BİRBİRLERİYLE MÜNASEBETLERİ EKSENİNDE ASR-I SAADETTE AŞERE-İ MÜBEŞŞERE
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), sahabeden bazılarını
onlar daha dünyada iken cennetle müjdelemiştir. Bu çalışmada Hz. Peygamber'in
risaletinden vefatına kadar olan zaman zarfında Aşere-i Mübeşşere'nin
birbirleri ile olan ilişkileri incelenmiştir. Onlar diğer insanlardan daha çok
Hz. Peygamber'le birlikte bulunmuş ve onun uygulamalarından birçoğuna bizzat
şahit olmuşlardır. Hz. Peygamber'in davetine diğer insanlardan önce icabet
etmiş ve Hz. Peygamber'den aldıkları eğitimin uygulayıcıları olarak diğer saha-
bilere öncülük etmişlerdir. Ayrıca Hz. Peygamber'in vefatından sonra da İslam
devleti ve toplumunun şekillenmesinde dini ve siyasi bakımdan önemli
sorumluluklar yüklenmişlerdir. Bu itibarla Aşere-i Mübeşşere'nin birbiriyle
olan ilişkilerini inceleyip ortaya koymanın İslam Tarihini daha sağlıklı
anlamaya katkı sağlayacağı, bireysel ve toplumsal ilişkilerde sonraki
nesillere yol gösterici bir rol oynayacağı ve günümüzde var olan bazı çarpık
dini ve siyasi ilişkilerin yanlışlığının anlaşılması ve bunun düzeltilmesi
yönünde yapılan çalışmalara yardımcı olacağı kanaatindeyiz.
Hem Raşid halifelerin Aşere-i Mübeşşere'den olan diğer sahabilerle
münasebetleri hem de diğerlerinin kendi aralarındaki münasebetleri bu
çalışmamızda birlikte verilmiştir.
Bu sahabilerin aralarındaki münasebetlerine geçmeden önce onlara ait
ortak ve bireysel bazı hususlara değinilmiştir. Bu bölümde cennetle müjdelenmiş
olmalarıyla ilgili zikredilen farklı bazı rivayetlere ve onların detaylarına
girmeden Aşere-i Mübeşşere'ye ait hususlar dile getirilerek hayatları hakkında
özet bilgiler verilmiştir.
Aşere-i Mübeşşere kelimesi bir araştırmacıya göre ilk olarak "
Sahabe Faziletleri” adlı çalışmalarda geçmiş olup daha çok hicri üçüncü asrın
başlarında ortaya çıkmıştır. Bu kavrama ilk olarak Tayalisî’nin müsnedinde
rastlandığı ifade edilmiştir. [1]
Hz.
Peygamber tarafından cennetle müjdelendikleri rivayet edilen on sahabi
şunlardır: Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Talha b. Ubeydullah,
Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebi Vakkâs, Ebû Ubeyde b. Cerrah,
Saîd b. Zeyd. Bu sahabiler kaynaklarda, el-Aşeretü'l-mübeşşere, el-Mübeşşerüne bi'l- cenne, el-Aşeretü'l-meşhûdü lehüm bi'l-cenne
şeklindeki ifadelerle zikredilmiştir.[2]
Bu sahabiler Asr-ı Saadet'te sahabilerin önde gelenlerinden olmuştur.
Güzel vasıflara sahip olan bu sahabilere ait bazı hususlar ortak niteliktedir.
Aydınlı tarafından Aşe- re-i Mübeşşere ile ilgili bazı ortak hususlar şöyle
zikredilmiştir: Bu sahabilerin tamamı ilk müslümanlardan olup Hz. Peygamber’e
büyük yardımda bulunmuşlardır. Bunlar Kureyş'ten olup nesepleri Hz.
Peygamber’in nesebiyle birleşmektedir. Hepsi Bedir Sa- vaşı’na katılmışlardır.
Allah’ı ve Resûlünü sevdikleri bizzat Hz. Peygamber tarafından açıklanmıştır.
Aynı zamanda Allah yolunda müşrik yakınlarına karşı savaşmaktan geri
kalmamışlardır. [3]
Bir araştırmacının da belirttiği gibi Aşere-i Mübeşşere'den olanlar
kendi konumlarına aldanmamış, ölecekleri anda kötü bir sonla
karşılaşabileceklerinden sürekli korku içinde olmuşlardır. Kendilerinin
cennetle müjdelenmiş olmalarına bakmaksızın görevlerini yerine getirmeye
çalışıp, ibadet ve itaatlerinde aksaklık göstermemişlerdir. [4]
İslam âlimleri, Aşer-i Mübeşşere'nin İslamiyet’teki konumunu göz
önünde bulundurarak ilmi değerlendirmelerde ön sırayı genellikle onlara
vermiştir. Örneğin, Ahmed b. Hanbel'in "Müsned'ine" Aşere-i
Mübeşşere'nin rivayet ettiği hadislerle başladığı, Taberâni'nin
"el-Mu'cemü'l-kebir " adlı eserinde ve Ebû Nuaym el-İsfahâni'nin
" Hilye- tü'l-evliyâ" adlı eserinde de söz konusu sıralamanın olduğu
görülmektedir.[5]
Aşere-i
Mübeşşere ile ilgili rivayet edilen hadislerde yukarıda ismi geçen bu sahabilerin
isimleri zikredilmiştir. Hz. Peygamber tarafından cennetle müjdelenmiş olmaklarıyla
ilgili olarak Abdurrahman b. Avfa dayandırılan bir rivayete göre Hz. Peygamber
onlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Ebû Bekir cennettedir, Ömer
cennettedir, Osman cennettedir, Ali cennettedir, Talha cennettedir, Zübeyr
cennettedir, Abdurrahman b. Avf cennettedir, Sa'd b. Ebi Vakkas cennettedir,
Saîd b. Zeyd cennettedir, Ebû Ubeyde b. Cerrâh cennettedir" [6]
Amacımız yukarıda ismi geçen sahabilerin aralarındaki münasebetleri
ortaya koymak olduğundan cennetle müjdelendiklerini gösteren yukarıdaki hadisi
vermeyi yeterli bulduk. Şimdi bu sahabilerin hayatlarına kısaca yer verdikten
sonra aralarındaki münasebetleri ele alalım.
Hz. Ebû
Bekir
İnce, zayıf ve beyaz tenli birisi olan Hz. Ebû Bekir, Hz. Peygamber'e
ilk iman eden erkek kişi olmuştur. Künyesi, Ebû Bekir'dir. Lakabı,
es-Sıddık'tır. Nesebi şu şekildedir: Abdullah b. Ebu Kuhâfe Osman b. Amir b.
Ka'b b. Sa'd b. Teym b. Mürre b. Ka'b b. Lüey el-Kureyşi et-Teymi. [7]
Teymoğulları kabilesine mensub olan Hz. Ebû Bekir, Hz. Peygamber'den (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) iki yıl sonra Mekke'de dünyaya gelmiştir. Cahiliye
dönemindeki ismi Abdü'l-Kâbe olup, Müslüman olduktan sonra Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) ona Abdullah ismini vermiştir. Hz. Peygamber'in getirdiği
haberleri tereddütsüz kabul etmesi sebebiyle "Sıddik" ve cehennemden
azat olunduğuna dair Hz. Peygamber'in müjdesine nail olması sebebiyle
"Atik" olarak da tanınmıştır.[8]
Hz. Ebu Bekir gençliğinde ticaretten elde ettiği kazanç sayesinde Mekke'nin
varlıklı insanları arasında yer almaktaydı. İslam'ın geldiği ilk yıllarda müşrikler
tarafından işkence gören Bilal-i Habeşi[9],
Ümmü Umeys, Füheyre, Amir b. Fu- heyre gibi köle ve cariyeleri kölelikten
kurtarmıştır. [10]
Hz. Ebû Bekir, Medine döneminde Hz. Peygamber’le birlikte bütün
seferlere iştirak etmiştir. O, diğer zamanlarda da Hz. Peygamber'in yanında
bulunmuştur. Hicret’in 9. yılındaki hac mevsiminde Allah Rasûlü (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) adına hac emiri olarak görev yapan Hz. Ebû Bekir, Hz.
Peygamber'in son günlerinde Müslümanlara namaz kıldırmıştır.[11]
Hz.
Ebû Bekir, neseb ilmini çok iyi bilen, alim, faziletli bir kişi olup ashab
arasında Kur'an'ı en güzel okuyanlardandı. [12]
Yaşayışıyla Müslümanlara örnek olan Hz. Ebû Bekir, kazancını İslam
için harcamıştır. Bu hususta Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) de
övgüsüne mazhar olmuştur. Nitekim Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
"Muhakkak ki, arkadaşlığı hususunda da malı hususunda da insanların en
cömerdi Ebû Bekir'dir. Ümmetimden kendime bir dost edinseydim Ebû Bekir'i
edinirdim" sözleriyle onu övmüştür.[13]
Hz. Ebû Bekir, H. 13. yılda altmış üç yaşında iken Medine’de vefat
etmiş ve Hz. Peygamber'in kabri yanına defnedilmiştir. [14]
Hz. Ömer
Künyesi Ebu Hafs'tır. İbn Hacer'e göre Hz. Ömer'in nesebi, "Ömer
b. el-Hattab b.
Nüfeyl
b. Abdüluzza b. Riyah b. Abdullah b. Kurt b. Rezah b. Adiy b. Ka'b b. Lüey b.
Galib el- Kureyşi" şeklindedir.[15] İbn Hacer, Hz. Ömer'in
annesinin Ebu Cehil'in kız kardeşi olduğunu iddia ederek, Hz. Ömer'in Fil
Savaşı’ndan sonra doğduğunu ve onun Cahiliyye döneminde Mekkelilerin elçilik
görevini yürütmekte olduğunu rivayet etmiştir.[16]
Hz.
Ömer'in Müslüman olmadan önceki hayatıyla ilgili olarak küçüklüğünde deve
sürülerine çobanlık ettiği, sonra da ticarete başladığı ve Suriye taraflarına
giden ticaret kervanlarına iştirak ettiği ifade edilmiştir. Bir savaş çıkması
durumunda karşı tarafa elçi olarak gönderilen Hz. Ömer'in, kabileler arasındaki
anlaşmazlıkları çözmede etkili olduğu belirtilmiştir. [17]
O, Mekke'de iyi kılıç kullanması, ata binmesi ve cesareti ile de meşhurdu.[18] Ayrıca O'nun uzun boylu, iri
yarı, gür ve kırmızı saçlı birisi olduğu rivayet edilmiştir. [19]
Hz. Ömer'in İslam'a girmesi[20]
diğer zayıf Müslümanlara moral ve cesaret kaynağı olmuştur. Bu andan itibaren
Müslümanlar, Mescid-i Haram'da ibadetlerini açıktan yapmaya
başlayabilmişlerdir. Hz. Peygamber'den (salla’llâhü aleyhi ve sellem) önce Medine'ye
hicret etmiştir. [21] Hz. Peygamber Hz.
Ömer’in Müslüman olmasından sonra ona ''Faruk'' lakabını vermiştir. [22]
Hz. Ömer, Medine'de Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
her işinde ona destek olmuştur. O, gazvelerin tamamında Hz. Peygamber'in en
yakınında savaşmış ve verilen görevleri yerine getirmiştir.[23]
Mekke'nin fethinden sonra Hz. Peygamber'in emriyle kadınlardan biat almıştır. [24] Hz. Peygamber'in vefatından
sonra yapılan halife seçiminde Hz. Ebû Bekir ile birlikte hareket ederek Hz.
Ebû Bekir'in seçilmesi ve Müslümanların ona biat etmesi için büyük çaba
sarfetmiştir. [25] Hz. Ömer miladi 644 yılında
Ebû Lü'lü isimli köle tarafından namaz esnasında şehid edilmiştir. [26]
Hz. Osman
Hz. Osman, Fil olayından altı yıl sonra Mekke'de doğmuştur. İbn
Hacer'e göre Künyesi Ebu Abdullah olan Hz. Osman'ın nesebi şöyledir: ''Osman b.
Affan b. Ebu el- Âs b. Ümeyye b. Abdi Şems el-emevî el-kureyşî." [27] İbn Hacer'in rivayetine göre
Hz. Osman orta boylu, geniş omuzlu, güzel yüzlü ve gür sakallı birisi idi.[28]
Hz. Osman'ın babası olan Affan, Kureyş'in önemli kollarından olan Beni
Ümeyye- 'nin ileri gelenlerinden olup varlıklı birisiydi. Hz. Osman da ticaret
yaparak genç yaşında kabilesinin en varlıklı üyelerinden biri olmuştur. [29]
Hz.
Osman, Hz. Ebû Bekir vasıtasıyla Müslüman olmuştur. [30]
Gençlik döneminde Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) kızı Hz.
Rukiyye (ra) ile evlenmiş olup Medine'de Hz. Rukiy- ye'nin vefatından sonra Hz.
Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) diğer kızı Ümmü Gülsüm ile
evlenince
ona ikinci kez damat olma şerefine ermiştir. [31]
Hz. Osman, İslam'ın başlangıcında Müşriklerin baskısının artması
neticesinde Mekke'den Habeşistan'a göç etmiş, bir süre sonra geri dönmüştür.
Aynı şekilde Medine'ye hicret eden ilk muhacirlerden olmuştur.[32]
Hz. Osman, Hicret'ten sonra meydana gelen pek çok hadisede Hz.
Peygamber'in hep yanında yer almıştır. Hudeybiye Barış Antlaşması
gerçekleşmeden önce Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından
Kureyş'e elçi olarak gönderilmiştir. [33]
Halim selim, merhametli, iyi niyetli bir kişiliğe sahipti. Hayası
nedeniyle Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), meleklerin dahi Hz.
Osman'dan haya ettiğini buyurmuştur. [34]
Onun bir diğer önemli özelliği ise çok cömert oluşudur. Nitekim Hz.
Osman, Tebük Seferi esnasında İslam ordusunun üçte birlik kısmının ihtiyacını
karşılamıştır. [35]
Hz. Peygamber'in vahiy katipliğini de yapmış olan Hz. Osman, Hicretin
35. (M.656) yılında seksen iki yaşında iken isyancılar tarafından evinde şehid
edilmiştir. [36]
Hz.
Ali
Künyesi Ebû Turab olan Hz. Ali, Hicret’ten yaklaşık yirmi yıl önce
Mekke'de doğmuştur. Nesebi, Ali b. Ebi Talib b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdi
Menaf el- Kureyşi el-Haşimi, [37] şeklindedir. Hz. Ali'nin
babası, Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) amcası olan Ebû
Talib'dir. Hz. Peygamber, Hz. Ali'nin küçükken bakımını üstlenmişti. O, küçüklüğünden
itibaren Hz. Peygamberin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) terbiyesi altında
büyümüştür. [38]
Hz. Ali'nin henüz on bir yaşında bir çocukken Müslüman olduğu rivayet
edilmiştir.[39] Hicret esnasında Hz.
Peygamber'in yatağında yatmış, Hz. Peygamber'in yanında bulunan Mekkelilere
ait emanetleri sahiplerine geri verdikten sonra o da Mekke'den çıkarak
Rasûlullah'a yetişmiştir. Bu nedenle Hz. Ali (ra) son muhacirlerden olmuştur. [40]
Medine döneminde Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
vermiş olduğu tüm vazifeleri yerine getirmiştir. Hendek Savaşı’nda Müşriklerin
Medine tarafına geçmelerini engelleyen birliğin başında yer almıştır.
Müslümanlarla olan anlaşmalarını bozmuş olan Beni Kurey- za Yahudileri üzerine
yürüyen İslam ordusunun sancağını taşımıştır. Aynı şekilde Hay- ber'in fethinde
İslam ordusunun sancaktar ve kumandanlığını yapmış, bu savaşta kahramanlıklar
göstererek kalenin Müslümanların eline geçmesinde büyük rol oynamıştır. [41]
Hz. Ali, hayatında Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) en
yakınında yer alarak onun terbiyesi altında yetişmiş, kendisinden Kur'an-ı
Kerim'i öğrenmiş ve ezberlemiştir. Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) vahiy katipliğini de yapmış olan Hz. Ali, tefsir ve fıkıh alanında
sahabe arasındaki önemli kişilerden biri olmuştur. Hz. Peygamber'den 586 adet
hadis rivayet etmiştir. [42] Hz. Ali hicretin kırkıncı
yılında şehid edilmiştir.[43]
Zübeyr b. Avvâm
Zübeyr b. Avvâm Esedoğullarından olup künyesi, Ebû Abdullah'dır. Hz.
Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) halası Safiyye'nin oğludur. 12
yaşında Müslüman olduğu rivayet edilmiştir.[44]
İman eden ilk müslümanlardandır.[45]
Zübeyr b. Avvâm'ın, beyaz tenli, zayıfça ve orta boylu birisi olduğu
rivayet edilmiştir.[46] Aynı zamanda onun cesur ve
kahraman bir kişi olduğu da belirtilmiştir.[47]
Hz.
Peygamber onun hakkında, “Her peygamberin bir havârisi vardır, benim havârim de
Zübeyr’dir” buyurmuştur. [48] Hicretin 36. yılında Cemel
Savaşı’nda şehid edilmiştir.[49]
Talha b. Ubeydullah
Nesebi, Talha b. Ubeydullah b. Osman b. Amr b. Amir b. Ka’b b. Sa’d b.
Teym b. Murre b. Ka’b olan Hz. Talha, Nesepte Ebû Bekir Sıddık ile Ka’b b. Sa’d
b. Teym’de, Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile Murre’de buluşur.[50] Hz. Talha b. Ubeydullah
rivayete göre güzel yüzlü,[51] hafif kısa boylu, göğsü geniş
biriydi. Onun ilk iman eden kişilerden olduğu rivayet edilmiştir.[52]
Başka bir rivayette onun ilk Müslüman olan sekiz kişiden birisi olduğu
ifade edilmiştir. Hz. Ebu Bekir'in davetiyle Müslüman olmuştur.[53]
İbnü’l-Cevzî, Talha b. Ubeydullah'ın gösterdiği kahramanlık ve
özveriden dolayı Hz. Peygamber'in ona Uhud Savaşı’nda, ''Talhatu'l-hayr'',
Huneyn Savaşı’nda da, ''Talhatu'l-cud (cömert Talha)'' adını verdiğini söyler.[54]
Talha b. Ubeydullah'ın, Hz. Peygamber zamanında Medine ehli için çok
infakta bulunduğu rivayet edilmiştir.[55]
Hicri 36. yılda Cemel Savaşı’nda şehid edilmiştir.[56]
Sa'd b. Ebi Vakkas
Nesebi
Sa'd b. Ebi Vakkâs Malik b. Vuheyb b. Abdimenaf b. Zühre'dir.[57] Sa'd b. Ebi Vakkâs, esmer ve
uzun boylu biriydi. İlk iman edenlerden üçüncü kişi olduğu rivayet edilmiştir.
Hz. Peygamber ile bütün seferlere katılmıştır. Hz. Peygamber, Uhud savaşında
O'ndan düşmana ok atmasını isterken O'na, " Anam, babam sana feda olsun ey
sa'd " diye hitab etmiştir.[58] Hicretin elli beşinci yılında
Medine'ye yakın mesafedeki Akik sarayında yetmiş küsür yaşında iken vefat
etmiş, naaşı Medine’ye getirilerek orada defnedilmiştir.[59]
Ebû Ubeyde b. Cerrah
Adı Âmir, künyesi, Ebû Ubeyde’dir. Nesebi ise şöyledir: Âmir b.
Abdullah b. Cerrah b. Hilal b. Üheyb b. Dabbe b. el-Hâris b. fihr el-Kureyşî. [60] Ebû Ubeyde b. Cerrah, zayıf,
az sakallı, güzel yüzlü ve [61] uzun boylu birisi idi.
Mekke'de iken Habeşistan'a hicret etmiştir. Hz. Peygamberle bütün seferlerde
bulunmuştur.[62] Hz. Peygamber ona "
Ümmetin emini" lakabını vermiştir.[63]
Şam'daki veba salgınında Hicretin 18. yılında 58 yaşında iken vefat etmiştir. [64]
Abdurrahman b. Avf
Abdurrahman b. Avfın aile silsilesi, Ebû Muhammed Abdurrahman b. Avf
b. Abdi Avf b. Abdi'l-Haris b. Zühre b. Kilâb el- Kureyşî ez- Zuhrî
şeklindedir. Hz. Abdurrahman, uzun boylu ve buğday tenli bir kişi idi.[65]
Abdurrahman b. Avf, Fil Olayı'ndan on sene sonra doğmuştur. Kırmızı
ile karışık beyaz tenli, güzel yüzlü, iri gözlü, çok kirpikli, çekme burunlu,
elleri, ayakları ve parmakları kalın birisi olduğu belirtilmiştir. [66] Cahiliyye devrindeki isminin
Abdu'l- Kâ'be [67] veya Abdi Amr olduğu, Müslüman
olduktan sonra adının Hz. Peygamber tarafından Abdurrahman olarak
değiştirildiği aktarılmıştır.[68] Hicretin 32. yılında yetmiş
sekiz; [69] veya yetmiş beş yaşında iken
vefat ettiği rivayet edilmiştir.[70]
Saîd b. Zeyd
Künyesi,
Ebû A'ver’dir.[71] Nesebi ise şöyledir: Saîd b.
Zeyd b. Amr b. Nüfeyl b. Rebah b. Abdullah b. Rezah b. Adi b. Ka'b b. Luey. Bu
sahabi ilk Müslümanlardandır. Bedir Savaşı hariç bütün seferlere katılmıştır. [72] Annesi Fatıma el-Huzâiyye olup
ilk Müslüman olan kadınlardandır.[73] Saîd b. Zeyd yetmiş üç yıl
yaşamıştır. Uzun boylu ve
esmer biriydi. el-Akik denilen yerde Hicretin 51. yılında öldüğünde
Medine'ye götürülerek defnedilmiştir. Heysem b. Adiy, onun Kûfe'de öldüğünü
iddia etmiştir.[74]
Buraya
kadar Aşere-i Mübeşşere hakkında kısaca bilgi vermiş olduk. Şimdi aralarındaki
münasebetlere geçelim.
ASR-I
SAADETTE RAŞİD HALİFELERİN BİRBİRİYLE OLAN
HZ.
EBÛ BEKİR'İN HZ. ÖMER ILE MÜNASEBETLERİ
Her ikisi de Mekkeli oldukları için gerek Cahiliye Dönemi gerek Asr-ı
Saadet’te çoğu kez biraraya gelmiş, çeşitli vesilelelerle münasebetler
kurmuşlardır. İkisi de Hz. Peygamber'e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) en yakın
olan sahabilerdendir. Hz. Peygamber'in, önemli işlerinde en çok danıştığı
kişilerden olmuşlardır.
Denilebilir ki Asr-ı Saadet’te Hz. Ömer ile Hz. Ebû Bekir arasındaki
münasebet sıhri bir yakınlıktan daha ötedeydi. Hz. Peygamber, biri Mekke’de
diğeri Medine’de olmak üzere sahabileri arasında iki defa kardeşlik bağı
kurmuştur. Hicret’ten önce Mekke'de muhacirleri birbirlerine kardeş yapmış,
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'i kardeş ilan etmişti.[75]
Hem birbirleriyle olan münasebetlerini hem de Hz. Peygamber ile
bulunduklarını gösteren bir çok rivayet mevcuttur. Şimdi bu bilgilere yer
verelim.
Hz.
Peygamber'in Hz. Ebû Bekir'e ve Hz. Ömer'e Olan İltifat ve Övgüleri
Ebû Said (r.a)'in rivayetine göre Hz. Peygamber, her ikisi için şöyle
buyurmuştur: "Yüksek derecelerin sahipleri; altlarında olanları, sizin
göğün ufkunda doğan bir yıldızı görmeniz gibi göreceklerdir. Ebû Bekir ve Ömer
onlardandır, bu nimete ermişlerdir."[76]
Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'i bazı peygamberlere
benzeterek şöyle buyurmuştur: ''...Ey Ebû Bekir! Senin örneğin İbrahim'in
durumu gibidir. O, Rab-bine niyazında, 'Bana tabi olan bendendir. Bana isyan
eden hakkında ise şüphesiz sen Gafur ve Rahimsin' demişti. Yine Ey Ebû Bekir!
Senin örneğin İsa'nın durumu gibidir. İsa, 'Eğer onlara azap edersen şüphesiz
onlar senin kullarındır. Eğer onları affedersen affedersin. Çünkü azim, hakim
olan ancak sensin' demişti. Ya Ömer!
Senin örneğin Nu-h'un ki gibidir. O, 'Ey Rabbim yeryüzünde kâfirlerden
gezip dolaşan bir tek kimseyi bı-rakma' demişti. Yine Ya Ömer! Senin örneğin
Musa'nınki gibidir. O da; 'Ey Rabbim onların mallarını mahv ü helak et!
Kalplerine katılık ver, çünkü onlar acıtıcı azabı görünceye kadar iman
etmeyecekler.' demişti." [77]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bu iki sahabiyle
birarada iken bazen onlara sorular sorardı. Bir defasında Hz. Ebû Bekir'e,
''Vitir namazını ne zaman kılarsın?'' diye sorduğunda ondan, ''Gecenin
evvelinde kılarım'', Hz. Ömer'e sorduğunda ise ‘‘Gecenin sonunda kılarım''
cevabını alınca Hz. Ebû Bekir'e, ''Sen ihtiyatla amel ediyorsun!'', Hz. Ömer'e
de, "zor olana yapıştın." şeklinde karşılık vermiştir. [78]
Hz. Peygamber'in bu iki sahabiyi cennetle müjdelemiş olması onlara
yaptığı en büyük iltifattır. Ebu Musa el-Eş'ari, bununla ilgili olan bir olayı
şöyle anlatmıştır: "Rasûlullah ile beraber falan kişinin bahçesindeydik,
kapı da kapalıydı. Bu esnada kapı çalınca, Rasûlullah bana, "Ey Abdullah
(Ebu Musa), kalk, kapıyı aç ve O'nu cennetle müjdele!" buyurdu. Bunun
üzerine kalktım kapıyı açtım. Gelen Ebû Bekir'e Rasû- lullah'ın sözünü
söyledim, O da Allah'a hamd ederek girdi, selam vererek oturunca kapıyı
kapattım. Sonra başkası kapıyı çaldı. Rasûlullah bana, "Ey Abdullah, kalk,
kapıyı O'na aç ve O'nu cennetle müjdele!" buyurdu. Ben de kalktım ve
kapıyı açtım. Gelen Ömer b. Hattab'a Rasûlullah'ın sözünü söyledim, O da Allah'
a hamd ederek içeri girdi, selam vererek oturdu. Ben de kapıyı kapattım. Bu
sefer kapı tekrar çalınca, Rasûlullah bana, " Ey Abdullah, kalk, kapıyı
O'na aç ve O'nu cennetle müjdele!" buyurdu. Ben de kalktım kapıyı açtım.
Kapıdaki Osman b. Affan'a da Rasûlullah'ın sözünü söyledim, O da ''Allah
Müsteandır'', dedi ve içeri girdi, selam vererek oturdu." [79]
Ebu Hureyre’ye göre, Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'le
ilgili gördüğü bir rüyasını şöyle anlatmıştır: '' Rüyada iken gördüm ki,
havzımdan su çekip halka içiriyorum. Derken Ebû Bekir bana gelip beni rahat
ettirmek için yardıma koyuldu. İki kova çekti. Çekişinde zayıflık vardı! Allah
onu affetsin. Derken Hattâb'ın oğlu geldi. Ebû Bekir’den kovayı aldı. Ondan
daha kuvvetli çekecek bir kişi görmedim. Halk kana kana içip gitti. Havuz daha
dolu ve kaynardı." [80]
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in Ziyadelikle
Rasûlullah ile Birlikte Bulunmaları
Hz. Peygamber'le birlikte bulunduklarına dair Ebu Hureyre'nin
naklettiği bir habere göre Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hz.
Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Tal- ha, Zübeyr ve Sa'd b. Ebi Vakkas
birlikte Hira Dağı üstünde bulunuyordu. O esnada dağ sallanınca Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), ''Sakin ol, zira senin üzerinde ancak bir Peygamber, bir
Sıddık ve bir şehid var!'' diye buyurmuştur. [81]
Yukarıdaki rivayet, bu değerli iki sahabenin Hz. Peygamber'in yanında
birlikte hareket ettiklerini, beraber bulunduklarını gösteren rivayetlerdendir.
Başka bir rivayette ise sarsılma olayında Uhud Dağı üzerinde Hz. Peygamber, Hz.
Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman vardı. Hadisin devamında Hz. Peygamber'in,
"Sakin ol, Ya Uhud! Üzerinde ancak bir Nebi, bir Sıddık ve iki şehid
vardır." buyurduğu bildirilmiştir. [82]
Hz. Peygamber, bir yerde oturduklarında Hz. Ebû Bekir her zaman onun
sağında, Hz. Ömer de solunda otururdu.[83]
İbn İshak'a göre bir keresinde böyle oturmuşlarken Rasûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), "Kardeşlerimi özlüyorum." diye buyurunca, Hz.
Ömer, "Ya Rasûlallah, biz kardeşlerin değil miyiz?" diye sordu. O da,
"Hayır, siz ashabımsınız, benim kardeşlerim, beni görmeden bana
inananlardır." diye buyurdu. O sırada Hz. Ebû Bekir onların yanına
geldiğinde, Hz. Ömer ona, Rasûlullah'ın kendisine söylediklerini aktardı. Rasûlullah,
sözüne devam ederek, " Ey Ebû Bekir! Senin beni sevdiğini duyup da seni
seven bir kavmi sevmez misin? Ben onları seviyorum. Onları Allah da
sever." diye buyurmuştur. [84]
Bir gün Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Ben kardeşlerimi özlüyorum." Bunun üzerine Hz. Ömer, "Ya
Rasûlallah, kardeşlerin kimlerdir, bize açıklar mısın?" diye sordu. Hz.
Peygamber de, "Sizler ashabımsınız, kardeşlerim ise görmedikleri halde
bana inananlardır." buyurdu. O esnada bulundukları yere Hz. Ebû Bekir de
geldi. Hz. Ömer, O'na bu konuşmadan bahsetti.[85]
Kandehlevi, her iki sahabinin birgün birbiriyle açlık mevzuunda
konuşurlarken yanlarına Hz. Peygamber'in geldiğini ve aynı dertten müzdarip
halde Ebû Eyyûb el-En- sârî'ye gittiklerinden bahseder. Rivayete göre Hz. Ebû
Bekir, bir gün öğle zamanı vaktinde mescide gelir, ardından Hz. Ömer de gelir
ve, "Ey Ebû Bekir! Bu saatte seni evinden çıkartan nedir?" diye
sorar. Hz. Ebû Bekir de O'na, "Beni çektiğim şiddetli açlık
çıkarmıştır." cevabını verince Hz. Ömer, "Andolsun, ben de bundan
dolayı çıktım." der. Bu esnada yanlarına Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) de gelerek, "Sizi şu saatte evlerinizden çıkaran nedir?"
diye sorar. İkisi de açlıktan dolayı çıktıklarını ifade ederler. Hz. Peygamber
de, "Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, ben de bundan dolayı
çıkmışımdır, o halde kalkınız." der ve üçü birlikte Ebû Eyyüb
el-Ensari'nin evine varırlar. Kapıyı çaldıklarında Ebû Eyyüb'ün hanımı
çıkarak, "Allah'ın Peygamber'ine ve beraberinde gelenlere merhaba!"
diyerek onları karşılar. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), "Ebû
Eyyûb nerededir?" diye sorunca Ebû Eyyûb, Hz. Peygamber'in sesini duyarak
gelir ve Hz. Peygamber'e, "Ey Allah'ın Rasulü! Bize bu zamanda
gelmezdiniz." deyince, Hz. Peygamber O'na, "Doğru söylüyorsun."
cevabını verir. Bunun üzerine Ebû Eyyûb bağa giderek bir salkım hurma getirir.
Hz. Peygamber, "Sadece kuru hurma getirsen yeterliydi." deyince Ebû
Eyyûb, "Ey Allah'ın Resûlü, diğer çeşitlerden de yemeni arzu ettim. Ayrıca
bir de hayvan keseceğim." cevabını vermiş ve bir oğlak keserek
konuklarına ikram etmiştir. [86]
Bir sahabi, bir gün Hz. Peygamber ile Hz. Ömer ve Hz. Ebu Bekir'in,
evine misafir olarak geldiğinden bahsetmiştir. Buna göre Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), sağında bir bedevi, solunda Hz. Ebû Bekir ve arkasında da
Hz. Ömer olduğu halde bu sahabinin evine giderler. Sahabi onlara süt ikram
ettiğinde Hz. Peygamber, sütünü içtikten sonra Hz. Ömer, " Ya Rasûlallah
onu Ebû Bekir'e ver." deyince Hz. Peygamber, "Sağ taraf, sağ
taraf " diyerek sütü içmesi için bedeviye vermiştir.[87]
Aşağıda zikredeceğimiz rivayet ise Hz. Ömer ile Hz. Ebû Bekir'in
birlikte Rasûlullah'ın yanındayken önemli bir olaya tanıklık etmeleri açısından
önemlidir. İbn Sa'd, Ebû Sahr el-Ukayli adlı sahabinin Medine'ye gittiğinde,
Rasûlullah'a rastladığını, onun Ebû Bekir ile Ömer arasında yürüdüğünü,
Rasûlullah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bir Yahudiye uğradığını rivayet
eder. el-Ukayli’ye göre Yahudi, elinde Tevrat'tan bir bölümü hasta olan
kardeşinin oğlu üzerine okumaktaydı. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
"Ey Yahudi! Musa'ya indirilene, İsrailoğulları için ayrılan denize seni yemin
ettirerek söylüyorum. Tevrat’ında vasfım, sıfatım ve çıkışımı buluyor
musun?" diye sorunca Yahudi, başıyla 'Hayır!' işareti yapar. Kardeşinin
oğlu ise, "Musa'ya indirilen Tevrat'a ve İsrailoğulları için ayrılan
denize şehadet ederim ki, o kitapta senin vasfın, zamanın, sıfatın ve çıkışın
vardır ve ben şehadet ederim ki Allahtan başka ilah yoktur ve sen onun
elçisisin! der." [88]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Uhud Savaşı’na çıkmadan
önce ikindi namazını cemaatle kılmış [89]
ve Bedir Savaşı öncesinde olduğu gibi sahabesine danıştıktan sonra silahını
kuşanmak için evine girince Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer de onunla birlikte içeri
girmişlerdir. [90]
Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), çoğu yerde olduğu gibi
Yahudilerin yanına çeşitli işler için uğradığında bu iki değerli sahabi
beraber O'nun yanında olurlardı. Belâzüri'ye göre Nadir- oğullarına gittiğinde
de yanında Hz. Ömer ile Hz. Ebû Bekir vardı... [91]
İbn İshak’ın rivayetine göre Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
yine önemli bir mesele için Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali'nin de olduğu
ashabından bir toplulukla Nadiroğullarına gitmişti. Amiroğullarından iki
kişinin diyeti için yardım isteyecekti. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem), onlara geldiğinde, "Peki" diyerek Rasûlullah'ın isteğini
kabul ettiler. Sonra başbaşa kalınca da Rasûlullah'a suikast düzenlemeye karar
verdiler. Onların yapmak istediklerine dair ilahi haber gelince, Rasûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), kalkarak Medine’ye dönmek üzere yola çıktı. Onunla beraber
gelmiş olan sahabiler Rasûlullah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) geciktiğini
görünce arkasından gittiler. Medine'den bir adamla karşılaştıklarında
Rasûlullah'ın Medine'ye girdiği haberini alarak döndüler. Rasûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), onlara Yahudilerin yapmak istediği hainliği bildirerek
savaşa hazırlanmayı ve Yahudilerin üzerine yürümeyi emretti.'' [92]
İbni Mes'ud, bir gün mescidde namaz kılarken, o esnada Rasûlullah'ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), sağında Hz. Ebû Bekir, solunda Hz. Ömer olduğu halde onların
ellerini tutmuş bir vaziyette içeri girdiğini [93]
ve, "Kıyamet günü böyle haşrediliriz." buyurduğunu rivayet etmiştir. [94]
Hz. Peygamber, sahabileriyle birlikte hicri takvimin 6. yılında (M.
628) umre yapmak için Medine’den yola çıkıp Hudeybiye’ye varmıştı. Mekkeli
Müşrikler ise Müslümanların Mekke’ye girmelerine engel olmak isteyip umre
yapmalarına engel olunca Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), ashabıyla
istişare etti. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer birlikte hareket ederek burada da
sırayla kalkarak O’nun arkasında olduklarını dile getirmişlerdir.[95]
Yine Tebük Seferi esnasında İbni Mes'ud tarafından rivayet edilen bir
habere baktığımızda Hz. Ömer ve Hz. Ebû Bekir'i gecenin bir vaktinde Hz.
Peygamber ile önemli bir işte beraber görmekteyiz. Abdullah b. Mes'ud bu durumu
şöyle anlatmaktadır: ''Gece yarısı kalktım. Ben Tebük Gazvesi’nde Rasûlullah
ile birlikteydim. Karargâh tarafında bir ateş alevi gördüm. Oraya doğru
ilerleyip, bakmak istedim. Baktığımda, Rasûlullah ile Ebû Bekir ve Ömer'i
gördüm Abdullah zi'l-Bicadeyn el-Müzeni ölmüştü. Ona mezar kazıyorlardı.
Rasûlullah, onun kabrinde duruyor, Ebû Bekir ve Ömer de mevtayı aşağı
sarkıtıyordı. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), 'Kardeşinizi bana
yaklaştırınız.' diyor, onlar da Abdullah'ı aşağıya bırakıyorlardı. Onu yan
tarafa yatırdıktan sonra, Hz. Peygamber, 'Allah'ım ben akşamleyin ondan razı
olarak ayrıldım. Sen de ondan razı ol.' buyurdu." [96]
Hz. Peygamber'in sağlığında olduğu gibi vefatı esnasında da yine Hz.
Ömer ve Hz. Ebû Bekir'i birlikte görmekteyiz. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) vefat ettiğinde kefenlendikten sonra divanın üzerine konmuştu. Hz. Ebû
Bekir ile Hz. Ömer içeri girip selam verdiler. Onlar-la beraber evin
alabileceği kadar Ensar ve Muhacirlerden bir grup insan da içeri girerek Hz.
Ömer ve Hz. Ebû Bekir'in selam verdikleri gibi selam verip saf tuttular.
İmamlık eden kimse yoktu. Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer ön safta Rasulullah'ın
önündeydiler. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) için şöyle dediler: ''
Allah'ım! Şehadet ederiz ki, kendisine indirileni tebliğ etti. Ümmetine nasihat
etti. Allah dinini aziz kılana ve kelimeleri tamamlayıncaya kadar Allah yolunda
cihad etti. Ortağı olmayan sadece O'na iman etti. Ey Allah'ımız! Bizi O'nunla
indirilen söze tabi olanlardan eyle. O bizi, biz de onu tanıyana kadar, bizi
O'nunla bir araya getir. O müminlere karşı hoşgörülü ve merhametliydi. Asla
iman karşılığında bir bedel istemiyoruz ve imanı bir değer karşılığında
istemeyiz.'' Oradakiler de bu duaya ''Amin! Amin!'' dediler.[97]
Hadis kitaplarında geçtiği üzere Hz. Ömer, halife iken şehid edildiği
(v: 23/644 ) sırada henüz vefat etmeden önce, Abdullah b. Abbas (v: 68/687)
O’na, “Ey Müminlerin Emiri! Böyle bir şey oldu ama, sen Rasulullah'la sohbet
ettin, birlikte yaşadın, onunla arkadaşlık bunu da güzel yaptın. O, dünyadan
senden hoşnut olarak ayrıldı. Sonra Ebû Bekir ile sohbet ettin ve onunla da
sohbetini güzel yaptın” diyerek onun Hz. Ebû Bekir ile olan münasebetine
değinmiştir.'' [98]
Birbirlerine Olan Övgü ve İltifatları
Bu iki sahabi her zaman birbirlerinin haklarını teslim etmişlerdir.
İbnü’l-Esir'e göre Hz. Ömer, Hz Ebû Bekir'e, "Ey Rasûlullah'tan sonra
insanların en hayırlısı!" diye hitab ettiğinde, Hz. Ebû Bekir de O'na,
''Şimdi sen böyle dedin, halbuki ben Rasû- lullah'ın, ‘Güneş Ömer'den daha hayırlı
bir kul üzerine doğmamıştır.' dediğini işittim” cevabını verir.[99]
Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir'in hicret esnasında Hz. Peygamberle
geçirdikleri geceden bahsederek onu şu sözlerle övmüştür: "Nefsimi elimde
bulunduran Allah'a yemin ederim ki onun o (hicret) gecesi, Ömer ve Ömer'in
ailesinden daha hayırlıdır. [100]
Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir'le olan bir anısını anlatırken O'ndan övgüyle
şöyle bahsetmiştir: "Rasulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), geceleri
Ebû Bekir'in evinde sohbet eder, Müslümanların işini görürdü. Yine bir gece,
ben de yanında iken sohbet etti. Sonra evden Rasulullah’la beraber çıktık.
Mescide vardığımızda bir adamın namaz kıldığını gördük. Rasulullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) kalktı ve O'nun okumasını dinlemeye başladı. Neredeyse onu
tanıyacak gibi olduk. Rasulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), "Kim
Kur'an'ı indirildiği gibi taze olarak okumak isterse İbn-i Ümmü Abd'in (İbn
Mes'ud) okuması gibi okusun." dedi. Sonra adam dua etmek için oturdu.
Rasulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) da O'na: "İste! sana
verilecek." dedi. Allah’a yemin ederim ki, erkenden gider O'na bu müjdeyi
veririm, dedim. Erkenden gittim, ona bu müjdeyi verdim. Ebû Bekir'e rastladım.
O'nun benden önce İbn Mes'ud'a gidip müjdeyi vermiş olduğunu ve beni geçtiğini
gördüm. Hayır, vallahi ne zaman hayırlı bir işte onunla yarıştı isem beni
geçmiştir." [101]
Hz. Ömer, Tebük Seferi’nde, bir nevi kendi duygularına tercüman olan
Hz. Ebû Bekir'in, içinde bulundukları zor durumdan kurtulmaları için Hz.
Peygamber’den dua taleb ettiğini söyleyerek o anki hadiseyi şöyle anlatmıştır:
''Biz Tebük'e sıcak bir zamanda vararak bir yerde konakladık. Öyle bir susadık
ki, boynumuzun kopacağını sandık. Bazıları devesini kesiyor ve işkembesindeki
suyu içtikten sonra gerisini göğsü üzerine koyuyordu. Ebû Bekir, Hz.
Peygamber'e, ''Ey Allah'ın Rasûlü! Allah duada sana hayrı vermeyi adet
kılmıştır. Bizim için Allah'a yalvar'' dedi. Hz. Peygamber, ''Sen bunu istiyor
musun?'' deyince, Ebû Bekir, ''Evet'' dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), ellerini göğe doğru kaldırdı. Gök bulutlanıncaya ve yağmur
yağıncaya kadar da ellerini indirmedi. Yağmur yağdıktan sonra, herkes yanındaki
kapları doldurdu. Sonra yolumuza devam ettiğimizde bulunduğumuz yerin
dışındaki yerlere yağmurun yağmamış olduğunu gördük.” [102]
Hz. Peygamber'in vefatına sayılı günler kaldığında meydana gelenlerle
ilgili aktarılan rivayetlerde de yine en çok Hz. Ömer ile Hz. Ebû Bekir'i
yanyana münasebetler içinde görüyoruz. Buradaki rivayette Hz. Ömer'in, Hz. Ebu
Bekir'e bir iltifatı söz konusudur. Vefatına sayılı günler kalmışken Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bir keresinde yatsı namazını kılmak
için mescitte kendisini bekleyen insanlara namaz kıldırması için Hz. Ebû
Bekir'e haber gönderdi. Hz. Ebu Bekir de, '' Ey Ömer! Sen insanlara namaz
kıldır! dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer bunu kabul etmeyerek O’na, ''Sen buna daha
layıksın!” cevabını verdi.[103]
Ahmet b. Hanbel’in Müsned’inde geçen bir rivayete göre Hz. Ebû Bekir
ile Hz. Ömer arasında yukarıda geçen böyle bir konuşma olmamıştır. İbn Hanbel'e
göre Abdul- llah b. Zem'a şöyle demiştir: ''Rasûlullah'ın hastalığı arttığında
birkaç Müslüman ile ben de yanındaydım. Bilal namaz için çağrıda bulununca,
Rasûlullah, 'İnsanlara namaz kıldıracak birine emir verin.' buyurdu.
Çıktığımda, Ömer'in cemaat arasında olduğunu gördüm. Ama Ebû Bekir yoktu. Ömer'e,
'Ya Ömer! Kalk ta insanlara namaz kıldır.' dedim. Ömer tekbir alınca
Rasûlullah onun sesini duydu. Hz. Peygamber, 'Ebû Bekir nerede? Allah da,
Müslümanlar da ondan başkasının namaz kıldırmasını kabul etmez.' buyurup Ebû
Bekir'e haber gönderdi. Ömer namaz kıldırdıktan sonra Ebû Bekir gelip insanlara
namaz kıldırdı...'' [104]
Hz. Aişe, Hz. Ebû Bekir’in diğer günlerde de
insanlara namaz kıldırdığını söylemiştir.'' [105]
Hz.
Ebû Bekir ile Hz. Ömer arasındaki münasebetin hem yardımlaşma hem de ha yırda
yarış üzerine olan niteliğini ve Hz. Ömer’in, arkadaşının faziletini sürekli
anlatmasını çeşitli rivayetlerde görmekteyiz. Suyûtî'de geçen bir rivayete
göre ashabının durumunu sormak Rasûlullah’ın âdeti idi. Bir gün sabah namazını
kıldırdı, namaz bitince şöyle sordu: “Hanginiz bugün oruçlu olarak sabahladı?”
Hz. Ömer, “Ya Rasûlallah! Bana sorarsan ben gönlümden geçirmeden geceledim,
oruçsuz sabahladım” dedi. Hz. Ebû Bekir de, “Ya Rasûlalah! Ben, gönlümde oruç
tutmayı tasarlayarak geceledim ve böylece oruçlu olarak sabahladım.” cevabını
verdi. Sonra Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tekrar sordu: “Sizden
hanginiz bugün bir hastayı ziyaret etti?” Hz. Ömer, “Daha yeni namaz kıldık ve
henüz yerimizden ayrılmadık. Nasıl bir hastayı ziyaret etmiş olabiliriz?” dedi.
Hz. Ebû Bekir de, “Ya Rasûlallah ben ziyaret ettim. Kardeşim Abdurrahman b. Avfın
ağır hasta olduğunu söylediler. Yolumu oradan geçirdim. Onun hal ve hatırını
sordum. Sonra mescide geldim.” dedi. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
tekrar sordu: “Bugün hanginiz bir sadaka verdi?” Hz. Ömer, “Ya Rasûlallah!
Namazı kıldığımızdan beri seninle beraberiz, yerimizden ayrılmadık, nasıl bir
sadaka vermiş olabiliriz?” dedi. Hz. Ebû Bekir de, “Ya Rasûlallah! Ben mescide
girdiğimde, birisinin bir şeyler istediğini gördüm. Oğlum Abdurrahman'ın elinde
bir miktar ekmek vardı, onu aldım ve O kimseye verdim.” dedi. O zaman Rasûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Cennetle müjdelerim! cennetle
müjdelerim!” Bunu işiten Hz. Ömer, “Ebû Bekir'le müsabakaya giriştiğim her
hayırda O, mutlaka beni geçmiştir”
demekten kendini alamamıştır.[106]
Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'i daha önce zikrettiğimiz gibi yine ilahi
rıza için hayır yarışında bulduğumuz bir başka rivayete bakalım. Hz. Ömer diyor
ki: ''Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bize maddi yardımda
bulunmamızı emretmiş ve Rasûl-i Ekrem'in bu emri varlıklı olduğum bir zamana
denk gelmişti. Ben de kendi kendime, ''Ebû Bekir'i bir gün geçebilirsem işte
bugün geçerim!'' dedim ve malımın yarısını getirdim. Rasûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), bana ''Ailene ne bıraktın?'' diye sordu. '' Getirdiğimin
yarısı kadar!'' dedim. Sonra Ebû Bekir, malının hepsini getirdi. Rasûlullah,
''Ey Ebû Bekir! Ailene ne bıraktın?'' diye sorunca Ebû Bekir, ''O'nlara Allah'ı
ve Rasûl’ünü bıraktım.'' diye cevap verdi. Bunun üzerine, Hiçbir şeyde O'nu
asla geçemem! dedim.” [107]
Süyûtî'de geçen bir habere göre Hz. Ömer'in Hz. Ebû Bekir ile ilgili
anlattığı bir diğer vaka şöyledir. Hz. Ömer şöyle anlatıyor: "Medine'de
kenar bir yerde ihtiyar ve âmâ bir kadın yaşardı. Her gün ona uğrayarak
ihtiyacını gidermek isterdim. Fakat ne zaman gitsem benden önce birisinin O'na
uğrayıp kendisine lazım olan her işi yaptığını görürdüm. Bir gün merak ettim,
acaba her gün bu sevabı işleyen kimdir? dedim. Çok erkenden bu kadına uğradım.
Bir de ne göreyim, bu sevabı kazanmakta olan zat Ebû Bekir'di." [108]
Abdullah
b. Mes'ud, ikisinin hayırda yarış içinde olduklarını söylemiştir. İbn-i Mes'ud
der ki: "Namaz kıldığım sırada Rasulullah yanıma uğradı ve "Ey İbn-i
Ümmü Abd! İste, zira istediğin sana verilecektir." buyurdu. Bunun üzerine
Ebû Bekir ile Ömer ne diyeceğimi sormak için birbirleriyle yarıştılar. Ebû
Bekir onu geçince Ömer, "Ne zaman bir konuda Ebû Bekir ile yarışsak beni
geçiyor." dedi. Ne istediğimi sorduklarında O'nlara, "Her zaman
ettiğim dualarımdan biri de şöyledir: 'Allahım! Senden ardı kesilmeyen bir
nimet, bitmeyen bir huzur ve cennetlerin en yüksek makamı olan Huld Cennetinde
Allah Rasulüne beni arkadaş kılmanı diliyorum' dedim." [109]
Hz. Peygamber'in Bu İki Sahabeye
Olan İkaz ve Uyarıları
Zikredeceğimiz rivayette bu iki sahabinin Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) ile yaptıkları bir yolculuk esnasında meydana gelen bir durum
üzerine Hz. Peygamber'den aldıkları bir ikaz anlatılmaktadır.
Rivayete göre Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer birlikte bir yolculukta iken
uykudan kalktıklarında onlara hizmet eden kişinin hala uyumakta olduğunu
gördüler. Yemeklerinin hazırlanmadığını gördüklerinde, "Bu amma da uykucu
birisidir." dediler. Onu uyandırıp yiyecek istemek üzere Hz. Peygamber'e
gönderdiler. O kişi Hz. Peygamber'e varıp "Ey Allah'ın Rasülü! Ebû Bekir
ve Ömer'in sana selamları var, senden yiyecek istiyorlar!", dedi. Hz.
Peygamber ise, "Git kendilerine yiyeceğe ihtiyaçları olmadığını söyle,
çünkü onlar yiyeceklerini yediler." buyurdu. O kişi dönüp Hz. Peygamber'in
söylediklerini O'nlara haber verince Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer, Hz. Peygamber'e
gelerek O'na yemek yemediklerini ve niçin böyle bir söz söylediğini merakla
sordular. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), O'nlara şöyle cevap
verdi: "Siz kardeşinizin etini yemediniz mi? Nefsimi kudret elinde tutana
yemin ederim ki şu anda onun etini dişlerinizin arasında görmekteyim."
Bunun üzerine her ikisi, "Ey Allah'ın Rasülü! Bizim için Allah'tan af
dile!" dediler. Hz. Peygamber de, "Hayır! Gidin, sizin için af
talebinde bulunmasını o kardeşinizden rica edin!" buyurdular.[110]
Hz. Ebû Bekir'in Hz. Ömer'i İkaz
ve Uyarıları
Müslümanlar ve Mekkeli müşrikler arasında Hudeybiye Antlaşması
sağlanacağı sırada Hz. Ömer şaşkınlık içinde Hz. Peygamber'e gelerek ona
sorular yönelttikten hemen sonra Hz. Ebû Bekir'e gidip bu defa ona sorular
sormuştur. Hz. Ebû Bekir’in onu ikaz etmesi, aralarındaki yakınlığı ve
birbirleriyle görüş alışverişi içinde bulunduklarını göstermektedir.
Rivayete
göre, Hudeybiye’de müşriklerle antlaşma yapılırken antlaşmanın bazı maddeleri
Hz. Ömer'i fazlasıyla rahatsız etmişti. O, henüz anlaşma imzalanmadan Hz. Ebû
Bekir'e gelerek antlaşmanın görünüşte Müslümanların zararlarına olan
vasıflarını şiddetle tenkit etmiştir. [111]
Hz. Ömer bu durumu şöyle anlatmaktadır: ''Ebû Bekir'e gide-
rek; Ya Eba Bekir! Bu, gerçekten Allah'ın Peygamberi değil
midir?" dedim. Ebû Bekir de, "Evet, Allah'ın Peygamberidir!"
Dedi. Ben, "Biz hak üzere değil miyiz, düşmanımız da batıl üzere değil
mi?" Dedim. Ebû Bekir, 'Evet, öyledir!' Dedi. Ben, "Peki niçin
dinimiz konusunda ödün veriyoruz?" Dedim. Ebû Bekir bana, ''Be adam!
Doğrusu Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Allah'ın Resûlüdür. O, Rabbine
karşı gelmez. Allah onun yardımcısıdır. Dolayısıyla onun emrettiği şeylere
sarıl, O'na karşı çıkma! Allah'a yemin ederim ki, Muhammed (salla’llâhü aleyhi
ve sellem), hak üzeredir!'' Dedi. Ben bu sefer; "Beytullah'a gideceğimizi
ve burayı tavaf edeceğimizi bize söylemiyor muydu?" Dedim. Ebû Bekir:
"Evet, (söylüyordu,) fakat senin bu yıl gideceğini bildirdi mi?"
Dedi. Ben de: "Hayır" Dedim. Ebû Bekir: "O halde şüphesiz sen
oraya varıp Beytullah'ı tavaf edeceksin!" Dedi. Bundan sonra Hz. Ömer
yaptığının hata olduğunu ve bağışlanması için pek çok iyi ameller işlediğini
ifade etmiştir.[112] Bu olayda Hz. Ömer önce Hz.
Peygamber'e sonra Hz. Ebû Bekir'e giderek sorular sormuştur.[113] Başka bir rivayette ise Hz.
Ömer, Hz. Ebû Bekir'e sorular sorduktan sonra Hz. Peygamber'e giderek O'na
sorular sormuştur.[114]
Hudeybiye'de Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bu
antlaşmanın yazdırma işini bitirince, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Abdurrahman b.
Avf, Sa'd b. Ebi Vakkas aynı zamanda belgeyi yazan Hz. Ali, Müslümanlardan ve
müşriklerden birkaç kişi daha bu antlaşmaya şahitlik etmişlerdir.[115]
Mekkeli
müşrikler daha sonra Hudeybiye Antlaşmasının hükümlerini ihlal edince bu
yaptıklarının kendi aleyhlerine kötü sonuçlar doğuracağından korkup aralarında
tartışmaya başladılar. Sonunda Ebû Süfyan’ı bu durumu düzeltmek için Medine’ye
gönderdiler. Ebû Süfyan, Medine'ye gelince Hz. Ebû Bekir'e giderek yeniden
anlaşmak için yardım istemiş; fakat Hz. Ebû Bekir, O'na yardım etmeyi kabul
etmeyerek, Hz. Ömer’e gitmesini söylemiştir. Bunun üzerine Ebû Süfyan, Hz.
Ömer'e gitmiş fakat Hz. Ömer de, Hz. Ebû Bekir'den farklı davranmamıştır.[116]
Hz. Ebû Bekir ile
Hz. Ömer bir çok seferde birlikte olmuşlardır. Bazı durumlarda birbirlerini
ikaz etmişlerdir. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Amr b. As’ı bir
ordu ile Suriye tarafına göndermişti. Amr, Zâtüs-Selâsil denilen yere gelince
düşmandan çekinerek Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'den yardım
istemek üzere bir adam gönderdi. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
de O'na Ebû Ubeyde b. Cerrah komutasında, içinde Hz. Ebû Bekir ile Hz.Ömer’in
de olduğu bir orduyla yardım gönderdi [117]
Savaş yerine ulaştıklarında Amr onlara ateş yakmamalarını emretti.[118] Sıkıntı yaşayan Müslümanlar
bu durumu Hz. Ömer'e şikayet ettiler. Hz. Ömer de kızarak bunu Hz. Ebû Bekir’e
bildirdi ve Amr'a gidecek oldu. Hz. Ebû Bekir onu engelledi ve onu ikaz ederek:
''Dokunma ya Ömer, Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onu harbe
vukufundan dolayı başımıza kumandan tayin etti.'' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer
de sustu. [119]
Hz.
Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatı ile ilgili rivayetlerdeki
münasebetlerinde Hz. Ebû Bekir'in, Hz. Ömer'i ikaz etmesi söz konusudur. İbn
Hişâm'a göre; Hz. Peygamber (s.a.v) vefat ettiği esnada Hz. Ömer ayağa
kalkarak, ''Münafıklardan bir takım kimseler Rasûlullah'ın (s.a.v) vefat
ettiğini ileri sürüyorlar. Halbuki Allah'a yemin ederim muhakkak ki O, vefat
etmemiştir. Bilakis İmran'ın oğlu Musa'nın gidişi gibi Rabb’inin katına
gitmiştir. Allah'a yemin ederim Rasûlullah kesinlikle geri dönecek ve
kendisinin öldüğünü ileri süren bir takım adamların ellerini ve ayaklarını
kesecektir'' diyordu.[120] Hz. Ebû Bekir, Hz.
Peygamber'in (s.a.v) vefat haberini alır almaz hızlıca mescide gelerek direk
olarak Hz. Aişe'nin odasında bulunan Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) yanına girdi. Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) üzeri
örtülmüş vaziyette evin bir tarafında idi. O'nun yüzünü açtı, üzerine eğildi,
öptü, sonra da, “Anam babam sana feda olsun, Allah'ın sana yazmış olduğu ölümü
tatmış bulunuyorsun. Bundan sonra ebediyete kadar sana ölüm dokunmayacaktır,”
diyerek örtüyü Rasûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yüzüne kapattı ve
odadan çıktı. Bu esnada Hz. Ömer insanlara konuşmakta ve, “Doğrusu Allah,
münafıkları tamamen yok etmedikçe Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
ölmeyecektir!” diyordu. Hz. Ebû Bekir onu uyararak, “Ağır ol, ey Ömer!” dediyse
de Hz. Ömer konuşmasına devam etti. Hz. Ebû Bekir onun susmadığını görünce
insanlara döndü, insanlar onun konuştuğunu görünce ona dönerek Hz.
Ömer'i bıraktılar.[121] O da Allah'a hamdü sena
ettikten sonra şöyle dedi: ''Yüce Allah '(Ey Muhammed) şüphesiz sen de
öleceksin. Onlar da ölecekler' [122] buyurdu." ve, "Ey
İnsanlar! kim Muhammed'e ibadet ediyor idiyse şüphesiz Muhammed ölmüştür. Kim
de Allah'a ibadet ediyor idiyse Allah diridir, ölmez... dedikten sonra Âl-i
İmran suresinin şu 144. ayetini okudu: ''Muhammed bir elçiden başkası değildir.
Ondan önce de elçiler gelmiştir. Eğer ölür ya da öldürülürse ökçelerinizin
üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim ökçeleri üzerine dönerse, hiçbir
şekilde Allah'a zarar veremez. Allah şükre- denlerin mükafatını verecektir.''[123] Bunun üzerine Hz. Ömer O'na
dedi ki: ''Bu Allah'ın kitabında mıdır?'' Hz. Ebû Bekir de, “Evet,” dedi. Bunun
üzerine Hz. Ömer, "Ey İnsanlar! İşte bu, Müslümanların en olgunu olan Ebû
Bekir'dir. Ona biat edin'' dedi. [124]
İbn Hişâm, Ebû Hureyre'nin, ''Allah'a yemin ederim ki Ebû Bekir onu
okuyunca ayetin daha önce indiğini bilmiyor gibi idiler.'' dediğini, Hz.
Ömer'in de, '' Allah'a yemin ederim ki Ebû Bekir onu okuduğunu duyunca dehşete
kapıldım, yere düştüm, ayaklarım beni taşıyamadı. Rasûlullah’ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) vefat ettiğini anladım.” şeklinde konuştuğunu rivayet etmektedir.[125]
Hz. Aişe de, Hz. Peygamber vefat ettiğinde Hz. Ömer ile Muğire b.
Şu'be'nin Rasûlullah'ın yanına girip çıkmasından sonra Hz. Ebû Bekir'in
geldiğini söylemiş ve devamında Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'in yukarıda geçen
rivayetteki konuşmasını aktarmıştır.[126]
Yukarıda
geçen rivayetin sonunda belirtilen, Hz. Ömer'in insanları Hz. Ebû Bekir'e biat
etmeye çağırması, genellikle bir çok kaynakta Hz. Ömer'in Ben-i Saide'de
yapılan biat esnasındaki konuşmasında gerçekleştiği görülmektedir.[127]
Ebü'd-Derdâ'nın rivayetine göre Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer arasında
meydana gelen bir münakaşanın akabinde Hz. Ömer'e haksızlık ettiğini düşünen
Hz. Ebû Bekir sonradan pişman olarak Hz. Ömer'e gitmiş fakat Hz. Ömer onu
affetmeyince O, Hz. Peygamber'in huzuruna çıkmıştır. Akabinde Hz. Ömer’in de
pişman olup Hz. Ebû Bekir'in evine gittiği, onu evde bulamayınca Hz.
Peygamber'e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) geldiği anlatılmakta- tadır. Bu
esnada Hz. Ebû Bekir, Rasulullah'ın (sav kendisini dinledikten sonra Hz. Ömer'i
azarlamasından korkarak, münakaşada kendisinin ileri gittiğini öne sürünce, Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah beni
size peygamber göndermişti. Bunu size tebliğ ettiğimde hepiniz beni
yalanlamıştınız da Ebû Bekir inanmış, uğrumda canını, malını feda etmişti.
Şimdi ashabım! Siz dostumu bu nisbetiyle ve bu hususiyetiyle bana bırakırsınız
değil mi?" Ebü'd-Derdâ o günden sonra hiç kimsenin Hz. Ebu Bekir'i incitmediğini
de nakletmektedir. [128]
Hz. Ömer bazı zamanlarda Hz. Ebû Bekir'in görüşünün
tersi istikamette görüş sarf-etmekten çekinmemiştir. Abdullah b. Zübeyr'den
rivayet edildiğine göre, Temimoğul-larından bir heyet Hz. Peygamber'e gelmişti.
Bunlar Müslüman olduktan sonra Hz. Ebû Bekir, Rasûlullah'a (salla’llâhü aleyhi
ve sellem), “Bunlara Ka'ka b. Ma'bed b. Zürara'yı emir tayin et!” deyince Hz.
Ömer: “Hayır, bunlara Akra b. Habis'i emir tayin et!”, dedi. Bunun üzerine Hz.
Ebû Bekir, Hz. Ömer'e, “Sen ancak ve ancak bana muhalefet etmek istedin” dedi.
Hz. Ömer de karşılık vererek, “Ben sana muhalefet etmek istemedim”, dedi.
Böylece ikisi, Rasû-lullah'ın yanında seslerini yükselterek birbirleri ile
atıştılar. Bunun üzerine Hücurat suresinin bir ve ikinci ayetleri [129] nazil oldu.[130]
Kaynakların
bildirdiğine göre Asr-ı Saadet'te Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer arasındaki
karşılaşmalardan biri İbn Hişâm'da yer alan şu hadisedir: Hz. Ömer, henüz
Müslüman olmadan önce Adiy b. Ka'b oğullarının Müslüman olmuş bir
cariyesine İslamiyet’i terk etmesi için işkence etmekteydi. Bunun üzerine Hz.
Ebû Bekir, cariye'yi satın alıp azat etmiştir. İbn Hişâm'ın rivayetine göre Hz.
Ömer, cariyeyi dövüyor, yorulunca, "Senden özür dilerim, ancak yorulduğum
için seni bıraktım.'' diyordu. Cariye de, ''Allah da sana böyle yapsın."
diyordu. Bu olay Hz. Ömer'in Müslüman olmadan önce Hz. Ebû Bekir ile olan ilk
karşılaşmalarındandır. [131]
Asr-ı Saadet’te Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
vereceği her kararda ikisi de O'nu destekleyip O'na arka çıkmışlardır. Bedir
Savaşı öncesinde de bu durumu görmekteyiz. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)’e Bedir Savaşı öncesinde gelen habere göre Kureyşliler, kervanlarını
korumak için yola çıkmışlardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi
ve sellem), ashabına bu gelişmeden bahsetti [132]
ve, ''İşte Mekke size ciğerparelerini göndermiş bulunuyor!'' dedikten sonra
ashabına danışarak onların fikirlerini sordu.[133]
İbn-i Esir'e göre önce Hz. Ebû Bekir, ardından Hz. Ömer konuşarak güzel şeyler
söylediler. Hz. Ebû Bekir, "Ya Rasu- lallah! Gelenlerin hepsi bizim
akrabamızdır. Ama biz senin dediğini yapacağız, canımızı senin yoluna feda
ettik." dedi. Hz. Ömer de,"Ya Rasulallah, canımız sana feda olsun.
Hiç birimiz kalmayıncaya kadar kılıç kullanalım, senin yolunda savaşalım"
dedi.[134]
Diğer
münasebetleriyle ilgili olarak Hz. Ömer, Hz. Peygamber'in Bedir Savaşı
başlamadan hemen önceki durumunu ve o esnada yanında bulunan Hz. Ebû Bekir'in
davranışını şöyle anlatmıştır: ‘‘Rasûlullah (s.av), ashabına sonra da
müşriklere baktı ve kıbleye döndü, ellerini kaldırıp Rabbine, “Allahım! Bana
vaad ettiğini yerine getir. İslam'ın halkı olan bu topluluğu eğer helak
edersen, artık yeryüzünde sana ibadet eden kimse kalmaz!” Diye yalvarmaya
başladı. Rasûlullah (s.a.v), elleri havada, kıbleye dönmüş bir şekilde abası
omuzlarından düşene kadar böyle yalvardı. Ebû Bekir gelip düşen abasını aldı ve
tekrar omuzlarına koydu. Sonra arkasında durup, “Ey Allah'ın Peygamberi!
Yalvarman yeter! Allah, sana vaad ettiğini yerine getirecektir!” dedi. Bunun
üzerine Allah (cc), “Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, 'Ben peş peşe gelen
bin melek ile size yardım edeceğim', diyerek duanızı kabul buyurdu.” ayetini
indirdi.’’[135]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Bedir Savaşı sonrasında
savaşta ele geçen esirler konusunda ashabıyla istişare ettiğinde Hz. Ömer, Hz.
Ebû Bekir’e katılmadığını açıkça söylemiş ve farklı bir görüş dile getirmiştir.
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hz. Ebû Bekir’in fikrini sorduğunda,
O şöyle cevap verdi: “Ya Rasûlallah! Bunlar, senin amcaoğulların, aşiretin ve
kardeşlerindirler. Ben bunlardan fidye almanı daha doğru buluyorum. Bunlardan
aldığımız fidyeler, kâfirlere karşı bizim için bir güç sebebi olur. Belki Allah
bunlara hidayet nasip eder, böylelikle onlar da bize destek olurlar!” şeklinde
cevap vermiş, akabinde Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu sefer,
"Ey Hattab'ın oğlu! bu konuda senin görüşün nedir?’’ diye sorduğunda, Hz.
Ömer, Hz. Ebû Bekir’e katılmadığını ifade ederek şöyle cevap vermiştir:
‘‘Allah'a yemin ederim ki, ben, Ebû Bekir gibi düşünmüyorum. Akrabalarımdan
biri olan filancayı bana ver ki onun boynunu vurayım. (...) Böylelikle Allah
bizim kalplerimizde müşriklere karşı bir meyil olmadığını bilsin. Çünkü bunlar;
Kureyş’lilerin varlıklı kimseleri, liderleri ve komutanlarıdırlar!" Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) daha sonra Hz. Ömer’in değil de Hz.
Ebû Bekir'in düşündüğünü yaparak esir müşriklerden fidye almıştır.[136]
Hz. Ömer ertesi gün Hz. Peygamber'e vardığında, onun Hz. Ebu Bekir’le
birlikte ağladığını görüp, "Ya Rasûlallah! Bana, seni ve arkadaşını
ağlatan şeyin ne olduğunu anlat! Ağlamayı gerektiren bir şey bulursam ben de
(sizinle birlikte) ağlarım. Ağlamayı gerektiren bir sebep bulamazsam sizin
ağlamanızdan dolayı ben de ağlamaya çalışırım!'' deyince Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) O’na, ''Arkadaşlarının bana fidye almamı teklif etmeleri
üzerine ağlıyorum. Zira onların azabı bana, şu ağaçtan daha yakın olarak
gösterildi'' şeklinde cevap vermiştir.[137]
Daha sonra bu olay üzerine Enfal suresinin altmış yedinci ayeti [138] nazil olmuştur.[139]
Zâdu'l-Me'âd’da yukarıdaki rivayetin son bölümü biraz farklı şekilde
geçmekte- tedir. Buna göre Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem): ''Senin
arkadaşlarının fidye almaları bana arz olunduğu için ağlıyorum. Onların azabı
bu ağaçtan daha yakın olarak bana arz edildi" 140 diyerek nazil
olan şu ayeti okudu: "Hiçbir Peygamberin, yeryüzünde küfrü perişan
etmedikçe, esir alması doğru değildir. Siz, dünyada gelip geçici olanı
istiyorsunuz. Allah ise, ahireti kazanmanızı istiyor. Allah, güçlüdür, işi
sağlam yapan ve yaptığında bir hikmet bulunandır." [140]
[141]
Uhud Savaşı sonrasında Hz. Ömer ile Hz. Ebû Bekir arasında geçen bir
durum ile ilgili aşağıda zikredeceğimiz rivayete baktığımızda Hz. Ömer'in, Hz.
Ebû Bekir'in sıhri yakınlığını ne kadar istediğini görmekteyiz.
Hz. Ömer, olayı şöyle anlatıyor: ‘‘Kocası Huneys b. Huzafe
es-Sehmi'nin Medine’de ölümü üzerine kızım Hafsa dul kalmıştı. Huneys, Hz.
Peygamber'in Bedir'e katılmış olan sahabilerindendi. Hz. Ömer, Ebû Bekir'e
giderek, "Eğer istersen kızım Hafsa'yı sana nikahlayayım" dedim.
Fakat Ebû Bekir hiçbir cevap vermedi. Bundan bir kaç gün geçtikten sonra Hz.
Peygamber, Hafsa'yı istedi ve onu kendisine nikahladı. Bundan birkaç gün sonra
Ebû Bekir yanıma gelerek, "Hafsa'yı bana teklif ettiğinde sana cevap
vermediğim için bana kızdın değil mi?" dedi. Ben de, "Evet, sana
kızdım", dedim. O zaman Ebû Bekir şöyle dedi: “Sana o anda cevap vermeme
mani olan şey, Hz. Peygamber'in Hafsa'dan bahsettiğini işitmiş olmamdır. Ben
Hz. Peygamber'in sırrını ifşa edecek değildim. Eğer Hz. Peygamber almamış
olsaydı onu ben nikahım altına alırdım.” dedi.[142]
Zikredeceğimiz diğer bir rivayette ise Hz. Ömer'in önce Hz. Osman'a, ardından
Hz. Ebû Bekir'e teklifi söz konusudur. Hz. Ömer der ki: “Osman b. Affan'a
rastladım ve ona Hafsa ile evlenmesini teklif ettim ve dedim ki: "Eğer
istersen Ömer'in kızı Hafsa'yı sana nikâhlarım." O: “Bir düşüneyim,” dedi.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra onunla tekrar karşılaştığımda bana,
“Evlenmemeyi uygun gördüm.” dedi. Ebû Bekir ile karşılaştım ve ona, "Eğer
istersen Ömer'in kızı Hafsa'yı sana nikâhlarım", dedim. Sustu, hiç birşey
söylemedi. Bunun üzerine O'na Osman'dan daha çok kızdım. Aradan birkaç gün
geçtikten sonra Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hafsa'yı benden
istedi, ben de O'na nikahladım. Bundan sonra Ebû Bekir benimle buluştu ve,
“Hafsa'yı bana teklif ettiğinde sen cevap vermedim diye bana kızdın
zannediyorum, değil mi?”, dedi. Ben de “Evet kızdım”, dedim. Bunun üzerine
şöyle cevap verdi: “Beni sana cevap vermekten Rasûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) onu zikrettiğini bilmiş olmamdan başka bir şey alıkoymadı.
Rasûlullah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sırrını ifşa edemezdim. Şa-yet O
onu terketseydi ben kabul ederdim.” [143]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), ihanetlerinden ötürü
Ben-i Kureyza Yahudileri üzerine sefer düzenleyip döndükten sonra bu savaşta
ağır yaralanmış olan Sa'd b. Mu'âz’ın tedavisi için Mescid-i Nebi’de bir yer
ayırtmıştı. Sa'd b. Mu'âz’ın şehit olmasından sonra her iki sahabi oturup beraber
ağlamışlardır. Hz. Âişe der ki: ‘‘Vefat edeceği zaman, Rasûlullah, Ebû Bekir ve
Ömer, Sa'd'ı ziyaret ettiler. Canım elinde olana yemin ederim ki; odam- dayken
Ebû Bekir'in ağlamasını Ömer'in ağlamasından ayırt edebiliyordum."[144]
Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer birçok seferde beraber bulunmuşlardır.
Bunlardan birisiyle ilgili olarak İbn Hişâm’a göre sahabeden Avf b. Malik
el-Eşcai şöyle demiştir: “Ben Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'ın Amr
bin As'a gönderdiği Zâtüs-Selasil gazasındaydım. Ebû Bekir ve Ömer'le
arkadaşlık ettim. Bir topluluğa rastladım. Bir deve kesmişlerdi. Parçalayıp
bölüşemiyorlardı. Ben ise eli çabuk, usta bir deve kasabı idim. "Bana bir
hisse verirseniz onu size bölüştürürüm." dedim. Onlar da,
"Peki", dediler. Büyük bir bıçak aldım, onu parçalara ayırdım, bir
parçasını alarak arkadaşlarıma getirdim. Onu pişirip yedik. Ebû Bekir ile Ömer
bana, "Ey Avf, bu eti nereden aldın?" dediler. Ben de onlara durumu
anlatım. Onlar, "Vallahi, bize bunu yedirmekle iyi etmedin." dediler.
Sonra da midelerindekini kusmaya çalıştılar." [145]
Günlük yaşamda bereber olduklarını gösteren bir rivayete göre Hz.
Ömer, bir gün Rasûlullah ile Hz. Ebû Bekir'in yanına gittiğinde, onların bu
esnada Tevhid ilmi hakkında konuştuklarından ve kendisinin de konuşmalarını
anlamayan siyahi bir adam gibi aralarına oturduğundan bahsetmiştir. [146]
Hem Hz. Ebû Bekir hem de Hz. Ömer, Hz. Peygamber'e damat olma şerefine
nail olmak istemişlerdir. Rivayete göre Hz. Ebû Bekir, Hz. Peygamber'e giderek
şöyle dedi:" Ya Rasûlallah! samimiyetimi ve İslama girişimi biliyorsun"
dedi. Hz. Peygamber: " Ne var, ne istiyorsun!" diye sorunca Hz. Ebû
Bekir O'ndan Hz. Fatımayı istedi. Hz. Peygamber, O'na cevap vermeyip susunca
kalkıp Hz. Ömer' gitti ve, "Ben mahfoldum, ben mahfoldum!" dedi. Hz.
Ömer ne olduğunu sorduğunda Hz. Ebû Bekir meseleyi anlattı ve," Ya Ömer!
Senin Rasûlullah'ın yanında değerin var, sen iste." dedi. Hz. Ömer de aynı
durumu yaşadı ve Hz. Ebu Bekir'e gelerek; "Muhakkak bu konuda Rasûlullah,
Allah'ın emrini bekliyor. Kalk Ali'ye gidip söyleyelim, o gitsin Rasûlullahtan
Fatıma'yı istesin." dedi. [147]
Hz. Ömer'in Hz. Ebu Bekir'e Biati
Hz. Peygamber'in vefatı esnasıyla ilgili zikredilen rivayetler
arasında küçük de olsa bazı farklılıklar mevcuttur. Bunun sebeplerinden
birisinin vefat anında olanlar ile Hz. Ebû Bekir'e biat olayının bazı
rivayetlerde birleştirilerek aynı anda olmuş gibi verilmesi olduğunu
düşünmekteyiz.
Hz. Ömer, Rasûlullah'ın vefatından hemen sonra Ben-i Sakife’deki
toplantıda Hz. Ebû Bekir'e biat eden ilk kişi olmuştur.[148]
Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir'e biat olayını şöyle anlatıyor: ''Allah'ın
Nebisi (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefat ettiğinde haberimiz şöyle olmuştu.
Ensar bize muhalefet ederek eşraflarıyla beraber Saideoğulları gölgeliğinde
toplandılar; Ali, Zübeyr ve beraberindekiler de bizden ayrıldılar, Muhacirler de
Ebû Bekir ile toplandılar. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) da evinde
idi, daha defnedilmemişti, ailesi kapıyı üzerlerine kapamışlardı. Ben, Ebû
Bekir'e "Şu ensar kardeşlerimize gidelim dedim." [149]
Onlara doğru gittik, yolda onlardan iyi iki kimse ile karşılaştık, bize o topluluğun
anlaştığı şeyi anlattılar ve, "Ey Muhacirler, nereye gidiyorsu-nuz?"
Dediler. Biz de, "Ensar kardeşlerimize gidiyoruz" dedik. O'nlar,
"Ey Muhacirler! Eğer onlara yaklaşmazsanız size bir zarar gelmez, işinizi
siz bitirin." dediler. Ben de, "Vallahi, onlara gitmemiz lazım."
dedim ve gittik. O'nları Saideoğulları gölgeliğinde bulduk. Aralarında örtüye
bürünmüş bir adam vardı, ben, "Bu kim, dedim?" O'nlar, "Bu, Sa'd
b. Ubade" dediler. Ben de, "Neyi var, dedim?" Onlar,
"Ağrısı var." dediler. Oturun-ca hatipleri kalktı, Allah'a hamd ve
sena etti ve sonra şöyle dedi: “İmdi, bizler Allah'ın yardımcılarıyız ve
İslam'ın ordusuyuz. Sizler ise, Ey muhacirler, içimizde bir grupsu-nuz, sizden
bir bölük geldi, şimdi ise yerimizi almak ve işimizi ele geçirmek istiyorlar”
dedi. Susunca ben konuşmak istedim, içimde hoşuma gidecek bir konuşma
tasarla-mıştım, onu Ebû Bekir'in önünde söylemek istiyordum. Ondan biraz da
çekiniyordum. Ebû Bekir, “Ağır ol, Ya Ömer!”, dedi. Ben de onu kızdırmak
istemedim. Kendisi konuştu, o benden daha bilgili ve daha ağırbaşlı idi. [150] Allah'a yemin ederim ki,
düşündüğüm şeyleri aynen daha iyi ifade etti. Nihayet sustu. Sonra, “Saydığınız
iyi şeyler gerçekten sizde vardır. Araplar ise bu işi ancak Kureyş için
düşünürler. Onların soyları şerefli ve memleketleri kutsaldır. Sizin için iki
adamdan birine razı oldum; onlardan istediğinize biat edin” dedi ve benim
elimden ve Ebû Ubeyde b. Cerrah'ın elinden tuttu. O da aramızda oturuyordu.
Konuştukları arasında bundan başka beğenmediğim yoktu. Allah'a yemin ederim ki
öne atılıp da günaha girmeden boynumun vurulması, benim için Ebû Bekir'in
olduğu bir topluma emir olmaktan daha iyi idi. Ensardan biri; “Ben bu işin
adamıyım, etraftan da saygı görürüm. Bir emir bizden, bir emir de sizden
olsun.” dedi. Bunun üzerine gürültü arttı, sesler yükseldi. Sonunda ihtilaftan
korktum ve “Ey Ebâ Bekir, elini ver”, dedim. O da elini verdi, ona biat ettim.
Sonra da muhacirler biat etti, sonra da ensar biat etti.[151]
Bir rivayete göre bu biat olayında Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir hakkında, "O
bizim efendimiz, en hayırlımız ve Rasûlullah'ın en sevdiği kim-sedir."
demiştir.[152]
HZ. EBÛ BEKİR'İN HZ. OSMAN İLE MÜSASEBETLERİ
Hz.
Ebû Bekir Kureyş arasındaki mevkiinden faydalanarak güvendiği ve kendisiyle baş
başa kalıp sohbet ettiği kimseleri İslâmiyet’i kabule çağırmıştır. Hz. Osman da
onun davetiyle Rasûlullah’ın yanına giderek Müslüman olanlardan
olmuştur.[153]
Hz. Osman’ın, Hz. Ebû Bekir'in daveti üzerine iman edenlerin birincisi
olduğu rivayet edilmiştir.[154] Başka bir rivayette bizzat Hz.
Osman, kendisinin Hz. Ebû Bekir'in vasıtasıyla İslam'a girdiğini, İslam'a ilk
giren dördüncü kişi olduğunu söylemiştir.[155]
Taberi,
Hz. Osman ile Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebi Vakkâs ve Talha
b. Ubeydullah adlı sahabelerin Hz. Ebû Bekir'in davetiyle Müslüman
olduklarım ve Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) yanında namaz kıldıklarını aktarmıştır.[156]
Tebük Savaşı’nda, her ikisi büyük cömertlik göstermişlerdir. Ordunun
hazırlığı için yaptıkları infak, onların ruhi yüceliğini, hayırda adeta
birbirlerini teşvik edercesine bir yarış ve yardımlaşma içinde olduklarını
göstermiştir.[157]
HZ.
EBÛ BEKİR'İN HZ. ALİ İLE MÜNASEBETLERİ
Hz. Ali, Ebû Bekir'in erkeklerden iman eden ilk kişi olduğunu
söylemiştir.[158] Ebû Bekir de, Hz. Ali'ye,
"Ben senden önce Müslüman oldum." demiştir.[159]
Hz. Ali daha çocuk sayılacak yaşta iken Hz. Peygamber ve Müslümanlara yapılan
eziyet ve işkencelere şahit olmuştu. Görmüş olduğu bir olayda Hz. Ebû Bekir'in
bu durum karşısında nasıl hareket ettiğini şöyle anlatmıştır: “Yine bir gün
Rasûlullah'ı gördüm. Kureyşliler onu yakalamıştı. Birisi ona sataşıyor, kin
kusuyordu. Kimisi de onu tartaklayarak, 'Sen misin ilahları bir tek ilah
yapan?' diyordu. And olsun bizden hiçbir kimse Peygamber'e bu durumda
yaklaşamadı, ancak Ebû Bekir fırlayıp kimine vuruyor, kimiyle cedelleşiyor,
kimini itiyordu ve 'Rabbim Allah'tır diyen bir kişiyi öldürecek misiniz? azap
olasıcalar!’ diyordu.” [160]
Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir ile ilgili olan bir anısında onun neseb ilmini
çok iyi bildiğinden bahsetmiştir. Ebû Bekir'in her hayırlı harekette daima önde
olduğunu söyledikten sonra Hz. Ebu Bekir’le birlikte bir Arap topluluğuna
vardıklarını, Hz. Ebu Bekir'in de onlara soylarıyla ilgili bir takım sorular
sorduğunu söylemiştir.[161]
Hz.
Ali'nin, Hz. Ebû Bekir'in neseb ilmindeki üstünlüğüne şahit olduğu hadise başka
bir rivayette uzunca anlatılmıştır. Hz. Ali, İslam'ın tebliği için bir
keresinde Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekir’le beraber yola çıktıklarını ifade
etmiştir. Bir Arap topluluğuna vardıklarında Hz. Ebu Bekir'in onlara selam
verdiğini, devamında Hz. Ebu Bekir ile Arap topluluk arasındaki konuşmanın şu
şekilde gerçekleştiğini aktarmıştır: "Ebû
Bekir, her haberde en önde olurdu, onlara şöyle sordu: "Bu kavim
kimlerdendir?" Onlar, "Rebia’dandır", dediler. Ebû Bekir tekrar
sordu: "Siz Rebia’nın hangisindensiniz, üst kısmından mı?" Onlar,
"En üst kısmındanız" cevabını verdiler. Yine Ebû Bekir şöyle sordu:
"Siz, onların hangi üst kısmındansınız?" Onlar da, "Biz
Zühelü’l-Ekber kısmın- danız." cevabını verdiler. Ebû Bekir, "O halde
siz, Avf b. Mahlem’den misiniz?" diye sorunca Onlar, "Hayır"
dediler. Bundan Ebû Bekir O'nlara, "Kindeli kralların dayıları sizden
midir?" ve "Lahm’dan olan kralların hısımları sizden midir?"
soruları sordu. Bu sorulara, "Hayır" cevabını verdiler. Bunun üzerine
Ebû Bekir O'nlara şöyle dedi: "O halde siz, Zühelü’l-Ekber değil de
Zühelü’l-Asgar’sınız." Daha sonra Şeybanlı bir genç ayağa kalkarak Ebû
Bekir'e şöyle dedi: "Ey falan, sen bize sordun biz de cevap verdik ve
hiçbir şeyi gizlemedik. Peki sen kimlerdensin?" Ebû Bekir de, "Ben
Kureyş'tenim." dedi. Genç adam bu defa, "Çok iyi, çok iyi! Şeref ve
riyaset sahibi" diyerek, "Peki Kureyş’ten kimlerdensin?" diye
tekrar sordu, Ebû Bekir de O'na, "Teym b. Murre çocuklarındanım"
cevabını dedi. (...) Bu konuşmadan sonra Ebû Bekir, devesinin yularını
çekerek dönüp Rasûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yanına gitti.'' [162]
Her ikisinin ortak hususiyetlerinden birisi de Hz. Peygamber'in hicret
edeceğini sadece ikisinin bilmesiydi. Taberî, Hicret olayında Rasûlullah'ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) evinden çıktığını, bunu Hz. Ali ve Hz. Ebû Bekir'den
başkasının bilmediğini ifade etmiştir.[163]
Hz. Peygamber'in hicretiyle ilgili bir rivayete göre Hz. Ali, Hz.
Peygamber'in elbisesini giyerek onun yatağına yattı. Bu esnada Hz. Ebû Bekir
çıktı geldi. Yatakta olan kişinin Hz. Peygamber olduğunu zannetti. Hz. Ali de
O'na Hz.Peygamber'in ayrıldığını ve O'na yetişmesini söyledi.[164] [165]
Hz. Peygamber, kızı Fatıma'yı Hz. Ali ile evlendirmeden önce Hz. Ebû
Bekir, sonra Hz. Ömer ve bazı kişiler Hz. Fatıma'ya talip olmuştu. Bir rivayete
göre Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer olumlu cevap alamayıp geri çevrilince, Hz.
Ali’nin yanına gittiler. Her ikisi Hz. Ali'ye olayı anlattıktan sonra
"(Hz. Fatıma'yı Rasûlullah'tan) sen iste" dediler. Hz. Ali de onların
teşviki üzerine gidip Hz. Fatıma'yı istedi. 165 Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) de kızı Hz. Fatıma'yı Hz. Ali'ye nikâhladı. Hz. Ali ile Hz.
Fatıma hicret’in 3. yılının başlarında evlendiler.[166]
Birçok savaşta Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ali'nin Hz. Peygamber'in (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) yanında beraber bulunduğunu gösteren rivayetler bulunmaktadır.
Uhud Savaşı’nda her ikisi, Hz. Peygamber'i (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
terketmeyip onun yanında beraber siper alanlardandı. Uhud Savaşı'nda Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Müslümanlara yönelince onu ilk tanıyan
Ka'b b. Malik, yük-sek sesiyle, ''Ey Müslümanlar topluluğu, müjdeler olsun
size, işte Rasûlullah burada!" diye seslendiğinde Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), ona susmasını işaret etmişti. Ka'b b. Malik'i duyan
Müslümanlar, Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) etrafında
toplanmışlardı. Onların arasında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, Hz. Ömer ve başkaları
da vardı.[167]
Hz. Ali bir keresinde Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Ebû Bekir ile kendisine şöyle dediğini rivayet eder: “Bedir, Uhud ve
diğerlerinde Cibril, Mikail, İsrafil ve diğer büyük melekler saf halinde hazır
bulundular.” [168]
Uhud Savaşı’nda şehit düşen Hz. Hamza’yı, kabre Hz. Ali, Hz. Ebû
Bekir, Hz. Ömer ve Zübeyr b. Avvâm beraber indirmiştir. Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) de bu esnada kabrin başında durmuştu.[169]
Nadiroğulları ile savaşmadan hemen önce Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), içlerinde Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in de olduğu
sahabe grubuyla Ben-i Nadir’e gitmiş ve bir duvarın yanında beklerken
Yahudilerin suikast tertibi kendisine haber verilmiştir.[170]
Huneyn
Savaşı’nda herkesin bozguna uğrayıp kimsenin kimseye aldırış etmediği bir
zamanda Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), sağ tarafa doğru
çekilerek, "Ey insanlar, gelin etrafıma toplanın, ben Rasûlullah’ım, ben
Abdullah’ın oğlu Muhammed’im." sözlerini üç defa tekrarlamıştı. Ancak Hz.
Peygamber 'in yanında muhacirlerden, ensardan ve ehl-i beytinden az sayıda
kimse kalmıştı.[171] O esnada Hz. Ali ve Hz. Ebû
Bekir ile birlikte az
sayıda bir topluluk Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
yanında O'nu korumaya çalışıyorlardı.[172]
Hz. Ali ile Hz. Ebû Bekir arasındaki münasebeti ortaya koyması
açısından nakledilen hadiselerden biri de Hz. Ebû Bekir’in hac emirliği
hadisesidir. Şimdi bununla ilgili değişik rivayetlere bakalım.
Hicret’in 9. yılında Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hz.
Ebû Bekir’i sekiz yüz kişi ile birlikte hac görevi için göndermişti.
Rasûlullah, (salla’llâhü aleyhi ve sellem) o sırada nazil olan Tevbe suresinin
tebliği için Hz. Ali’yi (ra) görevlendirerek; “Bunun, ehlimden olmayan bir
kimseyle tebliğ edilmesi uygun değildir.” [173]
buyurdu ve Hz. Ali’yi (ra) çağırarak, “Surenin baş tarafını götür, kurban günü
Mina’da toplandıkları zaman insanlara şunu ilet” dedi ve ona şunları söyledi:
"Kâfirler cennete girmez, bu yıldan sonra hiçbir müşrik hac etmeye-cektir,
Beytullah’ı çıplak tavaf etmeyecektir. Kimin Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) ile antlaşması varsa bu anlaşması süresine kadar geçerlidir." [174] Hz. Ali bunun üzerine Hz.
Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Kasva adlı devesine binerek yola
çıktı. Yolda Hz. Ebû Bekir'e yetişti. Hz. Ebû Bekir O'nu gördüğünde; “Emir
olarak mı geldin yoksa memur olarak mı?” diye sorunca Hz. Ali, “Hayır, memur
olarak geldim!” cevabını verdi. Sonra beraber yollarına devam ettiler.[175] Hz. Ebû Bekir insanlara hac
yaptırdı. Hz. Ali de kurban günü cemrelerde insanlara Tevbe süresini okudu.
Hacdan sonra ikisi de kafileyle birlikte Medine'ye döndü.[176]
Bu esnada Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali'ye yardımcı olsun diye büyük kalabalık-larda
müezzinler tayin etmişti.[177]
Ahmed b. Hanbel'e göre Rasûlullah, Hz. Ebû Bekir'i hacda Tevbe
suresini okuması için Mekke'ye göndermişti. Rasûlullah, Hz. Ebû Bekir yola
çıktıktan bir müddet sonra bu sefer Hz. Ali'ye, “Ebu Bekir’e yetiş ve onu bana
geri yolla ve mesajı da sen tebliğ et!'' buyurdu. Hz. Ali de denileni yaptı.
Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir Rasûlullah'ın yanına döndü.[178]
Taberi'ye
göre ise Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hz. Ebû Bekir’i hac
emîri olarak tayin etmişti. O, Tevbe suresinin bazı kısımlarını da hac
esnasında insanlara tebliğ edecekti.
Hz. Ebû Bekir, Zil Huleyfe'de ağaçlık bir yere vardığında Hz. Ali onun
arkasında yetişerek ondaki ayetleri aldı. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, Hz.
Peygamber'e vararak, “Ey Allah'ın elçisi, babam anam senin yolunda feda olsun,
hakkımda bir ayet mi indi?” diye sorduğunda Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi
ve sellem), “Hayır, öyle birşey yok. Fakat benim ismimden ancak ailemden biri
söz söyleyebilir. Ey Ebû Bekir! Sen bana mağarada arkadaşlık etmek ve havuz
başında benim arkadaşım olmakla kanaat etmez misin?” dedi. Ebû Bekir de, “Ey
Allah'ın elçisi, kanaat ederim” cevabını verdikten sonra hac yapmak üzere Hz.
Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yanından ayrıldı. Hz. Ali de Tevbe
suresini okumak ve ilan etmek amacıyla yoluna devam etti. [179]
Hz. Ebû Bekir, kendisinden yaşça çok küçük olan Hz. Ali'ye değer
verir, ona saygı gösterirdi. Bir defasında Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem), ashabıyla birlikte mescitte oturuyordu. O sırada Hz. Ali gelerek selam
verdi. İçerisi kalabalıktı. Hz. Ali oturacak bir yer aradı. Bunu gören Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), kim yer verecek dercesine sahabelerin
yüzlerine bakı-yordu. Nihayet Hz. Peygamber'in hemen sağında oturmakta olan Hz.
Ebû Bekir biraz yana kayarak Hz. Ali'ye, ''Ya Ebu'l-Hasan! Buraya otur!'' dedi
ve onu kendisi ile Hz. Peygamber'in arasına oturttu. Yüzünde sevindiği belli
olan Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hz. Ebû Bekir’e dönerek,
''Ya Ebu Bekir! fazilet sahiplerinin değerini yine onlar gibi fazilet sahibi
kimseler bilir.'' buyurdular. [180]
Hz. Ali aynı zamanda Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman, Hz. Ömer ile birlikte
Hz. Peygamber'in vahiy katipliğini de yapmaktaydı.[181]
Hz. Ebû Bekir'in Hz. Peygamber nezdindeki itibarına şahit olan Hz.
Ali, bu durumla ilgili olarak şöyle demiştir: ''Ben Rasûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) ile beraberdim. Ebû Bekir ile Ömer bize doğru gelirlerken
Rasûlallah, “Ya Ali! Bu ikisi nebi ve resuller hariç gelmiş ve geçmiş cennet
ehlinin efendileridir'' dedi." [182]
Sonra yine bana, “Ya Ali! bunu o ikisine söyleme!'' dedi." [183]
Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir'den bahsederken onun hakkında Hz. Peygamber'in
şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Ya Ebâ Bekir! Allah bana Adem'in
yaratılışından Peygamber oluşuma kadar iman edenlerin sevabını verdi. Sana da
benim gönderilmemden kıyamete kadar iman edenlerin sevabını verdi." [184]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Mekke'nin fethinden
sonra, Beni Cüzeyme kabilesine Halid b. Velid'i üç yüz kişilik orduyla onları
İslam'a davet etmek için göndermişti. Halid b. Velid'in, kabile erkeklerinin
ellerini bağlayarak onları kılıçtan geçirdiği haberini alan Hz. Peygamber, bu
duruma kızarak Hz. Ali'yi büyük bir bedelle onlara göndererek öldü- rülerin
diyetini ödemesini sağlamıştır. Bu olaydan hemen önce Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) şöyle demişti: ''Rüyamda sanki bir lokma hanis tatlısı
almışım, tadını aldım, yutarken bir kısmı boğazıma takıldı. Ali elini sokup onu
çıkardı.'' Hz. Ebû Bekir de, "Ya Rasû- lallah, bu, gönderdiğin
birliklerden biridir, sana bazısından hoşlanacağın, bazısından da itiraza
uğrayacağın haber gelecektir; Ali'yi gönder de onu yumuşatsın."dedi.[185] Bu olayda Hz. Ebû Bekir, Hz.
Peygamber’e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hz. Ali'yi göndermesini tavsiye
etmiştir. Bizce O, Hz. Ali'nin bu konulardaki liyakatını bilmekte olduğu için
böyle davranmıştır.
Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hastalığı ve akabinde
vefatı esnasındaki gelişmelerle ilgili rivayetlerde de bu iki sahabinin Hz.
Peygamberin olduğu yerde bir arada bulunduklarını görüyoruz.
Nevevi, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: ''Rasûlullah
halka namaz kıldırmak için Ebû Bekir'i tayin etti. Ben de o sırada orada idim,
hasta değil, sıhhatteydim. İmamlığa geçirmek isteseydi, elbette bunu
yapardı....'' [186]
Rasûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hastalığı şiddetlenince
Hz. Âişe, Hz. Ebû Bekir'e, Hz. Hafsa, Hz. Ömer'e, Hz. Fâtma da Hz. Ali'ye haber
gönderdi. Bunlar, Rasûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefat ettiği
pazartesi günü Hz. Âişe’nin evine gelip toplanmışlardı.[187]
İbn Sa'd'a göre, Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
cenazesinin hazırlanması esnasında, Hz. Ebû Bekir’in yanında bulunan Hz. Ali,
onunla ilgili olarak şunları şöylemiştir: “Biz Rasûlullah'ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) cenazesini hazırlamaya başladığımızda tüm insanlara kapıyı
kapattık. Ensar şöyle seslendi: "Bizler onun dayılarıyız, İslam'daki
konumumuz bellidir." Kureyş de, "Bizler de onun yakınlarıyız."
dediler. Bunun üzerine Ebû Bekir şöyle seslendi: "Ey Müslüman topluluk!
Her topluluğun kendi ölüsüyle ilgilenmesi başkalarından daha iyidir. Allah
adına sizden şunu istiyorum. Eğer yanlarına girerseniz onunla ilgilenmelerine
engel olursunuz. Vallahi çağrılan dışında kimse girmeyecektir."
dedi." [188]
HZ. ÖMER'İN HZ. OSMAN İLE MÜNASEBETLERİ
Hz. Ömer ile Hz. Osman arasındaki münasebetle ilgili sınırlı sayıda
rivayet tespit edebildik. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz.
Hz. Ömer'in kızı Hz. Hafsa, kocası Uhud Savaşı’nda şehit düştüğünden
dul kalmıştı. Hz. Ömer’in Hafsa'yı önce Hz. Osman'a daha sonra da Hz. Ebû
Bekir'e kendi nikahlamayı teklif ettiğinden daha önce bahsetmiştik. Hz. Ömer
bundan bahisle ilk önce Hz. Osman’a teklif ettiğinde Hz. Osman’ın, "Biraz
düşüneyim" dediğini ve aradan bir kaç gece geçtikten sonra gelip, ''Benim
şimdi evlenmemem gerektiği anlaşıldı.'' şeklinde kendisine cevap verdiğini
söylemiştir. Hz. Ömer bu nedenle o esnada içinden Hz. Osman’a kızdığını da
ifade etmiştir. Muhtemeldir ki bu kızgınlık Hz. Ömer’in, Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) damadı olan bir sahabeye akraba olma isteğinin
gerçekleşemeyecek olmasının verdiği üzüntü sebebiyle olmuştur. Netice
itibariyle diyebiliriz ki Hz. Ömer’in Hz. Osman’a yaptığı bu teklif, O’nun
Hz. Osman ile yakın bir münasebet ve arkadaşlık içinde bulunduğunu ve değer
verdikleri arasında ilk sırada gelen kişilerden birisinin de Hz. Osman olduğunu
göstermektedir.[189]
İbn İshak’ta yukardaki hadise farklı bir şekilde anlatılmıştır. İbn
İshak'a göre, Hz. Osman üzüntülü olduğu bir sırada, Rasûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), O'nun yanına gelerek, ''Neyin var?'' diye sormuş, Hz. Osman
da, ''Ömer'den kızını istedim, vermedi. Bu nedenden ötürü üzgünüm'' cevabını
vermiştir, Bunun üzerine Hz. Peygamber, ''Sana Ömer'den daha hayırlı bir kayın
baba, Ömer'e de senden daha hayırlı bir damat göstereyim mi?'' demiştir. Daha
sonra Hz. Peygamber, Hz. Ömer'in kızı Hz. Hafsa'yla evlenmiş, kızı Ümmü
Gülsüm’ü de Hz. Osman’la evlendirmiştir.[190]
Hudeybiye Antlaşmasından önce Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem), Hudeybiye'de iken Kureyşlilere gelme sebebini anlatmak üzere Hz.
Ömer'i Mekke'ye göndermek istediğinde Hz. Ömer, Mekke’de kabilesinden kendisini
savunacak akrabası bulunmadığını ve Kureyş'in, ken-disine olan düşmanlığını ve
sertliğini bildiği için gitmesinin uygun olamayacağını söyle-yerek Hz. Osman'ı
önermiş; bunun üzerine Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) elçi olarak
Hz. Os-man’ı Mekke'ye göndermiştir.[191]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Mekke'ye göndermek için Hz.
Ömer'i çağırınca, Hz. Ömer şöyle demiştir: ''Ey Allah'ın Rasûlü! Ben kendim
için Ku-reşlilerden korkuyorum. Mekke'de Adiyoğullarından beni koruyacak
herhangi bir kimse de yok. Kureyş ise, onlara olan düşmanlığımı ve onlara karşı
olan sertliğimi biliyor. Kureyşlilere karşı benden daha güçlü, benden daha
değerli biri olan Osman b. Affan'ı göndermenizi öneririm.'' [192]
Hudeybiye Anlaşması maddeleri üzerinde anlaşma sağlandıktan sonra Hz.
Ömer ile Hz. Osman da o esnada orada hazır bulunmuşlar ve bazı sahabilerle
birlikte antlaşmaya imza atmışlardır.[193]
Hz. Ömer ile Hz. Osman hayırda ve iyilikte birbirlerini takip
etmişlerdir. Tebük Savaşı öncesinde Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) çağrısına herkesten önce icabet edenlerden biri olan Hz. Ömer
servetinin yarısını Allah yolunda harcarken, Hz. Osman da ordunun üçte birlik
kısmını donatarak büyük bir fedakarlık göstermiştir.[194]
Hz. Osman da Hz. Ömer'den hadis rivayetinde bulunmuştur.[195]
İkisi arasındaki münasebetler ile ilgili rivayetlerin azlığının,
aralarındaki samimiyete göre değerlendirilmemesi gerektiğini söyleyebiliriz.
İşin aslının Hz. Osman'ın daha çok ticaretle meşgul olması ve bu yüzden
biraraya az gelmelerinden kaynaklanmış olduğunu düşünüyoruz.
HZ. ÖMER'İN HZ. ALİ İLE MÜNASEBETLERİ
Yaptığımız
çalışmada Hz. Ali ile Hz. Ömer arasındaki münasebetle ilgili çok fazla bilgi ve
haber tesbit edemedik. Aralarındaki yaş farkı, Hz. Ali’nin, Hz. Peygamber’in (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) kendisine vermiş olduğu görevlerde bulunması ve de aralarında
meydana gelen konuşmaların kaydedilememiş olması ihtimali gibi nedenlerin bunda
etkili olduğunu düşünmekteyiz.
Hz. Ali, Hz. Ömer’in Mekke’den Medine’ye olan hicretine tanık olmuş,
onun cesaretinden övgüyle bahsetmiştir. Hz. Ali, Müslümanların Mekke'den
gizlice hicret ettiğini, Hz. Ömer'in ise Kâbe'yi tavaf ettikten sonra hicret
edeceğini orada bulunanlara ilan ettiğini söyler. Buna göre Hz. Ömer, “Anasını
ağlatmak, çocuğunu yetim, karısını dul bırakmak isteyen varsa, şu vadide
karşıma çıksın” demiş fakat hiç kimse cesaret edip onu takip etmemiştir.[196]
Başka bir rivayette bu durum biraz daha detaylı anlatılmaktadır. Hz.
Ali, muhacirlerden Hz. Ömer dışında herkesin gizlice hicret ettiğini ifade
ederek Hz. Ömer'in ise hicrete karar verdiğinde kılıcını ve yayını kuşanarak
Ka'be'ye geldiğinden bahsetmiştir. Hz. Ömer korkusuzca Ka'be'yi tavaf ederek,
makam-ı İbrahim'de namaz kıldıktan sonra Kureyş’in ileri gelenlerine itibar
etmeyerek orada bulunanlara şöyle seslenmiştir: “Suratlar asılmıştır. Allah, şu
burunlarından başkasını yerde süründürmeyecektir. Kim annesinin kendisine ağlamasını,
çocuğunun yetim ve karısının dul kalmasını istiyorsa, şu vâdinin ötesinde
karşıma çıksın!'' Hz. Ali, devamla Kureyş’ten hiç kimsenin O'nu takip
edemediğini ve O'nun, donattığı zayıf bir toplulukla birlikte yoluna devam
ettiğini söylemiştir.'' [197]
Hz. Ömer, Hz. Ali'den övgüyle bahsetmiştir. Hz. Ömer, ashaptan bir
toplulukla birlikte beraberken Rasûlullah'ın Hz. Ali hakkında güzel şeyler
söylediğini, ona şöyle hitab ettiğini nakletmiştir: "Ya Ali! Sen ilk iman
eden Müslümansın ve sen bana Harun'un Musa'ya (a.s) yakın olduğu gibisin."[198]
Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Bedir Savaşı’nda ele geçen esirler
konusunda ashabıyla istişare ettiğinde önce Hz. Ebû Bekir'in fikrini öğrenmiş
sonra da, ''Ey Hattab'ın oğlu! bu konuda senin görüşün nedir?'' diye sormuştu.
Hz. Ömer de Hz. Peygamber’den, esirlerden kendi akrabasını vurması için Hz.
Ali’ye de görev vermesini teklif ederek şöyle demiştir: ''Allah'a yemin ederim
ki, ben, Ebû Bekir gibi düşünmüyorum. Akrabalarımdan biri olan filancayı bana
ver ki onun boynunu vurayım. Akil'i de Ali'ye ver, Ali de onun boynunu vursun.
Hamza'ya da filanca kardeşini ver, Hamza da onun boynunu vursun. Böylelikle
Allah bizim kalplerimizde müşriklere karşı bir meyil olmadığını bilsin.
Çünkü bunlar; Kureyşlilerin varlıklı kimseleri, liderleri ve komutanlarıdır!''
[199]
Hz. Ömer ile Hz. Ali arasındaki münasebetle ilgili bir rivayette Hz.
Ömer'in, Hz. Ali'nin Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yanındaki
konumuna imrendiğini görmekteyiz. Ebû Hureyre’nin rivayetine göre Rasûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), Hayber günü ''Sancağı yarın öyle birine vereceğim ki, O,
Allah ve Resulunü sever; Allah ve Rasûlü de onu sever.'' dediğinde, Hz. Ömer
bunu o sırada çok istemiş; ''Emirliği bunu istediğim kadar bundan önce hiç
istememiştim. Kendimi uzatarak gösterdim.'' demiştir. Ertesi gün olduğunda Hz.
Peygamber’in Hz. Ali'yi çağırmış olduğunu ve sancağı ona verdiğini görmüştür.
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hz. Ali’ye, ''Git savaş! Allah
sana fetih nasip edinceye kadar dönme! '' dediğinde Hz. Ali biraz gittikten
sonra, ''Ya Rasûlallah, ne üzere savaşayım '' der. O da (salla’llâhü aleyhi ve
sellem), ''La ilahe illallah, Muhammedun Rasûlullah üzerine savaş!'' şeklinde
buyurur.[200]
Hayber Savaşı’ndaki bu durumla ilgili olarak İbn Hişâm’ın rivayetine
göre Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hz. Ebû Bekir'i sancağıyla
Hayber kalelerinden birine gönderdi, O, düşmanla savaştı fakat kaleyi
fethedemeden yorgun bir şekilde döndü. Hz. Peygamber, ertesi gün bu sefer Hz.
Ömer'i gönderdi; O da aynı şekilde savaştı, fakat kaleyi fethedemeden döndü.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: ''
Yarın sancağı, Allah’ı ve Rasulünü seven birine vereceğim, Allah onun elleriyle
fetih yapacak, firar eden bizden değildir.'' dedi ve Hz. Ali'yi çağırdı. O'na,
''Bu sancağı al, Allah sana fetih nasip edinceye kadar ilerle'' dedi.'' [201]
İbn Kesîr, her zaman olduğu gibi Huneyn'de de Hz. Peygamber’in
yanından ayrılmayan topluluğun içinde Hz. Ali ve Hz. Ömer'in bulunduğunu
rivayet etmiştir.[202]
Veda Haccı’nda Hz. Ömer ile Hz. Ali arasında geçen münasebet ile
ilgili aşağıda zikredilen rivayette Hz. Ömer’in Hz. Ali’ye verdiği değer görülmektedir.
İbn Kesir'in rivayetine göre Sahabe’den Bera' b. Âzib, Veda Haccı'nda
Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile birlikte olduklarını belirterek
dönüşte Gadîr-i Hum mevkiine vardıklarında Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) için bir ağacın altının temizlenerek hazırlandığını ve insanların namaz
için toplandığından bahsetmiştir. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bu
esnada Hz. Ali'yi çağırarak sağ tarafında durdurup elinden tutmuş, şöyle
buyurmuştur: “Ben herkese kendi canından daha yakın değil miyim?” Sahabiler,
“Evet, öylesin ey Allah Resûlü!' dediler. Rasûlul- lah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem): “İşte şu Ali, benim velisi olduğum herkesin velisidir. Allah'ım! Buna
dostluk edene dost ol. Buna düşmanlık edene düşman ol!' buyurdu. Daha sonra Hz.
Ömer, Hz. Ali'ye rastlayarak ona, “Seni tebrik ederim. Sen her mü'min erkek ile
her mü'min kadının mevlası oldun!” [203]
diyerek O’nu kutlamıştır.
Ahmet Cevdet Paşa'ya göre Hz. Ömer ve Hz. Ali birlikte, Rasûl-ü
Ekrem'in hakimleri vazifesini görürlerdi.[204]
Hz. Ali, Hz. Ömer hakkında hep güzel şeyler söylemiştir. Bir seferinde
onun hakkında şöyle demiştir: ''Rasûl-i Ekremden sonra bu ümmetin en hayırlısı
Ebû Bekirdir ve dikkat edin, Ebû Bekir’den sonra bu ümmetin en hayırlısını size
haber vereyim mi? O da Ömer’dir. '' [205]
Yine Hz. Peygamber'in Hz. Ömer için,"Ömer cennet ehlinin nurudur."
dediğini naklederek ondan övgüyle bahsetmiştir.[206]
Her ikisinin Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hastalığı
şiddetlendiğinde Hz. Ebû Bekir ile birlikte Rasûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) vefat ettiği yer olan Hz. Âişe’nin odasına gelip toplandığı rivayet
edilmiştir.[207] Hz. Ali de Hz. Ömer'den hadis
rivayet edenlerdendir.[208]
HZ. OSMAN'IN HZ. ALİ İLE MÜNASEBETLERİ
Asr-ı Saadet dönemine ait Hz. Osman ile Hz. Ali arasındaki ilişkilere
dair çok az rivayet tesbit edebildik.
Kaynaklara göre İslam dini geldiğinde Kureyş kabilesinde yazı yazan on
yedi kişi arasında Hz. Ali ile Hz. Osman da bulunuyordu.[209]
Hudeybiye
Antlaşması maddeleri üzerinde anlaşma sağlanırken bu anlaşmaya Hz. Ebû Bekir,
Hz. Ömer ile birlikte imza atan sahabilerden biri de Hz. Osman olup, bu antlaşmayı
yazan kişi de Hz. Ali idi.[210]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Belî kabilesinden olan
Benî Cu'ayl'a mektup yazmıştı. Mektubunda onların Kureyşten, hatta Abdümenaftan
bir grup olduklarını, Kureyşin lehinde veya aleyhinde olan her şeyin onların da
lehinde ve aleyhinde olduğunu, onların sürgüne ve vergiye tabi olmayacaklarını,
üzerinde Müslüman oldukları mallarının kendilerine ait olduğunu bildirdi. Bunun
üzerine ileri gelenlerinden bazıları Rasûlullah'a biat ettiler. Hz. Ali, Hz.
Osman, Hz. Abbas ve Ebû Süfyan birlikte buna şahitlik yapmışlardır.[211]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), kabilelere İslam'a davet
mektupları gönderirken Hz. Ali ve Hz. Osman davet mektuplarını yazanlardan idi.[212]
Hz. Ali, Hz. Osman'ın Rıdvan Bey'atinde bulunmama sebebinin onun
Müslümanların işi için bir görevde olduğunu, ona ait güzel hasletlerden bahsederek
anlatmıştır.[213]
Böylece
buraya kadar Asr-ı Saadet döneminde Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali
(ra) arasındaki münasebetleri incelemiş olduk. Şimdi Raşid Halifelerin Aşere-i
Mübeşşere'den olan diğer sahabilerle münasebetlerini ele alalım.
HZ. EBU BEKİR'İN AŞERE-İ MÜBEŞŞERE'DEN OLAN
DİĞER SAHABİLERLE MÜNASEBETLERİ
Zübeyr b. Avvâm ile Münasebetleri
Zübeyr b. Avvâm'ın Müslüman olması Hz. Ebû Bekir’in vesilesiyle
olmuştur. Hz. Ebû Bekir halk arasında korunan, kendisine ilişilmeyen ve sevilen
biriydi. O, Müslüman olduktan sonra Kureyş arasındaki mevkiinden faydalanarak,
güvendiği ve kendisiyle başbaşa kalıp sohbet ettiği bazı kimseleri İslâm'a
davet etmeye başladı.[214] İbn-i Kesir, Hz. Osman,
Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebi Vakkas, Talha b. Ubeydullah ile Zübeyr b. Avvâm
İslam'ı kabul ettikten sonra Hz. Ebû Bekir’in, onları Hz. Peygamber’e (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) götürdüğünü ve onların da Hz. Peygamber’in (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) huzurunda İslamiyet’i kabul edip namaz kıldıklarını rivayet
etmiştir.[215]
Zübeyr b. Avvâm, ticaretle uğraştığından daha çok Mekke dışında
olurdu. Böyle bir zamanda, gittiği bir Şam seyahatinden Mekke’ye dönerken o
esnada Medine’ye hicret eden Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ve
Hz. Ebû Bekir ile Medine'ye yakın bir yerde karşılaşmış, sonra yolculukları
için her ikisine beyaz renkli elbiseler hediye etmiş ve Mekke'ye dönüp
işlerini bitirdikten sonra o da Medine’ye hareket etmiştir.[216]
Bu iki sahabe, Uhud Savaşı’ndan sonra Kureyşli müşriklerin, Medine’ye
zarar vermemesi için yetmiş kişilik bir birliğin başında müşrik ordusunu takip
etmiştir.[217]
Tebük
Savaşı esnasında Hz. Ebû Bekir ile Zübeyr b. Avvâm birlikte önemli bir görev
yerine getirmişlerdir. Hz. Peygamber, Tebük'e doğru hareket edildiğinde, bayraklar
ve sancaklar bağlatmış; en büyük sancağı Hz. Ebû Bekir’e, en büyük bayrağı ise
Hz.
Zübeyr b. Avvâm'a vermiştir.[218]
Talha b. Ubeydullah ile Münasebetleri
Talha b. Ubeydullah, Müslüman olma hadisesini şöyle anlatıyor: ''Busrâ
çarşısında bulunuyordum. Baktım ki bir rahip ibadet ettiği yerde şöyle diyordu:
"Bu mevsimin ehline sorun bakalım, içlerinde Harem ehlinden kimse var
mıdır?" Ben, "Evet ben varım!" dedim. Rahip bana, "Ahmed
zuhur etti mi?" diye sordu. Ben de, "Ahmed kimdir?' diye sorunca. O,
"Abdullah b. Abdülmuttalib'in oğludur! Bu ay, onun zuhur edeceği aydır ve
Resûllerin sonuncusudur. Haremden çıkacak, hurmalık Hare ve Seb- bah'a hicret
edecektir. Sakın onu kaçırmayasın (...)" diye cevap verdi. Bu sözlerden çok
etkilendim ve derhal yola çıktım, süratle yürüyerek Mekke'ye vardım ve,
"Buralarda yeni bir olay var mı?" diye sordum. İnsanlar, "Evet,
Muhammedü'l-Emin Peygamber olduğunu ileri sürdü, İbn Ebi Kuhâfe derhal ona
uydu." dediler. Ben de beklemeden Ebû Bekir'e vardım, o, beni alıp
Rasulullah'a götürdü ve derhal Müslüman oldum. Rasulullah'a Rahib'in
dediklerini aktardım(...)" [219]
Başka İbn Hacer'de geçen bir rivayette bu mesele daha detaylı olarak
şöyle geçmektedir:
Talha b. Ubeydullah der ki: “Ben Busra panayırına katılmıştım. Bir
rahibin, manas-tırında, "Bu panayıra gelenlerden sorunuz. Acaba Harem
ehlinden olan kimse var mı?" dediğini duydum. Bunun üzerine "Evet,
ben varım" dedim. Rahip, "Acaba şu anda Ahmed sizin aranıza geldi
mi?" diye sordu. Ben, "Ahmed de kimdir?" dedim. Rahip,
"Abdullah'ın oğlu, Abdülmüttalib'in torunudur. Çıkacağı ay bu aydır ve
peygamberlerin sonuncu-sudur. Harem'de doğacak, hurmalık, siyah taşlı ve çorak
arazili bir memlekete hicret edecektir. Hemen ona tabi olun" dedi. Rahib'in
bu sözleri kalbimde yer etti. Süratle Mekke'ye vardım ve herhangi bir hadisenin
olup olmadığını sordum. Bana, "Evet, el-Emin Muhammed b. Abdullah
peygamber olduğunu söylüyor ve ibn-i Ebi Kuhafe de ona tabi olmuştur"
dediler. Oradan ayrılarak Ebû Bekir'in yanına gittim. O'na, "sen şu kişiye
tabi oldun mu?" dedim. Ebû Bekir, "Evet, oldum" dedikten sonra,
bana, "Onun yanına git ve ona tabi ol. Çünkü o, hakka davet ediyor."
dedi. Ebû Bekir'e rahibin sözlerini söyledikten sonra. Ebû Bekir'le yola
çıkarak Peygamber'in huzuruna vardık ve ben Müslüman oldum. Rasûlullah'a (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) rahibin sözlerini aktardım. Hz. Peygamber sevindi. Ebû Bekir
ve ben Müslüman olduğumuzda, kendisine 'Kureyş'in arslanı' denilen Nevfel b.
Huveylid bizi bir iple bağladı. Ben-i Teym buna engel olamadı.” [220]
Hz. Ebû Bekir ile Talha b. Ubeydullah, Ben-i Teym kabilesindedirler.
Nevfel b. Huveylid, ikisini bir ipe bağlayıp insanlara göstermek suretiyle
işkence yapıyordu.[221] Talha b.
Ubeydullah'ın kardeşi olan Osman b. Ubeydullah da onları namazlarından
vazgeçirmek, dinlerinden döndürmek için ikisine şiddet uyguluyordu.[222] Müslüman olduğu günlerde Hz.
Ebû Bekir ile aynı ipe bağlanarak işkence gördüğünden her ikisi “Karîneyn” [223] diye anılmıştır. [224]
Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), ile Hz. Ebû Bekir’in
birlikte hicret ederken, o sırada kervanla Şam'dan gelmekte olan Talha b.
Ubeydullah’a rastladıkları aktarılmaktadır. O, Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) ve Hz. Ebû Bekir'i Şam elbiselerinden giydirip onlara Medine'deki
Müslümanların haberini verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) beklemeksizin yola çıktı. Talha b. Ubeydullah da Mekke'ye gitti. Ta ki
ihtiyaçlarını giderip Hz. Ebû Bekir'in ailesiyle birlikte Mekke'den çıktı ve
onlardan sonra Medine'ye vardı.[225]
Başka bir rivayette, yolda Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir ile
karşılaşan saha- binin Zübeyr b. Avvâm olduğu zikredilmiştir.[226] Bu rivayetlerde, Zübeyr b.
Avvâm'ın Mekke’ye gidip işlerini bitirdikten sonra Medine’ye gittiği
nakledilirken Talha b. Ubeydullah’ın da aynı şekilde Hz. Peygaber’le
karşılaştıktan sonra Mekkeye gitmiş olduğu, sonra Hz. Ebû Bekir’in ailesini de
alıp Medine’ye hicret ettiği söylenebilir.
Belâzürî'nin,
Ensâbü’l-Eşrâfındaki bir rivayette ise bu durum farklı bir şekilde
geç-mektedir. Buna göre Talha b. Ubeydullah, Hz. Peygamber’den önce Medine’ye
hicret etmişti.[227] Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) ve Hz. Ebû Bekir için Şam’dan iki beyaz elbise
getirmiş ve o beyaz elbise ile Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) Medine’ye girmiştir.[228]
Ensâbü’l-Eşrâf ta geçen rivayet tenkit edilmiştir. Buna göre
Talha b. Ubeydullah- 'ın, Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ne
zaman hicret edeceği hakkında bilgisi olmadığından, o esnada giymeleri için bu
elbiseyi vermesi imkan dışıdır. Daha önce verdiği varsayılsa bile bu duruma
kaynaklarda rastlayamadık.
Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hicret esnasında
onlardan her ikisiyle karşılaşmasını konu edinen rivayetlerle ilgili olarak
denilebilir ki; her ikisi ticaret için Şam’a sürekli gidip geliyordu. Bu da
rivayetlerin birbirine karışmış olarak aktarılmasına yol açmış olabilir.
Bu haber ile ilgili rivayetleri toplu olarak incelediğimizde Talha b.
Ubeydullah ile Zübeyr b. Avvâm'ın birlikte Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir ile
karşılaşmış olması mümkün olabilir. Talha'nın Hz. Peygamber'e elbise verdikten
sonra, Mekke’ye giderek işlerini bitirdiği ve Hz. Ebû Bekir’in ailesini de
yanına alarak, Medine’ye Hz. Peygam- ber’den (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
sonra hicret etmiş olduğu, ailesini daha sonra başka bir sahabiyle getirttiği
anlaşılmaktadır.
Talha b. Ubeydullah, Uhud Savaşı’nda kahramanlık gösteren bir
sahabidir. Hz. Ebû Bekir, Uhud Savaşı’nda onu yetmişten fazla yerinden
yaralanmış halde bulduklarını söyleyerek [229]
Uhud gününden şöyle bahsetmiştir: ''O bir gündür ki hepsi Talha içindir. Biz
Rasûlullah'a vardığımızda onu, azı dişi kırılmış ve yüzü yaralanmış halde
bulduk. O'nun mübarek yanağına miğferin iki halkası saplanmıştı. Allah Rasûlü,
Talha'yı kastederek, "Arkadaşınıza yardımcı olunuz" dedi. Sonra biz
Talha'ya vardık. Çukurların birindeydi. Bedeninde yetmiş küsur ok ve kılıç
yarası vardı ve parmağı da kopmuştu. Biz böylece onun yaralarını sarmaya
başladık.” [230]
Başka bir rivayette yine Hz. Ebû Bekir der ki: '' Uhud Savaşında tüm
insanlar Pey- gamber’i bırakıp kaçtılar. O'na yetişen ilk kişi ben oldum. O'nun
önünde kendisini savunarak savaşan bir adam olduğunu gördüm. Talha oradaydı.
O'na "Anam babam sana feda olsun" dedim. Peygamber’e ulaştığımızda
Talha'nın, Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) önünde yere
serildiğini gördük. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bana ve Ebû
Ubeyde'ye, Talha'yı kastederek, "Ona bakın, kardeşinizle ilgilenin, o
kendisine düşeni yaptı. Ona cennet vacib oldu." buyurdu.[231] Biz de Rasûlullah'ın durumuna
baktıktan sonra Talha'ya gittik. Baktık ki bir çukurda. Ona, on küsur darbe
isabet etmiş;[232] parmağı kesilmişti. Üzerinde
mızrak, kılıç ve ok yarası olmak üzere bir çok yara vardı.[233]
Uhud Savaşı’nda Müslümanlar yenilgiye
uğradıklarında, ashâbından bir topluluk Hz. Peygamber'e ölüm üzerine biat
etmiştir. Hz. Ebû Bekir ile Hz. Talha da o topluluğun içindeydiler.[234]
Sa'd b. Ebi Vakkâs ile
Münasebetleri
Hz. Ebû Bekir ile Sa'd b. Ebi Vakkâs arasındaki münasebet ile ilgili
olarak kaynaklarımızda sınırlı bilgiye ulaşabildik.
Hz. Ebû Bekir (ra), Kureyş içindeki saygınlığından faydalanarak
güvendiği ve kendisiyle başbaşa kalıp sohbet ettiği kimseleri İslâmiyete
çağırmaya başladığında Sa'd b. Ebi Vakkâs O'nun davetiyle İslâmiyeti kabul
etmiştir.[235]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Sa'd b. Ebi Vakkâs'ı
kendi dayısı olarak kabul ederdi. İslam'ın ilk zamanlarında Sa'd temiz kalpli,
iyi niyetli bir gençti. Putperestlik O'nun gönlünde kök salmamıştı. Bu sebeple
Hz. Ebû Bekir, O'nu İslam'a davet ettiğinde henüz on yedi yaşındayken Müslüman
olduğu rivayet edilmiştir.[236]
İbn
Esir'in rivayetine göre Sa’d b. Ebi Vakkâs, İslâm’a girişini şöyle anlatmıştır:
“Müslüman olmadan önce rüyamda kendimi hiçbir şeyi göremediğim karanlık bir
yerde gördüm. Bu arada ay doğdu ve ben onun aydınlığına tabi oldum. Benden önce
bu aya kimlerin uymuş olduğuna bakıyordum. O kimselerin Zeyd b. Harise, Ali b.
Ebî Talib ve Ebû Bekir olduğunu gördüm. Onlara ne kadar zamandan beri burada
olduklarını sorduğumda, "Bir saat kadardır" dediler. Araştırdığımda
öğrendim ki, Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gizlice İslâm’a davette
bulunmaktadır. O'na Ecyad tepesi taraflarında rastladım. Orada namaz
kılmaktaydı. Orada İslâmı kabul ettim. Benden önce bu kimselerden başkası
iman etmemişti.” [237]
Hz. Ebû Bekir, Sa’d b. Ebi Vakkâs (r.a) hakkında şöyle
demiştir: “Ben, Hz. Peygamber'in Sa'd b. Ebi Vakkâs hakkında 'Rabb'im! Sen
O'nun okunu hedefine isabet ettir! Dualarını kabul et ve kendisini insanlara
sevdir ' diye dua ettiğini işittim.”[238]
Ebû Ubeyde b. Cerrah ile Münasebetleri
Ebû Ubeyde, Hz. Peygamber’in İslâm’a davete başladığı günlerde Hz. Ebû
Bekir vasıtasıyla Müslüman olmuştur. [239]
Mekke'de iken Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman, Zübeyr b. Avvâm gibi güçlü ve
zengin Müslümanlar gibi Ebû Ubeyde de Müşriklerin işkence ve zulmüne, çeşitli
saldırılarına maruz kalmıştır. [240]
Hz. Peygamber, bir seferinde içlerinde Hz. Ebû Bekir ile Ebû
Ubeyde'nin de bulunduğu bir kısım sahabiyle oturuyorken kendisine biraz süt
getirildi. Hz. Peygamber de onu Ebû Ubeyde'ye uzatıp, alması için ısrar
etmişti. [241]
Hz.
Ebû Ubeyde ile Hz. Ebû Bekir arasındaki münasebeti gösteren bir rivayette Hz.
Ebû Bekir Uhud Savaşıyla ilgili olarak şunları söylemiştir: ''Uhud günü
olduğunda tüm insanlar Peygamberi bırakıp kaçtılar. O'na yetişen ilk kişi ben
oldum. O'nun önünde kendisini savunarak savaşan bir adam olduğunu gördüm. Talha
oradaydı. O'na "Anam babam sana feda olsun", dedim. Çok geçmeden bir
kuş gibi arkamdan yetişen bir adamın Ebû Ubeyde olduğunu gördüm. Peygamber’e
ulaştığında, Talha'nın, Peygamber'in önünde yere serildiğini gördük. Peygamber,
"Kardeşinizle ilgilenin; O, kendisine düşeni yaptı. Ona cennet vacib
oldu." buyurdu. Peygamber'in alnının bir tarafında ok yarası vardı.
Miğferin halkalarından biri yanağına batmıştı. Ben halkayı çıkarmaya gittim.
Ebû Ubeyde bana; "Ey Ebû Bekir Allah aşkına onu bana bırakır mısın!"
dedikten sonra halkayı ağzıyla tuttu. Rasûlullah'ı incitmemek için son derece
dikkatli ve titiz davranıyordu. Halkayı ağzıyla çekti. Peygamber'in yüzündeki
iki halkadan birini çıkardı; ön dişi düştü, sonra ötekisini çıkardı, bu sefer
de öteki ön dişi düştü. Böylece iki ön dişi de
düşmüş oldu. [242] Sonra beraber Talha'ya
yöneldik, O'nu tedavi ediyorduk.'' [243]
Başka bir rivayete göre Hz. Ebû Bekir, ''Uhud Savaşı’nda bozgundan
sonra ilk dönen bendim. Rasûlullah bana ve Ebû Ubeyde'ye, Talha'yı kasdederek,
"Ona bakın" dedi. Biz de Rasûlullah'ın durumuna baktıktan sonra
Talha'ya gittik, onu bir çukurda bulduk. Üzerinde mızrak, kılıç ve ok yarası
olmak üzere bir çok yara vardı. Parmağı kesilmişti. Onun biraz bakımını
yaptık.'' demektedir.[244]
Zatü's-Selasil Seferi’nde Hz. Ebû Bekir, Hz. Ebû Ubeyde’nin komutası
altında onun gönüllü bir neferi olarak sefere katılmıştır. Rasûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), Amr b. As'ı Zatü's- Selasil Seferi için ordunun başına
getirmişti. Seferin olduğu yer Suriye yakınlarındaydı. Amr b. As düşmandan
çekindi ve Rasûlullah'tan yardım istedi. Rasûlullah da içinde Ebû Bekir ile Hz.
Ömer’in olduğu muhacirlerden oluşan gönüllü ordu hazırlayarak, komutasını Ebû
Ubeyde'ye verdi ve Amr b. Âs'a yardım etmek için gönderdi.[245]
Amr b. As, durumları belli olmasın diye gece Müslümanları ateş yakmaktan men
edince, Müslü- manlar bundan dolayı zorluk çekip şikayet ettiler. Bu durumu Hz.
Ebû Bekir ile Ebû Ubeyde de konuştular. Ebû Ubeyde b. Cerrah şöyle demiştir:
“Rasûlullah beni dinlemenizi ve bana itaat etmenizi emretti.” Hz. Ömer gidip
Amr ile konuşmak isteyince Hz. Ebû Bekir ona izin vermemiştir. [246]
Hudeybiye antlaşması yazıldığı zaman alt tarafı Hz. Peygamber ile
Süheyl b. Amr tarafından imzalandıktan sonra şahit olarak Müslümanlardan
imzalayanlar içinde Hz. Ebû Bekir ile Ebû Ubeyde de bulunuyordu.[247]
Hz.
Ebû Bekir, Ebû Ubeyde ile ilgili olarak şu kıssayı nakleder: ''Necran heyeti
bize geldiler ve dediler ki: "Ya Muhammed, senin hakkını sana alacak ve
bizim hakkımızı bize verecek emîn birisini bize gönder!" Rasûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) da, "Hak ile beni gönderene yemin olsun ki, size
kuvvetli ve emîn olanı göndereceğim" dedi. Başka bir emirliğe heves
etmemiştim. Bu yüzden kendimi göstermek için başımı kaldırdım. Fakat
Rasûlullah, Ebâ Ubeyde'yi seçerek O'na kalkmasını söyledi.'' [248]
Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
vefatı esnasında Sâideoğullan yurdundaki
bey'at toplantısında Hz. Ebû Bekir, Müslümanlara halife olması için Ebû
Ubeyde’nin adını vermiş, onun Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
yanındaki değerini bildirmiştir. Rivayete göre Rasûlullah (s.a.v) vefat edince
Ensar, Ben-i Saide yurdunda Sa’d b. Ubâde'ye biat etmek için toplandılar. Bu
durumu haber alan Hz. Ebû Bekir derhal yanına Hz. Ömer ile Ebû Ubey- de'yi de
alarak onların bulunduğu yere gitti. Onlara, ''Burada ne oluyor?'' diye
sorunca, Ensar, ''Bizden bir emir, sizden bir emir olsun'' dediler. Bunun
üzerine Hz. Ebû Bekir, ''Emirler bizden, vezirler de sizdendir.'' dedikten
sonra Hz. Ömer ile Ebû Ubeyde b. Cerrah'ın elinden tutarak, ''Ben sizlere Ömer
ile bu ümmetin emini olan Ebû Ubeyde'den birini tavsiye ediyorum.'' demiştir.[249]
Abdurrahman b. Avf ile Münasebetleri
Hz. Ebû Bekir'in Abdurrahman b. Avf ile münasebetine dair birkaç
rivayet tespit edebildik.
İman eden ilk kimselerden olduğu rivayet edilmiştir.[250] Abdurrahman bin Avf, Hz. Ebû
Bekir'in O'nu İslam'a davet etmesinden sonra Resulullah'a giderek Müslüman
olmuştur.[251] Abdurrahman b. Avf ve Hz. Ebû
Bekir arasında daha önceden bir dostluk vardı. Bu durum, O'nun Hz. Ebu Bekir'in
vasıtasıyla Müslüman olmasını sağlamıştır.[252]
Bedir Savaşı'ndan hemen önce Rasûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), ashabıyla birlikte yola çıktığında yanlarında yetmiş deve
vardı. Bu develere iki, üç veya dört kişi sıra ile biniyorlardı.[253] Hz. Ebû Bekir, Abdurrahman b. Avf ve Hz. Ömer bir
deveye sırayla biniyorlardı.[254]
Saîd b. Zeyd ile Münasebetleri
Saîd
b. Zeyd, Rasûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) cennetle müjdelenenler
ile ilgili söylediği hadisi naklederken, Hz. Ebû Bekir'in adını en başta
zikretmiştir. [255]
Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem), İslam'ı insanlara
anlatmaya başladığı ilk zamanlarda, O'na inananlar oluyor ve onunla ilgili
haberler Mekke'de yayılıyordu. Bu dönemde Müslü-manların çoğu, insanları
İslam'a gizlice davet etmiştir. Hz. Ebû Bekir ile Saîd b. Zeyd de insanları bu
şekilde İslam’a gizlice davet ediyorlardı.[256]
İkisi arasındaki münasebetle ilgili kaynaklarımızda yukarıda geçen
rivayetler dışında başka bir bilgi bulunamamıştır.
HZ. ÖMER'İN AŞERE-İ MÜBEŞŞERE'DEN OLAN DİĞER
SAHABİ- LERLE MÜNASEBETLERİ
Zübeyr b. Avvâm ile Münasebetleri
Hz. Ömer'in Zübeyr b. Avvâm ile olan münasebetiyle ilgili malumat elde
edilememiştir. Sadece Zübeyr b. Avvâm'ın Hz. Ömer ile ilgili olan bir hadis-i
şerifi rivayet ettiğini tespit edebildik. Zübeyr'e göre Rasûlulllah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), Hz. Ömer hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah'ım İslam'ı Ömer
b. Hattab ile izzetlendir.” [257]
Talha b. Ubeydullah ile Münasebetleri
Talha b. Ubeydullah, Hz. Ömer'den bahsederken O'nun İslam'a ilk giren
ve ilk hicret edenlerden olmadığını fakat aralarındaki en zahid ve ahirete en
çok rağbet eden kişi olduğunu söylemiştir: [258]
Hz. Ömer’den hadis rivayet edenlerden biri de Talha' b. Ubeydullah'dır.[259]
Hz. Ömer de daha sonraları Talha b. Ubeydullah hakkında konuşurken,
O'nun Uhud Savaşı’nda günün en büyük adamı olduğunu söyleyerek O'nu övmüştür.[260]
Uhud Savaşı’nda Müslümanlar Hz. Peygamber'in öldüğü şayiasından sonra
dağılmaya başlamışlardı. O esnada Enes b. Nadr adlı sahabi, Hz. Ömer ile Talha
b. Ubeydullah'ın oturan ensar ve muhacirlerin içinde olduğunu görünce onlara:
''Neden oturuyorsunuz?'' diye sorar. Onlar da “Rasûlullah öldürüldü.'' cevabını
verirler. O da: ''Daha artık yaşamak mı istiyorsunuz? Kalkın, Rasûlullah'ın
öldüğü dava uğruna siz de ölün!'' demiş ve sonra düşmana dönerek, öldürülünceye
kadar savaştıkları rivayet edilmiştir. [261]
İbn-i Hacer, Rasûlullah'a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Uhud
savaşında Müslümanlar yenilgiye uğradıklarında, içinde Hz. Ebû Bekir, Hz.
Ömer, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvâm ve Sa'd b. Ebi Vakkâs'ın olduğu
ashâbdan bir topluluğun ona ölüm üzerine biat ettiklerini nakletmektedir. [262]
Talha b. Ubeydullah ile Hz. Ömer’in Hendek Savaşı’nda beraber
olduklarını aktaran bir habere göre Hz. Aişe (ra) onlarla ilgili şunları
anlatmıştır: “Sa'd yanımdan geçip gittikten sonra oturduğum yerden kalktım,
zorlukla bir bahçeye girdim. Orada Ömer b. Hattab ile miğferinden ancak gözleri
görünen biri bulunuyordu. Ömer beni görünce, "Sen atılgan ve cesursun,
seni buraya ne gibi bir şeyin getirmiş olduğunu biliyor musun? Burada kıvrılır
veya bir belaya çatabilirsin" diye beni azarlamaya devam etti. Ömer'in
yanındaki zat miğferini açtığı vakit O'nun Talha olduğunu anladım. Talha bunun
üzerine, Ömer'e dönerek şöyle dedi: "Sen kaçmak ve kıvrılmak tabirlerini
çok kullandın, sadece Yüce ve Aziz olan Allah’a sığınılır."[263]
Bu
konuyla ilgili başka bir rivayette Talha b. Ubeydullah'ın Hz. Ömer'e
söyledikleri biraz farklılık arzetmektedir. Buna göre Hz. Âişe şunları
anlatmıştır: “Ben kendimi bir bahçeye attığımda aralarında Ömer b. Hattâb ve
üzerinde bir miğfer bulunan bir adamın da bulunduğu Müslümanlardan bir grubun
olduğunu gördüm. Ömer bana "Nereden geldin, Allah iyiliğini versin!
Vallahi, sen gerçekten çok cüretkarsın! Bir felakete uğramayacağından emin
misin?" deyip beni o kadar kınadı ki yerin yarılıp dibine geçmeyi istedim.
Miğferli zat, miğferini yukarı doğru kaldırınca O'nun Talha b. Ubeydullah
olduğunu gördüm. Bunun üzerine Talha, Hz. Ömer'e şöyle dedi: "Ey Ömer!
Allah iyiliğini versin! Sen bugün ne kadar çok şey söylüyorsun! Doğru ve
isabetli görüşlülük veya Allah'a doğru kaçış nerede kaldı! [264]
Sa'd b. Ebi Vakkâs ile
Münasebetleri
Yaptığımız araştırmada Hz. Ömer ile Sa'd b. Ebi Vakkâs arasındaki
münasebetler ile ilgili olarak bir kaç haber tesbit edebildik.
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Uhud Savaşı’nda şehit
düşen Vehb b. Kabes el-Müzeni'yi defnederken Hz. Ömer ile Sa’d b. Ebi Vakkâs,
Rasûlullah'ın Vehb’e gösterdiği alakayı görünce şöyle demekten kendilerini
alamamışlardır: ''Allah'a, el-Müzeni gibi bir hal üzere kavuşmak, bize
olduğumuz hal üzere ölmekten çok daha hoş gelmektedir.” [265]
Sa'd b. Ebi Vakkâs, Hz. Ömer’i anlatıp onun üstünlüğünü teyid ederken;
şahid olduğu bir durumla ilgili olarak Rasûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) O'nun hakkında şöyle buyurduğunu aktarmıştır: "Ey İbnü’l-Hattab,
nefsimi elinde bulundurana yemin ederim ki, şeytan sana rastlayınca hiçkimsenin
kaçmayacağı şekilde senden kaçar." [266]
Sa'd b. Ebi Vakkâs, bir defasında Hz. Peygamber'in
yanında Kureyşli bazı kadınların yüksek sesle konuştuklarını, bu esnada Hz.
Ömer'in sesini duyduklarını ve suspus olduklarını, Rasûlullah'ın da buna
güldüğünü anlatmıştır.[267]
Ebû Ubeyde b. Cerrah ile Münasebetleri
Hz. Ömer ile Ebû Ubeyde'nin münasebetiyle ilgili olarak İslamiyet’in
ilk yıllarında ikisine ait ortak bir husus görülmektedir. Buna göre Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bir süre insanları İslam'a gizlice
davet etmişti. Hz. Ömer ile Ebû Ubeyde ise İslam’ın ilk ortaya çıkışıyla
birlikte insanları İslam’a aşikâr davet etmişlerdir. [268]
Her iki sahabenin Hz. Peygamber’le (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
birlikte olduğunu gösteren bir habere göre, Hz. Peygamber, Ebû Ubeyde’ye
ikramda bulunmuş, Hz. Ömer de bunu görmüştür. Hz. Peygamber, içlerinde Hz. Ebû
Bekir, Hz. Ömer ve Ebû Ubeyde'nin de bulunduğu bir sahabe grubuyla otururken
kendisine bir bardak süt getirildi. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) onu alıp Ebû Ubeyde'ye uzatarak alması için ısrar etmiştir. [269]
Amr b. As'ın Zatü’s-Selasil Gazası esnasında Hz. Ömer, Hz. Ebû
Ubeyde'nin komuta ettiği birlikte yer almıştır. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi
ve sellem), Amr'ı bir ordu ile Suriye tarafına göndermişti. Amr b. As, buraya
vardığında, Hz. Peygamber’den (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yardım istemek
üzere adam gönderdi. Hz. Peygamber de ona Ebû Ubeyde b. Cerrah komutasında,
içinde ilk muhacirler ve Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'in de olduğu bir ordu
göndermiştir.[270] Zatü’s-Selasil
Seferi’nde Ebû Ubeyde ordunun komutasını Amr b. el-As'a bırakınca bu durum Hz.
Ömer'in zoruna gitmiş, Ebû Ubeyde'ye şöyle demiştir: ''Sen nasıl oluyor da
Nabiğa'nın oğlunun emrine girip onu hem kendine ve hem de Ebû Bekir'le bizlere
emir yapabiliyorsun? Bu yaptığın doğru bir şey midir?'' Ebû Ubeyde ise O'na
''Hz. Peygamber bana da, Amr'a da birbirimize isyan etmememizi emretmiştir. Ben
ise itaat etmediğim taktirde Hz. Peygamber'e isyan etmiş olmaktan korktum.
Böylece benimle O'nun arasına halk girecek ve aramızda büyük bir anlaşmazlık da
meydana gelecektir. Allah'a yemin ederim ki dönünceye kadar O'na itaate devam
edeceğim'' cevabını vermiş, Hz. Ömer de ona uymuştur.[271]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Seriyyetü'l-Habat adlı
seferde, Ebû Ubeyde'yi üç yüz kişilik bir ordunun başına komutan tayin ederek
onu Medine ile beş gecelik mesafede olan Cüheyne kabilesine göndermişti. Hz.
Ömer de orduda O'nunla beraberdi. Onlar açlığa tutulunca yaprak yiyerek,
denizden çıkan büyük bir balina ile beslenmişler, daha sonra Medine'ye
dönmüşlerdir.[272]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) rahatsızlanmadan hemen
önce bir ordu hazırlamıştı. Hz. Ömer ve Ebû Ubeyde, Usame b. Zeyd'in
komutasındaki bu ordudaydılar. Üsame b. Zeyd ordusuyla birlikte yola çıkacağı
sırada annesi Ümmü Eymen O'na, Hz. Peygam- ber'in ölüm halinde olduğunu haber
verdi. Bunun üzerine seferden vazgeçen Üsame b. Zeyd, yanına Hz. Ömer ile Hz.
Ebû Ubeyde'yi de alarak Medine'ye dönmüştür.[273]
Rivayetlere göre Hz. Peygamber (s.a.v) vefat edince, Ensar, Beni Saide
Sakîfe- sinde Sa’d b. Ubâde'ye biat etmek için toplanmış bulunuyorlardı. Bu
haberi alan Hz. Ebû Bekir, yanına Hz. Ömer ile Ebû Ubeydeyi alarak onların
bulunduğu yere gitti. Oraya vardıklarında Hz. Ebû Bekir, ''Burada ne oluyor?''
diye sorunca, Ensar, ''Bizden bir emir, sizden bir emir olsun'' dediler. Hz.
Ebû Bekir de, ''Emirler bizden, vezirler de sizdendir. Ben sizlere Ömer ile bu
ümmetin emini olan Ebû Ubeyde'den birini tavsiye ediyorum.'' dedi. Bunun
üzerine Hz. Ömer, ''Peygamber'in öne geçirdiği iki ayağı, hanginiz gönül
hoşluğuyla geride bırakabilir?'' dedikten sonra Hz. Ebû Bekir'e biat ediverdi.
Diğer Müslümanlar da onu takip ederek biat ettiler.[274]
İbnü’l-Cevzî, biat olayıyla ilgili olarak ayrıca
şunları aktarmaktadır: ''Rasûlullah vefat edince Hz. Ömer, Ebû Ubeyde'ye geldi
ve "Elini uzat sana biat edeyim; çünkü Rasûlullah'ın dili ile bu ümmetin
emini sensin." dediğinde Ebû Ubeyde, Ömer'e şöyle demiştir: "Müslüman
olduğundan beri senin için böyle bir düşüklük görmedim; içinizde Sıddık ve
ilkinin ikincisi varken bana mı biat ediyorsun?'' [275]
Abdurrahman b. Avf ile
Münasebetleri
Yaptığımız araştırmada Hz. Ömer ile Abdurrahman b. Avfın münasebetine
dair birkaç rivayet tesbit edebildik.
Bedir Savaşı’ndan hemen önce Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem), Ramazan’ın üçüncü günü Müslümanlarla birlikte yola çıkmıştı. Bu esnada
yanlarında bulunan yetmiş deveye iki, üç veya dört kişi nöbetleşe biniyorlardı.[276] Hz. Ömer ve Abdurrahman b.
Avf da aynı şekilde bir deveye nöbetleşe biniyorlardı.[277]
Bir rivayete göre Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir gün
içinde Abdurrahman b. Avfın da bulunduğu bir topluluğa deri peştamal dağıttı.
Abdurrahman b. Avfa ise bir şey vermedi. Ağlayarak oradan çıkan Abdurrahman b.
Avfa Hz. Ömer rastladı ve "Niye ağlıyorsun?" diye sordu. Abdurrahman
da O'na şöyle cevap verdi: " Korkarım ki Rasûlullah elbiseyi üzerimde
buldu ve bu yüzden bana peştemal vermedi." Bunun üzerine Hz. Ömer, Hz.
Peygamber'e giderek bu durumu O'na anlattı. Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) de, Hz. Ömer'e şöyle dedi: "Ben, O'na kızgın falan
değilim, bilakis elbise konusunda onu kendi imanına bırakıyorum."[278]
Abdurrahman
b. Avf, bir yerin paylaşımıyla ilgili olarak “Rasûlullah, filan araziyi
ikta olarak benimle Ömer b. el-Hattab arasında
paylaştırdı...'' demiştir.[279]
Saîd b. Zeyd ile Münasebetleri
Hz. Ömer ile Saîd b. Zeyd arasında akrabalık bulunmaktadır. Şöyle ki,
Saîd b. Zeyd, Hz. Ömer'in eniştesi olup, aynı zamanda onun amcazâdesidir.[280]
Hz. Ömer'in Müslüman olmasıyla ilgili nakledilen rivayetlerde O'nun
Saîd b. Zeyd ile olan münasebeti önemli bir detay olarak karşımıza çıkmaktadır.
Rivayete göre Hz. Ömer, Hz. Peygamber'e zarar verme kastıyla hareket edip yola
çıktığında önce kız kardeşinin evine uğradı. Bu esnada Habbab b. Eret, bu evde
''Tâhâ'' ve ''Şems'' surelerini onlara öğretiyordu. Hz. Ömer içeri girince kız
kardeşi Fatıma, O'nun bir kötülük yapacağını anlayarak hemen Kur'an sayfasını
sakladı. Habbab b. Eret’i de hemen evin bir köşesine gizledi. Hz. Ömer,
Fatıma'ya, ''Siz bir şey mi okuyordunuz?” diye sorduğunda Fatıma, ''Aramızda
konuşulanın dışında başka bir konuşma yok.'' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer O'nu
dövdü ve konu açığa kavuşmadıkça gitmeyeceğine dair yemin etti. Eniştesi Saîd
b. Zeyd de, ''Ey Ömer, Hak, ondan başka olsa da, sen herkesi asla istediğin
istikamette toplayamazsın.'' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer sinirlenerek hemen onun
üzerine yürüdü ve onu altına aldı. Fatıma, Hz. Ömer ile kendi kocası arasına
girmeye çalıştı. Ama Hz. Ömer O'nu iterek başını yaraladı. Kız kardeşi kendi
başından gelen kanı görünce, ''Ey Ömer!, Şehadet ederim ki O’ndan başka ilah
yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed O'nun Rasûlüdür. Yapmak istediğine
devam et, ne yapmak istiyorsan devam et.'' dedi. Hz. Ömer bunu duyunca durdu.[281]
Diğer bir rivayette Hz. Ömer'in Müslüman olma meselesi ikisinin
münasebeti açısından şöyle geçmektedir. Hz. Ömer'in kız kardeşi Fatıma, Saîd b.
Zeyd ile evliydi. O ve kocası Müslüman olmuştu. İkisi de Müslüman olduklarını
Hz. Ömer'den gizliyorlardı. Hz. Ömer'in aşiretinden olan Nuaym b. Abdullah da
Müslüman olmuştu, O da Müslüman olduğunu korktuğu için gizliyordu. Bu arada Habbab
b. Eret, Fatıma'nın evine gelir ve O'nlara Kur'an öğretirdi.'' [282] Bir gün Hz. Ömer, kılıcını
kuşanarak Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile ashabına gitmek için
yola çıktı. Onların Safa Tepesi yanında bulunan bir evde toplandıklarını
duymuştu. Müslümanlar kırk kişi kadar idiler. Rasûlullah'ın (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) yanında amcası Hz. Hamza, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali vardı.
Habeşistan'a gidemeyen bazı Müslüman erkekler onunla beraberdi. Hz. Ömer yolda
Nuaym b. Abdullah ile karşılaştı, Nuaym ona nereye gittiğini sorduğunda O,
"Muhammed'e; şu Kureyş'in arasını açan, aklını beğenmeyen, dinini kınayan
ve tanrılarına söven sapığa, Muhammed'e gidiyorum, onu öldüreceğim",
cevabını verdi. Nuaym de ona, "Allah'a yemin ederim ki, nefsin seni
aldatmıştır. Ey Ömer, Muhammed'i öldürürsen Abdimenaf oğullarının seni
yeryüzünde dolaşmaya bırakacaklarını mı sanıyorsun? Sen ev halkına dön de
onları düzelt!" dedi. Hz. ömer, "Ne ev halkı?" deyince, Nuaym,
"Enişten ve amcanın oğlu Said b. Amr ile kız kardeşin Fatıma. Allah'a
yemin ederim ki onlar Müslüman oldu. Sen Onlara bak", dedi. Ömer bunun
üzerine kız kardeşine gitmek üzere döndü. O esnada kardeşinin evinde Habbab b.
Eret de vardı, yanındaki Tâhâ suresinin olduğu bir sayfayı ikisine okutuyordu.
Habbab b. Eret, Hz. Ömer'in sesini duyunca odanın birinde saklandı. Fatıma da
sahifeyi dizinin altına koydu. Ömer eve yaklaştığı zaman Habbab'ın okuduklarını
duymuştu. İçeri girince; "O duyduğum mırıltı da (bu anlaşılmayan ses) ne
idi?" dedi. Onlar da, "Hayır, Sen bir şey duymadın!" dediler.
Hz. Ömer, "Hayır, vallahi Muhammed'in dinine girdiğinizi haber
aldım!" diyerek eniştesi Saîd bin Zeyd'e vurdu ve onu yere yatırdı. Kız
kardeşi Fatıma O'nu kocasının üzerinden kaldırmak için davranınca Hz. Ömer O'na
da vurup başını yaraladı. Bunun üzerine her ikisi: "Evet, Müslüman olduk,
Allah'a ve Resûl'üne inandık, ne yapacaksan yap!" dediler. Hz. Ömer,
kardeşinin başından akan kanı görünce yaptığından pişmanlık duyarak, "Bana
az önce duyduğum Kur'an sayfasını ver, Muhammed ne getirmiş, bakacağım."
dedi. Kız kardeşi, "Sahife için senden endişe ediyoruz." deyince Hz.
Ömer, "Korkma!" diyerek, okuduktan sonra sahifeyı geri vereceğine
yemin etti. [283] Bunun üzerine kız kardeşi
O'nun Müslüman olacağını ümit ederek, "Kardeşim, sen müşriksin, ona ancak
temiz olanlar el sürer." dedi. Hz. Ömer de kalkıp yıkandıktan sonra kız
kardeşi sahifeyi O'na verdi. [284] Hz. Ömer sahifeyi okudu ve,
"Bu ne kadar güzel ve ne kadar kıymetli söz!" dedi. Habbab b. Eret
bunu duyunca saklandığı yerden çıkarak, "Ey Ömer, yemin ederim ki Allah,
Rasûlullah'ın özellikle senin için ettiği duayı kabul etti, dün; 'Allah'ım,
İslam'ı Ebu’l- Hakem b. Hişam yahut Ömer b. Hattab ile destekle!' diye dua
ettiğin duydum. Ey Ömer Allah'tan kork! Allah'tan kork!" dedi. Hz. Ömer de
ona, "Ey Habbab, bana Muham- med'in yerini göster, ona gidip Müslüman
olacağım." dedi. Bunun üzerine Habbab, "O, Safa tepesinin yanında bir
evdedir, yanında bir bölük ashabı vardır." dedi. Hz. Ömer de Hz.
Peygamber'in ashabıyla birlikte bulunduğu yere doğru yola çıktı ve orada Müslüman
oldu.[285]
Buna göre Hz. Ömer, eniştesi Saîd b. Zeyd'in yanında Müslüman olmaya
karar vermişti. Saîd b. Zeyd, Hz. Ömer'in, Müslüman olmadan önce kendisine
İslam'a girdiğinden dolayı eziyet ettiğini de söylemiştir. [286]
Başka bir rivayete göre Hz. Ömer'in, eniştesi Hz. Saîd b. Zeyd'i dövme
hadisesi olmamıştır. Buna göre Hz. Ömer, ''Hayır, Allah'a yemin ederim ki,
ikinizin de Muham- med'in dinine tabi olduğunuzu haber aldım.'' dedikten sonra
eniştesi Saîd bin Zeyd'in yakasına sarıldı. Kız kardeşi Fatıma, O'nu kocasının
üzerinden itmek için araya girince, Hz. Ömer kız kardeşine vurdu ve onun yüzünü
yaraladı. Böyle yapması üzerine kardeşi ile eniştesi, Hz. Ömer'e, "Evet,
Müslüman olduk, Allah ve Rasûlüne iman ettik, elinden geleni yap!"
dediler. Hz. Ömer, kanı görünce yaptığına pişman oldu ve geriledi. [287]
Zuhrî, Hz. Ömer'in Müslüman oluşunu naklederken Saîd b. Zeyd'den
bahsetmemiştir.[288]
Hz. Ömer’in Müslüman oluşuyla ilgili diğer bir rivayete göre İslam
dinine girişi farklı bir şekilde gerçekleşmiştir. Buna göre o, bir gece şarap içmek
için arkadaşlarını aramış, kimseyi bulamayınca Kâbe’ye gitmişti. Orada Hz.
Peygamber’in namaz kıldığını görünce Kâbe’nin örtüsü altına saklanarak ona
yaklaştı. Bu esnada Hz. Peygamber Hâkka sûresinden okuyordu. Kureyşlilerin
Kur’an için söyledikleri, “Şairlerin, kâhinlerin veya Muhammed’in
uydurmasıdır” şeklindeki sözlere cevaplar veren Hâkka sûresinin 41-46.
âyetlerini[289] duyunca Müslüman olmaya karar
vererek Hz. Peygamber’i takip etti. Hz. Peygamber, evine girmeden önce onu
farkedip, “Ne var yâ Ömer?” diye sorunca, Hz. Ömer, “Allah’a, Rasûlüne ve onun
Allah katından getirdiği şeylere iman etmeye geldim.” şeklinde karşılık verdi.
Rasûlullah, (salla’llâhü aleyhi ve sellem) da O'na, “Ey Ömer! Allah sana
hidayet nasip etti.” diyerek göğsünü sıvazladı ve imanda sebat etmesi için O'na
dua etti.[290]
Bir araştırmacı, Hz. Ömer’in, Hz. Peygamber’i öldürme niyetiyle yola
çıkıp da neticede eniştesi Saîd b. Zeyd'in evinde, Habbab’ın okuduğu Kur’an’ı
dinlemesinden sonra Müslüman olması ile ilgili rivâyetin, sâdece târih
kitaplarında geçmekte olduğunu, hadis kitaplarında geçmediğini tespit
ettiğinden bahseder. Araştırmacı, Hz. Ömer’in Müslüman olmasıyla ilgili bizzat
Hz. Ömer'in rivâyet etmiş olduğu diğer rivayetin ise hadis kitaplarından Ahmet
b. Hanbel’in (v.h.241) "Müsned"inde mevcut olup; diğer hadis
kitaplarında geçmediğini, ayrıca bu rivâyetin tarih kitaplarında da yer
almadığını ifade etmiştir. [291]
Fayda, Birinci rivâyetin -çok yaygın olmasına rağmen- ikinci rivâyetle
çelişmesi ve o dönemin sosyal yapısı gereği nedeniyle târihsel bir vâkıa olarak
değerlendirilmesinin mümkün olmadığını ileri sürmüştür. İkinci rivâyet, târih
kitaplarının yanı sıra Ahmet b. Hanbel’in Müsnedi’nde de yer almıştır. İkinci
rivâyetin, tercihe şâyan olduğu savunul-muştur. Hz. Ömer'in Müslüman olmasının
Peygamberimizin, " Ya rabbi! İslam’ı Ömer b. Hattab veya Amr b. Hişam ile
teyit et" duasının bir sonucu olduğu belirtilmiştir.[292]
Hz. Ömer ile Saîd b. Zeyd arasında daha başka vesilelerle çeşitli
münasebetler yaşanmıştır. İkisi birgün Rasûlullah'a gelerek Saîd'in ölmüş olan
babası Zeyd'in durumunu sorduklarında; Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) onlara, ''Allah, Zeyd’i bağışlasın ve O'na merhamet etsin. O,
İbrahim'in dini üzere vefat etti.'' şeklinde cevab vermiştir.[293]
İbn İshak'a göre de Saîd b. Zeyd ile Hz. Ömer, Hz. Peygamber'e (salla’llâhü
aleyhi ve sellem); “Zeyd b. Amr için bağışlanma dileyelim mi?” diye
sorduklarında, Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) O'nlara şöyle cevap
vermiştir: “Evet, çünkü o tek başına bir ümmet olarak diriltilecektir”.[294]
Hz.
Ömer, Medine'ye hicret ettiğinde kabilesinden Müslüman olanlarla Saîd b.
Zeyd onunla beraber olmuşlardır.[295]
Hz. Ömer hicret edip Medine’ye geldiğinde; Saîd bin Zeyd'le beraber kendi
ailesinden, kavminden ona katılanlar ile birlikte Küba'da Amr b.Avf
oğullarından Rifaa b. Abdülmünzir b.Zübeyr'in yanında kalmışlardır.[296]
2.3. HZ. OSMAN'IN AŞERE-İ MÜBEŞŞERE'DEN OLAN DİĞER SAHABİ- LERLE
MÜNASEBETLERİ
Hz. Osman’ın Aşere-i Mübeşşere’den olan diğer ashabla arasındaki
münasebetlerle ilgili kaynaklarımızda çok az rivayete rastlayabildik. Şimdi bu
rivayetlere bakalım.
Zübeyr b. Avvâm ile Münasebetleri
Habeşistan'a hicret eden ilk kafile içinde Hz. Osman, Zübeyr b. Avvâm,
Abdurrahman b. Avf beraber idiler. Hitti, onlara Hz. Osman'ın başkanlık
ettiğini söylemişse de [297] İbn Hişâm'a göre başlarında
Osman b. Mazun vardı.[298] Habeşistan'a ilk hicret
edenler içinde Hz. Osman ile Hz. Zübeyr'in beraber olması ve Habeşistan'da
bulunmaları [299] aralarındaki yakınlığın
artmasına sebep olmuş olabilir.
Kureyş’in Müslüman olduğu haberini duyan Hz. Osman,
Zübeyr b. Avvâm ile diğer birçok sahabe aynı şekilde Habeşistan'dan Mekke’ye
birlikte geri dönmüşlerdir.[300]
Talha b. Ubeydullah ile
Münasebetleri
Hz. Osman, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm'ın birlikte Müslüman
oldukları rivayet edilmiştir. Onlar, Hz. Peygamber'e geldiklerinde Hz.
Peygamber, İslam’dan bahsederek Kur'an okudu ve Onlara Allah'ın ikramını vaat
etti. Bunun üzerine üçü iman edip Hz. Peygamber'i tasdik ettiler.[301]
Talha b. Ubeydullah, Hz. Osman ile ilgili olarak Rasûlullah'ın şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir: ''Her nebinin bir arkadaşı vardır. Benim
cennetteki arkadaşım Osman'dır." [302]
Abdurrahman
b. Avf ile Münasebetleri
Hz. Peygamber sahabileri arasında iki defa kardeşlik bağı kurmuştur.
Birincisinde, hicretten önce Muhacirleri birbirleri ile kardeş yapmıştı.[303] Mekke'de Hz. Osman ile Hz.
Abdurrahman b. Avfı birbiriyle kardeş ilan etmişti.[304]
Cahiliye döneminde geçen bir olayla ilgili aktarılan rivayete göre Hz.
Osman ile Hz. Abdurrahman gençliklerinde birlikte bir seferde bulunmuşlardı.
Buna göre Ku- reyş’ten Avf b. Abdimenaf, Affan b. Ebi’l-As'ın olduğu Kureyşli
bir topluluk Yemen'e ticaret için gitmişti. Affan'ın yanında oğlu Osman, Avfin
yanında da oğlu Abdurrahman vardı. Yemen’den dönerken orada ölmüş olan Cezime
b. Amir oğullarından birinin malını mirasçılarına getirmek için develerine
yüklediler. O sırada topluluktan Halid b. Hişam adlı kişi, bu malın kendisinin
olduğunu iddia edince diğerleri malı vermek istemediler. Bunun üzerine Halid
b. Hişam, aşiretinden kimselerle birlikte onlarla çatıştı. Bu çatışmada
Abdurrahman’ın babası olan Avf öldürülürken, Affan b. Ebi’l-As, oğlu Hz. Osman
ve Abdurrahman b. Avf kurtuldu. Abdurrahman b. Avf da bu çatışmada babasının
katili Halid b. Hişam'ı öldürdü.[305]
Bu rivayete bakarak ikisi arasındaki münasebetin çok önceye dayandığını
söyleyebiliriz.
Hz. Osman ile bazı Müslümanlar Habeşistanda iken
Kureyş’in Müslüman olduğu haberi onlara ulaştığında Hz. Osman, Zübeyr b. Avvâm,
Abdurrahman b. Avf ve diğer birçok sahabe birlikte geri dönmüşlerdir. [306]
Hz. Osman’ın Saîd b. Zeyd, Sa’d b. Ebi Vakkâs ve Ebû Ubeyde b. Cerrah
ile Münasebetleri
Hz.
Osman’ın bu sahabilerle olan münasebetiyle ilgili herhangi bilgi ve habere
ulaşılamamıştır.
2.4. HZ. ALİ'NİN AŞERE-İ MÜBEŞŞERE'DEN OLAN DİĞER SAHABİ-LERLE
MÜNASEBETLERİ
Zübeyr b. Avvâm ile Münasebetleri
Hz. Zübeyr’in annesi Safiyye, Hz. Ali’nin halasıdır. Bu yakınlık ikisi
arasındaki münasebete de yansımıştır. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) önemli işlerde bu iki değerli sahabisini birlikte görevlendirirdi.
Bunlardan biri Bedir Savaşı öncesinde olmuştur. Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), Bedir Savaşı öncesinde Hz. Ali'yi, Zübeyr b. Avvâm ve Sa'd
b. Ebi Vakkas ile birlikte Bedir civarına göndererek kendisine haber
getirmelerini istedi. Onlar, Kureyş ordusuna su götürmekte olan bir grubu
yakalayıp Hz. Peygamber'e getirdiler.[307]
Bu esnada Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) namaz kılmakta idi.
Sahabiler bu yakladıkları kişileri sorguya çektiler. O'nlar, ''Biz Kureyş'in
sucularıyız, onlara su bulup götürmek üzere bizi göndermişlerdi.'' dediyseler
de, Müslümanlar buna inanmayıp Ebû Süfyan'dan haber vermeleri için O'nları
dövmeye başladılar. Bu sefer, ''Evet, biz Ebû Süfyan'ın adamlarıyız.'' deyince
sahabiler O'nlara vurmayı bıraktı. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
namazını bitirince, ''Bu iki kişi size doğru söylediklerinde onları dövdünüz,
yalan söyleyince de bıraktınız. Doğru söylediler. Gerçekten bunlar Kureyş'in
sucularıdır. Allah'a yemin ederim ki Onlar Kureyş'e aittir. O ikisine: ''Bana
Kureyş'ten haber verin." diye buyurdu.[308]
Her iki sahabi, Hz. Peygamber'in yanındayken O'nu yalnız
bırakmamışlardır. Ya'kubi’ye göre, Uhud'da Müslümanlar yenilgiye uğrayıp
dağılınca Rasûlullah’ın yanında sadece Hz. Ali, Zübeyr ve Talha kalmıştı.[309]
İbn Sa'd, Uhud Savaşı’nda Hz. Hamza şehid edildiğinde; kız kardeşi
Safiyye'nin O'nu aramaya koyulduğunu ve Hz. Ali ile Zübeyr'e rastladığını
söylemiştir. Hz. Ali, Zübeyr'e, ''Annene sen söyle.'' deyince Zübeyr, ''Hayır
hayır, halana sen söyle!'' diyerek bunu kabul etmemiştir. Hz. Safiye, ''Hamza
ne yaptı?'' diye sorduğunda ise bir şey bilmediklerini söylemişlerdir.[310]
Hz. Peygamber’in yanında yer alan bu iki sahabi seferlerde de birlikte
görevler ifa etmişlerdir. Hendek Savaşı’nda Amr b. Abdivüd ile birkaç kişi
hendekten Müslümanların tarafına geçip Müslümanlara meydan okuyunca Hz. Ali,
Amr b. Abdivüd'e karşılık vermek için Hz. Peygamber'den müsaade istemiştir.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) O'na kalkan ile
kılıcını verdi ve, ''Allahım! O'nun (Amr) hakkından gel.'' buyurdu. İbn Sa'd,
Hz. Ali ile Zübeyr b. Avvâm'ın hasımlarını yere serdikten sonra Rasûlullah'a
döndüklerini aktarmaktadır.[311]
Hz. Ali, Hendek Savaşı esnasında Zübeyr b. Avvâm ile ilgili olarak
Rasûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu söylemiştir:
''Her Peygamber'in bir havârisi vardır; benim havârim de Zübeyr b. Avvâm'dır.''
[312]
İbn Hişâm, Beni Kureyza Savaşı’nda Hz. Ali ve Hz. Zübeyr'in birlikte
öne çıktıklarını ifade etmiştir. Hz. Ali, Kureyzaoğullarını kuşattıkları
sırada; "Ey iman taburu!" diye seslendikten sonra Zübeyr b. Avvâm ile
birlikte öne çıkarak, "Vallahi bugün ya Hamza'nın tattığını ben de tadarım
ya da kalelerini fethederim' demiştir." [313]
Taberî'ye göre Kureyza Savaşı’ndan sonra Rasulullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), esirlerin cezalandırılması görevini Hz. Ali ve Zübeyr'e
vererek kendi önünde esir Kureyza'lıların cezasının infazını sağlamıştır.'' [314]
Bir diğer olayda da bu iki sahabinin birlikte görev üstlendikleri ve
yardımlaştıkları rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem), Hayber'in fethinden sonra Vâdiu'l-Kura denilen yere geçerek ashabını
savaşa hazırladı ve karşısındakileri İslam'a davet etti. Onlardan bir adam
çıkıp meydan okumaya başladı. Bunun üzerine Zübeyr b. Avvâm O'nu öldürdü.
Sonra başka biri çıktı, O'nu da öldürdü. Üçüncü çıkan kişiyi de öldürdü.
Dördüncü bir kişi çıktığında, karşısına bu sefer Zübeyr b. Avvâm’ın yardımına
koşan Hz. Ali çıkarak onu öldürdü.[315]
Mekke'nin
fethi öncesinde de her ikisi, Hz. Peygamber'in verdiği bir görevi birlikte
yapmışlardır. Hz. Peygamber'in Mekke’yi fethetmesinden önce Hatıb b. Ebi Beltaa
adlı bir sahabi, Kureyş’e bir mektup yazarak, Rasûlullah'ın Mekke'yi fethetmeye
hazırlandığını bildirmek istemişti. Hatıb b. Ebi Beltaa, Kureyş'i Hz.
Peygamber'in bu hazırlığından haberdar etmek üzere onlara bir mektup yazarak
bir kadına verdi. Onu
Kureyş'e götürmesi için kadına ona ücret de ödedi. Kadın, mektubu
alarak yola koyuldu. Bunun üzerine Cebrail (as), Hz. Peygamber'e, Hatıb'ın
yaptığı şeyi haber verdi. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu durum
karşısında Hz. Ali ile Zübeyr b. Avvâm'ı göndere-rek kadına yetişip mektubu
getirmelerini söyledi. Rivayete göre ikisi yola çıkıp Hulayka [316] denilen yerde kadına
yetiştiler. Kadın'ı devesinden indirdiler, yükünü araştırdılar. Fakat bir şey
bulamadılar.[317] Hz. Ali, kadına Rasûlullah'ın
asla yalan söyleyemeyece-ğini, kendilerinin de yalan söylemediklerini
belirterek ondan mektubu vermesini istedi. Kadın onların ciddi olduklarını
görünce mektubu çıkarıp verdi. Mektup Hz. Peygamber'e (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) getirildi. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hatıb'ı çağırdı
ve: ''Ey Hatıb, neden böyle yaptın?'' diye sordu. O: “Ya Rasûlallah, Allah'a
yemin ederim ki ben Allah'a ve Resûl'üne iman eden biriyim, imanımı da
değiştirmedim ve de bozmadım; ancak ben, o kavmin arasında ne aslı ne de
aşireti olmayan bir birisiyim. Benim onların arasında çocuklarım ve ailem var,”
dedi. Bunu gören Hz. Ömer, “Ya Rasûlallah, beni bırak, onun boynunu vurayım, bu
adam münafık oldu.” dedi. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) de, “Ne
biliyorsun, Ya Ömer! belki Allah, Bedir'e katılanların kalbine baktı da; ‘Ne
yaparsanız yapın, sizi bağışladım.' buyurdu” dedi. Bu durum üzerine Allah
Teala, Hatıb b. Ebi Beltaa hakkında ayet [318]
indirdi.'' [319]
Hz. Ali (r.a), bizzat kendi kulağıyla işittiğini söyleyerek Hz.
Peygamber'in Zübeyr b. Avvam için şöyle buyurduğunu söylemiştir: ''Talha ve
Zübeyr cennet komşularımda!''[320]
İbn Sa'd'a göre Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bir göreve
gönderdiği Hz. Zübeyr b. Avvâm'a bir mektup göndermek isteyince Hz. Ali'ye ''Bu
mektup, Allah'ın elçisi Muhammed'den Zübeyr b. Avvâm'adır." şeklinde
başlayan bir mektup yazdırmıştır.[321]
Hz. Peygamber'in vefat ettiği gün Beni Saide gölgeliğinde Hz. Ebû
Bekir'e biat edildiğinde Hz. Ali ile Zübeyr b. Avvâm'ın
birlikte hareket ettikleri rivayet edilmiştir. İbn Hişâm, Rasûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) vefat edince Ensar topluluğunun Saide oğulları gölgeliğinde
Sa'd bin Ubade'nin yanında toplandığı esnada; Hz. Ali’nin Zübeyr b. Avvâm ve
Tal- ha b. Ubeydullah ile birlikte Hz. Fatıma'nın evine çekildiğinden bahseder.[322] Başka bir rivayette Hz. Ali ile Zübeyr b. Avvâm'ın biat esnasında
kızdıkları ve bazı Muhaciler'le birlikte Hz. Fatıma'nın evine girdikleri
nakledilmiştir.[323]
Talha b. Ubeydullah ile
Münasebetleri
Hz. Ali ile Talha b. Ubeydullah arasındaki münasebetle ilgili çok az
bilgiye ulaştık. Tesbit edebildiğimiz kadarıyla onların ilk karşılaşmaları Hz.
Ömer'in Müslüman olma hadisinde geçmektedir. Hz. Ömer, Müslüman olmaya karar
verdikten sonra eniştesi Saîd b. Zeyd'in evinden ayrılıp Daru-l Erkam'a
vardığında; kapıda bekleyen Hz. Hamza, Hz. Ali ve Talha b. Ubeydullah ile
karşılaşmıştır.'' [324]
Hz. Ali ile Talha b. Ubeydullah, Uhud Savaşı’nda birlikte hareket
ederek Hz. Peygamber’i (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bulunduğu zor durumdan
çıkarmak için büyük çaba sarfetmişlerdir. Uhud Savaşı’nda sahabe geri çekilmek
zorunda kalmıştı. Müşrikler Hz. Peygamber'e yetişip O'nun yüzünü yaralamış, bir
dişini kırmış, miğferini başına geçirip, O'nu taşa tutmuşlardı.[325] Utbe b. Ebi Vakkâs, o gün Hz.
Peygamber'in mübarek yüzüne taş atarak onun ön sağ alt dişini kırdı ve alt
dudağını yaraladı. Abdullah b. Hişam Hz. Peygamber'in yüzünü, İbn Kaime da
yanağını yaraladı. Miğfer'in halkalarından ikisi yanağına saplanmıştı. Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bu esnada Müşriklerden Ebu Amir'in
Müslümanlar bilmeden içine düşsünler diye kazdığı çukurlardan birine düştü.
Yardıma koşan Hz. Ali onun elinden tutarken Talha b. Ubeydullah da O'nu bağrına
bastı ve yukarı kaldırdı.[326]
Yine Uhud Savaşı’nın en sıkıntılı anlarında Hz. Ali ile Talha b.
Ubeydullah, Hz. Peygamber’in en yakınında diğer sahabelerle birlikte müşriklere
karşı büyük bir mücadele vermişlerdir. Uhud Savaşı’nda ''Peygamber öldürülmüş''
söylentisinden sonra Rasûlullah'ı (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ilk tanıyan
kişi Ka'b'dır. İbni Şihab'ın, kardeşi Abdullah b. Ka'b'dan naklettiğine göre
Ka'b şöyle demiştir: ''O'nu miğferinin altında parlayan gözlerinden tanıdım ve
yüksek sesle ''Ey Müslümanlar! Sevinin, bu Rasûlullah'dır.'' dedim. Hz. Peygamber
susmamı işaret etti. Müslümanlar, Rasulullah’ı tanıyınca onu kaldırdılar. Hz.
Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Talha ve Zübeyr bu Müslümanlar içindeydi.'' [327]
Hz. Ali, Talha’nın Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
cennetteki komşusu olduğunu, bunu Hz. Peygamber'den (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
bizzat kulaklarıyla duyduğunu rivayet etmiştir.[328]
Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
vefatı esnasında Talha b. Ubeydullah birlikte hareket etmişlerdir. Hz.
Peygamber vefat edince ensar topluluğu, Saide oğulları gölgeliğinde Sa'd b.
Ubade'nin yanında toplandılar. Hz. Ali ise Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b.
Avvâm ile birlikte Hz. Fatıma'nın evine geçmişlerdi.[329]
Sa'd b. Ebi Vakkas ile
Münasebetleri
İbn Esir, Sa’d b. Ebi Vakkâs'ın, Müslüman olmasıyla ilgili şöyle bir
hadiseyi anlattığını nakletmiştir: “Müslüman olmadan önce rüyamda kendimi
hiçbir şeyi göremediğim karanlık bir yerde gördüm. Bu arada ay doğdu ve ben
O'nun aydınlığına tabi oldum. Benden önce bu aya kimlerin uymuş olduğuna
bakıyordum. Onlar, Zeyd b. Harise, Ali b. Ebî Talib ve Ebû Bekir’di. Onlara ne
kadar zamandan beri burada olduklarını sorduğumda, "Bir saat
kadardır." dediler. Bu rüya üzerine durumu araştırdığımda, Rasûlullah'ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) gizlice İslâm’a davette bulunduğunu öğrendim. O’na Ecyad
tepesi taraflarında rastladığımda namaz kılıyordu. Orada İslâm'ı kabul ettim.
Benden önce bu kimselerden başkası imân etmemişti.” [330]
Her
iki sahabi birbirleri hakkında Hz. Peygamber tarafından söylenmiş hadisleri
aktarmışlardır. Hz. Ali, Sa’d b. Ebi Vakkâs ile ilgili olarak şunları
söylemiştir: ''Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Uhud Savaşı’nda Sa'd
b. Ebi Vakkâs'tan başkası için anam babam sana feda olsun dememiştir. Yalnız
Sa'd için, (feda olsun derken) babasını ve annesini birlikte söylemiştir.
Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Uhut'ta 'At ya Sa'd! Anam babam sana
feda olsun, ey bahadır delikanlı!' diye buyurdu." [331]
Sa’d b. Ebi Vakkas da Hz. Ali ile ilgili, Hayber Vak'ası’nda Hz.
Peygamber'in, ''sancağı, Allah ve Peygamberini seven, Allah ile Peygamberinin
de kendisini sevdiği bir kimseye vereceğim'' buyurduğunu işittiğini ve hepsinin
sancak için gerildiğini, Rasûlullah'm (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), ''Bana Ali'yi çağırınız.'' dediğini aktarmaktadır. [332]
Yine Sa’d b. Ebi Vakkas, Hz. Peygamber'in, Tebük Seferi’ne çıktığında
yerine Hz. Ali'yi halef bıraktığını rivayet etmiştir.[333]
Sa’d b. Ebi Vakkâs, Hz. Ali hakkında bir gün
hatalı sözler söylediği için Hz. Peygamber tarafından azarlandığını belirterek
hadiseyi şöyle anlatmıştır: “Mecliste iki kişiyle birlikte oturuyordum. Konuşma
sırasında Hz. Ali hakkında hoş olmayan şeyler söyledik. Söylediklerimizi
işitmiş olan Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), yüzünde öfkeli
olduğunu belli eder halde yanımıza geldi. Kendisini bu halde gördüğümde onun
öfkesinden Allah'a sığındım. Hz. Peygamber, "Beni incitmiş olduğunuzun
farkında mısınız? Çünkü kim Ali'yi incitirse beni incitmiş olur."
buyurdular.” [334]
Ebû Ubeyde b. Cerrah ile Münasebetleri
Uhud Savaşı'nda Hz. Ali ile Ebû Ubeyde birbirlerine yardım etmişlerdir.
Bu savaşta sahabe geri çekilmek zorunda kaldığında Müşrikler, Rasûlullah'a (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) yetişip O'nu yaralamışlardı. Öyle ki Hz. Peygamber bu arada
yan tarafı üzerine bir çukura düşmüştü. Miğferin halkalarından iki tanesi
Rasulullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yüzüne batmıştı. Hz. Ali O'nun
elinden tutmuş, Hz. Ebû Ubeyde b. Cerrah da onları ağzı ile çıkarmış, bu yüzden
ön dişlerinden ikisi kırılmıştı.[335]
Abdurrahman
b. Avf ile Münasebetleri
Hz.
Peygamber vefat edince (salla’llâhü aleyhi ve sellem) defnedilmesi esnasında
O’nu kabre indirenlerin arasında Hz. Ali ile Abdurrahman b. Avfın da olduğu
rivayet edilmiştir. [336] Hz. Ali'nin O'nunla olan
münasebetiyle ilgili başka bilgi elde edilememiştir.
Saîd
b. Zeyd ile Münasebetleri
Araştırmamızda
Hz. Ali ile Said b. Zeyd arasındaki münasebete dair bilgi tesbit edilememiştir.
ASR-I SAADETTE RAŞİD HALİFELER DIŞINDAKİ
AŞERE-İ MÜBEŞŞERE’DEN OLAN SAHABİLERİN BİRBİRLERİYLE
3.1. ZÜBEYR B. AVVÂM'IN AŞERE-İ MÜBEŞŞERE'DEN OLAN DİĞER
SAHABİLERLE MÜNASEBETLERİ
Zübeyr b. Avvâm ile Talha b. Ubeydullah, kendileriyle ilgili
rivayetlerde isimleri birlikte en çok zikredilen sahabilerdendir. Rasûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) hicret’ten önce ashâbı arasında kardeşlik tesis ettiği zaman,
bu iki sahabiyi birbiriyle kardeş ilan etmiştir.[337]
Bu kardeşlik tesisinin, aralarındaki münasebetleri etkilediğini ve ikisini
birbirine daha da yakınlaştırmış olduğunu söyleyebiliriz. İkisinin münasebeti
ile ilgili tesbit etmiş olduğumuz haberler Medine dönemi ile ilgili
rivayetlerdir. Mekke dönemiyle ilgili bir habere rastlayamadık. Bu rivayetler
Uhud savaşıyla başlamış olabilir.
Zübeyr b. Avvâm'a göre Uhud Savaşı’nda Hz. Peygamber, bir çukura
düşerek çıkamayınca bu durumu gören Talha b. Ubeydullah hemen çukura girdi. Hz.
Peygamber de O'nun sırtına basarak oradan çıktı ve O'nun hakkında şöyle
buyurdu: ''Talha'ya cennet vacip oldu." [338]
İbn Hişâm'a göre, Uhud Savaşı’nda Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) dağın yukarısına çıkmak için bir kayaya tırmanmak istediğinde üstündeki
zırhların ağırlığından, yaşlanmış ve zayıflamış olduğundan kalkmak isterken
bunu yapamadı. Bunun üzerine Talha b. Ubeydullah onun altına oturmuş,
Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) da ona basarak kayanın üstüne
çıkmıştır. Zübeyr b. Avvâm şöyle demiştir: ''O gün Talha, Rasûlullah’a (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) yardım ettiği esnada Rasû- lullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) onun hakkında, 'Talha, (cenneti) hak etti.' dediğini duydum.'' [339]
Yine
Uhud savaşıyla ilgili bir habere göre Uhud Savaşı’nda Müslümanlar yenilgiye
uğrayınca Rasûlullah'a (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bir topluluk ölüm
üzerine biat etmiştir. Talha b.
Ubey-dullah ile Zübeyr b. Avvâm Zübeyr de o toplulukla birlikte
olmuşlardır.''[340]
Hz. Peygamber, İkisiyle birlikte olduğu bir gün her ikisine şöyle
övgüde bulunmuştur; "Nasıl ki İsa b. Meryem'in havarileri var. Sizler de
benim havarile- rimsiniz."[341]
Birlikte bulunduklarını gösteren diğer bir rivayete göre Uhud
Savaşı’nda Hz. Peygamberle beraber on dört kişi kalmış müşriklere karşılık
vererek direniyordu. Bunların yedisi muhacirdendi. Vâkidî, bu muhacirler
arasında Talha b. Ubeydullah ile Zübeyr b. Avvâm'ın da olduğunu rivayet
etmiştir.[342]
Rasûlullah, Hicret’in 9. yılı Receb ayında yerine Hz. Ali'yi Medine'de
bırakarak Tebük Gazvesi’ne çıktığında; Zübeyr b. Avvâm'a muhacirlerin, Talha b.
Ubeydullah'a sağ kanadın, Abdurrahman b. Avfa da sol tarafın komutasını
vermiştir.[343]
Zübeyr b. Avvâm'ın, Abdurrahman b. Avf ile olan münasebetiyle ilgili
tespit ettiğimiz ilk haber Tebük gazvesi esnasında olmuştur. Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), Tebük gazvesi'ne çıktığında Zübeyr b. Avvâm ile Abdurrahman
b. Avf 'a orduya komuta etme görevi vermiştir.[344]
Tebük Savaşı’nda her ikisinin komuta kademesinde bulunmaları; bize göre
ikisinin hem Hz. Peygamber'in yanındaki değerine hem de bu görevde uyum içinde
hareket ettiklerine işaret etmektedir. Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) aralarındaki uyumu dikkate alarak ikisine komuta görevi vermiş olması
muhtemeldir.
Bir riayette ikisi arasında geçen bir tatsızlıktan bahsedilmiştir.
Buna göre bir gün Abdurrahman b. Avf ile Halid b. Velid arasında bir münakaşa
çıktı. Halid b. Velidin; ''Ey Avfın oğlu, bir veya iki gün benden önce Müslüman
olmuş olmanla bana karşı gururlanma!'' dediğini işiten Hz. Peygamber, ''Ne
olursunuz! Ashabımı benim için bırakınız. Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin
ederim ki, eğer sizden bir kişi Allah yolunda Uhud Dağı kadar altın verse;
ashabımın vermiş olduğu yarım avuç sadakaya yine erişemez.'' dedi. Bir müddet
sonra bu defa Abdurrahman b. Avf ile Zübeyr b. Avvâm arasında bir münakaşa
oldu. Halid b. Velid, ''Ey Allah’ın Peygamberi! Sen Abdurrahman'a cevap
vermekten beni men ettin. İşte Zübeyr ona kötü söz söylüyor!'' dedi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber: ''O'nlar Bedir ehlidirler. Bazıları diğerine daha
yakındırlar.'' diye buyurdu.'' [345]
Bir rivayette her ikisi Hz. Peygamber'e giderek giydikleri elbiseden
dolayı ortaya çıkan rahatsız edici bir durumdan kurtulmak için ondan izin
istemişler, Hz. Peygamber de onlara yumuşak yün elbise giyme konusunda ruhsat
tanımıştır.[346]
Zübeyr b. Avvâm'ın, Saîd b. Zeyd ile olan münasebetiyle ilgili tek bir
rivayet tesbit edebildik. Bedir Savaşı’ndan önce Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi
ve sellem); Zübeyr b. Avvâm ile Saîd b. Zeyd'e birlikte görev vererek; onları
Kureyş kervanı hakkında kendisine malumat getirmeleri için göndermiştir.[347]
Yaptığımız araştırmada Zübeyr b. Avvâm'ın Sa'd b. Ebi Vakkâs ve Ebû
Ubeyde b. Cerrah ile olan münasebetiyle ilgili herhangi malumat elde
edilememiştir.
TALHA B. UBEYDULLAH'IN AŞERE-İ MÜBEŞŞERE'DEN
OLAN DİĞER SAHABİLERLE MÜNASEBETLERİ
Talha b. Ubeydullah'ın, Sa’d b. Ebi Vakkâs ile olan münasebetine dair
sadece iki haber tespit edebildik. Bu rivayetlerin birincisinde, Talha b.
Ubeydullah ile Sa'd b. Ebi Vakkas, Hz. Peygamber'le gittikleri bazı
savaşlarlarda bazen Hz. Peygamber'in yanında kendilerinden başka kimsenin
kalmadığını söylemişlerdir.[348] Her İkisi, Uhud Savaşı’nda
Hz. Peygamber'in yanında olmuşlardır. Bu savaşta Müslümanlar yenilgiye
uğrayınca, ashâbından bir topluluk ona ölüm üzerine biat etmiştir. O topluluğun
içinde Talha b. Ubeydullah ve Sa'd b. Ebi Vakkâs da bulunmaktaydı.'' [349]
Yaptığımız araştırmada Talha b. Ubeydullah ile Ebû Ubeyde b. Cerrah
arasındaki münasebetle ilgili bir rivayet dışında başka bir habere
rastlayamadık. Talha b. Ubeydullah ile Ebû Ubeyde b. Cerrah, savaşlarda Hz.
Peygamber'in etrafında birlikte O'nu korumaya çalışmışlardır. Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), Uhud Savaşı’nda yaralanan Talha için, "O'na bakın,
kardeşinizle ilgilenin. O, kendisine düşeni yaptı. O'na cennet vacib
oldu." şeklinde buyurarak Talha'ya bakmaları için Hz. Ebû Bekir ile Ebû
Ubeyde'yi göndermiştir. Bu iki sahabi de bunun üzerine O'nunla
ilgilenmişlerdir.[350]
Araştırmamızda Talha b. Ubeydullah'ın Abdurrahman b. Avf ile olan münasebetine
dair sadece aşağıdaki rivayet tespit edilmiştir.
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hicret’in 9. yılında
Tebük Seferi’ne çıktığında, ordunun sağ ve sol tarafının komutasını bu iki
sahabiye vermiştir.[351] Bu seferde ikisinin komuta
kademesinde bulunmaları; birbirleriyle istişare halinde olmalarını
gerektirdiğini düşünmekteyiz.
Talha b. Ubeydullah'ın, Saîd b. Zeyd ile olan münasebetiyle ilgili az
haber tespit edebildik. Bu haberlerden birine göre Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), Hicret’ten önce Mekke'de iken sahabilerini birbiriyle kardeş
yaptığında Saîd b. Zeyd ile Talha b. Ubeydullah'ı birbiriyle kardeş ilan
etmişti.[352]
Saîd b. Zeyd ve Talha b. Ubeydullah, Bedir Savaşı'ndan hemen önce
birlikte önemli bir görevi yerine getirmişlerdir. Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), Kureyş kervanının Şam'dan ayrılış haberini bekliyordu. Daha
Medine'den çıkmadan Bedir Savaşı'ndan on gece önce Talha b. Ubeydullah ile Saîd
b. Zeyd'i Kureyş kervanı hakkında haber getirmek için Şam tarafına gönderdi.[353] O'nlar yola çıkarak sonunda
el-Havra denilen yere vardılar. Kervan, O'nların yanından gelip geçinceye kadar
orada kalmaya devam ettiler. Kervanın geçip gitmesi haberi Hz. Talha ile Hz.
Saîd'in dönüşünden önce Hz. Peygamber'e ulaşmıştı.[354]
Vâkidî, ikisinin Kureyş kervanı hakkında bilgi edinerek gece gündüz demeden
hızlıca Medine’ye varıp bu haberi Rasûlullah'a ulaştırdıklarını rivayet
etmektedir.[355]
SA'D B. EBÎ VAKKÂSÎN AŞERE-İ MÜBEŞŞERE'DEN
OLAN DİĞER SAHABİLERLE MÜNASEBETLERİ
Yaptığımız
araştırmada Sa’d b. Ebi Vakkâs ile Ebû Ubeyde b. Cerrah arasındaki münasebetle
ilgili olarak tek bir rivayet tesbit edebildik. Buna göre Hudeybiye antlaşmasına
imza atan sahabiler içinde Sa’d b. Ebi Vakkâs ile Ebû Ubeyde'nin de olduğu
ifade edilmiştir.[356]
Sa’d b. Ebi Vakkâs'ın, Abdurrahman b. Avf ile olan münasebetine dair
birkaç rivayet tesbit edebildik.
Bu rivayetlerden birisi şudur: Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem), Mekke’de ashabı arasında kardeşlik tesis ettiğinde Abdurrahman b. Avf
ile Sa'd b. Ebi Vakkâs'ı birbiriyle kardeş ilan etmiştir.[357]
Başka bir rivayette bu iki sahabinin Hz. Peygamber’le (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) birlikte Sa'd b. Ubâde adlı sahabiyi ziyaret ettikleri
belirtilmiştir. Sa'd b. Ubâde yakalandığı bir hastalıktan dolayı çok
rahatsızlanmıştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
yanına Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebi Vakkas ve Abdullah b. Mes'ud'u alarak
onu ziyarete gitti. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), O'nun yanına
girince ailesinin onun başında toplanmış olduğunu gördü. Onlara, “Yoksa Sa'd
b. Ubade öldü mü?” diye sordu. O'nlar da, “Hayır, ey Allah'ın Rasûlü!” dediler.
Bu sırada Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) duygulanıp ağladı.
Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebi Vakkâs ve Abdullah b. Mes'ud Hz. Peygamber'in
ağlamasını görünce onlar da ağladılar.'' [358]
Sa’d
b. Ebi Vakkâs ile Saîd b. Zeyd arasındaki münasebetle ilgili tespit edebildiğimiz
tek haber, Hz. Peygamber'in İslam'a gizlice davet ettiği yıllarda meydana
gelmiştir. Sa'd b. Ebi Vakkâs ile Saîd b. Zeyd ilk iman edenlerdendir. Hz.
Peygamber’e Peygamberlik verildikten üç yıl sonra, Allah Teâlâ ona, açıktan
İslam'a davet etmesini emretmişti. Üç yıllık gizli davet sürecince Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) davetini gizliyor, ancak güvendiği
kimselere açıklıyordu. Onun ashabı da namaz kılmak istediklerinde, mahalle
aralarına ya da vadilere giderek gizlice namaz kılıyorlardı. Bir seferinde Sa'd
b. Ebi Vakkâs, Saîd b. Zeyd, Ammar b. Yasir, İbn Mes'ud ve Habbab b. Eret
birlikte namaz kılarlarken, müşriklerden bir grup onları gördü. Müşrikler,
onlara hakaret etmeye ve onları kötülemeye başladılar. Sonunda kavgaya
tutuştular. Sa'd b. Ebî Vakkâs bu esnada onlardan birisinin kafasına bir
kemikle vurarak onu yaralamıştır.'' [359]
EBÛ UBEYDE B. CERRAH'IN AŞERE-İ MÜBEŞŞERE'DEN
OLAN DİĞER SAHABİLERLE MÜNASEBETLERİ
Ebû Ubeyde ile Abdurrahman b. Avf arasındaki münasebete dair sadece
ikisinin birlikte Müslüman olmaları ile ilgili bir rivayet tesbit edildik. Bu
rivayete göre Abdurrahman b. Avf ile Ebû Ubeyde'nin içinde bulunduğu bir
topluluk, Rasûlullah'a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gelince Rasûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) da onlara İslam'ı sunmuştur. Onlar da aynı saat içinde
topluca Müslüman oldular. Bu olay Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
Daru’l-Erkam'ın evine girmeden önce meydana gelmiştir.[360]
Ebû Ubeyde b. Cerrah ile Saîd b. Zeyd'in beraber iman ettiği rivayet
edilmiştir.[361] Birlikte Müslüman
olduklarını gösteren rivayet dışında başka bir malumat elde edilememiştir.
ABDURRAHMAN B. AVF'IN SAÎD B. ZEYD İLE
MÜNASEBETLERİ
İkisinin
birbiriyle münasebetine dair bilgi tespit edilememiştir.
Aşere-i Mübeşşere’nin sahip olduğu manevi zenginlik, aralarındaki
münasebetlere de yansımıştır. Cahiliyenin hüküm sürdüğü bir topluluğun kendi
halinde birer fertleri olan bu zevatı değerli kılan şey, Hz. Peygamber’e (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) dolayısıyla Yüce Allah'a (cc) karşı olan büyük saygılarıdır.
İnsani değerlerin önemsenmediği bir coğrafyada yaşamış olan bu
sahabiler, aralarında medeni tavır ve ilişkiler sergilemişlerdir. Hz.
Peygamber'in yanında bulunmaları, O'nun tavsiyesi doğrultunda yaşamaları,
hayırda yarışmaları ve birlikte çeşitli görevleri yerine getirmeleri aralarındaki
münasebetlerini etkilemiştir.
^Netice
itibariyle bu değerli sahabiler arasındaki münasebetler, Hz. Peygamber’in (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) ilk öğrencileri ve ondan aldıkları eğitimin ilk
uygulayıcıları olmaları açısından büyük önem taşımakta ve günümüz insanlarına
ışık tutmaktadır. Ayrıca Aşere-i Mübeş- şere'nin yaşadıkları medeni hayat ve
örnek insani münasebetler, günümüzde gerek râşid halifeler gerek diğer sahabe
hakkında değişik ideolojik bakış açılarından ve inanç çevrelerinden gelen kusur
bulma veya karalama kampanyalarına karşı cevap niteliği taşımaktadır.
Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed b.
Hanbel eş-Şeybânî el- Mervezî (v. 241/855), el-Müsned, çev. Hüseyin,
Hasan, Zekeriya Yıldız, Ocak Yay., İstanbul 2014.
Ahmet Cevdet Paşa, (v. 1985), Kısas-ı Enbiya ve Tevârîh-i
Hulefa, thk. Mahir İz, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul
1972.
Akkâd, Abbas Mahmûd ( v. 1964), Hz. Ebû Bekir'in Şahsiyeti ve
Dehası, çev. Ali Özek, Fatih Matbaası, İstanbul 1968.
Aktepe, O., "Kelam İlmi Açısından Aşere-i Mübeşşere", Ekev
Akademi Dergisi, 13(39), 2009,
130.
Akın, Hanifi, Safvetu'l-kârî
bi ihtisâri sahîhi'l-Buhârî-Sahîhi'l-BuhârîMuhtasarı,
Beka Yayınevi, İstanbul 2008.
Apak,
Adem, Ashâb-ı Kirâm: İslâm'ın Örnek Şahsiyetleri,
Ensar Neşriyat, İstanbul 2013.
Arslan, Ali, Rasûlullah'm (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Ashabını Tanıyalım,
Arslan Yayınları, İstanbul 1982.
Aydınlı, A., "Aşere-i Mübeşşere", DİA,
TDV. Yayınları, İstanbul 1991, I, 547.
, Kitabü cümel min ensâbü’l-eşrâf,
thk. Süheyl Zekkâr, Riyad Zirikli, Dâru’l-
Fikr, Beyrut 1996.
Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail b. İbrahim, Muhtasaru
camiu'l-müsnedi sahih, Kitâbu ashabu'n-nebi, babu fedâili ashâbi'n-nebi, thk.
Muhammed Zahir b. Nasır Nasır, nşr. Muhammed Fuat Abdulbaki, Daru
Taveka'n-Necat, 1422.
Dülber, H., "Sosyo-Politik Olayların Aşere-i Mübeşşere
Rivayetlerinin Oluşumuna Etkisi" Avrasya Sosyal ve Ekonomi
Araştırmaları Dergisi, 4(5), 2017,
64-73.
Efendioğlu, Mehmet, "Zübeyr b. Avvâm", DİA,
TDV. Yay., İstanbul 2013, XXXXIV, 522-524.
Elmalılı,
M. Hamdi Yazır (v. 1942), Kur'an- Kerim Meâli,
Akitap Yayınevi, İstanbul
2012.
Erul, Bünyamin, "Talha b. Ubeydullah'', DİA,
TDV. Yay., İstanbul 2010, 39, 504.
Fayda, Mustafa, "Hz. Ömer", DİA,
TDV. Yayın Matbaacılık, İstanbul 2007, XXXIV, 44-51.
Gazzâlî, Muhammed (v. 1996), Fıkhu's-sîre,
çev. Resul Tosun, Risale Yayınları, İstanbul 1991.
Halebî, Ali b. İbrahim b. Ahmed el-Halebî (v. 4411/1634), es-Sîretü'l-Halebiyye,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2. bsk., Şam 1427.
Halid, Muhammed, Ümmetin Yıldızları, 60 Seçkin Sahabe Hayatı,
çev. Abdulkerim Akbaba, Vakit Yayınevi, İstanbul 2006.
Hamidullah, Muhammed (v. 1423/2002), İslam Peygamberi, Hayatı ve
Faaliyeti, 5. bsk., çev. Salih Tuğ, İrfan Yayımcılık ve Ticaret,
İstanbul 1991.
Hasan, İbrahim Hasan, Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslâm
Tarihi, çev. İsmail Yiğit, Sadrettin Gümüş, Kayıhan
Yayınları, İstanbul 1987.
Hitti, Philip Kuhuri (v. 1978), Siyasal ve Kültürel İslam Tarihi,
çev. Salih Tuğ, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 2011.
Hizmetli, Sabri, İslam Tarihi, Ankara
Üniversitesi Basımevi, Ankara 1991.
İbn Abdülber, Cemâlüddîn Yûsuf b. Abdillâh b. Muhammed b. Abdilberr
(v. 463/1071), el-İstî’âb fî ma’rifeti’l-ashâb, nşr. Ali Muhammed
Becavî, Kahire, t.y.
İbn’ül-Cevzî, Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed
el- Bağdâdî (v. 597/1201), Sıfatü's-safve, Rasûlullah'ın Ashabının ve Belde Belde Allah
Dostlarının Hayatı ve Faziletleri, çev. Abdülvehhab Öztürk,
Kahraman Yayınları, İstanbul 2006.
İbnü’l-Esîr, İzzüddîn Ebû’l-Hasen Ali b. Muhammed eş-
Şeybâni (v. 630/1233), el- Kâmilfi't-târih, İslam Tarihi,
çev. Komisyon, Çevik Matbaası, İstanbul 2008.
, Üsdü’l-ğâbe fî
ma’rifeti’s-sahâbe, I-IV,
Atatürk Üni. Kütüphanesi no:
31231/4,
Tahran, ty.
İbn Hacer, Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Ali b. Hacer el-Askalânî (v.
852/1313), el- İsâbe, -Sahâbe-i Kirâm Ansiklopedisi,
çev. Naim Erdoğan, İz Yayıncılık, İstanbul 2009.
,_______ Fethu'l-bârî bi-şerhi sahîhi'l-Buhâri,________ Dâru'r-Reyyân li't-Turas,
Kahire,1407/1986.
İbn Hazm, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd b. Hazm el-Endelüsî
el-Kurtubî (v. 456/1064), Cevâmi’u’s-siretü'n-nebeviyye,
nşr. Muhammed Ali Beydûn, Dâru'l- Kutubu'l-İlmiyye, Beyrut 1424/2003.
İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik b. Hişâm (v. 213/828), es-Sîretü’n-nebeviyye,
çev. Abdülvehhab Öztürk, Kahraman Yayınları, İstanbul 2014.
İbn İshâk, Muhammed b. İshâk (v. 151/768), Sîretü
İbn İshâk, Hz. Muhammed'in Hayatı, thk. Muhammed Hamidullah, çev.
M. Şafi Billik, Düşün Yayıncılık, İstanbul 2012.
İbn Kayyim el-Cevzîyye, Ebû Abdillah Muhammed b. Ebî Bekr (v.
751/1350), Zâdu'l- me’âd, Rasûlullah'ın Yaşadığı İslam, çev.
Mehmet Yolcu, Pınar Yayınları, İstanbul 1990.
İbn Kesîr, Ebû'l-Fida İsmail b. İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b.
Kesîr (v. 774/1373), Sîretu’n-nebeviyye, Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in
Hayatı, çev. Hanifi Akın, Çelik Yayınevi, İstanbul 2013.
İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed b. Sa’d (v. 230/845), et-Tabakâtü’l-kübrâ,
nşr. Dâru's-Sâdr, Dâru’s-Sâdr Yayınevi, Beyrut 1377/1957.
Kandehlevî, Muhammed Yûsuf (v. 1965), Hayâtü’s-sahâbe,
çev. Ali Arslan, Merve Yay., İstanbul 1992.
Memduhoğlu, Adnan, Sahabenin İctihad Anlayışı,
(Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi), Selçuk Üniversitesi, SBE, Konya 2008.
Mahdi, Mohammad Yaser, RâşidHalifelerin Birbirleriyle
Olan İlişkileri, (Yayımlanmış
Yüksek Lisans Tezi), Necmettin Erbakan Ü., SBE, Konya 2015.
Muhibbüddîn
et-Taberî, Ebu Cafer Ahmet b. Abdillâh (v. 694/1295), er-Riyâzü'n-nadire
fîfezâ'il (menâkıb)i’l-aşere,
Dâru'l-Kutubü'l-İlmiye, Beyrut 1984.
Müslim, Ebû'l-Hüseyin, Müslim b. Haccac b. Müslim el-Kuşeyri (v.
261/875), Sahih-i Müslim, Dâru’l-Menhel Naşirun, Şam
1431/2010.
Nedvî, Ebü'l-Hasan Ali en-Nedvî (v. 1999), es-Sîretü'n-nebeviyye,
Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed, çev. Abdülkerim Özaydın, İz
Yayıncılık, İstanbul 1992.
Nedvî, Şah Muînüddin Ahmed, Asr-ı Saadet, Peygamberimizin
Ashabı, çev Ali Genceli, Sebilürreşad Neşriyat, İstanbul
1963.
Numânî, Şiblî, (v. 1914), Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve
Devlet İdaresi, çev. Talip Yaşar
Alp, Hikmet-Dava-Çağ Yayınları, İstanbul 1975.
Önkal, Ahmet, "Ebû Ubeyde b. Cerrâh", DİA,
TDV. Yayınları, İstanbul 1994, X, 249.
, "Aburrahman b. Avf ", DİA,
, TDV. Yayınları, İstanbul 1988, I, 157
Saîd Havvâ (v. 1989), el-Esas fi's-sünne, Hadislerle
Hz. Peygamber'in Hayatı, 2. bsk., çev.
Ahmet Varol, Recep Çetintaş, Aksa Yayın-Pazarlama, İstanbul 1996.
Seyyid, İbn Ahmed b. İbrahim, el-Esmâ ve
’l-medâhirâtun beyne ehli ’l-beyti ve ’s sahâbe radiyallâhu anhum Ehl-i Beyt ve
Sahâbe Arasında Hısım ve Akrabalık İlişkileri çev. Burhan İlmi Araştırmalar
Merkezi, Ümmülkura Yayınevi, İstanbul 2012.
Sırma, İhsan Süreyya, İslami Tebliğin Mekke Dönemi ve
İşkence, 52. bsk., Beyan Yayınları, İstanbul 2014.
Solak, Mustafa, Hadislerde Sahabe Kavramı,
(Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi), Kahramanmaraş Üniversitesi SBE, K. Maraş
2008.
Süyûtî, Celaleddin Abdurrahman b. Ebî Bekir (v. 911/1505), Târîhu’l-hulefâ,
3. bsk., thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Matbaa-i Medeni, Kahire 1964.
Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr (v. 310/923), Târîhu’l-ümem
ve'l-mülûk, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev. Zakir Kadiri
Ugan, Ahmet Temir, Maarif Basımevi, Ankara 1955.
, Tarîh-i Taberî,
tsh. Mehmet Eminoğlu, Denizkuşları Basımevi, Konya 1973.
Tatlı,
Ebubekir, Aşere-i Mübeşşere’den Saîd b. Zeyd’in Hayâtı ve Rivâyetleri,
(Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi, SBE,
İstanbul 2007.
Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa b. Sevre et-Tirmizî (v. 279/892), Sünen-i
Tirmizî (Sünen-i Tirmizî Tercemesi), çev. Osman Zeki
Mollamehmetoğlu Soyyiğit, Yunus Emre Yayınevi, İstanbul 1978.
Uyar, Hasan Hüseyin, Hz. Peygamber'in Ehl-i Beyt
Eğitimi, (Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi), Hitit
Üniversitesi, SBE, Çorum 2013.
Ülkü, Hayati, Muhtasar İslam Tarihi,
Şelale Yayınları, İstanbul 1972.
Vâkidî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer el-Vâkidî (v. 207/823), Kitâbü'l-meğâzî,
nşr. Abbas el-Şerbînî, Matbaat-ı Saâdet, Kahire 1368/1948.
Ya'kubi, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ebi Ya'kub İshâk b. Cafer (v. 292/905), Târîhu’l-
Ya’kubi, Dâru’s-Sadr, Beyrut 1379/1960.
Yılmaz, A., "Aşere-i Mübeşşere Algısının Tarihsel Gerçeklik
Perspektifinde Değerlendirilmesi", İstem,
15(29), 2017, 81-82.
Yiğit, İ., "Hz. Osman", DİA,
TDV Yay. İstanbul 2007, XXXIII, 441.
Zührî,
Ebû Bekr Muhammed b. Müslim b. Ubeydillah b. Şihâb ez-Zührî (v. 124/742) Meğâzi'n-nebeviyye,
Hazırlayan: Süheyl Zekkâr, Dâru'l-Fikr, Şam 1401/1981.
[1] Saraçoğlu,
Salih, "Cennetle Müjdelenen Sahabilerle İlgili Rivayetlerin
Değerlendirmesi", (Yüksek Lisans), Marmara Üniversitesi, SBE, İstanbul
2008, 21; Ali Yılmaz, "Aşere-i Mübeşşere Algısının Tarihsel Gerçeklik
Perspektifinde Değerlendirilmesi", İstem,
15, (29), 2017, 81-82.
[2] Abdullah
Aydınlı, "Aşere-i Mübeşşere", DİA,
TDV. Yay., İstanbul 1991, I, 547; ayrıntılı bilgi için bkz. Yılmaz,
"Aşere-i Mübeşşere Algısının Tarihsel Gerçeklik Perspektifinde
Değerlendirilmesi", 82.
[3] Aydınlı,
“Aşere-i Mübeşşere", I, 547.
[4] Orhan
Aktepe, "Kelam İlmi Açısından Aşere-i Mübeşşere", Ekev
Akademi Dergisi, 13, (39),
2009, 130.
[5] Aydınlı,
"Aşere-i Mübeşşere", I, 547; Yılmaz, "Aşere-i Mübeşşere
Algısının Tarihsel Gerçeklik Perspektifinde Değerlendirilmesi", 82.
[6] Ahmed
b. Hanbel, Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybânî el-Mervezî, el-Müsned,
çev. Hüseyin Yıldız, Hasan Yıldız, Zekeriya Yıldız, Ocak yay.,
İstanbul 2014, I, 410.
[7] İbn
Hacer, Ebü'l-Fazl Şihabüdd'in Ahmed b. Ali b. Hacer el-Askalânî, el-İsâbe-Sahâbe-i
Kirâm Ansiklopedisi, (Çev. Naim Erdoğan), İz Yayıncılık, İstanbul
2009, III, 225.
[8] İbn
Hişâm, Ebu Muhammed Abdülmelik b. Hişam, es-Sîretü'n-nebeviyye,
çev. Abdülvehhab Öztürk, Kahraman Yay., İstanbul 2014, I, 340; Apak, Adem, Ashâb-ı
Kiram: İslâm'ın Örnek Şahsiyetleri, Ensar Neşriyat, İstanbul
2013, 17.
[9] İbn’ül-Cevzî,
Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el-Bağdâdî, Sıfatü's-safve,
Rasûlullah’m Ashabının ve Belde Belde Allah Dostlarının Hayatı ve Faziletleri,
çev. Abdülvehhab Öztürk, Kahraman Yayınları, İstanbul 2006, 106.
[10] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I, 340; Apak, Ashâb-ı Kiram, 17.
[11] İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed b. Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ,
nşr. Dâru's-Sâdr, Dâru’s-Sâdr Yayınevi, Beyrut 1377/1957, III, I 78-179; Apak, Ashâb-ı
Kiram, 18-19.
[12] Apak, Ashâb-ı Kiram, s. 20-21.
[13] Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa b. Sevre et-Tirmizî, Süneni-Tirmizî,
çev. Osman Zeki Mollamehmetoğlu Soyyiğit, Yunus Emre Yayınevi, İstanbul 1978,
"Menâkıb", 31; Muhibbüddîn et- Taberî, Ebu
Cafer Ahmet b. Abdillâh, er-Riyâzü ’n-nadire fi fezâ ’il
(menâkıb)i’l-aşere, Dâru'l-Kutubü'l- İlmiye, Beyrut 1984, I, 126.
[14] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 229.
[15] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 475;
İbnü'l-Cevzî, Sıfatü’s-safve, 118.
[16] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 476.
[17] Adnan Memduhoğlu, Sahabenin İctihad Anlayışı,
(Yayımlanmış Doktora Tezi), Selçuk Üniversitesi, SBE, Konya 2008, 95.
[18] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 265-266.
[19] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 476.
[20] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I,
436-437.
[21] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, II,
150-152; Apak, Ashâb-ı Kiram, 24.
[22] İbn Hacer, el-lsâbe, III, 229;
aynntılı bilgi için bkz. Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü
’n-nadire, I, 272.
[23] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 272.
[24] Apak, Ashâb-ı Kiram, s. 24.
[25] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-Nebeviyye, IV,
405.
[26] İbnü’l-Esîr, İzzüddîn Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed eş-Şeybâni,
el-Kâmil fı't-târih, çev. Komisyon, Çevik
Matbaası, İstanbul 2008, III, 26-27.
[27] İbn Hacer, el-lsâbe, III, 396.
[28] İbn Hacer, el-lsâbe, III, 397.
[29] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 53.
[30] Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir, Târîhu'l-ümem
ve'l-mülûk, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev. Zakir Kadiri
Ugan, Ahmet Temir, Maarif Basımevi, Ankara, 1955, II, 125-126.
[31] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 55-56.
[32] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 55-56.
[33] İbnü’l-Esîr, İzzüddîn Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed eş-
Şeybâni, Üsdü ’l-ğâbe fî ma ’rifeti’s-sahâbe, Atatürk
Üni. Kütüphanesi no:31231/4, Tahran, t.y., IV, 59.
[34] Müslim, Ebû'l-Hüseyin Müslim b. Haccac b. Müslim el-Kuşeyri, Sahih-i
Müslim, Dâru’l-Menhel Naşirun, Şam 1431/2010, "Fedâil",
26.
[35] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV,
161; Hizmetli, Sabri, İslam Tarihi, Ankara
Üniversitesi Basımevi, Ankara
1991, s. 181.
[36] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 398-399;
İsmail Yiğit, "Hz. Osman", DİA,
TDV Yay. İstanbul 2007, XXXIII, 441.
[37] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 460.
[38] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 19-20;
Apak, Ashâb-ı Kiram, 35.
[39] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I,
312.
[40] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, II,
139, 148.
[41] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye,
III, 313,323.
[42] Apak, Ashâb-ı
Kiram, 39.
[43] İbn Hacer, el-lsâbe, III, 464.
[44] İbn Hacer, el-lsâbe, II, 233.
[45] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 152; Ahmet
Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya ve Tevârîh-i Hülefa, thk. Mahir İz,
Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1972, I, 52.
[46] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 151.
[47] Mehmet Efendioğlu, "Zübeyr b. Avvâm", DİA,
TDV Yay., 2013, XXXXIV, 523.
[48] Müslim, "Fedâil ", 48.
[49] İbn Hacer, el-İsâbe, II, 235.
[50] Seyyid, İbn Ahmed b. İbrahim,
el-Esmâ ve ’l-medâhirâtun beyne ehli’l-beyti ve ’s-sahâbe
radiyallâhu anhum Ehl-i Beyt ve Sahâbe Arasında Hısım ve Akrabalık İlişkileri, çev. Burhan İlmi Araştırmalar Merkezi, Ümmülkura Yayınevi,
İstanbul 2012, 45.
[51] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 148.
[52] Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya, I, 52.
[53] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 47.
[54] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, s. 148;
ayrıntılı bilgi bkz. Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire,
II, 245.
[55] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü
’n-nadire, II, 311-312.
[56] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 49.
[57] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 157.
[58] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 141.
[59] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 159.
[60] İbn Hacer, el-îsâbe, III, 92.
[61] Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya, I, 53.
[62] Müslim,"FeJâ/7 ", 53; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve,
161.
[63] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü
’n-nadire, II, 345.
[64] İbn Hacer, el-îsâbe, III, 94.
[65] İbn Hacer, el-îsâbe, III, 334.
[66] Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya, I, 51.
[67] İbn Hacer, el-îsâbe, III, 332;
Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, II,
301.
[68] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 124;
Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire, II,
301.
[69] İbn Hacer, el-îsâbe, III, 334.
[70] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 135.
[71] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire,
II, 338.
[72] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, s.
160-161.
[73] İbn Hacer, el-îsâbe, II, 364.
[74] İbn Hacer, el-îsâbe,
II, 365.
[75] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 297; Hanifi Akın, Safvetu'l-kârî bi ihtisâri sahîhi'l-Buhârî- Sahîhi'l-BuhârîMuhtasarı, I-II, Beka Yayınevi, İstanbul 2008, 1, 869; İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 174, 272.
[76] Tirmizi, "Menâkıb ",
31.
[77] Abbas Mahmud Akkad, ( v. 1964), Hz.
Ebû Bekir'in Şahsiyeti ve Dehası, çev. Ali Özek, Fatih Matbaası,
İstanbul 1968, 149.
[78] Akkad, Hz.
Ebû Bekir’in Şahsiyeti ve Dehası, 150.
[79] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
XVIII, 564-565; İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, III,
37.
[80] Müslim, "Fedâil", 2392;
Ali Arslan, Resûlullah(s.a.v.)'m Ashabını Tanıyalım, Arslan
Yay., İstanbul 1982, 51.
[81] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVIII,
596.
[82] Akın, Sahîhi'l-BuhârîMuhtasarı,
II, 199; İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, II, 198.
[83] Tirmizi, "Menâkıb", 37; Kandehlevî, Muhammed Yûsuf, Hayâtü's-Sahâbe,
çev. Ali Arslan, Merve Yay., İstanbul 1992, II, 485.
[84] İbn İshâk, Muhammed b. İshâk, Sîretü İbn
İshâk, thk. Muhammed Hamidullah, çev. M. Şafi Billik, Düşün Yayıncılık,
İstanbul 2012, 378.
[85] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü
’n-nadire, I, 206.
[86] Kandehlevî, Hayâtü's-
Sahâbe, I, 300.
[87] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü
’n-nadire, I, 207.
[88] İbn Sa'd, et-Tabakât, I, 185.
[89] İbn Sa'd, et-Tabakât, II, 38.
[90] Vâkidî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer el-Vâkidî, Kitâbü'l-meğâzî,
nşr. Abbas el-Şerbînî, Matbaat-ı Saâdet, Kahire 1368/1948, s. 16.
[91] Belâzürî, Ebu’l-Hasan Ahmed b. Yahya b. Cabir b. Dâvût, Fütûhu
’l-büldân, Ülkelerin Fetihleri, çev. Mustafa Fayda, Siyer yay.,
İstanbul 2013, 18.
[92] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye,
III, 268.
[93] Süyûtî, Celaleddin Abdurrahman b. Ebî Bekir, Târîhu’l-hulefâ,
3. bsk., thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Matbaa-i Medeni, Kahire 1964, 55.
[94] Süyûtî, Târîhu’l-hulefâ, 51.
[95] İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, IV, 59.
[96] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV,
249; İbn Kayyim el-Cevzîyye, Ebû Abdillah Muhammed b. Ebî Bekr, Zâdu'l-me’âd,
Rasûlullah'm Yaşadığı İslam, çev. Mehmet Yolcu, Pınar Yayınları,
İstanbul 1990, III, 434; İbn Kesir, Ebû'l-Fida İsmail b. İmâdüddîn İsmâîl b.
Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr, Sîretü'n- nebeviyye, Hz. Peygamber'in
(s.a.v.) Hayatı, çev. Hanifi Akın, Çelik Yayınevi, İstanbul 2013,
600.
[97] İbn Sa'd, et-Tabakât,
II, 290; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, II, 67.
[98] Memduhoğlu, Sahabenin
İctihadAnlayışı, 18.
[99] İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe,
IV, 64.
[100] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü
’n-nadire, I, 106.
[101] Tirmizî, "Menâkıb", 40;
İbnü'1-Cevzî, Sıfatü's-safve, 178.
[102] İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 591;
Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, I, 313; Said Havva, el-Esas
fis- Sünne, Hadislerle Hz. Peygamber'in Hayatı, 2. bsk., çev.
Ahmet Varol, Recep Çetintaş, Aksa Yayın- Pazarlama, İstanbul 1996, III, 362.
[103] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 95-96; İbn
Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 725; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe,
III, 405; Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü
’n-nadire, I, 170.
[104] Ahmed b. Hanbel, Müsned, XVIII, 93.
[105] İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 218.
[106] Süyûtî, Târîhu’l-hulefâ, s. 55; Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, I, 174,175; Akkad, Hz. Ebû Bekir’in Şahsiyeti ve
Dehası, 64-65.
[107] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-sajve, 106;
İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, III, 218; Süyûtî, Târîhu’l-hulefâ,
40.
[108] Süyûtî, Târîhu ’l-hulefâ, 80; Şah
Muînüddin Ahmed Nedvî, Asr-ı Saadet, Peygamberimizin Ashabı, çev.
Ali Genceli, Sebilürreşad Neşriyat, İstanbul 1963, 1, 213.
[109] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XIX, 69.
[110] İbn kesîr, Tefsir, IV, 216;
Kandehlevî, Hayâtü’s- Sahabe, II, 450-451.
[111] Şiblî Numânî, Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet
İdaresi, çev. Talip Yaşar Alp, Hikmet-Dava-Çağ
Yayınları,
İstanbul 1975, I, 88.
[112] Zührî, İmam Muhammed b. Müslim b. Ubeydillah b. Şihâb ez-Zührî, Meğâzi'n-nebeviyye,
Nşr. Süheyl Zekkâr, Dâru'l-Fikr, Şam 1401/1981, 55-56; İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye,
III, 429; Akın, Sahîhi'l- Buhârî Muhtasarı,
I, 881; İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye,
453-454; İbn Kayyim, Zâdu'l-me'âd, III, 23;
Ebü'l-Hasan Ali en-Nedvî, es-Sîretü'n-nebeviyye, Rahmet
Peygamberi Hz.Muhammed, çev. Abdülkerim Özaydın, İz Yayıncılık,
İstanbul 1992, 247.
[113] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire,
I, 141.
[114] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü
’n-nadire, I, 372.
[115] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, III, 431;
Taberî, Târîhu'l-ümem
ve'l-mülûk, II, 591.
[116] Belâzürî, Fütûhu ’l-büldân, 41.
[117] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV,
368.
[118] Süyûtî, Târîhu
’l-hulefâ, 06.
[119] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV,
368-369; Hayati Ülkü, Muhtasar İslam Tarihi,
Şelale Yayınları, İstanbul 1972, II, 234.
[120] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVIII,
96; İbnü’l-Esir, el-Kâmilfı't-târih, II,
276-277.
[121] Zührî, Meğâzi’n-nebeviyye, s. 134; İbn
Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, IV, 401.
[122] Zümer, 39/30
[123] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV,
401; İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye,
734,735.
[124] İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 267; İbn
Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 734.
[125] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV,
402; İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 268;
İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 98-99.
[126] İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 734.
[127] Zührî, Meğâzi’n-nebeviyye, 140;
İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, IV, 405; İbn Sa’d, et-Tabakât,
III,
[128] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 107;
Süyûtî, Târîhu’l-hulefâ, 54; Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-
nadire, I, 131.
[129] (Ey iman edenler! Allah'ın ve Rasulünün önüne geçmeyin, Allah'a
karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, işitir, bilir. Ey iman edenler!
Seslerinizi, Peygamber'in sesinin üstüne çıkarmayın, birbirinizle bağırır
tarzda konuştuğunuz gibi ona sözü bağırırcasına söylemeyin, haberiniz olmadan
amelleriniz yok oluverir.)
[130] Akın, Sahîhi'l-Buhârî
Muhtasarı, II, 312.
[131] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I,
408.
[132] İbn Kes/r, Sîretü'n-nebeviyye, 317.
[133] İbnü’l-Esir, el-Kâmilfi't-târih, II,
102.
[134] İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi't-târih, II,
102; Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir, Tarîh-i Taberî,
tsh. Mehmet Eminoğlu, Denizkuşları Basımevi, Konya 1973, II, 391; Ülkü, Muhtasar
İslam Tarihi, II, 151.
[135] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVII,
486.
[136] İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye,
338-339; İbnü’l- Esîr, el-Kâmil fı't-târih, II,
116.
[137] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVII,
487; Muhammed Gazzâlî, Fıkhu's-sîre, çev. Resul
Tosun, Risale Yayınları, İstanbul 1991, 254-255; ayrıntılı bilgi için bkz.
Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, I,
288.
[138] "Hiçbir peygamberin, yeryüzünde küfrü perişan etmedikçe, esir
alması doğru değildir. Siz, dünyanın gelip geçici olanı istiyorsunuz. Allah
ise, ahireti kazanmanızı istiyor. Allah, güçlüdür, işi sağlam yapan ve
yaptığında bir hikmet bulunandır." Enfal, 8/67
[139] İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, s.
339; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, II, 89.
[140] İbn Kayyim, Zâdu'l-me'âd,
III, 75.
[141] Enfal: 8/67
[142] Akın, Sahîhi'l-BuhârîMuhtasarı,
II, 256; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, III, 56.
[143] Gazzâlî, Fıkhu's-sîre, 269.
[144] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVIII,
570; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi't-târih, II,
157; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 205;
Taberî, Târîhu'l-ümem ve'l-mülûk, II, 528-529.
[145] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV,
370; İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 517.
[146] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire,
I, 151.
[147] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü
’n-nadire, II, 142.
[148] İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe,
III, 222.
[149] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye,
IV, 402.
[150] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 404; Akkad, Hz. Ebû Bekir'in Şahsiyeti ve
Dehası, 56.
[151] Zührî, Meğâzi'n-nebeviyye, 140;
İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 405; Ahmed b. Hanbel, el-
Müsned, XIX, 358; İbn Sa’d, et-Tabakât,
II, 269, III, 182; Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire,
I, 233-234.
[152] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire,
I, 137.
[153] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 358.
[154] Taberî, Tarîh, II, 125-126.
[155] İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, III, 376.
[156] Taberî, Târîh, II, 125-126.
[157] Muhammed Hamidullah, İslam
Peygamberi, Hayatı ve Faaliyeti, 5. bsk., çev. Salih Tuğ, İrfan
Yayımcılık, İstanbul 1991, I, 336-337.
[158] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü
’n-nadire, I, 85.
[159] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü
’n-nadire, I, 87.
[160] Süyûtî, Târîhu ’l-hulefâ, 37;
Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, I, 61.
[161] Akkad, Hz.
Ebû Bekir’in Şahsiyeti ve Dehası, 225.
[162] Seyyid, el-Esmâ
ve’l-medâhirâtun beyne ehli’l-beyti ve’s-sahâbe, 127; aynntılı
bilgi için bkz. Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, I, 153.
[163] Taberî, Târîh, II, 214.
[164] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire,
II, 175.
[165] Halebî, Ali b. İbrahim b. Ahmed Halebî , es-Sîretü’l-Halebiyye,
Dâru’l Kütübi’l-İlmiyye, 2. bsk., 1427, I/471.'den naklen; Mohammad Yaser
Mahdi, (2015), Râşid Halifelerin Birbirleriyle Olan
İlişkileri, (Y.
Lisans),
Necmettin Erbakan Ü., SBE, 28-29; Ayrıca değişik rivayetler için bkz. Mahdi,
32-35; Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire,
II, 142.
[166] İbn Kesîr, Sîretün-nebeviyye,
355,356.
[167] İbn Kayyim, Zâdu'l-me’âd, III, 168.
[168] İbnü’l-Esîr,
Üsdü'l-ğâbe, III, 211.
[169] Vâkidî, Kitâbü'l-meğâzî, I, 240; İbnü’l-
Esîr, el-Kâmil fı't-târih,
II, 137.
[170] Hasan İbrahim, Hasan, Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal
İslâm Tarihi, çev. İsmail Yiğit, Sadrettin Gümüş, Kayıhan
Yayınları,
İstanbul 1987, I, 155.
[171] İbnü'l-Esîr, el-Kâmil fı't-târih, II,
224.
[172] İbn Sa'd, et-Tabakât, II, 15.
[173] İbn Kayyim, Zâdu'l-me'âd, III, 472.
[174] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV,
269-270.
[175] İbn Kayyim, Zâdu'l-me'âd, III, 472;
Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, III,
132.
[176] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, II,
168-169; Ya'kubi, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ebi Ya'kub İshâk b. Cafer, Târîhu
’l-Ya’kubi, Dâru Sadr, Beyrut 1379/1960, II, 76; İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye,
621.
[177] Gazzâlî, Fıkhu's-sîre, 456-457.
[178] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVIII,
72.
[179] Taberî, Târîh,
II, 814-815.
[180] Kadehlevî, Hayâtü's-Sahâbe,
II, 487; Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü ’n-nadire,
I, 187.
[181] İbn Hazm, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd b. Hazm el-Endelüsî
el-Kurtubî, Cevâmi’u’s-
siretü'n-nebeviyye,
nşr. Muhammed Ali Beydûn, Dâru'l-Kutubu'l-İlmiyye, Beyrut 1424/2003, 22.
[182] İbnü’l-Esîr,
Üsdü'l-ğâbe, III, 215.
[183] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVIII,
559.
[184] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire,
I, 188,189.
[185] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye,
IV, 126.
[186] İ. Hasan, İslâm Tarihi,
I, 270.
[187] İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye,
750.
[188] İbn Sa’d, et-Tabakât,
II, 278.
[189] Akın, Sahîh-i Buhâri
Muhtasarı, II, 256; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-safve,
s.377; Gazzâlî, Fıkhu's-sîre, s.
269.
[190] İbn İshâk, Sîretü İbn
İshâk, s. 322.
[191] İbnü’l-Esîr,
Üsdü'l-ğâbe, IV, 59; Nedvî, Sîretü'n-nebeviyye,
s. 24; Vâkidî, Kitâbü'l-meğâzî , I, 38.
[192] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye,
III, 427; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVII,
597;Taberî, Târîhu’l- ümem ve'l-mülûk, II, 582-583; Nedvî, Sîretü’n-nebeviyye,
241; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, I, 140.
[193] İbn Sa'd, et-Tabakât, II, 97.
[194] Hizmetli, İslam Tarihi, 181.
[195] Süyûtî, Târîhu ’l-hulefâ, 109.
[196] İbnü’l-Esîr,
Üsdü'l-ğâbe, IV, 58; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe,
II, 5.
[197] İ. Hasan, İslâm Tarihi,
I, 272.
[198] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü
’n-nadire, II, 109.
[199] İbnü’l-Esîr,
el-Kâmilfı't-târih, II, 116; Gazzâlî, Fıkhu’s-sîre,
254-255.
[200] İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 110; Arslan, Rasûluüah(s.a.v.)’m Ashabını
Tanıyalım, 53.
[201] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye,
IV, 16.
[202] İbn Hazm, Cevâmi’u
’s-siretü'n-nebeviyye, 141; İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 559.
[203] İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 698;
Hasan Hüseyin Uyar, Hz. Peygamber'in Ehl-i Beyt Eğitimi, (Yayımlanmış
Yüksek Lisans Tezi), Hitit Üniversitesi, SBE, Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim
Dalı, Çorum 2013, 8.
[204] Ahmet Cevdet, Kısas-ı
Enbiya ve Tevarih-i Hülefa, I, 19.
[205] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 106,
110; Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya, I, 8.
[206] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü
’n-nadire, I, 310.
[207] İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 750.
[208] Süyûtî, Târîhu ’l-hulefâ, 109.
[209] Belâzürî, Fütûhu ’l-büldân, 540.
[210] İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 97.
[211] İbn Sa’d, et-Tabakât,
I, 258.
[212] Ya'kubi, Târîhu ’l-Ya
’kubi, II, 80.
[213] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü
’n-nadire, II, 22.
[214] İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfit-târih,
II, 44-45.
[215] İbn İshak, Sîretü
İbn İshâk, 200; İbn Kesîr, Sîretü’n-nebeviyye, 166; Taberî, Târîhu'l-ümem
ve’l-mülûk, II, 125-126; İbn-i Hazm, Cevâmi’u’s-siretü'n-nebeviyye, 32.
[216] Akın, Sahîhi'l-BuhârîMuhtasarı, II, 333.
[217] Muhammed Halid, Ümmetin Yıldızları, Altmış Seçkin
Sahabe Hayatı, çev. Abdulkerim Akbaba, Vakit Yayınevi, İstanbul
2006, 301.
[218] Kandehlevî, Hayâtü's-
Sahâbe, I, 412.
[219] İbn Hacer, el-İsâbe,
III, 47-48; Halid, Ümmetin Yıldızları, 291;
Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n- nadire, II,
250.
[220] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 215;
Kandehlevî, Hayâtü’s- Sahâbe, I, 277.
[221] İhsan Süreyya Sırma, Islami Tebliğin
Mekke Dönemi ve İşkence, 52. bsk., Beyan Yayınları, İstanbul
2014, s. 87.
[222] İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe,
III, 59.
[223] Karîneyn: Bir ipe bağlanan, bitişikler, yakın ayrılmaz dostlar
[224] Bünyamin Erul, "Talha b. Ubeydullah", DİA,
TDV Yayınları, 2010, XXXIX, 504.
[225] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 215.
[226] Efendioğlu, "Zübeyr b. Avvâm", XXXXIV, 522-524; Akın, Sahîhi'l-BuhârîMuhtasarı,
II, 333.
[227] Belâzürî, Ebu’l-Hasan Ahmed b. Yahya b. Cabir b. Dâvût, Kitabü
cümel min ensâbü ’l-eşrâf, thk. Süheyl Zekkâr, Riyad Zirikli,
Dâru’l-Fikr, Beyrut 1996, I, 269.
[228] Belâzürî, Ensâb,
X, 61.
[229] İbn Hacer, Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Ali
b. Hacer el-Askalânî, Fethu'l-bârî bi-şerhi sahîhi'l- Buhâri,
Dâru'r-Reyyân li't-Turas, Kahire 1407-1986, VII, 103.
[230] İbn Sa'd, Tabakât,
III, 410; İbn Cevzî, Sıfatü's-safve, 49;
Kandehlevî, Hayâtü's- Sahâbe, I, 269, 492.
[231] Tirmizî, "Menâkıb", 75.
[232] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 410; İbn
Kayyim, Zâdu'l-me'âd, III, 171-172.
[233] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 149.
[234] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 48.
[235] Taberî, Târîhu’l-ümem
ve'l-mülûk, II, 125-126; İbn Hazm, Cevâmi’u’s-siretü'n-nebeviyye, 32; İbn Kesîr, Siretün-Nebeviyye, s. 166; Akkad, Hz. Ebu Bekir’in Şahsiyeti ve
Dehası, 124.
[236] Nedvî, Asrı Saadet, II, 10.
[237] İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe,
II, 368.
[238] Kandehlevî, Hayâtü's-Sahabe,
IV, 90.
[239] Ahmet Önkal, "Hz. Ebû Ubeyde b. Cerrâh" DİA,
TDV Yay., İstanbul 1994, X, 249.
[240] Hizmetli, İslam Tarihi, s.122.
[241] Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe,
III, 5.
[242] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye,
III, 111; İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 410.
[243] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 410; İbn
Kayyim, Zâdu'l-me'âd, III, 171-172.
[244] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 149.
[245] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 93.
[246] Ya’kubi, Târîhu ’l-Ya ’kubi, II,
75.
[247] Ülkü, Muhtasar
İslam Tarihi, s. 209.
[248] Akkad, Hz.
Ebu Bekir’in Şahsiyeti ve Dehası, s. 50.
[249] İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, III, 85;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfit-târih,
II, 277-278.
[250] Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya, I, 51.
[251] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I,
318-319; Taberi, Tarîhu’l-ümem ve'l-mülûk,
II, 125-126; İbnü’l- Esir, Üsdü'l-ğâbe, III, 214; İbn
Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 166.
[252] Ahmet Önkal, "Abdurrahman b. Avf',
DİA, TDV. Yayınlan, İstanbul 1988, I, 157.
[253] İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi't-târih,
II, 101.
[254] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, II, 312; İbn
Hazm, Cevâmi'u
’s-siretü'n-nebeviyye, 64.
[255] Süyûtî, Tânhu’l-hulefâ, 50.
[256] İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 200.
[257] İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe,
IV, 58.
[258] İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, IV, 60.
[259] Süyûtî, Târîhu ’l-hulefâ, 109.
[260] Nedvî, Asrı Saadet, I, 365.
[261] İbn İshâk, Sîretü İbn
İshâk, 426; İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye,
III, 11.
[262] İbn Hacer, el-İsabe,
III, 48.
[263] Taberî, Târîhu ’l-ümem
ve’l-mülûk, II, 503; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve,
204.
[264] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
XVII, 569.
[265] İbn Sa’d, et-Tabakât, IV, 248.
[266] Süyûtî, Târîhu’l-hulefâ, 110.
[267] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü
’n-nadire, I, 299.
[268] İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 200.
[269] Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, III, 5.
[270] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye,
IV, 368; İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye, 517.
[271] İbn Hacer, el-İsâbe,
III, 93; Kandehlevî, Hayâtü's- Sahâbe, II, 116.
[272] İbn Sa'd, et-Tabakât,
II, 132.
[273] İbn Sa'd, et-Tabakât,
II,191; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, I, 414.
[274] İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 269; İbnü’l-Esîr,
el-Kâmilfı't-târih, II, 277-278; İbn Kesîr, Sîretü'n-nebeviyye,
737-738.
[275] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 113;
aynntılı bilgi için bkz. Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü
’n-nadire, I, 219.
[276] İbnü’l- Esîr, el-Kâmil
fı't-târih, II, 101.
[277] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, II, 312; İbn Hazm, Cevâmi’u’s-siretü'n-nebeviyye, 64.
[278] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü
’n-nadire, II, 307.
[279] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
XIX, 24.
[280] Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya,
I, 53.
[281] İbn İshâk, Sîretü İbn
İshâk, 245-246; Süyûtî, Târîhu’l-hulefâ,
110.
[282] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye,
I, 434.
[283] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I,
435.
[284] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I,
436; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil
fit-târih, II, 70-71.
[285] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye,
I, 436; İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 268; İbnü’l-Esîr,
Üsdü'l-ğâbe, IV,
54.
[286] İbn Hacer, el-lsâbe,
II, 365.
[287] İbn Kesir, Sîretü'n-nebeviyye,
195.
[288] Zührî, Meğâzi'n-nebeviyye, 47.
[289] Hakka, 69/41-46: "O bir şair sözü
değildir, siz çok az inanıyorsunuz. Bir kâhin sözü de değildir, ne de az
düşünüyorsunuz! O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir. O, bize isnâden
bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı, Elbette biz onu bundan dolayı kuvvetle
yakalardık. Sonra da onun şah damarını keser atardık."
[290] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I,
346-348.
[291] Ebubekir Tatlı, Aşere-i Mübeşşere’den Saîd b.
Zeyd’in Hayâtı ve Rivâyetleri, (Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi),
Marmara Üniversitesi, SBE, İstanbul 2007, 27.
[292] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 456;
Mustafa Fayda, "Hz. Ömer " DİA,
TDV. Yayın Matbaacılık, İstanbul 2007, XXXIV, 44; Tatlı, 28.
[293] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 381.
[294] İbn İshâk, Sîretü İbn İshâk, s. 177;
İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I, 287.
[295] İbn Hazm, Cevâmi’u
’s-siretü’n-nebeviyye, 54.
[296] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, II,
130.
[297] Philip Kuhuri Hitti, Siyasal ve
Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, M. Ü. İlahiyat. F. Yay.,
İst. 2011, 163.
[298] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, I,
411-412; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 204; İbn
Kesîr, el-Bidâye, IV, 165.
[299] İbn Kesîr, el-Bidâye, IV, 165.
[300] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, II, 6-9; İbn Hazm, Cevâmiu ’s-Siretü’n-Nebeviyye, s. 43.
[301] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 55;
Kandehlevî, Hayâtü's- Sahâbe, I, 69.
[302] İbnü’l-Esir, Üsdü'l-ğâbe, III, 379.
[303] Akın, Sahîh-i
Buhâri Muhtasarı, I, 869.
[304] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV,
297.
[305] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV,
128.
[306] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, II, 6-9; İbn
Hazm, Cevâmi’u ’s-siretü'n-nebeviyye, 43.
[307] İbn Hazm, Cevâmi’u’s-siretü’n-nebeviyye, s. 64.
[308] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye,
II, 316; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi't-târih,
II, 102.
[309] Ya'kubi, Târîhu ’l-Ya
’kubi, II, 47.
[310] İbn Sa’d, et-Tabakât,
III, 14.
[311] İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 68.
[312] Tirmizî, "Menâkıb", 77;
İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, II, 197.
[313] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye,
III, 330.
[314] Taberî, Tarîhu
’l-ümem ve’l-mülûk, II, 530.
[315] İbn Kayyim, Zâdu'l-me'âd, III, 271.
[316] İbn İshak'ta Zü'l-halife, Taberide ise El-Hulayfe
olarak geçmektedir.
[317] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV, 88; Taberî, Târîhu ’l-ümem ve'l-mülûk, II, 694-695.
[318] Mümtehine, 60/4: "İbrahim’de ve onunla birlikte bulunanlarda
sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, 'Biz sizden ve Allah’ı
bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a
inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret
belirmiştir.' demişlerdi. Yalnız İbrahim’in, babasına 'senin için mutlaka
bağışlama dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye
gücüm yetmez' sözü başka. Onlar şöyle dediler: 'Ey Rabbimiz! Ancak sana
dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır."
[319] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, IV,
88-89; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVII, 691;
Ya'kubi, Târîhu ’l-Ya’kubi, II, 58; İbn Kayyim, Zâdu'l-me'âd,
III, 323; İbn Kesir, Sîretü’n-nebeviyye, 526.
[320] İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, III, 60; Arslan, Rasûlullah(s.a.v.)'in Ashabını Tanıyalım, 71.
[321] İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 274.
[322] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV,
402.
[323] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, I, 241.
[324] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 268.
[325] İbn Kayyim, Zâdu’l-me’âd, III, 167.
[326] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye,
III, 110; İbn Kayyim, Zâdu'l-me'âd, III, 167;
İbn Kesîr, el-Bidâye,V, 378.
[327] İbn İshak, Sîretü İbn îshâk, 426.
[328] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, III, 60; Arslan, Rasûlullah (s.a.v.)'in Ashabını Tanıyalım, 71.
[329] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, IV,
402.
[330] İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, II, 368.
[331] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 141; Akın, Sahîhi'l-BuhârîMuhtasarı, II, 34; Halid, Ümmetin Yıldızları, 94.
[332] Tirmizî, "Menâkıb", 68.
[333] Zührî, Meğâzi'n-nebeviyye, s. 111; Süyûti, Târîhu’l-hulefâ, 168.
[334] Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, II, 489.
[335] İbn Kayyim, Zâdu’l-me’âd, III, 167.
[336] İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 300.
[337] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye,
IV, 297; İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 102; İbn
Hacer, el-lsâbe, III, 48; İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe,
III, 59.
[338] İbnü’l- Esîr, Üsdü'l-ğâbe,
III, 60.
[339] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye,
III, 117,118; Tirmizî, "Menâkıb", 75.
[340] İbn Hacer, el-îsâbe, III, 48; Ahmed
en-Nedvî, Asrı Saadet, I, 221.
[341] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü
’n-nadire, II, 259.
[342] Vâkidî, Kitâbü'l-meğâzî, I, 188.
[343] Ya'kubi, Târîhu ’l-Ya ’kubi, II,
67.
[344] Ya'kubi, Târîhu ’l-Ya ’kubi, II,
67.
[345] Kandehlevî, Hayâtü's-Sahabe, II, 411.
[346] Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü
’n-nadire, II, 287.
[347] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 148.
[348] Akın, Sahih-i
Buhari Muhtasarı, I, 204.
[349] İbn Hacer, el-lsâbe,III, 48.
[350] Vâkidî, Kitâbü'l-meğâzî, I, 193;
İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 410; İbn Kayyim, Zâdu'l-me'âd,
III, 171172.
[351] Ya'kubi, Târîhu ’l-Ya ’kubi, II,
67; Hizmetli, İslam Tarihi, 181.
[352] Akın, Sahîhi'l-BuhârîMuhtasarı,
I, 869; İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 216.
[353] İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, II, 307;
Muhibbüddîn et-Taberî, er-Riyâzü’n-nadire, II,
256.
[354] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 382.
[355] Vâkidî, Kitâbü'l-meğâzî, I, 10-11.
[356] İbn Sa’d, et-Tabakât,
II, 97.
[357] İbn Sa’d, et-Tabakât,
III, 126.
[358] Akın, Sahîhi'l-Buhârî
Muhtasarı, I, 536.
[359] İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfı't-târih,
II, 46.
[360] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 398; İbn
Hacer, el-îsâbe, III, 92.
[361] Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya, I, 53.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar