Print Friendly and PDF

BİRBİRLERİYLE MÜNASEBETLERİ EKSENİNDE ASR-I SAADETTE AŞERE-İ MÜBEŞŞERE

 


Hazırlayan: İbrahim YILDIZ

İslam dinini diğer insanlardan önce kabul eden ve Hz. Peygamber’e her türlü desteği veren sahabilerin ve özellikle de Aşere-i Mübeşşere'nin İslâm Tarihinde ayrı bir yeri vardır.

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), sahabeden bazılarını onlar daha dünyada iken cennetle müjdelemiştir. Bu çalışmada Hz. Peygamber'in risaletinden vefatına kadar olan zaman zarfında Aşere-i Mübeşşere'nin birbirleri ile olan ilişkileri incelenmiştir. Onlar diğer insanlardan daha çok Hz. Peygamber'le birlikte bulunmuş ve onun uygulamalarından birçoğuna bizzat şahit olmuşlardır. Hz. Peygamber'in davetine diğer insanlardan önce icabet etmiş ve Hz. Peygamber'den aldıkları eğitimin uygulayıcıları olarak diğer saha- bilere öncülük etmişlerdir. Ayrıca Hz. Peygamber'in vefatından sonra da İslam devleti ve toplumunun şekillenmesinde dini ve siyasi bakımdan önemli sorumluluklar yüklen­mişlerdir. Bu itibarla Aşere-i Mübeşşere'nin birbiriyle olan ilişkilerini inceleyip ortaya koymanın İslam Tarihini daha sağlıklı anlamaya katkı sağlayacağı, bireysel ve toplum­sal ilişkilerde sonraki nesillere yol gösterici bir rol oynayacağı ve günümüzde var olan bazı çarpık dini ve siyasi ilişkilerin yanlışlığının anlaşılması ve bunun düzeltilmesi yönünde yapılan çalışmalara yardımcı olacağı kanaatindeyiz.

Aşere-i Mübeşşere'den olan sahabiler, diğer insanlardan önce iman etmiş ve Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) en yakınında yer almış kimselerdir. Hz. Peygamberle birlik­te daha fazla zaman geçirmişler ve ondan çok şey öğrenmede diğer sahabilerden önde olmuşlardır. Sonuçta tavır ve davranışları Hz. Peygamber'in arzuladığı tarzda olmuştur. Bu durumun aralarındaki münasebete de tesir ettiği kanaatindeyiz. Kay­naklarda onlar hakkında diğer sahabilerden daha fazla bilgi mevcuttur. Aralarındaki münasebetlerle ilgili bilgiler siyer, hadis ve tabakat kitaplarında, haklarında yazıl­mış olan müstakil çalışmalar ile Akademik araştırmalarda karşımıza çıkmaktadır. Konumuzla ilgili akademik çalışmalara bakıldığında konu içeriği bakımından yapıl­mış çalışmalar olmasına rağmen bunların daha dar kapsamlı oldukları görülmekte ve birbirleriyle münasebetlerine ilişkin değerlendirmelerin sınırlı olduğu anlaşıl­maktadır.

Hem Raşid halifelerin Aşere-i Mübeşşere'den olan diğer sahabilerle münase­betleri hem de diğerlerinin kendi aralarındaki münasebetleri bu çalışmamızda birlik­te verilmiştir.

Bu sahabilerin aralarındaki münasebetlerine geçmeden önce onlara ait ortak ve bireysel bazı hususlara değinilmiştir. Bu bölümde cennetle müjdelenmiş olmala­rıyla ilgili zikredilen farklı bazı rivayetlere ve onların detaylarına girmeden Aşere-i Mübeşşere'ye ait hususlar dile getirilerek hayatları hakkında özet bilgiler veril­miştir.

Aşere-i Mübeşşere kelimesi bir araştırmacıya göre ilk olarak " Sahabe Faziletleri” adlı çalışmalarda geçmiş olup daha çok hicri üçüncü asrın başlarında ortaya çıkmıştır. Bu kavrama ilk olarak Tayalisî’nin müsnedinde rastlandığı ifade edilmiştir. [1]

Hz. Peygamber tarafından cennetle müjdelendikleri rivayet edilen on sahabi şunlardır: Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebi Vakkâs, Ebû Ubeyde b. Cerrah,

Saîd b. Zeyd. Bu sahabiler kaynaklarda, el-Aşeretü'l-mübeşşere, el-Mübeşşerüne bi'l- cenne, el-Aşeretü'l-meşhûdü lehüm bi'l-cenne şeklindeki ifadelerle zikredilmiştir.[2]

Bu sahabiler Asr-ı Saadet'te sahabilerin önde gelenlerinden olmuştur. Güzel vasıf­lara sahip olan bu sahabilere ait bazı hususlar ortak niteliktedir. Aydınlı tarafından Aşe- re-i Mübeşşere ile ilgili bazı ortak hususlar şöyle zikredilmiştir: Bu sahabilerin tamamı ilk müslümanlardan olup Hz. Peygamber’e büyük yardımda bulunmuşlardır. Bunlar Kureyş'ten olup nesepleri Hz. Peygamber’in nesebiyle birleşmektedir. Hepsi Bedir Sa- vaşı’na katılmışlardır. Allah’ı ve Resûlünü sevdikleri bizzat Hz. Peygamber tarafından açıklanmıştır. Aynı zamanda Allah yolunda müşrik yakınlarına karşı savaşmaktan geri kalmamışlardır. [3]

Bir araştırmacının da belirttiği gibi Aşere-i Mübeşşere'den olanlar kendi konum­larına aldanmamış, ölecekleri anda kötü bir sonla karşılaşabileceklerinden sürekli korku içinde olmuşlardır. Kendilerinin cennetle müjdelenmiş olmalarına bakmaksızın görev­lerini yerine getirmeye çalışıp, ibadet ve itaatlerinde aksaklık göstermemişlerdir. [4]

İslam âlimleri, Aşer-i Mübeşşere'nin İslamiyet’teki konumunu göz önünde bulun­durarak ilmi değerlendirmelerde ön sırayı genellikle onlara vermiştir. Örneğin, Ahmed b. Hanbel'in "Müsned'ine" Aşere-i Mübeşşere'nin rivayet ettiği hadislerle başladığı, Taberâni'nin "el-Mu'cemü'l-kebir " adlı eserinde ve Ebû Nuaym el-İsfahâni'nin " Hilye- tü'l-evliyâ" adlı eserinde de söz konusu sıralamanın olduğu görülmektedir.[5]

Aşere-i Mübeşşere ile ilgili rivayet edilen hadislerde yukarıda ismi geçen bu saha­bilerin isimleri zikredilmiştir. Hz. Peygamber tarafından cennetle müjdelenmiş olmak­larıyla ilgili olarak Abdurrahman b. Avfa dayandırılan bir rivayete göre Hz. Peygamber onlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Ebû Bekir cennettedir, Ömer cennettedir, Osman cennettedir, Ali cennettedir, Talha cennettedir, Zübeyr cennettedir, Abdurrahman b. Avf cennettedir, Sa'd b. Ebi Vakkas cennettedir, Saîd b. Zeyd cennettedir, Ebû Ubeyde b. Cerrâh cennettedir" [6]

Amacımız yukarıda ismi geçen sahabilerin aralarındaki münasebetleri ortaya koymak olduğundan cennetle müjdelendiklerini gösteren yukarıdaki hadisi vermeyi yeterli bulduk. Şimdi bu sahabilerin hayatlarına kısaca yer verdikten sonra aralarındaki münasebetleri ele alalım.

Hz. Ebû Bekir

İnce, zayıf ve beyaz tenli birisi olan Hz. Ebû Bekir, Hz. Peygamber'e ilk iman eden erkek kişi olmuştur. Künyesi, Ebû Bekir'dir. Lakabı, es-Sıddık'tır. Nesebi şu şekil­dedir: Abdullah b. Ebu Kuhâfe Osman b. Amir b. Ka'b b. Sa'd b. Teym b. Mürre b. Ka'b b. Lüey el-Kureyşi et-Teymi. [7]

Teymoğulları kabilesine mensub olan Hz. Ebû Bekir, Hz. Peygamber'den (salla’llâhü aleyhi ve sellem) iki yıl sonra Mekke'de dünyaya gelmiştir. Cahiliye dönemindeki ismi Abdü'l-Kâbe olup, Müslüman olduktan sonra Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ona Abdullah ismini vermiştir. Hz. Peygamber'in getirdiği haberleri tereddütsüz kabul etmesi sebebiyle "Sıddik" ve cehen­nemden azat olunduğuna dair Hz. Peygamber'in müjdesine nail olması sebebiyle "Atik" olarak da tanınmıştır.[8] Hz. Ebu Bekir gençliğinde ticaretten elde ettiği kazanç sayesinde Mekke'nin varlıklı insanları arasında yer almaktaydı. İslam'ın geldiği ilk yıllarda müş­rikler tarafından işkence gören Bilal-i Habeşi[9], Ümmü Umeys, Füheyre, Amir b. Fu- heyre gibi köle ve cariyeleri kölelikten kurtarmıştır. [10]

Hz. Ebû Bekir, Medine döneminde Hz. Peygamber’le birlikte bütün seferlere işti­rak etmiştir. O, diğer zamanlarda da Hz. Peygamber'in yanında bulunmuştur. Hicret’in 9. yılındaki hac mevsiminde Allah Rasûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) adına hac emiri olarak görev yapan Hz. Ebû Bekir, Hz. Peygamber'in son günlerinde Müslümanlara namaz kıldırmıştır.[11]

Hz. Ebû Bekir, neseb ilmini çok iyi bilen, alim, faziletli bir kişi olup ashab

arasında Kur'an'ı en güzel okuyanlardandı. [12]

Yaşayışıyla Müslümanlara örnek olan Hz. Ebû Bekir, kazancını İslam için harcamıştır. Bu hususta Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) de övgüsüne mazhar olmuştur. Nitekim Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), "Muhakkak ki, arkadaşlığı hususunda da malı hususunda da insanların en cömerdi Ebû Bekir'dir. Ümmetimden kendime bir dost edinseydim Ebû Bekir'i edinirdim" sözleriyle onu övmüştür.[13]

Hz. Ebû Bekir, H. 13. yılda altmış üç yaşında iken Medine’de vefat etmiş ve Hz. Peygamber'in kabri yanına defnedilmiştir. [14]

Hz. Ömer

Künyesi Ebu Hafs'tır. İbn Hacer'e göre Hz. Ömer'in nesebi, "Ömer b. el-Hattab b.

Nüfeyl b. Abdüluzza b. Riyah b. Abdullah b. Kurt b. Rezah b. Adiy b. Ka'b b. Lüey b. Galib el- Kureyşi" şeklindedir.[15] İbn Hacer, Hz. Ömer'in annesinin Ebu Cehil'in kız kardeşi olduğunu iddia ederek, Hz. Ömer'in Fil Savaşı’ndan sonra doğduğunu ve onun Cahiliyye döneminde Mekkelilerin elçilik görevini yürütmekte olduğunu rivayet etmiş­tir.[16]

Hz. Ömer'in Müslüman olmadan önceki hayatıyla ilgili olarak küçüklüğünde deve sürülerine çobanlık ettiği, sonra da ticarete başladığı ve Suriye taraflarına giden ticaret kervanlarına iştirak ettiği ifade edilmiştir. Bir savaş çıkması durumunda karşı tarafa elçi olarak gönderilen Hz. Ömer'in, kabileler arasındaki anlaşmazlıkları çözmede etkili olduğu belirtilmiştir. [17] O, Mekke'de iyi kılıç kullanması, ata binmesi ve cesareti ile de meşhurdu.[18] Ayrıca O'nun uzun boylu, iri yarı, gür ve kırmızı saçlı birisi olduğu rivayet edilmiştir. [19]

Hz. Ömer'in İslam'a girmesi[20] diğer zayıf Müslümanlara moral ve cesaret kaynağı olmuştur. Bu andan itibaren Müslümanlar, Mescid-i Haram'da ibadetlerini açıktan yap­maya başlayabilmişlerdir. Hz. Peygamber'den (salla’llâhü aleyhi ve sellem) önce Medine'ye hicret etmiştir. [21] Hz. Peygamber Hz. Ömer’in Müslüman olmasından sonra ona ''Faruk'' lakabını vermiştir. [22]

Hz. Ömer, Medine'de Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) her işinde ona destek olmuştur. O, gazvelerin tamamında Hz. Peygamber'in en yakınında savaşmış ve verilen görevleri yerine getirmiştir.[23] Mekke'nin fethinden sonra Hz. Peygamber'in emriyle kadınlardan biat almıştır. [24] Hz. Peygamber'in vefatından sonra yapılan halife seçiminde Hz. Ebû Bekir ile birlikte hareket ederek Hz. Ebû Bekir'in seçilmesi ve Müslümanların ona biat etmesi için büyük çaba sarfetmiştir. [25] Hz. Ömer miladi 644 yılında Ebû Lü'lü isimli köle tarafından namaz esnasında şehid edilmiştir. [26]

Hz. Osman

Hz. Osman, Fil olayından altı yıl sonra Mekke'de doğmuştur. İbn Hacer'e göre Künyesi Ebu Abdullah olan Hz. Osman'ın nesebi şöyledir: ''Osman b. Affan b. Ebu el- Âs b. Ümeyye b. Abdi Şems el-emevî el-kureyşî." [27] İbn Hacer'in rivayetine göre Hz. Osman orta boylu, geniş omuzlu, güzel yüzlü ve gür sakallı birisi idi.[28]

Hz. Osman'ın babası olan Affan, Kureyş'in önemli kollarından olan Beni Ümeyye- 'nin ileri gelenlerinden olup varlıklı birisiydi. Hz. Osman da ticaret yaparak genç yaşın­da kabilesinin en varlıklı üyelerinden biri olmuştur. [29]

Hz. Osman, Hz. Ebû Bekir vasıtasıyla Müslüman olmuştur. [30] Gençlik döneminde Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) kızı Hz. Rukiyye (ra) ile evlenmiş olup Medine'de Hz. Rukiy- ye'nin vefatından sonra Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) diğer kızı Ümmü Gülsüm ile evlenince

ona ikinci kez damat olma şerefine ermiştir. [31]

Hz. Osman, İslam'ın başlangıcında Müşriklerin baskısının artması neticesinde Mekke'den Habeşistan'a göç etmiş, bir süre sonra geri dönmüştür. Aynı şekilde Medi­ne'ye hicret eden ilk muhacirlerden olmuştur.[32]

Hz. Osman, Hicret'ten sonra meydana gelen pek çok hadisede Hz. Peygamber'in hep yanında yer almıştır. Hudeybiye Barış Antlaşması gerçekleşmeden önce Hz. Pey­gamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından Kureyş'e elçi olarak gönderilmiştir. [33]

Halim selim, merhametli, iyi niyetli bir kişiliğe sahipti. Hayası nedeniyle Hz. Pey­gamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), meleklerin dahi Hz. Osman'dan haya ettiğini buyurmuştur. [34]

Onun bir diğer önemli özelliği ise çok cömert oluşudur. Nitekim Hz. Osman, Tebük Seferi esnasında İslam ordusunun üçte birlik kısmının ihtiyacını karşılamıştır. [35]

Hz. Peygamber'in vahiy katipliğini de yapmış olan Hz. Osman, Hicretin 35. (M.656) yılında seksen iki yaşında iken isyancılar tarafından evinde şehid edilmiştir. [36]

Hz. Ali

Künyesi Ebû Turab olan Hz. Ali, Hicret’ten yaklaşık yirmi yıl önce Mekke'de doğmuştur. Nesebi, Ali b. Ebi Talib b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdi Menaf el- Kureyşi el-Haşimi, [37] şeklindedir. Hz. Ali'nin babası, Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) amcası olan Ebû Talib'dir. Hz. Peygamber, Hz. Ali'nin küçükken bakımını üstlenmişti. O, kü­çüklüğünden itibaren Hz. Peygamberin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) terbiyesi altında büyümüştür. [38]

Hz. Ali'nin henüz on bir yaşında bir çocukken Müslüman olduğu rivayet edilmiştir.[39] Hicret esnasında Hz. Peygamber'in yatağında yatmış, Hz. Peygamber'in ya­nında bulunan Mekkelilere ait emanetleri sahiplerine geri verdikten sonra o da Mek­ke'den çıkarak Rasûlullah'a yetişmiştir. Bu nedenle Hz. Ali (ra) son muhacirlerden olmuştur. [40]

Medine döneminde Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vermiş olduğu tüm vazifeleri yerine getirmiştir. Hendek Savaşı’nda Müşriklerin Medine tarafına geçmelerini engelleyen bir­liğin başında yer almıştır. Müslümanlarla olan anlaşmalarını bozmuş olan Beni Kurey- za Yahudileri üzerine yürüyen İslam ordusunun sancağını taşımıştır. Aynı şekilde Hay- ber'in fethinde İslam ordusunun sancaktar ve kumandanlığını yapmış, bu savaşta kahra­manlıklar göstererek kalenin Müslümanların eline geçmesinde büyük rol oynamıştır. [41]

Hz. Ali, hayatında Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) en yakınında yer alarak onun terbiyesi altında yetişmiş, kendisinden Kur'an-ı Kerim'i öğrenmiş ve ezberlemiştir. Hz. Peygam­ber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vahiy katipliğini de yapmış olan Hz. Ali, tefsir ve fıkıh alanında sahabe arasındaki önemli kişilerden biri olmuştur. Hz. Peygamber'den 586 adet hadis rivayet etmiştir. [42] Hz. Ali hicretin kırkıncı yılında şehid edilmiştir.[43]

Zübeyr b. Avvâm

Zübeyr b. Avvâm Esedoğullarından olup künyesi, Ebû Abdullah'dır. Hz. Peygam­ber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) halası Safiyye'nin oğludur. 12 yaşında Müslüman olduğu rivayet edil­miştir.[44] İman eden ilk müslümanlardandır.[45]

Zübeyr b. Avvâm'ın, beyaz tenli, zayıfça ve orta boylu birisi olduğu rivayet edilmiştir.[46] Aynı zamanda onun cesur ve kahraman bir kişi olduğu da belirtilmiştir.[47]

Hz. Peygamber onun hakkında, “Her peygamberin bir havârisi vardır, benim havârim de Zübeyr’dir” buyurmuştur. [48] Hicretin 36. yılında Cemel Savaşı’nda şehid edilmiştir.[49]

Talha b. Ubeydullah

Nesebi, Talha b. Ubeydullah b. Osman b. Amr b. Amir b. Ka’b b. Sa’d b. Teym b. Murre b. Ka’b olan Hz. Talha, Nesepte Ebû Bekir Sıddık ile Ka’b b. Sa’d b. Teym’de, Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile Murre’de buluşur.[50] Hz. Talha b. Ubeydullah rivayete göre güzel yüzlü,[51] hafif kısa boylu, göğsü geniş biriydi. Onun ilk iman eden kişilerden olduğu rivayet edilmiştir.[52]

Başka bir rivayette onun ilk Müslüman olan sekiz kişiden birisi olduğu ifade edil­miştir. Hz. Ebu Bekir'in davetiyle Müslüman olmuştur.[53]

İbnü’l-Cevzî, Talha b. Ubeydullah'ın gösterdiği kahramanlık ve özveriden dolayı Hz. Peygamber'in ona Uhud Savaşı’nda, ''Talhatu'l-hayr'', Huneyn Savaşı’nda da, ''Talhatu'l-cud (cömert Talha)'' adını verdiğini söyler.[54]

Talha b. Ubeydullah'ın, Hz. Peygamber zamanında Medine ehli için çok infakta bulunduğu rivayet edilmiştir.[55] Hicri 36. yılda Cemel Savaşı’nda şehid edilmiştir.[56]

Sa'd b. Ebi Vakkas

Nesebi Sa'd b. Ebi Vakkâs Malik b. Vuheyb b. Abdimenaf b. Zühre'dir.[57] Sa'd b. Ebi Vakkâs, esmer ve uzun boylu biriydi. İlk iman edenlerden üçüncü kişi olduğu riva­yet edilmiştir. Hz. Peygamber ile bütün seferlere katılmıştır. Hz. Peygamber, Uhud savaşında O'ndan düşmana ok atmasını isterken O'na, " Anam, babam sana feda olsun ey sa'd " diye hitab etmiştir.[58] Hicretin elli beşinci yılında Medine'ye yakın mesafedeki Akik sarayında yetmiş küsür yaşında iken vefat etmiş, naaşı Medine’ye getirilerek orada defnedilmiştir.[59]

Ebû Ubeyde b. Cerrah

Adı Âmir, künyesi, Ebû Ubeyde’dir. Nesebi ise şöyledir: Âmir b. Abdullah b. Cerrah b. Hilal b. Üheyb b. Dabbe b. el-Hâris b. fihr el-Kureyşî. [60] Ebû Ubeyde b. Cerrah, zayıf, az sakallı, güzel yüzlü ve [61] uzun boylu birisi idi. Mekke'de iken Habeşis­tan'a hicret etmiştir. Hz. Peygamberle bütün seferlerde bulunmuştur.[62] Hz. Peygamber ona " Ümmetin emini" lakabını vermiştir.[63] Şam'daki veba salgınında Hicretin 18. yılında 58 yaşında iken vefat etmiştir. [64]

Abdurrahman b. Avf

Abdurrahman b. Avfın aile silsilesi, Ebû Muhammed Abdurrahman b. Avf b. Abdi Avf b. Abdi'l-Haris b. Zühre b. Kilâb el- Kureyşî ez- Zuhrî şeklindedir. Hz. Ab­durrahman, uzun boylu ve buğday tenli bir kişi idi.[65]

Abdurrahman b. Avf, Fil Olayı'ndan on sene sonra doğmuştur. Kırmızı ile karışık beyaz tenli, güzel yüzlü, iri gözlü, çok kirpikli, çekme burunlu, elleri, ayakları ve parmakları kalın birisi olduğu belirtilmiştir. [66] Cahiliyye devrindeki isminin Abdu'l- Kâ'be [67] veya Abdi Amr olduğu, Müslüman olduktan sonra adının Hz. Peygamber tara­fından Abdurrahman olarak değiştirildiği aktarılmıştır.[68] Hicretin 32. yılında yetmiş sekiz; [69] veya yetmiş beş yaşında iken vefat ettiği rivayet edilmiştir.[70]

Saîd b. Zeyd

Künyesi, Ebû A'ver’dir.[71] Nesebi ise şöyledir: Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl b. Rebah b. Abdullah b. Rezah b. Adi b. Ka'b b. Luey. Bu sahabi ilk Müslümanlardandır. Bedir Savaşı hariç bütün seferlere katılmıştır. [72] Annesi Fatıma el-Huzâiyye olup ilk Müslüman olan kadınlardandır.[73] Saîd b. Zeyd yetmiş üç yıl yaşamıştır. Uzun boylu ve

esmer biriydi. el-Akik denilen yerde Hicretin 51. yılında öldüğünde Medine'ye götürü­lerek defnedilmiştir. Heysem b. Adiy, onun Kûfe'de öldüğünü iddia etmiştir.[74]

Buraya kadar Aşere-i Mübeşşere hakkında kısaca bilgi vermiş olduk. Şimdi arala­rındaki münasebetlere geçelim.

BİRİNCİ BÖLÜM

ASR-I SAADETTE RAŞİD HALİFELERİN BİRBİRİYLE OLAN

MÜNASEBETLERİ

HZ. EBÛ BEKİR'İN HZ. ÖMER ILE MÜNASEBETLERİ

Her ikisi de Mekkeli oldukları için gerek Cahiliye Dönemi gerek Asr-ı Saadet’te çoğu kez biraraya gelmiş, çeşitli vesilelelerle münasebetler kurmuşlardır. İkisi de Hz. Peygamber'e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) en yakın olan sahabilerdendir. Hz. Peygamber'in, önemli işlerinde en çok danıştığı kişilerden olmuşlardır.

Denilebilir ki Asr-ı Saadet’te Hz. Ömer ile Hz. Ebû Bekir arasındaki münasebet sıhri bir yakınlıktan daha ötedeydi. Hz. Peygamber, biri Mekke’de diğeri Medine’de olmak üzere sahabileri arasında iki defa kardeşlik bağı kurmuştur. Hicret’ten önce Mek­ke'de muhacirleri birbirlerine kardeş yapmış, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'i kardeş ilan etmişti.[75]

Hem birbirleriyle olan münasebetlerini hem de Hz. Peygamber ile bulunduklarını gösteren bir çok rivayet mevcuttur. Şimdi bu bilgilere yer verelim.

Hz. Peygamber'in Hz. Ebû Bekir'e ve Hz. Ömer'e Olan İltifat ve Övgüleri

Ebû Said (r.a)'in rivayetine göre Hz. Peygamber, her ikisi için şöyle buyurmuştur: "Yüksek derecelerin sahipleri; altlarında olanları, sizin göğün ufkunda doğan bir yıldızı görmeniz gibi göreceklerdir. Ebû Bekir ve Ömer onlardandır, bu nimete ermişlerdir."[76]

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'i bazı peygamberlere benzeterek şöyle buyurmuştur: ''...Ey Ebû Bekir! Senin örneğin İbrahim'in durumu gibidir. O, Rab-bine niyazında, 'Bana tabi olan bendendir. Bana isyan eden hakkında ise şüphesiz sen Gafur ve Rahimsin' demişti. Yine Ey Ebû Bekir! Senin örneğin İsa'nın durumu gibidir. İsa, 'Eğer onlara azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları affedersen affedersin. Çünkü azim, hakim olan ancak sensin' demişti. Ya Ömer!

Senin örneğin Nu-h'un ki gibidir. O, 'Ey Rabbim yeryüzünde kâfirlerden gezip dolaşan bir tek kimseyi bı-rakma' demişti. Yine Ya Ömer! Senin örneğin Musa'nınki gibidir. O da; 'Ey Rabbim onların mallarını mahv ü helak et! Kalplerine katılık ver, çünkü onlar acıtıcı azabı görünceye kadar iman etmeyecekler.' demişti." [77]

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bu iki sahabiyle birarada iken bazen onlara sorular sorardı. Bir defasında Hz. Ebû Bekir'e, ''Vitir namazını ne zaman kılarsın?'' diye sorduğunda ondan, ''Gecenin evvelinde kılarım'', Hz. Ömer'e sorduğunda ise ‘‘Gecenin sonunda kı­larım'' cevabını alınca Hz. Ebû Bekir'e, ''Sen ihtiyatla amel ediyorsun!'', Hz. Ömer'e de, "zor olana yapıştın." şeklinde karşılık vermiştir. [78]

Hz. Peygamber'in bu iki sahabiyi cennetle müjdelemiş olması onlara yaptığı en büyük iltifattır. Ebu Musa el-Eş'ari, bununla ilgili olan bir olayı şöyle anlatmıştır: "Rasûlullah ile beraber falan kişinin bahçesindeydik, kapı da kapalıydı. Bu esnada kapı çalınca, Rasûlullah bana, "Ey Abdullah (Ebu Musa), kalk, kapıyı aç ve O'nu cennetle müjdele!" buyurdu. Bunun üzerine kalktım kapıyı açtım. Gelen Ebû Bekir'e Rasû- lullah'ın sözünü söyledim, O da Allah'a hamd ederek girdi, selam vererek oturunca kapı­yı kapattım. Sonra başkası kapıyı çaldı. Rasûlullah bana, "Ey Abdullah, kalk, kapıyı O'na aç ve O'nu cennetle müjdele!" buyurdu. Ben de kalktım ve kapıyı açtım. Gelen Ömer b. Hattab'a Rasûlullah'ın sözünü söyledim, O da Allah' a hamd ederek içeri girdi, selam vererek oturdu. Ben de kapıyı kapattım. Bu sefer kapı tekrar çalınca, Rasûlullah bana, " Ey Abdullah, kalk, kapıyı O'na aç ve O'nu cennetle müjdele!" buyurdu. Ben de kalktım kapıyı açtım. Kapıdaki Osman b. Affan'a da Rasûlullah'ın sözünü söyledim, O da ''Allah Müsteandır'', dedi ve içeri girdi, selam vererek oturdu." [79]

Ebu Hureyre’ye göre, Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'le ilgili gördü­ğü bir rüyasını şöyle anlatmıştır: '' Rüyada iken gördüm ki, havzımdan su çekip halka içiriyorum. Derken Ebû Bekir bana gelip beni rahat ettirmek için yardıma koyuldu. İki kova çekti. Çekişinde zayıflık vardı! Allah onu affetsin. Derken Hattâb'ın oğlu geldi. Ebû Bekir’den kovayı aldı. Ondan daha kuvvetli çekecek bir kişi görmedim. Halk kana kana içip gitti. Havuz daha dolu ve kaynardı." [80]

Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in Ziyadelikle Rasûlullah ile Birlikte Bulunmaları

Hz. Peygamber'le birlikte bulunduklarına dair Ebu Hureyre'nin naklettiği bir habere göre Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Tal- ha, Zübeyr ve Sa'd b. Ebi Vakkas birlikte Hira Dağı üstünde bulunuyordu. O esnada dağ sallanınca Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), ''Sakin ol, zira senin üzerinde ancak bir Peygamber, bir Sıddık ve bir şehid var!'' diye buyurmuştur. [81]

Yukarıdaki rivayet, bu değerli iki sahabenin Hz. Peygamber'in yanında birlikte hareket ettiklerini, beraber bulunduklarını gösteren rivayetlerdendir. Başka bir rivayette ise sarsılma olayında Uhud Dağı üzerinde Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman vardı. Hadisin devamında Hz. Peygamber'in, "Sakin ol, Ya Uhud! Üzerinde ancak bir Nebi, bir Sıddık ve iki şehid vardır." buyurduğu bildirilmiştir. [82]

Hz. Peygamber, bir yerde oturduklarında Hz. Ebû Bekir her zaman onun sağında, Hz. Ömer de solunda otururdu.[83] İbn İshak'a göre bir keresinde böyle oturmuşlarken Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), "Kardeşlerimi özlüyorum." diye buyurunca, Hz. Ömer, "Ya Rasûlallah, biz kardeşlerin değil miyiz?" diye sordu. O da, "Hayır, siz ashabımsınız, benim kardeşlerim, beni görmeden bana inananlardır." diye buyurdu. O sırada Hz. Ebû Bekir onların yanına geldiğinde, Hz. Ömer ona, Rasûlullah'ın kendisine söylediklerini aktardı. Rasûlullah, sözüne devam ederek, " Ey Ebû Bekir! Senin beni sevdiğini duyup da seni seven bir kavmi sevmez misin? Ben onları seviyorum. Onları Allah da sever." diye buyurmuştur. [84]

Bir gün Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ben kardeşlerimi özlüyorum." Bu­nun üzerine Hz. Ömer, "Ya Rasûlallah, kardeşlerin kimlerdir, bize açıklar mısın?" diye sordu. Hz. Peygamber de, "Sizler ashabımsınız, kardeşlerim ise görmedikleri halde bana inananlardır." buyurdu. O esnada bulundukları yere Hz. Ebû Bekir de geldi. Hz. Ömer, O'na bu konuşmadan bahsetti.[85]

Kandehlevi, her iki sahabinin birgün birbiriyle açlık mevzuunda konuşurlarken yanlarına Hz. Peygamber'in geldiğini ve aynı dertten müzdarip halde Ebû Eyyûb el-En- sârî'ye gittiklerinden bahseder. Rivayete göre Hz. Ebû Bekir, bir gün öğle zamanı vak­tinde mescide gelir, ardından Hz. Ömer de gelir ve, "Ey Ebû Bekir! Bu saatte seni evin­den çıkartan nedir?" diye sorar. Hz. Ebû Bekir de O'na, "Beni çektiğim şiddetli açlık çıkarmıştır." cevabını verince Hz. Ömer, "Andolsun, ben de bundan dolayı çıktım." der. Bu esnada yanlarına Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) de gelerek, "Sizi şu saatte evlerinizden çıka­ran nedir?" diye sorar. İkisi de açlıktan dolayı çıktıklarını ifade ederler. Hz. Peygamber de, "Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, ben de bundan dolayı çıkmışımdır, o halde kalkınız." der ve üçü birlikte Ebû Eyyüb el-Ensari'nin evine varırlar. Kapıyı çal­dıklarında Ebû Eyyüb'ün hanımı çıkarak, "Allah'ın Peygamber'ine ve beraberinde gelen­lere merhaba!" diyerek onları karşılar. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), "Ebû Eyyûb nerededir?" diye sorunca Ebû Eyyûb, Hz. Peygamber'in sesini duyarak gelir ve Hz. Peygamber'e, "Ey Allah'ın Rasulü! Bize bu zamanda gelmezdiniz." deyince, Hz. Peygamber O'na, "Doğru söylüyorsun." cevabını verir. Bunun üzerine Ebû Eyyûb bağa giderek bir salkım hurma getirir. Hz. Peygamber, "Sadece kuru hurma getirsen yeterliydi." deyince Ebû Eyyûb, "Ey Allah'ın Resûlü, diğer çeşitlerden de yemeni arzu ettim. Ayrıca bir de hay­van keseceğim." cevabını vermiş ve bir oğlak keserek konuklarına ikram etmiştir. [86]

Bir sahabi, bir gün Hz. Peygamber ile Hz. Ömer ve Hz. Ebu Bekir'in, evine misafir olarak geldiğinden bahsetmiştir. Buna göre Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), sağında bir bedevi, solunda Hz. Ebû Bekir ve arkasında da Hz. Ömer olduğu halde bu sahabinin evine giderler. Sahabi onlara süt ikram ettiğinde Hz. Peygamber, sütünü içtikten sonra Hz. Ömer, " Ya Rasûlallah onu Ebû Bekir'e ver." deyince Hz. Peygamber, "Sağ taraf, sağ taraf " diyerek sütü içmesi için bedeviye vermiştir.[87]

Aşağıda zikredeceğimiz rivayet ise Hz. Ömer ile Hz. Ebû Bekir'in birlikte Rasûlullah'ın yanındayken önemli bir olaya tanıklık etmeleri açısından önemlidir. İbn Sa'd, Ebû Sahr el-Ukayli adlı sahabinin Medine'ye gittiğinde, Rasûlullah'a rastladığını, onun Ebû Bekir ile Ömer arasında yürüdüğünü, Rasûlullah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bir Yahudiye uğradığını rivayet eder. el-Ukayli’ye göre Yahudi, elinde Tevrat'tan bir bölümü hasta olan kardeşinin oğlu üzerine okumaktaydı. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), "Ey Yahudi! Musa'ya indi­rilene, İsrailoğulları için ayrılan denize seni yemin ettirerek söylüyorum. Tevrat’ında vasfım, sıfatım ve çıkışımı buluyor musun?" diye sorunca Yahudi, başıyla 'Hayır!' işare­ti yapar. Kardeşinin oğlu ise, "Musa'ya indirilen Tevrat'a ve İsrailoğulları için ayrılan denize şehadet ederim ki, o kitapta senin vasfın, zamanın, sıfatın ve çıkışın vardır ve ben şehadet ederim ki Allahtan başka ilah yoktur ve sen onun elçisisin! der." [88]

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Uhud Savaşı’na çıkmadan önce ikindi namazını cemaatle kılmış [89] ve Bedir Savaşı öncesinde olduğu gibi sahabesine danıştıktan sonra silahını kuşanmak için evine girince Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer de onunla birlikte içeri girmiş­lerdir. [90]

Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), çoğu yerde olduğu gibi Yahudilerin yanına çeşitli işler için uğra­dığında bu iki değerli sahabi beraber O'nun yanında olurlardı. Belâzüri'ye göre Nadir- oğullarına gittiğinde de yanında Hz. Ömer ile Hz. Ebû Bekir vardı... [91]

İbn İshak’ın rivayetine göre Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), yine önemli bir mesele için Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali'nin de olduğu ashabından bir toplulukla Nadiroğullarına gitmişti. Amiroğullarından iki kişinin diyeti için yardım isteyecekti. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), onlara geldiğinde, "Peki" diyerek Rasûlullah'ın isteğini kabul ettiler. Sonra başbaşa kalınca da Rasûlullah'a suikast düzenlemeye karar verdiler. Onların yapmak istedik­lerine dair ilahi haber gelince, Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), kalkarak Medine’ye dönmek üzere yola çıktı. Onunla beraber gelmiş olan sahabiler Rasûlullah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) geciktiğini görünce arka­sından gittiler. Medine'den bir adamla karşılaştıklarında Rasûlullah'ın Medine'ye girdiği haberini alarak döndüler. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), onlara Yahudilerin yapmak istediği hainliği bildirerek savaşa hazırlanmayı ve Yahudilerin üzerine yürümeyi emretti.'' [92]

İbni Mes'ud, bir gün mescidde namaz kılarken, o esnada Rasûlullah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem), sağında Hz. Ebû Bekir, solunda Hz. Ömer olduğu halde onların ellerini tutmuş bir vazi­yette içeri girdiğini [93] ve, "Kıyamet günü böyle haşrediliriz." buyurduğunu rivayet etmiştir. [94]

Hz. Peygamber, sahabileriyle birlikte hicri takvimin 6. yılında (M. 628) umre yap­mak için Medine’den yola çıkıp Hudeybiye’ye varmıştı. Mekkeli Müşrikler ise Müslü­manların Mekke’ye girmelerine engel olmak isteyip umre yapmalarına engel olunca Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), ashabıyla istişare etti. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer birlikte hareket ederek burada da sırayla kalkarak O’nun arkasında olduklarını dile getirmişlerdir.[95]

Yine Tebük Seferi esnasında İbni Mes'ud tarafından rivayet edilen bir habere bak­tığımızda Hz. Ömer ve Hz. Ebû Bekir'i gecenin bir vaktinde Hz. Peygamber ile önemli bir işte beraber görmekteyiz. Abdullah b. Mes'ud bu durumu şöyle anlatmaktadır: ''Gece yarısı kalktım. Ben Tebük Gazvesi’nde Rasûlullah ile birlikteydim. Karargâh tarafında bir ateş alevi gördüm. Oraya doğru ilerleyip, bakmak istedim. Baktığımda, Rasûlullah ile Ebû Bekir ve Ömer'i gördüm Abdullah zi'l-Bicadeyn el-Müzeni ölmüştü. Ona mezar kazıyorlardı. Rasûlullah, onun kabrinde duruyor, Ebû Bekir ve Ömer de mevtayı aşağı sarkıtıyordı. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), 'Kardeşinizi bana yaklaştırınız.' diyor, onlar da Abdullah'ı aşağıya bırakıyorlardı. Onu yan tarafa yatırdıktan sonra, Hz. Peygamber, 'Allah'ım ben akşamleyin ondan razı olarak ayrıldım. Sen de ondan razı ol.' buyurdu." [96]

Hz. Peygamber'in sağlığında olduğu gibi vefatı esnasında da yine Hz. Ömer ve Hz. Ebû Bekir'i birlikte görmekteyiz. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefat ettiğinde kefenlendikten sonra divanın üzerine konmuştu. Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer içeri girip selam verdiler. Onlar-la beraber evin alabileceği kadar Ensar ve Muhacirlerden bir grup insan da içeri girerek Hz. Ömer ve Hz. Ebû Bekir'in selam verdikleri gibi selam verip saf tuttular. İmamlık eden kimse yoktu. Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer ön safta Rasulullah'ın önündeydiler. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) için şöyle dediler: '' Allah'ım! Şehadet ederiz ki, kendisine indirileni tebliğ etti. Ümmetine nasihat etti. Allah dinini aziz kılana ve kelimeleri tamamlayıncaya kadar Allah yolunda cihad etti. Ortağı olmayan sadece O'na iman etti. Ey Allah'ımız! Bizi O'nunla indirilen söze tabi olanlardan eyle. O bizi, biz de onu tanıyana kadar, bizi O'nunla bir araya getir. O müminlere karşı hoşgörülü ve merhametliydi. Asla iman karşılığında bir bedel istemiyoruz ve imanı bir değer karşılığında istemeyiz.'' Oradakiler de bu duaya ''Amin! Amin!'' dediler.[97]

Hadis kitaplarında geçtiği üzere Hz. Ömer, halife iken şehid edildiği (v: 23/644 ) sırada henüz vefat etmeden önce, Abdullah b. Abbas (v: 68/687) O’na, “Ey Müminlerin Emiri! Böyle bir şey oldu ama, sen Rasulullah'la sohbet ettin, birlikte yaşadın, onunla arkadaşlık bunu da güzel yaptın. O, dünyadan senden hoşnut olarak ayrıldı. Sonra Ebû Bekir ile sohbet ettin ve onunla da sohbetini güzel yaptın” diyerek onun Hz. Ebû Bekir ile olan münasebetine değinmiştir.'' [98]

Birbirlerine Olan Övgü ve İltifatları

Bu iki sahabi her zaman birbirlerinin haklarını teslim etmişlerdir. İbnü’l-Esir'e göre Hz. Ömer, Hz Ebû Bekir'e, "Ey Rasûlullah'tan sonra insanların en hayırlısı!" diye hitab ettiğinde, Hz. Ebû Bekir de O'na, ''Şimdi sen böyle dedin, halbuki ben Rasû- lullah'ın, ‘Güneş Ömer'den daha hayırlı bir kul üzerine doğmamıştır.' dediğini işittim” cevabını verir.[99]

Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir'in hicret esnasında Hz. Peygamberle geçirdikleri gece­den bahsederek onu şu sözlerle övmüştür: "Nefsimi elimde bulunduran Allah'a yemin ederim ki onun o (hicret) gecesi, Ömer ve Ömer'in ailesinden daha hayırlıdır. [100]

Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir'le olan bir anısını anlatırken O'ndan övgüyle şöyle bah­setmiştir: "Rasulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), geceleri Ebû Bekir'in evinde sohbet eder, Müslümanların işini görürdü. Yine bir gece, ben de yanında iken sohbet etti. Sonra evden Rasulullah’la beraber çıktık. Mescide vardığımızda bir adamın namaz kıldığını gördük. Rasulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) kalktı ve O'nun okumasını dinlemeye başladı. Neredeyse onu tanıyacak gibi olduk. Rasulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), "Kim Kur'an'ı indirildiği gibi taze olarak okumak isterse İbn-i Ümmü Abd'in (İbn Mes'ud) okuması gibi okusun." dedi. Sonra adam dua etmek için oturdu. Rasulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) da O'na: "İste! sana verilecek." dedi. Allah’a yemin ederim ki, erken­den gider O'na bu müjdeyi veririm, dedim. Erkenden gittim, ona bu müjdeyi verdim. Ebû Bekir'e rastladım. O'nun benden önce İbn Mes'ud'a gidip müjdeyi vermiş olduğunu ve beni geçtiğini gördüm. Hayır, vallahi ne zaman hayırlı bir işte onunla yarıştı isem beni geçmiştir." [101]

Hz. Ömer, Tebük Seferi’nde, bir nevi kendi duygularına tercüman olan Hz. Ebû Bekir'in, içinde bulundukları zor durumdan kurtulmaları için Hz. Peygamber’den dua taleb ettiğini söyleyerek o anki hadiseyi şöyle anlatmıştır: ''Biz Tebük'e sıcak bir zamanda vararak bir yerde konakladık. Öyle bir susadık ki, boynumuzun kopacağını sandık. Bazıları devesini kesiyor ve işkembesindeki suyu içtikten sonra gerisini göğsü üzerine koyuyordu. Ebû Bekir, Hz. Peygamber'e, ''Ey Allah'ın Rasûlü! Allah duada sana hayrı vermeyi adet kılmıştır. Bizim için Allah'a yalvar'' dedi. Hz. Peygamber, ''Sen bunu istiyor musun?'' deyince, Ebû Bekir, ''Evet'' dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), ellerini göğe doğru kaldırdı. Gök bulutlanıncaya ve yağmur yağıncaya kadar da ellerini indirmedi. Yağmur yağdıktan sonra, herkes yanındaki kapları doldurdu. Sonra yolumu­za devam ettiğimizde bulunduğumuz yerin dışındaki yerlere yağmurun yağmamış olduğunu gördük.” [102]

Hz. Peygamber'in vefatına sayılı günler kaldığında meydana gelenlerle ilgili aktarılan rivayetlerde de yine en çok Hz. Ömer ile Hz. Ebû Bekir'i yanyana münase­betler içinde görüyoruz. Buradaki rivayette Hz. Ömer'in, Hz. Ebu Bekir'e bir iltifatı söz konusudur. Vefatına sayılı günler kalmışken Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bir keresinde yatsı namazını kılmak için mescitte kendisini bekleyen insanlara namaz kıldırması için Hz. Ebû Bekir'e haber gönderdi. Hz. Ebu Bekir de, '' Ey Ömer! Sen insanlara namaz kıldır! dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer bunu kabul etmeyerek O’na, ''Sen buna daha layıksın!” cevabını verdi.[103]

Ahmet b. Hanbel’in Müsned’inde geçen bir rivayete göre Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer arasında yukarıda geçen böyle bir konuşma olmamıştır. İbn Hanbel'e göre Abdul- llah b. Zem'a şöyle demiştir: ''Rasûlullah'ın hastalığı arttığında birkaç Müslüman ile ben de yanındaydım. Bilal namaz için çağrıda bulununca, Rasûlullah, 'İnsanlara namaz kıl­dıracak birine emir verin.' buyurdu. Çıktığımda, Ömer'in cemaat arasında olduğunu gördüm. Ama Ebû Bekir yoktu. Ömer'e, 'Ya Ömer! Kalk ta insanlara namaz kıldır.' de­dim. Ömer tekbir alınca Rasûlullah onun sesini duydu. Hz. Peygamber, 'Ebû Bekir nerede? Allah da, Müslümanlar da ondan başkasının namaz kıldırmasını kabul etmez.' buyurup Ebû Bekir'e haber gönderdi. Ömer namaz kıldırdıktan sonra Ebû Bekir gelip insanlara namaz kıldırdı...'' [104]

Hz. Aişe, Hz. Ebû Bekir’in diğer günlerde de insanlara namaz kıldırdığını söyle­miştir.'' [105]

Hayırda Yarışmaları

Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer arasındaki münasebetin hem yardımlaşma hem de ha yırda yarış üzerine olan niteliğini ve Hz. Ömer’in, arkadaşının faziletini sürekli anlatma­sını çeşitli rivayetlerde görmekteyiz. Suyûtî'de geçen bir rivayete göre ashabının duru­munu sormak Rasûlullah’ın âdeti idi. Bir gün sabah namazını kıldırdı, namaz bitince şöyle sordu: “Hanginiz bugün oruçlu olarak sabahladı?” Hz. Ömer, “Ya Rasûlallah! Bana sorarsan ben gönlümden geçirmeden geceledim, oruçsuz sabahladım” dedi. Hz. Ebû Bekir de, “Ya Rasûlalah! Ben, gönlümde oruç tutmayı tasarlayarak geceledim ve böylece oruçlu olarak sabahladım.” cevabını verdi. Sonra Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tekrar sordu: “Sizden hanginiz bugün bir hastayı ziyaret etti?” Hz. Ömer, “Daha yeni namaz kıldık ve henüz yerimizden ayrılmadık. Nasıl bir hastayı ziyaret etmiş olabiliriz?” dedi. Hz. Ebû Bekir de, “Ya Rasûlallah ben ziyaret ettim. Kardeşim Abdurrahman b. Avfın ağır hasta olduğunu söylediler. Yolumu oradan geçirdim. Onun hal ve hatırını sordum. Sonra mes­cide geldim.” dedi. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tekrar sordu: “Bugün hanginiz bir sadaka verdi?” Hz. Ömer, “Ya Rasûlallah! Namazı kıldığımızdan beri seninle beraberiz, yerimizden ayrılmadık, nasıl bir sadaka vermiş olabiliriz?” dedi. Hz. Ebû Bekir de, “Ya Rasûlallah! Ben mescide girdiğimde, birisinin bir şeyler istediğini gördüm. Oğlum Abdurrahman'ın elinde bir miktar ekmek vardı, onu aldım ve O kimseye verdim.” dedi. O zaman Rasû­lullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Cennetle müjdelerim! cennetle müjdelerim!” Bunu işiten Hz. Ömer, “Ebû Bekir'le müsabakaya giriştiğim her hayırda O, mutlaka beni geçmiştir”

demekten kendini alamamıştır.[106]

Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'i daha önce zikrettiğimiz gibi yine ilahi rıza için hayır yarışında bulduğumuz bir başka rivayete bakalım. Hz. Ömer diyor ki: ''Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bize maddi yardımda bulunmamızı emretmiş ve Rasûl-i Ekrem'in bu emri varlıklı olduğum bir zamana denk gelmişti. Ben de kendi kendime, ''Ebû Bekir'i bir gün geçebi­lirsem işte bugün geçerim!'' dedim ve malımın yarısını getirdim. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bana ''Ailene ne bıraktın?'' diye sordu. '' Getirdiğimin yarısı kadar!'' dedim. Sonra Ebû Bekir, malının hepsini getirdi. Rasûlullah, ''Ey Ebû Bekir! Ailene ne bıraktın?'' diye sorunca Ebû Bekir, ''O'nlara Allah'ı ve Rasûl’ünü bıraktım.'' diye cevap verdi. Bunun üzerine, Hiçbir şeyde O'nu asla geçemem! dedim.” [107]

Süyûtî'de geçen bir habere göre Hz. Ömer'in Hz. Ebû Bekir ile ilgili anlattığı bir diğer vaka şöyledir. Hz. Ömer şöyle anlatıyor: "Medine'de kenar bir yerde ihtiyar ve âmâ bir kadın yaşardı. Her gün ona uğrayarak ihtiyacını gidermek isterdim. Fakat ne zaman gitsem benden önce birisinin O'na uğrayıp kendisine lazım olan her işi yaptığını görürdüm. Bir gün merak ettim, acaba her gün bu sevabı işleyen kimdir? dedim. Çok erkenden bu kadına uğradım. Bir de ne göreyim, bu sevabı kazanmakta olan zat Ebû Bekir'di." [108]

Abdullah b. Mes'ud, ikisinin hayırda yarış içinde olduklarını söylemiştir. İbn-i Mes'ud der ki: "Namaz kıldığım sırada Rasulullah yanıma uğradı ve "Ey İbn-i Ümmü Abd! İste, zira istediğin sana verilecektir." buyurdu. Bunun üzerine Ebû Bekir ile Ömer ne diyeceğimi sormak için birbirleriyle yarıştılar. Ebû Bekir onu geçince Ömer, "Ne zaman bir konuda Ebû Bekir ile yarışsak beni geçiyor." dedi. Ne istediğimi sordukların­da O'nlara, "Her zaman ettiğim dualarımdan biri de şöyledir: 'Allahım! Senden ardı kesilmeyen bir nimet, bitmeyen bir huzur ve cennetlerin en yüksek makamı olan Huld Cennetinde Allah Rasulüne beni arkadaş kılmanı diliyorum' dedim." [109]

Hz. Peygamber'in Bu İki Sahabeye Olan İkaz ve Uyarıları

Zikredeceğimiz rivayette bu iki sahabinin Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile yaptıkları bir yolculuk esnasında meydana gelen bir durum üzerine Hz. Peygamber'den aldıkları bir ikaz anlatılmaktadır.

Rivayete göre Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer birlikte bir yolculukta iken uykudan kalktıklarında onlara hizmet eden kişinin hala uyumakta olduğunu gördüler. Yemekleri­nin hazırlanmadığını gördüklerinde, "Bu amma da uykucu birisidir." dediler. Onu uyan­dırıp yiyecek istemek üzere Hz. Peygamber'e gönderdiler. O kişi Hz. Peygamber'e varıp "Ey Allah'ın Rasülü! Ebû Bekir ve Ömer'in sana selamları var, senden yiyecek isti­yorlar!", dedi. Hz. Peygamber ise, "Git kendilerine yiyeceğe ihtiyaçları olmadığını söyle, çünkü onlar yiyeceklerini yediler." buyurdu. O kişi dönüp Hz. Peygamber'in söylediklerini O'nlara haber verince Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer, Hz. Peygamber'e gelerek O'na yemek yemediklerini ve niçin böyle bir söz söylediğini merakla sordular. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), O'nlara şöyle cevap verdi: "Siz kardeşinizin etini yemediniz mi? Nefsimi kudret elinde tutana yemin ederim ki şu anda onun etini dişlerinizin arasında görmekteyim." Bunun üzerine her ikisi, "Ey Allah'ın Rasülü! Bizim için Allah'tan af dile!" dediler. Hz. Peygamber de, "Hayır! Gidin, sizin için af talebinde bulunmasını o kardeşinizden rica edin!" buyurdular.[110]

Hz. Ebû Bekir'in Hz. Ömer'i İkaz ve Uyarıları

Müslümanlar ve Mekkeli müşrikler arasında Hudeybiye Antlaşması sağlanacağı sırada Hz. Ömer şaşkınlık içinde Hz. Peygamber'e gelerek ona sorular yönelttikten he­men sonra Hz. Ebû Bekir'e gidip bu defa ona sorular sormuştur. Hz. Ebû Bekir’in onu ikaz etmesi, aralarındaki yakınlığı ve birbirleriyle görüş alışverişi içinde bulunduklarını göstermektedir.

Rivayete göre, Hudeybiye’de müşriklerle antlaşma yapılırken antlaşmanın bazı maddeleri Hz. Ömer'i fazlasıyla rahatsız etmişti. O, henüz anlaşma imzalanmadan Hz. Ebû Bekir'e gelerek antlaşmanın görünüşte Müslümanların zararlarına olan vasıflarını şiddetle tenkit etmiştir. [111] Hz. Ömer bu durumu şöyle anlatmaktadır: ''Ebû Bekir'e gide-

rek; Ya Eba Bekir! Bu, gerçekten Allah'ın Peygamberi değil midir?" dedim. Ebû Bekir de, "Evet, Allah'ın Peygamberidir!" Dedi. Ben, "Biz hak üzere değil miyiz, düşmanımız da batıl üzere değil mi?" Dedim. Ebû Bekir, 'Evet, öyledir!' Dedi. Ben, "Peki niçin dinimiz konusunda ödün veriyoruz?" Dedim. Ebû Bekir bana, ''Be adam! Doğrusu Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Allah'ın Resûlüdür. O, Rabbine karşı gelmez. Allah onun yardım­cısıdır. Dolayısıyla onun emrettiği şeylere sarıl, O'na karşı çıkma! Allah'a yemin ederim ki, Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem), hak üzeredir!'' Dedi. Ben bu sefer; "Beytullah'a gideceğimizi ve burayı tavaf edeceğimizi bize söylemiyor muydu?" Dedim. Ebû Bekir: "Evet, (söylüyordu,) fakat senin bu yıl gideceğini bildirdi mi?" Dedi. Ben de: "Hayır" Dedim. Ebû Bekir: "O halde şüphesiz sen oraya varıp Beytullah'ı tavaf edeceksin!" Dedi. Bundan sonra Hz. Ömer yaptığının hata olduğunu ve bağışlanması için pek çok iyi ameller işlediğini ifade etmiştir.[112] Bu olayda Hz. Ömer önce Hz. Peygamber'e sonra Hz. Ebû Bekir'e giderek sorular sormuştur.[113] Başka bir rivayette ise Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir'e sorular sorduktan sonra Hz. Peygamber'e giderek O'na sorular sormuştur.[114]

Hudeybiye'de Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bu antlaşmanın yazdırma işini bitirince, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebi Vakkas aynı zamanda belgeyi yazan Hz. Ali, Müslümanlardan ve müşriklerden birkaç kişi daha bu antlaşmaya şahitlik etmişlerdir.[115]

Mekkeli müşrikler daha sonra Hudeybiye Antlaşmasının hükümlerini ihlal edince bu yaptıklarının kendi aleyhlerine kötü sonuçlar doğuracağından korkup aralarında tar­tışmaya başladılar. Sonunda Ebû Süfyan’ı bu durumu düzeltmek için Medine’ye gön­derdiler. Ebû Süfyan, Medine'ye gelince Hz. Ebû Bekir'e giderek yeniden anlaşmak için yardım istemiş; fakat Hz. Ebû Bekir, O'na yardım etmeyi kabul etmeyerek, Hz. Ömer’e gitmesini söylemiştir. Bunun üzerine Ebû Süfyan, Hz. Ömer'e gitmiş fakat Hz. Ömer de, Hz. Ebû Bekir'den farklı davranmamıştır.[116]

Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer bir çok seferde birlikte olmuşlardır. Bazı durumlarda birbirlerini ikaz etmişlerdir. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Amr b. As’ı bir ordu ile Suriye tarafına göndermişti. Amr, Zâtüs-Selâsil denilen yere gelince düşmandan çekinerek Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'den yardım istemek üzere bir adam gönderdi. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) de O'na Ebû Ubeyde b. Cerrah komutasında, içinde Hz. Ebû Bekir ile Hz.Ömer’in de olduğu bir orduyla yardım gönderdi [117] Savaş yerine ulaştıklarında Amr onlara ateş yak­mamalarını emretti.[118] Sıkıntı yaşayan Müslümanlar bu durumu Hz. Ömer'e şikayet ettiler. Hz. Ömer de kızarak bunu Hz. Ebû Bekir’e bildirdi ve Amr'a gidecek oldu. Hz. Ebû Bekir onu engelledi ve onu ikaz ederek: ''Dokunma ya Ömer, Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onu harbe vukufundan dolayı başımıza kumandan tayin etti.'' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer de sustu. [119]

Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatı ile ilgili rivayetlerdeki münasebetlerinde Hz. Ebû Bekir'in, Hz. Ömer'i ikaz etmesi söz konusudur. İbn Hişâm'a göre; Hz. Peygamber (s.a.v) vefat ettiği esnada Hz. Ömer ayağa kalkarak, ''Münafıklardan bir takım kimseler Rasûlullah'ın (s.a.v) vefat ettiğini ileri sürüyorlar. Halbuki Allah'a yemin ederim muhak­kak ki O, vefat etmemiştir. Bilakis İmran'ın oğlu Musa'nın gidişi gibi Rabb’inin katına gitmiştir. Allah'a yemin ederim Rasûlullah kesinlikle geri dönecek ve kendisinin öldü­ğünü ileri süren bir takım adamların ellerini ve ayaklarını kesecektir'' diyordu.[120] Hz. Ebû Bekir, Hz. Peygamber'in (s.a.v) vefat haberini alır almaz hızlıca mescide gelerek direk olarak Hz. Aişe'nin odasında bulunan Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yanına girdi. Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) üzeri örtülmüş vaziyette evin bir tarafında idi. O'nun yüzünü açtı, üzerine eğildi, öptü, sonra da, “Anam babam sana feda olsun, Allah'ın sana yazmış olduğu ölümü tatmış bulunuyorsun. Bundan sonra ebediyete kadar sana ölüm dokunma­yacaktır,” diyerek örtüyü Rasûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yüzüne kapattı ve odadan çıktı. Bu esnada Hz. Ömer insanlara konuşmakta ve, “Doğrusu Allah, münafıkları tamamen yok etme­dikçe Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ölmeyecektir!” diyordu. Hz. Ebû Bekir onu uyararak, “Ağır ol, ey Ömer!” dediyse de Hz. Ömer konuşmasına devam etti. Hz. Ebû Bekir onun susma­dığını görünce insanlara döndü, insanlar onun konuştuğunu görünce ona dönerek Hz.

Ömer'i bıraktılar.[121] O da Allah'a hamdü sena ettikten sonra şöyle dedi: ''Yüce Allah '(Ey Muhammed) şüphesiz sen de öleceksin. Onlar da ölecekler' [122] buyurdu." ve, "Ey İnsanlar! kim Muhammed'e ibadet ediyor idiyse şüphesiz Muhammed ölmüştür. Kim de Allah'a ibadet ediyor idiyse Allah diridir, ölmez... dedikten sonra Âl-i İmran suresinin şu 144. ayetini okudu: ''Muhammed bir elçiden başkası değildir. Ondan önce de elçiler gelmiştir. Eğer ölür ya da öldürülürse ökçelerinizin üzerinde gerisin geriye mi dönecek­siniz? Kim ökçeleri üzerine dönerse, hiçbir şekilde Allah'a zarar veremez. Allah şükre- denlerin mükafatını verecektir.''[123] Bunun üzerine Hz. Ömer O'na dedi ki: ''Bu Allah'ın kitabında mıdır?'' Hz. Ebû Bekir de, “Evet,” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer, "Ey İnsan­lar! İşte bu, Müslümanların en olgunu olan Ebû Bekir'dir. Ona biat edin'' dedi. [124]

İbn Hişâm, Ebû Hureyre'nin, ''Allah'a yemin ederim ki Ebû Bekir onu okuyunca ayetin daha önce indiğini bilmiyor gibi idiler.'' dediğini, Hz. Ömer'in de, '' Allah'a yemin ederim ki Ebû Bekir onu okuduğunu duyunca dehşete kapıldım, yere düştüm, ayaklarım beni taşıyamadı. Rasûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefat ettiğini anladım.” şeklinde konuştuğunu riva­yet etmektedir.[125]

Hz. Aişe de, Hz. Peygamber vefat ettiğinde Hz. Ömer ile Muğire b. Şu'be'nin Rasûlullah'ın yanına girip çıkmasından sonra Hz. Ebû Bekir'in geldiğini söylemiş ve devamında Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'in yukarıda geçen rivayetteki konuşmasını aktarmıştır.[126]

Yukarıda geçen rivayetin sonunda belirtilen, Hz. Ömer'in insanları Hz. Ebû Be­kir'e biat etmeye çağırması, genellikle bir çok kaynakta Hz. Ömer'in Ben-i Saide'de yapılan biat esnasındaki konuşmasında gerçekleştiği görülmektedir.[127]


Tartışmaları

Ebü'd-Derdâ'nın rivayetine göre Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer arasında meydana gelen bir münakaşanın akabinde Hz. Ömer'e haksızlık ettiğini düşünen Hz. Ebû Bekir sonradan pişman olarak Hz. Ömer'e gitmiş fakat Hz. Ömer onu affetmeyince O, Hz. Peygamber'in huzuruna çıkmıştır. Akabinde Hz. Ömer’in de pişman olup Hz. Ebû Be­kir'in evine gittiği, onu evde bulamayınca Hz. Peygamber'e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) geldiği anlatılmakta- tadır. Bu esnada Hz. Ebû Bekir, Rasulullah'ın (sav kendisini dinledikten sonra Hz. Öme­r'i azarlamasından korkarak, münakaşada kendisinin ileri gittiğini öne sürünce, Hz. Pey­gamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah beni size peygamber göndermişti. Bunu size tebliğ ettiğimde hepiniz beni yalanlamıştınız da Ebû Bekir inanmış, uğrumda canını, malını feda etmişti. Şimdi ashabım! Siz dostumu bu nisbetiyle ve bu hususiyetiyle bana bırakırsınız değil mi?" Ebü'd-Derdâ o günden sonra hiç kimsenin Hz. Ebu Bekir'i incit­mediğini de nakletmektedir. [128]

Hz. Ömer bazı zamanlarda Hz. Ebû Bekir'in görüşünün tersi istikamette görüş sarf-etmekten çekinmemiştir. Abdullah b. Zübeyr'den rivayet edildiğine göre, Temimoğul-larından bir heyet Hz. Peygamber'e gelmişti. Bunlar Müslüman olduktan sonra Hz. Ebû Bekir, Rasûlullah'a (salla’llâhü aleyhi ve sellem), “Bunlara Ka'ka b. Ma'bed b. Zürara'yı emir tayin et!” deyince Hz. Ömer: “Hayır, bunlara Akra b. Habis'i emir tayin et!”, dedi. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer'e, “Sen ancak ve ancak bana muhalefet etmek istedin” dedi. Hz. Ömer de karşılık vererek, “Ben sana muhalefet etmek istemedim”, dedi. Böylece ikisi, Rasû-lullah'ın yanında seslerini yükselterek birbirleri ile atıştılar. Bunun üzerine Hücurat suresinin bir ve ikinci ayetleri [129] nazil oldu.[130]

Diğer Münasebetleri

Kaynakların bildirdiğine göre Asr-ı Saadet'te Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer arasındaki karşılaşmalardan biri İbn Hişâm'da yer alan şu hadisedir: Hz. Ömer, henüz

Müslüman olmadan önce Adiy b. Ka'b oğullarının Müslüman olmuş bir cariyesine İsla­miyet’i terk etmesi için işkence etmekteydi. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, cariye'yi satın alıp azat etmiştir. İbn Hişâm'ın rivayetine göre Hz. Ömer, cariyeyi dövüyor, yorulunca, "Senden özür dilerim, ancak yorulduğum için seni bıraktım.'' diyordu. Cariye de, ''Allah da sana böyle yapsın." diyordu. Bu olay Hz. Ömer'in Müslüman olmadan önce Hz. Ebû Bekir ile olan ilk karşılaşmalarındandır. [131]

Asr-ı Saadet’te Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vereceği her kararda ikisi de O'nu destek­leyip O'na arka çıkmışlardır. Bedir Savaşı öncesinde de bu durumu görmekteyiz. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’e Bedir Savaşı öncesinde gelen habere göre Kureyşliler, kervanlarını korumak için yola çıkmışlardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), ashabına bu geliş­meden bahsetti [132] ve, ''İşte Mekke size ciğerparelerini göndermiş bulunuyor!'' dedikten sonra ashabına danışarak onların fikirlerini sordu.[133] İbn-i Esir'e göre önce Hz. Ebû Bekir, ardından Hz. Ömer konuşarak güzel şeyler söylediler. Hz. Ebû Bekir, "Ya Rasu- lallah! Gelenlerin hepsi bizim akrabamızdır. Ama biz senin dediğini yapacağız, canımızı senin yoluna feda ettik." dedi. Hz. Ömer de,"Ya Rasulallah, canımız sana feda olsun. Hiç birimiz kalmayıncaya kadar kılıç kullanalım, senin yolunda savaşalım" dedi.[134]

Diğer münasebetleriyle ilgili olarak Hz. Ömer, Hz. Peygamber'in Bedir Savaşı başlamadan hemen önceki durumunu ve o esnada yanında bulunan Hz. Ebû Bekir'in davranışını şöyle anlatmıştır: ‘‘Rasûlullah (s.av), ashabına sonra da müşriklere baktı ve kıbleye döndü, ellerini kaldırıp Rabbine, “Allahım! Bana vaad ettiğini yerine getir. İslam'ın halkı olan bu topluluğu eğer helak edersen, artık yeryüzünde sana ibadet eden kimse kalmaz!” Diye yalvarmaya başladı. Rasûlullah (s.a.v), elleri havada, kıbleye dön­müş bir şekilde abası omuzlarından düşene kadar böyle yalvardı. Ebû Bekir gelip düşen abasını aldı ve tekrar omuzlarına koydu. Sonra arkasında durup, “Ey Allah'ın Peygam­beri! Yalvarman yeter! Allah, sana vaad ettiğini yerine getirecektir!” dedi. Bunun üzerine Allah (cc), “Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, 'Ben peş peşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim', diyerek duanızı kabul buyurdu.” ayetini indirdi.’’[135]

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Bedir Savaşı sonrasında savaşta ele geçen esirler konusunda ashabıyla istişare ettiğinde Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir’e katılmadığını açıkça söylemiş ve farklı bir görüş dile getirmiştir. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hz. Ebû Bekir’in fikrini sordu­ğunda, O şöyle cevap verdi: “Ya Rasûlallah! Bunlar, senin amcaoğulların, aşiretin ve kardeşlerindirler. Ben bunlardan fidye almanı daha doğru buluyorum. Bunlardan aldığımız fidyeler, kâfirlere karşı bizim için bir güç sebebi olur. Belki Allah bunlara hidayet nasip eder, böylelikle onlar da bize destek olurlar!” şeklinde cevap vermiş, akabinde Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu sefer, "Ey Hattab'ın oğlu! bu konuda senin görüşün nedir?’’ diye sorduğunda, Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir’e katılmadığını ifade ederek şöyle cevap vermiştir: ‘‘Allah'a yemin ederim ki, ben, Ebû Bekir gibi düşünmüyorum. Akrabalarımdan biri olan filancayı bana ver ki onun boynunu vurayım. (...) Böylelikle Allah bizim kalplerimizde müşriklere karşı bir meyil olmadığını bilsin. Çünkü bunlar; Kureyş’lilerin varlıklı kimseleri, liderleri ve komutanlarıdırlar!" Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) daha sonra Hz. Ömer’in değil de Hz. Ebû Bekir'in düşündüğünü yaparak esir müşrik­lerden fidye almıştır.[136]

Hz. Ömer ertesi gün Hz. Peygamber'e vardığında, onun Hz. Ebu Bekir’le birlikte ağladığını görüp, "Ya Rasûlallah! Bana, seni ve arkadaşını ağlatan şeyin ne olduğunu anlat! Ağlamayı gerektiren bir şey bulursam ben de (sizinle birlikte) ağlarım. Ağlamayı gerektiren bir sebep bulamazsam sizin ağlamanızdan dolayı ben de ağlamaya çalışırım!'' deyince Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) O’na, ''Arkadaşlarının bana fidye almamı teklif etmeleri üzerine ağlıyorum. Zira onların azabı bana, şu ağaçtan daha yakın olarak gösterildi'' şeklinde cevap vermiştir.[137] Daha sonra bu olay üzerine Enfal suresinin altmış yedinci ayeti [138] nazil olmuştur.[139]

Zâdu'l-Me'âd’da yukarıdaki rivayetin son bölümü biraz farklı şekilde geçmekte- tedir. Buna göre Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem): ''Senin arkadaşlarının fidye almaları bana arz olunduğu için ağlıyorum. Onların azabı bu ağaçtan daha yakın olarak bana arz edildi" 140 diyerek nazil olan şu ayeti okudu: "Hiçbir Peygamberin, yeryüzünde küfrü perişan etmedikçe, esir alması doğru değildir. Siz, dünyada gelip geçici olanı istiyorsunuz. Allah ise, ahireti kazanmanızı istiyor. Allah, güçlüdür, işi sağlam yapan ve yaptığında bir hikmet bulunandır." [140] [141]

Uhud Savaşı sonrasında Hz. Ömer ile Hz. Ebû Bekir arasında geçen bir durum ile ilgili aşağıda zikredeceğimiz rivayete baktığımızda Hz. Ömer'in, Hz. Ebû Bekir'in sıhri yakınlığını ne kadar istediğini görmekteyiz.

Hz. Ömer, olayı şöyle anlatıyor: ‘‘Kocası Huneys b. Huzafe es-Sehmi'nin Medi­ne’de ölümü üzerine kızım Hafsa dul kalmıştı. Huneys, Hz. Peygamber'in Bedir'e katıl­mış olan sahabilerindendi. Hz. Ömer, Ebû Bekir'e giderek, "Eğer istersen kızım Hafsa'yı sana nikahlayayım" dedim. Fakat Ebû Bekir hiçbir cevap vermedi. Bundan bir kaç gün geçtikten sonra Hz. Peygamber, Hafsa'yı istedi ve onu kendisine nikahladı. Bundan birkaç gün sonra Ebû Bekir yanıma gelerek, "Hafsa'yı bana teklif ettiğinde sana cevap vermediğim için bana kızdın değil mi?" dedi. Ben de, "Evet, sana kızdım", dedim. O zaman Ebû Bekir şöyle dedi: “Sana o anda cevap vermeme mani olan şey, Hz. Peygamber'in Hafsa'dan bahsettiğini işitmiş olmamdır. Ben Hz. Peygamber'in sırrını ifşa edecek değildim. Eğer Hz. Peygamber almamış olsaydı onu ben nikahım altına alırdım.” dedi.[142]

Zikredeceğimiz diğer bir rivayette ise Hz. Ömer'in önce Hz. Osman'a, ardından Hz. Ebû Bekir'e teklifi söz konusudur. Hz. Ömer der ki: “Osman b. Affan'a rastladım ve ona Hafsa ile evlenmesini teklif ettim ve dedim ki: "Eğer istersen Ömer'in kızı Hafsa'yı sana nikâhlarım." O: “Bir düşüneyim,” dedi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra onunla tekrar karşılaştığımda bana, “Evlenmemeyi uygun gördüm.” dedi. Ebû Bekir ile karşı­laştım ve ona, "Eğer istersen Ömer'in kızı Hafsa'yı sana nikâhlarım", dedim. Sustu, hiç birşey söylemedi. Bunun üzerine O'na Osman'dan daha çok kızdım. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hafsa'yı benden istedi, ben de O'na nikahladım. Bundan sonra Ebû Bekir benimle buluştu ve, “Hafsa'yı bana teklif ettiğinde sen cevap vermedim diye bana kızdın zannediyorum, değil mi?”, dedi. Ben de “Evet kızdım”, dedim. Bunun üzerine şöyle cevap verdi: “Beni sana cevap vermekten Rasûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onu zikrettiğini bilmiş olmamdan başka bir şey alıkoymadı. Rasûlullah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sırrını ifşa edemezdim. Şa-yet O onu terketseydi ben kabul ederdim.” [143]

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), ihanetlerinden ötürü Ben-i Kureyza Yahudileri üzerine sefer düzenleyip döndükten sonra bu savaşta ağır yaralanmış olan Sa'd b. Mu'âz’ın tedavisi için Mescid-i Nebi’de bir yer ayırtmıştı. Sa'd b. Mu'âz’ın şehit olmasından sonra her iki sahabi oturup beraber ağlamışlardır. Hz. Âişe der ki: ‘‘Vefat edeceği zaman, Rasûlullah, Ebû Bekir ve Ömer, Sa'd'ı ziyaret ettiler. Canım elinde olana yemin ederim ki; odam- dayken Ebû Bekir'in ağlamasını Ömer'in ağlamasından ayırt edebiliyordum."[144]

Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer birçok seferde beraber bulunmuşlardır. Bunlardan birisiyle ilgili olarak İbn Hişâm’a göre sahabeden Avf b. Malik el-Eşcai şöyle demiştir: “Ben Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'ın Amr bin As'a gönderdiği Zâtüs-Selasil gazasındaydım. Ebû Bekir ve Ömer'le arkadaşlık ettim. Bir topluluğa rastladım. Bir deve kesmişlerdi. Parça­layıp bölüşemiyorlardı. Ben ise eli çabuk, usta bir deve kasabı idim. "Bana bir hisse verirseniz onu size bölüştürürüm." dedim. Onlar da, "Peki", dediler. Büyük bir bıçak aldım, onu parçalara ayırdım, bir parçasını alarak arkadaşlarıma getirdim. Onu pişirip yedik. Ebû Bekir ile Ömer bana, "Ey Avf, bu eti nereden aldın?" dediler. Ben de onlara durumu anlatım. Onlar, "Vallahi, bize bunu yedirmekle iyi etmedin." dediler. Sonra da midelerindekini kusmaya çalıştılar." [145]

Günlük yaşamda bereber olduklarını gösteren bir rivayete göre Hz. Ömer, bir gün Rasûlullah ile Hz. Ebû Bekir'in yanına gittiğinde, onların bu esnada Tevhid ilmi hak­kında konuştuklarından ve kendisinin de konuşmalarını anlamayan siyahi bir adam gibi aralarına oturduğundan bahsetmiştir. [146]

Hem Hz. Ebû Bekir hem de Hz. Ömer, Hz. Peygamber'e damat olma şerefine nail olmak istemişlerdir. Rivayete göre Hz. Ebû Bekir, Hz. Peygamber'e giderek şöyle dedi:" Ya Rasûlallah! samimiyetimi ve İslama girişimi biliyorsun" dedi. Hz. Peygamber: " Ne var, ne istiyorsun!" diye sorunca Hz. Ebû Bekir O'ndan Hz. Fatımayı istedi. Hz. Pey­gamber, O'na cevap vermeyip susunca kalkıp Hz. Ömer' gitti ve, "Ben mahfoldum, ben mahfoldum!" dedi. Hz. Ömer ne olduğunu sorduğunda Hz. Ebû Bekir meseleyi anlattı ve," Ya Ömer! Senin Rasûlullah'ın yanında değerin var, sen iste." dedi. Hz. Ömer de aynı durumu yaşadı ve Hz. Ebu Bekir'e gelerek; "Muhakkak bu konuda Rasûlullah, Allah'ın emrini bekliyor. Kalk Ali'ye gidip söyleyelim, o gitsin Rasûlullahtan Fatıma'yı istesin." dedi. [147]

Hz. Ömer'in Hz. Ebu Bekir'e Biati

Hz. Peygamber'in vefatı esnasıyla ilgili zikredilen rivayetler arasında küçük de olsa bazı farklılıklar mevcuttur. Bunun sebeplerinden birisinin vefat anında olanlar ile Hz. Ebû Bekir'e biat olayının bazı rivayetlerde birleştirilerek aynı anda olmuş gibi veril­mesi olduğunu düşünmekteyiz.

Hz. Ömer, Rasûlullah'ın vefatından hemen sonra Ben-i Sakife’deki toplantıda Hz. Ebû Bekir'e biat eden ilk kişi olmuştur.[148]

Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir'e biat olayını şöyle anlatıyor: ''Allah'ın Nebisi (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefat ettiğinde haberimiz şöyle olmuştu. Ensar bize muhalefet ederek eşraflarıyla bera­ber Saideoğulları gölgeliğinde toplandılar; Ali, Zübeyr ve beraberindekiler de bizden ayrıldılar, Muhacirler de Ebû Bekir ile toplandılar. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) da evinde idi, daha defnedilmemişti, ailesi kapıyı üzerlerine kapamışlardı. Ben, Ebû Bekir'e "Şu ensar kardeşlerimize gidelim dedim." [149] Onlara doğru gittik, yolda onlardan iyi iki kimse ile karşılaştık, bize o topluluğun anlaştığı şeyi anlattılar ve, "Ey Muhacirler, nereye gidiyorsu-nuz?" Dediler. Biz de, "Ensar kardeşlerimize gidiyoruz" dedik. O'nlar, "Ey Muhacirler! Eğer onlara yaklaşmazsanız size bir zarar gelmez, işinizi siz bitirin." dediler. Ben de, "Vallahi, onlara gitmemiz lazım." dedim ve gittik. O'nları Saideoğulları gölgeliğinde bulduk. Aralarında örtüye bürünmüş bir adam vardı, ben, "Bu kim, dedim?" O'nlar, "Bu, Sa'd b. Ubade" dediler. Ben de, "Neyi var, dedim?" Onlar, "Ağrısı var." dediler. Oturun-ca hatipleri kalktı, Allah'a hamd ve sena etti ve sonra şöyle dedi: “İmdi, bizler Allah'ın yardımcılarıyız ve İslam'ın ordusuyuz. Sizler ise, Ey muhacirler, içimizde bir grupsu-nuz, sizden bir bölük geldi, şimdi ise yerimizi almak ve işimizi ele geçirmek istiyorlar” dedi. Susunca ben konuşmak istedim, içimde hoşuma gidecek bir konuşma tasarla-mıştım, onu Ebû Bekir'in önünde söylemek istiyordum. Ondan biraz da çekiniyordum. Ebû Bekir, “Ağır ol, Ya Ömer!”, dedi. Ben de onu kızdırmak istemedim. Kendisi konuştu, o benden daha bilgili ve daha ağırbaşlı idi. [150] Allah'a yemin ederim ki, düşündüğüm şeyleri aynen daha iyi ifade etti. Nihayet sustu. Sonra, “Saydığınız iyi şeyler gerçekten sizde vardır. Araplar ise bu işi ancak Kureyş için düşünürler. Onların soyları şerefli ve memleketleri kutsaldır. Sizin için iki adamdan birine razı oldum; onlardan istediğinize biat edin” dedi ve benim elimden ve Ebû Ubeyde b. Cerrah'ın elinden tuttu. O da aramızda oturuyordu. Konuştukları arasında bundan başka beğenmediğim yoktu. Allah'a yemin ederim ki öne atılıp da günaha girmeden boynumun vurulması, benim için Ebû Bekir'in olduğu bir topluma emir olmaktan daha iyi idi. Ensardan biri; “Ben bu işin adamıyım, etraftan da saygı görürüm. Bir emir bizden, bir emir de sizden olsun.” dedi. Bunun üzerine gürültü arttı, sesler yükseldi. Sonunda ihtilaftan korktum ve “Ey Ebâ Bekir, elini ver”, dedim. O da elini verdi, ona biat ettim. Sonra da muhacirler biat etti, sonra da ensar biat etti.[151] Bir rivayete göre bu biat olayında Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir hakkında, "O bizim efendimiz, en hayırlımız ve Rasûlullah'ın en sevdiği kim-sedir." demiştir.[152]

HZ. EBÛ BEKİR'İN HZ. OSMAN İLE MÜSASEBETLERİ

Hz. Ebû Bekir Kureyş arasındaki mevkiinden faydalanarak güvendiği ve kendisiyle baş başa kalıp sohbet ettiği kimseleri İslâmiyet’i kabule çağırmıştır. Hz. Osman da onun davetiyle Rasûlullah’ın yanına giderek Müslüman olanlardan

olmuştur.[153]

Hz. Osman’ın, Hz. Ebû Bekir'in daveti üzerine iman edenlerin birincisi olduğu rivayet edilmiştir.[154] Başka bir rivayette bizzat Hz. Osman, kendisinin Hz. Ebû Bekir'in vasıtasıyla İslam'a girdiğini, İslam'a ilk giren dördüncü kişi olduğunu söylemiştir.[155]

Taberi, Hz. Osman ile Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebi Vakkâs ve Talha b. Ubeydullah adlı sahabelerin Hz. Ebû Bekir'in davetiyle Müslüman

olduklarım ve Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yanında namaz kıldıklarını aktarmıştır.[156]

Tebük Savaşı’nda, her ikisi büyük cömertlik göstermişlerdir. Ordunun hazırlığı için yaptıkları infak, onların ruhi yüceliğini, hayırda adeta birbirlerini teşvik edercesine bir yarış ve yardımlaşma içinde olduklarını göstermiştir.[157]

HZ. EBÛ BEKİR'İN HZ. ALİ İLE MÜNASEBETLERİ

Hz. Ali, Ebû Bekir'in erkeklerden iman eden ilk kişi olduğunu söylemiştir.[158] Ebû Bekir de, Hz. Ali'ye, "Ben senden önce Müslüman oldum." demiştir.[159] Hz. Ali daha çocuk sayılacak yaşta iken Hz. Peygamber ve Müslümanlara yapılan eziyet ve işkencelere şahit olmuştu. Görmüş olduğu bir olayda Hz. Ebû Bekir'in bu durum karşısında nasıl hareket ettiğini şöyle anlatmıştır: “Yine bir gün Rasûlullah'ı gördüm. Kureyşliler onu yakalamıştı. Birisi ona sataşıyor, kin kusuyordu. Kimisi de onu tartaklayarak, 'Sen misin ilahları bir tek ilah yapan?' diyordu. And olsun bizden hiçbir kimse Peygamber'e bu durumda yaklaşamadı, ancak Ebû Bekir fırlayıp kimine vuruyor, kimiyle cedelleşiyor, kimini itiyordu ve 'Rabbim Allah'tır diyen bir kişiyi öldürecek misiniz? azap olasıcalar!’ diyordu.” [160]

Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir ile ilgili olan bir anısında onun neseb ilmini çok iyi bildiğinden bahsetmiştir. Ebû Bekir'in her hayırlı harekette daima önde olduğunu söyle­dikten sonra Hz. Ebu Bekir’le birlikte bir Arap topluluğuna vardıklarını, Hz. Ebu Bekir­'in de onlara soylarıyla ilgili bir takım sorular sorduğunu söylemiştir.[161]

Hz. Ali'nin, Hz. Ebû Bekir'in neseb ilmindeki üstünlüğüne şahit olduğu hadise başka bir rivayette uzunca anlatılmıştır. Hz. Ali, İslam'ın tebliği için bir keresinde Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekir’le beraber yola çıktıklarını ifade etmiştir. Bir Arap toplu­luğuna vardıklarında Hz. Ebu Bekir'in onlara selam verdiğini, devamında Hz. Ebu Bekir ile Arap topluluk arasındaki konuşmanın şu şekilde gerçekleştiğini aktarmıştır: "Ebû

Bekir, her haberde en önde olurdu, onlara şöyle sordu: "Bu kavim kimlerdendir?" Onlar, "Rebia’dandır", dediler. Ebû Bekir tekrar sordu: "Siz Rebia’nın hangisindensiniz, üst kısmından mı?" Onlar, "En üst kısmındanız" cevabını verdiler. Yine Ebû Bekir şöyle sordu: "Siz, onların hangi üst kısmındansınız?" Onlar da, "Biz Zühelü’l-Ekber kısmın- danız." cevabını verdiler. Ebû Bekir, "O halde siz, Avf b. Mahlem’den misiniz?" diye sorunca Onlar, "Hayır" dediler. Bundan Ebû Bekir O'nlara, "Kindeli kralların dayıları sizden midir?" ve "Lahm’dan olan kralların hısımları sizden midir?" soruları sordu. Bu sorulara, "Hayır" cevabını verdiler. Bunun üzerine Ebû Bekir O'nlara şöyle dedi: "O halde siz, Zühelü’l-Ekber değil de Zühelü’l-Asgar’sınız." Daha sonra Şeybanlı bir genç ayağa kalkarak Ebû Bekir'e şöyle dedi: "Ey falan, sen bize sordun biz de cevap verdik ve hiçbir şeyi gizlemedik. Peki sen kimlerdensin?" Ebû Bekir de, "Ben Kureyş'tenim." dedi. Genç adam bu defa, "Çok iyi, çok iyi! Şeref ve riyaset sahibi" diyerek, "Peki Kureyş’ten kimlerdensin?" diye tekrar sordu, Ebû Bekir de O'na, "Teym b. Murre çocuklarındanım" cevabını dedi. (...) Bu konuşmadan sonra Ebû Bekir, devesinin yula­rını çekerek dönüp Rasûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yanına gitti.'' [162]

Her ikisinin ortak hususiyetlerinden birisi de Hz. Peygamber'in hicret edeceğini sadece ikisinin bilmesiydi. Taberî, Hicret olayında Rasûlullah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) evinden çıktığını, bunu Hz. Ali ve Hz. Ebû Bekir'den başkasının bilmediğini ifade etmiştir.[163]

Hz. Peygamber'in hicretiyle ilgili bir rivayete göre Hz. Ali, Hz. Peygamber'in elbisesini giyerek onun yatağına yattı. Bu esnada Hz. Ebû Bekir çıktı geldi. Yatakta olan kişinin Hz. Peygamber olduğunu zannetti. Hz. Ali de O'na Hz.Peygamber'in ayrıldığını ve O'na yetişmesini söyledi.[164] [165]

Hz. Peygamber, kızı Fatıma'yı Hz. Ali ile evlendirmeden önce Hz. Ebû Bekir, sonra Hz. Ömer ve bazı kişiler Hz. Fatıma'ya talip olmuştu. Bir rivayete göre Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer olumlu cevap alamayıp geri çevrilince, Hz. Ali’nin yanına gittiler. Her ikisi Hz. Ali'ye olayı anlattıktan sonra "(Hz. Fatıma'yı Rasûlullah'tan) sen iste" dediler. Hz. Ali de onların teşviki üzerine gidip Hz. Fatıma'yı istedi. 165 Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) de kızı Hz. Fatıma'yı Hz. Ali'ye nikâhladı. Hz. Ali ile Hz. Fatıma hicret’in 3. yılının başlarında evlendiler.[166]

Birçok savaşta Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ali'nin Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yanında beraber bulunduğunu gösteren rivayetler bulunmaktadır. Uhud Savaşı’nda her ikisi, Hz. Peygamber'i (salla’llâhü aleyhi ve sellem) terketmeyip onun yanında beraber siper alanlardandı. Uhud Savaşı'nda Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Müslümanlara yönelince onu ilk tanıyan Ka'b b. Malik, yük-sek sesiyle, ''Ey Müslümanlar topluluğu, müjdeler olsun size, işte Rasûlullah burada!" diye seslendiğinde Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), ona susmasını işaret etmişti. Ka'b b. Malik'i duyan Müslümanlar, Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) etrafında toplanmışlardı. Onların arasında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, Hz. Ömer ve başkaları da vardı.[167]

Hz. Ali bir keresinde Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Ebû Bekir ile kendisine şöyle dedi­ğini rivayet eder: “Bedir, Uhud ve diğerlerinde Cibril, Mikail, İsrafil ve diğer büyük melekler saf halinde hazır bulundular.” [168]

Uhud Savaşı’nda şehit düşen Hz. Hamza’yı, kabre Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Zübeyr b. Avvâm beraber indirmiştir. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) de bu esnada kabrin başında durmuştu.[169]

Nadiroğulları ile savaşmadan hemen önce Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), içlerinde Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in de olduğu sahabe grubuyla Ben-i Nadir’e gitmiş ve bir duvarın yanında beklerken Yahudilerin suikast tertibi kendisine haber verilmiştir.[170]

Huneyn Savaşı’nda herkesin bozguna uğrayıp kimsenin kimseye aldırış etmediği bir zamanda Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), sağ tarafa doğru çekilerek, "Ey insanlar, gelin etrafı­ma toplanın, ben Rasûlullah’ım, ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im." sözlerini üç defa tekrarlamıştı. Ancak Hz. Peygamber 'in yanında muhacirlerden, ensardan ve ehl-i beytinden az sayıda kimse kalmıştı.[171] O esnada Hz. Ali ve Hz. Ebû Bekir ile birlikte az

sayıda bir topluluk Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yanında O'nu korumaya çalışıyorlardı.[172]

Hz. Ali ile Hz. Ebû Bekir arasındaki münasebeti ortaya koyması açısından nakledilen hadiselerden biri de Hz. Ebû Bekir’in hac emirliği hadisesidir. Şimdi bununla ilgili değişik rivayetlere bakalım.

Hicret’in 9. yılında Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hz. Ebû Bekir’i sekiz yüz kişi ile birlikte hac görevi için göndermişti. Rasûlullah, (salla’llâhü aleyhi ve sellem) o sırada nazil olan Tevbe suresinin tebliği için Hz. Ali’yi (ra) görevlendirerek; “Bunun, ehlimden olmayan bir kimseyle tebliğ edilmesi uygun değildir.” [173] buyurdu ve Hz. Ali’yi (ra) çağırarak, “Surenin baş tarafını götür, kurban günü Mina’da toplandıkları zaman insanlara şunu ilet” dedi ve ona şunları söyledi: "Kâfirler cennete girmez, bu yıldan sonra hiçbir müşrik hac etmeye-cektir, Beytullah’ı çıplak tavaf etmeyecektir. Kimin Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile antlaşması varsa bu anlaşması süresine kadar geçerlidir." [174] Hz. Ali bunun üzerine Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Kasva adlı devesine binerek yola çıktı. Yolda Hz. Ebû Bekir'e yetişti. Hz. Ebû Bekir O'nu gördüğünde; “Emir olarak mı geldin yoksa memur olarak mı?” diye sorunca Hz. Ali, “Hayır, memur olarak geldim!” cevabını verdi. Sonra beraber yollarına devam ettiler.[175] Hz. Ebû Bekir insanlara hac yaptırdı. Hz. Ali de kurban günü cemrelerde insanlara Tevbe süresini okudu. Hacdan sonra ikisi de kafileyle birlikte Medine'ye döndü.[176] Bu esnada Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali'ye yardımcı olsun diye büyük kalabalık-larda müezzinler tayin etmişti.[177]

Ahmed b. Hanbel'e göre Rasûlullah, Hz. Ebû Bekir'i hacda Tevbe suresini okuması için Mekke'ye göndermişti. Rasûlullah, Hz. Ebû Bekir yola çıktıktan bir müddet sonra bu sefer Hz. Ali'ye, “Ebu Bekir’e yetiş ve onu bana geri yolla ve mesajı da sen tebliğ et!'' buyurdu. Hz. Ali de denileni yaptı. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir Rasûlullah'ın yanına döndü.[178]

Taberi'ye göre ise Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hz. Ebû Bekir’i hac emîri olarak tayin etmişti. O, Tevbe suresinin bazı kısımlarını da hac esnasında insanlara tebliğ edecekti.

Hz. Ebû Bekir, Zil Huleyfe'de ağaçlık bir yere vardığında Hz. Ali onun arkasında yetişe­rek ondaki ayetleri aldı. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, Hz. Peygamber'e vararak, “Ey Allah'ın elçisi, babam anam senin yolunda feda olsun, hakkımda bir ayet mi indi?” diye sorduğunda Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), “Hayır, öyle birşey yok. Fakat benim ismimden ancak ailemden biri söz söyleyebilir. Ey Ebû Bekir! Sen bana mağarada arkadaşlık etmek ve havuz başında benim arkadaşım olmakla kanaat etmez misin?” dedi. Ebû Bekir de, “Ey Allah'ın elçisi, kanaat ederim” cevabını verdikten sonra hac yapmak üzere Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yanından ayrıldı. Hz. Ali de Tevbe suresini okumak ve ilan etmek amacıyla yoluna devam etti. [179]

Hz. Ebû Bekir, kendisinden yaşça çok küçük olan Hz. Ali'ye değer verir, ona saygı gösterirdi. Bir defasında Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), ashabıyla birlikte mescitte oturuyordu. O sırada Hz. Ali gelerek selam verdi. İçerisi kalabalıktı. Hz. Ali oturacak bir yer aradı. Bunu gören Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), kim yer verecek dercesine sahabelerin yüzlerine bakı-yordu. Nihayet Hz. Peygamber'in hemen sağında oturmakta olan Hz. Ebû Bekir biraz yana kayarak Hz. Ali'ye, ''Ya Ebu'l-Hasan! Buraya otur!'' dedi ve onu kendisi ile Hz. Peygamber'in arasına oturttu. Yüzünde sevindiği belli olan Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hz. Ebû Bekir’e dönerek, ''Ya Ebu Bekir! fazilet sahiplerinin değerini yine onlar gibi fazilet sahibi kimseler bilir.'' buyurdular. [180]

Hz. Ali aynı zamanda Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman, Hz. Ömer ile birlikte Hz. Peygamber'in vahiy katipliğini de yapmaktaydı.[181]

Hz. Ebû Bekir'in Hz. Peygamber nezdindeki itibarına şahit olan Hz. Ali, bu durumla ilgili olarak şöyle demiştir: ''Ben Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile beraberdim. Ebû Bekir ile Ömer bize doğru gelirlerken Rasûlallah, “Ya Ali! Bu ikisi nebi ve resuller hariç gelmiş ve geçmiş cennet ehlinin efendileridir'' dedi." [182] Sonra yine bana, “Ya Ali! bunu o ikisine söyleme!'' dedi." [183]

Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir'den bahsederken onun hakkında Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Ya Ebâ Bekir! Allah bana Adem'in yaratılışından Peygam­ber oluşuma kadar iman edenlerin sevabını verdi. Sana da benim gönderilmemden kıya­mete kadar iman edenlerin sevabını verdi." [184]

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Mekke'nin fethinden sonra, Beni Cüzeyme kabilesine Halid b. Velid'i üç yüz kişilik orduyla onları İslam'a davet etmek için göndermişti. Halid b. Velid'in, kabile erkeklerinin ellerini bağlayarak onları kılıçtan geçirdiği haberini alan Hz. Peygamber, bu duruma kızarak Hz. Ali'yi büyük bir bedelle onlara göndererek öldü- rülerin diyetini ödemesini sağlamıştır. Bu olaydan hemen önce Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle demişti: ''Rüyamda sanki bir lokma hanis tatlısı almışım, tadını aldım, yutarken bir kısmı boğazıma takıldı. Ali elini sokup onu çıkardı.'' Hz. Ebû Bekir de, "Ya Rasû- lallah, bu, gönderdiğin birliklerden biridir, sana bazısından hoşlanacağın, bazısından da itiraza uğrayacağın haber gelecektir; Ali'yi gönder de onu yumuşatsın."dedi.[185] Bu olay­da Hz. Ebû Bekir, Hz. Peygamber’e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hz. Ali'yi göndermesini tavsiye etmiştir. Bizce O, Hz. Ali'nin bu konulardaki liyakatını bilmekte olduğu için böyle davranmıştır.

Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hastalığı ve akabinde vefatı esnasındaki gelişmelerle ilgili rivayetlerde de bu iki sahabinin Hz. Peygamberin olduğu yerde bir arada bulunduklarını görüyoruz.

Nevevi, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: ''Rasûlullah halka namaz kıldırmak için Ebû Bekir'i tayin etti. Ben de o sırada orada idim, hasta değil, sıhhattey­dim. İmamlığa geçirmek isteseydi, elbette bunu yapardı....'' [186]

Rasûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hastalığı şiddetlenince Hz. Âişe, Hz. Ebû Bekir'e, Hz. Hafsa, Hz. Ömer'e, Hz. Fâtma da Hz. Ali'ye haber gönderdi. Bunlar, Rasûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefat ettiği pazartesi günü Hz. Âişe’nin evine gelip toplanmışlardı.[187]

İbn Sa'd'a göre, Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) cenazesinin hazırlanması esnasında, Hz. Ebû Bekir’in yanında bulunan Hz. Ali, onunla ilgili olarak şunları şöylemiştir: “Biz Rasûlullah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) cenazesini hazırlamaya başladığımızda tüm insanlara kapıyı kapat­tık. Ensar şöyle seslendi: "Bizler onun dayılarıyız, İslam'daki konumumuz bellidir." Kureyş de, "Bizler de onun yakınlarıyız." dediler. Bunun üzerine Ebû Bekir şöyle ses­lendi: "Ey Müslüman topluluk! Her topluluğun kendi ölüsüyle ilgilenmesi başkalarından daha iyidir. Allah adına sizden şunu istiyorum. Eğer yanlarına girerseniz onunla ilgilen­melerine engel olursunuz. Vallahi çağrılan dışında kimse girmeyecektir." dedi." [188]

HZ. ÖMER'İN HZ. OSMAN İLE MÜNASEBETLERİ

Hz. Ömer ile Hz. Osman arasındaki münasebetle ilgili sınırlı sayıda rivayet tespit edebildik. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz.

Hz. Ömer'in kızı Hz. Hafsa, kocası Uhud Savaşı’nda şehit düştüğünden dul kalmıştı. Hz. Ömer’in Hafsa'yı önce Hz. Osman'a daha sonra da Hz. Ebû Bekir'e kendi nikahlamayı teklif ettiğinden daha önce bahsetmiştik. Hz. Ömer bundan bahisle ilk önce Hz. Osman’a teklif ettiğinde Hz. Osman’ın, "Biraz düşüneyim" dediğini ve aradan bir kaç gece geçtikten sonra gelip, ''Benim şimdi evlenmemem gerektiği anlaşıldı.'' şeklinde kendisine cevap verdiğini söylemiştir. Hz. Ömer bu nedenle o esnada içinden Hz. Osman’a kızdığını da ifade etmiştir. Muhtemeldir ki bu kızgınlık Hz. Ömer’in, Peygam­ber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) damadı olan bir sahabeye akraba olma isteğinin gerçekleşemeyecek olmasının verdiği üzüntü sebebiyle olmuştur. Netice itibariyle diyebiliriz ki Hz. Ömer’in Hz. Osman’a yaptığı bu teklif, O’nun Hz. Osman ile yakın bir münasebet ve arkadaşlık içinde bulunduğunu ve değer verdikleri arasında ilk sırada gelen kişilerden birisinin de Hz. Osman olduğunu göstermektedir.[189]

İbn İshak’ta yukardaki hadise farklı bir şekilde anlatılmıştır. İbn İshak'a göre, Hz. Osman üzüntülü olduğu bir sırada, Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), O'nun yanına gelerek, ''Neyin var?'' diye sormuş, Hz. Osman da, ''Ömer'den kızını istedim, vermedi. Bu nedenden ötürü üzgünüm'' cevabını vermiştir, Bunun üzerine Hz. Peygamber, ''Sana Ömer'den daha ha­yırlı bir kayın baba, Ömer'e de senden daha hayırlı bir damat göstereyim mi?'' demiştir. Daha sonra Hz. Peygamber, Hz. Ömer'in kızı Hz. Hafsa'yla evlenmiş, kızı Ümmü Gülsüm’ü de Hz. Osman’la evlendirmiştir.[190]

Hudeybiye Antlaşmasından önce Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hudeybiye'de iken Kureyşlilere gelme sebebini anlatmak üzere Hz. Ömer'i Mekke'ye göndermek istediğinde Hz. Ömer, Mekke’de kabilesinden kendisini savunacak akrabası bulunmadığını ve Kureyş'in, ken-disine olan düşmanlığını ve sertliğini bildiği için gitmesinin uygun olamayacağını söyle-yerek Hz. Osman'ı önermiş; bunun üzerine Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) elçi olarak Hz. Os-man’ı Mekke'ye göndermiştir.[191] Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Mekke'ye göndermek için Hz. Ömer'i çağırınca, Hz. Ömer şöyle demiştir: ''Ey Allah'ın Rasûlü! Ben kendim için Ku-reşlilerden korkuyorum. Mekke'de Adiyoğullarından beni koruyacak herhangi bir kimse de yok. Kureyş ise, onlara olan düşmanlığımı ve onlara karşı olan sertliğimi biliyor. Kureyşlilere karşı benden daha güçlü, benden daha değerli biri olan Osman b. Affan'ı göndermenizi öneririm.'' [192]

Hudeybiye Anlaşması maddeleri üzerinde anlaşma sağlandıktan sonra Hz. Ömer ile Hz. Osman da o esnada orada hazır bulunmuşlar ve bazı sahabilerle birlikte antlaş­maya imza atmışlardır.[193]

Hz. Ömer ile Hz. Osman hayırda ve iyilikte birbirlerini takip etmişlerdir. Tebük Savaşı öncesinde Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) çağrısına herkesten önce icabet edenlerden biri olan Hz. Ömer servetinin yarısını Allah yolunda harcarken, Hz. Osman da ordunun üçte birlik kısmını donatarak büyük bir fedakarlık göstermiştir.[194] Hz. Osman da Hz. Ömer'den hadis rivayetinde bulunmuştur.[195]

İkisi arasındaki münasebetler ile ilgili rivayetlerin azlığının, aralarındaki samimi­yete göre değerlendirilmemesi gerektiğini söyleyebiliriz. İşin aslının Hz. Osman'ın daha çok ticaretle meşgul olması ve bu yüzden biraraya az gelmelerinden kaynaklanmış olduğunu düşünüyoruz.

HZ. ÖMER'İN HZ. ALİ İLE MÜNASEBETLERİ

Yaptığımız çalışmada Hz. Ali ile Hz. Ömer arasındaki münasebetle ilgili çok fazla bilgi ve haber tesbit edemedik. Aralarındaki yaş farkı, Hz. Ali’nin, Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) kendisine vermiş olduğu görevlerde bulunması ve de aralarında meydana gelen konuşmaların kaydedilememiş olması ihtimali gibi nedenlerin bunda etkili olduğunu düşünmekteyiz.

Hz. Ali, Hz. Ömer’in Mekke’den Medine’ye olan hicretine tanık olmuş, onun cesaretinden övgüyle bahsetmiştir. Hz. Ali, Müslümanların Mekke'den gizlice hicret ettiğini, Hz. Ömer'in ise Kâbe'yi tavaf ettikten sonra hicret edeceğini orada bulunanlara ilan ettiğini söyler. Buna göre Hz. Ömer, “Anasını ağlatmak, çocuğunu yetim, karısını dul bırakmak isteyen varsa, şu vadide karşıma çıksın” demiş fakat hiç kimse cesaret edip onu takip etmemiştir.[196]

Başka bir rivayette bu durum biraz daha detaylı anlatılmaktadır. Hz. Ali, muha­cirlerden Hz. Ömer dışında herkesin gizlice hicret ettiğini ifade ederek Hz. Ömer'in ise hicrete karar verdiğinde kılıcını ve yayını kuşanarak Ka'be'ye geldiğinden bahsetmiştir. Hz. Ömer korkusuzca Ka'be'yi tavaf ederek, makam-ı İbrahim'de namaz kıldıktan sonra Kureyş’in ileri gelenlerine itibar etmeyerek orada bulunanlara şöyle seslenmiştir: “Suratlar asılmıştır. Allah, şu burunlarından başkasını yerde süründürmeyecektir. Kim annesinin kendisine ağlamasını, çocuğunun yetim ve karısının dul kalmasını istiyorsa, şu vâdinin ötesinde karşıma çıksın!'' Hz. Ali, devamla Kureyş’ten hiç kimsenin O'nu takip edemediğini ve O'nun, donattığı zayıf bir toplulukla birlikte yoluna devam ettiğini söylemiştir.'' [197]

Hz. Ömer, Hz. Ali'den övgüyle bahsetmiştir. Hz. Ömer, ashaptan bir toplulukla birlikte beraberken Rasûlullah'ın Hz. Ali hakkında güzel şeyler söylediğini, ona şöyle hitab ettiğini nakletmiştir: "Ya Ali! Sen ilk iman eden Müslümansın ve sen bana Harun'un Musa'ya (a.s) yakın olduğu gibisin."[198]

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Bedir Savaşı’nda ele geçen esirler konusunda ashabıyla istişare ettiğinde önce Hz. Ebû Bekir'in fikrini öğrenmiş sonra da, ''Ey Hattab'ın oğlu! bu konuda senin görüşün nedir?'' diye sormuştu. Hz. Ömer de Hz. Peygamber’den, esir­lerden kendi akrabasını vurması için Hz. Ali’ye de görev vermesini teklif ederek şöyle demiştir: ''Allah'a yemin ederim ki, ben, Ebû Bekir gibi düşünmüyorum. Akrabalarım­dan biri olan filancayı bana ver ki onun boynunu vurayım. Akil'i de Ali'ye ver, Ali de onun boynunu vursun. Hamza'ya da filanca kardeşini ver, Hamza da onun boynunu vur­sun. Böylelikle Allah bizim kalplerimizde müşriklere karşı bir meyil olmadığını bilsin.

Çünkü bunlar; Kureyşlilerin varlıklı kimseleri, liderleri ve komutanlarıdır!'' [199]

Hz. Ömer ile Hz. Ali arasındaki münasebetle ilgili bir rivayette Hz. Ömer'in, Hz. Ali'nin Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yanındaki konumuna imrendiğini görmekteyiz. Ebû Hureyre’nin rivayetine göre Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hayber günü ''Sancağı yarın öyle birine vereceğim ki, O, Allah ve Resulunü sever; Allah ve Rasûlü de onu sever.'' dediğinde, Hz. Ömer bunu o sırada çok istemiş; ''Emirliği bunu istediğim kadar bundan önce hiç istememiştim. Kendimi uzatarak gösterdim.'' demiştir. Ertesi gün olduğunda Hz. Pey­gamber’in Hz. Ali'yi çağırmış olduğunu ve sancağı ona verdiğini görmüştür. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hz. Ali’ye, ''Git savaş! Allah sana fetih nasip edinceye kadar dönme! '' dediğinde Hz. Ali biraz gittikten sonra, ''Ya Rasûlallah, ne üzere savaşayım '' der. O da (salla’llâhü aleyhi ve sellem), ''La ilahe illallah, Muhammedun Rasûlullah üzerine savaş!'' şeklinde buyurur.[200]

Hayber Savaşı’ndaki bu durumla ilgili olarak İbn Hişâm’ın rivayetine göre Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hz. Ebû Bekir'i sancağıyla Hayber kalelerinden birine gönderdi, O, düşmanla savaştı fakat kaleyi fethedemeden yorgun bir şekilde döndü. Hz. Peygamber, ertesi gün bu sefer Hz. Ömer'i gönderdi; O da aynı şekilde savaştı, fakat kaleyi fethede­meden döndü. Bunun üzerine Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: '' Yarın sancağı, Allah’ı ve Rasulünü seven birine vereceğim, Allah onun elleriyle fetih yapacak, firar eden bizden değildir.'' dedi ve Hz. Ali'yi çağırdı. O'na, ''Bu sancağı al, Allah sana fetih nasip edinceye kadar ilerle'' dedi.'' [201]

İbn Kesîr, her zaman olduğu gibi Huneyn'de de Hz. Peygamber’in yanından ayrılmayan topluluğun içinde Hz. Ali ve Hz. Ömer'in bulunduğunu rivayet etmiştir.[202]

Veda Haccı’nda Hz. Ömer ile Hz. Ali arasında geçen münasebet ile ilgili aşağıda zikredilen rivayette Hz. Ömer’in Hz. Ali’ye verdiği değer görülmektedir.

İbn Kesir'in rivayetine göre Sahabe’den Bera' b. Âzib, Veda Haccı'nda Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile birlikte olduklarını belirterek dönüşte Gadîr-i Hum mevkiine vardıklarında Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) için bir ağacın altının temizlenerek hazırlandığını ve insanların namaz için toplandığından bahsetmiştir. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bu esnada Hz. Ali'yi çağırarak sağ tarafında durdurup elinden tutmuş, şöyle buyurmuştur: “Ben herkese kendi canından daha yakın değil miyim?” Sahabiler, “Evet, öylesin ey Allah Resûlü!' dediler. Rasûlul- lah (salla’llâhü aleyhi ve sellem): “İşte şu Ali, benim velisi olduğum herkesin velisidir. Allah'ım! Buna dostluk edene dost ol. Buna düşmanlık edene düşman ol!' buyurdu. Daha sonra Hz. Ömer, Hz. Ali'ye rastlayarak ona, “Seni tebrik ederim. Sen her mü'min erkek ile her mü'min kadın­ın mevlası oldun!” [203] diyerek O’nu kutlamıştır.

Ahmet Cevdet Paşa'ya göre Hz. Ömer ve Hz. Ali birlikte, Rasûl-ü Ekrem'in hakimleri vazifesini görürlerdi.[204]

Hz. Ali, Hz. Ömer hakkında hep güzel şeyler söylemiştir. Bir seferinde onun hakkında şöyle demiştir: ''Rasûl-i Ekremden sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebû Bekirdir ve dikkat edin, Ebû Bekir’den sonra bu ümmetin en hayırlısını size haber vereyim mi? O da Ömer’dir. '' [205] Yine Hz. Peygamber'in Hz. Ömer için,"Ömer cennet ehlinin nurudur." dediğini naklederek ondan övgüyle bahsetmiştir.[206]

Her ikisinin Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hastalığı şiddetlendiğinde Hz. Ebû Bekir ile birlikte Rasûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefat ettiği yer olan Hz. Âişe’nin odasına gelip toplandığı rivayet edilmiştir.[207] Hz. Ali de Hz. Ömer'den hadis rivayet edenlerdendir.[208]

HZ. OSMAN'IN HZ. ALİ İLE MÜNASEBETLERİ

Asr-ı Saadet dönemine ait Hz. Osman ile Hz. Ali arasındaki ilişkilere dair çok az rivayet tesbit edebildik.

Kaynaklara göre İslam dini geldiğinde Kureyş kabilesinde yazı yazan on yedi kişi arasında Hz. Ali ile Hz. Osman da bulunuyordu.[209]

Hudeybiye Antlaşması maddeleri üzerinde anlaşma sağlanırken bu anlaşmaya Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ile birlikte imza atan sahabilerden biri de Hz. Osman olup, bu ant­laşmayı yazan kişi de Hz. Ali idi.[210]

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Belî kabilesinden olan Benî Cu'ayl'a mektup yazmıştı. Mektubunda onların Kureyşten, hatta Abdümenaftan bir grup olduklarını, Kureyşin lehinde veya aleyhinde olan her şeyin onların da lehinde ve aleyhinde olduğunu, onların sürgüne ve vergiye tabi olmayacaklarını, üzerinde Müslüman oldukları mallarının kendilerine ait olduğunu bildirdi. Bunun üzerine ileri gelenlerinden bazıları Rasûlullah'a biat ettiler. Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Abbas ve Ebû Süfyan birlikte buna şahitlik yapmışlardır.[211]

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), kabilelere İslam'a davet mektupları gönderirken Hz. Ali ve Hz. Osman davet mektuplarını yazanlardan idi.[212]

Hz. Ali, Hz. Osman'ın Rıdvan Bey'atinde bulunmama sebebinin onun Müslüman­ların işi için bir görevde olduğunu, ona ait güzel hasletlerden bahsederek anlatmıştır.[213]

Böylece buraya kadar Asr-ı Saadet döneminde Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali (ra) arasındaki münasebetleri incelemiş olduk. Şimdi Raşid Halifelerin Aşere-i Mübeşşere'den olan diğer sahabilerle münasebetlerini ele alalım.

İKİNCİ BÖLÜM

HZ. EBU BEKİR'İN AŞERE-İ MÜBEŞŞERE'DEN OLAN DİĞER SAHABİLERLE MÜNASEBETLERİ

Zübeyr b. Avvâm ile Münasebetleri

Zübeyr b. Avvâm'ın Müslüman olması Hz. Ebû Bekir’in vesilesiyle olmuştur. Hz. Ebû Bekir halk arasında korunan, kendisine ilişilmeyen ve sevilen biriydi. O, Müslüman olduktan sonra Kureyş arasındaki mevkiinden faydalanarak, güvendiği ve kendisiyle başbaşa kalıp sohbet ettiği bazı kimseleri İslâm'a davet etmeye başladı.[214] İbn-i Kesir, Hz. Osman, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebi Vakkas, Talha b. Ubeydullah ile Zübeyr b. Avvâm İslam'ı kabul ettikten sonra Hz. Ebû Bekir’in, onları Hz. Peygamber’e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) götürdüğünü ve onların da Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) huzurunda İslamiyet’i kabul edip namaz kıldıklarını rivayet etmiştir.[215]

Zübeyr b. Avvâm, ticaretle uğraştığından daha çok Mekke dışında olurdu. Böyle bir zamanda, gittiği bir Şam seyahatinden Mekke’ye dönerken o esnada Medine’ye hicret eden Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ve Hz. Ebû Bekir ile Medine'ye yakın bir yerde karşı­laşmış, sonra yolculukları için her ikisine beyaz renkli elbiseler hediye etmiş ve Mek­ke'ye dönüp işlerini bitirdikten sonra o da Medine’ye hareket etmiştir.[216]

Bu iki sahabe, Uhud Savaşı’ndan sonra Kureyşli müşriklerin, Medine’ye zarar vermemesi için yetmiş kişilik bir birliğin başında müşrik ordusunu takip etmiştir.[217]

Tebük Savaşı esnasında Hz. Ebû Bekir ile Zübeyr b. Avvâm birlikte önemli bir görev yerine getirmişlerdir. Hz. Peygamber, Tebük'e doğru hareket edildiğinde, bayrak­lar ve sancaklar bağlatmış; en büyük sancağı Hz. Ebû Bekir’e, en büyük bayrağı ise Hz.

Zübeyr b. Avvâm'a vermiştir.[218]

Talha b. Ubeydullah ile Münasebetleri

Talha b. Ubeydullah, Müslüman olma hadisesini şöyle anlatıyor: ''Busrâ çarşısında bulunuyordum. Baktım ki bir rahip ibadet ettiği yerde şöyle diyordu: "Bu mevsimin ehline sorun bakalım, içlerinde Harem ehlinden kimse var mıdır?" Ben, "Evet ben varım!" dedim. Rahip bana, "Ahmed zuhur etti mi?" diye sordu. Ben de, "Ahmed kimdir?' diye sorunca. O, "Abdullah b. Abdülmuttalib'in oğludur! Bu ay, onun zuhur edeceği aydır ve Resûllerin sonuncusudur. Haremden çıkacak, hurmalık Hare ve Seb- bah'a hicret edecektir. Sakın onu kaçırmayasın (...)" diye cevap verdi. Bu sözlerden çok etkilendim ve derhal yola çıktım, süratle yürüyerek Mekke'ye vardım ve, "Buralarda yeni bir olay var mı?" diye sordum. İnsanlar, "Evet, Muhammedü'l-Emin Peygamber olduğunu ileri sürdü, İbn Ebi Kuhâfe derhal ona uydu." dediler. Ben de beklemeden Ebû Bekir'e vardım, o, beni alıp Rasulullah'a götürdü ve derhal Müslüman oldum. Rasulullah'a Rahib'in dediklerini aktardım(...)" [219]

Başka İbn Hacer'de geçen bir rivayette bu mesele daha detaylı olarak şöyle geçmektedir:

Talha b. Ubeydullah der ki: “Ben Busra panayırına katılmıştım. Bir rahibin, manas-tırında, "Bu panayıra gelenlerden sorunuz. Acaba Harem ehlinden olan kimse var mı?" dediğini duydum. Bunun üzerine "Evet, ben varım" dedim. Rahip, "Acaba şu anda Ahmed sizin aranıza geldi mi?" diye sordu. Ben, "Ahmed de kimdir?" dedim. Rahip, "Abdullah'ın oğlu, Abdülmüttalib'in torunudur. Çıkacağı ay bu aydır ve peygamberlerin sonuncu-sudur. Harem'de doğacak, hurmalık, siyah taşlı ve çorak arazili bir memlekete hicret edecektir. Hemen ona tabi olun" dedi. Rahib'in bu sözleri kalbimde yer etti. Süratle Mekke'ye vardım ve herhangi bir hadisenin olup olmadığını sordum. Bana, "Evet, el-Emin Muhammed b. Abdullah peygamber olduğunu söylüyor ve ibn-i Ebi Kuhafe de ona tabi olmuştur" dediler. Oradan ayrılarak Ebû Bekir'in yanına gittim. O'na, "sen şu kişiye tabi oldun mu?" dedim. Ebû Bekir, "Evet, oldum" dedikten sonra, bana, "Onun yanına git ve ona tabi ol. Çünkü o, hakka davet ediyor." dedi. Ebû Bekir'e rahibin sözlerini söyledikten sonra. Ebû Bekir'le yola çıkarak Peygamber'in huzuruna vardık ve ben Müslüman oldum. Rasûlullah'a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) rahibin sözlerini aktardım. Hz. Peygamber sevindi. Ebû Bekir ve ben Müslüman olduğumuzda, kendisine 'Kureyş'in arslanı' denilen Nevfel b. Huveylid bizi bir iple bağladı. Ben-i Teym buna engel olamadı.” [220]

Hz. Ebû Bekir ile Talha b. Ubeydullah, Ben-i Teym kabilesindedirler. Nevfel b. Huveylid, ikisini bir ipe bağlayıp insanlara göstermek suretiyle işkence yapıyordu.[221] Talha b. Ubeydullah'ın kardeşi olan Osman b. Ubeydullah da onları namazlarından vazgeçirmek, dinlerinden döndürmek için ikisine şiddet uyguluyordu.[222] Müslüman olduğu günlerde Hz. Ebû Bekir ile aynı ipe bağlanarak işkence gördüğünden her ikisi “Karîneyn” [223] diye anılmıştır. [224]

Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), ile Hz. Ebû Bekir’in birlikte hicret ederken, o sırada kervanla Şam'dan gelmekte olan Talha b. Ubeydullah’a rastladıkları aktarılmaktadır. O, Rasû­lullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ve Hz. Ebû Bekir'i Şam elbiselerinden giydirip onlara Medine'deki Müslü­manların haberini verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) beklemeksizin yola çıktı. Talha b. Ubeydullah da Mekke'ye gitti. Ta ki ihtiyaçlarını giderip Hz. Ebû Bekir'in ailesiyle birlikte Mekke'den çıktı ve onlardan sonra Medine'ye vardı.[225]

Başka bir rivayette, yolda Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir ile karşılaşan saha- binin Zübeyr b. Avvâm olduğu zikredilmiştir.[226] Bu rivayetlerde, Zübeyr b. Avvâm'ın Mekke’ye gidip işlerini bitirdikten sonra Medine’ye gittiği nakledilirken Talha b. Ubeydullah’ın da aynı şekilde Hz. Peygaber’le karşılaştıktan sonra Mekkeye gitmiş olduğu, sonra Hz. Ebû Bekir’in ailesini de alıp Medine’ye hicret ettiği söylenebilir.

Belâzürî'nin, Ensâbü’l-Eşrâfındaki bir rivayette ise bu durum farklı bir şekilde geç-mektedir. Buna göre Talha b. Ubeydullah, Hz. Peygamber’den önce Medine’ye hicret etmişti.[227] Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ve Hz. Ebû Bekir için Şam’dan iki beyaz elbise

getirmiş ve o beyaz elbise ile Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Medine’ye girmiştir.[228]

Ensâbü’l-Eşrâf ta geçen rivayet tenkit edilmiştir. Buna göre Talha b. Ubeydullah- 'ın, Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ne zaman hicret edeceği hakkında bilgisi olmadığından, o esnada giymeleri için bu elbiseyi vermesi imkan dışıdır. Daha önce verdiği varsayılsa bile bu duruma kaynaklarda rastlayamadık.

Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hicret esnasında onlardan her ikisiyle karşılaşmasını konu edinen rivayetlerle ilgili olarak denilebilir ki; her ikisi ticaret için Şam’a sürekli gidip geliyordu. Bu da rivayetlerin birbirine karışmış olarak aktarılmasına yol açmış olabilir.

Bu haber ile ilgili rivayetleri toplu olarak incelediğimizde Talha b. Ubeydullah ile Zübeyr b. Avvâm'ın birlikte Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir ile karşılaşmış olması mümkün olabilir. Talha'nın Hz. Peygamber'e elbise verdikten sonra, Mekke’ye giderek işlerini bitirdiği ve Hz. Ebû Bekir’in ailesini de yanına alarak, Medine’ye Hz. Peygam- ber’den (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sonra hicret etmiş olduğu, ailesini daha sonra başka bir sahabiyle getirttiği anlaşılmaktadır.

Talha b. Ubeydullah, Uhud Savaşı’nda kahramanlık gösteren bir sahabidir. Hz. Ebû Bekir, Uhud Savaşı’nda onu yetmişten fazla yerinden yaralanmış halde bulduk­larını söyleyerek [229] Uhud gününden şöyle bahsetmiştir: ''O bir gündür ki hepsi Talha içindir. Biz Rasûlullah'a vardığımızda onu, azı dişi kırılmış ve yüzü yaralanmış halde bulduk. O'nun mübarek yanağına miğferin iki halkası saplanmıştı. Allah Rasûlü, Talha'yı kastederek, "Arkadaşınıza yardımcı olunuz" dedi. Sonra biz Talha'ya vardık. Çukurların birindeydi. Bedeninde yetmiş küsur ok ve kılıç yarası vardı ve parmağı da kopmuştu. Biz böylece onun yaralarını sarmaya başladık.” [230]

Başka bir rivayette yine Hz. Ebû Bekir der ki: '' Uhud Savaşında tüm insanlar Pey- gamber’i bırakıp kaçtılar. O'na yetişen ilk kişi ben oldum. O'nun önünde kendisini savu­narak savaşan bir adam olduğunu gördüm. Talha oradaydı. O'na "Anam babam sana feda olsun" dedim. Peygamber’e ulaştığımızda Talha'nın, Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) önünde yere serildiğini gördük. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bana ve Ebû Ubeyde'ye, Talha'yı kastederek, "Ona bakın, kardeşinizle ilgilenin, o kendisine düşeni yaptı. Ona cennet vacib oldu." buyurdu.[231] Biz de Rasûlullah'ın durumuna baktıktan sonra Talha'ya gittik. Baktık ki bir çukurda. Ona, on küsur darbe isabet etmiş;[232] parmağı kesilmişti. Üzerinde mızrak, kılıç ve ok yarası olmak üzere bir çok yara vardı.[233]

Uhud Savaşı’nda Müslümanlar yenilgiye uğradıklarında, ashâbından bir topluluk Hz. Peygamber'e ölüm üzerine biat etmiştir. Hz. Ebû Bekir ile Hz. Talha da o topluluğun içindeydiler.[234]

Sa'd b. Ebi Vakkâs ile Münasebetleri

Hz. Ebû Bekir ile Sa'd b. Ebi Vakkâs arasındaki münasebet ile ilgili olarak kaynaklarımızda sınırlı bilgiye ulaşabildik.

Hz. Ebû Bekir (ra), Kureyş içindeki saygınlığından faydalanarak güvendiği ve kendisiyle başbaşa kalıp sohbet ettiği kimseleri İslâmiyete çağırmaya başladığında Sa'd b. Ebi Vakkâs O'nun davetiyle İslâmiyeti kabul etmiştir.[235]

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Sa'd b. Ebi Vakkâs'ı kendi dayısı olarak kabul ederdi. İslam'ın ilk zamanlarında Sa'd temiz kalpli, iyi niyetli bir gençti. Putperestlik O'nun gönlünde kök salmamıştı. Bu sebeple Hz. Ebû Bekir, O'nu İslam'a davet ettiğinde henüz on yedi yaşındayken Müslüman olduğu rivayet edilmiştir.[236]

İbn Esir'in rivayetine göre Sa’d b. Ebi Vakkâs, İslâm’a girişini şöyle anlatmıştır: “Müslüman olmadan önce rüyamda kendimi hiçbir şeyi göremediğim karanlık bir yerde gördüm. Bu arada ay doğdu ve ben onun aydınlığına tabi oldum. Benden önce bu aya kimlerin uymuş olduğuna bakıyordum. O kimselerin Zeyd b. Harise, Ali b. Ebî Talib ve Ebû Bekir olduğunu gördüm. Onlara ne kadar zamandan beri burada olduklarını sorduğumda, "Bir saat kadardır" dediler. Araştırdığımda öğrendim ki, Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gizlice İslâm’a davette bulunmaktadır. O'na Ecyad tepesi taraflarında rastladım. Orada namaz kılmaktaydı. Orada İslâmı kabul ettim. Benden önce bu kimselerden başkası

iman etmemişti.” [237]

Hz. Ebû Bekir, Sa’d b. Ebi Vakkâs (r.a) hakkında şöyle demiştir: “Ben, Hz. Peygamber'in Sa'd b. Ebi Vakkâs hakkında 'Rabb'im! Sen O'nun okunu hedefine isabet ettir! Dualarını kabul et ve kendisini insanlara sevdir ' diye dua ettiğini işittim.”[238]

Ebû Ubeyde b. Cerrah ile Münasebetleri

Ebû Ubeyde, Hz. Peygamber’in İslâm’a davete başladığı günlerde Hz. Ebû Bekir vasıtasıyla Müslüman olmuştur. [239]

Mekke'de iken Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman, Zübeyr b. Avvâm gibi güçlü ve zengin Müslümanlar gibi Ebû Ubeyde de Müşriklerin işkence ve zulmüne, çeşitli saldırılarına maruz kalmıştır. [240]

Hz. Peygamber, bir seferinde içlerinde Hz. Ebû Bekir ile Ebû Ubeyde'nin de bulunduğu bir kısım sahabiyle oturuyorken kendisine biraz süt getirildi. Hz. Peygamber de onu Ebû Ubeyde'ye uzatıp, alması için ısrar etmişti. [241]

Hz. Ebû Ubeyde ile Hz. Ebû Bekir arasındaki münasebeti gösteren bir rivayette Hz. Ebû Bekir Uhud Savaşıyla ilgili olarak şunları söylemiştir: ''Uhud günü olduğunda tüm insanlar Peygamberi bırakıp kaçtılar. O'na yetişen ilk kişi ben oldum. O'nun önünde kendisini savunarak savaşan bir adam olduğunu gördüm. Talha oradaydı. O'na "Anam babam sana feda olsun", dedim. Çok geçmeden bir kuş gibi arkamdan yetişen bir ada­mın Ebû Ubeyde olduğunu gördüm. Peygamber’e ulaştığında, Talha'nın, Peygamber'in önünde yere serildiğini gördük. Peygamber, "Kardeşinizle ilgilenin; O, kendisine düşeni yaptı. Ona cennet vacib oldu." buyurdu. Peygamber'in alnının bir tarafında ok yarası vardı. Miğferin halkalarından biri yanağına batmıştı. Ben halkayı çıkarmaya gittim. Ebû Ubeyde bana; "Ey Ebû Bekir Allah aşkına onu bana bırakır mısın!" dedikten sonra halkayı ağzıyla tuttu. Rasûlullah'ı incitmemek için son derece dikkatli ve titiz davranı­yordu. Halkayı ağzıyla çekti. Peygamber'in yüzündeki iki halkadan birini çıkardı; ön dişi düştü, sonra ötekisini çıkardı, bu sefer de öteki ön dişi düştü. Böylece iki ön dişi de

düşmüş oldu. [242] Sonra beraber Talha'ya yöneldik, O'nu tedavi ediyorduk.'' [243]

Başka bir rivayete göre Hz. Ebû Bekir, ''Uhud Savaşı’nda bozgundan sonra ilk dönen bendim. Rasûlullah bana ve Ebû Ubeyde'ye, Talha'yı kasdederek, "Ona bakın" dedi. Biz de Rasûlullah'ın durumuna baktıktan sonra Talha'ya gittik, onu bir çukurda bulduk. Üzerinde mızrak, kılıç ve ok yarası olmak üzere bir çok yara vardı. Parmağı kesilmişti. Onun biraz bakımını yaptık.'' demektedir.[244]

Zatü's-Selasil Seferi’nde Hz. Ebû Bekir, Hz. Ebû Ubeyde’nin komutası altında onun gönüllü bir neferi olarak sefere katılmıştır. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Amr b. As'ı Zatü's- Selasil Seferi için ordunun başına getirmişti. Seferin olduğu yer Suriye yakınlarındaydı. Amr b. As düşmandan çekindi ve Rasûlullah'tan yardım istedi. Rasûlullah da içinde Ebû Bekir ile Hz. Ömer’in olduğu muhacirlerden oluşan gönüllü ordu hazırlayarak, komu­tasını Ebû Ubeyde'ye verdi ve Amr b. Âs'a yardım etmek için gönderdi.[245] Amr b. As, durumları belli olmasın diye gece Müslümanları ateş yakmaktan men edince, Müslü- manlar bundan dolayı zorluk çekip şikayet ettiler. Bu durumu Hz. Ebû Bekir ile Ebû Ubeyde de konuştular. Ebû Ubeyde b. Cerrah şöyle demiştir: “Rasûlullah beni dinleme­nizi ve bana itaat etmenizi emretti.” Hz. Ömer gidip Amr ile konuşmak isteyince Hz. Ebû Bekir ona izin vermemiştir. [246]

Hudeybiye antlaşması yazıldığı zaman alt tarafı Hz. Peygamber ile Süheyl b. Amr tarafından imzalandıktan sonra şahit olarak Müslümanlardan imzalayanlar içinde Hz. Ebû Bekir ile Ebû Ubeyde de bulunuyordu.[247]

Hz. Ebû Bekir, Ebû Ubeyde ile ilgili olarak şu kıssayı nakleder: ''Necran heyeti bize geldiler ve dediler ki: "Ya Muhammed, senin hakkını sana alacak ve bizim hakkı­mızı bize verecek emîn birisini bize gönder!" Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) da, "Hak ile beni gönde­rene yemin olsun ki, size kuvvetli ve emîn olanı göndereceğim" dedi. Başka bir emirliğe heves etmemiştim. Bu yüzden kendimi göstermek için başımı kaldırdım. Fakat Rasûlullah, Ebâ Ubeyde'yi seçerek O'na kalkmasını söyledi.'' [248]

Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatı esnasında Sâideoğullan yurdundaki bey'at toplan­tısında Hz. Ebû Bekir, Müslümanlara halife olması için Ebû Ubeyde’nin adını vermiş, onun Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yanındaki değerini bildirmiştir. Rivayete göre Rasûlullah (s.a.v) vefat edince Ensar, Ben-i Saide yurdunda Sa’d b. Ubâde'ye biat etmek için top­landılar. Bu durumu haber alan Hz. Ebû Bekir derhal yanına Hz. Ömer ile Ebû Ubey- de'yi de alarak onların bulunduğu yere gitti. Onlara, ''Burada ne oluyor?'' diye sorunca, Ensar, ''Bizden bir emir, sizden bir emir olsun'' dediler. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, ''Emirler bizden, vezirler de sizdendir.'' dedikten sonra Hz. Ömer ile Ebû Ubeyde b. Cerrah'ın elinden tutarak, ''Ben sizlere Ömer ile bu ümmetin emini olan Ebû Ubeyde'den birini tavsiye ediyorum.'' demiştir.[249]

Abdurrahman b. Avf ile Münasebetleri

Hz. Ebû Bekir'in Abdurrahman b. Avf ile münasebetine dair birkaç rivayet tespit edebildik.

İman eden ilk kimselerden olduğu rivayet edilmiştir.[250] Abdurrahman bin Avf, Hz. Ebû Bekir'in O'nu İslam'a davet etmesinden sonra Resulullah'a giderek Müslüman olmuştur.[251] Abdurrahman b. Avf ve Hz. Ebû Bekir arasında daha önceden bir dostluk vardı. Bu durum, O'nun Hz. Ebu Bekir'in vasıtasıyla Müslüman olmasını sağlamıştır.[252]

Bedir Savaşı'ndan hemen önce Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), ashabıyla birlikte yola çıktığında yanlarında yetmiş deve vardı. Bu develere iki, üç veya dört kişi sıra ile biniyorlardı.[253] Hz. Ebû Bekir, Abdurrahman b. Avf ve Hz. Ömer bir deveye sırayla biniyorlardı.[254]

Saîd b. Zeyd ile Münasebetleri

Saîd b. Zeyd, Rasûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) cennetle müjdelenenler ile ilgili söylediği hadisi naklederken, Hz. Ebû Bekir'in adını en başta zikretmiştir. [255]

Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem), İslam'ı insanlara anlatmaya başladığı ilk zamanlarda, O'na inananlar oluyor ve onunla ilgili haberler Mekke'de yayılıyordu. Bu dönemde Müslü-manların çoğu, insanları İslam'a gizlice davet etmiştir. Hz. Ebû Bekir ile Saîd b. Zeyd de insanları bu şekilde İslam’a gizlice davet ediyorlardı.[256]

İkisi arasındaki münasebetle ilgili kaynaklarımızda yukarıda geçen rivayetler dışında başka bir bilgi bulunamamıştır.

HZ. ÖMER'İN AŞERE-İ MÜBEŞŞERE'DEN OLAN DİĞER SAHABİ- LERLE MÜNASEBETLERİ

Zübeyr b. Avvâm ile Münasebetleri

Hz. Ömer'in Zübeyr b. Avvâm ile olan münasebetiyle ilgili malumat elde edilememiştir. Sadece Zübeyr b. Avvâm'ın Hz. Ömer ile ilgili olan bir hadis-i şerifi rivayet ettiğini tespit edebildik. Zübeyr'e göre Rasûlulllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hz. Ömer hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah'ım İslam'ı Ömer b. Hattab ile izzetlendir.” [257]

Talha b. Ubeydullah ile Münasebetleri

Talha b. Ubeydullah, Hz. Ömer'den bahsederken O'nun İslam'a ilk giren ve ilk hicret edenlerden olmadığını fakat aralarındaki en zahid ve ahirete en çok rağbet eden kişi olduğunu söylemiştir: [258] Hz. Ömer’den hadis rivayet edenlerden biri de Talha' b. Ubeydullah'dır.[259]

Hz. Ömer de daha sonraları Talha b. Ubeydullah hakkında konuşurken, O'nun Uhud Savaşı’nda günün en büyük adamı olduğunu söyleyerek O'nu övmüştür.[260]

Uhud Savaşı’nda Müslümanlar Hz. Peygamber'in öldüğü şayiasından sonra dağıl­maya başlamışlardı. O esnada Enes b. Nadr adlı sahabi, Hz. Ömer ile Talha b. Ubeydullah'ın oturan ensar ve muhacirlerin içinde olduğunu görünce onlara: ''Neden oturuyorsunuz?'' diye sorar. Onlar da “Rasûlullah öldürüldü.'' cevabını verirler. O da: ''Daha artık yaşamak mı istiyorsunuz? Kalkın, Rasûlullah'ın öldüğü dava uğruna siz de ölün!'' demiş ve sonra düşmana dönerek, öldürülünceye kadar savaştıkları rivayet edilmiştir. [261]

İbn-i Hacer, Rasûlullah'a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Uhud savaşında Müslümanlar yenilgiye uğradık­larında, içinde Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvâm ve Sa'd b. Ebi Vakkâs'ın olduğu ashâbdan bir topluluğun ona ölüm üzerine biat ettiklerini nakletmektedir. [262]

Talha b. Ubeydullah ile Hz. Ömer’in Hendek Savaşı’nda beraber olduklarını akta­ran bir habere göre Hz. Aişe (ra) onlarla ilgili şunları anlatmıştır: “Sa'd yanımdan geçip gittikten sonra oturduğum yerden kalktım, zorlukla bir bahçeye girdim. Orada Ömer b. Hattab ile miğferinden ancak gözleri görünen biri bulunuyordu. Ömer beni görünce, "Sen atılgan ve cesursun, seni buraya ne gibi bir şeyin getirmiş olduğunu biliyor musun? Burada kıvrılır veya bir belaya çatabilirsin" diye beni azarlamaya devam etti. Ömer'in yanındaki zat miğferini açtığı vakit O'nun Talha olduğunu anladım. Talha bunun üzerine, Ömer'e dönerek şöyle dedi: "Sen kaçmak ve kıvrılmak tabirlerini çok kullandın, sadece Yüce ve Aziz olan Allah’a sığınılır."[263]

Bu konuyla ilgili başka bir rivayette Talha b. Ubeydullah'ın Hz. Ömer'e söyledikleri biraz farklılık arzetmektedir. Buna göre Hz. Âişe şunları anlatmıştır: “Ben kendimi bir bahçeye attığımda aralarında Ömer b. Hattâb ve üzerinde bir miğfer bulu­nan bir adamın da bulunduğu Müslümanlardan bir grubun olduğunu gördüm. Ömer bana "Nereden geldin, Allah iyiliğini versin! Vallahi, sen gerçekten çok cüretkarsın! Bir felakete uğramayacağından emin misin?" deyip beni o kadar kınadı ki yerin yarılıp dibine geçmeyi istedim. Miğferli zat, miğferini yukarı doğru kaldırınca O'nun Talha b. Ubeydullah olduğunu gördüm. Bunun üzerine Talha, Hz. Ömer'e şöyle dedi: "Ey Ömer! Allah iyiliğini versin! Sen bugün ne kadar çok şey söylüyorsun! Doğru ve isabetli görüşlülük veya Allah'a doğru kaçış nerede kaldı! [264]

Sa'd b. Ebi Vakkâs ile Münasebetleri

Yaptığımız araştırmada Hz. Ömer ile Sa'd b. Ebi Vakkâs arasındaki münasebetler ile ilgili olarak bir kaç haber tesbit edebildik.

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Uhud Savaşı’nda şehit düşen Vehb b. Kabes el-Müzeni'yi defnederken Hz. Ömer ile Sa’d b. Ebi Vakkâs, Rasûlullah'ın Vehb’e gösterdiği alakayı görünce şöyle demekten kendilerini alamamışlardır: ''Allah'a, el-Müzeni gibi bir hal üzere kavuşmak, bize olduğumuz hal üzere ölmekten çok daha hoş gelmektedir.” [265]

Sa'd b. Ebi Vakkâs, Hz. Ömer’i anlatıp onun üstünlüğünü teyid ederken; şahid olduğu bir durumla ilgili olarak Rasûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) O'nun hakkında şöyle buyurduğunu aktarmıştır: "Ey İbnü’l-Hattab, nefsimi elinde bulundurana yemin ederim ki, şeytan sana rastlayınca hiçkimsenin kaçmayacağı şekilde senden kaçar." [266]

Sa'd b. Ebi Vakkâs, bir defasında Hz. Peygamber'in yanında Kureyşli bazı kadınların yüksek sesle konuştuklarını, bu esnada Hz. Ömer'in sesini duyduklarını ve suspus olduklarını, Rasûlullah'ın da buna güldüğünü anlatmıştır.[267]

Ebû Ubeyde b. Cerrah ile Münasebetleri

Hz. Ömer ile Ebû Ubeyde'nin münasebetiyle ilgili olarak İslamiyet’in ilk yıllarında ikisine ait ortak bir husus görülmektedir. Buna göre Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bir süre insanları İslam'a gizlice davet etmişti. Hz. Ömer ile Ebû Ubeyde ise İslam’ın ilk ortaya çıkışıyla birlikte insanları İslam’a aşikâr davet etmişlerdir. [268]

Her iki sahabenin Hz. Peygamber’le (salla’llâhü aleyhi ve sellem) birlikte olduğunu gösteren bir habere göre, Hz. Peygamber, Ebû Ubeyde’ye ikramda bulunmuş, Hz. Ömer de bunu görmüş­tür. Hz. Peygamber, içlerinde Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Ebû Ubeyde'nin de bulun­duğu bir sahabe grubuyla otururken kendisine bir bardak süt getirildi. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onu alıp Ebû Ubeyde'ye uzatarak alması için ısrar etmiştir. [269]

Amr b. As'ın Zatü’s-Selasil Gazası esnasında Hz. Ömer, Hz. Ebû Ubeyde'nin komuta ettiği birlikte yer almıştır. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Amr'ı bir ordu ile Suriye tarafına göndermişti. Amr b. As, buraya vardığında, Hz. Peygamber’den (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yardım istemek üzere adam gönderdi. Hz. Peygamber de ona Ebû Ubeyde b. Cerrah komutasında, içinde ilk muhacirler ve Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'in de olduğu bir ordu göndermiştir.[270] Zatü’s-Selasil Seferi’nde Ebû Ubeyde ordunun komutasını Amr b. el-As'a bırakınca bu durum Hz. Ömer'in zoruna gitmiş, Ebû Ubeyde'ye şöyle demiştir: ''Sen nasıl oluyor da Nabiğa'nın oğlunun emrine girip onu hem kendine ve hem de Ebû Bekir'le bizlere emir yapabiliyorsun? Bu yaptığın doğru bir şey midir?'' Ebû Ubeyde ise O'na ''Hz. Peygamber bana da, Amr'a da birbirimize isyan etmememizi emretmiştir. Ben ise itaat etmediğim taktirde Hz. Peygamber'e isyan etmiş olmaktan korktum. Böylece benimle O'nun arasına halk girecek ve aramızda büyük bir anlaşmazlık da meydana gelecektir. Allah'a yemin ederim ki dönünceye kadar O'na itaate devam edeceğim'' cevabını vermiş, Hz. Ömer de ona uymuştur.[271]

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Seriyyetü'l-Habat adlı seferde, Ebû Ubeyde'yi üç yüz kişilik bir ordunun başına komutan tayin ederek onu Medine ile beş gecelik mesafede olan Cüheyne kabilesine göndermişti. Hz. Ömer de orduda O'nunla beraberdi. Onlar açlığa tutulunca yaprak yiyerek, denizden çıkan büyük bir balina ile beslenmişler, daha sonra Medine'ye dönmüşlerdir.[272]

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) rahatsızlanmadan hemen önce bir ordu hazırlamıştı. Hz. Ömer ve Ebû Ubeyde, Usame b. Zeyd'in komutasındaki bu ordudaydılar. Üsame b. Zeyd ordusuyla birlikte yola çıkacağı sırada annesi Ümmü Eymen O'na, Hz. Peygam- ber'in ölüm halinde olduğunu haber verdi. Bunun üzerine seferden vazgeçen Üsame b. Zeyd, yanına Hz. Ömer ile Hz. Ebû Ubeyde'yi de alarak Medine'ye dönmüştür.[273]

Rivayetlere göre Hz. Peygamber (s.a.v) vefat edince, Ensar, Beni Saide Sakîfe- sinde Sa’d b. Ubâde'ye biat etmek için toplanmış bulunuyorlardı. Bu haberi alan Hz. Ebû Bekir, yanına Hz. Ömer ile Ebû Ubeydeyi alarak onların bulunduğu yere gitti. Oraya vardıklarında Hz. Ebû Bekir, ''Burada ne oluyor?'' diye sorunca, Ensar, ''Bizden bir emir, sizden bir emir olsun'' dediler. Hz. Ebû Bekir de, ''Emirler bizden, vezirler de sizdendir. Ben sizlere Ömer ile bu ümmetin emini olan Ebû Ubeyde'den birini tavsiye ediyorum.'' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer, ''Peygamber'in öne geçirdiği iki ayağı, hanginiz gönül hoşluğuyla geride bırakabilir?'' dedikten sonra Hz. Ebû Bekir'e biat ediverdi. Diğer Müslümanlar da onu takip ederek biat ettiler.[274]

İbnü’l-Cevzî, biat olayıyla ilgili olarak ayrıca şunları aktarmaktadır: ''Rasûlullah vefat edince Hz. Ömer, Ebû Ubeyde'ye geldi ve "Elini uzat sana biat edeyim; çünkü Rasûlullah'ın dili ile bu ümmetin emini sensin." dediğinde Ebû Ubeyde, Ömer'e şöyle demiştir: "Müslüman olduğundan beri senin için böyle bir düşüklük görmedim; içinizde Sıddık ve ilkinin ikincisi varken bana mı biat ediyorsun?'' [275]

Abdurrahman b. Avf ile Münasebetleri

Yaptığımız araştırmada Hz. Ömer ile Abdurrahman b. Avfın münasebetine dair birkaç rivayet tesbit edebildik.

Bedir Savaşı’ndan hemen önce Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Ramazan’ın üçüncü günü Müslümanlarla birlikte yola çıkmıştı. Bu esnada yanlarında bulunan yetmiş deveye iki, üç veya dört kişi nöbetleşe biniyorlardı.[276] Hz. Ömer ve Abdurrahman b. Avf da aynı şekilde bir deveye nöbetleşe biniyorlardı.[277]

Bir rivayete göre Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir gün içinde Abdurrahman b. Avfın da bulunduğu bir topluluğa deri peştamal dağıttı. Abdurrahman b. Avfa ise bir şey verme­di. Ağlayarak oradan çıkan Abdurrahman b. Avfa Hz. Ömer rastladı ve "Niye ağlıyor­sun?" diye sordu. Abdurrahman da O'na şöyle cevap verdi: " Korkarım ki Rasûlullah el­biseyi üzerimde buldu ve bu yüzden bana peştemal vermedi." Bunun üzerine Hz. Ömer, Hz. Peygamber'e giderek bu durumu O'na anlattı. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) de, Hz. Ömer'e şöyle dedi: "Ben, O'na kızgın falan değilim, bilakis elbise konusunda onu kendi imanına bırakıyorum."[278]

Abdurrahman b. Avf, bir yerin paylaşımıyla ilgili olarak “Rasûlullah, filan araziyi

ikta olarak benimle Ömer b. el-Hattab arasında paylaştırdı...'' demiştir.[279]

Saîd b. Zeyd ile Münasebetleri

Hz. Ömer ile Saîd b. Zeyd arasında akrabalık bulunmaktadır. Şöyle ki, Saîd b. Zeyd, Hz. Ömer'in eniştesi olup, aynı zamanda onun amcazâdesidir.[280]

Hz. Ömer'in Müslüman olmasıyla ilgili nakledilen rivayetlerde O'nun Saîd b. Zeyd ile olan münasebeti önemli bir detay olarak karşımıza çıkmaktadır. Rivayete göre Hz. Ömer, Hz. Peygamber'e zarar verme kastıyla hareket edip yola çıktığında önce kız kardeşinin evine uğradı. Bu esnada Habbab b. Eret, bu evde ''Tâhâ'' ve ''Şems'' surelerini onlara öğretiyordu. Hz. Ömer içeri girince kız kardeşi Fatıma, O'nun bir kötülük yapacağını anlayarak hemen Kur'an sayfasını sakladı. Habbab b. Eret’i de hemen evin bir köşesine gizledi. Hz. Ömer, Fatıma'ya, ''Siz bir şey mi okuyordunuz?” diye sordu­ğunda Fatıma, ''Aramızda konuşulanın dışında başka bir konuşma yok.'' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer O'nu dövdü ve konu açığa kavuşmadıkça gitmeyeceğine dair yemin etti. Eniştesi Saîd b. Zeyd de, ''Ey Ömer, Hak, ondan başka olsa da, sen herkesi asla istediğin istikamette toplayamazsın.'' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer sinirlenerek hemen onun üzerine yürüdü ve onu altına aldı. Fatıma, Hz. Ömer ile kendi kocası arasına girmeye çalıştı. Ama Hz. Ömer O'nu iterek başını yaraladı. Kız kardeşi kendi başından gelen kanı görünce, ''Ey Ömer!, Şehadet ederim ki O’ndan başka ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed O'nun Rasûlüdür. Yapmak istediğine devam et, ne yapmak istiyorsan devam et.'' dedi. Hz. Ömer bunu duyunca durdu.[281]

Diğer bir rivayette Hz. Ömer'in Müslüman olma meselesi ikisinin münasebeti açısından şöyle geçmektedir. Hz. Ömer'in kız kardeşi Fatıma, Saîd b. Zeyd ile evliydi. O ve kocası Müslüman olmuştu. İkisi de Müslüman olduklarını Hz. Ömer'den gizliyor­lardı. Hz. Ömer'in aşiretinden olan Nuaym b. Abdullah da Müslüman olmuştu, O da Müslüman olduğunu korktuğu için gizliyordu. Bu arada Habbab b. Eret, Fatıma'nın evine gelir ve O'nlara Kur'an öğretirdi.'' [282] Bir gün Hz. Ömer, kılıcını kuşanarak Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile ashabına gitmek için yola çıktı. Onların Safa Tepesi yanında bulu­nan bir evde toplandıklarını duymuştu. Müslümanlar kırk kişi kadar idiler. Rasûlullah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yanında amcası Hz. Hamza, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali vardı. Habeşistan'a gideme­yen bazı Müslüman erkekler onunla beraberdi. Hz. Ömer yolda Nuaym b. Abdullah ile karşılaştı, Nuaym ona nereye gittiğini sorduğunda O, "Muhammed'e; şu Kureyş'in arasını açan, aklını beğenmeyen, dinini kınayan ve tanrılarına söven sapığa, Muham­med'e gidiyorum, onu öldüreceğim", cevabını verdi. Nuaym de ona, "Allah'a yemin ederim ki, nefsin seni aldatmıştır. Ey Ömer, Muhammed'i öldürürsen Abdimenaf oğulla­rının seni yeryüzünde dolaşmaya bırakacaklarını mı sanıyorsun? Sen ev halkına dön de onları düzelt!" dedi. Hz. ömer, "Ne ev halkı?" deyince, Nuaym, "Enişten ve amcanın oğlu Said b. Amr ile kız kardeşin Fatıma. Allah'a yemin ederim ki onlar Müslüman oldu. Sen Onlara bak", dedi. Ömer bunun üzerine kız kardeşine gitmek üzere döndü. O esnada kardeşinin evinde Habbab b. Eret de vardı, yanındaki Tâhâ suresinin olduğu bir sayfayı ikisine okutuyordu. Habbab b. Eret, Hz. Ömer'in sesini duyunca odanın birinde saklandı. Fatıma da sahifeyi dizinin altına koydu. Ömer eve yaklaştığı zaman Habbab'ın okuduklarını duymuştu. İçeri girince; "O duyduğum mırıltı da (bu anlaşılmayan ses) ne idi?" dedi. Onlar da, "Hayır, Sen bir şey duymadın!" dediler. Hz. Ömer, "Hayır, vallahi Muhammed'in dinine girdiğinizi haber aldım!" diyerek eniştesi Saîd bin Zeyd'e vurdu ve onu yere yatırdı. Kız kardeşi Fatıma O'nu kocasının üzerinden kaldırmak için davranınca Hz. Ömer O'na da vurup başını yaraladı. Bunun üzerine her ikisi: "Evet, Müslüman olduk, Allah'a ve Resûl'üne inandık, ne yapacaksan yap!" dediler. Hz. Ömer, kardeşinin başından akan kanı görünce yaptığından pişmanlık duyarak, "Bana az önce duyduğum Kur'an sayfasını ver, Muhammed ne getirmiş, bakacağım." dedi. Kız kardeşi, "Sahife için senden endişe ediyoruz." deyince Hz. Ömer, "Korkma!" diyerek, okuduktan sonra sahifeyı geri vereceğine yemin etti. [283] Bunun üzerine kız kardeşi O'nun Müslü­man olacağını ümit ederek, "Kardeşim, sen müşriksin, ona ancak temiz olanlar el sürer." dedi. Hz. Ömer de kalkıp yıkandıktan sonra kız kardeşi sahifeyi O'na verdi. [284] Hz. Ömer sahifeyi okudu ve, "Bu ne kadar güzel ve ne kadar kıymetli söz!" dedi. Habbab b. Eret bunu duyunca saklandığı yerden çıkarak, "Ey Ömer, yemin ederim ki Allah, Rasûlullah'ın özellikle senin için ettiği duayı kabul etti, dün; 'Allah'ım, İslam'ı Ebu’l- Hakem b. Hişam yahut Ömer b. Hattab ile destekle!' diye dua ettiğin duydum. Ey Ömer Allah'tan kork! Allah'tan kork!" dedi. Hz. Ömer de ona, "Ey Habbab, bana Muham- med'in yerini göster, ona gidip Müslüman olacağım." dedi. Bunun üzerine Habbab, "O, Safa tepesinin yanında bir evdedir, yanında bir bölük ashabı vardır." dedi. Hz. Ömer de Hz. Peygamber'in ashabıyla birlikte bulunduğu yere doğru yola çıktı ve orada Müslü­man oldu.[285]

Buna göre Hz. Ömer, eniştesi Saîd b. Zeyd'in yanında Müslüman olmaya karar vermişti. Saîd b. Zeyd, Hz. Ömer'in, Müslüman olmadan önce kendisine İslam'a girdi­ğinden dolayı eziyet ettiğini de söylemiştir. [286]

Başka bir rivayete göre Hz. Ömer'in, eniştesi Hz. Saîd b. Zeyd'i dövme hadisesi olmamıştır. Buna göre Hz. Ömer, ''Hayır, Allah'a yemin ederim ki, ikinizin de Muham- med'in dinine tabi olduğunuzu haber aldım.'' dedikten sonra eniştesi Saîd bin Zeyd'in yakasına sarıldı. Kız kardeşi Fatıma, O'nu kocasının üzerinden itmek için araya girince, Hz. Ömer kız kardeşine vurdu ve onun yüzünü yaraladı. Böyle yapması üzerine kardeşi ile eniştesi, Hz. Ömer'e, "Evet, Müslüman olduk, Allah ve Rasûlüne iman ettik, elinden geleni yap!" dediler. Hz. Ömer, kanı görünce yaptığına pişman oldu ve geriledi. [287]

Zuhrî, Hz. Ömer'in Müslüman oluşunu naklederken Saîd b. Zeyd'den bahsetme­miştir.[288]

Hz. Ömer’in Müslüman oluşuyla ilgili diğer bir rivayete göre İslam dinine girişi farklı bir şekilde gerçekleşmiştir. Buna göre o, bir gece şarap içmek için arkadaşlarını aramış, kimseyi bulamayınca Kâbe’ye gitmişti. Orada Hz. Peygamber’in namaz kıldı­ğını görünce Kâbe’nin örtüsü altına saklanarak ona yaklaştı. Bu esnada Hz. Peygamber Hâkka sûresinden okuyordu. Kureyşlilerin Kur’an için söyledikleri, “Şairlerin, kâhin­lerin veya Muhammed’in uydurmasıdır” şeklindeki sözlere cevaplar veren Hâkka sûre­sinin 41-46. âyetlerini[289] duyunca Müslüman olmaya karar vererek Hz. Peygamber’i takip etti. Hz. Peygamber, evine girmeden önce onu farkedip, “Ne var yâ Ömer?” diye sorunca, Hz. Ömer, “Allah’a, Rasûlüne ve onun Allah katından getirdiği şeylere iman etmeye geldim.” şeklinde karşılık verdi. Rasûlullah, (salla’llâhü aleyhi ve sellem) da O'na, “Ey Ömer! Allah sana hidayet nasip etti.” diyerek göğsünü sıvazladı ve imanda sebat etmesi için O'na dua etti.[290]

Bir araştırmacı, Hz. Ömer’in, Hz. Peygamber’i öldürme niyetiyle yola çıkıp da neticede eniştesi Saîd b. Zeyd'in evinde, Habbab’ın okuduğu Kur’an’ı dinlemesinden sonra Müslüman olması ile ilgili rivâyetin, sâdece târih kitaplarında geçmekte olduğunu, hadis kitaplarında geçmediğini tespit ettiğinden bahseder. Araştırmacı, Hz. Ömer’in Müslüman olmasıyla ilgili bizzat Hz. Ömer'in rivâyet etmiş olduğu diğer rivayetin ise hadis kitaplarından Ahmet b. Hanbel’in (v.h.241) "Müsned"inde mevcut olup; diğer hadis kitaplarında geçmediğini, ayrıca bu rivâyetin tarih kitaplarında da yer almadığını ifade etmiştir. [291]

Fayda, Birinci rivâyetin -çok yaygın olmasına rağmen- ikinci rivâyetle çelişmesi ve o dönemin sosyal yapısı gereği nedeniyle târihsel bir vâkıa olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığını ileri sürmüştür. İkinci rivâyet, târih kitaplarının yanı sıra Ahmet b. Hanbel’in Müsnedi’nde de yer almıştır. İkinci rivâyetin, tercihe şâyan olduğu savunul-muştur. Hz. Ömer'in Müslüman olmasının Peygamberimizin, " Ya rabbi! İslam’ı Ömer b. Hattab veya Amr b. Hişam ile teyit et" duasının bir sonucu olduğu belirtilmiştir.[292]

Hz. Ömer ile Saîd b. Zeyd arasında daha başka vesilelerle çeşitli münasebetler yaşanmıştır. İkisi birgün Rasûlullah'a gelerek Saîd'in ölmüş olan babası Zeyd'in duru­munu sorduklarında; Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onlara, ''Allah, Zeyd’i bağışlasın ve O'na merha­met etsin. O, İbrahim'in dini üzere vefat etti.'' şeklinde cevab vermiştir.[293]

İbn İshak'a göre de Saîd b. Zeyd ile Hz. Ömer, Hz. Peygamber'e (salla’llâhü aleyhi ve sellem); “Zeyd b. Amr için bağışlanma dileyelim mi?” diye sorduklarında, Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) O'nlara şöyle cevap vermiştir: “Evet, çünkü o tek başına bir ümmet olarak diriltilecektir”.[294]

Hz. Ömer, Medine'ye hicret ettiğinde kabilesinden Müslüman olanlarla Saîd b.

Zeyd onunla beraber olmuşlardır.[295] Hz. Ömer hicret edip Medine’ye geldiğinde; Saîd bin Zeyd'le beraber kendi ailesinden, kavminden ona katılanlar ile birlikte Küba'da Amr b.Avf oğullarından Rifaa b. Abdülmünzir b.Zübeyr'in yanında kalmışlardır.[296]

2.3. HZ. OSMAN'IN AŞERE-İ MÜBEŞŞERE'DEN OLAN DİĞER SAHABİ- LERLE MÜNASEBETLERİ

Hz. Osman’ın Aşere-i Mübeşşere’den olan diğer ashabla arasındaki münase­betlerle ilgili kaynaklarımızda çok az rivayete rastlayabildik. Şimdi bu rivayetlere bakalım.

Zübeyr b. Avvâm ile Münasebetleri

Habeşistan'a hicret eden ilk kafile içinde Hz. Osman, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf beraber idiler. Hitti, onlara Hz. Osman'ın başkanlık ettiğini söylemişse de [297] İbn Hişâm'a göre başlarında Osman b. Mazun vardı.[298] Habeşistan'a ilk hicret edenler içinde Hz. Osman ile Hz. Zübeyr'in beraber olması ve Habeşistan'da bulunmaları [299] aralarındaki yakınlığın artmasına sebep olmuş olabilir.

Kureyş’in Müslüman olduğu haberini duyan Hz. Osman, Zübeyr b. Avvâm ile diğer birçok sahabe aynı şekilde Habeşistan'dan Mekke’ye birlikte geri dönmüşlerdir.[300]

Talha b. Ubeydullah ile Münasebetleri

Hz. Osman, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm'ın birlikte Müslüman oldukları rivayet edilmiştir. Onlar, Hz. Peygamber'e geldiklerinde Hz. Peygamber, İslam’dan bahsederek Kur'an okudu ve Onlara Allah'ın ikramını vaat etti. Bunun üzerine üçü iman edip Hz. Peygamber'i tasdik ettiler.[301]

Talha b. Ubeydullah, Hz. Osman ile ilgili olarak Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: ''Her nebinin bir arkadaşı vardır. Benim cennetteki arkadaşım Osman'dır." [302]

Abdurrahman b. Avf ile Münasebetleri

Hz. Peygamber sahabileri arasında iki defa kardeşlik bağı kurmuştur. Birincisinde, hicretten önce Muhacirleri birbirleri ile kardeş yapmıştı.[303] Mekke'de Hz. Osman ile Hz. Abdurrahman b. Avfı birbiriyle kardeş ilan etmişti.[304]

Cahiliye döneminde geçen bir olayla ilgili aktarılan rivayete göre Hz. Osman ile Hz. Abdurrahman gençliklerinde birlikte bir seferde bulunmuşlardı. Buna göre Ku- reyş’ten Avf b. Abdimenaf, Affan b. Ebi’l-As'ın olduğu Kureyşli bir topluluk Yemen'e ticaret için gitmişti. Affan'ın yanında oğlu Osman, Avfin yanında da oğlu Abdurrahman vardı. Yemen’den dönerken orada ölmüş olan Cezime b. Amir oğullarından birinin malını mirasçılarına getirmek için develerine yüklediler. O sırada topluluktan Halid b. Hişam adlı kişi, bu malın kendisinin olduğunu iddia edince diğerleri malı vermek iste­mediler. Bunun üzerine Halid b. Hişam, aşiretinden kimselerle birlikte onlarla çatıştı. Bu çatışmada Abdurrahman’ın babası olan Avf öldürülürken, Affan b. Ebi’l-As, oğlu Hz. Osman ve Abdurrahman b. Avf kurtuldu. Abdurrahman b. Avf da bu çatışmada babasının katili Halid b. Hişam'ı öldürdü.[305] Bu rivayete bakarak ikisi arasındaki münasebetin çok önceye dayandığını söyleyebiliriz.

Hz. Osman ile bazı Müslümanlar Habeşistanda iken Kureyş’in Müslüman olduğu haberi onlara ulaştığında Hz. Osman, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf ve diğer birçok sahabe birlikte geri dönmüşlerdir. [306]

Hz. Osman’ın Saîd b. Zeyd, Sa’d b. Ebi Vakkâs ve Ebû Ubeyde b. Cerrah ile Münasebetleri

Hz. Osman’ın bu sahabilerle olan münasebetiyle ilgili herhangi bilgi ve habere ulaşılamamıştır.

2.4. HZ. ALİ'NİN AŞERE-İ MÜBEŞŞERE'DEN OLAN DİĞER SAHABİ-LERLE MÜNASEBETLERİ

Zübeyr b. Avvâm ile Münasebetleri

Hz. Zübeyr’in annesi Safiyye, Hz. Ali’nin halasıdır. Bu yakınlık ikisi arasındaki münasebete de yansımıştır. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) önemli işlerde bu iki değerli sahabisini birlikte görevlendirirdi. Bunlardan biri Bedir Savaşı öncesinde olmuştur. Hz. Peygam­ber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Bedir Savaşı öncesinde Hz. Ali'yi, Zübeyr b. Avvâm ve Sa'd b. Ebi Vakkas ile birlikte Bedir civarına göndererek kendisine haber getirmelerini istedi. Onlar, Kureyş ordusuna su götürmekte olan bir grubu yakalayıp Hz. Peygamber'e getirdiler.[307] Bu esnada Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) namaz kılmakta idi. Sahabiler bu yakladıkları kişileri sorguya çektiler. O'nlar, ''Biz Kureyş'in sucularıyız, onlara su bulup götürmek üzere bizi göndermişlerdi.'' dediyseler de, Müslümanlar buna inanmayıp Ebû Süfyan'dan haber vermeleri için O'nları dövmeye başladılar. Bu sefer, ''Evet, biz Ebû Süfyan'ın adamları­yız.'' deyince sahabiler O'nlara vurmayı bıraktı. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) namazını bitirince, ''Bu iki kişi size doğru söylediklerinde onları dövdünüz, yalan söyleyince de bıraktınız. Doğru söylediler. Gerçekten bunlar Kureyş'in sucularıdır. Allah'a yemin ederim ki On­lar Kureyş'e aittir. O ikisine: ''Bana Kureyş'ten haber verin." diye buyurdu.[308]

Her iki sahabi, Hz. Peygamber'in yanındayken O'nu yalnız bırakmamışlardır. Ya'kubi’ye göre, Uhud'da Müslümanlar yenilgiye uğrayıp dağılınca Rasûlullah’ın yanında sadece Hz. Ali, Zübeyr ve Talha kalmıştı.[309]

İbn Sa'd, Uhud Savaşı’nda Hz. Hamza şehid edildiğinde; kız kardeşi Safiyye'nin O'nu aramaya koyulduğunu ve Hz. Ali ile Zübeyr'e rastladığını söylemiştir. Hz. Ali, Zübeyr'e, ''Annene sen söyle.'' deyince Zübeyr, ''Hayır hayır, halana sen söyle!'' diyerek bunu kabul etmemiştir. Hz. Safiye, ''Hamza ne yaptı?'' diye sorduğunda ise bir şey bilmediklerini söylemişlerdir.[310]

Hz. Peygamber’in yanında yer alan bu iki sahabi seferlerde de birlikte görevler ifa etmişlerdir. Hendek Savaşı’nda Amr b. Abdivüd ile birkaç kişi hendekten Müslüman­ların tarafına geçip Müslümanlara meydan okuyunca Hz. Ali, Amr b. Abdivüd'e karşılık vermek için Hz. Peygamber'den müsaade istemiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) O'na kalkan ile kılıcını verdi ve, ''Allahım! O'nun (Amr) hakkından gel.'' buyurdu. İbn Sa'd, Hz. Ali ile Zübeyr b. Avvâm'ın hasımlarını yere serdikten sonra Rasûlullah'a döndüklerini aktarmaktadır.[311]

Hz. Ali, Hendek Savaşı esnasında Zübeyr b. Avvâm ile ilgili olarak Rasûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu söylemiştir: ''Her Peygamber'in bir havârisi vardır; benim havârim de Zübeyr b. Avvâm'dır.'' [312]

İbn Hişâm, Beni Kureyza Savaşı’nda Hz. Ali ve Hz. Zübeyr'in birlikte öne çıktıklarını ifade etmiştir. Hz. Ali, Kureyzaoğullarını kuşattıkları sırada; "Ey iman taburu!" diye seslendikten sonra Zübeyr b. Avvâm ile birlikte öne çıkarak, "Vallahi bugün ya Hamza'nın tattığını ben de tadarım ya da kalelerini fethederim' demiştir." [313]

Taberî'ye göre Kureyza Savaşı’ndan sonra Rasulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), esirlerin cezalandı­rılması görevini Hz. Ali ve Zübeyr'e vererek kendi önünde esir Kureyza'lıların cezasının infazını sağlamıştır.'' [314]

Bir diğer olayda da bu iki sahabinin birlikte görev üstlendikleri ve yardımlaştıkları rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hayber'in fethinden sonra Vâdiu'l-Kura denilen yere geçerek ashabını savaşa hazırladı ve karşısındakileri İslam'a davet etti. Onlardan bir adam çıkıp meydan okumaya başladı. Bunun üzerine Zübeyr b. Avvâm O'nu öldür­dü. Sonra başka biri çıktı, O'nu da öldürdü. Üçüncü çıkan kişiyi de öldürdü. Dördüncü bir kişi çıktığında, karşısına bu sefer Zübeyr b. Avvâm’ın yardımına koşan Hz. Ali çıkarak onu öldürdü.[315]

Mekke'nin fethi öncesinde de her ikisi, Hz. Peygamber'in verdiği bir görevi birlikte yapmışlardır. Hz. Peygamber'in Mekke’yi fethetmesinden önce Hatıb b. Ebi Beltaa adlı bir sahabi, Kureyş’e bir mektup yazarak, Rasûlullah'ın Mekke'yi fethetmeye hazırlandığını bildirmek istemişti. Hatıb b. Ebi Beltaa, Kureyş'i Hz. Peygamber'in bu hazırlığından haberdar etmek üzere onlara bir mektup yazarak bir kadına verdi. Onu

Kureyş'e götürmesi için kadına ona ücret de ödedi. Kadın, mektubu alarak yola koyuldu. Bunun üzerine Cebrail (as), Hz. Peygamber'e, Hatıb'ın yaptığı şeyi haber verdi. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu durum karşısında Hz. Ali ile Zübeyr b. Avvâm'ı göndere-rek kadına yetişip mektubu getirmelerini söyledi. Rivayete göre ikisi yola çıkıp Hulayka [316] denilen yerde kadına yetiştiler. Kadın'ı devesinden indirdiler, yükünü araştırdılar. Fakat bir şey bulamadılar.[317] Hz. Ali, kadına Rasûlullah'ın asla yalan söyleyemeyece-ğini, kendilerinin de yalan söylemediklerini belirterek ondan mektubu vermesini istedi. Kadın onların ciddi olduklarını görünce mektubu çıkarıp verdi. Mektup Hz. Peygamber'e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) getirildi. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hatıb'ı çağırdı ve: ''Ey Hatıb, neden böyle yaptın?'' diye sordu. O: “Ya Rasûlallah, Allah'a yemin ederim ki ben Allah'a ve Resûl'üne iman eden biriyim, imanımı da değiştirmedim ve de bozmadım; ancak ben, o kavmin arasında ne aslı ne de aşireti olmayan bir birisiyim. Benim onların arasında çocuklarım ve ailem var,” dedi. Bunu gören Hz. Ömer, “Ya Rasûlallah, beni bırak, onun boynunu vurayım, bu adam münafık oldu.” dedi. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) de, “Ne biliyor­sun, Ya Ömer! belki Allah, Bedir'e katılanların kalbine baktı da; ‘Ne yaparsanız yapın, sizi bağışladım.' buyurdu” dedi. Bu durum üzerine Allah Teala, Hatıb b. Ebi Beltaa hakkında ayet [318] indirdi.'' [319]

Hz. Ali (r.a), bizzat kendi kulağıyla işittiğini söyleyerek Hz. Peygamber'in Zübeyr b. Avvam için şöyle buyurduğunu söylemiştir: ''Talha ve Zübeyr cennet komşularım­da!''[320]

İbn Sa'd'a göre Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bir göreve gönderdiği Hz. Zübeyr b. Avvâm'a bir mektup göndermek isteyince Hz. Ali'ye ''Bu mektup, Allah'ın elçisi Muhammed'den Zübeyr b. Avvâm'adır." şeklinde başlayan bir mektup yazdırmıştır.[321]

Hz. Peygamber'in vefat ettiği gün Beni Saide gölgeliğinde Hz. Ebû Bekir'e biat edildiğinde Hz. Ali ile Zübeyr b. Avvâm'ın birlikte hareket ettikleri rivayet edilmiştir. İbn Hişâm, Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefat edince Ensar topluluğunun Saide oğulları gölgeliğin­de Sa'd bin Ubade'nin yanında toplandığı esnada; Hz. Ali’nin Zübeyr b. Avvâm ve Tal- ha b. Ubeydullah ile birlikte Hz. Fatıma'nın evine çekildiğinden bahseder.[322] Başka bir rivayette Hz. Ali ile Zübeyr b. Avvâm'ın biat esnasında kızdıkları ve bazı Muhaciler'le birlikte Hz. Fatıma'nın evine girdikleri nakledilmiştir.[323]

Talha b. Ubeydullah ile Münasebetleri

Hz. Ali ile Talha b. Ubeydullah arasındaki münasebetle ilgili çok az bilgiye ulaştık. Tesbit edebildiğimiz kadarıyla onların ilk karşılaşmaları Hz. Ömer'in Müslüman olma hadisinde geçmektedir. Hz. Ömer, Müslüman olmaya karar verdikten sonra eniş­tesi Saîd b. Zeyd'in evinden ayrılıp Daru-l Erkam'a vardığında; kapıda bekleyen Hz. Hamza, Hz. Ali ve Talha b. Ubeydullah ile karşılaşmıştır.'' [324]

Hz. Ali ile Talha b. Ubeydullah, Uhud Savaşı’nda birlikte hareket ederek Hz. Peygamber’i (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bulunduğu zor durumdan çıkarmak için büyük çaba sarfetmişlerdir. Uhud Savaşı’nda sahabe geri çekilmek zorunda kalmıştı. Müşrikler Hz. Peygamber'e yetişip O'nun yüzünü yaralamış, bir dişini kırmış, miğferini başına geçirip, O'nu taşa tutmuşlardı.[325] Utbe b. Ebi Vakkâs, o gün Hz. Peygamber'in mübarek yüzüne taş atarak onun ön sağ alt dişini kırdı ve alt dudağını yaraladı. Abdullah b. Hişam Hz. Peygam­ber'in yüzünü, İbn Kaime da yanağını yaraladı. Miğfer'in halkalarından ikisi yanağına saplanmıştı. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bu esnada Müşriklerden Ebu Amir'in Müslümanlar bilmeden içine düşsünler diye kazdığı çukurlardan birine düştü. Yardıma koşan Hz. Ali onun elinden tutarken Talha b. Ubeydullah da O'nu bağrına bastı ve yukarı kaldırdı.[326]

Yine Uhud Savaşı’nın en sıkıntılı anlarında Hz. Ali ile Talha b. Ubeydullah, Hz. Peygamber’in en yakınında diğer sahabelerle birlikte müşriklere karşı büyük bir mücadele vermişlerdir. Uhud Savaşı’nda ''Peygamber öldürülmüş'' söylentisinden sonra Rasûlullah'ı (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ilk tanıyan kişi Ka'b'dır. İbni Şihab'ın, kardeşi Abdullah b. Ka'b'dan naklettiğine göre Ka'b şöyle demiştir: ''O'nu miğferinin altında parlayan gözlerinden tanıdım ve yüksek sesle ''Ey Müslümanlar! Sevinin, bu Rasûlullah'dır.'' dedim. Hz. Pey­gamber susmamı işaret etti. Müslümanlar, Rasulullah’ı tanıyınca onu kaldırdılar. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Talha ve Zübeyr bu Müslümanlar içindeydi.'' [327]

Hz. Ali, Talha’nın Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) cennetteki komşusu olduğunu, bunu Hz. Peygamber'den (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bizzat kulaklarıyla duyduğunu rivayet etmiştir.[328]

Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatı esnasında Talha b. Ubeydullah birlikte hareket etmişlerdir. Hz. Peygamber vefat edince ensar topluluğu, Saide oğulları gölgeliğinde Sa'd b. Ubade'nin yanında toplandılar. Hz. Ali ise Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm ile birlikte Hz. Fatıma'nın evine geçmişlerdi.[329]

Sa'd b. Ebi Vakkas ile Münasebetleri

İbn Esir, Sa’d b. Ebi Vakkâs'ın, Müslüman olmasıyla ilgili şöyle bir hadiseyi anlattığını nakletmiştir: “Müslüman olmadan önce rüyamda kendimi hiçbir şeyi göreme­diğim karanlık bir yerde gördüm. Bu arada ay doğdu ve ben O'nun aydınlığına tabi oldum. Benden önce bu aya kimlerin uymuş olduğuna bakıyordum. Onlar, Zeyd b. Harise, Ali b. Ebî Talib ve Ebû Bekir’di. Onlara ne kadar zamandan beri burada olduk­larını sorduğumda, "Bir saat kadardır." dediler. Bu rüya üzerine durumu araştırdığımda, Rasûlullah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gizlice İslâm’a davette bulunduğunu öğrendim. O’na Ecyad tepesi taraflarında rastladığımda namaz kılıyordu. Orada İslâm'ı kabul ettim. Benden önce bu kimselerden başkası imân etmemişti.” [330]

Her iki sahabi birbirleri hakkında Hz. Peygamber tarafından söylenmiş hadisleri aktarmışlardır. Hz. Ali, Sa’d b. Ebi Vakkâs ile ilgili olarak şunları söylemiştir: ''Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Uhud Savaşı’nda Sa'd b. Ebi Vakkâs'tan başkası için anam babam sana feda olsun dememiştir. Yalnız Sa'd için, (feda olsun derken) babasını ve annesini birlikte söylemiştir. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Uhut'ta 'At ya Sa'd! Anam babam sana feda olsun, ey bahadır delikanlı!' diye buyurdu." [331]

Sa’d b. Ebi Vakkas da Hz. Ali ile ilgili, Hayber Vak'ası’nda Hz. Peygamber'in, ''sancağı, Allah ve Peygamberini seven, Allah ile Peygamberinin de kendisini sevdiği bir kimseye vereceğim'' buyurduğunu işittiğini ve hepsinin sancak için gerildiğini, Rasûlullah'm (salla’llâhü aleyhi ve sellem), ''Bana Ali'yi çağırınız.'' dediğini aktarmaktadır. [332]

Yine Sa’d b. Ebi Vakkas, Hz. Peygamber'in, Tebük Seferi’ne çıktığında yerine Hz. Ali'yi halef bıraktığını rivayet etmiştir.[333]

Sa’d b. Ebi Vakkâs, Hz. Ali hakkında bir gün hatalı sözler söylediği için Hz. Peygamber tarafından azarlandığını belirterek hadiseyi şöyle anlatmıştır: “Mecliste iki kişiyle birlikte oturuyordum. Konuşma sırasında Hz. Ali hakkında hoş olmayan şeyler söyledik. Söylediklerimizi işitmiş olan Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), yüzünde öfkeli olduğunu belli eder halde yanımıza geldi. Kendisini bu halde gördüğümde onun öfkesinden Allah'a sığındım. Hz. Peygamber, "Beni incitmiş olduğunuzun farkında mısınız? Çünkü kim Ali'yi incitirse beni incitmiş olur." buyurdular.” [334]

Ebû Ubeyde b. Cerrah ile Münasebetleri

Uhud Savaşı'nda Hz. Ali ile Ebû Ubeyde birbirlerine yardım etmişlerdir. Bu savaşta sahabe geri çekilmek zorunda kaldığında Müşrikler, Rasûlullah'a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yetişip O'nu yaralamışlardı. Öyle ki Hz. Peygamber bu arada yan tarafı üzerine bir çukura düşmüştü. Miğferin halkalarından iki tanesi Rasulullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yüzüne batmıştı. Hz. Ali O'nun elinden tutmuş, Hz. Ebû Ubeyde b. Cerrah da onları ağzı ile çıkarmış, bu yüzden ön dişlerinden ikisi kırılmıştı.[335]

Abdurrahman b. Avf ile Münasebetleri

Hz. Peygamber vefat edince (salla’llâhü aleyhi ve sellem) defnedilmesi esnasında O’nu kabre indirenlerin arasında Hz. Ali ile Abdurrahman b. Avfın da olduğu rivayet edilmiştir. [336] Hz. Ali'nin O'nunla olan münasebetiyle ilgili başka bilgi elde edilememiştir.

Saîd b. Zeyd ile Münasebetleri

Araştırmamızda Hz. Ali ile Said b. Zeyd arasındaki münasebete dair bilgi tesbit edilememiştir.


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ASR-I SAADETTE RAŞİD HALİFELER DIŞINDAKİ AŞERE-İ MÜBEŞŞERE’DEN OLAN SAHABİLERİN BİRBİRLERİYLE

MÜNASEBETLERİ

3.1. ZÜBEYR B. AVVÂM'IN AŞERE-İ MÜBEŞŞERE'DEN OLAN DİĞER SAHABİLERLE MÜNASEBETLERİ

Zübeyr b. Avvâm ile Talha b. Ubeydullah, kendileriyle ilgili rivayetlerde isimleri birlikte en çok zikredilen sahabilerdendir. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hicret’ten önce ashâbı arasında kardeşlik tesis ettiği zaman, bu iki sahabiyi birbiriyle kardeş ilan etmiştir.[337] Bu kardeşlik tesisinin, aralarındaki münasebetleri etkilediğini ve ikisini birbirine daha da yakınlaştırmış olduğunu söyleyebiliriz. İkisinin münasebeti ile ilgili tesbit etmiş olduğumuz haberler Medine dönemi ile ilgili rivayetlerdir. Mekke dönemiyle ilgili bir habere rastlayamadık. Bu rivayetler Uhud savaşıyla başlamış olabilir.

Zübeyr b. Avvâm'a göre Uhud Savaşı’nda Hz. Peygamber, bir çukura düşerek çıkamayınca bu durumu gören Talha b. Ubeydullah hemen çukura girdi. Hz. Peygam­ber de O'nun sırtına basarak oradan çıktı ve O'nun hakkında şöyle buyurdu: ''Talha'ya cennet vacip oldu." [338]

İbn Hişâm'a göre, Uhud Savaşı’nda Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) dağın yukarısına çıkmak için bir kayaya tırmanmak istediğinde üstündeki zırhların ağırlığından, yaşlanmış ve zayıf­lamış olduğundan kalkmak isterken bunu yapamadı. Bunun üzerine Talha b. Ubeydullah onun altına oturmuş, Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) da ona basarak kayanın üstüne çıkmıştır. Zübeyr b. Avvâm şöyle demiştir: ''O gün Talha, Rasûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yardım ettiği esnada Rasû- lullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onun hakkında, 'Talha, (cenneti) hak etti.' dediğini duydum.'' [339]

Yine Uhud savaşıyla ilgili bir habere göre Uhud Savaşı’nda Müslümanlar yenilgiye uğrayınca Rasûlullah'a (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bir topluluk ölüm üzerine biat etmiştir. Talha b.

Ubey-dullah ile Zübeyr b. Avvâm Zübeyr de o toplulukla birlikte olmuşlardır.''[340]

Hz. Peygamber, İkisiyle birlikte olduğu bir gün her ikisine şöyle övgüde bulunmuştur; "Nasıl ki İsa b. Meryem'in havarileri var. Sizler de benim havarile- rimsiniz."[341]

Birlikte bulunduklarını gösteren diğer bir rivayete göre Uhud Savaşı’nda Hz. Peygamberle beraber on dört kişi kalmış müşriklere karşılık vererek direniyordu. Bun­ların yedisi muhacirdendi. Vâkidî, bu muhacirler arasında Talha b. Ubeydullah ile Zü­beyr b. Avvâm'ın da olduğunu rivayet etmiştir.[342]

Rasûlullah, Hicret’in 9. yılı Receb ayında yerine Hz. Ali'yi Medine'de bırakarak Tebük Gazvesi’ne çıktığında; Zübeyr b. Avvâm'a muhacirlerin, Talha b. Ubeydullah'a sağ kanadın, Abdurrahman b. Avfa da sol tarafın komutasını vermiştir.[343]

Zübeyr b. Avvâm'ın, Abdurrahman b. Avf ile olan münasebetiyle ilgili tespit ettiğimiz ilk haber Tebük gazvesi esnasında olmuştur. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Tebük gazvesi'ne çıktığında Zübeyr b. Avvâm ile Abdurrahman b. Avf 'a orduya komuta etme görevi vermiştir.[344] Tebük Savaşı’nda her ikisinin komuta kademesinde bulunmaları; bize göre ikisinin hem Hz. Peygamber'in yanındaki değerine hem de bu görevde uyum içinde hareket ettiklerine işaret etmektedir. Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) aralarındaki uyumu dikkate alarak ikisine komuta görevi vermiş olması muhtemeldir.

Bir riayette ikisi arasında geçen bir tatsızlıktan bahsedilmiştir. Buna göre bir gün Abdurrahman b. Avf ile Halid b. Velid arasında bir münakaşa çıktı. Halid b. Velidin; ''Ey Avfın oğlu, bir veya iki gün benden önce Müslüman olmuş olmanla bana karşı gu­rurlanma!'' dediğini işiten Hz. Peygamber, ''Ne olursunuz! Ashabımı benim için bırakı­nız. Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, eğer sizden bir kişi Allah yolunda Uhud Dağı kadar altın verse; ashabımın vermiş olduğu yarım avuç sadakaya yine erişe­mez.'' dedi. Bir müddet sonra bu defa Abdurrahman b. Avf ile Zübeyr b. Avvâm arasın­da bir münakaşa oldu. Halid b. Velid, ''Ey Allah’ın Peygamberi! Sen Abdurrahman'a cevap vermekten beni men ettin. İşte Zübeyr ona kötü söz söylüyor!'' dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: ''O'nlar Bedir ehlidirler. Bazıları diğerine daha yakındırlar.'' diye buyurdu.'' [345]

Bir rivayette her ikisi Hz. Peygamber'e giderek giydikleri elbiseden dolayı ortaya çıkan rahatsız edici bir durumdan kurtulmak için ondan izin istemişler, Hz. Peygamber de onlara yumuşak yün elbise giyme konusunda ruhsat tanımıştır.[346]

Zübeyr b. Avvâm'ın, Saîd b. Zeyd ile olan münasebetiyle ilgili tek bir rivayet tesbit edebildik. Bedir Savaşı’ndan önce Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem); Zübeyr b. Avvâm ile Saîd b. Zeyd'e birlikte görev vererek; onları Kureyş kervanı hakkında kendisine malumat getirmeleri için göndermiştir.[347]

Yaptığımız araştırmada Zübeyr b. Avvâm'ın Sa'd b. Ebi Vakkâs ve Ebû Ubeyde b. Cerrah ile olan münasebetiyle ilgili herhangi malumat elde edilememiştir.

TALHA B. UBEYDULLAH'IN AŞERE-İ MÜBEŞŞERE'DEN OLAN DİĞER SAHABİLERLE MÜNASEBETLERİ

Talha b. Ubeydullah'ın, Sa’d b. Ebi Vakkâs ile olan münasebetine dair sadece iki haber tespit edebildik. Bu rivayetlerin birincisinde, Talha b. Ubeydullah ile Sa'd b. Ebi Vakkas, Hz. Peygamber'le gittikleri bazı savaşlarlarda bazen Hz. Peygamber'in yanında kendilerinden başka kimsenin kalmadığını söylemişlerdir.[348] Her İkisi, Uhud Savaşı’nda Hz. Peygamber'in yanında olmuşlardır. Bu savaşta Müslümanlar yenilgiye uğrayınca, ashâbından bir topluluk ona ölüm üzerine biat etmiştir. O topluluğun içinde Talha b. Ubeydullah ve Sa'd b. Ebi Vakkâs da bulunmaktaydı.'' [349]

Yaptığımız araştırmada Talha b. Ubeydullah ile Ebû Ubeyde b. Cerrah arasındaki münasebetle ilgili bir rivayet dışında başka bir habere rastlayamadık. Talha b. Ubey­dullah ile Ebû Ubeyde b. Cerrah, savaşlarda Hz. Peygamber'in etrafında birlikte O'nu korumaya çalışmışlardır. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Uhud Savaşı’nda yaralanan Talha için, "O'na bakın, kardeşinizle ilgilenin. O, kendisine düşeni yaptı. O'na cennet vacib oldu." şeklinde buyurarak Talha'ya bakmaları için Hz. Ebû Bekir ile Ebû Ubeyde'yi göndermiştir. Bu iki sahabi de bunun üzerine O'nunla ilgilenmişlerdir.[350]

Araştırmamızda Talha b. Ubeydullah'ın Abdurrahman b. Avf ile olan müna­sebetine dair sadece aşağıdaki rivayet tespit edilmiştir.

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hicret’in 9. yılında Tebük Seferi’ne çıktığında, ordunun sağ ve sol tarafının komutasını bu iki sahabiye vermiştir.[351] Bu seferde ikisinin komuta kademesinde bulunmaları; birbirleriyle istişare halinde olmalarını gerektirdiğini düşün­mekteyiz.

Talha b. Ubeydullah'ın, Saîd b. Zeyd ile olan münasebetiyle ilgili az haber tespit edebildik. Bu haberlerden birine göre Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hicret’ten önce Mekke'de iken sahabilerini birbiriyle kardeş yaptığında Saîd b. Zeyd ile Talha b. Ubeydullah'ı birbiriyle kardeş ilan etmişti.[352]

Saîd b. Zeyd ve Talha b. Ubeydullah, Bedir Savaşı'ndan hemen önce birlikte ö­nemli bir görevi yerine getirmişlerdir. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Kureyş kervanının Şam'dan ayrılış haberini bekliyordu. Daha Medine'den çıkmadan Bedir Savaşı'ndan on gece önce Talha b. Ubeydullah ile Saîd b. Zeyd'i Kureyş kervanı hakkında haber getirmek için Şam tarafına gönderdi.[353] O'nlar yola çıkarak sonunda el-Havra denilen yere vardılar. Kervan, O'nların yanından gelip geçinceye kadar orada kalmaya devam ettiler. Kervanın geçip gitmesi haberi Hz. Talha ile Hz. Saîd'in dönüşünden önce Hz. Peygamber'e ulaş­mıştı.[354] Vâkidî, ikisinin Kureyş kervanı hakkında bilgi edinerek gece gündüz demeden hızlıca Medine’ye varıp bu haberi Rasûlullah'a ulaştırdıklarını rivayet etmektedir.[355]

SA'D B. EBÎ VAKKÂSÎN AŞERE-İ MÜBEŞŞERE'DEN OLAN DİĞER SAHABİLERLE MÜNASEBETLERİ

Yaptığımız araştırmada Sa’d b. Ebi Vakkâs ile Ebû Ubeyde b. Cerrah arasındaki münasebetle ilgili olarak tek bir rivayet tesbit edebildik. Buna göre Hudeybiye antlaş­masına imza atan sahabiler içinde Sa’d b. Ebi Vakkâs ile Ebû Ubeyde'nin de olduğu

ifade edilmiştir.[356]

Sa’d b. Ebi Vakkâs'ın, Abdurrahman b. Avf ile olan münasebetine dair birkaç rivayet tesbit edebildik.

Bu rivayetlerden birisi şudur: Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Mekke’de ashabı arasında kardeşlik tesis ettiğinde Abdurrahman b. Avf ile Sa'd b. Ebi Vakkâs'ı birbiriyle kardeş ilan etmiştir.[357]

Başka bir rivayette bu iki sahabinin Hz. Peygamber’le (salla’llâhü aleyhi ve sellem) birlikte Sa'd b. Ubâde adlı sahabiyi ziyaret ettikleri belirtilmiştir. Sa'd b. Ubâde yakalandığı bir hastalıktan do­layı çok rahatsızlanmıştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), yanına Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebi Vakkas ve Abdullah b. Mes'ud'u alarak onu ziyarete gitti. Hz. Peygam­ber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), O'nun yanına girince ailesinin onun başında toplanmış olduğunu gördü. Onla­ra, “Yoksa Sa'd b. Ubade öldü mü?” diye sordu. O'nlar da, “Hayır, ey Allah'ın Rasûlü!” dediler. Bu sırada Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) duygulanıp ağladı. Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebi Vakkâs ve Abdullah b. Mes'ud Hz. Peygamber'in ağlamasını görünce onlar da ağla­dılar.'' [358]

Sa’d b. Ebi Vakkâs ile Saîd b. Zeyd arasındaki münasebetle ilgili tespit edebildiği­miz tek haber, Hz. Peygamber'in İslam'a gizlice davet ettiği yıllarda meydana gelmiştir. Sa'd b. Ebi Vakkâs ile Saîd b. Zeyd ilk iman edenlerdendir. Hz. Peygamber’e Peygam­berlik verildikten üç yıl sonra, Allah Teâlâ ona, açıktan İslam'a davet etmesini emret­mişti. Üç yıllık gizli davet sürecince Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) davetini gizliyor, ancak gü­vendiği kimselere açıklıyordu. Onun ashabı da namaz kılmak istediklerinde, mahalle aralarına ya da vadilere giderek gizlice namaz kılıyorlardı. Bir seferinde Sa'd b. Ebi Vakkâs, Saîd b. Zeyd, Ammar b. Yasir, İbn Mes'ud ve Habbab b. Eret birlikte namaz kılarlarken, müşriklerden bir grup onları gördü. Müşrikler, onlara hakaret etmeye ve on­ları kötülemeye başladılar. Sonunda kavgaya tutuştular. Sa'd b. Ebî Vakkâs bu esnada onlardan birisinin kafasına bir kemikle vurarak onu yaralamıştır.'' [359]

EBÛ UBEYDE B. CERRAH'IN AŞERE-İ MÜBEŞŞERE'DEN OLAN DİĞER SAHABİLERLE MÜNASEBETLERİ

Ebû Ubeyde ile Abdurrahman b. Avf arasındaki münasebete dair sadece ikisinin birlikte Müslüman olmaları ile ilgili bir rivayet tesbit edildik. Bu rivayete göre Abdurrahman b. Avf ile Ebû Ubeyde'nin içinde bulunduğu bir topluluk, Rasûlullah'a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gelince Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) da onlara İslam'ı sunmuştur. Onlar da aynı saat içinde topluca Müslüman oldular. Bu olay Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Daru’l-Erkam'ın evine girme­den önce meydana gelmiştir.[360]

Ebû Ubeyde b. Cerrah ile Saîd b. Zeyd'in beraber iman ettiği rivayet edilmiştir.[361] Birlikte Müslüman olduklarını gösteren rivayet dışında başka bir malumat elde edileme­miştir.

ABDURRAHMAN B. AVF'IN SAÎD B. ZEYD İLE MÜNASEBETLERİ

İkisinin birbiriyle münasebetine dair bilgi tespit edilememiştir.

SONUÇ

Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) İslam'ı tebliğ etmesiyle birlikte ona ilk inananlardan olup dünyada iken cennetle müjdelenmiş olan sahabiler arasındaki ilişkiler genellikle problemsiz seyretmiştir. Bunun yanında birer insan olmaları hasebiyle kimi zaman bir­birlerine kızmış, aralarında tartışmış olsalar da Hz. Peygamber’in öğretisi doğrultusunda hareket ederek meseleleri çözüme kavuşturmuşlardır. Aralarında ortaya çıkan anlaşmaz­lık ve küskünlükler abartılmamış, güzellikle neticelendirilmeye çalışılmıştır.

Aşere-i Mübeşşere’nin sahip olduğu manevi zenginlik, aralarındaki münasebetlere de yansımıştır. Cahiliyenin hüküm sürdüğü bir topluluğun kendi halinde birer fertleri olan bu zevatı değerli kılan şey, Hz. Peygamber’e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) dolayısıyla Yüce Allah'a (cc) karşı olan büyük saygılarıdır.

İnsani değerlerin önemsenmediği bir coğrafyada yaşamış olan bu sahabiler, arala­rında medeni tavır ve ilişkiler sergilemişlerdir. Hz. Peygamber'in yanında bulunmaları, O'nun tavsiyesi doğrultunda yaşamaları, hayırda yarışmaları ve birlikte çeşitli görevleri yerine getirmeleri aralarındaki münasebetlerini etkilemiştir.

^Netice itibariyle bu değerli sahabiler arasındaki münasebetler, Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ilk öğrencileri ve ondan aldıkları eğitimin ilk uygulayıcıları olmaları açısından büyük önem taşımakta ve günümüz insanlarına ışık tutmaktadır. Ayrıca Aşere-i Mübeş- şere'nin yaşadıkları medeni hayat ve örnek insani münasebetler, günümüzde gerek râşid halifeler gerek diğer sahabe hakkında değişik ideolojik bakış açılarından ve inanç çevrelerinden gelen kusur bulma veya karalama kampanyalarına karşı cevap niteliği taşımaktadır.


KAYNAKÇA

Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybânî el- Mervezî (v. 241/855), el-Müsned, çev. Hüseyin, Hasan, Zekeriya Yıldız, Ocak Yay., İstanbul 2014.

Ahmet Cevdet Paşa, (v. 1985), Kısas-ı Enbiya ve Tevârîh-i Hulefa, thk. Mahir İz, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1972.

Akkâd, Abbas Mahmûd ( v. 1964), Hz. Ebû Bekir'in Şahsiyeti ve Dehası, çev. Ali Özek, Fatih Matbaası, İstanbul 1968.

Aktepe, O., "Kelam İlmi Açısından Aşere-i Mübeşşere", Ekev Akademi Dergisi, 13(39), 2009, 130.

Akın, Hanifi, Safvetu'l-kârî bi ihtisâri sahîhi'l-Buhârî-Sahîhi'l-BuhârîMuhtasarı, Beka Yayınevi, İstanbul 2008.

Apak, Adem, Ashâb-ı Kirâm: İslâm'ın Örnek Şahsiyetleri, Ensar Neşriyat, İstanbul 2013.

Arslan, Ali, Rasûlullah'm (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Ashabını Tanıyalım, Arslan Yayınları, İstanbul 1982.

Aydınlı, A., "Aşere-i Mübeşşere", DİA, TDV. Yayınları, İstanbul 1991, I, 547.

Belâzürî, Ebu’l-Hasan Ahmed b. Yahya b. Cabir b. Dâvût (279/892), Fütûhu’l-büldân,
Ülkelerin Fetihleri, çev. Mustafa Fayda, Siyer Yayınları, İstanbul 2013.

, Kitabü cümel min ensâbü’l-eşrâf, thk. Süheyl Zekkâr, Riyad Zirikli, Dâru’l-

Fikr, Beyrut 1996.

Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail b. İbrahim, Muhtasaru camiu'l-müsnedi sahih, Kitâbu ashabu'n-nebi, babu fedâili ashâbi'n-nebi, thk. Muhammed Zahir b. Nasır Nasır, nşr. Muhammed Fuat Abdulbaki, Daru Taveka'n-Necat, 1422.

Dülber, H., "Sosyo-Politik Olayların Aşere-i Mübeşşere Rivayetlerinin Oluşumuna Etkisi" Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, 4(5), 2017, 64-73.

Efendioğlu, Mehmet, "Zübeyr b. Avvâm", DİA, TDV. Yay., İstanbul 2013, XXXXIV, 522-524.

Elmalılı, M. Hamdi Yazır (v. 1942), Kur'an- Kerim Meâli, Akitap Yayınevi, İstanbul

2012.

Erul, Bünyamin, "Talha b. Ubeydullah'', DİA, TDV. Yay., İstanbul 2010, 39, 504.

Fayda, Mustafa, "Hz. Ömer", DİA, TDV. Yayın Matbaacılık, İstanbul 2007, XXXIV, 44-51.

Gazzâlî, Muhammed (v. 1996), Fıkhu's-sîre, çev. Resul Tosun, Risale Yayınları, İstanbul 1991.

Halebî, Ali b. İbrahim b. Ahmed el-Halebî (v. 4411/1634), es-Sîretü'l-Halebiyye, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2. bsk., Şam 1427.

Halid, Muhammed, Ümmetin Yıldızları, 60 Seçkin Sahabe Hayatı, çev. Abdulkerim Akbaba, Vakit Yayınevi, İstanbul 2006.

Hamidullah, Muhammed (v. 1423/2002), İslam Peygamberi, Hayatı ve Faaliyeti, 5. bsk., çev. Salih Tuğ, İrfan Yayımcılık ve Ticaret, İstanbul 1991.

Hasan, İbrahim Hasan, Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi, çev. İsmail Yiğit, Sadrettin Gümüş, Kayıhan Yayınları, İstanbul 1987.

Hitti, Philip Kuhuri (v. 1978), Siyasal ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 2011.

Hizmetli, Sabri, İslam Tarihi, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1991.

İbn Abdülber, Cemâlüddîn Yûsuf b. Abdillâh b. Muhammed b. Abdilberr (v. 463/1071), el-İstî’âb fî ma’rifeti’l-ashâb, nşr. Ali Muhammed Becavî, Kahire, t.y.

İbn’ül-Cevzî, Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el- Bağdâdî (v. 597/1201), Sıfatü's-safve, Rasûlullah'ın Ashabının ve Belde Belde Allah Dostlarının Hayatı ve Faziletleri, çev. Abdülvehhab Öztürk, Kahraman Yayınları, İstanbul 2006.

İbnü’l-Esîr, İzzüddîn Ebû’l-Hasen Ali b. Muhammed eş- Şeybâni (v. 630/1233), el- Kâmilfi't-târih, İslam Tarihi, çev. Komisyon, Çevik Matbaası, İstanbul 2008.

, Üsdü’l-ğâbe fî ma’rifeti’s-sahâbe, I-IV, Atatürk Üni. Kütüphanesi no:

31231/4, Tahran, ty.

İbn Hacer, Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Ali b. Hacer el-Askalânî (v. 852/1313), el- İsâbe, -Sahâbe-i Kirâm Ansiklopedisi, çev. Naim Erdoğan, İz Yayıncılık, İstanbul 2009.

,_______ Fethu'l-bârî bi-şerhi             sahîhi'l-Buhâri,________ Dâru'r-Reyyân li't-Turas,

Kahire,1407/1986.

İbn Hazm, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd b. Hazm el-Endelüsî el-Kurtubî (v. 456/1064), Cevâmi’u’s-siretü'n-nebeviyye, nşr. Muhammed Ali Beydûn, Dâru'l- Kutubu'l-İlmiyye, Beyrut 1424/2003.

İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik b. Hişâm (v. 213/828), es-Sîretü’n-nebeviyye, çev. Abdülvehhab Öztürk, Kahraman Yayınları, İstanbul 2014.

İbn İshâk, Muhammed b. İshâk (v. 151/768), Sîretü İbn İshâk, Hz. Muhammed'in Hayatı, thk. Muhammed Hamidullah, çev. M. Şafi Billik, Düşün Yayıncılık, İstanbul 2012.

İbn Kayyim el-Cevzîyye, Ebû Abdillah Muhammed b. Ebî Bekr (v. 751/1350), Zâdu'l- me’âd, Rasûlullah'ın Yaşadığı İslam, çev. Mehmet Yolcu, Pınar Yayınları, İstanbul 1990.

İbn Kesîr, Ebû'l-Fida İsmail b. İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr (v. 774/1373), Sîretu’n-nebeviyye, Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Hayatı, çev. Hanifi Akın, Çelik Yayınevi, İstanbul 2013.

İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed b. Sa’d (v. 230/845), et-Tabakâtü’l-kübrâ, nşr. Dâru's-Sâdr, Dâru’s-Sâdr Yayınevi, Beyrut 1377/1957.

Kandehlevî, Muhammed Yûsuf (v. 1965), Hayâtü’s-sahâbe, çev. Ali Arslan, Merve Yay., İstanbul 1992.

Memduhoğlu, Adnan, Sahabenin İctihad Anlayışı, (Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi), Selçuk Üniversitesi, SBE, Konya 2008.

Mahdi, Mohammad Yaser, RâşidHalifelerin Birbirleriyle Olan İlişkileri, (Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi), Necmettin Erbakan Ü., SBE, Konya 2015.

Muhibbüddîn et-Taberî, Ebu Cafer Ahmet b. Abdillâh (v. 694/1295), er-Riyâzü'n-nadire fîfezâ'il (menâkıb)i’l-aşere, Dâru'l-Kutubü'l-İlmiye, Beyrut 1984.

Müslim, Ebû'l-Hüseyin, Müslim b. Haccac b. Müslim el-Kuşeyri (v. 261/875), Sahih-i Müslim, Dâru’l-Menhel Naşirun, Şam 1431/2010.

Nedvî, Ebü'l-Hasan Ali en-Nedvî (v. 1999), es-Sîretü'n-nebeviyye, Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed, çev. Abdülkerim Özaydın, İz Yayıncılık, İstanbul 1992.

Nedvî, Şah Muînüddin Ahmed, Asr-ı Saadet, Peygamberimizin Ashabı, çev Ali Genceli, Sebilürreşad Neşriyat, İstanbul 1963.

Numânî, Şiblî, (v. 1914), Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, çev. Talip Yaşar Alp, Hikmet-Dava-Çağ Yayınları, İstanbul 1975.

Önkal, Ahmet, "Ebû Ubeyde b. Cerrâh", DİA, TDV. Yayınları, İstanbul 1994, X, 249.

, "Aburrahman b. Avf ", DİA, , TDV. Yayınları, İstanbul 1988, I, 157

Saîd Havvâ (v. 1989), el-Esas fi's-sünne, Hadislerle Hz. Peygamber'in Hayatı, 2. bsk., çev. Ahmet Varol, Recep Çetintaş, Aksa Yayın-Pazarlama, İstanbul 1996.

Seyyid, İbn Ahmed b. İbrahim, el-Esmâ ve ’l-medâhirâtun beyne ehli ’l-beyti ve ’s sahâbe radiyallâhu anhum Ehl-i Beyt ve Sahâbe Arasında Hısım ve Akrabalık İlişkileri çev. Burhan İlmi Araştırmalar Merkezi, Ümmülkura Yayınevi, İstanbul 2012.

Sırma, İhsan Süreyya, İslami Tebliğin Mekke Dönemi ve İşkence, 52. bsk., Beyan Yayınları, İstanbul 2014.

Solak, Mustafa, Hadislerde Sahabe Kavramı, (Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi), Kahramanmaraş Üniversitesi SBE, K. Maraş 2008.

Süyûtî, Celaleddin Abdurrahman b. Ebî Bekir (v. 911/1505), Târîhu’l-hulefâ, 3. bsk., thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Matbaa-i Medeni, Kahire 1964.

Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr (v. 310/923), Târîhu’l-ümem ve'l-mülûk, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev. Zakir Kadiri Ugan, Ahmet Temir, Maarif Basımevi, Ankara 1955.

, Tarîh-i Taberî, tsh. Mehmet Eminoğlu, Denizkuşları Basımevi, Konya 1973.

Tatlı, Ebubekir, Aşere-i Mübeşşere’den Saîd b. Zeyd’in Hayâtı ve Rivâyetleri, (Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi, SBE, İstanbul 2007.

Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa b. Sevre et-Tirmizî (v. 279/892), Sünen-i Tirmizî (Sünen-i Tirmizî Tercemesi), çev. Osman Zeki Mollamehmetoğlu Soyyiğit, Yunus Emre Yayınevi, İstanbul 1978.

Uyar, Hasan Hüseyin, Hz. Peygamber'in Ehl-i Beyt Eğitimi, (Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi), Hitit Üniversitesi, SBE, Çorum 2013.

Ülkü, Hayati, Muhtasar İslam Tarihi, Şelale Yayınları, İstanbul 1972.

Vâkidî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer el-Vâkidî (v. 207/823), Kitâbü'l-meğâzî, nşr. Abbas el-Şerbînî, Matbaat-ı Saâdet, Kahire 1368/1948.

Ya'kubi, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ebi Ya'kub İshâk b. Cafer (v. 292/905), Târîhu’l- Ya’kubi, Dâru’s-Sadr, Beyrut 1379/1960.

Yılmaz, A., "Aşere-i Mübeşşere Algısının Tarihsel Gerçeklik Perspektifinde Değerlendirilmesi", İstem, 15(29), 2017, 81-82.

Yiğit, İ., "Hz. Osman", DİA, TDV Yay. İstanbul 2007, XXXIII, 441.

Zührî, Ebû Bekr Muhammed b. Müslim b. Ubeydillah b. Şihâb ez-Zührî (v. 124/742) Meğâzi'n-nebeviyye, Hazırlayan: Süheyl Zekkâr, Dâru'l-Fikr, Şam 1401/1981.

 



[1] Saraçoğlu, Salih, "Cennetle Müjdelenen Sahabilerle İlgili Rivayetlerin Değerlendirmesi", (Yüksek Lisans), Marmara Üniversitesi, SBE, İstanbul 2008, 21; Ali Yılmaz, "Aşere-i Mübeşşere Algısının Tarihsel Gerçeklik Perspektifinde Değerlendirilmesi", İstem, 15, (29), 2017, 81-82.

[2] Abdullah Aydınlı, "Aşere-i Mübeşşere", DİA, TDV. Yay., İstanbul 1991, I, 547; ayrıntılı bilgi için bkz. Yılmaz, "Aşere-i Mübeşşere Algısının Tarihsel Gerçeklik Perspektifinde Değerlendirilmesi", 82.

[3] Aydınlı, “Aşere-i Mübeşşere", I, 547.

[4] Orhan Aktepe, "Kelam İlmi Açısından Aşere-i Mübeşşere", Ekev Akademi Dergisi, 13, (39), 2009, 130.

[5] Aydınlı, "Aşere-i Mübeşşere", I, 547; Yılmaz, "Aşere-i Mübeşşere Algısının Tarihsel Gerçeklik Perspektifinde Değerlendirilmesi", 82.

[6] Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybânî el-Mervezî, el-Müsned,

çev. Hüseyin Yıldız, Hasan Yıldız, Zekeriya Yıldız, Ocak yay., İstanbul 2014, I, 410.

[7] İbn Hacer, Ebü'l-Fazl Şihabüdd'in Ahmed b. Ali b. Hacer el-Askalânî, el-İsâbe-Sahâbe-i Kirâm Ansiklopedisi, (Çev. Naim Erdoğan), İz Yayıncılık, İstanbul 2009, III, 225.

[8] İbn Hişâm, Ebu Muhammed Abdülmelik b. Hişam, es-Sîretü'n-nebeviyye, çev. Abdülvehhab Öztürk, Kahraman Yay., İstanbul 2014, I, 340; Apak, Adem, Ashâb-ı Kiram: İslâm'ın Örnek Şahsiyetleri, Ensar Neşriyat, İstanbul 2013, 17.

[9] İbn’ül-Cevzî, Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el-Bağdâdî, Sıfatü's-safve, Rasûlullah’m Ashabının ve Belde Belde Allah Dostlarının Hayatı ve Faziletleri, çev. Abdülvehhab Öztürk, Kahraman Yayınları, İstanbul 2006, 106.

[10] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I, 340; Apak, Ashâb-ı Kiram, 17.

[11] İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed b. Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, nşr. Dâru's-Sâdr, Dâru’s-Sâdr Yayınevi, Beyrut 1377/1957, III, I 78-179; Apak, Ashâb-ı Kiram, 18-19.

[12] Apak, Ashâb-ı Kiram, s. 20-21.

[13] Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa b. Sevre et-Tirmizî, Süneni-Tirmizî, çev. Osman Zeki Mollamehmetoğlu Soyyiğit, Yunus Emre Yayınevi, İstanbul 1978, "Menâkıb", 31; Muhibbüddîn et- Taberî, Ebu Cafer Ahmet b. Abdillâh, er-Riyâzü ’n-nadire fi fezâ ’il (menâkıb)i’l-aşere, Dâru'l-Kutubü'l- İlmiye, Beyrut 1984, I, 126.

[14] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 229.

[15] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 475; İbnü'l-Cevzî, Sıfatü’s-safve, 118.

[16] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 476.

[17] Adnan Memduhoğlu, Sahabenin İctihad Anlayışı, (Yayımlanmış Doktora Tezi), Selçuk Üniversitesi, SBE, Konya 2008, 95.

[18] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 265-266.

[19] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 476.

[20] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I, 436-437.

[21] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, II, 150-152; Apak, Ashâb-ı Kiram, 24.

[22] İbn Hacer, el-lsâbe, III, 229; aynntılı bilgi için bkz. Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, I, 272.

[23] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 272.

[24] Apak, Ashâb-ı Kiram, s. 24.

[25] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-Nebeviyye, IV, 405.

[26] İbnü’l-Esîr, İzzüddîn Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed eş-Şeybâni, el-Kâmil fı't-târih, çev. Komisyon, Çevik Matbaası, İstanbul 2008, III, 26-27.

[27] İbn Hacer, el-lsâbe, III, 396.

[28] İbn Hacer, el-lsâbe, III, 397.

[29] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 53.

[30] Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir, Târîhu'l-ümem ve'l-mülûk, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev. Zakir Kadiri Ugan, Ahmet Temir, Maarif Basımevi, Ankara, 1955, II, 125-126.

[31] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 55-56.

[32] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 55-56.

[33] İbnü’l-Esîr, İzzüddîn Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed eş- Şeybâni, Üsdü ’l-ğâbe fî ma ’rifeti’s-sahâbe, Atatürk Üni. Kütüphanesi no:31231/4, Tahran, t.y., IV, 59.

[34] Müslim, Ebû'l-Hüseyin Müslim b. Haccac b. Müslim el-Kuşeyri, Sahih-i Müslim, Dâru’l-Menhel Naşirun, Şam 1431/2010, "Fedâil", 26.

[35] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 161; Hizmetli, Sabri, İslam Tarihi, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara

1991, s. 181.

[36] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 398-399; İsmail Yiğit, "Hz. Osman", DİA, TDV Yay. İstanbul 2007, XXXIII, 441.

[37] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 460.

[38] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 19-20; Apak, Ashâb-ı Kiram, 35.

[39] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I, 312.

[40] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, II, 139, 148.

[41] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, III, 313,323.

[42] Apak, Ashâb-ı Kiram, 39.

[43] İbn Hacer, el-lsâbe, III, 464.

[44] İbn Hacer, el-lsâbe, II, 233.

[45] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 152; Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya ve Tevârîh-i Hülefa, thk. Mahir İz, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1972, I, 52.

[46] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 151.

[47] Mehmet Efendioğlu, "Zübeyr b. Avvâm", DİA, TDV Yay., 2013, XXXXIV, 523.

[48] Müslim, "Fedâil ", 48.

[49] İbn Hacer, el-İsâbe, II, 235.

[50]  Seyyid, İbn Ahmed b. İbrahim, el-Esmâ ve ’l-medâhirâtun beyne ehli’l-beyti ve ’s-sahâbe radiyallâhu anhum Ehl-i Beyt ve Sahâbe Arasında Hısım ve Akrabalık İlişkileri, çev. Burhan İlmi Araştırmalar Merkezi, Ümmülkura Yayınevi, İstanbul 2012, 45.

[51] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 148.

[52] Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya, I, 52.

[53] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 47.

[54] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, s. 148; ayrıntılı bilgi bkz. Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, II, 245.

[55] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, II, 311-312.

[56] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 49.

[57] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 157.

[58] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 141.

[59] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 159.

[60] İbn Hacer, el-îsâbe, III, 92.

[61] Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya, I, 53.

[62] Müslim,"FeJâ/7 ", 53; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 161.

[63] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, II, 345.

[64] İbn Hacer, el-îsâbe, III, 94.

[65] İbn Hacer, el-îsâbe, III, 334.

[66] Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya, I, 51.

[67] İbn Hacer, el-îsâbe, III, 332; Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, II, 301.

[68] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 124; Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, II, 301.

[69] İbn Hacer, el-îsâbe, III, 334.

[70] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 135.

[71] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, II, 338.

[72] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, s. 160-161.

[73] İbn Hacer, el-îsâbe, II, 364.

[74] İbn Hacer, el-îsâbe, II, 365.

[75]  İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 297; Hanifi Akın, Safvetu'l-kârî bi ihtisâri sahîhi'l-Buhârî- Sahîhi'l-BuhârîMuhtasarı, I-II, Beka Yayınevi, İstanbul 2008, 1, 869; İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 174, 272.

[76]    Tirmizi, "Menâkıb ", 31.

[77] Abbas Mahmud Akkad, ( v. 1964), Hz. Ebû Bekir'in Şahsiyeti ve Dehası, çev. Ali Özek, Fatih Matbaası, İstanbul 1968, 149.

[78] Akkad, Hz. Ebû Bekir’in Şahsiyeti ve Dehası, 150.

[79]    Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVIII, 564-565; İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, III, 37.

[80]    Müslim, "Fedâil", 2392; Ali Arslan, Resûlullah(s.a.v.)'m Ashabını Tanıyalım, Arslan Yay., İstanbul 1982, 51.

[81]    Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVIII, 596.

[82]    Akın, Sahîhi'l-BuhârîMuhtasarı, II, 199; İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, II, 198.

[83] Tirmizi, "Menâkıb", 37; Kandehlevî, Muhammed Yûsuf, Hayâtü's-Sahâbe, çev. Ali Arslan, Merve Yay., İstanbul 1992, II, 485.

[84] İbn İshâk, Muhammed b. İshâk, Sîretü İbn İshâk, thk. Muhammed Hamidullah, çev. M. Şafi Billik, Düşün Yayıncılık, İstanbul 2012, 378.

[85]    Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, I, 206.

[86]    Kandehlevî, Hayâtü's- Sahâbe, I, 300.

[87]    Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, I, 207.

[88]    İbn Sa'd, et-Tabakât, I, 185.

[89]    İbn Sa'd, et-Tabakât, II, 38.

[90]    Vâkidî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer el-Vâkidî, Kitâbü'l-meğâzî, nşr. Abbas el-Şerbînî, Matbaat-ı Saâdet, Kahire 1368/1948, s. 16.

[91]    Belâzürî, Ebu’l-Hasan Ahmed b. Yahya b. Cabir b. Dâvût, Fütûhu ’l-büldân, Ülkelerin Fetihleri, çev. Mustafa Fayda, Siyer yay., İstanbul 2013, 18.

[92]    İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, III, 268.

[93] Süyûtî, Celaleddin Abdurrahman b. Ebî Bekir, Târîhu’l-hulefâ, 3. bsk., thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Matbaa-i Medeni, Kahire 1964, 55.

[94] Süyûtî, Târîhu’l-hulefâ, 51.

[95]    İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, IV, 59.

[96]    İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 249; İbn Kayyim el-Cevzîyye, Ebû Abdillah Muhammed b. Ebî Bekr, Zâdu'l-me’âd, Rasûlullah'm Yaşadığı İslam, çev. Mehmet Yolcu, Pınar Yayınları, İstanbul 1990, III, 434; İbn Kesir, Ebû'l-Fida İsmail b. İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr, Sîretü'n- nebeviyye, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Hayatı, çev. Hanifi Akın, Çelik Yayınevi, İstanbul 2013, 600.

[97]    İbn Sa'd, et-Tabakât, II, 290; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, II, 67.

[98] Memduhoğlu, Sahabenin İctihadAnlayışı, 18.

[99]    İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, IV, 64.

[100]   Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, I, 106.

[101]   Tirmizî, "Menâkıb", 40; İbnü'1-Cevzî, Sıfatü's-safve, 178.

[102]   İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 591; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, I, 313; Said Havva, el-Esas fis- Sünne, Hadislerle Hz. Peygamber'in Hayatı, 2. bsk., çev. Ahmet Varol, Recep Çetintaş, Aksa Yayın- Pazarlama, İstanbul 1996, III, 362.

[103]   İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 95-96; İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 725; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, III, 405; Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, I, 170.

[104]   Ahmed b. Hanbel, Müsned, XVIII, 93.

[105]   İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 218.

[106] Süyûtî, Târîhu’l-hulefâ, s. 55; Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, I, 174,175; Akkad, Hz. Ebû Bekir’in Şahsiyeti ve Dehası, 64-65.

[107]   İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-sajve, 106; İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, III, 218; Süyûtî, Târîhu’l-hulefâ, 40.

[108]   Süyûtî, Târîhu ’l-hulefâ, 80; Şah Muînüddin Ahmed Nedvî, Asr-ı Saadet, Peygamberimizin Ashabı, çev. Ali Genceli, Sebilürreşad Neşriyat, İstanbul 1963, 1, 213.

[109]   Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XIX, 69.

[110]   İbn kesîr, Tefsir, IV, 216; Kandehlevî, Hayâtü’s- Sahabe, II, 450-451.

[111]   Şiblî Numânî, Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, çev. Talip Yaşar Alp, Hikmet-Dava-Çağ

Yayınları, İstanbul 1975, I, 88.

[112]   Zührî, İmam Muhammed b. Müslim b. Ubeydillah b. Şihâb ez-Zührî, Meğâzi'n-nebeviyye, Nşr. Süheyl Zekkâr, Dâru'l-Fikr, Şam 1401/1981, 55-56; İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, III, 429; Akın, Sahîhi'l- Buhârî Muhtasarı, I, 881; İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 453-454; İbn Kayyim, Zâdu'l-me'âd, III, 23; Ebü'l-Hasan Ali en-Nedvî, es-Sîretü'n-nebeviyye, Rahmet Peygamberi Hz.Muhammed, çev. Abdülkerim Özaydın, İz Yayıncılık, İstanbul 1992, 247.

[113]   Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, I, 141.

[114]   Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, I, 372.

[115] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, III, 431; Taberî, Târîhu'l-ümem ve'l-mülûk, II, 591.

[116]   Belâzürî, Fütûhu ’l-büldân, 41.

[117]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 368.

[118] Süyûtî, Târîhu ’l-hulefâ, 06.

[119]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 368-369; Hayati Ülkü, Muhtasar İslam Tarihi, Şelale Yayınları, İstanbul 1972, II, 234.

[120]   Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVIII, 96; İbnü’l-Esir, el-Kâmilfı't-târih, II, 276-277.

[121] Zührî, Meğâzin-nebeviyye, s. 134; İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, IV, 401.

[122]   Zümer, 39/30

[123]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 401; İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 734,735.

[124]   İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 267; İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 734.

[125]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 402; İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 268; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 98-99.

[126]   İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 734.

[127]   Zührî, Meğâzi’n-nebeviyye, 140; İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, IV, 405; İbn Sa’d, et-Tabakât, III,

[128]   İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 107; Süyûtî, Târîhu’l-hulefâ, 54; Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n- nadire, I, 131.

[129]   (Ey iman edenler! Allah'ın ve Rasulünün önüne geçmeyin, Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, işitir, bilir. Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamber'in sesinin üstüne çıkarmayın, birbirinizle bağırır tarzda konuştuğunuz gibi ona sözü bağırırcasına söylemeyin, haberiniz olmadan amelleriniz yok oluverir.)

[130] Akın, Sahîhi'l-Buhârî Muhtasarı, II, 312.

[131]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I, 408.

[132]   İbn Kes/r, Sîretü'n-nebeviyye, 317.

[133]   İbnü’l-Esir, el-Kâmilfi't-târih, II, 102.

[134]   İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi't-târih, II, 102; Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir, Tarîh-i Taberî, tsh. Mehmet Eminoğlu, Denizkuşları Basımevi, Konya 1973, II, 391; Ülkü, Muhtasar İslam Tarihi, II, 151.

[135]   Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVII, 486.

[136]   İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 338-339; İbnü’l- Esîr, el-Kâmil fı't-târih, II, 116.

[137]   Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVII, 487; Muhammed Gazzâlî, Fıkhu's-sîre, çev. Resul Tosun, Risale Yayınları, İstanbul 1991, 254-255; ayrıntılı bilgi için bkz. Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, I, 288.

[138]   "Hiçbir peygamberin, yeryüzünde küfrü perişan etmedikçe, esir alması doğru değildir. Siz, dünyanın gelip geçici olanı istiyorsunuz. Allah ise, ahireti kazanmanızı istiyor. Allah, güçlüdür, işi sağlam yapan ve yaptığında bir hikmet bulunandır." Enfal, 8/67

[139]   İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, s. 339; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, II, 89.

[140]   İbn Kayyim, Zâdu'l-me'âd, III, 75.

[141]   Enfal: 8/67

[142]   Akın, Sahîhi'l-BuhârîMuhtasarı, II, 256; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, III, 56.

[143]   Gazzâlî, Fıkhu's-sîre, 269.

[144]   Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVIII, 570; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi't-târih, II, 157; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 205; Taberî, Târîhu'l-ümem ve'l-mülûk, II, 528-529.

[145]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 370; İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 517.

[146]   Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, I, 151.

[147]   Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, II, 142.

[148]   İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, III, 222.

[149]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 402.

[150] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 404; Akkad, Hz. Ebû Bekir'in Şahsiyeti ve Dehası, 56.

[151]   Zührî, Meğâzi'n-nebeviyye, 140; İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 405; Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, XIX, 358; İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 269, III, 182; Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, I, 233-234.

[152]   Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, I, 137.

[153]   Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 358.

[154]   Taberî, Tarîh, II, 125-126.

[155]   İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, III, 376.

[156]   Taberî, Târîh, II, 125-126.

[157]   Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, Hayatı ve Faaliyeti, 5. bsk., çev. Salih Tuğ, İrfan Yayımcılık, İstanbul 1991, I, 336-337.

[158]   Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, I, 85.

[159]   Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, I, 87.

[160]   Süyûtî, Târîhu ’l-hulefâ, 37; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, I, 61.

[161] Akkad, Hz. Ebû Bekir’in Şahsiyeti ve Dehası, 225.

[162]  Seyyid, el-Esmâ ve’l-medâhirâtun beyne ehli’l-beyti ve’s-sahâbe, 127; aynntılı bilgi için bkz. Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, I, 153.

[163]   Taberî, Târîh, II, 214.

[164]   Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, II, 175.

[165]   Halebî, Ali b. İbrahim b. Ahmed Halebî , es-Sîretü’l-Halebiyye, Dâru’l Kütübi’l-İlmiyye, 2. bsk., 1427, I/471.'den naklen; Mohammad Yaser Mahdi, (2015), Râşid Halifelerin Birbirleriyle Olan İlişkileri, (Y.

Lisans), Necmettin Erbakan Ü., SBE, 28-29; Ayrıca değişik rivayetler için bkz. Mahdi, 32-35; Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, II, 142.

[166]   İbn Kesîr, Sîretün-nebeviyye, 355,356.

[167]   İbn Kayyim, Zâdu'l-me’âd, III, 168.

[168]   İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, III, 211.

[169]   Vâkidî, Kitâbü'l-meğâzî, I, 240; İbnü’l- Esîr, el-Kâmil fı't-târih, II, 137.

[170]   Hasan İbrahim, Hasan, Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi, çev. İsmail Yiğit, Sadrettin Gümüş, Kayıhan

Yayınları, İstanbul 1987, I, 155.

[171]   İbnü'l-Esîr, el-Kâmil fı't-târih, II, 224.

[172]   İbn Sa'd, et-Tabakât, II, 15.

[173]   İbn Kayyim, Zâdu'l-me'âd, III, 472.

[174]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 269-270.

[175]   İbn Kayyim, Zâdu'l-me'âd, III, 472; Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, III, 132.

[176]   İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, II, 168-169; Ya'kubi, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ebi Ya'kub İshâk b. Cafer, Târîhu ’l-Ya’kubi, Dâru Sadr, Beyrut 1379/1960, II, 76; İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 621.

[177]   Gazzâlî, Fıkhu's-sîre, 456-457.

[178]   Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVIII, 72.

[179]   Taberî, Târîh, II, 814-815.

[180]   Kadehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, II, 487; Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, I, 187.

[181]   İbn Hazm, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd b. Hazm el-Endelüsî el-Kurtubî, Cevâmi’u’s-

siretü'n-nebeviyye, nşr. Muhammed Ali Beydûn, Dâru'l-Kutubu'l-İlmiyye, Beyrut 1424/2003, 22.

[182]   İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, III, 215.

[183]   Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVIII, 559.

[184]   Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, I, 188,189.

[185]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 126.

[186]   İ. Hasan, İslâm Tarihi, I, 270.

[187]   İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 750.

[188]   İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 278.

[189]   Akın, Sahîh-i Buhâri Muhtasarı, II, 256; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-safve, s.377; Gazzâlî, Fıkhu's-sîre, s. 269.

[190]   İbn İshâk, Sîretü İbn İshâk, s. 322.

[191]   İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, IV, 59; Nedvî, Sîretü'n-nebeviyye, s. 24; Vâkidî, Kitâbü'l-meğâzî , I, 38.

[192]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, III, 427; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVII, 597;Taberî, Târîhu’l- ümem ve'l-mülûk, II, 582-583; Nedvî, Sîretü’n-nebeviyye, 241; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, I, 140.

[193]   İbn Sa'd, et-Tabakât, II, 97.

[194]   Hizmetli, İslam Tarihi, 181.

[195]   Süyûtî, Târîhu ’l-hulefâ, 109.

[196]   İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, IV, 58; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, II, 5.

[197]   İ. Hasan, İslâm Tarihi, I, 272.

[198]   Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, II, 109.

[199]   İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfı't-târih, II, 116; Gazzâlî, Fıkhu’s-sîre, 254-255.

[200] İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 110; Arslan, Rasûluüah(s.a.v.)’m Ashabını Tanıyalım, 53.

[201]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 16.

[202] İbn Hazm, Cevâmi’u ’s-siretü'n-nebeviyye, 141; İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 559.

[203]   İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 698; Hasan Hüseyin Uyar, Hz. Peygamber'in Ehl-i Beyt Eğitimi, (Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi), Hitit Üniversitesi, SBE, Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı, Çorum 2013, 8.

[204] Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hülefa, I, 19.

[205]   Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 106, 110; Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya, I, 8.

[206]   Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, I, 310.

[207]   İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 750.

[208]   Süyûtî, Târîhu ’l-hulefâ, 109.

[209]   Belâzürî, Fütûhu ’l-büldân, 540.

[210]   İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 97.

[211]   İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 258.

[212]   Ya'kubi, Târîhu ’l-Ya ’kubi, II, 80.

[213]   Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, II, 22.

[214]   İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfit-târih, II, 44-45.

[215] İbn İshak, Sîretü İbn İshâk, 200; İbn Kesîr, Sîretün-nebeviyye, 166; Taberî, Târîhu'l-ümem ve’l-mülûk, II, 125-126; İbn-i Hazm, Cevâmi’u’s-siretü'n-nebeviyye, 32.

[216] Akın, Sahîhi'l-BuhârîMuhtasarı, II, 333.

[217]   Muhammed Halid, Ümmetin Yıldızları, Altmış Seçkin Sahabe Hayatı, çev. Abdulkerim Akbaba, Vakit Yayınevi, İstanbul 2006, 301.

[218]   Kandehlevî, Hayâtü's- Sahâbe, I, 412.

[219]   İbn Hacer, el-İsâbe, III, 47-48; Halid, Ümmetin Yıldızları, 291; Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n- nadire, II, 250.

[220]   İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 215; Kandehlevî, Hayâtü’s- Sahâbe, I, 277.

[221]   İhsan Süreyya Sırma, Islami Tebliğin Mekke Dönemi ve İşkence, 52. bsk., Beyan Yayınları, İstanbul 2014, s. 87.

[222]   İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, III, 59.

[223]   Karîneyn: Bir ipe bağlanan, bitişikler, yakın ayrılmaz dostlar

[224]   Bünyamin Erul, "Talha b. Ubeydullah", DİA, TDV Yayınları, 2010, XXXIX, 504.

[225]   İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 215.

[226]   Efendioğlu, "Zübeyr b. Avvâm", XXXXIV, 522-524; Akın, Sahîhi'l-BuhârîMuhtasarı, II, 333.

[227]   Belâzürî, Ebu’l-Hasan Ahmed b. Yahya b. Cabir b. Dâvût, Kitabü cümel min ensâbü ’l-eşrâf, thk. Süheyl Zekkâr, Riyad Zirikli, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1996, I, 269.

[228]   Belâzürî, Ensâb, X, 61.

[229]   İbn Hacer, Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Ali b. Hacer el-Askalânî, Fethu'l-bârî bi-şerhi sahîhi'l- Buhâri, Dâru'r-Reyyân li't-Turas, Kahire 1407-1986, VII, 103.

[230]   İbn Sa'd, Tabakât, III, 410; İbn Cevzî, Sıfatü's-safve, 49; Kandehlevî, Hayâtü's- Sahâbe, I, 269, 492.

[231]   Tirmizî, "Menâkıb", 75.

[232]   İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 410; İbn Kayyim, Zâdu'l-me'âd, III, 171-172.

[233]   İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 149.

[234]   İbn Hacer, el-İsâbe, III, 48.

[235]  Taberî, Târîhu’l-ümem ve'l-mülûk, II, 125-126; İbn Hazm, Cevâmi’u’s-siretü'n-nebeviyye, 32; İbn Kesîr, Siretün-Nebeviyye, s. 166; Akkad, Hz. Ebu Bekir’in Şahsiyeti ve Dehası, 124.

[236]   Nedvî, Asrı Saadet, II, 10.

[237]   İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, II, 368.

[238]   Kandehlevî, Hayâtü's-Sahabe, IV, 90.

[239]   Ahmet Önkal, "Hz. Ebû Ubeyde b. Cerrâh" DİA, TDV Yay., İstanbul 1994, X, 249.

[240]   Hizmetli, İslam Tarihi, s.122.

[241]   Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, III, 5.

[242]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, III, 111; İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 410.

[243]   İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 410; İbn Kayyim, Zâdu'l-me'âd, III, 171-172.

[244]   İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 149.

[245]   İbn Hacer, el-İsâbe, III, 93.

[246]   Ya’kubi, Târîhu ’l-Ya ’kubi, II, 75.

[247] Ülkü, Muhtasar İslam Tarihi, s. 209.

[248] Akkad, Hz. Ebu Bekir’in Şahsiyeti ve Dehası, s. 50.

[249]   İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, III, 85; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfit-târih, II, 277-278.

[250]   Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya, I, 51.

[251]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I, 318-319; Taberi, Tarîhu’l-ümem ve'l-mülûk, II, 125-126; İbnü’l- Esir, Üsdü'l-ğâbe, III, 214; İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 166.

[252]   Ahmet Önkal, "Abdurrahman b. Avf', DİA, TDV. Yayınlan, İstanbul 1988, I, 157.

[253]   İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi't-târih, II, 101.

[254] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, II, 312; İbn Hazm, Cevâmi'u ’s-siretü'n-nebeviyye, 64.

[255]   Süyûtî, Tânhu’l-hulefâ, 50.

[256]   İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 200.

[257]   İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, IV, 58.

[258]   İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, IV, 60.

[259]   Süyûtî, Târîhu ’l-hulefâ, 109.

[260]   Nedvî, Asrı Saadet, I, 365.

[261]   İbn İshâk, Sîretü İbn İshâk, 426; İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, III, 11.

[262]   İbn Hacer, el-İsabe, III, 48.

[263]   Taberî, Târîhu ’l-ümem ve’l-mülûk, II, 503; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 204.

[264]   Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVII, 569.

[265]   İbn Sa’d, et-Tabakât, IV, 248.

[266]   Süyûtî, Târîhu’l-hulefâ, 110.

[267]   Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, I, 299.

[268]   İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 200.

[269]   Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, III, 5.

[270]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 368; İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 517.

[271]   İbn Hacer, el-İsâbe, III, 93; Kandehlevî, Hayâtü's- Sahâbe, II, 116.

[272]   İbn Sa'd, et-Tabakât, II, 132.

[273]   İbn Sa'd, et-Tabakât, II,191; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, I, 414.

[274]   İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 269; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfı't-târih, II, 277-278; İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 737-738.

[275]   İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 113; aynntılı bilgi için bkz. Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, I, 219.

[276]   İbnü’l- Esîr, el-Kâmil fı't-târih, II, 101.

[277] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, II, 312; İbn Hazm, Cevâmi’u’s-siretü'n-nebeviyye, 64.

[278]   Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, II, 307.

[279]   Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XIX, 24.

[280]   Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya, I, 53.

[281]   İbn İshâk, Sîretü İbn İshâk, 245-246; Süyûtî, Târîhu’l-hulefâ, 110.

[282]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I, 434.

[283]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I, 435.

[284]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I, 436; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fit-târih, II, 70-71.

[285]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I, 436; İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 268; İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, IV,

54.

[286]   İbn Hacer, el-lsâbe, II, 365.

[287]   İbn Kesir, Sîretü'n-nebeviyye, 195.

[288] Zührî, Meğâzi'n-nebeviyye, 47.

[289]   Hakka, 69/41-46: "O bir şair sözü değildir, siz çok az inanıyorsunuz. Bir kâhin sözü de değildir, ne de az düşünüyorsunuz! O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir. O, bize isnâden bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı, Elbette biz onu bundan dolayı kuvvetle yakalardık. Sonra da onun şah damarını keser atardık."

[290]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I, 346-348.

[291]   Ebubekir Tatlı, Aşere-i Mübeşşere’den Saîd b. Zeyd’in Hayâtı ve Rivâyetleri, (Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi, SBE, İstanbul 2007, 27.

[292]   Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 456; Mustafa Fayda, "Hz. Ömer " DİA, TDV. Yayın Matbaacılık, İstanbul 2007, XXXIV, 44; Tatlı, 28.

[293]   İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 381.

[294]   İbn İshâk, Sîretü İbn İshâk, s. 177; İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I, 287.

[295] İbn Hazm, Cevâmi’u ’s-siretün-nebeviyye, 54.

[296]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, II, 130.

[297]   Philip Kuhuri Hitti, Siyasal ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, M. Ü. İlahiyat. F. Yay., İst. 2011, 163.

[298]   İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, I, 411-412; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 204; İbn Kesîr, el-Bidâye, IV, 165.

[299]   İbn Kesîr, el-Bidâye, IV, 165.

[300] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, II, 6-9; İbn Hazm, Cevâmiu ’s-Siretü’n-Nebeviyye, s. 43.

[301]   İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 55; Kandehlevî, Hayâtü's- Sahâbe, I, 69.

[302]   İbnü’l-Esir, Üsdü'l-ğâbe, III, 379.

[303] Akın, Sahîh-i Buhâri Muhtasarı, I, 869.

[304]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 297.

[305]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 128.

[306] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, II, 6-9; İbn Hazm, Cevâmi’u ’s-siretü'n-nebeviyye, 43.

[307] İbn Hazm, Cevâmi’u’s-siretü’n-nebeviyye, s. 64.

[308]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, II, 316; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi't-târih, II, 102.

[309]   Ya'kubi, Târîhu ’l-Ya ’kubi, II, 47.

[310]   İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 14.

[311]   İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 68.

[312]   Tirmizî, "Menâkıb", 77; İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, II, 197.

[313]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, III, 330.

[314] Taberî, Tarîhu ’l-ümem ve’l-mülûk, II, 530.

[315]   İbn Kayyim, Zâdu'l-me'âd, III, 271.

[316]   İbn İshak'ta Zü'l-halife, Taberide ise El-Hulayfe olarak geçmektedir.

[317] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 88; Taberî, Târîhu ’l-ümem ve'l-mülûk, II, 694-695.

[318]   Mümtehine, 60/4: "İbrahim’de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, 'Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir.' demişlerdi. Yalnız İbrahim’in, babasına 'senin için mutlaka bağışlama dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez' sözü başka. Onlar şöyle dediler: 'Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır."

[319]   İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, IV, 88-89; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVII, 691; Ya'kubi, Târîhu ’l-Ya’kubi, II, 58; İbn Kayyim, Zâdu'l-me'âd, III, 323; İbn Kesir, Sîretü’n-nebeviyye, 526.

[320] İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, III, 60; Arslan, Rasûlullah(s.a.v.)'in Ashabını Tanıyalım, 71.

[321]   İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 274.

[322]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 402.

[323]   Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, I, 241.

[324]   İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 268.

[325]   İbn Kayyim, Zâdu’l-me’âd, III, 167.

[326]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, III, 110; İbn Kayyim, Zâdu'l-me'âd, III, 167; İbn Kesîr, el-Bidâye,V, 378.

[327]   İbn İshak, Sîretü İbn îshâk, 426.

[328] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, III, 60; Arslan, Rasûlullah (s.a.v.)'in Ashabını Tanıyalım, 71.

[329]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 402.

[330]   İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, II, 368.

[331] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 141; Akın, Sahîhi'l-BuhârîMuhtasarı, II, 34; Halid, Ümmetin Yıldızları, 94.

[332]   Tirmizî, "Menâkıb", 68.

[333] Zührî, Meğâzi'n-nebeviyye, s. 111; Süyûti, Târîhu’l-hulefâ, 168.

[334]   Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, II, 489.

[335]   İbn Kayyim, Zâdu’l-me’âd, III, 167.

[336]   İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 300.

[337]   İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 297; İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 102; İbn Hacer, el-lsâbe, III, 48; İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, III, 59.

[338]   İbnü’l- Esîr, Üsdü'l-ğâbe, III, 60.

[339]   İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, III, 117,118; Tirmizî, "Menâkıb", 75.

[340]   İbn Hacer, el-îsâbe, III, 48; Ahmed en-Nedvî, Asrı Saadet, I, 221.

[341]   Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, II, 259.

[342]   Vâkidî, Kitâbü'l-meğâzî, I, 188.

[343]   Ya'kubi, Târîhu ’l-Ya ’kubi, II, 67.

[344]   Ya'kubi, Târîhu ’l-Ya ’kubi, II, 67.

[345]   Kandehlevî, Hayâtü's-Sahabe, II, 411.

[346]   Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, II, 287.

[347]   İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 148.

[348] Akın, Sahih-i Buhari Muhtasarı, I, 204.

[349]   İbn Hacer, el-lsâbe,III, 48.

[350]   Vâkidî, Kitâbü'l-meğâzî, I, 193; İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 410; İbn Kayyim, Zâdu'l-me'âd, III, 171­172.

[351]   Ya'kubi, Târîhu ’l-Ya ’kubi, II, 67; Hizmetli, İslam Tarihi, 181.

[352]   Akın, Sahîhi'l-BuhârîMuhtasarı, I, 869; İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 216.

[353]   İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, II, 307; Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, II, 256.

[354]   İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 382.

[355]   Vâkidî, Kitâbü'l-meğâzî, I, 10-11.

[356]   İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 97.

[357]   İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 126.

[358] Akın, Sahîhi'l-Buhârî Muhtasarı, I, 536.

[359]   İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfı't-târih, II, 46.

[360]   İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 398; İbn Hacer, el-îsâbe, III, 92.

[361]   Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya, I, 53.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar