Ali kitabını ve silahını ona vererek onu kendi yerine imam tayin etti ve şöyle dedi: “Yavrum, Allah Rasulü benden sonra seni vasi tayin etmem ve kitabım ile silahımı sana vermemi emretti. Peygamber, beni kendisine vasi tayin edip kitabını ve silahını verdiği gibi, benim de seni vasi tayin etmemi ve ömrünün sonlarına doğru bunları kardeşin Hüseyin’e vermeni buyurmamı emreti...”[127]

İbnü’l-Esir, yaralandığı için namazı kıldıramayan halifenin yerine yeğeni Ca’de b. Hübeyre’yi namaz kıldırması için vekil tayin ettiğini kaydederken[128] Kuleyni Hasan b. Ali’nin babası tarafından görevlendirildiğini kaydeder.[129] Şii müellifin Hasan b. Ali’nin namaz kıldırması için görevlendirilmesini vasi tayini ile ilişkilendirmesi ise ilginçtir.

Mesudi’ye nispet edilen Isbatu’l-Vasiyye adlı eserde ise Ali b. Ebi Talib’in hastalığında oniki oğlunu ve şianın ileri gelenlerini toplayarak, kendisinden sonra Hasan ve Hüseyin’i vasi tayin ettiğini kendilerine bildirdiği ve orda bulunanların Hasan’a biat ettikleri aktarılır.[130]

Yukarıda zikredilen rivayetlerde geçen vasilik kavramı Şiilik doğrultusunda ortaya çıkmış olup ne zaman kavramlaşıp itikadi anlamda kullanıldığı husunda farklı fikirler mevcuttur. Ancak bu kavramın Ali b. Ebi Talib döneminde kullanıldığıyla ilgili çeşitli rivayetler mevcuttur.[131] Kavramın ilk kullanılışı ile tarihi seyir içerisinde büründüğü anlam fikir-hadise irtibatı çerçevesinde ele alındığında ilk dönemde kullanılan vasilik kavramının itikadi anlam taşımadığı ıstılahi anlamına hicri ikinci asrın ilk yarısında kavuştuğu görülmektedir.[132]

Biat süreci

Ali b. Ebi Talib vefat edince büyük oğlu olması hasebiyle cenaze namazını Hasan kıldırdı. Ali b. Ebi Talibin defin işi tamamlandığında ilk olarak Kays b. Sa’d b. Ubade Hasan b. Ali’ye gelerek “Elini uzat, Allah’ın kitabı Resulünün sünneti üzerine seninle beyatlaşayım.” dedi. Hasan b. Ali sessiz kaldı, Kays onunla beyatlaştı. Kays’ı müteakip halk da gelerek Hasan b. Ali’ye beyat etti. Bu beyatlaşma Ali b. Ebi Talib’in vefat ettiği günde olmuştu. Ali b. Ebi Talib’in vurulduğu gün olan hicri kırkıncı senenin Ramazan ayının on yedinci günü olan Cuma gününde, vurulmasından iki gün sonra veya Ramazan’ın son on gününde vefat ettiğine dair rivayetler mevcuttur.[133] Hasan b. Ali’ye beyat edilen gün hususunda netlik söz konusu değildir.

Hasan b. Ali b. Ebi Talib’e hicri 40. senede[134] Ramazan ayında babasının vefatından iki gün sonra biat edildi.[135]

Belazuri de Hasan b. Ali’ye ilk biat edenin Kays b. Sa’d b. Ubade olduğundan, mescitte Hasan b. Ali’nin meziyetlerini zikrederek halkı Hasan b. Ali’ye biate davet ettiğinden ve davetinin başarılı olduğundan bahsetmesine rağmen Hasan b. Ali’ye biat ederken bazı şartlar ileri sürdüğünden bahsetmez.[136] İsfehani, Hasan b. Ali’ye biat konusunda halkı teşvik edenin İbn Abbas olduğunu nakleder.[137] Ancak zikredilen kişini Abdullah İbn Abbas mı yoksa Ubeydullah İbn Abbas mı olduğu konusunda herhangi bir kayıt yoktur. İsfehani konunun devamında ise Kufe’ye gönderilen casusun Hz. Hasan tarafından Basra’ya gönderilen casusun ise Abdullah b. Abbas tarafından yakalanarak idam edildiğini belirtmektedir.[138] Bu nedenle Abdullah b. Abbas’ın Hasan b. Ali’ye biat edilen tarihte Kufe’de olmadığı anlaşılmaktadır.[139]

Halk Ali b. Ebi Talib’ten sonra Hasan b. Ali’ye biat etti. İlk biat eden Kays b. Sa’d b. Ubade’ydi. Biat ederken Hasan b. Ali’ye: “Seninle Allah’ın hükmü üzerine ve Rasulünün sünnetine göre, muhaliflerinle cihad etmek üzere beyat ediyorum.” dedi. Hasan b. Ali cevaben: “Hak Teala’nın hükmü üzerine biat et. Cihad etmek onun içindir.” dedi. Bu sözleri üzerine halk, Hasan b. Ali’nin savaşa niyeti olmadığını anlamış oldu.[140] Belazuri, Kays b. Sa’d b. Ubade’nin biatından bahsederken şartlı biat ettiğinden bahsetmemiştir.[141] İbnü’l-Esir ise aynı olayın devamında Hasan b. Ali’nin biat alırken savaşta da barışta da kendisine itaat edilmesi şartıyla biat aldığından ve bu isteği karşısında halkın muhayyilesinde Hasan b. Ali’nin savaştan başka bir şey düşünmediği fikri oluştuğundan bahsedilir.[142]

Şii yazar Ca’feriyan da Kufelilerin Hz. Hasan’a Muaviye ile savaşması şartıyla biat etmede ısrarcı davrandıklarını ancak Hz. Hasan’ın kendisinin uygun gördüğü şekilde amel etmeleri ve hatta şartlar dolayısıyla Muaviye ile barış yapmaya mecbur olması durumunda da itaat etmeleri şartıyla biat aldığını kaydeder.[143]

Biat konusundaki rivayetler toplu olarak değerlendirildiğinde üç farklı rivayet ortaya çıkmaktadır. Bunlardan biri Kufelilerin Hz. Hasan’a Muaviye ile savaşması şartı ile biat etmek istedileri Hz. Hasan’ın Kitap ve Sünnet yeter diyerek bu teklifi reddettiği ve sonrasında biatın gerçekleştiği rivayetidir.[144] Diğeri ise Hasan b. Ali’nin kitap ve sünnet yeter diyerek şartlı biatı reddetmesi üzerine Kufelilerin Hz. Hüseyin’e giderek aynı şartla Hz. Hüseyin’e biat etmek istedikleri, Hz. Hüseyin’in abisi dururken kendisinin biat almayacağını ifade etmesi üzerine tekrar Hz. Hasan’a gelerek ona biat ettikleri rivayetidir.[145]

Kaynaklar Hasan b. Ali’ye biat eden halkın Muaviye ile savaşması şartıyla biat ettiğini aktarsa da savaş gündeme geldiğinde askerlerin isteksiz tavırlarının savaş isteği ile örtüşmediği görülmektedir.[146] Bu durum halkın bir kesiminin savaşmak istediğini ancak büyük çoğunluğun savaşmaktan kaçındığını göstermektedir. Söylemez, savaş konusunda son derece istekli görünen bu grubun hariciler olduğu görüşündedir.[147] Hasan b. Ali’ye biat edenlerin tamamı savaş istiyor olsaydı savaş gündeme geldiğinde son derece isteksiz davranmayıp halifelerine itaat etmeleri gerekirdi.

Halife Olarak İlk İcraatı

Hasan b. Ali’nin h. 40 yılının Ramazan ayında biat aldıktan sonraki ilk işi babasının katili olan Abdurrahman b. Mülcem’e kısas uygulaması olmuştur.[148]

Abdurrahman b. Mülcem’e kısas uygulanması ile ilgili rivayetlerin büyük bir kısmı İbn Mülcem’e işkence edilerek öldürüldüğü, cesedinin yakıldığını bir kısmı ise müsle yapıldığı yani önce elleri sonra ayakları sonra kulakları ve en son olarak da burnu kesilerek öldürüldüğünü söylemektedir.[149]

Hasan b. Ali’nin babasının katiline kısas uygulamasından sonraki ilk icraatı mukatilenin[150] âtalarına yüzer dirhem zam yapması olmuştur. Babası aynı uygulamayı Cemel savaşında yapmıştı. Hasan b. Ali ise bunu hilafete gelir gelmez yaptı ve onun bu uygulaması kendisinden sonraki halifeler tarafından benimsendi.[151]

İbn Mülcem’in kısas edilmesinden hemen sonra, Hz. Hasan Muaviye ile mücadelesinde Kufelilerin desteğini almak amacıyla âtaları yüzer dirhem arttırması Hasan b. Ali’nin aslında savaşma niyetinde olduğuna delil teşkil etmektedir. Şayet iddia edildiği gibi gözünü Kufe’nin Beytü’l-Malına dikmiş olsaydı mukatilenin atalarını arttırmaz savaş için hazırlık yapmazdı. O dönemde Kufe’de 60.000 mukatile bulunuyordu.[152] Buna göre hazineden çıkacak olan miktar 6.000.000 dirhemdi. Hz. Hasan, Kufelilerin her ne kadar babasının yanında yer alıyor görünseler de onu sevmediklerinin farkındaydı. Zira gerek Sıffin savaşında, gerekse Nuhayla, Nehrevan ve devamındaki savaşlarda bu şehirden önemli sayıda insan ölmüştü. Ölenlerin fazlalığını anlatmak için kaynaklar, şehirde ağıt sesinin yükselmediği hiçbir evin olmadığını aktarmaktadırlar. Tüm bu insanların, yakınlarının öldürülmesini gönül huzuru içerisinde kabullendiklerini söylemek safdillilik olur.[153]

Hasan b. Ali, iç ve dış mücadelelerden yorulmuş ve yıpranmış olan Kufelilerin desteğini sağlayabilmek amacıyla maaşları arttırmış ve bu nedenle olsa gerek Belazuri, Kufelilerin Hasan’ı babasına oranla daha fazla sevdiklerinden bahseder.[154]

Muaviye’nin Teklifi

Kufelilerden biat aldıktan sonra Hasan b. Ali, babasının vefat ettiğini ve kendisinin onun yerine halife olarak seçildiğini babasının valilerine bildirdi ve biat istedi. Babasının valilerinin tamamı kendisine biat etti. Hasan b. Ali, babasının valilerini değiştirmeyerek görevlerine devam etmelerini istedi. Böylece kendisine Muaviye’nin idaresinde bulunan Suriye ve Mısır dışındaki tüm yerleşim birimleri biat etmiş oldu. Önceliği babasının kontrolü altında bulunan yerleşim birimlerine tanıyan Hasan b. Ali söz konusu yerleşim birimlerinde durumunu sağlama alınca Muaviye’ye yöneldi. Zaman kaybetmeden Muaviye ‘ye mektup yazarak biat istedi.[155]

İsfehani, Hasan b. Ali’nin Muaviye’ye yazdığı mektupla ilgili ayrıntılarda Hasan b. Ali’nin sulh mektubu yazdığı iddialarına cevap olarak tıpkı babasının yaptığı gibi sert bir dille kendisine biata davet mektubu yazdığını aktarır:

Muaviye’ye yazdığı mektupta hilafet makamına ehil olmadığı halde bu makama göz dikmesini hayretle karşıladığını, İslam’da bilinen ve övülen bir eserinin olmadığını, İslam’a karşı mücadele eden bir topluluğa mensup olup, Rasulullah’ın Kureyşli baş düşmanının oğlu olduğunu belirtir. Müslümanların kendisini halife olarak seçtiğini Muaviye‘nin de kendisine biat etmesi gerektiğini belirtir. Muaviye cevap olarak yazdığı mektupta Hasan b. Ali’nin hilafete layık olduğunu kabul etmekle birlikte kendisinin yaşının büyük, idari ve siyasi tecrübesinin fazla olduğunu bu nedenle kendisinin halife olmasının daha uygun olacağını belirterek Hasan b. Ali’ye kendisinden sonra halife olmayı kabul etmesi durumunda Irak beytülmalındaki bütün parayı bağışlayacağını ayrıca geçimini sağlaması için Irak’ın hangi bölgesinin haracını isterse kendisine tahsis edeceğini bildirir.[156]

Ali b. Ebi Talib’in vefat haberi Şam’a ulaşınca Muaviye’nin Ali b. Ebi Talib’in yerine oğlu Hasan’ın velayet etmesinden duyduğu memnuniyeti “O genç ve tecrübesizdir ve savaş konusunda da bilgisizdir.”[157] diyerek dile getirmiştir. Ali b. Ebi Talib’in vefatı Muaviye’nin işini kolaylaştırmıştır. Artık karşısında genç ve tecrübesiz biri vardı ve onunla mücadele etmek daha kolay olacaktı. Bu sebeple hiç vakit kaybetmeden halifeliğini ilan ederek biat almaya başladı.[158] Artık Muaviye meşru halifeye karşı gelen bir validen çok İslam aleminin bir bölümünde kendisine biat edilmiş bir halife hükmündeydi.[159]

Ali b. Ebi Talib’e karşı yürütmüş olduğu mücadelede maktül halifenin hakkını talep eden akrabası ve valisi sıfatını kullanan Muaviye yönetime talib olduğunu en azından yüksek sesle dile getirmezken şartların olgunlaşması ile bu dileğini yüksek sesle dillendirip biat almaya başlamıştır. Bundan sonraki süreçte öncelikli olarak Hasan b. Ali’yi bir takım vaatlerle ikna etme yolunu denediği[160] ancak Hasan b. Ali’nin tekliflerine olumsuz yanıt vermesiyle birlikte rakibini etkisiz kılma mücadelesini başlattığı görülmektedir.

Hz. Hasan ve Muaviye’nin Karşı Karşıya Gelmesi

Hasan b. Ali’yi kendisine biat etmesi ve halifelikten çekilmesi hususunda ikna edemeyen Muaviye rakibini etkisiz kılma mücadelesini başlatır. Hz. Hasan’ın elçiliğini yapan Cündeb b. Abdillah Muaviye’nin mektubunu Hz. Hasan’a getirerek Şamlıların savaş hazırlığı içerisinde olduğu, ordunun sayısı ve gücü hakkında bilgi vererek Hz. Hasan’a bir an önce hazırlık yapmasını onlar Irak’a gelmeden Şam’a doğru yola çıkmasını tavsiye eder.[161] Hasan b. Ali savaşmayı kabul etmesine rağmen aceleci davranmaz bu arada Muaviye yeni bir mektup yazarak talebini yineler. Ancak Hz. Hasan tavizsiz tavrını koruyarak teklifini reddedince savaşmaktan başka çare kalmadığını düşünen Muaviye, amillerine mektup yazarak düşmanlarına ve Osman’ın katillerine karşı yürümek üzere ordularıyla birlikte gelmelerini emreder. Muaviye çevreden gelen askerlerle birlikte oluşturduğu 60 000 kişilik bir orduyla Irak’a doğru yürümeye başlar bu haberi alan Hz. Hasan savaş hazırlıklarına başlar.[162] Belazuri’de Hasan b. Ali’nin Muaviye’nin Cisru Menbiç’e ulaştığı haberi kendisine gelmeden harekete geçmediği nakledilir.[163] Ayrıca Belazuri, Avane b. el- Hakem’den naklettiği bilgiye göre Hz. Hasan 50 gün hiç savaştan bahsetmeden durmuş, Muaviye’nin ordusunun Irak’a doğru hareket ettiği haberi gelmesine rağmen harekete geçmemiştir.[164]

Biat tamam olunca Kufe’den ve Irak’tan kalabalık bir topluluk toplanarak Hasan b. Ali’den asker toplayıp savaşması talebinde bulunmuş, Hasan b. Ali ısrarlar üzerine 40 000 kişilik bir ordu ile Kufe’den yola çıkarak Medain’e gelmiştir. Kays b. Sa’d b. Ubade’yi 12 000 kişilik öncü kuvvetlerin başına getirmiş, ordu komutanlığını da Ubeydullah b. Abbas veya Abdullah b. Abbas’a vermiştir.[165]

Hz. Hasan ve Muaviye’nin Güçlerinin Karşılaştırılması

Kufe

Ali b. Ebi Talib, vefat etmeden önce Muaviye ile savaşmak üzere 40 000 kişilik bir ordu hazırlamıştır.[166] Ancak söz konusu ordunun tamamının Muaviye ile mücadelesinde Hasan b. Ali’nin yanında yer aldığına dair kesin bilgilere sahip değiliz. Nitekim Hasan b. Ali’nin halkı Muaviye ile savaşmaya davet için mescitte yapmış olduğu konuşmasında Kufelilerin halifelerinin daveti karşısında sessiz kaldığı ve savaş konusunda isteksiz davrandığına dair bilgilere sahibiz.[167]

Kufeliler fetihlerin durması ve bütün güçlerini Muaviye ile mücadeleye harcamaları dolayısıyla siyasi, askeri ve ekonomik bakımdan güçlerini kaybetmişler ve babası kadar güçlü olmasa da hilafete kimsenin Hasan b. Ali’den daha layık olamayacağını düşünerek kendisine biat etmişlerdi. Ancak Kufeliler babası gibi dirayetli bir yöneticinin kendisiyle baş etmekte zorlandığı Muaviye ile savaşma konusunda isteksizlerdi.

Şam

Muaviye, amillerine mektup yazarak düşmanlarına ve Osman’ın katillerine karşı yürümek üzere ordularıyla birlikte gelmelerini emreder. Muaviye çevreden gelen askerlerle birlikte oluşturduğu 60 000 kişilik bir orduyla Irak’a doğru yürümeye başlar.[168]

Şamlıların savaş konusundaki tutumları ve Şam ordusunun gücü ile ilgili dolaylı bilgiler de mevcuttur. Bunlardan biri Osman b. Affan’ın muhasarası esnasında Muaviye’nin Ammar b. Yasir’i ve diğer muhacirleri, Şam’da Hicaz ehlinden daha kalabalık bir kitlenin bulunduğunu hepsinin kahraman ve atlı olduğunu ifade ederek tehdit etmesi Muaviye’nin gücü hakkında bizlere ipucu vermektedir.

Osman b. Affan’ın katlini müteakip Muaviye’nin Ali b. Ebi Talib’e gönderdiği elçisinin Osman b. Affan’ın gömleği karşısında ağlaşıp intikam yeminleri eden 60 000 kişiden bahsetmesi ile ilgili olan rivayet de Muaviye’nin gücüne dair bilgiler vermektedir.[169] [170]

Muaviye tarafından, rakibini ve taraftarlarını yıpratma propagandası amacıyla abartılı bir rakam olma olasılığı bulunan bu rivayet konu ile alakalı diğer rivayetlerle birleştirildiğinde Muaviye’nin Ali b. Ebi Talib’le olan mücadelesinde sayı ve teçhizat olarak güçlü bir orduya sahip olduğu sonucunu doğurmaktadır. Buradan hareketle aradan 4-5 yıl gibi bir süre geçmiş olduğu hesaba katılacak olursa Muaviye’nin gücünün Sıffin’dekine yakın hatta daha fazla olabileceği sonucu ortaya çıkmaktadır.

Hz. Hasan ve Muaviye’nin Siyasi ve Askeri Tecrübeleri

Ümeyyeoğulları Osman b. Affan’ın vefatını müteakip hilafetin kendi hakları olduğunu iddia etmişlerdir.[171] Aslında maktül halifenin valileri ve akrabaları arasında onun kanını talep etmeye çok daha layık kişiler mevcut iken Ümeyyeoğulları bu görevi yıllardır Suriye’de valilik yapan ve bölgede son derece güçlü Muaviye b. Ebi Süfyan’a bırakmışlarıdır.[172] Daha yakın akrabalar mevcutken maktül halifenin kanını Muaviye’nin talep etmesi pek de tesadüfi değildir. Güç unsurunun yakınlık unsurunun önüne geçirilmiş olması Muaviye’nin iktidar alternatifi haline getirerek mücadelesini haklı bir temele oturtma çabasından başka bir şey değildir.

Halifenin cinayete kurban gitmesi meselesi Şam’da o kadar şiddetli bir biçimde telkin edildi ki bütün Suriyeliler halifenin katili olarak Hz. Ali’yi bildiler ve maktül halifenin intikamını alacaklarına yemin ettiler.[173] Muaviye’nin hedefine ulaşmak için iki yol takip ettiği ve mücadelesini bu iki temel üzerine bina ettiği görülmektedir. Bu hususlar, onun aşama aşama yürüttüğü iktidarı ele geçirme mücadelesinde her türlü siyasi çareye başvurarak insanların kendisine katılımını sağlamak ve bunları gerçekleştirirken de mücadelesinde haklı olduğunu gösterecek Kur’an ayetlerinin ve Peygamber sözlerinin desteğine başvurmaktır.[174] Muaviye’nin mücadelesini meşrulaştırma yolunda naklettiği hadislerden biri şöyledir: “Bir gün Rasulullah’ın abdest suyunu döküyordum. Kafasını kaldırdı ve bana şunları söyledi: Benden sonra ümmetimin işlerini sen yükleneceksin; o zaman geldiğinde onların iyiliklerini taltif et, kötülüklerini affet buyurdu. Muaviye konuşmasının devamında, Ben bu makamı elde edene kadar ümit içinde yaşadım demiştir.”[175]

Muaviye Haşimoğullarından bir grupla yaptığı toplantıda Rasulullah’a olan yakınlıkları münasebetiyle hilafete talip olduklarını, fakat karabetin imametin özelliklerinden biri olmakla birlikte tek başına yeterli olmadığını ifade eder. Karabetin yanında rızadan da bahseder yani cemaatin ittifakta bulunması şartını öne sürer ve Beni Haşim’i sadece karabet şartını taşıdığını savunur.[176]

Muaviye ve soyu tarafından Suriye’de hilafetin Beni Ümeyye’nin hakkı olduğu propagandası o kadar etkili bir şekilde yürütülmüştür ki bunun en çarpıcı örneği Abbasiler döneminde yaşanmıştır. Abbasilerin iş başına gelmesinden sonra Şamlıların ileri gelenlerinden bir gurubun Ebu’l-Abbas’ı ziyaretlerinde kendisine “Vallahi siz işbaşına gelinceye kadar Rasulullah’ın yakın akrabaları arasında ona, Ümeyyeoğullarından başkasının varis olabileceğini bilmiyorduk.”[177] dedikleri rivayet edilir. Bu durum iktidarı elde etme ve bu konumun muhafazası noktasında Muaviye’nin siyasi propagandasının etkililiğini göstermektedir.

Muaviye, daha evvel Şam illerinin emiri sıfatı ile çağırılan siyasi tecrübesi bulunan biriydi. Ali b. Ebi Talib’in vefatını müteakip Kudüs’te hilafet biatı aldığına dair bilgilerin yanısıra hakem olayından hemen sonra hilafet için biat aldığı görüşü de yaygındır.[178] Bu bilgi Muaviye’nin hilafet mücadelesindeki kararlılığını göstermektedir. Ali b. Ebi Talib’e nazaran oğlu Hasan b. Ali’nin Muaviye için ciddi bir problem teşkil etmediği söylenebilir.

Muaviye, siyasi hayatını çeşitli prensipler üzerine bina etmiştir. Bu prensiplerden biri “parasının iş gördüğü yerde konuşmaya, konuşmanın yettiği yerde kırbaca, kırbacın yettiği yerde kılıca gerek olmadığı, eğer çaresiz kalırsa kılıca başvurmak gerektiği idi.”[179] Muaviye’nin iktidarın yürümesi için her yolu mübah gören tutumu, çevresinde menfaat karşılığı iş gören bir zümrenin oluşmasına neden oldu.

Muaviye devletin idari kademelerinde, geçmiş dönemdeki halifelerin istihdam ettikleri, Amr İbn’ül-As, Muğire b. Şube, Abdullah b. Amir, Mervan b. Hakem, Said b. el-As, Ziyad b. Ebihi gibi idarecilerden yararlandı. Bu kimselerin bir kısmı Ümeyyeoğullarına mensup olmanın yanında, Hz. Osman döneminde görev almışlardı. Muaviye bu saydıklarımıza ilaveten kendisine daha yakın akrabalarına da yer verdi, fakat onların hiçbir zaman idarenin bel kemiğini oluşturmalarına da müsaade etmedi. O, İdaresinde daha ziyade kabilesi ne olursa olsun, idareciliği iyi olan, becerikli kimselerle toplumda nüfuz sahibi kimselere yer veriyordu.[180]

Muaviye b. Ebi Süfyan, Hasan b. Ali’yi askeri gücüyle kolaylıkla altedebilecek bir pozisyonda olmasına rağmen kan dökmek istememiş olayı politik yollardan halletmeyi tercih etmiştir. Nitekim karşısında İslam dünyasının sevgi ve saygı beslediği Peygamber torunu bulunmaktaydı ve kanlı bir eylem ciddi tepkilere neden olabilirdi bu nedenle savaşı son çare olarak düşünen Muaviye yılların kendisine sağlamış olduğu siyasi ve askeri tecrübesi ile Hasan b. Ali’yi barış yapmak zorunda bırakmıştır. Muaviye’nin Hasan b. Ali’yi barış yapmak zorunda bırakmak için Hasan b. Ali’nin ordusunda Kays b. Sa’d’ın Muaviye ile barış yaptığı; Kays b. Sa’d’ın ordusunda ise Hasan b. Ali’nin Muaviye ile barış yaptığı şayiasını yaydığına dair rivayetler mevcuttur.[181]

Muaviye’yi iktidar mücadelesinde başarıya ulaştıran tek avantajı siyasi ve askeri tecrübesi olmamıştır. Dönemin sosyopolitik yapısı göz önünde bulundurulduğunda dini ve ahlaki bağların eskisi kadar güçlü olmadığı o döneme kadar yaşanan olayların söz konusu değerleri zedelediği görülmektedir. Kabilecilik yapısına dayalı Arap toplumunun çözülebilmesi için bu kadarının yeterli olduğu toplumdaki birlik ve beraberliğin bozulmasından anlaşılmaktadır.[182] Muaviye, karmaşanın hâkim olduğu böylesi bir durumu kendisi için avantaja çevirerek Arapların pek de uzaklaşmadığı asabiyetin üzerindeki tozu alarak Arap kabilecilik anlayışına dayalı bir yönetimin tohumlarını atmıştır.

Savaş Hazırlıkları

Muaviye’nin Savaş Hazırlıkları

Muaviye yola çıkmadan önce bütün valilerine mektup yazarak mektubunu alır almaz askerleriyle yanına gelmelerini emreder. Yeterli sayıda asker toplayan Muaviye, Irak’a yönelir.[183] Hasan b. Ali’nin Iraklıların başına geçtiğini öğrenen Muaviye Abdullah b. Amir b. Kureyz’i daha önce Suriyelilerin baskınlarına uğrayan Atnu’t-Temr ve Enbar’a göndererek bu yerleşim birimlerini ele geçirir. Maviye’nin amacı Medain’i de ele geçirmektir.[184] Muaviye Medain’i de ele geçirerek Hasan b. Ali’yi teslim olmaya zorlamak istemekte böylece uzun yıllardır mücadelesini vermiş olduğu hilafet makamının önündeki son engeli de kaldırmak istemektedir.

Hz. Ali’nin vefatından sonra Basra ve Kufe’de neler olup bittiğini öğrenmek isteyen Muaviye’nin Benu’l-Himyer’den bir ajanını Kufe’ye Benu’l- Kayn’dan olan diğer ajanını ise Basra’ya gönderdiği ancak bu ajanların ihbar sonucu yakalanarak öldürüldüğü de rivayetler arasındadır.[185]

Hasan b. Ali ile mektuplaşmalarından umduğu neticeyi alamayan Muaviye yerine vekil olarak Dahhak b. Kays el-Fihri’yi bırakarak 60000 kişilik bir ordunun başında Irak’a doğru harekete geçer.[186]

Hz. Hasan’ın Savaş Hazırlıkları

Suriye ordusunun Cisru Menbiç’e ulaştığı haberi gelince Hz. Hasan başta Hucr b. Adiyy, Kays b. Sa’d b. Ubade ve Abdullah b. Abbas olmak üzere danışmanlarıyla durumu değerlendirerek orduyu hazırlamak için harekete geçti. Kufe mescidinde halka bir konuşma yaparak halkı Muaviye ile savaşmaya davet etti ve bu savaşın bir cihad olduğu vurgusunda bulundu.[187] Hasan b. Ali’nin hilafete gelir gelmez maaşları arttırması ve Muaviye ile savaşı cihad olarak nitelemesi sanılanın aksine Muaviye ile savaşmayı ciddi olarak düşündüğü göstermektedir. Ancak aceleci davranmayarak Muaviye’nin yola çıkmasını beklemesi; savaşı son çare olarak görmesi ve savaşı başlatan taraf sorumluluğunu yüklenmek istememesiyle ilgili olsa gerektir.

Hasan b. Ali danışmanlarıyla durumu değerlendirdikten sonra Kufe mescidinde halkın karşısına çıkarak onları cihada davet eder ancak muhataplarından herhangi bir tepki gelmez.[188] Bu suskunluk Kufelilerin savaşmak istemediklerinin en belirgin işaretidir. Sanılanın aksine Muaviye ile savaşmak istemeyen ve barış yanlısı olan Hasan b. Ali değil Kufelilerdir. Tebasının bu ve benzeri durumlardaki itaatsizlikleri ve isteksizlikleri Hz. Hasan’a barışı da bir ihtimal olarak düşündürmüş olmalıdır.

Hz. Hasan’ın cihad çağrısına Kufe halkı tarafından olumlu cevap verilmediğini gören Tay kabilesinin lideri Adiyy b. Hatem et-Tai, Kays b. Sa’d b. Ubade, Ziyad b. Sa’sa et-Teymi, Ma’kil b. Kays er-Riyahi devreye girerek mescitte halka yaptıkları konuşmalarla halifelerinin yanında yer almalarını onu yalnız bırakmamalarını söylerler.[189]

İbn Kesir Hasan b. Ali’nin aslında Muaviye ile savaşma niyetinde olmadığına dair bilgiler aktarır: Hasan b. Ali’ye biat ettiğinde Kays b. Sa’d Azerbaycan valisi idi. Kays’ın emri altında 40 000 savaşçı vardı ve Ali b. Ebi Talib’e ölünceye kadar kendisiyle savaşacaklarına dair beyat etmişlerdi. Ali b. Ebi Talib vefat edince Kays b. Sa’d Şamlılarla savaşması için Hasan b. Ali’ye ısrar etmeye başladı. Hasan b. Ali savaşmak niyetinde değildi. Onun amacı bir takım menfaatler elde ettikten sonra barış yapmaktı. Hasan b. Ali, Kays b. Sa’d’ın bu görüşüne muhalif olacağını düşünerek Kays’ı Azerbaycan valiliğinden azlederek yerine Ubeydullah b. Abbas’ı atadı. Hasan b. Ali aslında savaşmak istemiyordu ancak etrafındakiler kendisini zorlayarak onu bu görüşünden vazgeçirdiler.[190]

Ordunun Hazırlanması

Hasan b. Ali’nin çevresindekilerin ısrarı ile Hasan b. Ali savaş kararı alır ve benzeri görülmemiş büyük bir ordu hazırlanır.[191] İbn Kesir’in bu rivayetinin aksine ordunun aslında benzeri görülmemiş bir ordu olmadığı hususunda farklı rivayetler söz konusudur. Ya’kubi Sadece 12 000 kişilik öncü birliklerden bahsederek Hasan b. Ali’nin öncü kuvvet komutanlığına Ubeydullah b. Abbas’ı atadığını, Ubeydullah’a, Kays b. Sa’d b. Ubade ile istişare edip onun re’yine göre hareket etmesini emrettiğini nakleder.[192] Hz. Hasan’ın ordusunun sayısı ile ilgili rivayetlerin aktardığı rakamın en yükseği 40 000 rakamıdır. Kufe’nin askeri potansiyeli dikkate alındığında bu rakamın pek de yüksek olmadığı anlaşılmaktadır. Ziyad b. Ebihi döneminde divan defterine işlenmiş olan asker sayısı 60 000 dir. Hz Hasan dönemindeki asker sayısı da bu civarda olmalıdır zira aradan kısa bir zaman geçmiştir.[193] “Rivayetlerin aktardığı rakamların en büyüğü olan 40 000 kişinin doğru olduğuna inansak bile bu rakamın içerisinde çevre yerleşim birimlerinden gelen askerlerin bulunduğunu göz ardı etmememiz gerekir. Söz konusu rakamın en kötü ihtimalle % ünün dışarıdan geldiğini varsaysak bile Kufe kökenli askerlerin 30 000 kişi olduğu gerçeği ile karşılaşmış oluruz. Bu rakamda Kufe’nin asker potansiyelinin ancak yarısının Hz Hasan’ın yanında yer aldığını gösterir. Toplanan askerlerin hepsinin de Hz. Hasan’ı desteklediğini, onun başarılı olmasını istediğini veya aynı hedefe varmaya çalıştığını söyleyebilmek güçtür. Çünkü Hz. Hasan’ın ordusu birbirinden oldukça farklı kitlelerden oluşmaktaydı. Bu kitlelerin ilkini Muaviye ve Haricilerle yapılan savaşlarda yorgun düşen, yakınlarını bu savaşlarda kaybeden ve artık savaşmak istemeyen kitle oluşturuyordu ki bu kitle ordunun çoğunluğunu teşkil etmekteydi. Ordunun ikinci önemli kitlesini ise Hariciler oluşturmaktaydı. Sayıları hakkında net bilgilere sahip olmamakla beraber Sabat’ta[194] çıkardıkları karışıklığı dikkate alacak olursak, önemli bir kuvvet oldukları sonucuna varılabilir. Bu orduda yer almalarının nedenine gelince; Muaviye’yi kâfir olarak gördükleri için onunla savaşmak istiyorlardı. Babası Hz. Ali’yi tekfir etmiş olmalarına rağmen yeni halifeyi henüz kâfir olarak değerlendirmiyor, en azından onun hakkında bir karara varamadıkları anlaşılıyor. Sabat’ta barıştan söz ettiğinde Haricilerin kendisine “daha önce babanın şirke girdiği gibi sen de şirke girdin” demeleri de bu kanaatimizi destekliyor. Eğer daha önce Hz. Hasan’ı kâfir olarak değerlendirmiş olsalardı böyle bir cümleyi sarfetmelerinin bir anlamı olmazdı. Orduda ki üçüncü kitleyi ise Hz. Hasan’ı gönülden destekleyen kimseler oluşturuyordu. Sayıları Muaviye ile savaşın kaderini tayinde etkili olamayacak kadar az olan bu insanlar çoğunlukla Hemdan kabilesi ve Rebia’nın bazı kollarına mensup idiler. Nitekim Hz. Hasan Sabat’ta saldırıya uğradığında bunlar tarafından korunmuştur.”[195]

Yukarıdaki görüşü destekler mahiyette Hz. Hasan’a Muaviye ile savaşması hususunda ısrarcı olan kitlenin hariciler olduğunu, ayrıca Kufelilerin savaşlardan yorgun ve bitkin düştüğünü, bu nedenle Muaviye ile savaşmaya bir türlü karar veremediklerine dair bilgiler mevcuttur.[196]

Şii temayüllü Ca’feriyan, Hasan b.Ali’nin ordusunun 40 000 kişiden teşekkül ettiği, bu sayının Ali b. Ebi Talib’in vefatından önce Muaviye ile savaşmak için oluşturulduğu, halifenin vefatı ile oğluna biat ettikleri rivayetiyle ilgili görüş beyan ederken biat edenlerin hepsinin orduya dâhil olmadıklarını, rakamın zikredilenin çok altında olduğunu ancak bazı tarihçiler tarafından durumun yanlış anlaşıldığı bazılarının ise durumu abarttığı görüşündedir. Söz konusu rivayetin aksine bütün çabalara rağmen Sadece 12 000 kişilik bir kuvvet oluşturulabildiğini savunmaktadır.[197]

Öncü Birliğin ve Ordunun Yola Çıkması

Hz. Hasan gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra Muğire b. Nevfel el-Haris b. Abdulmuttalib’i Kufe’de yerine vekil bırakarak Muaviye ile savaşmak üzere şehirden ayrıldı. Deyru Abdurrahman’a geldiğinde 12 000 kişilik öncü birlik oluşturarak başına Ubeydullah b. Abbas’ı geçirdi. Kendisine Enbar yöresine gitmesini, Muaviye’yi orada karşılamasını, yaptığı her işte Kays b. Sa’d b. Ubade ve Said b. Kays el-Hemedani’ye danışmasını her gün kendisine haber göndermesini, öldürülmesi durumunda yerine Kays b. Sa’d’ın geçmesi talimatlarını verdi.[198]

İsfehani, Hz. Hasan’ın Ubeydullah b. Abbas’a verdiği sözü geçen talimatlara ek olarak Muaviye kendisine saldırmadıkça onunla savaşmamasını savaşı Muaviye’nin başlatması durumunda onunla savaşmasını emrettiğini belirtir.[199]

İkinci bir rivayete göre Ali b. Ebi Talib, Muaviye ile savaşmak için sefer hazırlıklarını tamamladığı esnada suikaste uğradı. Ali öldürülünce müslümanlar oğlu Hasan’a biat ettiler. Hasan b. Ali, Muaviye ve Şamlıların üzerine yürümek istedikleri haberini alınca babasına böyle bir sefer için biat etmiş olan orduyla birlikte Muaviye ile karşılaşmak üzere Kufe’den ayrıldı. Hasan b. Ali bu orduyla birlikte Mesken’e vardı. Oradan Medain’e varan Hasan b. Ali on iki bin kişilik öncü kuvvetin başına Kays b. Sa’d b. Ubade el-Ensari’yi getirdi ve ileriye doğru gönderdi. Diğer bir rivayette ise, Hasan b. Ali’nin ordularının kumandanının Abdullah b. Abbas olduğu kaydedilir. Söz konusu rivayette Abdullah b. Abbas’ın öncü kuvvetlerin ön saflarında gidenlerinin başına Kays b. Sa’d b. Ubade’yi tayin ettiğinden bahsedilir.[200] Nuveyri bu bilgilere ordunun h. 41. yılın Rebiulevvel ayında Kufe’den çıktığı kaydını düşmüştür.[201]

Hasan b. Ali hazırlamış olduğu ordunun 12 000 kişiden oluşan öncü kuvvetlerinin başına Kays. b. Sa’d b. Ubade’yi komutan olarak tayin eder[202] ve kendisi de Muaviye ve Şamlılarla savaşmak üzere ordunun geri kalan kısmıyla onun peşi sıra Şam’a doğru hareket eder.[203]

Hz. Hasan’ın öncü birliklerini komuta eden şahıs hususunda kaynaklar ihtilaf etmektedir. Rivayetlerin bir kısmı öncü kuvvetlerin komandanının Ubeydullah b. Abbas olduğunu aktarırken diğer bir kısmı Kays b. Sa’d b. Ubade’den bahseder.[204] Hz. Ali vefat etmeden önce Muaviye ile savaşmak üzere 40 000 kişilik bir kuvvet oluşturmuş bu kuvvetlerin başına Kays b. S’ad b. Ubade’yi geçirmişti. Hz. Ali şehid edilmesinden sonra yerine geçen oğlu Hz. Hasan başından beri Muaviye ile barış yapmayı düşünmekteydi. Tek amacı birtakım menfaatler elde etmekti. Bu isteğini onaylamayacağını bildiği Kays. b. S’ad b. Ubade’yi görevinden alarak yerine Ubeydullah b. Abbas’ı getirdi. Ubeydullah b. Abbas Hz. Hasan’ın niyetinden haberdar olduğu için Muaviye’ye mektup yazarak ondan eman diledi ve elindeki malları elinden almaması şartıyla beyat edeceğini bildirdi Muaviye’nin şartını kabul etmesi üzerine ona katıldı.[205] İbn Kesir ve Îbnü’l-Esir aynı olayı birkaç küçük değişiklikle nakletmiştir.[206] Belazuri ise sözü geçen farklı rivayetlerden bahsederek Kays b. S’ad b. Ubade’nin ordunun komutanı olduğu haberlerini yalanlamaktadır.[207] Söylemez’e göre rivayetler arasındaki bu farklılığın nedeni ilk siyer ve meğazi yazarlarından biri olan Zühri’nin vermiş olduğu bilgilerin daha sonraki eserlerde yer edinmesidir.[208]

Zühri’nin Emevi hanedanına olan yakınlığı bir gerçektir bu durum söz konusu rivayetlerin objektifliğine zarar verici niteliktedir. Emevi halifesi Abdülmelik b. Mervan’ın fetva konusunda kendisine danıştığı[209] Velid b. Abdilmelik, Süleyman b. Abdilmelik, Ömer b. Abdillaziz ve özellikle Hişam b. Abdilmelik ile olan yakınlığı bilinen bir husustur.[210] Söylemez, Hişam b. Abdilmelik döneminde ekonomik sebeplerle vuku bulan Zeyd b. Ali isyanının konuyla ilişkili olduğu kanaatindedir. Söylemez, yukarıdaki rivayetin Zeyd b. Ali’yi karalamak, halkın gözünden düşürmek maksadıyla kullanılmış olabileceği, böylece bu ailenin öteden beri para düşkünü olduğunun, ilkelerinin bulunmadığının ima edilmek istendiği kanaatindedir.[211]

Hz. Hasan kendisine biat edilmesinden iki ay veya üç ay sonra Ubeydullah b. Abbas’ı öncü kuvvetler komutanı tayin ettikten sonra kendisi de yerine Mugire b. Nevfel b. Haris’i vekil tayin ederek Ubeydullah’ın akabinde Şam’a yöneldi. Önce Deyru Ka’b’a ardından Sabat’a vardı.[212] Hasan b. Ali, Kufe’den yola çıkarak Medain yakınlarına geldi. Muaviye ise askeriyle Şam ile Irak sınırına doğru yola çıkmış ve Meskin’de[213] konaklamıştı.[214]

Sabat Konuşması

İslam Tarihi kaynaklarında Hz. Hasan’ın barış ihtimalini ilk kez Sabat konuşmasında dile getirdiğinden bahsedilir. Sabat’a varınca askerlerinin cesaretsizliğini gören Hz. Hasan hiç kimseye karşı içinde kötü niyet veya kin bulunmadığını belirttikten sonra ordusunu muhatap alarak cemaate katılanların her hangi bir fırkaya dâhil olmadığı için beğenmedikleri kişilerden daha üstün olduğunu belirten cümleler kurar.[215]

Hz Hasan, Sabat’a varınca, adamlarının yüreksizliğini ve savaştan kaçındıklarını gördü ve böylece Sabat’ta konakladı. Orada ayağa kalktı ve şunları söyledi: “Ey insanlar, Bu sabah içimde hiçbir Müslümana karşı kötülük olmadan uyandım; sizlerin de benim gibi olduğunuzu görüyorum. Görüşümden dolayı bana karşı çıkmayacağınıza inanıyorum. Şüphe yok ki cemaata katıldığı için beğenmediğiniz kişi, bir fırkaya katılandan çok daha üstündür. Görüyorum ki, pek çoğunuz savaştan çekiniyor ve çarpışmaktan kaçınıyor. Ben de sizlere istemediğiniz bir şeyi yaptırmak istemiyorum.” İnsanlar onun bu sözlerini işitince birbirleriyle bakıştılar. Aralarında Haricilerin görüşlerini benimseyenler “Hasan da, babasının daha önce küfre girdiği gibi küfre girmiştir.” dedi ve sonra onlardan bir kısmı Hz. Hasan’ın üzerine yürüdü; altından seccadesini çekip aldı ve elbisesini omuzundan çekip alıncaya kadar çekiştirdi. Bunun üzerine Hz. Hasan atına atladı ve “Rebia ve Hemdan nerede?” diye bağırdı. Böylece onlar onun etrafını çevirerek saldırganları onun etrafından uzaklaştırdılar.[216]

Şii rivayetlere yakın bir isim olan Dineveri’nin olayı anlatış biçimi Sünni kaynaklarla örtüşmektedir. Şii geleneğin ilk tezahürlerinin göründüğü dönemde yaşamış olması daha sonraki dönemdeki şii müelliflere oranla olayları daha objektif yansıtmasına neden olmuş olmalıdır.

Öncü kuvvetler ilerlerken Hasan b. Ali Medain dışında ordugâh kurar. Biri Sa’d b. Ubade öldürüldü diyerek feryat eder, insanlar ayaklanarak birbirlerinin eşyalarını yağmalarlar daha da ileri giderek halifelerinin tahtı revanını da yağmalarlar öyle ki üzerinde oturduğu sergisini de elinden zorla almaya çalışırlar.[217] Bu esnada Halife biri tarafından yaralanır. Halife ordusuna çok kızgın bir vaziyette bineğine binerek ordan uzaklaşarak Medain’e gider.[218] Halifeyi yaralayan şahsın kimliği ile ilgili boşluğu ise Ya’kubi ve Dineveri doldurmaktadır. Ya’kubi, Hasan b. Ali’nin bineğine binmeye çalışırken Beni Esed kabilesinden Cerrah b. Sinan tarafından baldırından yaralandığını,[219] Dineveri ise Hz. Hasan’ı yaralayan şahsın Beni Esed kabilesinde Cerrah b. Kubeysa adlı bir şahıs olduğunu nakleder.[220]

Suikast Girişimi

Kufe’de bulunan asker Hasan b. Ali’nin savaş konusunda isteksiz davrandığını ve işlerin kötüye gitmeye başladığını fark edince Hasan b. Ali’ye karşı ayaklanarak çadırına saldırıp yağmada bulundu bu esnada halifelerini de yaraladılar.[221]

Hz. Hasan’ın küfre girdiğini iddia eden grubtan Abdurrahman b. Abdillah b. Ebi Cu’al el-Ezdi’nin içinde bulunduğu bazı şahısların Hz. Hasan’ın çadırına girip eşyalarını yağmaladıkları[222] ve Hz. Hasan’ı öldürmeye kalktıkları[223] ve öldürmeye çalışırken baban gibi kâfir oldun diye bağırdıkları[224] nakledilir.

Ordu içinde meydana gelen huzursuzluğun nedeni olarak Kays b. S’ad b. Ubade’nin öldürülme haberini zikreden haberler de mevcuttur. Şamlıların savaşmak için yola çıktıkları haberi Hasan b. Ali’ye ulaşınca, Muaviye ile karşılaşmak üzere Medain’e gelmiş, Kays b. Sa’d’ı 12 000 kişilik öncü kuvvetlere komutan tayin ederek Muaviye’yi karşılaması için Meskin’e göndermiştir. Hz. Hasan Medain’de iken Kays b. Sa’d’ın öldürüldüğüne dair bir haber üzerine askerler paniğe kapılarak yağmaya başlamış; Hz. Hasan’ın oturduğu yeri dağıtarak altındaki sergiyi almış ve halifelerini tartaklamışlardı. Kendi askerleri tarafından yaralanan halife Medain’deki beyaz köşke götürülmüştü.[225]

Zehebi ise Hasan b. Ali Medain’de, Muaviye ise Cisru Menbiç’te iken Hasan b. Ali’nin ordusunda Kays b. Sa’d’ın öldürüldüğü şayiasının yayılmasıyla Hasan b. Ali’nin askerleri tarafından hırpalandığını ve Beni Esed’den birinin zehirli bir hançer ile Hasan b. Ali’yi yaraladığını ve bu yaşananlar neticesinde Hasan b. Ali’nin adamlarına “Allah’ın laneti sizin üzerinize olsun doğrusu ben sizde bir hayır olmadığını biliyordum. Sizler dün babamı öldürdünüz bugün de aynı şeyi bana yapmak istiyorsunuz.” diyerek Medain’e sığındığını ve Muaviye ile barış kararını bu olay üzerine aldığını nakleder.[226]

Ya’kubi ise askerinin halifelerine saldırmasının nedeni olarak Muğire b. Şube, Abdullah b. Amir b. Kureyz ve Abdurrahman b. Ümmi’l-Hakem’in Hasan b. Ali ile görüşmelerini zikreder. Görüşme sonrasında Allah’ın, Rasulullah’ın torunu sayesinde akacak olan kanı durdurduğunu, fitneye sor verdiğini, Hasan b. Ali’nin Muaviye’nin sulh teklifine olumlu cevap verdiğini söylemeleri üzerine orduda kargaşa yaşandığını belirtir.[227]

Medain’e Sığınması

Hasan b. Ali suikast girişiminden yaralı kurtularak Medain’e sığınır ve yarası burada tedavi edilir.[228] Pek çok kaynak Hz. Hasan’ın Sabat konuşması, suikast girişimi ve Medain’e sığınması hakkında bilgi verse de Medain’de ne kadar kaldığı konusunda her hangi bir bilgi vermez.[229] Bağdadi ise Hasan b. Ali’nin Medain’de 40 gün kaldığını bildirir.[230]

Ordusundaki çözülmeler üzerine Medain’e sığınan Hasan b. Ali’nin Medain’deki valisi Muhtar es-Sakafi’nin amcası Sa’d b. Mesud idi. Muhtar, Hasan b. Ali’nin durumunu göz önünde bulundurarak amcasının zor durumda kalmasını engellemek için amcasına Hasan b. Ali’yi yakalayarak Muaviye’ye teslim etmesini, bu yaptığı karşılığında zengin olacağı, bu hareketinin Ümeyyeoğulları tarafından bir il ile ödüllendirilebileceği teklifinde bulunmuş[231] ancak amcası Hasan b. Ali’nin halk tarafından en sevilen kişi olduğu gerekçesi ve onu yakalayıp düşmanına teslim etmenin belki de Onun düşmanı tarafından öldürülmesi gibi bir sonuç doğuracağı ihtimalini dile getirerek kendisinin bunu hiçbir zaman yapmayacağını dile getirmiştir.[232]

Sa’d ibn Mes’ud bir doktor getirerek Hz. Hasan’ı tedavi ettirir ve onu Medain’deki beyaz köşke taşır.[233]

Hz. Hasan’ın Ordusundaki Çözülmeler

Muaviye’nin Hasan b. Ali’nin ordusunu zayıflatmak amacıyla öncelikle Kays b. Sa’d b. Ubade’ye kendi safına geçmesi karşılığında 1 000 000 dirhem teklif ettiği ancak Kays’ın teklifini reddetmesi üzerine aynı teklifi Ubeydullah b. Abbas’a götürdüğü, Ubeydullah tarafından teklifiğinin kabul gördüğü ve Ubeydullah’ın beraberinde 8 000 kişilik bir kuvvetle Muaviye’nin safına geçerek Kays’ı yalnız bıraktığı nakledilir.[234]

Yukarıdaki rivayetin farklı bir varyantına göre Muaviye, Hz. Hasan’ın öncü kuvvetleri komutanı Ubeydullah b. Abbas’a yarısı peşin yarısı Kufe’de ödenmek üzere 1 000 000 dirhem teklif etmiş, teklifinin müsbet karşılanmasıyla Ubeydullah b. Abbas’ı kendi tarafına çekmeyi başarmıştır.[235] Muaviye savaşmadan sorunu çözmek, şayet savaşılacaksa da daha az zayiat vermek ve düşmanın gücünü azaltmak amacıyla böyle bir teşebbüste bulunmuş olmalıdır.

Ubeydullah b. Abbas Hasan’ın hilafeti Muaviye’ye devretmek istediğini işitince Muaviye’ye gizlice mektup yazıp kendi nefsi ve malı için eman dilemiş ve Muaviye de onun bu isteğini kabul ederek Abdullah b. Amir’in komutasında kalabalık bir askeri birlik göndermiş, Ubeydullah b. Abbas, aralarında Kays b. Sa’d’ın da bulunduğu orduyu emirsiz bırakarak geceleyin çıkıp Muaviye’nin adamlarına katılmıştı.[236]

İbn’ül-Esir yukarıdaki rivayeti küçük bir farklılıkla nakleder. Ona göre O sırada Kays b. Sa’d bu öncü kuvvetlerin başında emir olarak bulunuyordu. [237] O, Muaviye b. Ebi Süfyan’ın hilafetini kesinlikle reddediyor ve bunu hoş karşılamıyordu. Hasan b. Ali’nin Muaviye ile anlaştığını işitince etrafındakilerle bir araya gelmiş ve Muaviye ile bu hususta sonuna kadar savaşacaklarına dair sözleşmişlerdi. [238]

Ubeydullah b. Abbas’ın Muaviye’nin safına beraberindeki 8 000 askerle dâhil olduğu rivayetinin yanısıra[239] geceleyin gizlice ve tek başına saf değiştirdiği durumun sabah namazında kendilerine namaz kıldırması için Ubeydullah b. Abbas’ı çağırmaya giden askerler tarafından fark edildiği rivayeti de mevcuttur.[240]

Hz. Hasan’ın komutanının böyle davranmasına Hz. Hasan’ın Muaviye ile anlaşma niyetinde olduğunu sezinlemesini ve bundan hareketle gerçekleşecek bir barış durumunda kendisine birtakım menfaatler edinmek istemesini gerekçe olarak zikreden kaynaklar da mevcuttur.[241]

Ubeydullah b. Abbas’ın saf değiştirmesiyle Kays b. Sa’d ordu komutanlığına geçmiş ve ordunun dağılmasını önlemek amacıyla Ubeydullah b. Abbas’a hakaretlerde bulunmuş, onu ihanet, vefasızlık, zayıflık ve korkaklıkla suçlamıştır Ayrıca kardeşi ve Ali b. Ebi Talib arasında yaşananlara göndermede bulunmuştur.[242]

Muaviye, Hz. Hasan’ın birinci dereceden bir akrabasını safına çekmekle zaten savaş konusunda pek de istekli olmayan Kufelilerin savaşmaktan vazgeçeceğini düşünmüş olmalıdır. Nitekim bunu büyük bir başarı olarak addetmiş ve geriye kalan grupla kolayca başa çıkılacağını düşünerek Busr b. Ebi’l-Ertat’a Kays’la savaşması talimatını vermiştir.[243] Ancak Busr bu savaşta ağır bir yenilgiye uğramış ve Şamlılardan pek çok kişi ölmüştür.[244] Kays’ın kendisini uğraştıracağını fark eden Muaviye sorunu barışçıl yollardan çözmek için Kays’a daha önce Ubeydullah’a teklif ettiği miktarı teklif etmiş ancak Kays bu teklife yanaşmamıştır.[245] Teklifi reddedilen Muaviye ikinci defa haber göndererek Kays’a canını boş yere tehlikeye attığını, Hz. Hasan taraftarlarının ihtilafa düştüklerini halifelerini Sabat’ta yaraladıklarını bildirdi. Bunun üzerine Kays, Hz. Hasan cephesinde neler olduğunu öğrenerek onun emriyle hareket etmek için beklemeye çekildi. Kays’ın orduyu toparlama çabalarına rağmen Hz. Hasan’ın başına gelenleri öğrenen askerler Muaviye’ye giderek ona biat ettiler. Hatta kendisi biat etmekle kalmayıp kabilesi adına biatta bulunanlar olmuştur. Bu şekilde biat edenlerin Rebia kabilesi adına biat eden Halid b. Muammer, Temim kabilesi adına Affaf b. Şureyhbil olduğu nakledilir.[246]

Yaşananları haber alan Hz. Hasan şu konuşmayı yapar:

“Ey fraklılar babam Ali’yi savaşa ve tahkime zorlayanlar sizlerdiniz sonra ona muhalif olanlar yine sizler oldunuz. Daha sonra bana geldiniz şimdiyse ileri gelenleriniz Muaviye’ye biat ediyor. Sizden çektiklerim yeter beni kendim ve dinim hususunda aldatmayınız.”[247]

Muaviye, Hasan b. Ali ile yaptığı anlaşma neticesinde Kays b. Sa’d’ı kendisi için bir tehlike olmaktan çıkarmak için Kays’a mektuplar yazıp kendisine itaat etmeye davet etmiş ve arkasından altını imzaladığı boş bir belgeyi göndererek istediğini yazmasını, şartlarını kabul edeceğini bildirmişti. Amr b. As, Muaviye’ye Kays’ın şartlarını kabul etmeyip onunla savaşmasını teklif etmişti. Ancak Muaviye bu tutumlarının mutlaka Şamlılardan intikam alınmasına neden olacağı gerekçesiyle reddetmiş; Sorunu barışçıl yollarla çözme imkânı varken savaşmayı asla tercih etmeyeceğini, ancak ve ancak savaştan başka çare kalmayınca savaşacağını ifade etmişti.[248]

Muaviye Kays’a bu altı imzalı ve mühürlü boş belgeyi gönderdiğinde Kays kendisi ve Hz. Ali’nin taraftarları için kanlarının ve mallarının emanından başka hiç bir şeyi şart koşmamış ve mal talebinde bulunmamıştı. Bunun üzerine Muaviye onun bu isteklerini kabul etmiş, Kays da beraberindekilerle gidip ona itaatini bildirmişti.[249]

Hilafeti Muaviye’ye Devretmesi

Mektuplaşmalar

Hasan b. Ali işlerin sarpa sardığını görünce Muaviye’ye bir mektup yazıp bazı şartlar ileri sürmüş. Şartlarını kabul etmesi ve bunları mutlaka uygulaması durumunda Muaviye’ye itaat edeceğini bildirmiştir.[250] Kardeşi Hüseyin ile Abdul­lah b. Ca’fer’e, Muaviye’ye bir mektup yazıp onunla barış yapmayı kabul ettiğini bildirmiştir. Hüseyin b. Ali, kardeşinin bu tavrını sert bir dille eleştirerek bu tavrı ile babasının Muaviye’ye karşı yürüttüğü haklı mücadeleyi boşa çıkartıp Muaviye’yi haklı gösterdiğini söylemiş ancak Hasan b. Ali, siyasi meseleleri kendisinden daha iyi bildiği gerekçesiyle kardeşini susturmuştur. Hasan’ın mektubu Muaviye’ye ulaştığında Muaviye bu mektubu yanında tutmuştur, çünkü mektup kendisine ulaşmadan İbn Amir ve Abdurrahman b. Semure b. Habib b. Abdişşems’i boş bir sahifenin altını kendi mührü ile mühürleyerek Hasan’a göndermiş ve ayrıca yazdığı mektupta altını mühürleyip imzaladığı boş sahifeye yazacağı her şartın tarafından kabul edileceğini yazmıştır.[251]

Muaviye’nin Hasan b. Ali’ye gönderdiği mektup ulaştığında Hasan b. Ali daha önce Muaviye’ye yazmış olduğu mektubunda istemiş olduğu şartlardan kat kat daha fazlasını yazarak bu mühürlü mektubu yanında saklamıştı. Hasan b. Ali yönetimi tamamen Muaviye’ye devrettikten sonra altını mühürleyip imzaladığı mektupta yazmış olduğu şartları Muaviye’den istemiş. Fakat Muaviye bunları yerine getirmekten kaçınmış Hasan b. Ali’ye istediklerini verdiğini yani Hz. Hasan’ın yazmış olduğu ilk mektubu esas aldığını diğer mektubun eline geçmediğini söylemişti.[252]

Hasan b. Ali’nin ilk mektubunda Muaviye b. Ebi Süfyan’a bildirdiği şartlar şunlardır:

Kufe Beytü’l-Malı Hasan’a verilecek. Miktarının beş milyon dirhem

olduğu nakledilir.[253]

Darabcerd bölgesinin haracı Hasan’a ait olacak.[254]

Hz. Ali lanetlenmeyecek,[255] en azından Hasan b. Ali babasının lanetlendiğini duymayacaktır.[256]

Hz. Hasan’ın Barış Kararı Alma Süreci

Muaviye Enbar’da Kays b. Sa’d’ın komuta ettiği Hz. Hasan’ın öncü birliklerini kuşattı. Hz. Hasan ise Muaviye’nin öncü birlikeri ile savaşmak için Medain’den çıktı. Abdullah b. Amir Iraklılara seslenerek Muaviye’nin de öncü birliklerini kuşattığını ancak savaşmak istemediğini teslim olmaları durumunda Hz. Hasan ve bütün ordusunun emniyette olacağını bildirdi. Bunları duyan askerler savaşmaktan çekinince Hz. Hasan Medain’e gitti. Abdullah b. Amir ise kendisini kuşattı. Ordusundaki isteksizliği gören Hz. Hasan Abdullah b. Amir’e bazı şartlar karşılığında hilafetten Muaviye’nin lehine çekilebileceğini bildirdi.[257]

Hasan b. Ali Iraklıların vefasızlığını bizzat tecrübe ederek ve daha önce babasına yaptıklarını da göz önünde bulundurarak Muaviye’ye bir elçi göndererek hilafeti bazı şartları kabul etmesi karşılığında kendisine bırakabileceğini bildirerek barış talebinde bulundu. Bunun üzerine Muaviye, Abdullah b. Amir ve Abdurrahman b. Semure’yi Hz. Hasan’a gönderdi bazı şartlar ile anlaşma sağlandı.[258]

Hasan b. Ali’nin ordusunda babasına ölünceye kadar savaşmak üzere biat etmiş 40 000’nin üstünde asker vardı. Hasan b. Ali ve Muaviye b. Ebi Süfyan’ın ordusu Meskin’de karşılaştığında Hasan b. Ali iki topluluktan çok sayıda insan ölmedikçe bu işin sona ermeyeceğini düşünerek savaşmaktan vazgeçti. Muaviye’ye mektup yazarak Medine, Hicaz ve Irak ehlinden hiç kimsenin babası döneminde yaptıkları dolayısıyla cezalandırılmaması koşuluyla hilafetten Muaviye lehine çekileceğini bildirdi. Muaviye, mağlup ettiği gün elini ve dilini kesmeyi vaad ettiği Kays b. Sa’d’ın da bulunduğu on kişi hariç şartını kabul ettiğini bildirdi. Bunun üzerine Hasan b. Ali bu durumda kendisine asla biat etmeyeceğini bildirdi, o zaman Muaviye kendisine altı mühürlü beyaz bir sayfa göndererek istediğini yazmasını şartlarının tarafından kabul edileceğini bildirdi. Hasan b. Ali, Muaviye’den sonra hilafetin kendisine geçmesini şart koştu. Amr b. As, Muaviye’yi savaşmaya teşvik ettiyse de Muaviye Ali b. Ebi Talib’e savaşmak için biat etmiş 40 000 kişinin bulunduğunu, bu topluluğun Şam ehlinden düşmanlarını öldürmedikçe ölmeyeceklerini, böylesi bir durumdan sonra yaşamakta bir hayır kalmayacağını söyleyerek Amr’ın teklifini reddeder.[259]

Hasan b. Ali hilafeti tamamen Muaviye’ye terketmek üzere onunla mektuplaştığı sırada Irak halkına şöyle hitapta bulunmuştu: “Andolsun, Şamlılar hakkındaki kanaatimiz eskiden olduğu gibi devam ediyor ve hiç bir şüphe ve piş­manlık duymuş değiliz. Şamlılarla selametle ve sabırla çarpışıp duruyoruz, ancak sonunda bu selamet büyük bir düşmanlığa; sabır da eleme dönüşecektir, çünkü sizler Sıffîn savaşma giderken dininizi dünyanızın önüne almıştınız, fakat bu gün dünyanızı dininizin önüne almış bulunuyorsunuz. Bunun arkasından siz öldürülen iki kişinin ortasında kaldınız. Bir kesim Sıffîn’de öldürüldü, onun için ağlayıp duruyorsunuz, diğer bir kesim Nehrevan’da öldürüldü, onun da intikamını almaya çalışıyorsunuz. Geri kalanlarınız ise zaten kaçıp gitmişlerdir. Ağlayanlarınıza gelince, onlar da bize isyan etmiş durumdalar. Biliniz ki Muaviye bizi hiç bir izzet ve şerefi ve adaletli yönü olmayan bir hususa çağırmıştır. Eğer ölümü tercih edecek olursanız hemen Muaviye’nin bu teklifini kesinlikle reddeder ve onu Allah’ın hükmü ve kılıçların ağzıyla hesaba çekeriz, eğer dünya hayatını tercih edecek olursanız o zaman da teklifini kabul eder, bu hususta rızanızı alırız.” Hasan’ın bu konuşması üzerine orada bulunanlar hepsi dört bir yandan bağırarak: “Biz hayatta kalmak istiyoruz, hemen barış yap!” demişlerdi.[260]

Hasan b. Ali yönetim işini tamamen Muaviye’ye devretmeyi ka­rarlaştırdığında da müslümanlara şöyle hitapta bulunmuştu: “Ey insanlar! Bizler sizin emirleriniz ve misafirleriniziz. Biz Yüce Allah'ın kendilerinden her türlü kötülüğü kaldırıp temizlediği peygamberimizin Ehl-i Beyt’iyiz.” Bu cümlesini mecliste ağlamayan ve ağlama sesi işitilmeyen kimse kalmayıncaya kadar tekrar edip durmuştu. Muaviye ile anlaşma yapmak üzere adamlarını göndererek bazı şartlar çerçevesinde yönetimden Muaviyenin lehine ayrılmıştı.[261] [262]

Muaviye, Kufe’ye geldiğinde Amr b. As ona Hasan’ın kalkıp müslümanlara bir hitabede bulunmasını ve kendi aczini ifade etmesini söyler. Muaviye, Kufe’de müslümanlara hitap ettikten sonra Hasan’ın da kalkıp konuşmasını emreder. Hasan Allah’a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle der: Ey insanlar! Yüce Allah bizim ilk müslüman olanlarımızla sizi hidayete erdirmiş ve sona kalanlarımızla da kanlarınızı dökülmekten korumuştur. Bu işin mutlaka sınırlı bir müddeti vardır ve dünya işleri sırayladır. Yüce Allah Rasulüne şöyle hitapta bulunmuştur: Bilinen gün belki de o (azabın ertelenmesi), sizi denemek ve bir süreye kadar yaşatmak içindir.'”233 Hasan bu sözleri söyleyince Muaviye ona oturmasını söyler ve Amr’a son derece kızarak bu saçma fikrin ona ait olduğunu söyler.[263]

Barışın Gerekçeleri

Hasan b. Ali’nin hilafeti Muaviye’ye devredip Medine’de sessiz bir hayat sürmeye başlamasından sonra Muaviye ile barış yapmasının nedenleri sorulmuş Hasan b. Ali şöyle cevap vermişti: “Dünya hayatını terk etmeyi tercih ettim ve Kufelilerin kendilerine asla inanılmayacak kimseler olduklarını ve onlara inanan kimsenin mutlaka yenilgiye uğradığını gözlemledim. Onlardan hiç birinin diğerine ne bir görüş konusunda ne de bir arzusunda benzediği görülmüştür. Onlar sürekli olarak ihtilaf halindedirler. Onların ne bir iyilikte, ne de bir kötülükte asla birlikleri yoktur. Babam onların yüzünden birçok konuda ıstıraplar çekmiştir.

Temenni ederim ki benim ayrılmamdan sonra, felaha ersinler. Kufe, şehirlerarasında en erken harap olacak olan şehirdir.”[264]

Kays b. Sa’d orduyu toparlama çabalarında başarılı olamayınca durumu Hz. Hasan’a bildirmiştir.[265] Kays’dan gelen mektup üzerine Hz. Hasan Kufelilere şu konuşmayı yapmıştır:

Ey İraklılar babam Ali’yi savaşa ve tahkime sizler zorladınız. Sonra kendisine muhalefet ettiniz. Sonra bana geldiniz ancak Muaviye gelince ileri gelenleriniz ona biat etti. Beni kendim ve dinim hususunda adatmayınız.[266] [267] [268] İbn A’sem’de konuşmanın içeriği şu şekildedir: Ey İraklılar sizin amacınız nedir. işte Kays ’ın mektubu, sizin ileri gelenlerinizin Muviye ’nin saflarına katıldığını yazıyor. Vallahi bu sizin tek kötülüğünüz değildir. Babamı tahkime zorlayanlar da sizlerdiniz. Sonra dediğinizi yapınca yine kendisine muhalefet ettiniz. Sizi ikinci defa Muaviye ile savaşmaya çağırınca bundan kaçındınız. Sonra ona, Allah’ın takdir ettiği şey oldu. Ondan sonra bana geldiniz. Bana itaat edip isyan etmeyeceğinize dair biat ettiniz. Biatınızı aldım ve bu doğrultuda hareket ettim, bu hareketimle neyi amaçladığımı Allah biliyor. Sonra vazgeçen yine sizler oldunuz. Ey İrakılar sizden çektiğim yeter. Bana dinim hususunda eziyet etmeyiniz. Ben Müslüman bir kimseyim hilafeti Muaviye ’ye bırakıyorum.28

Bağdadi Hz. Hasan’ın Medain konuşmasını şu şekilde aktarır: Ey İraklılar sizden şu üç şey yüzünden zarar gördüm. Babamı öldürdünüz, beni yaraladınız ve malımı yağma ettiniz. Hâlbuki sizler bana barış yapacağım kişiyle barış yapacağınız, savaşacağım kişiyle savaşacağınız konusunda biat etmiştiniz. Ben Muaviye ’ye biat ettim onu dinleyin ve ona itaat edin29

Askerleri tarafında ciddi bir şekilde yaralanan ve yalnız kalan Hasan b. Ali barış kararı almış ve minbere çıkarak Muaviye ile barış yaptığını açıklamıştır.[269]

Şevkani, Hz. Hasan’ın beraberindekilere güvenmemesi ve Müslümanların kanının dökülmesini istememesi nedenleriyle barış kararı aldığını savunmuştur.[270]

Yukarıdaki ifadeler Hz. Hasan’ın Sabat’ta yapmış olduğu konuşmanın aslında bir ihtimali dile getirdiğine, barış kararını yolda yaşanan olaylar ve ordusunda meydana gelen çözülmeler neticesinde aldığına dair ipuçları vermektedir. Ayrıca söz konusu konuşma Hz. Hasan’ın ruh halini gözler önüne sermektedir. Kufeliler ve kendisine güvendiği akrabaları tarafından ihanete uğramış olmanın vermiş olduğu kızgınlık ve kırgınlıkla daha önce bir ihtimal niteliği taşıyan barış düşüncesi netlik kazanmıştır.

Hasan b. Ali ise hilafet görevine pek de hevesli olmamıştır. Bu mevkiye kendisini Kufeliler oturtmuştur. Babasının bile muhaliflerine karşı mücadele ederken harekete geçirmekte zorlandığı Kufelilerle işinin zor olacağını biliyordu. Bunun yanısıra Mekke, Medine, Yemen gibi askeri ve ekonomik bakımdan pek de güçlü olmayan ve iç ve dış mücadelelerden bitkin düşmüş Kufe ile Muaviye’ye karşı koyma hususunda birtakım tereddütleri vardı. Ancak Kufelilerin bir kısmının yoğun ısrarları ve yakın akrabalarının mücadeleye devam etmesi konusundaki kararlılıkları mücadeleyi başlamadan bırakmasına engel olmuştur.

Muaviye ile savaşmayı istemese de ordu hazırlayıp Medain’e kadar gitmesinden savaşı gerçekten düşündüğü sonucuna ulaşabiliriz. Ancak yolda yaşananlar ve Ubeydullah b. Abbas gibi birinci dereceden bir yakınının saf değiştirmesi Hz. Hasan’ın ordusundaki çözülmeyi hızlandırmış kendi askerleri tarafından saldırıya uğraması durumun vehametini tecrübe etmesine neden olmuş ve önceden Kufeliler’e güvenmemesine rağmen Kufeliler ile müsbet bir sonuç elde edilemeyeceğini düşünmüş olmalıdr. Son yaşananlar kafasında bir ihtimal olarak bulunan barış düşüncesinin netlik kazanmasına neden olmuş olmalıdır.

Ubeydullah b. Abbas’ın saf değiştirmesi zaten isteksiz olan orduda ciddi yankı bulmuştur. Çünkü O Hz. Ali’nin amcasının oğluydu bu derece yakın bir ismin Hasan b. Ali’yi yüzüstü bırakması beraberinde 8 000 kişinin saf değiştirmesine neden olmuştur.

Bağdadi tüm zor koşullara rağmen Hz. Hasan’ın barış kararını tek başına almadığını ordusunun ileri gelenleri ile durumu istişare ettiğini ve bu istişare neticesinde Muaviye ile sulh yapmanın hem kendisi hem de ordusu için en doğru karar olduğu neticesine vardığını ve onunla anlaşma yapmak için harekete geçtiğini belirtir.[271]

Bağdadi’nin sözünü ettiği istişareyi aktaran İbnü’l Esir Hasan b. Ali’nin beraberindekilere şu konuşmayı yaptığını nakleder: Andolsun Şamlılar hakkındaki kanaatimiz değişmemiştir ve her hangi bir şüphe ve pişmanlık duyuyor da değiliz. Şamlılar ile selamet ve sabırla çarpışmaya devam ediyoruz. Ancak selamet sonunda büyük bir düşmanlığa dönüşecektir. Sabır daha şimdiden eleme dönüştü. Çünkü sizler Sıffin savaşına giderken dininizi dünyanızın önünde tutuyordunuz fakat ondan sonra sizler öldürülen iki kişi arasında kaldınız. Bir kısmınız Sıffin’de öldürüldü sizler onların intikamını almak istiyorsunuz. Geri kalanlarınız kaçıp gitmiştir. Ağlayanlarınız ise bize isyan etmiştir. Biliniz ki Muaviye bizi hiçbir izzet, şeref ve adalet yönü olmayan bir işe davet etmiştir. Eğer ölümü tercih edecek olursanız hemen Muaviye’nin bu teklifini reddeder. Ve onu Allah’ın hükmü ve kılıçlarımızın ağzı ile muhakeme ederiz. Eğer dünya hayatını tercih edecek olursanız bu hususta da fikrinizi alırız.” Hz. Hasan’ın bu konuşması üzerine orada bulunanların hepsinin bir ağızdan hayatta kalma isteklerini haykırdıklarını rivayet edilmektedir.[272]

Hasan b. Ali’nin yukarda yapmış olduğu konuşma neticesinde almış olduğu cevap arkasındaki desteği yitirdiğini ve Muaviye ile barış yapmaktan başka çaresinin kalmadığını gözler önüne sermektedir.

Hasan b. Ali’nin arkasındaki desteği yitirdiği için Muaviye ile barış yapmak zorunda kaldığını Sadece Sünni kaynaklar değil Şii kaynaklar da kabul etmektedir. Tabersi Hasan b. Ali’nin etrafında neredeyse hiç kimsenin kalmadığını ve böyle bir durum cereyan ederken Muaviye’nin barış teklifinde bulunduğunu dile getirir.[273] Aynı görüşü destekler mahiyette zikredilen başka rivayetler de mevcuttur. Hz. Hasan kuşatma altında iken Zeyd b. Vehb el- Cüheyni’nin kendisine bundan sonra ne yapmayı düşündüğüne dair yöneltmiş olduğu soruya Hz. Hasan şu şekilde cevap verir:

Vallahi benim için Muaviye ’nin bu insanlardan daha hayırlı olduğunu düşünüyorum. Bu insanlar benim taraftarım olduklarını iddia ediyorlar fakat beni öldürmeye çalışıyorlar, malımı yağmalıyorlar. Vallahi Muaviye ’den kendim ve ailem için eman alıp bu yolla canlarımızı ve mallarımızı kurtarmam bizim için daha hayırlıdır. Vallahi eğer Muaviye ile savaşacak olursam bunlar beni boğazımdan tutarak Muaviye ’ye kendi elleriyle teslim edecekler.195

Hasan b. Ali’nin hilafeti Muaviye’ye devrinden yıllar sonra Medine’ye gelenlerin hilafetten neden vazgeçtiğini sormaları üzerine Kufelilerin savaşmak istemediklerini belirtmesi Hasan b. Ali’nin Muaviye ile savaşmaktan vazgeçmesinin nedeninin ordusundaki çözülmeler ile yaşanan güç kaybı olduğunu kanıtlamaktadır.[274] [275]

Barışın Şartları

Barış görüşmeleri esnasında Abdullah b. el- Haris b. Abdulmuttalib Hasan b. Ali adına;[276]Abdullah b. Amir b. Kureyz ve Abdurrahman b. Semure ise Muaviye adına elçilik görevini yürütmüşlerdir.[277] Ya’kubi’ye göre Abdullah b. Amir’in yanında Muğire b. Şu’be ile Abdurrahman b. Ümmi’l-Hakem de bulunmaktaydı. [278]

Muaviye b. Ebi Süfyan ve Hasan b. Ebi Talib arasında yapılan barış antlaşmasına ilişkin farklı rivayetler mevcuttur. İleride ele alacağımız anlaşma maddeleri siyasi görüşlere paralel olarak farklılık arzetmekte ve karşıt siyasi görüşleri benimseyen grupların rivayetleri birbirleriyle çelişmektedir. Her grub Hasan b. Ali’yi farklı perspektifle okuduğundan kendi bakış açılarına ve zihinlerinde oluşturdukları Hasan b. Ali imajına uygun anlaşma şartlarının bulunduğunu iddia etmişlerdir.

Barış antlaşmasının şartları ile ilgili biri Muaviye b. Ebi Süfyan’dan Hasan b. Ali’ye diğeri ise Hasan b. Ali’den Muaviye b. Ebi Süfyan’a olmak üzere iki mektupta ayrıntıları ile Belazuri tarafından nakledilmektedir. Daha erken dönemde yazılmış olması dolayısıyla öncelikle Belazuri’deki rivayeti ele alacağız. Muaviye b. Ebi Süfyan tarafından Hasan b. Ali’ye yazılan mektubun metni şu şekildedir:

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla Muaviye b. Ebi Süfyan’dan Hasan b. Ali’ye. Ben seninle, benden sonra hilafetin sana geçmesi şartı ile anlaştım. Bu konuda Allah’ı ve Peygamber ’i aramızda kefil gösteriyor ve sana söz veriyorum. Sana karşı hiçbir entrika çevirmeyeceğim ve sana karşı düşmanlık yapmayacağım. Kim sözünden dönerse Allah’ın en şiddetli azabı onun üzerine olsun. Sana Beytü ’l-Malden her yıl 1 000 000 dirhem ile Fesa ve Darabcird haracını vereceğim. Şimdiden oraya görevlilerini gönderebilirsin. Abdullah b. Amir, Abdurrahman b. Semure, Muhammed b. Eş’as el-Kindi şahit olup, mektup h. 41 yılı Rebiulevvel ayında yazıldı. ”[279]

Belazuri, ikinci mektubun Hasan b. Ali tarafından Muaviye’nin kız kardeşinin oğlu Abdullah b. Haris b. Abdulmuttalib ile gönderildiğini ve bu mektupta kendisine biat edeceğini bildirdiğini nakleder.[280] Meclisi’ye göre bu mektubun Cündeb b. Abdillah el-Ezdi tarafından Muaviye’ye iletilmiştir.[281] Muaviye, Hasan b. Ali’ye altı mühürlü boş bir kâğıt gönderip yazacağı bütün şartlarının tarafından kabul edileceğini bildirmiştir.[282] Hasan b. Ali ise Muaviye tarafından gönderilen kâğıda şunları yazmıştır:

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Hasan b. Ali ile Muaviye b. Ebi Süfyan arasında Muaviye ’nin Allah’ın kitabı, Rasulünün sünneti ve Hulefa-ı Raşidin’in sireti üzere amel etmesi, kendisinden sonra veliaht tayin etmemesi ve kendisinden sonraki halifenin şura ile belirlenmesi, insanların malarına, canlarına ve ailelerine dokunmaması, Hasan b. Ali’ye karşı gizli veya açık herhangi bir entrika çevirmemesi ve Hasan b. Ali’nin dostlarından hiç birine hiçbir şey yapmaması şartlarıyla hilafeti teslim edeceğine dair yapılan anlaşmadır. Bu anlaşmaya Abdullah b. el-Haris ve Amr b. Seleme şahittir. ”[283]

Belazuri Hasan b. Ali tarafından yazılan mektup Muaviye’ye ulaşınca Muaviye’nin tüm şartları kabul ettiğini ve anlaşma neticesinde Kufe’de biraraya geldiklerini Hasan b. Ali’nin Muaviye’ye H.41 yılının Rebiulahir ayında biat ettiğini bildirir.[284]

Nuveyri ise Muaviye’den sonra hilafetin Hasan b. Ali’ye intikal etmesinden, Kufe Beytü’l-Mal’ındaki 5 000 000 dirhemin ve Darabcerd haracının Hasan b. Ali’ye verilmesinden ayrıca Hasan b. Ali’nin bulunduğu yerde babasına küfredilmemesinden bahseder.[285] İbn A’sem de Hasan b. Ali’nin Muaviye’den sonra hilafetin kendisine geçmesini şart koştuğunu aktarır.[286]

Şii müellif Meclisi, Hasan b.Ali’nin Darabcerd’in haracının kendisine verilmesi, Muaviye’nin Kur’an ve Sünnete uyması, hilafeti kendisinden sonra şuraya bırakması, Ali’ye sövülmemesi, her yıl kendisine 50 000 dirhem verilmesi ve herkese hak ettiği âtaların ödenmesi şartlarını öne sürdüğünü aktarır.[287]

Yukarıdaki şartlara ilave olarak Dineveri farklı şartların bulunduğunu belirtmektedir. Iraklılar’dan hiç kimseye hile yapılmaması, siyah beyaz herkese eman verilmesi, Ahvaz’ın yıllık haracının her yıl Hasan b. Ali’ye verilmesi, kardeşi Hüseyin’e 200 000 dirhem verilmesi, Haşimoğullarının âtalarda ve namazda Ümeyyeoğullarından öncelikli olması yukarıdaki şartlar dışında anlaşmada bulunan şartlardır.[288]

Şii müellif İsfehani ise, Hasan b. Ali Muaviye’den sonra hilafetin kendisine bırakılmasını, Kufe Beytü’l-Malında bulunan her şeyin kendisine verilmesini, adı belirlenen bir yerin haracının kendisine verilmesini ve buranın haracının her yıl kendisine gönderilmesini şart koşmuştur.[289]

Hasan b. Ali’nin Muaviye’den hilafeti devrinin karşılığında uymasını istediği şartlar miktarının beş milyon dirhem olduğu Kufe Beytü’l-Malının[290]ve Darabcerd bölgesinin haracının Hasan b. Ali’ye verilmesi,[291] Hz. Ali’nin lanetlenmemesi,[292] en azından Hasan b. Ali’nin babasının lanetlendiğini duymamasıdır.[293] Bunun yanısıra Muaviye hayattayken Hasan b. Ali’nin ona biat etmesi ancak ölümünden sonra Hasan b. Ali’nin hilafete geçmesi[294], kendisine beş milyon dirhem, kardeşi Hüseyin’e ise iki milyon dirhem ödenmesi[295] de anlaşma şartları arasında zikredilir.

Muaviye de Hasan b. Ali’ye Abdullah b. Amir ile Abdurrahman b. Semüre’yi gönderdi. Hz. Hasan da Kufe’deki Beytü’l-Maldan 5 000 000 dirhem alacağına dair bir şart ileri sürdü ve ayrıca Darabcerd’in haracının kendisine verilmesini ve kendisinin duyacağı şekilde Ali’ye sövülmemesini şart koştu. Eğer bu şartlarına uyulursa, halifelikten vazgeçeceğini ve idareyi Muaviye’ye bırakacağını, böylece Müslümanların kanlarının akıtılmasını önleyeceğini söyledi. Bu şartlar üzerinde barış antlaşması yaptılar ve yönetim bütünüyle eline geçmiş oldu. Hz. Hasan’ın bu girişimine kardeşi Hüseyin razı olmadı. Hasan’ı kınadı. Hasan, öncü kuvvetlerinin komutanı Kays b. Sa’d’a haber göndererek Muaviye’ye itaat etmesini ve emrini dinlemesini emretti. Ancak Kays b. Sa’d, bunu kabule yanaşmadı, hem kendisinin hem de Muaviye’nin emri dışına çıkarak kendisine uyan adamlarıyla birlikte bir tarafa çekildi. Sonra dönüp Muaviye’e yakın bir 317 zamanda biat etti.

Hasan b. Ali’nin şartlarını bildirmesini müteakip Muaviye b. Ebi Süfyan Abdullah b. Abbas ve Ubeydullah b. Semüre’yi Hasan b. Ali’ye göndererek şartlarını kabul ettiğini bildirdi. Abdullah b. Abbas ve Ubeydullah b. Semüre Alioğullarından Muaviye adına beyat aldı. Hüseyin b. Ali dışında herkes biat etti. Hasan’ın kardeşine kendisinin bu meselelerde daha deneyimli olduğunu biat etmesi gerektiğini söylemesi üzerine Hüseyin de kerahetle Muaviye’ye biat etmiş oldu.[296] [297] Anlaşmanın sağlanması üzerine Hasan b. Ali bir hutbe okuyarak şöyle dedi:

Ey Irak halkı Benim gönlümün ateşine soğuk sular dökünüz. Babam Ali ’ye sağlığında bunca aykırılıklarda bulundunuz. Ona bir gamsız gün geçirtmediniz. En sonunda onu öldürdünüz Bana da bu kadar zahmetler verdiniz. Üstüme saldırdınız. Beni yaraladınız. Yaram hala şifa bulup iyileşmedi. Malımı da yağma ettiniz. Ey Kufeliler siz Rasulün Ehl-i Beytine eza kıldınız ise Allah Teala kıyamet gününde bizimle sizin aranızda hâkimdir. Bizim imdadımıza yetişendir. Şu anda ben Muaviye ’ye beyat etmiş bulunuyorum. Sizin bana beyatınızdan bıktım usandım. Kimi dilerseniz ona beyat edin.[298]

Hasan b. Ali’nin Irak halkına hitabta bulunurken babası Ali b. Ebi Talib’i öldürmeleri, kendisine saldırmaları ve malını mülkünü yağmalamaları olmak üzere kendisine üç kötülük yaptıklarından bahseder.[299]

Şartların Değerlendirilmesi

Şia ve Ehli Sünnet Literatüründe Ortak Olan Şartlar

Hasan b. Ali’ye geçimini sağlayabileceği miktarda bir gelir sağlanması:

Tarihi kaynakların bir kısmı Hasan b. Ali’nin herhangi bir mal talebinde bulunmadığını zikrederken önemli bir kısmı miktarı farklı olsa da Kufe Beytü’l- Malından belirli bir miktarın yanısıra hangi bölge olduğu hususunda farklı rivayetler olsa da belirli bir bölgenin haracının kendisine verilmesini anlaşma şartları arasında zikreder. Bu nedenle rivayetlerin çokluğu göz ardı edilmezse hayatını idame ettirebileceği bir miktar istemiş olabilir ancak Muaviye’nin problemlere yaklaşım tarzı göz önünde bulundurulduğunda bu meblağın bizzat Muaviye tarafından teklif edilmiş olması daha kuvvetli bir ihtimaldir. Zira Muaviye’nin eli hilafet mücadelesi yolunda her zaman açık olmuştur. Pek çok kişiyi hediyelerle ve vaadlerle kendi safına çekmiştir. Her ne kadar Hasan b. Ali zayıf ve Muaviye ile askeri mücedelede yenilecek konumda olsa da Hasan b. Ali’nin Peygambere olan yakınlığı ve toplumdaki nüfuzu dolayısıyla kendisiyle savaşmayı göze alamamış olup barışın sağlanması için böyle bir teklifte bulunmuş olabilir.

Hasan b. Ali’ye ailesine ve taraftarlarına eman verilmesi:

Ehl-i Sünnet ve Şia’nın ittifak ettiği anlaşma şartlarından biri ise Hasan b. Ali’nin kendisi, ailesi ve Muaviye’ye karşı mücadelede yanında yer alan taraftarları için eman istemesidir. Anlaşma şartları içerisinde neredeyse ihtilaflı olmayan ve tenkit edilmeyen tek anlaşma şartıdır.

Şia ve Ehli Sünnet Literatüründe Ortak Olmayan Şartlar

Muaviye’den sonra hilafetin Hasan b. Ali’ye geçmesi:

Çalışmamızda anlaşmanın sağlanması esnasında biri Muaviye’den Hasan b. Ali’ye diğeri ise Hasan b. Ali’den Muaviye’ye olmak üzere iki mektubun metnini vermiş olduğumuz Belazuri’de her iki mektupta da Muaviye’den sonra hilafetin akıbeti gündeme gelmiştir. Bu mektupların ilkinde Muaviye’nin kendisinden sonra hilafeti Hasan b. Ali’ye devretmesi şartı ikinci mektupta ise Muaviye’nin kendisinden sonra veliaht tayin etmemesi ve kendisinden sonra yeni halife seçilmesi meselesini şuraya devretmesi şartları yer almaktadır. Buna benzer bir rivayet Nuveyri tarafından da nakledilmiştir.

Bu iki şartın gerçekliği ile ilgili soru işaretleri bulunmaktadır. Tarihi seyir anlaşma maddesini doğrular nitelikte değildir. Ayrıca kaynaklarda Muaviye’den sonra hilafetin durumuyla ilgili ilk bilgileri hicri ellili yıllarda meydana gelen hadiseler vermektedir. Bu dönemde Muaviye’nin Muğire b. Şube’nin telkinleriyle Yezid’i veliaht tayin etmeye karar verdiği, Yezid’e ilk olarak Muğire b. Şube tarafından Kufe’de beyat alındığı ve bu konuda valinin ciddi bir tepkiyle karşılaşmadığı nakledilir.[300] Mervan b. Hakem’in Medine’de Yezid’in veliahtlığını duyurmasıyla bu durumun ümmetin hayrını düşüreceği gerekçesiyle Abdurrahman b. Ebi Bekir, Hz. Hüseyin, Hz Aişe, Abdullah b.Zübeyr ve Abdullah b. Ömer tarafından tepki gösterilmiştir.[301] Ancak Hz. Hüseyin’in bu duruma, Muaviye ile kardeşi arasındaki anlaşma şartına aykırı olduğu gerekçesiyle tepki gösterdiğine dair herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Anlaşma maddelerinden biri olarak zikredilen Muaviye’nin kendisinden sonra veliaht tayin etmemesi maddesi yukarıdaki bilgiler ışığında değerlendirildirilmelidir. Şayet böyle bir madde anlaşma şartları arasında bulunsaydı Yezid’e beyat alınırken konunun gündeme gelmesi gerekirdi. Ancak Yezid’in hilafetine yöneltilen eleştiriler anlaşmaya sadık kalınmadığı gerekçesi etrafında değil de hilafetin saltanata dönüştürülmesiyle bu dönüşümden kaynaklanabilecek problemler ve Yezid’in bu işe ehil olmadığı gerekçeleri etrafında şekillenmiştir. Ancak mezhebi yaklaşımlar olayın farklı okunmasına neden olmuştur.

Ayrıca konuyla ilgili olarak Belazuri’de Süleyman b. Surad ve beraberindeki bir grubun Hasan b. Ali’yi anlaşmaya böyle bir madde koymadığı için suçladıklarına dair bilgiler mevcuttur.[302] Yukarıdaki bilgiler ışığında tarafların Muaviye b. Ebi Süfyan’dan sonra hilafetin akıbeti konusunu müzakere etmedikleri sonucuna ulaşmamızı sağlamaktadır. Bunun yanı sıra Hasan b. Ali’nin zihninde Muaviye’nin Yezid’i veliaht tayin edebileceğine dair herhangi bir kuşku oluştuğuna dair bir bilgi yoktur. Böylesi bir kuşkunun oluşması çok düşük bir ihtimaldir. Nitekim İslam öncesi kabile reisi seçiminde böyle bir uygulama bulunmadığı gibi İslamiyetten sonra da böyle bir sistem kullanılmamıştır.

Dolayısıyla Hz. Hasan’ın Muaviye’den şüphelenerek böyle bir şart koydurmuş olabileceği akılcı bir açıklama değildir. Söz konusu madde Şii temayülle tarihin geriye dönük olarak yeniden yapılandırılmasının ilk örneklerinden biri olabilme potansiyeline sahiptir.

Yukarıdaki rivayete bakıldığında Belazuri’de birbiriyle çelişen iki rivayet olduğu görülmektedir. Muaviye’nin Hasan b. Ali’ye yazdığı mektupta hilafetin kendisinden sonra Hasan b. Ali’ye geçmesi şartıyla anlaştığını belirten rivayetin yanısıra Hasan b. Ali’nin Muaviye’ye yazdığı mektupta kendisinden sonra veliaht tayin etmemesini şart koştuğu bilgisini veren müellif bunun yanısıra anlaşmaya böyle bir madde koydurmadığı için Hasan b. Ali’nin Süleyman b. Surad tarafından suçlandığını nakleder.

Fesa ve Darabcird’in haracının Hasan b. Ali’ye verilmesi:

Belazuri, Fesa’nın haracının Hasan b. Ali’ye verilmesi şartının anlaşma şartları arasında bulunduğunu nakletmiştir.[303] Fesa, Fars bölgesinin önemli şehirlerinden olup İsfehan’ın birkaç katı büyüklüğünde idi. Fesa kenti ve çevresinde bol miktarda tarım yapılmakta idi çünkü bölgede zengin su kaynakları bulunmakta idi. İkliminin elverişli olması nedeniyle sıcak bölgelerde yetişen meyvelerin yanında soğuk bölgelerde yetişen meyveler de yetişmekteydi. Aynı bahçede farklı iklimsel koşullar gerektiren üzüm, incir, ceviz, narenciye gibi meyveleri görmek mümkündü.[304]

Himyeri ise Fesa’yı Şiraz ile karşılaştırarak Fesa’nın havasının Şiraz’dan daha güzel olduğunu pazarlarının daha canlı olduğunu söylemektedir. Ona göre Fesa’nın ekonomisi tarıma dayanmaktadır. Fesa’da yaş sebze ve meyve, hububat, tuz, ceviz, ayva, turunç ve iyi cins şeker kamışı üretilmekteydi.[305]

Darabcerd ise geniş tarım alanlarına sahip olmakla birlikte ayrıca bol miktarda maden yataklarına da sahip bir bölgeydi.[306]

Yukarıdaki bilgilerden yola çıkarak adı geçen bölgelerden yüksek miktarda harac geliri elde edildiği sonucuna varmak mümkündür. Hasan b. Ali’nin söz konusu bölgelerin haracını istediğiyle ilgili elimizde net veriler bulunmamakla birlikte böyle bir talepte bulunmuş olsa bile Muaviye’nin, ordusu dağılmış etrafında kalan küçük bir birlik ile kendisine karşı başarılı olması mümkün olmayan muhatabına yüksek gelirli bölgelerin haracını vermeyi kabul etmiş olması ve hatta bunu teklif etmiş olması son derece düşündürücüdür.

Darabcerd bölgesinin haracı Basralılar tarafından “Burası bizim feyimizdir.” denilerek Hasan b. Ali’ye verilmemiştir. Basralıların Muaviye’nin teşviki ile Darabcerd’in haracını vermedikleri nakledilir.[307] İbn Kesir ise Muaviye’nin teşvikinin bulunmadığını Basralıların Darabcerd’in haracını vermek istememeleri üzerine, Muaviye’nin buna bedel olarak yıllık altı milyon dirhem vermeyi taahhüt ettiğini ve her yıl bu parayı verdiğini bunun yanında ölünceye kadar birtakım hediyeler verdiğini nakleder.[308]

Basralıların haracı Muaviye’nin teşviki ile Hasan b. Ali’ye vermek istemedikleri rivayetiyle zıtlık arzeden Basralıların haracı vermek istememesi üzerine Muaviye’nin bedel ödediği rivayeti ve buna benzer rivayetler müelliflerin mezhebi yaklaşımlarının ürünü olan rivayetlerdir. İktidarı ele geçirmek için savaşmaktan çekinmeyen Muaviye bir kesim tarafından dozu yüksek eleştirilere muhatap olunca diğer bir kesim savunma psikolojisi içerisine girerek Hasan b. Ali’nin Peygamber torunu imajını koruma ve Muaviye b. Ebi Süfyan’a yöneltilen eleştirilerin bir kısmını göğüsleme misyonunu yüklenmiştir.

Şii müellif Meclisi, Hasan b. Ali’nin Darabcerd’in haracını istediğini kabul etmekle beraber bunu Cemel ve Sıffin savaşlarında vefat edenlerin ailelerine yardım amacıyla istediğini savunur.[309] Ancak söz konusu bölge Ali b. Ebi Talib’in elinde iken neden böyle bir uygulamanın hayata geçirilmediği soru işareti olarak karşımızda durmaktadır. Nitekim babası döneminde olaylar daha sıcak olduğu için böylesi bir uygulamanın daha etkili olacağı bilinen bir gerçektir. Ayrıca kaynaklarda elde edilen paranın ne için kullanılacağı ile ilgili anlaşma şartlarında net bir bilgi yoktur. Konu ile ilgili açıklamalar birer yorum niteliği taşımakta ve mezhebi yaklaşıma göre farklılıklar arzetmektedir.

Muaviye’nin her işinde Hasan b. Ali’ye danışması:

Hasan b. Ali’nin hem Muaviye’ye biat etmesi hem de ona itaat etmeyip onun kendisine itaat etmesini şart koşması akla aykırıdır. Bu madde mücadeleyi kaybedenlerin değil olsa olsa mücadelede başarılı olanların öne sürebileceği bir şarttır. Tarihi gerçeklere aykırı ve mübalağalı bir iddiadır.

Kufe Beytü’l-Malındaki paranın Hasan b. Ali’ye verilmesi:

Hasan b. Ali’nin ordusunun dağıldığına, çevresinde sayılı kişilerin kaldığına dair rivayetler göz önünde bulundurulduğunda böyle bir talepte bulunması abartılı bir rivayet izlenimi yaratmaktadır. Zira barış yapmaktan başka çaresi kalmamış olan birinin ancak güçlü bir muhalifin ileri sürebileceği şartlar koşması mantıklı bir izah gibi görünmemektedir. Bunun yanı sıra zühdü ve takvasıyla temayüz etmiş Hasan b. Ali’nin kendi menfaati için Müslümanların genelinin hakkının bulunduğu Beytü’l-Mal gelirlerinin kendi istifadesine sunulmasını talep etmesi kabul edilebilir değildir.

Ali b. Ebi Talib’e küfredilmemesi:

Muaviye’nin Hasan b. Ali’nin ileri sürdüğü şartları kabul etmesine rağmen Ali b. Ebi Talib’in lanetlenmemesi konusundaki ahdini yerine getirmediği nakledilir.[310] Ali b. Ebi Talib’in lanetlendiğine dair tarih kitaplarında pek çok rivayet bulunmasına rağmen Muaviye’nin ölmüş birine lanet okutarak neyi amaçladığı sorusu cevapsız bırakılmıştır. Muhaliflerini bertaraf etmek için öncelikli olarak onlara yumuşak davranarak onların gönüllerini almayı tercih eden Muaviye b. Ebi Süfyan’ın yönetimi ele geçirmişken İslam toplumunun büyük bir kısmını tahrik edecek ve yönetimi için tehdit oluşturabilecek birtakım olaylara sebep olması kuvvetle muhtemel olan böylesi bir faaliyet içinde bulunması izah edilebilir nitelikte değildir.

Şii ve Sünni kaynakların ortak şartlar dışında birbirinden farklı şartlar sıraladığı görülmektedir. Farklı şartlar tahlil edildiğinde müelliflerin yakın olduğu mezhebi çizgiyle söz konusu şartların paralellik arzettiği görülmektedir.

Muaviye’nin kendisinden sonra veliaht tayin etmemesi hilafet seçimi işini Şura’ya bırakması:

Muaviye’nin Hasan b. Ali ile anlaşma yaptığı esnada kendisinden sonra veliaht tayin etmeyi düşündüğüne dair her hangi bir bilgiye sahip değiliz. Tarihi verilere göre Muaviye kendisinden sonra veliaht tayin etme düşüncesinde değildi. Veliahtlık meselesini gündeme getiren kişi Muaviye’nin azledip yerine Said b. el- As’ı atamayı düşündüğü Kufe valisi Muğire b. Şu’be’dir. Muğire b. Şu’be’nin bu teklifi ile valilik görevini garanti altına almayı hedeflediğine dair rivayetler mevcuttur.[311] Muaviye’nin oğlu Yezid’e biat almak için hicri 50. yılda Medine’ye geldiği, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ca’fer, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr’e Yezid’i halife tayin etmeyi düşündüğünü bildirmesi üzerine ismi geçen şahısların ciddi muhalefette bulunarak Hasan ve Hüseyin’in bu işe daha layık olduklarını söyledikleri nakledilir. Muaviye’nin bunun üzerine Şam’a döndüğü Yezid’in veliahtlık meselesinin hicri 51. yıla kadar gündeme gelmediği nakledilir.[312]

Yukarıdaki bilgiler ışığında Yezid’in veliahtlığı meselesi gündeme geldiğinde Hasan b. Ali’nin yaşadığı görülmektedir. Şayet Muaviye-Hasan antlaşmasında Muaviye’nin kendisinden sonra veliaht tayin etmemesi şartı yer almış olsaydı, bu konunun gündeme gelmesi gerekirdi. Ancak Muaviye’ye muhalefet edenlerin bu konudan bahsetmedikleri görülmektedir.

Hilafet Müddeti

Hasan’ın Muaviye ile barış yapmasını müteakip Muaviye, 41. sene Rebiulevvel ayının bitimine 5 gün kala Kufe’ye girdi.[313] Hasan b. Ali’nin hilafet müddeti altı aydı.[314] Ya’kubi hilafetinin iki ay veya dört ay sürdüğüne dair iki farklı rivayet nakletmiştir.[315] [316] Hasan b. Ali’nin hilafet müddeti onun yönetimi Muaviye’ye Rebiülevvel ayında devrettiğine dair rivayete göre beş buçuk ay; yönetimi Rebiülahir ayında devrettiğine dair rivayete göre altı küsur ay ve Cemaziyülevvel ayında devrettiğine dair rivayet göre ise yedi küsur ay 337 sürmüştür.

Rasululah’ın “Hilafet benden sonra otuz yıldır. Ondan sonra saltanata dönüşecektir.”[317] hadisinden yola çıkarak ilk dört halifenin hilafet süreleri hesaplanmış, Hasan b. Ali’nin hilafetinin otuz yıllık süreye dâhil olup olmadığı tartışılmıştır. Hz. Peygamber h. 11. yılın Rebiulevvel ayında vefat etmiştir. Hz. Hasan da h. 41. yılın Rebiulevvel ayında hilafetten Muaviye lehine çekilmiştir. Bu aradaki süre otuz yıldır. Hadisin beyan ettiği süreye Hz. Hasan’ın halifeliği de dâhil olmaktadır.[318]

Medineye Yerleşmesi ve Sükûnet Dönemi

Muaviye ile yapılan barış neticesinde hicri 41 yılında umumi beyatın sağlanmasını müteakip Hasan b. Ali, Medine’ye gitmek üzere Kufe’den ayrıldı. Yanında kardeşi Hüseyin, diğer kardeşleri, amcaoğulları ve Abdullah b. Ca’fer vardı.[319]

Hasan b. Ali hilafeti Muaviye’ye devrettikten sonra Medine’ye gitmek için yola çıktığında, yeni halife kendisine haber göndererek onu Hariciler ile savaşa göndermek istemiş ancak Hz. Hasan, Muaviye’nin bu isteğine karşı çıkmıştır.[320] Belazuri, Hasan b. Ali’nin Muaviye’nin teklifine karşı çıkarken, “Seninle savaşmak caiz iken, Ümmetin maslahatı ve aralarındaki bağlılığı korumak için savaşmaktan vazgeçtiğim halde senin yanında savaşmamı nasıl beklersin!” dediğini kaydeder.[321]

Muaviye ile anlaşarak Medine’ye geldikten sonra, orada darlık ve zorluk görmediği gibi zenginlik ve sehavet üzerine yaşayarak bol miktarda etrafa dağıtmış, tasadduk etmiştir. [322]

Vefatı

Hz. Hasan’ın vefatının eşinin zehirletmesi ile gerçekleştiğine dair birtakım rivayetler mevcuttur. Buna göre Hasan b. Ali’nin eşi Eş’as b. Kays’ın kızı Ca’de bnt. Eş’as’a, Muaviye veya oğlu tarafından haber gönderilerek Hasan’ın zehirletilmesi karşılığında Yezid ile evlendirileceği vaad edilmiştir.[323] Tarihi kaynaklarda olayın devamıyla ilgili olarak, Ca’de’nin, eşi Hasan b. Ali’yi zehirlettiği ancak Muaviye’nin Rasulullah’ın oğlunun emin olmadığı birinden Yezid’in de emin olamayacağı gerekçesiyle vaadini yerine getirmediği ancak bu hizmeti karşılığında kendisine 1000 dirhem verdiği bilgisi yer alır.[324]

Hasan b. Ali anlaşmadan sonra Medine’ye gitti orada on sene ikamet etti, hicri ellinci senede Safer ayının bitimine iki gün kala kırk yedi yaşındayken

Rabbine kavuştu. Karısı Ca’de bnt. Eşas b. Kays tarafından zehirletildi. Ca’de’ye bu işi yapmasını Muaviye b. Ebi Süfyan salık verdi ve bu işi yapması karşılığında onu oğlu Yezid’le evlendireceğini vaad etti ayrıca yüz bin dirhemi Cade’ye ulaştırdı, Cade onu zehirledi. Hasan b. Ali dört gün hasta yatağında yattı. Kardeşi Hüseyin’e kendisini yıkamasını, kefenlemesini ve ninesi Fatıma bnt. Esed b. Haşim b. Abdimenafın yanına defnedilmesini vasiyet etti.[325] [326]

Muaviye Mervan b. Hakem’i, Hasan b. Ali’nin eşlerinden biri olan Eş’as b. Kays el-Kindi’nin kızı Ca’de ile görüşüp Hasan b. Ali’yi zehirletmesini sağlamak üzere görevlendirdi. Ca’de’ye bu hizmetine karşılık Hasan’ın ölümünden sonra Yezid’le evlendirileceği vaat edildi ve peşin olarak da bin dirhem para verildi. Eş’as b. Kays Müslümanlığı kabul ettikten sonra irtidat etmiş ancak şartların zorlamasıyla tekrar Müslüman olmuştur. Ca’de de böyle bir kimsenin kızı olması hasebiyle, bu görevi kabul etmeye yatkın bir karaktere 1 • .• 347

sahipti.

Yukarıdaki rivayet Ca’de bnt. Kays’ın eşini zehirlemesinden babasını sorumlu tutan zihniyetin oluşmasında Mezhebi yaklaşımın ne derece etkili olduğunun kanıtıdır.

Muaviye Hasan b. Ali’nin eşi Ca’de bnt. Eş’as b. Kays’a 100 000 dirhem para vereceği ve onu Yezid’le evlendireceği vaadiyle Hasan b. Ali’yi zehirletmiştir. Vaad ettiği parayı göndermiştir. Ancak diğer vaadi hususunda, “Yezid’in hayatı bizim için değerli bu nedenle verdiğimiz sözü yerine getiremeyeceğiz.” demiştir.[327]

Mervan’ın habercisi, Muaviye’ye Hz. Hasan’ın zehirlenerek öldürülmesi planının başarıyla gerçekleştiği haberini verdi ve şöyle dedi: “Hasan’a hayret ediyorum. Medine yakınlarından bir kuyu olan Rume suyuna karıştırılmış bal şerbetini içti ve can verdi. Muaviye sevincini daha fazla gizleyemedi. O sırada yeşil sarayda bulunuyordu. Yüksek sesle tekbir getirdi. Saray halkı da yüksek sesle tekbir getirdiler. Mescittekiler de tekbir sesini duyunca hep bir ağızdan; “Allahu ekber” dediler. Karaza b. Amr b. Nevfel b. Abdumenafın kızı ve Muaviye’nin karısı Fahite odasından çıktı ve şöyle dedi: “Allah seni sevinçli kılsın, ey Emir’ül-Müminin! Ne haber aldın ki bu kadar seviniyorsun?” Muaviye, Hasan b. Ali’nin ölüm haberini aldım dedi. Fahite, Inna lillahi ve inna ileyhi raciun... dedi. Ağlayarak şunları söyledi: Müslümanların serveri ve Peygamber’in kızının oğlu dünyadan ayrıldı. Muaviye şöyle dedi: Ne kadar yerinde ve doğru bir iş yaptın. O gerçekten senin söylediğin gibiydi. Onun için ağlamaları daha yerindedir .[328]

Muaviye Hasan b. Ali’nin ölüm haberini aldığında yanında Abdullah b. Abbas bulunuyordu. Muaviye sevinçle “Hasan b. Ali öldü, ey Abbasın oğlu!” dedi. İbn Abbas şöyle dedi: İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. Allah’a yemin ederim ki, onun bedeni senin kabrini doldurmayacak ve onun ölümü senin ömrünü uzatmayacaktır. O senden daha iyi olduğu halde vefat etti. O hayra ulaştı sen ise şerrinle kaldın,” dedi. Rivayetin devamında Muaviye, Hasan b. Ali’nin ölümünün Abdullah b. Abbas’ın işine yaradığı imasında bulunarak Abdullah b. Abbas’a kavminin ileri geleninin artık kendisi olduğunu söyler. Ancak Abdullah b. Abbas, Hüseyin b. Ali dururken böyle bir şeyin asla söz konusu olamayacağını söyler.[329]

Konu ile ilgili farklı bir rivayette ise İbn Abbas Hz. Peygamber’i kastederek Hasan’ın vefatıdan önce daha büyük acılar yaşadıklarını ancak Allah’ın sonrakilerle kendilerini teselli ettiğini içeren etkili bir konuşma yapar. Mecliste bulunan herkes bu konuşmanın etkisi ile ağlar. Muaviye bir süre sessizlikten sonra İbn Abbas’a Hasan’dan sonra kavmin büyüğünün kendisi olduğunu söyler ancak İbn Abbas, Hüseyin yaşadığı sürece böyle bir durumun söz konusu bile olmayacağını ifade eder. Hasan b. Ali’nin ölümüne Muaviye’nin mal teklif etmesi sonucu karısı Ca’de bnt. Eş’as b. Kays’ın sebep olduğu nakledilir. Ayrıca karısının adının Şe’sa, Sekine veya Aişe olduğuna dair rivayetler bulunsa da en sahih olanı Ca’de’dir.[330]

Muaviye’nin, Hasan b. Ali’nin vefatına sevinmesi ve özellikle de sevincini dışa vurması ile ilgili rivayetler beraberinde cevaplandırılması gereken birtakım soru işaretleri doğurmaktadır. Muaviye’nin Hasan b. Ali’yi kendisi veya ileride halef tayin edeceği oğlu için tehlike olarak görmüş olması ve bu nedenle onu zehirletmiş olması mantıklı bir izah olarak görünmemektedir. Nitekim hilafet konusunda Hasan b. Ali’den çok Hüseyin b. Ali’nin radikal tavrı düşünüldüğünde Muaviye için asıl tehlike Hüseyin b. Ali olmalıdır. Zira ağabeyini hilafeti Muaviye’ye devrettiği için en çok eleştiren,[331] Muaviye’nin Yezid’e biat alması konusuna muhalefet eden ve Muaviye’ye bu hususta en çok sıkıntı çıkaran kişilerden biri Hüseyin b. Ali idi.[332]

Muaviye’nin Hasan b. Ali’nin vefat haberi geldiğinde sevinç gösterilerinde bulunması akılla izah edilebilecek nitelikte değildir. Şayet Hasan b. Ali’yi zehirleten Muaviye idiyse insanların kendisinden şüphelenmemesi için sevincini dışa vurmaması daha yerinde bir davranış olurdu.

Bunun yanısıra olay yukarıda nakledildiği şekilde gerçekleştiyse Muaviye böyle davranarak Abdullah b. Abbas’ın nabzını ölçerek gerek kendisinin gerekse Haşimoğullarının hilafet hususunda herhangi bir ümitlerinin bulunup bulunmadığını öğrenmek istemesi zayıf bir ihtimal olmakla birlikte Muaviye gibi kurnaz bir adam için muhal değildir.

Muaviye, Hasan b. Ali ile yaptığı antlaşma neticesinde dileğine ulaştığından Hasan b. Ali’yi öldürmesi için her hangi bir sebebi kalmadığına dair bir çıkarımda bulunulabilir. Çünkü Hasan b. Ali antlaşmadan sonra Medine’ye yerleşerek yönetim işinden uzak sakin bir hayat yaşamıştır. Buna rağmen Hasan b. Ali’nin zehirletilerek öldürüldüğüne dair rivayetlerin çokluğu ve arkaplanda yaşanmış ancak günümüze ulaşmamış ya da karanlıkta kalmış olabilecek olaylar kesin bir kanıya ulaşmamızı engellemektedir. Konuyla ilgili olarak Hasan b. Ali’nin hilafeti devrederken Muaviye’den her sene yüklü miktarda para alma şartını koştuğu, Muaviye’nin zamanla Hasan’a ve akrabalarına para vermekten sıkıldığı bu sebeple öldürtmüş olabileceğine dair birtakım spekülasyonlar da mevcuttur.

Cabir b. Abdillah, Hasan b. Ali’nin vefat ettiği güne şahit olduk, Hüseyin b. Ali ile Mervan b. Hakem arasında nerdeyse savaş çıkacaktı. Hasan kardeşine kendisini Rasulullah’ın yanına defnetmesini ancak kan dökülmesi gibi bir durum söz konusu olursa Baki’ye defnetmesini vasiyet etmişti. Mervan o zaman Medine valiliğinden azledilmişti böyle davranarak Muaviye’yi memnun etmeyi amaçlamaktaydı. O gün Hüseyin b. Ali’ye, “Allah’tan kork, kardeşin böyle olmasını istemezdi. Onu Baki’ye annesinin yanına defnet dedim.” O da öyle yaptı.[333]

Hz. Hasan hastalığı esnasında Hz. Peygamberin yanına gömülmesini vasiyet etmiş ancak bunun bir fitneye sebep olması halinde Baki mezarlığına defnedilmesini istemişti. Hatta Hz. Hasan vefatından önce Hz. Aişe’ye haber göndererek, Rasulullahın yanına gömülmesine izin verilmesini istemiş Aişe de bunu kabul etmişti. Hz. Peygamber’in yanına gömülmesine o zaman Medine’de bulunan Mervan b. Hakem liderliğindeki Emeviler karşı çıkmışlar ve Ümeyyeoğulları ile Haşimoğulları arasında savaş çıkmasına ramak kala Ebu Hüreyre’nin müdahalesi üzerine kavgadan vazgeçilerek, Hz. Hasan’ın naşını Baki mezarlığına defnetmişlerdi.[334]

Hüseyin b. Ali’nin etrafında toplanan kalabalık bir halk kitlesi vardı. Dediler ki: “Bizi Mervanoğullarıyla baş başa bırak, vallahi onlar bizim karşımızda çok güçsüz ve zayıftırlar.” Bunun üzerine Hüseyin şöyle dedi: “Kardeşim onun için bir damla bile kan dökülmemesini vasiyet etmiştir.” Hasan’ı Baki’ye defnetti. Vefat ettiğinde kırk yedi yaşındaydı.[335]

Onu defalarca zehirlemişlerdir, son defasında tehlikeyi hissedince kardeşi İmam Hüseyin’e; “Ben yakında senden ayrılıp Rabbime kavuşacağım. Bil ki, beni zehirleyip ciğerlerimi pare pare yaptılar. Ben bunu kimin yaptığını biliyorum ve Allah’ın huzurunda buna sebebiyet vereni şikâyet edeceğim.” dedi. Sonra buyurdu ki: “Beni Rasulullah’ın yanı başında toprağa ver. Çünkü ben ona ve onun evine herkesten daha evlayım; fakat eğer buna engel olurlarsa, seni Allah’a yakın kılan bağın hakkına ve Rasulullahla olan yakın akrabalığın hürmeti hakkına, benim için bir damla kan bile dökülmesine engel ol. Bırak da Rasulullaha kavuşalım, onun huzurunda düşmanları şikâyet edelim ve halkın zulmünü ona anlatalım.” Daha sonra ailesi, evlatları ve kendisinden geriye bıraktığı şeyler hakkında ona gerekli tavsiyelerde bulundu ve ona babası Ali’nin vasiyet ettiği şeyi vasiyet edip onun kendisinden sonraki halife olduğunu halka bildirdi. Hicretin 49. yılında da, safer ayının onyedinci günü şehit oldu.[336] Mesudi zehirletildikten sonra üç gün yaşadığını nakleder.[337]

Hasan b. Ali 55 yaşındayken zehirlenerek vefat etmiş ve Baki mezarlığına annesi Fatıma bnt. Rasulullah’ın yanına defnedilmiştir.[338] Vefat ettiğinde 46 yaşındaydı.[339]

Ya’kubi, Hasan b. Ali’nin vefat tarihi ile ilgili iki rivayet nakleder. Rivayetlerden birine göre Hasan b. Ali h. 49. senenin Rebiulevvel ayında diğerine göreyse h. 49. yılın Şevval ayında vefat etmiştir.[340] Ca’fer es-Sâdık Hasan b. Ali’nin vefat ettiğinde 47 yaşında olduğunu söylemiştir. Zehebi bu bilginin yanı sıra Hasan b. Ali’nin vefat ettiğinde 58 yaşında olduğuna dair rivayetin açık bir yanlış olduğunu söylemektedir. [341]

Muaviye’nin hicri 50. senede Yezid’e biat almak için Medine’ye gittiğinde Hasan b. Ali’nin yaşadığına işaret eden rivayetler[342] Hasan b. Ali’nin h. 50. seneden sonra vefat ettiği sonucunu doğurmaktadır. Hicretin 2. yılında doğduğu rivayeti[343] esas alındığında vefat ettiğinde en az 47, 3. yılında doğduğu rivayeti[344] esas alındığında ise en az 48 yaşında olması gerekmektedir.

Hasan b. Ali’nin vefatı yaklaştığında Hüseyin’i çağırarak şöyle dedi: “Ey kardeşim artık senden ayrılıyorum ve Rabbime kavuşuyorum, ben zehirletildim. Beni zehirleyeni biliyorum onu Rabbime havale ediyorum. Ruhumu teslim ettiğimde beni sen yıka, kefenle ve beni tabutun üzerinde taşıyarak dedem Rasulullah’ın kabrine götür ki onunla sözleşmemi yenileyeyim, sonra beni ordan annem Fatıma’nın kabrine götür ve oraya defnet. Ey annemin oğlu göreceksin ki bir grup sizin beni dedem Rasulullah’ın yanına defnetmek istediğinizi zannedecek ve sizi bundan nehyetmek için toplanacaklardır. Benim için bir damla bile kan dökmemeni istiyorum.” Sonra ailesini ve çocuklarını ve malını Hüseyin’in gözetimine bıraktı, kendi yokluğunda kimin Mü’minlerin emiri olacağını vasiyet etti. Vefat edince Hüseyin onu yıkayıp kefenledi ve tabutun üstünde taşıdı,

Mervan ve Beni Ümeyye Rasulullahın yanına defnedileceğini zannederek toplanıp silahlandılar. Hasan b. Ali’nin defni esnasında Hz. Aişe kül rengi bir katıra binerek geldi ve evine hiç kimsenin gömülmesine müsaade etmediğini söyledi Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir’in Aişe’nin yanına giderek dedi ki: “Halacığım! Biz henüz kızıl deve olayından kurtulmamışken, şimdi de kül rengi katır olayını mı buna eklemek istiyorsun!'” Bu söz üzerine Aişe geri döndü.[345] [346]

İdeolojik yaklaşımların ürünü olan bir olay hakkındaki farklı rivayetler bazen aklın ve mantığın sınırlarını zorlayacak raddeye vardırılmıştır. Bunlardan biri Mesudi’ye nispet edilen İsbatu’l-Vasiye adlı eserde Hasan b. Ali’nin vefatını müteakip yaşanan olaydır. “Hüseyin, Aişe’nin (Hasan’ın dedesinin yanında defnedilmesine müsaade etmemesi üzerine) kendisine gitti ve talakını verdi. Çünkü Rasulullah vefat ettikten sonra eşlerini boşama yetkisini Emiru’l- Mü’minin’e vermişti. O da öldükten sonra bu yetkiyi Hasan’a; Hasan ise kendisinden sonra Hüseyin’e devretmişti. Rasulullah şöyle buyurmuştu: Eşlerim arasında kıyamet günü beni göremeyecek olanlar talakları benden sonraki vasilerim tarafından verilenlerdin"''6

Söz konusu rivayet kendi görüşünü haklı çıkarma iddiasının en uç örneklerinden birini teşkil etmektedir. Bu ve buna benzer rivayetler mezhebi yaklaşımın ürünü olduğunu kolayca hissettirirken daha mutedil rivayetler, doğru ile yanlış olanı ayırma noktasında sıkıntı yaşatmaktadır.

Ümeyyeoğullarının Hasan b. Ali’nin dedesinin yanına defnedilmesini engellemek istemelerinin sebepleri arasında Haşimoğullarının bu konuda kendilerine öncelenmesinden rahatsızlık duymaları zikredilebilir. Hasan b. Ali, Hz. Peygamber’in yanına defnedilirse insanların zihninde oluşabilecek ve Ümeyyeoğullarını rahatsız edebilecek ihtimallerin önüne geçilmek istenmiş olabilir. Muaviye ile yaşadığı sorunda Hasan’ın haklı olduğu ve Peygambere olan yakınlığı vurgulanabilir düşüncesiyle engellenmiş olabilir. Bunun yanısıra defnedilmesi esnasında yaşanan problemlerde Muaviye’nin etkin olmadığı, Muaviye’ye yaranmak isteyen kimselerin bunu engellemeye çalıştığına dair rivayetler de göz ardı edilmemelidir.

Hasan b. Ali ölüm döşeğindeyken kardeşi Hz. Hüseyin’e Rasulullah’ın yanına gömülmesini çünkü buna en çok layık olanın kendisi olduğunu ancak bundan men edilmesi durumunda kendisi için tek bir damla kan bile dökülmesini istemediğini vasiyet etmiştir.[347]

Hasan b. Ali ölümü yaklaştığında Hüseyin b. Ali’ye şöyle der: “Ey Kardeşim, Rasulullah vefat ettiğinde babamız bu işe niyetlendi ancak Allah nasip etmedi. Ebubekir vefat ettiğinde tekrar niyetlendi ancak ona değil Ömer’e nasip oldu. Ömer vefat ettiğinde işi Şu’ra’ya havale etti. Bu kez hilafetin kendisine geçeceğine dair her hangi bir şüphesi yoktu. Ancak yine ona değil Osman’a nasip oldu. Osman öldürüldüğünde ona biat edildi. Sonra toplumda ihtilaf oldu öyle ki iş kılıcını çekip hilafeti talep etmeye kadar vardı. Babamız bu işten bir hayır görmedi. Vallahi ben Allah’ın biz Ehl-i Beyt’inde nübüvvet ve hilafeti birleştirmeyeceğini düşünüyorum. Bunun Kufelilerden aklı kıt bazı kimseler seni nasıl hafife alacaklar bilmiyorum seni çıkaracaklar...” Hasan b. Ali tecrübesiyle kardeşini hilafet konusunda uyarmış, Kufelilere güvenmemesi gerektiğini öğütlemiştir. Konuşmasının devamında Aişe’den evine defnedilmek için izin istemiştim bana evet demişti Ancak ben ölünce sen tekrar sor belki yüzüme karşı hayır demeye utanmıştır. Bir grubun buna karşı çıkacağını düşünüyorum eğer seni bundan men ederlerse beni Baki’ye defnet.” demiştir.[348]

Vefat edince Aişe’ye tekrar sorulmuş o da olumlu cevap vermiştir. Ancak durumdan haberdar olan Mervan, “İkisi de yalan konuşmuş, onlar Osman’ın defni konusunda sorun çıkardılar şimdiyse Hasan’ı Aişe’nin evine defnetmek istiyorlar, bu iş asla olmaz!” demiştir. Bunun üzerine Hüseyin ve beraberindekiler silahlanmıştır; Mervan da zırhını kuşanmıştır. Durumun kötüye gittiğini gören Ebu Hüreyre fitnenin ateşini söndürmüştür.[349]

Ümeyyeoğulları ile Haşimoğulları arasında savaş çıkmasına ramak kala Ebu Hüreyre’nin müdahalesi üzerine kavgadan vazgeçilerek, Hz. Hasan’ın naaşını Baki    mezarlığına                                                   defnetmişlerdir.[350]

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

HİLAFETİ DEVRİNDEN SONRAKİ GELİŞMELER VE HZ.
HASAN’IN SOYU

Hilafeti Muaviye’ye Devrinden Sonraki Gelişmeler

Halk Muaviye’ye biat ettikten sonra Hasan b. Ali 12 000 kişilik öncü kuvvetlerin komutanlığını yapan Kays b. Sa’d’a mektup yazarak Kufe’ye gelip Muaviye’ye biat etmesini istemiştir. Bu mektup üzerine Kays askerlerinin fikrini almıştır. Askerlerin büyük çoğunluğu dalalet üzere olsa da Muaviye’ye biat etmeyi tercih etmesine rağmen Kays Muaviye’ye biatı reddetmiş ve kendisine tabi olanlarla beraber Muaviye’ye karşı savaşmaya karar vermiştir.[351] Bunun üzerine Muaviye Kays’a mektup yazarak altı mühürlü bir sahife göndermiştir. Hasan b. Ali’ye yaptığı teklifi Kays’a da yapmıştır ancak Kays ne kendisi ne de ailesi için her hangi bir talepte bulunmamıştır. Sadece taraftarları için eman istemiş ve Muaviye’nin kabulü üzerine kendisine biat etmiştir.[352]

Hz. Hasan, kardeşi Hüseyin, diğer kardeşleri ve amcaoğulları ve Abdullah b. Ca’fer’le birlikte Irak diyarından göçüp peygamber şehri Medine’ye gittiler. Hz. Hasan, Kufe’den çıkarken insanlar ağlıyordu.[353]

Hz. Hasan, Kufe’den ayrıldığında adamın biri ona hücum ederek: Ey Müslümanların yüzünü kara çıkartan adam! diye bağırmış, Hz. Hasan da ona şöyle cevap vermişti: Beni kınama! Rasulullah rüyasında Ümeyyeoğullarının birbiri ardından minbere çıktıklarını gördü. Bu rüya Rasulullah’ı üzmüştü, ancak Yüce Allah bunun üzerine ona şu ayetleri indirdi: Biz sana Kevser’i verdik.[354] Arkasından indirdiği Kadir suresinde şöyle buyurur: Biz o Ku’ran’ı Kadir gecesinde indirdik... O gece bin aydan daha hayırlıdır.[355] Senden sonra Ümeyyeoğulları bu göreve sahip olacaklardır.[356]

Hasan b. Ali’nin adamlarının kendisine Mü’minlerin yüzkarası! diyerek sataştıkları Hasan b. Ali’nin bu hakarete cevaben Yüz karası olmak ateşten hayırlıdır dediği nakledilir.[357]

Hasan, Kufe’ye geldiğinde Ebu Amir Süfyan b. Leyla isminde bir adam gelip, Selam sana ey mü’minleri alçaltan kişi! dedi. Hasan, buna karşılık, Böyle deme ey Ebu Amir Ben mü’minleri alçaltan kişi değilim. Aksine ben onların hükümranlık uğruna öldürülmelerini istemedim dedi[358] Hasan b. Ali’nin öncü kuvvetleri içinde yer alan Ubeydullah b. Halife el-Hemedani, Şam ehli ile savaşmayı şiddetle arzuluyorken Hasan b. Ali’nin Muaviye b. Ebi Süfyan’la barış haberinin geldiğini söyler, bu haberin hüzünden bellerini kırdığını bunun üzerine Ebu Amir ile Hasan b. Ali arasında yukarıdaki konuşmanın gerçekleştiğini söyler.[359]

Hasan b. Ali’nin Muaviye lehine hilafetten çekildiği ve umumi biatın sağlandığı h. 41 seneye İslam tarihinde Amu’l-Cemaa denmiştir.[360]

Hasan b. Ali’nin hilafeti Muaviye b. Ebi Süfyan’a bırakması üzerine Haricilerden beş yüz kişilik bir kuvvet Şehrizur’a gitmişti. Muaviye’ye karşı cihat çağrısıyla yola çıkarak Ferva b. Neyfel’in komutasında Kufe yakınlarındaki Nuhayle’ye varmışlardı. O esnada Hasan b. Ali Medine’ye gitmek üzere yola çıkmış bulunuyordu. Muaviye, Hasan b. Ali’ye mektup gönderip ondan Ferva’ya karşı savaşmasını istemişti. Muaviye’den gelen mektup ve elçi Hasan’a Kadisiye’de veya ona yakın bir yerde ulaşmış, ancak Hasan geriye dönmemiş ve Muaviye’ye, Ehl-i kıbleden her hangi bir kimseyle savaşma konusunda istekli olsaydım ilk önce seninle savaşırdım. Bu ümmetin barış ve sükûnet içinde yaşamasını ve kanlarının akıtılmamasını arzu ettiğimden dolayı seni ve seninle savaşmayı terkettim cevabını vermişti. Bunun üzerine Muaviye Şamlılardan bir grubu bunların üzerine göndermiş, fakat gidenler yenilerek Şam’a geri dönmüşlerdi. Muaviye, Kufelileri tehdit ederek Haricilerle savaştırmış ve bu soruna da böylece çözüm bulmuştur.[361]

Muaviye’nin Hilafeti Devralmasından Sonraki Tutumu

Hasan b. Ali’nin anlaşma karşılığında Muaviye’den talep ettiği kendisi hayatta iken babasına küfredilmemesi şartı Muaviye tarafından kabul edildiği halde yerine getirilmedi. Darabcerd şehrinin haracına gelince, Basralılar arazinin kendilerinin fey’i olduğu gerekçesiyle asla kimseye vermeyeceklerini söylediler.

Basralıların bu araziyi Hasan b. Ali’ye vermemeleri yine Muaviye’nin onlara verdiği talimatla gerçekleşmişti.[362]

Muaviye’nin yirmi yıla yakın halifeliği sürecinde Haşimilerle herhangi bir ihtilaf yaşanmamış ve bu süreç Yezid’in veliaht olarak tayinine kadar devam etmiştir. Muaviye’nin oğlu Yezid’e biat almaya kalkışmasıyla başta Alioğulları olmak üzere ashabın ileri gelenlerinin çocukları ile Muaviye arasındaki sürtüşme ve muhalefet başlamıştır.[363]

Hasan b. Ali hayatta iken Muaviye’nin Yezid’e biat husunda kendisine bir mektup yazdığı ancak Hasan b. Ali’nin Muaviye’den acele etmemesini istediği nakledilir.[364] Hasan b. Ali’nin Muaviye’yi oyalamak amacıyla mı yoksa gerçekten Yezid’in hilafetini olası gördüğü için mi bu şekilde davrandığı hususunda soru işaretleri bulunmaktadır.

Muaviye, Yezid’in hilafeti konusunda ciddi muhalefetle karşılaşması neticesinde konuyu bir süre ertelemiştir. Ancak Hasan b. Ali’nin vefatından sonra konu tekrar gündeme gelmiştir. Muhalefetin önde gelen isimlerinden olan Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ca’fer ve Hüseyin b. Ali’ye birer mektup yazarak onları ikna etmeye çalışmıştır. Ancak olumsuz cevap almasına rağmen amacından vazgeçmemiş, Medine valisine gerekirse zor kullanmasını salık vermiştir.[365] Valinin başarılı olmaması neticesinde Muaviye Medine’ye gelerek muhalefetin önde gelen isimleriyle bizzat görüşmüştür. Ancak isteğini gerçekleştirememiştir. Buna karşın Muaviye’nin Hüseyin b. Ali ve beraberindekilere yumuşak davrandığı nakledilir.[366]

Hz. Hasan’ın Soyu

Çalışmamızın Hz. Hasan’ın özel hayatına ayırmış olduğumuz birinci bölümünde Hasan b. Ali’nin çocukları hakkında bilgi verilmiştir. Bu bölümde Hasan b. Ali’nin soyundan siyasi duruşu ile ön plana çıkmış olan şahıslar üzerinde durulacaktır.

Hasan b. Hasan

Künyesi Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi Talip b. Abdilmuttalip b. Haşim’dir. Annesi Havle bnt. Manzur’dur.[367] Babasıyla aynı adı taşımasından dolayı Hasan el-Müsenna olarak isimlendirilmiştir.[368] Hasan b. Hasan’ın erkek çocukları, Abdullah, Hasan, İbrahim, Ca’fer, Davud ve Muhammed’dir; kız çocukları ise Ümmü Gülsüm, Zeynep, Fatıma, Kuseyme ve Müleyke’dir.[369]

Hasan b. Hasan amcası Hüseyin b. Ali’nin kızı Fatıma ile evlenmiş ve bu evlilikten Abdullah, İbrahim, Hasan ve Zeynep dünyaya gelmiştir.[370]

Çocuklarından Hasan, Abdullah ve İbrahim Abbasi yönetimine yönelik isyan hazırlıkları içerisinde oldukları suçlamasıyla Ebu Ca’fer el-Mansur tarafından Kufe’de ölünceye kadar hapsedilmişlerdir. Hasan b. Hasan’ın kızı Zeynep, Abbasi halifesi Velid b. Abdilmelik ile evlenmiş ancak daha sonra ayrılmışlardır.[371] [372]

Hasan b. Hasan Kerbela 61/680 Vak’ası’ından Hz. Hüseyin’in yanında yer almış ve oğlu Ali el-Asgar ile birlikte kurtulmuştur. Hasan esir alınarak eşi Fatıma ile birlikte Kufe’ye götürülmüştür. Fatıma I. Yezid’e müracaat ederek serbest bırakılmalarını talep etmiş, ellerinden alınan mallar geri verilerek Medine’de ikamet etmelerine izin verilmiştir. Emevi halifesi Abdülmelik b. Mervan tarafından Irak halkıyla işbirliği yaparak hilafeti ele geçirmeye çalışmakla suçlanmış, bu nedenle sürekli baskı altında tutulmuştur. Biat etmek için Dımeşk’e gitmesinden sonra Abdülmelik, Peygamber’in Hasan’ın elinde bulunan kılıcını tehditle alan Hicaz valisi Haccac b. Yusuf es-Sakafi’ye bir mektup göndererek 393

onu rahat bırakmasını istemiştir.

Hasan b. Ali’nin hayatında, Alioğullarının Rasulullah’a olan yakınlığının onların emirliğe daha layık olmalarının gerekçesi olamayacağına dair bazı anektotlar mevcuttur. Hasan b. Hasan’a, Rasulullah’ın Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır hadisini hatırlatılması ve bu hadisin Alioğullarının emirliğine delalet ettiğinin ima edilmesi üzerine Hasan b. Hasan hadisten kastedilenin emirlik ve sultanlık olmadığını dile getirmiştir. Konu ile ilgili diğer bir anektot ise Hasan b. Hasan’ın Alioğullarının imameti gibi bir durumun söz konusu olmadığına delil getirirken böyle bir durum söz konusu olsaydı Allah ve Rasulünün Ali’yi bu iş için seçeceğini ve imametinin Peygamber tarafından destekleneceğini ifade etmesidir.[373]

Hasan b. Hasan Alioğullarının ileri gelen şahsiyetlerinden olmasına rağmen Alioğullarının imamet konusunda öncelenmesi yaklaşımını benimsemeyerek mümkün olduğunca siyasi meselelerden uzak durmaya çalışmıştır. Alioğullarının imameti gibi bir durumun söz konusu olmadığının bir Hasani tarafından beyan edilmesi dikkate değerdir. Hasan b. Hasan bu tavrı ile siyasi ve sosyal birtakım menfaatler elde etmek isteyen zümrelerin Alioğullarının Peygamber’e olan yakınlığını kullanmalarını ve hadisleri kendi görüşlerine uygun bir biçimde yorumlamaya çalışanların çabalarını boşa çıkarmıştır.

Abdullah b. Hasan el-Mahz

Abdullah b. Hasan b. Hasan b. Ali, künyesi Ebu Muhammed olup ilmi ve faziletiyle temayüz etmiş bir şahsiyettir.[374] Babası Hasan b. Hasan b. Ali, annesi Fatıma bnt. Hüseyin b. Ali’dir.[375] Annesi Fatıma Hz. Hüseyin’in kızı olduğu için kendisine Abdullah el-Mahz yani saf, arı ve asil adı verilmiştir.[376]

Ehl-i Beyt arasında âlim, fazıl, bilginlerin ilmine başvurup şahsiyetine saygı gösterdiği, halkın ve idarecilerin saygı duyduğu bir şahsiyettir. O, Halife Ömer b. Abdilaziz’e uğramış ve ondan büyük ikram görmüştür, İlk Abbasi halifesi Abdullah Seffah’a uğramış, ondan da ta’zim görmüştür. Halifeliğinin ilk günlerinde Ebu Ca’fer el-Mansur da ona saygı göstermiştir. Fakat Abdullah b. Hasan’ın oğulları, Ebu Ca’fer aleyhine harekete geçince Ebu Ca’fer onu hapsettirmiş, ölümüne kadar da hapishaneden çıkarmamıştır ki öldüğü zaman O, 75 yaşındaydı.[377]

Abdullah b. Hasan zamanında Hasanoğullarının sözcüsü konumundaydı. Dönemin âlimlerinin kendisine ikram ve saygı da bulunduğu gibi başka hiç kimseye bu derecede saygı ve ikramda bulunmadıkları, Ömer b. Abdillaziz’in yanında özel bir konumunun olduğu da nakledilir.[378]

Abdullah b. Hasan, Ehl-i Beyt neslinin en belirgin simalarındandır. O, ilmi ve fazileti dolayısıyla toplumda büyük bir saygı görmüştür. Hilafet iddiası bulunmamakla beraber oğullarının isyan hareketini destekler nitelikte tavır takınması ve oğullarını koruması dönemin halifesi Ebu Ca’fer Mansur’un tepkisini çekmiştir. Oğullarının isyan hazırlığı içerisinde olduklarından haberdar olan Ebu Ca’fer Mansur tarafından nerede saklandıklarını itiraf etmesi için baskılara maruz kalmış, hapsedilmiş ve hapiste vefat etmiştir.

Ebu Ca’fer hacc ziyareti esnasında Abdullah b. Hasan’dan oğulları Muhammed ve İbrahim’in yerini sormuş ancak herhangi bir bilgi edinememiştir. Bunun üzerine babaları Abdullah b. Hasan ile onun kardeşleri Hasan, Davud ve İbrahim’in yakalanmasını emretmiştir. Abdullah b. Hasan yakınları ile beraber ölünceye kadar hapsedilmiştir.[379] Abdullah b. Hasan bizzat Abbasi otoritelerine karşı çıkmamakla birlikte çocuklarının isyan hareketini desteklemiş ve onları korumuştur.

Tarihi kaynaklar 127/745 tarihinde Ebva’da Haşimoğullarının bir toplantı düzenlediğini bildirmektedir. Toplantıda Abdullah b. Hasan, oğlu Muhammed’e biat edilmesini teklif eder. Ebu Ca’fer Mansur da bu görüşü sıcak karşılar ve topluca Muhammed b. Abdillah’a biat edilir.[380] Gerçekleşen bu toplantıda Muhammed b. Abdillah’a biat edenler arasında İbrahim b. Muhammed b. Abdillah b. Abbas, kardeşi Ebu Ca’fer Mansur, Seffah, Salih b. Ali, Abdullah b. Hasan, İbrahim b. Abdillah gibi isimler yer almaktadır.[381]

İsfehani, biattan hemen sonra Hüseyinoğullarının temsilcisi olarak kabul edilen Ca’fer es-Sâdık’ın toplantı dağılmadan yetişerek, hilafetin Abbasoğullarına nasip olacağını söylediğini bununla kalmayıp Muhammed ve İbrahim’in öldürüleceğini iddia ettiğini nakleder. Ayrıca Ca’fer es-Sâdık’ın gelmesini isteyenlere Abdullah b. Hasan’ın, Ca’fer’in Muhammed’e biat işini bozacağı gerekçesiyle karşı çıktığını aktarır. Bunun yanı sıra Abdullah b. Hasan’ın beyat çağrısına Ca’fer es-Sâdık’ın Sen yaşlısın, eğer istersen sana beyat ederim, ama oğluna beyat etmem şeklinde karşılık verdiği bilgisine de yer verir. Aynı müellif bu toplantıda Ca’fer es-Sâdık’ın da hazır bulunduğunu ancak Muhammed’in mehdiliğini kabul etmediğini aktarır. Söz konusu rivayete göre Ca’fer es-Sâdık kendisi biat etmemekle kalmamış toplantıda bulunanlara da Muhammed’e biat etmemelerini salık vermiş, Abdullah’ın iki oğlunun başarısız olacaklarını kendisi hayattayken Mansur tarafından öldürüleceklerini iddia etmiş ve Ebu’l-Abbas’ın omzuna dokunarak yönetim işinin kendilerine kalacağını söylemiştir. Bu sözler karşısında Abdullah, Ca’fer’i oğlunu kıskanmakla suçlamıştır.[382]

Rivayetler arasındaki tutarsızlıklardan yola çıkarak kesin bir sonuca varmak elbette mümkün değildir. Eğer böyle bir toplantı gerçekten vuku bulduysa ve Abbasiler de dâhil olmak üzere Haşimi ileri gelenleri burada Muhammed b. Abdillah’a biat etmiş ise, hareketin gelişme ve ayaklanma safhasında Alioğullarının neden sessiz kaldığı hala daha açıklanamamıştır. Hareketin, içlerinden herkes tarafından kabul edilmiş biri yoluyla meyvesini vereceği beklentisinin, onların muhalefetlerini kırdığı ve onları hareketin son safhasında seyirci kalmaya mahkûm ettiği söylenilebilir. Bu açıdan bakılınca Abbasoğullarının Muhammed’e beyatlarının belli bir taktik adına yapılmış olduğu söylenebilir.[383]

Mansur’un 140/757 yılındaki haccı ile Hasanoğulları arasındaki bağlar kopma noktasına gelmiştir. Bu haccı esnasında Mansur Haşimoğullarını toplayarak tek tek sorguya çekmiştir.[384] Bu sorgulamada Haşimoğulları Muhammed’in kendisine karşı herhangi bir yanlış hareketinin olamayacağını savunmuşlardır. Ancak Muhammed’in amcaoğlu olan Hasan b. Zeyd, Muhammed’in isyan hazırlığı içerisinde olduğunu söylemiştir.[385] Bir sonraki haccı esnasında Halife Mansur Abdullah b. Hasan’ı sıkıştırarak ondan oğullarını kendisine getirmesini istemiştir. Abdullah’ın oğullarının yerini bilmediğinde ısrarcı olması nedeniyle Abdullah’a küfretmiştir. Mansur’un adamlarının Abdullah’ı öldürme teşebbüsü vali Ziyad tarafından engellenmiştir.[386] Bu olayın akabinde Mansur Abdullah b. Hasan’ın hapsedilmesini emretmiştir.[387]

Mansur, Muhammed b. Abdillah hakkında bilgi alamayınca, Medine valisi Riyah b. Osman’a Medine’deki Hasanogullarının hepsini hapsettirmiştir.[388] Tutuklanan Hasanoğulları daha sonra Kufe’ye taşınarak yeraltında bir zindana atılmışlardır.[389] Başka bir rivayete göre Hasanoğulları İbn Hübeyre’nin köşkünde hapsedilmişlerdir.[390]

Tutuklu bulunan Hasanoğullarının birçoğu, maruz kaldıkları zorluk ve işkenceler yüzünden hapiste ölmüşlerdir. Diğer bir kısmı ise Muhammed’in isyanını ilan etmesiyle öldürülmüşlerdir.[391] [392]

Abdullah b. Hasan’ın adı oğullarının isyanı dışında da muhtelif rivayetlerde yer almaktadır; Emevi yönetimine karşı ortak hareket eden Alioğulları ile Abbasoğullarının zaman zaman birbirlerini ortak düşmanlarına ihbar ettikleri görülmektedir. Abdullah b. Hasan’ın adı bu ihbar olaylarından birinde halife Mervan’a yazdığı bir mektupla gündeme gelmiştir. Abdullah mektubunda başta İbrahim b. Ali olmak üzere Abbasoğullarının ileri gelenlerinin Horasan’da devlet karşıtı bir isyan hazırlığı içerisinde olduklarını halifeye bildirmiştir. Mervan, Harran’daki sarayında kendisini ziyarete gelen İbrahim b. Ali’ye mektubu göstermiş, İbrahim Abdullah’ı yalanlamıştır. İbrahim Abdullah’ın ihbarına karşılık Abdullah’ın oğlu Muhammed’i mehdi ilan ettiğini, Emevilere karşı hazırlık yaptığını söylemiştir. Ancak bu savunması onu hapse atılmaktan <     .413

kurtaramamıştır.

Abdullah b. Hasan’ın adı Muhammed Bakır’ın kardeşi Zeyd b. Ali’nin isyanında da geçmektedir. Ancak destek verip vermediği ile alakalı herhangi bir bigi mevcut değildir.[393] Söz konusu isyanla alakalı olarak Halife Hişam b. Abdilmelik’in aralarında Abdullah b. Hasan’ın da yer aldığı Haşimoğullarının

önde gelenlerinden Zeyd’in isyanını desteklemediklerini halka ilan etmelerini

415

istemiştir.

Abdullah b. Hasan ile Zeyd b. Ali arasında Ali b. Ebi Talip’ten kalan bir vakıf hususunda anlaşmazlık bulunduğuna dair bir rivayet mevcuttur; Bu anlaşmazlık sebebiyle Abdullah b. Hasan ve Zeyd b. Ali Medine valisi Halid b. Abdilmelik b. Haris’in huzurunda kavga ederler. Medine valisi aralarındaki problemi çözmek için Alioğullarından bu iki şahsiyete kendisine gelmelerini söyler. Bu davet üzerine mescidde yapılan toplantıya vali kalabalık bir grupla gelir, Valinin kendilerini küçük düşürmeyi amaçladığını fark eden Zeyd b. Ali, Abdullah b. Hasan’a istediğini vereceğini söyleyerek konuyu kapatır. İbn Eb’il- Hadid valinin Alioğullarını küçük düşürmek için çabaladığını ve aralarındaki uyuşmazlıktan duyduğu memnuniyeti açığa vurduğunu nakleder.[394] [395]

Muhammed b. Abdillah en-Nefsü’z-Zekiyye ve İbrahim b. Abdillah

Muhammed b. Abdillah b. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi Talip 93/712 yılında Medine’de doğmuştur.[396] Diğer bir rivayete göreyse Muhammed b. Abdillah 100/718 yılında doğmuştur.[397] Muhammed b. Abdillah b. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib ilmi kişiliği, ibadete düşkünlüğü ile temayüz etmiştir.[398] Zühdü ve abidliği dolayısıyla kendisine en-Nefsü’z-Zekiyye denmiştir.[399]

Muhammed b. Abdillah’ın Peygamber tarafından geleceği müjdelenen mehdi olarak tanındığı ve bu tanımlamanın babası Abdullah b. Hasan tarafından yapıldığı zikredilmektedir.[400]

Mehdilik inancını İslam toplumunda ilk olarak ortaya atan Şia olmuştur. Uzun süre muhalefette kalarak iktidar ümitlerini yitirmeleri, Şiayı bu fikri ortaya atmaya iten en önemli psikolojik âmil olmuştur. Onlar bu tez ile toplumda Şii devlet özlemini canlı tutuyor ve bu inançlarını uygun olmayan durumlarda siyasi isteklerini ertelemelerine gerekçe olarak görüyor; uygun zaman ve zeminde

hilafetin kendilerine intikal edeceğini savunuyorlardı.[401] Bu nedenle Hicri II. yüzyılın başlarında Hasanoğulları mehdinin kendilerinden olduğu propagandasını yapıyorlar, hatta bu şahsın Muhammed b. Abdillah olduğunu belirtiyorlardı.[402]

Muhammed b. Abdillah Emevilerin son dönemi ile Abbasilerin ilk dönemlerinde yaşamıştır. Söz konusu dönemde Şia’nın içinde iki şahıs ön planda idi. Biri, Ca’fer es-Sâdık’tı ve sessiz kalmayı tercih edip, baskılara karşı sabretmeyi savunuyordu. Onun siyasi alandan çekilmesi ve kendini ilme vermesi, Muhammed b. Abdillah’ı ön plana çıkarmıştı. Muhammed b. Abdillah onun metodunu takip etmemiş ve ayaklanma yolunu tercih etmiştir. Muhammed b. Abdillah, Alioğullarının hakkını hareketsiz beklemeyip zorla almak isteyenlerdendi.[403] Muhammed b. Abdillah’ın Emeviler döneminde de Şia’nın liderliği açısından ön planda olduğu hatta son Emevi halifesi Mervan’ın kendisinden çekindiği nakledilir.[404]

Hasaoğulları, Abbasi yönetimine karşı baş kaldırıları evvelinde Abbasoğullarıyla uyum içerisinde Emevi yönetimi aleyhine faaliyetlerde bulunmuşlardır. Haşimiler, hicri 1. ve 2. asırda mevcut yönetime tepkileriyle ön planda olmuşlardır. Özellikle Hasan, Hüseyin, Muhammed b. el-Hanefiyye ve bunların çocukları ve torunlarının kapsam içerisine alındığı Alioğulları ya kendilerinin bizzat yönettiği veya taraftarlarının onlar adına yürüttüğü hareketler ile Emevi yönetimine sıkıntı yaşatmışlardır.[405] Haşimilerin diğer önemli kolunu ise Hz. Peygamberin amcası Abbas’ın soyundan gelenler oluşturuyordu. Hicri 1. asırda Abbasoğulları adına yönetim karşıtı faaliyetlere girişmedikleri halde Alioğullarını desteklemiş ve yanlarında yer almışlardır. Hüseyin b. Ali(61/680), Zeyd b. Ali(122/740) ve Yahya b. Zeyd(125/743) isyanlarının başarısızlıkla sonuçlanması ve adı geçen liderlerin taraftarlarıyla beraber acımasızca katledilmeleri Abbasoğullarının siyasi faaliyetlerinde son derece dikkatli davranıp uygun ortamı beklemelerine neden olmuştur.[406]

Abbasoğulları tarafından ihtilal hareketi iki safha halinde yürütülmüştür. İhtilalin ilk safhasında er-Rıza min Âl-i Muhammed sloganıyla Abbasi hareketinin propagandası yapıldı ikinci safhada ise Emevilere karşı silahlı mücadele başlatıldı.[407] Abbasilerden Muhammed b. Ali’nin başını çektiği ve Emevi iktidarını sona erdirmeyi amaçlayan propaganda er-Rıza min Âl-i Muhammed sloganı etrafında şekillenmiştir. Bu slogan Muhammed ailesinden herkes tarafından kabul edilebilecek bir kişi anlamına gelmekteydi. Alioğulları ise er- Rıza min Âl-i Muhammed sloganıyla başlatılan ihtilalin kendilerini de içerdiğini ve iktidarın kendilerine verileceği kanaatindeydiler. İhtilali Abbasoğulları ve Alioğulları birlikte yürütmüş oldukları halde ihtilal Abbasoğullarından Muhammed b. Ali’nin liderliğinde başlamış ve aynı aile içerisinde liderliğin devamı sağlanmıştır. Muhammed b. Ali liderlik vazifesini oğlu İbrahim’e devretmiş ancak Emeviler tarafından öldürüleceğinden şüphelenen İbrahim bu görevi kardeşi Ebu’l-Abbas es-Seffah’a devretmiştir.[408]

Abbasi daveti, Emevi zulmünden bunalmış halk için, Hz. Peygamber ailesi efradından birinin adaletli yönetimine duyulan arzuyu harekete geçirici bir eylem üzerinde bina edilmişti. O dönemde Alioğullarının önde gelenlerinden bir kısmının siyasete karşı olan isteksiz tavırları, Abbasoğullarına rahat hareket alanı sağlamıştır. Abbasiler Al-i Beyt adına iktidarı ele geçirmek için harekete geçmiş, Peygamber ailesine sevgi besleyen kitleleri er-Rıza min Âl-i Muhammed söylemiyle biata davet etmişlerdir.[409]

İslam Toplumunun büyük çoğunluğu için Peygamber ailesi, Alioğulları ile eş değer olduğundan, Abbasiler bu sloganı kullanarak mevcut hareketi bir Alevi hareketi olarak lanse ediyorlardı. Böylece hem kendilerini saklıyorlar, hem de bir Abbasinin imametine sıcak bakmayacak kitleleri bayrakları altına topluyorlardı. Slogandaki Peygamber ailesi içinden çıkan ve kendisine rıza gösterilen imamın bir Hasani mi, Hüseyni mi, yoksa Abbasi mi olduğunun bilinmemesi, farklı şahsiyetleri karizma haline getirmiş olan değişik Şii fraksiyonların harekete hep birlikte sıcak bakmalarını sağlıyordu. Teşkilatın içinde yer alan ve işin iç yüzünü bilen kişiler için de bu bir aldatmaca değildi. İmamları olan Abbasiler

Peygamber’in amca çocukları olduklarından onlar da pekâlâ Peygamber ailesinden sayılırlardı.[410]

Abbasoğulları hareketlerinin ağırlık merkezi olarak Horasan’ı seçmişlerdir. Bunda Kufelilerin Ali b. Ebi Talib ve oğulları döneminde güvensizliklerini ortaya koymaları etkili olmuştur. Bunun yerine Emevi idaresinden rahatsız olan ve Alioğullarına sempati duyan Horasan bölgesi tercih edilmiştir. Alioğulları ve Abbasoğullarının birlikte yürüttükleri mücadele neticesinde Emevi devleti yıkılmıştır. Haşimiler böylece Muaviye b. Ebi Süfyan döneminden itibaren uğrunda mücadele verdikleri hedefe ulaşmış oluyorlardı. Fakat bu hedef, bu uğurda en önde mücadele veren ve en çok kan akıtan grup olan Alioğulları eliyle değil, hiç beklenmedik bir şekilde Abbasoğulları eliyle gerçekleşmişti. Bu gerçek, Hz. Ali sempatizanı kitlelerde büyük hayal kırıklığı yarattı. Ümmetin liderliğinin kendilerinde olması gerektiğini öne süren Ali evladından önemli şahsiyetler daha önceden Emevilere karşı sıyırmış oldukları kılıçlarını kınlarına sokmadılar. Artık yeni hedef, kendilerinden imamet hakkını gaspeten Abbasoğulları olmuştu.[411] Bu kapsamda Hasanoğullarından Abbasilere karşı isyan hareketiyle ortaya çıkan ilk şahsiyetin Muhammed b. Abdillah olduğu görülür.[412]

Muhammed b. Abdillah’ın Emevilerin son dönemlerinde de hilafet iddiasında bulunduğu Emevi devletinin yıkıldığı günlerde bir araya gelen Haşimilerin, aralarından Muhammed b. Abdillah’ı seçerek biat ettikleri belirtilmektedir.[413] 127/745 tarihinde Ebva’da gerçekleşen toplantıda Muhammed b. Abdillah’a biat edenler arasında İbrahim b. Muhammed b. Abdillah b. Abbas, kardeşi Ebu Ca’fer Mansur, Seffah, Salih b. Ali, Abdullah b. Hasan, İbrahim b. Abdillah gibi isimler yer almaktaydı.[414] Toplantıda Abdullah b. Hasan, oğlu Muhammed’e biat edilmesini teklif eder. Ebu Ca’fer Mansur da bu görüşü sıcak karşılar ve topluca Muhammed b. Abdillah’a biat edilir.[415]

İsfehani, biattan hemen sonra Hüseyinoğullarının temsilcisi olarak kabul edilen Ca’fer es-Sâdık’ın toplantı dağılmadan yetişerek, hilafetin Abbasoğullarına nasip olacağını söylediğini bununla kalmayıp Muhammed ve İbrahim’in öldürüleceğini iddia ettiğini nakleder.[416]

Belazuri, sözü geçen rivayetteki toplantıda Ca’fer es-Sâdık’ın da bulunduğunu ancak Abbasilerin hilafetini savunduğunu ve o toplantıda Muhammed b. Abdillah’a biat edilmediğini belirtir. en-Nefsü’z-Zekiye ile Mansur arasındaki mektuplaşmaları da bu görüşüne delil olarak getirerek Muhammed b. Abdillah’a biat edilmiş olsaydı Ebu Mansur ile aralarında cereyan eden mektuplaşmalarda Muhammed b. Abdillah’ın söz konusu biatlaşmayı hatırlatarak hak talep edeceğini savunur.[417] İsfehani, Ca’fer es- Sâdık’ın gelmesini isteyenlere Abdullah b. Hasan’ın, Ca’fer’in Muhammed’e biat işini bozacağı gerekçesiyle karşı çıktığını aktarır. Bunun yanı sıra Abdullah b. Hasan’ın biat çağrısına Ca’fer es-Sâdık’ın Sen yaşlısın, eğer istersen sana biat ederim, ama oğluna biat etmem şeklinde karşılık verdiği bilgisine de yer verir. [418]

Zorlu, böyle bir biatın gerçekleşmediğini çünkü bu aşamada Abbasoğullarının İbrahim b. Muhammed’e beyat ettiklerini bu nedenle Muhammed b. Abdillah’a beyat etmelerinin aklen muhal olduğunu, ayrıca isyandan sonraki yazışmalarda beyat meselesinin gündeme hiç gelmediğini belirtir.[419]

İsfehani, konu ile alakalı başka bir rivayet aktarır. Söz konusu rivayete göre Mervan b. Muhammed’in hilafeti döneminde Haşimiler tekrar toplandılar. Onlar istişare halindeyken bir adam gelerek Horasan’da İbrahim için biat alındığını ve ordunun kendisi için toplandığını bildirdi. Abdullah b. Hasan’ın durumdan haberdar olması üzerine İbrahim’in kendisinden utanıp çekindiği bilgisine de yer verir.[420]

Abbasiler, hilafeti ele geçirmek için mücadele edeceğini bildiklerinden Muhammed b. Abdillah’ın ayaklanmasını engellemek için ona birçok hediyeler gönderdiler. Fakat o bu işten vazgeçmedi. Kardeşi ile birlikte hilafete çok istekliydi ve kendini bu işe layık görüyordu. Şia ona mehdiliği yakıştırıyordu.[421] Muhammed’in babası Abdullah b. Hasan’ın ilk Abbasi halifesi Seffah’a biat etmesi ve Seffah’ın ona karşı yumuşak tavrı, bu isyanı bir müddet ertelemiştir denilebilir.[422]

İkinci Abbasi halifesi Ebu Ca’fer Mansur, arkalarında büyük bir kitle olmasından dolayı Ali evladının ayaklanabileceğinden endişe ediyordu. Ebu Ca’fer, o yıllarda Ali oğullarının en tehlikelisi olabilecek olan Muhammed b. Abdillah en-Nefsü’z-Zekiyye ve kardeşi İbrahim’in isyan edebileceği endişesi ile Şia’ya baskı yapmaya başladı.[423]

Mansur hialfetinde önce 136/754 yılında hac emiri olarak Hicaz’a gitmiştir. Haşimilerin tamamı kendisini karşılamaya gelmesine rağmen Abdullah’ın oğulları Muhammed ve İbrahim’in karşılamaya gelmemesi Mansur’un gözünden kaçmamıştır.[424] Mansur bu haccı esnasında vali Ziyad’a Muhammed ve İbrahim’in nerede olduklarını sorarak tepkisini ortaya koymuştur.[425] Vali Ziyad b. Ubeydullah el-Harisi onları en kısa zamanda kendisine getireceğini belirterek konuyu kapatmıştır.[426]

Mansur, halife olduktan sonra Seffah’a biat etmeyerek siyasal muhalefetlerini ortaya koyan Abdullah b. Hasan’ın iki oğlu Muhammed ve İbrahim’i yakalamayı ana gaye edinmiştir. [427]

Mansur, Muhammed ve İbrahim’in yerini öğrenebilmek amacıyla 139/756 yılı başlarında, Abdullah b. Hasan’a bir mektup yazarak oğullarını kendisine teslim etmesini istedi. Abdullah ise bu mektuba cevaben yazdığı mektubunda oğullarının yerini bilmediğini belirtmiştir.[428] Muhammed ve İbrahim b. Abdillah Mansur’un kendilerini yakalatacağı korkusuyla şehir şehir dolaşıyorlardı.[429]

Mansur, Abdullah b. Hasan ve oğullarının niyetlerini ve planlarını öğrenmek amacıyla taraftarlarının ağzından kendilerine mektup yazdırmıştır.

Muhammed ve İbrahim’in yerini öğrenebilmek için ülkenin bütün şehirlerine casuslar göndererek kendilerini aratmıştır.[430]

Mansur’un 140/757 yılındaki haccı ile Hasanoğulları arasındaki gerginlik had safhaya ulaşmıştır. Bu haccı esnasında Mansur Haşimoğullarını toplayarak tek tek sorguya çekmiştir.[431] Haşimoğulları Muhammed’in kendisine karşı herhangi bir yanlış hareketinin olamayacağını savunmuşlardır. Ancak Muhammed’in amcaoğlu olan Hasan b. Zeyd, Muhammed’in asıl niyetini Mansur’a bildirerek Muhammed’in planını açığa vurmuştur.[432] Bu durum Hasanoğulları arasında ittifak olmadığının göstergesidir. Bir sonraki haccı esnasında Mansur Abdullah b. Hasan’ı sıkıştırarak ondan oğullarını kendisine getirmesini istemiştir. Abdullah’ın oğullarının yerini bilmediğinde ısrarcı olması nedeniyle Abdullah’a küfretmiştir. Mansur’un adamlarının Abdullah’ı öldürme teşebbüsü vali Ziyad tarafından engellenmiştir.[433] Bu olayın akabinde Mansur Abdullah b. Hasan’ın hapsedilmesini emretmiştir.[434]

Mansur Ziyad b. Ubeydillah’a Muhammed ve İbrahim’i yakalamasını emretmiştir. Ancak Ziyad’ın bu husuta gevşek davrandığı ve Muhammed’i koruduğu haberi kendisine ulaşınca Ziyad’ı azletmiştir.[435] [436] Ziyad’ın yerine Muhammed b. Halid b. Abdillah’ı vali tayin etmiştir. Muhammed b. Halid’in Muhammed ve İbrahim’i yakalamaması üzerine Mansur, kendisini vali tayin etmesi durumunda onları yakalayacağını garanti eden Riyah b. Osman’ı yeni vali 457 olarak tayin etmiştir.

Mansur, Muhammed b. Abdillah hakkında bilgi alamayınca, Medine valisi Riyah b. Osman’a Medine’deki Hasanoğullarının hepsini hapsettirdi. Buna karşın Hüseyin soyundan olanlar serbest kaldı. Mansur, Hasanoğullarından Muhammed ve İbrahim’i kendisine teslim etmelerini istiyordu.[437] Tutuklanan Hasanoğulları daha sonra Kufe’ye taşınarak yeraltında bir zindana atılmışlardır.[438] Taberi ise Hasanoğullarının İbn Hübeyre’nin köşkünde hapsedildiklerini aktarır.[439]

Tutuklu bulunan Hasanoğullarının pek çoğu, maruz kaldıkları zorluk ve işkenceler yüzünden hapiste farklı şekilde ya öldüler ya da öldürüldüler.[440]

Yaşananlar neticesinde Muhammed b. Abdillah’ın h. 145. senenin Cemaziyelahir ayının yirmi sekizinci gecesi veya Ramazan ayının on dördüncü günü Medine’de isyan ettigi ifade edilir.[441]

Muhammed’in isyan haberini alan Mansur bu duruma son derece sevinerek haberciyi ödüllendirmiştir.[442]

Muhammed b. Abdillah, isyan hareketini başlatınca ilk olarak hapisteki tutukluları serbest bırakmıştır. Medine valisi Riyah b. Osman’ı hapsettirdikten sonra yapmış olduğu konuşmada Mansur’un Allah’ın emirlerini çiğnediğini, haramları helal, hellaleri ise haram kıldığını belirtmiştir. Bu konuşmasında Muhacir ve Ensar’ın çocuklarının hilafet görevine en layık kimseler olduğu vurgusunda bulunmuştur.[443] Muhammed ayrıca Mısırlıların da kendisine biat etmelerine rağmen Medine’yi tercih ettiğini söylemiştir. Muhammed’in kendisine biat etmeye çağırdığı Medineliler, Ebu Ca’fer’e olan biatlerini bozmak istemediklerini belirtirler ve bu nedenle Muhammed ile beraber isyan etmek için Malik b. Enes’ten fetva isterler. Bunun üzerine imam Malik onların Mansur’a istemeyerek biat ettiklerini, zorla yemin ettirilenin yemininin ise yemin olmayacagını söyler.[444]

Horasanlılar’ın Muhammed’e biat ettiği haberini alan Mansur Muhammed’in Horasan’daki gücünü kırmak amacıyla Muhammed b. Abdillah b. Amir b. Osman’ı öldürterek kafasını Horasan’a götürmelerini emretti. Mansur’un adamları Horasan’da kesik başın Muhammed b. Abdillah’ın başı olduğuna yemin ederek dolaştılar. Böylece Horasan’daki halk desteği kırılmış oldu.[445]

Muhammed Medine’yi ele geçirdikten sonra Mekke’yi de alarak Yemen, Mısır ve Şam’a valiler tayin etti. Ancak valilerin çoğu tayin edildikleri yere gitmeden öldürüldü.[446]

Muhammed b. Abdillah ile Ebu Ca’fer Mansur arasında bir dizi mektuplaşmalar yaşanmıştır. Bu mektuplarda her iki taraf birbirine hakaret ederek hilafetin kendi ailesinin hakkı olduğunu savunmuştur.[447]

Yapılan yazışmalar bir netice vermeyince Mansur, kardeşinin oğlu İsa b. Musa b. Ali b. Abdillah b. Abbas’ı Muhammed’e karşı savaşmak üzere Medine’ye gönderir. Ebu Ca’fer İsa b. Musa’ya Âl-i Ebi Talib’ten kime rastlarsa ismini kendisine bildirmesini, ortalarda gözükmeyenin ise mallarına el koymasını tembihler. İsa da bu talimatlar dogrultusunda Ca’fer es-Sâdık’ın mallarına el koyar. Mansur Medine’ye geldiginde Ca’fer ona mallarının akibetini sorar. Mansur en-Nefsu’z-Zekiyye’yi kasdederek: Mehdiniz malınıza el koydu ifadeleri ile Ca’fer’in mallarını iade etmeyi reddetmiştir. Taraftarlarına dönük yaptığı bir konuşmasında dileyenin ayrılabilecegini söylemiş ve bu konuda onları serbest bırakmıştır. Fakat onların kendisini yalnız bırakıp gideceklerini hiç tahmin etmemiştir. Gerçekten de Medinelilerin pek çoğu onun saflarından ayrılarak onu güçsüz bırakmışlardır. Onları kararlarından döndürmek uğruna gösterdiği çabaları fayda vermemiş, onları tekrar saflarına katmada muvaffak olamamıştır.[448]

İsa b. Musa Medine yakınlarında iken Muhammed b. Abdillah’a eman teklifinde bulundu ancak Muhammed bu teklifi reddetti. Yanında kalan az sayıda askerle birlikte İsa b. Musa ve ordusuna karşı girdiği savaşta öldürüldü ve başı kesilerek İsa b. Musa’ya getirildi.[449] İbnu’l-Esir Muhammed’in 145/762 senesinin Ramazan ayının on dördüncü günü olan pazartesi öldürüldüğünü ifade eder.[450]

Muhammed b. Abdillah Abbasi yönetimine karşı isyan hareketini kardeşi İbrahim ile birlikte yürütmüştür. İbrahim, öldürülmeden önce, kardeşi Muhammed ile birlikte, beş sene boyunca Mansur’dan saklanmış, Fars, Kirman, Hicaz ve Yemen bölgelerinde sürekli yer değiştirmiştir.[451]

Muhammed’in isyan hareketi için Medine’yi seçmesine karşılık İbrahim Basra’yı seçmiştir. İbrahim’in Basra’ya ilk gelişi 143/760 senesinin başındadır. İnsanları kardeşi Muhammed’e uymaya çağırarak Muhammed adına biat almıştır. İbrahim b. Abdillah b. Hasan, Basra’da 145/762 senesi Ramazan ayının ilk günü ayaklanmıştır. Bu ayaklanmada ilim ve fukaha ehlinden başta İmam A’zam Ebu Hanife olmak üzere birçok kişi kendisine destek vermiştir.[452]

İbrahim’in isyanı üzere şehirlerini teker teker kaybeden Mansur’un şöyle dediği nakledilir: “Vallahi, ne yapacağımı bilmiyorum. Yanımda Sadece iki bin asker var; bütün ordumu dağıttım. Rey’de Mehdi’nin yanında 30 000, İfrikiyye’de Muhammed b. Eş’as’ın emrinde 40 000 kişi var; geride kalanlar da İsa b. Musa’nın yanındalar. Vallahi bu badireyi atlatırsam bir daha asla yanımda 30 000 kişiyi eksik etmeyeceğim.”[453]

İbrahim’in ölümü, 145/762 yılı zilkade ayının 25. pazartesi günü gerçekleşir. Ayaklanmasından öldürülmesine kadar iki ay 25 gün geçtiği ifade edilmektedir.[454] Bu süre zarfında geçici de olsa başarı elde eden İbrahim daha sonra halife Mansur’un aldığı önlemler ile başarısızlığa uğratılarak öldürülmüştür. Öldürülmesi ile kardeşi Muhammed adına yürüttüğü hareket de sona erdirilmiş oldu.

Bu olaylardan sonra da Abbasi yönetiminin Hasanoğullarından olan farklı şahıslara farklı muamelelerde bulunduğu görülmektedir. Mansur bir taraftan Medine valisini azlederek yerine Hasan b. Zeyd b. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib’i vali olarak atarken diğer taraftan Sind’e kaçan Abdullah b. Muhammed b. Abdillah’ı yakalayıp öldürmekten çekinen vali Ömer b. Hafs’ı azlederek, yerine Sind’e vali olarak gönderilen Hişam b. Amr et-Tağlebi’ye Abdullah’ı yakalatarak öldürmesi talimatında bulunmuştur.[455] Mansur’un bu tavrının nedeni, Hasanoğullarından yönetimi aleyhinde bulunmayanları yönetim aleyhtarlığı yapanlardan ayırmasıdır. Nitekim Hasan b. Zeyd ailesini terk ederek Mansur’un yanında yer almış ve bu tavrı Mansur tarafından valilik ile mükâfatlandırılmıştır.

Ancak Zeyd b. Hasan 155/772 senesinde Mansur tarafından valilikten azledilmiş, malına el konarak Bağdat’ta hapsedilmiştir.[456]

Muhammed ve İbrahim’in isyanlarının başarısızlıkla neticelenmesinin nedenleri olarak ihtilalin iyi organize olamaması ve Mansur’un baskıları sonucunda Muhammed’in kardeşi ile kararlaştırdıkları zamandan önce isyan etmesi gösterilir.[457] İbrahim’in kardeşinden iki ay sonra 1 Ramazan 145 tarihinde[458] isyanı başlatması Abbasi yönetiminin işini kolaylaştırmıştır. Muhammed’i köşeye sıkıştırarak isyanların eş zamanlı olarak başlatılmasını engelleyen Mansur’un Muhammed’in ihtilal haberini aldığında sevinmesi de bu görüşü haklı çıkaracak niteliktedir. Mansur’un bu tavrından isyanın hazırlık aşamasının uzun sürmesi ile daha güçlü bir ihtilalle baş edebilme endişesi taşıdığı sonucuna ulaşılabilir.

Hüseyin b. Ali b. Hasan b. Hasan b. Hasan (Sahibu’l-Fah) ve Hasan b. Muhammed b. Abdillah

Abbasi yönetimine isyan eden Hasanilerden biri de Hüseyin b. Ali b. Hasan b. Hasan b. Hasan’dır. Hüseyin b. Ali’nin Abbasi halifesi Mehdi Billah ile kurmuş olduğu iyi ilişkiler Mehdi’nin 169/785 senesinde vefat etmesi ve yerine Musa el-Hadi’nin geçmesiyle bozulmuştur.[459]

Musa el-Hadi’ye biat alınan 169/785 yılının zilkade ayında Hüseyin b. Ali Medine’de isyan etmiş ve Mekke civarında Fah denilen vadide öldürülmesi nedeniyle Hüseyin b. Ali Sahibu’l-Fah olarak isimlendirilmiştir. Hüseyin b. Ali’nin isyan etmesine Musa el-Hadi’nin Medine valisinin Hasan b. Muhammed b. Abdillah b. Hasan’ı içki içtiği için cezalandırmasının neden olduğu aktarılır. Musa el-Hadi, Hz. Ömer’in torunlarından Ömer b. Abdilaziz b. Abdillah’ı Medine’ye vali tayin etmistir. Ömer b. Abdilaziz göreve başladıktan sonra Ebu’z- Zift Hasan b. Muhammed b. Abdillah b. Hasan, şair Müslüm b. Cündüb el- Hüzeyli ve Ömer ailesinin azatlısı Ömer b. Sellam’ı bir içki sofrasında yakalamıştır. Ömer b. Abdillaziz’in emri ile bunlar hem dövülmüş, hem de boyunlarına ipler bağlanmak suretiyle Medine sokaklarında dolaştırılmışlardı. Bu olay üzerine Hüseyin b. Ali, Ömer b. Abdilaziz’in görevli memuruna gelerek, söz konusu gerekçeyle akrabaları olan bu kişileri dövmesinin yanlış olduğunu, İraklıların bu içki türünü içmekte bir beis görmediklerini dile getirmiştir. Onların bu suçlarından dolayı Medine sokaklarında teşhir edilmelerine karşı çıkmıştır. Bu kişiler, Hüseyin’in itirazlarından sonra teşhirden kurtulsalar da hapse atılmaktan kurtulamamışlardır.[460] [461]

İsfehani ise en-Nefsüz- Zekiyye’nin oğlu Ebu’z-Zift Hasan’ın şarap içmesi ve farklı bir had cezasına çarptırılmasıyla ilgili rivayetin uydurma olduğunu ileri ..           .. . .. 482

sürmüştür.

Hüseyin b. Ali ile Yahya b. Abdillah b. Hasan, Ebu’z-Zift Hasan b. Muhammed’e kefil olmuş ve onun hapisten çıkmasını sağlamışlardı. Görevli memur ise Ebu Talib ailesini birbirlerine kefil kılmıştı. Bu yüzden Ebu Talib ailesi mensupları devamlı gözetim altında bulunduruluyorlardı. Üç gün gözden kaybolan Hasan b. Muhammed’in durumunu sormak için görevli memur, Hüseyin b. Ali ile Yahya b. Abdillah’ı yanına çağırmış ve onlara ağır sözler sarf etmiştir. Bu olay onların isyanının baslangıç ve hareket noktasını oluşturmuştur. Hüseyin b. Ali’nin isyanı tepkisel bir isyan olduğu için hazırlık aşaması geçirmemiştir. Ani bir gece baskını ile görevli memur ve Ömer b. Abdilaziz’in evlerine saldırmalarına karşın onları evlerinde bulamayınca; Yahya, Hüseyin ve arkadaşları sabaha dogru mescidi işgal etmişlerdir. Hüseyin sabah namazını kıldırdıktan sonra halkı Allah’ın kitabına, Peygamber’in sünnetine davet etmiş. Onlar da bu çağrıya kayıtsız kalmamış ve el-Murtaza min Âl-i Muhammed olarak Hüseyin’e biat etmişlerdir.[462]

İsfehani’ye göre iki kişi dışında Alioğullarının tamamı Hüseyin b. Ali’ye biat etmiştir. Bu iki şahıstan biri Musa Kazım’dı. Rivayete göre Kazım, bir gece Hüseyin b. Ali’ye gelmiş ve rükuya benzer bir selamlama ile kendisini selamlamıştır. Kazım, Hüseyin b. Ali’den başlatılan isyan hareketine katılmama hususunda affını istemiştir. Uzun süre sessiz kalan Hüseyin b. Ali, Kazım’a istediği izni vermiştir. İsfehani bu rivayetin yanı sıra Musa Kazım’ ın isyan hareketini desteklediğine dair başka bir rivayet de nakleder. Rivayete göre isyanın liderleri isyan öncesinde Ehl-i Beyt’in ileri gelenleriyle isyanın başlatılması hususunda istişare etmişlerdir. Musa Kazım da istişare edilen şahsiyetler arasında olup isyanın başlatılması hususunda olumlu görüş beyan etmiştir.[463]

İsfehani’nin naklettiği iki rivayet birbiriyle çelişmektedir. Musa Kazım’ın isyan hareketini destekleyici görüş beyan etmiş olmasına rağmen isyan başladığında isyanı sahiplenmemesi zayıf bir ihtimal olarak görünmektedir. Ayrıca bu hususta Musa Kazım’a geçmişteki desteği hatırlatılarak eleştirildiğine dair herhangi bir bilgi mevcut değildir.

Hüseyin b. Ali ve adamları birkaç çarpışmadan sonra Medine’de yönetime el koydular, Mescidi ele geçirerek Beytu’l-Mal’ı yağmaladılar. Ertesi gün Hüseyin’in adamları, toplanan Abbasoğulları taraftarları ile savaşmış ve iki gün devam eden çarpışmalar sonucunda Hüseyin b. Ali taraftarları, Abbasi taraftarlarını bozguna uğratmıştır. Medine’de onbir gün kalarak iyice hazırlık yapan Hüseyin ve taraftarları 24 zilkade 169/29 Mayıs 786 tarihinde Medine’den ayrıldılar. Onların ayrılmasından sonra Mescide gelen Medineliler, onların yedikleri etlerin kemikleri ve diger artıklarıyla karşılaşınca onlara beddua etmeye başladılar. Hüseyin b. Ali Mekke’ye gitmek için Medine’den ayrılırken Medinelilerle restleşti. Hüseyin, Medine’de bulamadığı desteği Mekke’de aramaya koyuldu. Mekke’ye gelince, kendilerine sığınan her kölenin hürriyetine kavuşacağını duyurdu. Bu nedenle kölelerin birçoğunun ona katılarak hürriyetlerini elde ettiği ifade edilir. el-Hadi, Hüseyin’in isyanını haber alınca ona karşı koymak üzere Muhammed b. Süleyman’ı görevlendirdi. İki taraf Tevriye günü (arefeden bir gün önce) savaşa tutuştular. Bu çarpışmalarda Hüseyin’in taraftarları bozguna uğratılırken, Hüseyin de öldürüldü. Umumi eman verilmesi üzerine Ebu’z-Zift Hasan b. Muhammed b. Abdillah teslim olmasına rağmen, Musa b. İsa ve Abdullah b. Abbas b. Muhammed tarafından öldürülmüştür.[464]

Yevmü Fah Şiiler tarafından Kerbela olayından sonra en dehşet verici ve elim hadise olarak kabul edilir ve o gün yas tutulur.[465] Ayrıca Şiiler Hz. Peygamber’in bir gün Fah mevkiinden geçerken ileride Ehl-i Beyt’ten orada ölecekler için cenaze namazı kıldırdığını ve Cebrail’in onların ecrinin iki şehit ecri kadar olacağını bildirdiğini ileri sürerler.[466]

Hüseyin b. Ali isyanı hazırlık aşaması bulunmayan tepkisel nitelikli bir isyandır. İsyanın çıkış noktası Hasan b. Muhammed b. Abdillah’ın ve arkadaşlarının içki içerken yakalanıp sokaklarda teşhir edilmeleri olmasına rağmen hareket dini bir hüviyete büründürülmek istenmiştir.

Hasanoğullarından Diğer Bazı Şahsiyetler

Fah Vaka’sından sonra Yahya b. Abdillah, Harun Reşid döneminde 176/792 yılında, Fadl b. Yahya el-Bermeki’nin yol göstericiliği ile Deylem’de ayaklanır. Harun, Fadl b. Yahya’yı elli bin kişilik bir kuvvetle Yahya’nın üzerine gönderir. Fadl b. Yahya ile Yahya b. Abdillah arasında cereyan eden mektuplaşmalar sonunda Yahya b. Abdillah teslim olmaya razı olur. [467]

Hasan b. Ali’nin soyundan Hasan b. Hasan kanalıyla sahip olduğu torunları siyasi meselelerde ön plana çıkmakla beraber Hasanoğullarından diğer bazı şahıslarla ilgili de çeşitli rivayetler mevcuttur. Bu şahıslardan biri Zeyd b. Hasan b. Ali b. Ebi Taliptir. Zeyd b. Hasan’ın adı, Ebu Haşim b. Muhamed b. el- Hanefiyye ile miras konusunda çekişmelerinde geçmektedir. Ali b. Ebi Talip’ten miras kalan mallar Zeyd b. Hasan’a verilince Ebu Haşim miras hususunda nesep bakımından eşit olduklarını Medine kadısına bildirerek hakkını talep eder. Medine kadısı meseleyi Ebu Haşim’in lehine sonuçlandırır. Bu olay üzerine Zeyd b. Hasan Ebu Haşim’i Muhtar’ın arkadaşlarının taraftarı olup kendilerinden zekât aldığını dönemin halifesi Velid b. Abdilmelik b. Mervan’a şikâyet eder.[468] Zeyd b. Hasan, Ebu Haşim’in damadı[469] olması ve nesebi yakınlığa rağmen bu ve benzeri olayların yaşanması Alioğullarının birlikteliğini zorlaştırmış ve siyasi meselerde farklı tutum geliştirmelerine neden olmuş olmalıdır.

Alioğulları arasındaki ihtilafın örneklerinden biri de Zeyd b. Ali ile Ca’fer b. Hasan arasında velayet tartışması akabinde meydana gelen kavgadır.[470] Bu durum aradaki ihtilafın sadece maddi nitelikte olmadığını, hilafet ve imamet meselesinde de birtakım ihtilafların bulunduğunu göstermektedir.

Ehl-i Sünnet ve Şia Literatüründe Hz. Hasan dönemiyle İlgili Farklı İşlenmiş Olaylar ve Nedenleri

Ehl-i Sünnet ve Şia literatüründe Hz. Hasan ile Muaviye arasında yapılan barış antlaşmasının kısmen gerekçeleri, büyük oranda ise şartları farklı işlenmiştir. Hz. Hasan’ı Muaviye ile barışa götüren gerekçeler-her iki literatürde özellikle ilk dönem kaynaklarda güç kaybı, Hz. Hasan’ın beraberindekilere güvenmemesi, Muaviye’nin ordusunun gücü ve tecrübesi karşısında Hz. Hasan’ın ordusunun zayıf kalması olarak işlenmesine rağmen tarihi süreç içerisinde bir takım değişikliklere uğramıştır. Özellikle Hz. Hasan’dan sonraki dönemde Alioğullarının mevcut yönetimle yaşadığı problemler neticesinde meydana gelen kanlı olaylar Şii temayülün oluşmasına neden olmuştur. Bu durum Hz. Hasan’ın Muaviye ile akdettiği barış antlaşması nedeniyle eleştirilmesine bunun yanısıra ılımlı çizgi tarafından Peygamber torunu olması; Alioğullarına imameti hasreden çizgi tarafından ise on iki imamın ikincisi olması nedenleriyle savunulmasına neden olmuştur.

Hz. Hasan’ı Muaviye ile antlaşmaya götüren süreç içerisinde en ciddi rivayet farklılığı antlaşma maddeleri etrafında şekillenmiştir. Antlaşma maddeleri içerisindeyse üzerinde en çok tartışılan konulardan biri maddi nitelikteki şartlar olmuştur. Hz. Hasan’ın hilafeti Muaviye’ye devretmesini hazmedemeyen güruh Hz. Hasan’ın başından beri Muaviye ile savaşmayı düşünmediğini, maddi menfaat karşılığı bu işe tevessül ettiğini savunmuştur. Hz. Hasan’ın kimliği ve karakterini esas alan diğer grup ise söz konusu izahı Peygamber torununa yakıştıramamıştır. Bu nedenle böyle bir talepte bulunmadığını veya söz konusu tabebiyle tebasının menfaatini amaçladığını savunmuştur.

Antlaşma maddeleri arasında ihtilaflı olan bir diğer mesele ise Muaviye’den sonra hilafetin akıbeti meselesidir. Özellikle Şii temayüllü tarihçilerin eserlerinde hilafetin Muaviye’de sonra Hasan b. Ali’ye geçmesi şartı yer almıştır. Hatta o esnada gündemde olduğuna dair herhangi bir ipucuna ulaşamadığımız veliahtlık meselesinin antlaşma esnasında gündeme geldiği, Hz. Hasan’ın Muaviye’den kendisinden sonra veliaht tayin etmemesini istediği Muaviye’nin de bunu kabul ettiği bilgisi de antlaşma şartı olarak nakledilmiştir. Muaviye’den sonra hilafet işinin Şu’ra’ya bırakılması şartının yanısıra Muaviye’den sonra hilafetin akıbeti meselesinin gündeme hiç gelmediği de rivayetler arasındadır. Aynı mesele ile ilgili birden çok rivayetin bulunması ve bu rivayetlerin bir araya gelemeyecek nitelikte olması bu rivayetlerin siyasi ve mezhebi duruşların eserleri olduğuna işaret etmektedir.

Hz. Hasan’ın Hilafeti Devretmesiyle İlgili Hadisin Değerlendirilmesi

Hz. Hasan’ın Muaviye’ye hilafeti devrine “Benim bu oğlum seyyittir, umulur ki Allah onunla Müslümanlardan iki topluluğun arasını bulur”[471] hadisi gerekçe gösterilerek Hz. Hasan’ın doğru bir davranışta bulunduğu savunulmuştur. Bu hadis cevaplandırılması gereken problemler doğurmuştur. Mezkûr halifenin Hz. Peygamber’in kendisinin barış yapacağını söylemesi dolayısıyla mı barış yaptığı yoksa halife Muaviye ile barış yapacağı için mi Peygamberin bunu önceden bildirdiği ayrımının yapılması doğru sonuçlara ulaşılmasını sağlayacaktır. Pek çok ilk dönem kaynaklarında Hz. Hasan’ın Hz. Peygamberin geleceğe dair bildirdiği bu hadis dolayısıyla barış yaptığı işlenmiştir. Ancak bu yaklaşım Hz. Hasan’ın neden ordu hazırlayıp yola çıktığı sorusunun yarattığı boşluğu dolduramamıştır. Zira Hz. Hasan, Hz. Peygamber öyle dediği için barış yapmış olsaydı hazırlık yapıp yola çıkmazdı. Bunun yanı sıra gerek Hz. Hasan’ın Muaviye ile yürüttüğü mücadele esnasında, gerek hilafeti devrettiğinde, Kufelilere yaptığı konuşmada gerekse hilafeti devrinden sonra kendisine neden barış yaptığı sorulduğunda söz konusu hadisin barışa gerekçe olarak gündeme geldiğine rastlamadık. Bu durum Hz. Hasan’ın söz konusu hadis dolayısıyla Muaviye ile barış yapmadığı veya söz konusu hadisten haberdar olmadığı ihtimallerini güçlendirmektedir. Bu bilgiler ışığında Hz. Hasan’ın söz konusu hadis sebebiyle barış yapmadığı ancak barış yaparak söz konusu hadise uygun davrandığı daha akılcıl bir yorum olacaktır.

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in Emeviler Karşısındaki Tutumları

Hasan b. Ali gerek babasının yaşadıklarından edindiği tecrübeler, gerekse kendi yaşantısından edindiği tecrübeler neticesinde hilafetten Müslümanların salahiyyeti için vazgeçmiştir. Kaybedeceğini bildiği mücedeleye girişmenin İslam toplumunda kanlı çatışmalar yaratmaktan başka bir işe yaramayacağının ayrımına varmıştır. Muaviye ile savaşmak için yapmış olduğu hazırlıklar ve konuşmalarından hilafete Muaviye’den daha ehil olduğunu düşündüğü ancak ordusuna güvenmemesi dolayısıyla barış yapmanın daha doğru olacağına karar verdiği görülmektedir. Osman b. Affan’ın isyancılar tarafından kuşatılması esnasında ve Cemel vakasında babasına bulunduğu tavsiyeler, ölüm döşeğindeyken kardeşine vermiş olduğu öğütler Hasan b. Ali’nin olayları muhakeme gücünün ve ileri görüşlülüğünün göstergesidir.

Hasan b. Ali içerisinde bulunduğu koşulları değerlendirerek barış yapmanın yerinde bir davranış olacağı kanaatine ulaşmış ve hilafeti Muaviye’ye devrinden sonra Medine’ye giderek sessiz bir hayat sürdürmeyi tercih etmiştir. Bu tutumunda Kufelilerin siyasi geçmişleri ve kendisine yaşattığı tecrübeler en önemli etkenler olmuştur.

Hüseyin b. Ali ise radikal tavrı ile kardeşinden farklı bir tutum geliştirmiştir. Ağabeyinin ve çevresindekilerin kendisine tavsiyelerini dikkate almamış Kufelilere güvenerek mevcut yönetime karşı isyan hareketine girişmiştir. Bu durum İslam tarihinde son derece üzüntü verici hadiselerin yaşanmasına ve söz konusu hadiselerin zamanla Müslümanlar arasında fırkalaşmalara ve mezhepleşmelere dönüşmesine yol açmıştır.

Hasan b. Ali ile Hüseyin b. Ali’nin Emeviler karşısındaki tutumlarının farklılığı kişisel özelliklerinin yanı sıra muhatap oldukları şahıslarla da ilgilidir. Hasan b. Ali’nin karşısında Muaviye b. Ebi Süfyan yer alıyorken Hüseyin b. Ali’nin karşısında Yezid b. Muaviye yer alıyordu. Muaviye b. Ebi Süfyan’ın Alioğullarına gösterdiği toleransı Yezid b. Muaviye göstermemiştir. Yezid’in Medine valisi Velid b. Utbe’den Hüseyin b. Ali’nin ve Abdullah b. Zübeyr’in kendisine biatının sağlanmasını istemesi, biat etmemeleri durumunda öldürmelerini emretmesi[472] babasına nazaran sert müdahalelerde bulunacağının işaretlerini vermiştir. Nitekim öyle de olmuş düşmanlık son raddeye vardırılmış, bunun neticesinde meş’um Kerbela hadisesi[473] cereyan etmiştir.

Hüseyin b. Ali ve Hasan b. Ali’nin Emeviler karşısındaki tutumlarının farklılığı Şianin imamet nazariyesinin teşekkülü üzerinde etkili olmuştur. Hz. Hüseyin’in vefat ediş biçimi, radikal tavrı ve lider karizması da imametin onun soyu etrafında şekillenmesindeki etkenler arasında sayılabilir.

Ehl-i Sünnet’in Muaviye’yi Eleştirmemesinin Nedenleri

Müslümanlar arasındaki iç harplerin en büyük sorumlusu sayılan Muaviye, bu kargaşanın içinden diplomatik ve askeri dehası ile galip çıkarak, ümmetin halifesi olmuştur. Onun yönetimi bu şekilde ele geçiriş biçimini Mürcii alimler tartışma konusu yapmamışlardır.[474] Zira ilk Mürcii düşünce Şia ve Havaric’in bölücü eğilimlerine karşı, muhtemelen “İslam birliğini” korumak endişesinden doğmuştur.[475] İslam birliğini koruma endişesiyle gündeme getirilen olayların ezelde takdir edilmiş olduğu tezi, yenilenler için mazeret, galipler içinse meşruiyyet sağlamış ve her iki taraftan da destek görmüştür.[476] Açıktır ki İslam birliğini koruma endişesi amacıyla Muaviye ve Hz. Ali arasında olanlar eleştirilmemiş ve bu tutum daha ciddi sorunların oluşumuna zemin hazırlamıştır.

Müslüman âlimlerin çoğunluğu, sahabe döneminde cereyan eden korkunç olayların sorumlularını kurtarmak için[477] bu savaşlarda her ne kadar Hz. Ali haklıysa da, karşısında bulunanlar “içtihat hatası” yaptıkları için onlar da sevap kazanmışlardır,[478] demişlerdir. Akbulut, konuyla ilgili olarak müslümanın müslümanı öldürmesinin Allah’ın koyduğu kesin bir haram olduğunu, bu konuda şüphe olmadığı için içtihadın söz konusu olmadığını, içtihat konusu olmayan bir hususta içtihat hatası da olmayacağını savunmuştur.[479]

Muaviye b. Ebi Süfyan’ın Ehl-i Sünnet tarafından en çok tenkit edilen yönü hilafeti saltanata çevirerek oğlu Yezid’i veliaht tayin etmesi meselesi olmuştur. Bununla yetinmeyip sağlığında oğlu adına beyat almaya başlamıştır. Yezid döneminde bütün Müslümanları üzen Kerbela olayı yaşanmış ve yaşananlara binaen Ehl-i Sünnet daha çok Yezid ile ilgili kararı dolayısıyla Muaviye’yi eleştirmiştir. Hâlbuki göz ardı edilen önemli bir mesele daha vardır ki o da Muaviye’nin hilafeti elde ediş biçimidir. Hilafeti son derece gayrımeşru yöntemler deneyerek elde etmiştir. Hilafeti elde etme mücadelesini safha safha

Metin Kutusu: 501yürütmüş Osman b. Affan’ın kanını talep ile iktidar mücadelesinin sesli safhasını başlatmış ve iktidarı elde etmek için her yolu denemiştir.[480]

SONUÇ

Hasan b. Ali, Ali b. Ebi Talip ve Hz. Peygamber’in kızı Hz. Fatıma’nın oğludur. Hz. Peygamber’e olan bu yakınlığı babasının vefatından sonra Ali b. Ebi Talip’in büyük oğlu olması hasebiyle halk nezdinde onun hilafet makamı için en uygun şahsiyet olduğu düşüncesini doğurmuştur.

Hasan b. Ali toplumun kendisine biçtiği rolü kabul etmekle birlikte bu göreve pek de hevesli olmamıştır. Onun hilafeti dönemindeki tavrı dikkatli bir biçimde okunduğunda Alioğullarının müslümanlar tarafından halife olarak seçilip yalnız bırakılmalarından rahatsızlık duyduğu anlaşılmaktadır. Nitekim ölüm döşeğindeyken Hz. Hüseyin’i bu konuda uyarması bu görüşü destekler.

Hasan b. Ali’nin babasının hilafetine yaklaşımı kendisinin Alioğullarının siyasi meselelerde ön plana çıkmalarından hoşnut olmadığını göstermektedir. Babasının hilafetine yaklaşımındaki temel sebep ise babasının Osman b. Affan’dan devraldığı karmaşık siyasi ortamdır. Bilindiği gibi Müslümanlar arasındaki ilk ihtilaflar Osman b. Affan dönemine dayanır, bu dönemde Emeviler kadrolaşmış ve Ali b. Ebi Talib’in yönetimi karşısında potansiyel bir tehlike oluşturmuştur. Hasan b. Ali, önceden fark edebildiği bu tehlike hususunda babasını uyarmak istemiştir, babasına tüm vilayetlerin beyatını beklemesini böylece elini güçlendirmesini, Cemel ashabı Medine’den ayrıldığı zaman acele davranmayıp Osman b. Affan’ın katli meselesinin bir çözüme bağlanması için beklemesini tavsiye etmiştir. Nitekim uyarılarında haklı çıkmıştır. Biatları kabul etme noktasında Ali b. Ebi Talib sorunların müsebbibi olarak görülerek sorumluluk kendisine yüklenmiş ve yeni halifeye biat etmemek için bahane arayan Muaviye b. Ebi Süfyan kaos ortamından yararlanarak Osman b. Affanla olan kan bağını kullanarak Ali b. Ebi Talib’e Osman b. Affan’ın katillerinin bulunarak cezalandırılması için baskı yapıp halkı kışkırtarak rakibinin gücünü azaltmaya çalışmıştır. Zaten gergin olan siyasi ortam yeni halifenin kabul görmemesi ve halktan aldığı desteğin kırılması için daha da gerdirilmiş ve bu durum Müslümanlar arasında ilk kanlı çatışmaların yaşanmasına zemin hazırlamıştır.

Dönemin olaylarına yüzeysel olarak bakıldığında Hasan b. Ali, mücadele etmekten çekinen pasif bir görüntü arzetse de babasının hilafeti döneminde yaşanan problemlere yaklaşım biçimi irdelendiğinde mücadeleden çekinen pasif kişiliğin yerini aslında var olan politik ve kültürel yapıyı gayet iyi okuyan ileri görüşlü bir kişilik almaktadır. O, babası döneminde özellikle Kufe halkının iradesiz duruşunu gözlemlemiş olduğundan benzer olayların yaşanabileceğini anladığından Müslümanlar arasında iç çatışmaların yaşanmasına mahal vermemek ve zaten kaybedeceği bir mücadeleye girişmemek için geri çekilmeyi tercih etmiştir. Ancak kaynaklar göz önünde bulundurulduğunda genel itibariyle Hasan b. Ali’nin ileri görüşlülüğünden ziyade Peygamber torunu olması dolayısıyla dillendirilmemiş olsa da silik bir kişiliğe sahip olduğu intibası görülebilmektedir. Bu durumun aksine Hüseyin b. Ali her zaman ön planda olmuş, kardeşini gölgede bırakmıştır. İki kardeş karşılaştırıldığında kişisel niteliklerinden vefat ediş biçimlerine kadar bir dizi sebebin söz konusu gündemi oluşturduğunu söyleyebiliriz. Hasan b. Ali’nin sakin tabiatının karşısında Hüseyin b. Ali’nin heyecanlı ve radikal tabiatı durmaktadır. Kendi karısı tarafından zehirletilerek sona eren bir hayatın karşısında çok daha dramatik ama bir o kadar da sahibini kahramanlaştıran bir vefat ediş şekli bulunmaktadır. Kitleleri peşinden sürükleyecek lider karizması portresine Hüseyin b. Ali’nin kişiliği daha uygun görünmektedir. Hasan b. Ali’nin çok sayıda evlilik yapmış olması, kesin olmamakla beraber karısı tarafından zehirletildiğine dair rivayetlerin çeşitliliği konu üzerinde derinleşmemiş her insanın zihninde olumsuz bir fikir oluşturabilecek temel nedenlerdendir.

Genel bir değerlendirme yapılacak olursa Hasan b. Ali’nin, Müslümanların huzuru için daha iyi bir çözümün bulunmadığı şartlar altında, tehlikenin en az zararla giderilebilmesi için kendi şahsi çıkarlarını feda ettiği sonucu çıkarılabilir. Ayrıca çok sayıda evlilik yaptığı doğru olmakla beraber bu konuda mübalağalı bir durumun söz konusu olduğu göz ardı edilmemelidir.

İslam Mezhepleri Tarihi açısından kırılma noktalarından biri diyebileceğimiz Hasan b. Ali, umumun çıkarlarını kendi çıkarlarına tercih etmiş, nerde durması gerektiğini bilmiş, ölürken kendisi için tek bir damla kan dökülmemesini vasiyet etmiş, Müslümanlar arasında barış, huzur ve kardeşlik mefhumlarının zarar görmemesi için elinden geleni yapmış değerli bir şahsiyet olarak okunmalıdır.

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in vefatlarını müteakip hilafet iddiaları çocukları ve torunları üzerinden devam ettirilmiştir. Hz. Hüseyin’in şehadetini müteakip birkaç Şii nitelikli isyandan sonra Emeviler’in baskısıyla Alioğulları pasifize edilmiştir. Uzun süren sessizlik döneminin ardından Emeviler’in son döneminde Alioğullarının hilafet talepleri tekrar gündeme gelmiştir. Er-Rıza min Âl-i Muhammed söylemiyle Abbasoğullarının Alioğullarıyla beraber yürüttükleri mücadele akabinde yönetimin Abbasoğullarına geçmesi Alioğullarından özellikle Hasanoğullarını rahatsız etmiştir. Bu rahatsızlığın temelinde Abdullah b. Hasan’ın oğlu Muhammed’in hilafet iddiası yer almaktadır.

Emevilerin son döneminde Abdullah’ın oğlu Muhammed’i mehdi olarak tanıttığı ve oğlu adına biat aldığına dair muhtelif rivayetlerin mevcudiyetinin yanı sıra Ebva’da bir toplantı düzenlenip Ehl-i Beyt’in ileri gelenlerinin bu toplantıya katıldığı haberleri de Muhammed b. Abdillah’ın uzun süreden beri hilafet iddiasında olduğunu veya çevresindekilerin kendisine böyle bir görev yüklediğini göstermektedir.

Yönetimi ele geçiren Abbasoğulları, Muhammed b. Abdillah’ın geçmişteki iddialarının en yakın tanığı olduklarından Muhammed’in bu durumda sessiz kalmayacağı bilinciyle baskılara başlamışlardır. Muhammed ve kardeşinin tavrı da baskıların nedenlerinden biri olmuştur.

İlk Abbasi halifesi Seffah durumdan haberdar olmakla beraber Muhammed b. Abdillah ve kardeşinin faaliyetlerini görmezden gelmiştir. Ancak Mansur ilk halifenin gösterdiği toleransı göstermemiş Muhammed b. Abdillah’ın daha fazla güçlenmeden isyan etmesi için baskıları arttırmıştır. Baskılar karşısında Muhammed b. Abdillah kardeşi İbrahim b. Abdillah ile kararlaştırdıkları zamandan önce isyan etmek zoruna kalmıştır. Bu durum Mansur’un işini kolaylaştırmıştır. Muhammed ve kardeşinin isyanının başarısızlıkla sonuçlanmasının en büyük nedeni kardeşlerin eş zamanlı isyan edememiş olmalarıdır. Abbasi yönetimini sona erdirebilme potansiyeline sahip tek Hasani hareket denilebilecek Muhammed ve kardeşinin isyanı başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Hasanoğullarının isyanları içerisinde planlı ve hazırlıklı yapılan tek isyan Muhammed ve kardeşi İbrahim’in isyanıdır. Diğer isyanlar daha çok tepkisel ve kişisel nitelikli olmuş ve mevcut yönetim tarafından güçlenmesine fırsat verilmeyerek sona erdirilmiştir.

Hasanoğullarının Abbasi yönetimine karşı isyanlarının kökeninde Ehl-i Beyt içerisinde Peygamber’e en yakın zümre olmalarından dolayı hilafeti kendi hakları olarak görmeleri yer alır. Bu nedenle mevcut yönetimleri bu hakkı ellerinden zorla alan gasıplar olarak telakki etmişler ve kendileriyle savaşıp gaspedilen haklarını geri almayı caiz görmüşlerdir. Ancak her başkaldırı kanlı bir biçimde sonuçlanmış ve başkaldırıların uğradığı akıbet Müslümanlar arasındaki ayrılıkları derinleştirerek Şii düşünceyi toplumda yükselen değer kılarak teşekkülüne hizmet etmiştir.


BİBLİYOGRAFYA

Ahmed b. Hanbel (241/855), Cüz’ Fihi Müsnedi Ehli’l-Beyt, thk. Abdullah el- Leysi el-Ensari, Lübnan 1988.

el- Müsned, Mısır 1984.

Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye ve fihi Ahbari’l-Abbas ve Veledihi, (müellifi meçhul) thk. Abdulaziz Duri, Abdulcebbar Muttalibi, Beyrut 1971.

Ahmed Emin, Duha’l-Islam, Beyrut trz.

Akbulut, Ahmet, Sahabe Dönemi İktidar Kavgası, Pozitif Matbabacılık, Ankara 2001.

Atalan, Mehmet, Şiiliğin Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es- Sâdık’ın Yeri, Araştırma Yay., Ankara 2005.

Muhammed b. el-Hanefiyye ve Anadolu’daki Tezahürleri(Muhammed Hanefi Cenknâmeleri), İlahiyat Yay., Ankara 2007.

Abbasi Daveti Sürecinde er-Rıza Min Âl-i Muhammed Söylemi”, İAD, XVIII/2 (2005),187-191.

Ağırman, Mustafa, “Ümmü’l-Fadl’ın Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e Süt Anneliği Yapması Konusundaki Rivayetlerin Tarih Açısından Tenkitli Bir Değerlendirmesi”, AÜİFD, XVI (2001), 107-122.

Aycan, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Ebi Süfyan, Fecr Yay. Ankara 1990.

Azimli, Mehmet, “Abbasiler Dönemi Muhammed en- Nefsü’z- Zekiye ve Kardeşi İbrahim’in İsyanı”, Din Bilimleri Akademik Araştırmalar Dergisi, VIII/3 (2008), 55-74.

Bacuri, Muhammed b. Afifi el-Hudari (1345/1925), Muhadaratü’t-Tarihi’l- Ümemi’l- İslamiyye, Daru’l-Ma’rife, Beyrut 1986.

Bağdadi, Ebu Bekir Ahmed b. Ali el- Hatip (463/1071), Tarihu’l-Bağdad ve Medinetü’s-Selam, Daru’l-Fikr, Kahire 1349/1931.

Bağdadi, Abdulkahir b. Tahir b. Muhammed (429/1037), Mezhepler Arasındaki Farklar, Trc. Ethem Ruhi Fığlalı, TDV Yay., Ankara 1991.

Bakır Şerif el- Kuraşi, Hayatü’l-İmam el-Hasan b. Ali, Müessesetü’l-Vefa, Beyrut 1983.

Belazuri, Ahmed b. Yahya b. Cabir (279/892), Kitabu’l-Cumel min Ensabi’l- Eşraf, Dar’ul-Fikr, y.y., trz.

Fütuhu’l Buldan, Çev. Mustafa Fayda, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 2002.

Bozan, Metin, Imamiyye’nin imamet Nazariyesi’nin Teşekkül Süreci, İsam Yay., İstanbul 2009.

Bozkurt, Nahide, “Alioğullarının Siyasal İktidar İstencinde- Abbasiler Dönemi-İlk Mücadelesi: Muhammed en-Nefsü’z-Zekiyye’nin İsyanı”, Dini Araştırmalar Dergisi, V/13 (2002), 107-118.

Oluşum Sürecinde Abbasi İhtilali, Ankara Okulu Yay., Ankara 2000.

Buhari, Ebu Abdullah b. Muhammed Ebi’l Hasan İsmail b. İbrahim b. el- Muğire(256/870), el-Camiu’s-Sahih, İstanbul 1981.

Büyükkara, Mehmet Ali, “Bir Bilim Dalı Olarak İslam Mezhepleri Tarihi İle İlgili Metodolojik Problemler,” Ensar Neşriyat, 27-28 Eylül 2003, 441-491.

, İmamet Mücadelesi ve Haşimoğulları (Hicri II. Asır), Rağbet Yay., İstanbul 1999.

Ca’feriyan, Resul, Masum İmamların Fikri ve Siyasi Hayatı, Çev. Ca’fer Bayar, Kevser yay. İstanbul 1994.

Cahız, Ebu Osman Amr b. Bahr (255/869), el-Beyan ve ’t-Tebyin, nşr. Abdüsselam Muhammed Harun, I-IV, Kahire 1975.

Cevadi, Ahmed Seyyid ve Diğerleri, Dairetü’l-Mearif-i Teşeyyü’, III, Tahran 1992.

Davudi, Ahmed b. Ali el-Haseni (828/1425), Umdetü’t-Talip fi Ensabi Ali EBi Talip, nşr. Nezzar Rıda, Beyrut trz.

Demircan, Adnan, “Hz. Hasan ve Halifeliği”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, I (1995), 81-109.

Dineveri, Ebu Hanife Ahmed b. Davud (282/895), el-Ahbaru’t- Tıval, thk. Ebu’l Mün’im Amir ve Cemalüddin eş-Şeyyal, Bağdat trz.

Dozy, Reinhart Pieter Anne (1300/1883), Spanish İslam: a history of the moslems in Spain, London 1972.

Ebu Davud, Süleyman b. el-Eş’as (275/888), es-Sünen, İstanbul 1981.

Eş’ari, Ebu’l-Hasan Ali b. İsmail (324/936), Makalatu’l-İslamiyyin ve İhtilafu’l- Musallin, thk. Muhyiddin Abdülhamit, Kahire 1954, II,130.

Fığlalı, Ethem Ruhi, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, İlahiyat Vakfı Yay., İzmir 2004.

“İslam Tarihinde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Dönemleri (Mezhepler Tarihi Açısından Bir Tedkik)”, Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, XXVI (1983), 353-370.

“Mehdi ve Mesih İnancı Üzerine”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXV (1981), 196-214.

“Hasan b. Ali”, TDVİA, XVI (1997), 282-285.

“Hüseyin b. Ali”, TDVİA, XVIII (1988), 525.

“İbn Mülcem”, TDVİA, XX (1997), 220.

Firuzabadi, Murtaza el-Hüseyni, Fedailü’l-Hamse mines-Sıhahi’s-Sitte, III, yy. 1982.

Gölpınarlı, Abdülbaki, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, Der Yay., İstanbul 1987.

Gömbeyaz, Melek Yılmaz, “Muaviye b. Ebi Süfyan’ın Muhaliflerini Bertaraf Etme Yöntemleri”, UÜİFD, XIX/1 (2010), 301-332.

Halife b. Hayat, Ebu Amr eş-Şeybani (240/854), Tarihu Halife b. Hayat, thk. Süheyl Zekkar, Beyrut 1993.

Hasan Emin, Dairetü’l-Mearifi ’l-İslamiyyeti ’ş-Şiiyye, I, Beyrut 2001.

Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel ve Sosyal İslam Tarihi, Çev. İsmail Yiğit, Sadrettin Gümüş, Kayıhan yay., I-II, İstanbul 1987.

Heytemi, Ebü'l-Abbas Şehabeddin Ahmed İbn Hacer (974/1567J, es-Savaikü’l- Muhrika fi’r-Red ala Ehl’il-Bid’a ve’z-zendeka; Tathir’ul-Cenan ve’l- Lisan ani ’l- Huzur ve ’t-Tefevvüh, Beyrut 1985.

Himyeri, Ebu Abdullah Muhammed b. Muhammed b. Abdillah (900/1395), thk. İhsan Abbas, er-Ravzü’l-Mi’tar fi Haberi’l-Aktar, Mektebetu Lübnan, Beyrut 1980.

İbn Abdirrabbbih, Ahmed b. Muhammed el-Endelüsi (328/939), el-Ikdu’l-Ferid, nşr. Müfid Muhammed Kamiha, I-IX, Beyrut 1987.

İbn A’sem, Ebu Muhammed Ahmed b. A’sem el-Kufi (314/926), el-Fütuh, Beyrut 1986.

İbnü’l- Belhi, Ahmed b. Ali b. Ahmed b. Ali (510/1116), Kitabu Farsname, nşr. Reynold Alleyne Nicholson, Cambridge 1961.

İbn’ü’l-Cevzi, Cemalüddin Eb’ul Ferec Abdurrahman b. Ali(597/1200), el- Muntazam fi Tevarihi’l-Müluk ve’l-Umem, thk. Süheyl Zekkar, Daru’l- Fikr, Beyrut 1995.

İbnü’l-Esir, İzzüddin Ebu’l Hasan Ali b. Muhammed (630/1233), el-Kamil fit- Tarih, Darus-Sadr, Beyrut 1965.

İbn Hacer, Ahmed b. Ali el- Askalani(852/1448), el-Isabe fi Temyizi’z-Sahabe, Daru’l Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut trz.

İbn Haldun, Abdurrahman b. Muhammed(808/1405), Kitabu’l İber (Tarihu İbn Haldun), nşr. Halil Şehhade, Süheyl Zekkar, Beyrut 1988.

İbn Hibban, Muhammed b. Hibban b. Ahmed Ebi Hatim(354/965), Kitabü’s- Sikat, Haydarabad 1975.

İbn Kesir, Ebu’l- Fida İmadüddin İsmail b. Ömer ( 774/1372) El- Bidaye ve’n- Nihaye, Beyrut 1966.

İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed- Dineveri (276/889), el-Mearif thk. Servet Ukkaşe, Kahire 1981.

el- İmame ve ’s- Siyase, Kahire 1967.

Uyunu’l- ahbar, thk. Muhammed el- İskenderani, Beyrut, 2002.

İbn Sa’d, Ebu Abdillah Muhammed b. Sa’d Meni’ez- Zühri (230/845) et- Tabakatü’l-Kübra, Beyrut 1985.

et-Tabakatu’l-Kübra, Mütemmim, Beyrut 1960.

Tercümetü’l- İmam Hasan, thk. Seyyid Abdülaziz Tabatabai, Kum 1416.

İbn Şebbe, Ebu Zeyd Ömer el- Basri(262/876), Kitabu Tarihi’l-Medineti’l- Münevvere, thk. Mahmud Şeltut, Cidde 1973.

İbn Tiktaka, Muhammed b. Ali b. Tabataba(709/1309), el-Fahri fi Adabi’s- Sultaniye ve’d-Düveli’l-İslamiyye, Beyrut 1966.

İbn Manzur, Muhammed b. Mukarrem (711/1311), Muhtasaru Tarihi Dımeşk li- İbni Asakir, Dımeşk 1985.

İsfehani, Ebu’l Ferec Ali b. Hüseyin (356/967), Mekatilu’t-Talibiyyin, thk. Ahmed Sakar, Daru’l-Ma’rife, Beyrut trz.

Kapar, Mehmet Ali, “Hz. Hasan’ın Halifeliği ve Hasan-Muaviye Anlaşması”, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, VII (1997), 67-80.

Koçyiğit, Talat, “Zühri” İslam Ansiklopedisi, XIII (1986), Ankara, 643-647.

Kummi, Ebu’l-Kasım Ca’fer b. Muhammed İbn Küleveyh (368/979), Kamilü’z- Ziyarat, Daru’s-Sürur, Beyrut 1997.

Kuleyni, el-Usul mine ’l-Kâfi, Nşr. Muhammed el-Ahvendi, Tahran trz.

Kutlu, Sönmez “İslam Mezhepleri Tarihinde Usul Sorunu”, Islami ilimlerde Metodoloji Mes’elesi, Ensar Neşriyat, I-II, 27-28 Eylül 2003.

Türklerin İslâmlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, TDV Yay., Ankara 2000.

Makdisi, Mutahhar b. Tahir, Kitabu’l-Bedi ’ ve ’t-Tarih, Paris 1916.

Madelung, Wilfred, The Succession to Muhammad: a study of the early caliphate XII, New York 1997.

“Hasan b. Ali b. Abı Taleb”, Encyclopedia Iranica, XII (2004), 26.

Meclisi, Muhammed Bakır b. Muhammed Taki b. Maksud Ali(1110/1698), Biharü’l-Envari ’l-Camia li ’d-Düreri Ahbari ’l-Eimmeti ’l-Ethar, Beyrut 1983.

Mes’udi, Ebu’l Hasan Ali b. Hüseyin(345/956), İsbatu’l-Vasiyye, Beyrut 1988.

Mürucü’z-Zeheb ve Meadinu’l-Cevher, thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, Daru’l- Fikr, Kum 1984.

Mekki, Ebu Talip Muhammed (386/996), Kûtü’l-Kulûb, Mektebetü’l-Kahire, Kahire trz.

Minkari, Nasr b. Muzahim b. Seyyar (212/827), Vak’atu Sıffin, thk. Abdüsselam Harun, Beyrut 1990.

Muhammed Rıza, el-Hasan ve ’l-Hüseyin Sıbta Rasulillah (s.a.s), Beyrut 1987.

Müslim, Ebu’l-Hüseyin Müslim b. Haccac el-Kuşeyri(261/875), el-Camiu’s- Sahih, İstanbul 1981.

Nesai, Ebu Abdirrahman Ahmed b. Şuayb b. Ali b. Sinan (303/915), es-Sünen, İstanbul 1981.

Nüveyri, Şehabeddin Ahmed b. Abdülvehhab b. Muhammed(733/1333), Nihayetü’l-Ereb fi Fünuni’l-Edeb, thk. Muhammed Ebü’l-Fazl İbrahim, Mektebetü’l Arabiyye, Kahire 1975.

Onat, Hasan, Emeviler Devri Şii Hareketleri ve Günümüz Şiiliği, TDV. Yay., Ankara 1993.

Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı, trc. Ca’fer Bendiderya, S. Necat Karakuş, Ca’fer Bayar, Vahdettin İnce, Alican Görel, Kevser Yay. İstanbul 2002.

Sarıçam, İbrahim, İslam Öncesinden Abbasilere Kadar Emevi- Haşimi ilişkileri, TDV Yay., Ankara 1997.

Strayer, Joseph R. “Hasan İbn Ali İbn Abi Talib”, Dictionary of the Middle Ages, VI (1989), 8.

Söylemez, Mahfuz, Bedevilikten Hadariliğe Kufe, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2001.

“Hz. Hasan’ın Hilafeti Muaviye’ye Devrinin Arkaplanı”, İslami Araştırmalar Dergisi, XIV (2001), 456-468.

Suyuti, Celalüddin Abdurrahman b. Ebi Bekr(911/1505), Tarihu’l-Hulefa, Mektebetü’t-Ticareti’l-Kübra, Kahire 1969.

Şevkani, Ebu Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Havlani (1250/1834), Derrü’s-Sehabe fi Menakıbi ’l-Karabe ve ’s-Sahabe, thk. Hüseyin b. Abdullah el-Umeri, Dımeşk 1984.

Şeyh Saduk, Ebu Ca’fer Muhammed b. Ali b. Hüseyin İbn Babeveyh (381/991) Meani ’l-Ahbar, thk. Ali Ekber Gıfari, Beyrut 1990.

Taberi, Ebu Ca’fer Muhammed b. Cerir(310/922), Tarihu’l-Umem ve’l-Müluk, thk. Muhammed Ebü’l Fadl İbrahim, Daru Süveydan, Beyrut 1967.

Tabersi, Ebû Ali Eminüddin Fazl b. Hasan b. Fazl (548/1153), İ’lamu’l-Vera bi- A’lami’l-Hüda, Beyrut 1985.

Tabersi, Ebu Mansur Ahmed b. Ali b. Ebi Talib, el-İhticac, thk. Muhammed Bakır el- Musevi el- Horasani, Beyrut 1981.

Taha Hüseyin, el-Fitnetü’l-Kübra (Ali ve Benuh), Kahire 1953.

Terzi, Mustafa Zeki “İslam Tarih Yazıcılığının Doğuşunda İbn Şihab ez- Zühri’nin Yeri ve Önemi”, Diyanet Dergisi, XXI (1985), 56-64

Tirmizi, Ebu İsa Muhammed b. İsa(279/892), es-Sünen, İstanbul 1981.

Uslu, Recep, “Hasan b. Hasan”, TDVİA, XVI (1997), 324.

Uyar, Gülgun, Ehl-i Beyt İslam Tarihinde Ali- Fatıma Evladı, Gelenek Yay., İstanbul 2004.

Watt, William Montgomery, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, Çev. Ethem Ruhi Fığlalı, Umran Yay. Ankara 1981.

Vaglieri, L. Veccia, “Al-Hasan b. Ali b. Ebi Talib”, The Encyclopaedıa of Islam(New Edition), III (1971), 240.

Varol, Bahaüddin, “Hz. Hasan’ın Çok Evliliğine Dair Rivayetler Üzerine”, SÜİFD, XIII (2009), 9-23.

Hilafet Mücadelesinde Ehl-i Beyt Nesli, Konya 2004.

Ya’kubi, İbn Vazıh Ahmed b. İshak b. Ca’fer (292/905), Tarihu’l-Ya’kubi, Daru’s-Sadr, Beyrut trz.

Yakut el-Hamevi, Şihabüddin Ebu Abdillah b. Abdillah (626/1229), Mu’cemu’l- Buldan, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut 1979.

Yasin, Razi Ali, İmam Hasan’ın barışı: tarihin en büyük kansız devrimi, Çev., Ca’fer Bendiderya, Kevser Yay., İstanbul 2002.

Yılmaz Gömbeyaz, Melek, “Muaviye b. Ebi Süfyan’ın Muhaliflerini Bertaraf Etme Yöntemleri”, UÜİFD, XIX/1 (2010), 301-322.

Zehebi, Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman (784/1374) Siyeru Alami ’n-
Nubela,
thk. Şuayp el- Arnavud, Müessesetü’r-Risale, Beyrut 1982.

Tarihu’l-İslam ve Vefayatu’l-Meşahir ve ’l-A ’lam, nşr. Ömer Abdüsselam Tedmüri, Beyrut 1994-98.

Zehili, Merci’u Ulum’il-İslamiyye, Dımeşk trz.

Zeki Terzi, Mustafa, “İslam Tarih Yazıcılığının Doğuşunda İbn Şihab ez- Zühri’nin Yeri ve Önemi”, Diyanet Dergisi, XXI/2 (1985), 56-64.

Zorlu, Cem, Abbasilere Yönelik dini ve Siyasi İsyanlar: Ebu Ca’fer el-Mansur Dönemi, Ankara 2001.


 



[1]   İbn Sa’d, Tercümetü’l-İmam Hasan, 27.

[2]   Ahmed b. Ali b. Sabit Hatip el- Bağdadi, Tarihu Bağdad ve Medinetü’s-Selam, Daru’l-Fikr, Kahire

1931, I, 138; Joseph R. Strayer, “Hasan İbn Ali İbn Abi Talib”, Dictionary of the Middle Ages, Newyork 1989, VI, 8; Muhammed b. Ahmed b. Osman ez- Zehebi, Siyeru A ’lami’n- Nübela, thk. Şuayb el- Arnavud, Beyrut 1984, III, 245; Fazl b. Hasan et-Tabersi, İ’lamü’l-Vera bi A ’lami ’l-Hüda, Beyrut 1985, 243.

[3]    Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı, trc. Cafer Bendiderya, S. Necat Karakuş, Cafer Bayar, Vahdettin İnce, Alican Görel, Kevser Yay. İstanbul 2002, 37; Ebu’l Ferec Ali b. Hüseyin el-İsfehani, Mekatilu’t-Talibiyyin, thk. Ahmed Sakar, Daru’l-Ma’rife, Beyrut trz. 46; Zehili, Merci’u Ulum’il- İslamiyye, Dımeşk trz. 54.

[4]   Ebu Abdullah Muhammed b. Ali eş-Şevkani, Derrü’s-Sahabe fı Menakibi ’l-Karabe ve ’s-Sahabe, thk.

Hüseyin b. Abdullah el- Umeri, Dımeşk 1984, 606.

[5]   Ahmed b. Hanbel, Cüz’ Fihi Müsnedi Ehli’l-Beyt, thk. Abdullah el-Leysi el-Ensari, Lübnan 1988, 4;

Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı, 37; Şibli Numani, Sıratu’n-Nabi, trc. Budayuni, Lahore trz. II, 5.

[6]  Zehebi, Siyeru A ’lami ’n-Nübela, III, 246.

[7]  Kuleyni, el-Usul mine ’l-Kâfi, Nşr. Muhammed el- Ahvendi, Tahran trz. I, 461.

[8]   İbn Sa’d, Tercümetü’l-İmam Hasan, 30.

[9]  Zehebi, Siyeru A ’lami ’n-Nübela, III, 246.

[10] Hasan Emin, Dairatü’l-Mearif, Beyrut 2001, I, 401.

[11] Ebu Ali Eminüddin Fazl b. Hasan b. Fazl et- Tabersi, İ’lamü’l-Vera bi A ’lami ”l-Hüda, Beyrut 1985,

248.

[12]  Geniş bilgi için bkz. Zehebi, Siyeru A ’lami ’n-Nübela, III, 247; Murtaza el- Hüseyni Firuzabadi, Fedailü’l-Hamse Mine’s-Sıhahi’s-Sitte, Beyrut 1982, III, 207; Muhammed Rıza, el-Hasan ve’l- Huseyn, 14; L. Veccia Vaglieri, “Al- Hasan b. Ali b. Ebi Talib”, The Encyclopaedıa of Islam(New Edition), III (1971), 240.

[13]   Murtaza el-Hüseyni Firuzabadi, Fedailü’l-Hamse Mine’s-Sıhahi’s-Sitte, Beyrut 1982, III, 207; Muhammed Rıza, el-Hasan ve ’l-Huseyn, 14.

[14]  Ahmed b. Hanbel, Cüz ’ Fihi Müsnedi Ehli ’l-Beyt, 43; Abdülbaki Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, Der Yay., İstanbul 1987, 367;

[15] Ahmed b. Hanbel, Cüz ’ Fihi Müsnedi Ehli ’l-Beyt, 43; Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı, 37.

[16] Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı, 37.

[17] Zehebi, Siyeru A ’lami ’n-Nübela, III, 248.

[18]  Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim İbn Kuteybe, el-Mearif thk. Servet Ukkaşe, Daru’l-Mearif, Kahire 1981, 210.

[19] Zehebi, Siyeru A ’lami ’n-Nübela, III, 246.

[20] Taberi, Tarih, V, 160.

[21] İbn Vazıh Ahmed b. İshak b. Cafer el-Ya’kubi, Tarihu’l-Ya’kubi, Beyrut trz. II, 227.

[22] Ebu Abdirrahman Ahmed b. Şuayb en-Nesai, Sünen, İstanbul 1981, Salatu’l-İdeyn, 27.

[23] Wilfred Madelung, “Hasan b. Ali b. Abı Taleb”, Encyclopedia Iranica, XII (2004), 26.

[24]  Ebu Abdillah Muhammed b. İsmail b. İbrahim b. El- Muğire el-Buhari, el-Camiu’s-Sahih, İstanbul

1981, Libas, 20.

[25] Teğabun Suresi, 64/15.

[26] Ebu Abdirrahman Ahmed b. Şuayb en-Nesai, Sünen, İstanbul 1981, Salatu’l-İdeyn, 27.

[27] Buhari, Fezailu’l-Ashab, 22.

[28]  Müslim, Ebu’l-Hüseyn Müslim b. Haccac el- Kuşeyri, el-Camiu’s-Sahih, İstanbul 1981, Fezailu’s-

Sahabe, 58.

[29] Nesai, İftitah, 82.

[30] Buhari, Edeb, 18.

[31]  Geniş bilgi için bkz., Ebu Kasım Cafer b. Muhammed b. Küleveyh el-Kummi, Kamilü’z-Ziyarat, Daru’s-Sürur, Beyrut 1997, 112-117.

[32]  Asıl adı Lübabe olup Abbas b. Abdulmuttalib’in eşi; Hz. Peygamber’in eşi Meymune’nin kız kardeşidir; Halid b. Velid’in teyzesidir. Hz Hatice’den sonra Müslüman olan ilk kadındır. Geniş bilgi için bkz. Mustafa Ağırman “Ümmü’l-Fadl’ın Hz. Hasan ve Hz Hüseyin’e Süt Anneliği Yapması Konusundaki Rivayetlerin Tarih Açısından Tenkidli Bir Değerlendirilmesi”, AÜİFD, XVI (2001), 107-122.

[33] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Mısır 1984, VI, 340; Muhammed Rıza, el-Hasan ve ’l-Huseyn, Beyrut

1987, 13.

[34] Mustafa Ağırman “Ümmü’l-Fadl’ın Hz. Hasan ve Hz Hüseyin’e Süt Anneliği Yapması Konusundaki

Rivayetlerin Tarih Açısından Tenkidli Bir Değerlendirilmesi”, 107-122.

[35] İbn Sa’d, Tabakat, VI, 377.

[36] Geniş Bilgi için bkz. Gülgun Uyar, Ehli Beyt İslam Tarihinde Ali-Fatıma Evladı, İstanbul 2004, 377­

379.

[37] Ebu Talip el-Mekki, Kutû’l-Kulûb, Mısır, 1961, II, 505.

[38] İbn Sa’d, Tabakat, VI, 375.

[39] Zehebi, en-Nübela, III, 253; Muhammed Rıza, el-Hasan ve ’l-Huseyn, 14.

[40] İbn Sa’d, Tabakat, VI, 375; Zehebi, en-Nübela, III, 262.

[41] İbn Sa’d, Tabakat, VI, 374-375; Zehebi, en-Nübela, III, 263.

[42] İbn Sa’d, Tabakat, VI, 374-375.

[43] Zehebi, en-Nübela, III, 262.

[44] Ebu Talip el-Mekki, Kûtü’l-Kulûb, Mısır 1961, II, 505-506.

[45] İbn Sa’d, Tabakat, VI, 375-376.

[46] Geniş bilgi için bkz. Bakır Şerif el-Kuraşi, Hayatü ’l-İmam el-Hasan b. Ali, Beyrut 1983, 443-460.

[47] Bakır Şerif el-Kuraşi, Hayatü’l-İmam el-Hasan b. Ali, 452-454.

[48] Bakır Şerif el-Kuraşi, Hayatü’l-İmam el-Hasan b. Ali, 446-449.

[49] Muhammed Rıza, El-Hasan ve ’l-Huseyn, 24.

[50] Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı, 38.

[51] Tabersi, İ’lamü’l-Vera bi A ’lami ’l-Hüda, 251.

[52] İbn Sa’d, Tercümetü’l-İmam Hasan, 27-28.

[53] Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı, 37; Abdulbaki Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve

Şiilik, İstanbul 1987, 367.

[54] Uyar, Ehli Beyt İslam Tarihinde Ali-Fatıma Evladı, 377-379.

[55] Ethem Ruhi Fığlalı, “Hasan”, DİA, XVI (1997), 283.

[56] Geniş bilgi için bkz. Varol, “Hz. Hasan’ın Çok Evliliğine Dair Rivayetler Üzerine”, 9-23.

[57] Ya’kubi, Tarih, II, 228.

[58] Tabersi, İ’lamü’l-Vera bi A ’lami ’l-Hüda, 251.

[59] Belazuri, Ensab, 278; Ayrıca bkz. el-Heytemi, Ahmed b. Muhammed, es-Savaiku’l-Muhrika ala ehli ’r-

Rafdi ve ’d-Dalali ve ’z-Zendeka, thk. Abdurrahman b. Abdullah et-Türkî, Kamil Muhammed Harrad, Beyrut 1997, II, 515.

[60] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405.

[61] Zehebi, en-Nübela, III, 246.

[62]  Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 200; Ebu Davud, Salât, 340; Tirmizî, Ebvabu’s-Salât, 341 Nesaî, Kıyamü’l-leyl, 50.

[63] Ya’kubi, Tarih, II, 226.

[64] Zehebi, en-Nübela, III, 263.

[65] Tabersi, İ’lam ”l-Vera bi- A ’lam ”l-Hüda, 249; Razi Ali Yasin, İmam Hasan ’ın Barışı, 40.

[66] Muhammed Rıza, El-Hasan ve ’l-Huseyn, 14; Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı,39.

[67] Zehebi, en-Nübela, III, 246; Ebu Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Havlani eş-Şevkani,

Derrü’s-Sahabe Fi Menakıbi’l-Karabe ve’s-Sahabe, 606; Tirmizî, Menâkıb, 31; Tabersi, İ’lamü’l- Vera bi- A ’lami ’l-Hüda, 249.

[68] Buhari, Fezailü ’l-Ashâb, 22.

[69] Ya’kubi, Tarih, II, 226.

[70] Tabersi, İ’lamü’l-Vera bi- A ’lami ’l-Hüda, 249.

[71] Belazuri, Ensab, III, 278; Bkz. el-Heytemi, Ahmed b. Muhammed, es-Savaiku’l-Muhrika ala ehli ’r-

Rafdi ve ’d-Dalali ve ’z-Zendeka, thk. Abdurrahman b. Abdullah et-Türkî, Kamil Muhammed Harrad, Beyrut 1997, II, 515.

[72] Zehebi, en-Nübela, III, 259.

[73] Ya’kubi, Tarih, II, 153.

[74] İbn Haldun, Tarihu İbn Haldun, nşr. Halil Şehhade, Süheyl Zekkar, Beyrut 1988, II, 573.

[75] Halife b. Hayat, Tarihu Halife b. Hayyat, thk. Süheyl Zekkar, y.y., Beyrut 1993, s. 129.

[76]  İbn Sa’d, Tabakat, III, 32; Mes’udi, Ebu’l Hasan Ali b. Hüseyin, Mürucü’z-Zeheb ve Meadinu’l-

Cevher, thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, Beyrut 1989, II, 368.

[77] Mes’udi, Mürucü’z-Zeheb, II, 368.

[78] Dineveri, Ahbar, 144-145.

[79]  Dineveri, Ahbar, 145-146.

[80]  Abdulbaki Gölpınarlı, Tarih boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, İstanbul 1987, 372-373.

[81]  Dineveri, Ahbar, 195.

[82]   Şevkani, Derrü’s-Sehabe, 289.

[83]   Resul Caferiyan, Masum İmamların Fikri ve Siyasi Hayatı, Çev. Cafer Bayar, Kevser Yay., İstanbul 1994, 79-80.

[84]  Taberi, Tarih, V, 144; İbnü’l-Esir, el-Kamil III, 388-389; Bkz. Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dineveri, el-İmame ve’s-Siyase, Beyrut 1967, I, 137-138; Ya’kubi, II, 212; Mesudi, Müruc, II, 428.

[85]   Geniş bilgi için bkz. İbn Sa’d, Tabakat, III, 35-36; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 389. Ayrıca bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, “İbn Mülcem”, TDVİA, XX (1997), 220.

[86]  Taberi, Tarih, V, 144, İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 390.

[87]  İbn Mülcem’in Ali b. Ebi Talip’i Öldürmek üzere anlaştığı kişiler. Bkz. İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 390­391.

[88]  İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 390-391.

[89]  Taberi, Tarih, V, 145.

[90]  Taberi, Tarih, V, 145; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 391.

[91]  Müsle: Öldürdükten sonra birinin kulak, burun vs azalarını kesmek.

[92]  İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 391; Fığlalı, “İbn Mülcem”, 220.

[93]   Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dineveri İbn Kuteybe, el-İmame ve’s-Siyase, Müessesetü’r-Risale, Kahire, 1967, I, 138.

[94]  İbn Kuteybe, el-İmame, I, 139.

[95]  Taberi, Tarih, V, 151.

[96]  İbn Kuteybe, el-İmame, I, 139.

[97]  Taberi, Tarih, V, 151.

[98]  İbn Kuteybe, el-İmame, I, 139.

[99]  Taberi, Tarih, V, 151.

[100] Taberi, Tarih, V, 151; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 394.

[101] Ya’kubi, Tarih, II, 213.

[102] Ya’kubi, Tarih, II, 212-213.

[103] Ya’kubi, Tarih, II, 214.

[104] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 2.

[105] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 139.

[106] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 92

[107] İrfan Aycan, Saltanata Giden YoldaMuaviye b. Ebi Süfyan, Fecr Yay., Ankara, 1990, 175.

[108] Belazuri, Ensab, III, 262; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 391.

[109] Taberi, Tarih, V, 158; İbn Kesir, Ebü’l-Fida İsmail, el-Bidaye ve ’n-Nihaye, Beyrut 1966, VIII, 14.

[110] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 391-392.

[111] Belazuri, Ensab, III, 262.

[112] Kuleyni, Usul el-Kâfi, II, 28-29.

[113] Kuleyni, Usul el-Kâfi, II, 65.

[114]  Söylemez, “Hz. Hasan’ın Hilafeti Muaviye’ye Devrinin Arkaplanı”, İslami Araştırmalar Dergisi, XIV/3-4 (2001), 458.

[115] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 140; Taberi, Tarih, V, 158; Mesudi, Müruc, III, 4.

[116] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 140; Taberi, Tarih, V, 158; İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.

[117] Mesudi, Müruc, III, 4.

[118] Belazuri, Ensab, III, 278.

[119] Geniş bilgi için bkz. Mahfuz Söylemez, Bedevilikten Hadariliğe Kufe, Ankara 2001, 95-171.

[120] Belazuri, Ensab, 279.

[121] Ahzab Suresi, 33/33.

[122] İsfehani, Mekatil, 52; Belazuri, Ensab, 279

[123] Belazuri, Ensab, 279

[124] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 140.

[125] Mesudi, Müruc, III, 4.

[126] Mahfuz Söylemez, “Hz. Hasan’ın Hilafeti Muaviye’ye Devrinin Arkaplanı”, 458.

[127] Kuleyni, Usul el-Kâfi, II, 65.

[128] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 390

[129] Kuleyni, Usul el-Kâfi, II, 65.

[130] Mesudi, Isbatu’l-Vasiyye, 165.

[131] Ya’kubi, Tarih, II, 128; Kuleyni, Usul el-Kâfi, II, 65; Ayrıca bkz. Onat, Emeviler Devri Şii Hareketleri ve Günümüz Şiiliği, 121.

[132] Onat, Emeviler Devri Şii Hareketleri ve Günümüz Şiiliği, 121; Ayrıca bkz Metin Bozan, İmamiyye ’nin İmamet Nazariyesinin Teşekkül Süreci, İstanbul 2009, 50-52.

[133] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 140; Taberi, Tarih, V, 158; İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, VIII, 14; Ayrıca Bkz. Belazuri, Ensab, III, 278.

[134] Şevkani, Ebû Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Havlani, Derrü’s-Sehabe fi Menakibi ’l- Karabe ve ’s-Sahabe, Dımeşk, 1984, 606.

[135] Mesudi, Müruc, III, 4.

[136] Belazuri, Ensab, III, 278.

[137] Bu hususta bkz. İsfehani, Mekatil, 52-53.

[138] İsfehani, Mekatil, 54.

[139] Söylemez, “Hz. Hasan’ın Hilafeti Muaviye’ye Devrinin Arkaplanı”, 459.

[140] Taberi, Tarih, V, 158.

[141] Bkz. Belazuri, Ensab, III, 278.

[142] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 402.

[143] Resul Caferiyan, Masum İmamların Fikri ve Siyasi Hayatı, 82.

[144] Taberi, Tarih, V, 158.

[145] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 140.

[146] İbnü’l-Esir, el- Kamil, III, 404. İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.

[147] Söylemez, “Hz. Hasan’ın Hilafeti Muaviye’ye Devrinin Arkaplanı”, 459.

[148] Ya’kubi, Tarih, II, 216; İbn Kuteybe, el-Mearif, 240; Taberi, Tarih, V, 158.

[149] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 139; Taberi, Tarih, V, 148-149; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III,392.

[150] Maaşlı askerler

[151] İsfehani, Mekatil, 55.

[152]  Söylemez, Bedevilikten Hadariliğe Kufe, 95; Ayrıca bkz. Söylemez, “Hz. Hasan’ın Hilafeti Muaviye’ye Devrinin Arkaplanı”, 460.

[153] Söylemez, “Hz. Hasan’ın Hilafeti Muaviye’ye Devrinin Arkaplanı”, 460.

[154] Belazuri, Ensab, III, 291.

[155] Belazuri, Ensab, III, 281; İbn A’sem, Ebu Muhammed Ahmed b. A’sem el-Kufi, el-Fütuh, Beyrut 1986, III/IV, 286-287; İsfehani, Mekatil, 55.

[156] İsfehani, Mekatil, 55-58; Ayrıca Bkz. Sarıçam, İslam Öncesinden Abbasilere Kadar Emevi-Haşimi İlişkileri, 281.

[157] Belazuri, Ensab, III, 280.

[158] Belazuri, Ensab, III,281; İbn A’sem, el-Fütuh, III/IV, 286-287; İsfehani, Mekatil, 55.

[159] Söylemez, “Hz. Hasan’ın Hilafeti Muaviye’ye Devrinin Arkaplanı”, 461.

[160] Belazuri, Ensab, III, 281; İbn A’sem, el-Fütuh, III/IV, 286-287; İsfehani, Mekatil, 55.

[161] Belazuri, Ensab, III, 280-281.

[162] İbn A’sem, el-Fütuh, II/IV, 289.

[163] Belazuri, Ensab, III, 280.

[164] Belazuri, Ensab, III, 280; Taberi, Tarih, V,158; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 404. İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.

[165] Taberi, Tarih, V, 158-159.

[166] Taberi, Tarih, V,158; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 404; İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.

[167] Geniş bilgi için bkz. Belazuri, Ensab, III, 280-281; İsfehani, Mekatil, 66.

[168] İbn A’sem, el-Fütuh, II/IV, 289.

[169] İbn Şebbe, Ebu Zeyd Ömer el-Basri, Kitabu Tarihi’l-Medineti’l-Münevvere, Cidde 1973, III, 1093­1094.

[170] Muhammed b. Hibban b. Ahmed Ebi Hatim, Kitabü’s-Sikat, Haydarabad 1975, II, 276-277.

[171] Minkari, Nasr b. Muzahim b. Seyyar, Vak’atu Sıfftn, thk. Abdüsselam Harun, Beyrut, 1990, 63.

[172] Geniş bilgi için bkz. Aycan, İktidara Giden Yolda Muaviye b. Ebi Süfyan, Ankara 1990, 179-182.

[173] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 74.

[174] Geniş bilgi için bkz. Aycan, Saltanata Giden yolda Muaviye b. Ebi Süfyan, 180-181.

[175] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 101.

[176] Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim ed- Dineveri İbn Kuteybe, Uyunu’l-Ahbar, thk. Muhammed el- İskenderani, Beyrut, 2002, I, 85.

[177] Belazuri, Ensab, III,159; Mesudi, Müruc, III, 43.

[178] Geniş bilgi için bkz. İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 402-403.

[179] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Ebi Süfyan, 192.

[180] Aycan, Saltanata Giden yolda Muaviye b. Ebi Süfyan, 192.

[181] Geniş bilgi için bkz. Ya’kubi, Tarih, II, 214.

[182] Onat, Emeviler Devri Şii Hareketleri ve Günümüz Şiiliği, 4-5.

[183] İsfehani, Mekatil, 61.

[184] Dineveri, Ahbar, 216.

[185] İsfehani, Mekatil, 52.

[186] Ya’kubi, Tarih, II, 214; Bağdadi, Tarih, I, 208.

[187] Belazuri, Ensab, III, 279-280; İsfehani, Mekatil, 61.

[188] Geniş bilgi için bkz. Belazuri, Ensab, III, 280-281; İsfehani, Mekatil, 66.

[189] Belazuri, Ensab, III, 281; İsfehani, Mekatil, 62.

[190] İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.

[191] İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.

[192] Ya’kubi, Tarih, II, 214.

[193] Söylemez, Bedevilikten Hadariliğe Kufe, 95.

[194]  Sabat, Medain’e yakın bir yerleşim birimidir. Bkz.Yakut el-Hamevi, Mu’cem’ul-Buldan, Daru’l- Kütübi’l-Arabiyye, Beyrut 1979, III, 166.

[195] Söylemez, “Hz. Hasan’ın Hilafeti Muaviye’ye Devrinin Arkaplanı”, 462.

[196] Caferiyan, Masum İmamların Fikri ve Siyasi Hayatı, 85.

[197] Geniş bilgi için bkz. Caferiyan, Masum İmamların Fikri ve Siyasi Hayatı, 86-87

[198] Belazuri, Ensab, III, 281; İsfehani, Mekatil, 62.

[199] İsfehani, Mekatil, 62.

[200] Îbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 404; Nuveyri, en-Nihaye, XX, 225.

[201] Nuveyri, en-Nihaye, XX, 225.

[202] Ya’kubi, Tarih, II, 214; Zehebi, en-Nübela, III, 263; Îbn Kesir, el- Bidaye, VIII, 14.

[203] Îbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 29.

[204]  Taberi, Tarih, V, 158; Cemalüddin Eb’ul-Ferec Abdurrahman b. Ali Îbnu’l-Cevzi, el-Muntazam fi Tevarihi’l-Muluk ve’l-Umem, thk. Süheyl Zekkar, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1991, III, 406; Îbnü’l-Esir, el- Kamil, III, 404; Îbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.

[205] Taberi, Tarih, V, 158.

[206] Geniş bilgi için bkz. Îbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 404; Îbn Kesir, el-Bidaye, VIII,14.

[207] Belazuri, Ensab, III, 281.

[208] Söylemez, Hz. Hasan’ın Hilafeti Muaviye’ye Devrinin Arkaplanı”, 462.

[209] Abdulkahir el-Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, Trc. Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara 1991,289.

[210]  Geniş bilgi için bkz. Mustafa Zeki Terzi, “İslam Tarih Yazıcılığının Doğuşunda İbn Şihab ez- Zühri’nin Yeri ve Önemi”, Diyanet Dergisi, XXI/2 (1985), 57; Ayrıca bkz. Talat Koçyiğit, “ Zühri” DİA, XIII, 643-647.

[211] Geniş bilgi için bkz. Söylemez “Hz. Hasan’ın Hilafeti Muaviye’ye Devrinin Arkaplanı”, 460.

[212] Belazuri, Ensab, 281-282.

[213] Yakut, Mu’cemu’l-Buldan, V, 127-128.

[214] Dineveri, Ahbar, 217; Taberi, Tarih, V, 158; Bkz. İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 404-405.

[215] Belazuri, Ensab, III, 282.

[216] Belazuri, Ensab, III, 282; Dineveri, Ahbar, 217; İsfehani, Mekatil, 62.

[217] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 404. İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.

[218] İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.

[219] Ya’kubi, Tarih, II, 215.

[220] Dineveri, Ahbar, 217.

[221] Taberi, Tarih, V, 158; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 404-405.

[222] Belazuri, Ensab, III, 282.

[223] Belazuri, Ensab, III, 282; Taberi, Tarih, V,158; İsfehani, Mekatil, 62, Nuveyri, en-Nihaye, XX, 226.

[224] Belazuri, Ensab, III, 282; Dineveri, Ahbar, 216

[225] Taberi, Tarih, V, 158; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 404; Nuveyri, en-Nihaye, XX, 225.

[226] Zehebi, Siyeru A ’lami ’n-Nûbela, 264.

[227] Ya’kubi, Tarih, II, 215.

[228] İsfehani, Mekatil, 63; Ebu Muhammed Hasan b. Musa en- Nevbahti, Fıraku’ş-Şia, Necef 1936, 24.

[229] Taberi, Tarih, V, 158; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 404; Nuveyri, en-Nihaye, XX, 225; Zehebi, Siyeru A ’lami ’n-Nûbela, 264

[230] Bağdadi, Tarih, I, 139.

[231]Belazuri, Ensab, III,283; Taberi, Tarih, V, 159; Nuveyri, en-Nihaye, XX, 226; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 404.

[232] Belazuri, Ensab, III, 283; Taberi, Tarih, V, 159; Nuveyri, en-Nihaye, XX, 226; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 404-405.

[233] Belazuri, Ensab, III, 283.

[234] Ya’kubi, Tarih, II, 214.

[235] Belazuri, Ensab, III, 283; İsfehani, Mekatil, 65.

[236] Ya’kubi, Tarih, II, 214

[237] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 408.

[238] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 408.

[239] Bkz Ya’kubi, Tarih, II, 214.

[240] İsfehani, Mekatil, 65.

[241] Nuveyri, en-Nihaye, XX, 289; Belazuri, Ensab, III, 284.

[242] Belazuri, Ensab, 284.

[243] Belazuri, Ensab, 284.

[244] Belazuri, Ensab, 284; İsfehani, Mekatil, 73.

[245] Belazuri, Ensab, 284; Ya’kubi, Tarih, II, 214; İsfehani, Mekatil, 74.

[246] Belazuri, Ensab, 284-285.

[247] Belazuri, Ensab, 285.

[248] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 407.

[249] Taberi, Tarih, V, 164.

[250] Zehebi, en-Nübela, III, 264.

[251] Taberi, Tarih, V, 158; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405.

[252] Taberi, Tarih, V, 158; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405; Nüveyri, en-Nihaye, XX, 227.

[253] Taberi, Tarih, V, 159.

[254] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405.

[255] İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.

[256] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405.

[257] Dineveri, Ahbar, 217-218.

[258] Taberi, Tarih, V, 159.

[259] Nüveyri, en-Nihaye, XX, 231.

[260] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 406; Nüveyri, en-Nihaye, XX, 228.

[261] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 406.

[262] Enbiya Suresi, 21/111.

[263] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 407; Nüveyri, en-Nihaye, XX, 231; Mesudi, Müruc, III, 9.

[264] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 406.

[265] İbn A’sem, el-Fütuh, III/IV, 157.

[266] Belazuri, Ensab, III, 285.

[267] İbn A’sem, el-Fütuh, III/IV, 391.

[268] Bağdadi, Tarih, I, 139.

[269] Ya’kubi, Tarih, II, 215.

[270] Şevkani, Derrü’s-Sehabe, 606.

[271] Bağdadi, Tarih, I, 139.

[272] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 414.

[273] Ebu Mansur Ahmed b. Ali b. Ebi Talip et- Tabersi, el-İhticac, thk. Muhammed Bakır el-Musevi el- Horasani, Beyrut 1981, I/II, 289.

[274] Muhammed Bakır el-Meclisi, Biharu ’l-Envar, I-CX, Beyrut 1983, XLIV, 43.

[275] Dineveri, Ahbar, 221.

[276] Belazuri, Ensab, III, 286.

[277] Belazuri, Ensab, III, 286; Taberi, V, 159; İsfehani, Mekatil, 74; Nuveyri, en-Nihaye, XX, 227

[278] Ya’kubi, Tarih, II, 214.

[279] Belazuri, Ensab, III, 286.

[280] Belazuri, Ensab, III, 286.

[281] Meclisi, Bihar, XLIV, 39.

[282] Belazuri, Ensab, III, 286; Nüveyri, en-Nihaye, XX, 227.

[283] Belazuri, Ensab, III, 286.

[284] Belazuri, Ensab, III, 286.

[285] Nuveyri, en-Nihaye, XX, 227-229.

[286] İbn A’sem, el-Fütuh, III/IV, 292.

[287] Meclisi, Bihar, XLIV, 56.

[288] Dineveri, Ahbar, 218.

[289] İsfehani, Mekatil, 58.

[290] Taberi, Tarih, V, 159.

[291] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405.

[292] İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.

[293] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405.

[294] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 140.

[295] el-Makdisi, Kitabü’l-Bedi ’ ve ’t-Tarih, Paris 1916.

[296] Geniş bilgi için bkz. Taberi, Tarih, V, 158-164; İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.

[297] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405

[298] Taberi, Tarih, V, 158-159.

[299] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405.

[300] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 504.

[301] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 507.

[302] Belazuri, Ensab, 291.

[303] Belazuri, Ensab, III, 286.

[304]  Ahmed b. Ali b. Ahmed b. Ali İbnü’l-Belhi, Kitabu Farsname, nşr. Reynold Alleyne Nicholson, Cambridge 1962, 129-130.

[305] Ebu Abdullah Muhammed b. Muhammed b. Abdillah el-Himyeri, er-Ravzü'l-Mi'tar fî Haberi'l-Aktar, thk. İhsan Abbas, Mektebetu Lübnan, Beyrut 1975, 442.

[306] Yakut, Mu ’cem, II, 446.

[307] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405.

[308] İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 41.

[309] Meclisi, Bihar, XLIV, 3.

[310] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405; İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 41.

[311] Ayrıntılı bilgi için bkz. İbn Kuteybe, el-İmame, I, 142; Taberi, Tarih, V, 302; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 503-504.

[312] İbn Kuteybe, el- İmame, I, 148-150.

[313] Mesudi, Müruc, III, 4.

[314] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 403.

[315] Ya’kubi, Tarih, II, 214.

[316] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 406; Nüveyri, en-Nihaye, XX, 228-229.

[317] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, IV/273, V/50, 220.

[318] İbn Kesir, el- Bidaye, VIII, 16.

[319] Taberi, Tarih, V, 165; İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 19.

[320] Bkz. Belazuri, Ensab, III, 289; İbnü’l Esir, el-Kamil, III, 417; Nüveyri, en-Nihaye, XX, 273.

[321] Belazuri, Ensab, III, 289

[322] Taha Hüseyin, el-Fitnetü’l-Kübra, Beyrut, 1953, II,164.

[323] Mesudi, Müruc, III, 5; İbn Kesir, el- Bidaye, VIII, 42-43; İbn Haldun, Tarihu İbn Haldun, II, 187.

[324] Mutahhar b. Tahir el- Makdisi, Kitabu’l-Bedi ve ’t-Tarih, Paris, 1916, VI, 5; Celalüddin Abdurrahman b. Ebi Bekr es-Suyuti, Tarihu’l-Hulefa, Mektebetü't-Ticareti'l-Kübra, Kahire, 1969, 192.

[325] Tabersi, l’lamü’l-Vera bi- A ’lami ’l-Hüda, 244.

[326] Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı, 435-436.

[327] Mes’udi, Müruc, III, 5.

[328] Mes’udi, Müruc, III, 8; Ayrıca bkz. Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı, 436-437.

[329] Ya’kubi, Tarih, II, 225-226.

[330] İsfehani, Mekatil, 50.

[331] Geniş bilgi için bkz. İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405.

[332] Geniş bilgi için bkz. Ya’kubi, Tarih, II, 228.

[333] İbn Sa’d, Tercümetü’l-İmam Hasan, 88.

[334] Ya’kubi, Tarih, II, 225. Ayrıca bkz. Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı, 46.

[335] Ya’kubi, Tarih, II, 225.

[336] Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı, 45-46.

[337] Mesudi, Müruc, III, 5.

[338] Mesudi, Müruc, III, 4.

[339] Halife b. Hayat, Tarih, 153.

[340] Ya’kubi, Tarih, II, 225.

[341] Zehebi, en-Nübela, III, 277.

[342] İbn Kuteybe, el-İmame, 148-150, Taberi, Tarih, V, 303; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 506.

[343] Şibli Numani, Sıratu’n-Nabi, trc. Budayuni, Lahore trz. II, 5; Ahmed b. Hanbel, Cüz’ Fihi Müsnedi Ehli’l-Beyt, 43.

[344] Kuleyni, el-Usul mine ’l-Kâfi, I, 461.

[345] Ya’kubi, Tarih, II, 225.

[346] Mesudi, İsbatu’l-Vasiye li İmam Ali b. Ebi Talip, Beyrut 1988, 173.

[347] Ya’kubi, Tarih, II, 225.

[348] Zehebi, en-Nübela, III, 278-279.

[349] Zehebi, en-Nübela, III, 279.

[350] Ya’kubi, Tarih, II, 225; Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı, 46.

[351] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 407.

[352] Taberi, Tarih, V, 164.

[353] İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 19; Nüveyri, en-Nihaye, XX, 232.

[354] Kevser Suresi, 1.

[355] Kadir Suresi, 1-3.

[356] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 407.

[357] İbn Hacer, Ahmed b. Ali el-Askalani, el-İsabe fi Temyizi ’z-Sahabe, Beyrut trz, II, 12.

[358] İbn Manzur, Muhammed b. Mukarrem (711/1311), Muhtasaru Tarihi Dımeşk li-İbni Asakir, Dımeşk 1985, VII, 35.

[359] Nüveyri, en-Nihaye, XX, 230.

[360] İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 19; Şevkani, Derrü’s-Sehabe, 606.

[361] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 409.

[362] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405.

[363] Taberi, Tarih, V, 303; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 506.

[364] Taberi, Tarih, V, 303.

[365] Geniş bil için bkz. İbn Kuteybe, el-İmame, I, 151-153.

[366] Geniş bilgi için bkz. İbn Kuteybe, el-İmame, I, 158; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 510-511.

[367] İbn Sa’d, Tabakat, V, 319.

[368] Bu hususta bkz., Recep Uslu, “Hasan b. Hasan b. Ali”, TDVÎA, XVI (1997), 282-284.

[369] İbn Kuteybe, el-Mearif, 212; İbn Sa’d, Tabakat, V, 319.

[370] İbn Sa’d, Tabakat, VIII, 473.

[371] İbn Sa’d, Tabakat, V, 319.

[372] Recep Uslu, “Hasan b. Hasan”, TDVÎA, XVI (1997), 282-284.

[373] İbn Sa’d, Tabakat, V, 320.

[374] İbn Kuteybe, el-Mearif 213.

[375] İbn Sa’d, Tabakat, V, 319.

[376] Davudi, Ahmed b. Ali el-Haseni, Umdetü’t-Talip fi Ensabi Ali Ebi Talip, nşr. Nezzar Rıda, Beyrut trz.

82.

[377] Muhammed b. Abdilkerim eş-Şehristani, el-Milel ve’n-Nihal, I, 119.

[378] Ebu’l-Fazl Şehabeddin Ahmed b. Hacer el-Askalani, el-İsabe f Temyizi ’s-Sehabe, thk. Adil Ahmet Abdi’l Mevcut, Ali Muhammed, Beyrut 2005, V, 143.

[379]  İbn Kuteybe, el-Mearif, 213; Muhammed b. Abdillah İbn Abdirrabbih, el-Ikdu’l-Ferid, nşr. Müfid Muhammed Kamiha, Beyrut 1987, V, 63.

[380] İsfehani, Mekatil, 256-257.

[381] Taberi, Tarih, VII, 517; İsfehani, Mekatil, 256-257; İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 514.

[382] İsfehani, Mekatil, 206-208, 253-257

[383]  Mehmet Atalan, Şiiliğin Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es-Sadık’ın Yeri, Araştırma Yay., Ankara, 2005, 165.

[384] İsfehani, Mekatil, 210; İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 514.

[385] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 514.

[386] Taberi, Tarih, VIII, 433; İsfehani, Mekatil, 213.

[387] Taberi, Tarih, VIII, 448; İsfehani, Mekatil, 211-218.

[388] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 521-522; İsfehani, Mekatil, 166.

[389] İsfehani, Mekatil, 225.

[390] Taberi, Tarih, VIII, 459-460.

[391] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 526-527; ; İsfehani, Mekatil, 178.

[392]          Ahbaru’d-Devleti ’l-Abbasiyye ve fihi Ahbari ’l-Abbas, 394-395.

[393] Geniş bilgi için bkz. Taberi, Tarih, VII, 167-168.

[394] Cahız, Ebu Osman Amr b. Bahr, el-Beyan ve ’t-Tebyin, nşr. Abdüsselam Muhammed Harun, Kahire, 1975, I, 311-312.

[395]  Abdulhamid Hibetullah b. Muhammed b. el-Hüseyin b. Eb’il-Hadid, Şerhli Nehci’l-Belağa, Beyrut 1965, I, 405.

[396] Taberi, Tarih, III, 190.

[397] İsfehani, Mekatil, 210.

[398] Taberi, Tarih, III, 190.

[399] Mesudi, Müruc, III, 306.

[400] İbn Tiktaka, Muhammed b. Ali b. Tabataba, el- Fahri fı Adabi ’s-Sultaniye ve ’d-Düveli ’l-İslamiyye, Beyrut, 1966, 165-166.

[401] Ahmed Emin, Duha’l-İslam, Beyrut, trz. III, 242.

[402]  Geniş bilgi için Bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, “Mesih ve Mehdi İnancı Üzerine”, AÜİFD, XXV(1981), 206-208.

[403] Geniş bilgi için bkz. Mehmet Azimli, “Abbasiler Dönemi Muhammed en-Nefsü’z- ekiyye ve Kardeşi İbrahim’in İsyanı”, Din Bilimleri Akademik Araştırmalar Dergisi, VIII/3 (2008), 57-58.

[404] Belazuri, Ensab, II, 408.

[405] Geniş bilgi için bkz. Onat, Emeviler Devri Şii Hareketleri ve Günümüz Şiiliği, 43-142.

[406] Geniş bilgi için bkz. Hasan İbrahim Hasan, İslam Tarihi, İstanbul 1987, II, 79-97.

[407] Geniş bilgi için bkz. Bkz. Hasan İbrahim Hasan, İslam Tarihi, II, 296-297.

[408] Mesudi, Müruc, III, 267.

[409]  Geniş bilgi için bkz. Mehmet Atalan, “Abbasi Daveti Sürecinde er-Rıza Min Âl-i Muhammed Söylemi”, İslami Araştırmalar Dergisi, XVIII/2 (2005), 187-191.

[410] Mehmet Ali Büyükkara, İmamet Mücadelesi ve Haşimoğulları (Hicri II. Asır), İstanbul 1999, 24.

[411] Büyükkara, İmamet Mücadelesi ve Haşimoğulları, 13-14.

[412] Taberi, Tarih, VIII, 428.

[413] Taberi, Tarih, VII, 517; Muhammed b. Afifi el- Bacuri Hudari, Muhadaratu’t-Tarihi’l-Ümemi’l- İslamiyye, Beyrut 1986, 60.

[414] Taberi, Tarih, VII, 517; İsfehani, Mekatil, 256-257; İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 514.

[415] İsfehani, Mekatil, 256-257.

[416] İsfehani, Mekatil, 206-208, 253-257.

[417] Belazuri, Ensab, II, 407.

[418] İsfehani, Mekatil, 206-208, 253-257

[419] Cem, Zorlu, Abbasilere Yönelik Dini ve Siyasi İsyanlar: Ebu Cafer el- Mansur Dönemi, Ankara 2001, 221.

[420] İsfehani, Mekatil, 257.

[421]  İbn Tiktaka, Muhammed b. Ali b. Tabataba, el-Fahri fi Adabi ’s-Sultaniye ve ’d-Düveli ’l-İslamiyye, Beyrut, 1966, 165-166; Zorlu, Abbasilere Yönelik Dini ve Siyasi İsyanlar: Ebu Cafer el-Mansur Dönemi, 224.

[422] Ya’kubi, Tarih, II, 295.

[423] Azimli, Abbasiler Dönemi Muhammed en-Nefsü’z-Zekiyye ve Kardeşi İbrahim ’in İsyanı, 57.

[424] Taberi, Tarih, VIII, 427-428.

[425]  Zehebi, Muhammed b. Ahmed, Tarihu’l-İslam ve Vefayatu’l-Meşahir ve ’l-A ’lam, nşr. Ömer Abdüsselam Tedmüri, Beyrut, 1994-98, (h. 141-160), 15.

[426] Taberi, Tarih, VIII, 427-428.

[427] Taberi, Tarih, VIII, 427-428.

[428] İbn Abdirrabbih, el-Ikdu’l-Ferid, V, 63.

[429] Taberi, Tarih, VIII, 431-432.

[430] Taberi, Tarih, VIII,429-430; İsfehani, Mekatil, 211.

[431] İsfehani, Mekatil, 210; İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 514.

[432] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 514.

[433] Taberi, Tarih, VIII, 433; İsfehani, Mekatil, 213.

[434] Taberi, Tarih, VIII, 448; İsfehani, Mekatil, 211-218.

[435] Taberi, Tarih, VIII, 439-440.

[436] İbnü’l- Esir, el-Kamil, V, 520.

[437] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 521-522; İsfehani, Mekatil, 166.

[438] İsfehani, Mekatil, 225.

[439] Taberi, Tarih, VIII, 459-460.

[440] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 526-527; ; İsfehani, Mekatil, 178.

[441] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 525.

[442] Taberi, Tarih, VIII, 478.

[443] Taberi, Tarih, VIII, 468-472.

[444] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 531.

[445] İbnü’l-Esir, el-Kamil, 526.

[446] Taberi, Tarih, VIII, 473; İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 532-533.

[447] Taberi, Tarih, VIII, 480-487; İbn Abdirrabbih, el-Ikdu’l-Ferid, V, 66-70; İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 536-542.

[448] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 544-545.

[449] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 549; İsfehani, Mekatil, 267. 275.

[450] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 554.

[451] Taberi, Tarih, VIII, 431-432.

[452] Taberi, Tarih, VIII, 431-432; İsfehani, Mekatil, 310-316.

[453] Zehebi, Tarih, (h. 141-160), 38-39.

[454] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 570.

[455] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 593-595.

[456] İbnü’l-Esir, el-Kamil, IV, 80.

[457] Zorlu, Abbasilere Yönelik Dini ve Siyasi İsyanlar: Ebu Cafer el-Mansur Dönemi, 279-285

[458] Zehebi, Tarih, 37.

[459] İbnü’l-Esir, el-Kamil, VI, 181.

[460] İbnü’l-Esir, el-Kamil, VI, 90.

[461] İsfahani, Mekatil, 444.

[462] İbnü’l-Esir, el-Kamil, VI, 90-91.

[463] İsfehani, Mekatil, 447. 454-455.

[464] İbnü’l-Esir, el-Kamil, VI, 92-93.

[465] E. Ruhi Fığlalı, “Hüseyin b. Ali”, TDVİA, XVIII (1988), 525.

[466] İsfehani, Mekatil, 436.

[467] İsfehani, Mekatil, 390; İbnü’l-Esir, el-Kamil, VI, 125.

[468] Ahbaru’d-Devleti ’l-Abbasiyye ve fihi Ahbari ’l-Abbas, thk. Abdulaziz Duri, Abdulcebbar Muttalibi, Beyrut 1971,174.

[469] İbn Kuteybe, el-Mearif 216.

[470] Taberi, Tarih, V, 484.

[471] Buhari, Fezailu ’l-Ashab, 22.

[472] Taberi, Tarih, V, 338.

[473] İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 162-164.

[474] Ahmet Akbulut, Sahabe Dönemi İktidar Kavgası, Ankara 2001, 261-262.

[475] Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, 155-157.

[476] Ahmet Akbulut, Sahabe Dönemi İktidar Kavgası, 262.

[477] Ahmet Akbulut, Sahabe Dönemi İktidar Kavgası, 264.

[478]  Eş’ari, Ebu’l-Hasan Ali b. İsmail (324/936), Makalatu’l-İslamiyyin ve İhtilafu’l-Musallin, thk. Muhyiddin Abdülhamit, Kahire 1954, II,130.

[479] Bkz. Ahmet Akbulut, Sahabe Dönemi İktidar Kavgası, 264.

Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz. Melek Yılmaz Gömbeyaz, “Muaviye b. Ebi Süfyan’ın Muhaliflerini Bertarat Etme Yöntemleri”, UÜİFD, XIX/1 (2010), 301-322.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar