Yakın Tarihimizde DÖNMELİK ve DÖNMELER / M. ERTUĞRUL DÜZDAĞ
BİRKAÇ
SÖZ
Kırk iki yıl önce,
tesadüfen görüp okuduğum bir kitap, bana bir "aldatılmışlık şoku"
yaşatmıştı. Bu kitap, İbrahim Alaaddin Gövsa'nın "Sabatay Sevi" adlı
eseriydi.
Gövsa, şaşırtıcı bir
toplum gerçeğinden bahsediyordu: Aramızda, Türk adı ve Müslüman kimliği
altında yaşayan, ama aslında irken Yahudi, dînen Musevî olan bir topluluk
vardı. "Dönme" denilen bu insanlar, üç yüz senedir içimizde, bizimle
birlikte yaşamakta idiler...
Bu inanılmaz iddia,
gençliğimin, samimî, millî hisler ve gayelerle dolu olan gönlünü de aklını da
altüst etmişti. Milletim adına müdhiş bir aldatılmışlık duygusuna kapıldım.
Biraz araştırınca, bu
inanılmaz iddianın doğru olduğunu öğrendim. Ancak işin tuhafı şuydu ki:
"Toplum"un, bu "ger- çek"ten haberi yoktu,
1666 yılında, İzmir'de,
Sabatay Sevi adlı bir hahamın "Me- sihlik" iddiasıyla başlayan bu
hareketin mensupları, çeşitli safhalar geçirdikten sonra, Selanik'te
toplanmış; 1924'ten sonra ise başta İstanbul olmak üzere, büyük şehirlere
dağılıp yerleşmişlerdi.
Türkiye Cumhuriyeti
Devleti kurulurken, eski rejim zamanında vazife almış devlet ileri gelenleri
ile Osmanlı idaresinin tabii taraftarı kabul edilen veya en azından aldıkları
kültür dolayısıyla yeni Batıcı rejim için uygun sayılmayan dindar aydınlar,
önemli memuriyetlerden uzak tutulmuşlardı.
Bu yıllarda, boşalan
veya yeni açılan devlet kadroları için, Dönmeler zümresinin, esasen Batı
kültürüyle yetişmiş, tahsilli ve İslâmiyet'le ilgisiz ferdleri, çok uygun birer
eleman olarak ortaya çıkmış ve önemli mevkilere çokça alınmışlardı.
Bu sebeple, Dönme
zümresinin tanınması, yakın tarihimizdeki siyaset ve kültür hareketlerinin
anlaşılabilmesi için de çok gerekli bir sosyal bilgilenme zaruretini
doğuruyordu.
İşte, gençliğimde
yaşadığım ve "Giriş" bölümünde etraflıca anlattığım o "şok"
olayı, benim kendi kendimi, böyle bir vazife ile vazifeli saymama sebep
olmuştu.
O günden beri, esasen şahsî merak ve çalışma
saham olan "yakın tarih" araştırmalarım sırasında, "Sabatay
Sevi, Dönmelik ve Dönmeler" hakkında bulabildiğim herşeyi topladım.
Bunları, zaman zaman,
gazete tefrikası olarak veya kitaplarımın içinde, parça parça yayınladım. Bu
sefer, artık son şekliyle, müstakil bir kitap halinde çıkarıyorum.
Çalışmalarım sırasında
topladığım bazı belgeler, çok büyüyeceği için kitaba alınamadı. Bu eserde
bulunanlara yeni bir şey ilâve etmeyecek, ancak onları teyid edecek olan o
belge ve fotoğraflar da belki bir derleme olarak ayrıca yayınlanabilir.
Yakın tarihimizde önemli
rol oynamış ve gizli kalmış üç şahsiyeti (Parvus, Tekinalp, Madam Gaulis) ele
alıp incelediğim "Yakın Tarihimizde Gizli Çehreler" adlı eserim de
yakında yeniden basılacak ve herhalde bu sahadaki hizmetim - ilerleyen yaşımla
birlikte - tamamlanmış olacaktır.
Kaderin sevkiyle üzerime
düşen bu vazifeyi ifa ve tarihî sosyal bir gerçeğin yeteri kadar anlaşılmasını
temin edebildim zannediyorum.
Kolay
değil, kırk iki yıl, bu bir ömür sayılır.
Yurdumun imanlı,
ihlâslı, mert insanlarına hediyem olsun.
M. Ertuğrul Düzdağ Şenlikköy, Ekim 2002
GIRIŞ
YERINE
İstanbul
Darülfünunu Edebiyat Şubesi talebelerinden Mehmed Hulusi, kış mevsimi
başlamasına ve takvimler 1340 yılının 4 Kânûnisânî'sini (4 Ocak 1924)
göstermesine rağmen, havanın mutedil oluşundan bilistifade tramvaya binmemiş,
yürüyerek Köprü'ye doğru inmekteydi. Koska'da Zeynep Hanım konağında bulunan
mektebinden çıkıp, Beyazıt, Çarşıkapısı, Divanyo- lu'ndan Babıâli'ye kadar
gelmişti.
Kollarının
altına sıkıştırdıkları gazeteleri bir an önce bitirmek telâşında olan
"müvezzi"lerin bağırışları dikkatini çekti. Her akşam "Cinayeti
yazıyor..." diye seslenen bu çocuklar, bugün başka bir haberi dillerine
dolamışlardı:
"-
Vakit! Vakit! Yazıyor! Dönme Karakaş'ın ifşaatını yazıyor!.. "
Darülfünun talebesi Mehmed Hulusi Efendi,
bu "Dönme" sözünden bir şey
anlamamıştı.
"-
Dönme ne demek? Neden dönmüş? Nereye dönmüş?"
Merakı galip gelmişti; mütevazi talebe
bütçesinden yüz paraya kıyarak, bir Vakit gazetesi aldı.
Haber,
gazetenin ikinci sayfasındaydı. Başlığı şöyley-
di:
"Dönmeler
Hakkında Arıza - Asıl Mesele Selanik Dönmelerinin Mübadeleye Tâbi Olunmamasını
Rica Etmektir"
Haberi okumaya başladı.
Gazetenin
yazdığına göre, Karakaşzâde
Mehmed Rüşdü adında
birisi, Millet Meclisi'ne bir dilekçe vermişti. Bu dilekçede bazı şeyleri
açıklıyor ve bir takım şeyler istiyordu. Ankara'da yayınlanan Yeni Gün gazetesi, birkaç gün
önceki nüshasına bu arızayı dercetmiş, Vakit gazetesi de oradan
almıştı.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nin yeni üyelerine hitap eden Karakaşzâde Rüşdü "Selanik Dönmeleri" dediği ve kendisinin de
içinde bulunduğu bir zümreden bahsederek, bunların ne Türk ne de Müslüman
olduğunu, dolayısıyla, Anadolu Rumları ile Selanik Türkleri değiştirilirken,
bunların Türkiye'ye alınmamaları gerektiğini iddia ederek, şunları söylüyordu:
Millî mefkûre denilen umûmî mevzûunuzu
teşkil eden esasların en birincisi, maddiyat ve maneviyatı mütecanis
[birbirinin aynı, benzer] olan sizlere, bu mukaddes yolda yardımcı olacak yol
arkadaşlarınızın - ki millettir - dahi maddeten ve manen mütecanis olmaları
lâzım gelir.
Bu
asır milliyet asrıdır. Din, vicdanî bir mesele olduğu gibi, herkesin ruhundaki
akideyi [inancı] ölçecek bir maddî ölçü olmadığından, artık bu gibi gayri
mer'î [geçersiz], muhayyel ve mevhum kuvvetlere itimat ederek teşrîk-i mesaî
[işbirliği] edilemediğinden- dir ki, maddiyat ve maneviyatı eban an ced
(ecdattan beri) malûm olan millî kitleler, mesned ittihâz edilmişti.
Mehmed
Hulusi hayret etti. Adam, Millet Mecli- si'ne yazdığı dilekçesinde
"din" için "hayal" ve "ve- him"diyordu... Daha
yeni içinden çıktıkları ve din için savaştıkları Millî Mücâdele'yi hatırladı.
Bütün millet bir vehim uğruna mı savaşmış oluyordu?.. İstiklâl Mar- şı'ndaki "Benim îman dolu göğsüm..." ve "Bu ezanlar ki şe-
hâdetleri..."
diyen mısraları düşündü. Gerçi Şâir Akif Bey'in yapılan bazı inkılâblardan memnun
olmayarak ve bir dostunun davetini vesile edinerek Mısır'a gittiğini duymuştu.
Bu
düşüncelerle ve "Bu
Dönme işi, bir fırıldak ama, acaba ne?" diyerek, haberi yeniden
ve daha dikkatle okumaya başladı. Yazı şöyle devam ediyordu:
İşte
her şeyden evvel tahkîki lâzım gelen mesele:İki üç asır evvel İspanya'nın
Engizisyonundan kaçıp Türk- lerin cenâh-ı sehâbetine [koruyucu kanatlarına]
iltica etmiş [sığınmış] ve bilâhare bir mes'ele-i siyâsiyye cürmüyle müttehem
olan [siyasî suçla itham olunan] reislerinin telkinâtıyla sahte olarak
İslâmiyet nam ve kisvesine bürünmüş Selanik Dönmeleri'dir. Üç kısımdan ibaret
olan bu Dönmeler aslen ve irken Yahudi olmakla beraber ruhen ve vicdanen dahi
din-i İslâm'la bir alâkaları yoktur. Diğer Yahudiler gibi iki üç asırdan beri
Türk ve İslâmlarla kat'iyyen ihtilât etmeyerek [kaynaşmayarak] kendi
cemaatleriyle, âyin ve vicdan-ı husûsîleriyle ancemaatin [toplu halde] yasaya
gelmişlerdir.
Sabık
Osmanlı hükümeti zamanında sûret-i resmiye ve zahirede [görünüşte] İslâmiyet'i
kabul ettiklerinden, bunlar İslâm camiasına kayd edilmiş ve o suretle telâkki
edilmiş [Müslüman sayılmış] olduklarından, bunlar da zaman ve muhitin
taassubundan korkarak mahal mahal, çeşit çeşit, renk ve kıyafetlerde görünerek
İslâmları aidata gelmişlerdir.
Bin
türlü riya ve sahte tavır ve kıyafetlerle büyük Türk kitlesi arasına sokularak
pek çok servet kazanmışlar, memleketin büyük ticaret ve iktisat noktalarını
elde ederek mühim ve mühlik [tehlikeli] bir âmil olagelmişlerdir. Binaenaleyh
Türkiye Büyük Millet Meclisi, milliyet esâsâtı üzerine çizmekte olduğu
programında
ve bahusus Makedonya'daki Türklerin mübadelesini icra ettiği şu zamanda, artık
bu Dönmeler meselesini de, kat'iyyen hal ve tasfiye ederek, milleti tereddüt
ve şüpheden kurtarmalı, içtimaî ve iktisâdı bünyeyi tehlikeden halâs ederek
ıslah etmelidir.
Bu satırları okuyan genç adam, arîza
sahibinin bu ifşaatı yüzünden, memleketteki bütün Dönmelerin İstiklâl Mahkemelerine verilerek sorgusuz
sualsiz aşılabileceklerini düşünmekten kendisini alamamıştı. Mesele iyice
ilgisini çektiğinden merakla yazının sonunu da okudu:
NE TÜRK, NE MÜSLÜMAN
Hükümet mübadeleyi Türklere hasretmiştir.
İslâm olan Arnavutları bile kabul etmiyor. Mevcut gayri Türkleri bile
memleketin muhtelif mahallerine serpiyor, dağıtıyor. Bundan maksat Türklüğü
maddeten ve manen mütecanis bir şekle sokmaktır. Halbuki Dönmeler Türk
değildir! Çünkü târihen müsbet olmakla beraber şimdiye kadar kendilerinden
başka bir unsurla aşılanıp istifayı kabul etmemişlerdir. Dönmeler Müslüman
değildir! Çünkü asırlarca muhitlerinde yaşadıkları Selanik Müslüman Türklerince
malûm olduğu gibi, benim gibi aynı ırktan gelmiş pek çok namuslu münevver
kimselerin ikrar ve isbatıyla da sabittir.
O halde size samîmâne hitap ederek soruyorum:
Ey Türklüğün istiklâl ve selâmet ve saadeti
için her türlü varlığı fedadan çekinmeyen büyük Millet Meclisi a'zâ-yı kiramı!
Bunlar için ne düşünüyorsunuz? Mübadele edecek misiniz?
Husûsî mübadele usulleriyle bunların tekrar
müte- kâsif bir tarzda İstanbul, İzmir, Bursa gibi memleketin iktisad
kapılarında, bu yabancı ve zeki kitlenin sahte İslâm ve sahte Türk nikablarıyla
[maskeleriyle] yerleşip kazanmalarına müsâade edecek misiniz? Dünkü harb
cephesinde çarpışırken hâriçten Anadolu'ya gelen her şahıs hakkında tahkikatta
ne kadar mutaassıp ve ted- kikkâr davranıyordunuz. Hele cephelerdeki ordular ve
kıtaât-ı askeriyye bu hususta ne kadar müteyakkız ve hassas idi; artık askerî
zafer istihsâl edildi diye bu teyakkuz ve hassasiyete lüzum kalmadı mı? Madem
ki hayat mücâdeledir; içtimaî, iktisâdı, ahlâkî, siyasî, hâsılı hayatî
mesâilin cümlesinde hassas ve müteyakkız bulunmak lâzımdır.
Kendi kanınızdan, kendi dininizden olmayan
bu eski mültecileri ya hudûd-i millî hâricinde bırakmanızı veyahut bunları
tesbit ederek, âdeta damgalayarak memleketin her tarafına dağıtıp, bir kânûn-i
mahsusla Türk aileleriyle ihtilât ve istifâlarını [karışıp temizlenmelerini]
temin buyurmanızı teklif ve istirham ederim. Böylelikle saf ve nezih Türk
kitlesini tereddüt ve iştibahtan kurtarmakla beraber, hakikî Türklüğe iltihak
fikrini öteden beri mefkure edinen bendeniz ve
emsalimi
Dönmelik nâm-ı mülevves ve şaibesinden [kirli adından ve lekesinden]
kurtarmanızı ve bu suretle çizmekte olduğunuz yeni Türk tarihine bir fasl-ı
mahsus ilâve buyurmanızı niyaz ve istida eylerim.
Ol babda emr ü ferman Büyük Millet Meclisimi-
zindir.
Dönmelerin Türklerle
ihtilât ve istifasını samimî surette arzu eden münevverler nâmına
MehmedKarakaşzâde Rüşdü
İŞİN
İÇİNDE İŞ Mİ VAR?
Okuması biten Mehmed Hulûsî, gözleri
"itirafçı Dönme"nirı imzasında takılı, kalakaldı. İçi kararmıştı.
Bakışlarını kurtarmaya çalışırken, yine aynı sayfada bir başka haberin de bu
mevzu'a dair olduğunu fark etti.
Artık
çaresiz okumak zorundaydı. Çünkü bu meseleyi gerçekten merak etmişti. Kısa
olan bu ikinci yazı şöy- leydi:
Karakaşzâde Rüşdü Bey'in Ankara'daki
teşebbüsüne âit neşriyatı gören bir kâri'imiz dün bize, mâhiye- ten buna
benzer, fakat Atina'da vâki olmuş bir teşebbüsten haber vermiştir. Verilen bu
malumata nazaran Atina'daki teşebbüsü yapan Yunan Meclis-i Meb'usânı âzasından
Mustafa Efendi'dir. Ve Gonatas'la vâki olan bir mülakat ile başlamıştır.
İstanbul'da Faik Bey isminde bir zâtın
kayınpederi
olduğu
söylenen bu Mustafa Efendi, Gonatas'la vâki olan mülakatında mübadele ahkâmının
Türk ve Rum- lara münhasır kalmasını istiyor ve bunun için Rüşdü Bey'in Büyük
Millet Meclisi azasına tevzi ettiği bu arızada serd ettiği esbabı ileriye
sürüyor; yani kendilerinin ne Türk ve ne de İslâm olmadığını iddia ederek
mübadeleden hâriç bırakılmaları lâzım geleceğini iddia ediyordu. Bu iddiasını
da muaşeretlerinin aynı Musevî muaşereti ve harslarının tamamen Musevî harsı
olduğu iddiasıyla tevsik ederek diyordu ki:
"Avcı
Sultan Mehmed, ceddimiz Sabatay Sevi'ye cebren İslâmiyet'i kabul ettirmiştir.
Halbuki, o ruhen ve îtikâden Musevî idi ve Musevî kaldı. Onun ahfadı da aynı
îtikad ve ruhu taşımaktadır. İsimlerimiz Müslüman ismidir ve fakat ruhumuz
tamamen Mûsevî- dir..."
Gonatas,
Mustafa Efendi'nin bu müracaatını evvel emirde arasındaki dostluğa binâen
hüsn-i telâkki etmiş ve meseleyi Meclis-i Vükelâ'da mevzuubahs ettirmeyi va'd
ettiği gibi va'dini de yerine getirmiştir.
Fakat
Yunan nazırları, bunların Yunanlılık için mübadeleye tâbi hakiki Türk
unsurundan bir kat ziyâde muzır olduklarını beyan ve kendilerinin muhakkak
mübadeleye tâbi tutulmalarında ısrar etmişlerdir.
Bundan
bir müddet evvel Yunan gazetelerinin böyle bir istisna müracaatından bahs
ettikleri telgraflarda haber verilmiştir.
AHMED
EMİN YALMAN VE VATAN GAZETESİ
Vakit'teki
Dönmelere dair yazıları bitiren Mehmed Hulusi, gözlerine inanamıyor, satırları
tekrar tekrar okuyordu.
İkiyüz elli sene! Tam ikiyüz elli sene
önce, Müslüman oldu sanılan ve içimize aldığımız birtakım Yahudiler, o zamandan
beri içlerinde yaşadıkları Müslüman halkı kandırıyorlardı! Müslümanlığa
inanmıyor, onun gereklerini yapmıyor ve kendi ırklarından gayrisi ile evlenmeyerek
ikiyüz elli sene evvel ne iseler yine öylece kalıyorlardı!
Şirket-i Hayriye'nin "İnbisat" vapuruyla Üsküdar'a
geçmekte olan Mehmed Hulusi, bunları düşünürken; arkadaşı Ahmed Subhi'nin
yanına gelmesiyle, mesele hakkında biraz daha bilgi sahibi oldu.
Ahmed Subhi dindar bir gençti ve "Sebîlürreşâd" dergisini takip
etmekteydi. Onun söylediğine göre, bu dergi arada bir "Dönmeler"in
dine ve ahlâka zararlı faaliyetler yaptıklarını yana yakıla yazmakta, fakat
kimseye dinletememekte idi.
Subhi'nin
elinde "Vatan" gazetesi vardı.
Söylediğine göre, bu gazetenin sahibi ve başmuharriri Ahmed Emin de Dönmeler'dendi.
Ahmed Emin, bu günkü nüshada
Karakaşzâde'nin arızasından bahsediyor, onun bazı Dönmelere kızdığı için
intikam almak maksadıyla bu meseleyi ortaya attığını yazıyordu. Fakat işin
aslını inkâr etmiyor, gerçekten böyle bir zümrenin varlığını kabul ediyordu.
Yalnız yazdıklarından anlaşıldığına göre, Ahmed Emin, Dönme olmakla beraber,
bu ayrılık gayrılığın aleyhinde idi. Veya gizli bir sebep veya maksadla, öyle
görünmek istiyordu.
Yazısında, vaktiyle bir taassup sebebiyle
Türk ve Müslümanlardan ayrı yaşayan bu zümrenin, zamanla açıldığını, Türk ve
Müslüman terbiyesi aldığını, onlarla evlenmeye başladığını; Türk tarihinde
içlerinden mühim adamların yetiştiğini, hatta İzmir'de Yunanlılara ateş ederek
şehid olan gazeteci Osman Nevres'in (Hasan Tahsin) de bu zümrenin
yetiştirdiği kahramanlardan olduğunu söylüyordu.
Yazısının
sonunda Karakaşzâde'yi "çirkin bir nifakçı- lık" yapmakla itham eden
Ahmed Emin, Meclis'in bu meseleyi araştırmasını da teklif etmekteydi.
Ayrıca
tanınmış birkaç Dönme tüccar da kendileriyle konuşan gazetecilere, Karakaş
Rüşdü'nün bir sinir rahatsızlığı geçirdiği için böyle konuştuğunu söylemiş ve
onun hakkında küçültücü ifâdeler kullanmışlardı.
KARAKAŞZÂDE'NIN
CEVABI
Ahmed
Emin'in ve diğerlerinin bu ithamlarına, Ka- rakaşzâde'nin ne cevap vereceğini
merak eden Mehmed Hulusi, birkaç gün sonra, 7 Ocak 1924 tarihli
"Vakit" gazetesinde, aradığını buldu.
Karakaşzâde
Mehmed Rüşdü'nün cevabı çok açık ve oldukça sertti:
Ankara'da
Karakaşzâde Mehmed Rüşdü Bey'den Bilumum Selanik Dönmelerine Açık Mektup
Efendiler,
Üç
asırdan beri saf ve muhterem Türk milletinin cenâh-ı merhamet ve atıfetine
sığınarak Dönme namıyla mevcudiyetimizi idâme etmekte pek mutaassıp davranıp
tarz-ı muaşeret ve harekâtımızda zahir ve bâtınımızın [dışımız ve içimizin]
ayrı gayrı olduğunu kâbil-i ifşa olmayacak derecelerde Türklere tanıttık.
Osmanlı hükümetinin geçirdiği safahât-ı târihiye, diyelim ki şimdiye kadar
bizleri müctemian [birlikte] yaşatmaya ve aramızda dâima tefâhür ettiğimiz
teâvün [yardımlaşma] hislerinin izâlesine mecbur kalmamak üzere Türklerle
adem-i ihtilâta [karışmamaya] sevk etti. Bugünkü bîgâneliğimizi bütün cihanın
hayret ettiği muazzam Türk inkılâp ve zaferinden sonra ne ile tevil
edeceksiniz?
Vicdan
ve maneviyat ve itikadınıza hulul etmek istemiyorum; fakat bu muhterem Türk
milletinin Edirne'den Kars'a kadar hâkim olduğu topraklarda yaşayan insanların
bir siyak üzere kalbleri ve vicdanları çarpar ve ancak Türklük mefkuresini
taşıyanlardan mürekkep olmasını arzu ettiğini bilmiyor musunuz? Daha
anlayamadınız mı? O halde ne duruyorsunuz? Aranızda beş on kişinin zahiren
Türklerle ihtilât etmesi bir farz-ı kifâye gibi telâkki olunarak geriye kalan
on on- beş bin kişilik bir varlığınız memleketin vücudunda (şiddetli bir iki kelime gazete
tarafından çıkarılmıştır)
bir yabancı kalmaya Türklerin mütehammil ve sabûr olduğunu mu zannediyorsunuz?
ASALAK
YAŞAYAMAZSINIZ
Aldanıyorsunuz,
efendiler!
Bu memleket bihakkın hakk-ı hayatı Türklere
bahş etmiştir, zira o Türklerdir ki kanlarıyla sulayarak karış karış bu toprağı
muhafaza etmiştir.
Son hâdisat esnasında herkesin ümidini
kestiği ve böyle sizler gibi ne kanını, ne malını, ve ne de servetinin cüz'î
bir kısmını memleket ve millet için feda etmeyi hatırına bile getirmeyen
tufeyliler [asalaklar] id- dihâr-ı servet [para yığmak] ile iştigâl eylerken,
her türlü maddi muavenetten mahrum kalan Türkler, Allah'ına istinad ederek her
taraftan üzerlerine vâki olan hücum ve taarruzlara mütevekkilâne ve dindarâne
ve kendilerine has bir metanet ve sükûnetle mukabele ederek vatanı müdafaa
ettiler ve bihakkın düşmanları na galebe çaldılar. Bu kadar ulvî bir manzara
karşısın da hâlâ sizlerin lâkayd bulunarak eski an'anâtınızı ve amalinizi
muhafaza edip, eski devirlerde olduğu gibi tufeyli yaşamayı ve hiç bir taraftan
bir sadâ-yı itiraza mâruz kalmayarak refah ve saadet mi hayâl ediyorsu-
Ankara'ya
geleli beri yakînen görüp anladığım Türkler ve bilhassa Büyük Miller Meclisi ve
onun vükelâsı benim onbeş yaşımdan beri beslediğim emellerin husûlpezîr
olacağına berâat-ı istihlâldir. Çünkü Büyük Millet Meclisi çiftçilere îrâs-ı
zarar eden yaban domuzları için bile kanun çıkarmaktadır; binâenaleyh zanneder
misiniz ki, bu kadar incelikleri düşünen rü- esâ-yı millet bir kitle-i
ecnebiyyeyi sinesinde besleyebilsin. Buna artık tahammül edecek bir ferd
bulunmadı ve bulunamaz.
Bugün
bizim için iki şık vardır: Ya Türklerle bir kânûn-i mahsûs dâhilinde kat'iyyen
ihtilât ve tesâlüb ederek [karışıp evlenerek], bütün vatan ve milletin saadet
ve felâketine müştereken çalışmak veyahut hu- dûd-i millî hâricinde herhangi
bir şekl-i maddî ve ma'nevîde olursa olsun başımızın çaresine bakmaktır. Benim
anladığım budur.
4
Kânûnisânî 340 [4 Ocak 1924] tarihli Vatan gazetesinde hemşehri ve yakın
akrabanın iddiası veçhile ne hissiyat ve asabiyetime mağlûbum ve ne de bir tarafın
telkînât ve tahrîkâtıyla bu işe mübaşeret ettim. Ancak yukarıda arz ettiğim bir
mefkurenin sahne-i aleniyete vaz'ına bugün zemin ve zamanı müsâid bul-
duğumdandır ki, ortaya atıldım. Asırların biriktirdiği mülevvesâtı tathîre
muvaffak olan Büyük Millet Meclisimiz inşaallah bu mes'ele-i menhûseyi de
yakın zamanda ortadan kaldıracak, bugün bana asabî veya baş-
ka
hiffetler isnâdıyla taarruz edenler yakın zamanda elimi öpüp beni takdir ve
tahdis edeceklerdir. Ve mi- nallah-it tevfık.
OTUZ
ALTI SENE SONRA
İstanbul Darülfünunu Edebiyat Şubesi
talebesi Mehmed Hulusi'nin başına gelen bu hâl, 36 sene sonra, 1960 yılında,
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi olan Mehmed Ertuğrul'un yani
bu satırların yazarının da başına gelmiş ve onu da çok şaşırtmıştı:
Bâbıâlî yokuşunu çıkıp inerken, kitapçı
vitrinlerine bakardım. Yokuşa vurur vurmaz hemen sağda, Semih Lutfî Kitabevi vardı. Bunun
vitrinindeki bir kitap dikkatimi çeke çeke, sonunda, mütevâzi öğrenci bütçemden
-herhalde- yüz kuruş kadar bir fedâkârlığı ve çok asık suratlı olan sahibesi
Ermeni kadınına beş dakika tahammül etmeyi göze alarak o kitaba sahip
olmuştum.
Yazarı, İbrahim Alâaddin Gövsa, başlığı Sabatay Sevi.. Fakat kitapta tuhaf
olan, bu ismi taşıyan adamın kapaktaki resminin, sarıklı bir Müslüman
kıyafetinde olmasıydı. Ya isimde, ya resimde bir yanlışlık olmalıydı!
İşte
benim "Dönmeler" ve onların "Mesih"i olan "Sa- batay
Sevi"ye olan ilgim bu kitapla başladı ve kırk yıldır devam ediyor. 1960 sonrasında
M.
Şevket Eygi Bey'in çıkardığı
haftalık "Yeni
İstiklâl”
gazetesinde, İbrahim Alâaddin'in kitabını özetlemiştim. 1976'da ise Kadir Mısıroğlu Bey'in yayınladığı "Sebil" de on dört yazılık bir
dizi ile bu konuda o zamana kadar yaptığım araştırmalarımı yazdım (no. 12-25,
19 Mart-18 Haziran 1976). Daha sonra da, günlük gazetelerden Zamanda. (Aralık 1987) yirmi ve Milli Gazete'de (Ocak 1994) on dört yazdık
dizilerle, aynı konunun üzerinde durdum.
Sonunda bu çalışmalarım, ilk baskısı 1991 ve ikincisi 1994'te yapılan, "Yakın Tarihimizde Gizli Çehreler” adlı araştırmamın
içinde, üç yüz sayfalık bir bölüm olarak kitaplaştı. Şimdi ise müstakil bir
eser olarak ortaya çıkıyor.
Aradan yine yıllar geçti. Bugün de,
1924'teki Mehmed Hulusi veya 1960'taki Mehmed Ertuğrul'un durumunda, yani
"Dönmeler"in adını bile duymamış veya duymuş da hayrette kalmış,
kimbilir nice gençler var?.. İşte bundan sonra gelecek sayfalar, onlar için yazıldı.
BİR
AÇIKLAMA
"MUHTEDÎ"
İLE "DÖNME"NİN FARKI
1626-1675
yıllarında yaşamış ve Mesihlik iddiasıyla ortaya çıkmış Sabatay Sevi adlı bir
hahama bağlı olan ve sahte olarak Müslüman gibi görünen Sabataycı Yahudi- ler'e
"Dönme" adı verilir. Bunlara,
yine aynı mânâda olmak üzere "Avdeti" de denilmiştir. Yabancılar
arasındaki sıfatları da "Sabatayist" veya Türkçedeki söylenişiyle "Dönme" dir.
Dönme, Avdeti ve Sabatayist veya Sabataycı... Bu kelimeler,
mâhiyetlerini aşağıda açıklayacağımız gizli bir zümreyi ifade eden
ıstılahlardır (terimlerdir). Onlardan başkaları için kullanılmaz. Kullanılırsa
bilgisizlik yüzünden kullanılır. Çünkü herhangi bir dinden veya dinsizlikten
İslâm'a gelenlere "muhtedî"
denir. "Hidayete ermiş, doğru yolu bulmuş" demektir. Bu muhtedî
sıfatı da devamlı olarak kullanılmaz; ancak bir tarif veya tanıtma için gerektiğinde
"Muhtedi filan efendi."şeklinde söylenir.
MUHTEDÎ
OLMAYAN VAR MI?
Dönmelerin, Müslümanlığın dışında ve
Müslüman- lardan ayrı bir zümre olduklarını bilmeyen bazı kimseler, bu
bilgisizlikleri yüzünden ve iyi niyetle: "İyi ya işte dönmüşler, Müslüman
olmuşlar. Fena mı ?Hepimizin dedeleri dönme değil mi?” diyebilirler.
Gerçekten
de hepimizin ecdadı bir veya birkaç asır önce Müslüman olmuş birer
"muhtedî"dir, fakat "Dönme" değildir. Bir Dönmeye muhtedî
denemeyeceği gibi, bir muhtedîye de Dönme denemez.
MUHTEDÎ
İLE DÖNME ARASINDAKİ FARK
Bu iki terimi derli toplu olarak tarif
edersek, aralarındaki fark daha iyi görülür.
Muhtedî: Dinsiz veya başka bir
dine mensup iken, eski halini terk ederek îmana gelen, hidâyete eren yani
"ihtida" eden, Müslüman olan kimseye denir. Bunun zıddı, yani -Allah
korusun- İslâmiyet'ten çıkanın, yani "irtidâd" edenin sıfatı ise
"mürted"dir.
Her
dinden ve ırktan insan muhtedî olabilir. Bunlar Müslümanlarca kardeş
bilinirler. Geldikleri din veya ırkları mühim değildir. Herhangi bir Yahudi de
İslâm'a gelirse muhtedî olur ve diğer Müslümanlardan ayırt edilmez. Yine bir
Sabatayist Yahudi de eski inançlarını terk ederek Müslüman olursa, artık ona da
"Dönme" denemez.
Dönme: Sabatay Sevi'nin
"Mesih'lik iddiasıyla, Muse-
vîlik inancında
bâzı değişiklikler yaparak uydurduğu yeni inanca bağlı olan ve yine onun emri
gereğince, sahte olarak Müslüman görünen Yahudilere denir. Bunlar
Mûsevîlik'ten çıktıkları gibi İslâmiyet'e de girmemişlerdir. "Mesih"
tanıdıkları Sabatay Sevi'nin koyduğu kaidelere tâbi olarak, üç yüz küsur
senedir, küçük fakat kuvvetli bir zümre halinde ve Müslüman görünüşü altında,
hayatlarını devam ettirmişlerdir. Eski Sabatayist ailelerin dışından, herhangi
bir kimsenin bunların arasına girerek "Dönme" olmasına imkân yoktur.
DÖNMELİKNEDEN
BİR MESELE OLUYOR?
Dönmeliğin
ve Dönmelerin bir mesele hatta rahatsız edici bir mesele olması, yalan üzerine
kurulmuş bulunmasından ve gizli olmasındandır.
Yıllardır,
sizi, kardeşiniz olduğuna inandıran ve ailenizin arasında yaşayan bir adamın
yalan söylediğini, aslında "yedi kat el" bir yabancı olduğunu
öğrenirseniz, ne yaparsınız?
Kötü olan o şahsın kardeşiniz olmaması
değildir. Sizi aldatmasıdır.
İşte Türkiye Müslümanları da üç yüz otuz
senedir, sahte birtakım "kardeşler" tarafından, aynı şekilde aldatılmaktadır.
Evet, Dönmelerin, aslen Yahudi olmaları
veya Müslüman olmamaları bir mesele değildir. Etrafımızda bir sürü Yahudi ve
gayrimüslim var... Ama onların kim ve ne
oldukları belli. Hiçbiri, ben Müslüman'ım, demiyor.
Bizi
-hiç olmazsa bu yolla— aldatmıyor. Evde başka, sokakta başka, çifter çifter
isimler taşımıyor.
İşte mesele budur.
Dönmelerin
içinde, acaba, hakikaten Müslüman inancını taşıyan hiç yok mudur?
Herhalde
vardır. Ama şimdiye kadar,
içlerinden birinin çıkıp, samimiyetle bunu söylediği veya samimi olduğunu
isbat eden birşeyler yaptığı görülmedi. Profesörleri, particileri,
gazetecileri, Müslüman adı altında İslâm düşmanlığı yapan yazarları, hatta
-rivayetlere göre— darbelere önayak olan subayları bile var... Fakat şimdiye
kadar, bir tanesinin dahi Müslümanlığı ve Müslümanları sevip koruduğuna şâhid
olamadık.
Anadolu
Müslümanı çok müsamahakâr, hattâ biraz vurdum duymazdır. Herkesi kendisi gibi
zanneder. Gizli saklı işlere, yalanlara dolanlara, "komplo"lara hele
yüzyıllarca süren gizliliklere aklı ermez. Halkımız, Müslüman olmadığını
bildiği kişinin din adına söylediklerine, zihin ve ahlâk bozucu telkinlerine
aldırmaz; ama adı Müslüman olana kolayca kanıverir.
Yakın
tarihimizde, iman ve ahlâkımızı sinsice kemirip, aşağılayıp, yeni nesillerin
gözünden düşürmeye çalışan pek çok kişi görüldü. "Müslüman" adı
taşıyan bu kişiler, acaba gerçekten Müslüman mı idiler? Yoksa onların
içyüzlerinden habersiz olan aydınlarımız, idarecilerimiz, ıslahatçı ve
inkılapçılarımız, kötü maksatlı birileri nin oyununa mı gelmişlerdi? Bu
kişilerin aslında başka din ve inançların mensubu veya İslâm'a hasım kimseler
olduklarını bilselerdi, onlara yine de uyarlar mıydı?
HALKIN
TUTUMU
Eski
günlerde, Dönmelerle aynı muhitte yaşayan Müslüman halk, onları daima tanımış
ve bilmiştir. İslâmî bir hayatın içinde, yapmacık hareketlerin farkedilme-
mesi imkânsızdır. Fakat Müslümanlar, dini, "dünyevî ve dayatılacak"
bir mesele diye almayıp, uhrevî ve imânî bir tercih olarak telâkki ettikleri
için, Dönmeleri kendi hallerine bırakmışlardır. Bunda, devletlerinin ve devlet
adamlarının, zararlı bir şeye müsamaha etmeyeceğine dair duydukları itimadın
da büyük tesiri olmuştur. İlerideki bölümlerde sadeleştirilmiş metni verilecek
olan "Dönmeler
Adeti"
risalesinde bu tavır görülecektir. Ancak bu aldırışsızlık, yanlış olarak,
"Dönmeler hakkında bilgisizlik" olarak anlaşılmaktadır. Bu hatalı
bir tesbittir. Müs- lümanlar, durumu bilmekte, ancak, "ne halleri varsa
görsünler" diye, onları kendi hallerine terk etmektedirler.
Fakat
bu durum 1909'dan ve bilhassa 1930'lu yıllardan sonra değişmiştir. 1924-25
yıllarında vuku bulan "ifşaat patlaması "nın arkasından ve ona
rağmen, Türk toplumunda, dinî her sahada ve her meselede olduğu gibi, bu
hususta da tam bir "cehalet" ortalığa hâkim olmuştur. Artık
"Dönmelerin" değil, "dindar Müslümanların" kendilerini
gizleyip sakınacakları bir devre girilmiş; Müslümanların, değil Dönmeleri,
kendilerini bile fark edecek halleri kalmamıştır.
BİRİNCİ BÖLÜM
I
SABATAY
SEVİ YAŞARKEN
Sabatay
Sevi 1626 yılının Temmuz'unda İzmir'de doğdu. İspanyol Yahudisi olan bir
ailedendi. Babası, Türkler arasında "Kara Menteş" diye tanınan Mordehay Sevi idi ve buraya Mora'dan
gelmişti.
Üç
erkek evlâdın en küçüğü olan Sabatay, okumaya bilhassa dinî kitaplara meraklı
olduğu için İsak
d'Alba
adlı bir hahamın yanına verildi. Bu sırada onbeş yaşında idi.
Sabatay,
Tevrat'ı ve Talmud'u okudu. Dinî kitaplardaki ibarelerin mecazî ve kabbalistik
mânâlarını keşif hususunda maharet sahibi oldu. Zeki, bilgili ve yakışıklıydı;
güzel konuşurdu.
BİR
MESİH BEKLENİYOR
"Mesih" İbrânice bir kelimedir.
"Allah'ın temizlediği adam"mânâsına gelir. İsrail oğullarını
kurtarmak için
Allah'ın
göndereceği kurtarıcıya da bu isim verilmiştir. Hazreti İsa aleyhisselâm, Mesih olarak bir kısım
Yahudi- ler'ce (ilk Hristiyanlar) kabul edilmiş, diğer kısım ise Mesih'i
beklemekte devam etmişlerdir. Bu arada Mesih- lik iddia eden birçok kimse
çıkmıştır.
XVII.
asırda, Avrupa'daki mezhep mücadeleleri sırasında, Yahudiler, Hristiyanlar
tarafından kitleler halinde imha ediliyor ve Katolik Kilisesi'nin Engizisyon
teşkilâtınca çeşitli işkencelere mâruz bırakılıyorlardı. Bütün dünyadaki
Yahudiler son derece kötü bir vaziyette idiler ve artık Mesih'in gelip
kendilerini kurtaracağını ümid ediyorlardı. Yahudi kâhinleri bunun 1648 yılında
olacağını söylemekteydiler. Hristiyanlar arasında da 1666'da bir Mesih'in
geleceğine inananlar bulunuyordu.
MESİHLİK
DÂVASI
Bütün
bu müsait durum ve tesadüfler karşısında Sabatay gibi zeki ve haris bir adam
için yapılacak bir şey vardı:Mesih olmak...
Ayrıca, kabbalistik eserlerle fazla
uğraşması neticesi, garip huy ve hareketler de edinmişti. Hayalperest bir adam
olduğundan, hayalindeki şeylere kendisinin de inandığı tahmin olunabilir.
Kararını
verdikten sonra her gün oruç tutmaya ve sık sık yıkanmaya başladı. Kendisini
tasfiye ediyor (temizliyor), mukaddes vazifesine hazırlıyordu. Rivayete göre,
gençken
evlendiği ilk karısına da yaklaşmamış, bekâretini muhafaza etmişti.
Zekâsı,
hazırcevaplığı ve dinî bahislerdeki bilgisi sayesinde, kendisi ile münakaşa
edenleri mağlûp ediyor; yine bu sayede etrafındakileri kendisine bağlıyordu. Bu
arada dinî ibarelerin bir çoğunu çeşitli şekillerde tefsir ederek ve İbrânice
ebced hesabı ile kendi durumuna denk düşürerek, dâvası lehinde kullanmaya
hazırlanıyordu. Meselâ, aşk manzumesi olan bir duadaki "Dome dode lisvi" (Sevdiğim ceylana
benziyor) ibaresini, evire çevire (Tanrı Sabatay Sevi'ye benziyor) şekline
sokmuştu.
MESİHLİĞİN
İLÂNI
1648
yılı gelince, zaten fikren hazırlamış olduğu yakınlarına, meseleyi açtı.
Güçlük göstermeden kabul ettiler. Fakat haber İzmir Musevileri arasında
yayılınca gürültü koptu. Hahambaşı Josef Eskapa, diğer hahamlar ve Musevi
âlimleri onu ölüme mahkûm ettiler.
Sabatay
buna pek aldırmadı. Çünkü Osmanlı Devleti zabıtası, böyle bir cinayeti
cezalandırırdı. Onun için düşmanları Sabatay'a bir şey yapamadılar.
"MESİH"
GEZİYOR
İzmir'de
başarılı olamayacağını anlayan Sabatay, 1650'de İstanbul'a geldi. Bir hahamdan
yardım gördü.
Fakat
burada da tutunamadı. Selanik'e gitti. İyi karşı- landıysa da iddiasını
tekrarlayınca, orada da duramadı. Atina'ya gitti. Sonra İzmir'e ve yine
İstanbul'a döndü. 1659'da İzmir'e babasının yanına geldi ve dikkati çekecek
hiçbir şey yapmadan 1666 yılını beklemeye başladı. 1663'de Kahire ve Kudüs'e
gitti. Fakat ihtiyatlı davranarak oralarda "Mesihlik" dâvasını
açmadı.
"MESİH"E
TALİH KUŞU
O
sırada zeki, güzel ve serseri bir Polonyalı Yahudi kızı Sara, başından birçok
maceralar geçtikten sonra Amsterdam'a kardeşi Samuel'in yanına gelmişti. İzmir'de
yakışıklı bir gencin Mesihlik iddiasında olduğunu duyunca, meşhur ve yüksek
bir kadın olmak hülyası ile, bir rüya hikâyesi uydurarak Yahudiler arasında yaydı.
Buna göre, rüyasında kendisine görünen bir nur, onun, yakında çıkacak olan
Mesih'le evleneceğini söylemişti.
Bir zaman sonra bu haber Sabatay'ın
kulağına gelince, böyle bir fırsatı kaçırmamak için o da hemen, kendisine
Polonyalı bir kız ile evleneceğinin, gâibden bildirildiğini söyledi. Bu
hadise, kendilerine bir kurtarıcı bekleyen Yahudilerin arasında
bir mucize sayıldı.
Sabatay,
adam göndererek Sara'yı aldırdı. Kahire'de evlendiler.
Kudüs'e
giderken Gazze'ye uğrayan Sabatay, burada kendisine bir yardımcı buldu. Abraham Nathan... Nat- han, bir zenginin
tek gözlü kızı ile evlenerek servet sahibi olmuş, genç ve haris bir adamdı.
Sabatay'a "peygamber"! olmayı ve onun çıkışını daha evvel ilân etmeyi
teklif etti. Tabiî derhal kabul edildi.
BAŞARI
Sabatay,
1666 Eylül'ünde İzmir'e geldi. Önce hahamlarca iyi karşılanmadı ise de, bir
bayram vesilesiyle Mesihlik iddiasını açığa vurunca, pek çok taraftar buldu.
Kısa zamanda İzmir Yahudilerini eline geçirdi. Şöhreti gitgide arttı. Rodos,
Edirne, Sofya, Mora hattâ Almanya'dan Yahudiler ziyaretine gelmeye başladılar.
Musevîlerce
kutsal sayılan kitaplarda, "Mesih'i görenlerin ağızları
köpürerek yere kapanmaları icap ettiği" yazdığından, onu ilk
görenler, kendilerini, saraya tutulmuş gibi yerlere atarlardı.
Burada
taç giydi. Ziyaretine gelenleri bir protokol dâhilinde kabul ediyordu. Bu
olanlar, yerli halka da tesir etti. Bir Bektaşi dervişi ve beraberindeki
birkaç kişi, Sabatay'ın Mesihliğini kabul ettiler.
Sabatay
bütün dünyayı ele geçireceğine inanarak, 38 parçaya böldü ve her birine kral tayin
etti. Bazı Musevî âdetlerini değiştirdi. "Tanrının tek ve ilk doğan oğlu
Sabatay Sevi"
imzasıyla beyannameler gönderdi. Kendisini "Yahudiler'in kurtarıcısı" ve "Siyon Devletinin kurucusu" olarak görüyordu.
BİR BEYANNÂMESİ
Sabatay'ın
gönderdiği beyannamelerden biri şöyle- dir:
Tanrının tek ve ilk doğan oğlu, Sabatay
Sevi'den, İsrail'in Mesih'i ve kurtarıcısından bütün İsrail oğullarına selâm!
Madem ki sizler İsrail
oğullarının halâsını, peygamberlerimizin ve babalarımızın söylediklerinin tahakkuk
ettiğini görmek şerefini kazandınız, artık acı günleriniz meserret günlerine,
oruç günleriniz eğlence günlerine tahavvül etmelidir. Çünkü ey İsrail oğullan
artık siz ağlamayacaksınız. İşte bunun içindir ki Tanrı size bu ifadesi güç
teselliyi verdi. Tamburlarla, orglarla, musiki ile meserretlerinizi ilân
ediniz. Asırlardan beri size vadettiğini bugün yerine getirmiş olana, bu
suretle şükranınızı ifade eyleyiniz. Öteden beri her gün yapmaya alıştığınız
ibadetleri yapınız, fakat musibete ve mateme mahsus olan günü, benim gelişimin
şerefine değiştiriniz ve onu bir meserret ve şükran gününe çeviriniz.
Nihayet, hiçbir şeyden
çekinmeyiniz. Çünkü sizin hâkimiyetiniz bütün milletlere şâmil olacaktır ve siz
yalnız dünya yüzündeki mahlûklara değil, denizlerin dibindeki mahlûklara bile
hükmedeceksiniz. Bütün bunlar sizin teselliniz ve hazzınız içindir.
Bütün
bu gürültüye rağmen, mesele siyasî bir şekle girinceye kadar, zabıtanın
müdahale etmemesi, Osmanlı Devleti'ndeki müsamahanın açık bir örneğidir.
O
sırada padişah IV.
Sultan
Mehmed, sadrâzam ise Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa idi. Devlet Girit
seferi ile uğraşıyordu.
İzmir
Kadısı, Sadrâzama meseleyi arz etti. Oradan verilen emir üzerine sahte Mesih
tevkif edildi ve deniz yoluyla İstanbul'a gönderildi. Sabatay, İstanbul'da,
önce Çavuşbaşı tarafından sorguya çekildi. Her şeyi inkâr etti.
Zindankapısı'nda hapsedildi.
İstanbul'un
mahalle çocukları bu hâdise üzerine, şu tekerlemeyi bağırarak Yahudi
mahallelerinde dolaşıyorlardı: "Mehdi geldi mi? Çıfıt geldi
mi?"
Hapishaneye
çok fazla ziyaretçi gelmesi ve bu halden muhafızların şikâyeti üzerine,
Sabatay, Çanakkale'de Kumkale'ye götürülerek, orada hapsedildi.
BİR
"MESİH" DAHA
Bu
sırada Polonyalı Nehime
Kohen
adında, Sabatay gibi kabbalistik tetkikler yapmış olan zeki bir haham,
Kumkale'ye geldi. Sabatay'a kendisinin de Mesih olduğunu, zaten mukaddes
kitapların iki mesih geleceğini bildirdiğini söyledi.
Bu
iki sahte Mesih anlaşamayarak üç gün münakaşa ve üçüncü günün sonunda kavga
ettiler.
MUCİZE
BEKLENİYOR
Sabatay
Sevi'nin Kumkale'de mahpus bulunduğu yere de pek çok ziyaretçiler gelmeye
başlamıştı. Bunlar gardiyanları da para ile kandırdıklarından, ziyaretlerine
ses çıkarılmıyordu.
Fakat
Çanakkale'ye bu kadar fazla Yahudi'nin gelmesi, şehirde yiyecek kıtlığına ve
pahalılığa sebep oldu. Yerli halktan bir heyet Edirne sarayına giderek, şikâyette
bulundular. Diğer taraftan, ikinci sahte Mesih Kohen de rakibini şikâyet etmiş,
Sabatay'ın siyasî düşünceleri bulunduğunu ve devlet kurma fikrinde olduğunu
ihbar etmişti.
Artık
bu işe bir son vermek gerektiğine karar veren Osmanlı makamları, harekete
geçtiler ve Sabatay, tekrar Edirne sarayına götürüldü. Sabatay'ın müridleri ise
Me- -ihin bir mucize göstererek ortalığı birbirine katmasını bekliyorlardı.
"MESİH"
MÜSLÜMAN OLUYOR
Sabatay,
sarayda, Sadrâzam kaymakamı Mustafa Paşa, Şeyhülislâm Minkârîzâde Yahya Efendi ve Sultan'ın imamı
vaiz Vânî
Mehmed Efendiden
müteşekkil bir heyetin huzuruna çıkarıldı. Padişah yandaki odada, kafes arkasından
konuşmayı dinliyordu.
Sabatay'a
"Mesihlik iddiası, paylaştırdığı krallıklar ve hakkında dolaşan öteki
rivayetler" soruldu. Hepsini inkâr etti.
Bunun üzerine tercüman vasıtasıyla Sabatay'a şöyle söylendi:
"Mesih
olduğunu iddia ediyorsun. O halde mucizeni göster. Bunun için seni soyup nişan
dikeceğiz. En maharetli okçular atacak. Eğer oklar vücuduna işlemezse, o zaman
Sultan da senin Mesih/iğini kabul edecek."
Bunu duyan Sabatay, yine, böyle bir iddiası
olmadığını, o sözleri başkalarının uydurduğunu söyledi. Ölümle burun buruna
geldiğini anlamıştı. Başındaki Yahudi şapkasını çıkarıp yere atarak, üzerine
tükürdü ve Kelime-i Şehâdet getirip, Müslüman oldu. Böylece canını kurtarmış
oluyordu. Kendisine "MehmedEfendi" adı verildi.
Sabatay
Sevi'nin bu şekilde önce Mesihlik iddia etmesi ve sonra İslâmiyet'i kabul
ederek dönmesi hâdisesi, Osmanlı tarihlerine, zamanın vakaları arasında kay-
dolunduğu gibi, yabancı tarihçilerin ve hâtıralarını kaleme alan elçi ve
seyyahların eserlerinde de yer almıştır.
TARİHLERİMİZDE
BU HÂDİSE
Bu vak'adan, Nişancı
Abdi Paşanın, "Vekâyi'nâme"sin- de, Fındıklık
Silâhdar Mehmed Ağa ile
vak'anüvis Râşid
Efendinin tarihlerinde ve Kâmil Paşanın "Târih-i Siyâsisinde bahs olunmaktadır.
"Târih-i Râşid"de hâdiseden, 1077
(1666) vakaları arasında şu şekilde bahsediliyor (c. 1, s. 133):
İhzâr-i
Yehûdî-i meşhur be-huzûr-i Pâdişâhî ve İslâm-i o
Bundan
akdem İzmir'den zuhur eden haham nâmına şahs-i cühûd, mu'tekadünaleyh-i
tâife-i Yehûd olub, başına cem'iyyet etmelerinden âsâr-ı fitne meş- hûd olmağla
Boğazhisarı'na matrûd ve meb'ûd olmuşken, anda dahi fitne endâz-ı meyâne-i
Yehûd olmağın, mâh-ı Rebîülâhir'in onaltıncı günü, Edirne'de rikâb-ı hümâyûna
ihzar ve Şeyhülislâm Efendi ve Vânî Efendi ve Kaymakam Paşa huzur-i hümâyûnda
iken Yehûdî-i mesfûr getirilüb, mâcerâ-yı hâli istifsar olundukta hakkında
şöhret bulan türrehâtı inkâr ve katlin mukarrer bildiğinden İslâm'a rağbet
izhâr eyledi.
Bundan
önce İzmir'de ortaya çıkan Yahudi hahamı, Yahudiler'in iman ettikleri biri
olmuş ve bu taifeyi başına toplamıştı. Bu durumdan karışıklık meydana gelmesiyle,
Çanakkale hisarına sürülmüş ancak orada da Yahudiler'in arasında fitne
çıkmasına sebep olduğundan, 16 Rebîülâhir'de Edirne'de Padişah'ın huzuruna
çıkarılmıştır. Huzurda Şeyhülislâm Efendi, Vânî Efendi ve Kaymakam Paşa da varken,
Yahudi getirilmiş ve sorguya çekilmiştir. Hakkında yaygın olarak söylenenleri
inkâr etmiş, kati olunacağını anlayınca da Müslüman olmuştur.
Kâmil
Paşa'nın Târîh-i
Siyâsî-i Devlet-i Aliyye
adını şıyan eseri, 1325 (1909) yılında basılmıştır. Kitabın "Devr-i Sultan
Mehmed Hân-ı Râbi" faslında "Bir Yehu- dinin Mesihlik
Dâvası"
başlığını taşıyan bir bölüm vardır. Bu bölümü aşağıya aynen alıyoruz (c. 2, s.
103):
Sene 1077 [1666]
tarihinde İzmir'de Sabatay Sevi isminde bir haham Mesihlik dâvasında bulunarak
Kudüs'e azimetle vâki olan ilânâtı üzerine bu keyfiyet gerek buralarca ve
gerek Avrupa'ca Yahudiler beyninde [arasında] hayli telâşı mûcib olarak her
taraftan vürûd eden hahamlardan bazıları lehinde ve bazıları aleyhinde
bulundukları haber alınmakla, merkum Sabatay Sevi taraf-ı sadâretten
Dersaadet'e [İstanbul'a] celb ile tevkif ve ba'dehu Köprülünün Girit'e
azimetinde Kal'a-i Sultâniyye'de [Çanakkale'de] habs olunduğu esnada aynı
iddiada bulunan diğer bir Yehudi Edirne'de Sadrazam Kaymakamı'na bi'1-mürâca'a
Saba- tay'ın iddiası sahte olduğunu ifade eylemesi üzerine merkum Saray-ı
hümâyun bahçıvanlığında istihdam olunarak müteakiben merkumun familyası a'zâsı
cüm- leten İslâmiyet'i kabul eyledikleri gibi on sene kadar müddet zarfında
bunun vasıtasıyla birçok Yahudiler dahi ihtida eylemiş ve o esnada mehdilik
iddiasında bulunan bir Kürd şeyhinin oğlu dahi kezâlik celb ile istintakında o
dâvadan feragatle taraf-ı şahaneden kendisine îrad buyurulan suallere yolunda
cevap vermesiyle bu dahi Hazine-i Hümâyun iç ağalığına tâyin buyu- rulmuştur.
Müslüman
olan Sabatay'a "kapıcıbaşılık" payesi verildi ve maaş bağlandı. Bu
hadise Sabatay'ın müridleri arasında bomba gibi patladı. Evlerine kapanıp
dışarı çıkmadılar. Hahamlar ise son derece sevindiler. Hakikaten, bu suretle
Yahudiler parçalanmaktan kurtulmuşlardı. Fakat Müslümanların arasına, ileride
görüleceği gibi, ne idüğü belirsiz bir zümre girmiş oldu.
Sabatay,
Müslüman olarak canını kurtarınca, mürid- lerine şöyle bir tamim gönderdi: "Tanrı beni Müslüman yaptı. Ben
kardeşiniz kapıcı Mehmed'im. O, öyle emretti. Ben itaat ettim." Musevi kitaplarındaki
bir an'aneye göre "Mesih Müslümanlar tarafından yutulacaktı." Kendi halini
buna uyduran Sabatay, yine vazifesine devam edeceğini bildirdi.
Kardeşi
ise bu hadiseyi şöyle izah ediyordu:
"Sabatay'ın
eski varlığı göğe çıkmış, yerine, Tan- rı'nın emriyle cübbe ve sarık akında
Mesihliğine devam edecek bir melek bırakmıştır."
YENİ
MEZHEP
Sabatay
bütün müridlerini kendi kıyafeti altında toplamak istiyordu. Bunun için Müftiye
müracaat ederek, Yahudileri İslâm'a davet etmek için izin istedi. İzin
verilmesi üzerine, yine Mesihliğini yaymak, kendine inananları bir araya
getirmek ve dışı Müslüman içi Sa-
batayist
olan yeni mezhebini kurmak için çalıştı.
Böylece
sahte Mesih'in taraftarları her yerden gelerek, cübbe ve sarık altına
girdiler. Müslümanlar bu gizli ve bozuk mezhebin içyüzünü kısa zamanda
anlayarak, mensuplarına "muhtedî" yerine, samimi olmadıklarını
anlatır şekilde "Dönmeler" adını taktılar.
SABATAY'IN
SON YILLARI
Sabatay
taraftarları yani "Dönmeler" sözde tamamen Müslüman olunca, hükümet
onların peşini bıraktı. Sabatay da bu suretle, hareketlerinde serbest kalmış
oldu. Bundan sonra yeni zümrenin itikat ve ibâdetlerini tanzim ile uğraştı.
Bunları bir araya getiren on sekiz emri ve bayram günlerinin listesini tertip
etti. On sekiz emirden, on altı ve on yedincisi "Dönmeler"in en mühim
özelliklerini belirler:
16. madde:
On altıncısı budur ki, Türklerin âdetlerine, onlann "gözlerini
örtmek" maksadıyla dikkat edilsin. Ramazan orucunu tatbik için sıkıntı
gösterilmesin ve aynı şey kurban için de yapılsın. "Gözün gördüğü"
her şey ifa edilmelidir.
17.
madde: On yedincisi budur ki, onlarla [yani
Müslümanlarla] nikâh akdedilmemesi [evlenmemek] lâzımdır.
'MESİH'İN
ÖLÜMÜ
Sabatay, müridlerini toplayarak yine
âyinler yaptırdığının haber alınması üzerine, Arnavutluk'daki Berat kasabasında
Ülgün'e sürüldü. Kendisinin "ihtida ettirdiği" yeni Müslümanları,
tekrar Musevîliğe döndürdüğü iddia ediliyordu. Yahudi âdeti üzere yaptırdığı
âyinler ihbar edilmişti. Bu ihbarın kendisini ortadan kaldırmak isteyen Yahudi
teşkilâtı tarafından yapıldığı sanılmaktadır.
Sabatay, Ülgün'de küçük bir cemaat ile beş
yıl yaşadı. Burada Selânikli Yoheved ile evlendi. Karısı da Ayşe Hanım adını aldı.
Haham, sahte Mesih Sabatay Sevi veya sahte
Müslüman Mehmed Efendi 17 Eylül 1675'de öldü. 50 yaşında idi. Bir nehir
kenarına gömüldü.
Fakat mensubları Mesihliği, onun
halîfelerinin şahıslarında yaşattılar. Kendisine inananlar hâlâ deniz ve ırmak
kenarlarında "Sabatay
Sevi, seni bekliyoruz"
diye seslenirler.
Sabatay
Sevi ve Dönmelik
-II-
SABATAY'DAN
SONRA
Sahte Mesih Sabatay Sevi (Mehmed Aziz
Efendi) 1675'de öldü. Fakat ölümü ile mesele kapanmadı. Kayınpederi Abdülgafur Efendi (Josef Filosof) ve
kayınbiraderi Abdullah
Yakup Çelebi
(Jacob Kerido) daha evvel Se- lanik'e giderek yerleşmişlerdi. Sabatay hasta
iken, Ya- kub Çelebi, Berat'ta onu ziyaret ederek halifeliğini almak istemiş
ve kabul edilmişti. Sabatay'ın ölümünden sonra karısı Ayşe Kadın'ı (Yoheved) da
Selanik'e yanlarına aldılar. O zaman iki yüz aile kadar tutan Sabata- yistler
de bu iki kardeşin, Yakub ile Ayşe Kadın'ın etrafına toplandılar.
Dönmeler
o sırada yalnız yaşayış ve inanışlarıyla değil, kıyafetleriyle de herkesten
ayrılırlardı. Kadınlar sarı mest giyer, erkekler beyaz keçe külah üzerine
yeşil sarık sararlardı. Ayrıca bayramdan bayrama namaz kılar, oruç tutmaz ve
gusle ehemmiyet vermezlerdi. Böylece Sabatay'ın onsekiz emrinin onaltıncısı
olan "Gözle
görülen her şey yapılmalıdır"
şartına -zorluğu sebebiyle olmalı- pek uymazlardı.
DÖNMELER
BÖLÜNÜYOR
Selanik'teki
Sabatayistlerin başkanlığına Yakup Çelebi geçmiş, inanç ve
âyinleri düzenlemişti. İhtiyatlı olmak için İslâm âdetlerinin de gözle
görülenlerine riâyet edilmesini istedi. Fakat diğer bir kısım buna lüzum görmüyordu.
Bunlar Mustafa
Çelebi
adında birinin etrafında toplandılar.
Bir
boşanma meselesinden dolayı, bu iki hizbin arasında ihtilâf çıktı. Cemaatin
ekseriyeti Mustafa Çele- bi'nin arkasından gitti. Böylece Sabatay Sevi'nin ölümünden
14 sene sonra 1689'da Sabatayist zümre ikiye ayrıldı. Yakub'a sadık kalanlara Yakubîler (veya -daha sonraları-
Hamdi Beyler) Partisi dendi. Mustafa Çelebi taraftarlarına da Karakaşlar (veya Müminler,
Onyollular, Osman Baba) Partisi adı verildi.
Bu parçalanmadan 31 sene sonra 1720'de ise
Karakaş- lar partisi de "Osman Baba" meselesi yüzünden ikiye ayrıldı.
Bu üçüncüye de Kapancılar (veya Papular, İbrahim
Ağa) Partisi adı verildi. Böylece Sabatayistler üç zümreye ayrılmış oldular:
Bu
partiye daha sonra, bir ara Selanik belediye reisliği yapmış bir Dönmenin
adıyla Hamdi
Beyler
Takımı da denir. Yakubîler gözle görülen İslâmî âdet ve ibâdetlere daha çok
uyarlardı. Gayet kapalı, muhafazakâr bir hayat sürerlerdi. Sonraları içlerinden
tersane emini, sürre emini, saray ve şehir kethüdası gibi yüksek memurlar çıkmıştır.
Kıyafetleri de diğerlerinden farklı olup ökçeli ayakkabı giymez ve bütün
erkekler saçlarını ustura ile traş ettirirlerdi.
KARAKAŞLAR
Bu
parti Mustafa Çelebi tarafından kurulmuştur. Dönmelerin çoğunluğunu bunlar
teşkil eder. Müminler,
Onyollular
ve Osman
Baba
isimleriyle de anılırlar. Diğerlerinden farkları İslâmî adet ve ibadetlere
riâyete lüzum görmemeleridir.
Mustafa Çelebi, Yakub Çelebi'den
ayrıldıktan sonra kendi adamlarını bağlayacak yeni inançlar ortaya çıkardı. Abdurrahman Efendi adlı bir Dönmenin,
Sabatay Sevi'nin ölümünden tam dokuz ay sonra doğan oğlu Osman'ın, Sabatay Sevi'nin ruhunu
taşıdığını iddia etti. Ona göre, Mesih öldüğü zaman onun maneviyatı Osman
Efendi'nin vücuduyla tekrar dünyaya doğmuştu. Osman, iki yaşına geldiği zaman
Mustafa Çelebi tarafından Saba- tay Sevi'nin vekili ve kırk yaşına gelince
Mesih ilân edildi. Hatta "Tanrılık" mertebesine çıkarıldı.
Fakat Karakaşlar partisi içinde İbrahim
Ağa adında biri, bu yapılanlara itiraz ediyordu. Anlaşmazlık, bu zümrenin de
ikiye bölünmesine sebep oldu.
KAPANC1LAR
İbrahim Ağa Partisi ve Papular diye de anılır. 1720'de Osman Ağa
ölünce, onun Mesih olup olmadığı hakkın- daki münakaşalar kızıştı. İbrahim Ağa
tarafı, mezarın açılmasını, eğer Mesih ise cesedinin çürümemiş olacağını ileri
sürdü. Karakaşlar bunun hürmetsizlik sayılacağını söyleyerek razı olmadılar.
Bu uyuşmazlık sonunda İbrahim Ağa
taraftarları ayrıldılar. Bunların farkı Osman Ağa'yı Mesih tanımamalarıdır.
Osman Ağa'yı, taraftarları,
"ağa" lâkabının kaldırılmasından sonra "Oğan" diye anar oldular. Kapancılar diğerlerine
nisbetle biraz daha makuldürler. Fakat Saba- tay'dan kalma inanış ve âdetleri
muhafaza ederler.
Bu üç zümre Dönme olmayanlarla kız alıp
vermedikleri gibi, zümreler arasında da evlenme olmaz.
Sabatayizmin gizli hayatı, izdivaç
edenlere mahsus bir nevi esrar mahiyetindedir. Bir şeyden habersiz yetişen
genç, evlenince bu sırları öğrenir. Bu sırların ne olduğu pek az bilinmekle
beraber, aşağıda bahsedilecek olan "Kuzu ziyafeti" veya "Dört gönül bayramı" denen âdet ile alâkalı olması ihtimâli
vardır.
Dönmelerin
ayrıldıkları hizipler ve gizli sırları hakkında gelecek bölümlerde, kendi
ağızlarından yapılmış açıklamalar sayesinde çok daha geniş bilgiler bulunacaktır.
DÖNMELERDE İÇ DÜZEN
Reis yeniliklere mâni olur,
geleneklerden en ufak bir sapmayı cezalandırırdı. Kıyafetinde veya yaşayışında
âdetlere bir aykırılık görülen kimse, cezaya uğrardı. Bunu erkeklerde "Mübaşir", kadınlarda "Kılavuzca Kadın" yapardı. Cezalar: İhtar, tekdir ve
kabahatliden bütün ailenin uzaklaşıp konuşmaması şeklinde olurdu. Bu emirlerin
dışına kimse çıkmazdı. Reis ancak çok mühim kararlar alırken danışma yapardı.
Bu kapalılık ve taassup sebebiyle, Dönme
gençlerine ancak 1884'de yabancı dil tahsiline, daha sonra hukuk, mülkiye,
eczacı ve baytarlığa, en nihayet tıp tahsiline müsaade edilmiştir.
KUZU BAYRAMl'NDA
"MUM SÖNDÜ"
Sabatayistlerin yirmiye yakın bayramı
vardır. Bunlardan biri de 22 Mart'ta, yani ilkbaharın ilk günü yapılır. Bu
bayram hakkında Sabatay zümresine mensup Kara- kaşzâde Rüşdü 'nün 1924 yılında Vakit gazetesinde çıkan beyanatında şöyle
denilmektedir:
Kuzu Bayramı 22 Adar (Mart)'da yapılır.
Bu bayram geceye mahsustur. Ve her sene kuzu eti ilk defa bu
bayram münasebetiyle ve hususi merasimle
yenir. Bu merasimde en aşağı ikisi erkek, ikisi kadın olmak şartıyla, evli
dört kişinin bulunması lâzımdır. Kuzu ziyafetinde bulunacakların sayısı iki
cinse mensup evli çiftlerin artırılması şartıyla istenildiği kadar çoğaltılabilir.
Kadınlar iyi giyinmiş ve elmaslanyla süslenmiş oldukları halde, sofra
hizmetinde bulunurlar. Yemekten sonra biraz eğlenir ve muayyen zamanda ışıklar
söndürülerek karanlıkta kalınır... Bu bayram vesilesiyle doğan çocuklar bir
nevi kudsiyeti hâiz sayılırlar. Ona "Dört Gönül Bayramı" adı verilir.
15
Kasım 1925 tarihli Resimli Dünya mecmuasında, Kapana ailesine mensup bir genç Sabatayist, bu
bayramı şöyle anlatıyor:
Zannediyorum ki mum söndürme merasimi
Karakaş ailesinde hâlâ devam eden bir âdettir. Ve galiba evvelce benim mensup
olduğum ailede dahi tatbik edilirdi... Fakat ben genç ve bekâr olduğum için,
hiç iştirak etmedim... Bana cevap olarak sen de evlen ondan sonra öğrenirsin
derlerdi.
Prof. Abraham Galanti'nin 1935'de İstanbul'da Fransızca neşr
olunan "Sabatay
Sevi Hakkında ve Mensuplarının Teşkilâtı ve Adetlerine Dair Yeni
Vesikalar" adlı eserinde, "mum söndürme" âdeti hakkında bilgi
verilmektedir.
Sabatay
Sevi ve Dönmelik
- III
-
ON
SEKlZ EMlR
Sabatay Sevi, mesihlik iddiasından,
mecburen, vaz geçip, Mehmed Efendi adıyla "sahte Müslüman" olduktan
sonra, takipçilerine, içinde, Müslümanların gözünü boyamak ve onlarla kat'iyyen
kız alıp verme yoluyla yakınlık kurmamak maddelerini de ihtiva eden bir
talimat (emirname) vermiştir. Prof. Abraham Galanti'nin tesbit ederek, eserine
aldığı bu emirname, İbrahim Alâaddin Gövsa tarafından tercüme edilmiş ve
kendisinin tecrübe ve bilgileri de katılarak, yayınlanmıştır. Sevi'nin on sekiz
emrini, Gövsa'nın eserinden buraya alıyoruz:
SABATAY'IN EMİRLERİ
İşte Efendimiz, kralımız ve Mesihimiz
Sabatay Se- vi'nin on sekiz emri bunlardır. Şerefi müzdâd olsun!
1 —
Birincisi budur ki, Hâlik'ın birliğine ve ondan
başka bir Halik bulunmadığına dair olan iman muhafaza olunsun.
Onun haricinde hiçbir âmir veya hâkime hamdü sena etmeyiniz.
2
- İkincisi budur ki, onun Mesihi'nin
hakikî Mesih olduğuna, ondan başka halaskar bulunmadığına, efendimiz, kralımız
Sabatay Sevi'nin Davud neslinden geldiğine iman edilsin. Şerefi müzdâd olsun.
3
- Üçüncüsü budur ki, ne Tanrı'nın, ne de
Mesi- hi'nin adına yalan yere yemin edilmesin. Çünkü Tan- rı'nın adı da onda
mündemiçtir. Ve ona hürmetsizlik etmemek lâzımdır. (Bu emirde Tanrı'nın adı
onda mündemiçtir ibaresi İbranîde Tanrıya mahsus sıfatlardan kadir mânasına
gelen kelimenin ebced hesabına benzeyen rakam kıymetiyle Sabatay Sevi'nin adına
müsavi gelmesine yani ikisinin de 814 sayısını göstermesine telmih vardır.)
4
- Dördüncüsü budur ki, Tanrı'nın adı
anıldığı zaman tazim gösterildiği gibi, Mesih'in zikri geçtiği zaman dahi tazim
gösterilsin. Kezâlik bilgisiyle akranı arasında mümtaz olan herkesin adına da
tazim edilsin.
5
- Beşincisi budur ki, Mesih'in sırrını
anlatmak ve tetkik etmek üzere içtimadan içtimaa gidilsin.
6
- Altıncısı budur ki, onlar arasında
(yani Sabatayistler arasında) katiller bulunmasın. Hattâ kendilerine nefret
eden başka millet mensuplarından da kimse öldürülmesin.
7
— Yedincisi budur ki, Kislev ayının
(Yahudi yılının dokuzuncu ayı) 16'ıncı günü herkes bir evde toplanarak Mesih
hakkında ve Mesih imanının sırrı hakkında işittiklerini birbirine anlatsınlar.
8
— Sekizincisi budur ki, aralarında zina
hüküm sürmesin. "Beria" vesilesinde dahi hilekârlardan dolayı
ihtiyatlı bulunmak lâzımdır.
(Bu emirde geçen Beria kelimesi yaratmak
ve yaradılış mânasına geliyormuş. Bu emir bir taraftan zinayı menederken,
diğer cihetten ona müphem bir şekilde müsaadekâr bulunuyor. Sabatay
müridlerinin uzun zaman izdivaçta komünizmi tatbik etmeleri buna müs- tenid
olacaktır. Emirde kendilerinden ihtiraz edilmesi tavsiye edilen (hilekârlar)
kelimesiyle Sabatay zümresine yabancı olanlarla, henüz izdivaç sırrına vakıf
bulunmayanların murad edilmiş olması icabedeceğini A. Galante tahmin
etmektedir.)
9
— Dokuzuncusu budur ki, yalancı
şahitlikte bulunulmasın ve kendi yakınına karşı yalan söylenmesin, kendi
aralarında, hattâ Mü'min olmayanlar için dahi gammazlık yapılmasın!
10
— Onuncusu budur ki, hiç kimse sarık
imanına (yani zümreye mahsus olan İslâmlığa) zorla ithal edilmesin, hattâ
inansa bile.. Çünkü (Mücadele üstadlan- nın) zümresine mensup olanlar, oraya
ancak kendiliklerinden ve kendi kalblerinin ve iradelerinin şevkiyle girerler.
(Buradaki mücadele üstadları tabiriyle zümrenin şefleri kastedilmiş
olmalıdır.)
11
— On birincisi budur ki, aralarında
kıskançlar, muhterisler ve kendilerine ait olmayan şeylere karşı arzu ve hırs
gösterenler bulunmasın.
12
- On ikincisi budur ki, Kislev ayının
(Yahudi yılının dokuzuncu ayı) on altısındaki bayram, büyük sürür ile ilân
edilsin. (Sabatay'ın Edirne sarayında Müslüman edildiği Rebiülevvel'in on altıncı
günü.)
13
— On üçüncüsü budur ki, biribirine karşı
mü- rüvvetli ve merhametli davranılsın ve kendine yakın olanın arzulan için
kendi arzusu imiş gibi gayret gösterilsin.
14
— On dördüncüsü budur ki, Davud'un Mezâ-
mir'i hergün gizli olarak okunsun.
15 — On
beşincisi budur ki, her ay, kamerin doğuşu tetkik ve müşahede olunsun ve ayın
yüzünü güneşe çevirmesi ve ayla güneşin karşı karşıya gelerek bakışmaları için
dua edilsin.
(Ay tutulması hâdisesinin vaktile
musevilerce bir Mesihlik alâmeti olarak tefsir edildiğini ve bu emrin o
an'aneye bir telmih teşkil etmesi ihtimali olduğunu A. Galante kaydediyor.)
16
- On altıncısı budur ki, Türklerin
âdetlerine, onların gözlerini örtmek maksadıyla, dikkat edilsin. Ramazan
orucunu tatbik için sıkıntı gösterilmesin ve ayni şey Kurban için de yapılsın.
Gözün gördüğü her şey ifa edilmelidir.
17
— On yedincisi budur ki, onlarla (yani
Müslümanlarla) nikâh aktedilmemesi lâzımdır.
18
- On sekizincisi budur ki, oğulları
sünnet"et- mek için itina olunsun. Bu, mukaddes milletten hayasızlığı
kaldırmak içindir.
Emrettiğim on sekiz madde bunlardır.
İçlerinden bazısının Beria kanununa ait olması gövdenin henüz İsrail oğullarına
şeytandan ve kabilesinden intikam almaya müsait olacak derecede kuvvetlenmemiş
bulun- masındandır. O tarihte (yani gövdenin intikama müsait olacağı devirde)
herkes müsavi olacak, artık hiçbir emir ve nehiy, sevap ve günah kalmayacak ve
küçükten büyüğe kadar herkes beni tanıyacaktır. Bana imanı olan müridlerime
şunu da haber vereyim ki (Beria) ile (Asilut) a itina etsinler ve keşif ve
ilham zamanına kadar ondan hiçbir şey eksiltmesinler. Onlar o zaman hayat
ağacının altına girecekler ve hepsi birer melek olacaklardır. Ezelî irade bu
keşif ve ilham zamanının bir an evvel hululüne taallûk etsin. Amin!
Sabatay
Sevi ve Dönmelik
-IV-
DÖNME
BAYRAMLARI
Dönmeler,
Sabatay Sevi'nin emri ile, bazı yeni bayram günleri ihdas ettikleri gibi,
Musevî bayram ve kutsal günlerini de, bir kısmını aynen, bir kısmını ise değiştirerek
kabul etmişlerdir.
Ancak
Dönmelerin bayram listesinde, İslâmî herhangi bir bayram veya mübarek sayılan
gün veya geceye rastlanmamaktadır. İslâm'ın Ramazan ve Bayram günleri, onlar
için, sadece saf Müslümanları kandırmak için rol yapacakları zamanlardır.
Sevi'nin on sekiz emrinin on altıncısı buna dairdir.
Dönme
bayramlarını yine Gövsa'nın tercüme ve teshirinden aşağıya alıyoruz:
1
- Sivan (Nisan) on dörtte (Tohum
bayramı). Bu bayramın sebebi olarak bir Tevrat âyetinde güya Saba- tay'ın adına
benzer bir lâfız keşfedilmesi tahmin ediliyor. Bugün zarfında ezeli tohum
İsrail'in ziynet ve zaferi olacak ve arz meyvesi onların şeref ve gururunu
teşkil edecek.
2 -
Sivan (Nisan) yirmi dörtte (Sabatay'ın Eli tarafından takdis bayramı).
Buradaki "Eli"den maksad Gazzeli Nathan'dır. Sabatay'ın Filistin seyahati
sırasında Nathan onu Mesih olarak tanımış ve güya peygamberi olmuştu.
3
- Sivan (Nisan) yirmi altıda. (Onu bugün
size verdiler) suretinde tercüme edilen tarihî bir hatıranın bayramı ki
delâleti tamamiyle sarih değildir.
4 -
Temmuz dokuzda (Ruhun giyinmeye başlaması bayramı). Bunun sebebi ihtimal ki
Sabatay'ın Me- sihlik ilhamını duymağa başladığı günü takdistir.
5
- Temmuz on yedide kaynı Samuel
Primo'nun doğuş bayramı.
6
- Temmuz yirmi üçte (Donanma bayramı).
Mesih'in gelişiyle husule gelen dinî inkılâbın hatırasını ihtiva ettiği tahmin
ediliyor. Sabatay bu bayram vesilesiyle mensuplarının evlerini donatmalarını
emretmişti.
7
- Temmuz yirmi dörtte (Mukaddes
Cumartesi) bayramı. Sabatay'ın bu bayramı karısı Sârâ'nın saadeti şerefine
tesis ettiği rivayet edilir.
8
— Şubat on üçte (Zaferle taçlanmanın
başlaması bayramı). Bu bayramın hangi hatıraya müstenit olduğu kat'î değilse
de Sabatay'ın Kahire'de sarrafbaşı Yusuf Çelebi nezdindeki muvaffakiyetine
veya daha sonra Aydos'ta iken Mesihliğe ortak çıkan Polonyalı haham Nehime
Kohen ile üç gün üç gece münakaşayı müteakib mücadeleden muzaffer çıkışına
müstenit olduğu tahmin ediliyor.
9 -
Şubat dokuzda (Meserret bayramı). Bu bayramı Kudüs mabedinin tahribi
hatırasıyla yapılan matemin bir meserret gününe tahvili emrinden ileri geliyor
ki güya Sabatay Sevi'nin doğduğu güne tesadüf etmektedir.
10
— Şubat on beşde (Tuzlama bayramı).
Sabatay Sevi'nin kral ilân edildiği günün hatırası.
11 —
Kislev (Rebîülevvel) ayının 16'ıncı günü. Sabatay'ın Edirne sarayında
İslâmiyet'i kabul ettiği gün ki Sabataycılığın Musevilik'ten ayrılarak başlıca
bir zümre teşkil etmesinin başlangıcıdır.
12 -
Mart yirmi birde (Sabatay'ın doğuş bayramı). Fakat 9 Şubat'taki (Meserret
bayramı) da onun doğuş bayramı olduğuna göre ikisinden birinin başka bir sebebe
müstenit olması lâzım gelir.
13
— Mart yirmi sekizde Sabatay'ın sünnet
bayramı. (Bu tarihe nazaran Sabatay Sevi'nin 9 Şubat'ta değil 21 Mart'ta
doğmuş olacağını Galante tahmin ediyor.
14 -
Kânûnievvel'in (Aralık) on altısında sebebi ve
manası tahmin edilemeyen bir bayram.
15
— Şubat on beşte Yahudilerce mâruf olan
purina yani şeker bayramı.
16
— Mart yirmi ikide yani ilkbaharın
birinci gününde (Kuzu bayramı) veya (Dört gönül bayramı).
Bu kuzu bayramı hakkında Sabatay zümresi
mensuplarından Karakaşzâde Rüşdü, 1924 tarihinde (Vakit) gazetesi muharririne
şu izahatı vermişti".
"Kuzu bayramı 22 Adar'da (Mart)
yapılır, bu bayram geceye mahsustur. Ve her sene kuzu eti ilk defa bu bayram
münasebetiyle ve hususî merasimle yenir. Bu merasimde en aşağı ikisi erkek ikisi
kadın olmak şartıyla evli dört kişinin bulunması lâzımdır. Kuzu ziyafetinde
bulunacakların sayısı iki cinse mensup evli çiftlerin arttırılması şartıyla
istenildiği kadar çoğaltılabilir. Kadınlar iyi giyinmiş ve elmaslarıyla
süslenmiş oldukları halde sofra hizmetinde bulunurlar. Yemekten sonra biraz
eğlenilir ve muayyen zamanda ışıklar söndürülerek karanlıkta kalınır... Bu
bayram vesilesiyle doğacak çocuklar bir nevi kudsiyeti hâiz tandırlar. Ona
(Dört gönül bayramı) adı verilir."
15
İkinciteşrin (Kasım) 1925 tarihli
(Resimli Dünya) mecmuasında Kapancı ailesine mensup bir genç Sabatayist de
kuzu bayramını şu suretle anlatıyordu:
"Zannediyorum ki (Mum söndürme)
merasimi Ka- rakaş ailesinde hâlâ devam eden bir âdettir. Ve galiba evvelce
benim mensup olduğum ailede dahi tatbik edilirdi. Fakat itiraf etmeliyim ki ben
hiç görmedim.
Son zamanlara kadar Dönmeler bu kuzu merasiminden önce hiç kuzu
eti yemezlerdi. İlkbahara tesadüf eden muayyen bir günde okunmuş bir kuzu
kızartılır ve ev
li
erkekler zevceleriyle birlikte ziyafette
hazır bulunurlar. Fakat ben genç ve bekâr olduğum için hiç iştirak etmedim.
Onun sırrını anlamak için yaptığım bütün teşebbüsler boşa gitti. Çünkü bana
cevap olarak (Sen de evlen. Ondan sonra öğrenirsin.) derlerdi."
Bu kuzu bayramı vesilesiyle Profesör
Galente'nin eserinde yaptığı tarihi tahlil ve izahı tercüme ediyoruz:
"İstanbul Üniversitesinde eski şark
milletlerinin tarihi profesörü olmak sıfatıyla, ben çok defa eski âdetlerle
yakın şark milletlerinde hâlâ devam eden bazı âdetlerin mukayesesine fırsat
bulurdum. Burada bahsedilen mesele, yani mumların söndürülmesinden sonra
hâsıl olan çirkin sahne, menşeini şarkın kadim tarihî devirlerinden alıyor. Bu
menşe şudur: Hurafeye nazaran, kışın tabiat ölür ve sema tanrısı zincirdedir.
İlkbaharın gün dönümünde sema tanrısı (Attis) kâinatın çiçek açma mevsimini
ilân için toprağa iner ve tabiat ilahesi (Mâ) yahut (Ammas) tarafından kabul
edilir. Ve onunla evlenir. Bu, bir aşk bayramıdır. Bu tanrının gökten inişi
eski milletlerde şu suretle tesid edilirdi: Büyük bir çam ağacı seçilerek
menekşelerle örtülür ve (Tanrı Attis)in tasviriyle ve onun itikadına ait
aletlerle süslenirdi. Attis'in tasviri bir örtüye sarılı ve ölü gibi dururdu.
Çünkü Attis'in ertesi yıl tekrar dirilmek üzere ölmüş bulunması lâzımdı. Nasıl
ki ilkbahar da ertesi sene doğmak üzere ölür. Bu çam merasimle ve herkesin
iştirak ettiği şarkılarla yakılır ve ondan sonra merasimde hazır bulunanlar
(gök tanrısı) ile (yer ilahesinin evlenmeleri şerefine en çirkin şekilde umumî
bir "orgie"ye, cünbüşe koyulurlardı. Kadim milletler tarihini takip
edersek, bu merasimin sonraları da tatbik edilmiş olduğunu ve son zamanlara
kadar izler bıraktığını görürüz. İç Anadolu'nun bazı yerlerinde hâlâ Attis'in
ibadetini tatbik edenler vardır. Kızılbaşlar ve Tahtacılar böyle gece âyinleri
tertip ederek mum söndürürler ve cünbüş yaparlar.
"Garip tesadüflerdendir ki bu
satırları yazdığımız sıralarda Türkçe Akşam gazetesi Maraş muhabirinden aldığı
şu telgrafı neşretmişti:
"Maraş, 4 Mayıs 1935 - Burada mum
söndürme âyinini tatbik eden bazı eşhas cürmümeşhud halinde yakalandılar.
Kadınlardan, erkeklerden başka mum söndürülen odada musikî aletleriyle başı
kesik bir siyah tavuk bulunmuştur."
"Görülüyor ki burada bahsedilen
âyin Sabatayistler tarafından yapılanın aynidir. Yalnız şu farkla ki burada
kuzu yerine bir tavuk bulunmaktadır."
Profesör Galante yukarıdaki izahları
verdikten sonra kadim Musevî tarihinde de bu türlü âdetlerin ve zevce
değiştirmek itiyadının izlerine tesadüf edildiğini anlatıyor.
Yukarıda sayılan 16 bayramdan başka
Sabatay mensupları tarafından riayet edilen başka günlerin ve yortuların
mevcut olduğu yine kendi mensupları tarafından yapılmış olan neşriyattan
anlaşılıyor.
Bunların içinde Musevilerle müşterek
olan bazı bayramlarla (Osman Ağa) nın hatırasına yapılan bayram, Yusuf
bayramı, Ağaç bayramı, Meyva bayramı ve Fecir bayramı vardır.
Osman Ağa'nın hatırasını yâd için
yapılan ve zümrenin bir kısmı nazarında pek mühim sayılan bayram, tabiidir ki
Sabatay'ın ölümünden sonra tesis edilmiş olan günlerdendir.
Ağaç bayramında ağaçlar dua okunarak
sulanırmış, Meyva bayramında zümreye mensup aileler bir siniye meyva doldurarak
etrafında dua okuyup dolaşırlar ve bu âyinden sonra herkes bir miktar meyvayı
mendiline doldurup evine götürürmüş. Fecir bayramında ise Sabatayistler
senenin muayyen bir gününde güneşten evvel kalkarak kadınları ve çocuklarıyla
hususî mabed- lerine giderler ve ibadetten sonra hahamlarına, zümre fıkarasına
ait sadakalarını vererek dönerlermiş.
Sabatay
Sevi ve Dönmelik
-V-
DÖNME
KİMLİĞİ
"Ne Müslüman, Ne
Musevî..."
1924'de Sabatayistler'den Karakaşzade
Mehmed Rüşdü, mensup olduğu zümrenin sırları hakkında birtakım ifşaatta
bulundu. Yazdığı açık mektuplar ve yaptığı konuşmalar Vakit gazetesinde
neşrolundu. Bunun üzerine Sabatayistler tarafından çıkarılan ve Ahmed Emin
Yalman'ın idare ettiği Vatan gazetesi "Tarihin Esrarengiz Bir
Sahifesi" adıyla bir seri makale yayınladı. Bundan maksat, Karakaşzade
Rüşdü'nün halen yaşadığını bildirdiği âdetlerin, artık tarihe karışmış ve unutulmuş
olduğunu ileri sürmek ve herkesi buna inandırmaktı. Bu bakımdan bir
Sabatayist'in (Ahmed Emin'in yazdığı söylenmektedir) yazdığı anlaşılan bu
makaleler pek güvenilir değildi.
Daha sonra Resimli Dünya, Resimli Gazete, Son Saat ve hemen bütün dergi ve gazetelerde
Dönmelere dair bazı
yazılar neşr olundu. İbrahim Alaaddin Gövsa 1937 yılında 7 Gün mecmuasında Sabatay Sevi'ye dair beş
yazdık bir dizi tefrika etti. Daha sonra bunları bir kitap halinde yayınladı.
Sedat Simavi'nin idaresinde, Yahudi Burla Biraderler Şirketinin desteği ile çıkmakta olan (daha sonra Hürriyet gazetesi de aynı destekle çıkacaktır) 7
Gün dergisinde bu yazıların çıkmış olması dikkat çekicidir.
YAHUDİLERİN DÖNMELERE
KARŞI TUTUMU
Yahudiler, kendi içlerinden çıkan Dönmeleri,
Musevîlikten sapmış olarak gördükleri için, Sabatay'ın zamanından beri bu
zümrenin aleyhinde bulunmuşlardır.
Hatta Türkiye'deki Yahudiler, kendi
aleyhlerine yayın yapan milliyetçi gazetelerin bu yayınlarını Dönmelerin
üzerine çevirmek için birtakım rüşvet teşebbüslerinde dahi bulunmuşlardır. Bu
teşebbüslerden, başarılı olamayan bir tanesini biliyoruz.
1960'lı yıllarda önce haftalık Yeni İstiklal ve sonra günlük Bugün ve Sabah gazetelerini çıkaran ve idare eden,
tanınmış yazar ve gazeteci M. Şevket Eygi, bu saptırma rüşvetlerinden birine
muhatap olanlardandır.
"PARAYI ALIN,
DÖNMELERİN ALEYHİNE YAZIN."
1968 yılında Müslümanlara verdikleri
zararları belirterek, Yahudilerin aleyhine yayın yaptığı bir sırada bu
teklifle karşılaşan Eygi, hâdiseyi daha sonra
yazdığı bir yazısında şöyle açıklamıştır:
Yıl 1968. Bugün gazetesini çıkartıyorum.
Bir yandan parasızlıkla, öbür yandan masonlukla, siyonizmle, komünizmle
mücadele ediyoruz. Gazete aleyhinde durmadan dava açılıyor. Egemen güçler
bizden rahatsız oluyor. Ben de, gençliğin tesiriyle olacak, çok kavgacı bir
yayın siyâseti takip ediyorum. Çatmadığımız grup, hizip, parti yok. CHP'ye,
iktidardaki Adalet Partisine, solculara, masonlara, Yahudilere, Dönmelere ver
yansın ediyoruz. Ortalık toz duman. Önüme gelen arı kovanına çomak sokuyorum.
Gazete çok satıyor, 100 bine yaklaşıyoruz. Tertiplediğimiz sabah namazlarına
Müslümanlar otuz kırk bin kişilik cemaatler halinde katılıyor. Cumhurbaşkanı
Cevdet Sunay nutuk irad ediyor: "Bu namazlar siyasîdir, hükümet bunları
önlemelidir!" diyor. Biz cevap veriyoruz: "Namazları önleyecek
hiçbir kuvvet yoktur. Bu memlekette hiçbir kuvvet namazları önleyemez!"
diyoruz.
İşte bu hengâme içinde bir de Yahudi
tacirler hakkında seri yazılar neşr ediyoruz. Siyonistler bundan çok rahatsız
oluyor. Anadolu esnafında, halk kitlesinde Yahudilere karşı boykot eğilimi baş
gösteriyor. İngiltere'den bir heyet geliyor, Cumhurbaşkanını ziyaret ediyor,
"Bugün'ün Yahudi aleyhtarı yayınını durdurunuz" diyor. Cumhurbaşkanı
"Türkiye hür bir ülkedir, biz gazete yayınlarını durduramayız. Ama Yahudi
va-
tandaşlarımız bu milletin çocuklarıdır, endişe etmesinler"
diyor (O zamanlar Londra'da çıkan haftalık The Jewish Chronicle gazetesi bu
ziyareti tafsilatlı olarak vermişti).
Yahudileri teşhir eden seri
yazılarımızın en hararet
li
bir devresinde tanıdığım bir tacirden
telefon aldım:
"Şevket Bey, mühim bir işi konuşmak
için teşrifinizi bekliyorum." Davete icabet ettim. Meğerse Haham-
başılığın avukatı o taciri tanıyormuş, ziyaret etmiş ve Şevket Eygi'yi
susturmak için para teklif etmiş. Fazla uzatmayalım. Önce 300 bin lira teklif
ettiler. O zaman bir mark 2 liraydı. Şimdiki para ile kaç milyon lira eder.
Kabul etmedim. Lâf olsun diye "Kabul etsem bile, bunun manen Bugün için
bir son olacağını" söyledim. Meğerse Yahudiler bu hususu da düşünmüşler
ve Hahambaşılığın avukatı "Siz parayı alın, bir iki gün içinde bizim
aleyhimizdeki yayına son verin, onun yerine Dönmeler aleyhinde bir kampanya
açarsınız" diye akıl vermemiş mi? 300 bini reddedince iki gün sonra sus
parasının miktarını 500 bine çıkarttılar. Onu da kabul etmedimdi.
Yahudiler benden ümidi kesince, beni
susturmak için parayı başka yerlere verdiler, sonunda memleketimi terk etmek
zorunda kaldım. Cebimde ve gazetenin kasasında para olmadığı için dostum Hacı
Ahmed Kibritçioğlu aracılığıyla on bin lira borç buldum ve memleketimi terk
ettimdi.
Gazetelerim (Bugün ve Sabah) ben
gurbette iken
de
çıktılar. Yazılarımı kâh elden, kâh posta ile yollu- yordum. Nihayet, 12 Mart
askerî darbesinden sonra kukla Başbakan Nihat Erim, gazetelerimi süresiz kapattırdı.
(M. Şevket Eygi, "HâtıraDefterimden: Yahudi- lerin
Teklifi", Zaman gazetesi, 18 Aralık 1987.)
HAHAMBAŞI NE DİYOR!
İleride "İkinci Bölüm'de Scholem'in eserini hülâsa ederken, Sabatay
Sevi'nin çıkışından itibaren Yahudile- rin ona ve bağlılarına karşı olan
tutumunu göreceğiz. 1924'te Dönmeler meselesi basında münakaşa olunurken, bu
hususta kendisiyle mülakat yapılan Hahambaşı Becerano Efendi de yüzlerce yıl önce aldıkları "Saba- tay'dan bahsetmemek" kararına uyarak soruları geçiştirmiş
ancak Dönmelerin "ne Müslüman ne de Musevî olduklarını" cümlelerinin
arasında ifâde etmekten de geri kalmamıştır.
Hahambaşı ile mülakat yapan Akşam gazetesi muhabiri A. Fuad'ın yazısı, 12 Ocak 1924'te gazetenin birinci
sayfasında çıkmıştır.
Bahsimizi ilgilendiren bölümleri
şöyledir:
Birkaç günden beri gazeteler yeni zuhur
eden bir mesele ile meşgul olmaktadır: "Selânikliler Meselesi."
Bu mesele hâriçten bir zat tarafından
ortaya atılmış olsa idi, hâiz-i ehemmiyet olmayabilirdi. Bir taraftan Rüşdü
Bey namında mâruf bir tüccar kendisinin Selâ-
nikli olduğunu ileri sürüyor ve kabilesinin gizli maksat ve
mezheplerinden bahs ediyor, diğer taraftan bâzı menfaatperestler de Ankara ve
Atina'ya telgrafla müracaat ederek kendilerinin Türk harsiyle alâkadar olmadıklarını,
binaenaleyh mübadeleden istisna edilmelerini söylüyorlar. Bilhassa Rüşdü Bey,
bu mesele hakkında bâzı ifşaatta bulundu ve bir iki mektup yazdı.
"Vatan" refikimiz de şimdi bütün meselenin bir tarihçesini
yazmaya başlamıştır. Mesele hiçbir ehemmi- yet-i siyâsiyesi olmasa dahi câlib-i
merak bir safhadadır. Bahsedilen kabileye âid rivayetler hakkında söz
söylemeye selâhiyettar olanlardan birisi Hahambaşı Efendi idi. Bu düşünce ile
Hahambaşı Efendi'den bir mülakat istemeyi muvafık gördüm.
"- Efendim, bendenizin zât-ı
âlînizi rahatsız etmeme sebep son günlerde gazetelerde mevzubahs edilen bir
mesele olmuştur, Selânikli muhtedîler meselesi... Bunun hakkında zât-ı
âlîlerinden malûmat îtâsını rica edeceğim?"
"- Bu hususta size, kat'î hiçbir
şey söylemeyeceğim. Benim bilhassa bu kabil şeyler hakkında pek çok ted-
kikatım vardır. Ezcümle bir kitabım var onda da bahs etmişimdir. Fakat bu
Selânikliler meselesi hakkında benim de esaslı bir malûmat edinemediğimi itiraf
edeceğim. Bunların gizli bir mezhepleri ve maksadları olup olmadığını söylemek
için hakikate vâkıf olmak lâzımdır. Maalesef ben buna vâkıf değilim. Benim de
herkesin bildiği ve söylediği ve ahîren gazetelerin yazdığı kadar malûmatım
var. Fakat bu malûmat kâfi değildir. Maamafih çok istedim ki öğreneyim; öğrenemedim.
Hatta ben Edirne'de iken orada birkaç Selânikli var idi. Bunlardan biri
İbrahim Efendi isminde bir tütün tüccarı idi. Onun vasıtasıyla maksadlarını,
mezheplerini anlamayı çok istedim. Kabil olamadı. Adamın ismi İbrahim,
karısının ismi de Ayşe Hanım yahut Fatma Hanım idi. Biz Türk bilir bundan
dolayı öyle telâkki ederdik. Ama oruç tutmuyorlardı. Ma- amafıh bu da hüküm
vermek için kâfi değildi. Zira bizim gençlerimiz de Hristiyanları taklîden perhiz
yapmıyorlardı. Diğer bazı şeyleri anlamak istiyordum, anlayamadım."
(Anlaşılıyordu ki, Hahambaşı Efendi
söylemek istemiyordu.)
"- Tarihî malûmat verir
misiniz?"
"- Gazeteler yazmışlardı. Sabatay
Sebi isminde bir Musevî, kendisinin, Musevilerin muvasalâtına intizar ettikleri
Mesih olduğunu iddia ederek etrafına bazı kimseleri toplamıştı. Sonra korkudan
ismini değiştirerek Müslüman olduğunu söyledi. Diğer Musevîler ihtidası sun'î
olduğu için inanmadılar. Bunlar onun taraftarlarından gelenlerdir."
"- Sabatay Sebi ile Musevî
itikâdâtı arasında fark var mıdır?"
"- Onlar bizim itikadımıza kısmen
muhalif bir tarikat takip ediyorlardı."
"- Acaba bahs edilen kabile,
Sabatay Sebi'nin âdât ve ibâdâtına riâyet ediyorlar mı."
"- Onu bilemem, öğrenemedim."
"- Fakat bazıları Türklerle kız alıp vermiyorlar?"
"- Benim bildiğime nazaran siz
onlara kız vermiyorsunuz."
"- Bunlar şimdi tekrar Musevî
olabilirler mi?"
"- İsterlerse olurlar... Yok...
Yok... Ben müşteri değilim, ihtida edenler mutlaka bir menfaat takip edenlerdir."
Hahambaşı Efendi'nin izahatına
teşekkürle ayrıldım.
MUSEVÎLİĞE DÖNSÜNLER!
Bu mülakatı, önemli görerek, Akşam'dan
alıp aynen nakleden Vakit gazetesi, mülakatın başına,
"Dönmelerin Yahudilere yakın olduklarını" bildiren ve "yeniden
oraya dönmelerinin lüzumlu olup olmadığını" soran şu satırları
eklemişti:
Karakaş Rüşdü Bey'in kapağını açtığı
mesele hayli uzamak istidadındadır. Sabatay Levi yahut Sevi —Hahambaşı
Becerano Efendi'nin imlâsıyla- Sabatay Se- bi'nin kabilesi, muvafık ve muarız
neşriyattan anlaşıldı ki, bugün on beş bin nüfusa varmıştır. Bunlar bir zaman
evveline gelinceye kadar Selânik'in nefs-i şehir hududunu asla tecavüz
etmeyecek surette orada te-
mekkün etmişlerdi; yavaş yavaş İstanbul'da toplandılar. Fakat
İstanbul'da toplananlar da Selanik'le dâimi bir irtibat muhafaza eder oldular.
Nikâh lâzım oldu mu, Selanik'e
gidiyorlardı. Bir hasta ağırlaştı mı, Selanik'e gönderiliyordu. Öyle ki,
Üsküdar'da Bülbülderesi'nde hususî bir mezarlık ihdas olununcaya kadar bu
kabileler mensuplarından hiç birinin cenazesi Selanik hâricinde
bırakılmamıştır.
Bugün, sayılı olarak üç dört kız veya
erkek istisna edilirse, bütün izdivaçlar kabilenin kendi efradı tarafından
çizilen hududu tecâvüz etmemiştir ve bütün nikâhlar evvelâ burada muayyen bir
zât tarafından —bahse temasımız şahsî noktadan olmadığı için ismini yazmıyoruz-
sırren, badehu alenen kıyılmıştır. Keza cenazeler evvelâ kendi aralarında bir
âyin görmüş, sonra da techîz ve tekfîn edilmiştir.
Bütün bunlar acaba Anadolu'da herhangi
bir Türk kabilesinin Müslümanlık içinde bir mezhep veya tarikat teşkil edecek
bir tarz-ı husûsî-i hayatı mıdır? Yoksa bizzat Rüşdü Bey'in iddia ettiği gibi
içlerinde duaları bile Yahudice olan bir zümre el'an yaşamakta mıdır? Bahs
edilen teşekkül ve tecerrüd, bir mezhep veya tarikat de addolunsa, bâzı
mahsûsât bunun zarûreten, kendisine menşe' addolunacak olan Musevîliğin
dâire-i ün- siyyetine irca etmek lüzumunu âmir değil midir?
Bunu, menfaatleri gerektirdiği
zamanlarda Dönmeler de düşünmüş, ama söylendiğine göre Yahudiler tarafından
kabul olunmamışlardır.
Selanik, Balkan Harbi'nde hiç karşı koymadan
Yunan ordusuna teslim olmuştu. (6 Kasım 1912). Bu teslimi şehrin ileri
gelenleri, Belediye ve İdare Meclisi azaları istemişlerdi. Bu isteğin asıl
kaynağının, şehir nüfusunun yarısından çoğunu teşkil eden Yahudi ve Dönmelerin
arzusu olduğu malumdu. Halbuki o sırada Bulgar ordusunun muhasarasında bulunan Edirne, gülleler altında beş ay dayanıyordu.
İşte bu Yunan işgalinden sonra Selanik
Dönmelerinden bâzıları Yahudiliğe dönmek istemişlerdir.
İstanbul Dönmeleri ise aynı arzuyu,
1918'de şehir, İtilâf donanması tarafından işgal olununca göstereceklerdir.
İbrahim Alâaddin Gövsa, bu bahsi Galanti'nin Fransızca eserinden tercüme ederek,
şöyle nakletmektedir:
Selânik'in Yunanistan'a iltihâkından
sonra Türkiye'de yaşıyan Dönmelerle hiç karabeti olmayan ve orada Yunanlı
olarak kalan birkaç Dönme tekrar Musevîliğe avdet için müracaat ettiler. Bu iş
için reylerine müracaat edilen Selanik Musevî hahamları bu hususa dinî manialar
bularak müracaati reddettiler. Burada sebep olarak hahamların telmih ettikleri
âdet, mumların söndürülmesi an'anesi idi ki bunun neticesi olarak nesillerin
meşru izdivaçtan doğup doğmadıkları şüpheli kalıyor ve bu da Musevîliğin dinî
emirlerine muhalif bulunuyordu.
İkinci teşebbüs, daha ziyade siyasî
mahiyettedir. Umumî Harpten (1914-1918 harbinden) sonra İstanbul İtilâf
devletlerinin mümessilleri tercüman ve telgraf memuru sıfat ile Rumlarla
Ermenileri hizmetlerine kabul ettikleri halde Türklerle birlik olduklarını
ileri sürerek Yahudileri kabul etmiyorlar ve ticaret vesilesiyle yine Rumlarla
Ermenilere seyahat müsaadesi verdikleri halde bu müsaadeyi Yahudilerden
esirgiyorlardı. Hayli zaman sonra birçok müracaatlar neticesinde nihayet
Yahudilere de ticaret için seyahat müsaadesi verildi. Bunu gören bazı Dönmeler,
asıllarının Musevî olduğunu ileri sürerek kendilerine de, Musevilere olduğu
gibi, seyahat müsaadesi verilmesi için müracaat etmişlerse de bu talep kabul
edilmemiştir. (A. Galan- te, Nouveau-documentssurSabataiSevi, s. 78, 1935)
RUMLARIN DÖNMELERDEN
KORKUSU
1924 yılında "Rum Ortodoks dininde bulunan Türk
tebası" ile "Müslüman dininde olan Yunan
tebası" mecburi olarak mübadele ediliyorlardı. Bu sırada Yunanistan'da
bulunan Dönmelerden bir kısmı, mallarını ve mülklerini terk etmek istemedikleri
için, "Kendilerinin
aslında Müslüman ve Türk olmadıklarını ileri sürerek ve yerlerinde kalmak
isteyerek" Yunan hükümetine müracaat etmişler, ancak Yunanlılar bu
müracaatı kabul etmemişlerdi.
Bunun üzerine aynı insanlar, bu
müracaatlarını unutturmak istercesine bir telâş içinde Türkiye'ye göçmek için
son derece acele etmiş ve buradan giden Rumların terk ettiği mallardan yine en
güzel yerleri almanın kolayını da bulmuşlardır.
Dönmelerin kalmasını reddeden Yunanlı
bakanların "Dönmeler Türklerden daha zararlıdır, ticareti ele
geçirirler, muhakkak gitmeliler" dedikleri bilinmektedir. Bu bakımdan,
Karakaşzâde'nin de Ankara'dan benzeri bir istekte bulunması, bazı kimseleri
şüpheye düşürmüş ve onun da Dönmelerin Yunanistan'da kalmalarını sağlayabilmek
maksadıyla düşünülmüş olan oyunun, buradaki sahnesini oynadığı zannı uyanmıştı.
1924-25 yıllarında mübadele dolayısıyla
Yunanistan'dan Anadolu'ya altı yüz bin göçmen geldiği biliniyor. Bunların
büyük kısmı hâlis Müslümanlar olmakla beraber, on-on iki bin kadarı Dönme
olabilir. Bunlar Trakya ve Batı Anadolu şehirlerinin verimli arazilerine
yerleştirilmişler; şehirlerde idare başında bulunan Selâniklilerin veya
"Selâniklisever dostlar"ın sayesinde, Rumların bıraktığı mülklerin en
güzellerine sahip olmuşlardır...
LOZAN'DA DÖNME ELÇİSİ
Yunanistan'da ve tabiî ekseriyetle
Selanik'te bulunan Dönmelerin, yerlerinde kalabilmek için "kendilerinin
Türk ve Müslüman olmadıkları" gerekçesiyle Yunan hükümetine müracaat
edip, reddolundukları hâdisesinin gerçek olduğunu teyid eden bir başka
müracaat daha vardır.
1924'teki bahsi geçen teşebbüsten önce,
daha Lozan müzakereleri sırasında Dönmeler aynı şeyi bir başka yoldan
denemişlerdi.
Lozan'da Türkiye'nin önde gelen
murahhaslarından Dr. Rıza Nur, bu teşebbüse bizzat şâhid ve muhatap olmuştu.
Bu hâdiseyi, Hayat ve Hatıratım adlı mühim ve meşhur eserinde (İstanbul
1967, Altındağ Yayınevi... İkinci Baskısı: Frankfurt 1982) şöyle anlatmaktadır:
Muslihiddin Adil adında biri Lozan'a
gelmiş. Benimle görüşmek istedi. Görüştük. Bir müddettir bizim otelde
gördüğüm bir adam. Kendisinin bütün Makedonya Türkleri namına murahhas olarak
geldiğini ve bu Türkler namına bize teklif ve ricada bulunmaya memur olduğunu
söyledi. Buyurun, dedim. Dereden tepeden türlü mukaddemelerden sonra, Selanik
vilâyeti Müslümanlarının ahali mübadelesinden istisna edilmesini, rica etti.
"Bu makul bir teklif değil ama, İsmet Paşa'ya söyleyeyim" dedim.
Kim olduğunu soruşturdum. İstanbul
Dârülfü- nûnu'nda profesör olup, Selanik Dönmelerinden imiş. Burasını
söylemiyor.
Tekrar konuştum. Bunun sebep ve
menfaatlerini kendisine sordum. Dedi ki: "Biz Türkler, Makedonya'da
ekseriyet yapıyoruz. Orada kalırsak istiklâl yapacağız. Bir Türk hükümeti
teşekkül eder."
Bu adamın teşebbüsü dediği gibi
değildir. Bana müessir ve kuvvetli bir yalanla Yahudi dolabı yapıyor-
du. Makedonya'da istiklâl filan hep
bizim gözümüze boya idi. Kandıracak... Gayesi sırf Selanik Dönmelerini mübadeleden
istisna ettirmekti. Demek Dönmeler, yol parasını vererek onu bu iş için Lozan'a
göndermişlerdi. Makedonya Türkleri'nin mümessili olması yalandı. Demek ki
Dönmeler Selanik'te kalmak istiyorlardı. Hattâ İstanbul'dakiler de tekrar
Selanik'e hicret edecekler.
Demek Türkiye'de bunlar da Türk'ten başka düşünen ve zıt
menfaat sahibi bir zümredirler. İşin felâketi, bunlar Türk görünüyorlar.
Rumlar, Ermeniler bunlardan çok iyi. Çünkü hiç olmazsa onlar Rum'dur. Er-
meni'dir biliriz. Bu ecnebi unsur, bu parazitler kanımıza saklanıyorlar.
Yüzlerini, gözlerini kanımızla büyüyorlar. Böyle bir zümreden birini
sivriltmek, Darül- fünun'a profesör yapmak fena şey.
Bu adamlar kendi hesaplarına da hatada idiler. Çünkü Yunanlılar
onları orada rahat bırakırlar mı? Hele ticarî bir unsur olduklarından,
Yunanlılar'ın herkesten evvel hücum ve mahvedecekleri zümredir. Yahut da derhal
tanassur etmeleri Rumca konuşmaları lâzımdır. O halde bile yine madun
muamelesi görürlerdi. Karaman Rumları'nın bile gördükleri böyle- dir.
Bu arada, yani Türk can baş kaygusunda,
Sabatay Sevi'nin oğulları da bu işte idiler, (c. 3, s. 1079-81)
Rıza Nur, Hatırat'ının başka yerlerinde de Sabatayist
Dönmelerden
bahsetmektedir. Bu esere tekrar dönmemek için o satırları da aşağıya alıyoruz:
Talât Paşa, Rahmi ve arkadaşları
Selanik'te İtalyan Mason locasına girmişlerdi... Meşrutiyet ilân olununca,
Rahmi, Talât ve arkadaşlarından çoğu, İstanbul'a gelince, derhal İstanbul'da
Mason locaları açtılar. Birçok Türkleri localara kaydettiler. Bunların mühim
bir kısmı da Dönmeler idi. (c. 1, s. 260)
Enver, Harb-i Umûmî'de Harbiye
Nazırlığı'nda müthiş bir irtikâp yapmıştır. Şuna buna binlerce altın vermiştir.
Bunları sırf kendi emriyle Harbiye bütçesinden vermiştir. Bu paralar bu
adamların yed-i irtikâbında kalmıştır. Bilhassa Dönmeler, çok paralar alıp
yemişlerdir... İttihatçılar niçin düştüler, niçin mahv ü perişan oldular, niçin
memleketi inkıraz mezarına koydular? İşte reculleri böyle ahmaktı. Hem ahmak,
hem de cahildiler. Hem de Dönmelerin, Yahudiler'in avucunda idiler. (c. 3, s.
928)
Daha Lozan müzakereleri sırasında
yapılan teşebbüs, sonra Yunan hükümetine baş vurulması ve nihayet aynı günlerde
Ankara'da Büyük Millet Meclisi'ne ve Reisi- cumhur'a yapılan müracaat...
Bunların üçünün de Dön- meler'in Selanik'te kalmalarını temin edebilmek için
yapılmış oldukları ihtimali kuvvetlidir. Üçüncüsüne ileride geniş yer
vereceğiz.
Sabatay Sevi'nin efsaneler arasında
kaybolan hayat hikâyesi bundan ibarettir. Fakat, Musevîlik gibi eski ve işlenmiş
bir dinin içinden çıkıp, Mesihlik iddiasında bulunmak ve bunu Yahudi âlim ve
din adamları da dâhil binlerce insana kabul ettirebilmek, elbette kolay ve basit
bir iş değildir. Nitekim Yahudi din ve ilim adamı Gershom Scholem'in uzun araştırmaları neticesinde ortaya koyduğu
eser de bunu göstermektedir.
Önce İbranice (İsrail devletinin resmi
dili, Yahudice) olarak ve iki cilt hâlinde İsrail'de basılan (Telaviv 1957)
eserin, 1975'te İngilizce olarak çıkan ilaveli ikinci baskısının birinci cildi
bin sayfadır. Bu ciltte Sabatay ile "peygamberi" olan Gazzeli Nathan'ın hayatı ve faaliyetleri araştırılmakta
ve ileri sürdükleri fikirler, inanç esasları ve bunlar için getirdikleri
deliller incelenmektedir.
Kitabın bizim için ve tarihî bakımdan
asıl mühim olan ikinci cildinin çıktığı haberini henüz alamadık. Sa- batay'ın
ve Nathan'ın ölümünden 1924'e kadarki devreye ait olan ve yeni elden edilen "gizli Dönme vesikaları"na dayanarak yazılmakta bulunan bu ciltte,
yakın tarihimizde önemli rol oynamış "çok meşhur" bâzı kimselerin asıl kimliklerinin de
ortaya çıkacağı anlaşılmaktadır.
Yazar da birinci cilde yazdığı önsözde
buna işaret etmekte ve şöyle demektedir:
"Evrakın içinde, kimsenin tahayyül
bile etmediği ileri gelen şahsiyetlerin el yazılan ile mektupları ve tarihler
mevcuttur."
Bahsi geçen "Dönme evrakı"
hâlen İsrail'de Ben Zvi Enstitüsünde bulunmaktadır.
Scholem'in eserinin yayınlanmış olan
birinci cildini gözden geçirerek Yahudi ilahiyat ve felsefesi dışında, Sabatay
ile Nathan'ın ve Dönmelerin hayat ve faaliyetlerine dair verdiği bilgileri
özetledik.
Kitabımızın ikinci bölümü, bu özetten ve
yine aynı yazarın "Türkiye Dönmeleri" isimli önemli makalesinden yapacağımız
dikkate değer iktibaslardan meydana gelecektir.
Sabatay Sevi ve Dönmelik Hakkında Son
Araştırmalar
-I-
THE
MYSTICAL MESSIAH"
Bu bölüm, Gershom Scholem'in Sabbatai Sevi, The Mystkal Messiab adlı eserinin birinci cildinden yapılan
özet tercümelerden ibarettir. Yazar kitabın önsözünde şu bilgileri veriyor:
Dönmelik hakkındaki bilgiler, 1924'e
kadar, Selanik'te Dönmelere ait bir arşiv içinde saklanmıştı. Bu gizli
arşivin, 1917'deki yangında tamamen veya kısmen yanarak ortadan kalktığı
sanılmakta idi.
Fakat Selanik'teki Türkler ile İstanbul
Rumlarının 1924'teki mübadelesi sırasında, bu mübadeleye tâbi tutulan Dönmelerden
bir kısmı, yandı sanılan bu arşivin bir parçasını, Selanik hahamlarından Saul
Ameril- lo'ya bırakmışlar. Saul'un oğlu Abraham Albert ise bir müddet sonra
İsrail'e göç etmiş.
İşte bu Abraham Albert babasından
kendisine intikal eden Dönme gizli arşivine ait evrakı 1960 yılında
Kudüs'teki Ben Zvi Enstitüsü'ne verdi.
Gershom Scholem'un Sabatay Sevi'ye dair
olan araştırması ise, daha önce, iki cilt halinde ve İbrânice olarak 195 7'de
Telaviv'de yayınlanmış bulunuyordu.
Bahsi geçen yeni vesikaların ortaya
çıkması üzerine, yazar kitabını yeniden ele alarak yazdı. Yeni baskının birinci
cildi 1975 yılında İngilizce olarak Amerika'da Princeton'da çıktı:
Gershom Scholem, Sabbatai Sevi, The Mystical Messi- ah,
1626-1676,
Bollingen series XCIII, Princeton Uni- versity Press, 27 + 1000 sayfa (I-XXVII:
Önsöz, içindekiler, açıklamalar; 1-929: Metin; 931-956: Bibliyografya, 239
kaynak; 959-1000: İndeks)+13 resim, 1975.
Bu birinci cilt, aşağıya alacağımız
bölüm başlıklarından da anlaşılacağı üzere, Yahudilikte ve tarihte Mesih
meselesinin üzerinde uzunca durduktan sonra, bu hareketi hazırlayan tarihî
gelişmeyi incelemekte ve Saba- tay'ın doğumu ve yetişmesinden, ölümüne kadar
geçen devredeki Sabatayist hareketi ele almaktadır.
• Birinci cildin önsözünde yukarıya
aldığımız bilgileri veren yazar Gershom Scholem, ikinci cildi yazmakta olduğunu
ve bu ciltte Sabatay'dan sonraki Dönmelik hareketinin 1924'e kadar olan
tarihinin bulunacağını haber vermektedir.
Bizim yakın tarihimiz bakımından bu
ikinci ciltte verilecek bilgilerin ne kadar mühim olacağını söylemeye bile
gerek yoktur.
Nitekim yazar önsözünde "Evrakın içinde,
kimsenin tahayyül bile etmediği ileri gelen şahsiyetlerin el yazıları ile
mektupları ve tarihler mevcuttur" demektedir.
Yazar Scholem, önsözünde, bu konuda daha önce yazılanlar ve
kendi eseri hakkında ise şöyle fikir yürütüyor:
Sabatay Sevi ve Sabatayist hareket
hakkında şimdiye kadar tarafsız bir eser yazılmamıştır. Yahudi tarihçiler bu
hususta tarafsız davranmamışlardı. Onlarda, hareketin mânâsını ve gayesini
küçültmeye doğru bir meyil vardır. Bu hal Yahudi tarihçiler için belki tabiî
sayılabilir. Fakat diğer tarihçiler de onların tesirinde kalarak aynı yolu
benimsemişlerdir. Netice olarak, tarihçiler bu mevzuda ilmî bakışı terk
etmişlerdir. Bilginlerin böyle tarafsız olmayışlarının bir sebebi de belki bu
hareketin onlara akıl dışı görünmüş olmasıdır.
Bu kitap zem veya medih için değil, çok
karmaşık olan Sabatayist hareketin çeşitli safhalarını ortaya çıkarmak için
yazılmıştır.
Eserin, tarihî bilgi veren bölümlerini
özetlemeye başlamadan önce, tamamı hakkında bir fikir vermek için içindekiler
bölümünü buraya alıyoruz:
Sabatay hareketinin tarihî temelleri, s.
1-102.
Sabatay Sevi'nin başlangıcı (1626-1664),
s. 103-198.
Filistin'de hareketin başlangıcı (1665),
s. 199-325.
Sabatay'ın Gelibolu'daki hapsine kadar
faaliyetler (1665-1666), s. 327-460.
Avrupa'daki faaliyetler (1666), s.
461-602.
Sabatay'ın Müslüman oluşuna kadar
Gelibolu ve doğudaki faaliyetler, (1666), s. 603; 686.
Hidâyetten sonra (1667-1668), s.
687-820.
Sabatay Sevi'nin son yılları
(1668-1676), s. 821-929-
Kaynaklar, s. 933-956. (239 adet kitap,
makale ve vesika)
İndeks, s. 959-1000.
Kitabın "kaynaklar" bölümünde,
doğrudan Sabata- yizm'i tedkik eden veya dolaylı olarak ondan bahseden her
dilden eser vardır. Ancak İzmir'de çıkan ve mensupları içimizde yaşayan bu
hareket hakkında Türkçe bir tek eserin adı geçmektedir. O da Abraham
Galanti'nin 1935'de Fransızca kaleme aldığı kitaptan faydalanarak 1939'da
İbrahim Alâaddin Gövsa tarafından yazılıp yayınlanan eserdir.
Yemen ve Halep'ten, İtalya ve
Hollanda'ya kadar bütün dünyadaki Sabataycı hareketin tarih, tesir ve izlerinin
araştırıldığı bu ilim ve merak kafilesine bizler ne yazık ki, katılmamışız ve
hâlen de katılabilmiş değiliz. Bizimki de dahil son yıllarda bu konuda çıkan
Türkçe eserler, tercüme ve nakillerden ibarettir ve asıl araştırmacıların
meydana çıkmasına teşvikçi olabilirlerse, belki bir işe yaramış
sayılabilirler... Dinî ve millî en hayatî meselelerimizdeki bu vurdum-duymazlık,
gitgide bizleri gerçekten birer duymaz ölüler hâline getirmiştir...
Aşağıdaki ilk ara başlıktan itibaren
verilecek olan metin, Scholem'in eserinden özetlenerek tercüme edilmiştir. Ara
başlıklar tarafımızdan konulmuş ve italik hurufat kullanılan vurgulamalar,
tarafımızdan yapılmıştır:
NEDEN İDAM EDİLMEDİ?
Habsburg İmparatorluğunun İstanbul'daki
elçisinin raporundan: "Şeyhülislâm'a Sabatay Sevi için ne yapılmak lâzım
geleceğine dair sorulduğunda, Sabatay Se- vi'yi idam ederek, şehid ve aziz mertebesine
çıkarmamak gerektiğini söylemiş."
Abraham Miguel Cardozo'nun 1668'te
yazdığına göre, Osmanlı din otoriteleri: "Yeni bir din kurmaya
kalkışmadıkça onun öldürülmemesi" fikrinde imişler.
O sırada Fransız konsolusluğunda
vazifeli bulunan papas Robert de Dreux'nun müşahede raporu, Voyage en Turquie adlı kitabının (Paris, 1925) 41.
sayfasına aynen alınmış bulunmaktadır. Bu raporda Sabatay'ın Sultan'ın huzuruna
gidişi sırasında yapılan merasim anlatılmaktadır. Merasimi seyretmekte olan
Dreux, Yahudilerin, Sabatay'ın geçeceği yollara, Sultan'a yapıldığı gibi halılar
serdiklerini yazmaktadır. Geçişi, kaldığı handan seyrettiği anlaşılan Dreux,
bu sırada Sabatay'ı alaya alan birkaç söz sarfedince, Yahudi hancının oğlu
kendisine cevap vermiştir: "Bunda alay edilecek bir ıey yok.
Mesih'in kuvvet ve kudreti sayesinde, yakında sizler bizim kölelerimiz
olacaksınız."
SABATAY SARAY'DA
Bir Yahudi kaynağı olan Leyb bin Üzer,
bir görgü şahidinden naklen şöyle yazmaktadır: Sabatay Sevi, Sultan'ın
sarayına giderken etrafında birçok hahamlar bulunuyordu. Bunlar dualar
okuyarak onunla birlikte saraya kadar yürüdüler. Sabatay onlara: "Bakın ne yaptım. Krala yeşil ve
sefil bir bağ ile bağlı olarak gidiyorum. Bundan çok müteessirim" dedi. Bunu duyan hahamlar, suküt-i
hayâle uğradılar.
Saray'da Sultan'la Sabatay arasında
neler geçtiğine dair çeşitli rivayetler vardır. Türk kaynakları bu hadiseyi
basit görüyorlar. Fakat bu toplantının resmî olmadı-
ğı ve Sultan'ın onları kafes arkasından
seyredip dinlediği muhakkaktır.
Hâdiseden birkaç hafta sonra yazılmış
olan Fransızca Relation'da toplantıya katılmış olanlar şöyle
kaydedilmektedir: Şeyhülislâm, Vânî Efendi, Edirne kaymakamı Kuru Mustafa
Paşa, yüksek devlet adamları ve mahkeme azaları ile Sultanın hekimi Mustafa
Fevzi Hayâtîzâ- de.
Yahudi muhtedîsi olduğu kaydedilen bu
sonuncuyu Türk kaynakları zikr etmiyorlar.
1669da İstanbul'a gelen bir İngiliz
seyyahı, Yahudi muhtedîsi olan Cerrah Kasım Paşa'nın Sabatay Sevi'yi koruduğunu
yazıyor. Bu adam Sultan'ın kızkardeşi ile evli imiş. Fakat bir İngiliz kaynağı
Kasım Paşa'nın bir başkası olduğunu söylemektedir. {Structure of the Ottoman Dynasty, A.D. Alderson, Oxford 1956.)
NASIL MÜSLÜMAN OLDU?
Jacop Sasportas, o zamanki hahamların bu
vakaya dair kaleme aldıkları bir risaleden ve İzmir hahamının bir mektubundan
bahsetmektedir. Şimdi mevcut olmayan bu mektuba göre, Sabatay Sevi, hayatını
kurtarmak için bütün ithamları katiyetle reddetmiş ve Müslüman olmuştur.
Bir Fransız Cizvit yazar, Sabatay'ın
kendisini ziyaret eden hristiyanlara da aynı şeyleri söylediğini yazmaktadır.
Bu çok tabiî idi. Sabatay ancak
yakınlarına karşı ak- tifve konuşkan oluyordu. Çünkü henüz Mesih'in krallığı
kurulmamıştı. O savaşçı değildi, bu da onun hayatını kurtardı. Ne yapmak
istediği hakkında tam bir bilgimiz yoktur. Belki bunu kendisi de bilmiyordu.
O zamanki hristiyan kaynaklarında bu meseleye dair çeşitli
rivayetler vardır. Sabatay Sevi'ye "Mesih isen mucize
göster, yoksa Müslüman ol" denilmiş. Bir Fransız cizviti "Müslüman
olmasaydı, kafası vurulacaktı" diyor. Bir başkasında ise, "çıplak
olarak okçuların karşısına dikileceği, vücuduna ok işlemezse kurtulacağının
söylendiği"rivayet ediliyor.
Rycaut'nun bahsettiğine göre, İzmir'de
İngiliz konsülünün tesbiti ise, Sabatay Sevi'nin, kolayca İslâmiyet'i kabul
etmiş olduğu ve Türk olmaktan çok memnun olacağını belirttiği şeklindedir.
Yahudi kaynaklarında da buna benzer bir
rivayete rastlanmaktadır. Bunlara göre Sabatay, Yahudi dinini tahkir ederek,
Müslümanlığı kabul etmiştir.
"MUCİZE
GÖSTEREBİLİR MİSİN?"
Sasportas'ın naklettiğine göre, Joseph
ha-Levi İzmir'den gönderdiği raporda şöyle yazmaktadır: Toplanan meclisin
huzurunda Sabatay Sevi, her türlü Mesih- lik iddiasını reddetti. Hatta bu
meselede en mühim rolü Nathan'ın oynadığını, kendisini ve diğer Yahudileri
onun teşvik ettiğini söyledi. Cerrah ona "Bir mucize gösterebilir
misin?" diye sordu. "Hayır" cevabını alınca da "O halde
senin akıbetinin ne olacağı bellidir" dedi. Bunun üzerine Sabatay Sevi,
diz çökerek Müslümanlığa kabulünü istirham etti. Yahudi şapkasını yere atarak
tükürdü ve Yahudi dini aleyhine konuştu. Sultan memnun oldu. Ona kendi adını
alabileceğini bildirdi. Günlük yüz elli akça ile kapıcıbaşı tayin olundu.
Hamama gönderildi, elbiseleri değiştirildi. Sultan ile saraylılar ona çeşitli
hediyeler ve para verdiler.
Sabatay'ın bir meclis huzurunda sorguya
çekilmesi hakkında diğerlerinden değişik bir rivayet de vardır. Buna göre:
Sabatay Sevi, Sultan'ın huzurunda bir meclis tarafından istintak olunmamıştır.
Edirne kaymakamının gönderdiği bir cerrah Sabatay'a, "Seni İstanbul sokaklarında
vücuduna meşaleler sokarak dolaştıracaklar ve yanacaksın" demiş, bunun üzerine çok korkan
Sabatay, Sul- tan'ın huzuruna girer girmez, şapkasını atarak, başına sarık
geçirmiştir. De la Croix'dan gelen bu rivayet mevsuk değildir.
OLAYA
DÖNMELERİN BAKIŞI Sabatayist Baruh Arezzo şöyle yazıyor:
Efendimiz Edirne'ye giderken, yolda
Yahudilerle meskûn bir yerden geçerlerken, muhafız olan subaya "Durup beni
bekleyiniz, burada ibadet edeceğim" derdi.
Sultan'ın Efendimiz'i getirtmek üzere
birilerini gönderdiği, Türkler ve sünnetsizler (bunlar hristiyan- lardı)
arasında duyulunca, hemen kafasının kesileceğini ve bütün Yahudilerin de
öldürüleceklerini tahmin ettiler. Aynı haber İstanbul'a da gitti. Hepsi kılıçlarını
bileyip gününü beklemeye başladılar.
Efendimiz beklenildiğinden iki gün sonra
Edirne'ye geldi. Vakit geç olduğundan Sultan'ın huzuruna gidemedi. Ertesi
sabah huzura çıktığında Sultan ona "Selâmünaleyküm" dedi, Efendimiz
de ona Türkçe olarak "Aleykümselam" diye cevap verdi. Vazifeliler hemen
Sultan'ın elbise ve sarıklarından birer tane getirip ona giydirdiler. Ve ona
Mehmed adını verdiler. Sultan ona her gün büyük miktarda bir paranın ödenmesi
için emir verdi.
İşte Efendimizin irtidad ettiğine dair
olan rivayet bu yüzden çıkmıştır. Efendimiz Sultan'a bir arzulan olduğunu
söyleyerek, İstanbul Yahudilerinin katli için yazdığı mektubu değiştirmesini
istediler. Bu sayede hiçbir Yahudi zarar görmedi.
Tarihî bakımdan,
başkaları tarafından teyid olunmayan ve bir değer ifade etmeyen bu vesika,
Sabatay Sevi taraftarlarının düşünce tarzını göstermesi bakımından çok mühim
sayılmalıdır.
Hatta bu rivayetler daha
da ileri gitmekte idi. Şöyle ki, Sabatay Sevi Müslüman olmasaydı, Osmanlı
ülkesindeki Yahudiler kati olunacakları gibi bundan örnek alan diğer
krallar da kendi ülkelerindeki Yahudileri öldüreceklerdi. Bu vaziyette ise
Sabatay, Müslüman olmakla, bütün dünya Yahudilerinin kurtarıcısı durumuna geçmiş
oluyordu.
Sabatay'ın tam Müslüman olduğunu isbat
etmek üzere, ikinci karı olarak bir cariye aldığı da rivayetler arasındadır.
"ALLAH BENÎ TÜRK
YAPTI"
Sabatay'ın bu sıradaki zihnî durumunu
gösterecek bir vesika yoktur. Yalnız kardeşi Elijah Sevi'ye yazdığı bir mektup,
Sabataycı rivayetlerle çatışmaktadır. Saba- tay, İzmir'de bulunan kardeşine
şöyle yazmakta idi:
"Beni yalnız bırak. Allah beni Türk
yaptı. Kardeşiniz Mehmed Kapıcıbaşı oturak."
İbarenin sonundaki "oturak"
kelimesi Türkçe olarak aynen yazılmıştır. Ne mânaya geldiği tam olarak anlaşılamadı.
24 Eylül'de yazdığı bir mektupta ise şu
ibare dikkati çekmektedir:
"Benim, Allah'ın arzusuna göre
yeniden doğuşumun dokuzuncu gününde.."
Bu ifadeler onun derin bir melankoli
içinde bulunduğunu göstermektedir.
Radikal Sabataycı kaynaklardan biri ise,
Müslüman oluşundan bahsederken, Sabatay'ın buna dair bir vahiy almadığını, bu
yüzden de ne yapacağını şaşırmış bir halde bulunduğunu yazmaktadır.
İHTİDADAN SONRA OLANLAR
Sabatay'ın ihtidası, üzücü bir hâdise
sayılmakla beraber, kendisine inananların dağılmasına sebep olmadı.
Sabatayistliğin yeni tefsirleri ortaya kondu. Tarihî bir hadise olarak, bu,
hayret verici bir netice olmuştur.
İhtida haberine önce inanılmadı.
Mesih'in ya zafere ereceği ya da şehit olacağı kanaati hâkimdi. Neticeye, ona
inananlar kadar, inanmayanlar da hayret ettiler. İnanmayanlar hâlâ sağ
bulunmasına, inananlar ise ne krallık ne de şehitlik tahtına oturmuş olmasına
şaşmakta idiler. İstanbul ve Edirne'de Türklerle Hristiyanlar, Yahudileri
takip ederek onlarla alay ediyorlardı.
Sabatay'ın ihtidası haberi kesinlik
kazanınca, taraftarları bu sefer de te'villere başladılar.
Bazıları: "Bu Müslüman olan
bizim gerçek Mesihimizdir. Kaderimizi değiştirecek olan büyük inkılâbı
gerçekleştirmek için bu kisveye girdi" dediler.
Bu te'vil, Hamburg'da Eşkenazist
Yahudiler arasında da revaç buldu.
İstanbul ve Hamburg'dakilerin bir kısmı
ise, "Saba-
tay Sevi cennete çıktı, onun yerine dolaşan kalıbıdır" dediler.
Bu te'viller sonradan sistematik hâle
getirildi.
Fakat bir çok çevrelerde ve inananlar
arasında bazıları, Mesihin ihtidası üzerine, kendilerinin hata ve hayal içinde
bulunduklarına karar verdiler.
Yaygın kanaatlerden biri de şöyle idi: "Önceleri
onun içinde mukaddes kuvvet vardı, fakat sonradan şeytanî kuvvetler onu
zaptettiler. Ve şeytan muvaffak oldu.''
Sabatay'a yeni bir veche veren Nathan
ise, onun "şeytanî kuvvetleri de kendi ideali için
kullanabileceğini" söylemekte idi.
Taraftarlarından birçokları da onu
lanetlediler ve düşman oldular. Hasımlarının alaylarını mahcubâne kabul etmeye
de mecbur oluyorlardı. Şâirler Sabatay ve taraftarlarını hicv eden şiirler
yazdılar.
YAHUDİLERİN TUTUMU
Yahudiler ise artık Sabatay Sevi'ye
hücum etmekten vazgeçtiler. Bu meselenin leh ve aleyhinde konuşmayarak,
zamanla ortadan kalkacağı ümidi ile kendi hâline bırakmak üzere karar aldılar.
17-18. asır kaynaklarından İzmirli Haşim Palas şöyle yazmaktadır: "Biz Sabatay Sevi hakkında iyi
veya kötü konuşmamak üzere dedelerimizden kalan bir geleneğe sahibiz."
O günlerde yazılmış bir rapordan
anlaşıldığına göre, Sabatay'ın ihtidasından sonra Sultan, Sabatayistlerin
tevkif olunarak Edirne'ye getirilmelerini emr etmiş. Ellerinde listeler
bulunan vazifeliler, İstanbul'dan on iki ve İzmir'den birkaç tane hahamı tevkif
ederek Edirne'ye getirmişler. Fakat bunlara bir ceza verilmemiş, sadece
azarlanarak geri gönderilmişler.
Bu raporun verdiği bilgilerden
anlaşılacağı gibi, Osmanlı resmî makamları Sabatayist hareketi takip ediyor ve
olanlardan haberdar bulunuyorlardı.
Türkiye Yahudi liderleri bu suretle
büyük bir tehlike atlatmış oldular. Eğer Sabatay davası uğruna ölümü göze alsa
idi, Yahudi cemaatinin onun izinden gitmeleri ve hahamlarını tanımamaları
ihtimali çok büyüktü.
Bu tehlikeyi önlemek için Sabatay'a
ölümden kurtulma yolunun gösterildiğini tahmin etmek hiç de yanlış olmasa
gerektir.
De la Croix'ya göre, Sabatay'ın
ihtidasından sonra kaymakam, Sultan'a, Sabatayistleri ne yapacaklarını sordu.
Sultan "Liderlerinin gösterdiği örnek onlara kâfidir" diye cevap verdi ve Sabatayistler
affedildiler.
MESİH'E İNANÇ DEVAM EDİYOR
Mesihlik inancı Sabatay'ın ihtidasından
sonra da devam etti. Coenen ve Rycaut raporuna göre, İzmir ve İstanbul'daki
Sabatayistler inançlarını muhafaza ettiler. Bunlar şu Docerist izah şeklini
kabul ediyorlardı:
"Sabatay
Türk olmadı. Yeryüzündeki onun sadece
gölgesidir. Bu gölge beyaz bir sarık ve
Müslüman kı-
yafeti içinde dolaşmaktadır. Onun vücudu
ve ruhu
cennete
alındı. Ve orada bazı mucizeleri gerçekleştirme zamanı gelinceye kadar
istirahat edecek."
Sabatay Sevi ise Müslüman olduktan sonra
Edirne'de evine kapandı. Sadece taraftarlarından ileri gelenlerle görüşüyordu.
Ona inananlar ve taraftarları ise,
kendisini övmeye ve kerametlerinden bahse devam etmekte idiler. Onun bugünkü
vaziyetinde, anlamayacakları bir esrar buluyorlardı. Bu hâlin devam etmeyeceğine
inanmakta idiler.
Ayrıca hakkında çıkarılan yeni söylenti
ve dedikodular üzerine leh veya aleyhinde taraf değiştirenler de eksik
olmuyordu.
NATHAN VE MEKTUPLARI
Herkes Nathan'ın ne diyeceğini merak
etmekte idi. Sabatay ile mektuplaştıkları söylendi. Arkasından ise Nathan'ın
geleceği ve beklenen mucizelerin tahakkuk edeceği haberi yayıldı. Buna rağmen
neden gelmediği malum değildir.
İzmir krallar ve düklerle dolu idi.
Hepsi bu lâkaplarını te'kid eden mektuplar almışlardı. Ve ümidlerini terk etmek
istemiyorlardı. Fakat bâzısı ümidlerini kestiler. Cudah hâkimi Josef Sevi gibi
Josef bu hakkını
1666 Ekim'inde
bir gümüş dolara sattı.
29 Kasım 1666'da Nathan'ın babası Elişa
Eşkanazi
İstanbul'a geldi. Oğlunun yaydığı
mezhebin sağlam bir taraftan idi. İhtidadan sonra da aynı şekilde kalmıştı.
Elişa'nın gelmesi taraftarları heyecanlandırdı. Arkasından Nathan'ın gelmesini
beklediler.
Elişa, İstanbul'da birkaç hafta kaldı.
İzmir'deki Saba- tayistler heyecanlandılar, bir sinagogta âyin tertipleyerek
bunu kutladılar. Nathan'ın mektupları gelmeye başladı. Taraftarlar sevindiler.
HAHAMLAR,,
NATHANA KARŞI
Sabatayistlerin bu faaliyetleri
hahamları tedbir almaya sevk etti. İleri gelen dokuz hahamın imzası ile iki
mektup neşrettiler. Bu mektuplardan birincisi bütün hahamlara ve asillere
hitaben kaleme alınmış bulunuyordu. Bu mektupta şöyle denilmekteydi:
"Sözlerinin tesiri ile tanınan
Rabbi Nathan Benja- min adlı âlim kişinin, Gazze'yi terk ederek İzmir ve İstanbul'a
gelmek üzere yola çıktığını haber aldık. Bu garip bir şeydir. Çünkü bunu
yapmakla o kendini ateşi atmaktadır. Bu sebeple ona mâni olmanız ve başına
gelecekleri önlemeniz için, bu mektubu zâtınıza yazmaktayız. Onun gelmesiyle
karışıklıkların tekrar bağlıyacağını biliyoruz. Allah korusun, bu sebeple ibadullah
kırılabilir ve onların ilki de kendisi olur. Eğer söz dinlemezse, her imkânı
kullanarak onu geri çevirmelisiniz. İsrail halkının ve onun hayatı buna
bağlıdır."
Bu mektupta Nathan hakkında kullanılan
nâzik dil dikkate şayandır. Halbuki aynı hahamlar, daha önce Sa- batay'ı kâfir
ilân etmişlerdi. Anlaşıldığına göre bu sefer bütün Yahudilerin hayatından
endişe etmekte idiler:
İkinci mektupta ise halka hitap
edilmekte idi. Bütün sinagoglarda okunan bu mektupta, Sabatay hâdisesi anlatıldıktan
ve o tehlikenin Allah'ın yardımı ve ecdadın himmetleri ile atlatıldığı
söylendikten sonra, şöyle denilmekte idi:
"Sizler ise hâlâ karışık işler
yapmaktasınız. Kendinize gelin, atalarınızın yoluna girin. Sultan Mehmed'i
takdis edin, çünkü onun zamanında İsrail için hayırlı şeyler oldu... Nathan'dan
çekinin, onun adını anmayın. Bizi dinlemezseniz, âsileri cezalandırmak bizim
vazifemizdir."
DÖNMELER GİZLENİYOR
Yahudi cemaatinin aldığı sıkı tedbirler
tesirini gösterdi. Sabatayistler açık faaliyet göstermekten çekinmeye
başladılar. Hareket yer altına kaydı, zahirdeki ibadetler gizlendi. Mesihliğin
ilânından önceki gizlilik geri geldi. Hahamlar bu gizli faaliyetleri haber
alıyor, fakat hâdise çıkmasını istemediklerinden, kendi kendine yok olacağını
umuyorlardı. Esasen hahamlar kendisinden çok çekindikleri Nathan'ın dışında,
başka ileri gelen bir Sabatayist aleyhinde harekete geçmediler. Hahamlar,
Yahudilik içinde yeni bir mezhep
zuhurundan ziyade, Sabatayistler vesilesiyle bütün Yahudilerin Müslüman
edilmesinden endişe etmekte idiler.
Hahamlar ile zengin ve nüfuzlu
Yahudilerin, Sabatay hareketinden korkmalarının bir sebebi de onların yüzünden
çıkacak olan bir karışıklıkta hükümetin bütün Yahudiler aleyhinde harekete
geçmesi halinde kendi durumlarının tehlikeye düşmesi ihtimali idi.
BİR DÖNME İLÂHİSİ
Sabatayistler, bu tehditler karşısında
kendilerini sakladılar. Gizli bir haberleşme sistemi kurdular. Mektuplaşarak
haberler yaydılar. İlâhiler söyleyerek istikbaldeki zaferlerini terennüm
ettiler. Çoğu melânkolik olan bu ilâhilerden biri şöyledir:
Benim sevdiceğim ayrıldı gitti,
Sevgili Sevi'yi Tanrı seçmişti,
Gerçi çok ezildi ızdırap çekti,
Ama kalbim onun, şimdi ve ebed.
Sâdık bendesiyim kuluyum her an,
Ve onu ariyan ve ona tapan,
Ve her an daima ona inanan...
Ey Sabatay günahlarımı affet.
Gözlerimi tevcih ederek sana,
Rabbim senden duam, kurtuluş ona.
Nathan 1667'de gerçekten Edirne'ye
gelmek istedi. Fakat kendisine karşı uyandırılan muhalefet veya başka bir
sebeple plânını değiştirdi. Anadolu'da seyahate başladı. Yanında, ailesi ve
kayınpederi dâhil otuz altı arkadaşı vardı. Bu şekilde iki ay dolaştılar.
Büyük Yahudi cemaatlerine uğramadılar.
Nathan 1667 Ocak ayı sonlarında Bursa'ya
geldi, heyecanla karşılandı. Geliş haberi İzmir'de de heyecan uyandırdı. Bursa
ve İzmir Sabatayistleri inançlarını muhafaza ediyorlardı. Bursa'da Nathan
ilâhilerle ve "Çok yaşa Sabatay Sevi!" haykırışlarıyla karşılandı.
Fakat Bursa Yahudileri İstanbul'daki
Hahambaşı'ya Nathan'ı şikâyet ettiler ve ona mâni olmasını istediler. Hahambaşı
Bursa hahamlarına emretti, Nathan'ı aforoz ettiler. Hiçbir Yahudi onunla
konuşamadı, çünkü onunla konuşanlardan da uzak durulacaktı. Nathan'a ekmek ve
su bile vermediler. Onu Türklere teslim etmekle tehdit ederek susmasını
söylediler.
Nathan Bursa'dan kaçmaya mecbur oldu.
Yanında kalan altı kişi ile İzmir tarafına doğru hareket etti. Oraya kadar
yanında bulunmuş olan İsrail'in on iki kabilesinin temsilcileri de Edirne'ye
gittiler.
Nathan bu sıralarda Sabatayist teori
üzerinde düşünmekte idi. Sabatayistler ise, inancı uğrunda öleceği yerde,
Müslüman olan bir mesih yüzünden güç durumda idiler. Bunun izahı her zaman bir
mesele olmakta idi.
Nathan, Mesih'in din değiştirmesinin
mukadder olduğuna ve öleceğine dair Tevrat'ta bir kayıt bulunmadığına dikkati
çekiyordu.
Sabatay Sevi Edirne'de yaşıyor, bazen
misafir kabul ediyor ve nadiren vazifesinden bahsediyordu. Artık taraftarları
da Sabatay'ın ruhunun veya cesedinin cennete çıkmamış olduğunu görmekte idiler.
MUCİZELER ÇIKMIYOR
Nathan tecelli edecek mucizelere dair
bâzı kehânetlerde bulunmuştu. Bunlar tahakkuk etmeyince, söylediği tarihleri
geri attı. Fakat "Ne olursa olsun, Sabatay'ın Mesihliğinde
şüphe yoktur" diyordu.
Nathan bu sırada etrafta yazdığı
mektuplarla Sabata- yizm'in teorisini kurmakta idi.
Nathan 3 Mart 1667'de İzmir yakınlarında
Pınarba- şı'na vardı. Burada İtalya'dan gelen heyetlerle konuştu. Artık
inanmayanlarla görüşmek istemiyor, yalnız inananlarla meşgul oluyordu.
Nathan kehânetlerine son vâde olarak
Eylül ayını göstermişti. Dediklerinin çıkmaması hâlinde bu sefer idamına rıza
gösteriyordu. Mayıs başlarında İzmir'den ayrıldı. Fakat hareket o gittikten
sonra da devam etti. Ancak Eylül geçip de bir şey olmayınca inananlar azaldı.
Nathan ise bir müddet İpsala'da durdu. Bu bölgede, inananlar hâlâ kuvvetli ve
çoğunlukta idiler.
SABATAY CAMİDE
Sabatay bu sırada kendini Türklerle
birlik göstermek istediğinden, vaktinin büyük kısmını camide geçiriyordu.
Gerçekte ise kendini kabbalistik tefekküre ve Tevrat'a vermişti.
Diğer Yahudilerin ona yaklaşmaları bile,
hahamlarca yasaklanmıştı. Türklerin, Sabatay'ın ziyaret olunmasını yasak edip
etmediklerine dair bir malûmat yoktur. Fakat Sabatay'ın, Vânî Efendi'nin,
hatta bazı kaynaklara göre bizzat Sultan'ın teveccühünü kazandığı anlaşılmaktadır.
Sabatayist kaynaklardan biri ise, işi her zamanki gibi çığırından çıkararak,
Vânî Efendi'nin de Sabatayist olduğunu yazmaktadır. Vânî Efendi'nin Saba-
tay'dan Yahudi âdetlerini öğrenmek istediği tahmin olunabilir.
Sabatay, taraftarlarından bazılarıyla
görüşüyor, fakat onlardan Müslüman olmalarını istemiyordu. Ona göre,
zorlanmayanlar Müslüman olmamalıydılar.
Tarafsız kaynaklar da Sabatay'ın iki
taraflı oynadığını haber vermektedirler. Bu kaynaklarda onun taraftarlarıyla
yaptığı toplantılardaki konuşmalarından nakiller yapılmaktadır. Bunlara göre
Sabatay şöyle demekte imiş: "Musa Firavunların sarayında bir
Mısırlı gibi yaşamıştı. Sabatay da kendi halkını kurtarmak için Müslüman
olmalı ve bir Türk gibi yaşamalıydı. Güneş tekrar doğabilmek için
batmalıdır..."
Yahudiler Sabatay'ın ne yaptığını
biliyorlardı. Türk- lerin de olan bitenden haberleri vardı; fakat Sabatay'ın
onlara "Yahudileri Müslüman etmeye çalışıyorum" demiş olması ihtimali büyüktür.
SABATAY VE NATHAN
Nathan İpsala'da bulunurken, Edirneli
hahamlar gelip kendisiyle konuştular. Fakat onun fikirlerini zayıflamış
buldular. Nathan şöyle diyordu:
"Ben peygamber değilim, mucize de
gösteremem,
benim vazifem Sabatay'ın Mesihliğini
ilân etmektir.
Bu da bir yıl ve birkaç ay sonra meydana
çıkacaktır."
Hahamlar, Nathan'dan Edirne'ye
yaklaşmamasını, Sabatay ile görüşmemesini ve bu kehânetini yazıp imzalamasını
istediler. Nathan onlara "Pentakos bayramını bekleyin" dedi ve kehanetini yazarak şahitler
huzurunda imzaladı.
Fakat Edirne'ye doğru yola çıktı, Trakya'da
dolaşarak taraftar toplamaya başladı.
Bu dolaşma sırasında garip bir hadise
cereyan etti:
Nathan "Yedi Temmuz Orucu"nu kaldırdığını ve o günü bayram ilân
ettiğini bildirdi. Bunun için yapılan toplantılara katıldı. Hahamlar ise
Sabatay'a haber göndererek buna mâni olmasını istediler. Sabatay da Joseph
Karillo'yu Nathan'a göndererek oruç tutulmasını istedi.
Böylece Mesih ile peygamberi tenakuza
düşmüş oluyorlardı.
Nathan'ın faaliyetleri, temas ettiği
kimseler ve Saba- tay'la görüşmeleri hakkında fazla bir bilgi yoktur. Yalnız
Sabatay'ı Edirne'de ziyaret ettiği ve onun tarafından kabbalistik bir vazife
ile Roma'ya gönderildiği bilinmektedir.
Edirne hahamları ise, Sabatay'ın
ihtidasından sonraki faaliyetleri ve sözünde durmadığı için Nathan'ı aforoz ettiler.
Nathan, Edirne'den Roma'ya doğru hareket
etti. İlk durağı Selanik oldu. Burada taraftarlar buldu ise de hahamlar onu
şehri terk etmeye zorladılar.
Nathan, Selanik ile Adriyatik
kıyılarındaki Yahudi- leri ziyaret ederek vakit geçirdi. Yolunun kendisine ilâhî
olarak gösterildiğini söylemekteydi. Nathan'ın bu seyahati mukaddes telâkki
edildi.
İKİYÜZLÜ HAREKETLER
1667
Eylül'ü geldi. Nathan'ın kehânetleri
çıkmadı. Bunun üzerine sözlerini te'vile başladı. Ona göre, kendisine melekler
vasıtasıyla bildirilen vahiyler değişebilirdi. Bu söylediği de bir
"kehânet denemesi"ydi.
Bütün bunların arasında esas olan şu
tesbittir ki, herkes Sabatay'ın ihtidasını haklı gösterecek bir takım tefsirler
bulmaya çalışmakta idi.
Nathan seyahatine devam ederek 1668
başında Kor- fu'ya vardı. Venedik'teki hahamların kendisini tasvip etmeyeceğini
bildiğinden, o da Sabatay gibi iki yüzlü bir siyaset takip etmeye karar verdi.
İnanmayanların yanında, aldatılmış ve hayal kırıklığına uğramış gibi davranıyor,
ancak güvendiği kimselerin yanında konuşuyordu.
Bu iki yüzlü hareket tarzı, sonraları
Sabatayist hareketin alâmet-i farikası olmuştur.
ELE GEÇEN MEKTUP
Bu arada bir başkası da iki yüzlü
davranmayı başardı ve bir Sabatayist gibi görünerek, Nathan'ın bir mektubunu
ele geçirdi ve ifşa etti. Bu, Zanta'daki bir taraftara yazılmış bulunan ve
gizli kalması gereken bir mektup idi.
Bu mektup, taraftarlarının, Sabatay'ın
ihtidasını nasıl tefsir ettiklerini göstermesi ve onu mazur göstermek için
nasıl te'viller yaptıklarını belirtmesi bakımından mühimdir.
Mektuptan bir parça:
"Bil ki Sabatay'dan başka İsrail'in
kurtarıcısı yoktur. Başına sarık geçirdiyse de onun mukaddesliği şirk ile
ihlâl olmadı. Bu, Tanrı'nın sırlarından biridir ve Tevrat'ın sırlarına vâkıf
olmayanlar, bunu garip bulup şaşıracaklardır..."
Nathan Korfu'da sinagogta va'z etti.
Sabatay'ın kurtarıcıları olacağını tekrarladı. 1668 Nisan'ı başında Ve-
nedik'e gitmek üzere buradan ayrıldı.
AVRUPA VE MISIR'DAKİ DÖNMELER
Mesih'in ihtidası haberi Avrupa
ülkelerindeki Saba- tayistler ulaştığı zaman, bunlar da öncekilerden farklı
hareket etmediler. Hahamların ne düşündüğü ise malum değildi. Çünkü bir haham
Sabatayist olduğu halde yine hahamlıkta devam ederek kendisini saklayabilirdi.
İslâm ülkelerindeki Sabatayist hahamlar,
inançlarını muhafaza etmeye devam ettiler. Kendilerini gizleyerek bir bekleme
devresine girdiler. Bu mevzuda aforoz hadiselerine pek rastlanmadı.
Sadece Mısır'da hadise başka bir veche
gösterdi. Mısır hahamları etrafa mektuplar yazdılar. "Hâin asıl yüzünü gösterdi. Biz,
İzmir, İstanbul ve Edirne hahamlarının cesaret edemedikleri şeyi yapıyoruz...
"
diyerek, Sabatayistlerin aleyhinde faaliyette bulundular. Nathan, Mattathias
Bloch Eşkenazi ve Jacop Palache'ı tehlikeli ilân ettiler. Taraftar olanları da
afarozla tehdit ederek susturdular.
MUSUL DÖNMELERİ
Sabatayist peygamber Eşkenazi, Mısır'dan
ayrıldı, doğuya gitti. Bir sene sonra kendisini Musul'da gördüler. Burada,
Sabatayist inancını gizlemek şöyle dursun,
bir Peygamber ve Tanrı adamı olarak
vazifesine devam etmekte idi.
1669'da bir haham, Musul'daki
Sabatayistler için şöyle yazmakta idi:
"Buradaki Sabatayistler gayet
serbest ve nüfuzludurlar. Sabatay'ın İsrailoğullarını ölümden kurtardığına
inanıyorlar."
Eşkenazi 1668'de Musul'dan Mısır'a gitti
ve oradaki Yahudilere Sabatay'ın propagandasını yaptı. Bunun üzerine büyük
karışıklıklar çıktı ve kendisi de bu arada öldürüldü.
HOLLANDA VE ALMANYA'DA
DÖNMELER
Sabatay'ın ihtidası haberi Avrupa'ya
1666 Kasım'ın- da ulaşınca, habere Yahudiler de Hristiyanlar da inanmadılar.
Az sonra da Mesih'in ihtidasını teyid eden mektup ve onunla beraber Nathan'ın "devam edin" mektubu geldi. Bunun üzerine
taraftarları meseleyi derhal te'vil yolunu tuttular: "Sabatay hâlen İsrail'in kralıdır.
Onun bu hâli İsrail'i yok olmaktan kurtarmak içindir." Hatta Amsterdam'daki Sabatayistler,
Hristiyanları bile Sa- batayist yapmaya çalışmakta devam ettiler.
1662'de Hollanda ve kuzey - doğu Almanya
Yahudilerinin, "Sabatay gerçek Mesihtir" diye inandıklarına dair bazı
kaynaklarda kayıtlar vardır.
İtalya'ya haberin ulaşması "Girit
Meselesi"nden dolayı gecikti. 1667 Şubat'ında duyulduğu zaman çoğu bunu
bir dedikodu saydı. Sonra bir takım Sabatayist guruplar, "inanan
deliler" ortaya çıktılar. Bunlar çeşitli haber, te'vil ve tefsirler
ortaya atarak, Sabatay'a olan inancı korumaya çalışıyorlardı:
Sultan, Sabatay Sevi'yi sarılıp öptüğü
ve başına bir taç koyduğu için bu gibi haberler çıkmıştır.
Sabatay, Sultan'ın memleketi nasıl idare
ettiğini öğrenmek için bu kılığa girdi.
Haber tamamen yalandır.
Sultan, Sabatay'ı ordusuna kumandan
yaptı. Sabatay şimdi iki yüz bin kişilik bir ordu ile Polonya şehitlerinin
intikamını almak için gelmektedir.
Leghorn'daki Sabatayistler, muntazam
olarak evlerde toplanmakta idiler. Türkiye'deki kardeşleri ile de temas halinde
bulunuyorlardı.
Önce Venedik hahamları sonra da İstanbul
hahamları, "Bu utanç verici hadisenin
unutulması ve elde bulunan evrakın yok edilmesi için" her tarafa mektuplar yazdılar. Bu
teşebbüs başarılı oldu ve Rusya, Polonya, Hollanda, Türkiye ve Filistin'de
bulunan vesikaların çoğu yok edildi. Ancak Sabatayistler devamda ısrar
ediyorlardı.
Nathan 1668 Mart'ında Venedik'e vardı.
Yahudi cemaati, onun leh ve aleyhinde, ikiye ayrıldılar. Kendisini ziyaret
ederek imtihan edici sualler sordular; mucize göstermesini istediler;
itirafname imzalasın diye onu zorladılar. Sinagoglarda Nathan aleyhinde vaazlar
verildi. Cemaat arasındaki bu anlaşmazlıklar, Yahudileri Hristiyanlar
karşısında zayıf düşürüyordu. Fakat hahamlar Venedik'te Nathan'ı aforoz edemedikleri
ve sert davranamadıkları için, daha serbest olacakları Leghorn'a göndermeye
çalıştılar. O ise Venedik'ten ayrılarak Ro- ma'ya gitmeyi tercih etti.
Nathan Roma'ya elbise değiştirerek ve
kendini gizleyerek girdi. Yanındakiler, soranlara, onun başka birisi olduğunu
söylüyorlardı. Nathan burada dua etti ve Ro- ma'nın etrafını gezip dolaştı.
Gizlenmesinin, Papa'nın adamlarından korunmak için olduğu ve şehrin etrafını
dolaşmasının da burasının tahribi için sembolik bir hareket olarak yapıldığı
sonradan söylenmiştir.
DÖNMELERİN MERKEZİ
SELANİK
Nathan bundan sonra Türkiye'ye döndü.
Fakat kendisini gizledi. Kaybolduğuna, başıboş dolaştığına hatta korsanların
eline düştüğüne dair rivayetler çıktı.
Halbuki o, önce Ankona'ya, oradan da
Selanik'e gitti. Selanik'te altı ay kalarak Sabataycılığı yaydı. Birçok haham
Sabatayist oldu. Nathan'ın takipçileri basit avam
değildi, aralarında âlimler de
bulunuyordu. Selanik'te Solomon Florentin ve Josef Filosof buradaki hareketin
ileri gelenleri idiler.
Bunlar, sonraki Dönme hareketini ve
mezhebini kuran ve idare eden kimselerdir.
Nathan 1669'da Selanik'ten Edirne'ye
hareket etti. Yaz başlarında Edirne'ye vardı. Burada Sabatay Sevi ile devamlı
olarak buluştular ve bu hal Sabatay'ın ölümüne kadar böyle devam etti.
Sabatay, İstanbul, Edirne ve Selanik
Yahudi cemaatlerini ziyaret etmekte idi. Hatta Selanik'e Nathan ile beraber
gittiler. Dönmelerin yazdığı kitaplarda, Sabatay'ın Selanik'te bir müddet
oturduğu ve burada vaazlar verdiği kayıtlıdır. Ayrıca sonradan kızıyla
evlendiği Josef Filosof ile olan dostluğundan da bahsedilmektedir.
Nathan, Edirne'den sonra Kastorya'ya
gitti. Sabatay ile olan temasları da devam ediyordu. Burada zengin Yahudi
tacirleri topluluğu vardı. Nathan bunlar arasında takipçiler buldu. Hatta Jakop
Kohen adlı bir Yahudi, Mesih'i taklid etmek için ihtida bile etti.
Bütün bu faaliyetlerin Sabatay Sevi'nin
talimatı ve tasvibi ile yapıldığını tahmin etmek pek tabiî bir netice
olacaktır. Esasen Sabatay da Edirne'de kaldığı zaman içinde Trakya, Makedonya
ve Bulgaristan Yahudi cemaatlerini ziyaret etmiş ve her gittiği yerde
takipçiler bulmuştur.
Sabatayist harekette
"peygamberler" de görüldüğü gibi mühim rol oynamışlardır. Bunlardan
birisi de Saba- tay Rafael'dir. 1662'de İstanbul'da hahamlık tahsil etmiş olan
Rafael de Filistin'e gitmiş, pek çok yer dolaşmıştır.
ACIKLI HÂDİSE
Sabatay Sevi hareketi, Yahudi tarihinin,
bütün ümid- lerin bağlandığı bir dinî hareket olmak bakımından, en acıklı
hadisesidir.
Bütün Yahudiler bir sene heyecanla
kurtuluşu beklediler. İnananlar, kurtuluşu elle tutulacak kadar yakın
görüyorlardı. Böyle bir anda Sabatay Sevi'nin ihtidası haberi bomba gibi
patladı. İnanmayanlar bile şaşırdılar. Böyle "dönme bir Mesih"'i kabule hiçbir zihin hazır değildi.
Şaşkınlık senelerce devam etti.
İhtidadan sonra zahirde bir değişiklik
olmadı. İnançlar ve krallıklar terk edilmedi. Fakat içte ve derinlerde bir
kırıklık ilerleyip genişledi. Dış ve iç dünyalar zıtlaştı. Dışta dönme bir
Mesih gerçeği ve içte dönmemiş samimi bir Mesih inancı gelişti. Bu zıtlığı bir
doktrin hâlinde uzlaştırarak kendilerini tatmine çalıştılar.
Sabatayist doktrini, ihtidadan sonra
Nathan tesis etti. Böylece başarısızlığı zafer ile izah eden bir doktrin
kurulmuş oluyordu.
Sabatay Sevi, ihtidasının ertesi günlerinde
zihnen ve ruhen şaşkın bir halde idi. Zamanla kendisini topladı ve Mesih olarak
kendi davetinden yeniden emin olmaya başladı.
Nathan'la münasebetlerini devam ettirdi.
Eski taraftarları da zaman zaman kendisini ziyaret ediyorlardı. Bunlardan bir
kısmı Sabatay gibi ihtida ettiler, bazısı ise etmedi. Sabatay'ı takiben ilk
Müslüman olanın kim olduğunu bilmiyoruz.
Nathan, Edirne'ye geldiğinde, on iki
kabilenin temsilcilerini ve kendi gurubundan bazı kimseleri buldu. Eski
arkadaşlar çağırılmışlardı.
Coenen, Nathan'ı İzmir'de, Sabatay
Sevi'nin kardeşi Elijah Sevi'nin evinde ziyaret ettiği zaman, onun Edirne'ye
gitmek üzere olduğunu öğrenmişti. Elijah ve oğlu da 1667 yazında Edirne'ye
gittiler. Fakat onların ihtidaları daha sonradır.
Sabatay'ın etrafında toplanan bu ihtida
edenler gurubu, daha sonraki muhtediler gurupunun çekirdeğini teşkil
etmişlerdir. Bu gurup, Sabatay nereye giderse beraber giderler, her yerde
hristiyanların dikkatini ve Ya- hudilerin kin ve nefretini üzerlerine
çekerlerdi.
Elijah Sevi, basit tacirlikten, böylece
yüksek hikmet mertebesine yükselmişti. Fakat Sabatay'ın ölümünden sonra
Edirne'den kaçarak İzmir'e ve eski dinine döndü. Yahudi cemaatinin saygıdeğer
bir ferdi olarak orada öl-
dü. Sabatay Sevi'nin kardeşinin bu
dönüşü, Türk idarecilerinin dikkatini çekmedi.
Sabatay'ın diğer iki kardeşi de sonradan
Dönme hareketine iştirak etmediler. Daha sonraları da Sabatay ailesinin bu
hareketle alâkasını gösterecek bir bilgiye sahip değiliz.
HEM MÜSLÜMAN HEM YAHUDİ!
Sabatay'ın iki yüzlü siyaseti, hem
Sabatayistler hem de öteki kaynaklar tarafından açıklanmıştır. Sabatayist- ler
tabiî olarak bu hâli kendilerine göre tefsir ediyor ve "Bu sadece bir hiledir" diyorlardı.
Zaman geçtikçe, Sabatayist doktrini
kuranlar, Sabatay'ın bir Müslüman gibi yaşadığını iddia etmekten vaz geçtiler.
Yine Dönme kaynaklar, hatta Sabatay'ın hem Müslümanlığı hem de Yahudiliği
beraber yürüttüğünü yazarlar. Bu kaynaklara göre o, bazan Müslüman bazan Yahudi
gibi hareket ediyordu. Namaz kılıyor, fakat bir haham gibi de davranıyordu.
Hristiyan kaynaklar da bu bilgiyi tasdik etmektedirler.
Bu yüzden, Sabatay'ın bir elinde Kur'an,
bir elinde de Kanun Demeti (Musa şeriati) ile oturduğu şeklinde rivayetler
vardır. İhtidasından az sonra yazılan mektuplarda Sabatay'ın Yahudi
bayramlarını da kutladığı söylenmekte idi.
De la Croix şöyle demektedir:
Sabatay, etrafında büyük bir gurup Dönme
Yahudi- ler olduğu halde, defalarca sinagoglara gitti ve burada Yahudileri
İslâm'a davet etti. Bunda öyle muvaffak oldu ki, Türklerin sayısının arttığını
gözlerimle gördüm.
Sabatay'ın
Dönmeliği teşvik eden vaazlarını, Floransa elçisi Santi Bani de 1671 Şubatında
yazdığı bir raporda belirtmektedir. Rycaut, Sabatay'ın bu yıllardaki
hareketlerini şöyle anlatmaktadır:
Bu şekilde Sabatay, Türk sarayında,
Musa'nın Mısır sarayında yaşadığı gibi bir hayat sürdü. Belki de onu taklit
etti. Taraftarlarına şöyle diyordu: Biz ancak kendimizi gizlersek ve siz de
bizim gibi yaparak, Muhammedi inanca sıkıca sarılmış gibi görünürseniz, size
va- ad ettiğim şeyleri yapabilir; sizi ecdadınızın mukaddes toprağı olan
Filistin'e götürebilirim.
Bunun üzerine Babil, Kudüs ve diğer uzak
yerlerden bile Yahudiler gelerek memnuniyetle Müslüman oldular. Sabatay bu
suretle Türklerin itimadını kazanarak, kardeşlerini ziyaret iznini aldı.
Sabatay bu ziyaretlerinde yeni doğan çocukları sekizinci günde sünnet ediyor
ve kendisinin Mesih olduğunu tekrarlıyordu.
Bu şekilde hareket ederek, Türklerin
gazabını çekmedi ve hem kendini korudu hem de Yahudilerin afaro- zundan kurtulmaya
muvaffak oldu, hem de iki tarafı da aldatarak kendi inançlarını yayma imkânını
buldu.
Rycaut'nun bu rivayeti, Dönmelerin o
devirdeki hayatını gösteren, çok canlı bir tasvirdir. Sabatay'ın, dinleyenleri
ihtidaya çağıran va'azları da kendi Mesihliğini inkârı kadar yalan ve
aldatıcıydı. Rycaut'nun bu tasviri, umumiyetle bütün Dönmeler için geçerlidir.
Türkler- den ve Yahudilerden gelen baskı neticesinde Dönme hareketi yeraltına
geçmek zorunda kalmıştır.
Bu konudaki şehadetler ve rivayetler,
Sabatay'ın ömrünün son yıllarına ait iseler de, kendisinin her zaman böyle
hareket ettiğini tahmin edebiliriz.
Leyb bin Üzer, ihtida eden öteki
Yahudilerin de başkalarını hidâyete teşvik ettiklerini rivayet etmektedir.
Fakat buna inanmak mümkün değildir. Çünkü biz sadece Sabatay'ın hidâyete davet
ettiğini biliyoruz ve taraftarlarının da böyle yaptıklarına dair elimizde
hiçbir delil yoktur.
Hatta ihtidanın ilk yıllarında bile,
bazı Sabatayistle- rin Yahudiliğe geri döndüklerini görmekteyiz. Saspor- tas,
1669'da yazdığı bir mektupta şöyle demektedir:
Sabatay ile beraber ihtida eden bazı
Yahudiler, İstanbul'da kibar hanımlarla evlenmişlerdi. Bunlar geri dönünce
karılarını terk ederek, Polonya sınırındaki Walachia'ya kaçtılar.
l667'de Sabatay'ın bir oğlu oldu. Nathan,
hamilelik sırasında sünnetli bir oğlan doğacağını bildirmişti. Oğlan doğdu,
fakat sünnetli değildi. Çocuğa Mordehay Sevi adını verdiler. Sabatayist
kaynaklara göre çocuk sekizinci günde Türklerin huzurunda sünnet edildi.
Kaynakların kaydına göre, Sabatay'ın
taraftarları, onu yalnız ziyaret etmekle kalmıyor,yanında kalarak telkinlerini
de dinliyorlardı.
İhtidadan bir buçuk yıl sonra, 1668
Pesah bayramı sırasında büyük bir aydınlatma hareketi doğdu. Sabatay'ın
yazmaya kabiliyeti yoktu. O ilhamlarını söylüyor, etrafındakiler yazıyorlardı.
İşte 1668 yazında bu şekilde yazılmış iki kitap ortaya çıkmıştır. Bunlardan
biri kaybolmuştur.
Rosanes, kaybolan bu kitabı 1915 yılında
Selanik'te gördüğünü yazmakta ve hakkında bilgi vermektedir. Otuz sayfa ve iki
bölümden ibaret olan bu kitap bir "vahiy" kitabı imiş. Kitaptan şu satırlar nakl
edilmiştir:
1668'te Efendimiz Amirah, masasında
oturup, Pe- sah gecesinin ayinini geçirmekte iken, yirmi dört bin tane melek
önüne gelip, ona dediler ki: Sen bizim efendimizsin, sen bizim kralımızsın, sen
bizim kurta- rıcımızsın.
Diğeri ise "İtikat Kitabı" olup Dönmeler arasında çok yaygındır.
Beş bölümdür. Sabatay'ın 1668 Pesah'ında
Tanrı'yla olan müşahedesini ve Tevrat'ın
bazı bölümlerinin şerhini muhtevidir.
İtikat Kitabından bir parça aşağıya alınmıştır:
Tam 1668 Pesah'ında Efendimiz hitap etti
ve ona İsrail'i kurtarmasını söyledi. Fakat kurtarıcımız Tan- rı'ya şart
koşarak, onlara ıztırap çektirme, dedi. Tanrı, peki dedi, sen çocuklarını
benden fazla düşünüyorsun. Fakat buğday hasat eden bile bazı taneleri kaybeder.
Sen topladıktan sonra birkaç tanesi kaybolsun zararı yok, dedi. Efendimiz bir
buğday tanesini yere dikti, suladı, kutsal nefesiyle üfledi, birçok meyve
verdi. Meyvenin birini Tanrı'ya verdi. Tanrı onu kokladı ve Cennet kokusu gibi
dedi. Efendimiz ona bir buğday böyle meyve verirse, insan ruhunu nasıl ziyan
ederim, dedi.
İtikat Kitabında, hiçbir buğday tanesinin kaybedil-
meyeceği üzerinde çok durulur. Buğday tanesi insan ruhudur. Hatta kendisine
karşı olan Yahudileri bile kurtaracağını söyler.
Nathan'ın birçok kitabı vardır.
"KİBARLAR"
Sabatayist kaynaklar, Sabatay'a "kibar" kimselerin de inandığını rivayet
ederler. Bu kelime ile Türklerin kastedildiği tahmin olunuyor. Bazı yazarlar
da buna işaret
ederler.
Fakat bu iddiayı tasdik edici bir delil yoktur.
itikat Kitabında nakledilen, Tanrı'yla beşinci görüşmesinde
Sabatay, Kudüs'te Tanrı'nın tahtı üzerinde oturuyor ve Tevrat'ın güç yerlerini
izah ediyor... Bu harekete karşı gelenler sonunda pişman olacaklar, yetmiş
millet onun krallığını kabul edecek. Ve o İsrail'e ve diğer milletlere
Tevrat'ı açıklayacak.
Demek ki Mesihlik vazifesi, diğer
milletlere ve "kibarlara" da pay vermektedir.
Rivayetlere göre Sabatay, imzasına "Türko" kelimesini de koyuyordu. Bu kelimenin
okunuşu, İbranice'de "Tanrının Dağı"nı ifade ediyordu. Sabatay kelime oyunları
ile, Tanrılık iddia ediyor gibi görünmektedir.
İsrael Hazzan'ın şehadeti ise şöyledir:
Bizsabah ve akşam: O ve
başkası değil, o bizim Tanrımız, diyoruz.
Bu inancı ifşa eden bir klâsik dua daha:
İşit ey İsrail, bizim
Tanrımız, efendimiz bir tane.
Bu dualar sonra Dönmelerin dua kitabına
da girdi.
Sabatay, Yahudilikte olmayan yeni
bayramlar icad etti.
Sabatay kendisine tanınan hürriyetten
istifade etti. Türkler ve Yahudilerle temaslarda bulundu. Defalarca İstanbul'a
gitti. Burada, İbrahim Yakinî başkanlığındaki kalabalık Dönme gurubuyla
toplantılar yaptı.
Bu seyahatleri sırasında, durumları
kendi durumlarına benzeyen bir Müslüman grubuyla temas etti. Sabata- yistler
dışarıdan Müslüman, içeriden gizli Yahudi idiler. Bunların iki yüzlü
siyasetleri Bektaşilerinkine benziyordu. Bektaşilerin de Müslümanlıkları su
götürürdü. Yüz yıl sonra yazılmış Dönme kitaplarında, Sabatay'ın, İstanbul'da
bir "derviş ve şâir" ile dost olduğunu ve onun İstanbul'daki
tekkesinde misafir kaldığını yazmaktadırlar. Bu şair derviş 1694'te ölen
Mehmed Niyazi idi.
Dönmelerin Edirne gurubu, Nathan'ın sık
sık yaptığı ziyaretlerle kuvvetlenmişti. Bunlar Mesihliğin yeniden ilân
olunması için hazırlandılar. İlânın 1673 veya 1674'te yapılması düşünülüyordu.
Bu sefer "kibarlar" arasına ekilen tohumlar da toplanacaktı.
Edirne'deki Sabatayistler, Mesihe olan
inançlarını kaybetmemişlerdi. Bunun neticelerinin yakında alınacağı kanaatinde
idiler. Bunlar Moses Kohen'in ve sonra da henüz ihtida etmemiş olan Joseph
Karillo'nun evinde toplandılar.
SABATAY'IN BÎR MEKTUBU
Bu sırada Türk otoritelerinin ne durumda
olduğunu bildiren bir vesika yoktur. Sadece Sabatay'ın bir mektubu, bu hususu
aydınlatmaktadır.
Mektuptan parçalar:
Benim kardeşlerim, çocuklarım,
dostlarım, biliniz ki, benim nesillerce bildiğim ve kendisi için elimden geleni
yaptığım Tanrı arzu etti ki, ben bütün benliğimle İslâm dinine gireyim,
İsmail'in dini... Onun izin verdiğine izin vereyim ve Musa'nın Tevrat'ını da
kıyamete kadar iptal edeyim.
Uzun zamandan beri İsrail gerçek bir
Tanrı'dan mahrum. Madem ki onların gerçek bir Tanrıları yok, Tevrat da Tevrat
değildir. Hak din İslâm'dır.
Kardeşlerim benim için: "O geçici
bir cezbe ile Müslümanlığı kabul etti, bu yakında geçecek ve o yine
yaptıklarına pişman olacaktır" diyorlar. Durum böyle değildir. Ben bunu
kendi arzum ve inancımla —ki bu inancı kimse değiştiremez- yaptım. Bu konuşan
inancın ve gerçeğin efendisidir.
Bu mektubun imza yerinde "Türk ve Müslüman" manasında "Turco veMeşurman"yazmaktadır.
Sabatay'ın yazdıkları, basit ve
kültürsüz bir adamın sözleri olarak görülmektedir. Sabatayizmin parlak sayfaları
Nathan'ın eserleridir.
ÖNEMLİ BİR YAZMA BELGE
Sabatay'ın ve Edirne'deki
taraftarlarının ikiyüzlülüklerini Jacop Najara'nın kitabında buluyoruz. Bu
yazma nüsha Dönme arşivlerinde idi ve yakın zamanda bulundu. Najara, Gazze
hahamıdır. Fas'a giderken Edirne'den
geçmiş ve burada 1671 yılında birkaç ay
kalmıştır.
Najara'nın yazma kitabı enteresan bir rüya
hadisesi ile başlar. Buna göre, Sabatay bir yıl iki ay ilhamdan mahrum kalmış,
rüyada kendisini bir çukurda görmüş, ana babası bir ip atmışlar, dışarı
çıkmış... Bu rüya hadisesi 1671'de olmuş.
Yazma nüshadan bazı bölümler aşağıya alınmıştır:
Purim bayramından evvel Sabatay, yanında
Vanî Efendi'nin dört adamı olduğu halde kendi kardeşini ziyaret etti ve hemen
Müslüman olmasını istedi. Kardeşi bunun üzerine Vanî Efendi'nin evine gidip
Müslüman oldu.
Purim günü Sabatay, Karillo'nun evinde
an'aneye göre bayramı kutladı ve ertesi günü at sırtında bazı Yahudileri
ziyaret edip âyinler yaptı. Ayrıca Portekiz sinagogunda da âyin yaptı. Bu
âyinler büyük ve gürültülü idi. Müslüman halk ve yeniçeriler bunu duyuyorlardı,
fakat kimse ağzını açmaya cesaret edemedi. Sabatay o günün akşamı ihtida edecek
adamlarını topladı. Ertesi gün bunları Saray'a götürüp başlarına sarık
sardırdı. Bunlar on iki erkek ve beş kadın idi. Merasimi kafes arkasından
seyreden Sultan memnun olarak ulufe dağıttı. Sabatay ise tevazu ile şöyle dedi:
"Benim taraftarlarım İslâmiyet'i inanarak kabul ettiler. Ben bunların
İslâmiyet'i bir menfaat için kabul ettiklerini düşünmüyorum. Böyle bir şeye
müsaade edemem."
Bir hafta sonra İpsala'dan gelen bir
Yahudi ikna edilerek Müslüman oldu. İpsala'daki diğer Yahudi arkadaşlarını da
getirmesi istendi.
Bunu takip eden Cumartesi bayramında
Sabatay cemaatini kendisi idare etti. Tevrat okumadan önce uzun bir va'azda
bulundu. Yahudi yazılı metinlerindeki tenakuzlara dikkati çekti ve
"Bunların izahı ancak benim Mesihliğimle mümkündür" dedi. Va'zının sonunda
bir Kur'an çıkarıp, ondan parçalar okudu.
Sabatay, Sultan'ın huzurunda Yahudi
âlimleri ile münazara yapılmasını istedi. İstanbul, Bursa, Sofya'ya mektuplar
yazılıp hahamlar ve Yahudi ulemâsı davet edildi. Fakat hahamlardan bazılarını,
Türk idareciler, vazifeleri olduğu gerekçesi ile göndermediler.
Münazara günü Sultan tahtında oturdu.
Vanî Efendi ve diğer asiller etrafında idiler. Vanî Efendi hahamlara Arapça
olarak "Niye geldiniz?" diye sordu. Onlar da "Sabatay bizce
nüfuzlu bir adamdı. Niye Müslüman olduğunu anlayamadık. Onu dinleyeceğiz, eğer
makul bulursak, biz de Müslüman oluruz" dediler.
Sultan kafes arkasına çekildi. Az sonra
konuşmalar İspanyolcaya, sonra da gürültülü bir şamataya döndü. Saray vazifelileri,
Sabatay'ın kardeşine: "Sultan'a saygısızlık oluyor, Sabatay'a söyle biraz
gürültüsüz idare etsin" dediler, bunun üzerine Sabatay Türkçe olarak şöyle
dedi: "Davacılar birkaç kuruş için bu divanda bağırıyorlar, böyle mühim
bir mesele için ben niye bağırmayayım."
Sonunda Sabatay hepsine Müslüman olup
olmayacaklarını sordu. İstanbul'dan Abraham Gamaliel ile Joseph Karillo'dan
başka, hepsi reddettiler. Sultan, kabul etmeyenlerin kelleleri uçurulsun,
dediyse de, Saba- tay'ın onlara garanti verdiğini öğrenince bundan vaz geçti.
Sabatay ancak iki kişi Müslümanlığı kabul ettiği için Sultan'dan özür diledi.
1671 Mart'ında Sabatay, Sara'yı boşadı.
Sara o sırada dört yaşında bulunan İsmail'den ayrılmak istemedi. İslâm
hukukuna göre de çocuğunu yedi yaşına kadar yanında tutabilirdi. Fakat Vanî
Efendi onu ikna etti. Çocuk Edirne'ye getirildi ve büyük merasimle karşılandı.
Sabatay büyük bir davet yaparak oğlunu sünnet ettirdi. Kirveliği Joseph Karillo
yaptı. Sünnet düğünü akşamı Yahudi âdetine göre yeniden merasim yapıldı.
Bu arada Sabatay, İpsala'daki
taraftarlarını Müslüman olmaya ikna etti.
Jacop Najara'nın yazmasından yapılan
nakiller burada bitti.
SABATAY'IN SÜRÜLMESİ
Sabatay çeşitli sinagogları dolaşıp
Yahudileri İslâm'a davet etti. Bu davetleri tesirli oldu. Çoğu va'azlarından
çıkarken, bazı Yahudilerin şapkalarını çıkarıp sarık istedikleri görülüyordu.
Sabatay Sevi, bu davetinde samimi mi
idi?
Sabatayistler onun bu hareketlerini
Türkleri idare etmek için yaptığını söylüyorlar. Acaba öyle mi?
Sabatay'ın ihtidasından sonra,
Sabatayistler söz ve yazı ile hareketi yaymaya çalışıyorlar, Yahudiler ise
hareketin muvaffak olmadığını yayarak onlara karşı tedbirler alıyorlardı.
Yahudilerin, Sabatay'ı sürdürmek veya öldürtmek için rüşvet verdikleri rivayetleri
de vardır.
Nihayet Sabatay, Galland'ın
hatıralarında zikrettiği, "Müslümanları Yahudi yapmaya çalışması
hadisesi" üzerine uzak bir yere sürüldü. Karısı ve oğlu sarayda kaldı.
Sabatay'ın Edirne'deki gurubu dağılıp değişik yerlere gittiler. Nathan da bir
serseri derviş gibi dolaşmaya başladı.[1]
Abraham Yakinî'nin mektubunda ise şöyle
bir vaka zikredilmektedir:
Sabatay İstanbul'u son ziyaretinde
fevkalâde faaliyet gösterdi. Kendi taraftarlarından birinin nişanlısını da
Müslüman etti. Taraftan ise onu: "Sen nişanlımla yattın, belki de onu hâmile
bıraktın" diye protesto etti. Bu bir skandal oldu. Birçok Sabatayist'in
inancı sarsıldı.
Sabatay ise Yakinî'ye yazdığı mektupta, kıza dokunmadığını yazdı. Buna rağmen
kız hâmile kaldı ve çocuk doğdu. Bu çocuk Türklerin arasında "Sabatay'ın
oğlu" diye bilinerek büyüdü.
Yine Yakinî'nin mektubunda "Sabatay'ın müridlerin- den
birinin nişanlısıyla evlendiği" rivayeti vardır ki, belki bu yukarıda
bahsi geçen hadisenin te'vilidir.
SABATAY ÜLGÜN'DE
Leyb bin Üzer, Sabatay'ın sürülmesi hakkında şunları
yazmaktadır:
Sabatay, Arnavutluk'ta Bassan'a sürüldü.
Buraya daha önce hiçbir Yahudi gelmemişti. Kendisi de nereye geldiğini
anlayamadı. İstanbul hahamları Sabatay'ın adını anan kimseyi afarozla tehdid
ettiler. Ve hiçbir iyi Yahudinin onun için ve sürüldüğü yer hakkında araştırma
yapmayacağını söylediler. Sabatayistler ise devamlı uydurma haberler yayarak
herkesi şaşırttılar. Bu sebeple Türkiye'de hiçbir Yahudi, Sabatay Sevi'nin nerede
ve nasıl öldüğünü bilmez.
Uzer'in bu izahatında yanlışlar vardır.
Sürgünlüğünün ilk yıllarında Hristiyanlar ve Yahudiler, Sabatay'ın nerede
olduğunu biliyorlardı.
l679'da De la Croix, Sabatay'ın ''Mora'da Dulcigno kalesine
hapsedildiğini" yazıyordu.
Aslında Sabatay hapishanede değildi.
Siyasî bir sürgün olarak yaşıyordu. Bir müddet sonra ziyaretçilerini kabul
etmesine de izin verildi.
Dulcıgno, Yugoslavya'nın Adriyatik
kıyılarının en güneyindedir. Bugün Ulcinj adıyla anılmaktadır. İtalyanca
Dulcigno ve Türkçe'de Ülgün diye bilinir.
Sabatayist gelenekte bu ismin hem
Dulcigno hem de Ülgün şekilleri kullanıldı. Sonuncusu Alkum şekline sokularak
başka mânalara getirildi. Böylece İbranicede- ki melek Alkum ile birleştirildi.
Sabatay'ın karısı Sara'ya bir müddet
sonra kocasının yanına gitmesi için izin verildi. Bu izni kardeşi Elijah
Sevi'nin yüklü bir rüşvet karşılığında temin ettiği söylenmiştir.
Sabatay'ın zihnî buhranı Ülgün'de de
devam etti. Düşüncelerini yine mecazlı ve telmihli mektuplarla anlatıyordu. Bu
mektuplarından elimizde küçük notlar kalmıştır. Bu notlarda, temizliğe ve oruca
riâyetten bahsetmekte ve kendisinin 21 Aralık 1673 tarihinde yine döneceğini
ima etmektedir. Ancak bununla sürgünden dönüşü mü, yoksa tekrar Yahudiliğe
dönüşü mü kastettiği anlaşılamamaktadır.
1674'te Sara öldü. Sabatay, Sofyalı Aron
Major'un kızı ile olan evliliğini fiilen başlatmak istedi; fakat kız onun
yanına gelmeden öldü. Sabatay ise onun ruhunun tekrar dirilip geldiğine dair
rivayetlerde bulundu.
SABATAY'IN OĞLU
Sabatay'ın çocuklarından 1667'de doğan
İsmail, annesi öldüğü zaman yedi yaşında idi. İsrail Hazan bu çocuğu şahsen
görmüştü. Nathan'ın bu çocuk hakkındaki "Kibarlar bu çocuk vasıtasıyla
kurtulacaklar" kehaneti dolayısıyla, Sabatayistler
ona karşı özel bir ilgi ve hürmet gösteriyorlardı. "Bizim efendimiz İsmail'in
derecesi, Ami- rah 'ın derecesi gibi olacaktır" diyorlardı. İsmail'in, babasının
vârisi ve Lord olarak tâyini, Sabatayistlerin Sabatay'a verdikleri sıfatları da
gösterebilir. Sabatayistler Sabatay'a "Sevgili" diyorlardı. Nathan "Onu artık efendimiz değil, sevgilimiz
olarak adlandıracağız" diye beyanat vermişti.
SELÂNİKLİ JOSEPH VE KIZI
Joseph Filosof, Selânik'in ileri gelen
âlimlerinden biri idi. Sabatay ondan kızını istedi. O da razı oldu. Yahudi
cemaati onu hahamlıktan attılar, aylığını da kestiler.
Filosof onlara "Ben ne yaptığımı
biliyorum. Bu Tan- rı'dan gelen bir şeydir. Tanrı kızımı, oğluyla beraber
gönderdi" diyordu. Düğün Ülgün'de oldu. Yahudi kaynakların rivayetine
göre, Sabatay, Filosofta Saul'ün tenasüh ettiğine inanıyordu. Ona Saul ve
kızına da Michel diye hitab ediyordu.
Bu evlilik l675'de oldu. Haber her
tarafa yayıldı. Hatta kısa zaman sonra Leghorn'da da duyuldu. Dönme geleneğine
göre Sabatay'ın son karısına Jochebed/Yohe- ved adı verildi. Onun Müslüman adı
ise Ayşe idi.
Sabatay'ın ilk sürgün yılları taraflar
için huzursuz bekleme zamanları oldu. Her an mühim hadiselerin zuhurunu
beklediler. Dönmeler arasında mektuplarda şu ibareye sık sık rastlanıyordu:
"Bizim
sevgilimize gelince, hiçbir haber yok. Haber olursa derhal sana bildireceğim.''
İtalya'da Leghorn'daki Dönmeler, Moses
Pinhe- iro'nun evinde toplanıyorlardı.
İtalya ile Balkanlardaki Dönmeler
arasındaki mektuplaşmalarda da İstanbul mektuplarında görülen cemaat havası
bulunmaktadır.
Amsterdam'da da durum aynı idi.
Mektuplaşmalar devam ediyor, ileri gelenler dolaşarak Dönmeler arasındaki
imanı canlı tutmaya çalışıyorlardı.
FAS DÖNMELERİ
Fas'da bütün hayal kırıklıklarına rağmen
çok sayıda Sabatayist vardı. İtalya'daki hareketin bir asilzade tarafından idare
edilmesine karşılık, Fas'taki idareci avamdan, az bilgili Joseph bin Sur adlı
bekâr genç bir adamdı. Meknes'te oturuyordu. Nathan'ın yaşlı babasının ömrünün
son yıllarında buraya gelerek, vefat edişi ve buraya gömülmesi, halk üzerinde
çok tesirli oldu.
Joseph bin Sur, bir kutsal tarafından
ziyaret edildi ve Mesih'in geleceği ona müjdelendi. Sabatay ise onu cennette
görmüştü. Ona "Nathan gerçek bir peygamberdir,
sen ise Yusuf Evinin mesihisin" dedi. Bu mühim bir makamdı.
Sina dağında Musa'ya verilen alfabenin,
Sur'a, asıl tertibi gösterilmişti. Bu yeni sıra ile Tevrat iyi anlaşıldı,
sırlar çözüldü. Sur'u ziyaret eden hahamlar çok memnun kaldılar. Ziyaretçiler,
kendisi câhil olmasına karşılık, söylediği derin mânaları yazmanın bile mümkün
olmadığını söylüyorlardı.
SABATAY'IN TEMASLARI
Sabatay, Arnavutluk'taki sürgün yerinde
sakin ye sessiz yaşadı. İstanbul, Edirne, Sofya, Selanik ve Kastorya'daki
taraftarlarıyla temaslarına devam etti. Berat kasabası bu sırada bir
haberleşme merkezi olarak vazife gördü.
Primo onu birkaç defa ziyaret etti. Bir
defasında Sofya'dan Üsküp'e gelmişti, orada on gün hasta yattı. O sırada
Sabatay'dan kendisini davet eden bir mesaj geldi. Sabatay: "Ben şimdi tam
bir aydınlanma (vecd, vahiy, cezbe) halindeyim, gel" diyordu. Primo oraya
gitti.
Abraham Kardozo'nun yazdığına göre:
Sabatay, İzmir'de bulunan kardeşi Joseph
Sevi'ye
yazdığı mektupta 1675 kışında da büyük
ışığın kesilmediğini bildiriyordu.
Joseph Sevi ise şöyle demekte idi:
"Bana dendi ki,
Samuel Primo ve Nathan da Sabatay ile
beraberler ve
büyük bir neşe içinde Büyük Türk için
bekliyorlar. İn-
şaallah Tanrı bize yakında kurtuluş
verir."
Bu ifade inananların ruhî durumunu
göstermesi bakımından mühim bir şehâdettir. Sabatay, güvenilir yardımcıları
ile birlikte, Sultan'la yapacağı karşılaşma için hazırlık yapıyordu.
Neler ümit ettiğini bilmiyoruz, ama bu
ümitlerin de zamanla uçup gittiği muhakkaktır.
Kendisini ziyaret eden bir müridi, onun
anlattıklarını dinleyerek kaleme almış ve bu suretle Sabatayist geleneğinden "Raza di Mehemnutha" adı ile anılan kitap meydana gelmiştir.
Adı "İmanın
Esrarı" demek olan bu kitap, Zohar'ın bazı kısımlarının izahı için yine
Zoharik terimlerle yazılmış anlaşılması güç ve tenakuzlarla dolu bir risaledir.
SABATAY KULEYE ÇIKIYOR
Sabatay Sevi 1676'da o zamana kadar
görülmemiş bir şekilde vahye mazhar oldu. Öyle ki Türkleri bile kızdırdı.
Bir gece şehrin, Türk asillerinin ve
vazifelilerinin bulunduğu merkezine gitti. Buradaki kuleye (belki de minareye)
gece yarısı çıkarak, şarkı ve ilâhilerini
söylemeye başladı. Fakat yine de kendisine bir şey yapmadılar.
Sabatayist edebiyat ise, onun böyle bir
hadisede düşmanlarının kılıcından kurtulmuş olmasını bir mucize olarak allayıp
pullayarak yüceltti.
SOFYA DÖNMELERİNE MEKTUP
Bu yeni vahiy dalgasının en yüksek
noktasında Saba- tay, son mektuplarını kaleme aldı. Bunlardan biri "Sofya'daki bütün inananlara" diye başlıyordu.
O sırada Sofya'da bulunan Joseph Kohen
tarafından kopya edilmiş olan mektup şudur:
Kardeşlerim ve aziz muhiblerim, Sofya
şehrinin bütün inananları,
Lord (Tanrı), tekrar Siyon'u
getirdiğinde siz kurtuluşu ve Siyon'u göreceksiniz. (İşa. 52:8)
Bak ben size bir melek gönderdim. Size
benim Mısır'daki zaferlerimi bildirmesi ve gördüğü şeyleri söylemesi için...
(Gen. 45:13)
Ona itaat ediniz ve onu kızdırmayınız,
benim adıma söylediği şeyde ona karşı gelmeyiniz. Çünkü sizin haddi aşmanızı
ben affetmeyeceğim. (Ps. 67:9)
Benden başka Tanrı yok. (İşa. 44:6)
Eğer siz gerçekten onun sesine itaat
eder ve söylediği her şeyi yaparsanız, o zaman ben gidip sizin hazi- nenizi
dolduracağım. (Prov. 8:21)
Böyle söyledi: Babanın yüksekliklerine
çıkarılan adam, mukaddes aslan ve geyik, Yahudilerin ve İsraillilerin
Tanrısının gönderdiği: Sabatay Sevi.
Sabatay Sevi ölümünden altı ay evvel
yazdığı bu mektubunda da yine Mesihliğini ilan ettiği ilk günlerdeki
fikirlerini tekrarlamaktadır.
O gençliğinde de İşaya'yı zikretmiş ve
demişti ki:
Bulutların üzerine
yükseleceğim ve en yüksek gibi olacağım.
Fakat bu sefer o, babanın katına
yükseldi.
Bu mektup da kendi ulûhiyetine
telmihlerde bulunduğu diğer mektupları gibi, ilk inananlar tarafından
inançlarının ana hatlarını gösteren bir vesika olarak evlerinin dolaplarında
saklanmıştır.
Baruh Arezzo bu mektubun bir kopyasını
elde etti ve onu Sabatayist İncil'i yazarken kullandı.
MESİHLİK İDDİASININ
DEVAMI VE ÖLÜMÜ
Sabatay Sevi, bu büyük vahiy halinden
birkaç ay sonra 17 Eylül 1676'da Ülgün'de öldü. Elli yaşını iki ay geçiyordu
ve 16 Eylül 1666'daki ihtidasından beri tam on yıl geçmişti.
Sabatay Sevi, büyük ihtimalle kendi
yazısı ile olan ve saklanan mektubunda, hem Yahudi hem Müslüman olarak
görülmektedir. Bu mektubunda Sabatay, kendisine en yakın bulunan Berat'taki
Yahudi cemaatindeki dostlarından, Yahudi yılbaşısı ve Atonement günü için oku
nacak dua kitabını istemektedir. Bu
mektup da her zamanki gibi "Yuda ve İsrail'in Tanrı'sının
Mesih'i Sabatay Sevi" olarak imzalanmıştı.
Sabatay, Yahudilerle münasebet kurarken,
Mehmed
olan
Müslüman adını zikretmemektedir. Kendisi gibi ihtida etmiş taraftar ve
dostlarına yazdığı mektuplarda onların Müslüman isimlerini de kullanmazdı. Bu
hal bütün Dönme gurubunun âdeti olmuştur. Kendi aralarında Yahudi aile
adlarını kullanırlar.
Sabatay'ın yaptığı davet üzerine Joseph
Karillo ile diğer bir muhtedî Sabatayist bilgin, ölümünden on iki gün önce 5
Eylül 1676'da Ülgün'e Sabatay'ın yanma gelmişlerdi.
Kardoza, 1682'de Karillo'nun yanındaki
bilgini İstanbul'da görmüş ve onunla konuşmuştur. Adam şu malûmatı vermişti:
Sabatay iki ziyaretçisini kıyıya götürdü
ve onlara şöyle dedi: Herkesi kendi evine döndürün. Daha ne kadar bana sımsıkı
yapışacaksınız? Belki de kıyıdaki şu kayanın altındakini görünceye kadar.
Nakledilen bu ifade çok melânkolik bir
tavrı göstermektedir. Buradan Sabatay'ın başarısızlığının şuuru ile büyük bir
hayal kırıklığı içinde öldüğünü anlıyoruz.
ÖLÜMÜ
NASIL KARŞILANDI?
Sabatay'ın
ölüm haberi İtalya'ya altı aydan fazla bir zaman geçtikten sonra ulaşabildi.
Çünkü Balkanlardaki Dönmeler, Sabatay'ın ölüm haberini gizlemekte idiler. "Sabatay
ölmüş, fakat bir şey olmamıştı." Böyle bir haber büyük sarsıntı uyandıracaktı. Olana
alışmaya çalıştılar; etrafa haber vermek içlerinden gelmedi. Ölümüne de başka
bir mânâ vermeye çalıştılar. Onunla ilgili her şeyin muhakkak fevkalâde olması
gerekiyordu,
12 Eylül 1677'de Dönmeler
arasında yazılmış bir mektuptan:
Şimdi sana büyük haberi bildireceğim.
Fakat onu
gizli tut ve Allah aşkına kimseye
söyleme........ Onunla
ilgili her şey başından sonuna kadar
esrarengiz ve fevkalâdedir. Hatta efendimiz mukaddes haham Nathan -ki onun
ışıkları dünyanın bir ucundan bir ucuna yayılmaktadır ve Sabatay'ın ölümü ona
malum idi— şimdilik susuyor...
Baruh Arezzo bir hâdise
nakl etmektedir:
Sabatay karısını, kardeşini ve
beraberinde bulunan hahamı çağırarak, onlara: "Biliniz ki ben Atonement
gününde öleceğim. Beni o zaman kendim için hazırladığım deniz yakınındaki
mağaraya taşıyın ve üçüncü gün kardeşim mağaraya gelsin" demiş.
Ölümünden sonra dedikleri yapılıp da
üçüncü gün
kardeşi mağaraya gittiği zaman,
mağaranın kapısının bir deniz ejderi tarafından tutulduğunu görmüş. Canavara
kendisini Sabatay'ın çağırdığını söyleyince çekilip gitmiş. Bunun üzerine
kardeşi içeri girdi, fakat Sabatay efendimiz içeride yoktu ve mağaranın içerisi
nur ile dolu idi.
Bu rivayet, efsanelerin başlangıcı oldu
ve bundan sonra Sabatay'ın gerçekten ölmediği, tekrar geleceği ve benzeri
rivayetler ortaya sürüldü...
Sabatay'ın ölümünün gizli tutulması
yüzünden Leyb bin Üzer fazla bir şey öğrenemedi ve ölüm haberini şu şekilde,
Haham Sevi Eskenazi'den naklen yazdı:
Sabatay Berat'ta öldü. Arzusu üzerine
defin merasimi Müslümanlar tarafından yapılmadı.
NATHAN'IN TUTUMU VE SON
YILLARI
Nathan bir müddet sessiz kaldı.
İnananları heyecanlandıran ve onlara ateş veren zat, acı ve kırıklık içindeydi.
Kastorya'yı terk etti ve vaktini Sofya'da geçirmeye başladı.
1678 —79 yıllannda Sabatay'ın ölümünün
tabiat üstü esrarlı bir şey olduğu rivayeti yayılmaya başlamıştı. Bu
esrarlılık hâlinin, şaşkınlıktan kurtulan Nathan tarafından icad edilmiş
olması ihtimal dahilindedir. Çünkü muhalifler, artık Sabatay'ın ölümü ve
Sabatayistler ile alay etmeye başlamışlardı.
İsrail Hazan, Sabatay'ın ölüm haberinin
Kastorya'ya ulaştığı meş'um günü asla unutamadığını söylüyor. Muhalifler,
sinagogta toplanarak, Hoşea'dan şu ibareyi okuyorlardı:
İsrail'in kralı artık
tamamen kesildi.
Bu sözlere karşılık, Psalm 142
bahsindeki "O mağarada iken... " diye başlıyan kısımla cevap verilmeye
çalışılmıştır. "Bu ölüm esrarlı bir şeydir ve son
tebliğ için dönecektir" deniyordu.
Nathan son yıllarında kendi kurduğu bu
mistik hava içine çekildi. Yahudi cemaatinin ileri gelenleri Sabata- yist olan
Sofya'da yaşadı.
Bir görgü şahidi Nathan için şöyle
diyor:
Onu sinagogta va'az ederken gördüm.
Şöyle yemin
etti:
Sabatay Sevi gerçek mesihtir ve ondan başka mesih olmayacaktır.
Nathan ömrünün sonuna kadar zâhidâne bir
hayat sürdü. Onun yaptığı ibadetler Selânikli müridleri tarafından aynen
kaydedilmiştir.
Nathan 1679'da Sofya'da idi. Sonbaharda
oradan ayrıldı. 11 Ocak 1680'de Üsküp'te öldü.
Efsaneye göre, Nathan, Kumonova'dan Üsküp'e
gelince, hahamın evine gitmiş ve "Hemen mezarcıları gönderin mezar
kazsınlar, çünkü öleceğim. Hizmetçim
de gelince ölsün" demiş ve ölmüş.
Uşağı da gelince ölerek Nathan'ın yanına gömülmüş.
Nathan'ın mezar taşı, İkinci Dünya
Harbinde tahrip oldu. Fakat daha önce Rosanes tarafından kitabesi tesbit
edilmişti.
Nathan'ın mezar taşındaki kitabede,
Tevrat'tan cümlelerle beraber, şu ibare de vardır: Efendi ve haham Abraham Benjamen Nathan
Eskenazinin ruhu cennette din-, lensin.
Kitabede tarih düşürme satırı "Ey Siyon'un kızı... " diye başlamaktadır.
KARANLIKTA KALAN
GERÇEKLER
Sabatay Sevi'nin hayatına dair tarihî
hakikatler daha o yaşarken bile kaybolarak, yerlerini efsanelere bırakmışlardı.
Bütün araştırmalara rağmen tarihî gerçekler yine de karanlıkta kalmaktadır.
Sabatay, Sabatayist efsane içinde daha
sonraki nesilleri tesir altına alan bir şahsiyet olarak yaşamıştır. Bu efsane,
vuku bulan trajik hadiseyi anlayamayacak olan halka yaşama gücü verdi.
(Gershom Scholem'in Sabbatai Sevi, The Mystical Mes- siah adlı eserinin birinci cildinden özet
tercüme şeklinde yaptığımız nakil burada bitti.)
Ek
ANTOINE
GALLAND'IN HÂTIRALARINDA SABATAY SEVİ*
23 Ağustos 1672: Sieur Roboly, Sieur Fontaine'le birlikte
Büyükelçiyi görmeye geldi. Sabatay Sevi yahut Aziz Mehmed Efendi'nin İstanbul'a
geldiğinden Ekselansı haberdar etti. Kendisi İstanbul'a gelince, oturduğu
mahallenin Çorbacısından Yahudilerin gelip ziyaretleriyle kendisini rahatsız
etmelerine mâni olmasını rica ederek, Çorbacı da bu ricayı kabul etmiş.
Yahudiliği terk ettirerek sarık sardırdıklarından otuz Türk'ün sokaklarda
refakatinde yürüdükleri görülmekte olup bunların yarısı önünden yarısı
arkasından yürüyorlarmış; bu vaziyette kendisine tesadüf eden tekmil Türkler de
ona
berdar ettiği gibi, bir nüsha da temin
edip göndermişti: "Dönme - ler"i kitap hâline getirmeye çalıştığım
-fakat neşredemediğim— 1978'de, ayrıca birkaç gününü ayırarak bin sayfalık
kitabı birlikte gözden geçirmek ve seçtiğim yerleri tercüme edip bana yazdırmak
gibi, kendisine yakışan bir âlicenablıkta bulunmuştu. Kendisine, emeklerinin
zayi olmadığını -nihayet- gösterebilmenin memnuniyeti içinde, on üç yıl sonra
da olsa teşekkür edebildiğimden dolayı bahtiyarım.
(*) Antoine Galland, Fransa
Büyükelçisinin yanında vazifeli olarak iki yıl (1672-73) kaldığı İstanbul'a ait
hatıralarını kaleme almıştır. Eserin Türkçe'si, iki cilt halinde, 1949 ve 1973
yıllarında, Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanmıştır. Aşağıdaki satırlar, bu
baskıdan alınmıştır. .
büyük hürmet gösteriyorlarmış. Kendisi
bir çok kimselere ve Galata, Üsküdar ve Balat sinagoghânelerine, ziyaretleriyle
rahatsız olmayı istemediğini yazmış imiş. Aziz Mehmed Efendi'nin dualarını
maiyetiyle birlikte ilk önce İbrânice, sonra Türkçe söylediği ve Türklerin bunu
pek iyi bilmekle beraber ehemmiyet verip mâni olmadıkları da ilâve olundu.
12 Eylül 1672: Sabatay Sevi, hizbine mensup bâzı
Müslümanlarla birlikte Yahudilerin sinagoguna girmekle, Yahudiler gibi dua
etmiş. Keyfiyetten haberdar edilen Yeniçeri Ağası da yanında bulunmakta olup Yahudiliğe
sokmuş olduğu birkaç Müslümanla birlikte kendisini yakalatmış, bağlatmış ve
Edirne'ye göndermiştir.
15 Aralık 1672: Fransızca konuşur bir Yahudi olup son
Edirne seyahatinden beri görmemiş bulunduğum Sieur Mose'yi gördüm. Kendisinden,
kısa bir zaman önce bağlanmış ve ağızlan tıkanmış üç kişinin Edirne'ye
getirilmiş olduklarını ve bunların Sabatay Sevi'ye isnat edilen şeyler hakkında
şehâdette bulunduklarını öğrendim. Bu ithamlar hasebiyle, Sabatay Sevi o
tarihten itibaren Edirne'de mahpus bulunuyormuş ve kendisini itham edenlerle
karşılaştırılacakmış. Sabatay Sevi'yi Yahudi takkeli tefillalar refakatinde ve
daha bir çok şeflerle birlikte olarak kadınlarla şarap içerken görmüş olduklarını,
bu üç adam iddia ediyorlarmış. Biraderinin Saba- tay'ın kurtulması için
Padişah'a bir istida takdim ettiğini, bu istida üzerine şahitleri Edirne'ye
götürmek emrinin geldiğini, Vanî Efendi'nin bu işte çok dahli olduğunu,
esasen Edirne'de bulunan Sabatay'ın da devletin bu işten haberdar olmasından
önce ve keyfiyetin kabil [mümkün] bulunmasına rağmen hapishaneden çıkmayı
istememiş olduğunu Sieur Mose söylüyor.
18 Aralık 1672: Kendisini mâruz bıraktıkları ithamla
Yahudilerin Sabatay'a hakikaten bir oyun oynamış olduklarını, fakat bu oyunun
muvaffak olmaması pek muhtemel bulunduğundan, bu kadar şüpheli bir işe gi-
rişmektense, dört bin kuruş yerine on bin harcıyarak onu öldürtmek icap
ettiğine hükm ettiklerini Mr. Ro- boly'den öğrendim. Gerek Kaymakam, gerek
İstanbul Efendisi bu mesele ile alâkalanmayı asla kabul etmediler ve ancak
Bostancıbaşı müdahalede bulundu.
4 Ocak 1673: Duyduğumuza göre, Sabatay Sevi şahitlerinin
Edirne'de dinlenilmelerinden ve bu şehir Yahu- dileri tarafından dört bin
kuruşluk bir masrafta bulunulmasından sonra, Orta Kapı denilen ve oraya
hapsedi- lenlerin dâima ölüme mahkûm sayıldıkları bir hapishaneye atılmış ve
Türkler Ramazan ayı içinde kan dökme- meye itina ettikleri için hakkında
verilecek hüküm Ra- mazan'dan sonraya bırakılmış. Fakat bu vaziyete rağmen
Sabatay, Türk kanunu mucibince temiz ve saf olmak üzere hamama gitmek
müsâdesini elde etmiş.
10
Şubat 1673: Mose adlı Yahudi, Sabatay Sevi'nin otuz
günden beri Mora'ya sürülmüş bulunduğunu ve sadrazamın kendisini öldürtmesine
ramak kalmış olup, bundan idam kararını âdi bir sürgüne indiren Sultanın
himayesi sayesinde kurtulduğunu söyledi.
Son Araştırmalar
-II-
"GlZLl YAHUDİ
CEMAATI:
türkIye
dönmelerI"
Yukarıdaki sayfalarda kendisinin Sabbatai Sevi, The Mystical Messiah adlı eserinden nakiller yaptığımız
Gershom Scholem, bu kitabının ilk cildinin 1975'te yapılan ikinci ve geniş
baskısından önce; fakat 1957'de yapılmış olan İbrânice baskısından sonra,
Türkiye Dönmelerini ele alan bir makale yazmıştır.
Bu bölüm, adı geçen önemli yazıdan
yapacağımız, seçme iktibaslardan meydana gelecektir.
Scholem'in bu makalesini, 1960'da bir
hahamın oğlu tarafından Selanik'ten İsrail'e getirilen Dönme gizli arşivine
dayanarak kaleme aldığı anlaşılmaktadır.
Ancak bu makalesinde, kitabında işaret
ettiği "kimsenin tahayyül bile etmediği ileri gelen şahsiyetler" den ne yazık ki bahsetmemektedir.
Halbuki 1975'te çıkan kitabının önsözünde böyle bir bilgiden haber
vermektedir.
Yine Scholem'in, Yahudi
Ansiklopedisi'nin (Encyclo- pedia Judaica) 1971'de basılan 6. cildine yazdığı
(sütun 148-152) "Doenmeh (Dönme)" maddesinde de bahsettiği
önemli belgeleri görememekteyiz. Maddede, burada nakiller yapacağımız "Türkiye Dönmeleri" yazısında olduğu gibi; Mâliye Nâzırı CavidBey'in malum olan Dönmeli- ğini açıklamakta,
ancak Atatürk hakkında Selanik Yahu- dileri tarafından
Dönme olduğuna dair ileri sürülen bir iddiayı buna eklemekle yetinmektedir.
Halbuki böyle bir iddianın ya hiç
bahsinin edilmemesi, edilecekse kesin belgelerinin gösterilmesi gerekirdi.
Nitekim, aşağıda bahsedeceğimiz Dönmeler Tarihi adlı önemli eserinde bu noktaya temas
eden Prof.
Dr. Ab- durrahman Küçük maddenin bahsi geçen satırlarının tercümesini
verdikten sonra, iddiayı muhakemeden geçirmektedir.
Bu ilgi çekici satırların tercümesini ve
buna dair mütâlâasını, Küçük'ün eserinden aynen alıyoruz (s. 54344):
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk hükümetinde
Maliye Bakanı olan Cavid Bey yanında Mustafa Kemal Atatürk'ün bile Dönme
olduğu Yahudi Ansiklopedi- si'nde iddia edilmiştir. Encyclopedia Judaica'da
şöyle denilmektedir: "1909 Jön Türkler İnkılabından sonra
iktidara gelen ilk hükümette, aralarında
Baruchiah Russo ailesinin ahfadı olan ve fırkanın liderlerinden biri olarak
faaliyette bulunan Maliye Bakanı Cavid Bey'in de bulunduğu birkaç Dönme
mevcuttu. Birçok Selanik Yahudisi tarafından yaygın bir şekilde ileri sürülen
bir iddia da -Türk Hükümeti tarafından yalanlanmasına rağmen— Kemal Atatürk'ün
Dönme asıllı olduğuydu. Bu görüş, Kemal Atatürk'ün Anadolu'daki dindar birçok
muhalifi tarafından da iştiyakla benimsendi."
Kanaatimizce bu iddianın ortaya
atılmasının birkaç sebebi olmalıdır: 1. Selanik nüfusunun büyük çoğunluğunu
Dönmeler'in teşkil etmesi ve Selanik doğumlulara Dönme nazariyle bakılması, 2.
Mustafa Kemal Atatürk'ün devam ettiği Şemsi Efendi mektebinin Dönmeler
tarafından kurulmuş olması ve orada çoğunlukla dönme çocukların eğitim-öğretim
görmüş olması, 3. Masonlar gibi Dönmelerin de kendilerine meşruiyet
kazandırmak için meşhur olan büyük adamlara sahip çıkmak istemesi. Bu üç
ihtimali değerlendirdiğimizde: Selanik'te, Dönmeler kadar olmasa da, bir
Müslüman Türk kitle bulunmakta ve her Selânikli Yahudi Dönmesi demek anlamına
gelmemektedir. Dönmelerin açtığı mektebe devam etmesi de onun Dönme olduğunu
göstermez. Çünkü günümüzde de azınlıkların açtığı mekteplere devam eden Türk çocukları
bulunmaktadır. Böyle olunca üçüncü ihtimal kalıyor ki o da: Dönmeler'in
çeşitli hesaplarla Atatürk'ü kendileri-
ne
mal etmeye çalışmalarıdır. Bize göre Atatürk Dönme değildir. Dönme olsa idi;
Dönmelerin önde gelenlerinden Cavid Bey'in idamına müsaade eder miydi?
Masonlar derneğini kapatır mıydı? Çünkü Dönmelerin büyük çoğunluğunun mason
olduğu ileri sürülmektedir.
"DÖNMELER
TARİHİ"
Yukarıdaki satırları ikinci baskısından
aldığımız Dönmeler Tarihi adlı eserin {ilaveli yeni baskı, Ankara, 1990, 580
sayfa)
yazarı Prof. Dr. Abdurrahman Kü- çük'tür. Ankara İlahiyat Fakültesi Dinler
Tarihi kürsüsünde, Prof. Dr. Hikmet Tanyu Bey'in yanında "Sabatay Sevi ve Cemaati Üzerinde
Bir Araştırma" başlıklı doktora tezini 1978'de
bitirmiş ve bunu 1979'da Dönmeler ve Dönmelik Tarihi adıyla (İstanbul, tarihsiz, 304 s.) bastırmıştı.
O günlerde İstanbul'a geldiğini ve bu mesele üzerinde konuşup, birkaç ziyaret
yaptığımızı hatırlıyorum.
Hâlen aynı fakültede ve kürsüde anabilim
dalı başkanı olan Abdurrahman Bey, eserini genişleterek 1990'da yeniden
bastırdı. Kitabın ilk 248 sayfasında, Yahudile- rin Müslümanlar ve Türklerle
münasebetlerinin tarihçesinden sonra, Yahudilikte "Mesih ve
Kabbala", Hristi- yanlıkta Mesih ve İslâm'da Mehdilik inançları üzerinde
durulmakta, münafık ve dönme terimleri hakkında geniş ve faydalı bilgiler
verilmektedir. Eserin 249-466.
sayfalan
Sabatay Sevi ve ondan sonraki Dönme hareketi ile Dönmelik inançlarına
ayrılmıştır. Sondaki 467-551. sayfalar "Son yüzyılda ve günümüzde
Dönmelik?
bahsine aittir.[2]
SCHOLEMİN ÖNEMLİ MAKALESİ Abdurrahman Küçük Gershom Scholem'in
Dönmelere dair uzun bir makalesini 1988'de tercüme ve neşrederek, bu konunun
biraz daha aydınlanmasına ışık tutmuştu: G. Scholem, Gizli Yahudi Cemaati: Türkiye Dönmeleri, AÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara,
1988, no. 30, s. 217-244.
Mütercim Küçük, tercümesini yaptığı
makaleyi şöyle tanıtıyor:
Bu makale, Gershom G. Scholem'in
orijinal ismi "The Messiante Idea in Judaism and Other Essays on Jewish
Spirituality" olan eserinin Bernard Dupuy tarafından Fransızca'ya
"Le Messianisme Juif essais sur la spiritualite du judaisme",
Calmann-Levy 1974, Fran- ce, şeklinde çevrisinin 219-247 sahifeleri arasında
ye- ralan, "La Secte crypto-juive des Dunmeh de Turquie" başlıklı
kısmının tercümesidir.
Bu bölümün ilk satırlarında bahsini
ettiğimiz bu makale, doğrudan doğruya Türkiye'de yaşayan Dönmelerden
bahsettiği için çok mühimdir. Scholem'e ve Kü- çük'e bu önemli yazıdan dolayı
teşekkür borçluyuz. Makalenin, yeni bilgiler ihtiva eden dikkate değer
parçala- nnı -ilâve ettiğimiz ara başlıklar dışında— aynen alıyoruz:
Gelecek sahifelerde açıklayacağımız
olaylar, bütün Yahudi dinî tarihinin en acayip ve en paradoksal hadiselerinden
birini teşkil etmektedir. Söz konusu olan bu önemli grup, aşağı yukarı üç yüz
yıl kadar önce, bilerek ve isteyerek Yahudiliği bırakmış veya daha doğrusu
Yahudi sosyo-dini topluluğunun geleneksel dinî çevresini terketmiştir.
Mensupları resmen Müslüman olmuş, fakat kalben Yahudi kalarak özel bir Yahudi
türünü oluşturmuşlardır. Onlar, iki yüzlü varlıklarını devam ettirerek,
Yahudiliklerini koruyan ayrı bir grup teşkil etmişlerdir. Çok derin
motivasyonlarıyla, hatta kendi mistik sapıklıklarının taassup inancıyla, bu Ya-
hudiler; iki yüz elli seneden fazla bir süre zarfında, hemen hemen bozulmadan
hüviyetlerini muhafaza etmeği başarmışlardır. Onlar, inançları ve dinî
pratikleri uğruna, aşılmaz gizli bir perdenin şaşırtıcı etkisiyle
kuşatılmışlardır.
Çağdaş Dinler Tarihinde, bu gizli Yahudi
cemaati olan Dönmeler'e benzer çok az olay vardır. Bu cemaat yüzyıllarca devam
etmesine, çevresinde ve daha sonra li-
teratürde iyi bilinmiş olmasına rağmen,
bilginler onun sahip olduğu inanç konusunda çok az belgeye sahip olabilmişlerdir.
Bundan dolayı, Dinler Tarihi eserlerinde, bu cemaatin adından pek nadir olarak
bahsedilmesi şaşırtıcı değildir. Bu durum, ilginin yokluğundan daha çok,
basılmış eserlerin aşırı azlığından ve her zaman ele geçen cinsten olmayışından
ileri gelmektedir.
YENİ BELGELER
Şayet yeniden bir defa daha inceleme yapıyorsam, son senelerde,
özellikle 1948'den itibaren, o güne kadar cemaatin üyeleri (Dönmeler)
tarafından büyük korkularla muhafaza edilmiş, gizli literatürlerinin önemli
kısmının İsrail'e ulaşmış olmasından dolayı yapıyorum. O halde biz, tekstlerin
ve hareketin içinde doğduğu şartların yeni bilgisiyle, bu tarih dilimini inceleyebiliriz.
Bununla beraber, bu birkaç çalışmanın Dönmeler Cemaati konusunda gerçek bir
araştırmanın ancak başlangıcı olabileceğini belirtmek zorundayım.
KENDİLERİNİ "SEÇİLMİŞ" SAYARLAR
Sabatay Sevi'yi sonuna kadar takip eden
taraftarlarının sayısı, hayatı boyunca 200 aile civarında oldu. Bunların
ekserisi Balkanlardan, fakat bir kısmı da İzmir ve Bursa'dan geliyordu.
Sabatay Sevi'ye sadık kalan "inananlar"
grubu, aralarında çok bilgin kabbalist ve rabbinlerin yeraldığı, hatırı
sayılır uyumlu bir cemaatı meydana getirdi.
Bunların ahfadı, daha sonra, özel bir
statüye sahip olarak, en eski Dönme kolunu teşkil etti. Bunlarla Yahudilik
içinde kalan "inananlar" arasındaki ilişki olduğu gibi devam
ettirildi (Dönmeler kendilerine "ma'amin = mü'min", kendilerinden
ayrılmış olanlarla Sabatay Sevi'nin mesihliğini inkâr eden Yahudileri
"kof- rim=kâfir" olarak adlandırmışlardır).
Sabatayistler, başkalarının kabul etmediği veya reddettiği
daveti kabul etmiş olmalarından dolayı, bizzat kendilerini seçilmiş
aristokratik bir grup olarak saymışlardı.
ON SEKİZ EMİR
Sabatayistlere ait aşikâr
değişikliklerle 18 Emir, her şeyden önce, Yahudiliğin On Emri'ni tekrar etmektedir.
Zina yasağı, burada, iki anlama gelebilecek özel bir tarzda formüle edilmiştir.
Bu yasak, daha ziyade, bir sakınma öğüdüdür. Göreceğimiz gibi, Sabata- yistler
Tora'nın seksüel yasaklarını yürürlükten kaldırılmış olarak telâkki
ettiklerinden dolayı elbette bu, iki şeklin tamamen birbirine uygun gelmesi
değildir. Diğer emirler, Türkler ve Yahudilerle olan münasebetlerinde,
Dönmelerin (ma'aminin) iki yüzlü bir hayat tarzını belirlemektedir. Bu emirler
arasında İslâm'ın temel kurallarının takip edilmesini isteyenlerin bulunmasına
rağmen, onların asıl metinleri, açıkça İslâm'a karşı kin duyduklarını
göstermektedir.
Edirne, İstanbul ve başka yerlerdeki daha az sayıdaki gruplar,
bu yeni organizasyon merkezi olan Sela- nik'in yönetimini takip etti. Başlangıçta,
Selanik'te bile, en önemli Sabatayist grup, Yahudi olarak kaldı. Fakat Dönmeler
grubu, din değiştirmelerle (dönmeleriyle) ve yabancı ülkelerden gelen
Sabatayist ailelerin katılmalarıyla çoğaldı. Zamanla, belki XVIII. yüzyılın
ikinci yarısında, onlara katılmak için Polonya'dan gelen Sabatayistler oldu ve
1915 yılında Selanik'te Lehli, yani Polonyalı ismiyle bilinen Dönme aile
grupları vardı.
BEKTAŞÎ VE DÖNME MÜNASEBETİ
Hiç şüphesiz, çok erkenden, Dönmelerle
Bektaşî tarikatları arasında gizli bağlar olmuştu. Bektaşî tarikatlarında
rahat bir şekilde "takiyye" prensibinin uygulandığı bilinmektedir.
Bu prensip, dış dünyada, İslâm'ın sapık mistisizm taraftarlarına, tamamen,
Sünnî camianın dindar bir fraksiyonu gibi görünme ve işkencelerden kurtulma
imkânı verdi.
Mistisizme ait sapıklık benzeri bir
pozisyon ve hattâ sapıklıklar içinde bir topluluk, iki grup arasında
sempatiler ortaya koymak mecburiyetindeydi. Dönmelerin lideri Baruchya
Russo'nun (Müslüman ismi Osman Baba) mezarının da bulunduğu en radikal Dönme
grubunun mezarlığının Selanik'te Bektaşî tekkesi yanında bulunması tesadüf
değildir. Ayrıca, eğer Dönmelerin rivayetine güvenirsek, Polonya'dan onlara
katılmak için gelen birkaç Sabatayist
aile yanında, Dönmelere katılan ve onların alt gruplarından birinin üyesi olan,
Yahudi olmayan bir miktar aileler de vardı.
SABATAYİST MAHKEME
Hattâ din değiştirmelerinden (İslâm'ı kabul etmelerinden) sonra
Dönmeler, mümkün olduğu kadar, eski örf ve âdetlerini muhafaza etmeye çalıştı.
Onların bilginleri eski eserleri incelemeye devam ediyor ve ilmî tartışmalarda
Talmud'a dayanıyorlardı. Dönmeler iki yüz seneyi aşkın bir süre zarfında Türk
mahkemelerine baş vurmaktan kaçındılar. Aralarında Talmud bilgisi azaldığında,
nesiller boyunca, 1860 yılına kadar, gizliden gizliye Selânik'in en tanınmış
hahamına baş vurdular ve ondan, Talmud'dan hareketle, kendilerince çözümü zor,
şüpheli işlerde karar vermesini istediler. Biz, "inanmayanlar"
çevresinden olan bu Sabata- yist hâkimlerden bir çoğunun ismini biliyoruz.
Türk otoritelerinin bir soruşturması —ki
bunun şüphesiz Türk arşivlerinde izleri bulunuyor- bir ihbar sonucunda 1858'de
(bazıları 1864 diyor) düzenlenmiş olduğundan, Dönme liderler o zaman daha
ihtiyatlı olmaya başladılar ve rabbinlik otoriteleriyle olan gizli
münasebetlerini kesmeye başladılar. Fakat 1915'deki onların arşivleri, Talmud'a
ait hukuk kılavuzlarını ve Dönmeler tarafından onlara sorulan meseleler
üzerinde rabbinlerin yazılı kararlarını ihtiva etmektedir.
Dönmeler ciddî olarak birbirinden ayrılmış
üç gruba bölündü. Anlatılanlara göre, bu grupların üyeleri de kendi aralarında
karma evlilik yapmıyorlardı; fakat liderler, Dönmelerin menfaatini korumak
gayesiyle, bir araya gelip ortak kararlar alıyor ve bu kararların uygulanması
konusunda görüşmeler yapıyorlardı. Bu görüşmeler, Türk yöneticileri Dönme
cemaatlerinin esrarıyla ilgilenmeye başladıklarında, dikkatlerini başka tarafa
çevirmeleri için, Türk yöneticilerinin elde edilmesi (satın alınması) söz
konusu olduğunda yapılıyordu.
Bunların durumlarından endişe etmeye başlamış olan Selanik yöneticileri, en
azından bir iki defa, soruşturma kararı almışlardı. Sürekli dürüstlük
beyanlarına rağmen sürdürmekte devam ettirdikleri ikiyüzlü hayatları sebebiyle
Türkler tarafından kuşku (güvensizlik) ile bakılan ve küçümsenen, Selanik
Yahudileri tarafından da inançlarından döndükleri için kınanan Dönmeler,
tutkunlukları oranında çoğaldı. Nihayet, gizli âyin ve törenleri, gerçek
İsrail'i teşkil etmek için seçilmiş olmaktan dolayı, uzun zaman onları ortak
inanç içinde tuttu.
1700 yılına doğru, en saygıdeğer, en
bilgin Dönmelerden birinin oğlu ve Sabatay Sevi'nin ölümünden az bir zaman
sonra doğmuş olan Baruchya Russo (Osman Baba), Sabatay Sevi'nin enkarnasyonu
(cisimleş- miş şekli) olduğu ilân edildi.
Avrupa Yahudiliğinin en büyük
merkezlerinde bu doktrini yaymak için Selanik'ten görevliler gitti. Bu doktrin,
önemli Yahudi toplulukları arasında büyük
bir isteğin doğmasına yol açtı ve bazı
yerlerde kök saldı. Polonya Sabatayistlerinin bazı temsilcileri, Baruch- ya
ile temasa geçti ve onun reenkarnasyon teolojisini kabul etti.
DÖNMELERİN SELANİK'TEKİ DURUMU
Daha yeni dökümanlarda, özellikle
Türkiye'ye onların transfer edilmelerinden bu tarafa, bu üç grup şöyle
adlandırılıyor: 1. Yakubîler, 2. Konlososlar veya Ka- rakaşlar (Baruchya'nın
cemaati), 3. Kapancılar veya Papular. Bu "Papular" terimi
"eskiler" (kıdemliler) anlamına gelir ve herhalde Sabatay Sevi'nin
eski geleneğine yeni hiçbir şey katmadan muhafaza etmeği arzu edenleri
belirtiyot.
Eski dokümanlar, daha açık ve uygun bir
şekilde bu cemaatlerin her birinin sosyal durumunu gösteriyor. Jacob
Querido'nun taraftarları, Selanik'te önemli mevkiler işgal ettiler. Kapancılar
ve diğer dokümanlara göre, İzmirliler büyük veya küçük tüccarlar idiler; daha sonraki
nesilleri Türkiye'nin doktorluk ve hukukçuluk gibi serbest mesleklerini icra
ettiler. Başlangıçta, bu üç dönme cemaati saçlarını kesmekle, saç ve
sakallarını traş biçimleriyle birbirlerinden ayrılmaya önem vermeleri yüzünden
Selânik'in bütün berberlerini karşılıyorlardı.
Aşağı sosyal çevre Karakaşlarınkiydi. Küçük zanaatçılar,
kunduracılar, çorap dokuyucular, gündelikçi işçiler, kapıcılar vs.
Karakaşlardandı. Bunlar, 18701920 yılları arasındaki Dönmelerin durumu için
ge- çerlidir. Özgürlüklerin artması ve eski toplumun bölünmesiyle sosyal
seviyeler de tabii olarak değişti. Nis- beten bölünmeleri daha çabuk olan ilk
iki Dönme grubu, Jön Türk beyin takımına çok sayıda üye verdi. Ka- rakaşların
durumu da düzeldi ve ekserisi yavaş yavaş tüccar, özellikle İstanbul'da tekstil
tüccarları oldular.
GİZLİ SİNAGOGLAR
Değişik grupların gizli sinagogları,
Dönme mahallelerinin merkezinde kurulmuş evlerin içinde ve tamamen dışarıdan
görülmez bir şekilde yeralmıştı. Bu sinagoglar veya daha doğrusu toplantı yerleri,
sinagoglarda bulunan Tora Sandığı (Ahid Sandığı) ve sıra gibi şeylerden
hiçbirini ihtiva etmiyordu. Dönmeler, ikâmetgâhlarına yakın camilerde İslâm
tarafından emredilen ibâdetlere katılıyorlardı -özellikle ilk iki grup bu
İslâmî ibadetlere riayette daha titizlik gösteriyorlardı- fakat kendi
inançlarına gerçekten uygun düşen âyin ve törenler sinagoglardaki idi.
Ayinlerin ve dini kuralların idaresi "Hocalara" veya İspanyol
Yahudileri (sep-hara- de) âyin usûlünde rabbinleri belirtmek için kullanıla-
gelen bir terim olan "Hakhamim"lere bırakılmıştı.
Dönmeler Selanik'te yoğunlaştırılmış olarak bulundukları sürece
(1900'lere doğru, Türkiye'nin değişik şehirlerine dağılmış Dönmeler, 10.000
civarındaydı) dışarıyla olan münasebetlerinde sadece Türkçe'yi kullandılar;
fakat yaklaşık olarak 1870'lerden başlayarak çoğunluğu evlerinde de Türkçe'yi
kullanmaya başladı. Günlük dil olarak, kendi aralarında, İspanyol Ya- hudicesini kullandıkları ve önceki
yüzyılda eserlerini bu dilde yazdıkları bilinmektedir. Dönmeler uzun zaman
İbrânice bilgisini muhafaza ettiler. Onların Selâ- nik'in Yahudi öğretmenlerini
evlerine çağırma alışkanlıkları olduğuna göre bu pek şaşırtıcı olmasa gerektir.
Fakat bu İbrânice bilgisi zamanla azalmıştır. XIX. ve XX. Yüzyıla kadar, bozulmuş
özel işlek bir üslûpta İbranî yazısını muhafaza etmişlerdir.
KESİN GİZLİLİK
Dönmeler, pratiklerinin ve inançlarının
kesin tabiatı konusunda mutlak sessizliği koruyorlardı. Böylece onlar, bir
ölçüde, Selânik Yahudileri arasında haklarında yayılmış olan kasıtlı söylenti
ve hikayelere yardım etmiş oluyorlardı. 1935 yılından önce dua kitaplarından
hiçbir yazılı metin sızmadı. Bu kitaplardan biri, Selânik'ten gelip İzmir'e
yerleşen ve Dönme geçmişiyle ilgisini kesmeye karar vermiş bir aile tarafından
Kudüs İbranî Üniversitesi Kütüphanesi'ne, bu tarihte, teslim edildi. Ben bu
metni 1942 yılında yayınladım. Bu metinde yer alan duaların temel
seksiyonlardan gelen ve İspanyol Yahudilerine ait olan "sidur" ve
"mah- zor"dan yayılan resmî (authentiques) Yahudi duaları olduğunu
görmek bizim için sürpriz oldu.
Bununla beraber, Dönmeler Sabatay
Sevi'nin me- sihliğine imanlarını açıklamanın bütün muhtemel sebeplerini
kavramak amacıyla önemli değişiklikler yapmışlardı. Sabah dualarının sonunda
okunan, geleneksel ortodoks Yahudi kredosu (amentüsü) olan Maimo- nide'nin (İbni Meymun) 13 Maddesi
yerine, burada, çok anlamlı Sabatayistlerin kredosu konuldu.
An'anevî dualar veya Mezmurlar'ın ilâhî
emirlerden bahsettiklerinin her defasında, her yerinde, bu kelimeyi dualarında
Dönmeler, kendi "İnançları"ndaki kelimeyle değiştirdi. Bu
Sabatayistler için, inancın mistik değeri, kabul de edilmeyen geçerli de
olmayan dinî emirlerin yapılmasının yerini tutuyordu.
Dinî düşüncelerden manevî düşüncelere bu dönüşüm, yine de bu
Yahudileri, dualarından millî özellikleri kaldırmaya götürmedi. Okuyucuya bu
dualardan hiçbir şey, bu Dönmelerin aynı zamanda Müslüman olabileceğini düşünme
imkanı vermiyor. Bu kredonun (amentü) bir tercümesini vermek ilgi çekici
olabilir:
DÖNME AMENTÜSÜ
Kesin imanla, hakîkat Tanrısının gerçek
olduğuna, (sephira) "tipheret"te bulunan İsrail'in Tanrısına ve
"İsrail'in medâr-ı iftiharı, övüncü'ne inanırım. Bu sadece bir olan
imanın üç düğümüdür.
Kesin bir imanla, Sabatay Sevi'nin
hakîkî Kral Mesih olduğuna inanırım.
Kesin imanla, efendimiz Musa tarafından bize verilen Tora'nın
aslına uygun Tora olduğuna inanırım. Şöyle yazıldığı gibi: "İşte Musa'nın
İsrailoğullarına sunduğu Tora, işte Musa aracılığıyla Tanrı'nın onlara verdiği
kurallar ve gelenekler". O, iradesiyle kendisine bağlananlar için Hayat
Ağacı'dır ve onun taraftarları mutlu olacaktır... [Bir çok Tanah (Eski Ahid)
cümlesi, burada Tora'nın övülmesine örnek gösterilmiştir.]
Kesin imanla, bu Tora'nın
değiştirilmediğine ve başka Tora olmayacağına inanırım. Yalnız dinî emirler
yürürlükten kaldırıldı, fakat Tora ebediyen ve sonsuza kadar olduğu gibi
kalacaktır.
Kesin imanla, Sabatay Sevi'nin hakîkî
Mesih olduğuna ve dünyanın dört bir yanına dağılmış İsrail'in sürgünlerini
toplayacağına inanırım.
Kesin imanla, ölülerin dirileceğine;
ölülerin yaşayacağına ve toprağın tozundan kalkacaklarına inanırım.
Kesin imanla, Hakîkat Tanrısı'nın,
İsrail'in Tanrı- sı'nın Süleyman Mabedi'ni gökten yere, bize kadar, indireceğine
inanırım. Şöyle denildiği gibi: "Eğer Tanrı evi yapmayacaksa, onu yapmak
isteyenler boşuna çalışırlar." Yakın zamanımızda gözlerimiz görsün, kalbimiz
neşelensin ve ruhumuz sevinçle coşsun. Amin.
Kesin imanla, Hakîkat Tanrısı'nın,
İsrail'in Tanrı- sı'nın bizzat kendisini, "tevel" (diye adlandırılan)
bu dünyada göstereceğine inanırım. Şöyle denildiği gibi: "Sion'a
döndüklerinde onlar gözleriyle Tanrı'yı görecekler." Yine şöyle
denilmişti: "Tanrı'nın zaferi kendini gösterecek ve her can bu zaferi
görecek." Çünkü bu bizzat Tanrı'nın ağzıyla ilân edilmiştir.
Yalnız üçü bir olan imanın üç düğümünde,
"İsrail'in zaferini" bırakmayacak olan Hakîkat Tanrısı, İsra
il Tanrısı,
Âdil Mesihini, kurtarıcımız Sabatay Sevi'yi yakında ve günümüzde bize göndermek
hoşuna gitsin. Amin.
1875'lerden itibaren dağılma alâmetleri kendini göstermeye
başladı. Bu sırada, Dönme gençlik, baş kaldırdı ve Türk Milleti ile sıkı
ilişkilere girmeyi, o çağda Fransız kültürüne bütün girişlerden önce belirtilmesi
gereken şey olarak Avrupaî eğitimden istifade edebilmeyi istedi. Dönmeler,
menşei Selânik'te bulunan Jön Türk Hareketi'nin teşkilâtı olan İttihad Terakki
Komitesi'nin başlangıç döneminde önemli rol oynadı. Bu hareketin mensupları
arasında, özellikle Dönme cemaati olan Yakubîler ve İzmirliler'den bağımsız
meşhur düşünürler vardı. Bunlar, eski fanatik inançlarının yıkılmasından sonra,
dinî vakıa karşısında "açık" ve menfi bir durumu benimsemekte
başarılı olmuşlardı. Fakat, vatanperverliklerini ve Türk milliyetçiliklerini
ütopik Yahudi mesihcilikleriyle birleştiren dindar Sabatayistler de vardı.
İlk Jön Türk Hükümeti'nin üç bakanından ve Jön Türk Partisi'nin
önemli liderlerinden biri olan Cavit Bey'in Dönme olduğu, Karakaş Cemaatinin
içinde büyük bir rol oynamış bulunduğu bunun delilidir. Cavit Bey, Osman Baba
diye adlandırılan, cisimleşmiş Tanrı olarak kabul edilen Baruchya Russo'nun
direkt soyundan gelen Russo ailesinin önemli bir grubu sayılan Karakaşlar'a
mensuptu.
KADIN DEĞİŞME ÂYİNİ
Başlangıçtan itibaren hasımları olan
Yahudiler, Dönmeleri, gizli toplantılarında, âyinlerinde ve törenlerinde zina
ve serbest aşk yapmakla suçlamaktan geri
kalmıyorlardı. Bu çeşit suçlamalar, dinî
polemiklerde özellikle gnostik ve mistik cemaatlere doğru yönelmiş olanlarda
alışkanlık haline gelmiş bulunmasına rağmen, mevcut durumda bu suçlamanın bir
hakikati yansıttığını düşündürecek bir takım sebepler vardır. Dönemin
dökümanları bu konuda bize sayısız deliller ve güç vermektedir.
Husûsî olarak kendilerinin anlattıklarına göre, Dönmeler bizzat
kendileri dinî hayatlarının yüksek anları kabul ettikleri bazı bayramlarda,
evlerinde zevk ve eğlence içinde geçen âyinlerin yaşadığını belirtiyorlar. 1910
yılında iki Dönme genci, benzeri zevk ve eğlence içinde geçen ayinlerin hâlâ
yaşadığını kendileri ile beraber eğitim gören Yahudi arkadaşlarına
açıklıyorlar. 1942'de İsrail'den gelmiş saygıdeğer bir misafir ile konuşmasında
İzmir'e yerleştirilmiş bir doktor, Selânik'te dedesinin kadın değişme âyinine
katılmış olduğunu söylüyor. 1800'lerde İzmir lideri Derviş Efendi yalnız büyük
bir kabbalist değil, aynı zamanda açıkça kadın değişmenin mistik doktrinini ve
zina âyinini savunmuş olmalıdır. Neşretmiş bulunduğumuz manustritler, bize,
Derviş Efendi ile ilgili olarak söylenenleri doğrulamak imkanı vermektedir.
Çünkü aynı dönemde cemaatin iki farklı üyesinin söz konusu olması az
ihtimaldir.
Bu, mesîhî dönemlerde, dindar
Yahudilerin ahlâkî kurallarına aykırı düşen seksî anarşinin ve hoş olmayan bir
şekilde biraraya gelmenin bu teorisini Dönmelerin "eski kitaplara"
dayandırmaya çalıştıklarını bize açıklamaktadır. Baruchya ve haleflerinin
Tora'da yer alan mahremler arasındaki zina yapma yasaklarının kaldırıldığını
açıkladıkları bilinmektedir. Bunun için onlar "Atzilut Tora'sı"nın
hükümlerine başvuruyorlardı. Bu Tora'da tabiatın bütün yasaklamaları onlar için
müs- bet durum ifade ediyordu.
Gördüğümüz gibi. Dönmelerin ahlâk dışı teorileri, yalnız bir
grubun özelliği değildi. Şahsen Toba, durmadan yalnız onları haklı göstermeye
çalıştı; fakat kendi kafasından bir şey ilâve etmedi. 21 Adar bayramı,
"mum söndü" bayramı, 1750 yılına doğru Baruchya'nın taraftarlarınca
Sabatayistlerin bayramları listesinde yeraldı. Bununla beraber, bu tarih,
Edirne'den gelen Dönme cemaatin en eski takvimleri içinde belirtilmedi. Fakat
böyle olmakla beraber, bu bayram, o sırada, bütün Dönme cemaatleri tarafından
aynı şekilde kutlanmış olmalıdır.
GAZZELİ NATHAN
Sabatayizmin ilk önemli ilâhiyatçısı
peygamber Gazze'li Nathandır ve Balkan Yarımadasında 1680 yılında ölünceye
kadar fikirlerini propaganda etmiştir.
O, büyük dinden dönmeden (apostasie) on üç yıl
sonra, Üsküp'te ölmüştür. Onun yazdıkları kadar hatıraları da Dönmeler arasında
çok büyük şöhrete ulaşmıştır. Bunda bizi şaşırtacak bir şey yoktur. Çünkü o,
Yahudi olarak kalmış olmasına rağmen, bu harekete gönül vermiş olanların içinde
bulundukları durumdan tedirgin olmamaları için mistik Dönmeliği savunmuştur.
GÜNÜMÜZDE VE İSRAİL'DE DÖNMELER
Bu inanç, eski Türkiye'nin bütün
dönemlerinde varlığını sürdürebilmiştir. Fakat onun bozulması, parça-
lanması yeni Türkiye ile başlamıştır.
Modern hayatın şartları Dönmelerin çoğunu asimile olmaya sevketmiş;
o zamandan sonra cemaat varlığını uzun zaman
devam ettirmeye muktedir olamamıştır. Dönmeleri Yahudi cemaatine katılmaya ikna
etmek için teşebbüsler yapılmıştır. Bazı Dönmeler Yahudi mazilerine bağlılığı
ve ilgiyi muhafaza etmiş olmalarına rağmen, Sabatay Sevi'ye inançlarının yok
olmasından sonra bile, denemeler sonuçsuz kalmıştır.
Bununla beraber, inanan Dönmelerin
günümüze kadar varlıklarını sürdürdükleri doğrulanmıştır. 1960 yılının
ilkbaharında, bana bilgi veren Türklerle ilgili meselelerin bir uzmanı, temas
halinde bulunduğu Ka- rakaşlar grubunun "Hoca" lakabıyla bilinen dinî
liderleriyle konuşmaya muvaffak olmuştur. Bu uzman, Ka- rakaşların dinî
şeflerinden, Dönmelerin aktüel durum - larını ilgilendiren önemli bilgiler
almıştır. Dönmelerin bu lideri, İsrail'de araştırmalar yapmakta olan ve
Sabatayist hareketi Yahudi Tarihinin ve Dinler Tari- hi'nin en önemli
olaylarından biri olarak gören bir Dönme grubun varolduğundan bahsedildiğini
duymuştur. Sabatay Sevi'nin gizli taraftarlarından İsrail'de de bulunduğunda
hiç şüphe yoktur! Zaten bizim dikkatimizi çeken de sadece bu durumdur, bu
espridir.
(Gershom Scholem'in, Abdurrahman Küçük
tarafından tercüme edilmiş olan makalesinden yaptığımız seçmeler burada
bitti.)
Basında
Dönmelik -I-
KARAKAŞZÂDE
RÜŞDÜ’NÜN DİLEKÇESİ ÎTE BAŞLAYAN AÇIKLAMALAR
Dönmelik
meselesinin o zamana kadar görülmemiş şekilde ortaya çıkması ve alenen münakaşa
edilir hale gelmesi 1924 yılı Ocak ayı başında vuku buldu.
Dönmelerin
Karakaşlar koluna mensup olduğunu söyleyen Rüşdü'nün TBMM'ne ve
Cumhurbaşkanı'na verdiği iki dilekçe ile mesele birden alevlendi.
Karakaşzâde'nin
TBMM'ne verdiği dilekçeyi bahsin başında "Giriş" bölümünde hülâsa
etmiştik. Reisicumhurluk makamına takdim olunan ve 29 Aralık 1923 tarihi ile "Ankara
'da Safa Otelinde, Mehmed Karakaşzâde Rüşdü bendeleri" imzasını
taşıyan kısa dilekçeyi de buraya alıyoruz:
Sevgili Reisicumhurumuz
Gazi Paşa hazretlerine,
An-asıl Selânik'in Dönme tâbir edilen
Mehmed Karakaşzâdeler'den Rüşdü bendenizim. Asırlardan beri şu mübarek vatanın
nân ü nimetiyle Türkler sayesinde perverde olan bir çok muhtelif ırklar gibi
bizler de hayat ve mevcudiyetimizi muhafaza edegelmişiz.
Eski hükümetlerin mefkûresiz, maksadsız
tarz-ı idareleri, değil gayrı-Türk anâsırı, esas ve mesned olan Türk milletinin
dahi mukadderâtıyla iştigâl eylemediği ma'atteessüf malûm-i devletleridir.
Mâzînin seyyi- âtı târihe karışmıştır. Bugün sâye-i devletinizde yeni bir güneş,
yeni bir mefkure tulû' etmiştir.
Artık yegâne mevzuubahs olan mesele Türk
ve Türk vatanıdır. Bunun müstakbel hududunu çizmekte olan zât-ı devletleri,
şüphesizdir ki, Türklük gayesini esas ittihaz ettiniz. Türkiye Büyük Millet
Meclisi, Türkiye Cumhuriyeti ve hudud-i millî gibi mevzuat, müstakbel
fikirlerinizin mâhiyetini göstermektedir.
Elbette ki, bu hudud dâhilinde yaşayacak
olan insanların müşterek bir vicdan-ı millîsi bulunmasını umde kabul ettiniz.
Bu esâsâtın tesbit edildiği şu sırada, biz Dönmelerin dahi nazar-ı
siyâsetinizden uzak kalmayacağı kanaatındayım.. Dönmelerin ne irken ve ne dinen
Türklerle maddî ve manevî iştirakimiz yoktur. Bunun maddî ciheti cümlece malum
ve müsellem ise de, manevî ciheti yalnız bendeniz gibi kabile ara-
sında yetişmiş insanların bileceği ve
isbat edeceği bir keyfiyettir.
Artık gizli i'tilâf ve gizli muâhedât-ı
siyâsiyyenin kalkmakta olduğu şu asırda büyük bir kemiyet teşkil etmeyen
Dönmeliğin dahi dış ve iç yüzlerinin mey- dân-ı aleniyyete konulacağı bir zamanda
bulunuyoruz.
Dönmelik eskisi gibi hudûd-i millî
dâhilinde mü- tekâsif ve müşekkel bir halde kalacak olursa, bunun gerek Türk'ün
mefkuresi ve gerek Dönmelerin yetişmiş mütekâmil münevverleri üzerinde
sûitesirden âzâ- de kalmayacağı cihetle bu mes'elenin salim bir surette
kat'iyyen halli ve zaman-ı riyaset-i devletinizde yazdığınız büyük Türk
tarihine bir fasl-ı mahsus ilâvesi suretiyle hâl-i hâzırda ma'atteessüf mevcud
ayrılık ve gayrılığın imhasına doğru işâret-i devletlerinin lutf ü inayet
buyurulması ve bu babta münâsib görüldüğü takdirde daha mufassal arz-ı malûmat
zımnında hu- zûr-i devletinize lütfen kabulümü niyaz ve istirham eylerim,
efendim hazretleri.
Karakaş Rüşdü'nün dilekçeleri basında
büyük alâka uyandırmıştı. Başta Vakit gazetesi olmak üzere birkaç gazete,
meseleye tarafsız ve gazetecilik merakı ile yaklaşıp alâka uyandırıcı yayın
yapmaya, Rüşdü Karakaş'ı konuşturmaya çalışıyorlardı. Esasen o da konuşmaya hevesli
idi.
Buna karşılık, dilekçeler basında çıkar
çıkmaz, Dönmeler tarafından yayınlanan ve başında Ahmed Emin Yalman'ın
bulunduğu Vatan gazetesi, hâdiseyi küçültmeye, önemini
azaltmaya çalıştı. Önce, 4 Ocak nüshasında, Rüşdü Karakaş'ın, yakınları ile
geçinemediği, sinir hastası olduğu, karısından ayrıldığı ve bu sebeplerle
hiddete kapılarak bu işe kalkıştığını yazdı.
Fakat meseleyi tamamen inkâr da edemediğinden hafifleterek,
kendi istediği şekilde anlatmaya çalıştı. İşte 4 Ocak tarihli Vatan'ın
yazısından bir bölüm:
İki buçuk asır evvel Sultan Murad-ı
Râbi' zamanında kitle hâlinde Müslüman olan birkaç bin kişilik bir zümre
Selânik'te yerleşmiştir. Bu zümre bir müddet tecerrüd hâlinde kalmış ve içinde
içtimaiyat ilmi nokta-i nazarından çok şayan-ı dikkat içtimaî teşekküller
husule gelmiştir. Avustralya'da, Tasmanya'da yaşayan iptidaî kabilelerde
tesadüf edilebilecek gülünç hurâfât vücud bulmuş ve iki üç bin kişi birçok
küçük küçük izdivaç gruplarına ayrılmıştır.
Bu gruplar uzun müddet ne birbirleriyle,
ne de umûmî Türk kitleleriyle izdivaç tarikiyle münâsebette bulunmamışlardır.
Maamafih Türk ve Müslüman
(*) Murâd-ı Râbi' (Dördüncü Murad) değil
Dördüncü Mehmed olacak.
terbiyesi almışlar ve kendilerini daima samimi bir Türk ve
Müslüman vaziyetinde görmüşlerdir. Kimi tüccar olmuş, kimi memuriyet hayatına
intisap etmiştir. Aralarından daha asırlarca evvel tersane nâzırı, sür- re
emini gibi yüksek mevkilere çıkanlar ve memlekete fedakârâne hizmetler edenler
çok olmuştur.
Bükreş'te Bakston biraderlere suikast icra eden ve bu tarzda bir
vatanî cür'etkârlık göstermek hususunda yegâne olan Nevres Bey, bu kadim zümrelere mensup bir
Selâniklidir. Nevres Bey bilâhare İzmir'de karaya çıkan Yunanlılara ateş
ederek, akrabasından kolordu Sıhhiye Reisi Selânikli Şükrü Bey'le beraber ilk hamlede şehid
olanlardandır.
İlim ve irfanın artması, daha iki nesil
evvel bu gülünç ve iptidaî zümre hudutlarını yıkmaya başlamıştır. Gittikçe
mütezâyid bir mikyasta mütekâbil izdivaçlar vuku bulmuş ve bu zümreleri vâsi
Türklük kitlesinden ayıran yegâne set böylece yıkılmıştır.
Bugün ortada ancak şahsî surette, her
nevi hareketlerinden mes'ul bir çok fertler vardır. Bütün vatandaşlar
arasında olduğu gibi bu fertlerin de iyisi, fenası, çok hamiyetlisi, az
hamiyetlisi, ihtimâl ki, vatana hâin olanları vardır. Mürâîsi mevcutsa,
hareketi sabit olunca teşhir edilir, vatana hâin olan varsa cezasını görür.
Bir şahsî intikam sâikiyle memleket
içinde yeni nifak ve sûitefehhümler uyandırmaya çalışmak, herhalde mez- mum bir
harekettir. Amerikalılar bir adamı kendilerine
benzetmek için masraflı vesâitle
dünyanın her tarafına sokuluyorlar, misyoner gönderiliyorlar, uğraşıyorlar.
İki buçuk asır evvel İslâmiyet'i kabul
eden ve pek çokları hakiki bir Türk olduklarının fiilen isbat eden bir nüfus
kitlesini Türklüğün camiasından hâriç göstermeye çalışmak, memleket nokta-i nazarından
çirkin ve delice bir nifak-cûluktur.
Bugün madem ki Millet Meclisi bu kadim
meseleye tesadüfen vaz'-ı yed etmiştir, bir anket heyeti vasıtasıyla bunun
mâhiyetini ve hâl-i hâzırını araştırması ve memlekette vakit vakit suitefehhüm
ihdası için kullanılan bir vasıtayı esaslı bir surette tasfiye etmesi cidden
pek muvafık ve şayân-ı temennidir.
4 Ocak sayısında çıkan bu yazısıyla Karakaş Rüş- dü'yü "hasta ve ne yaptığını bilmez” bir adam gibi takdim eden Vatan
gazetesi, onu bu davranışıyla "çirkin ve delice bir ayrılık
tahrikçiliği" yapmakla suçluyordu. Bu satırlar, Karakaş'ın şahsına hakaret
olduğu kadar, "İstiklâl Mahkemeleri "nin sudan sebeplerle
"sapır sapır" adam astığı bir sırada çok da tehlikeli idi.
SELÂNİK'TEN GELENLER
Karakaşzâde'nin Vatan'ın bu ithamına
verdiği cevaba geçmeden, 4 Ocak tarihli aynı gazetede, "Mübadele İşleri" için devamlı olarak açılmış olan sütunda
rastladığımız şu kısa fakat önemli haberi de buraya almak istiyoruz:
İskân vekâleti Atina'daki heyetimize
keşide eylediği bir telgrafta, Selânik'ten her hafta altı bin kişi naklini
tasvip eylediğini bildirmiştir.
KARAKAŞZÂDE'NİN CEVABI
Rüşdü, Vatan'ın yazısına 7 Ocak'ta Vakit'te çıkan bir cevapla
karşılık verdi.
"Efendiler,
"Üç asırdan beri saf ve muhterem
Türk milletinin cenâh-ı merhamet ve atıfetine sığınarak "Dönme" na-
miyle mevcudiyetimizi idame etmekte pek mutaassıp davranıp tarz-ı muaşeret ve
harekâtımızla zahir ve bâtınımızın ayrı gayrı olduğunu kâbil-i ifşa olmayacak
derecelerde Türklere tanıttık... "
diye
başlayan bu yazıyı, "Giriş" bölümünün başına almıştık. Rüşdü'nün bu
yazı ile Vatan'ın 4 Ocak tarihli yazısına cevap verdiği anlaşılıyordu.
VATANIN SUÇLAMALARI
Ancak Vatan gazetesi bununla
yetinmemişti. 5 Ocak günkü nüshasında "Mektup meselesine dair yeni
malûmat" başlığıyla ikinci sayfasına koyduğu yazıda Karakaş Rüş- dü'yü
aynı iddialarla ve aile geçimsizliklerinin teferruatına girerek
kötülemekteydi. Güya bu yazıyı Rüşdü'yü tanıyan bir okuyucu göndermişti. Mektup
sahibi, Rüş- dü' nün bir akıl hastalığı geçirdiğini yazacak kadar ileri
gitmekte idi.
Vatan'ın bu hakaretleri, Karakaş Rüşdü'yü sindireceği yerde
kızdırmıştı. 10 Ocak 1924 tarihli Vakit'te sert bir cevap verdi. Bunda,
Selânik'te yapılan müracaatla, kendi müracaatının ilgisi olmadığını
açıkladıktan sonra, şahsı hakkında ileri sürülen iddiaları tek tek ele alıp
reddediyordu. Bu cevabı, "tarihî bir vesika" sayan gazete aynen
basmıştı. Daha sonra kendisiyle yapılan mülakatlarda, zümrenin pek çok sırrını
açıklayacak olan Ka- rakaş Rüşdü'nün bu mühim cevabını aynen alıyoruz:
Efendiler,
Yanlış düşünüyorsunuz. Tesadüfen
Selânik'te Mustafa Arif isminde bir Dönmenin, Gonatas'a müracaatla, Dönmelerin
mübadeleye tâbi tutulmamasını rica etmesinden bahisle, güya benim de Ankara'da
bir antant neticesi aynı fikrin tervici maksadıyla çalıştığımı ileriye
sürüyorsunuz. Hayır efendiler, yanlış düşünüyorsunuz. Dönmelerin mübadele
edilmemesi için istirhama, ricaya, propagandaya, ihtiyaç yoktur. Gelmek
istemeyeni hükümet elinden tutup cebren çekip alacak değildir!
Bu gayet basit meseleye çocukların bile aklı erer.
Bazı gazetelerin ve bilhassa ( ....)
gazetesinin 4 Kâ- nûnisânî 340 tarihli nüshasında deniliyor ki: "Rüşdü
Karakaş, âsab hastalığına mübtelâ imiş, kadın meselesinden hiddetli imiş, o
sebeple bu Dönmelik meselesini kurcalıyormuş..." diyerek, meseleyi
ehemmiyetsiz telâkki ettirerek örtbas etmeye ve işi mugalâtaya dökerek
meselenin Millet Meclisi'nde ve matbuatta müna-
kaşaya bile değeri olmayacak derecede
ehemmiyetsiz gösterilmeye çalışılması, hep İstanbul'daki Dönmelerin matbuat
üzerindeki yaptıkları manevralardandır.
Yine orada yazıldığı gibi: Dönmelerde mukaddema Avustralya ve
Tasmanya iptidaî kabilelerindeki gülünç hurâfât vücud bulmuş iken, fî-zamâninâ
bu hurâfâtı atmışlar ve Türk Müslüman terbiyesi almışlar ve kendilerini dâima
samimi Türk ve Müslüman vaziyetinde görmüşler, tüccar ve memur olmuşlar,
tersane nâzın, sürre emini gibi yüksek makamlara geçmişler, aralarında,
Bükreş'te Bakston biraderlere suikast icra eden Nevres Bey ve akrabasından
İzmir'de Yunanlılar tarafından şehid edilen Dr. Şükrü Bey gibi şehidler varmış!
Gittikçe mütezâyid mütekâbil izdivaçlar başlamış imiş! Bunlar arasında çeşit
ahlâklı insanlar varmış (her millette olduğu gibi), şahsî intikam hissiyle millet
içinde nifak ve sûitefehhümler uyandırmaya çalışmak her halde mezmum bir
hareketmiş. Amerikalılar bir adamı kendilerine benzetmek için masraflı vesâitle
misyonerlik yapıyorlarmış, Dönmeleri Türklük camiasından hâriç göstermek,
delice bir nifak-cûluk imiş.
Maamafih yine bunlar söylenildikten sonra Millet Meclisi'nin bir
anket heyetiyle bu meselenin kat'iyyen halli şâyan-ı temenni görülüyor.
Bu gazetenin mütâlâatını birer birer tahlil edelim:
1.
Kadın meselesinden dolayı asap hastası
değilim, bünyem ve cümle-i asabiyem her Dönme gibidir. Bey- nel-akrabâ [akraba
arası] izdivaç etmeyen Türkler ve sair milletlerin âsâbı gibi maatteessüf
tâmmü'l-kuvve [sağlıklı] değildir. Her halde kendimi bilir, yaptığım işlerin
mâhiyetini idrâk eder, vakit vakit nüks eden gizli bir karhanın kat'iyyen
tedavisini arzu eder samimi bir ruha mâlikim.
2.
Tasmanya ve Avustralya'daki akvâm-ı
iptidâiy- yeye lâyık görülen hurâfât Dönmelerde vardır. Bugün ilm ü fen
sayesinde şüphesiz birçok gençler bu hurâfâ- tı silkip atmış iseler de nısfina
yakın bir ekseriyet gizli an'anât ve hurâfâta merbuttur. Bunu her vakit ispat
ederim ve edeceğim.
3.
Dönmelerden tersane nâzırı, sürre emini
olmuş ve erkân ve müdirândan dahi olmuşlardır. Fi-zamâni- nâ mühim
memuriyetlerde bulunanlar da vardır. Fakat unutmayalım ki, Osmanlı Hükümeti
denilen sefıne-i Nuh veya Bâbil Kulesi zamanında nice Aleksandır, Pavli,
Aristidi Paşalar, Norandunkyan, Oskanlar, mebus Kozmidiler, Boşolar ve daha
nice nice vükelâ, vü- zerâ ve rüesâ, sulh murahhasları, bilmem neler vardı. Netice
ne oldu, hepsi aleyhimizde çalışmadılar mı? Dün bize mebus olanlar bugün
Yunan'da mebus ve siyâsî fırka rüesâsı değil mi? Bu misâllerle Dönmeler tebrie
mi edilmek isteniyor? Bükreş'te Bakston biraderlere suikast icra eden
Nevres'in harekâtı, Dönmelerin kahramanlığına ve vatanperverliğine mi delâlet
eder? İzmir'de şehid edilen binlerce asker ve sivil Türkler arasında bir Dönme
doktorun bulunması Dönmeler için millî bir meziyet midir? Rumlar ve Er- meniler
arasında müstesna olarak Türklüğe hizmet etmiş bir takım adamlar yok mudur?
4.
Dönmeler içinde bazıları Türklerden kız
almışlar, veyahut Türklere bir iki kız vermişler. Bununla, artık tesâlüb
başlamıştır mı denilmek isteniliyor? Pek sâfiyâne misâller. Evet Yahudilerden,
Ermenilerden, Rumlardan Türkler'e karışan kızlar hiç şüphesiz Dönmelerin
kızlarından yüzlerce, binlerce daha fazladır. Fakat ancak onlar karışıp
kaybolmuşlardır. Temessül etmişlerdir. Geride kalan Yahudiler, Ermeniler, Rum-
lar vesaire yine kitle-i aslîlerini muhafaza etmişlerdir ve bu milletlere dün
olduğu gibi bugün de "sen Yahu- disin, Rumsun" diye kimse târizatta
bulunmaz. Çünkü onlar gizli milliyet ve gizli din taşımazlar. Maddiyât ve
maneviyatları, dünyaca malum ve musaddaktır.
5.
Şahsî intikam hissiyle memleket içinde
yeni nifak ve sûitefehhüm uyandırmıyorum. Bilâkis nifak ve sûitefehhümü
kaldırmaya çalışıyorum. Bununla da memlekete büyük bir hizmet ediyorum. Çünkü
alelade ticâret ve seyahatte bile şerik ve refik olacak adamın itimad ve
emniyet-i tama mazhar olması lâzımdır. Nerede kaldı ki, bir hudud dâhilinde,
bir hükümet idaresi altında ilâ yevmi'l-kıyâme teşrik-i mukadderat edeceklerden
itimad ve emniyet-i tâmme aranılmasın!
Dönmeler gizli ruh ve gaye taşıdıkça,
maddeten te- sâlüb etmedikçe, Dönme nâmını muhafaza ettikçe, hiçbir vakit
emniyet bahş edemezler. Tereddüt ve işti- bah zail olamaz. Artık işi mugalâta
ve şahsiyata götürmekle ortalığı iğfale kalkışmamalı, bilâkis cesâret-i
medeniye ve insaniye göstererek hakikate koşmalıdır. Bu büyük ruhu da herkesten
evvel bu hakikatleri idrâk etmiş ve bilfiil tarîk-i hakka sülük etmiş olanlardan
bekliyoruz. Hiç şüphesiz iki buçuk asır evvel câhil bir tavukçunun oğlu olan
câhil bir Sabatay Sevi'nin
gittiği yanlış ve sahte yolların nasıl
çıkmazlara ve arı- zalara vardığını herkesten daha iyi anlamışlardır. Bu
sebeple Dönmelere çıkar yolu, hakikat yolunu, saadet ve selâmet yolunu
göstermek bir vazifedir. Bu inkılâbı hakikîyi münevverlerden bekleriz. Gaflet
ve zulmette kalmış bu insanlara yazıktır. Dinde ve dünyada hürriyetin mefkûdiyeti
cehennem azabından beterdir.
İki buçuk asırdan beri bir derûnî azab
bu kabilenin asabını berbat etmiştir. Siz de bugün Dönmelerin ileri gelenleri
arasında bir anket hey'eti teşkil ediniz. Herşeyi açık görüşünüz ve karar
veriniz. Maddiyâtınız ne olmalıdır, maneviyâtınız ne olmalıdır? Bunu resmen
söylemek ve kabul etmekle idama mahkûm olacak değilsiniz, edyân serbesttir.
Ebdân da serbesttir. Çok me'mûl ederim ki, asla ve mâzîye rücu kabul edilmeyecektir.
O halde hakikî Türk ve Müslümanlığa karışmak için ne lazımsa bilfiil icra
etmek zamanıdır. Şimdilik bu kadar kâfidir.
ÇIKAR BİRLİĞİ
O günlerde
İçişleri Bakanı Ferid (Tek) ile bir mülakat yapan Akşam gazetesi muhabiri,
çeşitli sualler arasında "Karakaş Rüşdü Bey, Dönmeler
hakkında bir istida vermiş doğru mu?” diye sorunca; Bakan "Rüşdü Kara-
kaş'ın kendisi ile görüştüğünü" söyleyerek, onun dediklerini özetlemekte
ve "Şüphesiz hükümet de meseleyi tetkik edecektir" diye cevap
vermekteydi.
Bakan'ın, "Halbuki birtakım
münevver olanları vardır
ki, onlar da belki bu din inancı ile alâkaları olmadığı
halde, birbirine yardım etmek ve iktisâden desteklemek gayesiyle bu mezhebin
devamını istemektedirler"sözlerine,
cevabında yer vermesi dikkat çekicidir. Ancak beklendiği gibi hükümetin bu
meseleyle ilgilendiği görülmemektedir.
MİZAH BASININDA
DÖNMELER
Mizah dergileri de kendilerine bol
malzeme verecek olan bu olayı kaçırmadılar. Akbaba dergisi 7 Ocak 1924 tarihli
sayısında, birinci sayfasında "Lâklâkiyât" sütununda "Selânikliler Meselesi" ve üçüncü sayfasında "Selânikliler Hakkında Bir
Mülakat" yazılarıyla "dedikodu"ya katıldı. Ancak birinci
sayfada bir de karikatür vardı.
"Akbaba" imzasını taşıyan ilk yazı meseleyi ciddî
olarak ele alıyordu:
Arasıra Selânik'in karınca gibi
çalışkan, tilki gibi kurnaz bir zümresi aleyhinde hurâfâta benzeyen garip
îsnadlar meydana çıkar. Bu neşriyatın hiss-i hasetle yahut cerr-i menfaat
kasdıyla yapıldığı bellidir.
Çünkü Selânikli vatandaşlarımız, bu
memleketin en zeki, en zengin, en işgüzar unsurudur. Aralarındaki tesânüd,
başkalarını kıskandıracak derecededir. Bu zümreye mensup birçok muteber
tüccarlar, zenginler bulunması bu neşriyatın hedefini izah eder.
Son söylenenleri kısaca özetleyen dergi,
yazıyı şu manidar cümlelerle bitiriyordu.
Fakat Selânikli vatandaşlarımız hesaplı
adamlardır.
Bir pire için yorgan yakmak kabilinden
böyle zararlı işlere teşebbüs etmezler. Dünya harap olursa ticarethanelerinin
sağlam kalmayacağını, alış verişlerine kesat geleceğini bilirler.
Rüşdü Karakaş Bey'in gözlerini ne kadar
intikam ateşi bürürse bürüsün, ırkî zekâsıyla dünya işlerini his- sî
meselelerden ayıramayacağını kim isbat edebilir? Olabilir ki bu isnadlar
hemşehrilerinin Selanik'teki çiftliklerini, ticarethanelerini kurtaracak ticarî
bir kahramanlık, bir bektaşî küfrüdür.
Karakaş Rüşdü Bey'in ta'n ü hücumunun da
Selâniklilere değil, mübadeleden kurtarmak için Selanik'teki çiftlik ve
ticarethanelere karşı olmadığı ne malûmdur?!
DÖNME TÜRKÇESİ
Derginin üçüncü sayfasında
"Kanber" imzasıyla çıkan hayalî "mülakat" ise mizah
tarafıyla birlikte "Dönme Türkçesi"ni tesbit bakımından ve lisan
tarihi noktasından da bir değer taşımaktadır. Yazıyı aynen alıyoruz:
Hiç lüzumsuz yere ortaya atılan bir
dedikoduya biz karışmak istemezdik. Fakat bütün yevmî rüfekâmız bu meseleden
bahs ettiklerinden dolayı biz de atlatılmış mevkiinde kalmamak için bahs
etmeye mecbur olduk ve muharrirlerimizden birini dün Pamukçu Hıfzı Bey'in
bonmarşesine gönderip bir mülakat yaptırdık. Mezkûr mülakatı aynen derc
ediyoruz:
Kapıdan girer girmez üç dört kişi birden
karşılayıp "Buyursunlar beyim buyurun efendim?" diye beni karşıladılar.
Şaşırdım ve yanlışlıkla müdürü soracağıma veznedarı sordum:
"- Veznedar nerede efendim?"
Turuncu ve kıvırcık saçlı, limon gözlü
bir genç cevap verdi:
"- Vezneye uğrarsınız, çıkarken...
Alanız ne lâzım ise zatınıza... Beğeniniz her hangi çeşit iktiza ise... Sonra
versinler size, üzerinde fiatlar yazılmıştır bir pu- sulacık, götürürsünüz onu
vezneye, yaparsınız tediyâ- tınızı, alır mallan gidersiniz, sağlıcağılan...
"
"- Azizim, onu ben de biliyorum,
lehülhamd şehir uşağıyız."
"- Ya nedir maksadınız ki sorarzınız veznedarı?"
"- Veznedar beyle husûsî görüşeceğim."
"- A be kardaşım, görüşemez bu
zamanda sizinle ki veznedar bey... Niçin ya, şimdi alış veriş zamanıdır. Yokdur
müsâdesi onun, başını kaşısın şimdi... "
"- Ben, gayet mühim bir mesele
görüşeceğim!"
"- Olsun ne kadar mühim sizin
işiniz, onun kendi işi çok daha mühimdir bu sırada... Zira, neden yâ, para
işidir bu... Bulaşırsa sizin ile herhangi lâkırdıya zihni dolanır şaşırır hesabı...
Baktım ki olmayacak, usulca gencin
kulağına eğildim:
"- Ben, dedim, gazeteciyim.
Selâniklilere âit mesele hakkında görüşeceğim."
Bir iki saniye kadar durdu, düşündü, sonra dedi ki:
"- Var yukarıda başka adam, versin
size cevap... Mağazanın şefi odur, Ayfızı (Hıfzı olacak) Pamukçu Bey,
isterseniz teşrif ettireyim sizi oraya görüşünüz!"
Peki dedik, gençle beraber Hıfzı Pamukçu
Bey'in yanına çıktık.
Mumaileyh bir manken kadar ciddi, fakat
bir makine kadar müteharrik ve faaldi. Sağ eliyle deftere bir şeyler yazıyor,
sol eliyle cıgara içiyor, ağzıyla karşısındakine bir şeyler anlatıyor,
gözleriyle sokaktan geçenleri süzüyor, ayağıyla yere düşen bir kurşunkalemini
kendine doğru çekiyordu. Beni görünce bir ticâret işi için gelmiş tüccar yamağı
zannederek sordu:
"- Dünkü konşimentolar için mi geldiniz?"
Rehberim olan genç meseleyi anlattı ve
Hıfzı Bey hemen yanındaki sandalyeyi gösterdi.
"- Merhabalar efendim?"
Merhabalar deyince acaba benimle beraber
başka bir gelen mi var? Diye etrafıma baktım. Fakat kimse yok, ihtimal dedim,
yarın öbür gün daha ziyâde meşgul bir zamanda yine gelirsem, beyhude vakit
israf etmemek için o günlerin merhabasını da şimdiden söyleyerek iktisâda
riâyet ediyor. Ben, yalnız bir merhaba ile mukabele edip söze başladım.
"- Afv edersiniz efendim, bu
Selânikliler hakkında dedikodulara ne dersiniz?"
"- Yok diyecek bir şeyimiz..
Garazkârlar istediklerini deyivermekte serbesttir, bizim yoktur kimse ile bir
garazımız, ivazımız... "
"- Sizin için hiçbir kavim ile
samimi münâsebette bulunmaz diyorlar doğru mu?"
"- Belki evâil-i zamanda ööle idi,
haçan zamanlar değişti, hep insanlar anladılar ki, eski kafalarla güdülmez bu
hayat denilen deve... Değiştirdiler o kafaları şimdi... Ne ise bir İstanbullu,
bir Angaralı ya bir Üs- küplü, Selânikli de odur."
"- Belki yalandır ama deniliyor ki
efendim, sözde siz, Türklerle kız alıp vermezmişsiniz! Sebebi?"
"- Yalanın büyüğü bu lâf... Hani
ya, kim bizden kızcağızlarımızı istedi de vermedik veya herhangi bir Türk bize
kız verdi de almadık?"
"- Demek bundan sonra can ciğer
kuzu sarmasıyız öyle mi efendim?"
"- Ciğer de yeriz, kuzu sarması da,
hele gelsin bahar vakti!.. "
"- Tabiî yeriz, fakat benim demek
istediğim o değildi. Zerde pilav da yer miyiz demek istiyordum!"
"- Sabırlı olun, hele ucuzlasın bir
azıcık şeker, onları da yeriz!"
"- Teşekkür ederim efendim...
Müsaadenizle be- yım!
"- Haydi selâmet ilen... "
Ben çıkarken kapıda duran birine
seslendi:
"- Bak be evlâdım, beyefendiye
belki iktizâ ise kışlık fanile filân. Gösteriniz aşağıda dâiredeki çeşitlerimizi!..
"
Akşam gazetesinin 7 Ocak tarihli
nüshasına "Selânikli erbâb-ı ticâret ve
şovenizm" başlıklı yazıyı veren "Köprü - lülü Şerif ise meseleye
iktisâdî bakımdan yaklaşmakta, memlekette ticâretin yürümesi, sermâyenin dışarı
kaçmaması için huzur bulunması gerektiğini yazmaktadır.
Yazısında bir vesile ile kendisinin Türk
olduğunu belirten yazarın, -eğer kendisini gizleyen bir Dönme değilse— bir
Dönme kadar dinden uzak, o günlerin istediği maddeci aydın tiplerinden biri
olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak 1908'de Meşrutiyetin ilânında ve
daha önce yapılan faaliyetlerde Dönmelerin oynadıkları rolün tes- biti
bakımından, kendi müşahedesine dayanan satırları önemlidir. Yine Müslüman
kadınlara "örtüyü terk etme" yolunda Dönme kadınlarının nasıl öncülük
ettiğini, iftiharla anlatmasının da tarihî bir değeri vardır.
Önemi dolayısıyla yazının sadece bu kısımlarını alıyoruz. Yazar
Dönmelerin Türklüğe katılmak istemelerinin samimi bir duygu ile olduğunu isbat
etmek için, geçmişteki "hizmetlerini" sayarken şöyle diyor:
Ben bu noktaya âid bir iki müşahedemi
kayd edeceğim: Bundan otuzbeş sene evvel [1889], henüz mek- teb şakirdi iken,
yol uğrağım olan Selânik'te bir iki âteşîn genç beni bir mahfele götürdü.
Binanın kapısında "Müsâmere-i Şübbân" [gençlik kulübü, sohbet ve
eğlence derneği] levhası asılı idi. Genişçe bir salonun mahrem dolaplarından
önüme Fransa'nın ve İsviç-
re'nin en âzâde-zebân [hür lisanlı, açık açık yazan] matbuatı
döküldüğü zaman ben adetâ korkmuş idim: Casuslar görür, jurnal eder ve Trablusgarb'a
nefy ederler diye... Bu mahfel Selânikli zümrenin masrafıyla ve medeni
cesaretiyle o vaktin gençliğine işte ancak fikr
i
hürriyet aşılıyordu ve diyebilirim ki,
324 [1908] inkılâbının birinci mehd-i hürriyeti [hürriyetin beşiği, doğduğu
yer] Selânik'in bu "Müsâmere-i Şübbân" mahfeli olmuştur.
Üsküp'te birinci ilm ü irfan müessesesi
olan "Mek- teb-i Edeb"i medenî bir şekilde meydana getirip Ko- sova
gençliğine ilk terakki ve teceddüt ruhunu zerk edenler Selânik Dönmelerinin
azimkar ve münevver gençleri idi. Mekteb-i Edeb, tahminime göre, 303 [1887]
senesinde açılmıştı.
Türk aileleri içinde hanımların hakk-ı
hürriyeti, belki birinci defa, Selânikli genç kızların "Beş Çınar"
mesiresindeki serbest ve nîm-perdedâr cevelânlarından [yarı örtülü dolaşmalarından]
doğmuş gibidir. Yalnız bu hizmet "Dönme" diye tezyif etmek istenilen
züm- re-i ictimâiyenin Türklük camiasında samimî ve muteber bir âgûş-i uhuvvet
[kardeş kucağı] bulmasına kâfi sayılmak lâzımdır. Sonra 324 inkılâbına âmil olmuş,
memleketin resmî ve husûsî birçok müessesele- rinde temayüz etmiş, ilm ü
irfanına mühim hizmetler ve himmetler sarf eylemiş ve eylemekte bulunmuş ve
Türk ordusunda kan akıtmış birçok zeki, gayur, hamiyetli ve münevver zatların
bu zümreye mensup olduğunu da itiraf eylemek ancak bir insaf ve civanmertlik
hassasıdır.
MÜBADELEDE ESAS NEYDİ?
Dönmelerin, İslâmiyet'e inanmadıkları ve
ayrı bir inanç taşıdıkları için Müslüman sayılamayacakları; sadece kendi
aralarında evlendikleri için ırk olarak Yahudiliklerini de aynen korudukları
ortaya çıkınca, mübadele anlaşması sınırları içine girmeyecekleri tabiî olarak
ileri sürülebiliyordu.
Yunanistan'la yapılmış olan
"mübadele mukavelesine göre Anadolu'daki Rumlarla, Yunanistan'daki
Müslümanlar değiştirilecekti.
Meselenin yeniden konuşulur olması üzerine Vakit gazetesi, bu mukavelenin birinci
maddesini 7 Ocak sayısında yayınlayarak, değiştirmede ırk değil
"din"in esas alındığını belirtti. Madde şu şekildeydi:
"Madde 1-1 Mayıs 923 tarihinden
itibaren Türk arazisinde mütemekkin Rum Ortodoks dininde bulunan Türk teb'ası
ile Yunan arazisinde mütemekkin Müslüman dininde Yunan teb'asının mecburî
mübadelesi icra edilecektir. Bu eşhasten hiç birisi mezkûr hükümetlerin
müsâadesi olmadıkça ne Türkiye'de ve ne de Yunanistan'da tekrar ihtiyâr-ı
ikâmet edemeyeceklerdir."
Gazete, maddenin altına şu satırları eklemişti:
Görülüyor ki, mübadele mukavelesi
tamamen din esası üzerine akd edilmiştir. Binâenaleyh Selânik'te veyahut
Yunanistan'ın diğer aksamında bulunan ahâli içinde Katolik Araplarda olduğu
gibi Müslüman ismi ile mevsûm olsalar da, hakikatte mevcud ve muayyen mezâhib-i
İslâmiye'den birine dâhil olmayan bir kısım halk varsa bunları tahkik etmek ve
mübadeleden hâriç tutmak hükümetin hak ve vazifesidir.
ESKİ BİR TEŞEBBÜS
Bu sırada Rüşdü Karakaş'ın bu hareketinin, Dönmelere karşı
ilk teşebbüsü olmadığı da ortaya çıkmıştı. Anlak bu seferki gibi, ilk defada
da "Dönme"liğin meşhur sıfatı olan "iki yüzlülük" endişesi
ile, Karakaş'a itimad edilememişti.
Vakit
gazetesi, 12 Ocak tarihli nüshasında bu ilk teşebbüsü, "Rüşdü
Bey'in eski teşebbüsleri"
başlığı ile şöyle duyuruyordu:
Rüşdü Karakaş Bey, bundan sekiz ay kadar
evveli yine İstanbul'dan Anadolu'nun her tarafına dağılan iktisadı Dönme
birliğine karşı mücâdele etmek üzere İstanbul'da mühim bir ticâret şirketi
teşkiline de müracaatta bulunmuştur. Bu teşkil, Ticâret Birliği'dir.
Ticâret Birliği'nin teşekkülünü müteakip
âzâ yazılan Rüşdü Bey, Birlik'in selâhiyettar bir rüknüne sûret-
i
hafiyyede müracaat ederek Türk
unsurlarının vatanı - mızın iktisadiyâtına hâkim olabilmesi için gizli bir teşkilât
yaparak Dönmeler aleyhinde çalışılmasını ve buna kendisinin tamamen iştirak
edeceğini söylemiştir.
O zaman Rüşdü Bey'in bu teklifi, henüz
teşekkül
etmekte olan Ticâret Birliği'nin
Dönmeler aleyhinde bir fikri olup olmadığını veya o maksad ile çalışıp çalışmadığını
anlamak için bir iskandil mâhiyetinde telâkki olunarak bittabi reddedilmiştir.
BİR YAHUDİ: "YAHUDİLİK, DÖNMELİKTEN NEFRET EDER.'"
Vakit'in yukarıdaki haberi, bu satırlarda bitmiyor ve Yahudilerin
Dönmeler hakkındaki duygu ve düşüncelerini, o gün için tesbit eden mühim bir
notla sona eriyordu:
Muharririmiz tüccarlardan bir Musevî
vatandaşımızla da görüşmüş ve düşüncelerini sormuştur. Bu Musevî diyor ki:
"- Dönmeler, Yahudi de değildir.
Onları Yahudilik kabul edemez. Farz ediniz ki Yahudiliklerini kabul ettik;
fakat kim temin edebilir ki, bir müddet sonra bize: Hayır Yahudi değiliz,
demeyeceklerdir?.. Yahudilik Dönmelikten nefret eder. Yahudi, Dönmenin has-
mıdır; çünkü Yahudi dönmez. İspanya'da kesildi, fakat dininden dönmedi.
Rusya'da Çar kesti, Bolşevikler kesti, yine dininden dönmedi, dönmez. Biz
Yahudile- re herkes: Parayı çok sever, derler. Ama onlar taparlar. İbâdetleri
de, ne sizinkine ve ne de Musevi ibâdetine benzer. Size Türk ve Müslüman, bize
de eğer husûsî- leşmek kabil olursa Yahudi görünürler. Hakikatte her ikisinden
de uzaktırlar. Başka, pek başka bir kabile ve her halde garip bir
ailedirler."
Basında Dönmelik
-II-
Bir
Dönmenin Kaleminden Dönmelik Tarihçesi "TARİHİN ESRARENGİZ BlR
SAHÎFESl"
Vatan gazetesinin 10 Ocak 1924 günkü sayısında, birinci
sayfasının alt köşesinde çerçeveli olarak verilen bir ilân hâdisenin akışını
değiştirdi. İlân: "Yeni bir tefrikamız /
Selânik'teki kabile teşkilâtının içyüzü / Bundan iki yüz ellisekiz sene evvel
Selânik'te teşekkül eden içtimaî zümrelere ait tarihî malûmat" başlıklarını taşıyordu. İlânın bu
satırlardan sonra giren metninin tamamını, önemi sebebiyle aşağıya alıyoruz:
Bundan iki buçuk asır evvel Selânik'te
teşekkül eden ve son asır zarfında tedricî surette yıkılan bir takım kabile
teşkilâtı vardır ki, içtimaiyat ilmi ve tarih nokta-i nazarından son derece
şâyân-ı dikkattir. Çünkü bir şehir hayatının ortasında en iptidaî tarzda bir
kabile hayatı teşekkül etmiş, uzun müddet gizli bir
mâhiyette yaşamış, sonra ilm ü irfanla
karşılaşmış, bir bardak su içinde fırtına kabilinden mücadelelerle tedricî
surette inhilâle uğramıştır. Karakaş Rüşdü Bey isminde bir zatın Büyük Millet
Meclisi'ne gönderdiği bir mektup neticesinde bu tarihî mesele gazete sütunlarında
günün meselesi halini almıştır.
Avrupa'da okumuş bir genç dün matbaamıza
müracaat ederek, bu bahse dair bir Avrupa darülfünununda tarihî bir tez
hazırlamaya başladığını, ahvâl-i sıhhi- yesinin müsâadesizliğine mebnî
tahsilini ve tezini ikmâl edemediğini söylemiş ve notlarının gazetemizde
neşrini teklif etmiştir.
Daima uzaktan esrarengiz bir perde
altında görünen bu meseleye ait malûmat ve tafsilâtın kâri'lerimi- zi alâkadar
edeceğini düşündük. Bu cihetle yarından itibaren bu gencin notlarını tefrika
halinde neşr etmeye başlıyoruz.
BU GENÇ DÖNME KİMDİ?
'"Tarihin Esrarengiz Bir
Sahîfesi" başlığı altında 11 Ocak'ta başlayacak olan yazının yazarının
adı saklanıyordu. Halbuki ikinci paragraftaki şartlan taşıyan, üstelik
"Dönmelik" üzerine tez yapan bir gencin Dönme zümresi ve Vatan
gazetesi mensupları tarafından çok önceden tanınmıyor olması mümkün değildi.
Osman Ergin Bey, Türk Maarif Târihi adlı büyük eserinde, açtıkları
mektepler sebebiyle Dönme zümresinden muhtelif yerlerde bahsetmektedir. Bu
vesile ile Sabatay Sevi'den başlayarak Dönmeler hakkında kısaca bilgi veren
Osman Ergin merhum, Dönmelere dair yazılanlardan bahsederken bu tefrikayı da
zikrederek, o yazıların Ahmed Emin'in kaleminden çıktığını kaydetmekte ve
şöyle demektedir:
Muharrir Ahmed Emin'in Amerika
Darülfünununda tez olarak yazmış ve okumuş ve Türkçe'sini Vatan gazetesiyle
neşretmiş bulunduğu yazı, tarihî ve içtimaî bir etüd idi. (c. 2, s. 806,
İstanbul 1977)
Maarif ve basın yayın hayâtını çok iyi ve yakından bilen Osman
Ergin'in bu şehâdetini doğrulayan pek çok işaret bulunmaktadır.
SELÂNİKLİ VE DÖNME
GİZLİLİĞİ
Yazılarında ve bu tefrikada, kendisi yazmış veya yayınlamış
bulunsun, meselenin açıklığa çıkması tarafdarı olduğunu bildiren Ahmed Emin'in
adını (veya yazıyı verenin adını) gizlemesi, bu meselenin bugüne kadar devam
eden acıklı tarafıdır. Dönmeler, hem "artık saklanacak bir şey
olmadığını" söyler, hem de "Selânikli" ailelere mensup
olduklarını bile saklarlar.
Ahmed Emin Yalman (1888-1972) da,
1924'te yayınladığı kendi araştırmasını "meçhul" bir gence izafe
ettiği gibi, ömrünün son yıllarında yazıp yayınladığı dört ciltlik ve 1500
sayfalık hâtıralarında da "Dönme- lik" bahsini hiç açmamıştır.
Kitabında, basın hayatının 1924 yılı olaylarını yazarken Karakaşzâde
hâdisesinden tek kelime ile bahsetmeyişi de dikkat çekicidir.
Aynı tutumu öteki Selâniklilerde de
görmekteyiz. Kendi Dönme dedelerinin millet üzerinde bıraktığı kötü intiba
dolayısıyla bu gizlenme ihtiyacını duymaları belki anlaşılabilir. Fakat yeni nesil
Dönmelerin de, yine milletin iman ve duygularına aykırı yollarda bulunup,
aykırı insanları desteklemeleri; bu davranışlarının şuurlu bir pişmanlık
değil, sadece gizlenerek aynı yola devam etme gayreti olduğunu göstermektedir.
Bunlardan İsmail Cemin. "İpekçi" olan soyadını kullanmaması
ve yine bir "İpekçi" olan ve Ahmed Emin Yalman'ın iç ve dış basındaki
yerini dolduran Abdi İpekçinin tutumları bunun açık örneğidir. Abdi
İpekçi'nin "Selânikli olmaktan utandığı ve
soyadını değiştirmeyi bile düşündüğü" (Milliyet, 3 Şubat 1986) bilinmektedir.
KATİL OLMAKTAN KÖTÜ!
Dönmelere "Selânik asıllı"
oluşlarını gizleme ihtiyacını şiddetle hissettiren "nefret-i
umûmiyye", ahlâkları ve dine karşı tavırları hoş görülmeyen bâzı
kimselere, halkın, "Mason" veya "Farmason" demesi gibi,
"Selânikli" veya "Dönme" denilmesine de sebep olmaktadır.
Meselâ 1919'da bir münakaşa vesilesiyle
kendisine "Selânikli" denilmesini hakaret sayan Prof. Ahmed Selâ-
haddin (Haldun Taner'in babası) bu yanlışı, gazeteye bir mektup göndererek tashih
etmektedir. (Lozan'ın Bir Öncüsü, s. 66, 1976, TTK)
Yine yıllar sonra, bir kadın hastasını öldürdüğü iddia edilen
diş tabibi Füreyd Dosdoğru, kendisine "Dönme" denilmesine, neredeyse
"katil" denilmesinden fazla üzülmüş gibi, gazetecilere şu sözleri
söylemiştir (Hürriyet, 30 Kasım 1980):
En çok bana ne ağır geldi bilir misiniz?
Önce, Dönme dediler. Benim babam Siret Dosdoğru, Sina Cephesi'nde harita subayı
idi. Ben, nasıl Dönme olurum. Sonra her gece Yasin okuduğumu görünce vazgeçtiler.
İngiliz asıllı dediler. Benim amcam, Seçi Kaptan, Nusret mayın gemisi ile
İngiliz gemilerine Çanakkale Boğazı'nın dibini gösterdi. Ben nasıl İngiliz
asıllı olurum?
"ÖNEMLİ DEĞİL
" Mİ?
Vatan gazetesinin, 10 Ocak tarihli
sayısında çıkacağını haber verdiği yazı dizisi, ertesi günü başladı. 11-22
Ocak günlerinde (ayın 18'i hariç) on bir yazı hâlinde çıktı. "Târihin Esrarengiz Bir
Sahifesi" başlığını taşıyordu. Yazar adı yerine "Muharriri: Bir Târih
Müdekkiki" notu konulmuştu.
Kaynak göstermeyen, fakat ciddî bilgiler
veren bu uzun yazı dizisinin (yeni harflerle daktilo edilince otuz sayfa
tuttu), işi içeriden bilen birisi tarafından yazılmış olduğu anlaşılıyordu.
Yazar, belki de Scholem'in şimdi Kudüs'te Ben Zvi Enstitüsünde bulunduğunu
haber verdiği gizli Dönme arşivini görmüştü.
Yazı ustaca kaleme alınmıştı. Esasen açığa çıkmış olan "kabile teşkilâtı” hakkında etraflı bilgi veriliyor; fakat
bütün bunların artık dağıldığı veya ancak yaşlı ve mutaassıp küçük bir zümre
arasında devam ettiği telkin edilmeye çalışılıyordu. Netice olarak, "Üzerinde durmaya, endişe edilmeye
ve araştırılmaya değer bir şey kalmamış' oluyordu.
"DÖNMELİK
YAŞIYOR!"
Dönmelerin veya onlara yakın kalemlerin
devamlı olarak herkesi inandırmaya çalıştıkları "Bu mesele artık tarihe karışmış,
kaybolup gitmiştir" telkinine, İbrahim Alâaddin Gövsa cevap
vermiş ve bunun doğru olmadığını yazmıştı.
Abraham Galanti'nin Sabatay Sevi Hakkında Yeni Belgeler adıyla Fransızca yazıp 1935'te
İstanbul'da yayınladığı eserden istifâde ederek Sabatay Sevi hakkında bir yazı
dizisi hazırlayan ve bir kitap çıkaran Gövsa, eserine Dönmelere dair kendi
hâtıralarını da koymuştu. Bu hususta şöyle yazıyordu {Sabatay Sevi, s. 6, 1939):
Ben "Sabatay Sevi" an'anesinin
bugün tarihe karışmış bir hurafeden ibaret olmadığını yakından bilenlerdenim.
"Vatan" gazetesi "Tarihin Esrarengiz Bir Sahî-
fesi" ünvanı ile yazdığı makalelerde, zümrenin başlıca
efradı arasında yardımlaşmaya dayanan bir teşkilâttan başka bir ayrılık
nişanesi kalmadığını ve eski an'ane ve hurafelerin artık tarihe karıştığını
ileri sürdüğü sıralarda, ben Bakırköy'de bu zümre tarafından kurulmuş yatılı
bir kız lisesinin müdürü idim ve bir buçuk sene aralarında yaşamak suretiyle
Sabatay Sevi'den kalan an'ane ve âdetlerin onların hayatında hâlâ ne kadar hâkim
olduğunu bizzat gördüm. Bilhassa yedi sekiz yaşlarında Sabatayist çocukların
defterleri arasında aileleri tarafından kendilerine ezberletilen yarı İbranî,
yarı İspanyolca duaların suretlerini buldum.
Henüz onbeş sene evvel:
"Beşamı borahya
ilen Sabatay Sevi, es Sabatay Sevi et- nodolos mondos."
Yani "dünyanın yarısı hükmünde olan
Sabatay Sevinin mübarek adıyla" diye besmele çeken ve duasına böyle
başlayan çocukların, bugün ancak gençlik çağlarında bulunduğunu bilirken
Sabatay Sevi an'anesine tarihe karışmış bir hurafe nazarıyla bakmamakta elbette
mazur görülürüm.
Sabatay'ın halifelerinden sayılan ve
vaktiyle tanrılık mertebesine kadar çıkarılan "Osman Ağa'nın "ağa" lâkabının
kaldırılmasından sonra "Osman Oğan" suretinde söylenip yazılmaya
başlaması da zümreye mensup olanlardan bir kısmının pek yeni bir buluşudur ve
an'anenin ne kadar canlı olduğuna pek yeni bir delildir.
Bilhassa nesil itibariyle Sabatay
zümresine mensup olanlar arasında memleketin iş ve fikir hayatında yer tutmuş
zeki ve değerli insanlar mevcuttur ve onların içinde
bu satırları yazanın şahsî dostları ve
arkadaşları da vardır. Şüphe yok ki, onların bir kısmı "Sabatay
Sevi"den kalan âdet ve an'aneleri artık birer hurafe saymakta samimidirler.
Hattâ aralarında umumî camiaya ırk itibariyle dahi karışmaya başlamış ve yalnız
kendi aileleri arasında evlenmek âdetini kırmış olanlar da var. Fakat mahdut
bir zümre içinde olsa bile Sabatay Sevi hatırasının hâlâ dipdiri yaşadığında
asla tereddüt edilemez.
Kuzu eti her sene ancak ona mahsus
âyinden sonra yenebilir. Bunun aksini, yani vaktinden evvel kuzu eti yemek
günahını işleyenler o sene zarfında ölüm korkusu çekerler.
Makrıköyü'nde (Bakırköy) Sabatayistler'e
ait olan yatılı mektepte müdür iken, ilkbaharda, bir Sabatayist olan aşçıya
kuzu eti pişirmesi hususundaki emrimi bir türlü dinletememiş, aşçının
itaatsizliğine ait şikâyeti mektebin idare heyetine kabul ettirememiş ve kendilerince
muayyen zaman gelmeden önce mektepte kuzu eti verdirmeye muvaffak olamamıştım.
BÎR DÖNMENİN
KALEMİNDEN DÖNMELİK TARİHİ
Ahmed Emin'in yazısı, bir Dönmenin
kaleminden çıkması dolayısıyla önemlidir. Bu uzun yazının ilk yedi bölümünden,
kitabımızda şimdiye kadar bahsi geçmemiş ve nakledilmeye değer bulduğumuz
parçalan seçerek alacağız. Son dört bölüm ise aynen verilecektir. Aşağıya ilk
alınan paragraf, yazının da başıdır. Ondan sonra sıra ile, çeşitli yerlerden
parçalar alınacaktır. Ara başlıklar tarafımızdan konulmuştur:
"TÂRÎHİN ESRARENGİZ BİR
SAHÎFESİ" YAZISINDAN SEÇMELER
Bu satırları yazan adamın maksadı, ne
Selânik'de asırlarca evvel vücûda gelen pek garip içtimaî teşekkülleri müdâfaa ve himaye
etmek, ne de bunlara karşı şahsî bir maksatla hücumda bulunmaktır. Yegâne gaye,
bir tarihî hakikati en çıplak bir şekilde ortaya koymak ve bu gülünç vaziyetin kati surette tasfiye edilmesini ve
ortadan kalkmasını temin etmektir. Asırlardan beri Selânik'in bir köşesinde,
bir bardak su içinde birtakım müheyyiç esrarengiz tarihî ameliyeler cereyan etmiştir. Bugün bunlardan baki
kalan şey, birtakım müphem enkazdır. Bu enkaz da bertaraf olmalı, esrar perdesi
kalkmalı, meydana vazıh temiz bir vaziyet çıkmalıdır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun renk renk
mozayikler- le dolu bünyesi içinde, onyedinci asırda Selânik'te teşekkül eden
birtakım esrarengiz zümrelerin şayân-ı dikkat bir mevkii vardır. Bu
zümrelerin mensupları miktarca çok değildir. Fakat o tarzda bir hususiyet
göstermişlerdir ki, kendine iltihak eden fertleri bir nesil içinde benimseyen
ve kendine Türk ve Müslüman diyen bir adamın, menşeini aramaya lüzum görmeyen
hey'et-i içtimâiye, bunların kendi kendilerini ayırdıklarını, herkesten gizli
bir mevcudiyetleri olduğunu sezmiş ve bundan dolayı hafif bir infial göstermiştir. İnsafla düşünmeli: Başka
hiçbir memlekette bu tarzda içtimaî bir iftirak temayülüne karşı hey'et-i ictimaiy-
ye hafif bir infial göstermekle
kalmazdı. Vazıh bir vaziyet husulünde mutlaka ısrar ederdi. Herhangi bir
kitleyi ya tamamiyle temsil eder, yahut yabancı addederdi.
Bugün hey'et-i ictimâiyenin tazyikine
lüzum olmadan, zaman ve ilm ü irfan vazifelerini yapmıştır. Selânik'te mevcut
üç zümreden ikisi teşkilât itibariyle inkıraz bulmuştur. Biri içinde, hâlâ enkaz hâlinde hu-
râfât ve hususiyetler vardır. Bu mesele kati surette tasfiye
edilmelidir. Meselenin hükümete taallûku olamaz. Çünkü sırf içtimaî bir mesele
mahiyetindedir. İçtimaî meseleleri halleden içtimaî tazyik efkâr-ı umûmiyeden
gelir. Türk efkâr-ı umûmiyesi, müphe- miyeti tamamiyle ortadan kaldırmalıdır.
Hakikî Türk ve Müslüman olanlar umum nazarında tefrik edilmeli ve yalnız
olmayanlara aid bir içtimaî lekeyi ve damgayı sırtlarında taşımak mecburiyetinden
kurtulmalıdırlar. Bu gibi adamlar varsa: "Bizim bir mezhep veya tarikat
sıfatıyla birtakım hususiyetlerimiz var. Bu gibi hususiyetler, şundan şundan
ibarettir. Biz kendimizi ayrı göreceğiz, ve ayrı kalacağız." diyerek mertçe ortaya çıkmalıdırlar.
Türkiye Cumhuriyeti'nde hürriyet-i vicdan var. Kimse bu tarzda bir zümreyi
ayrı bir vaziyette bulunduğundan dolayı takibata duçar etmez. Fakat Türk
camiası hakiki mâhiyeti anlar ve ona göre hareket eder.
İzmir'de uzun mücâdelelerden sonra Sevi'nin taraftarları
ekseriyet ve galebe temin etmişti. 1666 senesi ve muntazar Mesih'in zuhuru
zamanı yaklaşmıştı. İzmir Musevileri bu hâdisenin İzmir'de vukuunu istemişler,
Sevi'yi bilhassa bu maksadla çağırmışlardı. Muhalifleri susturmak için Yeniçeri
dayılarını itmâ' ve kendi taraflarına celp etmişlerdi. Sevi'nin kâtib-i husûsîsi
Samuel
Primo
da her tarafta muntazam propaganda yapıyor, taraftarları tezyide çalışıyordu.
1665 senesinin sonuna doğru Sevi'nin taraftarları alaylar teşkil
ederek ve önlerine çalgılar katarak sokaklarda gezdiler ve beklenen Mesih'in
Sabatay Sevi olduğunu ilân ettiler. Bu hâdise İzmir'de pek şiddetli münazaalar tevlîd etti.
Aydos'taki ikametinin pek mühim bir ciheti vardı. Çünkü 1666
senesi gelmişti. Eski kitapların rivayetine göre, Mesih bu sene içinde zuhur
edecekti. Dünyanın her tarafında heyecanlı bir merak vardı. Danimarka'dan, Hollanda'dan,
Almanya'dan
birçok adamlar işlerini güçlerini terkederek husûsî gemilerle Aydos kalesine
gidiyorlardı. Kale muhafızları, gelen ziyaretçilerden kendi hesaplarına bir
vergi alıyorlardı. Tehalükün derecesini görünce, gittikçe bunun nisbetini tez-
yîd ettiler ve az zamanda çok para sahibi oldular.
Sevi, prens gibi yaşıyordu. Misafirlerini kabul edip konuşuyor,
onlarla mübâheselere girişiyor, birçok ümidler veriyordu.
Bu mesele, beynelmilel ticâret hayatını
âdeta te-
vakkufa uğratmıştı. O zamanki muhabere vasıtalarıyla uzaklara
mübalağalı bir surette akseden haberler, Musevîlik âlemini çılgınca bir intizar
içinde bulunduruyordu. "Madem ki Mesih gelecek, sonra
kıyamet kopacak. Çalışmaya ne lüzum var!" fikriyle, kimse iş ve gücüyle meşgul
olmuyordu.
Seyahat parası olan herkes için Aydos
mecburî bir ziyaretgâh olmuştu. Bu yüzden birçok kimseler yollarda felâket ve
sefaletlere uğruyorlardı. Hatta bazı Avrupa devletleri bu hâdise yüzünden
memleketlerine âid bazı ahvâlin intizâmını kaybettiğini ve teb'alarının
meşakkat çektiğini ileri sürerek Babıâli nezdinde teşebbüslerde bulundular. Bu gülünç hâdiseye bir an evvel nihayet
vermesini rica ettiler.
Sevi İslâmiyet'i kabul edip Mehmed Aziz Efendi ismini alınca
Mesihlik hareketi kendi kendine söndü. Sevi bu hareketi ile hiçbir
fevkalâdeliği olmadığını, o zamana kadar cerbezesi, zekâsı sayesinde şarlatanca
bir şöhret kazandığını ve nasılsa eline geçen nüfuz ve kudretin zevkini
idâmeden başka bir emel beslemediğini itiraf etmiş oluyordu.
SABATAY NEDEN ORTAYA ÇIKTI?
Filhakika işin içinde tarihin küçük bir
azizliğinden başka bir şey yoktu. Bir müneccim nasılsa 1648 veya 1666'da bir
Mesih zuhur edeceğini hesap etmişti. Bu devirde yaşayan z,eki, hayalperest saralı bir adam bu te- fe'ülü kendi üzerine
almaya meyl etmiş, birkaç menfaatperest adam bundan kendi hesaplarına istifâde
arzu
suna düşmüştü. İşin içine Sara isminde şöhret harisi, fettan bir kız
da karışmıştı. Bütün bu haller ve tesadüfler, binlerce taraftarın
müdâhanelerine ve bir çok düşmanların tecâvüzlerine inzimam edince Sevi,
"Me- sihim!" diyerek yalnız başkalarını değil, kendi kendini de
aldatmaya başlamıştı.
Fakat mesele yalnız iğfâl-i nefsten de ibaret değildi. Sevi'nin
başkalarını iğfal için bir çok hilelere müracaat ettiği ve her fırsattan
istifâde ederek mucizeler göstermeye kalkıştığı muhakkaktır. Bunların en eğlencelisi
"ihyâ-yı emvât mucizesi "dir.
SABATAY'IN ÖLÜYÜ DİRİLTMESİ
Livorno'dan İzmir'e Joz,ef Penbaz, isminde bir İtalyan Musevîsi gelmişti.
İzmir tüccarlarından birçok alacakları vardı. Maksadı bunları tahsil etmekti.
İzmir'de ahâli-i müslime ile konuştuğu sırada Sevi aleyhine şiddetli hissiyat
hüküm sürdüğünü ve ciddî bir teşebbüs hazırlandığını haber aldı. "Benden
memnun olurlar ve alacağımı verirler" diye bu haberi derhal Sevi
taraftarlarına bildirdi.
Bunlar memnuniyet gösterecek ve borç
ödeyecek yerde hemen Sevi'ye koştular. Sevi bunu bir eser-i tezvir addetti ve
Penhaz'ın derhâl bulunması ve iyice dövülmesi hakkında emirler verdi. Bu emir
üzerine halk toplu bir halde ve nümâyişkârâne bir tarzda Penhaz'ın evine doğru
yollandılar.
Yahudi, halkın ne vaziyette gelmekte
olduğunu penceresinden gördü ve tehlikeyi derhal anladı. Kaçmak ihtimali
yoktu. Pür hiddet bağıra çağıra gelen çılgın insanları ikna, iskât veya
maddeten kendilerine mukavemet de mümkün değildi.
Derhâl hile ve hud'a tarîkine tevessül etmeye karar verdi. Boylu
boyunca bir cism-i câmid gibi yüzükoyun yere uzandı. Korkusundan nefes bile
almaya cesaret edemeyerek hareketsizce durdu. Her şeyi tâlie bıraktı.
MÛCİZE!
Sabatay Sevi'nin emr-i te'dîbini infaza
memur olan güruh, büyük bir velvele ile eve doldular. Fakat Pen- haz'ın bîhiss
ü hareket duran vücûdunu görür görmez lâl ü ebkem kaldılar. "Mucize, mucize!" diye bağırmaya başladılar. Hemen
aralarında istişare ederek Cenâb-ı Hakk'ın bu küfürbaz müfsidi bizzat
öldürdüğüne karar verdiler.
Hemen içlerinden birkaçı, mucizenin nevi
ve şeklini Sevi'ye ihbara gönderildi. Kurnaz adam İtalyan Ya- hudisinin
hilesini hemen anladı. Kurnazca davranarak bu hileyi yaman bir ihyâ-yı emvât
mucizesi şekline sokmayı muvafık gördü ve hemen Penhaz'ın evine gitti.
Penhaz'ın rolü pek parlak bir "mucize" göstermeye muvafıktı. Sevi
ölüyü afvetmeye ve diriltmeye karar verdiğini hazır bulunanlara müheyyiç bir
edâ ile bildirdi. Bunlar ebkem bir halde ta'zim vaziyeti aldılar.
Sevi, Penhaz'ın yanına yaklaştı. Bir iki
dua okur gibi yaptı. Sahte ölü, çok naz etmeyerek dirildi. İki hile- kâr kısa
bir nazar teâtî etmek suretiyle menfaat-i mütekâbile üzerine bir itilâf akd
ettiler. Penhaz ayağa
kalktı. Bülend-âvâz ile Mesih'in
kendisine hayat verdiğini ve ona imanı olduğunu ilân etti. Penhaz birkaç
dakika ölü görünmekle yalnız dayak altında ölmekten kurtulmuş olmadı. Sevi'nin
emriyle Yahudinin bütün alacakları tahsil edilip kendisine verildi. Buna mukabil
sahte Mesih de taraftarları nezdinde "muhyî-i em- vât" sıfatını
kazandı.
SABATAY'IN PROPAGANDASI
Sevi'nin bu gibi hileleri pek çoktur. "Bugünkü manâsıyla
propaganda ne demek olduğunu da bu adam keşf etmiştir" denilse yeri
vardır. Hilelerini safdillere yutturmak için bin türlü mübalağalı işââtta
bulunur, düşmanlarının maksadını iptidadan tahmin ederek, yalan haberler neşri
suretiyle önüne geçerdi. Hayatının her safhasında paradan da pek çok istifâde
etmiştir.
Kolayca yüzlerce, binlerce safdil toplayabilirdi.
Sevi'nin diğer emsali gibi üç asır evvel tarihe gö- mülmemesinin
ve isminin şimdi gazete sütunlarında günün meselesi halini almasının sebebini
birtakım garip tesadüflerde aramak icab eder.
YAHUDİLERİN "UMUDU OLMUŞTU
Sevi'nin İslâmiyet'i kabul etmesi,
dünyanın her tarafındaki taraftarları arasında bir saika tesirini gösterdi.
Bu tesirin derecesini anlatmak için Sevi'ye yüz binlerce insanın ne nazarla baktığını hatıra getirmek lâzımdır.
Musevîlik âlemi kendisini bir müncî
addediyor, bir tarafa gideceği duyulduğu zaman, halk yemeyi, içmeyi, işini
gücünü bırakarak, oruç tutarak yolunu bekliyordu. Kendisine "hükümdar" nâmını verenler, "Sultan Sevi" diyenler, önünde secdeye kapananlar
çoktu. Londra'dan, Livorno'dan, Amsterdam dan, İstokholm dan, Polonya'dan, Almanya, Macaristan,
İspanya
ve İtalya'nın
birçok
şehirlerinden o zamanki seyahat müşkilâtına rağmen binlerce ziyaretçi akıp
geliyordu.
O zamana kadar kendilerini esir
vaziyetinde gören Musevîler, Allah'ın kendilerine bir mesih gönderdiğini ve
artık kahr ü sefaletin bittiğini düşünerek cüretkâr ve küstah bir vaziyet almaya başlamışlardı.
Avrupa'nın bir çok yerlerinde hristiyanlara karşı tecâvüze geçen, Sevi
taraftarı kitlelere bile tesadüf ediliyordu. Prens Fon Etrihş- tayn nümayişleri men ve Musevî şu'besini
sükûn ve itidale davet etmek için bir beyanname neşr etmeye mecbur kalmıştı.
Memleketimiz içindeki heyecan da adetâ bir ihtilâl hareketi mâhiyetini
alıyordu. O zaman zuhur eden bir kuyruklu yıldız ve diğer her hâdise, Sevi
lehine tefsir ediliyordu.
Eğer Sevi şahsen hüsn-i niyetle hareket etseydi, mesele bir
nesil içinde kapanacak, Müslüman olan aileler asırlarca evvel, geride hiçbir
iz bırakmaksızın, Türk ve Müslüman camiası içinde gaip olacaklardı.
SABATAY'IN HIRSI VE ÜLGÜN'E SÜRÜLMESİ
Vukuatın bu tabiî seyri takip etmemesine
sebep, Sevi'deki nüfuz hırsıdır. Dünyanın her tarafında Mesih sıfatıyla muamele
görmesi dolayısıyla şöhret ve azamet başına vurmuştu. Kapıcıbaşılık pâyesiyle
saraya mensup olması ve orada çok teveccüh görmesi hırsını tatmin edemiyordu.
Aradan bir müddet geçtikten sonra keramet sahibi bir Mesih sıfatıyla yeniden
bir rol oynamak hevesine düştü. Bazı eski taraftarlarını bir araya toplayarak
gizli ictimâlar akd etmeye başladı. Mesele saraya aksetti. Mehmed Efendi'yi
çağırarak:
"- Bu ne haldir? Sen hâlâ
uslanmadın mı?" diye sordular.
O da malum olan kuvve-i iknâiyyesiyle:
"- Aman efendim, bir takım akrabam
ve dostlarım gibi bunları da din-i celîl-i İslâm'a celb ve davet etmeye
çalışıyorum" dedi.
Bu sözlerle bir müddet takibattan kurtuldu.
Fakat bu hâdiseden sonra da İstanbul'dan başka Edirne ve
İzmir'de de Mesihlik davasıyla iştigâl ettiği haber alınınca Adriyatik
sahilinde kâin Ülgün'e nefy edilmesine irâde çıktı ve Mehmed Efendi
birkaç baltacıya terfîkan Ülgün'e gönderildi.
DÖNMELERİN SELÂNİK'TE TOPLANMASI
İstanbul, İzmir ve Edirne'de Müslüman
olan tek tük aileler az zaman zarfında bu mesele ile olan irtibatı
kaybettiler. Türk ve Müslüman camiası tarafından bel' olundular, Selânik'teki
taraftarlar miktarca daha fazla idi. İstanbul, İzmir ve Edirne'de bulunan bir
kısım taraftarlar, sabık Mesih'in emriyle Selânik'te toplanmıştı. Bunların hepsi iki yüz
âilelik bir kitle teşkil
ediyorlardı. Bunlar şaşkın ve biçâre bir
vaziyette kalmışlardı. Müslüman olduklarından dolayı Museviler tarafından
türlü türlü tecâvüz ve hakaretlere uğruyor- lardı. Müslüman ahâli-i
asliyye evvelâ hoş yüz gösterirken Mesihlik dâvasının canlanması üzerine
şüpheye düşmüşler ve bu iki yüz ailenin gizli surette irtidat ettiğine
hükmetmişlerdi.
Sevi dünya yüzünden gittikten sonra iki
yüz âilelik grup büsbütün şaşkın bir vaziyete düştü. Grubu bir arada tutan
kuvvet dahilî tesânüdden ziyâde hârici tazyikti. Selânik'in her unsura mensup
ahâlisi bu küçük kitleye husûmet hususunda ittifak etmişlerdi. Muhitten gelen
husûmet, şaşkın fertleri az çok birbirine yaklaştırarak hârice karşı yekpare
bir halde tutuyordu. Etraftaki âlemle kitle hâlinde içtimaî münâsebetlere girişmeye
imkân müsâid değildi. Bunun neticesi olarak grup dâhilinde izdivaç bir an'ane hâlini aldı ki, on yedinci
asır hurafelerinin bugüne kadar devam edebilmesine başlıca sebep budur. Yalnız
dâhilde izdivaç eden (antropoloji itibariyle: endogamik) ibtidâî kabileler
arasında ne gibi bir hayat mevcudsa Selânik'teki kabileler arasında da öyle bir
hayat inkişâf etmiştir.
SON YAZILARIN TAMAMI
Ahmed Emin Yalman'ın yazdığı ve 11-22
Ocak 1924 tarihlerinde Vatan gazetesinde tefrika ettiği "Târihin Esrarengiz Bir
Sahîfesi" dizisinin, yedinci yazısının ortasına kadar olan ilk kısmından
aldığımız parçaları yukarıya koyduk. Kalan dört yazıda, iki yüz aile olarak
kalan Dönmelerin nasıl teşkilâtlanıp
kapalı bir zümre hâlini aldıkları, sonra tekrar tekrar bölünerek, kendi içlerinde
de birbirine düşman olacak derecede ayrılıklara düştükleri anlatılıyor.
Bu yazıları kaleme alan ve Sabatayist
bir ailenin çocuğu olan Ahmed Emin'in, yazdığı gibi, Sabatayist inanç ve
âdetlere muhalif olması mümkündür. Fakat içinde yaşadığı Dönmeleri sevdiği ve
onları incitmek istemediği, hatta elinden geldiği kadar koruduğu da muhakkaktır.
Bu sebeple, son bölümlerde haber verilen
hâdise ve hiziplerin, pek çok eksiği gizlisi bulunsa ve hafifletilmeye
çalışılmış olsa da, doğru ve vâki olduğunda hiç şüphe yoktur.
Böylece elimize —Karakaşzâde'nin
beyanlarıyla birlikte- ilk defa Dönmelerin de "iftiradır"
diyemeyeceği bir metin geçmiş olmaktadır. Rüşdü Karakaş'ın, meselenin "bâtıl ve çirkin" tarafları hakkında yaptığı açıklamaları
ilerideki sayfalarda onun ağzından tesbit edeceğiz. Ancak Ahmed Emin'in
dikkatli kaleminden, "Ankara" bahsini yazarken kaçırdığı, "kabileyi çirkin yollara
sevketmişti" ifâdesi ve bâtıl inanç ve hurafelere dair verdiği
"asgarî" bilgiler, Karakaşzâde'nin, gerçekten inanılması zor olan
ifşaatını da tasdik etmektedir.
İşaret ettiğimiz hususlar dolayısı ile, "Târihin Esrarengiz Bir
Sahîfesi" başlıklı yazı dizisinin son dört bölümünü, aşağıya aynen
alıyoruz:
YAKUP'UN REİSLİĞİ
İki yüz ailenin bir başa ihtiyacı vardı.
Mehmed Aziz Efendi'nin kayınbiraderi Abdullah Yakup'un bu hususta rakibi yoktu. Yakup,
ekseriyetin teveccühünü hâizdi. Ülgün'den de Sevi'nin vefatından evvel yazdığı
bir mektupla avdet etmişti. Bu mektupta Yakup'a inkıyad olunması ve ahvâle
intizâr edilmesi tavsiye olunuyordu.
Yakup bu mektuba istinaden, kabilenin
riyasetini eline aldı. Sabatay Sevi'nin yerine kâim olduğunu, onun iddia ettiği
hakâyıkın yakında tezahür edeceğini, bunu bekleyenlerin pek âlî merâtip
kazanacaklarını, Musevilerin inkıyâd ettiği altı yüz on üç emre ittibâ
mecburiyeti olmadığını, dîn-i İslâm üzerine hareket edileceğini, fakat birtakım
tarihî hâtıralara müstenid eyyam-ı mahsûsa te'sis olunacağını, kabile efradına
ilân etti. Yakup bu hareketiyle Sevi'nin âlemşümul ve tecâ- vüzkâr mesihlik
hareketinin bir damla hâlindeki enkazını bir nevi hafî cemiyet hâline koymuş oluyordu. Fakat bu
cemiyetin vaziyeti sabit değildi. Tesadüfi surette bir araya gelmiş bir kitle
içinde yeni bir hayat kurmak lâzım geliyordu. Yakup zekî bir adamdı. Bu işe
dört elle sarıldı ve bir nizam kurmaya çalıştı. Fakat her insan topluluğu
içinden olduğu gibi derhal şahsî rekabetler baş gösterdi. Cemaat daha teessüs
eder etmez bir bardak suda fırtına kabilinden nüfuz mücâdeleleri uyandı.
Yakup'un rakipleri arasında Mustafa Çelebi isminde biri vardı ki, hâkimiyeti
kendine celp için el altından pek çok çalışıyor ve taraftar peyda ediyordu. Kabile
efradından ikisi arasında zuhur eden küçük bir kavga, iki siyâsî kuvvetin boy
ölçmelerine vesile teşkil etti:
Bir adam diğerinden bir sahtiyan satın
almış, sonra beğenmeyerek iade etmeye kalkmıştı. Diğeri malını geri almaya
razı olmadı. Mesele i'zâm edildi. Her iki tarafın etrafında lehdarlar,
aleyhdarlar toplanmaya başladı. İhtilâfın hail ü faslı için Yakup'a müracaat
edildi. O da şu hükmü verdi: "Madem ki mal satılırken muhayyer olmak
şartı mevcut değildi ve malda hı- yâr-ı ayb yoktur, iadesi lâzım gelmez."
Müddeî bu hükme razı olmadı. Mustafa
Çelebi ile Abdullah Çelebi isminde bir diğeri, müddeî ve taraftarlarını tahrik
ettiler. Yakup'a karşı isyan çıkarılması, hilâfgirler arasında hafiyyen
kararlaştırıldı.
Bir gece Yakup'un çıkmaz bir sokak
içinde kâin hanesinde, bütün cemaat umûmî bir içtimâ akdetti. Sahtiyan
ihtilâfı konuşuldu. Bu esnada Yakup ile Mustafa arasında şiddetli bir münazara
zuhur etti.
Mustafa Çelebi kalktı:
"- Beni sevenler benimle beraber
gelirler."
Diyerek çıktı.
Ekseriyeti teşkil eden taraftarları
beraberce çıktılar. Arada kat'î bir iftirak baş gösterdi. İki taraf biribirine
karşı her suretle husûmet gösteriyor, hakaretler, tecâvüzler, tevâlî ediyordu. İki kardeşin biri bir
tarafta, diğeri öte tarafta kalacak kadar adavet vardı. Te'lif-i beyne
çalışanlar oldu. Fakat en esaslı meselelerde pek büyük telâkki farkları vardı.
Hiçbir itilâf imkânı bulunmadı. Bu suretle zaten iki yüz aileden ibaret olan
bu küçük cemiyet 1102 [1690] tarih-i hicrîsinde yani iki yüz kırk sene evvel iki düşman kabileye inkısâm etti.
Kabile içinde husule gelen iftirak, pek garip neticeler
vermiştir? Her iki kısım 1102 tarihinden itibaren yalnız başına birer izdivaç
gurupu teşkil etmekle kalmamıştır. İki asır müddet biribirleriyle selâmlaşmaktan,
konuşmaktan imtina etmişler, her fırsatta birbirlerine karşı hakaretlerde
bulunmuş ve yekdiğerini tezyifkâr isimlerle yâd etmişlerdir.
YAKUBÎLER
Yakup'la beraber ayrılanlar kırk üç aileden ibaretti. Bunlar nisbeten kabilenin
okumuş kısmını teşkil ediyordu. Yakup'un emirlerine kapalı gözle itaat ediyorlar,
onun arzusu mucibince dünya yüzünde bir zâhid hayatı geçiriyorlardı. Yakup'un
Selânik'te Yılan Mermeri civarında, bir çıkmaz sokak içindeki
vâsi evine Sa- âdethâne itlâk ediliyordu. Burası kabilenin
merkez-i idaresi idi.
Yakup'un kurduğu esas, şerîat-i İslâmiyeye büyük bir zühd ü
taassupla riâyet etmekti. Kabile efradından her biri kendine Mü'min namını veriyor, namazını, orucunu,
haccını, zekâtını ihmâl etmiyordu. Bu dindarlık gösteriş değildi, hakikaten
samimî idi. Ne çare ki kabile içtimaî nokta-i nazardan kendini bütün cihandan
ayrı tutuyordu.
YAKUP'UN ÖLÜMÜ
1102 tarihinde, yani derhal iftirâkı
müteakip, Yakup hacca niyet etti. Ahkâm-ı İslâmiyeye temâmî-i riâyet
hususunda kabilesine ilk misâli göstermek istiyordu. Refakatine Mustafa Efendi isminde birini aldı ve yola çıktı.
Fakat Mekke'den Medine'ye giderken kazaen bir deve altında kalarak vefat etti.
Bunun üzerine Mustafa Efendi, Hacı Efendi nâmıyla avdet etti ve Yakup'un
ölmemiş fakat Kıble canibine azîmet etmiş olduğunu kabileye bildirdi.
Yakup o kadar seviliyordu ki, bu suretle vefatından dolayı deveye kin bağlandı ve Hacı Efendi'nin ifadesi
veçhile günün birinde avdet etmesi için uzun müddet beklendi.
HACI MUSTAFA'NIN REİSLİĞİ
Yakup'un oğlu yoktu. Yalnız Ayşe isminde bir kızı vardı ki, kendisine
sadece Hanım diye hitap edilirdi. Damat lakabıyla
yâd edilen Hüseyin Efendi isminde biriyle izdivaç etmişti.
Ortada erkek evlât bulunmadığı için kabile reisliğinin irsî bir surette devam
etmesine imkân yoktu. Hacdan avdet eden Hacı Mustafa Efendi reis intihap edildi. Bu zat hükümet
konağı karşısında, Sabri Paşa caddesinin köşesinde bir evde oturuyor ve
Yakup'un müphem bıraktığı noktaları ikmâl ile şerî- at-ı İslâmiye dâiresinde
sâlihâne ve âbidâne bir hayat geçirilmesine icrâ-yı tesir ediyordu. Riyaseti zamanında medrese tahsiline
ehemmiyet verilmiş ve kabile içinde birçok ulemâ-yı İslâmiye ve tasavvuf
vadisinde şiir söyleyen üdebâ yetişmeye başlamıştır.
O zamana kadar iki kısmın birleşmesi ümidi vardı. Fakat Mustafa
Efendi hacdan geldiği zaman Yakup'un katî birtakım vasiyetlerini getirdi.
Yakup, kendisine hakaret eden Mustafa ve Abdullah Çelebilerle mensuplarına
artık katiyyen yüz verilmemesini tavsiye eyliyordu. Bu cihetle itilâf kapısı
kapandı.
ZÎŞAN'LAR VE DEVLETLİLER
Hacı Efendi'den sonra Mehmed Ağa ve İshak Ağa isminde iki reis geldi. Bunlar Zîşan nâmıyla yâd edilir ve Yakup'un vekili
addolunurdu. Böyle bir tarikat açılmasına, Sevi sebep olduğu halde o ihmâl
edilmişti. Asıl müessis, Yakup addediliyordu. İshak Ağa'dan sonra daha on beş reis gelmiştir ki bunlara yalnızca Devletli unvanı verilirdi. On ikincisine kadar
kabile camit ve sabit bir halde kalmış, ondan sonra gittikçe seri bir inhilal,
nihayet inkıraz baş göstermiştir.
Yakubîler'in reisi, küçücük mikyasta bir
müstebit
hükümdar
mâhiyetinde idi. Başlıca vazifesi hâl-i hâzı
rın olduğu gibi muhafaza edilmesine ve
telebbüs, itiyat, telâkkilerin sarsılmamasına ihtimam etmekti. Bir seyahate
çıkacak adam ondan izin alırdı. Çocuğunu sünnet edecek, evlendirecek, meslek
intihab edecek, cerrahî bir ameliye yaptıracak adam mutlaka ona danışırdı.
Tasadduk nâmı altında herkesten iane toplar, muhtaç
olanlara maaş verir, hastalık ve felâket hâlinde hastabakıcı göndermek gibi
suretlerle muavenet ederdi. Tasaddukun bir mecburî şekli, bir de kaza ve belâyı
def etmeye ve bir meserretin şükranını ödemeye mahsus fevkalâde nevi vardı.
Bunlar ya doğrudan doğruya reise veya Kese Sahibi denilen bir iki erkek ve kadına
verilirdi.
Sünnet, izdivaç ve vefatta ahkâm-ı İslâmiye tatbik edilmekle
beraber, reis kabile âdeti üzerine bir duâ da okurdu. Teaddüd-i zevcât ve talâk
hususundaki cevazlar suret-i kat'iyyede ilga edilmişti. Fakat buna mukabil
kadınların hakk-ı veraseti tanınmıyordu. Tesettür hususunda son derece taassup
vardı. Kadınlar evlât, baba ve kardeş haricinde hiçbir erkeğe görünemezdi.
Zevcin biraderinden, kardeş çocuklarından bile tesettür mecburî idi.
YÂKUBÎLERÎN İDARESİ
Reisin asıl vazifesi teceddüde mani
olmaktı. Tarz-ı telebbüsten, itiyat ve telâkkilerden kıl kadar inhirafa mesâğ
yoktu. Erkekler için saçlarını tıraş etmek, kadınlar için saçları ince
örgülere ayırmak mecburî idi.
Bu mecburiyete en ufak bir riayetsizlik gösteren veya
elbisesinde, tarz-ı hayatında eskiden beri müesses kaidelerden ayrılan adam takibata
uğrardı. Takibat, erkek velilerin bir mübaşir vasıtasıyla Reis'in, kadınların, Kılavuzcu Kadın isminde bir kadın vasıtasıyla Reisin
Zevcesi'nin nezdine çağırılmak suretiyle vâki olurdu.
Reis, ifâ-yı vazife halinde mutlaka
beyaz bir sarık sararak oturur, bir hâkim tavrıyla meseleyi tahkik eder, ihtar
ve nasihatlerde bulunurdu. Tekerrür ettiği takdirde bizzat kabahatli
çağırılarak tekdir edilirdi. Emir hâricine çıkanlar derece derece ihraç
cezalarına uğrardı. Bütün ceza sistemi boykot üzerine müessesti. Kabahatliden
veya bütün efrâd-ı ailesinden muayyen bir müddet zarfında selâmı kesmek veya
hiçbir nevi temasta bulunmamak şekilleri vardı. İçki, zina (hatta câriye
istifrâşı) gibi hareketler katiyyen afv edilmez ve pek uzun müddet için ihraç cezasını davet ederdi.
İhraç cezasının müthiş tesiri vardı.
Kabile dâhilinde demir gibi bir inzibat idâme etmeye kâfi geliyordu. İnzibat o
derece idi ki, mühimce emr ü nehiylerin hâricine çıkmayı kimse hatıra bile
getirmezdi. Kabile hayatı her hususta tehakküm esasına müstenid olmakla
beraber, Reis, ihraç gibi mühim kararlar verirken muayyen bir zümreye mensup
ihtiyarlardan mecliste hazır bulunanların istişârî surette reyini sorardı.
ZENGİN VE FAKİR AYRILIĞI
Kırk üç âilelik yüz küsur ferdin teşkil ettiği hafi bir tarikat
içinde muawec birtakım içtimaî sınıf teşkilâtı husule gelmesi pek gariptir.
Yakubî cemaatı evvelâ ağniyâ ve zuafâ diye iki kısma ayrılmıştı. İçtimaî
adem-i müsavat üzerine müesses olan bu taksim bile iki asır müddet devam
edebilmiş ve adetâ tehaccür etmiş küçücük cemaat içinde mücâdeleler uyandırmıştır.
İki sınıf arasında izdivaç olmadığı gibi kabilenin ayrıldığı diğer on'u
mütecaviz nesil arasında bile kü- füviyet farkları gözetilir, adetâ bir nevi
aristokratlık mevcut bulunurdu.
DEVLET MEMURLUĞU
Kabile efradı ticârete hiç bir istidat göstermediler. Büyük bir
ekseriyeti hükümet memuriyetlerine heves etti. Memuriyet hayatı temsilin sıkı
ve tam olmasını mucip oldu. Devlet hizmetinde büyük bir istidat gösterenler, tersane eminliği, sürre eminliği, saray ve şehir kethüdalığı gibi
mevkilere çıkanlar çok oldu.
DÖNME SIRRI
Zaten kabilenin gizli hayatı izdivaç
eden adamlara mahsus bir nevi Masonluk esrarı mâhiyetinde idi. Çocukların
terbiyesine hiçbir tesiri yoktu. Tamamiyle Türk ve Müslüman terbiyesi görerek
büyüyen bir çocuk, etrafında bir esrar perdesi görüp veya mektepteki
arkadaşlarından bir şeyler işitip evinde sualler sormaya başladığı zaman katî
surette nefiy cevapları alırdı.
"- Sizin bir reisiniz varmış, gizli
âdetleriniz varmış."
Gibi sözler söyleyen bir çocuk tekdir edilir:
"- Reis ne demektir? Reis deyince
mahkeme reisi, belediye reisi anlaşılır. Onlardan başka reis diye bir şey
bilmiyoruz. Gizli âdet filân da yoktur."
Tarzında bir cevaba mâruz kalırdı.
izdivaç eden adam, hafî tarikatın esrarını öğrenir, kabilenin uzvu hâline girerdi.
Bu suretle ayrılık gayrı- lık hissi sonradan iktisap edilmiş ârizî bir
mâhiyette kalırdı.
DÖNMELERE BASKIN
Geçen asrın son nısfında zuhur eden bir
hâdise, bu esrar perdesinin yırtılmasına sebep oldu. Kabile efradından Kanbur isminde bir adam Selânik eşrafından
Abdullah Bey isminde bir zâta müracaat ederek gizlenen esrarın ne gibi şeyler
olduğunu ve Yakup'un sa- adethâne denilen evinin yerini anlattı. Bu ev, Yakup
hafîdeleri tarafından kabileye terkedilmişti. Bir köşesinde Sevi'nin ve
Yakup'un kullandığı bazı eşya kıymetli bir hâtıra diye muhafaza olunuyordu.
O zaman Selânik'te Alî Paşa'nın
yetiştirmelerinden zaptiye nâzırı Hüsnü Paşa vali bulunuyordu. Abdullah Bey
kendisine müracaat ederek Kanbur vasıtasıyla ele geçen malûmatı bildirdi. Ve
esrarın meydana çıkarıl-
masını ve bu gizli hususiyetin refini
istedi. Hüsnü Paşa bu müracaatı mâkul bularak evi bastırdı. Yadigâr olan eşya
daha evvel kaldırılmıştı. Hüsnü Paşa burada bir şey bulamayınca orada bekçi
sıfatıyla ikamet eden Nimetullah kadın isminde bir dul kadını hapis ve tazyik
ederek esrarı öğrenmeye çalışmış ise de hiçbir şey söyletememiştir. Bu hâdise
kabileyi dağıtacak yerde bilâkis tesânüdünü muvakkat bir zaman için takviye
etmiştir.
YAKUBÎLER VE MİDHAT PAŞA
Sonraları Hamdi Bey Takımı diye
yâdedilen Yaku- bî kabilesinin inhilâline Midhat Paşa yol açmıştır. Midhat Paşa
1873'de Selanik'e vali olduğu zaman memurlar arasından başı ustura ile tıraşlı
birtakım kimseler olduğunu hayretle görmüş ve bunların, hafi tari- katlerinin
tazyiki ile bu garip harekette bulunduğunu tahkik etmiştir. Bunun üzerine
başını tıraş edenlerin memur olamayacaklarını ilân etmiştir.
İlk defa olarak haricî bir tesir,
kabilenin dahilî bir nizam ve intizamıyla tearuz etmiştir. Zaten memurlar
başlarındaki ayrılık damgasından utandıkları için bu emre itaat ederek saç
büyütmeyi canlarına minnet bilmişlerdir. Mithat Paşa bu suretle kabilenin
tehaccür etmiş mevcudiyeti üzerine gayet âkılâne bir darbe vurmuştur.
GONCA-İ EDEB
Hamdi Bey Takımı'nın esas hususiyetinin
yenilik düşmanlığı olduğunu söylemiştik. 1873 senesindeki kıyafet bir asır
evvelki kıyafetti. Meselâ ökçeli ayakkabı giymek şiddetle men ediliyordu. Mürteci'
zorbalar, Reis'i ziyarete gelen adamların çıkardığı ayakkabılarını muntazam
teftiş eder, ökçeli ayakkabıya tesadüf ederse satırla kırardı. Bu kara cehalet
muhiti içinde, Midhat Paşa'nın emrinin infaz edilmesi ilk defa olarak gözleri
açtı. Diğer bir çok şeyler gülünç bulunmaya başlandı.
1873 ile 1883 arasında yetişen yeni
neslin okumuşları bu tarzda bir küçük zümreye hiç haberleri ve rızaları
olmadan mensup olarak doğduklarından dolayı bir hicab ve isyan hissi duymaya
başladılar. Reis'in bütün
emir ve arzularına isyanlar başladı. İhraç cezaları yağıyor,
fakat yeni nesli zerre kadar müteessir etmiyordu. Ancak velilere olan hürmet ve
muhabbetten istifade edilerek, bir müddet, bir dereceye kadar inzibat muhafaza
olundu.
1300 [1883] senesine doğru Gonca-i Edeb isminde bir mecmua çıkaran gençler
nazarında Sevi, on yedinci asırda yetişmiş, şarlatandı. Ona nisbetle gizli bir
ta- rikate mensup kalmak ve izdivaç tarikiyle Türk camiasına karışmamak pek
gülünç bir şeydi.
YÜKSEK TAHSİL
Kabile reisleri artık teceddütle
pazarlığa girişmeye mecbur oluyorlardı. Meselâ 1300'den evvel ecnebi lisanı
tahsiline katiyyen müsâade etmezken, buna müsamaha olunuyor, fakat İstanbul
âlî mekteplerinde tahsile müsâade edilmiyordu. Sonra Hukuk ve Mülkiyeyt müsamaha, fakat diğerlerine mümanaat
olunuyordu. Bir müddet sonra Eczacıya., nihayet Baytarlık'a müsâ- de çıktı. Lakin Tıbba şiddetle muhalefet olunuyordu.
Doktorluğa da müsâde edildikten sonra, bir müddet Avrupa'da tahsile muhalefet edildi. Kadınların ferace
yerine çarşaf giymesi hususunda aynı tarzda mücâdele - ler
oldu.
Fakat bu emirlerin yeni nesiller
üzerinde hiçbir tesiri kalmıyordu. Bu neslin bütün arzusu kabile teşkilâtından
çıktıktan başka, buna mensup olarak dünyaya geldiklerini unutmak ve unutturmaktı. Memuren bir tarafa gittikleri zaman Selânik'te doğduklarını bile gizliyorlardı. Son kırk sene
içinde kabile tedricî surette inhilâl etti. Teşkilâtı ve hususiyet damgası
ortadan kalktı. Dahilî izdivaç hususundaki mezmum ve muzır âdet kırıldı. Diğer
husûsî âdetlerden ayrıca bir mezarlık bulundurmak ihtiyacı da bertaraf oldu.
İki asırlık garip içtimaî mevcudiyet tamamiyle tarihe karıştı. Bugün ancak yetmiş, sekseni geçmiş
birkaç ihtiyarın kafasında maziye âid bir merbutiyet hissi bulunabilir. Fakat
bunlar inkırazın tam olduğunu gördükleri için maziyi gülünç bir kabul addeden
yeni nesillere maziden bahsetmeye bile cüret edemiyorlar. Memur sıfatıyla memleketin dört tarafına
dağılan insanlar tamamiy- le umûmî camianın malı olmuştur.
KARAKAŞ TAKIMI
Sonraları Karakaş Takımı diye yâd edilen ikinci kısım,
Yakubîler gibi iki asır müddet tehaccür etmiş bir vaziyette kalmamıştır; birçok
gürültülü inkılâblar geçirmişlerdir. İftirak hareketine riyaset eden Mustafa Çelebi, Sevi'nin ve Yakup'un ortaya koyduğu
esaslardan daha karışık ve girift birtakım hurafeler icat ederek taraftarlarını kendine
bend etmeye çalışmış, o asrın cehaletinden istifâde ederek muvaffak da
olmuştur.
Taraftarları meyânında Abdurrahman Efendi isminde gayet sâde-dil ve halûk bir
adam vardı ki 1094 [1683] senesinde ihtida etmişti. Bunun Osman Efendi ismindeki oğlu, Sevi'nin vefatından tam
dokuz ay sonra tevellüt etmişti. Mustafa Çelebi ortaya bir tenasüh esası
çıkarmak istediği için bu tesadüften istifâde etmeye kalkışmıştır. Kendi
mevkiini takviye etmek için daha iptidadan bu zeminde bir plân hazırlamıştı. Buna
Osman Efendi'yi âlet etmesine yegâne sebep, bu basit tesadüften ibaretti.
Ortaya koyduğu iddia şundan ibaretti: Sabatay Sevi ölmemiş
yalnız ruhu vücudunu değiştirmiştir. Fakat Yakup'un vücuduna tenasüh etmedi,
edemezdi. Zira Yakup, Sevi ölmezden evvel de mevcuttu. Sevi öldüğü zannolunduğu
gün Abdurrahman Efendi'nin sulbünden rahm-i mâdere düşmüş, Osman Efendi şeklinde yeniden dünyaya
gelmiştir.
Binâenaleyh Sevi'nin yerine geçmek hakkı Yakup'a değil, Osman Efendi'ye
aittir.
YENİ MESİH: OSMAN EFENDİ
Mustafa Çelebi'nin bu sözlerine katiyen
itiraz edilmeksizin inanıldı. İhtimâl ki, o zaman bile inanmayanlar vardı.
Fakat inanmış gibi göründüler. Çünkü menfaatleri inanmakta idi.
Mustafa Çelebi, Osman Efendi'yi kendi
plânlarına âlet diye kullanarak kabile içinde rindâne bir hayat tesis etti.
Hurâfâtın miktarı bir müddet gitgide arttı.
1114 [1702] tarihinde yani iftiraktan on
iki sene sonra Mustafa Çelebi, Osman Efendi'nin Sevi'nin vekili ve mümessili
olduğunu ilan etti. Osman o zaman 26 yaşında idi. Uzun boylu, esmer, şişman,
mavi gözlü, gabî bir adamdı. Mustafa Çelebi'nin bâziçesi olup kalmıştı.
Mustafa Çelebi 1128 senesinde bir adım daha ileri giderek 40 yaşında bulunan
Osman'ın tıpkı Sevi gibi Mesih olduğunu ilan etti.
Fakat buna bazı mûterizler zuhur etti.
Akl-ı selîm erbabından ibrahim Ağa isminde biri bu mûterizlerin
pişdarlarından idi. İbrahim Ağa, Osman'a ancak bir vekil nazariyle
bakılabileceğini daha fazla bir şey isnad olunamayacağını söylüyordu.
Mesihliği evvelâ yalnız on üç kişi kabul
etti, bilâhare taraftarlar tedricen arttı. Lâkin kabile arasında için için bir
ihtilâf ve tefrika ateşi yanıp duruyordu.
Bu hal beş sene devam etti. Nihayet 19 Ramazan 1133 [1721]
tarihinde Osman Efendi vefat edince mesele had bir şekil aldı.
İBRAHİM AĞA TAKIMI: KAPANCILAR
İbrahim Ağa taraftarları Osman'ın Mesih
olmadığını iddia ediyorlardı. Buna delil olarak da bir Mesih'in ölmemesi,
çürüyüp kokmaması lâzım geleceğini ileri sürüyor ve şu teklifte bulunuyorlardı.
"- Osman'ın mezarını
açalım,bakalım. Eğer ceset çürümemiş ve kokmamış ise biz de sizinle beraber Mesih
olduğuna itikad ederiz. Fakat kokmuş ise siz bizim fikrimize iltihak ediniz.
Böylece ihtilâf bertaraf olsun."
Osman'ın Mesih olduğuna inananlar, bu
teklife kail olmadılar ve mezarın açılmasına rıza göstermediler. İkinci bir
iftirak hadis oldu ve sonraları Kapatıcılar diye tesmiye edilen İbrahim Ağa
Takımı, Karakaşlar'dan ayrıldı.
Karakaşlar bu takıma karşı bir zaman
Yakubîler'in gösterdiği nefret ve husûmeti ibraza başlamışlardı. İb-
rahim Ağa'nın ismini söylemeye razı
olmuyor, kendisini Papu diye yâd ediyorlardı.
ANBARCl
Mustafa Çelebi'nin tesis ettiği hurafât
bir buçuk asır kadar devam etti. Kabile efradı fakr ü cehalet içinde
bulunuyor, müteneffizânın emrine münkad oluyorlardı. Ulemâ nâmı verilen bu müteneffizândan bir aralık
Anbarcı nâmında biri türeyerek bütün kabileyi
nüfuz ve tahakkümü altına almış, efrâd-t kabileyi çirkin yollara sevketmişti.
Osman Baba'nın vefatında üç erkek, dört
kız evlâdı vardı. Yerine büyük oğlu Abdurrahman Efendi geçti. Bundan sonra sırasıyla on reis
geldi.
Yarım asır evvel Mustafa Çelebi ile
Anbarcı'nın hu- râfâtına karşı şiddetli bir aksülamel başladı. Yeni nesil
ayaklanarak bütün içtimaî münâsebetleri ahlâkî bir inzibat altına aldı.
FEVZ-İ SİBYAN VE FEVZİYE MEKTEPLERİ
Fevz-i Sıbyan, bilâhare Fevziye
mektepleri açılarak yeni nesle ciddî bir terbiye verildi ve pek muktedir bir muallim sınıfı yetiştirildi. Bu müddet zarfında kabile
efradı büyük bir istidat göstererek, küçük esnaflıktan ticârete irtikâ ettiler.
Doktor,
muallim, avukat, memurdan mürekkep yeni bir nesil yetiştirdiler.
İki asırlık fakr ü cehaleti, beş on senelik bir intibah silip süpürdü. Bir
zamanlar memleketin en mükemmel terbiye müessesesi olan Fevz-i Sıbyan ve
Fevziye'nin, bu intibahın husulüne pek büyük bir tesiri olmuştur.
Bu inkılâba rağmen kabile teşkilâtının,
Karakaş- lar'da, diğer iki takımdan daha devamlı olmasının, in-, hilâlin daha
geç başlamasının sebebini iktisadî iştirak - ı mesaîde aramak lâzım gelir.
İktisadî rabıta olmasaydı diğer iki takımda olduğu gibi inhilâl hiç şüphesiz
tam olacaktı.
KAPANCILAR VE TERAKKİ MEKTEBİ
Kapancılar denilen üçüncü kısmın hayatı
daha basittir. Bunlar 1133 [1721] de Karakaşlar'dan ayrıldıkları zaman,
Yakubîler'le ittihat ve ittifak tesisine teşebbüs ettiler. Fakat aradan 31
sene zaman geçmiş, bu müddet zarfında iki kabile başka esaslara göre inkişaf
ederek, arada fevkalâde bir tebâüd husule gelmişti. Bu cihetle Yakubîler,
itilâf teklifini reddettiler.
Kapancılar, kendileri için yeni hurâfât
tesisine lüzum görmediler. Eski itiyad ve telâkkilerinden bir kısmını pek
sathî bir şekilde muhafaza ederek pek erkenden ecnebî lisanları öğrenmek ve garplılaşmak yolunu tuttular. Ticârette daha büyük mikyasta muvaffakiyetler
gösterdiler. Terakki Mektebi isminde güzel bir mek-
tep vücuda getirerek, pek iyi esaslar
dairesinde yeni bir nesil yetiştirdiler. Ancak iktisadî râbıtalarla bir müddet
birliklerini muhafaza ettikten sonra, bir içtimaî teşekkül sıfatıyla inhilâl
yolunu tuttular.
GERİYE NE KALDI?
Selânik'te iki buçuk asır evvel kurulan
ve gizli bir hayat geçiren üç kabilenin mevcudiyetini zaman inhi- lâle
uğratmış, nihayet maziye gömmüştür. Bununla beraber ortada birtakım enkaz
vardır ki, sarih bir tasfiyeye muhtaçtır. Geride hâlâ bir ayrılık gayrdık izi kalmasına sebep, bu tasfiyenin
icra edilmemesinden ibarettir.
Rüşdü Karakaş Bey'in teşebbüsü ne sâikle
vuku bulmuş olursa olsun, tasfiyenin vukuuna ve asırların örttüğü esrar
perdesinin umûmî surette yırtılmasına ve tarihe karışmasına iyi bir vesile
teşkil etmiştir.
Selânik'teki üç kabile efradı vasatî zekâ seviyesince düşkün
adamlar olmadıkları halde, on yedinci asırda ortaya çıkan bir şarlatanın, bunların üzerinde nesillerce müessir
kalmış olması ve antropoloji ilminin en basit ve iptidaî kabileler arasında
tesadüf ettiği birtakım gülünç hurâfâtın inkişaf edebilmesi ve uzun müddet baki
kalması hayretle telâkki edilebilecek tarihî bir hâdisedir.
NEDEN KAPALI ZÜMRE?
Bunun ilmî bir surette yegâne tarz-ı
izahı, iki buçuk asır evvel küçük bir muhitte tavattun eden iki yüz âilelik
bir kitlenin birdenbire hayata karışamayarak muhitten hasmâne bir tazyik gördüğünden ve bu tazyikin adetâ
mihanikî bir tesir göstererek fertleri birbirine bağladığından ibarettir. Bu
fertler arasındaki durgun mücerred hayatta kolayca birtakım hurâfât tekevvün
etmiştir.
On altıncı, on yedinci, on sekizinci asırlarda ortaya çıkıp
Sevi'ye mümasil gürültüler çıkaran adamlar az değildir. Fakat bu yolda hurâfâtı
zaman kolayca hükümden düşürebilmiş ve beş, on sene içinde geriye hiçbir nâm ü
nişan kalmamıştır.
EVLENME MESELESİ
Selânik kabileleri arasındaki ayrılığın
uzun müddet devam etmesine sebep, izdivaç itibariyle olan adem-i imtizaçtır.
Daha yarım asır evvel kabile hurâfâtı yeni yetişenler arasında yıkıldığı halde
izdivaç hududu daha fazlaca müddet baki kalmıştır. Bunun bir sebebi, eski
neslin yeniler üzerindeki babalık ve analık itibariyle olan tesiridir. Diğeri
de yakın vakitlere kadar memleket içinde mevcud olan tarz-ı izdivaçtır. Bu sistem
izdivacın birçok mechûlât içinde vukuunu icap ediyordu. Bu cihetle birbirinin
ahvâlini az çok tanıyanlar, eski izdivaç an'anesinden ayrılmamayı bir müddet
daha kolay ve tehlikesiz buldular.
Fakat hayatta ve tarz-ı izdivaçta olan
umûmî inkılâp, bilhassa eski sedleri gittikçe mütezâyid ve kat'î bir şekilde yıktı.
MEZARLIK AYIRMAK
Yetişmiş seksen yaşında bulunanlar üzerinde mazinin bırakmış
olabileceği bâzı izler hâriç olmak üzere, bugün yalnız Karakaş Rüşdü Bey'in mensup olduğu zümrenin yaşlıca efradı
arasında teâvüne müstenid husûsî teşkilât vardır ve husûsî bir mezarlık
bulundur - mak itiyadı bakî kalmıştır. Kimsenin yakından tanıdığı ve
ihtiyacını takdir ettiği bir adama maddeten muavenet etmesine muhalefet
edilemez. Fakat teâvün teşkilâtında bile eski zümre hududunun yok addedilmesi,
muhtâcîne yardım etmek isteyenlerin bu muhtaçları umûmî Türk ve Müslüman
muhiti içinde aramaları, mazinin kat'î bir surette tasfiye edilmesi nokta-i nazarından
lâzımdır.
Mezarlık hususundaki âdet de gülünçtür. Bir aile, ölülerine iyi
bir mezar yapmak isterse, bunu herhangi bir mezarlığın bir köşesinde vücûda
getirebilir. Eski zümre teşkilâtına göre husûsî bir mezarlık idâme etmek,
ayrılığı pek mânâsız surette idâme etmek demektir. Eski hurâfât o kadar
gülünçtür ki, bunun en küçük izini bile silmek hususunda her aklı başında
adamda adetâ taassup hisleri mevcud olmalıdır.
CEMAAT TEŞKİLATI
Selânik'te nesillerce yaşıyan üç kabilenin hayatı, hu- râfâta müstenit bir tarikat
sıfatıyla, bir hafî cemiyet sıfatıyla gülünçtür. Dâhili izdivaç usûlü sıhhat
itibariyle çok muzırdır. Fakat inkıraz eden üç kabilenin geçirdiği içtimaî
imtihanda bir tek nokta vardır ki, mem-
leketin umûmî hayatı için nazar-ı
dikkate alınmaya lâyıktır. O da küçük mikyasta cemaat teşkilâtının husule
getirdiği içtimaî fâidelerdir. Asırlarca müddet zarfında Selânik'teki üç
kabile arasında pek mahdut bir nisbette cani, serseri, sefil yetişmiştir. Bu
kadar düşkün bir nisbete pek az insan kitleleri arasında tesadüf edilebilir.
Buna sebep, birbirlerini göz önünde tutanlar arasındaki teâvün ve içtimaî kontroldür.
Zaten bugün içtimaî hareketlerin başlıca hedefi de bu nevi kontrolü vücûda
getirmektir. Bilhassa İstanbul gibi büyük şehirlerde asrî bir şekil ve ruhta
cemaat teşkilâtı yapılacak olursa memleketin içtimaî hayatına pek hayırlı bir
salâh unsuru girmiş olur.
- 1
-
1924
YILINDAKİ AÇIKLAMALARI
Dönmeler hakkında, hiç beklenmeyen bir dilekçe vererek ortalığı
karıştıran Karakaşzâde Rüşdü'nün dilekçelerinden ve kendisine çatanlara cevap
olarak gönderdiği yazılarından başka, onunla yapılmış birkaç mülakat da
gazetelerde çıkmıştır. Bunlardan mühim olan iki tanesini, gazeteci
ilâvelerinden ayıklayarak ve biraz sadeleştirerek aşağıya alacağız. Bu
yazıların ilki 8 Ocak, ikincisi 17, 18, 24 Ocak 1924 târihlerinde Vakit gazetesinde
çıkmıştır. Bu birinci mülakatı yapan, gazetenin muhabirlerinden Hüseyin
Necati'dir.
(*) Hüseyin Necati Çiller (d. 1895,
Milas), Prof. Dr. Tansu Çil- ler'in babasıdır. 1915 yılında Mülkiye Mektebi'ni
bitirmiş, 1918'den sonra basın hayatına başlamıştır. Vakit gazetesin-
VAKİTTE ÇIKAN BİRİNCİ MÜLAKAT
Geçen gün yanımda Tanin muhabiriyle
Meclis önünde dururken bir zat gelerek kendisini takdim etti.
"-
Selânik Dönmelerinden Karakaşzâde Rüşdü!"
Tebessümle, biz de kendimizi takdim
ettik. Durup dururken şu takdim şekli bana garip gelmişti.
Meğer sebepsiz değilmiş. Dönmelik
meselesini halletmek üzere Ankara'da bulunuyormuş. Gerek Tanin muhabirine,
gerek bana matbu birer istida verdi. Mec- lis'e hitap ediyordu. Hülâsasını
alarak telgrafhaneye gönderdim.
Teşebbüs Ankara'da da az çok bir alâka
uyandırmıştır. Çünkü Rüşdü Bey'in başka bir istida ile Reisi- cumhur'a da
müracaat ettiğini, istidanın Başvekâlet'e havale edildiğini haber aldım.
Bugün pastacıda mebuslarımızdan Kâzım
Bey ve hâriciyeden diğer bir zat ile oturuyorduk. Karakaşzâde yanımıza geldi.
Gülüyordu, memnundu:
de çalıştığı sırada mesleğinden
ayrılarak, 9 Nisan 1924'te öğretmenliğe tayin ile Muğla'ya gitmiş ve ancak
1930'da İstanbul'a dönmüştür. Çiller ailesinin aslen Dönme olduğunu ileri
süren Prof. Dr. Yalçın Küçük, bu ayrılışın sebebi olarak, Karakaşzâde ile
yaptığı mülakatı yayınlayarak cemaatin sırlarını açıklaması olduğunu
söylemektedir.: "ÇillerAilesi Yahudi mi?" Tekelistan, s. 137-140, 2. b, İstanbul
2001, YGS Yayınları.
"Tanin yazmamış, dedi. Fakat bu
benim mefkû- remdir. Her halde bir netice alacağım."
Rüşdü Bey cidden hoşsohbet bir zattır.
Bize Dön- melik hakkında uzun uzun malûmat verdi. Henüz küçük iken annesinin
nasıl kolundan tutarak, kendisini babasıyla Dönmelerin ibâdet ettikleri salona gönderdiğini, ibâdetlerinin tarzlarını
anlattı:
"- Validem bana: Kat'iyyen kuzu eti yeme,
senesinde ölürsün. Dönmelerden başka bir kadınla temas edersen mutlaka
cehenneme gidersin. Bu ibâdetler hakkında sakın Türkler'e bir şey söyleme.
Türkler soğan gibidirler. Sen hiç acı olmayan soğan gördün mü, derdi.
"Halbuki Selânik'te Arnavutlar
vardı. Gayet nefis kuzu pişirirlerdi. Çocukluk, imrenirdim. Nihayet gidip
yemeye karar verdim. Bir taraftan korkuyordum. O heyecanla yediğim kuzuyu
unutamam. Zihnimde yer eden bu telkinler ile o sene hep ölümü bekledim.
Ölmedim. Yine yedim. Yine ölmedim. Valideme anlattım. Bütün söylediklerinin
doğru olmadığını, kuzu yemekle bir insanın ölmeyeceğini iddia ettim.
Kızdı."
DÖRT GÖNÜL MESELESİ
Merak ederek sordum:
"- Niçin kuzu yemiyordunuz?"
"- Kuzu yiyorduk, fakat merasimle!
Siz Dört
Gönül Meselesini bilir misiniz?"
"- Hayır..."
Benim için şimdiye kadar meçhul olan ve
çok garip gelen bu tafsilâtı meraklı buluyordum.
Rüşdü Bey anlattı:
"- Kuzu yemenin mevsimi vardır: Senede
bir gün. İki arkadaş anlaşırlar. Karar verirler. Kuzu ziyafeti yaparlar; tabiî
eşleri ile beraber. O akşam kuzu yenir. ("Vakit" yazı işleri buradan bir
cümleyi hakaret sayarak çıkarmıştır). Bunun sevabı çoktur. O gece ne kadar
çok sevap yapılırsa, bu sevapla insan cennet yolunda o kadar fazla yol almış
olur!"
Rüşdü Bey'in söylediği "cennet
yolcuları" herhalde nesli kesilip ahirete gitmiş kimseler olmalıydı ve
muhakkak Rüşdü Bey'in hurafeler içinde bıraktığı bir zümredendi. Ben de
kendilerini yine kendi yollarında bırakarak şu Dört Gönül meselesini anlamak
istedim.
"- İşte bu ya! Dedi. Kuzu başında en az dört kişi!"
"- Anladım, anladım, yani dört kişi
gönüllerini birleştiriyorlar. "
"- Evet, fakat bazan dört gönlün
birleşmesi kâfi gelmeyebilir. Bu takdirde birleşen gönüllerin otuza kadar
çıktığı vâkidir!"
"- Hurafeler bu kadar da değildir.
Selanik'te Dönmeler arasında -hâşâ- Allah olarak tanınmış biri vardı. Yangın oldu. Birçok
aileler, mücevherlerini, kıymetli eşyalarını onun evine götürdüler. Zannediyorlardı
ki ateş oraya gelemez. Halbuki pek âlâ geldi ve orasını yaktı. Bu benim elimde
bir propaganda silâhı oldu. Fakat çabucak te'vil ettiler: Elbette yanacaktı.
Biz o kadar günâh işledik ki, dediler.
"Bir gün bunları Dâhiliye Vekili
Ferid Bey'e de an-
lattım. Hep kahkahalarla güldü. Elimi
sıktı. Beni tebrik etti ve: Ben Dönmeleri zeki ve mâkul bilirdim, meğer çok
ahmak insanlarmış! Dedi."
Filhakika biz de birçok gülerek Rüşdü
Bey'i tebrik ettik.
MENFAATÇİ DÖNMELER
Rüşdü Bey on beş yaşından beri bu
hurafelere isyan etmiş. İlk karısı da önceleri hurafelere inanır iken, kendi
telkinleri ile bütün bu inanışlara ehemmiyet vermez olmuştur. Ayastefanos'ta
(Yeşilköy) oturdukları müddetçe oradaki Türkler tarafından daima takdir
edilmiş ve halk kendilerini diğer Dönmelerden tamamen ayrı bir nazarla
görmüştür.
Rüşdü Bey'in izahatı bana kâfi gelmedi.
Dönmeler arasında benim tanıdığım, memleketin tanıdığı simalar vardı.
Bazı noktaları anlamak yolunda Rüşdü
Bey'e bazı sualler daha sordum. Şimdi onları geçerek yalnız aldığım cevapları
yazıyorum:
"- Dönmeler dedi, üç kabiledir:
Karakaşlar, Kapan- cılar, Hamdi Beyler.
(Buradan Rüşdü Bey'in
her üç kabile ve grupları hak- kındaki hükümleri, tavsifleri çıkarılmıştır.)
"- Bütün bunları birleştirerek yine üç
gruba ayırabiliriz:
"Bir kısmı, cahildirler, tam olarak Yahudidirler,
Ya- hudice dua ederler, muhafazakârdırlar.
"İkinci grup, aydın kimselerdir. Hurafelere pek
ehemmiyet vermezler; fakat Türk unsuruna hiç karışmak istemezler. Sadece
menfaatlerini düşünürler.
"Pek az kısmı Türklerle
karışmışlardır. Bütün Dönmeler on beş bin kadardır ve bu üçüncü kısım ancak yüzü buluyor."
"Benim kızmam ikinci sınıfadır. Nesil bozulmuştur. Daima
amca, teyze kızı ala ala, hep iç içe ihtilâflar neticesinde münkariz
olmaktayız. Bunun sebebi menfaattir, demiştim."
BİR DÖNME, TÜRK KIZI ALIRSA
"- Gençler, tahsil görenler, belki Türk
kızı alacaklardır. Fakat ihtiyar ve muhafazakâr babalarından ve analarından
kalan mirası kaybetmekten korkarak yine kendilerinden alırlar. Faraza ben Selânik'te
yüksek tahsil görmüş bir genç tanırdım. Bir Türk kızı severdi, aldı. Babası reddetti. Ticarethaneden çıkardılar. Sonra
gördüm. Elinde bir ip vapurlarda hamallık ediyor ve hayatını kazanmaya çalışıyordu. Bu
gibileri ne Türkler benimsiyorlar, ne de Dönmeler içlerine alıyorlar.
"- Aydın ve fikir adamı olanlara
gelince: Onlar da sadece menfaat-perestlik ve bencillik yüzünden bu kurtuluş
yolunda önderlik etmiyorlar. Daima birbirlerini tutarlar. Fakat boykotları da
müdhiştir. Kanaatle-
rine rağmen bu menfaat endişesi ve yalnız kendilerini düşünmeleri yüzünden felâkete gidiyoruz. Bilirler
ki bir mağaza sahibi iseler müşterilerin, bir müessese sahibi ise, satışların
yüzde seksenini kaybedeceklerdir; bile bile susuyorlar."
ÇARE NEDİR?
"- Şimdi ben düşünüyorum ki, gelecek
muhacirler ikişer üçer kamilen Anadolu'ya dağılımlıdır. Kat'iy- yen herhangi
bir mıntıkada toplanmalarına meydan verilmemelidir. Sonra faraza üç bin genç
erkek, beş bin genç kızımız var. Bunların mutlaka kendilerinden başka ırklarla
evlenmeleri mecburiyet altına alınmalıdır.[3]
"Kızlarımız bittabi Türkler'e
varacaktır. Gençlerimiz de Türk, Alman, Fransız kızlarını -izin olduğu için-
alabilirler."
Rüşdü Bey samimi bir Dönmedir. Nesline
merbuttur. Onun hayrını istiyor. Mâkuldür ve bu uğurda çalışmak onun
hakkıdır.
Fakat Rüşdü Bey sadece neslinin menfaati
namına çalışırken bu meselenin bizi ilgilendiren noktalarına
bizim ehemmiyet vermemiz lâzımdır. Ben,
muhtelif kimselerin fikirlerini sordum:
BİR DOKTOR: İÇİMİZE
ALALIM MI?
Bir doktor:
"Bu nesil, dedi, küçük istisnalar
dışında tamamı veremlidir. Kendileri kendilerinden şikâyetçiler,
içimize almak, kanımıza karıştırmakla büyük bir kazançta bulunmuş
olmayacağız."
Bir iktisatçı dahi:
"Bunlar zeki ve tecrübeli bir
unsurdur. Memleketin iktisadiyatını kamilen ellerine alacaklardır" dedi.
Bir içtimaiyatçı taraftar çıktı:
"İnkılâbımızda ve tekâmülümüzde
mühim rolleri ve hizmetleri görüldü. İktisadı mahzura gelince, bunlar kamilen
ve samimi olarak içimize karışıp bizden olunca Ahmed, Mehmed, Cavid, Sâim
arasında fark kalmayacağını" söyledi.
Meseleye Meclis alâka göstermiştir.
Haber aldığımıza göre partide mevzuubahs olacaktır. Bittabi muhtelif nokta-i
nazarlar çarpışacak, verilecek karar herhalde memleket için en faydalısı
olacaktır.
Vakit gazetesi muhabiri Hüseyin
Necati'nin Kara- kaşzâde Rüşdü ile yaptığı ve 8 Ocak 1924'te yayınlanan
mülâkatı burada sona erdi.
Şimdi aynı gazetenin muhabirlerinden İhsan Arifin yine
Karakaşzâde ile yaptığı, 17, 18 ve 24 Ocak tarihli Vakitlerde çıkmış olan
mülâkatını aşağıya alıyoruz:
"DÖNME,
ÇIFIT!"
Rüşdü Karakaş Bey, orta boylu, tıknaz,
esmer ve kumral saçlı... Üzerinde daima gördüğüm dik yakalı, beyaz bir fanila
var. Kırbıyıklarının uçları kesik,başı kırk beş senenin fırtınalarla dolu
kışlarından bir levha taşıyor.
Rüşdü Bey, dini, milliyeti ve tarihi
meçhul olan ırkının bugünkü manzarası karşısında ızdırap duymuştur.
Bayrağımız karşısında gururu kabaran, ızdırapla- rımız önünde gözleri yaşaran
ve zaferlerimiz karşısında kalbi kanatlanan bu insan, ırkının hayatında hakiki
bir inkılâp yapmak istiyordu. Ve belki de, bu hareketinden sonra tarihlerin
inkılâpçıları arasında bir çerçeve arayacaktır.
Kırk beş senelik hayatını dolduran
derdini anlata anlata kısılan sesiyle tekrar başladı:
"- İhsan Bey, dedi. Beni bu Dönmeler
on beş sene evvel aforoz ettiler. Hayatım, onlardan uzak, tamamen Türklerin
içinde geçmiştir. Dönmelikten nefret ediyordum. Bu gayri tabiî bir haldi. Ne
dini dinimize, ne ahlâkı ahlâkımıza, ne milliyeti milliyetimize uyuyordu.
"Bir gün çocuğum ağlaya ağlaya
geldi: "Baba bize
Dönme, çıfıt diyorlar. Biz Türk değil miyiz:" dedi. Kalbim
kan ağladı.
"Yine Mütâreke senelerinden bir
gündü. Hilâl-i Ahmer (Kızılay) için Beyoğlu'nda iane topluyordum. Oranın
zenginlerinden bazı Yahudiler'e, Rumlar'a müracaat etmiştim. Yahudiler'den
biri:
"Rüşdü Bey, sen böyle şeylere ne karışıyorsun. Sen de
bizdensin, Yahudi'sin" dedi.
BEN HÂLİS DÖNMEYİM
"Bunlar benim hislerime vurulan
birer hançerdi. Bu hakaretler ne zamana kadar devam edecek, diyordum. Çok
şükür, Cumhuriyet ilân edildi. Zemini zamanı münasip buldum. Hayya ale s-salâh
dedim, geldim."
"- Bazı gazetelerde, bakınız, sizin
söylediklerinizin aksi fikirler var" dedim.
Rüşdü Karakaş Bey, iki elinin
parmaklarını yumarak göğsüne vurdu:
"- Ben hâlis mûlis Dönmeyim, dedi.
Ayrılık vardır. Bu toprakta Türk olacağız, başka çare yoktur. Ben Selanik'teki
çiftliklerimin muhafazasına çalışmıyorum. Hayırlı bir işe giriştim.
Samimiyetimden şüphe etmek, gayretullaha dokunur... Sonra benim nifak ve şi-
kak çıkarmak istediğime zâhip oluyorlar. İsterlerse beni İstiklâl Mahkemesi'ne
göndersinler. Orada bütün bunları daha iyi anlatırım."
"- İstanbul'a ne zaman gideceksiniz?"
"- Şimdi gitmem, beni rezil ederler."
EY DÖNME GENÇLERİ!
Rüşdü Karakaş Bey, bunu söylerken hazin
ve müteessirdi. Bana derdini maksadını durmadan anlatmaya çalıştı ve bir
hatip gibi haykırdı:
"- Ey uyuyan Dönme gençleri!
Uyanınız, Dönmelerin inkılâbı yaklaşmıştır. Siz bilmiyor musunuz ki, her
inkılâp o milletin içinden çıkar. Dönme inkılâbı da Dönmelerin içinden
çıkacaktır. Gözlerinizi açın!"
Rüşdü Karakaş Bey, bana Yahudiler'in
hurafelerinin bir kitap olacak kadar çok ve meraklı olduğundan bahsetti.
Gazeteme aziz arkadaşımın gönderdiği hurafelerin ehemmiyetsizliğini söyledi.
Bunların bir kısmına daha evvel vâkıf
olmuştum. Fakat bunları daha iyi olarak Bir Dönmenin ağzından dinlemek her
zaman yakalanamayan mesut bir fırsat kuşuydu. Mesleğimin nöbetleri içinde
ürpererek Rüş- dü Bey'den rica ettim:
"- Bütün bunları bana nakl etmez misiniz?"
"- Peki, dedi. Fakat bunlar pek
çoktur. Birer birer tasnif edeyim. Size parça parça anlatırım."
GENÇ SELÂNİKLİNİN TEHDİDİ
Sabahleyin sözleştiğimiz yer olan
pastacıda Rüşdü Karakaş Bey'i buldum. Bana aldığı bir tehdid mektu-
bundan bahsetti. "Genç Selânikli" imzasıyla gelen bu
mektubun son satırları şöyle bitiyordu:
"Rüşdü Bey, sen Dönmelerin elinde can vereceksin."
Uzun bir kahkaha zinciriyle bu Donkişot
ağızlı mektubun satırlarını düğümledik ve Rüşdü Bey kelimeleri ağzının içinde
yuvarlanan bir ahengle ırkının asırların perdesi arasında kalmış meçhul
hurafelerini anlatmaya başladı.
Rüşdü Bey'in şivesine, kelimelerine hiçbir şey ilâve etmeden
aynen naklediyorum:
İLÂHLARI Selânik'TE,
HALİFELERİ İSTANBUL'DA
Dönmelerin iki buçuk asırdan beri
kendilerine mahsus dinî teşkilâtları mevcuttur. Bunlar herkesin bildiği gibi Karakaşlar, Kapancılar, Hamdi Beyler namlarıyla üç kısma ayrılmışlardır.
Dönmeler, ilk ortaya çıktıklarından,
kırk elli sene sonra, dinlerinin kurucusu olan Sabatay Sevi'nin ruhunu taşıdığı iddia olunan Osman Ağa
nâmında birisini -hâşâ- Allah diye ilân ettiler ve Osman Ağa, Dönmelerin ilâhları oldu.
Bu ilâhın zuhurundan sonra Dönmelerden
altmış üç kişi sokağa fırlayarak Osman Ağa'nın evine gitmişler, önünde secde
ederek, Dönmelerin bu ilk ilâhına evvelâ bîat etmişlerdir. Bu altmış üç kişi
ilk Sahabeler olup, bunlara "Baba" nâmı verilmiştir.
Osman Ağa öldükten sonra yerine bir
diğerini seçmişler ve bu böyle devam edip gitmiş, Osman Ağa'nın yerine
geçenlere, "Halife" denmiştir.
"- Demek Dönmelerin de ayrı halifesi var?"
"- Var ya! Dönmelerin şimdiki
halifesi İstanbul'dadır."
"- Kimdir? İsmini söyler
misiniz?"
"- Orasını mazur görün. İcap ederse
söylerim."
Rüşdü Bey hurafelere aynen devam
ediyordu:
Sahabelerin vefatlarında yerlerine evlâd
ve ahfadı kaim olur. Bunları da, gerekirse açıklayacağım.
Dönmelerde sünnet Müslümanlarınkinden başka türlüdür. Bir Dönme
çocuğu iki veya üç yaşına gelince sünnet edilir. Sünnet edilmeden evvel çocuğa
Hali- fe'nin eli öptürülerek, izni alınır. Sünnet esnasında Ya- hudice dualar
okunur.
GECE YARISI KIYILAN NİKÂH
Nişan, izdivaç akidleri, çocuklar ta
analarının karnında iken vuku bulur. Meselâ iki kadın gebe değil mi:
Birbirleriyle sözleşirler. Benimki kız, seninki erkek, yahut seninki kız,
benimki erkek olursa, birbirlerine verelim derler. Bu suretle çocuk doğmadan
nikâh kıyılır.
Çocuklar üç beş yaşlarına gelince tekrar
ve fiilen nişanlanırlar. Vakti gelince yapılan nikâh, gece vakti olur. Halifenin izniyle gelen hahamlar Yahudice
dualar okurlar. Ve gelinin bileğine "hamâil" denilen Osman
Ağadan kalma mübarek bir bilezik takılarak,
akid icra edilir.
Ertesi gün ise bu gizli nikâhı
çaktırmamak için bir imam, birkaç davetli çağrılarak Türk usulü ikinci göstermelik bir nikâh yapılır.
Güvey zifaf akşamı ilk evvelâ
Selânik'teki Osman Ağa'nın kabrine gider ve hahamlar vasıtasıyla dualar
ettirilerek secdeye kapandırılır ve Osman Ağa'nın taşı öptürülür.
Zifaf gecesi sofrada, gelin, güveyin arasında hahamlar uzun
dualar okurlar ve yemekten sonra gelin güvey yalnız bırakılır. Odalarında
yalnız kalınca, güvey, kendisini bekleyen gelin karşısında huşû ve vecd içinde
Osman Ağa'ya uzun ve dakikalarca süren bir vi- sâl [kavuşma] duası okumak
mecburiyetinde kalır.
KADIN ÖLÜLERİ ERKEK YIKIYOR
"- İçmez misiniz?" dedim.
Rüşdü Bey bir sigara alarak yaktı ve iri
siyah gözlerinin önünden kıvrım kıvrım yükselen dumanları arasında hatıratını
toplamaya çalışarak devam etti:
Cenazelerine gelince, hastanın son
nefesinde hazır bulunan kadın ve erkeklerin hepsi beraber dua ederler.
Dönmelerde kadın mevtaları erkek gassal yıkar.
Kabristanları Selânik ve İstanbul'da Müslümanla-
rınkinden ayrı bir yerdedir. Hariçte bir Dönme ölürse bu kabristanlara
nakledilir.
Dönmelerin birçok duaları vardır.
Sabahleyin yüzlerini yıkarlarken havlu duasını okurlar. Akşam duaları ise
muayyen bir saatte mahalleler arasındaki hususî ibadethane edindikleri evlerde yapılır. Dönmeler,
kendilerine mahsus olan bu hurafe âdetlerinden başka Ya- hudilerin tâbi olduğu
bazı bayramları kutladıkları gibi sair Yahudi özel günlerinde de ayin yaparlar.
Arada kaç-göç olmadığından kadın erkek bir arada ibâdet ederler.
"KUZU ZİYAFETİ"
Dönmelerin meşhur bir kuzu demleri
vardır. Bu vakit haricinde kuzu yemek günah addolunur. Kuzu ziyafetleri zamanı
gelince, Dönmeler aralarından yirmi beş otuz kişilik kadınlı erkekli gruplar
yaparlar. Bu gruplar muhtelif evlere taksim edilirler. Erkekler bu kuzu
sofralarına dizilirler. Süslü kadınlar bunlara hizmet ederler. Bu mübarek
ziyafetten sonra gece tes'id edilir.
(Rüşdü Bey'in kalın kaşları altında
pırıldayan koyu gözlerinden ince manidar bir tebessüm şimşeği çaktı ve devam
etti:)
Evet bu gece böyle kutlanır!.. Ve bu
gecenin kahramanı olan kadınlar en fazla sevaba girenler oldukları gibi, doğan çocuklar da azizler kadar mukaddes addedilir.
Rüşdü Bey'in ilk faslı burada bitti.
Elini sıkarken bana soruyordu:
"- Kuzum, bütün bunlarla Müslümanlığın ne alâkası var?
Düşününüz ki, bunlar bir şey değil, daha neler neler var!"
KARAKAŞZÂDE EVLENİYOR
İkinci konuşma için buluştuğumuzda,
yerime oturur oturmaz:
"- Evleniyorum!"
diye bağırdı. Yüzüne baktım.
"- Kiminle?" dedim.
Rüşdü Bey'in gözlerinin içi gülüyordu,
izahat verdi:
"- Ailesiyle Varna'dan gelmiş,
hâlis bir Türk kızıyla... Babası da Yeniköy'de bir bakkaliye sahibidir. İyi
halli, terbiyeli bir kadıncık... "
Sözünü kestim:
"- Peki ama, dedim. Dönmelerin
âdetleri mucibince, siz de izdivaç için, Dönmelerin İstanbul'daki halifesinin
rızasını aldınız mı?"
"- Ne lüzum var? Dedi, hem ben
Kadı'ya müracaat ettim. Türk kızı alıyorum. Türk gibi evleneceğim. Zaten
Türküm. Bakalım, Kadı, İstanbul'dan başka zevcem olup olmadığını sordu. Cevabı
gelir gelmez nikâhımız olacak."
"- Mübarek olsun! Dedim. Şimdi
masalımıza devam edelim... "
Salonu, perdelerin arasından sızan oyalı
bir ışık dolduruyordu.
Rüşdü Bey'in gözlerinin, yıpranmış iki
perde gibi buruşuk kapakları indi. Tumturaklı, karışık bir Yahudi duasını okumaya başladı. Başı, bozuk bir saat
rakkası gibi, kesilen bir süratle yavaş yavaş sallanıyordu. İçimden birden
üşütücü bir ürperme duydum. Dua, mahremiyetin, engin ve uzak bir efsâne
âleminin hu- şûnet ve tılsımıyla dolu idi. Birden kendimi loş ve soğuk yer
altı mâbedlerinden birinin rutubetli ve harap duvarları dibinde, uzun, çatallı
ve sararmış sakallarıyla, mavi ve çâlâk gözleri bir başka füsun ve ruhâniye-
tin vecdiyle küçülmüş, harmanileri geniş hahamlar önünde zannettim.
Bu hayalimin levhasını, Rüşdü Bey'in
pürüzlü kahkahası böldü.
"- Bu ne?" dedim.
"- Buna, dedi, Tıfılla duası derler. Dönmeler felâket ve ızdırap
zamanlarında bu duayı okurlar ve İlâh Osman Ağa imdadlarına yetişir."
DÖNMELER KIYAMETTE DE AYRI
Ben söylemeyi unutmuştum. Dönmeler Rusolar, Fi- lorintiler, Tironlar ve Kohenler namlarıyla birtakım soylara taksim
edilmişlerdir. Bunların içinde en mukaddes soy Rusolar ve Kohenler'dir. Bu
soyların müşterek inançları vardır. Kıyamet kopunca dünyadaki bütün insanlar
içinde yalnız Dönmeler soy soy toplanacaklar, Kohenler yeşil bayrak, diğerleri
de kırmızı bayraklar alarak alay alay cennete gireceklerdir.
SOFRA BAŞINDAKİ AYİNLER
İlâh Osman Ağa'nın ve on üç ashabının özel günü vardır. Bu hususî bir bayram
mâhiyetinde olup, adına "Ayın Yirmi Yedisi Ziyafeti" denir. Bu ziyafet, bayramların en
mutantanıdır. En meşhur aşçılar, en fazla börek ve tatlılar yaparlar. O gece
çiçeklerle müzeyyen ve musanna sofrabaşında börekler tatlılar yenir, Osman
Ağa'nın on üç ashabının ruhuna dua edilir. Fakat bunlardan en iyisi ve mübareği
Dönmeler indinde anlattığımız Kuzu Ziyafeti'dir ki, bu da ayın yirmi yedisinde
yapılır.
Dönmelerin bu âyinlerinin ekserisi hep
sofrabaşın- da olur. Bazı geceler, toplanılan hususî evlerde ortaya büyük sini
tepsiler içinde meyveler konur.
Bütün Dönmeler elele vererek bu meyve tepsisinin etrafında dualar ederek
dönerler.Ayinden sonra bütün Dönmeler dizilir, hepsi aile fertleri miktarına
göre önüne mendiller sererler ve duadan sonra kudsîleşen bu meyveleri
mendillere doldurarak sokaklarda gizle- ne gizlene, bu mendillerle meyveleri
evlerine taşırlar.
GÜNAH ÇIKARMAK
Dönmelerin bir de Ağaç Bayramları vardır. Bu bayramda ağaçların
etrafında âyin ederek ağaçların köklerine su verirler.
Senede muayyen bir gün bütün Dönmeler,
şafak sökmeden çoluk çocuk, hep beraber evlerinden çıkarlar, hususî
ibadethanelere giderler ve orada hahamlara birer birer sadaka verirler.
Bu sadakalar fukaranın ihtiyaçlarına hasredilir.
Senede yine muayyen bir gün de Günâh Çıkarmak zamanı vardır. Bugün bütün Dönmeler
ayaklanna san mestler ve üzerlerine cüppeler giyerek Osman Ağa'nın ruhu önünde
eğilir ve günâhlarının afvını niyaz ederler.
Karakaşzâde Rüşdü ile muhabir İhsan Arifin yaptığı ve Vakit
gazetesinin 17, 18, 24 Ocak 1924 tarihli sayılarında çıkan mülakattan
yaptığımız iktibaslar burada sona erdi.
KARAKAŞZÂDE İSTANBUL'DA
Dönmelerin "Karakaşlar"
zümresine mensup olan Karakaşzâde Rüşdü'nün yukarıda bahsi geçen ve bir kısmı
alınan yazılarının hepsi 1924 yılı Ocak ayı içinde İstanbul gazetelerinde
çıkmıştı. Kendisi bu sırada Ankara'da bulunuyordu.
Rüşdü Karakaş bu yazı ve beyanatları ile, Ahmed Emin Yalmanın Vatan'da yayınladığı ve Dönmeliğin
"unutulmuş eski bir hurafe" olduğunu telkin eden yazılarına da cevap
vermiş oluyordu.
Karakaş, Ocak ayının son günlerinde
İstanbul'a dönünce, Vakit gazetesinin bir muhabiri kendisiyle görüştü.
28 Ocak tarihli nüshada çıkan konuşmada,
Karakaşzâde, muhabirin suallerine cevap verirken şunları da söylemişti:
Bugünkü mesmûâtıma [duyduğuma] göre
Dönmelerin münevver tabakasında lehime olarak iyi bir cereyan hâsıl olmuştur.
Maamafih Selânik'ten muhacir sıfatıyla gelen bâzı mutaassıp Dönmelerin de
aleyhimde olduklarını, bunların sövüp saydıklarını işittim... Hatta kendi
hahamlarından birinin oğlu olan bir genç Dönmenin bazı mehâfilde, herkesin
içinde: "Rüşdü Bey bir defa Ankara 'dan gelmeyecek mi? Onu bekliyen
bir teşkilât var; kendisinin hakkından gelinecektir" sözlerini sarf ettiğini öğrendim,
Ankara'da iken aldığım bir tehdit mektubunun sahibi de hâlâ bu kabilden olarak
atıp tutuyormuş.
İstanbul'a avdetimde hâsıl ettiğim ilk netice, neşriyatımın
Dönmeler arasında muhtelif cereyanlara sebep olduğu merkezindedir. Maamafih ben
bu mesele, kubbede hoş bir sadâya inkılâb edinceye kadar fikrimde
sâbit-kademim ve cüz'i bir zaman zarfında, aleyhimde bulunan Dönmelerin de
iyice düşünerek meseleyi mantıkla, akılla mütâlâa ederek fikrimi tensip edeceklerini
ve Türklük camiasına iltihak ederek bugünkü fena vaziyetlerinden halâs
olacaklarını kat'iyyen ümit etmekteyim.
GENÇ DÖNMELER
İstanbul gazetelerinden birinin bir
tefrikasında: "Dönmelerin Rüşdü Karakaş Bey'in mensup
olduğu zümresinde bu teşkilât mevcutsa da Kapana ve Haindi Beyler kabilelerine
ait teşkilât münkarizdir" deniliyor.
Bu gazetenin mezkûr tefrikası bir
itirafı ve bir inkârı
muhtevi demektir. Benim mensup olduğum
zümredeki teşkilâtın mevcudiyeti itiraf ediliyor. Fakat Hamdi Bey ve Kapancılar
kabilelerine âit teşkilât münkariz demek, bunlar Türklük camiasına iltihak etmişler mi demektir?
Benim bildiğim hâlâ Kapancı ve Hamdi
Beyler kabilelerine mensup Dönmeler de aynı diğer kabile gibi hususî itiyat ve hayatlarını muhafaza etmektedirler. İçlerinden biri
vefat edince, yine Üsküdar'daki Dönmeler kabristanına defn ettiriyorlar. Şâir Dönme itiyatlarını
da muhafaza etmektedirler.
Bu tefrikada gerek Kapancı ve Hamdi Bey
kabilelerinde ve gerek benim mensup olduğum zümrede ancak yetmişlik,
seksenliklerde bu itikâdât-ı bâtılanın mevcut olduğu zikr ediliyor, halbuki
hakikat bu merkezde değildir. İçlerinde hatta yirmi, yirmi beş, otuz
yaşlarındaki delikanlılarında bile bu hurâfât mevcuttur. Bunun isbâtı da güç
değildir.
*
* *
Ahmed Emin'in yazılarında verilen
bilgilere, Kara- kaş'ın söyledikleri de eklenince Dönmelik teşkilâtı hakkında
oldukça etraflı bilgi elde edilmektedir.
Mesela Karakaş'ın bu son yazısındaki "Dönme hahamı" ve
"genç Dönmeler" açıklamaları, bu cereyanın hiç de "târihe
gömülmek üzere" olmadığını göstermektedir.
"EŞ DEĞİŞTİRME"
GERÇEKTEN VAR MI?
Dönmeler hakkındaki yazılarda görülen,
fakat akıl almaz bir iddia gibi telâkki edilen bir mesele insanı rahatsız
etmektedir. Karakaş Rüşdü'nün itiraf ve ithamları arasında "Kuzu bayramı, Kuzu Ziyafeti, Dört
gönül meselesi" diye bahsi geçen şey, halk arasında
"mumsöndü" yapmak diye nefretle anılan "eş değiştirme"
sefaletidir.
Ahmed Emin de bu faciaya, bir ara (1800'lü
yıllarda olmalı) Dönmelerin başına geçen "Anbarcı"dan bahsederken "Bütün kabileyi nüfuz ve tahakkümü
altına almış, efrâd-ı kabileyi çirkin yollara sevketmişti" diyerek, işaret etmiş olmalıdır.
Dönmelerle ilgili ilk yazılarımız 1976
yılında haftalık Sebil gazetesinde yayınlandığı sırada son tefrikanın çıktığı
18 Haziran tarihli 25. sayıda "Yesevîzâdenin "Yahudiler
mumsöndü yaparlar mı?" başlıklı bir yazısı neşredilmişti.
Dönmeleri de Yahudi sayan Yesevîzâde, o
yazısında, yakın tarihli ve Fransızca iki Yahudi kaynağından bu meseleye dair
elde ettiği bilgileri vermekte idi.
Daha önce, ikinci bölümün sonuna Prof. Dr.
Scho- lem'in, Prof. Dr, Küçük tarafından tercüme edilen yazısından aldığımız
parçalarda, kendisinin, bu âdetin Dönmeler arasında bulunduğuna dair kat'î
kanaati olduğunu görmüştük. Yine Gövsa'nın Galanti'den çevirdiği ve "Sabatay Sevi" adlı kitabına aldığı metinlerde, 1913'te
Yahudiliğe dönme teşebbüsünün Musevî hahamları tarafından reddi hâdisesinde,
bu âdetin, geri dönüş isteğinin reddine sebep olduğunu okumuştuk.
Yesevîzâde'nin aynı istikamette olan araştırmasını da buraya alacağız.
"MUMSÖNDÜ"
ÜZERİNE BİR YAZI
"Yesevîzâde" nâm-ı müsteârıyla
yazan Alparslan Yasa, Yahudiler ve onların dünya hâkimiyeti yolundaki gizli
faaliyetleri hakkında, insanı gerçekten hayrete düşürücü araştırma eserleri
bulunan bir yazarımızdır. (bkz. Sosyal Demokrasi, Bilderberg Group,
Nasıl Bir Dünyada Yasıyoruz?)
Kendisinin, sözünü ettiğimiz bu yazısını, bahsimize açıklık
getirip tamamladığı için aşağıya aynen alıyorum:
Çocukluğumuzdan beri, Çingenelerin yâhûd
Kızıl- başların "mumsöndü" yaptıkları, yâni senenin muayyen bir gecesinde
karılarını değiştirdikleri iddiasını duyar dururuz. Ne var ki, bu iddialarda
bulunanlar hep bu zümrelerin dışındaki kimselerdir ve sık sık da bunu şeytanca
bir şehevî zevkle söylerler. Şimdiye kadar, doğrudan doğruya bir Çingenenin
yâhûd da bir Kızılbaşın ya da bunlara yakın bir kimsenin çıkıp da bu iddiayı
teyid ettiklerini görmüş değiliz.
Bu gibi namus mes'elelerinde Müslümanların
iftiradan şiddetle imtina ettikleri malûmdur. Lâkin çirkin hareketleriyle
övünen kimselerin ayıblarını yüzlerine vurmanın ve kendilerini ibret-i âlem
için teşhir etmenin elzem olduğuna da inanıyoruz.
Bizim, Yahudilere veya Yahudilerin fizik
varlıklarına husûmetimiz yoktur; onların sâdece sapık ve istismarcı
zihniyetlerine düşmanız. Yahudi mehazlarında rastlamamış olsaydık, onlara karşı
—bizim nazarımızda
bu kadar menfur olan— bir ithamda
bulunmaya cür'et etmez ve bu mes'eleyi ahlâk umdelerimize tamamen mugayir
addederek kat'iyyen üzerinde durmazdık.
Ancak Türkiye'deki bir kısım Yahudilerin "mum söndü
âyini" yaptıklarını, bizzat Yahudiler, hem de iftiharla söylüyorlar.
Memleketimizde bu kadar habis insanların yaşamasına, milletçe daha uzun müddet
tahammül etmeyeceğimiz muhakkaktır. Zira, bu tıynetteki insanların(!) korkunç
mikroplarını bütün bir cem'iyete bulaştırmalarından korkulur. Zaten, Yahudi
nüfuzu altındaki libero-kapitalist, sosyal-demokrat veya komünist neşriyat
vâsıtalarının her an ne denîce cinsî sapıklık propagandaları yaptıkları,
düşünen kafalara dehşet verecek derecede aşikârdır. "Cinsî güzellik
müsabakası" tertib edenlerin, behimî hisleri kudurtan kıyafet telkîncisi
giyim-kuşam dükkânlarının, fuhşi- yât sahneleyicisi sinemaların, zina
yuvalarının, v.s. v.s. gerisinde hep o mel'un surat sırıtmaktadır.
Katolik İspanyollar, zahirde Katolik, gizlide Yahudi
riyakârlara "Marranos" yâni domuz adını takmışlardı. Mumsöndü
âyinleri tertip eden içimizdeki Dönmelere de aslında en lâyık sıfat bu olsa
gerektir!
Şimdi Yahudilerin Dönme kanadının bu menhus fiillerini bizzat
Yahudi kalemlerden okuyun.
VESİKA 1:
Bu vesikanın müellifi, Moche Catane, Fransalı, koyu dindar bir
ortodoks Yahudidir. Yahudilerin bütün dünyada vaziyetini anlattığı kitabında,
Dönmeler hakkında bu mel'un fiili de "orijinal" diye tavsif ederek
(bu zımnî bir tasvibden başka bir şey değildir) şu malûmatı veriyor:
"Dönmeler, husûsî bir 'Marranos' tipi olup Sabatay Sevi'nin
İslâm'ı kabul etmesini müteakip Müslüman olanlardır. Selânik'in birçok
mahallesinde muhtelif ta- rikatleri vardı. Bu şehirden, diğer Türklerle beraber
1923'te kovuldular. O zaman nüfusları 15.000 civarında idi. Zahirde gayet
Müslüman görünmelerine rağmen, (gizlide) kendilerini hakiki Yahudi olarak telâkki
ederler. Bizim âyinlerimizden bazılarını tatbik ettikleri gibi, bir de
ayrıyeten orijinal bir âdetleri vardır: "Kuzu Bayramı" akşamı (Musevî takviminin 22 Adar'ı)
aralarında karılarını değiştirme ki; bunu kud- siyete sahib olabilecek çocuklar
doğması için yaparlar. Dönmeler, 1900 senelerinde fevkalâde bir entelektüel ve
mâlî hamle yapmış olup Türk cem'iyetinin en yüksek mevkilerini işgal
ediyorlardı. Hâlen memlekete (İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Konya, v.s.)
dağılmış bulunmaktadırlar ve âyinlerinin sırlarını hep saklı tuttuklarından
bunların ne halde oldukları pek bilinmemektedir."
(Moche Catane: "Les juifts dans le
monde", ed. Albin Mic-
hel, Coll. Preesences du İndaisme,
Paris, 1962, p. 116.)
VESİKA 2:
İngiltereli Yahudi Barnet Litvinoff da,
bu menhus âdeti tasvipkâr bir üslûpla haber vererek Dönmelere dâir şu hususları
kaydetmiştir:
"Sabatayistler,
zahiren Müslüman görünmekle beraber, gizliden gizliye Yahudilikle amel
ederler. Sâdece kendi aralarında evlenirler ve çocuklarının, kudsi- yetleri
artmış olarak sülâlelerini devam ettirmeleri için, karılarının
değiştirilmesiyle neticelenen bir senevi bayram da ihtiva eden âyinler
yaparlar."
Müşarünileyh,
müteakiben, Yahûdîlerin, "Türkle- rin en garbiılaşmışından daha
garblı" olduklarını ve "Atatürk'ün ihtilâl-inkılâbını desteklemiş
olduklarını ehemmiyetle kaydettikten sonra, tekrar Dönmelere temasla:
"içlerinden, kavmiyetçi Kemalist hareketin birçok yüksek şahsiyetini
çıkardıklarını ilâve etmektedir.
(Barnet Litvinoff: "Un peuple particulier. Regard sur
le monde juif d'aujourd'hui", traduit de I'anglais par Ro- sine
Fitzgerald, ed. Stock, Paris, 1970 [Londres 1969], pp. 260, 261, 262.)
KARAKAŞZÂDE'NİN
İFŞAATI
-
2 -
1925
YILINDAKİ
DÖNÜŞÜ
Dönme
Karakaşzâde Rüşdü'nün 1924 Ocak ayında yaptığı bu cesurâne açıklamalar ve
itiraflar bir Dönmeden umulan şeyler değildi.
Nitekim
kendisi de "cemaatin şerefine sürdüğü bu lekeyi" temizlemek için,
"millî" ahlâkına yakışanı yapmakta, yani tekrar dönmekte fazla
gecikmedi.
Her
ne sebeptense iki yıla yakın bir zaman sonra haftalık Resimli
Dünya Mecmuası, adının
Meziyet Hanım
olduğunu bildirdiği bir Dönme kızının gazete muhabirine bizzat yaptığı
itirafları 15 Eylül 1925 ve devamı sayılarda yayınlayarak, meseleyi tazeledi.
Kızın
başından geçen bir cinsî sapıklık hâdisesi olduğu için, derginin bu haberi
"çekici" bulduğu tahmin edilebilirdi.
Bu
Dönme kızı, bir Türk subayını sevmiş, evlenmek
istemişler; ailesi vermemiş; evlenebilmek için kız, subaydan
hâmile kaldığı yalanını söylemiş... İşte inanılmaz ve çirkin "Dönmelik olayı" da bundan sonra başlamış...
Kızlarının bir "haricî' tarafından " kirletildiği" ni öğrenen Dönme ana baba, bu lekeden
kurtulmak için, kızı bir gece giydirip süsleyip, gizlice bir eve götürmüş ve
kadın erkek "mumsöndü" yapan bir Dönme yığınının içine bırakmışlar.
Kız o gün epeyce bir erkek tarafından "temizlenmiş" olmuş...
Dönme kızı, gazete muhabirine yaptığı itiraflarında
daha bir sürü aile içi cinsel sapıklıklardan bahsedip bunları açıklamakta idi.
Bu kız "Karakaşlar" zümresine mensuptu.
Arkasından, bu sefer de "Kapancılar"dan olduğunu bildiren bir gencin
mektubu 15 Kasım'da aynı dergide çıktı. Bu Dönme genci de, kızın daha önce "Dört Gönül Bayramı, Kuzu Ziyafeti veya Mumsöndü" merasimi hakkında söylediklerini tasdik
etmekteydi.
KARAKAŞZÂDE TEKRAR
SAHNEDE
Bu yeni ve oldukça "açık"
neşriyat karşısında "Dönmeler", bu işi ilk başlatan Rüşdü Karakaş'a
"pislettiğin gibi temizle" demiş olmalılar ki, Karakaş bu sefer, iki
yıl önceki lâfları eden o değilmiş gibi Dönmeleri müdafaaya geçmiştir.
26 Kasım 1925 tarihli, günlük Son Saat gazetesi bu yeni durumu şu yazısı ile
bildiriyor ve Karakaş'ın bıraktığı mektubu yayınlıyor:
Dün akşam bu mesele münâsebetiyle geçen sene ismi birçok
defalar zikr edilmiş olan Karakaşzâde Rüş- dü Bey matbaamıza gelerek bahs
ettiğimiz makale aleyhinde bir protestonâme getirdi. Kendi hesabımıza hurâfâtın
ortadan kalktığı ve kalkması lâzım geldiği bu dakikada, vatanın bütün evlâtları
arasında tam bir ahenk tesisini istediğimiz cihetle mektubu derc ediyo-
ruz.Eğer Rüşdü Bey'in tavsiyesi mucibince "Üç kabilenin ileri gelenleri" de hakikati gazetemizle ilân etmek
istedikleri takdirde sayfalarımız buna da açıktır.
KARAKAŞZÂDE'NİN MEKTUBU
Dönmelik hakkında Türk efkâr-ı
umûmiyesini tenvir,
Muhterem Türkler!
İki sene mukaddem, adresimi taşıyan,
imzam altında bir mektubu Ankara'dan "Dönmelerin hurâfâtı ne idi ve
nedir"
serlevhasıyla bir silsile-i makalât yazarak Vakit gazetesinde neşr edilmek
üzere göndermiştim. Ve bu makalelerimin neticesinde Dönmelerin müctemian
Türklüğe temessül etmeleri, ahlâkî, sıhhî, içtimaî, iktisadî menfaatler
iktizasından bulunduğunu arîz ve amîk teşrih ediyordum, der-hâtır edersiniz
zannederim. Bu neşriyatın Dönmeler arasında iyi semereler verdiği muhakkaktır.
Bu günlerde Resimli Gaz,ete, Dönmelerin İbrânice duasını ve Resimli Dünya, Meziyet Hanım'ın makaleleriyle bir
Selânikli genç Dönmenin mektubunu neşr ediyor. Hakâyık-ı ahvâle vâkıf olmayan
Türk efkâr-ı umûmiyesinin bi-hakkın hiddet ve gazapla Dönmelik aleyhine
çevrilmesine sebep oluyor. O kadar ki, Resimli Dünya'nın muharriri
"Efendiler kim olduğunuzu söyleyiniz" hitabıyla âteşîn bir tenkitte
bulunuyor.
GAZİ PAŞA'NIN BOMBALARI
Efendiler, Dönmelikten bilfiil çıkmış ve
hâlis Türklüğe karışmış bir fert sıfatıyla cevabımı dinleyiniz!
İbrânice duayı okuyan hemen hemen kimse
kalmamıştır. Meziyet Hanım'ın Resimli Dünya'da yazdıklarını okurken, bin bir
gece masallarını okuyorum zannettim. Genç bir Dönmenin Osman Baba heykeli hakkında
yazdıkları da saçma ve gülünçtür. Hurâfat ortada kalmadı ve kalmıyor. Binlerce
insan içinde üç beş kara câhil mutaassıbın mevcudiyetinden nâşi bütün Dönmelere
günah isnat etmek günahtır. Dönmelerin ibadethaneleri, duaları, kitapları,
hurâfatı büyük mürşit ve rehberimizin Gazi Paşa'mızın nûr ü ziya bombalarıyla
berhava olmuştur. Bahusus yeni yetişen nesil Türk harsını ve terbiye
mefkuresini büsbütün kabul etmiştir.
Türklerin açtığı ağûş-i şefkate seve
seve koşmaktadırlar. Gazi Paşa'mızın açtığı teceddüt ve inkılâp yolunu
Dönmeler ni'me'l-vesîle addederek, büyük bir ızdıraptan kurtulmuşlardır. O
mukaddes hedefi gördükten sonra artık Dönme ve Türklük meselesi kapanmıştır.
İkilik mevzuubahs olamaz. Adedleri, nüfusları beş on kişiye, baliğ olan
Dönmeler birçok vilâ- yâta dağılmış, hele Resimli Dünya'nın tevehhüm etti-
ği tesanüt ve teâvün keyfiyeti inkıraza
yüz tutmuştur. Asırlardan beri Dönmeler Türklerin sürurlarıyla mesrur,
ızdıraplarıyla hakikî bir Türk kadar müteellim olmuşlardır.
Üç kabilenin ileri gelenleri, bilenleri,
bilmeyenlere vaziyeti izah ederek müctemian Türk matbuat ve ma- kâmât-ı
lâzımesine bâlâda derc ettiğim hakikatleri ke- mal-i tantana ve merasimle iblâğ
ve bu günden sonra cihanda bir Dönmelik meselesi mevcut olmayıp bu nâmın dahi
Babilîler, Fenikeliler gibi tarihe karışmış bir ırk, bir mezhep, bir hurâfât
menbaı olduğunu ilân etmelidirler. Bu zevat böyle bir içtihadı icrada bir an
te- kâsül ederlerse, binlerce zavallı insanın Türklerin gazabına uğraması
yüzünden kendilerinin mesul olduğunu bilmelidirler.
AÇIK ALINLA DOLAŞMAK
Rüşdü Karakaş, bu açık mektubunda, iki
sene önceki Ahmed Emin'in ağzıyla konuşmakta ve o zaman söylediklerinin tam
aksini okuyuculara kabul ettirmek istemekteydi.
Karakaş'ın Son Saat muhâbiriyle yaptığı kısa bir konuşma
da 27 Kasım'da çıktı. Karakaş'ın bu konuşmasından önemli birkaç cümle:
Senelerden beri bu nâmı üzerimizden
atamadık. Buna da sebep, bir hakîkat-i târihiyyenin bazı kimseler tarafından
gayr-i kabil-i itiraf olarak telâkki edilmesidir.
Yara derindir ve kat'î bir ameliye-i
cerrâhiyye ile ilk ve son defa olmak üzere tedavi edilmelidir. Ta ki, hiç kimse
artık bizi ayrı bir kitle göremesin. Bugün bir takım hurafelere tâbi bir kitle
gibi gösterilen Dönmelerin, Türk'ten başka hiç bir şey olmadıklarını isbat
etmenin zamanı gelmiş değil, geçmiştir bile.
Bunu, ben birkaç sene evvel ilân ettiğim
zaman umûmî bir mukabeleye mâruz kalmıştım.
Halbuki, kanaatim gün geçtikçe takviyet
buldu. Artık bu unvan mezara gömülmelidir. Herkes bilmelidir ki, artık Dönme
yoktur. Bittabi, o zaman üç beş Selâniklinin faaliyeti de göze batmayacak, biz
de diğer dindaşlarımız gibi açık alınla dolaşabileceğiz.
Binaenaleyh, felâket ve selâmetine bütün
kalbimizle iştirak ettiğimiz Türk milletinden ayrı ve gayrı olmadığımız bütün
cihanca malum bulunmalıdır. Biraderim Mâcit Bey'in nokta-i nazarına göre cemaatin bütün
ileri gelenleri bir araya toplanmalı ve Türk Ocakları azasının da iştirak edeceği bu ictimada
tarihin bu faslını suret-i katiyyede gömecek bir karar-ı kat'î ittihaz
etmelidirler.
KARAKAŞZÂDE'YE CEVAPLAR
Fakat gazetenin okuyucuları, Karakaş'ın
bu sözlerine itiraz ettiler. Çünkü Dönmeleri tanıyorlardı. Gönderdikleri
mektuplarda: "Binlerce ticarethaneye sahip olan
Dönmelerin, neden yanlarında hiçbir Türk gencini çalıştırmadıklarını, neden
kız alıp vermediklerini, nikâhlarında neden Türk hoca bulunmadığını,
cenazelerini neden Türk hocalarına yıkatmadıklarını, neden nadiren de olsa bir
Türk'le evlenen gençlerine feci derecede kötü davrandıklarını" soruyorlardı.
DÖNME DUASI
"Selânik Dönmelerinin duası"nı yayınlayan haftalık Resimli Gazete ise, Dönmeliğin tarihe karışmadığını,
neşrettikleri Dönme duasının, ilkokul çağında bir çocuğun defteri arasından
çıktığını söyleyip, 21 Kasım nüshasında şunları yazıyordu:
Türk'e karşı zahiren çok yakın, çok
mizaçgir görünen, fakat aile hayatında olduğu gibi iktisad hayatında da
Türk'ten çok müctenip bulunan bu "dildaş"ların acaba hakiki renkleri nedir? Aralarında zahiren Müslüman,
hatta koyu mutaassıp Müslüman görünenler de bulunduğu halde kendilerine mahsus
âyinleri ve halk arasında bugün az çok teşhis edilen ruhanî reislerinin
olmasının, sebebi, mânâsı nedir:
Eğer bu cemaat Rum, Ermeni, Musevî gibi
bugün içimizde yaşayan gayrı müslim anâsırın dördüncüsünü teşkil etmek lâzım ise, neden bu vaziyet
sarih değildir? Yok eğer bizden farklı olmadıkları hakkındaki zahirî dâva
samimî ise izdivaçta ayrılık, her türlü hayatta bu inhisarcılık, âdetlerde,
merasimde bu başkalık ve gizlilik ne oluyor:
Hele İbranî ve Musevî lisanlarıyla karışık
Tevrat ibarelerinin küçük Dönme çocuklarına el'an ezberlettiril- mesi ne demektir.
Eğer Dönmelerin duası, tarihe, hurafeye,
hülâsa eski zamana âid bir vesika olsaydı, bizce o kadar ehemmiyete şayan
görülmeyebilirdi. Fakat burada mevzu- ubahs olan dua iptidaî tahsil çağında bulunan bir Dönme
çocuğunun defteri arasından çıkmıştır. Ve her Dönmenin çocukluğunda bu duaları
ezberlemekte olduğu da bu nevi esrarı gizlemeyen bir Dönme zat tarafından teyit
edilmiştir. Şu halde hurafeden ve maziye âit bir vesikadan bahsedilmiyor
demektir.
Selânik Dönmelerinin duaları kendilerine
mahsus olan bir besmele ile başlamaktadır. Besmelenin metni şudur: "Beşamı borahya ilen Sabatay Sevi, es
Sabatay Sevi etno dolos mondos."
Besmelenin ilk kelimeleri İbranî, son
kelimeleri Musevî lisanları ile tertip edilmiş olup manâsı da şu imiş:
"Dünyanın yarısı demek olan mübarek Sabatay Sevi'nin ismiyle."
ESRARENGİZ MERASİM,
ÇİRKİN ÂDET
Bu satırlardan sonra "Şira beşirem eşir lizblo kantardo-
los kantares... " diye başlıyan ve Tevrat'tan alınmış
olan bir duayı ve onun mânasını veren dergi, yazısını şöyle bitirmektedir:
Resimli Gazete bu nevi dualarla
matbuatta şimdiye kadar zikir ve ifşa edilen bir takım esrarengiz merasim ve
çirkin âdetlerle tekmil Selânik Dönmelerinin melûf olmalarına bir türlü ihtimal
vermez. Aralarında o kadar zeki ve mütefennin zevat bulunan ve içtimaî hayat
itibariyle bu derece medenî olan bir cemaatin şu
asırda gizli âdetlere ve gülünç itikatlara
esir olmasına akl-ı selim kani olmaz. Ancak bu dualar ve âdetler Dönmelerin pek
cüz'î bir kısmında cereyan etse dahi yine hey'et-i umumiyeyi alâkadar etmek
tabiîdir. Bilhassa böyle gayri sarih vaziyetler, Türk heyet-i ictimâ- iyesine
karşı bu ihtiyatlar ve ictinablar elbette Türklüğü düşündürür.
Şu halde tekmil şüphelere nihayet vermek
üzere Dönmelerin âdetlerinde katî ve sarih bir inkılâp yapmaları zamanı artık
hulul etmiştir zannediyoruz.
KARAKAŞZÂDE'YE SON CEVAP
Karakaşzâde
Rüşdü ile okuyucular arasında cevaplaş- maların uzaması Resimli Gazete'yi iyice kızdırmış olmalı
ki, 19 Aralık 1925 tarihli sayısında oldukça sert bir yazı ile bahse son
verdi. Biz de -1927 Mayıs ayı sonunda bu meseleyi tekrar alevlendiren Son Saat'in magazin tarzı
tefrikasının üzerinde durmaya artık lüzum görmeyerek- ve bu yazının hemen
tamamını vererek, Karakaş'ın Dönmelere lâyık ifşaat macerasını, burada hitâma
erdireceğiz:
Dönmelik İşinin Yegâne Komisyoncusu
Rüşdü Karakaş Bey'e Açık Mektup
Beşam borahya ilen Sabatay Sevi, es
Sabatay Sevi etno dolos mondos, [... Dönme duası ile bir kaç satır devam
ettikten sonra...]
Muhterem dildaş Rüşdü Karakaş Bey,
Son zamanlarda Türk âlemi zât-ı âlînizi Dönmelik işinin yegâne
komisyoncusu olarak tanıdı. Buna sebep siz oldunuz. Geçen sene Vakit gazetesi vasıtasıyla Dönmeli- ğe ateş
püsküren, cemaatin tekmil esrarını fi-sebîlillah ortaya döken, siz olmuştunuz.
Şu halde Dönmelik meselesi etrafındaki suallerin size tevcih edilmesini,
hatıra gelen şüphelerin size sorulmasını elbette pek tabiî telâkki eder ve bu
meyanda bizi de lütfen mazur görürsünüz.
Öyle ise evvelemirde şu müşkilimizi hal buyurmanızı rica
edelim:
Geçen sene Dönmelik aleyhinde neşriyatta bulunmayı bir hizmet
addeden siz idiniz. Bu sene Dönmelik hakkındaki yazıları nifaka âlet telâkki
eyleyen yine siz oldunuz!
Kezâlik geçen sene Dönmelerin kendilerine mahsus itikadları,
İstanbul'da ifâ-yı vazife eden dinî reisleri, hususî âyinleri ibâdetleri
bulunduğunu Vakit gazetesinde âleme ifşa eden siz idiniz. Bu sene bütün o hurafelerin
Asurî ve Keldanî tarihi gibi uzun bir maziye karışmış, unutulmuş olduğunu
söyleyen yine sizsiniz.
Hülâsa geçen sene cemaati ve ailesi arasındaki mevkiini
tehlikeye koyan bir fedakâr gibi ortaya atılmıştınız. Bu sene bir Dönme kahraman şeklinde görünüyorsunuz. İnsaf edin
Rüşdü Bey, bir sene zarfında dünya gerçi bir defa veya üç yüz altmış beş defa
dönmüştür. Fakat Dönmeliğe ait fikirlerin ve hakikatlerin de bu kadar dönmesi
kabil olur mu:
Şakaya veya gürültüye bağlamadan cevaba
tahammülü olmayan şu sualden sonra diğer bir bahse geçiyoruz:
Biliyorsunuz ki, mektubumuzun
mukaddimesindeki ibare "Dönme besmelesi"dir. Onu takip eden uzun Dönme duasını
da mensup olduğunuz cemaat efradıyla birlikte bizzat siz ezberden bilirsiniz.
Belki diyeceksiniz ki: "Bu duâ da
öteki hurafeler gibi metruktür ve maziye karışmıştır..." Fakat İbranî ve
Yahudi ibarelerinden teşekkül eden Dönme duasının daha dün mini mini bir Dönme yavrusunun defteri arasında görülerek bir Türk
muallim tarafından ele geçirilmiş olmasına ne buyurursunuz?
Resimli Gazete şahsiyattan dâima tevakkî ettiği için
burada isim zikrine lüzum görmüyoruz. Maamafih bu çocuğu ve mensup olduğu
aileyi öğrenmek isterseniz siz yabancı olmadığınız için, idarehaneden zât-ı
âlînize malûmat verilebilir. Bilmeyiz ki, bu meselede verilecek cevabınız var
mıdır?
Şimdi başka bir noktaya geçelim:
Son Saat gazetesine gönderdiğiniz mektuplarda
Makrıköyü'ndeki Osman Baba mumyasının bir hurafe olduğunu söylüyorsunuz.
Fakat geçen sene bizzat sizin ifşa ettiğiniz Dönme reis-i ruhanilerinin
varlığını bu sene inkâr ediyorsunuz. Bu cidden mûcib-i merak bir noktadır.
Rüşdü Bey, cemaat an'anesine teb'an sakallarını tersine tarayan ve her gün aramızda dolaşan birtakım dinî reislerin isimleri
kulağınıza fısıldanırsa ne dersiniz acaba?
Muhterem dildaş Rüşdü Karakaş Bey,
Siz beyhude yere telâş ediyorsunuz. Türk efkâr-ı umû- miyesi Dönmeliğin mâhiyetini yalnız sizin ifşaatınızdan öğrenmedi
ki, bugünkü nedametiniz ve müdâfaaya gayretiniz Türk nokta-i nazarı üzerinde
müessir olabilsin!
Hatta müdâfaalarınızın ma'kûs tesir
yaptığına bir delil isterseniz, şu misali dinleyiniz: Geçen gün Son Saat gazetesinde Dönme mağazalarında Türk
müstahdeminin de bulunduğunu iddia ediyordunuz ve "İnanmak istemeyenler Balcılar, Macit Karakaş, Şamlı Meh- med,
Ertuğrul...
gibi büyük Dönme mağazalarını ziyaret etsinler!" diyordunuz.
Bu satırlarınızı okuyan iki Türk
arkadaştan biri ne dedi bilir misiniz:
"- Rüşdü Bey, muhakkak bu
mağazalara reklâm yapıyor. Çünkü bu işi merak edip de bir defa o mağazalara
girdiniz mi, etrafınızı türlü dil dökerek yeni mallarının nefasetlerini te'min
eden Dönme tezgâhtarlar çevirecekler ve siz de asıl maksadınızı unutacak ve tatlı
dille beraber önünüze dökülen mallardan lâzım olan veya olmayanı almaya mecbur
olacaksınız!"
Doğrusu Rüşdü Karakaş Bey, zât-ı
âlînizin Dönme- lik meselesine dâir geçen sene ve bu sene yaptığınız neşriyat
çoğumuzda, tıpkı gazetelerin ilk sahifelerine havadis şeklinde konan
reklâmların tesirini yapıyor. İtiraf edelim ki sizi Dönmelik işinin yegâne komisyoncusu
sıfatıyla tanımaya başladığımız için bu ihtimâli pek de uzak görmüyoruz... Ne
dersiniz? Baki "Beşamı borahya ilen Sabatay Sevi ilâhir... "
Dönmeler
Hakkında Yazılmış ilk Türkçe Kitaplar
-I-
"DÖNMELER
ÂDETİ"
ADLI
YAZMA RİSALE
1879
yılında Selânik'te "askeriye başkâtipliği" vazifesinde bulunmuş olan
yazar Ahmed Sâfî'nin Dönmeler üzerinde yaptığı gözlem ve araştırmalarını ihtiva
eden, müellifin el yazısıyla yirmi üç sayfalık bir makaledir.
Yazar, 1926'daki
vefatına kadar, bazı günlük olayları, duyduklarını, gördüklerini ve
bildiklerini kendi elyazısı ile 3350 sayfa ve 18 cilt tutan ve kendisinin "Sefinetü's-Sâ- fi" (Sâfî'nin Gemisi) adını
verdiği kitabında toplamıştır.
Kendisinin "Dönmeler Adeti" adını verdiği araştırması
da bu Sefme'nin 5. cildinde, 444-466. sayfalarda bulunmaktadır.[4]
Varlığı, muhtelif kaynaklarda
zikredilmekle beraber, mâhiyeti ve muhtevası hakkında fazla bilgimiz olmayan bu
eser, birkaç sene önce bir makale ile tanıtılınca, içinde Dönmelere dair bu
bahsin bulunduğunu da öğrenmiştik.'
Bu yazma risale, Dönmelere dair, Türkçe
yazılmış, bilinen ilk yazılı belgedir.
Eserini yayınlamayı düşünmeyen yazar, tamamen bir aydın merakı ile
yaptığı araştırmasını, eserine olduğu gibi kaydetmiş bulunmaktadır. Dikkatli ve
ilmî bir neşrini gerçekleştirdiğimiz bu risaleden, metnin sadeleştirilmiş
şeklinden önemli parçaları aşağıya alacağız. Eserin aslı yayınlanmış olduğu
için ayrıca bir açıklamaya ihtiyaç duymuyoruz. Alınan kısımların sonundaki
sayfa numaraları, basılmış olan metne aittir.
NEDEN YAZDIM?
1294 [1877-78] yılında Osmanlı devleti ile
Rusya arasında çıkan uğursuz savaş sebebiyle, Selânik vilâyetinde bulunan
ordumuza kâtiplik vazifesi ile tayin olundum. Selânik'de bulunduğum sırada,
orada yaşa-
birlikte, sadeleştirilmiş şekli, yazarın
elyazısı ile bütün metin ve bu metnin karşı sayfalarına yeni yazı ile konulmuş
aynen çevirisi olmak üzere neşre hazırlamıştık. Daha etraflı bilgi orada mevcuttur:
Dönmeler
Âdeti,
Ahmed Safî, İstanbul 2001, 99 sayfa., Zvi Geyik Yayınlan.
(*) Necdet Tosun, Sefinetü's-Sâfi, İLAM dergisi, c. 1, no. 2, s. 177-190, İstanbul 1997.
makta olan Dönmelerin usûllerini ve
âdetlerini dikkatle tedkik ettim. Bunların halleri, gerçekten yazılıp tesbit
olunmaya değecek şekilde olduğundan, din kardeşlerime naçizane bir hediye
olmak üzere, işbu kısa risaleyi yazdım. Üç bâb [bölüm] ve bir hatimeden [bitiş
yazısı] meydana gelen risaleye "Dönmeler Âdeti" adını verdim, (s.
13-14)
DÖNME GURUPLARI VE HASTALIKLARI
Dönmelerin üç gurubu, birbirlerine kız
verip almazlar. Terpuş gurubu, Karu ile Honyoz guruplarının toplantı
gecelerine gitmezler, yemeklerini yemezler.
Terpuşlu gurubuna ait olup fırında
pişirtilen bir tepsi börek, çörek, baklava vesaireye diğer iki guruptan birisi
elini sürse Terpuşlu o tepsideki taamın hepsini sokağa döker.
Bu üç gurubun —Allah tarafından— hastalıktan kurtulduğu pek az
görülür. Meselâ bir ailenin reisi ve görünüşte kocası, hastalıktan kurtulsa,
karısı hasta olur. Karısı da iyileşse bu sefer çocuğu bir hastalıktan sıkıntı
çeker. Hâsılı bir ailenin tamamının bir gün olsun, sağlık içinde bulundukları
görülmemiş gibidir. (s. 18)
DÖNME YARDIM SANDIĞI
Bu Dönme guruplarının kendilerine ait
olmak üzere mükemmel çalışan Millet Sandıkları vardır. Şöyle ki:
Bir Dönme, çocuğuna günde yirmi para
harçlık verse, o çocuk, bu harçlığın on parasını muhakkak götü
rüp o sandığın kasadarına teslim eder.
Sandık memuru da çocuğun elinde bulunan sandık defterine, harçlığından on para
getirip teslim ettiğini kaydeder.
Zengin Dönmelerin sandıklarına yaptığı
yardımların miktarı çok yüksektir. İşlerine asla hile ve hud'a karışmadığından,
bu sandık işi hakikaten çok muntazamdır.
Dönmeler istedikleri bir günde veya
gecede, birkaç saat zarfında sandıklarında bulunan paranın dışında, binlerce
lira daha toplayabilirler.
Her gurupta, kendi sandığının idaresi için, kendisinden bir
müdür, bir kasadar ve birkaç da memur ve tahsildar vardır. (s. 18-19)
NASIL YARDIMLAŞIRLAR?
Bu Dönme gurupları, içlerinde tenbel
kimse bırakmazlar. Hepsi çalışmak zorundadır. Fakir, düşkün ve ihtiyar
olanlarına yardım ederler. Zaruret çektirmezler. Gerek sandıkları ve gerek
zenginleri, fakirleri korur ve himaye ederler. İhtiyaçlarını temin eder ve şahıslarına
da yardım ederler.
Kış gelince, yine kendilerinden olan
erzak memurları, odun kömür, un vesair ihtiyaç maddelerini, her bir fakirin
evine, yeteri kadar götürüp dağıtırlar.
Hükümet kapısında bir Dönmenin mahkûm
veya mahpus olduğu duyulmamıştır.
Bir Dönme, bir sebepten dolayı hükümete
şikâyet edilse ve o Dönme hükümetçe tutulsa bile, mensup olduğu gurup, onu
mutlaka kurtarır. (s. 19-20)
Bu üç grubun kendilerine mahsus toplantı
geceleri vardır. Karo ile Honyoz guruplarına mensup Dönmeler, bazı Müslüman
dostlarını kendi toplantılarına götürürler. Terpuşlu gurubu ise Müslümanları
toplantılarına kabul etmez.
Bunlardan her gurubun kendilerine mahsus birer dârunnedvesi
[danışma ve karar meclisi evi] vardır. Bu evlerin yerleri bilinmez. Bu evlerde
kendi milletlerinin iyi kötü halleri ve şâir hususları müzâkere olunur.
Buralara kendilerinden başka yabancı bir kimse kabul olunmaz. (s. 20-21)
SAHTE HACILAR, HAFIZLAR, ÂLİMLER
Üç dönme gurubunun içinde hacca gidip
gelmiş, "hacı" sıfatını taşıyan kimse kalmadığı zaman, yol masrafını,
yukarıda anlattığımız sandıklardan ödeyerek, aralarından seçtikleri adamları,
hac için Hicaz'a gönderirler.
Yine kendi aralarından seçtikleri bir
çocuğa elli Osmanlı altını vererek, onu Kur'an-ı Kerim ezberlemesi için
çalıştırır ve hafız ederler.
Aynı şekilde içlerinden seçtikleri zeki
bir adamı İstanbul'a veya başka bir memlekete ilim tahsili için gönderir ve
ona tekmîl-i nüsah ettirirler. [Medresede okunan bütün dersleri tamamlatır,
mezun olmasını temin ederler.] Okuttukları bu gencin onyedi onsekiz senede
yapacağı ticaretten kazanacağı parayı ve evlen-
mesi için gereken masrafı hesap ederek,
her ne kadar tutarsa tutsun, bunu dahi sandıklarından çıkarıp öderler. (Şu
şeytanlığa bak!) (s. 22)
İSLÂM DÎNÎNİ KABUL ETMEZLER
Bu üç Dönme gurubu, İslâm dininin icabı olarak yapılan davranış
ve ibâdetleri kesin olarak münkirdirler [kabul etmez, reddederler]. Hazret-i
Muham- med'in getirdiği temiz şeriatın hükümlerini tamamen inkâr ettikleri
kuvvetli delillerle ve şimdiki hâlin gösterdiği üzere açıkça görülmektedir.
Bunların, Kur'an âyetlerine (hâşâ) benzer bir temel kitapları vardır. Fakat bu
kitabı ele geçirmek mümkün değildir. (s. 23)
DÖNME TAPINAĞINA BASKIN
Bu kitabın ele geçirilmesine fevkalâde
önem veren eski zaptiye müşirlerinden Hüsnü Paşa, Selânik'de vali olarak
bulunduğu sırada, hazırladığı hafiye ve casuslar vasıtasıyla Terpuşlu
Dönmelerinin (somenat)ını [tapınağını] yani mabet edindikleri binayı gizlice basar,
içeri girer; orada iki sandık ile Üçüncü Sultan Se- lim'in kendisine
Şerbetdârlık etmiş olan birisine ihsan ettiği bir kılıç ve yine Dönmelerden
birine eski Mısır valilerinden Mehmed Ali Paşa'nın vermiş olduğu bazı
hediyelerin bulunduğu görülür.
Hüsnü Paşa, bu sandıkların açılmasını
ister ve bunun için ısrar eder. Fakat Dönmeler, somenatı abluka altına
alırlar. İçlerinden zengin ve tanınmış olanlardan
birkaçı ileri çıkarak, Hüsnü Paşa'ya:
"Bu sandıkların açılması için çok
ısrar ediyorsunuz. Lâkin açamazsınız. Bunların açılabilmesi için mutlaka
Padişah'ın irade etmesi lâzımdır. İstanbul'dan bu padişah emrini
alabilirseniz, o vakit bu sandıkları açabilirsiniz" derler.
Somenatın abluka altına alındığını
anlayan vali paşa, işin bir isyana sebep olacağını görür. Sandıkları kendi
mühürü ile mühürler ve dışarı çıkarılmaması için gereken memurları da başına
nöbetçi bıraktıktan ve iyi korunmasını tenbih ettikten sonra somenattan çıkar.
Hemen İstanbul'a Babıâli'ye [hükümete] bir telgraf çeker.
Sandıkların açılmasının gerekli olduğuna dair siyasi sebepler gösterir ve izin
verilmesini ister. Fakat Terpuşlu Dönmeleri, Hüsnü Paşa'dan çabuk davranarak,
dağıttıkları beş altı bin lira rüşvet karşılığında Hüsnü Paşa'nın Yanya
vilâyetine tâyin olunmasını temin ederler, (s. 23-24)
DÖNME MEZARLIKLARI
Dönmeler, içlerinden birisi ticaret veya
başka bir sebeple gittiği şâir bir memlekette vefat etse, her ne masraf olursa
olsun, onu gömüldüğü yerden, çürümüş de olsa, kemiklerini çıkarıp, getirip,
Selânik'te bulunan ve sadece kendilerine ait olan mezarlığa gömerler. Bunların
Üsküdar'da da bir kabristanları vardır. Fakirlerini bu mezarlığa gömerler. (s.
25)
Bir Dönme delikanlısı veya kızı,
Yahudilerden birisini sevse ve kendisi Yahudi olabilmek için aracılar eliyle
hahama pek çok para verse, haham, o delikanlının veya kızın Yahudi olmasını
kabul etmediği gibi, kendisine takdim olunan parayı da reddeder. Fakat bu iş
meydana çıkıp, duyulur mu? Kat'iyyen! Kimsenin haberi olmaz, bir ipucu bile
alınamaz.
Bu üç Dönme gurubunun hepsi de Yahudi kavmi- ni çok severler.
Yahudiler ki, hiç bir milleti sevmez, Dönmelere karşı fevkalâde düşmanlık
beslerler. (s. 25)
ABDESTSİZ NAMAZ KILAN VAZİFELİ DÖNMELER
Her üç Dönme gurubu da, kendi
aralarından, ne kadar gerekiyorsa, birtakım adamları ücretle tutarlar.
Ücretleri, sandıklardan ödenen bu adamların vazifesi, beş vakitte, camilere
gidip, Müslüman cemaati ile birlikte namaz kılmaktır.
Sırf ehl-i İslâm'a gösteriş olsun diye
namaz kılan, vazifeli bu Dönmelerin, şimdiye kadar abdest aldıkları
görülmemiştir. Otuz kırk seneden beri Selânik'te yaşayan ve sözlerine itimat
olunan Müslümanlardan bunu işittim.
Ben de üç dört ay kadar, bilhassa dikkat
etmeme rağmen, hakikaten, abdest aldıklarını görmedim. (s. 27)
BIN YILDIR GELMEYEN
ADAM
Bunların inancına göre, Hacı Aziz Efendi
namında biri gelecek imiş. Güya bu Hacı Aziz Efendi, onlardan birisiymiş.
Dinleri araştırıp tedkik etmek üzere gitmiş. Geri gelecek ve Dönmelere, hangi
din doğru ise haber verecekmiş. Kendisi dönünceye kadar hiçbir dine
girmemeleri de onun tenbihlerinden imiş. Bu herif gideli —kendi bâtıl zanlarına
göre— bin seneyi geçmiş, ama hâlâ gelmemiş. (Ne kadar tuhaf ahmaklık!) (s. 28)
Sözün özü! Bu üç münafık gurup, hiç bir
dine bağlı değildir. Bu dinsizler, başlarında sarıkları ve sırtlarında
Müslüman kıyafetleri ile, Müslümanları aldatmakta büyük ustalık gösterirler.
İşleri güçleri daima şeytanlıktır. (s. 29)
BİR DÖNME KIZININ BAŞINA GELENLER
1877 yılında Moskoflarla yapılan uğursuz
savaşta, Rumeli bozgunu sırasında, Tuna boyundan Selânik'e gelen Müslüman
göçmenlerden zengin bir İslâm ailesi, Dönmelerin hanelerine yakın bir evi
kiralayarak yerleşirler...
Bu ailenin yakışıklı bir oğulları vardır.
O civarda Terpuşlu Dönmelerinden Şeşbeşin Ali Efendi derler muteber ve zengin
bir münafık oturmaktadır. Bu adamın gayet güzel ve dilber bir kız olan
kerimesi, bu
muhacir delikanlısına gönül bağlar.
Birbirlerini severler.
Fakat kavuşmak imkânsız bir şey olduğu
için, buna çare bulmak üzere teşebbüse geçerler. Verdikleri bir karar üzerine,
delikanlı bir gece kızı, Arnavutların ve Müslümanların oturdukları bir
mahallede önceden bulup, kiralayıp döşedikleri bir eve kaçırır.
Dönmeler işi anlayınca, hükümete baş
vurarak şikâyette bulunurlar. Kızın kendilerine geri verilmesini şiddetle
talep ederler. Delikanlıyı hapsettirirler.
Fakat Dönmelere düşmanlıklarıyla
tanınmış bazı nüfuzlu Müslümanların yardımı sayesinde, hükümet kızı bulamaz. Bu
Müslümanlar delikanlıyı da hapisten kurtarırlar. Fakat Selânik'te bunların
korunmaları zor olur. Delikanlının hemşehrilerinden ve diğer Müslü- manlardan
birtakım kimseler, oturdukları evi nöbetleşe her gece beklerler.
Hâsılı iş uzar. Dönmeler pek çok para
vermeye razı olurlarsa da delikanlı kızdan vazgeçmez. Bir gece fırsat bulup, kızla oğlan İstanbul'a kaçarlar.
Gerçi Dönmeler, İstanbul'da da peşlerini bırakmaz, lâkin bir şey yapamazlar.
Bundan sonra delikanlı kızı nikah eder. İstanbul'da rahat olarak yaşarlar. (s.
32-33)
1879'da yazdığı "Dönmeler Âdeti"
adlı risalesinden, yukarıya parçalar aldığımız Ahmed Safî, 1924 yılında zuhur
eden Karakaşzâde Rüşdü vak'ası üzerine gazetelerde çıkan yazılar dolayısıyla
da Sefine'sine bazı notlar düşmüştür.
Çıkan yazılardan bazı bölümleri kitabına aktaran veya kesip
yapıştıran yazar, bunların altına birkaç satır ile düşüncelerini yazmıştır. Bu
kısa notlardan iki tanesini aşağıya alıyoruz. Birincisi 4 Ocak 1924'te Tevhid-i
Ef- kâr'da çıkan Karakaşzâde'nin mektubu üzerine, ikincisi ise 5 Ocak 1924'te
Akşam'da çıkan bir yazı dolayısıyla kaydolunmuştur:
- 1 -
Dönmeler, Türklerin vücutlarındaki etleri
tamamen yedikleri gibi, şimdi de kemiklerinin içindeki ilikleri mahvetmek
istiyorlar.
Anadolu köylerine Dönmeler yerleştirilir
ise, saf ve nezih Türk köylülerini aldatsınlar, servetlerini kat kat
artırsınlar ve Türk köylülerini tamamen mahv ü perişan eylesinler!. Dönmelerin
niyeti budur. Şeytanlığa bakın!
Ey Müslümanlar aldanmayın!!! Zira bu
siyaset son derece yanlıştır. (s. 35)
- 2 -
Bundan aşağı yukarı kırk beş yıl önce,
yani (12941295) [1878-1879] senelerinde, Selânik'te bulundu-
ğum zaman Dönmeler hakkında yazmış olduğum risaleyi
Sefîne'mizin beşinci cildine koymuş idim. O risaleyi büyük bir dikkatle oku!
"Takke düştü, kel göründü" derler. Kendilerinden olan Karakaşoğlu
[Karakaş- zâde Mehmed Rüşdü], Dönmelikten kurtulmak hilesiyle şimdi Türklere,
Müslümanlara birtakım fenalıklar yapmak istiyor.
Ey Müslümanlar, bunların çevirecekleri fırıldaklara ve
Müslümanlar arasında yapacakları oyunlara, düzenlere sakın inanmayınız!!
Bunlar, Türkler ve Müslü- manlar arasına fesat tohumlan ekmek istiyorlar.
Gaflet etmemek icap eder. "Yahudi imana gelmez, dinsiz herif Müslüman
olmaz." (s. 35-36)
ilk Türkçe Kitaplar -II-
’DÖNMELER’’ ADLI KİTAP
Kapağında "Dönmeler" başlığının altında "Honyos, Kuvaryos, Sazan" kelimeleri ve "İstanbul, 1335-1338 [1919]" tarihi bulunan küçük boydaki 16 sayfalık
bu risale, "Şems Matbaası"nda basılmış. İçinde elle çizilmiş üç resim
var. Birincisi, altında "Saptay Levi yahut Hivi" yazan sakallı, siyah sarıklı korkunç bir
şahıs; ikincisi, altında "Bir Sazan veya Sazaniko" yazan, yandan çizilmiş iri burunlu bir
portre; üçüncüsü ise o günlerin "açık" kıyafetinde hotozlu, yüksek
topuk ayakkabılı bir kadın resmi ve altında "Bir Dönme kıyafeti" yazısı...
İÇİNDE NELER VAR ?
Risalenin beşinci sayfasındaki "Mukaddime", bir fihristten
ibaret. Fihristte şunlar yazılı:
Dönmelerin
menşei - Honyos, Kuvayros, Sazan -
Adat ve ahlâkları - İslâmlık ve Yahudilikle alâkalan-Mu-
hadderât-ı İslâmiyye ahlâkının ifsadına,
yegâne sebep Dönmelerdir - Türkiye'de evvela, Avusturya ve Fransa emtiasına
karşı boykotun ilk mûcidleri - Ticarette İslâm,. Rum, Ermeni, Yahudilere karşı
kullandıkları planlar - İttihad ve Terakki Cemiyeti'yle oynadıkları roller -
El- yevm tuttukları meslek-i siyasî vesaire vesaire...
Geniş hacimli olarak düşünüldüğü anlaşılan
bir kitabın birinci forması olan bu bölümde, fihristte bildirilen ilk beş
maddeye ancak temas edilebilmiştir. Metin "Birinci Fasıl” başlığı ile, altıncı sayfada başlayıp,
onbe- şinci sayfada bitiyor. Sonunda "Devamı ikinci formada" kaydı var. Fakat, devamına şimdiye kadar
rastlanılamadı.
Kitapçıkta, iki sayfa kadar Sabatay
Sevi'nin çıkışı ve iddiaları özetlendikten sonra, Dönmelerin özellikleri,
ahlâkları ve bulundukları cemiyete verdikleri zararlar, oldukça açık ve sert
bir dille sıralanıyor.
1919'da çıkmış olması ve Dönmelik hakkında müstakil kitap halinde
bildiğimiz matbu ilk yayın oluşu bakımından bir belge değeri taşıyan metnin
tamamını, Sa- batay Sevi'den bahseden ilk iki sayfayı atlayarak, yedinci
sayfanın sonundan itibaren, sadeleştirerek aşağıya alıyoruz. Arabaşlıklar
tarafımızdan konulmuştur:
GARİP BİR TAİFE
Aziz Mehmed avenesine "Ben size hakikî
din getireceğim" diye savuşup gittiğinden, aslen kimisi Kıptî, kimisi
Mecusî ve Musevî olan bu garip taife gitgide
çoğalarak Honyos, Kuvayros ve Sazan adlarıyla üç fırka teşkil ettiler.
Bunların Selânik'te bulunan ihtiyar erkeklerinin hâlâ Aziz, Mehmed'in avdetini umarak, her Cumartesi sabahı
kale kapıları önünde bekledikleri vâ- kidir.
Aşağıda etraflıca beyan olunacağı üzere, Honyos ve Kuvayros
cinsleri şeklen birbirlerine benzerlerse de Sazan veya Sazaniko cinsi, burunlarının büyük ve kemerli
olmasıyla diğerlerinden ayırt edilebilirler.
KIZ ALIP VERME
İslâmlık'la Yahudilik arasında dalâlette
kalmış olan bu üç taife, âdet ve ahlâkça birbirlerine benzerler ve Aziz
Mehmed'in hakikî din getireceğine inanırlarsa da, yani tam manasıyla Dönme
iseler de, birbirlerine kız verme yasağını öteden beri muhafaza etmektedirler.
Bu üç zümre birbirinden kız alıp vermediği gibi, Müslümanlarla
da kız alıp vermekten şiddetle kaçınırlar. Bununla beraber Dönmelerin bu üç
sınıfı, Dönme- liğe aid fevkalade hallerde, haklarını korumak için daima birlikte
hareket etmektedirler.
HASTALIKLAR
Aşağıda uzunca tafsilât verileceği
üzere, evliliğin böyle küçük bir zümre içinde kalması, bunların arasında bazı
illetlerin ve sârî hastalıkların genişleyip artmasına sebep olmuştur. Bu
yüzden Meşrutiyet'ten sonra bunlardan bazısı, nesillerini ıslah etmek maksadıyla, Müslüman kızlarıyla ve hatta Avrupalı
dinç ve güçlü kuvvetli genç kızlarla evlenmeye başladılar. Tabiî, verem ve
asabî hastalıklarla ma'lûl olan bu taife mensuplarına kızlarını verenler,
büyük bir cinayet işlemişlerdir. Avrupalıların bunların içine girenleri de
hayatlarını tehlikeye atmışlar demektir. Fakat Dönme kızlarından henüz Müslümanlara varanı
görülmemiştir.
Dönme kızlarından bazılarının sözü horoz
ötüşü gibi söylemeleri; konuşurken gözlerini, kaşlarını ve hatta bütün
vücutlarını devamlı olarak oynatmak gibi garip vaziyetler ve acayip tavırlar
göstermeleri, asabî hastalıkların bu zümredeki garip tezâhürlerindendir.
Müslümanlar arasında ahlâksızlığın, dinsizliğin ve sâri
hastalıkların
yayılması ve genişlemesinin en büyük ve tesirli sebebinin Selânik Dönmeleri
olduğu unutulmamalıdır.
ÇALIŞTIKLARI SAHALAR
Sazan cinsi, hal ve vakitleri müsâid olsa
bile gözlerini daima hükümet kapısına dikmişlerdir. Memuriyetlere en ziyade
düşkün olanlar hep Sazanlardır. Hon- yos ve Kuvayroslar ise daima ticaretle meşgul olurlar.
İleride buna dair olan kısımda delilleriyle isbat olunacağı üzere, kendilerinden başkasını insan saymadıkları
için,
herkesi ve hatta Avrupalıları bile türlü türlü entrikalarla aldatmayı
dinlerinin (!) şiarı ve övünülecek hassalarının (!) gereği addederler.
Honyos ve Kuvayroslardan hükümet
memuriyetle
rine heves edenler pek azdır. Honyos
cinsinden olan Cavid, her nasılsa Maliye nazırı olabilmiştir.
Honyos ve Kuvayros cinsleri ticaret âleminde ortalığı dolaba sokmakla ve Sazan
kısmı da devlet hazinesini soymakla meşguldürler.
Bunların içinde doğrulan pek nâdirdir ve doğrulukları da vatana
sevgiden ve hükümete sadâkatten dolayı değildir. Mevkilerini korumak, şahsî
menfaat temin etmek ve mensup oldukları zümrenin hükümette olan işlerini meşru
veya gayrimeşru olarak kolaylaştırmak için çalışırlar. Demek isteriz ki,
bunlardan hükümet memuriyetlerinde vatana ve millete karşı iyi niyet ve sadakat beklemek abestir.
DÖNMELER ANADOLU'DA
Dönmeler vaktiyle Selanik muhitinden ayrılamazlardı. Sonradan
bilhassa Balkan harbinden sonra, İstanbul'da pek az olan sayıları arttı, İzmir vilâyetine ve Anadolu nun bir çok yerlerine yerleştiler. Fakat eski kav- mî
an'anelerini pek gizli tuttuklarından, bunların Dönme oldukları anlaşılamadı.
"Rumeli muhaciri, Selanik muhaciri" olarak tanındılar.
RUMELİ HALKINI LEKELEDİLER
Açık saçık gezen kadın ve kızlarının
serbest halleri, Anadolu'nun saf kalbli halkının üzerinde pek kötü bir tesir
hâsıl etti. Dönmelerin dinsizlikleri, ahlâksızlıkları, Anadolu halkının
zihninde, bütün Rumeli ahalisinin fena olduklarına dair yanlış bir fikrin doğmasına sebep oldu.
Anadolu ahalisi bilmelidir ki, bütün
Rumeli ahalisine teşmil etmek istedikleri ahlâksızlık, dinsizlik, yalnız
Müslüman adıyla hareket eden işte bu Selânik Dönmelerine münhasırdır.
Bunların isimleri gerçi Müslüman ismidir, fakat aralarında
meselâ Fatma'ya "Fatof Mustafa'ya "Motof gibi mânâsız kelimelerle hitap ederler.
Hatta İspanyolca'ya pek güzel vâkıf olan bu taifenin aralarında "Avratniko, Behuriko" gibi isimlerin de mevcut olduğu
işitilmiştir.
KADINLARA SERBEST
HAREKET İSTERLER
Dönmelerin Müslümanlara karşı iyi
davranmaları hep yapmacıktır. Onlar diğer milletleri daima Müslü- manlara
tercih ederler. Yahudilerden çok Frenkliğe ve Hristiyanlığa daha ziyade
meyilleri vardır. Fakat bu temayülleri de onlara olan muhabbetlerinden
değildir. Islâmlık'ta bulamadıkları, Hristiyanlığın bilhassa kadınlara verdiği
serbest hareket imkânlarından istifade etmek isterler.
Dönme kadınların hal ve hareketlerindeki serbestlik,
yaşayışlarındaki garabet, Hristiyanların da nazar-ı dikkatlerini çekmekten geri
kalmamaktadır.
CEZA OLARAK: NAMAZ
Dönmeler camilere hiç gitmezler. İçlerinden bazen camiye
gidenlerin görüldüğü olur. Fakat bunlar tabiî
ki, İslâmiyet'in emri olan farzı yerine getirmek için camie
gidiyor değillerdir.
Dönmeler arasında birisi cezayı
gerektiren harekette bulunursa, cemaat tarafından ona bir ceza verilir. Bunlar
arasında en ağır cez.a, işin ehemmiyetine göre, kabahatlilere
muayyen bir müddet için camilere devam cezası vermektir. Bundan maksatları,
İslâm'ın emirlerini yerine getirdiklerini Müslümanlara göstermek
küstahlığından başka bir şey değildir.
Ramazanlarda, İslâm evlerine bitişik bulunan Dönme evlerinde,
ev halkı yatsı vaktinde güya teravih namazı kılıyorlarmış gibi "Kız abdest aldın mı? Haydi cemaate
yetiş"
gibi seslenmelerle Müslüman komşularına namaz hazırlıklarında bulunduklarını
işittirirler. Sahur vaktinde de ortada sofra filan olmadığı halde, çatal,
bıçak, tabak şakırtısı ile sofra hazırlığında bulunduklarını îma etmek gibi
küstahlıklardan hâlâ vaz geçmemişlerdir.
SIRLARI, ÂDETLERİ, MEZARLIKLARI
Cumartesi günleri Musevî âyini
usullerine göre ibâdetlerini, yeraltında inşa ettirdikleri havralarda icra ederler.
İslâmiyet ile Yahudilik arasında nasıl
bir dinleri olduğunu henüz anlamayan, yalnız Dönme olduklarını bilen
çocuklarla genç kız ve erkekler, ancak evlendikleri gün, asıl Dönmelik hakkında
mahremâne
telkinlere nail olurlar. Bunların imamları ayrı olduğu gibi, mezarlıkları da
sırf kendilerine aid husûsîdir.
Hatta dikkat edilirse Selânik'teki
kabristanları daima İslâm ve Yahudi mezarlıkları arasında bulunur. Mezar
taşlarının üzerlerindeki yazılar "dekadanca" ibarelerden ibaret
olup, nihayetlerinde "Fatiha" yoktur.
"İçiniz temizlenmeden
gelmeyiniz" emrine tama- miyle inandıkları, cenazelerini,
bağırsaklarındaki pislikleri mihaniki bazı usullerle çıkardıktan sonra
gömmekte olmalarıyla sabittir. (Devamı ikinci formada)
İlk
Türkçe Kitaplar
- III -
"Dönmeler"
Adlı Kitaba Cevap "DÖNMELERİN HAKÎKATİ”
Büyük ve mühim kısmını yukarıya
aldığımız "Dönmeler" adlı risaleye, karşılık olmak üzere,
hemen bir risale ile ve daha uzun olarak cevap verildi. Çıkan bu kitabın
taşıdığı 18 Kânûnievvel 1335 (18 Aralık 1919) târihinden, cevabın çok acele
yazılıp bastırıldığı anlaşılmaktadır.
Çünkü "Dönmeler" kitabının kapağında (1335-1338) tarihi
bulunmaktadır. Mâlî 1335 yılının milâdî karşılığı 1919'dur. Fakat Hicrî 1338
yılı 1 Ekim 1919'da başlamaktadır. Buradan, "Dönmeler" kitabının en
erken Ekim ayı başlarında çıktığı anlaşılır. Demek ki, ona cevap veren "Dönmelerin Hakikati", iki ay içinde yazılmış ve
bastırılmıştır.
Dönme olmadığını ve bu cevabı yazmak
için teşvik
de görmediğini imâ eden yazar, bu aceleyi, zahmeti ve masrafı neden
göze aldığını, bize, tatmin edici bir şekilde açıklamıyor:
Kitap küçük boydadır:
Dönmelerin
Hakikati, Atik nizamiye kırkbirinci alayının üçüncü taburu binbaşılığından
mütekâid Sâdık, Dersaadet, Karabet Matbaası, 1335, 32 sayfa.
Emekli binbaşı Sâdık Bey'in yazdıklarından "Dönme"
olmadığı anlaşılıyor. Zamanında Rumeli'de cereyan eden savaşlara iştirak etmiş
ve Balkan Harbinde taburuyla beraber Yunanlılara esir düşmüştür. Dönüşünde
emekli olmuş ve İstanbul'a yerleşmiştir.
NEDEN YAZDI?
Dönmeleri, onları müdafaa için bir kitap
yazıp neşredecek kadar, nasıl ve ne zaman tanıdığını söylemiyor. Herhalde
subaylığının bir kısmını Selânik'te yapmış ve o sırada Dönmelerden iyilik
görmüş olmalıdır.
Kendisi hakkında, "Yalnız askerliğe
alışmış, kalemi aksak bir âcize, ortaya atılmanın yakışmayacağını da bilirim"
demekle beraber, Dönmeler aleyhine olan risaleyi görüp üzüldüğünü, vatanda
birliğe ihtiyaç olduğu için onları müdafaaya kalkıştığını yazmaktadır.
Binbaşı Sâdık, yukarıdaki bölümde metnini
verdiğimiz "Dönmeler" risâlesindeki iddiaların tamamına teker
teker cevap vermekte ve oradaki ithamların hepsini iyiye ve güzelliğe yorarak
çürütmeye çalışmaktadır.
Meselâ, Aziz Mehmed Efendi (Sabatay),
samimî olarak hidâyete eren ve Yahudileri İslâmiyet'e çağıran bir "evliyadır. Muhiddin-i Arabî ve Hallâcî Mansur gibi
derin manâlı şeyler söylediği için anlaşılamamıştır. Dönmeler, birbirlerini
seven, tutan, iyi, dindar, çalışkan insanlardır. Onlarda görülen kusurlar,
öteki Müslüman- larda gözükenlerden farklı değildir...
Binbaşı Sâdık, eğer hayatta idiyse, beş
yıl sonra gazetelere düşen ve bizzat Dönme yazar Ahmed Emin'in itiraf ettiği
hurafeleri okuduğu zaman acaba ne düşünmüştü, doğrusu meraka değer!
Kendisini gizleyen bir Dönme olmadığını farz edip, iyi niyetine
inanıp, yazdıklarını, işi hiç bilmemesine ve "dost" Dönmelerin
oyununa gelmesine bağladığımız binbaşının, şu sözü dikkat çekicidir:
"Bu babda kimsenin rey ve mütâlâasına
müracaat etmemek suretiyle, aşırı yumuşak huylulukta ve herkese faydalı
olmakta koyun sürüsüne benzeyen bu taifenin hukukunu müdafaa maksadıyla
yazdığım işbu eser-i âcizî... "
KİTAPTAN ÖNEMLİ YERLER
Şimdiye kadar yazılanlardan "ne biçim
bir şey" olduğu elbette anlaşılan Sabatay Sevi ve Dönmelik hakkında
Binbaşı Sâdık'ın yazdıklarını, "eser-i gaflet" diye vasıflandırıp geçmekle birlikte,
kitapda dikkatimizi çeken,
Dönmelere ve yakın târihimize dair önemli
gördüğümüz iki noktanın üzerinde duracağız:
Birincisi, bütün "hoşgörüsü"ne rağmen
yazarın Dönmeler hakkında verdiği birkaç bilgi;
İkincisi, yazarın Sultan Abdülhamid ve Meşrutiyet
sonrası ahvâl hakkındaki bâzı tesbitleri... Bu ikincisi, mevzuumuza biraz uzak
olmakla beraber, bahsini ettiğimiz risaleyi tekrar ele almamız mümkün
görünmediğinden bu vesile ile tarih meraklıları için onları da buraya kayd
etmiş olacağız.
SAĞLIKLARI
Yazar, Dönmelerin bâzı özel hallerini yazıyor:
Evlilik çevrelerinin dar oluşu her ne
kadar bazılarının vücutça zayıflığına sebep oluyorsa da, temizliğe ve
sıhhatlerini korumaya fevkalade dikkat ettiklerinden, iddia olunduğu gibi hastalık zebûnu da değildirler. İşlerinin
başından ayrılmayarak devamlı çalışıp uğraşmakta olmaları da bunu isbat eder.
İçlerinde yüz yirmi sene ve daha fazla yaşayanları da az değildir. (s. 13)
"YABANİ!"
Ne kadar seçkin bir terbiye sahibi
bulunduklarına dikkat olunsun ki, birbirleriyle kavga döğüş, yaralama ve hatta
ağız kavgası etmeleri bile hayal edilemeyeceği gibi, kendilerinin
dışındakilerden birinden incin-
dikleri vakit en büyük söğüp saymaları
"Yabani!" demekten ibarettir. Bunu dahi hafif sesle söylerler ki,
kendilerini gücendiren incinmiş olmasın. Ekseriyet itibariyle güler yüzlü, hoş
sohbet ve mültefit insanlardır. Lâtife ederken bile istihza etmekten
çekinirler. Kimseye beddua etmezler. Dışarda kendi guruplarından bahsedilmesinden
hoşlanmazlar. (s. 13)
SELÂNİKLİ OLMAK
Hatta kendilerini tanımayanlardan
Selânikli olduklarını bile gizlerler. Bundan maksad taifeleri hakkında bir
takım asılsız ve münasebetsiz sözlerin ortaya konmasına sebebiyet vermemekten
ibarettir.
Halbuki gerek İslâmiyet'le müşerref
bulunduklarını ve gerekse İslâmiyet'in emr ettiği güzel ahlâk ve iyi işlerle
temayüz edip, büyük İslâm kitlesi arasında gösterdikleri terakkilerle bir
iftihar güldestesi olduklarını unutup beyhude yere üzülüyorlar. (s. 13)
Yakın vakitlere kadar ve bu arada
cennetmekan fir- devs-âşiyan Sultan Abdülhamid Hân-ı Sânî hazretlerinin "İnzibat
Devri" denmeye seza olan saltanat zamanlarında, bu taife, iş ve gücüyle
meşgul olmaktan başka bir şey bilmiyordu. Ne siyâsete karışmış ve ne de kadınlarının
kıyafetlerinde bir değişiklik görülmüştü. Kadınları eski zamana mahsus kalın
mihremeli ferace ve sarı mest ve paşmakla sokağa çıkar, tesettüre fevkalâde
dikkat ederler idi. (s. 16)
Yazar, dönmelerin, Meşrutiyet'in ilânından sonra yaptıkları taşkınlıklara
şaşıyor:
Meşrutiyet'de hürriyetin tesiri ile
herkes şaşırıp ne yapacağını bilmediği gibi bunların da bazılarını şaşırtmış
ve şımartmış ve hatta eski terbiyelerine aykırı olarak gençlerinden birtakımı
silâh taşımaya bile başlamışlardı.
Bazılarının dahi hiç lüzumu olmayan
birtakım fazla tezahürata kalkışmaları ve üç yüz yirmi sekiz senesindeki
mebus seçiminde rey toplama merasiminde, Şems Mektebi müdürü merhum Şemsi Efendinin hükümet konağı önünde, vaziyetimizi
düşünmeden ve pek yüksekten atıp tutarak irâd ettiği nutuklar garip karşılanmıştı,
(s. 16)
ZULÜM GÖRMÜŞLER GİBİ
Meşrutiyet'in ilânına kadar sessiz
sükûtî geçinen bu taifeden bir haylisinin saded hârici olarak lüzumsuz yere
yaptıkları nümayişlere Selânik'te türlü mânâlar verilmiş idi. Çünkü bu taifenin
devr-i
sabıkta bütün hakları korunduğu ve zulme mâruz kalmadıkları malum olduğu halde, Meşrutiyet
ilânından sonra güya büyük zulümler görerek zindandan kurtulmuş insanlar gibi
hareket edenleri görülmüştü.
Gerçi insanoğlu zamanın akışına uyar.
Fakat bil-
hassa bu akıllı ve mutedil taifenin
bazılarında görülen lüzumsuz gürültü, ötedenberi muhafazasına ihtimam ettikleri
tedbirli tavırlarına katiyyen münâsip değil idi. Zira Cenâb-ı Hakk'ın gazabı,
hadd-i mârufu aşanları çabuk bulur.
Nasıl ki çok geçmeden mes'udâne
yaşadıkları o güzel Selânik'den çil palazı gibi dağıldılar, kalanları dahi
çeşitli ziyan ve sıkıntılara hedef oldular. Gerçekte, gerek bunların ve gerek
elden çıkan diğer beldeler ahalisinin içinde nice zâhid muttaki kişiler mevcud idi.
Ancak gazab-ı ilâhî umûma gelir, ayırmadan alır götürür. (s. 16-17)
SULTAN ABDÜLHAMİD'E
DÂİR
Yazarın, bahsini ettiğimiz, bâzı târihî tesbitlerine gelince...
1909-1919 arasında milletin ve devletin düştüğü perişanlıkları bizzat yaşamış
olan binbaşının tesbit- leri önemlidir. Bunca felâketten sonra, Sultan Abdülha-
mid'e bakışı da değişmiştir:
Esirlik günlerinde, Yenice kasabasında medfun Gazi Evrenos hazretlerinin türbesi kubbesine kendi
bayrağını diken düşmanın, diğer İslâmî haklara ve mukaddesata, gaddarâne
tecâvüzünü görünce, kalbimin en derin ve hazin noktasında feveran ederek,
lisanıma gelen şu mısraları söylemiştim:
Ahd-i ahkâmın saadet
devri imiş bilmedi,
Şimdi bildi kıymetin
millet senin Sultan Hamid;
Ne yapıp yaptın
çevirdin âsiyâb-ı devleti.
Gel bugün gör
inkılâbın dehşetin Sultan Hamid.
Yine şöyle demiştim:
Görmemişken lûtf-i
mahsûsunu ey âlî-tibâr,
Firkatinden düştü
cismim âteşe hâlâ yanar.
Terk-işemşîr-i
Hilâfet ettiğin günden beri Hem vatan, hem bunca can gitti, hem namus ü âr.
Hurşid-i sulh-i cihan
idin, dirigâ ki seni,
Gayb edeli, bu garip
millet de oldu târ ü mâr.
Dûd-i âkımdan tebâh
olsun müsebbibler heman,
Sensiz ey Hâkân-ı
zîşan devlete erdi hasar.
Bari, rü 'yâda bize
göster likâ-yı akdesin,
Bu hazin gönlümüze
kılsın meserretler nisâr Vak'a-i dilsûzu an, ân-i esarette dahi,
Devlete Sâdık olan
elbette eyler âh ü zar.
Şu manzumeler, güya yakın bir gelecekte,
Balkan Harbi'nden daha müthiş bir sefalete düşecek olan zavallı vatanın
matemini tutmak için esaret günlerinde terennüm edilmiştir. (s. 4)
Nazar-ı ibretle bakılmalıdır ki,
İstanbul'da Mah- mutpaşa Câmi-i şerifi ile emsali birçok camilerin kapıları, beş
on dakikada dört beş kişilik cemaatle kılınan vakit namazlarından başka zamanlar
kapalıdır. Şadırvanlarında abdest alacak bir katre su yoktur. Ecdad zamanında
arı kovanı gibi cemaatlerle dolan mâbedlerin kapalı ve muattal kalmasına ve
halkın ibâdeti terk etmesine sebep olan bu taife midir? (s. 15)
MEŞRUTİYETTEKİ YANLIŞLAR
Meşrutiyet'e iyi niyet ve tatlı emellerle
girildi. En büyüğümüzden en küçüğümüze kadar herkes hayır ve menfaat bekledi.
Fakat ne çâre ki, meşrutiyeti, dahilî, haricî, coğrafî ve siyâsî
vaziyetlerimize, elhâsıl mizâc-ı mülke göre tatbik edemedik.
Bu işi yapacak ve idareyi tanzim edecek,
fedakâr, dediğini yapmaya muktedir devlet adamları çıkmadı. Mevcud bâzı işbilir
idarecilerin ise önlerine mâniler çıkarıldı. Bu yüzden, hükümet korkusu
büsbütün kalktı. Sivil, asker herkes, bildiği gibi
hareket etmeyi ve hatta hukuka tecâvüz ve üstlere taarruz etmeyi, meşrutiyetin
icaplarından saydılar. Eski intizam ve itaat bağları yok oldu.
Onun yerine aşın serbestlik geldi ve devlet hayatının en hassas teline
dokunuldu. Bu deliller karşısında, bazı inceliklere âşinâ kimseler, artık
felâketin yakın olduğunu iddia eylemiş idiler. (s. 17)
Bilindiği gibi eskiden beri, gayri
müslim ahâli, tamir, nakış veya diğer hususlar için câmi-i şeriflere girecekleri
vakit ayakkabılarını çıkarıp hürmetle girerler.
Etrafımızdaki devletler ise maneviyatı
elden çıkarmamak için milletlerin başını sıkı sıkıya kiliseye bağlamaya
çalışmaktadırlar.
İşte vaziyet böyle iken, en
akıllılarımızdan biri, "Va'az, vereceğim" diyerek, ayakkabılarını çıkarmaksı-
zın, selleme-hüsselâm camie girip kürsüye çıktı. O böyle yapınca çeşitli
milletlerden peşine takılan bir sürü halk dahi, onun gösterdiği yeni numuneye
uyarak ve İslâmiyet'in razı olmayacağı bir hürmetsizlik ile arkasından
yürüdüler.
Bu hâl Müslümanları infiale getirdi.
Üstelik, "Kardeşlerinizin aralarını ıslâh ediniz" emrini taşıyan
âyeti celîleyi de yanlış okudu. Alışılmamış bir şekilde cami kürsüsünü işgal
eden fesli vaizin bu halleri karşısında hocalar teessüf ve hayretle
birbirlerine bakıştılar.
Bir köylü: "Cami bu adamı
çarpar, görürsünüz" dedi. Öteden bir diğeri: "Sabaha kadar
Kurana karşı el bağlayıp ta'zım eden sarıklılar, gelsinler de, tesis ettikleri
devletin ıslâhına yeltenen sarıksız vaizin kunduralarını çıkarmadan camie
girdiğini görsünler." Bir başkası dahi: "Bu hâl, eşrât-ı
kıyametten olan Deccal'in zuhuru başlangıçlarından başka bir şey
değildir" diye konuşmaya başladılar.
İşte bütün bu sözler, daha Meşrutiyet'in
ilk günle - rinde söylendi ve gitgide çoğaldı.
Fakat safdil köylünün dediği pek de
yabana gitmedi. Çok geçmeden aslını inkâr edercesine hedefini ve istikametini
değiştiren vaiz efendinin İskeçe cihetlerinde uğradığı işitilmişti. (s. 18)
"DEVR-1 SABIKI ARADIK!"
Kimi enine kimi boyuna çekti, kimi dahi halkı, millî
terbiyesinden ve dinî inançlarından çıkarmaya kalkıştı.
Hâsılı bîçâre Meşrutiyet, bora
tufanlarına kapılıp yuvarlandığından, millet hiçbir feyz ü lezzetini görmeden
tatmadan, felâkete dûçâr oldu. Devr-i Sabık kendini mumlarla arattı. Fakat hayal ve hasretini yadigâr
bırakarak gözden nihân oldu.
Nasıl aranmasın ki, henüz meşrutiyet
gururuyla parlayan ümitlerimiz, Bosna Hersek'in ilhakı, Rumelî-i Şarkî
hadisesi, Trablusgarb mes'elesi gibi peşpeşe gelen musibetler
ile, pek çabuk söndü gitti. Tâli' güneşi tutuldu.
Hal bu merkezde iken, dâhilde
keşmekeşten vaz geçilmemiş; inat fesadı doğurmuş; hırs ve düşmanlık gözleri
karartmış, kulakları tıkamıştı.
İçeride şiddet kullanılırken, dış düşmanların aleyhimize
hazırlıkları ve birleşmeleri fark edilmemişti.
Hele maatbuat vasıtalarıyla savrulan
münasebetsizlikler son dereceyi bulmuştu. En büyük
makamdan yazılıp matbuatla neşr edilen nasihatler Osmanlıları itidale davet
ediyordu. Fakat ne fayda, iş çığırından çıkınca ne yapılsa beyhude idi. (s.
19)
ORDUNUN BOZULMASI
Bir taraftan da mülk [vatan] ve devletin
koruyucusu olan ordunun, eski maddî ve manevî bağı ve birbirine karşı
kökleşmiş olan askerce kardeşliği sarsılmıştı. Ordunun halinde ve heybetinde
tamamiyle değişiklik görülüyordu. Bazılarımız askerliği unutup siyâsete dalmıştık.
Çünkü ordu bağlı olduğu milletin
istidadına tâbidir. Millet arasında intizam, birlik, muhabbet ve hamiyyet
olmazsa, ordu ne kadar fedâkârlık etse netice itibariyle beyhudedir. Eski
vak'alar bunu isbat eder. (s. 19)
SUBAY NASIL YETİŞMELİ?
Hatta bizlerden daha cesur, daha ciddî,
daha cenga- ver ve her çeşit mahrumiyete katlanır, daha pişkin ve sağlam
vücutlu zabitler yetiştirilmelidir. Bunun için mektebi [Harbiye'yi], şahin
yuvasına, mehd-i zuhûr-i devlet-i ebed-müddet olan Domaniç yaylasına veyahut
Rumeli'nin şehir ve kasabadan uzak bir yerine nakl etmelidir.
İcap eden şekilde zabit yetiştirecek zabitlerimiz çoktur. Eski
Osmanlı kışlalarının şehirlerden uzak bulunmalarının sebebi az bir mülâhaza ile
anlaşılabilir. Eski Osmanlıların karşısına çıkan kavimler, şiddetle harb ve
sebat eden insanlar idiler. Fakat çadırda doğan, at sırtında büyüyen, cenkte
ölmeyi temenni eden kahramanlara mukavemet edemediler. (s. 2021)
RAHATINA DÜŞKÜN OLAN ASKER OLMASIN
Misal olarak Hazret-i Musa ile Mısır'dan
çıkan Benî İsrail'in ve bunların çölde yetişen evlâtlarının Benî Amelika'ya
karşı olan malum vak'aları gösterilebilir. Rahata alışan, seferin zahmet ve
zorluklarına katlanmaktan hoşlanmayan kimseler asker olmamalı, vatanın
mesuliyetini boynuna almamalıdır.
Zira vatanın siperi, fedakârların
sîneleridir. Eski ordularımızda, yüz düşmandan yüz çevirmeyen nice di- lâver
serdarlar yetişmişti. Sonraları safa ve rahata düşü-
lünce haller değişti. Milletimizin her türlü terakkilere
istidadı vardır. Şimdiye kadar geçirdiğimiz belâlar kulağımıza küpe olsa
kâfidir, (s. 21)
Bir Müdafi Daha:
Leskovikli Mehmed Rauf ’İTTİHAD
VE TERAKKİ CEMlYETl NE İDİ?”
Dönmelerin
kendileri de Sabatay Sevi'nin mesihlik iddiasını, yapmacık Müslümanlığını ve
ikiyüzlülüğünü kabul etmekte ve kendilerinin üç yüz senedir bu geleneğe uyarak
yaşadıklarını itiraf etmekteler.
Bu
gerçeği reddedip, Dönmelerin saklısı bulunmayan iyi Müslümanlar olduklarını
iddia eden, kendileri de dâhil hiç kimse yok... Sadece emekli binbaşı Sâdık ve
bir de "İttihatçı" Leskovikli Mehmed Rauf...
"Müdâfi"liği dolayısıyla bu bahsin sonuna Leskovik-
li'yi de ekleyerek, "gafiller" veya "vazifeliler" serisini
tamamlamak istedik.
DÖNMELER ARASINDA BİR
"HÜRRİYET
MÜCÂHİDİ"
İddiasına göre, İttihat ve Terakki
Cemiyeti mensuplarından olan Leskovikli Mehmed Rauf, komite çalışmaları
sırasında yakalanmış ve 1311 (1895) de Selânik'e sürülmüştür. Tabiî genç bir
İttihatçıyı Selânik gibi bir yere göndermeye "sürülmek" denebilirse. Fakat kendisi bunu
"sürgün" kabul ederek "kahraman" olmaktadır.
Leskovikli Selânik'te, Dönmelerden büyük
yardım görmüş ve aralarında yaşamıştır.
1327 (1911) yılında "mücâhede-i hürriyet hâtıraları 'nı yayınlarken, bu yakın dostlarına da
birkaç sayfa ayırarak, onları medih ve uğradıkları ithamlara karşı müdafaa
etmek zaruretini duymuş.
Kitap, küçük boydadır:
tttihad
ve Terakki Cemiyet ne idi? Yazarı: Mülkiye kaymakamlarından Leskovikli Mehmed
Rauf, İstanbul 1327, 112 sayfa.
Kitabın 79. sayfasında Dönmeler bahsi başlamakta olup, aşağıya bu
kısımdan birkaç parça alınacaktır:
DÖNMELERİN
HÜRRİYETÇİLİĞİ
Garibi şu ki ekseriya ticâretle
uğraşmalarından dolayı bir dereceye kadar tamahkârlıkla itham olunan ve
mevcudiyetleri şehr-i mezkûre münhasır olan "Dön- me"ler diğer İslâm
kardeşlerinden ziyade mücadele-i hürriyette ileriye varırlardı.
İleride zikr olunacağı gibi Selânik'te
bulunduğum müddetçe icra ettiğimiz mücâhedeler esnasında "Dön- me"ler
oldukça yararlıklar, fedakârlıklar gösterdiler.
Bu
fırkanın meyl-i ticaret ve servetleriyle bir tezad
teşkil edecek surette mevcut olan hürriyetperverlikleri,
bir zaman bâzı İhvân-i Cemiyet'i şüpheye düşürüyordu. Zâten Selânik'te Müslüman
halkın câhil kısmı, kendiletinin en sâdık din kardeşleri olan
"Dönme"ler hakkında öte- denberi söylenip gelen bâzı yanlış
düşüncelere dayanarak pek de hüsn-i zan beslememektedirler.
"BAZI CÂHİLLER DÖNMELERDEN ŞÜPHE EDİYORLAR"
Hatta bâzı câhiller bu sû-i zannı pek
ileriye vardırarak " Avdetî'lerin sahiden Müslüman olduklarını bile
şüpheli addetmektedirler.
Bu fikr-i bâtılın işin doğrusunu
bilmeyen diğer me- mâlik ahâlisince dahi kabul edilmiş olması, bizi burada saded dışı olarak biraz tafsilât vermeye mecbur etti:
Dönmeler bundan iki yüz sene kadar mukaddem dîn-i mübîn-i İslâm
ile müşerref olmuş Mûsevîlerden- dir. Din hükümlerine uymakta diğer ehl-i
İslâm'dan hiçbir farkları yoktur. İslâmiyet'e ve husûsiyle devlet - i
ebed-müddet-i Osmaniye'ye fart-ı sadâkat ve muhabbetleri (...hürriyet taraftan
hareketleriyle)... sabittir. Hâsılı bâzılarının zannı gibi bunlar hakkında
şüpheler hâsıl olmasına meydan verecek hiçbir hâl ve hareketleri görülmüş
değildir.
DÖNME OKULLARI
Dönmelerin ilim, maarif ve ticâretçe
olan gayretleri ve ilerilikleri de zikre değer. Selânik'in İstanbul ma-
arifine bile üstün gelecek bir
mükemmellikte olan ilim müesseseleri hep Dönmelerin çalışma ve gayretleri
sayesinde kurulmuştur.
Erkek ve kız, "Yâdigâr-ı Terakki" ve "Fevziye" mektepleri, şimdiye kadar pek çok
talebe yetiştirmiştir. Bu mekteplerin gelecekte memleketimiz için medâr-ı iftihar
olacak birer darülfünun [üniversite] şeklini almaya istidatları vardır.
İstanbul mekteplerinde icra olunmakta
bulunan müsabaka imtihanlarında ekseriya Selânik mektepleri talebesi birinci
gelmektedir. Bu da sırf o Dönme kardeşlerimizin maarifin ilerlemesindeki
himmetlerinin mesut neticesidir.
Hâsılı Dönmelerin her suretle
memleketimiz için pek feyizli bir unsur olduğundan şüphe yoktur.
ARAŞTIRMALARDA
VE HÂTIRA KİTAPLARINDA DÖNMELERE DAİR YAZILANLAR
Bu bölümde bâzı araştırmalarda ve hâtıra kitaplarında Dönmelik ve
Dönmeler hakkında yazılanlara bakılacak ve bunlardan şimdiye kadar
söylenenleri teyid eden veya tamamlayan önemli satırlar nakledilecektir. Önce
lügat ve ansiklopedilerden başlıyoruz:
İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ
Millî Eğitim Bakanlığı tarafından çıkarılan İslâm
Ansiklopedisi'nin üçüncü cildinde bulunan "Dönme" maddesi dört buçuk sayfa tutan uzun bir maddedir.
Bu maddenin dikkate değer bazı bölümleri:
İzmir'de Mesihliğini ilân eden Sabatay
Sevi, Yahu- diler arasında kendisine bir hayli "mü minler" toplamış ve şöhreti bir taraftan Osmanlı
memleketinde ta Bu- din'e, diğer taraftan Lehistan, Almanya, Hollanda, İn-
giltere, İtalya ve Kuzey Afrika'ya kadar yayılmıştı. Hattâ İran'a kadar
varan bu şöhret ve nüfuz, İran Yahudi- leri arasında bile bir hareket
uyandırmış ve onlar: "Bizim Mesih'imiz geldi, artık
toprak bellemeyiz, vergi vermeyiz" diye tutturmuşlardı.
Musevî yazarlara göre, bu Sabatay
hareketi Osmanlı İmparatorluğu'nda dinî olmaktan çok padişahın otoritesine
karşı siyasî bir hareket gibi telâkki olunmuş ve Museviler'e karşı
emniyetsizliğin başlangıcı olarak onların yerini Rum ve Ermeniler almıştır.
Hepsinin bir Musevî adı bulunmakla
beraber, daima Müslüman adları ile çağrılan, hemen hemen ta- mamiyle İspanya
muhaciri Yahudiler'den müteşekkil bulunan bu cemaat, Cumartesi günleri ateş
tutmamak müstesna olmak üzere bazı Musevî âdet, ibâdet ve âyinlerine sâdık
kalmışlarsa da, asıl Museviler'den tamamen ayrılmış ve onlara "koferim" (kâfirler) ismini vermiştir.
Selânik'te birbirine bitişik ve birinden
diğerine kolaylıkla geçilebilen evlerde yaşayan bu cemaat efradının,
evlerinin birinde yeşil abajurlu lâmbaların zayıf ziyası ile aydınlatılmış
gizli toplantı yerleri vardır. Kal (Kahal) denilen bu yerlerde Payyetan adı verilen din uluları tarafından
dualar okunur ve Ab-bed-din denilen reisler tarafından vaaz
edilirdi. Bu vaazlar bilhassa Tevrat ve Zohar'dan çıkarılır ve daima Sabatay'ın övülmesi
ile son bulurdu.
Dönmelerin üç bölüğü arasındaki ayrılık
ondoku-
zuncu asrın sonunda öyle bir kin ve
nefret dalgası hâlini almıştı ki, bu üç zümrenin mensupları birbirleriy- le
her türlü dostane temastan kaçınmışlar ve birbirlerini tahkir ve tezyife kadar varmışlardı. Bu ayrı ve gayrdık,
birbirine mensup bir aşçı veya bakkaldan yiyecek alıp yemek, diğeri için haram
sayılacak kadar ileri gitmiştir.
Çocuklar Türk ve Müslüman olarak
yetiştirilir ve ortada bir ayrılık gayrdık bulunduğu kendilerinden şiddetle
gizlenirdi. Yakubîler'de cemaat esrarını öğrenmek hakkı ancak evlenmek ile kazanılırdı. Diğer iki zümre ise, on üç yaşına gelince çocuklarına cemaat sırrını, ibâdet ve
dualarını öğretirlerdi.
Cennetin has bahçelerine girmek inhisarı
kendilerine ait olup, diğer iyi insanlar ancak Cennetin parmaklıkları olabilirlerdi. Eğer iyi bir Müslüman,
tenasüh [ruhun ölümle başkasına geçmesi] yoluyla kırk defa [dünyaya] gelip, her
gelişinde yalnız hayır işlemiş, şer- den kaçabilmiş ise, has bahçeye gitmek
hakkını kazanabileceğine inanırlardı.
*
* *
TÜRK ANSİKLOPEDİSİ
Millî Eğitim Bakanlığı tarafından
çıkarılan bu ansiklopedinin ondördüncü cildinde bulunan "Dönme"
maddesi iki sayfa tutmaktadır. Dikkate değer bazı bölümleri:
Osmanlı tarihinde Dönme sözü, daha özel
bir anlam taşımaktadır. Onyedinci yüzyıldan beri imparatorluğun çeşitli
illerinde ve özellikle Selânik'teki gizli Müslüman-Musevî topluluğuna bu ad verilirdi.
Yirminci yüzyılın başlangıcında Dönmelerin geniş Müslüman Türk topluluğu
içinde eriyeceği korkusuyla bunların üç grup arasındaki ayrılığı
kaldırmak üzere bazı ciddî teşebbüslere giriştikleri bilinmektedir.
*
* *
TARİH DEYİMLERİ VE
TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ
Mehmed Zeki Pakalın tarafından yazılmış ve Millî Eğitim Bakanlığı
tarafından çıkarılmış olan bu büyük tarih sözlüğünde Dönmelere iki sayfa
ayrılmıştır. Dikkate değer birkaç satır:
Bu cemaat fertleri umumî hayatta
Müslümanlar arasına karışıp camilere namazlara giderler ve Ramazan orucunu tutar görünürlerdi. Hattâ arada sırada Hacca gönderilenler bile olurdu.
*
* *
MEŞHUR ADAMLAR
ANSİKLOPEDİSİ
İbrahim Alaaddin Gövsa tarafından yazılan
ve 1936'da Sedat Simavi tarafından yayınlanan dört ciltlik ansiklopedinin son
cildinde Sabatay Sevi'ye birbuçuk sayfa ayrılmıştır. İbrahim Alaaddin,
Türkiye'de Sabatay
Sevi ve Dönmelik hakkında Türkçe ilk tanıtıcı neşriyatı yapan
kimsedir. 1937'de yine Sedat Simavi'nin çıkardığı Yedigün dergisinde "Sabatay Sevi" ile ilgili seri yazılar yayınlamış,
ayrıca bu yazıları genişleterek 1939'da bir kitap halinde de çıkarmıştı.
*
[5] *
MEYDAN LAROUSSE
Osmanlı Türklerinin XVII. Yüzyıldan
itibaren imparatorluğun çeşitli şehirlerinde ortaya çıkan Müslü- man-Musevî
topluluğa verdikleri ad.
Müslüman adı ve kıyafeti altında yaşayan,
fakat Musevî inanış ve âdetlerini devam ettiren Dönmelere önceleri "avdeti" de
denmiştir.... Özellikle 1683'te Selanik'teki Museviler arasında dönmelik büyük
ölçüde yayıldı. Dönmeliğin merkezi Selanik oldu... 1700'e doğru Selanik'te bulunan
birkaç yüz dönme aile 1900'e doğru 10.000'e çıktı. Dönmeler ticaret ve sanat
hayatında hakimiyet kurmaya ve devlet işlerinde görev almaya başladılar. XIX.
Yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı toplumunun Avrupa'da eğitim görmüş yeni
nesli arasında, Dönme avukatlar, doktorlar, gazeteciler ve
profesörler
de
yer aldı.
Balkan Savaşı'ndan (... ) ve Türk-Yunan
mübadelesinden sonra, dönmeler, yeni Türk cumhuriyetinin
topraklarına, özellikle İstanbul'a göç
ettiler. Aralarındaki dayanılmayı sürdürerek ticaret piyasasında yer aldılar,
özel okullar açtılar, daha serbest bir hayata kavuştular.
*
* *
İNANÇ SÖZLÜĞÜ
Orhan Hançerlioğlu tarafından kaleme alınan sözlüğün Dönmeler ve Sabatay Sevi maddelerinden:
Osmanlı İmparatorluğu içinde önce
İzmir'de ve sonra daha geniş çapta Selânik'te yayılan bu tarikat, dış görünüş
olarak Müslümanlığı benimsediğini belirtecek biçimde, gerçekteyse yeni bir Yahudilik anlayışıyla düzenlenmiştir. Tapımları
(ibâdetleri) gizlidir, mezhebin sırları bağlılarına evlendikleri zaman açıklanır. Sabatay'ın mesihliğine
inanırlar, Sabatay'ın doğum günü baş bayramlarıdır, kutsal yapıtları Mezâmir'dir. Cennete sadece kendilerinin gireceği
başlıca inançları arasındadır. Müslümanlarla evlenmeleri yasaklanmıştır.
Kamerî ayların ilk günlerini kutsal sayarlar, dualarını İbrânice okurlar.
Gizli gizli sürüp gelen tapımları
[ibâdetleri] günümüzde de devam etmektedir. Türkleşmiş bulunan Yahu-
diler'in onun soyu ve bağlıları olduğu söylenir.
Hançerlioğlu'nun hiçbir ilmî değeri
olmayan ve yanlışlarla dolu olan sözlükleri malumdur. Ancak kendisi
Dönmelerle devamlı içli dışlı
olduğundan, bu hususta yazdıkları ve bilhassa "günümüzde de devam etmektedir" demesi önemlidir.
*
* *
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLÂMANSİKLOPEDİSİ
1988 yılından itibaren yayınlanmaya
başlayan hâlen yeni ciltleri çıkmaya devam eden bu önemli ansiklopedinin 1994
yılında çıkmış 9. cildindeki "Dönme" maddesi Prof. Dr. Abdurrahman Küçük
tarafından yazılmıştır. Bu maddenin "Dönmelerin İnanç Esasları ve
Prensipleri" başlığını taşıyan bölümü aşağıya
alındı:
Dönmelerin Sabatay Sevi'ye dayandırılan
"âmen- tü”leri özetle şu esasları kapsar: 1. Gerçek tanrı olan İsrail'in
Tanrısı'na inanırım. 2. Sabatay Sevi'nin gerçek mesih olduğuna inanırım. 3.
Tevrat'ın gerçekler Tevrat'ı olduğuna inanırım. 4. Tevrat'ın değiştirilmediğine
ve yürürlükte olduğuna inanırım. 5. Sabatay Sevi'nin dünyanın dört tarafına
dağılmış olan İsrâiloğulları'nı bir araya toplayacağına inanırım. 6. Ölülerin
dirileceğine inanırım. 7. İsrail'in Tanrısı'nın, Süleyman Mâbedi'ni yukarıdan
aşağıya bina edilmiş olarak göndereceğine inanırım. 8. İsrail'in Tanrısı'nın bu
dünyada cemâlini göstereceğine inanırım. Dönme âmentüsünün son maddesi,
"gerçek mesih" Sabatay Sevi'nin yeniden gönderilmesini isteyen dua
cümlelerini ihtiva eder.
Sabacay Sevi'nin Müslüman olduktan sonra
ortaya koyduğu ve dönme cemaatinin uygulamaya çalıştığı emirler dönmelik
besmelesiyle başlar ve başlıca şu hususları ihtiva eder: Tanrı'nın birliğine,
mesîhin (Saba- tay Sevi) hakiki mesih olduğuna, ondan başka kurtarıcı
bulunmadığına iman etmek, yalan yere yemin etmemek, Tanrı'nın ve mesîhin adı
anıldığında saygı göstermek, mesîhin sırrını anlatmak ve incelemek için
toplantılara katılmak, adam öldürmemek, zina etmemek, yalan yere şahitlikte
bulunmamak ve yalan söylememek, kimseyi zorla İslâm'a sokmamak, kıskanç ve
bencil olmamak, merhametli davranmak, her gün gizlice Mezmûr okumak,
Türkler'in âdetlerinden olup gözle görülen her şeyi yerine getirmek,
Müslümanlarla evlenmemek, çocukları sünnet ettirmek.
Dönmelerin bu inanç esasları ve
prensipleri dışında daha başka âdetleri ve ayrıca bayramları vardır. Bunlarda
Yahudilik esas olmak üzere İslâm'dan da bazı unsurlar alınarak Sabatay
Sevi'nin emirleri doğrultusunda birbirine karıştırılmıştır. Dönmeler bu tür
inanç ve âdetlerden dolayı yahudilerce de Müslümanlarca da farklı bir cemaat
olarak görülmüştür.
*
* *
Başka lügat ve ansiklopedilerde de bu
madde vardır. Bulunmaması da esasen düşünülemez. Ancak buna rağmen
bâzılarında, hiç olmaması veya "Dinden dönmek, Müslüman olmak" gibi mânâsız mânâlarla geçiştirilmesi
çok manâlıdır!
Şimdi diğer eserlere geçiyoruz.
*
* *
SABATAY'IN MÜRTECİ
HAREKETİ
Avram Galanti'nin Türkler ve Yahudiler adlı eserinden (İstanbul 1928, s.
153-155):
Esasen inhitâta başlamış olan Türkiye
Musevileri, bir şahsın zuhûruyla, sür'at ile uçuruma doğru yürümüş ve koyu bir cehalet ve taassup örtüsüyle bürünmüş kalmışlardır. Bu şahıs,
kendisinden evvel çıkmış birçok kimseler gibi "Mesih"im diye ortaya
çıkan (Şaptay Sevi) namında bir adam idi.
1629-1676'da yaşamış olan bu adam,
İzmir'de doğmuştur. Şaptay Sevi gayet yakışıklı, güzel sesli olduğundan,
esrarengiz etvâr ve harekâtıyla pek çok taraftar kazanmış ve zamanında zuhur
eden bazı hâdisât da, kendisine inananların adedini tezyîd etmeye hizmet
etmiştir. Gariptir ki, bu Mesih'in faaliyet sahası cihan Musevîliğini kaplamıştır.
"'Mucize yapabilir" iddiasıyla, İstanbul'a gelmiş olan bu
adam, Yahudilere hitaben vermiş olduğu bir va'az- da, "Artık Mesih'in kendisi olduğunu,
arz-ı Filistin'in kurtuluş günü geldiğini" söylemiş ve dünya işleriyle meşgul
olmamalarını tavsiye etmiştir. Zamanın Galata İngiliz tacirleri, Yahudi
tüccarlarından alacaklarını istedikleri vakit, bu sonuncuların "Mesih geldiği için artık borçlarını
vermeyeceklerini" söylemeleri üzerine, İngi-
liz tüccarı, İngiliz sefiri vasıtasıyla
hükümete şikâyet ve Mesih'i hapsettirmişlerdir.
Diğer taraftan, Şaptay Sevi'ye taraftar
olmayan Mu- seviler, onu "ihtilâlci" diye göstererek, hükümetten, te'dibini
istemişlerdir.
Huzûr-i Padişâhîye çıkan Şaptay Sevi,
mucize yapmaktan izhâr-ı acz ettiği için, idama mahkûm edilmiş ise de,
İslâmiyet'i kabul etmekle başını kurtarmıştır.
Dünya Musevîliğini altüst etmiş olan bu
adamın bırakmış olduğu izler, kolay kolay zail olmamış ve Musevîlik, bahusus
bu vak'anın oynandığı sahneyi bizzat görmüş olan Türkiye Musevileri, takrîben iki asır kadar cehalet ve
taassup karanlığı altında kalmış gitmiştir.
Gariptir ki, İspanya'dan Türkiye'ye
gelmiş olan Ya- hudiler, iki asır kadar mekteplerinde İbrânice, gramer ve dinî
tedrisattan mâada hesap, hendese, tarih, coğrafya okudukları halde, Şaptay
Sevi'nin mürteci' hareketinin tesiri neticesi olarak, Tanzimat devrinin
bidayetinde mekteplerinde gramersiz İbraniceden mâada, hesabın yalnız a'mâl-i
erba'asını [dört işlem] okurlar idi.
*
* *
"OSMANLILARA
KÜLAH GİYDİRMEK"
Meşrutiyet inkılâbını yaşayan ve
hâtıralarını yazan "Hasan Amca" da Doğmayan Hürriyet adlı kitabında şöyle diyor: (İstanbul
1958, s. 43-44)
Feslerimizi yırttık, sokaklara fırladık. Meğerse başımıza
giydiğimiz fesleri Avusturya fabrikaları yaparmış. İşte biz bu hareketimizle
Avusturya'ya boykot yapmış oluyormuşuz. Bunu da öğrendik, boykotaj, bu
demekmiş.
İthalât-ihracat, millî istihsal, ticarî
muvazene, hatta iktisat diye bir ilmin varlığını dahi bilmediğimiz o günlerde,
bütün bunlar bizim için ciddî anlamlar değildi. İktisadî mevzularda o kadar
boş idik ki, bu boş muhitte Selânik Terakki Mektebi müdürü Câvid Bey bir allâme gibi göründü ortalığa. Fes
yırtmak suretiyle yaptığımız bu protesto münasebeti ile hemen bir makale
döktürmeyi ihmal etmedi. Bu yazısı ile bize tavsiyelerde bulundu. Çok şayan-ı
dikkat bu yazı şöyle... Bakın Allah rızası için bize neler öğretmişti o gün:
315 senesi evâilinde Selânik
tüccarlarından mürekkep bir heyet mühim bir sermaye koymuşlar. Selânik'te bir fes fabrikası yapmak için. ...Şirkete devlet müsaade
etsin, getirecekleri makinalardan gümrük almasın. ...Selânik tüccarlarına
imtiyaz versin... (Başkasına bu izni vermesin, elindeki dokuma fabrikalarını da
-meselâ Kâtipzâdeler gibi- özel teşebbüse satsın. Acaba Câ-
vid Bey güdümlü mü yoksa liberal iktisat taraftan mı.)
Hayır ne o, ne bu. Tek maksadı
Avusturyalıların yerine Selânikli kardeşlerine, Osmanlılara topyekûn külah giydirmek
imtiyazını temin.
Beş on makale, bir iki cilt kitap
tercümesinden sonra, bugünlere kadar dostlarının şöhretini sakız gibi
çiğnemekle bitiremedikleri, İmparatorluğun büyük bir maliyecisi ortaya
çıkmıştı.
*
* *
HARP İÇİNDE TÜRKLER
VE DÖNMELER
Tarihçi Ahmed Refik Altınay, İki Komite İki Kıtal adlı hâtıra ve târih kitabında şunları
yazıyor. (İstanbul 1919, s. 14, 19, 60):
Bu felâkette en ziyâde mutazarrır
olanlar, bedbaht ve fakir Türk unsuruydu.
İrtikâb ve irtişa alenî idi. Rum, Ermeni, Selânikli mağaza sahipleri, bakkal çırakları, üç
dört aylık bir gaybubeti müteâkib, para kuvvetiyle tebdîl-i hava alıyorlar,
beyaz önlükleriyle tekrar meydana çıkıyorlardı.
Türk kendi vatanında en âciz, en
istinadsız bir kuvvetti. Selânikliler bile Türk'ü İslâmiyet kisvesi altında
iğfal ederlerdi. Türklerden ziyâde Musevilerle teşrîk-i mesaî eden Dönmeler, mağazalarında Musevî kullanırlar, Türk
bulundurmazlardı.
Bazen Câvid Beyefendi, yaldızlı ve muhteşem köşkünde hemşehrilerine, elektrik ziyaları
altında parlak ziyafetler veriyor, gece yarısı istimbotlarla [Beyoğ-
lu'nda] Tokatlıyan'dan [Büyükada'ya]
dondurma getirtiyordu.
*
* *
MEŞRUTİYET İNKILÂBINI
KİM YAPTI!
Yukarıda bahsi geçmiş olan Karakaşzâde
Rüşdü'nün ifşaatı dolayısıyla çıkan basın münakaşasına Mihrab dergisi de, iki Fransız yazarının, Jean Brunhes ve Camille Valla- ax'un Tarihin Coğrafyası adlı eserinden yaptığı bir tercüme ile
katılmıştı. "Dönmeler" başlığını taşıyan yazı, derginin 15 Ocak 1924
tarihli 5. sayısında çıkmıştı. Son satırları:
Kapancılar, Selânik
şehrinde yaşayan kavimlerin içinde en zekileridirler. İttihad Komitesine
büyük mikyasta intisap etmişlerdir. Hülâsa
olarak: Genç Türk inkılâbının büyük kısmını idare eylemişlerdir. Bu
inkılap esas itibariyle, Dönmeler yani haricen İslâmiyet'e katılmış görünen,
fakat hakikatte İslâmiyet 'le mücadele eden ve İslâm 'la münasebetleri
ancakgörünüşe inhisar eden Yahudiler tarafından yap ı lm ıştır.
Bilhassa riyakârca Türk kıyafetine
bürünmüş olan ve aslen Yahudi olup Türklük iddiasında bulunan bu kimselerin, Türklerin bugünkü mukadderatlarının
vücuda gelmesinde büyük mikyasta dahl ü tesiri olmuştur.
*
* *
Dönmelerin İttihatçılarla ve Meşrutiyet
hareketiyle ilgisine dair bir başka bilgiyi de Galip Paşa'nın Hattra-
larında buluyoruz. 31 Mart'ta "Dersaadet
Jandarma Polis Müfettiş-i Umûmîsi" bulunan Miralay Galip Bey'in
hatıralarından bir kısmı Hayat Tarih Mecmuasının 1966 yılı 6-8. sayılarında neşr
olunmuştur.
(31 Mart hareketi başlamıştır. İttihatçı Miralay Galip de
isyancılardan korkuyor ve evine kapanıyor. Dördüncü gün evinden çıkınca
gittiği yer doğruca Selânikli İpekçilerin mağazasıdır:)
Nisanın dördüncü Cumartesi gününe kadar
bir tarafa çıkmadım. Hiçbir kimseden de esas hakkında bir haber alamıyordum.
Şu dört gün zarfında geçirdiğim hayat pek kederli idi. Gazeteler büsbütün can
sıkıyordu.
Nisan'ın üçüncü günü Selânik'ten bazı
taburların hareket eylediği haberleri yazıldı. Fakat bu haberin doğruluk
derecesi bilinemiyordu. (...) Nisan'ın dördüncü günü evden çıktım. İstanbul
cihetine geçtim. Selânikli İpekçilerin bonmarşesine ve
Mehpâre mağazalarına uğradım. O sırada kıvırcık sakallı bir
herif tarafından takip edilmekte olduğumu hissettim. Zaten bu mağazalar
tarassut altına alınmışlardı...
*
* *
MEŞRUTİYETTE
TAŞKINLIKLAR VE DÖNMELER
Meşrutiyetin ilk günlerindeki taşkın
nümayişler, Selânikliler tarafından kışkırtılıyordu. Meşhur "Servet-i Fünûn” dergisi ve matbaası sahibi Ahmed İhsan Bey'in tesbitleri:
Dışarıda nümayişçilik ile gürültücülüğe,
türlü türlü hırslar ve menfaatler karışmış idi. Selânik 'ten gelenler, bir taraftan halkı sükûnete davet ederken
diğer taraftan nümayişlerin kapılarını açıyorlardı. Onların verdiği cesaretle
takım takım alaylar peyda olmuştu. Eski vükelânın evlerini basıp nazırları
yakalıyorlar, hesap vereceksiniz diye Zaptiye nezaretine getiriyorlardı...
Bu işleri görenler sanki hususî halk
kitleleri idi, hakikatte el altından teşvik görüyorlardı. (Ahmed İhsan, Matbuat Hatıralarım, c. 2, s. 43, İstanbul 1931)
*
* *
Hâdiseyi, Dönmelerle birlikte yaşayan bir başkasının gördükleri:
Bu arada "Selânikliler'in
mağazalarında, İstanbul Bonmarşesinde, Karakaş Mağazası nda bazı kimselerin toplanmış olduğunu gördüm.
Aralarına karıştım. Onlar da benim gibi düşünüyorlardı. Arkadaşlar evvelden küçük bayraklar almışlardı. Bayraklar ellerimizde olduğu halde
mağazadan çıktık. (Yusuf Kemal Tengirşenk, Vatan Hizmetinde, s. 107, İstanbul 1967).
*
* *
Meşrutiyet ilân edilir edilmez, Selânikli
Dönme kadınlarının çarşaflarını atıp sokağa çıkmaları; ancak halkın
tepkisinden korkan İttihatçıların onları "teskin" etmeleri,
Dönmelerin tesettür aleyhinde bir planlarının olduğunu teyid ediyor:
Derken On Temmuz inkılâbı oldu. Hukuk'ta
hocam Manyasîzâde Refik Bey beni çağırdı. Dedi ki:
"- Bâzı Selânikli genç hanımlar, çarşaflarını fora ederek sokaklara
çıkıyorlarmış. Mutaassıplar dedikodu yapmaya başlamışlar. Siz hukuk talebesi
sıfatıyla bunun doğru olmadığını caddelerde kurulan kürsülere çıkarak
anlatın!"
Biz de bir-iki arkadaş hocamın emrini
yerine getirdik. (Ali Canip Yöntem, Selânik'te 10 Temmuz, Sabahı, Yakın Tarihimiz, c. 2, s. 258)
*
* *
MÂLİYEDE VE TİCARETTE DÖNMELER
Anonim şirketinin nizâmnâmesini hazırlamak
ve kanunî muameleleri tamamlamak işi, [İttihad ve Terakki] Cemiyet Merkezince Mehmed Cavid Bey'e havale olunmuştu.
Bu zat, büyük manifatura mağazaları sahibi olan Selânikli tüccarlarla görüştükten sonra "Osmanlı Pazarı Müessesesi
"yle artık meşgul olmak istemedi.
Ekim ve Kasım [1908] aylarında, milletçe
Avusturya ve daha hafif derecede Bulgaristan, mallarına boykotaj
teşebbüslerine girişilmişti; bu millî hâkimiyet kaynaşması, Osmanlı Pazarı
gibi geniş çapta bir ticaret ve sınâat merkezinin kurulmasına çok elverişli
idi. Ne
yazık ki,
milletin iktisaden yükselmesini düşünmek ve gerçekleştirmek işi, iktisad
profesörü olarak güvenilen bir Selânikli bilgine emanet edilmiş bulunuyordu!
(Ahmed Cevad Emre, İki Neslin Tarihi, s. 115, İstanbul 1960)
İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin, iktisad
âlimi olarak güvendiği Mehmed Cavid Bey'in teklifiyle aldığı tensikat tazminat
tedbiri, bütçeyi kapamak için Osmanlı Bankası'na iki milyona yakın lira
borçlanmaya sebep olmuştur. (İki Neslin Tarihi, s. 117)
*
* *
Burada [Selânik'te] hayli güçlü bir
ticaret burjuvazisi yetişmişti. Selânikli Dönmeler, kültür seviyeleri, yabancı dil
bilmeleri, kurdukları basımevleri, gazeteleri, klüpleri, özel okulları ile, bir
ticaret burjuvazi zümresi olarak iyice sivrilmişlerdi. Dönmeler ve Museviler, Jön Türk hareketini desteklemekteydiler. Bir rejim değişikliğinin
onlara, Rum ve Ermeni işadamlarının İstanbul'daki tekel durumunu yıkmaya
fırsat vereceğini ummaktaydılar. (Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni, s. 247, İstanbul 1974)
Selânikli tüccarların da çoğu İttihad ve
Terakki'ye katıldı. Doğuştan büyük bir ticarî kabiliyete sahip olan bu
tüccarlar, ihtilâlin başarısını tahmin ettiler ve başarı halinde, millî ve
milletlerarası büyük ticaret ile hükümet müteahhidliğini, hemen tekelinde bulunduran
İstanbul'un Rum ve Ermeni tüccarlarını mevkilerin- den kaydırabileceklerini
hesapladılar. (Türkiye'nin Düzeni, s. 249)
*
* *
Gençler hareketi, bilhassa Makedonya'daki
genç subaylar nezdinde gittikçe kuvvet buluyordu. Gizli teşkilatın başında bulunan
Berlin askerî ateşesi Enver Bey ve kaymakam Niyazi Bey, 1876 yılında Midhat
Paşa tarafından hazırlatılan Kanun-i Esasî'nin iadesini ilk hedef
edinmişlerdir. İttihad ve Terakki adlı cemiyeti, başta Selânikli zenginler, bilhassa
Dönmeler, para ile destekliyorlardı. (Lazslo Rasonyı, Tarihte Türklük, s. 252, Ankara 1971)
*
* *
BİR DÖNME KIZININ
DÜĞÜNÜ
Zekeriya Sertel, 1910'da Selânik'te Yeni Felsefe dergisini çıkarırken, mektupla yazı
gönderen kızlardan biri ile alâkadar olur. 1913'te Paris'e tahsil için gittiğinde,
oradan bu kıza mektup yazar, fakat cevap alamaz. 19l4'te İstanbul'a döndükten
sonra, bu sefer kız ona haber gönderir. "Anne Hanım" dedikleri aracı kadının vasıtalığı ile
anlaşırlar. Fakat anlaştığı kız bir Dönme kızıdır. Bu yüzden İttihad ve Terakki erkânı onlarla ilgilenir, bu evliliği Türk-Dönme birleşmesine bir misal yapmak isterler. 1968'de Hatırladıklarım adıyla hatıralarını yayınlayan Sertel,
nasıl evlendiğini de anlatır.
Bu kitaptan konumuzla ilgili birkaç satır (s. 58-62):
Bizim Anne Hanım gidip kıza müjdelemiş, o
da ağabeylerine açılmış, benimle evlenmeye razı olduğunu bildirmiş.
Günün birinde telefon çaldı:
- Ben avukat Celâl Derviş, sizinle görüşmek istiyorum.
Celâl Derviş, kızın büyük ağabeyi idi.
Dönmeler, Ortaçağ'da İspanya'daki engizisyon zulmünden
kaçarak, Osmanlı İmpartorluğu'na sığınan ve Selanik'e yerleşen bir avuç Yahudi
idi. Bunlar Osmanlı İmparatorluğu'na döndükten sonra Müslüman olmuşlardı.
Dinlerini değiştirmekle beraber, Müslümanlığı da tam benimsemiş sayılmazlardı.
Çevrelerinden de mukavemet görmüşlerdi, İslâmlığın hiçbir kuralına uymazlardı. Namaz kılmaz, oruç tutmaz, İslâmlarla
ve Türklerle kaynaşmazlardı. Bir kast halinde yaşarlardı. Zeki,
çahşkan,becerikli ve sevimli insanlardı. Fakat kendi kabukları içinde yaşar,
Türk topluluğuna girmez, Türklerle kız alıp vermez, kendi dar varlıklarını
öylece sürdürüp giderlerdi.
Daha çok ticaretle uğraşırlardı. Bu
sebeple Avrupa ile sıkı ilişkileri vardı. Bu durum, onların yaşadıkları
üzerinde de etkisini gösteriyordu. Kazançları iyi, yaşama düzeyleri diğer
topluluklarınkinden yüksekti. Selanik'ten İstanbul'a göç ettikten sonra da çoğunlukla Nişantaşı ve Şişli semtlerine yerleşmiş, yine kendi topluluk
hayatlarını kurmuşlardı.
Çocuklarını da Türk okullarına vermemiş
olmak için, "Fevziye
Lisesi" ve "Şişli Terakki Lisesi" adında iki okul açmışlardı.
Çocuklarını resmî okullara göndermezler, bu okullarda okuturlardı.
İşte benim evlenmek istediğim kız, bu
topluluğa mensuptu. Ailesi razı olursa, ilk kez bir Dönme kız bir Türk 'le
evlenecekti.
Benim bir Dönme kızı ile evlenmek üzere
bulunduğumu "İttihat ve Terakki" genel merkez komitesine duyurmuşlar.
Bir gün bu komitenin ünlü üyesi sayılan Dr. Nazım beni çağırdı. Tebrik etti. Yaptığım
işin önemini bilip bilmediğimi sordu.
"- Sen belki farkında
değilsin" dedi. "Fakat yüz yıllardan beri birbirine yan bakan iki toplumun birleşip kaynaşmasına yol açıyorsun. Dönmelik kastına ölüm
yumruğu indiriyorsun. Biz bu olayı gereği gibi değerlendirmeli ve Türklerle
"Dönme"lerin birleşmesini bu vesile ile kutlamalıyız. Bunu millî ve tarihî bir olay gibi
değerlendirmek gerek."
Nikâhımız, Şehzâdebaşı'nda Suphi Paşa Konağı'nda yapıldı... Bizim nikâhımızda kız
tarafının vekili zamanın başbakanı ve "İttihat ve Terakki'nin en nüfuzlu
adamı Talât Paşa idi. Benim vekilliğimi de —sonradan
Atatürk'ün dışişleri bakanlığını yapan— Tevfik Rüştü Aras üzerine almıştı. "İttihat ve
Terakki'nin belli başlı kodamanları da nikâhta hazır bulunuyordu. Kız harem
dairesinde, ben erkeklerin yanındaydım.
Talât Paşa gülerek ve şakalaşarak:
"- Biz kızımızı bedava vermeyiz,
bin lira isteriz," dedi.
Bütün nikâh masraflarını İttihatçılar
görmüşlerdi. [Bu bin lira için] bol keseden "Veririm" dedim. Ertesi
gün bütün gazeteler bu haberi önemle verdiler. (s. 5862)
Zekeriya Sertel'in evlendiği "Dönme
kızı"nın adı Sa- biha'dır. "Sabiha Zekeriya Sertel” diye tanınır. Mütâreke ve Cumhuriyet
devirlerinde kocası ile beraber, ayrıca incelenmesi gereken faaliyetleri
vardır. 1945'te —zamanın hükümetinin tahrik ettiği- gençler tarafından tahrip
edilen komünist "Tan" gazetesini kurmuşlar, nihayet 1952'de
Türkiye'den kaçmışlardır. Kadın 1968'de Baku'da öldü. Orada yazdığı hatıraları
1969'da İstanbul'da yayınlandı (Roman Gibi, Ant Yayınları, 420 sayfa). Zekeriya Sertel ise 1980'de Paris'te öldü.
Zekeriya Sertel'in hâtıraların devamında,
"Dönmelik kastının bu evlenme ile yıkıldığına" ve "Dönmeliğin çıkışına" dair
yazdıkları yanlıştır. Esasen kendisi bir "Dönme kızı"nı almış
değildir. Dönmeler onu almışlardır. Çünkü dininden uzaklaşmış, yüksek tahsilli,
asrîleşmiş, eli kalem tutan bir Türk genci, Dönmeler için fevkalâde bir
"kısmet" idi.
*
[6] *
MÜNEVVER AYAŞLI'NIN
HÂTIRALARINDA DÖNMELER
Münevver Ayaşlı Hanımefendi'nin büyük
babası Ali Rıza Paşanın Selânik'te yani Dönmelerin vatanında yirmi
beş sene kumandanlık yaptığını biliyoruz. Kendisi de 1973'te yayınlanan İşittiklerim, Gördüklerim, Bildiklerim ve 1975'te neşrettiği Dersaadet adlı kitaplarında ve yakın tarihe dair
Tercüman gazetesine yazdığı bir yazısında, Selânik ve Dönmelerle ilgili bazı
hatıralarını kaydetmiştir.
Kendisini 1976'da. bu maksatla ziyaret ettiğimde,
eserlerinde bahsettiği maddeleri görüşmüştük. Yazdıklarını, bazı ilâvelerle
teyîd etmişti.
Aşağıya, bu iki kitaptan Dönmelerle ilgili bahisleri alıyorum.
Bahsin sonuna, kendisiyle yaptığımız görüşmede aldığım notları ve gazetede
çıkan hatıralarından ilgili bölümleri de ekledim:
SULTAN VE ŞEHZADE
MALLARINI DÖNMELER YAĞMALADI
Paşalimanı'nda bulunan bu yalı, belki
Boğaz'ın en güzel yalılarından biri idi. Hüseyin Avni Paşa'dan sonra, bu
sahilsarayı ve sırttaki harikulade koruluğu Ab- dülhamid Han'ın en büyük
şehzadesi Selim Efendi almıştı.
Ben bu sahilsarayı 1924 senesinde, Osmanlı
hanedanı Türkiye hâricine çıkarıldıktan sonra, bomboş ve bir tütün deposu
olduğu zamanlar görmüştüm. Yalının çok acı ve acıklı haline rağmen, planının
güzelliğine bayılmıştım.
Efendim, o zamanlar, Üsküdar bir tütün
depolan ve fabrikaları merkezi olmuştu. Bunu yapanlar ve bu
işe başlayanlar Selânikli Dönmeler idi. Bunlar bir taşla iki
kuş vuruyorlardı. Hem sahipsiz, boş kalan sultan ve şehzade sahilsaraylannı
bedava denecek derecede ucuza kapatıyorlar, hem de İstanbul'un en fakir, en
mütevekkil semti Üsküdar'ın Müslüman halkını istismar ediyorlar, bunları çok
az ücretle kullanıyorlardı.
Selim Efendi'nin sahilsarayını satın
alan da tütüncü Selânikli Sabri Bey'di
Sabri Bey, bedavaya satın aldığı şehzade
sarayında, Üsküdar'ın fakir ve mütevekkil Türk-Müslüman çocuklarını, genç
kızlarını yok bahasına çalıştırıyordu ve kimbilir kaç saat? Ne bakım var, ne
sigorta var? Ne de mes'ul vardı...
Sabri Bey ise, oturduğu Şişli'den
otomobille Beşiktaş'a iner ve kızının ismini taşıyan Binnaz motoruna binerek,
Üsküdar'a geçer, iş yeri olan sahilsaraya yanaşırdı." (Dersaadet, s. 116-118).
*
* *
Arnavutköyü'nü, Rum meyhanelerini ve
akıntı burnunu geride bırakalım ve Bebek'e doğru ilerleyelim. Burada da tam
burunda iki sultan sarayı vardı.
Hanedan memleket hâricine gidince,
burası da Dönmelerin mektebi oldu. Zaten hanedan mensubu sultan ve şehzadelerin
memlekette arta kalan mallarından Dönmeler, Yahudiler ve Siyonistler istifade
etmişlerdir ve Türk milleti sultanların ve şehzadelerin bir çöpüne el
sürmemiştir." {Dersaadet, s. 171)
NAZIR RIZA PAŞA'NIN HİDDETİ
Adliye nâzırı Rıza Paşa'nın Selânik
valiliği de var. Ve Dönmelerden nefret edermiş: "Bu herifler benim
namazıma mâni oluyorlar, bu mürâî, münafık herifler namaz kılmasınlar diye, ben
de namaz kılmıyorum" dermiş.
Zira Ramazan geceleri, bütün ileri gelen Dönmeler, evlerinde
soyunur dökünür, sırtlarına kürklerini, başlarına takkelerini giyer, ellerine
tesbihlerini alır, Vali Paşa'nın konağına gelirlermiş, beraber teravih namazı
kılmaya. Bunları görünce Rıza Paşa pür hiddet, "Bu münafıklara namaz
kıldırmayacağım" diye kendisi de teravih namazından mahrum kalırmış.
(s.l76)
SECCADESİZ DÖNME KONAĞI
Selânikli Dönmelerin Müslümanlıkları
hakkında ben de bir fıkra anlatayım:
Büyük pederim Ali Rıza Paşa, tam yirmi
beş sene Selânik'te kumandanlık etmiş ve Selânik'e Köprü- lü'den gelmiş. Büyük
baba ve ailesini, tren istasyonunda Selânik Belediye Reisi Dönme Hamdi Bey
(Dönmeler arasında 'bey' titrini kullanmaya mezun tek insan) karşılar ve yeni
Kumandan Paşa ile ailesini ille kendi evinde misafir etmek ister ve çok ısrar
edince, büyük babam da peki der.
Ve böylece Köprülü'den gelen Ali Rıza
Paşa ailesi kafilesi, çok zengin Hamdi Bey'in saray gibi evine misafir
olurlar.
O zamana kadar ne annem, ne teyzem, ne yaşlı hanımlar,
hattâ belki ne de büyük babam Ali Rıza Paşa, böyle "Dönme" diye bir
tayfanın mevcudiyetinden bile habersiz. Hamdi Bey'in evi güzel mi güzel,
uşaklar hizmetçiler bol mu bol, fakat evde garip bir hava ve acayip bir hal
var. Meselâ Hamdi Bey'in evinde de yaşlı hanımlar var, lâkin hiçbirinin
başında başörtüsü olmadığı gibi, tıpkı Hristiyan kadınlar gibi beyaz saçları
topuzlu ve elbiseleri, çorapları simsiyah.
Namaz zamanı gelmiş, bizim hanımlar namaz kılacaklar,
namaz seccadesi isterler, isterler ama evde de bir telâştır kopar; zira evde
namaz seccadesi yok... Belediyeye Hamdi Bey'e uşak gönderirler. Hamdi Bey'i de
bir telâş alır. Hamdi Bey derhal ağasını çarşıya gönderir ve tam on iki
arakiyye işlemeli yepyeni seccade aldırtır ve eve gönderir. Saray gibi Hamdi
Bey'in konağına koca bir denk, on iki büyük boyda arakiyye namaz seccadesi
gelir. Bu hale de bizimkiler hayret içinde kalırlar. Bizim yaşlı hanımlar
namaza başlayınca, zavallı yaşlı Dönme hanımlar da onlara baka baka, yalan
yanlış namaza dururlar ve ekseriyetle yatak ve karyola üzerinde namaz
kılarlar.
Bunun için annem ve teyzem Selânik'i çok iyi bildikleri
gibi Dönmeleri ve Dönme âdetlerini de pek iyi bilirlerdi. Selanik'te hiçbir
Dönmeye "bey" denmez, "efendi" denirmiş. İstanbul'a gelince
haliyle bu âdet ve an'ane tarihe karışıyor, hepsine bey ve hanımefendi denmeye
ve Türklerle de evlenmeye başlıyorlar ki, Selanik'te iken bu kabil değil,
imkânsız. Türkler ne Dönme kızı alırlar, ne de kızlarını Dönmeye verirlermiş.
Valide merhume: "Allah aşkına şu
İstanbullulara bak, bizim efendi dediğimiz bütün Dönmeleri, İstanbullular bey,
beyefendi yaptılar" derdi. (s. 177-178)
Dönmelerin bir de sivil paşası vardı,
Hamdi Bey'in büyük oğlu. Şimdi ismini hatırlayamadığım bu zata paşalık ünvanı
verilmişti, babasına beylik ünvanı verildiği gibi.
Bu paşa ile teyzem son zamanlarına kadar
dostluğunu devam ettirmiş ve sık sık görüşürlerdi. Teyzem paşayı hem sever,
hem de haline pek gülerdi. Zira paşa, evinde tamamiyle Arap kıyafeti, üzerinde
kıymetli bir meşlâh, başında kefye, belinde ise, eski, kullanılmaz hale gelmiş
gümüşlü, savatlı bir silah taşırmış. Teyzem merhume, Dönme paşasının bu halini,
ateh getirmesine [bunamasına] verir ve acır üzülürdü.
Ben çok vesveseli bir insan olduğumdan,
bunu yalnız bir ateh hâli olarak kabul etmiyorum. Bence paşa, koyu bir
Siyonizm, yani Ahd-i Atik'ten alınma bir ilhamla bu kıyafete giriyor ve bu
kıyafeti katiyen Arap kıyafeti olarak kabul etmiyor, bu kıyafeti Ken'anlıların
kıyafeti ve asıl Yahudi kıyafeti olarak kabul ediyor olmalıdır.
Daha parlağı kendisi "Ben
emîrim" dermiş ve evde yakınları kendisine "emîr" derlermiş.
Bütün bunlar, zannedildiği gibi basit
bir ateh getirme değildi. Ateh getirmiş olsa da şuuru altında neler neler
gizli olduğu meydana çıkıyordu.
Hamdi Bey'in diğer oğullarından bazıları da valide merhumeye:
"Biz akrabayız" derlerdi. O zaman validenin yüz ifadesi görülecek
bir hâl alırdı, ne evet der, ne hayır der, bir an evvel bu Dönme akrabalardan
sıyrılmak isterdi. (Dersaadet, s. 178-179)
YAHUDİDEN TÜRK KIZI
O zamanlar Ankara Palas Oteli, dünya
tertiplerinin, casuslarının ve yanısıra dedikoduların kaynaştığı bir yer...
Bir taraftan Alman Büyükelçisi Von Papen, iltifatlar saçarak Almanya'ya dost
kazanmak istiyor, diğer taraftan Churchill'in şahsî elçisi Amiral Kelly bizi
İngiltere yanında harbe sürüklemek için çalışıyor.
Ahmed Emin Bey ise, değil yalnız Türk,
koyu dindar bir Müslüman üstelik... İlk defa din lehinde yazı yazan adam Ahmed
Emin Yalman olmuş ve Ankara Pa- las'ta bulunan yabancı basın mensupları
arasında, büyük bir hayret ve takdir uyandırmıştı. Bu yabancı gazeteciler:
"Değil mi, ne müthiş adam, ne kadar medeni cesareti var" diyorlardı,
Ahmed Emin Yalman için...
Yeni merkez-i hükümetin misafirlerini
kabul etmek için, güzel, rahat ve modern bir otele çok ihtiyacı vardı.
Fakat bu otel en çok Ankara'nın
Yahudileri'ne yaradı. Ankara'nın çukurda bir Getto'su, yani Yahudi mahallesi
vardı, çöplük gibi bir yer... Halkı da çirkin, sıhhatsiz, sevimsiz, üstelik çok
fakir insanlardı bunlar.
Bir de baktık ki Ankara Palas Oteli
bütün personelini bu Getto'dan alıyor. Tuvalette bekleyen küçük kızdan,
sonraları direktörlüğe kadar yükselen kimsele-
rin hepsi Yahudi Mahallesi'nden
geliyorlardı.
Sonradan bu sıska, çelimsiz ve
hastalıklı kimseler, Ankara Palas'ta yediler içtiler şişmanladılar, zengin oldular
ve kibirlendiler.
Yine böyle vestiyerde oturan sıhhatsiz
ve çirkin bir Yahudi kızının önünde durmuşlar, Ahmed Emin Yalman, Refet
Paşa'nın koluna girmiş, kızı gösteriyor ve: "Bakın paşam, bakın paşam, ne
güzel bir Türk kızı. Bunu şimdi Türk kızlarından ayırt edebilir misiniz? Ayırt
ederseniz, ayıp olmaz mı, günah olmaz mı?" diyordu Paşa'ya.
Biraz sonra Ahmed Emin'den ayrılan Refet
Paşa yanıma geldi ve: "Geliniz, geliniz, size güzel bir Türk kızı
göstereyim" dedi. (İşittiklerim, s. 97-98)
*
* *
ACI SOĞAN
Münevver Ayaşlı Hanımefendi ile mülakatımızdan, dikkate değer
birkaç maddeyi aşağıya kaydediyorum:
Refet Paşa, dostları tarafından
terkedilip yalnız kalınca Dönmeler ona yanaştılar ve onunla meşgul oldular.
Refet paşa Masondu.
Refet Paşa'dan dinledim: Paşa bir gün,
bir Dönme ahbabının (Fâzıl Kibar olabilir) Şişli'deki fabrikasına onu ziyarete
gitmiş. Kapıdan girerken, kapıcının sorması üzerine adını söylemiş. Buna
karşılık kapıcı: "Bırak canım, asıl adını söyle" demiş. (Dönmelerin
taşıdıkları Yahudice asıl ismi soruyor)
Nâzım Poroy, Türk'tür. Amcası veya
dayısı Selanik belediye reisliği yapmıştı. Nâzım, Dönmelerle yakın arkadaştı.
Dönme arkadaşlarıyla onların evlerine gittikleri zaman, yaşlı Dönme kadınları
"Yanınızda acı soğan var mı?" diye sorarlarmış.
Dönmeler İstanbul'a gelinceye kadar,
dışarıya kız alıp vermediler. Fakat üç yüz senedir devam eden akraba evliliği
yüzünden nesilleri bozulmuştu. Kısırlık, kısa ömür ve hastalıklar başgösterdi-
Bunun üzerine Türklerle evlenmeye başladılar.
Sivil kıyafetli bir haham, yaşlı
Dönmelere her hafta gider ve âyin yaptırırmış.
İkinci Dünya Harbi sırasında bütün
Dönmeler, gayz halinde Nazi aleyhdarı idiler.
Ankara'nın en şık tuhafiye mağazası "Azm-i Milli" dönmelere aitti.
Halk arasında Hareket Ordusu'na dair bir
türkü söylenirdi. Nakaratını hatırlıyorum: Hareket Ordusu / Lahana turşusu...
* * *
BAZI DÖNMELER
Sabatay Sevi'nin müridlerine kesin bir
emri vardı: "Türkçe konuşacaksınız, Türk ismi alacaksınız, fakat zinhar
Yahudiliğinizi unutmayacaksınız."
İşte bu kişiler İzmir'de duramaz olunca
Selanik'e gelmişlerdi. Bu durum Selanik'te iki ayrı Yahudi ce-
(*) Daha önceki yazılarda Dönmelerin
kendilerinden olmayanlara "acı soğan" dediklerini görmüştük.
maatinin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Aslî hüviyetini
muhafaza ederek Yahudi kalanlarla, zorla İslâmiyet'i kabul edenler ki, bunlara
"Dönme" deniliyordu. Balkan Harbi'nden sonra Yunan boyunduruğunda
kalmayıp, İstanbul'a göç eden Yahudiler'e artık "Dönme" denmez
olmuştu. İstanbul'da bunlara "Selânikliler" deniliyor ve bu da
Müslüman Selâniklileri tedirgin ediyordu.Zira İstanbullular aradaki farka
dikkat etmiyorlardı. Bu durum Müslüman Selânikliler'i rahatsız ama Yahudiler'i
hayli memnun ediyordu.
Gerek Yahudiler'in gerekse Dönmeler'in arasından pek çok
tanınmış kimse yetişmiş ve memlekete faydalı olmuşlardır. Hatırımda kalanları
saymaya çalışayım:
İttihatçı'ların Maliye Nazırı Câvid Bey, Maliye Nazırı
Faik Nüzhet Bey, Büyük ve Küçük Rıfat Bey'ler, İs- hak Tevfik Bey, Veli Şefik
Gizer, Reşat Atabey, Ahmed Emin Yalman, Abdi İpekçi, İsmail Cem İpekçi (İpekçiler,
sinema endüstrisini memleketimizde kuran bir ailedir. Sinemacılığımızı bu
aileye borçluyuz.) Kâtipzâde Sabri Bey, Fâzıl Kibar Bey (Azra Erhat'ın babası)
vs.
Dönmeler
zor dostluk kurulan insanlardır. Ama dost oldukları zaman da dostlukları kavi,
samimî ve sürekli olur. Bu zümrenin zengini çok, fukarası hemen hiç yok
gibidir. Hayatta çok başarılıdırlar ve işlerin en iyisini yaparlar. Velhasıl
zeki, kabiliyetli ve çalışkan
(*) Bir gazete haberi (Milliyet, 6 Eylül 1988):
"Azra Erhat anılıyor —1982 yılında kaybettiğimiz yazar
ve çevirmen Azra Erhat, bugün 6. ölüm yıldönümünde Selânik Mezarlığında
(Bağlarbaşı yolu, Üsküdar) saat 17.00'de anılacaktır..."
insanlardır. Büyük ekseriyeti de Mason locasına bağlıdır. ("Abdülhamid'den İttihad ve Terakkiye,
imparatorluk Hâtırası", Tercüman gazetesi, 21 Ağustos 1986)
*
* *
KÂZIM NÂMİ DURUNUN
HATIRALARINDAN
...Selânik Askerî Rüşdiyesinin üçüncü
sınıfına geçmiştim. Öğretmenlerim çok değerli idiler. .yazı
öğretmenimiz Osman Tevfik Bey (Ahmet
Emin Yalman'ın babası)... idi. (Arnavutluk ve Makedonya Hâtıralarım, İstanbul 1959, s. 30).
Selânik şehrinin nüfusu, söylentilere göre, 170 bin kadardı.
Türk, Musevî, Rum, Bulgar, Sırp, Ermeni, Ulah gibi beş altı millet yan yana
yaşardı. Çoğunluk Musevîlerdeydi. İtalyan (Büyük Doğu=Maşrık-ı Âzam)'ına bağlı
iki , Fransız (Maşrık-ı Âzam)'ına bağlı bir Mason locası vardı. Sonradan
İspanya Büyük Do- ğusu'na bağlı bir loca daha açılmıştı. (aynı yer, s. 34)
Selânik, Osmanlı Devletinin İzmir'den
sonra en büyük ticaret şehriydi... Mülkî idadisinden başka iki mülkî rüşdiyesi,
bir askerî rüşdiyesi, bir (Yâdigâr-ı Te- rakki=Şişli Terakki) lisesi, bir
(Feyziye=Işık) lisesi, bir Erkek Muallim Mektebi vardı. (aynı yer, s. 34)
*
* *
SEBİLÜRREŞAD’DAN
BİRKAÇ SATIR
Selânikli Sabiha Zekeriya Hanım, bu
müşterek tahsil meselesinde beyân-ı rey ederken, bundan maksad "Bu iki unsuru dişi ve erkek
telâkkisinden kurtarmak" olduğunu söylüyor. Prensipleri, meslek-i
içtimâileri malum olan Bolşevikler bile buna muvaffak olamadıkları halde
Selânikliler muvaffak olabilirlerse bir hâdi- se-i mühimme teşkil edeceğine
şüphe yoktur.
"Feyziye Mektebinde bunu tatbike muvaffak olduk"
diyorlar. Feyziye Mektebi ki, Selânik'ten buraya naklolunduğu malumdur.
Filhakika geçen seneye kadar Feyziye Mektebinde talî [orta] kısmında da müşterek
tahsil var iken hükümet tarafından men olundu.
Tanıdıklarımızdan
bir zat hikâye ediyor:
"Feyziye Mektebi bir Dönme Mektebi olmakla beraber
tedrisatında intizam vardır. Bu maksadla ben de kızımı oraya vermiştim. Kızım
sekiz dokuz yaşlarında. Birgün geldi, kemâl-i safvetle (Baba, dedi, bugün
mektepte bir erkek çocuk benim üzerime bindi, beni çimdikledi.) Tabii çocuk
birşeyin farkında değil. Derhâl mektebin müdîresine bir tezkere yazdım.
Çocukların terbiyesine dikkat etmelerini ihtar ettim. Cevap vermediler. Bu hâl
bir kere daha tekerrür etti. Yine müdîreye yazdım. Çocukların terbiyesine
dikkat etmelerini ihtar ettim. Cevap vermediler. Onun üzerine çocuğu oradan
aldım.Vakıa kızım henüz sabidir, bunların mânâsını anlamaz. Fakat gitgide bu
hâl bir itiyad hâlini alır, korkusuyla çocuğu almaya mecbur oldum."
Feyziye Mektebini Türklere misâl göstermek doğru olamaz.
Türklerin hayat-ı ictimâiyesi buna müsâid değildir. (3 Temmuz 1924, no. 607, s.
143)
<
J
Yahudilerin 17. asırda bir Mesih
beklemeleri : 22, 183, 184, 188.
Mesihliğini 22 yaşında ilân etti, 40
yaşında kabul edildi : 23, 24, 25, 183. Bilgili, tesirli ve hırslı bir adamdı :
21, 22, 23, 25, 68, 184, 188, 267.
Sabatay Sevi hareketi, dünya
Museviliğini altüst etti : 183, 184, 187, 188,
297,
298.
"Tanrı'nın oğlu" sıfatı ile
beyannamesi: 26.
Dünyayı paylaştırdı: 25, 85, 116.
Siyaset yapınca tevkif edildi : 27, 84,
289.
İnanmayan Museviler, S.Sevi'yi ihtilâlci
diye şikâyet ettiler : 298.
İkinci bir sahte Mesih'le mücadelesi :
27, 28, 102.
Edirne Sarayı'nda sorguya çekilmesi :
28, 29, 76, 78, 80, 110.
Müslüman olması : 8, 28-32, 76-82, 85,
91, 101, 102, 103, 109, 111, 184,
298.
Neden idam edilmedi : 75, 78, 79.
Müslüman oluşuna, Dönmelerin getirdiği
açıklamalar: 32,79-85, 88,90, 91, 94, 96, 97, 100, 102, 103, 106, 109, 120.
Mesihlik davasına gizlice devam etmesi :
8, 32, 33, 34, 59, 90-94, 99, 101,
101,
103,110-113.
Sürgüne gönderilmesi: 34, 112-115, 128,
129.
S. Sevi'nin iki taraflı oynadığını
itirafı : 91, 103.
Sürgündeki faaliyetleri : 34, 114, 115,
117-122.
Mesihliğinin, Yahudi dünyasını kaplaması
: 297.
S.Sevi'nin "mucizeleri : 24, 25,
28, 78, 79, 85, 105, 106, 107, 124, 185,
185,
187, 297, 298.
Ölümünün taraftarlarına tesiri : 34, 121
- 125.
Evlilikleri, ailesi ve çocukları : 23,
24, 34, 35, 81, 85, 86, 99, 101, 105, 110, 112- 117, 123.
Tarihçilerin S.Sevi hakkında tarafsız
olamaması : 73.
Müslüman olmasıyla Yahudiliğin
parçalanmaktan kurtulduğu : 32, 84.
S.Sevi'nin zihnî yapısı, kendi
mesihliğine inanıp inanmadığı : 22, 76, 78-82,
101, 103, 106, 109, 110, 115, 118-122,
184, 185, 187, 189.
Siyon Devleti'nin ilk kurucusu sayılması
: 25, 26, 120, 145.
Bütün Yahudileri kurtaracağı : 106, 107,
145.
S.Sevi'den sonra başa geçen Abdullah Yakup'un faaliyetleri :
192, 193. S.Sevi'den sonra Mesih ilân edilen Osman Efendi : 205, 206, 207.
Yahudi tarihinin en acıklı hadisesi :
100, 135, 209.
2.
YAHUDİ - DÖNME İLİŞKİSİ
Mesih'in geldiğine inanan Yahudiler,
çalışmayı bıraktılar, borçlarını ödemediler ve diğerlerini tehdit ettiler :
76, 107, 184, 188, 290, 297, 298.
Dönmeler, Sabatayist olmayan Yahudilere
kâfir derler : 290.
Dönmelere karşı Yahudilerin tutumu ve karşılıklı münasebetleri :
54-57, 73, 83, 86-89, 92, 93, 95, 97, 98, 100,101,104, 106,111-114,116,128,129,
138,
172, 190, 222, 223, 234, 237, 238, 248,
269, 270.
Dönmelerin Museviliğe dönme ve
döndürülme teşebbüsleri : 60-64, 149-
Dönmeler Yahudileri çok sever : 258,
300.
Yahudiler, Dönmeleri kabul etmez,
sevmez, hatta nefret eder : 58-63, 172,
258.
Musevilerin Dönmeleri kabul etmeme
sebebi : 62, 234.
Bir Musevi'nin Dönmeler hakkındaki
sözleri : 172.
İsrail'de bulunan Dönmeler : 149.
Dönmelik hareketini Yahudilik tarihinin en önemli olaylarından
sayan İsrailliler : 149.
Dönmeler Yahudi bayramlarını kutlar,
âyin yaparlar : 227.
Dönmeler ve Musevilerin 613 emri : 192.
Yahudi asıllı olmayan Dönmeler : 96,
138, 139.
3.
DÖNME TOPLUMU
İlk Dönme toplumunun yapısı : 136, 137,
181.
İlk Dönme toplumunda hatırı sayılır
bilginler vardı : 136.
Dönmelerin sosyal hayattaki yerleri ve
elde ettikleri mevkiler : 141, 142, 199, 201, 203, 207, 208, 211, 212, 226,
237, 267, 274-277, 293.
Dönmelerin sayısı : 60, 64, 136, 138,
142, 154, 157, 189, 190, 194, 199, 219, 237, 242, 293.
Kendi aralarında bölünmeleri : 36, 37,
141, 193, 194, 199, 205, 206, 217, 218,229.
Dönme kabileleri arasındaki düşmanlık :
38, 141, 194, 206, 253, 291.
Dönmeler içinde sınıflaşmalar : 141,
199, 229.
Ayrı Dönme gruplarının dışarıya karşı
birlikte hareket etmeleri : 140, 190, 292.
Karşı çıkanı boykot ederler : 218, 219,
221.
Dönmeliği korumak için kabileleri
birleştirme gayretleri : 292.
Kabilelerin özellikleri : 37, 38, 39,
141, 142, 193-200, 217, 218, 224, 225,
301.
Farklı giyinmeleri ; 35, 37, 202, 275.
Devlet görevlerine meraklı Dönmeler :
199, 201, 266, 267.
Dönme amentüsü : 295, 296.
İbrânice Dönme duaları : 143, 144, 179, 225, 226, 227, 229, 241,
242, 245, 246, 247, 250, 290, 294.
Sabatay Sevi adıyla çekilen besmele :
179.
Dönmelerin Kur'an yerine bir kitapları
vardır : 256.
Mezamir okurlar : 294, 296.
Dönme din reisleri ve hahamları : 226,
230, 232, 245, 248, 249.
Dönmelerin gizli tapınakları ve âyinleri
: 135, 140, 141, 142, 215, 227, 230,
236,
238, 245, 246, 247, 256, 257, 269, 290,
293, 294. Bkz. Özel İndeks'te : Dönme bayramları.
Dönmelerin kendilerine ve başka
insanlara bakışı : 136, 140, 229.
Dönmeler, kendilerinden başkasını insan
saymaz, aldatırlar : 266, 267.
Dönmeler, Cennet'e yalnız kendilerinin
gireceğine, diğer insanların ancak Cennet'in parmaklıkları olacağına inanırlar
: 291, 294.
Dönmelerin İsrail Tanrısına olan
inançları : 144, 145.
Kendilerinin gerçek İsrail'i kurmak için
seçildiklerine inanmaları : 140.
5.
DÖNMELER VE İSLÂMİYET
Dönmeler Türk ve Müslüman değil, Yahudi
ve Sabatayisttir : 2, 4, 5, 6, 8, 57,
59,
152, 153, 170, 171, 221, 222, 238, 293,
294.
Musevilerden de Müslümanlardan da farklı
bir cemaattir : 57, 59, 296.
Dönmeler, İslâm dinini kabul etmez,
hiçbir kuralına uymazlar : 4, 8, 9, 18, 36,
196, 256,
307.
Dönmelerin İslâmiyet'e karşı kin
duymaları : 4, 19, 137.
Dönmeler aslında İslâmiyet'le mücadele
ederler : 301.
Sabatayist inançlı olan Müslüman olamaz
: 144.
Dönmelerin İslâm ahlâkına zararları :
264, 266.
Dönmelerin amentüsü, İslâm dışıdır :
295.
Dönmelerin kutsal kitapları, Mezâmir'dir
: 294, 296.
Dönmelerin çoğu Mason'dur : 318, 3196.
DÖNMELERİN İKİ YÜZLÜ DAVRANIŞI
Müslüman görünüşü altında Dönme
olduklarını saklar, iki yüzlü davranırlar : 4, 5, 6, 8, 9, 16, 18, 19, 20, 33,
44, 87, 88, 89, 91, 93, 94, 102-105, 108,109,110,112, 122,128, 135, 137, 140,
142, 161, 162,163, 170, 171, 172, 215, 255, 256, 258, 259, 269, 285,291, 292,
293, 300, 312, 313, 317, 318.
Yahudiliklerini unutmaz ve kısmen Musevi
gibi yaşarlar : 4, 5, 8, 59, 172,
293,
294, 301, 317.
Hepsinin, ayrıca bir Musevi adı vardır :
19, 122, 290, 316.
Sarık sarar, gözle görülen Türk
âdetlerini yaparlar: 33, 35, 37, 44, 142, 195, 197, 198, 275, 296.
Ceza olarak cemaate gönderilenler: 258,
268, 269.
Abdestsiz namaz kılanlar : 258.
Müslümanları kandırmak için yardım
parasıyla sahte hacı, hoca, hafız yetiştirirler : 255, 256, 292.
İçlerinden din âlimi ve tasavvuf
şairleri çıkmıştır : 196.
Dönmelerle Bektaşiler arasındaki gizli
bağlar : 138.
Müslümanları toplantılarına kabul
etmezler: 255.
7. DÖNME SIRRI
Dönmelerin gizli sırrı : 38, 39, 40, 50,
199, 200, 201, 215, 237, 269, 291,
294.
Dönme sırrı evlenince öğrenilir : 38,
269, 291, 294.
Dönmelik, çocuklardan saklanır : 199,
200, 269, 291.
Dönmelerin ibadet ettikleri gizli yerler
: 215, 227, 290, 294.
Gizli danışma toplantıları : 255, 290.
Dönmelerin "Allah" ı : 216,
224, 229, 230.
Dönmelerin "Halife" si : 225,
228.
Gizli nikâh : 225, 226.
Dönmelik günümüzde gizlice yaşıyor :
231, 233, 245-250, 294, 295.
8.
DÖNME HURAFELERİ
Dönmeler, şehir içinde ilkel bir kabile
hayatı kurdular : 174.
Dönmelerin, ilkel, garip, gülünç,
esrarengiz ve çirkin hurafeleri : 181, 190, 191, 195, 204, 205, 207, 209, 210,
211, 215, 216, 218, 223, 224, 225, 227, 230, 233, 238, 241, 242, 244, 246-250.
Dönme hurafeleri bugün de devam ediyor :
160, 178, 179, 180, 182, 233.
Dönmelerin kuzu yeme vakti ve o günden
önce kuzu eti pişirmeyen okul aşçısı : 39, 40, 167, 180, 215, 216, 227.
İnanmasalar da, çıkarları için Dönmeliği
devam ettirenler : 11, 163, 218, 219.
Hurafelere karşı çıkan Dönmeler : 155,
160, 180, 203, 217.
9.
DÖNMELER VE EVLİLİK
Dönmeler, kendi içlerinden evlenir,
Müslümanlarla kız alıp vermezler : 4, 5,
9,
11, 13, 38, 41, 44, 60, 154, 160, 161,
180, 190, 210, 211, 218, 219,
259,
260, 265, 274, 294, 296, 307, 308, 309.
Dönme kabileleri birbirlerinden de kız
almaz : 38, 154, 199, 253, 265, 291.
Türk kızı alan zengin Dönme gencinin
hamal olması : 218, 245.
Bir Müslüman gence varan Dönme kıza
karşı gösterilen şiddet : 259, 260. Dönmeler, biri gizli, iki nikâh yaparlar :
225, 226.
Dönme Derviş ailesinden Sabiha ile
Zekeriya Sertel'in evlenmeleri : 306, 307,
308.
10.
DÖNMELERİN HASTALIKLARI
Devamlı içeriden evlenme yüzünden
Dönmelerin hepsinin hasta olduğu : 159,
160, 162,
211, 220, 241, 253, 265, 266, 274, 317.
Dönmelerin hepsinin asabî hasta olduğu :
159, 160, 162.
Dönmelerin tamamının veremli olduğu :
220.
Hasta olan nesillerini ıslah etmek için
dışarıdan kız alırlar : 219, 266, 317. Dönmelere kız vermek cinayettir : 266.
11.
DÖNMELERE SUÇLAMA
Dönmelerin zina ve eş değiştirme ile itham
olunmaları : 146, 147, 148, 239. Dönmeler arasında, bir zaman, zinanın serbest
olduğu : 137, 147, 148. Kadın erkek birlikte ibadet edilmesi : 227.
Kadın ölüleri, erkekler yıkar: 226.
Dönmeler, kadın erkek ayırımını
kaldırmak ister : 268, 320.
Dönme kadınların kıyafeti : 197, 203,
275.
Dönme kadınlarının öncülüğü : 168.
Dönme kadınların tesettür aleyhindeki
faaliyetleri : 168, 169, 304.
Dönmeler arasında eğitim, yasaklar ve
özel okullar : 39, 143, 146, 203, 207, 208, 287, 293, 294, 297, 298, 305, 307. Bkz.
Özel İndeks'te: Dönme okulları.
Şemsi Efendi Mektebi : 132.
Dönme okullarının üniversite olacağı
iddiası (1911): 288.
Dönme okullarının üniversite olması
(1992): 288.
Fevziye mektebinde kız ve erkek çocuklar
: 320.
Dönmeler arasındaki kuvvetli yardımlaşma
: 163, 197, 211, 253, 254, 255,
294,316,318.
Yardım Sandıkları : 253, 254, 255.
İstanbul'a gelince, yardımlaşarak
ilerleyip zengin oldukları : 294. Askerlikten, hasta raporu alıp, kurtulurlar :
300.
Rüşvet ile iş gördürürler : 257.
Fakir Türk gençlerini az ücretle
fabrikalarında çalıştırırlar : 311. Mağazalarında Türk çalıştırmazlar : 244,
250, 300.
Dönmelerin, ölülerini özel mezarlıklara
gömmesi : 61, 211, 226, 233, 257, 269.
Ölüleri gömmeden içini temizlemeleri :
270.
Kadın ölüleri, erkekler yıkar : 226.
Ölülerini Türk hocalara yıkatmazlar :
244, 245.
Türkiye sınırları dışındaki Dönmeler :
22, 24, 25, 75, 76, 90, 93, 95-99, 104, 117, 118, 120, 123, 138, 140, 141, 183,
188, 289, 290, 307.
Avrupa'ya giden Dönme misyonerleri :
140.
Dönmeler Selânik'te nasıl toplandılar? :
60, 61, 98, 141, 142, 189, 293.
Selânik'te çoğunluk Yahudi idi : 319.
Dönme mahallelerindeki gizli sinagoglar
: 142, 237, 290.
Dönmelerin, Selânik valisini tehdit
etmeleri : 257.
Belediye reisi Dönme Hamdi Bey'in
konağında seccade yoktu : 313.
Dönmeler 1924'te Selânik'te kalmak istediler : 7, 8, 63,65, 66,
67, 158, 164, 277.
Dönmeler, Selânikli ve Dönme olduklarını saklarlar : 7, 13, 175,
176, 203, 204, 275.
Müslüman Selâniklilerin Dönmelerden
rahatsızlığı : 318.
Dönmeler Rumeli muhacirlerinin adını
lekelediler : 267, 268, 318.
1879'da Selânik'te yazılmış, Dönmelere
dair bir belge : 251-262.
Rumların Dönmelerden korkusu : 7, 8, 63,
64, 66.
Dönmelerin Jöntürklere ve İttihatçılara
önemli tesirleri : 67, 131, 142, 146,
169,
264, 301, 305.
Müslümanlardan çok hürriyetçi olmaları :
286.
Sultan Hamid devrinde rahat yaşadıkları halde, Meşrutiyet'te
zindandan çıkmış gibi davranmaları : 276.
Meşrutiyet nümayişleri, Dönmelerin
mağazalarında hazırlandı : 302, 303.
Meşrutiyetin ilânından sonra
taşkınlıkları ve silâh taşımaları : 276.
Şemsi Efendi'nin 1908 seçimlerindeki
garip nutukları : 276.
İttihatçıların, Dönmelerin
taşkınlıklarından şüpheye düşmesi : 287.
Dönmelerin tahriki ile devlet
adamlarının hakarete uğraması : 303.
Meşrutiyet inkılâbını Dönmeler ve
Yahudiler idare etmiştir : 301, 305, 306.
İttihatçıları destekleyen Dönmeler,
ticareti, Rum ve Ermenilerin elinden almıştır : 305, 306.
Avusturya boykotunda Dönme parmağı :
299, 304.
İttihatçı maliye bakanı Dönme Cavid,
Selâniklileri kollamıştır : 299, 300,
304.
İttihatçı fedaisi "İlk
Kurşuncu" Hasan Tahsin bir Dönme idi : 10, 155, 159.
Meşrutiyet'te basının münasebetsizliği :
282.
Bir İttihatçının Dönmeleri savunması :
285-288.
İttihatçıların Dönmelere rağbeti : 308.
Meşrutiyet'te sivil, asker herkes yanlış
hareket etti : 279.
Millet arasındaki nizam bozulunca, ordu
da bozuldu : 282, 283. Düşmanlarımız manevi güç için kiliseye bağlanırken,
bizimkiler ayakkabıyla camie girdi : 280.
18.
RÜŞDÜ KARAKAŞ VE AÇIKLAMALARI
Dönme Rüşdü Karakaş'ın Cumhurbaşkanı'na
ve TBMM'ne yazdığı dilekçelerle, 1924'te Dönmelerin içyüzünü açıklaması : 2-5,
151, 152, 153, 174, 214, 220.
Gazetelere verdiği beyanatlar ve
mülakatları : 213, 214-231, 239> 241-244.
Kendisine hücum eden Dönmelere cevaplan
: 10-14, 157-162.
R. Karakaş'a ölüm tehdidi : 223, 224,
232.
1925'te sözlerinden dönüp, meseleyi
kapatmaya çalışması ve gazetelerde ona verilen sert cevaplar ve ithamlar :
244-250.
R. Karakaş'ın Ticaret Birliği'ne şüpheli
müracaatı : 171, 172.
R. Karakaş'ın hile ile Türklere fenalık
yapmak istediği iddiası : 262.
19.
AHMED EMİN YALMAN
Dönme yazar Ahmed Emin Yalman'ın, Dönmelik hakkındaki
araştırması : 175-212.
Bu araştırmanın gazetede çıkan ilânı :
173, 174.
Yalman'ın bu araştırmasını, adını vermeden yayınlaması : 174,
175. Yalman'ın araştırmasının önemi : 180, 191.
Yalman'a göre, S. Sevi bir şarlatandır :
184, 209.
Yalman'ın, dört ciltlik hatıralarında
Dönmelikten hiç bahsetmemesi : 175,
176.
Yalman'ın din lehinde yazması : 315.
Yalman'ın Ankara Yahudilerini ihya
etmesi : 315, 316.
Yalman'ın, "Dönmelik
yaşamıyor" iddiasına, İ. A. Gövsa'nın cevabı : 178,
178,
180.
Yalman'ın Rüşdü Karakaş'ı, intikam
peşinde ve nifakçı olarak itham etmesi :
155.
R. Karakaş'ın Yalman'a cevapları :
10-14, 157-162.
20.
MÜSLÜMANLARIN TUTUMU
Müslüman halk, Dönmeleri ne kadar
biliyor, nasıl görüyor : 4, 5, 12, 18, 19,
20, 33,
75, 140, 175, 176, 177, 181, 182, 190, 249, 250.
Müslümanlar, Dönmelere karşı çok sabırlı
davrandı : 19, 20, 119, 128, 129,
180,
182.
Azınlıklara bir şey diyen yok, ama
Dönmeler gizli milliyet ve din taşıyor :
161,
162, 181, 182.
Dönmeler, mertçe çıkıp mezheplerini
açıklamalı : 182.
Dönmeler, bir gayri müslim cemaat olarak
ortaya çıkmalı : 161, 162, 182,
245.
Dönmelerin Anadolu'ya dağıtılması teklifi ve bunun tehlikeli
olduğu : 4, 6, 219, 220, 241, 261, 267.
Dönmelerin toplum için zararlı oldukları
iddiası : 4, 5, 6, 8, 9, 12.
Dönme, Bektaşi münasebeti : 25, 108,
138.
Dönmeler kendilerini kolayca gizlemek
için Bektaşi göründüler : 138.
Dönmelerin, Türklerin arasına karışmazlarsa, Türkiye'yi terk
etmek zorunda kalacakları : 5, 6, 7, 11, 12, 13, 162.
Haldun Taner'in babasının tepkisi : 176,
177.
Füreyd Dosdoğru'nun tepkisi : 177.
Refet Paşa'nın saflığı : 316.
Türkiye'de çıkan Dönmelik hareketine
karşı Türklerin ilgisizliğinin sebepleri ve zararları : 20, 74, 75.
Dönmelerle ilgilenen Türk idarecilerin
elde edilmeleri : 140, 257.
21.
ÇEŞİTLİ KONULAR
Dönme nedir, kime denir, kime denmez :
16-20.
Dönmelere "Avdeti" de denir :
293.
Dönmelerin kendi aralarındaki muhakeme
ve ceza sistemi : 39, 139, 197,
198.
Kendilerini düşünürler : 164, 267.
Karınca gibi çalışkan, tilki gibi kurnaz
: 163, 164.
İhtiyar Dönmenin kıyafeti : 314.
İktisadî hayatı ele geçirirler : 220.
Kullandıkları diller : 142, 143.
Başkalarına "acı soğan" derler
: 316, 317.
Cihan Harbi'nde devlet bütçesini
soymaları : 67.
Sürülen sultanların konaklarını aldılar
: 311.
Rumlardan kalan en güzel yerleri aldılar
: 64.
Millî Mücadele'ye katılmadılar : 12.
Dönmelerin, Atatürk'ün Dönme olduğunu iddia
etmeleri ve sebebi : 130-133. Dönmeler ve "kavmiyetçi Kemalist
hareket" : 238.
Türk milliyetçisi, Mesihçi Sabatayistler
: 146.
Dönme konağındaki kadınlar : 313.
Hristiyanlarla münasebetleri : 76, 96,
98, 101, 268.
Dönmelere dair, İsrail'de bulunan gizli
belgeler : 68, 69,71, 72,73, 130, 136,
139.
Dönmelerin "gizli tarihi"nde
bulunan çok meşhur isimler : 68, 69, 71, 73, 130.
ÖNEMLİ
BELGE VE YAZILAR İÇİN LİSTE
1.
Rüşdü Karakaş'ın Dönmeler aleyhine
TBMM'ne verdiği (29 Aralık 1923) dilekçe (Vakit, 4 Ocak 1924) : 2-7. (Bkz. no.
34.)
2.
Mustafa Arifin Yunan Meclisi'ne
dilekçesi (Aralık 1923) : 7, 8, 158.
3.
Ahmed Emin Yalman'ın, Dönmelik
meselesini hafife alan ve R. Karakaş'ı itham eden yazısı (Vatan, 4 Ocak 1924) :
9, 10, 154-156. (Bkz. no. 35.)
4.
R. Karakaş'ın Vatan gazetesine ve
"Bilumum Selânik Dönmelerine Açık Mektup"u (Vakit, 7 Ocak 1924) :
10-14. (Bkz. no. 36.)
5. Sabatay
Sevi'nin bir beyannamesi : 26.
6. Râşid
Tarihi'nde S. Sevi vak'ası : 29, 30.
7. Kâmil
Paşa'nın tarihinde S. Sevi vak'ası : 30, 31.
8.
S. Sevi'nin, mensuplarına 18 emri (A.
Galanti, I. A. Gövsa ve G. Scholem) : 33,41-45, 137.
9.
R. Karakaş'ın "Mum Söndü"
bayramına dair beyanatı (Gövsa, S. Sevi, s. 64 ve Vakit, 8 Ocak 1924) : 39, 40,
49, 215, 227.
10.
"Mum Söndü" bayramına dair bir
Dönme gencin beyanatı (Resimli Dünya, 15 Kasım 1925) : 40.
11.
Dönme bayramları (A. Galanti ve İ. A.
Gövsa) : 46 - 52.
12.
M. Şevket Eygi'nin, Yahudi-Dönme
münâsebetlerine dair açıklaması (Zaman, 18 Aralık 1987) : 54 - 57.
13.
Dönmelere dair, Hahambaşı Becerano
Efendi ile mülakat (Akşam, 12 Ocak 1924): 57-61.
14.
Hahambaşı'nın sözlerine, Vakit'in
ilâvesi : 60, 61.
15.
Dönmelerin, Selânik Yunanlılarca işgal
olunduktan (1912) sonra, Musevî olmak için müracaat etmeleri : 62.
16. Dönmelerin,
Mütâreke'de (1918-1922) seyahat ve ticaret imtiyazı almak
için, Musevî olduklarını söylemeleri :
63.
17.
Dönmelerin Selânik'te kalmak için
Lozan'a (1922) temsilci göndermeleri : 64-66.
18.
Dönme-İttihatçı işbirliği ve
suistimâller : 67.
19.
Gershom Scholem'un "Sabbatai Sevi,
The Mystical Messiah" adlı eseri hakkında bilgiler : 68, 69, 71-75.
20.
G. Scholem'un eserinden ilgili
bölümlerin özeti : 71-126. (Aşağıdaki 2130. numaralar bu eserdendir.)
21.
S. Sevi, Edirne yolunda ve Sultan'ın
huzurunda : 79, 80.
22.
S. Sevi'nin yazdığı mektuplardan : 81,
109, 120.
23. Hahamların
S. Sevi hadisesinin tehlikesine karşı yayınladıkları iki uyarı mektubu : 86,
87.
24. Bir
Dönme ilâhisi : 88.
25. S.
Sevi'den nakledilen bazı sözler : 76, 79, 80, 81, 91, 92, 118, 122, 123.
26. Nathan'ın
bazı sözleri : 90, 92, 94.
27. S.
Sevi'nin "Müslüman" olduktan sonraki hayatına dair : 91, 103, 110114.
28. S. Sevi'nin
ölümü hakkında rivayetler : 123, 124.
29. S.
Sevi'nin "Vahiy" kitabından : 105.
30. S.
Sevi'nin "İtikat Kitabı"ndan : 106, 107.
31. Antoine
Galland'ın hatıralarında S. Sevi : 127, 128, 12932. Gershom Scholem'un -yeni
bulunan Dönme arşivine dayanarak kaleme
aldığı- "Gizli Yahudi Cemaati:
Türkiye Dönmeleri" adlı makalesi : 130149.
33.
Gershom Scholem'un Yahudi
Ansiklopedisi'ne yazdığı "Doenmeh" maddesinde, Selânik
Yahudilerinin, "Atatürk'ün Dönme olduğunu iddia et- tikleri"ni ileti
sürmesi ve buna karşılık, Abdurrahman Küçük'ün cevabı : 131-133.
34. Abdurrahman
Küçük'ün "Dönmeler Tarihi" adlı eseri hakkında : 131134.
35.
Rüşdü Karakaş'ın, Dönmeler aleyhine,
Cumhurbaşkanlığı'na verdiği dilekçe (29 Aralık 1923) : 152, 153. (Bkz. no. 1)
36.
Vatan gazetesinin R. Karakaş'a, suçlayıcı
cevabı (4 Ocak 1924): 154-156. (Bkz. no. 3)
37.
R. Karakaş'ın Vatan'a cevabı (7 Ocak
1924) : 157. (Bkz. no. 4)
38. Vatan'ın
yeni suçlamalarına karşı, R. Karakaş'ın önemli ve sert olan ikinci cevabı (10
Ocak 1924) : 158-162.
39. Akşam
gazetesinin İçişleri Bakanı Ferid Tek ile mülakatı : 162, 16340. Akbaba
dergisinin, ciddî ve mizahî olarak meseleye dair yazdıkları (7
Ocak 1924): 163-167.
41.
Akşam gazetesinde Köprülülü Şerifin
yazısı (7 Ocak 1924) : 168, 169.
42.
Anadolu'daki Rumlarla, Yunanistan'daki
Müslümanları karşılıklı değiştirmek hakkında, iki devlet arasında yapılan
"mübadele mukâvelesi"nin birinci maddesi (Vakit, 7 Ocak 1924) : 170.
43.
Vakit gazetesinde R. Karakaş'ın
"eski teşebbüsleri"ne dair bir yazı (12 Ocak 1924): 171, 172.
44.
Vakit gazetesinin "bir Musevî
vatandaş" ile, Dönmelere dair yaptığı mülakat (12 Ocak 1924): 172.
45.
Dönme asıllı gazeteci, Vatan gazetesi
sahibi ve başyazarı Ahmed Emin Yalman'ın, Dönmeler üzerine Amerika'da yaptığı
araştırmasının "Tarihin Esrarengiz Bir Sahifesi" başlığı ile imzasız
olarak tefrikası : 173-178, 180-212.
46. Osman
Ergin'in, Vatan'da çıkan tefrikanın yazarı hakkındaki açıklaması :
175.
47.
Füreyd Dosdoğru'nun açıklaması
(Hürriyet, 30 Kasım 1980) : 177.
48. I. A.
Gövsa'nın -Yalman'ın iddiasının aksine- Dönmeliğin günümüzde de yaşadığına
dair, kendi gördüklerini anlatan yazısı (S. Sevi, s. 6, 1939) :
177.
49.
Rüşdü Karakaş'ın Vakit gazetesi muhabiri
Hüseyin Necati (Çiller)'e, Dönmelerin iç yüzünü açıklayan mülakatı (8 Ocak
1924) : 213-220.
50. R.
Katakaş'ın Vakit gazetesi muhabiri İhsan Arife verdiği mülakat (17,
17,
24 Ocak 1924) : 221-231.
51. Dönmelerin
R. Karakaş'ı tehdit ettikleri haberi : 223, 224, 232.
52.
Sebil gazetesinde, Yesevîzâde'nin,
Dönmelerin "Mum Söndü" âdeti üzerine yazısı (18 Haziran 1976) :
235-238.
53. Fransızca
iki eserden, "Eş Değiştirme" âyinine dair iki belge : 236, 237,
238.
54.
Resimli Dünya dergisinde Dönme kızı
Meziyet'in açıklamaları (15 Eylül 1925): 239, 240.
55. Resimli
Gazete'nin "küçük Dönme çocuklarına ezberletilen İbrânice dualar"dan
bahseden ve bunu tenkid eden yazısı (21 Kasım 1925): 245
246.
56.
Son Saat gazetesine verdiği bir yazı ile
Dönmelik meselesini, bu sefer de hafif gösterip kapatmaya çalışan R. Karakaş'ın
yazısı ve gazetenin cevabı (26 Kasım 1925) : 240-244.
57. Rüşdü
Karakaş'ın Son Saat muhabirine söyledikleri (27 Kasım 1925) :
243,
244.
58.
Resimli Gazete'nin R. Karakaş'a son
cevabı (19 Aralık 1925) : 247-250.
59.
Dönmeler hakkında yazılmış ilk Türkçe
(yazma) eser, "Dönmeler Âdeti" (1879): 251-262.
60.
"Dönmeler" adlı kitap (1919):
263-270.
61.
"Dönmelerin Hakikati" adlı
kitap (1919) ; 271-284.
62.
Dönmelerden bahseden bir eser,
"İttihad ve Terakki Cemiyeti Ne İdi?" (1911) : 285-288.
63. Dönmelerden
bahseden araştırma ve hatıra kitapları : 289-320. (Kitabın başındaki
"İçindekiler" listesinde "Beşinci Bölüm"e bakınız.)
(*) 2000 yılı öncesi ve
sonrasında, M. Şevket Eygi Bey'in, günlük ya zılarında bu meseleye sık sık yer
vermesi ve nihayet Yalçın Küçük ile Dönme kökenli Ilgaz Zorlunun, konuya dair yaptıkları
tesbitler açıklamalar ve yayınlar, bu mesele üzerindeki esrarı yavaş yavaş dağıtmaya
başlamıştır.
(*) Bu beyanname veya
emirname, Ribbi Abraham Danon tarafından "Revue des Etudes Juives"de,
İbrânice metni yayınlanmış; İspanyolca metni ve Fransızca tercümesi
Galante'nin kitabına alınmıştır. (Gövsa'nın notu) [Madde tercümelerine,
parantez içinde eklenmiş olan bilgiler, Gövsa'ya aittir.]
(*) Yukarıda Najara'dan yapılan nakilde,
Sevi'nin, karısı Sara'yı boşadığı bildirilmişti. Yazarın o rivayeti doğru
bulmadığı anlaşılıyor.
(*) Dönmeler hakkındaki bu araştırmamı
ilk şekli ile 1976 yılında Sebil gazetesinde yayınlarken, o sırada
İngiltere'de doktora yapmakta olan İsmail E. Erünsal Bey, Scholem'in bu
kitabından beni ha-
(*) Selânik valisi Hüsnü Paşa'nın bu
baskınına dair, 1879'da kaleme alınmış olan bir risalede etraflı bilgi
bulunmaktadır. Ahmed Safî Bey'in "Sefnetü's-Scfî" adlı el yazısı ile 3350 sayfalık büyük
eserinin beşinci cildinde bulunan ve yazarın bizzat Selânik'te yaptığı
araştırmalara dayanan "Dönmeler Âdeti" adlı bu risale tarafımızdan
hazırlanarak, Zvi Geyik yayınevi tarafından bastırılmıştır. Risalenin
sadeleştirilmiş metni bu kitabımıza da alınacaktır.
(*) Bu rivayette bir tutarsızlık vardır:
O devirde, başı açık bulunmak büyük ayıp sayıldığından, toplum içinde herkes
başına bir serpuş giymekteydi. Fes veya sarık altında saç tıraşının önemi olamaz.
Ayrıca o devirde başı usturaya vurdurmak nâdir bir şey değildi. Bir Osmanlı
valisinin saç tıraşı ile uğraşacağı da düşünülemez. Ancak bir ihtimal vârid
olabilir ki, o da, Vali Paşa'nın, kılık kıyafet takıntılı
"batıcılık" hastalığının ilk alâmetlerini göstermiş olmasıdır.
(*) Bu
"çirkin" yollardan birisini "Dört Gönül Bayramı" olduğu anlaşılıyor.
(*) Bugün Işık Lisesi ve
üniversitesi ile devam eden müessesedir. İsim "Şişli Terakki Lisesi" şeklinde geçmektedir.
(*)
Dönme gazeteci Ahmed Emin Yalman'ın kaleme aldığı ve 11-22 Ocak 1924
tarihlerinde Vatan gazetesinde tefrika olunan "Târihin Esrarengiz Bir
Sahîfesi"
adlı yazı dizisinden yaptığımız nakiller burada sona erdi.
(*)
Çıkarmalar, gazete tarafından yapılmış ve yerlerine parantez içinde bu notlar
konulmuştur.
(*) Işık (Feyziye) Lisesi'ne dair
"50 Yıl ve Daha Önceki Mezunlar" listesinde bulunan Hakkı Şeşbeş, bu ailenin de Selânik'ten İstanbul'a
göçtüğünü göstermektedir.
(*) Selânikli Şeşbeşin Ali Efendi'nin
kızı Râbi'a, bu olayın büyümesi ve Selânik valisinin meseleyi İstanbul'a
bildirmesi üzerine, bir Meclis-i Vükelâ (Bakanlar Kurulu) kararına da konu
olur. Başvekâlet arşivinde bulunan bu belgeyi de aslı, çeviri yazısı ve
sadeleştirilmiş metni ile "Dönmeler Âdeti" kitabının sonuna ekledik.
(*) Kitabın ikinci forması ve devamı
bulunamamıştır. 270
*) Sultan Abdülhamid'in tahtından
indirilmesine sebep olanlara beddua ediyor. Bunların başında, müdafaasını
yaptığı Dönmelerin bulunduğundan haberi yok. Meşrutiyet'in ilânı ertesinde
yaptıkları taşkınlıklar da binbaşıyı uyandıramamış. Manzume, (fâilâtün / fâ-
ilâtün / fâilâtün / fâilün) vezniyle nazm olunmuştur.
**) Cihan Harbi'ni kasdediyor.
(*) Yazarın cümlesi aynen böyledir.
"Vâiz"in neye "uğradığını" yazmamış. Acaba vaizin bir "kazaya veya "suikast" e "uğradığı"nı yazdı da dizgide
kelime mi düştü? Yoksa "uğradığı" kelimesini "dolaştığı" mânâsında mı kullandı?.. Fakat "köylünün dediği pek de yabana
gitmedi"
sözünden, vaizin başına bir şey geldiği anlaşılmaktadır. Bu münasebetsiz
herifin kimliğine dair henüz bir bilgiye rastlayamadım.
(*)
İçinde sevgi ve birlik olmayan bir milletin ordusunun da aynı şekilde
bozulacağını ye asıl işini bırakıp ihtilâllerle, darbelerle uğraşarak kendi
milletine yabancılaşıp, zarar vereceğini, Mehmed Akif merhum da şöyle dile
getirmişti:
Ordu mâdâm ki efradım
milletten alır;
Milletin keşmekeşinden
nasıl âzâde kalır?
Öyledir, memleketin hâli
düzelmezse eğer,
Kışlalar evlere, asker
de ahâlîye döner!
Durmasın sonra kazan
kaldıradursun ordu,
Düşmanın safları çiğner
bu mukaddes yurdu.
(Safahat, 2. kitaptan)
(*) Binbaşı Sâdık'ın
kitabından yaptığımız nakiller burada sona erdi. Gerek Sultan Abdülhamid'in
hakkını teslim etmesi ve gerek, din ve vatan-perverâne sözleri, merhum Binbaşı
Sâdık'ın Dönme olmadığını isbat ediyor... Meğer ki hilede bu derece ileri
gitmiş olsunlar!
(*) "Fevziye Mektepleri Vakfı"
1925'te açtığı, Teşvikiye'deki Işık Li- sesi'nden sonra, Levent'teki 30 bin
metrekarelik araziye orta öğretim tesislerinin temelini 1982'de attı. 1985'te
bu yeni binalara taşındı. Arkasından aynı yerde inşa ettiği üniversite
binalarında 1992'de "Işık Üniversitesi"ni kurdu. Hâlen tam teşekküllü
bir özel üniversite olarak faaliyet göstermektedir. "Yâdigâr-ı
Terakki" ise İstanbul'da "Şişli Terakki Lisesi" olarak
faaliyetine ve hizmetine devam ediyor.
[1]
Yahudilerin, Sabatay Sevi'den kurtulmak için tertip ettikleri bir hile olması
muhtemel bulunan bu hâdise hakkında, Antonie Galland'ın hâtıralarında bilgi
verilmiştir. Yazar bu kısma, oradan nakiller yapıyor. Osmanlı nezdindeki Fransa
büyükelçisinin yanında bulunan ve İstanbul'da iki sene (1672-73) kalan
Galland'ın hâtıraları Türkçeye çevrilmiştir. Scholem'den yaptığımız bu özetin
sonuna o tercümeden, Sabatay Sevi'yle ilgili satırları aynen alacağız.
[2]
"Dönmeler Tarihi"nin üçüncü baskısı da "Hamle" yayınevi
tarafından (İstanbul 1997) çıkarıldı. Küçük hurufatla dizildiği için bu sefer
496 sayfa tutan eser, 1990 baskısının tamamen aynısıdır.
[3] Sekiz bin genç, demektir. Bu rakam,
lâfın gelişi olarak söylenmedi ise, Dönmelerin sayısının, yukarıda verdiği on
beş binin çok üzerinde olduğunu gösterir... Dönmelerin "Anadolu'ya
dağıtılması" konusunda, Ahmed Safî Bey'in yazdıklarına da bakınız.
[4]
Bu risaleyi, aynı isimle, yazarın hayatı ve eserlerine dair bir girişle
[5]
Kitabımızın başında, "Giril
Yerine" yazısında, bu kitap hakkında bilgi
verilmiştir.
[6]
Dönmelerin, kızları gerçek bir Müslümanı sevip de ona varmak istediği zaman
gösterdikleri şiddetli muhalefet için kitabımızın "Dönmeler Âdeti" bölümünde "Bir Dönme Kızının Başına Gelenler" bahsine
bakınız.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar