Print Friendly and PDF

Yakın Tarihimizde DÖNMELİK ve DÖNMELER / M. ERTUĞRUL DÜZDAĞ

Bunlarada Bakarsınız

BİRKAÇ SÖZ

Kırk iki yıl önce, tesadüfen görüp okuduğum bir kitap, ba­na bir "aldatılmışlık şoku" yaşatmıştı. Bu kitap, İbrahim Ala­addin Gövsa'nın "Sabatay Sevi" adlı eseriydi.

Gövsa, şaşırtıcı bir toplum gerçeğinden bahsediyordu: Ara­mızda, Türk adı ve Müslüman kimliği altında yaşayan, ama as­lında irken Yahudi, dînen Musevî olan bir topluluk vardı. "Dönme" denilen bu insanlar, üç yüz senedir içimizde, bizimle birlikte yaşamakta idiler...

Bu inanılmaz iddia, gençliğimin, samimî, millî hisler ve ga­yelerle dolu olan gönlünü de aklını da altüst etmişti. Milletim adına müdhiş bir aldatılmışlık duygusuna kapıldım.

Biraz araştırınca, bu inanılmaz iddianın doğru olduğunu öğ­rendim. Ancak işin tuhafı şuydu ki: "Toplum"un, bu "ger- çek"ten haberi yoktu,

1666 yılında, İzmir'de, Sabatay Sevi adlı bir hahamın "Me- sihlik" iddiasıyla başlayan bu hareketin mensupları, çeşitli saf­halar geçirdikten sonra, Selanik'te toplanmış; 1924'ten sonra ise başta İstanbul olmak üzere, büyük şehirlere dağılıp yerleşmiş­lerdi.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulurken, eski rejim zama­nında vazife almış devlet ileri gelenleri ile Osmanlı idaresinin tabii taraftarı kabul edilen veya en azından aldıkları kültür do­layısıyla yeni Batıcı rejim için uygun sayılmayan dindar aydın­lar, önemli memuriyetlerden uzak tutulmuşlardı.

Bu yıllarda, boşalan veya yeni açılan devlet kadroları için, Dönmeler zümresinin, esasen Batı kültürüyle yetişmiş, tahsilli ve İslâmiyet'le ilgisiz ferdleri, çok uygun birer eleman olarak ortaya çıkmış ve önemli mevkilere çokça alınmışlardı.


Bu sebeple, Dönme zümresinin tanınması, yakın tarihimiz­deki siyaset ve kültür hareketlerinin anlaşılabilmesi için de çok gerekli bir sosyal bilgilenme zaruretini doğuruyordu.

İşte, gençliğimde yaşadığım ve "Giriş" bölümünde etraflıca anlattığım o "şok" olayı, benim kendi kendimi, böyle bir vazi­fe ile vazifeli saymama sebep olmuştu.

O günden beri, esasen şahsî merak ve çalışma saham olan "yakın tarih" araştırmalarım sırasında, "Sabatay Sevi, Dönmelik ve Dönmeler" hakkında bulabildiğim herşeyi topladım.

Bunları, zaman zaman, gazete tefrikası olarak veya kitapları­mın içinde, parça parça yayınladım. Bu sefer, artık son şekliyle, müstakil bir kitap halinde çıkarıyorum.

Çalışmalarım sırasında topladığım bazı belgeler, çok büyü­yeceği için kitaba alınamadı. Bu eserde bulunanlara yeni bir şey ilâve etmeyecek, ancak onları teyid edecek olan o belge ve fo­toğraflar da belki bir derleme olarak ayrıca yayınlanabilir.

Yakın tarihimizde önemli rol oynamış ve gizli kalmış üç şahsiyeti (Parvus, Tekinalp, Madam Gaulis) ele alıp incelediğim "Yakın Tarihimizde Gizli Çehreler" adlı eserim de yakında yeniden basılacak ve herhalde bu sahadaki hizmetim - ilerleyen yaşımla birlikte - tamamlanmış olacaktır.

Kaderin sevkiyle üzerime düşen bu vazifeyi ifa ve tarihî sos­yal bir gerçeğin yeteri kadar anlaşılmasını temin edebildim zan­nediyorum.

Kolay değil, kırk iki yıl, bu bir ömür sayılır.

Yurdumun imanlı, ihlâslı, mert insanlarına hediyem olsun.

M. Ertuğrul Düzdağ Şenlikköy, Ekim 2002


GIRIŞ YERINE

İstanbul Darülfünunu Edebiyat Şubesi talebelerin­den Mehmed Hulusi, kış mevsimi başlamasına ve tak­vimler 1340 yılının 4 Kânûnisânî'sini (4 Ocak 1924) göstermesine rağmen, havanın mutedil oluşundan bilis­tifade tramvaya binmemiş, yürüyerek Köprü'ye doğru inmekteydi. Koska'da Zeynep Hanım konağında bulu­nan mektebinden çıkıp, Beyazıt, Çarşıkapısı, Divanyo- lu'ndan Babıâli'ye kadar gelmişti.

Kollarının altına sıkıştırdıkları gazeteleri bir an önce bitirmek telâşında olan "müvezzi"lerin bağırışları dik­katini çekti. Her akşam "Cinayeti yazıyor..." diye sesle­nen bu çocuklar, bugün başka bir haberi dillerine dola­mışlardı:

"- Vakit! Vakit! Yazıyor! Dönme Karakaş'ın ifşaatını yazıyor!.. "

Darülfünun talebesi Mehmed Hulusi Efendi, bu "Dönme" sözünden bir şey anlamamıştı.

"- Dönme ne demek? Neden dönmüş? Nereye dön­müş?"


Merakı galip gelmişti; mütevazi talebe bütçesinden yüz paraya kıyarak, bir Vakit gazetesi aldı.

Haber, gazetenin ikinci sayfasındaydı. Başlığı şöyley-

di:

"Dönmeler Hakkında Arıza - Asıl Mesele Selanik Dönmelerinin Mübadeleye Tâbi Olunmamasını Rica Etmektir"

Haberi okumaya başladı.

Gazetenin yazdığına göre, Karakaşzâde Mehmed Rüşdü adında birisi, Millet Meclisi'ne bir dilekçe vermişti. Bu dilekçede bazı şeyleri açıklıyor ve bir takım şeyler isti­yordu. Ankara'da yayınlanan Yeni Gün gazetesi, birkaç gün önceki nüshasına bu arızayı dercetmiş, Vakit gaze­tesi de oradan almıştı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yeni üyelerine hi­tap eden Karakaşzâde Rüşdü "Selanik Dönmeleri" dediği ve kendisinin de içinde bulunduğu bir zümreden bahse­derek, bunların ne Türk ne de Müslüman olduğunu, do­layısıyla, Anadolu Rumları ile Selanik Türkleri değişti­rilirken, bunların Türkiye'ye alınmamaları gerektiğini iddia ederek, şunları söylüyordu:

Millî mefkûre denilen umûmî mevzûunuzu teşkil eden esasların en birincisi, maddiyat ve maneviyatı mütecanis [birbirinin aynı, benzer] olan sizlere, bu mukaddes yolda yardımcı olacak yol arkadaşlarınızın - ki millettir - dahi maddeten ve manen mütecanis ol­maları lâzım gelir.

Bu asır milliyet asrıdır. Din, vicdanî bir mesele ol­duğu gibi, herkesin ruhundaki akideyi [inancı] ölçe­cek bir maddî ölçü olmadığından, artık bu gibi gayri mer'î [geçersiz], muhayyel ve mevhum kuvvetlere iti­mat ederek teşrîk-i mesaî [işbirliği] edilemediğinden- dir ki, maddiyat ve maneviyatı eban an ced (ecdattan beri) malûm olan millî kitleler, mesned ittihâz edil­mişti.

Mehmed Hulusi hayret etti. Adam, Millet Mecli- si'ne yazdığı dilekçesinde "din" için "hayal" ve "ve- him"diyordu... Daha yeni içinden çıktıkları ve din için savaştıkları Millî Mücâdele'yi hatırladı. Bütün millet bir vehim uğruna mı savaşmış oluyordu?.. İstiklâl Mar- şı'ndaki "Benim îman dolu göğsüm..." ve "Bu ezanlar ki şe- hâdetleri..." diyen mısraları düşündü. Gerçi Şâir Akif Bey'in yapılan bazı inkılâblardan memnun olmayarak ve bir dostunun davetini vesile edinerek Mısır'a gittiği­ni duymuştu.

Bu düşüncelerle ve "Bu Dönme işi, bir fırıldak ama, acaba ne?" diyerek, haberi yeniden ve daha dikkatle oku­maya başladı. Yazı şöyle devam ediyordu:


İşte her şeyden evvel tahkîki lâzım gelen mesele:İki üç asır evvel İspanya'nın Engizisyonundan kaçıp Türk- lerin cenâh-ı sehâbetine [koruyucu kanatlarına] iltica etmiş [sığınmış] ve bilâhare bir mes'ele-i siyâsiyye cürmüyle müttehem olan [siyasî suçla itham olunan] reislerinin telkinâtıyla sahte olarak İslâmiyet nam ve kisvesine bürünmüş Selanik Dönmeleri'dir. Üç kısım­dan ibaret olan bu Dönmeler aslen ve irken Yahudi ol­makla beraber ruhen ve vicdanen dahi din-i İslâm'la bir alâkaları yoktur. Diğer Yahudiler gibi iki üç asır­dan beri Türk ve İslâmlarla kat'iyyen ihtilât etmeyerek [kaynaşmayarak] kendi cemaatleriyle, âyin ve vicdan-ı husûsîleriyle ancemaatin [toplu halde] yasaya gelmiş­lerdir.

Sabık Osmanlı hükümeti zamanında sûret-i resmi­ye ve zahirede [görünüşte] İslâmiyet'i kabul ettiklerin­den, bunlar İslâm camiasına kayd edilmiş ve o suretle telâkki edilmiş [Müslüman sayılmış] olduklarından, bunlar da zaman ve muhitin taassubundan korkarak mahal mahal, çeşit çeşit, renk ve kıyafetlerde görüne­rek İslâmları aidata gelmişlerdir.

Bin türlü riya ve sahte tavır ve kıyafetlerle büyük Türk kitlesi arasına sokularak pek çok servet kazan­mışlar, memleketin büyük ticaret ve iktisat noktaları­nı elde ederek mühim ve mühlik [tehlikeli] bir âmil olagelmişlerdir. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi, milliyet esâsâtı üzerine çizmekte olduğu


programında ve bahusus Makedonya'daki Türklerin mübadelesini icra ettiği şu zamanda, artık bu Dönme­ler meselesini de, kat'iyyen hal ve tasfiye ederek, mil­leti tereddüt ve şüpheden kurtarmalı, içtimaî ve ikti­sâdı bünyeyi tehlikeden halâs ederek ıslah etmelidir.

Bu satırları okuyan genç adam, arîza sahibinin bu if­şaatı yüzünden, memleketteki bütün Dönmelerin İstik­lâl Mahkemelerine verilerek sorgusuz sualsiz aşılabile­ceklerini düşünmekten kendisini alamamıştı. Mesele iyice ilgisini çektiğinden merakla yazının sonunu da okudu:

NE TÜRK, NE MÜSLÜMAN

Hükümet mübadeleyi Türklere hasretmiştir. İs­lâm olan Arnavutları bile kabul etmiyor. Mevcut gay­ri Türkleri bile memleketin muhtelif mahallerine ser­piyor, dağıtıyor. Bundan maksat Türklüğü maddeten ve manen mütecanis bir şekle sokmaktır. Halbuki Dönmeler Türk değildir! Çünkü târihen müsbet ol­makla beraber şimdiye kadar kendilerinden başka bir unsurla aşılanıp istifayı kabul etmemişlerdir. Dönme­ler Müslüman değildir! Çünkü asırlarca muhitlerinde yaşadıkları Selanik Müslüman Türklerince malûm ol­duğu gibi, benim gibi aynı ırktan gelmiş pek çok na­muslu münevver kimselerin ikrar ve isbatıyla da sa­bittir.

O halde size samîmâne hitap ederek soruyorum:

Ey Türklüğün istiklâl ve selâmet ve saadeti için her türlü varlığı fedadan çekinmeyen büyük Millet Mecli­si a'zâ-yı kiramı! Bunlar için ne düşünüyorsunuz? Mü­badele edecek misiniz?

Husûsî mübadele usulleriyle bunların tekrar müte- kâsif bir tarzda İstanbul, İzmir, Bursa gibi memleketin iktisad kapılarında, bu yabancı ve zeki kitlenin sahte İslâm ve sahte Türk nikablarıyla [maskeleriyle] yerleşip kazanmalarına müsâade edecek misiniz? Dünkü harb cephesinde çarpışırken hâriçten Anadolu'ya gelen her şahıs hakkında tahkikatta ne kadar mutaassıp ve ted- kikkâr davranıyordunuz. Hele cephelerdeki ordular ve kıtaât-ı askeriyye bu hususta ne kadar müteyakkız ve hassas idi; artık askerî zafer istihsâl edildi diye bu te­yakkuz ve hassasiyete lüzum kalmadı mı? Madem ki hayat mücâdeledir; içtimaî, iktisâdı, ahlâkî, siyasî, hâ­sılı hayatî mesâilin cümlesinde hassas ve müteyakkız bulunmak lâzımdır.

Kendi kanınızdan, kendi dininizden olmayan bu eski mültecileri ya hudûd-i millî hâricinde bırakmanı­zı veyahut bunları tesbit ederek, âdeta damgalayarak memleketin her tarafına dağıtıp, bir kânûn-i mahsus­la Türk aileleriyle ihtilât ve istifâlarını [karışıp temiz­lenmelerini] temin buyurmanızı teklif ve istirham ederim. Böylelikle saf ve nezih Türk kitlesini tereddüt ve iştibahtan kurtarmakla beraber, hakikî Türklüğe il­tihak fikrini öteden beri mefkure edinen bendeniz ve


emsalimi Dönmelik nâm-ı mülevves ve şaibesinden [kirli adından ve lekesinden] kurtarmanızı ve bu su­retle çizmekte olduğunuz yeni Türk tarihine bir fasl-ı mahsus ilâve buyurmanızı niyaz ve istida eylerim.

Ol babda emr ü ferman Büyük Millet Meclisimi- zindir.

Dönmelerin Türklerle ihtilât ve istifasını samimî surette arzu eden münevverler nâmına

MehmedKarakaşzâde Rüşdü

İŞİN İÇİNDE İŞ Mİ VAR?

Okuması biten Mehmed Hulûsî, gözleri "itirafçı Dönme"nirı imzasında takılı, kalakaldı. İçi kararmıştı. Bakışlarını kurtarmaya çalışırken, yine aynı sayfada bir başka haberin de bu mevzu'a dair olduğunu fark etti.

Artık çaresiz okumak zorundaydı. Çünkü bu mesele­yi gerçekten merak etmişti. Kısa olan bu ikinci yazı şöy- leydi:

Karakaşzâde Rüşdü Bey'in Ankara'daki teşebbüsü­ne âit neşriyatı gören bir kâri'imiz dün bize, mâhiye- ten buna benzer, fakat Atina'da vâki olmuş bir teşeb­büsten haber vermiştir. Verilen bu malumata nazaran Atina'daki teşebbüsü yapan Yunan Meclis-i Meb'usânı âzasından Mustafa Efendi'dir. Ve Gonatas'la vâki olan bir mülakat ile başlamıştır.

İstanbul'da Faik Bey isminde bir zâtın kayınpederi

olduğu söylenen bu Mustafa Efendi, Gonatas'la vâki olan mülakatında mübadele ahkâmının Türk ve Rum- lara münhasır kalmasını istiyor ve bunun için Rüşdü Bey'in Büyük Millet Meclisi azasına tevzi ettiği bu arızada serd ettiği esbabı ileriye sürüyor; yani kendile­rinin ne Türk ve ne de İslâm olmadığını iddia ederek mübadeleden hâriç bırakılmaları lâzım geleceğini id­dia ediyordu. Bu iddiasını da muaşeretlerinin aynı Musevî muaşereti ve harslarının tamamen Musevî har­sı olduğu iddiasıyla tevsik ederek diyordu ki:

"Avcı Sultan Mehmed, ceddimiz Sabatay Sevi'ye cebren İslâmiyet'i kabul ettirmiştir. Halbuki, o ruhen ve îtikâden Musevî idi ve Musevî kaldı. Onun ahfadı da aynı îtikad ve ruhu taşımaktadır. İsimlerimiz Müs­lüman ismidir ve fakat ruhumuz tamamen Mûsevî- dir..."

Gonatas, Mustafa Efendi'nin bu müracaatını evvel emirde arasındaki dostluğa binâen hüsn-i telâkki et­miş ve meseleyi Meclis-i Vükelâ'da mevzuubahs ettir­meyi va'd ettiği gibi va'dini de yerine getirmiştir.

Fakat Yunan nazırları, bunların Yunanlılık için mübadeleye tâbi hakiki Türk unsurundan bir kat ziyâ­de muzır olduklarını beyan ve kendilerinin muhakkak mübadeleye tâbi tutulmalarında ısrar etmişlerdir.

Bundan bir müddet evvel Yunan gazetelerinin böy­le bir istisna müracaatından bahs ettikleri telgraflarda haber verilmiştir.

AHMED EMİN YALMAN VE VATAN GAZETESİ

Vakit'teki Dönmelere dair yazıları bitiren Mehmed Hulusi, gözlerine inanamıyor, satırları tekrar tekrar okuyordu.

İkiyüz elli sene! Tam ikiyüz elli sene önce, Müslüman oldu sanılan ve içimize aldığımız birtakım Yahudiler, o zamandan beri içlerinde yaşadıkları Müslüman halkı kandırıyorlardı! Müslümanlığa inanmıyor, onun gerek­lerini yapmıyor ve kendi ırklarından gayrisi ile evlen­meyerek ikiyüz elli sene evvel ne iseler yine öylece kalı­yorlardı!

Şirket-i Hayriye'nin "İnbisat" vapuruyla Üsküdar'a geçmekte olan Mehmed Hulusi, bunları düşünürken; arkadaşı Ahmed Subhi'nin yanına gelmesiyle, mesele hakkında biraz daha bilgi sahibi oldu.

Ahmed Subhi dindar bir gençti ve "Sebîlürreşâd" der­gisini takip etmekteydi. Onun söylediğine göre, bu der­gi arada bir "Dönmeler"in dine ve ahlâka zararlı faaliyet­ler yaptıklarını yana yakıla yazmakta, fakat kimseye dinletememekte idi.

Subhi'nin elinde "Vatan" gazetesi vardı. Söylediğine göre, bu gazetenin sahibi ve başmuharriri Ahmed Emin de Dönmeler'dendi.

Ahmed Emin, bu günkü nüshada Karakaşzâde'nin arızasından bahsediyor, onun bazı Dönmelere kızdığı için intikam almak maksadıyla bu meseleyi ortaya attı­ğını yazıyordu. Fakat işin aslını inkâr etmiyor, gerçekten böyle bir zümrenin varlığını kabul ediyordu. Yalnız yaz­dıklarından anlaşıldığına göre, Ahmed Emin, Dönme ol­makla beraber, bu ayrılık gayrılığın aleyhinde idi. Veya gizli bir sebep veya maksadla, öyle görünmek istiyordu.

Yazısında, vaktiyle bir taassup sebebiyle Türk ve Müslümanlardan ayrı yaşayan bu zümrenin, zamanla açıldığını, Türk ve Müslüman terbiyesi aldığını, onlar­la evlenmeye başladığını; Türk tarihinde içlerinden mü­him adamların yetiştiğini, hatta İzmir'de Yunanlılara ateş ederek şehid olan gazeteci Osman Nevres'in (Hasan Tahsin) de bu zümrenin yetiştirdiği kahramanlardan ol­duğunu söylüyordu.

Yazısının sonunda Karakaşzâde'yi "çirkin bir nifakçı- lık" yapmakla itham eden Ahmed Emin, Meclis'in bu meseleyi araştırmasını da teklif etmekteydi.

Ayrıca tanınmış birkaç Dönme tüccar da kendileriy­le konuşan gazetecilere, Karakaş Rüşdü'nün bir sinir ra­hatsızlığı geçirdiği için böyle konuştuğunu söylemiş ve onun hakkında küçültücü ifâdeler kullanmışlardı.

KARAKAŞZÂDE'NIN CEVABI

Ahmed Emin'in ve diğerlerinin bu ithamlarına, Ka- rakaşzâde'nin ne cevap vereceğini merak eden Mehmed Hulusi, birkaç gün sonra, 7 Ocak 1924 tarihli "Vakit" gazetesinde, aradığını buldu.

Karakaşzâde Mehmed Rüşdü'nün cevabı çok açık ve oldukça sertti:

Ankara'da Karakaşzâde Mehmed Rüşdü Bey'den Bilumum Selanik Dönmelerine Açık Mektup

Efendiler,

Üç asırdan beri saf ve muhterem Türk milletinin cenâh-ı merhamet ve atıfetine sığınarak Dönme na­mıyla mevcudiyetimizi idâme etmekte pek mutaassıp davranıp tarz-ı muaşeret ve harekâtımızda zahir ve bâ­tınımızın [dışımız ve içimizin] ayrı gayrı olduğunu kâbil-i ifşa olmayacak derecelerde Türklere tanıttık. Osmanlı hükümetinin geçirdiği safahât-ı târihiye, di­yelim ki şimdiye kadar bizleri müctemian [birlikte] yaşatmaya ve aramızda dâima tefâhür ettiğimiz teâvün [yardımlaşma] hislerinin izâlesine mecbur kalmamak üzere Türklerle adem-i ihtilâta [karışmamaya] sevk et­ti. Bugünkü bîgâneliğimizi bütün cihanın hayret etti­ği muazzam Türk inkılâp ve zaferinden sonra ne ile te­vil edeceksiniz?

Vicdan ve maneviyat ve itikadınıza hulul etmek is­temiyorum; fakat bu muhterem Türk milletinin Edir­ne'den Kars'a kadar hâkim olduğu topraklarda yaşayan insanların bir siyak üzere kalbleri ve vicdanları çarpar ve ancak Türklük mefkuresini taşıyanlardan mürek­kep olmasını arzu ettiğini bilmiyor musunuz? Daha anlayamadınız mı? O halde ne duruyorsunuz? Aranız­da beş on kişinin zahiren Türklerle ihtilât etmesi bir farz-ı kifâye gibi telâkki olunarak geriye kalan on on- beş bin kişilik bir varlığınız memleketin vücudunda (şiddetli bir iki kelime gazete tarafından çıkarılmıştır) bir yabancı kalmaya Türklerin mütehammil ve sabûr ol­duğunu mu zannediyorsunuz?

ASALAK YAŞAYAMAZSINIZ

Aldanıyorsunuz, efendiler!

Bu memleket bihakkın hakk-ı hayatı Türklere bahş etmiştir, zira o Türklerdir ki kanlarıyla sulayarak karış karış bu toprağı muhafaza etmiştir.

Son hâdisat esnasında herkesin ümidini kestiği ve böyle sizler gibi ne kanını, ne malını, ve ne de serveti­nin cüz'î bir kısmını memleket ve millet için feda et­meyi hatırına bile getirmeyen tufeyliler [asalaklar] id- dihâr-ı servet [para yığmak] ile iştigâl eylerken, her türlü maddi muavenetten mahrum kalan Türkler, Al­lah'ına istinad ederek her taraftan üzerlerine vâki olan hücum ve taarruzlara mütevekkilâne ve dindarâne ve kendilerine has bir metanet ve sükûnetle mukabele ederek vatanı müdafaa ettiler ve bihakkın düşmanları na galebe çaldılar. Bu kadar ulvî bir manzara karşısın da hâlâ sizlerin lâkayd bulunarak eski an'anâtınızı ve amalinizi muhafaza edip, eski devirlerde olduğu gibi tufeyli yaşamayı ve hiç bir taraftan bir sadâ-yı itiraza mâruz kalmayarak refah ve saadet mi hayâl ediyorsu-


Ankara'ya geleli beri yakînen görüp anladığım Türkler ve bilhassa Büyük Miller Meclisi ve onun vü­kelâsı benim onbeş yaşımdan beri beslediğim emelle­rin husûlpezîr olacağına berâat-ı istihlâldir. Çünkü Büyük Millet Meclisi çiftçilere îrâs-ı zarar eden yaban domuzları için bile kanun çıkarmaktadır; binâenaleyh zanneder misiniz ki, bu kadar incelikleri düşünen rü- esâ-yı millet bir kitle-i ecnebiyyeyi sinesinde besleye­bilsin. Buna artık tahammül edecek bir ferd bulunma­dı ve bulunamaz.

Bugün bizim için iki şık vardır: Ya Türklerle bir kânûn-i mahsûs dâhilinde kat'iyyen ihtilât ve tesâlüb ederek [karışıp evlenerek], bütün vatan ve milletin sa­adet ve felâketine müştereken çalışmak veyahut hu- dûd-i millî hâricinde herhangi bir şekl-i maddî ve ma'nevîde olursa olsun başımızın çaresine bakmaktır. Benim anladığım budur.

4 Kânûnisânî 340 [4 Ocak 1924] tarihli Vatan ga­zetesinde hemşehri ve yakın akrabanın iddiası veçhile ne hissiyat ve asabiyetime mağlûbum ve ne de bir ta­rafın telkînât ve tahrîkâtıyla bu işe mübaşeret ettim. Ancak yukarıda arz ettiğim bir mefkurenin sahne-i aleniyete vaz'ına bugün zemin ve zamanı müsâid bul- duğumdandır ki, ortaya atıldım. Asırların biriktirdiği mülevvesâtı tathîre muvaffak olan Büyük Millet Mec­lisimiz inşaallah bu mes'ele-i menhûseyi de yakın za­manda ortadan kaldıracak, bugün bana asabî veya baş-


ka hiffetler isnâdıyla taarruz edenler yakın zamanda elimi öpüp beni takdir ve tahdis edeceklerdir. Ve mi- nallah-it tevfık.

OTUZ ALTI SENE SONRA

İstanbul Darülfünunu Edebiyat Şubesi talebesi Meh­med Hulusi'nin başına gelen bu hâl, 36 sene sonra, 1960 yılında, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi olan Mehmed Ertuğrul'un yani bu satırların yazarının da başına gelmiş ve onu da çok şaşırtmıştı:

Bâbıâlî yokuşunu çıkıp inerken, kitapçı vitrinlerine bakardım. Yokuşa vurur vurmaz hemen sağda, Semih Lutfî Kitabevi vardı. Bunun vitrinindeki bir kitap dikka­timi çeke çeke, sonunda, mütevâzi öğrenci bütçemden -herhalde- yüz kuruş kadar bir fedâkârlığı ve çok asık suratlı olan sahibesi Ermeni kadınına beş dakika taham­mül etmeyi göze alarak o kitaba sahip olmuştum.

Yazarı, İbrahim Alâaddin Gövsa, başlığı Sabatay Sevi.. Fakat kitapta tuhaf olan, bu ismi taşıyan adamın kapak­taki resminin, sarıklı bir Müslüman kıyafetinde olma­sıydı. Ya isimde, ya resimde bir yanlışlık olmalıydı!

İşte benim "Dönmeler" ve onların "Mesih"i olan "Sa- batay Sevi"ye olan ilgim bu kitapla başladı ve kırk yıl­dır devam ediyor. 1960 sonrasında M. Şevket Eygi Bey'in çıkardığı haftalık "Yeni İstiklâl” gazetesinde, İbrahim Alâaddin'in kitabını özetlemiştim. 1976'da ise Kadir Mısıroğlu Bey'in yayınladığı "Sebil" de on dört yazılık bir dizi ile bu konuda o zamana kadar yaptığım araştırma­larımı yazdım (no. 12-25, 19 Mart-18 Haziran 1976). Daha sonra da, günlük gazetelerden Zamanda. (Aralık 1987) yirmi ve Milli Gazete'de (Ocak 1994) on dört ya­zdık dizilerle, aynı konunun üzerinde durdum.

Sonunda bu çalışmalarım, ilk baskısı 1991 ve ikinci­si 1994'te yapılan, "Yakın Tarihimizde Gizli Çehreler” ad­lı araştırmamın içinde, üç yüz sayfalık bir bölüm olarak kitaplaştı. Şimdi ise müstakil bir eser olarak ortaya çıkı­yor.

Aradan yine yıllar geçti. Bugün de, 1924'teki Meh­med Hulusi veya 1960'taki Mehmed Ertuğrul'un duru­munda, yani "Dönmeler"in adını bile duymamış veya duymuş da hayrette kalmış, kimbilir nice gençler var?.. İşte bundan sonra gelecek sayfalar, onlar için ya­zıldı.

BİR AÇIKLAMA

"MUHTEDÎ" İLE "DÖNME"NİN FARKI

1626-1675 yıllarında yaşamış ve Mesihlik iddiasıyla ortaya çıkmış Sabatay Sevi adlı bir hahama bağlı olan ve sahte olarak Müslüman gibi görünen Sabataycı Yahudi- ler'e "Dönme" adı verilir. Bunlara, yine aynı mânâda ol­mak üzere "Avdeti" de denilmiştir. Yabancılar arasında­ki sıfatları da "Sabatayist" veya Türkçedeki söylenişiyle "Dönme" dir.

Dönme, Avdeti ve Sabatayist veya Sabataycı... Bu keli­meler, mâhiyetlerini aşağıda açıklayacağımız gizli bir zümreyi ifade eden ıstılahlardır (terimlerdir). Onlardan başkaları için kullanılmaz. Kullanılırsa bilgisizlik yü­zünden kullanılır. Çünkü herhangi bir dinden veya din­sizlikten İslâm'a gelenlere "muhtedî" denir. "Hidayete er­miş, doğru yolu bulmuş" demektir. Bu muhtedî sıfatı da devamlı olarak kullanılmaz; ancak bir tarif veya tanıtma için gerektiğinde "Muhtedi filan efendi."şeklinde söyle­nir.

MUHTEDÎ OLMAYAN VAR MI?

Dönmelerin, Müslümanlığın dışında ve Müslüman- lardan ayrı bir zümre olduklarını bilmeyen bazı kimse­ler, bu bilgisizlikleri yüzünden ve iyi niyetle: "İyi ya iş­te dönmüşler, Müslüman olmuşlar. Fena mı ?Hepimizin dede­leri dönme değil mi?” diyebilirler.

Gerçekten de hepimizin ecdadı bir veya birkaç asır önce Müslüman olmuş birer "muhtedî"dir, fakat "Dön­me" değildir. Bir Dönmeye muhtedî denemeyeceği gibi, bir muhtedîye de Dönme denemez.

MUHTEDÎ İLE DÖNME ARASINDAKİ FARK

Bu iki terimi derli toplu olarak tarif edersek, arala­rındaki fark daha iyi görülür.

Muhtedî: Dinsiz veya başka bir dine mensup iken, es­ki halini terk ederek îmana gelen, hidâyete eren yani "ihtida" eden, Müslüman olan kimseye denir. Bunun zıddı, yani -Allah korusun- İslâmiyet'ten çıkanın, yani "irtidâd" edenin sıfatı ise "mürted"dir.

Her dinden ve ırktan insan muhtedî olabilir. Bunlar Müslümanlarca kardeş bilinirler. Geldikleri din veya ırk­ları mühim değildir. Herhangi bir Yahudi de İslâm'a ge­lirse muhtedî olur ve diğer Müslümanlardan ayırt edil­mez. Yine bir Sabatayist Yahudi de eski inançlarını terk ederek Müslüman olursa, artık ona da "Dönme" denemez.

Dönme: Sabatay Sevi'nin "Mesih'lik iddiasıyla, Muse-


vîlik inancında bâzı değişiklikler yaparak uydurduğu yeni inanca bağlı olan ve yine onun emri gereğince, sah­te olarak Müslüman görünen Yahudilere denir. Bunlar Mûsevîlik'ten çıktıkları gibi İslâmiyet'e de girmemiş­lerdir. "Mesih" tanıdıkları Sabatay Sevi'nin koyduğu ka­idelere tâbi olarak, üç yüz küsur senedir, küçük fakat kuvvetli bir zümre halinde ve Müslüman görünüşü al­tında, hayatlarını devam ettirmişlerdir. Eski Sabatayist ailelerin dışından, herhangi bir kimsenin bunların ara­sına girerek "Dönme" olmasına imkân yoktur.

DÖNMELİKNEDEN BİR MESELE OLUYOR?

Dönmeliğin ve Dönmelerin bir mesele hatta rahatsız edici bir mesele olması, yalan üzerine kurulmuş bulun­masından ve gizli olmasındandır.

Yıllardır, sizi, kardeşiniz olduğuna inandıran ve aile­nizin arasında yaşayan bir adamın yalan söylediğini, as­lında "yedi kat el" bir yabancı olduğunu öğrenirseniz, ne yaparsınız?

Kötü olan o şahsın kardeşiniz olmaması değildir. Si­zi aldatmasıdır.

İşte Türkiye Müslümanları da üç yüz otuz senedir, sahte birtakım "kardeşler" tarafından, aynı şekilde alda­tılmaktadır.

Evet, Dönmelerin, aslen Yahudi olmaları veya Müs­lüman olmamaları bir mesele değildir. Etrafımızda bir sürü Yahudi ve gayrimüslim var... Ama onların kim ve ne oldukları belli. Hiçbiri, ben Müslüman'ım, demiyor.

Bizi -hiç olmazsa bu yolla— aldatmıyor. Evde başka, so­kakta başka, çifter çifter isimler taşımıyor.

İşte mesele budur.

Dönmelerin içinde, acaba, hakikaten Müslüman inan­cını taşıyan hiç yok mudur?

Herhalde vardır. Ama şimdiye kadar, içlerinden biri­nin çıkıp, samimiyetle bunu söylediği veya samimi ol­duğunu isbat eden birşeyler yaptığı görülmedi. Profe­sörleri, particileri, gazetecileri, Müslüman adı altında İslâm düşmanlığı yapan yazarları, hatta -rivayetlere gö­re— darbelere önayak olan subayları bile var... Fakat şim­diye kadar, bir tanesinin dahi Müslümanlığı ve Müslü­manları sevip koruduğuna şâhid olamadık.

Anadolu Müslümanı çok müsamahakâr, hattâ biraz vurdum duymazdır. Herkesi kendisi gibi zanneder. Giz­li saklı işlere, yalanlara dolanlara, "komplo"lara hele yüzyıllarca süren gizliliklere aklı ermez. Halkımız, Müslüman olmadığını bildiği kişinin din adına söyle­diklerine, zihin ve ahlâk bozucu telkinlerine aldırmaz; ama adı Müslüman olana kolayca kanıverir.

Yakın tarihimizde, iman ve ahlâkımızı sinsice kemi­rip, aşağılayıp, yeni nesillerin gözünden düşürmeye çalı­şan pek çok kişi görüldü. "Müslüman" adı taşıyan bu ki­şiler, acaba gerçekten Müslüman mı idiler? Yoksa onla­rın içyüzlerinden habersiz olan aydınlarımız, idarecileri­miz, ıslahatçı ve inkılapçılarımız, kötü maksatlı birileri nin oyununa mı gelmişlerdi? Bu kişilerin aslında başka din ve inançların mensubu veya İslâm'a hasım kimseler olduklarını bilselerdi, onlara yine de uyarlar mıydı?

HALKIN TUTUMU

Eski günlerde, Dönmelerle aynı muhitte yaşayan Müslüman halk, onları daima tanımış ve bilmiştir. İslâ­mî bir hayatın içinde, yapmacık hareketlerin farkedilme- mesi imkânsızdır. Fakat Müslümanlar, dini, "dünyevî ve dayatılacak" bir mesele diye almayıp, uhrevî ve imânî bir tercih olarak telâkki ettikleri için, Dönmeleri kendi hal­lerine bırakmışlardır. Bunda, devletlerinin ve devlet adamlarının, zararlı bir şeye müsamaha etmeyeceğine da­ir duydukları itimadın da büyük tesiri olmuştur. İleride­ki bölümlerde sadeleştirilmiş metni verilecek olan "Dön­meler Adeti" risalesinde bu tavır görülecektir. Ancak bu aldırışsızlık, yanlış olarak, "Dönmeler hakkında bilgisiz­lik" olarak anlaşılmaktadır. Bu hatalı bir tesbittir. Müs- lümanlar, durumu bilmekte, ancak, "ne halleri varsa gör­sünler" diye, onları kendi hallerine terk etmektedirler.

Fakat bu durum 1909'dan ve bilhassa 1930'lu yıllar­dan sonra değişmiştir. 1924-25 yıllarında vuku bulan "ifşaat patlaması "nın arkasından ve ona rağmen, Türk toplumunda, dinî her sahada ve her meselede olduğu gi­bi, bu hususta da tam bir "cehalet" ortalığa hâkim ol­muştur. Artık "Dönmelerin" değil, "dindar Müslüman­ların" kendilerini gizleyip sakınacakları bir devre giril­miş; Müslümanların, değil Dönmeleri, kendilerini bile fark edecek halleri kalmamıştır.

BİRİNCİ BÖLÜM

Sabatay Sevi ve Dönmelik

I

SABATAY SEVİ YAŞARKEN

Sabatay Sevi 1626 yılının Temmuz'unda İzmir'de doğdu. İspanyol Yahudisi olan bir ailedendi. Babası, Türkler arasında "Kara Menteş" diye tanınan Mordehay Sevi idi ve buraya Mora'dan gelmişti.

Üç erkek evlâdın en küçüğü olan Sabatay, okumaya bilhassa dinî kitaplara meraklı olduğu için İsak d'Alba ad­lı bir hahamın yanına verildi. Bu sırada onbeş yaşında idi.

Sabatay, Tevrat'ı ve Talmud'u okudu. Dinî kitaplar­daki ibarelerin mecazî ve kabbalistik mânâlarını keşif hususunda maharet sahibi oldu. Zeki, bilgili ve yakışık­lıydı; güzel konuşurdu.

BİR MESİH BEKLENİYOR

"Mesih" İbrânice bir kelimedir. "Allah'ın temizlediği adam"mânâsına gelir. İsrail oğullarını kurtarmak için

Allah'ın göndereceği kurtarıcıya da bu isim verilmiştir. Hazreti İsa aleyhisselâm, Mesih olarak bir kısım Yahudi- ler'ce (ilk Hristiyanlar) kabul edilmiş, diğer kısım ise Mesih'i beklemekte devam etmişlerdir. Bu arada Mesih- lik iddia eden birçok kimse çıkmıştır.

XVII. asırda, Avrupa'daki mezhep mücadeleleri sıra­sında, Yahudiler, Hristiyanlar tarafından kitleler halin­de imha ediliyor ve Katolik Kilisesi'nin Engizisyon teş­kilâtınca çeşitli işkencelere mâruz bırakılıyorlardı. Bü­tün dünyadaki Yahudiler son derece kötü bir vaziyette idiler ve artık Mesih'in gelip kendilerini kurtaracağını ümid ediyorlardı. Yahudi kâhinleri bunun 1648 yılında olacağını söylemekteydiler. Hristiyanlar arasında da 1666'da bir Mesih'in geleceğine inananlar bulunuyor­du.

MESİHLİK DÂVASI

Bütün bu müsait durum ve tesadüfler karşısında Sa­batay gibi zeki ve haris bir adam için yapılacak bir şey vardı:Mesih olmak...

Ayrıca, kabbalistik eserlerle fazla uğraşması neticesi, garip huy ve hareketler de edinmişti. Hayalperest bir adam olduğundan, hayalindeki şeylere kendisinin de inandığı tahmin olunabilir.

Kararını verdikten sonra her gün oruç tutmaya ve sık sık yıkanmaya başladı. Kendisini tasfiye ediyor (temiz­liyor), mukaddes vazifesine hazırlıyordu. Rivayete göre,


gençken evlendiği ilk karısına da yaklaşmamış, bekâre­tini muhafaza etmişti.

Zekâsı, hazırcevaplığı ve dinî bahislerdeki bilgisi sa­yesinde, kendisi ile münakaşa edenleri mağlûp ediyor; yine bu sayede etrafındakileri kendisine bağlıyordu. Bu arada dinî ibarelerin bir çoğunu çeşitli şekillerde tefsir ederek ve İbrânice ebced hesabı ile kendi durumuna denk düşürerek, dâvası lehinde kullanmaya hazırlanı­yordu. Meselâ, aşk manzumesi olan bir duadaki "Dome dode lisvi" (Sevdiğim ceylana benziyor) ibaresini, evire çevire (Tanrı Sabatay Sevi'ye benziyor) şekline sokmuş­tu.

MESİHLİĞİN İLÂNI

1648 yılı gelince, zaten fikren hazırlamış olduğu ya­kınlarına, meseleyi açtı. Güçlük göstermeden kabul et­tiler. Fakat haber İzmir Musevileri arasında yayılınca gürültü koptu. Hahambaşı Josef Eskapa, diğer haham­lar ve Musevi âlimleri onu ölüme mahkûm ettiler.

Sabatay buna pek aldırmadı. Çünkü Osmanlı Devle­ti zabıtası, böyle bir cinayeti cezalandırırdı. Onun için düşmanları Sabatay'a bir şey yapamadılar.

"MESİH" GEZİYOR

İzmir'de başarılı olamayacağını anlayan Sabatay, 1650'de İstanbul'a geldi. Bir hahamdan yardım gördü.

Fakat burada da tutunamadı. Selanik'e gitti. İyi karşı- landıysa da iddiasını tekrarlayınca, orada da duramadı. Atina'ya gitti. Sonra İzmir'e ve yine İstanbul'a döndü. 1659'da İzmir'e babasının yanına geldi ve dikkati çeke­cek hiçbir şey yapmadan 1666 yılını beklemeye başladı. 1663'de Kahire ve Kudüs'e gitti. Fakat ihtiyatlı davra­narak oralarda "Mesihlik" dâvasını açmadı.

"MESİH"E TALİH KUŞU

O sırada zeki, güzel ve serseri bir Polonyalı Yahudi kızı Sara, başından birçok maceralar geçtikten sonra Amsterdam'a kardeşi Samuel'in yanına gelmişti. İz­mir'de yakışıklı bir gencin Mesihlik iddiasında olduğu­nu duyunca, meşhur ve yüksek bir kadın olmak hülyası ile, bir rüya hikâyesi uydurarak Yahudiler arasında yay­dı. Buna göre, rüyasında kendisine görünen bir nur, onun, yakında çıkacak olan Mesih'le evleneceğini söyle­mişti.

Bir zaman sonra bu haber Sabatay'ın kulağına gelin­ce, böyle bir fırsatı kaçırmamak için o da hemen, kendi­sine Polonyalı bir kız ile evleneceğinin, gâibden bildi­rildiğini söyledi. Bu hadise, kendilerine bir kurtarıcı bekleyen Yahudilerin arasında bir mucize sayıldı.

Sabatay, adam göndererek Sara'yı aldırdı. Kahire'de evlendiler.


Kudüs'e giderken Gazze'ye uğrayan Sabatay, burada kendisine bir yardımcı buldu. Abraham Nathan... Nat- han, bir zenginin tek gözlü kızı ile evlenerek servet sa­hibi olmuş, genç ve haris bir adamdı. Sabatay'a "pey­gamber"! olmayı ve onun çıkışını daha evvel ilân etme­yi teklif etti. Tabiî derhal kabul edildi.

BAŞARI

Sabatay, 1666 Eylül'ünde İzmir'e geldi. Önce ha­hamlarca iyi karşılanmadı ise de, bir bayram vesilesiyle Mesihlik iddiasını açığa vurunca, pek çok taraftar bul­du. Kısa zamanda İzmir Yahudilerini eline geçirdi. Şöh­reti gitgide arttı. Rodos, Edirne, Sofya, Mora hattâ Al­manya'dan Yahudiler ziyaretine gelmeye başladılar.

Musevîlerce kutsal sayılan kitaplarda, "Mesih'i gören­lerin ağızları köpürerek yere kapanmaları icap ettiği" yazdı­ğından, onu ilk görenler, kendilerini, saraya tutulmuş gibi yerlere atarlardı.

Burada taç giydi. Ziyaretine gelenleri bir protokol dâhilinde kabul ediyordu. Bu olanlar, yerli halka da te­sir etti. Bir Bektaşi dervişi ve beraberindeki birkaç kişi, Sabatay'ın Mesihliğini kabul ettiler.

Sabatay bütün dünyayı ele geçireceğine inanarak, 38 parçaya böldü ve her birine kral tayin etti. Bazı Musevî âdetlerini değiştirdi. "Tanrının tek ve ilk doğan oğlu Saba­tay Sevi" imzasıyla beyannameler gönderdi. Kendisini "Yahudiler'in kurtarıcısı" ve "Siyon Devletinin kurucusu" olarak görüyordu.


BİR BEYANNÂMESİ

Sabatay'ın gönderdiği beyannamelerden biri şöyle- dir:

Tanrının tek ve ilk doğan oğlu, Sabatay Sevi'den, İsrail'in Mesih'i ve kurtarıcısından bütün İsrail oğulla­rına selâm!

Madem ki sizler İsrail oğullarının halâsını, pey­gamberlerimizin ve babalarımızın söylediklerinin ta­hakkuk ettiğini görmek şerefini kazandınız, artık acı günleriniz meserret günlerine, oruç günleriniz eğlence günlerine tahavvül etmelidir. Çünkü ey İsrail oğullan artık siz ağlamayacaksınız. İşte bunun içindir ki Tanrı size bu ifadesi güç teselliyi verdi. Tamburlarla, orglar­la, musiki ile meserretlerinizi ilân ediniz. Asırlardan beri size vadettiğini bugün yerine getirmiş olana, bu suretle şükranınızı ifade eyleyiniz. Öteden beri her gün yapmaya alıştığınız ibadetleri yapınız, fakat mu­sibete ve mateme mahsus olan günü, benim gelişimin şerefine değiştiriniz ve onu bir meserret ve şükran gü­nüne çeviriniz.

Nihayet, hiçbir şeyden çekinmeyiniz. Çünkü sizin hâkimiyetiniz bütün milletlere şâmil olacaktır ve siz yalnız dünya yüzündeki mahlûklara değil, denizlerin dibindeki mahlûklara bile hükmedeceksiniz. Bütün bunlar sizin teselliniz ve hazzınız içindir.


Bütün bu gürültüye rağmen, mesele siyasî bir şekle girinceye kadar, zabıtanın müdahale etmemesi, Osman­lı Devleti'ndeki müsamahanın açık bir örneğidir.

O sırada padişah IV. Sultan Mehmed, sadrâzam ise Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa idi. Devlet Girit seferi ile uğraşıyordu.

İzmir Kadısı, Sadrâzama meseleyi arz etti. Oradan verilen emir üzerine sahte Mesih tevkif edildi ve deniz yoluyla İstanbul'a gönderildi. Sabatay, İstanbul'da, önce Çavuşbaşı tarafından sorguya çekildi. Her şeyi inkâr et­ti. Zindankapısı'nda hapsedildi.

İstanbul'un mahalle çocukları bu hâdise üzerine, şu tekerlemeyi bağırarak Yahudi mahallelerinde dolaşıyor­lardı: "Mehdi geldi mi? Çıfıt geldi mi?"

Hapishaneye çok fazla ziyaretçi gelmesi ve bu halden muhafızların şikâyeti üzerine, Sabatay, Çanakkale'de Kumkale'ye götürülerek, orada hapsedildi.

BİR "MESİH" DAHA

Bu sırada Polonyalı Nehime Kohen adında, Sabatay gi­bi kabbalistik tetkikler yapmış olan zeki bir haham, Kumkale'ye geldi. Sabatay'a kendisinin de Mesih oldu­ğunu, zaten mukaddes kitapların iki mesih geleceğini bildirdiğini söyledi.

Bu iki sahte Mesih anlaşamayarak üç gün münakaşa ve üçüncü günün sonunda kavga ettiler.


MUCİZE BEKLENİYOR

Sabatay Sevi'nin Kumkale'de mahpus bulunduğu ye­re de pek çok ziyaretçiler gelmeye başlamıştı. Bunlar gardiyanları da para ile kandırdıklarından, ziyaretlerine ses çıkarılmıyordu.

Fakat Çanakkale'ye bu kadar fazla Yahudi'nin gelme­si, şehirde yiyecek kıtlığına ve pahalılığa sebep oldu. Yerli halktan bir heyet Edirne sarayına giderek, şikâyet­te bulundular. Diğer taraftan, ikinci sahte Mesih Kohen de rakibini şikâyet etmiş, Sabatay'ın siyasî düşünceleri bulunduğunu ve devlet kurma fikrinde olduğunu ihbar etmişti.

Artık bu işe bir son vermek gerektiğine karar veren Osmanlı makamları, harekete geçtiler ve Sabatay, tekrar Edirne sarayına götürüldü. Sabatay'ın müridleri ise Me- -ihin bir mucize göstererek ortalığı birbirine katmasını bekliyorlardı.

"MESİH" MÜSLÜMAN OLUYOR

Sabatay, sarayda, Sadrâzam kaymakamı Mustafa Paşa, Şeyhülislâm Minkârîzâde Yahya Efendi ve Sultan'ın ima­mı vaiz Vânî Mehmed Efendiden müteşekkil bir heyetin huzuruna çıkarıldı. Padişah yandaki odada, kafes arka­sından konuşmayı dinliyordu.

Sabatay'a "Mesihlik iddiası, paylaştırdığı krallıklar ve hakkında dolaşan öteki rivayetler" soruldu. Hepsini inkâr etti.

Bunun üzerine tercüman vasıtasıyla Sabatay'a şöyle söylendi: "Mesih olduğunu iddia ediyorsun. O halde muci­zeni göster. Bunun için seni soyup nişan dikeceğiz. En maha­retli okçular atacak. Eğer oklar vücuduna işlemezse, o zaman Sultan da senin Mesih/iğini kabul edecek."

Bunu duyan Sabatay, yine, böyle bir iddiası olmadı­ğını, o sözleri başkalarının uydurduğunu söyledi. Ölümle burun buruna geldiğini anlamıştı. Başındaki Yahudi şapkasını çıkarıp yere atarak, üzerine tükürdü ve Kelime-i Şehâdet getirip, Müslüman oldu. Böylece ca­nını kurtarmış oluyordu. Kendisine "MehmedEfendi" adı verildi.

Sabatay Sevi'nin bu şekilde önce Mesihlik iddia et­mesi ve sonra İslâmiyet'i kabul ederek dönmesi hâdise­si, Osmanlı tarihlerine, zamanın vakaları arasında kay- dolunduğu gibi, yabancı tarihçilerin ve hâtıralarını ka­leme alan elçi ve seyyahların eserlerinde de yer almış­tır.

TARİHLERİMİZDE BU HÂDİSE

Bu vak'adan, Nişancı Abdi Paşanın, "Vekâyi'nâme"sin- de, Fındıklık Silâhdar Mehmed Ağa ile vak'anüvis Râşid Efendinin tarihlerinde ve Kâmil Paşanın "Târih-i Siyâ­sisinde bahs olunmaktadır.

"Târih-i Râşid"de hâdiseden, 1077 (1666) vakaları arasında şu şekilde bahsediliyor (c. 1, s. 133):

İhzâr-i Yehûdî-i meşhur be-huzûr-i Pâdişâhî ve İslâm-i o

Bundan akdem İzmir'den zuhur eden haham nâmı­na şahs-i cühûd, mu'tekadünaleyh-i tâife-i Yehûd olub, başına cem'iyyet etmelerinden âsâr-ı fitne meş- hûd olmağla Boğazhisarı'na matrûd ve meb'ûd olmuş­ken, anda dahi fitne endâz-ı meyâne-i Yehûd olmağın, mâh-ı Rebîülâhir'in onaltıncı günü, Edirne'de rikâb-ı hümâyûna ihzar ve Şeyhülislâm Efendi ve Vânî Efendi ve Kaymakam Paşa huzur-i hümâyûnda iken Yehûdî-i mesfûr getirilüb, mâcerâ-yı hâli istifsar olundukta hakkında şöhret bulan türrehâtı inkâr ve katlin mu­karrer bildiğinden İslâm'a rağbet izhâr eyledi.

Bugünkü dil ile:

Bundan önce İzmir'de ortaya çıkan Yahudi hahamı, Yahudiler'in iman ettikleri biri olmuş ve bu taifeyi ba­şına toplamıştı. Bu durumdan karışıklık meydana gel­mesiyle, Çanakkale hisarına sürülmüş ancak orada da Yahudiler'in arasında fitne çıkmasına sebep olduğun­dan, 16 Rebîülâhir'de Edirne'de Padişah'ın huzuruna çıkarılmıştır. Huzurda Şeyhülislâm Efendi, Vânî Efen­di ve Kaymakam Paşa da varken, Yahudi getirilmiş ve sorguya çekilmiştir. Hakkında yaygın olarak söylenen­leri inkâr etmiş, kati olunacağını anlayınca da Müslü­man olmuştur.

Kâmil Paşa'nın Târîh-i Siyâsî-i Devlet-i Aliyye adını şıyan eseri, 1325 (1909) yılında basılmıştır. Kitabın "Devr-i Sultan Mehmed Hân-ı Râbi" faslında "Bir Yehu- dinin Mesihlik Dâvası" başlığını taşıyan bir bölüm var­dır. Bu bölümü aşağıya aynen alıyoruz (c. 2, s. 103):

Sene 1077 [1666] tarihinde İzmir'de Sabatay Sevi isminde bir haham Mesihlik dâvasında bulunarak Ku­düs'e azimetle vâki olan ilânâtı üzerine bu keyfiyet ge­rek buralarca ve gerek Avrupa'ca Yahudiler beyninde [arasında] hayli telâşı mûcib olarak her taraftan vürûd eden hahamlardan bazıları lehinde ve bazıları aleyhin­de bulundukları haber alınmakla, merkum Sabatay Se­vi taraf-ı sadâretten Dersaadet'e [İstanbul'a] celb ile tevkif ve ba'dehu Köprülünün Girit'e azimetinde Kal'a-i Sultâniyye'de [Çanakkale'de] habs olunduğu esnada aynı iddiada bulunan diğer bir Yehudi Edir­ne'de Sadrazam Kaymakamı'na bi'1-mürâca'a Saba- tay'ın iddiası sahte olduğunu ifade eylemesi üzerine merkum Saray-ı hümâyun bahçıvanlığında istihdam olunarak müteakiben merkumun familyası a'zâsı cüm- leten İslâmiyet'i kabul eyledikleri gibi on sene kadar müddet zarfında bunun vasıtasıyla birçok Yahudiler dahi ihtida eylemiş ve o esnada mehdilik iddiasında bulunan bir Kürd şeyhinin oğlu dahi kezâlik celb ile istintakında o dâvadan feragatle taraf-ı şahaneden ken­disine îrad buyurulan suallere yolunda cevap vermesiy­le bu dahi Hazine-i Hümâyun iç ağalığına tâyin buyu- rulmuştur.


Müslüman olan Sabatay'a "kapıcıbaşılık" payesi veril­di ve maaş bağlandı. Bu hadise Sabatay'ın müridleri ara­sında bomba gibi patladı. Evlerine kapanıp dışarı çık­madılar. Hahamlar ise son derece sevindiler. Hakikaten, bu suretle Yahudiler parçalanmaktan kurtulmuşlardı. Fakat Müslümanların arasına, ileride görüleceği gibi, ne idüğü belirsiz bir zümre girmiş oldu.

Sabatay, Müslüman olarak canını kurtarınca, mürid- lerine şöyle bir tamim gönderdi: "Tanrı beni Müslüman yaptı. Ben kardeşiniz kapıcı Mehmed'im. O, öyle emretti. Ben itaat ettim." Musevi kitaplarındaki bir an'aneye göre "Mesih Müslümanlar tarafından yutulacaktı." Kendi hali­ni buna uyduran Sabatay, yine vazifesine devam edeceği­ni bildirdi.

Kardeşi ise bu hadiseyi şöyle izah ediyordu:

"Sabatay'ın eski varlığı göğe çıkmış, yerine, Tan- rı'nın emriyle cübbe ve sarık akında Mesihliğine de­vam edecek bir melek bırakmıştır."

YENİ MEZHEP

Sabatay bütün müridlerini kendi kıyafeti altında toplamak istiyordu. Bunun için Müftiye müracaat ede­rek, Yahudileri İslâm'a davet etmek için izin istedi. İzin verilmesi üzerine, yine Mesihliğini yaymak, kendine inananları bir araya getirmek ve dışı Müslüman içi Sa-


batayist olan yeni mezhebini kurmak için çalıştı.

Böylece sahte Mesih'in taraftarları her yerden gele­rek, cübbe ve sarık altına girdiler. Müslümanlar bu giz­li ve bozuk mezhebin içyüzünü kısa zamanda anlayarak, mensuplarına "muhtedî" yerine, samimi olmadıklarını anlatır şekilde "Dönmeler" adını taktılar.

SABATAY'IN SON YILLARI

Sabatay taraftarları yani "Dönmeler" sözde tamamen Müslüman olunca, hükümet onların peşini bıraktı. Sa­batay da bu suretle, hareketlerinde serbest kalmış oldu. Bundan sonra yeni zümrenin itikat ve ibâdetlerini tan­zim ile uğraştı. Bunları bir araya getiren on sekiz emri ve bayram günlerinin listesini tertip etti. On sekiz emirden, on altı ve on yedincisi "Dönmeler"in en mü­him özelliklerini belirler:

16.  madde: On altıncısı budur ki, Türklerin âdet­lerine, onlann "gözlerini örtmek" maksadıyla dikkat edilsin. Ramazan orucunu tatbik için sıkıntı gösteril­mesin ve aynı şey kurban için de yapılsın. "Gözün gör­düğü" her şey ifa edilmelidir.

17.   madde: On yedincisi budur ki, onlarla [yani Müslümanlarla] nikâh akdedilmemesi [evlenmemek] lâzımdır.

'MESİH'İN ÖLÜMÜ

Sabatay, müridlerini toplayarak yine âyinler yaptırdı­ğının haber alınması üzerine, Arnavutluk'daki Berat ka­sabasında Ülgün'e sürüldü. Kendisinin "ihtida ettirdi­ği" yeni Müslümanları, tekrar Musevîliğe döndürdüğü iddia ediliyordu. Yahudi âdeti üzere yaptırdığı âyinler ihbar edilmişti. Bu ihbarın kendisini ortadan kaldırmak isteyen Yahudi teşkilâtı tarafından yapıldığı sanılmak­tadır.

Sabatay, Ülgün'de küçük bir cemaat ile beş yıl yaşa­dı. Burada Selânikli Yoheved ile evlendi. Karısı da Ayşe Hanım adını aldı.

Haham, sahte Mesih Sabatay Sevi veya sahte Müslü­man Mehmed Efendi 17 Eylül 1675'de öldü. 50 yaşın­da idi. Bir nehir kenarına gömüldü.

Fakat mensubları Mesihliği, onun halîfelerinin şahıs­larında yaşattılar. Kendisine inananlar hâlâ deniz ve ır­mak kenarlarında "Sabatay Sevi, seni bekliyoruz" diye ses­lenirler.

Sabatay Sevi ve Dönmelik

-II-

SABATAY'DAN SONRA

Sahte Mesih Sabatay Sevi (Mehmed Aziz Efendi) 1675'de öldü. Fakat ölümü ile mesele kapanmadı. Ka­yınpederi Abdülgafur Efendi (Josef Filosof) ve kayınbira­deri Abdullah Yakup Çelebi (Jacob Kerido) daha evvel Se- lanik'e giderek yerleşmişlerdi. Sabatay hasta iken, Ya- kub Çelebi, Berat'ta onu ziyaret ederek halifeliğini al­mak istemiş ve kabul edilmişti. Sabatay'ın ölümünden sonra karısı Ayşe Kadın'ı (Yoheved) da Selanik'e yanla­rına aldılar. O zaman iki yüz aile kadar tutan Sabata- yistler de bu iki kardeşin, Yakub ile Ayşe Kadın'ın etra­fına toplandılar.

Dönmeler o sırada yalnız yaşayış ve inanışlarıyla de­ğil, kıyafetleriyle de herkesten ayrılırlardı. Kadınlar sa­rı mest giyer, erkekler beyaz keçe külah üzerine yeşil sa­rık sararlardı. Ayrıca bayramdan bayrama namaz kılar, oruç tutmaz ve gusle ehemmiyet vermezlerdi. Böylece Sabatay'ın onsekiz emrinin onaltıncısı olan "Gözle görü­len her şey yapılmalıdır" şartına -zorluğu sebebiyle olma­lı- pek uymazlardı.

DÖNMELER BÖLÜNÜYOR

Selanik'teki Sabatayistlerin başkanlığına Yakup Çelebi geçmiş, inanç ve âyinleri düzenlemişti. İhtiyatlı olmak için İslâm âdetlerinin de gözle görülenlerine riâyet edil­mesini istedi. Fakat diğer bir kısım buna lüzum görmü­yordu. Bunlar Mustafa Çelebi adında birinin etrafında toplandılar.

Bir boşanma meselesinden dolayı, bu iki hizbin ara­sında ihtilâf çıktı. Cemaatin ekseriyeti Mustafa Çele- bi'nin arkasından gitti. Böylece Sabatay Sevi'nin ölü­münden 14 sene sonra 1689'da Sabatayist zümre ikiye ayrıldı. Yakub'a sadık kalanlara Yakubîler (veya -daha sonraları- Hamdi Beyler) Partisi dendi. Mustafa Çelebi taraftarlarına da Karakaşlar (veya Müminler, Onyollular, Osman Baba) Partisi adı verildi.

Bu parçalanmadan 31 sene sonra 1720'de ise Karakaş- lar partisi de "Osman Baba" meselesi yüzünden ikiye ay­rıldı. Bu üçüncüye de Kapancılar (veya Papular, İbrahim Ağa) Partisi adı verildi. Böylece Sabatayistler üç zümre­ye ayrılmış oldular:


Bu partiye daha sonra, bir ara Selanik belediye reisli­ği yapmış bir Dönmenin adıyla Hamdi Beyler Takımı da denir. Yakubîler gözle görülen İslâmî âdet ve ibâdetlere daha çok uyarlardı. Gayet kapalı, muhafazakâr bir hayat sürerlerdi. Sonraları içlerinden tersane emini, sürre emi­ni, saray ve şehir kethüdası gibi yüksek memurlar çık­mıştır. Kıyafetleri de diğerlerinden farklı olup ökçeli ayakkabı giymez ve bütün erkekler saçlarını ustura ile traş ettirirlerdi.

KARAKAŞLAR

Bu parti Mustafa Çelebi tarafından kurulmuştur. Dönmelerin çoğunluğunu bunlar teşkil eder. Müminler, Onyollular ve Osman Baba isimleriyle de anılırlar. Diğer­lerinden farkları İslâmî adet ve ibadetlere riâyete lüzum görmemeleridir.

Mustafa Çelebi, Yakub Çelebi'den ayrıldıktan sonra kendi adamlarını bağlayacak yeni inançlar ortaya çıkar­dı. Abdurrahman Efendi adlı bir Dönmenin, Sabatay Se­vi'nin ölümünden tam dokuz ay sonra doğan oğlu Os­man'ın, Sabatay Sevi'nin ruhunu taşıdığını iddia etti. Ona göre, Mesih öldüğü zaman onun maneviyatı Osman Efendi'nin vücuduyla tekrar dünyaya doğmuştu. Osman, iki yaşına geldiği zaman Mustafa Çelebi tarafından Saba- tay Sevi'nin vekili ve kırk yaşına gelince Mesih ilân edil­di. Hatta "Tanrılık" mertebesine çıkarıldı.


Fakat Karakaşlar partisi içinde İbrahim Ağa adında biri, bu yapılanlara itiraz ediyordu. Anlaşmazlık, bu zümrenin de ikiye bölünmesine sebep oldu.

KAPANC1LAR

İbrahim Ağa Partisi ve Papular diye de anılır. 1720'de Osman Ağa ölünce, onun Mesih olup olmadığı hakkın- daki münakaşalar kızıştı. İbrahim Ağa tarafı, mezarın açılmasını, eğer Mesih ise cesedinin çürümemiş olacağı­nı ileri sürdü. Karakaşlar bunun hürmetsizlik sayılaca­ğını söyleyerek razı olmadılar.

Bu uyuşmazlık sonunda İbrahim Ağa taraftarları ay­rıldılar. Bunların farkı Osman Ağa'yı Mesih tanımama­larıdır.

Osman Ağa'yı, taraftarları, "ağa" lâkabının kaldırıl­masından sonra "Oğan" diye anar oldular. Kapancılar di­ğerlerine nisbetle biraz daha makuldürler. Fakat Saba- tay'dan kalma inanış ve âdetleri muhafaza ederler.

Bu üç zümre Dönme olmayanlarla kız alıp vermedik­leri gibi, zümreler arasında da evlenme olmaz.

Sabatayizmin gizli hayatı, izdivaç edenlere mahsus bir nevi esrar mahiyetindedir. Bir şeyden habersiz yeti­şen genç, evlenince bu sırları öğrenir. Bu sırların ne ol­duğu pek az bilinmekle beraber, aşağıda bahsedilecek olan "Kuzu ziyafeti" veya "Dört gönül bayramı" denen âdet ile alâkalı olması ihtimâli vardır.

Dönmelerin ayrıldıkları hizipler ve gizli sırları hak­kında gelecek bölümlerde, kendi ağızlarından yapılmış açıklamalar sayesinde çok daha geniş bilgiler buluna­caktır.

DÖNMELERDE İÇ DÜZEN

Reis yeniliklere mâni olur, geleneklerden en ufak bir sapmayı cezalandırırdı. Kıyafetinde veya yaşayışında âdetlere bir aykırılık görülen kimse, cezaya uğrardı. Bu­nu erkeklerde "Mübaşir", kadınlarda "Kılavuzca Kadın" yapardı. Cezalar: İhtar, tekdir ve kabahatliden bütün ai­lenin uzaklaşıp konuşmaması şeklinde olurdu. Bu emir­lerin dışına kimse çıkmazdı. Reis ancak çok mühim ka­rarlar alırken danışma yapardı.

Bu kapalılık ve taassup sebebiyle, Dönme gençlerine ancak 1884'de yabancı dil tahsiline, daha sonra hukuk, mülkiye, eczacı ve baytarlığa, en nihayet tıp tahsiline müsaade edilmiştir.

KUZU BAYRAMl'NDA "MUM SÖNDÜ"

Sabatayistlerin yirmiye yakın bayramı vardır. Bunlar­dan biri de 22 Mart'ta, yani ilkbaharın ilk günü yapılır. Bu bayram hakkında Sabatay zümresine mensup Kara- kaşzâde Rüşdü 'nün 1924 yılında Vakit gazetesinde çıkan beyanatında şöyle denilmektedir:

Kuzu Bayramı 22 Adar (Mart)'da yapılır. Bu bay­ram geceye mahsustur. Ve her sene kuzu eti ilk defa bu

bayram münasebetiyle ve hususi merasimle yenir. Bu merasimde en aşağı ikisi erkek, ikisi kadın olmak şar­tıyla, evli dört kişinin bulunması lâzımdır. Kuzu ziya­fetinde bulunacakların sayısı iki cinse mensup evli çiftlerin artırılması şartıyla istenildiği kadar çoğaltıla­bilir. Kadınlar iyi giyinmiş ve elmaslanyla süslenmiş oldukları halde, sofra hizmetinde bulunurlar. Yemek­ten sonra biraz eğlenir ve muayyen zamanda ışıklar söndürülerek karanlıkta kalınır... Bu bayram vesilesiy­le doğan çocuklar bir nevi kudsiyeti hâiz sayılırlar. Ona "Dört Gönül Bayramı" adı verilir.

15      Kasım 1925 tarihli Resimli Dünya mecmuasında, Kapana ailesine mensup bir genç Sabatayist, bu bayramı şöyle anlatıyor:

Zannediyorum ki mum söndürme merasimi Kara­kaş ailesinde hâlâ devam eden bir âdettir. Ve galiba ev­velce benim mensup olduğum ailede dahi tatbik edi­lirdi... Fakat ben genç ve bekâr olduğum için, hiç işti­rak etmedim... Bana cevap olarak sen de evlen ondan sonra öğrenirsin derlerdi.

Prof. Abraham Galanti'nin 1935'de İstanbul'da Fran­sızca neşr olunan "Sabatay Sevi Hakkında ve Mensupları­nın Teşkilâtı ve Adetlerine Dair Yeni Vesikalar" adlı eserin­de, "mum söndürme" âdeti hakkında bilgi verilmekte­dir.

Sabatay Sevi ve Dönmelik

- III -

ON SEKlZ EMlR

Sabatay Sevi, mesihlik iddiasından, mecburen, vaz geçip, Mehmed Efendi adıyla "sahte Müslüman" olduk­tan sonra, takipçilerine, içinde, Müslümanların gözünü boyamak ve onlarla kat'iyyen kız alıp verme yoluyla ya­kınlık kurmamak maddelerini de ihtiva eden bir talimat (emirname) vermiştir. Prof. Abraham Galanti'nin tesbit ederek, eserine aldığı bu emirname, İbrahim Alâaddin Gövsa tarafından tercüme edilmiş ve kendisinin tecrübe ve bilgileri de katılarak, yayınlanmıştır. Sevi'nin on se­kiz emrini, Gövsa'nın eserinden buraya alıyoruz:

SABATAY'IN EMİRLERİ

İşte Efendimiz, kralımız ve Mesihimiz Sabatay Se- vi'nin on sekiz emri bunlardır. Şerefi müzdâd olsun!

1  — Birincisi budur ki, Hâlik'ın birliğine ve ondan


başka bir Halik bulunmadığına dair olan iman muha­faza olunsun. Onun haricinde hiçbir âmir veya hâkime hamdü sena etmeyiniz.

2   - İkincisi budur ki, onun Mesihi'nin hakikî Me­sih olduğuna, ondan başka halaskar bulunmadığına, efendimiz, kralımız Sabatay Sevi'nin Davud neslinden geldiğine iman edilsin. Şerefi müzdâd olsun.

3   - Üçüncüsü budur ki, ne Tanrı'nın, ne de Mesi- hi'nin adına yalan yere yemin edilmesin. Çünkü Tan- rı'nın adı da onda mündemiçtir. Ve ona hürmetsizlik etmemek lâzımdır. (Bu emirde Tanrı'nın adı onda mündemiçtir ibaresi İbranîde Tanrıya mahsus sıfatlar­dan kadir mânasına gelen kelimenin ebced hesabına benzeyen rakam kıymetiyle Sabatay Sevi'nin adına müsavi gelmesine yani ikisinin de 814 sayısını göster­mesine telmih vardır.)

4    - Dördüncüsü budur ki, Tanrı'nın adı anıldığı zaman tazim gösterildiği gibi, Mesih'in zikri geçtiği zaman dahi tazim gösterilsin. Kezâlik bilgisiyle akra­nı arasında mümtaz olan herkesin adına da tazim edil­sin.

5   - Beşincisi budur ki, Mesih'in sırrını anlatmak ve tetkik etmek üzere içtimadan içtimaa gidilsin.

6   - Altıncısı budur ki, onlar arasında (yani Sabata­yistler arasında) katiller bulunmasın. Hattâ kendileri­ne nefret eden başka millet mensuplarından da kimse öldürülmesin.

7         — Yedincisi budur ki, Kislev ayının (Yahudi yılı­nın dokuzuncu ayı) 16'ıncı günü herkes bir evde top­lanarak Mesih hakkında ve Mesih imanının sırrı hak­kında işittiklerini birbirine anlatsınlar.

8   — Sekizincisi budur ki, aralarında zina hüküm sürmesin. "Beria" vesilesinde dahi hilekârlardan dola­yı ihtiyatlı bulunmak lâzımdır.

(Bu emirde geçen Beria kelimesi yaratmak ve yara­dılış mânasına geliyormuş. Bu emir bir taraftan zinayı menederken, diğer cihetten ona müphem bir şekilde müsaadekâr bulunuyor. Sabatay müridlerinin uzun za­man izdivaçta komünizmi tatbik etmeleri buna müs- tenid olacaktır. Emirde kendilerinden ihtiraz edilmesi tavsiye edilen (hilekârlar) kelimesiyle Sabatay zümre­sine yabancı olanlarla, henüz izdivaç sırrına vakıf bu­lunmayanların murad edilmiş olması icabedeceğini A. Galante tahmin etmektedir.)

9   — Dokuzuncusu budur ki, yalancı şahitlikte bu­lunulmasın ve kendi yakınına karşı yalan söylenmesin, kendi aralarında, hattâ Mü'min olmayanlar için dahi gammazlık yapılmasın!

10   — Onuncusu budur ki, hiç kimse sarık imanına (yani zümreye mahsus olan İslâmlığa) zorla ithal edil­mesin, hattâ inansa bile.. Çünkü (Mücadele üstadlan- nın) zümresine mensup olanlar, oraya ancak kendilik­lerinden ve kendi kalblerinin ve iradelerinin şevkiyle girerler. (Buradaki mücadele üstadları tabiriyle zümre­nin şefleri kastedilmiş olmalıdır.)

11     — On birincisi budur ki, aralarında kıskançlar, muhterisler ve kendilerine ait olmayan şeylere karşı ar­zu ve hırs gösterenler bulunmasın.

12   - On ikincisi budur ki, Kislev ayının (Yahudi yılının dokuzuncu ayı) on altısındaki bayram, büyük sürür ile ilân edilsin. (Sabatay'ın Edirne sarayında Müslüman edildiği Rebiülevvel'in on altıncı günü.)

13   — On üçüncüsü budur ki, biribirine karşı mü- rüvvetli ve merhametli davranılsın ve kendine yakın olanın arzulan için kendi arzusu imiş gibi gayret gös­terilsin.

14   — On dördüncüsü budur ki, Davud'un Mezâ- mir'i hergün gizli olarak okunsun.

15  — On beşincisi budur ki, her ay, kamerin doğu­şu tetkik ve müşahede olunsun ve ayın yüzünü güneşe çevirmesi ve ayla güneşin karşı karşıya gelerek bakış­maları için dua edilsin.

(Ay tutulması hâdisesinin vaktile musevilerce bir Mesihlik alâmeti olarak tefsir edildiğini ve bu emrin o an'aneye bir telmih teşkil etmesi ihtimali olduğunu A. Galante kaydediyor.)

16   - On altıncısı budur ki, Türklerin âdetlerine, onların gözlerini örtmek maksadıyla, dikkat edilsin. Ramazan orucunu tatbik için sıkıntı gösterilmesin ve ayni şey Kurban için de yapılsın. Gözün gördüğü her şey ifa edilmelidir.

17   — On yedincisi budur ki, onlarla (yani Müslü­manlarla) nikâh aktedilmemesi lâzımdır.

18    - On sekizincisi budur ki, oğulları sünnet"et- mek için itina olunsun. Bu, mukaddes milletten haya­sızlığı kaldırmak içindir.

Emrettiğim on sekiz madde bunlardır. İçlerinden bazısının Beria kanununa ait olması gövdenin henüz İsrail oğullarına şeytandan ve kabilesinden intikam al­maya müsait olacak derecede kuvvetlenmemiş bulun- masındandır. O tarihte (yani gövdenin intikama mü­sait olacağı devirde) herkes müsavi olacak, artık hiçbir emir ve nehiy, sevap ve günah kalmayacak ve küçük­ten büyüğe kadar herkes beni tanıyacaktır. Bana ima­nı olan müridlerime şunu da haber vereyim ki (Beria) ile (Asilut) a itina etsinler ve keşif ve ilham zamanına kadar ondan hiçbir şey eksiltmesinler. Onlar o zaman hayat ağacının altına girecekler ve hepsi birer melek olacaklardır. Ezelî irade bu keşif ve ilham zamanının bir an evvel hululüne taallûk etsin. Amin!


Sabatay Sevi ve Dönmelik

-IV-

DÖNME BAYRAMLARI

Dönmeler, Sabatay Sevi'nin emri ile, bazı yeni bay­ram günleri ihdas ettikleri gibi, Musevî bayram ve kut­sal günlerini de, bir kısmını aynen, bir kısmını ise de­ğiştirerek kabul etmişlerdir.

Ancak Dönmelerin bayram listesinde, İslâmî herhan­gi bir bayram veya mübarek sayılan gün veya geceye rastlanmamaktadır. İslâm'ın Ramazan ve Bayram günle­ri, onlar için, sadece saf Müslümanları kandırmak için rol yapacakları zamanlardır. Sevi'nin on sekiz emrinin on altıncısı buna dairdir.

DÖNME BA YRAMLARI

Dönme bayramlarını yine Gövsa'nın tercüme ve tes­hirinden aşağıya alıyoruz:

1   - Sivan (Nisan) on dörtte (Tohum bayramı). Bu bayramın sebebi olarak bir Tevrat âyetinde güya Saba- tay'ın adına benzer bir lâfız keşfedilmesi tahmin edili­yor. Bugün zarfında ezeli tohum İsrail'in ziynet ve za­feri olacak ve arz meyvesi onların şeref ve gururunu teşkil edecek.

2  - Sivan (Nisan) yirmi dörtte (Sabatay'ın Eli tara­fından takdis bayramı). Buradaki "Eli"den maksad Gazzeli Nathan'dır. Sabatay'ın Filistin seyahati sıra­sında Nathan onu Mesih olarak tanımış ve güya pey­gamberi olmuştu.

3    - Sivan (Nisan) yirmi altıda. (Onu bugün size verdiler) suretinde tercüme edilen tarihî bir hatıranın bayramı ki delâleti tamamiyle sarih değildir.

4  - Temmuz dokuzda (Ruhun giyinmeye başlama­sı bayramı). Bunun sebebi ihtimal ki Sabatay'ın Me- sihlik ilhamını duymağa başladığı günü takdistir.

5   - Temmuz on yedide kaynı Samuel Primo'nun doğuş bayramı.

6   - Temmuz yirmi üçte (Donanma bayramı). Me­sih'in gelişiyle husule gelen dinî inkılâbın hatırasını ihtiva ettiği tahmin ediliyor. Sabatay bu bayram vesi­lesiyle mensuplarının evlerini donatmalarını emret­mişti.

7   - Temmuz yirmi dörtte (Mukaddes Cumartesi) bayramı. Sabatay'ın bu bayramı karısı Sârâ'nın saadeti şerefine tesis ettiği rivayet edilir.

8   — Şubat on üçte (Zaferle taçlanmanın başlaması bayramı). Bu bayramın hangi hatıraya müstenit oldu­ğu kat'î değilse de Sabatay'ın Kahire'de sarrafbaşı Yu­suf Çelebi nezdindeki muvaffakiyetine veya daha son­ra Aydos'ta iken Mesihliğe ortak çıkan Polonyalı ha­ham Nehime Kohen ile üç gün üç gece münakaşayı müteakib mücadeleden muzaffer çıkışına müstenit ol­duğu tahmin ediliyor.

9  - Şubat dokuzda (Meserret bayramı). Bu bayramı Kudüs mabedinin tahribi hatırasıyla yapılan matemin bir meserret gününe tahvili emrinden ileri geliyor ki güya Sabatay Sevi'nin doğduğu güne tesadüf etmekte­dir.

10   — Şubat on beşde (Tuzlama bayramı). Sabatay Sevi'nin kral ilân edildiği günün hatırası.

11  — Kislev (Rebîülevvel) ayının 16'ıncı günü. Sa­batay'ın Edirne sarayında İslâmiyet'i kabul ettiği gün ki Sabataycılığın Musevilik'ten ayrılarak başlıca bir zümre teşkil etmesinin başlangıcıdır.

12  - Mart yirmi birde (Sabatay'ın doğuş bayramı). Fakat 9 Şubat'taki (Meserret bayramı) da onun doğuş bayramı olduğuna göre ikisinden birinin başka bir se­bebe müstenit olması lâzım gelir.

13   — Mart yirmi sekizde Sabatay'ın sünnet bayra­mı. (Bu tarihe nazaran Sabatay Sevi'nin 9 Şubat'ta de­ğil 21 Mart'ta doğmuş olacağını Galante tahmin edi­yor.

14  - Kânûnievvel'in (Aralık) on altısında sebebi ve

manası tahmin edilemeyen bir bayram.

15   — Şubat on beşte Yahudilerce mâruf olan purina yani şeker bayramı.

16   — Mart yirmi ikide yani ilkbaharın birinci gü­nünde (Kuzu bayramı) veya (Dört gönül bayramı).

Bu kuzu bayramı hakkında Sabatay zümresi men­suplarından Karakaşzâde Rüşdü, 1924 tarihinde (Va­kit) gazetesi muharririne şu izahatı vermişti".

"Kuzu bayramı 22 Adar'da (Mart) yapılır, bu bay­ram geceye mahsustur. Ve her sene kuzu eti ilk defa bu bayram münasebetiyle ve hususî merasimle yenir. Bu merasimde en aşağı ikisi erkek ikisi kadın olmak şar­tıyla evli dört kişinin bulunması lâzımdır. Kuzu ziya­fetinde bulunacakların sayısı iki cinse mensup evli çiftlerin arttırılması şartıyla istenildiği kadar çoğaltı­labilir. Kadınlar iyi giyinmiş ve elmaslarıyla süslenmiş oldukları halde sofra hizmetinde bulunurlar. Yemek­ten sonra biraz eğlenilir ve muayyen zamanda ışıklar söndürülerek karanlıkta kalınır... Bu bayram vesilesiy­le doğacak çocuklar bir nevi kudsiyeti hâiz tandırlar. Ona (Dört gönül bayramı) adı verilir."

15   İkinciteşrin (Kasım) 1925 tarihli (Resimli Dün­ya) mecmuasında Kapancı ailesine mensup bir genç Sabatayist de kuzu bayramını şu suretle anlatıyordu:

"Zannediyorum ki (Mum söndürme) merasimi Ka- rakaş ailesinde hâlâ devam eden bir âdettir. Ve galiba evvelce benim mensup olduğum ailede dahi tatbik edilirdi. Fakat itiraf etmeliyim ki ben hiç görmedim.

Son zamanlara kadar Dönmeler bu kuzu merasiminden önce hiç kuzu eti yemezlerdi. İlkbahara tesadüf eden muayyen bir günde okunmuş bir kuzu kızartılır ve ev­

li   erkekler zevceleriyle birlikte ziyafette hazır bulunur­lar. Fakat ben genç ve bekâr olduğum için hiç iştirak etmedim. Onun sırrını anlamak için yaptığım bütün teşebbüsler boşa gitti. Çünkü bana cevap olarak (Sen de evlen. Ondan sonra öğrenirsin.) derlerdi."

Bu kuzu bayramı vesilesiyle Profesör Galente'nin eserinde yaptığı tarihi tahlil ve izahı tercüme ediyo­ruz:

"İstanbul Üniversitesinde eski şark milletlerinin tarihi profesörü olmak sıfatıyla, ben çok defa eski âdet­lerle yakın şark milletlerinde hâlâ devam eden bazı âdetlerin mukayesesine fırsat bulurdum. Burada bah­sedilen mesele, yani mumların söndürülmesinden son­ra hâsıl olan çirkin sahne, menşeini şarkın kadim tari­hî devirlerinden alıyor. Bu menşe şudur: Hurafeye na­zaran, kışın tabiat ölür ve sema tanrısı zincirdedir. İlk­baharın gün dönümünde sema tanrısı (Attis) kâinatın çiçek açma mevsimini ilân için toprağa iner ve tabiat ilahesi (Mâ) yahut (Ammas) tarafından kabul edilir. Ve onunla evlenir. Bu, bir aşk bayramıdır. Bu tanrının gökten inişi eski milletlerde şu suretle tesid edilirdi: Büyük bir çam ağacı seçilerek menekşelerle örtülür ve (Tanrı Attis)in tasviriyle ve onun itikadına ait aletler­le süslenirdi. Attis'in tasviri bir örtüye sarılı ve ölü gi­bi dururdu. Çünkü Attis'in ertesi yıl tekrar dirilmek üzere ölmüş bulunması lâzımdı. Nasıl ki ilkbahar da ertesi sene doğmak üzere ölür. Bu çam merasimle ve herkesin iştirak ettiği şarkılarla yakılır ve ondan sonra merasimde hazır bulunanlar (gök tanrısı) ile (yer ilahe­sinin evlenmeleri şerefine en çirkin şekilde umumî bir "orgie"ye, cünbüşe koyulurlardı. Kadim milletler tari­hini takip edersek, bu merasimin sonraları da tatbik edilmiş olduğunu ve son zamanlara kadar izler bırak­tığını görürüz. İç Anadolu'nun bazı yerlerinde hâlâ Attis'in ibadetini tatbik edenler vardır. Kızılbaşlar ve Tahtacılar böyle gece âyinleri tertip ederek mum sön­dürürler ve cünbüş yaparlar.

"Garip tesadüflerdendir ki bu satırları yazdığımız sıralarda Türkçe Akşam gazetesi Maraş muhabirinden aldığı şu telgrafı neşretmişti:

"Maraş, 4 Mayıs 1935 - Burada mum söndürme âyinini tatbik eden bazı eşhas cürmümeşhud halinde yakalandılar. Kadınlardan, erkeklerden başka mum söndürülen odada musikî aletleriyle başı kesik bir si­yah tavuk bulunmuştur."

"Görülüyor ki burada bahsedilen âyin Sabatayistler tarafından yapılanın aynidir. Yalnız şu farkla ki bura­da kuzu yerine bir tavuk bulunmaktadır."

Profesör Galante yukarıdaki izahları verdikten son­ra kadim Musevî tarihinde de bu türlü âdetlerin ve zevce değiştirmek itiyadının izlerine tesadüf edildiği­ni anlatıyor.


Yukarıda sayılan 16 bayramdan başka Sabatay men­supları tarafından riayet edilen başka günlerin ve yor­tuların mevcut olduğu yine kendi mensupları tarafın­dan yapılmış olan neşriyattan anlaşılıyor.

Bunların içinde Musevilerle müşterek olan bazı bayramlarla (Osman Ağa) nın hatırasına yapılan bay­ram, Yusuf bayramı, Ağaç bayramı, Meyva bayramı ve Fecir bayramı vardır.

Osman Ağa'nın hatırasını yâd için yapılan ve züm­renin bir kısmı nazarında pek mühim sayılan bayram, tabiidir ki Sabatay'ın ölümünden sonra tesis edilmiş olan günlerdendir.

Ağaç bayramında ağaçlar dua okunarak sulanırmış, Meyva bayramında zümreye mensup aileler bir siniye meyva doldurarak etrafında dua okuyup dolaşırlar ve bu âyinden sonra herkes bir miktar meyvayı mendili­ne doldurup evine götürürmüş. Fecir bayramında ise Sabatayistler senenin muayyen bir gününde güneşten evvel kalkarak kadınları ve çocuklarıyla hususî mabed- lerine giderler ve ibadetten sonra hahamlarına, zümre fıkarasına ait sadakalarını vererek dönerlermiş.

Sabatay Sevi ve Dönmelik

-V-

DÖNME KİMLİĞİ

"Ne Müslüman, Ne Musevî..."

1924'de Sabatayistler'den Karakaşzade Mehmed Rüşdü, mensup olduğu zümrenin sırları hakkında birta­kım ifşaatta bulundu. Yazdığı açık mektuplar ve yaptı­ğı konuşmalar Vakit gazetesinde neşrolundu. Bunun üzerine Sabatayistler tarafından çıkarılan ve Ahmed Emin Yalman'ın idare ettiği Vatan gazetesi "Tarihin Es­rarengiz Bir Sahifesi" adıyla bir seri makale yayınladı. Bundan maksat, Karakaşzade Rüşdü'nün halen yaşadı­ğını bildirdiği âdetlerin, artık tarihe karışmış ve unu­tulmuş olduğunu ileri sürmek ve herkesi buna inandır­maktı. Bu bakımdan bir Sabatayist'in (Ahmed Emin'in yazdığı söylenmektedir) yazdığı anlaşılan bu makaleler pek güvenilir değildi.

Daha sonra Resimli Dünya, Resimli Gazete, Son Saat ve hemen bütün dergi ve gazetelerde Dönmelere dair bazı


yazılar neşr olundu. İbrahim Alaaddin Gövsa 1937 yılın­da 7 Gün mecmuasında Sabatay Sevi'ye dair beş yazdık bir dizi tefrika etti. Daha sonra bunları bir kitap halin­de yayınladı.

Sedat Simavi'nin idaresinde, Yahudi Burla Biraderler Şirketinin desteği ile çıkmakta olan (daha sonra Hürri­yet gazetesi de aynı destekle çıkacaktır) 7 Gün dergisin­de bu yazıların çıkmış olması dikkat çekicidir.

YAHUDİLERİN DÖNMELERE KARŞI TUTUMU

Yahudiler, kendi içlerinden çıkan Dönmeleri, Muse­vîlikten sapmış olarak gördükleri için, Sabatay'ın zama­nından beri bu zümrenin aleyhinde bulunmuşlardır.

Hatta Türkiye'deki Yahudiler, kendi aleyhlerine ya­yın yapan milliyetçi gazetelerin bu yayınlarını Dönme­lerin üzerine çevirmek için birtakım rüşvet teşebbüsle­rinde dahi bulunmuşlardır. Bu teşebbüslerden, başarılı olamayan bir tanesini biliyoruz.

1960'lı yıllarda önce haftalık Yeni İstiklal ve sonra günlük Bugün ve Sabah gazetelerini çıkaran ve idare eden, tanınmış yazar ve gazeteci M. Şevket Eygi, bu sap­tırma rüşvetlerinden birine muhatap olanlardandır.

"PARAYI ALIN, DÖNMELERİN ALEYHİNE YAZIN."

1968 yılında Müslümanlara verdikleri zararları belir­terek, Yahudilerin aleyhine yayın yaptığı bir sırada bu

teklifle karşılaşan Eygi, hâdiseyi daha sonra yazdığı bir yazısında şöyle açıklamıştır:

Yıl 1968. Bugün gazetesini çıkartıyorum. Bir yan­dan parasızlıkla, öbür yandan masonlukla, siyonizmle, komünizmle mücadele ediyoruz. Gazete aleyhinde durmadan dava açılıyor. Egemen güçler bizden rahat­sız oluyor. Ben de, gençliğin tesiriyle olacak, çok kav­gacı bir yayın siyâseti takip ediyorum. Çatmadığımız grup, hizip, parti yok. CHP'ye, iktidardaki Adalet Partisine, solculara, masonlara, Yahudilere, Dönmele­re ver yansın ediyoruz. Ortalık toz duman. Önüme ge­len arı kovanına çomak sokuyorum. Gazete çok satı­yor, 100 bine yaklaşıyoruz. Tertiplediğimiz sabah na­mazlarına Müslümanlar otuz kırk bin kişilik cemaat­ler halinde katılıyor. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay nutuk irad ediyor: "Bu namazlar siyasîdir, hükümet bunları önlemelidir!" diyor. Biz cevap veriyoruz: "Na­mazları önleyecek hiçbir kuvvet yoktur. Bu memleket­te hiçbir kuvvet namazları önleyemez!" diyoruz.

İşte bu hengâme içinde bir de Yahudi tacirler hak­kında seri yazılar neşr ediyoruz. Siyonistler bundan çok rahatsız oluyor. Anadolu esnafında, halk kitlesin­de Yahudilere karşı boykot eğilimi baş gösteriyor. İn­giltere'den bir heyet geliyor, Cumhurbaşkanını ziyaret ediyor, "Bugün'ün Yahudi aleyhtarı yayınını durduru­nuz" diyor. Cumhurbaşkanı "Türkiye hür bir ülkedir, biz gazete yayınlarını durduramayız. Ama Yahudi va-

tandaşlarımız bu milletin çocuklarıdır, endişe etme­sinler" diyor (O zamanlar Londra'da çıkan haftalık The Jewish Chronicle gazetesi bu ziyareti tafsilatlı olarak vermişti).

Yahudileri teşhir eden seri yazılarımızın en hararet­

li   bir devresinde tanıdığım bir tacirden telefon aldım:

"Şevket Bey, mühim bir işi konuşmak için teşrifini­zi bekliyorum." Davete icabet ettim. Meğerse Haham- başılığın avukatı o taciri tanıyormuş, ziyaret etmiş ve Şevket Eygi'yi susturmak için para teklif etmiş. Fazla uzatmayalım. Önce 300 bin lira teklif ettiler. O zaman bir mark 2 liraydı. Şimdiki para ile kaç milyon lira eder. Kabul etmedim. Lâf olsun diye "Kabul etsem bi­le, bunun manen Bugün için bir son olacağını" söyle­dim. Meğerse Yahudiler bu hususu da düşünmüşler ve Hahambaşılığın avukatı "Siz parayı alın, bir iki gün içinde bizim aleyhimizdeki yayına son verin, onun ye­rine Dönmeler aleyhinde bir kampanya açarsınız" diye akıl vermemiş mi? 300 bini reddedince iki gün sonra sus parasının miktarını 500 bine çıkarttılar. Onu da kabul etmedimdi.

Yahudiler benden ümidi kesince, beni susturmak için parayı başka yerlere verdiler, sonunda memleketi­mi terk etmek zorunda kaldım. Cebimde ve gazetenin kasasında para olmadığı için dostum Hacı Ahmed Kibritçioğlu aracılığıyla on bin lira borç buldum ve memleketimi terk ettimdi.

Gazetelerim (Bugün ve Sabah) ben gurbette iken

de çıktılar. Yazılarımı kâh elden, kâh posta ile yollu- yordum. Nihayet, 12 Mart askerî darbesinden sonra kukla Başbakan Nihat Erim, gazetelerimi süresiz ka­pattırdı. (M. Şevket Eygi, "HâtıraDefterimden: Yahudi- lerin Teklifi", Zaman gazetesi, 18 Aralık 1987.)

HAHAMBAŞI NE DİYOR!

İleride "İkinci Bölüm'de Scholem'in eserini hülâsa ederken, Sabatay Sevi'nin çıkışından itibaren Yahudile- rin ona ve bağlılarına karşı olan tutumunu göreceğiz. 1924'te Dönmeler meselesi basında münakaşa olunur­ken, bu hususta kendisiyle mülakat yapılan Hahambaşı Becerano Efendi de yüzlerce yıl önce aldıkları "Saba- tay'dan bahsetmemek" kararına uyarak soruları geçiştirmiş ancak Dönmelerin "ne Müslüman ne de Musevî olduk­larını" cümlelerinin arasında ifâde etmekten de geri kal­mamıştır.

Hahambaşı ile mülakat yapan Akşam gazetesi muha­biri A. Fuad'ın yazısı, 12 Ocak 1924'te gazetenin birin­ci sayfasında çıkmıştır.

Bahsimizi ilgilendiren bölümleri şöyledir:

Birkaç günden beri gazeteler yeni zuhur eden bir mesele ile meşgul olmaktadır: "Selânikliler Meselesi."

Bu mesele hâriçten bir zat tarafından ortaya atılmış ol­sa idi, hâiz-i ehemmiyet olmayabilirdi. Bir taraftan Rüşdü Bey namında mâruf bir tüccar kendisinin Selâ-

nikli olduğunu ileri sürüyor ve kabilesinin gizli mak­sat ve mezheplerinden bahs ediyor, diğer taraftan bâzı menfaatperestler de Ankara ve Atina'ya telgrafla mü­racaat ederek kendilerinin Türk harsiyle alâkadar ol­madıklarını, binaenaleyh mübadeleden istisna edilme­lerini söylüyorlar. Bilhassa Rüşdü Bey, bu mesele hak­kında bâzı ifşaatta bulundu ve bir iki mektup yazdı.

"Vatan" refikimiz de şimdi bütün meselenin bir ta­rihçesini yazmaya başlamıştır. Mesele hiçbir ehemmi- yet-i siyâsiyesi olmasa dahi câlib-i merak bir safhada­dır. Bahsedilen kabileye âid rivayetler hakkında söz söylemeye selâhiyettar olanlardan birisi Hahambaşı Efendi idi. Bu düşünce ile Hahambaşı Efendi'den bir mülakat istemeyi muvafık gördüm.

"- Efendim, bendenizin zât-ı âlînizi rahatsız etme­me sebep son günlerde gazetelerde mevzubahs edilen bir mesele olmuştur, Selânikli muhtedîler meselesi... Bunun hakkında zât-ı âlîlerinden malûmat îtâsını rica edeceğim?"

"- Bu hususta size, kat'î hiçbir şey söylemeyeceğim. Benim bilhassa bu kabil şeyler hakkında pek çok ted- kikatım vardır. Ezcümle bir kitabım var onda da bahs etmişimdir. Fakat bu Selânikliler meselesi hakkında benim de esaslı bir malûmat edinemediğimi itiraf ede­ceğim. Bunların gizli bir mezhepleri ve maksadları olup olmadığını söylemek için hakikate vâkıf olmak lâzımdır. Maalesef ben buna vâkıf değilim. Benim de herkesin bildiği ve söylediği ve ahîren gazetelerin yaz­dığı kadar malûmatım var. Fakat bu malûmat kâfi de­ğildir. Maamafih çok istedim ki öğreneyim; öğrene­medim. Hatta ben Edirne'de iken orada birkaç Selâ­nikli var idi. Bunlardan biri İbrahim Efendi isminde bir tütün tüccarı idi. Onun vasıtasıyla maksadlarını, mezheplerini anlamayı çok istedim. Kabil olamadı. Adamın ismi İbrahim, karısının ismi de Ayşe Hanım yahut Fatma Hanım idi. Biz Türk bilir bundan dolayı öyle telâkki ederdik. Ama oruç tutmuyorlardı. Ma- amafıh bu da hüküm vermek için kâfi değildi. Zira bizim gençlerimiz de Hristiyanları taklîden perhiz yapmıyorlardı. Diğer bazı şeyleri anlamak istiyordum, anlayamadım."

(Anlaşılıyordu ki, Hahambaşı Efendi söylemek is­temiyordu.)

"- Tarihî malûmat verir misiniz?"

"- Gazeteler yazmışlardı. Sabatay Sebi isminde bir Musevî, kendisinin, Musevilerin muvasalâtına intizar ettikleri Mesih olduğunu iddia ederek etrafına bazı kimseleri toplamıştı. Sonra korkudan ismini değiştire­rek Müslüman olduğunu söyledi. Diğer Musevîler ih­tidası sun'î olduğu için inanmadılar. Bunlar onun ta­raftarlarından gelenlerdir."

"- Sabatay Sebi ile Musevî itikâdâtı arasında fark var mıdır?"

"- Onlar bizim itikadımıza kısmen muhalif bir ta­rikat takip ediyorlardı."

"- Acaba bahs edilen kabile, Sabatay Sebi'nin âdât ve ibâdâtına riâyet ediyorlar mı."

"- Onu bilemem, öğrenemedim."

"- Fakat bazıları Türklerle kız alıp vermiyorlar?"

"- Benim bildiğime nazaran siz onlara kız vermi­yorsunuz."

"- Bunlar şimdi tekrar Musevî olabilirler mi?"

"- İsterlerse olurlar... Yok... Yok... Ben müşteri de­ğilim, ihtida edenler mutlaka bir menfaat takip eden­lerdir."

Hahambaşı Efendi'nin izahatına teşekkürle ayrıl­dım.

MUSEVÎLİĞE DÖNSÜNLER!

Bu mülakatı, önemli görerek, Akşam'dan alıp aynen nakleden Vakit gazetesi, mülakatın başına, "Dönmelerin Yahudilere yakın olduklarını" bildiren ve "yeniden ora­ya dönmelerinin lüzumlu olup olmadığını" soran şu sa­tırları eklemişti:

Karakaş Rüşdü Bey'in kapağını açtığı mesele hayli uzamak istidadındadır. Sabatay Levi yahut Sevi —Ha­hambaşı Becerano Efendi'nin imlâsıyla- Sabatay Se- bi'nin kabilesi, muvafık ve muarız neşriyattan anlaşıl­dı ki, bugün on beş bin nüfusa varmıştır. Bunlar bir zaman evveline gelinceye kadar Selânik'in nefs-i şehir hududunu asla tecavüz etmeyecek surette orada te-


mekkün etmişlerdi; yavaş yavaş İstanbul'da toplandı­lar. Fakat İstanbul'da toplananlar da Selanik'le dâimi bir irtibat muhafaza eder oldular.

Nikâh lâzım oldu mu, Selanik'e gidiyorlardı. Bir hasta ağırlaştı mı, Selanik'e gönderiliyordu. Öyle ki, Üsküdar'da Bülbülderesi'nde hususî bir mezarlık ih­das olununcaya kadar bu kabileler mensuplarından hiç birinin cenazesi Selanik hâricinde bırakılmamıştır.

Bugün, sayılı olarak üç dört kız veya erkek istisna edilirse, bütün izdivaçlar kabilenin kendi efradı tara­fından çizilen hududu tecâvüz etmemiştir ve bütün ni­kâhlar evvelâ burada muayyen bir zât tarafından —bah­se temasımız şahsî noktadan olmadığı için ismini yaz­mıyoruz- sırren, badehu alenen kıyılmıştır. Keza cena­zeler evvelâ kendi aralarında bir âyin görmüş, sonra da techîz ve tekfîn edilmiştir.

Bütün bunlar acaba Anadolu'da herhangi bir Türk kabilesinin Müslümanlık içinde bir mezhep veya tari­kat teşkil edecek bir tarz-ı husûsî-i hayatı mıdır? Yok­sa bizzat Rüşdü Bey'in iddia ettiği gibi içlerinde duala­rı bile Yahudice olan bir zümre el'an yaşamakta mıdır? Bahs edilen teşekkül ve tecerrüd, bir mezhep veya tari­kat de addolunsa, bâzı mahsûsât bunun zarûreten, ken­disine menşe' addolunacak olan Musevîliğin dâire-i ün- siyyetine irca etmek lüzumunu âmir değil midir?

Bunu, menfaatleri gerektirdiği zamanlarda Dön­meler de düşünmüş, ama söylendiğine göre Yahudiler tarafından kabul olunmamışlardır.


MUSEVÎLİĞE DÖNME TEŞEBBÜSLERİ

Selanik, Balkan Harbi'nde hiç karşı koymadan Yunan ordusuna teslim olmuştu. (6 Kasım 1912). Bu teslimi şehrin ileri gelenleri, Belediye ve İdare Meclisi azaları istemişlerdi. Bu isteğin asıl kaynağının, şehir nüfusu­nun yarısından çoğunu teşkil eden Yahudi ve Dönmele­rin arzusu olduğu malumdu. Halbuki o sırada Bulgar ordusunun muhasarasında bulunan Edirne, gülleler al­tında beş ay dayanıyordu.

İşte bu Yunan işgalinden sonra Selanik Dönmelerin­den bâzıları Yahudiliğe dönmek istemişlerdir.

İstanbul Dönmeleri ise aynı arzuyu, 1918'de şehir, İti­lâf donanması tarafından işgal olununca göstereceklerdir.

İbrahim Alâaddin Gövsa, bu bahsi Galanti'nin Fran­sızca eserinden tercüme ederek, şöyle nakletmektedir:

Selânik'in Yunanistan'a iltihâkından sonra Türki­ye'de yaşıyan Dönmelerle hiç karabeti olmayan ve ora­da Yunanlı olarak kalan birkaç Dönme tekrar Musevî­liğe avdet için müracaat ettiler. Bu iş için reylerine müracaat edilen Selanik Musevî hahamları bu hususa dinî manialar bularak müracaati reddettiler. Burada sebep olarak hahamların telmih ettikleri âdet, mumla­rın söndürülmesi an'anesi idi ki bunun neticesi olarak nesillerin meşru izdivaçtan doğup doğmadıkları şüp­heli kalıyor ve bu da Musevîliğin dinî emirlerine mu­halif bulunuyordu.

İkinci teşebbüs, daha ziyade siyasî mahiyettedir. Umumî Harpten (1914-1918 harbinden) sonra İstan­bul İtilâf devletlerinin mümessilleri tercüman ve telg­raf memuru sıfat ile Rumlarla Ermenileri hizmetlerine kabul ettikleri halde Türklerle birlik olduklarını ileri sürerek Yahudileri kabul etmiyorlar ve ticaret vesile­siyle yine Rumlarla Ermenilere seyahat müsaadesi ver­dikleri halde bu müsaadeyi Yahudilerden esirgiyorlar­dı. Hayli zaman sonra birçok müracaatlar neticesinde nihayet Yahudilere de ticaret için seyahat müsaadesi verildi. Bunu gören bazı Dönmeler, asıllarının Musevî olduğunu ileri sürerek kendilerine de, Musevilere ol­duğu gibi, seyahat müsaadesi verilmesi için müracaat etmişlerse de bu talep kabul edilmemiştir. (A. Galan- te, Nouveau-documentssurSabataiSevi, s. 78, 1935)

RUMLARIN DÖNMELERDEN KORKUSU

1924 yılında "Rum Ortodoks dininde bulunan Türk tebası" ile "Müslüman dininde olan Yunan tebası" mecbu­ri olarak mübadele ediliyorlardı. Bu sırada Yunanis­tan'da bulunan Dönmelerden bir kısmı, mallarını ve mülklerini terk etmek istemedikleri için, "Kendilerinin aslında Müslüman ve Türk olmadıklarını ileri sürerek ve yer­lerinde kalmak isteyerek" Yunan hükümetine müracaat et­mişler, ancak Yunanlılar bu müracaatı kabul etmemiş­lerdi.

Bunun üzerine aynı insanlar, bu müracaatlarını unut­turmak istercesine bir telâş içinde Türkiye'ye göçmek için son derece acele etmiş ve buradan giden Rumların terk ettiği mallardan yine en güzel yerleri almanın ko­layını da bulmuşlardır.

Dönmelerin kalmasını reddeden Yunanlı bakanların "Dönmeler Türklerden daha zararlıdır, ticareti ele geçirirler, muhakkak gitmeliler" dedikleri bilinmektedir. Bu bakım­dan, Karakaşzâde'nin de Ankara'dan benzeri bir istekte bulunması, bazı kimseleri şüpheye düşürmüş ve onun da Dönmelerin Yunanistan'da kalmalarını sağlayabil­mek maksadıyla düşünülmüş olan oyunun, buradaki sahnesini oynadığı zannı uyanmıştı.

1924-25 yıllarında mübadele dolayısıyla Yunanis­tan'dan Anadolu'ya altı yüz bin göçmen geldiği bilini­yor. Bunların büyük kısmı hâlis Müslümanlar olmakla beraber, on-on iki bin kadarı Dönme olabilir. Bunlar Trakya ve Batı Anadolu şehirlerinin verimli arazilerine yerleştirilmişler; şehirlerde idare başında bulunan Selâ­niklilerin veya "Selâniklisever dostlar"ın sayesinde, Rumların bıraktığı mülklerin en güzellerine sahip ol­muşlardır...

LOZAN'DA DÖNME ELÇİSİ

Yunanistan'da ve tabiî ekseriyetle Selanik'te bulunan Dönmelerin, yerlerinde kalabilmek için "kendilerinin Türk ve Müslüman olmadıkları" gerekçesiyle Yunan hü­kümetine müracaat edip, reddolundukları hâdisesinin ger­çek olduğunu teyid eden bir başka müracaat daha vardır.

1924'teki bahsi geçen teşebbüsten önce, daha Lozan müzakereleri sırasında Dönmeler aynı şeyi bir başka yol­dan denemişlerdi.

Lozan'da Türkiye'nin önde gelen murahhaslarından Dr. Rıza Nur, bu teşebbüse bizzat şâhid ve muhatap ol­muştu. Bu hâdiseyi, Hayat ve Hatıratım adlı mühim ve meşhur eserinde (İstanbul 1967, Altındağ Yayınevi... İkinci Baskısı: Frankfurt 1982) şöyle anlatmaktadır:

Muslihiddin Adil adında biri Lozan'a gelmiş. Be­nimle görüşmek istedi. Görüştük. Bir müddettir bi­zim otelde gördüğüm bir adam. Kendisinin bütün Makedonya Türkleri namına murahhas olarak geldiği­ni ve bu Türkler namına bize teklif ve ricada bulun­maya memur olduğunu söyledi. Buyurun, dedim. De­reden tepeden türlü mukaddemelerden sonra, Selanik vilâyeti Müslümanlarının ahali mübadelesinden istis­na edilmesini, rica etti. "Bu makul bir teklif değil ama, İsmet Paşa'ya söyleyeyim" dedim.

Kim olduğunu soruşturdum. İstanbul Dârülfü- nûnu'nda profesör olup, Selanik Dönmelerinden imiş. Burasını söylemiyor.

Tekrar konuştum. Bunun sebep ve menfaatlerini kendisine sordum. Dedi ki: "Biz Türkler, Makedon­ya'da ekseriyet yapıyoruz. Orada kalırsak istiklâl yapa­cağız. Bir Türk hükümeti teşekkül eder."

Bu adamın teşebbüsü dediği gibi değildir. Bana müessir ve kuvvetli bir yalanla Yahudi dolabı yapıyor-


du. Makedonya'da istiklâl filan hep bizim gözümüze boya idi. Kandıracak... Gayesi sırf Selanik Dönmeleri­ni mübadeleden istisna ettirmekti. Demek Dönmeler, yol parasını vererek onu bu iş için Lozan'a göndermiş­lerdi. Makedonya Türkleri'nin mümessili olması ya­landı. Demek ki Dönmeler Selanik'te kalmak istiyor­lardı. Hattâ İstanbul'dakiler de tekrar Selanik'e hicret edecekler.

Demek Türkiye'de bunlar da Türk'ten başka düşü­nen ve zıt menfaat sahibi bir zümredirler. İşin felâke­ti, bunlar Türk görünüyorlar. Rumlar, Ermeniler bun­lardan çok iyi. Çünkü hiç olmazsa onlar Rum'dur. Er- meni'dir biliriz. Bu ecnebi unsur, bu parazitler kanı­mıza saklanıyorlar. Yüzlerini, gözlerini kanımızla bü­yüyorlar. Böyle bir zümreden birini sivriltmek, Darül- fünun'a profesör yapmak fena şey.

Bu adamlar kendi hesaplarına da hatada idiler. Çünkü Yunanlılar onları orada rahat bırakırlar mı? Hele ticarî bir unsur olduklarından, Yunanlılar'ın herkesten evvel hücum ve mahvedecekleri zümredir. Yahut da derhal tanassur etmeleri Rumca konuşmala­rı lâzımdır. O halde bile yine madun muamelesi gö­rürlerdi. Karaman Rumları'nın bile gördükleri böyle- dir.

Bu arada, yani Türk can baş kaygusunda, Sabatay Sevi'nin oğulları da bu işte idiler, (c. 3, s. 1079-81)

Rıza Nur, Hatırat'ının başka yerlerinde de Sabatayist

Dönmelerden bahsetmektedir. Bu esere tekrar dönme­mek için o satırları da aşağıya alıyoruz:

Talât Paşa, Rahmi ve arkadaşları Selanik'te İtalyan Mason locasına girmişlerdi... Meşrutiyet ilân olunun­ca, Rahmi, Talât ve arkadaşlarından çoğu, İstanbul'a gelince, derhal İstanbul'da Mason locaları açtılar. Bir­çok Türkleri localara kaydettiler. Bunların mühim bir kısmı da Dönmeler idi. (c. 1, s. 260)

Enver, Harb-i Umûmî'de Harbiye Nazırlığı'nda müthiş bir irtikâp yapmıştır. Şuna buna binlerce altın vermiştir. Bunları sırf kendi emriyle Harbiye bütçe­sinden vermiştir. Bu paralar bu adamların yed-i irtikâ­bında kalmıştır. Bilhassa Dönmeler, çok paralar alıp yemişlerdir... İttihatçılar niçin düştüler, niçin mahv ü perişan oldular, niçin memleketi inkıraz mezarına koydular? İşte reculleri böyle ahmaktı. Hem ahmak, hem de cahildiler. Hem de Dönmelerin, Yahudiler'in avucunda idiler. (c. 3, s. 928)

Daha Lozan müzakereleri sırasında yapılan teşebbüs, sonra Yunan hükümetine baş vurulması ve nihayet aynı günlerde Ankara'da Büyük Millet Meclisi'ne ve Reisi- cumhur'a yapılan müracaat... Bunların üçünün de Dön- meler'in Selanik'te kalmalarını temin edebilmek için yapılmış oldukları ihtimali kuvvetlidir. Üçüncüsüne ileride geniş yer vereceğiz.


Sabatay Sevi'nin efsaneler arasında kaybolan hayat hi­kâyesi bundan ibarettir. Fakat, Musevîlik gibi eski ve iş­lenmiş bir dinin içinden çıkıp, Mesihlik iddiasında bu­lunmak ve bunu Yahudi âlim ve din adamları da dâhil binlerce insana kabul ettirebilmek, elbette kolay ve ba­sit bir iş değildir. Nitekim Yahudi din ve ilim adamı Gershom Scholem'in uzun araştırmaları neticesinde ortaya koyduğu eser de bunu göstermektedir.

Önce İbranice (İsrail devletinin resmi dili, Yahudice) olarak ve iki cilt hâlinde İsrail'de basılan (Telaviv 1957) eserin, 1975'te İngilizce olarak çıkan ilaveli ikinci bas­kısının birinci cildi bin sayfadır. Bu ciltte Sabatay ile "peygamberi" olan Gazzeli Nathan'ın hayatı ve faaliyet­leri araştırılmakta ve ileri sürdükleri fikirler, inanç esas­ları ve bunlar için getirdikleri deliller incelenmektedir.

Kitabın bizim için ve tarihî bakımdan asıl mühim olan ikinci cildinin çıktığı haberini henüz alamadık. Sa- batay'ın ve Nathan'ın ölümünden 1924'e kadarki devre­ye ait olan ve yeni elden edilen "gizli Dönme vesikaları"na dayanarak yazılmakta bulunan bu ciltte, yakın tarihi­mizde önemli rol oynamış "çok meşhur" bâzı kimselerin asıl kimliklerinin de ortaya çıkacağı anlaşılmaktadır.

Yazar da birinci cilde yazdığı önsözde buna işaret et­mekte ve şöyle demektedir:

"Evrakın içinde, kimsenin tahayyül bile etmediği ileri gelen şahsiyetlerin el yazılan ile mektupları ve tarihler mevcuttur."


Bahsi geçen "Dönme evrakı" hâlen İsrail'de Ben Zvi Enstitüsünde bulunmaktadır.

Scholem'in eserinin yayınlanmış olan birinci cildini gözden geçirerek Yahudi ilahiyat ve felsefesi dışında, Sa­batay ile Nathan'ın ve Dönmelerin hayat ve faaliyetleri­ne dair verdiği bilgileri özetledik.

Kitabımızın ikinci bölümü, bu özetten ve yine aynı yazarın "Türkiye Dönmeleri" isimli önemli makalesinden yapacağımız dikkate değer iktibaslardan meydana gele­cektir.


Sabatay Sevi ve Dönmelik Hakkında Son Araştırmalar

-I-

THE MYSTICAL MESSIAH"

Bu bölüm, Gershom Scholem'in Sabbatai Sevi, The Mystkal Messiab adlı eserinin birinci cildinden yapılan özet tercümelerden ibarettir. Yazar kitabın önsözünde şu bilgileri veriyor:

Dönmelik hakkındaki bilgiler, 1924'e kadar, Sela­nik'te Dönmelere ait bir arşiv içinde saklanmıştı. Bu gizli arşivin, 1917'deki yangında tamamen veya kıs­men yanarak ortadan kalktığı sanılmakta idi.

Fakat Selanik'teki Türkler ile İstanbul Rumlarının 1924'teki mübadelesi sırasında, bu mübadeleye tâbi tutulan Dönmelerden bir kısmı, yandı sanılan bu arşi­vin bir parçasını, Selanik hahamlarından Saul Ameril- lo'ya bırakmışlar. Saul'un oğlu Abraham Albert ise bir müddet sonra İsrail'e göç etmiş.


İşte bu Abraham Albert babasından kendisine inti­kal eden Dönme gizli arşivine ait evrakı 1960 yılında

Kudüs'teki Ben Zvi Enstitüsü'ne verdi.

Gershom Scholem'un Sabatay Sevi'ye dair olan araş­tırması ise, daha önce, iki cilt halinde ve İbrânice olarak 195 7'de Telaviv'de yayınlanmış bulunuyordu.

Bahsi geçen yeni vesikaların ortaya çıkması üzerine, yazar kitabını yeniden ele alarak yazdı. Yeni baskının birinci cildi 1975 yılında İngilizce olarak Amerika'da Princeton'da çıktı:

Gershom Scholem, Sabbatai Sevi, The Mystical Messi- ah, 1626-1676, Bollingen series XCIII, Princeton Uni- versity Press, 27 + 1000 sayfa (I-XXVII: Önsöz, içinde­kiler, açıklamalar; 1-929: Metin; 931-956: Bibliyograf­ya, 239 kaynak; 959-1000: İndeks)+13 resim, 1975.

Bu birinci cilt, aşağıya alacağımız bölüm başlıkların­dan da anlaşılacağı üzere, Yahudilikte ve tarihte Mesih meselesinin üzerinde uzunca durduktan sonra, bu hare­keti hazırlayan tarihî gelişmeyi incelemekte ve Saba- tay'ın doğumu ve yetişmesinden, ölümüne kadar geçen devredeki Sabatayist hareketi ele almaktadır.

• Birinci cildin önsözünde yukarıya aldığımız bilgileri veren yazar Gershom Scholem, ikinci cildi yazmakta ol­duğunu ve bu ciltte Sabatay'dan sonraki Dönmelik ha­reketinin 1924'e kadar olan tarihinin bulunacağını ha­ber vermektedir.

Bizim yakın tarihimiz bakımından bu ikinci ciltte verilecek bilgilerin ne kadar mühim olacağını söyleme­ye bile gerek yoktur.

Nitekim yazar önsözünde "Evrakın içinde, kimsenin ta­hayyül bile etmediği ileri gelen şahsiyetlerin el yazıları ile mektupları ve tarihler mevcuttur" demektedir.

Yazar Scholem, önsözünde, bu konuda daha önce ya­zılanlar ve kendi eseri hakkında ise şöyle fikir yürütü­yor:

Sabatay Sevi ve Sabatayist hareket hakkında şimdi­ye kadar tarafsız bir eser yazılmamıştır. Yahudi tarih­çiler bu hususta tarafsız davranmamışlardı. Onlarda, hareketin mânâsını ve gayesini küçültmeye doğru bir meyil vardır. Bu hal Yahudi tarihçiler için belki tabiî sayılabilir. Fakat diğer tarihçiler de onların tesirinde kalarak aynı yolu benimsemişlerdir. Netice olarak, ta­rihçiler bu mevzuda ilmî bakışı terk etmişlerdir. Bil­ginlerin böyle tarafsız olmayışlarının bir sebebi de belki bu hareketin onlara akıl dışı görünmüş olması­dır.

Bu kitap zem veya medih için değil, çok karmaşık olan Sabatayist hareketin çeşitli safhalarını ortaya çı­karmak için yazılmıştır.


Eserin, tarihî bilgi veren bölümlerini özetlemeye baş­lamadan önce, tamamı hakkında bir fikir vermek için içindekiler bölümünü buraya alıyoruz:

Sabatay hareketinin tarihî temelleri, s. 1-102.

Sabatay Sevi'nin başlangıcı (1626-1664), s. 103-198.

Filistin'de hareketin başlangıcı (1665), s. 199-325.

Sabatay'ın Gelibolu'daki hapsine kadar faaliyetler (1665-1666), s. 327-460.

Avrupa'daki faaliyetler (1666), s. 461-602.

Sabatay'ın Müslüman oluşuna kadar Gelibolu ve do­ğudaki faaliyetler, (1666), s. 603; 686.

Hidâyetten sonra (1667-1668), s. 687-820.

Sabatay Sevi'nin son yılları (1668-1676), s. 821-929-

Kaynaklar, s. 933-956. (239 adet kitap, makale ve ve­sika)

İndeks, s. 959-1000.

Kitabın "kaynaklar" bölümünde, doğrudan Sabata- yizm'i tedkik eden veya dolaylı olarak ondan bahseden her dilden eser vardır. Ancak İzmir'de çıkan ve mensup­ları içimizde yaşayan bu hareket hakkında Türkçe bir tek eserin adı geçmektedir. O da Abraham Galanti'nin 1935'de Fransızca kaleme aldığı kitaptan faydalanarak 1939'da İbrahim Alâaddin Gövsa tarafından yazılıp ya­yınlanan eserdir.


Yemen ve Halep'ten, İtalya ve Hollanda'ya kadar bü­tün dünyadaki Sabataycı hareketin tarih, tesir ve izleri­nin araştırıldığı bu ilim ve merak kafilesine bizler ne yazık ki, katılmamışız ve hâlen de katılabilmiş değiliz. Bizimki de dahil son yıllarda bu konuda çıkan Türkçe eserler, tercüme ve nakillerden ibarettir ve asıl araştır­macıların meydana çıkmasına teşvikçi olabilirlerse, bel­ki bir işe yaramış sayılabilirler... Dinî ve millî en haya­tî meselelerimizdeki bu vurdum-duymazlık, gitgide bizleri gerçekten birer duymaz ölüler hâline getirmiş­tir...

Aşağıdaki ilk ara başlıktan itibaren verilecek olan metin, Scholem'in eserinden özetlenerek tercüme edil­miştir. Ara başlıklar tarafımızdan konulmuş ve italik hurufat kullanılan vurgulamalar, tarafımızdan yapılmış­tır:

NEDEN İDAM EDİLMEDİ?

Habsburg İmparatorluğunun İstanbul'daki elçisinin raporundan: "Şeyhülislâm'a Sabatay Sevi için ne yapıl­mak lâzım geleceğine dair sorulduğunda, Sabatay Se- vi'yi idam ederek, şehid ve aziz mertebesine çıkarma­mak gerektiğini söylemiş."

Abraham Miguel Cardozo'nun 1668'te yazdığına göre, Osmanlı din otoriteleri: "Yeni bir din kurmaya kalkışmadıkça onun öldürülmemesi" fikrinde imişler.


O sırada Fransız konsolusluğunda vazifeli bulunan papas Robert de Dreux'nun müşahede raporu, Voyage en Turquie adlı kitabının (Paris, 1925) 41. sayfasına aynen alınmış bulunmaktadır. Bu raporda Sabatay'ın Sultan'ın huzuruna gidişi sırasında yapılan merasim anlatılmak­tadır. Merasimi seyretmekte olan Dreux, Yahudilerin, Sabatay'ın geçeceği yollara, Sultan'a yapıldığı gibi halı­lar serdiklerini yazmaktadır. Geçişi, kaldığı handan sey­rettiği anlaşılan Dreux, bu sırada Sabatay'ı alaya alan birkaç söz sarfedince, Yahudi hancının oğlu kendisine cevap vermiştir: "Bunda alay edilecek bir ıey yok. Mesih'in kuvvet ve kudreti sayesinde, yakında sizler bizim kölelerimiz olacaksınız."

SABATAY SARAY'DA

Bir Yahudi kaynağı olan Leyb bin Üzer, bir görgü şa­hidinden naklen şöyle yazmaktadır: Sabatay Sevi, Sul­tan'ın sarayına giderken etrafında birçok hahamlar bu­lunuyordu. Bunlar dualar okuyarak onunla birlikte sara­ya kadar yürüdüler. Sabatay onlara: "Bakın ne yaptım. Krala yeşil ve sefil bir bağ ile bağlı olarak gidiyorum. Bun­dan çok müteessirim" dedi. Bunu duyan hahamlar, suküt-i hayâle uğradılar.

Saray'da Sultan'la Sabatay arasında neler geçtiğine dair çeşitli rivayetler vardır. Türk kaynakları bu hadise­yi basit görüyorlar. Fakat bu toplantının resmî olmadı-


ğı ve Sultan'ın onları kafes arkasından seyredip dinledi­ği muhakkaktır.

Hâdiseden birkaç hafta sonra yazılmış olan Fransızca Relation'da toplantıya katılmış olanlar şöyle kaydedil­mektedir: Şeyhülislâm, Vânî Efendi, Edirne kaymakamı Kuru Mustafa Paşa, yüksek devlet adamları ve mahke­me azaları ile Sultanın hekimi Mustafa Fevzi Hayâtîzâ- de.

Yahudi muhtedîsi olduğu kaydedilen bu sonuncuyu Türk kaynakları zikr etmiyorlar.

1669da İstanbul'a gelen bir İngiliz seyyahı, Yahudi muhtedîsi olan Cerrah Kasım Paşa'nın Sabatay Sevi'yi koruduğunu yazıyor. Bu adam Sultan'ın kızkardeşi ile evli imiş. Fakat bir İngiliz kaynağı Kasım Paşa'nın bir başkası olduğunu söylemektedir. {Structure of the Ottoman Dynasty, A.D. Alderson, Oxford 1956.)

NASIL MÜSLÜMAN OLDU?

Jacop Sasportas, o zamanki hahamların bu vakaya da­ir kaleme aldıkları bir risaleden ve İzmir hahamının bir mektubundan bahsetmektedir. Şimdi mevcut olmayan bu mektuba göre, Sabatay Sevi, hayatını kurtarmak için bütün ithamları katiyetle reddetmiş ve Müslüman ol­muştur.

Bir Fransız Cizvit yazar, Sabatay'ın kendisini ziyaret eden hristiyanlara da aynı şeyleri söylediğini yazmakta­dır.

Bu çok tabiî idi. Sabatay ancak yakınlarına karşı ak- tifve konuşkan oluyordu. Çünkü henüz Mesih'in krallı­ğı kurulmamıştı. O savaşçı değildi, bu da onun hayatı­nı kurtardı. Ne yapmak istediği hakkında tam bir bil­gimiz yoktur. Belki bunu kendisi de bilmiyordu.

O zamanki hristiyan kaynaklarında bu meseleye dair çeşitli rivayetler vardır. Sabatay Sevi'ye "Mesih isen muci­ze göster, yoksa Müslüman ol" denilmiş. Bir Fransız cizviti "Müslüman olmasaydı, kafası vurulacaktı" diyor. Bir baş­kasında ise, "çıplak olarak okçuların karşısına dikileceği, vücuduna ok işlemezse kurtulacağının söylendiği"rivayet edi­liyor.

Rycaut'nun bahsettiğine göre, İzmir'de İngiliz kon­sülünün tesbiti ise, Sabatay Sevi'nin, kolayca İslâmiyet'i kabul etmiş olduğu ve Türk olmaktan çok memnun ola­cağını belirttiği şeklindedir.

Yahudi kaynaklarında da buna benzer bir rivayete rastlanmaktadır. Bunlara göre Sabatay, Yahudi dinini tahkir ederek, Müslümanlığı kabul etmiştir.

"MUCİZE GÖSTEREBİLİR MİSİN?"

Sasportas'ın naklettiğine göre, Joseph ha-Levi İz­mir'den gönderdiği raporda şöyle yazmaktadır: Topla­nan meclisin huzurunda Sabatay Sevi, her türlü Mesih- lik iddiasını reddetti. Hatta bu meselede en mühim ro­lü Nathan'ın oynadığını, kendisini ve diğer Yahudileri onun teşvik ettiğini söyledi. Cerrah ona "Bir mucize gös­terebilir misin?" diye sordu. "Hayır" cevabını alınca da "O halde senin akıbetinin ne olacağı bellidir" dedi. Bunun üzerine Sabatay Sevi, diz çökerek Müslümanlığa kabu­lünü istirham etti. Yahudi şapkasını yere atarak tükür­dü ve Yahudi dini aleyhine konuştu. Sultan memnun ol­du. Ona kendi adını alabileceğini bildirdi. Günlük yüz elli akça ile kapıcıbaşı tayin olundu. Hamama gönderil­di, elbiseleri değiştirildi. Sultan ile saraylılar ona çeşitli hediyeler ve para verdiler.

Sabatay'ın bir meclis huzurunda sorguya çekilmesi hakkında diğerlerinden değişik bir rivayet de vardır. Buna göre: Sabatay Sevi, Sultan'ın huzurunda bir meclis tarafından istintak olunmamıştır. Edirne kaymakamının gönderdiği bir cerrah Sabatay'a, "Seni İstanbul sokakla­rında vücuduna meşaleler sokarak dolaştıracaklar ve yana­caksın" demiş, bunun üzerine çok korkan Sabatay, Sul- tan'ın huzuruna girer girmez, şapkasını atarak, başına sarık geçirmiştir. De la Croix'dan gelen bu rivayet mev­suk değildir.

OLAYA DÖNMELERİN BAKIŞI Sabatayist Baruh Arezzo şöyle yazıyor:

Efendimiz Edirne'ye giderken, yolda Yahudilerle meskûn bir yerden geçerlerken, muhafız olan subaya "Durup beni bekleyiniz, burada ibadet edeceğim" der­di.

Sultan'ın Efendimiz'i getirtmek üzere birilerini gönderdiği, Türkler ve sünnetsizler (bunlar hristiyan- lardı) arasında duyulunca, hemen kafasının kesileceği­ni ve bütün Yahudilerin de öldürüleceklerini tahmin ettiler. Aynı haber İstanbul'a da gitti. Hepsi kılıçları­nı bileyip gününü beklemeye başladılar.

Efendimiz beklenildiğinden iki gün sonra Edir­ne'ye geldi. Vakit geç olduğundan Sultan'ın huzuruna gidemedi. Ertesi sabah huzura çıktığında Sultan ona "Selâmünaleyküm" dedi, Efendimiz de ona Türkçe ola­rak "Aleykümselam" diye cevap verdi. Vazifeliler he­men Sultan'ın elbise ve sarıklarından birer tane getirip ona giydirdiler. Ve ona Mehmed adını verdiler. Sultan ona her gün büyük miktarda bir paranın ödenmesi için emir verdi.

İşte Efendimizin irtidad ettiğine dair olan rivayet bu yüzden çıkmıştır. Efendimiz Sultan'a bir arzulan olduğunu söyleyerek, İstanbul Yahudilerinin katli için yazdığı mektubu değiştirmesini istediler. Bu sayede hiçbir Yahudi zarar görmedi.

Tarihî bakımdan, başkaları tarafından teyid olunma­yan ve bir değer ifade etmeyen bu vesika, Sabatay Sevi taraftarlarının düşünce tarzını göstermesi bakımından çok mühim sayılmalıdır.

Hatta bu rivayetler daha da ileri gitmekte idi. Şöyle ki, Sabatay Sevi Müslüman olmasaydı, Osmanlı ülkesin­deki Yahudiler kati olunacakları gibi bundan örnek alan diğer krallar da kendi ülkelerindeki Yahudileri öldüre­ceklerdi. Bu vaziyette ise Sabatay, Müslüman olmakla, bütün dünya Yahudilerinin kurtarıcısı durumuna geç­miş oluyordu.

Sabatay'ın tam Müslüman olduğunu isbat etmek üzere, ikinci karı olarak bir cariye aldığı da rivayetler arasındadır.

"ALLAH BENÎ TÜRK YAPTI"

Sabatay'ın bu sıradaki zihnî durumunu gösterecek bir vesika yoktur. Yalnız kardeşi Elijah Sevi'ye yazdığı bir mektup, Sabataycı rivayetlerle çatışmaktadır. Saba- tay, İzmir'de bulunan kardeşine şöyle yazmakta idi:

"Beni yalnız bırak. Allah beni Türk yaptı. Kardeşi­niz Mehmed Kapıcıbaşı oturak."

İbarenin sonundaki "oturak" kelimesi Türkçe olarak aynen yazılmıştır. Ne mânaya geldiği tam olarak anlaşı­lamadı.

24 Eylül'de yazdığı bir mektupta ise şu ibare dikka­ti çekmektedir:

"Benim, Allah'ın arzusuna göre yeniden doğuşu­mun dokuzuncu gününde.."

Bu ifadeler onun derin bir melankoli içinde bulun­duğunu göstermektedir.

Radikal Sabataycı kaynaklardan biri ise, Müslüman oluşundan bahsederken, Sabatay'ın buna dair bir vahiy almadığını, bu yüzden de ne yapacağını şaşırmış bir hal­de bulunduğunu yazmaktadır.

İHTİDADAN SONRA OLANLAR

Sabatay'ın ihtidası, üzücü bir hâdise sayılmakla bera­ber, kendisine inananların dağılmasına sebep olmadı. Sabatayistliğin yeni tefsirleri ortaya kondu. Tarihî bir hadise olarak, bu, hayret verici bir netice olmuştur.

İhtida haberine önce inanılmadı. Mesih'in ya zafere ereceği ya da şehit olacağı kanaati hâkimdi. Neticeye, ona inananlar kadar, inanmayanlar da hayret ettiler. İnanmayanlar hâlâ sağ bulunmasına, inananlar ise ne krallık ne de şehitlik tahtına oturmuş olmasına şaşmak­ta idiler. İstanbul ve Edirne'de Türklerle Hristiyanlar, Yahudileri takip ederek onlarla alay ediyorlardı.

Sabatay'ın ihtidası haberi kesinlik kazanınca, taraf­tarları bu sefer de te'villere başladılar.

Bazıları: "Bu Müslüman olan bizim gerçek Mesihimizdir. Kaderimizi değiştirecek olan büyük inkılâbı gerçekleştirmek için bu kisveye girdi" dediler.

Bu te'vil, Hamburg'da Eşkenazist Yahudiler arasında da revaç buldu.

İstanbul ve Hamburg'dakilerin bir kısmı ise, "Saba- tay Sevi cennete çıktı, onun yerine dolaşan kalıbıdır" dediler.

Bu te'viller sonradan sistematik hâle getirildi.

Fakat bir çok çevrelerde ve inananlar arasında bazıla­rı, Mesihin ihtidası üzerine, kendilerinin hata ve hayal içinde bulunduklarına karar verdiler.

Yaygın kanaatlerden biri de şöyle idi: "Önceleri onun içinde mukaddes kuvvet vardı, fakat sonradan şeytanî kuvvet­ler onu zaptettiler. Ve şeytan muvaffak oldu.''

Sabatay'a yeni bir veche veren Nathan ise, onun "şey­tanî kuvvetleri de kendi ideali için kullanabileceğini" söyle­mekte idi.

Taraftarlarından birçokları da onu lanetlediler ve düşman oldular. Hasımlarının alaylarını mahcubâne ka­bul etmeye de mecbur oluyorlardı. Şâirler Sabatay ve ta­raftarlarını hicv eden şiirler yazdılar.

YAHUDİLERİN TUTUMU

Yahudiler ise artık Sabatay Sevi'ye hücum etmekten vazgeçtiler. Bu meselenin leh ve aleyhinde konuşmaya­rak, zamanla ortadan kalkacağı ümidi ile kendi hâline bırakmak üzere karar aldılar. 17-18. asır kaynaklarından İzmirli Haşim Palas şöyle yazmaktadır: "Biz Sabatay Se­vi hakkında iyi veya kötü konuşmamak üzere dedelerimizden kalan bir geleneğe sahibiz."

O günlerde yazılmış bir rapordan anlaşıldığına göre, Sabatay'ın ihtidasından sonra Sultan, Sabatayistlerin tevkif olunarak Edirne'ye getirilmelerini emr etmiş. El­lerinde listeler bulunan vazifeliler, İstanbul'dan on iki ve İzmir'den birkaç tane hahamı tevkif ederek Edirne'ye getirmişler. Fakat bunlara bir ceza verilmemiş, sadece azarlanarak geri gönderilmişler.

Bu raporun verdiği bilgilerden anlaşılacağı gibi, Os­manlı resmî makamları Sabatayist hareketi takip ediyor ve olanlardan haberdar bulunuyorlardı.

Türkiye Yahudi liderleri bu suretle büyük bir tehli­ke atlatmış oldular. Eğer Sabatay davası uğruna ölümü göze alsa idi, Yahudi cemaatinin onun izinden gitmele­ri ve hahamlarını tanımamaları ihtimali çok büyüktü.

Bu tehlikeyi önlemek için Sabatay'a ölümden kurtul­ma yolunun gösterildiğini tahmin etmek hiç de yanlış olmasa gerektir.

De la Croix'ya göre, Sabatay'ın ihtidasından sonra kaymakam, Sultan'a, Sabatayistleri ne yapacaklarını sor­du. Sultan "Liderlerinin gösterdiği örnek onlara kâfidir" di­ye cevap verdi ve Sabatayistler affedildiler.

MESİH'E İNANÇ DEVAM EDİYOR

Mesihlik inancı Sabatay'ın ihtidasından sonra da de­vam etti. Coenen ve Rycaut raporuna göre, İzmir ve İs­tanbul'daki Sabatayistler inançlarını muhafaza ettiler. Bunlar şu Docerist izah şeklini kabul ediyorlardı:

"Sabatay Türk olmadı. Yeryüzündeki onun sadece

gölgesidir. Bu gölge beyaz bir sarık ve Müslüman kı-

yafeti içinde dolaşmaktadır. Onun vücudu ve ruhu

cennete alındı. Ve orada bazı mucizeleri gerçekleştir­me zamanı gelinceye kadar istirahat edecek."

Sabatay Sevi ise Müslüman olduktan sonra Edirne'de evine kapandı. Sadece taraftarlarından ileri gelenlerle görüşüyordu.

Ona inananlar ve taraftarları ise, kendisini övmeye ve kerametlerinden bahse devam etmekte idiler. Onun bu­günkü vaziyetinde, anlamayacakları bir esrar buluyor­lardı. Bu hâlin devam etmeyeceğine inanmakta idiler.

Ayrıca hakkında çıkarılan yeni söylenti ve dedikodu­lar üzerine leh veya aleyhinde taraf değiştirenler de ek­sik olmuyordu.

NATHAN VE MEKTUPLARI

Herkes Nathan'ın ne diyeceğini merak etmekte idi. Sabatay ile mektuplaştıkları söylendi. Arkasından ise Nathan'ın geleceği ve beklenen mucizelerin tahakkuk edeceği haberi yayıldı. Buna rağmen neden gelmediği malum değildir.

İzmir krallar ve düklerle dolu idi. Hepsi bu lâkapla­rını te'kid eden mektuplar almışlardı. Ve ümidlerini terk etmek istemiyorlardı. Fakat bâzısı ümidlerini kes­tiler. Cudah hâkimi Josef Sevi gibi Josef bu hakkını

1666  Ekim'inde bir gümüş dolara sattı.

29 Kasım 1666'da Nathan'ın babası Elişa Eşkanazi

İstanbul'a geldi. Oğlunun yaydığı mezhebin sağlam bir taraftan idi. İhtidadan sonra da aynı şekilde kalmıştı. Elişa'nın gelmesi taraftarları heyecanlandırdı. Arkasın­dan Nathan'ın gelmesini beklediler.

Elişa, İstanbul'da birkaç hafta kaldı. İzmir'deki Saba- tayistler heyecanlandılar, bir sinagogta âyin tertipleye­rek bunu kutladılar. Nathan'ın mektupları gelmeye baş­ladı. Taraftarlar sevindiler.

HAHAMLAR,, NATHANA KARŞI

Sabatayistlerin bu faaliyetleri hahamları tedbir alma­ya sevk etti. İleri gelen dokuz hahamın imzası ile iki mektup neşrettiler. Bu mektuplardan birincisi bütün hahamlara ve asillere hitaben kaleme alınmış bulunu­yordu. Bu mektupta şöyle denilmekteydi:

"Sözlerinin tesiri ile tanınan Rabbi Nathan Benja- min adlı âlim kişinin, Gazze'yi terk ederek İzmir ve İs­tanbul'a gelmek üzere yola çıktığını haber aldık. Bu garip bir şeydir. Çünkü bunu yapmakla o kendini ate­şi atmaktadır. Bu sebeple ona mâni olmanız ve başına gelecekleri önlemeniz için, bu mektubu zâtınıza yaz­maktayız. Onun gelmesiyle karışıklıkların tekrar bağ­lıyacağını biliyoruz. Allah korusun, bu sebeple ibadul­lah kırılabilir ve onların ilki de kendisi olur. Eğer söz dinlemezse, her imkânı kullanarak onu geri çevirmeli­siniz. İsrail halkının ve onun hayatı buna bağlıdır."

Bu mektupta Nathan hakkında kullanılan nâzik dil dikkate şayandır. Halbuki aynı hahamlar, daha önce Sa- batay'ı kâfir ilân etmişlerdi. Anlaşıldığına göre bu sefer bütün Yahudilerin hayatından endişe etmekte idiler:

İkinci mektupta ise halka hitap edilmekte idi. Bütün sinagoglarda okunan bu mektupta, Sabatay hâdisesi an­latıldıktan ve o tehlikenin Allah'ın yardımı ve ecdadın himmetleri ile atlatıldığı söylendikten sonra, şöyle de­nilmekte idi:

"Sizler ise hâlâ karışık işler yapmaktasınız. Kendini­ze gelin, atalarınızın yoluna girin. Sultan Mehmed'i takdis edin, çünkü onun zamanında İsrail için hayırlı şeyler oldu... Nathan'dan çekinin, onun adını anma­yın. Bizi dinlemezseniz, âsileri cezalandırmak bizim vazifemizdir."

DÖNMELER GİZLENİYOR

Yahudi cemaatinin aldığı sıkı tedbirler tesirini gös­terdi. Sabatayistler açık faaliyet göstermekten çekinme­ye başladılar. Hareket yer altına kaydı, zahirdeki ibadet­ler gizlendi. Mesihliğin ilânından önceki gizlilik geri geldi. Hahamlar bu gizli faaliyetleri haber alıyor, fakat hâdise çıkmasını istemediklerinden, kendi kendine yok olacağını umuyorlardı. Esasen hahamlar kendisinden çok çekindikleri Nathan'ın dışında, başka ileri gelen bir Sabatayist aleyhinde harekete geçmediler. Hahamlar,

Yahudilik içinde yeni bir mezhep zuhurundan ziyade, Sabatayistler vesilesiyle bütün Yahudilerin Müslüman edilmesinden endişe etmekte idiler.

Hahamlar ile zengin ve nüfuzlu Yahudilerin, Sabatay hareketinden korkmalarının bir sebebi de onların yü­zünden çıkacak olan bir karışıklıkta hükümetin bütün Yahudiler aleyhinde harekete geçmesi halinde kendi du­rumlarının tehlikeye düşmesi ihtimali idi.

BİR DÖNME İLÂHİSİ

Sabatayistler, bu tehditler karşısında kendilerini sak­ladılar. Gizli bir haberleşme sistemi kurdular. Mektup­laşarak haberler yaydılar. İlâhiler söyleyerek istikbalde­ki zaferlerini terennüm ettiler. Çoğu melânkolik olan bu ilâhilerden biri şöyledir:

Benim sevdiceğim ayrıldı gitti,

Sevgili Sevi'yi Tanrı seçmişti,

Gerçi çok ezildi ızdırap çekti,

Ama kalbim onun, şimdi ve ebed.

Sâdık bendesiyim kuluyum her an,

Ve onu ariyan ve ona tapan,

Ve her an daima ona inanan...

Ey Sabatay günahlarımı affet.

Gözlerimi tevcih ederek sana,

Rabbim senden duam, kurtuluş ona.


Nathan 1667'de gerçekten Edirne'ye gelmek istedi. Fakat kendisine karşı uyandırılan muhalefet veya başka bir sebeple plânını değiştirdi. Anadolu'da seyahate baş­ladı. Yanında, ailesi ve kayınpederi dâhil otuz altı arka­daşı vardı. Bu şekilde iki ay dolaştılar. Büyük Yahudi cemaatlerine uğramadılar.

Nathan 1667 Ocak ayı sonlarında Bursa'ya geldi, he­yecanla karşılandı. Geliş haberi İzmir'de de heyecan uyandırdı. Bursa ve İzmir Sabatayistleri inançlarını mu­hafaza ediyorlardı. Bursa'da Nathan ilâhilerle ve "Çok yaşa Sabatay Sevi!" haykırışlarıyla karşılandı.

Fakat Bursa Yahudileri İstanbul'daki Hahambaşı'ya Nathan'ı şikâyet ettiler ve ona mâni olmasını istediler. Hahambaşı Bursa hahamlarına emretti, Nathan'ı aforoz ettiler. Hiçbir Yahudi onunla konuşamadı, çünkü onun­la konuşanlardan da uzak durulacaktı. Nathan'a ekmek ve su bile vermediler. Onu Türklere teslim etmekle teh­dit ederek susmasını söylediler.

Nathan Bursa'dan kaçmaya mecbur oldu. Yanında kalan altı kişi ile İzmir tarafına doğru hareket etti. Ora­ya kadar yanında bulunmuş olan İsrail'in on iki kabile­sinin temsilcileri de Edirne'ye gittiler.

Nathan bu sıralarda Sabatayist teori üzerinde düşün­mekte idi. Sabatayistler ise, inancı uğrunda öleceği yer­de, Müslüman olan bir mesih yüzünden güç durumda idiler. Bunun izahı her zaman bir mesele olmakta idi.


Nathan, Mesih'in din değiştirmesinin mukadder oldu­ğuna ve öleceğine dair Tevrat'ta bir kayıt bulunmadığı­na dikkati çekiyordu.

Sabatay Sevi Edirne'de yaşıyor, bazen misafir kabul ediyor ve nadiren vazifesinden bahsediyordu. Artık ta­raftarları da Sabatay'ın ruhunun veya cesedinin cennete çıkmamış olduğunu görmekte idiler.

MUCİZELER ÇIKMIYOR

Nathan tecelli edecek mucizelere dair bâzı kehânet­lerde bulunmuştu. Bunlar tahakkuk etmeyince, söyledi­ği tarihleri geri attı. Fakat "Ne olursa olsun, Sabatay'ın Mesihliğinde şüphe yoktur" diyordu.

Nathan bu sırada etrafta yazdığı mektuplarla Sabata- yizm'in teorisini kurmakta idi.

Nathan 3 Mart 1667'de İzmir yakınlarında Pınarba- şı'na vardı. Burada İtalya'dan gelen heyetlerle konuştu. Artık inanmayanlarla görüşmek istemiyor, yalnız ina­nanlarla meşgul oluyordu.

Nathan kehânetlerine son vâde olarak Eylül ayını göstermişti. Dediklerinin çıkmaması hâlinde bu sefer idamına rıza gösteriyordu. Mayıs başlarında İzmir'den ayrıldı. Fakat hareket o gittikten sonra da devam etti. Ancak Eylül geçip de bir şey olmayınca inananlar azal­dı. Nathan ise bir müddet İpsala'da durdu. Bu bölgede, inananlar hâlâ kuvvetli ve çoğunlukta idiler.

SABATAY CAMİDE

Sabatay bu sırada kendini Türklerle birlik göstermek istediğinden, vaktinin büyük kısmını camide geçiriyor­du. Gerçekte ise kendini kabbalistik tefekküre ve Tev­rat'a vermişti.

Diğer Yahudilerin ona yaklaşmaları bile, hahamlarca yasaklanmıştı. Türklerin, Sabatay'ın ziyaret olunmasını yasak edip etmediklerine dair bir malûmat yoktur. Fa­kat Sabatay'ın, Vânî Efendi'nin, hatta bazı kaynaklara göre bizzat Sultan'ın teveccühünü kazandığı anlaşıl­maktadır. Sabatayist kaynaklardan biri ise, işi her za­manki gibi çığırından çıkararak, Vânî Efendi'nin de Sa­batayist olduğunu yazmaktadır. Vânî Efendi'nin Saba- tay'dan Yahudi âdetlerini öğrenmek istediği tahmin olunabilir.

Sabatay, taraftarlarından bazılarıyla görüşüyor, fakat onlardan Müslüman olmalarını istemiyordu. Ona göre, zorlanmayanlar Müslüman olmamalıydılar.

Tarafsız kaynaklar da Sabatay'ın iki taraflı oynadığı­nı haber vermektedirler. Bu kaynaklarda onun taraftar­larıyla yaptığı toplantılardaki konuşmalarından nakiller yapılmaktadır. Bunlara göre Sabatay şöyle demekte imiş: "Musa Firavunların sarayında bir Mısırlı gibi yaşa­mıştı. Sabatay da kendi halkını kurtarmak için Müslüman olmalı ve bir Türk gibi yaşamalıydı. Güneş tekrar doğabil­mek için batmalıdır..."

Yahudiler Sabatay'ın ne yaptığını biliyorlardı. Türk- lerin de olan bitenden haberleri vardı; fakat Sabatay'ın onlara "Yahudileri Müslüman etmeye çalışıyorum" demiş ol­ması ihtimali büyüktür.

SABATAY VE NATHAN

Nathan İpsala'da bulunurken, Edirneli hahamlar ge­lip kendisiyle konuştular. Fakat onun fikirlerini zayıfla­mış buldular. Nathan şöyle diyordu:

"Ben peygamber değilim, mucize de gösteremem,

benim vazifem Sabatay'ın Mesihliğini ilân etmektir.

Bu da bir yıl ve birkaç ay sonra meydana çıkacaktır."

Hahamlar, Nathan'dan Edirne'ye yaklaşmamasını, Sabatay ile görüşmemesini ve bu kehânetini yazıp imza­lamasını istediler. Nathan onlara "Pentakos bayramını bekleyin" dedi ve kehanetini yazarak şahitler huzurunda imzaladı.

Fakat Edirne'ye doğru yola çıktı, Trakya'da dolaşarak taraftar toplamaya başladı.

Bu dolaşma sırasında garip bir hadise cereyan etti:

Nathan "Yedi Temmuz Orucu"nu kaldırdığını ve o gü­nü bayram ilân ettiğini bildirdi. Bunun için yapılan toplantılara katıldı. Hahamlar ise Sabatay'a haber gön­dererek buna mâni olmasını istediler. Sabatay da Joseph Karillo'yu Nathan'a göndererek oruç tutulmasını istedi.

Böylece Mesih ile peygamberi tenakuza düşmüş oluyor­lardı.

Nathan'ın faaliyetleri, temas ettiği kimseler ve Saba- tay'la görüşmeleri hakkında fazla bir bilgi yoktur. Yal­nız Sabatay'ı Edirne'de ziyaret ettiği ve onun tarafından kabbalistik bir vazife ile Roma'ya gönderildiği bilin­mektedir.

Edirne hahamları ise, Sabatay'ın ihtidasından sonraki faaliyetleri ve sözünde durmadığı için Nathan'ı aforoz ettiler.

Nathan, Edirne'den Roma'ya doğru hareket etti. İlk durağı Selanik oldu. Burada taraftarlar buldu ise de ha­hamlar onu şehri terk etmeye zorladılar.

Nathan, Selanik ile Adriyatik kıyılarındaki Yahudi- leri ziyaret ederek vakit geçirdi. Yolunun kendisine ilâ­hî olarak gösterildiğini söylemekteydi. Nathan'ın bu se­yahati mukaddes telâkki edildi.

İKİYÜZLÜ HAREKETLER

1667    Eylül'ü geldi. Nathan'ın kehânetleri çıkmadı. Bunun üzerine sözlerini te'vile başladı. Ona göre, ken­disine melekler vasıtasıyla bildirilen vahiyler değişebi­lirdi. Bu söylediği de bir "kehânet denemesi"ydi.

Bütün bunların arasında esas olan şu tesbittir ki, her­kes Sabatay'ın ihtidasını haklı gösterecek bir takım tef­sirler bulmaya çalışmakta idi.

Nathan seyahatine devam ederek 1668 başında Kor- fu'ya vardı. Venedik'teki hahamların kendisini tasvip et­meyeceğini bildiğinden, o da Sabatay gibi iki yüzlü bir siyaset takip etmeye karar verdi. İnanmayanların yanın­da, aldatılmış ve hayal kırıklığına uğramış gibi davranı­yor, ancak güvendiği kimselerin yanında konuşuyordu.

Bu iki yüzlü hareket tarzı, sonraları Sabatayist hare­ketin alâmet-i farikası olmuştur.

ELE GEÇEN MEKTUP

Bu arada bir başkası da iki yüzlü davranmayı başardı ve bir Sabatayist gibi görünerek, Nathan'ın bir mektu­bunu ele geçirdi ve ifşa etti. Bu, Zanta'daki bir tarafta­ra yazılmış bulunan ve gizli kalması gereken bir mektup idi.

Bu mektup, taraftarlarının, Sabatay'ın ihtidasını na­sıl tefsir ettiklerini göstermesi ve onu mazur göstermek için nasıl te'viller yaptıklarını belirtmesi bakımından mühimdir.

Mektuptan bir parça:

"Bil ki Sabatay'dan başka İsrail'in kurtarıcısı yok­tur. Başına sarık geçirdiyse de onun mukaddesliği şirk ile ihlâl olmadı. Bu, Tanrı'nın sırlarından biridir ve Tevrat'ın sırlarına vâkıf olmayanlar, bunu garip bulup şaşıracaklardır..."

Nathan Korfu'da sinagogta va'z etti. Sabatay'ın kur­tarıcıları olacağını tekrarladı. 1668 Nisan'ı başında Ve- nedik'e gitmek üzere buradan ayrıldı.

AVRUPA VE MISIR'DAKİ DÖNMELER

Mesih'in ihtidası haberi Avrupa ülkelerindeki Saba- tayistler ulaştığı zaman, bunlar da öncekilerden farklı hareket etmediler. Hahamların ne düşündüğü ise ma­lum değildi. Çünkü bir haham Sabatayist olduğu halde yine hahamlıkta devam ederek kendisini saklayabilirdi.

İslâm ülkelerindeki Sabatayist hahamlar, inançlarını muhafaza etmeye devam ettiler. Kendilerini gizleyerek bir bekleme devresine girdiler. Bu mevzuda aforoz hadi­selerine pek rastlanmadı.

Sadece Mısır'da hadise başka bir veche gösterdi. Mısır hahamları etrafa mektuplar yazdılar. "Hâin asıl yüzünü gösterdi. Biz, İzmir, İstanbul ve Edirne hahamlarının cesaret edemedikleri şeyi yapıyoruz... " diyerek, Sabatayistlerin aley­hinde faaliyette bulundular. Nathan, Mattathias Bloch Eşkenazi ve Jacop Palache'ı tehlikeli ilân ettiler. Taraftar olanları da afarozla tehdit ederek susturdular.

MUSUL DÖNMELERİ

Sabatayist peygamber Eşkenazi, Mısır'dan ayrıldı, doğuya gitti. Bir sene sonra kendisini Musul'da gördü­ler. Burada, Sabatayist inancını gizlemek şöyle dursun,

bir Peygamber ve Tanrı adamı olarak vazifesine devam etmekte idi.

1669'da bir haham, Musul'daki Sabatayistler için şöyle yazmakta idi:

"Buradaki Sabatayistler gayet serbest ve nüfuzlu­durlar. Sabatay'ın İsrailoğullarını ölümden kurtardığı­na inanıyorlar."

Eşkenazi 1668'de Musul'dan Mısır'a gitti ve oradaki Yahudilere Sabatay'ın propagandasını yaptı. Bunun üze­rine büyük karışıklıklar çıktı ve kendisi de bu arada öl­dürüldü.

HOLLANDA VE ALMANYA'DA DÖNMELER

Sabatay'ın ihtidası haberi Avrupa'ya 1666 Kasım'ın- da ulaşınca, habere Yahudiler de Hristiyanlar da inan­madılar. Az sonra da Mesih'in ihtidasını teyid eden mektup ve onunla beraber Nathan'ın "devam edin" mek­tubu geldi. Bunun üzerine taraftarları meseleyi derhal te'vil yolunu tuttular: "Sabatay hâlen İsrail'in kralıdır. Onun bu hâli İsrail'i yok olmaktan kurtarmak içindir." Hat­ta Amsterdam'daki Sabatayistler, Hristiyanları bile Sa- batayist yapmaya çalışmakta devam ettiler.

1662'de Hollanda ve kuzey - doğu Almanya Yahudi­lerinin, "Sabatay gerçek Mesihtir" diye inandıklarına dair bazı kaynaklarda kayıtlar vardır.


İtalya'ya haberin ulaşması "Girit Meselesi"nden dola­yı gecikti. 1667 Şubat'ında duyulduğu zaman çoğu bu­nu bir dedikodu saydı. Sonra bir takım Sabatayist gu­ruplar, "inanan deliler" ortaya çıktılar. Bunlar çeşitli ha­ber, te'vil ve tefsirler ortaya atarak, Sabatay'a olan inan­cı korumaya çalışıyorlardı:

Sultan, Sabatay Sevi'yi sarılıp öptüğü ve başına bir taç koyduğu için bu gibi haberler çıkmıştır.

Sabatay, Sultan'ın memleketi nasıl idare ettiğini öğrenmek için bu kılığa girdi.

Haber tamamen yalandır.

Sultan, Sabatay'ı ordusuna kumandan yaptı. Saba­tay şimdi iki yüz bin kişilik bir ordu ile Polonya şehit­lerinin intikamını almak için gelmektedir.

Leghorn'daki Sabatayistler, muntazam olarak evlerde toplanmakta idiler. Türkiye'deki kardeşleri ile de temas halinde bulunuyorlardı.

Önce Venedik hahamları sonra da İstanbul hahamla­rı, "Bu utanç verici hadisenin unutulması ve elde bulunan ev­rakın yok edilmesi için" her tarafa mektuplar yazdılar. Bu teşebbüs başarılı oldu ve Rusya, Polonya, Hollanda, Türkiye ve Filistin'de bulunan vesikaların çoğu yok edildi. Ancak Sabatayistler devamda ısrar ediyorlardı.


Nathan 1668 Mart'ında Venedik'e vardı. Yahudi ce­maati, onun leh ve aleyhinde, ikiye ayrıldılar. Kendisini ziyaret ederek imtihan edici sualler sordular; mucize göstermesini istediler; itirafname imzalasın diye onu zorladılar. Sinagoglarda Nathan aleyhinde vaazlar veril­di. Cemaat arasındaki bu anlaşmazlıklar, Yahudileri Hristiyanlar karşısında zayıf düşürüyordu. Fakat ha­hamlar Venedik'te Nathan'ı aforoz edemedikleri ve sert davranamadıkları için, daha serbest olacakları Leghorn'a göndermeye çalıştılar. O ise Venedik'ten ayrılarak Ro- ma'ya gitmeyi tercih etti.

Nathan Roma'ya elbise değiştirerek ve kendini gizle­yerek girdi. Yanındakiler, soranlara, onun başka birisi olduğunu söylüyorlardı. Nathan burada dua etti ve Ro- ma'nın etrafını gezip dolaştı. Gizlenmesinin, Papa'nın adamlarından korunmak için olduğu ve şehrin etrafını dolaşmasının da burasının tahribi için sembolik bir ha­reket olarak yapıldığı sonradan söylenmiştir.

DÖNMELERİN MERKEZİ SELANİK

Nathan bundan sonra Türkiye'ye döndü. Fakat ken­disini gizledi. Kaybolduğuna, başıboş dolaştığına hatta korsanların eline düştüğüne dair rivayetler çıktı.

Halbuki o, önce Ankona'ya, oradan da Selanik'e git­ti. Selanik'te altı ay kalarak Sabataycılığı yaydı. Birçok haham Sabatayist oldu. Nathan'ın takipçileri basit avam


değildi, aralarında âlimler de bulunuyordu. Selanik'te Solomon Florentin ve Josef Filosof buradaki hareketin ileri gelenleri idiler.

Bunlar, sonraki Dönme hareketini ve mezhebini ku­ran ve idare eden kimselerdir.

Nathan 1669'da Selanik'ten Edirne'ye hareket etti. Yaz başlarında Edirne'ye vardı. Burada Sabatay Sevi ile devamlı olarak buluştular ve bu hal Sabatay'ın ölümüne kadar böyle devam etti.

Sabatay, İstanbul, Edirne ve Selanik Yahudi cemaat­lerini ziyaret etmekte idi. Hatta Selanik'e Nathan ile beraber gittiler. Dönmelerin yazdığı kitaplarda, Saba­tay'ın Selanik'te bir müddet oturduğu ve burada vaaz­lar verdiği kayıtlıdır. Ayrıca sonradan kızıyla evlendiği Josef Filosof ile olan dostluğundan da bahsedilmekte­dir.

Nathan, Edirne'den sonra Kastorya'ya gitti. Sabatay ile olan temasları da devam ediyordu. Burada zengin Ya­hudi tacirleri topluluğu vardı. Nathan bunlar arasında takipçiler buldu. Hatta Jakop Kohen adlı bir Yahudi, Mesih'i taklid etmek için ihtida bile etti.

Bütün bu faaliyetlerin Sabatay Sevi'nin talimatı ve tasvibi ile yapıldığını tahmin etmek pek tabiî bir neti­ce olacaktır. Esasen Sabatay da Edirne'de kaldığı zaman içinde Trakya, Makedonya ve Bulgaristan Yahudi cema­atlerini ziyaret etmiş ve her gittiği yerde takipçiler bul­muştur.

Sabatayist harekette "peygamberler" de görüldüğü gibi mühim rol oynamışlardır. Bunlardan birisi de Saba- tay Rafael'dir. 1662'de İstanbul'da hahamlık tahsil et­miş olan Rafael de Filistin'e gitmiş, pek çok yer dolaş­mıştır.

ACIKLI HÂDİSE

Sabatay Sevi hareketi, Yahudi tarihinin, bütün ümid- lerin bağlandığı bir dinî hareket olmak bakımından, en acıklı hadisesidir.

Bütün Yahudiler bir sene heyecanla kurtuluşu bekle­diler. İnananlar, kurtuluşu elle tutulacak kadar yakın görüyorlardı. Böyle bir anda Sabatay Sevi'nin ihtidası haberi bomba gibi patladı. İnanmayanlar bile şaşırdılar. Böyle "dönme bir Mesih"'i kabule hiçbir zihin hazır değil­di. Şaşkınlık senelerce devam etti.

İhtidadan sonra zahirde bir değişiklik olmadı. İnanç­lar ve krallıklar terk edilmedi. Fakat içte ve derinlerde bir kırıklık ilerleyip genişledi. Dış ve iç dünyalar zıtlaş­tı. Dışta dönme bir Mesih gerçeği ve içte dönmemiş sa­mimi bir Mesih inancı gelişti. Bu zıtlığı bir doktrin hâ­linde uzlaştırarak kendilerini tatmine çalıştılar.

Sabatayist doktrini, ihtidadan sonra Nathan tesis et­ti. Böylece başarısızlığı zafer ile izah eden bir doktrin kurulmuş oluyordu.


Sabatay Sevi, ihtidasının ertesi günlerinde zihnen ve ruhen şaşkın bir halde idi. Zamanla kendisini topladı ve Mesih olarak kendi davetinden yeniden emin olmaya başladı.

Nathan'la münasebetlerini devam ettirdi. Eski taraf­tarları da zaman zaman kendisini ziyaret ediyorlardı. Bunlardan bir kısmı Sabatay gibi ihtida ettiler, bazısı ise etmedi. Sabatay'ı takiben ilk Müslüman olanın kim olduğunu bilmiyoruz.

Nathan, Edirne'ye geldiğinde, on iki kabilenin tem­silcilerini ve kendi gurubundan bazı kimseleri buldu. Eski arkadaşlar çağırılmışlardı.

Coenen, Nathan'ı İzmir'de, Sabatay Sevi'nin kardeşi Elijah Sevi'nin evinde ziyaret ettiği zaman, onun Edir­ne'ye gitmek üzere olduğunu öğrenmişti. Elijah ve oğ­lu da 1667 yazında Edirne'ye gittiler. Fakat onların ih­tidaları daha sonradır.

Sabatay'ın etrafında toplanan bu ihtida edenler guru­bu, daha sonraki muhtediler gurupunun çekirdeğini teşkil etmişlerdir. Bu gurup, Sabatay nereye giderse be­raber giderler, her yerde hristiyanların dikkatini ve Ya- hudilerin kin ve nefretini üzerlerine çekerlerdi.

Elijah Sevi, basit tacirlikten, böylece yüksek hikmet mertebesine yükselmişti. Fakat Sabatay'ın ölümünden sonra Edirne'den kaçarak İzmir'e ve eski dinine döndü. Yahudi cemaatinin saygıdeğer bir ferdi olarak orada öl-


dü. Sabatay Sevi'nin kardeşinin bu dönüşü, Türk idare­cilerinin dikkatini çekmedi.

Sabatay'ın diğer iki kardeşi de sonradan Dönme ha­reketine iştirak etmediler. Daha sonraları da Sabatay ai­lesinin bu hareketle alâkasını gösterecek bir bilgiye sa­hip değiliz.

HEM MÜSLÜMAN HEM YAHUDİ!

Sabatay'ın iki yüzlü siyaseti, hem Sabatayistler hem de öteki kaynaklar tarafından açıklanmıştır. Sabatayist- ler tabiî olarak bu hâli kendilerine göre tefsir ediyor ve "Bu sadece bir hiledir" diyorlardı.

Zaman geçtikçe, Sabatayist doktrini kuranlar, Saba­tay'ın bir Müslüman gibi yaşadığını iddia etmekten vaz geçtiler. Yine Dönme kaynaklar, hatta Sabatay'ın hem Müslümanlığı hem de Yahudiliği beraber yürüttüğünü yazarlar. Bu kaynaklara göre o, bazan Müslüman bazan Yahudi gibi hareket ediyordu. Namaz kılıyor, fakat bir haham gibi de davranıyordu. Hristiyan kaynaklar da bu bilgiyi tasdik etmektedirler.

Bu yüzden, Sabatay'ın bir elinde Kur'an, bir elinde de Kanun Demeti (Musa şeriati) ile oturduğu şeklinde rivayetler vardır. İhtidasından az sonra yazılan mektup­larda Sabatay'ın Yahudi bayramlarını da kutladığı söy­lenmekte idi.

De la Croix şöyle demektedir:


Sabatay, etrafında büyük bir gurup Dönme Yahudi- ler olduğu halde, defalarca sinagoglara gitti ve burada Yahudileri İslâm'a davet etti. Bunda öyle muvaffak oldu ki, Türklerin sayısının arttığını gözlerimle gördüm.

Sabatay'ın Dönmeliği teşvik eden vaazlarını, Floran­sa elçisi Santi Bani de 1671 Şubatında yazdığı bir rapor­da belirtmektedir. Rycaut, Sabatay'ın bu yıllardaki hareketlerini şöyle anlatmaktadır:

Bu şekilde Sabatay, Türk sarayında, Musa'nın Mısır sarayında yaşadığı gibi bir hayat sürdü. Belki de onu taklit etti. Taraftarlarına şöyle diyordu: Biz ancak ken­dimizi gizlersek ve siz de bizim gibi yaparak, Muham­medi inanca sıkıca sarılmış gibi görünürseniz, size va- ad ettiğim şeyleri yapabilir; sizi ecdadınızın mukaddes toprağı olan Filistin'e götürebilirim.

Bunun üzerine Babil, Kudüs ve diğer uzak yerler­den bile Yahudiler gelerek memnuniyetle Müslüman oldular. Sabatay bu suretle Türklerin itimadını kaza­narak, kardeşlerini ziyaret iznini aldı. Sabatay bu ziya­retlerinde yeni doğan çocukları sekizinci günde sünnet ediyor ve kendisinin Mesih olduğunu tekrarlıyordu.

Bu şekilde hareket ederek, Türklerin gazabını çekme­di ve hem kendini korudu hem de Yahudilerin afaro- zundan kurtulmaya muvaffak oldu, hem de iki tarafı da aldatarak kendi inançlarını yayma imkânını buldu.


Rycaut'nun bu rivayeti, Dönmelerin o devirdeki ha­yatını gösteren, çok canlı bir tasvirdir. Sabatay'ın, din­leyenleri ihtidaya çağıran va'azları da kendi Mesihliğini inkârı kadar yalan ve aldatıcıydı. Rycaut'nun bu tasviri, umumiyetle bütün Dönmeler için geçerlidir. Türkler- den ve Yahudilerden gelen baskı neticesinde Dönme ha­reketi yeraltına geçmek zorunda kalmıştır.

Bu konudaki şehadetler ve rivayetler, Sabatay'ın öm­rünün son yıllarına ait iseler de, kendisinin her zaman böyle hareket ettiğini tahmin edebiliriz.

Leyb bin Üzer, ihtida eden öteki Yahudilerin de baş­kalarını hidâyete teşvik ettiklerini rivayet etmektedir. Fakat buna inanmak mümkün değildir. Çünkü biz sade­ce Sabatay'ın hidâyete davet ettiğini biliyoruz ve taraf­tarlarının da böyle yaptıklarına dair elimizde hiçbir de­lil yoktur.

Hatta ihtidanın ilk yıllarında bile, bazı Sabatayistle- rin Yahudiliğe geri döndüklerini görmekteyiz. Saspor- tas, 1669'da yazdığı bir mektupta şöyle demektedir:

Sabatay ile beraber ihtida eden bazı Yahudiler, İs­tanbul'da kibar hanımlarla evlenmişlerdi. Bunlar geri dönünce karılarını terk ederek, Polonya sınırındaki Walachia'ya kaçtılar.


l667'de Sabatay'ın bir oğlu oldu. Nathan, hamilelik sırasında sünnetli bir oğlan doğacağını bildirmişti. Oğ­lan doğdu, fakat sünnetli değildi. Çocuğa Mordehay Se­vi adını verdiler. Sabatayist kaynaklara göre çocuk seki­zinci günde Türklerin huzurunda sünnet edildi.

Kaynakların kaydına göre, Sabatay'ın taraftarları, onu yalnız ziyaret etmekle kalmıyor,yanında kalarak tel­kinlerini de dinliyorlardı.

İhtidadan bir buçuk yıl sonra, 1668 Pesah bayramı sı­rasında büyük bir aydınlatma hareketi doğdu. Sabatay'ın yazmaya kabiliyeti yoktu. O ilhamlarını söylüyor, etrafın­dakiler yazıyorlardı. İşte 1668 yazında bu şekilde yazılmış iki kitap ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri kaybolmuştur.

Rosanes, kaybolan bu kitabı 1915 yılında Selanik'te gördüğünü yazmakta ve hakkında bilgi vermektedir. Otuz sayfa ve iki bölümden ibaret olan bu kitap bir "va­hiy" kitabı imiş. Kitaptan şu satırlar nakl edilmiştir:

1668'te Efendimiz Amirah, masasında oturup, Pe- sah gecesinin ayinini geçirmekte iken, yirmi dört bin tane melek önüne gelip, ona dediler ki: Sen bizim efendimizsin, sen bizim kralımızsın, sen bizim kurta- rıcımızsın.

Diğeri ise "İtikat Kitabı" olup Dönmeler arasında çok yaygındır. Beş bölümdür. Sabatay'ın 1668 Pesah'ında


Tanrı'yla olan müşahedesini ve Tevrat'ın bazı bölümleri­nin şerhini muhtevidir.

İtikat Kitabından bir parça aşağıya alınmıştır:

Tam 1668 Pesah'ında Efendimiz hitap etti ve ona İsrail'i kurtarmasını söyledi. Fakat kurtarıcımız Tan- rı'ya şart koşarak, onlara ıztırap çektirme, dedi. Tanrı, peki dedi, sen çocuklarını benden fazla düşünüyorsun. Fakat buğday hasat eden bile bazı taneleri kaybeder. Sen topladıktan sonra birkaç tanesi kaybolsun zararı yok, dedi. Efendimiz bir buğday tanesini yere dikti, suladı, kutsal nefesiyle üfledi, birçok meyve verdi. Meyvenin birini Tanrı'ya verdi. Tanrı onu kokladı ve Cennet kokusu gibi dedi. Efendimiz ona bir buğday böyle meyve verirse, insan ruhunu nasıl ziyan ederim, dedi.

İtikat Kitabında, hiçbir buğday tanesinin kaybedil- meyeceği üzerinde çok durulur. Buğday tanesi insan ru­hudur. Hatta kendisine karşı olan Yahudileri bile kurta­racağını söyler.

Nathan'ın birçok kitabı vardır.

"KİBARLAR"

Sabatayist kaynaklar, Sabatay'a "kibar" kimselerin de inandığını rivayet ederler. Bu kelime ile Türklerin kas­tedildiği tahmin olunuyor. Bazı yazarlar da buna işaret

ederler. Fakat bu iddiayı tasdik edici bir delil yoktur.

itikat Kitabında nakledilen, Tanrı'yla beşinci görüş­mesinde Sabatay, Kudüs'te Tanrı'nın tahtı üzerinde otu­ruyor ve Tevrat'ın güç yerlerini izah ediyor... Bu hareke­te karşı gelenler sonunda pişman olacaklar, yetmiş millet onun krallığını kabul edecek. Ve o İsrail'e ve diğer mil­letlere Tevrat'ı açıklayacak.

Demek ki Mesihlik vazifesi, diğer milletlere ve "ki­barlara" da pay vermektedir.

Rivayetlere göre Sabatay, imzasına "Türko" kelimesi­ni de koyuyordu. Bu kelimenin okunuşu, İbranice'de "Tanrının Dağı"nı ifade ediyordu. Sabatay kelime oyun­ları ile, Tanrılık iddia ediyor gibi görünmektedir.

İsrael Hazzan'ın şehadeti ise şöyledir:

Bizsabah ve akşam: O ve başkası değil, o bizim Tanrı­mız, diyoruz.

Bu inancı ifşa eden bir klâsik dua daha:

İşit ey İsrail, bizim Tanrımız, efendimiz bir tane.

Bu dualar sonra Dönmelerin dua kitabına da girdi.

Sabatay, Yahudilikte olmayan yeni bayramlar icad etti.

Sabatay kendisine tanınan hürriyetten istifade etti. Türkler ve Yahudilerle temaslarda bulundu. Defalarca İstanbul'a gitti. Burada, İbrahim Yakinî başkanlığında­ki kalabalık Dönme gurubuyla toplantılar yaptı.


Bu seyahatleri sırasında, durumları kendi durumları­na benzeyen bir Müslüman grubuyla temas etti. Sabata- yistler dışarıdan Müslüman, içeriden gizli Yahudi idi­ler. Bunların iki yüzlü siyasetleri Bektaşilerinkine benzi­yordu. Bektaşilerin de Müslümanlıkları su götürürdü. Yüz yıl sonra yazılmış Dönme kitaplarında, Sabatay'ın, İstanbul'da bir "derviş ve şâir" ile dost olduğunu ve onun İstanbul'daki tekkesinde misafir kaldığını yaz­maktadırlar. Bu şair derviş 1694'te ölen Mehmed Niya­zi idi.

Dönmelerin Edirne gurubu, Nathan'ın sık sık yaptı­ğı ziyaretlerle kuvvetlenmişti. Bunlar Mesihliğin yeni­den ilân olunması için hazırlandılar. İlânın 1673 veya 1674'te yapılması düşünülüyordu. Bu sefer "kibarlar" arasına ekilen tohumlar da toplanacaktı.

Edirne'deki Sabatayistler, Mesihe olan inançlarını kaybetmemişlerdi. Bunun neticelerinin yakında alınaca­ğı kanaatinde idiler. Bunlar Moses Kohen'in ve sonra da henüz ihtida etmemiş olan Joseph Karillo'nun evinde toplandılar.

SABATAY'IN BÎR MEKTUBU

Bu sırada Türk otoritelerinin ne durumda olduğunu bildiren bir vesika yoktur. Sadece Sabatay'ın bir mektu­bu, bu hususu aydınlatmaktadır.

Mektuptan parçalar:


Benim kardeşlerim, çocuklarım, dostlarım, biliniz ki, benim nesillerce bildiğim ve kendisi için elimden geleni yaptığım Tanrı arzu etti ki, ben bütün benli­ğimle İslâm dinine gireyim, İsmail'in dini... Onun izin verdiğine izin vereyim ve Musa'nın Tevrat'ını da kıyamete kadar iptal edeyim.

Uzun zamandan beri İsrail gerçek bir Tanrı'dan mahrum. Madem ki onların gerçek bir Tanrıları yok, Tevrat da Tevrat değildir. Hak din İslâm'dır.

Kardeşlerim benim için: "O geçici bir cezbe ile Müslümanlığı kabul etti, bu yakında geçecek ve o yi­ne yaptıklarına pişman olacaktır" diyorlar. Durum böyle değildir. Ben bunu kendi arzum ve inancımla —ki bu inancı kimse değiştiremez- yaptım. Bu konu­şan inancın ve gerçeğin efendisidir.

Bu mektubun imza yerinde "Türk ve Müslüman" ma­nasında "Turco veMeşurman"yazmaktadır.

Sabatay'ın yazdıkları, basit ve kültürsüz bir adamın sözleri olarak görülmektedir. Sabatayizmin parlak sayfa­ları Nathan'ın eserleridir.

ÖNEMLİ BİR YAZMA BELGE

Sabatay'ın ve Edirne'deki taraftarlarının ikiyüzlülük­lerini Jacop Najara'nın kitabında buluyoruz. Bu yazma nüsha Dönme arşivlerinde idi ve yakın zamanda bulun­du. Najara, Gazze hahamıdır. Fas'a giderken Edirne'den

geçmiş ve burada 1671 yılında birkaç ay kalmıştır.

Najara'nın yazma kitabı enteresan bir rüya hadisesi ile başlar. Buna göre, Sabatay bir yıl iki ay ilhamdan mahrum kalmış, rüyada kendisini bir çukurda görmüş, ana babası bir ip atmışlar, dışarı çıkmış... Bu rüya hadi­sesi 1671'de olmuş.

Yazma nüshadan bazı bölümler aşağıya alınmıştır:

Purim bayramından evvel Sabatay, yanında Vanî Efendi'nin dört adamı olduğu halde kendi kardeşini ziyaret etti ve hemen Müslüman olmasını istedi. Kar­deşi bunun üzerine Vanî Efendi'nin evine gidip Müs­lüman oldu.

Purim günü Sabatay, Karillo'nun evinde an'aneye göre bayramı kutladı ve ertesi günü at sırtında bazı Yahudileri ziyaret edip âyinler yaptı. Ayrıca Portekiz sinagogunda da âyin yaptı. Bu âyinler büyük ve gü­rültülü idi. Müslüman halk ve yeniçeriler bunu duyu­yorlardı, fakat kimse ağzını açmaya cesaret edemedi. Sabatay o günün akşamı ihtida edecek adamlarını topladı. Ertesi gün bunları Saray'a götürüp başlarına sarık sardırdı. Bunlar on iki erkek ve beş kadın idi. Merasimi kafes arkasından seyreden Sultan memnun olarak ulufe dağıttı. Sabatay ise tevazu ile şöyle dedi: "Benim taraftarlarım İslâmiyet'i inanarak kabul etti­ler. Ben bunların İslâmiyet'i bir menfaat için kabul ettiklerini düşünmüyorum. Böyle bir şeye müsaade edemem."

Bir hafta sonra İpsala'dan gelen bir Yahudi ikna edilerek Müslüman oldu. İpsala'daki diğer Yahudi ar­kadaşlarını da getirmesi istendi.

Bunu takip eden Cumartesi bayramında Sabatay cemaatini kendisi idare etti. Tevrat okumadan önce uzun bir va'azda bulundu. Yahudi yazılı metinlerinde­ki tenakuzlara dikkati çekti ve "Bunların izahı ancak benim Mesihliğimle mümkündür" dedi. Va'zının so­nunda bir Kur'an çıkarıp, ondan parçalar okudu.

Sabatay, Sultan'ın huzurunda Yahudi âlimleri ile münazara yapılmasını istedi. İstanbul, Bursa, Sofya'ya mektuplar yazılıp hahamlar ve Yahudi ulemâsı davet edildi. Fakat hahamlardan bazılarını, Türk idareciler, vazifeleri olduğu gerekçesi ile göndermediler.

Münazara günü Sultan tahtında oturdu. Vanî Efen­di ve diğer asiller etrafında idiler. Vanî Efendi haham­lara Arapça olarak "Niye geldiniz?" diye sordu. Onlar da "Sabatay bizce nüfuzlu bir adamdı. Niye Müslüman olduğunu anlayamadık. Onu dinleyeceğiz, eğer makul bulursak, biz de Müslüman oluruz" dediler.

Sultan kafes arkasına çekildi. Az sonra konuşmalar İspanyolcaya, sonra da gürültülü bir şamataya döndü. Saray vazifelileri, Sabatay'ın kardeşine: "Sultan'a saygı­sızlık oluyor, Sabatay'a söyle biraz gürültüsüz idare et­sin" dediler, bunun üzerine Sabatay Türkçe olarak şöy­le dedi: "Davacılar birkaç kuruş için bu divanda bağı­rıyorlar, böyle mühim bir mesele için ben niye bağır­mayayım."

Sonunda Sabatay hepsine Müslüman olup olmaya­caklarını sordu. İstanbul'dan Abraham Gamaliel ile Joseph Karillo'dan başka, hepsi reddettiler. Sultan, ka­bul etmeyenlerin kelleleri uçurulsun, dediyse de, Saba- tay'ın onlara garanti verdiğini öğrenince bundan vaz geçti. Sabatay ancak iki kişi Müslümanlığı kabul etti­ği için Sultan'dan özür diledi.

1671 Mart'ında Sabatay, Sara'yı boşadı. Sara o sıra­da dört yaşında bulunan İsmail'den ayrılmak istemedi. İslâm hukukuna göre de çocuğunu yedi yaşına kadar yanında tutabilirdi. Fakat Vanî Efendi onu ikna etti. Çocuk Edirne'ye getirildi ve büyük merasimle karşı­landı. Sabatay büyük bir davet yaparak oğlunu sünnet ettirdi. Kirveliği Joseph Karillo yaptı. Sünnet düğünü akşamı Yahudi âdetine göre yeniden merasim yapıldı.

Bu arada Sabatay, İpsala'daki taraftarlarını Müslüman olmaya ikna etti.

Jacop Najara'nın yazmasından yapılan nakiller bura­da bitti.

SABATAY'IN SÜRÜLMESİ

Sabatay çeşitli sinagogları dolaşıp Yahudileri İslâm'a davet etti. Bu davetleri tesirli oldu. Çoğu va'azlarından çıkarken, bazı Yahudilerin şapkalarını çıkarıp sarık iste­dikleri görülüyordu.

Sabatay Sevi, bu davetinde samimi mi idi?

Sabatayistler onun bu hareketlerini Türkleri idare et­mek için yaptığını söylüyorlar. Acaba öyle mi?

Sabatay'ın ihtidasından sonra, Sabatayistler söz ve ya­zı ile hareketi yaymaya çalışıyorlar, Yahudiler ise hare­ketin muvaffak olmadığını yayarak onlara karşı tedbir­ler alıyorlardı. Yahudilerin, Sabatay'ı sürdürmek veya öldürtmek için rüşvet verdikleri rivayetleri de vardır.

Nihayet Sabatay, Galland'ın hatıralarında zikrettiği, "Müslümanları Yahudi yapmaya çalışması hadisesi" üze­rine uzak bir yere sürüldü. Karısı ve oğlu sarayda kaldı. Sabatay'ın Edirne'deki gurubu dağılıp değişik yerlere gittiler. Nathan da bir serseri derviş gibi dolaşmaya baş­ladı.[1]

Abraham Yakinî'nin mektubunda ise şöyle bir vaka zikredilmektedir:

Sabatay İstanbul'u son ziyaretinde fevkalâde faali­yet gösterdi. Kendi taraftarlarından birinin nişanlısını da Müslüman etti. Taraftan ise onu: "Sen nişanlımla yattın, belki de onu hâmile bıraktın" diye protesto et­ti. Bu bir skandal oldu. Birçok Sabatayist'in inancı sar­sıldı. Sabatay ise Yakinî'ye yazdığı mektupta, kıza do­kunmadığını yazdı. Buna rağmen kız hâmile kaldı ve çocuk doğdu. Bu çocuk Türklerin arasında "Sabatay'ın oğlu" diye bilinerek büyüdü.

Yine Yakinî'nin mektubunda "Sabatay'ın müridlerin- den birinin nişanlısıyla evlendiği" rivayeti vardır ki, belki bu yukarıda bahsi geçen hadisenin te'vilidir.

SABATAY ÜLGÜN'DE

Leyb bin Üzer, Sabatay'ın sürülmesi hakkında şunla­rı yazmaktadır:

Sabatay, Arnavutluk'ta Bassan'a sürüldü. Buraya da­ha önce hiçbir Yahudi gelmemişti. Kendisi de nereye geldiğini anlayamadı. İstanbul hahamları Sabatay'ın adını anan kimseyi afarozla tehdid ettiler. Ve hiçbir iyi Yahudinin onun için ve sürüldüğü yer hakkında araş­tırma yapmayacağını söylediler. Sabatayistler ise de­vamlı uydurma haberler yayarak herkesi şaşırttılar. Bu sebeple Türkiye'de hiçbir Yahudi, Sabatay Sevi'nin ne­rede ve nasıl öldüğünü bilmez.

Uzer'in bu izahatında yanlışlar vardır. Sürgünlüğü­nün ilk yıllarında Hristiyanlar ve Yahudiler, Sabatay'ın nerede olduğunu biliyorlardı.

l679'da De la Croix, Sabatay'ın ''Mora'da Dulcigno kalesine hapsedildiğini" yazıyordu.

Aslında Sabatay hapishanede değildi. Siyasî bir sür­gün olarak yaşıyordu. Bir müddet sonra ziyaretçilerini kabul etmesine de izin verildi.

Dulcıgno, Yugoslavya'nın Adriyatik kıyılarının en güneyindedir. Bugün Ulcinj adıyla anılmaktadır. İtal­yanca Dulcigno ve Türkçe'de Ülgün diye bilinir.

Sabatayist gelenekte bu ismin hem Dulcigno hem de Ülgün şekilleri kullanıldı. Sonuncusu Alkum şekline sokularak başka mânalara getirildi. Böylece İbranicede- ki melek Alkum ile birleştirildi.

Sabatay'ın karısı Sara'ya bir müddet sonra kocasının yanına gitmesi için izin verildi. Bu izni kardeşi Elijah Sevi'nin yüklü bir rüşvet karşılığında temin ettiği söy­lenmiştir.

Sabatay'ın zihnî buhranı Ülgün'de de devam etti. Düşüncelerini yine mecazlı ve telmihli mektuplarla an­latıyordu. Bu mektuplarından elimizde küçük notlar kalmıştır. Bu notlarda, temizliğe ve oruca riâyetten bah­setmekte ve kendisinin 21 Aralık 1673 tarihinde yine döneceğini ima etmektedir. Ancak bununla sürgünden dönüşü mü, yoksa tekrar Yahudiliğe dönüşü mü kastet­tiği anlaşılamamaktadır.

1674'te Sara öldü. Sabatay, Sofyalı Aron Major'un kı­zı ile olan evliliğini fiilen başlatmak istedi; fakat kız onun yanına gelmeden öldü. Sabatay ise onun ruhunun tekrar dirilip geldiğine dair rivayetlerde bulundu.

SABATAY'IN OĞLU

Sabatay'ın çocuklarından 1667'de doğan İsmail, an­nesi öldüğü zaman yedi yaşında idi. İsrail Hazan bu ço­cuğu şahsen görmüştü. Nathan'ın bu çocuk hakkındaki "Kibarlar bu çocuk vasıtasıyla kurtulacaklar" kehaneti dola­yısıyla, Sabatayistler ona karşı özel bir ilgi ve hürmet gösteriyorlardı. "Bizim efendimiz İsmail'in derecesi, Ami- rah 'ın derecesi gibi olacaktır" diyorlardı. İsmail'in, babası­nın vârisi ve Lord olarak tâyini, Sabatayistlerin Sabatay'a verdikleri sıfatları da gösterebilir. Sabatayistler Sabatay'a "Sevgili" diyorlardı. Nathan "Onu artık efendimiz değil, sev­gilimiz olarak adlandıracağız" diye beyanat vermişti.

SELÂNİKLİ JOSEPH VE KIZI

Joseph Filosof, Selânik'in ileri gelen âlimlerinden bi­ri idi. Sabatay ondan kızını istedi. O da razı oldu. Yahu­di cemaati onu hahamlıktan attılar, aylığını da kestiler.

Filosof onlara "Ben ne yaptığımı biliyorum. Bu Tan- rı'dan gelen bir şeydir. Tanrı kızımı, oğluyla beraber gönderdi" diyordu. Düğün Ülgün'de oldu. Yahudi kay­nakların rivayetine göre, Sabatay, Filosofta Saul'ün te­nasüh ettiğine inanıyordu. Ona Saul ve kızına da Michel diye hitab ediyordu.

Bu evlilik l675'de oldu. Haber her tarafa yayıldı. Hatta kısa zaman sonra Leghorn'da da duyuldu. Dönme geleneğine göre Sabatay'ın son karısına Jochebed/Yohe- ved adı verildi. Onun Müslüman adı ise Ayşe idi.

Sabatay'ın ilk sürgün yılları taraflar için huzursuz bekleme zamanları oldu. Her an mühim hadiselerin zu­hurunu beklediler. Dönmeler arasında mektuplarda şu ibareye sık sık rastlanıyordu:

"Bizim sevgilimize gelince, hiçbir haber yok. Haber olursa derhal sana bildireceğim.''

İtalya'da Leghorn'daki Dönmeler, Moses Pinhe- iro'nun evinde toplanıyorlardı.

İtalya ile Balkanlardaki Dönmeler arasındaki mek­tuplaşmalarda da İstanbul mektuplarında görülen ce­maat havası bulunmaktadır.

Amsterdam'da da durum aynı idi. Mektuplaşmalar devam ediyor, ileri gelenler dolaşarak Dönmeler arasın­daki imanı canlı tutmaya çalışıyorlardı.

FAS DÖNMELERİ

Fas'da bütün hayal kırıklıklarına rağmen çok sayıda Sabatayist vardı. İtalya'daki hareketin bir asilzade tara­fından idare edilmesine karşılık, Fas'taki idareci avam­dan, az bilgili Joseph bin Sur adlı bekâr genç bir adam­dı. Meknes'te oturuyordu. Nathan'ın yaşlı babasının ömrünün son yıllarında buraya gelerek, vefat edişi ve buraya gömülmesi, halk üzerinde çok tesirli oldu.

Joseph bin Sur, bir kutsal tarafından ziyaret edildi ve Mesih'in geleceği ona müjdelendi. Sabatay ise onu cen­nette görmüştü. Ona "Nathan gerçek bir peygamberdir, sen ise Yusuf Evinin mesihisin" dedi. Bu mühim bir makam­dı.

Sina dağında Musa'ya verilen alfabenin, Sur'a, asıl tertibi gösterilmişti. Bu yeni sıra ile Tevrat iyi anlaşıldı, sırlar çözüldü. Sur'u ziyaret eden hahamlar çok memnun kaldılar. Ziyaretçiler, kendisi câhil olmasına karşılık, söylediği derin mânaları yazmanın bile mümkün olma­dığını söylüyorlardı.

SABATAY'IN TEMASLARI

Sabatay, Arnavutluk'taki sürgün yerinde sakin ye sessiz yaşadı. İstanbul, Edirne, Sofya, Selanik ve Kastorya'daki taraftarlarıyla temaslarına devam etti. Berat kasabası bu sı­rada bir haberleşme merkezi olarak vazife gördü.

Primo onu birkaç defa ziyaret etti. Bir defasında Sof­ya'dan Üsküp'e gelmişti, orada on gün hasta yattı. O sı­rada Sabatay'dan kendisini davet eden bir mesaj geldi. Sabatay: "Ben şimdi tam bir aydınlanma (vecd, vahiy, cezbe) halindeyim, gel" diyordu. Primo oraya gitti.

Abraham Kardozo'nun yazdığına göre:

Sabatay, İzmir'de bulunan kardeşi Joseph Sevi'ye

yazdığı mektupta 1675 kışında da büyük ışığın kesil­mediğini bildiriyordu.

Joseph Sevi ise şöyle demekte idi: "Bana dendi ki,

Samuel Primo ve Nathan da Sabatay ile beraberler ve

büyük bir neşe içinde Büyük Türk için bekliyorlar. İn-

şaallah Tanrı bize yakında kurtuluş verir."

Bu ifade inananların ruhî durumunu göstermesi ba­kımından mühim bir şehâdettir. Sabatay, güvenilir yar­dımcıları ile birlikte, Sultan'la yapacağı karşılaşma için hazırlık yapıyordu.

Neler ümit ettiğini bilmiyoruz, ama bu ümitlerin de zamanla uçup gittiği muhakkaktır.

Kendisini ziyaret eden bir müridi, onun anlattıkları­nı dinleyerek kaleme almış ve bu suretle Sabatayist ge­leneğinden "Raza di Mehemnutha" adı ile anılan kitap meydana gelmiştir. Adı "İmanın Esrarı" demek olan bu kitap, Zohar'ın bazı kısımlarının izahı için yine Zoharik terimlerle yazılmış anlaşılması güç ve tenakuzlarla dolu bir risaledir.

SABATAY KULEYE ÇIKIYOR

Sabatay Sevi 1676'da o zamana kadar görülmemiş bir şekilde vahye mazhar oldu. Öyle ki Türkleri bile kızdır­dı.

Bir gece şehrin, Türk asillerinin ve vazifelilerinin bu­lunduğu merkezine gitti. Buradaki kuleye (belki de mi­nareye) gece yarısı çıkarak, şarkı ve ilâhilerini söyleme­ye başladı. Fakat yine de kendisine bir şey yapmadılar.

Sabatayist edebiyat ise, onun böyle bir hadisede düş­manlarının kılıcından kurtulmuş olmasını bir mucize olarak allayıp pullayarak yüceltti.

SOFYA DÖNMELERİNE MEKTUP

Bu yeni vahiy dalgasının en yüksek noktasında Saba- tay, son mektuplarını kaleme aldı. Bunlardan biri "Sof­ya'daki bütün inananlara" diye başlıyordu.

O sırada Sofya'da bulunan Joseph Kohen tarafından kopya edilmiş olan mektup şudur:

Kardeşlerim ve aziz muhiblerim, Sofya şehrinin bütün inananları,

Lord (Tanrı), tekrar Siyon'u getirdiğinde siz kurtu­luşu ve Siyon'u göreceksiniz. (İşa. 52:8)

Bak ben size bir melek gönderdim. Size benim Mı­sır'daki zaferlerimi bildirmesi ve gördüğü şeyleri söy­lemesi için... (Gen. 45:13)

Ona itaat ediniz ve onu kızdırmayınız, benim adı­ma söylediği şeyde ona karşı gelmeyiniz. Çünkü sizin haddi aşmanızı ben affetmeyeceğim. (Ps. 67:9)

Benden başka Tanrı yok. (İşa. 44:6)

Eğer siz gerçekten onun sesine itaat eder ve söyle­diği her şeyi yaparsanız, o zaman ben gidip sizin hazi- nenizi dolduracağım. (Prov. 8:21)

Böyle söyledi: Babanın yüksekliklerine çıkarılan adam, mukaddes aslan ve geyik, Yahudilerin ve İsrail­lilerin Tanrısının gönderdiği: Sabatay Sevi.

Sabatay Sevi ölümünden altı ay evvel yazdığı bu mektubunda da yine Mesihliğini ilan ettiği ilk günler­deki fikirlerini tekrarlamaktadır.

O gençliğinde de İşaya'yı zikretmiş ve demişti ki:

Bulutların üzerine yükseleceğim ve en yüksek gibi olaca­ğım.

Fakat bu sefer o, babanın katına yükseldi.

Bu mektup da kendi ulûhiyetine telmihlerde bulun­duğu diğer mektupları gibi, ilk inananlar tarafından inançlarının ana hatlarını gösteren bir vesika olarak ev­lerinin dolaplarında saklanmıştır.

Baruh Arezzo bu mektubun bir kopyasını elde etti ve onu Sabatayist İncil'i yazarken kullandı.

MESİHLİK İDDİASININ DEVAMI VE ÖLÜMÜ

Sabatay Sevi, bu büyük vahiy halinden birkaç ay son­ra 17 Eylül 1676'da Ülgün'de öldü. Elli yaşını iki ay ge­çiyordu ve 16 Eylül 1666'daki ihtidasından beri tam on yıl geçmişti.

Sabatay Sevi, büyük ihtimalle kendi yazısı ile olan ve saklanan mektubunda, hem Yahudi hem Müslüman ola­rak görülmektedir. Bu mektubunda Sabatay, kendisine en yakın bulunan Berat'taki Yahudi cemaatindeki dost­larından, Yahudi yılbaşısı ve Atonement günü için oku­


nacak dua kitabını istemektedir. Bu mektup da her za­manki gibi "Yuda ve İsrail'in Tanrı'sının Mesih'i Sabatay Sevi" olarak imzalanmıştı.

Sabatay, Yahudilerle münasebet kurarken, Mehmed olan Müslüman adını zikretmemektedir. Kendisi gibi ihtida etmiş taraftar ve dostlarına yazdığı mektuplarda onların Müslüman isimlerini de kullanmazdı. Bu hal bütün Dönme gurubunun âdeti olmuştur. Kendi arala­rında Yahudi aile adlarını kullanırlar.

Sabatay'ın yaptığı davet üzerine Joseph Karillo ile diğer bir muhtedî Sabatayist bilgin, ölümünden on iki gün önce 5 Eylül 1676'da Ülgün'e Sabatay'ın yanma gelmişlerdi.

Kardoza, 1682'de Karillo'nun yanındaki bilgini İs­tanbul'da görmüş ve onunla konuşmuştur. Adam şu ma­lûmatı vermişti:

Sabatay iki ziyaretçisini kıyıya götürdü ve onlara şöyle dedi: Herkesi kendi evine döndürün. Daha ne kadar bana sımsıkı yapışacaksınız? Belki de kıyıdaki şu kayanın altındakini görünceye kadar.

Nakledilen bu ifade çok melânkolik bir tavrı göster­mektedir. Buradan Sabatay'ın başarısızlığının şuuru ile büyük bir hayal kırıklığı içinde öldüğünü anlıyoruz.

ÖLÜMÜ NASIL KARŞILANDI?

Sabatay'ın ölüm haberi İtalya'ya altı aydan fazla bir zaman geçtikten sonra ulaşabildi. Çünkü Balkanlardaki Dönmeler, Sabatay'ın ölüm haberini gizlemekte idiler. "Sabatay ölmüş, fakat bir şey olmamıştı." Böyle bir haber büyük sarsıntı uyandıracaktı. Olana alışmaya çalıştılar; etrafa haber vermek içlerinden gelmedi. Ölümüne de başka bir mânâ vermeye çalıştılar. Onunla ilgili her şe­yin muhakkak fevkalâde olması gerekiyordu,

12 Eylül 1677'de Dönmeler arasında yazılmış bir mektuptan:

Şimdi sana büyük haberi bildireceğim. Fakat onu

gizli tut ve Allah aşkına kimseye söyleme........ Onunla

ilgili her şey başından sonuna kadar esrarengiz ve fev­kalâdedir. Hatta efendimiz mukaddes haham Nathan -ki onun ışıkları dünyanın bir ucundan bir ucuna ya­yılmaktadır ve Sabatay'ın ölümü ona malum idi— şim­dilik susuyor...

Baruh Arezzo bir hâdise nakl etmektedir:

Sabatay karısını, kardeşini ve beraberinde bulunan hahamı çağırarak, onlara: "Biliniz ki ben Atonement gününde öleceğim. Beni o zaman kendim için hazırla­dığım deniz yakınındaki mağaraya taşıyın ve üçüncü gün kardeşim mağaraya gelsin" demiş.

Ölümünden sonra dedikleri yapılıp da üçüncü gün

kardeşi mağaraya gittiği zaman, mağaranın kapısının bir deniz ejderi tarafından tutulduğunu görmüş. Ca­navara kendisini Sabatay'ın çağırdığını söyleyince çe­kilip gitmiş. Bunun üzerine kardeşi içeri girdi, fakat Sabatay efendimiz içeride yoktu ve mağaranın içerisi nur ile dolu idi.

Bu rivayet, efsanelerin başlangıcı oldu ve bundan sonra Sabatay'ın gerçekten ölmediği, tekrar geleceği ve benzeri rivayetler ortaya sürüldü...

Sabatay'ın ölümünün gizli tutulması yüzünden Leyb bin Üzer fazla bir şey öğrenemedi ve ölüm haberini şu şekilde, Haham Sevi Eskenazi'den naklen yazdı:

Sabatay Berat'ta öldü. Arzusu üzerine defin merasi­mi Müslümanlar tarafından yapılmadı.

NATHAN'IN TUTUMU VE SON YILLARI

Nathan bir müddet sessiz kaldı. İnananları heyecan­landıran ve onlara ateş veren zat, acı ve kırıklık içindey­di. Kastorya'yı terk etti ve vaktini Sofya'da geçirmeye başladı.

1678 —79 yıllannda Sabatay'ın ölümünün tabiat üs­tü esrarlı bir şey olduğu rivayeti yayılmaya başlamıştı. Bu esrarlılık hâlinin, şaşkınlıktan kurtulan Nathan tara­fından icad edilmiş olması ihtimal dahilindedir. Çünkü muhalifler, artık Sabatay'ın ölümü ve Sabatayistler ile alay etmeye başlamışlardı.

İsrail Hazan, Sabatay'ın ölüm haberinin Kastorya'ya ulaştığı meş'um günü asla unutamadığını söylüyor. Mu­halifler, sinagogta toplanarak, Hoşea'dan şu ibareyi oku­yorlardı:

İsrail'in kralı artık tamamen kesildi.

Bu sözlere karşılık, Psalm 142 bahsindeki "O mağara­da iken... " diye başlıyan kısımla cevap verilmeye çalışıl­mıştır. "Bu ölüm esrarlı bir şeydir ve son tebliğ için dönecek­tir" deniyordu.

Nathan son yıllarında kendi kurduğu bu mistik hava içine çekildi. Yahudi cemaatinin ileri gelenleri Sabata- yist olan Sofya'da yaşadı.

Bir görgü şahidi Nathan için şöyle diyor:

Onu sinagogta va'az ederken gördüm. Şöyle yemin

etti: Sabatay Sevi gerçek mesihtir ve ondan başka me­sih olmayacaktır.

Nathan ömrünün sonuna kadar zâhidâne bir hayat sürdü. Onun yaptığı ibadetler Selânikli müridleri tara­fından aynen kaydedilmiştir.

Nathan 1679'da Sofya'da idi. Sonbaharda oradan ay­rıldı. 11 Ocak 1680'de Üsküp'te öldü.

Efsaneye göre, Nathan, Kumonova'dan Üsküp'e ge­lince, hahamın evine gitmiş ve "Hemen mezarcıları gönderin mezar kazsınlar, çünkü öleceğim. Hizmetçim


de gelince ölsün" demiş ve ölmüş. Uşağı da gelince öle­rek Nathan'ın yanına gömülmüş.

Nathan'ın mezar taşı, İkinci Dünya Harbinde tahrip oldu. Fakat daha önce Rosanes tarafından kitabesi tesbit edilmişti.

Nathan'ın mezar taşındaki kitabede, Tevrat'tan cümlelerle beraber, şu ibare de vardır: Efendi ve haham Abraham Benjamen Nathan Eskenazinin ruhu cennette din-, lensin.

Kitabede tarih düşürme satırı "Ey Siyon'un kızı... " di­ye başlamaktadır.

KARANLIKTA KALAN GERÇEKLER

Sabatay Sevi'nin hayatına dair tarihî hakikatler daha o yaşarken bile kaybolarak, yerlerini efsanelere bırak­mışlardı. Bütün araştırmalara rağmen tarihî gerçekler yine de karanlıkta kalmaktadır.

Sabatay, Sabatayist efsane içinde daha sonraki nesille­ri tesir altına alan bir şahsiyet olarak yaşamıştır. Bu ef­sane, vuku bulan trajik hadiseyi anlayamayacak olan halka yaşama gücü verdi.

(Gershom Scholem'in Sabbatai Sevi, The Mystical Mes- siah adlı eserinin birinci cildinden özet tercüme şeklin­de yaptığımız nakil burada bitti.)

Ek

ANTOINE GALLAND'IN HÂTIRALARINDA SABATAY SEVİ*

23 Ağustos 1672: Sieur Roboly, Sieur Fontaine'le bir­likte Büyükelçiyi görmeye geldi. Sabatay Sevi yahut Aziz Mehmed Efendi'nin İstanbul'a geldiğinden Ekse­lansı haberdar etti. Kendisi İstanbul'a gelince, oturduğu mahallenin Çorbacısından Yahudilerin gelip ziyaretle­riyle kendisini rahatsız etmelerine mâni olmasını rica ederek, Çorbacı da bu ricayı kabul etmiş. Yahudiliği terk ettirerek sarık sardırdıklarından otuz Türk'ün so­kaklarda refakatinde yürüdükleri görülmekte olup bun­ların yarısı önünden yarısı arkasından yürüyorlarmış; bu vaziyette kendisine tesadüf eden tekmil Türkler de ona

berdar ettiği gibi, bir nüsha da temin edip göndermişti: "Dönme - ler"i kitap hâline getirmeye çalıştığım -fakat neşredemediğim— 1978'de, ayrıca birkaç gününü ayırarak bin sayfalık kitabı birlik­te gözden geçirmek ve seçtiğim yerleri tercüme edip bana yazdır­mak gibi, kendisine yakışan bir âlicenablıkta bulunmuştu. Kendi­sine, emeklerinin zayi olmadığını -nihayet- gösterebilmenin memnuniyeti içinde, on üç yıl sonra da olsa teşekkür edebildiğim­den dolayı bahtiyarım.

(*) Antoine Galland, Fransa Büyükelçisinin yanında vazifeli olarak iki yıl (1672-73) kaldığı İstanbul'a ait hatıralarını kaleme almıştır. Eserin Türkçe'si, iki cilt halinde, 1949 ve 1973 yıllarında, Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanmıştır. Aşağıdaki satırlar, bu baskıdan alınmıştır. .

büyük hürmet gösteriyorlarmış. Kendisi bir çok kimse­lere ve Galata, Üsküdar ve Balat sinagoghânelerine, zi­yaretleriyle rahatsız olmayı istemediğini yazmış imiş. Aziz Mehmed Efendi'nin dualarını maiyetiyle birlikte ilk önce İbrânice, sonra Türkçe söylediği ve Türklerin bunu pek iyi bilmekle beraber ehemmiyet verip mâni olmadıkları da ilâve olundu.

12 Eylül 1672: Sabatay Sevi, hizbine mensup bâzı Müslümanlarla birlikte Yahudilerin sinagoguna girmek­le, Yahudiler gibi dua etmiş. Keyfiyetten haberdar edilen Yeniçeri Ağası da yanında bulunmakta olup Yahudiliğe sokmuş olduğu birkaç Müslümanla birlikte kendisini yakalatmış, bağlatmış ve Edirne'ye göndermiştir.

15 Aralık 1672: Fransızca konuşur bir Yahudi olup son Edirne seyahatinden beri görmemiş bulunduğum Sieur Mose'yi gördüm. Kendisinden, kısa bir zaman ön­ce bağlanmış ve ağızlan tıkanmış üç kişinin Edirne'ye getirilmiş olduklarını ve bunların Sabatay Sevi'ye isnat edilen şeyler hakkında şehâdette bulunduklarını öğren­dim. Bu ithamlar hasebiyle, Sabatay Sevi o tarihten iti­baren Edirne'de mahpus bulunuyormuş ve kendisini it­ham edenlerle karşılaştırılacakmış. Sabatay Sevi'yi Ya­hudi takkeli tefillalar refakatinde ve daha bir çok şefler­le birlikte olarak kadınlarla şarap içerken görmüş olduk­larını, bu üç adam iddia ediyorlarmış. Biraderinin Saba- tay'ın kurtulması için Padişah'a bir istida takdim ettiği­ni, bu istida üzerine şahitleri Edirne'ye götürmek emri­nin geldiğini, Vanî Efendi'nin bu işte çok dahli olduğu­nu, esasen Edirne'de bulunan Sabatay'ın da devletin bu işten haberdar olmasından önce ve keyfiyetin kabil [mümkün] bulunmasına rağmen hapishaneden çıkmayı istememiş olduğunu Sieur Mose söylüyor.

18 Aralık 1672: Kendisini mâruz bıraktıkları itham­la Yahudilerin Sabatay'a hakikaten bir oyun oynamış ol­duklarını, fakat bu oyunun muvaffak olmaması pek muhtemel bulunduğundan, bu kadar şüpheli bir işe gi- rişmektense, dört bin kuruş yerine on bin harcıyarak onu öldürtmek icap ettiğine hükm ettiklerini Mr. Ro- boly'den öğrendim. Gerek Kaymakam, gerek İstanbul Efendisi bu mesele ile alâkalanmayı asla kabul etmedi­ler ve ancak Bostancıbaşı müdahalede bulundu.

4 Ocak 1673: Duyduğumuza göre, Sabatay Sevi şahit­lerinin Edirne'de dinlenilmelerinden ve bu şehir Yahu- dileri tarafından dört bin kuruşluk bir masrafta bulu­nulmasından sonra, Orta Kapı denilen ve oraya hapsedi- lenlerin dâima ölüme mahkûm sayıldıkları bir hapisha­neye atılmış ve Türkler Ramazan ayı içinde kan dökme- meye itina ettikleri için hakkında verilecek hüküm Ra- mazan'dan sonraya bırakılmış. Fakat bu vaziyete rağ­men Sabatay, Türk kanunu mucibince temiz ve saf ol­mak üzere hamama gitmek müsâdesini elde etmiş.

10   Şubat 1673: Mose adlı Yahudi, Sabatay Sevi'nin otuz günden beri Mora'ya sürülmüş bulunduğunu ve sadrazamın kendisini öldürtmesine ramak kalmış olup, bundan idam kararını âdi bir sürgüne indiren Sultanın himayesi sayesinde kurtulduğunu söyledi.

Son Araştırmalar

-II-

"GlZLl YAHUDİ CEMAATI:

türkIye dönmelerI"

Yukarıdaki sayfalarda kendisinin Sabbatai Sevi, The Mystical Messiah adlı eserinden nakiller yaptığımız Gershom Scholem, bu kitabının ilk cildinin 1975'te ya­pılan ikinci ve geniş baskısından önce; fakat 1957'de ya­pılmış olan İbrânice baskısından sonra, Türkiye Dön­melerini ele alan bir makale yazmıştır.

Bu bölüm, adı geçen önemli yazıdan yapacağımız, seçme iktibaslardan meydana gelecektir.

Scholem'in bu makalesini, 1960'da bir hahamın oğ­lu tarafından Selanik'ten İsrail'e getirilen Dönme gizli arşivine dayanarak kaleme aldığı anlaşılmaktadır.

Ancak bu makalesinde, kitabında işaret ettiği "kimse­nin tahayyül bile etmediği ileri gelen şahsiyetler" den ne ya­zık ki bahsetmemektedir. Halbuki 1975'te çıkan kitabı­nın önsözünde böyle bir bilgiden haber vermektedir.


Yine Scholem'in, Yahudi Ansiklopedisi'nin (Encyclo- pedia Judaica) 1971'de basılan 6. cildine yazdığı (sütun 148-152) "Doenmeh (Dönme)" maddesinde de bahsettiği önemli belgeleri görememekteyiz. Maddede, burada na­killer yapacağımız "Türkiye Dönmeleri" yazısında olduğu gibi; Mâliye Nâzırı CavidBey'in malum olan Dönmeli- ğini açıklamakta, ancak Atatürk hakkında Selanik Yahu- dileri tarafından Dönme olduğuna dair ileri sürülen bir iddiayı buna eklemekle yetinmektedir.

Halbuki böyle bir iddianın ya hiç bahsinin edilme­mesi, edilecekse kesin belgelerinin gösterilmesi gerekir­di.

Nitekim, aşağıda bahsedeceğimiz Dönmeler Tarihi ad­lı önemli eserinde bu noktaya temas eden Prof. Dr. Ab- durrahman Küçük maddenin bahsi geçen satırlarının ter­cümesini verdikten sonra, iddiayı muhakemeden geçir­mektedir.

Bu ilgi çekici satırların tercümesini ve buna dair mü­tâlâasını, Küçük'ün eserinden aynen alıyoruz (s. 543­44):

Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk hükümetinde Maliye Bakanı olan Cavid Bey yanında Mustafa Kemal Ata­türk'ün bile Dönme olduğu Yahudi Ansiklopedi- si'nde iddia edilmiştir. Encyclopedia Judaica'da şöyle denilmektedir: "1909 Jön Türkler İnkılabından sonra

iktidara gelen ilk hükümette, aralarında Baruchiah Russo ailesinin ahfadı olan ve fırkanın liderlerinden biri olarak faaliyette bulunan Maliye Bakanı Cavid Bey'in de bulunduğu birkaç Dönme mevcuttu. Bir­çok Selanik Yahudisi tarafından yaygın bir şekilde ile­ri sürülen bir iddia da -Türk Hükümeti tarafından yalanlanmasına rağmen— Kemal Atatürk'ün Dönme asıllı olduğuydu. Bu görüş, Kemal Atatürk'ün Ana­dolu'daki dindar birçok muhalifi tarafından da işti­yakla benimsendi."

Kanaatimizce bu iddianın ortaya atılmasının bir­kaç sebebi olmalıdır: 1. Selanik nüfusunun büyük ço­ğunluğunu Dönmeler'in teşkil etmesi ve Selanik do­ğumlulara Dönme nazariyle bakılması, 2. Mustafa Ke­mal Atatürk'ün devam ettiği Şemsi Efendi mektebinin Dönmeler tarafından kurulmuş olması ve orada çoğun­lukla dönme çocukların eğitim-öğretim görmüş olma­sı, 3. Masonlar gibi Dönmelerin de kendilerine meşru­iyet kazandırmak için meşhur olan büyük adamlara sa­hip çıkmak istemesi. Bu üç ihtimali değerlendirdiği­mizde: Selanik'te, Dönmeler kadar olmasa da, bir Müslüman Türk kitle bulunmakta ve her Selânikli Ya­hudi Dönmesi demek anlamına gelmemektedir. Dön­melerin açtığı mektebe devam etmesi de onun Dönme olduğunu göstermez. Çünkü günümüzde de azınlıkla­rın açtığı mekteplere devam eden Türk çocukları bu­lunmaktadır. Böyle olunca üçüncü ihtimal kalıyor ki o da: Dönmeler'in çeşitli hesaplarla Atatürk'ü kendileri-

ne mal etmeye çalışmalarıdır. Bize göre Atatürk Dön­me değildir. Dönme olsa idi; Dönmelerin önde gelen­lerinden Cavid Bey'in idamına müsaade eder miydi? Masonlar derneğini kapatır mıydı? Çünkü Dönmele­rin büyük çoğunluğunun mason olduğu ileri sürül­mektedir.

"DÖNMELER TARİHİ"

Yukarıdaki satırları ikinci baskısından aldığımız Dönmeler Tarihi adlı eserin {ilaveli yeni baskı, Ankara, 1990, 580 sayfa) yazarı Prof. Dr. Abdurrahman Kü- çük'tür. Ankara İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi kür­süsünde, Prof. Dr. Hikmet Tanyu Bey'in yanında "Saba­tay Sevi ve Cemaati Üzerinde Bir Araştırma" başlıklı dok­tora tezini 1978'de bitirmiş ve bunu 1979'da Dönmeler ve Dönmelik Tarihi adıyla (İstanbul, tarihsiz, 304 s.) bas­tırmıştı. O günlerde İstanbul'a geldiğini ve bu mesele üzerinde konuşup, birkaç ziyaret yaptığımızı hatırlıyo­rum.

Hâlen aynı fakültede ve kürsüde anabilim dalı başka­nı olan Abdurrahman Bey, eserini genişleterek 1990'da yeniden bastırdı. Kitabın ilk 248 sayfasında, Yahudile- rin Müslümanlar ve Türklerle münasebetlerinin tarihçe­sinden sonra, Yahudilikte "Mesih ve Kabbala", Hristi- yanlıkta Mesih ve İslâm'da Mehdilik inançları üzerinde durulmakta, münafık ve dönme terimleri hakkında ge­niş ve faydalı bilgiler verilmektedir. Eserin 249-466.

sayfalan Sabatay Sevi ve ondan sonraki Dönme hareketi ile Dönmelik inançlarına ayrılmıştır. Sondaki 467-551. sayfalar "Son yüzyılda ve günümüzde Dönmelik? bahsine aittir.[2]

SCHOLEMİN ÖNEMLİ MAKALESİ Abdurrahman Küçük Gershom Scholem'in Dönme­lere dair uzun bir makalesini 1988'de tercüme ve neşre­derek, bu konunun biraz daha aydınlanmasına ışık tut­muştu: G. Scholem, Gizli Yahudi Cemaati: Türkiye Dön­meleri, AÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara, 1988, no. 30, s. 217-244.

Mütercim Küçük, tercümesini yaptığı makaleyi şöy­le tanıtıyor:

Bu makale, Gershom G. Scholem'in orijinal ismi "The Messiante Idea in Judaism and Other Essays on Jewish Spirituality" olan eserinin Bernard Dupuy tara­fından Fransızca'ya "Le Messianisme Juif essais sur la spiritualite du judaisme", Calmann-Levy 1974, Fran- ce, şeklinde çevrisinin 219-247 sahifeleri arasında ye- ralan, "La Secte crypto-juive des Dunmeh de Turquie" başlıklı kısmının tercümesidir.

Bu bölümün ilk satırlarında bahsini ettiğimiz bu makale, doğrudan doğruya Türkiye'de yaşayan Dönme­lerden bahsettiği için çok mühimdir. Scholem'e ve Kü- çük'e bu önemli yazıdan dolayı teşekkür borçluyuz. Ma­kalenin, yeni bilgiler ihtiva eden dikkate değer parçala- nnı -ilâve ettiğimiz ara başlıklar dışında— aynen alıyo­ruz:

BENZERİ AZ OLAY VARDIR

Gelecek sahifelerde açıklayacağımız olaylar, bütün Yahudi dinî tarihinin en acayip ve en paradoksal hadi­selerinden birini teşkil etmektedir. Söz konusu olan bu önemli grup, aşağı yukarı üç yüz yıl kadar önce, bile­rek ve isteyerek Yahudiliği bırakmış veya daha doğru­su Yahudi sosyo-dini topluluğunun geleneksel dinî çevresini terketmiştir. Mensupları resmen Müslüman olmuş, fakat kalben Yahudi kalarak özel bir Yahudi tü­rünü oluşturmuşlardır. Onlar, iki yüzlü varlıklarını devam ettirerek, Yahudiliklerini koruyan ayrı bir grup teşkil etmişlerdir. Çok derin motivasyonlarıyla, hatta kendi mistik sapıklıklarının taassup inancıyla, bu Ya- hudiler; iki yüz elli seneden fazla bir süre zarfında, he­men hemen bozulmadan hüviyetlerini muhafaza etme­ği başarmışlardır. Onlar, inançları ve dinî pratikleri uğruna, aşılmaz gizli bir perdenin şaşırtıcı etkisiyle kuşatılmışlardır.

Çağdaş Dinler Tarihinde, bu gizli Yahudi cemaati olan Dönmeler'e benzer çok az olay vardır. Bu cemaat yüzyıllarca devam etmesine, çevresinde ve daha sonra li-


teratürde iyi bilinmiş olmasına rağmen, bilginler onun sahip olduğu inanç konusunda çok az belgeye sahip ola­bilmişlerdir. Bundan dolayı, Dinler Tarihi eserlerinde, bu cemaatin adından pek nadir olarak bahsedilmesi şa­şırtıcı değildir. Bu durum, ilginin yokluğundan daha çok, basılmış eserlerin aşırı azlığından ve her zaman ele geçen cinsten olmayışından ileri gelmektedir.

YENİ BELGELER

Şayet yeniden bir defa daha inceleme yapıyorsam, son senelerde, özellikle 1948'den itibaren, o güne ka­dar cemaatin üyeleri (Dönmeler) tarafından büyük korkularla muhafaza edilmiş, gizli literatürlerinin önemli kısmının İsrail'e ulaşmış olmasından dolayı ya­pıyorum. O halde biz, tekstlerin ve hareketin içinde doğduğu şartların yeni bilgisiyle, bu tarih dilimini in­celeyebiliriz. Bununla beraber, bu birkaç çalışmanın Dönmeler Cemaati konusunda gerçek bir araştırmanın ancak başlangıcı olabileceğini belirtmek zorundayım.

KENDİLERİNİ "SEÇİLMİŞ" SAYARLAR

Sabatay Sevi'yi sonuna kadar takip eden taraftarla­rının sayısı, hayatı boyunca 200 aile civarında oldu. Bunların ekserisi Balkanlardan, fakat bir kısmı da İz­mir ve Bursa'dan geliyordu.

Sabatay Sevi'ye sadık kalan "inananlar" grubu, ara­larında çok bilgin kabbalist ve rabbinlerin yeraldığı, hatırı sayılır uyumlu bir cemaatı meydana getirdi.


Bunların ahfadı, daha sonra, özel bir statüye sahip ola­rak, en eski Dönme kolunu teşkil etti. Bunlarla Yahu­dilik içinde kalan "inananlar" arasındaki ilişki olduğu gibi devam ettirildi (Dönmeler kendilerine "ma'amin = mü'min", kendilerinden ayrılmış olanlarla Sabatay Sevi'nin mesihliğini inkâr eden Yahudileri "kof- rim=kâfir" olarak adlandırmışlardır).

Sabatayistler, başkalarının kabul etmediği veya reddettiği daveti kabul etmiş olmalarından dolayı, bizzat kendilerini seçilmiş aristokratik bir grup olarak saymışlardı.

ON SEKİZ EMİR

Sabatayistlere ait aşikâr değişikliklerle 18 Emir, her şeyden önce, Yahudiliğin On Emri'ni tekrar et­mektedir. Zina yasağı, burada, iki anlama gelebilecek özel bir tarzda formüle edilmiştir. Bu yasak, daha ziya­de, bir sakınma öğüdüdür. Göreceğimiz gibi, Sabata- yistler Tora'nın seksüel yasaklarını yürürlükten kaldı­rılmış olarak telâkki ettiklerinden dolayı elbette bu, iki şeklin tamamen birbirine uygun gelmesi değildir. Diğer emirler, Türkler ve Yahudilerle olan münasebet­lerinde, Dönmelerin (ma'aminin) iki yüzlü bir hayat tarzını belirlemektedir. Bu emirler arasında İslâm'ın temel kurallarının takip edilmesini isteyenlerin bu­lunmasına rağmen, onların asıl metinleri, açıkça İs­lâm'a karşı kin duyduklarını göstermektedir.


Edirne, İstanbul ve başka yerlerdeki daha az sayıda­ki gruplar, bu yeni organizasyon merkezi olan Sela- nik'in yönetimini takip etti. Başlangıçta, Selanik'te bile, en önemli Sabatayist grup, Yahudi olarak kaldı. Fakat Dönmeler grubu, din değiştirmelerle (dönmele­riyle) ve yabancı ülkelerden gelen Sabatayist ailelerin katılmalarıyla çoğaldı. Zamanla, belki XVIII. yüzyılın ikinci yarısında, onlara katılmak için Polonya'dan ge­len Sabatayistler oldu ve 1915 yılında Selanik'te Leh­li, yani Polonyalı ismiyle bilinen Dönme aile grupları vardı.

BEKTAŞÎ VE DÖNME MÜNASEBETİ

Hiç şüphesiz, çok erkenden, Dönmelerle Bektaşî tarikatları arasında gizli bağlar olmuştu. Bektaşî tari­katlarında rahat bir şekilde "takiyye" prensibinin uy­gulandığı bilinmektedir. Bu prensip, dış dünyada, İs­lâm'ın sapık mistisizm taraftarlarına, tamamen, Sünnî camianın dindar bir fraksiyonu gibi görünme ve işken­celerden kurtulma imkânı verdi.

Mistisizme ait sapıklık benzeri bir pozisyon ve hat­tâ sapıklıklar içinde bir topluluk, iki grup arasında sempatiler ortaya koymak mecburiyetindeydi. Dön­melerin lideri Baruchya Russo'nun (Müslüman ismi Osman Baba) mezarının da bulunduğu en radikal Dönme grubunun mezarlığının Selanik'te Bektaşî tek­kesi yanında bulunması tesadüf değildir. Ayrıca, eğer Dönmelerin rivayetine güvenirsek, Polonya'dan onlara


katılmak için gelen birkaç Sabatayist aile yanında, Dönmelere katılan ve onların alt gruplarından birinin üyesi olan, Yahudi olmayan bir miktar aileler de vardı.

SABATAYİST MAHKEME

Hattâ din değiştirmelerinden (İslâm'ı kabul etme­lerinden) sonra Dönmeler, mümkün olduğu kadar, es­ki örf ve âdetlerini muhafaza etmeye çalıştı. Onların bilginleri eski eserleri incelemeye devam ediyor ve il­mî tartışmalarda Talmud'a dayanıyorlardı. Dönmeler iki yüz seneyi aşkın bir süre zarfında Türk mahkeme­lerine baş vurmaktan kaçındılar. Aralarında Talmud bilgisi azaldığında, nesiller boyunca, 1860 yılına ka­dar, gizliden gizliye Selânik'in en tanınmış hahamına baş vurdular ve ondan, Talmud'dan hareketle, kendile­rince çözümü zor, şüpheli işlerde karar vermesini iste­diler. Biz, "inanmayanlar" çevresinden olan bu Sabata- yist hâkimlerden bir çoğunun ismini biliyoruz.

Türk otoritelerinin bir soruşturması —ki bunun şüphesiz Türk arşivlerinde izleri bulunuyor- bir ihbar sonucunda 1858'de (bazıları 1864 diyor) düzenlenmiş olduğundan, Dönme liderler o zaman daha ihtiyatlı olmaya başladılar ve rabbinlik otoriteleriyle olan gizli münasebetlerini kesmeye başladılar. Fakat 1915'deki onların arşivleri, Talmud'a ait hukuk kılavuzlarını ve Dönmeler tarafından onlara sorulan meseleler üzerinde rabbinlerin yazılı kararlarını ihtiva etmektedir.


Dönmeler ciddî olarak birbirinden ayrılmış üç gru­ba bölündü. Anlatılanlara göre, bu grupların üyeleri de kendi aralarında karma evlilik yapmıyorlardı; fakat li­derler, Dönmelerin menfaatini korumak gayesiyle, bir araya gelip ortak kararlar alıyor ve bu kararların uygu­lanması konusunda görüşmeler yapıyorlardı. Bu görüş­meler, Türk yöneticileri Dönme cemaatlerinin esrarıy­la ilgilenmeye başladıklarında, dikkatlerini başka tara­fa çevirmeleri için, Türk yöneticilerinin elde edilmesi (satın alınması) söz konusu olduğunda yapılıyordu.

Bunların durumlarından endişe etmeye başlamış olan Selanik yöneticileri, en azından bir iki defa, soruş­turma kararı almışlardı. Sürekli dürüstlük beyanlarına rağmen sürdürmekte devam ettirdikleri ikiyüzlü ha­yatları sebebiyle Türkler tarafından kuşku (güvensiz­lik) ile bakılan ve küçümsenen, Selanik Yahudileri ta­rafından da inançlarından döndükleri için kınanan Dönmeler, tutkunlukları oranında çoğaldı. Nihayet, gizli âyin ve törenleri, gerçek İsrail'i teşkil etmek için seçilmiş olmaktan dolayı, uzun zaman onları ortak inanç içinde tuttu.

1700 yılına doğru, en saygıdeğer, en bilgin Dön­melerden birinin oğlu ve Sabatay Sevi'nin ölümünden az bir zaman sonra doğmuş olan Baruchya Russo (Os­man Baba), Sabatay Sevi'nin enkarnasyonu (cisimleş- miş şekli) olduğu ilân edildi.

Avrupa Yahudiliğinin en büyük merkezlerinde bu doktrini yaymak için Selanik'ten görevliler gitti. Bu doktrin, önemli Yahudi toplulukları arasında büyük


bir isteğin doğmasına yol açtı ve bazı yerlerde kök sal­dı. Polonya Sabatayistlerinin bazı temsilcileri, Baruch- ya ile temasa geçti ve onun reenkarnasyon teolojisini kabul etti.

DÖNMELERİN SELANİK'TEKİ DURUMU

Daha yeni dökümanlarda, özellikle Türkiye'ye on­ların transfer edilmelerinden bu tarafa, bu üç grup şöy­le adlandırılıyor: 1. Yakubîler, 2. Konlososlar veya Ka- rakaşlar (Baruchya'nın cemaati), 3. Kapancılar veya Papular. Bu "Papular" terimi "eskiler" (kıdemliler) an­lamına gelir ve herhalde Sabatay Sevi'nin eski gelene­ğine yeni hiçbir şey katmadan muhafaza etmeği arzu edenleri belirtiyot.

Eski dokümanlar, daha açık ve uygun bir şekilde bu cemaatlerin her birinin sosyal durumunu gösteri­yor. Jacob Querido'nun taraftarları, Selanik'te önemli mevkiler işgal ettiler. Kapancılar ve diğer dokümanla­ra göre, İzmirliler büyük veya küçük tüccarlar idiler; daha sonraki nesilleri Türkiye'nin doktorluk ve hu­kukçuluk gibi serbest mesleklerini icra ettiler. Başlan­gıçta, bu üç dönme cemaati saçlarını kesmekle, saç ve sakallarını traş biçimleriyle birbirlerinden ayrılmaya önem vermeleri yüzünden Selânik'in bütün berberleri­ni karşılıyorlardı.

Aşağı sosyal çevre Karakaşlarınkiydi. Küçük zana­atçılar, kunduracılar, çorap dokuyucular, gündelikçi işçiler, kapıcılar vs. Karakaşlardandı. Bunlar, 1870­1920 yılları arasındaki Dönmelerin durumu için ge- çerlidir. Özgürlüklerin artması ve eski toplumun bö­lünmesiyle sosyal seviyeler de tabii olarak değişti. Nis- beten bölünmeleri daha çabuk olan ilk iki Dönme gru­bu, Jön Türk beyin takımına çok sayıda üye verdi. Ka- rakaşların durumu da düzeldi ve ekserisi yavaş yavaş tüccar, özellikle İstanbul'da tekstil tüccarları oldular.

GİZLİ SİNAGOGLAR

Değişik grupların gizli sinagogları, Dönme mahal­lelerinin merkezinde kurulmuş evlerin içinde ve tama­men dışarıdan görülmez bir şekilde yeralmıştı. Bu si­nagoglar veya daha doğrusu toplantı yerleri, sinagog­larda bulunan Tora Sandığı (Ahid Sandığı) ve sıra gibi şeylerden hiçbirini ihtiva etmiyordu. Dönmeler, ikâ­metgâhlarına yakın camilerde İslâm tarafından emredi­len ibâdetlere katılıyorlardı -özellikle ilk iki grup bu İslâmî ibadetlere riayette daha titizlik gösteriyorlardı- fakat kendi inançlarına gerçekten uygun düşen âyin ve törenler sinagoglardaki idi. Ayinlerin ve dini kuralların idaresi "Hocalara" veya İspanyol Yahudileri (sep-hara- de) âyin usûlünde rabbinleri belirtmek için kullanıla- gelen bir terim olan "Hakhamim"lere bırakılmıştı.

Dönmeler Selanik'te yoğunlaştırılmış olarak bu­lundukları sürece (1900'lere doğru, Türkiye'nin deği­şik şehirlerine dağılmış Dönmeler, 10.000 civarınday­dı) dışarıyla olan münasebetlerinde sadece Türkçe'yi kullandılar; fakat yaklaşık olarak 1870'lerden başlaya­rak çoğunluğu evlerinde de Türkçe'yi kullanmaya baş­ladı. Günlük dil olarak, kendi aralarında, İspanyol Ya- hudicesini kullandıkları ve önceki yüzyılda eserlerini bu dilde yazdıkları bilinmektedir. Dönmeler uzun za­man İbrânice bilgisini muhafaza ettiler. Onların Selâ- nik'in Yahudi öğretmenlerini evlerine çağırma alış­kanlıkları olduğuna göre bu pek şaşırtıcı olmasa ge­rektir. Fakat bu İbrânice bilgisi zamanla azalmıştır. XIX. ve XX. Yüzyıla kadar, bozulmuş özel işlek bir üslûpta İbranî yazısını muhafaza etmişlerdir.

KESİN GİZLİLİK

Dönmeler, pratiklerinin ve inançlarının kesin tabi­atı konusunda mutlak sessizliği koruyorlardı. Böylece onlar, bir ölçüde, Selânik Yahudileri arasında hakların­da yayılmış olan kasıtlı söylenti ve hikayelere yardım etmiş oluyorlardı. 1935 yılından önce dua kitapların­dan hiçbir yazılı metin sızmadı. Bu kitaplardan biri, Selânik'ten gelip İzmir'e yerleşen ve Dönme geçmişiy­le ilgisini kesmeye karar vermiş bir aile tarafından Ku­düs İbranî Üniversitesi Kütüphanesi'ne, bu tarihte, teslim edildi. Ben bu metni 1942 yılında yayınladım. Bu metinde yer alan duaların temel seksiyonlardan ge­len ve İspanyol Yahudilerine ait olan "sidur" ve "mah- zor"dan yayılan resmî (authentiques) Yahudi duaları olduğunu görmek bizim için sürpriz oldu.

Bununla beraber, Dönmeler Sabatay Sevi'nin me- sihliğine imanlarını açıklamanın bütün muhtemel se­beplerini kavramak amacıyla önemli değişiklikler yap­mışlardı. Sabah dualarının sonunda okunan, gelenek­sel ortodoks Yahudi kredosu (amentüsü) olan Maimo- nide'nin (İbni Meymun) 13 Maddesi yerine, burada, çok anlamlı Sabatayistlerin kredosu konuldu.

An'anevî dualar veya Mezmurlar'ın ilâhî emirler­den bahsettiklerinin her defasında, her yerinde, bu ke­limeyi dualarında Dönmeler, kendi "İnançları"ndaki kelimeyle değiştirdi. Bu Sabatayistler için, inancın mistik değeri, kabul de edilmeyen geçerli de olmayan dinî emirlerin yapılmasının yerini tutuyordu.

Dinî düşüncelerden manevî düşüncelere bu dönü­şüm, yine de bu Yahudileri, dualarından millî özellik­leri kaldırmaya götürmedi. Okuyucuya bu dualardan hiçbir şey, bu Dönmelerin aynı zamanda Müslüman olabileceğini düşünme imkanı vermiyor. Bu kredonun (amentü) bir tercümesini vermek ilgi çekici olabilir:

DÖNME AMENTÜSÜ

Kesin imanla, hakîkat Tanrısının gerçek olduğuna, (sephira) "tipheret"te bulunan İsrail'in Tanrısına ve "İsrail'in medâr-ı iftiharı, övüncü'ne inanırım. Bu sa­dece bir olan imanın üç düğümüdür.

Kesin bir imanla, Sabatay Sevi'nin hakîkî Kral Me­sih olduğuna inanırım.

Kesin imanla, efendimiz Musa tarafından bize veri­len Tora'nın aslına uygun Tora olduğuna inanırım. Şöyle yazıldığı gibi: "İşte Musa'nın İsrailoğullarına sunduğu Tora, işte Musa aracılığıyla Tanrı'nın onlara verdiği kurallar ve gelenekler". O, iradesiyle kendisine bağlananlar için Hayat Ağacı'dır ve onun taraftarları mutlu olacaktır... [Bir çok Tanah (Eski Ahid) cümlesi, burada Tora'nın övülmesine örnek gösterilmiştir.]

Kesin imanla, bu Tora'nın değiştirilmediğine ve başka Tora olmayacağına inanırım. Yalnız dinî emirler yürürlükten kaldırıldı, fakat Tora ebediyen ve sonsuza kadar olduğu gibi kalacaktır.

Kesin imanla, Sabatay Sevi'nin hakîkî Mesih oldu­ğuna ve dünyanın dört bir yanına dağılmış İsrail'in sürgünlerini toplayacağına inanırım.

Kesin imanla, ölülerin dirileceğine; ölülerin yaşa­yacağına ve toprağın tozundan kalkacaklarına inanı­rım.

Kesin imanla, Hakîkat Tanrısı'nın, İsrail'in Tanrı- sı'nın Süleyman Mabedi'ni gökten yere, bize kadar, in­direceğine inanırım. Şöyle denildiği gibi: "Eğer Tanrı evi yapmayacaksa, onu yapmak isteyenler boşuna çalı­şırlar." Yakın zamanımızda gözlerimiz görsün, kalbi­miz neşelensin ve ruhumuz sevinçle coşsun. Amin.

Kesin imanla, Hakîkat Tanrısı'nın, İsrail'in Tanrı- sı'nın bizzat kendisini, "tevel" (diye adlandırılan) bu dünyada göstereceğine inanırım. Şöyle denildiği gibi: "Sion'a döndüklerinde onlar gözleriyle Tanrı'yı göre­cekler." Yine şöyle denilmişti: "Tanrı'nın zaferi kendi­ni gösterecek ve her can bu zaferi görecek." Çünkü bu bizzat Tanrı'nın ağzıyla ilân edilmiştir.

Yalnız üçü bir olan imanın üç düğümünde, "İsra­il'in zaferini" bırakmayacak olan Hakîkat Tanrısı, İsra­

il  Tanrısı, Âdil Mesihini, kurtarıcımız Sabatay Sevi'yi yakında ve günümüzde bize göndermek hoşuna gitsin. Amin.


1875'lerden itibaren dağılma alâmetleri kendini göstermeye başladı. Bu sırada, Dönme gençlik, baş kaldırdı ve Türk Milleti ile sıkı ilişkilere girmeyi, o çağda Fransız kültürüne bütün girişlerden önce belir­tilmesi gereken şey olarak Avrupaî eğitimden istifade edebilmeyi istedi. Dönmeler, menşei Selânik'te bulu­nan Jön Türk Hareketi'nin teşkilâtı olan İttihad Te­rakki Komitesi'nin başlangıç döneminde önemli rol oynadı. Bu hareketin mensupları arasında, özellikle Dönme cemaati olan Yakubîler ve İzmirliler'den ba­ğımsız meşhur düşünürler vardı. Bunlar, eski fanatik inançlarının yıkılmasından sonra, dinî vakıa karşısın­da "açık" ve menfi bir durumu benimsemekte başarılı olmuşlardı. Fakat, vatanperverliklerini ve Türk milli­yetçiliklerini ütopik Yahudi mesihcilikleriyle birleşti­ren dindar Sabatayistler de vardı.

İlk Jön Türk Hükümeti'nin üç bakanından ve Jön Türk Partisi'nin önemli liderlerinden biri olan Cavit Bey'in Dönme olduğu, Karakaş Cemaatinin içinde bü­yük bir rol oynamış bulunduğu bunun delilidir. Cavit Bey, Osman Baba diye adlandırılan, cisimleşmiş Tanrı olarak kabul edilen Baruchya Russo'nun direkt soyun­dan gelen Russo ailesinin önemli bir grubu sayılan Karakaşlar'a mensuptu.

KADIN DEĞİŞME ÂYİNİ

Başlangıçtan itibaren hasımları olan Yahudiler, Dönmeleri, gizli toplantılarında, âyinlerinde ve tören­lerinde zina ve serbest aşk yapmakla suçlamaktan geri


kalmıyorlardı. Bu çeşit suçlamalar, dinî polemiklerde özellikle gnostik ve mistik cemaatlere doğru yönelmiş olanlarda alışkanlık haline gelmiş bulunmasına rağ­men, mevcut durumda bu suçlamanın bir hakikati yansıttığını düşündürecek bir takım sebepler vardır. Dönemin dökümanları bu konuda bize sayısız deliller ve güç vermektedir.

Husûsî olarak kendilerinin anlattıklarına göre, Dönmeler bizzat kendileri dinî hayatlarının yüksek an­ları kabul ettikleri bazı bayramlarda, evlerinde zevk ve eğlence içinde geçen âyinlerin yaşadığını belirtiyorlar. 1910 yılında iki Dönme genci, benzeri zevk ve eğlence içinde geçen ayinlerin hâlâ yaşadığını kendileri ile be­raber eğitim gören Yahudi arkadaşlarına açıklıyorlar. 1942'de İsrail'den gelmiş saygıdeğer bir misafir ile ko­nuşmasında İzmir'e yerleştirilmiş bir doktor, Selânik'te dedesinin kadın değişme âyinine katılmış olduğunu söylüyor. 1800'lerde İzmir lideri Derviş Efendi yalnız büyük bir kabbalist değil, aynı zamanda açıkça kadın değişmenin mistik doktrinini ve zina âyinini savunmuş olmalıdır. Neşretmiş bulunduğumuz manustritler, bi­ze, Derviş Efendi ile ilgili olarak söylenenleri doğrula­mak imkanı vermektedir. Çünkü aynı dönemde cema­atin iki farklı üyesinin söz konusu olması az ihtimaldir.

Bu, mesîhî dönemlerde, dindar Yahudilerin ahlâkî kurallarına aykırı düşen seksî anarşinin ve hoş olmayan bir şekilde biraraya gelmenin bu teorisini Dönmelerin "eski kitaplara" dayandırmaya çalıştıklarını bize açık­lamaktadır. Baruchya ve haleflerinin Tora'da yer alan mahremler arasındaki zina yapma yasaklarının kaldı­rıldığını açıkladıkları bilinmektedir. Bunun için onlar "Atzilut Tora'sı"nın hükümlerine başvuruyorlardı. Bu Tora'da tabiatın bütün yasaklamaları onlar için müs- bet durum ifade ediyordu.

Gördüğümüz gibi. Dönmelerin ahlâk dışı teorileri, yalnız bir grubun özelliği değildi. Şahsen Toba, durma­dan yalnız onları haklı göstermeye çalıştı; fakat kendi kafasından bir şey ilâve etmedi. 21 Adar bayramı, "mum söndü" bayramı, 1750 yılına doğru Baruchya'nın taraf­tarlarınca Sabatayistlerin bayramları listesinde yeraldı. Bununla beraber, bu tarih, Edirne'den gelen Dönme ce­maatin en eski takvimleri içinde belirtilmedi. Fakat böy­le olmakla beraber, bu bayram, o sırada, bütün Dönme cemaatleri tarafından aynı şekilde kutlanmış olmalıdır.

GAZZELİ NATHAN

Sabatayizmin ilk önemli ilâhiyatçısı peygamber Gazze'li Nathandır ve Balkan Yarımadasında 1680 yı­lında ölünceye kadar fikirlerini propaganda etmiştir.

O,  büyük dinden dönmeden (apostasie) on üç yıl sonra, Üsküp'te ölmüştür. Onun yazdıkları kadar hatıraları da Dönmeler arasında çok büyük şöhrete ulaşmıştır. Bunda bizi şaşırtacak bir şey yoktur. Çünkü o, Yahudi olarak kalmış olmasına rağmen, bu harekete gönül vermiş olanların içinde bulundukları durumdan tedir­gin olmamaları için mistik Dönmeliği savunmuştur.

GÜNÜMÜZDE VE İSRAİL'DE DÖNMELER

Bu inanç, eski Türkiye'nin bütün dönemlerinde var­lığını sürdürebilmiştir. Fakat onun bozulması, parça-

lanması yeni Türkiye ile başlamıştır. Modern hayatın şartları Dönmelerin çoğunu asimile olmaya sevketmiş;

o zamandan sonra cemaat varlığını uzun zaman devam ettirmeye muktedir olamamıştır. Dönmeleri Yahudi cemaatine katılmaya ikna etmek için teşebbüsler ya­pılmıştır. Bazı Dönmeler Yahudi mazilerine bağlılığı ve ilgiyi muhafaza etmiş olmalarına rağmen, Sabatay Sevi'ye inançlarının yok olmasından sonra bile, dene­meler sonuçsuz kalmıştır.

Bununla beraber, inanan Dönmelerin günümüze kadar varlıklarını sürdürdükleri doğrulanmıştır. 1960 yılının ilkbaharında, bana bilgi veren Türklerle ilgili meselelerin bir uzmanı, temas halinde bulunduğu Ka- rakaşlar grubunun "Hoca" lakabıyla bilinen dinî lider­leriyle konuşmaya muvaffak olmuştur. Bu uzman, Ka- rakaşların dinî şeflerinden, Dönmelerin aktüel durum - larını ilgilendiren önemli bilgiler almıştır. Dönmele­rin bu lideri, İsrail'de araştırmalar yapmakta olan ve Sabatayist hareketi Yahudi Tarihinin ve Dinler Tari- hi'nin en önemli olaylarından biri olarak gören bir Dönme grubun varolduğundan bahsedildiğini duy­muştur. Sabatay Sevi'nin gizli taraftarlarından İsrail'de de bulunduğunda hiç şüphe yoktur! Zaten bizim dik­katimizi çeken de sadece bu durumdur, bu espridir.

(Gershom Scholem'in, Abdurrahman Küçük tarafın­dan tercüme edilmiş olan makalesinden yaptığımız seç­meler burada bitti.)


Basında Dönmelik -I-

KARAKAŞZÂDE RÜŞDÜ’NÜN DİLEKÇESİ ÎTE BAŞLAYAN AÇIKLAMALAR

Dönmelik meselesinin o zamana kadar görülmemiş şekilde ortaya çıkması ve alenen münakaşa edilir hale gelmesi 1924 yılı Ocak ayı başında vuku buldu.

Dönmelerin Karakaşlar koluna mensup olduğunu söyleyen Rüşdü'nün TBMM'ne ve Cumhurbaşkanı'na verdiği iki dilekçe ile mesele birden alevlendi.

CUMHURBAŞKANI'NA DİLEKÇE

Karakaşzâde'nin TBMM'ne verdiği dilekçeyi bahsin ba­şında "Giriş" bölümünde hülâsa etmiştik. Reisicumhurluk makamına takdim olunan ve 29 Aralık 1923 tarihi ile "An­kara 'da Safa Otelinde, Mehmed Karakaşzâde Rüşdü bendeleri" imzasını taşıyan kısa dilekçeyi de buraya alıyoruz:


Sevgili Reisicumhurumuz

Gazi Paşa hazretlerine,

An-asıl Selânik'in Dönme tâbir edilen Mehmed Karakaşzâdeler'den Rüşdü bendenizim. Asırlardan be­ri şu mübarek vatanın nân ü nimetiyle Türkler saye­sinde perverde olan bir çok muhtelif ırklar gibi bizler de hayat ve mevcudiyetimizi muhafaza edegelmişiz.

Eski hükümetlerin mefkûresiz, maksadsız tarz-ı idareleri, değil gayrı-Türk anâsırı, esas ve mesned olan Türk milletinin dahi mukadderâtıyla iştigâl eylemedi­ği ma'atteessüf malûm-i devletleridir. Mâzînin seyyi- âtı târihe karışmıştır. Bugün sâye-i devletinizde yeni bir güneş, yeni bir mefkure tulû' etmiştir.

Artık yegâne mevzuubahs olan mesele Türk ve Türk vatanıdır. Bunun müstakbel hududunu çizmek­te olan zât-ı devletleri, şüphesizdir ki, Türklük gaye­sini esas ittihaz ettiniz. Türkiye Büyük Millet Mecli­si, Türkiye Cumhuriyeti ve hudud-i millî gibi mev­zuat, müstakbel fikirlerinizin mâhiyetini göstermek­tedir.

Elbette ki, bu hudud dâhilinde yaşayacak olan in­sanların müşterek bir vicdan-ı millîsi bulunmasını umde kabul ettiniz. Bu esâsâtın tesbit edildiği şu sıra­da, biz Dönmelerin dahi nazar-ı siyâsetinizden uzak kalmayacağı kanaatındayım.. Dönmelerin ne irken ve ne dinen Türklerle maddî ve manevî iştirakimiz yok­tur. Bunun maddî ciheti cümlece malum ve müsellem ise de, manevî ciheti yalnız bendeniz gibi kabile ara-

sında yetişmiş insanların bileceği ve isbat edeceği bir keyfiyettir.

Artık gizli i'tilâf ve gizli muâhedât-ı siyâsiyyenin kalkmakta olduğu şu asırda büyük bir kemiyet teşkil etmeyen Dönmeliğin dahi dış ve iç yüzlerinin mey- dân-ı aleniyyete konulacağı bir zamanda bulunuyoruz.

Dönmelik eskisi gibi hudûd-i millî dâhilinde mü- tekâsif ve müşekkel bir halde kalacak olursa, bunun gerek Türk'ün mefkuresi ve gerek Dönmelerin yetiş­miş mütekâmil münevverleri üzerinde sûitesirden âzâ- de kalmayacağı cihetle bu mes'elenin salim bir surette kat'iyyen halli ve zaman-ı riyaset-i devletinizde yazdı­ğınız büyük Türk tarihine bir fasl-ı mahsus ilâvesi su­retiyle hâl-i hâzırda ma'atteessüf mevcud ayrılık ve gayrılığın imhasına doğru işâret-i devletlerinin lutf ü inayet buyurulması ve bu babta münâsib görüldüğü takdirde daha mufassal arz-ı malûmat zımnında hu- zûr-i devletinize lütfen kabulümü niyaz ve istirham eylerim, efendim hazretleri.

Karakaş Rüşdü'nün dilekçeleri basında büyük alâka uyandırmıştı. Başta Vakit gazetesi olmak üzere birkaç gazete, meseleye tarafsız ve gazetecilik merakı ile yakla­şıp alâka uyandırıcı yayın yapmaya, Rüşdü Karakaş'ı konuşturmaya çalışıyorlardı. Esasen o da konuşmaya he­vesli idi.


Buna karşılık, dilekçeler basında çıkar çıkmaz, Dön­meler tarafından yayınlanan ve başında Ahmed Emin Yalman'ın bulunduğu Vatan gazetesi, hâdiseyi küçült­meye, önemini azaltmaya çalıştı. Önce, 4 Ocak nüsha­sında, Rüşdü Karakaş'ın, yakınları ile geçinemediği, si­nir hastası olduğu, karısından ayrıldığı ve bu sebeplerle hiddete kapılarak bu işe kalkıştığını yazdı.

Fakat meseleyi tamamen inkâr da edemediğinden ha­fifleterek, kendi istediği şekilde anlatmaya çalıştı. İşte 4 Ocak tarihli Vatan'ın yazısından bir bölüm:

İki buçuk asır evvel Sultan Murad-ı Râbi' zama­nında kitle hâlinde Müslüman olan birkaç bin kişilik bir zümre Selânik'te yerleşmiştir. Bu zümre bir müd­det tecerrüd hâlinde kalmış ve içinde içtimaiyat ilmi nokta-i nazarından çok şayan-ı dikkat içtimaî teşek­küller husule gelmiştir. Avustralya'da, Tasmanya'da yaşayan iptidaî kabilelerde tesadüf edilebilecek gülünç hurâfât vücud bulmuş ve iki üç bin kişi birçok küçük küçük izdivaç gruplarına ayrılmıştır.

Bu gruplar uzun müddet ne birbirleriyle, ne de umûmî Türk kitleleriyle izdivaç tarikiyle münâsebet­te bulunmamışlardır. Maamafih Türk ve Müslüman

(*) Murâd-ı Râbi' (Dördüncü Murad) değil Dördüncü Mehmed olacak.


terbiyesi almışlar ve kendilerini daima samimi bir Türk ve Müslüman vaziyetinde görmüşlerdir. Kimi tüccar olmuş, kimi memuriyet hayatına intisap etmiş­tir. Aralarından daha asırlarca evvel tersane nâzırı, sür- re emini gibi yüksek mevkilere çıkanlar ve memleke­te fedakârâne hizmetler edenler çok olmuştur.

Bükreş'te Bakston biraderlere suikast icra eden ve bu tarzda bir vatanî cür'etkârlık göstermek hususunda ye­gâne olan Nevres Bey, bu kadim zümrelere mensup bir Selâniklidir. Nevres Bey bilâhare İzmir'de karaya çı­kan Yunanlılara ateş ederek, akrabasından kolordu Sıhhiye Reisi Selânikli Şükrü Bey'le beraber ilk hamle­de şehid olanlardandır.

İlim ve irfanın artması, daha iki nesil evvel bu gü­lünç ve iptidaî zümre hudutlarını yıkmaya başlamıştır. Gittikçe mütezâyid bir mikyasta mütekâbil izdivaçlar vuku bulmuş ve bu zümreleri vâsi Türklük kitlesinden ayıran yegâne set böylece yıkılmıştır.

Bugün ortada ancak şahsî surette, her nevi hareket­lerinden mes'ul bir çok fertler vardır. Bütün vatandaş­lar arasında olduğu gibi bu fertlerin de iyisi, fenası, çok hamiyetlisi, az hamiyetlisi, ihtimâl ki, vatana hâ­in olanları vardır. Mürâîsi mevcutsa, hareketi sabit olunca teşhir edilir, vatana hâin olan varsa cezasını gö­rür.

Bir şahsî intikam sâikiyle memleket içinde yeni nifak ve sûitefehhümler uyandırmaya çalışmak, herhalde mez- mum bir harekettir. Amerikalılar bir adamı kendilerine

benzetmek için masraflı vesâitle dünyanın her tarafına sokuluyorlar, misyoner gönderiliyorlar, uğraşıyorlar.

İki buçuk asır evvel İslâmiyet'i kabul eden ve pek çokları hakiki bir Türk olduklarının fiilen isbat eden bir nüfus kitlesini Türklüğün camiasından hâriç gös­termeye çalışmak, memleket nokta-i nazarından çirkin ve delice bir nifak-cûluktur.

Bugün madem ki Millet Meclisi bu kadim mesele­ye tesadüfen vaz'-ı yed etmiştir, bir anket heyeti vası­tasıyla bunun mâhiyetini ve hâl-i hâzırını araştırması ve memlekette vakit vakit suitefehhüm ihdası için kullanılan bir vasıtayı esaslı bir surette tasfiye etmesi cidden pek muvafık ve şayân-ı temennidir.

4 Ocak sayısında çıkan bu yazısıyla Karakaş Rüş- dü'yü "hasta ve ne yaptığını bilmez” bir adam gibi takdim eden Vatan gazetesi, onu bu davranışıyla "çirkin ve de­lice bir ayrılık tahrikçiliği" yapmakla suçluyordu. Bu satırlar, Karakaş'ın şahsına hakaret olduğu kadar, "İstik­lâl Mahkemeleri "nin sudan sebeplerle "sapır sapır" adam astığı bir sırada çok da tehlikeli idi.

SELÂNİK'TEN GELENLER

Karakaşzâde'nin Vatan'ın bu ithamına verdiği cevaba geçmeden, 4 Ocak tarihli aynı gazetede, "Mübadele İşleri" için devamlı olarak açılmış olan sütunda rastladığımız şu kısa fakat önemli haberi de buraya almak istiyoruz:

İskân vekâleti Atina'daki heyetimize keşide eyledi­ği bir telgrafta, Selânik'ten her hafta altı bin kişi nak­lini tasvip eylediğini bildirmiştir.

KARAKAŞZÂDE'NİN CEVABI

Rüşdü, Vatan'ın yazısına 7 Ocak'ta Vakit'te çıkan bir cevapla karşılık verdi.

"Efendiler,

"Üç asırdan beri saf ve muhterem Türk milletinin cenâh-ı merhamet ve atıfetine sığınarak "Dönme" na- miyle mevcudiyetimizi idame etmekte pek mutaassıp davranıp tarz-ı muaşeret ve harekâtımızla zahir ve bâ­tınımızın ayrı gayrı olduğunu kâbil-i ifşa olmayacak derecelerde Türklere tanıttık... "

diye başlayan bu yazıyı, "Giriş" bölümünün başına al­mıştık. Rüşdü'nün bu yazı ile Vatan'ın 4 Ocak tarihli yazısına cevap verdiği anlaşılıyordu.

VATANIN SUÇLAMALARI

Ancak Vatan gazetesi bununla yetinmemişti. 5 Ocak günkü nüshasında "Mektup meselesine dair yeni malûmat" başlığıyla ikinci sayfasına koyduğu yazıda Karakaş Rüş- dü'yü aynı iddialarla ve aile geçimsizliklerinin teferru­atına girerek kötülemekteydi. Güya bu yazıyı Rüşdü'yü tanıyan bir okuyucu göndermişti. Mektup sahibi, Rüş- dü' nün bir akıl hastalığı geçirdiğini yazacak kadar ileri gitmekte idi.


Vatan'ın bu hakaretleri, Karakaş Rüşdü'yü sindirece­ği yerde kızdırmıştı. 10 Ocak 1924 tarihli Vakit'te sert bir cevap verdi. Bunda, Selânik'te yapılan müracaatla, kendi müracaatının ilgisi olmadığını açıkladıktan son­ra, şahsı hakkında ileri sürülen iddiaları tek tek ele alıp reddediyordu. Bu cevabı, "tarihî bir vesika" sayan gaze­te aynen basmıştı. Daha sonra kendisiyle yapılan müla­katlarda, zümrenin pek çok sırrını açıklayacak olan Ka- rakaş Rüşdü'nün bu mühim cevabını aynen alıyoruz:

KARAKAŞZÂDE'NİN İKİNCİ CEVABI

Efendiler,

Yanlış düşünüyorsunuz. Tesadüfen Selânik'te Mus­tafa Arif isminde bir Dönmenin, Gonatas'a müracaatla, Dönmelerin mübadeleye tâbi tutulmamasını rica etme­sinden bahisle, güya benim de Ankara'da bir antant ne­ticesi aynı fikrin tervici maksadıyla çalıştığımı ileriye sürüyorsunuz. Hayır efendiler, yanlış düşünüyorsunuz. Dönmelerin mübadele edilmemesi için istirhama, rica­ya, propagandaya, ihtiyaç yoktur. Gelmek istemeyeni hükümet elinden tutup cebren çekip alacak değildir!

Bu gayet basit meseleye çocukların bile aklı erer.

Bazı gazetelerin ve bilhassa ( ....) gazetesinin 4 Kâ- nûnisânî 340 tarihli nüshasında deniliyor ki: "Rüşdü Karakaş, âsab hastalığına mübtelâ imiş, kadın mesele­sinden hiddetli imiş, o sebeple bu Dönmelik meselesi­ni kurcalıyormuş..." diyerek, meseleyi ehemmiyetsiz telâkki ettirerek örtbas etmeye ve işi mugalâtaya döke­rek meselenin Millet Meclisi'nde ve matbuatta müna-

kaşaya bile değeri olmayacak derecede ehemmiyetsiz gösterilmeye çalışılması, hep İstanbul'daki Dönmele­rin matbuat üzerindeki yaptıkları manevralardandır.

Yine orada yazıldığı gibi: Dönmelerde mukaddema Avustralya ve Tasmanya iptidaî kabilelerindeki gülünç hurâfât vücud bulmuş iken, fî-zamâninâ bu hurâfâtı atmışlar ve Türk Müslüman terbiyesi almışlar ve ken­dilerini dâima samimi Türk ve Müslüman vaziyetinde görmüşler, tüccar ve memur olmuşlar, tersane nâzın, sürre emini gibi yüksek makamlara geçmişler, arala­rında, Bükreş'te Bakston biraderlere suikast icra eden Nevres Bey ve akrabasından İzmir'de Yunanlılar tara­fından şehid edilen Dr. Şükrü Bey gibi şehidler var­mış! Gittikçe mütezâyid mütekâbil izdivaçlar başla­mış imiş! Bunlar arasında çeşit ahlâklı insanlar varmış (her millette olduğu gibi), şahsî intikam hissiyle mil­let içinde nifak ve sûitefehhümler uyandırmaya çalış­mak her halde mezmum bir hareketmiş. Amerikalılar bir adamı kendilerine benzetmek için masraflı vesâitle misyonerlik yapıyorlarmış, Dönmeleri Türklük camia­sından hâriç göstermek, delice bir nifak-cûluk imiş.

Maamafih yine bunlar söylenildikten sonra Millet Meclisi'nin bir anket heyetiyle bu meselenin kat'iyyen halli şâyan-ı temenni görülüyor.

Bu gazetenin mütâlâatını birer birer tahlil edelim:

1.    Kadın meselesinden dolayı asap hastası değilim, bünyem ve cümle-i asabiyem her Dönme gibidir. Bey- nel-akrabâ [akraba arası] izdivaç etmeyen Türkler ve sair milletlerin âsâbı gibi maatteessüf tâmmü'l-kuvve [sağlıklı] değildir. Her halde kendimi bilir, yaptığım işlerin mâhiyetini idrâk eder, vakit vakit nüks eden gizli bir karhanın kat'iyyen tedavisini arzu eder sami­mi bir ruha mâlikim.

2.   Tasmanya ve Avustralya'daki akvâm-ı iptidâiy- yeye lâyık görülen hurâfât Dönmelerde vardır. Bugün ilm ü fen sayesinde şüphesiz birçok gençler bu hurâfâ- tı silkip atmış iseler de nısfina yakın bir ekseriyet giz­li an'anât ve hurâfâta merbuttur. Bunu her vakit ispat ederim ve edeceğim.

3.    Dönmelerden tersane nâzırı, sürre emini olmuş ve erkân ve müdirândan dahi olmuşlardır. Fi-zamâni- nâ mühim memuriyetlerde bulunanlar da vardır. Fakat unutmayalım ki, Osmanlı Hükümeti denilen sefıne-i Nuh veya Bâbil Kulesi zamanında nice Aleksandır, Pavli, Aristidi Paşalar, Norandunkyan, Oskanlar, me­bus Kozmidiler, Boşolar ve daha nice nice vükelâ, vü- zerâ ve rüesâ, sulh murahhasları, bilmem neler vardı. Netice ne oldu, hepsi aleyhimizde çalışmadılar mı? Dün bize mebus olanlar bugün Yunan'da mebus ve si­yâsî fırka rüesâsı değil mi? Bu misâllerle Dönmeler tebrie mi edilmek isteniyor? Bükreş'te Bakston bira­derlere suikast icra eden Nevres'in harekâtı, Dönmele­rin kahramanlığına ve vatanperverliğine mi delâlet eder? İzmir'de şehid edilen binlerce asker ve sivil Türkler arasında bir Dönme doktorun bulunması Dönmeler için millî bir meziyet midir? Rumlar ve Er- meniler arasında müstesna olarak Türklüğe hizmet et­miş bir takım adamlar yok mudur?

4.   Dönmeler içinde bazıları Türklerden kız almış­lar, veyahut Türklere bir iki kız vermişler. Bununla, artık tesâlüb başlamıştır mı denilmek isteniliyor? Pek sâfiyâne misâller. Evet Yahudilerden, Ermenilerden, Rumlardan Türkler'e karışan kızlar hiç şüphesiz Dön­melerin kızlarından yüzlerce, binlerce daha fazladır. Fakat ancak onlar karışıp kaybolmuşlardır. Temessül etmişlerdir. Geride kalan Yahudiler, Ermeniler, Rum- lar vesaire yine kitle-i aslîlerini muhafaza etmişlerdir ve bu milletlere dün olduğu gibi bugün de "sen Yahu- disin, Rumsun" diye kimse târizatta bulunmaz. Çün­kü onlar gizli milliyet ve gizli din taşımazlar. Maddi­yât ve maneviyatları, dünyaca malum ve musaddaktır.

5.   Şahsî intikam hissiyle memleket içinde yeni ni­fak ve sûitefehhüm uyandırmıyorum. Bilâkis nifak ve sûitefehhümü kaldırmaya çalışıyorum. Bununla da memlekete büyük bir hizmet ediyorum. Çünkü alela­de ticâret ve seyahatte bile şerik ve refik olacak adamın itimad ve emniyet-i tama mazhar olması lâzımdır. Ne­rede kaldı ki, bir hudud dâhilinde, bir hükümet idare­si altında ilâ yevmi'l-kıyâme teşrik-i mukadderat ede­ceklerden itimad ve emniyet-i tâmme aranılmasın!

Dönmeler gizli ruh ve gaye taşıdıkça, maddeten te- sâlüb etmedikçe, Dönme nâmını muhafaza ettikçe, hiçbir vakit emniyet bahş edemezler. Tereddüt ve işti- bah zail olamaz. Artık işi mugalâta ve şahsiyata götür­mekle ortalığı iğfale kalkışmamalı, bilâkis cesâret-i medeniye ve insaniye göstererek hakikate koşmalıdır. Bu büyük ruhu da herkesten evvel bu hakikatleri id­râk etmiş ve bilfiil tarîk-i hakka sülük etmiş olanlar­dan bekliyoruz. Hiç şüphesiz iki buçuk asır evvel câhil bir tavukçunun oğlu olan câhil bir Sabatay Sevi'nin

gittiği yanlış ve sahte yolların nasıl çıkmazlara ve arı- zalara vardığını herkesten daha iyi anlamışlardır. Bu sebeple Dönmelere çıkar yolu, hakikat yolunu, saadet ve selâmet yolunu göstermek bir vazifedir. Bu inkılâb­ı hakikîyi münevverlerden bekleriz. Gaflet ve zulmet­te kalmış bu insanlara yazıktır. Dinde ve dünyada hür­riyetin mefkûdiyeti cehennem azabından beterdir.

İki buçuk asırdan beri bir derûnî azab bu kabilenin asabını berbat etmiştir. Siz de bugün Dönmelerin ile­ri gelenleri arasında bir anket hey'eti teşkil ediniz. Herşeyi açık görüşünüz ve karar veriniz. Maddiyâtınız ne olmalıdır, maneviyâtınız ne olmalıdır? Bunu res­men söylemek ve kabul etmekle idama mahkûm ola­cak değilsiniz, edyân serbesttir. Ebdân da serbesttir. Çok me'mûl ederim ki, asla ve mâzîye rücu kabul edil­meyecektir. O halde hakikî Türk ve Müslümanlığa ka­rışmak için ne lazımsa bilfiil icra etmek zamanıdır. Şimdilik bu kadar kâfidir.

ÇIKAR BİRLİĞİ

O  günlerde İçişleri Bakanı Ferid (Tek) ile bir müla­kat yapan Akşam gazetesi muhabiri, çeşitli sualler ara­sında "Karakaş Rüşdü Bey, Dönmeler hakkında bir istida vermiş doğru mu?” diye sorunca; Bakan "Rüşdü Kara- kaş'ın kendisi ile görüştüğünü" söyleyerek, onun dedik­lerini özetlemekte ve "Şüphesiz hükümet de meseleyi tetkik edecektir" diye cevap vermekteydi.

Bakan'ın, "Halbuki birtakım münevver olanları vardır

ki, onlar da belki bu din inancı ile alâkaları olmadığı halde, birbirine yardım etmek ve iktisâden desteklemek gayesiyle bu mezhebin devamını istemektedirler"sözlerine, cevabında yer vermesi dikkat çekicidir. Ancak beklendiği gibi hükü­metin bu meseleyle ilgilendiği görülmemektedir.

MİZAH BASININDA DÖNMELER

Mizah dergileri de kendilerine bol malzeme verecek olan bu olayı kaçırmadılar. Akbaba dergisi 7 Ocak 1924 tarihli sayısında, birinci sayfasında "Lâklâkiyât" sütu­nunda "Selânikliler Meselesi" ve üçüncü sayfasında "Selâ­nikliler Hakkında Bir Mülakat" yazılarıyla "dedikodu"ya katıldı. Ancak birinci sayfada bir de karikatür vardı.

"Akbaba" imzasını taşıyan ilk yazı meseleyi ciddî olarak ele alıyordu:

Arasıra Selânik'in karınca gibi çalışkan, tilki gibi kurnaz bir zümresi aleyhinde hurâfâta benzeyen garip îsnadlar meydana çıkar. Bu neşriyatın hiss-i hasetle ya­hut cerr-i menfaat kasdıyla yapıldığı bellidir.

Çünkü Selânikli vatandaşlarımız, bu memleketin en zeki, en zengin, en işgüzar unsurudur. Aralarındaki tesânüd, başkalarını kıskandıracak derecededir. Bu zümreye mensup birçok muteber tüccarlar, zenginler bulunması bu neşriyatın hedefini izah eder.

Son söylenenleri kısaca özetleyen dergi, yazıyı şu ma­nidar cümlelerle bitiriyordu.


Fakat Selânikli vatandaşlarımız hesaplı adamlardır.

Bir pire için yorgan yakmak kabilinden böyle zararlı işlere teşebbüs etmezler. Dünya harap olursa ticaretha­nelerinin sağlam kalmayacağını, alış verişlerine kesat geleceğini bilirler.

Rüşdü Karakaş Bey'in gözlerini ne kadar intikam ateşi bürürse bürüsün, ırkî zekâsıyla dünya işlerini his- sî meselelerden ayıramayacağını kim isbat edebilir? Olabilir ki bu isnadlar hemşehrilerinin Selanik'teki çiftliklerini, ticarethanelerini kurtaracak ticarî bir kahramanlık, bir bektaşî küfrüdür.

Karakaş Rüşdü Bey'in ta'n ü hücumunun da Selâ­niklilere değil, mübadeleden kurtarmak için Sela­nik'teki çiftlik ve ticarethanelere karşı olmadığı ne malûmdur?!

DÖNME TÜRKÇESİ

Derginin üçüncü sayfasında "Kanber" imzasıyla çı­kan hayalî "mülakat" ise mizah tarafıyla birlikte "Dön­me Türkçesi"ni tesbit bakımından ve lisan tarihi nokta­sından da bir değer taşımaktadır. Yazıyı aynen alıyoruz:

Hiç lüzumsuz yere ortaya atılan bir dedikoduya biz karışmak istemezdik. Fakat bütün yevmî rüfekâmız bu meseleden bahs ettiklerinden dolayı biz de atlatıl­mış mevkiinde kalmamak için bahs etmeye mecbur ol­duk ve muharrirlerimizden birini dün Pamukçu Hıfzı Bey'in bonmarşesine gönderip bir mülakat yaptırdık. Mezkûr mülakatı aynen derc ediyoruz:

Kapıdan girer girmez üç dört kişi birden karşılayıp "Buyursunlar beyim buyurun efendim?" diye beni kar­şıladılar. Şaşırdım ve yanlışlıkla müdürü soracağıma veznedarı sordum:

"- Veznedar nerede efendim?"

Turuncu ve kıvırcık saçlı, limon gözlü bir genç ce­vap verdi:

"- Vezneye uğrarsınız, çıkarken... Alanız ne lâzım ise zatınıza... Beğeniniz her hangi çeşit iktiza ise... Sonra versinler size, üzerinde fiatlar yazılmıştır bir pu- sulacık, götürürsünüz onu vezneye, yaparsınız tediyâ- tınızı, alır mallan gidersiniz, sağlıcağılan... "

"- Azizim, onu ben de biliyorum, lehülhamd şehir uşağıyız."

"- Ya nedir maksadınız ki sorarzınız veznedarı?"

"- Veznedar beyle husûsî görüşeceğim."

"- A be kardaşım, görüşemez bu zamanda sizinle ki veznedar bey... Niçin ya, şimdi alış veriş zamanıdır. Yokdur müsâdesi onun, başını kaşısın şimdi... "

"- Ben, gayet mühim bir mesele görüşeceğim!"

"- Olsun ne kadar mühim sizin işiniz, onun kendi işi çok daha mühimdir bu sırada... Zira, neden yâ, pa­ra işidir bu... Bulaşırsa sizin ile herhangi lâkırdıya zih­ni dolanır şaşırır hesabı...

Baktım ki olmayacak, usulca gencin kulağına eğil­dim:

"- Ben, dedim, gazeteciyim. Selâniklilere âit mese­le hakkında görüşeceğim."

Bir iki saniye kadar durdu, düşündü, sonra dedi ki:

"- Var yukarıda başka adam, versin size cevap... Mağazanın şefi odur, Ayfızı (Hıfzı olacak) Pamukçu Bey, isterseniz teşrif ettireyim sizi oraya görüşünüz!"

Peki dedik, gençle beraber Hıfzı Pamukçu Bey'in yanına çıktık.

Mumaileyh bir manken kadar ciddi, fakat bir ma­kine kadar müteharrik ve faaldi. Sağ eliyle deftere bir şeyler yazıyor, sol eliyle cıgara içiyor, ağzıyla karşısın­dakine bir şeyler anlatıyor, gözleriyle sokaktan geçen­leri süzüyor, ayağıyla yere düşen bir kurşunkalemini kendine doğru çekiyordu. Beni görünce bir ticâret işi için gelmiş tüccar yamağı zannederek sordu:

"- Dünkü konşimentolar için mi geldiniz?"

Rehberim olan genç meseleyi anlattı ve Hıfzı Bey hemen yanındaki sandalyeyi gösterdi.

"- Merhabalar efendim?"

Merhabalar deyince acaba benimle beraber başka bir gelen mi var? Diye etrafıma baktım. Fakat kimse yok, ihtimal dedim, yarın öbür gün daha ziyâde meş­gul bir zamanda yine gelirsem, beyhude vakit israf et­memek için o günlerin merhabasını da şimdiden söy­leyerek iktisâda riâyet ediyor. Ben, yalnız bir merhaba ile mukabele edip söze başladım.

"- Afv edersiniz efendim, bu Selânikliler hakkında dedikodulara ne dersiniz?"

"- Yok diyecek bir şeyimiz.. Garazkârlar istedikle­rini deyivermekte serbesttir, bizim yoktur kimse ile bir garazımız, ivazımız... "

"- Sizin için hiçbir kavim ile samimi münâsebette bulunmaz diyorlar doğru mu?"

"- Belki evâil-i zamanda ööle idi, haçan zamanlar değişti, hep insanlar anladılar ki, eski kafalarla güdül­mez bu hayat denilen deve... Değiştirdiler o kafaları şimdi... Ne ise bir İstanbullu, bir Angaralı ya bir Üs- küplü, Selânikli de odur."

"- Belki yalandır ama deniliyor ki efendim, sözde siz, Türklerle kız alıp vermezmişsiniz! Sebebi?"

"- Yalanın büyüğü bu lâf... Hani ya, kim bizden kızcağızlarımızı istedi de vermedik veya herhangi bir Türk bize kız verdi de almadık?"

"- Demek bundan sonra can ciğer kuzu sarmasıyız öyle mi efendim?"

"- Ciğer de yeriz, kuzu sarması da, hele gelsin ba­har vakti!.. "

"- Tabiî yeriz, fakat benim demek istediğim o de­ğildi. Zerde pilav da yer miyiz demek istiyordum!"

"- Sabırlı olun, hele ucuzlasın bir azıcık şeker, on­ları da yeriz!"

"- Teşekkür ederim efendim... Müsaadenizle be- yım!

"- Haydi selâmet ilen... "

Ben çıkarken kapıda duran birine seslendi:

"- Bak be evlâdım, beyefendiye belki iktizâ ise kış­lık fanile filân. Gösteriniz aşağıda dâiredeki çeşitleri­mizi!.. "


Akşam gazetesinin 7 Ocak tarihli nüshasına "Selânik­li erbâb-ı ticâret ve şovenizm" başlıklı yazıyı veren "Köprü - lülü Şerif ise meseleye iktisâdî bakımdan yaklaşmakta, memlekette ticâretin yürümesi, sermâyenin dışarı kaç­maması için huzur bulunması gerektiğini yazmaktadır.

Yazısında bir vesile ile kendisinin Türk olduğunu be­lirten yazarın, -eğer kendisini gizleyen bir Dönme değilse— bir Dönme kadar dinden uzak, o günlerin istedi­ği maddeci aydın tiplerinden biri olduğu anlaşılmaktadır.

Ancak 1908'de Meşrutiyetin ilânında ve daha önce yapılan faaliyetlerde Dönmelerin oynadıkları rolün tes- biti bakımından, kendi müşahedesine dayanan satırları önemlidir. Yine Müslüman kadınlara "örtüyü terk etme" yolunda Dönme kadınlarının nasıl öncülük ettiğini, if­tiharla anlatmasının da tarihî bir değeri vardır.

Önemi dolayısıyla yazının sadece bu kısımlarını alı­yoruz. Yazar Dönmelerin Türklüğe katılmak istemeleri­nin samimi bir duygu ile olduğunu isbat etmek için, geçmişteki "hizmetlerini" sayarken şöyle diyor:

Ben bu noktaya âid bir iki müşahedemi kayd ede­ceğim: Bundan otuzbeş sene evvel [1889], henüz mek- teb şakirdi iken, yol uğrağım olan Selânik'te bir iki âteşîn genç beni bir mahfele götürdü. Binanın kapı­sında "Müsâmere-i Şübbân" [gençlik kulübü, sohbet ve eğlence derneği] levhası asılı idi. Genişçe bir salo­nun mahrem dolaplarından önüme Fransa'nın ve İsviç-

re'nin en âzâde-zebân [hür lisanlı, açık açık yazan] matbuatı döküldüğü zaman ben adetâ korkmuş idim: Casuslar görür, jurnal eder ve Trablusgarb'a nefy eder­ler diye... Bu mahfel Selânikli zümrenin masrafıyla ve medeni cesaretiyle o vaktin gençliğine işte ancak fikr­

i   hürriyet aşılıyordu ve diyebilirim ki, 324 [1908] in­kılâbının birinci mehd-i hürriyeti [hürriyetin beşiği, doğduğu yer] Selânik'in bu "Müsâmere-i Şübbân" mahfeli olmuştur.

Üsküp'te birinci ilm ü irfan müessesesi olan "Mek- teb-i Edeb"i medenî bir şekilde meydana getirip Ko- sova gençliğine ilk terakki ve teceddüt ruhunu zerk edenler Selânik Dönmelerinin azimkar ve münevver gençleri idi. Mekteb-i Edeb, tahminime göre, 303 [1887] senesinde açılmıştı.

Türk aileleri içinde hanımların hakk-ı hürriyeti, belki birinci defa, Selânikli genç kızların "Beş Çınar" mesiresindeki serbest ve nîm-perdedâr cevelânlarından [yarı örtülü dolaşmalarından] doğmuş gibidir. Yalnız bu hizmet "Dönme" diye tezyif etmek istenilen züm- re-i ictimâiyenin Türklük camiasında samimî ve mu­teber bir âgûş-i uhuvvet [kardeş kucağı] bulmasına kâfi sayılmak lâzımdır. Sonra 324 inkılâbına âmil ol­muş, memleketin resmî ve husûsî birçok müessesele- rinde temayüz etmiş, ilm ü irfanına mühim hizmetler ve himmetler sarf eylemiş ve eylemekte bulunmuş ve Türk ordusunda kan akıtmış birçok zeki, gayur, hami­yetli ve münevver zatların bu zümreye mensup oldu­ğunu da itiraf eylemek ancak bir insaf ve civanmertlik hassasıdır.

MÜBADELEDE ESAS NEYDİ?

Dönmelerin, İslâmiyet'e inanmadıkları ve ayrı bir inanç taşıdıkları için Müslüman sayılamayacakları; sa­dece kendi aralarında evlendikleri için ırk olarak Yahu­diliklerini de aynen korudukları ortaya çıkınca, müba­dele anlaşması sınırları içine girmeyecekleri tabiî olarak ileri sürülebiliyordu.

Yunanistan'la yapılmış olan "mübadele mukavele­sine göre Anadolu'daki Rumlarla, Yunanistan'daki Müslümanlar değiştirilecekti.

Meselenin yeniden konuşulur olması üzerine Vakit gazetesi, bu mukavelenin birinci maddesini 7 Ocak sa­yısında yayınlayarak, değiştirmede ırk değil "din"in esas alındığını belirtti. Madde şu şekildeydi:

"Madde 1-1 Mayıs 923 tarihinden itibaren Türk ara­zisinde mütemekkin Rum Ortodoks dininde bulunan Türk teb'ası ile Yunan arazisinde mütemekkin Müslü­man dininde Yunan teb'asının mecburî mübadelesi icra edilecektir. Bu eşhasten hiç birisi mezkûr hükümetlerin müsâadesi olmadıkça ne Türkiye'de ve ne de Yunanis­tan'da tekrar ihtiyâr-ı ikâmet edemeyeceklerdir."

Gazete, maddenin altına şu satırları eklemişti:

Görülüyor ki, mübadele mukavelesi tamamen din esası üzerine akd edilmiştir. Binâenaleyh Selânik'te ve­yahut Yunanistan'ın diğer aksamında bulunan ahâli içinde Katolik Araplarda olduğu gibi Müslüman ismi ile mevsûm olsalar da, hakikatte mevcud ve muayyen mezâhib-i İslâmiye'den birine dâhil olmayan bir kısım halk varsa bunları tahkik etmek ve mübadeleden hâriç tutmak hükümetin hak ve vazifesidir.

ESKİ BİR TEŞEBBÜS

Bu sırada Rüşdü Karakaş'ın bu hareketinin, Dönme­lere karşı ilk teşebbüsü olmadığı da ortaya çıkmıştı. An­lak bu seferki gibi, ilk defada da "Dönme"liğin meşhur sıfatı olan "iki yüzlülük" endişesi ile, Karakaş'a itimad edilememişti.

Vakit gazetesi, 12 Ocak tarihli nüshasında bu ilk te­şebbüsü, "Rüşdü Bey'in eski teşebbüsleri" başlığı ile şöyle duyuruyordu:

Rüşdü Karakaş Bey, bundan sekiz ay kadar evveli yine İstanbul'dan Anadolu'nun her tarafına dağılan ik­tisadı Dönme birliğine karşı mücâdele etmek üzere İs­tanbul'da mühim bir ticâret şirketi teşkiline de müra­caatta bulunmuştur. Bu teşkil, Ticâret Birliği'dir.

Ticâret Birliği'nin teşekkülünü müteakip âzâ yazı­lan Rüşdü Bey, Birlik'in selâhiyettar bir rüknüne sûret-

i   hafiyyede müracaat ederek Türk unsurlarının vatanı - mızın iktisadiyâtına hâkim olabilmesi için gizli bir teş­kilât yaparak Dönmeler aleyhinde çalışılmasını ve bu­na kendisinin tamamen iştirak edeceğini söylemiştir.

O zaman Rüşdü Bey'in bu teklifi, henüz teşekkül


etmekte olan Ticâret Birliği'nin Dönmeler aleyhinde bir fikri olup olmadığını veya o maksad ile çalışıp ça­lışmadığını anlamak için bir iskandil mâhiyetinde te­lâkki olunarak bittabi reddedilmiştir.

BİR YAHUDİ: "YAHUDİLİK, DÖNMELİKTEN NEFRET EDER.'"

Vakit'in yukarıdaki haberi, bu satırlarda bitmiyor ve Yahudilerin Dönmeler hakkındaki duygu ve düşünceleri­ni, o gün için tesbit eden mühim bir notla sona eriyordu:

Muharririmiz tüccarlardan bir Musevî vatandaşı­mızla da görüşmüş ve düşüncelerini sormuştur. Bu Musevî diyor ki:

"- Dönmeler, Yahudi de değildir. Onları Yahudilik kabul edemez. Farz ediniz ki Yahudiliklerini kabul et­tik; fakat kim temin edebilir ki, bir müddet sonra bi­ze: Hayır Yahudi değiliz, demeyeceklerdir?.. Yahudi­lik Dönmelikten nefret eder. Yahudi, Dönmenin has- mıdır; çünkü Yahudi dönmez. İspanya'da kesildi, fakat dininden dönmedi. Rusya'da Çar kesti, Bolşevikler kesti, yine dininden dönmedi, dönmez. Biz Yahudile- re herkes: Parayı çok sever, derler. Ama onlar taparlar. İbâdetleri de, ne sizinkine ve ne de Musevi ibâdetine benzer. Size Türk ve Müslüman, bize de eğer husûsî- leşmek kabil olursa Yahudi görünürler. Hakikatte her ikisinden de uzaktırlar. Başka, pek başka bir kabile ve her halde garip bir ailedirler."

Basında Dönmelik

-II-

Bir Dönmenin Kaleminden Dönmelik Tarihçesi "TARİHİN ESRARENGİZ BlR SAHÎFESl"

Vatan gazetesinin 10 Ocak 1924 günkü sayısında, birinci sayfasının alt köşesinde çerçeveli olarak verilen bir ilân hâdisenin akışını değiştirdi. İlân: "Yeni bir tefri­kamız / Selânik'teki kabile teşkilâtının içyüzü / Bundan iki yüz ellisekiz sene evvel Selânik'te teşekkül eden içtimaî zümre­lere ait tarihî malûmat" başlıklarını taşıyordu. İlânın bu satırlardan sonra giren metninin tamamını, önemi sebe­biyle aşağıya alıyoruz:

Bundan iki buçuk asır evvel Selânik'te teşekkül eden ve son asır zarfında tedricî surette yıkılan bir ta­kım kabile teşkilâtı vardır ki, içtimaiyat ilmi ve tarih nokta-i nazarından son derece şâyân-ı dikkattir. Çün­kü bir şehir hayatının ortasında en iptidaî tarzda bir kabile hayatı teşekkül etmiş, uzun müddet gizli bir

mâhiyette yaşamış, sonra ilm ü irfanla karşılaşmış, bir bardak su içinde fırtına kabilinden mücadelelerle ted­ricî surette inhilâle uğramıştır. Karakaş Rüşdü Bey is­minde bir zatın Büyük Millet Meclisi'ne gönderdiği bir mektup neticesinde bu tarihî mesele gazete sütun­larında günün meselesi halini almıştır.

Avrupa'da okumuş bir genç dün matbaamıza mü­racaat ederek, bu bahse dair bir Avrupa darülfünunun­da tarihî bir tez hazırlamaya başladığını, ahvâl-i sıhhi- yesinin müsâadesizliğine mebnî tahsilini ve tezini ik­mâl edemediğini söylemiş ve notlarının gazetemizde neşrini teklif etmiştir.

Daima uzaktan esrarengiz bir perde altında görü­nen bu meseleye ait malûmat ve tafsilâtın kâri'lerimi- zi alâkadar edeceğini düşündük. Bu cihetle yarından itibaren bu gencin notlarını tefrika halinde neşr etme­ye başlıyoruz.

BU GENÇ DÖNME KİMDİ?

'"Tarihin Esrarengiz Bir Sahîfesi" başlığı altında 11 Ocak'ta başlayacak olan yazının yazarının adı saklanı­yordu. Halbuki ikinci paragraftaki şartlan taşıyan, üste­lik "Dönmelik" üzerine tez yapan bir gencin Dönme zümresi ve Vatan gazetesi mensupları tarafından çok ön­ceden tanınmıyor olması mümkün değildi.

Osman Ergin Bey, Türk Maarif Târihi adlı büyük eserinde, açtıkları mektepler sebebiyle Dönme zümre­sinden muhtelif yerlerde bahsetmektedir. Bu vesile ile Sabatay Sevi'den başlayarak Dönmeler hakkında kısaca bilgi veren Osman Ergin merhum, Dönmelere dair ya­zılanlardan bahsederken bu tefrikayı da zikrederek, o yazıların Ahmed Emin'in kaleminden çıktığını kaydet­mekte ve şöyle demektedir:

Muharrir Ahmed Emin'in Amerika Darülfünunun­da tez olarak yazmış ve okumuş ve Türkçe'sini Vatan gazetesiyle neşretmiş bulunduğu yazı, tarihî ve içtimaî bir etüd idi. (c. 2, s. 806, İstanbul 1977)

Maarif ve basın yayın hayâtını çok iyi ve yakından bi­len Osman Ergin'in bu şehâdetini doğrulayan pek çok işaret bulunmaktadır.

SELÂNİKLİ VE DÖNME GİZLİLİĞİ

Yazılarında ve bu tefrikada, kendisi yazmış veya ya­yınlamış bulunsun, meselenin açıklığa çıkması tarafdarı olduğunu bildiren Ahmed Emin'in adını (veya yazıyı verenin adını) gizlemesi, bu meselenin bugüne kadar devam eden acıklı tarafıdır. Dönmeler, hem "artık sak­lanacak bir şey olmadığını" söyler, hem de "Selânikli" ailelere mensup olduklarını bile saklarlar.

Ahmed Emin Yalman (1888-1972) da, 1924'te ya­yınladığı kendi araştırmasını "meçhul" bir gence izafe ettiği gibi, ömrünün son yıllarında yazıp yayınladığı dört ciltlik ve 1500 sayfalık hâtıralarında da "Dönme- lik" bahsini hiç açmamıştır. Kitabında, basın hayatının 1924 yılı olaylarını yazarken Karakaşzâde hâdisesinden tek kelime ile bahsetmeyişi de dikkat çekicidir.

Aynı tutumu öteki Selâniklilerde de görmekteyiz. Kendi Dönme dedelerinin millet üzerinde bıraktığı kö­tü intiba dolayısıyla bu gizlenme ihtiyacını duymaları belki anlaşılabilir. Fakat yeni nesil Dönmelerin de, yine milletin iman ve duygularına aykırı yollarda bulunup, aykırı insanları desteklemeleri; bu davranışlarının şuur­lu bir pişmanlık değil, sadece gizlenerek aynı yola de­vam etme gayreti olduğunu göstermektedir.

Bunlardan İsmail Cemin. "İpekçi" olan soyadını kul­lanmaması ve yine bir "İpekçi" olan ve Ahmed Emin Yalman'ın iç ve dış basındaki yerini dolduran Abdi İpek­çinin tutumları bunun açık örneğidir. Abdi İpekçi'nin "Selânikli olmaktan utandığı ve soyadını değiştirmeyi bile düşündüğü" (Milliyet, 3 Şubat 1986) bilinmektedir.

KATİL OLMAKTAN KÖTÜ!

Dönmelere "Selânik asıllı" oluşlarını gizleme ihtiya­cını şiddetle hissettiren "nefret-i umûmiyye", ahlâkları ve dine karşı tavırları hoş görülmeyen bâzı kimselere, halkın, "Mason" veya "Farmason" demesi gibi, "Selânik­li" veya "Dönme" denilmesine de sebep olmaktadır.

Meselâ 1919'da bir münakaşa vesilesiyle kendisine "Selânikli" denilmesini hakaret sayan Prof. Ahmed Selâ- haddin (Haldun Taner'in babası) bu yanlışı, gazeteye bir mektup göndererek tashih etmektedir. (Lozan'ın Bir Ön­cüsü, s. 66, 1976, TTK)

Yine yıllar sonra, bir kadın hastasını öldürdüğü iddia edilen diş tabibi Füreyd Dosdoğru, kendisine "Dönme" denilmesine, neredeyse "katil" denilmesinden fazla üzülmüş gibi, gazetecilere şu sözleri söylemiştir (Hürri­yet, 30 Kasım 1980):

En çok bana ne ağır geldi bilir misiniz? Önce, Dönme dediler. Benim babam Siret Dosdoğru, Sina Cephesi'nde harita subayı idi. Ben, nasıl Dönme olu­rum. Sonra her gece Yasin okuduğumu görünce vaz­geçtiler. İngiliz asıllı dediler. Benim amcam, Seçi Kaptan, Nusret mayın gemisi ile İngiliz gemilerine Çanakkale Boğazı'nın dibini gösterdi. Ben nasıl İngi­liz asıllı olurum?

"ÖNEMLİ DEĞİL " Mİ?

Vatan gazetesinin, 10 Ocak tarihli sayısında çıkaca­ğını haber verdiği yazı dizisi, ertesi günü başladı. 11-22 Ocak günlerinde (ayın 18'i hariç) on bir yazı hâlinde çıktı. "Târihin Esrarengiz Bir Sahifesi" başlığını taşıyor­du. Yazar adı yerine "Muharriri: Bir Târih Müdekkiki" notu konulmuştu.

Kaynak göstermeyen, fakat ciddî bilgiler veren bu uzun yazı dizisinin (yeni harflerle daktilo edilince otuz sayfa tuttu), işi içeriden bilen birisi tarafından yazılmış olduğu anlaşılıyordu. Yazar, belki de Scholem'in şimdi Kudüs'te Ben Zvi Enstitüsünde bulunduğunu haber verdiği gizli Dönme arşivini görmüştü.

Yazı ustaca kaleme alınmıştı. Esasen açığa çıkmış olan "kabile teşkilâtı” hakkında etraflı bilgi veriliyor; fakat bü­tün bunların artık dağıldığı veya ancak yaşlı ve mutaas­sıp küçük bir zümre arasında devam ettiği telkin edilme­ye çalışılıyordu. Netice olarak, "Üzerinde durmaya, endişe edilmeye ve araştırılmaya değer bir şey kalmamış' oluyordu.

"DÖNMELİK YAŞIYOR!"

Dönmelerin veya onlara yakın kalemlerin devamlı olarak herkesi inandırmaya çalıştıkları "Bu mesele artık tarihe karışmış, kaybolup gitmiştir" telkinine, İbrahim Alâaddin Gövsa cevap vermiş ve bunun doğru olmadı­ğını yazmıştı.

Abraham Galanti'nin Sabatay Sevi Hakkında Yeni Bel­geler adıyla Fransızca yazıp 1935'te İstanbul'da yayınla­dığı eserden istifâde ederek Sabatay Sevi hakkında bir yazı dizisi hazırlayan ve bir kitap çıkaran Gövsa, eserine Dönmelere dair kendi hâtıralarını da koymuştu. Bu hu­susta şöyle yazıyordu {Sabatay Sevi, s. 6, 1939):

Ben "Sabatay Sevi" an'anesinin bugün tarihe karış­mış bir hurafeden ibaret olmadığını yakından bilenler­denim. "Vatan" gazetesi "Tarihin Esrarengiz Bir Sahî-

fesi" ünvanı ile yazdığı makalelerde, zümrenin başlıca efradı arasında yardımlaşmaya dayanan bir teşkilâttan başka bir ayrılık nişanesi kalmadığını ve eski an'ane ve hurafelerin artık tarihe karıştığını ileri sürdüğü sıra­larda, ben Bakırköy'de bu zümre tarafından kurulmuş yatılı bir kız lisesinin müdürü idim ve bir buçuk sene aralarında yaşamak suretiyle Sabatay Sevi'den kalan an'ane ve âdetlerin onların hayatında hâlâ ne kadar hâ­kim olduğunu bizzat gördüm. Bilhassa yedi sekiz yaş­larında Sabatayist çocukların defterleri arasında ailele­ri tarafından kendilerine ezberletilen yarı İbranî, yarı İspanyolca duaların suretlerini buldum.

Henüz onbeş sene evvel:

"Beşamı borahya ilen Sabatay Sevi, es Sabatay Sevi et- nodolos mondos."

Yani "dünyanın yarısı hükmünde olan Sabatay Sevinin mübarek adıyla" diye besmele çeken ve duasına böyle başlayan çocukların, bugün ancak gençlik çağlarında bulunduğunu bilirken Sabatay Sevi an'anesine tarihe karışmış bir hurafe nazarıyla bakmamakta elbette ma­zur görülürüm.

Sabatay'ın halifelerinden sayılan ve vaktiyle tanrılık mertebesine kadar çıkarılan "Osman Ağa'nın "ağa" lâ­kabının kaldırılmasından sonra "Osman Oğan" sure­tinde söylenip yazılmaya başlaması da zümreye mensup olanlardan bir kısmının pek yeni bir buluşudur ve an'anenin ne kadar canlı olduğuna pek yeni bir delildir.

Bilhassa nesil itibariyle Sabatay zümresine mensup olanlar arasında memleketin iş ve fikir hayatında yer tut­muş zeki ve değerli insanlar mevcuttur ve onların içinde

bu satırları yazanın şahsî dostları ve arkadaşları da vardır. Şüphe yok ki, onların bir kısmı "Sabatay Sevi"den kalan âdet ve an'aneleri artık birer hurafe saymakta samimidir­ler. Hattâ aralarında umumî camiaya ırk itibariyle dahi karışmaya başlamış ve yalnız kendi aileleri arasında ev­lenmek âdetini kırmış olanlar da var. Fakat mahdut bir zümre içinde olsa bile Sabatay Sevi hatırasının hâlâ dip­diri yaşadığında asla tereddüt edilemez.

Kuzu eti her sene ancak ona mahsus âyinden sonra yenebilir. Bunun aksini, yani vaktinden evvel kuzu eti yemek günahını işleyenler o sene zarfında ölüm korku­su çekerler.

Makrıköyü'nde (Bakırköy) Sabatayistler'e ait olan yatılı mektepte müdür iken, ilkbaharda, bir Sabatayist olan aşçıya kuzu eti pişirmesi hususundaki emrimi bir türlü dinletememiş, aşçının itaatsizliğine ait şikâyeti mektebin idare heyetine kabul ettirememiş ve kendi­lerince muayyen zaman gelmeden önce mektepte kuzu eti verdirmeye muvaffak olamamıştım.

BÎR DÖNMENİN KALEMİNDEN DÖNMELİK TARİHİ

Ahmed Emin'in yazısı, bir Dönmenin kaleminden çıkması dolayısıyla önemlidir. Bu uzun yazının ilk yedi bölümünden, kitabımızda şimdiye kadar bahsi geçme­miş ve nakledilmeye değer bulduğumuz parçalan seçe­rek alacağız. Son dört bölüm ise aynen verilecektir. Aşa­ğıya ilk alınan paragraf, yazının da başıdır. Ondan son­ra sıra ile, çeşitli yerlerden parçalar alınacaktır. Ara baş­lıklar tarafımızdan konulmuştur:

"TÂRÎHİN ESRARENGİZ BİR SAHÎFESİ" YAZISINDAN SEÇMELER

Bu satırları yazan adamın maksadı, ne Selânik'de asırlarca evvel vücûda gelen pek garip içtimaî teşekkül­leri müdâfaa ve himaye etmek, ne de bunlara karşı şahsî bir maksatla hücumda bulunmaktır. Yegâne ga­ye, bir tarihî hakikati en çıplak bir şekilde ortaya koy­mak ve bu gülünç vaziyetin kati surette tasfiye edilme­sini ve ortadan kalkmasını temin etmektir. Asırlardan beri Selânik'in bir köşesinde, bir bardak su içinde bir­takım müheyyiç esrarengiz tarihî ameliyeler cereyan et­miştir. Bugün bunlardan baki kalan şey, birtakım müphem enkazdır. Bu enkaz da bertaraf olmalı, esrar perdesi kalkmalı, meydana vazıh temiz bir vaziyet çık­malıdır.

Osmanlı İmparatorluğu'nun renk renk mozayikler- le dolu bünyesi içinde, onyedinci asırda Selânik'te te­şekkül eden birtakım esrarengiz zümrelerin şayân-ı dik­kat bir mevkii vardır. Bu zümrelerin mensupları mik­tarca çok değildir. Fakat o tarzda bir hususiyet göster­mişlerdir ki, kendine iltihak eden fertleri bir nesil içinde benimseyen ve kendine Türk ve Müslüman di­yen bir adamın, menşeini aramaya lüzum görmeyen hey'et-i içtimâiye, bunların kendi kendilerini ayırdık­larını, herkesten gizli bir mevcudiyetleri olduğunu sezmiş ve bundan dolayı hafif bir infial göstermiştir. İnsafla düşünmeli: Başka hiçbir memlekette bu tarzda içtimaî bir iftirak temayülüne karşı hey'et-i ictimaiy-


ye hafif bir infial göstermekle kalmazdı. Vazıh bir va­ziyet husulünde mutlaka ısrar ederdi. Herhangi bir kitleyi ya tamamiyle temsil eder, yahut yabancı adde­derdi.

Bugün hey'et-i ictimâiyenin tazyikine lüzum ol­madan, zaman ve ilm ü irfan vazifelerini yapmıştır. Selânik'te mevcut üç zümreden ikisi teşkilât itibariy­le inkıraz bulmuştur. Biri içinde, hâlâ enkaz hâlinde hu- râfât ve hususiyetler vardır. Bu mesele kati surette tas­fiye edilmelidir. Meselenin hükümete taallûku ola­maz. Çünkü sırf içtimaî bir mesele mahiyetindedir. İçtimaî meseleleri halleden içtimaî tazyik efkâr-ı umûmiyeden gelir. Türk efkâr-ı umûmiyesi, müphe- miyeti tamamiyle ortadan kaldırmalıdır. Hakikî Türk ve Müslüman olanlar umum nazarında tefrik edilme­li ve yalnız olmayanlara aid bir içtimaî lekeyi ve damga­yı sırtlarında taşımak mecburiyetinden kurtulmalı­dırlar. Bu gibi adamlar varsa: "Bizim bir mezhep veya tarikat sıfatıyla birtakım hususiyetlerimiz var. Bu gibi hususiyetler, şundan şundan ibarettir. Biz kendimizi ayrı göreceğiz, ve ayrı kalacağız." diyerek mertçe ortaya çık­malıdırlar. Türkiye Cumhuriyeti'nde hürriyet-i vic­dan var. Kimse bu tarzda bir zümreyi ayrı bir vaziyet­te bulunduğundan dolayı takibata duçar etmez. Fakat Türk camiası hakiki mâhiyeti anlar ve ona göre hare­ket eder.


İzmir'de uzun mücâdelelerden sonra Sevi'nin taraf­tarları ekseriyet ve galebe temin etmişti. 1666 senesi ve muntazar Mesih'in zuhuru zamanı yaklaşmıştı. İz­mir Musevileri bu hâdisenin İzmir'de vukuunu iste­mişler, Sevi'yi bilhassa bu maksadla çağırmışlardı. Muhalifleri susturmak için Yeniçeri dayılarını itmâ' ve kendi taraflarına celp etmişlerdi. Sevi'nin kâtib-i hu­sûsîsi Samuel Primo da her tarafta muntazam propagan­da yapıyor, taraftarları tezyide çalışıyordu.

1665 senesinin sonuna doğru Sevi'nin taraftarları alaylar teşkil ederek ve önlerine çalgılar katarak sokak­larda gezdiler ve beklenen Mesih'in Sabatay Sevi oldu­ğunu ilân ettiler. Bu hâdise İzmir'de pek şiddetli mü­nazaalar tevlîd etti.

Aydos'taki ikametinin pek mühim bir ciheti vardı. Çünkü 1666 senesi gelmişti. Eski kitapların rivayeti­ne göre, Mesih bu sene içinde zuhur edecekti. Dünya­nın her tarafında heyecanlı bir merak vardı. Danimar­ka'dan, Hollanda'dan, Almanya'dan birçok adamlar iş­lerini güçlerini terkederek husûsî gemilerle Aydos ka­lesine gidiyorlardı. Kale muhafızları, gelen ziyaretçi­lerden kendi hesaplarına bir vergi alıyorlardı. Tehalü­kün derecesini görünce, gittikçe bunun nisbetini tez- yîd ettiler ve az zamanda çok para sahibi oldular.

Sevi, prens gibi yaşıyordu. Misafirlerini kabul edip konuşuyor, onlarla mübâheselere girişiyor, birçok ümidler veriyordu.

Bu mesele, beynelmilel ticâret hayatını âdeta te-


vakkufa uğratmıştı. O zamanki muhabere vasıtalarıy­la uzaklara mübalağalı bir surette akseden haberler, Musevîlik âlemini çılgınca bir intizar içinde bulundu­ruyordu. "Madem ki Mesih gelecek, sonra kıyamet kopacak. Çalışmaya ne lüzum var!" fikriyle, kimse iş ve gücüyle meşgul olmuyordu.

Seyahat parası olan herkes için Aydos mecburî bir ziyaretgâh olmuştu. Bu yüzden birçok kimseler yollar­da felâket ve sefaletlere uğruyorlardı. Hatta bazı Avru­pa devletleri bu hâdise yüzünden memleketlerine âid bazı ahvâlin intizâmını kaybettiğini ve teb'alarının meşakkat çektiğini ileri sürerek Babıâli nezdinde te­şebbüslerde bulundular. Bu gülünç hâdiseye bir an ev­vel nihayet vermesini rica ettiler.

Sevi İslâmiyet'i kabul edip Mehmed Aziz Efendi is­mini alınca Mesihlik hareketi kendi kendine söndü. Sevi bu hareketi ile hiçbir fevkalâdeliği olmadığını, o zamana kadar cerbezesi, zekâsı sayesinde şarlatanca bir şöhret kazandığını ve nasılsa eline geçen nüfuz ve kud­retin zevkini idâmeden başka bir emel beslemediğini itiraf etmiş oluyordu.

SABATAY NEDEN ORTAYA ÇIKTI?

Filhakika işin içinde tarihin küçük bir azizliğinden başka bir şey yoktu. Bir müneccim nasılsa 1648 veya 1666'da bir Mesih zuhur edeceğini hesap etmişti. Bu devirde yaşayan z,eki, hayalperest saralı bir adam bu te- fe'ülü kendi üzerine almaya meyl etmiş, birkaç menfa­atperest adam bundan kendi hesaplarına istifâde arzu­


suna düşmüştü. İşin içine Sara isminde şöhret harisi, fettan bir kız da karışmıştı. Bütün bu haller ve tesa­düfler, binlerce taraftarın müdâhanelerine ve bir çok düşmanların tecâvüzlerine inzimam edince Sevi, "Me- sihim!" diyerek yalnız başkalarını değil, kendi kendi­ni de aldatmaya başlamıştı.

Fakat mesele yalnız iğfâl-i nefsten de ibaret değil­di. Sevi'nin başkalarını iğfal için bir çok hilelere mü­racaat ettiği ve her fırsattan istifâde ederek mucizeler göstermeye kalkıştığı muhakkaktır. Bunların en eğ­lencelisi "ihyâ-yı emvât mucizesi "dir.

SABATAY'IN ÖLÜYÜ DİRİLTMESİ

Livorno'dan İzmir'e Joz,ef Penbaz, isminde bir İtal­yan Musevîsi gelmişti. İzmir tüccarlarından birçok alacakları vardı. Maksadı bunları tahsil etmekti. İz­mir'de ahâli-i müslime ile konuştuğu sırada Sevi aley­hine şiddetli hissiyat hüküm sürdüğünü ve ciddî bir teşebbüs hazırlandığını haber aldı. "Benden memnun olurlar ve alacağımı verirler" diye bu haberi derhal Se­vi taraftarlarına bildirdi.

Bunlar memnuniyet gösterecek ve borç ödeyecek yerde hemen Sevi'ye koştular. Sevi bunu bir eser-i tez­vir addetti ve Penhaz'ın derhâl bulunması ve iyice dö­vülmesi hakkında emirler verdi. Bu emir üzerine halk toplu bir halde ve nümâyişkârâne bir tarzda Penhaz'ın evine doğru yollandılar.

Yahudi, halkın ne vaziyette gelmekte olduğunu penceresinden gördü ve tehlikeyi derhal anladı. Kaç­mak ihtimali yoktu. Pür hiddet bağıra çağıra gelen çılgın insanları ikna, iskât veya maddeten kendilerine mukavemet de mümkün değildi.

Derhâl hile ve hud'a tarîkine tevessül etmeye karar verdi. Boylu boyunca bir cism-i câmid gibi yüzükoyun yere uzandı. Korkusundan nefes bile almaya cesaret edemeyerek hareketsizce durdu. Her şeyi tâlie bıraktı.

MÛCİZE!

Sabatay Sevi'nin emr-i te'dîbini infaza memur olan güruh, büyük bir velvele ile eve doldular. Fakat Pen- haz'ın bîhiss ü hareket duran vücûdunu görür görmez lâl ü ebkem kaldılar. "Mucize, mucize!" diye bağırmaya başladılar. Hemen aralarında istişare ederek Cenâb-ı Hakk'ın bu küfürbaz müfsidi bizzat öldürdüğüne ka­rar verdiler.

Hemen içlerinden birkaçı, mucizenin nevi ve şekli­ni Sevi'ye ihbara gönderildi. Kurnaz adam İtalyan Ya- hudisinin hilesini hemen anladı. Kurnazca davranarak bu hileyi yaman bir ihyâ-yı emvât mucizesi şekline sokmayı muvafık gördü ve hemen Penhaz'ın evine git­ti. Penhaz'ın rolü pek parlak bir "mucize" göstermeye muvafıktı. Sevi ölüyü afvetmeye ve diriltmeye karar verdiğini hazır bulunanlara müheyyiç bir edâ ile bil­dirdi. Bunlar ebkem bir halde ta'zim vaziyeti aldılar.

Sevi, Penhaz'ın yanına yaklaştı. Bir iki dua okur gi­bi yaptı. Sahte ölü, çok naz etmeyerek dirildi. İki hile- kâr kısa bir nazar teâtî etmek suretiyle menfaat-i mü­tekâbile üzerine bir itilâf akd ettiler. Penhaz ayağa


kalktı. Bülend-âvâz ile Mesih'in kendisine hayat ver­diğini ve ona imanı olduğunu ilân etti. Penhaz birkaç dakika ölü görünmekle yalnız dayak altında ölmekten kurtulmuş olmadı. Sevi'nin emriyle Yahudinin bütün alacakları tahsil edilip kendisine verildi. Buna muka­bil sahte Mesih de taraftarları nezdinde "muhyî-i em- vât" sıfatını kazandı.

SABATAY'IN PROPAGANDASI

Sevi'nin bu gibi hileleri pek çoktur. "Bugünkü ma­nâsıyla propaganda ne demek olduğunu da bu adam keşf etmiştir" denilse yeri vardır. Hilelerini safdillere yutturmak için bin türlü mübalağalı işââtta bulunur, düşmanlarının maksadını iptidadan tahmin ederek, ya­lan haberler neşri suretiyle önüne geçerdi. Hayatının her safhasında paradan da pek çok istifâde etmiştir.

Kolayca yüzlerce, binlerce safdil toplayabilirdi.

Sevi'nin diğer emsali gibi üç asır evvel tarihe gö- mülmemesinin ve isminin şimdi gazete sütunlarında günün meselesi halini almasının sebebini birtakım ga­rip tesadüflerde aramak icab eder.

YAHUDİLERİN "UMUDU OLMUŞTU

Sevi'nin İslâmiyet'i kabul etmesi, dünyanın her ta­rafındaki taraftarları arasında bir saika tesirini göster­di. Bu tesirin derecesini anlatmak için Sevi'ye yüz bin­lerce insanın ne nazarla baktığını hatıra getirmek lâ­zımdır.

Musevîlik âlemi kendisini bir müncî addediyor, bir tarafa gideceği duyulduğu zaman, halk yemeyi, içme­yi, işini gücünü bırakarak, oruç tutarak yolunu bekli­yordu. Kendisine "hükümdar" nâmını verenler, "Sultan Sevi" diyenler, önünde secdeye kapananlar çoktu. Lond­ra'dan, Livorno'dan, Amsterdam dan, İstokholm dan, Po­lonya'dan, Almanya, Macaristan, İspanya ve İtalya'nın birçok şehirlerinden o zamanki seyahat müşkilâtına rağmen binlerce ziyaretçi akıp geliyordu.

O zamana kadar kendilerini esir vaziyetinde gören Musevîler, Allah'ın kendilerine bir mesih gönderdiği­ni ve artık kahr ü sefaletin bittiğini düşünerek cüretkâr ve küstah bir vaziyet almaya başlamışlardı. Avrupa'nın bir çok yerlerinde hristiyanlara karşı tecâvüze geçen, Sevi taraftarı kitlelere bile tesadüf ediliyordu. Prens Fon Etrihş- tayn nümayişleri men ve Musevî şu'besini sükûn ve iti­dale davet etmek için bir beyanname neşr etmeye mec­bur kalmıştı. Memleketimiz içindeki heyecan da ade­tâ bir ihtilâl hareketi mâhiyetini alıyordu. O zaman zuhur eden bir kuyruklu yıldız ve diğer her hâdise, Se­vi lehine tefsir ediliyordu.

Eğer Sevi şahsen hüsn-i niyetle hareket etseydi, mesele bir nesil içinde kapanacak, Müslüman olan ai­leler asırlarca evvel, geride hiçbir iz bırakmaksızın, Türk ve Müslüman camiası içinde gaip olacaklardı.

SABATAY'IN HIRSI VE ÜLGÜN'E SÜRÜLMESİ

Vukuatın bu tabiî seyri takip etmemesine sebep, Sevi'deki nüfuz hırsıdır. Dünyanın her tarafında Mesih sıfatıyla muamele görmesi dolayısıyla şöhret ve azamet başına vurmuştu. Kapıcıbaşılık pâyesiyle saraya men­sup olması ve orada çok teveccüh görmesi hırsını tat­min edemiyordu. Aradan bir müddet geçtikten sonra keramet sahibi bir Mesih sıfatıyla yeniden bir rol oy­namak hevesine düştü. Bazı eski taraftarlarını bir ara­ya toplayarak gizli ictimâlar akd etmeye başladı. Me­sele saraya aksetti. Mehmed Efendi'yi çağırarak:

"- Bu ne haldir? Sen hâlâ uslanmadın mı?" diye sor­dular.

O da malum olan kuvve-i iknâiyyesiyle:

"- Aman efendim, bir takım akrabam ve dostlarım gibi bunları da din-i celîl-i İslâm'a celb ve davet etme­ye çalışıyorum" dedi.

Bu sözlerle bir müddet takibattan kurtuldu.

Fakat bu hâdiseden sonra da İstanbul'dan başka Edirne ve İzmir'de de Mesihlik davasıyla iştigâl ettiği haber alınınca Adriyatik sahilinde kâin Ülgün'e nefy edilmesine irâde çıktı ve Mehmed Efendi birkaç balta­cıya terfîkan Ülgün'e gönderildi.

DÖNMELERİN SELÂNİK'TE TOPLANMASI

İstanbul, İzmir ve Edirne'de Müslüman olan tek tük aileler az zaman zarfında bu mesele ile olan irtiba­tı kaybettiler. Türk ve Müslüman camiası tarafından bel' olundular, Selânik'teki taraftarlar miktarca daha fazla idi. İstanbul, İzmir ve Edirne'de bulunan bir kı­sım taraftarlar, sabık Mesih'in emriyle Selânik'te top­lanmıştı. Bunların hepsi iki yüz âilelik bir kitle teşkil

ediyorlardı. Bunlar şaşkın ve biçâre bir vaziyette kal­mışlardı. Müslüman olduklarından dolayı Museviler tarafından türlü türlü tecâvüz ve hakaretlere uğruyor- lardı. Müslüman ahâli-i asliyye evvelâ hoş yüz gösterirken Mesihlik dâvasının canlanması üzerine şüpheye düşmüşler ve bu iki yüz ailenin gizli surette irtidat ettiğine hükmetmişler­di.

Sevi dünya yüzünden gittikten sonra iki yüz âilelik grup büsbütün şaşkın bir vaziyete düştü. Grubu bir arada tutan kuvvet dahilî tesânüdden ziyâde hârici taz­yikti. Selânik'in her unsura mensup ahâlisi bu küçük kitleye husûmet hususunda ittifak etmişlerdi. Muhit­ten gelen husûmet, şaşkın fertleri az çok birbirine yak­laştırarak hârice karşı yekpare bir halde tutuyordu. Et­raftaki âlemle kitle hâlinde içtimaî münâsebetlere gi­rişmeye imkân müsâid değildi. Bunun neticesi olarak grup dâhilinde izdivaç bir an'ane hâlini aldı ki, on ye­dinci asır hurafelerinin bugüne kadar devam edebil­mesine başlıca sebep budur. Yalnız dâhilde izdivaç eden (antropoloji itibariyle: endogamik) ibtidâî kabi­leler arasında ne gibi bir hayat mevcudsa Selânik'teki kabileler arasında da öyle bir hayat inkişâf etmiştir.

SON YAZILARIN TAMAMI

Ahmed Emin Yalman'ın yazdığı ve 11-22 Ocak 1924 tarihlerinde Vatan gazetesinde tefrika ettiği "Tâ­rihin Esrarengiz Bir Sahîfesi" dizisinin, yedinci yazısının ortasına kadar olan ilk kısmından aldığımız parçaları yukarıya koyduk. Kalan dört yazıda, iki yüz aile olarak


kalan Dönmelerin nasıl teşkilâtlanıp kapalı bir zümre hâlini aldıkları, sonra tekrar tekrar bölünerek, kendi iç­lerinde de birbirine düşman olacak derecede ayrılıklara düştükleri anlatılıyor.

Bu yazıları kaleme alan ve Sabatayist bir ailenin ço­cuğu olan Ahmed Emin'in, yazdığı gibi, Sabatayist inanç ve âdetlere muhalif olması mümkündür. Fakat içinde yaşadığı Dönmeleri sevdiği ve onları incitmek is­temediği, hatta elinden geldiği kadar koruduğu da mu­hakkaktır.

Bu sebeple, son bölümlerde haber verilen hâdise ve hiziplerin, pek çok eksiği gizlisi bulunsa ve hafifletil­meye çalışılmış olsa da, doğru ve vâki olduğunda hiç şüphe yoktur.

Böylece elimize —Karakaşzâde'nin beyanlarıyla bir­likte- ilk defa Dönmelerin de "iftiradır" diyemeyeceği bir metin geçmiş olmaktadır. Rüşdü Karakaş'ın, mese­lenin "bâtıl ve çirkin" tarafları hakkında yaptığı açıkla­maları ilerideki sayfalarda onun ağzından tesbit edece­ğiz. Ancak Ahmed Emin'in dikkatli kaleminden, "An­kara" bahsini yazarken kaçırdığı, "kabileyi çirkin yollara sevketmişti" ifâdesi ve bâtıl inanç ve hurafelere dair verdi­ği "asgarî" bilgiler, Karakaşzâde'nin, gerçekten inanıl­ması zor olan ifşaatını da tasdik etmektedir.

İşaret ettiğimiz hususlar dolayısı ile, "Târihin Esra­rengiz Bir Sahîfesi" başlıklı yazı dizisinin son dört bölü­münü, aşağıya aynen alıyoruz:

YAKUP'UN REİSLİĞİ

İki yüz ailenin bir başa ihtiyacı vardı. Mehmed Aziz Efendi'nin kayınbiraderi Abdullah Yakup'un bu hususta rakibi yoktu. Yakup, ekseriyetin teveccühünü hâizdi. Ülgün'den de Sevi'nin vefatından evvel yazdı­ğı bir mektupla avdet etmişti. Bu mektupta Yakup'a inkıyad olunması ve ahvâle intizâr edilmesi tavsiye olunuyordu.

Yakup bu mektuba istinaden, kabilenin riyasetini eline aldı. Sabatay Sevi'nin yerine kâim olduğunu, onun iddia ettiği hakâyıkın yakında tezahür edeceğini, bunu bekleyenlerin pek âlî merâtip kazanacaklarını, Musevilerin inkıyâd ettiği altı yüz on üç emre ittibâ mecburiyeti olmadığını, dîn-i İslâm üzerine hareket edileceğini, fakat birtakım tarihî hâtıralara müstenid eyyam-ı mahsûsa te'sis olunacağını, kabile efradına ilân etti. Yakup bu hareketiyle Sevi'nin âlemşümul ve tecâ- vüzkâr mesihlik hareketinin bir damla hâlindeki enka­zını bir nevi hafî cemiyet hâline koymuş oluyordu. Fa­kat bu cemiyetin vaziyeti sabit değildi. Tesadüfi suret­te bir araya gelmiş bir kitle içinde yeni bir hayat kur­mak lâzım geliyordu. Yakup zekî bir adamdı. Bu işe dört elle sarıldı ve bir nizam kurmaya çalıştı. Fakat her insan topluluğu içinden olduğu gibi derhal şahsî reka­betler baş gösterdi. Cemaat daha teessüs eder etmez bir bardak suda fırtına kabilinden nüfuz mücâdeleleri uyandı.


Yakup'un rakipleri arasında Mustafa Çelebi ismin­de biri vardı ki, hâkimiyeti kendine celp için el altın­dan pek çok çalışıyor ve taraftar peyda ediyordu. Ka­bile efradından ikisi arasında zuhur eden küçük bir kavga, iki siyâsî kuvvetin boy ölçmelerine vesile teş­kil etti:

Bir adam diğerinden bir sahtiyan satın almış, son­ra beğenmeyerek iade etmeye kalkmıştı. Diğeri malı­nı geri almaya razı olmadı. Mesele i'zâm edildi. Her iki tarafın etrafında lehdarlar, aleyhdarlar toplanmaya başladı. İhtilâfın hail ü faslı için Yakup'a müracaat edildi. O da şu hükmü verdi: "Madem ki mal satılır­ken muhayyer olmak şartı mevcut değildi ve malda hı- yâr-ı ayb yoktur, iadesi lâzım gelmez."

Müddeî bu hükme razı olmadı. Mustafa Çelebi ile Abdullah Çelebi isminde bir diğeri, müddeî ve taraf­tarlarını tahrik ettiler. Yakup'a karşı isyan çıkarılması, hilâfgirler arasında hafiyyen kararlaştırıldı.

Bir gece Yakup'un çıkmaz bir sokak içinde kâin ha­nesinde, bütün cemaat umûmî bir içtimâ akdetti. Sah­tiyan ihtilâfı konuşuldu. Bu esnada Yakup ile Mustafa arasında şiddetli bir münazara zuhur etti.

Mustafa Çelebi kalktı:

"- Beni sevenler benimle beraber gelirler."

Diyerek çıktı.


Ekseriyeti teşkil eden taraftarları beraberce çıktılar. Arada kat'î bir iftirak baş gösterdi. İki taraf biribirine karşı her suretle husûmet gösteriyor, hakaretler, tecâ­vüzler, tevâlî ediyordu. İki kardeşin biri bir tarafta, di­ğeri öte tarafta kalacak kadar adavet vardı. Te'lif-i bey­ne çalışanlar oldu. Fakat en esaslı meselelerde pek bü­yük telâkki farkları vardı. Hiçbir itilâf imkânı bulun­madı. Bu suretle zaten iki yüz aileden ibaret olan bu küçük cemiyet 1102 [1690] tarih-i hicrîsinde yani iki yüz kırk sene evvel iki düşman kabileye inkısâm etti.

Kabile içinde husule gelen iftirak, pek garip neti­celer vermiştir? Her iki kısım 1102 tarihinden itiba­ren yalnız başına birer izdivaç gurupu teşkil etmekle kalmamıştır. İki asır müddet biribirleriyle selâmlaş­maktan, konuşmaktan imtina etmişler, her fırsatta bir­birlerine karşı hakaretlerde bulunmuş ve yekdiğerini tezyifkâr isimlerle yâd etmişlerdir.

YAKUBÎLER

Yakup'la beraber ayrılanlar kırk üç aileden ibaretti. Bunlar nisbeten kabilenin okumuş kısmını teşkil edi­yordu. Yakup'un emirlerine kapalı gözle itaat ediyor­lar, onun arzusu mucibince dünya yüzünde bir zâhid hayatı geçiriyorlardı. Yakup'un Selânik'te Yılan Mer­meri civarında, bir çıkmaz sokak içindeki vâsi evine Sa- âdethâne itlâk ediliyordu. Burası kabilenin merkez-i idaresi idi.


Yakup'un kurduğu esas, şerîat-i İslâmiyeye büyük bir zühd ü taassupla riâyet etmekti. Kabile efradından her biri kendine Mü'min namını veriyor, namazını, orucunu, haccını, zekâtını ihmâl etmiyordu. Bu din­darlık gösteriş değildi, hakikaten samimî idi. Ne çare ki kabile içtimaî nokta-i nazardan kendini bütün ci­handan ayrı tutuyordu.

YAKUP'UN ÖLÜMÜ

1102 tarihinde, yani derhal iftirâkı müteakip, Ya­kup hacca niyet etti. Ahkâm-ı İslâmiyeye temâmî-i ri­âyet hususunda kabilesine ilk misâli göstermek isti­yordu. Refakatine Mustafa Efendi isminde birini aldı ve yola çıktı. Fakat Mekke'den Medine'ye giderken kazaen bir deve altında kalarak vefat etti. Bunun üze­rine Mustafa Efendi, Hacı Efendi nâmıyla avdet etti ve Yakup'un ölmemiş fakat Kıble canibine azîmet etmiş olduğunu kabileye bildirdi.

Yakup o kadar seviliyordu ki, bu suretle vefatından dolayı deveye kin bağlandı ve Hacı Efendi'nin ifadesi veçhile günün birinde avdet etmesi için uzun müddet beklendi.

HACI MUSTAFA'NIN REİSLİĞİ

Yakup'un oğlu yoktu. Yalnız Ayşe isminde bir kızı vardı ki, kendisine sadece Hanım diye hitap edilirdi. Damat lakabıyla yâd edilen Hüseyin Efendi isminde bi­riyle izdivaç etmişti. Ortada erkek evlât bulunmadığı için kabile reisliğinin irsî bir surette devam etmesine imkân yoktu. Hacdan avdet eden Hacı Mustafa Efendi reis intihap edildi. Bu zat hükümet konağı karşısında, Sabri Paşa caddesinin köşesinde bir evde oturuyor ve Yakup'un müphem bıraktığı noktaları ikmâl ile şerî- at-ı İslâmiye dâiresinde sâlihâne ve âbidâne bir hayat geçirilmesine icrâ-yı tesir ediyordu. Riyaseti zamanında medrese tahsiline ehemmiyet verilmiş ve kabile içinde birçok ulemâ-yı İslâmiye ve tasavvuf vadisinde şiir söyleyen üdebâ yetişmeye başlamıştır.

O zamana kadar iki kısmın birleşmesi ümidi vardı. Fakat Mustafa Efendi hacdan geldiği zaman Yakup'un katî birtakım vasiyetlerini getirdi. Yakup, kendisine hakaret eden Mustafa ve Abdullah Çelebilerle men­suplarına artık katiyyen yüz verilmemesini tavsiye ey­liyordu. Bu cihetle itilâf kapısı kapandı.

ZÎŞAN'LAR VE DEVLETLİLER

Hacı Efendi'den sonra Mehmed Ağa ve İshak Ağa is­minde iki reis geldi. Bunlar Zîşan nâmıyla yâd edilir ve Yakup'un vekili addolunurdu. Böyle bir tarikat açılmasına, Sevi sebep olduğu halde o ihmâl edilmişti. Asıl müessis, Yakup addediliyordu. İshak Ağa'dan sonra daha on beş reis gelmiştir ki bunlara yalnızca Dev­letli unvanı verilirdi. On ikincisine kadar kabile camit ve sabit bir halde kalmış, ondan sonra gittikçe seri bir inhilal, nihayet inkıraz baş göstermiştir.

Yakubîler'in reisi, küçücük mikyasta bir müstebit hükümdar mâhiyetinde idi. Başlıca vazifesi hâl-i hâzı­


rın olduğu gibi muhafaza edilmesine ve telebbüs, iti­yat, telâkkilerin sarsılmamasına ihtimam etmekti. Bir seyahate çıkacak adam ondan izin alırdı. Çocuğunu sünnet edecek, evlendirecek, meslek intihab edecek, cerrahî bir ameliye yaptıracak adam mutlaka ona danı­şırdı.

Tasadduk nâmı altında herkesten iane toplar, muh­taç olanlara maaş verir, hastalık ve felâket hâlinde has­tabakıcı göndermek gibi suretlerle muavenet ederdi. Tasaddukun bir mecburî şekli, bir de kaza ve belâyı def etmeye ve bir meserretin şükranını ödemeye mah­sus fevkalâde nevi vardı. Bunlar ya doğrudan doğruya reise veya Kese Sahibi denilen bir iki erkek ve kadına verilirdi.

Sünnet, izdivaç ve vefatta ahkâm-ı İslâmiye tatbik edilmekle beraber, reis kabile âdeti üzerine bir duâ da okurdu. Teaddüd-i zevcât ve talâk hususundaki cevaz­lar suret-i kat'iyyede ilga edilmişti. Fakat buna muka­bil kadınların hakk-ı veraseti tanınmıyordu. Tesettür hususunda son derece taassup vardı. Kadınlar evlât, baba ve kardeş haricinde hiçbir erkeğe görünemezdi. Zevcin biraderinden, kardeş çocuklarından bile teset­tür mecburî idi.

YÂKUBÎLERÎN İDARESİ

Reisin asıl vazifesi teceddüde mani olmaktı. Tarz-ı telebbüsten, itiyat ve telâkkilerden kıl kadar inhirafa mesâğ yoktu. Erkekler için saçlarını tıraş etmek, ka­dınlar için saçları ince örgülere ayırmak mecburî idi.

Bu mecburiyete en ufak bir riayetsizlik gösteren veya elbisesinde, tarz-ı hayatında eskiden beri müesses ka­idelerden ayrılan adam takibata uğrardı. Takibat, er­kek velilerin bir mübaşir vasıtasıyla Reis'in, kadınla­rın, Kılavuzcu Kadın isminde bir kadın vasıtasıyla Re­isin Zevcesi'nin nezdine çağırılmak suretiyle vâki olurdu.

Reis, ifâ-yı vazife halinde mutlaka beyaz bir sarık sararak oturur, bir hâkim tavrıyla meseleyi tahkik eder, ihtar ve nasihatlerde bulunurdu. Tekerrür ettiği takdirde bizzat kabahatli çağırılarak tekdir edilirdi. Emir hâricine çıkanlar derece derece ihraç cezalarına uğrardı. Bütün ceza sistemi boykot üzerine müesses­ti. Kabahatliden veya bütün efrâd-ı ailesinden muay­yen bir müddet zarfında selâmı kesmek veya hiçbir nevi temasta bulunmamak şekilleri vardı. İçki, zina (hatta câriye istifrâşı) gibi hareketler katiyyen afv edilmez ve pek uzun müddet için ihraç cezasını davet ederdi.

İhraç cezasının müthiş tesiri vardı. Kabile dâhilin­de demir gibi bir inzibat idâme etmeye kâfi geliyordu. İnzibat o derece idi ki, mühimce emr ü nehiylerin hâ­ricine çıkmayı kimse hatıra bile getirmezdi. Kabile hayatı her hususta tehakküm esasına müstenid olmak­la beraber, Reis, ihraç gibi mühim kararlar verirken muayyen bir zümreye mensup ihtiyarlardan mecliste hazır bulunanların istişârî surette reyini sorardı.

ZENGİN VE FAKİR AYRILIĞI

Kırk üç âilelik yüz küsur ferdin teşkil ettiği hafi bir tarikat içinde muawec birtakım içtimaî sınıf teş­kilâtı husule gelmesi pek gariptir. Yakubî cemaatı ev­velâ ağniyâ ve zuafâ diye iki kısma ayrılmıştı. İçtimaî adem-i müsavat üzerine müesses olan bu taksim bile iki asır müddet devam edebilmiş ve adetâ tehaccür et­miş küçücük cemaat içinde mücâdeleler uyandırmış­tır. İki sınıf arasında izdivaç olmadığı gibi kabilenin ayrıldığı diğer on'u mütecaviz nesil arasında bile kü- füviyet farkları gözetilir, adetâ bir nevi aristokratlık mevcut bulunurdu.

DEVLET MEMURLUĞU

Kabile efradı ticârete hiç bir istidat göstermediler. Büyük bir ekseriyeti hükümet memuriyetlerine heves etti. Memuriyet hayatı temsilin sıkı ve tam olmasını mucip oldu. Devlet hizmetinde büyük bir istidat gös­terenler, tersane eminliği, sürre eminliği, saray ve şehir kethüdalığı gibi mevkilere çıkanlar çok oldu.

DÖNME SIRRI

Zaten kabilenin gizli hayatı izdivaç eden adamlara mahsus bir nevi Masonluk esrarı mâhiyetinde idi. Ço­cukların terbiyesine hiçbir tesiri yoktu. Tamamiyle Türk ve Müslüman terbiyesi görerek büyüyen bir ço­cuk, etrafında bir esrar perdesi görüp veya mektepte­ki arkadaşlarından bir şeyler işitip evinde sualler sor­maya başladığı zaman katî surette nefiy cevapları alır­dı.

"- Sizin bir reisiniz varmış, gizli âdetleriniz var­mış."

Gibi sözler söyleyen bir çocuk tekdir edilir:

"- Reis ne demektir? Reis deyince mahkeme reisi, belediye reisi anlaşılır. Onlardan başka reis diye bir şey bilmiyoruz. Gizli âdet filân da yoktur."

Tarzında bir cevaba mâruz kalırdı.

izdivaç eden adam, hafî tarikatın esrarını öğrenir, kabilenin uzvu hâline girerdi. Bu suretle ayrılık gayrı- lık hissi sonradan iktisap edilmiş ârizî bir mâhiyette kalırdı.

DÖNMELERE BASKIN

Geçen asrın son nısfında zuhur eden bir hâdise, bu esrar perdesinin yırtılmasına sebep oldu. Kabile efra­dından Kanbur isminde bir adam Selânik eşrafından Abdullah Bey isminde bir zâta müracaat ederek gizle­nen esrarın ne gibi şeyler olduğunu ve Yakup'un sa- adethâne denilen evinin yerini anlattı. Bu ev, Yakup hafîdeleri tarafından kabileye terkedilmişti. Bir köşe­sinde Sevi'nin ve Yakup'un kullandığı bazı eşya kıy­metli bir hâtıra diye muhafaza olunuyordu.

O zaman Selânik'te Alî Paşa'nın yetiştirmelerinden zaptiye nâzırı Hüsnü Paşa vali bulunuyordu. Abdullah Bey kendisine müracaat ederek Kanbur vasıtasıyla ele geçen malûmatı bildirdi. Ve esrarın meydana çıkarıl-

masını ve bu gizli hususiyetin refini istedi. Hüsnü Pa­şa bu müracaatı mâkul bularak evi bastırdı. Yadigâr olan eşya daha evvel kaldırılmıştı. Hüsnü Paşa burada bir şey bulamayınca orada bekçi sıfatıyla ikamet eden Nimetullah kadın isminde bir dul kadını hapis ve taz­yik ederek esrarı öğrenmeye çalışmış ise de hiçbir şey söyletememiştir. Bu hâdise kabileyi dağıtacak yerde bilâkis tesânüdünü muvakkat bir zaman için takviye etmiştir.

YAKUBÎLER VE MİDHAT PAŞA

Sonraları Hamdi Bey Takımı diye yâdedilen Yaku- bî kabilesinin inhilâline Midhat Paşa yol açmıştır. Midhat Paşa 1873'de Selanik'e vali olduğu zaman me­murlar arasından başı ustura ile tıraşlı birtakım kim­seler olduğunu hayretle görmüş ve bunların, hafi tari- katlerinin tazyiki ile bu garip harekette bulunduğunu tahkik etmiştir. Bunun üzerine başını tıraş edenlerin memur olamayacaklarını ilân etmiştir.

İlk defa olarak haricî bir tesir, kabilenin dahilî bir nizam ve intizamıyla tearuz etmiştir. Zaten memurlar başlarındaki ayrılık damgasından utandıkları için bu emre itaat ederek saç büyütmeyi canlarına minnet bil­mişlerdir. Mithat Paşa bu suretle kabilenin tehaccür etmiş mevcudiyeti üzerine gayet âkılâne bir darbe vur­muştur.

GONCA-İ EDEB

Hamdi Bey Takımı'nın esas hususiyetinin yenilik düşmanlığı olduğunu söylemiştik. 1873 senesindeki kıyafet bir asır evvelki kıyafetti. Meselâ ökçeli ayakkabı giymek şiddetle men ediliyordu. Mürteci' zorbalar, Reis'i ziyarete gelen adamların çıkardığı ayakkabıları­nı muntazam teftiş eder, ökçeli ayakkabıya tesadüf ederse satırla kırardı. Bu kara cehalet muhiti içinde, Midhat Paşa'nın emrinin infaz edilmesi ilk defa olarak gözleri açtı. Diğer bir çok şeyler gülünç bulunmaya başlandı.

1873 ile 1883 arasında yetişen yeni neslin okumuş­ları bu tarzda bir küçük zümreye hiç haberleri ve rıza­ları olmadan mensup olarak doğduklarından dolayı bir hicab ve isyan hissi duymaya başladılar. Reis'in bütün

emir ve arzularına isyanlar başladı. İhraç cezaları yağı­yor, fakat yeni nesli zerre kadar müteessir etmiyordu. Ancak velilere olan hürmet ve muhabbetten istifade edilerek, bir müddet, bir dereceye kadar inzibat muha­faza olundu.

1300 [1883] senesine doğru Gonca-i Edeb isminde bir mecmua çıkaran gençler nazarında Sevi, on yedin­ci asırda yetişmiş, şarlatandı. Ona nisbetle gizli bir ta- rikate mensup kalmak ve izdivaç tarikiyle Türk cami­asına karışmamak pek gülünç bir şeydi.

YÜKSEK TAHSİL

Kabile reisleri artık teceddütle pazarlığa girişmeye mecbur oluyorlardı. Meselâ 1300'den evvel ecnebi li­sanı tahsiline katiyyen müsâade etmezken, buna müsa­maha olunuyor, fakat İstanbul âlî mekteplerinde tahsi­le müsâade edilmiyordu. Sonra Hukuk ve Mülkiyeyt müsamaha, fakat diğerlerine mümanaat olunuyordu. Bir müddet sonra Eczacıya., nihayet Baytarlık'a müsâ- de çıktı. Lakin Tıbba şiddetle muhalefet olunuyordu. Doktorluğa da müsâde edildikten sonra, bir müddet Avrupa'da tahsile muhalefet edildi. Kadınların ferace yerine çarşaf giymesi hususunda aynı tarzda mücâdele - ler oldu.

Fakat bu emirlerin yeni nesiller üzerinde hiçbir te­siri kalmıyordu. Bu neslin bütün arzusu kabile teşki­lâtından çıktıktan başka, buna mensup olarak dünya­ya geldiklerini unutmak ve unutturmaktı. Memuren bir tarafa gittikleri zaman Selânik'te doğduklarını bile giz­liyorlardı. Son kırk sene içinde kabile tedricî surette inhilâl etti. Teşkilâtı ve hususiyet damgası ortadan kalktı. Dahilî izdivaç hususundaki mezmum ve muzır âdet kırıldı. Diğer husûsî âdetlerden ayrıca bir mezar­lık bulundurmak ihtiyacı da bertaraf oldu. İki asırlık garip içtimaî mevcudiyet tamamiyle tarihe karıştı. Bu­gün ancak yetmiş, sekseni geçmiş birkaç ihtiyarın ka­fasında maziye âid bir merbutiyet hissi bulunabilir. Fakat bunlar inkırazın tam olduğunu gördükleri için maziyi gülünç bir kabul addeden yeni nesillere mazi­den bahsetmeye bile cüret edemiyorlar. Memur sıfatıy­la memleketin dört tarafına dağılan insanlar tamamiy- le umûmî camianın malı olmuştur.

KARAKAŞ TAKIMI

Sonraları Karakaş Takımı diye yâd edilen ikinci kı­sım, Yakubîler gibi iki asır müddet tehaccür etmiş bir vaziyette kalmamıştır; birçok gürültülü inkılâblar ge­çirmişlerdir. İftirak hareketine riyaset eden Mustafa Çelebi, Sevi'nin ve Yakup'un ortaya koyduğu esaslardan daha karışık ve girift birtakım hurafeler icat ederek taraf­tarlarını kendine bend etmeye çalışmış, o asrın cehale­tinden istifâde ederek muvaffak da olmuştur.

Taraftarları meyânında Abdurrahman Efendi ismin­de gayet sâde-dil ve halûk bir adam vardı ki 1094 [1683] senesinde ihtida etmişti. Bunun Osman Efendi ismindeki oğlu, Sevi'nin vefatından tam dokuz ay son­ra tevellüt etmişti. Mustafa Çelebi ortaya bir tenasüh esası çıkarmak istediği için bu tesadüften istifâde et­meye kalkışmıştır. Kendi mevkiini takviye etmek için daha iptidadan bu zeminde bir plân hazırlamıştı. Bu­na Osman Efendi'yi âlet etmesine yegâne sebep, bu ba­sit tesadüften ibaretti.

Ortaya koyduğu iddia şundan ibaretti: Sabatay Sevi ölmemiş yalnız ruhu vücudunu değiştirmiştir. Fakat Yakup'un vücuduna tenasüh etmedi, edemezdi. Zira Yakup, Sevi ölmezden evvel de mevcuttu. Sevi öldüğü zannolunduğu gün Abdurrahman Efendi'nin sulbün­den rahm-i mâdere düşmüş, Osman Efendi şeklinde yeni­den dünyaya gelmiştir. Binâenaleyh Sevi'nin yerine geç­mek hakkı Yakup'a değil, Osman Efendi'ye aittir.

YENİ MESİH: OSMAN EFENDİ

Mustafa Çelebi'nin bu sözlerine katiyen itiraz edil­meksizin inanıldı. İhtimâl ki, o zaman bile inanma­yanlar vardı. Fakat inanmış gibi göründüler. Çünkü menfaatleri inanmakta idi.

Mustafa Çelebi, Osman Efendi'yi kendi plânlarına âlet diye kullanarak kabile içinde rindâne bir hayat te­sis etti. Hurâfâtın miktarı bir müddet gitgide arttı.

1114 [1702] tarihinde yani iftiraktan on iki sene sonra Mustafa Çelebi, Osman Efendi'nin Sevi'nin veki­li ve mümessili olduğunu ilan etti. Osman o zaman 26 yaşında idi. Uzun boylu, esmer, şişman, mavi gözlü, gabî bir adamdı. Mustafa Çelebi'nin bâziçesi olup kal­mıştı. Mustafa Çelebi 1128 senesinde bir adım daha ileri giderek 40 yaşında bulunan Osman'ın tıpkı Sevi gibi Mesih olduğunu ilan etti.

Fakat buna bazı mûterizler zuhur etti. Akl-ı selîm erbabından ibrahim Ağa isminde biri bu mûterizlerin pişdarlarından idi. İbrahim Ağa, Osman'a ancak bir vekil nazariyle bakılabileceğini daha fazla bir şey isnad olunamayacağını söylüyordu.

Mesihliği evvelâ yalnız on üç kişi kabul etti, bilâ­hare taraftarlar tedricen arttı. Lâkin kabile arasında için için bir ihtilâf ve tefrika ateşi yanıp duruyordu.

Bu hal beş sene devam etti. Nihayet 19 Ramazan 1133 [1721] tarihinde Osman Efendi vefat edince me­sele had bir şekil aldı.

İBRAHİM AĞA TAKIMI: KAPANCILAR

İbrahim Ağa taraftarları Osman'ın Mesih olmadı­ğını iddia ediyorlardı. Buna delil olarak da bir Me­sih'in ölmemesi, çürüyüp kokmaması lâzım geleceğini ileri sürüyor ve şu teklifte bulunuyorlardı.

"- Osman'ın mezarını açalım,bakalım. Eğer ceset çürümemiş ve kokmamış ise biz de sizinle beraber Me­sih olduğuna itikad ederiz. Fakat kokmuş ise siz bizim fikrimize iltihak ediniz. Böylece ihtilâf bertaraf ol­sun."

Osman'ın Mesih olduğuna inananlar, bu teklife ka­il olmadılar ve mezarın açılmasına rıza göstermediler. İkinci bir iftirak hadis oldu ve sonraları Kapatıcılar di­ye tesmiye edilen İbrahim Ağa Takımı, Karakaşlar'dan ayrıldı.

Karakaşlar bu takıma karşı bir zaman Yakubîler'in gösterdiği nefret ve husûmeti ibraza başlamışlardı. İb-

rahim Ağa'nın ismini söylemeye razı olmuyor, kendi­sini Papu diye yâd ediyorlardı.

ANBARCl

Mustafa Çelebi'nin tesis ettiği hurafât bir buçuk asır kadar devam etti. Kabile efradı fakr ü cehalet için­de bulunuyor, müteneffizânın emrine münkad oluyor­lardı. Ulemâ nâmı verilen bu müteneffizândan bir ara­lık Anbarcı nâmında biri türeyerek bütün kabileyi nü­fuz ve tahakkümü altına almış, efrâd-t kabileyi çirkin yollara sevketmişti.

Osman Baba'nın vefatında üç erkek, dört kız evlâ­dı vardı. Yerine büyük oğlu Abdurrahman Efendi geç­ti. Bundan sonra sırasıyla on reis geldi.

Yarım asır evvel Mustafa Çelebi ile Anbarcı'nın hu- râfâtına karşı şiddetli bir aksülamel başladı. Yeni nesil ayaklanarak bütün içtimaî münâsebetleri ahlâkî bir in­zibat altına aldı.

FEVZ-İ SİBYAN VE FEVZİYE MEKTEPLERİ

Fevz-i Sıbyan, bilâhare Fevziye mektepleri açılarak yeni nesle ciddî bir terbiye verildi ve pek muktedir bir muallim sınıfı yetiştirildi. Bu müddet zarfında kabile efradı büyük bir istidat göstererek, küçük esnaflıktan ticârete irtikâ ettiler. Doktor, muallim, avukat, memur­dan mürekkep yeni bir nesil yetiştirdiler. İki asırlık fakr ü cehaleti, beş on senelik bir intibah silip süpür­dü. Bir zamanlar memleketin en mükemmel terbiye müessesesi olan Fevz-i Sıbyan ve Fevziye'nin, bu inti­bahın husulüne pek büyük bir tesiri olmuştur.

Bu inkılâba rağmen kabile teşkilâtının, Karakaş- lar'da, diğer iki takımdan daha devamlı olmasının, in-, hilâlin daha geç başlamasının sebebini iktisadî iştirak - ı mesaîde aramak lâzım gelir. İktisadî rabıta olmasay­dı diğer iki takımda olduğu gibi inhilâl hiç şüphesiz tam olacaktı.

KAPANCILAR VE TERAKKİ MEKTEBİ

Kapancılar denilen üçüncü kısmın hayatı daha ba­sittir. Bunlar 1133 [1721] de Karakaşlar'dan ayrıldık­ları zaman, Yakubîler'le ittihat ve ittifak tesisine te­şebbüs ettiler. Fakat aradan 31 sene zaman geçmiş, bu müddet zarfında iki kabile başka esaslara göre inkişaf ederek, arada fevkalâde bir tebâüd husule gelmişti. Bu cihetle Yakubîler, itilâf teklifini reddettiler.

Kapancılar, kendileri için yeni hurâfât tesisine lü­zum görmediler. Eski itiyad ve telâkkilerinden bir kıs­mını pek sathî bir şekilde muhafaza ederek pek erken­den ecnebî lisanları öğrenmek ve garplılaşmak yolunu tuttular. Ticârette daha büyük mikyasta muvaffakiyet­ler gösterdiler. Terakki Mektebi isminde güzel bir mek-

tep vücuda getirerek, pek iyi esaslar dairesinde yeni bir nesil yetiştirdiler. Ancak iktisadî râbıtalarla bir müd­det birliklerini muhafaza ettikten sonra, bir içtimaî te­şekkül sıfatıyla inhilâl yolunu tuttular.

GERİYE NE KALDI?

Selânik'te iki buçuk asır evvel kurulan ve gizli bir hayat geçiren üç kabilenin mevcudiyetini zaman inhi- lâle uğratmış, nihayet maziye gömmüştür. Bununla be­raber ortada birtakım enkaz vardır ki, sarih bir tasfiye­ye muhtaçtır. Geride hâlâ bir ayrılık gayrdık izi kalma­sına sebep, bu tasfiyenin icra edilmemesinden ibarettir.

Rüşdü Karakaş Bey'in teşebbüsü ne sâikle vuku bulmuş olursa olsun, tasfiyenin vukuuna ve asırların örttüğü esrar perdesinin umûmî surette yırtılmasına ve tarihe karışmasına iyi bir vesile teşkil etmiştir.

Selânik'teki üç kabile efradı vasatî zekâ seviyesince düşkün adamlar olmadıkları halde, on yedinci asırda or­taya çıkan bir şarlatanın, bunların üzerinde nesillerce müessir kalmış olması ve antropoloji ilminin en basit ve iptidaî kabileler arasında tesadüf ettiği birtakım gülünç hurâfâtın inkişaf edebilmesi ve uzun müddet baki kal­ması hayretle telâkki edilebilecek tarihî bir hâdisedir.

NEDEN KAPALI ZÜMRE?

Bunun ilmî bir surette yegâne tarz-ı izahı, iki bu­çuk asır evvel küçük bir muhitte tavattun eden iki yüz âilelik bir kitlenin birdenbire hayata karışamayarak muhitten hasmâne bir tazyik gördüğünden ve bu tazyi­kin adetâ mihanikî bir tesir göstererek fertleri birbiri­ne bağladığından ibarettir. Bu fertler arasındaki dur­gun mücerred hayatta kolayca birtakım hurâfât tekev­vün etmiştir.

On altıncı, on yedinci, on sekizinci asırlarda ortaya çıkıp Sevi'ye mümasil gürültüler çıkaran adamlar az değildir. Fakat bu yolda hurâfâtı zaman kolayca hükümden düşürebilmiş ve beş, on sene içinde geriye hiçbir nâm ü nişan kalmamıştır.

EVLENME MESELESİ

Selânik kabileleri arasındaki ayrılığın uzun müddet devam etmesine sebep, izdivaç itibariyle olan adem-i imtizaçtır. Daha yarım asır evvel kabile hurâfâtı yeni yetişenler arasında yıkıldığı halde izdivaç hududu da­ha fazlaca müddet baki kalmıştır. Bunun bir sebebi, eski neslin yeniler üzerindeki babalık ve analık itiba­riyle olan tesiridir. Diğeri de yakın vakitlere kadar memleket içinde mevcud olan tarz-ı izdivaçtır. Bu sis­tem izdivacın birçok mechûlât içinde vukuunu icap ediyordu. Bu cihetle birbirinin ahvâlini az çok tanı­yanlar, eski izdivaç an'anesinden ayrılmamayı bir müddet daha kolay ve tehlikesiz buldular.

Fakat hayatta ve tarz-ı izdivaçta olan umûmî inkı­lâp, bilhassa eski sedleri gittikçe mütezâyid ve kat'î bir şekilde yıktı.

MEZARLIK AYIRMAK

Yetişmiş seksen yaşında bulunanlar üzerinde mazi­nin bırakmış olabileceği bâzı izler hâriç olmak üzere, bugün yalnız Karakaş Rüşdü Bey'in mensup olduğu zümrenin yaşlıca efradı arasında teâvüne müstenid hu­sûsî teşkilât vardır ve husûsî bir mezarlık bulundur - mak itiyadı bakî kalmıştır. Kimsenin yakından tanıdı­ğı ve ihtiyacını takdir ettiği bir adama maddeten mu­avenet etmesine muhalefet edilemez. Fakat teâvün teş­kilâtında bile eski zümre hududunun yok addedilme­si, muhtâcîne yardım etmek isteyenlerin bu muhtaçla­rı umûmî Türk ve Müslüman muhiti içinde aramala­rı, mazinin kat'î bir surette tasfiye edilmesi nokta-i na­zarından lâzımdır.

Mezarlık hususundaki âdet de gülünçtür. Bir aile, ölülerine iyi bir mezar yapmak isterse, bunu herhangi bir mezarlığın bir köşesinde vücûda getirebilir. Eski zümre teşkilâtına göre husûsî bir mezarlık idâme et­mek, ayrılığı pek mânâsız surette idâme etmek de­mektir. Eski hurâfât o kadar gülünçtür ki, bunun en küçük izini bile silmek hususunda her aklı başında adamda adetâ taassup hisleri mevcud olmalıdır.

CEMAAT TEŞKİLATI

Selânik'te nesillerce yaşıyan üç kabilenin hayatı, hu- râfâta müstenit bir tarikat sıfatıyla, bir hafî cemiyet sı­fatıyla gülünçtür. Dâhili izdivaç usûlü sıhhat itibariy­le çok muzırdır. Fakat inkıraz eden üç kabilenin geçir­diği içtimaî imtihanda bir tek nokta vardır ki, mem-

leketin umûmî hayatı için nazar-ı dikkate alınmaya lâ­yıktır. O da küçük mikyasta cemaat teşkilâtının husu­le getirdiği içtimaî fâidelerdir. Asırlarca müddet zar­fında Selânik'teki üç kabile arasında pek mahdut bir nisbette cani, serseri, sefil yetişmiştir. Bu kadar düşkün bir nisbete pek az insan kitleleri arasında tesadüf edi­lebilir. Buna sebep, birbirlerini göz önünde tutanlar arasındaki teâvün ve içtimaî kontroldür. Zaten bugün içtimaî hareketlerin başlıca hedefi de bu nevi kontrolü vücûda getirmektir. Bilhassa İstanbul gibi büyük şe­hirlerde asrî bir şekil ve ruhta cemaat teşkilâtı yapıla­cak olursa memleketin içtimaî hayatına pek hayırlı bir salâh unsuru girmiş olur.

Basında Dönmelik

-   III -

KARAKAŞZÂDE’NİN İFŞAATI

-   1 -

1924 YILINDAKİ AÇIKLAMALARI

Dönmeler hakkında, hiç beklenmeyen bir dilekçe ve­rerek ortalığı karıştıran Karakaşzâde Rüşdü'nün dilek­çelerinden ve kendisine çatanlara cevap olarak gönderdi­ği yazılarından başka, onunla yapılmış birkaç mülakat da gazetelerde çıkmıştır. Bunlardan mühim olan iki ta­nesini, gazeteci ilâvelerinden ayıklayarak ve biraz sade­leştirerek aşağıya alacağız. Bu yazıların ilki 8 Ocak, ikincisi 17, 18, 24 Ocak 1924 târihlerinde Vakit gaze­tesinde çıkmıştır. Bu birinci mülakatı yapan, gazetenin muhabirlerinden Hüseyin Necati'dir.

(*) Hüseyin Necati Çiller (d. 1895, Milas), Prof. Dr. Tansu Çil- ler'in babasıdır. 1915 yılında Mülkiye Mektebi'ni bitirmiş, 1918'den sonra basın hayatına başlamıştır. Vakit gazetesin-

VAKİTTE ÇIKAN BİRİNCİ MÜLAKAT

Geçen gün yanımda Tanin muhabiriyle Meclis önünde dururken bir zat gelerek kendisini takdim etti.

"- Selânik Dönmelerinden Karakaşzâde Rüşdü!"

Tebessümle, biz de kendimizi takdim ettik. Durup dururken şu takdim şekli bana garip gelmişti.

Meğer sebepsiz değilmiş. Dönmelik meselesini hal­letmek üzere Ankara'da bulunuyormuş. Gerek Tanin muhabirine, gerek bana matbu birer istida verdi. Mec- lis'e hitap ediyordu. Hülâsasını alarak telgrafhaneye gönderdim.

Teşebbüs Ankara'da da az çok bir alâka uyandır­mıştır. Çünkü Rüşdü Bey'in başka bir istida ile Reisi- cumhur'a da müracaat ettiğini, istidanın Başvekâlet'e havale edildiğini haber aldım.

Bugün pastacıda mebuslarımızdan Kâzım Bey ve hâriciyeden diğer bir zat ile oturuyorduk. Karakaşzâde yanımıza geldi.

Gülüyordu, memnundu:

de çalıştığı sırada mesleğinden ayrılarak, 9 Nisan 1924'te öğretmenliğe tayin ile Muğla'ya gitmiş ve ancak 1930'da İs­tanbul'a dönmüştür. Çiller ailesinin aslen Dönme olduğunu ileri süren Prof. Dr. Yalçın Küçük, bu ayrılışın sebebi olarak, Karakaşzâde ile yaptığı mülakatı yayınlayarak cemaatin sır­larını açıklaması olduğunu söylemektedir.: "ÇillerAilesi Ya­hudi mi?" Tekelistan, s. 137-140, 2. b, İstanbul 2001, YGS Yayınları.

"Tanin yazmamış, dedi. Fakat bu benim mefkû- remdir. Her halde bir netice alacağım."

Rüşdü Bey cidden hoşsohbet bir zattır. Bize Dön- melik hakkında uzun uzun malûmat verdi. Henüz kü­çük iken annesinin nasıl kolundan tutarak, kendisini babasıyla Dönmelerin ibâdet ettikleri salona gönderdiği­ni, ibâdetlerinin tarzlarını anlattı:

"- Validem bana: Kat'iyyen kuzu eti yeme, senesinde ölürsün. Dönmelerden başka bir kadınla temas edersen mut­laka cehenneme gidersin. Bu ibâdetler hakkında sakın Türkler'e bir şey söyleme. Türkler soğan gibidirler. Sen hiç acı olmayan soğan gördün mü, derdi.

"Halbuki Selânik'te Arnavutlar vardı. Gayet nefis kuzu pişirirlerdi. Çocukluk, imrenirdim. Nihayet gi­dip yemeye karar verdim. Bir taraftan korkuyordum. O heyecanla yediğim kuzuyu unutamam. Zihnimde yer eden bu telkinler ile o sene hep ölümü bekledim. Ölmedim. Yine yedim. Yine ölmedim. Valideme an­lattım. Bütün söylediklerinin doğru olmadığını, kuzu yemekle bir insanın ölmeyeceğini iddia ettim. Kızdı."

DÖRT GÖNÜL MESELESİ

Merak ederek sordum:

"- Niçin kuzu yemiyordunuz?"

"- Kuzu yiyorduk, fakat merasimle! Siz Dört Gönül Meselesini bilir misiniz?"

"- Hayır..."

Benim için şimdiye kadar meçhul olan ve çok garip gelen bu tafsilâtı meraklı buluyordum.

Rüşdü Bey anlattı:

"- Kuzu yemenin mevsimi vardır: Senede bir gün. İki arkadaş anlaşırlar. Karar verirler. Kuzu ziyafeti ya­parlar; tabiî eşleri ile beraber. O akşam kuzu yenir. ("Vakit" yazı işleri buradan bir cümleyi hakaret sayarak çı­karmıştır). Bunun sevabı çoktur. O gece ne kadar çok sevap yapılırsa, bu sevapla insan cennet yolunda o ka­dar fazla yol almış olur!"

Rüşdü Bey'in söylediği "cennet yolcuları" herhal­de nesli kesilip ahirete gitmiş kimseler olmalıydı ve muhakkak Rüşdü Bey'in hurafeler içinde bıraktığı bir zümredendi. Ben de kendilerini yine kendi yolla­rında bırakarak şu Dört Gönül meselesini anlamak is­tedim.

"- İşte bu ya! Dedi. Kuzu başında en az dört kişi!"

"- Anladım, anladım, yani dört kişi gönüllerini bir­leştiriyorlar. "

"- Evet, fakat bazan dört gönlün birleşmesi kâfi gelmeyebilir. Bu takdirde birleşen gönüllerin otuza kadar çıktığı vâkidir!"

"- Hurafeler bu kadar da değildir. Selanik'te Dön­meler arasında -hâşâ- Allah olarak tanınmış biri vardı. Yangın oldu. Birçok aileler, mücevherlerini, kıymetli eşyalarını onun evine götürdüler. Zannediyorlardı ki ateş oraya gelemez. Halbuki pek âlâ geldi ve orasını yaktı. Bu benim elimde bir propaganda silâhı oldu. Fakat çabucak te'vil ettiler: Elbette yanacaktı. Biz o kadar günâh işledik ki, dediler.

"Bir gün bunları Dâhiliye Vekili Ferid Bey'e de an-

lattım. Hep kahkahalarla güldü. Elimi sıktı. Beni teb­rik etti ve: Ben Dönmeleri zeki ve mâkul bilirdim, meğer çok ahmak insanlarmış! Dedi."

Filhakika biz de birçok gülerek Rüşdü Bey'i tebrik ettik.

MENFAATÇİ DÖNMELER

Rüşdü Bey on beş yaşından beri bu hurafelere isyan etmiş. İlk karısı da önceleri hurafelere inanır iken, kendi telkinleri ile bütün bu inanışlara ehemmiyet vermez olmuştur. Ayastefanos'ta (Yeşilköy) oturdukla­rı müddetçe oradaki Türkler tarafından daima takdir edilmiş ve halk kendilerini diğer Dönmelerden tama­men ayrı bir nazarla görmüştür.

Rüşdü Bey'in izahatı bana kâfi gelmedi. Dönmeler arasında benim tanıdığım, memleketin tanıdığı sima­lar vardı.

Bazı noktaları anlamak yolunda Rüşdü Bey'e bazı sualler daha sordum. Şimdi onları geçerek yalnız aldı­ğım cevapları yazıyorum:

"- Dönmeler dedi, üç kabiledir: Karakaşlar, Kapan- cılar, Hamdi Beyler.

(Buradan Rüşdü Bey'in her üç kabile ve grupları hak- kındaki hükümleri, tavsifleri çıkarılmıştır.)

"- Bütün bunları birleştirerek yine üç gruba ayıra­biliriz:

"Bir kısmı, cahildirler, tam olarak Yahudidirler, Ya- hudice dua ederler, muhafazakârdırlar.

"İkinci grup, aydın kimselerdir. Hurafelere pek ehemmiyet vermezler; fakat Türk unsuruna hiç karış­mak istemezler. Sadece menfaatlerini düşünürler.

"Pek az kısmı Türklerle karışmışlardır. Bütün Dönmeler on beş bin kadardır ve bu üçüncü kısım ancak yüzü buluyor."

"Benim kızmam ikinci sınıfadır. Nesil bozulmuş­tur. Daima amca, teyze kızı ala ala, hep iç içe ihtilâflar neticesinde münkariz olmaktayız. Bunun sebebi men­faattir, demiştim."

BİR DÖNME, TÜRK KIZI ALIRSA

"- Gençler, tahsil görenler, belki Türk kızı alacak­lardır. Fakat ihtiyar ve muhafazakâr babalarından ve analarından kalan mirası kaybetmekten korkarak yine kendilerinden alırlar. Faraza ben Selânik'te yüksek tahsil görmüş bir genç tanırdım. Bir Türk kızı sever­di, aldı. Babası reddetti. Ticarethaneden çıkardılar. Sonra gördüm. Elinde bir ip vapurlarda hamallık edi­yor ve hayatını kazanmaya çalışıyordu. Bu gibileri ne Türkler benimsiyorlar, ne de Dönmeler içlerine alıyor­lar.

"- Aydın ve fikir adamı olanlara gelince: Onlar da sadece menfaat-perestlik ve bencillik yüzünden bu kurtuluş yolunda önderlik etmiyorlar. Daima birbirle­rini tutarlar. Fakat boykotları da müdhiştir. Kanaatle-

rine rağmen bu menfaat endişesi ve yalnız kendilerini dü­şünmeleri yüzünden felâkete gidiyoruz. Bilirler ki bir mağaza sahibi iseler müşterilerin, bir müessese sahibi ise, satışların yüzde seksenini kaybedeceklerdir; bile bile susuyorlar."

ÇARE NEDİR?

"- Şimdi ben düşünüyorum ki, gelecek muhacirler ikişer üçer kamilen Anadolu'ya dağılımlıdır. Kat'iy- yen herhangi bir mıntıkada toplanmalarına meydan verilmemelidir. Sonra faraza üç bin genç erkek, beş bin genç kızımız var. Bunların mutlaka kendilerinden başka ırklarla evlenmeleri mecburiyet altına alınmalı­dır.[3]

"Kızlarımız bittabi Türkler'e varacaktır. Gençleri­miz de Türk, Alman, Fransız kızlarını -izin olduğu için- alabilirler."

Rüşdü Bey samimi bir Dönmedir. Nesline merbut­tur. Onun hayrını istiyor. Mâkuldür ve bu uğurda ça­lışmak onun hakkıdır.

Fakat Rüşdü Bey sadece neslinin menfaati namına çalışırken bu meselenin bizi ilgilendiren noktalarına

bizim ehemmiyet vermemiz lâzımdır. Ben, muhtelif kimselerin fikirlerini sordum:

BİR DOKTOR: İÇİMİZE ALALIM MI?

Bir doktor:

"Bu nesil, dedi, küçük istisnalar dışında tamamı ve­remlidir. Kendileri kendilerinden şikâyetçiler, içimize almak, kanımıza karıştırmakla büyük bir kazançta bu­lunmuş olmayacağız."

Bir iktisatçı dahi:

"Bunlar zeki ve tecrübeli bir unsurdur. Memleketin iktisadiyatını kamilen ellerine alacaklardır" dedi.

Bir içtimaiyatçı taraftar çıktı:

"İnkılâbımızda ve tekâmülümüzde mühim rolleri ve hizmetleri görüldü. İktisadı mahzura gelince, bun­lar kamilen ve samimi olarak içimize karışıp bizden olunca Ahmed, Mehmed, Cavid, Sâim arasında fark kalmayacağını" söyledi.

Meseleye Meclis alâka göstermiştir. Haber aldığı­mıza göre partide mevzuubahs olacaktır. Bittabi muh­telif nokta-i nazarlar çarpışacak, verilecek karar her­halde memleket için en faydalısı olacaktır.

Vakit gazetesi muhabiri Hüseyin Necati'nin Kara- kaşzâde Rüşdü ile yaptığı ve 8 Ocak 1924'te yayınlanan mülâkatı burada sona erdi.


Şimdi aynı gazetenin muhabirlerinden İhsan Arifin yine Karakaşzâde ile yaptığı, 17, 18 ve 24 Ocak tarihli Vakitlerde çıkmış olan mülâkatını aşağıya alıyoruz:

"DÖNME, ÇIFIT!"

Rüşdü Karakaş Bey, orta boylu, tıknaz, esmer ve kumral saçlı... Üzerinde daima gördüğüm dik yakalı, beyaz bir fanila var. Kırbıyıklarının uçları kesik,başı kırk beş senenin fırtınalarla dolu kışlarından bir levha taşıyor.

Rüşdü Bey, dini, milliyeti ve tarihi meçhul olan ır­kının bugünkü manzarası karşısında ızdırap duymuş­tur. Bayrağımız karşısında gururu kabaran, ızdırapla- rımız önünde gözleri yaşaran ve zaferlerimiz karşısın­da kalbi kanatlanan bu insan, ırkının hayatında haki­ki bir inkılâp yapmak istiyordu. Ve belki de, bu hare­ketinden sonra tarihlerin inkılâpçıları arasında bir çer­çeve arayacaktır.

Kırk beş senelik hayatını dolduran derdini anlata anlata kısılan sesiyle tekrar başladı:

"- İhsan Bey, dedi. Beni bu Dönmeler on beş sene evvel aforoz ettiler. Hayatım, onlardan uzak, tamamen Türklerin içinde geçmiştir. Dönmelikten nefret edi­yordum. Bu gayri tabiî bir haldi. Ne dini dinimize, ne ahlâkı ahlâkımıza, ne milliyeti milliyetimize uyuyor­du.

"Bir gün çocuğum ağlaya ağlaya geldi: "Baba bize


Dönme, çıfıt diyorlar. Biz Türk değil miyiz:" dedi. Kalbim kan ağladı.

"Yine Mütâreke senelerinden bir gündü. Hilâl-i Ahmer (Kızılay) için Beyoğlu'nda iane topluyordum. Oranın zenginlerinden bazı Yahudiler'e, Rumlar'a müracaat etmiştim. Yahudiler'den biri:

"Rüşdü Bey, sen böyle şeylere ne karışıyorsun. Sen de bizdensin, Yahudi'sin" dedi.

BEN HÂLİS DÖNMEYİM

"Bunlar benim hislerime vurulan birer hançerdi. Bu hakaretler ne zamana kadar devam edecek, diyor­dum. Çok şükür, Cumhuriyet ilân edildi. Zemini za­manı münasip buldum. Hayya ale s-salâh dedim, gel­dim."

"- Bazı gazetelerde, bakınız, sizin söylediklerinizin aksi fikirler var" dedim.

Rüşdü Karakaş Bey, iki elinin parmaklarını yuma­rak göğsüne vurdu:

"- Ben hâlis mûlis Dönmeyim, dedi. Ayrılık vardır. Bu toprakta Türk olacağız, başka çare yoktur. Ben Se­lanik'teki çiftliklerimin muhafazasına çalışmıyorum. Hayırlı bir işe giriştim. Samimiyetimden şüphe et­mek, gayretullaha dokunur... Sonra benim nifak ve şi- kak çıkarmak istediğime zâhip oluyorlar. İsterlerse be­ni İstiklâl Mahkemesi'ne göndersinler. Orada bütün bunları daha iyi anlatırım."

"- İstanbul'a ne zaman gideceksiniz?"

"- Şimdi gitmem, beni rezil ederler."

EY DÖNME GENÇLERİ!

Rüşdü Karakaş Bey, bunu söylerken hazin ve mü­teessirdi. Bana derdini maksadını durmadan anlatma­ya çalıştı ve bir hatip gibi haykırdı:

"- Ey uyuyan Dönme gençleri! Uyanınız, Dönme­lerin inkılâbı yaklaşmıştır. Siz bilmiyor musunuz ki, her inkılâp o milletin içinden çıkar. Dönme inkılâbı da Dönmelerin içinden çıkacaktır. Gözlerinizi açın!"

Rüşdü Karakaş Bey, bana Yahudiler'in hurafeleri­nin bir kitap olacak kadar çok ve meraklı olduğundan bahsetti. Gazeteme aziz arkadaşımın gönderdiği hura­felerin ehemmiyetsizliğini söyledi.

Bunların bir kısmına daha evvel vâkıf olmuştum. Fakat bunları daha iyi olarak Bir Dönmenin ağzından dinlemek her zaman yakalanamayan mesut bir fırsat kuşuydu. Mesleğimin nöbetleri içinde ürpererek Rüş- dü Bey'den rica ettim:

"- Bütün bunları bana nakl etmez misiniz?"

"- Peki, dedi. Fakat bunlar pek çoktur. Birer birer tasnif edeyim. Size parça parça anlatırım."

GENÇ SELÂNİKLİNİN TEHDİDİ

Sabahleyin sözleştiğimiz yer olan pastacıda Rüşdü Karakaş Bey'i buldum. Bana aldığı bir tehdid mektu-

bundan bahsetti. "Genç Selânikli" imzasıyla gelen bu mektubun son satırları şöyle bitiyordu:

"Rüşdü Bey, sen Dönmelerin elinde can vereceksin."

Uzun bir kahkaha zinciriyle bu Donkişot ağızlı mektubun satırlarını düğümledik ve Rüşdü Bey keli­meleri ağzının içinde yuvarlanan bir ahengle ırkının asırların perdesi arasında kalmış meçhul hurafelerini anlatmaya başladı.

Rüşdü Bey'in şivesine, kelimelerine hiçbir şey ilâve etmeden aynen naklediyorum:

İLÂHLARI Selânik'TE,

HALİFELERİ İSTANBUL'DA

Dönmelerin iki buçuk asırdan beri kendilerine mahsus dinî teşkilâtları mevcuttur. Bunlar herkesin bildiği gibi Karakaşlar, Kapancılar, Hamdi Beyler nam­larıyla üç kısma ayrılmışlardır.

Dönmeler, ilk ortaya çıktıklarından, kırk elli sene sonra, dinlerinin kurucusu olan Sabatay Sevi'nin ruhu­nu taşıdığı iddia olunan Osman Ağa nâmında birisini -hâşâ- Allah diye ilân ettiler ve Osman Ağa, Dönmele­rin ilâhları oldu.

Bu ilâhın zuhurundan sonra Dönmelerden altmış üç kişi sokağa fırlayarak Osman Ağa'nın evine gitmiş­ler, önünde secde ederek, Dönmelerin bu ilk ilâhına evvelâ bîat etmişlerdir. Bu altmış üç kişi ilk Sahabeler olup, bunlara "Baba" nâmı verilmiştir.

Osman Ağa öldükten sonra yerine bir diğerini seç­mişler ve bu böyle devam edip gitmiş, Osman Ağa'nın yerine geçenlere, "Halife" denmiştir.

"- Demek Dönmelerin de ayrı halifesi var?"

"- Var ya! Dönmelerin şimdiki halifesi İstanbul'da­dır."

"- Kimdir? İsmini söyler misiniz?"

"- Orasını mazur görün. İcap ederse söylerim."

Rüşdü Bey hurafelere aynen devam ediyordu:

Sahabelerin vefatlarında yerlerine evlâd ve ahfadı kaim olur. Bunları da, gerekirse açıklayacağım.

Dönmelerde sünnet Müslümanlarınkinden başka türlüdür. Bir Dönme çocuğu iki veya üç yaşına gelin­ce sünnet edilir. Sünnet edilmeden evvel çocuğa Hali- fe'nin eli öptürülerek, izni alınır. Sünnet esnasında Ya- hudice dualar okunur.

GECE YARISI KIYILAN NİKÂH

Nişan, izdivaç akidleri, çocuklar ta analarının kar­nında iken vuku bulur. Meselâ iki kadın gebe değil mi: Birbirleriyle sözleşirler. Benimki kız, seninki er­kek, yahut seninki kız, benimki erkek olursa, birbirle­rine verelim derler. Bu suretle çocuk doğmadan nikâh kıyılır.

Çocuklar üç beş yaşlarına gelince tekrar ve fiilen ni­şanlanırlar. Vakti gelince yapılan nikâh, gece vakti olur. Halifenin izniyle gelen hahamlar Yahudice dualar okurlar. Ve gelinin bileğine "hamâil" denilen Osman

Ağadan kalma mübarek bir bilezik takılarak, akid ic­ra edilir.

Ertesi gün ise bu gizli nikâhı çaktırmamak için bir imam, birkaç davetli çağrılarak Türk usulü ikinci gös­termelik bir nikâh yapılır.

Güvey zifaf akşamı ilk evvelâ Selânik'teki Osman Ağa'nın kabrine gider ve hahamlar vasıtasıyla dualar ettirilerek secdeye kapandırılır ve Osman Ağa'nın taşı öptürülür.

Zifaf gecesi sofrada, gelin, güveyin arasında ha­hamlar uzun dualar okurlar ve yemekten sonra gelin güvey yalnız bırakılır. Odalarında yalnız kalınca, gü­vey, kendisini bekleyen gelin karşısında huşû ve vecd içinde Osman Ağa'ya uzun ve dakikalarca süren bir vi- sâl [kavuşma] duası okumak mecburiyetinde kalır.

KADIN ÖLÜLERİ ERKEK YIKIYOR

"- İçmez misiniz?" dedim.

Rüşdü Bey bir sigara alarak yaktı ve iri siyah göz­lerinin önünden kıvrım kıvrım yükselen dumanları arasında hatıratını toplamaya çalışarak devam etti:

Cenazelerine gelince, hastanın son nefesinde hazır bulunan kadın ve erkeklerin hepsi beraber dua ederler. Dönmelerde kadın mevtaları erkek gassal yıkar.

Kabristanları Selânik ve İstanbul'da Müslümanla- rınkinden ayrı bir yerdedir. Hariçte bir Dönme ölürse bu kabristanlara nakledilir.

Dönmelerin birçok duaları vardır. Sabahleyin yüz­lerini yıkarlarken havlu duasını okurlar. Akşam duala­rı ise muayyen bir saatte mahalleler arasındaki hususî ibadethane edindikleri evlerde yapılır. Dönmeler, ken­dilerine mahsus olan bu hurafe âdetlerinden başka Ya- hudilerin tâbi olduğu bazı bayramları kutladıkları gi­bi sair Yahudi özel günlerinde de ayin yaparlar.

Arada kaç-göç olmadığından kadın erkek bir arada ibâdet ederler.

"KUZU ZİYAFETİ"

Dönmelerin meşhur bir kuzu demleri vardır. Bu vakit haricinde kuzu yemek günah addolunur. Kuzu ziyafetleri zamanı gelince, Dönmeler aralarından yirmi beş otuz kişilik kadınlı erkekli gruplar yaparlar. Bu gruplar muhtelif evlere taksim edilirler. Erkekler bu kuzu sofralarına dizilirler. Süslü kadınlar bunlara hiz­met ederler. Bu mübarek ziyafetten sonra gece tes'id edilir.

(Rüşdü Bey'in kalın kaşları altında pırıldayan koyu gözlerinden ince manidar bir tebessüm şimşeği çaktı ve devam etti:)

Evet bu gece böyle kutlanır!.. Ve bu gecenin kah­ramanı olan kadınlar en fazla sevaba girenler oldukla­rı gibi, doğan çocuklar da azizler kadar mukaddes adde­dilir.

Rüşdü Bey'in ilk faslı burada bitti. Elini sıkarken bana soruyordu:

"- Kuzum, bütün bunlarla Müslümanlığın ne alâ­kası var? Düşününüz ki, bunlar bir şey değil, daha ne­ler neler var!"

KARAKAŞZÂDE EVLENİYOR

İkinci konuşma için buluştuğumuzda, yerime otu­rur oturmaz:

"- Evleniyorum!"

diye bağırdı. Yüzüne baktım.

"- Kiminle?" dedim.

Rüşdü Bey'in gözlerinin içi gülüyordu, izahat ver­di:

"- Ailesiyle Varna'dan gelmiş, hâlis bir Türk kızıy­la... Babası da Yeniköy'de bir bakkaliye sahibidir. İyi halli, terbiyeli bir kadıncık... "

Sözünü kestim:

"- Peki ama, dedim. Dönmelerin âdetleri mucibin­ce, siz de izdivaç için, Dönmelerin İstanbul'daki hali­fesinin rızasını aldınız mı?"

"- Ne lüzum var? Dedi, hem ben Kadı'ya müracaat ettim. Türk kızı alıyorum. Türk gibi evleneceğim. Za­ten Türküm. Bakalım, Kadı, İstanbul'dan başka zev­cem olup olmadığını sordu. Cevabı gelir gelmez nikâ­hımız olacak."

"- Mübarek olsun! Dedim. Şimdi masalımıza de­vam edelim... "

Salonu, perdelerin arasından sızan oyalı bir ışık dolduruyordu.


Rüşdü Bey'in gözlerinin, yıpranmış iki perde gibi buruşuk kapakları indi. Tumturaklı, karışık bir Yahu­di duasını okumaya başladı. Başı, bozuk bir saat rakka­sı gibi, kesilen bir süratle yavaş yavaş sallanıyordu. İçimden birden üşütücü bir ürperme duydum. Dua, mahremiyetin, engin ve uzak bir efsâne âleminin hu- şûnet ve tılsımıyla dolu idi. Birden kendimi loş ve so­ğuk yer altı mâbedlerinden birinin rutubetli ve harap duvarları dibinde, uzun, çatallı ve sararmış sakallarıy­la, mavi ve çâlâk gözleri bir başka füsun ve ruhâniye- tin vecdiyle küçülmüş, harmanileri geniş hahamlar önünde zannettim.

Bu hayalimin levhasını, Rüşdü Bey'in pürüzlü kah­kahası böldü.

"- Bu ne?" dedim.

"- Buna, dedi, Tıfılla duası derler. Dönmeler felâket ve ızdırap zamanlarında bu duayı okurlar ve İlâh Os­man Ağa imdadlarına yetişir."

DÖNMELER KIYAMETTE DE AYRI

Ben söylemeyi unutmuştum. Dönmeler Rusolar, Fi- lorintiler, Tironlar ve Kohenler namlarıyla birtakım soy­lara taksim edilmişlerdir. Bunların içinde en mukad­des soy Rusolar ve Kohenler'dir. Bu soyların müşterek inançları vardır. Kıyamet kopunca dünyadaki bütün insanlar içinde yalnız Dönmeler soy soy toplanacaklar, Kohenler yeşil bayrak, diğerleri de kırmızı bayraklar alarak alay alay cennete gireceklerdir.


SOFRA BAŞINDAKİ AYİNLER

İlâh Osman Ağa'nın ve on üç ashabının özel günü var­dır. Bu hususî bir bayram mâhiyetinde olup, adına "Ayın Yirmi Yedisi Ziyafeti" denir. Bu ziyafet, bayramla­rın en mutantanıdır. En meşhur aşçılar, en fazla börek ve tatlılar yaparlar. O gece çiçeklerle müzeyyen ve musan­na sofrabaşında börekler tatlılar yenir, Osman Ağa'nın on üç ashabının ruhuna dua edilir. Fakat bunlardan en iyisi ve mübareği Dönmeler indinde anlattığımız Kuzu Ziyafeti'dir ki, bu da ayın yirmi yedisinde yapılır.

Dönmelerin bu âyinlerinin ekserisi hep sofrabaşın- da olur. Bazı geceler, toplanılan hususî evlerde ortaya büyük sini tepsiler içinde meyveler konur.

Bütün Dönmeler elele vererek bu meyve tepsisinin etrafında dualar ederek dönerler.Ayinden sonra bütün Dönmeler dizilir, hepsi aile fertleri miktarına göre önüne mendiller sererler ve duadan sonra kudsîleşen bu meyveleri mendillere doldurarak sokaklarda gizle- ne gizlene, bu mendillerle meyveleri evlerine taşırlar.

GÜNAH ÇIKARMAK

Dönmelerin bir de Ağaç Bayramları vardır. Bu bay­ramda ağaçların etrafında âyin ederek ağaçların kökle­rine su verirler.

Senede muayyen bir gün bütün Dönmeler, şafak sökmeden çoluk çocuk, hep beraber evlerinden çıkar­lar, hususî ibadethanelere giderler ve orada hahamlara birer birer sadaka verirler.

Bu sadakalar fukaranın ihtiyaçlarına hasredilir. Se­nede yine muayyen bir gün de Günâh Çıkarmak zama­nı vardır. Bugün bütün Dönmeler ayaklanna san mest­ler ve üzerlerine cüppeler giyerek Osman Ağa'nın ruhu önünde eğilir ve günâhlarının afvını niyaz ederler.

Karakaşzâde Rüşdü ile muhabir İhsan Arifin yaptı­ğı ve Vakit gazetesinin 17, 18, 24 Ocak 1924 tarihli sa­yılarında çıkan mülakattan yaptığımız iktibaslar burada sona erdi.

KARAKAŞZÂDE İSTANBUL'DA

Dönmelerin "Karakaşlar" zümresine mensup olan Karakaşzâde Rüşdü'nün yukarıda bahsi geçen ve bir kıs­mı alınan yazılarının hepsi 1924 yılı Ocak ayı içinde İs­tanbul gazetelerinde çıkmıştı. Kendisi bu sırada Anka­ra'da bulunuyordu.

Rüşdü Karakaş bu yazı ve beyanatları ile, Ahmed Emin Yalmanın Vatan'da yayınladığı ve Dönmeliğin "unutulmuş eski bir hurafe" olduğunu telkin eden yazı­larına da cevap vermiş oluyordu.

Karakaş, Ocak ayının son günlerinde İstanbul'a dö­nünce, Vakit gazetesinin bir muhabiri kendisiyle görüş­tü.

28 Ocak tarihli nüshada çıkan konuşmada, Karakaş­zâde, muhabirin suallerine cevap verirken şunları da söylemişti:


Bugünkü mesmûâtıma [duyduğuma] göre Dönmele­rin münevver tabakasında lehime olarak iyi bir cereyan hâsıl olmuştur. Maamafih Selânik'ten muhacir sıfatıyla gelen bâzı mutaassıp Dönmelerin de aleyhimde oldukla­rını, bunların sövüp saydıklarını işittim... Hatta kendi hahamlarından birinin oğlu olan bir genç Dönmenin ba­zı mehâfilde, herkesin içinde: "Rüşdü Bey bir defa Anka­ra 'dan gelmeyecek mi? Onu bekliyen bir teşkilât var; kendisi­nin hakkından gelinecektir" sözlerini sarf ettiğini öğren­dim, Ankara'da iken aldığım bir tehdit mektubunun sa­hibi de hâlâ bu kabilden olarak atıp tutuyormuş.

İstanbul'a avdetimde hâsıl ettiğim ilk netice, neşri­yatımın Dönmeler arasında muhtelif cereyanlara sebep olduğu merkezindedir. Maamafih ben bu mesele, kub­bede hoş bir sadâya inkılâb edinceye kadar fikrimde sâbit-kademim ve cüz'i bir zaman zarfında, aleyhimde bulunan Dönmelerin de iyice düşünerek meseleyi mantıkla, akılla mütâlâa ederek fikrimi tensip edecek­lerini ve Türklük camiasına iltihak ederek bugünkü fena vaziyetlerinden halâs olacaklarını kat'iyyen ümit etmekteyim.

GENÇ DÖNMELER

İstanbul gazetelerinden birinin bir tefrikasında: "Dönmelerin Rüşdü Karakaş Bey'in mensup olduğu zümre­sinde bu teşkilât mevcutsa da Kapana ve Haindi Beyler ka­bilelerine ait teşkilât münkarizdir" deniliyor.

Bu gazetenin mezkûr tefrikası bir itirafı ve bir inkârı


muhtevi demektir. Benim mensup olduğum zümredeki teşkilâtın mevcudiyeti itiraf ediliyor. Fakat Hamdi Bey ve Kapancılar kabilelerine âit teşkilât münkariz demek, bunlar Türklük camiasına iltihak etmişler mi demektir?

Benim bildiğim hâlâ Kapancı ve Hamdi Beyler kabilelerine mensup Dönmeler de aynı diğer kabile gi­bi hususî itiyat ve hayatlarını muhafaza etmektedirler. İçlerinden biri vefat edince, yine Üsküdar'daki Dönme­ler kabristanına defn ettiriyorlar. Şâir Dönme itiyatları­nı da muhafaza etmektedirler.

Bu tefrikada gerek Kapancı ve Hamdi Bey kabile­lerinde ve gerek benim mensup olduğum zümrede an­cak yetmişlik, seksenliklerde bu itikâdât-ı bâtılanın mevcut olduğu zikr ediliyor, halbuki hakikat bu mer­kezde değildir. İçlerinde hatta yirmi, yirmi beş, otuz yaşlarındaki delikanlılarında bile bu hurâfât mevcut­tur. Bunun isbâtı da güç değildir.

* * *

Ahmed Emin'in yazılarında verilen bilgilere, Kara- kaş'ın söyledikleri de eklenince Dönmelik teşkilâtı hak­kında oldukça etraflı bilgi elde edilmektedir.

Mesela Karakaş'ın bu son yazısındaki "Dönme haha­mı" ve "genç Dönmeler" açıklamaları, bu cereyanın hiç de "târihe gömülmek üzere" olmadığını göstermektedir.

"EŞ DEĞİŞTİRME" GERÇEKTEN VAR MI?

Dönmeler hakkındaki yazılarda görülen, fakat akıl almaz bir iddia gibi telâkki edilen bir mesele insanı ra­hatsız etmektedir. Karakaş Rüşdü'nün itiraf ve ithamla­rı arasında "Kuzu bayramı, Kuzu Ziyafeti, Dört gönül mese­lesi" diye bahsi geçen şey, halk arasında "mumsöndü" yapmak diye nefretle anılan "eş değiştirme" sefaletidir.

Ahmed Emin de bu faciaya, bir ara (1800'lü yıllarda olmalı) Dönmelerin başına geçen "Anbarcı"dan bahse­derken "Bütün kabileyi nüfuz ve tahakkümü altına almış, efrâd-ı kabileyi çirkin yollara sevketmişti" diyerek, işaret etmiş olmalıdır.

Dönmelerle ilgili ilk yazılarımız 1976 yılında hafta­lık Sebil gazetesinde yayınlandığı sırada son tefrikanın çıktığı 18 Haziran tarihli 25. sayıda "Yesevîzâdenin "Yahudiler mumsöndü yaparlar mı?" başlıklı bir yazısı neşredilmişti.

Dönmeleri de Yahudi sayan Yesevîzâde, o yazısında, yakın tarihli ve Fransızca iki Yahudi kaynağından bu meseleye dair elde ettiği bilgileri vermekte idi.

Daha önce, ikinci bölümün sonuna Prof. Dr. Scho- lem'in, Prof. Dr, Küçük tarafından tercüme edilen yazı­sından aldığımız parçalarda, kendisinin, bu âdetin Dön­meler arasında bulunduğuna dair kat'î kanaati olduğu­nu görmüştük. Yine Gövsa'nın Galanti'den çevirdiği ve "Sabatay Sevi" adlı kitabına aldığı metinlerde, 1913'te Yahudiliğe dönme teşebbüsünün Musevî hahamları ta­rafından reddi hâdisesinde, bu âdetin, geri dönüş isteği­nin reddine sebep olduğunu okumuştuk. Yesevîzâde'nin aynı istikamette olan araştırmasını da buraya alacağız.

"MUMSÖNDÜ" ÜZERİNE BİR YAZI

"Yesevîzâde" nâm-ı müsteârıyla yazan Alparslan Yasa, Yahudiler ve onların dünya hâkimiyeti yolundaki gizli faaliyetleri hakkında, insanı gerçekten hayrete dü­şürücü araştırma eserleri bulunan bir yazarımızdır. (bkz. Sosyal Demokrasi, Bilderberg Group, Nasıl Bir Dünyada Yasıyoruz?)

Kendisinin, sözünü ettiğimiz bu yazısını, bahsimize açıklık getirip tamamladığı için aşağıya aynen alıyorum:

Çocukluğumuzdan beri, Çingenelerin yâhûd Kızıl- başların "mumsöndü" yaptıkları, yâni senenin muay­yen bir gecesinde karılarını değiştirdikleri iddiasını duyar dururuz. Ne var ki, bu iddialarda bulunanlar hep bu zümrelerin dışındaki kimselerdir ve sık sık da bunu şeytanca bir şehevî zevkle söylerler. Şimdiye ka­dar, doğrudan doğruya bir Çingenenin yâhûd da bir Kızılbaşın ya da bunlara yakın bir kimsenin çıkıp da bu iddiayı teyid ettiklerini görmüş değiliz.

Bu gibi namus mes'elelerinde Müslümanların ifti­radan şiddetle imtina ettikleri malûmdur. Lâkin çirkin hareketleriyle övünen kimselerin ayıblarını yüzlerine vurmanın ve kendilerini ibret-i âlem için teşhir etme­nin elzem olduğuna da inanıyoruz.

Bizim, Yahudilere veya Yahudilerin fizik varlıkları­na husûmetimiz yoktur; onların sâdece sapık ve istis­marcı zihniyetlerine düşmanız. Yahudi mehazlarında rastlamamış olsaydık, onlara karşı —bizim nazarımızda

bu kadar menfur olan— bir ithamda bulunmaya cür'et etmez ve bu mes'eleyi ahlâk umdelerimize tamamen mugayir addederek kat'iyyen üzerinde durmazdık.

Ancak Türkiye'deki bir kısım Yahudilerin "mum söndü âyini" yaptıklarını, bizzat Yahudiler, hem de if­tiharla söylüyorlar. Memleketimizde bu kadar habis insanların yaşamasına, milletçe daha uzun müddet ta­hammül etmeyeceğimiz muhakkaktır. Zira, bu tıynet­teki insanların(!) korkunç mikroplarını bütün bir cem'iyete bulaştırmalarından korkulur. Zaten, Yahudi nüfuzu altındaki libero-kapitalist, sosyal-demokrat ve­ya komünist neşriyat vâsıtalarının her an ne denîce cinsî sapıklık propagandaları yaptıkları, düşünen kafa­lara dehşet verecek derecede aşikârdır. "Cinsî güzellik müsabakası" tertib edenlerin, behimî hisleri kudurtan kıyafet telkîncisi giyim-kuşam dükkânlarının, fuhşi- yât sahneleyicisi sinemaların, zina yuvalarının, v.s. v.s. gerisinde hep o mel'un surat sırıtmaktadır.

Katolik İspanyollar, zahirde Katolik, gizlide Yahu­di riyakârlara "Marranos" yâni domuz adını takmışlar­dı. Mumsöndü âyinleri tertip eden içimizdeki Dönme­lere de aslında en lâyık sıfat bu olsa gerektir!

Şimdi Yahudilerin Dönme kanadının bu menhus fiillerini bizzat Yahudi kalemlerden okuyun.

VESİKA 1:

Bu vesikanın müellifi, Moche Catane, Fransalı, ko­yu dindar bir ortodoks Yahudidir. Yahudilerin bütün dünyada vaziyetini anlattığı kitabında, Dönmeler hak­kında bu mel'un fiili de "orijinal" diye tavsif ederek (bu zımnî bir tasvibden başka bir şey değildir) şu ma­lûmatı veriyor:

"Dönmeler, husûsî bir 'Marranos' tipi olup Sabatay Sevi'nin İslâm'ı kabul etmesini müteakip Müslüman olanlardır. Selânik'in birçok mahallesinde muhtelif ta- rikatleri vardı. Bu şehirden, diğer Türklerle beraber 1923'te kovuldular. O zaman nüfusları 15.000 civa­rında idi. Zahirde gayet Müslüman görünmelerine rağmen, (gizlide) kendilerini hakiki Yahudi olarak te­lâkki ederler. Bizim âyinlerimizden bazılarını tatbik ettikleri gibi, bir de ayrıyeten orijinal bir âdetleri var­dır: "Kuzu Bayramı" akşamı (Musevî takviminin 22 Adar'ı) aralarında karılarını değiştirme ki; bunu kud- siyete sahib olabilecek çocuklar doğması için yaparlar. Dönmeler, 1900 senelerinde fevkalâde bir entelektüel ve mâlî hamle yapmış olup Türk cem'iyetinin en yük­sek mevkilerini işgal ediyorlardı. Hâlen memlekete (İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Konya, v.s.) dağılmış bulunmaktadırlar ve âyinlerinin sırlarını hep saklı tut­tuklarından bunların ne halde oldukları pek bilinme­mektedir."

(Moche Catane: "Les juifts dans le monde", ed. Albin Mic-

hel, Coll. Preesences du İndaisme, Paris, 1962, p. 116.)

VESİKA 2:

İngiltereli Yahudi Barnet Litvinoff da, bu menhus âdeti tasvipkâr bir üslûpla haber vererek Dönmelere dâir şu hususları kaydetmiştir:

"Sabatayistler, zahiren Müslüman görünmekle be­raber, gizliden gizliye Yahudilikle amel ederler. Sâde­ce kendi aralarında evlenirler ve çocuklarının, kudsi- yetleri artmış olarak sülâlelerini devam ettirmeleri için, karılarının değiştirilmesiyle neticelenen bir sene­vi bayram da ihtiva eden âyinler yaparlar."

Müşarünileyh, müteakiben, Yahûdîlerin, "Türkle- rin en garbiılaşmışından daha garblı" olduklarını ve "Atatürk'ün ihtilâl-inkılâbını desteklemiş oldukla­rını ehemmiyetle kaydettikten sonra, tekrar Dönme­lere temasla: "içlerinden, kavmiyetçi Kemalist hareke­tin birçok yüksek şahsiyetini çıkardıklarını ilâve et­mektedir.

(Barnet Litvinoff: "Un peuple particulier. Regard sur le monde juif d'aujourd'hui", traduit de I'anglais par Ro- sine Fitzgerald, ed. Stock, Paris, 1970 [Londres 1969], pp. 260, 261, 262.)


KARAKAŞZÂDE'NİN İFŞAATI

- 2 -

1925       YILINDAKİ DÖNÜŞÜ

Dönme Karakaşzâde Rüşdü'nün 1924 Ocak ayında yaptığı bu cesurâne açıklamalar ve itiraflar bir Dönme­den umulan şeyler değildi.

Nitekim kendisi de "cemaatin şerefine sürdüğü bu lekeyi" temizlemek için, "millî" ahlâkına yakışanı yap­makta, yani tekrar dönmekte fazla gecikmedi.

YENİÎFŞÂÂT

Her ne sebeptense iki yıla yakın bir zaman sonra haf­talık Resimli Dünya Mecmuası, adının Meziyet Hanım ol­duğunu bildirdiği bir Dönme kızının gazete muhabiri­ne bizzat yaptığı itirafları 15 Eylül 1925 ve devamı sa­yılarda yayınlayarak, meseleyi tazeledi.

Kızın başından geçen bir cinsî sapıklık hâdisesi oldu­ğu için, derginin bu haberi "çekici" bulduğu tahmin edilebilirdi.

Bu Dönme kızı, bir Türk subayını sevmiş, evlenmek

istemişler; ailesi vermemiş; evlenebilmek için kız, subay­dan hâmile kaldığı yalanını söylemiş... İşte inanılmaz ve çirkin "Dönmelik olayı" da bundan sonra başlamış...

Kızlarının bir "haricî' tarafından " kirletildiği" ni öğre­nen Dönme ana baba, bu lekeden kurtulmak için, kızı bir gece giydirip süsleyip, gizlice bir eve götürmüş ve kadın erkek "mumsöndü" yapan bir Dönme yığınının içine bırakmışlar. Kız o gün epeyce bir erkek tarafından "temizlenmiş" olmuş...

Dönme kızı, gazete muhabirine yaptığı itiraflarında daha bir sürü aile içi cinsel sapıklıklardan bahsedip bun­ları açıklamakta idi. Bu kız "Karakaşlar" zümresine mensuptu.

Arkasından, bu sefer de "Kapancılar"dan olduğunu bildiren bir gencin mektubu 15 Kasım'da aynı dergide çıktı. Bu Dönme genci de, kızın daha önce "Dört Gönül Bayramı, Kuzu Ziyafeti veya Mumsöndü" merasimi hak­kında söylediklerini tasdik etmekteydi.

KARAKAŞZÂDE TEKRAR SAHNEDE

Bu yeni ve oldukça "açık" neşriyat karşısında "Dön­meler", bu işi ilk başlatan Rüşdü Karakaş'a "pislettiğin gibi temizle" demiş olmalılar ki, Karakaş bu sefer, iki yıl önceki lâfları eden o değilmiş gibi Dönmeleri müda­faaya geçmiştir.

26 Kasım 1925 tarihli, günlük Son Saat gazetesi bu yeni durumu şu yazısı ile bildiriyor ve Karakaş'ın bırak­tığı mektubu yayınlıyor:

Dün akşam bu mesele münâsebetiyle geçen sene is­mi birçok defalar zikr edilmiş olan Karakaşzâde Rüş- dü Bey matbaamıza gelerek bahs ettiğimiz makale aleyhinde bir protestonâme getirdi. Kendi hesabımıza hurâfâtın ortadan kalktığı ve kalkması lâzım geldiği bu dakikada, vatanın bütün evlâtları arasında tam bir ahenk tesisini istediğimiz cihetle mektubu derc ediyo- ruz.Eğer Rüşdü Bey'in tavsiyesi mucibince "Üç kabile­nin ileri gelenleri" de hakikati gazetemizle ilân etmek istedikleri takdirde sayfalarımız buna da açıktır.

KARAKAŞZÂDE'NİN MEKTUBU

Dönmelik hakkında Türk efkâr-ı umûmiyesini ten­vir,

Muhterem Türkler!

İki sene mukaddem, adresimi taşıyan, imzam altın­da bir mektubu Ankara'dan "Dönmelerin hurâfâtı ne idi ve nedir" serlevhasıyla bir silsile-i makalât yazarak Va­kit gazetesinde neşr edilmek üzere göndermiştim. Ve bu makalelerimin neticesinde Dönmelerin müctemian Türklüğe temessül etmeleri, ahlâkî, sıhhî, içtimaî, ik­tisadî menfaatler iktizasından bulunduğunu arîz ve amîk teşrih ediyordum, der-hâtır edersiniz zannede­rim. Bu neşriyatın Dönmeler arasında iyi semereler verdiği muhakkaktır.

Bu günlerde Resimli Gaz,ete, Dönmelerin İbrânice duasını ve Resimli Dünya, Meziyet Hanım'ın makalele­riyle bir Selânikli genç Dönmenin mektubunu neşr ediyor. Hakâyık-ı ahvâle vâkıf olmayan Türk efkâr-ı umûmiyesinin bi-hakkın hiddet ve gazapla Dönmelik aleyhine çevrilmesine sebep oluyor. O kadar ki, Re­simli Dünya'nın muharriri "Efendiler kim olduğunu­zu söyleyiniz" hitabıyla âteşîn bir tenkitte bulunuyor.

GAZİ PAŞA'NIN BOMBALARI

Efendiler, Dönmelikten bilfiil çıkmış ve hâlis Türk­lüğe karışmış bir fert sıfatıyla cevabımı dinleyiniz!

İbrânice duayı okuyan hemen hemen kimse kalma­mıştır. Meziyet Hanım'ın Resimli Dünya'da yazdıkla­rını okurken, bin bir gece masallarını okuyorum zan­nettim. Genç bir Dönmenin Osman Baba heykeli hak­kında yazdıkları da saçma ve gülünçtür. Hurâfat orta­da kalmadı ve kalmıyor. Binlerce insan içinde üç beş kara câhil mutaassıbın mevcudiyetinden nâşi bütün Dönmelere günah isnat etmek günahtır. Dönmelerin ibadethaneleri, duaları, kitapları, hurâfatı büyük mür­şit ve rehberimizin Gazi Paşa'mızın nûr ü ziya bomba­larıyla berhava olmuştur. Bahusus yeni yetişen nesil Türk harsını ve terbiye mefkuresini büsbütün kabul etmiştir.

Türklerin açtığı ağûş-i şefkate seve seve koşmakta­dırlar. Gazi Paşa'mızın açtığı teceddüt ve inkılâp yo­lunu Dönmeler ni'me'l-vesîle addederek, büyük bir ızdıraptan kurtulmuşlardır. O mukaddes hedefi gör­dükten sonra artık Dönme ve Türklük meselesi ka­panmıştır. İkilik mevzuubahs olamaz. Adedleri, nü­fusları beş on kişiye, baliğ olan Dönmeler birçok vilâ- yâta dağılmış, hele Resimli Dünya'nın tevehhüm etti-

ği tesanüt ve teâvün keyfiyeti inkıraza yüz tutmuştur. Asırlardan beri Dönmeler Türklerin sürurlarıyla mes­rur, ızdıraplarıyla hakikî bir Türk kadar müteellim ol­muşlardır.

Üç kabilenin ileri gelenleri, bilenleri, bilmeyenlere vaziyeti izah ederek müctemian Türk matbuat ve ma- kâmât-ı lâzımesine bâlâda derc ettiğim hakikatleri ke- mal-i tantana ve merasimle iblâğ ve bu günden sonra cihanda bir Dönmelik meselesi mevcut olmayıp bu nâ­mın dahi Babilîler, Fenikeliler gibi tarihe karışmış bir ırk, bir mezhep, bir hurâfât menbaı olduğunu ilân et­melidirler. Bu zevat böyle bir içtihadı icrada bir an te- kâsül ederlerse, binlerce zavallı insanın Türklerin ga­zabına uğraması yüzünden kendilerinin mesul oldu­ğunu bilmelidirler.

AÇIK ALINLA DOLAŞMAK

Rüşdü Karakaş, bu açık mektubunda, iki sene önce­ki Ahmed Emin'in ağzıyla konuşmakta ve o zaman söy­lediklerinin tam aksini okuyuculara kabul ettirmek is­temekteydi.

Karakaş'ın Son Saat muhâbiriyle yaptığı kısa bir ko­nuşma da 27 Kasım'da çıktı. Karakaş'ın bu konuşma­sından önemli birkaç cümle:

Senelerden beri bu nâmı üzerimizden atamadık. Buna da sebep, bir hakîkat-i târihiyyenin bazı kimse­ler tarafından gayr-i kabil-i itiraf olarak telâkki edil­mesidir.

Yara derindir ve kat'î bir ameliye-i cerrâhiyye ile ilk ve son defa olmak üzere tedavi edilmelidir. Ta ki, hiç kimse artık bizi ayrı bir kitle göremesin. Bugün bir takım hurafelere tâbi bir kitle gibi gösterilen Dön­melerin, Türk'ten başka hiç bir şey olmadıklarını isbat etmenin zamanı gelmiş değil, geçmiştir bile.

Bunu, ben birkaç sene evvel ilân ettiğim zaman umûmî bir mukabeleye mâruz kalmıştım.

Halbuki, kanaatim gün geçtikçe takviyet buldu. Artık bu unvan mezara gömülmelidir. Herkes bilme­lidir ki, artık Dönme yoktur. Bittabi, o zaman üç beş Selâniklinin faaliyeti de göze batmayacak, biz de diğer dindaşlarımız gibi açık alınla dolaşabileceğiz.

Binaenaleyh, felâket ve selâmetine bütün kalbimiz­le iştirak ettiğimiz Türk milletinden ayrı ve gayrı ol­madığımız bütün cihanca malum bulunmalıdır. Bira­derim Mâcit Bey'in nokta-i nazarına göre cemaatin bü­tün ileri gelenleri bir araya toplanmalı ve Türk Ocakla­rı azasının da iştirak edeceği bu ictimada tarihin bu faslını suret-i katiyyede gömecek bir karar-ı kat'î itti­haz etmelidirler.

KARAKAŞZÂDE'YE CEVAPLAR

Fakat gazetenin okuyucuları, Karakaş'ın bu sözlerine itiraz ettiler. Çünkü Dönmeleri tanıyorlardı. Gönder­dikleri mektuplarda: "Binlerce ticarethaneye sahip olan Dönmelerin, neden yanlarında hiçbir Türk gencini çalıştır­madıklarını, neden kız alıp vermediklerini, nikâhlarında ne­den Türk hoca bulunmadığını, cenazelerini neden Türk hoca­larına yıkatmadıklarını, neden nadiren de olsa bir Türk'le evlenen gençlerine feci derecede kötü davrandıklarını" soru­yorlardı.

DÖNME DUASI

"Selânik Dönmelerinin duası"nı yayınlayan haftalık Resimli Gazete ise, Dönmeliğin tarihe karışmadığını, neşrettikleri Dönme duasının, ilkokul çağında bir çocu­ğun defteri arasından çıktığını söyleyip, 21 Kasım nüs­hasında şunları yazıyordu:

Türk'e karşı zahiren çok yakın, çok mizaçgir görü­nen, fakat aile hayatında olduğu gibi iktisad hayatın­da da Türk'ten çok müctenip bulunan bu "dildaş"ların acaba hakiki renkleri nedir? Aralarında zahiren Müslü­man, hatta koyu mutaassıp Müslüman görünenler de bu­lunduğu halde kendilerine mahsus âyinleri ve halk arasında bugün az çok teşhis edilen ruhanî reislerinin olmasının, sebebi, mânâsı nedir:

Eğer bu cemaat Rum, Ermeni, Musevî gibi bugün içimizde yaşayan gayrı müslim anâsırın dördüncüsünü teşkil etmek lâzım ise, neden bu vaziyet sarih değil­dir? Yok eğer bizden farklı olmadıkları hakkındaki za­hirî dâva samimî ise izdivaçta ayrılık, her türlü hayat­ta bu inhisarcılık, âdetlerde, merasimde bu başkalık ve gizlilik ne oluyor:

Hele İbranî ve Musevî lisanlarıyla karışık Tevrat ibarelerinin küçük Dönme çocuklarına el'an ezberlettiril- mesi ne demektir.

Eğer Dönmelerin duası, tarihe, hurafeye, hülâsa es­ki zamana âid bir vesika olsaydı, bizce o kadar ehem­miyete şayan görülmeyebilirdi. Fakat burada mevzu- ubahs olan dua iptidaî tahsil çağında bulunan bir Dönme çocuğunun defteri arasından çıkmıştır. Ve her Dönmenin çocukluğunda bu duaları ezberlemekte olduğu da bu nevi esrarı gizlemeyen bir Dönme zat tarafından teyit edilmiştir. Şu halde hurafeden ve maziye âit bir vesi­kadan bahsedilmiyor demektir.

Selânik Dönmelerinin duaları kendilerine mahsus olan bir besmele ile başlamaktadır. Besmelenin metni şudur: "Beşamı borahya ilen Sabatay Sevi, es Sabatay Sevi etno dolos mondos."

Besmelenin ilk kelimeleri İbranî, son kelimeleri Musevî lisanları ile tertip edilmiş olup manâsı da şu imiş: "Dünyanın yarısı demek olan mübarek Sabatay Sevi'nin ismiyle."

ESRARENGİZ MERASİM, ÇİRKİN ÂDET

Bu satırlardan sonra "Şira beşirem eşir lizblo kantardo- los kantares... " diye başlıyan ve Tevrat'tan alınmış olan bir duayı ve onun mânasını veren dergi, yazısını şöyle bitirmektedir:

Resimli Gazete bu nevi dualarla matbuatta şimdi­ye kadar zikir ve ifşa edilen bir takım esrarengiz mera­sim ve çirkin âdetlerle tekmil Selânik Dönmelerinin melûf olmalarına bir türlü ihtimal vermez. Aralarında o kadar zeki ve mütefennin zevat bulunan ve içtimaî hayat itibariyle bu derece medenî olan bir cemaatin şu

asırda gizli âdetlere ve gülünç itikatlara esir olmasına akl-ı selim kani olmaz. Ancak bu dualar ve âdetler Dönmelerin pek cüz'î bir kısmında cereyan etse dahi yine hey'et-i umumiyeyi alâkadar etmek tabiîdir. Bil­hassa böyle gayri sarih vaziyetler, Türk heyet-i ictimâ- iyesine karşı bu ihtiyatlar ve ictinablar elbette Türklü­ğü düşündürür.

Şu halde tekmil şüphelere nihayet vermek üzere Dönmelerin âdetlerinde katî ve sarih bir inkılâp yap­maları zamanı artık hulul etmiştir zannediyoruz.

KARAKAŞZÂDE'YE SON CEVAP

Karakaşzâde Rüşdü ile okuyucular arasında cevaplaş- maların uzaması Resimli Gazete'yi iyice kızdırmış olmalı ki, 19 Aralık 1925 tarihli sayısında oldukça sert bir ya­zı ile bahse son verdi. Biz de -1927 Mayıs ayı sonunda bu meseleyi tekrar alevlendiren Son Saat'in magazin tar­zı tefrikasının üzerinde durmaya artık lüzum görmeye­rek- ve bu yazının hemen tamamını vererek, Karakaş'ın Dönmelere lâyık ifşaat macerasını, burada hitâma erdi­receğiz:

Dönmelik İşinin Yegâne Komisyoncusu

Rüşdü Karakaş Bey'e Açık Mektup

Beşam borahya ilen Sabatay Sevi, es Sabatay Sevi etno dolos mondos, [... Dönme duası ile bir kaç satır devam ettikten sonra...]

Muhterem dildaş Rüşdü Karakaş Bey,

Son zamanlarda Türk âlemi zât-ı âlînizi Dönmelik işinin yegâne komisyoncusu olarak tanıdı. Buna sebep siz oldunuz. Geçen sene Vakit gazetesi vasıtasıyla Dönmeli- ğe ateş püsküren, cemaatin tekmil esrarını fi-sebîlillah ortaya döken, siz olmuştunuz. Şu halde Dönmelik mese­lesi etrafındaki suallerin size tevcih edilmesini, hatıra ge­len şüphelerin size sorulmasını elbette pek tabiî telâkki eder ve bu meyanda bizi de lütfen mazur görürsünüz.

Öyle ise evvelemirde şu müşkilimizi hal buyurma­nızı rica edelim:

Geçen sene Dönmelik aleyhinde neşriyatta bulun­mayı bir hizmet addeden siz idiniz. Bu sene Dönmelik hakkındaki yazıları nifaka âlet telâkki eyleyen yine siz oldunuz!

Kezâlik geçen sene Dönmelerin kendilerine mah­sus itikadları, İstanbul'da ifâ-yı vazife eden dinî reisle­ri, hususî âyinleri ibâdetleri bulunduğunu Vakit gaze­tesinde âleme ifşa eden siz idiniz. Bu sene bütün o hu­rafelerin Asurî ve Keldanî tarihi gibi uzun bir maziye karışmış, unutulmuş olduğunu söyleyen yine sizsiniz.

Hülâsa geçen sene cemaati ve ailesi arasındaki mev­kiini tehlikeye koyan bir fedakâr gibi ortaya atılmıştı­nız. Bu sene bir Dönme kahraman şeklinde görünüyor­sunuz. İnsaf edin Rüşdü Bey, bir sene zarfında dünya gerçi bir defa veya üç yüz altmış beş defa dönmüştür. Fakat Dönmeliğe ait fikirlerin ve hakikatlerin de bu kadar dönmesi kabil olur mu:

Şakaya veya gürültüye bağlamadan cevaba tahammü­lü olmayan şu sualden sonra diğer bir bahse geçiyoruz:

Biliyorsunuz ki, mektubumuzun mukaddimesin­deki ibare "Dönme besmelesi"dir. Onu takip eden uzun Dönme duasını da mensup olduğunuz cemaat efradıy­la birlikte bizzat siz ezberden bilirsiniz.

Belki diyeceksiniz ki: "Bu duâ da öteki hurafeler gibi metruktür ve maziye karışmıştır..." Fakat İbranî ve Yahudi ibarelerinden teşekkül eden Dönme duası­nın daha dün mini mini bir Dönme yavrusunun defteri arasında görülerek bir Türk muallim tarafından ele ge­çirilmiş olmasına ne buyurursunuz?

Resimli Gazete şahsiyattan dâima tevakkî ettiği için burada isim zikrine lüzum görmüyoruz. Maamafih bu çocuğu ve mensup olduğu aileyi öğrenmek isterseniz siz yabancı olmadığınız için, idarehaneden zât-ı âlîni­ze malûmat verilebilir. Bilmeyiz ki, bu meselede veri­lecek cevabınız var mıdır?

Şimdi başka bir noktaya geçelim:

Son Saat gazetesine gönderdiğiniz mektuplarda Makrıköyü'ndeki Osman Baba mumyasının bir hurafe olduğunu söylüyorsunuz. Fakat geçen sene bizzat sizin ifşa ettiğiniz Dönme reis-i ruhanilerinin varlığını bu sene inkâr ediyorsunuz. Bu cidden mûcib-i merak bir noktadır. Rüşdü Bey, cemaat an'anesine teb'an sakalla­rını tersine tarayan ve her gün aramızda dolaşan birta­kım dinî reislerin isimleri kulağınıza fısıldanırsa ne dersiniz acaba?

Muhterem dildaş Rüşdü Karakaş Bey,

Siz beyhude yere telâş ediyorsunuz. Türk efkâr-ı umû- miyesi Dönmeliğin mâhiyetini yalnız sizin ifşaatınızdan öğ­renmedi ki, bugünkü nedametiniz ve müdâfaaya gayreti­niz Türk nokta-i nazarı üzerinde müessir olabilsin!

Hatta müdâfaalarınızın ma'kûs tesir yaptığına bir delil isterseniz, şu misali dinleyiniz: Geçen gün Son Saat gazetesinde Dönme mağazalarında Türk müstah­deminin de bulunduğunu iddia ediyordunuz ve "İnan­mak istemeyenler Balcılar, Macit Karakaş, Şamlı Meh- med, Ertuğrul... gibi büyük Dönme mağazalarını ziya­ret etsinler!" diyordunuz.

Bu satırlarınızı okuyan iki Türk arkadaştan biri ne dedi bilir misiniz:

"- Rüşdü Bey, muhakkak bu mağazalara reklâm ya­pıyor. Çünkü bu işi merak edip de bir defa o mağaza­lara girdiniz mi, etrafınızı türlü dil dökerek yeni mal­larının nefasetlerini te'min eden Dönme tezgâhtarlar çevirecekler ve siz de asıl maksadınızı unutacak ve tat­lı dille beraber önünüze dökülen mallardan lâzım olan veya olmayanı almaya mecbur olacaksınız!"

Doğrusu Rüşdü Karakaş Bey, zât-ı âlînizin Dönme- lik meselesine dâir geçen sene ve bu sene yaptığınız neşriyat çoğumuzda, tıpkı gazetelerin ilk sahifelerine havadis şeklinde konan reklâmların tesirini yapıyor. İtiraf edelim ki sizi Dönmelik işinin yegâne komis­yoncusu sıfatıyla tanımaya başladığımız için bu ihti­mâli pek de uzak görmüyoruz... Ne dersiniz? Baki "Beşamı borahya ilen Sabatay Sevi ilâhir... "


Dönmeler Hakkında Yazılmış ilk Türkçe Kitaplar

-I-

"DÖNMELER ÂDETİ"

ADLI YAZMA RİSALE

1879 yılında Selânik'te "askeriye başkâtipliği" vazi­fesinde bulunmuş olan yazar Ahmed Sâfî'nin Dönmeler üzerinde yaptığı gözlem ve araştırmalarını ihtiva eden, müellifin el yazısıyla yirmi üç sayfalık bir makaledir.

Yazar, 1926'daki vefatına kadar, bazı günlük olayları, duyduklarını, gördüklerini ve bildiklerini kendi elyazısı ile 3350 sayfa ve 18 cilt tutan ve kendisinin "Sefinetü's-Sâ- fi" (Sâfî'nin Gemisi) adını verdiği kitabında toplamıştır.

Kendisinin "Dönmeler Adeti" adını verdiği araştırma­sı da bu Sefme'nin 5. cildinde, 444-466. sayfalarda bu­lunmaktadır.[4]


Varlığı, muhtelif kaynaklarda zikredilmekle beraber, mâhiyeti ve muhtevası hakkında fazla bilgimiz olmayan bu eser, birkaç sene önce bir makale ile tanıtılınca, içinde Dönmelere dair bu bahsin bulunduğunu da öğrenmiştik.'

Bu yazma risale, Dönmelere dair, Türkçe yazılmış, bilinen ilk yazılı belgedir.

Eserini yayınlamayı düşünmeyen yazar, tamamen bir aydın merakı ile yaptığı araştırmasını, eserine olduğu gibi kaydetmiş bulunmaktadır. Dikkatli ve ilmî bir neş­rini gerçekleştirdiğimiz bu risaleden, metnin sadeleşti­rilmiş şeklinden önemli parçaları aşağıya alacağız. Ese­rin aslı yayınlanmış olduğu için ayrıca bir açıklamaya ihtiyaç duymuyoruz. Alınan kısımların sonundaki sayfa numaraları, basılmış olan metne aittir.

NEDEN YAZDIM?

1294 [1877-78] yılında Osmanlı devleti ile Rusya arasında çıkan uğursuz savaş sebebiyle, Selânik vilâye­tinde bulunan ordumuza kâtiplik vazifesi ile tayin olundum. Selânik'de bulunduğum sırada, orada yaşa-

birlikte, sadeleştirilmiş şekli, yazarın elyazısı ile bütün metin ve bu metnin karşı sayfalarına yeni yazı ile konulmuş aynen çevirisi olmak üzere neşre hazırlamıştık. Daha etraflı bilgi orada mevcut­tur: Dönmeler Âdeti, Ahmed Safî, İstanbul 2001, 99 sayfa., Zvi Ge­yik Yayınlan.

(*) Necdet Tosun, Sefinetü's-Sâfi, İLAM dergisi, c. 1, no. 2, s. 177-190, İstanbul 1997.

makta olan Dönmelerin usûllerini ve âdetlerini dik­katle tedkik ettim. Bunların halleri, gerçekten yazılıp tesbit olunmaya değecek şekilde olduğundan, din kar­deşlerime naçizane bir hediye olmak üzere, işbu kısa risaleyi yazdım. Üç bâb [bölüm] ve bir hatimeden [bi­tiş yazısı] meydana gelen risaleye "Dönmeler Âdeti" adını verdim, (s. 13-14)

DÖNME GURUPLARI VE HASTALIKLARI

Dönmelerin üç gurubu, birbirlerine kız verip al­mazlar. Terpuş gurubu, Karu ile Honyoz guruplarının toplantı gecelerine gitmezler, yemeklerini yemezler.

Terpuşlu gurubuna ait olup fırında pişirtilen bir tepsi börek, çörek, baklava vesaireye diğer iki gurup­tan birisi elini sürse Terpuşlu o tepsideki taamın hep­sini sokağa döker.

Bu üç gurubun —Allah tarafından— hastalıktan kur­tulduğu pek az görülür. Meselâ bir ailenin reisi ve gö­rünüşte kocası, hastalıktan kurtulsa, karısı hasta olur. Karısı da iyileşse bu sefer çocuğu bir hastalıktan sıkın­tı çeker. Hâsılı bir ailenin tamamının bir gün olsun, sağlık içinde bulundukları görülmemiş gibidir. (s. 18)

DÖNME YARDIM SANDIĞI

Bu Dönme guruplarının kendilerine ait olmak üze­re mükemmel çalışan Millet Sandıkları vardır. Şöyle ki:

Bir Dönme, çocuğuna günde yirmi para harçlık ver­se, o çocuk, bu harçlığın on parasını muhakkak götü­


rüp o sandığın kasadarına teslim eder. Sandık memuru da çocuğun elinde bulunan sandık defterine, harçlığın­dan on para getirip teslim ettiğini kaydeder.

Zengin Dönmelerin sandıklarına yaptığı yardımların miktarı çok yüksektir. İşlerine asla hile ve hud'a karış­madığından, bu sandık işi hakikaten çok muntazamdır.

Dönmeler istedikleri bir günde veya gecede, birkaç saat zarfında sandıklarında bulunan paranın dışında, binlerce lira daha toplayabilirler.

Her gurupta, kendi sandığının idaresi için, kendi­sinden bir müdür, bir kasadar ve birkaç da memur ve tahsildar vardır. (s. 18-19)

NASIL YARDIMLAŞIRLAR?

Bu Dönme gurupları, içlerinde tenbel kimse bırak­mazlar. Hepsi çalışmak zorundadır. Fakir, düşkün ve ihtiyar olanlarına yardım ederler. Zaruret çektirmez­ler. Gerek sandıkları ve gerek zenginleri, fakirleri ko­rur ve himaye ederler. İhtiyaçlarını temin eder ve şa­hıslarına da yardım ederler.

Kış gelince, yine kendilerinden olan erzak memur­ları, odun kömür, un vesair ihtiyaç maddelerini, her bir fakirin evine, yeteri kadar götürüp dağıtırlar.

Hükümet kapısında bir Dönmenin mahkûm veya mahpus olduğu duyulmamıştır.

Bir Dönme, bir sebepten dolayı hükümete şikâyet edilse ve o Dönme hükümetçe tutulsa bile, mensup ol­duğu gurup, onu mutlaka kurtarır. (s. 19-20)


Bu üç grubun kendilerine mahsus toplantı geceleri vardır. Karo ile Honyoz guruplarına mensup Dönme­ler, bazı Müslüman dostlarını kendi toplantılarına gö­türürler. Terpuşlu gurubu ise Müslümanları toplantı­larına kabul etmez.

Bunlardan her gurubun kendilerine mahsus birer dârunnedvesi [danışma ve karar meclisi evi] vardır. Bu evlerin yerleri bilinmez. Bu evlerde kendi milletleri­nin iyi kötü halleri ve şâir hususları müzâkere olunur. Buralara kendilerinden başka yabancı bir kimse kabul olunmaz. (s. 20-21)

SAHTE HACILAR, HAFIZLAR, ÂLİMLER

Üç dönme gurubunun içinde hacca gidip gelmiş, "hacı" sıfatını taşıyan kimse kalmadığı zaman, yol masrafını, yukarıda anlattığımız sandıklardan ödeye­rek, aralarından seçtikleri adamları, hac için Hicaz'a gönderirler.

Yine kendi aralarından seçtikleri bir çocuğa elli Os­manlı altını vererek, onu Kur'an-ı Kerim ezberlemesi için çalıştırır ve hafız ederler.

Aynı şekilde içlerinden seçtikleri zeki bir adamı İs­tanbul'a veya başka bir memlekete ilim tahsili için gönderir ve ona tekmîl-i nüsah ettirirler. [Medresede okunan bütün dersleri tamamlatır, mezun olmasını te­min ederler.] Okuttukları bu gencin onyedi onsekiz senede yapacağı ticaretten kazanacağı parayı ve evlen-


mesi için gereken masrafı hesap ederek, her ne kadar tutarsa tutsun, bunu dahi sandıklarından çıkarıp öder­ler. (Şu şeytanlığa bak!) (s. 22)

İSLÂM DÎNÎNİ KABUL ETMEZLER

Bu üç Dönme gurubu, İslâm dininin icabı olarak yapılan davranış ve ibâdetleri kesin olarak münkirdir­ler [kabul etmez, reddederler]. Hazret-i Muham- med'in getirdiği temiz şeriatın hükümlerini tamamen inkâr ettikleri kuvvetli delillerle ve şimdiki hâlin gös­terdiği üzere açıkça görülmektedir. Bunların, Kur'an âyetlerine (hâşâ) benzer bir temel kitapları vardır. Fa­kat bu kitabı ele geçirmek mümkün değildir. (s. 23)

DÖNME TAPINAĞINA BASKIN

Bu kitabın ele geçirilmesine fevkalâde önem veren eski zaptiye müşirlerinden Hüsnü Paşa, Selânik'de va­li olarak bulunduğu sırada, hazırladığı hafiye ve casus­lar vasıtasıyla Terpuşlu Dönmelerinin (somenat)ını [tapınağını] yani mabet edindikleri binayı gizlice ba­sar, içeri girer; orada iki sandık ile Üçüncü Sultan Se- lim'in kendisine Şerbetdârlık etmiş olan birisine ihsan ettiği bir kılıç ve yine Dönmelerden birine eski Mısır valilerinden Mehmed Ali Paşa'nın vermiş olduğu bazı hediyelerin bulunduğu görülür.

Hüsnü Paşa, bu sandıkların açılmasını ister ve bu­nun için ısrar eder. Fakat Dönmeler, somenatı abluka altına alırlar. İçlerinden zengin ve tanınmış olanlardan


birkaçı ileri çıkarak, Hüsnü Paşa'ya:

"Bu sandıkların açılması için çok ısrar ediyorsunuz. Lâkin açamazsınız. Bunların açılabilmesi için mutlaka Padişah'ın irade etmesi lâzımdır. İstanbul'dan bu pa­dişah emrini alabilirseniz, o vakit bu sandıkları açabi­lirsiniz" derler.

Somenatın abluka altına alındığını anlayan vali pa­şa, işin bir isyana sebep olacağını görür. Sandıkları kendi mühürü ile mühürler ve dışarı çıkarılmaması için gereken memurları da başına nöbetçi bıraktıktan ve iyi korunmasını tenbih ettikten sonra somenattan çıkar.

Hemen İstanbul'a Babıâli'ye [hükümete] bir telg­raf çeker. Sandıkların açılmasının gerekli olduğuna da­ir siyasi sebepler gösterir ve izin verilmesini ister. Fa­kat Terpuşlu Dönmeleri, Hüsnü Paşa'dan çabuk davra­narak, dağıttıkları beş altı bin lira rüşvet karşılığında Hüsnü Paşa'nın Yanya vilâyetine tâyin olunmasını te­min ederler, (s. 23-24)

DÖNME MEZARLIKLARI

Dönmeler, içlerinden birisi ticaret veya başka bir sebeple gittiği şâir bir memlekette vefat etse, her ne masraf olursa olsun, onu gömüldüğü yerden, çürümüş de olsa, kemiklerini çıkarıp, getirip, Selânik'te bulu­nan ve sadece kendilerine ait olan mezarlığa gömerler. Bunların Üsküdar'da da bir kabristanları vardır. Fakir­lerini bu mezarlığa gömerler. (s. 25)


Bir Dönme delikanlısı veya kızı, Yahudilerden bi­risini sevse ve kendisi Yahudi olabilmek için aracılar eliyle hahama pek çok para verse, haham, o delikanlı­nın veya kızın Yahudi olmasını kabul etmediği gibi, kendisine takdim olunan parayı da reddeder. Fakat bu iş meydana çıkıp, duyulur mu? Kat'iyyen! Kimsenin haberi olmaz, bir ipucu bile alınamaz.

Bu üç Dönme gurubunun hepsi de Yahudi kavmi- ni çok severler. Yahudiler ki, hiç bir milleti sevmez, Dönmelere karşı fevkalâde düşmanlık beslerler. (s. 25)

ABDESTSİZ NAMAZ KILAN VAZİFELİ DÖNMELER

Her üç Dönme gurubu da, kendi aralarından, ne kadar gerekiyorsa, birtakım adamları ücretle tutarlar. Ücretleri, sandıklardan ödenen bu adamların vazifesi, beş vakitte, camilere gidip, Müslüman cemaati ile bir­likte namaz kılmaktır.

Sırf ehl-i İslâm'a gösteriş olsun diye namaz kılan, vazifeli bu Dönmelerin, şimdiye kadar abdest aldıkla­rı görülmemiştir. Otuz kırk seneden beri Selânik'te ya­şayan ve sözlerine itimat olunan Müslümanlardan bu­nu işittim.

Ben de üç dört ay kadar, bilhassa dikkat etmeme rağmen, hakikaten, abdest aldıklarını görmedim. (s. 27)


BIN YILDIR GELMEYEN ADAM

Bunların inancına göre, Hacı Aziz Efendi namında biri gelecek imiş. Güya bu Hacı Aziz Efendi, onlardan birisiymiş. Dinleri araştırıp tedkik etmek üzere git­miş. Geri gelecek ve Dönmelere, hangi din doğru ise haber verecekmiş. Kendisi dönünceye kadar hiçbir di­ne girmemeleri de onun tenbihlerinden imiş. Bu herif gideli —kendi bâtıl zanlarına göre— bin seneyi geçmiş, ama hâlâ gelmemiş. (Ne kadar tuhaf ahmaklık!) (s. 28)

Sözün özü! Bu üç münafık gurup, hiç bir dine bağ­lı değildir. Bu dinsizler, başlarında sarıkları ve sırtla­rında Müslüman kıyafetleri ile, Müslümanları aldat­makta büyük ustalık gösterirler. İşleri güçleri daima şeytanlıktır. (s. 29)

BİR DÖNME KIZININ BAŞINA GELENLER

1877 yılında Moskoflarla yapılan uğursuz savaşta, Rumeli bozgunu sırasında, Tuna boyundan Selânik'e gelen Müslüman göçmenlerden zengin bir İslâm aile­si, Dönmelerin hanelerine yakın bir evi kiralayarak yerleşirler...

Bu ailenin yakışıklı bir oğulları vardır. O civarda Terpuşlu Dönmelerinden Şeşbeşin Ali Efendi derler muteber ve zengin bir münafık oturmaktadır. Bu ada­mın gayet güzel ve dilber bir kız olan kerimesi, bu


muhacir delikanlısına gönül bağlar. Birbirlerini sever­ler.

Fakat kavuşmak imkânsız bir şey olduğu için, bu­na çare bulmak üzere teşebbüse geçerler. Verdikleri bir karar üzerine, delikanlı bir gece kızı, Arnavutların ve Müslümanların oturdukları bir mahallede önceden bulup, kiralayıp döşedikleri bir eve kaçırır.

Dönmeler işi anlayınca, hükümete baş vurarak şi­kâyette bulunurlar. Kızın kendilerine geri verilmesini şiddetle talep ederler. Delikanlıyı hapsettirirler.

Fakat Dönmelere düşmanlıklarıyla tanınmış bazı nüfuzlu Müslümanların yardımı sayesinde, hükümet kızı bulamaz. Bu Müslümanlar delikanlıyı da hapisten kurtarırlar. Fakat Selânik'te bunların korunmaları zor olur. Delikanlının hemşehrilerinden ve diğer Müslü- manlardan birtakım kimseler, oturdukları evi nöbetle­şe her gece beklerler.

Hâsılı iş uzar. Dönmeler pek çok para vermeye razı olurlarsa da delikanlı kızdan vazgeçmez. Bir gece fır­sat bulup, kızla oğlan İstanbul'a kaçarlar. Gerçi Dön­meler, İstanbul'da da peşlerini bırakmaz, lâkin bir şey yapamazlar. Bundan sonra delikanlı kızı nikah eder. İs­tanbul'da rahat olarak yaşarlar. (s. 32-33)

1879'da yazdığı "Dönmeler Âdeti" adlı risalesinden, yukarıya parçalar aldığımız Ahmed Safî, 1924 yılında zuhur eden Karakaşzâde Rüşdü vak'ası üzerine gazete­lerde çıkan yazılar dolayısıyla da Sefine'sine bazı notlar düşmüştür.

Çıkan yazılardan bazı bölümleri kitabına aktaran ve­ya kesip yapıştıran yazar, bunların altına birkaç satır ile düşüncelerini yazmıştır. Bu kısa notlardan iki tanesini aşağıya alıyoruz. Birincisi 4 Ocak 1924'te Tevhid-i Ef- kâr'da çıkan Karakaşzâde'nin mektubu üzerine, ikincisi ise 5 Ocak 1924'te Akşam'da çıkan bir yazı dolayısıyla kaydolunmuştur:

- 1 -

Dönmeler, Türklerin vücutlarındaki etleri tama­men yedikleri gibi, şimdi de kemiklerinin içindeki ilikleri mahvetmek istiyorlar.

Anadolu köylerine Dönmeler yerleştirilir ise, saf ve nezih Türk köylülerini aldatsınlar, servetlerini kat kat artırsınlar ve Türk köylülerini tamamen mahv ü peri­şan eylesinler!. Dönmelerin niyeti budur. Şeytanlığa bakın!

Ey Müslümanlar aldanmayın!!! Zira bu siyaset son derece yanlıştır. (s. 35)

- 2 -

Bundan aşağı yukarı kırk beş yıl önce, yani (1294­1295) [1878-1879] senelerinde, Selânik'te bulundu-

ğum zaman Dönmeler hakkında yazmış olduğum risa­leyi Sefîne'mizin beşinci cildine koymuş idim. O risa­leyi büyük bir dikkatle oku! "Takke düştü, kel görün­dü" derler. Kendilerinden olan Karakaşoğlu [Karakaş- zâde Mehmed Rüşdü], Dönmelikten kurtulmak hile­siyle şimdi Türklere, Müslümanlara birtakım fenalık­lar yapmak istiyor.

Ey Müslümanlar, bunların çevirecekleri fırıldaklara ve Müslümanlar arasında yapacakları oyunlara, düzen­lere sakın inanmayınız!! Bunlar, Türkler ve Müslü- manlar arasına fesat tohumlan ekmek istiyorlar. Gaflet etmemek icap eder. "Yahudi imana gelmez, dinsiz he­rif Müslüman olmaz." (s. 35-36)


ilk Türkçe Kitaplar -II- ’DÖNMELER’’ ADLI KİTAP

Kapağında "Dönmeler" başlığının altında "Honyos, Kuvaryos, Sazan" kelimeleri ve "İstanbul, 1335-1338 [1919]" tarihi bulunan küçük boydaki 16 sayfalık bu risale, "Şems Matbaası"nda basılmış. İçinde elle çizilmiş üç resim var. Birincisi, altında "Saptay Levi yahut Hivi" yazan sakallı, siyah sarıklı korkunç bir şahıs; ikincisi, al­tında "Bir Sazan veya Sazaniko" yazan, yandan çizilmiş iri burunlu bir portre; üçüncüsü ise o günlerin "açık" kı­yafetinde hotozlu, yüksek topuk ayakkabılı bir kadın resmi ve altında "Bir Dönme kıyafeti" yazısı...

İÇİNDE NELER VAR ?

Risalenin beşinci sayfasındaki "Mukaddime", bir fih­ristten ibaret. Fihristte şunlar yazılı:

Dönmelerin menşei - Honyos, Kuvayros, Sazan -

Adat ve ahlâkları - İslâmlık ve Yahudilikle alâkalan-Mu-

hadderât-ı İslâmiyye ahlâkının ifsadına, yegâne sebep Dönmelerdir - Türkiye'de evvela, Avusturya ve Fransa emtiasına karşı boykotun ilk mûcidleri - Ticarette İslâm,. Rum, Ermeni, Yahudilere karşı kullandıkları planlar - İttihad ve Terakki Cemiyeti'yle oynadıkları roller - El- yevm tuttukları meslek-i siyasî vesaire vesaire...

Geniş hacimli olarak düşünüldüğü anlaşılan bir kitabın birinci forması olan bu bölümde, fihristte bildi­rilen ilk beş maddeye ancak temas edilebilmiştir. Metin "Birinci Fasıl” başlığı ile, altıncı sayfada başlayıp, onbe- şinci sayfada bitiyor. Sonunda "Devamı ikinci formada" kaydı var. Fakat, devamına şimdiye kadar rastlanılamadı.

Kitapçıkta, iki sayfa kadar Sabatay Sevi'nin çıkışı ve iddiaları özetlendikten sonra, Dönmelerin özellikleri, ahlâkları ve bulundukları cemiyete verdikleri zararlar, oldukça açık ve sert bir dille sıralanıyor.

1919'da çıkmış olması ve Dönmelik hakkında müs­takil kitap halinde bildiğimiz matbu ilk yayın oluşu ba­kımından bir belge değeri taşıyan metnin tamamını, Sa- batay Sevi'den bahseden ilk iki sayfayı atlayarak, yedin­ci sayfanın sonundan itibaren, sadeleştirerek aşağıya alı­yoruz. Arabaşlıklar tarafımızdan konulmuştur:

GARİP BİR TAİFE

Aziz Mehmed avenesine "Ben size hakikî din geti­receğim" diye savuşup gittiğinden, aslen kimisi Kıptî, kimisi Mecusî ve Musevî olan bu garip taife gitgide

çoğalarak Honyos, Kuvayros ve Sazan adlarıyla üç fırka teşkil ettiler. Bunların Selânik'te bulunan ihtiyar er­keklerinin hâlâ Aziz, Mehmed'in avdetini umarak, her Cumartesi sabahı kale kapıları önünde bekledikleri vâ- kidir.

Aşağıda etraflıca beyan olunacağı üzere, Honyos ve Kuvayros cinsleri şeklen birbirlerine benzerlerse de Sa­zan veya Sazaniko cinsi, burunlarının büyük ve kemer­li olmasıyla diğerlerinden ayırt edilebilirler.

KIZ ALIP VERME

İslâmlık'la Yahudilik arasında dalâlette kalmış olan bu üç taife, âdet ve ahlâkça birbirlerine benzerler ve Aziz Mehmed'in hakikî din getireceğine inanırlarsa da, yani tam manasıyla Dönme iseler de, birbirlerine kız verme yasağını öteden beri muhafaza etmektedir­ler.

Bu üç zümre birbirinden kız alıp vermediği gibi, Müslümanlarla da kız alıp vermekten şiddetle kaçınır­lar. Bununla beraber Dönmelerin bu üç sınıfı, Dönme- liğe aid fevkalade hallerde, haklarını korumak için da­ima birlikte hareket etmektedirler.

HASTALIKLAR

Aşağıda uzunca tafsilât verileceği üzere, evliliğin böyle küçük bir zümre içinde kalması, bunların ara­sında bazı illetlerin ve sârî hastalıkların genişleyip art­masına sebep olmuştur. Bu yüzden Meşrutiyet'ten son­ra bunlardan bazısı, nesillerini ıslah etmek maksadıyla, Müslüman kızlarıyla ve hatta Avrupalı dinç ve güçlü kuvvetli genç kızlarla evlenmeye başladılar. Tabiî, ve­rem ve asabî hastalıklarla ma'lûl olan bu taife mensup­larına kızlarını verenler, büyük bir cinayet işlemişler­dir. Avrupalıların bunların içine girenleri de hayatları­nı tehlikeye atmışlar demektir. Fakat Dönme kızların­dan henüz Müslümanlara varanı görülmemiştir.

Dönme kızlarından bazılarının sözü horoz ötüşü gibi söylemeleri; konuşurken gözlerini, kaşlarını ve hatta bütün vücutlarını devamlı olarak oynatmak gibi garip vaziyetler ve acayip tavırlar göstermeleri, asabî hastalıkların bu zümredeki garip tezâhürlerindendir.

Müslümanlar arasında ahlâksızlığın, dinsizliğin ve sâri hastalıkların yayılması ve genişlemesinin en büyük ve tesirli sebebinin Selânik Dönmeleri olduğu unutul­mamalıdır.

ÇALIŞTIKLARI SAHALAR

Sazan cinsi, hal ve vakitleri müsâid olsa bile gözle­rini daima hükümet kapısına dikmişlerdir. Memuri­yetlere en ziyade düşkün olanlar hep Sazanlardır. Hon- yos ve Kuvayroslar ise daima ticaretle meşgul olurlar. İleride buna dair olan kısımda delilleriyle isbat oluna­cağı üzere, kendilerinden başkasını insan saymadıkları için, herkesi ve hatta Avrupalıları bile türlü türlü ent­rikalarla aldatmayı dinlerinin (!) şiarı ve övünülecek hassalarının (!) gereği addederler.

Honyos ve Kuvayroslardan hükümet memuriyetle­


rine heves edenler pek azdır. Honyos cinsinden olan Cavid, her nasılsa Maliye nazırı olabilmiştir. Honyos ve Kuvayros cinsleri ticaret âleminde ortalığı dolaba sokmakla ve Sazan kısmı da devlet hazinesini soymak­la meşguldürler.

Bunların içinde doğrulan pek nâdirdir ve doğru­lukları da vatana sevgiden ve hükümete sadâkatten do­layı değildir. Mevkilerini korumak, şahsî menfaat te­min etmek ve mensup oldukları zümrenin hükümette olan işlerini meşru veya gayrimeşru olarak kolaylaştır­mak için çalışırlar. Demek isteriz ki, bunlardan hükü­met memuriyetlerinde vatana ve millete karşı iyi niyet ve sadakat beklemek abestir.

DÖNMELER ANADOLU'DA

Dönmeler vaktiyle Selanik muhitinden ayrılamaz­lardı. Sonradan bilhassa Balkan harbinden sonra, İs­tanbul'da pek az olan sayıları arttı, İzmir vilâyetine ve Anadolu nun bir çok yerlerine yerleştiler. Fakat eski kav- mî an'anelerini pek gizli tuttuklarından, bunların Dönme oldukları anlaşılamadı. "Rumeli muhaciri, Se­lanik muhaciri" olarak tanındılar.

RUMELİ HALKINI LEKELEDİLER

Açık saçık gezen kadın ve kızlarının serbest halle­ri, Anadolu'nun saf kalbli halkının üzerinde pek kötü bir tesir hâsıl etti. Dönmelerin dinsizlikleri, ahlâksız­lıkları, Anadolu halkının zihninde, bütün Rumeli ahali­sinin fena olduklarına dair yanlış bir fikrin doğmasına sebep oldu.

Anadolu ahalisi bilmelidir ki, bütün Rumeli ahali­sine teşmil etmek istedikleri ahlâksızlık, dinsizlik, yalnız Müslüman adıyla hareket eden işte bu Selânik Dönmelerine münhasırdır.

Bunların isimleri gerçi Müslüman ismidir, fakat ara­larında meselâ Fatma'ya "Fatof Mustafa'ya "Motof gibi mânâsız kelimelerle hitap ederler. Hatta İspanyolca'ya pek güzel vâkıf olan bu taifenin aralarında "Avratniko, Behuriko" gibi isimlerin de mevcut olduğu işitilmiştir.

KADINLARA SERBEST HAREKET İSTERLER

Dönmelerin Müslümanlara karşı iyi davranmaları hep yapmacıktır. Onlar diğer milletleri daima Müslü- manlara tercih ederler. Yahudilerden çok Frenkliğe ve Hristiyanlığa daha ziyade meyilleri vardır. Fakat bu temayülleri de onlara olan muhabbetlerinden değildir. Islâmlık'ta bulamadıkları, Hristiyanlığın bilhassa ka­dınlara verdiği serbest hareket imkânlarından istifade etmek isterler.

Dönme kadınların hal ve hareketlerindeki serbest­lik, yaşayışlarındaki garabet, Hristiyanların da nazar-ı dikkatlerini çekmekten geri kalmamaktadır.

CEZA OLARAK: NAMAZ

Dönmeler camilere hiç gitmezler. İçlerinden bazen camiye gidenlerin görüldüğü olur. Fakat bunlar tabiî

ki, İslâmiyet'in emri olan farzı yerine getirmek için ca­mie gidiyor değillerdir.

Dönmeler arasında birisi cezayı gerektiren hareket­te bulunursa, cemaat tarafından ona bir ceza verilir. Bunlar arasında en ağır cez.a, işin ehemmiyetine göre, kabahatlilere muayyen bir müddet için camilere de­vam cezası vermektir. Bundan maksatları, İslâm'ın emirlerini yerine getirdiklerini Müslümanlara göster­mek küstahlığından başka bir şey değildir.

Ramazanlarda, İslâm evlerine bitişik bulunan Dön­me evlerinde, ev halkı yatsı vaktinde güya teravih na­mazı kılıyorlarmış gibi "Kız abdest aldın mı? Haydi ce­maate yetiş" gibi seslenmelerle Müslüman komşularına namaz hazırlıklarında bulunduklarını işittirirler. Sa­hur vaktinde de ortada sofra filan olmadığı halde, ça­tal, bıçak, tabak şakırtısı ile sofra hazırlığında bulun­duklarını îma etmek gibi küstahlıklardan hâlâ vaz geçmemişlerdir.

SIRLARI, ÂDETLERİ, MEZARLIKLARI

Cumartesi günleri Musevî âyini usullerine göre ibâdetlerini, yeraltında inşa ettirdikleri havralarda icra ederler.

İslâmiyet ile Yahudilik arasında nasıl bir dinleri ol­duğunu henüz anlamayan, yalnız Dönme olduklarını bilen çocuklarla genç kız ve erkekler, ancak evlendikle­ri gün, asıl Dönmelik hakkında mahremâne telkinlere na­il olurlar. Bunların imamları ayrı olduğu gibi, mezar­lıkları da sırf kendilerine aid husûsîdir.


Hatta dikkat edilirse Selânik'teki kabristanları da­ima İslâm ve Yahudi mezarlıkları arasında bulunur. Mezar taşlarının üzerlerindeki yazılar "dekadanca" iba­relerden ibaret olup, nihayetlerinde "Fatiha" yoktur.

"İçiniz temizlenmeden gelmeyiniz" emrine tama- miyle inandıkları, cenazelerini, bağırsaklarındaki pis­likleri mihaniki bazı usullerle çıkardıktan sonra gömmekte olmalarıyla sabittir. (Devamı ikinci for­mada)


İlk Türkçe Kitaplar

- III -

"Dönmeler" Adlı Kitaba Cevap "DÖNMELERİN HAKÎKATİ”

Büyük ve mühim kısmını yukarıya aldığımız "Dön­meler" adlı risaleye, karşılık olmak üzere, hemen bir ri­sale ile ve daha uzun olarak cevap verildi. Çıkan bu ki­tabın taşıdığı 18 Kânûnievvel 1335 (18 Aralık 1919) târihinden, cevabın çok acele yazılıp bastırıldığı anlaşıl­maktadır.

Çünkü "Dönmeler" kitabının kapağında (1335-1338) tarihi bulunmaktadır. Mâlî 1335 yılının milâdî karşılı­ğı 1919'dur. Fakat Hicrî 1338 yılı 1 Ekim 1919'da baş­lamaktadır. Buradan, "Dönmeler" kitabının en erken Ekim ayı başlarında çıktığı anlaşılır. Demek ki, ona ce­vap veren "Dönmelerin Hakikati", iki ay içinde yazılmış ve bastırılmıştır.

Dönme olmadığını ve bu cevabı yazmak için teşvik

de görmediğini imâ eden yazar, bu aceleyi, zahmeti ve masrafı neden göze aldığını, bize, tatmin edici bir şekil­de açıklamıyor:

Kitap küçük boydadır:

Dönmelerin Hakikati, Atik nizamiye kırkbirinci alayının üçüncü taburu binbaşılığından mütekâid Sâdık, Dersaadet, Karabet Matbaası, 1335, 32 sayfa.

Emekli binbaşı Sâdık Bey'in yazdıklarından "Dön­me" olmadığı anlaşılıyor. Zamanında Rumeli'de cereyan eden savaşlara iştirak etmiş ve Balkan Harbinde tabu­ruyla beraber Yunanlılara esir düşmüştür. Dönüşünde emekli olmuş ve İstanbul'a yerleşmiştir.

NEDEN YAZDI?

Dönmeleri, onları müdafaa için bir kitap yazıp neşre­decek kadar, nasıl ve ne zaman tanıdığını söylemiyor. Herhalde subaylığının bir kısmını Selânik'te yapmış ve o sırada Dönmelerden iyilik görmüş olmalıdır.

Kendisi hakkında, "Yalnız askerliğe alışmış, kalemi aksak bir âcize, ortaya atılmanın yakışmayacağını da bi­lirim" demekle beraber, Dönmeler aleyhine olan risaleyi görüp üzüldüğünü, vatanda birliğe ihtiyaç olduğu için onları müdafaaya kalkıştığını yazmaktadır.

Binbaşı Sâdık, yukarıdaki bölümde metnini verdiği­miz "Dönmeler" risâlesindeki iddiaların tamamına teker teker cevap vermekte ve oradaki ithamların hepsini iyi­ye ve güzelliğe yorarak çürütmeye çalışmaktadır.

Meselâ, Aziz Mehmed Efendi (Sabatay), samimî ola­rak hidâyete eren ve Yahudileri İslâmiyet'e çağıran bir "evliyadır. Muhiddin-i Arabî ve Hallâcî Mansur gibi derin manâlı şeyler söylediği için anlaşılamamıştır. Dönmeler, birbirlerini seven, tutan, iyi, dindar, çalışkan insanlardır. Onlarda görülen kusurlar, öteki Müslüman- larda gözükenlerden farklı değildir...

Binbaşı Sâdık, eğer hayatta idiyse, beş yıl sonra gaze­telere düşen ve bizzat Dönme yazar Ahmed Emin'in iti­raf ettiği hurafeleri okuduğu zaman acaba ne düşünmüş­tü, doğrusu meraka değer!

Kendisini gizleyen bir Dönme olmadığını farz edip, iyi niyetine inanıp, yazdıklarını, işi hiç bilmemesine ve "dost" Dönmelerin oyununa gelmesine bağladığımız binbaşının, şu sözü dikkat çekicidir:

"Bu babda kimsenin rey ve mütâlâasına müracaat etmemek suretiyle, aşırı yumuşak huylulukta ve her­kese faydalı olmakta koyun sürüsüne benzeyen bu ta­ifenin hukukunu müdafaa maksadıyla yazdığım işbu eser-i âcizî... "

KİTAPTAN ÖNEMLİ YERLER

Şimdiye kadar yazılanlardan "ne biçim bir şey" oldu­ğu elbette anlaşılan Sabatay Sevi ve Dönmelik hakkında Binbaşı Sâdık'ın yazdıklarını, "eser-i gaflet" diye vasıf­landırıp geçmekle birlikte, kitapda dikkatimizi çeken,


Dönmelere ve yakın târihimize dair önemli gördüğü­müz iki noktanın üzerinde duracağız:

Birincisi, bütün "hoşgörüsü"ne rağmen yazarın Dön­meler hakkında verdiği birkaç bilgi;

İkincisi, yazarın Sultan Abdülhamid ve Meşrutiyet sonrası ahvâl hakkındaki bâzı tesbitleri... Bu ikincisi, mevzuumuza biraz uzak olmakla beraber, bahsini ettiği­miz risaleyi tekrar ele almamız mümkün görünmedi­ğinden bu vesile ile tarih meraklıları için onları da bu­raya kayd etmiş olacağız.

SAĞLIKLARI

Yazar, Dönmelerin bâzı özel hallerini yazıyor:

Evlilik çevrelerinin dar oluşu her ne kadar bazıları­nın vücutça zayıflığına sebep oluyorsa da, temizliğe ve sıhhatlerini korumaya fevkalade dikkat ettiklerinden, iddia olunduğu gibi hastalık zebûnu da değildirler. İş­lerinin başından ayrılmayarak devamlı çalışıp uğraş­makta olmaları da bunu isbat eder. İçlerinde yüz yirmi sene ve daha fazla yaşayanları da az değildir. (s. 13)

"YABANİ!"

Ne kadar seçkin bir terbiye sahibi bulunduklarına dikkat olunsun ki, birbirleriyle kavga döğüş, yaralama ve hatta ağız kavgası etmeleri bile hayal edilemeyece­ği gibi, kendilerinin dışındakilerden birinden incin-

dikleri vakit en büyük söğüp saymaları "Yabani!" de­mekten ibarettir. Bunu dahi hafif sesle söylerler ki, kendilerini gücendiren incinmiş olmasın. Ekseriyet itibariyle güler yüzlü, hoş sohbet ve mültefit insanlar­dır. Lâtife ederken bile istihza etmekten çekinirler. Kimseye beddua etmezler. Dışarda kendi gurupların­dan bahsedilmesinden hoşlanmazlar. (s. 13)

SELÂNİKLİ OLMAK

Hatta kendilerini tanımayanlardan Selânikli ol­duklarını bile gizlerler. Bundan maksad taifeleri hak­kında bir takım asılsız ve münasebetsiz sözlerin ortaya konmasına sebebiyet vermemekten ibarettir.

Halbuki gerek İslâmiyet'le müşerref bulundukları­nı ve gerekse İslâmiyet'in emr ettiği güzel ahlâk ve iyi işlerle temayüz edip, büyük İslâm kitlesi arasında gös­terdikleri terakkilerle bir iftihar güldestesi olduklarını unutup beyhude yere üzülüyorlar. (s. 13)

Yakın vakitlere kadar ve bu arada cennetmekan fir- devs-âşiyan Sultan Abdülhamid Hân-ı Sânî hazretleri­nin "İnzibat Devri" denmeye seza olan saltanat zaman­larında, bu taife, iş ve gücüyle meşgul olmaktan başka bir şey bilmiyordu. Ne siyâsete karışmış ve ne de ka­dınlarının kıyafetlerinde bir değişiklik görülmüştü. Kadınları eski zamana mahsus kalın mihremeli ferace ve sarı mest ve paşmakla sokağa çıkar, tesettüre fevka­lâde dikkat ederler idi. (s. 16)


Yazar, dönmelerin, Meşrutiyet'in ilânından sonra yaptıkları taşkınlıklara şaşıyor:

Meşrutiyet'de hürriyetin tesiri ile herkes şaşırıp ne yapacağını bilmediği gibi bunların da bazılarını şaşırt­mış ve şımartmış ve hatta eski terbiyelerine aykırı ola­rak gençlerinden birtakımı silâh taşımaya bile başla­mışlardı.

Bazılarının dahi hiç lüzumu olmayan birtakım faz­la tezahürata kalkışmaları ve üç yüz yirmi sekiz sene­sindeki mebus seçiminde rey toplama merasiminde, Şems Mektebi müdürü merhum Şemsi Efendinin hükü­met konağı önünde, vaziyetimizi düşünmeden ve pek yüksekten atıp tutarak irâd ettiği nutuklar garip kar­şılanmıştı, (s. 16)

ZULÜM GÖRMÜŞLER GİBİ

Meşrutiyet'in ilânına kadar sessiz sükûtî geçinen bu taifeden bir haylisinin saded hârici olarak lüzumsuz yere yaptıkları nümayişlere Selânik'te türlü mânâlar verilmiş idi. Çünkü bu taifenin devr-i sabıkta bütün hakları korunduğu ve zulme mâruz kalmadıkları malum olduğu halde, Meşrutiyet ilânından sonra güya büyük zulümler görerek zindandan kurtulmuş insanlar gibi hareket edenleri görülmüştü.

Gerçi insanoğlu zamanın akışına uyar. Fakat bil-


hassa bu akıllı ve mutedil taifenin bazılarında görülen lüzumsuz gürültü, ötedenberi muhafazasına ihtimam ettikleri tedbirli tavırlarına katiyyen münâsip değil idi. Zira Cenâb-ı Hakk'ın gazabı, hadd-i mârufu aşan­ları çabuk bulur.

Nasıl ki çok geçmeden mes'udâne yaşadıkları o gü­zel Selânik'den çil palazı gibi dağıldılar, kalanları da­hi çeşitli ziyan ve sıkıntılara hedef oldular. Gerçekte, gerek bunların ve gerek elden çıkan diğer beldeler ahalisinin içinde nice zâhid muttaki kişiler mevcud idi. Ancak gazab-ı ilâhî umûma gelir, ayırmadan alır götürür. (s. 16-17)

SULTAN ABDÜLHAMİD'E DÂİR

Yazarın, bahsini ettiğimiz, bâzı târihî tesbitlerine ge­lince... 1909-1919 arasında milletin ve devletin düştü­ğü perişanlıkları bizzat yaşamış olan binbaşının tesbit- leri önemlidir. Bunca felâketten sonra, Sultan Abdülha- mid'e bakışı da değişmiştir:

Esirlik günlerinde, Yenice kasabasında medfun Ga­zi Evrenos hazretlerinin türbesi kubbesine kendi bayra­ğını diken düşmanın, diğer İslâmî haklara ve mukad­desata, gaddarâne tecâvüzünü görünce, kalbimin en derin ve hazin noktasında feveran ederek, lisanıma ge­len şu mısraları söylemiştim:

Ahd-i ahkâmın saadet devri imiş bilmedi,

Şimdi bildi kıymetin millet senin Sultan Hamid;


Ne yapıp yaptın çevirdin âsiyâb-ı devleti.

Gel bugün gör inkılâbın dehşetin Sultan Hamid.

Yine şöyle demiştim:

Görmemişken lûtf-i mahsûsunu ey âlî-tibâr,

Firkatinden düştü cismim âteşe hâlâ yanar.

Terk-işemşîr-i Hilâfet ettiğin günden beri Hem vatan, hem bunca can gitti, hem namus ü âr.

Hurşid-i sulh-i cihan idin, dirigâ ki seni,

Gayb edeli, bu garip millet de oldu târ ü mâr.

Dûd-i âkımdan tebâh olsun müsebbibler heman,

Sensiz ey Hâkân-ı zîşan devlete erdi hasar.

Bari, rü 'yâda bize göster likâ-yı akdesin,

Bu hazin gönlümüze kılsın meserretler nisâr Vak'a-i dilsûzu an, ân-i esarette dahi,

Devlete Sâdık olan elbette eyler âh ü zar.

Şu manzumeler, güya yakın bir gelecekte, Balkan Harbi'nden daha müthiş bir sefalete düşecek olan za­vallı vatanın matemini tutmak için esaret günlerinde terennüm edilmiştir. (s. 4)


Nazar-ı ibretle bakılmalıdır ki, İstanbul'da Mah- mutpaşa Câmi-i şerifi ile emsali birçok camilerin kapı­ları, beş on dakikada dört beş kişilik cemaatle kılınan vakit namazlarından başka zamanlar kapalıdır. Şadır­vanlarında abdest alacak bir katre su yoktur. Ecdad za­manında arı kovanı gibi cemaatlerle dolan mâbedlerin kapalı ve muattal kalmasına ve halkın ibâdeti terk et­mesine sebep olan bu taife midir? (s. 15)

MEŞRUTİYETTEKİ YANLIŞLAR

Meşrutiyet'e iyi niyet ve tatlı emellerle girildi. En büyüğümüzden en küçüğümüze kadar herkes hayır ve menfaat bekledi. Fakat ne çâre ki, meşrutiyeti, dahilî, haricî, coğrafî ve siyâsî vaziyetlerimize, elhâsıl mizâc-ı mülke göre tatbik edemedik.

Bu işi yapacak ve idareyi tanzim edecek, fedakâr, dediğini yapmaya muktedir devlet adamları çıkmadı. Mevcud bâzı işbilir idarecilerin ise önlerine mâniler çı­karıldı. Bu yüzden, hükümet korkusu büsbütün kalk­tı. Sivil, asker herkes, bildiği gibi hareket etmeyi ve hatta hukuka tecâvüz ve üstlere taarruz etmeyi, meşrutiyetin icap­larından saydılar. Eski intizam ve itaat bağları yok ol­du. Onun yerine aşın serbestlik geldi ve devlet hayatı­nın en hassas teline dokunuldu. Bu deliller karşısında, bazı inceliklere âşinâ kimseler, artık felâketin yakın ol­duğunu iddia eylemiş idiler. (s. 17)


Bilindiği gibi eskiden beri, gayri müslim ahâli, ta­mir, nakış veya diğer hususlar için câmi-i şeriflere gi­recekleri vakit ayakkabılarını çıkarıp hürmetle girer­ler.

Etrafımızdaki devletler ise maneviyatı elden çıkar­mamak için milletlerin başını sıkı sıkıya kiliseye bağ­lamaya çalışmaktadırlar.

İşte vaziyet böyle iken, en akıllılarımızdan biri, "Va'az, vereceğim" diyerek, ayakkabılarını çıkarmaksı- zın, selleme-hüsselâm camie girip kürsüye çıktı. O böyle yapınca çeşitli milletlerden peşine takılan bir sü­rü halk dahi, onun gösterdiği yeni numuneye uyarak ve İslâmiyet'in razı olmayacağı bir hürmetsizlik ile ar­kasından yürüdüler.

Bu hâl Müslümanları infiale getirdi. Üstelik, "Kar­deşlerinizin aralarını ıslâh ediniz" emrini taşıyan âyet­i celîleyi de yanlış okudu. Alışılmamış bir şekilde ca­mi kürsüsünü işgal eden fesli vaizin bu halleri karşı­sında hocalar teessüf ve hayretle birbirlerine bakıştılar.

Bir köylü: "Cami bu adamı çarpar, görürsünüz" dedi. Öteden bir diğeri: "Sabaha kadar Kurana karşı el bağ­layıp ta'zım eden sarıklılar, gelsinler de, tesis ettikleri dev­letin ıslâhına yeltenen sarıksız vaizin kunduralarını çıkar­madan camie girdiğini görsünler." Bir başkası dahi: "Bu hâl, eşrât-ı kıyametten olan Deccal'in zuhuru başlangıçla­rından başka bir şey değildir" diye konuşmaya başladılar.

İşte bütün bu sözler, daha Meşrutiyet'in ilk günle - rinde söylendi ve gitgide çoğaldı.


Fakat safdil köylünün dediği pek de yabana gitme­di. Çok geçmeden aslını inkâr edercesine hedefini ve istikametini değiştiren vaiz efendinin İskeçe cihetle­rinde uğradığı işitilmişti. (s. 18)

"DEVR-1 SABIKI ARADIK!"

Kimi enine kimi boyuna çekti, kimi dahi halkı, mil­lî terbiyesinden ve dinî inançlarından çıkarmaya kalkıştı.

Hâsılı bîçâre Meşrutiyet, bora tufanlarına kapılıp yuvarlandığından, millet hiçbir feyz ü lezzetini gör­meden tatmadan, felâkete dûçâr oldu. Devr-i Sabık ken­dini mumlarla arattı. Fakat hayal ve hasretini yadigâr bırakarak gözden nihân oldu.

Nasıl aranmasın ki, henüz meşrutiyet gururuyla parlayan ümitlerimiz, Bosna Hersek'in ilhakı, Rumelî-i Şarkî hadisesi, Trablusgarb mes'elesi gibi peşpeşe gelen musibetler ile, pek çabuk söndü gitti. Tâli' güneşi tu­tuldu.

Hal bu merkezde iken, dâhilde keşmekeşten vaz geçilmemiş; inat fesadı doğurmuş; hırs ve düşmanlık gözleri karartmış, kulakları tıkamıştı.

İçeride şiddet kullanılırken, dış düşmanların aley­himize hazırlıkları ve birleşmeleri fark edilmemişti.

Hele maatbuat vasıtalarıyla savrulan münasebetsizlik­ler son dereceyi bulmuştu. En büyük makamdan yazı­lıp matbuatla neşr edilen nasihatler Osmanlıları itida­le davet ediyordu. Fakat ne fayda, iş çığırından çıkın­ca ne yapılsa beyhude idi. (s. 19)

ORDUNUN BOZULMASI

Bir taraftan da mülk [vatan] ve devletin koruyucu­su olan ordunun, eski maddî ve manevî bağı ve birbi­rine karşı kökleşmiş olan askerce kardeşliği sarsılmış­tı. Ordunun halinde ve heybetinde tamamiyle değişik­lik görülüyordu. Bazılarımız askerliği unutup siyâsete dalmıştık.

Çünkü ordu bağlı olduğu milletin istidadına tâbidir. Millet arasında intizam, birlik, muhabbet ve hamiyyet olmazsa, ordu ne kadar fedâkârlık etse netice itibariyle beyhudedir. Eski vak'alar bunu isbat eder. (s. 19)

SUBAY NASIL YETİŞMELİ?

Hatta bizlerden daha cesur, daha ciddî, daha cenga- ver ve her çeşit mahrumiyete katlanır, daha pişkin ve sağlam vücutlu zabitler yetiştirilmelidir. Bunun için mektebi [Harbiye'yi], şahin yuvasına, mehd-i zuhûr-i devlet-i ebed-müddet olan Domaniç yaylasına veyahut Rumeli'nin şehir ve kasabadan uzak bir yerine nakl et­melidir.

İcap eden şekilde zabit yetiştirecek zabitlerimiz çoktur. Eski Osmanlı kışlalarının şehirlerden uzak bulunmalarının sebebi az bir mülâhaza ile anlaşılabi­lir. Eski Osmanlıların karşısına çıkan kavimler, şid­detle harb ve sebat eden insanlar idiler. Fakat çadırda doğan, at sırtında büyüyen, cenkte ölmeyi temenni eden kahramanlara mukavemet edemediler. (s. 20­21)

RAHATINA DÜŞKÜN OLAN ASKER OLMASIN

Misal olarak Hazret-i Musa ile Mısır'dan çıkan Be­nî İsrail'in ve bunların çölde yetişen evlâtlarının Benî Amelika'ya karşı olan malum vak'aları gösterilebilir. Rahata alışan, seferin zahmet ve zorluklarına katlan­maktan hoşlanmayan kimseler asker olmamalı, vata­nın mesuliyetini boynuna almamalıdır.

Zira vatanın siperi, fedakârların sîneleridir. Eski or­dularımızda, yüz düşmandan yüz çevirmeyen nice di- lâver serdarlar yetişmişti. Sonraları safa ve rahata düşü-

lünce haller değişti. Milletimizin her türlü terakkilere istidadı vardır. Şimdiye kadar geçirdiğimiz belâlar ku­lağımıza küpe olsa kâfidir, (s. 21)

İlk Türkçe Kitaplar

-IV-

Bir Müdafi Daha: Leskovikli Mehmed Rauf ’İTTİHAD VE TERAKKİ CEMlYETl NE İDİ?”

Dönmelerin kendileri de Sabatay Sevi'nin mesihlik iddiasını, yapmacık Müslümanlığını ve ikiyüzlülüğünü kabul etmekte ve kendilerinin üç yüz senedir bu gelene­ğe uyarak yaşadıklarını itiraf etmekteler.

Bu gerçeği reddedip, Dönmelerin saklısı bulunma­yan iyi Müslümanlar olduklarını iddia eden, kendileri de dâhil hiç kimse yok... Sadece emekli binbaşı Sâdık ve bir de "İttihatçı" Leskovikli Mehmed Rauf...

"Müdâfi"liği dolayısıyla bu bahsin sonuna Leskovik- li'yi de ekleyerek, "gafiller" veya "vazifeliler" serisini ta­mamlamak istedik.

DÖNMELER ARASINDA BİR

"HÜRRİYET MÜCÂHİDİ"

İddiasına göre, İttihat ve Terakki Cemiyeti mensup­larından olan Leskovikli Mehmed Rauf, komite çalışma­ları sırasında yakalanmış ve 1311 (1895) de Selânik'e sürülmüştür. Tabiî genç bir İttihatçıyı Selânik gibi bir yere göndermeye "sürülmek" denebilirse. Fakat kendisi bunu "sürgün" kabul ederek "kahraman" olmaktadır.

Leskovikli Selânik'te, Dönmelerden büyük yardım görmüş ve aralarında yaşamıştır.

1327 (1911) yılında "mücâhede-i hürriyet hâtıraları 'nı yayınlarken, bu yakın dostlarına da birkaç sayfa ayıra­rak, onları medih ve uğradıkları ithamlara karşı müda­faa etmek zaruretini duymuş.

Kitap, küçük boydadır:

tttihad ve Terakki Cemiyet ne idi? Yazarı: Mülkiye kay­makamlarından Leskovikli Mehmed Rauf, İstanbul 1327, 112 sayfa.

Kitabın 79. sayfasında Dönmeler bahsi başlamakta olup, aşağıya bu kısımdan birkaç parça alınacaktır:

DÖNMELERİN HÜRRİYETÇİLİĞİ

Garibi şu ki ekseriya ticâretle uğraşmalarından do­layı bir dereceye kadar tamahkârlıkla itham olunan ve mevcudiyetleri şehr-i mezkûre münhasır olan "Dön- me"ler diğer İslâm kardeşlerinden ziyade mücadele-i hürriyette ileriye varırlardı.

İleride zikr olunacağı gibi Selânik'te bulunduğum müddetçe icra ettiğimiz mücâhedeler esnasında "Dön- me"ler oldukça yararlıklar, fedakârlıklar gösterdiler.

Bu fırkanın meyl-i ticaret ve servetleriyle bir tezad teşkil edecek surette mevcut olan hürriyetperverlikleri, bir zaman bâzı İhvân-i Cemiyet'i şüpheye düşürüyordu. Zâten Selânik'te Müslüman halkın câhil kısmı, kendiletinin en sâdık din kardeşleri olan "Dönme"ler hakkında öte- denberi söylenip gelen bâzı yanlış düşüncelere dayana­rak pek de hüsn-i zan beslememektedirler.

"BAZI CÂHİLLER DÖNMELERDEN ŞÜPHE EDİYORLAR"

Hatta bâzı câhiller bu sû-i zannı pek ileriye vardı­rarak " Avdetî'lerin sahiden Müslüman olduklarını bile şüpheli addetmektedirler.

Bu fikr-i bâtılın işin doğrusunu bilmeyen diğer me- mâlik ahâlisince dahi kabul edilmiş olması, bizi bura­da saded dışı olarak biraz tafsilât vermeye mecbur etti:

Dönmeler bundan iki yüz sene kadar mukaddem dîn-i mübîn-i İslâm ile müşerref olmuş Mûsevîlerden- dir. Din hükümlerine uymakta diğer ehl-i İslâm'dan hiçbir farkları yoktur. İslâmiyet'e ve husûsiyle devlet - i ebed-müddet-i Osmaniye'ye fart-ı sadâkat ve muhab­betleri (...hürriyet taraftan hareketleriyle)... sabittir. Hâsılı bâzılarının zannı gibi bunlar hakkında şüpheler hâsıl olmasına meydan verecek hiçbir hâl ve hareketle­ri görülmüş değildir.

DÖNME OKULLARI

Dönmelerin ilim, maarif ve ticâretçe olan gayretle­ri ve ilerilikleri de zikre değer. Selânik'in İstanbul ma-

arifine bile üstün gelecek bir mükemmellikte olan ilim müesseseleri hep Dönmelerin çalışma ve gayretle­ri sayesinde kurulmuştur.

Erkek ve kız, "Yâdigâr-ı Terakki" ve "Fevziye" mek­tepleri, şimdiye kadar pek çok talebe yetiştirmiştir. Bu mekteplerin gelecekte memleketimiz için medâr-ı ifti­har olacak birer darülfünun [üniversite] şeklini alma­ya istidatları vardır.

İstanbul mekteplerinde icra olunmakta bulunan mü­sabaka imtihanlarında ekseriya Selânik mektepleri tale­besi birinci gelmektedir. Bu da sırf o Dönme kardeşleri­mizin maarifin ilerlemesindeki himmetlerinin mesut ne­ticesidir.

Hâsılı Dönmelerin her suretle memleketimiz için pek feyizli bir unsur olduğundan şüphe yoktur.


ARAŞTIRMALARDA VE HÂTIRA KİTAPLARINDA DÖNMELERE DAİR YAZILANLAR

Bu bölümde bâzı araştırmalarda ve hâtıra kitapların­da Dönmelik ve Dönmeler hakkında yazılanlara bakıla­cak ve bunlardan şimdiye kadar söylenenleri teyid eden veya tamamlayan önemli satırlar nakledilecektir. Önce lügat ve ansiklopedilerden başlıyoruz:

İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ

Millî Eğitim Bakanlığı tarafından çıkarılan İslâm Ansiklopedisi'nin üçüncü cildinde bulunan "Dönme" maddesi dört buçuk sayfa tutan uzun bir maddedir. Bu maddenin dikkate değer bazı bölümleri:

İzmir'de Mesihliğini ilân eden Sabatay Sevi, Yahu- diler arasında kendisine bir hayli "mü minler" toplamış ve şöhreti bir taraftan Osmanlı memleketinde ta Bu- din'e, diğer taraftan Lehistan, Almanya, Hollanda, İn-


giltere, İtalya ve Kuzey Afrika'ya kadar yayılmıştı. Hat­tâ İran'a kadar varan bu şöhret ve nüfuz, İran Yahudi- leri arasında bile bir hareket uyandırmış ve onlar: "Bi­zim Mesih'imiz geldi, artık toprak bellemeyiz, vergi verme­yiz" diye tutturmuşlardı.

Musevî yazarlara göre, bu Sabatay hareketi Osman­lı İmparatorluğu'nda dinî olmaktan çok padişahın oto­ritesine karşı siyasî bir hareket gibi telâkki olunmuş ve Museviler'e karşı emniyetsizliğin başlangıcı olarak on­ların yerini Rum ve Ermeniler almıştır.

Hepsinin bir Musevî adı bulunmakla beraber, da­ima Müslüman adları ile çağrılan, hemen hemen ta- mamiyle İspanya muhaciri Yahudiler'den müteşekkil bulunan bu cemaat, Cumartesi günleri ateş tutmamak müstesna olmak üzere bazı Musevî âdet, ibâdet ve âyinlerine sâdık kalmışlarsa da, asıl Museviler'den ta­mamen ayrılmış ve onlara "koferim" (kâfirler) ismini vermiştir.

Selânik'te birbirine bitişik ve birinden diğerine ko­laylıkla geçilebilen evlerde yaşayan bu cemaat efradı­nın, evlerinin birinde yeşil abajurlu lâmbaların zayıf ziyası ile aydınlatılmış gizli toplantı yerleri vardır. Kal (Kahal) denilen bu yerlerde Payyetan adı verilen din uluları tarafından dualar okunur ve Ab-bed-din denilen reisler tarafından vaaz edilirdi. Bu vaazlar bilhassa Tev­rat ve Zohar'dan çıkarılır ve daima Sabatay'ın övülme­si ile son bulurdu.

Dönmelerin üç bölüğü arasındaki ayrılık ondoku-

zuncu asrın sonunda öyle bir kin ve nefret dalgası hâ­lini almıştı ki, bu üç zümrenin mensupları birbirleriy- le her türlü dostane temastan kaçınmışlar ve birbirle­rini tahkir ve tezyife kadar varmışlardı. Bu ayrı ve gay­rdık, birbirine mensup bir aşçı veya bakkaldan yiyecek alıp yemek, diğeri için haram sayılacak kadar ileri git­miştir.

Çocuklar Türk ve Müslüman olarak yetiştirilir ve ortada bir ayrılık gayrdık bulunduğu kendilerinden şiddetle gizlenirdi. Yakubîler'de cemaat esrarını öğ­renmek hakkı ancak evlenmek ile kazanılırdı. Diğer iki zümre ise, on üç yaşına gelince çocuklarına cemaat sırrı­nı, ibâdet ve dualarını öğretirlerdi.

Cennetin has bahçelerine girmek inhisarı kendile­rine ait olup, diğer iyi insanlar ancak Cennetin parmak­lıkları olabilirlerdi. Eğer iyi bir Müslüman, tenasüh [ruhun ölümle başkasına geçmesi] yoluyla kırk defa [dünyaya] gelip, her gelişinde yalnız hayır işlemiş, şer- den kaçabilmiş ise, has bahçeye gitmek hakkını kaza­nabileceğine inanırlardı.

*   * *

TÜRK ANSİKLOPEDİSİ

Millî Eğitim Bakanlığı tarafından çıkarılan bu an­siklopedinin ondördüncü cildinde bulunan "Dönme" maddesi iki sayfa tutmaktadır. Dikkate değer bazı bö­lümleri:

Osmanlı tarihinde Dönme sözü, daha özel bir an­lam taşımaktadır. Onyedinci yüzyıldan beri impara­torluğun çeşitli illerinde ve özellikle Selânik'teki gizli Müslüman-Musevî topluluğuna bu ad verilirdi.

Yirminci yüzyılın başlangıcında Dönmelerin geniş Müslüman Türk topluluğu içinde eriyeceği korkusuyla bunların üç grup arasındaki ayrılığı kaldırmak üzere bazı ciddî teşebbüslere giriştikleri bilinmektedir.

*   * *

TARİH DEYİMLERİ VE TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ

Mehmed Zeki Pakalın tarafından yazılmış ve Millî Eğitim Bakanlığı tarafından çıkarılmış olan bu büyük tarih sözlüğünde Dönmelere iki sayfa ayrılmıştır. Dik­kate değer birkaç satır:

Bu cemaat fertleri umumî hayatta Müslümanlar arasına karışıp camilere namazlara giderler ve Rama­zan orucunu tutar görünürlerdi. Hattâ arada sırada Hac­ca gönderilenler bile olurdu.

*   * *

MEŞHUR ADAMLAR ANSİKLOPEDİSİ

İbrahim Alaaddin Gövsa tarafından yazılan ve 1936'da Sedat Simavi tarafından yayınlanan dört ciltlik ansiklopedinin son cildinde Sabatay Sevi'ye birbuçuk sayfa ayrılmıştır. İbrahim Alaaddin, Türkiye'de Sabatay

Sevi ve Dönmelik hakkında Türkçe ilk tanıtıcı neşriya­tı yapan kimsedir. 1937'de yine Sedat Simavi'nin çıkar­dığı Yedigün dergisinde "Sabatay Sevi" ile ilgili seri yazı­lar yayınlamış, ayrıca bu yazıları genişleterek 1939'da bir kitap halinde de çıkarmıştı.

*   [5] *

MEYDAN LAROUSSE

Osmanlı Türklerinin XVII. Yüzyıldan itibaren im­paratorluğun çeşitli şehirlerinde ortaya çıkan Müslü- man-Musevî topluluğa verdikleri ad.

Müslüman adı ve kıyafeti altında yaşayan, fakat Musevî inanış ve âdetlerini devam ettiren Dönmelere ön­celeri "avdeti" de denmiştir.... Özellikle 1683'te Sela­nik'teki Museviler arasında dönmelik büyük ölçüde yayıldı. Dönmeliğin merkezi Selanik oldu... 1700'e doğru Selanik'te bulunan birkaç yüz dönme aile 1900'e doğru 10.000'e çıktı. Dönmeler ticaret ve sa­nat hayatında hakimiyet kurmaya ve devlet işlerinde görev almaya başladılar. XIX. Yüzyılın sonlarına doğ­ru Osmanlı toplumunun Avrupa'da eğitim görmüş ye­ni nesli arasında, Dönme avukatlar, doktorlar, gazeteciler ve profesörler de yer aldı.

Balkan Savaşı'ndan (... ) ve Türk-Yunan mübadele­sinden sonra, dönmeler, yeni Türk cumhuriyetinin

topraklarına, özellikle İstanbul'a göç ettiler. Araların­daki dayanılmayı sürdürerek ticaret piyasasında yer al­dılar, özel okullar açtılar, daha serbest bir hayata ka­vuştular.

*   * *

İNANÇ SÖZLÜĞÜ

Orhan Hançerlioğlu tarafından kaleme alınan sözlü­ğün Dönmeler ve Sabatay Sevi maddelerinden:

Osmanlı İmparatorluğu içinde önce İzmir'de ve sonra daha geniş çapta Selânik'te yayılan bu tarikat, dış görünüş olarak Müslümanlığı benimsediğini belir­tecek biçimde, gerçekteyse yeni bir Yahudilik anlayışıy­la düzenlenmiştir. Tapımları (ibâdetleri) gizlidir, mez­hebin sırları bağlılarına evlendikleri zaman açıklanır. Sabatay'ın mesihliğine inanırlar, Sabatay'ın doğum günü baş bayramlarıdır, kutsal yapıtları Mezâmir'dir. Cennete sadece kendilerinin gireceği başlıca inançları arasındadır. Müslümanlarla evlenmeleri yasaklanmış­tır. Kamerî ayların ilk günlerini kutsal sayarlar, duala­rını İbrânice okurlar.

Gizli gizli sürüp gelen tapımları [ibâdetleri] günü­müzde de devam etmektedir. Türkleşmiş bulunan Yahu- diler'in onun soyu ve bağlıları olduğu söylenir.

Hançerlioğlu'nun hiçbir ilmî değeri olmayan ve yan­lışlarla dolu olan sözlükleri malumdur. Ancak kendisi

Dönmelerle devamlı içli dışlı olduğundan, bu hususta yazdıkları ve bilhassa "günümüzde de devam etmektedir" de­mesi önemlidir.

*   * *

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLÂMANSİKLOPEDİSİ

1988 yılından itibaren yayınlanmaya başlayan hâlen yeni ciltleri çıkmaya devam eden bu önemli ansiklope­dinin 1994 yılında çıkmış 9. cildindeki "Dönme" mad­desi Prof. Dr. Abdurrahman Küçük tarafından yazılmış­tır. Bu maddenin "Dönmelerin İnanç Esasları ve Prensiple­ri" başlığını taşıyan bölümü aşağıya alındı:

Dönmelerin Sabatay Sevi'ye dayandırılan "âmen- tü”leri özetle şu esasları kapsar: 1. Gerçek tanrı olan İs­rail'in Tanrısı'na inanırım. 2. Sabatay Sevi'nin gerçek mesih olduğuna inanırım. 3. Tevrat'ın gerçekler Tevrat'ı olduğuna inanırım. 4. Tevrat'ın değiştirilmediğine ve yürürlükte olduğuna inanırım. 5. Sabatay Sevi'nin dün­yanın dört tarafına dağılmış olan İsrâiloğulları'nı bir araya toplayacağına inanırım. 6. Ölülerin dirileceğine inanırım. 7. İsrail'in Tanrısı'nın, Süleyman Mâbedi'ni yukarıdan aşağıya bina edilmiş olarak göndereceğine inanırım. 8. İsrail'in Tanrısı'nın bu dünyada cemâlini göstereceğine inanırım. Dönme âmentüsünün son mad­desi, "gerçek mesih" Sabatay Sevi'nin yeniden gönderil­mesini isteyen dua cümlelerini ihtiva eder.


Sabacay Sevi'nin Müslüman olduktan sonra ortaya koyduğu ve dönme cemaatinin uygulamaya çalıştığı emirler dönmelik besmelesiyle başlar ve başlıca şu hu­susları ihtiva eder: Tanrı'nın birliğine, mesîhin (Saba- tay Sevi) hakiki mesih olduğuna, ondan başka kurtarı­cı bulunmadığına iman etmek, yalan yere yemin et­memek, Tanrı'nın ve mesîhin adı anıldığında saygı göstermek, mesîhin sırrını anlatmak ve incelemek için toplantılara katılmak, adam öldürmemek, zina etme­mek, yalan yere şahitlikte bulunmamak ve yalan söy­lememek, kimseyi zorla İslâm'a sokmamak, kıskanç ve bencil olmamak, merhametli davranmak, her gün giz­lice Mezmûr okumak, Türkler'in âdetlerinden olup gözle görülen her şeyi yerine getirmek, Müslümanlar­la evlenmemek, çocukları sünnet ettirmek.

Dönmelerin bu inanç esasları ve prensipleri dışında daha başka âdetleri ve ayrıca bayramları vardır. Bun­larda Yahudilik esas olmak üzere İslâm'dan da bazı un­surlar alınarak Sabatay Sevi'nin emirleri doğrultusun­da birbirine karıştırılmıştır. Dönmeler bu tür inanç ve âdetlerden dolayı yahudilerce de Müslümanlarca da farklı bir cemaat olarak görülmüştür.

*   * *

Başka lügat ve ansiklopedilerde de bu madde vardır. Bulunmaması da esasen düşünülemez. Ancak buna rağ­men bâzılarında, hiç olmaması veya "Dinden dönmek, Müslüman olmak" gibi mânâsız mânâlarla geçiştirilmesi çok manâlıdır!

Şimdi diğer eserlere geçiyoruz.

*   * *

SABATAY'IN MÜRTECİ HAREKETİ

Avram Galanti'nin Türkler ve Yahudiler adlı eserinden (İstanbul 1928, s. 153-155):

Esasen inhitâta başlamış olan Türkiye Musevileri, bir şahsın zuhûruyla, sür'at ile uçuruma doğru yürü­müş ve koyu bir cehalet ve taassup örtüsüyle bürünmüş kalmışlardır. Bu şahıs, kendisinden evvel çıkmış bir­çok kimseler gibi "Mesih"im diye ortaya çıkan (Şaptay Sevi) namında bir adam idi.

1629-1676'da yaşamış olan bu adam, İzmir'de doğmuştur. Şaptay Sevi gayet yakışıklı, güzel sesli ol­duğundan, esrarengiz etvâr ve harekâtıyla pek çok ta­raftar kazanmış ve zamanında zuhur eden bazı hâdisât da, kendisine inananların adedini tezyîd etmeye hiz­met etmiştir. Gariptir ki, bu Mesih'in faaliyet sahası ci­han Musevîliğini kaplamıştır.

"'Mucize yapabilir" iddiasıyla, İstanbul'a gelmiş olan bu adam, Yahudilere hitaben vermiş olduğu bir va'az- da, "Artık Mesih'in kendisi olduğunu, arz-ı Filistin'in kurtuluş günü geldiğini" söylemiş ve dünya işleriyle meşgul olmamalarını tavsiye etmiştir. Zamanın Gala­ta İngiliz tacirleri, Yahudi tüccarlarından alacaklarını istedikleri vakit, bu sonuncuların "Mesih geldiği için ar­tık borçlarını vermeyeceklerini" söylemeleri üzerine, İngi-


liz tüccarı, İngiliz sefiri vasıtasıyla hükümete şikâyet ve Mesih'i hapsettirmişlerdir.

Diğer taraftan, Şaptay Sevi'ye taraftar olmayan Mu- seviler, onu "ihtilâlci" diye göstererek, hükümetten, te'dibini istemişlerdir.

Huzûr-i Padişâhîye çıkan Şaptay Sevi, mucize yap­maktan izhâr-ı acz ettiği için, idama mahkûm edilmiş ise de, İslâmiyet'i kabul etmekle başını kurtarmıştır.

Dünya Musevîliğini altüst etmiş olan bu adamın bı­rakmış olduğu izler, kolay kolay zail olmamış ve Muse­vîlik, bahusus bu vak'anın oynandığı sahneyi bizzat görmüş olan Türkiye Musevileri, takrîben iki asır kadar cehalet ve taassup karanlığı altında kalmış gitmiştir.

Gariptir ki, İspanya'dan Türkiye'ye gelmiş olan Ya- hudiler, iki asır kadar mekteplerinde İbrânice, gramer ve dinî tedrisattan mâada hesap, hendese, tarih, coğraf­ya okudukları halde, Şaptay Sevi'nin mürteci' hareketi­nin tesiri neticesi olarak, Tanzimat devrinin bidayetin­de mekteplerinde gramersiz İbraniceden mâada, hesa­bın yalnız a'mâl-i erba'asını [dört işlem] okurlar idi.

*   * *

"OSMANLILARA KÜLAH GİYDİRMEK"

Meşrutiyet inkılâbını yaşayan ve hâtıralarını yazan "Hasan Amca" da Doğmayan Hürriyet adlı kitabında şöy­le diyor: (İstanbul 1958, s. 43-44)


Feslerimizi yırttık, sokaklara fırladık. Meğerse ba­şımıza giydiğimiz fesleri Avusturya fabrikaları yapar­mış. İşte biz bu hareketimizle Avusturya'ya boykot yapmış oluyormuşuz. Bunu da öğrendik, boykotaj, bu demekmiş.

İthalât-ihracat, millî istihsal, ticarî muvazene, hat­ta iktisat diye bir ilmin varlığını dahi bilmediğimiz o günlerde, bütün bunlar bizim için ciddî anlamlar de­ğildi. İktisadî mevzularda o kadar boş idik ki, bu boş muhitte Selânik Terakki Mektebi müdürü Câvid Bey bir allâme gibi göründü ortalığa. Fes yırtmak suretiyle yaptığımız bu protesto münasebeti ile hemen bir ma­kale döktürmeyi ihmal etmedi. Bu yazısı ile bize tav­siyelerde bulundu. Çok şayan-ı dikkat bu yazı şöyle... Bakın Allah rızası için bize neler öğretmişti o gün:

315 senesi evâilinde Selânik tüccarlarından mürek­kep bir heyet mühim bir sermaye koymuşlar. Selânik'te bir fes fabrikası yapmak için. ...Şirkete devlet müsaade etsin, getirecekleri makinalardan gümrük almasın. ...Selânik tüccarlarına imtiyaz versin... (Başkasına bu izni vermesin, elindeki dokuma fabrikalarını da -me­selâ Kâtipzâdeler gibi- özel teşebbüse satsın. Acaba Câ- vid Bey güdümlü mü yoksa liberal iktisat taraftan mı.)

Hayır ne o, ne bu. Tek maksadı Avusturyalıların yerine Selânikli kardeşlerine, Osmanlılara topyekûn kü­lah giydirmek imtiyazını temin.


Beş on makale, bir iki cilt kitap tercümesinden sonra, bugünlere kadar dostlarının şöhretini sakız gibi çiğnemekle bitiremedikleri, İmparatorluğun büyük bir maliyecisi ortaya çıkmıştı.

*   * *

HARP İÇİNDE TÜRKLER VE DÖNMELER

Tarihçi Ahmed Refik Altınay, İki Komite İki Kıtal ad­lı hâtıra ve târih kitabında şunları yazıyor. (İstanbul 1919, s. 14, 19, 60):

Bu felâkette en ziyâde mutazarrır olanlar, bedbaht ve fakir Türk unsuruydu.

İrtikâb ve irtişa alenî idi. Rum, Ermeni, Selânikli mağaza sahipleri, bakkal çırakları, üç dört aylık bir gaybubeti müteâkib, para kuvvetiyle tebdîl-i hava alıyorlar, beyaz önlükleriyle tekrar meydana çıkıyor­lardı.

Türk kendi vatanında en âciz, en istinadsız bir kuv­vetti. Selânikliler bile Türk'ü İslâmiyet kisvesi altında iğfal ederlerdi. Türklerden ziyâde Musevilerle teşrîk-i mesaî eden Dönmeler, mağazalarında Musevî kullanır­lar, Türk bulundurmazlardı.

Bazen Câvid Beyefendi, yaldızlı ve muhteşem köşkün­de hemşehrilerine, elektrik ziyaları altında parlak zi­yafetler veriyor, gece yarısı istimbotlarla [Beyoğ-

lu'nda] Tokatlıyan'dan [Büyükada'ya] dondurma ge­tirtiyordu.

*   * *

MEŞRUTİYET İNKILÂBINI KİM YAPTI!

Yukarıda bahsi geçmiş olan Karakaşzâde Rüşdü'nün if­şaatı dolayısıyla çıkan basın münakaşasına Mihrab dergisi de, iki Fransız yazarının, Jean Brunhes ve Camille Valla- ax'un Tarihin Coğrafyası adlı eserinden yaptığı bir tercüme ile katılmıştı. "Dönmeler" başlığını taşıyan yazı, derginin 15 Ocak 1924 tarihli 5. sayısında çıkmıştı. Son satırları:

Kapancılar, Selânik şehrinde yaşayan kavimlerin içinde en zekileridirler. İttihad Komitesine büyük mikyas­ta intisap etmişlerdir. Hülâsa olarak: Genç Türk inkılâbı­nın büyük kısmını idare eylemişlerdir. Bu inkılap esas iti­bariyle, Dönmeler yani haricen İslâmiyet'e katılmış görünen, fakat hakikatte İslâmiyet 'le mücadele eden ve İslâm 'la mü­nasebetleri ancakgörünüşe inhisar eden Yahudiler tarafın­dan yap ı lm ıştır.

Bilhassa riyakârca Türk kıyafetine bürünmüş olan ve aslen Yahudi olup Türklük iddiasında bulunan bu kimselerin, Türklerin bugünkü mukadderatlarının vücuda gelmesinde büyük mikyasta dahl ü tesiri olmuştur.

*   * *

Dönmelerin İttihatçılarla ve Meşrutiyet hareketiyle ilgisine dair bir başka bilgiyi de Galip Paşa'nın Hattra-

larında buluyoruz. 31 Mart'ta "Dersaadet Jandarma Po­lis Müfettiş-i Umûmîsi" bulunan Miralay Galip Bey'in hatıralarından bir kısmı Hayat Tarih Mecmuasının 1966 yılı 6-8. sayılarında neşr olunmuştur.

(31 Mart hareketi başlamıştır. İttihatçı Miralay Ga­lip de isyancılardan korkuyor ve evine kapanıyor. Dör­düncü gün evinden çıkınca gittiği yer doğruca Selânik­li İpekçilerin mağazasıdır:)

Nisanın dördüncü Cumartesi gününe kadar bir tara­fa çıkmadım. Hiçbir kimseden de esas hakkında bir ha­ber alamıyordum. Şu dört gün zarfında geçirdiğim ha­yat pek kederli idi. Gazeteler büsbütün can sıkıyordu.

Nisan'ın üçüncü günü Selânik'ten bazı taburların hareket eylediği haberleri yazıldı. Fakat bu haberin doğruluk derecesi bilinemiyordu. (...) Nisan'ın dör­düncü günü evden çıktım. İstanbul cihetine geçtim. Selânikli İpekçilerin bonmarşesine ve Mehpâre mağazaları­na uğradım. O sırada kıvırcık sakallı bir herif tarafın­dan takip edilmekte olduğumu hissettim. Zaten bu mağazalar tarassut altına alınmışlardı...

*   * *

MEŞRUTİYETTE TAŞKINLIKLAR VE DÖNMELER

Meşrutiyetin ilk günlerindeki taşkın nümayişler, Se­lânikliler tarafından kışkırtılıyordu. Meşhur "Servet-i Fünûn” dergisi ve matbaası sahibi Ahmed İhsan Bey'in tesbitleri:

Dışarıda nümayişçilik ile gürültücülüğe, türlü tür­lü hırslar ve menfaatler karışmış idi. Selânik 'ten gelenler, bir taraftan halkı sükûnete davet ederken diğer taraf­tan nümayişlerin kapılarını açıyorlardı. Onların verdi­ği cesaretle takım takım alaylar peyda olmuştu. Eski vükelânın evlerini basıp nazırları yakalıyorlar, hesap vereceksiniz diye Zaptiye nezaretine getiriyorlardı...

Bu işleri görenler sanki hususî halk kitleleri idi, haki­katte el altından teşvik görüyorlardı. (Ahmed İhsan, Matbuat Hatıralarım, c. 2, s. 43, İstanbul 1931)

*   * *

Hâdiseyi, Dönmelerle birlikte yaşayan bir başkasının gördükleri:

Bu arada "Selânikliler'in mağazalarında, İstanbul Bonmarşesinde, Karakaş Mağazası nda bazı kimselerin toplanmış olduğunu gördüm. Aralarına karıştım. On­lar da benim gibi düşünüyorlardı. Arkadaşlar evvelden küçük bayraklar almışlardı. Bayraklar ellerimizde oldu­ğu halde mağazadan çıktık. (Yusuf Kemal Tengirşenk, Vatan Hizmetinde, s. 107, İstanbul 1967).

*   * *

Meşrutiyet ilân edilir edilmez, Selânikli Dönme ka­dınlarının çarşaflarını atıp sokağa çıkmaları; ancak halkın tepkisinden korkan İttihatçıların onları "teskin" etmele­ri, Dönmelerin tesettür aleyhinde bir planlarının olduğu­nu teyid ediyor:

Derken On Temmuz inkılâbı oldu. Hukuk'ta ho­cam Manyasîzâde Refik Bey beni çağırdı. Dedi ki:

"- Bâzı Selânikli genç hanımlar, çarşaflarını fora ede­rek sokaklara çıkıyorlarmış. Mutaassıplar dedikodu yapmaya başlamışlar. Siz hukuk talebesi sıfatıyla bu­nun doğru olmadığını caddelerde kurulan kürsülere çıkarak anlatın!"

Biz de bir-iki arkadaş hocamın emrini yerine getir­dik. (Ali Canip Yöntem, Selânik'te 10 Temmuz, Sabahı, Yakın Tarihimiz, c. 2, s. 258)

*   * *

MÂLİYEDE VE TİCARETTE DÖNMELER

Anonim şirketinin nizâmnâmesini hazırlamak ve kanunî muameleleri tamamlamak işi, [İttihad ve Terakki] Cemiyet Merkezince Mehmed Cavid Bey'e ha­vale olunmuştu. Bu zat, büyük manifatura mağazaları sahibi olan Selânikli tüccarlarla görüştükten sonra "Os­manlı Pazarı Müessesesi "yle artık meşgul olmak iste­medi.

Ekim ve Kasım [1908] aylarında, milletçe Avus­turya ve daha hafif derecede Bulgaristan, mallarına boykotaj teşebbüslerine girişilmişti; bu millî hâkimi­yet kaynaşması, Osmanlı Pazarı gibi geniş çapta bir ti­caret ve sınâat merkezinin kurulmasına çok elverişli idi. Ne yazık ki, milletin iktisaden yükselmesini dü­şünmek ve gerçekleştirmek işi, iktisad profesörü ola­rak güvenilen bir Selânikli bilgine emanet edilmiş bu­lunuyordu! (Ahmed Cevad Emre, İki Neslin Tarihi, s. 115, İstanbul 1960)

İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin, iktisad âlimi ola­rak güvendiği Mehmed Cavid Bey'in teklifiyle aldığı tensikat tazminat tedbiri, bütçeyi kapamak için Os­manlı Bankası'na iki milyona yakın lira borçlanmaya sebep olmuştur. (İki Neslin Tarihi, s. 117)

*   * *

Burada [Selânik'te] hayli güçlü bir ticaret burjuva­zisi yetişmişti. Selânikli Dönmeler, kültür seviyeleri, ya­bancı dil bilmeleri, kurdukları basımevleri, gazeteleri, klüpleri, özel okulları ile, bir ticaret burjuvazi zümre­si olarak iyice sivrilmişlerdi. Dönmeler ve Museviler, Jön Türk hareketini desteklemekteydiler. Bir rejim de­ğişikliğinin onlara, Rum ve Ermeni işadamlarının İstan­bul'daki tekel durumunu yıkmaya fırsat vereceğini ummaktaydılar. (Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni, s. 247, İstanbul 1974)

Selânikli tüccarların da çoğu İttihad ve Terakki'ye katıldı. Doğuştan büyük bir ticarî kabiliyete sahip olan bu tüccarlar, ihtilâlin başarısını tahmin ettiler ve başarı halinde, millî ve milletlerarası büyük ticaret ile hükümet müteahhidliğini, hemen tekelinde bulundu­ran İstanbul'un Rum ve Ermeni tüccarlarını mevkilerin- den kaydırabileceklerini hesapladılar. (Türkiye'nin Dü­zeni, s. 249)

*   * *

Gençler hareketi, bilhassa Makedonya'daki genç subaylar nezdinde gittikçe kuvvet buluyordu. Gizli teşkilatın başında bulunan Berlin askerî ateşesi Enver Bey ve kaymakam Niyazi Bey, 1876 yılında Midhat Paşa tarafından hazırlatılan Kanun-i Esasî'nin iadesini ilk hedef edinmişlerdir. İttihad ve Terakki adlı cemi­yeti, başta Selânikli zenginler, bilhassa Dönmeler, para ile destekliyorlardı. (Lazslo Rasonyı, Tarihte Türklük, s. 252, Ankara 1971)

*   * *

BİR DÖNME KIZININ DÜĞÜNÜ

Zekeriya Sertel, 1910'da Selânik'te Yeni Felsefe dergi­sini çıkarırken, mektupla yazı gönderen kızlardan biri ile alâkadar olur. 1913'te Paris'e tahsil için gittiğinde, oradan bu kıza mektup yazar, fakat cevap alamaz. 19l4'te İstanbul'a döndükten sonra, bu sefer kız ona ha­ber gönderir. "Anne Hanım" dedikleri aracı kadının vası­talığı ile anlaşırlar. Fakat anlaştığı kız bir Dönme kızıdır. Bu yüzden İttihad ve Terakki erkânı onlarla ilgilenir, bu evliliği Türk-Dönme birleşmesine bir misal yapmak ister­ler. 1968'de Hatırladıklarım adıyla hatıralarını yayınla­yan Sertel, nasıl evlendiğini de anlatır.

Bu kitaptan konumuzla ilgili birkaç satır (s. 58-62):

Bizim Anne Hanım gidip kıza müjdelemiş, o da ağabeylerine açılmış, benimle evlenmeye razı olduğu­nu bildirmiş.

Günün birinde telefon çaldı:

- Ben avukat Celâl Derviş, sizinle görüşmek istiyo­rum.

Celâl Derviş, kızın büyük ağabeyi idi.

Dönmeler, Ortaçağ'da İspanya'daki engizisyon zul­münden kaçarak, Osmanlı İmpartorluğu'na sığınan ve Selanik'e yerleşen bir avuç Yahudi idi. Bunlar Osman­lı İmparatorluğu'na döndükten sonra Müslüman ol­muşlardı. Dinlerini değiştirmekle beraber, Müslü­manlığı da tam benimsemiş sayılmazlardı.

Çevrelerinden de mukavemet görmüşlerdi, İslâmlı­ğın hiçbir kuralına uymazlardı. Namaz kılmaz, oruç tut­maz, İslâmlarla ve Türklerle kaynaşmazlardı. Bir kast halinde yaşarlardı. Zeki, çahşkan,becerikli ve sevimli insanlardı. Fakat kendi kabukları içinde yaşar, Türk topluluğuna girmez, Türklerle kız alıp vermez, kendi dar varlıklarını öylece sürdürüp giderlerdi.

Daha çok ticaretle uğraşırlardı. Bu sebeple Avrupa ile sıkı ilişkileri vardı. Bu durum, onların yaşadıkları üzerinde de etkisini gösteriyordu. Kazançları iyi, yaşa­ma düzeyleri diğer topluluklarınkinden yüksekti. Se­lanik'ten İstanbul'a göç ettikten sonra da çoğunlukla Nişantaşı ve Şişli semtlerine yerleşmiş, yine kendi top­luluk hayatlarını kurmuşlardı.

Çocuklarını da Türk okullarına vermemiş olmak için, "Fevziye Lisesi" ve "Şişli Terakki Lisesi" adında iki okul açmışlardı. Çocuklarını resmî okullara gönder­mezler, bu okullarda okuturlardı.

İşte benim evlenmek istediğim kız, bu topluluğa mensuptu. Ailesi razı olursa, ilk kez bir Dönme kız bir Türk 'le evlenecekti.

Benim bir Dönme kızı ile evlenmek üzere bulun­duğumu "İttihat ve Terakki" genel merkez komitesine duyurmuşlar. Bir gün bu komitenin ünlü üyesi sayılan Dr. Nazım beni çağırdı. Tebrik etti. Yaptığım işin öne­mini bilip bilmediğimi sordu.

"- Sen belki farkında değilsin" dedi. "Fakat yüz yıl­lardan beri birbirine yan bakan iki toplumun birleşip kaynaşmasına yol açıyorsun. Dönmelik kastına ölüm yumruğu indiriyorsun. Biz bu olayı gereği gibi değer­lendirmeli ve Türklerle "Dönme"lerin birleşmesini bu vesile ile kutlamalıyız. Bunu millî ve tarihî bir olay gi­bi değerlendirmek gerek."

Nikâhımız, Şehzâdebaşı'nda Suphi Paşa Konağı'nda yapıldı... Bizim nikâhımızda kız tarafının vekili zama­nın başbakanı ve "İttihat ve Terakki'nin en nüfuzlu adamı Talât Paşa idi. Benim vekilliğimi de —sonradan Atatürk'ün dışişleri bakanlığını yapan— Tevfik Rüştü Aras üzerine almıştı. "İttihat ve Terakki'nin belli baş­lı kodamanları da nikâhta hazır bulunuyordu. Kız ha­rem dairesinde, ben erkeklerin yanındaydım.

Talât Paşa gülerek ve şakalaşarak:

"- Biz kızımızı bedava vermeyiz, bin lira isteriz," dedi.

Bütün nikâh masraflarını İttihatçılar görmüşlerdi. [Bu bin lira için] bol keseden "Veririm" dedim. Ertesi gün bütün gazeteler bu haberi önemle verdiler. (s. 58­62)

Zekeriya Sertel'in evlendiği "Dönme kızı"nın adı Sa- biha'dır. "Sabiha Zekeriya Sertel” diye tanınır. Mütâreke ve Cumhuriyet devirlerinde kocası ile beraber, ayrıca in­celenmesi gereken faaliyetleri vardır. 1945'te —zamanın hükümetinin tahrik ettiği- gençler tarafından tahrip edilen komünist "Tan" gazetesini kurmuşlar, nihayet 1952'de Türkiye'den kaçmışlardır. Kadın 1968'de Ba­ku'da öldü. Orada yazdığı hatıraları 1969'da İstanbul'da yayınlandı (Roman Gibi, Ant Yayınları, 420 sayfa). Zeke­riya Sertel ise 1980'de Paris'te öldü.

Zekeriya Sertel'in hâtıraların devamında, "Dönmelik kastının bu evlenme ile yıkıldığına" ve "Dönmeliğin çıkı­şına" dair yazdıkları yanlıştır. Esasen kendisi bir "Dön­me kızı"nı almış değildir. Dönmeler onu almışlardır. Çünkü dininden uzaklaşmış, yüksek tahsilli, asrîleşmiş, eli kalem tutan bir Türk genci, Dönmeler için fevkalâ­de bir "kısmet" idi.

*   [6] *

MÜNEVVER AYAŞLI'NIN HÂTIRALARINDA DÖNMELER

Münevver Ayaşlı Hanımefendi'nin büyük babası Ali Rıza Paşanın Selânik'te yani Dönmelerin vatanında yir­mi beş sene kumandanlık yaptığını biliyoruz. Kendisi de 1973'te yayınlanan İşittiklerim, Gördüklerim, Bildikle­rim ve 1975'te neşrettiği Dersaadet adlı kitaplarında ve yakın tarihe dair Tercüman gazetesine yazdığı bir yazı­sında, Selânik ve Dönmelerle ilgili bazı hatıralarını kay­detmiştir.

Kendisini 1976'da. bu maksatla ziyaret ettiğimde, eserlerinde bahsettiği maddeleri görüşmüştük. Yazdık­larını, bazı ilâvelerle teyîd etmişti.

Aşağıya, bu iki kitaptan Dönmelerle ilgili bahisleri alıyorum. Bahsin sonuna, kendisiyle yaptığımız görüş­mede aldığım notları ve gazetede çıkan hatıralarından ilgili bölümleri de ekledim:

SULTAN VE ŞEHZADE MALLARINI DÖNMELER YAĞMALADI

Paşalimanı'nda bulunan bu yalı, belki Boğaz'ın en güzel yalılarından biri idi. Hüseyin Avni Paşa'dan son­ra, bu sahilsarayı ve sırttaki harikulade koruluğu Ab- dülhamid Han'ın en büyük şehzadesi Selim Efendi al­mıştı.

Ben bu sahilsarayı 1924 senesinde, Osmanlı hane­danı Türkiye hâricine çıkarıldıktan sonra, bomboş ve bir tütün deposu olduğu zamanlar görmüştüm. Yalı­nın çok acı ve acıklı haline rağmen, planının güzelli­ğine bayılmıştım.

Efendim, o zamanlar, Üsküdar bir tütün depolan ve fabrikaları merkezi olmuştu. Bunu yapanlar ve bu

işe başlayanlar Selânikli Dönmeler idi. Bunlar bir taş­la iki kuş vuruyorlardı. Hem sahipsiz, boş kalan sultan ve şehzade sahilsaraylannı bedava denecek derecede ucuza kapatıyorlar, hem de İstanbul'un en fakir, en mütevekkil semti Üsküdar'ın Müslüman halkını istis­mar ediyorlar, bunları çok az ücretle kullanıyorlardı.

Selim Efendi'nin sahilsarayını satın alan da tütün­cü Selânikli Sabri Bey'di

Sabri Bey, bedavaya satın aldığı şehzade sarayında, Üsküdar'ın fakir ve mütevekkil Türk-Müslüman ço­cuklarını, genç kızlarını yok bahasına çalıştırıyordu ve kimbilir kaç saat? Ne bakım var, ne sigorta var? Ne de mes'ul vardı...

Sabri Bey ise, oturduğu Şişli'den otomobille Beşik­taş'a iner ve kızının ismini taşıyan Binnaz motoruna binerek, Üsküdar'a geçer, iş yeri olan sahilsaraya yana­şırdı." (Dersaadet, s. 116-118).

*   * *

Arnavutköyü'nü, Rum meyhanelerini ve akıntı burnunu geride bırakalım ve Bebek'e doğru ilerleye­lim. Burada da tam burunda iki sultan sarayı vardı.

Hanedan memleket hâricine gidince, burası da Dönmelerin mektebi oldu. Zaten hanedan mensubu sultan ve şehzadelerin memlekette arta kalan malların­dan Dönmeler, Yahudiler ve Siyonistler istifade etmiş­lerdir ve Türk milleti sultanların ve şehzadelerin bir çöpüne el sürmemiştir." {Dersaadet, s. 171)

NAZIR RIZA PAŞA'NIN HİDDETİ

Adliye nâzırı Rıza Paşa'nın Selânik valiliği de var. Ve Dönmelerden nefret edermiş: "Bu herifler benim namazıma mâni oluyorlar, bu mürâî, münafık herifler namaz kılmasınlar diye, ben de namaz kılmıyorum" dermiş.

Zira Ramazan geceleri, bütün ileri gelen Dönme­ler, evlerinde soyunur dökünür, sırtlarına kürklerini, başlarına takkelerini giyer, ellerine tesbihlerini alır, Vali Paşa'nın konağına gelirlermiş, beraber teravih na­mazı kılmaya. Bunları görünce Rıza Paşa pür hiddet, "Bu münafıklara namaz kıldırmayacağım" diye kendi­si de teravih namazından mahrum kalırmış. (s.l76)

SECCADESİZ DÖNME KONAĞI

Selânikli Dönmelerin Müslümanlıkları hakkında ben de bir fıkra anlatayım:

Büyük pederim Ali Rıza Paşa, tam yirmi beş sene Selânik'te kumandanlık etmiş ve Selânik'e Köprü- lü'den gelmiş. Büyük baba ve ailesini, tren istasyonun­da Selânik Belediye Reisi Dönme Hamdi Bey (Dön­meler arasında 'bey' titrini kullanmaya mezun tek in­san) karşılar ve yeni Kumandan Paşa ile ailesini ille kendi evinde misafir etmek ister ve çok ısrar edince, büyük babam da peki der.

Ve böylece Köprülü'den gelen Ali Rıza Paşa ailesi kafilesi, çok zengin Hamdi Bey'in saray gibi evine mi­safir olurlar.

O zamana kadar ne annem, ne teyzem, ne yaşlı ha­nımlar, hattâ belki ne de büyük babam Ali Rıza Paşa, böyle "Dönme" diye bir tayfanın mevcudiyetinden bi­le habersiz. Hamdi Bey'in evi güzel mi güzel, uşaklar hizmetçiler bol mu bol, fakat evde garip bir hava ve acayip bir hal var. Meselâ Hamdi Bey'in evinde de yaş­lı hanımlar var, lâkin hiçbirinin başında başörtüsü ol­madığı gibi, tıpkı Hristiyan kadınlar gibi beyaz saçla­rı topuzlu ve elbiseleri, çorapları simsiyah.

Namaz zamanı gelmiş, bizim hanımlar namaz kıla­caklar, namaz seccadesi isterler, isterler ama evde de bir telâştır kopar; zira evde namaz seccadesi yok... Be­lediyeye Hamdi Bey'e uşak gönderirler. Hamdi Bey'i de bir telâş alır. Hamdi Bey derhal ağasını çarşıya gön­derir ve tam on iki arakiyye işlemeli yepyeni seccade aldırtır ve eve gönderir. Saray gibi Hamdi Bey'in ko­nağına koca bir denk, on iki büyük boyda arakiyye na­maz seccadesi gelir. Bu hale de bizimkiler hayret için­de kalırlar. Bizim yaşlı hanımlar namaza başlayınca, zavallı yaşlı Dönme hanımlar da onlara baka baka, ya­lan yanlış namaza dururlar ve ekseriyetle yatak ve kar­yola üzerinde namaz kılarlar.

Bunun için annem ve teyzem Selânik'i çok iyi bil­dikleri gibi Dönmeleri ve Dönme âdetlerini de pek iyi bilirlerdi. Selanik'te hiçbir Dönmeye "bey" denmez, "efendi" denirmiş. İstanbul'a gelince haliyle bu âdet ve an'ane tarihe karışıyor, hepsine bey ve hanımefendi denmeye ve Türklerle de evlenmeye başlıyorlar ki, Se­lanik'te iken bu kabil değil, imkânsız. Türkler ne Dön­me kızı alırlar, ne de kızlarını Dönmeye verirlermiş.

Valide merhume: "Allah aşkına şu İstanbullulara bak, bizim efendi dediğimiz bütün Dönmeleri, İstanbullu­lar bey, beyefendi yaptılar" derdi. (s. 177-178)

SİYONİST İHTİYAR DÖNME

Dönmelerin bir de sivil paşası vardı, Hamdi Bey'in büyük oğlu. Şimdi ismini hatırlayamadığım bu zata paşalık ünvanı verilmişti, babasına beylik ünvanı ve­rildiği gibi.

Bu paşa ile teyzem son zamanlarına kadar dostlu­ğunu devam ettirmiş ve sık sık görüşürlerdi. Teyzem paşayı hem sever, hem de haline pek gülerdi. Zira pa­şa, evinde tamamiyle Arap kıyafeti, üzerinde kıymetli bir meşlâh, başında kefye, belinde ise, eski, kullanıl­maz hale gelmiş gümüşlü, savatlı bir silah taşırmış. Teyzem merhume, Dönme paşasının bu halini, ateh getirmesine [bunamasına] verir ve acır üzülürdü.

Ben çok vesveseli bir insan olduğumdan, bunu yalnız bir ateh hâli olarak kabul etmiyorum. Bence paşa, koyu bir Siyonizm, yani Ahd-i Atik'ten alınma bir ilhamla bu kıyafete giriyor ve bu kıyafeti katiyen Arap kıyafeti ola­rak kabul etmiyor, bu kıyafeti Ken'anlıların kıyafeti ve asıl Yahudi kıyafeti olarak kabul ediyor olmalıdır.

Daha parlağı kendisi "Ben emîrim" dermiş ve evde yakınları kendisine "emîr" derlermiş.

Bütün bunlar, zannedildiği gibi basit bir ateh ge­tirme değildi. Ateh getirmiş olsa da şuuru altında ne­ler neler gizli olduğu meydana çıkıyordu.

Hamdi Bey'in diğer oğullarından bazıları da valide merhumeye: "Biz akrabayız" derlerdi. O zaman valide­nin yüz ifadesi görülecek bir hâl alırdı, ne evet der, ne hayır der, bir an evvel bu Dönme akrabalardan sıyrıl­mak isterdi. (Dersaadet, s. 178-179)

YAHUDİDEN TÜRK KIZI

O zamanlar Ankara Palas Oteli, dünya tertipleri­nin, casuslarının ve yanısıra dedikoduların kaynaştığı bir yer... Bir taraftan Alman Büyükelçisi Von Papen, iltifatlar saçarak Almanya'ya dost kazanmak istiyor, diğer taraftan Churchill'in şahsî elçisi Amiral Kelly bizi İngiltere yanında harbe sürüklemek için çalışıyor.

Ahmed Emin Bey ise, değil yalnız Türk, koyu din­dar bir Müslüman üstelik... İlk defa din lehinde yazı yazan adam Ahmed Emin Yalman olmuş ve Ankara Pa- las'ta bulunan yabancı basın mensupları arasında, bü­yük bir hayret ve takdir uyandırmıştı. Bu yabancı ga­zeteciler: "Değil mi, ne müthiş adam, ne kadar medeni cesareti var" diyorlardı, Ahmed Emin Yalman için...

Yeni merkez-i hükümetin misafirlerini kabul et­mek için, güzel, rahat ve modern bir otele çok ihtiya­cı vardı.

Fakat bu otel en çok Ankara'nın Yahudileri'ne ya­radı. Ankara'nın çukurda bir Getto'su, yani Yahudi mahallesi vardı, çöplük gibi bir yer... Halkı da çirkin, sıhhatsiz, sevimsiz, üstelik çok fakir insanlardı bunlar.

Bir de baktık ki Ankara Palas Oteli bütün persone­lini bu Getto'dan alıyor. Tuvalette bekleyen küçük kızdan, sonraları direktörlüğe kadar yükselen kimsele-


rin hepsi Yahudi Mahallesi'nden geliyorlardı.

Sonradan bu sıska, çelimsiz ve hastalıklı kimseler, Ankara Palas'ta yediler içtiler şişmanladılar, zengin ol­dular ve kibirlendiler.

Yine böyle vestiyerde oturan sıhhatsiz ve çirkin bir Yahudi kızının önünde durmuşlar, Ahmed Emin Yal­man, Refet Paşa'nın koluna girmiş, kızı gösteriyor ve: "Bakın paşam, bakın paşam, ne güzel bir Türk kızı. Bunu şimdi Türk kızlarından ayırt edebilir misiniz? Ayırt ederseniz, ayıp olmaz mı, günah olmaz mı?" di­yordu Paşa'ya.

Biraz sonra Ahmed Emin'den ayrılan Refet Paşa ya­nıma geldi ve: "Geliniz, geliniz, size güzel bir Türk kızı göstereyim" dedi. (İşittiklerim, s. 97-98)

*    * *

ACI SOĞAN

Münevver Ayaşlı Hanımefendi ile mülakatımızdan, dikkate değer birkaç maddeyi aşağıya kaydediyorum:

Refet Paşa, dostları tarafından terkedilip yalnız ka­lınca Dönmeler ona yanaştılar ve onunla meşgul oldu­lar. Refet paşa Masondu.

Refet Paşa'dan dinledim: Paşa bir gün, bir Dönme ahbabının (Fâzıl Kibar olabilir) Şişli'deki fabrikasına onu ziyarete gitmiş. Kapıdan girerken, kapıcının sor­ması üzerine adını söylemiş. Buna karşılık kapıcı: "Bı­rak canım, asıl adını söyle" demiş. (Dönmelerin taşı­dıkları Yahudice asıl ismi soruyor)

Nâzım Poroy, Türk'tür. Amcası veya dayısı Selanik belediye reisliği yapmıştı. Nâzım, Dönmelerle yakın arkadaştı. Dönme arkadaşlarıyla onların evlerine git­tikleri zaman, yaşlı Dönme kadınları "Yanınızda acı soğan var mı?" diye sorarlarmış.

Dönmeler İstanbul'a gelinceye kadar, dışarıya kız alıp vermediler. Fakat üç yüz senedir devam eden ak­raba evliliği yüzünden nesilleri bozulmuştu. Kısırlık, kısa ömür ve hastalıklar başgösterdi- Bunun üzerine Türklerle evlenmeye başladılar.

Sivil kıyafetli bir haham, yaşlı Dönmelere her haf­ta gider ve âyin yaptırırmış.

İkinci Dünya Harbi sırasında bütün Dönmeler, gayz halinde Nazi aleyhdarı idiler.

Ankara'nın en şık tuhafiye mağazası "Azm-i Milli" dönmelere aitti.

Halk arasında Hareket Ordusu'na dair bir türkü söylenirdi. Nakaratını hatırlıyorum: Hareket Ordusu / Lahana turşusu...

*    * *

BAZI DÖNMELER

Sabatay Sevi'nin müridlerine kesin bir emri vardı: "Türkçe konuşacaksınız, Türk ismi alacaksınız, fakat zinhar Yahudiliğinizi unutmayacaksınız."

İşte bu kişiler İzmir'de duramaz olunca Selanik'e gelmişlerdi. Bu durum Selanik'te iki ayrı Yahudi ce-

(*) Daha önceki yazılarda Dönmelerin kendilerinden olmayanlara "acı soğan" dediklerini görmüştük.

maatinin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Aslî hüvi­yetini muhafaza ederek Yahudi kalanlarla, zorla İslâ­miyet'i kabul edenler ki, bunlara "Dönme" deniliyor­du. Balkan Harbi'nden sonra Yunan boyunduruğunda kalmayıp, İstanbul'a göç eden Yahudiler'e artık "Dön­me" denmez olmuştu. İstanbul'da bunlara "Selânikli­ler" deniliyor ve bu da Müslüman Selâniklileri tedir­gin ediyordu.Zira İstanbullular aradaki farka dikkat etmiyorlardı. Bu durum Müslüman Selânikliler'i ra­hatsız ama Yahudiler'i hayli memnun ediyordu.

Gerek Yahudiler'in gerekse Dönmeler'in arasından pek çok tanınmış kimse yetişmiş ve memlekete fayda­lı olmuşlardır. Hatırımda kalanları saymaya çalışayım:

İttihatçı'ların Maliye Nazırı Câvid Bey, Maliye Na­zırı Faik Nüzhet Bey, Büyük ve Küçük Rıfat Bey'ler, İs- hak Tevfik Bey, Veli Şefik Gizer, Reşat Atabey, Ahmed Emin Yalman, Abdi İpekçi, İsmail Cem İpekçi (İpek­çiler, sinema endüstrisini memleketimizde kuran bir ai­ledir. Sinemacılığımızı bu aileye borçluyuz.) Kâtipzâde Sabri Bey, Fâzıl Kibar Bey (Azra Erhat'ın babası) vs.

Dönmeler zor dostluk kurulan insanlardır. Ama dost oldukları zaman da dostlukları kavi, samimî ve sürekli olur. Bu zümrenin zengini çok, fukarası hemen hiç yok gibidir. Hayatta çok başarılıdırlar ve işlerin en iyisini yaparlar. Velhasıl zeki, kabiliyetli ve çalışkan

(*) Bir gazete haberi (Milliyet, 6 Eylül 1988):

"Azra Erhat anılıyor —1982 yılında kaybettiğimiz yazar ve çevir­men Azra Erhat, bugün 6. ölüm yıldönümünde Selânik Mezarlı­ğında (Bağlarbaşı yolu, Üsküdar) saat 17.00'de anılacaktır..."

insanlardır. Büyük ekseriyeti de Mason locasına bağlı­dır. ("Abdülhamid'den İttihad ve Terakkiye, imparatorluk Hâtırası", Tercüman gazetesi, 21 Ağustos 1986)

*   * *

KÂZIM NÂMİ DURUNUN HATIRALARINDAN

...Selânik Askerî Rüşdiyesinin üçüncü sınıfına geç­miştim. Öğretmenlerim çok değerli idiler.      .yazı

öğretmenimiz Osman Tevfik Bey (Ahmet Emin Yalman'ın babası)... idi. (Arnavutluk ve Makedonya Hâ­tıralarım, İstanbul 1959, s. 30).

Selânik şehrinin nüfusu, söylentilere göre, 170 bin kadardı. Türk, Musevî, Rum, Bulgar, Sırp, Ermeni, Ulah gibi beş altı millet yan yana yaşardı. Çoğunluk Musevîlerdeydi. İtalyan (Büyük Doğu=Maşrık-ı Âzam)'ına bağlı iki , Fransız (Maşrık-ı Âzam)'ına bağ­lı bir Mason locası vardı. Sonradan İspanya Büyük Do- ğusu'na bağlı bir loca daha açılmıştı. (aynı yer, s. 34)

Selânik, Osmanlı Devletinin İzmir'den sonra en büyük ticaret şehriydi... Mülkî idadisinden başka iki mülkî rüşdiyesi, bir askerî rüşdiyesi, bir (Yâdigâr-ı Te- rakki=Şişli Terakki) lisesi, bir (Feyziye=Işık) lisesi, bir Erkek Muallim Mektebi vardı. (aynı yer, s. 34)

*   * *

SEBİLÜRREŞAD’DAN BİRKAÇ SATIR

Selânikli Sabiha Zekeriya Hanım, bu müşterek tah­sil meselesinde beyân-ı rey ederken, bundan maksad "Bu iki unsuru dişi ve erkek telâkkisinden kurtarmak" olduğunu söylüyor. Prensipleri, meslek-i içtimâileri malum olan Bolşevikler bile buna muvaffak olamadık­ları halde Selânikliler muvaffak olabilirlerse bir hâdi- se-i mühimme teşkil edeceğine şüphe yoktur.

"Feyziye Mektebinde bunu tatbike muvaffak ol­duk" diyorlar. Feyziye Mektebi ki, Selânik'ten buraya naklolunduğu malumdur. Filhakika geçen seneye ka­dar Feyziye Mektebinde talî [orta] kısmında da müş­terek tahsil var iken hükümet tarafından men olundu.

Tanıdıklarımızdan bir zat hikâye ediyor:

"Feyziye Mektebi bir Dönme Mektebi olmakla be­raber tedrisatında intizam vardır. Bu maksadla ben de kızımı oraya vermiştim. Kızım sekiz dokuz yaşlarında. Birgün geldi, kemâl-i safvetle (Baba, dedi, bugün mektepte bir erkek çocuk benim üzerime bindi, beni çimdikledi.) Tabii çocuk birşeyin farkında değil. Der­hâl mektebin müdîresine bir tezkere yazdım. Çocukla­rın terbiyesine dikkat etmelerini ihtar ettim. Cevap vermediler. Bu hâl bir kere daha tekerrür etti. Yine müdîreye yazdım. Çocukların terbiyesine dikkat et­melerini ihtar ettim. Cevap vermediler. Onun üzerine çocuğu oradan aldım.Vakıa kızım henüz sabidir, bun­ların mânâsını anlamaz. Fakat gitgide bu hâl bir itiyad hâlini alır, korkusuyla çocuğu almaya mecbur oldum."

Feyziye Mektebini Türklere misâl göstermek doğ­ru olamaz. Türklerin hayat-ı ictimâiyesi buna müsâid değildir. (3 Temmuz 1924, no. 607, s. 143)


KONU İNDEKSİ

< 

1. SABATAY SEVİ

J

Yahudilerin 17. asırda bir Mesih beklemeleri : 22, 183, 184, 188.

Mesihliğini 22 yaşında ilân etti, 40 yaşında kabul edildi : 23, 24, 25, 183. Bilgili, tesirli ve hırslı bir adamdı : 21, 22, 23, 25, 68, 184, 188, 267.

Sabatay Sevi hareketi, dünya Museviliğini altüst etti : 183, 184, 187, 188,

297,   298.

"Tanrı'nın oğlu" sıfatı ile beyannamesi: 26.

Dünyayı paylaştırdı: 25, 85, 116.

Siyaset yapınca tevkif edildi : 27, 84, 289.

İnanmayan Museviler, S.Sevi'yi ihtilâlci diye şikâyet ettiler : 298.

İkinci bir sahte Mesih'le mücadelesi : 27, 28, 102.

Edirne Sarayı'nda sorguya çekilmesi : 28, 29, 76, 78, 80, 110.

Müslüman olması : 8, 28-32, 76-82, 85, 91, 101, 102, 103, 109, 111, 184,

298.

Neden idam edilmedi : 75, 78, 79.

Müslüman oluşuna, Dönmelerin getirdiği açıklamalar: 32,79-85, 88,90, 91, 94, 96, 97, 100, 102, 103, 106, 109, 120.

Mesihlik davasına gizlice devam etmesi : 8, 32, 33, 34, 59, 90-94, 99, 101,

101,   103,110-113.

Sürgüne gönderilmesi: 34, 112-115, 128, 129.

S. Sevi'nin iki taraflı oynadığını itirafı : 91, 103.


Sürgündeki faaliyetleri : 34, 114, 115, 117-122.

Mesihliğinin, Yahudi dünyasını kaplaması : 297.

S.Sevi'nin "mucizeleri : 24, 25, 28, 78, 79, 85, 105, 106, 107, 124, 185,

185,   187, 297, 298.

Ölümünün taraftarlarına tesiri : 34, 121 - 125.

Evlilikleri, ailesi ve çocukları : 23, 24, 34, 35, 81, 85, 86, 99, 101, 105, 110, 112- 117, 123.

Tarihçilerin S.Sevi hakkında tarafsız olamaması : 73.

Müslüman olmasıyla Yahudiliğin parçalanmaktan kurtulduğu : 32, 84.

S.Sevi'nin zihnî yapısı, kendi mesihliğine inanıp inanmadığı : 22, 76, 78-82,

101, 103, 106, 109, 110, 115, 118-122, 184, 185, 187, 189.

Siyon Devleti'nin ilk kurucusu sayılması : 25, 26, 120, 145.

Bütün Yahudileri kurtaracağı : 106, 107, 145.

S.Sevi'den sonra başa geçen Abdullah Yakup'un faaliyetleri : 192, 193. S.Sevi'den sonra Mesih ilân edilen Osman Efendi : 205, 206, 207.

Yahudi tarihinin en acıklı hadisesi : 100, 135, 209.

2.   YAHUDİ - DÖNME İLİŞKİSİ

Mesih'in geldiğine inanan Yahudiler, çalışmayı bıraktılar, borçlarını ödemedi­ler ve diğerlerini tehdit ettiler : 76, 107, 184, 188, 290, 297, 298.

Dönmeler, Sabatayist olmayan Yahudilere kâfir derler : 290.

Dönmelere karşı Yahudilerin tutumu ve karşılıklı münasebetleri : 54-57, 73, 83, 86-89, 92, 93, 95, 97, 98, 100,101,104, 106,111-114,116,128,129,

138,  172, 190, 222, 223, 234, 237, 238, 248, 269, 270.

Dönmelerin Museviliğe dönme ve döndürülme teşebbüsleri : 60-64, 149-

Dönmeler Yahudileri çok sever : 258, 300.

Yahudiler, Dönmeleri kabul etmez, sevmez, hatta nefret eder : 58-63, 172,

258.

Musevilerin Dönmeleri kabul etmeme sebebi : 62, 234.

Bir Musevi'nin Dönmeler hakkındaki sözleri : 172.

İsrail'de bulunan Dönmeler : 149.

Dönmelik hareketini Yahudilik tarihinin en önemli olaylarından sayan İsrail­liler : 149.

Dönmeler Yahudi bayramlarını kutlar, âyin yaparlar : 227.

Dönmeler ve Musevilerin 613 emri : 192.

Yahudi asıllı olmayan Dönmeler : 96, 138, 139.

3.  DÖNME TOPLUMU

İlk Dönme toplumunun yapısı : 136, 137, 181.

İlk Dönme toplumunda hatırı sayılır bilginler vardı : 136.

Dönmelerin sosyal hayattaki yerleri ve elde ettikleri mevkiler : 141, 142, 199, 201, 203, 207, 208, 211, 212, 226, 237, 267, 274-277, 293.

Dönmelerin sayısı : 60, 64, 136, 138, 142, 154, 157, 189, 190, 194, 199, 219, 237, 242, 293.

Kendi aralarında bölünmeleri : 36, 37, 141, 193, 194, 199, 205, 206, 217, 218,229.

Dönme kabileleri arasındaki düşmanlık : 38, 141, 194, 206, 253, 291.

Dönmeler içinde sınıflaşmalar : 141, 199, 229.

Ayrı Dönme gruplarının dışarıya karşı birlikte hareket etmeleri : 140, 190, 292.

Karşı çıkanı boykot ederler : 218, 219, 221.

Dönmeliği korumak için kabileleri birleştirme gayretleri : 292.

Kabilelerin özellikleri : 37, 38, 39, 141, 142, 193-200, 217, 218, 224, 225,

301.

Farklı giyinmeleri ; 35, 37, 202, 275.

Devlet görevlerine meraklı Dönmeler : 199, 201, 266, 267.


Dönme amentüsü : 295, 296.

İbrânice Dönme duaları : 143, 144, 179, 225, 226, 227, 229, 241, 242, 245, 246, 247, 250, 290, 294.

Sabatay Sevi adıyla çekilen besmele : 179.

Dönmelerin Kur'an yerine bir kitapları vardır : 256.

Mezamir okurlar : 294, 296.

Dönme din reisleri ve hahamları : 226, 230, 232, 245, 248, 249.

Dönmelerin gizli tapınakları ve âyinleri : 135, 140, 141, 142, 215, 227, 230,

236,   238, 245, 246, 247, 256, 257, 269, 290, 293, 294. Bkz. Özel İndeks'te : Dönme bayramları.

Dönmelerin kendilerine ve başka insanlara bakışı : 136, 140, 229.

Dönmeler, kendilerinden başkasını insan saymaz, aldatırlar : 266, 267.

Dönmeler, Cennet'e yalnız kendilerinin gireceğine, diğer insanların ancak Cennet'in parmaklıkları olacağına inanırlar : 291, 294.

Dönmelerin İsrail Tanrısına olan inançları : 144, 145.

Kendilerinin gerçek İsrail'i kurmak için seçildiklerine inanmaları : 140.

5.    DÖNMELER VE İSLÂMİYET

Dönmeler Türk ve Müslüman değil, Yahudi ve Sabatayisttir : 2, 4, 5, 6, 8, 57,

59,   152, 153, 170, 171, 221, 222, 238, 293, 294.

Musevilerden de Müslümanlardan da farklı bir cemaattir : 57, 59, 296.

Dönmeler, İslâm dinini kabul etmez, hiçbir kuralına uymazlar : 4, 8, 9, 18, 36,

196,  256, 307.

Dönmelerin İslâmiyet'e karşı kin duymaları : 4, 19, 137.

Dönmeler aslında İslâmiyet'le mücadele ederler : 301.

Sabatayist inançlı olan Müslüman olamaz : 144.


Dönmelerin İslâm ahlâkına zararları : 264, 266.

Dönmelerin amentüsü, İslâm dışıdır : 295.

Dönmelerin kutsal kitapları, Mezâmir'dir : 294, 296.

Dönmelerin çoğu Mason'dur : 318, 319­6. DÖNMELERİN İKİ YÜZLÜ DAVRANIŞI

Müslüman görünüşü altında Dönme olduklarını saklar, iki yüzlü davranırlar : 4, 5, 6, 8, 9, 16, 18, 19, 20, 33, 44, 87, 88, 89, 91, 93, 94, 102-105, 108,109,110,112, 122,128, 135, 137, 140, 142, 161, 162,163, 170, 171, 172, 215, 255, 256, 258, 259, 269, 285,291, 292, 293, 300, 312, 313, 317, 318.

Yahudiliklerini unutmaz ve kısmen Musevi gibi yaşarlar : 4, 5, 8, 59, 172,

293,  294, 301, 317.

Hepsinin, ayrıca bir Musevi adı vardır : 19, 122, 290, 316.

Sarık sarar, gözle görülen Türk âdetlerini yaparlar: 33, 35, 37, 44, 142, 195, 197, 198, 275, 296.

Ceza olarak cemaate gönderilenler: 258, 268, 269.

Abdestsiz namaz kılanlar : 258.

Müslümanları kandırmak için yardım parasıyla sahte hacı, hoca, hafız yetişti­rirler : 255, 256, 292.

İçlerinden din âlimi ve tasavvuf şairleri çıkmıştır : 196.

Dönmelerle Bektaşiler arasındaki gizli bağlar : 138.

Müslümanları toplantılarına kabul etmezler: 255.

7. DÖNME SIRRI

Dönmelerin gizli sırrı : 38, 39, 40, 50, 199, 200, 201, 215, 237, 269, 291,

294.

Dönme sırrı evlenince öğrenilir : 38, 269, 291, 294.

Dönmelik, çocuklardan saklanır : 199, 200, 269, 291.

Dönmelerin ibadet ettikleri gizli yerler : 215, 227, 290, 294.

Gizli danışma toplantıları : 255, 290.

Dönmelerin "Allah" ı : 216, 224, 229, 230.

Dönmelerin "Halife" si : 225, 228.

Gizli nikâh : 225, 226.

Dönmelik günümüzde gizlice yaşıyor : 231, 233, 245-250, 294, 295.

8.   DÖNME HURAFELERİ

Dönmeler, şehir içinde ilkel bir kabile hayatı kurdular : 174.

Dönmelerin, ilkel, garip, gülünç, esrarengiz ve çirkin hurafeleri : 181, 190, 191, 195, 204, 205, 207, 209, 210, 211, 215, 216, 218, 223, 224, 225, 227, 230, 233, 238, 241, 242, 244, 246-250.

Dönme hurafeleri bugün de devam ediyor : 160, 178, 179, 180, 182, 233.

Dönmelerin kuzu yeme vakti ve o günden önce kuzu eti pişirmeyen okul aşçısı : 39, 40, 167, 180, 215, 216, 227.

İnanmasalar da, çıkarları için Dönmeliği devam ettirenler : 11, 163, 218, 219.

Hurafelere karşı çıkan Dönmeler : 155, 160, 180, 203, 217.

9.   DÖNMELER VE EVLİLİK

Dönmeler, kendi içlerinden evlenir, Müslümanlarla kız alıp vermezler : 4, 5,

9,   11, 13, 38, 41, 44, 60, 154, 160, 161, 180, 190, 210, 211, 218, 219,

259,   260, 265, 274, 294, 296, 307, 308, 309.

Dönme kabileleri birbirlerinden de kız almaz : 38, 154, 199, 253, 265, 291.

Türk kızı alan zengin Dönme gencinin hamal olması : 218, 245.

Bir Müslüman gence varan Dönme kıza karşı gösterilen şiddet : 259, 260. Dönmeler, biri gizli, iki nikâh yaparlar : 225, 226.

Dönme Derviş ailesinden Sabiha ile Zekeriya Sertel'in evlenmeleri : 306, 307,

308.

10.   DÖNMELERİN HASTALIKLARI

Devamlı içeriden evlenme yüzünden Dönmelerin hepsinin hasta olduğu : 159,

160,  162, 211, 220, 241, 253, 265, 266, 274, 317.

Dönmelerin hepsinin asabî hasta olduğu : 159, 160, 162.

Dönmelerin tamamının veremli olduğu : 220.

Hasta olan nesillerini ıslah etmek için dışarıdan kız alırlar : 219, 266, 317. Dönmelere kız vermek cinayettir : 266.

11.  DÖNMELERE SUÇLAMA

Dönmelerin zina ve eş değiştirme ile itham olunmaları : 146, 147, 148, 239. Dönmeler arasında, bir zaman, zinanın serbest olduğu : 137, 147, 148. Kadın erkek birlikte ibadet edilmesi : 227.

Kadın ölüleri, erkekler yıkar: 226.

Dönmeler, kadın erkek ayırımını kaldırmak ister : 268, 320.

Dönme kadınların kıyafeti : 197, 203, 275.

Dönme kadınlarının öncülüğü : 168.

Dönme kadınların tesettür aleyhindeki faaliyetleri : 168, 169, 304.


Dönmeler arasında eğitim, yasaklar ve özel okullar : 39, 143, 146, 203, 207, 208, 287, 293, 294, 297, 298, 305, 307. Bkz. Özel İndeks'te: Dönme okul­ları.

Şemsi Efendi Mektebi : 132.

Dönme okullarının üniversite olacağı iddiası (1911): 288.

Dönme okullarının üniversite olması (1992): 288.

Fevziye mektebinde kız ve erkek çocuklar : 320.

13.   DÖNME YARDIMLAŞMASI

Dönmeler arasındaki kuvvetli yardımlaşma : 163, 197, 211, 253, 254, 255,

294,316,318.

Yardım Sandıkları : 253, 254, 255.

İstanbul'a gelince, yardımlaşarak ilerleyip zengin oldukları : 294. Askerlikten, hasta raporu alıp, kurtulurlar : 300.

Rüşvet ile iş gördürürler : 257.

Fakir Türk gençlerini az ücretle fabrikalarında çalıştırırlar : 311. Mağazalarında Türk çalıştırmazlar : 244, 250, 300.

14.   DÖNME MEZARLIKLARI

Dönmelerin, ölülerini özel mezarlıklara gömmesi : 61, 211, 226, 233, 257, 269.

Ölüleri gömmeden içini temizlemeleri : 270.

Kadın ölüleri, erkekler yıkar : 226.

Ölülerini Türk hocalara yıkatmazlar : 244, 245.


15.   dünya dönmeleri

Türkiye sınırları dışındaki Dönmeler : 22, 24, 25, 75, 76, 90, 93, 95-99, 104, 117, 118, 120, 123, 138, 140, 141, 183, 188, 289, 290, 307.

Avrupa'ya giden Dönme misyonerleri : 140.

16.         Selânik

Dönmeler Selânik'te nasıl toplandılar? : 60, 61, 98, 141, 142, 189, 293.

Selânik'te çoğunluk Yahudi idi : 319.

Dönme mahallelerindeki gizli sinagoglar : 142, 237, 290.

Dönmelerin, Selânik valisini tehdit etmeleri : 257.

Belediye reisi Dönme Hamdi Bey'in konağında seccade yoktu : 313.

Dönmeler 1924'te Selânik'te kalmak istediler : 7, 8, 63,65, 66, 67, 158, 164, 277.

Dönmeler, Selânikli ve Dönme olduklarını saklarlar : 7, 13, 175, 176, 203, 204, 275.

Müslüman Selâniklilerin Dönmelerden rahatsızlığı : 318.

Dönmeler Rumeli muhacirlerinin adını lekelediler : 267, 268, 318.

1879'da Selânik'te yazılmış, Dönmelere dair bir belge : 251-262.

Rumların Dönmelerden korkusu : 7, 8, 63, 64, 66.

17.  DÖNMELER VE İTTİHATÇILAR

Dönmelerin Jöntürklere ve İttihatçılara önemli tesirleri : 67, 131, 142, 146,

169,  264, 301, 305.

Müslümanlardan çok hürriyetçi olmaları : 286.

Sultan Hamid devrinde rahat yaşadıkları halde, Meşrutiyet'te zindandan çık­mış gibi davranmaları : 276.

Meşrutiyet nümayişleri, Dönmelerin mağazalarında hazırlandı : 302, 303.

Meşrutiyetin ilânından sonra taşkınlıkları ve silâh taşımaları : 276.

Şemsi Efendi'nin 1908 seçimlerindeki garip nutukları : 276.

İttihatçıların, Dönmelerin taşkınlıklarından şüpheye düşmesi : 287.

Dönmelerin tahriki ile devlet adamlarının hakarete uğraması : 303.

Meşrutiyet inkılâbını Dönmeler ve Yahudiler idare etmiştir : 301, 305, 306.

İttihatçıları destekleyen Dönmeler, ticareti, Rum ve Ermenilerin elinden al­mıştır : 305, 306.

Avusturya boykotunda Dönme parmağı : 299, 304.

İttihatçı maliye bakanı Dönme Cavid, Selâniklileri kollamıştır : 299, 300,

304.

İttihatçı fedaisi "İlk Kurşuncu" Hasan Tahsin bir Dönme idi : 10, 155, 159.

Meşrutiyet'te basının münasebetsizliği : 282.

Bir İttihatçının Dönmeleri savunması : 285-288.

İttihatçıların Dönmelere rağbeti : 308.

Meşrutiyet'te sivil, asker herkes yanlış hareket etti : 279.

Millet arasındaki nizam bozulunca, ordu da bozuldu : 282, 283. Düşmanlarımız manevi güç için kiliseye bağlanırken, bizimkiler ayakkabıyla camie girdi : 280.

18.    RÜŞDÜ KARAKAŞ VE AÇIKLAMALARI

Dönme Rüşdü Karakaş'ın Cumhurbaşkanı'na ve TBMM'ne yazdığı dilekçe­lerle, 1924'te Dönmelerin içyüzünü açıklaması : 2-5, 151, 152, 153, 174, 214, 220.

Gazetelere verdiği beyanatlar ve mülakatları : 213, 214-231, 239> 241-244.

Kendisine hücum eden Dönmelere cevaplan : 10-14, 157-162.

R. Karakaş'a ölüm tehdidi : 223, 224, 232.

1925'te sözlerinden dönüp, meseleyi kapatmaya çalışması ve gazetelerde ona verilen sert cevaplar ve ithamlar : 244-250.

R. Karakaş'ın Ticaret Birliği'ne şüpheli müracaatı : 171, 172.

R. Karakaş'ın hile ile Türklere fenalık yapmak istediği iddiası : 262.

19.  AHMED EMİN YALMAN

Dönme yazar Ahmed Emin Yalman'ın, Dönmelik hakkındaki araştırması : 175-212.

Bu araştırmanın gazetede çıkan ilânı : 173, 174.

Yalman'ın bu araştırmasını, adını vermeden yayınlaması : 174, 175. Yalman'ın araştırmasının önemi : 180, 191.

Yalman'a göre, S. Sevi bir şarlatandır : 184, 209.

Yalman'ın, dört ciltlik hatıralarında Dönmelikten hiç bahsetmemesi : 175,

176.

Yalman'ın din lehinde yazması : 315.

Yalman'ın Ankara Yahudilerini ihya etmesi : 315, 316.

Yalman'ın, "Dönmelik yaşamıyor" iddiasına, İ. A. Gövsa'nın cevabı : 178,

178,   180.

Yalman'ın Rüşdü Karakaş'ı, intikam peşinde ve nifakçı olarak itham etmesi :

155.

R. Karakaş'ın Yalman'a cevapları : 10-14, 157-162.

20.   MÜSLÜMANLARIN TUTUMU

Müslüman halk, Dönmeleri ne kadar biliyor, nasıl görüyor : 4, 5, 12, 18, 19,

20,  33, 75, 140, 175, 176, 177, 181, 182, 190, 249, 250.

Müslümanlar, Dönmelere karşı çok sabırlı davrandı : 19, 20, 119, 128, 129,

180,   182.

Azınlıklara bir şey diyen yok, ama Dönmeler gizli milliyet ve din taşıyor :

161,   162, 181, 182.

Dönmeler, mertçe çıkıp mezheplerini açıklamalı : 182.

Dönmeler, bir gayri müslim cemaat olarak ortaya çıkmalı : 161, 162, 182,

245.

Dönmelerin Anadolu'ya dağıtılması teklifi ve bunun tehlikeli olduğu : 4, 6, 219, 220, 241, 261, 267.

Dönmelerin toplum için zararlı oldukları iddiası : 4, 5, 6, 8, 9, 12.

Dönme, Bektaşi münasebeti : 25, 108, 138.

Dönmeler kendilerini kolayca gizlemek için Bektaşi göründüler : 138.

Dönmelerin, Türklerin arasına karışmazlarsa, Türkiye'yi terk etmek zorunda kalacakları : 5, 6, 7, 11, 12, 13, 162.

Haldun Taner'in babasının tepkisi : 176, 177.

Füreyd Dosdoğru'nun tepkisi : 177.

Refet Paşa'nın saflığı : 316.

Türkiye'de çıkan Dönmelik hareketine karşı Türklerin ilgisizliğinin sebeple­ri ve zararları : 20, 74, 75.

Dönmelerle ilgilenen Türk idarecilerin elde edilmeleri : 140, 257.

21.   ÇEŞİTLİ KONULAR

Dönme nedir, kime denir, kime denmez : 16-20.

Dönmelere "Avdeti" de denir : 293.

Dönmelerin kendi aralarındaki muhakeme ve ceza sistemi : 39, 139, 197,

198.

Kendilerini düşünürler : 164, 267.

Karınca gibi çalışkan, tilki gibi kurnaz : 163, 164.

İhtiyar Dönmenin kıyafeti : 314.

İktisadî hayatı ele geçirirler : 220.

Kullandıkları diller : 142, 143.

Başkalarına "acı soğan" derler : 316, 317.

Cihan Harbi'nde devlet bütçesini soymaları : 67.

Sürülen sultanların konaklarını aldılar : 311.

Rumlardan kalan en güzel yerleri aldılar : 64.

Millî Mücadele'ye katılmadılar : 12.

Dönmelerin, Atatürk'ün Dönme olduğunu iddia etmeleri ve sebebi : 130-133. Dönmeler ve "kavmiyetçi Kemalist hareket" : 238.

Türk milliyetçisi, Mesihçi Sabatayistler : 146.

Dönme konağındaki kadınlar : 313.

Hristiyanlarla münasebetleri : 76, 96, 98, 101, 268.

Dönmelere dair, İsrail'de bulunan gizli belgeler : 68, 69,71, 72,73, 130, 136,

139.

Dönmelerin "gizli tarihi"nde bulunan çok meşhur isimler : 68, 69, 71, 73, 130.


ÖNEMLİ BELGE VE YAZILAR İÇİN LİSTE

1.  Rüşdü Karakaş'ın Dönmeler aleyhine TBMM'ne verdiği (29 Aralık 1923) dilekçe (Vakit, 4 Ocak 1924) : 2-7. (Bkz. no. 34.)

2.  Mustafa Arifin Yunan Meclisi'ne dilekçesi (Aralık 1923) : 7, 8, 158.

3.  Ahmed Emin Yalman'ın, Dönmelik meselesini hafife alan ve R. Karakaş'ı itham eden yazısı (Vatan, 4 Ocak 1924) : 9, 10, 154-156. (Bkz. no. 35.)

4.   R. Karakaş'ın Vatan gazetesine ve "Bilumum Selânik Dönmelerine Açık Mektup"u (Vakit, 7 Ocak 1924) : 10-14. (Bkz. no. 36.)

5.  Sabatay Sevi'nin bir beyannamesi : 26.

6.  Râşid Tarihi'nde S. Sevi vak'ası : 29, 30.

7.  Kâmil Paşa'nın tarihinde S. Sevi vak'ası : 30, 31.

8.  S. Sevi'nin, mensuplarına 18 emri (A. Galanti, I. A. Gövsa ve G. Scholem) : 33,41-45, 137.

9.  R. Karakaş'ın "Mum Söndü" bayramına dair beyanatı (Gövsa, S. Sevi, s. 64 ve Vakit, 8 Ocak 1924) : 39, 40, 49, 215, 227.

10. "Mum Söndü" bayramına dair bir Dönme gencin beyanatı (Resimli Dün­ya, 15 Kasım 1925) : 40.

11.  Dönme bayramları (A. Galanti ve İ. A. Gövsa) : 46 - 52.

12.  M. Şevket Eygi'nin, Yahudi-Dönme münâsebetlerine dair açıklaması (Za­man, 18 Aralık 1987) : 54 - 57.

13.  Dönmelere dair, Hahambaşı Becerano Efendi ile mülakat (Akşam, 12 Ocak 1924): 57-61.

14. Hahambaşı'nın sözlerine, Vakit'in ilâvesi : 60, 61.

15.  Dönmelerin, Selânik Yunanlılarca işgal olunduktan (1912) sonra, Musevî olmak için müracaat etmeleri : 62.

16.  Dönmelerin, Mütâreke'de (1918-1922) seyahat ve ticaret imtiyazı almak


için, Musevî olduklarını söylemeleri : 63.

17. Dönmelerin Selânik'te kalmak için Lozan'a (1922) temsilci göndermeleri : 64-66.

18. Dönme-İttihatçı işbirliği ve suistimâller : 67.

19.  Gershom Scholem'un "Sabbatai Sevi, The Mystical Messiah" adlı eseri hakkında bilgiler : 68, 69, 71-75.

20.  G. Scholem'un eserinden ilgili bölümlerin özeti : 71-126. (Aşağıdaki 21­30. numaralar bu eserdendir.)

21.  S. Sevi, Edirne yolunda ve Sultan'ın huzurunda : 79, 80.

22.  S. Sevi'nin yazdığı mektuplardan : 81, 109, 120.

23.  Hahamların S. Sevi hadisesinin tehlikesine karşı yayınladıkları iki uyarı mektubu : 86, 87.

24.  Bir Dönme ilâhisi : 88.

25.  S. Sevi'den nakledilen bazı sözler : 76, 79, 80, 81, 91, 92, 118, 122, 123.

26.  Nathan'ın bazı sözleri : 90, 92, 94.

27.  S. Sevi'nin "Müslüman" olduktan sonraki hayatına dair : 91, 103, 110­114.

28.  S. Sevi'nin ölümü hakkında rivayetler : 123, 124.

29.  S. Sevi'nin "Vahiy" kitabından : 105.

30.  S. Sevi'nin "İtikat Kitabı"ndan : 106, 107.

31.  Antoine Galland'ın hatıralarında S. Sevi : 127, 128, 129­32. Gershom Scholem'un -yeni bulunan Dönme arşivine dayanarak kaleme

aldığı- "Gizli Yahudi Cemaati: Türkiye Dönmeleri" adlı makalesi : 130­149.

33.  Gershom Scholem'un Yahudi Ansiklopedisi'ne yazdığı "Doenmeh" mad­desinde, Selânik Yahudilerinin, "Atatürk'ün Dönme olduğunu iddia et- tikleri"ni ileti sürmesi ve buna karşılık, Abdurrahman Küçük'ün cevabı : 131-133.

34.  Abdurrahman Küçük'ün "Dönmeler Tarihi" adlı eseri hakkında : 131­134.

35.  Rüşdü Karakaş'ın, Dönmeler aleyhine, Cumhurbaşkanlığı'na verdiği di­lekçe (29 Aralık 1923) : 152, 153. (Bkz. no. 1)

36.  Vatan gazetesinin R. Karakaş'a, suçlayıcı cevabı (4 Ocak 1924): 154-156. (Bkz. no. 3)

37.  R. Karakaş'ın Vatan'a cevabı (7 Ocak 1924) : 157. (Bkz. no. 4)

38.  Vatan'ın yeni suçlamalarına karşı, R. Karakaş'ın önemli ve sert olan ikin­ci cevabı (10 Ocak 1924) : 158-162.

39.  Akşam gazetesinin İçişleri Bakanı Ferid Tek ile mülakatı : 162, 163­40. Akbaba dergisinin, ciddî ve mizahî olarak meseleye dair yazdıkları (7

Ocak 1924): 163-167.

41.  Akşam gazetesinde Köprülülü Şerifin yazısı (7 Ocak 1924) : 168, 169.

42.  Anadolu'daki Rumlarla, Yunanistan'daki Müslümanları karşılıklı değiş­tirmek hakkında, iki devlet arasında yapılan "mübadele mukâvelesi"nin birinci maddesi (Vakit, 7 Ocak 1924) : 170.

43.   Vakit gazetesinde R. Karakaş'ın "eski teşebbüsleri"ne dair bir yazı (12 Ocak 1924): 171, 172.

44.  Vakit gazetesinin "bir Musevî vatandaş" ile, Dönmelere dair yaptığı mü­lakat (12 Ocak 1924): 172.

45.   Dönme asıllı gazeteci, Vatan gazetesi sahibi ve başyazarı Ahmed Emin Yalman'ın, Dönmeler üzerine Amerika'da yaptığı araştırmasının "Tarihin Esrarengiz Bir Sahifesi" başlığı ile imzasız olarak tefrikası : 173-178, 180-212.

46.  Osman Ergin'in, Vatan'da çıkan tefrikanın yazarı hakkındaki açıklaması :

175.

47.   Füreyd Dosdoğru'nun açıklaması (Hürriyet, 30 Kasım 1980) : 177.

48.  I. A. Gövsa'nın -Yalman'ın iddiasının aksine- Dönmeliğin günümüzde de yaşadığına dair, kendi gördüklerini anlatan yazısı (S. Sevi, s. 6, 1939) :

177.

49.   Rüşdü Karakaş'ın Vakit gazetesi muhabiri Hüseyin Necati (Çiller)'e, Dönmelerin iç yüzünü açıklayan mülakatı (8 Ocak 1924) : 213-220.

50.  R. Katakaş'ın Vakit gazetesi muhabiri İhsan Arife verdiği mülakat (17,

17,  24 Ocak 1924) : 221-231.

51.  Dönmelerin R. Karakaş'ı tehdit ettikleri haberi : 223, 224, 232.

52. Sebil gazetesinde, Yesevîzâde'nin, Dönmelerin "Mum Söndü" âdeti üzeri­ne yazısı (18 Haziran 1976) : 235-238.

53.  Fransızca iki eserden, "Eş Değiştirme" âyinine dair iki belge : 236, 237,

238.

54.  Resimli Dünya dergisinde Dönme kızı Meziyet'in açıklamaları (15 Eylül 1925): 239, 240.

55.  Resimli Gazete'nin "küçük Dönme çocuklarına ezberletilen İbrânice dualar"dan bahseden ve bunu tenkid eden yazısı (21 Kasım 1925): 245­

246.

56.  Son Saat gazetesine verdiği bir yazı ile Dönmelik meselesini, bu sefer de hafif gösterip kapatmaya çalışan R. Karakaş'ın yazısı ve gazetenin cevabı (26 Kasım 1925) : 240-244.

57.  Rüşdü Karakaş'ın Son Saat muhabirine söyledikleri (27 Kasım 1925) :

243,   244.

58.  Resimli Gazete'nin R. Karakaş'a son cevabı (19 Aralık 1925) : 247-250.

59.  Dönmeler hakkında yazılmış ilk Türkçe (yazma) eser, "Dönmeler Âdeti" (1879): 251-262.

60.  "Dönmeler" adlı kitap (1919): 263-270.

61.  "Dönmelerin Hakikati" adlı kitap (1919) ; 271-284.

62.  Dönmelerden bahseden bir eser, "İttihad ve Terakki Cemiyeti Ne İdi?" (1911) : 285-288.

63.  Dönmelerden bahseden araştırma ve hatıra kitapları : 289-320. (Kitabın başındaki "İçindekiler" listesinde "Beşinci Bölüm"e bakınız.)


 


(*) 2000 yılı öncesi ve sonrasında, M. Şevket Eygi Bey'in, günlük ya zılarında bu meseleye sık sık yer vermesi ve nihayet Yalçın Küçük ile Dönme kökenli Ilgaz Zorlunun, konuya dair yaptıkları tesbitler açıklamalar ve yayınlar, bu mesele üzerindeki esrarı yavaş yavaş da­ğıtmaya başlamıştır.

(*) Bu beyanname veya emirname, Ribbi Abraham Danon tarafından "Revue des Etudes Juives"de, İbrânice metni yayınlanmış; İspan­yolca metni ve Fransızca tercümesi Galante'nin kitabına alınmış­tır. (Gövsa'nın notu) [Madde tercümelerine, parantez içinde ek­lenmiş olan bilgiler, Gövsa'ya aittir.]

(*) Yukarıda Najara'dan yapılan nakilde, Sevi'nin, karısı Sara'yı boşa­dığı bildirilmişti. Yazarın o rivayeti doğru bulmadığı anlaşılıyor.

(*) Dönmeler hakkındaki bu araştırmamı ilk şekli ile 1976 yılında Se­bil gazetesinde yayınlarken, o sırada İngiltere'de doktora yapmak­ta olan İsmail E. Erünsal Bey, Scholem'in bu kitabından beni ha-

(*) Selânik valisi Hüsnü Paşa'nın bu baskınına dair, 1879'da ka­leme alınmış olan bir risalede etraflı bilgi bulunmaktadır. Ahmed Safî Bey'in "Sefnetü's-Scfî" adlı el yazısı ile 3350 say­falık büyük eserinin beşinci cildinde bulunan ve yazarın biz­zat Selânik'te yaptığı araştırmalara dayanan "Dönmeler Âdeti" adlı bu risale tarafımızdan hazırlanarak, Zvi Geyik yayınevi tarafından bastırılmıştır. Risalenin sadeleştirilmiş metni bu kitabımıza da alınacaktır.

(*) Bu rivayette bir tutarsızlık vardır: O devirde, başı açık bu­lunmak büyük ayıp sayıldığından, toplum içinde herkes ba­şına bir serpuş giymekteydi. Fes veya sarık altında saç tıra­şının önemi olamaz. Ayrıca o devirde başı usturaya vurdur­mak nâdir bir şey değildi. Bir Osmanlı valisinin saç tıraşı ile uğraşacağı da düşünülemez. Ancak bir ihtimal vârid olabi­lir ki, o da, Vali Paşa'nın, kılık kıyafet takıntılı "batıcılık" hastalığının ilk alâmetlerini göstermiş olmasıdır.

(*) Bu "çirkin" yollardan birisini "Dört Gönül Bayramı" olduğu anlaşılıyor.

(*) Bugün Işık Lisesi ve üniversitesi ile devam eden müesse­sedir. İsim "Şişli Terakki Lisesi" şeklinde geçmektedir.

(*) Dönme gazeteci Ahmed Emin Yalman'ın kaleme aldığı ve 11-22 Ocak 1924 tarihlerinde Vatan gazetesinde tefrika olu­nan "Târihin Esrarengiz Bir Sahîfesi" adlı yazı dizisinden yap­tığımız nakiller burada sona erdi.

(*) Çıkarmalar, gazete tarafından yapılmış ve yerlerine parantez içinde bu notlar konulmuştur.

(*) Işık (Feyziye) Lisesi'ne dair "50 Yıl ve Daha Önceki Mezunlar" lis­tesinde bulunan Hakkı Şeşbeş, bu ailenin de Selânik'ten İstanbul'a göçtüğünü göstermektedir.

(*) Selânikli Şeşbeşin Ali Efendi'nin kızı Râbi'a, bu olayın büyümesi ve Selânik valisinin meseleyi İstanbul'a bildirmesi üzerine, bir Meclis-i Vükelâ (Bakanlar Kurulu) kararına da konu olur. Başve­kâlet arşivinde bulunan bu belgeyi de aslı, çeviri yazısı ve sadeleş­tirilmiş metni ile "Dönmeler Âdeti" kitabının sonuna ekledik.

(*) Kitabın ikinci forması ve devamı bulunamamıştır. 270

*) Sultan Abdülhamid'in tahtından indirilmesine sebep olanlara bed­dua ediyor. Bunların başında, müdafaasını yaptığı Dönmelerin bu­lunduğundan haberi yok. Meşrutiyet'in ilânı ertesinde yaptıkları taşkınlıklar da binbaşıyı uyandıramamış. Manzume, (fâilâtün / fâ- ilâtün / fâilâtün / fâilün) vezniyle nazm olunmuştur.

**) Cihan Harbi'ni kasdediyor.

(*) Yazarın cümlesi aynen böyledir. "Vâiz"in neye "uğradığını" yazma­mış. Acaba vaizin bir "kazaya veya "suikast" e "uğradığı"nı yazdı da dizgide kelime mi düştü? Yoksa "uğradığı" kelimesini "dolaştığı" mânâsında mı kullandı?.. Fakat "köylünün dediği pek de yabana gitme­di" sözünden, vaizin başına bir şey geldiği anlaşılmaktadır. Bu mü­nasebetsiz herifin kimliğine dair henüz bir bilgiye rastlayamadım.

(*) İçinde sevgi ve birlik olmayan bir milletin ordusunun da aynı şe­kilde bozulacağını ye asıl işini bırakıp ihtilâllerle, darbelerle uğra­şarak kendi milletine yabancılaşıp, zarar vereceğini, Mehmed Akif merhum da şöyle dile getirmişti:

Ordu mâdâm ki efradım milletten alır;

Milletin keşmekeşinden nasıl âzâde kalır?

Öyledir, memleketin hâli düzelmezse eğer,

Kışlalar evlere, asker de ahâlîye döner!

Durmasın sonra kazan kaldıradursun ordu,

Düşmanın safları çiğner bu mukaddes yurdu.

(Safahat, 2. kitaptan)

(*) Binbaşı Sâdık'ın kitabından yaptığımız nakiller burada sona erdi. Gerek Sultan Abdülhamid'in hakkını teslim etmesi ve gerek, din ve vatan-perverâne sözleri, merhum Binbaşı Sâdık'ın Dönme ol­madığını isbat ediyor... Meğer ki hilede bu derece ileri gitmiş ol­sunlar!

(*) "Fevziye Mektepleri Vakfı" 1925'te açtığı, Teşvikiye'deki Işık Li- sesi'nden sonra, Levent'teki 30 bin metrekarelik araziye orta öğre­tim tesislerinin temelini 1982'de attı. 1985'te bu yeni binalara ta­şındı. Arkasından aynı yerde inşa ettiği üniversite binalarında 1992'de "Işık Üniversitesi"ni kurdu. Hâlen tam teşekküllü bir özel üniversite olarak faaliyet göstermektedir. "Yâdigâr-ı Terakki" ise İstanbul'da "Şişli Terakki Lisesi" olarak faaliyetine ve hizmeti­ne devam ediyor.



[1] Yahudilerin, Sabatay Sevi'den kurtulmak için tertip ettikleri bir hile olması muhtemel bulunan bu hâdise hakkında, Antonie Gal­land'ın hâtıralarında bilgi verilmiştir. Yazar bu kısma, oradan na­killer yapıyor. Osmanlı nezdindeki Fransa büyükelçisinin yanında bulunan ve İstanbul'da iki sene (1672-73) kalan Galland'ın hâtıra­ları Türkçeye çevrilmiştir. Scholem'den yaptığımız bu özetin so­nuna o tercümeden, Sabatay Sevi'yle ilgili satırları aynen alacağız.

[2] "Dönmeler Tarihi"nin üçüncü baskısı da "Hamle" yayınevi tarafın­dan (İstanbul 1997) çıkarıldı. Küçük hurufatla dizildiği için bu sefer 496 sayfa tutan eser, 1990 baskısının tamamen aynısıdır.

[3] Sekiz bin genç, demektir. Bu rakam, lâfın gelişi olarak söy­lenmedi ise, Dönmelerin sayısının, yukarıda verdiği on beş binin çok üzerinde olduğunu gösterir... Dönmelerin "Ana­dolu'ya dağıtılması" konusunda, Ahmed Safî Bey'in yazdık­larına da bakınız.

[4] Bu risaleyi, aynı isimle, yazarın hayatı ve eserlerine dair bir girişle

[5] Kitabımızın başında, "Giril Yerine" yazısında, bu kitap hakkında bilgi verilmiştir.

[6] Dönmelerin, kızları gerçek bir Müslümanı sevip de ona varmak is­tediği zaman gösterdikleri şiddetli muhalefet için kitabımızın "Dönmeler Âdeti" bölümünde "Bir Dönme Kızının Başına Gelenler" bahsine bakınız.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar