HZ. HASAN VE SOYUNA MEZHEBİ YAKLAŞIMLARLA BİÇİLEN SİYASİ VE DİNİ ROL PROBLEMATİĞİNİN ANALİZİ
Hazırlayan: Zeynep ALİMOĞLU SÜRMELİ
Hasan b. Ali,
Hz. Peygamberin kızı Hz. Fatıma ile damadı olan amcasının oğlu Hz. Ali’nin ilk
çocuklarıdır. Hz. Peygamber’in soyu, erkek çocuklarının vefat etmesi ve diğer
kızlarından olan torunlarının da vefat etmesi sebebleriyle Hz. Fatıma kanalıyla
devam etmiştir. Bu nedenle Hz. Fatıma’nın yaşayan iki erkek çocuğu olan Hz.
Hasan ve Hz. Hüseyin kendilerine yüklenen misyon nedeniyle gerek dini gerekse
siyasi ve sosyal meselelerde ön plana çıkarak aktif rol üstlenmişlerdir.
Hüseyin b. Ali ve soyu ile ilgili pek çok çalışma bulunmasına karşın Hasan b.
Ali ve soyu ile ilgili çalışmaların yetersiz olması bizi bu çalışmayı yapmaya sevketmiştir.
Hasan b. Ali,
dini ve siyasi vechesiyle tarih boyunca adından sıkça söz edilen bir şahsiyet
olmuştur. Müslümanlar arasında ilk ihtilafların filizlenmeye başladığı Osman b.
Affan dönemiyle birlikte siyasi arenada boy göstermeye başlayan Hasan b. Ali,
sonraki dönemlerde İslam dünyasında teşekkül eden mezhepler açısından kilit
noktalardan biri olmuştur. Osman b. Affan döneminde siyasi kurumlara konuşlanan
ve güçlenen Ümeyyeoğulları uyguladıkları politikayla İslam toplumunun
yöneticiliği görevinden el çekmeye yanaşmayınca Ali b. Ebi Talib’in hilafeti
döneminde Müslümanlar arasında ilk kanlı çatışmaların yaşandığı Cemel Vakası ve
Sıffin Savaşı’nı müteakip Hakem Olayı ile Muaviye b. Ebi Süfyan hilafetini ilan
etmiştir. Ali b. Ebi Talib’in vefatıyla beraber Müslümanlar Hasan b. Ali’ye
beyat ederek Muaviye ile savaşmasını istemişlerdir. Ancak Hasan b. Ali,
taraftarlarıyla yaşadığı güven problemi neticesinde hilafeti Muaviye’ye
devretmekten başka bir çare bulamamıştır.
Siyasi arenada
başlayan çatışmalara dini, sosyal ve kültürel sebepler eklenince gruplaşmalar
zamanla yerini mezhep oluşumlarına bırakmıştır. Tam da bu noktada İslam
dünyasında oransal olarak ilk iki sırada gelen Ehli Sünnet ve Şia arasında Ali
b. Ebi Talib ve soyuna yükledikleri misyon nedeniyle itikadi anlamda
aykırılıklar gündeme gelmiştir. Her fırka kendini haklı çıkarma karşı tarafı
yalanlama tutumu içerisine girdiğindeyse doğru ile yanlışı ayırmanın yoğun bir
çabayı gerektireceği bir literatür ortaya çıkmıştır.
Çalışmamızın
amacı İslam dünyasında bölünmelere neden olan söz konusu olaylar çerçevesinde
köşe taşlarından biri diyebileceğimiz Hasan b. Ali’nin hilafetten çekilme
nedenini objektif bir biçimde sunabilmek, İmamiyye’nin
İmamet nazariyesini oluştururken duygusal davranıp davranmadığı, geçmişte
kardeşten kardeşe geçebilen imametin Hüseyin b. Ali’nin imameti sonrasında
neden kardeşten kardeşe geçemeyeceği, Hüseyinoğullarının merkeze alınıp
Hasanoğullarının adeta dışarıda bırakılmasında Hasan ve Hüseyin’in dini ve
siyasi karizmalarının yanı sıra vefat ediş biçimlerinin etkili olup olmadığı
sorularını yanıtlayabilmektir.
BİRİNCİ BÖLÜM
HZ.
HASAN’IN HAYATI VE KİŞİLİĞİ
Doğumu, Kimliği ve Hasan İsminin Verilmesi
Hasan b. Ali
b. Ebi Talib b. Abdilmuttalib b. Haşim b. Abdimenaf,[1]
Rasulullah’ın Hz. Fatıma’dan olan torunu ve reyhanesi, Rasulullah’ın
müjdesi ile cennet gençlerinin efendisidir.[2]
Künyesi Ebu Muhammed olup Rasulullah tarafından verilmiştir, lakapları; sıbt,
seyyid, zeki, mücteba ve tâki’dir.[3] Hasan b. Ali Hulafa-ı Raşidinin
beşincisi olarak kabul edilir, İmamiyye’ye göre ise on iki imamın ikincisidir.[4]
Hz. Hasan, Hz.
Ali ve Hz. Fatıma’nın ilk çocukları olarak hicretin üçüncü yılında Ramazan
ortasında gece vakti dünyaya geldi.[5] Diğer bir rivayete göreyse aynı
yılın Şaban ayında dünyaya eldi.[6] Kuleyni hicretin ikinci
senesinde doğduğunu bildirir.[7] Fatıma, doğumunun yedinci
gününde başını tıraş ederek saçı ağırlığınca gümüş tasadduk etti.[8] Zehebi ise Ramazanın ortasında
dedesi tarafından bir avuç gümüşün akika olarak tasadduk edildiğini nakleder.[9] Yukarıdaki
rivayetlerden anlaşılacağı gibi Hz Hasan’ın doğum tarihi olarak hicretin ikinci
ve üçüncü yılları verilmiştir ancak rivayetlerin çoğunluğu hicretin üçüncü
senesini esas aldığından biz de hicretin üçüncü senesini doğum tarihi olarak
esas aldık. Doğduğu yıl ve ay konusunda ittifak olmamasına rağmen rivayetlerin
çoğunluğu hicri üçüncü yılın Ramazan ayını gösterir.
Hz. Hasan
doğduğunda Hz. Fatıma Hz Ali’ye ona bir isim ver dedi. Hz Ali ise bu konuda
benim Rasulullah’a her hangi bir önceliğim söz konusu olamaz dedi. Rasulullah
geldiğinde çocuğu Rasulullah’a getirdi ve Rasulullah ona Cahiliyye döneminde
Araplar arasında duyulmamış bir isim olan Hasan ismini verdi. [10]
Cabir b.
Abdillah’tan naklediliyor; Fatıma Hasan’ı doğurduğunda Ali’ye, “Ona bir isim
ver.” dedi. Ali “Ona isim verme hususunda Rasulullah’ın önüne geçecek değilim.”
dedi. Rasulullah ise, “Ben de bu konuda Rabbimin önüne geçecek değilim,” dedi.
Allah, Cebrail’e Muhammed’in bir oğlu olduğunu vahyederek “O’na git ve O’nu
sevindir.” ve O’na şöyle de; “Ali’nin sana olan yakınlığı Harun’un Musa’ya olan
yakınlığı mesabesindedir, ona Harun’un oğlunun ismini ver.” Cebrail gelerek
O’nu Allah’ın vahyiyle sevindirdi.
Allah, çocuğa Harun’un
oğlunun adını vermeni emrediyor.
Arap dilindeki
karşılığı nedir?
Rasulullah böylece çocuğa Hasan ismini verdi.[11]
Hz Ali’nin Hz
Hasan’a Harb ismini vermeyi düşündüğüne dair bazı rivayetler de mevcuttur.[12]
Hani b. Hani, Ali b. Ebi Talib’in şöyle dediğini rivayet
ediyor:
Hasan doğduğunda ona Harb ismini verdim, Hz. Peygamber
gelince:
“Bana oğlumu getir, ona ne isim verdin.” dedi.
“Harb” dedik.
“Hayır, onun adı Hasan’dır.” dedi.
Hüseyin doğduğunda ona Harb ismini verdim. Hz. Peygamber
gelince:
“Bana oğlumu getir, ona ne isim verdin.” dedi.
“Harb” dedik.
“Hayır, onun adı Hüseyin’dir.” dedi.
Üçüncüsü doğduğunda ona Harb ismini verdim. Hz. Peygamber
gelince:
“Bana oğlumu getir, ona ne isim verdin.” dedi.
“Harb” dedik.
“Hayır, onun
adı Muhsin’dir.” dedi. Sonra, “Onları Harun’un çocuklarının ismi olan Şeber,
Şübeyr ve Müşbir isimleriyle isimlendirdim.” dedi.[13]
Hz. Peygamber,
doğduktan sonra bebeği kucağına alarak sağ kulağına ezan, sol kulağına ise
kamet okudu.[14] Sonra onun için bir koyun
kurban etti.[15] Saçını tıraş edip
ağırlığınca gümüşü Sadaka olarak vermelerini ve başını ıtırla
kokulandırmalarını emretti. Bu uygulama ile bebek için akika kurbanı kesmek ve
bebeğin saçı ağırlığınca sadaka verme geleneği oluştu.[16]
Diğer bir
rivayete göre ise Hz. Fatıma çocuk için kan akıtmasının gerekip gerekmediğini
Peygamber’e sorar, Hz. Peygamber bunun gerekli olmadığını söyler ancak saçını
kesip saçının ağırlığınca gümüşü fakirlere dağıtmasını tavsiye eder.[17]
Hz. Fatıma’nın
diğer çocukları Hüseyin, Muhsin, Ümmü Gülsüm ve Zeynep’tir.[18]
Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’dan olan çocukları; anne faktörünün, Hz. Fatıma’nın
Peygamber kızı olması nedeniyle ağır basması ve Hz. Peygamber’in soyunun kızı
Hz. Fatıma kanalıyla devam etmesi nedenleriyle ön plana çıkmış ve Hz. Ali’nin
Hz. Fatıma’dan olan çocuklarının Müslümanlar arasındaki konumu geçmişten
günümüze kadar diğer çocuklarından farklı olmuştur.
Hz. Ali’nin
Rasulullah ile yakın akrabalığı ve Hz. Fatıma’nın Rasulullah’ın kızı olmasının
yanı sıra her ikisinin de çocuklukları dahil Peygamber Evi’nde İslami terbiye
ile yetişmeleri ve çocuklarını da İslami terbiye ile yetiştirmeleri sebebiyle
ilk çocukları olan Hz. Hasan, Peygamber soyunun devamı misyonuna sahip
olmuştur.
Hz. Hasan’nın
isimlendirilişiyle ilgili farklı rivayetleri değerlendirecek olursak, Ali b.
Ebi Talib’in Hz. Peygamber’le olan yakınlığını Harun’un Musa’ya olan yakınlığı
ile özdeşleştiren, bu yakınlık esas alınarak Harun’un oğlu olan Şeber’den
hareketle çocuğa Şeber’in Arap dilindeki karşılığı olan Hasan isminin
verilmesinin Allah tarafından emredildiği rivayetinin Şii temayülün yansıması
olduğunun kanaatindeyiz. Ali b. Ebi Talib’in Fatıma ile olan evliliğine ek
olarak şahsi ve ilmi nitelikleri nedeniyle İslam toplumunda özel bir konumu
bulunsa da bu özel konumu Harun’un Musa’ya olan konumuyla mukayese edilemez.
Çünkü Harun, Musa’nın kardeşiydi yani akrabalık derecesi Ali’nin Hz.
Peygamber’e olan yakınlığından ileri derecedeydi ve o, aynı zamanda bir
peygamberdi, bu anlamıyla kardeşinin görevi olan peygamberlik görevine varis
olmuştu. Yakınlık dereceleri göz ardı edilebilecek bir mefhum olmasına rağmen
hilafet ve nübüvvet birbiriyle mukayese edilemeyecek görevlerdir. Bu sebeplere
binaen söz konusu benzetmenin Hz. Peygamber tarafından yapılmış olabileceği
ihtimali azalırken böyle bir benzetmeden Ali’yi kendisinden sonra imam tayin
ettiği sonucuna ulaşılamaz. Hz. Peygamber son peygamber olduğundan, bir daha
hiçbir peygamber gelmeyeceğinden Şia Ali b. Ebi Talib’in O’na olan varisliğini
imamet ile sınırlandırmıştır. Şia bu benzetmeyle imametin nas ve tayinle
belirlendiği ve Ali b. Ebi Talib’in ilk imam olduğu nazariyesine güçlü bir
kanıt bulmuş ve olaya ilahi bir nitelik kazandırmıştır.
Çocukluğu ve Hz. Peygamberle ilişkisi
Siyaset
arenasında boy göstermesinden önceki hayatı hakkında bilgi edinmemiz ihtilaflı
meselelerde fikir yürütürken sağlıklı sonuçlara ulaşmamız noktasında bize
yardımcı olacaktır. Ancak Hz. Hasan’ın çocukluğuna dair Sünni literatürde
sınırlı derecede bilgi mevcuttur. Bu durum Şii ve Sünni kaynakları
değerlendirirken karşılaştırma yapabilme olanağımızı da sınırlandırmaktadır.
Peygamber
Efendimiz, küçük yaştan itibaren torunlarının eğitimiyle bizzat kendisi
ilgilenmiş, onlara nasihatte bulunmuştur. Aralarında bir yaş fark olan Hz.
Hasan ve Hz. Hüseyin henüz çok küçüktüler. Ama Rasulullah’ın onlara o yaşta
verdiği nasihatleri Hz. Hasan unutmamış ve daha sonra nakletmiştir. Peygamberin
torununa ettiği nasihatlerden birini Hz. Hasan şu şekilde nakleder:
“Ey Hasan! Beş
vakit namazını aksatmadan kıl. Sana şüpheli gelen her şeyi terk et. İçinde
şüphe uyandırmayan şeyleri yap. Çünkü doğruluk, insanın gönlüne huzur verir.
Yalan ise huzursuzluk uyandırır.”[19] [20]
Hz.
Hasan, Hz Peygamber ile sadece yedi yıl yaşamasına rağmen O’nun bazı sözlerini
ve davranışlarını anımsadığını ifade etmiştir. Örneğin sadakanın Peygamber
ailesine yasak olduğunu bilemeyecek ve bu yasağı algılayamayacak yaştayken
ağzına aldığı sadaka hurmasını dedesinin ağzından çıkarıp attığını unutmamıştır.
Hz. Hasan,
dedesine ihtiyacını arzedenlerin asla reddedilmediğini ve tatlı sözle
ihtiyaçlarının karşılandığını hatırladığını bildirir.[21]
Hz
Peygamber’in torunlarına duyduğu derin sevgiye dair bazı anekdotlar mevcuttur.
Hz. Peygamber’in minberde yaptığı konuşmalar esnasında uzun kıyafetinden dolayı
tökezleyerek dedesine ulaşmaya çalışan Hasan’ı kaldırmak için konuşmasına ara
vermesi ve torununu yerden kaldırması,[22]
bu sevgiyi somutlaştıran örneklerdendir.[23]
Hz.
Peygamber’in çocuklara beş vakit namaz kılmayı emrederek onları küçük yaşta
namaza alıştırmaya çalışmasından O’nun çocuk eğitimine oyun çağında başladığı
sonucunu çıkarabiliriz. Nitekim konuyla ilgili hadisler bu konuyu destekler
mahiyettedir. Çocuğun karakterinin tohumlarının ekildiği erken dönemlerde,
ileride hayat felsefesini oluşturacak tavsiyelerde bulunması; şüphe veren
şeylerden uzak durmasını gönlünü huzurla dolduracak tatmin edici davranışlarda
bulunmasını tavsiye etmesi böylece çocukta iç denetim, kendi kendini kontrol
etme mekanizması geliştirmeye çalışması onun ne mükemmel bir eğitimci olduğunun
kanıtıdır.
Hz. Peygamber’in Hz. Hasan ile İlgili
Hadisleri
Ebu Hureyre
nakleder: Allah Rasulü ile beraber Medine’nin çarşılarından birinde idim. Bir
müddet sonra Efendimiz ayrıldı, ben de ayrıldım. Peygamberimiz Hz. Fatıma’nın
evine gelip üç defa:
“- Yaramaz
nerede? Bana Hasan’ı çağır” dedi.
Hasan gelince
kollarını açtı, Hasan da açtı. Allah Resulü torununa sarılıp öptü. Ardından da:
“Allahım! Doğrusu ben bunu seviyorum, onu Sen de sev, onu sevenleri de sev!”
buyurdu.[24]
Bir defasında
Hz. Peygamberin hutbe okurken Hz. Hasan ile kardeşi Hz. Hüseyin’in
üzerlerindeki uzun elbiseleri ile düşe kalka yürüdüklerini görünce, hutbesine
ara verip minberden inerek torunlarını kucağına aldığı ve önüne oturttuğu, daha
sonra da “ Allah Teâlâ ‘Mallarınız ve evlatlarınız sizin için birer imtihan
vesilesidir’[25] derken doğru söylemiştir.” Şu
ikisini bu şekilde görünce sabredemedim” dediğini ve daha sonra hutbesine devam
ettiğini hadis kitapları nakletmektedir.[26]
Hz. Ebubekir,
Rasulullah’ı minberde yanında Hasan otururken gördüm, Rasulullah bir Hasan’a
bir cemaate bakıyordu. Rasulullah “Benim bu oğlum seyyittir, umulur ki Allah
onunla Müslümanlardan iki topluluğun arasını bulur.”dedi.[27]
Rasulullah
torunları Hasan ve Hüseyin hakkında şöyle demiştir. Allahım ben o ikisini
seviyorum, sen de o ikisini sev.[28]
Abdullah İbn
Şeddad babasından naklediyor: Rasulullah iki akşam namazından birinde yanımıza
geldi. Hasan veya Hüseyin’den birini taşıyordu. Rasulullah öne geçip çocuğu
yere bıraktı sonra tekbir getirip namaza durdu. Namaz sırasında uzunca bir
secde yaptı. Secde çok uzadığı için başımı kaldırıp baktım. Bir de ne göreyim
Rasulullah secdede iken çocuk sırtına binmiş öylece duruyor. Ben secdeme
döndüm. Namaz bitince Rasulullah’a cemaatten Ey Allah’ın Rasulü namazda öyle
uzun bir secde yaptın ki bir hadise meydana geldi veya vahiy indi zannettik,
diye soranlar oldu. Rasulullah hayır, bunlardan hiç biri olmadı fakat
secdedeyken oğlum sırtıma bindi ben de hevesi geçip kendisi ininceye kadar
bekledim, dedi.[29]
Bir gün
Rasulullah Hz. Ali’nin oğlu Hasan’ı öpüyordu. Yanında da Temim kabilesinin
ileri gelenlerinden Akra İbn Hasip vardı. Akra, Hz. Peygamberin çocuğu öptüğünü
görünce: Benim on çocuğum var, onların hiç birini öpmedim, dedi. Bunun
üzerine Rasulullah, Merhamet etmeyene merhamet olunmaz. İnsanlara merhamet
etmeyene Allah merhamet etmez, dedi. [30]
Şii müellif
Kummi de Rasulullah’ın Hasan ve Hüseyin’e olan sevgileri başlığı altında birçok
hadis nakleder. Bu hadislerde Resulullah’ın sevgisinin şiddeti vurgusu
hâkimdir. Söz konusu hadislerde Rasulullah, torunlarına olan sevgisinin
kalbindeki yerini ve bu sevginin yerini hiçbir şeyin alamayacağını ifade eder.[31]
Hz.
Peygamber’in torunlarına olan sevgisine dair sahih pek çok rivayet vardır.
Hasan ve Hüseyin’in cennet gençlerinin efendisi olmasıyla ilgili rivayet
sahihliği yanı sıra Hz. Peygamber’e gelecekte vuku bulacak olaylar önceden
bildirildiyse - ki bu konuyla ilgili bazı rivayetler mevcuttur - söz konusu
olaylar yaşandığında taraf olacak olanların hatırlayarak yanlış tutum
içerisinde olmamaları için ısrarla üzerinde durulmuş olabilir. Nitekim buna
benzer bazı hadiseler zikredilir örneğin Zübeyr b. Avvam ve Talha b.
Ubeydullah’ın Cemel vakasında Hz. Peygamber’in sözlerini hatırlamaları ve
pişmanlık duymaları gibi, düşük bir ihtimal de olsa bu amaçla söylenmiş olabilecek
hadislerdir. Nitekim bazı hadislerde Hz. Peygamber’in Cebrail tarafından Hz.
Hüseyin’in şehadetinden haberdar edildiği bildirilmiştir. Hz. Hüseyin hakkında
bilgilendirilmiş olabileceği gibi Hz. Hasan hakkında da bilgilendirilmiş
olabilir.
Hz. Hasan’a Ümmü’l-Fadl’ın[32] sütanneliği yaptığına dair
bazı rivayetler vardır, Ümmü’l-Fadl’dan naklen olay şöyle anlatılıyor; [33]
Bir gün
Rasulullah’ın huzuruna geldim ve şöyle dedim: “Ya Rasulallah rüyamda senin
organlarından birini evimde gördüm.”
Rasulullah
şöyle buyurdu: “Gördüğün rüya hayırlı bir rüyadır, İnşallah Fatıma bir erkek
çocuğu doğurur sen de onu emzirirsin.”
Bir müddet
sonra Fatıma Hasan’ı doğurdu; onu bana verdiler ve ben de onu Kusem’in sütüyle
emzirdim.
Ümmü’l-Fadl’dan
naklen konuyla ilgili pek çok hadis bulunmasına rağmen hadisin farklı
tariklerindeki metinler arasındaki tutarsızlıklar bulunmaktadır. Ayrıca
Ümmü’l-Fadl’ın sütanneliğinin tarihi gerçeklerle bağdaşmadığı da bir vaka’dır,
şayet Ümmü’l-Fadl Hasan b. Ali’ye sütannelik yapmış olsa idi. Hasan b. Ali
sütkardeşi olan Fadl’ın kızı ile evlenmezdi. Halbuki o Fadl’ın kızı Ümmü Gülsüm
ile evlenmiş ve bu evlilikten üç çocuk dünyaya gelmiştir, bunun yanı sıra tarih
kitaplarında, Hasan b.Ali’nin süt çağına denk gelen dönemde Ümmü’l-Fadl ve
ailesinin Mekke’de ikamet ettiğine dair bazı
55
rivayetler de
mevcuttur.
Evlilikleri ve Eşleriyle Diyaloğu
Hz. Hasan’ın
evliliklerinin sayısı hakkında değişik kaynaklarda farklı rakamlar
verilmektedir. İbn Sa’d onun 90 hanımla evlendiğini belirtirken54 [34] [35]
Hasan b. Ali’nin adları bilinen eşlerinin sayısının 10-15 civarında olduğu ve
nesebi bilinen dört eşi bulunduğuyla ilgili görüşler de bulunmaktadır.[36] Bunun yanı sıra Hasan b.
Ali’nin evliliklerinin 250 veya 300 civarında olduğuna dair bilgi bu konuda en
uç anlatımı temsil eder.[37]
İbn Sa’d’ ın
naklettiği diğer bir rivayet Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Zeynelabidin’den Hz.
Hasan’ın mıtlak (çok boşayan) olduğunu, onun ancak kendisini seven eşlerini
boşamadığı bilgisini bize vermektedir.[38]
Bu ve buna benzer rivayetler mıtlak sıfatına işaret ediyor olması ve bunun Ali
b. Hüseyin tarafından kullanılması açısından önemlidir.
Ali b. Ebi
Talib, Kufe halkına bir konuşma yaparak: “Ey Kufeliler, Hasan’ı evlendirmeyin
çünkü o mıtlak(çok boşayan)’dır.” der. Hemedanlı bir adam kalkarak: “Vallahi
biz onu evlendireceğiz o dilediğini tutar dilediğiniyse boşar.” der.[39]
Hz. Ali’nin
Hz. Hasan’ın çok evlilik yapması hususunda bazı endişeleri bulunduğu
görülmektedir. Hz. Hüseyin neslinden Ca’fer (es-Sâdık) b. Muhammed’den
nakledilen rivayette Hz.Ali’nin: “Hasan sürekli evleniyor ve boşanıyor. Bu
nedenle kabilelerin düşmanlığını üzerimize çekmesinden korkuyorum.”[40] dediğini bildirmektedir.
Eşlerine
yaptığı bağışlarla da rivayetlere konu olan Hz.Hasan için nakledilen bir
bilgide Muhammed b. Sirin: “Hasan b. Ali bir kadınla evlendi de ona her birinde
bin dirhem olan yüz cariye gönderdi.” demiştir.[41]
Yine Muaviye’nin Aişe bnt. Osman b. Affan ile evlendirdiği Hasan’ın, Aişe bnt.
Osman’a on bin dinar verdiği ve ölünceye kadar da -mıtlak olmasına rağmen-
Aişe’yi yanında tuttuğu haber verilmektedir. Diğer bir rivayet ise Hz. Hasan’ın
eşlerini boşarken takındığı tavır ve uygulama hakkında bilgi vermektedir.
Nakledildiğine göre; Hz. Hasan, Mansur b. Seyyar el-Fezari’nin kızı ve Esed
kabilesinin Âl-i Hureym kolundan bir hanım ile evli idi. O ikisini boşadı.
Onların herbirine 10 bin dirhem ve bir bal kırbası gönderdi. Onları götüren
hizmetçisine, malları kendilerine teslim ettiğinde ne söyleyeceklerini iyi
dinlemesini tenbih etti. Fezari olan hanım: “Allah onun hayrını versin ve ondan
razı olsun.” derken, Esedi hanım: “Onun sevgisine karşılık ne kadar az bir
şey.” dedi. Hizmetçisi onların söylediklerini Hz.Hasan’a bildirince Fezari olan
hanımı bırakıp Esedi olan hanımı tekrar nikâhladı.” [42]
Süveyd b.
Ğafle’den nakledildiğine göre Has’amiyye isimli bir hanım Hz. Hasan’ın
nikâhında idi. Hz. Ali şehid edilip Hz. Hasan’a biat edildiğinde o:
“Halifeliğini kutlarım.” demişti. Bunun üzerine Hz.Hasan: “Ali’nin
öldürülmesine sevindiğin ortaya çıktı. Üç talakla boşsun.” demiştir. Bunun
üzerine o: “Ben bunu kastetmemiştim.” demiştir. Hz. Hasan ona 20 bin dirhem
göndermiş o da: “Onun sevgisi karşılığında ne kadar az bir mal.” diye
üzüntüsünü ifade etmiştir.[43]
Bir gün Hz.
Hasan, Abdurrahman b. Haris b. Hişam’ın yanına geldi. Abdurrahman onu
karşılayarak: “Bana haber gönderseydin ben sana gelirdim.” dedi. Hz. Hasan:
“Bir ihtiyacım var” deyince: “O nedir?” diye sormuştur. Hz. Hasan: “Kızını
istemek için geldim.” deyince, Abdurrahman başını yere eğmiş, sonra kaldırarak:
“Yeryüzünde benim için senden daha şerefli bir kimse yoktur. Ancak biliyorsun
ki kızım benden bir parçadır. Onun üzüntüsü beni üzer, sevinci ise beni
sevindirir. Sen mıtlaksın, onu boşamandan korkarım. Şayet öyle yaparsan,
Rasulullah’dan bir parça olan sana karşı duygularımın değişmesinden korkarım.
Eğer boşamamaya söz verirsen onu seninle evlendiririm.” deyince Hasan b. Ali
susmuş, sonra da kalkıp gitmiştir.[44]
Kaynaklarda
nakledilen bazı rivayetler Hz. Hasan’ın evliliğe düşkünlüğü konusunda bilgiler
ihtiva etmektedir. Bir rivayete göre Hind bnt. Süheyl b. Amr’ın eşinden
boşandığını haber alan Muaviye, Ebu Hüreyre’ye bir mektup yazarak onu oğlu
Yezid ile nişanlamasını istemiş, bu talebi yerine getirmek üzere yola çıkan Ebu
Hüreyre ile karşılaşan Hz. Hasan onun nereye gittiğini sorup öğrenince ona:
“Ona benden bahsetsen...” (Benimle evlenmesini söylesen) demiştir. Ebu Hüreyre
ona bunu haber verince Hind: “Sen benim için tercih et” demiş, o da Hz. Hasan’ı
tercih ederek Hind’i Hz. Hasan ile evlendirmiştir.[45]
Hasan b. Ali
ile ilgili müstakil bir çalışması bulunan Bakır Şerif el-Kuraşi, Hasan b.
Ali’nin çok evliliği ile ilgili rivayetleri sıraladıktan sonra İslam dininin
kerih gördüğü talak konusuna değinerek Hasan b. Ali’nin hilim ve takvasının
İslam dininin kerih gördüğü bir amelde bulunmasını engelleyeceğini savunmuştur.
Ayrıca çok evlilik yapmasına gerekçe olarak Peygambere olan yakınlığını
göstermiş ve Peygamber ile akraba olma talebinin Hasan b. Ali’nin
evliliklerinin sayısını arttırdığını belirtmiştir. Buna rağmen iddia edildiği
kadar çok evlilik yapmadığını savunarak evliliklerinin sayısının 13 ile sınırlı
olduğunu savunmuştur. Eşlerinin isimlerinin yanısıra eşleri ve çocukları
hakkında ayrıntılara yer vermiştir.[46]
Kuraşi, Hasan b. Ali’nin çok evlilikleri ile ilgili iddiaların sorumlusunun Ebu
Ca’fer el-Mansur olduğunu belirterek Ebu Ca’fer’e ağır eleştirilerde
bulunmaktadır.[47] Adı geçen müellif Hasan b.
Ali’nin çok evliliği ile ilgili rivayetleri senet ve metin tahliline tabi
tutarak zikredilen rakamların gerçeği yansıtmadığını ispat etmeye çalışmıştır.[48]
Hasan b.
Ali’nin çok evlilik yaptığı bir va’ka olmakla birlikte 250 veya 300 civarındaki
rakamlar mübalağalı anlatımlar izlenimini doğurmaktadır. Bunun yanısıra
rivayetler çok evlilik yaptığı noktasında birleşmesine rağmen Hasan b. Ali’nin
13 evlilik yaptığı iddiasına dayanak bulmak amacıyla rivayetlerin metin ve
senet tahliline tabi tutulması ve Hasan b. Ali’nin aslında çok evlilik
yapmadığı, söz konusu rivayetlerin sorumlusunun dönemin Emevi halifesi Ebu
Ca’fer el- Mansur olduğu iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. Sonuç olarak Hasan
b. Ali’nin evliliklerinin sayısı konusunda İbn Sa’d’ın rivayeti gerek rakamı
gerekse yakın dönem kaynak olması gerekçeleriyle gerçeğe yakın bilgiler ihtiva
etmektedir.
Hasan b.
Ali’nin çocuklarının sayısı ile ilgili olarak kaynaklarda 11[49], 15[50],
16[51] ve 25[52]
gibi muhtelif rivayetler vardır. Soyu Hasan-ı Müsenna ve Zeyd adlı oğullarından
devam etmiştir.[53]
Gülgün Uyar,
eşleri ile ilgili bilgi veren kaynaklarda 10-15 arasında isim bulunduğunu
savunur.[54] Bu eşlerinden olan
çocuklarının sayısı da farklılık göstermektedir. Kız ve erkek olarak 12, 15,
16, 19, 20 ve 22 çocuğunun olduğu haber verilmektedir.[55]
Hasan b. Ali’nin çocuklarının isimleri Hasan, Zeyd, Ümmü Hasan, Hüseyin,
Abdullah, Ebu Bekir, Abdurrahman, Kasım, Talha, Amr, Ümmü Abdullah, Muhammed,
Ca’fer ve Hamza, Fatıma, Ümmü Seleme, Rukayye ve Ümmü Hüseyin’dir.[56]
Onun sekiz
oğlu vardı: 1- Hasan b Hasan (annesi Havle binti Manzur el- Fezariyye) 2- Zeyd
(annesi Ümmü Beşir binti Ebi Mes’ud el-Ensari el-Hazreci) 3
Ömer 4- Kasım,
5- Ebu Bekr 6- Abdurrahman (bunların da anneleri ümmü veled olup hepsinin
anneleri ayrıdır): 7-Talha 8- Ubeydullah.[57]
O’nun kız ve
erkek toplam on altı çocuğu vardı: Zeyd b. Hasan ve iki kız kardeşi
Ümmü’l-Hasan ve Ümmü’l-Hüseyin anneleri Ümmü Beşir bnt. Ebi Mes’ud; Hasan b.
Hasan, annesi Havle bnt. Manzur; Ömer b. Hasan, Abdullah b. Hasan, Kasım b.
Hasan (Hüseyin b. Ali’yle beraber Kerbela’da şehit olmuştur), anneleri Ümmü
Veleddir; Abdurrahman b. Hasan, annesi Ümmü Veled; Hüseyin b. Hasan ( lakabı
Esrem), Talha b. Hasan ve kızkardeşleri Fatıma, anneleri Ümmü İshak bnt. Talha
b. Ubeydullah; Ebu Bekir(Hüseyin’le beraber Kerbela’da şehit edilmiştir), Ümmü
Abdullah, Fatıma ve Ümmü Seleme ve Rukiyye’dir.[58]
Hasan b. Ali’nin
çocukların yetiştirilmesi gibi çocuklarının ilk çocukluk dönemleriyle ilgili
nasıl bir baba olduğuna dair zihnimizde olumlu veya olumsuz herhangi bir
tasavvur oluşturacak her hangi bir bilgiye rastlamadık. İleriki dönemlerle
alakalı bilgileriyse ilgili konu başlığı altında inceleyeceğiz.
Hasan b. Ali
yaklaşık sekiz yaşındayken dedesini altı ay gibi kısa bir süre sonra da
annesini kaybetmiştir. Bu nedenle annesiyle olan ilişkisiyle ilgili kayda değer
herhangi bir bilgiye rastlamadık. Annesinin yanı sıra babasıyla ilişkisi
hususunda da tarihi kaynaklardaki rivayetlerin hemen hemen hepsi siyasi
meselelerle ilgili olduğundan özel hayatına ışık tutucu nitelikte bilgilere
ulaşamadık.
İslam Tarihi
kaynaklarında yaşanan olaylar da hesaba katılacak olursa Hasan b. Ali’nin en
çok diyalogda olduğu kardeşi olarak Hüseyin karşımıza çıkmaktadır. Hz.
Peygamber’in hadislerinde ve İslam tarihi kaynaklarında Hasan ve Hüseyin’in
çocuklukları ile ilgili anektotlarda hemen hemen her yere beraber gidip beraber
gelen, beraber gülüp beraber ağlayan, birlikte oynayan iki kardeş olarak tasvir
edilirler. İlk iki halife döneminde çocukluk ve ilk gençlik döneminde
olmalarına rağmen tarihi kişilikleriyle temayüz ettikleri dönem olarak Osman b.
Affan dönemi başlangıç noktası olarak kabul edilebilir. Söz konusu dönemde
babalarının ve halifenin emri doğrultusunda hareket etmişlerdir. Halifenin
korunması için babaları tarafından görevlendirilen bu iki kardeş evi en son
terk edenler olarak zikredilmiştir.[59]
Halife olarak
seçilmesi, hilafeti Muaviye’ye devri, Medine’ye yerleşmesi, vefatı, vasiyeti,
defni gibi bir dizi olayda birinci dereceden faal bir kişilik olarak Hüseyin b.
Ali ile karşılaşmaktayız. İki kardeş birbirlerini haklı buldukları konularda
desteklerken haksız buldukları konularda açıkça eleştirmekte tereddüt
göstermemişlerdir. Bu kanıya ulaşmamıza neden olan olaylar konunun bağlamı
içerisinde işlenecektir.
İki kardeş
arasındaki diyaloğa örnek mahiyetinde Hasan ve Muaviye arasındaki barış
görüşmelerinde Hasan ve kardeşi Hüseyin’in tavrından bahsedilebilir.
Muaviye’nin anlaşma teklifinden haberdar olan Hüseyin, Muaviye’nin haklılığını
tasdik, babaları Ali’nin davasını yalanlamış olacağı gerekçesi ile ağabeyi
Hasan’a, bu anlaşmayı yapmaması gerektiğini söyledi. Hasan onu susturarak,
yönetim işini kendisinin ondan daha iyi bildiğini iddia ederek, anlaşma
yapmakta ısrar etti.[60]
Hz.
Hasan’ın Kişiliği
Hasan b.
Ali’nin ilmi kişiliği, takvası ve cömertliğine dair ayrıntılı olmayan çeşitli
anlatımlar mevcuttur. Hasan b. Ali, Arap toplumunda yetişmiş ve başta babası
olmak üzere sahabenin önde gelenlerinin birikiminden istifade edebilmiş,
Arapçaya hâkim bir şahsiyet idi. Ancak o kısa süren hilafeti dışında ön planda
olmamış, sessiz bir hayat sürdürmeyi tercih etmiştir. Bu durum onunla ilgili
siyasi olaylar dışındaki tarihi verilerin yetersizliğine yansımıştır.
Hasan b. Ali,
dedesi Rasulullah’tan, annesinden ve babasından hadisler nakletmiştir. Hasan b.
Ali’den hadis nakledenler ise oğlu Hasan b. Hasan, Süveyd b. Ğafle, Ebu’l-Havra
(Rebia b. Şeyban), es-Sadi, eş-Şa’bi, Hübeyre b. Yerim, Esbağ b. Nübate,
Müseyyeb b. Necebe’dir.[61]
İlmi
kişiliğiyle alakalı olarak elimizde olan bilgiler Hz. Peygamber’den naklettiği
hadislerdir. Peygamber devrinde çocuk yaşta olması dolayısıyla Hz.
Peygamber’den direkt naklettiği hadisler sınırlıdır, dolaylı olarak naklettiği
hadisler konumuzun kapsamı dışında olduğundan çalışmamızda direkt naklettiği
hadisler üzerinde durulmuştur.
Hz. Hasan, Hz.
Peygamber’in ahirete göçtüğü sıralarda sekiz yaşlarında idi. Henüz çok küçük
olduğu için, Hz. Peygamber’den doğrudan doğruya rivayet ettiği hadislerin
sayısı oldukça azdır. Bunlardan biri Ebu’l-Havra’nın rivayet ettiği şu
hadistir:
“Hz. Hasan’a,
Hz. Peygamber’den duyduğun hangi hadisi hatırlıyorsun? diye sordum. O da şunu
anlattı: “Şu hadiseyi hatırlıyorum: Zekât hurmalarından bir hurma alıp, ağzıma
atmıştım. Hz. Peygamber o hurmayı ağzımdan salya ile çıkardı. Oradakiler “Ya
Rasulallah, bu çocuğun ağzına attığı tek bir hurmayı, niçin geri çıkardın?”
dediler. O da “biz Âl-i Muhammed’e sadaka (zekat) helal değildir.” buyurdu.
Hatırladığım diğer bir hadis de “Seni ilgilendirmeyen şeyleri bırak,
ilgilendiren şeylere bak...” hadisidir. Yine Dedem Hz. Peygamber bana şu duayı
da öğretmişti: “Ey Allah’ım! Beni hidayete erdirdiğin kimselerden eyle, afiyet
verdiğin kişilerden eyle, dost edindiğin kullarının arasına kat! Verdiğin
şeyleri benim hakkımda mübarek kıl ve hüküm verdiğin (takdir ettiğin) şeylerin
şerrinden de koru. Senin dost edindiğin bir kişi asla zelil olmaz.”[62]
Hasan b.
Ali’nin abidliği ve takvası konusunda da çeşitli rivayetler mevcuttur. Hasan b.
Ali yirmi beş defa yaya olarak hac ziyaretinde bulunmuştur.[63]
Diğer bir rivayete göreyse on beş defa binek kullanarak hacca gitmiştir.
Ve bir o kadarından daha fazlasında ise Mekke’den Medine’ye yürüyerek gidip
hacc etmiştir.[64]
Muhammed b.
İshak’tan nakledilen bir rivayet toplumdaki saygınlığı konusunda bilgi
vermektedir: “Rasulullah’tan sonra haysiyet ve değer bakımından hiç kimse Hasan
b. Ali’ye ulaşamadı. Evinin kapısının önüne sergi sererlerdi, O da evinden
çıkıp orada oturunca yol kapanırdı. Ona saygıdan dolayı hiç kimse kapısından
geçmezdi; o bunu anlayınca kalkar evine gider, insanlar da oradan gidip
gelirlerdi.”[65]
Hasan b.
Ali’nin zühd ve takvası ile ilgili rivayetler Hasan b. Ali’nin malını Allah
yolunda harcaması, defalarca hac etmesi, Allah’ı çokça anması etrafında
şekillenmiştir.
Fiziksel Özellikleri ve Giyim-Kuşamı
Yüzü birazcık
pembeyle karışık beyaz, gözleri siyah, yanağı düz, sakalı sık, saçı dalgalı,
boynu beyaz, vücudunun organları birbiriyle uyumlu, geniş omuzlu, iri kemikli,
ince belli, ayağı ne büyük ne de küçük, orta boylu, siması cezzap ve çehresi en
güzel çehrelerden biriydi.[66] Hasan, Rasulullah’ın torunları
içerisinde Rasulullah’a en çok benzeyeniydi.[67]
Öyle ki, bir defasında Hz. Ebu Bekr ikindi namazından çıktıktan sonra, Hz. Ali
ile beraber yürürken, çocuklarla oynayan Hz. Hasan’ı görürler. Hz. Ebu Bekr onu
omuzuna alır ve “Nebiye benzeyen, Ali’ye benzemeyen, sana babam feda olsun!”
diye bir mısra söyler. Hz. Ali bu hadise ve sözler karşısında gülümser.[68]
Ya’kubi
Rasulullah’a benzeyenler başlığı altında Hasan b. Ali’yi zikreder ve fiziki
benzerliğin yanında ahlaki özellikleri bakımından da Peygambere olan
benzerliğine dikkat çeker. [69]
Emirü’l-Mü’minin
şöyle dedi: “Oğlum Hasan göğsünden başına kadar Rasulullah’a benzer Hüseyin ise
göğsünden alt kısmıyla Rasulullah’a benzer.”[70]
İKİNCİ BÖLÜM
HULEFA-I RAŞİDİN DÖNEMİNDEKİ FAALİYETLERİ, HİLAFETİ VE
HİLAFETİ MUAVİYE’YE DEVRİ
İlk Üç Halife Devrindeki Faaliyetleri
Hz. Ebubekir döneminde küçük
yaşlarda olan Hz. Hasan ilk halifeler tarafından kendisine sevgiyle muamele
edilen kişi olmuştur. Bir gün Hz. Ebu Bekir minberde hutbe veriyorken Hasan
gelerek “Babamın yerinden in!” demiştir. Ali b. Ebi Talib ise “Bu bizim
görüşümüz değildir.” demiştir.[71]
Hz. Ömer,
hilafeti sırasında divan teşkilatını kurup herkesin tahsisatını belirlerken,
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e de Bedir Savaşı’na katılanlara verilen miktarda
tahsisat ayırmıştır. Zehebi, atiyyenin miktarının 5000 dirhem olduğunu
nakleder.[72] Ya’kubi ise Ali b. Ebi Talib’e
5000 oğulları Hasan ve Hüseyin’e 3000 dirhem tahsisat ayrıldığını nakleder.[73] [74]
Hz. Hasan, Hz.
Ömer döneminde Mısır valiliği yapan Abdullah b. Ebi Serh’e İfrikiyye
bölgesindeki fetihlerde yardım için gönderilen orduda yer 95 almıştır.
Hz. Osman’ın
hilafeti sırasında kardeşiyle birlikte Said b. As’ın komutasındaki ordu ile
Horasan seferine katılmış ve ayrıca Hz. Osman’a başkaldıranlara karşı, halifeyi
savunmak ve evine su taşımak için kardeşi Hz. Hüseyin ile birlikte babaları Hz.
Ali tarafından görevlendirildirilmiştir. Hasan b. Ali’nin Hz. Osman’ın yanından
en son ayrılan kişi olduğu nakledilir.[75]
Ali
b. Ebi Talib Devrindeki Faaliyetleri
Siyasi ve Askeri Faaliyetlerdeki Tutumu
Hasan b. Ali,
Hz. Ali döneminde Hz. Aişe’nin ordusuna karşı savaşmak üzere asker toplamak
amacıyla, Kufe’ye Ammar b. Yasir ile beraber gönderilmiş[76]
ancak dönemin Kufe valisi Ebu Musa el-Eşari ile tartışmalarının
neticesinde Kufe gibi bir yerden ancak 7000 kişilik bir kuvvet Hz. Ali’nin
ordusuna katılmıştır.[77] Başka bir rivayete
göreyse Ali b. Ebi Talib öncelikle Haşim b. Utbe’yi peşinden de Ammar b. Yasir
ile oğlu Hasanı Kufe’ye göndermiştir. Hasan b. Ali ile Ammar b. Yasir şehre
ulaştığında Ebu Musa el-Eş’ari mescitte insanları meydana gelen fitneden uzak
kalmaları hususunda uyarıyordu. Durumu gören Hasan b. Ali, Ebu Musa’ya
“Mescidimizden çık istediğin yere git.” dedi. Minbere çıkarak halktan Hz Ali’ye
yardım için hazırlık yapmalarını istedi. Başlangıçta Kufeliler yardım etmek
istemeseler de Hucr b. Adiy çağrıda bulununca Hasan b. Ali ve Ammar b. Yasir’i
desteklemek üzere harekete geçtiler. Söz konusu rivayete göre 9650 kişiden
teşekkül eden bir birlik oluşturuldu.[78]
Ali b. Ebi
Talib Şamlılarla savaş için hazırlık yaparken Cemel ashabının Basra’ya hareket
ettiği haberi kendisine ulaşınca Basra’ya hareket etti. Hasan da yolda gelip
babası Ali’ye şöyle dedi: “Babacığım,
Osman’ın öldürülmesinden önce Medine’den çıkıp gitmeni sana söylememiş miydim,
Osman öldürülürken sen Medine’de olmayacaktın. Ve bu hususta hiç kimse senin
aleyhinde dedikodu yapmayacaktı. Osman’ın öldürülmesinden sonra bütün
vilayetlerin itaatleri sana ulaşmadan bu işi kabul etmemeni söylememiş miydim?
Talha, Zubeyr ve Aişe Medine’den çıktıkları zaman sana evinde oturmanı
söylememiş miydim? Ki bunlar gidip kendi aralarında sulh yapsınlar. Ama bütün
bu söylediklerimi dinlemedin.” dedi. Hz. Ali ona, “Bütün vilayetlerden
insanların itaat ettikleri haberinin gelmesini beklememe gerek yoktu, biat
sadece Harameynde hazır bulunan Ensar ve Muhacirlerindir. Eğer onlar birisine
razı olup işi ona teslim ederlerse bütün insanlara razı olmak ve işi teslim
etmek düşer. Evime dönüp oturmama gelince, eğer dönseydim dönüşüm ümmete
ihanet olurdu. Ümmet arasında ayrılığın meydana gelmesinden ve birliğin
dağılmasından emin olamazdım. Osman muhasara edildiğinde ordan ayrılmama
gelince buna nasıl imkânım olurdu. İnsanlar Osman’ı kuşattıkları gibi beni de
kuşatmışlardı. Oğulcuğum senden daha iyi bildiğim hususlarda peşimi bırak!”
dedi.[79]
Emirü’l-Müminin,
Cemel ashabı Kufe’ye hareket ettikten sonra, Rebeze’ye varmış, ordan, Abdullah
b. Abbas’la Muhammed b. Ebibekir’i Kufe’ye göndermişti. Kufe’de vali olan Ebu
Musa el-Eşari, Kufelileri, Ali b. Ebi Talib’e uymaktan menetmekteydi. İbn Abbas’la
Muhammed’den bir haber gelmeyince bu sefer, Kufelilere bir mektup yazıp oğlu
Hasan’ı, Ammar, Zeyd b. Suhan, Kays b. Sa’d b. Ubade’yle beraber Kufe’ye
yolladı. Kufeliler Hasan’ı karşıladılar. Mescide önce Hasan, sonra Ammar halka
birer hutbe irad edip Emirü’l- Müminin’e uymalarını söyledilerse de Ebu Musa
onlardan sonra minbere çıkıp uzun bir hutbe okudu ve halkı, savaşa katılmamaya
teşvik etti. Ammar onu zorla minberden indirdi; fakat halk ihtilafa düştü. Bu
sırada Kufe’ye gelen Malik Eşter, Ebu Musa’yı ve adamlarını Daru’l-Emare’den
çıkardı. Kufeliler, Emiru’l- Müminin’e yardımı kararlaştırdılar ve birleştiler.[80]
Hasan b.
Ali’nin Sıffin savaşında babasının yanında yer almıştır.[81]
Şevkani savaşta bulunmasına rağmen kılıç kullanmadığını babasının yanında
yer almak için savaşa iştirak ettiğine dair bir rivayet aktarır.[82]
Söz konusu
bilgilerden hareketle bizde, Hasan b. Ali’nin hilafeti döneminde geçmişte
yaşananları da göz önünde bulundurarak temkinli bir tavır geliştirdiğine dair
bir izlenim oluştu. Hasan b. Ali, babasının hilafetine sıcak bakmamasına rağmen
siyasi ve askeri meselelerde babasının yanında yer almış ona her zaman destek
olmuştur.
Şii müellif
Ca’feriyan Hasan b. Ali’nin Cemel ve Sıffin savaşlarında göz doldurucu
faaliyetlerde bulunduğunu ve askeri savaşa teşvik ettiğini belirtir.[83]
Hasan b.
Ali’nin hilafetinden evvelki siyasi meselelere yaklaşımı ve babasını çeşitli
hususlarda uyarması ise savaştan ve iç çekişmelerden rahatsızlık duyduğunu
göstermektedir. Bu durum siyasi meselelerin uzantısı haline gelmiş Müslümanlar
arasındaki iç çatışmalardan uzak durmasına sebep olmuştur. İlk dönem
kaynaklarda Hasan b. Ali’nin hilafeti öncesinde askeri başarılarına dair kayda
değer bilgiler mevcut değilken sonraki dönemlerde mezhebi yaklaşımlar
neticesinde göz doldurucu kahramanlık hikâyeleri üretilmiştir. Farklı mezhep
mensubu müelliflerin aktardıkları bilgilerin birbirleriyle çelişir nitelikte
olması dikkate değer bir unsur olarak karşımızda durmaktadır. Savaşmaktan
çekinen Hz. Hasan imajının karşısına göz doldurucu faaliyetlerde bulunan Hz.
Hasan imajı
oturtulmuş ve
her mezhep kendisini haklı çıkarabilmek için tarihi olayları geçmişe dönük
olarak kurgulamıştır.
Ali b.
Ebi Talib’in Vefatı
Abdurrahman b.
Mülcem el-Muradi, adı el-Haccac olan Burak b. Abdillah et-Temimi ve Amr b. Bekr
Haricilerden olup bir araya toplanmış ve Müslümanların durumunu söz konusu
ederek başlarında bulunanların icraatlarını kötülemiş ve Nehrevan’da ölen
adamlarını rahmetle anmışlardı. Birbirlerine şöyle demişlerdi: “Nehrevan’da
öldürülen akrabalarımızdan sonra geriye kalıp da ne yapacağız? Bunun için kendi
canlarımızı adayarak şu dalalet ehlinin reislerini öldürüp de İslam
diyarlarını rahatlatırsak çok iyi olur!” Bu konuşma üzerine İbn Mülcem: “Ben
Ali’yi hallederim,” der. Burek b. Abdullah da: “Ben de Muaviye’nin işini
görürüm,” diye konuşmuş, arkasından Amr b. Bekr: “Ben de Amr b. el-As için
yeterliyim,” demişti. Bu üç kişi kendi aralarında bu görevleri mutlaka yerine
getireceklerine dair söz vermişlerdi, her biri seçmiş olduğu adamı ya öldürecek,
ya da kendisi öldürülecekti. Kılıçlarını alıp zehirletmişler ve on yedi
ramazanı randevu kabul ederek her biri seçtiği adamı, öldürmek üzere yollarına
koyulmuşlardı.[84]
Kaynaklarda
İbn Mülcem’in Ali b. Ebi Talib’i öldürmesinde Harici olan ve savaşta babası ve
kardeşi öldürülen Katami adlı güzel bir kadının da etkili olduğundan söz
edilir. İbn Mülcem’in güzelliğinden etkilendiği Katami’ye evlenme teklif ettiği
ancak Katami’nin Ali b. Ebi Talib’i öldürerek babasının intikamını alması ve
bunun yanında ileri sürdüğü bazı şartlarını yerine getirmesi karşılığında
kendisiyle evlenebileceğini söylediği, İbn Mülcem’in de Kufe’de bulunmasının
asıl amacının Ali’yi öldürmek olduğunu itiraf ettiğinden söz edilir.[85]
İbn Mülcem’e
Ali b. Ebi Talib’i öldürmesinde yardımcı olacak şahısları Katami’nin bulduğu da
nakledilir.[86]
İbn Mülcem ve
arkadaşlarının Hz. Ali, Muaviye ve Amr’ı öldürmeyi kararlaştırdıkları gece olan
cuma gecesi gelip çattığında İbn Mülcem kılıcını alarak Şebib ve Verdan[87] ile birlikte Hz. Ali’nin
namaza çıktığı kapının önünde gizlenir. Hz. Ali evden çıktığında: “Ey insanlar,
haydi namaza, haydi namaza” diye seslenirken Şebib üzerine atılarak, kılıcını
savurur, ancak kılıç kapının kenarına çarpar. Arkasından İbn Mülcem Hz.
Ali’nin tam başı üzerine bir darbe indirir ve şöyle der: “Ey Ali, hüküm
Allah’ındır; senin ve adamlarının değildir.” İbn Mülcem Hz. Ali’ye darbe
indirip kaçacağı sırada Hz. Ali: “Bu adam kaçıp kurtulmasın, yakalayın.” diye
seslenince orada bulunup sesini işiten müslümanlar hemen İbn Mülcem’i
yakalamışlardı. Hz. Ali namazı kıldıramamış, Ca’de b. Hubeyre’ye namazı
kıldırmasını emretmişti. Ca’de Hz. Ali’nin kız kardeşi Ümmü Hani’nin oğlu idi.[88] Sonra Hz. Ali: “Bu adamı
yanıma getirin.” demiş ve İbn Mülcem’i huzuruna getirmişlerdi. Hz. Ali ona: “Ey
Allah’ın düşmanı, ben sana iyiliklerde bulunmamış mıydım?” diye sormuş, o da:
“Evet.” diye cevap vermişti. Hz. Ali: “Peki, neden böyle bir şey yaptın?” diye
sorunca İbn Mülcem: “Ben şu kılıcı kırk gün müddetle durmadan bileyip durdum ve
Yüce Allah’a bu kılıçla insanların şerlilerinden birisini öldürmesini niyaz
ettim.” diyerek karşılık vermiş.[89] Hz. Ali de ona: “Ben seni bu
kılıçla öldürülecek bir adam olarak görüyorum ve sen Allah’ın en şerli
kullarından başka bir kimse de değilsin,” diye konuşmuş ve şunları ilave
etmişti: “Cana can! Eğer ben ölecek olursam beni öldürdüğü gibi siz de onu
öldürünüz. Eğer ölmeyip de kalacak olursam ben onun hakkında gereken hükmü
veririm.[90] Ey Abdülmuttaliboğulları!
Sakın Müslümanların kanlarını akıtmaya kalkışmayınız ve müminlerin emiri
öldürüldü diye insanlara kıymayınız. Benim katilimden başka kimseyi sakın
öldürmeyiniz. Ey Hasan, eğer ben bana indirilen bu darbeden dolayı ölecek
olursam katilime böyle bir darbe vur ve adama daha fazla da eziyet etme. Ben
Rasulullah’dan şöyle işittim: Sakın müsle[91]
yapmayınız, karşınızdaki canlı, uyuz bir köpek dahi olsa.”[92]
Hz. Ali,
iyileşebileceği ümidiyle suçluyu kendisinin cezalandırabilceğini düşünmüşse de
kızı Ümmü Gülsüm’ün İbn Mülcem’i görünce; “Ey Allah’ın düşmanı, Allah babamı kurtarsın.”
demesi üzerine İbn Mülcem; “Kimin için ağlıyorsun? Vallahi ben bu kılıcımı bin
dirheme aldım, bin dirheme de zehirlettim. Eğer bu kılıç şehir halkına isabet
etse, hiç biri sağ kalmazdı demiştir.”[93]
Hz. Ali
yaralandıktan sonraki Pazar gecesi vefat etmiştir. Oğulları ve Abdullah b.
Ca’fer tarafından yıkanıp kefenlenerek Hz. Hasan’ın cenaze namazını
kıldırmasını müteakip Kufe’deki İmaret bahçesindeki Mescidin yanına
defnedilmiştir.[94] Haricilerin kabri açmalarına
engel olmak için kabir muhafaza altına alınmıştır.[95]
Hz. Hasan ile Muaviye’nin anlaşmasından sonra Hz.Ali’nin kabri Medine’ye
taşınmıştır.[96] Hz. Ali hicri 40. senede vefat
etmiştir. Hilafeti 4 sene 9 ay sürmüştür, 60 veya 63. yaşında iken
öldürülmüştür.[97]
Hz. Ali’nin
yaralandığı gün, Burek b. Abdillah sabah namazına gitmekte olan Muaviye’ye
saldırmış fakat Muaviye’nin muhafızları tarafından yakalanmıştır.[98] Saldırıda hafif yaralanan
Muaviye’ye çocuk sahibi olmasını engeleleyici yan etkisi bulunan bir ilaç
tatbik edilmiş ve iyileşmiştir.[99]
Haricilerden
üçüncüsü olan Amr b. Bekr ise o esnada Mısır valiliği yapmakta olan Amr b. As’ı
öldürmek için harekete geçmiş ancak o gece karnı ağrıyan Amr sabah namazını
kıldırması için Şurta reisi Harice b. Huzafe’yi görevlendirmiştir. Harice b.
Huzafe’yi Amr zanneden Harici, Harice b. Huzafe’ye saldırarak onu öldürmüş,
yaptığı hatayı yakalanıp Amr b. As’ın huzuruna getirildiğinde anlamıştır.[100]
Babası Ali b.
Ebi Talib vefat edince Hasan babasının minberine çıkarak hamdü senayı müteakip
Peygambere salat ve selam getirerek şu konuşmayı yaptı:
“Bu akşam öyle
birisi ölmüştür ki, geçmiştekiler ondan öne geçememişti ve gelecektekiler de
ona ulaşamayacaklardır. Öyle biriydi ki o, Rasulullah’ın yanı başında cihat
ediyor ve canını, onu korumak için feda ediyordu. Rasulullah sancağı ona
vererek onu meydana gönderiyordu; sonra sağ taraftan Cebrail ve sol taraftan
Mikail onu aralarına alıyorlardı ve Allah kendisini zafere ulaştırıncaya kadar
meydandan dönmüyordu... Öyle bir gece de vefat etmiştir ki, bu gecede Musa
vefat etmiş, İsa göğe ref olunmuş ve Kuran nazil olmuştur bu gecede. Öldüğünde
dünya malından, beytülmalden payına düşen Sadece yedi yüz dirhemi vardı ve
bununla da ailesine bir hizmetçi tutmak istiyordu.”[101]
Ali b. Ebi
Talib yaralanmasından sonra oğlu Hasan’ı çağırarak Bunun yemeğini yedirip
istirahatini de temin edin, bağını da sıkı tutun( kaçmasına izin vermeyin) eğer
ölürsem cezasını verin; yaşarsam ya kısas uygulayın ya da affedin. Ancak
yaralanmasından iki gün sonra hicretin 40. senesinde Ramazan ayının son on
günündeki ilk Cuma gecesi vefat etti. Vefat ettiğinde altmış üç yaşındaydı.
Oğlu Hasan cenazesini yıkayarak namazını kıldırdı Kufe’de Ğari mevkine
defnedildi.[102]
Şii ve Sünni
tarih kitaplarında Hz. Ali’nin vefat ettiği gün ve defnedildiği mekân konusunda
ittifak yoktur.
Babasının
vefatından sonra Hasan b. Ali, Abdurrahman İbn Mülcem’ i çağırdı, İbn Mülcem:
“Baban sana ne yapmanı emretti.” diye sordu. Hasan b. Ali “Babam bana, ancak
katilini öldürmemi (Katilinden başkasına dokunmamamı), senin karnını doyurmamı,
istirahatini sağlamamı, yaşarsa sana kısas uygulamamı; ölürse seni ona
kavuşturmamı (böylece Allah katında seninle hesaplaşacağını) emretti.” dedi.
İbn Mülcem’in “Baban hiddet ve sükûnet anında hakk ile hükmederdi” demesi
üzerine Hasan b. Ali kılıcıyla bir darbe indirerek onu öldürdü.[103]
Hz. Ali vefat
ettiğinde Hz. Hasan, İbn Mülcem’ in getirilmesi için haber göndermiş, İbn
Mülcem getirilince Hz. Hasan’a şöyle demişti: “Doğrusunu söyleyeyim mi? Ben
vallahi Rabbime öyle bir ahitte bulundum ki mutlaka ona verdiğim bu ahdi yerine
getirmeyi arzu ediyorum. Ben hatimde Yüce Allah’a Ali’yi ve Muaviye’yi
öldürmeyi veya bu uğurda ölmeyi ahdetmiştim. Bana izin ver ve beni Muaviye ile
baş başa bırak, Allah vekilin olsun ki onu ya öldürürüm, ya da öldüremediğim
takdirde tekrar sana gelir beyat ederim.” Hasan ona şöyle der: “Hayır! Vallahi,
seni cehennem ateşiyle baş başa bırakıncaya kadar izin vermeyeceğim.” Sonra onu
yaklaştırıp öldürür. Müslümanlar cesedini alarak hasırlara sararlar ve ateşe
verirler.[104]
Ali b. Ebi
Talib’in vefatından sonra İbn Mülcem’in eli, ayağı, kulakları ve burnunun
kesildiği, dilini kesmeye sıra gelince İbn Mülcem’in bağırdığı, kendisine neden
bağırdığının sorulması üzerine “Onunla Allah’ı zikrederdim.” dediği fakat sonra
öldürüldüğü rivayet edilir.[105]
Ali b. Ebi
Talib’i Hasan, Hüseyin ve Abdullah b. Ca’fer yıkamış, kefenleyip üç parça
kumaşa sarmış ve cenaze namazını oğlu Hasan yedi tekbirle kıldırmıştır.[106]
Ali b. Ebi
Talib’in Kufe’de gerçekleştirilen bir suikast sonucu hayatını yitirmesi Muaviye
b. Ebi Süfyan’ı hedefine yaklaştırmıştır. Yıllardır aralarında süregelen
mücadelenin Hariciler eliyle sona erdirilmesi Muaviye’nin amacına hizmet etmiş
ve İslam dünyasında gözlerin Muaviye’ye çevrilmesine neden olmuştur.[107]
Halife Seçilmesi ve Halifeliği sürecinde Yaşanan
Gelişmeler Halife Seçilmesi
Hz. Ali’nin Yeni Halife Seçimi Tartışmalarındaki Tutumu
Ali b. Ebi
Talib’in İbn Mülcem tarafından yaralanmasının ardından Cündeb b. Abdullah Hz.
Ali’nin huzuruna gelerek: “İnşallah seni kaybetmeyiz ancak eğer seni
kaybedersek o zaman Hasan’a biat edelim mi?” diye sormuş, Hz. Ali de: “Ben bu
konuda size ne emir veririm, ne de sizi bundan alıkoyarım. Siz kendi işlerinizi
daha iyi bilirsiniz.” diye cevap vermiştir.[108]
Ali b. Ebi
Talib, İbn Mülcem tarafından yaralandığında Müslümanlar kendisinden yerine bir
halife tayin etmesini istediler. Ancak Ali b. Ebi Talib onlara “Hayır ben
Rasulullah’ın sizi halifesiz bıraktığı gibi halifesiz bırakacağım. Eğer Allah,
size hayır murad ederse, Rasulullah’ın ölümünden sonra sizi birleştirdiği gibi birleştirir.”
cevabını verdi.[109]
Cündeb b.
Abdillah Ali b. Ebi Talib’in odasından çıkmasını müteakip Ali b. Ebi Talib, Hz.
Hasan’ı ve Hüseyin’i çağırarak onlara şöyle öğütte bulunur: Önce Allah’tan
korkmanızı ve dünya hayatında size karşı zulmedilse bile sizin böyle
davranmamanızı tavsiye ederim. Sakın kaybettikleriniz için ağlamayınız ve
haktan başka bir şey söylemeyiniz. Yetime merhamet edip, zayıfa yardımcı
olunuz. Ahiretiniz için çalışınız. Zalime düşman olunuz, mazluma yardım ediniz.
Allah’ın kitabı ile amel edip Allah’ın hükümlerini uygulama konusunda hiç bir
kimsenin kınamasından çekinmeyiniz. Sonra Hz. Ali diğer oğlu Muhammed b. el-
Hanefiyye’ye dönüp şöyle der: Kardeşlerine neyi öğüt verdiğimi dinledin mi sana
da aynı şeyleri vasiyet ediyorum. Onların emirlerine tabi ol ve onlara
danışmadan hiç bir şeye kalkışma. Sonra da Hasan ile Hüseyin’e dönüp: Şu
kardeşinizi size bırakıyorum. Babanızın onu ne kadar sevdiğini çok iyi
biliyorsunuz. Sonra Hasan’a şöyle der: Ey oğlum, Allah’tan korkmanı, namazını
vaktinde kılmanı, zekâtı tam olarak vermeni, abdestini alırken iyi almanı
abdestsiz ve taharetsiz hiç bir namazın olmayacağını, Yüce Allah’ın hataları
mağfiret ettiğini bildiririm. Sinirli anında kızgınlığını ve öfkeni yenmeni,
akrabalarına yakınlık göstermeni, cahile karşı yumuşak davranmanı, dinde fakih
olmanı, Allah’ın emirlerine bağlanmakta sabırlı hareket etmeni, Kur’an-ı
Kerim’in emirlerinin dışına çıkmamanı, komşuna iyi davranmanı, marufu emredip
münkerden nehyetmeni, her türlü ahlaksızlıklardan uzak durmanı tavsiye ederim.
Daha sonra Hz. Ali vasiyetini yazdı ve ölünceye kadar La ilahe illallah
kelimesinden başka hiç bir şey söylemedi.[110]
Ali b. Ebi
Talib’in Cündeb b. Abdillah ile görüşmesinden sonra Hasan b. Ali’yi çağırarak
kendisine nasihatte bulunması oğlunun halife seçileceğini düşündüğünü
göstermektedir.[111]
Hasan b.
Ali’nin yaptığı her şeyin Allah tarafından emredildiğini savunan Şii düşünce
ise konu ile ilgili farklı bilgiler vermektedir. Konu ile ilgili Kuleyni
şunları aktarmaktadır. “Ebu Abdullah rivayet etmektedir; Vasiyyet, yazılı bir
metin olarak Muhammed’e indi. Vasiyet ile ilgili bu yazılı metin dışında
Muhammed’e gökten mühürlü hiçbir metin indirilmemiştir. Cebrail dedi ki: Bu
Ehl-i Beyt’ine ümmet hakkındaki vasiyetindir... Muhammed’in ölümünden sonra Ali
mektuptan ilk mührü açıp onunla amel etti. Sonra Hasan ikinci mührü açtı onunla
amel etti. Onun ölümünden sonra Hüseyin üçüncü mührü açtı, orada şunun yazılı
olduğunu gördü; savaş, öldür ve öldürül, insanları şehadet için kendinle
beraber götür. Sen olmaksızın onlara şehadet yoktur. Hüseyin kendisinden sonra
onunla amel etmesi için mektubu Ali b. Hüseyin’e verdi.. ,”[112]
Şii müellif
Kuleyni konu ile ilgili ayrıca şunları söylemektedir: “Ali hasta olduğu zaman
yerine namazı oğlu Hasan kıldırdı. İmam Ali kitabını ve silahını ona vererek
onu kendi yerine imam tayin etti ve şöyle dedi: Yavrum! Allah Rasulü benden
sonra seni vasi tayin etmemi ve kitabımla silahımı sana vermemi emretti.
Peygamber beni kendisine vasi tayin edip kitabını ve silahını verdiği gibi,
benim de seni vasi tayin etmemi ve ömrünün sonlarına doğru bunları kardeşin
Hüseyin’e vermeni buyurmamı emretti... ”[113]
Yukarıda geçen
rivayetlerden biri, Ali b. Ebi Talib’in kendisinden sonra soyundan birini
halife veya imam tayin etmekte çekimser davrandığı yönünde bilgi verirken diğer
rivayet, kendisi de dahil olmak üzere sadece oğlu Hasan değil sonraki
haleflerin de vahiy ile belirlendiği bilgisini vermektedir. Bu durum tahlil
edildiğinde bu rivayetlerin sonraki döneme ait olduğu ve mezhepsel yaklaşımlara
dayandığı anlaşılmaktadır. Zira Rasulullah birini vasi tayin etmiş olsaydı buna
kimse engel olamazdı ve bu durumdan toplumun geneli haberdar olurdu. Bunun
yanısıra ilk halife seçilirken Müslümanlardan biri çıkıp Ali b. Ebi Talib’in
Rasulullah’ın vasisi olduğunu bu nedenle Ebu Bekir’in halife olamayacağını
söylerdi. Veya Ali b. Ebi Talib’den sonra oğlu Hasan’a biat ederken vasilik
meselesi dillendirilirdi ancak böyle bir durumun ilk dönemde yaşandığına dair
İslam Tarihi kaynaklarında her hangi bir bilgi mevcut değildir konuyla ilgili
rivayetler Müslümanlar arasında fırkalaşmaların mezhepleşmelere dönüşmeye
başladığı döneme aittir.
Hz.
Hasan’ın Halife Olarak Seçilmesinin Nedenleri
Kufelilerin
Hz. Ali’nin vefatından sonra kimin halife olacağı konusunda hiçbir hazırlık
yapmadıkları anlaşılmaktadır. Çünkü Hz. Ali’nin şehit edilmesi ani bir
gelişmedir. Kufeliler bu duruma tamamen hazırlıksız yakalanmışlardır. Ancak Hz.
Ali’nin yaralanması ile beraber kimin halife olacağının tartışılmaya
başlandığını görmekteyiz.[114] Hz. Ali’nin öldürülmesinden
sonra Ali b. Ebi
Talip’in defin
işlerini müteakip yeni halife seçimi başlamıştır. Kufeliler maktül halifenin
büyük oğlu olması nedeniyle bu işe en layık kişinin Hasan b. Ali olacağı
düşüncesiyle Hz. Hasan’a biat etmişlerdir.[115]
[116] Kays b. Sa’d ona ilk biat 137 eden kişi olmuştur.
Hz. Ali’nin
vefatından iki gün sonra hicri 40. senenin Ramazan ayında halk Kufe mescidinde
yeni halifeyi seçmek üzere toplandı.[117]
Kays b. Sa’d b. Ubade mescitte bir konuşma yaparak Hz. Ali’nin faziletlerini
ve Hz. Hasan’ın meziyetlerini zikretmiş; Rasulullah’a olan yakınlığını ve
kişisel özelliklerini dile getirerek hilafet makamına en layık kişinin Hz.
Hasan olduğunu belirtmiş ve halkı Hz. Hasan’a biata teşvik etmiştir. Zaman
kaybetmeden kendisine biat eden ilk kişi Kays olmuştur, onun biat etmesini
müteakip Kufeliler de biat etmişlerdir.[118]
Kays’ın aceleci davranmasının nedeni Kufenin demografik yapısı olsa
gerektir. Çünkü Kufe çok farklı etnik grupları yapısında barındıran bir kentti.[119] Kays bu denli çeşitliliği
barındıran bir kentte halife olacak şahıs konusunda ittifakta bulunmanın ne
derece zor bir iş olduğunu görmüş olmalı ki acele davranarak hilafet
tartışmaları ile Kufe’de bir iç savaşın patlak vermesi ihtimalinin önünü
kapamıştır. Ayrıca daha önce siyasi ve askeri bakımdan öne çıkmasını gerektiren
her hangi bir faaliyette bulunmamasına rağmen Hasan b. Ali’nin hilafetinde
ittifak edilmesi de Kufe’nin yapısı ile ilgili olsa gerektir. Nitekim
Rasulullah’a olan yakınlığı dolayısıyla Hasan b. Ali, hem kuzey hem de güney
Arapları tarafından kabul edilebilecek bir şahıstı.
Belazuri
konuyla ilgili farklı bir rivayete de yer vermiştir. Söz konusu rivayete göre
Ali b. Ebi Talib’in vefatından sonra Ubeydullah b. Abbas halka yönelik yaptığı
konuşmada Ali b. Ebi Talib’in faziletlerini zikrettikten sonra maktül halifenin
geride bir halef bıraktığını dile getirir. Eğer halk razı olursa Hasan b.
Ali’nin karşılarına çıkıp biat alacağını söyler. Halk razı olur ve Hasan b. Ali
halkın karşısına çıkarak onlara hitapta bulunur.[120]
Hasan b. Ali’nin mescitte yaptığı konuşmada kendisinin “Allah’ın kendilerinden
kötülüğü giderip tertemiz kıldığı[121]
Ehl-i Beyt’ten olduğu vurgusunda bulunduğu nakledilir.[122]
Rivayetin
devamında Hz. Hasan’ın barış yaptığıyla barış, savaş yaptığıyla savaş yapılması
şartı ile biat aldığı ve bu durumun halk nezdinde rahatsızlık yarattığından
bahsedilir.[123] Yukarıda geçen rivayete göre
Hasan b. Ali hilafet konusunda istekli görünmektedir. Oysa daha sonra yaşanacak
gelişmeler mezkûr halifenin görev konusunda pek de istekli olmadığını ancak
bununla birlikte kendisine yüklenen bu görevden kaçınmadığını göstermektedir.
Hasan b.
Ali’nin şartlı biat almak istemesi üzerine Kufelilerin Hüseyin b. Ali’ye
giderek “Uzat elini, sana babana biat ettiğimiz şey üzerine biat edelim.”
dedikleri ancak Hüseyin b. Ali’nin Allah korusun Hasan’a gidiniz diyerek
söz konusu teklifi reddettiği nakledilir.[124]
Kaynaklarda
zikredilmemiş olmasına rağmen Hz. Hasan dışında başka adaylar da bulunmuş
olmalıdır. Babasının vefatından iki gün sonra kendisine biat edilmiş olması[125] bu ihtimali
güçlendirmektedir. Ancak Hz. Hasan, bu adaylar arasından sıyrılıp ön plana
çıkmıştır. Onun ön plana çıkmasının birtakım nedenleri olmalıdır. Kendisini
hilafete taşımada önceki başarılarının rolünün olmadığını biliyoruz. Zira daha
önce büyük bir başarı elde edemediği gibi katıldığı savaşlarda da kayda değer
bir varlık gösterememiştir. Nitekim hilafeti onun hakkı olarak görenler de
kendisine böyle bir başarı atfetmemektedirler. Dolayısıyla Hz. Hasan’ı hilafete
taşıyan nedenleri başka yerde aramak gerekmektedir.[126]
Şia, Hasan b.
Ali’nin halife olarak seçilmesinin nedeninin ilahi kaynaklı olduğuna inanır.
Şiaya göre Hasan b. Ali, Tanrı tarafından imam olarak belirlenmiş, bu nedenle
Ali b. Ebi Talib hastalığında oğlunun imametini açıklamış; halka, Hasan’a biat
etmelerini emretmiştir. Şii müelliflerden Kuleyni imamet nazariyesinin temelini
teşkil eden inancı şu sözleriyle açıklar: “Ali, hasta olduğunda yerine oğlu
Hasan’ı namaz kıldırması için görevlendirdi. İmam Ali kitabını ve silahını ona
vererek onu kendi yerine imam tayin etti ve şöyle dedi: “Yavrum, Allah Rasulü
benden sonra seni vasi tayin etmem ve kitabım ile silahımı sana vermemi
emretti. Peygamber, beni kendisine vasi tayin edip kitabını ve silahını verdiği
gibi, benim de seni vasi tayin etmemi ve ömrünün sonlarına doğru bunları
kardeşin Hüseyin’e vermeni buyurmamı emreti...”[127]
İbnü’l-Esir,
yaralandığı için namazı kıldıramayan halifenin yerine yeğeni Ca’de b.
Hübeyre’yi namaz kıldırması için vekil tayin ettiğini kaydederken[128] Kuleyni Hasan b.
Ali’nin babası tarafından görevlendirildiğini kaydeder.[129]
Şii müellifin Hasan b. Ali’nin namaz kıldırması için görevlendirilmesini vasi
tayini ile ilişkilendirmesi ise ilginçtir.
Mesudi’ye
nispet edilen Isbatu’l-Vasiyye adlı eserde ise Ali b. Ebi Talib’in
hastalığında oniki oğlunu ve şianın ileri gelenlerini toplayarak, kendisinden
sonra Hasan ve Hüseyin’i vasi tayin ettiğini kendilerine bildirdiği ve orda
bulunanların Hasan’a biat ettikleri aktarılır.[130]
Yukarıda
zikredilen rivayetlerde geçen vasilik kavramı Şiilik doğrultusunda ortaya
çıkmış olup ne zaman kavramlaşıp itikadi anlamda kullanıldığı husunda farklı
fikirler mevcuttur. Ancak bu kavramın Ali b. Ebi Talib döneminde
kullanıldığıyla ilgili çeşitli rivayetler mevcuttur.[131]
Kavramın ilk kullanılışı ile tarihi seyir içerisinde büründüğü anlam
fikir-hadise irtibatı çerçevesinde ele alındığında ilk dönemde kullanılan
vasilik kavramının itikadi anlam taşımadığı ıstılahi anlamına hicri ikinci
asrın ilk yarısında kavuştuğu görülmektedir.[132]
Biat
süreci
Ali b. Ebi
Talib vefat edince büyük oğlu olması hasebiyle cenaze namazını Hasan kıldırdı.
Ali b. Ebi Talibin defin işi tamamlandığında ilk olarak Kays b. Sa’d b. Ubade
Hasan b. Ali’ye gelerek “Elini uzat, Allah’ın kitabı Resulünün sünneti üzerine
seninle beyatlaşayım.” dedi. Hasan b. Ali sessiz kaldı, Kays onunla beyatlaştı.
Kays’ı müteakip halk da gelerek Hasan b. Ali’ye beyat etti. Bu beyatlaşma Ali
b. Ebi Talib’in vefat ettiği günde olmuştu. Ali b. Ebi Talib’in vurulduğu gün
olan hicri kırkıncı senenin Ramazan ayının on yedinci günü olan Cuma gününde,
vurulmasından iki gün sonra veya Ramazan’ın son on gününde vefat ettiğine dair
rivayetler mevcuttur.[133] Hasan b. Ali’ye beyat edilen
gün hususunda netlik söz konusu değildir.
Hasan b. Ali
b. Ebi Talib’e hicri 40. senede[134] Ramazan ayında babasının
vefatından iki gün sonra biat edildi.[135]
Belazuri de
Hasan b. Ali’ye ilk biat edenin Kays b. Sa’d b. Ubade olduğundan, mescitte
Hasan b. Ali’nin meziyetlerini zikrederek halkı Hasan b. Ali’ye biate davet
ettiğinden ve davetinin başarılı olduğundan bahsetmesine rağmen Hasan b. Ali’ye
biat ederken bazı şartlar ileri sürdüğünden bahsetmez.[136]
İsfehani, Hasan b. Ali’ye biat konusunda halkı teşvik edenin İbn Abbas
olduğunu nakleder.[137] Ancak zikredilen kişini
Abdullah İbn Abbas mı yoksa Ubeydullah İbn Abbas mı olduğu konusunda herhangi
bir kayıt yoktur. İsfehani konunun devamında ise Kufe’ye gönderilen casusun Hz.
Hasan tarafından Basra’ya gönderilen casusun ise Abdullah b. Abbas tarafından
yakalanarak idam edildiğini belirtmektedir.[138]
Bu nedenle Abdullah b. Abbas’ın Hasan b. Ali’ye biat edilen tarihte Kufe’de
olmadığı anlaşılmaktadır.[139]
Halk Ali b.
Ebi Talib’ten sonra Hasan b. Ali’ye biat etti. İlk biat eden Kays b. Sa’d b.
Ubade’ydi. Biat ederken Hasan b. Ali’ye: “Seninle Allah’ın hükmü üzerine ve
Rasulünün sünnetine göre, muhaliflerinle cihad etmek üzere beyat ediyorum.”
dedi. Hasan b. Ali cevaben: “Hak Teala’nın hükmü üzerine biat et. Cihad etmek
onun içindir.” dedi. Bu sözleri üzerine halk, Hasan b. Ali’nin savaşa niyeti
olmadığını anlamış oldu.[140] Belazuri, Kays b. Sa’d b.
Ubade’nin biatından bahsederken şartlı biat ettiğinden bahsetmemiştir.[141] İbnü’l-Esir ise aynı olayın
devamında Hasan b. Ali’nin biat alırken savaşta da barışta da kendisine itaat
edilmesi şartıyla biat aldığından ve bu isteği karşısında halkın muhayyilesinde
Hasan b. Ali’nin savaştan başka bir şey düşünmediği fikri oluştuğundan
bahsedilir.[142]
Şii yazar
Ca’feriyan da Kufelilerin Hz. Hasan’a Muaviye ile savaşması şartıyla biat
etmede ısrarcı davrandıklarını ancak Hz. Hasan’ın kendisinin uygun gördüğü
şekilde amel etmeleri ve hatta şartlar dolayısıyla Muaviye ile barış yapmaya
mecbur olması durumunda da itaat etmeleri şartıyla biat aldığını kaydeder.[143]
Biat
konusundaki rivayetler toplu olarak değerlendirildiğinde üç farklı rivayet
ortaya çıkmaktadır. Bunlardan biri Kufelilerin Hz. Hasan’a Muaviye ile
savaşması şartı ile biat etmek istedileri Hz. Hasan’ın Kitap ve Sünnet yeter
diyerek bu teklifi reddettiği ve sonrasında biatın gerçekleştiği rivayetidir.[144] Diğeri ise Hasan b. Ali’nin
kitap ve sünnet yeter diyerek şartlı biatı reddetmesi üzerine Kufelilerin Hz.
Hüseyin’e giderek aynı şartla Hz. Hüseyin’e biat etmek istedikleri, Hz.
Hüseyin’in abisi dururken kendisinin biat almayacağını ifade etmesi üzerine
tekrar Hz. Hasan’a gelerek ona biat ettikleri rivayetidir.[145]
Kaynaklar
Hasan b. Ali’ye biat eden halkın Muaviye ile savaşması şartıyla biat ettiğini
aktarsa da savaş gündeme geldiğinde askerlerin isteksiz tavırlarının savaş
isteği ile örtüşmediği görülmektedir.[146]
Bu durum halkın bir kesiminin savaşmak istediğini ancak büyük çoğunluğun
savaşmaktan kaçındığını göstermektedir. Söylemez, savaş konusunda son derece
istekli görünen bu grubun hariciler olduğu görüşündedir.[147]
Hasan b. Ali’ye biat edenlerin tamamı savaş istiyor olsaydı savaş gündeme
geldiğinde son derece isteksiz davranmayıp halifelerine itaat etmeleri
gerekirdi.
Hasan b.
Ali’nin h. 40 yılının Ramazan ayında biat aldıktan sonraki ilk işi babasının
katili olan Abdurrahman b. Mülcem’e kısas uygulaması olmuştur.[148]
Abdurrahman b.
Mülcem’e kısas uygulanması ile ilgili rivayetlerin büyük bir kısmı İbn Mülcem’e
işkence edilerek öldürüldüğü, cesedinin yakıldığını bir kısmı ise müsle
yapıldığı yani önce elleri sonra ayakları sonra kulakları ve en son olarak da
burnu kesilerek öldürüldüğünü söylemektedir.[149]
Hasan b.
Ali’nin babasının katiline kısas uygulamasından sonraki ilk icraatı mukatilenin[150] âtalarına yüzer dirhem zam
yapması olmuştur. Babası aynı uygulamayı Cemel savaşında yapmıştı. Hasan b. Ali
ise bunu hilafete gelir gelmez yaptı ve onun bu uygulaması kendisinden sonraki
halifeler tarafından benimsendi.[151]
İbn Mülcem’in
kısas edilmesinden hemen sonra, Hz. Hasan Muaviye ile mücadelesinde Kufelilerin
desteğini almak amacıyla âtaları yüzer dirhem arttırması Hasan b. Ali’nin
aslında savaşma niyetinde olduğuna delil teşkil etmektedir. Şayet iddia
edildiği gibi gözünü Kufe’nin Beytü’l-Malına dikmiş olsaydı mukatilenin
atalarını arttırmaz savaş için hazırlık yapmazdı. O dönemde Kufe’de 60.000
mukatile bulunuyordu.[152] Buna göre hazineden çıkacak
olan miktar 6.000.000 dirhemdi. Hz. Hasan, Kufelilerin her ne kadar babasının
yanında yer alıyor görünseler de onu sevmediklerinin farkındaydı. Zira gerek
Sıffin savaşında, gerekse Nuhayla, Nehrevan ve devamındaki savaşlarda bu
şehirden önemli sayıda insan ölmüştü. Ölenlerin fazlalığını anlatmak için
kaynaklar, şehirde ağıt sesinin yükselmediği hiçbir evin olmadığını
aktarmaktadırlar. Tüm bu insanların, yakınlarının öldürülmesini gönül huzuru
içerisinde kabullendiklerini söylemek safdillilik olur.[153]
Hasan b. Ali,
iç ve dış mücadelelerden yorulmuş ve yıpranmış olan Kufelilerin desteğini
sağlayabilmek amacıyla maaşları arttırmış ve bu nedenle olsa gerek Belazuri,
Kufelilerin Hasan’ı babasına oranla daha fazla sevdiklerinden bahseder.[154]
Kufelilerden
biat aldıktan sonra Hasan b. Ali, babasının vefat ettiğini ve kendisinin onun
yerine halife olarak seçildiğini babasının valilerine bildirdi ve biat istedi.
Babasının valilerinin tamamı kendisine biat etti. Hasan b. Ali, babasının
valilerini değiştirmeyerek görevlerine devam etmelerini istedi. Böylece
kendisine Muaviye’nin idaresinde bulunan Suriye ve Mısır dışındaki tüm yerleşim
birimleri biat etmiş oldu. Önceliği babasının kontrolü altında bulunan yerleşim
birimlerine tanıyan Hasan b. Ali söz konusu yerleşim birimlerinde durumunu
sağlama alınca Muaviye’ye yöneldi. Zaman kaybetmeden Muaviye ‘ye mektup yazarak
biat istedi.[155]
İsfehani,
Hasan b. Ali’nin Muaviye’ye yazdığı mektupla ilgili ayrıntılarda Hasan b.
Ali’nin sulh mektubu yazdığı iddialarına cevap olarak tıpkı babasının yaptığı
gibi sert bir dille kendisine biata davet mektubu yazdığını aktarır:
Muaviye’ye yazdığı mektupta
hilafet makamına ehil olmadığı halde bu makama göz dikmesini hayretle
karşıladığını, İslam’da bilinen ve övülen bir eserinin olmadığını, İslam’a
karşı mücadele eden bir topluluğa mensup olup, Rasulullah’ın Kureyşli baş
düşmanının oğlu olduğunu belirtir. Müslümanların kendisini halife olarak seçtiğini
Muaviye‘nin de kendisine biat etmesi gerektiğini belirtir. Muaviye cevap olarak
yazdığı mektupta Hasan b. Ali’nin hilafete layık olduğunu kabul etmekle
birlikte kendisinin yaşının büyük, idari ve siyasi tecrübesinin fazla olduğunu
bu nedenle kendisinin halife olmasının daha uygun olacağını belirterek Hasan b.
Ali’ye kendisinden sonra halife olmayı kabul etmesi durumunda Irak
beytülmalındaki bütün parayı bağışlayacağını ayrıca geçimini sağlaması için
Irak’ın hangi bölgesinin haracını isterse kendisine tahsis edeceğini bildirir.[156]
Ali b. Ebi
Talib’in vefat haberi Şam’a ulaşınca Muaviye’nin Ali b. Ebi Talib’in yerine
oğlu Hasan’ın velayet etmesinden duyduğu memnuniyeti “O genç ve tecrübesizdir
ve savaş konusunda da bilgisizdir.”[157]
diyerek dile getirmiştir. Ali b. Ebi Talib’in vefatı Muaviye’nin işini kolaylaştırmıştır.
Artık karşısında genç ve tecrübesiz biri vardı ve onunla mücadele etmek daha
kolay olacaktı. Bu sebeple hiç vakit kaybetmeden halifeliğini ilan ederek biat
almaya başladı.[158] Artık Muaviye meşru halifeye
karşı gelen bir validen çok İslam aleminin bir bölümünde kendisine biat edilmiş
bir halife hükmündeydi.[159]
Ali b. Ebi
Talib’e karşı yürütmüş olduğu mücadelede maktül halifenin hakkını talep eden
akrabası ve valisi sıfatını kullanan Muaviye yönetime talib olduğunu en azından
yüksek sesle dile getirmezken şartların olgunlaşması ile bu dileğini yüksek
sesle dillendirip biat almaya başlamıştır. Bundan sonraki süreçte öncelikli
olarak Hasan b. Ali’yi bir takım vaatlerle ikna etme yolunu denediği[160] ancak Hasan b.
Ali’nin tekliflerine olumsuz yanıt vermesiyle birlikte rakibini etkisiz kılma
mücadelesini başlattığı görülmektedir.
Hz.
Hasan ve Muaviye’nin Karşı Karşıya Gelmesi
Hasan b.
Ali’yi kendisine biat etmesi ve halifelikten çekilmesi hususunda ikna edemeyen
Muaviye rakibini etkisiz kılma mücadelesini başlatır. Hz. Hasan’ın elçiliğini
yapan Cündeb b. Abdillah Muaviye’nin mektubunu Hz. Hasan’a getirerek Şamlıların
savaş hazırlığı içerisinde olduğu, ordunun sayısı ve gücü hakkında bilgi
vererek Hz. Hasan’a bir an önce hazırlık yapmasını onlar Irak’a gelmeden Şam’a
doğru yola çıkmasını tavsiye eder.[161]
Hasan b. Ali savaşmayı kabul etmesine rağmen aceleci davranmaz bu arada Muaviye
yeni bir mektup yazarak talebini yineler. Ancak Hz. Hasan tavizsiz tavrını
koruyarak teklifini reddedince savaşmaktan başka çare kalmadığını düşünen
Muaviye, amillerine mektup yazarak düşmanlarına ve Osman’ın katillerine karşı
yürümek üzere ordularıyla birlikte gelmelerini emreder. Muaviye çevreden gelen
askerlerle birlikte oluşturduğu 60 000 kişilik bir orduyla Irak’a doğru yürümeye
başlar bu haberi alan Hz. Hasan savaş hazırlıklarına başlar.[162] Belazuri’de Hasan b. Ali’nin
Muaviye’nin Cisru Menbiç’e ulaştığı haberi kendisine gelmeden harekete
geçmediği nakledilir.[163] Ayrıca Belazuri, Avane b. el-
Hakem’den naklettiği bilgiye göre Hz. Hasan 50 gün hiç savaştan bahsetmeden
durmuş, Muaviye’nin ordusunun Irak’a doğru hareket ettiği haberi gelmesine
rağmen harekete geçmemiştir.[164]
Biat tamam
olunca Kufe’den ve Irak’tan kalabalık bir topluluk toplanarak Hasan b. Ali’den
asker toplayıp savaşması talebinde bulunmuş, Hasan b. Ali ısrarlar üzerine 40
000 kişilik bir ordu ile Kufe’den yola çıkarak Medain’e gelmiştir. Kays b. Sa’d
b. Ubade’yi 12 000 kişilik öncü kuvvetlerin başına getirmiş, ordu komutanlığını
da Ubeydullah b. Abbas veya Abdullah b. Abbas’a vermiştir.[165]
Hz. Hasan ve Muaviye’nin Güçlerinin Karşılaştırılması
Ali b. Ebi
Talib, vefat etmeden önce Muaviye ile savaşmak üzere 40 000 kişilik bir ordu
hazırlamıştır.[166] Ancak söz konusu ordunun
tamamının Muaviye ile mücadelesinde Hasan b. Ali’nin yanında yer aldığına dair
kesin bilgilere sahip değiliz. Nitekim Hasan b. Ali’nin halkı Muaviye ile
savaşmaya davet için mescitte yapmış olduğu konuşmasında Kufelilerin
halifelerinin daveti karşısında sessiz kaldığı ve savaş konusunda isteksiz
davrandığına dair bilgilere sahibiz.[167]
Kufeliler
fetihlerin durması ve bütün güçlerini Muaviye ile mücadeleye harcamaları
dolayısıyla siyasi, askeri ve ekonomik bakımdan güçlerini kaybetmişler ve
babası kadar güçlü olmasa da hilafete kimsenin Hasan b. Ali’den daha layık
olamayacağını düşünerek kendisine biat etmişlerdi. Ancak Kufeliler babası gibi
dirayetli bir yöneticinin kendisiyle baş etmekte zorlandığı Muaviye ile savaşma
konusunda isteksizlerdi.
Muaviye,
amillerine mektup yazarak düşmanlarına ve Osman’ın katillerine karşı yürümek
üzere ordularıyla birlikte gelmelerini emreder. Muaviye çevreden gelen
askerlerle birlikte oluşturduğu 60 000 kişilik bir orduyla Irak’a doğru
yürümeye başlar.[168]
Şamlıların
savaş konusundaki tutumları ve Şam ordusunun gücü ile ilgili dolaylı bilgiler
de mevcuttur. Bunlardan biri Osman b. Affan’ın muhasarası esnasında Muaviye’nin
Ammar b. Yasir’i ve diğer muhacirleri, Şam’da Hicaz ehlinden daha kalabalık bir
kitlenin bulunduğunu hepsinin kahraman ve atlı olduğunu ifade ederek tehdit
etmesi Muaviye’nin gücü hakkında bizlere ipucu vermektedir.
Osman b.
Affan’ın katlini müteakip Muaviye’nin Ali b. Ebi Talib’e gönderdiği elçisinin
Osman b. Affan’ın gömleği karşısında ağlaşıp intikam yeminleri eden 60 000
kişiden bahsetmesi ile ilgili olan rivayet de Muaviye’nin gücüne dair bilgiler
vermektedir.[169] [170]
Muaviye
tarafından, rakibini ve taraftarlarını yıpratma propagandası amacıyla abartılı
bir rakam olma olasılığı bulunan bu rivayet konu ile alakalı diğer rivayetlerle
birleştirildiğinde Muaviye’nin Ali b. Ebi Talib’le olan mücadelesinde sayı ve
teçhizat olarak güçlü bir orduya sahip olduğu sonucunu doğurmaktadır. Buradan
hareketle aradan 4-5 yıl gibi bir süre geçmiş olduğu hesaba katılacak olursa
Muaviye’nin gücünün Sıffin’dekine yakın hatta daha fazla olabileceği sonucu
ortaya çıkmaktadır.
Hz. Hasan ve Muaviye’nin Siyasi ve Askeri
Tecrübeleri
Ümeyyeoğulları
Osman b. Affan’ın vefatını müteakip hilafetin kendi hakları olduğunu iddia
etmişlerdir.[171] Aslında maktül halifenin
valileri ve akrabaları arasında onun kanını talep etmeye çok daha layık kişiler
mevcut iken Ümeyyeoğulları bu görevi yıllardır Suriye’de valilik yapan ve
bölgede son derece güçlü Muaviye b. Ebi Süfyan’a bırakmışlarıdır.[172] Daha yakın akrabalar
mevcutken maktül halifenin kanını Muaviye’nin talep etmesi pek de tesadüfi
değildir. Güç unsurunun yakınlık unsurunun önüne geçirilmiş olması Muaviye’nin
iktidar alternatifi haline getirerek mücadelesini haklı bir temele oturtma
çabasından başka bir şey değildir.
Halifenin
cinayete kurban gitmesi meselesi Şam’da o kadar şiddetli bir biçimde telkin
edildi ki bütün Suriyeliler halifenin katili olarak Hz. Ali’yi bildiler ve
maktül halifenin intikamını alacaklarına yemin ettiler.[173]
Muaviye’nin hedefine ulaşmak için iki yol takip ettiği ve mücadelesini bu iki
temel üzerine bina ettiği görülmektedir. Bu hususlar, onun aşama aşama
yürüttüğü iktidarı ele geçirme mücadelesinde her türlü siyasi çareye başvurarak
insanların kendisine katılımını sağlamak ve bunları gerçekleştirirken de
mücadelesinde haklı olduğunu gösterecek Kur’an ayetlerinin ve Peygamber
sözlerinin desteğine başvurmaktır.[174]
Muaviye’nin mücadelesini meşrulaştırma yolunda naklettiği hadislerden
biri şöyledir: “Bir gün Rasulullah’ın abdest suyunu döküyordum. Kafasını
kaldırdı ve bana şunları söyledi: Benden sonra ümmetimin işlerini sen
yükleneceksin; o zaman geldiğinde onların iyiliklerini taltif et, kötülüklerini
affet buyurdu. Muaviye konuşmasının devamında, Ben bu makamı elde edene
kadar ümit içinde yaşadım demiştir.”[175]
Muaviye
Haşimoğullarından bir grupla yaptığı toplantıda Rasulullah’a olan yakınlıkları
münasebetiyle hilafete talip olduklarını, fakat karabetin imametin
özelliklerinden biri olmakla birlikte tek başına yeterli olmadığını ifade eder.
Karabetin yanında rızadan da bahseder yani cemaatin ittifakta bulunması şartını
öne sürer ve Beni Haşim’i sadece karabet şartını taşıdığını savunur.[176]
Muaviye ve
soyu tarafından Suriye’de hilafetin Beni Ümeyye’nin hakkı olduğu propagandası o
kadar etkili bir şekilde yürütülmüştür ki bunun en çarpıcı örneği Abbasiler
döneminde yaşanmıştır. Abbasilerin iş başına gelmesinden sonra Şamlıların ileri
gelenlerinden bir gurubun Ebu’l-Abbas’ı ziyaretlerinde kendisine “Vallahi siz
işbaşına gelinceye kadar Rasulullah’ın yakın akrabaları arasında ona, Ümeyyeoğullarından
başkasının varis olabileceğini bilmiyorduk.”[177]
dedikleri rivayet edilir. Bu durum iktidarı elde etme ve bu konumun muhafazası
noktasında Muaviye’nin siyasi propagandasının etkililiğini göstermektedir.
Muaviye, daha
evvel Şam illerinin emiri sıfatı ile çağırılan siyasi tecrübesi bulunan
biriydi. Ali b. Ebi Talib’in vefatını müteakip Kudüs’te hilafet biatı aldığına
dair bilgilerin yanısıra hakem olayından hemen sonra hilafet için biat aldığı
görüşü de yaygındır.[178] Bu bilgi Muaviye’nin hilafet
mücadelesindeki kararlılığını göstermektedir. Ali b. Ebi Talib’e nazaran oğlu
Hasan b. Ali’nin Muaviye için ciddi bir problem teşkil etmediği söylenebilir.
Muaviye,
siyasi hayatını çeşitli prensipler üzerine bina etmiştir. Bu prensiplerden biri
“parasının iş gördüğü yerde konuşmaya, konuşmanın yettiği yerde kırbaca,
kırbacın yettiği yerde kılıca gerek olmadığı, eğer çaresiz kalırsa kılıca
başvurmak gerektiği idi.”[179] Muaviye’nin iktidarın
yürümesi için her yolu mübah gören tutumu, çevresinde menfaat karşılığı iş
gören bir zümrenin oluşmasına neden oldu.
Muaviye
devletin idari kademelerinde, geçmiş dönemdeki halifelerin istihdam ettikleri,
Amr İbn’ül-As, Muğire b. Şube, Abdullah b. Amir, Mervan b. Hakem, Said b.
el-As, Ziyad b. Ebihi gibi idarecilerden yararlandı. Bu kimselerin bir kısmı
Ümeyyeoğullarına mensup olmanın yanında, Hz. Osman döneminde görev almışlardı.
Muaviye bu saydıklarımıza ilaveten kendisine daha yakın akrabalarına da yer
verdi, fakat onların hiçbir zaman idarenin bel kemiğini oluşturmalarına da
müsaade etmedi. O, İdaresinde daha ziyade kabilesi ne olursa olsun, idareciliği
iyi olan, becerikli kimselerle toplumda nüfuz sahibi kimselere yer veriyordu.[180]
Muaviye b. Ebi
Süfyan, Hasan b. Ali’yi askeri gücüyle kolaylıkla altedebilecek bir pozisyonda
olmasına rağmen kan dökmek istememiş olayı politik yollardan halletmeyi tercih
etmiştir. Nitekim karşısında İslam dünyasının sevgi ve saygı beslediği
Peygamber torunu bulunmaktaydı ve kanlı bir eylem ciddi tepkilere neden
olabilirdi bu nedenle savaşı son çare olarak düşünen Muaviye yılların kendisine
sağlamış olduğu siyasi ve askeri tecrübesi ile Hasan b. Ali’yi barış yapmak
zorunda bırakmıştır. Muaviye’nin Hasan b. Ali’yi barış yapmak zorunda bırakmak
için Hasan b. Ali’nin ordusunda Kays b. Sa’d’ın Muaviye ile barış yaptığı; Kays
b. Sa’d’ın ordusunda ise Hasan b. Ali’nin Muaviye ile barış yaptığı şayiasını
yaydığına dair rivayetler mevcuttur.[181]
Muaviye’yi
iktidar mücadelesinde başarıya ulaştıran tek avantajı siyasi ve askeri
tecrübesi olmamıştır. Dönemin sosyopolitik yapısı göz önünde bulundurulduğunda
dini ve ahlaki bağların eskisi kadar güçlü olmadığı o döneme kadar yaşanan
olayların söz konusu değerleri zedelediği görülmektedir. Kabilecilik yapısına
dayalı Arap toplumunun çözülebilmesi için bu kadarının yeterli olduğu
toplumdaki birlik ve beraberliğin bozulmasından anlaşılmaktadır.[182] Muaviye,
karmaşanın hâkim olduğu böylesi bir durumu kendisi için avantaja çevirerek
Arapların pek de uzaklaşmadığı asabiyetin üzerindeki tozu alarak Arap
kabilecilik anlayışına dayalı bir yönetimin tohumlarını atmıştır.
Muaviye’nin Savaş Hazırlıkları
Muaviye yola
çıkmadan önce bütün valilerine mektup yazarak mektubunu alır almaz askerleriyle
yanına gelmelerini emreder. Yeterli sayıda asker toplayan Muaviye, Irak’a
yönelir.[183] Hasan b. Ali’nin Iraklıların
başına geçtiğini öğrenen Muaviye Abdullah b. Amir b. Kureyz’i daha önce
Suriyelilerin baskınlarına uğrayan Atnu’t-Temr ve Enbar’a göndererek bu
yerleşim birimlerini ele geçirir. Maviye’nin amacı Medain’i de ele geçirmektir.[184] Muaviye Medain’i de ele
geçirerek Hasan b. Ali’yi teslim olmaya zorlamak istemekte böylece uzun
yıllardır mücadelesini vermiş olduğu hilafet makamının önündeki son engeli de
kaldırmak istemektedir.
Hz. Ali’nin
vefatından sonra Basra ve Kufe’de neler olup bittiğini öğrenmek isteyen
Muaviye’nin Benu’l-Himyer’den bir ajanını Kufe’ye Benu’l- Kayn’dan olan diğer
ajanını ise Basra’ya gönderdiği ancak bu ajanların ihbar sonucu yakalanarak
öldürüldüğü de rivayetler arasındadır.[185]
Hasan b. Ali
ile mektuplaşmalarından umduğu neticeyi alamayan Muaviye yerine vekil olarak
Dahhak b. Kays el-Fihri’yi bırakarak 60000 kişilik bir ordunun başında Irak’a
doğru harekete geçer.[186]
Hz. Hasan’ın Savaş Hazırlıkları
Suriye
ordusunun Cisru Menbiç’e ulaştığı haberi gelince Hz. Hasan başta Hucr b. Adiyy,
Kays b. Sa’d b. Ubade ve Abdullah b. Abbas olmak üzere danışmanlarıyla durumu
değerlendirerek orduyu hazırlamak için harekete geçti. Kufe mescidinde halka
bir konuşma yaparak halkı Muaviye ile savaşmaya davet etti ve bu savaşın bir cihad
olduğu vurgusunda bulundu.[187] Hasan b. Ali’nin hilafete
gelir gelmez maaşları arttırması ve Muaviye ile savaşı cihad olarak nitelemesi
sanılanın aksine Muaviye ile savaşmayı ciddi olarak düşündüğü göstermektedir.
Ancak aceleci davranmayarak Muaviye’nin yola çıkmasını beklemesi; savaşı son
çare olarak görmesi ve savaşı başlatan taraf sorumluluğunu yüklenmek
istememesiyle ilgili olsa gerektir.
Hasan b. Ali
danışmanlarıyla durumu değerlendirdikten sonra Kufe mescidinde halkın karşısına
çıkarak onları cihada davet eder ancak muhataplarından herhangi bir tepki
gelmez.[188] Bu suskunluk Kufelilerin
savaşmak istemediklerinin en belirgin işaretidir. Sanılanın aksine Muaviye ile
savaşmak istemeyen ve barış yanlısı olan Hasan b. Ali değil Kufelilerdir.
Tebasının bu ve benzeri durumlardaki itaatsizlikleri ve isteksizlikleri Hz.
Hasan’a barışı da bir ihtimal olarak düşündürmüş olmalıdır.
Hz. Hasan’ın
cihad çağrısına Kufe halkı tarafından olumlu cevap verilmediğini gören Tay
kabilesinin lideri Adiyy b. Hatem et-Tai, Kays b. Sa’d b. Ubade, Ziyad b. Sa’sa
et-Teymi, Ma’kil b. Kays er-Riyahi devreye girerek mescitte halka yaptıkları
konuşmalarla halifelerinin yanında yer almalarını onu yalnız bırakmamalarını
söylerler.[189]
İbn Kesir
Hasan b. Ali’nin aslında Muaviye ile savaşma niyetinde olmadığına dair bilgiler
aktarır: Hasan b. Ali’ye biat ettiğinde Kays b. Sa’d Azerbaycan valisi idi.
Kays’ın emri altında 40 000 savaşçı vardı ve Ali b. Ebi Talib’e ölünceye kadar
kendisiyle savaşacaklarına dair beyat etmişlerdi. Ali b. Ebi Talib vefat edince
Kays b. Sa’d Şamlılarla savaşması için Hasan b. Ali’ye ısrar etmeye başladı.
Hasan b. Ali savaşmak niyetinde değildi. Onun amacı bir takım menfaatler elde
ettikten sonra barış yapmaktı. Hasan b. Ali, Kays b. Sa’d’ın bu görüşüne
muhalif olacağını düşünerek Kays’ı Azerbaycan valiliğinden azlederek yerine
Ubeydullah b. Abbas’ı atadı. Hasan b. Ali aslında savaşmak istemiyordu ancak
etrafındakiler kendisini zorlayarak onu bu görüşünden vazgeçirdiler.[190]
Hasan b.
Ali’nin çevresindekilerin ısrarı ile Hasan b. Ali savaş kararı alır ve benzeri
görülmemiş büyük bir ordu hazırlanır.[191]
İbn Kesir’in bu rivayetinin aksine ordunun aslında benzeri görülmemiş bir ordu
olmadığı hususunda farklı rivayetler söz konusudur. Ya’kubi Sadece 12 000
kişilik öncü birliklerden bahsederek Hasan b. Ali’nin öncü kuvvet komutanlığına
Ubeydullah b. Abbas’ı atadığını, Ubeydullah’a, Kays b. Sa’d b. Ubade ile
istişare edip onun re’yine göre hareket etmesini emrettiğini nakleder.[192] Hz. Hasan’ın ordusunun sayısı
ile ilgili rivayetlerin aktardığı rakamın en yükseği 40 000 rakamıdır. Kufe’nin
askeri potansiyeli dikkate alındığında bu rakamın pek de yüksek olmadığı
anlaşılmaktadır. Ziyad b. Ebihi döneminde divan defterine işlenmiş olan asker
sayısı 60 000 dir. Hz Hasan dönemindeki asker sayısı da bu civarda olmalıdır
zira aradan kısa bir zaman geçmiştir.[193]
“Rivayetlerin aktardığı rakamların en büyüğü olan 40 000 kişinin doğru olduğuna
inansak bile bu rakamın içerisinde çevre yerleşim birimlerinden gelen
askerlerin bulunduğunu göz ardı etmememiz gerekir. Söz konusu rakamın en kötü
ihtimalle % ünün dışarıdan geldiğini varsaysak bile Kufe kökenli askerlerin 30
000 kişi olduğu gerçeği ile karşılaşmış oluruz. Bu rakamda Kufe’nin asker
potansiyelinin ancak yarısının Hz Hasan’ın yanında yer aldığını gösterir.
Toplanan askerlerin hepsinin de Hz. Hasan’ı desteklediğini, onun başarılı
olmasını istediğini veya aynı hedefe varmaya çalıştığını söyleyebilmek güçtür.
Çünkü Hz. Hasan’ın ordusu birbirinden oldukça farklı kitlelerden oluşmaktaydı.
Bu kitlelerin ilkini Muaviye ve Haricilerle yapılan savaşlarda yorgun düşen,
yakınlarını bu savaşlarda kaybeden ve artık savaşmak istemeyen kitle
oluşturuyordu ki bu kitle ordunun çoğunluğunu teşkil etmekteydi. Ordunun ikinci
önemli kitlesini ise Hariciler oluşturmaktaydı. Sayıları hakkında net bilgilere
sahip olmamakla beraber Sabat’ta[194]
çıkardıkları karışıklığı dikkate alacak olursak, önemli bir kuvvet oldukları
sonucuna varılabilir. Bu orduda yer almalarının nedenine gelince; Muaviye’yi
kâfir olarak gördükleri için onunla savaşmak istiyorlardı. Babası Hz. Ali’yi
tekfir etmiş olmalarına rağmen yeni halifeyi henüz kâfir olarak
değerlendirmiyor, en azından onun hakkında bir karara varamadıkları
anlaşılıyor. Sabat’ta barıştan söz ettiğinde Haricilerin kendisine “daha önce
babanın şirke girdiği gibi sen de şirke girdin” demeleri de bu kanaatimizi
destekliyor. Eğer daha önce Hz. Hasan’ı kâfir olarak değerlendirmiş olsalardı
böyle bir cümleyi sarfetmelerinin bir anlamı olmazdı. Orduda ki üçüncü kitleyi
ise Hz. Hasan’ı gönülden destekleyen kimseler oluşturuyordu. Sayıları Muaviye
ile savaşın kaderini tayinde etkili olamayacak kadar az olan bu insanlar
çoğunlukla Hemdan kabilesi ve Rebia’nın bazı kollarına mensup idiler. Nitekim
Hz. Hasan Sabat’ta saldırıya uğradığında bunlar tarafından korunmuştur.”[195]
Yukarıdaki
görüşü destekler mahiyette Hz. Hasan’a Muaviye ile savaşması hususunda ısrarcı
olan kitlenin hariciler olduğunu, ayrıca Kufelilerin savaşlardan yorgun ve
bitkin düştüğünü, bu nedenle Muaviye ile savaşmaya bir türlü karar
veremediklerine dair bilgiler mevcuttur.[196]
Şii temayüllü
Ca’feriyan, Hasan b.Ali’nin ordusunun 40 000 kişiden teşekkül ettiği, bu
sayının Ali b. Ebi Talib’in vefatından önce Muaviye ile savaşmak için
oluşturulduğu, halifenin vefatı ile oğluna biat ettikleri rivayetiyle ilgili
görüş beyan ederken biat edenlerin hepsinin orduya dâhil olmadıklarını, rakamın
zikredilenin çok altında olduğunu ancak bazı tarihçiler tarafından durumun
yanlış anlaşıldığı bazılarının ise durumu abarttığı görüşündedir. Söz konusu
rivayetin aksine bütün çabalara rağmen Sadece 12 000 kişilik bir kuvvet
oluşturulabildiğini savunmaktadır.[197]
Öncü Birliğin ve Ordunun Yola Çıkması
Hz. Hasan
gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra Muğire b. Nevfel el-Haris b.
Abdulmuttalib’i Kufe’de yerine vekil bırakarak Muaviye ile savaşmak üzere
şehirden ayrıldı. Deyru Abdurrahman’a geldiğinde 12 000 kişilik öncü birlik
oluşturarak başına Ubeydullah b. Abbas’ı geçirdi. Kendisine Enbar yöresine
gitmesini, Muaviye’yi orada karşılamasını, yaptığı her işte Kays b. Sa’d b.
Ubade ve Said b. Kays el-Hemedani’ye danışmasını her gün kendisine haber
göndermesini, öldürülmesi durumunda yerine Kays b. Sa’d’ın geçmesi
talimatlarını verdi.[198]
İsfehani, Hz.
Hasan’ın Ubeydullah b. Abbas’a verdiği sözü geçen talimatlara ek olarak Muaviye
kendisine saldırmadıkça onunla savaşmamasını savaşı Muaviye’nin başlatması
durumunda onunla savaşmasını emrettiğini belirtir.[199]
İkinci bir
rivayete göre Ali b. Ebi Talib, Muaviye ile savaşmak için sefer hazırlıklarını
tamamladığı esnada suikaste uğradı. Ali öldürülünce müslümanlar oğlu Hasan’a
biat ettiler. Hasan b. Ali, Muaviye ve Şamlıların üzerine yürümek istedikleri
haberini alınca babasına böyle bir sefer için biat etmiş olan orduyla birlikte
Muaviye ile karşılaşmak üzere Kufe’den ayrıldı. Hasan b. Ali bu orduyla
birlikte Mesken’e vardı. Oradan Medain’e varan Hasan b. Ali on iki bin kişilik
öncü kuvvetin başına Kays b. Sa’d b. Ubade el-Ensari’yi getirdi ve ileriye
doğru gönderdi. Diğer bir rivayette ise, Hasan b. Ali’nin ordularının kumandanının
Abdullah b. Abbas olduğu kaydedilir. Söz konusu rivayette Abdullah b. Abbas’ın
öncü kuvvetlerin ön saflarında gidenlerinin başına Kays b. Sa’d b. Ubade’yi
tayin ettiğinden bahsedilir.[200] Nuveyri bu bilgilere ordunun
h. 41. yılın Rebiulevvel ayında Kufe’den çıktığı kaydını düşmüştür.[201]
Hasan b. Ali
hazırlamış olduğu ordunun 12 000 kişiden oluşan öncü kuvvetlerinin başına Kays.
b. Sa’d b. Ubade’yi komutan olarak tayin eder[202]
ve kendisi de Muaviye ve Şamlılarla savaşmak üzere ordunun geri kalan kısmıyla
onun peşi sıra Şam’a doğru hareket eder.[203]
Hz. Hasan’ın
öncü birliklerini komuta eden şahıs hususunda kaynaklar ihtilaf etmektedir.
Rivayetlerin bir kısmı öncü kuvvetlerin komandanının Ubeydullah b. Abbas
olduğunu aktarırken diğer bir kısmı Kays b. Sa’d b. Ubade’den bahseder.[204] Hz. Ali vefat etmeden önce
Muaviye ile savaşmak üzere 40 000 kişilik bir kuvvet oluşturmuş bu kuvvetlerin
başına Kays b. S’ad b. Ubade’yi geçirmişti. Hz. Ali şehid edilmesinden sonra
yerine geçen oğlu Hz. Hasan başından beri Muaviye ile barış yapmayı
düşünmekteydi. Tek amacı birtakım menfaatler elde etmekti. Bu isteğini
onaylamayacağını bildiği Kays. b. S’ad b. Ubade’yi görevinden alarak yerine
Ubeydullah b. Abbas’ı getirdi. Ubeydullah b. Abbas Hz. Hasan’ın niyetinden
haberdar olduğu için Muaviye’ye mektup yazarak ondan eman diledi ve elindeki
malları elinden almaması şartıyla beyat edeceğini bildirdi Muaviye’nin şartını
kabul etmesi üzerine ona katıldı.[205]
İbn Kesir ve Îbnü’l-Esir aynı olayı birkaç küçük değişiklikle
nakletmiştir.[206] Belazuri ise sözü
geçen farklı rivayetlerden bahsederek Kays b. S’ad b. Ubade’nin ordunun
komutanı olduğu haberlerini yalanlamaktadır.[207]
Söylemez’e göre rivayetler arasındaki bu farklılığın nedeni ilk siyer ve meğazi
yazarlarından biri olan Zühri’nin vermiş olduğu bilgilerin daha sonraki
eserlerde yer edinmesidir.[208]
Zühri’nin
Emevi hanedanına olan yakınlığı bir gerçektir bu durum söz konusu rivayetlerin
objektifliğine zarar verici niteliktedir. Emevi halifesi Abdülmelik b.
Mervan’ın fetva konusunda kendisine danıştığı[209]
Velid b. Abdilmelik, Süleyman b. Abdilmelik, Ömer b. Abdillaziz ve özellikle
Hişam b. Abdilmelik ile olan yakınlığı bilinen bir husustur.[210] Söylemez, Hişam b. Abdilmelik
döneminde ekonomik sebeplerle vuku bulan Zeyd b. Ali isyanının konuyla ilişkili
olduğu kanaatindedir. Söylemez, yukarıdaki rivayetin Zeyd b. Ali’yi karalamak,
halkın gözünden düşürmek maksadıyla kullanılmış olabileceği, böylece bu ailenin
öteden beri para düşkünü olduğunun, ilkelerinin bulunmadığının ima edilmek
istendiği kanaatindedir.[211]
Hz. Hasan
kendisine biat edilmesinden iki ay veya üç ay sonra Ubeydullah b. Abbas’ı öncü
kuvvetler komutanı tayin ettikten sonra kendisi de yerine Mugire b. Nevfel b.
Haris’i vekil tayin ederek Ubeydullah’ın akabinde Şam’a yöneldi. Önce Deyru
Ka’b’a ardından Sabat’a vardı.[212] Hasan b. Ali, Kufe’den yola
çıkarak Medain yakınlarına geldi. Muaviye ise askeriyle Şam ile Irak sınırına
doğru yola çıkmış ve Meskin’de[213] konaklamıştı.[214]
İslam Tarihi
kaynaklarında Hz. Hasan’ın barış ihtimalini ilk kez Sabat konuşmasında dile
getirdiğinden bahsedilir. Sabat’a varınca askerlerinin cesaretsizliğini gören
Hz. Hasan hiç kimseye karşı içinde kötü niyet veya kin bulunmadığını
belirttikten sonra ordusunu muhatap alarak cemaate katılanların her hangi bir
fırkaya dâhil olmadığı için beğenmedikleri kişilerden daha üstün olduğunu
belirten cümleler kurar.[215]
Hz Hasan,
Sabat’a varınca, adamlarının yüreksizliğini ve savaştan kaçındıklarını gördü ve
böylece Sabat’ta konakladı. Orada ayağa kalktı ve şunları söyledi: “Ey insanlar,
Bu sabah içimde hiçbir Müslümana karşı kötülük olmadan uyandım; sizlerin de
benim gibi olduğunuzu görüyorum. Görüşümden dolayı bana karşı çıkmayacağınıza
inanıyorum. Şüphe yok ki cemaata katıldığı için beğenmediğiniz kişi, bir
fırkaya katılandan çok daha üstündür. Görüyorum ki, pek çoğunuz savaştan
çekiniyor ve çarpışmaktan kaçınıyor. Ben de sizlere istemediğiniz bir şeyi
yaptırmak istemiyorum.” İnsanlar onun bu sözlerini işitince birbirleriyle
bakıştılar. Aralarında Haricilerin görüşlerini benimseyenler “Hasan da,
babasının daha önce küfre girdiği gibi küfre girmiştir.” dedi ve sonra onlardan
bir kısmı Hz. Hasan’ın üzerine yürüdü; altından seccadesini çekip aldı ve
elbisesini omuzundan çekip alıncaya kadar çekiştirdi. Bunun üzerine Hz. Hasan
atına atladı ve “Rebia ve Hemdan nerede?” diye bağırdı. Böylece onlar onun
etrafını çevirerek saldırganları onun etrafından uzaklaştırdılar.[216]
Şii
rivayetlere yakın bir isim olan Dineveri’nin olayı anlatış biçimi Sünni
kaynaklarla örtüşmektedir. Şii geleneğin ilk tezahürlerinin göründüğü dönemde
yaşamış olması daha sonraki dönemdeki şii müelliflere oranla olayları daha
objektif yansıtmasına neden olmuş olmalıdır.
Öncü kuvvetler
ilerlerken Hasan b. Ali Medain dışında ordugâh kurar. Biri Sa’d b. Ubade
öldürüldü diyerek feryat eder, insanlar ayaklanarak birbirlerinin eşyalarını
yağmalarlar daha da ileri giderek halifelerinin tahtı revanını da yağmalarlar
öyle ki üzerinde oturduğu sergisini de elinden zorla almaya çalışırlar.[217] Bu esnada Halife biri
tarafından yaralanır. Halife ordusuna çok kızgın bir vaziyette bineğine binerek
ordan uzaklaşarak Medain’e gider.[218]
Halifeyi yaralayan şahsın kimliği ile ilgili boşluğu ise Ya’kubi ve Dineveri
doldurmaktadır. Ya’kubi, Hasan b. Ali’nin bineğine binmeye çalışırken Beni Esed
kabilesinden Cerrah b. Sinan tarafından baldırından yaralandığını,[219] Dineveri ise Hz. Hasan’ı
yaralayan şahsın Beni Esed kabilesinde Cerrah b. Kubeysa adlı bir şahıs
olduğunu nakleder.[220]
Suikast
Girişimi
Kufe’de
bulunan asker Hasan b. Ali’nin savaş konusunda isteksiz davrandığını ve işlerin
kötüye gitmeye başladığını fark edince Hasan b. Ali’ye karşı ayaklanarak
çadırına saldırıp yağmada bulundu bu esnada halifelerini de yaraladılar.[221]
Hz. Hasan’ın
küfre girdiğini iddia eden grubtan Abdurrahman b. Abdillah b. Ebi Cu’al
el-Ezdi’nin içinde bulunduğu bazı şahısların Hz. Hasan’ın çadırına girip
eşyalarını yağmaladıkları[222] ve Hz. Hasan’ı öldürmeye
kalktıkları[223] ve öldürmeye çalışırken baban
gibi kâfir oldun diye bağırdıkları[224]
nakledilir.
Ordu içinde
meydana gelen huzursuzluğun nedeni olarak Kays b. S’ad b. Ubade’nin öldürülme
haberini zikreden haberler de mevcuttur. Şamlıların savaşmak için yola
çıktıkları haberi Hasan b. Ali’ye ulaşınca, Muaviye ile karşılaşmak üzere
Medain’e gelmiş, Kays b. Sa’d’ı 12 000 kişilik öncü kuvvetlere komutan tayin
ederek Muaviye’yi karşılaması için Meskin’e göndermiştir. Hz. Hasan Medain’de
iken Kays b. Sa’d’ın öldürüldüğüne dair bir haber üzerine askerler paniğe
kapılarak yağmaya başlamış; Hz. Hasan’ın oturduğu yeri dağıtarak altındaki
sergiyi almış ve halifelerini tartaklamışlardı. Kendi askerleri tarafından
yaralanan halife Medain’deki beyaz köşke götürülmüştü.[225]
Zehebi ise
Hasan b. Ali Medain’de, Muaviye ise Cisru Menbiç’te iken Hasan b. Ali’nin
ordusunda Kays b. Sa’d’ın öldürüldüğü şayiasının yayılmasıyla Hasan b. Ali’nin
askerleri tarafından hırpalandığını ve Beni Esed’den birinin zehirli bir hançer
ile Hasan b. Ali’yi yaraladığını ve bu yaşananlar neticesinde Hasan b. Ali’nin
adamlarına “Allah’ın laneti sizin üzerinize olsun doğrusu ben sizde bir hayır
olmadığını biliyordum. Sizler dün babamı öldürdünüz bugün de aynı şeyi bana
yapmak istiyorsunuz.” diyerek Medain’e sığındığını ve Muaviye ile barış
kararını bu olay üzerine aldığını nakleder.[226]
Ya’kubi ise
askerinin halifelerine saldırmasının nedeni olarak Muğire b. Şube, Abdullah b.
Amir b. Kureyz ve Abdurrahman b. Ümmi’l-Hakem’in Hasan b. Ali ile görüşmelerini
zikreder. Görüşme sonrasında Allah’ın, Rasulullah’ın torunu sayesinde akacak
olan kanı durdurduğunu, fitneye sor verdiğini, Hasan b. Ali’nin Muaviye’nin
sulh teklifine olumlu cevap verdiğini söylemeleri üzerine orduda kargaşa
yaşandığını belirtir.[227]
Medain’e
Sığınması
Hasan b. Ali
suikast girişiminden yaralı kurtularak Medain’e sığınır ve yarası burada tedavi
edilir.[228] Pek çok kaynak Hz. Hasan’ın
Sabat konuşması, suikast girişimi ve Medain’e sığınması hakkında bilgi verse de
Medain’de ne kadar kaldığı konusunda her hangi bir bilgi vermez.[229] Bağdadi ise Hasan b. Ali’nin
Medain’de 40 gün kaldığını bildirir.[230]
Ordusundaki
çözülmeler üzerine Medain’e sığınan Hasan b. Ali’nin Medain’deki valisi Muhtar
es-Sakafi’nin amcası Sa’d b. Mesud idi. Muhtar, Hasan b. Ali’nin durumunu göz
önünde bulundurarak amcasının zor durumda kalmasını engellemek için amcasına
Hasan b. Ali’yi yakalayarak Muaviye’ye teslim etmesini, bu yaptığı karşılığında
zengin olacağı, bu hareketinin Ümeyyeoğulları tarafından bir il ile
ödüllendirilebileceği teklifinde bulunmuş[231]
ancak amcası Hasan b. Ali’nin halk tarafından en sevilen kişi olduğu
gerekçesi ve onu yakalayıp düşmanına teslim etmenin belki de Onun düşmanı
tarafından öldürülmesi gibi bir sonuç doğuracağı ihtimalini dile getirerek
kendisinin bunu hiçbir zaman yapmayacağını dile getirmiştir.[232]
Sa’d ibn
Mes’ud bir doktor getirerek Hz. Hasan’ı tedavi ettirir ve onu Medain’deki beyaz
köşke taşır.[233]
Hz.
Hasan’ın Ordusundaki Çözülmeler
Muaviye’nin
Hasan b. Ali’nin ordusunu zayıflatmak amacıyla öncelikle Kays b. Sa’d b.
Ubade’ye kendi safına geçmesi karşılığında 1 000 000 dirhem teklif ettiği ancak
Kays’ın teklifini reddetmesi üzerine aynı teklifi Ubeydullah b. Abbas’a
götürdüğü, Ubeydullah tarafından teklifiğinin kabul gördüğü ve Ubeydullah’ın
beraberinde 8 000 kişilik bir kuvvetle Muaviye’nin safına geçerek Kays’ı yalnız
bıraktığı nakledilir.[234]
Yukarıdaki
rivayetin farklı bir varyantına göre Muaviye, Hz. Hasan’ın öncü kuvvetleri
komutanı Ubeydullah b. Abbas’a yarısı peşin yarısı Kufe’de ödenmek üzere 1 000
000 dirhem teklif etmiş, teklifinin müsbet karşılanmasıyla Ubeydullah b.
Abbas’ı kendi tarafına çekmeyi başarmıştır.[235]
Muaviye savaşmadan sorunu çözmek, şayet savaşılacaksa da daha az zayiat vermek
ve düşmanın gücünü azaltmak amacıyla böyle bir teşebbüste bulunmuş olmalıdır.
Ubeydullah b.
Abbas Hasan’ın hilafeti Muaviye’ye devretmek istediğini işitince Muaviye’ye
gizlice mektup yazıp kendi nefsi ve malı için eman dilemiş ve Muaviye de onun
bu isteğini kabul ederek Abdullah b. Amir’in komutasında kalabalık bir askeri
birlik göndermiş, Ubeydullah b. Abbas, aralarında Kays b. Sa’d’ın da bulunduğu
orduyu emirsiz bırakarak geceleyin çıkıp Muaviye’nin adamlarına katılmıştı.[236]
İbn’ül-Esir
yukarıdaki rivayeti küçük bir farklılıkla nakleder. Ona göre O sırada Kays b.
Sa’d bu öncü kuvvetlerin başında emir olarak bulunuyordu. [237]
O, Muaviye b. Ebi Süfyan’ın hilafetini kesinlikle reddediyor ve bunu hoş karşılamıyordu.
Hasan b. Ali’nin Muaviye ile anlaştığını işitince etrafındakilerle bir araya
gelmiş ve Muaviye ile bu hususta sonuna kadar savaşacaklarına dair
sözleşmişlerdi. [238]
Ubeydullah b.
Abbas’ın Muaviye’nin safına beraberindeki 8 000 askerle dâhil olduğu
rivayetinin yanısıra[239] geceleyin gizlice ve tek
başına saf değiştirdiği durumun sabah namazında kendilerine namaz kıldırması
için Ubeydullah b. Abbas’ı çağırmaya giden askerler tarafından fark edildiği
rivayeti de mevcuttur.[240]
Hz. Hasan’ın
komutanının böyle davranmasına Hz. Hasan’ın Muaviye ile anlaşma niyetinde
olduğunu sezinlemesini ve bundan hareketle gerçekleşecek bir barış durumunda
kendisine birtakım menfaatler edinmek istemesini gerekçe olarak zikreden
kaynaklar da mevcuttur.[241]
Ubeydullah b.
Abbas’ın saf değiştirmesiyle Kays b. Sa’d ordu komutanlığına geçmiş ve ordunun
dağılmasını önlemek amacıyla Ubeydullah b. Abbas’a hakaretlerde bulunmuş, onu
ihanet, vefasızlık, zayıflık ve korkaklıkla suçlamıştır Ayrıca kardeşi ve Ali
b. Ebi Talib arasında yaşananlara göndermede bulunmuştur.[242]
Muaviye, Hz.
Hasan’ın birinci dereceden bir akrabasını safına çekmekle zaten savaş konusunda
pek de istekli olmayan Kufelilerin savaşmaktan vazgeçeceğini düşünmüş
olmalıdır. Nitekim bunu büyük bir başarı olarak addetmiş ve geriye kalan grupla
kolayca başa çıkılacağını düşünerek Busr b. Ebi’l-Ertat’a Kays’la savaşması
talimatını vermiştir.[243] Ancak Busr bu savaşta ağır
bir yenilgiye uğramış ve Şamlılardan pek çok kişi ölmüştür.[244]
Kays’ın kendisini uğraştıracağını fark eden Muaviye sorunu barışçıl yollardan
çözmek için Kays’a daha önce Ubeydullah’a teklif ettiği miktarı teklif etmiş
ancak Kays bu teklife yanaşmamıştır.[245]
Teklifi reddedilen Muaviye ikinci defa haber göndererek Kays’a canını boş yere
tehlikeye attığını, Hz. Hasan taraftarlarının ihtilafa düştüklerini
halifelerini Sabat’ta yaraladıklarını bildirdi. Bunun üzerine Kays, Hz. Hasan
cephesinde neler olduğunu öğrenerek onun emriyle hareket etmek için beklemeye
çekildi. Kays’ın orduyu toparlama çabalarına rağmen Hz. Hasan’ın başına
gelenleri öğrenen askerler Muaviye’ye giderek ona biat ettiler. Hatta kendisi
biat etmekle kalmayıp kabilesi adına biatta bulunanlar olmuştur. Bu şekilde
biat edenlerin Rebia kabilesi adına biat eden Halid b. Muammer, Temim kabilesi
adına Affaf b. Şureyhbil olduğu nakledilir.[246]
Yaşananları
haber alan Hz. Hasan şu konuşmayı yapar:
“Ey fraklılar
babam Ali’yi savaşa ve tahkime zorlayanlar sizlerdiniz sonra ona muhalif
olanlar yine sizler oldunuz. Daha sonra bana geldiniz şimdiyse ileri
gelenleriniz Muaviye’ye biat ediyor. Sizden çektiklerim yeter beni kendim ve
dinim hususunda aldatmayınız.”[247]
Muaviye, Hasan
b. Ali ile yaptığı anlaşma neticesinde Kays b. Sa’d’ı kendisi için bir tehlike
olmaktan çıkarmak için Kays’a mektuplar yazıp kendisine itaat etmeye davet
etmiş ve arkasından altını imzaladığı boş bir belgeyi göndererek istediğini
yazmasını, şartlarını kabul edeceğini bildirmişti. Amr b. As, Muaviye’ye
Kays’ın şartlarını kabul etmeyip onunla savaşmasını teklif etmişti. Ancak
Muaviye bu tutumlarının mutlaka Şamlılardan intikam alınmasına neden olacağı
gerekçesiyle reddetmiş; Sorunu barışçıl yollarla çözme imkânı varken savaşmayı
asla tercih etmeyeceğini, ancak ve ancak savaştan başka çare kalmayınca
savaşacağını ifade etmişti.[248]
Muaviye Kays’a
bu altı imzalı ve mühürlü boş belgeyi gönderdiğinde Kays kendisi ve Hz. Ali’nin
taraftarları için kanlarının ve mallarının emanından başka hiç bir şeyi şart
koşmamış ve mal talebinde bulunmamıştı. Bunun üzerine Muaviye onun bu
isteklerini kabul etmiş, Kays da beraberindekilerle gidip ona itaatini
bildirmişti.[249]
Hilafeti
Muaviye’ye Devretmesi
Hasan b. Ali
işlerin sarpa sardığını görünce Muaviye’ye bir mektup yazıp bazı şartlar ileri
sürmüş. Şartlarını kabul etmesi ve bunları mutlaka uygulaması durumunda Muaviye’ye
itaat edeceğini bildirmiştir.[250] Kardeşi Hüseyin ile Abdullah
b. Ca’fer’e, Muaviye’ye bir mektup yazıp onunla barış yapmayı kabul ettiğini
bildirmiştir. Hüseyin b. Ali, kardeşinin bu tavrını sert bir dille eleştirerek
bu tavrı ile babasının Muaviye’ye karşı yürüttüğü haklı mücadeleyi boşa
çıkartıp Muaviye’yi haklı gösterdiğini söylemiş ancak Hasan b. Ali, siyasi
meseleleri kendisinden daha iyi bildiği gerekçesiyle kardeşini susturmuştur.
Hasan’ın mektubu Muaviye’ye ulaştığında Muaviye bu mektubu yanında tutmuştur,
çünkü mektup kendisine ulaşmadan İbn Amir ve Abdurrahman b. Semure b. Habib b.
Abdişşems’i boş bir sahifenin altını kendi mührü ile mühürleyerek Hasan’a
göndermiş ve ayrıca yazdığı mektupta altını mühürleyip imzaladığı boş sahifeye
yazacağı her şartın tarafından kabul edileceğini yazmıştır.[251]
Muaviye’nin
Hasan b. Ali’ye gönderdiği mektup ulaştığında Hasan b. Ali daha önce Muaviye’ye
yazmış olduğu mektubunda istemiş olduğu şartlardan kat kat daha fazlasını
yazarak bu mühürlü mektubu yanında saklamıştı. Hasan b. Ali yönetimi tamamen
Muaviye’ye devrettikten sonra altını mühürleyip imzaladığı mektupta yazmış
olduğu şartları Muaviye’den istemiş. Fakat Muaviye bunları yerine getirmekten
kaçınmış Hasan b. Ali’ye istediklerini verdiğini yani Hz. Hasan’ın yazmış
olduğu ilk mektubu esas aldığını diğer mektubun eline geçmediğini söylemişti.[252]
Hasan b.
Ali’nin ilk mektubunda Muaviye b. Ebi Süfyan’a bildirdiği şartlar şunlardır:
Kufe Beytü’l-Malı Hasan’a verilecek. Miktarının beş milyon
dirhem
olduğu
nakledilir.[253]
Darabcerd bölgesinin haracı Hasan’a ait olacak.[254]
Hz. Ali lanetlenmeyecek,[255]
en azından Hasan b. Ali babasının lanetlendiğini duymayacaktır.[256]
Hz.
Hasan’ın Barış Kararı Alma Süreci
Muaviye
Enbar’da Kays b. Sa’d’ın komuta ettiği Hz. Hasan’ın öncü birliklerini kuşattı.
Hz. Hasan ise Muaviye’nin öncü birlikeri ile savaşmak için Medain’den çıktı.
Abdullah b. Amir Iraklılara seslenerek Muaviye’nin de öncü birliklerini
kuşattığını ancak savaşmak istemediğini teslim olmaları durumunda Hz. Hasan ve
bütün ordusunun emniyette olacağını bildirdi. Bunları duyan askerler
savaşmaktan çekinince Hz. Hasan Medain’e gitti. Abdullah b. Amir ise kendisini
kuşattı. Ordusundaki isteksizliği gören Hz. Hasan Abdullah b. Amir’e bazı
şartlar karşılığında hilafetten Muaviye’nin lehine çekilebileceğini bildirdi.[257]
Hasan b. Ali
Iraklıların vefasızlığını bizzat tecrübe ederek ve daha önce babasına
yaptıklarını da göz önünde bulundurarak Muaviye’ye bir elçi göndererek hilafeti
bazı şartları kabul etmesi karşılığında kendisine bırakabileceğini bildirerek
barış talebinde bulundu. Bunun üzerine Muaviye, Abdullah b. Amir ve Abdurrahman
b. Semure’yi Hz. Hasan’a gönderdi bazı şartlar ile anlaşma sağlandı.[258]
Hasan b.
Ali’nin ordusunda babasına ölünceye kadar savaşmak üzere biat etmiş 40 000’nin
üstünde asker vardı. Hasan b. Ali ve Muaviye b. Ebi Süfyan’ın ordusu Meskin’de
karşılaştığında Hasan b. Ali iki topluluktan çok sayıda insan ölmedikçe bu işin
sona ermeyeceğini düşünerek savaşmaktan vazgeçti. Muaviye’ye mektup yazarak
Medine, Hicaz ve Irak ehlinden hiç kimsenin babası döneminde yaptıkları
dolayısıyla cezalandırılmaması koşuluyla hilafetten Muaviye lehine çekileceğini
bildirdi. Muaviye, mağlup ettiği gün elini ve dilini kesmeyi vaad ettiği Kays
b. Sa’d’ın da bulunduğu on kişi hariç şartını kabul ettiğini bildirdi. Bunun
üzerine Hasan b. Ali bu durumda kendisine asla biat etmeyeceğini bildirdi, o
zaman Muaviye kendisine altı mühürlü beyaz bir sayfa göndererek istediğini
yazmasını şartlarının tarafından kabul edileceğini bildirdi. Hasan b. Ali, Muaviye’den
sonra hilafetin kendisine geçmesini şart koştu. Amr b. As, Muaviye’yi savaşmaya
teşvik ettiyse de Muaviye Ali b. Ebi Talib’e savaşmak için biat etmiş 40 000
kişinin bulunduğunu, bu topluluğun Şam ehlinden düşmanlarını öldürmedikçe
ölmeyeceklerini, böylesi bir durumdan sonra yaşamakta bir hayır kalmayacağını
söyleyerek Amr’ın teklifini reddeder.[259]
Hasan b. Ali
hilafeti tamamen Muaviye’ye terketmek üzere onunla mektuplaştığı sırada Irak
halkına şöyle hitapta bulunmuştu: “Andolsun, Şamlılar hakkındaki kanaatimiz
eskiden olduğu gibi devam ediyor ve hiç bir şüphe ve pişmanlık duymuş değiliz.
Şamlılarla selametle ve sabırla çarpışıp duruyoruz, ancak sonunda bu selamet
büyük bir düşmanlığa; sabır da eleme dönüşecektir, çünkü sizler Sıffîn savaşma
giderken dininizi dünyanızın önüne almıştınız, fakat bu gün dünyanızı dininizin
önüne almış bulunuyorsunuz. Bunun arkasından siz öldürülen iki kişinin
ortasında kaldınız. Bir kesim Sıffîn’de öldürüldü, onun için ağlayıp
duruyorsunuz, diğer bir kesim Nehrevan’da öldürüldü, onun da intikamını almaya
çalışıyorsunuz. Geri kalanlarınız ise zaten kaçıp gitmişlerdir. Ağlayanlarınıza
gelince, onlar da bize isyan etmiş durumdalar. Biliniz ki Muaviye bizi hiç bir
izzet ve şerefi ve adaletli yönü olmayan bir hususa çağırmıştır. Eğer ölümü
tercih edecek olursanız hemen Muaviye’nin bu teklifini kesinlikle reddeder ve
onu Allah’ın hükmü ve kılıçların ağzıyla hesaba çekeriz, eğer dünya hayatını
tercih edecek olursanız o zaman da teklifini kabul eder, bu hususta rızanızı
alırız.” Hasan’ın bu konuşması üzerine orada bulunanlar hepsi dört bir yandan
bağırarak: “Biz hayatta kalmak istiyoruz, hemen barış yap!” demişlerdi.[260]
Hasan b. Ali
yönetim işini tamamen Muaviye’ye devretmeyi kararlaştırdığında da müslümanlara
şöyle hitapta bulunmuştu: “Ey insanlar! Bizler sizin emirleriniz ve
misafirleriniziz. Biz Yüce Allah'ın kendilerinden her türlü kötülüğü kaldırıp
temizlediği peygamberimizin Ehl-i Beyt’iyiz.” Bu cümlesini mecliste ağlamayan
ve ağlama sesi işitilmeyen kimse kalmayıncaya kadar tekrar edip durmuştu.
Muaviye ile anlaşma yapmak üzere adamlarını göndererek bazı şartlar
çerçevesinde yönetimden Muaviyenin lehine ayrılmıştı.[261]
[262]
Muaviye,
Kufe’ye geldiğinde Amr b. As ona Hasan’ın kalkıp müslümanlara bir hitabede
bulunmasını ve kendi aczini ifade etmesini söyler. Muaviye, Kufe’de
müslümanlara hitap ettikten sonra Hasan’ın da kalkıp konuşmasını emreder. Hasan
Allah’a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle der: “Ey insanlar! Yüce
Allah bizim ilk müslüman olanlarımızla sizi hidayete erdirmiş ve sona
kalanlarımızla da kanlarınızı dökülmekten korumuştur. Bu işin mutlaka sınırlı
bir müddeti vardır ve dünya işleri sırayladır. Yüce Allah Rasulüne şöyle
hitapta bulunmuştur: Bilinen gün belki de o (azabın ertelenmesi), sizi
denemek ve bir süreye kadar yaşatmak içindir.'”233 Hasan bu
sözleri söyleyince Muaviye ona oturmasını söyler ve Amr’a son derece kızarak bu
saçma fikrin ona ait olduğunu söyler.[263]
Hasan b.
Ali’nin hilafeti Muaviye’ye devredip Medine’de sessiz bir hayat sürmeye
başlamasından sonra Muaviye ile barış yapmasının nedenleri sorulmuş Hasan b.
Ali şöyle cevap vermişti: “Dünya hayatını terk etmeyi tercih ettim ve
Kufelilerin kendilerine asla inanılmayacak kimseler olduklarını ve onlara
inanan kimsenin mutlaka yenilgiye uğradığını gözlemledim. Onlardan hiç birinin
diğerine ne bir görüş konusunda ne de bir arzusunda benzediği görülmüştür.
Onlar sürekli olarak ihtilaf halindedirler. Onların ne bir iyilikte, ne de bir
kötülükte asla birlikleri yoktur. Babam onların yüzünden birçok konuda
ıstıraplar çekmiştir.
Temenni ederim
ki benim ayrılmamdan sonra, felaha ersinler. Kufe, şehirlerarasında en erken
harap olacak olan şehirdir.”[264]
Kays b. Sa’d
orduyu toparlama çabalarında başarılı olamayınca durumu Hz. Hasan’a
bildirmiştir.[265] Kays’dan gelen mektup üzerine
Hz. Hasan Kufelilere şu konuşmayı yapmıştır:
Ey
İraklılar babam Ali’yi savaşa ve tahkime sizler zorladınız. Sonra kendisine
muhalefet ettiniz. Sonra bana geldiniz ancak Muaviye gelince ileri gelenleriniz
ona biat etti. Beni kendim ve dinim hususunda adatmayınız.[266] [267]
[268] İbn A’sem’de konuşmanın
içeriği şu şekildedir: Ey İraklılar sizin amacınız nedir. işte Kays ’ın
mektubu, sizin ileri gelenlerinizin Muviye ’nin saflarına katıldığını yazıyor.
Vallahi bu sizin tek kötülüğünüz değildir. Babamı tahkime zorlayanlar da
sizlerdiniz. Sonra dediğinizi yapınca yine kendisine muhalefet ettiniz. Sizi
ikinci defa Muaviye ile savaşmaya çağırınca bundan kaçındınız. Sonra ona,
Allah’ın takdir ettiği şey oldu. Ondan sonra bana geldiniz. Bana itaat edip
isyan etmeyeceğinize dair biat ettiniz. Biatınızı aldım ve bu doğrultuda
hareket ettim, bu hareketimle neyi amaçladığımı Allah biliyor. Sonra vazgeçen
yine sizler oldunuz. Ey İrakılar sizden çektiğim yeter. Bana dinim hususunda
eziyet etmeyiniz. Ben Müslüman bir kimseyim hilafeti Muaviye ’ye bırakıyorum.28
Bağdadi Hz.
Hasan’ın Medain konuşmasını şu şekilde aktarır: Ey İraklılar sizden şu üç şey yüzünden zarar
gördüm. Babamı öldürdünüz, beni yaraladınız ve malımı yağma ettiniz. Hâlbuki
sizler bana barış yapacağım kişiyle barış yapacağınız, savaşacağım kişiyle
savaşacağınız konusunda biat etmiştiniz. Ben Muaviye ’ye biat ettim onu
dinleyin ve ona itaat edin29
Askerleri
tarafında ciddi bir şekilde yaralanan ve yalnız kalan Hasan b. Ali barış kararı
almış ve minbere çıkarak Muaviye ile barış yaptığını açıklamıştır.[269]
Şevkani, Hz.
Hasan’ın beraberindekilere güvenmemesi ve Müslümanların kanının dökülmesini
istememesi nedenleriyle barış kararı aldığını savunmuştur.[270]
Yukarıdaki
ifadeler Hz. Hasan’ın Sabat’ta yapmış olduğu konuşmanın aslında bir ihtimali
dile getirdiğine, barış kararını yolda yaşanan olaylar ve ordusunda meydana
gelen çözülmeler neticesinde aldığına dair ipuçları vermektedir. Ayrıca söz
konusu konuşma Hz. Hasan’ın ruh halini gözler önüne sermektedir. Kufeliler ve
kendisine güvendiği akrabaları tarafından ihanete uğramış olmanın vermiş olduğu
kızgınlık ve kırgınlıkla daha önce bir ihtimal niteliği taşıyan barış düşüncesi
netlik kazanmıştır.
Hasan b. Ali
ise hilafet görevine pek de hevesli olmamıştır. Bu mevkiye kendisini Kufeliler
oturtmuştur. Babasının bile muhaliflerine karşı mücadele ederken harekete
geçirmekte zorlandığı Kufelilerle işinin zor olacağını biliyordu. Bunun
yanısıra Mekke, Medine, Yemen gibi askeri ve ekonomik bakımdan pek de güçlü
olmayan ve iç ve dış mücadelelerden bitkin düşmüş Kufe ile Muaviye’ye karşı
koyma hususunda birtakım tereddütleri vardı. Ancak Kufelilerin bir kısmının
yoğun ısrarları ve yakın akrabalarının mücadeleye devam etmesi konusundaki
kararlılıkları mücadeleyi başlamadan bırakmasına engel olmuştur.
Muaviye ile
savaşmayı istemese de ordu hazırlayıp Medain’e kadar gitmesinden savaşı
gerçekten düşündüğü sonucuna ulaşabiliriz. Ancak yolda yaşananlar ve Ubeydullah
b. Abbas gibi birinci dereceden bir yakınının saf değiştirmesi Hz. Hasan’ın
ordusundaki çözülmeyi hızlandırmış kendi askerleri tarafından saldırıya
uğraması durumun vehametini tecrübe etmesine neden olmuş ve önceden Kufeliler’e
güvenmemesine rağmen Kufeliler ile müsbet bir sonuç elde edilemeyeceğini
düşünmüş olmalıdr. Son yaşananlar kafasında bir ihtimal olarak bulunan barış
düşüncesinin netlik kazanmasına neden olmuş olmalıdır.
Ubeydullah b.
Abbas’ın saf değiştirmesi zaten isteksiz olan orduda ciddi yankı bulmuştur.
Çünkü O Hz. Ali’nin amcasının oğluydu bu derece yakın bir ismin Hasan b. Ali’yi
yüzüstü bırakması beraberinde 8 000 kişinin saf değiştirmesine neden olmuştur.
Bağdadi tüm
zor koşullara rağmen Hz. Hasan’ın barış kararını tek başına almadığını
ordusunun ileri gelenleri ile durumu istişare ettiğini ve bu istişare neticesinde
Muaviye ile sulh yapmanın hem kendisi hem de ordusu için en doğru karar olduğu
neticesine vardığını ve onunla anlaşma yapmak için harekete geçtiğini belirtir.[271]
Bağdadi’nin
sözünü ettiği istişareyi aktaran İbnü’l Esir Hasan b. Ali’nin beraberindekilere
şu konuşmayı yaptığını nakleder: “Andolsun Şamlılar hakkındaki
kanaatimiz değişmemiştir ve her hangi bir şüphe ve pişmanlık duyuyor da
değiliz. Şamlılar ile selamet ve sabırla çarpışmaya devam ediyoruz. Ancak
selamet sonunda büyük bir düşmanlığa dönüşecektir. Sabır daha şimdiden eleme
dönüştü. Çünkü sizler Sıffin savaşına giderken dininizi dünyanızın önünde
tutuyordunuz fakat ondan sonra sizler öldürülen iki kişi arasında kaldınız. Bir
kısmınız Sıffin’de öldürüldü sizler onların intikamını almak istiyorsunuz. Geri
kalanlarınız kaçıp gitmiştir. Ağlayanlarınız ise bize isyan etmiştir. Biliniz
ki Muaviye bizi hiçbir izzet, şeref ve adalet yönü olmayan bir işe davet
etmiştir. Eğer ölümü tercih edecek olursanız hemen Muaviye’nin bu teklifini
reddeder. Ve onu Allah’ın hükmü ve kılıçlarımızın ağzı ile muhakeme ederiz.
Eğer dünya hayatını tercih edecek olursanız bu hususta da fikrinizi alırız.”
Hz. Hasan’ın bu konuşması üzerine orada bulunanların hepsinin bir ağızdan
hayatta kalma isteklerini haykırdıklarını rivayet edilmektedir.[272]
Hasan b.
Ali’nin yukarda yapmış olduğu konuşma neticesinde almış olduğu cevap
arkasındaki desteği yitirdiğini ve Muaviye ile barış yapmaktan başka çaresinin
kalmadığını gözler önüne sermektedir.
Hasan b.
Ali’nin arkasındaki desteği yitirdiği için Muaviye ile barış yapmak zorunda
kaldığını Sadece Sünni kaynaklar değil Şii kaynaklar da kabul etmektedir.
Tabersi Hasan b. Ali’nin etrafında neredeyse hiç kimsenin kalmadığını ve böyle
bir durum cereyan ederken Muaviye’nin barış teklifinde bulunduğunu dile
getirir.[273] Aynı görüşü destekler
mahiyette zikredilen başka rivayetler de mevcuttur. Hz. Hasan kuşatma altında
iken Zeyd b. Vehb el- Cüheyni’nin kendisine bundan sonra ne yapmayı düşündüğüne
dair yöneltmiş olduğu soruya Hz. Hasan şu şekilde cevap verir:
Vallahi
benim için Muaviye ’nin bu insanlardan daha hayırlı olduğunu düşünüyorum. Bu
insanlar benim taraftarım olduklarını iddia ediyorlar fakat beni öldürmeye
çalışıyorlar, malımı yağmalıyorlar. Vallahi Muaviye ’den kendim ve ailem için
eman alıp bu yolla canlarımızı ve mallarımızı kurtarmam bizim için daha
hayırlıdır. Vallahi eğer Muaviye ile savaşacak olursam bunlar beni boğazımdan
tutarak Muaviye ’ye kendi elleriyle teslim edecekler.195
Hasan b.
Ali’nin hilafeti Muaviye’ye devrinden yıllar sonra Medine’ye gelenlerin
hilafetten neden vazgeçtiğini sormaları üzerine Kufelilerin savaşmak
istemediklerini belirtmesi Hasan b. Ali’nin Muaviye ile savaşmaktan
vazgeçmesinin nedeninin ordusundaki çözülmeler ile yaşanan güç kaybı olduğunu
kanıtlamaktadır.[274] [275]
Barış
görüşmeleri esnasında Abdullah b. el- Haris b. Abdulmuttalib Hasan b. Ali
adına;[276]Abdullah b. Amir b. Kureyz ve
Abdurrahman b. Semure ise Muaviye adına elçilik görevini yürütmüşlerdir.[277] Ya’kubi’ye göre Abdullah b.
Amir’in yanında Muğire b. Şu’be ile Abdurrahman b. Ümmi’l-Hakem de
bulunmaktaydı. [278]
Muaviye b. Ebi
Süfyan ve Hasan b. Ebi Talib arasında yapılan barış antlaşmasına ilişkin farklı
rivayetler mevcuttur. İleride ele alacağımız anlaşma maddeleri siyasi görüşlere
paralel olarak farklılık arzetmekte ve karşıt siyasi görüşleri benimseyen
grupların rivayetleri birbirleriyle çelişmektedir. Her grub Hasan b. Ali’yi
farklı perspektifle okuduğundan kendi bakış açılarına ve zihinlerinde
oluşturdukları Hasan b. Ali imajına uygun anlaşma şartlarının bulunduğunu iddia
etmişlerdir.
Barış
antlaşmasının şartları ile ilgili biri Muaviye b. Ebi Süfyan’dan Hasan b.
Ali’ye diğeri ise Hasan b. Ali’den Muaviye b. Ebi Süfyan’a olmak üzere iki
mektupta ayrıntıları ile Belazuri tarafından nakledilmektedir. Daha erken
dönemde yazılmış olması dolayısıyla öncelikle Belazuri’deki rivayeti ele
alacağız. Muaviye b. Ebi Süfyan tarafından Hasan b. Ali’ye yazılan mektubun
metni şu şekildedir:
“Rahman ve
Rahim olan Allah’ın adıyla Muaviye b. Ebi Süfyan’dan Hasan b. Ali’ye. Ben
seninle, benden sonra hilafetin sana geçmesi şartı ile anlaştım. Bu konuda
Allah’ı ve Peygamber ’i aramızda kefil gösteriyor ve sana söz veriyorum. Sana
karşı hiçbir entrika çevirmeyeceğim ve sana karşı düşmanlık yapmayacağım. Kim
sözünden dönerse Allah’ın en şiddetli azabı onun üzerine olsun. Sana Beytü
’l-Malden her yıl 1 000 000 dirhem ile Fesa ve Darabcird haracını vereceğim.
Şimdiden oraya görevlilerini gönderebilirsin. Abdullah b. Amir, Abdurrahman b.
Semure, Muhammed b. Eş’as el-Kindi şahit olup, mektup h. 41 yılı Rebiulevvel
ayında yazıldı. ”[279]
Belazuri,
ikinci mektubun Hasan b. Ali tarafından Muaviye’nin kız kardeşinin oğlu
Abdullah b. Haris b. Abdulmuttalib ile gönderildiğini ve bu mektupta kendisine
biat edeceğini bildirdiğini nakleder.[280]
Meclisi’ye göre bu mektubun Cündeb b. Abdillah el-Ezdi tarafından Muaviye’ye
iletilmiştir.[281] Muaviye, Hasan b.
Ali’ye altı mühürlü boş bir kâğıt gönderip yazacağı bütün şartlarının
tarafından kabul edileceğini bildirmiştir.[282]
Hasan b. Ali ise Muaviye tarafından gönderilen kâğıda şunları yazmıştır:
“Rahman ve
Rahim olan Allah’ın adıyla. Hasan b. Ali ile Muaviye b. Ebi Süfyan arasında
Muaviye ’nin Allah’ın kitabı, Rasulünün sünneti ve Hulefa-ı Raşidin’in sireti
üzere amel etmesi, kendisinden sonra veliaht tayin etmemesi ve kendisinden
sonraki halifenin şura ile belirlenmesi, insanların malarına, canlarına ve
ailelerine dokunmaması, Hasan b. Ali’ye karşı gizli veya açık herhangi bir
entrika çevirmemesi ve Hasan b. Ali’nin dostlarından hiç birine hiçbir şey yapmaması
şartlarıyla hilafeti teslim edeceğine dair yapılan anlaşmadır. Bu anlaşmaya
Abdullah b. el-Haris ve Amr b. Seleme şahittir. ”[283]
Belazuri Hasan
b. Ali tarafından yazılan mektup Muaviye’ye ulaşınca Muaviye’nin tüm şartları
kabul ettiğini ve anlaşma neticesinde Kufe’de biraraya geldiklerini Hasan b.
Ali’nin Muaviye’ye H.41 yılının Rebiulahir ayında biat ettiğini bildirir.[284]
Nuveyri ise
Muaviye’den sonra hilafetin Hasan b. Ali’ye intikal etmesinden, Kufe
Beytü’l-Mal’ındaki 5 000 000 dirhemin ve Darabcerd haracının Hasan b. Ali’ye
verilmesinden ayrıca Hasan b. Ali’nin bulunduğu yerde babasına
küfredilmemesinden bahseder.[285] İbn A’sem de Hasan b. Ali’nin
Muaviye’den sonra hilafetin kendisine geçmesini şart koştuğunu aktarır.[286]
Şii müellif
Meclisi, Hasan b.Ali’nin Darabcerd’in haracının kendisine verilmesi,
Muaviye’nin Kur’an ve Sünnete uyması, hilafeti kendisinden sonra şuraya
bırakması, Ali’ye sövülmemesi, her yıl kendisine 50 000 dirhem verilmesi ve
herkese hak ettiği âtaların ödenmesi şartlarını öne sürdüğünü aktarır.[287]
Yukarıdaki
şartlara ilave olarak Dineveri farklı şartların bulunduğunu belirtmektedir.
Iraklılar’dan hiç kimseye hile yapılmaması, siyah beyaz herkese eman verilmesi,
Ahvaz’ın yıllık haracının her yıl Hasan b. Ali’ye verilmesi, kardeşi Hüseyin’e
200 000 dirhem verilmesi, Haşimoğullarının âtalarda ve namazda
Ümeyyeoğullarından öncelikli olması yukarıdaki şartlar dışında anlaşmada
bulunan şartlardır.[288]
Şii müellif
İsfehani ise, Hasan b. Ali Muaviye’den sonra hilafetin kendisine bırakılmasını,
Kufe Beytü’l-Malında bulunan her şeyin kendisine verilmesini, adı belirlenen
bir yerin haracının kendisine verilmesini ve buranın haracının her yıl
kendisine gönderilmesini şart koşmuştur.[289]
Hasan b.
Ali’nin Muaviye’den hilafeti devrinin karşılığında uymasını istediği şartlar
miktarının beş milyon dirhem olduğu Kufe Beytü’l-Malının[290]ve
Darabcerd bölgesinin haracının Hasan b. Ali’ye verilmesi,[291]
Hz. Ali’nin lanetlenmemesi,[292] en azından Hasan b. Ali’nin
babasının lanetlendiğini duymamasıdır.[293]
Bunun yanısıra Muaviye hayattayken Hasan b. Ali’nin ona biat etmesi ancak
ölümünden sonra Hasan b. Ali’nin hilafete geçmesi[294],
kendisine beş milyon dirhem, kardeşi Hüseyin’e ise iki milyon dirhem ödenmesi[295] de anlaşma şartları arasında
zikredilir.
Muaviye de
Hasan b. Ali’ye Abdullah b. Amir ile Abdurrahman b. Semüre’yi gönderdi. Hz.
Hasan da Kufe’deki Beytü’l-Maldan 5 000 000 dirhem alacağına dair bir şart
ileri sürdü ve ayrıca Darabcerd’in haracının kendisine verilmesini ve
kendisinin duyacağı şekilde Ali’ye sövülmemesini şart koştu. Eğer bu şartlarına
uyulursa, halifelikten vazgeçeceğini ve idareyi Muaviye’ye bırakacağını,
böylece Müslümanların kanlarının akıtılmasını önleyeceğini söyledi. Bu şartlar
üzerinde barış antlaşması yaptılar ve yönetim bütünüyle eline geçmiş oldu. Hz.
Hasan’ın bu girişimine kardeşi Hüseyin razı olmadı. Hasan’ı kınadı. Hasan, öncü
kuvvetlerinin komutanı Kays b. Sa’d’a haber göndererek Muaviye’ye itaat
etmesini ve emrini dinlemesini emretti. Ancak Kays b. Sa’d, bunu kabule
yanaşmadı, hem kendisinin hem de Muaviye’nin emri dışına çıkarak kendisine uyan
adamlarıyla birlikte bir tarafa çekildi. Sonra dönüp Muaviye’e yakın bir 317 zamanda biat etti.
Hasan b.
Ali’nin şartlarını bildirmesini müteakip Muaviye b. Ebi Süfyan Abdullah b.
Abbas ve Ubeydullah b. Semüre’yi Hasan b. Ali’ye göndererek şartlarını kabul
ettiğini bildirdi. Abdullah b. Abbas ve Ubeydullah b. Semüre Alioğullarından
Muaviye adına beyat aldı. Hüseyin b. Ali dışında herkes biat etti. Hasan’ın
kardeşine kendisinin bu meselelerde daha deneyimli olduğunu biat etmesi
gerektiğini söylemesi üzerine Hüseyin de kerahetle Muaviye’ye biat etmiş oldu.[296] [297]
Anlaşmanın sağlanması üzerine Hasan b. Ali bir hutbe okuyarak şöyle dedi:
Ey Irak halkı Benim gönlümün
ateşine soğuk sular dökünüz. Babam Ali ’ye sağlığında bunca aykırılıklarda
bulundunuz. Ona bir gamsız gün geçirtmediniz. En sonunda onu öldürdünüz Bana da
bu kadar zahmetler verdiniz. Üstüme saldırdınız. Beni yaraladınız. Yaram hala
şifa bulup iyileşmedi. Malımı da yağma ettiniz. Ey Kufeliler siz Rasulün Ehl-i
Beytine eza kıldınız ise Allah Teala kıyamet gününde bizimle sizin aranızda
hâkimdir. Bizim imdadımıza yetişendir. Şu anda ben Muaviye ’ye beyat etmiş
bulunuyorum. Sizin bana beyatınızdan bıktım usandım. Kimi dilerseniz ona beyat
edin.[298]
Hasan b.
Ali’nin Irak halkına hitabta bulunurken babası Ali b. Ebi Talib’i öldürmeleri,
kendisine saldırmaları ve malını mülkünü yağmalamaları olmak üzere kendisine üç
kötülük yaptıklarından bahseder.[299]
Şartların Değerlendirilmesi
Şia ve Ehli Sünnet Literatüründe Ortak Olan Şartlar
Hasan b. Ali’ye geçimini sağlayabileceği miktarda bir
gelir sağlanması:
Tarihi
kaynakların bir kısmı Hasan b. Ali’nin herhangi bir mal talebinde bulunmadığını
zikrederken önemli bir kısmı miktarı farklı olsa da Kufe Beytü’l- Malından
belirli bir miktarın yanısıra hangi bölge olduğu hususunda farklı rivayetler
olsa da belirli bir bölgenin haracının kendisine verilmesini anlaşma şartları
arasında zikreder. Bu nedenle rivayetlerin çokluğu göz ardı edilmezse hayatını
idame ettirebileceği bir miktar istemiş olabilir ancak Muaviye’nin problemlere
yaklaşım tarzı göz önünde bulundurulduğunda bu meblağın bizzat Muaviye
tarafından teklif edilmiş olması daha kuvvetli bir ihtimaldir. Zira Muaviye’nin
eli hilafet mücadelesi yolunda her zaman açık olmuştur. Pek çok kişiyi
hediyelerle ve vaadlerle kendi safına çekmiştir. Her ne kadar Hasan b. Ali
zayıf ve Muaviye ile askeri mücedelede yenilecek konumda olsa da Hasan b.
Ali’nin Peygambere olan yakınlığı ve toplumdaki nüfuzu dolayısıyla kendisiyle
savaşmayı göze alamamış olup barışın sağlanması için böyle bir teklifte
bulunmuş olabilir.
Hasan b. Ali’ye ailesine ve taraftarlarına
eman verilmesi:
Ehl-i Sünnet
ve Şia’nın ittifak ettiği anlaşma şartlarından biri ise Hasan b. Ali’nin
kendisi, ailesi ve Muaviye’ye karşı mücadelede yanında yer alan taraftarları
için eman istemesidir. Anlaşma şartları içerisinde neredeyse ihtilaflı olmayan
ve tenkit edilmeyen tek anlaşma şartıdır.
Şia ve Ehli Sünnet
Literatüründe Ortak Olmayan Şartlar
Muaviye’den sonra hilafetin Hasan b. Ali’ye geçmesi:
Çalışmamızda
anlaşmanın sağlanması esnasında biri Muaviye’den Hasan b. Ali’ye diğeri ise
Hasan b. Ali’den Muaviye’ye olmak üzere iki mektubun metnini vermiş olduğumuz
Belazuri’de her iki mektupta da Muaviye’den sonra hilafetin akıbeti gündeme
gelmiştir. Bu mektupların ilkinde Muaviye’nin kendisinden sonra hilafeti Hasan
b. Ali’ye devretmesi şartı ikinci mektupta ise Muaviye’nin kendisinden sonra
veliaht tayin etmemesi ve kendisinden sonra yeni halife seçilmesi meselesini
şuraya devretmesi şartları yer almaktadır. Buna benzer bir rivayet Nuveyri
tarafından da nakledilmiştir.
Bu iki şartın
gerçekliği ile ilgili soru işaretleri bulunmaktadır. Tarihi seyir anlaşma
maddesini doğrular nitelikte değildir. Ayrıca kaynaklarda Muaviye’den sonra
hilafetin durumuyla ilgili ilk bilgileri hicri ellili yıllarda meydana gelen
hadiseler vermektedir. Bu dönemde Muaviye’nin Muğire b. Şube’nin telkinleriyle
Yezid’i veliaht tayin etmeye karar verdiği, Yezid’e ilk olarak Muğire b. Şube
tarafından Kufe’de beyat alındığı ve bu konuda valinin ciddi bir tepkiyle
karşılaşmadığı nakledilir.[300] Mervan b. Hakem’in Medine’de
Yezid’in veliahtlığını duyurmasıyla bu durumun ümmetin hayrını düşüreceği
gerekçesiyle Abdurrahman b. Ebi Bekir, Hz. Hüseyin, Hz Aişe, Abdullah b.Zübeyr
ve Abdullah b. Ömer tarafından tepki gösterilmiştir.[301]
Ancak Hz. Hüseyin’in bu duruma, Muaviye ile kardeşi arasındaki anlaşma şartına
aykırı olduğu gerekçesiyle tepki gösterdiğine dair herhangi bir bilgiye sahip
değiliz. Anlaşma maddelerinden biri olarak zikredilen Muaviye’nin kendisinden
sonra veliaht tayin etmemesi maddesi yukarıdaki bilgiler ışığında
değerlendirildirilmelidir. Şayet böyle bir madde anlaşma şartları arasında
bulunsaydı Yezid’e beyat alınırken konunun gündeme gelmesi gerekirdi. Ancak
Yezid’in hilafetine yöneltilen eleştiriler anlaşmaya sadık kalınmadığı
gerekçesi etrafında değil de hilafetin saltanata dönüştürülmesiyle bu
dönüşümden kaynaklanabilecek problemler ve Yezid’in bu işe ehil olmadığı
gerekçeleri etrafında şekillenmiştir. Ancak mezhebi yaklaşımlar olayın farklı
okunmasına neden olmuştur.
Ayrıca konuyla
ilgili olarak Belazuri’de Süleyman b. Surad ve beraberindeki bir grubun Hasan
b. Ali’yi anlaşmaya böyle bir madde koymadığı için suçladıklarına dair bilgiler
mevcuttur.[302] Yukarıdaki bilgiler ışığında
tarafların Muaviye b. Ebi Süfyan’dan sonra hilafetin akıbeti konusunu müzakere
etmedikleri sonucuna ulaşmamızı sağlamaktadır. Bunun yanı sıra Hasan b. Ali’nin
zihninde Muaviye’nin Yezid’i veliaht tayin edebileceğine dair herhangi bir
kuşku oluştuğuna dair bir bilgi yoktur. Böylesi bir kuşkunun oluşması çok düşük
bir ihtimaldir. Nitekim İslam öncesi kabile reisi seçiminde böyle bir uygulama
bulunmadığı gibi İslamiyetten sonra da böyle bir sistem kullanılmamıştır.
Dolayısıyla
Hz. Hasan’ın Muaviye’den şüphelenerek böyle bir şart koydurmuş olabileceği
akılcı bir açıklama değildir. Söz konusu madde Şii temayülle tarihin geriye
dönük olarak yeniden yapılandırılmasının ilk örneklerinden biri olabilme
potansiyeline sahiptir.
Yukarıdaki
rivayete bakıldığında Belazuri’de birbiriyle çelişen iki rivayet olduğu
görülmektedir. Muaviye’nin Hasan b. Ali’ye yazdığı mektupta hilafetin
kendisinden sonra Hasan b. Ali’ye geçmesi şartıyla anlaştığını belirten
rivayetin yanısıra Hasan b. Ali’nin Muaviye’ye yazdığı mektupta kendisinden
sonra veliaht tayin etmemesini şart koştuğu bilgisini veren müellif bunun
yanısıra anlaşmaya böyle bir madde koydurmadığı için Hasan b. Ali’nin Süleyman
b. Surad tarafından suçlandığını nakleder.
Fesa ve Darabcird’in haracının Hasan b. Ali’ye
verilmesi:
Belazuri,
Fesa’nın haracının Hasan b. Ali’ye verilmesi şartının anlaşma şartları arasında
bulunduğunu nakletmiştir.[303] Fesa, Fars bölgesinin önemli
şehirlerinden olup İsfehan’ın birkaç katı büyüklüğünde idi. Fesa kenti ve
çevresinde bol miktarda tarım yapılmakta idi çünkü bölgede zengin su kaynakları
bulunmakta idi. İkliminin elverişli olması nedeniyle sıcak bölgelerde yetişen
meyvelerin yanında soğuk bölgelerde yetişen meyveler de yetişmekteydi. Aynı
bahçede farklı iklimsel koşullar gerektiren üzüm, incir, ceviz, narenciye gibi
meyveleri görmek mümkündü.[304]
Himyeri ise
Fesa’yı Şiraz ile karşılaştırarak Fesa’nın havasının Şiraz’dan daha güzel
olduğunu pazarlarının daha canlı olduğunu söylemektedir. Ona göre Fesa’nın
ekonomisi tarıma dayanmaktadır. Fesa’da yaş sebze ve meyve, hububat, tuz,
ceviz, ayva, turunç ve iyi cins şeker kamışı üretilmekteydi.[305]
Darabcerd ise
geniş tarım alanlarına sahip olmakla birlikte ayrıca bol miktarda maden
yataklarına da sahip bir bölgeydi.[306]
Yukarıdaki
bilgilerden yola çıkarak adı geçen bölgelerden yüksek miktarda harac geliri
elde edildiği sonucuna varmak mümkündür. Hasan b. Ali’nin söz konusu bölgelerin
haracını istediğiyle ilgili elimizde net veriler bulunmamakla birlikte böyle
bir talepte bulunmuş olsa bile Muaviye’nin, ordusu dağılmış etrafında kalan
küçük bir birlik ile kendisine karşı başarılı olması mümkün olmayan muhatabına
yüksek gelirli bölgelerin haracını vermeyi kabul etmiş olması ve hatta bunu
teklif etmiş olması son derece düşündürücüdür.
Darabcerd
bölgesinin haracı Basralılar tarafından “Burası bizim feyimizdir.” denilerek
Hasan b. Ali’ye verilmemiştir. Basralıların Muaviye’nin teşviki ile
Darabcerd’in haracını vermedikleri nakledilir.[307]
İbn Kesir ise Muaviye’nin teşvikinin bulunmadığını Basralıların Darabcerd’in
haracını vermek istememeleri üzerine, Muaviye’nin buna bedel olarak yıllık altı
milyon dirhem vermeyi taahhüt ettiğini ve her yıl bu parayı verdiğini bunun
yanında ölünceye kadar birtakım hediyeler verdiğini nakleder.[308]
Basralıların
haracı Muaviye’nin teşviki ile Hasan b. Ali’ye vermek istemedikleri rivayetiyle
zıtlık arzeden Basralıların haracı vermek istememesi üzerine Muaviye’nin bedel
ödediği rivayeti ve buna benzer rivayetler müelliflerin mezhebi yaklaşımlarının
ürünü olan rivayetlerdir. İktidarı ele geçirmek için savaşmaktan çekinmeyen
Muaviye bir kesim tarafından dozu yüksek eleştirilere muhatap olunca diğer bir kesim
savunma psikolojisi içerisine girerek Hasan b. Ali’nin Peygamber torunu imajını
koruma ve Muaviye b. Ebi Süfyan’a yöneltilen eleştirilerin bir kısmını
göğüsleme misyonunu yüklenmiştir.
Şii müellif
Meclisi, Hasan b. Ali’nin Darabcerd’in haracını istediğini kabul etmekle
beraber bunu Cemel ve Sıffin savaşlarında vefat edenlerin ailelerine yardım
amacıyla istediğini savunur.[309] Ancak söz konusu bölge Ali b.
Ebi Talib’in elinde iken neden böyle bir uygulamanın hayata geçirilmediği soru
işareti olarak karşımızda durmaktadır. Nitekim babası döneminde olaylar daha
sıcak olduğu için böylesi bir uygulamanın daha etkili olacağı bilinen bir
gerçektir. Ayrıca kaynaklarda elde edilen paranın ne için kullanılacağı ile
ilgili anlaşma şartlarında net bir bilgi yoktur. Konu ile ilgili açıklamalar
birer yorum niteliği taşımakta ve mezhebi yaklaşıma göre farklılıklar
arzetmektedir.
Muaviye’nin her işinde Hasan b. Ali’ye
danışması:
Hasan b.
Ali’nin hem Muaviye’ye biat etmesi hem de ona itaat etmeyip onun kendisine
itaat etmesini şart koşması akla aykırıdır. Bu madde mücadeleyi kaybedenlerin
değil olsa olsa mücadelede başarılı olanların öne sürebileceği bir şarttır.
Tarihi gerçeklere aykırı ve mübalağalı bir iddiadır.
Kufe Beytü’l-Malındaki paranın Hasan b. Ali’ye
verilmesi:
Hasan b.
Ali’nin ordusunun dağıldığına, çevresinde sayılı kişilerin kaldığına dair
rivayetler göz önünde bulundurulduğunda böyle bir talepte bulunması abartılı
bir rivayet izlenimi yaratmaktadır. Zira barış yapmaktan başka çaresi kalmamış
olan birinin ancak güçlü bir muhalifin ileri sürebileceği şartlar koşması
mantıklı bir izah gibi görünmemektedir. Bunun yanı sıra zühdü ve takvasıyla
temayüz etmiş Hasan b. Ali’nin kendi menfaati için Müslümanların genelinin
hakkının bulunduğu Beytü’l-Mal gelirlerinin kendi istifadesine sunulmasını
talep etmesi kabul edilebilir değildir.
Ali b.
Ebi Talib’e küfredilmemesi:
Muaviye’nin
Hasan b. Ali’nin ileri sürdüğü şartları kabul etmesine rağmen Ali b. Ebi
Talib’in lanetlenmemesi konusundaki ahdini yerine getirmediği nakledilir.[310] Ali b. Ebi Talib’in
lanetlendiğine dair tarih kitaplarında pek çok rivayet bulunmasına rağmen
Muaviye’nin ölmüş birine lanet okutarak neyi amaçladığı sorusu cevapsız
bırakılmıştır. Muhaliflerini bertaraf etmek için öncelikli olarak onlara
yumuşak davranarak onların gönüllerini almayı tercih eden Muaviye b. Ebi
Süfyan’ın yönetimi ele geçirmişken İslam toplumunun büyük bir kısmını tahrik
edecek ve yönetimi için tehdit oluşturabilecek birtakım olaylara sebep olması
kuvvetle muhtemel olan böylesi bir faaliyet içinde bulunması izah edilebilir
nitelikte değildir.
Şii ve Sünni
kaynakların ortak şartlar dışında birbirinden farklı şartlar sıraladığı
görülmektedir. Farklı şartlar tahlil edildiğinde müelliflerin yakın olduğu
mezhebi çizgiyle söz konusu şartların paralellik arzettiği görülmektedir.
Muaviye’nin kendisinden sonra veliaht tayin
etmemesi hilafet seçimi işini Şura’ya bırakması:
Muaviye’nin
Hasan b. Ali ile anlaşma yaptığı esnada kendisinden sonra veliaht tayin etmeyi
düşündüğüne dair her hangi bir bilgiye sahip değiliz. Tarihi verilere göre
Muaviye kendisinden sonra veliaht tayin etme düşüncesinde değildi. Veliahtlık
meselesini gündeme getiren kişi Muaviye’nin azledip yerine Said b. el- As’ı
atamayı düşündüğü Kufe valisi Muğire b. Şu’be’dir. Muğire b. Şu’be’nin bu
teklifi ile valilik görevini garanti altına almayı hedeflediğine dair
rivayetler mevcuttur.[311] Muaviye’nin oğlu Yezid’e biat
almak için hicri 50. yılda Medine’ye geldiği, Abdullah b. Abbas, Abdullah b.
Ca’fer, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr’e Yezid’i halife tayin etmeyi
düşündüğünü bildirmesi üzerine ismi geçen şahısların ciddi muhalefette
bulunarak Hasan ve Hüseyin’in bu işe daha layık olduklarını söyledikleri
nakledilir. Muaviye’nin bunun üzerine Şam’a döndüğü Yezid’in veliahtlık
meselesinin hicri 51. yıla kadar gündeme gelmediği nakledilir.[312]
Yukarıdaki
bilgiler ışığında Yezid’in veliahtlığı meselesi gündeme geldiğinde Hasan b.
Ali’nin yaşadığı görülmektedir. Şayet Muaviye-Hasan antlaşmasında Muaviye’nin
kendisinden sonra veliaht tayin etmemesi şartı yer almış olsaydı, bu konunun
gündeme gelmesi gerekirdi. Ancak Muaviye’ye muhalefet edenlerin bu konudan
bahsetmedikleri görülmektedir.
Hasan’ın
Muaviye ile barış yapmasını müteakip Muaviye, 41. sene Rebiulevvel ayının
bitimine 5 gün kala Kufe’ye girdi.[313]
Hasan b. Ali’nin hilafet müddeti altı aydı.[314]
Ya’kubi hilafetinin iki ay veya dört ay sürdüğüne dair iki farklı rivayet
nakletmiştir.[315] [316]
Hasan b. Ali’nin hilafet müddeti onun yönetimi Muaviye’ye Rebiülevvel ayında
devrettiğine dair rivayete göre beş buçuk ay; yönetimi Rebiülahir ayında
devrettiğine dair rivayete göre altı küsur ay ve Cemaziyülevvel ayında
devrettiğine dair rivayet göre ise yedi küsur ay 337 sürmüştür.
Rasululah’ın
“Hilafet benden sonra otuz yıldır. Ondan sonra saltanata dönüşecektir.”[317] hadisinden yola çıkarak ilk
dört halifenin hilafet süreleri hesaplanmış, Hasan b. Ali’nin hilafetinin otuz
yıllık süreye dâhil olup olmadığı tartışılmıştır. Hz. Peygamber h. 11. yılın
Rebiulevvel ayında vefat etmiştir. Hz. Hasan da h. 41. yılın Rebiulevvel ayında
hilafetten Muaviye lehine çekilmiştir. Bu aradaki süre otuz yıldır. Hadisin
beyan ettiği süreye Hz. Hasan’ın halifeliği de dâhil olmaktadır.[318]
Medineye Yerleşmesi ve Sükûnet Dönemi
Muaviye ile
yapılan barış neticesinde hicri 41 yılında umumi beyatın sağlanmasını müteakip
Hasan b. Ali, Medine’ye gitmek üzere Kufe’den ayrıldı. Yanında kardeşi Hüseyin,
diğer kardeşleri, amcaoğulları ve Abdullah b. Ca’fer vardı.[319]
Hasan b. Ali
hilafeti Muaviye’ye devrettikten sonra Medine’ye gitmek için yola çıktığında,
yeni halife kendisine haber göndererek onu Hariciler ile savaşa göndermek
istemiş ancak Hz. Hasan, Muaviye’nin bu isteğine karşı çıkmıştır.[320] Belazuri, Hasan b.
Ali’nin Muaviye’nin teklifine karşı çıkarken, “Seninle savaşmak caiz iken,
Ümmetin maslahatı ve aralarındaki bağlılığı korumak için savaşmaktan
vazgeçtiğim halde senin yanında savaşmamı nasıl beklersin!” dediğini kaydeder.[321]
Muaviye ile
anlaşarak Medine’ye geldikten sonra, orada darlık ve zorluk görmediği gibi
zenginlik ve sehavet üzerine yaşayarak bol miktarda etrafa dağıtmış, tasadduk
etmiştir. [322]
Hz. Hasan’ın
vefatının eşinin zehirletmesi ile gerçekleştiğine dair birtakım rivayetler
mevcuttur. Buna göre Hasan
b. Ali’nin eşi Eş’as b. Kays’ın kızı Ca’de bnt. Eş’as’a, Muaviye veya oğlu
tarafından haber gönderilerek Hasan’ın zehirletilmesi karşılığında Yezid ile
evlendirileceği vaad edilmiştir.[323]
Tarihi kaynaklarda olayın devamıyla ilgili olarak, Ca’de’nin, eşi Hasan b.
Ali’yi zehirlettiği ancak Muaviye’nin Rasulullah’ın oğlunun emin olmadığı
birinden Yezid’in de emin olamayacağı gerekçesiyle vaadini yerine getirmediği
ancak bu hizmeti karşılığında kendisine 1000 dirhem verdiği bilgisi yer alır.[324]
Hasan b. Ali
anlaşmadan sonra Medine’ye gitti orada on sene ikamet etti, hicri ellinci senede
Safer ayının bitimine iki gün kala kırk yedi yaşındayken
Rabbine
kavuştu. Karısı Ca’de bnt. Eşas b. Kays tarafından zehirletildi. Ca’de’ye bu
işi yapmasını Muaviye b. Ebi Süfyan salık verdi ve bu işi yapması karşılığında
onu oğlu Yezid’le evlendireceğini vaad etti ayrıca yüz bin dirhemi Cade’ye
ulaştırdı, Cade onu zehirledi. Hasan b. Ali dört gün hasta yatağında yattı.
Kardeşi Hüseyin’e kendisini yıkamasını, kefenlemesini ve ninesi Fatıma bnt.
Esed b. Haşim b. Abdimenafın yanına defnedilmesini vasiyet etti.[325] [326]
Muaviye Mervan
b. Hakem’i, Hasan b. Ali’nin eşlerinden biri olan Eş’as b. Kays el-Kindi’nin
kızı Ca’de ile görüşüp Hasan b. Ali’yi zehirletmesini sağlamak üzere
görevlendirdi. Ca’de’ye bu hizmetine karşılık Hasan’ın ölümünden sonra Yezid’le
evlendirileceği vaat edildi ve peşin olarak da bin dirhem para verildi. Eş’as
b. Kays Müslümanlığı kabul ettikten sonra irtidat etmiş ancak şartların
zorlamasıyla tekrar Müslüman olmuştur. Ca’de de böyle bir kimsenin kızı olması
hasebiyle, bu görevi kabul etmeye yatkın bir karaktere 1 • .• 347
sahipti.
Yukarıdaki
rivayet Ca’de bnt. Kays’ın eşini zehirlemesinden babasını sorumlu tutan
zihniyetin oluşmasında Mezhebi yaklaşımın ne derece etkili olduğunun kanıtıdır.
Muaviye Hasan
b. Ali’nin eşi Ca’de bnt. Eş’as b. Kays’a 100 000 dirhem para vereceği ve onu
Yezid’le evlendireceği vaadiyle Hasan b. Ali’yi zehirletmiştir. Vaad ettiği
parayı göndermiştir. Ancak diğer vaadi hususunda, “Yezid’in hayatı bizim için
değerli bu nedenle verdiğimiz sözü yerine getiremeyeceğiz.” demiştir.[327]
Mervan’ın
habercisi, Muaviye’ye Hz. Hasan’ın zehirlenerek öldürülmesi planının başarıyla
gerçekleştiği haberini verdi ve şöyle dedi: “Hasan’a hayret ediyorum. Medine yakınlarından bir kuyu
olan Rume suyuna karıştırılmış bal şerbetini içti ve can verdi. Muaviye
sevincini daha fazla gizleyemedi. O sırada yeşil sarayda bulunuyordu. Yüksek
sesle tekbir getirdi. Saray halkı da yüksek sesle tekbir getirdiler.
Mescittekiler de tekbir sesini duyunca hep bir ağızdan; “Allahu ekber” dediler.
Karaza b. Amr b. Nevfel b. Abdumenafın kızı ve Muaviye’nin karısı Fahite
odasından çıktı ve şöyle dedi: “Allah seni sevinçli kılsın, ey Emir’ül-Müminin! Ne haber aldın ki bu
kadar seviniyorsun?” Muaviye, Hasan b. Ali’nin ölüm haberini aldım dedi.
Fahite, Inna lillahi ve inna ileyhi raciun... dedi. Ağlayarak şunları
söyledi: Müslümanların serveri ve Peygamber’in kızının oğlu dünyadan
ayrıldı. Muaviye şöyle dedi: Ne kadar yerinde ve doğru bir iş yaptın. O
gerçekten senin söylediğin gibiydi. Onun için ağlamaları daha yerindedir
.[328]
Muaviye Hasan b. Ali’nin ölüm
haberini aldığında yanında Abdullah b. Abbas bulunuyordu. Muaviye sevinçle
“Hasan b. Ali öldü, ey Abbasın oğlu!” dedi. İbn Abbas şöyle dedi: “İnna
lillahi ve inna ileyhi raciun. Allah’a yemin ederim ki, onun bedeni senin
kabrini doldurmayacak ve onun ölümü senin ömrünü uzatmayacaktır. O senden daha
iyi olduğu halde vefat etti. O hayra ulaştı sen ise şerrinle kaldın,”
dedi. Rivayetin devamında Muaviye, Hasan b. Ali’nin ölümünün Abdullah b.
Abbas’ın işine yaradığı imasında bulunarak Abdullah b. Abbas’a kavminin ileri
geleninin artık kendisi olduğunu söyler. Ancak Abdullah b. Abbas, Hüseyin b.
Ali dururken böyle bir şeyin asla söz konusu olamayacağını söyler.[329]
Konu ile
ilgili farklı bir rivayette ise İbn Abbas Hz. Peygamber’i kastederek Hasan’ın
vefatıdan önce daha büyük acılar yaşadıklarını ancak Allah’ın sonrakilerle
kendilerini teselli ettiğini içeren etkili bir konuşma yapar. Mecliste bulunan
herkes bu konuşmanın etkisi ile ağlar. Muaviye bir süre sessizlikten sonra İbn
Abbas’a Hasan’dan sonra kavmin büyüğünün kendisi olduğunu söyler ancak İbn
Abbas, Hüseyin yaşadığı sürece böyle bir durumun söz konusu bile olmayacağını
ifade eder. Hasan b. Ali’nin ölümüne Muaviye’nin mal teklif etmesi sonucu
karısı Ca’de bnt. Eş’as b. Kays’ın sebep olduğu nakledilir. Ayrıca karısının
adının Şe’sa, Sekine veya Aişe olduğuna dair rivayetler bulunsa da en sahih
olanı Ca’de’dir.[330]
Muaviye’nin,
Hasan b. Ali’nin vefatına sevinmesi ve özellikle de sevincini dışa vurması ile
ilgili rivayetler beraberinde cevaplandırılması gereken birtakım soru
işaretleri doğurmaktadır. Muaviye’nin Hasan b. Ali’yi kendisi veya ileride
halef tayin edeceği oğlu için tehlike olarak görmüş olması ve bu nedenle onu
zehirletmiş olması mantıklı bir izah olarak görünmemektedir. Nitekim hilafet
konusunda Hasan b. Ali’den çok Hüseyin b. Ali’nin radikal tavrı düşünüldüğünde
Muaviye için asıl tehlike Hüseyin b. Ali olmalıdır. Zira ağabeyini hilafeti
Muaviye’ye devrettiği için en çok eleştiren,[331]
Muaviye’nin Yezid’e biat alması konusuna muhalefet eden ve Muaviye’ye bu
hususta en çok sıkıntı çıkaran kişilerden biri Hüseyin b. Ali idi.[332]
Muaviye’nin
Hasan b. Ali’nin vefat haberi geldiğinde sevinç gösterilerinde bulunması akılla
izah edilebilecek nitelikte değildir. Şayet Hasan b. Ali’yi zehirleten Muaviye
idiyse insanların kendisinden şüphelenmemesi için sevincini dışa vurmaması daha
yerinde bir davranış olurdu.
Bunun yanısıra
olay yukarıda nakledildiği şekilde gerçekleştiyse Muaviye böyle davranarak
Abdullah b. Abbas’ın nabzını ölçerek gerek kendisinin gerekse Haşimoğullarının
hilafet hususunda herhangi bir ümitlerinin bulunup bulunmadığını öğrenmek
istemesi zayıf bir ihtimal olmakla birlikte Muaviye gibi kurnaz bir adam için
muhal değildir.
Muaviye, Hasan
b. Ali ile yaptığı antlaşma neticesinde dileğine ulaştığından Hasan b. Ali’yi
öldürmesi için her hangi bir sebebi kalmadığına dair bir çıkarımda
bulunulabilir. Çünkü Hasan b. Ali antlaşmadan sonra Medine’ye yerleşerek
yönetim işinden uzak sakin bir hayat yaşamıştır. Buna rağmen Hasan b. Ali’nin
zehirletilerek öldürüldüğüne dair rivayetlerin çokluğu ve arkaplanda yaşanmış
ancak günümüze ulaşmamış ya da karanlıkta kalmış olabilecek olaylar kesin bir
kanıya ulaşmamızı engellemektedir. Konuyla ilgili olarak Hasan b. Ali’nin
hilafeti devrederken Muaviye’den her sene yüklü miktarda para alma şartını
koştuğu, Muaviye’nin zamanla Hasan’a ve akrabalarına para vermekten sıkıldığı
bu sebeple öldürtmüş olabileceğine dair birtakım spekülasyonlar da mevcuttur.
Cabir b.
Abdillah, Hasan b. Ali’nin vefat ettiği güne şahit olduk, Hüseyin b. Ali ile
Mervan b. Hakem arasında nerdeyse savaş çıkacaktı. Hasan kardeşine kendisini
Rasulullah’ın yanına defnetmesini ancak kan dökülmesi gibi bir durum söz konusu
olursa Baki’ye defnetmesini vasiyet etmişti. Mervan o zaman Medine valiliğinden
azledilmişti böyle davranarak Muaviye’yi memnun etmeyi amaçlamaktaydı. O gün
Hüseyin b. Ali’ye, “Allah’tan kork, kardeşin böyle olmasını istemezdi. Onu
Baki’ye annesinin yanına defnet dedim.” O da öyle yaptı.[333]
Hz. Hasan
hastalığı esnasında Hz. Peygamberin yanına gömülmesini vasiyet etmiş ancak
bunun bir fitneye sebep olması halinde Baki mezarlığına defnedilmesini
istemişti. Hatta Hz. Hasan vefatından önce Hz. Aişe’ye haber göndererek,
Rasulullahın yanına gömülmesine izin verilmesini istemiş Aişe de bunu kabul
etmişti. Hz. Peygamber’in yanına gömülmesine o zaman Medine’de bulunan Mervan
b. Hakem liderliğindeki Emeviler karşı çıkmışlar ve Ümeyyeoğulları ile
Haşimoğulları arasında savaş çıkmasına ramak kala Ebu Hüreyre’nin müdahalesi üzerine
kavgadan vazgeçilerek, Hz. Hasan’ın naşını Baki mezarlığına defnetmişlerdi.[334]
Hüseyin b.
Ali’nin etrafında toplanan kalabalık bir halk kitlesi vardı. Dediler ki: “Bizi
Mervanoğullarıyla baş başa bırak, vallahi onlar bizim karşımızda çok güçsüz ve
zayıftırlar.” Bunun üzerine Hüseyin şöyle dedi: “Kardeşim onun için bir damla
bile kan dökülmemesini vasiyet etmiştir.” Hasan’ı Baki’ye defnetti. Vefat
ettiğinde kırk yedi yaşındaydı.[335]
Onu defalarca
zehirlemişlerdir, son defasında tehlikeyi hissedince kardeşi İmam Hüseyin’e;
“Ben yakında senden ayrılıp Rabbime kavuşacağım. Bil ki, beni zehirleyip
ciğerlerimi pare pare yaptılar. Ben bunu kimin yaptığını biliyorum ve Allah’ın
huzurunda buna sebebiyet vereni şikâyet edeceğim.” dedi. Sonra buyurdu ki:
“Beni Rasulullah’ın yanı başında toprağa ver. Çünkü ben ona ve onun evine
herkesten daha evlayım; fakat eğer buna engel olurlarsa, seni Allah’a yakın
kılan bağın hakkına ve Rasulullahla olan yakın akrabalığın hürmeti hakkına,
benim için bir damla kan bile dökülmesine engel ol. Bırak da Rasulullaha
kavuşalım, onun huzurunda düşmanları şikâyet edelim ve halkın zulmünü ona
anlatalım.” Daha sonra ailesi, evlatları ve kendisinden geriye bıraktığı şeyler
hakkında ona gerekli tavsiyelerde bulundu ve ona babası Ali’nin vasiyet ettiği
şeyi vasiyet edip onun kendisinden sonraki halife olduğunu halka bildirdi.
Hicretin 49. yılında da, safer ayının onyedinci günü şehit oldu.[336] Mesudi zehirletildikten sonra
üç gün yaşadığını nakleder.[337]
Hasan b. Ali
55 yaşındayken zehirlenerek vefat etmiş ve Baki mezarlığına annesi Fatıma bnt.
Rasulullah’ın yanına defnedilmiştir.[338]
Vefat ettiğinde 46 yaşındaydı.[339]
Ya’kubi, Hasan
b. Ali’nin vefat tarihi ile ilgili iki rivayet nakleder. Rivayetlerden birine
göre Hasan b. Ali h. 49. senenin Rebiulevvel ayında diğerine göreyse h. 49.
yılın Şevval ayında vefat etmiştir.[340]
Ca’fer es-Sâdık Hasan b. Ali’nin vefat ettiğinde 47 yaşında olduğunu
söylemiştir. Zehebi bu bilginin yanı sıra Hasan b. Ali’nin vefat ettiğinde 58
yaşında olduğuna dair rivayetin açık bir yanlış olduğunu söylemektedir. [341]
Muaviye’nin
hicri 50. senede Yezid’e biat almak için Medine’ye gittiğinde Hasan b. Ali’nin
yaşadığına işaret eden rivayetler[342]
Hasan b. Ali’nin h. 50. seneden sonra vefat ettiği sonucunu doğurmaktadır.
Hicretin 2. yılında doğduğu rivayeti[343]
esas alındığında vefat ettiğinde en az 47, 3. yılında doğduğu rivayeti[344] esas alındığında
ise en az 48 yaşında olması gerekmektedir.
Hasan b.
Ali’nin vefatı yaklaştığında Hüseyin’i çağırarak şöyle dedi: “Ey kardeşim artık
senden ayrılıyorum ve Rabbime kavuşuyorum, ben zehirletildim. Beni zehirleyeni
biliyorum onu Rabbime havale ediyorum. Ruhumu teslim ettiğimde beni sen yıka,
kefenle ve beni tabutun üzerinde taşıyarak dedem Rasulullah’ın kabrine götür ki
onunla sözleşmemi yenileyeyim, sonra beni ordan annem Fatıma’nın kabrine götür
ve oraya defnet. Ey annemin oğlu göreceksin ki bir grup sizin beni dedem
Rasulullah’ın yanına defnetmek istediğinizi zannedecek ve sizi bundan nehyetmek
için toplanacaklardır. Benim için bir damla bile kan dökmemeni istiyorum.”
Sonra ailesini ve çocuklarını ve malını Hüseyin’in gözetimine bıraktı, kendi
yokluğunda kimin Mü’minlerin emiri olacağını vasiyet etti. Vefat edince Hüseyin
onu yıkayıp kefenledi ve tabutun üstünde taşıdı,
Mervan ve Beni
Ümeyye Rasulullahın yanına defnedileceğini zannederek toplanıp silahlandılar.
Hasan b. Ali’nin defni esnasında Hz. Aişe kül rengi bir katıra binerek geldi ve
evine hiç kimsenin gömülmesine müsaade etmediğini söyledi Kasım b. Muhammed b.
Ebu Bekir’in Aişe’nin yanına giderek dedi ki: “Halacığım! Biz henüz kızıl deve
olayından kurtulmamışken, şimdi de kül rengi katır olayını mı buna eklemek
istiyorsun!'” Bu söz üzerine Aişe geri döndü.[345]
[346]
İdeolojik
yaklaşımların ürünü olan bir olay hakkındaki farklı rivayetler bazen aklın ve
mantığın sınırlarını zorlayacak raddeye vardırılmıştır. Bunlardan biri
Mesudi’ye nispet edilen İsbatu’l-Vasiye adlı eserde Hasan b. Ali’nin vefatını
müteakip yaşanan olaydır. “Hüseyin, Aişe’nin (Hasan’ın dedesinin yanında
defnedilmesine müsaade etmemesi üzerine) kendisine gitti ve talakını verdi.
Çünkü Rasulullah vefat ettikten sonra eşlerini boşama yetkisini Emiru’l-
Mü’minin’e vermişti. O da öldükten sonra bu yetkiyi Hasan’a; Hasan ise
kendisinden sonra Hüseyin’e devretmişti. Rasulullah şöyle buyurmuştu: Eşlerim
arasında kıyamet günü beni göremeyecek olanlar talakları benden sonraki
vasilerim tarafından verilenlerdin"''6
Söz konusu
rivayet kendi görüşünü haklı çıkarma iddiasının en uç örneklerinden birini
teşkil etmektedir. Bu ve buna benzer rivayetler mezhebi yaklaşımın ürünü
olduğunu kolayca hissettirirken daha mutedil rivayetler, doğru ile yanlış olanı
ayırma noktasında sıkıntı yaşatmaktadır.
Ümeyyeoğullarının
Hasan b. Ali’nin dedesinin yanına defnedilmesini engellemek istemelerinin
sebepleri arasında Haşimoğullarının bu konuda kendilerine öncelenmesinden
rahatsızlık duymaları zikredilebilir. Hasan b. Ali, Hz. Peygamber’in yanına
defnedilirse insanların zihninde oluşabilecek ve Ümeyyeoğullarını rahatsız
edebilecek ihtimallerin önüne geçilmek istenmiş olabilir. Muaviye ile yaşadığı
sorunda Hasan’ın haklı olduğu ve Peygambere olan yakınlığı vurgulanabilir
düşüncesiyle engellenmiş olabilir. Bunun yanısıra defnedilmesi esnasında
yaşanan problemlerde Muaviye’nin etkin olmadığı, Muaviye’ye yaranmak isteyen
kimselerin bunu engellemeye çalıştığına dair rivayetler de göz ardı
edilmemelidir.
Hasan b. Ali
ölüm döşeğindeyken kardeşi Hz. Hüseyin’e Rasulullah’ın yanına gömülmesini çünkü
buna en çok layık olanın kendisi olduğunu ancak bundan men edilmesi durumunda
kendisi için tek bir damla kan bile dökülmesini istemediğini vasiyet etmiştir.[347]
Hasan b. Ali
ölümü yaklaştığında Hüseyin b. Ali’ye şöyle der: “Ey Kardeşim, Rasulullah vefat
ettiğinde babamız bu işe niyetlendi ancak Allah nasip etmedi. Ebubekir vefat
ettiğinde tekrar niyetlendi ancak ona değil Ömer’e nasip oldu. Ömer vefat
ettiğinde işi Şu’ra’ya havale etti. Bu kez hilafetin kendisine geçeceğine dair
her hangi bir şüphesi yoktu. Ancak yine ona değil Osman’a nasip oldu. Osman
öldürüldüğünde ona biat edildi. Sonra toplumda ihtilaf oldu öyle ki iş kılıcını
çekip hilafeti talep etmeye kadar vardı. Babamız bu işten bir hayır görmedi.
Vallahi ben Allah’ın biz Ehl-i Beyt’inde nübüvvet ve hilafeti
birleştirmeyeceğini düşünüyorum. Bunun Kufelilerden aklı kıt bazı kimseler seni
nasıl hafife alacaklar bilmiyorum seni çıkaracaklar...” Hasan b. Ali
tecrübesiyle kardeşini hilafet konusunda uyarmış, Kufelilere güvenmemesi
gerektiğini öğütlemiştir. Konuşmasının devamında “Aişe’den evine
defnedilmek için izin istemiştim bana evet demişti Ancak ben ölünce sen tekrar
sor belki yüzüme karşı hayır demeye utanmıştır. Bir grubun buna karşı
çıkacağını düşünüyorum eğer seni bundan men ederlerse beni Baki’ye defnet.”
demiştir.[348]
Vefat edince
Aişe’ye tekrar sorulmuş o da olumlu cevap vermiştir. Ancak durumdan haberdar
olan Mervan, “İkisi de yalan konuşmuş, onlar Osman’ın defni konusunda sorun
çıkardılar şimdiyse Hasan’ı Aişe’nin evine defnetmek istiyorlar, bu iş asla
olmaz!” demiştir. Bunun üzerine Hüseyin ve beraberindekiler silahlanmıştır;
Mervan da zırhını kuşanmıştır. Durumun kötüye gittiğini gören Ebu Hüreyre
fitnenin ateşini söndürmüştür.[349]
Ümeyyeoğulları
ile Haşimoğulları arasında savaş çıkmasına ramak kala Ebu Hüreyre’nin
müdahalesi üzerine kavgadan vazgeçilerek, Hz. Hasan’ın naaşını Baki mezarlığına defnetmişlerdir.[350]
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
HİLAFETİ
DEVRİNDEN SONRAKİ GELİŞMELER VE HZ.
HASAN’IN SOYU
Hilafeti Muaviye’ye Devrinden Sonraki
Gelişmeler
Halk
Muaviye’ye biat ettikten sonra Hasan b. Ali 12 000 kişilik öncü kuvvetlerin
komutanlığını yapan Kays b. Sa’d’a mektup yazarak Kufe’ye gelip Muaviye’ye biat
etmesini istemiştir. Bu mektup üzerine Kays askerlerinin fikrini almıştır.
Askerlerin büyük çoğunluğu dalalet üzere olsa da Muaviye’ye biat etmeyi tercih
etmesine rağmen Kays Muaviye’ye biatı reddetmiş ve kendisine tabi olanlarla
beraber Muaviye’ye karşı savaşmaya karar vermiştir.[351]
Bunun üzerine Muaviye Kays’a mektup yazarak altı mühürlü bir sahife
göndermiştir. Hasan b. Ali’ye yaptığı teklifi Kays’a da yapmıştır ancak Kays ne
kendisi ne de ailesi için her hangi bir talepte bulunmamıştır. Sadece
taraftarları için eman istemiş ve Muaviye’nin kabulü üzerine kendisine biat
etmiştir.[352]
Hz. Hasan,
kardeşi Hüseyin, diğer kardeşleri ve amcaoğulları ve Abdullah b. Ca’fer’le
birlikte Irak diyarından göçüp peygamber şehri Medine’ye gittiler. Hz. Hasan,
Kufe’den çıkarken insanlar ağlıyordu.[353]
Hz. Hasan,
Kufe’den ayrıldığında adamın biri ona hücum ederek: Ey Müslümanların yüzünü
kara çıkartan adam! diye bağırmış, Hz. Hasan da ona şöyle cevap vermişti: Beni kınama! Rasulullah rüyasında
Ümeyyeoğullarının birbiri ardından minbere çıktıklarını gördü. Bu rüya
Rasulullah’ı üzmüştü, ancak Yüce Allah bunun üzerine ona şu ayetleri indirdi:
Biz sana Kevser’i verdik.[354]
Arkasından indirdiği Kadir suresinde şöyle buyurur: Biz o Ku’ran’ı
Kadir gecesinde indirdik... O gece bin aydan daha hayırlıdır.[355]
Senden sonra Ümeyyeoğulları bu göreve sahip olacaklardır.[356]
Hasan b. Ali’nin adamlarının
kendisine Mü’minlerin yüzkarası! diyerek sataştıkları Hasan b. Ali’nin
bu hakarete cevaben Yüz karası olmak ateşten hayırlıdır dediği
nakledilir.[357]
Hasan, Kufe’ye geldiğinde Ebu Amir
Süfyan b. Leyla isminde bir adam gelip, Selam sana ey mü’minleri alçaltan
kişi! dedi. Hasan, buna karşılık, Böyle deme ey Ebu Amir Ben mü’minleri
alçaltan kişi değilim. Aksine ben onların hükümranlık uğruna öldürülmelerini
istemedim dedi[358]
Hasan b. Ali’nin öncü kuvvetleri içinde yer alan Ubeydullah b. Halife
el-Hemedani, Şam ehli ile savaşmayı şiddetle arzuluyorken Hasan b. Ali’nin
Muaviye b. Ebi Süfyan’la barış haberinin geldiğini söyler, bu haberin hüzünden
bellerini kırdığını bunun üzerine Ebu Amir ile Hasan b. Ali arasında yukarıdaki
konuşmanın gerçekleştiğini söyler.[359]
Hasan b.
Ali’nin Muaviye lehine hilafetten çekildiği ve umumi biatın sağlandığı h. 41
seneye İslam tarihinde Amu’l-Cemaa denmiştir.[360]
Hasan b.
Ali’nin hilafeti Muaviye b. Ebi Süfyan’a bırakması üzerine Haricilerden beş yüz
kişilik bir kuvvet Şehrizur’a gitmişti. Muaviye’ye karşı cihat çağrısıyla yola
çıkarak Ferva b. Neyfel’in komutasında Kufe yakınlarındaki Nuhayle’ye varmışlardı.
O esnada Hasan b. Ali Medine’ye gitmek üzere yola çıkmış bulunuyordu. Muaviye,
Hasan b. Ali’ye mektup gönderip ondan Ferva’ya karşı savaşmasını istemişti.
Muaviye’den gelen mektup ve elçi Hasan’a Kadisiye’de veya ona yakın bir yerde
ulaşmış, ancak Hasan geriye dönmemiş ve Muaviye’ye, Ehl-i kıbleden her hangi
bir kimseyle savaşma konusunda istekli olsaydım ilk önce seninle savaşırdım. Bu
ümmetin barış ve sükûnet içinde yaşamasını ve kanlarının akıtılmamasını arzu
ettiğimden dolayı seni ve seninle savaşmayı terkettim cevabını vermişti.
Bunun üzerine Muaviye Şamlılardan bir grubu bunların üzerine göndermiş, fakat
gidenler yenilerek Şam’a geri dönmüşlerdi. Muaviye, Kufelileri tehdit ederek
Haricilerle savaştırmış ve bu soruna da böylece çözüm bulmuştur.[361]
Muaviye’nin Hilafeti Devralmasından Sonraki
Tutumu
Hasan b.
Ali’nin anlaşma karşılığında Muaviye’den talep ettiği kendisi hayatta iken
babasına küfredilmemesi şartı Muaviye tarafından kabul edildiği halde yerine
getirilmedi. Darabcerd şehrinin haracına gelince, Basralılar arazinin
kendilerinin fey’i olduğu gerekçesiyle asla kimseye vermeyeceklerini
söylediler.
Basralıların
bu araziyi Hasan b. Ali’ye vermemeleri yine Muaviye’nin onlara verdiği
talimatla gerçekleşmişti.[362]
Muaviye’nin
yirmi yıla yakın halifeliği sürecinde Haşimilerle herhangi bir ihtilaf
yaşanmamış ve bu süreç Yezid’in veliaht olarak tayinine kadar devam etmiştir.
Muaviye’nin oğlu Yezid’e biat almaya kalkışmasıyla başta Alioğulları olmak
üzere ashabın ileri gelenlerinin çocukları ile Muaviye arasındaki sürtüşme ve
muhalefet başlamıştır.[363]
Hasan b. Ali
hayatta iken Muaviye’nin Yezid’e biat husunda kendisine bir mektup yazdığı
ancak Hasan b. Ali’nin Muaviye’den acele etmemesini istediği nakledilir.[364] Hasan b. Ali’nin Muaviye’yi
oyalamak amacıyla mı yoksa gerçekten Yezid’in hilafetini olası gördüğü için mi
bu şekilde davrandığı hususunda soru işaretleri bulunmaktadır.
Muaviye,
Yezid’in hilafeti konusunda ciddi muhalefetle karşılaşması neticesinde konuyu
bir süre ertelemiştir. Ancak Hasan b. Ali’nin vefatından sonra konu tekrar
gündeme gelmiştir. Muhalefetin önde gelen isimlerinden olan Abdullah b. Zübeyr,
Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ca’fer ve Hüseyin b. Ali’ye birer mektup yazarak
onları ikna etmeye çalışmıştır. Ancak olumsuz cevap almasına rağmen amacından
vazgeçmemiş, Medine valisine gerekirse zor kullanmasını salık vermiştir.[365] Valinin başarılı olmaması
neticesinde Muaviye Medine’ye gelerek muhalefetin önde gelen isimleriyle bizzat
görüşmüştür. Ancak isteğini gerçekleştirememiştir. Buna karşın Muaviye’nin
Hüseyin b. Ali ve beraberindekilere yumuşak davrandığı nakledilir.[366]
Çalışmamızın
Hz. Hasan’ın özel hayatına ayırmış olduğumuz birinci bölümünde Hasan b. Ali’nin
çocukları hakkında bilgi verilmiştir. Bu bölümde Hasan b. Ali’nin soyundan
siyasi duruşu ile ön plana çıkmış olan şahıslar üzerinde durulacaktır.
Künyesi Hasan
b. Hasan b. Ali b. Ebi Talip b. Abdilmuttalip b. Haşim’dir. Annesi Havle bnt.
Manzur’dur.[367] Babasıyla aynı adı
taşımasından dolayı Hasan el-Müsenna olarak isimlendirilmiştir.[368] Hasan b. Hasan’ın erkek
çocukları, Abdullah, Hasan, İbrahim, Ca’fer, Davud ve Muhammed’dir; kız
çocukları ise Ümmü Gülsüm, Zeynep, Fatıma, Kuseyme ve Müleyke’dir.[369]
Hasan b. Hasan
amcası Hüseyin b. Ali’nin kızı Fatıma ile evlenmiş ve bu evlilikten Abdullah,
İbrahim, Hasan ve Zeynep dünyaya gelmiştir.[370]
Çocuklarından
Hasan, Abdullah ve İbrahim Abbasi yönetimine yönelik isyan hazırlıkları
içerisinde oldukları suçlamasıyla Ebu Ca’fer el-Mansur tarafından Kufe’de
ölünceye kadar hapsedilmişlerdir. Hasan b. Hasan’ın kızı Zeynep, Abbasi
halifesi Velid b. Abdilmelik ile evlenmiş ancak daha sonra ayrılmışlardır.[371] [372]
Hasan b. Hasan
Kerbela 61/680 Vak’ası’ından Hz. Hüseyin’in yanında yer almış ve oğlu Ali
el-Asgar ile birlikte kurtulmuştur. Hasan esir alınarak eşi Fatıma ile birlikte
Kufe’ye götürülmüştür. Fatıma I. Yezid’e müracaat ederek serbest
bırakılmalarını talep etmiş, ellerinden alınan mallar geri verilerek Medine’de
ikamet etmelerine izin verilmiştir. Emevi halifesi Abdülmelik b. Mervan tarafından
Irak halkıyla işbirliği yaparak hilafeti ele geçirmeye çalışmakla suçlanmış, bu
nedenle sürekli baskı altında tutulmuştur. Biat etmek için Dımeşk’e gitmesinden
sonra Abdülmelik, Peygamber’in Hasan’ın elinde bulunan kılıcını tehditle alan
Hicaz valisi Haccac b. Yusuf es-Sakafi’ye bir mektup göndererek 393
onu rahat bırakmasını istemiştir.
Hasan b.
Ali’nin hayatında, Alioğullarının Rasulullah’a olan yakınlığının onların
emirliğe daha layık olmalarının gerekçesi olamayacağına dair bazı anektotlar mevcuttur.
Hasan b. Hasan’a, Rasulullah’ın Ben kimin mevlası isem Ali de onun
mevlasıdır hadisini hatırlatılması ve bu hadisin Alioğullarının emirliğine
delalet ettiğinin ima edilmesi üzerine Hasan b. Hasan hadisten kastedilenin
emirlik ve sultanlık olmadığını dile getirmiştir. Konu ile ilgili diğer bir
anektot ise Hasan b. Hasan’ın Alioğullarının imameti gibi bir durumun söz
konusu olmadığına delil getirirken böyle bir durum söz konusu olsaydı Allah ve
Rasulünün Ali’yi bu iş için seçeceğini ve imametinin Peygamber tarafından
destekleneceğini ifade etmesidir.[373]
Hasan b. Hasan
Alioğullarının ileri gelen şahsiyetlerinden olmasına rağmen Alioğullarının
imamet konusunda öncelenmesi yaklaşımını benimsemeyerek mümkün olduğunca siyasi
meselelerden uzak durmaya çalışmıştır. Alioğullarının imameti gibi bir durumun
söz konusu olmadığının bir Hasani tarafından beyan edilmesi dikkate değerdir.
Hasan b. Hasan bu tavrı ile siyasi ve sosyal birtakım menfaatler elde etmek
isteyen zümrelerin Alioğullarının Peygamber’e olan yakınlığını kullanmalarını
ve hadisleri kendi görüşlerine uygun bir biçimde yorumlamaya çalışanların
çabalarını boşa çıkarmıştır.
Abdullah b.
Hasan b. Hasan b. Ali, künyesi Ebu Muhammed olup ilmi ve faziletiyle temayüz
etmiş bir şahsiyettir.[374] Babası Hasan b. Hasan b. Ali,
annesi Fatıma bnt. Hüseyin b. Ali’dir.[375]
Annesi Fatıma Hz. Hüseyin’in kızı olduğu için kendisine Abdullah el-Mahz yani
saf, arı ve asil adı verilmiştir.[376]
Ehl-i Beyt
arasında âlim, fazıl, bilginlerin ilmine başvurup şahsiyetine saygı gösterdiği,
halkın ve idarecilerin saygı duyduğu bir şahsiyettir. O, Halife Ömer b.
Abdilaziz’e uğramış ve ondan büyük ikram görmüştür, İlk Abbasi halifesi
Abdullah Seffah’a uğramış, ondan da ta’zim görmüştür. Halifeliğinin ilk
günlerinde Ebu Ca’fer el-Mansur da ona saygı göstermiştir. Fakat Abdullah b.
Hasan’ın oğulları, Ebu Ca’fer aleyhine harekete geçince Ebu Ca’fer onu
hapsettirmiş, ölümüne kadar da hapishaneden çıkarmamıştır ki öldüğü zaman O, 75
yaşındaydı.[377]
Abdullah b.
Hasan zamanında Hasanoğullarının sözcüsü konumundaydı. Dönemin âlimlerinin
kendisine ikram ve saygı da bulunduğu gibi başka hiç kimseye bu derecede saygı
ve ikramda bulunmadıkları, Ömer b. Abdillaziz’in yanında özel bir konumunun
olduğu da nakledilir.[378]
Abdullah b.
Hasan, Ehl-i Beyt neslinin en belirgin simalarındandır. O, ilmi ve fazileti
dolayısıyla toplumda büyük bir saygı görmüştür. Hilafet iddiası bulunmamakla
beraber oğullarının isyan hareketini destekler nitelikte tavır takınması ve
oğullarını koruması dönemin halifesi Ebu Ca’fer Mansur’un tepkisini çekmiştir.
Oğullarının isyan hazırlığı içerisinde olduklarından haberdar olan Ebu Ca’fer
Mansur tarafından nerede saklandıklarını itiraf etmesi için baskılara maruz
kalmış, hapsedilmiş ve hapiste vefat etmiştir.
Ebu Ca’fer hacc
ziyareti esnasında Abdullah b. Hasan’dan oğulları Muhammed ve İbrahim’in yerini
sormuş ancak herhangi bir bilgi edinememiştir. Bunun üzerine babaları Abdullah
b. Hasan ile onun kardeşleri Hasan, Davud ve İbrahim’in yakalanmasını
emretmiştir. Abdullah b. Hasan yakınları ile beraber ölünceye kadar
hapsedilmiştir.[379] Abdullah b. Hasan bizzat
Abbasi otoritelerine karşı çıkmamakla birlikte çocuklarının isyan hareketini
desteklemiş ve onları korumuştur.
Tarihi
kaynaklar 127/745 tarihinde Ebva’da Haşimoğullarının bir toplantı düzenlediğini
bildirmektedir. Toplantıda Abdullah b. Hasan, oğlu Muhammed’e biat edilmesini
teklif eder. Ebu Ca’fer Mansur da bu görüşü sıcak karşılar ve topluca Muhammed
b. Abdillah’a biat edilir.[380] Gerçekleşen bu toplantıda
Muhammed b. Abdillah’a biat edenler arasında İbrahim b. Muhammed b. Abdillah b.
Abbas, kardeşi Ebu Ca’fer Mansur, Seffah, Salih b. Ali, Abdullah b. Hasan,
İbrahim b. Abdillah gibi isimler yer almaktadır.[381]
İsfehani,
biattan hemen sonra Hüseyinoğullarının temsilcisi olarak kabul edilen Ca’fer
es-Sâdık’ın toplantı dağılmadan yetişerek, hilafetin Abbasoğullarına nasip
olacağını söylediğini bununla kalmayıp Muhammed ve İbrahim’in öldürüleceğini
iddia ettiğini nakleder. Ayrıca Ca’fer es-Sâdık’ın gelmesini isteyenlere
Abdullah b. Hasan’ın, Ca’fer’in Muhammed’e biat işini bozacağı gerekçesiyle
karşı çıktığını aktarır. Bunun yanı sıra Abdullah b. Hasan’ın beyat çağrısına
Ca’fer es-Sâdık’ın Sen yaşlısın, eğer istersen sana beyat ederim, ama oğluna
beyat etmem şeklinde karşılık verdiği bilgisine de yer verir. Aynı müellif
bu toplantıda Ca’fer es-Sâdık’ın da hazır bulunduğunu ancak Muhammed’in
mehdiliğini kabul etmediğini aktarır. Söz konusu rivayete göre Ca’fer es-Sâdık
kendisi biat etmemekle kalmamış toplantıda bulunanlara da Muhammed’e biat
etmemelerini salık vermiş, Abdullah’ın iki oğlunun başarısız olacaklarını
kendisi hayattayken Mansur tarafından öldürüleceklerini iddia etmiş ve
Ebu’l-Abbas’ın omzuna dokunarak yönetim işinin kendilerine kalacağını
söylemiştir. Bu sözler karşısında Abdullah, Ca’fer’i oğlunu kıskanmakla
suçlamıştır.[382]
Rivayetler
arasındaki tutarsızlıklardan yola çıkarak kesin bir sonuca varmak elbette
mümkün değildir. Eğer böyle bir toplantı gerçekten vuku bulduysa ve Abbasiler
de dâhil olmak üzere Haşimi ileri gelenleri burada Muhammed b. Abdillah’a biat
etmiş ise, hareketin gelişme ve ayaklanma safhasında Alioğullarının neden
sessiz kaldığı hala daha açıklanamamıştır. Hareketin, içlerinden herkes
tarafından kabul edilmiş biri yoluyla meyvesini vereceği beklentisinin, onların
muhalefetlerini kırdığı ve onları hareketin son safhasında seyirci kalmaya
mahkûm ettiği söylenilebilir. Bu açıdan bakılınca Abbasoğullarının Muhammed’e
beyatlarının belli bir taktik adına yapılmış olduğu söylenebilir.[383]
Mansur’un
140/757 yılındaki haccı ile Hasanoğulları arasındaki bağlar kopma noktasına
gelmiştir. Bu haccı esnasında Mansur Haşimoğullarını toplayarak tek tek sorguya
çekmiştir.[384] Bu sorgulamada Haşimoğulları
Muhammed’in kendisine karşı herhangi bir yanlış hareketinin olamayacağını savunmuşlardır.
Ancak Muhammed’in amcaoğlu olan Hasan b. Zeyd, Muhammed’in isyan hazırlığı
içerisinde olduğunu söylemiştir.[385]
Bir sonraki haccı esnasında Halife Mansur Abdullah b. Hasan’ı sıkıştırarak
ondan oğullarını kendisine getirmesini istemiştir. Abdullah’ın oğullarının
yerini bilmediğinde ısrarcı olması nedeniyle Abdullah’a küfretmiştir. Mansur’un
adamlarının Abdullah’ı öldürme teşebbüsü vali Ziyad tarafından engellenmiştir.[386] Bu olayın akabinde Mansur
Abdullah b. Hasan’ın hapsedilmesini emretmiştir.[387]
Mansur,
Muhammed b. Abdillah hakkında bilgi alamayınca, Medine valisi Riyah b. Osman’a
Medine’deki Hasanogullarının hepsini hapsettirmiştir.[388]
Tutuklanan Hasanoğulları daha sonra Kufe’ye taşınarak yeraltında bir
zindana atılmışlardır.[389] Başka bir rivayete göre
Hasanoğulları İbn Hübeyre’nin köşkünde hapsedilmişlerdir.[390]
Tutuklu
bulunan Hasanoğullarının birçoğu, maruz kaldıkları zorluk ve işkenceler
yüzünden hapiste ölmüşlerdir. Diğer bir kısmı ise Muhammed’in isyanını ilan
etmesiyle öldürülmüşlerdir.[391] [392]
Abdullah
b. Hasan’ın adı oğullarının isyanı dışında da muhtelif rivayetlerde yer
almaktadır; Emevi yönetimine karşı ortak hareket eden Alioğulları ile
Abbasoğullarının zaman zaman birbirlerini ortak düşmanlarına ihbar ettikleri
görülmektedir. Abdullah b. Hasan’ın adı bu ihbar olaylarından birinde halife
Mervan’a yazdığı bir mektupla gündeme gelmiştir. Abdullah mektubunda başta
İbrahim b. Ali olmak üzere Abbasoğullarının ileri gelenlerinin Horasan’da
devlet karşıtı bir isyan hazırlığı içerisinde olduklarını halifeye bildirmiştir.
Mervan, Harran’daki sarayında kendisini ziyarete gelen İbrahim b. Ali’ye
mektubu göstermiş, İbrahim Abdullah’ı yalanlamıştır. İbrahim Abdullah’ın
ihbarına karşılık Abdullah’ın oğlu Muhammed’i mehdi ilan ettiğini, Emevilere
karşı hazırlık yaptığını söylemiştir. Ancak bu savunması onu hapse atılmaktan < .413
kurtaramamıştır.
Abdullah b.
Hasan’ın adı Muhammed Bakır’ın kardeşi Zeyd b. Ali’nin isyanında da
geçmektedir. Ancak destek verip vermediği ile alakalı herhangi bir bigi mevcut
değildir.[393] Söz konusu isyanla alakalı
olarak Halife Hişam b. Abdilmelik’in aralarında Abdullah b. Hasan’ın da yer
aldığı Haşimoğullarının
önde
gelenlerinden Zeyd’in isyanını desteklemediklerini halka ilan etmelerini
415
istemiştir.
Abdullah b.
Hasan ile Zeyd b. Ali arasında Ali b. Ebi Talip’ten kalan bir vakıf hususunda
anlaşmazlık bulunduğuna dair bir rivayet mevcuttur; Bu anlaşmazlık sebebiyle
Abdullah b. Hasan ve Zeyd b. Ali Medine valisi Halid b. Abdilmelik b. Haris’in
huzurunda kavga ederler. Medine valisi aralarındaki problemi çözmek için
Alioğullarından bu iki şahsiyete kendisine gelmelerini söyler. Bu davet üzerine
mescidde yapılan toplantıya vali kalabalık bir grupla gelir, Valinin
kendilerini küçük düşürmeyi amaçladığını fark eden Zeyd b. Ali, Abdullah b.
Hasan’a istediğini vereceğini söyleyerek konuyu kapatır. İbn Eb’il- Hadid
valinin Alioğullarını küçük düşürmek için çabaladığını ve aralarındaki
uyuşmazlıktan duyduğu memnuniyeti açığa vurduğunu nakleder.[394]
[395]
Muhammed b. Abdillah en-Nefsü’z-Zekiyye ve
İbrahim b. Abdillah
Muhammed b.
Abdillah b. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi Talip 93/712 yılında Medine’de
doğmuştur.[396] Diğer bir rivayete göreyse
Muhammed b. Abdillah 100/718 yılında doğmuştur.[397]
Muhammed b. Abdillah b. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib ilmi kişiliği, ibadete
düşkünlüğü ile temayüz etmiştir.[398]
Zühdü ve abidliği dolayısıyla kendisine en-Nefsü’z-Zekiyye
denmiştir.[399]
Muhammed b.
Abdillah’ın Peygamber tarafından geleceği müjdelenen mehdi olarak tanındığı ve
bu tanımlamanın babası Abdullah b. Hasan tarafından yapıldığı zikredilmektedir.[400]
Mehdilik
inancını İslam toplumunda ilk olarak ortaya atan Şia olmuştur. Uzun süre
muhalefette kalarak iktidar ümitlerini yitirmeleri, Şiayı bu fikri ortaya
atmaya iten en önemli psikolojik âmil olmuştur. Onlar bu tez ile toplumda Şii
devlet özlemini canlı tutuyor ve bu inançlarını uygun olmayan durumlarda siyasi
isteklerini ertelemelerine gerekçe olarak görüyor; uygun zaman ve zeminde
hilafetin
kendilerine intikal edeceğini savunuyorlardı.[401]
Bu nedenle Hicri II. yüzyılın başlarında Hasanoğulları mehdinin kendilerinden
olduğu propagandasını yapıyorlar, hatta bu şahsın Muhammed b. Abdillah olduğunu
belirtiyorlardı.[402]
Muhammed b.
Abdillah Emevilerin son dönemi ile Abbasilerin ilk dönemlerinde yaşamıştır. Söz
konusu dönemde Şia’nın içinde iki şahıs ön planda idi. Biri, Ca’fer es-Sâdık’tı
ve sessiz kalmayı tercih edip, baskılara karşı sabretmeyi savunuyordu. Onun
siyasi alandan çekilmesi ve kendini ilme vermesi, Muhammed b. Abdillah’ı ön
plana çıkarmıştı. Muhammed b. Abdillah onun metodunu takip etmemiş ve ayaklanma
yolunu tercih etmiştir. Muhammed b. Abdillah, Alioğullarının hakkını hareketsiz
beklemeyip zorla almak isteyenlerdendi.[403]
Muhammed b. Abdillah’ın Emeviler döneminde de Şia’nın liderliği açısından ön
planda olduğu hatta son Emevi halifesi Mervan’ın kendisinden çekindiği
nakledilir.[404]
Hasaoğulları,
Abbasi yönetimine karşı baş kaldırıları evvelinde Abbasoğullarıyla uyum
içerisinde Emevi yönetimi aleyhine faaliyetlerde bulunmuşlardır. Haşimiler,
hicri 1. ve 2. asırda mevcut yönetime tepkileriyle ön planda olmuşlardır.
Özellikle Hasan, Hüseyin, Muhammed b. el-Hanefiyye ve bunların çocukları ve
torunlarının kapsam içerisine alındığı Alioğulları ya kendilerinin bizzat
yönettiği veya taraftarlarının onlar adına yürüttüğü hareketler ile Emevi
yönetimine sıkıntı yaşatmışlardır.[405]
Haşimilerin diğer önemli kolunu ise Hz. Peygamberin amcası Abbas’ın soyundan
gelenler oluşturuyordu. Hicri 1. asırda Abbasoğulları adına yönetim karşıtı
faaliyetlere girişmedikleri halde Alioğullarını desteklemiş ve yanlarında yer
almışlardır. Hüseyin b. Ali(61/680), Zeyd b. Ali(122/740) ve Yahya b.
Zeyd(125/743) isyanlarının başarısızlıkla sonuçlanması ve adı geçen liderlerin
taraftarlarıyla beraber acımasızca katledilmeleri Abbasoğullarının siyasi
faaliyetlerinde son derece dikkatli davranıp uygun ortamı beklemelerine neden
olmuştur.[406]
Abbasoğulları
tarafından ihtilal hareketi iki safha halinde yürütülmüştür. İhtilalin ilk
safhasında er-Rıza min Âl-i Muhammed sloganıyla Abbasi hareketinin
propagandası yapıldı ikinci safhada ise Emevilere karşı silahlı mücadele
başlatıldı.[407] Abbasilerden Muhammed b.
Ali’nin başını çektiği ve Emevi iktidarını sona erdirmeyi amaçlayan propaganda er-Rıza
min Âl-i Muhammed sloganı etrafında şekillenmiştir. Bu slogan Muhammed
ailesinden herkes tarafından kabul edilebilecek bir kişi anlamına gelmekteydi.
Alioğulları ise er- Rıza min Âl-i Muhammed sloganıyla başlatılan
ihtilalin kendilerini de içerdiğini ve iktidarın kendilerine verileceği
kanaatindeydiler. İhtilali Abbasoğulları ve Alioğulları birlikte yürütmüş
oldukları halde ihtilal Abbasoğullarından Muhammed b. Ali’nin liderliğinde
başlamış ve aynı aile içerisinde liderliğin devamı sağlanmıştır. Muhammed b.
Ali liderlik vazifesini oğlu İbrahim’e devretmiş ancak Emeviler tarafından
öldürüleceğinden şüphelenen İbrahim bu görevi kardeşi Ebu’l-Abbas es-Seffah’a
devretmiştir.[408]
Abbasi daveti,
Emevi zulmünden bunalmış halk için, Hz. Peygamber ailesi efradından birinin
adaletli yönetimine duyulan arzuyu harekete geçirici bir eylem üzerinde bina
edilmişti. O dönemde Alioğullarının önde gelenlerinden bir kısmının siyasete
karşı olan isteksiz tavırları, Abbasoğullarına rahat hareket alanı sağlamıştır.
Abbasiler Al-i Beyt adına iktidarı ele geçirmek için harekete geçmiş, Peygamber
ailesine sevgi besleyen kitleleri er-Rıza min Âl-i Muhammed söylemiyle
biata davet etmişlerdir.[409]
İslam
Toplumunun büyük çoğunluğu için Peygamber ailesi, Alioğulları ile eş değer
olduğundan, Abbasiler bu sloganı kullanarak mevcut hareketi bir Alevi hareketi
olarak lanse ediyorlardı. Böylece hem kendilerini saklıyorlar, hem de bir
Abbasinin imametine sıcak bakmayacak kitleleri bayrakları altına topluyorlardı.
Slogandaki Peygamber ailesi içinden çıkan ve kendisine rıza gösterilen imamın
bir Hasani mi, Hüseyni mi, yoksa Abbasi mi olduğunun bilinmemesi, farklı
şahsiyetleri karizma haline getirmiş olan değişik Şii fraksiyonların harekete
hep birlikte sıcak bakmalarını sağlıyordu. Teşkilatın içinde yer alan ve işin
iç yüzünü bilen kişiler için de bu bir aldatmaca değildi. İmamları olan Abbasiler
Peygamber’in
amca çocukları olduklarından onlar da pekâlâ Peygamber ailesinden sayılırlardı.[410]
Abbasoğulları
hareketlerinin ağırlık merkezi olarak Horasan’ı seçmişlerdir. Bunda Kufelilerin
Ali b. Ebi Talib ve oğulları döneminde güvensizliklerini ortaya koymaları
etkili olmuştur. Bunun yerine Emevi idaresinden rahatsız olan ve Alioğullarına
sempati duyan Horasan bölgesi tercih edilmiştir. Alioğulları ve
Abbasoğullarının birlikte yürüttükleri mücadele neticesinde Emevi devleti
yıkılmıştır. Haşimiler böylece Muaviye b. Ebi Süfyan döneminden itibaren
uğrunda mücadele verdikleri hedefe ulaşmış oluyorlardı. Fakat bu hedef, bu
uğurda en önde mücadele veren ve en çok kan akıtan grup olan Alioğulları eliyle
değil, hiç beklenmedik bir şekilde Abbasoğulları eliyle gerçekleşmişti. Bu
gerçek, Hz. Ali sempatizanı kitlelerde büyük hayal kırıklığı yarattı. Ümmetin
liderliğinin kendilerinde olması gerektiğini öne süren Ali evladından önemli
şahsiyetler daha önceden Emevilere karşı sıyırmış oldukları kılıçlarını kınlarına
sokmadılar. Artık yeni hedef, kendilerinden imamet hakkını gaspeten
Abbasoğulları olmuştu.[411] Bu kapsamda Hasanoğullarından
Abbasilere karşı isyan hareketiyle ortaya çıkan ilk şahsiyetin Muhammed b.
Abdillah olduğu görülür.[412]
Muhammed b.
Abdillah’ın Emevilerin son dönemlerinde de hilafet iddiasında bulunduğu Emevi
devletinin yıkıldığı günlerde bir araya gelen Haşimilerin, aralarından Muhammed
b. Abdillah’ı seçerek biat ettikleri belirtilmektedir.[413]
127/745 tarihinde Ebva’da gerçekleşen toplantıda Muhammed b. Abdillah’a biat
edenler arasında İbrahim b. Muhammed b. Abdillah b. Abbas, kardeşi Ebu Ca’fer
Mansur, Seffah, Salih b. Ali, Abdullah b. Hasan, İbrahim b. Abdillah gibi
isimler yer almaktaydı.[414] Toplantıda Abdullah b. Hasan,
oğlu Muhammed’e biat edilmesini teklif eder. Ebu Ca’fer Mansur da bu görüşü
sıcak karşılar ve topluca Muhammed b. Abdillah’a biat edilir.[415]
İsfehani,
biattan hemen sonra Hüseyinoğullarının temsilcisi olarak kabul edilen Ca’fer
es-Sâdık’ın toplantı dağılmadan yetişerek, hilafetin Abbasoğullarına nasip
olacağını söylediğini bununla kalmayıp Muhammed ve İbrahim’in öldürüleceğini
iddia ettiğini nakleder.[416]
Belazuri, sözü
geçen rivayetteki toplantıda Ca’fer es-Sâdık’ın da bulunduğunu ancak
Abbasilerin hilafetini savunduğunu ve o toplantıda Muhammed b. Abdillah’a biat
edilmediğini belirtir. en-Nefsü’z-Zekiye ile Mansur arasındaki mektuplaşmaları
da bu görüşüne delil olarak getirerek Muhammed b. Abdillah’a biat edilmiş
olsaydı Ebu Mansur ile aralarında cereyan eden mektuplaşmalarda Muhammed b.
Abdillah’ın söz konusu biatlaşmayı hatırlatarak hak talep edeceğini savunur.[417] İsfehani, Ca’fer es- Sâdık’ın
gelmesini isteyenlere Abdullah b. Hasan’ın, Ca’fer’in Muhammed’e biat işini
bozacağı gerekçesiyle karşı çıktığını aktarır. Bunun yanı sıra Abdullah b. Hasan’ın
biat çağrısına Ca’fer es-Sâdık’ın Sen yaşlısın, eğer istersen sana biat
ederim, ama oğluna biat etmem şeklinde karşılık verdiği bilgisine de yer
verir. [418]
Zorlu, böyle
bir biatın gerçekleşmediğini çünkü bu aşamada Abbasoğullarının İbrahim b.
Muhammed’e beyat ettiklerini bu nedenle Muhammed b. Abdillah’a beyat
etmelerinin aklen muhal olduğunu, ayrıca isyandan sonraki yazışmalarda beyat
meselesinin gündeme hiç gelmediğini belirtir.[419]
İsfehani, konu
ile alakalı başka bir rivayet aktarır. Söz konusu rivayete göre Mervan b.
Muhammed’in hilafeti döneminde Haşimiler tekrar toplandılar. Onlar istişare
halindeyken bir adam gelerek Horasan’da İbrahim için biat alındığını ve ordunun
kendisi için toplandığını bildirdi. Abdullah b. Hasan’ın durumdan haberdar
olması üzerine İbrahim’in kendisinden utanıp çekindiği bilgisine de yer verir.[420]
Abbasiler,
hilafeti ele geçirmek için mücadele edeceğini bildiklerinden Muhammed b.
Abdillah’ın ayaklanmasını engellemek için ona birçok hediyeler gönderdiler.
Fakat o bu işten vazgeçmedi. Kardeşi ile birlikte hilafete çok istekliydi ve
kendini bu işe layık görüyordu. Şia ona mehdiliği yakıştırıyordu.[421] Muhammed’in babası
Abdullah b. Hasan’ın ilk Abbasi halifesi Seffah’a biat etmesi ve Seffah’ın ona
karşı yumuşak tavrı, bu isyanı bir müddet ertelemiştir denilebilir.[422]
İkinci Abbasi
halifesi Ebu Ca’fer Mansur, arkalarında büyük bir kitle olmasından dolayı Ali
evladının ayaklanabileceğinden endişe ediyordu. Ebu Ca’fer, o yıllarda Ali
oğullarının en tehlikelisi olabilecek olan Muhammed b. Abdillah
en-Nefsü’z-Zekiyye ve kardeşi İbrahim’in isyan edebileceği endişesi ile Şia’ya
baskı yapmaya başladı.[423]
Mansur
hialfetinde önce 136/754 yılında hac emiri olarak Hicaz’a gitmiştir.
Haşimilerin tamamı kendisini karşılamaya gelmesine rağmen Abdullah’ın oğulları
Muhammed ve İbrahim’in karşılamaya gelmemesi Mansur’un gözünden kaçmamıştır.[424] Mansur bu haccı esnasında
vali Ziyad’a Muhammed ve İbrahim’in nerede olduklarını sorarak tepkisini ortaya
koymuştur.[425] Vali Ziyad b. Ubeydullah
el-Harisi onları en kısa zamanda kendisine getireceğini belirterek konuyu
kapatmıştır.[426]
Mansur, halife
olduktan sonra Seffah’a biat etmeyerek siyasal muhalefetlerini ortaya koyan
Abdullah b. Hasan’ın iki oğlu Muhammed ve İbrahim’i yakalamayı ana gaye
edinmiştir. [427]
Mansur,
Muhammed ve İbrahim’in yerini öğrenebilmek amacıyla 139/756 yılı başlarında,
Abdullah b. Hasan’a bir mektup yazarak oğullarını kendisine teslim etmesini
istedi. Abdullah ise bu mektuba cevaben yazdığı mektubunda oğullarının yerini
bilmediğini belirtmiştir.[428] Muhammed ve İbrahim b.
Abdillah Mansur’un kendilerini yakalatacağı korkusuyla şehir şehir
dolaşıyorlardı.[429]
Mansur,
Abdullah b. Hasan ve oğullarının niyetlerini ve planlarını öğrenmek amacıyla
taraftarlarının ağzından kendilerine mektup yazdırmıştır.
Muhammed ve İbrahim’in
yerini öğrenebilmek için ülkenin bütün şehirlerine casuslar göndererek
kendilerini aratmıştır.[430]
Mansur’un
140/757 yılındaki haccı ile Hasanoğulları arasındaki gerginlik had safhaya
ulaşmıştır. Bu haccı esnasında Mansur Haşimoğullarını toplayarak tek tek
sorguya çekmiştir.[431] Haşimoğulları Muhammed’in
kendisine karşı herhangi bir yanlış hareketinin olamayacağını savunmuşlardır.
Ancak Muhammed’in amcaoğlu olan Hasan b. Zeyd, Muhammed’in asıl niyetini
Mansur’a bildirerek Muhammed’in planını açığa vurmuştur.[432]
Bu durum Hasanoğulları arasında ittifak olmadığının göstergesidir. Bir sonraki
haccı esnasında Mansur Abdullah b. Hasan’ı sıkıştırarak ondan oğullarını
kendisine getirmesini istemiştir. Abdullah’ın oğullarının yerini bilmediğinde
ısrarcı olması nedeniyle Abdullah’a küfretmiştir. Mansur’un adamlarının
Abdullah’ı öldürme teşebbüsü vali Ziyad tarafından engellenmiştir.[433] Bu olayın akabinde Mansur
Abdullah b. Hasan’ın hapsedilmesini emretmiştir.[434]
Mansur Ziyad
b. Ubeydillah’a Muhammed ve İbrahim’i yakalamasını emretmiştir. Ancak Ziyad’ın
bu husuta gevşek davrandığı ve Muhammed’i koruduğu haberi kendisine ulaşınca
Ziyad’ı azletmiştir.[435] [436]
Ziyad’ın yerine Muhammed b. Halid b. Abdillah’ı vali tayin etmiştir. Muhammed
b. Halid’in Muhammed ve İbrahim’i yakalamaması üzerine Mansur, kendisini vali
tayin etmesi durumunda onları yakalayacağını garanti eden Riyah b. Osman’ı yeni
vali 457 olarak tayin
etmiştir.
Mansur,
Muhammed b. Abdillah hakkında bilgi alamayınca, Medine valisi Riyah b. Osman’a
Medine’deki Hasanoğullarının hepsini hapsettirdi. Buna karşın Hüseyin soyundan
olanlar serbest kaldı. Mansur, Hasanoğullarından Muhammed ve İbrahim’i
kendisine teslim etmelerini istiyordu.[437]
Tutuklanan Hasanoğulları daha sonra Kufe’ye taşınarak yeraltında bir zindana
atılmışlardır.[438] Taberi ise Hasanoğullarının
İbn Hübeyre’nin köşkünde hapsedildiklerini aktarır.[439]
Tutuklu
bulunan Hasanoğullarının pek çoğu, maruz kaldıkları zorluk ve işkenceler
yüzünden hapiste farklı şekilde ya öldüler ya da öldürüldüler.[440]
Yaşananlar
neticesinde Muhammed b. Abdillah’ın h. 145. senenin Cemaziyelahir ayının yirmi
sekizinci gecesi veya Ramazan ayının on dördüncü günü Medine’de isyan ettigi
ifade edilir.[441]
Muhammed’in
isyan haberini alan Mansur bu duruma son derece sevinerek haberciyi
ödüllendirmiştir.[442]
Muhammed b.
Abdillah, isyan hareketini başlatınca ilk olarak hapisteki tutukluları serbest
bırakmıştır. Medine valisi Riyah b. Osman’ı hapsettirdikten sonra yapmış olduğu
konuşmada Mansur’un Allah’ın emirlerini çiğnediğini, haramları helal, hellaleri
ise haram kıldığını belirtmiştir. Bu konuşmasında Muhacir ve Ensar’ın
çocuklarının hilafet görevine en layık kimseler olduğu vurgusunda bulunmuştur.[443] Muhammed ayrıca Mısırlıların
da kendisine biat etmelerine rağmen Medine’yi tercih ettiğini söylemiştir.
Muhammed’in kendisine biat etmeye çağırdığı Medineliler, Ebu Ca’fer’e olan
biatlerini bozmak istemediklerini belirtirler ve bu nedenle Muhammed ile
beraber isyan etmek için Malik b. Enes’ten fetva isterler. Bunun üzerine imam
Malik onların Mansur’a istemeyerek biat ettiklerini, zorla yemin ettirilenin
yemininin ise yemin olmayacagını söyler.[444]
Horasanlılar’ın
Muhammed’e biat ettiği haberini alan Mansur Muhammed’in Horasan’daki gücünü
kırmak amacıyla Muhammed b. Abdillah b. Amir b. Osman’ı öldürterek kafasını
Horasan’a götürmelerini emretti. Mansur’un adamları Horasan’da kesik başın
Muhammed b. Abdillah’ın başı olduğuna yemin ederek dolaştılar. Böylece
Horasan’daki halk desteği kırılmış oldu.[445]
Muhammed
Medine’yi ele geçirdikten sonra Mekke’yi de alarak Yemen, Mısır ve Şam’a
valiler tayin etti. Ancak valilerin çoğu tayin edildikleri yere gitmeden
öldürüldü.[446]
Muhammed b.
Abdillah ile Ebu Ca’fer Mansur arasında bir dizi mektuplaşmalar yaşanmıştır. Bu
mektuplarda her iki taraf birbirine hakaret ederek hilafetin kendi ailesinin
hakkı olduğunu savunmuştur.[447]
Yapılan
yazışmalar bir netice vermeyince Mansur, kardeşinin oğlu İsa b. Musa b. Ali b.
Abdillah b. Abbas’ı Muhammed’e karşı savaşmak üzere Medine’ye gönderir. Ebu
Ca’fer İsa b. Musa’ya Âl-i Ebi Talib’ten kime rastlarsa ismini kendisine
bildirmesini, ortalarda gözükmeyenin ise mallarına el koymasını tembihler. İsa
da bu talimatlar dogrultusunda Ca’fer es-Sâdık’ın mallarına el koyar. Mansur
Medine’ye geldiginde Ca’fer ona mallarının akibetini sorar. Mansur
en-Nefsu’z-Zekiyye’yi kasdederek: Mehdiniz malınıza el koydu ifadeleri
ile Ca’fer’in mallarını iade etmeyi reddetmiştir. Taraftarlarına dönük yaptığı
bir konuşmasında dileyenin ayrılabilecegini söylemiş ve bu konuda onları
serbest bırakmıştır. Fakat onların kendisini yalnız bırakıp gideceklerini hiç
tahmin etmemiştir. Gerçekten de Medinelilerin pek çoğu onun saflarından
ayrılarak onu güçsüz bırakmışlardır. Onları kararlarından döndürmek uğruna
gösterdiği çabaları fayda vermemiş, onları tekrar saflarına katmada muvaffak
olamamıştır.[448]
İsa b. Musa
Medine yakınlarında iken Muhammed b. Abdillah’a eman teklifinde bulundu ancak
Muhammed bu teklifi reddetti. Yanında kalan az sayıda askerle birlikte İsa b.
Musa ve ordusuna karşı girdiği savaşta öldürüldü ve başı kesilerek İsa b.
Musa’ya getirildi.[449] İbnu’l-Esir Muhammed’in
145/762 senesinin Ramazan ayının on dördüncü günü olan pazartesi öldürüldüğünü
ifade eder.[450]
Muhammed b.
Abdillah Abbasi yönetimine karşı isyan hareketini kardeşi İbrahim ile birlikte
yürütmüştür. İbrahim, öldürülmeden önce, kardeşi Muhammed ile birlikte, beş
sene boyunca Mansur’dan saklanmış, Fars, Kirman, Hicaz ve Yemen bölgelerinde
sürekli yer değiştirmiştir.[451]
Muhammed’in
isyan hareketi için Medine’yi seçmesine karşılık İbrahim Basra’yı seçmiştir.
İbrahim’in Basra’ya ilk gelişi 143/760 senesinin başındadır. İnsanları kardeşi
Muhammed’e uymaya çağırarak Muhammed adına biat almıştır. İbrahim b. Abdillah
b. Hasan, Basra’da 145/762 senesi Ramazan ayının ilk günü ayaklanmıştır. Bu
ayaklanmada ilim ve fukaha ehlinden başta İmam A’zam Ebu Hanife olmak üzere
birçok kişi kendisine destek vermiştir.[452]
İbrahim’in
isyanı üzere şehirlerini teker teker kaybeden Mansur’un şöyle dediği
nakledilir: “Vallahi, ne yapacağımı bilmiyorum. Yanımda Sadece iki bin asker
var; bütün ordumu dağıttım. Rey’de Mehdi’nin yanında 30 000, İfrikiyye’de
Muhammed b. Eş’as’ın emrinde 40 000 kişi var; geride kalanlar da İsa b.
Musa’nın yanındalar. Vallahi bu badireyi atlatırsam bir daha asla yanımda 30
000 kişiyi eksik etmeyeceğim.”[453]
İbrahim’in
ölümü, 145/762 yılı zilkade ayının 25. pazartesi günü gerçekleşir.
Ayaklanmasından öldürülmesine kadar iki ay 25 gün geçtiği ifade edilmektedir.[454] Bu süre zarfında geçici de
olsa başarı elde eden İbrahim daha sonra halife Mansur’un aldığı önlemler ile
başarısızlığa uğratılarak öldürülmüştür. Öldürülmesi ile kardeşi Muhammed adına
yürüttüğü hareket de sona erdirilmiş oldu.
Bu olaylardan
sonra da Abbasi yönetiminin Hasanoğullarından olan farklı şahıslara farklı
muamelelerde bulunduğu görülmektedir. Mansur bir taraftan Medine valisini
azlederek yerine Hasan b. Zeyd b. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib’i vali
olarak atarken diğer taraftan Sind’e kaçan Abdullah b. Muhammed b. Abdillah’ı
yakalayıp öldürmekten çekinen vali Ömer b. Hafs’ı azlederek, yerine Sind’e vali
olarak gönderilen Hişam b. Amr et-Tağlebi’ye Abdullah’ı yakalatarak öldürmesi
talimatında bulunmuştur.[455] Mansur’un bu tavrının nedeni,
Hasanoğullarından yönetimi aleyhinde bulunmayanları yönetim aleyhtarlığı
yapanlardan ayırmasıdır. Nitekim Hasan b. Zeyd ailesini terk ederek Mansur’un
yanında yer almış ve bu tavrı Mansur tarafından valilik ile
mükâfatlandırılmıştır.
Ancak Zeyd b.
Hasan 155/772 senesinde Mansur tarafından valilikten azledilmiş, malına el
konarak Bağdat’ta hapsedilmiştir.[456]
Muhammed ve
İbrahim’in isyanlarının başarısızlıkla neticelenmesinin nedenleri olarak
ihtilalin iyi organize olamaması ve Mansur’un baskıları sonucunda Muhammed’in
kardeşi ile kararlaştırdıkları zamandan önce isyan etmesi gösterilir.[457] İbrahim’in kardeşinden iki ay
sonra 1 Ramazan 145 tarihinde[458] isyanı başlatması Abbasi
yönetiminin işini kolaylaştırmıştır. Muhammed’i köşeye sıkıştırarak isyanların
eş zamanlı olarak başlatılmasını engelleyen Mansur’un Muhammed’in ihtilal
haberini aldığında sevinmesi de bu görüşü haklı çıkaracak niteliktedir. Mansur’un
bu tavrından isyanın hazırlık aşamasının uzun sürmesi ile daha güçlü bir
ihtilalle baş edebilme endişesi taşıdığı sonucuna ulaşılabilir.
Hüseyin b. Ali b. Hasan b. Hasan b. Hasan
(Sahibu’l-Fah) ve Hasan b. Muhammed b. Abdillah
Abbasi
yönetimine isyan eden Hasanilerden biri de Hüseyin b. Ali b. Hasan b. Hasan b.
Hasan’dır. Hüseyin b. Ali’nin Abbasi halifesi Mehdi Billah ile kurmuş olduğu
iyi ilişkiler Mehdi’nin 169/785 senesinde vefat etmesi ve yerine Musa
el-Hadi’nin geçmesiyle bozulmuştur.[459]
Musa el-Hadi’ye
biat alınan 169/785 yılının zilkade ayında Hüseyin b. Ali Medine’de isyan etmiş
ve Mekke civarında Fah denilen vadide öldürülmesi nedeniyle Hüseyin b.
Ali Sahibu’l-Fah olarak isimlendirilmiştir. Hüseyin b. Ali’nin isyan
etmesine Musa el-Hadi’nin Medine valisinin Hasan b. Muhammed b. Abdillah b.
Hasan’ı içki içtiği için cezalandırmasının neden olduğu aktarılır. Musa
el-Hadi, Hz. Ömer’in torunlarından Ömer b. Abdilaziz b. Abdillah’ı Medine’ye
vali tayin etmistir. Ömer b. Abdilaziz göreve başladıktan sonra Ebu’z- Zift
Hasan b. Muhammed b. Abdillah b. Hasan, şair Müslüm b. Cündüb el- Hüzeyli ve
Ömer ailesinin azatlısı Ömer b. Sellam’ı bir içki sofrasında yakalamıştır. Ömer
b. Abdillaziz’in emri ile bunlar hem dövülmüş, hem de boyunlarına ipler bağlanmak
suretiyle Medine sokaklarında dolaştırılmışlardı. Bu olay üzerine Hüseyin b.
Ali, Ömer b. Abdilaziz’in görevli memuruna gelerek, söz konusu gerekçeyle
akrabaları olan bu kişileri dövmesinin yanlış olduğunu, İraklıların bu içki
türünü içmekte bir beis görmediklerini dile getirmiştir. Onların bu suçlarından
dolayı Medine sokaklarında teşhir edilmelerine karşı çıkmıştır. Bu kişiler,
Hüseyin’in itirazlarından sonra teşhirden kurtulsalar da hapse atılmaktan
kurtulamamışlardır.[460] [461]
İsfehani
ise en-Nefsüz- Zekiyye’nin oğlu Ebu’z-Zift Hasan’ın şarap içmesi ve farklı bir
had cezasına çarptırılmasıyla ilgili rivayetin uydurma olduğunu ileri .. .. . .. 482
sürmüştür.
Hüseyin b. Ali
ile Yahya b. Abdillah b. Hasan, Ebu’z-Zift Hasan b. Muhammed’e kefil olmuş ve
onun hapisten çıkmasını sağlamışlardı. Görevli memur ise Ebu Talib ailesini
birbirlerine kefil kılmıştı. Bu yüzden Ebu Talib ailesi mensupları devamlı
gözetim altında bulunduruluyorlardı. Üç gün gözden kaybolan Hasan b.
Muhammed’in durumunu sormak için görevli memur, Hüseyin b. Ali ile Yahya b.
Abdillah’ı yanına çağırmış ve onlara ağır sözler sarf etmiştir. Bu olay onların
isyanının baslangıç ve hareket noktasını oluşturmuştur. Hüseyin b. Ali’nin
isyanı tepkisel bir isyan olduğu için hazırlık aşaması geçirmemiştir. Ani bir
gece baskını ile görevli memur ve Ömer b. Abdilaziz’in evlerine saldırmalarına
karşın onları evlerinde bulamayınca; Yahya, Hüseyin ve arkadaşları sabaha dogru
mescidi işgal etmişlerdir. Hüseyin sabah namazını kıldırdıktan sonra halkı
Allah’ın kitabına, Peygamber’in sünnetine davet etmiş. Onlar da bu çağrıya
kayıtsız kalmamış ve el-Murtaza min Âl-i Muhammed olarak Hüseyin’e biat
etmişlerdir.[462]
İsfehani’ye
göre iki kişi dışında Alioğullarının tamamı Hüseyin b. Ali’ye biat etmiştir. Bu
iki şahıstan biri Musa Kazım’dı. Rivayete göre Kazım, bir gece Hüseyin b.
Ali’ye gelmiş ve rükuya benzer bir selamlama ile kendisini selamlamıştır.
Kazım, Hüseyin b. Ali’den başlatılan isyan hareketine katılmama hususunda
affını istemiştir. Uzun süre sessiz kalan Hüseyin b. Ali, Kazım’a istediği izni
vermiştir. İsfehani bu rivayetin yanı sıra Musa Kazım’ ın isyan hareketini
desteklediğine dair başka bir rivayet de nakleder. Rivayete göre isyanın
liderleri isyan öncesinde Ehl-i Beyt’in ileri gelenleriyle isyanın başlatılması
hususunda istişare etmişlerdir. Musa Kazım da istişare edilen şahsiyetler
arasında olup isyanın başlatılması hususunda olumlu görüş beyan etmiştir.[463]
İsfehani’nin
naklettiği iki rivayet birbiriyle çelişmektedir. Musa Kazım’ın isyan hareketini
destekleyici görüş beyan etmiş olmasına rağmen isyan başladığında isyanı
sahiplenmemesi zayıf bir ihtimal olarak görünmektedir. Ayrıca bu hususta Musa
Kazım’a geçmişteki desteği hatırlatılarak eleştirildiğine dair herhangi bir
bilgi mevcut değildir.
Hüseyin b. Ali
ve adamları birkaç çarpışmadan sonra Medine’de yönetime el koydular, Mescidi
ele geçirerek Beytu’l-Mal’ı yağmaladılar. Ertesi gün Hüseyin’in adamları,
toplanan Abbasoğulları taraftarları ile savaşmış ve iki gün devam eden
çarpışmalar sonucunda Hüseyin b. Ali taraftarları, Abbasi taraftarlarını
bozguna uğratmıştır. Medine’de onbir gün kalarak iyice hazırlık yapan Hüseyin
ve taraftarları 24 zilkade 169/29 Mayıs 786 tarihinde Medine’den ayrıldılar.
Onların ayrılmasından sonra Mescide gelen Medineliler, onların yedikleri
etlerin kemikleri ve diger artıklarıyla karşılaşınca onlara beddua etmeye
başladılar. Hüseyin b. Ali Mekke’ye gitmek için Medine’den ayrılırken
Medinelilerle restleşti. Hüseyin, Medine’de bulamadığı desteği Mekke’de aramaya
koyuldu. Mekke’ye gelince, kendilerine sığınan her kölenin hürriyetine
kavuşacağını duyurdu. Bu nedenle kölelerin birçoğunun ona katılarak
hürriyetlerini elde ettiği ifade edilir. el-Hadi, Hüseyin’in isyanını haber
alınca ona karşı koymak üzere Muhammed b. Süleyman’ı görevlendirdi. İki taraf
Tevriye günü (arefeden bir gün önce) savaşa tutuştular. Bu çarpışmalarda
Hüseyin’in taraftarları bozguna uğratılırken, Hüseyin de öldürüldü. Umumi eman
verilmesi üzerine Ebu’z-Zift Hasan b. Muhammed b. Abdillah teslim olmasına
rağmen, Musa b. İsa ve Abdullah b. Abbas b. Muhammed tarafından öldürülmüştür.[464]
Yevmü Fah
Şiiler tarafından Kerbela olayından sonra en dehşet verici ve elim hadise
olarak kabul edilir ve o gün yas tutulur.[465]
Ayrıca Şiiler Hz. Peygamber’in bir gün Fah mevkiinden geçerken ileride Ehl-i
Beyt’ten orada ölecekler için cenaze namazı kıldırdığını ve Cebrail’in onların
ecrinin iki şehit ecri kadar olacağını bildirdiğini ileri sürerler.[466]
Hüseyin b. Ali
isyanı hazırlık aşaması bulunmayan tepkisel nitelikli bir isyandır. İsyanın
çıkış noktası Hasan b. Muhammed b. Abdillah’ın ve arkadaşlarının içki içerken
yakalanıp sokaklarda teşhir edilmeleri olmasına rağmen hareket dini bir
hüviyete büründürülmek istenmiştir.
Hasanoğullarından Diğer Bazı Şahsiyetler
Fah
Vaka’sından sonra Yahya b. Abdillah, Harun Reşid döneminde 176/792 yılında,
Fadl b. Yahya el-Bermeki’nin yol göstericiliği ile Deylem’de ayaklanır. Harun,
Fadl b. Yahya’yı elli bin kişilik bir kuvvetle Yahya’nın üzerine gönderir. Fadl
b. Yahya ile Yahya b. Abdillah arasında cereyan eden mektuplaşmalar sonunda
Yahya b. Abdillah teslim olmaya razı olur. [467]
Hasan b.
Ali’nin soyundan Hasan b. Hasan kanalıyla sahip olduğu torunları siyasi
meselelerde ön plana çıkmakla beraber Hasanoğullarından diğer bazı şahıslarla
ilgili de çeşitli rivayetler mevcuttur. Bu şahıslardan biri Zeyd b. Hasan b.
Ali b. Ebi Taliptir. Zeyd b. Hasan’ın adı, Ebu Haşim b. Muhamed b. el-
Hanefiyye ile miras konusunda çekişmelerinde geçmektedir. Ali b. Ebi Talip’ten
miras kalan mallar Zeyd b. Hasan’a verilince Ebu Haşim miras hususunda nesep
bakımından eşit olduklarını Medine kadısına bildirerek hakkını talep eder.
Medine kadısı meseleyi Ebu Haşim’in lehine sonuçlandırır. Bu olay üzerine Zeyd
b. Hasan Ebu Haşim’i Muhtar’ın arkadaşlarının taraftarı olup kendilerinden zekât
aldığını dönemin halifesi Velid b. Abdilmelik b. Mervan’a şikâyet eder.[468] Zeyd b. Hasan, Ebu Haşim’in
damadı[469] olması ve nesebi yakınlığa
rağmen bu ve benzeri olayların yaşanması Alioğullarının birlikteliğini
zorlaştırmış ve siyasi meselerde farklı tutum geliştirmelerine neden olmuş
olmalıdır.
Alioğulları
arasındaki ihtilafın örneklerinden biri de Zeyd b. Ali ile Ca’fer b. Hasan
arasında velayet tartışması akabinde meydana gelen kavgadır.[470] Bu durum aradaki ihtilafın
sadece maddi nitelikte olmadığını, hilafet ve imamet meselesinde de birtakım
ihtilafların bulunduğunu göstermektedir.
Ehl-i Sünnet ve Şia Literatüründe Hz. Hasan
dönemiyle İlgili Farklı İşlenmiş Olaylar ve Nedenleri
Ehl-i Sünnet
ve Şia literatüründe Hz. Hasan ile Muaviye arasında yapılan barış antlaşmasının
kısmen gerekçeleri, büyük oranda ise şartları farklı işlenmiştir. Hz. Hasan’ı
Muaviye ile barışa götüren gerekçeler-her iki literatürde özellikle ilk dönem
kaynaklarda güç kaybı, Hz. Hasan’ın beraberindekilere güvenmemesi, Muaviye’nin
ordusunun gücü ve tecrübesi karşısında Hz. Hasan’ın ordusunun zayıf kalması
olarak işlenmesine rağmen tarihi süreç içerisinde bir takım değişikliklere
uğramıştır. Özellikle Hz. Hasan’dan sonraki dönemde Alioğullarının mevcut
yönetimle yaşadığı problemler neticesinde meydana gelen kanlı olaylar Şii
temayülün oluşmasına neden olmuştur. Bu durum Hz. Hasan’ın Muaviye ile
akdettiği barış antlaşması nedeniyle eleştirilmesine bunun yanısıra ılımlı
çizgi tarafından Peygamber torunu olması; Alioğullarına imameti hasreden çizgi
tarafından ise on iki imamın ikincisi olması nedenleriyle savunulmasına neden
olmuştur.
Hz. Hasan’ı
Muaviye ile antlaşmaya götüren süreç içerisinde en ciddi rivayet farklılığı
antlaşma maddeleri etrafında şekillenmiştir. Antlaşma maddeleri içerisindeyse üzerinde
en çok tartışılan konulardan biri maddi nitelikteki şartlar olmuştur. Hz.
Hasan’ın hilafeti Muaviye’ye devretmesini hazmedemeyen güruh Hz. Hasan’ın
başından beri Muaviye ile savaşmayı düşünmediğini, maddi menfaat karşılığı bu
işe tevessül ettiğini savunmuştur. Hz. Hasan’ın kimliği ve karakterini esas
alan diğer grup ise söz konusu izahı Peygamber torununa yakıştıramamıştır. Bu
nedenle böyle bir talepte bulunmadığını veya söz konusu tabebiyle tebasının
menfaatini amaçladığını savunmuştur.
Antlaşma maddeleri
arasında ihtilaflı olan bir diğer mesele ise Muaviye’den sonra hilafetin
akıbeti meselesidir. Özellikle Şii temayüllü tarihçilerin eserlerinde hilafetin
Muaviye’de sonra Hasan b. Ali’ye geçmesi şartı yer almıştır. Hatta o esnada
gündemde olduğuna dair herhangi bir ipucuna ulaşamadığımız veliahtlık
meselesinin antlaşma esnasında gündeme geldiği, Hz. Hasan’ın Muaviye’den
kendisinden sonra veliaht tayin etmemesini istediği Muaviye’nin de bunu kabul
ettiği bilgisi de antlaşma şartı olarak nakledilmiştir. Muaviye’den sonra
hilafet işinin Şu’ra’ya bırakılması şartının yanısıra Muaviye’den sonra
hilafetin akıbeti meselesinin gündeme hiç gelmediği de rivayetler arasındadır.
Aynı mesele ile ilgili birden çok rivayetin bulunması ve bu rivayetlerin bir
araya gelemeyecek nitelikte olması bu rivayetlerin siyasi ve mezhebi duruşların
eserleri olduğuna işaret etmektedir.
Hz. Hasan’ın Hilafeti Devretmesiyle İlgili
Hadisin Değerlendirilmesi
Hz. Hasan’ın
Muaviye’ye hilafeti devrine “Benim bu oğlum seyyittir, umulur ki Allah onunla
Müslümanlardan iki topluluğun arasını bulur”[471]
hadisi gerekçe gösterilerek Hz. Hasan’ın doğru bir davranışta bulunduğu
savunulmuştur. Bu hadis cevaplandırılması gereken problemler doğurmuştur.
Mezkûr halifenin Hz. Peygamber’in kendisinin barış yapacağını söylemesi
dolayısıyla mı barış yaptığı yoksa halife Muaviye ile barış yapacağı için mi
Peygamberin bunu önceden bildirdiği ayrımının yapılması doğru sonuçlara
ulaşılmasını sağlayacaktır. Pek çok ilk dönem kaynaklarında Hz. Hasan’ın Hz.
Peygamberin geleceğe dair bildirdiği bu hadis dolayısıyla barış yaptığı
işlenmiştir. Ancak bu yaklaşım Hz. Hasan’ın neden ordu hazırlayıp yola çıktığı
sorusunun yarattığı boşluğu dolduramamıştır. Zira Hz. Hasan, Hz. Peygamber öyle
dediği için barış yapmış olsaydı hazırlık yapıp yola çıkmazdı. Bunun yanı sıra
gerek Hz. Hasan’ın Muaviye ile yürüttüğü mücadele esnasında, gerek hilafeti
devrettiğinde, Kufelilere yaptığı konuşmada gerekse hilafeti devrinden sonra
kendisine neden barış yaptığı sorulduğunda söz konusu hadisin barışa gerekçe
olarak gündeme geldiğine rastlamadık. Bu durum Hz. Hasan’ın söz konusu hadis
dolayısıyla Muaviye ile barış yapmadığı veya söz konusu hadisten haberdar
olmadığı ihtimallerini güçlendirmektedir. Bu bilgiler ışığında Hz. Hasan’ın söz
konusu hadis sebebiyle barış yapmadığı ancak barış yaparak söz konusu hadise
uygun davrandığı daha akılcıl bir yorum olacaktır.
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in Emeviler
Karşısındaki Tutumları
Hasan b. Ali
gerek babasının yaşadıklarından edindiği tecrübeler, gerekse kendi
yaşantısından edindiği tecrübeler neticesinde hilafetten Müslümanların
salahiyyeti için vazgeçmiştir. Kaybedeceğini bildiği mücedeleye girişmenin
İslam toplumunda kanlı çatışmalar yaratmaktan başka bir işe yaramayacağının
ayrımına varmıştır. Muaviye ile savaşmak için yapmış olduğu hazırlıklar ve
konuşmalarından hilafete Muaviye’den daha ehil olduğunu düşündüğü ancak
ordusuna güvenmemesi dolayısıyla barış yapmanın daha doğru olacağına karar
verdiği görülmektedir. Osman b. Affan’ın isyancılar tarafından kuşatılması
esnasında ve Cemel vakasında babasına bulunduğu tavsiyeler, ölüm döşeğindeyken
kardeşine vermiş olduğu öğütler Hasan b. Ali’nin olayları muhakeme gücünün ve
ileri görüşlülüğünün göstergesidir.
Hasan b. Ali
içerisinde bulunduğu koşulları değerlendirerek barış yapmanın yerinde bir
davranış olacağı kanaatine ulaşmış ve hilafeti Muaviye’ye devrinden sonra
Medine’ye giderek sessiz bir hayat sürdürmeyi tercih etmiştir. Bu tutumunda
Kufelilerin siyasi geçmişleri ve kendisine yaşattığı tecrübeler en önemli
etkenler olmuştur.
Hüseyin b. Ali
ise radikal tavrı ile kardeşinden farklı bir tutum geliştirmiştir. Ağabeyinin
ve çevresindekilerin kendisine tavsiyelerini dikkate almamış Kufelilere
güvenerek mevcut yönetime karşı isyan hareketine girişmiştir. Bu durum İslam
tarihinde son derece üzüntü verici hadiselerin yaşanmasına ve söz konusu
hadiselerin zamanla Müslümanlar arasında fırkalaşmalara ve mezhepleşmelere
dönüşmesine yol açmıştır.
Hasan b. Ali
ile Hüseyin b. Ali’nin Emeviler karşısındaki tutumlarının farklılığı kişisel
özelliklerinin yanı sıra muhatap oldukları şahıslarla da ilgilidir. Hasan b.
Ali’nin karşısında Muaviye b. Ebi Süfyan yer alıyorken Hüseyin b. Ali’nin
karşısında Yezid b. Muaviye yer alıyordu. Muaviye b. Ebi Süfyan’ın
Alioğullarına gösterdiği toleransı Yezid b. Muaviye göstermemiştir. Yezid’in
Medine valisi Velid b. Utbe’den Hüseyin b. Ali’nin ve Abdullah b. Zübeyr’in
kendisine biatının sağlanmasını istemesi, biat etmemeleri durumunda
öldürmelerini emretmesi[472] babasına nazaran sert
müdahalelerde bulunacağının işaretlerini vermiştir. Nitekim öyle de olmuş
düşmanlık son raddeye vardırılmış, bunun neticesinde meş’um Kerbela hadisesi[473] cereyan etmiştir.
Hüseyin b. Ali
ve Hasan b. Ali’nin Emeviler karşısındaki tutumlarının farklılığı Şianin imamet
nazariyesinin teşekkülü üzerinde etkili olmuştur. Hz. Hüseyin’in vefat ediş
biçimi, radikal tavrı ve lider karizması da imametin onun soyu etrafında
şekillenmesindeki etkenler arasında sayılabilir.
Ehl-i Sünnet’in Muaviye’yi
Eleştirmemesinin Nedenleri
Müslümanlar
arasındaki iç harplerin en büyük sorumlusu sayılan Muaviye, bu kargaşanın
içinden diplomatik ve askeri dehası ile galip çıkarak, ümmetin halifesi
olmuştur. Onun yönetimi bu şekilde ele geçiriş biçimini Mürcii alimler tartışma
konusu yapmamışlardır.[474] Zira ilk Mürcii düşünce Şia
ve Havaric’in bölücü eğilimlerine karşı, muhtemelen “İslam birliğini” korumak
endişesinden doğmuştur.[475] İslam birliğini koruma
endişesiyle gündeme getirilen olayların ezelde takdir edilmiş olduğu tezi,
yenilenler için mazeret, galipler içinse meşruiyyet sağlamış ve her iki
taraftan da destek görmüştür.[476] Açıktır ki İslam birliğini
koruma endişesi amacıyla Muaviye ve Hz. Ali arasında olanlar eleştirilmemiş ve
bu tutum daha ciddi sorunların oluşumuna zemin hazırlamıştır.
Müslüman âlimlerin
çoğunluğu, sahabe döneminde cereyan eden korkunç olayların sorumlularını
kurtarmak için[477] bu savaşlarda her ne kadar
Hz. Ali haklıysa da, karşısında bulunanlar “içtihat hatası” yaptıkları için
onlar da sevap kazanmışlardır,[478] demişlerdir. Akbulut, konuyla
ilgili olarak müslümanın müslümanı öldürmesinin Allah’ın koyduğu kesin bir
haram olduğunu, bu konuda şüphe olmadığı için içtihadın söz konusu olmadığını,
içtihat konusu olmayan bir hususta içtihat hatası da olmayacağını savunmuştur.[479]
Muaviye b. Ebi
Süfyan’ın Ehl-i Sünnet tarafından en çok tenkit edilen yönü hilafeti saltanata
çevirerek oğlu Yezid’i veliaht tayin etmesi meselesi olmuştur. Bununla
yetinmeyip sağlığında oğlu adına beyat almaya başlamıştır. Yezid döneminde
bütün Müslümanları üzen Kerbela olayı yaşanmış ve yaşananlara binaen Ehl-i
Sünnet daha çok Yezid ile ilgili kararı dolayısıyla Muaviye’yi eleştirmiştir.
Hâlbuki göz ardı edilen önemli bir mesele daha vardır ki o da Muaviye’nin
hilafeti elde ediş biçimidir. Hilafeti son derece gayrımeşru yöntemler
deneyerek elde etmiştir. Hilafeti elde etme mücadelesini safha safha
yürütmüş
Osman b. Affan’ın kanını talep ile iktidar mücadelesinin sesli safhasını
başlatmış ve iktidarı elde etmek için her yolu denemiştir.[480]
Hasan b. Ali,
Ali b. Ebi Talip ve Hz. Peygamber’in kızı Hz. Fatıma’nın oğludur. Hz.
Peygamber’e olan bu yakınlığı babasının vefatından sonra Ali b. Ebi Talip’in
büyük oğlu olması hasebiyle halk nezdinde onun hilafet makamı için en uygun
şahsiyet olduğu düşüncesini doğurmuştur.
Hasan b. Ali
toplumun kendisine biçtiği rolü kabul etmekle birlikte bu göreve pek de hevesli
olmamıştır. Onun hilafeti dönemindeki tavrı dikkatli bir biçimde okunduğunda
Alioğullarının müslümanlar tarafından halife olarak seçilip yalnız
bırakılmalarından rahatsızlık duyduğu anlaşılmaktadır. Nitekim ölüm
döşeğindeyken Hz. Hüseyin’i bu konuda uyarması bu görüşü destekler.
Hasan b.
Ali’nin babasının hilafetine yaklaşımı kendisinin Alioğullarının siyasi
meselelerde ön plana çıkmalarından hoşnut olmadığını göstermektedir. Babasının
hilafetine yaklaşımındaki temel sebep ise babasının Osman b. Affan’dan
devraldığı karmaşık siyasi ortamdır. Bilindiği gibi Müslümanlar arasındaki ilk
ihtilaflar Osman b. Affan dönemine dayanır, bu dönemde Emeviler kadrolaşmış ve
Ali b. Ebi Talib’in yönetimi karşısında potansiyel bir tehlike oluşturmuştur.
Hasan b. Ali, önceden fark edebildiği bu tehlike hususunda babasını uyarmak
istemiştir, babasına tüm vilayetlerin beyatını beklemesini böylece elini
güçlendirmesini, Cemel ashabı Medine’den ayrıldığı zaman acele davranmayıp
Osman b. Affan’ın katli meselesinin bir çözüme bağlanması için beklemesini
tavsiye etmiştir. Nitekim uyarılarında haklı çıkmıştır. Biatları kabul etme
noktasında Ali b. Ebi Talib sorunların müsebbibi olarak görülerek sorumluluk
kendisine yüklenmiş ve yeni halifeye biat etmemek için bahane arayan Muaviye b.
Ebi Süfyan kaos ortamından yararlanarak Osman b. Affanla olan kan bağını
kullanarak Ali b. Ebi Talib’e Osman b. Affan’ın katillerinin bulunarak
cezalandırılması için baskı yapıp halkı kışkırtarak rakibinin gücünü azaltmaya
çalışmıştır. Zaten gergin olan siyasi ortam yeni halifenin kabul görmemesi ve
halktan aldığı desteğin kırılması için daha da gerdirilmiş ve bu durum
Müslümanlar arasında ilk kanlı çatışmaların yaşanmasına zemin hazırlamıştır.
Dönemin olaylarına yüzeysel
olarak bakıldığında Hasan b. Ali, mücadele etmekten çekinen pasif bir görüntü
arzetse de babasının hilafeti döneminde yaşanan problemlere yaklaşım biçimi
irdelendiğinde mücadeleden çekinen pasif kişiliğin yerini aslında var olan
politik ve kültürel yapıyı gayet iyi okuyan ileri görüşlü bir kişilik
almaktadır. O, babası döneminde özellikle Kufe halkının iradesiz
duruşunu gözlemlemiş olduğundan benzer olayların yaşanabileceğini anladığından
Müslümanlar arasında iç çatışmaların yaşanmasına mahal vermemek ve zaten
kaybedeceği bir mücadeleye girişmemek için geri çekilmeyi tercih etmiştir.
Ancak kaynaklar göz önünde bulundurulduğunda genel itibariyle Hasan b. Ali’nin
ileri görüşlülüğünden ziyade Peygamber torunu olması dolayısıyla
dillendirilmemiş olsa da silik bir kişiliğe sahip olduğu intibası
görülebilmektedir. Bu durumun aksine Hüseyin b. Ali her zaman ön planda olmuş,
kardeşini gölgede bırakmıştır. İki kardeş karşılaştırıldığında kişisel
niteliklerinden vefat ediş biçimlerine kadar bir dizi sebebin söz konusu
gündemi oluşturduğunu söyleyebiliriz. Hasan b. Ali’nin sakin tabiatının
karşısında Hüseyin b. Ali’nin heyecanlı ve radikal tabiatı durmaktadır. Kendi
karısı tarafından zehirletilerek sona eren bir hayatın karşısında çok daha
dramatik ama bir o kadar da sahibini kahramanlaştıran bir vefat ediş şekli
bulunmaktadır. Kitleleri peşinden sürükleyecek lider karizması portresine
Hüseyin b. Ali’nin kişiliği daha uygun görünmektedir. Hasan b. Ali’nin çok
sayıda evlilik yapmış olması, kesin olmamakla beraber karısı tarafından
zehirletildiğine dair rivayetlerin çeşitliliği konu üzerinde derinleşmemiş her
insanın zihninde olumsuz bir fikir oluşturabilecek temel nedenlerdendir.
Genel bir
değerlendirme yapılacak olursa Hasan b. Ali’nin, Müslümanların huzuru için daha
iyi bir çözümün bulunmadığı şartlar altında, tehlikenin en az zararla
giderilebilmesi için kendi şahsi çıkarlarını feda ettiği sonucu çıkarılabilir.
Ayrıca çok sayıda evlilik yaptığı doğru olmakla beraber bu konuda mübalağalı
bir durumun söz konusu olduğu göz ardı edilmemelidir.
İslam
Mezhepleri Tarihi açısından kırılma noktalarından biri diyebileceğimiz Hasan b.
Ali, umumun çıkarlarını kendi çıkarlarına tercih etmiş, nerde durması
gerektiğini bilmiş, ölürken kendisi için tek bir damla kan dökülmemesini
vasiyet etmiş, Müslümanlar arasında barış, huzur ve kardeşlik mefhumlarının
zarar görmemesi için elinden geleni yapmış değerli bir şahsiyet olarak
okunmalıdır.
Hz. Hasan ve
Hz. Hüseyin’in vefatlarını müteakip hilafet iddiaları çocukları ve torunları
üzerinden devam ettirilmiştir. Hz. Hüseyin’in şehadetini müteakip birkaç Şii
nitelikli isyandan sonra Emeviler’in baskısıyla Alioğulları pasifize
edilmiştir. Uzun süren sessizlik döneminin ardından Emeviler’in son döneminde
Alioğullarının hilafet talepleri tekrar gündeme gelmiştir. Er-Rıza min Âl-i
Muhammed söylemiyle Abbasoğullarının Alioğullarıyla beraber yürüttükleri
mücadele akabinde yönetimin Abbasoğullarına geçmesi Alioğullarından özellikle
Hasanoğullarını rahatsız etmiştir. Bu rahatsızlığın temelinde Abdullah b.
Hasan’ın oğlu Muhammed’in hilafet iddiası yer almaktadır.
Emevilerin son
döneminde Abdullah’ın oğlu Muhammed’i mehdi olarak tanıttığı ve oğlu adına biat
aldığına dair muhtelif rivayetlerin mevcudiyetinin yanı sıra Ebva’da bir
toplantı düzenlenip Ehl-i Beyt’in ileri gelenlerinin bu toplantıya katıldığı
haberleri de Muhammed b. Abdillah’ın uzun süreden beri hilafet iddiasında
olduğunu veya çevresindekilerin kendisine böyle bir görev yüklediğini
göstermektedir.
Yönetimi ele
geçiren Abbasoğulları, Muhammed b. Abdillah’ın geçmişteki iddialarının en yakın
tanığı olduklarından Muhammed’in bu durumda sessiz kalmayacağı bilinciyle
baskılara başlamışlardır. Muhammed ve kardeşinin tavrı da baskıların
nedenlerinden biri olmuştur.
İlk Abbasi
halifesi Seffah durumdan haberdar olmakla beraber Muhammed b. Abdillah ve
kardeşinin faaliyetlerini görmezden gelmiştir. Ancak Mansur ilk halifenin
gösterdiği toleransı göstermemiş Muhammed b. Abdillah’ın daha fazla güçlenmeden
isyan etmesi için baskıları arttırmıştır. Baskılar karşısında Muhammed b.
Abdillah kardeşi İbrahim b. Abdillah ile kararlaştırdıkları zamandan önce isyan
etmek zoruna kalmıştır. Bu durum Mansur’un işini kolaylaştırmıştır. Muhammed ve
kardeşinin isyanının başarısızlıkla sonuçlanmasının en büyük nedeni kardeşlerin
eş zamanlı isyan edememiş olmalarıdır. Abbasi yönetimini sona erdirebilme
potansiyeline sahip tek Hasani hareket denilebilecek Muhammed ve kardeşinin
isyanı başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Hasanoğullarının
isyanları içerisinde planlı ve hazırlıklı yapılan tek isyan Muhammed ve kardeşi
İbrahim’in isyanıdır. Diğer isyanlar daha çok tepkisel ve kişisel nitelikli
olmuş ve mevcut yönetim tarafından güçlenmesine fırsat verilmeyerek sona
erdirilmiştir.
Hasanoğullarının
Abbasi yönetimine karşı isyanlarının kökeninde Ehl-i Beyt içerisinde
Peygamber’e en yakın zümre olmalarından dolayı hilafeti kendi hakları olarak
görmeleri yer alır. Bu nedenle mevcut yönetimleri bu hakkı ellerinden zorla
alan gasıplar olarak telakki etmişler ve kendileriyle savaşıp gaspedilen
haklarını geri almayı caiz görmüşlerdir. Ancak her başkaldırı kanlı bir biçimde
sonuçlanmış ve başkaldırıların uğradığı akıbet Müslümanlar arasındaki
ayrılıkları derinleştirerek Şii düşünceyi toplumda yükselen değer kılarak
teşekkülüne hizmet etmiştir.
Ahmed b.
Hanbel (241/855), Cüz’ Fihi Müsnedi Ehli’l-Beyt, thk. Abdullah el- Leysi
el-Ensari, Lübnan 1988.
el- Müsned, Mısır 1984.
Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye ve fihi Ahbari’l-Abbas ve
Veledihi, (müellifi meçhul) thk. Abdulaziz Duri, Abdulcebbar Muttalibi,
Beyrut 1971.
Ahmed Emin, Duha’l-Islam, Beyrut trz.
Akbulut,
Ahmet, Sahabe Dönemi İktidar Kavgası, Pozitif Matbabacılık, Ankara 2001.
Atalan,
Mehmet, Şiiliğin Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es- Sâdık’ın Yeri, Araştırma
Yay., Ankara 2005.
Muhammed
b. el-Hanefiyye ve Anadolu’daki Tezahürleri(Muhammed Hanefi Cenknâmeleri),
İlahiyat Yay., Ankara 2007.
“Abbasi
Daveti Sürecinde er-Rıza Min Âl-i Muhammed Söylemi”, İAD, XVIII/2
(2005),187-191.
Ağırman,
Mustafa, “Ümmü’l-Fadl’ın Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e Süt Anneliği Yapması
Konusundaki Rivayetlerin Tarih Açısından Tenkitli Bir Değerlendirmesi”, AÜİFD,
XVI (2001), 107-122.
Aycan, İrfan, Saltanata
Giden Yolda Muaviye b. Ebi Süfyan, Fecr Yay. Ankara 1990.
Azimli, Mehmet,
“Abbasiler Dönemi Muhammed en- Nefsü’z- Zekiye ve Kardeşi İbrahim’in İsyanı”, Din
Bilimleri Akademik Araştırmalar Dergisi, VIII/3 (2008), 55-74.
Bacuri,
Muhammed b. Afifi el-Hudari (1345/1925), Muhadaratü’t-Tarihi’l- Ümemi’l-
İslamiyye, Daru’l-Ma’rife, Beyrut 1986.
Bağdadi, Ebu
Bekir Ahmed b. Ali el- Hatip (463/1071), Tarihu’l-Bağdad ve
Medinetü’s-Selam, Daru’l-Fikr, Kahire 1349/1931.
Bağdadi,
Abdulkahir b. Tahir b. Muhammed (429/1037), Mezhepler Arasındaki Farklar,
Trc. Ethem Ruhi Fığlalı, TDV Yay., Ankara 1991.
Bakır Şerif
el- Kuraşi, Hayatü’l-İmam el-Hasan b. Ali, Müessesetü’l-Vefa, Beyrut
1983.
Belazuri,
Ahmed b. Yahya b. Cabir (279/892), Kitabu’l-Cumel min Ensabi’l- Eşraf,
Dar’ul-Fikr, y.y., trz.
Fütuhu’l
Buldan, Çev. Mustafa Fayda, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 2002.
Bozan, Metin, Imamiyye’nin
imamet Nazariyesi’nin Teşekkül Süreci, İsam Yay., İstanbul 2009.
Bozkurt,
Nahide, “Alioğullarının Siyasal İktidar İstencinde- Abbasiler Dönemi-İlk
Mücadelesi: Muhammed en-Nefsü’z-Zekiyye’nin İsyanı”, Dini Araştırmalar
Dergisi, V/13 (2002), 107-118.
Oluşum Sürecinde Abbasi İhtilali,
Ankara Okulu Yay., Ankara 2000.
Buhari, Ebu
Abdullah b. Muhammed Ebi’l Hasan İsmail b. İbrahim b. el- Muğire(256/870), el-Camiu’s-Sahih,
İstanbul 1981.
Büyükkara,
Mehmet Ali, “Bir Bilim Dalı Olarak İslam Mezhepleri Tarihi İle İlgili
Metodolojik Problemler,” Ensar Neşriyat, 27-28 Eylül 2003, 441-491.
,
İmamet Mücadelesi ve Haşimoğulları (Hicri II. Asır), Rağbet Yay., İstanbul
1999.
Ca’feriyan,
Resul, Masum İmamların Fikri ve Siyasi Hayatı, Çev. Ca’fer Bayar, Kevser
yay. İstanbul 1994.
Cahız, Ebu
Osman Amr b. Bahr (255/869), el-Beyan ve ’t-Tebyin, nşr. Abdüsselam
Muhammed Harun, I-IV, Kahire 1975.
Cevadi, Ahmed
Seyyid ve Diğerleri, Dairetü’l-Mearif-i Teşeyyü’, III, Tahran 1992.
Davudi, Ahmed
b. Ali el-Haseni (828/1425), Umdetü’t-Talip fi Ensabi Ali EBi Talip,
nşr. Nezzar Rıda, Beyrut trz.
Demircan,
Adnan, “Hz. Hasan ve Halifeliği”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, I (1995), 81-109.
Dineveri, Ebu
Hanife Ahmed b. Davud (282/895), el-Ahbaru’t- Tıval, thk. Ebu’l Mün’im
Amir ve Cemalüddin eş-Şeyyal, Bağdat trz.
Dozy, Reinhart
Pieter Anne (1300/1883), Spanish İslam: a history of the moslems in Spain,
London 1972.
Ebu Davud, Süleyman b. el-Eş’as (275/888), es-Sünen,
İstanbul 1981.
Eş’ari,
Ebu’l-Hasan Ali b. İsmail (324/936), Makalatu’l-İslamiyyin ve İhtilafu’l-
Musallin, thk. Muhyiddin Abdülhamit, Kahire 1954, II,130.
Fığlalı, Ethem
Ruhi, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, İlahiyat Vakfı Yay., İzmir
2004.
“İslam Tarihinde Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyin Dönemleri (Mezhepler Tarihi Açısından Bir Tedkik)”, Ankara
Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, XXVI (1983), 353-370.
“Mehdi ve Mesih İnancı Üzerine”, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXV (1981), 196-214.
“Hasan b. Ali”, TDVİA, XVI
(1997), 282-285.
“Hüseyin b. Ali”, TDVİA, XVIII
(1988), 525.
“İbn Mülcem”, TDVİA, XX
(1997), 220.
Firuzabadi, Murtaza el-Hüseyni, Fedailü’l-Hamse
mines-Sıhahi’s-Sitte, III, yy. 1982.
Gölpınarlı, Abdülbaki, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik,
Der Yay., İstanbul 1987.
Gömbeyaz, Melek Yılmaz, “Muaviye b. Ebi Süfyan’ın
Muhaliflerini Bertaraf Etme Yöntemleri”, UÜİFD, XIX/1 (2010), 301-332.
Halife b. Hayat, Ebu Amr eş-Şeybani (240/854), Tarihu
Halife b. Hayat, thk. Süheyl Zekkar, Beyrut 1993.
Hasan Emin, Dairetü’l-Mearifi ’l-İslamiyyeti ’ş-Şiiyye,
I, Beyrut 2001.
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel ve Sosyal İslam
Tarihi, Çev. İsmail Yiğit, Sadrettin Gümüş, Kayıhan yay., I-II, İstanbul
1987.
Heytemi, Ebü'l-Abbas Şehabeddin Ahmed İbn Hacer (974/1567J,
es-Savaikü’l- Muhrika fi’r-Red ala Ehl’il-Bid’a ve’z-zendeka; Tathir’ul-Cenan
ve’l- Lisan ani ’l- Huzur ve ’t-Tefevvüh, Beyrut 1985.
Himyeri, Ebu Abdullah Muhammed b. Muhammed b. Abdillah
(900/1395), thk. İhsan Abbas, er-Ravzü’l-Mi’tar fi Haberi’l-Aktar,
Mektebetu Lübnan, Beyrut 1980.
İbn Abdirrabbbih, Ahmed b. Muhammed el-Endelüsi (328/939), el-Ikdu’l-Ferid,
nşr. Müfid Muhammed Kamiha, I-IX, Beyrut 1987.
İbn A’sem, Ebu Muhammed Ahmed b. A’sem el-Kufi (314/926), el-Fütuh,
Beyrut 1986.
İbnü’l- Belhi, Ahmed b. Ali b. Ahmed b. Ali (510/1116), Kitabu
Farsname, nşr. Reynold Alleyne Nicholson, Cambridge 1961.
İbn’ü’l-Cevzi, Cemalüddin Eb’ul Ferec Abdurrahman b.
Ali(597/1200), el- Muntazam fi Tevarihi’l-Müluk ve’l-Umem, thk. Süheyl
Zekkar, Daru’l- Fikr, Beyrut 1995.
İbnü’l-Esir, İzzüddin Ebu’l Hasan Ali b. Muhammed (630/1233), el-Kamil
fit- Tarih, Darus-Sadr, Beyrut 1965.
İbn Hacer, Ahmed b. Ali el- Askalani(852/1448), el-Isabe fi
Temyizi’z-Sahabe, Daru’l Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut trz.
İbn Haldun, Abdurrahman b. Muhammed(808/1405), Kitabu’l
İber (Tarihu İbn Haldun), nşr. Halil Şehhade, Süheyl Zekkar, Beyrut 1988.
İbn Hibban, Muhammed b. Hibban b. Ahmed Ebi Hatim(354/965), Kitabü’s-
Sikat, Haydarabad 1975.
İbn Kesir, Ebu’l- Fida İmadüddin İsmail b. Ömer ( 774/1372) El-
Bidaye ve’n- Nihaye, Beyrut 1966.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-
Dineveri (276/889), el-Mearif thk. Servet Ukkaşe, Kahire 1981.
el- İmame ve ’s- Siyase,
Kahire 1967.
Uyunu’l- ahbar, thk. Muhammed
el- İskenderani, Beyrut, 2002.
İbn Sa’d, Ebu Abdillah Muhammed b. Sa’d Meni’ez- Zühri
(230/845) et- Tabakatü’l-Kübra, Beyrut 1985.
et-Tabakatu’l-Kübra, Mütemmim,
Beyrut 1960.
Tercümetü’l- İmam Hasan, thk.
Seyyid Abdülaziz Tabatabai, Kum 1416.
İbn Şebbe, Ebu Zeyd Ömer el- Basri(262/876), Kitabu
Tarihi’l-Medineti’l- Münevvere, thk. Mahmud Şeltut, Cidde 1973.
İbn Tiktaka, Muhammed b. Ali b. Tabataba(709/1309), el-Fahri
fi Adabi’s- Sultaniye ve’d-Düveli’l-İslamiyye, Beyrut 1966.
İbn Manzur, Muhammed b. Mukarrem (711/1311), Muhtasaru
Tarihi Dımeşk li- İbni Asakir, Dımeşk 1985.
İsfehani, Ebu’l Ferec Ali b. Hüseyin (356/967), Mekatilu’t-Talibiyyin,
thk. Ahmed Sakar, Daru’l-Ma’rife, Beyrut trz.
Kapar, Mehmet Ali, “Hz. Hasan’ın Halifeliği ve Hasan-Muaviye
Anlaşması”, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, VII (1997),
67-80.
Koçyiğit, Talat, “Zühri” İslam Ansiklopedisi, XIII
(1986), Ankara, 643-647.
Kummi, Ebu’l-Kasım Ca’fer b. Muhammed İbn Küleveyh (368/979), Kamilü’z-
Ziyarat, Daru’s-Sürur, Beyrut 1997.
Kuleyni, el-Usul mine ’l-Kâfi, Nşr. Muhammed
el-Ahvendi, Tahran trz.
Kutlu, Sönmez “İslam Mezhepleri Tarihinde Usul Sorunu”, Islami
ilimlerde Metodoloji Mes’elesi, Ensar Neşriyat, I-II, 27-28 Eylül 2003.
Türklerin İslâmlaşma Sürecinde
Mürcie ve Tesirleri, TDV Yay., Ankara 2000.
Makdisi, Mutahhar b. Tahir, Kitabu’l-Bedi ’ ve ’t-Tarih,
Paris 1916.
Madelung, Wilfred, The Succession to Muhammad: a study of
the early caliphate XII, New York 1997.
“Hasan b. Ali b. Abı Taleb”, Encyclopedia
Iranica, XII (2004), 26.
Meclisi, Muhammed Bakır b. Muhammed Taki b. Maksud
Ali(1110/1698), Biharü’l-Envari ’l-Camia li ’d-Düreri Ahbari ’l-Eimmeti
’l-Ethar, Beyrut 1983.
Mes’udi, Ebu’l Hasan Ali b. Hüseyin(345/956), İsbatu’l-Vasiyye,
Beyrut 1988.
Mürucü’z-Zeheb ve
Meadinu’l-Cevher, thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, Daru’l- Fikr, Kum
1984.
Mekki, Ebu Talip Muhammed (386/996), Kûtü’l-Kulûb,
Mektebetü’l-Kahire, Kahire trz.
Minkari, Nasr b. Muzahim b. Seyyar (212/827), Vak’atu
Sıffin, thk. Abdüsselam Harun, Beyrut 1990.
Muhammed Rıza, el-Hasan ve ’l-Hüseyin Sıbta Rasulillah
(s.a.s), Beyrut 1987.
Müslim, Ebu’l-Hüseyin Müslim b. Haccac el-Kuşeyri(261/875), el-Camiu’s-
Sahih, İstanbul 1981.
Nesai, Ebu Abdirrahman Ahmed b. Şuayb b. Ali b. Sinan
(303/915), es-Sünen, İstanbul 1981.
Nüveyri, Şehabeddin Ahmed b. Abdülvehhab b. Muhammed(733/1333),
Nihayetü’l-Ereb fi Fünuni’l-Edeb, thk. Muhammed Ebü’l-Fazl İbrahim,
Mektebetü’l Arabiyye, Kahire 1975.
Onat, Hasan, Emeviler Devri Şii Hareketleri ve Günümüz
Şiiliği, TDV. Yay., Ankara 1993.
Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı, trc. Ca’fer
Bendiderya, S. Necat Karakuş, Ca’fer Bayar, Vahdettin İnce, Alican Görel,
Kevser Yay. İstanbul 2002.
Sarıçam,
İbrahim, İslam Öncesinden Abbasilere Kadar Emevi- Haşimi ilişkileri, TDV
Yay., Ankara 1997.
Strayer,
Joseph R. “Hasan İbn Ali İbn Abi Talib”, Dictionary of the Middle Ages, VI
(1989), 8.
Söylemez,
Mahfuz, Bedevilikten Hadariliğe Kufe, Ankara Okulu Yayınları, Ankara
2001.
“Hz.
Hasan’ın Hilafeti Muaviye’ye Devrinin Arkaplanı”, İslami Araştırmalar
Dergisi, XIV (2001), 456-468.
Suyuti,
Celalüddin Abdurrahman b. Ebi Bekr(911/1505), Tarihu’l-Hulefa, Mektebetü’t-Ticareti’l-Kübra,
Kahire 1969.
Şevkani, Ebu
Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Havlani (1250/1834), Derrü’s-Sehabe
fi Menakıbi ’l-Karabe ve ’s-Sahabe, thk. Hüseyin b. Abdullah el-Umeri,
Dımeşk 1984.
Şeyh Saduk,
Ebu Ca’fer Muhammed b. Ali b. Hüseyin İbn Babeveyh (381/991) Meani ’l-Ahbar,
thk. Ali Ekber Gıfari, Beyrut 1990.
Taberi, Ebu
Ca’fer Muhammed b. Cerir(310/922), Tarihu’l-Umem ve’l-Müluk, thk.
Muhammed Ebü’l Fadl İbrahim, Daru Süveydan, Beyrut 1967.
Tabersi, Ebû
Ali Eminüddin Fazl b. Hasan b. Fazl (548/1153), İ’lamu’l-Vera bi-
A’lami’l-Hüda, Beyrut 1985.
Tabersi, Ebu
Mansur Ahmed b. Ali b. Ebi Talib, el-İhticac, thk. Muhammed Bakır el-
Musevi el- Horasani, Beyrut 1981.
Taha Hüseyin, el-Fitnetü’l-Kübra
(Ali ve Benuh), Kahire 1953.
Terzi, Mustafa
Zeki “İslam Tarih Yazıcılığının Doğuşunda İbn Şihab ez- Zühri’nin Yeri ve
Önemi”, Diyanet Dergisi, XXI (1985), 56-64
Tirmizi, Ebu
İsa Muhammed b. İsa(279/892), es-Sünen, İstanbul 1981.
Uslu, Recep,
“Hasan b. Hasan”, TDVİA, XVI (1997), 324.
Uyar, Gülgun, Ehl-i
Beyt İslam Tarihinde Ali- Fatıma Evladı, Gelenek Yay., İstanbul 2004.
Watt, William
Montgomery, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, Çev. Ethem Ruhi Fığlalı,
Umran Yay. Ankara 1981.
Vaglieri, L.
Veccia, “Al-Hasan b. Ali b. Ebi Talib”, The Encyclopaedıa of Islam(New
Edition), III (1971), 240.
Varol, Bahaüddin, “Hz. Hasan’ın Çok Evliliğine Dair Rivayetler
Üzerine”, SÜİFD, XIII (2009), 9-23.
Hilafet
Mücadelesinde Ehl-i Beyt Nesli, Konya 2004.
Ya’kubi, İbn Vazıh Ahmed b. İshak b. Ca’fer (292/905), Tarihu’l-Ya’kubi,
Daru’s-Sadr, Beyrut trz.
Yakut el-Hamevi, Şihabüddin Ebu Abdillah b. Abdillah
(626/1229), Mu’cemu’l- Buldan, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut 1979.
Yasin, Razi Ali, İmam Hasan’ın barışı: tarihin en büyük
kansız devrimi, Çev., Ca’fer Bendiderya, Kevser Yay., İstanbul 2002.
Yılmaz Gömbeyaz, Melek, “Muaviye b. Ebi Süfyan’ın
Muhaliflerini Bertaraf Etme Yöntemleri”, UÜİFD, XIX/1 (2010), 301-322.
Zehebi, Şemseddin Muhammed b. Ahmed b.
Osman (784/1374) Siyeru Alami ’n-
Nubela, thk. Şuayp el- Arnavud, Müessesetü’r-Risale, Beyrut 1982.
Tarihu’l-İslam ve
Vefayatu’l-Meşahir ve ’l-A ’lam, nşr. Ömer Abdüsselam Tedmüri, Beyrut
1994-98.
Zehili, Merci’u Ulum’il-İslamiyye, Dımeşk trz.
Zeki Terzi, Mustafa, “İslam Tarih Yazıcılığının Doğuşunda İbn
Şihab ez- Zühri’nin Yeri ve Önemi”, Diyanet Dergisi, XXI/2 (1985),
56-64.
Zorlu, Cem, Abbasilere Yönelik dini ve Siyasi İsyanlar: Ebu
Ca’fer el-Mansur Dönemi, Ankara 2001.
[1] İbn Sa’d, Tercümetü’l-İmam Hasan, 27.
[2] Ahmed
b. Ali b. Sabit Hatip el- Bağdadi, Tarihu Bağdad ve Medinetü’s-Selam,
Daru’l-Fikr, Kahire
1931, I, 138; Joseph R. Strayer, “Hasan İbn Ali İbn Abi
Talib”, Dictionary of the Middle Ages, Newyork 1989, VI, 8; Muhammed b.
Ahmed b. Osman ez- Zehebi, Siyeru A ’lami’n- Nübela, thk. Şuayb el-
Arnavud, Beyrut 1984, III, 245; Fazl b. Hasan et-Tabersi, İ’lamü’l-Vera bi A
’lami ’l-Hüda, Beyrut 1985, 243.
[3] Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı,
trc. Cafer Bendiderya, S. Necat Karakuş, Cafer Bayar, Vahdettin İnce, Alican
Görel, Kevser Yay. İstanbul 2002, 37; Ebu’l Ferec Ali b. Hüseyin el-İsfehani, Mekatilu’t-Talibiyyin,
thk. Ahmed Sakar, Daru’l-Ma’rife, Beyrut trz. 46; Zehili, Merci’u Ulum’il-
İslamiyye, Dımeşk trz. 54.
[4] Ebu Abdullah Muhammed b. Ali eş-Şevkani, Derrü’s-Sahabe
fı Menakibi ’l-Karabe ve ’s-Sahabe, thk.
Hüseyin b. Abdullah el- Umeri,
Dımeşk 1984, 606.
[5] Ahmed b. Hanbel, Cüz’ Fihi Müsnedi
Ehli’l-Beyt, thk. Abdullah el-Leysi el-Ensari, Lübnan 1988, 4;
Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı, 37; Şibli Numani,
Sıratu’n-Nabi, trc. Budayuni, Lahore trz. II, 5.
[6] Zehebi, Siyeru A ’lami ’n-Nübela, III,
246.
[7] Kuleyni, el-Usul mine ’l-Kâfi, Nşr.
Muhammed el- Ahvendi, Tahran trz. I, 461.
[8] İbn Sa’d, Tercümetü’l-İmam Hasan, 30.
[9] Zehebi, Siyeru A ’lami ’n-Nübela, III,
246.
[10] Hasan Emin, Dairatü’l-Mearif, Beyrut
2001, I, 401.
[11] Ebu Ali Eminüddin Fazl b. Hasan b. Fazl et-
Tabersi, İ’lamü’l-Vera bi A ’lami ”l-Hüda, Beyrut 1985,
248.
[12] Geniş bilgi için bkz. Zehebi, Siyeru A
’lami ’n-Nübela, III, 247; Murtaza el- Hüseyni Firuzabadi, Fedailü’l-Hamse
Mine’s-Sıhahi’s-Sitte, Beyrut 1982, III, 207; Muhammed Rıza, el-Hasan
ve’l- Huseyn, 14; L. Veccia Vaglieri, “Al- Hasan b. Ali b. Ebi Talib”,
The Encyclopaedıa of Islam(New Edition), III (1971), 240.
[13] Murtaza el-Hüseyni Firuzabadi, Fedailü’l-Hamse Mine’s-Sıhahi’s-Sitte,
Beyrut 1982, III, 207; Muhammed Rıza, el-Hasan ve ’l-Huseyn, 14.
[14] Ahmed b. Hanbel, Cüz ’ Fihi Müsnedi Ehli ’l-Beyt, 43;
Abdülbaki Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, Der
Yay., İstanbul 1987, 367;
[15] Ahmed b. Hanbel, Cüz ’ Fihi Müsnedi Ehli
’l-Beyt, 43; Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı, 37.
[16] Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı,
37.
[17] Zehebi, Siyeru A ’lami ’n-Nübela, III,
248.
[18] Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim İbn Kuteybe, el-Mearif thk.
Servet Ukkaşe, Daru’l-Mearif, Kahire 1981, 210.
[19] Zehebi, Siyeru A ’lami ’n-Nübela, III,
246.
[20] Taberi, Tarih, V, 160.
[21] İbn Vazıh Ahmed b. İshak b. Cafer el-Ya’kubi, Tarihu’l-Ya’kubi,
Beyrut trz. II, 227.
[22] Ebu Abdirrahman Ahmed b. Şuayb en-Nesai, Sünen,
İstanbul 1981, Salatu’l-İdeyn, 27.
[23] Wilfred Madelung, “Hasan b. Ali b. Abı Taleb”, Encyclopedia
Iranica, XII (2004), 26.
[24] Ebu Abdillah Muhammed b. İsmail b. İbrahim b.
El- Muğire el-Buhari, el-Camiu’s-Sahih, İstanbul
1981, Libas, 20.
[25] Teğabun Suresi, 64/15.
[26] Ebu Abdirrahman Ahmed b. Şuayb en-Nesai, Sünen,
İstanbul 1981, Salatu’l-İdeyn, 27.
[27] Buhari, Fezailu’l-Ashab, 22.
[28] Müslim, Ebu’l-Hüseyn Müslim b. Haccac el-
Kuşeyri, el-Camiu’s-Sahih, İstanbul 1981, Fezailu’s-
Sahabe, 58.
[29] Nesai, İftitah, 82.
[30] Buhari, Edeb, 18.
[31] Geniş bilgi için bkz., Ebu Kasım Cafer b. Muhammed b. Küleveyh
el-Kummi, Kamilü’z-Ziyarat, Daru’s-Sürur, Beyrut 1997, 112-117.
[32] Asıl adı Lübabe olup Abbas b. Abdulmuttalib’in
eşi; Hz. Peygamber’in eşi Meymune’nin kız kardeşidir; Halid b. Velid’in
teyzesidir. Hz Hatice’den sonra Müslüman olan ilk kadındır. Geniş bilgi için
bkz. Mustafa Ağırman “Ümmü’l-Fadl’ın Hz. Hasan ve Hz Hüseyin’e Süt Anneliği
Yapması Konusundaki Rivayetlerin Tarih Açısından Tenkidli Bir
Değerlendirilmesi”, AÜİFD, XVI (2001), 107-122.
[33] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Mısır 1984,
VI, 340; Muhammed Rıza, el-Hasan ve ’l-Huseyn, Beyrut
1987, 13.
[34] Mustafa Ağırman “Ümmü’l-Fadl’ın Hz. Hasan ve Hz
Hüseyin’e Süt Anneliği Yapması Konusundaki
Rivayetlerin Tarih Açısından
Tenkidli Bir Değerlendirilmesi”, 107-122.
[35] İbn Sa’d, Tabakat, VI, 377.
[36] Geniş Bilgi için bkz. Gülgun Uyar, Ehli Beyt
İslam Tarihinde Ali-Fatıma Evladı, İstanbul 2004, 377
379.
[37] Ebu Talip el-Mekki, Kutû’l-Kulûb, Mısır,
1961, II, 505.
[38] İbn Sa’d, Tabakat, VI, 375.
[39] Zehebi, en-Nübela, III, 253; Muhammed
Rıza, el-Hasan ve ’l-Huseyn, 14.
[40] İbn Sa’d, Tabakat, VI, 375; Zehebi, en-Nübela,
III, 262.
[41] İbn Sa’d, Tabakat, VI, 374-375; Zehebi, en-Nübela,
III, 263.
[42] İbn Sa’d, Tabakat, VI, 374-375.
[43] Zehebi, en-Nübela, III, 262.
[44] Ebu Talip el-Mekki, Kûtü’l-Kulûb, Mısır
1961, II, 505-506.
[45] İbn Sa’d, Tabakat, VI, 375-376.
[46] Geniş bilgi için bkz. Bakır Şerif el-Kuraşi, Hayatü
’l-İmam el-Hasan b. Ali, Beyrut 1983, 443-460.
[47] Bakır Şerif el-Kuraşi, Hayatü’l-İmam
el-Hasan b. Ali, 452-454.
[48] Bakır Şerif el-Kuraşi, Hayatü’l-İmam
el-Hasan b. Ali, 446-449.
[49] Muhammed Rıza, El-Hasan ve ’l-Huseyn,
24.
[50] Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı,
38.
[51] Tabersi, İ’lamü’l-Vera bi A ’lami ’l-Hüda,
251.
[52] İbn Sa’d, Tercümetü’l-İmam Hasan, 27-28.
[53] Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı,
37; Abdulbaki Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve
Şiilik, İstanbul 1987, 367.
[54] Uyar, Ehli Beyt İslam Tarihinde Ali-Fatıma
Evladı, 377-379.
[55] Ethem Ruhi Fığlalı, “Hasan”, DİA, XVI
(1997), 283.
[56] Geniş bilgi için bkz. Varol, “Hz. Hasan’ın Çok
Evliliğine Dair Rivayetler Üzerine”, 9-23.
[57] Ya’kubi, Tarih, II, 228.
[58] Tabersi, İ’lamü’l-Vera bi A ’lami ’l-Hüda,
251.
[59] Belazuri, Ensab, 278; Ayrıca bkz.
el-Heytemi, Ahmed b. Muhammed, es-Savaiku’l-Muhrika ala ehli ’r-
Rafdi ve ’d-Dalali ve ’z-Zendeka,
thk. Abdurrahman b. Abdullah et-Türkî, Kamil Muhammed Harrad, Beyrut 1997, II,
515.
[60] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405.
[61] Zehebi, en-Nübela, III, 246.
[62] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 200; Ebu Davud, Salât, 340;
Tirmizî, Ebvabu’s-Salât, 341 Nesaî, Kıyamü’l-leyl, 50.
[63] Ya’kubi, Tarih, II, 226.
[64] Zehebi, en-Nübela, III, 263.
[65] Tabersi, İ’lam ”l-Vera bi- A ’lam ”l-Hüda,
249; Razi Ali Yasin, İmam Hasan ’ın Barışı, 40.
[66] Muhammed Rıza, El-Hasan ve ’l-Huseyn,
14; Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı,39.
[67] Zehebi, en-Nübela, III, 246; Ebu
Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Havlani eş-Şevkani,
Derrü’s-Sahabe Fi Menakıbi’l-Karabe ve’s-Sahabe, 606;
Tirmizî, Menâkıb, 31; Tabersi, İ’lamü’l- Vera bi- A ’lami ’l-Hüda,
249.
[68] Buhari, Fezailü ’l-Ashâb, 22.
[69] Ya’kubi, Tarih, II, 226.
[70] Tabersi, İ’lamü’l-Vera bi- A ’lami ’l-Hüda,
249.
[71] Belazuri, Ensab, III, 278; Bkz. el-Heytemi,
Ahmed b. Muhammed, es-Savaiku’l-Muhrika ala ehli ’r-
Rafdi ve ’d-Dalali ve ’z-Zendeka,
thk. Abdurrahman b. Abdullah et-Türkî, Kamil Muhammed Harrad, Beyrut 1997, II,
515.
[72] Zehebi, en-Nübela, III, 259.
[73] Ya’kubi, Tarih, II, 153.
[74] İbn Haldun, Tarihu İbn Haldun, nşr.
Halil Şehhade, Süheyl Zekkar, Beyrut 1988, II, 573.
[75] Halife b. Hayat, Tarihu Halife b. Hayyat,
thk. Süheyl Zekkar, y.y., Beyrut 1993, s. 129.
[76] İbn Sa’d, Tabakat, III, 32; Mes’udi,
Ebu’l Hasan Ali b. Hüseyin, Mürucü’z-Zeheb ve Meadinu’l-
Cevher, thk. Muhammed
Muhyiddin Abdülhamid, Beyrut 1989, II, 368.
[77] Mes’udi, Mürucü’z-Zeheb, II, 368.
[78] Dineveri, Ahbar, 144-145.
[79] Dineveri, Ahbar, 145-146.
[80] Abdulbaki Gölpınarlı, Tarih boyunca İslam
Mezhepleri ve Şiilik, İstanbul 1987, 372-373.
[81] Dineveri, Ahbar, 195.
[82] Şevkani, Derrü’s-Sehabe, 289.
[83] Resul Caferiyan, Masum İmamların Fikri ve Siyasi Hayatı,
Çev. Cafer Bayar, Kevser Yay., İstanbul 1994, 79-80.
[84] Taberi, Tarih, V, 144; İbnü’l-Esir, el-Kamil
III, 388-389; Bkz. Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dineveri, el-İmame
ve’s-Siyase, Beyrut 1967, I, 137-138; Ya’kubi, II, 212; Mesudi, Müruc,
II, 428.
[85] Geniş bilgi için bkz. İbn Sa’d, Tabakat, III, 35-36;
İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 389. Ayrıca bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, “İbn
Mülcem”, TDVİA, XX (1997), 220.
[86] Taberi, Tarih, V, 144, İbnü’l-Esir,
el-Kamil, III, 390.
[87] İbn Mülcem’in Ali b. Ebi Talip’i Öldürmek üzere anlaştığı kişiler.
Bkz. İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 390391.
[88] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 390-391.
[89] Taberi, Tarih, V, 145.
[90] Taberi, Tarih, V, 145; İbnü’l-Esir, el-Kamil,
III, 391.
[91] Müsle: Öldürdükten sonra birinin kulak, burun
vs azalarını kesmek.
[92] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 391;
Fığlalı, “İbn Mülcem”, 220.
[93] Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dineveri İbn
Kuteybe, el-İmame ve’s-Siyase, Müessesetü’r-Risale, Kahire, 1967, I,
138.
[94] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 139.
[95] Taberi, Tarih, V, 151.
[96] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 139.
[97] Taberi, Tarih, V, 151.
[98] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 139.
[99] Taberi, Tarih, V, 151.
[100] Taberi, Tarih, V, 151; İbnü’l-Esir, el-Kamil,
III, 394.
[101] Ya’kubi, Tarih, II, 213.
[102] Ya’kubi, Tarih, II, 212-213.
[103] Ya’kubi, Tarih, II, 214.
[104] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 2.
[105] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 139.
[106] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 92
[107] İrfan Aycan, Saltanata Giden YoldaMuaviye b.
Ebi Süfyan, Fecr Yay., Ankara, 1990, 175.
[108] Belazuri, Ensab, III, 262; İbnü’l-Esir,
el-Kamil, III, 391.
[109] Taberi, Tarih, V, 158; İbn Kesir,
Ebü’l-Fida İsmail, el-Bidaye ve ’n-Nihaye, Beyrut 1966, VIII, 14.
[110] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 391-392.
[111] Belazuri, Ensab, III, 262.
[112] Kuleyni, Usul el-Kâfi, II, 28-29.
[113] Kuleyni, Usul el-Kâfi, II, 65.
[114] Söylemez, “Hz. Hasan’ın Hilafeti Muaviye’ye Devrinin Arkaplanı”, İslami
Araştırmalar Dergisi, XIV/3-4 (2001), 458.
[115] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 140; Taberi, Tarih,
V, 158; Mesudi, Müruc, III, 4.
[116] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 140; Taberi, Tarih,
V, 158; İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.
[117] Mesudi, Müruc, III, 4.
[118] Belazuri, Ensab, III, 278.
[119] Geniş bilgi için bkz. Mahfuz Söylemez, Bedevilikten
Hadariliğe Kufe, Ankara 2001, 95-171.
[120] Belazuri, Ensab, 279.
[121] Ahzab Suresi, 33/33.
[122] İsfehani, Mekatil, 52; Belazuri, Ensab,
279
[123] Belazuri, Ensab, 279
[124] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 140.
[125] Mesudi, Müruc, III, 4.
[126] Mahfuz Söylemez, “Hz. Hasan’ın Hilafeti
Muaviye’ye Devrinin Arkaplanı”, 458.
[127] Kuleyni, Usul el-Kâfi, II, 65.
[128] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 390
[129] Kuleyni, Usul el-Kâfi, II, 65.
[130] Mesudi, Isbatu’l-Vasiyye, 165.
[131] Ya’kubi, Tarih, II, 128; Kuleyni, Usul el-Kâfi, II,
65; Ayrıca bkz. Onat, Emeviler Devri Şii Hareketleri ve Günümüz Şiiliği,
121.
[132] Onat, Emeviler Devri Şii Hareketleri ve Günümüz Şiiliği, 121;
Ayrıca bkz Metin Bozan, İmamiyye ’nin İmamet Nazariyesinin Teşekkül Süreci,
İstanbul 2009, 50-52.
[133] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 140; Taberi, Tarih, V, 158;
İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, VIII, 14; Ayrıca Bkz. Belazuri, Ensab,
III, 278.
[134] Şevkani, Ebû Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Havlani, Derrü’s-Sehabe
fi Menakibi ’l- Karabe ve ’s-Sahabe, Dımeşk, 1984, 606.
[135] Mesudi, Müruc, III, 4.
[136] Belazuri, Ensab, III, 278.
[137] Bu hususta bkz. İsfehani, Mekatil,
52-53.
[138] İsfehani, Mekatil, 54.
[139] Söylemez, “Hz. Hasan’ın Hilafeti Muaviye’ye
Devrinin Arkaplanı”, 459.
[140] Taberi, Tarih, V, 158.
[141] Bkz. Belazuri, Ensab, III, 278.
[142] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 402.
[143] Resul Caferiyan, Masum İmamların Fikri ve
Siyasi Hayatı, 82.
[144] Taberi, Tarih, V, 158.
[145] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 140.
[146] İbnü’l-Esir, el- Kamil, III, 404. İbn
Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.
[147] Söylemez, “Hz. Hasan’ın Hilafeti Muaviye’ye
Devrinin Arkaplanı”, 459.
[148] Ya’kubi, Tarih, II, 216; İbn Kuteybe, el-Mearif,
240; Taberi, Tarih, V, 158.
[149] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 139; Taberi, Tarih,
V, 148-149; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III,392.
[150] Maaşlı askerler
[151] İsfehani, Mekatil, 55.
[152] Söylemez, Bedevilikten Hadariliğe Kufe, 95; Ayrıca bkz.
Söylemez, “Hz. Hasan’ın Hilafeti Muaviye’ye Devrinin Arkaplanı”, 460.
[153] Söylemez, “Hz. Hasan’ın Hilafeti Muaviye’ye
Devrinin Arkaplanı”, 460.
[154] Belazuri, Ensab, III, 291.
[155] Belazuri, Ensab, III, 281; İbn A’sem, Ebu Muhammed Ahmed b.
A’sem el-Kufi, el-Fütuh, Beyrut 1986, III/IV, 286-287; İsfehani,
Mekatil, 55.
[156] İsfehani, Mekatil, 55-58; Ayrıca Bkz. Sarıçam, İslam
Öncesinden Abbasilere Kadar Emevi-Haşimi İlişkileri, 281.
[157] Belazuri, Ensab, III, 280.
[158] Belazuri, Ensab, III,281; İbn A’sem,
el-Fütuh, III/IV, 286-287; İsfehani, Mekatil, 55.
[159] Söylemez, “Hz. Hasan’ın Hilafeti Muaviye’ye
Devrinin Arkaplanı”, 461.
[160] Belazuri, Ensab, III, 281; İbn A’sem, el-Fütuh,
III/IV, 286-287; İsfehani, Mekatil, 55.
[161] Belazuri, Ensab, III, 280-281.
[162] İbn A’sem, el-Fütuh, II/IV, 289.
[163] Belazuri, Ensab, III, 280.
[164] Belazuri, Ensab, III, 280; Taberi, Tarih, V,158;
İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 404. İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.
[165] Taberi, Tarih, V, 158-159.
[166] Taberi, Tarih, V,158; İbnü’l-Esir, el-Kamil,
III, 404; İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.
[167] Geniş bilgi için bkz. Belazuri, Ensab,
III, 280-281; İsfehani, Mekatil, 66.
[168] İbn A’sem, el-Fütuh, II/IV, 289.
[169] İbn Şebbe, Ebu Zeyd Ömer el-Basri, Kitabu
Tarihi’l-Medineti’l-Münevvere, Cidde 1973, III, 10931094.
[170] Muhammed b. Hibban b. Ahmed Ebi Hatim, Kitabü’s-Sikat,
Haydarabad 1975, II, 276-277.
[171] Minkari, Nasr b. Muzahim b. Seyyar, Vak’atu
Sıfftn, thk. Abdüsselam Harun, Beyrut, 1990, 63.
[172] Geniş bilgi için bkz. Aycan, İktidara Giden
Yolda Muaviye b. Ebi Süfyan, Ankara 1990, 179-182.
[173] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 74.
[174] Geniş bilgi için bkz. Aycan, Saltanata Giden
yolda Muaviye b. Ebi Süfyan, 180-181.
[175] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 101.
[176] Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim ed- Dineveri İbn Kuteybe, Uyunu’l-Ahbar,
thk. Muhammed el- İskenderani, Beyrut, 2002, I, 85.
[177] Belazuri, Ensab, III,159; Mesudi, Müruc,
III, 43.
[178] Geniş bilgi için bkz. İbnü’l-Esir, el-Kamil,
III, 402-403.
[179] Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Ebi
Süfyan, 192.
[180] Aycan, Saltanata Giden yolda Muaviye b. Ebi
Süfyan, 192.
[181] Geniş bilgi için bkz. Ya’kubi, Tarih,
II, 214.
[182] Onat, Emeviler Devri Şii Hareketleri ve
Günümüz Şiiliği, 4-5.
[183] İsfehani, Mekatil, 61.
[184] Dineveri, Ahbar, 216.
[185] İsfehani, Mekatil, 52.
[186] Ya’kubi, Tarih, II, 214; Bağdadi, Tarih,
I, 208.
[187] Belazuri, Ensab, III, 279-280; İsfehani,
Mekatil, 61.
[188] Geniş bilgi için bkz. Belazuri, Ensab,
III, 280-281; İsfehani, Mekatil, 66.
[189] Belazuri, Ensab, III, 281; İsfehani,
Mekatil, 62.
[190] İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.
[191] İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.
[192] Ya’kubi, Tarih, II, 214.
[193] Söylemez, Bedevilikten Hadariliğe Kufe,
95.
[194] Sabat, Medain’e yakın bir yerleşim birimidir. Bkz.Yakut el-Hamevi,
Mu’cem’ul-Buldan, Daru’l- Kütübi’l-Arabiyye, Beyrut 1979, III, 166.
[195] Söylemez, “Hz. Hasan’ın Hilafeti Muaviye’ye
Devrinin Arkaplanı”, 462.
[196] Caferiyan, Masum İmamların Fikri ve Siyasi
Hayatı, 85.
[197] Geniş bilgi için bkz. Caferiyan, Masum
İmamların Fikri ve Siyasi Hayatı, 86-87
[198] Belazuri, Ensab, III, 281; İsfehani, Mekatil,
62.
[199] İsfehani, Mekatil, 62.
[200] Îbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 404;
Nuveyri, en-Nihaye, XX, 225.
[201] Nuveyri, en-Nihaye, XX, 225.
[202] Ya’kubi, Tarih, II, 214; Zehebi, en-Nübela,
III, 263; Îbn Kesir, el- Bidaye, VIII, 14.
[203] Îbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 29.
[204] Taberi, Tarih, V, 158; Cemalüddin
Eb’ul-Ferec Abdurrahman b. Ali Îbnu’l-Cevzi, el-Muntazam fi Tevarihi’l-Muluk
ve’l-Umem, thk. Süheyl Zekkar, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1991, III, 406;
Îbnü’l-Esir, el- Kamil, III, 404; Îbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.
[205] Taberi, Tarih, V, 158.
[206] Geniş bilgi için bkz. Îbnü’l-Esir, el-Kamil,
III, 404; Îbn Kesir, el-Bidaye, VIII,14.
[207] Belazuri, Ensab, III, 281.
[208] Söylemez, “Hz. Hasan’ın Hilafeti
Muaviye’ye Devrinin Arkaplanı”, 462.
[209] Abdulkahir el-Bağdadi, Mezhepler Arasındaki
Farklar, Trc. Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara 1991,289.
[210] Geniş bilgi için bkz. Mustafa Zeki Terzi,
“İslam Tarih Yazıcılığının Doğuşunda İbn Şihab ez- Zühri’nin Yeri ve Önemi”, Diyanet
Dergisi, XXI/2 (1985), 57; Ayrıca bkz. Talat Koçyiğit, “ Zühri” DİA,
XIII, 643-647.
[211] Geniş bilgi için bkz. Söylemez “Hz. Hasan’ın
Hilafeti Muaviye’ye Devrinin Arkaplanı”, 460.
[212] Belazuri, Ensab, 281-282.
[213] Yakut, Mu’cemu’l-Buldan, V, 127-128.
[214] Dineveri, Ahbar, 217; Taberi, Tarih,
V, 158; Bkz. İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 404-405.
[215] Belazuri, Ensab, III, 282.
[216] Belazuri, Ensab, III, 282; Dineveri, Ahbar,
217; İsfehani, Mekatil, 62.
[217] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 404. İbn
Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.
[218] İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.
[219] Ya’kubi, Tarih, II, 215.
[220] Dineveri, Ahbar, 217.
[221] Taberi, Tarih, V, 158; İbnü’l-Esir, el-Kamil,
III, 404-405.
[222] Belazuri, Ensab, III, 282.
[223] Belazuri, Ensab, III, 282; Taberi, Tarih,
V,158; İsfehani, Mekatil, 62, Nuveyri, en-Nihaye, XX, 226.
[224] Belazuri, Ensab, III, 282; Dineveri, Ahbar,
216
[225] Taberi, Tarih, V, 158; İbnü’l-Esir, el-Kamil,
III, 404; Nuveyri, en-Nihaye, XX, 225.
[226] Zehebi, Siyeru A ’lami ’n-Nûbela, 264.
[227] Ya’kubi, Tarih, II, 215.
[228] İsfehani, Mekatil, 63; Ebu Muhammed
Hasan b. Musa en- Nevbahti, Fıraku’ş-Şia, Necef 1936, 24.
[229] Taberi, Tarih, V, 158; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III,
404; Nuveyri, en-Nihaye, XX, 225; Zehebi, Siyeru A ’lami ’n-Nûbela,
264
[230] Bağdadi, Tarih, I, 139.
[231]Belazuri, Ensab,
III,283; Taberi, Tarih, V, 159; Nuveyri, en-Nihaye, XX, 226;
İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 404.
[232] Belazuri, Ensab, III, 283; Taberi, Tarih, V, 159;
Nuveyri, en-Nihaye, XX, 226; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 404-405.
[233] Belazuri, Ensab, III, 283.
[234] Ya’kubi, Tarih, II, 214.
[235] Belazuri, Ensab, III, 283; İsfehani, Mekatil,
65.
[236] Ya’kubi, Tarih, II, 214
[237] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 408.
[238] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 408.
[239] Bkz Ya’kubi, Tarih, II, 214.
[240] İsfehani, Mekatil, 65.
[241] Nuveyri, en-Nihaye, XX, 289; Belazuri, Ensab,
III, 284.
[242] Belazuri, Ensab, 284.
[243] Belazuri, Ensab, 284.
[244] Belazuri, Ensab, 284; İsfehani, Mekatil,
73.
[245] Belazuri, Ensab, 284; Ya’kubi, Tarih,
II, 214; İsfehani, Mekatil, 74.
[246] Belazuri, Ensab, 284-285.
[247] Belazuri, Ensab, 285.
[248] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 407.
[249] Taberi, Tarih, V, 164.
[250] Zehebi, en-Nübela, III, 264.
[251] Taberi, Tarih, V, 158; İbnü’l-Esir, el-Kamil,
III, 405.
[252] Taberi, Tarih, V, 158; İbnü’l-Esir, el-Kamil,
III, 405; Nüveyri, en-Nihaye, XX, 227.
[253] Taberi, Tarih, V, 159.
[254] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405.
[255] İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.
[256] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405.
[257] Dineveri, Ahbar, 217-218.
[258] Taberi, Tarih, V, 159.
[259] Nüveyri, en-Nihaye, XX, 231.
[260] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 406;
Nüveyri, en-Nihaye, XX, 228.
[261] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 406.
[262] Enbiya Suresi, 21/111.
[263] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 407; Nüveyri,
en-Nihaye, XX, 231; Mesudi, Müruc, III, 9.
[264] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 406.
[265] İbn A’sem, el-Fütuh, III/IV, 157.
[266] Belazuri, Ensab, III, 285.
[267] İbn A’sem, el-Fütuh, III/IV, 391.
[268] Bağdadi, Tarih, I, 139.
[269] Ya’kubi, Tarih, II, 215.
[270] Şevkani, Derrü’s-Sehabe, 606.
[271] Bağdadi, Tarih, I, 139.
[272] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 414.
[273] Ebu Mansur Ahmed b. Ali b. Ebi Talip et- Tabersi, el-İhticac,
thk. Muhammed Bakır el-Musevi el- Horasani, Beyrut 1981, I/II, 289.
[274] Muhammed Bakır el-Meclisi, Biharu ’l-Envar,
I-CX, Beyrut 1983, XLIV, 43.
[275] Dineveri, Ahbar, 221.
[276] Belazuri, Ensab, III, 286.
[277] Belazuri, Ensab, III, 286; Taberi, V,
159; İsfehani, Mekatil, 74; Nuveyri, en-Nihaye, XX, 227
[278] Ya’kubi, Tarih, II, 214.
[279] Belazuri, Ensab, III, 286.
[280] Belazuri, Ensab, III, 286.
[281] Meclisi, Bihar, XLIV, 39.
[282] Belazuri, Ensab, III, 286; Nüveyri, en-Nihaye,
XX, 227.
[283] Belazuri, Ensab, III, 286.
[284] Belazuri, Ensab, III, 286.
[285] Nuveyri, en-Nihaye, XX, 227-229.
[286] İbn A’sem, el-Fütuh, III/IV, 292.
[287] Meclisi, Bihar, XLIV, 56.
[288] Dineveri, Ahbar, 218.
[289] İsfehani, Mekatil, 58.
[290] Taberi, Tarih, V, 159.
[291] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405.
[292] İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.
[293] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405.
[294] İbn Kuteybe, el-İmame, I, 140.
[295] el-Makdisi, Kitabü’l-Bedi ’ ve ’t-Tarih,
Paris 1916.
[296] Geniş bilgi için bkz. Taberi, Tarih, V,
158-164; İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 14.
[297] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405
[298] Taberi, Tarih, V, 158-159.
[299] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405.
[300] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 504.
[301] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 507.
[302] Belazuri, Ensab, 291.
[303] Belazuri, Ensab, III, 286.
[304] Ahmed b. Ali b. Ahmed b. Ali İbnü’l-Belhi, Kitabu Farsname,
nşr. Reynold Alleyne Nicholson, Cambridge 1962, 129-130.
[305] Ebu Abdullah Muhammed b. Muhammed b. Abdillah el-Himyeri, er-Ravzü'l-Mi'tar
fî Haberi'l-Aktar, thk. İhsan Abbas, Mektebetu Lübnan, Beyrut 1975, 442.
[306] Yakut, Mu ’cem, II, 446.
[307] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405.
[308] İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 41.
[309] Meclisi, Bihar, XLIV, 3.
[310] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405; İbn
Kesir, el-Bidaye, VIII, 41.
[311] Ayrıntılı bilgi için bkz. İbn Kuteybe, el-İmame, I, 142;
Taberi, Tarih, V, 302; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 503-504.
[312] İbn Kuteybe, el- İmame, I, 148-150.
[313] Mesudi, Müruc, III, 4.
[314] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 403.
[315] Ya’kubi, Tarih, II, 214.
[316] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 406; Nüveyri,
en-Nihaye, XX, 228-229.
[317] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, IV/273,
V/50, 220.
[318] İbn Kesir, el- Bidaye, VIII, 16.
[319] Taberi, Tarih, V, 165; İbn Kesir, el-Bidaye,
VIII, 19.
[320] Bkz. Belazuri, Ensab, III, 289; İbnü’l
Esir, el-Kamil, III, 417; Nüveyri, en-Nihaye, XX, 273.
[321] Belazuri, Ensab, III, 289
[322] Taha Hüseyin, el-Fitnetü’l-Kübra,
Beyrut, 1953, II,164.
[323] Mesudi, Müruc, III, 5; İbn Kesir, el-
Bidaye, VIII, 42-43; İbn Haldun, Tarihu İbn Haldun, II, 187.
[324] Mutahhar b. Tahir el- Makdisi, Kitabu’l-Bedi ve ’t-Tarih,
Paris, 1916, VI, 5; Celalüddin Abdurrahman b. Ebi Bekr es-Suyuti, Tarihu’l-Hulefa,
Mektebetü't-Ticareti'l-Kübra, Kahire, 1969, 192.
[325] Tabersi, l’lamü’l-Vera bi- A ’lami ’l-Hüda,
244.
[326] Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı,
435-436.
[327] Mes’udi, Müruc, III, 5.
[328] Mes’udi, Müruc, III, 8; Ayrıca bkz. Razi
Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı, 436-437.
[329] Ya’kubi, Tarih, II, 225-226.
[330] İsfehani, Mekatil, 50.
[331] Geniş bilgi için bkz. İbnü’l-Esir, el-Kamil,
III, 405.
[332] Geniş bilgi için bkz. Ya’kubi, Tarih,
II, 228.
[333] İbn Sa’d, Tercümetü’l-İmam Hasan, 88.
[334] Ya’kubi, Tarih, II, 225. Ayrıca bkz.
Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı, 46.
[335] Ya’kubi, Tarih, II, 225.
[336] Razi Ali Yasin, İmam Hasan’ın Barışı,
45-46.
[337] Mesudi, Müruc, III, 5.
[338] Mesudi, Müruc, III, 4.
[339] Halife b. Hayat, Tarih, 153.
[340] Ya’kubi, Tarih, II, 225.
[341] Zehebi, en-Nübela, III, 277.
[342] İbn Kuteybe, el-İmame, 148-150, Taberi,
Tarih, V, 303; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 506.
[343] Şibli Numani, Sıratu’n-Nabi, trc. Budayuni, Lahore trz. II,
5; Ahmed b. Hanbel, Cüz’ Fihi Müsnedi Ehli’l-Beyt, 43.
[344] Kuleyni, el-Usul mine ’l-Kâfi, I, 461.
[345] Ya’kubi, Tarih, II, 225.
[346] Mesudi, İsbatu’l-Vasiye li İmam Ali b. Ebi
Talip, Beyrut 1988, 173.
[347] Ya’kubi, Tarih, II, 225.
[348] Zehebi, en-Nübela, III, 278-279.
[349] Zehebi, en-Nübela, III, 279.
[350] Ya’kubi, Tarih, II, 225; Razi Ali Yasin,
İmam Hasan’ın Barışı, 46.
[351] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 407.
[352] Taberi, Tarih, V, 164.
[353] İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 19; Nüveyri,
en-Nihaye, XX, 232.
[354] Kevser Suresi, 1.
[355] Kadir Suresi, 1-3.
[356] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 407.
[357] İbn Hacer, Ahmed b. Ali el-Askalani, el-İsabe
fi Temyizi ’z-Sahabe, Beyrut trz, II, 12.
[358] İbn Manzur, Muhammed b. Mukarrem (711/1311), Muhtasaru Tarihi
Dımeşk li-İbni Asakir, Dımeşk 1985, VII, 35.
[359] Nüveyri, en-Nihaye, XX, 230.
[360] İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 19; Şevkani,
Derrü’s-Sehabe, 606.
[361] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 409.
[362] İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 405.
[363] Taberi, Tarih, V, 303; İbnü’l-Esir, el-Kamil,
III, 506.
[364] Taberi, Tarih, V, 303.
[365] Geniş bil için bkz. İbn Kuteybe, el-İmame,
I, 151-153.
[366] Geniş bilgi için bkz. İbn Kuteybe, el-İmame,
I, 158; İbnü’l-Esir, el-Kamil, III, 510-511.
[367] İbn Sa’d, Tabakat, V, 319.
[368] Bu hususta bkz., Recep Uslu, “Hasan b. Hasan b.
Ali”, TDVÎA, XVI (1997), 282-284.
[369] İbn Kuteybe, el-Mearif, 212; İbn Sa’d, Tabakat,
V, 319.
[370] İbn Sa’d, Tabakat, VIII, 473.
[371] İbn Sa’d, Tabakat, V, 319.
[372] Recep Uslu, “Hasan b. Hasan”, TDVÎA, XVI
(1997), 282-284.
[373] İbn Sa’d, Tabakat, V, 320.
[374] İbn Kuteybe, el-Mearif 213.
[375] İbn Sa’d, Tabakat, V, 319.
[376] Davudi, Ahmed b. Ali el-Haseni, Umdetü’t-Talip
fi Ensabi Ali Ebi Talip, nşr. Nezzar Rıda, Beyrut trz.
82.
[377] Muhammed b. Abdilkerim eş-Şehristani, el-Milel
ve’n-Nihal, I, 119.
[378] Ebu’l-Fazl Şehabeddin Ahmed b. Hacer el-Askalani, el-İsabe f
Temyizi ’s-Sehabe, thk. Adil Ahmet Abdi’l Mevcut, Ali Muhammed, Beyrut
2005, V, 143.
[379] İbn Kuteybe, el-Mearif, 213; Muhammed b. Abdillah İbn
Abdirrabbih, el-Ikdu’l-Ferid, nşr. Müfid Muhammed Kamiha, Beyrut 1987,
V, 63.
[380] İsfehani, Mekatil, 256-257.
[381] Taberi, Tarih, VII, 517; İsfehani, Mekatil,
256-257; İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 514.
[382] İsfehani, Mekatil, 206-208, 253-257
[383] Mehmet Atalan, Şiiliğin Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es-Sadık’ın
Yeri, Araştırma Yay., Ankara, 2005, 165.
[384] İsfehani, Mekatil, 210; İbnü’l-Esir, el-Kamil,
V, 514.
[385] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 514.
[386] Taberi, Tarih, VIII, 433; İsfehani, Mekatil,
213.
[387] Taberi, Tarih, VIII, 448; İsfehani, Mekatil,
211-218.
[388] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 521-522;
İsfehani, Mekatil, 166.
[389] İsfehani, Mekatil, 225.
[390] Taberi, Tarih, VIII, 459-460.
[391] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 526-527; ;
İsfehani, Mekatil, 178.
[392] Ahbaru’d-Devleti ’l-Abbasiyye ve
fihi Ahbari ’l-Abbas, 394-395.
[393] Geniş bilgi için bkz. Taberi, Tarih,
VII, 167-168.
[394] Cahız, Ebu Osman Amr b. Bahr, el-Beyan ve ’t-Tebyin, nşr.
Abdüsselam Muhammed Harun, Kahire, 1975, I, 311-312.
[395] Abdulhamid Hibetullah b. Muhammed b. el-Hüseyin b. Eb’il-Hadid, Şerhli
Nehci’l-Belağa, Beyrut 1965, I, 405.
[396] Taberi, Tarih, III, 190.
[397] İsfehani, Mekatil, 210.
[398] Taberi, Tarih, III, 190.
[399] Mesudi, Müruc, III, 306.
[400] İbn Tiktaka, Muhammed b. Ali b. Tabataba, el- Fahri fı Adabi
’s-Sultaniye ve ’d-Düveli ’l-İslamiyye, Beyrut, 1966, 165-166.
[401] Ahmed Emin, Duha’l-İslam, Beyrut, trz.
III, 242.
[402] Geniş bilgi için Bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, “Mesih ve Mehdi İnancı
Üzerine”, AÜİFD, XXV(1981), 206-208.
[403] Geniş bilgi için bkz. Mehmet Azimli, “Abbasiler Dönemi Muhammed
en-Nefsü’z- ekiyye ve Kardeşi İbrahim’in İsyanı”, Din Bilimleri Akademik
Araştırmalar Dergisi, VIII/3 (2008), 57-58.
[404] Belazuri, Ensab, II, 408.
[405] Geniş bilgi için bkz. Onat, Emeviler Devri
Şii Hareketleri ve Günümüz Şiiliği, 43-142.
[406] Geniş bilgi için bkz. Hasan İbrahim Hasan, İslam
Tarihi, İstanbul 1987, II, 79-97.
[407] Geniş bilgi için bkz. Bkz. Hasan İbrahim Hasan,
İslam Tarihi, II, 296-297.
[408] Mesudi, Müruc, III, 267.
[409] Geniş bilgi için bkz. Mehmet Atalan, “Abbasi Daveti Sürecinde
er-Rıza Min Âl-i Muhammed Söylemi”, İslami Araştırmalar Dergisi, XVIII/2
(2005), 187-191.
[410] Mehmet Ali Büyükkara, İmamet Mücadelesi ve
Haşimoğulları (Hicri II. Asır), İstanbul 1999, 24.
[411] Büyükkara, İmamet Mücadelesi ve
Haşimoğulları, 13-14.
[412] Taberi, Tarih, VIII, 428.
[413] Taberi, Tarih, VII, 517; Muhammed b. Afifi el- Bacuri Hudari,
Muhadaratu’t-Tarihi’l-Ümemi’l- İslamiyye, Beyrut 1986, 60.
[414] Taberi, Tarih, VII, 517; İsfehani, Mekatil,
256-257; İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 514.
[415] İsfehani, Mekatil, 256-257.
[416] İsfehani, Mekatil, 206-208, 253-257.
[417] Belazuri, Ensab, II, 407.
[418] İsfehani, Mekatil, 206-208, 253-257
[419] Cem, Zorlu, Abbasilere Yönelik Dini ve Siyasi İsyanlar: Ebu Cafer
el- Mansur Dönemi, Ankara 2001, 221.
[420] İsfehani, Mekatil, 257.
[421] İbn Tiktaka, Muhammed b. Ali b. Tabataba, el-Fahri
fi Adabi ’s-Sultaniye ve ’d-Düveli ’l-İslamiyye, Beyrut, 1966, 165-166;
Zorlu, Abbasilere Yönelik Dini ve Siyasi İsyanlar: Ebu Cafer el-Mansur
Dönemi, 224.
[422] Ya’kubi, Tarih, II, 295.
[423] Azimli, Abbasiler Dönemi Muhammed
en-Nefsü’z-Zekiyye ve Kardeşi İbrahim ’in İsyanı, 57.
[424] Taberi, Tarih, VIII, 427-428.
[425] Zehebi, Muhammed b. Ahmed, Tarihu’l-İslam ve Vefayatu’l-Meşahir
ve ’l-A ’lam, nşr. Ömer Abdüsselam Tedmüri, Beyrut, 1994-98, (h. 141-160),
15.
[426] Taberi, Tarih, VIII, 427-428.
[427] Taberi, Tarih, VIII, 427-428.
[428] İbn Abdirrabbih, el-Ikdu’l-Ferid, V, 63.
[429] Taberi, Tarih, VIII, 431-432.
[430] Taberi, Tarih, VIII,429-430; İsfehani, Mekatil,
211.
[431] İsfehani, Mekatil, 210; İbnü’l-Esir, el-Kamil,
V, 514.
[432] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 514.
[433] Taberi, Tarih, VIII, 433; İsfehani, Mekatil,
213.
[434] Taberi, Tarih, VIII, 448; İsfehani, Mekatil,
211-218.
[435] Taberi, Tarih, VIII, 439-440.
[436] İbnü’l- Esir, el-Kamil, V, 520.
[437] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 521-522;
İsfehani, Mekatil, 166.
[438] İsfehani, Mekatil, 225.
[439] Taberi, Tarih, VIII, 459-460.
[440] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 526-527; ;
İsfehani, Mekatil, 178.
[441] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 525.
[442] Taberi, Tarih, VIII, 478.
[443] Taberi, Tarih, VIII, 468-472.
[444] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 531.
[445] İbnü’l-Esir, el-Kamil, 526.
[446] Taberi, Tarih, VIII, 473; İbnü’l-Esir, el-Kamil,
V, 532-533.
[447] Taberi, Tarih, VIII, 480-487; İbn Abdirrabbih, el-Ikdu’l-Ferid,
V, 66-70; İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 536-542.
[448] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 544-545.
[449] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 549; İsfehani,
Mekatil, 267. 275.
[450] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 554.
[451] Taberi, Tarih, VIII, 431-432.
[452] Taberi, Tarih, VIII, 431-432; İsfehani, Mekatil,
310-316.
[453] Zehebi, Tarih, (h. 141-160), 38-39.
[454] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 570.
[455] İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 593-595.
[456] İbnü’l-Esir, el-Kamil, IV, 80.
[457] Zorlu, Abbasilere Yönelik Dini ve Siyasi
İsyanlar: Ebu Cafer el-Mansur Dönemi, 279-285
[458] Zehebi, Tarih, 37.
[459] İbnü’l-Esir, el-Kamil, VI, 181.
[460] İbnü’l-Esir, el-Kamil, VI, 90.
[461] İsfahani, Mekatil, 444.
[462] İbnü’l-Esir, el-Kamil, VI, 90-91.
[463] İsfehani, Mekatil, 447. 454-455.
[464] İbnü’l-Esir, el-Kamil, VI, 92-93.
[465] E. Ruhi Fığlalı, “Hüseyin b. Ali”, TDVİA,
XVIII (1988), 525.
[466] İsfehani, Mekatil, 436.
[467] İsfehani, Mekatil, 390; İbnü’l-Esir, el-Kamil,
VI, 125.
[468] Ahbaru’d-Devleti ’l-Abbasiyye ve fihi Ahbari ’l-Abbas, thk.
Abdulaziz Duri, Abdulcebbar Muttalibi, Beyrut 1971,174.
[469] İbn Kuteybe, el-Mearif 216.
[470] Taberi, Tarih, V, 484.
[471] Buhari, Fezailu ’l-Ashab, 22.
[472] Taberi, Tarih, V, 338.
[473] İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 162-164.
[474] Ahmet Akbulut, Sahabe Dönemi İktidar
Kavgası, Ankara 2001, 261-262.
[475] Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri,
155-157.
[476] Ahmet Akbulut, Sahabe Dönemi İktidar
Kavgası, 262.
[477] Ahmet Akbulut, Sahabe Dönemi İktidar
Kavgası, 264.
[478] Eş’ari, Ebu’l-Hasan Ali b. İsmail (324/936), Makalatu’l-İslamiyyin
ve İhtilafu’l-Musallin, thk. Muhyiddin Abdülhamit, Kahire 1954, II,130.
[479] Bkz. Ahmet Akbulut, Sahabe Dönemi İktidar
Kavgası, 264.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar