YEZİD B. MUAVİYE
ÖNSÖZ
Sıradan olaylar ve
insanlar, gerek tarihçilerin gerekse diğer bilim adamlarının fazla dikkatini
çekmemiştir. Geçmişte yaşanılan iyi veya kötü, olumlu veya olumsuz olaylardan
pek çoğu önemsiz sayılarak üzerinde fazla durulmamıştır. Gerçekleştiği dönemde
büyük yankılar uyandıran ve sonraki dönemlerde de etkilerini sürdüren olaylar
ve bu olaylarda aktif olarak rol alan şahıslar, tarihin ve diğer bilim
dallarının dikkatlerini çekmiştir. Dolayısıyla da bunlar üzerinde pek çok
çalışmalar yapılmıştır.
Yukarıdaki durumun İslâm
Tarihi açısından da geçerli olduğu görülmektedir. Nitekim İslâm tarihçileri de,
daha ilk dönemlerden itibaren yazdıkları eserlerde olağan seyrinde devam eden
hâdiseler ve şahsiyetlerden ziyade dönemlerinde gerçekleşen sıra dışı olaylar
ve kişilerle ilgilenmişlerdir. Bunlar üzerinde teferruatlı bilgiler
vermişlerdir.
Tarihî olayların
etkileri dönemleriyle sınırlı kalmamış, daha sonraki tarihlerde de tesirleri
açıkça görülmüştür. Bu sebeple de pek çok tarihî hâdise sürekli bir biçimde
gündemde tutulmuştur. Ancak, olaylardan bazıları gerçekleşme sebepleri,
şekilleri ve sonuçlan itibarıyla dinî, siyasî, mezhebî, etnik vs. sebeplerle
tarihçiler tarafından ihtilaflı sayılarak üzerinde fazlaca durulmamıştır. Bu
olayların anlatılmasının bazı çevrelerde oluşturacağı rahatsızlıktan doğacak
tepkiden çekinilmiştir. Bu durum günümüz araştırmacıları tarafından da
sürdürülmüştür.
İslâm Tarihinde
tesirleri itibanyla en önemli olaylardan bir kısmının Yezid b. Muaviye
döneminde gerçekleştiği ancak, bu dönemin bir takım mülahazalarla yeterli bir
şekilde araştınlmadığı görülmektedir. Bu dönemle ilgili yapılan çalışmalar daha
çok mezhebî veya siyasî eleştiriler ve bu eleştirilere reddiye şeklinde
olmaktan öteye gidememiştir. Eleştiri veya reddiye ise daha çok ön yargıyla
olaylara yaklaşma sonucunu doğurmuştur. Oysa günümüz tarih anlayışı bakımından
önyargısızlık ve objektiflik önem arz etmektedir.
Yezid b. Muaviye,
döneminde gerçekleşen olaylarda yer alan taraflardan birisinin de Hz. Peygamber
(salla'llâhü aleyhi ve sellem)’in torunu Hz. Hüseyin olması; onun
öldürülmesinin Şiî ve Alevî kesimlerce propaganda unsuru olarak kullanılması da
Yezid hakkında doğru bilgilere ulaşılmasını güçleştirmektedir. Şiî tarihçiler ve
araştırmacılar, Hz. Hüseyin’in ölümünden sorumlu tuttukları Yezid’i kıyasıya
eleştirirken, onun ve döneminde gerçekleşen diğer olaylar hakkında bilgi
verirken de benzer yaklaşımlarda bulunmuşlardır. Buna karşılık Sünnî
tarihçilerden çok azının Şiilerin bu yaklaşımına karşı çıktığı, çoğunluğunun
ise işin içerisinde kendilerinin de en az Şiîler kadar değer verdikleri Hz.
Hüseyin ve diğer önemli şahsiyetlerin yer alması onların, Şiîler karşısında
fikirler serdetmelerini de zorlaştırmıştır. Bu sebeple de Sünnî tarihçiler,
Yezid dönemi olayları hakkında değerlendirmelerde bulunmaktan ziyade
ulaşabildikleri rivayetleri nakletmekle yetinmişlerdir.
Diğer taraftan Yezid
döneminde meydana gelen hâdiseler, onun hayatında gerçekleşen diğer olayları,
kişiliğini, şahsiyetini vs. gölgede bırakmıştır. Bir takım olaylar kasıtlı bir
şekilde ele alınırken onunla ilgili diğer bilgiler görmezden gelinmiştir.
Oysa Yezid, İslâm Tarihinde pek çok yönden ön planda
zikredilmesi gereken şahıslardan biridir. İlk İstanbul muhasarası, Veliahdlık,
Şia’nın dînî bir hüviyet kazanmasına ve İslâm dünyasında pek çok tartışmaya yol
açan Kerbela vs. onun döneminde gerçekleşmiştir. Yezid, kişilik ve
yaşantı itibarıyla da Emevî halifeleri arasında ayrı bir konuma sahiptir.
Bununla birlikte Yezid hakkında verilen bilgiler, bazı olaylar dışında sınırlı
kalmıştır.
Yezid döneminde verilen
bilgilerin objektiflikten uzak ve bazı konularla sınırlı kalması bu dönemde
gerçekleşen olaylardan hareketle ulaşılan kanaatlerin de doğruluğunu şüpheye
sokmaktadır.
Tarihin gerçekleştiği
şekilde ortaya konulması, bugünün insanının elde edeceği netice açısından son
derece zaruridir. Bu sebeple de Yezid’in hayatı ve döneminde gerçekleşen
olayların tarafsız bir şekilde ortaya konulması önem arz etmektedir. Ancak bu
yapılırken itham veya reddiye cihetine gidilmemesi gereklidir. Olaylar
incelenirken kişilerin haklılığı veya haksızlığı hususunda bir hüküm vermek
yerine hâdiselerin oluş sebebi, şekli ve tarafların üstlendikleri rollerle
ilgili bilgiler net bir şekilde günümüz insanının istifadesine sunulmalıdır.
Bundan sonrası günümüz bilim adamlarının işi olacaktır.
Yezid’in hayatının tüm
yönleriyle ortaya konulması hem geçmişte ulaşılan taraflı bilgilerin
düzeltilmesine hem de günümüzde doğru neticelere ulaşılmasına katkı sağlayacaktır.
Bu çalışmanın gayesi Yezid’i veya başkaların temize çıkarmak olmadığı gibi
itham etmek te değildir.
Yukarıdaki sebeplerle
araştırma konusu olarak ele aldığımız “Yezid b. Muaviye” adlı çalışma bir giriş
ve yedi bölümden oluşmaktadır.
***
Giriş bölümünde Yezid’in
mensubu bulunduğu Ümeyye oğulları kabilesinin tarihi gelişimi hakkında bilgi
verildi. Bu kabile fertlerinin Islâm’a karşı ilk tavırları, müslüman olmaları
ve İslâm sonrası konumları üzerinde duruldu. İslâm’a girdikten sonra bir süre
itibar ve nüfuz kaybına maruz kalan Ümeyye oğullarının, Muaviye’nin en az
Şiîler kadar değer verdikleri Hz. Hüseyin ve diğer önemli şahsiyetlerin yer
alması onların, Şiîler karşısında fikirler serdetmelerini de zorlaştırmıştır. Bu
sebeple de Sünnî tarihçiler, Yezid dönemi olayları hakkında değerlendirmelerde
bulunmaktan ziyade ulaşabildikleri rivayetleri nakletmekle yetinmişlerdir.
Diğer taraftan Yezid
döneminde meydana gelen hâdiseler, onun hayatında gerçekleşen diğer olayları,
kişiliğini, şahsiyetini vs. gölgede bırakmıştır. Bir takım olaylar kasıth bir
şekilde ele alınırken onunla ilgili diğer bilgiler görmezden gelinmiştir.
Oysa Yezid, İslâm
Tarihinde pek çok yönden ön planda zikredilmesi gereken şahıslardan biridir.
İlk İstanbul muhasarası, Veliahdlık, Şia’nın dînî bir hüviyet kazanmasına ve
İslâm dünyasında pek çok tartışmaya yol açan Kerbela vs. onun döneminde
gerçekleşmiştir. Yezid, kişilik ve yaşantı itibarıyla da Emevî halifeleri
arasında ayrı bir konuma sahiptir. Bununla birlikte Yezid hakkında verilen
bilgiler, bazı olaylar dışında sınırlı kalmıştır.
Yezid döneminde verilen
bilgilerin objektiflikten uzak ve bazı konularla sınırlı kalması bu dönemde
gerçekleşen olaylardan hareketle ulaşılan kanaatlerin de doğruluğunu şüpheye
sokmaktadır.
Tarihin gerçekleştiği şekilde
ortaya konulması, bugünün insanının elde edeceği netice açısından son derece
zaruridir. Bu sebeple de Yezid’in hayatı ve döneminde gerçekleşen olayların
tarafsız bir şekilde ortaya konulması önem arz etmektedir. Ancak bu yapılırken
itham veya reddiye cihetine gidilmemesi gereklidir. Olaylar incelenirken
kişilerin haklılığı veya haksızlığı hususunda bir hüküm vermek yerine
hâdiselerin oluş sebebi, şekli ve tarafların üstlendikleri rollerle ilgili
bilgiler net bir şekilde günümüz insanının istifadesine sunulmalıdır. Bundan
sonrası günümüz bilim adamlarının işi olacaktır.
Yezid’in hayatının tüm
yönleriyle ortaya konulması hem geçmişte ulaşılan taraflı bilgilerin
düzeltilmesine hem de günümüzde doğru neticelere ulaşılmasına katkı
sağlayacaktır. Bu çalışmanın gayesi Yezid’i veya başkalarını temize çıkarmak
olmadığı gibi itham etmek te değildir.
Yukarıdaki sebeplerle
araştırma konusu olarak ele aldığımız “Yezid b. Muaviye” adlı çalışma bir giriş
ve yedi bölümden oluşmaktadır.
Giriş bölümünde Yezid’in
mensubu bulunduğu Ümeyye oğulları kabilesinin tarihi gelişimi hakkında bilgi
verildi. Bu kabile fertlerinin İslâm’a karşı ilk tavırları, müslüman olmaları
ve İslâm sonrası konumları üzerinde duruldu. İslâm’a girdikten sonra bir süre
itibar ve nüfuz kaybına maruz kalan Ümeyye oğullarının, Muaviye’nin hilafet
makamına geçmesiyle tekrar toplumda eski konumuna ulaşması ile ilgili
gelişmelere de giriş bölümünde işaret olundu.
Birinci bölümde,
Yezid’in doğumu ve yetişme çağı üzerinde duruldu. Yezid’in çocukluğunun bir kısmının
çölde geçtiği, çölün onun yetişmesinde derin etkiler bıraktığına dair bilgiler
verildi. Yezid’in eğitiminin çöl ile sınırlı kalmadığı, babası Muaviye
tarafından iyi bir eğitim görmesi için gerekli şartların hazırlandığı ifade
edildi. Yezid’in toplumda iyi bir itibar kazanması için babası tarafından bir
takım önemli görevlere getirildiği, onun, müslümanlar tarafından
gerçekleştirilen ilk İstanbul muhasarasında hazır bulunduğu, dinî ve siyasi
öneme hâiz olan hac emirliği görevini ifa etmesi; bu görevlerin ona
kazandırdığı faydalar üzerinde de bu bölümde duruldu.
İkinci bölümde, Yezid’in
babası Muaviye tarafından veliaht tayin edilmesi ile ilgili süreç hakkında
bilgi verildi. Veliahtlık fikrinin oluşumu, ilan edilişi ve bu uğurda
gerçekleştirilen faaliyetler üzerinde duruldu. Özellikle Muaviye’nin Yezid’in
veliahtlığına karşı çıkanlarla mücadelesine genişçe yer verildi
Üçüncü bölümde,
Muaviye’nin vefatı ve sonrasında iktidar makamına geçen Yezid’in ilk
icraatlerine yer verildi. Muaviye’nin Yezid’e vasiyeti vefatı ve Yezid’in
halifeliğe başladığı esnada devletin durumu hakkında bilgiler verildi. Yezid’in
halifeliğine biat etmeyenlerle ilk münasebetleri üzerinde duruldu.
Dördüncü bölümde,
Yezid’e biate yanaşmayan Hz. Hüseyin’in, Kûfeliler tarafından davet edilmesiyle
hız kazanan isyan süreci ile ilgili gelişmeler üzerinde duruldu. Hz. Hüseyin’in
isyan sebepleri isyan öncesi faaliyetleri ve Yezid’in bu durum karşısındaki
davranışları üzerinde duruldu. Hz. Hüseyin’in Kûfe’yi tercih sebepleri onun
Kûfe’ye gitmek istemesi hususunda müslümanların önde gelen şahıslarının
tavırları, isyan için Müslim b. Akîl’in gönderilmesi ve onun Kûfe’de
gerçekleştirdiği başarısız faaliyetler hakkında da bu bölümde bilgi verildi.
Ayrıca Hz. Hüseyin’in Kûfe’den ayrılmasıyla başlayan Kerbela faciasının oluşu,
olay sonrası gerçekleşenler ve sorumluluğu bulunanlarla ilgili
değerlendirmelerde bulunuldu.
Beşinci bölümde, Kerbela
sonrasında Yezid’e karşı faaliyetler içerisinde bulunanlara karşı Yezid’in
tavrı üzerinde duruldu. Abdullah b. Zübeyr’e karşı ilk mücadele hakkında
bilgiler verildi. Yezid döneminin Kerbela’dan sonra en çok yankı uyandıran bir
başka isyanı olan Medinelilerin isyanı ve sonrasında gerçekleştirilen Harre
vakıasına dair bilgilere de bu bölümde yer verildi. Medinelilerin Yezid’e isyan
sebepleri, isyandan vazgeçmeleri için yapılan tavsiye ve tehditlere rağmen
isyanı Altıncı bölümde ise Yezid döneminin daha önce bahsedilen hâdiselerinden
ayn karakterler taşıyan olaylarına işaret olundu. Yezid’in Haricîlerle
ilişkileri, döneminde fetih hareketleri; gerçekleştirdiği İdarî ve mâlî
icraatlere dair malumatlar verildi.
Yedinci bölümde ise
Yezid’in vefatı ve vefat şekli üzerindeki değişik rivayetler üzerinde duruldu.
Ayrıca Yezid’in şahsiyeti ile ilgili bilgiler verildi. Onun şiire, ava,
musikiye ve şaraba karşı tavrı üzerinde duruldu. Aynı bölümde Yezid’in
lanetlenmesiyle ilgili tartışmalara da yer verildi.
Ünal
KILIÇ
GİRİŞ
A-KAYNAKLAR
Yezid b. Muaviye adlı
çalışmamızın zaman bakımından sınırı, îslâm öncesinden başlayarak Yezid’in
vefatına kadar olan süreci kapsamaktadır. Dolayısıyla bu araştırmayı yaparken
başvurduğumuz kaynaklar, İslâm Tarihinin ana kaynaklarını teşkil eden Siyer ve
Meğâzî, Tabakât, Fütûhât, Vefeyât, Neseb, Coğrafya, İslâm Tarihi gibi
eserlerle, tâlî kaynaklan teşkil eden, ancak konunun anlaşılması açısından
fevkalade önemli olan Edebiyat, Şiir, Hadis, Fıkıh Haraç vs. kitaplanndan
oluşmaktadır.
Adı geçen türlerdeki
kaynaklann konumuz açısından önemine geçmeden önce Yezid b. Muaviye üzerine
yapılan müstakil çalışmalar hakkında bilgiler verilecektir.
Yezid hakkında ilk
müstakil çalışmanın “Ahbâru Yezid b. Muaviye” adıyla 313/926 yılında vefat eden
Ebû Abdullah Muhammed b. el-Abbas el-Yezidî tarafından yapıldığı[1] daha sonra
ise 370/983 yılında ölen meşhur dilci Ebû Mansûr Muhammed b. Ahmed el-Ezherî
tarafından Yezid’le ilgili bir eser telif edildiği[2],
bunlardan başka Abdü’l-Muğîs b. Züheyr el-Harbî el-Bağdâdî (583/1105)
tarafından “Fedâili Yezid b. Muaviye” adıyla bir kitap yazıldığı ifade
edilmişse de bu kitaplardan her üçü de günümüze ulaşmamıştır.[3]
Daha sonraki dönemlerde
de Yezid’i konu edinen müstakil çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar ise
çeşitli yönleriyle günümüz insanı için yetersizlik arz etmektedir. Örneğin
meşhur müsteşriklerden Henry Lammens tarafından telif edilen “Le Calıfat de
Yazıd I[4] adlı kitap
çok hacimli olmasına rağmen mevcut baskısının bitmesinden sonra tekrar
yayınlanmaması ve eserin dilinin Fransızca olarak kalması söz konusu kitaptan
araştırmacıların yeterli derecede istifade etmesini zorlaştırmıştır. Bunun
yanında kitabın çok hacimli olmasına rağmen muhteva itibariyle Yezid’in hayatı
dışında pek çok konuya da yer vermesi Yezid’le ilgili bilgilerin sınırlı
kalmasını yol açmıştır. 1921 yılında telif edilen bu kitap, daha sonraki
tarihlerde ilim dünyasının istifadesine sunulan pek çok kaynaktan habersiz bir
şekilde hazırlanmıştır. Dolayısıyla da verilen bilgilerin bir kısmı, bu gün
elimizde olan ve oldukça mukaddem olan kaynaklar tarafından verilen bilgilerle
uygunluk arz etmemektedir. Bununla birlikte biz, söz konusu kitaptan özellikle
Yezid’in şahsiyeti, mali ve idari icraatleri, vefatı vs. gibi siyasi tarih
kitaplarında fazlaca rastlanılmayan bilgi ve değerlendirmelerinden istifade
ettik. Emevî Devletinin ilk dönemiyle ilgili pek çok araştırması bulunan
Lammens’in adı geçen kitabından başka pek çok makalesinden de istifade ettik.
Yezid’le hakkında telif
edilen kitaplardan birisi de Muhammed b. Tolun tarafından yazılan
“Kaydü’ş-Şerîd min Ahbâri Yezid” adlı eserdir.[5]
İbn Tolun, muhtasar olan bu kitabında Yezid’in özellikle lanetlenmesi
üzerindeki tartışmalara yer vermiş, Yezid’in hayatı ve döneminde gerçekleşen
diğer olayları her hangi bir değerlendirmeye tabi tutmadan kısaca zikretmekle
yetinmiştir.
Yezid hakkında son
yıllarda Arap aleminde bir takım çalışmalar yapılmıştır. Ancak şunu ifade etmek
gerekir ki, bu çalışmalar, Yezid’in hayatını her yönüyle konu edinmekten daha
çok onun döneminde gerçekleşen olayların müstakil olarak araştırılması şeklinde
olmuştur. Bir başka ifadeyle bu çalışmalar, makale boyutundan öteye
gitmemiştir. Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki, Yezid hakkında telif edilen
iki kitap dikkat çekici niteliktedir.
Bu kitaplardan birisi
“Yezid b. Muaviye-el-Halifetü’l-Müfterâ Aleyh” adıyla Hezzâ b. îd eş-Şemrî
tarafından yazılmıştır.[6] Şemrî,
kitabında daha çok Yezid’in iftiraya uğrayan bir halife olduğu düşüncesiyle
Yezid’e yapılan eleştirileri çürütmeye gayret sarf etmiştir. İlmi metotlarla
uygunluk arz etmeyen bu kitabın büyük bir bölümü Yezid’e yöneltilen eleştiriler
ve bunlara reddiye niteliğindedir. Şemrî, Yezid’e yöneltilen eleştirileri
çoğunlukla Şiî tarafgirliğiyle veya Emevî düşmanlığıyla söylenilen sözler ve
rivayet edilen haberler olarak değerlendirmeye çalışmıştır.
Yezid’in hayatıyla
ilgili müstakil olarak yazılan kitaplardan birisi de Feryâl bnt. Abdullah
tarafından telif edilmiştir. “Sûratü Yezid b. Muaviye fı’r-Rivayeti’l-
Edebiyye”[7] adını
taşıyan bu kitap, önce yüksek lisans tezi olarak çalışılmış sonra da
yayınlanarak ilim dünyasının istifadesine kazandırılmıştır. Ürdün
Üniversitesinde yapılan bu tez, tenkitçi tarihçilik usulüne uygun bir şekilde
hazırlanmıştır. Adından da anlaşılabileceği gibi bu kitap, edebi rivayetler
ışığında Yezid’in siyasi yönünden ziyade şahsiyeti, kişiliği, şairliği ve diğer
eğlencelere karşı tutumuyla ilgili bilgiler üzerinde durmuştur. Öyle ki, Yezid
dönemine damgasını vuran Kerbela, Harre ve Mekke’nin muhasara edilmesiyle
ilgili bilgiler Yezid’in şairliği ve avcılığı hakkındaki bilgilerden daha
azdır. Bununla birlikte ilmi üsluplarla ve çok sayıda kaynaktan yararlanılarak
hazırlanan bu kitaptan çalışmamız esnasında ziyadesiyle istifade ettik.
Özellikle Yezid’e isnad edilen bir takım olumsuz bilginin ilmi üslupla yapılan
tenkitlerinden faydalandık. Bir yüksek lisans tezi olması sebebiyle pek çok
konuya yer vermeyen bu kitap, ilk dönem kaynaklarının yanında günümüzde yapılan
çalışmaları da referans göstermesi sebebiyle kaynak tespitimiz esnasında
oldukça işimize yaradı.
Bu kitapların dışındaki
kaynak ve araştırmalarda ise Yezid’in hayatının tüm yönlerinin ele alınmadığı,
onun dönemiyle ilgili belli kesitler ve olaylar üzerinde çalışmaların yapıldığı
görülmektedir. Bunlar arasında zikredilebilecek ilk kaynak Ebû
Mihneti50/767)’in “Maktelü’l-Hüseyin”[8]
adlı eseridir.
Hz. Hüseyin’in Yezid’e
biati reddedip Medine’den Mekke’ye gitmesinden itibaren şehid edilişine ve
Kerbela sonrasında sağ olarak kurtulanların Şam’a gönderilişlerine kadar
cereyan eden hâdiseleri ihtiva etmektedir.
Ebû Mıhnef, Şia’nın
beşiği ve anavatanı olan Kûfe’de yetişmesi sebebiyle Emevî iktidarına karşı
olumlu hisler içerisinde olmayan bir tarihçidir.[9]
Nitekim Ümeyye oğullarına mensup insanların isimlerinden sonra onları
lanetleyen ifadelere rastlanılmaktadır. Ancak bu ifadelerin gerçekten Ebû
Mıhnef tarafından mı ortaya konulduğu, yoksa daha sonraki müstensihler
tarafından mı eserin aslına ilave edildiği kesin olarak anlaşılamamaktadır.
Zira Ebû Mıhnef in rivayetlerine çok fazlaca yer veren Taberi (31O/922)[10], Belâzürî
(279/892)[11] vb.
tarihçilerin naklettikleri bu rivayetlerde lanet ifadelerine
rastlanılmamaktadır. Bu durum, söz konusu ifadelerin, bu tarihçiler tarafından
nakledilmemiş olacağını da akla getirirse de Yezid’e lanet meselesinin daha
sonraki dönemlerde ortaya çıkan bir konu olması da bu ifadelerin Ebû Mıhnef e
ait olmadığını, muhtemelen daha sonraki dönemlerde ilave edildiği ihtimalini
düşündürmektedir. Ebû Mıhnefin Şiî yanlısı olmasının rivayetlerde tarafgirâne
bilgiler vermesine yol açmış olabileceğini düşündürürse de onun kitabındaki
bilgilerin çoğunluğunun diğer kaynaklarla da te’yid edilmiş olması değerini
artırmaktadır. Çalışmamız esnasında Ebû Mıhnefin rivayetleriyle ilgili olarak
sadece kendi eseriyle yetinmedik. Başta Belâzürî’nin “Ensâbü’l-Eşrâf”’ı ve
Taberî’nin “Tarih”i olmak üzere diğer kaynaklar tarafından nakledilen
rivayetlerine de sık sık müracaat ettik. Maktelü’l-Hüseyin ve diğer
kaynaklardaki rivayetlerin benzerlik veya farklılık arz eden yönlerini
mukayeseli olarak göstermeye gayret ettik.
Yezid dönemi
olaylarından Harre vakası hakkında Vâkıdî’nin “Kitabü’l- Harre”adıyla bir kitap
yazdığı[12], bu
kitabı yazarken olayın gerçekleştiği dönemde yaşayan kişileri bilgi kaynağı
olarak gösterdiği ifade edilmiştir.[13]
Söz konusu kitap günümüze kadar ulaşmamıştır Ancak onun yazdığı bu kitap
özellikle Taberî. Belâzürî, Ebü’l-Arab (333/945)[14]
ve Semhûdî(911/1505)[15]
tarafından iktibas edilerek günümüze kadar ulaştırılmıştır. Vâkıdî’nin Harre
vakasının sebepleriyle ilgili olarak verdiği bilgiler diğer kaynaklar
tarafından nakledilen bilgilerden ayrılmaktadır. Zira Vâkıdî, Harre vakasının
sebebinin ekonomik olduğunu ortaya koyan bilgiler vermektedir.
Yukarıda bahsi geçen ve
belirli konular üzerinde yapılan müstakil çalışmaların dışındaki kaynaklan ise
belirli gruplara ayırarak bir kısmı hakkında bilgi vermek uygun olacaktır.
Siyer ve Meğâzi
kitaplanndan özellikle Yezid’in mensubu bulunduğu Ümeyye oğullarının tarihi
gelişimi ve müslüman olmalan esnasında geçen süreçle ilgili konular itibanyla
istifade ettik. Bunlar arasında İbn İshak (151/768)’m “Sîre” si[16] ve büyük
ölçüde İbn İshak’a istinad edilerek hazırlanmış olan İbn Hişam (218/833)’ın
“es-Sîretü’n-Nebeviyye”[17] adlı
eseri yer almaktadır.
Ensâb kitaplan ise
Yezid’in ailesi ve nesebiyle ilgili konularda başlıca kaynağımız oldu. Bunlar
arasında İbn Hazm (456/1064)’ın “Cemheretü Ensâbi’l- Arab”ı[18]
ve Belâzürî (279/892)’nin Ensâbü’l-Eşrâfı ilk sıralarda gelmektedir.
Belâzürî’nin Ensâb’ı bir neseb kitabından ziyade verdiği geniş bilgilerle genel
tarih kitabına benzemektedir. Belâzürî’nin başlıca bilgi kaynağı Ebû Mıhnef,
Avâne b el- Hakem, Medâinî ve Vâkıdî’dir. Belâzür’i adı geçen şahıslardan
rivayette bulunurken çoğu kere sened zincirinin son ravisini zikretmiştir.
Birbiriyle çelişen rivayetlere yer vermişse de bunlar arasında kendi tercihini
bir takım lafızlarla ortaya koymaya çalışmıştır. Yezid’le ilgili müstakil bir
bölüm açan Belâzürî, Taberi ve diğer tarihçilere göre Yezid’in şahsiyetiyle
ilgili daha fazla bilgi vermiştir. Ebû Mıhnef in, Ensâbü’l-Eşrafda yer alan
rivayetleriyle diğe kaynaklarda yer alan rivayetlerine mukayeseli olarak yer
verdik. Belâzürî’nin Fütûhu’l-Buldân’ı[19]
da yararlandığımız kitaplar arasındadır. Özellikle Yezid’in mâli ve idari
icraatlarıyla ilgili bilgilerde başlıca kaynağımız bu kitap oldu.
Tabakât kitapları da
konumuz itibarıyla sürekli başvurduğumuz kaynaklar arasında önemli bir yer
tutmaktadır. Bunlar arasında İbn Sa’d (230/844)’ın eseri gelmektedir. İbn
Sa’d’ın “Tabakât”ından[20] özellikle
Yezid’in kabilesi ile ilgili bilgilerde istifade etme imkanı bulduk. Yezid
döneminde hayatta olan sahâbîlerle ilgili bilgiler de veren İbn Sa’d, bu
sahabilerin Yezid dönemiyle ilgili ilişkilerine de zaman zaman yer vermektedir.
İbn Sa’d, Yezid’le ilgili pek fazla bilgi vermemektedir. Bununla birlikte biz,
son yıllarda Muhammed b. Sâhil es-Selûmî tarafından İbn Sa’d’ın Tabakâfını esas
alan ve daha çok onun ilavesi olarak hazırlanan eserlerinden[21] istifade
ettik.
Çalışmamız esnasında
kullandığımız diğer Tabakât kitaplarından bazıları ise şunlardır: İbn Abdilberr
(463/1071)’in “el-İstiâb”ı[22],
İbnü’l-Esir (630/1230)’in “Usdü’l-Ğabe”si[23],
Zehebî (748/1374)’nin “Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ”sı[24],
İbn Hacer (852/1448)’in “el-İsâbe”[25] ve
“Tehzîbü’t-Tehzîb”i[26] vb.
Vefeyât kitabiarmdan ise
en önemli yeri tbn Hallikan (681 /1282)’ın “Vefeyâtü’l-A’yânT[27], İbn
Kunfuz (809/1406)’un “el-Vefeyât”ı[28] ve
es-Safedî’nin “el-Vâfî bi’l-Vefeyât”ı[29]
tutmaktadır.
Genel İslâm Tarihi
kitapları ise çalışmamız esnasında müracaat ettiğimiz kaynakların ön
önemlilerindendir. Daha çok kronolojik ve rivayetçi metotla yazılan bu
kitapların başında Taberî’nin ‘Tarihî’ gelmektedir. Bilindiği gibi Taberî’nin
en büyük özelliği farklı ve çelişkili de olsa rivayetleri nakletmesidir. Onun
aynı olayla siyasi ve mezhebi temayülleri farklı üç kişiden üç değişik bilgiyi
naklettiğine sık sık rastlamlmaktadır. Esasen bu durum, tarihi rivayetlerin
günümüze kadar ulaştırılması açısından faydalı da olmuştur. Ancak şunu ifade
etmek gerekir ki, Taberî’nin söz konusu zengin rivayetleri Kerbela olayı ile
ilgili konuda görülmemektedir. Zira Taberî, bu olayla ilgili bilgileri “en
doyurucu bilgiler”[30] olarak
nitelendirdiği Ebû Mıhnef ten almakla yetinmiş, onun dışındaki rivayetlere yer
vermemiştir. Bu da söz konusu olayla ilgili değişik rivayetlerin günümüze kadar
ulaşmasını engellemiştir. Bununla birlikte Taberî’nin Yezid ve döneminde
gerçekleşen olaylara uzun uzadıya yer verdiği görülmektedir. Başlıca haber
kaynaklan Ebû Mıhnef, Avâne, Medâinî, Hişam, Vâkıdî ve Ömer b. Şebbe’dir. Bu
şahısların siyasi temayüllerinin farklı olması Taberî’nin eserinde çok farklı
rivayetlerin yer almasına yol açmıştır. Taberî’nin özellikle Ebû Mıhnefin
rivayetlerinde bir takım elemelere gittiği görülmektedir. Ebû mıhnefin
Maktel’inde yer alan bir bilginin bazen Taberî’nin Tarih’inde daha kısa
tutulduğu müşahede edilmektedir.
Genel İslâm Tarih
kitaplanndan Halife b. Hayyât (240/854)’m “Tarih”i[31]
[32], Dineverî
(282/895)’nin “el-Ahbâru’t-Tıval”ı3i, Ya’kubî (294/897)’nin ‘Tarih’i[33], İbn
A’sem el-Kûfî (314/926)’nin “Fütûh”u[34],
İbnü’l-Esir (630/1232)’in “el-Kâmil fi’t- Tarih”i[35],
İbn Kesir (774/1372)’in “el-Bidâye ve’n-Nihâye”si[36],
konumuz açısından vazgeçilmez kaynaklardandır. Bu kaynaklardan özellikle
Ya‘kubî[37] ve İbn
A’sem, Yezid’le ilgili diğer kaynaklarda pek rastlanılmayan ve münferit kalan
bilgiler vermektedirler. Bu tarihçilerin verdikleri bu bilgiler, Şiî
temayüllerinin göz önünde bulundurulmasını ve rivayetlerinin buna göre
değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır. Ancak şunu ifade etmek gerekir ki, İbn
A’sem’in verdiği bilgilerin çoğunlukla Taber’i, İbnü’l-Esir ve İbn Kesir’in
verdiği bilgilerle benzerlik arz ettiği görülmektedir.
Şiir ve Edebiyat
kitapları da çalışmamız esnasında başvurduğumuz önemli kaynaklardandır.
İncelediğimiz dönemin sosyal yapısı hakkında ve Yezid’in kişiliği hakkında
bolca bilgiler bulunan bu kitapların başında İbn Kuteybe (276/889)’nin
“Uyûnu’l-Ahbâr’T[38] ve eş-Şi’ru
ve’ş-Şuarâ”[39]sı, Câhız
(255/869)’m “et-Tâc fi Ahlâki’l-Mülûk”u[40]
ve “el-Beyân ve’t-Tebyîn’i”[41]
gelmektedir. Bunların dışında Beyhâkî’nin “el-Mehâsin ve’l-Mesâvî”si[42], Müberred
(285/898)’in “el-Kâmil”i[43], İbn
Abdirabbih (328/940)’in “el-Ikdü’l-Ferîd”i[44],
İsfahânî (356/967)’nin “el-Eğânî”si[45]
Nüveyrî (732/1332)’nin “Nihâyetü’l-Ereb fî Fünûni’l-Edeb”[46]! de
başlıca kaynaklarımızdandır. Bu kitaplardan özellikle Yezid’in şairliği, musiki
ve eğlenceye düşkünlüğü konusundaki bilgilerden istifade ettik. İbn Abdirabbih
ve İsfahânî’nin eserlerinde ise Yezid’in İstanbul muhasarasına katılması ve bu
esnada sergilemiş olduğu tavırlar hususunda bilgiler bulduk.
Coğrafya kitapları da
araştırmamız esnasında müracaat ettiğimiz kaynaklardandır. Bunlardan çoğunlukla
yer isimlerinin mevkilerinin tespiti noktasında istifade ettik, ancak söz
konusu kitaplarda yer alan tarihi bilgilerden de istifade ettik. Bu hususta
başvurduğumuz eserler arasında Ebü’l-Fidâ (732/1331 )’nin “Takvîmü’l-Buldân”ı[47], el-Bekrî
(487/1094)’nin “Mu’cemü Mesta’cem”i[48],
Yâkut el-Hamevî (626/1229)’nin “Mu’cemü’l-Buldân”ı[49]
ve Kazvînî’nin “el-Âsâru’l-Bilâd ve Ahbâru’l-İbâd”ı[50]
önemli yer tutmaktadır.
Diğer taraftan
çalışmamız esnasında kullandığımız ancak yukarıdaki gruplarda mütalâası uygun
olmayan kaynaklardan da kısaca söz etmek uygun olacaktır. Bunlar arasında
müracaat ettiğimiz en önemli kaynak İbn Kuteybe (276/889)’nin “el-İmâme
ve’s-Siyâse”si[51] dir. İbn
Kuteybe’ye aidiyiyeti hususunda terettütler olan bu kitapta özellikle Yezid’in
veliaht tayin edilmesiyle ilgili gelişmelere, taraflar arasında gerçekleşen
konuşmalara ve yazışmalara ayrıntılı şekilde yer verilmiştir. Ayrıca bu kitapta
Yezid’le ilgili diğer kaynaklarda rastlanılmayan ve doğruluğu şüpheli olan
bilgileri de sık sık rastlanılmaktadır.
Mâverdî (450/1058) ve
Ferrâ (458/1065)’nm “el-Ahkâmü’s-Sultaniyye [52]
adlı kitaplarından özellikle Hac emirliğiyle ilgili bilgiler açısından istifade
ettik. Ayrıca yıllara göre kimlerin hac emirliği yaptığını ayrıntılı bir
şekilde zikreden İbn Habib (245/859)’in “Kitabü’l-Muhabber”inden[53] de
istifade ettik. Ebu’l-Arab’ın “Kitabu’l- Mıhan” ve Semhûdî’nin “Vefâü’l-Vefa bi
Ahbâri Dâri’l-Mustafa” adlı eserlerinden ise Harre vakasıyla ilgili gelişmeler
açısından oldukça çok bilgi bulduk. Bu tarihçilerin her ikisinin de başlıca
bilgi kaynağı Vâkıdî’dir. İbnü’-Cevzî’nin torunu, Sıbtu İbnü’l-Cevzî tarafından
yazılan “Tezkiretü’l-Havâs” adlı kaynaktan ise Yezid’in lanetlenmesiyle ilgili
bilgiler açısından istifade ettik.
Yukarıdaki kaynakların
dışında istifade ettiğimiz pek çok araştırma da bulunmaktadır. Bunların
tamamının tanıtımı mümkün olmadığından bir kısmı hakkında kısaca bilgiler
verilmesi uygun olacaktır.
Arap aleminde yapılan
çağdaş çalışmaların çokluğu dikkat çekmektedir. Bunlar arasında eserlerine
müracaat ettiğimiz araştırmacılar şunlardır: Ahmed İsmail[54],
Nebîhe Akil[55], İbrahim
Beydûn[56], Cebrâil
Cebbûr[57], Süleyman
el-Ukaylî[58], İbrahim
el-Adevî[59], Yusuf
el-Işş[60], Seyyid
Vekil[61], Riyad
İsa[62], Necdet
Hammaş[63], Muhammed
Süheyl Takkuş[64] [65],
Abdülmünim Mâcid63 ve Hasan İbrahim Hasan[66].
Bu araştırmacılar arasında özellikle Süleyman el-Ukaylî’nin çalışmaları dikkat
çekici niteliktedir. Yezid döneminde gerçekleşen olayları müstakil çalışma
konusu olarak ele alan ve makale halinde yayınlayan Ukaylî’nin ilmi üsluplarla
yazılmış olan makalelerinin tamamına ulaştık ve tezimiz esnasında yararlandık.
Ancak şunu ifade etmek gerekir ki, Ukaylî, makalelerinde çoğu kere Arapçılık
taassubu içerisinde olaylara yaklaşmış, farklı rivayetleri görmezden gelmiştir.
Ukaylî’nin dışındaki araştırmacıların ise olaylarla ilgili bilgileri tenkit
süzgecinden geçirerek naklettikleri ve sonrasında değerlendirmelerde
bulundukları görülmektedir.
Şiî tarafgirliği ve
Emevî düşmanlığının açıkça görüldüğü çalışmalardan da istifade etmeye çalıştık.
Bu tür çalışmalardan özellikle Şia’nın Yezid dönemiyle ilgili olaylara bakışını
ve bu konudaki değerlendirmelerini anlamaya çalıştık. Bunlardan bir kısmının
çok ayrıntılı değerlendirmelere gittikleri görülürken bir kısmının ise ifrat
derecesine varan ithamlarına delil sunmaktan uzak oldukları görülmektedir. Taha
Hüseyin[67], Muhammed
Rıza, Mehran[68],
Şehristânî[69],
Müderrisi[70]’nin
yanısıra Akkad[71] [72],
Caferiyân * ve Alaylı’nın[73] konumuzla
ilgili değişik değerlendirmelerinden istifade etmeye gayret gösterdik. Diğer
taraftan Ziya Şakir[74], Müseyyib
Gazi[75], Muğniyye[76], Useylî[77]' ve
Celaleddin’in[78]
çalışmalarına da baktık, ancak bunların ilmi üslupla yazılmadıklarını ve
kabulünün asla mümkün olmayacağı bilgiler verdiklerini müşahede ettik.
Batılı bilim
adamlarından ise imkanımız ölçüsünde istifade etmeye çalıştık. Bunlar arasında
daha önce de bahsettiğimiz Henry Lammens’in çalışmaları gelmektedir. Lammens’in
Yezid’le ilgili kitabından başka İslam Ansiklopedisinde yayınlanan maddelerinin
İngilizce asıllanndan ve Türkçe tercümelerinden istifade etmeye çalıştık. Yezid’le
ilgili çalışmalarda bulunan diğer bir batılı bilim adamı da Julius
Welhausen’dir. Onun eserlerinden[79] azami
derecede yararlandık.
Reinhart Dozy[80] ve Philip
Hitti’nin eserlerinden[81] başka
özellikle Harre vakasıyla ilgili olarak ise M. J. Kıster’in “The Battle of The
Harra” adlı makalesinden[82]; Yezid’in
İstanbul muhasarasına iştiraki hususunda ise Marıus Canard’ın “Tarih ve
Efsaneye Göre Arapların İstanbul Seferleri”[83]
adlı makalesinden yararlandık.
Ülkemizde yapılan
çalışmalarda da ziyadesiyle istifade ettik. Özellikle Yezid’in veliaht tayin
edilmesiyle ilgili gelişmelerle ilgili bölümün yazılması esnasında Mehmed Ali
Kapar’ın “Halifeliğin Emevîlere Geçişi ve Verasete Dönüşmesi”[84] adlı
kitabından, Vecdi Akyüz’ün “Hilafetin Saltanata Dönüşmesi” adlı eserinden[85] ve Saim
Yılmaz’m “Emevîlerde Veliahtlık”[86] ismindeki
yüksek lisans tezinden azami derecede istifade ettik. Yezid’in özellikle Hz.
Hüseyin ile olan ilişkileri hakkında bilgi verirken de M. Asım Koksal[87], Adnan
Demircan ve A. Turan Yüksel’in çalışmalarına[88]
müracaat ettik. Harre vakasıyla ilgili olarak ise Ahmed Önkal’m[89] ve
Mustafa Sabri Küçükaşçı’nın çalışmalarından[90]
faydalandık. Ayrıca ülkemizde Hz. Hüseyin ve Şia üzerine pek çok çalışması
bulunan Ethem Ruhi Fığlalı’nın ve Hasan Onat’ın kitaplarından[91] da yararlandık
Özellikle Emevî tarihi çalışan İrfan Ayçan[92]
ve İbrahim Sançam’m eserlerinden[93] de
faydalandık.
B-EMEVÎ AİLESİNİN TARİHİ GELİŞİMİ
Yezid b. Muaviye, Ümeyye
oğulları kabilesine mensub bir kimsedir. Bu kabilenin meşhur olmasını sağlayan
ise Muaviye b. Ebû Süfyan’dır. Tarih sahnesine çıkmasından önceki dönemi
hakkında bilgi verilecek olan Ümeyye oğulları ailesinin daha sonraki dönemlerde
bu kadar meşhur olmasını sağlayan da yine Muaviye’dir.
Devletin kurucusu olan
Muaviye’ nin ceddinin İslâm öncesi dönemde, toplumda bir anlam ifade etmesi,
Kusay’ın Kureyş kabilesini Mekke şehrine yerleştirmesinden sonra oldu.[94]
Mekke’ye gelmeden önce
döneminde Hicaz'ın güneyinde yer alan Kureyş kabilesinin iktisadi ve sosyal
seviyesi pek iyi değildi. Bu kabilenin fertleri, Mekke'yi çevreleyen çıplak
dağlar arasında ve vahşi geçitlerde çapulculukla meşgullerdi. Kureyşliler,
meskun bulundukları bölgelerde, Mekke tüccarlarına develerini kiralama ve
onlara kılavuzluk yapma gibi Mekke ticaretine olumlu katkıları olduğu gibi bazen
de bu ticaret kervanlarına sıkıntı veriyorlardı.[95]
Bu kabile mensuplan,
Mekke'de hüküm sürmekte olan Benî Huzâ'yı, şehirden dışan atmak ve idareyi ele
geçirebilmek için firsat kollarlardı. Onlann tarih içerisindeki bu şekildeki
gidişatlan kabile fertlerinden Kusay ile değişmeye başladı. Kusay, onlan tarih
sahnesine sokarak siyasi hayatlannmtemelini attı[96]
Kureyş kabilesinin tarih
sahnesine çıkmasına vesile olan Kusay’ın asıl ismi Zeyd’tir. Kusay,
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in dördüncü batından dedesidir.
Kusay’ın babası Kilâb b. Mürre b. Ka’b b. Lüey b. Gâlib b. Fihr veya Kureyş,
Fatıma bnt. Seyel ile evlendi.[97] Bu
evlilik neticesinde önce Zühre b. Kilâb, sonra da Zeyd doğdu[98] Babası
Kilâb’ın vefat etmesi üzerine annesi Fatıma bnt. Seyel, hac maksadıyla Mekke’ye
gelen ve Kudâ’nın bir kolu olan Üzre kabilesinden[99]
Rabia b. Haram ile evlendi. Rabia hanımını küçük Zeyd de beraberinde olduğu
halde memleketi olan Suriye’ye götürdü.[100]
Mekke’den uzaklaşınca annesi, Zeyd’e uzağa giden manasına “Kusay” adını verdi.[101] Kusay,
Suriye'de üvey babasının yanında büyüdü. O, babasının Rabia'dan başka birisi
olduğunu bilmiyor ve Rabia'nın oğlu olarak çağrılıyordu.[102]
Üzre kabilesi arasında
büyüyen Kusay, bir gün Kudâ kabilesinden bir adamı ok yarışında yendi. Mağlup Kudâlıların
kendisine “sen bizden değilsin” demesi üzerine annesinin yanına varan Kusay,
asıl babasının Kilâb b. Mürre olduğunu ve kabilesinin de Mekke’de oturduğunu
öğrendi. Bunun üzerine derhal asıl vatanına gitmek istediyse de annesi onu yol
emniyeti bulunmadığı gerekçesiyle hac mevsimine kadar bekletti ve hac
mevsiminde Kudâh bir kervanla Mekke’ye gönderdi. Hac görevi sona erince
Kudâlılar kendisini geri götürmek istedilerse de Kusay, dönmek istemedi ve
Mekke’de kaldı.[103]
Kusay’ın Mekke’ye gelip
yerleştiği sırada Kâbe’nin bakımı ve Mekke’nin idareciliği Huleyl b.Hubşiyye b.
Selûl b. Ka’b b. Amr b. Rebia’mn elinde bulunuyordu. Kusay’ ı tanıdıktan sonra
onun asaleti ve üstün meziyetlerine hayran kalan Huleyl, kızı Hubbâ’yı onunla
evlendirdi. Kusay’ın bu evliliğinden Abdüddâr, Abdüluzzâ, Abdükusay adlı
oğulları ile Benî Hâşim ve Benî Ümeyye’nin ortak ataları olan Abdümenaf dünyaya
geldi.[104]
Huzâ kabilesinin lideri
Huleyl b. Hubşiye'nin ölümünden sonra Kâbe’nin anahtarları damadı Kusay’a
geçti. Kâbe’nin anahtarlarının Kusay’a nasıl geçtiği hakkında kaynaklarda
birbirinden farklı bilgiler bulunmaktadır. İbn Hişam ve İbn Sa’d’da geçen ve
Huzâhlara isnad edilen bir rivayete göre Huleyl, ölmeden önce Mekke’nin
idareciliğini ve Kâbenin anahtarlarını damadı Kusay’a vasiyet etti.[105] Bir
başka rivayete göre ise Huleyl, yaşlanıp kuvvetten düşünce Kâbenin
anahtarlarını kızı Hubbâ’ya bıraktı. Hubbâ, Kâbeyi açmaları için anahtarları
bazen kocası Kusay’a, bazen de zayıf yaratıhşlı bir şahıs olan kardeşi
el-Muhteriş (Ebû Gubşân) b. Huleyl’e veriyordu. Huleyl’in ölümüyle birlikte
reislik el-Muhteriş’te kaldı; Kusay da ondan anahtarları alarak buranın
bakımını ele geçirdi.[106]
Konuyla ilgili ayrıntılı
bilgiler veren Sarıçam’ın belirttiğine göre Kusay’ın Kâbe’nin anahtarlarını
el-Muhteriş’ten kıymetli bir deve ve bir tulum şarap karşılığında, veya bir
içki meclisinde aldığına dair de rivayetler bulunmaktadır.[107]
Mensubu bulunduğu Kureyş
kabilesinin Kâbeyi inşa eden Hz. İbrahim’in oğlu îsmail‘in neslinden geldiğini
bilen Kusay, Kabe ile ilgili görev ve yetkilerin, yine aynı soya mensup birisi
olan kendisi tarafından sürdürülmesi gerektiğini düşünüyordu.[108] Oysa
Kâbe’nin anahtarlarını ele geçirmesine rağmen Kâbe ile ilgili görevler hala
Huzâa kabilesinin elindeydi. Bu durum üç asırdan beri Mekke ve Kâbe'ye hükmeden
Huzâa kabilesi ile Kureyş'i karşı karşıya getirdi. Fakat Kusay, kendi kabilesi
Kureyş ve Suriye'den gelen Kudâa kabilesinin yardımını da arkasına alarak
Huzâalıları Mekke'den çıkarmaya ve Kâbe’nin egemenliğini ele geçirmeye muvaffak
oldu.[109] Kusay,
Huzâa kabilesi ile yaptığı savaşta galip gelmesinden sonra Kâbe ile ilgili
görevleri eline geçirdiği gibi Mekke’nin yönetimini de yaklaşık olarak 300
yıldır ellerinde bulunduran Huzâalılardan devraldı.
Kusay, Kâbe hizmetlerini
ve Mekke yönetimini ele geçirdikten sonra, dağlık bölgelerde dağınık bir
şekilde yaşamakta olan Kureyşlileri Mekke'ye getirmeye başladı. Kureyşliler,
daha önce de belirtildiği gibi Mekke’nin varoşları denilebilecek mevkilerinde,
kenar mahallelerde oturuyorlardı. Mekke’nin merkezine gelip yerleşmelerine o
dönemin hâkim kabilesi olan Huzâlılar tarafından izin verilmiyordu. Kusay’ın
hakimiyeti ele geçirmesinden sonra Kureyşliler, Mekke’nin önemli mevkilerine
gelip yerleşmeye başladılar, dolayısıyla da bir araya toplanma fırsatına
kavuştular. Kavmini Mekke'de toplamaya muvaffak olan Kusay'a bazıları “Mücemmî”
adını verdiler.[110]
Kusay, Mekke'ye
topladığı kavmini bir iskana da tabi tuttu.[111]
Kureyş kabilesini Mekke’de iskan ederken bir plan dahilinde hareket etti.
Kureyşlilerin zenginlerini soylularını ve kendisine daha yakın akrabalarını
Mekke’nin en merkezi yerine yerleştirirken, zenginlik ve statü bakımından daha
geride olan kabileleri ise Mekke vadisinin dışına yerleştirdi.[112] Mağlup
edilen Huzâlıları ise şehirden uzaklaştırdı ve onların civar bölgelerde
oturmalarına izin verdi.[113]
Kusay’m hakimiyeti
altında Mekke’nin refah seviyesi yükseldi, idare yeni baştan kuruldu ve
demokratik hale getirildi. Şöyle ki; Kusay, umuma açık müzakerelerin yapılması
için ‘Dâru’n-Nedve’yi kurdu. 40 yaşını aşan her vatandaş buraya gelip şehirle
ilgili işlerin müzakeresi hususunda fikrini söyleyebilirdi.[114]
Kusay tarafından yapılan bu binadan sonra Kureyşliler tarafından Mekke’de
yeni binalar yapıldı. Böylece Kusay, Kureyş kabilesinin bedevilikten şehir
hayatına geçmesine de öncülük eden şahıs oldu.[115]
Kusay, Dâru’n-Nedve’yi
inşa etmekle kalmadı, burasının çok çeşitli fonksiyonlar icra edebilmesi için
de bir takım düzenlemeler yaptı.[116] Bunun
yanında Kusay’ın Kâbe ile ilgili görevlerde de bir takım düzenlemelere gitmiştir.
Söz konusu görevlerin daha düzenli bir şekilde yerine getirilmesi için
tedbirler aldı.
Kusay’ın bu dönemde
gerek Mekke’nin yönetimi gerekse Kâbe ile ilgili görevlerin yerine
getirilmesiyle ilgili aldığı tedbirlerin kısa zamanda işe yaradığı görülmektedir.
Öyle anlaşılıyor ki, bütün bu faaliyetler sebebiyle Kusay’ın Mekke’deki
otoritesi güçlendi ve mensubu bulunduğu Kureyş kabilesi de şehrin en güçlü
kabilelerinden biri haline geldi. Onun Mekke'deki riyasetini simgeleyen önemli
görevleri vardı: Dâru'n-Nedve Reisliği, Liva, Hicâbe, Sikâye ve Rifâde görevi.
Kusay’ın ölümünden sonra bu görevler, onun oğullarından Abdüddâr'a devredildi.[117] Aradan
fazla bir süre geçmeden bu yetkilerin paylaşılması amacı ile Kusay’m oğulları
arasında mücadele başladı ve Mekkeliler ikiye aynldılar. Mahzum oğulları, Sehm oğulları,
Cumah oğulları, Adiy oğulları hâkim zümre Abdüddar oğullarının yanında yer
alırken, onlara karşı muhalefeti oluşturan Zühre oğulları, Esed oğulları, Teym oğulları.
Haris b. Fihr oğulları da Abdümenaf oğullarının yanında yer aldılar.[118]
İki grup arasında ortaya
çıkan bu mücadele, daha sonra Mekke ve Kâbe'nin yönetimi ile ilgili yetkilerin
paylaşılması ile çözüme kavuşturuldu. Buna göre, Hicâbe, Liva ve Nedve
görevleri Abdüddar oğullarına bırakılırken, Kıyâde, Sikâye ve Rifâde görevleri
de Abdümenaf oğullarına devredildi.[119]
Abdimenafın ölümünden sonra, Sikâye ve Rifâde'yi oğullarından Hâşim b.
Abdimenaf, Kıyâde'yi de bir diğer oğlu Abdüşems b. Abdimenaf ele aldı.[120]
Yapacağımız çalışma
açısından Hâşim ve Abdüşems’in ilişkileri üzerinde durulması daha sonra ortaya
çıkacak ilişkilerin anlaşılmasına katkıda bulunacaktır. Zira bu iki kardeş
arasında, babalarının ölümünden kısa bir süre sonra bozulmasıyla başlayan
ilişkiler, düşmanlığa dönüşerek devam etti. Söz konusu düşmanlık Emevîler
döneminde meydana gelen pek çok isyanın ortaya çıkmasında ve bu isyanların
gereğinden fazla bir sertlikle bastırılmasında ki etkenlerden biri oldu.
Abdümenaf ın
oğullarından olan Hâşim’in asıl ismi Amr’dır. Mekke’de kıtlık olduğu bir yılda
Suriye’den somun getirip ufalayarak hacılara tirit yaptırarak dağıttığı için;
kendisine “Hâşim=ufalayan” denildi. [121]Cömertliğiyle
meşhur olan Hâşim[122], çevre
devletlerin hükümdarlarıyla Kureyş adına ticarî, diplomatik ilişkiler
başlatmakla ve Kureyş için bir yılda iki ticari seyahat sistemini getirmekle
itibar kazandı. Kusay’ın yaptığı gibi Mekke’nin ileri gelenlerinden aynî ve
nakdî yardımlar topladı ve hac ibadetini yeniden organize etti. Kardeşi
Abdüşems, Mekke’de fazla bulunmayan ve zamanının çoğunu seyahatte geçiren bir
kimseydi. Üstelik yoksuldu ve ailesi de kalabalıktı. Hâşim ise her sene kendi
malından hacıların ağırlanması için büyük bir meblağ ayıracak kadar zengindi. [123]Hâşim’in
özellikle hacılara yönelik olarak verdiği bu hizmetlerin, ileriki yıllarda tüm
Kureyşlilerin olduğu gibi Peygamberimizin de toplumda saygın bir yere sahip
olmasına yol açtığı söylenebilir.
Hâşim, bir seyahat için
çıktığı Gazze’de ölünce Kureyş’in reisliğini, rifâde ve sikâye görevlerini
kardeşi Muttalib devraldı.[124]
Diğer taraftan Hâşim’in
kardeşi Abdüşems’in erken bir dönemde ölmesinden sonra onun yerine getirdiği
Kıyâde görevini oğlu Ümeyye b. Abdüşems üstlendi.[125]
Hulefâ-i Râşidîn
döneminden sonra kurulacak olan Emevî devletine adını veren Ümeyye b. Abdişems,
babasına nazaran zengin ve güçlü bir kimseydi. Oğulları ve serveti oldukça
çoktu. Hatta onun, bu yönüyle amcası Hâşim’e denk olduğunu söyleyenler vardır.[126]
Aycan’ın da belirttiğine
göre belki de Ümeyye bu durumuna güvenerek amcası Hâşim b. Abdimenaf ile
anlaşmazlığa düştü, onunla rekâbete girişti. Fakat o, bu mücadeleyi kaybetti ve
Hicaz’ı terk ederek, on yıl boyunca Şam’da oturmak zorunda kaldı. Tarihte
böylece Hz. Muhammed’in babasının dedesi olan Hâşim ile Emevî devletinin
kurucusu Muaviye’nin babasının dedesi olan Ümeyye arasındaki ilk düşmanlık
başladı.[127]
Hâşim b. Abdimenaf,
Kureyş’in büyüklerinden ve efendilerindendi. Civar bölgelerdeki bazı
devletlerle iyi ilişkiler kurarak güvenli bir şekilde ticaret yapabilme
imtiyazını elde etti. Hâşim, Medine'den bir kadınla evlendi ve bir çocuğu oldu.
Bu çocuk daha sonra amcası tarafından Mekkeye getirilen Abdulmuttalib idi.[128]
Abdüşems erken bir
dönemde Mekke'de ölünce, onun ifa ettiği Kıyâde görevini, oğlu Ümeyye b.
Abdişems üstlendi. Ümeyye akrabaları ve yakınlan çok olan zengin bir kişiydi.
Belki de bu durumuna güvenerek amcası Hâşim b. Abdimenaf ile anlaşmazlığa
düştü, onunla rekâbete girişti. Fakat o, bu mücadeleyi kaybetti ve yaklaşık
olarak on yıl Şam'da ikamet etti. Tarihte böylece Hz.Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)'in dedesinin babası olan Hâşim ile Ebû Süfyan'm dedesi Ümeyye
arasında ilk düşmanlık başlamış oluyordu.[129]
îki kardeş kabile
arasında meydana gelen bu ilk çekişmenin sebepleri hakkında birbirinden farklı
olan rivayetlerin zikredildiği görülmektedir.
Araştırmacı Sançam söz
konusu iki kabile arasında ortaya çıkan çekişmenin sebepleri hakkında oldukça
değerli bilgiler vermektedir. İlk dönem kaynaklarının yanı sıra daha sonraki
dönemlerde yapılan araştırmalara da dayanılarak ortaya konulan bilgileri aynen
nakletmek istiyoruz:
"Hâşim,
kardeşleriyle birlikte Kureyş’in bazı kollarının da desteğiyle rifâde ve sikâye
görevlerini eline geçirdi. O, bir takım fedakarlıklarda bulunmak suretiyle
hacılarda ikramda bulunuyor ve Mekkelilere de yardım ediyordu. Hâşim’in yeğeni
Ümeyye b. Abdişems de zengindi. Hâşim’in halka yaptığı ikram gibi kendisi de yapmak istediyse de
malına kıyamayıp bu teşebbüsünden vazgeçti. Kureyşten bazı kimseler Ümeyye ile
alay ettiler ve onu ayıpladılar. Ümeyye Hâşim’e haset etti[130]
ve onun halkı doyurmasını, reisliğini ve babasından tevarüs ettiği seyyidliğini
kıskandı. Bu durum Hâşim ile Ümeyye’nin arasının açılmasına , birbirlerine
karşı öğünmeye ve düşmanlığa yol açtı. Nihayet Ümeyye kardeşlerini toplayıp
onlarla istişare etti. Kardeşleri onu azarladılar ve muhakeme için tahrik
ettiler. Sonunda Ümeyye, Hâşim’i muhakemeye davet etti. Hâşim, Kureyş içindeki
mevkiinden ve yaşından dolayı bir hakeme başvurup muhakeme olmayı hiç hoş
karşılamadıysa da Kureyşliler bu işin peşini bırakmayıp onları teşvik ve tahrik
ettiler. Sonunda Hâşim “Kaybeden tarafın, değeri yüksek 50 deveyi Kâbe’nin
yanında boğazlayıp halka yedirmesi ve 10 yıl müddetle Mekke’den uzaklaşması
şartıyla muhakemeyi kabul etti. Ümeyye’nin de bu şartlan kabul etmesi üzerine
hangisinin daha şerefli olduğunun sorulması için bir kahine müracaat edildi ve
bu konuda hüküm istendi. Yapılan müzakerelerden sonra hakem , Hâşim’in lehine
karar verdi. Hâşim, develeri alıp boğazladı ve orada hazır bulunanlara ve
Mekke’de bulunan halka yedirdi. Ümeyye ise Önceden kararlaştınldığı gibi Şam’a
gitti ve orada 10 yıl ikamet etti. Bu hadise, Hâşim oğullarıyla Ümeyye oğulları
arasında ki ilk çekişmeyi teşkil etmektedir."[131]
Bazı kaynaklarda yer
alan fakat pek çok çelişkiyi içeren bir rivayete göre ise Hâşim ile Abdüşems
ikiz olarak dünyaya geldiler. Rivayete göre bunlardan birinin parmağı diğerinin
alnına, veya birinin ayağı diğerinin alnına yapışıktı. Bu ikisinin birbirinden
ayrılması için ustura yardımıyla cerrahi bir müdahale gerekti, bu müdahale
esnasında ise kan aktı. Bu olayı gören insanlar, gelecekte ikisi arasında veya oğulları
arasında kan döküleceği şeklinde bir yorumda bulundular.[132]
Zengin ve geniş bir
nüfusa sahip olan Ümeyye, Şam'dan Mekke'ye döndükten sonra da yine eski
mevkiini korumuştur.[133]
Ümeyye’nin ölümünden sonra onun yerini Harb almıştır. Abdüşems oğullarının
lideri olan Harb, Hâşim b. Abddulmuttalib'in yakın dostu ve nedimi idi. Ancak
Abdulmuttalib, Yahudi bir kimseyi öldürmesinden dolayı Harb'den maktülün diyeti
olan yüz deveyi alıp, onun amca oğluna vermesine kadar kendisi ile ilişkisini
kesti. Böyle bir olay da muhtemelen Hâşim oğulları ile Ümeyye oğullarının
arasının daha da açılmasına neden oldu.[134]
İki kabile arasındaki
ilişkilerin böylesine bir şekilde seyrettiği bir dönemde, Hz.Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) gibi rakip kabilenin ferdi olan bir şahsın peygamber olarak
gönderilmiş olması, Ümeyye oğulları arasında olumsuz bir tesir oluşturdu ve
onların İslâm peygamberine ve onun getirmiş olduğu dine karşı acımasız bir
tavır almalarına vesile oldu.[135]
Hâşim’in ölmesinden
sonra Hâşim oğullarının liderliğini Abdülmuttalib, Ümeyye’nin ölmesinden sonra
Ümeyye oğullarının liderliğini ise Harb devraldı. Bilindiği gibi Abdülmuttalib,
İslâm’ı tebliğ etmekle görevlendirilecek olan Muhammed b. Abdullah(salla’llâhü
aleyhi ve sellem)’m dedesidir. Harb ise ileride Emevî devletini kuracak olan
Muaviye’nin dedesidir.
Bu ikisi arasında da
ilişkiler olumlu bir şekilde devam etmedi. Aralarında öncekilere benzer olumsuz
bir rekâbetin mevcut olduğu görülmektedir. Bu rekâbette rifâde ve sikâye
görevleri Abdülmuttalib’e, Kureyş kabilesinin ordu komutanı olması da Harb b.
Ümeyye’ye güç veriyordu.[136]
Hâşim oğulları yerine
getirdikleri rifâde ve sikâye görevleriyle Mekke toplumunda dini bir nüfuz elde
ederken, Ümeyye oğulları ise. başkumandanlık görevini uhdelerinde bulundurmakla
siyasi bir nüfuz kazandılar.[137]
Bu iki kabile arasındaki
rekâbet, İslâmîyetin gelmesinden sonraki dönemde farklı bir boyut kazandı. Hz.
Muhammed’in rakib bir kabileden gelmesi, Ümeyye oğullarının ona karşı sert bir
muhalefet sergilemelerine sebep oldu.
Ümeyye oğulları içinde
Hz. Osman (r.a) gibi ilk müslümanlar arasında yer alanlar bulunmakla birlikte
bunlann sayılan azdı.[138] Ümeyye
ailesi ileri gelenleri, Hz. Peygamberin İslâm’a açık davetinin ilk günlerinden
itibaren halkın müslüman olmasını engellemeye çalıştılar. Bu hususta diğer
müşriklerle birlikte hareket ettiler; hatta şehirdeki nüfuzları sebebiyle bu
hareketin elebaşısı oldular.[139]
Mekke döneminde
müslümanlara karşı acımasızca davranan Ümeyye oğulları, müslümanlann Medine’ye
hicret etmesinden sonraki dönemde ise onlara karşı yapılan savaşlarda da aktif
görevler üstlendiler.
Bedir Gazvesi’nde
Abdüşems oğullarından Utbe b. Rebia, Uhud ve Hendek gazvelerinde ise
Emevîlerden Ebû Süfyan müşriklerin ordu kumandanlığı görevini yerine
getirdiler. [140]
Hicret sonrasında
meydana gelen savaşlarda pek çok yakınını kaybeden Ümeyye oğulları müslümanlara
karşı gittikçe daha da sert bir politika içerisine girdiler. Bu savaşlarda
kaybettikleri yakınlarının verdiği üzüntü onların İslâm’a geç girmelerinin en
büyük sebeplerinden birisi oldu. Ümeyye oğullarının İslâm’a geç girmelerinde,
onların bu yeni dine girdikten sonra Mekke’de, sahip oldukları nüfuz ve itibarı
kaybetme endişesi de rol almış olmalıdır.
Bu dönemde Ümeyye oğullarının
liderliğini sürdüren Ebû Süfyan ve ailesinin Mekke’nin fethine kadar İslâm’a
girmemekte direndikleri görülmektedir. Fetihle beraber İslâm’a giren Ümeyye
ailesi bu dönemden sonra sahip oldukları eski nüfuzlarını geçici bir süre için
kaybettiler. Bu kabilenin İslâm’a girmesini zorlaştıran unsurlara daha önce
işaret edilmişti. Burada şunu da belirtmek gerekir ki Peygamberimiz (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), kendisinin de mensubu bulunduğu Kureyş kabilesinin bir
kolundan olan bu kabilenin İslâm’a girmesi için büyük gayretler sarf etti.
Özellikle Hudeybiye barış antlaşmasından (6/628) sonra bu gayretlerine daha da
büyük bir hız verdiği görülmektedir.
Hudeybiye barışının
imzalanmasından kısa süre sonra Mekke’de bir kıtlık meydana geldi. Hz.
Peygamber, Ebû Süfyan’a Medine mahsulünden bol miktarda hurma gönderdi ve
bunları Mekkelilerin ticaret mallarından olan deri ile değiştirmeyi teklif etti
Buna ilaveten Efz. Peygamber, Mekke fakirlerine dağıtılmak üzere 500 dinar
gönderdi.[141]
Hendek savaşından sonra
Mekke, büyük bir kıtlıkla karşı karşıya kaldı. Mekke’ye buğday ithal olunan
bölgenin reisi olan Sumame İbn Usal’ın müslüman olması ve Mekke’ye buğday
sevkıyatını önlemesi üzerine Kureyş’in içinde bulunduğu sıkıntı daha da arttı.
Bunun üzerine Mekkelilerden bazıları, onun hem cömertliğini ve hem de onunla
akrabalık bağlarını öne sürerek bu yasakların kaldırılmasını rica etmek üzere
Rasûlüllah’a haberci gönderdiler. Bu insancıl ricayı Hz. Peygamber derhal kabul
etmiş ve bu hususta teşebbüse geçerek Mekke üzerindeki ambargonun
kaldırılmasına yardımcı olmuştur.[142]
Yfne bu sükun devresi
ile ilgili olarak sahip olduğumuz bir malûmata göre Hz. Peygamber, Mekke’nin
ekonomik krizde olduğunu öğrendi. Bunun üzerine îslâm’a yaklaştıncı bir
centilmenlik olarak elçisi ile Mekke rüesasma dağıtılmak üzere bir miktar altın
gönderdi. Ümeyye oğullarından Ebû Süfyan hariç, diğer Mekkeliler bu nazik
davranışı reddettiler. Ebû Süfyan ise, onların kabul etmediği meblağı da alarak
bunları halka dağıttı ve akrabası Muhammed’e hayır dualarda bulundu.[143]
Hz. Peygamber Hudeybiye
sonrasında, elçilerden birisiyle meşhur ve kıymetli Medine hurması gönderdiği
Ebû Süfyan’dan kendisine Arap Yarımadasının her tarafında ısrarla aranılan
Mekke yapımı deri giysilerden gönderilmesini istedi. Ebû Süfyan da Peygamberimizin
bu talebini yerine getirdi.[144]
Öyle anlaşılıyor ki, bir
yumuşama ihtimalini yoklayıp denemek maksadıyla Rasûlüllah, Ebû Süfyan’ın sahip
olduğu bir ticaret kervanıyla Suriye-Filiştin yönüne doğru gidebilmesi için
İslâm ülkesi topraklarından geçip gitmesine de yine aynı maksatla izin verdi.[145] [146]
7/628-629 Yılında Ebû
Süfyan ailesini ilgilendiren önemli bir hadise meydana geldi. Müslüman olması
sebebi ile Mekke'de uğramış olduğu işkence ve hakaretlerden kurtulmak isteyen
Ebû Süfyan bnt. Remle (= Ümmü Habîbe), kocası Ubeydullah b. Cahş ile
Habeşistan'a hicret etti. Ümmü Habîbe'nin kocası, önce irtdat ederek Hristiyan
oldu, sonra da öldü. Kocasını ölümünden sonra dul kalan Ümmü Habîbe,
Habeşistan'da bulunduğu müddetçe dininde sebat gösterdi.14€
Yukarıda örneklerini
verdiğimiz üzere Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)), İslâm’a
girmeyen Kureyşlilerle, özellikle de Mekke’nin seçkin tabakasını oluşturan
Ümeyye oğulları ile uzlaşma gayretlerini son haddine vardırma çabasında idi.
Ortaya konulan örneklerden de anlaşıldığı kadarıyla Peygamberimiz (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), Ümeyye oğullarından özellikle Ebû Süfyan ile olan
ilişkilerini iyileştirme çabası içerisindeydi. Belki de onun İslâm’a girmesinin
diğer Ümeyye oğullarının da İslâm’a girmesine vesile olacağını düşünüyordu.
Çünkü Ebû Süfyan, Mekke topiumunun lideri olmasının yanında kabilesi içerisinde
büyük saygınlığı olan bir kimseydi.
Hz. Peygamberin Ebû
Süfyan’a gösterdiği bu ekonomik kolaylıklara ilaveten onun kızı Ümmü Habîbe ile
evlenmek suretiyle uzlaşma yolunda bir adım daha atmak istedi.[147] Müslüman
olması sebebiyle Mekke’de uğramış olduğu işkence ve hakaretlerden kurtulmak
isteyen Remle bnt. Ebî Süfyan(= Ümmü Habîbe)’m kocası, önce irtidat ederek
Hıristiyan oldu, sonra da öldü. Kocasının ölümünden sonra dul kalan Ümmü
Habîbe, Habeşistan’da bulunduğu müddetçe dininde sebat gösterdi.[148]
Ümmü Habîbe’nin,
Habeşistan’da çektiği sıkıntılara rağmen dininde sebat gösterdiğini öğrenen
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Necâşi’ye haber göndererek, onu
kendi nikahına almak istediğini bildirdi. Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve
sellem), bir elçisine 400 dirhem para vererek Habeşistan’a nikah teklifi için
gönderdi. Gönderilen bu para, mehir olarak Ümmü Habîbe’ye verildi ve nikahı
bizzat Necâşi kıydı. 7/628-629 yılında gerçekleşen bu evlilik esnasında
Peygamberimizin vekaletini Halid b. Sâid b. el-Âs yaptı.[149]
Peygamberimiz (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) ile Ebû Süfyan’ın kızı Ümmü Habîbe arasında gerçekleşen bu
nikah, özellikle Ebû Süfyan’ın, dolayısıyla da Ümeyye oğullarının îslâm’a karşı
yumuşamasına ve onların müslüman olma yolundaki sürecin hızlanmasına yol açtı.
Nitekim bu evliliğin hemen öncesinde nazil olan: “Olabilir ki Allah (celle
celâlühü), aralarınızda düşmanlık bulunan kimselerle sizin aranızda dostluk
tesis eder”[150]ayetinden
de bu evliliğe işaret ettiği belirtilmektedir.[151]
Bütün bu gelişmelerden
sonra Mekke’nin fetholunduğu gün Ebû Süfyan ve Ümeyye oğullarının diğer
fertlerinden pek çok kimse İslâm’a girdi. Mekke’nin fethi ile İslâm’a giren Ebû
Süfyan’ın Mekke’deki konumu tamamıyla değişti. Fetihten sonra o, Mekke’nin ve
Kureyş’in en güçlü ve en saygın lideri değildi. Belki de o, artık İslâm’a ve
müslümanlara karşı ta ilk zamanlardan beri takındığı tavırdan dolayı bilerek ve
bir anlamda da mecburen geri planda kalmaya çalışacaktır. Aynı şekilde karısı
Hind de İslâm’a geç girme ve daha önceki yıllardaki müslümanlara karşı takınmış
olduğu tavrı sebebiyle sürekli bir mahcubiyet ve eziklik içerisinde bulundu.
Hind bnt. Utbe, geçmişte yaptıklarının sıkıntısından dolayı, Hz. Osman (r.a)
ile veya kardeşi Huzeyfe ile birlikte Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)’e biat etmek üzere giderken yüzünü gizleme ihtiyacını hissetti.[152]
Peygamberimizin İslâm’a
girmekte son ana kadar direnen Ümeyye oğullarına fetih sonrasında da
ziyadesiyle iltifatlarda bulunduğu görülmektedir. Onların kalplerinin iyice
İslâm’a ısınmasını temin etmek isteyen Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) bu maksatla başta Ebû Süfyan ve oğulları Yezid ile Muaviye olmak üzere
Ümeyye oğullarına gerek idari makamlar gerekse para ve mal verdi.
Hz. Peygamber, Huneyn’de
elde edilen ganimetleri dağıtmaya başlaymca Ebû Süfyan’a 100 deve ile 40 ukiyye
gümüş verdi. Oğulları Yezid ve Muaviye’yi de bu gruptan kabul ederek
kendilerine 100 er deve verdi. Bir şehir devletinin liderliğini yaparken
sıradan insanlar haline gelen bu kimselere gösterilen ilgi onlan ziyadesiyle
memnun etti.[153]
Rasûlüllah’ın kendisine ganimetten böylesine .bolca pay verdiğini gören Ebû
Süfyan, şöyle söyleyerek memnuniyetini belirtti: “Anam babam sana feda olsun ey
Allah (celle celâlühü)’ın Rasûlü! Sen ne cömert bir insansın! Sana karşı
savaştım, sen o zamanlar ne kadar iyi bir muhariptin. Şimdi sana teslim oldum,
sen ne kadar güzel bir teslim olunansın. Allah (celle celâlühü) seni hayırla
mükafatlandırsın!”[154]
Tarihi kaynaklardan
anlaşılabildiği kadarı ile Ebû Süfyan, Hz. Peygamber döneminde malî
imtiyazların yanı sıra bir takım siyasi imtiyazlara da sahip olmuştur. Hz.
Peygamber, 9/630 yılında Necranlılarla yapılan antlaşmanın şahitleri arasında
yer almış bulunan Ebû Süfyan’ı Necran’a vali olarak atamıştır.[155]
Peygamberimiz (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) tarafından Ebû Süfyan ve ailesine tanınan bu imtiyazların
hedefine ulaştığı anlaşılmaktadır. Zira Ebû Süfyan’m bundan sonraki hayatı
cihad ederek geçmiştir. 12 Recep 15/20 Ağustos 636 tarihinde gerçekleşen Yermük
muharebesinde kıyasıya mücadele eden Ebû Süfyan, savaş esnasında gözlerinden
birisini kaybetmiştir.[156] Diğer
gözünü ise daha önceden yapılan Taif muhasarasında kaybettiği bildirilmiştir.[157]
Ümeyye oğullarının ileri
gelenleri, İslâm’a katılma hususunda geç kalmakla birlikte idari konularda
tecrübeli oldukları için erken tarihlerden itibaren çeşitli mevkilere
getirildiler. Hz. Peygamber tarafından görevlendirilen Emevî gençleri arasında
katiplik vazifesi verilen Ebû Süfyan’ın oğlu Muaviye de bulunuyordu. Hicretten
15 yıl önce doğan ve ailesinin diğer fertleriyle birlikte Mekke’nin
fethedildiği gün müslüman olan Muaviye, Hz. Ebû Bekir zamanında (11-13/632-634)
Suriye üzerine gönderilen dört ordudan birinin başına getirilen ağabeyi
Yezid’in ordusunda ona yardımcı olarak görevlendirildi. Bu görev sırasında
Ürdün sahil şehirlerinin fethinde büyük başarılar sağladı. 17/638 yılında Ürdün
ve civarına idareci olarak tayin edildi. Bir yıl sonra Yezid’in vebadan ölümü
üzerine Hz. Ömer tarafından onun yerine Dımaşk valiliğine getirildi. Hz. Osman
zamanında (23- 35/644-656) yılında Suriye umumi valisi oldu. (24/645) Hz.
Osman’ın şehit edilmesine kadar (35/656) Suriye valiliğini yürüttü.[158]
Hz. Ebû Bekir ve Hz.
Ömer iktidarda bulundukları süre zarfında kabilelere karşı eşit davranma
esasına riayet ettiler. Bir kabilenin diğer bir kabileye üstünlük göstermesine
ve hiçbir şahsın kendisine mümtaz bir mevki tanımasına firsat vermediler. Valiliklere
ve ordu komutanlıklarına kendi kabilelerine veya belli başka bir kabileye
mensup kimseleri değil, hangi kabileye mensup olursa olsun bu görevlere ehil
gördükleri kimseleri tayin ettiler.[159]
Hz. Ebû Bekir vefat
ettiğinde Yezid b. Ebî Süfyan, Şam’da görevli olarak bulunuyordu. Hz. Ömer de
aynı şekilde onu Şam valiliğine getirmişti. Yezid 18/639 yılında taundan vefat
edinceye kadar burada valilik yaptı.[160]
Ağabeyi Yezid’in
vefatından sonra Şam valiliğine tayin edilen kardeşi Muaviye, Hz. Ömer
tarafından getirildiği bu görevde halifelik makamına geçinceye kadar kaldı.
Hz. Ömer’in vefatından
sonra hilafet makamına geçen Hz. Osman, halife olduğu zaman yetmiş yaşında idi.
Yaratılışı itibariyle yumuşak huylu olduğu için kendisinden önceki iki
halifenin ihtiyatkarlığma pek sahip değildi. Halbuki bu özellik, Arapların
fetholunan ülkelerden bol miktarda gelen mallardan faydalanma dönemine girdiği
bir zamanda İslâm devleti gibi bir devleti idare etmek için gerekliydi.161
Üçüncü halifenin söz
konusu yumuşaklığına bir de kaybolmuş gibi görünen "Hâşimi-Emevî"
rekâbetinin yeniden su yüzüne çıkması eklenince fitnenin ortaya çıkması
kaçınılmaz bir hal aldı.162 Benî Hâşim ile Benî Ümeyye arasındaki
çekişme, cahiliyye çağı boyunca devam ettiği gibi İslâm’ın zuhurundan sonra da
sürdü. Kaynaklarda belirtildiğine göre başlangıçta İslâm’a karşı
direnişlerinden dolayı Emevîlerdeki eziklik zamanla yerini terk etti. Bir
müddet sonra İslâm’a ısınan Ümeyye oğulları, cahiliyye çağındaki
yöneticiliklerini yeni nizama naklettiler.163 Akbulut'un
belirttiğine göre, Hz. Osman halife olunca Hz. Ömer'in gözetmiş olduğu
kabileler arası denge politikasının aksine yönetimde "Emevîlik"
unsuruna ağırlık verdi.164 Hz. Osman’ın akrabalanna duymuş olduğu
muhabbetten, Benî Ümeyye fazlası ile yararlandı.165
Hz. Osman, halife
seçildikten çok kısa bir süre sonra, yakın akrabası olan Şam valisi Muaviye
hariç, Hz. Ömer'in daha önceden tayin etmiş olduğu valilerin tamamını
değiştirdi. Büyük vilayetlerden Mısır'a, süt kardeşi Abdullah b. Sa'd b. Ebî
Serh'i, Kûfe'ye anne bir kardeşi Velid b. Ukbe'yi, Basra'ya dayısının oğlu
Abdullah b. Âmir'i, devlet katipliğine 166 ve müsteşarlığına da
amcasının oğlu Mervan b. el- Hakem'i getirdi.167
Daha önce de
temas edildiği gibi idaredeki bu tayinlerden başka mali olarak da Benî
Ümeyye'ye ayrıcalıklar tamdı. Bu tayinler de Peygamberin ashabı tarafından hoş
karşılanmadı. Çünkü Hz .Peygamber hayatta iken bunlardan bir kısmı kılıç
korkusu ile müslüman olmuş ve idam edilmekten son anda kurtarılmış, bir kısmı
da münafıklıktan damga yemişlerdi.[161]
Bu kimselerin tayinleri tabii olarak Ensâr ve Muhaciri üzmüştü.[162]
Kendi sıkıntılarının bir
kısım sebeplerini onun akrabalarının oluşturduğu bir grupta gören bazı
kimseler, halifenin akrabalarım kayırma eğilimi göstermesinden şikayet etmeye başladılar.[163]
Bu hoşnutsuzluklara
rağmen Hz. Osman'ın halifeliğinin ilk yıllarında İslâm toplumunu sarsacak bir
durum ortaya çıkmadı. Çünkü bu dönemde hâdiselerin yoğunluğu iç politikada
değil dış politikada idi. Fetihlerin kara ve denizlerde devam ediyor olması ve
insanların bu fetihlere katılması gibi unsurlar, dikkatleri içeriden ziyade
dışarıya yöneltiyordu.[164]
30/650 yıllarına
gelindiğinde, müslümanlar arasında küçük çaplı sözlü sürtüşmeler başladı.
Aslında bunlar beklenmedik hadiseler değildi. Aynı zamanda toplum idaresindeki
değişiklikler ve fetihler sonucu irtibata geçilen diğer kültürlerin etkisiyle
değişimin sancısı yaşanıyordu.[165]
Gün geçtikçe artan
huzursuzlukların pek çoğunun halifenin akrabalarına karşı sergilediği tutumdan
kaynaklandığı belirtilmektedir.[166] Hz.
Osman (r.a)’a karşı duyulan huzursuzluklar zamanla isyana dönüştü. Neticede ise
İII. halife Osman, Mısır, Küfe ve Basra’dan Medine’ye gelen asilerin sürdürdüğü
40 günlük muhasaradan sonra 35/656 yılında şehid edildi.
Hz. Osman’ın şehid
edilmesiyle birlikte toplumda meydana gelen yeni şekillenme çok farklı oldu. Bu
durum maktül halifeye muhalif olan, fakat fiili harekete girişmeyen bazı
kimselerin, yeni halife Hz. Ali’nin yanında yer almalarına sebep olurken,
bazılarının da ona cephe almaları sonucunu doğurdu. Ona cephe alanların başında
ise Şam valisi Muaviye b. Ebî Süfyan ve diğer Ümeyye oğulları bulunuyordu.[167]
Muaviye, Hz. Osman
hakkında ilgisiz kaldığım ve suç ortağı olduğu isyancıları ordusunda
barındırdığını ileri sürerek Hz. Osman’ın yerine Medine’de halife seçilen Hz.
Ali’ye biat etmedi. Hatta yeni halifeye biat etmemekle kalmadı, Hz. Osman
(r.a)’ın yakın akrabası olarak onun kanını dava etme hakkına sahip olduğunu
söyledi ve bunu gerçekleştirmek şartıyla Şam halkından biat aldı.[168]
Bundan sonra iki taraf
arasındaki ilişkiler, sonucu net bir şekilde belli olmayan Sıffin savaşıyla
(36/657) karşılıklı çarpışma haline dönüştü. Sıfffin savaşı sonrasında yapılan
Tahkim (38/658) de aradaki ihtilafı yok edemedi.
Ali ve Muaviye
arasındaki ilişkilerin böylesine kötü gittiği bir dönemde Hz. Ali’nin bir
Haricî tarafından 40/661 yılında öldürülmesinden sonra Muaviye, Suriye
halkından “emirü’l-mü’minin” unvanıyla biat aldı. Diğer taraftan Hz. Ali’nin
öldürülmesinden sonra ona biat edenler oğlu Hz. Hasan’ı hilafet makamına
geçirdiler. Hz. Hasan’ın Irak ordusuna güvenmemesi ve diğer bazı sebeplerle
mücadeleden vazgeçerek Muaviye’ye biat etmesiyle 41/661 yılında İslâm
dünyasının tamamını hakimiyeti altına aldı. Böylece 90 yıl müslümanlan idare
edecek olan Emevî devleti kurulmuş oldu.[169]
Bundan sonra İslâm
dünyasının tek lideri durumuna gelen Muaviye b. Ebî Süfyan, kurduğu Emevî
devleti ve yaptığı icraatlarıyla tarihin kendisinden en çok bahsettiği
kimselerden biri olacaktır.
BİRİNCİ BÖLÜM
YEZİD’İN DOĞUMU, YETİŞMESİ, İDARİ VE SİYASİ ALANDA YÜKSELİŞİ
A-DOĞUMU VE AİLESİ
Tarih içerisinde
şahsiyetleri ile olaylara yön veren pek çok kişi vardır. Bunlardan biri de
Yezid b. Muaviye’dir. İslâm tarihinin ilk döneminde yaşamasına rağmen
kaynaklarda hakkında pek çok bilgi bulunan Yezid, Hz. Peygamber ve onun
davetine düşmanca tavrı ile tanınan Emevî hanedanına mensup bir kimsedir.[170]
Yezid’in nesebi, ‘Yezid
b. Muaviye b. Ebî Süfyan (Sahr b. Harb) Ümeyye b. Abdişems b. Abdimenaf b.
Kusay b. Kilâb’tır.[171]
Yezid’İn annesi ise
‘Meysûn bnt. Bahdal b. Üneyf b. Delce b. Kunâfe b.
Adiyy b. Züheyr b. Cenab
el-Kelbîyye’dir.[172]
Yezid’e bu isim,
muhtemelen babası tarafından amcası Yezid b. Ebî Süfyan’ın adını yâd etmek için
verilmiştir.[173] Yezid’in
künyesi ise “Ebû Halid” tir.[174]
Meysûn bnt. Bahdal el-Kelbî
hakkında bilgi vermeden önce Yezid’in doğum tarihi ve yeri hakkında bilgi
verilmesi uygun olacaktır.
Kaynaklarda Yezid’in
doğum yıh hakkında birbirinden farklı rakamlar verilmektedir. Tarihçilerin
çoğunluğuna göre Yezid, 26/647 yılında Şam’da doğmuştur[175]
Ayrıca onun yaşıyla ilgili olarak ‘hilafete geçtiğinde 34 yaşındaydı; vefat
ettiğinde ise takvim hicretin 64. yılını gösteriyordu’ şeklinde ifadelere de
rastlanmaktadır. Bu ifadelerden hareketle onun hicri 26/647 yılında doğduğu
neticesine varılabilir.[176]
Yezid’in doğduğu tarih
olan 26/647 yılı hilafet makamında Hz. Osman (r.a)’m, Suriye valiliğinde ise
Muaviye’nin bulunduğu yıldır. Halife ile yakın akraba olmanın ötesinde
babasının Suriye valisi olduğu bir dönemde dünyaya gelmek Yezid’in çocukluk ve
gençlik döneminin akranlarına göre çok iyi şartlar içerisinde geçmesine sebep
olacaktır.
Doğumundan başlayarak
Muaviye’nin vefatına kadar geçen bir süreçte onun, babasıyla olan ilişkileri
tarihi kaynaklarda ayrıntılı bir biçimde yer almaktadır. Yezid’in doğumu ve
gençlik yılları esnasında babasının, toplumda itibarlı bir mevkiye sahip
olmasının bunda payı olmalıdır. Çünkü sıradan bir şahsın çocuğu olmakla, güçlü
ve önemli bir valinin çocuğu olmak, toplumun ve ilim adamlarının dikkatlerini
üzerine çekme nokta-i nazarından farklılık arz edecektir. Dolayısıyla bu
farklılık sonraki nesillere, kişiler hakkında ulaştırılacak bilginin az veya
çok olması şeklinde kendini gösterecektir.
Diğer taraftan Yezid’in
annesi hakkmdaki bilgiler, babası hakkmdaki bilgilere nazaran oldukça
sınırlıdır. Bunda annesinin babasına nazaran siyasi ve idari bir kişiliğinin
olmamasının yanında hayatının büyük bir kısmını, mensubu bulunduğu Kelb
kabilesiyle birlikte çölde geçirmesinin de rolü olmalıdır.
Daha önce de işaret
edildiği gibi Yezid’in annesi Kelb kabilesine mensuptur. Kelb kabilesi ise
İslâm’dan önce Şam’a gelip yerleşen Yemeni kabilelerin en büyüklerindendir.[177]
Bilindiği gibi Muaviye,
önce Hz. Ömer (r.a) tarafından Şam valisi olarak göreve getirildi. (18/639);
onun ölümünden sonra ise Hz. Osman (r.a) tarafından Suriye umum valiliğine
terfi ettirildi(24/645).[178] Muaviye,
burada valilik yaptığı müddetçe bölge halkının sevgisini ve güvenini kazanmak
ve böylece ilerideki siyasi hedeflerine daha kolay ulaşabilmek için bir takım
faaliyetler içerisinde bulundu. Muaviye’nin bölge halkının desteğini kazanmak
için yaptığı faaliyetlerden birisi de Suriye’nin yerli halkı olan ve nüfusun
büyük çoğunluğunu oluşturan Kelb kabilesi ile evlilik yoluyla akrabalık bağlan
kurmaktır.[179]
Yâkûbî mezhebine bağlı
Hıristiyan bir kabile olan Kelb kabilesine mensup olan Meysûn’un[180], Muaviye
ile evlenmeden önceki yaşantısını çölde geçirdiği anlaşılmaktadır. Muaviye ile
evlendikten sonraki dönemlerde, gençliğini geçirdiği çöle duyduğu özlemi gurbet
şiirleriyle dile getirmesi onun şehir hayatına aşina olmadığının en güzel
delilidir.
Kızlarını Şam valisi
Muaviye’ye vererek onunla akraba olan Kelblîler, ona valiliği esnasında
yardımcı oldukları gibi hilafete geçmesi ve sonrasındaki dönemlerde de bu
tavırlarını sürdürdüler. Bundan dolayı da Meysûn evliliğinden bir süre sonra
çöle gitmesine rağmen Muaviye’nin en çok sevdiği hanımlarından birisi olma
niteliğini muhafaza etti.[181]
Ümeyye oğullarının Kelb
kabilesiyle evlilik yoluyla kurdukları akrabalık Muaviye ile sınırlı kalmadı.
Nitekim Saîd b. el-Âsî, bu kabileden el-Ferâfise nin kızlarından birisiyle,
ondan bir süre sonra ise yine aynı şahsın kızı olan Naile ile Osman b. Affan
evlendi.[182] Taberî
bu ikisinin evliliğinin 28/649 yılında gerçekleştiğini söylemektedir. Yezid’in
hicretin 267647 Veya 27/648. Yılında doğduğu göz önüne alındığında Hz. Osman’ın
evliliğinin Muaviye’nin evliliğinden hemen sonra gerçekleştiği ortaya
çıkmaktadır. Kelblîlere yakın bir bölgede bulunan ve onlarla akrabalık tesis
eden Muaviye’nin böylesi bir evliliğin gerçekleşmesinde öncülük ettiği de
düşünülebilir. Zira Muaviye, Kelb kabilesinin önemini müdrik bir kimse olarak
Hz. Osman’ın da böylesine güçlü bir kabilenin desteğini kazanmasının bu şekilde
mümkün olacağım akletmiş olabilir.
Meysûn, çölde yetiştiği için
şehir hayatına ayak uyduramadı. Kabilesine ve memleketine duyduğu hasreti kimi
zaman şiirleriyle kimi zamanda konuşmalarıyla dile getirdi. Çölün hür ve
resmiyetten uzak yaşantısına alışan Meysûn, Şam’da adına saray da denilse dört
duvar arasında, kurallar ve lükse esir olmuş bir hayat tarzına alışamadı.
Meysûn’un çöle olan
hasretini söylediği şarkılardan ve şiirlerden öğrenen Muaviye onun bu hasretini
azda olsa dindirmek için karısını sık sık çöldeki kabilesinin yanma gönderdi.[183]
Muaviye’nin, Yezid’in annesi
Meysûn’u çöle göndermesi ile ilgili farklı gerekçeler ileri sürülmektedir.
Bazılarına göre Muaviye,
Meysûn’un çöle olan hasretini hafifletmek için onu çöle göndermiştir.[184] Bazı
tarihçilere göre ise Muaviye karısı Meysûn’u oğlu Yezid’in çölde fasih Arapça’yı
öğrenebilmesi ve çölün ağır şartlarına uyum sağlayarak binicilik, atıcılık,
yüzücülük, şiir vs. gibi güzel hasletleri kazanabilmesi için en uygun mekan
olan çöle göndermiştir.[185]
Üçüncü bir gruba göre
ise Muaviye, kendisine söylediği bir şiirde hakarette bulunduğu için karısı
Meysûn’u Şam’dan uzaklaştırarak çöle göndermiştir.[186]
Rivayete göre Meysûn
aşağıdaki şiiri söylemiş[187], bunu
duyan Muaviye de öfkelenerek onu çöle göndermiştir[188]:
Serin meltem
rüzgarlarıyla hışırdayan bir çadır,
Beni yüksek bir saraydan
daha çok eğlendirir.
Ve basit bir yünden
yapılmış bir pelerin,
Sonra içinde rahat nefes
aldığım elbiseler,
Beni daha çok
sevindirir.
Dost bir kedinin
mırıltısından daha çok,
Çoban köpeklerinin
havlayışını severim.
Ve sarayın boşboğaz
erkeklerinden daha çok,
Bedevi şövalyelerini
severim.
İlk dönem İslâm Tarihi
kaynaklarından özellikle Ensabü’l-Eşraf, el-Egânî ve Nesebû Kureyş gibi
eserlerde Meysûn ile ilgili bölümlerde bu şiirden bahsedilmemesi bu şiirin ona
ait olmadığı şeklinde şüphelere yol açmaktadır.[189]
Ortaya konulan
iddialardan birisi de Meysûn’un Yezid’e hamile iken çöle gönderilmiş olduğudur[190] Oysa
rivayetlerin ittifaka yakın bir biçimde ortaya koydukları görüşe göre Meysûn
çöle oğlu Yezid’i doğurduktan sonra onu da yanına alarak gitmiştir.[191]
Meysûn’un uzun süre
yaşadığı çöle ve akrabalarına düşkün olduğuna dair bilgiler göz önünde
bulundurulduğunda onun çöle duyduğu özlemi dile getirmek için hasret şarkıları
ve gurbet şiirleri söylemesi yadırganmamalıdır. İnsanların yaşadıkları
kültürden ve inandıkları değerlerden ânî bir şekilde soyutlanmalarının mümkün
olmadığı unutulmamalıdır. Böylesi bir tavrın kapalı ve dar bir çevreden
yetişen, erkeklere nazaran daha duygusal olan bir kadından beklenmemesi
realiteye uygun olacaktır.
Yukarıdaki rivayetlerin
ışığında şunlar söylenebilir: Meysûn çölü ve kabilesini özlemektedir. Bu
özlemini çeşitli yollarla çevresindekilere ve özellikle de kocasına ihsas
ettirmektedir. Kocası Muaviye ise, bu çok sevdiği hanımının gönlünü hoş tutmak
ve oğlu Yezid’in çöl yaşantısına uyum sağlamasını, oradan bir okul gibi
istifade edebilmesini temin etmek için karışım zaman zaman çöle göndermiştir.
Onun karısını sık sık çöle göndermesi ve belki de karısının bu gidişlerde uzun
süre orada kalması “Muaviye karısını boşayarak çöle gönderdi” şeklinde yanlış
anlaşılmalara sebepte olmuştur. Oysa Muaviye’nin Meysûn’u boşaması için gerekli
bir sebep hakkında kaynaklarda yer alan bir bilgiye rastlanılamamış olması bir
tarafa Muaviye’nin Yezid’i de annesiyle birlikte çöle göndermiş olması böylesi
bir boşamanın olmadığına en büyük delil olmalıdır. Muaviye’nin boşayıp,
yanından uzaklaştırdığı eşine oğlunu yetiştirmesi için bırakması pek mümkün
görülmemektedir.
Ayrıca kaynaklarda
Meysûn’un Muaviye ile evliliğinden “Emetü Rabbi’l- Meşânk” adında bir çocuğunun
olduğu; bu çocuğun Yezid’ten önce doğduğu ve daha küçük yaştayken öldüğüne dair
de bilgilere rastlanılmaktadır. Bu bilgiden hareketle Meysûn’un Yezid ile çöle
gitmeden önce uzunca bir süre Şam’dan ayrılmadığı, kocasıyla birlikte
yaşantısını sürdürdüğü[192] sonucuna
varılabilir.
B-YEZİD’İN ÇÖLDE GEÇEN GÜNLERİ VE YETİŞMESİNDEKİ ETKİLERİ
Yukarıda verilen
bilgilerden Yezid’in çocukluk ve gençlik yıllarının tamamını annesi Meysûn ile
birlikte çölde akrabalarının arasında geçirdiği sonucuna vanlmamalıdır. Zira o,
zaman zaman annesiyle çöle dayılarının yanına gitmesine rağmen çocukluk ve
gençlik döneminin büyük bir kısmında Şam’da bulundu. Kaynaklarda Yezid’in
çocukluk ve gençlik dönemiyle ilgili olarak bilgiler verilmiş, ancak bu
bilgiler çölde geçirdiği günlerden ziyade Şam’da bulunduğu dönemle ilgili
olmuştur. Yezid’in çölde bulunduğu dönemle ilgili kaynaklarda bilgi
bulunmamasında, çöl ile irtibat kurmanın zorluğunun bunda rolü olmalıdır, fakat
bu zorluğa rağmen Meysûn ve Yezid’in zaman zaman çölden Şama gelmesi bu zorluğu
az da olsa kolaylaştırıcı bir unsur olabilir ve kaynaklarda onlardan bu dönemle
ilgili duyulan haberler bulunabilirdi. Oysa Yezid’in çölde geçirdiği günleriyle
ilgili bilgiler yok denecek kadar azdır. Elimizdeki bilgiler daha çok Yezid’in
çölde geçirdiği günlerinin nasıllığı hakkında olmayıp bu dönemin neticeleri,
çöl hayatının Yezid’e kazandırdıkları hakkındadır. Bütün bunlar göz önüne
alındığında Yezid’in çölde kaldığı dönemin az bir zamanı kapsadığı ancak,
şahsiyetinin ve kabiliyetlerinin ortaya çıkmasında daha sonraki dönemlerdeki
yaşantısında derin etkiler bıraktığı düşünülebilir.
Yezid, babası
Muaviye’nin Şam valiliği yaptığı dönemde sarayda doğmuştu. Babası Muaviye,
sahip olduğu özellikleri sebebiyle oğlunun en iyi bir şekilde yetişmesi için
gerekli ortamı hazırlamayı istedi. Üstelik buna imkanları da başka insanlara
göre daha da elverişliydi.[193] Emevî
halifeleri arasında çöl eğitimi alması için çöle gönderilen ilk kişi Yezid
oldu.[194] Üstelik
Yezid’in akrabaları olan Kelblîlerin bulunduğu yer Şam’a fazlaca uzak olmayan
Tedmür idi. Böylece Muaviye, oğlunun hem çöl şartlan içerisinde yetişmesini
sağlamış olacak hem de onun bulunduğu yerin Şam’a yakın olmasından istifade
ederek oğlunun yetişmesi için kendisi de gerektiğinde devreye girebilecekti.
Yezid çölde bulunduğu
dönemde, dayıları tarafından bedevi hayatın gereklerine göre yetiştirildi,
çölün zor şartlarına uyum sağlayabilecek bir eğitimden geçirildi.[195]
Çölde hayatta kalabilmek
için zorunlu olan atıcılık, binicilik, dövüşçülük ve yüzücülük öğrenen Yezid[196], daha
sonraki dönemlerde bütün bunları öğrenmiş olmanın kendisine kazandırdığı
avantajlardan istifade etti.[197]
Yezid çölün hür ve
baskıdan uzak ortamında yetişti. [198]
Bu da onun gönül dünyasında derin etkiler bırakmış, onun şair ruhlu bir kişilik
kazanmasında etkili olmuştur.
Çölde sadece binicilik,
yüzücülük ve atıcılık gibi sportif faaliyetlerin yapıldığı bir yer değildi aynı
zamanda şiir, musiki ve güzel konuşma gibi sanatların da en güzel şekliyle
icraa edildiği bir mekandı. İşte böylesi bir mekandan adı geçen sanatları da
öğrenen Yezid[199] bu
yönüyle de kendinden bahsettirdi.
Yezid’in çölde bulunduğu
dönemde Kelb kabilesinin tüm fertlerinin müslüman olup olmadığı hakkında
yeterli bir bilgi bulunmamaktadır. Bu kabilenin fertlerinin müslüman olması Yezid’in
yetişmesi açısından önem arz etmektedir. Ancak kaynaklarda bu konuda yeterli
bir bilgi bulunmamaktadır. Yezid’in çölde Hıristiyan arkadaşlar arasında
büyüdüğü ve Hıristiyanlık kültürüyle yetiştiğine dair bilgiler birer tahmin
midir, yoksa sağlam bir bilgiden mi kaynaklanmaktadır? Bu konuda tatmin edici
bilgilere rastlanılamadı.
Buna rağmen bazı araştırmacılar tarafından Yezid’in çölde Hıristiyan kültürüyle
yetiştiği ileri sürülmektedir.[200] Öyle
anlaşılıyor ki söz konusu araştırmacılar Yezid’in daha sonraki dönemlerdeki
arkadaşlarından bazılarının, Ahtal ve Mansur b. Sercûn’un torunu Yuhanna ed-
Dımeşkî gibi Hıristiyanlardan oluşmasından[201]
hareketle böylesi bir yargıya varmaktadırlar. Yoksa Müslüman bir ailenin çocuğu
olan ve babası tarafından muhtemelen büyük mevkilere getirilmesi düşünülen bir
kimsenin Hıristiyan gibi yetiştirilmesine Muaviye’nin göz yumduğu düşünülemez. Diğer taraftan Yezid’in söz konusu kimselerle arkadaşlığının
sebebi Hıristiyanlık mıdır, yoksa bu kimselerin şiire ve işrete olan düşkünlükleri
midir? Öyle anlaşılıyor ki bu kimseleri bir araya getiren asıl sebep şiire olan
düşkünlükleridir.
Yezid’in çölde bulunduğu
esnada bir kısmı hala Hıristiyanlığım muhafaza eden veya en azından yeni İslama
giren kimselerle bir arada bulunduğu düşünülebilir. Zira söz konusu kabilenin
İslâma girmeye başladığı tarih çok eskilere gitmemektedir. Ancak bu kabilenin
fertlerinin Yezid’i bir Hıristiyan gibi yetiştirdikleri anlamına gelmez. Çünkü
bu kabileye mensup insanlardan pek çok kimsenin müslüman olması bir tarafa
Yezid, belli aralıklarla Şam’a gelip gitmesi esnasında babası ve diğer kimseler
tarafından İslâmî kurallardan haberdar edilmiş olmalıdır. Zira onun ileriki
dönemlerde muhataplarıyla yaptığı konuşmalarda İslâmi prensiplere, Kur’an ve
Sünnete ne kadar aşina olduğu açıkça görülmektedir.
Netice olarak şu
söylenebilir ki, Yezid annesiyle birlikte belli dönemlerde çöle dayılarının
yanma gitmiş, orada kaldığı süre zarfinda pek çok çocukla arkadaşlık yapmıştır.
Bunlardan bazıları müslüman olduğu gibi bazıları da Hıristiyanlardan olmuştur.
Ancak onun Hıristiyanlarla arkadaşlık yapması, Hıristiyan kültürüyle yetiştiği
anlamına gelmemelidir. Zira Yezid’in çocukluğunun tamamı çölde ve sadece
Hıristiyan çocukların arasında geçmemiş, belki de büyük bir kısmı Şam’da
müslüman bir çevrede geçmiştir.
Yezid’in çölde belli bir
hoca nezaretinde eğitim görmediği -çöl şartlarının buna imkan vermemesi
sebebiyle-söylenebilir. Ancak belli bir çağa geldikten sonra, dönemin
ilimlerini öğrenmek üzere Şam’a gelen Yezid’in iyi bir tahsil aldığına dair
bilgilere rastlamlmaktadır.
Yezid’in çöle kaç
yaşında gittiği ve orada tam olarak ne kadar kaldığına dair bir bilgiye sahip
değiliz, ancak şunu söyleyebiliriz ki; Yezid’in belli bir süre de olsa kaldığı
çöl hayatı ve oradan edindiği arkadaşlar onun hayatında önemli bir yere sahip
olduğudur. Bu dönemin onu karakterinin oluşmasında çok önemli bir yere sahip
olduğu muhakkaktır. Nitekim tarihçilerden bazıları Yezid’in çölde bulunduğu
dönemde pek çok iyi şeyleri öğrenmesinin yanı sıra çölün şarabını, lehviyyatını
ve İslâmi prensiplerle pek uyuşmayan aşk şiirlerini de öğrendiğini ifade
ederler.[202]
Yezid’in daha sonraki
dönemlerde de sürdürdüğü iddia edilen bu alışkanlıklarıyla ilgili olarak
ileriki bölümlerde ayrıntılı bilgiler verileceğinden söz konusu kötü
alışkanlıklar ve bu sebeple Yezid’in maruz kaldığı eleştirilere burada işaret
edilmeyecektir.
C-YEZİD’İN EĞİTİMİ
Muaviye, oğlu Yezid’in
eğitimini çöl ile sınırlı tutmadı. Çölde geçen günlerin sonrasında onun en iyi
bir şekilde yetişmesi için sahip olduğu imkanları kullandı.
Aslında Muaviye’nin tek
oğlu Yezid değildi, ancak geçen süreç onu biricik oğul olma konumuna yükselti.[203] Zira
Muaviye’nin Fâhite bnt. Karaza adlı karısından doğan iki oğlundan birisi olan
Abdurrahman, daha küçük yaşta iken vefat etti.[204]
Abdurrahman’m kardeşi olan Abdullah’ın ise anlama özürlü bir çocuk olduğu
belirtilmektedir.[205]
tbnü’l-Esir tarafından zikredilen bir olay, Yezid’in kardeşi Abdullah ile
Yezid’in zeka seviyesini göstermesi açısından oldukça dikkat çekicidir: Söz konusu
rivayete göre Meysun, oğlu Yezid’i yürütüyordu. Muaviye ve diğer karısı Fâhite
bnt. Karaza ise onları seyrediyorlardı. Meysun, bir süre sonra Yezid’i öptü ve
oradan kaldırdı. Bu durumu gören Fâhite, Meysun hakkında ileri geri konuşmaya
başladı. Muaviye ise Fâhite’ye Meysun’un oğlunun kendi oğlundan daha hayırlı
olduğunu söyleyerek Fâhite’ye çıkıştı. Fâhite, “Yemin ederim ki öyle değil,
ancak sen bu çocuğu daha çok sevdiğin için böyle söylüyorsun, yoksa bu çocuğun
benim oğlumdan daha zeki olmasından dolayı böyle söylemiyorsun." dedi.
Muaviye ona:“zamanı gelince ben sana bunu ispat edeceğim” dedi. Biraz sonra da
oğlu Abdullah’ı yanına sesletti. Ona “Yavrucuğum! Dile benden ne dilersen”
dedi. Abdullah, babasının bu sözleri üzerine “ondan bir eşek ve bir köpek
vermesini” istedi.
Böylesi bir cevap
beklemeyen Muaviye ona “yavrucuğum sen zaten eşeğin birisin. Sana bir eşek te
ben mi alayım!” dedi ve onun huzurunu terk etmesini söyledi. Muaviye bir süre
sonra Abdullah’ın kardeşi Yezid’i çağırdı ve ona da aynı teklifte bulundu.
Yezid babasının huzurunda secdeye kapandıktan sonra şöyle söyledi. “Müminlerin
emirini bu günlere ulaştıran ve bana böyle güzel bir teklifte bulunmasına
fırsat veren Allah (celle celâlühü)’a hamd olsun! Benim senden tek dileğim
vardır; benim senden isteğim, beni ateşten korumandır. Çünkü ümmetin işlerini
üç gün üzerine alan bir kimseyi Allah (celle celâlühü) ateşinden koruyacaktır.
Bu sebeple ben senden “beni yerine geçebilmem için veliaht tayin etmeni, bu yıl
yapılacak olan savaşa beni komutan olarak tayin etmeni; döndüğüm zaman benim
hacca gitmeme izin vermeni ve bu hacda beni hac emiri olarak görevlendirmeni
isterim...” dedi. Muaviye ona bütün isteklerinin yerine getirileceğini söyledi
ve huzurunu terk etmesini emretti. Daha sonra Fâhite’ye dönerek “Nasıl? Gördün
mü?” diye sordu. Fâhite bütün bunları gördükten sonra Muaviye’ye şöyle söyledi:
“Sen onu dediği gibi kendine veliaht tayin et.”[206]
Muaviye’nin oğullarından
Abdullah ile Yezid’in zeka bakımından mukayese edilebilmesi için verilen bu
rivayetin doğru olması pek mümkün görünmemektedir. Nitekim böylesi bir
rivayetin düzmece olduğunu söyleyen Lammens, henüz emekleme çağındaki bir
çocuğun bu türden sözler söylemesinin imkansızlığı bir tarafa böylesi bir
hikayenin Emin ile Me’mun hakkında da anlatıldığını belirtmektedir.[207]
Muaviye, Dugfel b.
Hanzale es-Sedûsi eş-Şeybânî’yi[208] Yezid’i
yetiştirmesi için görevlendirdi. Bu şahıs Arap ensâbma, özellikle Kureyş’in
neseb bilgisine vakıftı. Aynı şekilde Arap dili ve belagatı ile ilm-i nücûmu da
çok iyi biliyordu.[209] Yezid,
kendisini yetiştirmekle görevlendirilen hocasından Arap dilinin inceliklerini,
ilm-i nücûmu, ensâb ilmini, divanü’l-cünd, miras ve feraizle ilgili bilgileri
de öğrendi.[210]
Muaviye Yezid’in sadece
dil, sanat veya ensâb ilmine dair bilgiler öğrenmesini yeterli görmeyip,
oğlunun İslâmî ilimler sahasında da yetişmesi için gayret sarf etti. Ayrıca
onun Islâm terbiyesiyle yetişmesine de özen gösterdi.
Muaviye bu maksadını
gerçekleştirmek için Yezid’in çölde uzun süre kalmasına razı olmayıp, onu sarayına
getirtti, burada iyi bir eğitim görebilmesi için alıkoydu.[211]
Onun sanata karşı olan düşkünlüğü' de iyi bir eğitim aldığını göstermektedir [212]
Her müslüman Arap
çocuğunda olduğu gibi Yezid’in eğitiminde de başlangıç noktası Kur’an oldu.
Onun eğitiminin temel noktasını Kuran oluşturmuştur. Yezid’in Kur’an’ı çok
küçük yaşta öğrendiği bildirilmektedir.[213]
Aşağıdaki olay Yezid’in Kur’an bilgisinin seviyesini göstermesi
bakımından iyi bir örnek olmalıdır:
Muaviye bir gün Yezid’e
hangi sûrenin taliminde olduğunu sorar. Yezid Kıtal suresinin taliminde
bulunuyordu. Ancak söz konusu surenin ismini söylemek istemez bunun yerine
söyle cevap verir: “Ben şu anda kendisinden sonra İnna fetahna leke ayetinin[214] geldiği
suredeyim” Muaviye ise şöyle dedi:“ Bu sureyi iki sure takip eder. Bu sure işte
o iki surenin ortasında yer alır. Sen bu surelerden hangisindesin?” Yezid şöyle
cevap verir “içinde şu ayetin bulunduğu suredeyim: “Vellezine Âmenu...”[215]
Yezid, lüzumunda
muhataplarına delil olarak okuyabilecek kadar da Kur’an bilgisine sahipti.
Örneğin Muaviye bir defasında ona şöyle sorar “ kavmin hakkında sana birisi bir
şey soracak olsa ne dersin” Yezid şöyle cevap verdi “selama=iyi ve hoşturlar”
Muaviye ona iyi cevap verdin dedi. Zira bu şekilde cevap vermekle Furkan 25/63
ayetine telmihte bulunmuştur.[216]
Ailede verilen eğitimin
önemini müdrik bir kimse olarak Muaviye, birlikte bulunduğu anlarda Yezid’e
sorular soruyor onun verdiği cevaplan kimi zaman izah ediyor kimi zaman da
düzeltiyordu. Böylece Yezid’in eğitiminde tek yetkili kimsenin hocası olmasını;
tüm sorumluluğun ona yüklenmesini engellemiş oluyordu.[217]
Aynı şekilde Muaviye, kendi bulunduğu hilafet makamına gelen halkın sorulannı,
isteklerini ve şikayetleriyle ilgili görüşmelerde de Yezid’i bulunduruyordu.
Böylece onun daha sonra idareye geçmesi halinde halkın problemlerine,
taleplerine ve sorularına yabancı kalmamasına, karşılaşılabilecek sorunları
şimdiden çözebilmeyi öğrenmesini temin etmek istiyordu.
D-YEZİD’İN İDARİ VE SİYASİ ALANDA YÜKSELİŞİ
Yezid’in İstanbul’un Fethi İle Görevlendirilmesi
Muaviye’nin Yezid’i
veliaht tayin etme yolundaki çalışmasıyla onu veliahtlığa hazırlamak için
yaptığı çalışmalar aynı döneme rastlamaktadır. Biz Muaviye’nin Yezid’in veliaht
olmasına dair fikrini ilan etmeden ve bu konuda teşebbüse geçmeden önce Yezid’i
bu görev için hazırladığı düşüncesinden hareketle bu hazırlıkların neler olduğu
ve hangi maksatlarla yapıldığı üzerinde durmak istiyoruz.
Rivayetler Muaviye’nin
Yezid’i veliaht tayin etmeden önce bir takım hazırlık çalışmaları yaptığını
göstermektedir. Muaviye’nin halkın ve toplumun önde gelen kimselerinin Yezid’in
veliahtlığı fikrine karşı gösterebilecekleri tepkileri en aza indirme çabasıyla
teşebbüse geçtiği bu hazırlıklarda belli ölçüde de başarılı olmuş
görünmektedir.
Muaviye, Yezid’i veliaht
tayin etmek istiyordu. Ancak Yezid’e yöneltilen suçlamalar, Muaviye’nin bu
maksadına ulaşmasında en büyük engel olarak görünüyordu. Zira ileride de işaret
olunacağı üzere muhalifleri Yezid’in ahlaksızlığım, ava ve şaraba düşkün
olduğunu söylüyorlardı. Ayrıca onun sorumluluk gerektirecek büyük işleri
yapamayacak bir kişiliğe sahip olduğunu da ileri sürüyorlardı. [218]
Muaviye, oğlunu terbiye
sadedinde önemli işlerle vazifelendirdi. Bu maksatla yaptığı ilk iş ise onu
İstanbul muhasarasına gönderilecek ordunun başına getirmek oldu.[219]
Rasûlüllah’ın bizzat
başlattığı fütuhat hareketi, ilk iki halife döneminde hızlanarak devam etti.
Komşuları olan Bizans ve Sasânîler onların fetih hareketleri için ilk hedef
ülke konumundaydılar. Hz. Ebû Bekir döneminde Sasânîlere karşı girişilen fetih
hareketi, Hz. Ömer döneminde nihai zaferle neticelendi; Bizans’a karşı
düzenlenen gazalar ise Bizans’ın Suriye ve Mısır’ı tamamen kaybetmesiyle
sonuçlandı.
Hz. Ömer döneminde
mutlak galibiyetle tamamlanan İran’ın fethinden sonra Müslümanlar gözlerini
Bizans’a çevirdiler.[220] Gerçi
Suriye ve Mısır alınmıştı ama henüz Bizans’ın Müslümanlar üzerindeki tehdidi ve
İslâm davetinin önündeki engel olma konumu sona ermemişti. Üstelik Peygamber’in
fethini işaret buyurduğu İstanbul’da[221]
bu devletin sınırlan içerisindeydi.
Yukandaki gerekçelerle
Müslümanların Bizans’a karşı başlattıklan fetih hareketleri ilk iki halifeden
sonra da devam etti.
Hz. Osman (r.a) dönemine
gelindiğinde bu ülkeye karşı yapılan gazalarda Suriye valisi Muaviye b. Ebî
Süfyan’m başanlı çalışmalannm olduğu görülmektedir. Araplar, Suriye’ye hakim
olduktan sonra, Anadolu’ya ilk akınlann yapılmaya başladığı müşahede
edilmektedir. Başından beri Araplar, belki sadece bir yağma ile de iktifa
edebilecekleri seferler düzenliyor, ancak düşmanın zayıf ve zeminin müsait
olduğu bölgeleri fethedip elde tutmaya çalışmaktan da geri durmuyorlardı.
Müslüman Araplann gayretleri umumiyetle fethedilmiş bölgeleri kesin olarak elde
tutabilmek ve hiç direnmeyecek duruma düşen kısımlarda ise tamamen yerleşme
ameline müteveccih idi.”[222]
Hz. Osman (r.a)’ın
hilafete geçmesinden sonra bütün Suriye eyaletinin valiliğini Muaviye’ye verdi.
Suriye valisi olarak Muaviye, Bizans’a karşı yapılan gazaları daha büyük bir
ehemmiyetle ele aldı. 25/646 yılında bizzat kumanda ettiği bir orduyla
Kayseri’yi 10 gün muhasara etti. Şehrin civarındaki bölgeleri tahrip ettikten
sonra tekrar Kayseri’ye saldırarak şehri haraç vermeye mecbur etti ve oradan
Amuriye (Amorion= Hamzahacıköy)’e kadar uzanan bir akın yaptı.[223]
Suriye valiliğine
getirilen Muaviye, bir donanmanın lüzumunu Hz. Ömer’e belirtmesine rağmen ondan
müspet bir cevap alamamıştı. Hz. Osman’m hilafete geçmesiyle gerekli izni alan
Muaviye, ilk İslâm donanmasını kurdu.[224]
Anadolu, Suriye ve Mısır
için gerek ticari ve gerekse stratejik bakımdan büyük bir önem taşıyan Kıbrıs’a
29/649 yılında yapılan seferi 33/653 yılında yapılan ikinci bir sefer takip
etti.[225]
32/653 yılında yapılan
bu seferden iki yıl sonra 34/655 yılında Müslümanlar ile BizanslIlar arasında
ilk deniz savaşı cereyan etti. Kıbrıs seferinden hemen sonra İstanbul’a taarruz
etmek için planlar hazırlayan Muaviye, bu saldırıyı İstanbul’u muhasara etme
boyutuna ulaştıramadı.
İstanbul’u hedef edinen
bu seferde Abdullah b. Sa’d Ebî Serh’in komutasındaki İslâm donanması ile
Bizans deniz kuvvetleri arasında Phoenix (Fenike) kıyılarında 34/655 yılında
cereyan eden Zâtü’s-Sevârî muharebesinde İmparator II. Konstans’m ağır
mağlubiyeti ve Bizans donanmasının imhası Müslümanlara İstanbul’un deniz yolunu
açmıştır.57
Zâtü’s-Sevârî savaşıyla
mağlup olan Bizans’ın bundan sonra denizlerdeki hakimiyeti ortadan kalktı.
Bizans donanmasını mahveden Müslümanlar, artık denizdeki üstünlüğünü
kırmışlardı. Ancak İslâm Devleti içerisinde çıkan iç savaşlar (Cemel ve Sıffin)
sebebiyle, bu galibiyet gerektiği gibi değerlendirilemedi.58 Öyleki
çıkan ilk karışıklıklar sebebiyle Bizans’la antlaşma yapılmak zorunda
kalınıldı.
Hilafetteki
karışıklıkların sükûnet bulmasından sonra Muaviye, Bizans devletine karşı
mücadeleyi yeniden ele aldı. (43/663) Bu yılda Araplar yeniden Anadolu’da
görülmeye başladılar ve bu zamandan itibaren akmlanna her yıl devam ettiler.60
Rivayetlerden
anlaşıldığı kadarıyla Muaviye devrinde yapılan gazaların ağırlık merkezini
Anadolu teşkil etmektedir. Bizans topraklarına her yıl yapılan bu savaşların
asıl hedefinin ganimet elde etmek olmadığı, asıl maksadın İstanbul’u fethetmek
olduğu anlaşılmaktadır.61
Söz konusu seferler kara
ve deniz cihetinden yapılıyordu. Kara seferleri yılda iki defa yapılmaktaydı.
Yazın yapılan seferlere Savâif, kışın yapılan seferlere ise Şevâtî deniliyordu.
Her iki seferin ordusu da farklıydı. Bunlar birbiri arkasına sürekli gazaya
çıkıyorlardı.62
Muaviye döneminde
Bizans’a karşı aralıksız bir şekilde sürdürülen gazaların pek çok faydası
oluyordu. Bu faydalan şu şekilde sıralamak mümkündür: Ordunun
fiziki gücü diri tutuluyor ve iyi bir talim görmeleri temin ediliyordu.[226]
1-
Muaviye bu gazalarla tebaasının dini
gayretlerini ayakta tutuyordu. Yapılan bu seferlerin kafirlere karşı
düzenlenmiş kutsal bir cihat olarak gösteriyor ve böylece kendi itibarını
güçlendirmiş oluyordu.[227]
2-
Anadolu’ya yapılan seferler, düşmanı öz
yurdunda meşgul etmek suretiyle Suriye’yi sınır olmaktan çıkarıyordu. Muaviye
bu yoldan düşmanım kendi topraklarında meşgul etmek suretiyle bizzat ülkesinin
hudutlarını tesirli bir şekilde müdafaa etmiş oluyordu.[228]
3-
Fetihlerin kara ve denizlerde devam ediyor
olması ve insanların bu fetihlere katılması dikkatleri içeriden ziyade dışarıya
yöneltiyordu. Bu da devlet içerisinde çıkan huzursuzlukların kamuoyunun gözünde
en alt seviyede değerlendirmesine sebep oluyordu.
4-
Bu seferler sayesinde düşmanın gücü kontrol
altında tutulmuş oluyordu.[229]
5-
Muaviye, biraz da politik bir endişeyle
Suriyeli askerleri, özellikle Iraktaki dahili problemlerin ezdirmemek amacıyla
yeniden fetihlere yöneltiyordu.[230]
Muaviye döneminde çoğu
zaman küçük çaplı taarruz görünümünde süren bu gazalar, Yezid’in de hazır
bulunduğu İstanbul muhasarasıyla yeni bir boyut kazandı.
Muaviye valilik yaptığı
dönemde olduğu gibi halifelik makamına geçtikten sonra da Bizans’a karşı
düzenlediği seferleri sürdürüyordu. Bu seferler rutin bir şekilde devam
etmekteydi. Bizans’a karşı öldürücü darbenin vurulabilmesi maksadıyla bir ordu
hazırlığı başlatıldı. Muaviye, oğlu Yezid’i muhaliflerine karşı öyle sıradan
bir gazaya göndermektense böylesine önemli bir sefere göndermenin daha tesirli
olacağını düşünmüş olmalıdır. Çünkü oğlunu daha önceden Anadolu’ya karşı
sürekli olarak düzenlenen seferlerden hiçbirine göndermediği gibi onu İstanbul
muhasarası dışındaki bir gazaya da göndermemiştir.
Böylesi büyük bir orduya
komutanlık edebilen bir şahsın, devlet başkanlığı gibi bir işi de yapabileceği,
özellikle Yezid’i eleştirenler için bir cevap olarak gösterilebilecekti.[231]
Muhasaranın yapıldığı
tarihle ilgili olarak değişik rivayetlere rastlanılmaktadır. Bu farklılığın
nedeninin ise şunlardan kaynaklandığı düşünülebilir:
İstanbul muhasarası için
tertip edilen ordu iki grup halinde Anadolu’ya vardı. Bunlardan birinci grubu
teşkil eden ordu kışın oraya ulaştı ve sonradan gönderilecek birliklerin
gelmesine kadar orada kaldı. (Şevâtî)[232]
[233]
Önceden gönderilen ve
kışı Anadolu’da geçiren birliklere ilaveten gönderilen yardımcı kuvvetler,
yazın başlarında buluştular ve bundan sonra İstanbul muhasarasını başlattılar.
Kaynakların büyük çoğunluğunun
bu muhasaranın 49/669 yılında gerçekleştiğini söyledikleri görülmektedir.[234] Ancak
Yezid’in de iştirak ettiği bu muhasaranın 48/668 yılında[235],
50/670 yılında[236]ve hatta
52/672 yılmda[237]yapıldığını
söyleyenler de bulunmaktadır. Kaynaklardaki söz konusu farklılığın şunlardan
kaynaklandığı düşünülebilir:
İstanbul muhasarasıyla
ilgili verilen tarihlerin birbirine çok yakın olması da göz önüne alındığında
muhasara için gönderilen ordunun birinci grubunun kışın yola çıkması, ikinci
grubunun ise yazın yola çıkması bu kuşatmanın tam olarak hangi yılda
gerçekleştiği hususunun tespiti açısından önem arz etmektedir. Diğer taraftan
bu iki ordunun yola çıkması, muhasara dönemi ve geriye merkeze dönüşleri
arasında uzunca bir zamanın geçmiş olmasının da muhasaranın tarihiyle ilgili
farklı rakamların zikredilmesinde rolü olmalıdır.[238]
Yukarıda belirtilen
hususların da göz önünde bulundurulması halinde bu muhasaranın 49 yılında
gerçekleştiği söylenebilir. Ancak diğer güvenilir tarihçiler tarafından ileri
sürülen 50 yılının da olayın gerçekleştiği tarihle ilgisi olduğu düşünülebilir.
Şöyle ki; birinci grubun
48/668 yılının sonlarında yola çıktığı, ikinci grupla yazın buluştuğu ve savaş
sonrası geriye merkeze dönüşün 50/670 yılının başlarına rastlamış olacağı
mümkün görünmektedir. Bununla birlikte 49/669 yılının muhasaranın gerçekleştiği
dönemin tamamını kapsadığı belirtilmelidir.
Diğer taraftan Yezid’in
bu orduda üstlenmiş olduğu görevle ilgili de farklı bilgilere
rastlanılmaktadır.
Kaynaklardan bazılarına
göre Yezid, İstanbul’u muhasara etmek üzere yola çıkan ordunun komutam
sıfatıyla görevlendirildi.[239]
Yezid’in, Süfyan b. Avf
komutasında İstanbul’u muhasara etmek üzere gönderilen orduya yardımcı kuvvet
olarak gönderilen birliğin komutam sıfatıyla söz konusu sefere iştirak ettiğine
dair bilgilere de rastlanılmaktadır.[240]
İstanbul’u muhasara
etmek üzere gönderilen ordunun komutanının kim olduğu sorusunun Fadâle b. Ubeyd
el-Ensârî ve Süfyan b. Avf el-Ezdî’nin konumlan ve bu seferde üstlenmiş
oyduklan rolün açıklığa kavuşturulması ile kesinlik kazanacağı düşüncesiyle bu
konu hakkında kısaca bilgi verilecektir.
Fadâle neden Yezid
komutasında birliklerle sefere çıkmadı da daha önceden yola çıktı ve kışı
Anadolu’da geçirdi
Uçar’ın konuyla ilgili
verdiği bilgiler, yukandaki sorulan cevaplayacak niteliktedir: “Bizans
komutanlanndan Saborius, Konstans II idaresine karşı 48/668 de isyan etti.
Welhausen’e göre Konstans’ın hüküm sürdüğü son yazda (48/668) Fadâle sefere
çıktı. Babası Konstans Il’nin yerine geçen Konstantinos’un isyan eden Ermeniye
valisi Saborius’a karşı Muaviye’den yardım istemesi üzerine Muaviye, Fadâle b.
Ubeydullah ile yardımcı kuvvetler gönderdi. Fakat Saborius, Hadrianpolis
(Safranbolu)’te atının sakatlanması sebebiyle düşüp öldü. Onun ölümünden sonra
taraftarları, tekrar Bizans birliklerine katıldılar. Bu arada Fadâle, Hexapolis
(Malatya)’e vardı. Burada Saborius’un öldüğünü duydu. Sefere devam için
Muaviye’den yardım istedi. Muaviye, oğlu Yezid komutasında yardımcı kuvvetler
gönderdi.”[241]
Aynı olay Canard ve
Yıldız tarafından da nakledilmektedir. Ancak bunlar, Fadâle’nin yardım istediği
ve kışı geçirdiği yerin Welhausen’in iddia ettiği gibi Malatya olmayıp
Chalcedoine (Kadıköy) olduğunu söylemektedirler.[242]
Rivayetlerden
anlaşıldığı kadarıyla Muaviye, İstanbul’u muhasara etmek maksadıyla ordu
hazırlama teşebbüsüne girişti. Bu esnada Konstans Il’nin yardım talebini
öğrenen Muaviye, söz konusu ordunun teşekkülünü beklemeksizin Fadâle
komutasındaki birlikleri 48/668 yılının sonlarında Anadolu’ya gönderdi.
Fadâle, Anadolu’ya
geldikten sonra isyamn sonuçsuz kaldığım gördü. Bundan sonra gönderilecek
yardımcı kuvvetlerin gelmesini beklemeye başladı. 49/669 yılı yaz başına kadar
bu bekleyişini sürdürdü.
Diğer taraftan Muaviye,
İstanbul’u muhasara etmek üzere güçlü bir ordu oluşturdu, ordunun derhal
Anadolu’da beklemekte olan Fadâle kuvvetleriyle buluşmasını ve birlikte
İstanbul’u muhasara etmelerini emretti.
İstanbul’u muhasara
etmek üzere Fadâle komutasındaki birliklerle buluşacak orduya pek çok kimsenin
iştirak ettiği görülmektedir. Bu ordunun başına Süfyan b. Avfı geçiren Muaviye,
oğlu Yezid’den de onlara katılmasını istedi.[243]
Muaviye tarafından tayin edilen komutanların idaresindeki ordu, sefere çıktı.
Kaynakların Yezid’in bu
sefer esnasındaki tavrı ile ilgili iki farklı karakter yapısı ortaya koydukları
görülmektedir. Bunlardan birincisi muhasaradan önceki Yezid; diğeri ise
muhasara esnasındaki Yezid’dir.
a-Yeûd’in muhasara öncesi sergilemiş olduğu tavır
Onun bu tutumu gazveye
gitmeden önce ve İstanbul’a ulaşmasına kadar ki dönemde açığa çıkmaktadır.
Avâne babasından şöyle
bir rivayet nakletmiştir: “Muaviye, Yezid’i 50 yılında İstanbul’a gazaya
gönderdi. Ordunun başına ise Süfyan b. Avfı geçirdi. Ayrıca Yezid’e de bu
orduyla gazaya gitmesini emretti. Yezid ise yola çıkmakta gevşek davrandı, bir
müddet oyalandı. Muaviye onu sefere göndereceğine yemin etti”.[244]
Yezid’in Süfyan b. Avf
ile birlikte sefere çıktığı ve Süfyan b. Avfın Anadolu’ya Yezid’den önce
girdiği söylenmiş[245]ancak,
Yezid’in yolda bir süre oyalanması sebebiyle ordudan geri kaldığı belirtilmiştir.[246]
Rivayetlere göre Yezid,
babasından aldığı emre binaen Süfyan b. Avf ile birlikte yola çıkmış,
beraberindeki birliklerin yola devam etmesini emretmiş, kendisi ise ‘Deyr-ü
Mürrân’ mevkiinde[247] bir süre
konaklamıştır.[248]
Yezid’den önce Süfyan b.
Avf komutasında Anadolu’ya giren ve Kadıköy civarında beklemekte olan
Fadâle’nin birlikleriyle buluşan İslâm ordusu, bir süre burada kalmıştır. Bu
esnada onların pek çok sıkıntıya maruz kaldıkları belirtilmiştir. Ordunun
erzakı bittiği için şiddetli bir kıtlık baş göstermişti. Ayrıca askerlerden pek
çoğu humma ve çiçek hastalığına yakalanmıştı.[249]
Kısacası ordu büyük bir
sıkıntı içerisinde-belki de-Yezid’in gelmesini beklemekteydi. Yezid, Anadolu’da
kendisini bekleyen ordunun çektiği sıkıntıları konaklamakta bulunduğu Deyr-ü
Mürrân mevkiinde duydu. Yezid burada karısı Ümmü Külsüm bnt. Abdillah b. Âmir
ile birlikte zevk ve eğlence içerisindeydi.[250]
Yezid’in burada İslâm
ordusunun çektiği sıkıntıları umursamadığını belirttiği bir şiir inşad ettiği
söylenilmektedir:
“Deyr-ü Mürrân 'da
halıların üstüne rahat rahat uzanıp Ümmü Külsüm ’ün yanında sabah kadehini
çekerken, çiçek hastalığıyla hummanın Kadıköy 'ündeki askerlerimiz arasında
yaptığı tahribat vallahi umurumda bile olmuyor. ’’[251]
Yezid’in İstanbul’a
giden ordudan geri kaldığı ve Deyr-ü Mürrân’da zevk içerisinde gün geçirmesinin
yanında yukarıdaki şiiri de söylediğini öğrenen Muaviye, bu duruma çok
sinirlenir ve Yezid’e emir göndererek şöyle söyler: “Yemin ederim ki ölümüne
sebep olacak olsa bile sen de Süfyan b. Avfa yetişecek ve onların çektiği
sıkıntıyı sen de çekeceksin.” [252]
Muaviye’nin Yezid’e;
“Anadolu’daki orduya katılmaması durumunda kendisini veliaht tayin etmekten vaz
geçeceğini.”söylediği de rivayet olunur.[253]
[254]
Muaviye’nin kararlı
tutumu karşısında Yezid, Deyr-ü Mürrân’da daha fazla kalamayacağını anlar ve
beraberindekilerle orduya yetişmek üzere harekete 91 geçer.
Yezid’in muhasara öncesi
tutumuyla ilgili verilen rivayetlere göre muhasara öncesi Yezid, cihattan
kaçan, korkak ve eğlence peşinde koşan bir kişi görünümündedir. Arkadaşlarının
çektiği sıkıntıları umursamayan ve karısıyla birlikte eğlencesine devam eden;
üstelik bu esnadaki sevincini bir şiirle ifade etmekten kaçınmayan zayıf bir
kişilik ortaya koymaktadır. Arkadaşlarına yardım ve cihada gitmektense zevk
içerisinde gününü gün etmeyi tercih eden bir şahıs görünümündedir. Bununla
birlikte bazı araştırmacılar bir takım gerekçeler zikrederek Yezid’in söz
konusu türden davranışlar içerisinde bulunmadığını ifade ederler:
1-Ordu içerisindeki
komutanın sefer esnasında mazeretsiz bir şekilde ordudan ayrılması ve bir süre
eğlence içinde bulunması mümkün görünmemektedir. Zira böylesi bir hareket
savaşa giden bir ordunun ciddiyetiyle
bağdaşmaz. Ciddiyetten
uzak bir ordunun ise İstanbul’u muhasara etmek gibi zor bir işe teşebbüs etmesi
düşünülemez.[255]
1-
Yezid’in sefer esnasında komuta ettiği grup
içerisinde sahabe ve sahâbe çocuklarının da bulunduğu zikredildi. Bu kimselerin
bulunduğu birliğin komutanı olan Yezid, böylesi bir hareketi yaparken bu
şahıslardan hiç mi çekinmedi? Aynı şekilde bu seçkin kimseler Yezid’in böylesi
bir işi yapmasına nasıl göz yumdular? Dahası nasıl olurda bütün bunlara rağmen
hiçbir şey olmamış gibi onun komutasında sefere iştiraklerini sürdürürler? Öyle
anlaşılıyor ki bu sorulara verilecek cevaplar Yezid’in böylesi bir harekette
bulunmasına dair zikredilen rivayetlerin kabulünü güçleştirmektedir.
2-
Diğer taraftan Yezid’in muhasara esnasında
sergilediği davranışlar da yukarıdaki rivayetlerin şüpheyle karşılanmasını
gerektirecek niteliktedir. Zira Yezid’in muhasara esnasında gösterdiği
yararlılıklar, muhasara öncesi ortaya koyduğu iddia olunan davranışları
nefyedecek niteliktedir. [256]
3-
Söz konusu rivayetlerin ilk dönem
kaynaklarından pek çoğunda yer almaması bir taraftı bu bilgilerin daha çok
Yâ’kubî, İsfahânî ve Belâzürî gibi Şiî tarafgirliğiyle bilinen eserlerde
bulunması da yukarıdaki tereddütleri artırmaktadır.
b-Yezid’in Muhasara Esnasındaki Tutumu
Yezid’in Anadolu’ya
varıp Kadıköy civarında beklemekte olan orduyla buluşması ve sonrasındaki gelişmelerle
ilgili olarak kaynaklarda yer alan bilgiler, Yezid’in olumlu ve övgüye değer
bir tavır ortaya koyduğunu göstermektedir.
Halid b. Zeyd Ebû Eyyûb
el-Ensârî’nin bu muhasara esnasındaki konumu, Yezid ile yaptığı konuşmalar,
ölüm anı ve cenazesinin defni ile ilgili verilen bilgiler Yezid’in muhasara
esnasındaki kişiliğinin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacak niteliktedir.
Yezid’in, Ebû Eyyûb
el-Ensârî’nin iyi bir muharip olmasından istifade etmekten ziyade ondan manen
istifade etmek için onunla sefere çıktığı söylenilmelidir.94
Ebû Eyyûb
el-Ensârî, sefer esnasında yolda hastalanır. Muhasaranın başladığı günlerde ise
hastalığı iyice artar. Yezid, onun ziyaretine gider ve kendisinden bir
isteğinin olup olmadığını sorar. Ebû Eyyûb el-Ensârî, ölmek üzere iken Yezid’e
şöyle söyler: “Dünyalık namına hiçbir isteğim yoktur. Ancak senden isteğim beni
düşman arazisinde ilerleyebildiğin yere kadar götürmendir. Düşman arazisinde
daha ilerisine gidemeyeceğin yer neresi ise, beni işte oraya defnet! Çünkü ben
Peygamberimizin şöyle buyurduğunu işittim ‘Kostantiniyye surları önünde salih
bir zat defholunacaktır.’ İşte ben, Peygamberimizin işaret buyurduğu kimse
olmak isterim.”[257]
Ebû Eyyûb el-Ensârî,
ölünce Yezid, onun bir sahâbîye yakışır bir şekilde defholunması için tüm
hazırlıkların yapılmasını emretti. Ayrıca onun bir şerir üzerinde taşınmasını
ve defholunduğu yere bir de meşhed (türbe) inşa edilmesini emretti.[258] Cenazesi
vasiyetine uyularak İstanbul surlarının hemen dibine defholundu.[259]
İslâm ordusunun bir
tören yaptığını, şerir üzerinde bir şey taşıdıklarını gören Bizans meliki, bir
adamı vasıtasıyla müslümanlann ne yaptığım öğrenmek için teşebbüse geçti.
Müslümanlar, gelen elçiye “Bizim buraya defnettiğimiz şahıs, Peygamberimizin
arkadaşlarından bir kişidir. O, bizden, sizin beldenizde bir yere defnedilmeyi
istedi. Biz de onun vasiyetini yerine getirmek için onu buraya defnettik,
"dediler.
Durumu öğrenen Bizans
meliki, Yezid‘e bir elçi göndererek şöyle söyledi: “Hayret, hayret! Senin gibi
saf birisini İstanbul muhasarası gibi önemli bir iş için görevlendiren babanı
nasıl oluyor da dâhi diye nitelendiriyorlar? Zira sen peygamberin arkadaşının
cenazesini bizim topraklarımıza defnediyorsun. Sen buradan çıkıp gittikten
sonra biz onun cesedini bulunduğu yerden çıkarıp köpeklere atarız.”
Bunun üzerine Yezid, ona
şu cevabı gönderdi: “Ben Peygamberimizin arkadaşımn kabrini size emanet
ediyorum. Bu sizin için bir nimet olmalıdır. Sen ise bu nimete küfran-ı nimetle
mi karşılık vereceksin? Şayet onun kabrinin açıldığını duyacak olursam Arap
ülkesinde öldürülmedik bir Hıristiyan, yıkılmadık tek bir kilise bırakmam.” Bu
sözler üzerine melik, Yezid’e şöyle bir haber gönderdi: “Baban seni gerçekten
çok iyi tanımış. Mesih hakkı için yemin ederim ki, bu kabri bizzat bir yıl
boyunca kendi elimle koruyacağım.”[260]
Ebû Eyyüb’le ilgili bu
rivayet, Yezid’in kişiliği hakkında bir takım olumlu şeylerin söylenmesini
mümkün kılmaktadır:
1-Yezid, Ebû Eyyüb ile
iyi ilişkiler içerisindedir. Ebû Eyyüb’ün vasiyetini ona söylemiş olması ve bu
vasiyetin onun tarafından yerine getirilmesini istemesi bunu teyid etmektedir.
2-
Yezid, savaşa rağmen Ebû Eyyüb’ün
vasiyetini yerine getirme azmi içerisindedir. BizanslIların her an taarruz
tehlikesinin mevcut olduğu bir ortamda Yezid’in bu kararlılığı göstermesi onun
azim ve cesaretinin boyutlarının anlaşılması açısından önemlidir.
3-
Yezid’in, Bizans melikinin tehditlerine
kulak asmayıp, onu niyetlendiği kötü düşünceyi derhal terk etmesine sebep
olacak ikna edici bir tehditle karşılık verdiği görülmektedir.[261]
Diğer tarafından
kaynaklarda nakledilen bir hikaye de Yezid’in cesaret ve cengaverliğini ortaya
koymaktadır:
“Muhasaranın çok çetin
geçtiği bir anda, alanda bulunan iki çadırdan çalgı ve tezahürat sesleri
yükseliyordu. Taraflar arasındaki mücadele esnasında bazen çadırın birinden
bazen de diğerinden sevinç sesleri duyuluyordu. Yezid, bu seslerin sebebini
sordu. Ona şöyle denildi: “Bu çadırlardan birinde Rum melikinin kızı, diğerinde
ise Cebele b. el-Eyhem’in[262] kızı
var. Bunlardan her biri de kendi kavmi taarruza geçince çalgılar çalıp
tezahüratta bulunuyorlar. Sevinçlerini bu şekilde gösteriyorlar.” Bunun üzerine
Yezid, “Ben Cebele’nin kızım sevindireceğim” dedi ve çok güçlü bir hamle ile
düşman saflarına girdi.”[263]
Yezid’in İstanbul
muhasarası esnasında surlar önündeki çarpışmalarda gösterdiği gayret ve cesaret
sebebiyle ‘Fetel-Arab=Arap Kahramanı’ unvanı aldığını söyleyenler de
vardır.[264] Oysa İbn
Hacer tarafından nakledilen bir rivayet Yezid’e bu unvanın verildiğini
söyleyenlerin görüşlerini çürütecek niteliktedir. Bu rivayet şöyledir:
“Abdülaziz b. Zürâre
el-Kilâbî, Yezid ile İstanbul muhasarasına gitti. Muaviye bu şahsın öldüğünü
duyunca babasına gelerek “Fete’l-Arab=Arap Kahramanı ölmüş” dedi. O, “Hangisi,
benimki mi seninki mi?” diye sordu. Muaviye ise “Senin oğlun öldü. Allah (celle
celâlühü) rahmet eylesin”dedi.”[265]
Cebbûr ise kaynak
göstermeden verdiği bir beyitten hareketle “Ali’den başka kahraman, Zülfikar’dan başka kılıç yoktur” bu lakabın
çok daha önceden Hz. Ali’ye verilmiş olduğunu söylemektedir. Bu lakabın Hz.
Ali’ye verilmiş olması, ondan sonra bir başkasına da verilmesine engel
olmamalıdır. Zira İbnü’l-Esir ve İbn Hacer tarafından nakledilen rivayette de
görüldüğü gibi Muaviye’nin “mâte fete’l-Arab” demesi üzerine Zürâre’nin babası
“Hangisi, benim oğlum mu senin oğlun mu?”diye sormuştur. Bu da söz konusu
unvanın Zürâre’ye de Yezid’e de nisbet edilebileceğine bir delildir. Ancak buna
rağmen “Fete’l-Arab” unvanının Yezid’e verildiğine dair kaynaklarda net bir
bilginin olmayışı göz önünde bulundurulduğunda ona bu lakabın daha sonraki
dönemlerde nisbet edilmiş olduğu ihtimali kuvvet kazanmaktadır.
c-Yezid’in İstanbul Muhasarasının Neticeleri
Müslüman Araplar
tarafından İstanbul’a karşı 49/669 yılında başlatılan seferin nasıl
neticelendiği hakkındaki bilgiler oldukça sınırlıdır.
Muaviye ve Yezid
döneminde gerçekleşen siyasi ve askeri olaylara çok geniş yer ayıran ilk dönem
kaynaklarının, Anadolu’ya karşı düzenlenen seferler hakkında son derece
muhtasar bilgiler verdikleri görülmektedir. Umumiyetle Anadolu’ya yapılan
seferlerin kumandanları ve fethedilen kaleler ismen sıralanmakta, konuyla
ilgili teferruata girilmemektedir. Bunun sebebi düşünüldüğünde ise akla gelen
ilk ihtimal, bu bölgeye yapılan seferlerin pek başarılı bir şekilde
neticelenmemesinden dolayı Arap tarihçilerinin mağlubiyet bilgileri
aktarmaktansa bu konuda sükûtu tercih etmiş olmalarıdır. Diğer taraftan
Anadolu’ya karşı yapılan taarruzlar neticesinde ele geçirilen yerler uzun süre
elde tutulamamış, fetih sonrasında o bölgede sosyal, kültürel ve imar faaliyetlerinde
pek bulunulamamıştır. Dolayısıyla bölgede müslümanlarm, uzun süreli iskanları
da mümkün olmamıştır. Bu durum da tarihçilerin bölgeye yapılan taarruzlar ve
sonrasında gelişen olaylarla ilgili ayrıntılı bilgiler vermesini zorlaştırmış
olmalıdır.
İstanbul muhasarasını
Anadolu’ya yapılan diğer taarruzlardan ayrı düşünmek imkansız gibidir. Çünkü bu
ikisi birbirinin mütemmimi gibidir. Bu sebeple de müslüman Arapların genelde
Anadolu’ya karşı özelde ise İstanbul’a karşı taarruzlarında nasıl bir sonuç
elde ettikleri üzerinde kısaca durulacaktır.
Araplar, Anadolu’ya
karşı başlattıkları taarruzlarda Suriye, Mısır ve İran’a karşı kazandıkları
derecedeki başarıyı yakalayamadılar. Bunun başlıca sebepleri şunlardır:
1-
BizanslIlar, Araplara kaptırdıkları bütün
eyaletlerde son derece zayıf, ancak Anadolu’da kuvvetli idiler.[266]
2-
Toros dağlan Araplann Anadolu’ya geçişleri
önünde en büyük tabii engeldi. Bu engelin aşılması esnasında, pek çok sıkıntı
çekiliyor, düşmanı mağlup etmek için harcanılacak eneğinin büyük bir kısmı buranın
geçilmesi esnasında kullanılıyordu.
3-
Anadolu, iklim itibariyle Araplann alışkın
olmadığı hava şartlanna sahipti. Kışlar çok soğuk geçiyordu. Bu da sıcak iklim
şartlanna alışkın Araplann, Anadolu’da uzun süre bulunmalannı güçleştiriyordu.
Kısa süreli taarruzlar ise aradaki mesafenin uzaklığı sebebiyle başanyı
engelliyordu.
Bütün bunlara rağmen
müslüman Araplar, Anadolu’ya karşı sürdürdükleri taarruzlannı devam ettirdiler,
Bizans’ın başkenti İstanbul’u muhasara ederek bu bölgenin fethinde kararlı
olduklannı ortaya koydular.
İstanbul muhasarası
sonunda pek çok fayda temin edildi ancak fetih gerçekleştirilemedi. Buna
şunlann sebep olduğu söylenebilir:
1-
Müslümanlar yiyecek kıtlığı ve hastalık
sebebiyle muhasarayı sona erdirip merkezi dönmek zorunda kaldılar.[267]
2-
Üç tarafi su ile çevrili olan imparatorluk
şehri, geçmişte İran Kisralannın çok iyi silahlanmış askeri güçlerine bile
dayanan çok yüksek ve kuvvetli surları ve kuleleri(bazı yerlerde bunların
yüksekliği 30 metreyi buluyordu) ile çok iyi korunuyordu. Araplar, efsanevi bir
cesaret ve sabırla savaştıkları halde, duvarların
devasa ve kompleks
yapısını aşmak için gerekli kabiliyet ve donanımdan yoksundular. Bu sebeple
sefer başarısız oldu ve önemli kayıplar verildi.100
3-
Muaviye, bu muhasaranın daha fazla sürmesini
istemedi, savaşın sona erdirilmesine dair emirler gönderdi. Çünkü o, oğlu
Yezid’in başkentte bulunmasını, ileriki hedefleri açısından zaruri görüyordu.
Zira onun kendisinden sonra yerine geçebilmesi için merkezde bulunmasını ve
halktan biat alınması esnasında hazır olmasını istiyordu.[268]
[269]
4-
Kışm yaklaşması ile muhasara kaldırıldı.
Çünkü Araplar, hem kış iklimine alışkın değillerdi, hem de, kışın şartlarına
uygun hazırlıklardan yoksundular. Gerekli malzemenin gelmesi ise aylarca
sürebilirdi.[270]
İlk İstanbul muhasara,
İstanbul’un fethinin gerçekleştirilmediği için askeri bakımdan başarısız
olmakla birlikte siyasi yönden başarılı oldu. Zira bu saldırıdan sonra Bizans
imparatorları, genel anlamda başkentlerini daha başarılı bir şekilde
savunabilmek için askeri ve idari sahada yeni çareler bulmaya mecbur
bırakıldılar; özel anlamda ise bunlar, başkentlerini savunabilmek için
Anadolu’yu savunma hattı haline getirdiler.[271]
BizanslIlar,
Müslümanların kolayca başkentlerine kadar gelmelerini önlemek için tedbirler
almak zorundaydılar. Onların hareketlerini zorlaştırmak için ne gerekiyorsa onu
yapmalıydılar. Engeller konulacak ve bu engeller Müslümanların güçlükler ve
sıkıntılarla yorgun ve bitap bir şekilde İstanbul’a ulaşmalarına yol açacaktı.
Yani savunma hattı başkentin daha ötesinde Asya-i Sugrâ’ya taşınacaktı. Bu bir
strateji haline getirilecekti. Zira Şam ve Mısır’ı elden çıkaran Bizans, bundan
böyle Anadolu’yu savunma hattı haline getirmiş olacaktı. Bu da Anadolu’nun
öneminin artmasına ve gelişmesine yol açacaktı. [272]
Diğer taraftan bu
muhasara ile Bizans’a şu mesaj verilmiş oluyordu; başkentiniz İslâm
kuvvetlerinin ulaşamayacağı ve ele geçiremeyeceği bir yer değildir. Müslümanlar
istedikleri anda, ta İstanbul’a kadar gelebilirler.[273]
Bu savaş Yezid’in iyi
bir şöhret kazanmasına[274]; idari,
askeri ve siyasi tecrübe kazanmasına[275],
dolayısıyla da tarihçiler tarafindan övülmesine neden olmuştur.[276]
Yezid’in Hac Emirliği
Hacca gidenleri sevk ve
idare etmek üzere ‘Hac Emiri’ tayin edilmesi, Hz. Peygamber ve Hulefa-i
Râşidîn’in sünnetidir. Emevî devletinin kurucusu Muaviye, haccın kamuoyunda
meydana getirdiği tesirleri yakından bildiği için daha 38/658’de Hz. Ali’nin
hac emirinden ayrı olarak kendi adına bir hac emiri göndermişti. Bu iki emir
bir anlaşma sonucu, emirliği Kâbe hizmetlerini yürütmekte olan Şeybe b. Osman’a
bıraktılar, Muaviye, hakemlerin kararından sonra elde ettiği Hz. Ali ile
eşitlik durumundan başka, iktidarın bir sembolü olan hac emirliğini de elde
etmeye gayret gösterdi.[277]
Hac, dört bir yandan
gelen müslümanlann yılda bir kere de olsa toplantılarına sahne olunan bir
ibadetti. Haccetmek üzere pek çok müslüman Mekke’de bir araya geliyordu. Haccın
sadece dini yönü yoktu aynı zamanda siyasi, içtimai ve ekonomik yönü de vardı.
Hac’da devletin siyaseti doğrultusunda hacılara konuşmalar yapılıyordu. Alınan
kararlar, uyulması gereken kurallar vs. kamuoyuna duyuruluyordu. Hacılar
buradan aldıkları bilgileri, memleketlerine taşıyordu. Böylece devlet ile halk
arasında hızlı bir iletişim sağlanmış oluyordu.
Haccın haiz olduğu
siyasi önemi müdrik bir kimse olan Muaviye, bu önemi kendi iktidarı lehine
kullanmak için teşebbüse geçti.
Muaviye, Yezid’i
veliahtlığa hazırlamak için İstanbul’u muhasara etmek üzere gönderilen orduda
görevlendirdi ancak, bu görevi icra etmesini yeterli görmeyip, onu hac
emirliğiyle de vazifelendirdi.[278] Muaviye,
idaresi boyunca kendi soyundan da yararlanıyordu, fakat onları hiçbir zaman
kendilerini muktedir kılıcı herhangi bir makama getirmiyordu. Bununla birlikte
o, iktidarı boyunca haccı idare edenleri kendi ailesinden seçti. [279]Bu açıdan
haccı idare etme vazifesi, müslümanlar üzerinde Emevî iktidarının siyasi
varlığının bir göstergesi olarak değerlendiriliyordu.[280]
Muaviye döneminde hac
emirliği yapanların isimlerine bakıldığında bu görevi çoğunlukla Ümeyye oğulları
fertlerinin yerine getirdikleri görülmektedir.[281]
Muaviye, başta oğlu
Yezid olmak üzere ailesinden bazı kimseleri münavebeli olarak hac emirliği ile
görevlendiriyordu. Muaviye bununla iki şeyi hedefliyordu:
1-
Ailesinin fertlerinin şanını yüceltmek,
itibarlarını artırmak
2-
0nlan dini konumlan itibanyla inkişaf
ettirmek böylece de onlann dini yönden nakıs olduğu şeklindeki iddia ve
ithamlan yok etmek.[282]
Kaynaklar Yezid’in hangi
tarihte hac emirliği yaptığı hususunda değişik bilgiler vermektedir.
Emevîler döneminde hac
emirliğini yıllara göre kimlerin yaptığını aynntılı bir şekilde veren Yâ’kûbî
ve İbn Habib, Yezid’in 51/671 yılında haç emirliği yaptığını söylerken[283] bazı
tarihçiler ise, Yezid’in sadece 51/671 yılında hac emirliği yapmadığını onun
aynı şeklide 52/672 ve 53/673 yıllannda da hac emirliği görevini yerine
getirdiğini söylemektedirler. Yezid’in üst üste 51, 52 ve 53 yıllarında üç defa
hac emirliği yaptığını söyleyenlerin bu bilgiyi Ebû Bekir b. Ayyaş tarafından
nakledilen bir rivayetten aldıkları görülmektedir.[284]
Taberî ise bu konuyla
ilgili olarak şunları söylemektedir: “50/670 yılında insanlara kimin hac
emirliği yaptığı hususunda ihtilaf vardır. Bazılarına göre bu yıl hac
emirliğini Muaviye, bazılarına göre ise oğlu Yezid yaptı.[285]
Hicri 51/671 yılında ise hac emirliğini Yezid yapmıştır. Vakıdî de bu
görüştedir. Vakıdî ve Ebû Ma’şer’e göre 52/672 yılında ise bu görevi Sâid b.
el-Âs yaptı.[286]
Yukarıdaki kaynaklar,
Yezid’in sadece 51/671 yılında hac emirliği yaptığı veya 51, 52 ve 53
yıllarında üç kez bu görevi yerine getirdiği şeklinde iki ayn görüştedirler.
Ancak Yezid’in 51
yılında hac emirliği yaptığını söyleyen gruptaki tarihçilerin hac emirliğiyle
ile ilgili ayrıntılı listeler vermiş olmaları göz önünde bulundurulduğunda bu
grubun söylediklerinin doğru olma ihtimali daha da artmaktadır.[287]
Ayrıca Muaviye’nin
halifeliği esnasında hac emirliği görevlerini çoğunlukla Medine valilerinin
yerine getirdiği[288] [289] göz
önünde bulundurulduğunda Yezid’in üç yıl peş peşe hac emirliği yapmış olmasının
Muaviye’nin uygulamaları ile bağdaşmayacağı söylenebilir.
Öyle anlaşılıyor ki
Yezid, hac emiri sıfatıyla sadece 51 yılında görev yapmış, 52 ve 53 yıllarında
ise bu görevi Medine valileri yerine getirmişlerdir. Yezid’in 52 ve 53 yılında
hac emiri olarak değil de hac ibadetini ifa için haccetmiş olup olmadığına dair
bir bilgiye henüz rastlanılamamıştır. Böyle bir bilgi olsaydı Yezid’in 52 ve 53
yıllarında hac emirliği yaptığım söyleyenlerin onun sıradan bir hacı gibi
Hicaz’da bulunmasını hac emirliği yaptı şeklinde değerlendirmelerde bulunmalarına
yol açmış olduğu düşünülebilirdi. Ancak bu şekilde bir bilginin olmaması da
böylesi bir varsayımı zorlaştırmaktadır.
Hac emirliği kolay bir
iş değildi. Bu görev küçük ölçüde genel bir idarecilik çeşididir. Bu vazife
insanların işleri ve ihtiyaçlarını giderebilmek için derin bir kavrayışı
gerektirir. Bu işi üstlenen kimsenin müslümanlann ahvaline muttali olması ve
onların problemlerini çözebilmesi gerekmektedir. Onların menfaatlerini
gözetmesi zorunludur. Hepsinden de öte onların hac esnasında karşılaşabilecekleri
problemlerle ilgili sorunlarını cevaplayacak kadar fıkıh bilgisine sahip olması
gerekir. Hacılara haccın uygun bir biçimde yapılması hususunda iyi bir önder olmayı
da icap ettirir.
Maverdi, hac emirinin
görevleriyle ilgili olarak en ayrıntılı bilgi veren kimsedir. Maverdi’ye göre
hac emirliği iki kısma ayrılır: 1-Hac yolculuğunu idare etme 2-Hac farizasının
yerine getirilmesini idare
1-Hac yolculuğunu idare:
Bu göreve yerine getirecek hac emirinin, kendisine itaat olunacak, rey sahibi, cesur,
heybetli ve doğruluk sahibi bir kimse olması gerekmektedir. [290] Ferra
ise hac emirliğiyle ilgili bölümde Maverdi ile aynı doğrultuda bilgiler
vermekte, bu maddeyle ilgili olarak ise “hac emirinin hac kafilesini sevk ve
idare etmesi tamamen siyasi bir hüviyet taşımaktadır.” demektedir. [291]
Bu görev esnasında hac
emiri, kafilenin karşılaşabileceği problemleri çözebilmeli, onların salimen
harem bölgesine ulaşmalarını temin etmelidir.[292]
2-Hac ibadetini idare:
Hac ibadetini ibadet olarak yerine getirtmek namaz imamlığı gibidir.
Dolayısıyla namaz kıldıracak kimsede aranılan şartlar hac ibadetini yaptıracak
imamda da aranılır. Ayrıca bu kimsenin hacla ilgili ayrıntılı bilgilere vakıf
olması da istenilir. [293]Hac
emirinin fakih olması durumunda kendisinden talep edilen fetvaları vermekle de
yükümlüdür.[294]
Yezid’in hac emirliğiyle
ilgili bu iki vazifeyi de yerine getirebilmek için gerekli şartlan taşıdığı
söylenmişse de[295]bu
hususta kaynaklarda bir bilginin bulunmaması söz konusu malumatın sıhhatini
engellemektedir.
Yezid’in hac emirliği
esnasında pek çok kimseyle tanıştığı, onlardan istifade ettiği, hac esnasında
idarecilik tecrübesi kazandığı ve halk ile yakınlaştığım söylemek mümkündür.
Yezid’in hac emirliği
yaptığı sırada içki meclisi kurduğu ve kutsal bölgede içki içtiğine dair bir
rivayetin varlığını da zikretmek gerekmektedir.[296]
Tarihçilerden bazılannın
belirttiğine göre Yezid, babasının halifeliği esnasında Medine’ye gelir ve bir
içki meclisi kurdurur.[297] İbn
Abbas ile Hz. Hüseyin, onun yanına girmek isteyince kendisine “İbn Abbas şarap
kokusunu tanır” denilir. Bunun üzerine İbn Abbas’ın yanına alınmamasını
söyleyip Hz.
Hüseyin’in içeri
girmesine müsaade eder. Hz. Hüseyin, içeri girince şarap kokusu ile birlikte
hoş kokuların gelmekte olduğunu görür ve “Ne güzel bir koku, nedir bu?” der,
Yezid ona şu cevaba verir: “Bu Şam’da imal olunan bir kokudur.”
Yezid daha sonra söz
konusu şaraptan bir kadeh getirtilmesini emreder ve onu içer. Sonra bir kadeh
daha isteyip “onu da Ebû Abdullah’a (Hz. Hüseyin) içirin” der. Hz. Hüseyin ise
ona şöyle söyler:“ Şarabın senin olsun, senin içkin de benim gözüm yok.” Hz.
Hüseyin’in bu cevabı karşısında Yezid aşağıdaki şiiri söyler:
“Hayret
sana ey arkadaş!
Seni
davet ettim de gelmedin,
Genç
kızlara, şehvete, şarkıya
Eğlenceye
ve şaraba
Süslü
bir kadehtedir o.
Arapların
efendileri de etrafında
Bu
kaplarda senin kalbini
Çürüten
ve fayda vermeyen bir şey var: ”
Hz. Hüseyin bu
şiiri dinledikten sonra derhal ayağa kalkar ve Yezid’e yönelerek şöyle der:
“Hayır, Muaviye’nin oğlu, asıl senin kalbin çürüsün!”[298]
Yezid’in hac emirliği
yaptığı sırada Medine’de içki içtiğine dair nakledilen bu rivayetin aşağıdaki
sebeplerle ihtiyatla karşılanması uygun olacaktır.
1.
Daha önce de geçtiği üzere hac emirliği iki
kısımda icra ediliyordu. Birincisi hacıların hac mevkiine ulaştırılması;
İkincisi ise hac ibadetinin yerine getirtilmesiydi. Her iki görev içinde
emirlik yapacak şahsın dinî, siyasî ve ilmi bir takım özelliklere sahip olması
gerekliydi. Yezid, bu görevi yerine getirmiş ve rivayetlerden hiç birisinde de
Yezid’in hac emirinde bulunması gereken özelliklere sahip olmadığına dair bir
bilgiye de rastlanılamamıştır. Bu da Yezid’in emirlik için gerekli özelliklere
sahip olduğunu gösterir mahiyettedir. Hal böyle olunca bu türden özelliklere
sahip olarak hac emirliği yapan bir kimsenin, şarap içilen bir meclise oturması
veya bizzat şarap içmesi uzak bir ihtimal olmalıdır. Kaldı ki onun hacılara
karşı olan sorumluluğu da böylesi bir davranışta bulunmasını zorlaştırıcı bir
unsurdur.[299]
2.
Rivayetin doğruluğu hususunda şüpheye sebep
olan bir hususta Hz. Hüseyin’in Yezid’in şarap içtiğini görmesinden sonra
herhangi bir itirazda bulunmaksızın onun meclisinde oturmaya devam etmesidir.[300]
Hz. Hüseyin, Yezid’in
içki içtiğini öğrendikten sonra ya bu konudaki itirazım belirtir ya da Rasûlüllah’ın
hadisi gereğince[301] içki
içilen meclisi derhal terk ederdi. Oysa rivayete göre Hz. Hüseyin, Yezid’in
içki içtiğini görmüş ve ona “Şarabın senin olsun. Senin şarabında gözüm yoktur”
demekle yetinmiştir. Yani kendi huzurunda Yezid’in şarap içmesinde bir mahzur
görmemiştir. Böylesi bir davranışın Hz. Hüseyin tarafından işlendiği pek mümkün
görünmemektedir.[302]
3.
Bu olayın el-Egânî, Tarihu Dımaşk ve
el-Kâmil’deki anlatılış biçimiyle Uyunu’l-Ahbâr’daki şekli arasında bir takım
farklılıklar bulunmaktadır. Örneğin içeri girmesine izin verilen kimse
yukarıdaki kaynaklarda İbn Abbas olarak zikredilmişken Uyunu’l-Ahbâr’da bu
kişinin İbn Cafer olduğu söylenmektedir.[303]
Ayrıca bu kaynaklardan
en eski olan el-Egânî’de olayın Yezid’in hac emirliği esnasında geçtiğine dair
bir bilgi bulunmazken daha muahhar olan el- Kâmil ve Uyunu’l-Ahbâr’da söz
konusu rivayetin Yezid’in hac emirliği yaptığı sırada gerçekleştiği
belirtilmektedir.[304]
Uyunu’l-Ahbar’daki
rivayette Yezid ile Hz. Hüseyin’in bu esnadaki konuşmaları arasında yer alan
bir ifade de rivayetin güvenirliğine şüphe düşürmektedir. Çünkü rivayete göre
Hz. Hüseyin, Yezid’e “Allah (celle celâlühü) sana lanet etsin ey melûn!”
demiştir.[305] Halbuki
Yezid’e lanet meselesi söz konusu olayın gerçekleştiği dönemden sonraki
zamanlarda ortaya çıkmıştır.[306]
4.
Haberi nakleden Îsfahânî bu rivayeti
Medâini’nin kendisine anlattığını, Medâini’nin ise bu olayı Ömer b. Şebbe’nin
kendisine aktardığını söylemektedir. Ömer b. Şebbe ise bu olayı bizzat şahit
olmuşçasına naklediyor. Oysa söz konusu üç şahsın ölüm tarihleri bu şekilde bir
rivayetin sıhhatini engellemektedir. Nitekim
İbn Asâkir, Ömer b.
Şebbe ile Yezid’in arasında uzunca bir zaman farkı olduğunu ve rivayetin bu
sebeple de münkatı olduğunu belirtmiştir.[307]
[308]
İbnû’l-Esir’deki
rivayetin senedinde ise ilk râvi Ömer b. Sübeyne olarak zikrediliyor. Halbuki,
Ömer b. Sübeyne’nin, Yezid döneminden çok sonra yaşadığı, hem de Ömer b.
Sübeyne ile İbnû’l-Esir arasında uzunca bir zaman farkı bulunduğu
bilinmektedir. Bu sebeple rivayetin münkatı olduğu sonucuna ulaşmak zor
olmayacaktır.
5.
Rivayette “...İbn Abbas şarap kokusunu
tanır, şarap içtiğini anlar, denilince Yezid, İbn Abbas’m yanına alınmamasını
söyleyip Hz. Hüseyin’in içeri girmesine müsaade etti.” şeklinde ifadeler
bulunmaktadır. İbn Abbas’ın şarap kokusunu tanımasına karşılık Hz. Hüseyin
şarap kokusunu bilmemesi pek mümkün görünmemektedir.[309]
6.
Yezid, hac etmesi esnasında ne halife idi,
ne de henüz veliaht tayin edilmişti. Bu sebeple de Hz. Hüseyin’in onu ziyarete
gitmesi için her hangi bir sebep olamazdı. Üstelik Hz. Hüseyin yaş itibarıyla
da Yezid’den yaklaşık 20 yaş daha büyüktü.[310]
Netice olarak şu
söylenilebilir ki; Yezid’in içki içtiğini ifade etmek üzere zikredilen bu
rivayetin Şiî tarafgirliğiyle bilinen kaynaklarda yer alması özellikle Yezid’in
kötülenmesine yönelik bir gayretin ürünüdür. Yukarıdaki gerekçeler göz önünde
bulundurulduğunda Yezid’in hac emirliği sırasında veya hac ettiği bir sırada
Medine’de içki içtiği, bazı sahâbîleri de bu işe davet ettiği şeklindeki
rivayetin doğru olamayacağı sonucuna varılabilir.
İKİNCİ BÖLÜM
YEZİD’İN VELİAHT TAYİN EDİLMESİ
A-VELİAHTLIKTAN ÖNCEKİ UYGULAMALARA GENEL BİR BAKIŞ
Hz. Muhammed’in ümmetine
karşı iki ana görevi vardı. O, hem kurmuş olduğu İslâm devletinin başkanlığını
yürütmek, hem de aldığı ilahi vahyi insanlara ulaştırmakla sorumluydu. (Riyaset
ve Risalet). Peygamberin kurduğu toplumun en büyük özelliği dinî ve dünyevî
özellikleri bir arda bulundurmasıdır.
Rasûlüllah, hayatı
boyunca içerisinde yaşadığı toplumu dinî ve siyasî kuralların yardımıyla idare
etmeye çalıştı.[311]
Hz. Peygamber’in
vefatıyla birlikte, İslâm toplumunun karşılaştığı ilk problem, bundan sonra
müslümanlarm idaresinin (riyaset) nasıl yürütüleceği meselesi oldu. Kuran-ı
Kerim ve hadislerde bu meselenin çözümünde hangi usulün takip edileceği kesin
olarak belirtilmediği gibi, Hz. Peygamber de kendisinden sonra bu makama kimin
getirileceğine dair bir beyanda bulunmadan vefat etti.[312]
İslâm dini, konu hakkında adaletli davranmak, dünya işlerinde istişarede
bulunmak ve ulu’l-emre itaat gibi genel prensipleri vaz ediyor, işin geri kalan
kısmını müslümanlarm kendi reylerine bırakıyordu[313]
Sanki Allah (celle celâlühü) ve Rasûlün’ce bu mesele müslümanlarm sağduyusuna
havale ediliyor ve konuyu kendi aralarında halletmeleri isteniyordu. Böyle
olmasaydı, namaz, oruç ve benzeri dini görevlerde olduğu gibi, hilafet
meselesinde de uyulması zarûrî hükümler ortaya konur ve meselenin o kesin
sınırlar içinde çözümlenmesi istenirdi. Allah (celle celâlühü) ve Rasûlü, bu
konuda müslümanlara daha geniş bir düşünce ve uygulama alanı veriyorlardı.[314] Şimdi bu
genel kaideler doğrultusunda Hz. Peygamberin siyasî anlamdaki ilk halefini yani
müslümanlarm ilk halifesini belirlemek ashabın omuzları üzerindeydi."'
Rasûlüllah’m vefatından
sonra gün yüzüne çıkan devlet başkanlığına kimin geçeceği sorusunun sahâbîleri
sıkıntıya soktuğu görülmektedir. Zira bu soruyla onlar ilk defa karşı karşıya
geliyorlardı.
İlgili rivayetler
incelendiğinde, bu ciddi meselenin zaman kaybetmeden, hatta Hz. Muhammed’in
defin işlemi sona erdirilmeden ashap tarafından ele alındığını müşahede
etmekteyiz. Beni Saîde Sakîfesi’nde toplanan Ensâr, Hazreç kabilesi reisi Sa’d
b. Ubâde’ye biat etmek üzere iken, Evs kabilesine mensub bir kişi tarafından
olaydan haberdar edilen Hz. Ebû Bekir (r.a), Hz. Ömer ve Ebû Ubeyde b. Cerrah
buraya geldiler ve onlar da müzakerelere katıldılar’. Ensâr adına söz alanlar
Ensâr’ın faziletini, dine olan hizmet ve yardımlarını dile getirerek hilafetin
kendi hakları olduğunu ileri sürdüler. Konuşulanları dinleyen Hz. Ebû Bekir ise
yaptığı konuşmada, Ensann fazilet ve dine hizmetlerinin inkar edilemeyeceğini
belirttikten sonra, çok önemli bir noktaya dikkat çekerek Arapların sadece
Kureyş’in reisliğine nza göstereceklerini, bunun için de Hz. Ömer (r.a) veya
Ebû Ubeyde b. Cerrah (r.a) olmak üzere bu ikisinden birine biat etmelerine
teklif etti. Hilafetin tek başlarına ellerinde kalmayacağını anlayan Ensardan
bazdan biri kendilerinden diğeri Kureyşten olmak üzere iki emir teklifinde
bulundularsa da bu görüş de uygun bulunmadı. Tartışmanın uzadığını gören Hz.
Ömer, söz olarak Hz. Ebû Bekir (r.a)’e Hz. Peygamber’in hastalığı esnasında
onun yerine imamlık yaptığını, hicret esnasında ona mağarada arkadaşlık
ettiğini, dolayısıyla onun yerine geçme hakkının kendisinin olması gerektiğini
söyleyerek, biat etmek üzere elini uzatmasını söyledi. Neticede Evs’li Beşir b.
Sa’d da Hz. Ebû Bekir (r.a)’e biat edince, orada bulunan Evs ve Hazreçliler’de
biate katıldılar.”
Benî Sâîde Sakîfesi’nde
yapılan tartışmaları neticesinde Hz. Ebû Bekir halife seçildi. Hz. Peygamber’in
vefatından hemen sonra sahâbe tarafından Hz. Ebû Bekir (r.a)’e yapılan bu biat,
daha sonra İslâm siyasî düşüncesinde bir takım tartışmaların ve ihtilafların
ortaya çıkmasına neden oldu. Sonraki yıllarda daha da artarak devam eden bu
tartışmalar İslâm tarihinde bir çok mezhebin doğmasında etkin rolü oynadı.[315]
Ancak şunu da belirtmek
gerekir ki, sonraki dönemlerde bir takım ayrılıkların çıkmasına yol açmakla
birlikte bu toplantının, ilk aşamada ve çok kritik bir anda müslümanların bir
devlet başkanı etrafında birleşmelerine vesile olduğu belirtilmelidir.
Hz. Ebû Bekir’in ashab
arasında gerçekleşen görüşmelerin akabinde halife olduğu görülmektedir. Hz.
Ömer (r.a)’in hilafet makamına geliş şekli ise Ebû Bekir’inkinden farklı oldu.
Hz. Ebû Bekir, kendisinden
sonra ümmetin ihtilâfa düşmesinden endişe ettiği için[316]
devlet başkanlığını en iyi şekilde yapacağına inandığı Hz. Ömer’in bu göreve
gelebilmesi için bir takım görüşmelerde bulunmaya başladı. Başta ashabın önde
gelenleri olmak üzere Hz. Ömer hakkında kamuoyunun görüşlerini öğrenmek için
gayret sarf etti ve neticede Hz. Ömer (r.a)’in hem ashabın ileri gelenlerinin
hem de halkın teveccühünü kazandığım ve devlet başkanlığına layık olarak
görüldüğünü müşahede etti.[317] Ensâr ve
Muhacirûn’un ileri gelenleri ile yaptığı görüşmeler sonucu, kararını veren Ebû
Bekir, bu kararını Hz. Osman’a yazdırttı (ahitname) ve ondan bunu halka
okumasını istedi. Bu ahitnamede “kendisinin Ömer’i halife olarak tayin
ettiğini” belirtti ve halktan ona itaat etmelerini istedi.[318]
[319]
Hz. Ebû Bekir’in Hz.
Ömer’in halife seçilmesinde uyguladığı bu yeni usule Tstihlaf=Aday Teklifi’
usulü denilmektedir." Veliaht tayin ederek halifeyi belirlemekle, bu usul
bir birinden farklıdır. Aday Teklifi usulü halifenin vefatına yakın ümmetin maslahatı
için yakın akrabası olmayan ve hilafete liyakat kesbetmiş birisini aday olarak
göstermesi diye tanımlanırken; veliaht tayini ise halifenin vefatından uzun
süre önce veya halifeliğe geçtikten hemen sonra yakın akrabalarından birisine
kendinden sonra halife olması için biat alması olarak kabul edilmektedir.[320]
Hz. Ömer (r.a), Mugîre
b. Şûbe’nin kölesi Ebû Lü’lüe tarafından yaralandığında, kendisini ziyarete
gelen sahâbîler, halifenin yarasının ağır olduğunu gördüler. Vefatından sonra
bir karışıklığın ortaya çıkmaması ve yönetimde idari bir boşluğun meydana
gelmemesi için, ondan kendisinden sonra halife olacak kişiyi belirlemesini
istediler.[321]
Hz. Ömer (r.a), ısrarlar
karşısında şöyle söyledi: “Şayet yerime birini aday olarak teklif edecek
olursam bunu benden daha hayırlı olan yaptı (yani Ebû Bekir). Yerime birini
aday teklif etmeyecek olursam bu konuda da bir önderim var. Zira ondan daha
hayırlı olan (yani Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem), yerine birini
aday bırakmadı."[322] [323]
Bir veliaht tayin
ederek, bu işin sorumluluğunu tek başına yüklenmek istemeyen Hz. Ömer (r.a),
daha sonra sahibenin ısrarı karşısında kendinden önceki iki uygulamayı da göz
önüne alarak bu işin Şûra’ya havale edilmesini kararlaştırdı. ' Şûra’nın üyesi
olarak ise Aşere-i mübeşşereden hayatta kalan 6 kişiyi tespit etti.[324]
Şûra üyeleri, halife
seçilme hakkından feragat ettiğini belirten Abdurrahman b. Avf ın hakemliğinde
aralarından birisini halife seçmek üzere görüşmelere başladı.[325]
Görüşmeler neticesinde
Şûra üyelerinin oylarıyla Hz. Osman (r.a) göreve getirildi. Böylece Üçüncü
halife Hz. Osman (r.a)’ın seçiminde de ‘Şûra usûlü’ uygulanmış oldu.[326]
Üçüncü halife Hz. Osman
(r.a)’ın Basra, Küfe ve Mısır halkından oluşan isyancı grup tarafından
öldürülmesinden sonra Medine’de büyük bir kargaşa ve devlet boşluğu yaşandı.
Asîlerin kontrolündeki
Medine’de devletin başına kimin geçeceği sorusu bir süre cevapsız kaldı.
Sonunda ise aralarında Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam’ın da bulunduğu
Ensâr ve Muhacirunun ileri gelenleri Hz.Ali’ye gelerek, kendisine biat etmek
istediklerini bildirdiler. Hz. Ali bu teklifi ilk önce kabul etmeyerek, onlara
aralarından başka birini halife seçmelerini ve kendisinin de ona biat edeceğini
bildirmişse de onlar dine olan hizmetinden ve Rasûlüllah’a olan yakınlığından
dolayı, aralarında bu işe en layık kişinin kendisi olduğunu belirterek ona biat
etme hususunda ısrar ettiler. Neticede kendisine biat edilmesini kabul eden Hz.
Ali, biatin mescitte herkesin huzurunda yapılmasını istedi.[327]
Hz. Ali’nin Hâricîler
tarafından şehid edilmesinden sonra ise Kûfelilerin biati üzerine Hz. Hasan
hilafet makamına geçti (40/660).'°
Hz. Hasan’m babası
tarafından halifeliğe namzet gösterildiği söylenmekte ise de kaynaklardaki
bilgiler böyle bir vasiyetin varlığı iddiasını boşa çıkaracak niteliktedir.21
Diğer taraftan,
Muaviye’de 40/660’ta İliyâ (Kudüs) şehrinde Şamlılar tarafından halife ilan
edildi.22
Hz. Ali’nin şehid
edilmesiyle Suriye halkından “emiru’l-mü’minin” unvanıyla biat alan Muaviye’nin23
tamamen hilafeti ele geçirişi, İraklılar tarafından babasının yerine halife
seçilen Hz. Hasan’ın hilafet mücadelesinden vazgeçerek, hilafeti ona
devretmesiyle gerçekleşti. (21 Rebiulevvel 41/26 Temmuz 661 Pazartesi).24
Bu incelemeden de
anlaşılmaktadır ki; Hulefa-i Râşidîn adı verilen dört halifenin hilafet
makamına geçişi üç yolla olmuştur. Bunlar Hz Ebû Bekir’in ve Hz Ali’nin seçim
usulü olan “İstişâri Usûl” Hz Ömer’in seçim şekli olan “Aday Teklifi Usûlü” Hz
Osman’ın seçim usûlü olan “Şûra Sistemi”dir. Ancak Hz Ali’nin seçim şekli, Hz Ebû
Bekir’in seçim sekline benzemekle beraber, seçim ortamı itibariyle tamamen
farklıdır. Hz Ali’nin Halife seçiminin Şûra ehli ve Bedir ehli tarafından
yapılması halinde muteber olabileceğini söylemesi, Medine içinde isyancılar
tarafından Halife seçiminde yaratılmak istenen mutlak terör havasına engel
oldu. Fakat Hz Ali'ye Medine ve yakın çevresinin biat etmesi, diğer İslâm
şehirlerindeki Müslümanların fikirlerine başvurulmaması, halife seçme
yetkisinin sadece Medine halkına tanındığı ve öteki şehirlerin bu hakka sahip
olmadıkları gibi bir kanaatin doğmasına sebep oldu.25
Râşid halifelerin
hepsinde de hilafete geçiş şûraya ve biata dayalı gerçek bir seçimle
gerçekleşti. Verasetle, babadan oğula geçmeyle olmadı. Hz Ebû Bekir ve Hz Ömer,
oğullarını halife göstermeye yeltenmediler. Yalnızca ümmetin en ehil ve erdemli
kişilerini aday göstediler. Gerçek, olgun ve dine dayalı halifeler çağı olan
Râşid halifeler dönemi işte budur. îdeal ile realitenin uyum içinde bulunduğu
imamet ve hilafet de bu dönemdeki lerdir.26
B-YEZİDİN VELİAHTLIĞININ GÜNDEME GELİŞİ
İslâm tarihinde şûra ve
seçime dayalı halifelik sistemini değiştirerek yerine oğlunu tayin fikrini
(veliahtlık) ilk izhar eden Muaviye'dir.2'
Veliahtlık fikrinin kim
tarafından ortaya konulduğu hakkında kaynaklarda birbiriyle farklılık arz eden
rivayetler bulunmaktadır.
Şiî tarafgirliğiyle
bilinen İbn A’sem bu konuda diğer kaynaklarda yer almayan bir rivayeti
zikretmektedir. Buna göre “Hz Hasan’m ölümünden (28 Safer 49/7 Nisan 669) hemen
sonra Amr b el-As, Muaviye’nin huzuruna gider ve ona şunları söyler: “Ey
Müminlerin emiri! Senin, oğlunun ve taraftarlarının gözünüz aydın olsun. Hasan
b Ali vefat etti. Şimdi senin Müslümanların idareciliğini senden sonra yerine
getirecek bir kişiyi yerine tayin etmen gerekecektir. Ancak bu tayini
insanların rızasını alarak yapmalısın.” Bunun üzerine Muaviye, Amr b el-Âs’a şu
karşılığı verir: “Ey Ebû Abdullah biz de sen de bekleyelim ve Allah (celle
celâlühü)’m nasıl bir hüküm vereceğini görelim. Umulur ki Allah (celle
celâlühü) bu konuda kendisinin razı olacağı bir kararı verir.”[328] [329]
İbn A’sem’in sened
zikretmeksizin verdiği bu rivayetin diğer kaynakların hiç birinde yer almaması
bir tarafa, olayda adı geçen ve Muaviye’ye yerine birisini tayin etmesini
telkin ettiği söylenilen Amr b el-Âs’m yukarıdaki hikayenin aksine Hz Hasan’dan
önce öldüğü kaynakların ittifakla bildirdikleri bir husustur.[330]
Amr b. el-Âs’m hicri
43/663 yılında vefat ettiğine dair raviler arasında ittifak bulunmakla birlikte
onun hicri 42/662, 44/664, 46/666 veya 48/668 yılında vefat ettiğini
söyleyenler de vardır. Ancak bu tarihleri doğru kabul etsek bile Hz. Hasan’ın
49 yılında vefat ettiğini[331]göz
önünde bulundurduğumuzda Hz. Hasan’dan önce ölmüş bulunan Amr b. el-Âs’ın,
Muaviye ile bahsolunan konuşmayı yapmış olması mümkün görünmemektedir.
İbn A’sem dışındaki
kaynaklardan bazılarında ise bu fikri ilk ortaya atan kişinin Muaviye’nin Küfe
valisi olan Mugîre b Şube olduğu söylenmektedir.[332]
Söz konusu kaynaklarda
Mugîre’nin veliahtlık fikrini Muaviye’ye açması ile ilgili olarak şu hikaye
anlatılmaktadır: “Muaviye Hz Hasan’m vefatından sonra 49/669 yılında Küfe
valisi Mugîre b Şûbe’yi görevinden alıp yerine Sâid b el-Âs’ı tayin etmek
ister. Mugîre, Muaviye’nin bu niyetini öğrenir öğrenmez Dımaşk’a gider ve Yezid
ile görüşür. Mugîre, Yezid’e “Ashabın ve Kureyş’in ileri gelenlerinin vefat
ettiğini, geriye kalanlar arasında ise en iyi düşünen ve ileri görüş sahibi
olan, sünneti ve siyaseti en iyi bilen kişinin kendisi olduğunu, dolayısıyla
emir’ül-mümini’nin kendisine biat almasında hiçbir mahzur görmediğini” söyler.[333]
Mugîre; Yezid’in,
babasına gitmesini ve ondan kendisini veliaht tayin etmesini söylemesini ister.
Bunun üzerine Muaviye’nin huzuruna giden Yezid, babasından kendisini veliaht
tayin etmesini talep eder. Muaviye, Yezid’e bu fikri kimden edindiğini sorar,
onun “bu fikri Mugîre’den aldım” demesi üzerine, Mugîre huzura çağrılır. Bu üç
kişi arasında geçen görüşmede Mugîre, Hz Osman’dan sonra dökülen kanlan ve
ümmet arasında çıkan ihtilaflan hatırlatıp, kendisinden sonra da böyle bir
ihtilafın ve karışıklığın çıkmaması için Yezid’e biat almasını Muaviye’ye
teklif eder. Muaviye, Mugîre b. Şûbe’yi dinledikten sonra bu konuda kimlerin
yardımcı olacağını sorar, Mugîre ona, Küfe halkının biatini kendisinin, Basra
halkının biatini ise Ziyad b. Ebîh’in sağlayabileceğini ve bu iki şehirden
başka hiçbir yerin ona muhalefet etmeyeceğini belirtir. Bunun üzerine Muaviye,
onu görevden azletmekten vazgeçip, bulunduğu Küfe valiliği görevine devam
etmesine karar verir. Hatta görevinin başına dönmesinden sonra orada bir takım
güvenilir kimselerle görüşerek, neticenin kendisine bildirilmesini isteyerek
bundan sonra takip edilecek yolun tayinini de planlar.[334]
[335]
Diğer taraftan Mugîre b.
Şûbe’nin bizzat kendisinin Küfe valiliğinden azlini, halifeden istediğine dair
rivayetlerin olduğu da görülmektedir. Buna göre Mugîre b. Şûbe, bizzat
halifenin huzuruna gider, yaşının ilerlediğini ve zayıf düştüğünü mazeret
olarak ileri sürerek Muaviye’den kendisini Küfe valiliğinden azletmesini ister.
Muaviye ise mazereti sebebiyle onun istifasını kabul eder. Bir süre sonra
Muaviye, boşalan Küfe valiliğine Sâid b el-Âs’ı tayin etmek için teşebbüse
geçer. Bu durumu öğrenen Mugîre, derhal Şam’a geri gelir ve Muaviye’yi bu
kararından vazgeçirmek için girişimlerde bulunur.
Ancak Mugîre’nin yerine
Sâid b el-Âs’ın tayin edileceğini öğrendikten sonraki azline engel olabilmek
için bizzat halifenin huzuruna kadar gitmesi ve bu uğurdaki gayretleri
düşünüldüğünde onun azlini kendisinin talep ettiğine dair bu rivayetin sıhhati
konusunda şüphelere yol açmaktadır. Akyüz’ün de işaret ettiği üzere “Mugîre
mademki istifa etmişti görevine tabi ki başka biri düşünülecekti. Yeniden vali
olmak için zayıflıktan şikayet eden ve üstelik istifa eden birisinin Dımaşk’a
gitmesi biraz şaşırtıcıdır.”3'
İbn Kesir, onun önce
istifasını talep ettiğini, sonrasında ise pişman olduğunu ve azline engel olmak
için teşebbüse geçtiğini belirtmektedir.[336]
[337]
Ayrıca kaynaklardan
bazılarında Mugîre’nin Küfe valiliğinden azledilmesini önlemek için Şam’a
gittiğinde ilk önce Yezid ile görüşmediği bizzat Muaviye’nin yanma varıp ona
veliahtlıkla ilgili görüşlerini söylediği, azliyle ilgili bilgisi yokmuş gibi
davrandığına dair bilgiler de bulunmaktadır.[338]
[339]
Mugîre b. Şubenin
Muaviye ile görüşmesi ve aralarında geçen konuşmayla ilgili Ya’kubî’de yer alan
bir rivayet ise diğerlerinden ayrılmaktadır. Buna göre “Mugîre Şam’a geldi ve
Muaviye’nin huzuruna girdi. Muaviye ona “Ey Mugîre ! Niçin işini gücünü
bıraktın da buraya geldin ? İraklılar’ın fitneye çabucak düşeceklerini bilmiyor
musun ki onları başı boş bırakıp ta buraya geldin” dedi. Mugîre ise şöyle
söyledi: “Ey Müminlerin emiri ! Yaşım ilerledi gücüm azaldı ve işimi gereğince
yapamaz oldum. Dünyadan hiçbir beklentim kalmadı, ölmeden önce sana yardım
etmekten başka bir isteğim de yoktur” Muaviye ona bu yardımın ne olduğunu
sorunca Mugîre şöyle dedi: “Ben Kûfe’nin ileri gelenlerini Yezid’e biate
çağırdım. Onların hepsi de bu davetime icap ettiler. Ancak ben bu işin sizden
habersiz olmasını istemedim. Bu durumu size söylemek ve Küfe valiliğinden
istifamı istemek için geldim.” Muaviye ona şöyle dedi: “Subhanallah! Ey Ebû
Abdurrahman! Yezid senin de akrabandır. Sen başladığın işi tamamlamalısın.”
Muaviye onun tekrar görevinin başına dönmesini istedi.”
Akyüz, bu rivayetle
ilgili şu tenkitlerde bulunmaktadır: “..Mugîre’nin Kûfe’de Yezid’in veliahtlığı
için teşebbüse geçmektense, bizzat Muaviye ile görüşüp konuyu ona açması daha
doğru olurdu. Bu haberin kendi içindeki çelişkisi de böylece ortaya çıkmış
oluyor. Çünkü, hem Muaviye’ye danışmadan bir iş yapmayacağını, hem de Kûfe’de
Yezid’e veliahd olarak biat etmeye çağırmış ve olumlu cevap almış olduğunu
belirtmesi çok açık bir çelişkidir.[340]
Mugîre’nin veliahtlıkla
ilgili düşüncelerini ilk önce veya daha sonra Muaviye’ye bildirmesi netice
açısından pek te önemli olmamalıdır. Zira Mugîre, Yezid’le yaptığı görüşmenin,
Yezid tarafından derhal Muaviye’ye iletileceğini düşünecek kadar zeki
birisidir. Ayrıca Mugîre, bu fikri Muaviye’den önce Yezid’e açmış olmakla iki
faydayı birden temin etmiş olacaktı. Nitekim Akkad bu konuyla ilgili şu
değerlendirmeyi yapmaktadır: “Mugîre’nin bu fikrini Muaviye beğenmese bile
Yezid böylesine cazip bir teklife balıklama dalacaktı. Muaviye, oğlu için
böylesi bir teklife sıcak bakmayınca ise her ikisi arasında bir çekişme ortaya
çıkacaktı. Böylece baba-oğul birbirine düşecekti. Kazançlı çıkacak olan ise
Mugîre olacaktı. Muaviye oğlunu veliaht tayin etmezse (ki bu uzak bir
ihtimaldir) bu durumda Mugîre, Yezid lehinde bir teklifte bulunmakla Yezidin
dostluğunu kazanmış olacaktı. Üstelik Muaviye’nin dostluğunu da
kaybetmeyecekti. Çünkü zaten Muaviye onu valilikten alarak dostluğundan
uzaklaştırmıştı. Mugîre, valilikten azledilmesinin intikamını Muaviye’ye karşı
isyan ederek alamamıştı, fakat onun oğluyla arasının açılmasını sağlayarak bu
hedefine ulaşmış olacaktı.”[341]
Ukayli, Akkad’ın söz
konusu değerlendirmeleriyle ilgili olarak şunları söylemektedir: “Akkad’ın bu
şekilde bir sonuca varması için kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
Mugîre 50 yılındaki vefatına kadar Küfe valisi olarak görevde kaldı. Muaviye
ile aralarındaki ilişki dostluk ve anlayışlılık üzere devam etti. Bu ikisinin
birbirlerinden nefret etmeleri için de bir sebep meydana gelmedi. Ayrıca
Muaviye’den onu Küfe valiliğinden azletmek gibi bir düşüncede ortaya çıkmadı.
Belki de tarihçiler, Abdullah b Âmir b Kureyz’in 45/665 yılında Basra
valiliğinden azledilmesi ile Mugîre’nin bu tarihte Muaviye’yi ziyareti arasında
bir bağlantı kurarak, buradan da Mugîre’nin azledildiği neticesine varıyorlar.
Ayrıca kaynaklar, Mugîre yerine Küfe valiliğine Sâid b el-Âs’ın tayin
edileceğini söylemektedirler. Oysa biz biliyoruz ki Kûfeliler asla Sâid b
el-Âs’ı istememektedirler ve onun valiliğine sıcak bakmamaktadırlar. Çünkü
Kûfeliler daha önceden kovmuş oldukları valinin ikinci kez kendilerine vali
olmasını istemiş olamazlar. Zira bu şahıs, Hz Osman döneminde (35/655 yılında)
onların valiliğini yapmıştı.”[342]
Ancak Ukayli’nin
yakandaki değerlendirmesiyle ilgili olarak şu hususlann hatırlatılması uygun
olacaktır: Bir defa Mugîre’nin azlinin gündeme geldiğinde yerine Sâid b
el-Âs’ın tayin edileceğine dair rivayetler kaynaklarda ittifakla
nakledilmektedir. [343]Aynca,
Muaviye’nin Mugîre’yi valilikten azletmeyi düşünmüş olmasına dair pek çok
rivayet bulunmaktadır. Muaviye’nin Mugîre’yi azletme kararına birden bire
vardığını söylemek mümkün değildir. Muaviye’nin böylesi bir karara varması
esnasında belli süreçlerin yaşandığı ve Muaviye’nin neticede onun azline karar
verdiği söylenebilir. Bu kararın Mugîre’yi rencide etmediği ve Muaviye’ye karşı
beslediği eski hislerine zarar vermediği söylenemez. Şu da bilinmelidir ki,
Muaviye daha önceden Küfe valiliği yapmış bir kimseyi ikinci kez Kûfe’ye tayin
edemez diye bir kural bulunmamaktadır. Zaten kaynaklarda bu karara Kûfelilerin
karşı çıktığına dair bir bilgi bulunmamaktadır.
Yukarıdaki bilgilerden
anlaşıldığı kadarıyla Mugîre, Muaviye’ye veliahtlıkla ilgili tavsiyelerini
söylemiş ve bu hususta ona yardımcı olacağını da beyan etmiştir. Bu noktada
ortaya şu soru çıkmaktadır.
Mugîre, veliahtlık fikrini Muaviye’ye neden söylemişti ?
Kaynaklarda Mugîre’nin
bu fikri neden Muaviye’ye telkin ettiği hususunda iki farklı cevabın yer aldığı
görülmektedir.
Mugîre, azledileceğim
öğrenince Dımaşk’a giderek Muaviye’ye şunları söylemiştir: “Ey Müminlerin
emiri, bu ümmetin karşılaştığı fitne ve ihtilafları biliyorsun. Korkarım ki
başına bir hal gelirse, insanlar tıpkı Osman’ın katlinden sonraki duruma
düşerler. İnsanlara senden sonra koşacakları bir alem belirle. Oğlun Yezid’i
yerine tayin et .”[344]
Bu konuşmadan
anlaşıldığı kadarıyla Mugîre b Şûbe’nin Muaviye ile görüşmesi esnasında
Yezid’in veliahtlığı konusunda ortaya attığı fikirler tamamen Muaviye’den sonra
Hz Osman’ın katlini müteakiben meydana gelen olayların zuhur etmemesi ve
ümmetin içindeki ihtilafın yeniden başlamaması içindir.[345]
Muaviye’nin Mugîre’yi
azletmesi ve yerine Sâid b el-As’ı tayın etmeyi düşünmesi, Mugîre’nin şeref ve
itibarının zedelenmesine sebep olacağından, yeniden böyle bir itibarı elde
edebilmesi için, böylesine önemli bir konuyu ortaya atmasına ve Küfe halkı için
Yezid’e biat konusunu garanti etmesi ile görevine iadesini düşünmüş olması
mümkün görünmektedir [346]
Mugîre’nin bu işteki
maksadıyla ilgili ikinci görüş yine onun söylemiş olduğu sözlerden
öğrenilmektedir: İbn Abdirrabbih[347], Ya’kubî
[348]ve
İbnü’l-Esir[349]
Mugîre’nin gerekçesinin pek masum olmadığım, onun şeytani bir gayesinin
bulunduğunu belirtiyorlar. Yalnız İbnü’l Esir, Mugîre’nin Muaviye’nin yanında
-İbn Kuteybe’nin verdiği haberdeki gibi -çok masum olduğunu, birlikte geldiği
heyetin yanında asıl şeytani planını açıkladığını ifade ediyor. Mugîre’ye cani
rolünü veren bu üç müellife göre, Mugîre, Muaviye’nin huzurundan çıktıktan
sonra beraberinde gelenlere “Muaviye’nin ayağını kanatmadan çıkarmayacağı bir
yarığa soktuğunu” söyledi.[350] [351]’
Yukarda ki rivayetle
ilgili olarak Akyüz, şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Dört Arap siyasi
dahisinden biri olan Mugîre, başka bir dahi olan Muaviye’ye pek tabîi fark
atabilir ve onu tuzağa düşürebilir. Ama Muaviye hesabını kitabını yapmadan bunu
kabul edebilir miydi? Yezid’in annesi Meysun’la bir çekişmesi olan Fâhite bile
Mugîre’nin gayesini fark ettiğine göre30 Muaviye bunu fark edemez
miydi?”[352]
Diğer taraftan,
Ya’kubî’nin konuyla ilgili rivayeti dikkate alınacak olursa, orada Küfe
valiliğinden azil konusu dile getirilmeden, kendiliğinden Küfe ehlini Yezid’e
biate çağırması ve bu durumu bildirmek üzere Muaviye ile görüşmek istemesi,
Mugîre’nin kendi lehine bir hâdise için Şam’ gelip, Muaviye ile görüşmediğini,
bu biati alırken sadece ümmetin daha önce düştüğü fitneye yeniden düşmemesi
için aldığı sonucuna varmak mümkün[353]
olacaktır.
Mugîre’nin güzel bir
üslup içermeyen bu sözlerinden tamamen Muaviye’nin aleyhine bu işi ortaya
koyduğu düşünülebilir. Zira daha önce de belirtildiği üzere Mugîre, kendisini
valilikten azletme niyetinde olan Muaviye’ye karşı iyi hisler içerisinde
olmamalıdır.
Ancak Mugîre’nin bizzat
valilikten istifasını talep ettiği ve bu talebinin kabul edildiğine dair
rivayetin göz önünde bulundurulması halinde[354]
Mugîre’nin bu sözleriyle Muaviye’nin aleyhine bir iş yaptığından ziyade “bu
işin zorluğuna işaret etmiş olduğu da düşünülebilir. Aksi halde Mugîre’nin
Muaviye’nin huzurunda söyledikleriyle oradan ayrıldıktan sonra
beraberindekilere söyledikleri tam anlamıyla farklılık arz edecektir ki Mugîre’nin
en azından siyaseten yapmaması gereken bir husus olmalıdır.
Kapar’ın konuyla ilgili
yorumlan dikkat çekici niteliktedir “Her ne kadar kaynaklarda Mugîre’nin azil
karanna tahammül edemeyerek böyle bir konuyu gündeme getirdiği yolunda
kanaatler mevcut ise de, Mugîre’nin sadece ümmetin ıslahı ve selameti için,
fitne ve fesadın önlenmesi için böyle bir fikri Muaviye’ye teklif etmiş olması
daha makul gözükmektedir. Yoksa Mugjre b. Şube gibi bir sahâbînin bir takım
dünyalık peşinde koşarak, belli mevkiler elde etmek için böylesine önemli bir
konuyu ortaya atması pek makul gözükmemektedir. Hele hele; “öyle bir iş ortaya
attım ki, onu kandan başkası temizlemez”[355]
[356] görüşünü
kabullenmemiz mümkün değildir. Çünkü gayesi kan dökülmesine engel olmak olan
bir kişinin, toplumu felakete götürecek bir görüşü fitne unsuru olarak ortaya
atması herhalde mümkün değildir. Ayrıca Muaviye’den kendisinin azlini istemesi
sebebiyle araya giren soğukluğun telâfisi için böyle bir fikri bir anda ortaya
atması da pek uygun düşmemektedir. Çünkü bu iki konu birbirinden tamamen farklı
olaylardır.”35
Ebû’l-Ferec el-İsfahânî
tarafından nakledilen bir habere göre ise bu fikrin ilk sahibi Yezid’in bizzat
kendisidir. İsfahânî’nin rivayetine göre: “Yezid, bu fikrin duyulduğunda Ümeyye
oğulları arasında nasıl bir tesir bırakacağını öğrenmek ister. Bunun için şair
Miskin ed-Dârimî’den bu hususu Muaviye’nin meclisinde dile getirmesini talep
eder. Miskin, söylediği şiirle kendisinden istenileni yerine getirir:[357]
Saltanat tahtının sahibi
onu bırakıp gidecek olursa,
Emini ’l-mii ’minin
Yezid olur.
Orada bulunan Ümeyye
oğulları, Miskin’in okuduğu şiirden sonra derin bir sessizliğe kapılırlar,
Muaviye ise Miskin’e “Dediğini bir düşünelim ve Allah (celle celâlühü)’tan
hayırlısını dileyelim.” şeklinde karşılık verir.[358]
Veliahtlık fikrini
Muaviye’nin aklına Mugîre’nin düşürmüş olduğunu söyleyen tarihçilerin yanında
bu fikrin Muaviye’nin zihninde zaten var olduğunu söyleyenler de görülmektedir.
Belki de kendisinden önce gerçekleşen çekişmeler, çalkantılar, Muaviye’nin
böylesi bir düşünceye varmasında etkili oldu. Muaviye oğlunu veliaht tayin etmekle
ileride daha önceden yaşanılan problemlerin tekrar ortaya çıkmasını engellemeyi
düşündüğü de söylenebilir.[359]
Ümeyye oğullarının
yaşamış oldukları tarihi sürecin, Muaviye’nin zihninde veliahtlık müessesesinin
oluşmasında katkı sağladığı düşünülebilir. Aycan’ın da belirttiği gibi “Ümeyye
oğullarının yönetim işinin kendi haklan olduğu iddialan, bu kabilenin gerek
Mekke’nin fethi öncesinde, gerekse sonrasında ortaya çıkan gelişmeler ve
toplumda her iki dönemde işgal ettikleri mevki ile paralellik arz eder. Zira
onlann tarih içindeki seyirleri ve çizdikleri grafik, böyle bir iddianın sahibi
olmalanna yardımcı olmaktadır. Özellikle Hz Peygamber’in vefatıyla bir boşluğa ve
idari krize düşen Müslümanlar, bu kısa süreli dönemi, Kureyş içinde siyasi bir
yoğunluklan ve iddialan bulunmayan Temim ve Adiy kabilelerinden Hz Ebû Bekir
ile Hz Ömer’i iş başına getirerek attılar.”[360]
Hz Osman’ın idareyi ele
almasıyla birlikte, Ümeyye oğullarının devlet idaresindeki etkinliklerini
artırmalan ve mazur görülmeyen icraat ve yaşantıları toplumun nefretini mucip
olduysa da[361] bu
dönemde onlann yeniden siyasi arenada söz sahibi olmaya başladıklan
görülmektedir.
Bir başka ifadeyle İslâm
öncesi riyaset (idarecilik) makamını ellerinde bulunduran ancak İslâm’ın
gelişiyle bu makamdan belli bir süre uzaklaşmak zorunda kalan Ümeyye oğulları,
eskiden olduğu gibi yine Arap toplumunun idareciliğini ele geçirmek için
uğraştılar. Hz Osman dönemi onlann bu arzulannın doruk noktaya ulaştığı bir
dönem olduysa da bu, Ümmeyye oğullarının Hz Osman’dan önce böylesi bir arzu
içerisinde bulunmadıkları anlamına gelmemelidir. Ümeyye oğullarının riyaset
makamını kaybetmelerinden sonra bu makamı yeniden ele geçirmek için gayret
gösterdikleri söylenebilir.
Ümeyye oğullarının
idareciliği yeniden ele geçirmek ve belki de onu bir daha başkasına kaptırmama
düşüncesinin Muaviye’de de var olduğunu söylemek güç olmamalıdır. Nitekim
Muaviye’nin büyük uğraşılar ve mücadeleler neticesinde ele geçirdiği halifelik
makamını 'kendisinden sonrada Ümeyye oğullarının elinde kalmasını istediğine
dair beyanatlarda bulunduğu görülmektedir.
Halife b. Hayyat’m
rivayet ettiğine göre “Muaviye 50/670 yılında Mekke’de Abdullah b. Ömer’le bir
araya geldiğinde ona “ Ey İbn Ömer! Sen bana bir emire biat etmeden geçireceğin
gecenin sevimsiz ve karanlık bir gece olacağını söylememiş miydin?”[362] demiştir
ki, bu onun daha önceden de veliahtlık fikrine sahip olduğuna delil olarak
gösterilebilir.[363]
Veliahtlık fikrinin,
Muaviye’nin aile fertleri arasında da konuşulduğu görülmektedir. Nitekim
Hasan’dan gelen bir rivayete göre Hz Osman (r.a) halife seçildiği zaman Ebû
Süfyan onun yanına girmiş ve söyle demiştir: "Halifelik Teym ve Adiy’den
sonra sana geçti, onu top gibi yuvarla ve devletin ileri gelenlerini de Benî
Ümeyye’den tayin et. Çünkü bu (dünyevi bir ) iktidardır.”[364]
Bu rivayetten hareketle Sarıçam, veliahtlık fikrinin ilk kaynağının Muaviye’nin
babası Ebû Süfyan olduğunu söylemiştir.[365]
Ebû Süfyan dışında da
Muaviye’ye iktidarın Ümeyye oğullarında kalması hususunda görüşlerini belirten
kimselerin olduğu söylenebilir. Çünkü iktidarın Ümeyye oğullarının uhdesinde
kalması sadece Muaviye’yi ilgilendiren bir husus olmayıp bu kabilenin bütün
fertlerini alakadar eden bir olaydı.
İbn Hacer’in el-İsâbe
adlı eserinde yer alan bir rivayet, Muaviye’den sonra iktidarın kime
devredileceği konusunda bu fikrin Mugire tarafından ortaya konulmasından çok
önceki tarihlerde de müzakere edildiğini göstermektedir. Rivayete göre
“Muaviye’nin yanma gelen süt kardeşi Kabise b. Câbir ihtiyacım gördükten sonra,
kendisinden sonra bu işin kime verileceğini ona sormuştur.”[366]
Şu halde başka kişilerde
her hangi bir sebeple, Muaviye ile görüştüklerinde bu fikri Muaviye’ye açmış
olabilirler. Belki Muaviye ile Mugîre böyle bir konuyu daha önce görüşmüş olup
azledilmesini önleme bahanesiyle Mugîre yeniden gündeme getirmiş olabilir.[367]
Muaviye’nin daima
kendisiyle fikir alış verişinde bulunduğu Mugîre’nin, böyle bir teklifi
kendisinin azli söz konusu olunca gündeme getirmesi ve Emevî ailesinden başka
birini değil Yezid’i tavsiye etmesi bu ihtimali teyit etmektedir. Bu meseleyi
daha önce aralarında görüştüklerini veya en azından Muaviye’nin böyle bir şeyi
tasarladığını, Mugîre’nin bildiği izlenimini vermektedir.[368]
Bu noktada Vekil’in
“Öyle görünüyor ki Yezid’in veliahtlığı ona biat alınması meselesi Muaviye’nin
aklında yoktu. Zira o, müslümanlann içerisinde Yezid’den daha hayırlı
insanların olduğu kanaatini taşıyordu. Bu durum Mugîre’nin Yezid’e biat
meselesini gündeme getirmesine kadar devam etti.”[369]
şeklindeki görüşünün isabetli olmadığı söylenebilir.
Mugîre’nin bu fikri
Muaviye’nin akima düşürmesinden önce de oğlu Yezid’i veliaht tayin etme fikrine
sahip olan Muaviye’nin[370] siyasi
geçmişinin ve politik irtibatlarının bu fikri Mugîre’den önce düşünmüş
olabilmesini mümkün kılmaktadır[371] [372]
Roma-Sasânî siyasi
geleneklerine pek yabancı olmayan Mugîre, gerçekten böyle bir fikrin ilk sahibi
olabilir. Fakat hem Roma -Sasânî siyasi geleneklerini Mugîre’den çok daha
yakından vakıf hem de gerek valiliği, gerekse halifeliği boyunca iktidar
nimetleriyle iç içe olan Muaviye, bizzat böyle bir şeyi aklından geçiremez mi ?
Ele geçirmek için zora baş vurabileceğini gösteren bir insan nihayet elde
ettiği ve çok uzun bir süredir sahibi olduğu iktidarın kolayca başkalarına
gitmesine razı olabilir miydi ? Belki Muaviye ile Mugîre böyle bir konuyu daha
önce görüşmüş olup, azledilmesini önleme bahanesiyle Mugîre yeniden gündeme
getirmiş olabilir. Hatta, bizzat Muaviye’nin uyguladığı taktikle ilk fikrin
Mugîre’den doğmasını da sağlamış olması uzak bir ihtimal değildir. Ama, yaşlı
bir zat üstelik sosyal ve siyasi şartlan çok ağır bir bölgede valilik yapan bir
insan , böylece en az Muaviye kadar kendisini zor ve ağır bir işin altına atmış
olmaz mıydı. ? Havâric ve Şiâ’nın çeşitli yollarla etkisiz duruma getirildiği
bir zamanda kendi bölgesinden başlamak üzere yeni bir fitneyi başlatmak ılımlı
bir tavır içinde olan valiye mi düşmeliydi ? işte bütün bu sorularla ilk fikrin
Muaviye’den doğmuş olabilmesinin pek uzak bir ihtimal sayılmayacağım belirtmek
istiyoruz.
Ayrıca Muaviye’nin bu
meseleyi Müslümanlara açıklamayı, ya da böyle bir teklifin kendisine
getirilmesini, vilayetlerden beklemiş olduğu[373]
da akla gelebilir.
Netice olarak şu
denilebilir ki; Mugîre b. Şube tarafından ortaya atıldığı belirtilen bir
teklif, ya da Muaviye tarafından üzerinde düşünülen bir konunun Mugîre’ce
seslendirilmesi, her hâlükârda Emevî iktidarının devamı için atılan adımlar
olup[374] İslâm
devlet geleneğine veliahtlık sisteminin girmesine yol açan bir girişimdir.
İslâm toplumunda
Yezid’in veliaht tayin edilmesiyle ilgili tartışmaların başlangıcıyla ilgili
farklı rivayetler bulunmaktadır.
Bu hususun, 50/670’den
önce gündeme geldiğini belirten rivayetler, Yezid’in veliaht tayin edilmesinin,
Muaviye’nin kafasını çoktan beri meşgul eden bir husus olduğuna işaret ederler.[375] [376] [377] Bu
bağlamda 50 yılından önce gerçekleşen bazı olaylar, söz konusu fikrin bu
tarihten evvel düşünüldüğüne işaret edecek niteliktedir. Bu olaylar şu şekilde
sıralanabilir:
1-Abdurrahman b. Halid b. Velid’in Öldürtülmesi
Abdurrahman b. Halid b.
Velid, Muaviye’nin Hınıs valisiydi. Bu görevde çok başarılıydı. Diğer taraftan
babası Halid b. Velid(r.a)’dan dolayı Müslümanların nazarında büyük bir itibarı
vardı. Anadolu’ya yaptığı seferlerdeki başarısı da ona büyük bir nüfuz
kazandırdı. Bütün bunlar Muaviye’nin ondan endişelenmesine sebep oluyordu.
Muaviye Şamlıların kendisinden sonra Abdurrahman b. Halid b. Velid’e biat
edebilecekleri korkusuna kapılıyordu.
Ebû Hilâl el-Askerînin
verdiği habere bakılırsa Muaviye belki de bu endişeyle, “Yezid’e biat almak
için Şamlılara emir’ül- müminin yaşlandı, eceli yaklaştı. Bundan sonrası için
isterseniz birini tayin edeyim, ne dersiniz ?” diye sorunca onlar “Abdurrahman
b. Halid’i tavsiye ederiz” cevabını verdilerse de Muaviye bunu Ift duymazlıktan
geldi.
Ondan şüphelenmeye
başlayan halife, oğlu Yezid’in bu müstakbel rakibini ortadan kaldırmak için İbn
Üsâl adındaki Hıristiyan hekimi görevlendirdi; Abdurrahman’ı zehirlemesi
şartıyla kendisine haraçtan muaf tutulacağı ve Hıms şehrinin haraç
görevliliğine tayin edileceğini vaat etti.[378]
46/666 yılında öldürülen
Abdurrahman b. Halid b. Velid’in sadece Yezid’in müstakbel rakibi olabileceği
endişesiyle öldürülmediği, onun öldürülmesinde artan siyasi nüfuzunun
Muaviye’nin iktidarı için tehlike oluşturmaya başlamasının da rolünün olduğu
söylenebilir.
Hz Hasan’ın Ölümü (49/669)
Hz Hasan’m ölümü
Muaviye’yi Yezid’in veliahtlığını ilan etmesi için cesaretlendirmiş olmalıdır.[379]
Hz Hasan ile Muaviye arasında
gerçekleşen anlaşmada kabul edilen şartlar hakkında değişik rivayetler
bulunmaktadır. Bu anlaşmada yer aldığı söylenilen maddelerden biri ise
“Muaviye’nin ölümünden sonra Hz Hasan’m halife olacağıdır.”[380]
Tartışmalı olan bu
rivayet doğru kabul edilse bile, Hz Hasan’m 49/669 yılında Muaviye’den önce
vefat etmesiyle bu şartın geçerliliğini kaybettiği açıktır.[381]
Üstelik^ Yezid’in veliahtlığının ilanından sonra oluşan muhalefet cephesinden
bu maddenin ileri sürülerek bir itirazda bulunmamış olması söz konusu maddenin
varlığıyla ilgili bilgilerin şüpheyle karşılanmasını gerekli kılacak
mahiyettedir.[382]
Muaviye’nin Yezid’in
veliahtlığını Hz Hasan’m şaibeli ölümünden[383]
sonra gündeme getirmiş olduğu ve birkaç kişi haricinde herkesin biat ettiği
belirmektedir.[384]
Hz Hasan’ın ölüm haberi
Şam’da sevinçle karşılandı. Muaviye’nin sevinç içinde olduğunu gören karısı
Fâhite sebebini sorunca, Muaviye; “Hasan b. Ali ölmüştür” cevabını verdi.
Fâhite ise üzüntüsünü beyan ederek “Biz Allah (celle celâlühü)’tan geldik ve
ona döneceğiz (istirca)” dedikten sonra; “Rasûlüllah’ın kızının oğlu ve
Müslümanların efendisi öldü” dedi.[385]
Öyle anlaşılıyor ki
“Muaviye’nin Hz Hasan’ı zehirlettiği iddiası Yezid’in veliahtlığıyla ilgilidir.
Elbette bu durumda Yezid’in ne zaman veliaht ilan edildiği hususu önem
kazanmaktadır. Hz Hasan’ın vefatını Yezid’in veliahtlığıyla irtibatlandıranlar,
anlaşmada onun Muaviye’den sonra hilafete geleceğine dair zikrettiğimiz şartın
mevcudiyetini kabul ederler....”[386]
Yezid’e biat işinde,
50/670’de vefat eden Mugîre b. Şûbe’nin adının geçmesi, meselenin Hz Hasan’ın
vefatından bir süre sonra gündeme gelmiş olabileceği fikrini desteklerse[387] de
meselenin bu dönemde bahsedilmesi daha önceden bu konu üzerinde düşünülmediği
anlamına gelemez.
Oğlu Yezid’in
veliahtlığım önceden beri düşündüğü belirtilen Muaviye’nin, Hz Hasan’ın
ölümünden sonra, bu fikri uygulama sahasına koymak için daha rahat bir ortam
bulduğu söylenebilir. Bu noktada Hz Hasan’ın erken ölümünün sadece bu fikrin
ortaya konulmasını çabuklaştırdığını söylemek mümkündür. Yoksa Muaviye’nin
Yezid’in veliahtlığını ilan etmek için Hz Hasan’ı engel olarak gördüğü ve
bundan dolayı onu öldürdüğünü söylemek-Muaviye’nin Hz Hasan’ı zaten etkisiz bir
hale getirdiğinden hareketle- güç olacaktır.
Yezid’in İstanbul Muhasarasına Gönderilmesi ve Hac
Emirliği Yapması:
Daha önce de
belirtildiği üzere Muaviye, oğlunu toplumun takdirini, kazanabilmesi için bir
takım önemli görevlerle vazifelendiriyordu.
Yezid’in, gitmemekte
direnmesine rağmen Muaviye tarafından ısrarla Kostantiniyye’nin muhasarasına
gönderilmesi onun kabiliyet ve niteliklerini ortaya çıkarmayı düşündüğünü bize
hatırlatır. Çünkü, Arap siyasi kültüründe savaşta gösterilen kahramanlık son
derece önemli bir yere sahiptir.[388] Hac
emirliğinin de aynı düşünceyle gündeme getirildiği söylenebilir.[389]
Yukarıdaki bilgilerden
de anlaşıldığı kadarıyla 50/660 yılından önce veya 50 yılında gerçekleşen bazı
olaylar Yezid’in veliahtlığı fikrinin Muaviye’nin zihninde yer edindiğini
göstermektedir.[390] Ancak
meselenin bu senede bahsedilmesi, onun hicri 50 yılından önce olmadığım
göstermez. Çünkü rivayette Yezid’in veliahtlık meselesinde faal rol alan Mugîre
b. Şûbe’nin adının geçmesi ve onun hicri 50 yılında vefatı düşünüldüğünde, bu
konudaki gelişmelerin mutlaka hicri 50’ den önce olduğu sonucu ortaya çıkar. [391]
Veliahtlık fikrinin
56/675 veya daha sonraki yıllarda gündeme getirildiğine dair rivayetlerin[392] ise
veliahtlık meselesinin geçmişte tartışmaya açıldığını ve genel bir kabul
gördükten sonra biat için çağrıda bulunulduğu şeklinde değerlendirebilir.
C-KAMUOYUNUN HAZIRLANIŞ! / İLK TEŞEBBÜSLER
Daha öncede belirtildiği
gibi Mugîre’nin Muaviye ve Yezid’le yaptığı görüşmeden sonra Yezid’in veliaht
tayin edilmesi fikri benimsendi, bu maksatla derhal harekete geçilmeliydi.
Mugîre veliahtlıkla
ilgili düşüncelerini Muaviye’ye açmakla en azından o an için halifenin
takdirini kazanmış görünmektedir. Belki de halifenin daha fazla beğenisini
kazanmak isteyen Mugîre, bu amaçla Yezid’in veliahtlığı için gerekli olan ilk
adımı atmayı da ihmal etmedi.
Muaviye ile yaptığı
görüşmenin ardından Kûfe’ye dönen Mugîre, hemen teşebbüse geçti ve Yezid’in
veliaht tayin edilmesi için kamuoyunun iknası için gayret sarf etti. [393]
Mugîre, Kûfe’nin ileri
gelenleriyle görüştükten sonra bir rivayete göre 10 diğer bir rivayete göre ise
40 kişilik bir heyet oluşturdu ve Kûfelilerin desteklerini Muaviye’ye
bildirmeleri için bu heyeti Şam’a gönderdi. Söz konusu heyetin başına ise oğlu
Musa’yı geçirdi.[394] Akkad,
Mugîre’nin Muaviye’ye gönderdiği heyetle ilgili olarak şöyle söylemektedir:
‘Mugîre az sayıdaki bir grubu Muaviye’ye göndermekle Yezid’in veliahtlığını
temin etmekten ziyade kendi valiliğinde daha fazla kalabilmek için Muaviye’yi
bu grupla oyalamak istedi.[395]
Heyettekiler bir kısmı
Ümeyye oğullarından, bir kısmı ise Mugîre’nin güvendiği kimselerden oluşuyordu.
Bunlar Muaviye’nin huzuruna varınca Yezid’e biat ettiklerini açıkladılar,
Yezid’in veliahtlığının yerinde bir karar olduğunu söylediler.[396]
Muaviye heyete,
Yezid’den veliahtlığı fikrinden memnun olup olmadıklarını sordu, onlar; memnuniyetlerini
ifade ettiler. Muaviye bu görüşün kime ait olduğunu sorunca, onlar bu görüşün
kendilerine ve yanlarından geldikleri kişilere ait olduğunu söylediler. Ancak
Muaviye bu konuda belki de bütün Küfe ehlinin görüşü olmadığını anlayarak
reisleri Mûsa’ya veya kardeşi Urve’ye: “Baban bu adamların dinini kaça satm
aldı ?”diye garip bir soru sorar. Onlar da: “otuz bin dirhem veya dört yüz
dinara” diye cevap verirler.[397] Bunun
üzerine Muaviye bunlara: “Bunu açıklamakta acele etmeyin bu düşüncenizi
muhafaza edin” dedi. Onlardan dikkatli olmalarım istedi sonra da Küfeye
gitmelerini söyledi.[398]
Öyle anlaşılıyor ki
Yezid’in veliahtlığı hususunda en büyük engeli oluşturabilecek Kûfelilerin
Mugîre vasıtasıyla onaylarının alınması Muaviye’yi rahatlattı. Belki de bu sebeple
heyetin dönmesinden sonra Muaviye’nin Yezid’e biat alma düşüncesi kuvvet
kazanmaya başlamdı ve Ziyad’la görüşmek için teşebbüse geçti.
Küfe halkından olumlu
cevap alan Muaviye, daha sonra bu meselede problem olacak önemli merkezlerden
biri olan Basra’mn nabzım yoklamak ve bir başka valisinin görüşünü almak üzere
Basra valisi Ziyad b. Ebîh’e mektup yazarak fikrini sordu.[399]“Kendisine
danışmak amacıyla yazdığı bu mektubunda , Mugîre ile Ziyad arasında rekâbete
yol açabilecek bir üslup kullandı.[400]
Metni yalnızca Ya’kubî[401] tarafından
verilen mektubunda Muaviye, Ziyad’a şunları yazdı: “Mugîre, Kûfelileri benden
sonra veliaht olmak üzere Yezid’e biate çağırdı. O yeğeninde senden daha fazla
hakka sahip değildir. Mektubum sana gelince aynen Mugîre gibi insanları çağır
ve onlardan Yezid için biat al.” Mektubu alan Ziyad, fazileti ve aklına
güvendiği arkadaşlarından biri olan[402]
Ubeyd b. Kâ’b en Numeyri’yi sesletti ve ona şöyle söyledi. [403]“
..Toplumun itham edildiği bir meslek için seni buraya çağırmış bulunuyorum ve
aynı şey için sana bunları söylüyorum. Halife bana bu mektubu yazmış, Yezid
için biat alma konusunda fikrimi soruyor. Halife halkın Yezid’e baş
kaldırmasından korkuyor ve ona itaat etmelerini umuyor. İslâm ve onun güvenliği
büyük meseledir. Yezid yakaladığı avı küçümseyen yumuşak bir adamdır. Şimdi sen
halifeye git Yezid’in bu özelliklerini anlat, meseleyi biraz tehir etmesini
söyle ve ona deki: “bu işin sonraya kalması daha iyidir. Acele etme, çünkü bu
işin geriye bırakılması halinde alınacak sonuç, aceleye getirilmeyle
kaybedilecek olandan daha iyidir.”
Ubeyd, “Başka bir şey
söyleyeyim mi ?” dedi. Ziyad, “Ne söyleyeceksin ?”deyince Ubeyd, şöyle devam
etti: “Muaviye’nin düşüncesinin yanlış olduğunu söyleme, ona oğlu Yezid’i
kötüleme, Yezid’le görüş; halifenin sana Yezid’e biat hususunda fikrini soran
bir mektup yazdığım belirt. Şahsen halkın bazı gerekçelerle buna karşı
çıkmasından korktuğunu, bunun çaresi olarak , halka karşı güçlü olabilmesi için
onların kendisini itham ettikleri bazı şeyleri bırakmasının gerektiğini, ancak
bu yolla hedefine nail olabileceğini düşündüğünü söyle.” Ziyad:“çok doğru
söyledin, Allah (celle celâlühü)’m izniyle git bakalım, dediğin gibi olursa
mesele yok, eğer aksi olursa zaten bu saklı bir şey değildir. Sen
düşündüklerini söylersin, Allah (celle celâlühü)’ta bildiğini icra eyler” dedi.
Ubeyd, Yezid’le görüştü ve ona bu fikri söyledi. Bunun üzerine Yezid, uygunsuz
davranış ve hareketlerinin[404] bir
çoğunu bıraktı. Ayrıca Ziyad, Muaviye’ye Ubeyd ile bir mektup gönderdi, ona, bu
hususta acele etmemesi tavsiyesinde bulundu. Muaviye de bu fikri kabul etti. [405]
Ya’kubî’de yer alan bir
rivayette ise Muaviye’nin Ziyad’dan aldığı bir mektup üzerine şöyle söylediği
bildirilmektedir: “Biri Ziyad’a benden sonra onun emir olacağını söylemiş
olmalı. Onu annesi Sümeyye’ye, babası Ubeyd’e iade ederim.”[406]
Ancak Ziyad’m Muaviye’ye yazdığı mektuptaki iyi niyetli ifadeleri göz
önünde bulundurulduğunda Muaviye’nin onu tehdit etmesini gerektirecek bir sebep
olmadığı söylenebilir. Üstelik Muaviye’nin Ziyad’dan aldığı bu mektuptan sonra
memnuniyetini ifade ettiği ve ona mükafat olarak Irak’tan bir araziyi ıkta
ettiğine dair nakledilen rivayette100 Ya’kubî’nin söz konusu
rivayetinin şüpheyle karşılanılmasını mümkün kılmaktadır.
Muaviye oğlu Yezid’in
veliahtlığı için Ziyad’ın görüşlerini çok önemsiyordu. Çünkü o, el-Işş’m
deyimiyle “Basra ve Küfenin valisi, taçsız kraldı; Şarkın tamamının yönetimi
onun elindeydi. Irak, İran, Horasan ve Arap yarım adasının doğusu da onun
yönetimindeydi. Öyle ki Emevî devletinin yansının idareciliğini o yapıyordu.
Ziyad böylesine nüfuza ve kuvvete sahip olmasına rağmen, sadece Emevî
devletinin çıkarlarını düşünüyordu. Emevî devletinin menfaatiyle çelişen hiçbir
şeyi hoş görmezdi. Sonuna kadar bu devlete sadık kaldı.
Muaviye’nin Ziyad’dan aldığı
mektup üzerine oğlu Yezid’le görüştüğü şimdilik bu iş geçici bir süre de olsa
askıya almayı ve Yezid’in Ziyad’ın eleştirdiği hususlarda daha dikkatli
davranması hususları benimsendi.[407] [408] [409]
Bu noktada onların Ziyad
tarafından kendilerine bildirilen hususları benimsemeleri ve veliahtlıkla
ilgili teşebbüslerini bir süre durdurmalarının sebebinin Ziyad’ın nüfuzundan
çekinmeleri ve onsuz bu işin gerçekleştirilmesinin zorluğunu düşündükleri
söylenebilir. Aynı şekilde Muaviye’nin Ziyad’ın tavsiyelerini yerinde bulduğu
ve bir süre beklemeyi uygun gördüğü de ifade edilebilir.
Kaynaklar ittifakla
Muaviye’nin veliahtlıkla ilgili bu ilk girişimini Ziyad’dan aldığı mektup
üzerine, Ziyad’ın 53/672 yılındaki vefatına kadar durdurduğunu
belirtmektedirler.[410]
D-VELİAHTLIK İÇİN AÇIK DAVET
Mugîıe’nin 49 veya 50
yılında öldüğü, ölmeden önce Muaviye ile veliahtlıkla ilgili görüşmelerde
bulunduğu, Muaviye’nin onu Küfeye gönderdikten hemen sonra da Ziyad’Ia bu
konuyu görüştüğü ve onun tavsiyeleriyle bu hususu Ziyad’ın ölümüne kadar
durdurduğu göz önüne alındığında veliahtlık fikrinin oluşumu, ilk teşebbüsler
ve kamuoyuna duyurulması arasında geçen zamanın 3-4 yıllık bir zamanı kapsadığı
söylenebilir.
Ziyad’m ölümüne kadar
belli başlı şahsiyetlere söylenilen bu fikir, bundan sonra aleniyet kazandı.
Ziyad’ın öldüğünü öğrenen Muaviye, oğlunu veliaht tayin ettiğini duyurdu.[411]
Muaviye’nin bundan sonra
izlediği sürecin karmaşık olduğunu belirtmek gerekmektedir. Bu sürecin yaklaşık
7 yıl sürdüğü[412] göz
önüne alındığında Muaviye’nin bu zaman zarfında hedefine ulaşmak için pek çok
kimseyle değişik üsluplarla görüşmelerde bulunduğu söylenebilir.
Muaviye, Yezid’e biat
almak için öncelikle kendisine yakınlığıyla bilinen Şamlılara müracaat etti ve
Hz Hasan’m vefatından kısa bir süre sonra onların biatlerini aldı. [413]
Şamlıların desteğini
alan Muaviye’nin bundan sonraki teşebbüsünün hangi yönde olduğu konusunda
kaynaklarda iki farklı bilgi bulunmaktadır. Rivayetlerden bazılarına göre
Muaviye, bundan sonra Medine valisi Mervan b. el-Hakem’e mektup yazdı;
“yaşlandığını kendisinden sonra ihtilaftan korktuğunu... "söyleyerek ondan
kendisinin yerine birini tayin hususunu Medinelilerle görüşmesini istedi.
Mervan’da Muaviye’den aldığı mektuptan sonra Medinelilerle bir takım
görüşmelerde bulundu.[414]
Aynı şekilde Muaviye’nin
Ziyad’m ölümünden bir süre sonra temsilcilerle görüştüğü, Şam ve Irak halkının
biatlarını aldığı ve bundan sonra Medine valisi Mervan’a mektup yazdığı, ondan
Medine deki eşrafın ve halkın biatlerini almasını istediğine dair de rivayetler
bulunmaktadır.[415]
Muaviye’nin söz konusu
guruplardan hangisiyle ilk önce görüştüğü ve biatlerini almak için teşebbüse
geçtiği hakkında kaynaklarda kesin bir bilgi yer almaz. Öyle anlaşılıyor ki,
Muaviye hem Medine valisi aracılığıyla Medinelilerin, hem de valileri
aracılığıyla da Emsâr’daki halkın biatlerini almak için harekete geçmiştir. Bir
gruptan biat almak için uğraşırken öbür gurubu ihmal etmemiştir. Bu sebeple
biz, Muaviye’nin biat alma çalışmalarında kesin bir ayrım görünmemesine rağmen
Medine’nin tavrının ileriki olaylarla irtibatını düşünerek öncelikle diğer
şehirlerden (Emsâr)alınan biat üzerinde durmak istiyoruz.
Elçiler Heyetiyle Görüşülmesi
İbn Abdirrabbih’in
belirttiğine göre, “Muaviye 55/675 yılında temsilciler heyeti göndermeleri için
Emsâr’a mektup yazdı.”[416]
Taberî’de temsilciler
heyetlerinin Yezid’e biat için Muaviye’nin yanına geldiklerine dair herhangi
bir kayıt bulunmamaktadır. Taberî biatla ilgili olarak 60/680 yılında Basra’dan
Ubeydullah b. Ziyad başkanlığında gelen bir heyetten söz etmektedir[417]. Diğer
kaynaklarda ise aralarında el-Ahnef b. Kays’m da bulunduğu Basra heyetinin,
daha önce yapılmış olan heyetler toplantısına katıldığı bildirilmektedir.
Dolayısıyla geç bir tarihte yapılan bu biat, Ubeydullah b. Ziyad’m bir siyaseti
neticesinde gerçekleşmiş olabileceği gibi, bu işi daha da sağlamlaştırmak
isteyen Muaviye’nin isteği üzerine icra edilmesi de mümkündür.[418]
Taberî, İbnü’l-Esir ve
İbn Abdirabbih, biatla ilgili çalışmaları Ziyad’ın vefatıyla irtibatlandırarak,
Muaviye’nin Ziyad’m vefatından sonra İnsanları oğlu Yezid’e biata çağırdığını[419]
kaydetmektedirler. Ziyad’m ise hicri 53/672 yılında vefat ettiğini
kaydetmektedirler. [420]
Bu bilgiler ışığında
Muaviye’nin temsilciler heyetini çağırmasının Ziyad’ın vefatından sonra, yani
53/672 yılında veya daha sonraki yıllarda olduğu görülmektedir. Nitekim daha
öncede belirtildiği gibi İbn Abdirrabbih ve İbn A’sem temsilciler heyetinin
55/674 yılında Mesûdî ise daha geç bir tarihte, 59/678 yılında’[421] çağrıldığını
söylemektedirler.
İbnü’l Esir’in
belirttiğine göre “...Muaviye Medine ve Mekke dışındaki vilayetlerdeki valilere
de mektuplar yazdı. Yezid’in iyiliklerinden bahsetti ve onlardan Şam’a heyetler
göndermelerini istedi.”[422]
Elçiler heyetinde
Medine’den Muhammed b. Amr b. Hazm el-Ensârî, Irak’tan gelenler arasında
el-Ahnef b. Kays et-Temîmî, el-Cevn b. Katâde el-Abşemî, Câriye b. Kudâme
es-Sâdî, Şam’dan gelenler arasında ise Dahhak b. Kays el-Fihrî, Sevr b. Ma’n esLSülemî,
Abdullah b. Udât el-Eş’ârî ve Abdullah b. Mes’âde el-Fezârî gibi kimseler
vardı.[423]
Muhammed b. Amr b.
Hazm’la baş başa bir görüşme yapan Muaviye ona “Yezid’e biat konusunda ne
dersin?”diye sorunca, “Ey müminlerin emiri! Kendim hariç bana en olgun görünen
kişi hep sen oldun. Yezid bolluk içerisinde ve iyi bir ailede büyüdü. Allah (celle
celâlühü) her idareciyi yönettiğinden sorumlu tutacaktır. Allah (celle
celâlühü)’tan kork ve ümmet-i Muhammed’in başına geçireceğin kişiyi iyi
düşün”cevabını aldı. Bunun üzerine Muaviye, “Ey Muhammed! Sen öğüt vermesini
bilen birisin. Görüşünü söyledin, sana düşende zaten budur.[424]
Sadece benim oğlum ve onlar kaldı. Benim oğlum bana onlarınkinden daha
sevgilidir, çıkabilirsin”[425]dedi.
Muaviye’nin söz konusu
elçiler heyetiyle toplu bir şekilde görüşmeden önce zemini yoklamak için
görüştüğü ikinci kişi ise Şam heyetinden Ahnef b. Kays et- Temîmî’dir. Muaviye
el -Ahnefden, Yezid’in yanma gitmesini istedi. el-Ahnef, Yezid’le görüşüp
dışarı çıkınca Muaviye, ona: “Yeğenini nasıl buldun ?” diye sordu. el-Ahnef ise
“Genç, dinç, sağlam ve nüktedan buldum” şeklinde karşılık verdi.[426]
Muaviye, heyetlerin
bulunduğu salona girmeden önce kendisine yakınlığıyla bilinen Dahhak b. Kays
el-Fihrî’ye şöyle dedi: “Ben kalkıp bir konuşma yapacağım. Konuşmam esnasında
ara verdiğim bir sırada sen kalk konuşmaya devem et. Yezid’e biat edilmesi konusunda
beni teşvik et.”[427] İbn
Kuteybe .Muaviye’nin bu direktifi Dahhak b. Kays’tan başka Abdullah b. Udât
el-Eşârî, Abdurrahman b. Osman es- Sekafî ve Sevr b. Ma’n es-Sülemî’ye de
verdiğini kaydetmektedir.[428]
Muaviye heyetlerin
bulunduğu salona girdi ve burada bir konuşma yaptı. İslâm’ın yüceliğinden,
halifeliğin kutsallığından ve öneminden bahsetti. Halifelere itaat etmenin
Allah (celle celâlühü)’m emri olduğunu hatırlattı. Sonra sözü Yezid’e getirdi.
Onun meziyetlerini saydı ve devlet idaresi hususundaki bilgisini anlattı, ona
biat edilmesini istedi.[429]
Mesûdi, Muaviye’nin
Dahhak’a bu şahıslan da ayarladığını söylediğini belirtiyor.[430]
Kararlaştınlan plan
gereği Muaviye’nin bir anlık suskunluğundan faydalanan Dahhak b. Kays ayağa
kalkarak kanlann akmaması ve ümmetin kurtuluşu için birlik ve beraberliğin şart
olduğunu, bunun için ilim ve huy açısından üstün olan, ileri görüşe sahip oğlu
Yezid’i veliaht tayin etmesini istedi.[431]
İbn Abdirrabbih ve
İbnül-Esir’e göre Dahhak b. Kays’dan sonra Amr b. Sâid el-Aşdak aldı. Amr b.
Sâid’de yaptığı konuşmada Yezid’i övdü ve emirü’l- mü’mininin halefi olduğunu,
ondan başkasının halef olamayacağını belirtti. Muaviye, Amr’ı “iyi konuştun
ancak, çok genişlettin ” diyerek yerine oturttu.[432]
Muaviye’den
sonra konuşma yapanların kimler olduğu ve neler söyledikleri kaynaklarda
ayrıntılı bir şekilde verilir. Kimin neler söylediği konusunda farklı bir bilgi
yer almazken konuşma yapanların hangi sırayı takip ettikleri hakkında değişik
rivayetler bulunmaktadır. Bu konuşmalarla ilgili en fazla bilgi veren İbn
Kuteybe’ye göre konuşma yapanların sıralaması şöyledir: 1- Muaviye 2- Dahhak b.
Kays el-Fihrî
3-
Abdurrahman b. Osman 4- Sevr b. Ma’n 5-
Abdullah b. Usâm 6- Abdullah b. Mesâde 7- Ahnef b. Kays 8- Dahhak b. Kays 9-
Abdurrahman b. Osman 10- Muaviye[433]. Mesûdî
deki sıralama da İbn Kuteybe’ninkine az farkla benzemektedir.[434]
Rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Muaviye’den sonra konuşma yapanlar, önceden
kararlaştırıldığı gibi Muaviye’nin teşebbüsünün haklılığı ve Yezid’in bu işe
ehil olduğuna dair şeyler söylediler.[435]
[436]
Ancak burada yapılan
konuşmalardan heyetler toplantısının sütliman bir şekilde geçtiği, yapılan bu
icraatların herkes tarafından alkışlandığını söylemekte mümkün değildir. Evet
gerçekten de Muaviye, toplantıya katılacak kimselerin problem çıkartmayacak ve
söylediklerini onaylayacak şahıslar olmasını istedi ve önceden gerekli
direktifleri verdi. Ama bütün bunlara rağmen toplantı esnasında yapılan
konuşmalardan bazılarında arzulanan müsbet hava azda olsa bozuldu.
Toplantının bir anında
'Muaviye, Ahnef b. Kays et-Temîmî (Basra heyetinden)’ye fikrini sorar. Ahnef,
bunun üzerine yaptığı konuşmada “doğru söylediklerinde kendilerinden, yalan
söylediklerinde ise Allah (celle celâlühü)’tan korktuklarını, Yezid’i en iyi
tanıyanın kendisi olduğunu, bu yüzden eğer bu iş için layıksa istişare etmesine
gerek olmadığını, aksi durumda bu işi ona vermesini, fakat bütün bunlara rağmen
kendilerinin işittik ve itaat ettik demeleri gerekiyorsa bunu yapacaklarım
söyledi.”135 İbn Kuteybe, el-Ahnefin bu toplantıda üç defa konuşma
yaptığını söylemektedir. Bizim burada verdiğimiz konuşmayı da zikreder ancak,
“doğru söylersek senden, yalan söylersek Allah (celle celâlühü)’tan
korkarız...” şeklinde bir ifadeden bahsetmez. 130
Welhausen, el-Ahnefin
toplantı esnasındaki tavrıyla ilgili olarak şöyle söylemektedir: “...Dahhak b.
Kays el-Fihri ve diğer bu iş için tayin edilmiş hatipler Muaviye’yi tasdik
ederek, kendisinin meskut geçtiği fakat anlatmak istediği hususu, Yezid’in
tayinini talep etmek suretiyle belirtmiş oldular. Sadece Basra’dan Ahnef,
tesiri altın ile giderilen, ihtiyatla formüle edilmiş endişeler ileri sürdü”.[437] [438]
Konuşmacılardan Yezid b.
el-Mukanna ise Muaviye’yi göstererek “Müminlerin emîri ölecek olursa (Yezid’i
göstererek ) işte bu onun yerini tutar, "dedikten sonra: “Kim ki bunu
kabullenmezse (kılıcını göstererek )işte bu ona yeter” dedi. Muaviye onu bu
konuşmasından dolayı“sen hatiplerin üstadısın” diyerek taktir etti.[439] [440] ibn
Kuteybe bu şahsın adını tam vermemiş sadece Ebû Huneyf şeklinde künyesini vermiştir.
Toplantı esnasında bazı
konuşmacıların Yezid’e biatin aleyhinde konuşmaları sebebiyle ortamın
gerginleştiğini gören Muaviye devreye girer ve sert bir ifadeyle yaptığı
konuşmada, bazılarının iblisin kulu olduğunu, fitne ve ayrılık tohumları
ektiklerini, başlarına bir musibet gelmedikçe ders almadıklarım, verdiği karan
kesinlikle
uygulayacağını belirtir.[441] Diğer
kaynaklarda Muaviye’nin bu konuşmasından bahis olunmaz.[442]
Yukarıda verilen üç
rivayetten de anlaşılacağı kadarıyla bu görüşmelerin tamamen Muaviye, valileri
ve yakınlarının kontrolünde gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Çünkü
Muaviye’nin bu görüşmelerde konuşacak kişileri ve neler söyleyeceklerini
önceden belirlediği görülmektedir. Buna rağmen bu görüşmelere katılan
şahısların farklı tavırlar sergiledikleri bazıları hararetle bunu isterken,
bazılarının ise çekingen davrandıkları anlaşılmaktadır. Yine onların Yezid
hakkında bazı şüphelerinin bulunduğu dikkat çekmektedir.[443]
Heyetlerdeki kimselerin
biatlannın kendi isteklerine ve özgürce görülüp değerlendirilmesi, elbette
mümkün değildir. Çünkü tüm bunlar yönetimin iktidarı ve etkinliğinin gölgesi
altında alınmış olan biatlerdir. Hele tüm halkın biati sayılması hiç mümkün
değildir. Boyun eğmek zorunluluğuyla “evet” diyen kimselerin, başta Şia olmak
üzere aralarında Hâricîler, İraklılar ve Hicazlılar kimseler adına konuşmasının
ve oy belirtmesinin tutarlı olacağını kimse düşünemez, kabul edemez. Bununla
birlikte işler sessizlik içerisinde yürütüldü. Biata halkın çoğunluğunun biati
görüntüsü verildi.[444]
Toplantıyla ilgili
belirtilmesi gereken bir hususta, yapılan eleştiriler ve tartışmalara rağmen
neticede biatin gerçekleşmiş olmasıdır.[445]
Muaviye kendine has üsluplarla tertiplediği toplantının istediği neticeyi
vermesini sağlayarak Yezid’in veliahtlığı için önemli bir adım atmış oldu.
Hudarî “Muaviye, ümmeti
tamamen bir kenara bırakarak işe başlamadı. Emsâr’dan temsilciler heyetinin
gelmesini istedi. Heyetler geldiler ve Yezid’e biat teklifine razı oldular”
demektedir.[446] Oysa
gelen heyetlerin seçimi esnasında Muaviye’nin etkin rol aldığı göz önüne
alındığında bu heyette yer alanların Müslümanların tamamını temsil etme
karakterine sahip olmadığı, bu işi arzu eden kişilerden oluştuğu söylenebilir.
Nitekim Akyüz’ün bu konuyla ilgili yorumlan dikkat çekici niteliktedir:
“Vufud’un kompozisyonuna baktığımızda seçilen üyelerin
genellikle valilerin
bulundukları bölgelerdeki kabilelerin ileri gelenlerinden oluşan yakınları
olduğunu ve muhalif guruplardan temsilci gönderilmemesi bir yana, muhalefet
etmeleri imkanı bulunanların dahi gönderilmediğini derhal görebiliriz. Bu
açıdan Dımaşk toplantısında el-Ahnef b. Kays’ın muhalif bir tavır şeklinde
değerlendirilen Muaviye’yi uyarıcı konuşmasının ne kadar sert bir tepkiyle
karşılandığını hatırlamalıyız. Yine Dımaşk toplantısında, konuşma yapacaklar ve
konuşmaların konusu bizzat Muaviye tarafından belirlenmişti. Taşradan gelenler
de genellikle valinin telkin ettiği doğrultuda fikir açıkladılar.[447]
Muaviye’nin heyetle
görüşmesi esnasında toplantıda Yezid’in de hazır bulunduğu görülmektedir.
Nitekim konuşmacılardan Yezid b. el-Mukanna’nın “...Müminlerin emiri ölecek
olursa işte bu (Yezid’i göstererek ) onun yerini tutar...” demesi de bunu
ortaya koymaktadır.[448]
Muaviye’nin Yezid’e nasıl biat aldığı (şekil olarak )hususunda ayrıntılı bilgi
bulunmamaktadır. Sadece Müberred, konuyla ilgili şunlar söylemiştir; “Rivayet
olunur ki Muaviye, veliahtlık için biat alacağı zaman oğlu Yezid’i kırmızı bir
çadıra oturttu. İhsanlar içeri girince, Muaviye’yi selamlıyor, daha sonrada
Yezid’e gidiyorlardı...”[449] Macid
ise biat sahnesiyle ilgili kaynak zikretmeksizin şu bilgileri veriyor:
“Muaviye, oğlu Yezid’e biati bizzat kendisi alıyordu. Biat edenin elini kendi
elinin içine alıyordu. Tâ ki o kişi biat ettim diyene kadar da bırakmıyordu.”[450] [451]
Hicazlıların Biate Çağrılması
Elçiler heyeti
aracılığıyla Şam ve Irak halkının biatim alan Muaviye bundan sonra
Medinelilerin de biatlannı almak için teşebbüse geçti. ' Muaviye oğlu Yezid’in
veliahtlığını halka benimsetme hususunda Medine ye çok önem veriyordu. Bu
sebeple Medine’nin de onayını almayı çok istiyordu. Zira Medine hem İslâm’ın
beşiği (ilk başkenti) hem de Müslümanların ileri gelenlerinin bulunduğu bir
yerdi. Bunların da biatlannın alınması gerekiyordu. Ayrıca önceki halifelerin
belirlenmesinde de buranın büyük bir ağırlığı oldu. Hicaz’ın bu işe onay
vermesi işleri kolaylaştıracaktı.[452]
Muaviye, bu maksatla
harekete geçti ve Medinelilerin biatlerini temin için tedrici bir metod
kullandı. Medine valisi Mervan b. el-Hakem’e bir mektup yazarak yaşının bir
hayli ilerlediğini, gücünün azaldığını, bu yüzden vefatı halinde ümmet arasında
yeniden fitne ve ihtilaf çıkmasından korktuğunu, ölümünden sonra yerine geçecek
kimseyi şimdiden belirlemek istediğini, ancak bu işi yaparken ona ve yanında
bulunanlara danışmadan asla böyle bir şeye teşebbüs etmek istemediğini
belirttikten sora ondan bu hususta oradakilerle görüşmeler yapmasını,
istişarede bulunmasını ve durumu kendine iletmesini istedi.[453]
Mervan, Muaviye’den
aldığı mektup üzerine Müslümanların huzuruna çıkıp onlara mektupta yazılanları
duyurdu. Medineliler, Muaviye’nin düşüncelerini haklı bulduklarını ve sevinçle
karşıladıklarını belirterek, başarılı olması için dua ettiler, Muaviye’nin bu
iş için kimi seçmeyi düşündüğünün kendilerine bildirilmesini istediler.[454]
Öyle anlaşılıyor ki,
Muaviye’nin herhangi bir isim zikretmeksizin yerine birini tayin edeceğine dair
sözleri Medinelileri ileride fitne ve kavgalara engel olabileceği düşüncesiyle
memnun etmiş ancak hilafete kimin geçirileceğini de bilmek istemişlerdir. Yani
onlar veliahtlık fikrine sıcak bakmışlar ancak bu iş için tayin edilecek şahsın
kim olacağına da önem vermişlerdir.[455]
Mervan Medinelilerin söylediklerini bir mektupla Muaviye’ye bildirdi. Muaviye
Mervan’dan aldığı mektuba cevabi bir mektup yazarak bu iş için oğlu Yezid’i
düşündüğünü söyledi.[456]
Bazı kaynaklarda ise
Muaviye’nin Mervan’a tek bir mektubundan söz edilmektedir.[457]
İbn Kuteybe de belirtildiğine göre ise Muaviye Mervan’a iki mektup yazdı. İlk
mektupta Yezid’e biat almaşım söyledi. Mervan’m, Medinelilerin Yezid’e biate
isteksiz olduklarına dair yazdığı mektup üzerine Muaviye, Mervan’m bu işe
isteksiz olduğu düşüncesiyle ikinci bir mektup yazdı ve Mervan’dan derhal
valilik görevinden el çekmesini istedi.[458]
Mervan’m, Yezid’in veliahtlığıyla ilgili tavrı ve Muaviye tarafından azli
hakkında ileride bilgi verilecektir.
Mervan bu münasebetle
yaptığı konuşmada itaate teşvikten ve fitneden sakındırdıktan sonra, onları
biate davet etti, bunun Ebû Bekir’in de sünneti olduğunu[459]
söyledi. Orada bulunanlardan Abdurrahman b. Ebî Bekir belki de son söze daha
fazla sessiz kalmak istemediği için sert bir tepki gösterir. Ayağa kalkarak
şöylesöyler: “Yalan söylüyorsun ey Mervan, Muaviye de yalan söylüyor. Siz
bununla Muhammed ümmetinin hayrım kesinlikle istemiyorsunuz. Siz bunu Bizans
yönetiminde olduğu gibi babadan oğula geçen bir krallık haline getirmek
istiyorsunuz. Bir imparator ölür yerine başka bir imparator geçer!”[460]
Mervan, Abdurrahman bin
Ebî Bekir’in sert muhalefeti karşısında şaşırır ve ‘İşte Allah (celle celâlühü)’ın
kendisi hakkında “Ana babasına-öf be size!...ayetini[461]
indirdiği kişidir”[462] diyerek
onu susturmak ister. Ancak Abdurrahman b. Ebî Bekir susmak yerine daha da
sertleşir, Mervan’ı konuşmasını sürdürdüğü minberden aşağıya çekmeye çalışır ve
ona “Sen Rasûlüllah’ın lanet ettiği şahsın oğlu değil misin?” diye bağırır.[463]
Mervan’m babası Hakem b.
el-Âs, bir takım suçlar işlediği için Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) ona lanet etmiş ve Taife sürgüne göndermiştir. Muhtemelen Abdurrahman
b. Ebî Bekir bu maksatla ona bu şekilde çıkışmıştır. İkdü’l Ferid’de ise
Abdurrahman’m Mervan’a “Ey İbnü’z Zerkâ! Bizim aramızda Kuran-ı tevil etmek
sana mı kaldı?” dediği yer almaktadır.[464]
Mervan ile Abdurrahman
b. Ebî Bekir arasında yukarıdaki konuşmalar geçerken o esnada mescitte bir
perde arkasından olup biteni dinleyen Hz Aişe, daha fazla dayanamaz, söz konusu
ayetin Abdurrahman hakkında nazil olmadığım, bu ayetin bir başkası için
indiğini söyleyerek Mervan’ı fitne çıkarmakla suçlar.[465]
Hz Aişe’nin bu
sözlerinden sonra başta Hz Hüseyin, İbn Ömer ve İbn Zübeyr olmak üzere mescitte
bulunanlar galeyana gelirler.[466] Bunun
üzerine Mervan, Muaviye’ye bir mektup yazarak Medinelilerin Yezid’e biat’a
yanaşmadıklarım belirtir.[467] Daha
önce de belirtildiği üzere Mervan’m yazdığı bu ikinci mektup azline sebep
olmuştur. Mervan, Muaviye’ye yazdığı mektupta Abdurrahman’ın yaşlı olduğunu,
aklının zayıfladığını, bunu kendiliğinden değil de başkalarının teşvik ve
tazyiki ile yaptığını söyledi.[468]
Muaviye’nin bundan
sonraki faaliyetleri hakkında İbn Kuteybe diğer kaynaklarda yer almayan
bilgiler vermektedir. Buna göre Muaviye, Mervan’ı Medine valiliğinden
azlettikten sonra yerine Sâid b. el-Âs’ı tayin etti.[469]
İbn Kuteybe’nin belirttiğine göre Muaviye, yeni valiye üç mektup yazdı. Bu
mektuplardan birincisinde Medinelileri biata çağırmasını, biata yanaşmadıkları
takdirde ise onlara sert davranmamasını söyledi.[470]
Sâid b. el-Âs, bu mektupları aldıktan sonra faaliyete geçti ancak başta Hâşim oğulları
olmak üzere Medineliler yine muhalefet ettiler.[471]
Medinelilerin tavnnı Muaviye’ye bir mektupla bildiren Sâid b. el-Âs,
Muaviye’den ikinci bir mektup daha aldı. Muaviye bu sefer ondan muhaliflere
sert davranmamasını, onlara karşı müsamahakar (toleranslı) olmasını istiyordu.
Aynca Medine’deki muhalif grubun önde gelenlerine mektup yazdığını, bu
mektuplan onlara vermesini ve kendisi gelinceye kadar durumu muhafaza etmesini
bildiriyordu.[472]
Karşılıklı yazışmalardan
sonra Medine’deki muhalefetin önde gelen şahsiyetleri olan Hz Hüseyin, Abdullah
b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Cafer’in biata
yanaşmadıklarım, bunlar sebebiyle Medinelilerin de biatten kaçındıklarını
anlayan Muaviye, Sâid b. el-As’a bir mektup daha yazdı. Bu sefer ondan söz
konusu şahsiyetlere bir şey yapmamak şartıyla halkın biatini temin için gerekli
şiddet göstermesini istide. Vali, aldığı emre göre harekete geçti ancak ne bu
şahısların ne de halkın biatim temin edebildi. Halifeye yazdığı mektupta
Medine’deki gayretlerinin olumlu bir sonuç vermediğini belirtti ve bu
şahısların biat etmemesi durumunda hiç kimsenin biat etmeyeceklerini, bunların
biat etmemeleri halinde ise herkesin bu biata katılacağım söyledi.[473]
E-MUAVİYE’NİN HİCAZ’A GİDİŞİ VE BİATİN TAMAMLANIŞI
Valileri aracılığıyla
Medinelilerin biatlerini almayı deneyen Muaviye bir sonuç elde edemeyeceğine
kanaat getirdikten sonra bu işi bizzat gerçekleştirmek düşüncesi ile Medine’ye
gitmeye karar verdi.
Muaviye, hac maksadı ile
1000 kişilik bir grupla Medine’ye doğru hareket etti.[474]
56 yılında gerçekleştiği söylenilen[475]Muaviye’nin
bu ikinci hac yolculuğunun seyri hakkında değişik rivayetler bulunmaktadır. Bu
rivayetleri iki grupta değerlendirmek mümkündür.
İbn Kuteybe tarafından
anlatılan ve Taberî’nin rivayeti ile de kısmen benzerlik arz eden şekliyle
Muaviye’nin hac yolculuğu şu şekilde gerçekleşti: Muaviye, Medine’ye gireceği
esnada kendini karşılamaya gelenleri selamladı, onlara güler yüzle
muhabbetlerini arz etti. Onu karşılamaya gelenler arasında İbn Abbas ve Hz
Hüseyin de vardı. Muaviye bunlara iltifatlarda bulundu. Yolculuk bu şekilde
Medine’nin içine varana kadar sürdü. Medine’ye girildiğinde Hüseyin evine, İbn
Abbas mescide, Muaviye ise beraberindekilerden bir grupla, Hz Aişe’nin huzuruna
gitti. Hz Aişe’den içeri girmek için izin istedi, Hz Aişe ile kölesi Zekvan’dan
başka kimsenin bulunmadığı bir ortamda görüştü. Bu görüşmede Hz Aişe,
Muaviye’ye, Hz Peygambere, Ebû Bekir ve Ömer’e uymayı tavsiye etti. Bunun
üzerine Muaviye ona haklı olduğunu, gerçekten bu sayılanlara uyulması
gerektiğini, ama Yezid’e biat hususunda insanların bir başka alternatifinin
olmadığını söyledi ve herkesin de bu biate iştirak ettiğini vurguladı. Bundan
sonra bu çıkılan yoldan dönülmesinin uygun olup olmadığını sordu. Hz Aişe onlar
hakkında acele etmemesini, onlara iyi davranmasını söyledi ve belki de böylece
istediklerini kabul edebileceklerini belirtti. Muaviye ayağa kalkıp gideceği
sırada Hz Aişe onu Hucr ve arkadaşlarını öldürdüğü için kınadı. Muaviye ise
bunun şimdi konuşulacak bir mesele olmadığını, kendisine nasıl yardımcı
olabileceğini sordu. Hz Aişe ise bir ihtiyacının olmadığını söyledi.[476]
İbnü’l Esir’de de
nakledilen bu görüşmede yukarıdaki rivayetten farklı olarak Hz Aişe’nin,
Muaviye’nin Hz Hüseyin ve arkadaşları için biat etmezlerse onları öldürürüm
dediğini işittiği, Muaviye’nin kendisini ziyareti esnasında bu sözü ona
hatırlattığı, Muaviye’nin ise böyle bir sözün asla doğru olmadığını belirttiği
kaydedilmiştir.[477]
İbn Kuteybe’nin olayla
ilgili verdiği rivayetin devamına göre Muaviye, Hz Aişe ile yaptığı görüşmeden
sonra kendisinin Medine’de bulunan evine gitti. Hz Hüseyin, Abdullah b. Zübeyr,
Abdullah b. Ömer, Abdurrahman b. Ebî Bekir ve Abdullah b. Abbas’ı yanma
çağırıp, onlarla ayrı ayrı görüştü. Muaviye gerek Hz Hüseyin ve gerekse diğer
şahıslarla konuşurken yumuşak bir üslup kullandı. Muaviye Hz Hüseyin’e
kendisinin öncü olduğu Kureyşli beş kişiden başka herkesin Yezid’e biat
ettiğini, dolayısıyla biat etmemekle fitneye yol açacağını söyledi. Hz Hüseyin
ise hiç kimseyi kışkırtmadığını kimseye öncülük etmediğini, söz konusu
kişilerin biat etmesi durumunda kendisinin de biat edeceğini, aksi halde biat
etmeyeceğini belirtti. Muaviye, Hz Hüseyin’in konuşmalarından memnun oldu.
Aralarında geçen konuşmanın gizli tutulmasını istedi. Hz Hüseyin’den sonra
benzer türden konuşmalar diğerleriyle de gerçekleşti.[478]
Muaviye’nin bu
şahıslarla ayrı ayn görüşmesi ve konuşmaları gizlemesini istemesinden anlaşılan
şu ki; Muaviye Yezid’in veliahtlığına karşı Medine’de oluşan muhalefetin
organize bir grup olup olmadığını öğrenmek istemiş olmalı. Bu sebeple
muhaliflerin nabzını yokladı. Neticede bunların her birinin birbirinden
bağımsız bir şekilde kendi fikirleriyle muhalefet ettiklerini anladı.[479]
Taberî ve başkalarının
aksine sadece İbn Kuteybe’nin verdiği bilgiye göre Muaviye, Medine’ye varışının
ikinci gününde Hz Hüseyin ve İbn Abbas’ı yanına çağırtır. Onlara Hz Peygamberin
sahip olduğu sıfatlar hakkında bir takım şeyler söyler, Hz Ebû Bekir ve Hz Ömer
hakkında da övgü dolu ifadelerde bulunur. Sonra sözü Yezid’e getirir, onun
sünnet, kıraat ve diğer ilimleri iyi bildiğini, pek çok güzel niteliklere sahip
olduğunu söyler. Kendilerinin de bazı noktalarda ondan üstün olabileceklerini,
ancak Hz Peygamber’in de seçkin ashabı ve yakınlan varken Selâsil gazvesine
başka birini gönderdiğini hatırlatır. Muaviye’den sonra İbn Abbas konuşmak
isterse de Hz Hüseyin buna firsat vermeyerek derhal söze girer; Yezid’in
tanımadıklan bir şahıs olmadığını belirtip onun yaptığı bazı işleri dile
getirerek eleştirir. Hz Peygamberin Amr b. el-As’ı Selâsil gazvesi için
seçmesinin o an için olduğunu, yapılan itirazlardan sonra onu bir daha
görevlendirmediğini, bu sebeple de Amr b. el-As’ın durumunun kendisine delil
olmayacağını söyler. Muaviye’nin bu tutumuyla insanları şüpheye düşürmek
istediğini ve onların bu hallerinden istifade etmek istediğini de ileri sürer.
Hz Hüseyin’in konuşması Muaviye’yi şaşırtmış olmalı ki İbn Abbas’a hayretli
gözlerle bakar, bu durumla ilgili olarak onun da bir şeyler söylemesini ister.
İbn Abbas ise yaptığı konuşmada, bu işte Rasûlüllah’ın yakınlarından birinin
hak sahibi olduğunu belirtir. Daha sonra Hz Hüseyin ve İbn Abbas, Muaviye’nin
huzurundan ayrıldılar. Muaviye bunların gitmesinden sonra Abdurrahman b. Ebî
Bekir, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyre haber gönderdi ve yanma
gelmelerini söyledi. Bunlar gelip oturdular. Muaviye ilk önce ibn Ömer’e
yöneldi ve “Ey Ebû Abdullah! Seninle, cemaatın biat’ı boynunda olmadan bir gece
bile geçirmek istemediğini konuşmuştuk” diye hatırlattı ve ona Müslümanların
birliğini bozmaktan kanlarım akıtmaktan sakınmasını söyledi. Daha sonra da
Yezid’le ilgili olarak verdiği bu kararın kesin olduğunu, bu yoldan bir daha
dönmeyeceğini insanların pek çoğunun da zaten ona biat ettiklerini belirtti ve
sustu. İbn Ömer ise yaptığı konuşmada, kendisinden önceki halifelerin de
çocuklarının olduğunu, ancak onlardan hiç birinin kendi çocuklarını halife ilan
etmediklerini, kendisinin her hangi bir fitneye sebep olmayacağım ve halkın
biat etmesi halinde biat etmekten kaçınmayacağım” söyledi.[480]
İbn Ömer’le ilgili verilen bu haber Buhârî deki şu rivayetle çelişmektedir.
“Abdullah b. Ömer kız kardeşi ve Ümmehât-ı Mü’minîn’den Hz Hafsa’mn yanına
gitti ve Yezid’e biat hususunda ne yapması gerektiğini ona sordu. Hz Hafsa ise
biat etmesini, aksi halde fitneye sebep olmasından korktuğunu söyledi. İbn Ömer
kız kardeşinin huzurundan çıktıktan sonra Yezid’e biat etti.[481]
Özellikle Hz Hüseyin’in
sert muhalefeti sebebiyle bu girişiminden de olumlu bir sonuç alamayan Muaviye,
toplantının hemen sonrasında mescide gitti ve bir hutbe irad etti. Yezid’i
övgüyle methetti. İslâm dünyasında herkesin ona biat ettiğini, yalnızca
Medinelilerin biatlerini sunmadıklarını söyledi. Ayrıca toplum için bu işe
Yezid’den daha hayırlı bir kimsenin olduğunu bilseydim onu tayin ederdim dedi.
Hz Hüseyin, Muaviye’nin bu sözlerine itiraz etti ve şöyle dedi: “Sen hem
anne-babası hem de sahip olduğu özellikleri itibariyle Yezid’den daha hayırlı
olan bir kimseyi terk ettin.” Muaviye ise Hz Hüseyin’e kendi oğlunun ondan daha
hayırlı olduğunu söyledi. Bu hususta hakemlerin kendisini tercih ettiklerini
hatırlattı. Buna karşılık Hz Hüseyin ise, Yezid’in içki ve eğlenceye düşkün bir
kimse olduğunu, bu sebeple de kendisinden daha faziletli olmasının yalan
olduğunu söyledi. Muaviye ise Hz Hüseyin’in Yezid’in gıyabında konuşmaması
gerektiğini kendisinin ümmetin menfaatini düşünerek Yezid’e biat almak
istediğini belirtti.[482] İbn
Zübeyr de bu esnada söz alarak “Rasûlüllah’ın vefat ettiğini, ancak Allah (celle
celâlühü)’m kitabını bıraktığını, Müslümanların Ebû Bekir’i, Ebû Bekir’in ise
Kureyş’e nesep bakımından çok uzak kimse olan Ömer’i halife olarak tayin
ettiğini, Ömer’in de bu işi Müslümanların hayırlılarından bir şûraya havale
ettiğini ve bu şurada yer alanlardan birinin de Ömer’in oğlu Abdullah olduğunu
hatırlattı. Muaviye’ye dilersen senin oğlundan daha hayırlı olan Abdullah b.
Ömer’i yerine tayin et, dilersen Peygamberin yaptığı gibi yap ve bu işi (halife
tayini )Müslümanlara bırak ta onlar dilediklerini seçsinler. Dilersen Ebû Bekir
gibi yap ve hayırlı olan birini aday göster. İstersen Ömer gibi bir heyet tayin
et, oğlunu da bu heyetten istisna kıl” dedi.[483]
Muaviye’nin ibn Zübeyr’e “sen çok kurnaz bir kimsesin. Bunları da sen
kışkırtıyorsun.” dediği ve İbn Zübeyr’in de “Yezid’e mi biat istiyorsun ? Ona
biat edersek hanginize itaat edeceğiz, Yezid’e mi sana mı ? halifelikten
usandıysan istifa et. Biz de Yezid’e biat edelim” diye karşılık verdiği
belirtilmektedir.[484]
el-Avâsım’ı şerheden Muhibbiddin el-Hatib ise “İbn Zübeyr’in Yezid’e biatin
Muaviye’nin ölümünden sonrası için olduğunu bilecek kadar akıllı olduğunu
dolayısıyla bu haberin doğru olamayacağını söylemektedir.[485]
Bu toplantının da
arzulanan neticeyi vermediğini gören Muaviye, evine gitti. Görevlilere bu akşam
Şamlıların da katılacağı bir toplantı yapacağını ve bu toplantı sırasında adı
geçen kişilerden her hangi birisi kendisine itiraz edecek olursa, o anda
kellelerini uçurmalarını söyledi. Akşam olduğunda Muaviye, biat etmeyen
şahıslarla birlikte Şamlılar’ın yanına gitti Şamlılara bunların da Yezid’e biat
ettiklerini söyledi. Buna karşılık onlar ölüm korkusuyla herhangi bir şey
söylemediler. Buradaki Şamlılardan bazılarının Muaviye’ye yaklaşarak, biati
kabul etmeyen beş kişi hakkında her hangi bir şüphesi varsa onların boynunu
vurmaya hazır olduklarını beyan etmeleri üzerine, adı geçen beş kişinin itiraz
etmediğini gören Muaviye adamlarına hitaben, söz konusu kişilerin biat edip
teslim olduklarını, bundan böyle onların kötü bir şekilde anılmak istemediğini
söyledi. Muaviye burada biati sağladıktan sonra Mekke’ye gitti. Buradan da
Şam’a döndü.[486] [487]
İbn Kuteybe’den
nakledilen rivayetten de anlaşıldığı kadarıyla Muaviye, biat etmeyen beş
kişinin biatini Medine’de kaldığı iki gün içerisinde aldı. Daha sonra umre
yapmak üzere Mekke’ye gitti. Mekke’den sonra ise bir daha Medine’ye uğrayıp,
Şam’a gitti.180
Muaviye’nin
muhaliflerden biat etmeyen beş kişiyle görüşmesi ve sonrasında hac yapmak üzere
çıktığı Hicaz yolculuğuyla ilgili olarak İbn Kuteybe’nin naklettiği bilgiler
İbnü’l-Esir ve Halife b. Hayyat tarafından nakledilen rivayetle ilgili
Taberî’nin yine meskut geçtiği, herhangi bir bilgi vermediği görülmektedir.[488]
Halife b. Hayyat ve
İbnü’l Esir’in anlattıklarına göre ise Muaviye’nin Hicaz yolculuğu şu
şekildedir: “Medine’ye girişi esnasında Muaviye’yi karşılamaya gelen halkın
arasında adı geçen beş kişi de yer alıyordu. Muaviye’yi ilk karşılayan Hz
Hüseyin oldu. Onu karşılamaya gelen bu beş kişiyle Muaviye arasında Medine’ye
giriş esnasında sert tartışmalar gerçekleşti, bunlar Muaviye’ye iltifat
etmediler.[489] Adı
geçen beş kişiden olumlu cevap alamayan ve onlardan güler yüz de göremeyen
Muaviye, Medine de kaldığı müddetçe bir daha onlarla görüşmedi. Hatta onlar
ısrarlı bir şekilde istedikleri halde buna izin vermedi. Bundan sonra bu
kişiler, Medine’den ayrılıp Mekke’ye gittiler. Onların arkasından Muaviye de
beraberindekilerle Mekke’ye gitti.[490]
Muaviye, Mekke’ye
gittiğinde Müslümanlar onu karşıladılar. Onu karşılayanlar arasında bir süre
önce Medine’den Mekke’ye gelen beş kişi de bulunuyordu. Bunlar Muaviye ile
Batn-ı Mürre[491] denilen
mevkide karşılaştılar. Muaviye bu sefer onlara karşı oldukça müşfik, güler
yüzlü ve lütufkârâne davrandı. Muaviye Mekke’de kaldığı müddetçe bu şahıslarla
sürekli görüştü fakat, biat konusunda onlara hiçbir şey söylemedi.[492] Nihayet
Muaviye, hac menasikmi yerine getirip eşyalarını hazırlattı. Ayrılık saati
yaklaşınca Hz Hüseyin’in arkadaşları birbirleriyle şöyle konuştular “Sakın bu
adamın yapmış olduğu iltifatlara kanmayasınız. O, bu iltifatları sizi sevdiği
için de değil de kendi arzu ettiği istikamette yönlendirmek ve arzusunu
gerçekleştirmek için yapıyor.” Ona nasıl bir cevap verecekleri konusunda görüş
birliğine vardılar ve Abdullah b. Zübeyr’in onunla konuşmasını
kararlaştırdılar.[493]
Muaviye ayrılıp gideceği
zaman onları topladı ve şöyle dedi: “Benim sizin hakkınızda nasıl davrandığımı,
akrabalık hukukunu nasıl koruduğumu ve size olan iltifatlarımı gördünüz. Yezid
sizin kardeşiniz ve amcanızın oğludur. Ona biat etmenizi istiyorum. Böylece o
halife olduğunda sizler de onun yardımcıları olarak istediklerinizi azleder,
istediklerinizi de göreve getirirsiniz. Haracı toplar arzu ettiğiniz gibi
taksim edersiniz. Bu konularda Yezid size asla muhalefet etmeyecek ve size
uyacaktır.” Onlar, Muaviye’nin bu sözleri karşısında bir süre sessiz kaldılar,
Muaviye’nin neden “bana cevap vermiyorsunuz ?”şeklindeki ısrarlı sorusu
karşısında Abdullah b. Zübeyr konuşmaya başladı: “Evet, biz seni üç husustan
birini seçmekle serbest bırakacağız; Rasûlüllah’ın, Ebû Bekir’in veya Ömer’in
yaptıklarını yapmanı; Rasûlüllah vefat ettiğinde hiç kimseyi hilafete tayin
etmedi ve kimseyi de belirlemedi Müslünıanlar Ebû Bekir’i seçtiler ve ondan
razı oldular.” Muaviye söze karışarak: “Aramızda Ebû Bekir gibi bir kimse yok
ki onu seçeyim. Bu konuda Müslümanların ayrılığa düşmesinden korkuyorum”
deyince İbn Zübeyr “Evet doğru söyledin; o halde Ebû Bekir’in yaptığı gibi
Kureyş içinden ancak Ünıeyye oğullarından olmayan birisini halife adayı göster
veya Ömer’in yaptığı gibi bu işi altı kişilik bir şûraya bırak” teklifinde
bulundu. Muaviye ona ve diğerlerine söyleyecek başka sözlerinin olup olmadığını
sordu, onlar da: “Abdullah b. Zübeyr’in söylediklerine biz de katıhyoruz”diye
karşılık verdiler. Muaviye onlara dönüp: “Ben size yaklaşmayı istedim.
Tebliğini yapan artık mazur sayılır. Bundan önce sizin de aralarında
bulunduğunuz Müslümanlara hitap ettiğimde birisi kalkar, herkesin gözü önünde
beni yalanlardı, bense susmayı tercih ederdim. Ancak ben şimdi bir hutbe irad
edeceğim. Yemin ederim ki şayet sizden birisi benim konuşmam esnasında kalkar
da benim söylediklerime itiraz eder veya beni yalanlarsa boynu vurulacaktır.
Artık herkes kendi canını kurtarmaya baksın.” diyerek tehdit eder. Daha sonra
adamlarım çağırarak, kendisi bu kişilerin de Yezid’e biat ettiklerini
açıkladığı zaman bunlardan birisi itiraz edecek olursa boyunlarını vurmalarını
emreder. Muaviye ve sözü edilen beş kişi, oradan ayrılarak mescide giderler.
Muaviye minbere çıkar. Allah (celle celâlühü)’a hamd ve sena ettikten sonra
şöyle söyler: “Bunlar Müslümanların en hayırlılarıdır. Bunlara danışmadan,
görüşler alınmadan hiçbir iş yapılmaz. Onlar Yezid’e biat etmeye razı oldular
ve ona biat ettiler. Haydi siz de Allah (celle celâlühü)’ın adıyla Yezid’e biat
ediniz!” Bunun üzerine Mescitte bulunan cemaat Yezid’e biat etmeye başlar.
Onlar biatlerini yaparlarken Abdullah b. Zübeyr, Hz Hüseyin ve diğer
arkadaşlarının yapmış oldukları biata dayanarak ve güvenerek yapıyorlardı.
Biatin sona ermesinden sonra Muaviye Mekke’ye doğru harekete geçer. Hz Hüseyin
ve arkadaşlarına, bu işe karşı oldukları halde niçin biat ettikleri
sorulduğunda ise öldürülmekten korktukları için biat ettiklerini söyledikleri
rivayet edilmektedir. [494]
Muaviye’nin hicaz seferi
ve muhaliflerden Yezid adına biat almasıyla ilgili verilen bilgilerin
birbiriyle çelişmesi bu rivayetlerin güvenirliliğini azaltmaktadır.
Birinci rivayet İbn
Kuteybe’de yer almaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi İbn Kuteybe’ye göre
Muaviye, önce Medine’ye uğrayıp, muhaliflerden biat aldıktan sonra Mekke’ye
giderek haccını yaptı ve Şama döndü.[495]
Konuyla ilgili ikinci
rivayet ise Halife b. Hayyat ve İbnü’l-Esir tarafından nakledilmektedir.
Bunların anlattığına göre Muaviye, önce Medine’ye gitti, biat yanaşmayan beş
kişinin Mekke’ye kaçması üzerine onların peşinden Mekke’ye geldi ve biatlerini
aldı.[496] [497]
Yapılan araştırmalar
sonucunda yukarıdaki rivayetlerden İkincisinin sıhhati üzerinde şüphelerin
oluştuğu görülmektedir. Araştırmacıların zihninde yer tutan şüpheler bir tarafa
rivayeti kitabında bizzat nakleden İbnü’l-Esir’in, kendisinin de anlattıklarına
tam anlamıyla itimadının olmadığı sezilmektedir.
İbnü’l-Esir, Muaviye’nin
adı geçen beş kişiden zorla biat aldığını belirttikten sonra bununla çelişen
bir takını bilgiler vermektedir. İbnü’l-Esir, toplantı esnasında olumsuz tavır
sergilediğini söylediği Abdullah b. Ömer’le ilgili şu rivayeti nakletmektedir:
“Bir rivayete göre Abdullah b. Ömer, Muaviye’ye: “Ümmetin tamamının razı
olacağı bir kimse olmadıkça Yezid’e biat etmeyeceğim, Ümmet, Habeşli siyah bir
köleye dahi biat etse ben de onlarla birlikte bu biate katılacağım.” dedi,
sonra da evine kapanarak bir daha kimseyle görüşmedi.”190
Yine İbnü’l-Esir’in
“Abdurrahman b. Ebî Bekir’in 53 7672 yılında vefat ettiğini söyleyen
tarihçilerin bu kayıtlarına göre onun Muaviye’ye yukarıda zikredilen sözleri
söylemesi mümkün değildir, çünkü o, 53 7672 yılında vefat etmişse bu olaylara
yetişmesi mümkün olmazdı...” tarzındaki ifadesine bakılarak söz konusu rivayet
hakkında bir takım şüphelerin olduğu söylenebilir.
Rivayetle ilgili
şüphelerini dile getiren Welhausen ise şunları söylemektedir: “...Etraf tam
sûkûnet halinde bulunurken bin süvarinin başına geçerek dört Kureyşli’yi
Hicaz’da önce ürkütmek, sonra pohpohlamak, dostlukla elde etmeye çalışmak,
nihayet tam manasıyla zorlamak ve bütün bunlardan sonra hiçbir şey elde
edememek, ihtiyar hükümdarın işine pek benzememektedir. Onun silahla Mekke’ye
girmesi ve Medine yerine burada ananevi biat merasimini icra ettirmesi
tamimiyle gayrı muhtemeldir. Hikayeyi süsleyen dramatik nutuklar ve sahneler
onu daha inanılır bir hale sokmamaktadır. Bunların tamamı, sadece Yezid’İn
tasvirine gireceğimiz "hâkimiyetinin ilk devresi hadiseleri” üzerine
düşürülen bir gölgeden ibaret gibi görünmektedir.11"
Akîl ise, “söz konusu
rivayette yer alan “zorla biat aldı” şeklinde bir bilginin ne Taberî gibi
İbnü’l-Esir’e nazaran mütekaddiminden sayılan bir tarihçi ne de Emevî ailesine
düşmanlığıyla bilinen ve müteahhirinden olan Mesûdî, tarafından
nakledilmediğini ileri sürerek bu rivayetin doğru olmadığını söyler.”[498] [499]
Akîl aynı şekilde
İbnü’l-Esir’in “...Muaviye 1000 kişilik bir birlikle Mekke’ye gitti ve biat
etmeyen zevatın biatim zorla aldı...” şeklindeki rivayetinin aşağıdaki
gerekçelerle asla mümkün ve doğru olamayacağım da söylemektedir:
1.
Böylesi bir tavır, huyunu, mizacını,
hilmini, zorbalığı sevmeyen tutumunu ve tedbirliliğini bildiğimiz Muaviye’den
beklenemez.
2.
Söz konusu rivayetler yalmzca Muaviye’nin
1000 kişiyle muhaliflerden zorla biat aldığını söylemekle yetinirler. Daha
sonra bu şahısların Yezid’in hilafete geçişine kadar nasıl bir tutum içerisinde
olduklarına dair bilgi vermezler. Yani rivayetler sonuçsuz kalır. İşte biz bu
gerekçelerle İbnü’l-Esir’in naklettiği bu rivayeti şüpheyle karşılıyoruz.
Böylesi bir rivayetin, olsa olsa Yezid’in hilafete geçişinin ilk yılında
gerçekleştiği düşünülebilir.[500]
Rayyıs ise
İbnü’l-Esir’in bu rivayetini bir söylentiden ibaret olarak nitelendiriyor.
Rayyıs bu konuyla ilgili şunları söylemektedir: “İbnü’l-Esir’den üç yüz yıl
kadar önce yaşayan ve tarihi daha sıhhatli olarak bilinen Taberî’de izine bile
rastlanmayan bu söylentinin, yalan ve uydurma olduğunu ispatlamak için, bilmem
söylentinin kendisinden daha başka bir delile gerek var mı? Acaba adı geçen
kimseler hiç işleri güçleri yokmuş gibi tutup da yollarda halifeyi mi
bekliyorlar?... Üstün aklı ve yumuşaklığıyla tanınan Muaviye’nin, ashabın ileri
gelenlerinin çocukları olan ve her biri de toplumda saygın bir yer tutmuş
bulunan bu kişilere çirkin sözler söylemesi, sövüp sayması nasıl düşünülebilir?
Sonra, şu, konuşmaları için elleri kılıçlı ikişer kişinin başlarına
dikilmesi... Nasıl açıklanabilir böyle bir saçmalık?...Hele hele, yüce bir
sahâbî, vahiy yazıcılarından biri ve mü’minlerin emiri olan Muaviye gibi
birinin tüm halkın karşısında çıkıp yalan sözler söylemesi... Olacak şey mi?...
Ya, diğerlerinin, bu yüce ve onurlu kişilerin ölüm korkusu ile konuşmaktan el
çekmeleri, seslerini çıkarmamaları... Mümkün mü?... Bu nasıl düşünülebilir?...
Uydurma olduğu apaçık
ortada olan bu söylentinin Yezid’e biatin kılıç zoruyla yapıldığını göstermek
isteyen-ve olabilir ki Şiî olan-kimselerce uydurulduğu besbelli....Üzerinde
kuşku gölgeleri dolaşmakta ve hatta akıl, bunun apaçık bir yalan olduğunu
söylemektedir...”200
Ukaylî ise Ya’kubî201
ve Ibnü’l-Â’râbî’nin ifadesinde yer alan 202 “Muaviye onlara
iyilikle muamele etti ve onları biate zorlamadı.” şeklindeki bilgiden hareketle
İbnû’l-Esir’in rivayetinde belirtildiği gibi “Muaviye onların başına kılıçlı
adamlarını dikerek zorla biat aldı” şeklinde bir durumun söz konusu olmadığını
söylemektedir.
Diğer taraftan
kaynaklarda, bu şahısların zorlama olmuşsa bile-biat edip etmedikleri hususunda
da net bir bilgi bulunmamaktadır. Taberî, Muaviye’nin Medine’ye gittiğini ve
orada bulunan muhaliflerin öncüleri olan beş kişiyle yaptığı konuşmaları
zikreder, ancak bu kişilerin biat ettiklerine dair bir bilgi vermez.204
Buna karşılık bu
şahısların Muaviye’nin zorlaması karşısında sessiz kaldıklarını kabul veya red
konusunda bir söz söylemediklerini, kendilerine “biat etmeyeceğiz diyordunuz.
Şimdi ne oldu da biat ettiniz?”diyen taraftarlarına ise; “hayır biz biat
etmedik. Ancak itiraz etmemiz halinde öldürülmekten korktuk” dediklerini
söyleyenler de vardır.205
Taha Hüseyin ise
İbnû’l-Esir’in anlattağı “Muaviye’nin bazı biat etmeyenlerin başına muhafız
diktiği, onların biatlannı zorla aldığı” şeklindeki rivayetini kuşkuyla
karşılıyor. Ona göre ‘‘Muhaliflerin başına silahlı adamların konulması rivayeti
ister doğru, isterse uydurma olsun pek önemli değildir. Gerçek şu ki Muaviye,
zor kullanarak biatlarini alamadığı bu zevâtı, zor kullanarak -en
azından-susturmak istedi. Bundan sonra ise Muaviye, ümmet ile bu hususu
istişareden kaçındı, sadece kendi yandaşlarıyla görüştü.”200
Işş’ın konuyla ilgili
değerlendirmeleri ise dikkat çekici niteliktedir. “Bazı tarihçiler Muaviye’nin,
biate yanaşmayan bu kişilerin biatini almak için 1000 kişiyle önce Medine’ye
sonra Mekke’ye gittiğini, biate razı olmayanların bu tutumlarını sürdürmeleri
üzerine başlarına kılıçlı adamlar koyduğunu, onları biate zorladığını
söylemektedirler. Diğer taraftan bazı tarihçiler ise böylesi bir hareket
tarzının Muaviye’nin tabiatına, idare anlayışına ters düştüğünü söyleyerek
yukandakilerin görüşlerini, rivayetlerini kabul etmemektedirler. Şayet ilk
görüşü reddedersek -ki bu yanlış bir kanaat olur- şöyle demiş oluruz “Muaviye,
oğlu Yezid’e biat hususunda Kureyş’in büyüklerini kendi hallerine bıraktı.”
Aynı şekilde birinci görüşün / rivayetin doğru kabul edilmesi de Muaviye’nin
tabiatı göz önüne alındığında mümkün görünmemektedir. O halde önümüzde tek
seçenek kalıyor; Muaviye, Hicaz’a giderek kararlı bir şekilde oğluna biat talebinde
bulundu, muhalefet eden grubun itirazlarını açıklamalarına da firsat vermedi.[501]
Yukarıdaki
değerlendirmeler ışığında îslâm toplumunu çok iyi tanıyan, ayrıca Hz. Hüseyin
ve arkadaşlarının toplumdaki prestijini çok yakından bilen siyaset dahisi
halifenin, oğlu Yezid’e biat alırken bu kişileri göz ardı ettiğini söylemek ve
onlar üzerinde hiçbir icraatta bulunmadığını iddia etmek yerinde olmayacaktır.
Buna göre Muaviye, oğlu Yezid’e biat alırken bu kişilerden de biat almaya
çalıştı ve baskı derecesinin ne olduğu tam tespit edilmese bile birtakım siyasî
taktikler denedi. Ancak biat almış dahi olsa, alman bu biatin onlar için
bağlayıcı olmadığını da çok iyi bilmektedir. Oğlu Yezid’e vasiyetindeki
sözleri, onun bu endişesini açıkça ortaya koymaktadır.[502]
Muaviye, vasiyetinde bu kimselerle ilgili şunları söyledi: “...Halifelik
konusunda seninle Kureyş’ten üç kimseden başka herhangi birinin ihtilafa
düşeceğini zannetmiyorum. Bu üç kişi Hüseyin b. Ali, Abdullah b. Ömer ve
Abdullah b. Zübeyr’dir. Abdullah b. Ömer, ibadetle yanıp tutuşan bir kimsedir.
Herkes sana biat edince o da biat eder. Hüseyin b, Ali, heyecanlı bir adamdır.
İraklılar ona destek olur, o da sana karşı baş kaldırır ve sen ona galip
gelirsen, kendisini affet, çünkü onun bize akrabalığı, büyük şerefi ve Hz.
Muhammed’e yakınlığı vardır. Sana aslan gibi saldırıp, tilki gibi tuzak kuracak
olan tek kişi Abdullah b. Zübeyr’dir. Eğer bu adam sana karşı bir oyuna
kalkarsa, onu lime lime kes ve gücün yettiğince kendi adamlarının kanını
akıttırma.”[503]
Anlaşılan o ki, yabancı
siyasî kültürleri Kuzey Arapları kadar tanımayan ve kendi siyasi kültürlerinde
iktidarın babadan oğula intikali gibi meselesi bulunmayan Hicazlılann,
iktidarın el değiştirmesiyle ilgili Muaviye’nin .bu yepyeni planını -zorla veya
iradeleriyle biat etseler de- kolaylıkla kabul etmediler.[504]
Belirtilmesi gereken bir
husus ta biate yanaşmayan veya biatlerini izhar etmeyen bu beş kişiye rağmen
Muaviye, Hicaz yolculuğu esnasında en azından halkın biatini almayı
başardığıdır. Nitekim Yezid’in hilafetinin ilk zamanlarında buradan bir itiraz
veya isyanın çıkmamış olması da bölge halkının genel anlamda bu biatlerine
sadakat gösterdikleri şeklinde yorumlanabilir.
F-YEZİD’İN VELİAHTIĞINA KARŞI ÇIKANLAR
Hz. Hüseyin ve Arkadaşları
Muaviye tarafından
müslümanlann birliğini korumak amacıyla gerçekleştirildiği söylenen veliahtık
meselesi, ne yazık ki, bizatihi müslümanlann veliahdlık taraftarlan ve
muhalifleri olmak üzere ikiye bölünmesine yol açtı. Veliahtlık taraftarlan
olanlar, Suriye’tilerdir. Çünkü Suriyeliler, ta Gassâniler’den beri verâset
sistemine alışkın olduklan gibi, müslümanlar için yeni olan bu sistem iktidann
odak noktasında Suriyelilerin bulunmasını ve İslâm dünyasının hakimi olmasını
da garanti altına alıyordu. Veliahdhğa muhalif olanlar ise, Hicaz’da başta
halifeliğe Yezid’den daha lâyıkolduklanna inanan Kureyş’liler ile Ali’yi tercih
eden Ensâr; Irak’ta ise Benî Umeyye’ye karşı olan Şia ve Havâric idi. Bu
muhalifler, muhalefetlerini gizlemiyor, birçoğu tâ ilk andan itibaren bunu
açıkça ifade ediyordu. Hicaz’da muhaliflerin önde gelenleri Hz. Hüseyin, İbn
Zübeyr ve İbn Ömer’di. Suriye’deki daha doğrusu Ümeyye ailesi içindeki
muhaliflerin başlıcalan ise Abdullah b. Âmir, Mervan b. el-Hakem, Sa’id b. Âs
ve Sâid b. Osman idi.[505]
Muaviye devrini Emevî-Haşimî
mücadelesi açısmdan kısmî bir yumuşama dönemi olarak değerlendirmek mümkün ise
de bu dönemde Haşimî-Emevî ilişkilerinde Mekke’nin fethinden hemen sonraki gibi
bir yumuşamanın olduğunu söylemek mümkün değildir. Her şeyden evvel Haşim oğulları
Muaviye döneminde siyasî bakımdan sindirilmiş bulunuyorlardı. İdarede söz
sahibi değillerdi. Onlar Muaviye tarafından ordu komutanlığı, valilik, âmillik
ve hac emirliği gibi askeri ve siyasî görevlerde istihdam edilmediler, sade bir
vatandaş olarak köşeye çekildiler ve idare için zararsız bir hale geldiler.
Şayet fiilî bir isyana teşebbüs ederlerse bunun Muaviye tarafından acımasız bir
şekilde cezalandıracağını biliyorlardı. Ayrıca Haşim oğulları böyle bir gücü
kendilerinde göremiyorlardı. Hz. Ali gibi askerî yönü, cesareti ve de itibarı
yüksek bir Hâşimî’nin Muaviye’ye karşı kesin bir başan elde edememesi; hiçbir
suretle Şam’a hakim olamamaması, üstelik Muaviye’nin adamları tarafından Hz.
Ali’nin hakimiyeti altındaki bölgelere acımasız saldınlarda bulunulması, böylece
Haşim oğullarının Muaviye karşısında yılgın vaziyete düşmesine yol açtı. Bütün
bunlara ilaveten Hicaz ve Irak halkı, Peygamber ailesi olmalan hasebiyle Benî
Hâşim’e saygı ve itibar gösteriyorlardı; Ancak Muaviye’nin ordusuyla sonuna
kadar savaşacak derecede birlik oluşturup Benî Hâşim’in peşinden gidecek bir
yapıya sahip değillerdi.[506]
Hz. Hüseyin ve
taraftarları, Muaviye’nin iktidarı sırasında olanlara ses çıkarmayıp kendi
köşelerinde taat ve ibadetle vakit geçirdilerse de bu durum Muaviye’nin Yezid
adına biat almaya başlamasından sonra değişmeye başladı.[507]
Dineverî tarafından
zikredilen rivayetlerden de anlaşıldığı kadarıyla Hz. Hasan’m hilafeti
devretmesine sıcak bakmadığı halde Hz. Hüseyin, Muaviye’ye yaptığı biatine
sadakat gösterdi. Hz. Hasan’ın vefatından sonra halifelik için yapılan
teklifleri biatine bağlı kalmak istediği gerekçesiyle geri çevirdi.[508]
Hz. Hüseyin’in Yezid’e
biat etmemesi hususunda bir takım gerekçelerinin olduğu söylenebilir.
Useylî’nin kanaatine
göre “Hz. Hüseyin’in Yezid’e biati mümkün değildi. Çünkü böylesi bir biat Hz.
Hüseyin’in babasının hatırasını inkar, müslümanlann haklarını hiçe sayma,
dahası Hz. Hüseyin’in bizzat kendini inkar anlamına gelirdi. Hz. Hüseyin, biat
ederek Yezid’in halifeliğini kabul etmeseydi bu onun faziletle rezileti,
adaletle zulmü, hak ile batılı, nur ile zulmü eşit tutması anlamına gelirdi.”[509]
Hz. Hüseyin kendisinin
halifeliğe daha layık olduğunu düşünüyordu. Yezid’in halifelik hakkı verasetten
doğmuşsa, yani babasının kendisini veliaht tayin etmesi sebebiyle halifeliğe
gelecekse, Hz. Hüseyin’in babası da daha önceki dönemde halife idi. Dolayısıyla
o, Yezid’den daha önce bu göreve geçmeliydi. Yok şayet, halifelik en uygun
kişiye verilecekse, bu vazifeye Yezid’den daha layık olan pek çok adayın olduğu
aşikardı.210
Ayrıca Hz.
Hüseyin, ağabeyi Hz. Hasan’ın ölümünden sonra kendisini Hâşim oğullarının
lideri olarak görüyordu. Dolayısıyla hilâfete geçme beklentisi içerisindeydi.[510] [511] [512] [513]' Böylece
bir beklenti içerisinde olan şahsın, bundan vazgeçme anlamına gelecek biate
rıza göstermesi düşünülemez.
Hz. Hüseyin, Muaviye’nin
Yezid’e biat talebinin hilâfetin saltanata dönüşmesi anlamına geldiğini
biliyordu. Bu yöntemle İslâm’ın benimsediği şuranın kaldırılacağını, yerini
kılıç ve rüşvetin alacağmı düşünüyordu.218
Hz. Hüseyin, Yezid’in
veliahtlığına yukarıdaki gerekçelerle sıcak bakmamasına rağmen Muaviye’nin
vefatına kadar sessiz kalmayı tercih ederek, ona yaptığı biate bağlı kaldı ve
bir isyana kalkışmadı. Hz. Hüseyin’in bu dönemde neden isyana kalkışmadığıyla
ilgili olarak bir takım sebepler zikredilmektedir.
1-
Toplumun sosyal ve psikolojik yapısı böyle
bir isyana hazır değildi. Toplum iç harplerle bitip tükendi. Cemel, Sıffîn,
Nehravan vs. Bu savaşlar düşmandan ziyade birbirlerine yönelikti. Savaşlarda
ezilen ve mağlup olan, mağlubiyet neticesinde de zor günler yaşayan hep Hz. Ali
sempatizanlarıydı. Bu sebeple de söz konusu grup, yeni bir isyana çağınlmalan
durumunda eskisi gibi azim ve coşkuyla icabet edemezdi. Nitekim Hz. Hasan,
Muaviye’ye karşı tertip ettiği ordudaki bu halet-i ruhiyyeyi sezince savaştan
vazgeçip barış imzaladı. Hz. Hasan toplumun isyana ve savaşmaya isteksiz
olduğunu gördüğü için barışa razı oldu.
Hz. Hüseyin, İraklıların
sosyal ve psikolojik yönünü idrakte ağabeyi Hasan’dan geri değildi. Bu sebeple
de İraklıları isyana hazır hale getirmeyi bekledi. İraklılarla mektuplaştı,
onlardan her an hazırlıklı olmalarını istedi ama isyana kalkışmamalarım da ikaz
etti. Emevî iktidarına karşı ileride girişilecek isyanın, tâ sulhtan itibaren
başladığı bu hazırlıkların gizli bir şekilde yürütüldüğü ve Hz. Hasan’ın
vefatından sonra hız kazandığı söylenebilir.219
2-
Muaviye’nin Şahsiyeti: Muaviye çok akıllı
bir kişiydi. Şayet Hz. Hüseyin ve taraftarları, onun döneminde isyan etmiş
olsalardı, Muaviye bu isyanı-kamu vicdanında derin izler bırakacağı için- kanlı
bir şekilde bastıramayacaktı. Muaviye, Hüseyin’i isyam başlatmasından önce
zehirleterek etkisiz hale getirebilirdi. Nitekim Muaviye’nin, iktidarı için
tehlike olabilecek kimseler için hep bu yöntemi kullandığını söyleyenler
vardır. Hz. Hüseyin, Muaviye döneminde isyana kalkışırsa bu şekilde ortadan
kaldırılabilirdi ve onun kıyamı fikirden pratiğe dönüşmeden söndürülmüş olurdu.[514]
3-
Ahd ve Misak: Hz. Hüseyin, ağabeyi Hasan’ın
yaptığı antlaşmaya binaen Muaviye’ye biat etti. O, hayatta olduğu müddetçe bu
biatine sadık kalmalıydı.[515]
4-
Muaviye’nin şahsından kaynaklanan (yaşantı
itibarıyla) İslâm’a aykırı kusurlarının olmamasının da Hz. Hüseyin’in ona isyan
etmesine mani olduğu söylenebilir. Her ne kadar Muaviye, eleştirilere sebep olacak
bir takım icraatlar yapmışsa da yaşantı itibarıyla İslâm’a uygun bir hayat
tarzı sergiliyordu. Bu durumda Hz. Hüseyin’in isyanının dini sebeplerden ziyade
siyasi mülahazalarla gerçekleştiği düşünülebilirdi. Bu da ona olan desteğin
azalmasına yol açabilirdi.
Diğer taraftan Yezid’e
biate isteksiz davranan ve bu noktada Hz. Hüseyin ile birlikte hareket
ediyormuş hissi veren başka sahâbîler de vardı.[516]
Bunların, Muaviye’nin
biat talebine karşı gösterdikleri tavrın aynı mahiyette olduğu söylenemez.
Sahip oldukları karakterlere göre birbirlerine nazaran olay karşısında
düşündüklerini farklı şekilde ortaya koydular. Bunlardan Abdullah b. Ömer’in
daha yumuşak bir muhalefet yöntemi sergilediği söylenebilir. “Hz. Osman
(r.a)’ın vefatından sonra (35/656), Hz. Ali, İbn Ömer’in kendisine biat
etmesini istedi fakat İbn Ömer bu talebi katiyetle reddetmiş ve ancak bütün
müslümanlar biat ettiği takdirde, kendisinin de bu biate katılacağını
söylemiştir. Muaviye de, oğlu Yezid için aynı talepte bulunduğu zaman benzer
cevapla karşılaştı ve mamafih Yezid halife olunca, İbn Ömer biat etmekte hiç
müşkilât göstermedi.[517]
Abdullah b. Ömer,
fitneye yol açmamak düşüncesiyle, tutumlarını beğenmese bile, devlet idaresine
hâkim olan kişilerin arkasında namaz kılmaya devam edeceğini ifade ederdi.
Bununla beraber, onîann dini konulardaki ihmallerine göz j'ummaz, hatalarını
yüzlerine karşı söylemekten çekinmezdi.[518]
İbn Sa’d tarafından
nakledilen bir habere göre Muaviye, Abdullah b. Ömer’e 100 bin dirhem gönderdi.
İbn Ömer, bu paranın kendisine gelmesinden önce Yezid’e biat etmeyi
düşünüyordu. Bu paranın gelmesinden sonra kendi kendine “zannediyorum ki
Muaviye, oğlu Yezid’e biat etmem için bu parayı gönderdi. Benim bu parayı kabul
etmem, dinimi ucuza satmam anlamına gelecektir.” dedi.[519]
Abdullah b. Ömer,
fitneye sebep olma korkusuyla kerhen de olsa Yezid’e biat etti, biatine
Yezid’in hilafete geçmesinden sonra da sadakat gösterdi: “Onun halifeliği
hayırlı olursa ne âla! Sıkıntılı olursa o zaman da sabrederiz.”[520] [521] diyerek
biatla ilgili tavrının nasıl devam edeceğini de belirtti.
Yezid’e biate
yanaşmayanlardan biri de Abdullah b. Zübeyr idi.2x' Daha önce de
belirtildiği gibi Muaviye’nin Hicaz seferi esnasında beş kişilik muhalefet
grubunun temsilcisi sıfatıyla İbn Zübeyr’in sert konuşmalarda bulunduğu
görülmektedir.[522] Hatta
Muaviye onun diğerlerine göre daha şiddetli muhalefetinden hareketle ona “Sen
kurnaz bir tilkisin, bunları da kışkırtan sensin” dediği ifade edilmektedir.[523]
Muaviye’nin saltanatı
zamanında Yezid’in veliahtlığına biate yanaşmayan Abdullah b. Zübeyr, konuyla
ilgili düşüncelerini net bir şekilde ortaya koydu ve yaptığı konuşmalarda
Muaviye’nin bu teşebbüsünün doğru olmadığını söyledi.[524]
[525]
Öyle anlaşılıyor ki
“Abdullah b. Zübeyr’i harekete geçiren âmil, gücünü köklü bir davadan değil,
kendisini de hilafete hak sahibi görme gibi tamamen şalisi bir görüşten
almaktadır. Zira hicri 49-50/669-670 deki Bizans seferine Yezid’in kumandası
altında iştirak etmekte bir beis görmedi.”^1
Yezid’e biat etmeyen
grubun içerisinde yer alanlardan birisi de Abdurrahman b. Ebî Bekir’dir.[526] Hatta
İbnü’l-Esir, biate karşı en yumuşak tepkiyi Abdullah b. Ömer’in, en sert
tepkiyi ise Abdurrahman b. Ebî Bekir’in göstermiş olduğunu söyler.[527]
Abdurrahman, biate karşı çıkarken öncelikle bu tür bir uygulamanın (veliaht
tayini) Rasûlüllah ve Hulefa-î Râşidin’in metodunda yer almadığını söyledi;
bunun Bizans ve Sasânî devlet geleneğinin bir devamı olduğunu ileri sürdü.[528] Abdurrahman
b. Ebî Bekir’in bu denli cesaretle Yezid’e biat talebine karşı çıkışı onun
cesaretli bir kişiliğe sahip oluşunu düşündürse de kız kardeşi Hz. Aişe’nin
manevi desteğine de güvenerek bu şekilde davranmış olduğu da söylenebilir.
Nitekim, Mervan ile Abdurrahman arasında geçen bir konuşma esnasında Hz. Aişe
söze girer ve Mervan’ı Abdurrahman’a karşı yaptığı ithamlardan dolayı
haksızlıkla suçlar.[529]
Abdurrahman b. Ebî
Bekir’in diğer muhaliflere nazaran erken bir dönemde230 öldüğü göz
önünde bulundurulursa onun muhalefetinin Yezid’e biatin gündeme geldiği ilk
anlarla sınırlı kalmış olduğu söylenebilir.
Kemaleddin Şükrü, Şiî
tarafgirliğini yoğun bir şekilde ortaya koyduğu eserinde biat etmeyen bu
şahıslarla ilgili şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Biat etmeyen bu dört kişinin
niçin biat etmemiş olmalarındaki halet-i ruhiyyeleri bilhassa şayanı tetkik bir
keyfiyettir; Dikkat edilecek olursa görülecektir ki, bunlardan üçü halifelik
etmiş zevatın oğullarıydı. Dördüncüsü ise hilafet makamına göz dikmiş, halife
olmak için eli ile mukatele etmiş olan Zübeyr’in oğlu Abdullah’tır.
Bunlann-Hüseyin istisna edilecek olursa- Yezid’e biat etmemeleri, ona karşı
hissettikleri şahsi güvensizlik ve hırstan mütevellittir. Nitekim Abdullah b.
Zübeyr’in bilahare davayı imaretle silaha sarılmış olması keyfiyeti de bu
tefsiri ve telakkimizi te’yid eder mahiyettedir. Hüseyin’in biat etmemesi
meselesine gelince bunda hırs aramak pek o kadar doğru olmaz. Vakıa insan olmak
itibarıyla Hüseyin de hilafet makamına çıkmayı arzu edebilir. Fakat onun, ne
Muaviye’ye ne de oğlu Yezid’e biatten imtina etmesi en ziyade bu lanetli aile
efradına karşı hissettiği kalbi ve haklı kinden mütevellittir. Çünkü Muaviye,
babasına karşı, ordu sevk etmiş ve onu öldürmeye teşebbüs etmişti. Kardeşi
Hasan’ı ise zehirletmişti. Şimdi Hüseyin bu melun adama ve onun daha melun,
zamanım fisk ve fücurla geçiren ahlaksız oğluna nasıl biat ederdi. İşte bu
düşünceler Hüseyin’i Yezid’e biatten uzak tuttu.”23'
Kemaleddin Şükrü’nün
yukarıdaki görüşlerinin Emevî iktidarına karşı aşın kin ve nefret duygulanyla
dolu olduğu görülmektedir. Tarihi açıdan bir çok noktadan eleştirilecek olan bu
sözlerde haklı olan bir taraf var, o da muhalefet grubunun üçünün babalannın
daha önceden halifelik yapmasıdır. Babalannın halifelik yapmış olması bunlann
da hilafete geçmeyi istemelerine yol açmış olabilir. Her ne kadar Abdullah b.
Zübeyr’in babası Zübeyr b. el-xAwam halifelik yapmamışsa da onun da hilafete
geçme uğraşısı verdiği bilinmektedir. Dolayısıyla Abdullah b. Zübeyr de
babasının isteyip ulaşamadığı bu makamı elde etmek için çalışmıştır denebilir.
Netice olarak şu
söylenebilir ki, Yezid’e biate Hz. Hüseyin ile birlikte karşı çıkan ve bu ortak
payda sebebiyle birbirlerine yaklaşan şahıslardan Abdurrahman b. Ebî Bekir
erken yaşta öldüğü için muhalefet edenlerin sayısı önce dörde indi. Abdullah b.
Abbas ve Abdullah b. Ömer’in; daha önce belirtilen mülahazalarla biat etmeleri
sonucu ise bu sayı ikiye düştü.
EmevîIerden Biate Karşı Çıkanlar
İslâm devlet geleneğinde
Muaviye ile başlayan kendi oğlunu veliaht tayin usulü, Emevî devletine ve
Ümeyye oğullarının iktidarına olumlu bakmayan kimselerin muhalefetine neden
olduğu gibi bizzat bu iktidarın en yakın adamlarından bazılarının da
hoşnutsuzluğuna sebep oldu. Gerek ailenin mensubu gerekse devletin kuruluşu
esnasında büyük gayretleri olan bu insanlar da Yezid’in veliaht tayin
edilmesine sıcak bakmadılar. Bunlar Ziyad b. Ebih, Sâid b. Osman ve Mervan b.
Hakem’dir.
1-Ziyad b. Ebih:
Muaviye, Yezid adına biat almak için teşebbüse geçmeden önce Ziyad’a bir
mektup yazarak onun fikrini sordu. Daha önce de belirtildiği üzere Ziyad önce
Muaviye’nin mektubuna sertçe bir cevap vermek istediyse de Ubeyd b. Ka’b
en-Nümeyrî’nin telkinleriyle üslubunu yumuşattı.[530]
[531]
Muaviye, Ziyad’dan
aldığı bu cevap karşısmda-Yakubî’de zikredilen rivayet doğru kabul edildiği
taktirde -onun halifelik beklentisi içerisinde olduğu zehabına kapıldı ve
Ziyad’ı tehdit edercesine şu sözleri söyledi. “Biri Ziyad’a benden sonra onun
emir olacağını söylemiş olmalı, onu annesi Sümeyye’ye, babası Ubeyd’e iade
ederim.”[532]
Bu rivayeti doğru kabul
etmesek bile[533]
Muaviye’nin Yezid’i veliaht tayin etme hususunda Ziyad’ı önemsediği
belirtilmelidir. Zira Ziyad hem çok güçlü bir valiydi, hem de devlete sonuna
kadar sadakat içerisindeydi. Belki de onun bu kadar güçlü olması, Muaviye
sonrası hilafet makamına geçme beklentisine yol açtı. Muaviye, Ziyad’m Yezid’le
ilgili görüşlerini ve tavsiyelerini dikkate alarak ona kıymet verdiğini
gösterdi. Öyle anlaşılıyor ki Muaviye, Ziyad’m Yezid’in veliahtlığı ile ilgili
fikirlerini kendi müdahalesi ile değiştirmek yerine zamana bırakmayı tercih
etti. Nitekim Ziyad’m ölümü, Muaviye’nin bu işi zamana bırakması metodunun
haklılığını göstermiş olmalıdır.
2-Mervan b. el-Hakem: Kaynaklardan
bazılarının belirttiğine göre Ümeyye oğulları ailesinden Yezid’e biate karşı
çıkanlar arasında Mervan b. el-Hakem de yer almaktadır.
Yezid’e biatle ilgili
olarak Mervan’a ait iki farklı tavırdan söz edilmektedir. Bazılanna göre
Muaviye, Medinelilerin biatlerini temin etmesi için Medine valisi Mervan’a
mektup yazar, Mervan da Muaviye’nin verdiği direktifler doğrultusunda
gönderilen mektubu mescitte halka okur. İlk mektubun arkasından gelen mektubu
da aynı şekilde Medinelilere bildiren Mervan, Yezid’e biat almak için gayret
gösterir, bu konuda muhalefet gösterenleri ikna etmek için konuşmalar yapar.[534]
Diğer taraftan bazı
tarihçiler ise Muaviye’nin Yezid’e biat talebini içeren mektubunu alan Mervan’m
buna sert tepki gösterdiğini hatta bizzat Şam’a giderek bu tepkisini Muaviye’ye
ilettiğini, sonuçta Muaviye tarafından azledildiğini belirtirler.[535] Bu
konudaki rivayetler bir birleriyle tam benzerlik arz etmemektedir. Zira İbn
Kuteybe’deki rivayete göre “Mervan’ın Yezid’in veliahtlığına karşı çıktığını
hisseden Muaviye ona ikinci bir mektup göndererek görevi (Medine valiliği) Sâid
b. el-Âs’a terk etmesini emreder. Görevden azlolunduğuna dair mektubu olan Mervan,
buna çok sinirlenerek derhal ailesi, akrabaları ve kavmine durumu söyleyerek
destek ister. Onlar ise sonuna kadar kendisine yardım edeceklerini ifade
ederler. Daha sonra Mervan, kalabalık bir grupla Şam’a gider. Muaviye’nin
huzuruna girmelerine izin verilmeyen bu grup, hâcibin engellemeleri karşısında
zorla içeri girerler ve Muaviye’yi tek başına yakalarlar. Mervan, burada bir
konuşma yapar; Yezid’e biat alınmasının doğru bir düşünce olmadığını söyler.
Ayrıca “Ey Ebû Süfyan’m oğlu! Çocukları emir tayin etmekten vazgeç. Kavmin
içinde sana benzeyenler, onların düşmanlıklarına karşı yardımcıların var.” der.
Muaviye, Mervan’m bu sözlerine çok kızar, ancak bu kızgınlığını gizleyerek ve
yumuşak bir üslupla onun elinden tutar ve övgü dolu sözlerle ortamı sakinleştirir.
Muaviye, Mervan’a “...Sen emirü’l- mü’mininin benzeri, her sıkıntıda onun
yardımcısı ve desteğisin. Sen veliahttan sonra ikinci veliahtsın. Ben seni
kavmine idareci tayin ettim. Haraçtan alacağın payı artıracağım. Seninle
gelenlere de ihsanda bulunacağım. Seni zenginleştirmek ve isteklerini yapmak
benim boynumun borcudur.” dedi.[536]
Mesûdi’nin olayla ilgili
verdiği bilgiler ise İbn Kuteybe’nin rivayetinden farklıdır. Buna göre
“Muaviye, Yezid’i veliaht tayin ettiğini bir mektupla Mervan’a bildirdi. Ayrıca
ondan biat almasını da istedi. Mektubu okuyan Mervan kızgın bir şekilde
akrabaları ve Benî Kinâne kabilesinden olan dayılarının yanına gitti, sonra da
Şam’a ulaştı. Muaviye’nin huzuruna girdikten sonra onu kınayıcı sözler söyledi:
“Ey Ebû Süfyan’m oğlu! çocukları emir tayin etmekten vazgeç. Kavmin içinde sana
benzeyenler, onların düşmanlıklarına karşı yardımcıların var.” Muaviye ise ona:
“Sen gerçekten de emini’l-mü’mininin dengisin. Her sıkıntıda da onun yanında
yer aldın. Yezid’den sonra ikinci veliaht sensin.” dedi, onu Yezid’in veliahtı
tayin edip Medine’ye geri gönderdi. Mervan’m Medine’ye gitmesinden sonra ise
onu görevden azleden Muaviye, yerine Velid b. Utbe b. Ebî Süfyan’ı tayin etti.
Böylelikle de Mervan’a verdiği sözde sadakat göstermedi.[537]
Yukarıdaki rivayetler
incelendiğinde ortaya farklı bilgiler çıkmaktadır. İbn Kuteybe’nin rivayetine
göre Mervan, azledildiği ve yerine Sâid b. el-As tayin edildiği için kızarak
Şam’a gider ve belirtilen sözleri Muaviye’ye söyledi. Oysa Mesûdî’ye göre Mervan,
Yezid’in veliaht tayin edildiğini öğrenince sinirlendi ve Şam’a bu sebeple
gitti.
Mervan’m Şam’a gidiş
sebebi hakkmdaki bu farklılık onun Şam’a nasıl gittiği konusunda da
görülmektedir. Zira İbn Kuteybe’nin ifadesine göre Mervan, büyük bir
kalabalıkla Şam’a gider, Muaviye’nin huzuruna zorla girer. Oysa Mesûdî böyle
bir olaydan bahsetmemektedir.
Ayrıca kaynaklarda
Mervan’ın azlinden sonra yerine tayin edilen şahsın kimliği hususunda da
farklılık vardır. İbn Kuteybe, Mervan’ın yerine Sâid b el-As tayin edildiğini
söylerken, Mesûdî ise Velid b. Utbe b. Ebî Sûfyan ismini zikretmektedir. Oysa
veliahdlık meselesinin başlangıcıyla Velid’in tayin haberi birbiriyle
uyuşmamaktadır. Zira Velid b. Utbe’nin Medine valiliği en erken tarih olarak
57/676 senesinin sonlandır.243
Yukarıda zikredildiği
gibi diğer kaynaklarda Mervan’ın İbn Kuteybe ve Mesudî’ninkinden farklı tavır
sergilediğinin belirtilmesi bir tarafa bu iki kaynaktaki - işaret olunan-
çelişkili bilgiler de bu rivayetlerin şüpheyle karşılanmasını gerekli kılmaktadır.
Hele hele Mer/an’m beraberindeki kalabalıkla Şam’daki halifeye baskın yapması,
onu tehdit etmesi sonra da istediği ödünü koparması, bütün bunlardan sonra ise
Muaviye’nin olanlara sessiz kalması pek mümkün görünmemektedir. Halbuki bu iki
tarihçi Muaviye’yi diğer konularla ilgili tavırları sebebiyle sertlik yanlısı
olarak gösterirler. Bu ise bir çelişki olarak düşünülebilir.
Bütün bunlara rağmen
Mervan’ın Muaviye’den sonrası için iktidarda gözü olduğu söylenebilir. Zira
Mervan, Yezid’e nazaran daha yaşlı, daha tecrübeli ve daha fazla nüfusa
sahipti. Üstelik devletin kuruluşu esnasında gerçekleşen olaylarda etkin bir
rol almıştı. Bütün bu sebeplerle halife olmayı arzulamış olmalıdır.[538] [539]
Mervan’ın Yezid’in
veliahtlığına karşı çıkmakla birlikte herhangi bir muhalefet gurubu içerisinde
bulunmadığı ve bu tavrında ısrarlı olmadığı söylenebilir. Zira “Muaviye’nin
Yezid’i veliaht tayini hususunda Mervan’a düşen bunu kabullenmekti, aksi halde
Yezid’e karşı bir isyana girişmesi Ümeyye ailesine olduğu kadar bizzat
kendisine de zarar verirdi.”[540]
1-
Saîd b. Osman: Emevî ailesinden Yezid’in
veliahtlığına karşı çıkanlardan biri de Hz. Osman (r.a)’m oğlu Sâid’dir. Bu
hususta İbn Kuteybe’in kaydettiği şu bilgi dikkat çekmektedir: “Sâid b. Osman,
Şam’a Muaviye’nin yamna gitti ve ona şöyle söyledi: “Ey mü’minlerin emiri!
Hangi sebeplerle beni bırakıp ta oğlun Yezid’e biat alıyorsun? Biliyorsun ki
benim babam onun babasından, annem ise onun annesinden daha hayırlıdır. Üstelik
ben de ondan hayırlıyım. Sen, şu anda ulaştıklarına babam sayesinde sahip
oldun.” Onun bu sözlerine gülen Muaviye, şöyle söyledi: “Osman’ın Muaviye’den
daha hayırlı olduğu doğrudur. Annenin onun annesinden daha faziletli olmasına
gelince, bilmelisin ki Kureyşli bir kadın Kelbî bir kadından daha üstündür. Benim
sahip olduğum şeylere baban sayesinde kavuşmama gelince şunu bilmelisin ki mülk
Allah (celle celâlühü)’ındır. Dilediğine onu verir. Baban öldürüldü. Bense onu
öldürenlerin kanım talep ettim. Senin Yezid’den hayırlı olmana gelince yemin
ederim ki senin gibi pek çok kimseyle evimi doldurmaktansa Yezid gibi bir kişi
bana daha sevimlidir. Bütün bunlara rağmen sen bunları bir kenara bırakda
benden bir şey iste ben de sana vereyim.” Sâid b. Osman da ondan Horasan
valiliğini istedi, Muaviye de bunu kabul etti.[541]
Taberî, İbnü’l-Esir ve
İsfahâni tarafından da nakledilen bu bilgi İbn Kuteybe’nin rivayetinden biraz
farklıdır. Bunlara göre Hz. Osman (r.a)’m oğlu Sâid Muaviye’den kendisini
Horasan’a vali olarak tayin etmesini istedi, Muaviye ise Ubeydullah b. Ziyad’m
o esnada Horasan valisi olduğu gerekçesiyle kabul etmedi. Bunun üzerine Sâid b.
Osman ile Muaviye arasında yukarıdaki konuşma gerçekleşti. Muaviye’nin ona sert
bir şekilde cevap verdiğini gören Yezid babasına: “Ey mü’minlerin emiri! Sen
amcanın oğlunun işlerini halletme konusunda herkesten daha çok hak sahibisin,
o, sana bir takım şikayetlerde bulundu, senin bu şikayetleri yerine getirmen
gerekir.”dedi. Yezid’in bu sözleri üzerine Muaviye, Sâid b. Osmanı, Horasan’ın
harp işlerini yerine getirmekle görevlendirdi.[542]
Yezid’in veliahtlığına
bazı Ümeyye oğulları ileri gelenlerinin de karşı çıktıklan görülmektedir.
Bunlar kabilenin yaşlı, tecrübeli ve nüfuslu şahsiyetleri olmaları sebebiyle
hilafetin kendilerine verilmesi gerektiğini de açıkça dile getirmekten çekinmiyorlardı.
Bunda onlann nüfuslarına güvenmeklerinin yanı sıra Arap kabile geleneğinden
kaynaklanan ve kabile reisinin ölümünden sonra yerine kabilenin en yaşlı,
tecrübeli ve nüfuslu kişisinin geçeceği anlayışının da rolü olduğu
düşünülebilir
Muaviye kendine has
metotlarla diğerleri gibi Ümeyye oğullarından da bu biate karşı çıkanları
etkisiz hale getirmeyi başardı.
G-MUAVİYE’NİN BİAT ALMAK İÇİN KULLANDIĞI METOTLAR
Ümeyye oğulları, Hz.
Osman (r.a)’ın başına gelenlerden ders alarak akıllıca ve tedbirli davrandılar.
Günün etki meydana getiren ve getirmeyen şair, yazar, ressamlar ve
heykeltıraşlarının, para yardımı yapılarak sesleri kesildi. Bir şair,
günümüzdekilere benzer bir hicivci olabilirdi. Böyle durumlar için halife şöyle
söylüyordu: “Bir aksiyon meydana getirmedikçe böyle sözlere pek aldınş etmem.”
Fakat onun tavn hicveden şiire karşı hiç te pasif değildi. Bedevilikten
şehirliliğe geçiş döneminde aşiretçiiik ve ferdiyetçilikten vazgeçmeyen halk
arasında vatan severliği ve beraberliği sağlamak için halka teşvik ve telkinde
bulunmaları konusunda şairlerden faydalanmaya çalıştılar.230
Muaviye, Yezid’in
veliahtlığını kamuoyuna kabul ettirebilmek için, günümüzün basını yerini tutan
şairleri bu iş için görevlendirdi. Bu şairlerin faaliyetlerinin belki de en
ilgi çekicisi, Îsfahânî’nin, Miskin ed-Dârimî ile ilgili olarak verdiği
haberdir. Emevîlerden Sâid b. el-Âs, Mervan b. Hakem ve Abdullah b. Amir’in
veliaht olma isteklerini çürütmek, Yezid’i övmek üzere Şair Dârimî, Dımaşk’taki
heyetlerin toplantısına girerek şiir söyledi. Yezid’in babasından sonra halife
olacağını dile getirdi. Miskin’in okuduğu şiiri dinleyen Muaviye, “Dediğini
düşüneceğiz ve Allah (celle celâlühü)’tan hayırlısını isteyeceğiz, ey Miskin!”
dedi. Toplantıda hazır bulunanlardan hiç kimse ona itiraz edemedi. Muaviye ve
Yezid, Miskin’e ikramda bulundular.[543]
[544]
Miskin’in bu faaliyeti kendiliğinden ve tek örnek olmamalıdır.[545]
Muaviye, biat işini
sessizlik içinde yürüttü ve biate halkın çoğunluğunun katıldığı görüntüsü
verildi.[546] [547] [548]
Yezid lehinde konuşmalar
dilden dile dolaşmıştır. Yezid, hac yaptığı yıl Mekke ve Medine’de bol bol para
dağıtarak İnsanların kalbini satın almak istemiş, bunda da muvaffak olmuştur.
Geri dönerken insanlar ondan memnun bir haldeydi. Muaviye’nin de aynı amaçla
para dağıtmaktan geri durmadığı söylenmiştir.03
Muaviye, Yezid
aleyhindeki düşünceleri etkisiz hale getirmek için muhalifleri kimi zaman
tehdit ederek kimi zaman methederek, kimi zaman da çeşitli rütbelere getirerek
bunu başarmıştır. Siyasî dehasıyla ve sabırla muhalifleri yola getirebilmiştir.250
Muaviye biate yanaşmayan
Hz. Hüseyin’den dolayı Hâşim oğullarına ekonomik ambargo da uygulamıştır.
Başkalarına bol bol para verirken onların aldıkları maaşları bile kesmiştir. Bu
durumun Hâşim oğullarını büyük sıkıntıya
düşürdüğünü göre İbn
Abbas, Muaviye’yi ikaz etmiştir. Bu. ikaz sonunda Muaviye, söz konusu ambargoyu
kaldırmıştır.[549]
YEZİD’İN VELİAHTLIĞINA KARŞI ÇIKILMASININ
SEBEPLERİ
Hilafetin Verasete Dönüşmesi Endişesi
Daha önce de
belirtildiği üzere Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatından
sonra yerine geçecek kimseyi belirtmediği gibi, devletin başına geçecek kişinin
nasıl tespit edileceği hususunda da bağlayıcı prensipler ortaya koymamıştı.
Yapılan istişarelerden sonra halife olması kararlaştırılan Hz. Ebû Bekir,
yaptığı görüşmelerden hareketle kendisinden sonra devlet başkanlığına Hz.
Ömer’in geçmesini istemiş, onu aday göstermiştir (istihlaf). Ashab da bunu
memnuniyetle kabullenmiştir. Hz. Ömer ise halifenin tespitini 6 kişilik şuraya
bırakmış, Şûra da Hz. Osman’ın halife olmasını kararlaştırmıştır. Hz. Osman’ın
şahadetini sebep olan asilerin baskısı sebebiyle olağanüstü günler yaşayan
sahâbîler, Hz. Ali’yi halife olması için ikna etmişlerdir.
Şu halde denilebilir ki
ilk dört halifenin tespitinde sahâbîlerin görüşleri dikkate alınmıştır.
Bunların seçimi esnasında-sayılan bazı durumlarda sınırlı bile kalsa- şûra
etkin bir rol oynamıştır. Bu halifelerin göreve geliş şekilleri toplumda
herhangi bir huzursuzluğa da neden olmamıştır.
Bu kimselerin halife
tespitiyle ilgili olarak üzerinde durdukları en önemli konu kendi oğullarını
halife seçmekten kaçmmalan ve halifenin seçiminde re’yine güvendikleri
insanlarla görüş alış verişinde bulunmalarıdır.[550]
İslâm tarihindeki bu ilk
uygulamalar sebebiyle Muaviye’nin oğlunu halef bırakırken önünde bulunan en
büyük zorluğun o zamana kadar müslümanlarm alışık olduğu “Şûra sistemini”
kaldırarak yerine veraset usulünü ikame etmesi olduğu görülmektedir.[551]
İktidarın hanedan içinde
el değiştirmesi Arap siyasî kültürünün pek aşina olduğu bir durum değildir.[552] Araplar
“siyasî yeterlik” alanında yakınlığa bir değer vermezlerdi. Arap toplumunda
başkanlık, soydan devirle alınmazdı. Arap kabile geleneklerine göre başkanlık,
miras bırakılamazdı. Topluluğa başkanlık, bireyin nitelikleri vs. yeterliğiyle
kendisi için kazandığı, bir makamdı. Ebû Bekir’in Ömer’i halife bırakması ise,
vasiyet değildi, danışmadan (şûra) sonraydı; bir “mirasçıya” veya yakma
değildi, başka kabilelerden, bu makama en ehil olanlardan insanlara verildi.
Ebû Bekir’in izlediği bu yol, Arap kabile geleneklerine aykırı değildi
yürürlükteki geleneklere uygundu.200
Kabilevi iktidar
anlayışına göre hakimiyet kabile içinden bir aile veya aşirete aittir. Bununla
birlikte kendisinden sonra oğullarına miras bırakılması söz konusu olmaksızın
kabile fertlerinden en güçlüsüne devredilmesi mümkündür. Bu sistemde neseb ve
yaş, siyasî yetenek ve bilgi, tecrübe ve bilgelik, cesaret ve korkusuzluk,
cömertlik ve yücelik, özgecilik ve iffet, hilim ve hoşgörü, iyi geçim, haklan
koruma, sözüne sadakat, imdat dileyeni kurtarma, zayıfa yardım, cinayete
katlanma ve diyetleri ödeme prensipleri esas nitelik ve değerlerdir.201
Yukandaki sebeplerle
Araplann kabilevi iktidar anlayışına ters düşen veliahdlık sisteminin, İslâm
iktidar anlayışıyla da uyuşmadığı görülmektedir. Zira İslâmdaki idarecilik Şûra
esasıyla tespit ediliyordu. Oysa veliahtlık bilinen şekliyle Şûra sistemine
engeldi. Bu sebeple de veliahd olan kimse, müslümanlarca istenilmeyen kişi
olarak görülürdü. Zira veliaht tayin edilen şahıs, müslümanann işlerini
üstlenebilecek özelliklere sahip olduğu için değilde, sırf halifenin oğlu
olduğu için görevlendiriliyordu. İşin en garibi de veliahdlık makamına
getirilen kişi için seçim de yoktu. Oysa müslümanlar, veliaht tayin edilen
şahıslan daha iyi birisini bulabilecekken halifenin dayatması sonucu
kendilerine gösterilen şahsa biat etmek zorunda kalıyorlardı. İslâm kesin bir
idare şekli koymamış ama prensipler vaz etmişti. Örneğin Halifenin ileri gelen
insanlara yerine bırakacağı kişi hususunda danışması, halifenin seçimi için
şûra heyetinin tayini gibi.202
Welhausen veliahtlığın
tesisi ile ilgili olarak şunları söylemektedir: "Arap hukukuna göre
hakimiyet elbette bir soy veya bir kabile için de tevarüs ediliyordu; fakat bu
bir aile içinde babadan oğula geçmek suretiyle olmazdı; İslâm’a göre ise bu
esasen üzerinde miras hakkı iddia edilebilecek bir insan malı değildi. Bütün
bunlara rağmen yapılan gürültü yine de bahane edilen bu sebeplere uygun
değildi. Emirin ölümünden evvel halefi meselesini tanzim etmek salahiyeti kesin
olarak mevcuttu, oğulun hilafet talep etmek hakkı mevcut olmasa da onun bu
hilafete getirilmemesi şartı da yoktu. Sadece evvelden biat hususu o vakte
kadar tatbik edilmemişti. Fakat [553] [554] [555] daha
henüz işin başında bulunulmakta idi; 'bu hususta hiçbir gelenek tessüs
etmemişti; bir müteakip halifelik nizamı yoktu.”20,3
Devlet başkanmın tespiti
hususunda Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamberin hadislerinde bağlayıcı hükümlerin
bulunmaması konunun içtihada açık olmasını mümkün kılıyordu. Bu yönüyle Welhausen’in
sözlerine katılmamak mümkün değil. Ancak görülen o ki veliahdlık sistemi
içtihadı da ortadan kaldırıyordu. Zira bu usule göre devlet başkanmın
belirlenmesinde herhangi bir kimse veya zümrenin görüşlerinin, düşüncelerinin
veya endişelerinin bir önemi yoktu.
Diğer taraftan
Muaviye’nin iktidara geçmeden evvel halifenin Şûra ile belirlenmesini
savunduğu, sonra ise bunu unuttuğunu söyleyenler de olmuştur.204
Muaviye, Yezid’e biat
almak istediği ve Medine’ye Yezid’in ismini zikretmeden bir mektup yazdığı
zaman, Medineliler bu uygulamaya karşı çıkmamış, ancak bu veliahdın Yezid
olduğu söylenince onlar biat etmemişlerdir.260 Çünkü onlar, Yezid’in
veliahtlığıyla hilafetin verasete dönüşeceği kanaatini taşıyorlardı. Nitekim bu
endişelerini Muaviye’nin Medine’ye gelişinde de dile getirmişlerdi.206
İktidarın hanedan içinde
el değiştirmesi usûlünün ortaya çıkmasında Bizans ve Sâsanî kültürlerinin
etkili olduğu söylenebilir.[556] [557] [558] [559] [560] [561]
Bizans devletinde
kendinden sonra iktidara geçecek kişiyi belirlemek bizzat imparatorun yetkisi
dahilindeydi. Genellikle, imparatorun oğlu veya erkek yakınlarından biri olan
veliahtın, meşruiyetinin tanınması için, senato ve ordunun onayını alması
gerekiyordu. Sâsanîlerde ise hanedanlık prensibine çok sıkı şekilde bağlı olan
halkın, hükümdarın seçimine herhangi bir müdahale hakkı bulunmamaktaydı.
Hükümdarın seçtiği hanedan üyelerinden biri halef olmakta idi. Şayet hükümdar
halefini belirlemezse Sâsanî ailesinin ileri gelenlerinden oluşan ruhban
meclisi, yeni hükümdarı seçerdi. Bununla birlikte her iki devlette de iktidar
değişiklikleri esnasında zaman zaman kanlı olaylar gözükmekteydi.208
Görüldüğü gibi hem
Bizans, hem de Sâsanî devlet geleneğinde devlet başkanı, verasetle tesbit
edilmiştir. “Bu yönetimler o günün müslümanlannca biliniyor ve “Kayserlik” ya
da “Kisralık” olarak anılıyordu. Bir kişinin tüm toplumun gidiş
' çizgisini belirlediği,
kendi istemi üzerinde bir yasaya bağlı olmaksızın halkı dilediğince yönettiği,
zorbalık, sorumsuzluk ve baskının egemen kılındığı, birer yönetim biçimiydi...”2oS
Muaviye’nin Bizans ve
Sâsani kültürlerinden etkilendiğini, “Hilafeti Hıraklıyye, Kaysarıyye ve
Kisreviyye dönüştürmek istiyor.” şeklindeki tenkitlerden de anlayabiliyoruz.
Mes’ûdî’nin belirttiğine göre Muaviye, Bizans ve Sâsani imparatorlarının
haberlerini, biyografilerini, halklarına uyguladıkları siyaseti araştırıp
öğreniyordu.[562] [563] Böylece
Muaviye, oğlu Yezid’i halefi yaparken, Arap siyasî kültüründeki biat geleneği
ile Bizans-Sâsanî siyasî kültürlerindeki veraset unsurunu birleştirmiş oldu.[564] Bununla
birlikte İslâm’ın ortaya koyduğu prensiplerden şura ve seçimi göz ardı etti.[565]
Yezid’in Şahsından Kaynaklanan Sebepler
Yezid’e biate
yanaşmayanların gerekçelerinden bazıları ise tamamen Yezid’in şahsiyeti ve
ahlakıyla ilgilidir.
Kabilenin reisinin en
şerefli soydan olması, yaşlı, tecrübeli ve nüfuslu kimselerin liderlik yapması
geleneğine alışkın olan Arap toplumunda bu sayılan nitelikler itibarıyla
istenilenlere sahip olmadığı düşünülen Yezid’in iktidara geçmesi hoş
karşılanmamıştır. Gerçi Yezid, Kureyş kabilesinin Ümeyye oğulları koluna
mensuptu. Annesi ise Güney Araplannın en önemli kollanndan olan Kelb oğullarındandı.
Bu yönüyle bir liderde bulunması gereken soy asaletine sahipti. Nitekim bunun
bilincinde olan Muaviye, muhaliflerine karşı Yezid’in bu yönünü daima ön plana
çıkanyordu. Yezid’in asil bir aileden geldiğini vurguluyordu. Yezid’e biate
karşı çıkanlar da Yezid’in asaletine yönelik bir eleştiride bulunmuyorlardı.
Yezid’in şahsiyeti
sebebiyle maruz kaldığı eleştiriler ise yaşı ve ahlakıyla ilgiliydi. “Yaşı
ilerlemiş insanları lider olarak görmeye alışmış Arap toplumu için Yezid’in
liderliği hiç te cazip değildi.”[566]
Muaviye’nin veliahtlığı gündeme 50 yılında veya daha önce gündeme getirdiği göz
önünde bulundurulursa 26 yalında doğan Yezid’in bu esnada henüz 25 yaşlarında
olduğu söylenebilir. İslâm’dan önce ve Muaviye de dahil İslâm’ın gelişinden
sonraki dönemlerde idarede bulunanların yaşlı ve tecrübeli insanlardan oluşması
tesadüften ziyade Arap toplumunun bu yöndeki eğilimleriyle, temayülleriyle
açıklanılabilir.
Halifenin çocuk, deli ve
bunak olmaması gerekli şartlardandır.[567]
[568] [569]'[570] Arap
siyasî kültürüne göre, kabile şeyhi, daha ziyade kabilevî kıdem ve yaşça
üstünlüğü nazar-ı itibara alan bir seçimle işbaşına gelirdi.2'[571] [572] [573] Nitekim
Yezid sonrası dönemde de halife seçiminde yaşın etkili bir unsur olarak
düşünüldüğü görülmektedir. Şöyle ki, Câbiye27° toplantısında
(64/684)2" Yezid’in oğlu Halid’e yaşının küçüklüğü sebebiyle
biat edilmezken daha yaşlı ve tecrübeli olan Mervan b. Hakem’e biat uygun
görülmüştür. Abdullah b. Zübeyr’in Hicaz da kolay bir şekilde taraftar
bulmasında da yaşının rolünün olduğu söylenebilir.
Yezid’in bir takım
alışkanlıkları sebebiyle halifeliğe ehil olmadığı da muhaliflerce
seslendiriliyordu. Tembel ve ihmalkâr olduğu, ilim ve adalet ehli olmadığı,
fisk ve fucur sahibi olduğu, içki içip şarkı söylediği, namazı terk edip ipekli
elbiseler giydiği ifade ediliyordu.278
Bu konudaki
değerlendirmelere Yezid’in şahsiyeti ile ilgili bölümde yer verilecektir. Ancak
burada şunu belirtmekte fayda vardır ki Muaviye, muhalifler tarafından Yezid’in
ahlaki durumunun kötülüğü yönünde yapılan eleştirilere kayıtsız kalmamıştır.
Onu bir takım önemli işlere görevlendirerek bu yöndeki eleştirileri izale
etmeye çalışmıştır. Yezid’e biate yanaşmayanların Muaviye’nin Medine’ye gelmesi
esnasında ona söylediklerine bakılırsa Muaviye bu hususta tam bir başarı
kazanamamıştır. Çünkü ta Ziyad’ın 53 yılından önce yaptığı eleştiriler 56
yılında da tekrarlanmıştır. Bu da Yezid’e biate karşı olanların itiraz
gerekçelerinden biri olmuştur.
MUAVİYE’NÎN YEZTD’t VELİAHD TAYİN ETME SEBEPLERİ
Hayatta
iken veliahd tayin eden ilk kişi olan Muaviye279 bu icraatı
sebebiyle adından sıkça bahsettirmiştir. Muaviye’nin bu faaliyeti günümüze
kadar pek çok
bilim adamı tarafından ele alınmış ve değerlendirmelere tabi tutulmuştur.
Yukarıda Muaviye’nin veliahd tayini, bu konudaki gelişmeleri ve yapılan
eleştirileri aktardık. Şunu ifade etmeliyiz ki, Muaviye’nin de Yezid’i veliaht
tayin ederken kendine göre bir takım gerekçeleri olmalıdır. Bu gerekçeler
hususunda Muaviye’nin haklı mı, haksız mı olduğunu söylemek, hüküm vermek
yerine onun Yezid’i hangi nedenleri göz önünde bulundurarak veliahd tayin
ettiğini ortaya koymaya çalışacağız.
İleride Vukubuiacak Fitnelere Engel Olmak
Muaviye’nin Yezid’i
veliaht tayin ederken bir lakını gerekçelerinin olduğu düşünülebilir. Zira o,
kendisinden sonra ümmetin başsız kalmasından ve fitneye düşmesinden
endişelendiğini söylüyordu.[574] Üstelik
kendisine bu fikri hatırlatan Mugîre’nin de benzer endişeleri dile getirdiği
biliniyordu.[575]
Halifenin ölümü pek çok
çekişmeleri ve ayrılıkları da beraberinde getiriyordu. Örneğin Hz. Peygamberin
vefatıyla müslümanlar Beni Saîde Sakife’sinde fitnenin eşiğine gelmişlerdi.
Büyük bir ihtilafa düşmüşlerdi. Hz. Osman (r.a)’ın halife seçilmesi ve vefatı
sonrasında da aynı şekilde büyük çekişmeler olmuştu. Hz. Ali ve Muaviye
arasında da halifelik yüzünden uzun süren savaşlar olmuştu. Bu sebeple Muaviye
ileri görüşlülüğü ve basiretiyle bu meseleyi vefat etmeden önce halletmeyi
uygun gördü. Ondan ve Ümeyye oğullarından kurtulmak isteyen bazı kimselerin
teşebbüse geçmek için kendisinin ölümünü beklediklerini düşünüyordu. Yani
Muaviye’ye göre devlet başkanının tespiti kendisinin vefatı sonrasına
bırakılırsa fitne baş gösterebilirdi.[576]
Bu sebeple de kendisi hayattayken devletin başına geçerek kimseyi belirlemesi
devletin birliğini temin için zaruriydi.[577]
Konuyla ilgili olarak
aynı doğrultuda görüş bildiren Takkuş ise şöyle söylemektedir: “Muaviye 30
yıldan beridir devleti tesis etmek için sarf etmiş olduğu gayretin Haşimilerle
kendi kabilesi arasında ortaya -iktidar sebebiyle- çıkabilecek kanlı
çekişmelerle yok olup gitmesinden çekiniyordu. Bu sebeple de bu konuyu
hayatayken çözmek istedi.”[578]
Vekil ise halifenin
tespitiyle ilgili olarak Şûra ve seçime müracaatın gerekli olduğunu ancak
zorunlu durumlarda istisnai kaidelere de itibar olunabileceğini belirttikten
sonra şunları söylemektedir: “Şûra prensibinin uygulanma imkanı yoksa bu
prensibin terki caizdir. Muaviye’den sonra Yezid’e biat olunması gibi. Zira
daha önceden Ali ve Muaviye arasında büyük çekişmeler olmuştu. Oysa Muaviye
döneminde birlik ve beraberlik temin edilmişti. Kanaatime göre “çok kısa süre
de olsa” müslümanlann halifesiz bırakılması bir takım çekişmelere ve ehil
olmayanların iktidara geçmesine yol açabilirdi. Bu sebeple müslümanlann
içerisinde bulunduklan dönem ve halifenin tayinini zorunlu kılmaktaydı. Üstelik
bu makamı arzulayan pek çok insan mevcuttu. Her birisi de bu işe en uygun
olarak kendisini görüyordu. Muaviye daha önceden devlet başkanlığı sebebiyle
akan kanlan görmüştü. Aynı şeylerin tekranndan korktuğu için onlan halifesiz
bırakmak istememiştir...”[579] [580]
Ukaylî ise Muaviye böyle
yaparak ümmetin vahdetini teminat altına aldığını ve devletin istikranın koruduğunu
söyledikten sonra konuyla ilgili değişik bir sebep daha ortaya koyuyor;
“Muaviye döneminde fetihler, geniş bir sahada gerçekleşiyordu. Belki de
Muaviye, kendisinden sonra yerine geçecek kişiyi belirlemeden ölürsem bu
cephedeki ordulann halife seçimi için avdetine sebep olur” endişesiyle bunu
yapmıştır. Yani cephede ordunun başında yer alan şahıslardan bazılan da bu
seçime iştirak etmek için merkeze gelmek isteyebilirdi. Bu da fetihlerin
seyrini olumsuz yönde etkileyebilirdi.”280
Rayyıs da benzer ifadelerle
Muaviye’nin bu gerekçeyle Yezid’i veliahd tayin ettiğini söylemektedir: “...Hz.
Osman (r.a'J’ın şehid edilmesi ardından ortaya çıkan fitne, dökülen kanlar,
henüz belleklerden silinmemişti. Kimi konuşmalarında Muaviye’nin “Muhammed
Ümmetini çobansız sürü gibi bırakmak istemediğini” söylemiş olması da, yine bu
gerekçelerden biridir...”'[581]
Asabiyet Duygusunun Ortaya Çıkma Endişesi
Rasûlüllah’m ısrarlı
tutumu sayesinde yok olmaya yüz tutan “asabiyet duygusu, Hz. Osman (r.a)’m
hilafete geçişiyle yeniden ortaya çıkmaya başlamıştır. Hz. Osman (r.a), halife
olduğu zaman yetmiş yaşındaydı. Yaratılışı itibarıyla yumuşak huyluydu.
Kendisinden önceki iki halifenin ihtiyatkarlığına pek sahip de değildi. Oysa bu
özellik devleti idare etmek için gerekliydi.[582]
Üçüncü halifenin
söz-konusu yumuşaklığına bir de kaybolmuş gibi görünen “Haşimi-Emevî”
rekabetinin yeniden su yüzüne çıkması eklenince fitnenin ortaya çıkması
kaçınılmaz bir hal aldı/[583] İlk iki
halife Kureyş’in bu iki kabilesi arasındaki dengeyi korumaya son derece dikkat
ederken Hz. Osman (r. a), kabileler arası denge politikasının aksine yönetimde
“Emevîlik” unsuruna ağırlık vermiştir.2Su Hz. Osman (r.a)’m
akrabalarına duymuş olduğu muhabbetten Ümeyye oğulları fazlasıyla
yararlanmıştır.
Öyle anlaşılıyor ki Hz.
Osman (r.a) döneminde yeniden devlet kademelerine yerleşen Ümeyye oğulları,
Muaviye’nin iktidara geçmesiyle devletin tüm nimetlerinden istifade eder hale
gelmişlerdir. Her konuda hakim zümre konumuna yükselmişlerdir. Onlann bu
konumlarını sürdürmek istemedikleri düşünülemez. Zira iktidann nimetlerine bir
kere alışan insanlann bu nimetlerden mahrum kalmalan kolay olmayacaktır.
Asabiyet duygusunun
insanlann üzerinde, özellikle de Arap toplumu üzerindeki etkileri hakkında
aynntılı bilgiler veren tbn Haldun, Muaviye’nin Yezid?i veliaht
tayini hakkında şunlan söylemektedir: “Muaviye’nin herhangi bir kimse değil de
doğrudan doğruya oğlunu veliaht tayin etmesi, yalnızca, halkın birliğindeki
yaran gözetme isteğinden kaynaklanmaktadır. Çünkü o sırada, Emevî ailesinden
“ehl-i hal ve’l-akd” olanlar onun üzerinde görüş birliğine varmışlardır. Öyle
bir dönem ki, Emevîler Kureyş’in en kalabalık ve güçlü boyunu oluşturmakta
olduklanndan, kendilerinden başkasına rıza göstermezlerdi. Kaldı ki, egemen
kitle onlardı. Bu yüzden de yerine geçecek kişiyi seçerken "daha iyi”
olacağını düşündüğü kimseyi değil de, Yezid’i seçmiştir. Bu, birliği koruma ve
fitneye set çekme adına, en erdemli kişi yerine erdemi daha az kişiyi
seçmektir. Çünkü, bu birliğin önemi, Şârî yanında daha büyüktür. Muaviye için
bundan başka türlü de düşünmek olmaz. Onun adaleti ve sahâbeliği bundan
başkasını düşünmeye engeldir. Sahibenin büyüklerinin buna katılmaları ve
susmaları, konuyla ilgili şüphelerinin kalkmasına delildir. (...) Gerek
Muaviye, gerekse ondan sonrakiler, Hulefa-ı Râşidin’in sünnetinden ayrılmakla
suçlanamazlar. Çünkü Hulefa-ı Râşidin, mülk sisteminin ortaya çıkmadığı ve dini
motifin etkili olduğu bir zamanda yaşadılar, her devrin karakteri ayrıdır.
Onlar dinin razı olduğu kimseleri halef seçtiler ve başkalarına tercih ettiler.
Ama daha sonra Muaviye’den itibaren asabiyet mülk gayesine ulaşmıştı, dinî
motif zayıflamış, sultanî (devlet) ve asabiyet motifine ihtiyaç duyulmuştu.
Asabiyetin onayladığından başkası seçilseydi, bu seçim tanınmaz, çabucak
bozulur ve birlik, ayrılık ve ihtilafa dönüşürdü.”[584]
İbn Haldun’la hemen
hemen aynı görüşleri taşıdığı söylenilebilen Bilmen ise Muaviye’nin Yezid’i
veliaht tayin etmesini biraz da Muaviye’yi savunur bir eda ile şu şekilde
değerlendirmektedir: “Hz. Muaviye’nin ahirete intikal zamanı yaklaşmıştı, âmme
riyasetini ihraz edecek bir kimseye lüzum vardı. O zaman kuvvet ve satvet de
Ümeyye hanedanında idi. Bunlar da bu riyasetin başka hanedana intikalini
istemezlerdi, aksi taktirde yeniden ihtilâl yüz gösterebilirdi. Hz. Muaviye ise
oğlu Yezid’de bir kabiliyet ve iktidar görmekte idi. Yezİd’in aşk ve fücur ile
me’lûf olup- olmadığı o zaman malum değildi. Bilakis Yezid, ordulara
kumandanlık etmiş İstanbul’un muhasarasında bulunmuş, dirayetiyle temayüz
etmişti...”[585]
Olaya kabile
asabiyetinden de öte bölge çıkartan yönünden bakan tarihçi Işş ise şunlan
söylemektedir: “Muaviye hayattayken Emevî siyasetini tam anlamıyla galip kılmak
için uğraşmıştı. Ancak bu siyasete muhalif olacak insanlan tamamen etkisiz hale
getiremedi. Muaviye kendisinden sonra bu üç bölgenin (Hicaz’da İbn Zübeyr,
Irak’da Hz. Hüseyin, Şam’da da Yezid ve Ümeyye oğulları) temsil ettiği
görüşlere sahip insanlann mücadele edeceğini hissetti. O halde çıkması muhtemel
olan fitneye nasıl engel olabilirdi? Bir bölgenin hakimiyetinin sürekli hale
getirilmesiyle bu kargaşaya engel olunabilirdi. Bu bölge de Şam’dı. Ayrıca
veraset de bu maksada yardımcı olurdu. Veraset sistemiyle farklı temayüllerin
iktidar için çekişmesi engellenebilirdi. Muaviye’ye göre Şam hilafetin merkezi
olarak kalmalıydı. Çünkü Şamlılar, Emevî iktidarı için diğer bölge
insanlarından daha itaatkar ve sadıktılar. (...) Şam’ın iktidarı ise en iyi
Yezid ile sürdürülebilirdi. Çünkü O, Şam’da doğmuş ve Şam’da yetişmişti. Annesi
de Şam’ın en eski sakinlerinden olan Benî Kelb kabilesindendi.”[586] Hodgson
da Işş’m benzeri bir görüştedir. Ona göre de Yezid, herhalde Suriyelilerin
kabul etmeye hazır oldukları tek adamdı.
Çünkü başka bir aileden
gelecek bir kimse beraberinde getireceği ailesi ve kabile bağlarıyla.
Muaviye’nin kurmuş olduğu hassas kuvvetler dengesini bozabilirdi.29'
Evlat Sevgisi
Muaviye’nin Yezid’i
veliahd tayin etmesinde ona olan babalık şefkatinin de etkili olduğunu
söyleyenler olmuştur. Bu hususta kaynaklarda yer alan bir rivayet, Muaviye’nin
de benzer hisleri ifade ettiğini göstermektedir.
Hişam, İbn Şirin’den
şöyle rivayet etmiştir: “Amr b. Hazm, bir defasında Muaviye’nin huzuruna
gitmişti. Ona şöyle demişti: “Ümmet-i Muhammed’in işlerini tevdi edeceğin
kişinin seçiminde daha dikkatli olmam tavsiye ederim. “Bunun üzerine Muaviye
ona “Sen nasihatini yapmış ve görüşünü bildirmiş bulunuyorsun. Şu anda gerçek
olan şu ki Ashabın önde gelenleri hep öldüler. Şu anda onların oğulları ve
benim oğlum hayatta. Benim oğlum ise bu işe herkesten daha çok hak sahibidir.”
demiştir.”296
Muaviye bir başka sefer
ise şöyle demiştir: “Allahım! Ben Yezid’in bir takım faziletlerini gördüğüm
için onu veliaht tayin ettim. Sen benim umduğum gibi olması için ona yardım et.
Şayet o buna ehil olmadığı halde ben babalık şefkati sebebiyle onu
görevlendirmişsem sen bu göreve geçmesinden evvel canını al!”297
Emevîler döneminde
gerçekleşen olaylara daha çok Arapçılık taassubu ilk yaklaştığı hissedilen
Ukaylî ise Muaviye’nin Yezid’i sadece babalık şefkati sebebiyle tayin ettiğine
dair söylenilenleri kabul etmez. Ona göre “Muaviye’yi oğlu Yezid’i veliaht
tayin etmeye sevk eden şey sadece babalık hissi olmayıp umumun menfaatini temin
gayretidir.”298
Akîl de Muaviye’nin
Yezid’i veliahd tayin etmesiyle ilgili olarak şunları söylemektedir:
“...Kabilenin lideri veya ordunun komutanı ölmeden önce yerine geçecek kimseyi
tespit etme hakkına sahiptir. Üstelik İslâm’da da emirin oğlunun emir olmasını
yasaklayan herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. İşte bu sebeple de Muaviye’nin
oğlunu veliahd tayini mümkündü ve garipte görülmemeliydi.”299
Akil’in yukarıdaki
görüşlerine katılmak mümkün görünmemektedir. Zira çoğunluğunu sahabe ve sahabe
çocuklarının oluşturduğu muhalifler Yezid’in [587]
[588]
veliahtlığına sırf Yezid, Muaviye’nin oğludur, biz onun oğlunun halifeliğini
istemiyoruz, şeklinde bir düşünceyle karşı çıkmamışlardır. Onlar Muaviye’nin
Yezid’i veliaht tayin etmesinin İslâm’ın ön gördüğü Şûra ve seçim prensibini
ortadan kaldırma sonucunu doğuracağını gayet iyi biliyorlardı. Zaten onlar bu
hususu sık sık dile getiriyorlardı. Diğer taraftan Hulefa-i Râşidîn’in bizzat
kendi çocuklarını kendilerinden sonrası için -ısrarlara rağmen- veliaht tayin
etmekten kaçınmalarını nasıl izah edeceğiz. Şayet Akîl’in iddia ettiği gibi
İslâm böyle bir yasaklama koymamışsa bu kişiler hangi gerekçelerle oğullarını
halife olarak yerlerine bırakmamışlardır? Evet belki kişinin oğlunu yerine
halife olarak tayin etmesi yasaktır şeklinde net bir yasaklayıcı hüküm yoktur.
Ancak bu konuda daha önce de işaret olunan prensipler ve uygulamalar İslâm
devlet anlayışında Muaviye’nin yaptığı gibi babalık hisleriyle de olsa
halifenin kendi oğlunu yerine bırakmasını tasvip edecek nitelikten uzaktır.
Muaviye’nin seçimini
yaparken kendisinden öncekilerin, sözgelimi Hz. Ebû Bekir (r.a)’in yaptığı gibi
en erdemli kişiyi seçme yerine kendi oğlunu seçmesi eleştirilebilecek yanıdır.
Halka danışarak böyle birini aday gösterebilirdi. Oğlunu seçmiş olması,
elbette, duygusallıktan, evlât sevgisine yenik düşmüş olmaktan, aile
tutkunluğundan uzak görülmez. Hem bunlar bir yana, oğlun veya akrabanın bu çok
önemli yer için yeterli görülebilecek bir erdeme sahip olduğuna da kimse
güvenemez. Her şeye karşı, Muaviye’nin evlat sevgisi ve aile tutkunluğu etkisi
altında gerçekleştirdiği görünümü içindeki bu tutumunu haklı görmemiz ve
göstermemiz mümkün değildir. Çünkü, ortaya konan bir “veraset” ve “saltanat”
sistemidir, başka türlüsü değil.[589]
Ayrıca Muaviye’nin
Yezid’i veliahd tayin etme sebepleri arasında zamanın şartlarının bunu
gerektirdiğini söyleyenler de bulunmaktadır. Örneğin Rayyıs, devlet başkanlığı
seçiminde ideal olanın şura ve seçim yöntemine başvurmak olduğunu belirttikten
sonra, bunun İslâm’ın ilk dönemlerinde sayıca az olan müslümanlann dar bir
coğrafyada bulunmaları sebebiyle mümkün olduğunu söyleyerek sonra şunları
eklemektedir “müslümanlar geniş alanlara yayılmaya, kentler çoğalmaya,
mezhepler ve görüşler farklılaşarak artmaya, tutkunluklar baş göstermeye
başladı. Bir konu üzerinde halkın görüş birliğine varması yolunda toplanıp
görüşmelerde bulunma imkanları azaldı. Tüm bunlar şûrayı ve özgürce bir seçime
dayalı olarak her bireyin oyunu alma biçimindeki genel biat kurumunu güç
gerçekleşebilir hale getirdi. O dönemdeki genel uygulamada -sırf kimi
fitnelerin, iç savaşların kargaşamı! ve düzensizliğin önüne geçmek
adına-veraset sistemi yaygın bir yapı arz ediyordu. Tüm bunlarda, îslâm
toplumunun veraset sistemini benimsemesinin etkenleri oidu.3u!
Sonuç olarak şu
söylenebilir ki, Kur’ân ve sünnet tarafından devlet başkanının tespiti kesin
çizgilerle belirlenmedi. Bu noktada kesin kuralların olmaması ilk günlerden
itibaren müslümanların kimi, hangi ölçülere göre devletin başına geçireceği
konusunda anlaşmazlığa düşürdü. Bu anlaşmazlıklar, sahabe neslinin henüz
hayatta olduğu dönemde Kur’ân ve Sünnetin de öngördüğü “şûra, ehliyet ve seçim”
prensiplerinin samîmane duygularla uygulanmasıyla herhangi bir çatışmaya yol
açmadan çözümlendi. Bununla birlikte îslâm devletinde halifenin nasıl
belirleneceği hususunda kesin hükümlerin olmaması problem olarak varlığını
sürdürdü.
Muaviye, uzun
uğraşılardan sonra kurmaya muvaffak olduğu devletinin kendisinden sonra kim
tarafından yönetileceğini tabii olarak önceden düşünmeye başladı. İslâm’da
devlet başkanının nasıl tayin edileceğine dair kesin kuralların olmamasının Muaviye’ye
bu meseleyi istediği şekilde çözmesinde yardımcı olduğu, söylenebilir. Zira
naslar ve uygulamalarda görülen bu boşluk, Muaviye’nin oğlunu kendi yerine
halife olarak tayin etmesini kolaylaştmacak nitelikteydi. Her ne kadar İslâm’da
devlet başkanının belirlenmesinde “şûra ve seçim” gibi prensipler öngörüyorsa
da kişinin kendi oğlunu yerine tayin etmesini yasaklayan açık bir hüküm de
bulunmamaktaydı. Peygamber ve Hulefa-i Râşidîn’in uygulamalarını çeşitli
sebeplerle görmezlikten gelen Muaviye, oğlunu kendi yerine bırakarak hilafetin
özünde değişikliklere yol açtı. Şûra ve seçim bundan böyle önemini yitirdi.
Muaviye, kendi döneminde Yezid’in veüahdlığına karşı çıkanların muhalefetine
adeta kulaklarını tıkadı. Adı ön plana çıkan beş kişinin bir zihniyeti ve
kitleyi temsil ettiğini düşünerek bunların tam anlamıyla ikna edilmesini
sağlayamadı. Üstelik kendisi gibi kabiliyetli bir şahsın beceremediği bir işi
oğlu Yezid gibi henüz tecrübesiz ve güçsüz birine bırakma yanlışlığına düşerek
durumu daha da karmaşık hale getirdi.
Akyüz’ün deyimiyle
“Bizzat Muaviye tarafından müslümanların birliğini korumak amacıyla
gerçekleştirildiği söylenen veliahdlık meselesi, ne yazık ki, müslümanların
veliahdlık taraftarları ve muhalifleri olmak üzere ikiye bölünmesine”'’02
vesile oldu. Biate karşı çıkanların ileri sürdüğü itirazlar sadece üç beş
kişinin cılız muhalefetinden ibaret olarak kalmayıp, îslâm tarihinde asırlarca
sürecek kanlı iktidar çekişmelerinin doğmasına, siyasî ve dini grupların
oluşmasına sebep oldu. Özellikle Muaviye’den sonra iktidara geçen Yezid’in
kendisine beyat- etmeyenlere karşı uyguladığı sert ve tavizsiz politika
Muaviye’nin veliahdlığm fitneye engel olacağı düşüncesinde ne kadar hatalı
olduğunu gösterecek niteliktedir. Dolayısıyla Muaviye’nin ortaya koyduğu ve
Yezid’le uygulamaya konulan veliahdlık sistemi etkileri asırlarca süren bir
müessese olarak kötü bir şekilde anıldı.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MUAVİYE’NİN ÖLÜMÜ VE YEZİD’İN HİLAFETE GEÇİŞİ
A-MUAVİYE’NİN YEZİD’E VASİYETİ VE VEFATI
Daha sonraki dönemlerde
Yezid’in icraatlarıyla ilgili olarak bıraktığı tesir itibarıyla kendisinden
sıkça bahsettirecek olan bu vasiyeti kaynaklarda uzun uzadıya yer almaktadır.
Taberî taralından
Muaviye’nin Yezid’e vasiyetiyle ilgili iki farklı rivayet nakledilir. Bunlardan
birincisi Ebû Mıhnef kanalıyla, İkincisi ise başka ravilerce rivayet
edilmektedir. Ancak şunu belirtelim ki, Ebû Mıhnefin kendi kitabı olan
“Maktelü’l-Hûseyin” de anlattığı vasiyetle Taberî’de yer aldığı belirtilen
rivayeti arasında da bir takım farklılıklar bulunmaktadır.
Taberî, Ebû Mıhnefin
şöyle dediğini kaydeder: “Muaviye, vefatıyla sonuçlanın hastalığına yakalandığı
zaman oğlu Yezid’i çağırdı ve ona şöyle dedi: “Ey oğulcuğum! Senin için her
türlü imkanı hazırladım. Düşmanlarım önünde zelil kıldım. Onların güçlülerini
sana boyun eğdirdim. Onları sana itaat ettirdim. Kurmuş olduğum bu düzende
kimsenin seninle çekişmesinden korkmuyorum. Sadece 4 kişinin seninle mücadeleye
girişeceğini zannediyorum. Onlar da Ali’nin oğlu Hüseyin, Ömer’in oğlu
Abdullah, Zübeyr’in oğlu Abdullah ve Ebû Bekir’in oğlu Abdurrahman’dır.”[590]
Rivayetin bundan sonraki
kısmı ikinci rivayetle benzerlik arz etmektedir. Bir başka deyişle Taberî’nin
Ebû Mıhnef ten aldığı rivayette bulunan yukarıdaki kısım Taberi’nin başka
ravilerden rivayet ettiği haberde yer almamaktadır. Ebû Mıhnef ten nakledilen
bu rivayette, Muaviye’nin vasiyetini yapacağı zaman Yezid’i yanma sesletmesi ve
Abdurrahman b. Ebû Bekir’i de dikkat edilmesi gereken şahıslar arasında
zikretmesi rivayetin değerini azaltacak mahiyettedir.[591]
Muaviye’nin vasiyetiyle
ilgili Ebû Mıhnefin Taberî’de yer alan rivayetiyle[592]
Maktelü’l-Hüseyin’de[593] yer alan
rivayeti bundan sonraki kısımda benzerlik arz etmektedir. Üstelik bu rivayet,
Taberî’nin Ebû Mıhnef dışındaki ravilerden aktardığı rivayetle de uyuşmaktadır.
İkinci rivayet şeklinde bahsettiğimiz bu rivayetteki tek fark ise vasiyette
Abdurrahman b. Ebû Bekir’in zikredilmemesidir.
ikinci rivayet Hişam[594], Avâne[595] ve
Muhammed b. Ömer (Vakıdî)[596]
tarafından nakledilmiştir. Buna göre Muaviye hastalandığı sırada Şam’da
bulunmayan Yezid’e iletilmesi için bir vasiyet yazdı. Bunu Yezid’e iletmeleri
için Dahhak b. Kays ve Müslim b. Ukbe’ye verdi. Dine veri ise Muaviye’nin,
vasiyetini Dahhak b. Kays ve Müslim b. Ukbe’ye verdiğini ve bunlardan
vasiyetini Yezid’e vermelerini istediğini belirtmektedir. Bir süre sonra
Yezid’in gelmesi üzerine bizzat kendisi (Muaviye) vasiyetini Yezid’e şifahen
söyledi, bir süre sonra da öldü.[597]
Muaviye vasiyetinde
şunları ifade ediyordu: “Hicazlılara dikkat et! Onlar senin ashndırlar. Onlardan
sana gelenler olursa ikramda bulun, gelmeyenlerle de iyi münasebetler kurmaya
çalış. İraklılara iyi bak. Onlar senden her gün bir vali değiştirmeni isteseler
yine kabul et, çünkü bir vahyi görevinden almak sana karşı yüz bin kılıcın
çekilmesinden daha hayırlıdır. Suriye Araplannı kendine sırdaş yap. Sırlarım
onlara söyle. Düşmanlarından bir şey gelirse, bunlarla karşı koyarsın. Düşmanım
yendiğin zaman Suriye halkım memleketlerine geri gönder. Çünkü onlar başka
yerlerde kalırlarsa, ahlakları değişir. Bulundukları bölgenin halkının
ahlakıyla ahlaklanabilirler. Halifelik konusunda seninle Kureyş’ten üç kimseden
başka birinin ihtilafa düşeceğini zannetmiyorum. Bu üç kişi Hüseyin b. Ali,
Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr’dir. İbn Ömer, dini bütün bir kimsedir.
Dünyadan elini eteğini çekmiştir. Bu iş için seninle savaşacağını ve ayağına
hazır gelmedikçe bu işi istediğini sanmıyorum. Herkes sana biat edince o da
biat eder. Hüseyin b. Ali zayıf bir adamdır. İraklılar ona destek olur, o da
sana karşı baş kaldırır ve sen ona galip gelirsen, kendisini affet, çünkü onun
bizimle hatırı sayılır bir akrabalığı, büyük hakkı ve Hz. Muhamemed’le
yakınlığı var. İraklıların onu yerinden çıkarıncaya kadar rahat bırakacaklarını
sanmıyorum. Şayet eline geçirirsen onu affet. Zira ben olsaydım onu affederdim.
Sana aslan gibi saldırıp, tilki gibi tuzak kuracak olan tek kişi Abdullah b.
Zübeyr’dir. Eğer bu adam sana karşı bir oyuna kalkarsa, onu lime lime kes ve
kendi adamlarının kanım döktürmemeye çalış. Barış isterse kabul et.[598]
Görüldüğü gibi
Muaviye’nin ölmeden önce Yezid’e yönelik yaptığı vasiyet kaynaklarda farklı
şekilde yer almaktadır. Bu vasiyetin Yezid’e nasıl ulaştığı ve hangi
ifadelerden oluştuğu hususunda bir ittifak söz konusu değildir. Bununla
birlikte şu söylenebilir ki, Muaviye’nin bu vasiyetinin içeriği önemlidir. Bu
noktada vasiyetin Yezid’e nasıl ulaştığı pek önemli olmamalıdır. Muaviye,
vefatı öncesinde bu vasiyeti Yezid’e iletmeleri için yakın adamlarına teslim
etti diyen tarihçilerin bu konudaki ısrarları göz önünde buhmdurulduğunda bu
bilgi doğru kabul edilebilir. Buna göre Yezid, babasının hastalığı esnasmda
Şam’da bulunmadığı için Muaviye,’nin vasiyetini yakın adamlarına Dahhak b. Kays
ve Müslim b. Ukbe’ye teslim ettiği söylenebilir.[599]
Vasiyetten anlaşılan şu
ki Muaviye baba olarak oğluna şefkat hisleriyle bir takım tavsiyelerde
bulunmaktadır. Muaviye bu vasiyeti oğlunun ileride karşılaşabileceğini tahmin
ettiği problemleri aşabilmesi için yapmış olmalıdır. Zira Muaviye, vasiyette
tecrübeleriyle edindiği bilgilerden hareketle gerek şahıslar (Hüseyin, İbn
Zübeyr, İbn Ömer) gerekse bölgeler ve halkları hakkında bilgiler veriyor,
bunlara karşı nasıl davranılması gerektiğini oğluna hatırlatıyordu.
Siyasî ve İdarî yönden
büyük bir şaheser sayılabilecek olan bu vasiyet, çok önemli prensiplerden
ibaretti[600]
Gerçekten de bu vasiyet, Muaviye’nin dünyevî tecrübelerini yansıtmaktadır.
Vasiyetinde verdiği programa göre, şayet Yezid’in yerinde olsaydı, adamları iyi
tanıyarak ve kısa dönem için tedbirini alarak siyasetini yeniden uygulayacaktı.[601] Ancak
Yezid’in babasının vasiyetinde işaret ettiği hususlara pek uyduğu söylenemez.
Zira babası ona Hicazlılara özellikle de Hz. Hüseyin’e müsamahakar davranmasını
tavsiye ediyordu. Oysa olaylar pekte bu doğrultuda gerçekleşmedi.[602] Pek
tabidir ki, babasının sahip olduğu kabiliyet ve karizmaya sahip olmayan Yezid,
bu vasiyetin gereklerini yerine getiremedi.[603]
Bununla birlikte ileriki bölümlerde de işaret olunacağı üzere Yezid’in
döneminde gerçekleşen iç harpler esnasında iddia olunduğunun aksine sert tutum
içerisinde olmadığını, bunda babasının vasiyetine uyma düşüncesinin de rol
oynadığını söyleyenler de bulunmaktadır.
B-YEZİD’İN BABASININ ÖLÜMÜ ÜZERİNE ŞAM’A GELİŞİ
Tarihçilerin
belirttiğine göre Muaviye söz konusu edilen vasiyetinden kısa süre sonra, 60
yılında Recep ayının ortalarında (Aralık 679) öldü.[604]
Muaviye’nin vefatı
esnasında Yezid’in Huvvârîn[605] de
bulunduğu söylenmektedir.[606]
Rivayetlerde Yezid’in
Huvvârîn’de bulunduğu esnada, babasının hastalığının arttığına dair haberi mi,
yoksa onun vefatına dair bir haberi mi aldığına dair iki ayrı bilgi vardır.
Bazı tarihçilere göre
Muaviye’nin hastalığının ağırlaştığını hisseden Dahhak b. Kays, Huvvârîn’de
bulunan Yezid’e bir haberci gönderdi. Yezid, babasının hastalığının
ağırlaştığım öğrenir öğrenmez Şam’a gelmek üzere harekete geçti. Şam’a
geldiğinde ise babasının öldüğünü gördü.[607]
Diğer taraftan Yezid’in
Huvvârîn’de kendisine gönderilen haberciden babasının ölüm haberini aldığım
söyleyenler de vardır.[608]
Yezid’in babasının
hastalığının ağırlaştığını veya öldüğünü öğrendiği esnada hangi maksatla
Huvvârîn’de bulunduğuna dair verilen bilgiler net değildir. Îsfâhânî onun
yazlıkta bulunduğunu kaydediyorsa da bu hususta başka tarihçilerin bir şey
söylemediklerini belirtmek gerekir.[609]
Zehebî ise “babası öldüğünde Yezid, Hıms’ın köylerinden birindeydi. Dayılarının
arasında bir deve üzerinde bulunuyordu. Başında sarık, belinde de kılıç yoktu.”[610]
demektedir.
Yezid, babasının
öldüğünü duyduğunda çok üzülmüş, bu üzüntüsünü söylediği şu şiirle[611]dile
getirmiştir:
Postacı alelacele bir
mektup getirdi.
Mektubu kalbe korku
salıyordu
Allah (celle celâlühü)
aşkına söyle, mektupta ne var? dedik
Halife rahatsız oldu
dedi, (sıkıntılı).
Hızlı atlara binerek
yola koyulduk
Vadileri aşarak çabucak
geldik
Yolda karşılaştıklarımıza
aldırış etmedik
Ayaklarımızın bizi
ulaştırdığı şeye de
Yeryüzü sallanıyordu
bizimle
Sanki direklerinden biri
kopmuş çadır gibiydi
Kendisi bir uçurumun
kenarında duran kişinin
Hayatının anahtarı
düşecek demektir
Oraya ulaştığımızda
kapıda
Remle ’nin feryatları
yankılanıyordu.
Nefsini alçaltmayan
şerefiyle ölür.
Nefsinin peşinden
koşanlar onun uğradığı akibete düçâr olur.
Hind’in oğlu gömüldü,
şeref te onunla birlikte gitti.
Her ikisi de bir biriyle
bir bütündü ve iç içeydi.
Alnı akbaşı açık idi.
Onula bulutlardan yağmur istenirdi.
İnsanların
hayellerindeki kahramanlarla bile savaşsa yine onları yenerdi.
Onun açtığı gediği
insanlar bütün gayretlerini harcasalar da kapatamazlar.
Onun kapattığı gediği de
asla yıkamazlar.[612]
Yezid, Huvvârin’den
Şam’a gitmek üzere ayrıldı. Diğer taraftan Muaviye’nin vefatı üzerine Şam’da
büyük bir matem yaşanıyordu/[613] Şam
valisi Dahhak b. Kays belki de bu matemin yatışmasını temin maksadıyla mescitte
bir konuşma yaptı, elinde tuttuğu kefeni göstererek şunları
söyledi:"...Muaviye, Arapların koruyucusu, yardımcısı ve uğurlarına çaba
sarf edeniydi Allah (celle celâlühü), onun vasıtasıyla fitneyi kaldırdı. Onu
kullarına hükümdar yaptı. Memleketleri fethettirdi. Ancak şimdi Muaviye öldü,
şunlar da onun kefenidir. Kendisini bu kefene sarıp mezarına koyacak,
amelleriyle baş başa bırakacağız. Sonra da kıyamete kadar, berzahın korkunç
aleminde yaşayacaktır. Sizden onu görmek isteyen varsa gelip görebilir.”[614]
Dahhak bu konuşmayı
yaptıktan sonra Muaviye’nin cenaze namazım kıldırdı.[615]
Muaviye’nin Babü’s-Sagir mezarlığına defnedilmesinden[616]
bir süre sonra[617]Şam’a id,
babasının cenazesine yetişemediyse de doğruca kabristana-giderek nda cenaze
namazını kıldı.[618]
i, kabristandan
ayrıldıktan sonra giderek el-Hadra sarayında konakladı, juruda üç gün boyunca
dışarıya çıkmadığı gibi hiç kimseyle de lini söyleyenler varsa da[619] [620]
böylesine kritik bir günde belkide otorite ı doğmasına yol açacak şekilde
Yezid’in sarayda matem tutması pek ünmemektedir. Nitekim konuyla ilgili
ayrıntılı bilgiler veren diğer a bunun tam aksine Yezid’in babasının mezarım
ziyaret ettikten sonra el- lyına gittiği, gusül alıp temiz elbiselerini
giyindiği ve halkın camide üzerine camiye gittiği belirtilmektedir.3'
YEZİD’İN HİLAFETE GEÇİŞİ
Muaviye’nin vefatı
üzerine Şam’a gelen Yezid, babasının kabrini ziyaret ıra el-Hadra sarayında bir
süre dinlendi. Müteakiben mescide gitti ve ilk ıı burada yaptı. Bir anlamda
Yezid’in devlet başkanlığında uyacağı /e metotları da içeren bu konuşma şu
şekildedir: “Dilediğini •meye kadir olan, istediğine veren, istemediğini de
mahrum eden, dileğini lediğini de alçaltmaya kadir olan Allah (celle celâlühü)’a
hamdolsun! Ey insanlar! Allah (celle celâlühü)’ın kullarından bir kuldu. Allah (celle
celâlühü), ona nimet bahşedip ıra onu yanma aldı. O kendisinden öncekilerden
daha aşağı derecede idi.
sonrakilerden ise daha faziletliydi.. Allah (celle
celâlühü), onun durumunu daha iyi bilir. Eğer onu tendi rahmetiyle affeder.
Eğer onu azaplandınrsa günahı sebebiyle nş olur. Ben ondan sonra idarenin
başına geçtim. Maksadımı elde etmek çbir sıkıntıdan dolayı üzülmem. Bilmediğim
bir şeyi yaptığım zaman r dilemem. Zaten bilmediğim bir şeyi bundan sonra
öğrenecek de değilim. Bana karşı ölçülü (dikkatli) olun. Çünkü Allah (celle
celâlühü)’m dilediği şey gerçekleşir.”[621]
Ayrıca diğer kaynaklarda Yezid’in bu sözlere ilaveten halka vaatlerden
ibaret şeyler de söylediği belirtilmektedir: “Muaviye, sizi deniz gazasına
gönderirdi. Ben müslümanlardan herhangi birini deniz seferine sevk etmeyeceğim.
Muaviye, sizi kışın Bizans diyarına gönderip (Şevâtî) gaza ettirirdi. Ben
herhangi birinizi böylesi bir sefere göndermeyeceğim. Muaviye, sizin
maaşlarınızı üç taksitte öderdi. Ben hepsini peşin olarak vereceğim.”[622]
Mes’ûdî, bu rivayeti
naklettikten sonra şunları ilave etmektedir: “Yezid, bu konuşmayı yapıp
yerinden kalkınca orada bulunanlara kişiliği ve kavmi içerisindeki konumuna
göre mal verilmesini, maaşlarının artırılmasını ve derecelerinin
yükseltilmesini emretti”[623] Yezid’in
bu sözleri halkı memnun etmiş olmalı ki konuşmanın akabinde dağılanlar ona
övgüler yağdırarak dağılıyorlardı.[624]
İktidara geçtiği esnada halkın sempatisini temin etmeyi amaçlayan Yezid,
beytü’l-mâlden özellikle Şamlılara Kolca ihsanlarda bulundu.[625]
Yezid’in atâ ile ilgili
vaatleri takdire şayan görülebilir.[626]
Muaviye gibi otoriter ve halkının sevgisini kazanan bir halifeden sonra
iktidara geçecek kimsenin onun bıraktığı koltuğu doldurması, kendisini
benimsetmesi kolay olmayacaktı. Belki de bunun farkında olan Yezid, daha ilk
andan itibaren kendisini sevdirecek ve halkının memnuniyetine yol açacak bir
faaliyet yapmak istedi, bu amaçla da hâzineden halka ihsanlarda bulundu.
Yezid, konuşmasının bir
bölümünde ise izleyeceği Bizans siyasetinden de söz etti. İleride de temas
olunacağı üzere Yezid’in bu konuşma da söylediklerine bağh kaldığı, halifelik
yaptığı sürece Bizans’la savaş yapmadığı söylenebilir.[627]
Yezid’in daha ilk
konuşmasında Bizans’a karşı tertiplenen yaz (Sevâfî) ve kış (Şevâtî)
seferlerine son vereceği vaadine bakılarak müslüman savaşçıların böylesi bir
durumdan muzdarip oldukları sonucuna ulaşılabilir. Zira Rum beldelerinde aşırı
soğuk vardı. Ayrıca denizde gemilerle savaşmak da onlara zor geliyordu. Yezid,
bu durumun farkındaydı. Çünkü-Bilâd-ı Rum’a karşı düzenlenen seferlere iştirak
etmesi sebebiyle durumdan haberdar idi.39
Yezid’in Bilad-ı Rum’a
karşı düzenlenen seferleri durdurması, Bizans’ın cesaretlenmesine yol açtığı ve
daha önceki seferler neticesinde ele geçirilen topraklara iskan olunan müslüman
tebaanın emniyeti açısından da bu karar olumsuz etkiler doğurduğu söylenebilir.40
Şam’da iktidar koltuğuna
oturan Yezid, çoğunluğunu ordu mensuplarının oluşturduğu söylenilebilecek
kimseleri bu tür konuşmalarla memnun etmek istediyse de, devletin dış siyaseti
ve fütûhatın seyri açısından bu sözlerin faydalı olmadığı ifade edilebilir.
Bilindiği gibi Bizans’a karşı düzenlenen seferler bazı ufak tefek teşebbüsler
sayılmazsa I. Velid dönemine kadar bir duraklama devresine girmiştir.
YEZİD’İN HİLAFETE GEÇİŞİ ESNASINDA İSLÂM DEVLETİNİN DURUMU
Yezid, iktidara geçtiği
esnada otuz dört yaşındaydı. Bu dönemde, Medine valisi Vehd b. Utbe b. Ebî
Süfyan, Mekke valisi ise Amr b. Sâid b. el-Âs, Küfe valisi Numan b. Beşir,
Basra valisi de UbeyduUah b. Ziyad idi.41 Yezid, babasının zamanında
da valilik makamında bulunan bu şahıslan görevlerinde bıraktı.42
Muaviye’nin uyguladığı
politika neticesinde İslâm devletinde sükunet sağlandı. Muaviye kendine has
metotlarla sükuneti temin etti.43 Bundan dolayı da babasının
ölümünden sonra Yezid, problemi olmayan bir devletin başına geçti. Onu bekleyen
tek sıkıntı babası döneminde de muhalefette bulunan kimselerin biatlerini
almaktı.44
Muaviye’nin vefatından
sonra Şam’a gelen Yezid, Şamlıların biatlerini'almayı başardı. Şamlılar,
Muaviye’nin hayatta olduğu dönemde Yezid’in veliahtlığına yaptıkları biate
sadakat göstererek, biatlerini yenilediler.[628]
İktidarın Emevîlere
geçişiyle siyasi ağırlık ve İktisadî yoğunluk Hicaz ve Irak’tan Şam’a intikal
etti.[629] Bu durum
Hicaz ve İraklıların Emevî iktidarım kabulünü güçleştirdi
Vaglieri, Yezid’in
halifeliğe geçişi döneminde İslâm dünyasının durumuyla ilgili olarak şunları
söylemektedir: “I. Yezid iktidara geçtiğinde, babasının gözaltında tuttuğu
muhalefet ona karşı harekete geçti Kûfe’deki Ali taraftarlarının oluşturduğu
fırka onu devirmeyi planlamış, Medineliler ayaklanmıştı. Mekke’de yaşayan İbn
Zübeyr de iktidar için etrafına insanlar toplamıştı. Tüm müslümanlar, İslâm’a
bağlılığı bu kadar çok tenkide maruz kalmış bir ailenin iktidarda kalmasını
dinin kutsiyetine bir hakaret addederek bir araya geldiler. Bunlar olurken
Hâricîler de Arkalarını yeniden teşkilatlandırıp mücadeleye dahil olmaya
hazırlandılar. Devletin çeşitli bölgelerinde patlak veren olayların hepsi de
aynı sebebe dayanmıyordu. Ancak bütün Arkalar, belli başlı motiflerde
ortaktılar. Mesela tebaasını disiplinli bir dalkavukluk derecesine düşüren
güçlü hükümetten hoşnutsuzluk, devletin başkenti olması hasebiyle Suriye’ye
karşı duyulan kıskançlık ve tavizsiz bir dinî devletin yeniden teşekkülü
halinde işlerin daha iyiye gideceğine duyulan inanç. Tüm bu başkaldırmalara
dini gerekçeler gösterilmekteydi...”[630]
İraklılarla Şamlılar
arasında sürekli bir mücadele vardı. Çünkü her bir vilayet, devletin merkezi
olmak ve iktidarın nimetlerinden ilk önce istifade etmek arzusundaydı ve bu
uğurda mücadele veriyordu.[631] Irak ve
diğer İslâm beldelerinde Emevî iktidarının hak olan halifelik rejimini değil de
zorbalığa dayanan saltanatı temsil ettiği görüşü hakimdi. Bu görüş devlete olan
muhalefeti sürekli güçlendiriyordu.[632]
Irak’m Emevî
hakimiyetine bakış tarzı tam bir bütünlük arz etmiyordu. Kûfeliler, Hz. Ali’ye
olan yakınlıklarından kaynaklanan sebeplerle Yezid’in halifeliğine biat
etmediler. Daha ilk andan itibaren onu devirmek için bir gayret içerisine
girdiler. Hz. Ali taraftarları, Basra’da pek yoğun değildiler. Basra’da Yezid
için asıl tehlikeyi Hâricîler oluşturuyordu.[633]
Hicaz’da ise durum biraz
daha farklıydı. Burada Iraktaki gibi Yezid’in halifeliğine toptan bir itiraz
söz konusu değildi. Hicazlılar daha önceden yaptıkları biatlerini en azından
bozduklarım ifade etmeksizin sürdürüyorlardı. Bu bölgede biat etmeyenler sadece
ileri gelen bazı kimselerdi
Hodgson’un “Medine’nin
eski müslüman aileleri” olarak tanımladığı[634]
bu kimseler zaten Muaviye döneminde de Yezid’e net bir şekilde biat etmediler.
Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr’in başını çektiği bu gurupta yer alanlar
Yezid’in halifeliğine biat etmediler. Bir başka ifadeyle “Hicazlılarm büyük bir
kısmı Yezid’in halifeliğine karşıydı. Ancak bunlardan sadece ileri gelen bazı
zevat, ona biatten imtina ediyordu.”[635]
Bu dönemle ilgili
bilgiler veren kaynaklar, Yezid’in hilafet makamına geçtiği esnada devletin
başka bir probleminden söz etmemektedirler. Yezid’in halifeliğe geçmesinden
hemen sonra başlayan biate karşı çıkanlarla yapılan mücadele, onun ölümüne
kadar devam etti. Yezid’in halifeliğine karşı çıkanlardan Abdullah b. Ömer ve
Abdullah b. Abbas, Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr’in aksine biatten kaçınma
şeklindeki tutumlarında ısrarcı olmadılar.
Vakıdî’nin belirttiğine
göre Muaviye öldüğünde Abdullah b. Ömer ve Addullah b. Abbas, Mekkede idiler.[636] [637] Medine
valisi Velid b. Utbe tarafından biate çağırılan İbn Ömer, “herkesin biat etmesi
durumunda kendisinin de Yezid’e biat edeceğini” söyleyerek hemen biat etmedi.
Çeşitli vilayetlerden Yezid’e biat haberlerinin gelmesi üzerine Abdullah b.
Abbas‘la birlikte İbn Ömer de Yezid’e biate iştirak etmiştir.
Abdullah İbn Ömer ve
Abdullah İbn Abbas’m fazla direnmeksizin biat etmelerinden sonra Yezid’in
halifeliğine karşı direnen grubun sayısının ikiye düştüğü söylenebilir. Bunlar
Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr’dir.
YEZİD’İN HALİFELİĞİNE KARŞI ÇIKANLARA KARŞI TUTUMU
Daha önce de
belirtildiği üzere iktidara geçtiği esnada Yezid’i bekleyen tek problem,
kendisine biat etmeyen dört kişinin biatlerini almaktı. Bunlardan ikisi
Muaviye’nin de Yezid’e vasiyetinde işaret ettiği gibi zorlu rakip değillerdi.
Böylece Yezid için geriye iki güçlü muhalif kalmış oluyordu. Hz. Hüseyin ve
Abdullah b. Zübeyr.
Bu ikisinin biat
etmemesi sıradan insanların biat etmemesine benzemiyordu. Zira bunlar
müslümanlann katmda saygınlığı olan ve pek çok taraftan bulunan kimselerdi.
Bunların biatlerinin alınmaması. Yezid’in halifeliği için bir noksanlık
oluşturacaktı. Bunun bilincinde olan Yezid, ilk iş olarak bunların biatlerini
almak için teşebbüse geçti[638]
Medine Valisinin Hz. Hüseyin ve İbn Zübeyr ile
Görüşmesi
Yezid, Medine’de bulunan
Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr’in biatlerini alması için Medine valisi Velid
b. Utbe b. Ebî Süfyan’a bir mektup yazdı.[639]
Bu mektupta şunları söyledi: “Mü’minlerin emiri Yezid’ten Velid b. Utbe’ye.
Muaviye, Allah (celle celâlühü)’ın kullarından bir kul idi. Allah (celle
celâlühü) ona ikramda bulundu, onu halifeliğe geçirdi. Ona imkanlar bahşedip
üstünlükler verdi, o da bir süre yaşadı ve eceliyle öldü. Allah (celle
celâlühü), kendisine rahmet etsin. Övgüye layık olarak yaşadı. İyi, takvalı ve
temiz bir insan olarak vefat etti. Vesselam” Yezid ayrıca fare kulağı kadar
küçük bir kağıda da şunları yazmıştı: “Hüseyin, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b.
Zübeyr’in[640] biatlerini
al. Biat etmezlerse zora başvur. Biatlerini alana kadar da vazgeçme!”[641] Yezid
bu mektubu, Benî Amir b. Lüey’in oğullarından biri olan Abdullah b. Amr b. Üvey
s ile gönderdi.[642]
Diğer taraftan Yezid’in
mektupta “Yazım sana gelince, Hüseyin b. Ali ve Abdullah b. Zübeyr’in bana biat
etmelerini sağla. Şayet biat etmekten kaçınırlarsa, boyunlarım vur! Başlarım
bana gönder! Halkın da biatini al! Biatten kaçanlar hakkında ise, Hüseyin b.
Ali ve Abdullah b. Zübeyr hakkında olduğu gibi, hükmü yerine getir!” dediği de
rivayet edilmektedir.[643]
Yukarıdaki bilgilerden
de anlaşılacağı üzere Yezid’in biat etmeyenlerin biatlerinin alınmasıyla ilgili
emirlerini içeren mektuptaki ifadeler farklılık arz etmektedir.
Birinci rivayette biat
etmeyenlerin biatlerinin temini için kararlı davranılması emredilmekteyken
ikinci rivayette biate yanaşmayanların öldürülmesi istenmektedir.
Tarihçilerin
çoğunluğunun birinci rivayeti nakletmesi bir tarafa, ikinci rivayette yer alan
bazı unsurların, bu sonuncusunun değerini azalttığı söylenebilir:
1-
jkinci rivayetin ravilerinin Ya’kubî ve
benzerleri gibi Şiî tarafgirliğiyle bilinenlerden[644]
oluştuğu görülmektedir. Üstelik Ebû Mıhnef, Taberî’de yer alan rivayetinde
Yezid’in biat etmeyenlerin öldürülmesine dair bir emrinden söz etmezken
Maktel’de bu şekilde bir ifade de bulunması da bu rivayete ihtiyatla
yaklaşılmasını gerektirmektedir.[645]
2-
Yezid’in iktidara geçtiği esnada tüm
seçenekleri denemeden muhaliflerin derhal öldürülmesini istemesi de pek mümkün
görünmemektedir. Zira hem Muaviye’nin özellikle barışçı yolu seçmesine dair vasiyeti,
hem de Yezid’in iktidara geldiği esnadaki tavrı sertlik yanlısı olmaktan
uzaktı.
Di-Yezid, biat
etmeyenleri öldür demiş olsaydı vali Velid b. Utbe bunu mutlaka yapardı.
Halifenin emrini yerine getirmemek bir vali için söz konusu olamazdı. İleride
görüleceği üzere Velid, bu şahısların biatlerini almak için çaba gösterdiği
ancak, bunları öldürmek için bir gayret içerisine girmediği söylenebilir.
IV-Şayet Yezid’in böyle
bir emri var idiyse Mervan neden aynı doğrultuda tavsiyede bulunsun ki? Yani,
Yezid biat etmeyenlerin öldürülmesini emretmişse, bu emrin ilk muhatabı olan
Velid’e, Mervan’ın “biat etmezlerse onları öldür” demesinin ne lüzumu olabilir
ki?
Yukarıdaki gerekçelerle
Yezid’in, biat etmeyenlerin öldürülmesini emretmediğini söyleyebiliriz. Ancak burada
şunu da belirtmek gerekir ki, Yezid’in birinci rivayette yer alan ifadelerinden
de biat etmeyenleri kendi hallerinde bıraktığı, onların biatlerini almak için
herhangi bir yaptırımda bulunmak istemediği sonucu çıkarılmaz. Çünkü bu
şahıslar Yezid’in iktidarı için tehlikeydiler. Bu tehlikenin görmezlikten
gelinmesi söz konusu olamaz. Nitekim bunun bilincinde olduğu söylenilebilecek
Yezid, “...biat etmezlerse zora başvur! Biatlerinin alana kadar da vazgeçme”
diyerek bu işin peşini bırakmayacağını gösteriyordu.
Bu arada üzerinde kısaca
durulması gereken bir hususta Yezid’in Velid’e yazdığı mektuptan başka küçücük
bir kağıda da biat etmeyenlerin isimlerini yazarak, bunların biatlerinin
alınmasını emretmesidir.
Kaynaklarda mektubun
dışında yazılan pusulanın fare kulağı kadar küçük bir kağıt olduğu söylenmesine
rağmen Yezid’in neden bu kağıda yazdığı şeyleri mektupta ifade etmediği
belirtilmektedir.
Tarihçi Işş, Yezid’in
böylesine ciddi bir meseleyi ufak tefek bir kağıda yazmasını, onun lâubalîline,
devlet ciddiyetinden uzak olmasına bağlıyorsa da [646]
Yezid’in babasının ölüm haberini bir mektupla Velid’e bildirdiği göz
önüne alındığın da onun sadece ufak tefek kağıtlarla mesajım iletmediği
görülecektir.
Mektup, isim ve imza ile
son bulan bir vesika mahiyetindedir. Oysa rast gele, ufacık bir kâğıda yazılan,
altında isim ve mühür bulunmayan bir yazı ise resmi bir hüviyet taşımaz. Belki
de bunun bilincinde olan Yezid, ikinci kağıda yazdığı emirlerin başkaları
tarafından ele geçirilmesi halinde aleyhte kullanılmasını engellemek için bu
emirleri mektuba yazmadı. Böylece ikinci kağıtta yer alan ifadelerin altında
imzası ve mührü bulunmadığı için kimse bu kağıtta yer alan sözlerden dolayı
Yezid’i suçlayamayacaktı.
Medine valisi Velid b.
Utbe, Yezid’den gelen mektubu geceleyin aldı.[647]
Muaviye’nin öldüğünü duyan ve dehşete kapılan Velid, olası bir fitnenin
önüne geçmek için derhal teşebbüse geçti.[648]
Çünkü Muaviye gibi dirayetli bir devlet başkanmm bile biatlerini alamadığı
kimselerin biatlerinin Velid gibi rahatına düşkün, ve barışı seven bir valinin[649] temin
etmesi güç bir işti.
Velid bir süre dehşet
içerisinde kaldı; ne yapacağını şaşırdı. Bunun üzerine araları iyi olmamasına
rağmen Mervan b. el-Hakem’i fikir danışmak üzere köşke davet etti.[650] Mervan,
Velid’in huzuruna geldiğinde Muaviye’nin öldüğünü duydu ve çok üzüldü. Daha
sonra Velid’in isteği üzerine biat etmeyenlerle ilgili olarak ‘Muaviye’nin
ölümünü öğrenmelerinden önce biat için onları çağır, biat etmezlerse boyunlarım
vur’ tavsiyesinde bulundu.[651]
Velid b. Utbe, Mervan’m tavsiyelerine
uyarak gecenin geç saatleri olmasına rağmen, bir çocuğu[652]
Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr’in peşine gönderdi.[653]
[654]
Valinin elçisi
geldiğinde Hz. Hüseyin ve İbn Zübeyr, Mescitte oturuyorlardı. Elçi, “vali
ikinizi köşkte bekliyor” dediğinde şaşırdılar. Çünkü, valinin böylesine geç bir
vakitte toplantı yapma alışkanlığı yoktu. Hem bu kadar geç saatte kendileriyle
neyi görüşecekti ki? Bu ikisi merak içerisinde kaldılar. Elçiye “sen git biz
birazdan geliriz” dediler. Onun gitmesinden sonra Abdullah b. Zübeyr, Hz.
Hüseyin’e “Sence, bu saatte adam gönderilip çağırılmamızın sebebi ne olabilir?”
diye sordu. Hz. Hüseyin, “sanıyorum ki, Muaviye öldü. Biat için çağırılıyoruz”
dedi. Abdullah b. Zübeyr "Ben, bundan daha başka bir maksadı bulunduğunu
sanmıyorum"' dedi. Mescitten ayrılıp evlerine gittiler.'1
Veîid’in bu ikisinin
arkasına tekrar adam göndermesinden soma Hz. Hüseyin aile efradının
istememesine rağmen Veîid’in huzuruna gitmeye karar verdi, beraberinde
yakınlarından bir grubu da alarak köşke ulaştı. Hz. Hüseyin onlara, kapıda
oturmalarını, sesini işitir işitmez, içeri dalmalarını emrettikten sonra
Veîid’in huzuruna girdi.[655]
Diğer taraftan Abdullah
b. Zübeyr, Hz. Hüseyin’in Veîid’in yanına gitmesini fırsat bilerek, Veîid’in
kendisiyle ilgilenmeyeceği düşüncesiyle aile efradını toplayarak Mekke’ye
gitmek üzere (aym gece) yola çıktı. İbn Zübeyr, el-Fur’ yolunu takip ederek
Mekke’ye gitti.[656] [657]
İbn Zübeyr’in Mekke’ye
gitmek üzere yola çıktığı esnada Veîid’in huzuruna varan Hz. Hüseyin, içeri
girdiğinde Mervan’ın da orada olduğunu görünce şaşırdı. Çünkü bu ikisinin
aralan daha önceden de belirtildiği üzere iyi değildi. Velid, Yezid’in yazısını
okuduktan sonra, Hz. Hüseyin’i Yezid’e biate davet etti. Hz. Hüseyin “înna
lillahi ve inna ileyhi râciûn. Allah (celle celâlühü), Muaviye’ye rahmet etsin.
Sana da büyük ecir versin. Biat işine gelince; benim gibi birisinin gizlice
biat etmesi uygun olmaz. Hem, halkın huzurunda yapılmayan böylesi bir biati
kabul etmeyeceğinizi, yeterli görmeyeceğinizi zannediyorum. Halkı biate
çağırdığınızda bizi de çağınrsmız. Böylece tek iş olmuş olur” dedi./4
Hz. Hüseyin’in bu
sözleri üzerine Velid b. Utbe, onun gitmesine izin verdi. Hz. Hüseyin’in
gitmesine engel olmak isteyen Mervan b. el Hakem, Velid’ten Hüseyin’in biatini
mutlaka almasını, ya da biat edene kadar onu hapsetmesini, aksi halde
kendisinin Hüseyin'i öldüreceğini söyledi. Hz. Hüseyin, Mervan’ı azarlayarak
oradan çıkıp evine gitti. Hz. Hüseyin’in ayrılmasından sonra Mervan, Velid’e
sözünü tutmadığı için kızdı; bu fırsatın bir daha ele geçmeyeceğini söyledi.
Velid ise “Vallahi, Hüseyin’i öldürüp te, dünyanın her tarafına, üzerine
güneşin doğup battığı bütün mal ve mülküne sahip olacağımı bilsem, yine de onu
öldürmek istemem. Sübhanallah! Biat etmem dedi diye Hüseyin’i mi öldüreyim?!
Vallahi bu işi yapmaktan doğacak sorumluluk, kıyamet gününde Allah (celle
celâlühü) katında mizanda Hüseyin’in kanma girmenin hesabını vermekten
daha hafif, daha kolaydır” karşılığım verdi.[658]
öyle anlaşılıyor ki Hz.
Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr, Mervan’in sertlik yanlısı olmasına rağmen Velid
b. Utbe’nin yumuşaklığından istifade ederek Medine’yi terk etmeyi başardılar.
Dozy, Velid’in
“Hüseyin’in yarın biat ederiz” sözünü kabulünü safça bir davranış olarak
nitelemektedir.[659] Oysa
kaynaklar Velid’in bunu saflığından, bir şeyden anlamamasından dolayı değil de
fitneyi sevmeyen ve sertlikten hoşlanmayan bir kişiliğe sahip olmasından
kaynaklandığım belirtmektedirler.[660]
Gelişmelerde görülen şu
ki, Velid, Hz. Hüseyin’e karşı oldukça yumuşak davranmış, Mervan ise sert ve
tehditkar bir tavır sergilemiştir. Bu ikisinin söz konusu tavırlarıyla ilgili
olarak Şehristanî şunları söylemektedir: “ Aslında ikisinin gayesi de
Hüseyin’in Yezid’e biatini almaktı. Velid, Hüseyin’in tehditle sözünden
dönmeyeceğini bildiği için bu yolu tutmamıştı. Mervan ise Muaviye’nin vefatının
duyulmasından sonra, halkın, peygamberin torununa biat etmesinden korkuyordu.
Bu hem Yezid’in hem de Ümeyye oğullarının aleyhine olurdu. Dolayısıyla böylesi
bir durumdan Mervan da zararlı çıkabilirdi. Bu sebeple de bu iş bir an önce
halledilmeliydi.[661]
Vekil ise Velid’in bu
davranışını şu şekilde değerlendirmektedir: “Hz. Hüseyin, ondan mühlet
istediğinde kabul edip, Mervan’ın tavsiyelerine uymadı. Böyle davranmasının
valilikten azledilmesine yol açacağım iyi biliyordu. Belki de bu sebeple
öldürülebilirdi de. Ancak o, bütün bunlara rağmen dünyasının helak olmasına ve
iktidarın elden gitmesine razı olmuştur. Hz. Hüseyin’in kanından dolayı Allah (celle
celâlühü)’ın onu muaheze etmesine razı olmadı.”[662]
Mervan’ın tavrıyla
ilgili olarak ise Akkad’ın söyledikleri dikkat çekicidir: “Medine valisi Velid,
biat etmeyenlerin biatlerini nasıl alacağı hususunda Mervan b. Hakem’e danıştı.
Aslında Mervan, Yezid’in değil de kendisinin halife olmasını istiyordu. Bu
sebeple de valinin yardım talebini reddetmek niyetindeydi. Ancak Yezid’e karşı
girişilecek bir harekat, tüm Ümeyye oğullarına zarar verebilirdi. Bu sebeple de
valinin yardım talebini reddetmek niyetindeydi. Bunun bilincinde olan Mervan,
valiye yardım etmeye razı oldu. Mervan’m valiye “biat etmezlerse onları öldür!”
şeklindeki tavsiyesiyle iki şeyi elde etmek istediği söylenebilir:
1-
Bu şahısların, Yezid’e biat etmedikleri
için öldürülmeleri, Yezid’e karşı büyük bir nefretin oluşmasına neden olacaktı.
Bu nefret belki de onun iktidarının sonunu hazırlayacaktır. Böylece de hilafet
makamı Mervan’a kalacaktı
2-
Bu iki kişinin öldürülmesiyle ileride
kendisi hilafet makamına geçtiğinde iki büyük ve güçlü muhaliften şimdiden
kurtulmuş olacaktı.”[663]
Netice olarak şu
söylenebilir ki, Yezid, iktidara geçmesinden hemen sonra Medine valisi Velid b.
Utbe aracılığıyla Hz. Hüseyin, Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Ömer’in
biatlerini almak için teşebbüse geçti. Ancak, Yezid’in bu teşebbüsü valinin
biraz gevşek ve müsamahakar davranması sebebiyle sonuçsuz kaldı. Biat
etmeyenlerden Abdullah b. Ömer, bir süre sonra Medine’de Yezid’e biat etti.
Abdullah b. Zübeyr ve Hz. Hüseyin ise Mekke’ye gitmek üzere Medine’yi terk
ettiler.
Hz. Hüseyin ve İbn Zübeyr’in
Mekke’ye Gidişleri
Daha öncede belirtildiği
üzere Velid’in biat çağrısından bir süre sonra Abdullah b. Zübeyr, Medine’yi
terk ederek gizlice Mekke’ye gitti (Recep 60 sonu 680 Mayıs başı) İbn
Zübeyr’den bir gün sonra ise Hz. Hüseyin bütün aile efradım
toplayarak Medine’den
ayrıldı, Hz. Hüseyin’in yakınlarından sadece Muhammed b, Hanefiyye bu yolculuğa
çıkmadı.[664]
Velid b. Utbe, bunların
gidişlerini engellemek maksadıyla arkalarından adamlarım gönderdiyse de bir
sonuç elde edemedi. Hz. Hüseyin, Mekke yolunda Abdullah b. Ömer, Abdullah b.
Abbas ve Abdullah b. Mutî ile karşılaştı. Bunlar, Hz. Hüseyin’e bir takım
tavsiyelerde bulundular.[665] [666]
Mekke’ye ulaşan Hz.
Hüseyin, amcası Abbas’m evine misafir oldu. İbn Zübeyr
Q1
ise
Kâbe’ye vardı ve Hicr bölgesinde konakladı.
Böylece Yezid’in
kendilerinden biat alınmasını isteği kişilerden ikisi Medine’yi terk etti.
Geriye sadece Abdullah b. Ömer kaldı. Velid, Abdullah’a haber göndererek ondan
Yezid’e biat etmesini istedi. Abdullah’da herkes biat ettiği taktirde
kendisinin de biat edeceğim bildirdi. Bu hususta Abdullah’a ısrar etmedi. Zira
onun herhangi bir hareketin içine gireceğini tahmin etmiyordu.[667]
Abdullah b. Zübeyr ve
Hüseyin b. Ali’nin Medine’yi terk etmeleri onların Yezid’e biat etmemeleriyle
sınırlı değildi. Emevîlere karşı muhalefet bayrağını da beraberlerinde
götürdüler. Veliahdhk meselesinde gösterdikleri muhalefetin meyvelerini
Muaviye’nin vefatıyla birlikte toplamaya başladılar. Aslında onların
önderliğinde Hicaz’dan yükselen muhalefetin amacı hilafeti ve Hz. Peygamber’in
davetini çıkış yerine döndürmekti[668]
[669]
Abdullah b. Zübeyr ve
Hz. Hüseyin’in Medine’yi neden terk ettikleri hu sunda ise şunlar söylenebilir:
Abdullah b. Zübeyr’i
harekete geçiren âmil, kuvvetini köklü bir davadan değil, tamamen kendisini de
hilafete hak sahibi görme gibi şahsi bir görüşten almaktadır. Zira o, daha önce
de belirtildiği üzere Bizans’a karşı düzenlenen seferde Yezid’in komutasında
savaşa katılmakta bir beis görmedi.
Muaviye’nin saltanatı
zamanında Abdullah b. Zübeyr, hilafet hakkmdaki ihtirasını gizledi. Mamafih
Muaviye, oğlu Yezid’in veliahtlığını tanımasını istediği zaman bunu reddetti.
Fakat Muaviye’nin ölümünden sonra İbn Zübeyr, Yezid’e karşı husumetini ilan ve
ona biatten imtina etti.[670] Bu
durumda da iktidar m gücünün fazlaca hissedildiği Medine de kalması tehlikeli
olacağından Mekke’ye gitti.
Bazı tarihçiler Hz.
Hüseyin’in Medine’yi terk etmesine sebep olarak gördüğü bir rüyayı zikrederler.
Söz konusu rüyada, dedesi Hz.Muhammed’i gören Hz. Hüseyin’in ondan aldığı
işaret üzerine Medine’yi terk ettiği belirtilmektedir.[671]
Olaylara duygusal ve
tarafgirane yaklaşanların, yüceltmek istedikleri şahısların davranışlarını her
hangi bir şekilde görülen rüyalara bağlama geleneği tarih boyunca her toplumda
görülmektedir. Ancak, bunların doğruluk derecesi ve bağlayıcılığı tartışma
konusudur. Bu sebeple Hz. Hüseyin’in Medine’yi terk etmesiyle ilgili somut
gerekçelerin olduğu ve bunların ortaya konulmasının faydalı olacağı
söylenebilir.
1-
Hz. Hüseyin Yezid’e biat etmemekte
kararlıydı. Medine’den çıktığı geçe, İbnü’l-Hanefiyye hariç, bütün aile efradıyla
Mekke’ye gitti. Bütün ailesini yanında götürdüğüne göre, biat etmeksizin
Medine’de kalamayacağını, akrabalarının da kendi yüzünden rahat
bırakılmayacağını, en azından tahmin ediyordu.[672]
2-
Hz. Hüseyin’in Mekke’ye gitmesinin bir
sebebi de, orada harbin yasak olmasından dolayı kendini emniyet altına almak
istemeseydi. Hz. Hüseyin ve akrabaları, hayatlarından emin değillerdi.[673]
3-
Hz. Hüseyin, Medine’de Yezid’e biat etmeden
kalamayacağım biliyordu. Burada biat etmeden kalması halinde, dedesinin bu
kutsal şehri, kendisi sebebiyle sıkıntıya maruz kalabilirdi. Buna yol açmak
istemiyordu. Ayrıca Hüseyin, orada kaldığı taktirde, şöyle sorulabilirdi:
Hüseyin düşman tarafından saldırıya uğrayacağını bildiği halde neden orada
kalmaya devam etti?[674]
4-
Medine’de kalmak Yezid için Mervan’ın
buradaki nüfuzu bakımından da tehlikeliydi. Çünkü Mervan, Medine’de dilediğini
yapabilecek bir konuma sahipti. Zaten intikam duyguları içerisindeydi. Yezid’de
ondan aşağı değildi. Bu sebeple de Hz. Hüseyin, Mervan’m otoritesinin zayıf olduğu
bir yere gitmek istedi. Ayrıca hac dolayısıyla dört bir yandan gelen
müslümanlara da davasını anlatabilir ve haklılığını ortaya koyabilirdi.[675]
Hz. Hüseyin’in Mekke’deki Faaliyetleri
Hz. Hüseyin, Mekke’ye
geldikten sonra Mekkelilerin büyük teveccühüyle karşılaştı. Halk, sabah-akşam
geliyor ve Hz. Hüseyin’in etrafında toplanıyordu. Orda bulunup umre yapmak
üzere gelmiş olan taşra halkı da onu ziyarete geliyordu. İbn. Zübeyr ise Hz.
Hüseyin’in oraya gelmesinden önce sahip olduğu ilgiyi kaybetti. Halk, onun yanına
uğramıyordu. İbn Zübeyr, Kâbe’nin bir kenarında duruyor, orada bütün gün ayrı
bir şekilde namaz kılıyor ve tavaf ediyordu. Hz. Hüseyin, hayatta iken içindeki
duygulan dışa vurmaya ve hareket etmeye imkan bulamadı. Abdullah b. Zübeyr, Hz.
Hüseyin, Mekke’de bulundukça, halkın, kendisine itibar ve iltifat etmeyeceğini
anladıktan sonra, sabah akşam, Hz. Hüseyin’in peşinden ayrılmadı.[676]
Şehristanî’nin de
belirttiği gibi bu ikisini birleştiren şey, düşmanın ortak oluşuydu. Yoksa bu
iki aile birbirine pek sevmezdi. Ancak aynı düşmandan duydukları korku, eski
anlaşmazlıkların bir kenara bırakılmasını ve iş birliğine gidilmesini
gerektiriyordu. Bu sebeple de Mekke’de birbirlerini desteklediler.94
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
HZ. HÜSEYİN’İN YEZİD’İN HALİFELİĞİNE KARŞI İSYAN SÜRECİNİ BAŞLATMASI
HZ. HÜSEYİN’İN KÛFELİLERLE
MEKTUPLAŞMASI
Hz. Hüseyin 60 yılının
Recep ayının sonlarında geldiği Mekke’de aynı yılın Şaban, Ramazan, Şevval ve
Zü’l-Kâde aylarında kaldı.[677] Onun bu
süre içerisinde Mekkelilerle ve oraya umre maksadıyla gelenlerle Emevî devleti
ve Yezid’in iktidarı aleyhinde konuşmalarda bulunduğu düşünülebilir. Bununla
birlikte Hz. Hüseyin’in burada olası bir ayaklanma harekatı için yeterli
desteğe ulaşamadığı söylenebilir. Aksi halde Mekke’yi terk etmek istemezdi.
Hz. Hüseyin’in bu tür
bir hareket için beklediği yardım vaatleri Kûfe’den gelmeye başladı.
Muaviye’nin öldüğünü, Yezid’in iktidara geçtiği ve Hz. Hüseyin’in ona biat
etmemek için Mekke’ye kaçtığım öğrenen Kûfeliler, Hz. Ali’ye sempatisiyle
tanınan Süleyman b. Surad’ın evinde toplanarak durum değerlendirmesi yaptılar.
Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye davet etmeye ve bu amaçla da ona mektup göndermeye karar
verdiler.[678]
Hz. Hüseyin’e gönderilen
elçiler ve getirdikleri mektuplar ilk olarak 10 Ramazan 60/14 Haziran 680
tarihinde Mekke’ye ulaştı.[679]
Kûfeliler, bu
mektuplarında Hz. Hüseyin’e biat edeceklerini, mescide gitmediklerini, valinin
arkasında namaz kılmadıklarını, Kûfe’ye geldiği takdirde valiyi şehirden
uzaklaştıracaklarını ifade ediyorlardı.[680]
[681]
Kaynaklarda uzun uzadıya
yer alan bu mektuplardan anlaşılan şu ki “Hz. Hüseyin’e gönderilen mektupların
çokluğu, onun Kûfe’de ne kadar popüler bir insan olduğunu göstermektedir.
Mektup gönderen kimselerin, sıradan insanlar olmadıkları, Kûfe’de önemli bir
güce ve taraftara sahip oldukları düşünülürse bu husus daha iyi
anlaşılacaktır.”3
Kûfelilerin
gönderdikleri davet mektupları karşısında Hz. Hüseyin’in bu davete uymakta
acele etmediği görülmektedir. Zira ilk mektupların 60 yılının Ramazan
aymda/Haziran 680’de geldiği, Hz. Hüseyin’in ise Kûfe’ye hareketinin ancak
Kurban bayramı arefesine dek sürdüğü düşünüldüğünde onun Kûfe’ye gitmekte gayet
ağırdan aldığı söylenebilir.
Hz. Hüseyin, Kûfelilerin
verdikleri sözlerinde samimi olup olmadıklarım ve kendisine desteğin boyutlarım
öğrenmek üzere Müslim b. Akîl’i Kûfe’ye göndermeye karar verdi,[682]
Belki de Hz. Hüseyin’in
Mekke’de dört aya yakın bir süre kalması ve Kûfe’ye gitmekte ağırdan alması,
onun buraya gitmek istemediği şeklinde yorumlara sebep oldu.[683]
Mekke’de tüm bu
gelişmeler olurken Yezid b. Muaviye’nin devletin başında bulunan bir şahıs
olması hasebiyle boş durduğu söylenemez. Yezid, Medine valisinin Hz. Hüseyin
ve. İbn Zübeyr’in biatlerini alamadığını ve onların Mekke’ye kaçmasına engel
olamadığını öğrendikten hemen sonra onu görevden aldı.[684]
Yezid, Velid b. Utbe’yi
görevden aldıktan sonra Mekke valiliğini yürütmekte olan Amr b. Sâid b.
el-Eşdak’ı Medine’nin de valiliğiyle görevlendirdi. Amr b. Sâid, Hz. Hüseyin ve
İbn Zübeyr’in Medine’yi terk etmelerinden kısa süre sonra (60 yılının Ramazan ayının
sonlarında) Medine’ye gelip görevine başladı. Çok gururlu ve kibirli bir adam
olan Amr b. Sâid, bu göreve gelmesinden sonra Yezid’in emriyle Abdullah b.
Zübeyr üzerine bir birlik gönderdiyse de, bu birlik ağır bir yenilgiye maruz
kaldı.[685]
Hz. Hüseyin’in Mekke’de
bulunduğu sırada Yezid’in emriyle Amr b. Sâid’in Amr b. Zübeyr (Abdullah b.
Zübeyr’in kardeşi) komutasında gönderdiği ordu, Abdullah b. Zübeyr tarafından
ağır bir yenilgiye uğratıldı.
Öyle anlaşılıyor ki,
Yezid ve adamları, Abdullah b. Zübeyr ile mücadelelerini sürdürdükleri için Hz.
Hüseyin’le uğraşmaya fazla firsat bulamadılar. Ayrıca, Mekke’de Hac mevsiminin
başlaması da burada Hz. Hüseyin’in devlet aleyhindeki faaliyetlerini her hangi
bir baskıya maruz kalmadan sürdürülebilmesini sağlamış olmalıdır. Diğer
taraftan Müslim b. Akil’in Kûfe’ye gitmesinden sonra Hz. Hüseyin tarafından
başlatılan faaliyetin Mekke’den ziyade Kûfe’ye kaydığı söylenebilir. Bu durumda
Yezid, dikkatini Mekke’de bulunan Hz. Hüseyin’den ziyade Kûfe’de bulunan Müslim
b. Akîl’in faaliyetlerine yöneltti.
Hz. Hüseyin, yukarıdaki
sebeplerle doğan boşluktan istifade ederek amcasının oğlunu, hem Kûfe’deki
durumu incelemek, hem de destek sağlamak amacıyla Kûfe’ye gönderdi: Müslim,
Ramazan ayınım ortasında Mekke’den çıktı ve Şevval ayının başlarında Kûfe’ye
ulaştı.[686]
Hz. Hüseyin, Müslim ile
birlikte kendisine dâvet mektupları gönderen Kûfe’deki taraftarlarına bir
mektup yazdı. Bu mektubunda Müslim’i durumu tahkik ettirmek amacıyla
gönderdiğini, durumun kendisine gönderilen mektuplardaki gibi olması halinde
onlara gidişi çabuklaştıracağını bildirdi.[687]
Müslim b. Akîl’in
Kûfe’ye gidişi ve oradaki faaliyetleri üzerinde ileride bilgi verilecketir. Bu
arada Hz. Hüseyin’in Basrahlarla da görüşmelerde bulunduğu zikr olunmalıdır.
Daha sonraki bölümlerde
de belirtileceği üzere Basra valiliğini yürüten Ubeydullah b. Ziyad, Nu’mân b.
Beşîr’in azlinden sonra Küfe valiliğini de uhdesine aldı. Ubeydullah’ın Kûfe’ye
vali olarak tayin edilip Basra’dan ayrılmasından önce Hz. Hüseyin, Basra’daki
taraftarlarına da mektup gönderdi Bir başka ifadeyle Hz. Hüseyin, Müslim’i
Kûfe’ye göndermenin yanı sıra, Basra’daki taraftarlarıyla da temasa geçti.[688]
Hz. Hüseyin,
Basralılar’m ileri gelenlerine azadhsı Selman ile gönderdiği mektupta onlardan
kendisine yardım etmelerini, hakkı yüceltip, bid’atlan yok etmeyi istedi[689]
HZ. HÜSEYİN’İN YEZİD’E İSYAN
SEBEPLERİ
Dineverî’nin ayrıntılı
şekilde verdiği haberlerden de anlaşılacağı üzere[690]
Hz. Hüseyin, Hz. Hasan’ın hilafeti devretmesine sıcak bakmamasına rağmen
Muaviye’ye biate katıldı. Hz. Hasan’m vefatından sonra halifelik için yapılan
teklifleri, biatine bağlı kalmak gerekçesiyle geri çevirdi.[691]
Hz. Hüseyin’in Yezid’in
veliahtlığı gündeme geldiğinde neden biate yanaşmadığı ve o dönemde hangi
sebeplerle bir isyana kalkışmadığı üzerinde ayrıntılı şekilde duruldu. Biz Hz.
Hüseyin’in Yezid’in veliahtlığına biat etmeme sebeplerinin Yezid’in hilafete
geçmesinden sonra da devam ettiğini söyleyebiliriz. Diğer taraftan o dönemde
isyan etmemesine yol açan sebeplerin ortadan kalktığı düşünülebilir. Hz.
Hüseyin’in Yezid’in iktidara geçmesinden sonraki isyanında bu sebeplere
ilaveten şunlann da etkili olduğu belirtilebilir:
1-Hz. Hüseyin’in her
şeyden önce Yezid’i meşru halife olarak görmediği için isyan ettiği
söylenebilir.[692] Çünkü
Yezid, İslâm’ın öngördüğü şura, seçim ve ehliyet prensiplerine riayet edilmeden
veliaht tayin edildi, sonra da iktidar makamına geçti.[693]
2-
Hz.
Hüseyin, Muaviye’nin ölümüyle, biatinin son bulduğunu düşünüyordu.[694] Hz.
Hüseyin, Muaviye döneminde biatine sadık kaldı. Oysa şimdi Muaviye öldüğü için
onun boynundaki biatte sona ermiş oluyordu. Ayrıca Yezid’e de biat etmemişti.
Bu sebeple de kendisini, biat hususunda özgür hissediyordu.[695]
3-
Yezid’in şahsiyetiyle ilgili bazı
nitelikler de Hz. Hüseyin’in ona biat etmemesine, dolayısıyla da isyanına yol
açtığı söylenebilir:
a- Bazı tarihçilere göre
Yezid, zalim, fasık, cahil ve gâsip bir idareciydi. Bu sebeple de böylesi bir
idareciye karşı isyan etmemek müslümanlara yakışmazdı.[696]
b- Yezid’in siyasetten
anlamamasının da Hz. Hüseyin’in isyanına neden olduğu söylenmektedir. Yezid, Hüseyin’le olan
ilişkilerinde babasının tam aksine bir tutum sergiliyordu. Hüseyin’le olan
ilişkilerinde aldığı eğitim sebebiyle (çölde yetişmesi kastediliyor) sert,
acımasız ve basiretsiz davrandığı ifade edilmektedir.[697]
Useylî, Hz. Hüseyin’in Yezid gibi ahlaken düşük bir kimseye itaat etmesi,
onun faziletle rezileti, adaletle zulmü hak ile batılı, nur ile zulmü eşil
tutması anlamına gelirdi demektedir. [698]
Müderrisi de aynı sebepleri ileri sürerek zorba idareciye isyan edilmemesinin o
zorbanın daha da aşırıya gitmesine sebep olacağım belirttikten sonra “Haksızlık
karşısında susan, itiraz etmeyen kamu vicdanım yeniden canlandırmak
gerekiyordu, işte İmam Hüseyin bu maksatla isyan etti” demektedir.[699]
c- Hz. Hüseyin’in Yezid’e
biat etmemesine Yezid’in yaşının küçük olmasının da etkili olduğu
bildirilmektedir. Akkad’ın da işaret ettiği üzere Hz. Hüseyin yaş bakımından
Yezid’den üstündü. Yezid’in iktidara geçtiği esnada Hz. Hüseyin, aklın,
kuvvetin, tecrübenin ve ilmin en olgunlaştığı yaş olan 50’nin üzerindeydi.(57
yaşmdaydı) Yezid ise bu esnada 34 yaşındaydı. Halkın problemlerine tam
anlamıyla vakıf olmadığı gibi çözümü hususunda da gerekli tecrübeye sahip
değildi
4-
Hz. Hüseyin, halifeliğe kendisini Yezid’den
daha ehil görüyordu. Hüseyin, gerek kendi nefsinden gerekse dedesi babası ve
kardeşinin peşinden bu işe (halifeliğe) kendisinin geçeceğini düşünüyordu.
Böyle düşünen bir kimsenin isyan etmemesi mümkün değildi.[700]
Günümüz insanları, yaşın
böylesine üstünlük sağlaması düşüncesini yadırgayabilirler. Oysa yaşlıların
siyasi liderliğine alışkın bir toplumda çok genç yaşta halife olmak, kolaylıkla
kabul edilebilecek bir durum değildi.[701]
5-
Kûfe halkının davetinin de Hz. Hüseyin'in
Yezid’e isyan etmesinde teşvik edici bir unsur olduğu düşünülebilir.[702]
İranlı yazar Mutahharî
ise Yezid’in isyan sebepleri üzerine yazdığı kitabında Küfe halkının davetinin
de isyanın ortaya çıkmasında etkili olduğunu söylüyor. Mutahhari’ye göre
Kûfelilerin davet mektupları, Hz. Hüseyin’e Mekke’de iken ulaşmıştı.
Dolayısıyla imamın hurucu için asıl etken Kûfelilerin davetleri olamazdı.
Kûfelilerin daveti isyan için tali bir sâik olmuştur. İmam, yolculuğu esnasında
Küfe sınırına ulaşmca Hürr b. Yezid’in komutasındaki Yezid’in askerleriyle
karşılaşmış “sizler beni davet ettiniz, şayet istemiyorsanız geri dönerim”
demiştir. Bu sözlerin manası, eğer sizler davet etmeseydiniz ben de kıyam
(isyan) etmezdim ve Yezid’e biati kabul ederdim, demek değildir. Aksine, İmam’m
kastettiği şudur “Eğer sizler davet etmeseydiniz ben de Kûfe’ye gelmez;
Basra’ya, Horasan’a veya Yemen’e giderdim. Yahut da Mekke’de kalırdım. Hiçbir
şekilde biat etmez ve ölünceye kadar itirazımı sürdürürdüm. Kûfelilerin daveti,
Hz. Hüseyin’in karar verdiği kıyamdan Kûfe’ye gitmesine ve orayı seçmesine vesile
oldu. Ancak bu davet olmasaydı bile imam, yine Hicaz’da kalmazdı. Zira o, biat
etmeksizin burada kalmasının mümkün olmadığını biliyordu.[703]
Mutahharî, yukarıdaki
değerlendirmelerinden sonra şunları ilave etmektedir. “İmamın isyanının
etkenlerinden biri de onun emr-i bi’l-ma’ruf u yerine getirme niyetidir. Asıl
önemli sebep de budur. Zira fesat, alenî hale gelmiş, haramlar işlenmeye,
beytü’İ-mâl boş yere harcanmaya başlamıştı. Bu durumda isyan etmemek Hz.
Hüseyin için uygun bir davramş olamazdı.”[704]
Öyle anlaşılıyor ki Hz.
Hüseyin’in isyan etmesinde diğer sebepler yanında Kûfelilerin davetlerinin de
payı oldu. En azından bu davet, Hz. Hüseyin’in devlete başkaldırabilmesi için
bir cesaret verici unsur oldu. Ancak Onun isyanın da bu sebebin tek başına
etken olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü daha önce de ifade edildiği
üzere Kûfelilerin davet mektupları ancak Hz. Hüseyin’in Mekke’ye gitmesinden
sonra gündeme geldi.
Hz. Hüseyin, hurucuna
engel olmak isteyen İbn Abbas’a, Kûfelilerden gelen mektupların bu hurucu vacip
kıldığını söylediği[705], aynı
doğrultuda fikir beyan eden Musevî’nin ise şunları belirttiği görülmektedir: “Kûfeliler, 12000 mektup gönderdiler. Hüseyin’e yardım vaadinde
bulundular. Hz. Hüseyin onların bu davetlerine uymasaydı, o zaman ahirette Kûfelilerin,
Hz. Hüseyin üzerinde hakları kalmış olurdu.”[706]”
6-
Özellikle Şiî sempatisiyle kaleme alındığı
hissedilen bazı eserler de ise Hz. Hüseyin’in, Emevî devleti tarafından
işlenilen haksızlıkların ortadan kaldırılması ve toplumun bu kötü gidişat
karşısında sesini yükseltebilmesi için kendini feda etmek istediği
söylenmektedir.[707]
Haksızlıkların normal
karşılandığı ve kimsenin itirazına neden olmadığı bir toplumda Hz. Hüseyin’in
toplumu adaletsizliğe karşı harekete geçirmek için kendini feda etmesi
gerektiğini söyleyen bu araştırmacılar, onun buna muvaffak olduğu
görüşündedirler.
Söz konusu
araştırmacıların düşüncelerini Şemsüddin’in şu sözleriyle ortaya koymak
mümkündür: “Hz. Hüseyin’in gerek hurucuna karşı çıkanlara söyledikleri, gerekse
yol boyunca yaptığı konuşmalardan anlıyoruz ki o, bu isyan sonucunda bir zafer
ve galibiyet elde etmeyi ummuyordu. Zaten böylesi bir galibiyet için ne gücü,
ne de parası vardı. Oysa bu ikisi insanları etrafında toplamak ve mücadele
etmek için şarttı Hz. Hüseyin bu sebeple galip gelemeyeceğini ve öldürüleceğini
bile bile yola çıktı. Peki bu doğru mudur? O, kaybedeceği bir savaşa neden
girdi? Hz. Hüseyin döneminde îslâm toplumu adeta hastaydı. Az bir para ve mal
uğuruna devletin her türlü rezilliğine katlanıyorlardı. Devletin ve toplumun
kötü gidişatına “dur” diyebilecek bir harekette de bulunmuyorlardı. Böylesi bir
hareketi bir başkasından bekliyorlardı. Kendileri bu uğurda hiçbir şey
yapmıyorlardı. Bu hususta yapılan uyanlara da aldırış etmiyorlardı. Evet belki
Hz. Hüseyin’i kalben seviyorlardı; Onun toplumu düzelteceğine güveniyorlardı.
Ancak iş kendilerinden de fedakarlığa gelince, bu sefer bu sevgilerini
unutuveriyorlardı. Kendilerine mal ve para veren devletin yanında yer
alıyorlardı. Her ne kadar kalpleri yine Hz. Hüseyin ile olsa bile. Bu
gidişattaki bir toplumu, olması gereken, şerefli konuma getirmek imkansız
gibiydi. Bu toplum ancak, kendisini haksızlığı durdurabilmek için kurban edecek
bir kişinin infial uyandıracak intiharî hareketiyle mümkün olabilirdi. Hz.
Hüseyin’in gayesi de işte bunu temin etmekti”[708]
Netice olarak şu
söylenebilir ki; Hz. Hüseyin, Yezid’in Veliahtlığına biat etmediği gibi
halifeliğine de biat etmedi Bunda Yezid’in şahsiyetinden kaynaklanan bazı
sebeplerin rolü olduğu kadar Hz. Hüseyn’in iktidarı ele geçirme gayretinin de
etkili olduğu görülmektedir. Bir başka ifadeyle Hz. Hüseyin’in isyanında
yukarıdaki sebeplerin hiç birisi tek başına yeterli olmadı. Bu noktada Abdullah
b. Zübeyr’in de çeşitli sözleriyle Hz. Hüseyin’i Yezid’e isyan hususunda kışkırttığım
da zikretmek uygun olacaktır.[709] Ancak İbn
Zübeyr’in Hz. Hüseyin’i isyan etmesi için nasıl teşvik ettiği konusu üzerinde
ileride durulacağından bu hususa burada değinilmeyecektir.
MÜSLİM B. AKÎL’İN KÜFE’YE
GÖNDERİLMESİ VE FAALİYETLERİ
Daha önce de belirtildiği
üzere Kûfelilerin davetleri karşısında önce çekingen davranan, ancak onların
ısrarları karşısında Kûfe’ye gitmeyi kabul eden Hz. Hüseyin, buraya gitmeden
önce durumu araştırması ve gerekli hazırlıkları yapması için amcasının oğlu
Müslim b. Akîl’i Kûfe’ye göndermeye karar verdi.[710]
Hz. Hüseyin, Müslim b.
Akîl’i çağırttı. Ona “Ey amcamın oğlu! Seni, Kûfe’ye göndereceğim. Şayet onlar,
bana gönderdikleri mektuplarında oldukları gibiyseler, bana bunu yaz. Ben de,
derhal Kûfe’ye geleyim. Aksi halde sen, buraya geri dönersin.” dedi Sonra da
ona, Kûtelilere iletmesi için bir mektup verdi. Bu mektupta Kûfelilere,
Müslim’in görevlendirilişi haber veriliyordu.[711]
Müslim b. Akîl, Ramazan
ayının ortasında Mekke’den çıktı ve 60 yılının Şevval ayının 17. Günü/ 12. 5.
681 ’de Kûfe’ye ulaştı.[712]
Müslim, Mekke’den
Kûfe’ye gitmek üzere yola çıktı. Medine’ye uğradı ve Kays kabilesinden iki
kişiyi kılavuz olarak tuttu.[713] Bunlarla
yola devam etti, ancak gidilecek yönün kaybedilmesi[714]
ve sonrasında çekilen su sıkıntısı sebebiyle kılavuzların ölmesi[715],
Müslim’in Kûfe’ye gidişini zorlaştırdı. Kılavuzların ölmesinden sonra Kûfe’ye
gitmeyi göze alamayan Müslim, Hz. Hüseyin’e bir mektup yazarak çektiği
sıkıntıları dile getirdi ve bu görevden affını istedi. Hz. Hüseyin ise böylesi
bir teklifin ancak korkaklıktan kaynaklanabileceğini belirterek ondan görevine
devam etmesini istedi. Bunun üzerine Müslim, kılavuzların ölmeden önce
kendisine suyu ve Küfe’yi bulması için yaptıkları tavsiyelere uyarak yoluna
devam ederek Kûfe’ye ulaştı.[716]
Kûfe’ye ulaşan Müslim,
bazı kaynaklara göre Muhtar b. Ebî Ubeyd’in evine[717]
bazılarına göre ise İbn Avsece’nin evine misafir oldu.[718]
Müslim, Kûfe’ye
geldikten hemen sonra Hz. Hüseyin adına biat almak için teşebbüse geçti.
Müslim, bu esnada bazen Muhtar b. Ebî Ubeyd es-Sakafi, bazen Hâni b. Urve
el-Murâdî’nin bazen de Şüreyh b. Hânî el-Hârisî’nin evinde gizlenerek tüm
faaliyetlerini gizli bir şekilde sürdürdü.[719]
Böylece şüphe çekmemiş olacaktı.[720]
Hz. Hüseyin’e yardımcı
olmayı vaad edenler, Müslim b. Akîl’e onun adma biat ediyorlardı.[721] Kûfe’de
Hz. Hüseyin’e biatlerini Müslim’e bildirenlerin sayısıyla ilgili olarak
kaynaklarda farklı rivayetler bulunmaktadır.[722]
Kûfe’de biat edenlerin
sayısı hakkında kaynaklardan bazılarında mübalağa yapıldığı açıkça görülmesine
rağmen[723] şu söylenebilir
ki, Kûfe’de Müslim’e karşı yoğun bir teveccüh söz konusudur. Hz. Ali’nin
döneminden beri Kûfe’nin ehl-i beyt taraftarının merkezi olduğu[724] göz
önünde bulundurulduğunda Kûfelilerin bu teveccühü yadırganılmayacaktır.
Ehl-i beyt taraftarları
sürekli bir biçimde, ama gizlice, Müslim’in yanma gidip geliyorlardı. Onunla
birlikte savaşacaklarım, Hz. Hüseyin’i başlarına getireceklerini ifade
ediyorlardı.[725] [726]
Müslim b. Akîl’in
Kûfe’deki faaliyetleri gizlilik içerisinde sürmesine rağmen Emevî devletinin Küfe
valisi olan Nu’mân b. Beşir’in olup biteni öğrendiği görülmektedir. Kaynakların
belirttiğine göre Nu’mân, halim selim, ibadete düşkün ve barış taraftan bir
valiydi.
Müslim’in
faaliyetlerinden ve ona biat edenlerin sayısının arttığından haberdar olan Nu’mân,
bu durumda nasıl bir yol izleyeceğini Kûfelilere yaptığı konuşmasıyla ortaya
koydu. Bu konuşmasında Nu’mân, insanları fitne ve aynlıktan uzak kalmaya davet
etti. Aynca sadece yaptıklan biatten dönerek halifeye karşı muhalefet edip
kensiyle savaşanlara karşı kendisinin de silahla karşılık vereceğini söyledi.[727]
Ümeyye oğullarının
antlaşmalısı olan Abdullah b. Müslim b. Sâid el- Hadramî, Nu’mân b. Beşir’in
konuşması üzerine şiddete başvurulmasını önererek, aksine bir davranışın ancak
zayıf karakterli kimselerin işi olacağım vurguladı. Bununla birlikte Nu’mân,
Allah (celle celâlühü)’a itaat eden bir zayıf kimse olmayı, Allah (celle
celâlühü)’a isyan eden bir şerefli kimse olmaya tercih edeceğini söyleyerek bu
tavrım sürdüreceğim belirtti.[728] Ukaylî,
Nu’mân b. Beşir’in bu tavrıyla ilgili olarak şunları söylemektedir: “Nu’mân b.
Beşir’in Müslim b. Akil huşunda gevşek ve yumuşak tavır sergilemesinin sebebi,
onun zayıf veya kifayetsizliğinden kaynaklanmıyordu. Zira gerek Muaviye,
gerekse Yezid dönemi Emevî valilerinin pek çoğunun sıfatları bu şekildeydi.
Mugîre b. Şube, Abdullah b. Amir, Velid b. Utbe, Nu’mân b. Beşir el-Ensarî ve
Osman b. Muhammed b. Ebî Süfyan gibi valiler sulh ve sükûneti seviyorlardı.
İnsanlarla olan ilişkilerinde gayet yumuşaktılar. Bu sebeple de onlar, sadece
işittikleri bazı şeyler sebebiyle hemen şiddete başvurmuyorlardı. Ancak isyana
ve ayaklanmaya dönüşen durumlarda ise hiç müsamaha göstermiyorlardı. Belki de
valiler bu türlü bir hareketi Muaviye’den öğrenmişlerdi. Muaviye şöyle
söylerdi: “İnsanların konuştukları şeyler birer fiil haline gelip bizim
iktidarımıza zarar verir hale gelmediği müddetçe beni alakadar etmez.” Nitekim
Nu’mân’ın hutbesine bakacak olursak onun bu esnada yumuşaklık ve müsamahadan
uzak olduğunu görürüz.”[729]
Görüldüğü gibi Ukaylî’ye
göre yönetime henüz bir başkaldırı söz konusu olmadığı için Nu’mân’ın bu
şekilde davranışı normal bir harekettir. Ancak biz, Nu’mân’ın kişiliğinin de bu
olay karşısında böylesine müsamahakar davranmasında rolünün olduğunu
söyleyebiliriz. Nitekim aynı olay karşısında diğer Emcvî valilerinden, örneğin
Ziyad b. Ebih’in tutumun daha sert olacağını belirtmek herhalde yanlış
olmayacaktır.
YEZİD’İN UBEYDULLAH B. ZİYAD’I KÜFE
VALİLİĞİNE TAYİNİ
Müslim b. Akîl’in
Kûfe’deki faaliyetlerinin Emevî devleti aleyhine tehlikeli boyutlara ulaştığım,
buna karşılık valinin hala müsamahadan bahsettiğini gören Emevî taraftan bazı
kimseler[730] Yezid’e
mektup yazarak Kûfe’de olup bitenleri haber verdiler. Ona “Şayet Küfeye
ihtiyacın varsa buraya emrini yerine getirecek, senin düşmanın hakkında
işlediğin işi işleyecek güçlü bir adamı hemen gönder. Çünkü, Nu’mân zayıf bir
adamdır. Bu işin üstesinden gelemez” dediler.[731]
Kûfe’de bulunan
taraftarları aracılığıyla olanlardan haberdar olan Yezid, kâtibi ve dostu olan
Sercûn b. Mansur ile istişarede bulundu. Sercûn, Ubeydullah b. Ziyad’m Küte’ye
tayin edilmesini tavsiye etti.[732]
Yezid’in Ubeydullah’ı
sevmediği[733], hatta
onu Basra valiliğinden de azletmeyi düşündüğü bir esnada[734]
yapılan bu teklife ilk anda karşı çıktığı, ancak Sercûn’un “baban Muaviye
hayatta olsaydı onun dediğini yapar miydin?” demesi üzerine Ubeydullah’m Küfe
valiliğine tayinine razı olduğu ifade edilmektedir.[735]
Diğer taraftan Yezid’in,
Müslim b. Akli’in Kûfe’ye gelmesi üzerine Küfe valisi Nu’man b. Beşir’in
“Rasullulah’ın kızının oğlu, benim için İbn Bahdal el- Kelbî’nin kızının
oğlundan daha sevimlidir” dediğini duyduğu için onu azlettiğini söyleyenler de
vardır.[736] Bu
rivayete göre Yezid, Nu’mân’ın bu sözlerini duyduktan sonra Şamlılarla bir
toplantı yaparak onların tavsiyeleri neticesinde Ubeydullah’ı Küfe valiliğine
tayine razı oldu.[737]
Yezid, Sercûn ve
Şamlılarla yaptığı görüşmeden sonra Ubeydullah’ı Küfe valiliğine getirmeye
karar verdi ve bu kararı Ubeydullah’a iletmesi için de Müslim b. Amr
el-Bâhili’yi görevlendirdi.[738]
Yezid’in bu şahısla bir
de mektup gönderdiği ve Ubeydullah’a bir takım emirler verdiği
zikredilmektedir. Maktelü’l-Hüseyin adlı eserinde Ebû Mıhnef, bu mektupta
Yezid’in, Ubeydullah’a “mektubu alır- almaz Müslim b. Ukbe’yi öldürmesini,
başım kendisine göndermesini ve Ali b. Ebî Tâlib’in soyundan kimseyi sağ
bırakmamasını” emrettiğini[739]
bildiriyor. Aynı tarihçinin Taberî tarafından nakledilen rivayetinde ise
“Müslim’i arayıp bulmasını ve onu öldürmesini” emrettiği zikredilmektedir.[740]
Yezid’in Ubeydullah b.
Ziyad’a Hz. Hüseyin’i öldürme emrini verdiğini söyleyen tarihçilerin, başta Ebû
Mıhnef ve Ya’kubî gibi Şiî tarafgirliğiyle bilinenlerden oluşması, bu rivayetin
ihtiyatla karşılanmasını gerekli kılmıştır.[741]
Böylesi bir rivayetin doğruluğu hususunda şüpheye düşen Demircan şöyle
demektedir: “...Bu rivayetin Şiîler tarafından uydurulduğu ortadadır. Sanki
Yezid ve görevlerinin misyonu ehl-i beyt mensuplarını yer yüzünden silmekti.
Dahası Yezid valisine böyle bir mektup yazmışsa, valinin bunu ifşa ettiği
düşünülmeyeceğine göre nasıl oldu da mektubun mahiyeti öğrenildi?”[742]
Yezid’in Ubeydullah’a
Hz. Hüseyin’i öldürmesini emrettiğini bildiren rivayetlere yukarıdaki
gerekçelerle katılmak mümkün değildir. Ancak Yezid’in kendisi ve devleti için
tehlike oluşturabilecek faaliyetler içerisinde bulunan şahıslar hakkında
tedbirler alınmasını ve caydırıcı cezaların uygulanmasını emretmediği
düşünülemez. Bu noktadan hareketle Yezid’in İbn Ziyad’a boyutlarım tam olarak
anlamadığımız cezai tedbirleri uygulamasını emrettiğini söyleyebiliriz.
UBEYDULLAH’IN KÛFE’YE GİDİŞİ VE MÜSLİM B. AKİL İLE MÜCADELESİ
Ubeydullah’ın Kûfe’ye
vali olarak tayin edilip henüz Basra’dan ayrılmasından önce Hz. Hüseyin
Basra’daki taraftarlarına da bir mektup gönderdi.[743]
Hz. Hüseyin’den
aldıkları bu mektup üzerine Küfe’dekine benzer faaliyetler içerisine girmek
isteyen ve bunu gizli bir şekilde sürdüren Basrahlann hareketleri Ubeydullah b
Ziyad tarafından öğrenildi. Kaynaklarda Hz. Hüseyin’in gönderdiği bu mektubu
Münzir b. Cârûd’un, Ubeydullah’a haber verdiği bildirilmektedir. Münzir’in kmmn
Ubeydullah ile evli olduğu için[744] veya
Ubeydullah’ın bir hilesi zannettiği[745]
ve tuzağa düşmekten korktuğu için bunu yaptığı kaydedilmiştir.[746]
Kısacası Ubeydullah,
Basra’yı terk etmeden önce Hz. Hüseyin’in Basralılara gönderdiği elçiyi ve
mektubu ele geçirir, onu öldürerek Basra’da gerekli tedbirleri alır. Böylece
Hz. Hüseyin’in Basra’dan umduğu destek tehlikeye girer.
Ubeydullah, yerine
kardeşi Osman b. Ziyad’ı Basra’da bırakarak Kûfe’ye hareket etti.[747] Buradan
ayrılırken Basrahları bu konuda uyarıp tehdit etmekten de kaçınmadı.[748] Onların
devlet aleyhindeki bir faaliyet içerisinde bulunmalarım sert bir üslupla ikaz
etti.[749]
Ubeydullah beraberinde
bulunan bir grup Basrahyla birlikte[750]
Küfe’ye gitmek üzere yola çıktıktan sonra yolda kendisinden ayrılanlar oldu.
Ubeydullah beraberindeki az sayıdaki insanla Kûfe’ye girdi.
Kaynakların belirttiğine
göre Ubeydullah, başına siyah bir örtü örterek Kûfe’ye girdi ve Hz. Hüseyin’in
gelişini bekleyen Kûfeliler tarafından Rasulullah’ın torunu zannedilerek
coşkuyla karşılandı.[751]
Kendisine gösterilen bu
coşkunun aslında Hz. Hüseyin’e yapıldığını anlayan Ubeydullah, derhal valilik
köşküne gidip, halkın mescitte toplanmasını emretti ve Kûfelilere çok sert bir
hutbe îrad etti.[752] [753] [754]
Diğer taraftan
Ubeydullah’ın Kûfe’ye geldiğini ve sert bir konuşma yaptığını öğrenen Müslim b.
Akîl, daha önceden kaldığı evi terk ederek Kûfe’nin eşrafından olan Hâni b.
Urve el-Murâdî’nin evine geçti.
Müslim b. Akîl’i kerhen
de olsa evinde misafir etmeye razı olan Hânî, olanca gayretiyle onu gizlemeye
çalıştı; valinin durumdan haberdar olmaması için tedbirler aldı. Ancak
Ubeydullah, kendine has metotlarla Müslim b. Akîl’in yerini öğrenmeyi başardı.
Ubeydullah, Müslim’in gizlendiği yeri öğrenmek maksadıyla mevlası Ma’kil’i
görevlendirdi ve ona 3000 dirhem para verdi. Ondan kendisini Hınıs’tan Hz.
Hüseyin adına biat etmek için gelen bir kimse olarak tanıtmasını istedi. Bu
arada Ma’kiL bu parayı ehl-i beyt davasına yardım amacıyla Müslim’e vereceğini
ifade edecek ve bu şekilde onun yerini tesbite çalışacaktı.
Ubeydullah’ın
görevlendirdiği Ma’kil, Müslim b. Akîl’in, Hânî b. Urve’nin evinde gizlendiğini
öğrenmeyi başarır ve oraya sık sık giderek olup biteni Ubeydullah’a gelerek
anlatır. Bunun üzerine Ubeydullah, Hânî’yi huzuruna çağırtır ve ondan evinde
gizlemekte olduğu Müslim’i kendisine teslim etmesini ister. Hâni, bunu
yalanlamayı dener, ancak Ma’kil’in oraya çağırılmasıyla Müslim’in kendi evinde
olduğunu kabul eder. Müslim b. Akîl’i teslim etmeye yanaşmayan Hânî, Ubeydullah
tarafından sert bir şekilde dövülerek tutuklanır.[755]
Ubeydullah, Müslim b.
Akîl’e Kûfe’de her bakımdan yardımcı olan Hânî’yi etkisiz hale getirdi,
dolayısıyla da Müslim’in en büyük destekçisinden mahrum kalmasını sağladı.
Böylece de, Kerbelâ öncesinde Kûfe’de hakimiyeti ele geçirme ve asayişi sağlama
konusunda önemli bir engelden kurtuldu.[756]
Üstelik o, bu engelden kurtulurken fazla ses çıkarmayıp, her hangi bir
çatışmaya da meydan vermedi. Ustaca manevralarla bunu başardı.[757]
MÜSLİM B. AKÎL’İN İSYANI BAŞLATMASI VE ÖLDÜRÜLÜŞÜ
Kûfe’ye geldikten sonra
Hânî b. Urve’nin evindeyken Hz. Hüseyin’e işlerin yolunda olduğunu, Kûfelilerin
kendisine biat etmek için sabırsızlandığım bir mektupla bildiren Müslim b.
Akîl, Ubeydullah’m gelişinden sonra durumun aleyhte geliştiğini gördü.
Kûfe’deki en büyük
destekçisi Hânî b. Urve’nin tutuklandığım ve dövüldüğünü öğrenen Müslim b.
Akîl, Ubeydullah’ın ikinci adımının kendisine yönelik olacağını hissetti[758] Bu
sebeple “Ya Mansur öldür!” parolasıyla harekete geçen Müslim’in etrafında bir
anda binlerce Küfeli toplandı.[759]
Müslim ve
beraberindekiler, valilik konağına yöneldiler. Ubeydullah ise bu kalabalığı
gördükten sonra dehşete kapıldı. Derhal sarayının kapı ve pencerelerinin
kapatılmasını emrederek içeriye girdi. Ubeydullah’ın yanında az sayıda destekçisi
vardı.[760]
Müslim’in başlattığı
isyan ufak tefek çatışmalarla akşama kadar sürdü. Sarayın damına çıkan
Ubeydullah’m taraftarları attıkları taşlar ve keseklerle Kûfelilerin saraya
girmesini engellemeye çalıştılar.[761]
Durumun gittikçe
kötüleştiğini gören Ubeydullah, Kûfelileri dağıtmak için planlar kurmaya
başladı. Bu amaçla da, beraberinde bulunan Küfe eşrafını devreye soktu.
Onlardan her birisine kendi kabile mensuplarını ikna ve geri çevirme görevini
verdi. Onlardan, isyana katılanlan Şam’dan gelmekte olan orduyla korkutmalarım,
isyandan vazgeçmeyenlerin maaşlarının kesileceği ve mutlaka cezalandırılacağı
şeklinde korkutmalarını istedi.[762]
Küfeli eşrafin
teşebbüsleri sonuç vermeye başladı. Müslim’in etrafında hızla toplanan
Kûfeliler, bundan daha fazla bir süratle onu terk etmeye başladılar. İnsanlar
Müslim’i terk ediyorlardı. Güneş batmak üzereyken onun etrafında kalan 100
kişinin 30'a düştüğü, akşam namazına durduğunda ise 10 düşen bu sayının namaz
sonrasında sıfırladığı görülmektedir. Öyle ki, Küfe sokaklarında tek başına
kalan Müslim’e gidebileceği yönü gösterecek bir kimse bile meydanda kalmadı.[763] [764] [765]
Nereye
gideceğini bilmeden bir süre Küfe sokaklarında gece karanlığında dolaşan Müslim
b. Akil, sonunda akşamüzeri kapıda beklemekte olan Kinde kabilesinden Tav’a
adlı bir kadının evine misafir oldu. Zira bu vakitte ortalıkta adı geçen
kadından başka kimsecikler yoktu. Ancak bu kadının Bilâl adındaki oğlu
annesine Müslim’in gizlendiği yeri kimseye söylemeyeceğine dair söz vermesine rağmen önce Eş’as b.
Kays’a sonra da Ubeydullah b. Ziyad’a onun yerini ihbar etti.
Bunun üzerine
Ubeydullah, bir grup adamını Müslim’in gizlendiği eve gönderdi. Muhammed b.
Eş’as komutasında gönderilen bu birliklerle Müslim b. Akil arasında bir süre
çatışma oldu. Bazı rivayetlere göre ağır şekilde yaralandığı için89
bazı kaynaklarda ise Muhammed b. Eş’as’ın eman vermesi üzerine mücadeleyi
bırakan Müslim teslim oldu.[766]
Ubeydullah’m huzuruna
götürülen Müslim b. Akil öldürüleceğini anlayınca validen vasiyetini yapması
için izin istedi ve orada bulunan Ömer b. Sa’d b. Ebî Vakkas’a vasiyetini
bildirdi. Ondan bu vasiyeti kimseye söylememesini istedi.[767]
Müslim’in ricasına
rağmen Ömer b. Sa’d bu vasiyeti Ubeydullah’a haber vermekten geri durmadı,
hatta böyle bir hareketin ahde vefa olmadığı gerekçesiyle vali tarafından
azarlandı.[768]
Ubeydullah, vasiyetini
yapmasından sonra Müslim’in öldürülmesini emretti. Sarayın damına çıkartılan ve
aşağıda bekleyenlerin görebileceği şekilde idam olunan Müslim b. Akil’in başı
kesildi. Ayrıca daha önceden tutuklanan Hâni b Urve’de hapisten çıkartılarak
idam edildi.[769]
Kaynaklarda
belirtildiğine göre Ubeydullah, Müslim ve Hânî’nin kesik başlarım Şam’a Yezid’e
gönderdi, ayrıca bir de mektup yazdı. Mektupta şunları söyledi: “Allah (celle
celâlühü)’a hamdolsun ki, Mü’minlerin emirinin hakkım aldırdı. Ondan düşmanım
sıkıntısını giderdi. Ey Halife! Bildirmek isterim ki, Müslim b. Akîl, Hânî’nin
evine sığındı. Casuslarım aracılığıyla onları yakaladım, boyunlarım vurdum.
Başlarım da sana gönderiyorum.”[770]
Yezid, Ubeydullaha yazdığı
cevâbî mektupta şunları söyledi: “Hüseyin’in Kûfe’ye doğru gelmekte olduğunu
öğrendim. Gerekli gözcüleri ve silahlı adamları yerlerine yerleştir.
Şüphelendiğini sorgula ve basit bir itham dolayısıyla tutukla. Ancak seninle
savaşmayanlan öldürme. Bütün olanlardan beni haberdar et.”[771]
Yezid’in bu mektubunda
açıkça Hüseyin’in öldürülmesini emretmediğim söyleyen Sarıçam’a göre Yezid,
böylece Hz. Hüseyin’i tamamen Ubeydullah’ın insafina bıraktı.[772]
Sarıçam’ın bu görüşünü Ya’kubî tarafından nakledilen bir başka mektupla
birlikte değerlendirdiğimizde Yezid’in Hz. Hüseyin’in öldürülmesini en azından
ima ettiği sonucunu çıkarabiliriz.
Daha önce de
bahsettiğimiz üzere Ya’kubî bu mektupta Yezid’in, Ubeydullah’a şöyle dediğini
nakletmektedir “Aldığım haberlere göre Kûfeliler, Hüseyin’e mektup yazarak onu
şehirlerine davet ediyorlar. O’da bu sebeple Mekke’den ayrıldı. Şu anda Küfe
yolunda. Beldelerden senin belden, günlerden de senin günlerin deneniyor. Onu
öldürürsen ne âla. Aksi halde köle olan babanın nesebine geri dönersin. Onu
elinden kaçırmaktan sakın!”[773]
Öyle anlaşılıyor ki, Hz.
Hüseyin’in öldürülmesinin emredildiği mektubun Ubeydullah’a ne zaman
gönderildiği hususunda iki ayrı görüş ortaya çıkmaktadır. Buna göre söz konusu
emri içeren mektup, Ubeydullah’ın valiliğe tayinim bildiren mektupla aynı anda[774] veya
Müslim b. Akîl ile*Hânî’nin öldürülmesinden sonra Kûfe’ye ulaştırıldı.[775]
Yezid tarafından
Ubeydullah’a gönderilen mektuplarda yer alan ifadelerdeki benzerlikler dikkati
çekmektedir. Bu söz konusu mektubun aynı rivayet kanalıyla geldiği ihtimalini
akla getirmektedir. Nitekim mektupla ilgili bilgi verenlerin daha çok Şiî
tarafgirliğiyle bilmen tarihçilerden oluştuğu görülmektedir.[776]
Yukarıdaki sebeple
Yezid’in mektubunda açık bir ifadeyle Hz. Hüseyin'in öldürülmesini
emretmediğini söyleyebiliriz. Ancak daha önce de ifade ettiğimiz gibi Yezid’in
kendisi ve devleti için tehlike oluşturabilecek faaliyetler içerisinde bulunan
şahıslar hakkında tedbirler alınmasını ve caydırıcı cezaların uygulanmasını
emretmediği düşünülemez. Bu noktadan hareketle Yezid’in Ubeydullah’a böyle bir
isyanı sona erdirmesi için boyutlarım tam olarak bilemediğimiz tedbirleri
almaşım emrettiğim söyleyebiliriz.
Müslim'in öldürülüşü ile
Hz. Hüseyin'in yolculuğu arasında şöyle bir tarih tesbiti yapılmaktadır: Müslim
b. Akîl 8 Zilhicce 60 tarihinde Kûfe’de isyam başlattı. Bir gün sonra da (9
Zilhicce 60) öldürüldü.[777] Diğer
taraftan, 28 Receb’inde, Medine’den çıkan Hz. Hüseyin, 3 Şaban’da Mekke’ye
vardı. 8 Zilhicce’de ise Mekke’den çıktı.[778]
Netice olarak şu
söylenebilir ki; Yezid’in başmda bulunduğu Emevî iktidarı aleyhinde Kûfe’de
oluşan tehlike, Müslim b. Akîl ve Hânî’nin öldürülmesiyle daha doğmadan
öldürüldü.[779] Bunda
etrafına binlerce inşam topladığı halde vali ve bir avuç taraftarım etkisiz
hale getiremeyen Müslim b. Akîl kadar Ubeydullah’ın izlediği zekice siyasetin
de payı inkar edilemez. Ayrıca Kûfelilerin dönekliklerinin de böylesi bir
sonuçta tesirinin olduğu açıkça görülmektedir. Kûfe’de ehl-i beyt adına alınan
bu mağlubiyet, Kerbela’da[780]
uğranılan felâketin mukaddimesi niteliğindedir.
HZ. HÜSEYİN’İN KÛFE’YE HAREKETİ VE SEBEPLERİ
Hz. Hüseyin, Müslim b.
Akîl’den aldığı haberlere güvenerek Kûfe’ye doğru harekete geçmeye karar verdi.[781] Hz.
Hüseyin’in Mekke’den çıkışıyla başlayan ve Kerbela’da son bulan yolculuğuna
geçmeden önce konunun anlaşılması açısından bazı noktaların açıklığa
kavuşturulması gerekmektedir.
Hz. Hüseyin Neden Mekke’den Ayrıldı?
Hz. Hüseyin, her şeyden
önce Mekke’de Yezid’e biat etmeden kalamazdı. Çünkü böylesi bir durumda
devletin güçlerine karşı kendisine arka çıkacak bir taraftar kitlesine Mekke’de
sahip değildi.106
Yine Hüseyin, Mekke’de
kaldığı taktirde Yezid’in Hac dolayısıyla oluşacak kalabalık ve kargaşadan
istifade ederek kendisine bir suikast düzenleyebileceğinden de endişeleniyordu.107
Ayrıca Hz. Hüseyin’in,
kendisi ve ailesi için (biat etmediği taktirde) mukadder olan bir facianın
Mekke’de olmasının hem daha çok kan akmasına (hac dolayısıyla), hem de oranın
hürmetinin ihlaline neden olacağı endişesiyle-bütün ısrarlara rağmen-Hicaz’ı
terke karar verdi. O güne kadar da Mekke’ye gelen hacılara gerekli propagandayı
zaten yaptı. Dolayısıyla artık Mekke’de yapacağı bir iş de kalmadı. Üstelik
hacıların gitmesinden sonra devletin baskısı daha da artabilirdi.108
Hz. Hüseyin, Mekke’yi terk
etmesine karşı çıkanlara “Herhangi bir yerde veya Kûfe’de öldürülmem, benim
sebebimle Mekke’nin hürmetinin ihlâl edilmesinden daha hayırlıdır” diyerek109
Mekke’nin huzurunun bozulmasına neden olmak istemediğini ifade etti
Hz. Hüseyin’in Mekke’yi
bu kadar çok düşünmesi oranın Islâm’m beşiği ve en kutsal beldesi olmasından
kaynaklanıyordu. Ayrıca hac mevsimi dolayısıyla yoğun bir nüfusa sahipti Ortaya
çıkacak küçük bir kıvılcım bile pek çok insanın ölümüne neden olabilirdi. Onun
Kûfe’yi tercihi Kûfelilerin hayatlarım önemsemediği anlamına gelmemelidir.
Çünkü Hz. Hüseyin, kendisine sempati duyan ve tarihi bir bağı bulunan
Kûfelileri seviyor olmalıdır. Ancak o, belki de Mekke’den çıkarken kazanacağı
zamanla işlerin durulacağını düşünüyordu. Üstelik Mekke’den ayrılırken
Hz. Hüseyin Neden Kûfe’yi Tercih Etti?
Bu noktada akla gelen
ilk sebep başka vilayetlerden beklediği ilgiyi Kûfelilerden görmüş olmasıdır.
Kûfeliler, gönderdikleri elçiler ve çok sayıdaki mektuplarla ona destek
olacaklarım kafi bir suretle vaad ediyorlardı.[782]
Ayrıca Yezid’e karşı
girişilecek bir isyanda en güçlü tepkinin Kûfe’den çıkacağı düşüncesinin de Hz.
Hüseyin’in Kûfe’yi tercih etmesinde rolü olmalıdır. Çünkü Kûfeliler, Hz.
Ali’nin hilafeti esnasında sahip oldukları rahat, huzur ve gelirden Muaviye ve
Yezid döneminde mahrum kaldılar. Dolayısıyla Emevî devletine karşı yoğun bir
nefret içerisindeydiler. Bu nefret onların Hz. Hüseyin’in önderliğindeki bir
harekete destek olmalarına sebep olacaktı. Bunun bilincinde olan Hz. Hüseyin,
söz konusu tepkiyi kendi lehine kullanmak için Kûfe’yi tercih etmiş olmalıdır.[783]
Hz. Ali taraftarlarının
önde gelen isimleri Küfe’de bulunuyordu. Bunlar, söz konusu taraftarlıklarında,
Kûfe’nin kaybolan nüfuzunun iadesini umuyorlardı. Çünkü Emevîlerin iktidara
gelişiyle Küfe başkent olmaktan çıktı. Şam’ın başkent olmasından sonra ikinci
plana düştü.[784]
Dûrî, bu hususta şunları
söylemektedir: “Küfe ehli, Emevîlerin zaferini Şam’m kendilerine karşı zaferi
ve hükümet merkezinin Kûfelileri ümmetin komutanlığından ve büyük sosyo-politik
imtiyazlardan mahrum bırakmıştı. Emevîler atâlarını da azaltınca Şam ehlinin,
kendilerinin haklarım da alarak zengin Sevâd gelirini zorla yediklerini
hissetmeye başladılar. Böylece İmam Ali’nin dönemini ve anısını yüceltmeye
başladılar; sürekli olarak otoriteyi geri almak istediler ve Ali’nin hükümet
merkezini şehirlerinde kuran imam olduğunu unutmadılar. Geçmişte başkalarım
şaşırttığı gibi, Kûfelilerin duyguları bizi de şaşırtıyor; Onlar Ali ve Ali’nin
şiası mı yoksa Irak’in şiası ve onun varlığının koruyucusu mu? Ancak onların
Alevî imamlarının-özellikle Hüseyin b. Ali, Zeyd b. Ali ve Muhtar b. Ebî Ubeyde
gibi Ali beytinin haklarım savunanların yanındaki hamâsi konumlarım sonra da
Emevî kılıçları ve mallan boy gösterince hızlı dağılışlarını izlediğimizde,
genelinin Irak’ı düşündüğünü hissederiz. Bunların Alevilere destekleri de çoğu
zaman bu hedefe varmak üzere bir vesileden ibarettir.”[785]
Hz. Ömer tarafından
sonradan getirilen insanların iskanıyla kurulan Kûfe’de değişik ırklar,
kabileler ve milletler vardı. Bu sebeple de aralarında çok seslilik hâkimdi.
Hz. Hüseyin, Kûfe’de hâkim olan bu ortamda daha rahat faaliyette bulunacağını
düşünmüş olmalıdır.
Emevîler döneminde Irak
bölgesi sükûnet içerisinde olmayan, siyasi tercihleri sürekli farklılık arzeden
ve büyük oranda asayiş problemi olan bir bölge idi. Özellikle Basra ve
Kûfeliler, adeta siyasetin içine batarak aşın derecede politize oldular.
Kendilerini hiçbir zaman siyasi çekişmelerin dışında görmüyorlar, Emevîlerle
sürekli ihtilaf içinde oluyorlardı. Basra ve Kûfelilerin bu kadar politikaya
bulaşmalarının ya da çok sesli olmalarının ardında, şehirlerinin sonradan iskan
edilmesinin ve çok çeşitli kabilelerin meskûn bulunmasının da rolü vardır. Bu
özellikleriyle Irak, her zaman Emevî karşıtı hareketlere destek verip yataklık
yaptı. Muaviye, iktidara geçince bu problemli bölgenin yönetimine köklü
ilişkiler içerisinde bulundukları Sakif kabilesi mensuplarını tayin etti”[786] Ancak
Hz. Hüseyin’in Mekke’de bulunduğu ve Kûfe’ye gitmeye karar verdiği günlerde
Kûfe’de valilik görevini Sakif kabilesine mensup güçlü valilerden biri değil de
yumuşaklık ve barış severliğiyle tanınan Nu’mân b. Beşir el-Ensârî yapıyordu.
Kuşkusuz Hz. Hüseyin, bu valinin müsamahasının kendisinin isyan hazırlıklarını
kolay bir şekilde sürdürmesini sağlayacağım düşünmüş, bu sebeple de Kûfe’yi
tercih etmiş olmalıdır.
HÜSEYİN’İN HURUCUNA KARŞI ÇIKANLAR
Daha önce de
belirtildiği üzere Yezid’e biat etmemek için Medine’yi terkedip Mekke’ye gelen
Hz. Hüseyin, yukarıda zikredilen gerekçelerle burada da kalmak istemeyip,
Kûfe’ye gitmeye karar verdi. Onun Kûfe’ye gitmeye karar verdiğini duyan bazı
kimseler, kendisine gelerek bu husustaki fikirlerini beyan ettiler. Hemen
belirtelim ki, söz konusu şahısların Hz. Hüseyin’e söyledikleri, bir takım tavsiyelerden
ibaretti. Herhangi bir yaptırımı söz konusu değildi. Neticede ise Hz.
Hüseyin’in kendisine yapılan bu tavsiyelere uymadığı, yapılan ikaz ve
nasihatlere rağmen Küfe’ye gittiği görülmektedir.
Hz. Hüseyin’in isyan
etmek maksadıyla Küfeye gitmek istemesine karşı çıkanların gerekçelerinin iki
grupta incelenmesi mümkündür.
Dini Gerekçelerle Huruca Karşı Çıkanlar
Abdullah b. Ömer ve
Câbir b. Abdillah bu grupta yer alan şahıslardır. Rivayete göre Abdullah b.
Ömer, bu hurucun fitneye sebep olacağını ileri sürerek Hz. Hüseyin’i
teşebbüsünden vazgeçirmeye çalıştı.[787]
Aynı şekilde Câbir b.
Abdillah’da Hz. Hüseyin’e “Allah (celle celâlühü)’tan kork, însanlan birbirine
düşürme, yemin ederim ki, ben senin bu yaptığını uygun görmüyorum” diyerek onu
vazgeçirmeye çalıştı ancak başarılı olamadı.[788]
Siyasi Gerekçelerle Huruca Karşı Çıkanlar
Bu grupta Abdullah b.
Abbas, Abdullah b. Muti, Ebû Saîd el-Hudrî, Saîd b. el-Müseyyeb, Abdullah b.
Cafer, Amre bnt. Abdirrahman, Muhammed b. el- Hanefiyye, Ömer b. Abdurrahman b.
el-Müseyyeb gibi kimseler yer almaktadır.[789]
Kaynaklarda sözü edilen bu şahısların, Hz. Hüseyin’i huruçtan engellemek
için ileri sürdükleri sebeplerle ilgili ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır.
Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür:
- Kûfeliler sözlerinde
durmazlar. Nitekim daha önce Hz. Ali ve Hasan’a verdikleri sözlerinde de
sadakat göstermediler.
-
Senin ölümün halinde Emevîlere karşı
direnecek kimse kalmaz.
-
Kûfeliler zorda kaldıklarında
sabredemezler.
-
Kûfeliler seni davet ediyorlar, ancak
Kûfe’nin yönetimi ve beytü’l-mâli hala Emevîlerin elinde, Kûfeliler söz konusu
kimseleri başlarından henüz uzaklaştıramadılar.
- Bütün aile fertlerinin bu
sefere götürülmesi, olası bir mağlubiyet neticesinde bu ailenin tüm üyelerinin
ölümüne, dolayısıyla da ehl-i beytin ortadan kaldırılmasına sebep olabilirdi
Hz. Hüseyin’in Hurucu Karşısında Abdullah b.
Zübeyr’in Tavrı
Kaynaklara bakıldığında
Hz. Hüseyin’in Küfe’ye hurucuna karşı çıkanların başında Abdullah b. Abbas’ın
bulunduğu görülmektedir. Demircan, Abdullah b. Abbas’ın bu tavrıyla ilgili
olarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır: İbn Abbâs’ın Hz. Hüseyin’in hurucuna
karşı olmasının altmda belki de kısmen Yezid’le olan ilişkisi yatmaktadır.
Yezid, Hz. Hüseyin’in Mekke’ye gittiğini duyduktan sonra İbn Abbâs’a bir mektup
göndererek İraklıların Hüseyin’e geldiklerini ve hilafet için kendisine
teklifte bulunduklarına dair duyumlarım bildirdi; böyle bir şey yaptığı
taktirde akrabalık bağlarını koparmış olacağım belirtti ve onu bölücülük
yapmaktan engellemesini istedi. İbn Abbas’da Yezid’e, Hüseyin’in hoşlanmadığı
bir şeyden dolayı hurûc etmemesini temenni ettiğini bildirdi ve ona nasihati
terk etmeyeceğini yazdı.[790] [791]
Hz. Hüseyin’in Mekke’ye
gelmesinden sonra kendisine rağbet gösteren insanların iltifatlarından mahrum
kalan Abdullah b. Zübeyr, Hz. Hüseyin’i kıskanmış olmalıdır. Zira İbn Zübeyr,
Hüseyin b. Ali’nin Hicaz’da kalınasını hiç istemiyordu. Çünkü onun burada
kalması, kendisinin müstakbel iktidarım imkânsızlaştırdı. Hüseyin varken İbn
Zübeyr hep ikinci planda kalacaktı.”9
İbn Zübeyr’in yukarıdaki
sebeplerle Hüseyin b. Ali’nin Kûfe’ye hurucunu teşvik ve tahrik ettiği
söylenebilir. Rivayetlere göre Hz. Hüseyin’e Kûfelileden davet mektuptan
gelmeye başlaymca Abdullah b. Zübeyr “biz muhâcirlerin oğullarıyız, biz bu işe
Emevîlerden daha evlayız” diyerek düşüncelerini belirtti, daha sonra da
Hüseyin b. Ali’ye ne yapacağını sordu. Hüseyin b. Ali ise Küfe ehlinden gelen
mektubu zikrederek taraftarlarının orada olduğunu, oraya gideceğini ona
bildirdi. Abdullah b. Zübeyr’de “benim de orada taraftarlarım olsa ben de
giderdim”[792]
diyerek onu Mekke’den çıkmaya teşvik etti. Böylece Hüseyin b. Ali Hicazı terk
etmiş olacaktı. Dolayısıyla kendisi ilk plana gelmiş olacaktı.[793]
Kaynaklarda yer alan
rivayetlerden anlaşılan şu ki, İbn Zübeyr’in yukarıda belirtilen niyetinden Hz.
Hüseyin de başkaları da haberdardı.[794]
Nitekim Hüseyin b.
Ali’yi Küfe’ye gitmekten vazgeçirmek için uzun süre çaba sarfeden İbn Abbas,
Hz. Hüseyin’in yanından ayrıldıktan sonra yolda Abdullah b. Zübeyr’e rastlar ve
biraz da sertçe “Gözün aydın ey İbn Zübeyr! İşte Hüseyin seni Hicaz’la baş başa
bıraktı, gidiyor”[795] der.
Böylece İbn Abbas, Hz. Hüseyin’in Mekke’yi terketmesinin İbn Zübeyr’i memnun
edeceğini bildiğini ifade eder.
Diğer taraftan İbn
Zübeyr’in bu niyetinin Hz. Hüseyin tarafından da bilindiği anlaşılmaktadır. Taberi ve İbnü’l-Esir
tarafından nakledilen bir rivayet bunu teyid etmektedir. Hz. Hüseyin güya
kendisini Kûfe’ye huruçtan alıkoymaya çalışan İbn Zübeyr’in ayrılmasından sonra
şöyle dedi: “Bu adama dünyada verilecek en güzel şey, benim buradan çıkıp
Irak’a gitmem olacaktır. Zira insanların onu benim seviyemde tutmayacaklarını
bildiği için benim çıkmamı ve meydanın kendisine kalınasını istiyor.”[796]
Abdullah b. Zübeyr’in Hz.
Hüseyin’e “Şayet burada kalırsan biz sana biat ederiz. Sen hilafete Yezid ve
babasından daha çok hak sahibisin” demesi ise bazı tarihçiler tarafından onun
her hangi bir töhmete uğramamak için böyle söylediği şekilde
değerlendirilmektedir.[797]
Netice olarak şu
söylenebilir ki, Abdullah b. Zübeyr, Hz. Hüseyin’in Hicaz’da kalmasını kendi
istikbali açısından olumlu karşılamıyordu. Bu sebeple de Kûfe’den gelen davet
mektupları karşısında çekingen davranan Hz. Hüseyin’i huruç etmesi için teşvik
ve tahrik etti. Buradan onun, Hz. Hüseyin’in ölümünü istediği sonucuna
varılmamalıdır. Zira bu hurucun bir felaketle neticeleneceğini ne Hz. Hüseyin
ne de İbn Zübeyr önceden bilemezdi.
Rivayetlerden
anlaşıldığına göre, Hz. Hüseyin’e yakınlığıyla bilinenler ve dönemin önde gelen
şahsiyetlerinin ikaz ve tavsiyelerine rağmen o, Kûfe’ye gitme kararından
vazgeçmedi. İleride de belirtileceği gibi Hz. Hüseyin bu sebeple de bir takım
eleştirilere maruz kaldı.
KÛFE’YE YOLCULUĞUN BAŞLAMASI
Kaynaklarda
belirtildiğine göre Hz. Hüseyin, Müslim b. Akîl’in kendisine gönderdiği ilk ve
müsait haberden cesaret bularak aile efradı ile birlikte 8 Zilhicce 61 yılında
Kûfe’ye gitmek üzere yola çıktı.[798]
Hz. Hüseyin’in Mekke’den
Kûfe’ye gitmek için harekete geçtiğini öğrenen Mekke valisi Amr b. Saîd, ona
engel olmak istediyse de bunu başaramadı.[799]
Hatta Hz. Hüseyin’in yola çıkmasından biraz önce Yezid’de İbn Abbas’a
mektup yazarak ondan Hüseyin’in hurucuna mani olmasını rica etti. Ancak İbn
Abbas, Yezid’e yazdığı cevâbî mektubunda buna gücünün yetmeyeceğini bildirdi.[800]
Hz. Hüseyin’in Mekke’den
ayrılması ve Kûfe’ye doğru gitmesi daha önce de belirtildiği üzere Müslim b.
Akil ve Hani b. Urve’nin başlarım Şam’a getiren elçilere Yezid’in verdiği bir
mektupla Küfe valisi Ubeydullah b. Ziyad’a haber verildi. Ayrıca Mervan b.
el-Hakem ile Mekke valisi Amr b. Saîd’in de bu olayı haber vermek maksadıyla
Ubeydullah’a birer mektup yazdıkları belirtilmektedir.[801]
Öyle anlaşılıyor ki,
Ubeydullah, kendisinden beklenildiği gibi, Hz. Hüseyin’e engel olmak ve etkisiz
hale getirmek için gerekli hazırlıkları yapmaya başladı. Diğer taraftan Kûfe’de
Müslim b. Akîl’in ilk’ mektubunda belirttiği olumlu havanın Ubeydullah
tarafından bozulduğundan, taraftarlarının dağıtıldığından ve işlerin tamamen
Emevî devletinin lehine dönüştüğünden habersiz bir şekilde yoluna devam eden
Hz. Hüseyin, yolda karşılaştığı bazı kimselerin onu caydırmak için
söylediklerine de itibar etmeyerek yoluna devam etti.[802]
Müslim b. Akîl’in
öldürüldüğünü Sa’lebiyye[803] veya
Şerâf[804]
mevkiinde öğrenen Hüseyin b. Ali kendisine geri dönmesini tavsiye edenleri
dinlemek istedi. Yanındakilerden bazıları “Allah (celle celâlühü) için buradan
geri dön. Kûfe'de senin yardımcın te tarafların yoktur. Hatta onların sana
karşı tavır almalarından korkarız” dediler. Bu sözler karşısında Hz. Hüseyin,
geri dönmek istediyse de Müslim b. Akîl’in kardeşlerinin Kûfe’ye gidip intikam
almak ya da ölmek hususunda ısrar etmeleri üzerine Hz. Hüseyin yola devam
etmeye karar verdi.[805]
Kûfe’de olup bitenleri
duymasına rağmen IIz. Hüseyin’in yolculuğunu sürdürmesi dikkati çekmektedir.
Demircan’ın da ifade ettiği üzere “Herhalde Hz. Hüseyin, Müslim’in
öldürülmesinden sonra bile, Kûfelilerin sözlerinde durarak kendisine destek
olacaklarım tahmin ediyordu. En azından hiçbir şey olmamış gibi kolayca
kendisini terkedip “Ubeydullah’ın tarafına geçeceklerine ihtimal vermiyordu.”[806]
Nitekim Hz. Hüseyin’in
geri dönme isteğinden Müslim’in kardeşlerinin ısrarı üzerine vazgeçtiği
rivayetinin sahih olmadığım söyleyen Caferiyân, “Çünkü o zaman sadece İmam
değil, İmam’ın yanındakiler bile Kûfe’ye güveniyor ve olup bitenleri şöyle değerlendiriyorlardı:
“Sen Müslim’e benzemesin, Kûfe’ye varınca halk seni destekleyecektir”
demektedir.[807]
Ayrıca şunu da belirtmek
gerekir ki Hz. Hüseyin’in Mekke’ye geri dönmesi halinde bu sefer kendisini
nasıl bir âkibetin beklediğinden de emin değildi. Kûfe’lilerin kendisiyle
görüşmeleri halinde ikna olunacaklarını ve tekrar saf değiştireceklerini de
düşünmüş olmalıdır.
Hz. Hüseyin’in Kûfe’de
olup bitenleri duymasına rağmen yola devam etmeye karar vermesiyle ilgili
olarak İbrahim Beydûn şu gerekçeyi göstermektedir: “Zira Hz. Hüseyin, iktidarın
cüretinin kendisini öldürmeye kadar varacağını düşünmüyordu.”[808]
Diğer taraftan Yezid’in
kendisine yazdığı mektup üzerine Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gelmekte olduğunu
öğrenen Ubeydullah, onu durdurmak için harekete geçti. Bu amaçla 4000 kişilik
bir orduyu Husayn b. Numeyr komutasında Kadisiyye’ye[809]
gönderdi. Bu ordu Kûfelilerin Hz. Hüseyin ile irtibatım önlemekle
görevlendirildi. Bununla amaçlanan, Hz. Hüseyin taraftan olanların Kûfe’den
aynlıp ona katılmalarınıve bir güç oluşturmalarını engellemekti.[810]
Ubeydullah 1000 kişilik
bir birliğin başına Hurr b. Yezid’i tayin etti ve ondan Hz. Hüseyin’i takip
etmesini ve Kûfe’ye getirmesini istedi[811]
Hz. Hüseyin ile
Kadisiyye’ye 3 mil uzaklıkta bulunan bir mevkiide karşılaşan[812] Hurr
komutasındaki birlikler, Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye götürmek için teşebbüse
geçtiler, ancak gerçekleştiremediler.
Kaynaklarda Hz. Hüseyin
ve Hurr arasında bu esnada gerçekleşen samimi ilişkilere ve konuşmalara
ayrıntılı bir şekilde yer verilmektedir.[813]
Bununla birlikte görülmektedir ki Hurr, görevi icabı Hz. Hüseyin’in geri
dönmesine de Kûfe’ye gitmesine de engel olmaktan geri durmadı. Bir anlamda Hz.
Hüseyin’i bu iki yönün dışında mecburi bir başka yöne sevk etti
Yola çıkıldığı andan
itibaren görülmeye başlanılan Hz. Hüseyin’in safına katılmalar burada da sürdü;
Hurr tarafından engellenmeyen bazı kimseler de Hz. Hüseyin’in tarafına
geçtiler.[814]
Hurr’un kararlı tutumu
karşısında Hz. Hüseyin, başka bir yol tuttu. Önce Ninova’ya[815]
sonra da Kerbela’ya giden Hz. Hüseyin ve taraftarları burada konaklamak zorunda
bırakıldı. Onların buraya gelmesinden bir gün sonra da, Ubeydullah’ın
gönderdiği Ömer b. Sa’d komutasındaki birlik buraya ulaştı. Hz. Hüseyin’in
Kerbela’ya inişiyle ilgili olarak tercih olunan tarih 2 Muharrem 61 Perşembe /
2 Ekim 680 Salı[816]dır.
İbn A’sem’in
naklettiğine göre Hurr, Ubeydullah’a Hz. Hüseyin’in Kerbela’ya indiğini
bildirdi. Bunun üzerine Ubeydullah, Hz. Hüseyin’e aşağıdaki mektubu gönderdi:
“Ey Hüseyin, Kerbela’ya
indiğini öğrendim. Emiru’l-müminîn Yezid b. Muaviye benden, ‘seni öldürmedikçe
veya sen benim ve Yezid b. Muaviye’nin vereceği karara razı olmadıkça’ yumuşak
yastığa başımı koymamı ve karnımı doyurmamamı emretti.” Buna karşılık Hz.
Hüseyin, onun mektubunu kaldırıp atarak şöyle dedi: “Kendi arzularım Allah (celle
celâlühü)’ın rızasına tercih eden topluluk kurtuluşa ermez.” Ayrıca mektubu
getiren elçiye, cevap yazmayacağım, zira Ubeydullah’ın artık azabı hak ettiğini
ifade etti. Hz. Hüseyin’in bu sözleri karşısında Ubeydullah kızmıştır.[817]
Ubeydullah, Kûfelileri
iyi tanıyan bir kimse olarak Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gelişiyle onların tekrar
Emevî devletine cephe alabilecekleri düşüncesiyle bir takım tedbirler aldı.
Kûfe’nin önde gelen şahsiyetlerine çok miktarda para ve mal verdi[818] Bunun
sonucunda da Küfe eşrafı onun yanında yer aldı; diğerlerinin kalpleri Hz.
Hüseyin ile birlikte, ama kılıçlan ona karşı oldu.[819]
Aynca Kûfelilerin Hz. Hüseyin’e karşı oluşturulacak bir hareket içerisinde yer
almalarım islediği için onları Küfe dışında topladu Böylece onların Hz.
Hüseyin’e yardımcı olmalarım önlemenin yanında muhtemelen hâdiselerin
sorumluğuna onları da ortak etmek için bu yola gitti[820]
Bunun yanısıra
Ubeydullah’ın, Hz. Hüseyin ile mücadelede bütün Kûfelilerin katılımını
sağlayarak, Kûfe’deki desteği tamamen ortadan kaldırmayı amaçladığı da
düşünülebilir. Bu sebeple de, kendisinin Kûfe’den ayrıldığı bir dönemde, yeniden
herhangi bir hareketin oluşmasına firsat verecek şartlara imkan tanımamak
istedi.[821]
Hüseyin b. Ali’nin
Kerbela’ya indiğini, Hurr b. Yezid’den aldığı mektupla öğrenen Ubeydullah,
kafilenin sarp ve müstahkem yerlere sığınmasına engel olunmasını, susuz
ve savunmasız bir yerde konaklamaya mecbur edilmesini istedi. Rey valiliğine
getirilen Ömer b. Sa’d b. Ebî Vakkas’a da ordusuyla Hz. Hüseyin üzerine
yürümesini ve meseleyi halletmesini emretti.[822]
Kaynaklarda ayrıntılı
bir şekilde anlatıldığına göre Ömer b. Sa'd, önce bu görevi kabul etmek
istemediyse de Ubeydullah onu daha önceden vaad ettiği Rey valiliğine tayin
etmemekle tehdit edince valilik makamım elinden kaçırmamak için bu vazifeyi
kabul etti.[823]
Hz. Hüseyin’in mecburî
iskana tabi tutulduğu Kerbela mevkiine gelen Ömer b. Sa’d’m komutasındaki 4000
kişiyle birlikte Ubeydullah tarafından Hz. Hüseyin’i durdurmakla
görevlendirilenlerin sayısı 5000’i buldu.[824]
Hz. Hüseyin, Ömer b. Sa’d gönderdiği elçiye kendisini Kulelilerin çağırdığını,
18000 kişinin biat ettikten sonra biatlannı bozduğunu, dönüp gitmek istediğin
de Hürr b. Yezid’in engel olduğunu ve kendisini buraya kadar gelmek zorunda
bıraktığım anlattı ve izin verin dönüp gideyim” dedi.[825]
Ömer b. Sa’d, Hz. Hüseyin ile çarpışmak istemediği için bu cevaptan memnun kaldı
ve durumu Ubeydullah b. Ziyad’a bildirdi. Ubeydullah ise Yezid’e biati
önermesini ve kabul etmemesi halinde kafilenin su ile irtibatım kesmesini
istedi. Bunun üzerine kafilenin su ile irtibatı kesildi.[826]
Durumun vahametini
anlayan Hz. Hüseyin yanındakilere dönerek, dileyenin ayrılabileceğini, çünkü
durumun umduğu gibi olmadığım, Kûfe’de şartların aleyhlerine geliştiğini
söyledi. Onun bu sözleriyle kendisiyle birlikte yolculuğa çıkanları aldatmamayı
istediği belirtilmektedir. Şöyle ki; Hz. Hüseyin’e yolda iştirak edenler,
gitmekte oldukları Kûfe’de her şeyin Hz. Hüseyin’in lehinde geliştiği
düşüncesiyle bu yolculuğa başladılar. Zira Hz. Hüseyin onlara Küfede işlerin
yolunda olduğunu söyledi. Oysa şimdi durum değişti. Hz. Hüseyin’in söylediğinin
aksine Kûfe’de onlar için hiç iyi olmayan bir akıbet gözüküyordu. Dolayısıyla
Hz. Hüseyin kendisine katilardan aldatmış olmaktan çekiniyordu. Zira bu hem
onların aldatılmış olmalarına hem de savaşma ihtimalinden uzak oldukları için
de mağlubiyete yol açabilirdi. Bu sebeple de Hz. Hüseyin, dileyenler bu savaşa
katılmayabilir ve bizi terk edebilir dedi.[827]
Rivayetlerin bildirdiğine göre Hz. Hüseyin’in bu sözleri üzerine yolda bu
kafileye katılanlar ayrıldılar.[828] Dolayısıyla
Mekke’den Hz. Hüseyin'le birlikte yola çıkanların oluşturduğu az bir grup
kaldı.
Ömer b. Sa’d ile Hz.
Hüseyin’in, gizlice birden fazla görüştükleri ve bu görüşmelerden birinde Hz.
Hüseyin’in Ömer b. Sa’d’a üç teklifte bulunduğu rivayet edilmektedir. Bu
teklifler şunlardır :
1.
Bırak da geldiğim yere
(Hicaz’a) geri döneyim.
2.
Yezid’in yanma gitmeme
izin ver. Ben de onun yanma gideyim elimi onun eline koyayım. O da benim
hakkımda dilediği gibi hüküm versin.[829]
[830]
[831]
(Yani ona biat edeyim)
3.
İslâm serhadlerinden
birine gitmeme ve orada cihadla uğraşmama izin ver.
Hz. Hüseyin’in Ömer b.
Sa’d’a yukarıdaki tekliflerde bulunduğunu söyleyen tarihçilerin yanında139
bazı gerçekler ileri sürerek bu tür tekliflerin Hz. Hüseyin tarafından gündeme
getirilmediğini belirtenler de vardır.
Hz. Hüseyin’in
yukarıdaki teklifleri yapmadığını savunanların en büyük delili ise Ukbe b.
Sem’ân’ın şu rivayetidir: “Ben Medine’den, Mekke’ye, Mekke’den de Irak’a kadar
Hüseyin’le beraber bulundum. Onun yanından hiç ayrılmadım. Onun öldüğü ana
kadar yaptığı bütün konuşmalarım da dinledim. Yemin ederim ki onun iddia
olunduğu gibi elini Yezid’in eline koymak veya sınır bölgelerinden birine
gitmek istediğini söylediğini duymadım. O, sadece, “beni bırakın da geldiğim
yere döneyim, ya da beni bırakın da şu uçsuz bucaksız arazide bekleyen
insanların durumu ne olacak anlayayım dedi.”[832]
Şemsüddün’e göre “îmam
böyle bir şeyi asla söylemiş olamaz. Böyle söyleyecek olsaydı savaşı
sürdürmesine gerek kalmazdı. Böyle bir haberi yaymakla Emevîler, Hz.Hüseyin’in
Kerbela’da gösterdiği yiğitliği, azmi ve kahramanlığı gizlemek; onun
korkak bir kişi olduğunu belirtmek istediler.”[833]
Söz konusu tekliflerin
varlığım kabul eden tarihçilere göre zaten Hz. Hüseyin’le savaşmak istemeyen
Ömer b. Sa’d, çok memnun olur ve durumu bir mektupla Ubeydullah’a bildirir.
Ubeydullah bu teklifleri olumlu karşılarsa da Sıffin’de Hz. Ali’nin safinda
çarpışanlardan Şemir b. Zilcevşen, ona önemli bir fırsatı kaçırmış olacağını
hatırlatarak Fırat nehriyle irtibatı kesilen, ümitsizlik içindeki Hüseyin’i
isteğine boyun eğdirmesini veya cezalandırmasını söyledi. Bunun
üzerine Ubeydullah, Ömer b. Sa’d’a sert ifâdelerle dolu bir mektup yazarak
Hüseyin’le savaşmasını, aksi halde kumandayı Şemir b. Zilcevşen’e terk etmesini
bildirdi. Şemir karargâha 9 Muharrem Perşembe günü ulaştı.[834]
Belâzürî’nin belirttiğine
göre bu tekliflere olumsuz cevap gelmesinden sonra Hurr b. Yezid, beraberindeki
askerlerden bazılarıyla birlikte Hz. Hüseyin’in safina geçti.[835]
KERBELA VAKASI
Hz. Hüseyin ve
beraberindekilerin tamamına yakının ölümüyle neticelenen Kerbela olayı Aşûrâ
günü, yani 10 Muharrem 61/10 Ekim 680 tarihinde[836]
başladı ye aynı gün sona erdi.
Ömer b. Sa’d’ın
sancağıyla geçip ilk oku atması üzerine başlayan savaş, birbirine denk olmayan
kuvvetler arasında tam bir dram şeklinde devam etti ve Hz. Hüseyin’in savaşa
başlarken 23 süvariyle 40 piyadeden oluşan askerleri kısa sürede azaldı.[837]
Hz. Hüseyin’in Sinan b. Enes[838] veya
Havlî b. Yezid[839]
tarafından önce öldürülüp sonra da başı kesilene kadar devam eden çatışma
bundan sonra insanlık adına utanılacak manzaralara sahne oldu.
Bu çatışma esnasında Hz.
Hüseyin’in taraftarlarından 72 kişi, Ömer b. Sa’dın ordusundan ise 88 kişi
öldü.[840] Hz.
Hüseyin ve taraftarları öldürüldükten sonra başları gövdelerinden ayrılarak,
vücutlan soyuldu ve bir takım hakaretlere maruz bırakıldılar. Ubeydullah’ın
emriyle Ömer b. Sa’d’ın görevlendirdiği 10 kişi atlarıyla Hz. Hüseyin’in cansız
bedenini çiğnettiler, onu toza toprağa bulaştırdılar.[841]
Ömer b. Sa’d ve askerleri iki gün
daha burada kaldılar, kendi taraftarlarından ölenlerin cenaze namazını
kıldıktan sonra defnettiler. Hz. Hüseyin ve taraftarlarının cenazeleri ise
ancak Ömer b. Sa’d’ın ordusunun Kerbela’yı terk etmelerinden sonra, Benî Esed
kabilesine mensup el-Gâdiriye[842]
köylüleri tarafından defnedildi.[843]
HZ. HÜSEYİN’İN BAŞI VE ESİRLERİN ŞAM’A GÖNDERİLMESİ
Hz. Hüseyin ve taraftarlarının
öldürülmesinden sonra başları kesilerek Kûfe’de bulunan Ubeydullah b. Ziyad’a
gönderildi. Rivayetlere göre Kûfe’ye mızrakların uçlarında getirilen kesik
başlardan Hz. Hüseyin’in başı Ubeydullah’ın huzuruna konuldu, Ubeydullah ise
elindeki bir sopa ile Hüseyin’in dudaklarına vurdu. Bunun üzerine orada bulunan
Ebü’l-Bereze el-Eslemî[844]
onun bu hareketine karşı çıktı.
İbn Ziyad, Hz. Hüseyin
ve taraftarlarının başlarım mızrakların uçlarına taktırarak Küfe sokaklarında
teşhir ettirdi[845]
Öyle anlaşılıyor ki İbn
Ziyad, böylece kendisine karşı gelecek kimselerin sonunun nasıl olacağını
göstermek istiyordu.[846] Belki de
Kûfe’lilerin çabucak değişebileceğinden endişelenen İbn Ziyad, kesilen başlan
ve Hz. Hüseyin’in hayatta kalan yakınlarını hemen başından sevketmek istedi.
“Baş ile diğer Ehl-i Beyt mensuplarının Kûfe’de kalmasının insanların
kalplerinde yankı uyandıracağım hisseden İbn Ziyad, bunların daha fazla Kûfe’de
kalmasının tehlikeli olabileceğini düşünerek”[847]
bunları Şam’a gönderdi.
Hz. Hüseyin’in Başının Şam’a Götürülmesi
Bu konuda farklı
bilgiler bulunmaktadır. Ubeydullah’m Hz. Hüseyin’in kesik başım ve sağ
kalanları Şam’a göndermediğini söyleyenlerin[848]
yanısıra, daha ziyade bunun gerçekleştiği belirtmektedir.[849]
Yezid’in huzuruna getirilen
kesik başa ve esirlere nasıl davrandığı hakkında bilgi vermeden önce baş ve
esirlerin Şam’a getirilmediğini söyleyenlerin ileri sürdükleri gerekçeler
üzerinde durmak gerekmektedir.
İbn Teymiyye’ye göre
“Hz. Hüseyin’in başının Yezid’e taşınması ve onun elindeki sopayla başa
hakarettte bulunması iddiası asılsızdır, yalındır. Bu husustaki haberler
münkatı senetlerle rivayet edilmektedir. Aslı yoktur. Bu rivayetlerin uydurma
olduğuna işaret eden hususlar vardır. Çünkü söz konusu rivayetlerde “Yezid’in, Hz.
Hüseyin’in dişlerini çubukla dürttüğü, orada bulunan Enes b. Mâlik ve Ebû
Bereze gibi sahabilerin bu harekete karşı çıktıkları...” belirtilmektedir. Bu
bir iltibas (karıştırma) dır. Zira bunu yapan Yezid değil, İbn Ziyad’tır.
Sahihler ve müsnedlerle nakledilen de bu şekildedir. Hz. Hüseyin’in
öldürülmesini emreden İbn Ziyad tarafından yapıldığını gösteren diğer bir
hususu da, rivayetlerde adı geçen Enes b. Mâlik ve Ebû Bereze gibi sahâbilerin
Şam’da değil de Irak’ta bulunmalarıdır. Dolayısıyla böylesi bir iddiayı dile
getirenler görüşlerine neyi delil olarak kullandıklarını bilmemektedirler...”[850]
Görüldüğü gibi Hz.
Hüseyin’in başının ve esirlerin Yezid’in huzuruna getirilmediğini söyleyen İbn
Teymiyye, bunların Kerbela’dan Kûfe’ye oradan da Medine’ye gönderildiğini, bunu
bildiren rivayetlerin senetlerinin de muttasıl olduğunu iddia etmektedir.[851]
Ubeydullah b. Ziyad’m
daha önce öldürülen Müslim b. Akil ve Hâni b. Urve’nin kesik başlarım Yezid’e
göndermesi ve bu dönemde mevcut olan adet, Hüseyin’in başının da Yezid’e
gönderilmiş olabileceği ihtimalini güçlendirmektedir. Ancak Hz. Hüseyin’in
başının Şam’a götürülmüş olması, Yezid’in Hz. Hüseyin’in başmı sopayla
dürttüğünü ispat etmez.[852]
Öyle anlaşılıyor ki
Ubeydullah, kesilen başların ve esirlerin Kûfe’de kalmasının Kûfelilerin
tepkisine neden olacağını, belki de isyanlarına sebep olacağını düşünüyordu.
Böylesi bir sıkıntıdan kurtulmak için bunları doğrudan Medine’ye göndermektense
Şam’a göndermeyi tercih etti.[853] Zira
Şam’a değil de Medine’ye gönderilmesi halinde Yezid’in tavrının ne olacağım
bilemezdi. Ayrıca Medilelilerin tepkilerini de tahmin edemezdi. Muhtemelen
Ubeydullah, bunları Yezid” göndermekle tüm bu sıkıntıları başından savmış
olacaktı.
Yezid’in Baş ve Esirlere Karşı Muamelesi
Kaynaklarda Yezid’in Hz.
Hüseyin’in başına karşı sergilediği tutumla ilgili olarak iki ayrı bilgi
bulunmaktadır. Bazı tarihçiler Hz. Hüseyin’in başının İbn Ziyad’ın
görevlendirdiği Zahr b. Kays'82 tarafından Yezid’in huzuruna
getirilmesinden sonra Yezid’in ona hakaretlerde bulunduğunu söylemektedirler.
Diğer taraftan böyle bir hakaretin gerçekleşmediğini belirtenlere de
rastlanılmaktadır.
Birinci grupta yer alan
tarihçilere[854] [855] göre Hz.
Hüseyin’in başı Yezid’in huzuruna getirilip, bir tasın içerisinde, orta yere
konuldu. Yezid, orada bulananların gözü önünde elindeki sopa ile Hz. Hüseyin’in
ağzı, dişleri ve gözlerine dürterek hakarette bulundu. O esnada Zeyd b. Erkam
veya Ebû Bereze el-Eslemî, Yezid’i böyle yapmaması için ikaz ettiler. Bunlar
Yezid’e “Çek o sopayı, çünkü biz senin sopayla hakaret ettiğin dudakları
Rasullullah’m öptüğünü gördük. Ey Yezid! Sen kıyamet günü Allah (celle
celâlühü)’ın huzuruna İbn Ziyad’ın şefaatiyle çıkacaksın, Hüseyin ise Hz.
Muhammed’in şefaatiyle çıkacaktır” dediler. Bu ikaz üzerine Yezid, elindeki
sopayı çekti.[856]
Diğer taraftan Kerbela
ve sonrasındaki gelişmelerle ilgil ayrıntılı bilgiler veren bazı tarihçilerin
Yezid’in böyle bir tavrından ya hiç söz etmedikleri ya da şüpheli ifadelerde
bulundukları görülmektedir. Örneğin Şiî tarafgirliğiyle bilinen İbn A’sem,
Kerbela ile ilgili teferruatlı malumatlar verirken, Yezid’in Hz. Hüseyin’in
başıyla oynadığı ve hakarette bulunduğu şeklinde bir şey söylemez.[857] el-Yâfii
ise başın Şam’a götürüldüğünü, oradan da Medine'ye gönderildiğini ifade
etmektedir.[858] Belâzürî
ise Yezid’in Hz. Hüseyin’in başına hakarette bulunduğunu söylerken onu ikaz
edenlerle ilgili tereddütlerini izhar etmektedir. Ona göre Yezid’i ikaz eden
Ebû Bereze veya ensardan herhangi bir kimsedir.[859]
Yezid’in Hz. Hüseyin’in başına
sopayla hakaret ettiği ve bu esnada aşağıdaki şiiri okuduğu
söylenmektedir.[860]
Keşke Bedir’deki atalarım
mızrakların vuruşundan korkan Hazrec’in korkusuna şahit olsalardı.
Kendilerine
güvenip sevinç çığlıkları atarlardı ve sonra da
Sorma ey Yezid,
Onların ileri gelenlerini
öldürdük, Bedir ile tarttık, eşit geldi diyeceklerdi.
Ancak bu beyitlerde
Hazrecliler’den bahsedilmesinden dolayı söz konusu beyitlerin Harre olayından
sonra söylenmiş olduğunun tarihçiler tarafından zikredildiği
hatırlatılmaktadır. Çünkü Kerbela olayına Hazreçten kimse katılmadı. Bu
beyitler Abdullah b. ez-Zib’arî’ye aittir.[861]
Yezid’in açıkça küfür
gerektiren bu şiiri Kerbela’da söylemediği gibi Harre vakasında da söylemediği,
bunun Şiî tarafgirliğiyle bilinenlerce uydurulduğu belirtilmektedir.[862]
Kaynaklarda Hz. Hüseyin
başı ve esirlerin Şam’a getirilmesi üzerine Yezid’in üzüldüğü ve hatta ağladığı
ittifakla nakledilir. Ayrıca onun kendisine bunları getirenlere müjde.
vermediği gibi hoşnut kalmadığını gösteren sert ifadelerde de bulunduğu
bildirilir.[863]
Yezid’in olanlar karşısında
üzüldüğü ve bütün bunlara sebep olarak gördüğü Ubeydullah b. Ziyad’a yönelik
sitemlerde bulunduğu görülmektedir. Nitekim Yezid’in şöyle söylediği bildirilir
:
-“Ben sizin Hüseyin’i
öldürmeksizin itaatinizden razı olurdum. Allah (celle celâlühü) Sümeyye’nin
oğluna (İbn Ziyad’a) lanet etsin. Şayet Hüseyin bana gelseydi, onu kendi haline
bırakırdım. Allah (celle celâlühü) ona rahmet etsin!”[864]
-“Ben sizin Hüseyin’i
öldürmeksizin itaatinizden razı olurdum. Şayet benimle karşılaşsaydı suçunu
bağışlardım. Allah (celle celâlühü) Sümeyye’nin oğluna (tbn Ziyad) lanet etsin.
Hüseyin’in benden isteyecekleri çocuklarımın helâkına sebep olsaydı bile ben
elimden geleni ona verirdim. Ancak elden ne gelir ki; Allah (celle celâlühü)’ın
taktir ettiği gerçekleşir ve onu hiç kimse engelleyemez.”[865]
-“Ubeydullah’ın, Hz.
Hüseyin ile akrabalık ve yakınlığı olsaydı onu öldürmezdi”[866]
Rivayetlerden de
anlaşıldığı kadarıyla Yezid, en azından o an için olanlar karşısında üzüntüsünü
dile getirerek Ubeydullah’ı bu yaptıklarından dolayı kınadı. Muhtemelen de bu
üzüntü ve pişmanlığı hafifletmek için Hz. Hüseyin’in hayatta kalan yakınlarına
da gayet iyi davrandı. Şam’da kaldıkları sürece onlara izzet-i ikramda bulundu
ve kendilerinden gasp edilen mallarım fazlasıyla iade etti. Ayrıca onların
salimen Medine’ye gidebilmeleri için gerekli hazırlıkları yaptırdı ve Şam’dan
tayin ettiği şahısların refakatinde yolcu etti.[867]
Medine’ye götürülen Hz.
Hüseyin’in başı Yezid’in direktiflerine binaen Medine valisi Amr b. Saîd
tarafından kefenlettirilerek annesi Fatıma bnt. Muhammed’in Baki mezarlığındaki
kabrinin yanına defolundu.[868]
Hz. Hüseyin’in başının
defholunduğu yer hakkında birbirini tutmayan mekanlar zikredilir. Medine’de
Baki mezarlığına Necefte babasının yanına, Küfe dışında bir yere, Kerbelâ’da
cesedinin konulduğu kabre, Dımaşk’ta bilinmeyen bir yere, Rakka’ya hatta Kahire
veya Semerkand’a gömüldüğüne dair rivayetler bulunmaktadır.[869]
Kerbela olayından sonra
bir takım enteresan olayların meydana geldiği nakledilir ki, bunların ihtiyatla
karşılanması uygun olacaktır. Hz. Hüseyin ve yakınlarına duyulan sevgiyle
onların ardından duyulan üzüntünün psikolojisiyle ortaya çıktığı düşünülen bu
rivayetlerde belirtilenlere inanmak ne Hz. Hüseyin’e ve taraftarlarına ne de
günümüz insanlarına fayda sağlayacaktır.[870]
L-KERBELA OLAYINDA SORUMLULUĞU BULUNANLAR
Hz. Hüseyin ve
yakınlarından pek çok kimsenin feci bir şekilde katledilmesi ile neticelenen
Kerbela olayında kimlerin hangi yönüyle kusurlarının olduğu kesin olarak ortaya
konulamaz. Çünkü bu olay toplumsal bir hareketin sonucu olarak meydana geldi.
Tarihi bir birikimin tesirleriyle vücut buldu. Bir takım menfaatlerin elde
edilmesi umuduyla gerçekleştirildi. Hepsinden de öte kimilerine göre siyasi,
kimilerine göre ise dini bir karakter taşımaktadır. Bu sebeplerle Kerbela
faciasından kimin sorumlu olduğunu tam olarak ortaya koymak mümkün
görünmemektedir. Emir komuta esasıyla gerçekleşen bu faciada emredenin
sorumluluğuyla, emrolunanın sorumluluğunu yerli yerince tesbit etmek güç
olacaktır. Bununla birlikte bu hususta yapılan değerlendirmeler ışığında
fertlerin sorumlulukları az da olsa ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Hz. Hüseyin’in Sorumluluğu
Taba Hüseyin, Hz.
Hüseyin’in isyanla başlayan ve şehid edilişiyle neticelenen hareketi için
şunlan söylemektedir: “Bazıları Hz. Hüseyin'in devlete isyan ettiğini, Küfe’ye
giderek oranın halkını itaatten ve cemaatten ayırmak istediğini, müslümanların
arasında babasının döneminde olduğu gibi yeniden savaş çıkarmak istediğini
söylüyorlar. Diğer taraftan Yezid ve valisi İbn Ziyad’ın ise devletin korunması
ve ümmetin birliğini temin için gayret gösterdiklerini belirtenler var. Şayet
Hz. Hüseyin, hiçbir teklife yanaşmayıp illa da savaşta ısrar etmiş olsaydı
yukarıdaki iddia doğru olabilirdi. Oysa Hz. Hüseyin yolculuğu esnasında bir
takım tekliflerde bulundu. Bunlardan her biri sulh ve sükûneti temin edecek
nitelikteydi. Örneğin Mekke’ye dönmesine izin verilseydi o, Mekke’ye dönerdi ve
savaşa gerek kalmazdı.”[871]
Kerbela’da yaşanılan
facianın sorumlularının kimler olduğu hususunda Işş’ın söyledikleri dikkat
çekici niteliktedir; Işş’a göre bu olayda Hz. Hüseyin, sahip olduğu bazı
ihtiraslar sebebiyle sorumludur. Bu ihtiras, ikazlara rağmen onu Kûfe’ye
gitmeye şevketti. Oysa pek çok kimse onu, Kûfe’ye gitmemesi hususunda uyardı.
Akıllıca hareket Mekke’de kalmayı ya da Yemen'e gitmeyi gerektirirdi. Halbuki
o, hisleriyle hareket ederek Kûfe’ye gitti[872]
Ayrıca Hz. Hüseyin’in bu
olayda aşağıdaki kusurlarının bulunduğu söylenmektedir:
-Düşmanlarıyla
muharebeye giderken kendisine kâfi gelecek hazırlıkları yapmadı. Yeterli sayıda
silah ve asker toplamadığı gibi gerekli planları da oluşturmadı.[873]
-
Kendi akrabalarından, eş ve
dostlarından yapılan ikazlara aldırış etmeyerek şura prensibini hiçe saydı.[874]
-
Kûfelİlerin zayıf karakterli
olduklarını bildiği halde yoluna devam etti. Üstelik Müslim b. Akil ve Hâni b.
Urve’nin başına gelenleri duymasına rağmen yapılan geri dön çağrılarına da
kulak asmadı. O bütün bunlara rağmen Kûfelilere güvenini muhafaza etme
yanlışlığına düştü.[875]
- Hz.
Hüseyin sonu belli olmayan bir harekete tüm alie fertlerinin canlarını
tehlikeye atarak girişti. En azından işlerin vuzuha kavuşmasına kadar
yakınlarından bazılarını götürmemesi, aksi halde olası bir savaşm tüm ehl-i
beyt’in felaketine neden olacağı ikazlarım da dinlemedi.[876]
Görüldüğü gibi Hz.
Hüseyin, Kerbela olayında isyana kalkışmakla değil de takip ettiği metot
bakımından sorumlu sayılmaktadır.
İbn Ziyad ve Komutanlarının Sorumluluğu
Ubeydullah b. Ziyad,
daha önce de belirtildiği üzere Hz. Hüseyin tarafından yapılan şartlan -tamamen
lehine olmasına rağmen- kabul etmeyip adeta Hz. Hüseyin ile savaşmak için
uğraştı. Aynca Yezid’in emirlerini hiçe sayarak kendi keyifince hareket etti.[877]
Ateş’e göre “Gerek tbn
Ziyad ve gerekse Şemir b. Zi’l-Cevşen, Hüseyin’in öldürülmesinden ve yanında bulunan
aile efradının yok edilmesinden dolayı Yezid’in kızgınlık duyacağını bilselerdi
Hüseyin’e hiçbir zaman kabul etmeyeceği ve edemeyeceği bir şartı, İbn
Ziyad’a teslim olmak şartım, teklif etmezlerdi Bunlar kadar ilgi çeken bir
konuda o kadar askeri güce rağmen Ömer b. Sa’d’ın Hz. Hüseyin’i canlı olarak
yakalamamasıdır. Onun bu gaye ile hareket ettiği hakkında en küçük bir
rivayet yoktur. Bundan başka hücumlar hâsseten Hüseyin’e müteveccihen
yapılabilirdi. Çoluk çocuğun öldürülmesine gerek kalmazdı. Bunlar, İbn Ziyad'ın
orada yalnız Hüseyin'in şahsını bertaraf etmek gayesi ile hareket etmediği,
belki de daha hain planlar tasarlamış ve tatbik etmiş olduğu zannını
vermektedir.”[878]
Sırma’ya göre ise
Kerbela öncesinde iki ordu karşılaşınca, Kûfelilerin ihaneti sonucu, Hz.
Hüseyin’in savaşmamayı bile düşünmesine rağmen, İbn Ziyad’m mutlaka onu
öldürerek işkence yapılmasını istemesi keza islâmın “eman” müessesesini
yıkmıştır. Çünkü eman isteyen gayr-ı müslim bile olsa, ona silah çekilmez.”[879]
Işş ise İbn Ziyad’ın Emevî
devletinin valilere tanıdığı geniş yetkileri kötüye kullandığını
belirtmektedir. Yezid, Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gitmek üzere harekete geçmesinden
sonra İbn Ziyad'a “seninle savaşmadıkça kimseyle savaşma” diye emretmesine
karşılık İbn Ziyad bu emri hiçe sayarak Hz. Hüseyin’in savaşmak istememesine
rağmen onunla savaştı.”[880]
Ukaylî’ye göre ise Hz.
Hüseyin’in öldürülmesinin sorumluluğunun büyük bir kısmı Ubeyullah b. Ziyad’a
aittir.[881] Ayrıca
İbn Ziyad, Hz. Hüseyin’i öldürmesi için kışkırtan Şemir b. Zi’l-Cevşen ve
makam-mevki uğrunda Hz. Hüseyin’le olan yakınlığını hiçe sayarak onu ve
arkadaşlarım hunharca katleden Ömer b. Sa’d da bu olaydan sorumludur.”[882]
Gelişmelerden
anlaşılabildiği kadarıyla Yezid taralından Hz. Hüseyin’i durdurmakla emrolunan İbn
Ziyad ve komutanları, bu emri yerine getirmek için kraldan fazla kralcı bir
tavır sergilediler. İbn Ziyad, kendisine verilen bu emri ifa etmek için gerekli
her yolu yapabileceği düşüncesiyle Yezid’e danışmadan ve onun emrini alma
ihtiyacım duymadan harekete geçti öyle anlaşılıyor ki sonuçta devletin lehine
olacak bir işi yaptığından dolayı mükafatlandırılacağım düşünüyordu. Bu sebeple
de babasının ve kendisinin Basra ile Kûfe’de yıllardır uyguladıkları en etkili
yönteme, YARGISIZ İNFAZA, İDAMA VE İŞKENCEYE TEREDDÜTSÜZ BİR ŞEKİLDE BAŞVURDU.
KÛFEIİLERİN SORUMLULUĞU
Koksal’m da belirttiği
gibi Kerbela faciasının sorumları bir veya birkaç kişi değildir. Ona göre “Bu
facianın belli başlı sorumluları, kendisinden başka imam ve önder
tanımadıklarını, yoluna baş koyduklarını ve her hususta kendisine yâr ve
yardımcı olacaklarını artarda gönderdikleri elçiler, yağdırdıkları mektuplarla
bildirilerek Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye ısrarla davet ettikten sonra, İbn Ziyad’a
harar ve çuvallar dolusuna satılıp Hz. Hüseyin’den yüz çeviren ve bu ihanetleri
yetmiyormuş gibi, onu Kerbela’da kuşatarak şehid eden ve ettiren Küfe
eşrafıdır.
Küfe
eşrafından sonra, mevki ve makam ihtirası gözlerini bürümüş ve Kûfelilerin Hz.
Hüseyin’e biatlannı Yezid’e jurnal edecek kadar şahsiyetsizleşmiş olan Ömer b.
Sa’d gelir. Bu zavallı adam, Hz. Hüseyin’le aralarındaki akrabalığı bir yana
iterek tüyler ürpertici Kerbela cinayetinin kumandasını üzerine almış, yapılan bütün nasihat
ve uyarmalara rağmen buradan sıyrılmak, kurtulmak yolunu tutmamıştır.”[883]
Kûfelilerin, Kerbela
faciasındaki tutumlarının onların kişilikleriyle ilişkili olduğu söylenebilir.
Nitekim Caferiyan bu hususu şu şekilde ifade etmektedir: “Tarih kitaplarında ve
halk arasında bir atasözü olarak Kûfelilerin hilekâr ve hâin oldukları,
aralarında ahde vefa etmenin çok az görüldüğü yaygın olup biz de, Kûfelilerin
ruhsal karakterleri hakkında onların aceleci olduklarına ve karar vermede bu
aceleciliklerinin daima kendilerine ve hükümdarlarına zarar verdiğini
söyleyebiliriz. Çabucak incinmeleri ve bunun yanında çabucak ikna olmaları ve
isyan etmeleri bu halkın ruhlarına işlemiştir.”[884]
Öyle anlaşılıyor ki Hz.
Hüseyin’i isyana teşvik eden ve onu memleketlerine davet eden Kûfeliler,
Ubeydullah’ın asılsız tehditleriyle hemen sözlerinden dönmüşlerdir. Üstelik Kerbela’da
aktif olarak rol almışlar ve Hz. Hüseyin’in katline bizzat katılmışlardır.[885]
Yezid’in Sorumluluğu
Kerbela’da meydana gelen
felaketle Yezid’in sorumluluğu hakkında tarihçilerin iki kısma ayrıldıkları
görülmektedir. Bazı tarihçiler Yezid’in bu olayda sorumluluğunun bulunmadığım
veya asgari derecede olduğunu söylerken bir kısım tarihçiler ise söz konusu
olayının başlıca sorumlusunun Yezid olduğunu ileri sürmektedirler. Birinci
grupta yer alan tarihçilerin görüşleri şöyledir.
Yezid, Hz. Hüseyin’in
öldürülmesini emretmeyip, olayı duyduktan sonra üzüldü ve sebep olanları
kınadı. Yezid, Hz. Hüseyin’in hurucunu kötü neticelere yol açacağı için hiç
istemedi ve bunu engellemek için her türlü çareye baş vurdu.[886]
Yezid savaşmak istemeyip
Hz. Hüseyin’in Küfe’ye hurucunu önlemek için elinden geleni yaptı. Hz.
Hüseyin’in Kûfe’ye gitmeye karar vermesi üzerine Abdullah b. Abbas’a mektup
yazarak ondan Hüseyin’e engel olmasını istedi. Üstelik İbn Ziyad’da “seninle
savaşmadıkça kimseyle savaşma” diye emir gönderdi. Bütün bunlar onun savaş
taraftarı olmadığını gösterir.[887]
Yezid olayların bu
şekilde neticeleneceğini ummuyordu. Evet belki Hz. Hüseyin ve taraftarları
üzerine ordu göndermişti. Ancak Yezid, hiçbir zaman olayların bir facia haline
dönüşmesini istemiyordu, Yezid, belki de şunu unutmuştu; insanlar bir kere başı
boş bırakılınca, onlara bir kez serbestlik tanınınca bir daha onların kontrol
altına alınması imkansızlaşır.[888]
Yezid’in Kerbela faciası
sebebiyle Ubeydullah’a kızmasına karşılık ona herhangi bir ceza verdiğine dair
bir bilgi bulunmamaktadır. Onun bu tavrının daha sonraki dönemlerde farklı
şekillerde değerlendirmelere yol açtığı görülmektedir.
Ukaylî’ye göre Yezid’in İbn
Ziyad’ı cezalandırmamasının sebebi şuydu: “İbn Ziyad, çalkantılar içerisinde
bulunan Irak’ta şiddetiyle, basiretiyle ve işlere hakimiyetiyle en yeterli
şahıstı. Bu sebeple Yezid, ona tutunup güvendi. İbn Ziyad’m yeterliliği
özellikle Yezid’in aleyhine firsat kollayanların zuhuru esnasında daha iyi
görüldü. Aynı durum, Kerbela’dan sonraki dönem için de geçerli olduğuna göre,
Ubeydullah’ı görevden alması düşünülemezdi.”[889]
İbn Temiyye ise “İbn
Ziyad ve adamlarının bütün yaptıklarının Yezid’in iktidarım korumak için
yapılması sebebiyle Yezid onları cezalandırmadı”[890]
demektedir.
Ağırakça, Yezid’in
sorumluluğu ve olaya müdahalesi konusunda şunları söylemektedir: “Meseleye Sünni ve Şiî bir gözle bakmaktan ziyade daha
çok İslâmi naslar çevresinde yaklaşmak ve haktan yana tavır takınmak
gerektiğini, Allah (celle celâlühü) ve Rasûlüne, İslâmi ahkâma inanan herkesin
teslim edeceği bir gerçektir. Meseleyi bu günkü müslümanlara aktarırken
gerçekten İslâm’m sağlam kaynaklarından bilgileri aktardığımızda İslâm
ahkamının devlet yönetimi ile ilgili nasslannın bu dönemde inhiraf çizgisine
yaklaştınldığı ve gerçekten sapmaların meydana geldiğini görmek gayet basittir.
Ancak Yezid ve babası Muaviye’nin yönetimle ilgili yaptıkları bu sapmanın asla
saklanamayacağı bir gerçek olduğu gibi, Kerbela vakasında da Yezid’in oynadığı
rolden çok Ubeydullah b. Ziyad’ın öldürme hususunda en büyük pay sahibi
olduğunu görmekteyiz. İktidarı tam olarak eline geçirmiş bulunan Yezid, bütün
bunlara rağmen kendisini güçlü hissettiğinden dolayı etrafına 70-80 kişiyi
toplamış olan ve Mekke’ye geri dönmek istediğini defalarca söyleyen Hz. Hüseyin’i
öldürme konusunda emir verdiğine dair en ufak bir bilgiyi göremiyoruz. İslâmi
yönetimin sapmasına sebep olmak durumu ayn, Hz. Hüseyin’in öldürülmesine emir
verme durum ayrı olarak değerlendirilmesi gerekir. Hz. Hüseyin’in öldürülmesi
konusunda insafi elden bırakmadan Yezid’in bu konuda bir emrinin olmadığını ve
bu hâdiseden dolayı da gerçekten üzüldüğünü görmekteyiz.”[891]
İkinci grupta, yani
Kerbela olayında Yezid’in büyük oranda sorumlu bulunduğunu söyleyenler ise şu
noktalar üzerinde durmaktadırlar:
Yezid bir takım emirler
veriyor, ancak bu emirlerin nasıl uygulandığım ve neticelerinin ne olduğunu
takip etmiyordu. Olay nasıl gelişiyor, kimler ne yapıyor bunu araştırmıyordu.
Bu sebeple de hiç te ummadığı sonuçlarla karşılaşıyordu.[892]
Yezid komutanlarına Hz.
Hüseyin ve taraftarlarının gerek biatlerinin alınması gerekse Kûfe’ye
gitmelerinin engellenmesi hususunda sert emirler veriyordu. Komutanlar da bu
emre binaen tavizsiz hareket ediyorlardı. Bir başka ifadeyle Yezid,
kararlarında sertlik yanlısı imajı vermektedir.
Işş’a göre Yezid,
hikmet, hilm ve basiretli davranmak yerine kılıca başvurmayı tercih etti.
Babası Muaviye görmezlikten gelinmesi gereken olaylara gözünü kapıyor; el
atması gereken olayları ise mutlaka ele alıyordu. Yezid ise böyle yapmak yerine
kılıca başvurdu.[893]
Vekil ise Yezid’in
muhaliflerine karşı sertliğe başvurmasıyla ilgili olarak onun istişareyi terk
etmesini sebep olarak göstermektedir. Vekil’e göre Yezid, sadece Müslim b. Ukbe
ve Dahhak b. Kays ile istişarede bulunuyordu. Başkasıyla fikir alış-verişinde
bulunmuyordu. Oysa bu ikisinin hayatlarında kötülük hâkimdi. Her ne kadar
bunlar Muaviye’nin danışmanlığını yapmışlarsa da Muaviye, hilmi ve otoritesiyle
onların tutarsızlığına engel oluyordu. Ancak Yezid, babasının bu özelliklerine
tam anlamıyla sahip değildi.[894]
Yezid, emri dışında
hareket eden görevlileri cezalandırmadı. Bunun yerine olanların arkasından
üzülmek ve ağlamakla yetindi.
Gelişmelerden
anladığımız kadarıyla Yezid, Hz. Hüseyin’in öldürülmesini istemedi.
Öldürüldüğünü duyduğunda çok üzüldü. Hz. Hüseyin’e rahmet dileyerek, İbn
Ziyad’a lanet okudu Ayrıca Hz. Hüseyin’in hayatta kalan yakınlarına iyi
muamelede bulundu. Ancak Yezid’in tavrı bununla sınırlı kaldı. Örneğin
emretmediği halde Hz. Hüseyin’i öldürerek emrine isyan eden İbn Ziyad’ı
görevden almadığı gibi, herhangi bir mektupla onu azarlamadı da. Onu Kûfe’de
görevinin başında bıraktı.[895] Bu da
gösteriyor ki Yezid-her ne kadar da neticeden hoşlanmamışsa da büyük bir
rakipten kurtulmakla rahatladı.[896]
Öyle anlaşılıyor ki
Yezid, bir taşla iki kuş vurmuş oluyordu. Ağlayarak ve Hz. Hüseyin’e olan
sevgisini dile getirerek müslümanlann kalplerini kazanırken ortaya çıkabilecek
her isyanın üzerine gönderebileceği avanelerini de yerinde bırakmış oluyordu.[897]
Ganim’e göre “Bazıları
Hz. Hüseyin’in hareketinin bastırılmasının halife olması sebebiyle Yezid’in bir
görevi olduğunu söylemektedirler. Bu doğru Ancak kabul edilemez olan husus ise
Yezid’in intikam hırsıyla hareket edip isyanı bastırmada aşırılığa kaçmasıdır.
Bu ise Muaviye’nin siyasetinin tam tersi bir siyasettir. Muaviye, dış
siyasette, özellikle Bizans’a karşı çok çetin ve azimli olurken, iç siyasette
ise gayet tavizkar bir tutum sergiledi Yezid ise çeşitli bahanelerle Bizans’a
karşı girişilen fütûhatı yumuşattı, içte ise isyana kalkışanlara karşı çok
çetin ve müsamahasız davrandı.”[898]
Sarıçam da Yezid’in
sorumluluğuyla ilgili olarak şu değerlendirmede bulunmaktadır: “Ubeydullah’ın
Müslim b. Akîl’i öldürdüğünü dikkate alarak Hz. Hüseyin’i de öldürebileceğini
tahmin etmesi ve talimatım ona göre dikkatli ve açık bir şekilde vermesi
gerekirdi. Bu hususta devlet başkanına düşen, son derce ileri görüşlü olmak ve
olayın hangi boyutlara varabileceğini hesaplamaktır. Fakat Yezid, bunu yapmadı,
işi bir bakıma oluruna bıraktı. Üstelik halife devletin başı olması hasebiyle
valilerin tasarrufundan da sorumludur. Olayı bizzat iştirak etmemesi ve eline
kılıcı alıp savaşmamış olması masumiyeti için yeterli sebep değildir.
Ubeydullalı’a lanet okuması acizliğinin bir ifadesi olmalıdır. Ancak bu
acizliği, Ubeydullah’ı Hz. Hüseyin’in taraftarlarım cezalandırmak için Kûfe’ye
tayin ederken göstermedi.”"'
Welhausen ise bu olayda
en büyük sorumluluğun Yezid’e ait olduğu görüşündedir. Ona göre “Eğer
Hüseyin’in öldürülmesi bir cinayet idiyse, asıl suç ondaydı; çünkü şiddetli
tedbirler alması için Ubeydullah’ı Kûfe’ye gönderen odur. Olay onun işine
yaradı ve önceleri işin bu şekli alışına sevindi; eğer sonraları adamına kızmış
idiyse bunda da hükümdarların kötü işleri adamlarının omuzlarına yüklemek
hakkını kullandı...”'
Netice olarak eylemi
yapma sorumluluğunun, emri veren Ubeydullah b. Ziyad ve emri yerine getiren
Ömer b. Sa’d’a ait olduğu, ancak baştaki idareci olarak Yezid’in de sorumlu
olduğu söylenmelidir. Elbette Yezid’in sorumluluğuyla kılıcı sallayan kişinin
sorumluluğu bir değildir. Bununla birlikte olay mahallinde bulunmaması, Yezid’i
masum kabul etmemizi gerektirmez. Çünkü idareciler, memurlarının yaptıklarından
sorumludurlar. Eğer memurlarının icraatlarını paylaşmıyorlarsa bunu sözleriyle
değil fiilleriyle ortaya koymalıdırlar.[899]
[900] [901] Oysa
Yezid, önce bu olaya üzüldüğünü gösteren bir tavır sergilerken sonrasında ise
bu üzüntüsünün gereğini yapmayarak söz konusu felaketin sorumluluğunun üzerinde
kalmasına göz yumdu. Belki de ilk planda büyük bir muhaliften kurtulmuş olmak
-istemediği yöntemlerle de olsa- onu memnun etmiş olmalıdır.
KERBELA OLAYININ ÖNEMİ VE SONUÇLARI
Kerbela’da gerçekleşen
mücadele, tarihte en kısa süren olaylardandır. Başlamasıyla bitmesi sadece
yanın gündür. Ancak bu olay talihte en çok yankı uyandıran olaylardandır. Bu
yankı günümüze kadar sürdü.[902]
Dolayısıyla bu kadar büyük tesirleri olan bir hâdisenin neticelerinin
bilinmesi, olayın öneminin daha ciddiyetle kavranılmasına yardımcı olacaktır.
Kerbela vakasının sonuçlanma, gerçekleştiği dönemle sınırlı kalmadığı, bu
olayın geçmişten günümüze kadar pek çok hususta etkilerinin olduğu
söylenebilir. Buna göre Kerbela” ın neticelerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1-
Şianın güçlenmesine yol açtı. Şiî dünyası,
Şiîliğin hareket noktası ve temel şahsiyeti Hz. Ali olmakla birlikte, şehid edilişinin
arka planında varlığını sürdürebilen güçlü bir siyasî kuruluş
bulunmadığından bu olayla fazla ilgilenmiyordu. Hz. Hüseyin’in şehadetini ise
Şiîliğe hayat veren bir kaynak telakki ederek İçtimaî ve siyasi hayatın
parolası haline getirdi.[903]
Hüseyin’in maruz kaldığı
bu fecî akibet Ali taraftarlarının saflarım sıklaştırarak, zihinlerdeki teşeyyû
fikrini geliştirdi Önceleri nazarî bir siyasî görüş durumunda olan Şiîliğin,
bir akide halini almasına sebep oldu.[904]
Bu elim olay sadece dağınık
halde bulunan Şiîleri birleştirmekle kalmamış (zira daha önce Şiîlik siyasi bir
düşünceydi ve zayıftı) aynı zamanda da Şiîliğin kalplerde kök salmasına vesile
oldu. Hz. Peygamber’den sonra Hz. Ali’nin taraftarları azınlıktaydı. Bunlar
Ali’nin imamete daha çok hak sahibi olduğunu savunuyorlardı. Ancak Kerbela’da
Ali evladının kam akıtılınca teşeyyû fikri ‘Âl-i Beyt’in’ halifeliğe daha çok
hak sahibi olduğu şekline dönüştü. Onların akıtılan kanlan Şiîlik tohumlarım
yeşertti.[905]
2-
Abdullah b. Zübeyr, Hz. Hüseyin’in
vefatından sonra halifeliğin ilan etti. Zira Kerbela’dan sonra Emevî devletine
karşı oluşan muhalefet lidersiz kaldı. İbn Zübeyr, bundan istifade ederek
halkın biatini temin etti Daha önce de belirtildiği gibi Hz. Hüseyin’in hayatta
olduğu müddetçe hilafetin kendisine verilmeyeceğini bilen İbn Zübeyr, bu
olaydan sonra meydanı boş buldu.[906]
Fığlalı’nın ifadesiyle
“...Hz. Hüseyin’in şehadetinden sonra Abdullah b. Zübeyr’in Mekke’de
halifeliğini ilan etmesi, öyle görünüyor ki, yalnız Yezid’e karşı menfi hisler
besleyen samimi müslümanların değil, aynı zamanda Hz. Ali ve soyuna taraftar
olanların ve bilhassa Hz. Hüseyin’in hunharca şehadetinden sonra Emevîlere
karşı düşmanlık hisleriyle dolu olan kütlelerin de manevi desteğini
kazandırdı.”[907]
3-
Kerbelâ faciasından sonra Emevîlere karşı
beslenen düşmanlık ve kin duygusu güçlendi; bu olay birçok ayaklanmanın hareket
noktası oldu.[908]
Kerbelâ faciası, bu
olayın meydana gelişinden kısa süre sonra ortaya çıkacak olan hemen bütün
hareketlerin bahanesi haline geldi. 65/684-685’de Tevvâbûn ve ondan sonra
Muhtar es-Sakafî hareketi bunlar arasında önemli bir yere sahiptir.[909]
4-
Bu olay uzun vadede Emevî devletinin
yıkılmasına yol açtı. Kerbela faciasından sonra Şia, bütün gayretiyle Emevî
iktidarından kurtulmaya uğraştı. Uzun vadede de bunu başardı. Yani bu olay,
uzun vadede Emevî devletinin yıkılmasına sebep oldu.[910]
Mehran, Kerbela’da uğranılan yenilgiden sonra Emevî devletiyle başa
çıkamayacağını anlayan Şiîlerin bundan sonra kılıçla mücadele etmek yerine
davalarını sürdürmek için takiyye prensibine sarıldıklarını belirtmektedir.[911]
5-
Bu olay zulme karşı baş kaldırmanın,
isyanın prototipi oldu. Şehristânî’nin ifadesiyle “Hz. Hüseyin, kıyamıyla,
münker (kötü) olan her şeye karşı, insanların onları engellemek için harekete
geçmelerine yol açtı. Hz. Hüseyin’de isteseydi, Yezid’in kendisine temin
edeceği nimetlerden istifade eder, bu sebeple de onların yaptığı kötü işlere
göz yumardı. Ancak o, inandığı değerler uğruna böylesi bir sıkıntıya razı
oldu.”[912]
Mehran ise diğer
Şiîlerin de hemen hemen tamamında görülen bir yaklaşımla şöyle söylemektedir:
“Şu bir gerçek ki Kerbela gibi büyük bir katliam, herhangi bir sonuç, tesir
bırakmadan unutulup gitmez. Hz. Hüseyin zaten böylesi bir akıbeti bekliyordu.
Ayrıca kendisine karşı bu fiili işleyenlerin de cezasız kalmayacaklarım
biliyordu. Hüseyin bir plan dahilinde isyan etmiş, plan başarısız olunca da
ölümü tercih etmişti. O, kendisini öldürmeleri halinde Emevîlerin başına
gelecek kötülüklerin farkındaydı. Eğer Kerbela’da başarılı olsaydı, bu başarıyla
elde edemeyeceği sonuçlardan daha fazlasını, düşmanlarının kendisine karşı
zafer elde etmesiyle ulaştı.”[913]
6-
Yezid’in nefretle anılmasına sebep oldu.
Hangi gerekçeler ve şartlarla olursa olsun Peygamer’in sevgili torunun
öldürülmesi, Yezid döneminde gerçekleştiği için o, tarih boyunca kötü bir yâd
ile anıldı. Hatta bu sebeple bazı kimseler onu tekfir ve tel’in ettiler (bu
hususa ileride işaret olunacaktır). Öyle ki Şia’nın da gayretiyle bu isim
kötülere ve kötülüklere nisbet olunur bir hale geldi Günümüzde bile hiç
kimsenin çocuğuna bu adı vermemesi söz konusu ismin iyi bir imajının
olmadığının delilidir.[914]
Ayrıca Kerbela’dan sonra
Haşim oğullarının bir süre herhangi bir siyasî faaliyete girmedikleri; bu
olaydan sonra güçlenen Şia’nın bir süre sonra da fırkalara ayrıldığı
görülmektedir. îmamiyye, Keysaniyye vs.[915]
Hz. Hüseyin’in şehid
edilmesi ve bu haberin duyulmasıyla alâkalı rivayetler bize geldikleri en eski
şekilleri altında biraz romanlaştırılmış olsa da, müslümanlann kalplerinde
kapanmaz bir yara açarak onları derinden sarstı.[916]
Dahası İslâm dünyasının siyasal ve mezhep açısından bir daha vahdetine
imkan vermeyecek şekilde bölünmesine sebep oldu.
BEŞİNCİ BOLUM
KERBELA SONRASI YEZİD’ÎN MUHALİFLERİYLE MÜCADELESİ
Abdullah b. Abbas,
Yezid’e böylesi bir işe karışmayacağını söyleyerek tarafsız kaldı.5
Yine aynı maksatla
Yezid, Abdullah b. Zübeyr’i biate ikna etmeleri için Nu’man b. Beşîr
başkanlığında bir heyeti Mekke’ye gönderdiyse de bunların bütün gayretlerine
rağmen İbn Zübeyr, biate yanaşmayıp, Yezid hakkında da ağır hakaretlerde
bulundu.6
Yezid, gayretlerinin bir
netice vermemesinden sonra Amr b. Saîd’e, Abdullah b. Zübeyr’in üzerine bir
ordu göndermesini emretti. Medine valisi bu emir üzerine harekete geçerek,
Abdullah’a karşı şahsî kini en fazla olan kimseyi araştırmaya başladı. Amr,
Medine’ye vali olduğunda Abdullah b. Zübeyr’in kardeşi Amr b. Zübeyr’i şehrin
emniyet işleriyle (Sâbibu’ş-Şurta) görevlendirdi7
Amr b. Saîd’e emniyet
müdürü Amr’ın, kardeşinin en fâzla düşmanı olduğu haber verildi. Bunun üzerine
Medine valisi, Abdullah b. Zübeyr’in üzerine kardeşi Amr’ın komutası altında
bir ordu göndermeye karar verdi.8
Bu iki kardeşin
arasındaki düşmanlığın sebebi hakkında kaynaklarda bir bilgi bulunmamakla
birlikte annelerinin ayn oluşunun bu düşmanlıkta rolü olduğu düşünülebilir.
Çünkü Amr’ın annesi Kaysilere sempati duyan Abdullah b. Zübeyr’e düşmanlık
besleyen Kelb kabilesine mensuptu.9
Amr b. Saîd’in Mekke
üzerine muharebe için ordu göndermesine bazı kişiler tarafından karşı çıkıldığı
bildirilmektedir.10
Ayçan,
Hicrî İlk Üç Asırda Zfibeyrî
Ailesinin Siyasî ve İlmî Hayattaki Yeri, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi),
Ankara 1984, s. 52; Bazı tarihçiler, Yezid’in, İbn Zübeyr’i altından bir
kelepçeyle yanına getireceğine dair yaptığı yeminini hafilettiğini, hatta bu
maksatla yeminini de sadık kalmak üzere altından bir ince zinciri boyunana
takması için İbn Zübeyr’e gönderdiğini söylemektedirler. Ancak İbn Zübeyr’in
bunu da kabul etmediği zikredilmiştir,
Mekke’ye gelen Amr b.
Zübeyr’in ordusu Zî Tuvâ[917] [918] denilen
Mevkide karargah kurdu. Abdullah b. Zübeyr ise bunlara karşı Mekke’de kendini
destekleyenler ile birlikte Musa b. Abdurrahman b. Avf ve Abdullah b. Safvan’ı
çıkardı.[919]
Amr b. Zübeyr
komutasında Zi Tûva mekvinde konaklayan ordunun 700 veya 2000 kişiden oluştuğu
söylenmektedir.[920]
Kaynaklarda Amr b.
Zübeyr’in ordusunun büyük bir kısmının Medine’deki Mevâliden oluştuğu ve çok
azının divana (divânü’l-cünd’e) kayıtlı olduğu belirtilmektedir.[921] Ayrıca
bu insanların para için savaşa katıldıkları, aslında Abdullah b. Zübeyr’e
sempati duydukları ve savaş disiplininden çok uzak oldukları da kaydedilir.
Buna karşılık Abdullah b. Zübeyr’in gönderdiği birliklerin Hicaz'ın deneyimli,
azimli ve hırslı kimselerinden oluştuğu bildirilmektedir.[922]
İki ordunun
karşılaşmasında Medineliler mağlup oldular. Amr b. Zübeyr yakalandı ve hapse
atıldı. Onun daha önceden Emniyet müdürlüğü esnasmda Abdullah’a sempati
duydukları için dövdürdüğü Mekkeliler çağırıldı. Bu insanların Amr b. Zübeyr’e kısas
uygulamasına izin verildi Amr, hapisten çıkartılıyor, dövülüyor sonra tekrar
hapse atılıyordu. Buna daha fazla dayanamayarak öldü.[923]
Hz. Hüseyin’in vefat
ettiği günlerde gerçekleşen bu olaydan sonra Abdullah b. Zübeyr’in itibarının
arttığı ve Mekke’de daha da güçlendiği söylenebilir.[924]
Kıster’in belittiğine
göre Abdullah b. Zübeyr’den biat almakta başarısız olan Amr b. Saîd, 61 yılının
Zilhicce ayının ilk günlerinde Yezid’in huzuruna gitti ve başarısızlığının
sebebi olarak düzenli bir orduya sahip olmamasını gösterdi. Yezid de haklı
olarak onu azarlayarak niçin Suriye’den düzenli askeri birlikler istemediğini
sordu.”[925]
Öyle anlaşılıyor ki
“Yezid, mücadele ve kan dökmenin iyi gözle görülmeyeceği mukaddes Mekke’ye
sığınmış olmasından dolayı Abdullah b. Zübeyr üzerine ciddi olarak varmaktan
kaçındı.”[926]
Ancak İbn Zübeyr, Yezid
ile gerçekleşen bu ilk mücadele ile gelecekte hafife alınacak bir muhalif
olmayacağım ortaya koydu.
Abdullah b. Zübeyr,
kardeşi Amr’ın ölümünden sonra Mekke’de istediği şekilde hareket etmeye
başladı.[927] Bu
esnada sık sık gündeme gelen ve türlü entrikalarla gerçekleşen vali tayinleri
de onun Mekke’de rahat hareketine zemin hazırlamış olmalıdır.
Kendisine Hicaz’dan
ulaşan çelişkili haberler Yezid’in doğru karar almasına mani oluyordu. Valilikten
azledildikten sonra boş durmayan Velid b. Utbe, Medine’deki bazı Emevilerin de
desteğini alarak vali Amr b. Sâid’in elinde imkan olduğu halde Abdullah b.
Zübeyr’i yok etmediği iddiasıyla onu Yezid’e şikayet etti: Yezid, bu haberin
doğruluğunu tahkik ettirmeden Amr’ı azlederek Velid b. Utbe’yi ikinci defa aynı
göreve getirdi.[928]
Velid b. Utbe, Hicaz
valisi olunca Abdullah b. Zübeyr’i ele geçirmek için fırsat kollamaya başladı.
Ancak bunun farkına varan İbn Zübeyr, ondan kurtulmayı başardı.
Abdullah b. Zübeyr,
hileye başvurarak Yezid’e bir mektup yazdı ve şöyle dedi: “Sen bize doğru
dürüst bir şey yapmaktan ve kendisine yapılan tavsiyeyi anlamaktan bile aciz
olan bir kişiyi vali olarak göndermişsin. Şayet ahlaklı, mülayim bir adam
gönderirsen umulur ki işler düzelir. Bu dediklerime dikkat et. Zira avâmın da
havasın da kurtuluşu bundadır.”[929] Yezid,
Abdullah b. Zübeyr’in bu mektubundan ümitlenmiş olmalı ki, Velid’i azlederek
yerine tecrübesiz ve yaşı küçük Osman b. Muhammed b. Ebi Süfyan’ı tayin etti.[930]
Ayrıca Yezid’İn Anır b.
Saîd ve Velid b. Utbe gibi iki güçlü validen sonra Osman b. Muhammed gibi toy
bir delikanlıyı vali olarak atamasında onun önceki iki valinin sertlik yanlısı
uygulamalarını, bu sonuncuyla yumuşatmayı istemiş olmasından kaynaklandığı da
ifade edilebilir.
Sonuç olarak şu
söylenebilir ki; Kerbela’dan sonra da arzulanan sükunet sağlanamadı. İbn
Zübeyr, bazen sert, ancak çoğu kere yumuşak üslubu ile Yezid’i istediği
doğrultuda vali atayacak kadar aldatmayı başardı. Yezid ise Kerbela ve
sonrasında yaşanılan gerilimin normale dönüşmesi için olaylar karşısında
sertlikten yana tavır koymadı. Bu doğrultudaki hedefini gerçekleştirmesi için
Osman b. Muhammed’i vali olarak tayin etti.
MEDİNELİLERİN İSYANI VE HARRE VAKASI
Yezid döneminin ikinci
önemli olayı da Medinelilerin isyanı ve bu isyan neticesinde gerçekleşen Harre
vakasıdır. Öyle ki Yezid denildiğinde günümüz insanının zihnine ilk gelen olay
Kerbela ve Harre vakasıdır. Böylesine büyük yankılar uyandıran bir olayın nasıl
gerçekleştiği hakkında bilgi verilmeden önce söz konusu hâdisenin sebepleri
üzerinde durulacaktır.
Medinelilerin İsyan Etme Sebepleri
Sosyal bir olayın,
toplumsal bir hareketin oluşum nedenini yalnızca bir sebebe bağlamak doğru
olmayacaktır. Çünkü sosyal bir hâdisenin ortaya çıkmasında dinî, etnik,
ekonomik, psikolojik, siyasî vb. diğer sebepler rol alabilirler. Bunlardan
sadece birinin göz önünde bulundurularak konunun vuzuha kavuşturulması mümkün
değildir. Dolayısıyla Harre vakasında da birden fazla sebebin olduğu
düşüncesiyle bu sebepleri ortaya koymaya çalışacağız.
a-Dinî
Sebepler
Kaynakların tamamına
yakım, Medinelilerin Harre vakası ile neticelenen isyanlarında dini sebebin
etkili olduğunu belirtmektedirler.[931]
Dini sebeplerin böylesi bir isyanda rol oynadığını söyleyen tarihçilere göre
Harre vakasına giden süreç şu şekilde oluştu:
Velid b. Utbe’nin
azledilmesinden sonra Medine valiliğine tayin olunan Osman b. Muhammed,
Medine’nin ileri gelenlerinden oluşan bir heyeti Şam’a Yezid’in yanına
gönderdi. 62/681 yılının sonlarında gönderilen bu heyette Münzir b. Zübeyr b.
el-Avvam, Abdullah b. Ebî Amr b. Hafi b. el-Mugire el-Mahzûmî, Abdullah b.
Hanzala el-Gâsîl b. Ebî Amir el-Ensârî ve Medine'nin diğer ileri gelenleri yer
almaktaydı.[932]
Vakıdî, bu insanların
gönderilmesinin bizzat Yezid’in emriyle gerçekleştiğini, böylece Yezid’in
onların şikayetlerini dinleyeceği ve kalplerini kazanabileceğini rivayet
etmektedir.[933]
Bu grubun gönderilmesi
fikrinin Osman b. Muhammed’e ait olduğu, onun bu işteki maksadının Medineliler
ile Şam arasındaki gerginliği azaltmak ve Medinelilerin Şam’a itaatlerinin
devam ettiğini göstermek olduğunu söyleyenler de vardır.[934]
Yezid, Medine’den gelen
bu kimseleri izzet ve ikram ile karşılayıp herkese 50.000 dirhem, Abdullah b.
Hanzala’ya 100.000 dirhem, oğullarından her birine 10.000 dirhem hediye verdi.
Ayrıca Abdullah b. Zübeyr’in kardeşi Münzir b. Zübeyr’e de 100.000 dirhem
verdi. Ancak bunlar, Yezid’den gördükleri iyi muameleye rağmen Medine’ye
döndüklerinde Yezid’in aleyhinde konuşmaya başladılar.[935]
Medine’den gelen heyettekiler
Mescid’e gittiler. Medinelilerin de mescide gelmesinden sonra Yezid aleyhinde
ağır ithamlara başlanıldı.
Birisi kalktı ve şöyle
dedi: “Biz öyle bir adamın yanından geliyoruz ki, onun dini yoktur, içki
içiyor, köpeklerle, maymunlarla oynuyor, geceleri hırsızlarla ve haydutlarla
düşüp kalkıyor. Şahid olunuz ki, biz ona olan biatimizi geri çekiyoruz.”[936]
Abdullah b. Hanzala da
bu esnada bir konuşma yaptı ve şunları söyledi: “Öyle bir adamın yanından
geliyorum ki, şu çocuklarınım dışında kimseyi bulamayacak olsam bile, onları
yanıma alır ve onunla savaşırım”[937] Bunun
üzerine orada bulunanlardan bazıları “Duyduğumuza göre Yezid sana ikramda
bulunmuş ve hediyeler vermiş” dedikten sonra, ondan bunu kabul edip etmediğini
sordular. Abdullah ise şöyle cevap verdi: “Ben onun verdiklerinden sadece
kendime yetecek kadarım aldım. Bunlarla ona karşı kuvvetlenmek istedim.”[938]
Medinelilerin isyan
öncesi yaptıkları bu konuşmalarla ilgili ayrıntılı bilgiler veren Taberi’de yer
almayan ancak el-Egâni’de zikredilen bir rivayete göre ise bu konuşmalarla
halkı isyana teşvik edenler Yezid’i hal ettiklerini ifade etmek için başlarında
ki sarıkları, ayaklarındaki ayakkabıları (mest) vs. çıkartmaya başladılar;
mescit bir anda bunlarla doldu.[939]
Vakıdî’nin naklettiği
bir rivayete göre de “Medineliler isyan ettikleri gün Ümeyye oğullarını
Medine’den çıkardılar. Abdullah b. Hanzala bu esnada şunları söyledi: “Ey
kavmim! Eşi ve benzeri olmayan Allah (celle celâlühü)’tan korkun! Şayet Yezid’e
karşı isyan etmemiş olsaydık gökten üzerimize taş yağdırılacağmdan korkardım Bu
adam (Yezid) öyle birisi ki annelerle, kızlarıyla ve kız kardeşleriyle
nikahlanıyor, şarap içiyor, namazı terk ediyor. Yemin ederim ki, yanımda
benimle birlikte ona karşı mücadele edecek hiç kimse olmasa bile ben yine ona
karşı savaşırım.”[940]
Yukarıdaki verilen
rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Yezid’in kötü yaşantısına[941] Şam’a
gittikten sonra bizzat şahit olan Medine’nin ileri gelenleri, Medine’ye
döndükten sonra bunları dile getirerek halkın ona olan biatlarını geri
çekmeleri için konuşmalar yaptılar. Bu konuşmalardan sonra isyan süreci
başladı. Bir başka ifadeyle Yezid’in dine uygun olmayan yaşantısı Medinelilerin
isyan etmelerinin asıl sebebi oldu.
Diğer taraftan
tarihçilerden bazılarının da ifade ettiği üzere Medinelilerin isyanlarının
Yezid’in kötü yaşantısı sebebiyle (dini sebep) meydana gelmediğini gösteren
bilgiler de bulunmaktadır. Şöyle ki:
1-Yezid’in kötü
yaşantısı iddiasıyla isyana kalkışıldığım söylemek zordur. Çünkü Yezid iktidara
geçeli 3 yıl olmuştu. Bu zaman zarfinda Medineliler, ona biat etmiş ve sükûnet
içerisinde ona bağlılıklarım sürdürmüşlerdir. Kötü yaşantı öyle birden bire
ortaya çıkmaz; iddia olunduğu gibi şayet Yezid, dine ters davranışlar
içerisinde idiyse bunun mutlaka önceden başladığı söylenilmelidir. Oysa
Medinelilerin bundan önce bu doğrultuda bir şikayetlerine rastlanılmaz.[942]
1-
Kaynaklarda Abdullah b. Ömer ve Muhammed
İbnü’l-Hanefiyye ile ilgili anlatılan iki rivayete göre de Medinelilerin
zikredilen sebeplerle isyanları doğru kabul edilemez.
Medineliler, Yezid’in
yanından döndükten sonra Abdullah b. Muti ile arkadaşları, Muhammed b.
Hanefiyye’nin yanına giderek onu Yezid’e olan biatim geri çekmeye çağırdılar.
Ancak o, gelenlerin bu isteğini kabul etmedi. İbn Muti, ona: “Yezid, içki
içiyor, namaz kılmıyor, kitabın hükmü dışına çıkıyor” deyince Muhammed b.
Hanefiyye, onlara şöyle cevap verdi:
-
“Bu anlattıklarınızı Yezid’de görmedim.
Oysa ben onun yanında bir süre kaldım. Onun namaza devam ettiğini, hayır ve
iyiliği araştırdığım, fikhı sorduğunu, sünnete bağh olduğunu gördüm.”
-
“O, böyle yapmışsa, sana karşı riyakarlık
için yapmıştır.”
-
“O, benden korkacak veya benden bir şey
umacak değildir ki, bana karşı böyle davransın. Onun içki içtiğini nereden
biliyorsunuz, gördünüz mü? Eğer görmüşseniz demek ki, siz de onunla birlikte
içtiniz. Görmediyseniz, o zaman bilmediğiniz bir hususta şahitlik yapmanız size
helal olmaz...”[943]
İsfahânî’nin kaydettiği
bir rivayete göre ise Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Ömer’in evde olmadığı bir
sırada onun evine giderek, karısına Yezid’in aleyhinde bir takım sözler söyledi
Ancak İbn Ömer eve döndüğünde karısını dinledikten sonra İbn Zübeyr’in de
gerçek endişelerinin dini olmadığına dair sözler söylediği nakledilmektedir.
(Îsfahânî, Egânî, 1,27-28)
2-
Dini gerekçelerle yapılan isyan sadece
Medineliler ile sınırlı kalmazdı. İslâm devletinin değişik yörelerindeki
müslümanlar da bu tür isyanlarda bulunurlardı veya en azından Medinelilere
destek olurlardı. Halbuki Harre vakası esnasında böyle bir dayanışmanın
olduğuna dair bilgi bulunmamaktadır.
3-
Savaşın az öncesinde Abdullah b. Cafer ile
görüşen Yezid’in Medinelilere bir takım vaatlerde bulunduğu, böylece onları
isyandan vazgeçirmeye çalıştığı görülmektedir; onlara yaz ve kış mevsimlerinde
ayrı ayn olmak üzere iki maaş bağlayacağını, Medine’deki buğday fiyatlarım
Şam’daki buğday fiyatları seviyesine indireceğine vb. sözler verdiği de
nakledilmektedir.[944] Bu da
gösteriyor ki Yezid, isyana sebep olarak bir takım ekonomik konular üzerinde
durmuş, kendi yaşantısı ve uygulamalarıyla ilgili dine ters bir davranışın
düzeltileceği hususunda herhangi bir şey söylememiştir. Oysa isyan ateşinin
sönmesi için vaatler yapılırken bu vaatlerin isyana sebep olan huzursuzlukların
halledilmesine yönelik olması en uygun hareket olurdu.
b-Ekonomik
Sebepler
Harre vakasının dini
sebeplerden ziyade ekonomik nedenlerle gerçekleştiğini söyleyen Vakıdî’nin
anlattıkları oldukça önemlidir. Kitabü’l-Harre adlı bir eser de yazan
Vakıdî’nin konuyla ilgili söyledikleri en muahhar bilgiler olma niteliğindedir.[945] Ayrıca
o, Hicazlılarm tarihini en iyi bilen kişi olarak bilinmektedir.[946].
Vakıdî’nin güvenirliği rivayet etmiş olduğu haberlerin senedindeki
titizliğinden kaynaklanmaktadır. Örneğin Harre vakasıyla ilgili rivayetinde ta
İbrahim b. İsmail b. Ebî Habib el-Ensâri’ye kadar sened zincirini ulaştırır. Bu
şahıs ise 161/781 de ölen Benî Abdi’l-Eşhel’in azathsıydı. Teracim kitaplarında
belirtildiğine göre İbrahim ise söz konusu bu rivayetini Osman b. Afvan
ailesinin Mekke’deki mevlası olan Dâvûd b. el-Hüseyin’den aldı. Dâvûd b.
el-Hüseyin ise Harre vakasından sadece 72 yıl sonra (135/752) öldü. Tarihi
kaynakların belirttiğine göre, Medinelilerin isyanı esnasında Ümeyye
oğullarından Hz. Osman (r.a)’ın ailesine mensup olanlar Medine’den çıkarılmadı.[947] O halde
Dâvûd b. El-Hüseyin’den Harre vakası ile ilgili gelen rivayetler mevsuktur
diyebiliriz. Zira muhtemeldir ki, bu şahıs, olaya bizzat iştirak eden
kimselerle görüştü. Hatta aynı şahsın “Tesmiyetü men
Kutile bi’l-Harre”
adında bir kitap yazdığı da[948]
bildirilmektedir. Vakıdî’nin kendisinden kısa süre önce yazılan bu kitabı
okuduğu söylenebilir...”[949]
Vakıdî’nin
“Kitâbü’l-Harre” adıyla yazdığı, ancak günümüze kadar ulaşmayan bu kitaptaki
bilgiler, rivayetler Ebü’l-Arab ve Semhûdî tarafından kaydedilerek bize kadar
ulaştırıldı.[950] Kısmen
Ya’kubî ve İbn Kuteybe tarafından da tekrarlanan bilgiler Vakıdî’nin bahsolunan
rivayetine benzemektedirler.[951] Vakıdî
tarafından rivayet edilen bu haber, Medinelilerin isyan sebeplerinin ekonomik
gerekçelerle ilişkisinin olduğunu ortaya koymaktadır:
“Harre vakasını ilk defa
kışkırtan İbn Mîna’dır.[952] İbn
Mina, Muaviye’nin Medine’deki Savâfi’sinin[953]
âmiliydi. O sırada Medine’de çok sayıda Savâfi vardı. Muaviye Medine’den çok
miktarda gelir elde ediyordu.[954]
İbn Mina, beraberindeki
adamlarıyla her yıl olduğu gibi yine Muaviye’ye ait malların gelirlerini almak
için harekete geçti. Belhâris b. el-Hazrec yurduna gelinceye kadar hiç kimse
onlara engel olmamıştı. İbn Mina’nın adamları, bunların evlerini yıkıp
duvarlarını da delip geçtiler. Bunun üzerine Belhâris b. Hazreç’liler, İbn
Mina’ya şöyle dediler: “Senin böyle yapmaya hakkın yok. Senin bu tür
davranışların bize zarar veriyor.” Bundan sonra İbn Mina, bir iş yapamadı.
Adamlarım çalıştırmak için sabah götürüp akşam getiriyordu. Onun adanılan bazen
tam gün çalışırken bazen de bir kazma bile vurmadan geri dönüyorlardı. Bu durum
daha fazla sürünce İbn Mina, durumu valiyle bildirdi; vali, o bölgenin
ahalisinden üç kişiyi İbn Mina ile gitmeye razı etti. Bunlar Muhammed b.
Abdullah b. Zeyd, Züheyr b. Ebî Mes’ûd ve Muhammed en-Nu’man b. Beşîr idi. Bu
kişilerin delaletiyle İbn Mina ve adamları, bir müddet çalışma imkanı buldu.
Ancak daha sonra Misver b. Mahreme, Abdurrahman b. el-Esved b. Abd-i Yegûs,
Abdullah b. Muti ve Abdurrahman b. Abdulllah b. Ebî Rebia bunların yanına
gittiler. Onları çalışmaktan alıkoyup kovaladılar. İbn Mina, durumu tekrar
valiye bildirdi Vali kızdı ve şöyle dedi: “Toplayabildiğin kadar mevâli topla”
Vali ayrıca beraberinde bulunan adamlarından bazılarım da İbn Mina’ya yardımca
olmaları için gönderdi.
İbn Mina beraberindekilerle
geri döndü ama bir şey yapamadı. Çünkü Ensar ve muhacirlerden oluşan bir grup,
onun çalışmasına yine engel oldu. Aralarında ufak tefek sözlü kavgalar oldu.
Bunun üzerine durum valiye iletildi.”[955]
Vakıdî yukarıdaki
rivayete şunları da ilave eder: “Bu tartışmalardan sonra Ensar ve Kureyş’ten 10
kişi valinin huzuruna gittiler. Yaptıklarından dolayı İbn Mina’yı valiye
şikayet ettiler. Ancak vali, İbn Mina’ya arka çıktı ve gelenleri azarladı.
Aralarında sert tartışmalar oldu. Sonunda vali onlara “ben sizin halifeye karşı
kin beslediğinizi ve niyetinizin hiçte iyi olmadığım halifeye yazacağım”
tehdidinde bulundu. Bunun üzerine onlar valinin yanından ayrıldılar ve İbn
Mina’ya engel olacakları hususunda fikir birliğine vardılar.”[956]
Bundan sonra vali, Medine’de
olanları halifeye bildirdi ve kendisini bekleyen güçlükleri ona hatırlattı.
Yezid, bu mektup üzerine Nu’man b. Beşir’i onlara nasihatte bulunması ve bu
işten vazgeçirmesi için görevlendirdi. Yezid, Nu’man b. Beşir’e şöyle dedi:
“Medinelilerin büyük çoğunluğu senin kavmindendir. Hiçbir şey onları
istediklerinden alıkoyamaz, ancak gerçek şu ki, onlar isyandan vazgeçerse bana
muhalefet edecek kimse kalmayacaktır.” Bu sözler üzerine Nu’man, Medine’ye
giderek onları isyandan vazgeçirmek için uğraştı. Medineliler ise Nu’man’ın
nasihat ve ikazlarına aldırış etmeyerek savaşmaya kararlı olduklarım ifade
ettiler.[957]
Vâkıdî’nin belirttiğine
göre “Nu’man b. Beşir’in Şam’a dönmesinden sonra Yezid, valiye bir mektup
göndererek ondan tehditkar ifadelerle dolu mektubu Medinelilere okumasını
istedi. Bu mektubu dinleyen Medineliler de Yezid’in gıyabında çok ağır sözler
söylediler. Yezid’in kendileriyle savaşması için bir ordu tertipleyeceğini
öğrendikten sonra Yezid’e karşı direnmeye karar verdiler.”[958]
Yukarıdaki rivayetlerden
anlaşıldığı kadarıyla “Medine’de başlayan muhalefetin ekonomik boyutu, Yezid’in
babası Muaviye dönemine kadar uzanıyordu. Medineliler valiye gidip, “Muaviye
aıiyye konusunda başkalarım bize tercih etti, bizim maşlarımıza bir dirhem bile
artış yapmadı” diyerek hoşnutsuzluklarının sebebini açıklıyorlardı. Emevi
hilafetiyle birlikte başta Muaviye olmak üzere iktidar ailesine mensup
kimselerin şehirde sahip oldukları mal miktarı Medinelileri rahatsız edecek
kadar çoğaldı. Bu siyasetin neticesinde üretim azalıp fiyatlar artmış, insanlar
geçimlerini sağlamakta zorluk çekmeye, haklarım alamamaya başladılar.
Ellerindeki malları iktidar ailesi mensuplarına satmak zorunda kaldılar.”[959]
İktidar ailesinin sahip
olduğu arazi miktarı ve buradan elde edilen gelir, Medinelilerin hayat
şartlarının iyileşmesi yönünde bir katkıda bulunmuyordu. Çünkü buralardan elde
edilen gelir[960]
görevliler tarafından toplanıyor ve Şam’a gönderiliyordu. Medineliler,
çektikleri sıkıntılar sebebiyle, iktidar ailesinin sahip olduğu mülk ve elde
ettiği gelirin yasal olup olmamasını pekte önemsemiyorlardı. Evet, belki de
Muaviye ve Yezid, Medine arazisinin büyük çoğunluğuna meşru yollarla sahip
olmuşlardı[961], ancak
daha önceden yaşanılan müreffeh hayatı özleyen ve sıkıntılara maruz kalan
Medineliler, bunlara sebep olarak Medine arazisinin iktidar ailesinin eline
geçmesini gösteriyorlardı.
Hicaz bölgesi, iktisadi
olarak kendisine yeterli olabilen bir bölge değildi. Sürekli diğer bölgelere
ihtiyaç hissetmekteydi. İslâm fetihlerinin başlamasından sonra yine de ganimet
gelirleri ile geçinmekteydi. Fetihlerin durması ile de Medine bu gelirinden
büyük ölçüde yoksun kaldı.[962]
Söz konusu sıkıntıya
maruz kalan Medineliler, arazilerini ve elde ettikleri mahsulü ucuz fiyatlarla
satmak zorunda kalıyorlardı. Bunu firsat . bilen iktidar ailesi, değerinin
altında paralarla alımda bulunuyordu.[963]
Bir başka ifadeyle
Medine arazisinin bir kısmı şu veya bu şekilde iktidar ailesinin özel mülkü
haline gelmiştir. Bir kısmı ise ya Savâfi (sahibi olmayan arazi) ya da Hıma
(koruluk, mera) addolunarak yönetimi devlet başkanına bırakılmıştı. Geriye ise
Medinelilerin istifade edebileceği çok az arazi kalmıştı. Buna bir de satın
almak zorunda kaldıkları buğday fiyatının Şam’daki fiyatın çok üstüne
çıkartılması eklenince Medinelilerin tepkisi kaçınılmaz bir hal almış ve bu
tepki isyana dönüşmüştür.[964]
c-Siyasi Sebepler.
Medinelilerin isyanına
sebep olan etkenlerden birisi de siyasidir. Hz. Hüseyin’in vefatından bir süre
sonra gerçekleşen bu isyanda Abdullah b. Zübeyr’in kendi siyasi emelleri için
Medinelileri teşvik etmesinin büyük rolünün olduğu söylenebilir.[965]
Vâkıdî’nin anlattığına
göre “kardeşi Amr b. Zübeyr’i öldüren Abdullah b. Zübeyr, Mekke’tilerden biat
almaya başladı. Ayrıca Medinelilere de bir mektup yazarak onlardan da Yezid’e isyan
etmeleri ve biatlerinin geri çekmelerini istedi. Bundan sonra Abdullah b. Mutî,
Medinelilerden onun adma biat almaya başladı. Bu durumu gören Yezid, Osman b.
Muhammed’den bir heyeti Medine’ye göndermesini istedi. Böylece onların olası
bir isyanına engel olmak ve kalplerini kazanmayı ümit ediyordu.”[966]
İbn Zübeyr,
Medinelilerin Şam’a karşı girişecekleri her hareketi destekliyordu. Zira
Medinelilerin hareketi Abdullah b. Zübeyr’in doğrudan lehine olmasa da
hareketin temel amacının Emevîlere karşı olması her iki grubu birleştiriyordu.
Aslında Hicaz kendisinden hilafet merkezinin gitmesiyle siyasi otoritesini
kaybetmişti Bu otoritesini yeniden kazanmak için çaba gösteriyordu. Mekke ileri
gelenlerinin temsilcisi olan Abdullah b. Zübeyr, Hz. Hüseyin’in şehid edilmesiyle
tek kaldı. Mekke ile Medine arasında içten içe mevcut olan münâfese, burada
ortak hedef Emevîler olduğu için geçici bir süre ortadan kalktı.[967]
Diğer taraftan Kerbela
sonrasında İslâm toplumunda Emevî iktidarına karşı oluşan tepkinin
Medinelilerde de mevcut olduğu; bu tepkinin de Yezid’e isyanda etkili olduğu
söylenebilir. Zira daha önce de ifade edildiği üzere Kerbela faciasından sonra
Emevîlere karşı beslenen düşmanlık ve kin duygusu güçlendi, bu olay, bir çok
ayaklanmanın hareket noktası oldu.[968]
Kerbela faciası, bu olayın meydana gelmesinden kısa süre sonra ortaya çıkacak
olan hemen bütün isyanların bahanesi haline geldi.[969]
Bunların dışında
Abdullah b. Zübeyr’in Yezid tarafından kendi üzerine gönderilmesi muhtemel olan
ordunun en azından hızını kesmek üzere Medinelileri isyana teşvik etmiş olduğu
akla gelebilir. Çünkü İbn Zübeyr, ilki başarısızlıkla neticelenen saldırının
Yezid tarafından tekrarlanacağım düşünmüş olmalıdır. Dolayısıyla Medineliler,
Yezid tarafından gönderilecek orduya engelleme noktasında tampon bir görev
üstlenebilir ve onların güç kaybma neden olabilirlerdi. Böylece İbn Zübeyr,
zayıf düşen ve zayiat veren Şam ordusunu kolayca mağlup edebilirdi.
2-Medinelilerin İsyanı Başlatmaları
Yukarıdaki sebeplerle
Yezid’e olan biatlarını geri çeken ve onun aleyhinde ağır sözler sarfeden
Medineliler, Yezid tarafından gönderilen Numan b. Beşir’in ikaz ve
tavsiyelerine de kulak asmadılar.
Medine mescidinde
Yezid’in halini temsilen yapılan protestolardan sonra başlarına Abdullan b.
Hanzala el-Gasîl el-Ensâri’yi geçiren Medineliler, ona biat ettiler ve Ümeyye
oğullarının şehirden çıkarma hususunda fikir birliğine vardılar.[970]
Başlatılan isyan ensârî
bir karakter taşımakla birlikte Kureyş mensuplan ve muhâcirler de bu isyana
katıldılar. Bütün ısrarlara rağmen Hâşimîlerin ileri gelenlerinden Ali b.
Hüseyin Zeynelâbidin ve Muhammed b. Hanefiyye bu isyana katılmadılar.[971] Hz.
Hüseyin’in kanının henüz kurumadığı ve Hz. Ali ailesinin şok geçirdiği bir
zamanda, iktidara karşı yeniden ayaklanmaya kalkışmak pek tabî ki beklenemezdi.[972] Ayrıca
Abdullah b. Ömer, verdiği biata sadık kalacağını söyleyerek Medinelilerin
isyanına iştirak etmedi.[973] [974]
Medineliler, başta
Emevîlerin Medine valisi Osman b. Muhammed olmak üzere diğer Ümeyye Oğulları
fertlerini, sempatizanlarım ve mevlalarmı Mervan b. Hakem’in evinde muhasara
ettiler. Onlan göz altına aldılar. Bunların sayılarının 1000 civarında olduğu
belirtilmektedir.—
Yezid’in Medine Üzerine Ordu Sevketmesi
Kuşatma altındakiler
gerek yaşça ve gerekse siyasî tecrübe bakımından önemli bir şahsiyet olan
Mervan’ı kendilerine emir seçtiler. Zira o sırada Medine valisi Osman b.
Muhammed, fikrine baş vurulmayacak kadar genç ve tecrübesiz bir adamdı.[975]
Muhasaranın zayıf bir
şekilde sürmesinden[976] istifade
eden Mervan, bir mektup yazarak, içinde bulundukları kötü durumdan halifeyi
haberdar etti. Mervan, “Üzerimize toprak ve taş atıyorlar. Yiyecek ve
içeceğimiz yok. Bizi kurtarın, imdat!” diyerek sıkıntılarının boyutlarının
ifade ediyordu.[977]
Başlangıçta, 1000
kişiden fazla olmalarına rağmen kendilerini savunmaktan aciz bir topluluğun
yardımına gidilmemesi gerektiğini düşünen Yezid, daha sonra ise yardım
göndermeye karar verdi. Belki de Yezid’in aklına Hz. Osman (r.a)’ın muhasarası
esnasında olup bitenler gelmiş olmalı ki, “Onların ölmesi halinde yaşamanın bir
anlamı yoktur” diyerek[978] yardım
hazırlıklarının başlatır. Bu arada Yezid’in şu mealde bir söz söylediği de
zikredilir: “Benim karakterim olan hilmi değiştirdiler; ben de onlara karşı
yumuşaklığımı sertlikle değiştirdim.”[979]
Yezid, bunun üzerine Hicaz’a
bir ordu göndermeye karar verdi; gerçek hedef Abdullah b. Zübeyr olacak, fakat
önce Medine’deki ateş söndürülecekti.[980]
Bu maksatla gönderilecek ordunun oluşturulması ve komutanın tespiti için
hazırlıklara başlandı.
Belki de Abdullah b.
Zübeyr üzerine gönderilen ilk ordunun mağlubiyeti sebebiyle Yezid, bu seferki
ordunun her yönüyle güçlü olması için gayret gösteriyordu. Gerek komutanın
tayini gerekse orduya katılacakların tespiti hususunda azami gayret
sarfediyordu.
a-Ordu
Komutanının Tesbiti
Ordu komutanlığına kimin
getirileceği hususunda tereddüde düşen Yezid, bu işi ilk olarak Amr b. Saîd
el-Eşdak’a teklif etmiştir. Ancak Amr b. Saîd şöyle diyerek bu teklifi
reddetmiştir: “Ben senin için ülkeler fethettim. Senin uğrunda gayret sarf
ettim. Şimdi sen benden Kureyş’in kanım akıtmamı istiyorsun. Bu işe Kureyş’ten
olmayan birini gönder.”[981]
Amr b. Saîd’den olumsuz
cevap alan Yezid, aynı teklifi İbn Ziyad’a da yapmış ancak o da şöyle diyerek
bu görevi kabul etmemiştir: “Allah (celle celâlühü)’a yemin ederim ki, o fâsık
için, Allah (celle celâlühü)’ın Rasûlü’nün kızının oğlunu öldürmenin yam sıra
kesinlikle Kabe’de savaş yapmayacağım.”[982]
Yezid’in bundan sonra
aynı teklifi Müslim b. Ukbe el-Mûrrî’ye yaptığı ve onu bu göreve razı ettiği
görülmektedir. Yezid’in bu görevi Müslim b. Ukbe’ye teklif etme gerekçesiyle
ilgili olarak farklı görüşler bulunmaktadır.
Bazı tarihçilere göre
Muaviye, vefat etmeden önce Yezid’e yaptığı tavsiyelerinden birinde şöyle dedi:
“Şayet bir gün Medineliler üzerine birini göndermek zorunda kalırsan, o zaman
Müslim b. Ukbe’yi gönder. Zira o, bizim sözümüzü dinleyen ve bize sadakatiyle
bilinin bir kişidir.”[983]
Dolayısıyla bu tarihçilere göre Muaviye’nin söz konusu tavsiyesi, Yezid’in
Müslim b. Ukbe’yi ordu komutam olarak tayin etmesinde etkili oldu.
Diğer taraftan ilk dönem
tarihçilerinden sadece tsfahânî tarafından nakledilen ve Dozy tarafından da
mutlak doğruymuşçasına tastiklenen bir habere göre ise bu göreve tayin olunmayı
Yezid’den bizzat Müslim talep etmiştir. Şöyle ki:
Müslim b. Ukbe Yezid’e
gelerek şunları söyler: “Medineliler üzerine kimi gönderirsen gönder bu işin
üstesinden gelemez. Bu işi sadece ben başarırım. Çünkü ben rüyamda Gargad ( )
çalılığından bir sesin yankılandığım işittim. Bu ses şöyle diyordu. “Bu işi
Müslim yapsın!” Ben daha sonra gece karanlığında sesin geldiği yere doğru
gittim. Oradan şu seslerin geldiğini duydum. “Osman’ın katilleri olan
Medinelilerden öcünü sen al.” İşte bu konuşmalardan sonra Yezid, Medineliler
üzerine onu göndermeye karar verdi.[984]Bu
rivayeti benimseyen Dozy’e göre “Müslim b. Ukbe, Muhammedi itikadın gölgesinden
bile nasiplenmeyen, İslâm’a ve onun mensuplarına değer vermeyen bir kimse idi.”[985]
Ancak ilk dönem
kaynaklarının hiç birisinde yer almayan bu haberin doğruluğu mümkün
görünmemektedir. Çünkü kaynaklardan pek çoğunda yer alan bir habere göre
böylesi bir görev teklifiyle karşılaşan Müslim, ağır hasta olduğunu mazeret
göstererek bu vazifeden muaf tutulmasını halifeden talep eder. 90 yaşının
üzerinde olan Müslim, en-Nevta[986] adh bir
hastalığa yakalanması bir tarafa ilerlemiş yaşı ve ağırlaşan hastalığa rağmen
onun, böylesi sıkıntılı bir göreve bizzat talip olduğu pek mümkün görünmemektedir.[987]
Ayrıca, Müslim’in komutan olarak görevlendirilmesinde
Muaviye’nin yapmış olduğu tavsiyenin etkili olduğu da pek makul değildir. Çünkü
böyle bir tavsiye olsaydı Yezid, bu görevi, öncelikle Müslim’e teklif ederdi.
Oysa rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla başka alternatiflerden olumlu cevap
alamayan Yezid, son çare olarak Müslim’e de bu teklifi sunar.
Netice olarak şu söylenebilir
ki Yezid, ilk önce teklifte bulunduğu şahısların olumsuz cevap vermeleri
karşısında son çare olarak Müslim b. Ukbe’ye de bu teklifi götürür. Gatafan
kabilesinden, savaşmayı iyi bilen, İslâm’m tabiatından hiçbir şey
değiştirmediği, dini bir endişesi olmayan ve devletin bekasından başka bir şey
düşünmeyen Müslim’in bu görevi en iyi şekilde icraa edebileceği düşüncesinin
onun tayininde etkili olduğu söylenebilir.[988]
b-Ordunun
Oluşturulması
Hicaz’a gönderilecek
ordunun komutanın tesbitinden sonra sıra gönderilecek ordunun oluşturulmasına
geldi. Bu sefer iş sıkı tutuluyordu. Zira, bundan önce Hicaz’a gönderilen ordu
ağır bir mağlubiyet aldı. Aynı akıbetin yaşanmaması için hazırlıklar ciddi
olarak sürdürülüyordu.
Emevîler döneminde sık
sık ortaya çıkan iç isyanlarda devlet, bu isyanları bastırmak için gönderecek
asker bulmakta zorluk çekiyordu. Bu sebeple iç isyanlara gönderilecek kimselere
maaş haricinde maûnet adı altında para takviyesi yapılarak onları bu işe teşvik
etmek amaçlanıyordu.[989]
Yezid, Şam caddelerine
tellâllar çıkartarak Medine’ye gidecek ordu için asker toplatmaya başladı. Bu
orduya katılacak askerler normal maşlarım aldıkları gibi yüz dinar da fazladan
peşin para alacaklardı.[990]
Bu çağrıdan sonra
toplanan askerlerin sayısının ne kadar olduğu hususunda kaynaklarda tam bir
ittifak görülmez. Orduya katılanların 5000[991],
27000[992], 10.000[993], 30.000[994] [995]
rakamları verilmekteyse de tercih olunan sayı, bu ordunun 12000 kişiden oluştuğudur.
Söz konusu ordunun
karakteri hususunda da değişik görüşler ileri sürenler vardır. İbn Kuteybe’nin
söylediğine göre orduya katılanlar 20 yaşının üzerinde 50 yaşının altında
idiler.[996] Yani
genç bir yapıya sahiptiler. Ayrıca bu ordunun içerisinde Hıristiyan ve Yahudi
unsurlannın dahil olup olmadığı hususu da tartışma konusudur. Öncü kuvvetleri
arasında ve Müslim’in çevresinde 500 Rum askerinin bulunduğu ve bunların
ellerinde, üzerinde azizlerin resmi olan bayraklar taşıdıkları rivayet
edilmekteyse de bunu destekleyecek bir habere, hadiseye geniş yer veren Halife
b. Hayyât, Ebü’l-Arab ve Semhûdî’de rastlanmamaktadır.[997]
Orduya iştirak edenlerin
ekseriyetinin Suriyelilerden, daha da önemlisi Kelb kabilesinden olması dikkat
çekmektedir. Kaysiler ise bu savaşta hilafet ordusunu yalnız bıraktılar.[998]
Muaviye ve Emevî
devletine sadakatleriyle bilinen Kelb kabilesi mensuplarının
Hıristiyanlıklarının muhafaza ettiklerinin söylemek güçtür. Ancak bu insanların
eski dinlerini tamamen terk ettikleri ve İslâmi prensiplere tam anlamıyla uyum
sağladıklarım da ifade etmek zordur. Dolayısıyla Medineliler üzerine giden
orduda yer alan Kelbîlerin, İslâmi hassasiyetlerden uzak bir şekilde, savaş
ortamından da istifade ederek bir takım aşırlıklara kaçtıkları söylenebilir.
c-Yezid’in
Müslim b. Ukbe’ye Tavsiyeleri
Gerekli hazırlıkları
yapan ordunun Şam’dan ayrılması esnasında bir süre onlara eşlik eden Yezid’in
Müslim b. Ukbe’ye bazı emirler verdiği rivayet edilmektedir:
“Ordunun komutam sensin.
Şayet sana bir şey olursa Husayn b. Nümeyr es- Sekûnî’yi yerine geçir.
Medine’ye vardığında teslim olup, itaat etmeleri için üç gün mühlet ver. Bu üç
gün içerisinde biate yanaşmazlarsa onlarla savaş ve şehrin üç gün boyunca
askerler tarafından yağmalanmasına izin ver. Bu esnada ele geçirilecek her şey
(mal, silah, yiyecek vs.) askerin olsun. Üç günün bitiminde yağmaya son ver.
Ali b. Hüseyin’e iyi davran. Ona hürmet göster, çünkü o, bu isyanda
diğerleriyle birlikte hareket etmedi. Şunu unutma ki sen kendilerini kimsenin
yenemeyeceğini düşünen cahil bir kavinin üzerine gidiyorsun.”[999]
Vâkıdî’ye göre ise
Yezid, Müslim’e şunları söyledi: “Medine’ye vardığında senin şehre girmene kim
engel olmak isterse veya sana savaş açarsa onunla savaş ve onlardan kimseyi
bırakma. Medine’de işin bitince İbn Zübeyr’in üzerine git. Umarım ki Allah (celle
celâlühü) seni galip kılar.”[1000]
Bazı araştırıcılar Yezid
tarafından Medine’nin mübah kılınmasına izin verildiğini ifade eden bu
rivayetin sıhhati üzerinde tederdütlerinin olduğunu söylemektedirler. Bunlara
göre söz konusu rivayeti nakleden tarihçilerin tamamının da ilk ravisi Ebû
Muhnef tir. Ebû Mıhnef ise Emeri iktidarına karşı olumlu kanaatler taşımayan,
aksine aşın Şiî tarafgirliğine sahip bir kimsedir. Bu nedenlerle de onun
tarafından nakledilen bu habere ihtiyatla yaklaşmak gerekmektedir.[1001] [1002] Bu
araştırıcılar, Yezid’in Abdullah b. Cafer’le yaptığı bir konuşmadan hareketle
asıl maksadının Medineliler olmayıp İbn Zübeyr’in itaat altına alınmaya yönelik
olduğunu söylemektedirler.
Yukarıdaki bilgiler göz
önünde bulundurulduğunda Yezid’in Medine’nin yağmalanmasını emrettiğine dair
rivayetlerin kesinlik arz etmediği, ancak isyankar olarak görülen Medinelilere
karşı bir takım cezalan içeren emirler verdiğini söylemek güç olmayacaktır.
MedineIiIer’in Savaş Hazırlıkları
Şam’da bu gelişmeler
olurken Yezid’in üzerlerine bir ordu gönderdiğini öğrenen Medinelilerin de
savaşmak için hazırlıklara başladıktan görülmektedir. Bu hazırlıklan şu şekilde
sıralamak mümkündür:
1-
Mervan’ın evinde muhasaraya tabi tuttukları
Emevîlere karşı tavırlarım sertleştirdiler. Onlara şöyle söylediler: “S izleri
bulunduğunuz yerden çıkartırız ve boyunlarınızı vururuz. Ancak bize karşı
hiçbir şekilde düşmanlık göstermeyeceğinize, bizim gizli şeylerimizi
açıklamayacağınıza ve düşmanımıza yardım etmeyeceğinize dair yemin ederseniz
sizi sağ bırakır ve gitmenize izin
veririz.” Bunun üzerine
Emevîler, onlara istedikleri sözü verdiler. Böylece Medine’yi terk etmelerine
izin verildi.[1003]
Öyle anlaşılıyor ki
Medine’de oluşan havadan cesarete kapılan bu insanlar, rehine olarak
kullanabilecekleri Emevîlerin, Medine’yi terk etmelerine izin verme hatasına
düşmüşlerdir. Üstelik gitmelerine izin verilen bu insanların Medine’de
olup-bitenleri Emevî ordusuna bildirmeyeceklerine ve kendi aleyhlerine savaşa
katılmayacaklarım da saf bir şekilde ummuşlarda:.[1004]
Vâkıdî’nin belirttiğine
göre Ümeyye oğullarından yalnızca Hz. Osman (r.a)’ın ailesine mensup olanların
Medine’de kalmalarına izin verildi.[1005]
2-
Medineliler, Emevîlerin valisi olan Osman
b. Muhammed’i valilikten kovdular, ancak yerine kimi tayin edecekleri hususunda
fikir birliğine varamadılar. İlk planda başa getirilen Abdullah b. Hanzala,
ensâra mensuptu. Dolayısıyla onun göreve gelişi ensâra üstünlük sağladığı
düşünceciyle, muhâcirler tarafından hoşnutsuzluklara yol açtı. Üstelik Kureyş
de bu durumdan memnun değildi.[1006]
Medineliler arasında
oluşan bu tepki üzerine Kureyş ile mevalisinin başına Abdullah b. Muti
el-Adevî, muhâcirlerin başına ise Ma’kıl b. Sinan getirildi.[1007]
3-
Medine’nin etrafında güçlü surlar yoktu. Bu
sebeple de şehirde kalıp savunma savaşı yapmayı düşünen Medineliler, Hendek
Gazvesinde açılan hendekleri derinleştirip gereken yerlere yenilerini ekleyerek
ve çevrelerine iyi atış yapan okçular yerleştirerek şehrin etrafını emniyet
altına aldılar.[1008] Ancak
Medine’nin alanı eskisine göre daha genişti. Bu hendek yeterli değildi. Bu
sebeple de Medineliler çeşitli yerlerde kümelendiler.[1009]
Dört gruba ayrılan
ordunun genel komutanlığına Abdurrahman b. Avf b. Ezher b. Avf getirildi
Gruplardan her birine ise birer komutan tayin edildi Bunlar, mensubu
bulundukları kabilenin başma geçtiler. Kureyş’in başına Abdullah b. Muti
Muhâcirlerin başına Ma’kıl b. Sinan, Ensâr’ın başına Abdullah b. Hanzala
el-Gasîl ve Mevâlînin liderliğine de Yezid b. Hürmüz geçti.[1010]
Medineliler, 15 günde
açmış oldukları bu hendekleri, ot, hurma dallan ve taşlarla doldurdular ve
çevresine iyi atış yapan okçulan yerleştirdiler. [1011]
Böylece daha önceden Hendek Savaşında Müşriklerin, hendeği görünce çaresiz
kaldıklan gibi şimdi de Şam’dan gelen ordunun da çaresiz kalacağı
düşünülüyordu.
4-
Medineliler, Medine ile Şam arasındaki su
yollarının tamamına katran dökerek kullanılmaz hale getirmişlerdi. Ancak bu
tedbirin hiçbir faydası olmamıştı. Çünkü Şam ordusu harekete geçtikten sonra
bolca yağmur yağmış ve bu sulara ihtiyaç duymamışlardı.[1012]
Medineliler bu
hazırlıkları yaparken Yezid tarafindan yolcu edilen Emevî ordusu da Medine’ye
doğru harekete geçmiş ve Medineden kovulan Ümeyye oğullarıyla “Vâdi’l-Kura’da”[1013]
karşılaşmışlardır. Müslim, Hz. Osman (r.a)’ın oğlu Amr b. Osman’dan Medineliler
hakkında bilgi almak istemiş ancak o, yapmış olduğu yemini hatırlatarak her
hangi bir malumat vermek istemediğini söylemiştir. Buna karşılık Müslim, çok
sinirlenmiş ve hiddetle “Hz. Osman (r.a)’ın oğlu olmasaydın boynunu derhal
vururdum. Yemin ederim ki, senden sonra hiçbir Kureyşliden bir şey kabul
etmeyeceğim” demiştir. Müslim’in çok kızdığını gören Mervan, oğluna “O bana
sormadan sen git olanı biteni ve yapması gerekenleri ona (Müslim’e) söyle”
diyerek oğlu Abdülmelik’i Müslim’in yanına göndermiştir.[1014]
Abdülmelik, Müslim’e
şunları söyledi: “Güneşin doğacağı yönden (doğudan) Medine’ye gece yaklaş.
Harre mevkisinin en dar yerinde ordunu konaklat. Sabah güneş doğarken hücuma
geçersen Medinelilerin gözleri, güneşin doğduğu ve sizin taarruzda bulunduğunuz
yöne bakamaz.”[1015]
Abdülmelik’in
tavsiyelerinden memnun kalan Müslim b. Ukbe, Medine’den çıkartılan bu
topluluğun bir kısmıyla[1016] yoluna
devam etmiş ve Abdülmelik’in planına göre hareket ederek Harretü’l-Vâkım[1017] diye
isimlendirilen yerde karargâh kurmuştur.[1018]
Müslim, Harre mevkiinde
ordusunu konaklattıktan sonra Medinelileri çağırarak onların bu işten
vazgeçmelerini temin maksadıyla Yezid’in söylediklerinin onlara aktararak
şunları söyledi:
“Müminlerin emiri, sizi
asil olarak kabul ediyor. Ben sizin kanınızı dökmek istemiyorum. Bu sebeple
size üç gün mühlet veriyorum. Eğer kabul edip itaatinizi bildirirseniz, sizden
elimi çekip Mekke’deki mülhidin üzerine yürümek istiyorum. Eğer kabul
etmezseniz bize bir özrünüz yoktur.”[1019]
Harre Savaşı
Yezid’in tavsiyesine
uyularak verilen üç günlük mühlet neticesinde Medinelilere tekrar tercihlerini
soran Müslim’e onlar, savaşmayı tercih ettiklerini söylediler.[1020]
Medinelilerin savaşmaya
azimli olduklarım gören Müslim, ordularına savaş düzeni verdi. Bundan sonra da
karşılıklı çatışmalar başladı.[1021] (27
Zilhicce 63/26-27 Ağustos 683)
Müslim’in askerleri
hücuma geçtiler ancak, şehrin etrafına kazılan hendekler sebebiyle Medine’ye
girmeye muvaffak olamadılar. Medineliler, evlerinin damlarından Şamlı askerleri
ok ve taş yağmuruna tutuyorlardı. Müslümanların zihninde “acaba peygamberin
yaptığı savaşlar tekrarlanıyor mu?’ sorusu vardı. Fakat şimdi durum farklıydı.
Coğrafya aynıydı, ancak şimdi peygamberin karşısında olduğu gibi cahili müşrik
Araplar yoktu. Bunların yerine disiplinli ve müslüman bir ordu vardı. Bununla
birlikte Medineliler, olanca gayretleriyle taarruzda bulunuyorlardı. Öyle ki
Şamlıları püskürtmeye başladılar.[1022]
Hastalığı sebebiyle bir
sedye üzerinde savaşı sevk ve idare eden Müslim, sürekli bir şekilde Suriyeli
askerleri savaşmaya teşvik ediyor ve onların kaçmalarına engel olmaya
çalışıyordu. Bununla birlikte Medinelilerin hücumları gittikçe tehlikeli bir
boyuta ulaşıyordu.[1023]
Durumun aleyhlerine
geliştiğini gören Müslim, Mervan’dan yardım istemiştir.[1024] Bunun
üzerine harekete geçen Mervan b. Hakem, Ümeyye oğullarına ve Hz. Osman (r.a)’a
yakınlığıyla bilinen Benî Hârise oğulları kabilesinin[1025]
bulunduğu bölgeye gitmiş ve onlara “Yolu açın. Şayet bizim Medine’ye gitmemize
izin verirseniz, ben, bunu halifeye bir mektupla bildiririm. O da size
gerektiği şekilde ihsanda bulunur.” Bu sözler üzerine Benî Harise İller,
bulundukları bölgeden 100 civarında Suriyeli askerin geçişine izin verdiler.[1026]
Benî Hâriselilerin
bulunduğu bölgeden şehre girmeye muvaffak olan Suriyeli askerler Medinelileri
arkadan kuşattılar. Medineliler, çekiçle örs arasında kalmış gibiydiler. Bu
durumu gören Medinelilerden pek çoğu, savunma mevzilerini terk ederek şehre
varıp çoluk çocuğunu kurtarmak için koşuşturmaya başladılar.[1027]
Medineliler, bir günden
daha az bir süre içerisinde savunmalarım yitirdiler. Onlar, bu mücadele
esnasında iki bin kişilik hırslı ve azimli bir birlikle savaşıyorlardı. Buna
rağmen bir gün bile dayanamadılar. Bu sırada Mervan, ısrarlı bir şekilde
Müslim’i onlarla savaşmaya teşvik etti. Onların mücadele ruhundan yoksun
olduklarını, silah ve bineklerinin de yeterli olmadığım dile getirdi.[1028]
Bundan sonra savaşın
seyri değişmeye başladı. Başta Abdullah b. Hanzala ve sekiz oğlu olmak üzere
Medinelilerden pek çok kimse savaş esnasında öldü. Kaçmaya çalışan çok sayıda
insanın da hendeklere düşerek öldüğü, hatta bunların savaş esnasında ölenlerden
daha fazla olduğu ifade edilmektedir.[1029]
Savaş esnasında verilen
kayıplarla ilgili birbirini tutmayan rakamlar verilir.[1030] Halife
b. Hayyat ve Ebü’l-Arab, kitaplarında bu savaşta ölenlerin isimlerinin
ayrıntılı bir şekilde tek tek zikretmektedirler. Bunların verdiği malumata göre
ölenlerin sayısı 300 dür.[1031] Nüveyrî
de bu savaşta ölenlerin 600 civarında olduğunu[1032]
söylerken İbnü’l-îmad’a göre 306 kişi[1033]
Zehebî’ye göre 700 hafız[1034] [1035] Ebû
Mıhnefe göre ise Ensânn dışında 700 kişi ölmüştür.
Diğer taraftan Harre
savaşında ölenlerin sayısıyla ilgili ölçüyü kaçıran tarihçilerin mevcut olduğu
da görülmektedir. Bu tarihçilerin verdiği rakamlar ise 4000 ila 10.000 arasında
değişmektedir.[1036]
Medine’nin başkent olma
konumunu kaybetmesinden ve fetihler sebebiyle pek çok ferdini göçmesinden sonra
nüfusunun azaldığı göz önünde bulundurulduğunda savaş esnasmda öldürülenlerin
sayısıyla ilgili verilen son rakamların mübalağalı olduğu söylenebilir. Üstelik
2000 kişiyle savunmayı sürdüren bir şehirde öldürülenlerin sayısının 10.000’i
bulduğu, sonrasında ise bir çok kimsenin zulme maruz kaldığının belirtilmesi
pek mümkün görünmemektedir. Ancak şu bir gerçek ki, Medineliler mağlup
oldukları bu savaş esnasında pek çok kayıp vermişlerdir.
Kaynaklar, bu savaşta
Rasûlüllah’ın sahâbîlerinden 80 kişinin öldürüldüğünü ve Bedir ehlinden hiç
kimse hayatta kalmadığını belirtmektedirler.[1037] Bu
sebeple de Yezid döneminde gerçekleşen bu olay müsümanlann çok üzülmesine yol
açtı. Peygambere kucak açıp davasında kendisine canla-başla yardımcı olan ashabın,
ensârın yurdunda gerçekleşen ve pek çok sayıda insanın katledilmesine yol açan
bu olay, müslümanlann derinden sarsılmalarına sebep oldu.
Medinelilerin savaşı
neden bu kadar kısa bir süre içerisinde kaybettikleriyle ilgili olarak ise
şunlar söylenebilir:
Her şeyden önce Şam’dan
gelen heyetin sözleri üzerine isyanı başlatan Medinelilerin önceden planlanmış
bir stratejilerinin ve savaş için gerekli hazırlıklarının olmamasının bu
mağlubiyete sebep olduğu ifade edilebilir. Onlar, kendilerinin güçlerini olduğundan
çok fazla zannediyorlardı. Ancak devletin disiplinli ve teçhizath ordusu ile
savaşmak zorunda kalmışlardı.[1038]
îsyanı başlatarak,
valiyi görevden uzaklaştırdılar, ancak yerine kimi getirecekleri hususunda
tereddüde düştüler. Çünkü, Ensâr’dan birinin komutanlığına geçişi Muhâcir,
Kureyş ve Mevâli’nin huzursuzluğuna yol açıyordu. Diğer kabilelerden bir ferdin
liderliğe geçişi de bu kabileye mensup olmayanları rahatsız ediyordu. Kısacası,
kabilecilik ağır basıyor, her grup kendi kabilesinden bir kişinin lider
olmasını istiyordu, tik anda ortaya çıkan bu problem, Ensârın başına Abdullah
b. Hanzala, Kureyş ile mevlasınm başına Abdullah b. Muti’nin geçirilmesiyle
aşıldı.
Ancak bu iki başlılık
daha sonra mağlubiyete zemin hazırladı. Nitekim, bu sırada Taifte bulunan ve
Medinelilerin başma iki kişiyi geçirdiklerini öğrenen İbn Abbas’ın: “İki emir
ha! Desenize kavim helak oldu” dediği kaydedilmektedir.[1039]
Mervan ile oğlu
Abdülmelik’in Medine’yi iyi bilmeleri ve bu doğrultuda Müslim’e yaptıkları
telkinlerin de Medinelilerin mağlubiyetinde rolünün olduğu söylenebilir. Ayrıca
Benî Kârise oğullarının ihaneti de unutulmamalıdır.[1040]
6-Medine’nin Yağmalanması (İbâha) Meselesi
Harre savaşıyla ilgili
olarak zikredilmesi gereken bir konu da savaş sonrasında, Medine’nin yağmalanması
meselesidir. Kaynaklarda verilen çelişkili bilgiler ve mübalâğaya varan
anlatımlar bu meselenin net bir şekilde ortaya konulmasını güçleştirmektedir.
Konuyla ilgili bilgi veren
Ebû Mıhnef in naklettiğine göre “Yezid’in emri mucibince, Müslim, savaştan
sonra şehri askerlerine mübah kıldı. Bu üç günlük süre içerisinde askerler,
Medinelileri öldürdüler, mallarını aldılar ve hayatta kalan sahâbileri bile
korkuttular.[1041] Bununla
birlikte şunu da ifade etmek gerekir ki, Taberinin diğer bilgi kaynaklarından
Avâne ve Vehb b. Cerir’in konuyla ilgili verdikleri haberlerde böyle bir
malumat bulunmamaktadır.[1042]
Boyutları farklı olmakla
birlikte ilk dönem kaynaklarının çoğunluğu tarafından Medine’nin mübah
kılındığı (yağmalandığı) söylenmektedir.[1043]
Söz konusu kaynaklarda yağmalamanın hangi boyutlara ulaştığı hususunda da
farklılıklar görülmektedir:
Bazı tarihçiler sadece üç
günlük ibahanın yapıldığım söylemekte ve bu ibahanın boyutlarıyla ilgili bilgi
vermemektedirler.[1044]
Ancak pek çok tarihçi bu hususta insanı dehşete düşürecek haberler
zikretmektedir.
Ebü’l-Arab, Medine’nin
üç gün yağmalandığını, direnmeye takati olan hiç kimse kalmadıktan sonra
yağmalamanın durdurulduğunu söylemektedir.[1045]
İbn A’sem ise, “Savaştan
sonra Medine’ye giren Şamlılar’ın, rastladıkları kimseleri öldürdüklerini,
Medinelilerin mallarının gasp ettiklerini, kadınların ırzlarına geçtiklerini;
bu üç gün süresince Rasûlüllah’m kabrinden duyulan ezan ezan sesi dışında ezan
okutulmasına izin verilmediğini söylemektedir.[1046]
Ayrıca bu üç gün içerisinde 1000
tane Medineli genç kızın bekaretinin bozulduğu ve dokuz ay sonra babası belli
olmayan 1000 çocuğun doğduğu ve bunlara= Harre çocuklan"”denildiği
kaydedilir.[1047] Aynı
şekilde bu süre zarfında Medine’de bulunan Peygamber mescidinin
(Mescidü’n-Nebevî) tehcir edildiği, cemaatle namaz kılınmasına engel olunduğu[1048] hatta
ahır haline getirildiğini söyleyenler bile vardır.[1049]
Medine’de yapılan
yağmalamayla ilgili anlatılan bazı haberlerde ise Rasûlüllah’m önde gelen
sahâbîlerin de bu esnada tehdit edildikleri, hatta kaçıp dağlardaki mağaralara
gizlenmek zorunda bırakıldıkları ifade edilir. Örneğin Ebû Sâid el-Hudrî’nin bu
esnada bir mağaraya sığınarak canının zor kurtardığı nakledilmektedir.[1050]
Yukarıda verilen
rivayetlerden hareketle araştırmacıların farklı neticelere ulaştığı
görülmektedir. Medine’nin yağmalanmadığım söyleyen muahhar müelliflerden İbn
Kesir, Yezid’in en büyük hatasının Medine’nin yağmalanmasına izin vermiş
olmasını gösterir. Medine’nin üç gün yağmalanmasıyla birlikte haddin aşıldığını
beyan eder ve bunun büyük bir şer olarak niteler. Müellif, Yezid’in bütün
yaptıklarının haklı bir sebebe dayandınlabileceğini ancak Medine’nin
ibaha edilmesinin savunulabilir bir tarafının bulunmadığını ileri sürerek,
yapılan bu davranışla haddin aşılarak en büyük kötülüğün bu izinle
gerçekleştiği kanaatini belirtir.[1051]
Medine’nin ibâhasının
gerçekleştiğini söyleyen başka araştırmacılarda bulunmaktadır.[1052]
Bunlardan müsteşrik Lammens’e göre Medine, savaş sonrasında üç gün
yağmalanmıştır. Hatta Lammens, böyle bir yağmalamanın dönemin adetlerinin bir
gereği olduğunu, isyanı sona erdirilen bir yerin savaş sonrasında muzaffer
ordunun askerleri tarafından yağmalanmasının yadırganamayacağını ve bunun
engellemeye komutanın hakkının olmadığım söylemektedir.[1053]
Lammens’in savaş sonrası
yağmalamada bulunulması, teslim olan insanların bile öldürülmesi, kadınların
ırzlarına geçilmesi ve insanların dehşet içerisine düşürülmesini normal görmesi
kendi kültürü açısından düşünüldüğünde mümkün görülebilir. Zira onların
tarihleri bu türden örneklerle doludur. Ancak şu bilinmelidir ki, Müslümanların
dinî ve tarihi geleneklerinde bu türden uygulamalara iyi bakılmadığı,
dolayısıyla da istisnai birkaç olaydan başka bu şekilde herhangi bir olaya
rastlanılmaz. Üstelik dindaşları ve ırkdaşlan olmayanlara bile bu tür
muameleleri uygun görmeyen insanların kendi dindaşlarına ve milletlerine karşı
böylesine davranışlarda bulunması hiç te normal olmayan bir harekettir.
Lammen’sin ibaha ile
ilgili görüşleri açısından bir yanılgı içerisinde olduğu, tezata düştüğü de
söylenebilir. Şöyle ki, Lammens, “Harre vakası hakkındaki rivayetler,
Kerbela’dakinden daha az ve karanlıktır. Zira Ebû Mıhnef, Kerbela olayını
dramatize etmek için çok gayret göstermektedir. Avâne ise Ebû Mıhnef e nazaran
daha gerçekçidir. Bu sebeple biz Avâne’ye daha çok itibar ediyoruz” demektedir.[1054] Oysa
biz biliyoruz ki Ebû Mıhnef in aksine Avâne iddia olunduğu gibi Medinenin
yağmalanmasına dair hiçbir bilgi vermemektedir. Buna rağmen Lammens, ibahanın
olduğunu söylemektedir.
Diğer taraftan sözü
edildiği şekilde bir yağmalamanın gerçekleşmediğini söyleyen araştırmacılar da
bulunmaktadır. Bunların üzerinde birleştikleri gerekçe ise söz konusu
tarihçilerin bu haberi Emevî düşmanlığıyla bilinen Ebû Mıhnef ten almış
olmalarıdır. Bunlara göre konuyla ilgili verdikleri detayh bilgiler Taberi
tarafından nakledilen Avâne b. el-Hakem (47/764) ve Vehb b. Cerir (8206/821) in
ibahadan söz etmemesi, Ebû Mıhnef in rivayetinin doğruluğunu şüpheye
sokmaktadır.[1055]
Nebihe Akıl tarafından
ileri sürülen gerekçelerden bazıları da şunlardır: Medine’nin ibahası, Taberide
de zikri geçen ve Yezid’in Müslim’e direktifleri arasında bulunan “Medinelilere
iyi davran, mecbur kalmadıkça onlarla savaşma” rivayetiyle de uyuşmaz. Zaten
Müslim’in asıl hedefi Medine değil, Mekke’de bulunan İbn Zübeyr idi.”[1056]
Medine’nin ibâhasıyla
ilgili bir başka görüş ise ibâhanın gerçekleşmiş olabileceği, ancak kaynaklarda
anlatılanların mübalâğalı olduğu şeklindedir.
Selûmi’ye göre “bu olayla ilgili
pek çok mübalâğaya gidilir. Gerek olayın oluş şekli hususunda, gerekse
öldürülenlerin sayısı hakkında. Şamlıların kadınlara tecavüzü, Harre sonrası
1000 kadının evlilik dışı çocuk doğurduğu, yaralıların ve kaçanların bile takip
edilip öldürüldükleri vs. gibi mübalâğalı ifadeler zikredilmiştir. Bütün
bunların olması mümkün değildir. Bu tür olayların olmasını ne toplumun yapısı
ne de alışılagelmiş adetler -hele hele risalet dönemine henüz çok yakın bir
dönemde- mümkün kılar.
Bu tür katliam ve zulümleri
kafirlere karşı bile yapmayanlar, nasıl olurda müslümanlara karşı böyle bir
şenaatte bulunabilirler? Hem de Peygamber’in yurdunda! Bu asla mümkün değil.
Evet bu olay esef verici ve yanlış bir olaydır. Ama bu bizim mübalâğalı
ifadelerde bulunmamızı haklı kılmaz.”[1057]
Medine’nin ibâhasıyla
ilgili rivayetleri değerlendiren Önkal’da bu hususta mübalağaya kaçıldığını
ifade etmektedir:
“Harre olayı ile ilgili
olarak aktardığımız bu rivayetlerde kanaatimiz o dur ki sorgulanması gereken
bir takım noktalar vardır. Bizim Yezid b. Muaviye’yi ve komutam Müslim b.
Ukbe’yi tamamen aklama ve Harre olayım haklı çıkarma gibi bir niyetimiz asla
mevcut değildir. Ama olan her şeye rağmen acaba Yezid’i “Firavn’dan daha
insafsız ve daha zalim” ordusunda bulunanları dinsiz ilan edebilir miyiz? İyi
ya da kötü bir devlet başkanının kendisine âsî gördüğü tebaasından sırf intikam
almak üzere, üstelik duruma hâkim olduktan sonra üç gün boyunca her türlü
katliam, yağma ve şenaate izin verdiğini, yaralıların dahi sağ bırakılmamasını
emrettiğim, müslüman bir komutanın ve müslüman bir ordunun bu emri hunharca icra
ettiğini düşünebilir miyiz?! Hâdisede çocuklar ve kadınlar bir tarafa 10.000’in
üzerinde insanın öldürüldüğü kabul edilirse şehirde hemen hemen hiç erkek
kalmaması gerekmeyecek midir?! 1000 bâkirenin bu facia sırasında bekâretinin
bozulduğu iddia ediliyor ama o tarihte acaba Medine’de toplam bâkire kız sayısı
1000’i buluyor muydu?! Ayrıca 1000 veya 800 kadının kocası olmadığı halde dokuz
ay sonra babası belli olmayan çocuk doğurduğu söyleniyor, iyi ama nüfusunun
fazla olmadığı bir dönemde, üç gün içerisinde bu kadar çok kadının hemen hâmile
kalması düşünülebilir mi?! Yalnız burada işaret etmeliyiz ki -daha önce de
birkaç kez vurguladığımız gibi- hiç şüphesiz Harre’de gerçekten olan hadiseleri
tasvip etmemiz mümkün değildir. Çünkü aşikârdır ki, Medine halkının kıyâmı
kanlı bir şekilde bastırılmıştır; bu sırada bazı taşkın ve kendini bilmez
askerler-her dönemde bu nevi hâdiselerde görüldüğü üzere- zulme varan bazı
uygulamalar, yağmalamalar tecavüzlerde bulunmuş olabilirler. Ama elbette ki bu
tabloyu sınırları içerisinde, olduğu gibi çizmek lazım. Bu ve benzeri olaylar
dolayısıyla Yezid’i kâfir, zındık, münafık ilân etme, imkan ve yetkimiz
dahilinde değildir.”[1058]
Netice olarak şu
söylenebilir ki, kaynaklar tarafından ibaha ile ilgili söylenilenlerin tamamım
Şiî tarafgirliği ve Emevî düşmanlığıyla ifade edilen haberler olarak
değerlendirmek ve kaynaklarda yer alan rivayetlere rağmen ibahanın olmadığım
belirtmek güçtür. Ancak, iddia olunduğu şekilde bir yağmalama ve katliamın
gerçekleştiğini kabul etmek de-dönemin şartlan düşünüldüğünde- zordur.
Savaşan ve kazanan bir
ordunun bazı fertlerinin, istisnai bazı davranışlarım genele mal etmek doğru
bir hareket olmayacaktır. Öyle anlaşılıyor ki savaş sonrası istisnai de olsa
muzaffer ordunun bazı askerleri tarafından, boyutları tam olarak bilinmeyen-
bir takım uygunsuz davranışlar Medine’de sergilenmiştir.
Harre vakası, Hz.
Peygamber’in Medine ehliyle alâkalı hadislerini zihinlerinde taşıyan dindar
insanlara çok ağır geldi. Nitekim Hz. Peygamber Medine ehlini korkutmakla ilgili
hadisleri şerheden şârihler bunlardan bazılarının Harre Vakasına delâlet
ettiğini ileri sürmektedirler.[1059]
Harre vakasıyla ilgili
söylenilmesi gereken bir hususta Müslim b. Ukbe’nin savaş sonrasında
Medinelilerden, alışılmışın dışında biat aldığına dair rivayetlerdir.
Müslim, biat alırken,
Medinelilerin Yezid’in kulu ve kölesi olarak, canlan, mallan ve ırzları
konusunda onun dilediğini yapabileceğini şart koşuyordu.[1060] Buna
karşılık “Allah (celle celâlühü)’ın kitabı ve Hz. Peygamber’in sünneti üzerine
biat ediyoruz” diyen Abdullah b. Zemate ve Muhammed b. Ebî Cehm’in öldürüldüğü
haber verilmektedir.[1061] Müslim
b. Ukbe’ye bu savaşta çok inşam öldürülmesinden sonra “Müsrif’ lakabı verildi.[1062]
Olay sonrasında Yezid’in
tavrının nasıl olduğu konusunda da farklı bilgiler bulunmaktadır.
Bazı tarihçilerin
belirttiğine göre Müslim b. Ukbe, Medine’de öldürülenlerden bir kısmının
başlarım Yezid’e gönderdi. Bu başlan gören ve Medine’de olup biteni öğrenen
Yezid, İbnü’z-Ziba’rî’nin Uhud gününde temsil ettiği[1063] şu
şiiri söyledi:
Keşke görselerdi
Bedir'deki dedelerim
Hazreç ’in keskin
mızraklar ucunda sahndıklarını
Sevinerek bağırmaya
başlarlardı ve sonra da, sorma ey Yezid;
Onların
ileri gelenlerinin öldürdük, Bedir ile tarttık, eşit geldi diyeceklerdi.
Bu şiiri duyan sahâbilerden biri
“Ey mü’minlerin emiri! İrtidat mı etti?’ diye sordu. Yezid ise “Evet, istiğfar
ederiz” dedi.[1064]
İbnü’l-îmâd, “Yezid bu
sözleri söylemişse, Ensânn kayıplarını, Bedir’deki Kureyşlilerin kayıplarının
intikamı olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Dolayısıyla da böylesi bir şiir inşam
küfre düşürür.” demektedir.[1065]
Bu şiirin Yezid’e nisbet
edilmesini doğru bulmayanların iddialarına geçmeden önce bir başka olaya,
Yezid’in Harre Vakası karşısındaki tavrı ifade edilecektir:
Vâkıdî’nin rivayetine
göre savaş esnasında Abdullah b. Hanzala’yı öldüren iki kişi Müslim b. Ukbe
tarafından Yezid’e gönderildi. Yezid, bunlara büyük ödüller verdirdi ve divanda
iyi bir mevkie kaydettirdi.[1066]
Yukarıdaki şiir ve son
zikredilen habere göre Yezid, Harre savaşında Medinelilerin mağlûp olmasına
ziyadesiyle sevinerek bu sevincini söylediği şiirle de ifade etti. Ancak bu
şiirin Yezid’e ait olmadığım ve Yezid tarafından söylenilmediğini belirtenler
de vardır.
Nüveyrî, bu şiiri
zikrettikten sonra, söz konusu şiirin Yezid’e aidiyeti hususunda şüphelerinin
olduğunu[1067]
söylemektedir. İbn Teymiyye ise “bu şiirin yer aldığı şiir divanlarının tümü
yalancıdır. Yahudiler gibi İslâm düşmam olanlar İslâm’ı eleştirmek için bu tür
şeyleri yazıyorlar. Bu divanlarda yalan oldukları açıkça belli olan beyitleri de
zikrediyorlar. Bu şiir Ubeydullah b. Ziba’rî’ye ait olup Uhud’da müşrikler
Hamza’yı şehid ettiklerinde söylendi. İbn Ziba’rî bu dönemde müşrik iken
sonradan müslüman olarak, müslümanlığım güzel amellerle süsledi. Yaptıklarından
dolayı tevbe ettiğini belirttiği şiirler de söyledi.” demektedir.[1068]
Feryal da bu şiirin
açıkça küfrü gerektiren ifadeler içerdiğini, bu sebeple de Yezid’in böyle bir
şiiri söylemiş olamayacağım ve bu şiiri nakledenlerin geç dönemlerde yaşayan
Şiî tarihçiler olduklarının ifade etmektedir.[1069]
[1070]
Yukarıdaki şiiri
nakleden, ancak daha sonra bu şiirin Yezid’e aid olup olmadığı hususunda
şüphelerinin olduğunu söyleyen İbn Kesir’e göre ise aşağıdaki rivayet, Yezid’in
Harre Savaşı sonrası sevindiği ve bahsolunan şiiri söylediğini nakzetmektedir:
“Medâinî’nin rivayetine
göre Müslim b. Ukbe, Ravh b. Zinba’yı Harre savaşmı kazandıkları müjdesini
Yezid’e ulaştırmak üzere Şam’a gönderdi Müjdeci, olup bitenleri Yezid’e haber
verirken Yezid: “Vay benim kavmimin haline!” diye feryat etti. Sonra Dahhak b.
Kays el-Fihrî’yi çağırarak ona şöyle dedi:
-Medine halkının başına
gelenleri gördün mü? Onları bu isyana zorlayan sebep neydi? Dahhak da:
-Yiyecek ve para
yokluğu, diye cevap verdi Bunun üzerine Yezid, Medinelilere yiyecek yüklenip
gönderilmesini emretti ve onların maaşlarını artırdı. Bu da Râfizîlerin: Yezid,
Medinelilerin başına gelenlere sevindi ve öldürülmeleri sebebiyle de memnun
oldu.” şeklindeki yalan iddiaların tam tersini göstermektedir.”
Netice olarak şu
söylenebilir kl Yezid, kendisine isyan eden Medinelileri isyandan vaz geçirmek
için pek çok teşebbüste bulunmuştur. Bu teşebbüslerinin bir fayda vermemesi
üzerine isyanı dindirmek üzere ordu sevk etmiştir. Kendi akrabalarının da
içerisinde bulunduğu Medine’de isyanı durdurmayı hedefleyen Yezid’in savaş
esnasında gerçekleşen yağmalamadan memnun olmadığı, çünkü bunda bir menfaatinin
bulunmadığı söylenebilir.
Harre Vakasında Sorumluluğu
Bulunanlar ve Olayın Neticesi
Bazı araştırmacılara
göre bu olayın gerçekleşmesinde Yezid’in bir kusuru yoktur. Çünkü o,
Medinelilerin sempatisini kazanmak için çok uğraşmış ve onların isyandan vaz
geçmelerini temin etmek için azamî gayret sarfetmiştir.[1071] Ancak
Yezid, gereğinden fazla sertlikte bulunmakla haddi aşmıştır ve haklı davasında
haksız bir konuma düşmüştür şeklindeki ifadelerle bu olaydan sorumlu tutulur.[1072]
Vekil de Yezid’in isyana
kalkışanlara karşı ordu göndermesini doğru görmekle birlikte savaşta ortaya
konulan sertlik yanlısı tutumu beğenmemektedir. Ona göre Yezid, sadece muhasara
ile de Medinelilerin biatlarmı alabilirdi. Zira Medine uzun süre muhasaraya
dayanamazdı. Çünkü suyu dışarıdaki kuyulardan, yiyecekleri de civardaki
bahçelerden geliyordu.”[1073]
Dozy’e göre ise
“Medinelilerin isyanı delicesine bir hareketti. Zira o kadar muazzam orduları
bulunan bir imparatorluğun askerlerine karşı bir şehrin halkı ne yapabilirdi
ki?”[1074] [1075] Aynı
doğrultuda fikir beyan eden Vekil’de şöyle demektedir: “Yezid’e karşı isyan
müslümanlara hiç menfaat sağlamamıştır. Bu sebeple de sahabe ve fukahânın ileri
gelenleri, bu hurucu tasvip etmeyip, uzak durdular. Huruca kalkışanları da
engellemeye çalıştılar. Kaldı ki Medineliler isyanlarında başarılı olsalardı ne
olacaktı? Yoksa Medine’de müstakil bir devlet mi kuracaklardı, Yezid’i hafini
edeceklerdi ve yerine başka birini mi geçireceklerdi? Oysa böylesi işler şer’an
uygun değildir. Aklen de kabul edilemez. Bir devletin içerisinde, ikinci bir
devletin kurulması ümmetin vahdetini parçalar ve gücünü azaltır.”
Ukaylî’ye göre ise
olayların bu boyutlara ulaşmasında birinci derecede sorumlu bulunan kişi,
dönemin Medine valisi Osman b. Muhammed’tir. Ukaylî, “Merkezi, düzenli
birliklerin reayaya karşı gönderildiği ilk olayın Harre savaşı olduğunu
belirttikten sonra şunları ekler: “Bu olay, şayet, Medine’deki vali tarafından
-kendi özel birlikleriyle bastırılıp merkezden yardım istemeseydi- bu boyutlara
ulaşmayabilirdi. ”[1076]
Işş ise Yezid’in
“Medineliler sana savaş açmadıkça onlarla savaşma” emrine rağmen kendisine
savaş açmayan Medinelilere karşı harbi başlatan ve halifenin emrini dinlemeyen
Müslim b. Ukbe’yi suçlamaktadır.[1077]
Görüldüğü gibi Harre
Vakasında bir kişinin sorumluluğundan ziyade pek çok kimsenin kusurunun olduğu
ifade edilebilir.
Harre vakasının
neticeleriyle ilgili olarak ise şunlar söylenebilir: Hz. Peygamber’in
hicretiyle İslâm’da önemli bir konuma sahip olan Ensâr’ın siyasî kudreti zaafa
uğradı. Ensâr bu darbenin tesirinden hiçbir zaman kurtulamadı. Tamamıyla
tenhalaşmış olan şehirleri bir müddet köpeklere, civar arazi ise vahşi
havanlara mesken oldu; çünkü ahalinin ekseriyeti kendilerine yeni bir yurt
arayarak Afrika ordusuna iltihak etti.[1078]
Bu olaym en önemli
neticelerinden biri de-pek çok kişinin öldürülüşünü saymazsak- Medinelilerin
Yezid’e tecdid-i biatte bulunmaları ve Emevî devletinin reayası araşma tekrar
dönmeleridir.[1079]
Ayrıca Harre Savaşım
Şamlı kuvvetler kazanmış olmakla birlikte bu savaş Abdullah b. Zübeyr’in
Hicaz’daki itibarım daha da artırdı, olay sonrası Mekkeliler, Medineliler ve
Harre’de mağdur olanlar gelip İbn Zübeyr’e biat ettiler.[1080]
Bu olaym diğer bir
önemli neticesi de haklı veya haksız gerekçelerle de olsa pek çok kimsenin
ölümüne, Peygamber ve davasına kucak açan Medinetü’n-Nebî (Peygamber Şehri)’nin
hürmetinin ihlaline yol açan bu savaş Yezid döneminde gerçekleştiği için onun
bazı kimselerce nefretle anılmasına sebep oldu. Kerbela’nm üzüntüsü henüz
unutulmadan bu sefer Harre’de gerçekleşenler müslümanları derin bir üzüntüye
sevk etti.
YEZİD’İN ABDULLAH B. ZÜBEYR İLE
İKİNCİ MÜCADELESİ
Daha önce de
belirtildiği üzere Yezid, kendisine biat etmeyen ve aleyhinde ileri geri
konuşan Abdullah b. Zübeyr’in biatim alacağma ahdetmiş ve bunun temin etmesi
için onun kardeşi Amr b. Zübeyr komutasında bir birliği üzerine sevk etmiştir.
Ancak Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gitmek üzere Mekke’yi terk etmesinden hemen sonra
gerçekleşen çatışmada Abdullah b. Zübeyr, kardeşi komutasındaki Emevî
birliklerini ağır şekilde mağlup etmişti.
İbn Zübeyr bu olaydan
sonra Yezid ve Emevî iktidarı aleyhindeki faaliyetlerini devam ettirdi
Özellikle Yezid’i kınayan konuşmalarıyla Hicazlılan devlet aleyhine kışkırttı.174
Yezid, onun biatim
almaları için Numan b. Beşir başkanlığında bir heyeti gönderdi175
hatta biat etmesi halinde onu Hicaz valiliğine getireceğini ve dilediği kadar
valilikte kalmasını temin edeceğine dair haber de yolladı.176 Ancak
Yezid’in biat teklifine olumsuz cevap veren İbn Zübeyr, bundan sonra Yezid
aleyhindeki davranışlarım daha da sertleştirdi.
Hz. Hüseyin’in
ölmesinden sonra Hicaz’daki muhalefetin yegane lideri haline gelen İbn Zübeyr
bundan sonra Yezid aleyhindeki davranışlarım daha da sertleştirdi, İbn Zübeyr,
kendisini Mekkeliler tarafından halife ilân ettirip, emirül mü’minin unvanıyla
biat aldı.177 Bu durum Yezid’in, onu muhasara etmesi için ordu
göndermesine kadar devam etti.178
Yezid’in Müslim b. Ukbe’yi Mekke’ye Göndermesi
Bütün gayretlerine
rağmen İbn Zübeyr’den biat alamayan Yezid, Hicaza göndermek üzere topladığı
ordunun başına Müslim b. Ukbe’yi geçirerek ondan, önce Medine’deki isyan
ateşini söndürmesini, sonra da asıl hedef olan İbn Zübeyr üzerine gitmesini
istedi.
Öyle anlaşılıyor ki, İbn
Zübeyr’in Mekke’de başlattığı isyanın üzerinden bir yıldan daha fazla bir süre
geçtikten sonra üzerine ordu sevk edildi. Yani halife yaklaşık olarak bir buçuk
yıl onu kendi haline bıraktı. Bunda, Yezid’in diğer isyanlarla uğraşmaktan
dolayı ona vakit ayıramamasının rolünün olduğu söylenebilir. Ayrıca İbn Zübeyr
Mekke dışına çıkmadığı müddetçe Yezid tarafından tehlikeli de görülmemiş
olabilir. Aynı şekilde Yezid’in, müminlerin hiddetini üzerine çekmemek için de
Kabe civarına sığınan İbn Zübeyr üzerine ordu göndermek istememesinin de
böylesi bir ordunun geciktirilmesinde etkili olduğu düşünülebilir.179
Yezid’ten aldığı emir
mucibince Medine’deki isyanı yatıştıran ve onlardan tekrar biat alan Müslim,
asıl ve zor hedefe, İbn Zübeyr’e yöneldi. Medine’den ayrılırken yerine Ravh b.
Zinba’yı vekil bıraktı.[1081]
Kaynakların ifade
ettiğine göre zaten hasta olan Müslim’in rahatsızlığı Mekke’den ayrılmasından
sonra, daha da arttı. Ölüm anının yaklaştığım hisseden Müslim, Yezid’in emrine
binaen, istememesine rağmen Husayn b. Numeyr’i yerine tayin etmiştir. Hatta
bunu kendisinin hoş görmediğini, ancak halifenin emrinin böyle olduğunu da
Husayn’a alaylı ifadelerle söylemekten de çekinmedi[1082]
Müslim’in ölmeden önce
Husayn’a izlemesi gereken bazı tavsiyelerde bulunduğu[1083] ve şu
şekilde dua ettiği de rivayet edilmektedir: “Allahım! Sen biliyorsun ki ben
halifeye asla isyan etmedim, cemaatten ayrılmadım. Gizli veya alenî olarak da
imamı aldatmadım. Allah (celle celâlühü)’a ve peygamberine imandan sonra en çok
sevdiğim ve ahirette sevabını umduğum şey, Medinelileri Harre savaşmda
öldürmemdir. Beni bağışla! Yaptığım bu işleri kabul et!”[1084]
Bu duadan anlaşılan şu
ki, iktidarın menfaati uğurunda pek çok müslümanın kanını akıtan, malını ve
namusunu zayi eden Müslim, bunlardan dolayı pişman olmak şöyle dursun Allah (celle
celâlühü)’dan mükafat ummaktadır.[1085]
Müslim b. Akil, Müşellel[1086] denilen
mevkide öldü ve oracıkta defiıedildi.[1087]
Mekke’nin Muhasara Edilmesi ve Kabe’nin Yakılması
Müslim’in ölmesi üzerine
ordunun başına geçen Husayn, yola devam etti ve 64/683 yılının Muharrem ayırım
son günlerinde Mekke’ye ulaştı.[1088]
Diğer taraftan Abdullah
b. Zübeyr’in Şam ordusunu şehir dışında karşılayacak gücü ve silahı olmadığı
için, Kâbe’ye sığınmak zorunda kaldığı anlaşılmaktadır.[1089] Umumî
karargahını Kâbe’nin avlusuna kurdurup, olası saldırılardan korumak için de
Kabe’yi ahşap malzemelerle ve başka şeylerle kaplattı.
Mekke’nin muhasara
edildiği dönemde savunma savaşım tercih eden Abdullah b. Zübeyr’e Mekkelilerin
dışından da yardım etmek üzere gelenlerin olduğu görülmektedir.
Avâne, Harre’den sonra
Mekke’ye giden orduya karşı Abdullah b. Zübeyr’in yanında savaşanlar arasında
bol miktarda Medineli’nin bulunduğunu kaydederse de[1090]
başlarından büyük bir felaket geçiren Medinelilerin, kısa sürede Medine’den kalkıp
Mekke’ye gelerek Abdullah b. Zübeyr’e katılmaları pek mümkün görünmemektedir.
Ancak Abdullah b. Mutî gibi Harre’den sonra başlarına gelecekten korkarak
Medine’yi terk edenlerin İbn Zübeyr’e katıldıkları[1091] söylenebilir.[1092]
Medine’nin tahrip
edilmesinden sonra Kâbe’nin de tehdit altında olduğunu gören Hâriciler,
Mekke’ye sığındığı için İbn Zübeyr’e kızmalarına rağmen Kâbe’yi korumak
maksadıyla İbn Zübeyr’e yardım ettiler.[1093]
[1094] Ayrıca
Abdullah b. Zübeyr’e yardım etmeye gelenler arasında Habeş Necâşi’si tarafından
gönderilen ve mızrak kullanmada maharetli olan 200 kişilik Habeşli askeri
kuvvetin de yer aldığı söylenmektedir. 64 yılının Muharrem ayının son
günlerinde başlayan savaş iki tarafin karşılıklı taarruzlarıyla devam etti.[1095] [1096] Husayn b. Numeyr, yüz yüze çarpışmalarla yetinmeyip, özellikle Ebû Kubeys
dağına kurdurduğu mancınıklardan attırdığı taşlarla da Mekkelileri teslime
zorladı.'95
Bu muhasara esnasında
meydana gelen olaylardan en önemlisi ise Kâbe’nin yanmasıdır. Kaynaklar,
Kâbe’nin Şamlılar tarafından mı yoksa Abdullah b. Zübeyr’in taraftarlarınca mı
yakıldığı hususunda iki ayrı görüş içerisindedirler.
Rivayetlerden
anlaşıldığı kadarıyla Abdullah b. Zübeyr, gölgelenmek ya da Şamlıların
mancınıklarıyla attıkları taşlardan korunmak için Kâbe’nin avlusuna çadır
kurdurdu. Kâbe’yi muhafaza altına almak için de üzerine örtüler, tahtalar ve
saclar attırdı. Atılan taşlar Kâbe”ye değil de bunlara isabet edecekti. Ancak
muhasara esnasında çıkan yangın hem bu eşyaların hem de Kâbe’nin yanmasına
sebep oldu.[1097]
Tarihçilerden bazılarına[1098] göre
Kâbe, Şamlıların atmış oldukları mancınıklar, ziftli paçavralar ve neft gibi
yamçı maddelerle yakıldı. Atılan bu malzemeler, Kâbe’nin etrafina konulan
ahşap, bez ve pamuk gibi eşyaları tutuşturdu, buradan Kâbe’nin perdesine
sıçrayan ateş Kâbe’nin yanmasına yol açtı.
Tarihçilerden pek çoğuna göre
Kâbe, İbn Zübeyr’in askerleri tarafından yakılmıştır.[1099]
Vâkıdî’nin söylediğine
göre Kâbe’nin etrafina ateş yakan Mekkeli askerlerden birisi, elinde taşıdığı
meşaleden, rüzgarın etkisiyle kopan bir kıvılcım Kâbe’nin örtüsünün tutuşmasına
yol açtı; sonra da Kâbe yandı.[1100]
Medâini’ye göre ise
Kâbe’nin yakılmasının tüm sorumluluğu İbn Zübeyr’e aittir; Şamlılar, Mekke’yi
muhasara etmişlerdi. İbn Zübeyr, gece karanlığında Mekke dağlarından birinden
tekbir sesleri duydu. Tekbir seslerinin Şamlılara ait olduğunu düşündü. Mızrak
ucunda bir ateşi yakıp yukarı kaldırdı ve dağın tepesindekilerin kimler
olduğunu anlamaya çalıştı. Mızrağın ucundaki ateşten bazı kıvılcımları rüzgar,
Rüknü Yemânî ile Hacer-i Esved arasındaki Kâbe örtüsüne sıçrattı ve Kâbe’nin
yanmasına yol açtı.”[1101]
Ya’kubî de konuyla ilgili olarak
şunları söylemektedir: “Kâbe yanmaya başladı, İbn Zübeyr’in taraftarlarından
bazıları, onun söndürelim dediler. İbn Zübeyr izin vermedi. Zira o, Kâbe’nin
yanmasının insanların Yezid’e kin beslemelerine ve onun ordusuna karşı daha
büyük bir hırsla karşı koymalarına sebep olacağını düşünüyordu.”[1102]
Öyle anlaşılıyor ki
savaşın rutin bir şekilde sürdüğü bir sırda, gece karanlığından ve soğuğundan
sıkıntı çeken Mekkeli askerlerden birinin taşıdığı meşaleden, rüzgarın
etkisiyle kopan kıvılcım Kâbe’nin yanmasına yol açmıştır. Bu yangının daha
ziyade kazara oluştuğu söylenebilir.[1103]
Kâbe’nin yanmasına
rağmen ara verilmeyen muhasara, Yezid’in ölüm haberinin Mekke’ye ulaşmasından
sonra kaldırıldı.[1104]
Kâbe’nin muhasarası Husayn b.
Numeyr’in Mekke’ye gelişiyle (64 Muharreminin son günleri) başladı, aynı yılın
Rebîu’l-Evvel ayının 3. günü Kâbe yandı, 14. Günü de Yezid öldü. Yezid’in ölüm
haberi ise ancak Rebîu’l-Âhır ayının başlarında Mekke’ye ulaştı.[1105] Bu
durumda Mekke muhasarasının yaklaşık olarak 64 gün veya iki ay sürdüğü
söylenebilir.[1106]
Yezid’in
ölümünü Husayn b. Numeyr’den önce öğrenen Abdullah b. Zübeyr, muhasaranın
şiddetli bir anında “Ey Şamlılar, niçin savaşıyorsunuz, uğurunda savaştığınız
tâğutunuz öldü” dediği halde Şamlılar, bu haber kendi adamlarının getirdiği
haberle te’yid edilmedikçe inanmadılar. Ancak onlar, bu habere Kûfelilerin ve
Husayn b. Numeyr’i yakından tanıdıkları Sâbit b. Munka en-Nehâî’nin haberi doğrulamasından
sonra inanabildiler.[1107]
Muhasaranın
kaldırılmasından sonra Ebtah[1108] adı
verilen yerde bir araya gelen Husayn ve İbn Zübeyr bir görüşme yaptılar. Bu
görüşmede Husayn’ın İbn Zübeyr’i Şam’a götürmeyi ve kendisine biat almayı
teklif ettiği; İbn Zübeyr’in ise, Harre’de öldürülen her bir kişiye karşılık 10
kişiyi öldürmedikçe bu işe yanaşmayacağım söylediği belirtilmektedir. Bu
görüşme taraftarların anlaşamaması sebebiyle bir netice vermeden sona erdi
Dolayısıyla da Husayn, ordusunu toplayarak, Şam’a döndü.[1109]
Yezid döneminin üçüncü
önemli isyanı olan bu olayda tarafların ne kadar zayiat verdikleri tam olarak
bilinmemektedir.[1110] Ancak
tarafların kayıplarının az olduğu söylenebilir. Çünkü çok olsaydı, kaynaklar bu
hususta sükût etmezlerdi.
Islâm’ın beşiği, Allah (celle
celâlühü)’ın beyti, müslümanların kıblesi ve kalplerinin birlikte attığı en
kutsal mekanda gerçekleşen bu mücadele insanların zihninde kötü bir iz
bırakmıştır. Hayvan ve otların bile zarar görmesinin yasak kılındığı Harem
bölgesi, aynı ırk ve dine mensup insanlar tarafından mancınıkların attığı
taşlarla, öldürülen insanlarla, akıtılan kanlarla bir savaş alanı haline
getirildi Bu olayda tarafların haklı olması söz konusu cürümlerin işlenmesi
için mazeret olarak görülemez. Aslolan kutsal beldenin kutsiyetinin
muhafazasıdır. Oysa bu olayla buranın kutsiyeti ayaklar altına alındı. Kâbe’ye
taş atan kadar oraya sığınan ve siyasi emelleri uğruna oranın taşlanmasına
sebep olan da suçlu görülebilir.
Nitekim “Abdullah b.
Abbas, Kerbela faciasını, haber alınca çok üzülmüş ve rivayete göre gözlerinin
kaybedecek derecede ağlamıştır. Abdullah b. Zübeyr’in halifeliğini ilan ederek
Harem-i Şerifi kendisine karargâh edinmesi üzerine, hilafete Emevîlerden daha
layık olmasına rağmen Harem-i Şerifi karargâh yapmasına karşı çıkmış ve ona
biat etmeyerek Taife çekilmiştir.”[1111]
İbn Zübeyr, Kâbe’nin
kutsiyetini kalkan olarak kullanmak isteyerek, kendisi sebebiyle oraya gelecek
Emevî ordusunun yapabileceği zararları hiçe saydığı görülmektedir. Ancak onun
kadar bu olayda suçlu olan bir diğer tarafta Yezid ve onun ordusudur.
Evet, belki Yezid, İbn
ZübeyrTe sulh yoluyla anlaşmak için çok gayret gösterdi[1112] ama onu
itaat altına almak için gönderdiği ordunun Mekke’nin ve Kâbenin kudsiyetini
hiçe sayabileceğim önemsemedi. Çünkü Yezid, bu ordunun Kâbe’ye sığman İbn
Zübeyr’e saldıracağını, bu esnada oranın tahrip olacağım düşünecek kadar akıl
sahibi olmalıdır.
Yezid, Mekke’yi muhasara
ettirince kuşatmayı uzattırarak İbn Zübeyr’i teslime zorlayabilirdi. Ancak onun
ordusu Mekke’ye varır varmaz mancınıklar kurdu ve Kabe’yi taşa tuttu.[1113] Onların
böyle yapmalarını Yezid’in emrettiğine dair bir bilginin olmaması Yezid’in
sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Çünkü asker onun askeridir. Bu askerin
kazanacağı başarı da başarısızlık ta ona nispet edilecektir.
ALTINCI BÖLÜM
YEZİD DÖNEMİNİN DİĞER ÖNEMLİ OLAYLARI
A-İSYANLARIN BASTIRILMASI
Yezid döneminde
gerçekleşen Hz. Hüseyin’in, Medineliler’in ve İbn Zübeyr’in isyanları kamu
vicdanında derin izler bıraktı. Söz konusu kimselerin müslümanlarm sevgisine
mazhar olmuş şahsiyetlerden oluşması, onların maruz kaldıkları akıbetin
zihinlerde daima canlı kalmasına yol açtı. Daha sonraki dönemlerde benzerleri
görülen ve daha feci şekilde neticelenen isyanlar unutuldu, ancak bunlar asla
unutulmadı. Bunda, söz konusu isyanlarda öldürülen şahısların mümtaz kimseler
olmasının yanı sıra bu olayların bazı gruplar tarafından davalarının güçlenmesi
için kullanılmasının da rolü oldu.
Yezid döneminde
gerçekleştiği belirtilen isyanlar arasında Haricîlerden bazı şahısların
isyanları da vardır. Bunlar küçük çaplı isyanlar olup halifenin müdahalesine
gerek kalmadan Basra valisi Ubeydullah tarafından ortadan kaldırdılar.
1-Ebû Bilâl Mirdâs b. Udeyye’nin İsyanı
Hâricîler arasında ilmi
ve takvasıyla tanınan[1114] Ebû
Bîlâl’in isyanının Muaviye döneminde sert bir şekilde bastırılan Hârici
isyanlarıyla ilişkili olduğu söylenebilir.
Welhausen’in idddasına
gere, “Basra’da kümelenen Hâricîler, Ziyad b. Ebih’den sonra oğlu Ubeydullah b.
Ziyad tarafından büyük bir baskı altına alındılar. Ubeydullah, önleyici
tedbirlerle haricilere karşı sert bir tutum takip etti. Kendisine tehlikeli
görünenleri, sadece şüphe üzerine, zindana attırdı ki, babası bile bunu
yapmadı.”[1115] [1116]
Ebû Bilal’in kardeşi
Urve b. Udeyye 58/678 senesinde Ubeydullah’ın Basra’da mücadele edip öldürttüğü
ilk önemli Hâricî’dir? Ubeydullah, kendisine isyan edeceğinden şüphelendiği
Urve’yi yakalattı; el ve ayaklarını kestirdikten sonra idam ederek öldürttü.
Bununla da yetinmeyip onun kızını da öldürttü.[1117]
Ubeydullah, Urve b.
Udeyye’yi öldürdükten sonra Basra’daki Hâricîler üzerindeki baskısını daha da
arttırdı. Onlardan pek çoğunu tutuklattı. Bu dönemde hapsedilenlerden birisi de
Ebû Bilâl Mirdâs idi. Hapiste kaldığı süre içerisinde özellikle gece
ibadetleriyle dikkat çeken Ebû Bilâl ile gardiyan arasında bir yakınlaşma oldu.
Onun zâhid bir insan olduğunu ve ibadete düşkünlüğünü gören gardiyan, geceleri
onu bıraktı, gün doğarken geri dönmesine göz yumdu. Ancak, Ubeydullah
Haricîlerden birisinin güvenlik görevlilerinden birisini öldürmesi üzerine hapisteki
Haricilerin tümünü öldürmeye karar verdi. Bu durumu evindeyken öğrenmesine
rağmen gardiyana verdiği söze binaen hapishaneye geri dönen Ebû Bilâl,
gardiyanın ricası üzerine Ubeydullah tarafından salıverildi.[1118]
Hapisten kurtulan Ebû
Bilâl’in hemen isyan etmediği görülmektedir. Onun isyanı öncesinde gerçekleşen
bir olayın bu isyanda etkili olduğu söylenmektedir.
Kaynakların belirttiğine
göre Belcâ[1119]
adındaki Haricilerden olan bir kadınla evlenmek isteyen Ubeydullah, kadının
evlenmeye yanaşmaması üzerine onu fecî şekilde öldürtür.[1120]
Bu kadının idamı Ebû
Bilâl üzerinde, kardeşinin öldürülmesinden daha büyük bir tesir yapar. O, artık
böyle bir olaya şahit olamayacağını, buna tahammül edemeyeceğini hissederek,
60/679 yılında, artık bu rejim altında Basra’da yaşamayacağı inancı içinde
Basra’dan ayrılmaya karar verir.[1121]
Beraberindeki 40 arkadaşıyla Âsek’e[1122]
gider.[1123]
Âsek’de toplanan Ebû
Bilâl ve arkadaşlarına karşı Ubeydullah, Eşlem b. Zur’a el-Kilâbî[1124]
komutasında 2000 kişilik bir kuvvet gönderir, ancak bunlar, Ebû Bilâl
tarafından bozguna uğratılırlar.[1125]
Ubeydullah bu sefer Ebû
Bilâl üzerine Abbâd b. Ahdar et-Temîmî komutasında 3000 kişilik bir ordu
gönderdi îki taraf Tevvec’te[1126] karşı
karşıya geldi Cuma namazı vakti Ebû Bilâl’in önerisi üzerine namaz kılmak için
savaşa ara verildi fakat namaz sırasında silahlarını bırakan Hâricîlere
saldıran Abbâd ve adanılan onları kılıçtan geçirdiler.[1127]
Zühdü, takvâsı ve
cesaretiyle muhaliflerinin bile takdirini kazanan Ebû Bilâl’in öldürülmesi
değişik zümrelerce büyük bir üzüntü ile karşılandı.[1128] Onun
öldürülmesi Basra Haricîlerinin kızgınlığını doruk noktasına yükseltti. Bununla
beraber bunlar, Ubeydullah’ın makamını sağlamca muhafaza ettiği sürece Basra’da
hiçbir şey yapamadılar.[1129]
61/680 yılında
gerçekleşen[1130] Ebû
Bilâl’in isyanı ve öldürülüşü olayında Yezid’in herhangi bir müdahalesinin
olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla yerel bir isyan olarak ortaya çıkan bu
isyan, Basra valisi Ubeydullah’ın mahallî kuvvetleri tarafından kanlı bir
şekilde etkisiz hale getirildi. Ancak şu söylenebilir ki, Basra’da rahat yaşama
imkanı bulamayan Haricîler, İbn Zübeyr”n isyanına destek olarak iktidarın
baskısından kurtulmayı denediler. Bir başka ifadeyle Ubeydullah’ın Basra’da
sıkıştırdığı Hâricîler, İbn Zübeyr’e destek oldular ve Yezid’in karşısında yer aldılar.
2-Tevvâbûn Hareketi
Daha önceki bölümlerde
de ifade edildiği üzere Hz. Hüseyin’in şahadetiyle neticelenen Kerbela’nın
doğurduğu sonuçlardan birisi de Tevvâbûn hareketinin ortaya çıkmasıdır.[1131]
Tevvâbûn hareketinin
adından da anlaşılacağı gibi, olayın esas muharrik fikri, Hüseyin b. Ali’yi
Kûfe’ye davet eden sonra da, onun ve yanında bulunanların hunharca şehid
edilmesine seyirci kalanların, bu davranışları sebebiyle hissettikleri
pişmanlık duygusudur.[1132]
Kûfeliler, kendilerini
kınamaya ve pişmanlık duymaya başladılar. Küfe’de bulunan Ehl-i Beyt
taraftarlarının önde gelenlerinden Süleyman b. Surad’ın yanısıra Museyyeb b.
Necebe, Abdullah b. Sa’d b. Nüfeyl ve daha başkalarının öncülük ettiği bu
hareketin mensuplan, Kerbela olayında Hz. Hüseyin ve yakınlarının
öldürülmesinden kendilerini sorumlu tutmaktaydılar. Çünkü onu Kûfe’ye davet
etmişler, ancak ona vaadettikleri yardım ve desteği yerine getirmeyip yalnız
bırakmışlardı. Bu sebeple de, hem onun ve hem de ehl-i beytinin öldürülmesine
sebep olmuşlardı. Bu şekilde büyük bir günah işlediklerinin düşünerek, bundan
son derece pişmanlık duymuşlardır. Bunlar, işledikleri günahların ancak Hz.
Hüseyin’in intikamının alınmasıyla afifinin mümkün olacağım düşündüler.[1133]
Uzun münakaşalardan
sonra Hz. Peygamberin sohbetinde bulunan Süleyman b. Surad’ın başkan olması
kararlaştırıldı. Çok geçmeden Süleyman b. Surad el-Huzâî, Hz. Hüseyin’in
katillerinin aslında onun intikamım talep edenler olduğunu gördü. Bu husus
Taberî’nin rivayet etttiği Süleyman b. Surad’ın kendi sözlerinde de açıkça
görülür: “Şüphesiz inceledim ve anladım ki, Hüseyin’in katilleri Kûfe”nin ileri
gelenleri ve Arap süvarileridir. Halbuki Hüseyin’in intikamının alınmasını da
bunlar istiyorlar.”[1134]
Toplantının tarihiyle
ilgili farklı bilgiler verilmektedir. Ebû Mıhnefe göre[1135] Kerbela’dan
hemen sonra başlayan ve gizlice devam eden bu grubun faaliyetleri, Yezid’in
ölümünden sonra açıktan yapılmaya başladı. Vâkıdî ise söz konusu girişimin
ancak 64/683 yılında gerçekleştirilebildiğini belirtmektedir.[1136]
Bununla birlikte,
Yezid’in hilafeti döneminde, Ubeydullah b. Ziyad’ın sert idaresi zamanında
Tevvâbûn’un ileri gelenlerinin hareket günü için zaman veya yer tespit etmiş
olmaları biraz şüpheli görünmektedir. Süleyman b. Surad’ın taraftar toplamak
gayesi ile etrafa mektupları yazmasının da Yezid’in ölümünden sonra olabileceği
kuvvetle muhtemeldir.[1137] Nitekim
Yezid’in iktidarı esnasında ortaya çıkan olaylarda herhangi bir şekilde adı
geçmeyen bu grubun, İbn Zübeyr’e Mekke muhasarası esnasında yardım eden diğer
hiziplerin yanında bulunduklarına dair bir bilgi de bulunmamaktadır.
Netice olarak şu
söylenebilir ki Yezid’in ölümünden sonra yerine geçen oğul II. Muaviye’nin
kifayetsiz yöneticiliğinden ve belirsizlikten istifade ederek ortaya çıkan
Tevvâbûn hareketi, Yezid ile herhangi bir şekilde ilişki kurmuş değildir.
Onların, ortaya çıkış sebepleri arasında Yezid tarafından gerçekleştirilen bir
takım kötü icraatlar vardır, ancak onlar bu sebeplere rağmen Yezid döneminde
isyana kalkışmış değillerdir.
B-YEZÎD DÖNEMİ FETİH HAREKETLERİ
Babası Muaviye’nin
ölümünden sonra Yezid, problemi olmayan bir devletin başına geçti Onu bekleyen
sıkıntı babası döneminde de muhalefette bulunan kimselerin biatlannı almaktı.[1138]
Çalışmamızda ifade edildiği üzere Yezid’in üç yıldan daha fazla süren hilafeti,
kendisine biat etmeyen ve isyana kalkışan muhaliflerle mücadeleyle geçti.
Hz. Ali döneminde iç
savaşlar (Cemel, Sıffin, Nehrevan) sebebiyle ara verilen fetihlere Muaviye’nin
iktidara geçmesiyle yeniden başlandı. Horasan ve Afrika’da yapılan fetihlerle devletin
sınırlan onun zamanında en geniş noktasına ulaştı.[1139] Ancak
onun ölümüyle, fetihlerin neredeyse durduğu görülmektedir.[1140]
Yezid döneminde
fetihlerin durmasıyla ilgili olarak iki sebep gösterilebilir: Bunlardan
birincisi, Muaviye döneminde devletin tabii sınırlara zaten ulaşmış olmasıdır.[1141] Yani
devlet zaten ulaşabileceği en son noktalara kadar ulaştığı için, bundan sonra
ele geçirilecek yerlerin korunması, elde tutulması çok zordu. İkinci sebep ise,
Yezid döneminde fetihler için imkan ve firsatın olmamasıdır. Çünkü bu dönemde
gerçekleşen isyanlarla uğraşan halife ve ordusu, iç savaşın sürdüğü bir ortamda
dışarıya çıkıp fütuhat gerçekleştiremezdi. Dolayısıyla bu dönemde pek az
fütuhat gerçekleşti.[1142]
1-Bizansla İlişkiler
Daha önce de ifade
edildiği gibi Bizans’a karşı sürdürülen taarruzlar, Muaviye döneminde en ileri
seviyeye çıkartıldı. Bu saldırıların asıl hedefi İstanbul’un fethedilmesiydi.
Yezid’in de iştirak ettiği müslümanlarm ordusu İstanbul’u fethedememişti ama
Bizans’a karşı taarruzlar devam ettirildi.
Yezid’in ise Bizans’a
karşı düzenlenen seferlere son verdiği görülmektedir. Daha iktidara geçer
geçmez yaptığı konuşmada Bizans’a karşı izleyeceği politikayı şu şekilde ifade
ediyordu: “...Muaviye, sizi deniz gazasına gönderirdi. Ben, müslümanlardan herhangi
birini deniz seferine sevk etmeyeceğim. Muaviye, sizi kışın Bizans diyarına
gönderip (Şevâtî) gaza ettirirdi Ben sizleri böyle bir sefere de
göndermeyeceğim... ”[1143]
Yezid’in bu konuşmada
söylediklerine bağlı kaldığı, halifelik yaptığı sürece Bizans’ la savaş
yapmadığı söylenebilir.[1144]
Daha önce de
belirtildiği üzere Yezid’in daha ilk konuşmasında Bizans’a karşı tertiplenen
yaz ve kış seferlerine son vereceği vaadine bakılarak müslüman savaşçıların
böylesi bir durumdan muzdarip oldukları sonucuna varılabilir. Zira Rum
beldelerinde aşın soğuk vardı. Aynca denizde gemilerle savaşmak da onlara zor
geliyordu. Yezid, bu durumun farkındaydı. Çünkü o da bu seferlere iştirak
edenlerden birisiydi.[1145]
Yezid’in Bilâd-ı Rum’a
karşı düzenlenen seferleri durdurması, Bizans’ın cesaretlenmesine yol açmış
olmalıdır. Daha önceki seferler neticesinde ele geçirilen topraklara iskan
olunan müslüman tebaanın emniyeti açısından da bu kararın, olumsuz etkiler
doğurduğu söylenebilir.[1146]
Şam’da iktidar koltuğuna
oturan Yezid, çoğunluğunu ordu mensuplarının oluşturduğu söylenebilecek
kimseleri bu tür konuşmalarla memnun etmek istemişse de, devletin dış siyaseti
ve fütuhatın seyri açısından bu sözlerin faydalı olmadığı söylenebilir.
Yezid’in karşılaşacağı muhtemel problemleri düşünerek, fetihlere firsat
bulamayacağı kanaatiyle de bu sözleri sarfettiği de zikrolunabilirse de, en
azından bu politikanın seslendirilmesinin Bizans’a cesaret vereceği tahmin
olunmalıydı. Yezid, Rizanshlara karşı taarruzdan ziyade savunma
durumunda kaldı.[1147]
Muaviye tarafindan
33/653 yılında Kıbrıs’ın fethedilmesi ve akabinde 10.000 müslümanın oraya
iskanı gerçekleştirildi. Bu insanlar orada evler ve camiler yaptılar. Muaviye
ölünceye kadar burada kaldılar. Maaşları da devlet tarafından devamlı suretle
gönderildi. Bu insanlar Yezid’in emriyle Kıbrıs adaşım terk ettiler.[1148] Ayrıca
aynı dönemlerde Rodos adasında yaşayan müslümanlar da Yezid’in emri üzerine
adayı terk ettiler.[1149] Böylece
Muaviye döneminde ulaşılan sınırların gerisine gelindi.
2-Horasan’da Gerçekleştirilen Fetihler
Yezid döneminde istisnai
olarak görülen fetihlerden bir kısmı da Horasan civarında gerçekleştirildi.
Yezid, 61/680 yılında Selm b. Ziyad’ı Horasan’a vali olarak gönderildi. Selm,
bu sırada henüz 24 yaşlarında bir delikanlıydı. Selm’den önce bu görevi kardeşleri
Abdurrahman b. Ziyad ve Abbâd b. Ziyad icra etmekteydi Birisi Horasan, diğeri
de Sicistân da idarecilik yapıyordu.[1150]
;
Söz konusu iki bölgenin
de valiliğine getirilen Selm, îsa b. Şebîb’in dedesi olan Hâris b. Muaviye
el-Hârisî’yi Şam’dan Horasan’a gönderdi. Kendisi de Basra’ya gidip yol
hazırlıkları yaptı. Ayrıca kardeşi Yezid b. Ziyad’ı da Sicistan’a gönderdi
Ubeydullah b. Ziyad, kardeşi Abbad’a bir mektup yazarak ona Selm’in vali olduğu
haberini iletti Bunun üzerine Abbâd, beytülmâlde olan mallan kölelerine dağıttı
ve Sicistân’dan ayrılıp Yezid’in yanına gitti.[1151]
Selm, Horasan’a gitmek
üzere yola çıktığında Yezid, onunla birlikte kardeşi Ubeydullah’a altı bin ath
seçmesini emreden bir de mektup gönderdi. Seçilecek atlıların altı bin değil de
iki bin olduğu da söylenir. Selm, Horasan’a giderken önemli kişilerden
bazılarım da beraberinde götürdü. Basrah olan bu şahıslardan bazdan şunlardı:
îmran b. Fuseyl el-Burcûmî, Mühelleb b. Ebî Sufra, Hanzala b. Arâde ve Yahya b.
Ya’mer el-Advânî vd.[1152]
Selm, Horasan’a gitti.
Ondan önceki Horasan valileri gazâ yapar, kış girdiği zaman Merv eş-Şahcihân’a
geri dönerlerdi. Müslümanlar geri dönünce Horasan beyleri, Hârezm’e yakın olan
bir şehirde toplanırlar, birbirlerine karşı savaş açmayacaklarına dair
sözleşirler ve bundan sonra nasd bir strateji uygulayacaklarına karar
verirlerdi. Müslümanlar, onların bir araya geldikleri ve bu şehre gazâ yapmayı
kendi valilerinden isterler, ancak valiler buna yanaşmazlardı. Fakat Selm,
kendisinden kış mevsimi girmesine rağmen, izin isteyen Mühelleb b. Ebî Sufra’ya
gazâ için izin verdi.[1153]
Selm, Mühelleb
komutasındaki altı bin veya dört bin kişiyi gazâya çıkardı. Mühelleb, onları
muhasara altına aldı. Sonunda karşı taraf barış istemek zorunda kaldı.
Mühelleb, yirmi milyon dirhem ödemelerini onlara şart koştu. Onlar bunu kabul
ettiler ve ödemeyi peşin yaptılar. Mühelleb buradan aldığı ganimetleri Selm’e
götürdü. Selm ise bunlardan beğendikleri dışındakileri Yezid’e gönderdi.[1154] [1155]
Netice olarak şu
söylenebilir ki, Yezid, Selm b. Ziyad’ı Horasan ve Sicistan’a vali olarak
gönderdi, Selm de buralarda zayıflayan devlet otoritesini yeniden tesis etmek
için gazalarda bulundu. Yaptığı antlaşmalarla bunu başardı ve pek çokta ganimet
elde etti.
Kuzey Afrika’da Gerçekleştirilen Fetihler
Konunun hemen başında
şunu belirtmek gerekir ki, Yezid döneminde Kuzey Afrika’da gerçekleştirilen
fetihler Ukbe b. Nâfî tarafından yapıldı.
Ukbe b. Nâfî’nin
İfrikıyye ile olan münasebetleri ilk olarak Amr b. el-Âs’ın Berka ve
Trablusgarb’ı fethettiği 22-23/642-643 yıllarında başladı. Amr’ın komutam
sıfatıyla bu şehirlerin fethine katılan Ukbe, aynı yıllarda Berka ile Zevîle
arasında kalan yerleri de İslâm hakimiyetine almıştır. Bölgedeki fetihlerin
tamamlanmasından sonra ise Amr b. el-Âs tarafından Berka ve Trablusgarb’ın
murâbıtlığına atanan Ukbe, böylece 63/683’de ölünceye kadar yaklaşık yirmi yıl
sürecek olan İfrikıyye ile münasebetlerine başladı.[1156]
Amr b. el-Âs’ın vefatına
kadar bu görevde kalan Ukbe, bu dönem içerisinde Kuzey Afrika’da pek çok yerin
fethini gerçekleştirdi.
Amr’ın vefatından sonra
ise Ukbe’nin, aynı göreve devam edip etmediğini bilmiyoruz. Kaynaklarımız
Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’in 27/647 yılındaki İfrikıyye seferine Ukbe’nin de
katıldığım naklederlerken, 45/665’deki Muaviye b. Hudeyc’in İfrikıyye seferine
iştirak ettiğine dair hiçbir bilgi vermemektedirler.[1157]
Muaviye b. Hudeyc’in
45/665 yılındaki îfrikıyye seferinden sonra, Ukbe b. Nâfi 46/666’da Berka ve
Trablusgarb’ın güneyinde kalan iç kesimlere yeniden seferler düzenlendi ve bu
seferlerini 50/670 yılına kadar dört yıl sürdürdü.[1158]
Muaviye b. Hudeyc’in
Mısır valiliği döneminde, pek çok yerin fethedilmesini sağlayan Ukbe, 50/670
yılına kadar aralıksız olarak dört yıl gazalarda bulundu.
Ukbe, 50/670 yılında
fetihlere ara verdi ve İslâm orduları için devamlı karargah vazifesi görecek
olan Kayravan şehrini kurmak için teşebbüse geçti. Çünkü kendisinden önce
îfrikıyye seferine çıkan diğer komutanlar, burada fetihler yapıp Mısır’a geri
dönüyorlar, bu da îfrikıyye’deki askeri fâaliyetlerin ve gerçekleştirilen
fetihlerin kalıcı olmasını engelliyordu. 50/670 de başlayan inşaa faaliyeti
55/675 yılında tamamlandı.[1159]
Muaviye b. Ebî Süfyan
46/660 yılında Ukbe’yi Berka ile Trablusgarb arasındaki iç kesimlerin fethine
gönderdikten sonra bu sırada Ufrikıyye orduları komutanı olan Muaviye b.
Hudeyec’i azletti Ukbe’nin seferlerine başlamasından bir yıl sonra da Mesleme
b. Muhalled’i 47/667 yılında Mısır ve Mağrib (îfrikıyye) valiliğine tayin etti.
Böylece Mesleme, Mısır ve Mağrib (îfrikıyye) valiliklerinin ikisinin birden
fiilî olarak uhdesinde toplayan ilk kişi oldu.[1160]
Mesleme, Ukbe b. Nafi’in
îfrikıyye’deki görevine 55/675’de son vererek yerine Ebü’l-Muhâcir Dinar’ı
tayin etti.[1161]
Ebü’l-Muhâcir, göreve
tayini ve Ukbe’nin azlini bildiren bir mektup ve orduyla Kayravan’a geldi.
Daha sonra da, Ukbe’yi güzellikle görevden alması şeklindeki Mesleme’nin emrine
muhalefet ederek, onu önce zincire vurdurdu sonra da hapse attırdı.[1162]Ebü’l-Muhâcir
Dinar’ın Ukbe’ye kötü davrandığını, onu zincire vurdurarak hapse attırdığının
haberini alan Muaviye b. Ebî Süfyan, Ebü’l-Muhâcir’e bir mektup yazarak ondan
Ukbe’yi serbest bırakmasını istedi. O da Ukbe’yi serbest bıraktı.[1163]
Hapisten kurtulan Ukbe,
doğruca Şam’a, halife Muaviye’nin yanma gitti ve başından geçen sıkıntıları,
maruz kaldığı işkenceleri ona anlattı. Ayrıca İslâm’daki fedakarlıklarının,
savaşlardaki yararlılıklarını da zikrederek Muaviye’ye sitemde bulundu. Muaviye
ise ona haklı olduğunu söyleyip kendisini tekrar görevine iade edeceğine dair
söz verdi. Ayrıca ondan özür de diledi. Ancak Muaviye’nin 60/680 de vefatı bu
vaadini yerine getirmesini engelledi.[1164]
Muaviye’nin vefatından
sonra yerine geçen oğlu Yezid, bu olaydan haberdar biri olarak, önce Mesleme b.
Muhalled’i îfrikıyye valiliğinden aldı, sonra da Ebü’l- Muhâcir’i 62/682’de
tffikıyye orduları komutanlığından azlederek yerine Ukbe’yi vali olarak tayin
etti ve îfrikıyye’yi doğrudan hilafet merkezine bağlı bir vilayet haline
getirdi.[1165] Böylece
Ukbe’nin ikinci valiliği (62-63/682-683), Mısır’dan ayrı ve hilafet merkezine
doğrudan bağlı müstakil bir valilik şeklinde oldu.[1166] [1167]
İkinci defa valilik
görevine getirilen Ukbe, derhal harekete geçip Kayravan’a ulaştı. Ukbe,
Kayravan’a gelir gelmez kendisine kötü davranan Ebü’l-Muhâcir’e misliyle
mukabelede bulundu; onu önce zincire vurdurdu sonra da hapse attırdı.34
Ukbe, Kayravan’a
gelmesinden kısa süre sonra da büyük bir ordu hazırlatıp Mağrib seferine
gitmeye karar verdi.
62/681 yılında başlayan
bu sefere, zincire vurdurduğu Ebü’l-Muhâcir’i de götüren Ukbe, Kayravan’dan
ayrılırken yerine Züheyr b. Kays el-Belevî’yi vekil bıraktı.[1168]
Tarihçilerin
belirttiğine göre sefer esnasında Ebü’l-Muhâcir’e iyi davranmayan Ukbe, aynı
şekilde Ebü’l-Muhâcir ile yaptığı bir savaşta mağlup olan, akabinde de
EbüT-Muhâcir’le kurduğu dostluk üzerine İslâm’a giren, Berberi reisi Kuseyle’ye
de oldukça kaba davrandı. Kuseyle’nin kavmi arasında büyük itibarı olmasına
rağmen onu, herkesin gözü önünde küçük düşürmeye çalıştı. Üstelik,
Ebü’l-Muhâcir’in Kuseyle’ye iyi davranmasına dair tavsiyelerine de önemsemedi.[1169]
Çalışmanın niteliği
bakımından Ukbe’nin Yezid döneminde ve ikinci Afrika valiliği esnasında
gerçekleştirdiği Mağrib seferi esnasında nereleri fethettiği, hangi savaşları
yaptığı vs. hakkında bilgi verilmesi konunun boyutlarını aşacaktır. Ancak şunu
ifade etmek gerekir ki, Ukbe b. Nâfî’nin ordusu, Afrika’da gittiği her yeri
fethetti; Atlas okyanusuna kadar ki bölgeleri İslâm devleti sınırlarına kattı.[1170]
Tarihçilerin
belirttiğine göre Atlas Okyanusu’na kadar uğradığı her yeri fetheden Ukbe,
önünde Okyanusun engin sularım görünce, atım Okyanusa doğru sürmüş ve şunları
söylemiştir: “Ey Rabbim! Eğer şu deniz önüme çıkmasaydı, senin dinini müdafaa
etmek ve sana karşı kafir olanlarla savaşmak için Zü’l-Kameyn’in yaptığı gibi
ülkeler fethederdim.”[1171]
Bundan sonra Kayravan’a
geri dönmek üzere harekete geçen Ukbe ve ordusu, dönüş esnasında da pek çok
ganimet elde etti.
Kayravan’a sekiz günlük
bir mesafede bulunan Tubne[1172] ye
gelen Ukbe, kazandığı seferlere güvenerek, ordusunu dağıtır, onların gruplar
halinde Kayravan’a gitmelerine izin verir. Kendisi, ise zincire vurduğu
Ebü’l-Muhâcir ve az sayıdaki adamıyla birlikte Tehûzâ’ya[1173] gider.
Tehûzâ’da bulunan Rumlar, Ukbe’nin az sayıdaki birlikleriyle şehirlerine
geldiğini görünce, bunu firsat bilerek, kalelerine kapanarak savaşmaya başlarlar.
Ukbe, mancınıklarla kaleyi muhasara altına alır, ancak Rumlar savunmayı
sürdürürler. Bu arada Rumlar, Berberi Kuseyle’yi yardıma çağırırlar, o da bu
çağrıyı kabul eder. Rumlar, Kuşeyle yönetimindeki Berberi’lerin desteğini de
aldıktan sonra saldırıya geçerler. Berberi’ler ve Rumlar arasında kalan
müslümanların tamamına yakım kılıçtan geçirilir. Öldürülenler arasında Ukbe b.
Nafi ve Ebü’l- Muhâcir’de bulunmaktadır.[1174]
Kayravan’da vekil olarak
bırakılan Züheyr b. Kays el-Belevî bunlarla savaşmak istediyse de Kayrevân’ı
terkedip Berkâ’ya gitmek zorunda kaldı. Berberi Kuşeyle ise kendisine katılan
diğer Berberi kabileleriyle birlikte Muharrem 64 / Ağustos-Eylü 683’de, Züheyr
b. Kays el-Belevî’nin boşalttığı Kayrevân’a girdi Böylece îfrikıyye’de beş yıl
sürecek olan Küseyle’nin hâkimiyeti de başladı.[1175]
Öyle anlaşılıyor İd,
Afrika’da bu gelişmeler olurken Medinelilerin ve İbn Zübeyr’in isyanlarıyla
uğraşan halife Yezid b. Muaviye, Afrika’daki olaylara kayıtsız kaldı. Böylece
Yezid döneminin en önemli fetihlerinin gerçekleştiği Afrika’da kazanılan yerler
tamamen kaybedildi Hatta Muaviye döneminde ele geçirilen topraklar bile
muhafaza edilemedi
C-YEZİD’İN İDARÎ VE MÂLÎ ALANDAKİ İCRAATLERİ
Yezid iktidarda kaldığı
sürenin az olması yanında bu dönemde sürekli isyanlarla uğraşılması onun
fetihlerde bulunmasına imkan vermediği gibi idari, mâlî ve sosyal alanda da
köklü reformlar ve büyük icraatlar yapmasını engelledi. Zaten Yezid’in
halifeliği esnasında köklü icraatlar yapabilmek için gerekli otoriteye de sahip
olmadığı söylenebilir.
Halife Yezid’in
iktidarda bulunduğu dönemde, söz konusu alanlarla ilgili icraatlerinin daha çok
babası Muaviye’nin ortaya koyduğu sistemi muhafaza etmek şeklinde gerçekleştiği
çok az değişikliklerin olduğu belirtilebilir. Dolayısıyla Yezid’in uygulamalarının
aslının Muaviye’nin daha önce ortaya koyduğu icraatler olduğu görülebilir.
Yukarıdaki sebeplerle
Yezid’in söz konusu sahalardaki icraatlerinin Muaviye’nin uygulamalarım göz
önünde bulundurularak ortaya konulacaktır.
1-İdarî Alandaki İcraatleri
Bazı araştırmacıların
ifade ettiğine göre işlerinin hemen hemen tamamını valileri arac±ğıyla yürüten
Muaviye, onlara büyük yetkiler veriyordu. Valilerin tayini ve cihad kararı
hariç hiç bir konuda onlara müdahale etmiyordu. Zaman zaman onları denetliyor,
uygun bulduğu işleri onaylıyordu. Seçtiği valilerin yetenek ve otorite
bakımından kendisine benzemesine özen gösteriyordu.[1176]
Yezid de babasının
politikası doğrultusunda hareket ederek babaSı tarafından daha önceden valilik
makamına getirilmiş olan valileri görevde bıraktı. Böylece Muaviye döneminde
başarılı olan valilerin göreve devamları ile Yezid’in hilafete geçişi esnasında
herhangi bir olumsuzluğa meydan verilmedi, güçlü valilerin vilayetlerdeki
hakimiyeti sayesinde yumuşak bir geçiş gerçekleşti.
Yezid’in babası
Muaviye’nin valilerinin görevde tutmasını doğru bir davranış olarak gören tbn
Kesir, böylesi bir davranışın Yezid’in zeki birisi olduğuna delil olacağını
ifade etmektedir.[1177]
Bu dönemde Hicaz
valiliğinde bulunanların, Ümeyye oğullarına mensup kimselerden oluştuğu
görülmektedir. Velid b. Utbe, Amr b. Sâid ve Osman b. Muhammed gibi.[1178] Bunda
da Muaviye’nin fetihle devletin eline geçen bölgelere kendi ailesinin dışındaki
şahıslan, Hicaz’a ise kendi ailesinden vali tayin etme[1179]
politikasının etkili olduğu söylenebilir.
Hicaz dışındaki yerlere
ise vali tayin edilirken dini, siyasi veya sıhriyet yönünden bölge halkı
üzerinde etkili olabilecek şahıslar seçiliyordu.[1180]
Örneğin Kûfe’ye sahâbîlerden Numan b. Beşir, Basra’ya siyasi kabiliyeti olan
Ubeydullah b. Ziyad; Kelbîlere yakınlığıyla bilinen Filistin ve Ürdün
valiliğine ise yine bu kabileden bir kişi olan Hassan b. Mâlik b. Bahdal
el-Kelbî tayin edilmiştir.[1181]
Diğer taraftan Yezid’in
valilerle ilgili olarak vilayetlerden gelen şikayetleri dikkate aldığı da görülmektedir.
Nitekim, Medinelilerin şikayetleri üzerine Amr b. Sâid’i, Mekke’de bulunan İbn
Zübeyr’in sözleri üzerine de Velid b. Utbe’yi görevden almıştır.[1182]
Yezid’in gelen
şikayetler üzerine hemen vali değişikliğinde bulunmasını onun zafiyetine
bağlıyanlar[1183] olmuşa
da Yezid’in böyle davranmasında babası Muaviye’nin “her gün valilerini
değiştirmeni isteseler bile sen bunu yap...” şeklindeki vasiyetinin de etkili
olduğu düşünülebilir.
Yezid’in yeni bir valiyi
göreve getireceği zaman etrafindakilerle istişare ettiği görülmektedir. Nitekim
Numan b. Beşir’in Küfe’de duruma hakim olmadığını öğrendikten sonra onu
görevden alan Yezid, yerine Ubeydullah’ı tayin etme kararına etrafındakilere
danıştıktan sonra varmıştır.[1184] Ancak
onun söz konusu istişareyi genellikle Sercûn b. Mansûr gibi bir Hıristiyan’la
yapmış olmasının onun doğru kararlara ulaşmasına engel olduğu söylenebilir.
Nitekim hem Ubeydullah’ın Küfe’ye vali tayin edilmesinde hem de Müslim b.
Ukbe’nin Medine isyanını bastırmakla görevlendirilmesinde Sercûn’un tavsiyelerinin
etkili olduğu görülmektedir.[1185]
Diğer taraftan Yezid’in
tayin ettiği valileri ve görevlendirdiği komutanları çok geniş yetkilerle
desteklediği, verdiği emirlerin bunlar tarafından uygulanıp uygulanmadığını
denetlemediğini[1186],
emirlerine uymayanları gerektiği şekilde sorgulamadığını[1187] ve
bunlara emirler verirken çok net şeyler söylemediğini[1188] ifade
edenler de görülmüştür.
Belki de Yezid’in
yukarıdaki eleştirilere maruz kalmasına yol açacak davranışlarda bulunmasında
Muaviye’nin valilere tanımış olduğu geniş yetkileri sürdürmesi etkili olmuştur.
Yani Muaviye’nin bu politikası Yezid tarafından da sürdürülmüştür. Ancak şunu
belirtmek gerekir ki, Muaviye emirlerine uymayan görevlilerini cezasız
bırakmamıştır.
Yezid’in
gerçekleştirdiği idari icraatlerden birisi de, o döneme kadar dört olan Cünd
sayısını beşe çıkarmasıdır. Suriye’de yer alan bu dört Cünd şu şekildeydi: 1.
Cün dü Filistin (Kudüs) 2. Cündü Ürdün (Taberiyye) 3. Cündüü Dırnaşk (Dımaşk)
4. Cündü Hınıs (Hıms)[1189]
Daha önce de ifade
edildiği üzere Yezid, Bizans’la yapılan gazalara son vermiş, Rodos va
Kıbrıs’taki müslümanlan geri çekmişti. Bu durum da BizanslIların Akdeniz’de,
Anadolu’da ve İslâm devletine sınır olan Suriye’nin Kuzeyinde istediği şekilde
hareket etmesine yol açmıştır. Dolayısıyla bölgeye en yakın cünd olan Hıms
Cündü yetersiz kalmaya başlamıştır. Durumun farkına varan Yezid, Hıms cündünden
daha Kuzey’de Kınnesrin cündünü tesis etmiştir.[1190]
Belâzürî’nin
belirttiğine göre Kınnesrin ve ilçeleri, Hıms cündüne bağlıydı. Yezid,
Kınnesrin’i Hınıs’tan ayırdı ve müstakil bir cünd haline getirdi. Haleb,
Antakya ve Menbic bilgesini de buraya bağladı.[1191]
Yezid’in idari
icraatlerinden birisinin de oğlu Muaviye b. Yezid’i veliaht tayin etmesidir.
Belâzürî’nin naklettiğine göre hilafet makamına geçmesinden iki sene sonra
ciğerlerinden rahatsızlanan Yezid, Kelb kabilesinden olan ve kendisine
yakınlığıyla bilinen Hassan b. Mâlik ile yaptığı istişareden sonra oğlu
Muaviye’yi veliaht tayin etmeye karar verdi ve halktan biat aldı.[1192] Mes’ûdî
ise her hangi bir tarih vermeksizin Yezid’in ölmeden önce Muaviye’ye biat
aldığım söylemektedir.[1193]
Yezid’in oğlu Muaviye’yi
veliaht tayini ile ilgili olarak Akyüz’ün yaptığı değerlendirmeler dikkat
çekici niteliktedir: “Otuz dört yaşında halife olup, hemen iki yıl sonra
halefini seçmek, genç bir adamın yapacağı harekete pek benzemiyor. Fakat iki
kuvvetli muhalefet hareketiyle karşılaşması, Yezid’i halefini erkenden seçmeye
pekala yöneltebilir. Bu yüzden Yezid’in halefini seçmesini sağlık durumuna
değil de, sosyal- siyasi duruma bağlamak daha doğru görünüyor.”[1194]
2-Mâlî İcraatları
Yezid, diğer
faaliyetlerinde olduğu gibi ekonomik uygulamalarda da Muaviye’nin yolundan
gitti. Bunlar, yeniden yapılanma, mâlî hizmetlerin birleştirilmesi ve bazı
kimselere tanınan imtiyazların ortadan kaldırılmasıdır.[1195]
Belâzürî’nin rivayet
ettiğine göre “Yezid b. Muaviye halife olunca Necranhlar, çeşitli yerlere
dağıldıklarından, bir kısmının ölmesi ve bir kısmının da müslüman olması
sebebiyle, ödemeleri gereken vergiyi ödemekte zorlandılar. Daha önce Hz. Osman’ın
da elbise sayısında eksiltme yaptığına dair mektubunu halifeye göstererek şöyle
dediler: “Sayılarımız daha da azaldı, çok fazla zayıfladık.” Bunun üzerine
Yezid, onlardan vergi olarak aldığı elbise sayısından iki yüz elbise daha
eksiltti ve böylece dört yüz elbise azaltılmış oldu.”[1196]
Lammens’e göre “tabiatı
itibarıyla cömert ve fakat tüm gerçek Emeviler gibi ekonomist olan Yezid, vergi
konusunu ince bir revizyondan geçirerek kaynaklan artırmaya çaba gösterdi.
Bunu, bazı vatandaş gruplarını ezme pahasına gerçekleştirdi. Sâmirîler’in
üzerine konulan vergi bu türdendir...”[1197]
Ebû Ubeyde b. el-Cerrah,
Ürdün ve Filistin’deki Sâmirîlerle anlaştı; onlar müslümanlann ajanlan ve
rehberleri olacaklar, buna karşılık baş vergisi cizyeyi ödemeyecekler ve
topraklarını da Ebû Ubeyde kendilerine geri verecekti. Bu durum Yezid dönemine
kadar devam etti. Yezid, Ürdün’deki Sâmirîlerin topraklarına haraç vergisi
koydu. Aynca adam başına iki dinar cizye vergisi koydu. Aynı şekilde
Filistin’dekilerin topraklarına haraç, kişi başına da beş dinar cizye koydu.
Sâmirîler Yahudi’dir.[1198]
Lammens’e göre devletin
daha fazla gelire ihtiyacının olması ve Sâmirîlerin nüfuslarıyla
zenginliklerinin artmış olması böyle bir verginin konulmasında etkili oldu.[1199]
Öyle anlaşılıyor ki, ilk
zamanlar müslümanlara yardım eden ve fakir olan bu insanlardan alınmayan söz
konusu vergiler, daha sonra şartların değişmesiyle alınmaya başlandı.[1200]
Yezid’in mali
uygulamalarından birisi de Mervlilerden alınan haraç gelirlerinin türünün
değiştirilmesi oldu.
Merv’in merzubanı ile
Abdullah b. Amir’in Hz. Osman (r.a) döneminde (23- 35/644-656) yaptığı
antlaşmada, erkek ve kadın hizmetçiler ile hayvan ve mal verilmesi şart
koşuldu. Çünkü o sırada onların ellerinde nakit para yoktu. Haracın hepsi bu
şekilde ödeniyordu; bu durum Yezid b. Muaviye’nin iktidara gelmesine kadar
devam etti; o haracı para ile ödetti.[1201]
Muaviye döneminde yılda
üç taksit halinde ödenen atiyyelerin (maaş) Yezid tarafından yılda bir defada
ve peşin olarak ödendiği de bildirilmektedir.[1202]
Yezid’in sosyal faaliyetlerinden
sayılabilecek bir icraatı ise, iktidarda bulunduğu esnada Kabe’yi ipekli
örtüyle örttürmesidir.[1203]
Yezid’in adından en çok
bahsettirdiği sosyal faaliyetinin ise Şam’da kazdırdığı bir kanal olduğu
söylenmektedir. Daha çok müsteşrikler tarafından ifade edilen bu bilginin ilk
dönem kaynaklarında yer almadığı belirtilmelidir. Özellikle Henry Lammens’in bu
hususta ayrıntılı malumat verdiği görülmektedir[1204]:
“Mâlî düzenlemelerden
sonra zirâi durum da Yezid’in dikkatini çekti Şam vahasındaki mevcut refah, bu
vahanın Âramilerce oluşturulan güzel sulama sistemine bağlıydı. Onlardan sonra
Greko-Romanler bu şebekenin gelişmesine özen göstermişlerdir. Araplar, önceki
nesillerin bu mirasını ele geçirmekle yetindiler. Yezid ise geçmişten gelen
sulama projelerini geliştirmenin önemini kavradı. Yezid, gençlik döneminde Gûta[1205]
mevkiinde ve Deyr-ü Murrân’da çok güzel villalar edindi”[1206]
Lammens’in ifadesine
göre “tüm Arap halifeleri içerisinde gelenek, sadece ona Mühendis lakabını
verdi. Kanal kazma çalışmalarım yönlendirdi hatta başkanlık etti. Tarihte çok
az sayıdaki hükümdar böylesi bir nitelendirmeyi hak etti. Mühendis lakabı,
oldukça iyi bir bilgi birikimini ve onun Arap ortamındaki farklı bir ruha sahip
olduğunu gösteriyor ki o, bu teknik bilgileri, içerisinde büyüdüğü soylu
hükümdarlık ailesi içerisinden edindi Ayrıca vermekle yükümlü oldukları haracı
temin edebilmek için kanallar, bentler ve kuyular açarak ziraat yapan Tağlib
Hıristiyanlan ve Kelbîler’in yaptıklan fâaliyetler de o bölgede yetişen
Yezid’in dikkatini çekti.”[1207]
Şam’dan geçen meşhur
Berede ırmağı, pek çok vahayı suladıktan sonra Şam ovasının methalinde, sûnî
olarak genişletildi. Bu faaliyeti ise Yezid gerçekleştirdi.[1208]
Gûta mıntıkasında boş
yere akıp giden Berede nehri, bu bölgenin yüksek olması sebebiyle Zirai alanda
kullanılamıyordu. Bunu fark eden Yezid, muhtemel zorluklara rağmen kanal
kazdırmak ve bu kanalla suyun ulaşmadığı yerlerin de sulanabilmesini temin
edebilmek için fâaliyete geçti.[1209]
Irmak sahilinde
oturanlar, yeni kanaldan istifade tekniklerini bilmelerine ve bu kanalın
kendilerine pek çok yarar sağlayacağım tahmin etmelerine rağmen Yezid’in kanal
kazma teşebbüsüne karşı çıkmak istediler. Bunlar topraklarının veriminin
artmasıyla birlikte ödeyecekleri verginin de artırılacağı endişesiyle nehrin
kazılmasını istemiyorlardı. Ancak Yezid, onlara alınan verginin
artırılmayacağı, bu yıl ki verginin de kendi mülkünden ödeneceği garantisini
verince Gûta’lılar topraklarına kanal kazılmasına razı oldular.[1210]
Yeni kanal bir metre
derinliğinde ve yarım metre genişliğinde kazıldı. Daha önceki kanallara nazaran
gözle görülür bir büyüklükte olan bu kanal Şam’da pek çok arazinin sulanmasına,
dolayısıyla da elde edilen mahsulün artmasına sebep oldu.[1211]
Bu kanal Nehrü Yezid
adıyla anılarak günümüze kadar da Şam’da pek çok arazinin sulanmasında
kullanıla geldi.[1212] Söz
konusu kanal Yezid’e büyük bir şöhret kazandırarak ona, “mühendis = water
encyineer” denilmesini sağladı.[1213]
YEDİNCİ BÖLÜM
YEZİD’ÎN VEFATI, ŞEMÂİLİ VE ŞAHSİYETİ
A-YEZİD’İN VEFATI
Kaynaklarda Yezid’in
ölüm tarihi, yeri ve sebebi hakkında birbirini tutmayan bilgiler bulunmaktadır.
Bununla birlikte biz, öncelikle kaynakların çoğunluğunca kabul edilen hususları
ortaya koymaya, daha sonra da rivayetlere yer vermeye çalışacağız.
Tarihçilerin pek çoğuna
göre Yezid, 14 Rebiülevvel 64/11 Kasım 683 Salı günü, Dımaşk yakınlarındaki
Huvvarîn’de ölmüştür.[1214]
Yezid’in cenazesi ölümünden hemen sonra Dımaşk’a getirilmiş, oğlu Muaviye b.
Yezid tarafından kıldırılan cenaze namazını müteakiben Bâbu’s-Sagîr mezarlığına
defoedilmiştir.[1215]
Vefatı esnasında 38 veya
39 yaşında olan Yezid’in[1216] üç yıl
altı aydan fazla hilafet makaramda kaldığı ifade edilmiştir.[1217]
Diğer taraftan
yukarıdaki bilgilerle uyuşmayan malumatların varlığı da görülmektedir. Örneğin
Makdisî[1218]
Yezid’in el-Mâtrûn[1219]
mevkiinde doğduğunu, 30 yaşmda iken vefat ettiğini söylerken Mes’ûdî[1220],
Yezid’in 64 yılı Safer ayıran 17. gecesinde öldüğünü, yaşının ise 33 olduğunu
ifade etmektedir. İbn Kesir’e[1221] göre
ise Yezid öldüğünde 40 yaşındaydı.
Yezid’in vefatı ve
yaşıyla ilgili olarak müsteşrik Lammens’in söylemiş olduğu bir takım hususları
belirtmekte yarar vardır:
“Yezid’in hayat süresi
hakkında ittifak bulunmamaktadır. Veriler 35 ve 43 yılları arasında gidip
gelmektedir. Yezid’in doğumuyla ilgili muhtelif tarihlere hiç güvenmiyoruz.
Bunlar, bağımsız bir bilgi kaynağından neş’et etmeyip geriye doğru gitme
metodunun uygulamasıyla elde edilmektedir. Diğer bir ifadeyle her yazar,
Yezid’in hayatı için bir yekûn kabul ederek işi başlamaktadır. Daha sonra bu
toplamdan hareketle kendince bir doğum, buna bağlı olarak da ölüm tarihi
çıkarmaktadır. Genellikle yazarlarımız, bu tarihi hicrete yaklaştırmaktan
sakınırlar. Onun tahta adaylığına karşı çağdaşları tarafından gösterilen
tepkileri meşru göstermek için, yaşının gençliğinde ısrar etme ihtiyacı hissedilir...”[1222]
Lammens’e göre “Yezid,
Huvvârin’de öldü ve oracıkta defni de buna şehadet etmektedir. Nitekim Emevî
iktidarına düşmanlığıyla bilinen İbn’ul Arabi şu beyti inşa etti:
“Ümeyye’nin oğlu, sizin
iktidarınız (gücünüz), Huvvârin’de gömülü cesetle birlikte öldü... "[1223]
[1224]
Aynı şekilde Emevî
sempatizanı ve Yezid’in dostu şair Ahtal’ın söylediği şu şiir de onun
Huvvârin’e defholunduğuna bir delildir.”
“Huvvârin
’de yatıyor Yezid, hiç terketmediği mekanında.
Sabah
sağnakları serinletiyor mezarını ve onun misafirini. ”
Bu deliller, daha
sonraki vakannüvistlerin iddialarını boşa çıkarmaktadır. Onlar, bu mezarı Şam’a
yerleştirmeye veya vücudun oraya nakledilmiş olduğuna meyillidirler. Oysa
gelenek, ceset nakilini hoş görmez ve ölümün vuku bulduğu yere defnini arzular...”[1225]
Huvvârin’in Şam’a
yakınlığı bir tarafa ilk dönem kaynaklarının tamamına yakın bir kısmı da
Yezid’in Huvvârin’de defholunduğunu söylemektedir. Dolayısıyla da Lammens’in
yukarıdaki mütalaalarını haklı çıkarabilecek yegane dayanağı, İbn Arada ve Ahtal
tarafından söylenilen beyitlerdir. Ancak bu beyitlerin lafzî ibarelerinin
ötesinde ihtiva ettiği mecazî anlamların da olduğu muhakkaktır. Oysa bu
bilinmemektedir. Dolayısıyla söz konusu beyitler Lammens’in vardığı neticeyi
kesin kılmaktan uzaktır.
Diğer taraftan Yezid’in
ölüm şekli ve nedeni hususunda da farklı bilgilerin olduğu görülmektedir.
Zehebî’nin söylediğine göre
“Yezid, şarap içer ve dans etmeye başlar. Dans ederken baş aşağı düşer, beyni
parçalanarak ölür.”[1226]
Belâzürî ise isim
vermeksizin yaşlı birisinin kendisine şunları anlattığını belirtmektedir:
“Yazid, sarhoş bir haldeyken maymununu yaban eşeğine bindirir, sonra kedisi de
bu yaban eşeğinin peşinden koşar, düşerek boynunu kırar ve karnı parçalanarak
ölür.”[1227] Yine
Belâzürî tarafından İbn Ayyaş’ın şu haberi rivayet ettiği ifade edilmektedir:
“Yezid, sarhoş bir haldeyken Huvvârin’de avlanıyordu. Yabanî bir eşeğe bindi ve
önüne de bir maymun aldı. Bu eşeğin zıplaması üzerine düştü, beyni parçalanarak
öldü.”[1228]
Yukarıdakilere benzer
ifadelerin başka tarihçiler tarafından da zikredildiği görülmektedir.[1229]
Bunlar içerisinde en
ilgi çekini ise Alman müsteşrik Goldziher’in ortaya koyduğu rivayet ve
değerlendirmedir. Henry Lammens’in de bu rivayeti naklettiği ve Goldziher’in
değerlendirmelerine katıldığı görülmektedir[1230]:
“Halife bir gün çok
güvendiği ve saygı duyduğu bir şahsı akşam yemeğine davet eder ve ona nazik bir
şekilde bizzat kendisi hizmette bulunur. Yemek esnasında misafir, Yezid’e çok
dokunaklı bir şekilde Hz. Hüseyin’in ölümünden dolayı kötü bir âkıbetle
karşılaşıp karşılaşmadığını sorar. Halife ise “hayır” diye cevap verir ve
hiçbir kötü musibetle karşılaşmadığını, bilakis her şeyin istediği şekilde
gittiğini söyler. Yezid, sohbetin bir kısmında yanmakta olan kandilin fitilinin
azalması üzerine fitili biraz daha açmak ister. Küçük parmağıyla fitili tutar.
Bu esnada küçük parmağı kandilin ateşinden yanmaya başlar. Ateşi söndürmek için
teşebbüse geçer, üflemeye başlar. Ancak bu esnada dudakları yanarak ölür.”[1231]
Goldziher, bu rivayeti
verdikten sonra şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Umumi olarak tarihi gelenekte
olduğu gibi Şiflerin de Hz. Hüseyin’in katili Yezid’in diğer Emevî
halifelerinden daha ziyade normal ve rahat bir şekilde can vermemesini istiyor
olmaları dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu tavrın alevi tarihçiler tarafından da
dile getirildiği görülmektedir. Onlar, bu cinayeti işleten Yezid’ten feci bir
şekilde intikam alınmak suretiyle tarihi adaletin yerine gelmesini çok
istiyorlardı. O, diri diri cehennem ateşine benzer bir ateşe hiç tereddüt edilmeden
atılmalıydı. Onların genel görüşüne göre, kutsal ailenin kam, Emevî saltanatı
boyunca sürekli intikam diye haykırdı...”[1232]
Goldziher’in yukarıdaki
görüşlerine katılan Lammens ise ilave olarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır:
“Hüseyin’in kâtili için Şifler, çok korkunç bir ölüm sahnesi uydurdular; ateşle
ölüm. Şiflerdeki mevcut kindarlık onların böylesi bir şeyi düşünmüş olmalarına
yol açmış olmalıdır. Onlar, bu mitolojiyi inanılır göstermek için de
Peygamber’e affedilen şu sözü delil gösterdiler: “Allah (celle celâlühü),
Medine’yi tehdit eden kişiyi, tuzun suda eridiği gibi eritip yok eder.”[1233]
öyle anlaşılıyor ki
tarihçiler, Yezid’in ölüm şekli hususunda iki guruba ayrılmış durumdadır.
Birinci gruptakiler onun eceliyle öldüğünü ve normal bir biçimde can verdiğini
söylerken çoğunluğunu Şiî tarafgirliğiyle bilenlerin oluşturduğu ikinci
gruptakiler ise onun hayırlı bir şekilde can vermediğini söylemektedirler.
Ancak, Yezid’in ölüm şekli hakkında birinci guruptaki tarihçilerin
söylediklerinden başka Goldziher ve Lammens’in de değerlendirmeleri göz önünde
bulundurulduğunda, ikinci guruptaki tarihçilerin ortaya koydukları bilgilerin
değerinin azalacağı söylenebilir.
B-YEZÎD’İN ŞEMAİLÎ VE AİLESİ
Kaynakların belirttiğine
göre Yezid, iri yan bir vücuda ve sık saçlara[1234]
sahipti. Belâzürî’nin “derler ki” ifadesiyle belirttiğine göre ise Yezid,
esmer, gür saçlı, kara gözlü, uzun yüzlü olup yüzünde çiçek hastalığının izleri
vardı; “denir ki” ifadesiyle belirttiğine göre ise beyaz tenli, seyrek ve güzel
sakallıydı.”[1235] [1236]
Yezid, Fâhite bnt. Ebî
Hâşim b. Utbe b. Rebia, Ümmü Külsüm bnt. Abdillah b. Abbas ve daha başka
kadınlarla da evledi ve bunlardan pek çok çocuğu oldu. Kaynaklar, Yezid’in
çocuklarıyla ilgili sayıda farklı bilgiler verirler. Bu farklılık onlardan
bazılarının sadece bir karısından doğan çocuklarını, bazen ise kız çocuklarının
hesaba katmamalarından kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte biz, Yezid’in on
altı çocuğuna ismini tespit edebildik:
1-Muaviye (H. Muaviye)
2. Hâlid 3. Ebû Süfyan 4. Abdullah 5. Abdullah el- Asgar 6. Ömer 7. Ebû Bekir
8. Utbe 9.Harb 10. Abdurrahman ll.Rebî 12. Muhammed 13. Atike 14. Remle 15.
Ümmü Abdirrahman 16. Ümmü Yezid.[1237]
Lammens, bu çocukların pek çoğunun ümmü veled (cariyeden doğma)
olduklarım[1238] söylüyorsa
da ilk dönem kaynaklarında böyle bir bilgi bulunmamaktadır.
C-YEZİD’İN ŞAHSİYETİ
İslâm tarihine
bakıldığında üzerinde en çok spekülasyon yapılan şahıslardan birinin de Yezid
b. Muaviye olduğu görülmektedir. Yezid’in yaşantısı ve döneminde gerçekleşen
olay lan dikkate alan tarihçiler ve diğer ilim adanılan Yezid’in şahsiyetiyle
ilgili olarak çoğu kere birbirine zıt sonuçlara ulaşmışlardır. Övenler onu
haddinden fazla yüceltirken yerenler onu aşın şekilde kötülemişlerdir. Bu
sebeple de Yezid’in kişiliğinin net bir şekilde ortaya konulması, onun nasıl
bir şahsiyete sahip olduğunun tesbiti zorlaşmıştır. Bununla birlikte, Yezid’in
yaşam biçimi sebebiyle maruz kaldığı eleştirilere yer verip, eleştirilere
yapılan tenkitleri ortaya koymaya çalışılacaktır.
Yezid’in özellikle şarap
içmek, ava düşkün olmak, şarkıyla müptelâ olmak ve dine mugayir şiirler inşad
etmekle itham olunduğu görülmektedir. Dolayısıyla bu hususlar doğrultusunda
söylenilenleri ifade ederek Yezid’in kişiliği hakkında bir sonuca
ulaşılabileceğini düşünüyoruz.
1-Yezid’in Şarap İçmesi Meselesi
Yezid’in şarap içtiğini
söyleyenleri iki grupta mütaala etmek mümkündür. Bunlardan birinci
gruptakilerin Yezid döneminde yaşayan ve onun muhalifleri, ikinci gruptakilerin
ise daha sonraki dönemlerde yaşayan tarihçiler olduğu görülmektedir. Söz konusu
tarihçiler ise Yezid’in içki içtiğine dair ya bahsi geçen muhaliflerin
ifadelerini naklederek ya da doğrudan onun içki içtiğini belirten lafızlarla
bunu söylemektedirler.
Yezid’in veliahtlığına
ve daha sonra da halifeliğine karşı çıkan muhaliflerin, ona karşı çıkış
nedenlerinden birisini de onun kötü yaşantı içerisinde olduğunu söylemeleridir.
Ancak bu şahısların hepsinin de aynı şeyleri söylemedikleri görülmektedir.
Örneğin Muaviye, Mervan
aracılığıyla Hicazlıları Yezid’in veliahtlığı için biata çağırdığında buna
karşı çıkan muhaliflerin karşı çıkış gerekçeleri arasında Yezid’in içki içmesi
yer almamaktadır.[1239]
Muaviye’nin Hicaz’a
yaptığı ve Yezid’e biat talep ettiği esnada görüştüğü bu kimselerden sadece Hz.
Hüseyin’in Yezid’in içki içtiğini söylediği, diğerlerinin ise böyle bir söz
söylemedikleri de görülmektedir.[1240]
>
Yezid’in veliahtlığı
aleyhine en sert eleştirileri yapan Abdurrahman b. Ebî Bekir’in, Yezid’in
veliahtlığına karşı çıkma nedenleri arasında onun içki içiyor olması ile ilgili
bir tenkidinin de bulunmadığı anlaşılıyor.[1241]
Hz. Hüseyin’in özellikle
Kûfelilerle mektuplaşması esansında Yezid’in içki içtiğini belirttiği
görülürken[1242]
Abdullah b. Ömer’in ise Yezid’in içki içiyor olmasını eleştirdiği söyleniyorsa
da[1243] onun
Yezid’e biatte fazla gecikmediği görülür.[1244]
İbn Zübeyr’in ise
özellikle Kerbela olayından sonra Yezid’i kötülemek için yaptığı konuşmalarda
Yezid’in şaraba düşkün birisi olduğunu söylediği kaydedilmektedir.[1245]
Medinelilerin isyan
etmeden önce Yezid’e gönderdikleri heyetin, dönüşte yaptıkları eleştirilerin
başmda Yezid’in içki müptelâsı bir şahıs olduğunu ifade ettikleri belirtilir.
Ancak onların bu eleştirilerine Muhammed b. el-Hanefîyye’nin katılmadığı,
aksine Yezid’i tezkiye edici sözler söylediği de bilinen bir gerçektir.[1246]
Yukarıda zikredilen
rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Yezid’in muhalifleri olan şahıs veya
grupların, onun içki içmesiyle ilgili aynı düşünceleri taşımadıkları veya en
azından aynı eleştirileri seslendirmedikleri söylenebilir.
Bu durumda Yezid’in içki
içtiğini söyleyen muhaliflerin, bu eleştirileri sırf muhalefet olsun diye dile
getirdikleri veya ona karşı besledikleri kötü duygular doğrultusunda ifade
ettikleri düşünebilir. Ancak bahsi geçen muhaliflerin siyasi ve dini yönden
toplumda seçkinlikleriyle bilinen kimseler oluşları, onların böylesine tutarsız
bir davranış sergilemeleri ihtimalini zorlaştırmaktadır. Üstelik Yezid’in içki
içtiğini söyleyen bu kimselerin, doğruyu söylememelerinin hem Muaviye’den hem
de diğer insanlardan görecekleri tepkiyi hesap edemedikleri de düşünülemez.
Ayrıca şu husus da ifade
edilmelidir ki bu kimseler, Yezid ile sık sık görüşen onun yaşantısını
ayrıntılı bir şekilde bilen kimseler de değildir. Nitekim, İbnü’l- Hanefiyye,
Medinelileri bu yönden eleştirir ve “Siz onun kötü meziyetlerinin sayıp
duruyorsunuz. Ancak ben onunla uzun süre bulundum. Onda bu tür fiilleri
görmedim. Siz ise onunla beraber olmadığınız halde nasıl onun bu tür
davranışlar içerisinde olduğunu söyleyebiliyorsunuz...” diyerek Medinelilerin
isyan tekliflerini reddeder.
O halde muhaliflerin
Yezid’in içki içmesiyle ilgili sözleri hususunda şu ihtimaller düşünülebilir:
Muhaliflerden bazıları bizzat görmemekle birlikte duydukları bazı haberlere
binaen Yezid’in içki içtiğini söylerken bazıları ise görmedikleri bir haberi
ifade etmeyi uygun bulmadılar.
İbnü’l-Hanefiyye,
Yezid’in içki içmediğini söylemektedir. Onun birlikteliği esnasında Yezid’in
içkiye ara verdiği akla gelebilirse de Medineli heyetin yanında da bunu yapması
daha mantıklı olurdu. Dolayısıyla en azından Harre vakası öncesinde Yezid’in
içki içmediği söylenebilir.
Diğer taraftan Yezid’in
içki içtiğini söyleyen ikinci grubun ise tarihçiler olduğu görülmektedir.
Bunlar o dönemde gerçekleşen bazı olayları zikrederek Yezid’in içki içtiğini
ifade ederler. Bu olayların ise Yezid’in İstanbul seferine çıkışı esnasında
Deyr-ü Murrân’da ve Hac emirliği yaptığı sırada Mekke’de gerçekleştiği ileri
sürülmektedir. Söz konusu olaylar esnasında Yezid’in içki meclisi kurduğu ve
içki içtiği ifade edilmektedir. Bu konularla ilgili bölümlerde bilgi ve
değerlendirme verildiğinden ayrıca burada bir şey söylenilmeyecektir.[1247]
Yezid’in içki içtiğini
söyleyen tarihçilerden bazılarının şunları söyledikleri nakledilir:
Ebû Mınnef: “Zahiren
şarap içen, şarkı söyleyen ve avlanan, kendisini güldürmesi için gılman ve
çengi (cariye) edinen, ayrıca eğlenmek için maymunlar, köpekler ve horozlar
edinen ilk kimsedir. Bütün bunlara rağmen o, sahih bir itikada sahiptir.”[1248]
Mes’ûdî: “Yezid, çirkin
işler yapar ve içki içerdi. Onun döneminde halktan bazı kimseler bile açıktan
içki içmeye başladılar.”[1249]
İbn Tabataba: “Yezid,
lehviyyâta, şaraba kadına ve şiire karşı çok düşkün bir kimse idi...”[1250] derken
Zehebî: “Yezid çokça içki içer ve kötü fiiller işlerdi.”[1251] demektedir.
İlk dönem kaynaklarından
başka, daha sonraki araştırmalarda da Yezid’in içki içtiğine dair bilgilere
rastlanılır.[1252]
Görüldüğü gibi hem ilk
dönem kaynaklarında, hem de daha sonraki araştırmalarda Yezid’in içki içtiği
ifade edilmiştir. Bu tarihçiler arasında Şiî tarafgirliğiyle ve Emevî
aleyhtarlığıyla bilinenler olmakla birlikte bunların tamamının söz konusu
sebeplerle Yezid’in içki içtiğini uydurduklarım söylemek[1253] güçtür.
Çünkü aynı tarihçilerin yeri geldikçe Yezid’in tutarlı davranışlarını da
naklettikleri görülmektedir.
Netice olarak şu
söylenebilir ki Yezid, derecesinin ne kadar olduğunu tespit edemeyişimize
rağmen içki içmiştir. Onun içki içmesinde çölde yetişmesi ve Hıristiyan
arkadaşlar edinmesinin de rolünün olduğu söylenebilir.
2-Yezid’in Ava Düşkün Olması
Avcılık insanlık tarihi
kadar eski bir uğraşıdır. Hem rızkın teminine hem de vücudun zinde kalmasına
yardımcı olan bir spor çeşididir. Dolayısıyla İslâm’da da mubahtır.[1254] Başta
Hz. Hamza olmak üzere pek çok sahâbinin de avcılık yaptığı bilinmektedir.[1255]
Bununla birlikte
Yezid’in muhaliflerinin ve daha sonraki dönemlerde yaşayan bazı tarihçilerin
Yezid’i ava düşkün olmakla kınadıkları görülmektedir.[1256]
Yezid’i avcılığa düşkün
olmakla ayıplayanların da avlanmanın mubah olduğunu bildikleri kesindir. Ancak
onlar, ava olması gerekenden fazla önem verilmesini, gece gündüz av peşinde
koşulmasını ve neticede de devletin önem arzeden işlerinin ihmal edilmesini
uygun olmayan bir davranış olarak değerlendirirler.
Her ne kadar Yezid’in
devlet işlerini asla ihmal etmediği söylense de[1257]
onun döneminde gelişen olaylardan anlaşıldığı kadarıyla devletin işlerinin
hemen hemen tamamıyla valilerin inisiyatifine bırakıldığı izlenimi doğmaktadır.
Yezid’in ava düşkün
olmasında devlet işlerini fazla sıkıcı bulmasından başka avcılığın hayati önem
taşıdığı çölden edindiği alışkanlığın da rolünün olduğu düşünülebilir.
Yezid’in Şarkı ve Şarkıcılara Düşkünlüğü
Yezid’e yöneltilen
eleştirilerden birisi de onun şarkı ve şarkıcılara aşırı şekilde düşkün
olmasıldır. İbn Zübeyr, Hz. Hüseyin’in şehid edilmesinin hemen akabinde yaptığı
konuşmada Yezid’in şarkıyı Kur’an’a tercih ettiğini[1258] ifade
ederken, Yezid’in huzurundan geri dönen Medineli heyettekiler ise şarkıcıların
onun huzurunda tambur çalıp şarkı söylediklerini belirtirler.[1259]
Diğer taraftan Ya’kûbî,
“Yezid döneminde Mekke ve Medine’de şarkının zahiren söylenilmeye
başlanıldığını”[1260];
İsfahânî ise Islâm’da ilk defa şarkıcılar edinen kimsenin Yezid olduğunu”
söylemektedir.[1261] Ayrıca
Yezid’in Saib Haşir adındaki şarkı söyleyen bir köleyi dinlemekten zevk duyduğu
da nakledilir.[1262]
Islâm öncesi Araplar’da
kültürel hayat çok canlıydı. Onlar şiir ve edebiyata çok önem veriyorlar ve
bazı musikî aletlerini de kullanıyorlardı. Hz. Muhammed ve İslâm bu tür
faaliyetlere olumsuz bir tavır takınmadı.[1263]
Şu bir gerçektir ki,
Peyganberimiz’in döneminde de musiki varlığını sürdürdü. Çünkü İslâm, bunu
yasaklamıyordu. Kur’an ve sarih hadislerde de musikinin haram kılındığını
gösteren net bir ifade bulunmamaktadır. Musiki, Hulefa-i Râşidîn döneminde de
söylendi ve dinlendi. Bu hususta fetihler sonucu İslâm dünyasına gelen
ecnebilerden istifade edildiği görülmektedir.[1264]
Emeviler döneminde ise
özellikle Yezid b. Muaviye’nin şairler edindiği ve şarkıcıları dinlediği
söylenmektedir.[1265] [1266]
Yezid’in dinlediği şarkıcıların giyim tarzları ve söyledikleri şarkıların
sözlerinin bilinmemesi, onu eleştirenlerin isabet edip etmediklerinin ortaya
çıkmasını zorlaştırmaktadır. Ancak şu söylenebilir ki, şarap, şiir ve şarkının
bir arada bulunduğu bir ortamın sıradan bir müslüman bir tarafa, İslâm
devletinin halifesinin asla yer almaması gereken bir mekan olduğudur.
Yezid’in Şiire Düşkünlüğü
Arapları diğer
milletlerden ayıran en belirgin fark, onların şair bir millet olmaları, onların
şiirle maksatlarının anlatmalarıdır. Cahiliyye dönemi incelendiğinde görülür
ki, şiir bu dönemin vaz geçilmez bir unsurudur. Zira onlar, hem iyi günlerini
hem de kötü günlerini ve sıkıntılarını ifade etmek için şiire başvuruyorlardı.
İslâm’ın gelişiyle de bu durum değişmedi
Cebbûr: “Yezid’in de
diğer Araplar gibi şiir söylediğini, dinlediğini ve şairleri sevdiğini; daha
küçük yaşta şiire meylettiğini söylemektedir. Ayrıca onun, babası hayatta iken
Abdurrahman b. Hassan b. Sâbit ile şiir söyleşisinde bulunduğunu, eskilerin ve
yenilerin şiirlerini ezberlediğini.” kaydeder.[1267]
Emevî halifelerinden
şiir söyleyen ilk kişinin Yezid olduğu[1268]
belirtilir ve “şiir bir hükümdarla başladı bir hükümdarla sona erdi” sözünün
onun için söylendiği ileri sürülür.[1269]
Yezid’in iyi bir şair
olduğu pek çok tarihçi ve edebiyatçı tarafından da taktir edilir.[1270] Yezid,
güzel şiirler söylemekle birlikte şairleri de meclisinde bulundurur ve onlara
bol bol hediyeler verirdi. Bunlar arasında şair Ahtal en yüksek itibarı gören
kimseydi.[1271] [1272]
Çocukluğunun bir
bölümünü çölde geçiren Yezid, burada ata binmeyi, avlanmayı, dövüşmeyi, fasih
konuşmayı öğrendiği gibi şiir söylemeyi de öğrendi. Aym şekilde gençliği
döneminde babasının saraydaki hatiplerle, şairlerle, tarihçilerle vs. ile
düzenlediği meclislere katılarak bu yöndeki kabiliyetini ve bilgisini artırdı.
İbn Abbas, Yezid’le ilgili olarak “Benî Harb ölüp giderse, alimlerin sonu
gelmiş olur”39 derken Medâini, onu en büyük hatipler ve şairler
arasında zikreder.[1273]
Ibn Hallikan, Yezid’in
üç küçük dosyadan oluşan şiirlerinin Muhammed b. îmrân el-Merzubânî (378/988)
tarafından bir divanda toplandığını, bu divanın kendisine kadar da ulaştığını
söylemektedir. Aynı şekilde bu divandaki şiirlere ona ait olmayan pek çok
şiirin de ilave edildiğini eklemektedir.[1274]
[1275]
Aslında Yezid’in şiir
söylemek veya dinlemek sebebiyle eleştirilmemesi gerekirdi Ancak Yezid’e nisbet
olunan bazı şiirlerin küfür ve haram sayılabilecek muhtevalara sahip oluşu,
Yezid’e karşı eleştirilerin yapılmasına yol açmaktadır.
Yezid’e nisbet edilen
şiirlerin ona aidiyeti hususunda son yıllarda bir takım ciddi araştırmaların
yapıldığı görülmektedir. Bu araştırmalar neticesinde ona izafe edilen şiirlerin
büyük çoğunluğunun Yezid tarafından söylenilmediği kanaatine varılmaktadır.
Bu husustaki ilk çalışma
Alman müsteşrik Paul Schwar tarafından 1922 yılında 62 yapıldı.
Schwar, tamamı aşk ve şarap üzerine inşaa edilmiş 12 şiirin Yezid’e ait
olduğunu ifade etmektedir.[1276]
Schwarz tarafından
yayınlanan bu araştırmadaki 12 şiir üzerine benzer bir çalışma içerisine giren
Lammens, yazdığı bir makale ile Schwarz’m Yezid’e izafe ettiği şiirleri
söylemediğini ortaya koymaya çalıştı.[1277]
Adı geçen çalışmalardan
sonra benzer bir çalışmayı da Salahüddin el- Müneccid’in yaptığı görülmektedir.
Müneccid, Yezid’in şiirleri hakkında bir kitap yazmış ve bu kitapta hem Paul
Schwarz’ın hem de Lammens’in makalesini kullanmıştır. İki bölüme ayırdığı
kitabının birinci bölümünde Yezid’e aidiyeti tercih, olunan şiirleri-ki bunlar
25 adettir- vermiş, ikinci bölümde ise Yezid’e ait olmayan, ancak ona izafe
edilen şiirleri zikretmiştir. 22 şiirden oluşan bu bölümün başında Schwarz
tarafından Yezid’e nisbet olunan şiirlerin, Yezid’e ait olmadığını Lammens’in
makalesinde ileri sürdüğü gerekçelerle ortaya koymaya çalışmıştır. Ayrıca diğer
şiirlerin de neden Yezid’e ait olmadığını kaynak ve gerekçe göstererek ifade
etmiştir.[1278] Yezid’e
aidiyeti tercih olunan şiirlerden bazıları şunlardır:
Rivayet
edildiğine göre[1279] Yezid
bir gün içki meclisine oturur, sağına da Selm b. Ziyad’ı alarak ve şu beyti
söyler:
Ey
sâkü İliklerime kadar kandıracak bir içeceği bana sun
Aynısından
İbn Ziyad’a da ver
Ki,
o, benim, eminim ve sırdaşımdır.
Savaşta
ve ganimette benim yerimi doldurur.
Belâzürî’nin
söylediğine göre[1280] Yezid,
karısı Ümmü Hâlid’e şöyle söyler:
Bir
yola gitsem veya ondan biraz uzaklaşsam
Ümmü
Hâlid’in aşkı beni kendisine çeker.
İbn
Hallikan[1281], onun
şu şiiri söylediğini nakleder:
Leyla’ya
uzaktan bir bakış baksam
İçimdeki
aşk ateşini söndürür
Kabilemizin
kadınları derler ki,
Sen
Leyla in güzelliğini görmeyi mi arzuluyorsun?
öyleyse
sen hasret ateşiyle öl
Başkasını
gördüğün gözle
Nasıl
bakırsın Leyla ’ya
Daha
gözyaşlarıyla o gözleri temizlemeden
Taberî[1282] ve
Mes’ûdî[1283],
Yezid’in aşağıdaki şiiri söylediğini belirtirler:
Ebû
Bekir’e söyle gece ilerleyipte
Kavim
Vâdi’l-Kur’a’ya indiğinde
Yaşlı
ve gençerden yirmibin kişi ile beraber
Kavmin
sarhoşlarının da orada toplandığın görürsün
Yezid’e
nisbet edilen ancak onun tarafından söylenilmediği ifade edilen şiirlerden
bazıları da şunlardır:
Allah
(celle celâlühü) şarabı boş yere değil
Onda
mevcud olan bir sırdan dolayı haram kıldı.
İnsanların
ona müptelâ olduklarını,
Şarabın
her çeşit lezzetini tattıklarını gördüğünde
Onların
kendisini bırakıp Şaraba secde edecekleri korkusuyla
Onun
haram olduğunu vahyetti.[1284]
Sır
saklamada o kadar aşırıya gittim ki,
Bu
beni felakete düçar etti.
Sana
olan aşkımı gizledim.
Öyle
ki bu aşkı sırrımdan bile sakladım.[1285]
Gözyaşlarına
boğulduğunda gözüne dedim ki,
Onun
sahibi olan insan, gözyaşı dalgalarında boğuluyor
Ey
yâr! Onun yüz güzelliğinden bir kısmını al da
Gözyaşını
ayrıldığımız gün için bırak.[1286]
Beyaz
bir kadın elinin taşıdığı
Mavi
şişedeki san şarap...
Şarap
güneş, köpükleri yıldızlar,
El,
bir kutub, şişe ise gökyüzü.[1287]
Yezid’e
nisbet olunan, ancak onun tarafından söylenilmediği ifade edilen şiirlerden bir
kısmı yukarıda verildi. Söz konusu türden şiirlerin Yezid’e ait olmadığı
hususunda şu gerekçeler ileri sürülmektedir:
1-
Bu şiirlerden pek çoğunda kullanılan üslûp
Emevî dönemi şiir üslubundan daha çok Abbasi dönemi üslubuna benzemektedir.[1288]
2-
Şarapla ilgili terimler ve örnekler daha
çok Abbasîler döneminde gelişti. Oysa bu şiirlerde de Emeviler döneminde pek
bilinmeyen terimler ve örneklere rastlanılmaktadır.[1289]
3-
Yezid’e nisbet olunan bu şiirlerin pek
çoğunun el-Velid b. Yezid’e ait olduğu kaynaklarda kaydedilmektedir.[1290]
4-
Bu şiirlerden pek çoğu Abbâsîler döneminde
veya başka zamanlarda inşad edilmiş ve kasten veya bilerek Yezid’e nisbet
edilmiştir.[1291]
5-
Yezid’e nisbet edilen şiirlerin yer aldığı
kaynakların, Yezid’den çok sonraları te’lif edildiği, bu kaynakların söz konusu
şiirlere dair haberleri ya senedsiz ya da Emevî düşmanlığıyla bilinenlerden
oluşan râvi zinciriyle rivayet ettikleri görülmektedir.[1292]
Yezid’i şiirleri
sebebiyle eleştirenlerin, yukarıda ileri sürülen noktaları nazar-ı itibara
almadan hareket ettikleri ve ona aidiyeti kesin olmayan bu şiirlerden hareketle
pek çok eleştirilerde bulundukları görülür. Bu şiirlere bakarak onun devamlı
bir şekilde şarap, şehvet ve şarkıyla uğraştığını söylemektedirler.[1293] [1294]
Bu şekilde düşünenlerin
tamamen hata içerisinde olduklarım söylemek de mümkün değildir. Çünkü daha
çocukluğundan itibaren çölün serbest hayatına alışan ve özellikle
Hıristiyanlardan oluşan arkadaş grubu içerisindeki bir şahsın sadece İslama
aykırı olmayan türden şiirler söylemiş olduğu düşünülemez.
Hıristiyan gençlerin de
mevcut olduğu bir arkadaş grubu, nüfuzlu ve zengin bir ailenin ferdi ve
eğlenceye düşkün bir karakter, işte bütün bunlara sahip olan ve zaman zaman da
şarap içip şarkı alemi yapan Yezid’in dine aykırı şiirleri de pek ala söylediği
ifade edilebilir. Ancak onun bu türden şiirler söylemesinin, imanının
yok olmasına yol açtığım ve kafir olduğunu belirtmek de doğru olmaz. Zira onun
yaşadığı dönemde, başta Hz. Hüseyin olmak üzere diğer muhaliflerden de böyle
bir itham vârid olmamıştır. Muhalifler onu, bir takım haramları irtikap etmek
ve fâsık olmakla itham etmişlerdir.
Yezid’e yapılan
eleştiriler arasında onun av köpeklerine, maymunlara ve lükse çok düşkün olduğu
da zikredilmiştir.8’
Yezid’in şahsiyetiyle
ilgili olarak olumsuz ifadelerde bulunanların yanısıra onun bir takım iyi
hasletlere de sahip olduğunu söyleyenler de olmuştur: Yezid’in iyi bir hatip[1295] hazır
cevaplı bir şahıs[1296]
kendisinden yardım isteyenlere karşı müşfik[1297]
ve çok cömert birisi olduğu[1298] gibi.
D-YEZÎD’İN TEKFİR VE TEL’İN (LANET) EDİLMESİ MESELESİ
Yezid’in şahsiyetiyle
ilgili olarak belirtilmesi gereken bir husus da onun lanetlenmesi ve tekfir
edilmesi meselesidir. Daha çok Akaid ve Kelamcıların konusu olan bu hususta
ortaya konulan görüşleri kısaca ortaya koymak Yezid’i konu edinen bu çalışma
açısından önem arzetmektedir.
Yezid’e lanet etmede
alimlerin farklı düşünceler içerisinde oldukları görülmektedir. Bir grup ona
lanet ederken diğer bir grup ise onu övmektedir. Ayrıca bu iki tavrın ortasında
yer alan ve onu ne lanetleyen ne de seven bir grubun da olduğu görülür.
1-Yezid’e Lanet Okumayı Gerekli Görenler
Yezid’e lânet
edilmesinin çok geç dönemlerde ortaya çıktığı görülmektedir. Yezid’e lâneti
gerekli görenlerin başında Ebü’l-Ferec Ibnü’l-Cevzî[1299]
Kiyâ el- Herrâsî[1300]
ve Saadettin et-Taftazânî[1301]
bulunmaktadır.
Yezid’e lanet edilmesi
hususunda ilk tartışmanın tbnü’l-Cevzî ile Abdu’l- Muğîs b. Züheyr arasında
gerçekleştiği söylenmektedir. Abdu’l-Muğis, Yezid’e laneti uygun görmediğini
ifade ederken, İbnü’l-Cevzî ise ona reddiye olmak üzere “er-Red
ale’l-Mutassıbi’l-Anîd” adıyla bir kitap yazar.[1302]
[1303] Söz
konusu şahısların eserleri günümüze kadar ulaşmaz. Ancak bu tartışmalar
özellikle İbnü’l-Cevzî’nin torunu tarafından yazılan “Tezkiretü’l-Havâs” adlı
kitapta yer almaktadır. Bu gün elimizde olan bu eserde ifade edildiğine göre İbnü’l-Cevzî,
Yezid’e laneti gerekli görmektedir.
Yezid’e laneti uygun
bulmayanların şu sebeplerle bu görüşü savundukları söylenebilir:
1-
Yezid, Harre Vakası sebebiyle Medinelileri
korkutup, onlara sıkıntı verdi. Dolayısıyla Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi
ve sellem)’in aşağıdaki hadislerinin muhatabı oldu:
“Yaptığı zulümlerle
Medinelileri korkutup tedirgin eden kimseye Allah (celle celâlühü)’ın,
meleklerinin ve tüm insanların laneti üzerilerine olsun. Allah (celle celâlühü),
kıyamet gününde bunların hiçbir amellerini kabul etmez.”[1304]
“Medinelileri tuzağa
düşüren kimseleri Allah (celle celâlühü), tuzun suda eridiği gibi eritir.”[1305]
“Medinelilere kötülük
yapmak isteyenleri Allah (celle celâlühü), kurşunun ateşte eridiği gibi veya
tuzun suda eridiği gibi eritir.”[1306]
Aynı şekilde
Peygamberimiz’in Yezid’i kötüleyici mahiyette sözler söylediğini de idda
edenler vardır.[1307]
2-
Yezid, Harre vakasında olan biteni
duyduktan sonra, ziyadesiyle memnun oldu ve Ubeydullah b. Zib’a’rî’nin Uhud’da
müşrik taraftarlarının Hz. Hamza’yı şehid etmeleri üzerine inşad ettiği şiiri
tekrarladı.[1308]
İbnü’l-îmad’a göre “Şayet Yezid bu sözleri söylemişse Ensârm kayıplarını,
Bedir’deki Kureyşlilerin kayıplarının intikamı olarak görmektedir. Dolayısıyla
da böylesi bir şiir inşam küfre düşürür.”[1309]
[1310] Görüldüğü
gibi bazı kimselerce bu şiir, Yezid’in lanetlenmesi için yeterli bir delil
olarak kabul edilir.
3-
Yezid’in kötü yaşantısı da lanet olunmasına
yol açmıştır. Onun haramlarla dolu hayatı ve müslümanlarla zulümle geçen
hilafeti laneti gerekli kılacak niteliktedir.[1311]
4-
Ömer b. Abdülaziz’in bulunduğu bir mecliste
adamın biri konuşması esnasında “Emiru’l-mü’minîn Yezid...” şeklinde bir söz
söyler, Ömer b. Abdüllaziz böyle bir söze kızar ve o adama 20 kırbaç
vurulmasını emreder.[1312]
5-
Ahmed b. Hanbel, Yezid tarafından
nakledilen hadislerin alınmasını uygun görmemekle birlikte[1313] bizzat
lanet etmekten kaçınır.[1314]
2-Yezid’e Lanet Edilmesine Karşı çıkanlar
Yezid’e lanet edilmesini doğru
bulmayanların başında ise Gazzâli[1315]
bulunmaktadır. Bu gurupta yer alanların Yezid’in lanetini aşağıdaki
gerçeklerle uygun görmedikleri söylenebilir:
1-
Yezid’in Hz. Hüseyin’in
öldürülmesine dair emir verdiği şüpheli bir husustur. Üstelik o, Hz. Hüseyin’in
ölümü üzerine üzülüp, ağlayarak, buna sebep olanlara lanet etti ve
Hz.Hüseyin’in hayatta kalan aile fertlerine çok iyi davrandı.[1316]
2-
Yezid’e lanet etmek, babası
Muaviye’nin de lanetlenmesine yol açabilir. Muaviye ise sahâbîlerdendir.
Dolayısıyla da bu uygun olmaz.[1317]
3-
Ehl-i Kıblenin lanetlenmesi
caiz değildir. Yezid’in müslüman olduğu kesindir. Bu konudaki şüphe ile karar
vermek doğru değildir. Çünkü şüphe ile kesin olan şey yok sayılmaz. Yezid, pek
çok günah işleyip ve fâsık olmuş olabilir. Ancak fâsık da olsa devlet başkanına
isyan caiz değildir. Fâsık, tekfir edilemeyeceği gibi lanetlenemez de. Çünkü
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem), “Mü’min’in lanetlenmesi onu
öldürmek gibidir”[1318]
“Mü’min küfredip lanet okumaz. Kötü söz de söylemez” buyurmaktadır.[1319]
[1320]
4-
İbn Receb, Yezid’e 60
sahâbînin biat ettiğini ve onun halifeliğinin meşru olduğunu, dolayısıyla da
böyle birisine lanet edilmesini uygun olmayacağını söylemektedir.
5-
Buharî’nin sahihinde de yer
alan bir hadis de, Yezid’e laneti engelleyici niteliktedir[1321]:
“Ümmetimden
Kayser’in şehrine seferde bulunacak ilk ordunun günahları bağışlanacaktır.”[1322]
İbn Hacer
bu hadisin şerhinde şöyle demiştir: “Yezid’in bu gazvesi hicretin 52/672
yılında gerçekleşti Bu gazvede Ebû Eyyûb el-Ensârî vefat etti. Yezid’de
ittifakla bu ordunun komutanlığını yaptı.”[1323] demektedir.
Yezid’e
laneti uygun görmeyenlerin içerisinde en fazla görüş bildiren şahsın Ibn
Teymiyye olduğu söylenebilir.[1324]
İbn
Teymiyye’nin ifadelerinden Şiîlere cevap verme kaygısı içerisinde olduğu ve
Yezid’i temize çıkarma gayretinde olduğu görülmektedir.[1325]
İbn Teymiyye, Yezid’e karşı nefret besleyen şiirleri ve ona sevgi besleyen
Yezidileri eleştirirken acımasız bir tutum takınmaktadır. Oysa bu görüşlerin
aynısı olmamakla birlikte, benzer görüşleri savunan Ehl-i Sünnet alimlerinin
görüşlerindeki ayrılığı ictihad farkıyla izah etmektedir.[1326]
[1327]
Ayçan ve Söylemez’in
belirttiğine göre İbn Teymiyye, Moğol istilası esnasında Moğollarla birlikte
Şiîler tarafından da saldırıya maruz kalan müslümanlardan biridir. O ve ailesi,
Moğolların desteğini arkasına alan Şiîler tarafından pek çok sıkıntıya maruz
bırakıldılar; yaşadıkları bölgeyi terk etmek zorunda kaldılar. Belki de onun,
Şiilerden gördüğü bu muamele, Şiilerin muhalifleri olan Emevilere karşı bir
savunma içerisine girmesine yol açtı.
Ayrıca İbn Teymiyye’nin
kişilerin tekfir ve telin edilmesi hususunda Ehl-i Sünnetin genel
görüşünü sürdürdüğü de söylenebilir. Nitekim bu çizginin mensuplarından
Bilmen’in söz konusu mesele hakkmdaki görüşleri de İbn Teymiyye’nin
düşüncelerine benzemektedir:
“ Denilse ki, Yezid’e
lanet caiz midir? Çünkü o, Hz. Hüseyin’in katilidir veya katlini emretmiştir.
Deriz ki: Bu asla sabit olmamıştır. Bir kere Hz. Hüseyin’i binefsihî
katletmediği zahirdir; katline emir verip vermediği hususunda ise muhtelif
şayialar vardır. Artık sabit olmadıkça “Hz. Hüseyin’i o öldürmüştür” denilmesi
caiz olmaz. O halde Yezid’e lanet edilmesi caiz olmaz. Bir müslümanı tahkik ve
tespit edilmeksizin kati gibi bir kebîreye nisbet etmek câiz değildir.
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ehl-i kıbleye lânet edilmesini
nehiy buyurmuştur. Bir müslüman bir takım mâsiyetleri irtikâb etmekle kafir
olmaz. Ehli Sünnet’in mezhebi budur.”[1328]
Yezid’in şahsiyetiyle
ilgili olarak belirtilmesi gereken bir hususta onun aslında diğer Emevî
halifelerinden pek farklı olmadığıdır. Hatta bazılarından daha iyi bir ahlaka
ve dinî yaşantıya sahip olduğu da söylenebilir. Evet, belki Râşid halifeler
seviyesinde bir kişiliğe ve imana sahip değildir ancak bu durum onun kafir ilan
edilmesi ve lanetlenmesi için yeterli sebep olamaz.
İkinci Emevî halifesi
Yezid b. Muaviye, şüphe yok ki, icraatları ile yerilmeyi hak eden bir kişidir.
Ancak onu yererken ve döneminde vukû bulan olayları aktarırken bazı
tarihçilerin i’tidal ölçüsünü kaçırdıkları görülmektedir.[1329]
Yezid’in siyasi
tercihleri ve faaliyetleri doğru kabul edilmeyebilir. Devlet başkanlığı
esnasında işlenen her olayın vebali de ona yüklenebilir. Ancak unutulmaması
gereken bir husus vardır ki insanın kafir olması için sadece bunlar yeterli
değildir.
SONUÇ
İslâm Tarihinde adından
çoğu kere menfi yönden bahsettiren Yezid b. Muaviye’yi konu edinen çalışmamızın
sonuna gelmiş bulunmaktayız.
İslâm öncesi Mekke toplumunun
en önemli kabilelerinden birisi ola Ümeyye oğulları kabilesi, ilk zamanlar
İslâm’a ve onun Peygamberine karşı olumsuz tavır içerisinde olmuşlardır.
İslâm’m hızla insanların gönlünde yer edinmesi, onların da daha fazla
direnmelerin zorlaştırmıştır. Başta Ümeyye oğulları kabilesinin liderliğini
yapan Ebû Süfyan olmak üzere kabilenin diğer fertleri de İslâm’a girmeye
başlamışlardır.
İslâm’a geç girmenin
onlar üzerinde geçici bir süre eziklik oluşturduğu ve Mekke’deki itibarlarım
Hz. Osman’ın hilafetine kadar azalttığı görülmektedir.
Hz. Osman’ın halifeliği
esnasmda yeniden eski nüfuzlarım kazanan Ümeyye oğulları, sahip olduklan
idarecilik vasıflarıyla İslâm toplumunda gündemi belirlemeye başlamışlardır.
Onların bu konumu Muaviye’nin halife olmasına kadar devam etmiştir.
Muaviye’nin Hz. Osman
döneminde Suriye valiliği yaptığı bir sırada doğan Yezid, ailesini sahip olduğu
zenginlik ve nüfuz sebebiyle iyi bir ortamda yetişmiştir. Annesinin Kelb
kabilesine mensup bir çöl kadım olması ve çöle sık sık gitmesi sebebiyle
çocukluğunun bir kısmım çöl ortamında geçirmiştir. Çölde kaldığı dönemler onun
hayatında derin izler bırakmıştır. Buradan edindiği bir takım alışkanlıklar
onun daha sonraki dönemlerde muhaliflerince eleştirilmesine sebep olmuştur.
Uzun uğraşılardan sonra
hilafet makamına geçen Muaviye, oğlunu veliaht tayin etmek için teşebbüse
geçmeden önce onu, bir takım önemli görevlere getirerek halkın nazarındaki
konumunu, İtibarını artırmaya çalışmıştır. Bu maksatla onu İstanbul’a karşı
düzenlenen seferde görevlendirmiş; dini ve siyasi öneme haiz hac emirliğine
memur etmiştir.
Muaviye’nin Yezid’i
veliaht tayin etmesi için başlattığı mücadele sert muhalefet sebebiyle, ölümüne
kadar sürmüştür. Hicaz’da Yezid’in veliahtılığna karşı itiraz eden ve toplumun
saygısını kazanan insanların muhalefeti Muaviye’nin vefatından sonra da
bitmemiştir.
Hilafet makamına geçen
Yezid’in önündeki en büyük problem kendisinin veliahtlığına da biat etmemiş
olan ve bu tavırlarım devam ettiren şahıslardan biat alamaması oldu. Bu
kimselerin biatinin alınması onun için zaruriydi. Çünkü bunlar, toplumda
kitleleri etkileyebilecek bir konumdaydılar. Bunun bilincinde olan Yezid,
halifeliğinin ilk günlerinden itibaren kendisine biat etmeyenlerin biatlarını
temin etmek için teşebbüse geçmiştir.
Biattan kaçınanların,
buna karşılık Yezid’in ısrarı İslâm Tarihinde pek çok tartışmanın doğmasına;
İslâm dünyasında çok sayıda isyanın ve ayrılığın meydana gelmesine yol açacak
olan Kerbela vakası ve Hz. Hüseyin’le birlikte çok sayıda insanın öldürülmesine
sebep olmuştur.
Yezid, Kerbela vakası
sebebiyle büyük eleştirilere maruz kalmıştır. Onun bu olayda büyük kusurlannm
olduğu ifade edilmiştir. Ancak özellikle Şia’m ve Emevî muhalifleri grupların
siyasi sebeplerle gündeme taşıdıkları bu kusurların gerçekte doğruluğu üzerinde
fazlaca durulmamıştır.
Hz. Hüseyin’in
öldürülmesi de Yezid’e karşı oluşan muhalefetin yok olmasını sağlayamadı. Zira
söz konusu muhalefetin Hz. Hüseyin’in şehid edilmesinden sonra lideri durumuna
gelen Abdullah b. Zübeyr’in Yezid’e karşı faaliyetleri bundan sonra hız
kazandı.
Abdullah b. Zübeyr’in
tazyiki, ekonomik, dini ve daha başka sebeplerle Yezid’in iktidarına karşı
isyan eden Medineliler(in isyanları kanlı bir şekilde bastırıldı. Harre vakası,
Yezid döneminde gerçekleşen ve onun eleştirilmesine sebep olan ikinci olay
oldu.
Medinelilerin isyanım da
sona erdiren Yezid’in bundan sonraki hedefi, siyasi emelleri uğruna Mekke’ye
sığman ve Kâbe’nin avlusunda kurduğu karargahla isyanı başlatan Abdullah b.
Zübeyr oldu. Böylece Mekke muhasara edildi. Ancak bu muhasara; Yezid’in ölümü
sebebiyle bir sonuç elde edilmeden sona erdirildi.
Yezid döneminde
gerçekleşen bu isyanlar, onun iktidarda kaldığı dönemde başka olumlu icraatlar
yapmasına mani olmuştur. Yezid’in gerçekleştirdiği bir takım olumlu faaliyetler
de bu isyanlar sebebiyle gölgede kalmıştır.
Yezid, şiire, ava,
musikiye ve şarkıya düşkünlüğü sebebiyle bir takım eleştirilere maruz
kalmıştır. Ayrıca döneminde gerçekleşen isyanlardaki tavrı sebebiyle de daha
sonraki zamanlarda bazı kimseler tarafından lanetle anılmıştır. Bununla
birlikte Yezid’in diğer Emevî halifelerinden çokta farklı bir kişi olmadığı
söylenilebilir. Ancak onun döneminde gerçekleşen olayların siyasi mülahazalarla
abartılı bir şekilde sürekli gündemde tutulması Yezid’in adından sık sık
bahsedilmesine yol açmıştır.
BİBLİYOGRAFYA
AYGÜN, Dursun, Fethü’l-Kostantiniyye
ve Eseruhû, Câmiatü’l-îslâmiyye Külliyetü’d-Da’ve ve Usûlü’d-Din,
(yayınlanmamış lisans bitirme tezi), Medine 1407/1987
ABDULLATİF, Abdüşşafi
Muhammed, el-Âlemü’l-İslâmî fi’I-Asri’I-Ümevî, Beyrut 1404/1984
ABDÜSELAMZÂDE, Ahmed, Kerbela
Vakası, (yazma, Osmanlıca, 147 varak, Süleymaniye Kütüphanesi -Hacı Mahmud
Efendi Bölümünde 4727 numarada kayıtlı), İstanbul 1256/1840
el-ADEVÎ,
İbrahim Ahmed, el-Emeviyyûn ve’I-Bizantiniyyûn, yy ve trz.
AĞIRAKÇA, Ahmet, Emeviler
Döneminde Saltanata Karşı Hilafet Mücadeleleri, İstanbul 1992
AHMED
İSMAİL, Ali, Tarihu Bilâdi’ş-Şam, Kahire 1404/1984 AHSANULLAH, Muaviye, Hıstory
of the Islamıc World, New Delhi trz AHTAL, Dîvanu’l-Ahtal, şrh. Raci
el-Esmer, Beyrut 1413/1992
AKBULUT, Ahmed, Sahabe
Devri Siyasi Hadislerinin Kelamî Problemlere Etkileri, İstanbul 1992
AKİL,
Nebihe, Hilâfetü Benî Ümeyye, Beyrut 1394/1975
el-AKKAD,
Abbas Mahmud, Ebu’ş-Şühedâ el-Hüseyin b. Ali, yy ve trz.
AKYÜZ,
Vecdi, Hilâfetin Saltanata Dönüşmesi, İstanbul 1991
ALAYLI,
Abdullah, Tarihu’l-Hüseyin Nakd ve Tahlil, Beyrut 1414/1994
ALİ FERRUH BEY,
İbnü’R-Reşad, Kerbela, (manzum, yazma, İstanbul Belediyesi Atatürk
Kitaplığı- Osman Ergin Bölümü, no: 1469), Paris 1305
el-ASELÎ,
Bessâm, Ukbe b. Nâfi, Beyrut 1407/1987
ASKERÎ, Ebû Hilâl, Kitabu
Cemhereti’l-Emsâl, thk. Muhammed Ebu’l-Fadl ve ark., Beyrut 1408/1988
ATEŞ,
Ahmed, “Hüseyin”, İA, İstanbul 1964, IV, 634-640
AVCI, Casim, İslâm-Bizans
İlişkileri (m.680-847), Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
(yayınlanmamış doktora tezi), Bursa 1997
AYÇAN,
İrfan, “Ebû Süfyan”, DİA, İstanbul 1994, X, 230-232
----------- /‘Emevi İktidarının Devamında Sakif kabilesinin
Rolü”, Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Dergisi, Ankara 1993, sayı 39,
s. 66-76
----------- ,“İslâm Toplumunda Eğlence Sektörünün Ortaya
Çıkışı”, AÜİFD, Ankara 1988, XXXVIII, 155-193
---------- .Hicrî îlk Üç Asırda Zübeyrî Ailesinin Siyasî ve
İlmî Hayattaki Yeri, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi),
Ankara 1984
---------- 3 Saltanata Giden
Yolda Muaviye b. Ebî Süfyan, Ankara
1990
----------- ve Mahfuz Söylemez, İdeolojik
Tarih Okumaları, Ankara 1998 ve
Sarıçam, İbrahim, Emeviler, Ankara 1993
AYOUB,
Mahmoud M., “Husayn Ibn Ali”, The Osford Encyclopedıa of the Modern Islamıc
World, Newyork 1995, vol. II, s. 150-151 el-BEKKÎ, Züheyr, Mevsâtü
Hulefâi’l-Müslimîn, Beyrut 1994 el-BEKRÎ, Abdullah b. Abdülaziz (487/1094),
Mu’cem-û Mesta’cem, thk.
Mustafa
es-Sakka, Beyrut 1403/1983
el-BELÂZÜRÎ, Ahmed b.
Yahya b. Câbir (279/892), Fütûhu’l-Buldan, trc. Mustafa Fayda, Ankara
1987
---------- 3 Ensâbu’I-Eşraf, thk., Süheyl
Zekkar-Riyad Ziriklî, Beyrut 1417/1996
el-BENNA, Muhammed
Kâmil, “Şehîdü Kerbela”, Livan’l-İslâm, Riyad 1384/1965, sayı: 1,
s.652-654,
BEYDÛN, İbrahim, Min
Devleti Ömer ilâ Devleti Abdülmelik, Beyrut 1411/1991
el-BEYHAKÎ, İbrahim b.
Muhammed, el-Mehâsin ve’l-Mesâvî, Beyrut 1404/1984
BİLMEN, Ömer Nasuhi, Ashab-ı
Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları, İstanbul trz.
BROCKELMAN, Cari, Tarihu’Şûbi’l-İslâmiyye,
Arapçaya trc. Nebîhe Emin Fâris- Münir el-Ba’lebekkî, Beyrut 1408/1988
el-BUHARÎ, Ebû Abdullah
Muhammed b. İsmail (256/870), Sahihu’l-Buhârî, İstanbul trz.
CÂBİRÎ, Muhammed Âbid, İslâm’da
Siyasal Akıl, trc., Vecdi Akyüz, İstanbul 1997
CAFERİYAN, Resul, Masum
İmamların Fikrî ve Siyasî Hayatı, trc. Cafer Bayar, İstanbul 1994
el-CÂHIZ, Ebû Osman Amr
b. Bahr (255/868), Kitâbu’t-Tâc fî Ahlâki’l- Mülûk, thk. Ahmed Zeki
Paşa, Kahire 1332/1914
---------- 5 el-Beyân ve’t-Tebyîn, thk ve şrh., Hasan
es-Sendûbî, Beyrut 1414/1993
el-CAHŞİYÂRÎ, Ebû
Abdullah Muhammed(310/922), Kitabü’l-Vüzerâ ve’l- Küttâb, thk. Mustafa
es-Sakka ve ark., Mısır 1357/1938
CANARD, Marius, “Tarih ve
Efsaneye Göre Arapların İstanbul Seferleri”, İstanbul Enstitüsü Dergisi II,
trc. İsmail Hâmi Danişmend, İstanbul 1956, s.213-251
CEBBÛR, Cebrail
Süleyman, “Yezid b. Muaviye-el-Melikü’ş-Şair”, Ebhâs, Beyrut 1965,
XVIII, sayı 3-4, s.373-388
---------- 5
el-Mülûku’ş-Şuara, Beyrut
1401/1981
CELALEDDİN, Kerbela,
(ofset, Osmanlıca, manzum, Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi, kayıt no: 7092), Paris
1205/1791
el-CEMÎLÎ,
es-Seyyid, İstişhâdü’l-Hüseyin, Beyrut 1408/1988
CEVAD
ALİ, el-Mufasal fî Tarihi’l-Arab Kable’l-İslâm, Bağdat 1413/1993
CEVDET PAŞA, Ahmet, Kısas-ı
Enbiya ve Tevarihu’l-Hulefa, İstanbul 1331
CONRAD, Lavvrence I,
“Yazıd I İbn Muawıya”, Dıctıonary ıf the Mıddle Ages, New York 1989;
vol. XII, s.721-722
ÇAKAN, İsmail Lütfü-
Muhammed Eroğlu, “Abdullah İbn Abbas”, DİA, İstanbul 1988,1, 76-79
ed-DAB, Abdurrahman, “Ya
Mansûr”, Livau’l-İslâm, Kahir 1394/1974, XV. Sayı, s.560-561
DAYF, Şevki, eş-Şi’ru
ve’l-Gma fî’l-Medine ve Mekke li Asri Benî Ümeyye, Kahire trz.
DEMİRCAN, Adnan, “İbn
Teymiyye’ye Göre Yezid Muaviye’nin Durumu”, Harran Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Şanlı Urfa 1996, sayıII, s. 129-147,
----------- ; “Muaviye b. Yezid’in Halifeliği”, Harran
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Şanlı Urfa 1996, sayı II, s.
109-125
---------- 5 Haricîlerin
Siyasi Faliyetleri, İstanbul
1996
---------- 5 İslâm Tarihinin
İlk Asrında İktidar Mücadelesi, İstanbul
1996 ed-DİNEVERÎ, Ebû Hanife Ahmed b. Davud (282/895), el-Ahbâru’t-Tıval, thk.
Abdülmünim Âmir-Cemaleddin eş-Şeyyal, Bağdat 1379/1959 ed-DİYARBEKRÎ, Hüseyin
Muhammed b. Hasan (990/1582), Tarihu’l- Hamîs fî Ahvâli Enfesi Nefis, Dâru’s-Sadr
trz
Doğuştan Günümüze Büyük
İslam Tarihi, Editör,
Hakkı Dursun yıldız, İstanbul 1990
DOZY, Reınhart, Spanışh
İslam (A Hıstory of the Moslems m Spaın), London 1972
---------- , Tarihi İslâmiyet, trc., Ömer Rıza Doğrul,
İstanbul 1308/1890
ed-DURÎ, A. Aziz, İlk
Dönem İslâm Tarihi, trc. Hayrettin Yücesoy, İstanbul 1991
EBÛ
MIHNEF, Lût b. Yahya (150/767), Maktelu’l-Hüseyin, Bağdat 1977
EBÛ REYYE, Ebû
Hüreyre, Mısır yy trz.
EBÛ ZEHRA, Muhammed,
“Şehîdü Kerbela”, Livâu’l-İslâm, Riyad 1384/1965, sayı: 1, s.655-658,
EBU’L-ARAB, Muhammed b.
Ahmed b. Temim et-Temîmî (333/945), Kitabu’l-Mıhan, thk. Vehb
el-Cebbûrî, Beyrut 1408/1988
EBU’L-FADL,
İbrahim ve ark., Eyyâmü’l-Arab fî’l-İslâm, Beyrut 1408/1988
EBÜ’L-FİDA, İmadüddin
İsmail (732/1331), el-Muhtasar fî Ahbâri’l-Beşer, ta’lik Mahmud Deyyub,
Beyrut 1417/1997
---------- 5 Takvimü’l-Buldân, thk. ParReınaud, Beyrut
1830
EMİNİ, Abdülhüseyin
Ahmed en-Necefî, el-Ğadîru fî’l-Kitab ve’s-Sünneti ve’l-Edeb, Tahran
1366/1940
EŞLEM, Muhammed, “Emir
Muaviye’nin Halifeliği Sırasında İstanbul’a Düzenlenen İlk Sefer”, I.
Uluslar arası İstanbul’un Fethi Sempozyumu, İstanbul 1996
el-EZRÂKÎ, Ebu’l-Velîd
Muhammed b. Abdillah b Muhammed b. Ahmed (222/837), Ahbâru Mekke,Göttingen
1275/1859
el-FÂHÛR, Abdulbâsıd
(1323/1907), Tuhfetü’l-Enâmir Muhtasar Tarihu’I- İslâm, thk. Nizar
el-Fâhûr, Beyrut 1406/1985
FAYDA,
Mustafâ, Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslümler, İstanbul 1989
---------- , İslâmiyetin Güney Arabistan’a Yayılışı, Ankara 1982
el-FERRA, Ebû Ya’lâ
Muhammed b. el-Hüseyin (458/1065), Ahkâmu’s- Sultaniyye, tashih ve
ta’lik, Muhammed Hamid, Beyrut 1403/1983
FERRUH, Ömer, Tarihu
Sadri’I-İsiâm ve’d-Devleti’I-Ümeviyye, Beyrut 1986
FERYAL, bnt. Abdullah b.
Mahmud el-Hedîb, Sûratü Yezid b. Muaviye fi’Rivayeti’1-Edebiyye, Riyad
1995
FIĞLALI,
EthemRuhi, “Hâricîler”, DİA, XVII, 169-175, İstanbul 1998
----------- s “Hasan”, DİA,
İstanbul 1998, XVI, 282-285
----------- t “Hüseyin”, DİA,
XVIII, 518-521, İstanbul 1999
----------- , ‘İlk Şiî Olayları”, AÜİFD,
XXVI, s.335-353, Ankara 1983
----------- s “İslâm Tarihinde Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyin Dönemleri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXVI,
s. 353-370, Ankara 1983
---------- —s İmamiyye Şiası, İstanbul 1984
el-GAZZÂLÎ, Muhammed,
“Şehîdü Kerbela”, Livâu’l-İslâm, sayı: 1, s.645- 650, Riyad 1384/1965
GOLDZİHER, Ignaz, “Tod
und Andenken des Chalifen Jizid I”, Gesammelte Schriften, Hildesheim
1970, voLV, s.139-143
GÖKMENOĞLU, Hüseyin
Tekin, “İslâm Kamu Hukuk ve Siyasi Düşüncesinde Veliahd Tayini ve İstihlaf’, SÜİFD,
Konya 1997, sayı: VII, s. 231-266
GÜNALTAY
M. Şemseddin, İslâm Tarihinin Kaynaklan-Tarih ve Müverrihler, yayma
hazırlayan Yüksel Kanar, İstanbul 1991 el-HÂİRÎ, Muhammed Hüseyin el-A’lemî, Dairetü’l-Maarif
eş-Şiîyyetü’l- Âmme, Beyrut 141371993
el-HÂKİM, Hasan İsa Ali,
Kitabu’l-Muntazam li İbni’l-Cevzî Dirâse fî Menheci ve Mevâridihî ve
Ehemmiyetihî, Beyrut 1405/1985
HALİFE B. HAYYÂT
(240/854), Tarih, thk., Ekrem Ziya el-Umerî, Riyad 1405/1985
el-HAMEVÎ, Yakut, Mu’cemu’l-Buldan,
thk. Ferid Abdülaziz el-Cündî, Beyrut 1410/1990
-------------- ?
Mu’cemü’l-Üdebâ, Beyrut, 1400/1980
HAMİD
ĞANİM, Ebû Said, “el-Hulefaü’l-Ümeviyyûn min İftitahiyyâtihim ve
Vesâyâhüm”,ed-Dâire, sayı II, s.9-35, Riyad 1405/1984 1986
HAMMÂDE,
Muhammed Mâhir, Dirasetün Vesîkıyyetün li’t-Tarihi’l- İslânıî ve Masâdiruhu
min Ahdi benî Ümeyye Hatte’l-Fethi’l- Osmanî li S ariyeti ve Mısır, Riyad
1408/1988
HAMMAŞ,
Necdet, eş-Şam fî Sadri’l-İslâm, Dımaşk 1408/1987
HASAN, İbrahim Hasan-Ali
İbrahim Hasan, en-Nuzumu’l-İslâmiyye, Kahire trz.
---------- 5 Zuamau’l-İslâm, Kahire 1980
---------- 5 Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslâm
Tarihi, trc.İsmail
Yiğit ve Arkadaşları, İstanbul 1985
HASAN, Muhammed
Abdülganî, “Min süveri’d-Deha”, er-Risale, Kahire 1964, sayı 1055, s.
9-12
HATİBOĞLU, Mehmed, Hz.
Peygamber’in Vefatından Emevîlerin Sonuna Kadar Siyasî İçtimaî Hâdiselerle
Hadis Münasebetleri, (yayınlanmamış doçentlik tezi), Ankara 1967
el-HIMSİ, Ahmed Faiz, el-Uzamu
Ellezine Düfînû fi Dımaşk ev Mâtû fîha, Dımaşk 1985, XXXV, s. 198-299
HİTTI,
Philip K., Arap Tarihinin Mimarları, trc. Ali Zengin, İstanbul 1995
---------- 5 Siyasi ve
Kültürel İslâm Tarihi, trc.
Ali Zengin, İstanbul 1995
HİZMETLİ,
Sabri, İslâm Tarihçiliği Üzerine, Ankara 1991
HODGSON, M.G.S., İslâmm
Serüveni-Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih, trc.Komisyon, İstanbul
1993
HONIGMANN, E, “Karbala”,
The Encyclopaedıa Of İslam- New Edıtıon (El2), Leıden 1978,
IV, 637—639
----------- , “Kerbela”, İA, İstanbul
1967, VI, 580-582
HUDARI BEG, Muhammed, ed-Devletü’l-Ümeviyye,
thk. Muhammed Osmanî, Beyrut 1406/1986
el-HUDARI, Muhammed
Hüseyin Nakdu Kitabu fi’ş-Şi’rivayetler’l-Câhilî, thk., Ali er-Rıda
et-tunûsî, Beyrut trz.
el-IŞŞ, Yusuf (1387-1967), ed-Devletü'I-Emeviyyetü
ve'l-Ahdâsü’lletî Sebegatha, 1406/1985
İBN
A’SEM, Ebû Muhammed el-Kûfî (314/926), el-Fütûh, Beyrut trz.
İBN ABDİLBERR, Ebû Ömer
Yusuf b. Abdillahb. Muhammed (463/1071), el- İstiâb fî Ma’rifeti’l-Ashâb, thk.
Ali Muhammed el-Buharî, Beyrut trz.
İBN
ABDİLHAKEM, Ebu’l-kasım, Kitabu Futûhu Mısr, Kahire 1415/1994
İBN ABDİRRABBİH, Ahmed
b. Muhammed el-Endelûsi (327/939) el-Ikdü’l- Ferîd, thk Muhammed Said
Üryan, Kahire 1359/1940
İBN DOKMAK, el-Cevheru's-Semin
fi Siyeri’1-Hulefai ve'l-Muluk ve's- Salati. thk., Âşur Said Abdulfettah.
Mekke 1982
İBN HABİB, Ebû Cafer
Muhammed (245/859), Kitabü’I-Muhabber, Beyrut trz.
İBN HACER, Ebü’l-Fazl
Ahmed b. Ali (852/1448), el-İsâbe fî Temyizi’s Sahabe, thk., Ali
Muhammed el-Bicâvî, Beyrut 1412/1992
--------- 5 Tehzîbü’t-Tehzib, thk. Mustafa Abdulkâdir
Atâ, Beyrut 1415/1994
İBN HALDUN, Abdurrahman
b. Muhammed, Mukaddime, thk. Ali Abdulvâhid Vâfî, Kahire trz.
--------- s Kitabü’l-îber ve Divanö’l-Mübtedei
ve’I-Haber fî Eyyami’I-Arab ve’l-Acem ve’l-Berber, Beyrut 1413/1992
İBN HALLÎKAN,
Ebu’l-Abbas Şemsüddin (681/1282), Vefeyâtu’l-A’yân ve Enbâu Ebnâu’z-Zaman, thk.
İhsan Abbas, Beyrut trz.
İBN
HANBEL, Ahmed Muhammed (241/855), Müsned, İstanbul 1413/1992
İBN HAZM, Ebû Muhammed
Ali b. Ahmed b. said el-Endelüsi(384-456), Cemheretü Ensâbi’I-Arab, Beyrut
1403/1983
İBN
HAVKAL, Ebu’l-Kasım, Kitabu Sûratfi’I-Arz, Leiden 1928
İBN HÎŞAM, Ebû Muhammed
Abdülmelik (218/833), es-Siretü*n-Nebi, thk., Muhammed Muhyiddin
Abdulhamid, Beyrut 1401/1980
İBN HURDAZBÎH,
Ubeydullah b. Abdullah, el-Mesâlik ve’l-Memâlik, Leiden 1889
İBN KAYYIM, el-Cevziyye,
Zâdü’l-Meâd fî Hedyi Hayri’I-İbâd, thk. Şuayb el-Amavud- Abdülkadir
el-Amavud, Beyrut 1414/1994
İBN KESÎR, Ebü’l-Fida
el-Hafız (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, thk., Ahmed Ebû Müslim-
Ali-Necib Adva, Beyrut trz
--------- ? Muhtasar Tefsir-i İbn-i Kesir, thk., Muhammed Ali
es-Sabûnî, Beyrut 1981
İBN KUNFUZ, Ebü’l-Abbas
Ahmed b. Hasan b. Ali b.el-Hatîb el-Kostantinî (809/1406), el-Vefeyât, thk.
Adil Nevbahtî, Beyrut 1971
İBN KUTEYBE, Ebû
Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889), el-Maarif, thk., Servet Ukkâşe,
Mısır 1413/1992
--------- 5 Uyûnu’l-Ahbâr, thk. Müfid Muhammed
Kamîha, Beyrut trz.
--------- __5 eş-Şi’ru
ve’ş-Şuarâ, taktim.
Hasan Temim, Beyrut 1412/1991
--------- , el-İmâme ve’s-Siyâse, thk. T aha Muhammed
ez-Zübnâ, Beyrut 1967 İBN MANZÛR, Muhammed b. Mükerrem ( 630-711/1232-1311), Muhtasar
Tarihi Dımaşk li İbn
Asakir, thk.
Ahmed Râtib Hammuş ve ark., Dımaşk 1405/1985
İBN SAT), Ebû Abdillah
Muhammed (230/844), et-Tabakatü'l-Kübra, Beyrut trz.
İBN TAĞRİBERDİ,
Cemalüddin Ebü’l-Mehâsin Yusuf (813-874/1410-1469), ta’lik ve taktim Muhammed
Hüseyin Şemsüddin, en-Nücûmu’z- Zâhire, Beyrut 1413/1992
İBN TEYMIYYE (728/1328),
Mecmû’I-Feteva, cem ve tertib Abdurrahman b. Muhammed b. Kasım, yy ve
trz.
---------- , Ra’sii’l-Hüseyin, thk., es-Seyyid Cemîliî,
Beyrut 1408/1988
İBN TİKTAKA, Muhammed b.
Ali b. Tabâtabâi (709/1309), el-Fahri fî’l- Âdâbi’s-Sultaniyye, Beyrut
1386/1966
İBN TOLUN, Muhammed, en-Nüzhetü’s-Seniyye
fi Ahbâri'I-Hulefai ve'I- Mülûki’l-Mısriyye, thk., Muhammed Kemalüddin,
Beyrut 1408/1988
---------- , Kaydu’ş-Şerîd min Ahbâri Yezid , thk. Muhammed Garb, yy
ve trz. İBNÜ’L-A’RÂBÎ, el-Kâdı Ebû Bekir (638/1240), el-Avâsim
mine'l-Kavâsım fi tahkiki Mevkıfı’s-Sahâbeti Bade Vefati’n-Nebî, thk. Muhibbiddin
el-Hatip, Kahire 1399/1970
İBNÜ’L-ESİR, İzzüddin
Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed(630/1232, el-Kâmil fi’t-Tarih, yayınlayan
Carolus Johannes Tomberg, Beyrut 1399/1979
---------- 9 Üsdü’l-Gabe fi
Marifeti’s-Sahabe, Tahran
1280/1863
İBNÜ’L-CEVZÎ,
Cemalüddin Ebu’l-Ferec (597/1200), Sıfatû’s-Safve, Abdüselam Muhammed
Harun, Beyrut 1413/1992
---------- 5 el-Muntazam fi
Tarihi’l-Mülûki veT-Ümem, thk.,
Muhammed Abdülkadir Atâ-Mustafa Abdülkadir Atâ, Beyrut 1412/1991
İBNÜ’L-İBRÎ,
Gıraguryus el-Meltî, Tarihu Muhtasari’d-Düvel, Beyrut 1986 İBNÜ’L-İMÂD,
Şihabu’d-Din EbiT-Felah (1032/1089), Şezerâtü’z-Zeheb fi Ahbâr-ı men Zeheb, thk.,
Abdülkadir el-Amavut-Mahmud el- Amavut, Beyrut 1406/1986
İBNÜ’N-NEDÎM,
el-Fihrist, Beyrut trz.
İBNÜ'L-VERDÎ, Ziyauddin
Ömer b. Muzaffer (794/1391), Tarihu İbnü’l- Verdî, Beyrut 1417/1996
İSA, Riyad, en-Nizâ
Beyne Efrâdi’l-BeytiT-Ümevîyye Devnıhu fi Sükûti’l- Hilafeti’l-Emeviyyeti, taktim,
Süheyl Zekkar, Beyrut 1406/1985 el-İSFAHÂNI, Ebu’l-Ferec Ali b. Hüseyin
(356/967), Kitabü’l-Eğânî, şerh ve hâmiş, Ali Mühennâ-Semir Câbir,
Beyrut 1415/1995
---------- , Makâtilu’t-Talibîn, thk. es-Seyyid Ahrned
Sakr, Beyrut 1408/1987
KAFESOĞLU,
İbrahim, “İstanbul”, İA, İstanbul 1967, VIII, 1173-1180
KALKAŞANDÎ, Nihâyetü'I-Ereb
fî Marifeti Ensâbi’I-Arab, Beyrut 1405/1984
KANDEMİR,
Yaşar, “Abdullah İbn Ömer”, DİA, İstanbul 1988,1, 126-128
KAPAR, Mehmed Ali, Halifeliğin
Emevilere Geçişi ve Verasete Dönüşmesi, İstanbul 1998
---------- s İslâm’ın İlk Döneminde
Bey’at ve Seçim Sistemi, İstanbul
1998
KARAMÂNÎ, Ahrned b.
Yusuf, Ahbâru’d-Düvel ve Âsaru’l-Üvel fi’t-tarih, thk Ahrned Hatît ve
Fehmi Sa’d, Beyrut 1412/1992
KÂŞİF, Seyyide İsmail, İslâm
Tarihinin Kaynaklan ve Araştırma Metodlan, trc. Mehmed Şeker ve ark., İzmir
1997
el-KAZVÎNÎ, Zekeriyya b.
Muhammed b. Mahmud, Asâru’l-Bilâd ve Ahbâru’l-İbâd, Beyrut 1973
KEHHÂLE, Ömer Rıza, Alâmü’n-Nisa
fî Alemi’l-Arab ve’l-İslâm, Beyrut 1412/1991
---------- ? Mu’cemü
Mesta’cem, Beyrut
1414/1994
---------- 5 Mu’cemü
Kabâili’l-Arab, Beyrut
1414/1994
KEMALLEDDİN
ŞÜKRÜ, Kerbela, İstanbul 1928
KETTANÎ, et-Teratibu'l-İdariyye
(Hz.Peygamber'in Yönetimi), trc.Ahmet Özel, İstanbul 1990
KISTER, M. J., “The
Battle of The Harra”, Studies m Jahıhyya and Early İslam, London 1980
KOYUNCU,
Mevlüt, Emeviler Döneminde Saray Hayatı, İstanbul 1997
KOKSAL, M. Asım, İslâm
Tarihi, Hazreti Hüseyin ve Kerbela Faciası, Ankara 1984
KRAMER, Von, el-Hadarâtü’l-İslâmiyye
ve Medâ Te’sîruha bi’l- Mü’sirâtü’l-Ecnebiyye, Arapçaya trc. Mustafa Taha
Bedir, Cizze 1947
KUDÂME, b. Cafer, el-Harac
ve Smaatü’l-Kitab, thk. Muhammed ez-Zebîdî, Kahire 1981
el-KUREŞÎ, îdris
İmadûddin (872/1467), Uyunu’l-Ahbar, Arapçaya trc. Mustafa Gâlip,
Beyrut, trz.
KÜÇÜKAŞÇI, Emeviler
Döneminde Medine, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
(yayınlanmamış yüksek lisans tezi), İstanbul 1993
----------- 9 “Harre Savaşı”,
DİA, İstanbul 1998, XVH, 245-247
LAMMENS,
Henry, “Ahtal”, İA, İstanbul 1965,1, 226-228
----------- s “Etudes Sut Le
Regne du Calife Omaiyade Mowia I, Melanges, vol m, Fasci, 1906, s. 301-305
----------- 5 “Abdurrahman b.
Halid”, İA, İstanbul 1965,1,48-49
----------- } “Berede”, İA,
İstanbul 1961, II, 534-535
----------- , “Gûta”, İA, İstanbul 1964,
IV, 831'
----------- 5 “Kureyş”, İA,
İstanbul 1967, VI, 1014-1019
----------- , “Mekke”, İA, İstanbul 1955,
VB, 630-636
----------- ? “Meysûn”, İA,
İstanbul 1960, VIII, 192-193
----------- 5 “Muaviye b. Ebi
Süfyan”, İA, İstanbul 1960, VIII, 438-444
----------- , “Müslim b. Ukbe”, İA,
İstanbul 1960, VUI, 823-824
----------- 5 “Kasâidü’l-Halife Yezid b. Muaviye”,
el-Meşnk, München 1924, s. 192-195
----------- } “Suriye”, İA,
İstanbul 1970, XI, 51-66
----------- } “Yazıd b. Muawıya”, First
Encyclopaedıa of İslam, New york 1987, VB!, 1162-1163
_—-------- s Le Calıfat de Yazıd
I, Beyrut 1921
MÂCÎD,
Abdulmünim, et-Tarihu’s-Siyasi li’d-Devleti’l-Arabiyye, Mısır 1982
el-MAKDİSÎ,
Mutahhar b. Tabir, Kitabu'l-Bed ve’t-Tarih, Beyrut trz.
MAKDİŞ, Mahmud,
Nuzhetü’l-Enzâr fî Acâibi’t-Tevârîhi ve’l-Ahbâr, thk.
Ali
ez-Zevârî- Muhammed Mahfuz, Beyrut 1988
el-MAKRİZÎ,
en-Niza ve't-Tehasum fima Beyne Beni Ümeyye ve Beni Haşim, Leiden 1888
el-MÂVERDÎ,
Ebü’l-hasan Ali b. Muhammed b. Habib el-basrî el-Bağdadî,
Kitabö’l-Ahkâmi’s-Sultaniyye, Beyrut trz.
MEHRAN,
Muhammed Beyyûmî, el-İmâmetü ve Ehl-i Beyt, Beyrut 1995
MENBECÎ,
Agabius b. Konstantin, el-Müntehab min Tarihi’l-Menbecî, thk. Ömer Abdüselam
Tedmürî, Lübnan trz.
el-MES‘ÛDÎ,
el-Hüseyin b. Ali (346/957), et-Tenbih ve'I-İşraf, Beyrut 1981
---------- s Mürûcu’z-Zeheb, thk. Muhammed Muhyiddin
Abdulhamid, Beyrut 1408/1988
MİR
AHMED, S.V. Ali, Husain The Saviour of İslam, İran trz
el-MİZZÎ, Cemalüddin
Ebi’l-Haccac Yusuf, Tehzibü’l-Kemâl fi Esmâi’r- Ricâl, thk., Beşir
Avvad, Beyrut 1413/1992
MUĞNİYYE, Muhammed
Cevad, Ehlü’l-Beyt, Menziletühüm ve Mebdeihim İnde’l-Müslimîn, Beyrut
1404/1984
MUHAMMED ALİ, Musa, Seyyidü’ş-Şühedâ,
el-îmamü’I-Hüseyin, Beyrut 1405/1985
MUHAMMED el-HUDARI,
Hüseyin, Nakd Kitabu fi’ş-Şi’rivayetler’1- Câhilî, thk., Ali er-Rıda
et-Tunûsî, Beyrut trz.
MUHAMMED,
Rıza, el-Hasan ve’I-Hüseyin, Beyrut 1407/1987
el-MUSEVÎ, Ali
Şerefiiddin, Dirâsât fi Sevreti’l-tmam el-Hüseyin, Arapçaya trc. Hüseyin
Hâci, yy, 1414/1993
el-MUSEVÎ, İbrahim
ez-Zincânî, Cevle fı’l-Emâkini’l-Mukaddeseti, Beyrut 1985
el-MÜBERRED, Ebu’l-Abbas
Muhammed b. Yezid (210-285/825-898), el- Kâmil fi’l-Luga ve’l-Edeb, thk.
Muhammed Ahmed ed-Dâlî, Beyrut 1413/1993
el-MÜDERRISÎ,
Seyyid Hâdî, Kitabu Aşûra, Beyrut 1985
MÜFİD,
Muhammed b. Muhammed, el-İrşâd fi’l-Ensâb, Tahran 1330/1911
el-MÜNECCİD, Selahaddin,
Şi’ru Yezid b. Muaviye b. Ebi Sûfyan, Beyrut 1982
MÜSEYYİB GAZİ, Kerbelamn
İntikamı, trc. Emrullah Eraslan, İstanbul 1995
el-MÜSLİM, Ebu’l-Hüseyin
Müslim b. Haccac (261/875), el-Câmiu’s-Sahîh, Beyrut trz
el-MÜSNED, Abdullah b.
Ali, el-Aleviyyûn ve’l-Abbâsiyyûn ve Da’vetü Âli’l-Beyt, Kahire
1412/1991
NAZIM, Muhammed, Kerbela,
Şems Matbaası 1327-1329, Süleymaniye Kütüphanesi (Zühdü Bey, 523)
en-NÜVEYRÎ, Şihabüddin
Ahmed b. Abdilvehhab (677-733), Nihâyetu’l- Ereb fî Fünûni’l-Edeb, thk.
Muhammed Rıfat Fethullah-İbrahim Mustafa, Kahire 1395/1975
ONAT, Hasan, “Şiîliğin
Doğuşu Meselesi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara
1997, sayı XXXVI, s.79-117
--------- 5 Emeviler Dönemi Şiî Hareketleri ve
Günümüz Şiîliği, Ankara
1993
OSTROGORSKY, Georg, Bizans
Devleti Tarihi, trc. Fikret Işıltan, Ankara 1981
ÖNKAL, Ahmed, “İslâm
Tarihçiliğinde Tarafsızlık Problemi”, İslâmi Araştırmalar Dergisi, Ankara
1992, sayı. VI, s. 189-197
--------- , Rasûlüllâh’m İslâm’a Da’vet
Metodu, Konya
1989
ÖZKUYUMCU, Nadir, Emeviler’in
Sonuna Kadar Mısır ve Kuzey Afrika, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, (yayınlanmamış doktora tezi) İstanbul 1993
PROVENÇAL,
E.Levı, “Ukbe b. Nâfi”, İA, İSTANBUL 1988, XIII, 20-21
RAHMAN, H.U, İslâm
Tarihi Kronolojisi, editör Ziyauddin Serdar, trc. Abidin Büyükköse,
İstanbul 1995
RAYYIS, Ziyauddin, İslâm’da
Siyasi Düşünce Tarihi, trc., İbrahim Sarmış, İstanbul 1995
SÂBİT, Ahmed, Kerbela
Vakası, osmanlıca ve matbu (Türkiye Diyanet Kütüphanesi, kayıt no: 4671),
yayın yeri yok 1303/1885
SACHEDINA, Abdulaziz,
“Karbala”, The Oxford Encyclopedıa of the Modern Islamic World, New York
1995, vol. II, s.398-400
es-SAFEDÎ,
Halil b. Aybek, el-Vafi bi’l-Vefeyât, Beyrut 1981
SAFVET, Ahmed Zeki, Cemheretü
Resâilü’l-Arab fî Usûri’l-Arabiyye ez- Zâhire, Beyrut trz.
SARICIK, Murat, “Kerbela
Olaymda el-Hurr b. Yezid ve Hz. Hüseyin İle Mücadelesi”, Süleyman Demirel
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı II, s. 103-148, İsparta 1995
SARIÇAM, İbrahim, Emevî-Hâşimî
İlişkileri, İslâm Öncesinden Abbâsîlere Kadar, Ankara 1997
es-SELUMI, Muhammed b.
Sahil, et-Tabakatü’l-Kübra, et-Tabakatü’l- Hamise mine’s-Sahâbe, 1414/1993
--------- ? et-Tabakâtü’l-Kübra,
et-Tabakâtü’r-Râbiati mine’s-Sahâbe mimmen Esleme inde Fethi Mekke ve ma ba’de
Zâlike 1416/1995
es-SEMHÛDÎ, Nureddin Ali b. Ahmed (911/1505), Vefâü’l-Vefa bi Ahbâri
Dâri’l-Mustafa, thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Beyrut trz.
es-SENHÛRÎ, Abdürrezzak
Ahmed, Fıkhu’l-Hilafe ve Tatavvuruhâ, Arapçaya trc. Nâdiye Abdürrezzak
es-Senhûri, Mısır 1993
SEYF B. ÖMER (200/815), Fitnetü
ve Vak’atü’I-Cemel, cem ve tasnif, Ahmet Ratib Armuş, Beyrut 1413/1993
SIBTÜ
İbnü’l-Cevzî (654/1256), Tezkiretü’l-Havâs, Beyrut 1401/1981
SIRMA, İhsan Süreyya, Hilafetten
Saltanata Emevîler Dönemi, İstanbul 4991
SÖYLEMEZ, Mahfuz M., Kuruluşundan
Emevilerin Başlangıcına Kadar Küfe Şehrinin Siyasi Tarihi, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (yayınlanmamış yüksek lisans tezi),
Ankara 1995
es-SUYÛTI, Celaleddin, Tarihu’l-Hulefa,
thk., Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, yy ve trz.
SÜKEYNE, eş-Şihabî, Muhtasar
Tarihu Dımaşk li İbn Asâkir, (İbn Manzûr’un usûlüne göre ihtisar), Dımaşk
1409/1989
ŞÂKİR,
Mahmud,
et-Tarihu’l-İslâmi, Beyrut 1411/1991 eş-ŞEHRİSTÂNÎ, Hibetiddün
el-Hüseynî, Nehdatü’l-Hüseyin, Beyrut trz. eş-ŞEMRI, Hezz’a b. İd, Yezid
B. Muaviye -el-Halifetü’I-Müfterâ Aleyh, Riyad 1993
ŞÜKRÜ FAYSAL, Hareketü’l-Fethi’l-İslâmî
fî’l-Karni’l-Evvel, Beyrut 1982
T.H.
Weir, “Dârunnedve”, İA, İstanbul 1945, III, 492-493
et-TABERÎ, Muhammed b.
Cerir (310/922), Tarihu’l-Ümem ve’l- Müluk, thk., komisyon, Beyrut trz.
et-TABERSÎ, Ebû Ali
el-Fadl b. el-Hasan, İ’lâmü’l-Verâ bi E’lâmi’l-Hudâ, Beyrut 1985
TAHA
HÜSEYİN (1973), el-Fitnetü’l-Kübra(Ali ve Benûh) yy ve trz.
TAKKUŞ,
Muhammed Süheyl, Tarih’d-Devleti’l-Emeviyye, Beyrut 1416/1996
UÇAR,
Şahin, “Müslümanların İstanbul’u Fethetmek İçin Yaptıkları İlk Üç Muhasara”, Selçuk
Üniversitesi Selçuk Dergisi, Konya 1986, yıl 2, sayı 1, s. 65-85
--------- ? Anadolu’da
İslâm-Bizans Mücadelesi. İstanbul
1990
el-UKEYLÎ, Ömer Süleyman,
“Mübayatü bi Yezid b. Muaviye bi VelayetiT- Ahd”, Mecelletü
Kûlliyetü’I-Adab, Riyad 1985, sayı:XH/2, s.393- 420
---------- , “Vakatü Kerbela”, Mecelletü Külliyeti’l-Adâb, Riyad
1986, sayı:XHI, s.463-496
---------- s “Vakatü’1-Harre fi Ahd-i Yezid b.
Muaviye”, Mecelletü Külliyetü’l- Adab, Riyad 1986
el-UMERÎ, İbn Fadlullah
(749/1348), Mesalikü’l-Ebsâr fî Memâliki’I- Emsâr, yayınlayan, Fuad
Sezgin, Frankfurt 1409/1989
el-USEYLÎ,
Said, Kerbela, Beyrut 1406/1986
UTVAN,
Hüseyin, el-Emeviyyûn ve’l-Hilafe, Amman 1986
ÜÇOK,
Bahriye, İslâm Tarihi-Emeviler-Abbasiler, Ankara 1979
VAGLÎERl, Laura Veccia,
“Râşid Halifeler ve Emevi Halifeleri”, İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, trc.
İlhan Kutluer, İstanbul 1997, I, 91-102
VAROL, Mehmet Bahüddin,
“Harre Vakası-Sebep Sonuç-İlişkisi”, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, Konya 1997, sayı: VII, s. 513-534
VÂSIF,
İbrahim, Şehâdeti Hüseyin İbn Ali, Metin Matbası 1327/1909
VEKİL, Muhammed
es-Seyyid, el-Emeviyyûn Beyne’ş-Şarki ve’l-Garbi, Beyrut 1416/1995
VİDA,
G. LevıDella, “Emevîler”, İA, İstanbul 1964, IV, 240-248
VİDA,
G.L.Della,”Osman", İA, trc.komisyon, İstanbul 1964
WELHAUSEN, Julius, Arap
Devleti ve Sukutu, trc.Fikret Işıltan, Ankara 1963
--------- 5 İslâmiyetin İlk Devrinde Dini- Siyasi
Muhalefet Partileri, trc.,
Fikret Işıltan, Ankara 1989
WENSİNCK,A:J.,
“Amr b. el-As”, İA, İstanbul 1965,1,412-413
el-YA’KUBÎ,
Ahmed b. Ebi Yakub, Tarihu’I-Ya’kubî, thk., AbduT-Emir Mühenna, Beyrut
1413/1993
el-YAFİÎ,
Abdullah b. Es’ad b. Ali b. Süleyman (768/1347), Mir’atü’l-Cinân, Haşiye,
Halil el-Mansûr, Beyrut 1417/1997
YILDIZ,
Hakkı Dursun, "Ubeydullah b.Ziyad", İA. İstanbul 1988, XIII, 3-4
---------- , “Yezid b. Muaviye”, İA,
İstanbul 1988. XIII, 411-413
YILMAZ,
Saim, Emevilerde Veliahtlık, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), İstanbul 1996
YÜKSEL,
Ahmet Turan, Emevî Valilerinden Ubeydullah b. Ziyad Üzerine Bir Araştırma, (yayınlanmamış
doçentlik tezi), Konya 1998
ez-ZEHEBÎ,
Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1374), Düvelü’l-İslâm, Müesesetü'l-Alemi
1405/1985
-------- s
Siyeru A’lâmi’n-Nübeiâ, thk.
Şuab Arnavut ark., Beyrut 1414/1994 -------- 5
Tarihu’l-İslâm, thk, Abdüselam Tedmûri, Beyrut 1410/1990 ez-ZEKERE,
Abdullah, Ukbe b. Nâfı, Dâru’l-Kuteybe 1401/1981
ZERJRİNKUB,
Abdü’l-Hüseyin, Tarihu İran ba’de ez-İslâm, Tahran 1343/1924
ZETTERSTEN,
K:V, “Abdullah b. Ömer”, İA., İstanbul 1965,1, 38-39
ZİYA
ŞAKÎR, Kerbela Vakası ve Kerbela’nın İntikamı, İstanbul trz.
I <û
-
2 y
Sükeyne. XXVIII. 18.
[1] İbnü'n-Nedîm. el-Fihrist Beyrut tiz., s. 97
[2] Yakut el-Hamevî. Mu’cemü’l-Üdebâ. Beyrut
1400/1980. XVII. 164-167
[3] Selahaddin el-Müneccid. Şi’ru Yezid b. Muaviye
b. Ebi Süfyan. Beyrut 1982. s. 5.1 dn
[4] Henry Lammens. Le Calıfat de Yazıd I. Beyrut
1921
[5] Muhammed
b. Muhammed İbn Tolun. Kaydu’ş-Şerîd min Ahbâri Yezid . thk. Muhammed Garb. yy
ve tiz.; a. mlf. en-Nüzhetü’s-Seniyye fi Ahbâri'l-Hulefâ-i
ve'l-Mûlûki’l-Mısriyye. thk.. Muhammed Kemalüddin. Beyrut 1408/1988
[6] Hezzâ b. İd eş-Şemri. Yezid b. Muaviye
-el-HaiifetûT-Müfterâ Aleyh. Riyad 1993
' Abdullah b. Mahmud el-Hedîb
el-Feryâl. Sûratü Yezid b. Muaviye fi’r-Rivayeti’l-Edebiyye. Riyad 1995
[8] Ebû Mıhnef. Lût b. Yahya. Maktelü’l-Hüseyin.
Bağdat 1977
[9] Maktelü’l-Hüseyin. s. 42 (Mukaddımın önsözü)
[10] Muhammcd b. Cerir et-Taberi. Tarihli’l-Ümem
ve’l- Mülûk. tlık.. komisyon. Beyrut tiz.
[11] Yahya b. Câbir el-Belâzuri. Ensâbu’i-Eşraf.
thk.. Süheyl Zekkar-Riyad Ziriklî. Beyrut 1417/1996
[12] İbnü'n-Nedîm. s. 144: Ayrıca bkz. Sıbtu İbnü’l-Cevzî.
Tezkirctü’l-Havâs, Beyrut 1401/1981. s.259
[13] Ukayli. Vakatü’l-Harre. s. 165
[14] Ebu’l-Arab et-Temîmî. Kitabu’l-Mıhan. thk Vehb
el-Cebbûri. Beyrut 1408/1988
[15] Nureddin Ali b. AhmedL Vefâü’l-Vefa bi Ahbâri
Dâri’l-Mustafa. thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid. Beyrut trz.
[16] îbn îshak Kitabu's-Siyer ve'l-Megâzi thk.
Süheyl Zekkâr. Beyrut 1398/1978
[17] Ebû Muhammed Abdülmelik İbn Hişam. es-Siretü'n-Nebi. thk.
Muhammed Muhyiddin Abdulhamid. Beyrut 1401/1980
Ahmedb. Yahya b. Câbir el-Belâzüri.
Fütûhu’I-Buldan, trc. Mustafa Fayda. Ankara 1987
Ebû Abdullah Muhammed ibn Sa'd.
et-Tabakatü'l-Kübra. Beyrut tiz.
Muhammed b. Sahil cs-Selûmî, et-Tabakatü’l-Kübra,
et-Tabakatü’l-Hamise mine’s-Sahâbe, Taif 1414/1993; a. mlf..
et-Tabakâtü’l-Kübra, et-Tabakâtü’r-Râbiati mine’s-Sahâbe mimmen Esleme inde
Fethi Mekke ve ma ba’de Zâlike, Taif 1416/1995
[22] •
ibn Abdilberr, ei-Istiab fî
Ma’rifeti’l-Ashab, Beyrut 1940
[23] îzziddün Ebu'l-Hasan İbnü l-Esir.
Üsdü'I-Ğabefi Marifeti's-Sahabe. Tahran 1280/1863
Muhammed b. Mahmud b. Osman. Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ.
thk. Şuab Arnavut ark.. Beyrut 1414/1994
EbüT-Fazl Ahmedb. Ali
ibn Hacer. el-Isâbe fî Temyizi’s Sahabe, thk.. Ali Muhammed el-Bicâvî. Beyrut
1412/1992
“ Ebtı’l-Abbas Şemşüddin
ibn Hallikan. Vcfcyâtu’I-A’yân ve Enbâu Ebnâu’z-Zaman. thk. Ilışan Abbas.
Beyrut tiz.
[28]Hasan
b. Ali b.el-Hatîb İbn Kunfuz. el-Vefeyât. thk. Adil Nevbahtî. Beyrut 1971
[29] Halil b. Aybek es-Safedî. el-Vafi
bi’l-Vefeyât. Beyrut 1981
[30] Taberî. IV. 260
[31] Halife b. Hayy ât. Tarih, thk., Ekrem Ziya
el-Umeri. Riyad 1405/1985
" Ebû Hanife Ahmed
b. Davud ed-Dineveri. el-Ahbâru’t-Tıval. thk. Abdülmümm Anur-Cemaleddın
eş-Şeyyal. Bağdat 1379/1959
[33] Ahmed b. Ebİ Yakub el-Ya'kubî. Tarihu’I-Ya’kubî. thk.
Abdu’l-Emir Mühenna. Beyrut 1413/1993
[34] Ebû Muhammed İbn A'sem el-Kûfi. d-Fütûh.
Beyrut trz.
' Izzüddin Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed İbnü’l-Esir.
el-Kâmil fi’t-Tarih. yayınlayan Carolus Johannes Tomberg, Beyrut 1399/1979
[36] Ebü’l-Fida İbn Kesir. el-Bidâye ve’n-Nihâye. thk. Ahmed Ebû
Müslim- Ali-Necib Adva. Beyrut trz
[37] Ahmed b. Ebî Yâkub el-Ya’kubî. Tarihu’l-Ya’kubî. thk.,
Abdu’l-Emir Mühenna. Beyrut 1413/1993
[40] Ebû Osman Amr b. Bahr el-Câhız. Kitâbu’t-Tâc fî
Ahlâki’l-Mülûk. thk Ahmed Zeki Paşa. Kahire 1332/1914
[41] Câhız. el-Beyân ve’t-Tebyîn. thk ve şrh..
Haşan es-Sendûbî. Beyrut 1414/1993
[43] Ebu l-Abbas Muhammed b. Yezid el-Müberred. el-Kâmil fi’l-Luga
ve’l-Edeb. thk Muhammed Ahmed ed-Dâlt Beynıt 1413/1993
[44] Muhammed İbn Abdirabbih. el-İstiâb fî Ma’rifeti’l-Ashâb. thk
Ali Muhammed el-Buhari. Beyrut trz.
[45] EbuT-Fcrcc Ali b. Hüseyin cl-İsfahânî. Kitabü’I-Eğânî. şerh
ve hamiş, Ali Mühcnnâ-Semir Câbir. Beyrut 1415/1995
[46] Şihâbüddin Ahmed. Abdülvehlıab. Nihâyetü’l-Ereb fî
Fünûni’l-Edeb. thk Muhammed Rıfat Fethullah-İbrahim Mustafa. Kahire 1395/1975
Ebû'l-Fida. Takvimu’I-Buldan. Beyrut 1820
Bekri. Mu’cem-ü Mesta’cem. thk. Mustafa
es-Sakka, Beyrut 1403/1983
[49] Yakut el-Hamevî, Mu'cemu'l-Buldan, thk. Ferid
Abdülaziz el-Cündî, Beyrut 1410/1990
[50] Zekeriyya b. Muhammed b. Mahmud el-Kazvini.
Âsâru'l-Bilâd ve Ahbâru’l-İbâd. Beyrut 1973
[51] İbn Kuteybe. el-İmâme ve’s-Siyâse, thk. Taha
Muhammed ez-Ziibnâ. Beyrut 1967
[54]
Ahmed İsmail Ali. Tarihu Bilâdi’ş-Şam, Kahire 1404/1984
[56]
İbrahim Beydûn. Min Devleti Ömer ilâ Devleti Abdülmelik. Beyrut 1411/1991
Ömer Süleyman el-Ukaylî. "Mübayatü bi Yezid b.
Muaviye bi Velayeti’l-Ahd”. Mecelletü Külliyeti’l-Adab. Riyad 1985. sayı:XII/2.
s.393-420; a. mlf., “Vakatü Kerbela”. Mecelletü Külliyeti’l-Adâb. Riyad 1986.
sayı:XIII. s.463-496; a. mlf.. "Vakatü'l-Harre fi Ahd-i Yezid b. Muaviye
’, Mecelletü Külliyetü’l-Adab. Riyad 1986
[59] ’İbrahim Ahmed el-Adevî. el-Emeviyyun
ve’I-Bızantiniyyun. yy ve tiz.
[60] Yusuf el-Işş. ed-Devletü'l-Emeviyyetü
ve’I-Abdâsü'İIetî Sebegatha. 1406/1985
[61] Muhammed es-Seyyid Vekil. el-Emeviyyûn
Beyne’ş-Şarki ve’l-Garbi. Beyrut 1416/1995
[62] Riyad İsa. en-Nizâ Beyne Efrâdi’l-BeytiT-Ümevîyye Devruhu fi
SükûtiT-HilafetiT-Emeviyyeti. taktim. Süheyl Zekkar. Beyrut 1406/1985
[63] Necdet Hammaş. eş-Şam fi SadriT-İslâm. Dımaşk
1408/1987.
[64] Muhammed Süheyl Takkuş.
Tarih’d-Devleti’l-Emeviyye. Beyrut 1416/1996
[65] Abdülmünim Mâcid. et-Tarihu’s-Siyasi
li’d-Devleti’I-Arabiyye. Mısır 1982
60 Haşan İbrahim
Haşan. Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi. trc.İsmail Yiğit ve Arkadaşları.
İstanbul 1985
[67] Taha Hüseyin. cl-Fitnetü’l-Kübrâ (Ali vc
Benûh), yy ve trz.
[68] Muhammed BeyyûmiMehran. el-İmâmetü ve Ehl-i
Beyt. Beyrut 1995
[69] Hibetiddün el-Hüseynî eş-Şehristânî,
Nehdatü’l-Hüseyin. Beyrut tiz.
[70] Seyyid Hâdî el-Müderrisî. Kitabu Aşûra. Beyrut
1985
Abbas Mahmud el-Akkad. Ebu’ş-Şfihedâ
el-Hüseyin b. Ali. yy ve tiz.
[72] • A •
Resul Caferiyan. Masum imamların fikrî ve
Siyası Hayatı, trc. Cafer Bayar. İstanbul 1994
[73] Abdullah Alaylı, TarihuT-Hüseyin Nakd ve
Tahlil. Beyrut 1414/1994
[74] •
Ziya Şakir. Kerbela Vakası ve Kerbela’nm
intikamı. İstanbul tiz.
[75] •
Müseyyib
Gazi. Kerbela’nm intikamı, trc. Emnıllah Eraslan. İstanbul 1995
Muhammed Cevad Muğniyye. Ehlö’l-Beyt. Menziletühüm ve
Mebdeihim Inde’l-Müslimîn. Beyrut 1404/1984
[77]
Said el-Uscylî. Kerbela. Beyrut 1406/1986
Celaleddin. Kerbela. (ofset. Osmanlıca. manzum. Türk
Tarih Kurumu Kütüphanesi, kayıt no: 7092). Paris 1205/1791
[79] •
a . . •
Julius VVclhauscn. Arap Devleti ve Sukutu.
trc.Fikret Işıltan. Ankara 1963: a. mlf.. Islamıyetm ilk
Devrinde Dini- Siyasi Muhalefet Partileri, trc.. Fikret Işıltan. Ankara
1989
Reinhart Dozy. Spanışh İslam (A Hıstory of the Moslems
m Spaın). London 1972; a. mlf.. Tarihi İslam: a. mlf.. Tarih-i İslâmiyet, trc..
Ömer Rıza Doğrul. İstanbul 1308
[81]
Philip K. Hitti. Arap Tarihinin Mimarları, trc. Ali Zengin. İstanbul 1995: a.
mlf.. Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi, trc. Salih Tuğ. İstanbul 1980
Marius Canard. "Tarih ve Efsaneye Göre Arapların İstanbul
Seferleri”, İstanbul Enstitüsü
Dergisi II.
trc. İsmail Hami Danişmend. İstanbul 1956. s.213-251
Mehmed Ali Kapar. Halifeliğin Emevilere
Geçişi ve Verasete Dönüşmesi. İstanbul 1998
[86] Saim Yılmaz. Emevîlerde Veliahtlık. Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi). İstanbul 1996
[87] •
M.
Asım KöksaL Islâm Tarihi, Hazreti Hüseyin ve Kerbela Faciası, Ankara 1984
Ahmet Turan Yüksel. Emevî Valilerinden Ubeydullah b.
Ziyad Üzerine Bir Araştırma, (yayınlanmamış doçentlik tezi). Konya 1998
Ahmet OnkaL Rasulullah’ın İslâm’a Davet Metodu. Konya 1989: a. mlf..
"Islâm Tarihçiliğinde
Mustafa Sabri Küçükaşçı. Emeviler Döneminde Medine.
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (yayınlanmamış yüksek lisans
tezi), İstanbul 1993; a. mlf.. "Harre Savaşı", DİA. İstanbul 1998.
XVII. 245-247
[91] Haşan Onat. "Şiîliğin Doğuşu
Meselesi". Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. Ankara 1997.
sayı XXXVI. s.79-117; a. mlf.. Emeviler Dönemi Şiî Hareketleri ve Günümüz
Şiîliği. Ankara 1993
[92] İrfan Ayçan. Saltanata Giden Yolda Muaviye b.
Ebî Süfyan. Ankara 1990
[96] •
Lammens. "Kureyş”. IA. VI, 1015
[98]
İbn Sa'd. I. 67
Üzre. Arap yarımadasının
kuzeyinde. Hicaz'ın Suriye hududunda ve Tebûk yakınında bulunan bir kabiledir,
bkz. Ö. Rıza Kehhâle. Mu’cemü Mesta’cem. Beyrut 1414/1994. II. 768
[100] İbn İshak. s. 13; İbn Sa'd. 1.66-67; Tabcri.
II. 14-15
[101] İbn Sa’d. I. 67; Taberi. II. 15; Ayrıca bkz..
Sarıçam, s.37-38
[102] İbn Sa'd. 1.67: Taberi. H. 15
[103] İbn Hişam. L 67; İbn Sa'd. 1.67;Ya’kubî.
1.237; Taberi. H. 15-16
[104] İbn Hişam. I. 130: İbn Sa'd. 1.67-68: Taberi.
II. 15
[105] İbn Hişam. I. 131; İbn Sa'd. I. 68
[106] İbn Sa'd. I. 68
[107] AA A •
Sarıçam. Emevı-Haşimı ilişkileri, s. 39
[108] îbn Hişam. I. 130-131; İbn Sa'd. 1.68-69;
Taberi. 11.15-16; İta Kesir. Bidâye, II. 195-198
[109] İbn Sa'd. 1.68-69; Taberi. 1115-16; İbn Kesir,
II. 195-198
[110] İbn Hişam. I. 137; İbn Sa'd. 1 70-71; Taberi.
II. 16
[111] Kusay’ın yapmış olduğu diğer icraatlar için
bkz.İbn Hişam. I. 135-139; İbn Sa'd. I. 69-70; Taberi.
II. 16-19; İta Kesir. II. 192-196
[112] İbn Sa'd. 1.69-70: Ya'kûbl L 240
[113] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, trc.
Salih Tuğ, İstanbul 1991. L 32
[114] Hamidullah. L 32
[115] Hamidullah. L 32: Sançam. s.44
[116] Burada yapılan işler hakkında geniş bilgi
için bkz. îbn Hişam. I. 136-137: İbn Sa’d. I. 70-72: Hamidullah I. 32: T.H.
Weir. "Dârunnedve”. ÎA. İstanbul 1945. III. 492: Sançam. s.48
[117] İbn Hişam. I. 141-142; İbn Sa'd. I. 73
Kureyş kabilesinin
mensuplan arasında erken dönemde ortaya çıkan bu anlaşmazlık ve sonrasındaki
gelişmelerle ilgili olarak bkz.. İbn Hişam. I. 132: İbn Sa’d. I. 72-74; Aynca
bkz. Ayçan. Muaviye. s.29; Sarıçam, s.62-68
Abdullah b Muhammed b. Ahmed el-Ezrâkî.
Ahbâru Mekke. Göttingen 1275.1. 110-111
[121]
İbn Sa’d. I. 76;
li3
Takiyüddin el-Makrizî. en-Niza ve’t-Tehâsûm fîmâ Beyne Benî Ümeyye ve Benî Hâşim.
Leiden 1888. s. 10
[124]
İbn Hişam. I. 147-148; İbn Sa'd. I. 81
Ayçan. Muaviye. s.30-31
[130] İbn Sad. I. 76
[131] Etnevî-Hâşimî İlişkileri, s.89-91; Ayrıca bkz.
İbn Sa’d. I. 76; Taberi. II. 13-14 11'?
[133] •
Mustafa Fayda. Isiâmiyetin Güney
Arabistan'a Yayılışı. Ankara 1982. s.10-12
[134] Ayçan. Muaviye. s.31-32
' Ayçan. Muavıye. s.32
[136] Sarıçam, s. 99
[137] Yiğit. '‘Emcvîler”. DİA. XI. 87-88
[138] Sarıçam. Mekke döneminde Ümeyye oğullarından İslâm’a
girenlerin toplam nüfusa oranla dörtte bir civarında olduğunu belirtmektedir,
bkz. Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 129
[139]Yiğit. "Emmiler”. DİA.
XI. 88: Ümeyye oğullarının gerek Peygamberimize gerekse ilk müslümanlara
yaptıkları fena muameleler için bkz.. İbn Hişam. I. 270-300: II. 25-26: Taberi.
II. 60- 75; Makrizî. s. 15-28
[140] Yiğit "Emevîler". DİA. XI. 88
[141] İbn Hişam. IIL 83; İbn Sa d. II. 147: Taberi.
II. 207
[142] Taberi. II. 297
[143] İbn Abdilberr, H, 4598; Kettâni I, 273; Ayrıca bkz.. ÖnkaL
Rasulullah’ın İslâm’a Davet Metodu, s. 193; Hamidullah, Peygamber tarafından
gönderilen bu yardımın 500 dinar gibi önemli bir meblâğdan oluştuğunu
söylemektedir. 1,252
[144] İbn Abdilberr, İL 498; Kettâni. et-Teratibu’I-İdariyye
(Hz.Peygamber'in Yönetimi), trc.Ahmet Özet İstanbul 1990, I, 273; Hamidullah,
L 252; ÖnkaL Rasulullah’ın İslâm’a Davet Metodu, s. 193
[145] Hamidullah. I, 252
[146] İbn İshak. s.96-97; İbn Hişam. III. 417-418;
îbn Sa’d. VIII. 99: İbnu 1-Cevzî, Sıfatü’s-Safve. I. 22
[147] Sarıçam, s. 193
[148] İbn İshak. s.96-97; îbn Hişam, İÜ, 417-418;
İbn Sa’d, VIIL 99; İbnü’l-Cevzî, Sıfatii’s-Safve, 1.22
[149] İbn İshak, s.259; İbn Hişam, IH, 417-418;
Ebü’l-Fazl Ahmed b. Ali İbn Hacer, İsâbe, III, 413; İbn
Sa'd. VIII, 99; İbnü’l-Cevzî. Srfatü’s-Safve, 1.22; Hamiduilah,
1,252-253
[150] Mümtahine. 60/7
[151] İbn Sa’d. Vni, 99
[152] İbn Sa'd. vm, 236; İbn Kesir, Bidâye, VB, 52
[153] İbn Hişam, IV, 140; İbnü’l-Esir, Usdü’l-Gâbe,
II, 392; İbn Kayyım el-Cevzîyye, Zâdö’l-Meâd fi Hedyi Hayri’l-İbâd. thk. Şuayb
el-Amavud- Abdülkadir el-Amavud. Beyrut 1414/1994, V, 473; Safedî. XVI, 285;
Cemalüddin Ebi’l-Haccac Yusuf el-Mizzî. Tehzibü’l-Kemâl fî Esmâi’r-Rical, thk.,
Beşir Avvad, Beyrut 1413/1992, XIII, 120
[154] İbnü’l-Esir. Usdü’l-Gâbe, H, 392; Safedî. XVI,
285; MizzL Xül. 120
[155] Belâzüri. Fütûhu’I-Buldân. s.84; İbnü’l-Esir, Üsdü’l-Gâbe. II.
392: İbn Hacer, Tehzib. IV. 377; İrfan Ayçan. "Ebû Süfyan’, DİA, İstanbul
1994. X, 230-232
[156] Belâzüri, Futûhu’l-Buldân. s.80; İbnü’l-Esir,
Usdü’l-Gabe. n, 392; İbn Hacer, Tehzib, IV, 377;
Safedî, XVI, 285;
Mizzî, XHI, 121; İbn Hacer, ayrıca Ebû Süfyan’ın gözlerinden ikisini de
kaybetmesinden sonra kölesi tarafından getirilip götürüldüğünü zikretmekledir.
İsâbe. m, 415
[157] Belâzüri, Futûhu’l-Buldân, s.80; İbn Hacer, İsâbe, IIL 414;
Zehebî, Siyer, n, 106; Safedî, XVI, 285
[158] Yiğit, “Emevîler”, DİA, XI, 88
[159] Sarıçam, s.229
[160] Sarıçam, s.230
[161] Ebü'l-Fida İsmail İbn Kesir, Muhtasar Tefsir-i îbn Kesir, thk.
M. Ali es-Sabûnî, Beyrut 1981, III, s. 360-361
[162] Belâzürî, Ensâb, V, 57
[163] M.G.S. Hodgson, İslâmin Serüveni, trc„
komisyon. İstanbul 1993,1, 155
[164] .
Ayçan, Muaviye, s. 100
Ayçan, Muaviye, s. 101
[166]
Hz. Osman (r.a)’a karşı yapılan tenkitlerle ilgili olarak geniş bilgi için bkz.
İbnü’l-Â’rabi. s. 81- 120; Seyf b. Ömer, Fitnetü ve Vak’atü’l-Cemel. cem ve
tasnif. Ahmet Râtib Armuş. Beyrut 1413/1993. s.30-100
[168] Yiğit, “Emevîlef”, DİA, XI, s.88
[169] Yiğit, “Emevîler”, DİA, XL 88; Ayçan,
Muaviye, s. 176-177; Sarıçam, s. 280-286; Hz. Hasan’ın halifeliği Muaviye’ye
devretmesiyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Kapar, Veraset, s. 26-40;
Demircan. İktidar Mücadelesi, s. 50-75
[170] İbn Hişam, H, 25; H. İbrahim, Tarih,
1,367
[171] Taberi, IV, 242; İbn Abdirabbih, IV,
343; Nüveyri, XX, 376; Vekil, 1,171
[172] Belâzüri, Ensâb, V, 299; İbn Habib, s. 21; Hüseyin b. Ali
el-Mes’ûdî, et-Tenbih ve'l-İşraf, Beyrut
1981, s.303; Muhammed b. Ahmedb. Osman ez-Zehebî,
Tarihu’l-İslâm (61-80yılı olayları), thk Abdüselam Tedmûri. Beyrut 1410/1990,
s.269; Ömer Rıza Kehhâle, Â’lâmü’n-Nisa fi Â’lemi’I- İslâm ve’l-Arab, Beyrut,
trz., s.137; Sükeyne, XXVIII, 20:Cebbûr, Yezid, s.373; Şemri. s.16-17; Feryâl,
s.23; Diyarbekrî, Yezid’in annesinin isminin Meysûre bnt Muhalled olduğunu söylemektedir
ki bu isim diğer kaynaklarda yer alan isimle uyuşmamaktadır, bkz., Hüseyin
Muhammed b. Haşan ed-Diyarbekri, Tarihu’l-Hamîs fi Ahvâli Enfesi Nefis,
Dâru’s-Sadr trz. D, 297; Meysûn’un nisbesinde yer alan Delce’yi, Velce şeklinde
kaydedenler de olmuştur, bkz. Taberi, IV, 243; Vekil, I, 171; Şemri, s. 16
[173] Şehristânî, s. 10
[174] Belâzüri, Ensâb, V, 299; Zehekn,
Tarih, (61-80), s.269-270; a, mlf. Siyer, IV, 35; Mes’ûdî, Tenbih.
s.303; Îbnü’l-Cevzî, el-Muntazam fi Tarihi’I-Mülûki
ve’l-Ümem, thk., Muhammed Abdülkadir Atâ-Mustafa Abdülkadir Atâ, Beyrut
1412/1991, V, 322
[175] Taberi, HL, 310; İbn Kesir, Bidâye. .VHL,
149; Îbnü’l-Cevzî, Muntazam, V, 320; Vekil, I, 171; Yezid’in doğum tarihiyle
ilgili olarak onun ölüm tarihi ve öldüğü esnadaki yaşından hareketle farklı
tarihleri söyleyenler de olmuştur. Örneğin İbn Habib, Yezid 64 yılında
öldüğünde 36 yaşındaydı demektedir. Buna göre Yezid’in doğum tarihinin 28 yıh
olması gerekmektedir. Muhabber, s.22; Taberi ise Yezid’in 25 yılında doğduğunu
söylemektedir. Tarih. III. 310: Ayrıca bkz., Abdulbâsıd el-Fâhûr.
Tuhfetü’I-Enâmir Muhtasar Tarihu’l-İslâm. thk Nizar el-Fâhûr. Beyrut 1406/1985,
s. 76
[176] İbn Kesir. Bidâye, Vffl. s. 149;
Nüveyrî, XX. 376; Vekil. L 171; Feryâl, s.23; Şemri, s.20
[177] Feryâl. s. 23
[178] Yiğit “Emenler”, DİA. XI. 88
[179] Cebbûr. Yezid. s.373; İrfan Aycan-İbrahim
Sarıçam. Emenler. Ankara 1993, s.3; Adevî. s.29O;
Alaylı, s.241; Hitti, Arap Tarihinin Mimarları, s.68-69
[180] tbn Abdirabbih, IV. 375; Hitti. Arap
Tarihinin Mimarları, s. 69; Adevî, s.290; H. U. Rahman. İslâm Tarihi
Kronolojisi, editör Ziyauddin Serdar, trc. Abidin Büyükköse, İstanbul 1995, s.
100; Cebrail Süleyman Cebbûr, el-Mülûku’ş-Şuara, Beyrut 1401/1981 s.29; Ebû
Reyye, Ebû Hüreyre, Mısır yy tiz., s. 177
[181] Rahman, s. 100; Hitti. Arap Tarihinin Mimarları,
s.68
[182] Taberî. III. 319; İbnu 1-Esir, Kâmil.
HL 97-98
Aycan-Sançam, Emevîler, s.26; Cebbûr,
Yezid, s.373; Hitti. Arap Tarihinin Mimarları. s. 68-69;
Lammens, “Meysûn”, İA, VIII, 192-193, Ebû
Reyye, s. 177
[184] Aycan-Sançam, Emevîler, s.26; Hitti, Arap
Tarihinin Mimarları, s.68; Lammens, “Meysûn”, İA.
Vm, 193; Cebbûr, Yezid, s.373
[185] Abdüllatif, 1,127; Cebbûr, Yezid, s.373
[186] •
Imadüddin İsmail Ebü’l-Fida, el-Muhtasar fi
AhbariT-Beşer. ta’lik Mahmud Deyyub, Beyrut 1417/1997,1,203; Ömer Rıza Kehhâle,
Â’lâmü’n-Nisa. s. 137; Hitti, Arap Tarihinin Mimarları, s.69; Cebbûr. Mülûk,
s.29
Hitti, “ Onun kilolu kocası bu aşağılayıcı şiiri göz
ardı edemezdi ve bu hanımı şiiriyle birlikte geldiği yere tekrar gönderdi”
demektedir. Arap Tarihinin Mimarları, s.69; Şemrî ise bu şiirin Meysûn’a
aidiyeti hususunda şüphesinin olduğunu belirterek şöyle söyler “Bu şiirde yer
alan yapmacık ifadelerden ve şiirin üslubundan dolayı bir takım şüphelerim var.
Aynca bu şiirin Haccac döneminde Yemâme'de emirlik yapan Yezid b. Hübeyre
el-Muharibî için karısı Talebe bnt. Kays b. Âsim tarafından söylendiğine dair
haberler vardır.”Yezid. s. 17; Benzer ifadeler Feryâl tarafından da dile
getirilmiştir, bkz., Sûratü Yezid. s.25-26
[189] Feryâl, s.26
[190] eş-Şihabî es-Sükeyne. Muhtasar Tarihu Dımaşk li İbn Asâkir,
(İbn Manzûr’un usûlüne göre ihtisar), Dımaşk 1409/1989. XXVIII. 20;
[191] Kehhâle. Alâmü’n-Nisa. s. 137; Cebbûr. Yezid.
s.373;Hini. Tarih. II. 396; Akyüz. s.53; Lammens.
•‘Meysûn’. İA. VIIL 193; Alaylı,
s.241-242; Abdüllatif. I. 127
Feryâl, s.25; Taberi bu çocuğun Hişam tarafından
Muaviye’nin çocuklarının içerisinde zikredilmediğini söylüyor. (Tarih. IV. 243)
Hişam’ın bu çocuğun ismini söylememesi onun çok küçükken ölmesinden
kaynaklanmış olabilir. Yoksa diğer kaynaklarda da Muaviye’nin Meysûn dan doğan
çocukları arasında ismi görülmektedir.
[193] Lammens. “Meysûn". İA. VIII. 193
[194] İbn Abdirabbih. II. 480; Cebbûr. Mülûk. s.29
[195] Adevî, s.291; Cebbûr, Yezid, s.380; Abdüllatif,
1,127; Cebbûr. Mülûk, s.29; Feryâl, s.26
[196] Alaylı, s.241; Ebû’l-Fida. Muhtasar, 1,203; Cebbûr, Mülûk. s.29; a.
mlf, Yezid, s.373; Lawrence I
Conrad,
“Yazıd I İbn Muawıya”, Dıctıonary of the Mıddle Ages, New York 1989; vol. XII,
s. 721
Abdüllatif, L 127; Hitti’nin belirttiğine göre
“...kendi dilinde okuma yazması olan, ok ve yay kullanan, yüzmesini
bilen bir kimse olarak Yezid’i halk tahsil ve terbiye görmüş biri olarak kabul
ediyordu.”, İslâm Tarihi, İL 396
[198] Mevlût Koyuncu, Emeviler Döneminde Saray Hayatı. İstanbul 1997,
s.90-91; Cebbûr, Yezid, s.380
[199] Cebbûr, Yezid. s.373; a. mlf, Mülûk. s.29;
Abdüllatif, I. 127
[200] Ebû Reyye, s. 177;
[201] Cebbûr. Mülûk. s.31; Aderi, s.291;
Alaylı, s.241-242
[202] Cebbûr, Yezid, s.373; a. mlf, Mülûk, s. 29; Koyuncu,
s.91
[203] Feryâl, s.27
[204] Taberi, IV, 243; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV. 10
[205] Belâzüri, Ensâb, V. 295; Taberi. IV. 243;
Îbnü’l-Esir. Kâmil. IV 126; îbn Kesir. Bidâye. IV. 330
Ibnû’l-Esir, Kâmil. IV, 126; Ibn Kesir.
Bidâye, IV, 330; Lammens, Le Califat de Yazid I, s.266-
268
[208] Bu şahsın tercüme-i hâli için bkz.
îbn Hacer. Tehzibü’t-Tehzib. III, 210
[209] Feryâl. s. 28
[210] Feryâl. s. 28
[211] Feryat, s. 28-29
[212] H. Dursun, “Yezid”, İA, M 411
[213] Belâzüri, Ensâb, V, 303
[214] Fetih 48/1
[215] Muhammed 47/2
[216] Feryâl. s. 28-29
[217] Feryâl. s. 33
[218] İsfahânî, Eğânî, XVII. 210; Adevî. s. 164; Vekil, s. 174;
Koyuncu, s.92; Hitti. Tarih. I, 319;Riyad îsa. s. 54
[219] VekiL s. 176
[220] Canard. s. 214
[221] İbn Hanbel, IV/335
[222] Şahin Uçar, Anadolu’da İslâm-Bizans Mücadelesi,
İstanbul 1990, s. 67-68
[224] Doğuştan Günümüze. II. 199
[225] Doğuştan Günümüze. II. 199
[226] Hitti, Tarih, I, 316; Rahman, s.97-98; Lammens, “Muaviye b Ebî
Süfyan”, İA, İstanbul 1960, VIII, 439
[227] Rahman, s.97-98
[228] Lammens, “Muaviye”, İA, VIII, 439; Uçar,
İslâm-Bizans, s. 71
[229] Akil, s. 84
Ayçan. Muaviye. s. 255
[231] Vekil, s. 176; Hitti, Tarih, I, 319; Abdüşşafi Muhammed
Abdullatif, el-Âlemü’l-İslâmî fi’I-Asri’l- Ümevî, Beyrut 1404/1984,1,128-129;
Riyad İsa, s. 54
[232] Ya’kubî, D, 138; Taberi, IV, 214; Ali Ahmed İsmail, Tarihu
Bilâdi’ş-Şam, Kahire 1984, s.397; Şahin Uçar, “Müslümanların İstanbul’u
Fethetmek İçin Yaptıkları İlk Üç Muhasara”, Selçuk Üniversitesi Selçuk Dergisi,
Konya 1986, yıl 2, sayı 1. s. 70; Hudarî, Tarih, s.442; Hitti. I, 319; a.mlf.
Arap Tarihinin Mimarları, s. 70; Kafesoğlu, “İstanbul”, İA, V, 1173
[233] • •
Ya’kubî, H, 138;
Taberi, IV, 214; Ahmed İsmail, s.397; Uçar, Hk üç Muhasara, s. 70; Hudarî,
Tarih, s.442; Hitti, I, 319
[234] Taberi, IV, 172; İbnü'l-Esir, Kâmil, m, 458; İbn Kesir. Bidâye,
IV, 34; Ahmed İsmail, s.397; Kafesoğlu, “İstanbul”, İA. V, 1173; Ronart
Stophen, s.564; MuhammedEşlem, “Emir Muaviye’nin Halifeliği Sırasında
İstanbul’a Düzenlenen İlk Sefer”. L Uluslar arası İstanbul’un Fethi Sempozyumu,
İstanbul 1996, s.25; Uçar, İlk üç Muhasara, s. 69; Conard. s.721; Uçar, İslâm-
Bizans. s. 79,82; H. Dursun, “Yezid”, İA, XIII, 412; Ukaylî. Veliaht, s.402;
Hitti, Tarih, 1,319
[235] Ebü’l-Fida, Muhtasar, 1,260; İbnül-Verdî.
1,160; Hudarî. Tarih, s.442
Diyarbekri, n, 294;
Zehebî, Tarih, s.271; ibn Haldun, Kitabü’l-Iber ve Drvanfi’I-Mübtedei ve’l-
Haber fî Eyyami’l-Arab ve’l-Acem ve’l-Berber, Beyrut 1413/1992. III. 12;
Rahman, s.97; Ostrogorsky. s. 116
[237]
Vakidî. bu muhasaranın 52 yılında gerçekleştiğim söylemektedir. Vâkidî’nin
verdiği tarihle ilgili bilgi için bkz.. Taberi. IV. 214: Diyarbekri. IL 294
VVelhausen’in
muhasaranın iki kış bir yaz sürdüğüne dair verdiği bilgi bu yönüyle
hatırlanmalıdır, bkz. “Die Kampfe....................... ”,
s. 442’den naklen Uçar, İlk öç Muhasara, s. 70-71
[239] Ya’kûbî, II, 138; Diyarbekrî, II, 294; Hudarî. Tarih, s.442; Hitti.
Arap Tarihinin Mimarları, s. 70-71; Canard, s. 217
[240] Taberi. IV. 214; İbnü'l-Esir, Kâmil. III. 458; Hudarî. Tarih,
s.442; Eşlem, s.25; Kafesoğlu. “İstanbul”. İA. V. 1173; Canard. s. 217; H.
Dursun. “Yezid”. İA. XIII. 412; Uçar. İslâm-Bizans.
s. 80
Canard, s. 217; H. Dursun. "Yezid b.
Muaviye". IA, İstanbu 1988, XIII. 412
on . .
Ya’kubî, II. 138; Ibn Haldun, Tarih. III.
12; Eşlem, s. 27; Uçar. Islâm-Bizans, s. 82; Hudari.
[244] Ya’kubî, II, 138; Belâzürî, Ensâb, V,93; İsfahanı, Egânî. XVII,
211; İbn Haldun, Tarih, in, 12; Feryâl, s. 46
[245] Ya’kubî, II, 138; İbn Haldun, Tarih, III. 12
[246] Ya’kubî, n, 13 8; İsfahânî, Egânî, XVII, 211;
Canard, s. 217; Uçar, İslâm-Bizans, s. 82
[247] Deyr-ü Mürrân, Şanı yakınlarında güzel koku üretimiyle meşhur bir
bölgedir. Yâkut, Mu’cem, n, 603
[248] Belâzürî, Ensâb, V, 93; İsfahânî, Egânî, XVII, 211; Canard. s.
217-218; Ronart Stophen, s. 564; Feryâl, s. 46
[249] Ya’kubî, II, 138; Belâzürî. Ensâb, V, 93;
İsfahânî, Egânî. XVH, 211; Canard, s. 217-218
[250] Ya’kubî, U, 138; Belâzürî. Ensâb, V, 94:
İsfahânî, Egânî. XVII. 211-212; Canard. s. 217-218
[251] Ya’kubî. H, 138; Belâzürî. Ensâb. V. 94:
İsfahânî, Egânî. XVII. 211-212; İbn Haldun. Tarih. III.
12; Uçar. İslâm-Bizans. s. 82; Canard. s.
218; Cebbûr. Mülûk. s. 31; Sükeyne. XXVIII. 24; Uçar.
İlk üç Muhasara, s. 69;
Yâkut’a göre konaklanılan yer Deyr-ü Murrân’dır. Deyr-ü Sim’ân diyenler de
vardır, ancak bunlar yanılmışlardır, bkz. Mu’cem. n, 587,604
[252] Ya’kubî, n, 138; Belâzürî, Ensâb, V, 94;
İsfahânî, Egânî. XVII, 212; Canard bu şiirle ilgili şunları
söylemektedir: “Yezid,
Deyr-ü Mürrân’daki ikamctgahındaykcn başka bir devirde olsa bozgunculuk
sayılabilecek şiirler inşaa etmişti. Yezid’in bu gibi hislerinden müteessir
olan Muaviye, her halde bunları müstakbel bir halifeye layık görmemiş olacak
ki, oğluna derhal Boğaziçi’ndeki orduya iltihak etmesini emretmiştir.” İstanbul
Seferleri, s. 218; Lammens ise bu şiirle ilgili şu değerlendirmeyi yapmaktadır
“...Yezid, bu şiiri neşe ve eğlence içerisindeyken söylemiştir. Üstelik bu
şiiri söylemesine mani olacak bir kimsenin kontrolünden de uzaktı.” “Kasâidû’l-Halife
Yezid b. Muaviye”, Al-Machriq, München 1924
[253] Yâkut, Mu’cem, IV, 604; İbn Abdirabbih. IV, 337; Beyhakî s. 165;
Feryâl, s. 47; Ayrıca şiirde geçen ifadenin “Deyr-ü Sim’ân” değil “Dcyr-ü
Mürrân” olduğunu kaydediyor. Mu’cem. n, 587, 604
[254] Belâzürî, Ensâb. V, 94; Ya’kubî. Tarih. 11.
138; İsfahânî. Egânî, XVII. 212
[255] Feryâl, s. 48
[256] Feryâl. s. 49
[257] İbn Abdirabbih, IV, 337; Diyarbekrî, II,
294; Kazvînî. s. 606; Canard. s. 219
[258] İbn Abdirabbih. IV, 337; İbnü’l-Verdî,
1,160; Diyarbekrî. 11.294; Canard. s. 219-220; Feryâl. s. 49
[259] İbn Abdirrabbih. IV, 337; Diyarbekrî. 11.
294. Hitti. Arap Tarihinin Mimarları, s. 71; Feryâl. s.
[260] İbn Abdirrabbih, IV, 337; Diyarbekrî, II, 294; Feryâl, s. 49;
Vâkıdî, Rumların da bu kabri kutsal kabul ettiği ve onun ruhaniyeti namına
yağmur duasına çıktıklarım kaydetmiştir. Diyarbekrî, n, 294; Ayrıca bkz.
Canard. s. 220; Feryâl. s. 50
[261] Feryâl, S. 50
[262] Bu şahıs ise Gassânîlerin kralıdır, bkz.
Hitti, Tarih, I, 319
[263] Îsfahânî, Egânî, XVII. 211-212; Canard. s. 218-219; Hitti. Arap Tarihinin
Mimarları, s. 70-71 Hitti, ayrıca imparatorun kızım yakalama ümidinin Yezid'i
olağanüstü şekilde savaşmaya teşvik ettiğim söylemektedir. Hitti, Arap
Tarihinin Mimarları, s. 71
Hitti. Tarih, II, 319; Cebbûr,
Mülûk. s. 33; Cebbûr, Yezid, s. 376; Adevî, s. 164; Lammens.
Etudes Sut Le Regne du Calife Omaiyade Mowia I, Melanges. vol III,
Fasci. 1906, s. 301
[265] İbn Hacer, İsâbe, 11. 560; Ayrıca bkz.
İbnü'l-Esir, Kâmil. 111.459; Ukayli, Veliaht. 118;
[266] Uçar, İslâm-Bizans, s. 22
[267] Uçar. İlk üç Muhasara, s. 70-71: Cari
Brockelman. Tarihu’Şûbi’l-İslâmiyye. Arapçaya trc.
Ncbîhc Emin Fâris- Münir cl-Ba’lcbckkî. Beyrut 1408/1988. s. 126:
Rahman, s. 98
[268] Rahman, s. 98; Takkuş, s. 33; Eşlem, 27;
Hudarî, Tarih,s. 442
[269] Dursun Aygûn, Fethü’l-Kostantiniyye ve Eseruhû,
Câmıatü’l-İslâmiyye Külliyetü'd-Da’ve ve Usûlü’d-Din, (yayınlanmamış lisans
bitirme tezi), Medine 1407/1987, s. 12
[270] H. Dursun, "Yezid”, ÎA, XIII, 412;
Eşlem, s. 27; Uçar, İlk üç Muhasara, s. 71; Brockelman, s. 126; Hudârî (Târih,
s. 442) Arapların başarısız olmalarının sebeplerinden birisi olarak da Rumların
bu muhasara esnasında denizden taarruzda bulunan müslümanların donanmasını
‘Grejuva ateşi’ denilen ve sn üzerinde de yanabilen silahla bozguna uğrattığı
ve böylece muhasaranın sona erdirilmesini sağladıklarım belirtmişse de
bu pek mümkün görünmemektedir. Bu bilgininin konuyla ilgili haberler veren
araştırmaların büyük çoğunluğunda yer almaması bir tarafa, söz konusu silahın
ilk defa hicri 55 yılında veya daha sonraki savaşlarda kullanıldığına dair bilgiler
bulunmaktadır, bkz. Uçar, İslâm-Bizans. s. 86-87; Avcı. s. 70
[271] Takkuş, s. 33
[272] Adevî, s. 166-168
Ronart Stophen, 1, s. 564
[275] Canard, s. 219; Cebbûr. Mülûk. s. 31-33;
a. mlf, Yezid s. 376; Ukayli, Veliaht, s. 402
[276] İsfahanı, Egânl XVII, 211-212; İbnül-Esir,
Kâmil. 111. 459; Adevî, s. 164; Ukayli, Veliaht. 402;
[278]
Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetü'l-Kübra(Ali ve Benûh) yy ve trz.. s. 1013
Ayçan, Muaviye, s. 195
[281] Ya’kubî, 11,151-152; İbn Habib, s. 20-21;
Sükeyne, XXVIII, 24; Akyüz, s. 217
[282] Riyad İsa, s. 56
Ya’kubî, 11,151-152; İbn Habib, s. 20-21
Zehebî. Tarih, s. 271; İbn Kesir, Bedaye.
VU1, 60; İbn Tolun, Kaydü’ş-Şerid, s. 32; Sükeyne,
Tarih. IV, 179
Taberî. IV, 213-214
[287] Ya kubi. n. 151-153; İbn Habib, s. 20-21;
Taberi, IV, 179. 213-214, 217; Akyiiz, s. 217
[288] Ya’kubî. II. 151-152; İbn Habib. s. 20-21
[289] Vekil, s. 175
[290] Âhkâmü's-Sultaniyye, s. 108
Ebû Ya’lâ el-Ferra.
Ahkâmu’s-Sultaniyye. tashih ve ta’lik, Muhammed Hamid, Beyrut 1403/1983, s. 108
Hac emirinin bu esnada
nelere dikkat etmesi gerektiği hakkmdaki geniş bilgi için bkz. Mâverdî, s.
108-109; Ferra. s. 108-111
[293] Mâverdî, s. 109; Ferra, s. 111-112
[294] Ferra, s. 114
[295] Feryâl, s. 101
[296] îsfahânî. Egânt XV, 281-282; İbnü’l-Esir, Kâmil IV.
127; İdris İmadûddin el-Kureşî, Uyunu’l- Ahbar, Arapçaya tercüme Mustafa Gâüp.
Beyrut trz., s. 83-84; Sükeyne, XVIII, 24; Şemrî, s. 130.
[297] Îsfahânî. Egânî. XV. 281; İbnü’l-Esir ise Yezid’in
hacca gittiği esnada Medine’de bu işi yaptığını söylüyor. KâmiL IV. 127; Kureşt
Uyunu’l-Ahbar’da ise Yezid’in bu işi hac emiri sıfatıyla Medine’ye gittiği
esnada yaptığı belirtilmiştir, s. 83.
[298] İsfahâni, Egânî. XV, 282: Îbnü’l-Esir,
Kâmı). IV, 127; Kureşî, s. 83-84; Şemrî, s. 130, Feryâl. 98;
Müneccid. s. 51; Şûkeyne. XVIII. 24-25.
[299] Feryâl. s. 101.
Müneccid. s. 51.
[301] İbn Hanbel, 1/20,111/339
[302] Feryâl, s. 101-102; Müneccid, s. 51.
[303] İsfahânî, Egânt XV, 281-282; İbnü’l-Esir.
Kâmil IV. 127; Kureşî, s. 83.
İsfahânî. Egânî. XV,
282; İbnü’l-Esir, Kâmil IV, 127; Kureşî, s. 83; M. Tarihi Dımaşk’ta da bu
olayın onu hac emirliği esnasında gerçekleştiği bildirilmiş, bkz. Sükeyne,
XVIII. 24.
Feryâl. s. 102; Yezid’e lanet etmekle
ilgili bilgiler ilerikı bölümlerde verilecektir.
[307] îbn Asâkir, XVÜL 396; Feryâl, s. 103.
[308] Feryâl, s. 103; Şenırî, s. 130; krş. İçinbkz.
İbnü’l-Esir, Kâmil. IV, 127.
Abdürrezzak Ahmed es-Senhûrî. Fıkhu’I-Hiiafe ve
Tatavvuruhâ. Arapçaya trc. Nâdiye Abdürrezzak es-Senhûri. Mısır 1993. s. 254;
Haşan İbrahim Hasan-Ali İbrahim Haşan, en- Nuzumu’l-İslâmiyye, Kahire üz.. s.
168.
[312] Senhûri. s. 257; Mchmcd Said
Hatipoğlu. Hz. Peygamber’in Vefatından Emenlerin Sonuna Kadar Siyasî İçtimâi
Hâdiselerle Hadis Münasebetleri, (yayınlanmamış doçentlik tezi). Ankara 1967.
s. 156; Ukaylî. Veliaht, s. 394.
[314]
Doğuştan Günümüze. II. 18.
Y dnıaz. s. 11.
Yılmaz, s. 11: Beni Saide
Sakife'sinde yapılan görüşmelerle ilgili geniş bilgi için bkz. İbn Kuteybe.
İınâme. 1. 12-13; Ya'kubî. 11. 7-11; Celaleddin
es-Suyûû. Tarihu’l-Hulefa. tlık.. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid. jy vc ırz..
67-70; Ukaylî. Veliahı.s. 394; H. İbrahim. Nuzum. 24. 34-36.
Yılmaz, s. 12.
H. İbrahim. Nuzum, s. 275
[317] İbnKuteybe. İmame. I. 23-24; Ya'kubi.
İL 24-25; Suyûtî. s. 81-83;
[318] Taberi. II. 586; H. İbrahim. Nuzum.
38-39; Yılmaz, s. 17
[319] Hudari. Tarih, s. 221
[320] Yılmaz, s. 17; Ayrıca bak. H. İbrahim.
Nuzum. 48-49; İstihlaf ile Vcliahdlık arasındaki farklarla ilgili olarak geniş
bilgi için bkz. Hüseyin Tekin Gökmenoğlu. "İslâm Kamu Hukuk ve Siyasi
Düşüncesinde Vciiahd Tayini vc İstihlaf. SÜİFD. Konya 1997. sayı: VIL s.231-266
[321] Mehmcd Ali Kapar. İslâm'ın İlk Döneminde Bcy’at
ve Seçim Sistemi. İstanbul 1998. 51
[322] İbn Kuteybe. İmâme. I. 28; Suyûtî. 135; H. İbrahim.
Nuzum. 40-41; Ukaylî. Veliaht. 394
[323] Yılmaz, s. 18.
[324] Ukaylî, Veliaht. 394-395.
[325] H. İbrahim. Nuzum. s. 42-43.
[326] Hudari. Tarih, s. 221
[327] Yılmaz, s. 21; Geniş bilgi için bkz. İbn Kuteybe. İmâme. I.
46-48; Yakubî. II. 74-75; Taberi. III. 450; İbnü’l-Esir. Kâmil ili. 191;
Suıûtî. s. 174-175; H İbrahim. Nuzum. s. 46.
İbn Kuteybe. İmâme. 1. 140; Ya kubı. 11.
121. Suyûti. s. 188-190.
2 Ukaylî.
Veliaht, s. 396: Vekil, s. 180: Tâlıâ Hüseyin, s. 1012-1013: Takkuş. s. 92:
Rayyıs. s. 110: Vekil, s. 93. Muhammed Âbid el-Câbiri. İslâm’da Siyasal Akıl.
trc.. Vecdi Akyüz. İstanbul 1997. s. 28: Fığlah. İmamiyye Şiası. s. 96: Ayçan.
Muaviye. s. 246
[329] İbn A’sem. III. 322
[330] Taberi. IV. 137; İbnHacer. İsâbe. IV.
653; Wensinck. "Amrb. el-Âs”. İA. İstanbul 1965.1. 412
[332] İbn Kutcybc. İmame. I. 142: Ya’kubî. II.
127: Taberi. IV. 224; İbnü’l-Esır. Kâmil. III. 503; İbn Kesir. Bidâye. VIII.
82-83; Zehebî. Siyer. IV. 39. Tâlıâ Hüseyin. 993. Hudari. Tarih, s. 444. Kapar.
Veraset, s. 47
[333] Taberi. IV. 224; İbnü'l-Esir. Kâmil. IIL
503: İbn Kesir. Bidâye. VIIL 82
[334] Taberi. IV. 224; İbnü'l-Esir. Kâmil. III.
504; İbn Kesir. Bidâye. VIII. 82; Hudari. Tarih, s. 444;
Kapar. Veraset, s. 47-48; Akyüz. s.
152-153; Yılmaz, s. 30
[335] Taberi. IV. 224: İbnü'l-Esir. Kâmil. 111.
504: İbn Kesir. Bidâye. V11L 82
[336] Hilafet s. 153, dn. 283; Ayrıca
bkz. Kapar. Veraset,
s. 50
[337] Bidâye VIIL 82
[339]
Yakubî. 11. 127-128; Aynı rivayet için bkz.. Sunili. s. 205
[341] Akkad. Muaviye b. Ebî Süfyan. s. 36’dan naklen
Ukaylî. Veliaht, s. 397
[342] VeliahLs 397-398
[343] İbıı Kuteybe. İmame, L 142; Taberî, IV, 224; Zehebî.
Siyer, IV, 39; îbn Kesir, Bidâye, VIH, 82-83,
Hudarî, Tarih, s. 444; Tâhâ Hüseyin, s. 993; Kapar.
Veraset, s. 50; Akyüz. s. 153; Muhammed Abdülgani Haşan, “Min
süveri’d-Deha". cr-Risaic. Kahire 1964, sayı 1055, s. 10
[344] İbn Kuteybe. tmâme. I, 142; Beyhakt s. 170;
İbnü'l-Esir. Kâmil, M, 503;
[345] Kapar, Veraset, s. 49; Yılmaz, s. 34; Akyüz. Mugîre’nin Muaviye’ye
söylediği bu sözlerle ilgili
olarak “...gerekçesini masumane bir şekilde açıklıyordu." tabirini
kullanmaktadır. Hilafet, s. 154
[346] Kapar, Veraset, s. 50
[347] İkdü’l-Ferîd, 1, 78
[348] Tarih, l 128
[349] Kâmil 111, 504
[350]Ya’kutn,
1,128; Beyhakî, s. 170
[351] İbn Kuteybe. İmame, l 142
[352] Akyüz, s. 154
Kapar. Veraset, s. 50
[354] Taberi. IV, 224; İbnü'l-Esir. Kâmil. 111. 503;
İbn Kesir, Bidâye. VIII. 82
[355] Ya’kubî, 1,127
[356] Veraset, s. 65-66
[357] Şiir için bkz.. İbn Kuteybe. eş-Şi’ru
ve’ş-Şuarâ. s. 347; Îsfahânî. Egânî. XX. 176
[358] İsfahâni. Egânî. XX. 175-176; Ayrıca bkz..
Ukaylî. Veliaht, s. 398
[359] Ukaylî, Veliaht, s. 396
[361] Ayçan. Muaviye. s. 180
[362] Tarih, s. 213
[363] Ukaylî, Veliaht, s. 399 ra
Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyin el-Mes’ûdt
Mürûcu’z-Zeheb, thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Beyrut 1408/1988, II,
351-352; Makrizi. s. 25
[365]
Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 301
[369] Hilâfetü Benî Ümeyye. s. 181
[370] Takkuş, s. 24; Kemaleddin Şükrü.
Kerbela. İstanbul 1928. s. 24
[371] Işş, s. 159-161
[372] Akyüz. s. 153
[375] Ayçan. Muaviye. s. 248
[376] Belâzüri. Ensâb, V, 118: Taberi. IV. 171;
Ebû Abdullah Muhammed el-Cahşiyâri. Kitabü’I- Vfizerâ ve’l-Küttâb, thk. Mustafa
cs-Sakka vc ark.. Mısır 1357/1938, s. 27; Lammcns. “Abdurrahman b. Halid b.
Velid”. İA. İstanbul 1965.1.48
[377] Emsâl. II. 385
[378] Belâzüri. Ensâb. V, 118; Taberi. IV.171; Cahşiyâri. s. 27; Lammens.
“Abdurrahman b. Halid b.
Velid". İA. L 48; Maiunud Şakir. et-TarihuT-İslâmi. Beyrut
1411/1991, IV. 24; Ayçan.
Muaviye, s. 202; Abdurrahman’m Muaviye tarafından
zehirletilmediğini ileri süren tarihçiler de bulunmaktadır. Ya’kubî. L 132; îbn
Kesir. Bidâye, VIH, 32
[379] Takkuş, s. 24
[380] İbn Kuteybe. İmame, I, 140 Adil Edip bu
maddenin şu şekilde olduğunu söylerken “Muaviye’nin vefatından sonra hilafete
Haşan geçecekti. Ona bir şey olursa halifelik kardeşi Hüseyin’in hakkıdır.’’
Devrü’l-Eimme. s. 199; Kemaleddin Şükrü şunları bildirmektedir; “Malumdur ki
Muaviye Haşan ile akdettiği musalaha ve muahade de ne sağlığında nede ölürken
hilafete kimseyi namzet göstermeyecek ve halife ancak ehil ve elyak olandan
intihap ile tayin edilecekti...” Kerbela, s. 24
[381] Yılmaz, s. 28
[382] Fığlah, İmamiyye Şiası, s. 88
[383] Hz Hasan’m kansı Ca’de bt Eş’aş tarafından zehirlenerek öldüğü, bu
hizmetine karşılık Ca’de'ye
para ve Yezid’le evlilik vadinde bulunulduğuna dair
bilgiler bulunmaktadır, bkz. İbn Kuteybe. İmame, L, 142; Ya’kubî. I. 133-134;
Taberi. IV, 208; İbnül-Esir. Kâmil, m, 460: Mes’ûdî. Mflrûc. III, 45; İbn
Kesir. Bidâye. VIII, 44-45; Aynı şekilde Hz Hasan’m ölümüyle ilgili olarak
Muaviye’nin bir faaliyet içerisinde bulunmadığını söyleyenler de olmuştur. Kadı
Ebû Bekir İbnü'l- A’râbî. el-Avâsım mine'l-Kavâsım fî Tahkiki
Mcvkıft's-Sahâbeti Bade Vefati'n-Nebî. thk. Muhibbiddin el-Hatip, Kahire
1399/1970. 187; Tâhâ Hüsevın. II, 192-193; Kapar. Verâset. s. 40- 43; Adnan
Demircan. İslâm Tarihinin İlk Asrında İktidar Mücadelesi. İstanbul 1996. s. 102
[384] İbn Kuteybe. İmâme. I. 151; Ya’kubî.
I. 138
[385] Mes’ûdl Mürûc. III, 7-8; Ayçan.
Muaviye, s. 203 Muaviye’nin Hz. Hasan’ın ölümüne seğindiğine
dair bir başka rivayet içinbkz. İbnKuteybe. İmame. 1.151; Mes'ûdî.
Mürûc, IIL 8
[386] Demircan. İktidar Mücadelesi s. 102
[387] Demircan, İktidar Mücadelesi s. 103
[389] Ayçan, Muaviye. s. 248; Ukaylî.
Veliaht, s. 397-398
[390] Taberî, bu meseleyi 56/676 olayları arasında
zikretmektedir, bkz. Tarih, IV, 225; Ayrıca bkz.
Îbnü'l-Esir. Kâmil. IIL 503
[391] Ayçan, Muaviye. s. 248
[392] Taberî. IV, 225; Îbnü'l-Esir. Kâmil
IH 503 vd
[393] Hudari. Tarih, s. 445; Ethem Ruhi
FığlaİL “İslâm Tarihinde Hz. Haşan ve Hz. Hüseyin Dönemleri”.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXVI. s. Ankara 1983.
s. 360-361
[394] Ya’kubî. II. 128; Taberî. IV. 224;
Îbnü'l-Esir. Kâmil. III. 504; îbn Kesir. Bidâye. VIII. 82; Hudari.
Tarih, s. 445; Abdülgani. s. 10
[395] Akkad, Muaviye b. Ebî Süfyan’dan
naklen Ukaylî, Veliaht, s. 397
[396] Hudarî, Tarih, s. 445
[397] Îbnû'l-Esir, Kâmil, III, 504; Hudarî,
Tarih, s. 445; Ukaylî, Veliaht, s. 397; Kapar, Veraset, s. 52
[398] Taberî, IV, 224; Îbnû'l-Esir, Kâmil,
İÜ, 505; Hudarî, Tarih, s. 445; Kapar, Verâset, s. 53
[399] Ya’kubî, İL, 128; Taberî, IV, 224-225;
İbnü'l-Esir, Kâmil, ffl, 505; İbn Kesir, Bidâye, VHI, 82;
Hudarî, Tarih, s. 444
[400] Akyüz, s. 155
[401] Ya’kubî, II, 128
[402] Ya’kubî. mektubun metnini veriyor ancak bu şahsın ismiyle ilgili
her hangi bir bilgi vermiyor. Tarih, H, 138
[403] Tabcrî. IV. 224; İbnü'l-Esir. Kâmil. IIL 505;
İbn Kesir. Bidâye. VIII, 82
[404] Ya’kubî’yc göre bunlar şunlardır “köpekler
ve maymunlarla oynaması, boyalı elbise giymesi, içkiye ve eğlenceye
düşkünlüğüdür. Tarih. II. 128; Tabcrî ve IbnüT-Esir. Ziyad’m Yezid i son derece
tembel ve ihmalkar ava aşın düşkün birisi olarak nitelediğini
söylemektedirler, bkz. Tarih. IV, 224-225; Kâmil, IH. 505-506
[405] Taberi. IV. 225; İbnü'l-Esir. Kâmil. III. 506
[406] Tarih. IL 128
[408]
Işş, s. 150
[410] Taberî. III. 225; İbn Kunfuz. s. 66; İbn
Abdirabbih. IV. 337; Mes'ûdî. Mürûc. III. 35; İbnü'l-Esir.
Kâmil. IIL 506; İbn Kesir. Bidâye. VIII. 64
[411] İbn Abdirabbih. IV. 337; Tabcrî. IV. 225;
İbnül-Esir. Kâmil. IH, 506; İbn Kesir, Bidâye. VÜI. 83
1,3 İbn
A’sem, III. 336-337; Ibnü'1-Esir. Kâmil. III. 506; Suyûtî. s. 196; Welhausen,
Arap Devleti, s. 67; Doğuştan Günümüze. H, 308-309; Kapar, Veraset, s. 54-55
[415] İbn Kuteybe. İmâme. I. 151; İbn Abdirabbih.
IV. 339; Mes'ûdî. Mürûc. III. 36-38; İbn Kesir. Bidâye. VIII. 83;Ukaylî.
Veliaht, s. 403; Akyüz. s. 162; Şakir. IV. 120
[416] Ikdü’l-Ferîd. IV. 338; İbn A'sem de 55/674
yılım zikrediyor. Fütûh. II, 336-337
[417] Tarih, IV. 234-235
[420] İbn Abdirabbih. IV. 337; Taberî. IV. 214.
İbnü’l-Esir. Kâmil. III. 493
[421] Mes ûdî. Mfirûc. III. 36
[422] KâmiL IIL 507
[423] İbn Kuteybe, İmame, I, 143; İbnü'l-Esir,
Kâmil IH 507; Mes’ûdî. heyet içerisinde yer alanların bulundukları bölgelerin
önde gelen şahsiyetleri olduklarını belirtiyor, bkz. Mürûc, IH, 36; Ayrıca bkz.
Ukaylî, Veliaht, s. 403
[424] İbn Abdirabbih, IV, 338; İbnü'l-Esir, Kâmil,
m, 507
[425] İbn Abdirabbih, IV, 338
[426] İbnü'l-Esir, Kâmil m, 507
[427] İbn Kuteybe, İmâme. L 143; Mes’ûdî, Mürûc, IH 36; İbnü'l-Esir,
Kâmil IH, 507; Doğuştan Günümüze, II. 309
[428] İbn Kuteybe, İmâme, I, 143
[429] Mes’ûdî. Mürûc. III, 36; İbnü'l-Esir. Kâmil İÜ.
507
[430] Mürûc. ILL 36
[431] İbnKuleybe, İmame, I, 143; a. mlf.,
Uyûnu’l-Ahbâr, I, 170; Mes’ûdî. Mörûc. HL, 36; İbnü'l-Esir.
Kâmil. III. 507; Ukaylî, Veliaht, s. 404
[432] İbn Abdirabbih, IV, 339; İbnü'l-Esir. KâmiL IH,
508
[433] İmâme. I. 143-146
[434] Mörûc. III. 36-37
[435] İbn Kuteybe. İmâme. L 143-148; Mes'ûdî. Mörûc.
İÜ. 36-37; İbnü'l-Esir. Kâmil. III. 507-508;
İbn Abdirabbih, IV, 339; Mübcrrcd, L 66; İbn
Hallikan. H 500; İbnü'l-Esir, Kâmil, İÜ, 508; İbn Kesir, Bidâyc, VHI, 83
Arap Devleti, s. 67 Ahnef e tavrını değiştirmesi için
para verildiğine dair kaynaklarda bir bilgiye rastlanılamamıştır.
[439]
İbn Kuteybe. Uyûnu’I-Ahbâr. D. 229; Câhız. Beyan. L 285; İbn Abdirabbih, IV,
339; İbnü'l-Esir, Kâmil, 111, 508
[441] îbn Kuteybe, İmame, I, 147-148
[442] - •
bkz. Mes’ûdî. Müruc, 111. 37; İbnül-Esir. Kamil. 111. 508; İbn Kesir,
Bidâye, Vlll, 82-83
[443] Yılmaz,
s. 34-35 Aynca bkz. Akyüz, s. 99
[444] Rayyıs. s. 186
[445] Ukaylî, Veliaht s. 405
[447] Akyüz, s. 181-182
[448] Bu şahsın konuşması daha önce verilmişti.
Ayrıca bkz. İbn Kuteybe, İmame. 1, 148; İbn
Abdirabbih, IV, 339; Mes’ûdî, Mürûc. İÜ,
37; İbnü’I-Esir. Kâmil, III, 508; Vekil, s. 182
[449] Kâmil, 1,66; Ayrıca bkz., İbn Hallikan. 11,
500
[450] Tarih, 11, 65
[451] İbn Abdirabbih. IV. 338-339; Suyûti. s. 196; Hudari.
Tarih, s. 346
[452] İbnû'l-Verdî. 1. 261; Akil. s. 94; Riyad İsa.
s. 92; Takkuş. s. 27; Kapar. Veraset, s. 54
[454] İbn A’sem. 11. 336; İbnü'l-Esir. Kâmil. 111.
506
[455] Fığlalı Muaviye’nin bu mektubunu şu şekilde
değerlendiriyor “Açıkça görülüyor ki, Muaviye her şeyden önce bir nabız
yoklamakla ve Yezid’in adım bildirmeden evvel, yerine halef tayin etmesi
fikrine Müslümanların yatkınlıklarını araştırıp, zemini yoklamaktadır.” “İlk
Şiî Olaylar”, AUİFD. Ankara 1983. XXVI. 94
[457] İbn Abdirabbih. IV. 339; Mes’ûdî. Mürûc. IIL
36-37
[458] İmâme.I. 151
' Ibn Abdirabbih, IV,
339; Suyûtî ise Buhari, Nesei ve Ibn Ebi Hatem’den naklettiği bir haberde “Ebû
Bekir ve Ömer’in sünneti” ifadesinin de yer aldığını belirtiyor. Hulcfâ, s. 203
139 İbn A’sem, İL 336; İbnü'l-Esir,
Kâmil, III, 506; İbn Abdirabbih, Abdurrahman’m sözlerinin başında “Ebû Bekir’in
böyle bir sünnetinin olmadığını belirttiği, “Ebû Bekir, akrabasını ve ailesini
tcrkctti. biati Benî Adiy’dcn birisi için aldı. Ümmeti Muhammed için onu
seçti.” dediği nakledilmiştir. IV, 339; Suyûtî ‘de de benzer ifadeler yer
almaktadır “Bilakis Kisra ve Kayscr’in sünneti. Çünkü Ebû Bekir ve Ömer
hilafeti ne evlatlarına ne de akrabalarından birine vermişlerdir. Muaviye de
sadece oğlunun menfaatini düşündüğü için böyle bir iş yapmıştır.” Hulefâ, s.
203
[461] Ahkâf. 46/17
[462] İbn Abdirabbih. IV, 340; İbn A’sem, II, 336;
İbnü’l-Esir. Kâmil. 111. 506; Suyûtî, s. 203
[463] İbn A’sem, İL 336; Suyûtî, s. 203;
[464] İbn Abdirabbih. IV, 340; Mervan ve
oğullarına “Bcnu'z Zerkâ” deniliyordu bu ifade onları zemmetmek isteyenlerce
kullanılıyordu. ez-Zerkâ. Mevhib’in kızı olup Mervan b. el-Hakem’in babaannesi
oluyordu bu kadın fahişelerin evine giden yollan gösteren bayrak sahibi
kadınlardan birisiydi. Bu bakımdan onlar, bu nineleri dolayısıyla
zemmedilirlerdi. Öyle anlaşılıyor ki Zerkâ. Hakcm’in babasıyla evlenmeden önce
bu işi yapıyordu. Bkz.. İbnü’l-Esir. Kâmil. IV. 194
[465] îbn A'sem, II. 336-337; İbnü'l-Esir, Kâmil
III, 507; Suyûtî. s. 203
[466] İbn A'sem. 11. 337; İbn Abdirabbıh. IV. 340;
İbnü'l-Esir. Kâmil. 111.507
[467] İbn Kuteybe. İmame. 1. 151; İbn Abdirabbih.
IV. 340; İbnü'l-Esir. Kâmil. 111. 507
[468] İbn A'sem. İL 338-339
[469] İbn Kuteybe, İmâme,I, 151; Aynca bkz. Mes’ûdî
ise Mervan’dan sonra valiliğe Velid b. Utbe b.
Ebî Süfyan'ın tayin edildiğini söylüyor. Mürâc. IH. 38
[470] İmâme. L 153
[471] İbn Kuteybe. İmâme. 1 153
[472] İbn Kuteybe. İmâme. I. 153-154 Müellif aym şekilde kimlere neler
yazdığı ve onlardan hangi tür ccvaplar geldiğini de ayrıntılı bir şekilde
zikretmektedir, bkz.. İmâme. L 154-157
ibn Kuteybe, lmâme.I, 157; Useylî, Sâid b. el-As.'m
bu tavsiyelerinden başka Muaviye'yi bunlann biatlannı almak için Medine’ye
davet ettiğini de -kaynak göstermeksizin-belirtmektedir. Kcrbclâ. s. 63, Idn.
[474] İbn Kuteybe. İmame. 1. 157; İbn Abdırabbıh. IV. 340; Taberî. IV.
224; İbnü'l-Esir. Kâmil. 111. 508-510; İbn Kesir, Bidâyc, VIII, 83; Suyûtî, s.
176; SelûmL s. 139-140
[475] Yakuta, EL 138; Taberî, IV, 224; İbnü'l-Esir, Kâmil, IH. 508; İbn
Kesir. Bidâye. VIII. 47; Selûmî, s. 139; Bu arada şu hatırlatılmalıdır kk
Muaviye, 50 yılında (İbn Kuteybe, İmâmc, I, 148; Mes’ûdî, Mûrûc, III, 27;
Taberî. IV, 176; İbnü'l-Esir, Kâmil, İÜ, 471) veya 51 yılında (Suyûtî, s. 196)
da hacca gitmiş, Yezid’in veliahtlığını gündeme getirmiş, ancak bu
faaliyetlerine Ziyad’m vefatına kadar (h. 53) ara vermiştir. O halde
Muaviye’nin bu seferki Hicaz yolculuğunun umre maksatlı olduğu vc aynı şekilde
de Yezid’e biat almak için yapıldığı söylenebilir.
[476] İbn Kuteybe. İmame. L, 158
[477] Kâmil. IIL 509; Hz. Aişe’nin Hucr’un
öldürülüşüyle ilgili söyledikleri Ya’kubî taralından da zikredilmiştir, bkz.
Tarih. H, 141
[479]
Sarıçam, s. 302
[480]
İmame. I. 159-162
[482] İbn Kuteybe. İmame. 1. 162-163
[483] ♦ •
İbn Kuteybe. İmame. I. 163
[484] Hayyât s. 214: İbnü’l-A’râbî. s. 201
[485] İbnü’l-A’râbî, s. 217, 3 dn.
[486] îbnKuteybe, İmame, I, 159-164
[487] İmâme. L 164
[488] Taberî. IV, 226
ibn Abdirabbih ise bunun tam tersini söylemektedir.
Buna göre Muaviye’yi karşılamaya gelenlerle Muaviye arasında çok samimane
konuşmalar geçmiştir. Muaviye bu şahıslara iltifatlarda bulunmuştur.
Ikdö'l-Ferîd. IV. 340
' Bu şahısların Mekke ye gitmelerinden sonra bir sure
daha Medine de kalan Muaviye’nin. Medine mescidinde bir hutbe okuduğu, bu
hutbede sürekli Yezid'i övdüğü ve şöyle söylediği bildirilmiştir: “Onun zekası,
fazileti ve mevkiinin üstünlüğü göz önüne alındığında hilafet için ondan daha
çok hak sahibi bir kimsenin bulunduğu ileri sürülebilir mi ? Şu Mekke'ye
gidenler var ya. onlann köklerinin kesilmesinden ve başlarına bir sürü
musibetler gelmesinden endişe ediyorum. Ben uyarılmaları gerekmediği zaman bile
onlan ikaz ettim. Halîfe, s. 213; İbnü'l-Esir, Kâmil, III, 510
[491] Halîfe, s. 213; İbnü'l-Esir, Kâmil. IIL 509
[492] İbn Abdirabbih. IV, 340; İbnü'l-Esir.
Kâmil. III, 509; Halîfe, halka da Yezid’e biatle ilgili bir şey söylemediğini,
ancak Muaviye’nin Kabe de bulunduğu sırada halkın onun Yezid’e biati arzuladığı
düşüncesiyle kendiliğinden gidip biat ettiklerini söylüyor. Tarih. L 214
[493] Halîfe. 1. 216; İbnü'l-Esir. Kâmil. 111. 510
[494] Halîfe, I, 214-215; İbnül-Esir, Kâmil. III.
511; Benzer bilgiler için bkz.. İbn Abdirabbih. IV, 340- 341; Uscylî. bu olayın
ayrı ayn olmak üzere hem Mekke’de hem de Medine’de iki defa gerçekleştiğini
belirtiyor. Kerbelâ. s. 65; İbn A'sem. bunların ya öldürülmekten, ya da fitneye
sebep olma endişesiyle sustuklarını belirtir. Fütûh. IH. 348: Muaviye’nin
minbere çıkmasından bir süre sonra Mervanın ayağa kalktığı ve "işte sizin
büyükleriniz. Bunlar Yezid’e biat etti, siz de biat edin.” dediği söylenmiştir.
Umcriyyu, s. 238
[495] İmâme. L 157-167.
[496] Halîfe. 214; İbnü’l-Esir. Kâmil. İli. 507-511
[497] Kâmil. 111. 511.
[499]
Hilafe. s. 96.
[502] Yılmaz, s. 43-44.
[503] Ebû Mıhnef. Maktel, s. 7-8; Câhız. Beyan. L 495; Dineveri. s.
226; Taberi. IV. 238-239; İbnü’l- Esir. Kâmil IV. 6; Takkuş. s. 43; Sclûmî. s.
142-146
[504] Akytiz, s. 171. 711
Akyüz. s. 185; Hodgsan.
Yezid’in halifeliğini tanımayı reddedenleri “Medine’nin eski müslüman
aileleri" olarak tanımlıyor. Islâm’ın Serüveni. 1.164.
[506] Sarıçam, s. 289.
[507] Fığlalı, İmamiyye Şiası. s. 93.
[508] Ah bâr. s. 220-221. 224-225; Ayrıca bkz. Akîl,
s. 101.
[509] Kerbelâ. s. 141. 1 dn.
210 Rahman. s. 101;
Şelıristanî. s. 19.
[510]'
Riyad îsa. s. 68.
[514] Semsüddin. s. 153-157.
[515] Şemsüddin. s. 159; Akil. s. 101.
Daha önce de
belirtildiği gibi Muaviye. Yezid’e biat almak için gittiği Medine’de
muhaliflerin öncüsü konumundaki beş kişiye ayrı ayn görüşmüş, araiannda geçen
konuşmaların gizlenmesini »ulardan istemişti. Böylece Muaviye, Yezid’in
veliahtlığına karşı Medine’de oluşan muhalefetin organize bir grup
olup-oimadığım öğrenmeyi amaçlıyordu. Bu sebeple muhaliflerinin birbirinden
bağımsız bir şekilde kendi fikirleriyle muhalefet ettikleri kanaatine varmıştır.
Sarıçam, s. 302. Bunlar Abdullah b. Zübeyr. Abdullah b. Ömer ve Abdurrahman b.
Ebû Bekir’dir, bkz. îbn Kuteybe. İmâmc. I, 149-151; Ya'kubî, II. 138; Taberî.
IV. 250; İbnü’l-Esir, Kâmil. III, 506-507 K. V. Zettersteen. "Abdullah b.
Ömer”. IA. I, 39. MâcıCL ’Zaten babasının onu istisna kılması sebebiyle
hilafete bir iştiyakı yoktu” diyor. Tarih. İL 65.
[518] M. Yaşar Kandemir, -Abdullah b. Ömcrb.
Hattab”, DİA. İstanbul 1988,1,127.
[519] Tabakât IV. 182; İbn Kunfuz, s. 72-73.
[520] İbn Sa’d. IV. 182.
[521] İbn Kuteybe. İmame. 1. 149-151; Ya’kubî.
11.138; İbnü l-Esir. Kâmil. 111.506-507.
[522] Halîfe, s. 214; İbn Abdirabbih. IV. 340-341;
İbnü'l-Esir. Kâmil. 111.510
[523] Halîfe. 214; İbnü’l-A’râbî. s. 201
[525]
Hatipoğlu. Hadis Münasebetleri, s.48.
İ3İ‘ Halîfe. 213; İbn
Kuteybe. İmame. 1,149-151; İbnü’l-Esir. Kâmil, m, 506-507; İbn Kesir. Bidâye.
VITTT. 83.
[527] Kâmil. 111. 506-507
[528] İbn A’sem. 11. 336; İbn Abdirabbih. IV. 339;
İbnü’l-Esir. Kâmil. 111. 506. Suyûtî. s. 203.
[529] İbn A’sem. 11. 336-337; İbnü'l-Esır. Kâmil.
111. 507; Suyûtî. s. 203.
230
İbnü’l-Esir (Kâmil,
111. 507) ve İbn Kunfuz(s. 73)’a göre 53/ 672’de
[531]
Taberî. IV. 224-225; İbnü’l-Esir. Kâmil. 111. 505-506.
[532]
Ya’kubî, II, 128.
[534] İbn A’sem. D. 336; İbn Abdirabbih. IV, 339;
İbnü'l-Esir. Kâmil, IH 506; Suyûtî, s. 203
[535] İbnKuteybe, İmâme. L 151-152; Mes’ûcfî.
Mürûc. İÜ, 38. Aynca bkz. VekiL s. 187; Riyad İsa, s.
65; Mutahhar b. Tahir
el-Makdisi, Kitabıı’l-Bcd vc’t-Tarih. Beyrut ırz., VI, 6; Ukayii, Veliaht, s.
406.
[536] ibn Kuteybc, İmâme. I, 151-152.
[537] Mürûc, III. 37-38.
[538] Taberi, IV, 228; İbnu İ-Esir. Kâmil. IH. 514.
[539] Ukaylî, Veliahd. s. 403.
[542]
Taberî. IV. 226; İsfahâni. Egânî. XVIII. 270; İbnü'l-Esir. Kâmil. III. 512; İbn
Kesir. Bidâye. VIII.
83.
[543]
Hitti. Arap Tarihinin Mimarian. s. 68.
[545]
Akyüz. s. 161.
[547]
İbn A’sem. İL 333-335.
[549] İbn A’sem, n. 345; İbn Kuteybe, İmame. I,
164; İbnü'l-Esir, Kâmil;
IH, 511
[550] Tâlıâ Hüseyin, s. 1012; Rayyıs, s. 175.
[554] M. Cevad Ali. el-Mufassal fî Tarihi’l-Arab
Kable’l-İslâm. Bağdat 1413/1993, IV. 350-353.
Akyüz, s. 174-175.
[555] Vekil, s. 80.
[557] Tâlıâ Hüseyin, s. 1012-1013.
[558] Taberi, IV, 226; İbnül-Esir. Kâmil. 111. 506
[561]
E. Tyan. İnstitutions. i. 243-248'den naklen Akyüz. s. 174.
[563] Mes’ûdî. Mürûc. 111. 30-31.
[564] Akyüz. s. 174.
[566]
Riyad İsa. s. 92.
[568]'~
Akyüz. s. 120; Aynca bak. Hittt Tarih. 1,210.
z'8 Yezid’e yapılan bu türden suçlamalar
için bkz. Ya’kubî. H. 128; Mesûdi. Mürûc. III. 77; Aynı şekilde Yezid’e yapılan bu eleştirilerin
doğru olmadığım, onun bir takım iyi hasletlere sahip
olduğunu söyleyenler de mevcuttur. İbnü’l-Esir,
Kâmil. IH. 507; İbnû’l-A’rabî. Avasım. s. 206- 227; İbn Teymiyye, Feteva. IV,
510 vd.
[575] İbnü'l-Esir. Kâmil, IH. 503
[576] Akîl, s. 93
Zö‘> Takkuş, s. 24;
Abdülmünim Mâcid. Muaviye’nin Peygamberin çözmeden vefat ettiği bir meseleyi
çözmek istediğini söylemektedir ki o da İslâm devletinin idaresinin daimi
olarak tespitidir. Tarih. 11. 62.
[578]
Tarih, s. 23; Ayrıca bkz. Hudari. Tarih, s. 347.
[580]
Veliahd. s. 396.
[582] H. İbrahim. Tarih. 11. 26.
i9-‘
Abdurrahman b. Muhammcd İbn Haldun. Mukaddime, thk. Ali
Abdulvâhid Vâfi, Kahire tiz., I, 613-615
" M.G.S. Hodgson. Islâmm Serüveni-Bır Dünya
Medeniyetinde Bilinç ve Tanh. trc.Konusyon, İstanbul 1993, I, 162.
[588]
İbn Kuteybe. İnıânıe. 1. 173-174; Zehebî. Tarih, s. 272: Suyûtî. s. 206
Suyûtî. s. 206.* Veliaht, s. 407.ıoo"
Hılâfe. s. 93.
[590] Taberî, IV, 238; Ebû Mıhnef in kendi kitabı olan “Maktelü’l-Hûseyin”
de ise “Yezid’in bu esnada
Şam’da olmadığı bu sebeple de Muaviye’nin yazdığı bu
vasiyeti Dahhak b. Kays ve Müslim b. Ukbe’ye verdiği, onlardan bu mektubu
Yezid’e iletmelerini istediği” belirtiliyor ki, bu noktada vasiyetle ilgili
bilgi veren ikinci gruptaki ravilerle Ebû Mıhnef in benzer şeyleri ifade
ettikleri söylenebilir, bkz. s. 6-7.
[591] Rayyıs, s. 186; Akyüz, s. 185-186;
Zira başta Ebû Mıhnef (Maktel,
s. 6-7), İbnü’l-Esir, (Kâmil, IV,
6), Dineverî(Ahbaru’t-TıvaI,
s. 226) ve Taberî (Tarih,
IV, 239), olmak üzere tarihçiler, Muaviye’nin söz konusu hastalığı
ve vasiyetini arz ettiği esnada Yezid’in Şam’da olmadığım, bu sebeple de
Muaviye’nin bu vasiyeti Yezid’e iletmeleri için Dahhak b. Kays ve Müslim b. Ukbe’ye
verdiğini söylemektedirler. Ayrıca bkz. Câhız, Beyan. I. 495; İbn Kesir, Bidâye, VIII,
118-119; Zehebî, Siyer,
III, 161; Takkuş, s. 43, Ayrıca vasiyetle sakınılması gerektiği
şeklinde tavsiye olunanlar arasında Abdurrahman b. Ebî Bekir’in de ismi geçmektedir
ki bu şahsın Muaviye’nin vefatından çok önce öldüğü göz önüne alındığında
Muaviye’nin böyle bir söz söylememiş olduğu açığa çıkacaktır. Îbnü’l-Esir, Kâmil, TV,
6; îbn Kesir, Bidâye,
VIII, 119; Rayyıs, s. 186-187
[592] Taberî, TV, 238
[593] MakteL s. 6-7
[594] Taberî, IV, 238
[595] Taberî, IV, 238
[596] Selûmî, s. 140-141.
[597] Dineverî, s. 226.
[598] Ebû Mihnef, Maktel, s. 7-8; Câhız, Beyan, I,495;
îbn Abdirabbih, IV, 34; Belazürî, Ensâb, V, 153-
154, 108-109; Taberî, IV, 238-239; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
6-7; îbn Kesir, Bidâye,
VIII, 119; îbn Haldun, Tarih, III, 40-41; Rayyıs,
s. 186-187; Selûmî, s. 142-146;. îbn A’sem ise diğer kaynaklarda yer almayan şu
rivayeti nakletmektedir: ‘•'Muaviye ölümüyle neticelenecek olan hastalığına
yakalandığında Dahhak’a: “Yezid’e biat et” dedi. Dahhak, Müslim b. Ukbe ve halk
ta biat etti. Bunu üzerine Muaviye oğluna hilafet elbisesini giyip halkın
huzuruna varıp bir hutbe irad etmesini emretti. Yezid insanların huzuruna
çıktı. Başında Muaviye’nin sarığı, elinde ise onun kılım ve yüzüğü vardı.
Sırtında ise Hz. Osman (r.a)’m şehid olduğu esnada giydiği kanlı gömlek vardı.
Yezid, uzun süre konuştu. Sonra babasının yanma geldi. Muaviye gündüzün büyük
bir kısmını baygın geçirdi. Ayıktığında gece de ilerlemişti. Oğlu başındayken
ayıkmıştı. Muaviye, Dahhak’ı sesletti. Ayrıca Müslim b. Ukbe’yi de sesletti.
Onlara “beni biraz doğrultun” dedi. Sonra da onlardan daha önceden kendisinin
yazdığı bir mektubu istedi. Mektupta oğlu Yezid’i veliaht tayin ettiğini
belirtiyordu. Muaviye mektubu okuduktan sonra katlayıp mühürledi ve Dahhak’a
verdi. Sonra ona: “Sabah olduğunda minbere çok ve bu mektubu herkese oku.”
dedi. Dahhak da tamam, olur dedi. Muaviye sonra oğluna dönerek “Bu ümmeti nasıl
idare edecesin?” diye sordu. “Onları Ebû Bekir’in siretine göre mi idare
edecesin? O ki, dinden dönenlerle savaştı. Allah (c.c) için mücadele etti,
öldüğünde ise hak ondan razıydı” dedi. Yezid ise “Ey Emiru’l-Mü’mininlBen, Ebû
Bekir’in siretine göre devlet yönetimine güç yetiremem, ancak ben halkımı Allah
(c.c)’m kitabı, peygamberin sünnetine göre idare ederim” dedi. Sonra Muaviye,
oğluna pek çok tavsiyelerde ve ikazlarda bulundu. İraklılar, Şamlılar ve
Hicazlılarla ilgili tembihte bulundu. Onlara karşı nasıl bir siyaset izlemesi
gerektiğini anlattı. Ona kimlerin ne ölçüde muhalefet edeceğini, bunlarla nasıl
başa çıkacağını anlattı. Muaviye sonra ailesine döndü ve onlara da bazı
tavsiyelerde bulunduktan sonra öldü. Yezid ise onun öldüğü gün av için
Huvvârin’di idi. Fütûh,
II, 353-357
[599] Hamid Ganim, Muaviye’nin Yezid’e iki tane vasiyet
bıraktığım söylemektedir. Ancak şunu belirtmek gerekir ki, Hamid Ganim’in
zikrettiği iki vasiyet te içerik bakımından farklı olmadığı için Muaviye’nin
aynı şeyleri söylemesi tekrardan öteye bir anlam taşımayacaktır. Muaviye’nin
ölümünün hemen öncesinde böyle bir tekrarı pek mümkün görünmemektedir. Kaldı ki
ilk kaynaklarda da bu görüşü destekleyecek bir bilgi bulunmamaktadır, krş. bkz.
“el-Hulefâü’l- Ümeviyyûn min îftitahiyyâtihim ve Vesâyâhüm”,ed-Dâire. Riyad
1405/1984 1986, sayı II, s. 28.
[600] Vekil, s. 132.
[601] Akkad, s. 668.
[602] Ganim, s. 28.
[603] Akyüz, s. 187.
[604] Ebû Mıhnef, Maktel, s. 8; Taberî, IV,
242, Zehebî, Siyer.
III, 161; Mes’ûdî, Tenbih,
s. 278; İbnü'l- Esir, Kâmil, IV, 125; İbn Kesir,
Bidâye,
VIII, 145; Diyarbekrî, II, 296; İbnü’l-Verdi, I, 161; Welhausen bu
tarihin 18 Nisan 680’e tekabül ettiğini söylüyor. Arap Devleti, s. 66;
Ya’kûbî, Muaviye’nin Receb ayının ortalarında öldüğüne dair bilgi}! meçhul
sigayla veriyor ve onun Receb ayın m ilk günlerinde öldüğünü kabul ediyor. II,
150.
Burası Hıms’ın köylerinden biridir. Hıms’ın
Kuzeydoğusuna düşer. Ebû’l-Fida, Takvimû’l- Buidan, s. 83;
Yâkut, Mu’cem,
H, 362; Huvvârîn, Hıms’m köylerinden olup Tedmür’e iki konak
uzaklıktadır. Bkz. Yâkut, Mu’cem,
n, 362
[606] îbn A’sem, III, 5-6; Taberî, IV, 242;
Îsfâhânî, Egâni,
XVII, 213; Ebü’l-Fida, Muhtasar, I, 262;
İbnü'l-Esir, Kâmil,
IV, 9; Zehebî, Siyer,
IV, 36; Şelfimi, s. 152; Lammens, Muaviye’nin ölümü esnasında
Yezid’in Anadolu’da bulunduğunu söylüyor. Ancak bu kaynakların verdiği bilgiyle
tamamen çelişiyor. Lammens, “Muaviye”, İA, VH, 440.
[607] Taberî, IV, 238; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV,6;
Selûmî, s. 152.
[608] Ebû Mihnet Maktei, s. 8; îbn
Abdirabbih, IV, 341-342: îsfâhânî, Egânî, XVII, 213;
İbnü'l-Esir, Kâmil,
IV, 9; Ebü’l-Fida, Takvimü’l-Buldan,
s. 83; Zehebî, Siyer,
IV, 37; îbn Kesir, Bidâye,
VIII, 145; Umeriyyu, s. 239; Cebbûr, Mfilûk, s. 39;. İbn Kesir,
Ayrıca Muaviye’nin bizzat kendisinin hastalığının ağırlaşması üzerine Yezid’in
arkasına adam gönderdiğine dair bir rivayeti de nakletmiştir. Bidâye, VIII,
146.
[609] Egânî, XVB, 213.
[610] Siyer, IV, 36.
[611] Ebû Mihnet Maktei, s. 9; Taberî, IV,
242; İbn A’sem. III. 5-6; îbn Abdirabbih, IV, 342; îbnü'l- Esir, Kâmil, IV,
9; İbn Kesir, Bidâye,
VIII, 146; Selûmî. s. 152-153; Umeriyyu, s. 239; Cebbûr, Mülûk, 39-40
" Şafiî, Yezid’in son iki beyti
el-A’şâ’dan çaldığını söylemektedir, bkz. Ibn Abdirabbih, IV, 342
[613] Ebû Mıhnef, Maktel s. 8.
[614] Ebû Mihnet Maktel,
s. 8;
Taberî, IV, 242; İbnü'l-Esir, Kâmil, IV, 8-9; tbn Kesir,
Bidâye,
VIII, 145: İbnü'l-Verdî, E 161.
ıstaki şüphelerini dile getirmişlerdir. Bkz îbn Kesir, Bidâye, VITT,
146; Diyarbekrî, II,Bidâye,
VIII, 146; 10 gün sonra demişse de Huvvârin’in Şam’a yakınlığı göz
önünde bulundurulduğunda tnkün görünmemektedir. Nitekim îbn A’sem üç gün sonra
geldiğini, îbn Abdirabbih ise in vefat ettiği gün sona ermeden Yezid’in Şam’a
geldiğini söylemektedir, krş. bkz. îbn nâme, 1,174; îbn A’sem,
II, 5-6; îbn Abdirabbih, IV, 242., 242; îbn A’sem, III, 5-6; İbn Kesir, Bidâye.
VIII, 146; Diyarbekrî, II, 297; Zehebî, 17; Umeriyyu, s. 240; Îbnü’l-Verdî, I,
161
[621] Ebû Mıhnef, Maktel,
s. 10; îbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, II, 260;
İbn Abdirabbih, IV, 343; Mes’ûdî, Mûrûc, III, 75.
[622] Zehcbî, Siyer,
IV, 37; İta Kesir, Bidâye,
VIII, 146; VckiL s. 194; Ganim, s. 29-30; Umcriyyu, s. 240.
[623] Mfirûc, IH, 76.
[624] İbn Kesir, Bidâye, VIII, 146; Zehcbî,
Siyer,
IV, 37.
[625] İbn A’sem, III, 8-9.
[626] Vekil, s. 194.
[627] Ganim, s. 31.
[628] İbn A’sem, III, 8-9; Ya’kubî, II, 297; Makdisi,
VI, 9; Ahmed b. Yusuf el-Karamânî, Ahbâru’d- DüvcI ve Âsaru’I-Üvel
fi’t-tarih, thk Ahmed Hatît ve Fehmi Sa’d, Beyrut 1412/1992, D, 11;
Abdüllatif, I, 130.
[630] Laura Veccia Vaglieri, “Râşid Halifeler ve Emevi
Halifeleri", İslâm
Tarihi Kültür ve Medeniyeti, trc. İlhan Kutluer, İstanbul 1997,1,94.
[631] Von Kremer, s. 39.
[632] Von Kremer, s. 34.
‘ Welhausen, Arap Devleti, s. 60.
[634] Serüven. 1,164.
[635] Mahmoud M. Ayoub, “Husayın îbn Ali”, The Encyciopedıa of the Modern
Islamıc World, New york 1995, vol. II, s. 150
[636] İbn Sa’d, V, 100; Taberî, IV, 254; İbnü'l-Esir, Kâmil. IV.
17; İbn Kesir, Bidâye,
VIII, 150; Sıbt, s. 214
[637] Taberî, IV, 254; İbnü'l-Esir, Kâmil IV,
17; İbn Kesir. Bidâye,
VIII, 150.
[638] Dineverî, s. 227; Ya’kubî, II, 154.
[639] Ebû Mıhnef, MakteL, s. 10; Belâzüri, Ensâb, V,
313; Ya’kubî, 11, 154, İbn Taberî, IV, 250; Abdirabbih, IV, 344; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 14;
Bu esnada Medine valisi olan ve Yezid’in gönderdiği mektubu alan şahsın Velid
b. Utbe değil de Halid b. el-Hakem (İbn Kuteybe, İmâmc, I, 174) veya Yahya b.
el-Hukeym olduğu da (Dineverî, Ahbâr, s. 227)
söylenmiştir. Ancak bu tarihi gerçeklerle bağdaşmamaktadır.
[640] m
Ya’kubî, Abdullah b. Ömer’in isminden bahsetmezken (Tarih, D, 154), Dineverî
bu üç isme bir dördüncüyü, Abdurrah b. Ebî Bekir’i de ilave etmektedir. (Ahbâr, s.
227). Oysa Abdurrahman b. Ebî Bekir’in Muaviye’den çok önce öldüğü hatırlanırsa
Yezid’in ölmüş birinden biat alınmasını istemiş olmasının mümkün olmadığı
görülecektir.
[641] Belâzürî, Ensâb,
V, 313; İbn A’sem, III, 8; Taberî, IV, 250; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
15; İbn Kesir, Bidâye,
VIII, 149; İbnü’l-Verdi, I, 163; Vekil, I, 196; IJkaylî. Kerbela, s.
464.
[642] Belâzürî, Ensâb, V, 313; Ukaylî, Kerbela. s.
464,
[643] Ebû Mihnet Maktel,
s. 10; Ya’kubî, II, 154; Makdisî, VI, 9; S.V. Ali Mir Ahmed, Husain The
Saviour of İslam, İran trz, s. 144; Bu ravilere göre Yezid tek
mektup yazmış, ayrıca herhangi bir kağıda yazı yamamıştır.
[644] M. Şemseddin Günaltay, İslâm Tarihinin
Kaynaklan-Tarih ve Müverrihler, yayına hazırlayan Yüksel Kanar, İstanbul
1991, s.197; Sabri Hizmetli, İslâm
Tarihçiliği Üzerine, Ankara 1991, s. 132; Feryâl, s. 15; Seyyide
İsmail Kaşif İslâm
Tarihinin Kaynaklan ve Araştırma Metodları, trc. Mehmed Şeker ve
ark., İzmir 1997, s. 43.
[645] Krş. bkz. Ebû Mıhnef, MakteL s.
10; Taberî, IV, 250
[646] Ümeviyye, s. 166.
[647] Ya’kubî, 11,154; Demircan da bu hususu şu şekilde
belirtir “Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr’in bir gün sonra halkın önünde biat
etmeyi teklif etmeleri de bu görüşmenin gece olduğunu gösterir. Eğer görüşme
gündüz olsaydı, hemen mescide gidilerek biat etmeleri sağlanırdı.” İktidar
Mücadelesi, s. 177
[648] Belâzürî, Ensâb, V, 313, Dineverî,
s. 227; Taberî, IV, 250; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 14; İbn Kesir, Bidâye, VIII,
149
[649] îbn Sa’d, V, 327; Halîfe, s. 233; Belâzürî, Ensâb, V, 317;
Dineverî, s. 227; tbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 15.
[650] Ebû Mihnet Maktel, s.
11; Dineverî, s. 227; Ya’kubî, II, 154; Taberî, IV, 250; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
14; Bu ikisini arasının iyi olmamasına gerekçe olarak ise Velid’in Mervan’ın
valilikten azledilmesi üzerine onun makamına geçmesi, Mervan’ın da buna
Tahammül edememesi gösterilmiştir, bkz. Ebû Mıhnef, s. 11; Belâzürî, Ensâb, V,
313; tbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 14
[651] Ya’kubî, U, 154; İbn A’sem,
111,10-11; Taberî, IV, 250; Makdisî, VI, 9; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
14; îbn Kesir, Bidâye,
VIII, 149; Nüveyri, XX, 377; Dineverî ise Mervan’ın îbn Ömer ve İbn
Ebî Bekir hakkında da tavsiyelerinden bahsetmektedir. Buna göre Mervan, Velid’e
“bu ikisinden dolayı endişelenme. Çünkü bunların halifelikte gözleri yok. Ancak
Hüseyin ve îbn Zübeyr’in durumu başka. Sen onlara dikkat et..” demiştir. Ahbâr, s.
227; İbnü’l-Esir ise îbn Ebî Bekir’den söz etmeksizin aynı ifadelerle Abdullah
b. Ömer’in durumunu anlatmıştır. Kâmil, IV, 14.
[652] Bu çocuk Abdullah b. Amr b. Osman b. Affan’dır. bkz.
Dineverî. s. 227; Taberî, IV, 250; İbnü’l- Esir, Kâmil. IV, 14; îbn Kesir, Bidâye. VIII.
150.
[653] Ebû
Mıhnef. Maktel, s. 11;
Ya’kubî, II. 154; Taberî. IV. 250; Makdisi. VI. 9; îbnü'l-Esir, Kâmil.
'* A’sem, HL 8-9; Taberî. IV,
250-251; Makdisi, VI. 9; İbnü’l-Esir, Kâmil. IV. 14-15; İbn
Kesir,
Bidâye, VHT, 149-150
/2 Ebû
Mıhnef. MakteL
s. 11-12; İbn Kuteybe. İmame. I, 175;
İbnü’l-Esir. Kâmil,
IV, 15. İbn Kesir. Bidâye,
VIII, 150; Zehebi, Tarih,
s. 6-7; Bu ikisinin birlikte Veîid’in yanına gittiğini söyleyenler
dc olmuştur, bkz Halîfe, s. 232; Ya’knbî. Tl, 154, ibn A’sem. TTT, s. 10-11.
'3 Ebû
Mıhnef. MakteL
s. 12; Belâzürî, Ensâb.
V. 314-315; İbn A’sem, IH. 15; Taberî. IV. 251; İbnü’l-Esir, Kâmil, TV,
16; ibn Kesir, Bidâye.
VITI, 150.
[657] Ebû Mıhnef, MakteL s.
12; Belâzürî, Ensâb,
V, 316; Taberî, IV, 250; İbnü’l-Esir. Kâmil. IV, 15; Muhammcd
Ali b. Tabâtabâi ibn Tiktaka. ei-Fahri
fî’I-Âdâbi’s-Suitaniyye, Beyrut 1386/1966. 114; İbn Kuteybe. “yarın
halkı biate çağırdığın zaman beni de çağırırsın, ben o zaman insanların biate
ilk koşam olacağım'' ibaresini de zikretmiştir. İmame. I. 175; Avnca bkz.
İbn Kesir. Bidâye.
VIII. 150; ibn Haldun. Tarih. 1IL 24; IbnManzûr. VII. 138
[658] Belâzürî, Ensâb, V,
316-317; İbn A’sem, III, 10-11; Taberi, IV, 250; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
15- 16; îbn Kesir, Bidâye,
VIII, 150; Halîfe ise bu konuda diğer kaynaklarda yer almayan bir
bilgi vermektedir. Buna göre “Velid’in huzuruna önce İbn Zübeyr gelmiş, “Şu an
biat edilecek vakit değil, yarın halkı minberden biate çağırırsın ben de gelir
biat ederim...” demiştir. Mervan ise duruma müdahale ederek validen İbn
Zübeyr’i öldürmesini istemiştir. Bunun üzerine Mervan ile îbn Zübeyr arasında
sert tartışmalar olmuştur. Sonunda Velid, ha- ikisini de huzurundan
çıkartmıştır. Onlar çıkarken Hz. Hüseyin gelmiş, hiç bir şey söylemeden onlarla
birlikte geri dönmüştür. Halîfe, s. 232-233; Zehebî ise Velid’in Hz. Hüseyin’e
çok sert davrandığını, buna kızan Velid’in başından sarığını çekip aldığını ve
orayı terk ettiğini söylemektedir. Tarih, s. 6-7.
[659] Spanısh İslâm, s. 45.
[660] İbn Sa’d, V, 327; Halîfe, s. 233; Belâzürî, Ensâb, V,
317; Dineverî, s. 227, tbnü’l-Esir, Kâmil. IV, 15,
[661] Nehda. s. 45.
Emeviyyûn. s. 249.
[663] Ebü’ş-Şüheda. s. 26.
[664] Belâzürî, Ensâb, V, 317; Ya’kubî,
II, 154-155; Taberî, IV, 252-253; îbn Abdirabbih, IV, 344, tbnû’l-Esir, Kâmil, IV,
16; îbn Kesir, Bidâye,
VITT, 150; Sıbt, s. 221; Welhausen, Arap Devleti, s. 69,;
Zehebî, ha- ikisinin de aynı gece Medine’yi terk ettikloini söylüyor. Zehebî, Tarih, s.
6-7.
[665] Bu tavsiyeler için bkz. Ebû Mihnet; Maktef, s.
15-16; Taberî, IV, 253; İbn Abdirabbih, IV, 344; İbnû’l-Esir, Kâmil, IV,
17; îbn Kesir, Bidâye,
VIII, 150-151
[666] Taberî, IV, 253; İbnû’l-Esir, Kâmil, IV,
17; îbn Kesir, Bidâye,
VIII, 150; Zehebî, Tarih,
6-7
[667] Taberî, IV. 254; İbnü’l-Esir. Kâmil, IV,
17; İbn Kesir, Bidâye,
Vlll, 150.
[668] Bcydûn, s. 158.
[669] Hatipoğlu. Hadis Münasebetleri, s.
48.
[670] Selıgsohn,”AbdulIah b. Zübeyr”, İA,
1,45.
[671] Bu rüyayla ilgili olarak bkz. Ebû
Mihnet Maktei,
36-37; İbn A’sem, III, 20-21.
[672] Murat Sarıcık, “Kerbela Olayında el-Hurr b. Yezid ve Hz.
Hüseyin İle Mücadelesi”, Süleyman
Demirci Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, İsparta 1995, sayı
II,s. 108; Haşan Onat, Şiî
Harekeden, s. 65-66.
[675] Şehristânî, s. 47; Şehristânî, Muhammed b. Hanefiyye’nin
Medine’de kalmasıyla ilgili olarak ise şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Hüseyin
onu Medine’de bıraktı. Böylece o, merkezde, kendisini güvenilen birisi
olacaktı. Ayrıca bu ailenin, Medine’de kalan mallan ve yakınlan da muhafaza
edilebilecekti, s. 48.
[676] İbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
20: İbn Kesir, Bidâye,
VIII, 151.
[677]
Ya’kubî, II, 156-157; Diyarbekrî, II, 297.
Ebû Mihnet Maktel, s. 17; Ibn
Kuteybe, Imâme,
II, 4; Belâzürî, Ensâb,
III, 373; Ibnü’l-Esir, Kâmil, IV, 20-21;
İsfahânî, Makâtii,
s. 99;
Makdisî, VI. 9; Dineverî, s. 229; Nüveyrî, XX, 385; İbrahim Vâsıf,
Hz. Hüseyin’in Şehid edilişiyle ilgili bilgi verdiği kitabında diğer
kaynaklarda ve araştırmalarda bulunmayan ve doğruluğu mümkün olmayan bir
değerlendirmede bulunmaktadır. Ona göre “Muhtemel rakibi olabilecek Hüseyin’i
ortadan kaldırmak için planlar kuran Yezid, Kûfelileri de bu planını
gerçekleştirmek için aldatmıştır. İmam Hüseyin’in Kûfe’ye davet edilmesi için
onlara mektuplar yazdırtmıştır. Böylece Yezid, Hz. Hüseyin’i Mekke’den
çıkartmış ve Küfe’de gafil avlamış olacaktı.” Şehâdeti Hüseyin İbn Ali,
Metin Matbası 1327/1909, s. 7.
Welhausen, Partiler, s. 98; Beyhakî,
mektupların Hz. Hüseyin'e ne zaman ulaştığı konusunda farklı bir bilgi
vermektedir. Beyhakî’nin anlattığına göre Medine’den Mekke’ye giderken yolda
Abdullah b. Muti ile karşılaşan Hz. Hüseyin ona “Muaviye’nin öldüğünü ve
kendisinin Kûfelilerden pek çok davet mektubu aldığını” söylemiştir. Mehâsin, s.
59; Buna göre Hz. Hüseyin, Kûfelilerin davet mektubunu Mekke’ye varmadan önce
almıştır. Oysa kaynakların üzerinde birleştikleri husus, Hz. Hüseyin’in
Mekke’ye vardıktan sonra bu mektuptan aldığıdır. Ebû Mıhnef Maktel, s.
16; İbn Kuteybe, İmame,
II, 4; Dineverî, s. 228-229; Taberî, IV, 253; Sıbt, s. 215; Nüveyrî,
XX, 385; Îbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 20-21; Ebu’l-Ferec Ali b. Hüseyin el- İsfâhânî, Makâtilu’t-Talibîn,
thk. es-Seyyid Ahmed Sakr. Beyrut 1408/1987, s. 99; Makdisî, VI, 9;
Diğer taraftan İbn Tiktaka ise söz konusu kaynakların aksine Kûfelilerle
irtibata geçen ve ilk yazışmayı başlatanın Hz. Hüseyin olduğunu söylemektedir
bkz. Fahri,
s. 85
[680] Bu mektupları kimlerin yazdığı,
mektuplarda yer alan ifadeler ve sayılan hakkında bkz, Ebû Mıhnef,
Maktel, s.
17-19; Dineverî, s. 231-232; îbn A’sem, III, 31-36; İsfahânî, Makâtil, s.
99; îbnü’I- Esir, Kâmil,
TV, 20-21; Nüveyrî, XX, 385-386; Ahmet Seki Safvet, II, 71-73;
Ukaylî, Kerbela,
s. 464-465; Köksal, s. 28-30;.
[681] Dcmircan, İktidar Mücadelesi, s.
185.
[682] Ebû Mıhnef, Maktel, s. 18; îbn
Kuteybe, İmame,
II, 4; Dineverî, s. 230; İsfahânî, Makâtil, s. 99;
Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
20-21; îbn Kesir, Bidâye,
VITI, 154; Ebû Mıhnef ayrıca Kûfelilerin bizzat Hz. Hüseyin’den
aramızda Allah (c.c)’ın hükmü ve dedenin sünnetiyle karar vermesi için aiilenden
(eh 1-i beytten) birini bize gönder.” diye talepte bulunduklanm belirtiyor. Maktel, s.
18.
[683] Ömer Ferrûh, Hz. Hüseyin’in babası ve
ağabeyine karşı tutumlarım hatırlayarak Kûfelilerin davetini
kabul etmediğini
söylüyor. Ona göre, Küfe’den gelen 40.000 silahlı insanın ısrarı üzerine Hz.
Hüseyin bu daveti kabul etmiştir. Tarihu Sadri’l-İslâm
ve’d-Devleti’l-Ümeviyye, Beyrut 1986, s. 133; Demimcan ise “bu kadar
insanın Mekke’ye gitmiş olabileceğini, destekleyecek tarihi bir bilgi de
yoktur.” demektedir. İktidar
Mücadelesi, s. 186, Benzer değerlendirmeler için bkz. Ukaylî. Veliaht, s.
465, dn.20.
[684] tbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 18; İbn Kesir, Bidâye, VIII,
151
[685] İbnû’l-Esir, Kâmil, IV, 18-19; İbn
Kesir, Bidâye,
VIII, 150-152.
[686] Mes’ûdî, Mârûc, III, 64
[687] Dineverî, s. 230; Nûveyrî. XX, 386; Ebû
Mıhnef, MakteL
s. 18-19; Brockelman, 128: İbn Kesir.
Bidâye. VIII, 152;
İbnü'l-Esir, Kâmil.
IV, 21.
[688] Yüksel, s. 52.
[689] Bu mektubun kimlere gönderildiği ve mektubun metni
için bkz. Ebû Mıhnef, Maktel,
s. 22-23; Dineveri, s. 231; İbn A’sem, III, 42-43; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
23; İbn Kesir, Bidâye,
VIII, 155, Köksal, s. 38-39; Demircan, İktidar Mücadelesi, s.
186-187.
[690] Dineveri, s. 220-225.
[691] Ahbâru’t-Tıval, s. 220-225: Ayrıca
bkz. Akil, s. 101.
[692] Levı Della Vida. “Emevîler", İA, İstanbul
1964, IV, 243.
[693] Şehristâni, s. 19; Müderrisi, s. 40-41.
[694] Riyad İsa, s. 68
[695] Işş, s. 166-167; Akü, s. 101.
[696] Şehristâni, s. 21; Müderrisi, s. 40-41.
[698] Kerbela, s.
141, 1. dn
[700] Şehristanî, s. 19; Riyad İsa, s. 68.
[701] Akkad, s. 50-51; Skyüz, s. 120.
[702] Riyad İsa, s. 68; Işş, Kûfelilerin davetinin Hz.
Hüseyin’in isyanının asıl sebebi olduğunu söylemektedir. Işş, s. 166-167.
[704] Hz. Hüseyin’in Emr-i Ma’rutü, s.
21-38.
[705] Sıtft, s. 216.
[706] Ali Şerefiiddin el-Mûsevî, Dirâsât fi
Sevreti’i-İmam el-Hüseyin, Arapçaya trc. Hüseyin Hâci, yy,
1414/1993, s. 96.
[707] Adil Edip, s. 203; Şemsftddin, s. 201;
Alaylı, s. 239; Şehristânî, s. 32; Müderrisi, s. 27; Caferiyan, s.
121.
Sevreiü’î-Hüseyin,
s. 205; Benzer değerlendirmeler için bkz. Şehristânî, s. 32-37;
Müderrisi, s. 27- 30; Alaylı, s. 239-244; Tâhâ Hüseyin, s. 1024-1025; Adil
Edip, s. 201-203.
[709] Riyad İsa, s. 68; Hz. Hüseyin ile
Yezid arasındaki çekişmenin sebebiyle ilgili olarak garip bir aşk hikayesi de
anlatılmaktadır tik dönem kaynaklarından sadece İbn Kuteybe tarafından
nakledilen bu olay, daha sonraki dönemlerde Şiî yanlısı oldukları anlaşılan
bazı kimseler tarafından da tekrar edilmiştir. Hikayeye göre Yezid, Kureyş kabilesinden
Abdullah b. Selam adındaki bir adamın güzelliğiyle meşhur olan karısı Zeyneb
bnt. tshak’a aşık olur. Bu kadım alabilmek için pek çok hileye başvurur.
Muaviye’nin de devreye girmesiyle Abdullah b. Selam, karısını boşamaya razı
edilir. Yezid, Zeyneb’e dünürcü olarak Ebû Hüreyre veya Ebu Musa el-Eş’ârî’yi
gönderir. Dünürcü olarak gönderilen şahıs yolda Hz. Hüseyin ile karşılaşır. Hz.
Hüseyin, ona nereye gittiğini sorar. O, maksadını anlatır. Bunun üzerine Hz.
Hüseyin, söz konusu dünürcüden Zeyneb’e kendisi için de dünür olmasını ister...
Yezid tarafından gönderilen dünürcü, Zeyneb ile yaptığı görüşme esnasında bu
kadım kendisine almayı düşünürse de sonunda Zeyneb, Hz. Hüseyin ile evlenmeye
karar verir. Bu durumu öğrenen Yezid, Hz. Hüseyin’e karşı nefret içerisine
girer.” bkz. İbn Kuteybe. İmame,
s.167-169; Mir Ahmed, Husain. s. 139-140;
Kemaleddin Şükrü, s.32-36
[710] Ebû Mıhnef Maktel,
s. 19; İbn Kuteybe, İmame, 11,4; İbn A’sem,
111,36; İbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 21;tbn Kesir, Bidâye,
Vffl, 154
[711] Ebû Mihnet Maktet s. 19; Dineverî, s.
230; İbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 21; İbn Kesir, Bidâye,
Vlll,
154; Zehebî, Mürûc, III, 64; Ukaylî, Kerbela, s.
465
[712] Mesûdî, Mürûc, III, 64; Fığlalı, İmamiyye Şiası, s.
97; İbn Haldun, Müslim’in ancak Zilhicce ayının başlarında Kûfe’ye ulaşabildiğini
söylüyor ki bu çok geç bir tarihtir. Zira bu tarihte Müslim’in isyanı ve
öldürülüşü gerçekleşmiştir, krş. bkz.. Tarih, IH, s. 27.
[714] Taberî, IV, 258; İbn A’sem, H, 37; İbnü’l-Esir, KâmiL IV,
20; Mır Ahmed, s. 153; Musa Muhammed Ali, Seyyidfi’ş-Şühedâ,
el-İmamü’l-Hüseyin. Beyrut 1405/1985, s. 137.
[715] İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 21; İbn A’sem,
11,37; İbn Haldun, Tarih,
111, s. 27; Muhammed Ali, s. 137; Useylî, s. 154, 1 nd.; Mır Ahmed,
s. 153; Demircan, iktidar
Mücadelesi, s. 188; Köksal, s. 32; Bu rehberlerden sadece birin
öldüğünü söyleyenler de olmuştur, bkz. Taberî, TV, 258; Ebü'l-Ferec,
tbnü’l-Cevzî, Muntazam.
V, 325; İbn Hacer, İsâbe,
II, 15.
[716] Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 21; îbn Haldun,
Tarih,
Di, 27; Köksal, s. 32.
[717] İbn A’sem, III, 38; İbnü’I-Esir, Kâmil, IV,
21; Weihausen, Partiler,
s. 99.
[718] Taberî, IV, 258; Mesûdî, Mürûc, III,
64; Îbnü’l-Cevzî, Muntazam,
V, 325; Muhammed Ali, s. 137; Bu şahsın tam adı; Müslim b. Avsece
Esedî’dir. bkz. îbn Kesir, Bidâye,
VIII, 154, Aynca Müslim’in Süleyman b. Surad’ın evine misafir
olduğunu söyleyenler de vardır, bkz. Ebû Mıhnef, Maktel, s. 20
[720] Ukaylî, Veliaht, s. 465.
[721] Ukaylî, Veliaht, s. 465.
[722] Biyata katılanlann sayısın 12000 olduğunu
söyleyenler: İbnü’I-Esir, Kâmil,
IV, 21, Ebü’l-Ferec, Îbnü’l-Cevzî, Muntazam, V, 325; Mesûdî, Mürûc, III,
64; Îbn Kesir, Bidâye,
VTTI, 154; Taberî, IV, 258; bu sayının 18000 olduğunu söyleyenler:
İbnüT-Esir, Kâmil.
IV, 22; Mesûdî, Mürûc,
III, 64; bu sayının 12000 olduğunu sonra ise arttığım ve 18000’e
ulaştığım söyleyenler: Dineverî, Ahbar. s. 230; Nûveyrî,
XX, 397; Bidâye,
VIII, 154
[723] Örneğin İbn Kuteybe, 30.000, Ebû Mıhnef ise 80.000 kişinin
biatinden söz etmektedir, bkz. İmâmc, II, 4; Maktel. s.
20.
Demircan, iktidar Mücadelesi, s. 19.
[725] İbn A’sem, III, 38; İbnü’I-Esir, Kâmil, IV,
22; İs&hânî, Makâtil,
s. 99.
[726] Dineverî, Ahbâr, s. 230;
tbnû’l-Esir, Kâmil,
IV, 22.
[727] Dineverî, s. 231; Taberî, IV, 260; ibn A’sem,
III, 39; İbnü’I-Esir, Kâmil, IV, 22; Useylî, s. 159;
Yüksel, s. 48; Köksal, s. 34
[728] Dineverî, s. 231; Taberî. IV, 260; İbn A’sem, III, 39;
Îbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 22; Hudarî, Tarih,
s. 455.
[729] Kerbela, s. 466.
[730] Ukaylî, bunları Yczid’in ajanları olarak
nitelendiriyor, bkz., Kerbela,
s. 446.
[731] Dineverî, s. 231; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
22; Nüveyri, XX, 388; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 155; Ukaylî,
Kerbela,
s. 466; Koksal, s. 35
[732] Ebû Mıhnef, Maktel, s. 21; Taberî, IV,
258; İbn A’sem, IH, 40-41; Îbnû’l-Esir, Kâmil, IV, 21.
[733] Kaynaklarda bunula ilgili bir sebebe
rastlanılamamıştır
[734] Taberî, IV, 258; İbn Kesir, Bidâye, VTTI,
155; İbn Hacer, İsâbe,
II, 16.
[735] Taberî, IV, 258-259; İbn Kesir, Bidâye, VIII,
155; Cahşiyarî, Viizera,
s. 31; Ebû Mıhnef, Maktel,
s. 21; İbn A’sem. III. 40-41.
[736] İbn Kuteybe. Inıânıe. II, 4; İbn
Abdirrabbih, IV, 345; Koksal, s. 36.
[737] İbn Kuteybe, İmame, II, 4; Ebû’l-Arab,
s. 144; İbn Abdirrabbih, IV, 345; Beyhakî, Mehâsin, 82; Nüveyrî, XX,
388; Ukaylî, Küfe’den gelen haber üzerine Yezid’in Küfe valisini derhal
görevden almasını onun Muaviye’nin vasiyetine uymasına bağlamaktadır. Zira
Muaviye vasiyetinde şöyle demişti “İraklılara dikkat et. Şayet onlar, senden
her gün bir valiyi değiştirmeni isteseler bile sen bunu derhal yap ..” Kerbela, s.
446.
[738] Ebû Mihnef Maktel,
s. 22; Dineverî, s. 231; İbn A’sem, IH, 42; Taberî, IV,
258; tbn Kesir, Bldâye,VITT,
155.
[739] Maktel, s. 22.
[740] bkz. Maktel,
s. 22; Taberî, IV, 258; ibn A’scm’de Maktei’dekine benzer
şeyler söylemiştir. Fütûh,
III, 41; Ya’kubî’de yer alan bir rivayete göre ise
Yezid, Müslim’i öldürmediği taktirde Ubeydullah’ı kendi nesebine yani babası
Ziyad b. Ebih’in nesebine döndürmekle tehdit etmiştir. Tarih. II.
155; Aynı şekilde bkz. Dineverî, s. 231; Cahşiyarî, s. 31; Sükeyne, XXVIII, 19,
Ahmet Zeki Safvet, Cemheretü
Resâilü’l-Arab fi Usûri’l-Arabiyye ez-Zâhire, Beyrut trz., II, 75.
[741] bkz. Feryâl, s. 72.73.
[742] İktidar Mücadelesi, s. 193.
[743] Taberî, IV, 258-260; İbnü’l-Esir, Kâimi, IV,
23; îbn Kesir, Bidâye,
VIH, 159; Yüksel, s. 52.
[744] Dineverî, s. 231; îbn A’sem, m, 42.
[745] Taberî, IV, 266,279280; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
23.
[746] Bu konuda geniş bilgi için bkz. Nûveyrî, XX,
389.Yüksel, s. 53
[747] Ebû Mıbnef, Maktel,
s.30.Dineveri, s. 232; Taberî, IV,
266; ita Kesir, Bidâye, VIII, 159
[749] bkz. Mıhnef, Maktel. s. 23: Dineverî.
s. 232; İta Kesir, Bidâye,
VIII, 159-160
[750] Bunların sayılarının 500 civarında olduğu söylenmiştir, bkz.
Taberî, IV, 258; Îbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 24; Demircan, İktidar
Mücadelesi, s. 194; Yüksel, s. 57.
[751] Ebû Mihnet Maktel, s. 24; Dineverî,
s.232-233; İsfahan!, Makâtil,
96; İbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 24, İbn Kesir, Bidâye,
VIII, 160; Ayrıca bkz. Ukaylî, Kerbela, s. 467; Demircan,
İktidar
Mücadelesi, s. 195.
[752] Ebû Mıhnef Maktel, s. 24; Dineverî,
s. 232-233; İbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 24, ibn Kesir, Bidâye,
VIII, 160; Ayrıca bkz. İsfahan!, Makâtil, s. 100; Ayrıca
bkz Kemaleddin Şükrü, s. 49-50, Nüveyrî, XX, 390;. Ukaylî, Kerbela, s.
467; Köksal, s. 40-41; Hudarî, Tarih, s. 455.
[753] Mesudî, Mürûc, III, 67;
İbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 25; İbn Kesir, Bidâye,
VHI, 156; Hudarî, Tarih,
s. 455; Nüveyrî, XX, 391.
[754] Ebû Mihnet Maktel, s. 26; Dineverî,
s. 232; İbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 25; İsfahan!, Makâtil,
s. 100; Sıbt, s. 218; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 156; Ebû Ali
el-Fadl b. el-Hasan et-Tabersî, İ’lâmü’l-Verâ bi E’lâmi’I-Hudâ. Beyrut
1985, s. 264. Ayrıca bkz. Köksal. s. 45-46; Demircim. İktidar
Mücadelesi, s. 199; Yüksel, s. 64;.
[755] Geniş bilgi için, bkz. Ebû Mıhnef, Maktei, s.
28; Taberî, IV, 259; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 27; Nüveyrî,
XX, 396; İbn Kesir, Bidâye,
VIII, 156; Ayrıca bkz., Koksal, 45-52; Demircan, İktidar
Mücadelesi, s. 199-204; Yüksel, s. 69-70
[756] Yüksel, s. 73.
Ukaylî, Ubeydullah’ın Müslim b. Akif’in yerini
öğrenmek için denediği uslupla ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “İbn
Ziyad’m hutbesindeki ikazlarına rağmen Kûfelilerden hiç kimse Müslim’in yerini
söylemiyordi. Buna rağmen Ubeydullah, şiddete başvurmadı. Çünkü o, biliyordu
ki, İbn Akil’in yerini öğrenmek için Kûfelilere baskı uygulamak, onların
Müslim’e olan sevgi ve yardımlarının daha da artmasına sebep olacaktı. Ancka o,
bu işi ustaca halletmiştir.” Kerbela,
s. 467-468.
[758] Ukaylî, Kerbela, s. 470.
[759] Müslim’in etrafında isyana iştirak eden
Kûfelilerin sayısı hakkında değişik rakamlar zikredilmektedir.Bu sayılarla
ilgili karşılaştırmalı bilgi için bkz. Sıbt, s. 219.(4000 kişi isyana katıldı);
Ebû Mıhnef Maktei, s. 20 (80.000 kişi Müslim’e biat etti); İbn A’sem, UI, 57;
Taberî, IV, 277; Abdurrahman ed-Dab ed-Dab, “Ya Mansûr”, Livan’1-İslâm, Kahir
1394/1974, XV. Sayı, s. 561; Hudarî, Tarih, s. 455; Muhammed
Rıza, el-Hasan
ve’l-Hüseyin, Beyrut 1407/1987, s. 101- 102 (bunlara göre ise 18 000
kişi isyana katılmıştır); Beyhakî (Mehâsin, s. 60);
Ebü’l-Arab, (s. 144), İbn Abdirrabbih, (IV, 346), İbnü'l-Verdi (I, 163)’e göre
ise 30.000 veya daha fazla kişi biat etti. Diğer taraftan Îbnü’l-Esir (Kâmil, IV,
30) ve Nüveyrî (XX, 397)’ye göre 18 000 kişi biate katılmış, isyan ise 4000
kişinin iştirakiyle gerçekleşmiştir ki, bu sonuncu rakamın daha isabetli olduğu
söylenebilir. Bu sayılarla ilgili değerlendirme için bkz. Demircan, İktidar
Mücadelesi, s. 206-210.
[760] Dineverî’ye göre 200 (Ahbar, s. 238); Taberî
(IV, 277); İbnü’l-Esir (Kâmil,
IV, 30, Nüveyrî (XX, 397) ve İbn A’sem’e göre (II, 57) sadece 50
kadardır.
[761] Dineverî, s. 238-239; Taberî, IV, 277; İbn
A’sem, IH, 57; Ukaylî, Kerbela,
s.470.
[762] Dineverî, s.
339; Taberî, IV, 277; İbn A’sem, İD, 57; İsfahânî, MakâtiL,
s. 104; Nüveyrî, XX, 397;
İbnü’l-Cevzi, Muntazam, V,
326; Mahmoud M. Ayoub, “Husayn İbn Ali”, The Orford Encyiopedia, s.
150; Akil, s. 102; Şehristânî, “Hânî b. Urve’nin müsle yapılarak öldürülmesi
kamu vicdanında bir korku ve dehşet oluşturdu. Bu korku ise halkın Müslim’i
terketmesine yol açtı” demekteyse de henüz bu esnada Hanî’nin öldürülmediği
hatırlanmalıdır. Nehda.
s. 72.
Dineverî, s. 239; Taberî. IV. 277; İbn A’sem. III,
58; Ibnü’I-Cevzi, Muntazam,
V, 326; Zehebî, Mürûc, III, 67; Nüveyrî. XX. 397-398; İbnü’l-Esir,
Kâmil, IV, 30-31.
8
Ebû Mıhnef, s. 29-30; Dineverî, s. 239; Taberî, IV, 277-278; tbn A’sem, III,
59; İbnü’l-Esir,
Kâmil,
IV, 30-31; İsfahânî, Makâtil ,105;
İbnü’l-Cevzî, Muntazam,
V 326; Nüveyrî, XX, 398.
Ebû Mihnet Maktel, s. 32; Ibn A’sem,
III, 59; Ibn Abdirrabbih, IV, 346. on
Taberî, IV, 280; Ibnü’l-Esir, Kâmil, IV,
32; Nüveyrî, XX, 401; İbnü’l-Cevzî, Muntazam, V, 326;
Abdurrahman ed-Dab, s. 561.
[767] • ♦
1000 dirhcmlik borcunun ödenmesi, kendisine
öldürüldükten sonra müsle yapılmaması, başına gelenlerden Hz. Hüseyin’in
haberdar edilmesi ve ona Kûfelilere güvenmemesi ve Mekke’ye gidip orada ikamet
etmesinin bildirilmesidir. Geniş bilgi için bkz. Ebû Mıhnef. Maktel, s.
32-33; Dineverî, s. 241; Taberî, IV, 282; Ibn A’sem III, 64-65; Ibn
Abdirrabbih, IV, 346-347; Ibnü’l-Esir, Kâmil, IV, 33-34;
tsiahânî, Makâtil,
s. 108; Welhausen, Partiler,
s. 103-104; Ukaylî, Kerbela, s. 470; Köksal,
s. 470; Yüksel, s. 79-80.
[768] Ebû Mihnet Maktel, s. 34; Dineverî,
s. 241-242; Nüveyrî, XX, 402.
[769] Ebû Mıhnef Maktel, s. 31; Taberî, IV,
280; Ibn A’sem, 111, 70; İsfahânî, Makâtil, s. 109; Hudarî, Tarik s.
455; Müslim’in bu şekilde öldürülen ve başı kesildikten sonra Şam’a gönderilen
(Haşim oğullarından') ilk kimse olduğu kaydedilmiştir. Ibn Kuteybe, İmame. II.
5; EbüT Arab. s. 153; Mes’ûdî. Mfirûc, III, 70; Sıbt, s.
219.
[770] Ebû Mıhnef Maktel, s. 35-36; Taberî
(Ebû Mınnef kanahyla), IV, 285; İbnü’l-Cevzî, Muntazam, V, 329; Yezid’in
olanları duyduktan sonra memnun olduğu hususunda bkz., Ebû Mıhnef, Maktel, s.35-36;
Ebû Mihnetin Taberî tarafından nakledilen rivayette ise Yezid’in bu haber
üzerine memnuniyetini gösteren bir bilgi yer almaz, bkz. Taberî, IV, 285.
[771] Ebû Mıhnef Maktel, s. 36; Taberî, IV,
285-286; İbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 35; Nüveyrî, XX, 403; îbn
Kesir, Bidâye, VIII, 165;
Îbnü’l-Cevzî, Muntazam,
V, 329.
[772] Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 317.
[773] TariMk 155.
[774] Ebû Mıhnef Maktel s,22; Taberî, IV,
258; İbn A’sem, m, 41.
[775] Ebû Mıhnef MakteL s. 36; Ya’kubi, II,
155; Nüveyrî. XX, 403; îbn Kesir, Bidâye. VIII, 164;
fbü’t-Cevzî, Muntazam.
V, 329.
[776] Feryâl, s. 72-73.
[777] İbn Kesir, Bidâye,
VIII, 171; Fığlalı, İmamiyye Şiası, s. 97;
Akkad, s. 65; Welhausen, Arap
Devleti, s. 69; Sıbt, s. 221.
[779] Beydûn, S. 187.
[780] Kerbela, Hz. Hüseyin’in şehid edildiği yerin adı olup, Küfe
yakınlarındadır. Bkz., Yakut, Mu’cem,
IV, 505
[781] Belâzüri, bu haberin Müslim tarafından ölümünden 20 küsur gün önce
yazıldığını söylüyor. Ensâb.
IIL 378.
[782] Caferiyan, s. 113; Nüveyrî, XX, 405; Beydûn,
s. 185; Şemsüddin, s. 189; Akkad, s. 65; Musevî, Kûfelilerin bunca
gayretlerinden ve vaadlerinden sonra gitmemesi halinde Hz. Hüseyin’in vebalde
kalacağını, Kûfelilere karşı sorumlu hale geleceğini söylemektedir. Dirâsât, s.
96; Vekil, s. 237.
Şemsüddin, s. 189; Ömer
Ferruh, s. 133; Caferiyan, s. 113; Kemaleddin Şükrü, s. 44, Musevî, s.96- 97;
Tâhâ Hüseyin, s. 990.
Muhammed Mahir Hammâde, Dirasetün Vesîkıyyetün li’t-Tarihi’l-Islâmî
ve Masadiruhu min Ahdi benî Ümeyye Hatte’l-Fethi’l-Osmanî li Suriyeti ve Mısır,
Riyad 1408/1988, s 27; Abdüsselamzâde Ahmed, Kûfe’de Hz. Hüseyin’e
yakınlığıyla bilinen 72 sahabe çocuğunun bulunduğunu bunların Mekke’ye kadar
gelerek Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye gelmesi için teşvik ettiklerini belirtiyor, bkz.,
Kerbeia
Vakası, (yazma. Osmanlıca, 147 varak, Süleymaniye Kütüphanesi -Hacı
Mahmud Efendi Bölümünde 4727 numarada kayıtlı), İstanbul 1256/1840. s. 35-36
[785] A. Aziz ed-Dûrî, İlk Dönem İslâm
Tarihi, trc. Hayrettin Yûcesoy, İstanbul 1991, s. 113.
[786] İrfan Ayçan, “Emevi İktidarının Devamında Sakif kabilesinin Rolü”, Milli Eğitim
Bakanlığı Din Öğretimi Dergisi, Ankara 1993, sayı 39, s. 68.
[787] Abdullah b. Ömer’in Hz. Hüseyin’i huruçtan vazgeçirmek için söylediği
sözler için bkz. Dineverî, s. 243-244; Taberî, IV, 254; 287-290; İbnü’l-Esir. Kâmil, IV,
37-39; Nüveyrî, XX, 405-408; îbn Manzûr, VII, 139; Zdıebî, Tarih, 8-9;
Umeriyyu, s. 241; Vekil, s. 236.
[788] îbn Manzûr, VB, 140-141; Vekil, s. 237.
[789] Halîfe, 231; Belâzürî, Ensâb, IH, 376-377;
Taberî, IV, 287-290; îbn A’sem, Fütuh, m, 26-29; îbn
Abdirabbih. IV, 344-345; EbüT-Arab, s. 143; Îbnü’l-Esir. Kâmil, IV,
37-39; îbn Manzûr. VII, 140-141; Zehebî, Tarih, s. 8-9; Ukaylî, Kerbela, s.
472; Vekil, s. 237.
[790] Demircan, İktidar Mücadelesi, s.
224; Bu mektupla ilgili olarak Hsz. İbn Manzûr, Vll, 141-142.
[791] Ebû Mıhncf, Maktel,
s. 38; Bclâzürî, Ensâb,
ITI, 375; Tabcrî, IV, 287; Sıbt, Tekire, s. 217; îstahânî, Makâtil, s.
109; İbn Fadlullah el-Umeriyyu, Mesalikü’l-Ebsâr fi Memâliki’l-Emsâr,
yayınlayan, Fuad Sezgin, Frankfurt 1409/1989, s. 241.
[792] Halîfe, s. 233; Belâzürî, Ensâb, İÜ,
375; Taberî, IV, 288; İbnû’l-Esir, Kâmil, IV, 38; îbn Manzûr,
VII,
153; Îsfahânî, Makâtil,
s. 110.
[796]
Taberî, IV. 288; İbnüT-Esir, Kâmil,
IV, 38; Benzer bir rivayet için bkz. îbn Manzûr, VH, 153.
[798] Taberî, IV, 301; îbn A’sem, V, 120;
Mes’ûdi, Mûrûe. m, 70.
[799] Ebû’l-Arab, s. 143; Sıbt, s. 215-216.
[800] Sıbt, s. 216; Zehebî, Siyer, IH,
304; îbn Kesir, Bidâye,
VIH, 177; îbn Manzûr, VII, 142.
[801] Ebü’l-Arab, s. 143; Sıbt, s. 215-216; Zehebî, Tarih, III.
305; İbn Kesir, Bidâye,
VII, 165; Köksal, s. 87; Muhammed Ali, s. 16.
[802] İbnü'l-Esir. Kâmil, IV, 41; İbn Kesir, Bidâye, VIII,
182
[803] İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 42; Hudarî, Tarih, s.
458; Aycan-Sançam, Emevîler,
s. 29.
[804] îbn Abdirrabbih, IV, 347; Ebü’l-Arab, s.
146; Welhausen, Partiler,
s. 105.
[805] Belâzürî, Ensâb, III, 379; Dineverî,
s. 247; îbn Abdirrabbih, IV, 347; Ebü’l-Arab, s. 146; Beyhakî, s. 61;
İbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 42; îbn Kesir, VII, 182.
[806] İktidar Mücadele», s. 244.
[807] Masum İmamlar, s. 114;
Ahmed Ateş, “Hüseyin”, İA,
İstanbul 1964, IV, 637; Ayrıca, bu söz için bkz. Taberî. IV, 300;
Muhammed Ali, s. 152.
[808] Devleti, Ömer. s. 187; Benzer
bir değerlendirme için bkz. Muhammed Rıza. s.92.
[809] Kadisiyye, Kûfe’ye 15 fersah mesafede, Küfe ile Uzeyb arasında bir
mevkidir. Yakut, Mu’cem,
V, 331.
[810] Yüksel, s. 89.
[811] Mes’ûdî, Mürûc, 111,70; Sıbt, s.
222; Ukaylî, Kerbela,
s. 473.
[812] Sıbt, s. 222; Ndveyrî, XX, 416.
[813] Geniş bilgi için bkz. Ebû Mıhnef, Maktel, s. 38-60; Dineverî, s.
250; İbn Esir, Kâmil, IV, 46-49; Nüveyrî, XX, 415-419; Sıbt, s. 222; Ukaylî, Kerbela, s.
473.
[814] Ukaylî, Kerbela, s. 473.
[815] Belazuri, Ensâb,
III, İbn A’sem, III, 94; 385; Nüveyrî, XX. 423; Ukaylî, Kerbela, s.
474; Ninova, Küfe arazisinde yer alan bir köydür. Bkz., Yakut, Mu’ccm. IV, 391
[816] Makdisî, VI. 10; Welhausen, Partiler, s.
107; Fığlah, “Hüseyin”, DİA.
XVIII, 519.
[817] İbn A’sem, III, 95; Aynca bkz. Demircan, iktidar
Mücadelesi, s. 251; Yüksel, s. 93.
[818] Belazüri, Ensâb, IH, 386-387.
[819] İbn Kesir, Bidâye, VIII, 173.
[820] Demircan, İktidar Mücadelesi, s.
261.
[822] Fığlalı, “Hüseyin”, DİA, XVIII,
520; Ömer b. Sa’d’ın görevlendirilişiyle ilgili geniş bilgi için bkz. Belâzürî,
Ensâb,
HL, 385-386; Ibn A’sem, III, 95-96; İbnü'l-Esir, Kâmil IV,
53; Nüveyrî, XX, 424-425; Kemaieddm Şükrü, s. 64
[823] Belâzürî, Ensâb, IH, 385-386; İbn
A’sem, HI, 95-96; Makdisî, VI, 10; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 53.
[824] îbn A’sem, 111,96; İbnü’l-Verdî,
1,164; Ukaylî, Kerbela,
s. 474.
[825] Dineverî, s. 253-254.
[826] Fığlalı, “Hüseyin”, DİA. XVIII,
520; Ayrıntılı bilgi için bkz. Ya’kûbî, II, 156; Belâzürî, Ensâb.
III, 388-89: Ukaylî. Kerbela, s. 474.
[827] Ebû Mihnet Maktel, s. 40; Taberî, IV,
300-301; Îbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 42.
[828] Belazuri, Ensâb, İH, 393; İsfahâni, Makâtil, s.
113; Nüveyrî, XX, 434-435 Züheyr el-Bekkî, Mevsâtü Hulefâi’î-Müsliınîn, Beyrut
1994, s. 81.
[829] Bazı kimseler Hz. Hüseyin’in sadece “beni Yczid’lc
görüştürün” dediğini yoksa “gidipte ona biat edeyim” şeklinde bir şey
söylemediğini kaydetmişlerdir, bkz. İsfahan!, Makâtil, s. 114; Muaviye
Ahsanullah, Hıstory
of the Islamıc Worid, New Delhi trz, s. 47
[830] Onun “Beni Türklerin üzerine gönderin de ölene kadar
onlarla savaşayım” dediğini söyleyenler de olmuştur. Zehebî, Tarih, s. 13-14;
İbn Abdirrabbih, IV, 347; Ebü’l-Arab, s. 147; İbn Manzûr, VII, 147; Ancak şunu
ifâde etmek gerekir ki, bu esnada Türklerle sürdürülen savaşm gündemde olmaması
Hz. Hüseyin’in böyle bir söz söylemesini anlamsız kılmaktadır.
[831] Bunlardan bazdan şunlardır Ebû Mihnet Maktel, s. 48-49;
Belâzürî, Ensâb, 111, 389-390; İbn A’sem, III, 103; İbn Abdirrabbih, IV, 347;
Ebü’l-Arab. s. 147; Zehebî, Tarih,
s. 13-14; Nüveyri, XX. 424-425; ibn Manzûr, VII. 147; Diyarbekri,
II, 298; Ebül-Fida, Muhtasar,
I, 265: Ibnü'l- Cevzî, Muntazam, V, 336;
İsfahanı, Makâtil,
s. 114.
[832] Nüveyrî, XX, 429-430; Sıbt, s. 224;
Şemsüddin, s. 216; Muhammed Ali, s. 188.
[833] Sevratü'l-Hüseyin, s. 216;
Ayrıca bkz. Caferiyan, s. 117.
[834] Geniş bilgi için bkz. Belâzürî, Ensâb, IH,
390-391; İbnü’l-Cevzî, Muntazam,
V, 336; Ebül-Fida, Muhtasar,
1,265; İbn Manzûr, VII, 147; İbn Abdirabbih, IV, 347; Zehebî, Tarih, s.
13-14; Ibnü’l- Verdi, I,164; Ebü’l-Arab, s. 147; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
54-55.
[835] İbn Kuteybe, İmame, II, 6; Belâzürî, Ensâb, III,
384.
[836] Ebû Mıhnef, Maktel, s. 49-50; Mes’ûdî,
Tenbih,
s. 278; Makdisî, VI, 12; îbn Kesir, Bidâye, VIII, 198;
Vaglierî. “al-Husayn b. Ali b. Ebî Talib”, El2. İÜ. 607;
Demircan, İktidar
Mücadelesi, s. 279; Yüksel, s. 110; Fığlalı, “Hüseyin” DİA, XVIII,
520;.
[837] Fığlalı, “Hüseyin”, DİA, XVHT,
520; Savaş esnasında her iki tarafin mevcuduyla ilgili değişik ve çoğu kere de
mübalağalı rakamlar verilmiştir. İbn A’sem, III, 113’e göre Hz.Hüseyin’in 32’si
atlı, 4O’ı da yaya olmak üzere 72, Ubeydulah’ın ise 22000 adamı vardı; Sıbtu
İbnü’l-Cevzi’ye göre (Tezkire,
s. 226) Hz. Hüseyin’in 45 atlı 100’ü de yaya olmak üzere 145 adamı
vardı; Abdullah b. Es’ad b. Ali b. Süleymanel-Yâfiî’ye göre (Mir’atü’l-Cinân,
Haşiye, Halil ei-Mansûr, Beyrut 1417/1997,1, 107), Ubeydullah’ın
ordusunda 12000 kişi vardı. Müderrisi (Aşnra, s. 148)’ye göre bu
sayı 30.000; Mir Ahmed (Husaın,
s. 166)’e göre ise 55000 idi. Ya’kubî’ye göre Hz. Hüseyin’in
taraftarı sadece 62 veya 72 idi. 11, 158, Ebû Mıhnefe göre ise (Maktel s.
58), Ubeydullah’ın ordusunda en az 40.000, Hz. Hüseyin’in ordusunda ise çok az
insan vardı.
[838] Ebû Mıhnef, Maktel s. 89; Belâzürî, Ensâb, 111,409;
Ebü'l-Arab, s. 150, Taberî, IV, 349; İbnü’l- Esir, Kâmil, IV, 77; Diyarbekri,
II, 298; İsfahan!, Makâtil
s. 118.
Bu ismi zikreden tarihçiler meçhul siğa kullanarak
tereddütlerini ortaya koymuşlardır, bkz. Belâzürî, Ensâb, III, 409; İbn
A’sem, III, 137; Diyarbekri, II, 298;.
[840] Ebû Mıhnef, Maktel, s. 89; Belâzürî,
Ensâb,
III, 411; Taberî, IV, 348; İbnü’l-Esir, Kâmil, TV, 79.
[841] Ebû Mıhneft Maktel, s. 88; Taberî, IV,
347-348; İbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 77-78; İsfehânî, Makâtil, s. 118-119.
[842] Kûfe’nin Kerbela yakınlarında
bulunan köylerinden biridir. Burası düz bir bölgeydi. Benî Esed kabilesi
mensuplan burayı ekip biçerlerdi, bkz., Yâkut, Mu’cem, IV, 207; İbrahim
Musevî, Cevle
fî’l-Emâkini’l-Mukaddese, s. 7.
[843] Ebû Mıhnef, Maktel s.
89; Belâzürî, Ensâb,
111,411; Taberî, IV, 348, İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 79; Haşan
İbrahim Haşan, Zuamâu’l-İslâm.
Kahire 1980, s. 201-202: İbn Teymiyye, Feteva. IV, 507; Nüvcyrî
ise Hz. Hüseyin ve yakınlarının öldükleri gün demoiunduklannı söylüyor. Nihaye.
XX. 463.
[844] • a
Zehebî, Siyer, III,
309; Bu şahsın Enes b. Mâlik olduğunu söyleyenler de vardır, bkz. Makdisî, VI,
12; İta Manzûr, VIII, 117; Cemalüddin Ebü’l-Mehâsin Yusuf ibn Tağriberdî, en-Nücûmu’z-
Zâhire, ta’lik ve taktim Muhammed Hüseyin Şemsüddin,Beyrut
1413/1992,1,203; îbn Teymiyye, Mecmû’l-Feteva, cem ve
tertib Abdurrahman b. Muhammed b. Kasım, yy ve trz., IV, 507-508; Aynı
şekildebu bu ikazı yapan kimsenin Zeyd b. el-Erkam olduğuna dair rivayetler de
bulunmaktadır, bkz. Belâzürî, Ensâb,
III, 412-413; Dineverî, s. 260; Taberî, IV, 349; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
80; Nüveyrî, XX, 464; Sıbt, s. 231; Îbnü’l-Verdî, I, 164;.
[845] Taberî, IV, 351; Nüveyrî, XX, 464;
Makdisî, VI, 12.
[846] Demircan, İktidar Mücadelesi, s.
299.
[847] Şehristân, s. 149.
[848] İbn Teymiyye, Feteva, IV, 507; Ukaylî, Kerbela, s.
477; Şemrî, s. 144-145; Demircan, “İbn Teymiyye’ye Göre Yezid”, s.
133
[849] Ebû Mıhnef, MakteL s.
101-108; Belâzürî, Ensâb,
III, 416; Taberî, IV, 352; İbn A’sem, 111, 148- 149; Ebü’l-Arab, s.
151; İbnû’l-Esir, Kâmil,
IV, 85; Sıbt, s. 234; ez- Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî, DüvelüT-İslâm, Mûesesetü'l-Alemi
1405/1985, s. 37; Nüveyrî, XX, 467; Gıraguryus el-Meitî İbnü'l-İbri, Tarihu
Muhtasari’d-Düvcl, Beyrut 1986, s. 111; Diyarbekrî. D, 299; Makdisî,
VI, 12; İbnü’l-İmâd, IV, 275; Yâfiî, I, 109
[850] İbn Teymiyye, Feteva, IV,
507-508.
[851] bkz. İbn Teymiyye, Ra’sü’l-Hüseyin, thk.,
es-Seyyid Cemili!, Beyrut 1408/1988, s. 207-209.
Adnan Demircan, “îbn
Teymiyye’ye Göre Yezid Muaviye’nin Durumu”, Harran Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Şanlı Urfa 1996. sayı H, s. 135.
Useylî, kaynak
göstermeden Ubeydullah’ın böyle yapmasını Yezid’in emrettiğini söylüyor ki, bu
pek mümkün görünmemektedir. Çünkü Hz. Hüseyin’in ölümüyle başının Kûfe’den
gönderilmesi sadece 2-3 gün sürmüştü. Şam ile Kûfe’nin uzaklığı göz önüne
alındığında Useyli’nin sözünün mümkün olamayacağı anlaşılacaktır. Useylî. s.
563.
[854] Taberî, IV, 351; İbn A’sem, III, 148;
Nüveyrî, XX, 467.
[855] Ebû Mıhnef, Maktel, s. 113; Ya’kubî,
II, 159; Belâzürî, Ensâb,
III, 417; Ebü’l-Arab, s. 151; Taberî, IV, 356; İbnû’l-Esir, Kâmil, IV,
85; Makdisî, VI, 12; İsfahânî, Makâtil, s. 119; Nüveyrî,
XX, 467-468; Hâin, XVIII, 552.
[856] Ebû Mıhnef, Maktel, s.
113; Ya’kubî, 11, 159; Belâzürî, Ensâb, 111, 417;
Ebü’l-Arab, s. 151; Taberî, IV, 356; İbnüT-Esir, Kâmil, IV, 85; Makdisî,
VI, 12; İsfahânî, Makâtil,
s. 119; Nüveyrî, XX, 467-468; Ebû Mıhnef ayrıca “Yezid’in bu esnada
hem içki içtiğini han de elindeki sopayla Hz. Hüseyin’in dişleriyle oynadığını”
rivayet ediyor. Maktel,
s. 113; Hâiri ise Ebû Mıhnef in kaynaklarda yer almayan başka bir
rivayetinden bahisle şunları nakletmiştir: “Hz. Hüseyin’in öldürüldüğünü
müjdelemek üzere müjdeci geldiğinde Yezid, huzurundaki bir grup Benî Ümeyye ile
birlikte oturuyordu. Ayaklarım sıcak su dolu bir leğene koymuştu. O esnada bir
doktor da kendisini muayene ediyordu. Ayrıca şarkıcılar def çalıp, dans
ediyorlar ve şarkı söylüyorlardı, işte bu sırada müjdeci geldi. Olayı anlatınca
Yezid, büyük bir sevinç gösterdi. Şarkıcılardan seslerini yükseltmelerini
istedi. O kadar sevinmişti ki yerinde duramıyordu. Hatta oturduğu yerden düştü.
Yüzü ve başı yaralandı. Ön dişlerinden 8’i kırıldı. Sağ gözü rahatsızlaştı ve
doktor tedavi etmek zorunda kaldı." Dâiretü’I Meârif. XVIII.
552.
[857] Fütûh, IH, 148-149.
[858] Mir’atfi’l-Cinân, s. 109;
Ayrıca bkz. Diyarbekrî, II, 299; Muhannned Rıza, s. 138-139; İbnü’l- Verdi, I,
164; Hudarî, Tarih,
s. 459.
[859] Ensâb, İÜ, 416.
[860] Dineverî, s. 267; îbn Kesir, VIII, 209; Makdisî, VI, 12;
İsfahâni, Makâtil,
s. 119; Nüveyrî, XX, 495.
[861] îbn Kesir, Bidâye, Vni, 209; Nüveyrî,
XX, 495; İbn Tolun, Kaydü’ş-Şerid,
s. 44-45; İbn Hişam, bu şiirin Abdullah b. ez-Ziba’rî tarafından
Uhud savaşında öldürülen müşrik yakınlan için söylendiğini ifade ediyor. Siryer, III,
97.
[862] İbn Kesir, Bidâye, VIII. 209;
Nüveyrî, XX, 495; îbn Tolun, Kaydü’ş-Şerid,
s. 45; Feryâl, s. 83; Demircan. İktidar Mücadelesi, s.
299-300.
Ebû Mıhne£ Maktei, s.
111-112; Beiâzüri, Ensâb,
III, 417-418; Taberi, IV, 352; İbn A’sem, m, 148-149; tbn
Abdirabbih, IV, 349; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 82-83;
Diyarbekri, II, 299; Feryâl, s. 73-74; Şemrî, s. 91.
[864] Beiâzüri, Ensâb, III, 419; Taberi,
IV, 352-353; İbn Abdirabbih, IV, 349; İbnüT-Esir, Kâmil, IV, 82-83; Nüveyrî,
XX, 467-468; Diyarbekri, II, 299;.
[865] İbn A’sem, IH, 148-149.
[866] tbn Kuteybe, Imâme. II,
7; Beiâzüri, Ensâb,
III, 424.
[867] Geniş bilgi için bkz. İbn Kuteybe, Imâme. II,
7; Beiâzüri. Ensâb,
III, 417-425; Taberi. IV. 356- 359; Nüveyrî, XX, 475; İbnü’l-Esir, Kâmil. IV,
87; Makdisî, VI, 12; İbnü’l-Verdî, I, 164-165.
[868] * •
Îtaü’l-Imad, IV, 275;
Nüvcyrî, XX, 475-Nüvcyri’yc göre Hz. Hüseyin’in başının Medine’ye gönderilmesinin
iki sebebi vardır. 1. Halk bunu görsün de ders alsın 2. İta Zübeyr’e göz dağı
verilmiş olsun. Nihaye,
XX, 480.
Belâzürî, Ensâb, IH, 416-419;
Nüveyrî, XX, 481; İbn Teymiyye, Ra’sü’l-Hüseyin, s.
175-210;
[870] Bunlardan bazıları şu şekildedir:
Gök yüzünün ağlaması, Şam ve Beytü’l-Makdis’te kaldırılan her taşın altında kan
görülmesi, Yıldızların bir biriyle çarpışmaları, Dünya’nın yedi gün durması,
Güneş’in tutulması, Gökyüzünün altı gün süreyle kıpkırmızı olması vs. Geniş
bilgi için bkz. Ebû Mıhnef. Maktel,
s. 83-84; Belâzürî, Ensâb, III, 413^125;
Tatarî, IV, 347 vd; Ebül-Arab, s. 153- 154; İbnü'l-Esir, Kâmil. IV,
88-90; Suyûtî. s. 207; Zehebî. Tarih, s. 14-16; ita
Manzûr. VII. 149- 150.
[871] Fitne, s. 1028.
[872] Işş, s. 181-182.
[873] Muhammed Rıza, s. 103;
Cemili, s. 21-22; Musevî, s. 105; Muhammed el-Gazzâlî, “Şehidü
[876] .
Akkad’a göre bunda yadırganacak bir durum yoktur.
Çünkü savaşa veya yolculuğa (hicrete) giderken çoluk çocuğun da beraber
götürülmesi bir Arap geleneği idi. Böylece bunların da katkısı sağlanmış
olacaktı ve kurtuluşa hep birlikte erişilecekti. Nitekim bu adet Peygamberimiz
(s.a.v) tarafından da uygulanmıştır. Peygamberimiz (s.a.v) herhangi bir harbe
çıkarken zevcelerinden birini veya birkaçını beraberinde götürüyordu.Ebü’ş-§ûbcda
cl-Hfiscyin b. Ali, s. 87.
[878]
“Hüseyin”, İA,
V, 639.
Işş, s. 178;
Abdûlhüseyin Zerrinkûp da benzer şeyler söylemektedir, bkz., Tarihu Iran Ba'de
ez- İslam, Tahran 1343, s. 213
‘09 Kerbelâ. s.
477-478; Ayaca bkz. Vekil, s. 245.
[883]
Köksal, s. 3-4.
[884]Masum İmamlar,
s. 126; Benzer değerlendirmeler ve Kûfeiililerin özellikleriyle
ilgili olarak bkz. Hanunâde, s. 45; Ukaylî. Kerbela, 478-479; Haşan
Onat. “Şiîliin Doğuşu Meselesi”, AÜİFD, XXX VI, 110;
Sarıçam, s. 289-290.
[885] Kerbela’da Hz. Hüseyin ve taraftarıyla çarpışan ordunun
tamamının İraklılardan (Kûfe-Basra) oluştuğu, Suriyeli bir askerin bile
bulunmadığı söylenmektedir, bkz. Mes’ûdî, Mürûc, III. 71; Aynca
bkz., Hudarî, Tarih, s. 459; Ömer Ferrûh, s. 134.
[886] Abdüllatif, 477; Abdullah b. Ali
Müsned. s. 27; Ukaylî. Kerbela,
s. 475.
[887] Hanunaş, s. 157; Abdûllatifj 477;
Hammâdî, s. 44; Ukaylî, Kerbela,
s. 477.
[891] Ahmet Ağırakça, Emeviler Döneminde Saltanata Karşı
Hilafet Mücadeleleri, İstanbul 1992, s. 113-114.
[892] Işş, s. 179.
[895] İbn A’sem, Yezid’in Kerbela olayından sonra Küfe ve Basra
valiliğinin tamamını îbn Ziyad’a verdiğini ayrıca 1.000.000 dirhemle de
ödüllendirdiğini belirtiyor. Fütûh,
İÜ, 156-157; Demircan ise bu haberle ilgili olarak şunları söylüyor:
Bu rivayeti destekleyecek başka bilgi bulunmadığı için Şiî kaynaklı olması
muhtemel olan söz konusu rivayete olan güveni azaltmaktadır.” iktidar
Mücadelesi, s. 356-357.
[896] Işş, s. 172.
[897] Vekil, s. 225.
[898] İftitah. s. 32.
[900]
Muhalefet Partileri, s. 114-115.
[903] Fığlalı, “Hüseyin”, DİA, XVIII, 521.
[904] Hatipoğlu, Hadis Münasebetleri, s.
47; Ayrıca bkz. H. İbrahim, Zu’âmâü’l-İslâm,
s. 205;
Brockeiman, s. 128; Demircan, İktidar
Mücadelesi, s. 386.
Imâmetü, 1,407; Benzer
ifadeler için bkz., Zerrinkûp, s.417
[906]
Conrad, s. 721; Şehristânî, s. 24; Mahmoud M. Ayoub. “Husayn îbn Ali”, The Oxford Ene, s.
151.
[908] Bahriye Üçok, İslam Tarihi, Emevîler-Abbâsîler, Ankara
1979, s. 43; Demircan, iktidar
Mücadelesi, s. 387.
[909] Welhausen, Partiler, s. 116-117; Müsned,
s. 29; Haşan Onat, Şiî
Hareketleri, s. 73-74; Demircan, İktidar Mücadelesi, 309-325;
Ukaylî, Kerbela,
s. 483.
[910] Akil, s. 105; Ayrıca bkz. Hitti, Tarih, II,
204; Yiğit, “Emevîler”, DİA,
XV, 90.
[911] İmâmetü. 1,407.
[913] İmâme, 1,403; Ayrıca bkz.,
Muğniyye, s. 64; Müderrisi, s. 39.
[914] Sözlüklerde “Yezit, nefret edilen
kimseler için kullanılan bir sövgü sözü”, Yezitlik, Yezit olma durumu, kötülük,
hainlik” anlamında kullanılmıştır. Türkçe sözlük, Türk Dil
Kurumu, Ankara, 1982, s. 867.
[915] Müsned, s. 20 vd.
Peygamber’den işitilen bir hadis-i şeriftir ki, bu
hadis-i şerifte Mekke’de savaşmanın haramhğı söz konusu edilmektedir. İbn
Sa’d’ın kaydettiğine göre Ebu Şüreyh, Amr b. Saîd’e şöyle demiştir: “Ben
Rasulullah’ın şu şekilde buyurduğunu işittim: “Allah (c.c), günün, bir anında
Mekke’de savaşmam için bana izin verdi.Sonra eskisi gibi Mekke'de savaşılmasını
haram kıldı.” Tabakât,
V, 185.
[918] Mekke’nin Taif istikametinde bulunan bir
vadisidir. Yakut. Mu’cem,
IV, 51
[919] Belâzürî, Ensâb, V, 330; Selûmî, H,
45; İbnü’l İmâd, 1,271-272.
Taberî, IV, 255; Orduya
katılanlarm sayısının 4000 olduğunu söyleyenler de bulunmaktadır. Ancak bu
sayının Medine’den harekete geçildiği esnada mevcut olduğu, yolda ise büyük
çoğunluğunun birliklerini terkettiği söylenebilir, krş. bkz. Belâzürî, Ensâb. IV,
330; Kıster, s. 35; Selûmî, İL, 45.
[921] Belâzürî, Ensâb, V, 330; îbn Sa’d,
V, 186; Bir başka ifadeyle bunların çoğu aslında asker değildi.
[922] Belâzürî, Ensâb, V, 330; Ayrıca
bkz., Ahmed İsmail, s. 179; Selûmî, II, 45; Kıster, s. 35.
[923] İbn Sa’d, V, 186; Belâzürî, Ensâb, V,
333; Ebû’l-Arab, s. 144; İsfahânî, Egânî, XIV, 232; Ibnü’l-
İmâd, 1,271; Selûmî, II, 48.
[924] Ahsanullah. s. 46; Zübeyr el-Bekkî, I,
81.
[925] Harra, s.
35-36.
[927] Üçok, s. 40
[928] Küçûkaşçı Medine, s. 90; Bu tayin ve
azille ilgili olarak bkz. Belâzürî, Ensâb, V, 334; Taberî, IV,
366-367; tbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
100, Selûmî, II, 49.
[930] Taberî, IV, 368
[931] îbn Sa’d, V, 66; Belâzüri, Ensâb, V,
341; Taberî, IV, 371; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV; 111-112;
Diyarbekri, II, 300; Ibnü'I-îmâd, IV, 283; Hudarî, Tarih, s. 461; Muhammed
Hüseyin Hudarî, Nakdu
Kitabu fi’ş-Şi’ri’l-Câhilî, thk., Ali er-Rıda et-Tunûsî, Beyrut
trz., s. 165; Welhausen, Arap
Devleti s. 72; Koyuncu, s. 107-108.
[932] Taberî, IV, 370; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
111-112; Welhausen, bunlarla ilgil olarak şöyle demektedir: “Bu heyetin
mensuplan filvaki Zübeyr taraftan olmamakla beraber, Ümeyye aleyhdarı olan
umumî efkârın nüfuzlu mümessilleri idiler.” Arap Devleti, s. 72.
[933] Belâzürî, Ensâb, V, 337.
[934] Kışta-, s. 36.
[935] İbn Sa’d, V, 66; Halîfe, s. 237;
Belâzürî, Ensâb,
V, 338; Taberî, IV, 380; îbn Abdirrabbih, IV, 355;
Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
102-103; Diyarbekrî, II, 300; Nüveyrî, XX, 486-487; Îbnü’l-İmâd, IV, 283.
[936] Belâzürî, Ensâb, V, 337-338;
352-353; Taberî, IV, 380; İbnüT-Esir, Kâmil, IV, 103; Dozy’e
göre
onların “Hırsızlar ve
haydutlar” diye nitelendirdikleri bedevilerdir. Yezid, çölde yetiştiği için
fırsat buldukça haydutluk yapsalar bile bu çöl evlatlarına çok önem veriyordu.”
Tarih,
s. 226.
[937] Taberî, IV, 380; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
103; İbn Abdirabbih, IV, 355.
[938] *
Ibn Abdinabbih, IV,
355; Ukaylî ise Medinelilerin Hanzala’ya sordukları soruyla ilgili şu
değerlendirmeyi yapmaktadır: “Anlaşıldığı kadarıyla Medinelilerin bizzat
kendileri bile Yezid’e karşı yapılan ithamlar hususunda bu heyetin sözlerinden
mutmain değillerdi. Bu sebeple de Abdullah b. Hanzala’ya garip garip sorular soruyorlardı...”
Vakatü’l-Harre,
s. 161.
[940] Ibn Sa’d, V, 66.
[941] Mesûdî’ye göre Firavn’dan daha da kötü bir
yaşantı idi. Mürûc. III, 78.
[942] Kıster, s. 37-38; Ukaylî, Vak’atü’l-Harre, s. 162.
[943] Îsfahânî, Egânî, I, 28-29; îbn
Kesir, Bidâye,
VIII, 236-237; Biraz farklılıkla îbn A’sem, III, 163-
164; îbn Tolun, Kaydü’ş-Şerid, s. 42-43;
Feryâl ise bu rivayet’le ilgili olarak şunu ilave ediyor: “Şayet onların iddia
ettiği gibi Yezid, Muhammed b. Hanefiyye’ye karşı gerçek durumunu gizlemiş
olsaydı bunu Medine’den gelen heyete öncelikle yapardı. Çünkü, buradan gelenler
Şam’da gördüklerini beldelerine anlatmak üzere gelmişlerdi. Dolayısıyla Yezid,
adı geçen kötü fiilleri-şayet var idiyse-öncelikle bunlardan gizlerdi. Oysa rivayete
göre Yezid, kendisini adeta teftiş için gelenlerin yanında iddia olunan
fiilleri işlemeye devam etmiştir ki bu pek mümkün görünmüyor. Üstelik Muhammed
b. Hanefiyye’nin Yezid hakkındaki şahitliği diğerlerinkinden daha makbuldür.
Zira O uzun süre onunla birlikte bulunduğunu bildirmektedir. Diğerleri ise çok
kısa bir süre onunla birlikte bulunmuşlardır.“Yezid, s. 125-126.
[944] * •
Ibn Kuteybe, Imâme, I, 177; Beyhakî,
s. 65.
Vâkıdî’nin sika (güvenilir) bir ravi
olduğu ifade edilmiştir. Ibn Hacer, Tehzibû’t-Tehzib, IX, 366.
[946] •
Ibnü’n-Nedim, s. 144.
[947] Ezrâki, II, 202; Ebü’l-Arab. s. 162.
[948] Ebü’l-Arab, 173.
[949] Ukayli, Vakatü’l-Harre, s. 165
[950] Ebü’l-Arab, s. 159-161; Semhûdî, I,
127-130.
[951] İbn Kuteybe, Imâme, I, 176-177;
Ya’kubî, İT, 144-165.
[952] Semhûdî bu şahsın Abdurrahman b. Ebî
Ahmed b. Cahş olduğunu söylemiştir. Vefâü’l-Vefa, I,
127; İbn Kuteybe ise
ibn Mina değil de İbn Misa şeklinde telafiuz etmiştir. Oysa diğer kaynaklarda
İbn Mina şeklinde yazılmıştır. Imâme, 1, 176-177.
[953] Savâfi, “Safiyye” kelimesinin çoğulu
olup, sahibinin bırakıp gittiği mal ve topraklara denir. Geniş
bilgi için bkz. Mustaf Fayda. Hz. Ömer Zamanında Gayr- Müslimler, İstanbul
1989, s. 36
[954] Ebü’l-Arab, s. 160-161.
Ebü’l-Arab, s. 159-160;
Semhûdî, I, 127-128; Aynca bkz. Kışta-, s. 38-39; Ukaylî, Vak’atü’l- Harre, s.
163-164
[956] Ebü’l-Arab, s. 160-161; Semhudî, I, 128;
Aynca bkz. Kıster, s. 39; Ukaylî, Vak’atü’l-Harre, s.
169
[957] Belâzürî, Ensâb. V. 339; Taberî, IV,
369; Îbnü’l-Esir, Kâmil.
IV, 104
[958] Ebü’l-Arab, s. 161.
[959] Küçükaşçı, “Hane Savaşı”, DİA, XVII, 245.
[960] Miktarı, 150.000 vesk hurma ve 100.000
vesk buğday idi. bkz. Semhûdî, L, 127; Ebû’l-Arab, s. 159.
[961] Ukaylî, Muaviye’nin bu kadar geniş bir
araziye hangi yollarla sahip olduğu hususunda detaylı
bilgiler sunmaktadır. Vak’atfl’l-Harre,
s. 165-169
[962] M. Mahfuz Söylemez, Kuruluşundan
Emevilerin Başlangıcına Kadar Küfe Şehrinin Siyasi
Tarihi. Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (yayınlanmamış yüksek lisans tezi),
Ankara 1995, s. 102.
Kışta-, s. 47,49; Ayrıca bkz. İbrahim Beydûn, s. 190.
[965] Üçok, s. 43
[966] Belâzürî, Ensâb, V, 337; Taberî, IV,
367-368.
[967] Kûçükkaşçı, Medine, s. 97.
[968] Demircan, İktidar Mücadelesi, s.
387.
[969] Welhausaı, Partiler, s. 116-117;
Müsned, s. 29; Onat, Şiî
Hareketleri, s. 73-74; Ukaylî, Kerbela,
s. 483; Demircan, İktidar
Mücadelesi s. 309-325.
[970] Halîfe, s. 237; Dineverî, s. 265;
Belâzürî, Ensâb,
V, 340; Taberî, IV, 380; tbnû’l-Esir, Kâmil, IV,
103; Mesûdî, Tenbih, s. 280; Semhûdî,
I, 128; Dozy, Spanısh
İslâm, s. 54; a.mlf., Tarih, s. 226.
[971] îbn A’sem, III, 163-164; İsfâhânî, Egânî, I,
28-29; Diyarbekrî, n, 300; İbn Kesir, Bidâye, VIII,
236-237; İbn Tolun, Kaydü’ş-Şerîd, s.
42-43.
[972] Akyüz, s. 122.
[973] İbn Sa’d, IV, 138; İsfâhânî, Egânî, s.28-29;
Ayrıca bkz. İbn Kesir, Bidâye,
VIII, 236-237;
Küçükaşçı, "Harre
Savaşı”, DİA, XVIII, 245; Mehmet Bahûddin Varol, “Harre Vakası-Sebep
Sonuç-İlişkisi”, Selçuk
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Konya 1997, sayı: VII, s.
522- 523.
[974] Belâzürî, Ensâb. V, 339; Taberî, IV,
371; İbnü’l-Esir. Kâmil.
IV, 111; Mes ûdî. Tenbih.
I. 279:
Semhûdî. I, 128.
[975] Kûçükaşçı, Medine,
s.98.
[976] Belâzürî, Ensâb, V, 339. Taberi, IV,
371.
[977] Belâzürî, Ensâb, V, 340; Taberi, IV,
371; tbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 111-112; Hm Kesir, Bidâye,
VIII, 221; Semhûdî, I, 128; Welhausaı, Arap Devleti, s.
73.
[978] Ebü’l-Fadl İbrahim Muhammed ve arkadaşı,
Eyyâmü’l-Arab
fi’l-İslâm, Beyrut, 1988/1408, s.
414; Işş, s. 175.
[979] Taberi, IV, 371; İbnü’l-Esir, Kâmil IV,
111-112; Hudari, Tarih,
s. 461.
[980] Küçükaşçı, “Harre Savaşı”, DİA. XVIII,
245.
[981] Belâzürî, Ensâb, V, 340; Taberî, IV,
371; İbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 112; İbnü’l-Cevzî, Muntazam,
VI, 13; Nüveyrî, XX, 488; Welhausen, Arap Devleti, s.
73.
[982] Taberî, IV, 371; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
111, Semhûdî. I, 128; ibn Kesir, Bidâye, VIII, 221;
Belâzürî, bu teklifin
İbn Ziyad’a da yapıldığından bahsetmez. Ensâb, V, 340; Diğer
taraftan İsfahânî bu görevin ilk olarak Sahr b. EbiT-Cehm el-Kaynî’ye teklif
edildiğini, ancak bu şahsın ordununu harekete geçmesinden az önce ölmesi
üzerine yerine Müslim b. Ukbe’nin geçirildiğini söylemektedir. Egânî, I, 31;
îbn A’sem’e göre ise söz konusu teklif ilk olarak Dahhak b. Kays’a yapılmıştır.
Fütûh.
III, 179.
[983] Halîfe, s.238; İbn Abdirabbih, IV, 354;
İbnüT-Esir, KâmiL
IV, 112; Nüveyrî ise bu rivayeti meçhül
siga ile naklediyor. Nihâye, XX.
488.
Egânî,
1,31-32; Dozy,
Spanışh İslam, s. 57.
Dozy, Spanışh İslam, s. 57.
[986] Göğüste şişme ve su toplanması şeklinde
tezahür eden bir hastalık türü. Bkz. Lisanü’l-
Arab,..................... maddesi,
VII, 420.
[987] Ezrâkî, 1,139; Belâzürî. Ensâb, V, 343;
îbn A’sem, III, 179; Selûmî, II, 64.
Dozy, Spanışh İslam, s. 57.
[989] Akyüz, s. 281.
[990] Belâzürî, Ensâb, V, 340; Taberî, IV,
372; Îbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 112-113; îbn A’sem’e göre
süvarilere 200, yaya
olarak şavaşa katılacaklara ise 100’ er dinar maûnet verilmiştir. Fütûh, III,
180.
[991] Ya’kubî, II, 165.
[992] îbn A’sem, IH, 180.
[993] Ebü’l-Fida, Muhtasar, 1,267.
[994] * •
îbn Kuteybe, Imâme, II, 7.
[995] Belâzürî, Ensâb, V, 340; Taberî, IV,
271; İbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 112; îbn Tağriberdî, I, 209;
Semhudî, 1,128; Welhausen, Arap Devleti, s. 73.
[996] İmame, I, 179.
[997] Taberî, IV, 373; Hitti, Tarih, I,
304; Küçükaşçı, Medine,
s. 100; a. mlf., “Harre Savaşı”, DİA,
XVIII, 246.
Welhausen, Arap Devleti, s. 73, 1 dn.
[999] Dineverî, s. 263; Belazürî, Ensâb, V,
340-341; Taberi, IV, 372; Karamanı, II, 12; Nüveyrî, XX,
389; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
112-113; Îbnü’l-Cevzî, Muntazam,
VI, 13.
[1000] Ebü’l-Arab, s. 162; Ayrıca bkz. Mesûdî,
Tenbih, s. 279; Semhûdû, I, 131.
[1001] Feryâl, s. 82-83; Şemrî, s. 119; Ukaylî, Vakâtû’l-Harre. s.
169-170; Welhausen, Arap
Devleti, s.
74.
[1002] Bu konuşma bkz. İbn Sa’d, V, 145; Ayrıca bkz.
Ukaylî. Vakâtü’l-Harre.
s. 169-170.
[1003] Belâzürî, Ensâb, V, 340; Taberî, IV,
372; İbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 113; Semhûdî, 1,129.
[1005] Ebü’l-Arab, s. 162, 173.
[1006] Dozy, Tarih, s. 226; Küçükaşçı,
“Harre Savaşı”, DİA,
XVIII. 245.
[1007] Hayyât, s. 237; Dineverî, s. 265; Taberî, IV, 374; İbn
Abdirrabih, IV, 355; îbnü’l- Esir, Kâmil, IV, 115; Lammens, Le Calıfat de
Yazıd, s. 245.
[1008] Taberî, IV, 374; tbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
115; Semhûdî, I, 129; Lammens, Le Calıfat de Yazıd, 239;
Küçükaşçı, “Harre Savaşı”, DİA,
XVIII, 246; Ukaylî, Harre, s. 170.
[1009] Ukaylî, Harre, s. 170.
[1010] Halîfe, I, 237; Belâzûrî, Ensâb, V, 342; Taberî, IV,
374; tbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 115; Lammens, Le
Calıfet de Yazıd, s. 245; Küçükaşçı, Medine, s. 103.
[1011] Semhûdi, 1,129; Mesûdî, Tenbih, s.
280.
[1012] Halîfe, 1,237; Taberî, IV, 374; Zehebî, Tarih, s.
24.
[1013] Medine ile Şam arasında bir
vadidir. Şam’dan giden hacıların yolu üzerindedir. Yâkut, Mu’cem, IV,
384, 397; Ubeydullah b. Abdullah tbn Hurdazbeh. el-Mesâlik ve’l-Memâlik. Leiden
1889, s. 150
U7 îbn Sa’d, III, 39; Belâzürî, Ensâb, V, 341;
Îbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 112-113; Ebü’l-Fadl, Eyyamü’I-Arab, s. 414-415;
Dozy, Mervan’m böyle yaparak yeminine sadık kaldığın söylüyor.Ona göre Mervan
yemin ettiği için Müslim’e bilgi vermemiş, gerekli şeyleri oğu Abdul Melik’e
söyletmiştir. Çünkü o, Medinelilere, herhangi bir konuda yemin vermemişti. Spanışh İslam, s.
58.
[1015] îbn Sa’d, V, 225; Belâzürî, Ensâb, V,
341; Taberî, IV, 373; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 114; îbnü’l-
Cevzî, Muntazam,
VI, 14; Dozy, Spanışh
İslam, s. 59; Lammens, Le Calıfat de Yazıd, s.
237- 238; Riyad îsa, Abdülmelik’in bu tavsiyelerle şunları elde etmek
istediğini belirtiyor: 1. Abdülmelik, iktidarın Yezid’e kalmasını istemiştir.
Çünkü Yezid, Emevî, ailesine mensuptu. Böylece iktidar Emevîlerde kalmış
olacaktı. Bu da iktidarın, kendi ailesine geçişini kolaylaştırmış olacaktı. 2.
Medine’de kendi ailesine ve diğer Ümeyye Oğullarına karşı yapılan muameleden
dolayı Medinelilerden intikam almış olacaktı. Niza, s. 67.
Belâzürî, bunların
tamamının 4000 kişi olduğunu ve çok azınm Yezid’in yanma gittiğim, diğerlerinin
ise Müslim ile birlikte Medine’ye döndüğünü söylüyor. Ensâb, V,
346.
[1017] Medine’de iki adet harre bulunuyordu. Medine’nin
doğusunda bulunan haneye Harretü’l-Vâkım adı verilmiştir, bkz. Yâkut. II, 249;
Lammens, Le
Cahfat de Yazıd, s. 238.
[1018] Belâzürî, Ensâb, V, 342; Taberî, IV,
374, Îbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 115; Nüveyrî, XX, 491.
[1019] Belâzürî, Ensâb, V, 342; Taberî, IV,
374; İbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 115; Küçükaşçı, Medine, s. 104.
[1020] Belâzürî, Ensâb, V, 343; Taberî, IV,
374; İbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 115; Semhûdî, I, 129; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 219;
Welhausen, Arap
Devleti, s. 73; Lammens, Le Cahfat de Yazıd, s.
242-243.
[1021] Lammens, “Müslim b. Ukbe”, İA, İstanbul
1960, VIII, 824.
[1022] Lammens, Le Cahfat de Yazıd, s.
241-242; Dozy, Spanışh
İslam, s. 58-59.
[1023] Belâzürî, Ensâb, V, 343; Taberî, IV,
374; İbnül’l-Esir. Kâmil,
IV, 115; Semhûdî, L 129; Lammens, Le Cahfat de Yazıd, s.246.
[1024] Semhûdî, 1,129.
Lammes, bunların
evlilik yoluyla Umeyye oğullarıyla, akrabalık kurmuş olduklarının söylüyor, Le Cahfat de
Yazıd. s. 247-248.
[1026] Halîfe, s. 238; Belâzürî, Ensâb, V,
345-353; Taberî, IV, 381; Ebü’l-Arab, s. 164; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
118; Semhûdû, I, 130; Nüveyrî, XX, 493; Işş’a göre bu ihaneti yapanlar Benî
Fezârelilerdir. s. 176; Ayrıca bu kabile mensuplarının Hendek savaşında da
müslümanlara ihanette bulundukları rivayet edilmiştir, bkz. Dineverî, s. 265;
Semhûdî, I, 130-131; Lammens, Le
Calıfat de Yazıd, s. 247-248.
Dozy, Spanışh İslam, s.60.
[1028] îbn Sa’d, V, 146; Sıbt, s. 259.
[1029] Halîfe, s. 238; Taberî, IV, 381;
Îbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 118; Nüveyrî, XX, 493
[1030] a
Bu konuda verilen
rakamlarla ilgili geniş bir liste için bkz. Onkal, “Tarafsızlık Problemi,” s.
194- 195.
[1031] bkz. Halîfe, s. 240-250; Ebü’l-Arab, s. 171-183.
[1032] Nihâye, XX, 495.
[1033] İbnüT-İmâd, IV, 284.
[1034] Tarih, s. 30.
[1035] Belâzürî, Ensâb, V, 350-351.
[1036] Geniş bilgi için bkz. Ebû’l-Arab, s. 171; Belâzürî, Ensâb. V,
351; Makdisî, VI, 14, İbn A’sem, m, 182; Semhûdî, L, 126; Sıbt, s. 259; Yakut, Mu’cem, n,
287
[1037] İbn Kuteybe, İmame, I, 185; Ebü’l-Arab,
s. 171; Mahmud Makdiş, Nüzhetü’l-Enzâr
fi Acâibi’t- Tevârîhi ve’l-Ahbâr, thk. Ali ez-Zevârî- Muhammed
Mahfuz, Beyrut 1988, 1, 200.
[1038] Conrad. s. 722.
[1039] İbn Abdirrahbih, IV, 355; Ayrıca bkz.
Ukaylî, Vak’atü’l-Harre, s. 171.
[1040] Hammaş, s. 158.
[1041] Taberî, IV, 377.
[1042] Krş. bkz. Taberî, IV, 377-379.
[1043] Ezrâkî, I, 139; İbn Sa’d, V, 68;
Abdullah b. Müslim ibn Kuteybe, Maarif, thk., Servet
Ukkâşe, Mısır 1413/1992, s. 351; Belâzürî, Ensâb, V, 345; Dineverî, s. 266;
Ebü’l-Arab, s. 171; İbn A’sem,
m, 182; Ibnü’l-Esir, Kâmil, IV, 117-118,
Îbnü’l-İmâd, IV, 284; Mes’ûdî, Tenbih, s. 280; Semhûdî,
I, 126-132; Nüveyrî, XX, 493; İbn Tiktaka, s. 116; İbn Kesir, Bidâye, VIII,
223; Mes’ûdî, Mürûc,
III, 78; Ayrıca bkz. Selûmî, II, 66; Lammens, Le Calıfat de
Yazıd, s. 248-249; a. mlf. “Müslim b. Ukbe”, İA, VIII, 824; Makdiş,
I, 199.
Ezrâki, I, 139; ibn
Kuteybe, Maarif
s. 351; Dineverî. s. 266; Mes’ûdî, Tenbih, 280; Zehebî, Düvel, s.
38.
[1045] Mıhan, s. 171.
[1046] Fûtûh, III, 182.
[1047] Semhûdî, I, 132, 134; Zehebî, Tarih, s. 25-26;
İbnü’l-Cevzî; Muntazam,
VI, 15; İbn Kesir, Bidâye,
VIII, 221; Suyûtî, s. 209; Yakut, Mu’cem, n, 288
[1048] Semhûdî, 1,135; İbnü’l-Imad, IV, 284;
Makdiş, 1,199.
[1049] Şehristanî, s. 35-36.
[1050] Belâzürî, Ensâb, V, 345; Ebü’l-Arab,
s. 182-183; Selûmî. II. 66.
[1051] Bidâye, VIII, 225-226.
[1052] Hudarî, s. 462; Şehristanî, s. 35-36; Makdiş, I, 199.
[1053] Le Calıfat de Yazıd, s. 249-250;
a. mlf “Müslim b. Ukbe”. İA, VIII, 824.
[1054] Le Calıfat de Yazıd. s. 244.
[1056] Hilafe, s. 112.
[1057] Selûmî, II, 66,1 dn.
[1058] Tarafsızlık, s. 196-197,
[1059] Küçükaşçı, Medine, s. 109; Bu
hadisler için bkz. Buhârî, “Fadâili’l-Medine”, 7; Ahmed b. Hanbel, III, 79;
Sıbt, s. 258; Semhûdî, I, 124-125; İbn Kesir, Bidâye. VIII, 226.
[1060] Belâzürî, Ensâb, V, 346-348;
Şemhûdî, I, 126; Halîfe, s. 239; Taberî, IV, 378-379; Îbnü’l-Esir, Kâmil. IV,
118; Mes’ûdî. Tenbih,
s. 280; Makdisî, VI, 14.
[1061] Halîfe, s. 239; Belâzürî, Ensâb, V,
346-348; Taberî, IV, 378-379; Nüveyrî, XX, 493.
[1062] İbn Sa’d, V, 68; Belâzürî, Ensâb, V,
354; Nüveyrî, XX, 493.
[1063] İbn Hişam, II, 137.
[1064] îbn Abdirabbih, IV, 357; Dineverî, s. 267;
Kuraşî, s. 118; İbnü’l-îmad, IV, 278.
[1065] Şezerc, IV, 278.
[1066] İbn Sa’d, V, 68.
[1067] Nihaye, XX, 495.
[1068] İrfan Aycan-M. Mahfuz Söylemez, “İbn Teymiyye ve
Emevîler”, İdeolojik
Tarih Okumaları, Ankara 1998, s. 135, benzer ifâdeler için bkz. İbn
Tolun, Kaydü’ş-Şerid,
s. 44-45; Şemrî, s. 125.
[1069] Sûratü Yezid. s. 83.
[1070] Bidâye, VIII, 237.
[1071] Hamnrade, s. 43; Vekil, s. 281; Ukaylî, Vak’atfi’-Harre, s.
159-160.
[1072] Tâhâ Hüseyin, s. 1031; Ibn Tolun, Kaydû’ş-Şerid, s.
41.
[1073] Emeviyyûn, s. 283.
[1074] Tarih, 1,227.
[1075] Emeviyyûn. s. 280.
[1076] Vak’ariİ’l-Harre, s. 160.
[1077] Ümeviyye, s.
178-179.
[1078] Welhausen,
Arap
Devleti, s. 76.
[1079] Ukaylî, Vak’atü’l-Harre, s. 173.
[1080] Hammaş, s. 158.
[1081] Belâzürî, Ensâb,
V, 349; Taberî, IV, 381; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 123; Semhûdî,
I, 136; Vâkıdi’ye göre ise Müslim’in tayin ettiği vekilin adı Amr b. Mahreme
el-Eşcâî’dir. bkz. Taberî, IV, 381.
[1082] Belâzürî, Ensâb, V, 349; Taberî, IV,
381; îbn Abdirabbih, IV, 357; Semhûdî, 1,136.
Bunlar arasında
Kâbe’nin Cebel-i Kubeys üzerine kurularak mancınıklarla taşlanması da var. bkz.
ibn A’sem, İÜ, 185; Semhûdi, 1, 136-137; İbnü’l-Cevzî, Muntazam, VI,
17;.
[1084] Belâzürî, Ensâb, V, 357; Taberî, IV,
382; İbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 123.
[1085] Bu dua, onun putperest olduğunu ve imanın gölgesinden bile uzak
olduğunu söyleyen bazı tarihçilerin iddialarının yalanlayacak ifadeler
içermektedir. Söz konusu iddialar için bkz. Dozy, Spanışh İslam, s. 57;
Welhausen, Arap Devleti, s. 74-75.
Mekke yakınlarında bulunan bir dağdır. Yâkut, Mu’cem. V.
159
[1087] Belâzürî, Ensâb, V, 357; Taberî, IV,
382; Kehhâle, Mu’cemü
Me’sta’cem, IV, 1233.
[1088] Taberî, IV, 382; İbnü’l-Esir. Kâmil IV,
124.
[1089] Ayçan. Zübeyrîler, s. 59.
[1090] Taberî, IV, 382.
[1091] Taberî, IV, 382, İbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
123-124.
Küçükaşçı, Medine, s. 113.
[1093] Belâzürî Ensâb,
V, 373; Taberî, IV, 382; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 124; Ayrıca
bkz. Welhausen, Partiler,
s. 40-41; a.mlf Arap
Devleti, s. 78.
[1094] Belâzürî, Ensâb, V, 358-359.
[1095] Taberî, IV, 383.
[1096] Dineverî, s. 267-268; Belâzürî, Ensâb, V,
360; İbn Abdirabbih, IV, 358-359.
[1097] Belâzürî, Ensâb, V, 360-362; İbn
Abdirabbih, IV, 359.
Halîfe, s. 252;
Belâzürî, Futûhu’l-Buldân,
s. 67; Mes’ûdî. Mürûc,
III, 81; ibn Abdirabbih, IV, 358-359; Nüveyrî, XX, 497; Avâne’ye
göre de böyle, bkz. Taberî, IV, 383.
[1099] Ezrâkî, I, 130; Belâzürî, Ensâb, V, 364; Ya’kubî,
II, 166: Taberî, IV, 383;, İsfahânî, Egâni III, 277; Ayrıca
bkz. Lammens, “Mekke”, İA, VII, 636; Akîl, s. 114-115.
[1100] Belâzürî, Ensâb.V, 369; Taberî, IV,
383.
[1101] İsfahânî, Egânî. III, 277; Aynı
rivayet için bkz. İbn Kesir. Bidâye.
VIII, 228.
[1102] Tarih. II, 166.
Belâzürî, kendisinin de şüphe ile karşıladığı bir
haberi meçhul (passive) siga ile vermektedir: “Ucunda ateş olan fitili, bir
tarla faresi çekmiş, bu ateşten de Kâbe’nin etrafında bulunan bazı eşyalar
tutuşmuştur. Rüzgarın da tesiriyle bu eşyalardan savrulan kıvılcımlar, Kâbenin
örtüsünü tutuşturmuştur.” Ensâb,
V, 369.
[1104] Ezrâkî, 1,130; Halîfe, s. 253; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s.
67; a. mlf, Ensâb,
V, 369; Taberî, IV, 383; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 124; Mes’ûdî,
İÜ, 81.
[1105] Ezrâkî, I, 130; Belâzürî, V, 369; Taberî, IV,
383; Îbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 124; Ayrıca bkz.
Wehlausen, Arap
Devleti, s. 78; Ayçan, Z&beyriler, s. 61.
Ayçan, Zübeyrîler, s. 61.
[1107]
Dineverî, s. 268; Belâzürî, Ensâb,
V, 363; Taberî, IV, 385.
Mekke’nin Mina yönünde
bulunan bir mahallesi, bölgesidir. Mekke’ye de bu ismin verildiği
söylenmektedir, bkz., Yakut, Mu’cem,
I, 95
Geniş bilgi için bkz. Dineverî, s. 268; Belâzürî, Ensâb. V.
371-372; Ya’kubî, II, 168; Taberî, IV, 385-386; İbnü’l-Verdî, I. 165;
İbnü’l-Esir, Kâmil,
V, 123.
[1111] İsmail L. Çakan-Muhammed Eroğlu, “Abdullah îbn
Abbas’’. DİA,
İstanbul 1988,I, 77
[1112] Dozy, Tarih, 1,224, Feryâl. s.
84-85.
[1113] Tâhâ Hüseyin, s. 1031.
[1114] Belâzürî, Ensâb, V, 188-189;
İbnû’l-Esir, Kâmil,
III, 518.
[1115] Partiler, s. 37-38.
[1116] Adran Demircan, Haricîlerin
Siyasi Faliyetleri, İstanbul 1996, s. 153.
[1117] Belâzürî, Ensâb, V, 193; Taberi, IV,
360; Müberred, III, 260; Ayrıca bkz. Weihausen, Partiler, s.
39; Demircan,Hâricîler,
s. 153; Tâhâ Hüseyin, s. 1016.
[1118] Taberî, IV, 232; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
94-95.
[1119] Belâzürî, Ensâb, V, 189.
[1120] Belâzürî, Ensâb,
V, 189-190; Müberred, 111,248.
[1121] Welhausen, Partiler, s. 39.
[1122] Ahvâz’m nahiyelerinden olup, Râmhurmuz ile Arracân
arasında; Arracân’a yakın bir yerdir, bkz.
Yâkut, Mu’cem, I, 53.
[1123] Belâzürî, Ensâb,
V, 191; Taberî, IV, 360; İbnü’l-Esir, Kâmil, III, 519; Ayrıca
bkz. Welhausen, Partiler,
s. 39; Yüksel, s. 33.
[1124] Belâzürî, Ensâb, V, 192; Taberî, IV,
360; İbnü’l-Esir, Kâmil,
İÜ, 519; Ayrıca bu esnada gönderilen komutanın admm İbn Hısn
et-Temîmî olduğunu söyleyenler de vardır, bkz. Taberî, Vehb b. Cerir’e göre,
IV, 232; Ayrıca bkz. Ethem Ruhi Fığlah, “Hâricîler”, DİA, İstanbul 1998, XVIII,
171.
[1125] Taberî, IV, 360-361; İbnü’l-Esir, Kâmil, III,
519; Müberred, 111, 552-553.
[1126] Fâris bölgesinde Kâzerûn yakınlarında bir
şehirdir, bkz. Yâkut, Mn’cem,
II, 66.
[1127] Belâzürî, Ensâb,
V, 192-193; Taberî, IV, 361; Müberred, III, 253-254; tbnü’l Esir, Kâmil, IV,
94- 95.
[1128] Fığlalı, “Hâricîler”, DİA, XVIII,
171.
[1129] Welhausen, Partiler, s. 40.
[1130] Taberî, IV, 360; İbnû’l-Esir, Kâmil, IV, 94; Nüveyrî,
XX, 482; Zehebî, Siyer,
IV, 38; Welhausen, Partiler,
s. 39-40.
[1131] Welhausen, Partiler,
s. 116-117; Müsned, s. 29; Onat. Şiî Hareketleri, s. 73-74;
Ukaylî, Kerbela,
s. 483.
[1132] Onat, Şiî Hareketleri, s. 72.
[1133] Taberî, IV, 426; Mes’ûdî, Murûc, III, 100-101; Îbnü’l-Esir,
Kâmil,
IV, 158; îbn Kesir, el Bidâye, VHI, 255;
Ayrıca bkz. Welhausen, Partiler,
s. 116; Koksal, s. 220; Onat, Şiî Hareketleri, s. 62;
Yüksel, s. 160-161; Demircan, İktidar
Mücadelesi, s. 316.
[1134] Taberî, IV, 227.
[1135] Taberî, IV, 426.
[1136] îbn Kesir, Bidâye, VIII, 255;
Welhausen‘e göre de böyledir. bkz. Partiler, s. 117.
[1137] Onat, Şiî Hareketleri, s. 77.
[1138] Sıbt, s. 213; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 14;
İbn Kesir, Bidâye,
VIII, 149.
[1139] Ayçan, Muaviye, s. 271.
[1140] H. Dursun, “Yezid b. Muaviye”, İA,
XIII, 413.
[1141] Vekil, s. 256.
[1142] Vekil, s. 256; Ayçan, Emevîler, s. 35;
Welhausen’e göre ise Yezid’in barış sever mizacı bunda etkili olmuştur, bkz. Arap Devleti, s.
79.
[1143] Zehebî, Siyer, IV, 37; îbn Kesir, Bidâye, VIII,
146; Aynca bkz. Vekil, s. 194; Ganim, s. 29-30;
Umeriyyu, s. 240.
[1144] Ganim, s. 31.
[1145] Ganim, s. 31.
[1146] Vekil, s. 194.
[1147] Hodgson, I, 162.
[1148] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân. s.
219-220.
[1149] İbnû’l-Esir, Kâmil, IV,
244.
[1150] Taberî, IV, 361; İbnû’l-Esir, Kâmil, IV,
95.
[1151] Taberî, IV, 362; İbnû’l-Esir, Kâmil, IV,
95; Nüveyrî, XX. 484.
[1152] Taberî. IV. 362; İbnû’l-Esir, Kâmil. IV,
95; Nüveyrî, XX. 484
[1153] Taberî, IV, 363; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
95; Nüveyrî, XX, 484.
[1154] Taberî, IV, 363; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
95-96; Nüveyrî, XX, 484-485.
[1155] Buradaki faaliyetler hakkında adı geçen kaynaklarından başka bkz.
İbn Tağriberdî, I, 205; Diyarbekrî, H, 297; Abdüllatif, s. 131; Vekîl, s.
254-256; Şemrî, s. 68-69.
[1156] Nadir özkuyumcu, Emeviler’in Sonuna Kadar Mısır ve
Kuzey Afrika, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
(yayınlanmamış doktora tezi) İstanbul 1993, s. 145-146.
[1157] Özkuyumcu, s. 147-148.
[1158] Ebu’l-Kasım İbn Abdilhakem, Kitabu Futûhu Mısr ve Ahbâruhâ, Kahire
1415/1994, s. 329.
[1159] Taberî, IV, 178; tbnü’l-Esir, Kâmil, ÜI, 472; İbn
Abdilhakem, s. 332-333; Ayrıca bkz. Besam el- Aselî, Ukbe b. Nâfi, Beyrut
1407/1987, s. 55; Vaglieri, I, 92; Abdullah ez-Zekere, Ukbe b. Nâfi, Dâru’l-Kuteybe
1401/1981, s. 85; Makdiş, 1,218.
[1160] İbn Abbadilhakem, s. 333.
[1161] İbn Abdilhakem, s. 333; Ayrıca bkz. Zekere, s. 90-91; Makdiş,
1,211-212; Aselî, s. 58-59; İbnü’l- Esir, Kâmil, III, 472-473;
Özkuyumcu, s. 153.
[1162] Zekere, s. 97; Makdiş, 1,211; Aselî, s. 60.
[1163] İbnü’l-Esir, Kâmil,
III, 467; İbn Abdilhakem, s. 334; Ayrıca bkz. Makdiş, I, 213;
Zekere, s. 92-93: Aselî, s. 59; Özkuyumcu. s. 154.
[1164] İbnü’l-Esir, Kâmil,
III, 105; İbn Abdilhakem, s. 334; Aselî, s. 59; Zekere, s. 95-96;
Makdiş, I, 212.
[1165] özkuyumcu, s. 155; Geniş bilgi için bkz. Îbnû’l-Esir, Kâmil, IV,
103; İbn Abdilhakem, s. 335; Makdiş, 1,218; E. Levî Provençal, “Ukbe b. Nâfi”,
İA, XIII, 20; Brockelman, s. 217; Bekkî, I, 82, Zekere, s. 97; Aselî, s. 60.
[1166] özkuyumcu, s. 155.
[1167] Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 105; İbn
Adilhakem, s. 335; Aselî, s. 60; Makdiş, I, 213.
[1168] îbn Abdilhakem, s. 335; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
105; Makdiş, 1,213; Aselî, s. 65.
[1169] Ukbe’nin Kuseyle’ye muamelesi hakkında geniş bilgi için bkz.
Îbnû’l-Esir, Kâmil,
IV, 105; îbn Aselî, s. 71; Provençal, “Ukbe b. Nâfi”, İA, XIII, 20;
Makdiş, 1,98.
[1170] Bu konuda geniş bilgi için bkz. Ibn Abdilhakem, s. 335-338;
Îbnû’l-Esir, Kâmil,
IV, 105; Aselî, s. 66-72, Zekere, s. 103; Makdiş, 1, 215-217; Bekkî,
1, 82-83; Zehebî, Tarih,
s. 23; Vekil, s. 257- 263; Şükrü Faysal, Hareketü’l-Fethi’l-İslâmî
fi’l-Karni’l-Evvel, Beyrut 1982, s. 169.
[1171] Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 106; Nûveyrî,
XXIV, 28; Şükrü Faysal, s. 169.
[1172] îfrikıyye’nin Mağrib sınırında ve Zâb nehri
kıyısında bir şehirdir, bkz. Yâkut, Mu’cem, IV, 24
[1173] Tehûzâ: îfrikıyye’nin Zâb bölgesinde yaşayan bir Berberi
kabilesinin ismidir. Bu kabilenin meskun olduğu yere de aynı isim
verilmektedir, bkz. Yâkut. Mu’cem,
II. 75
[1174] İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 108; îbn
Abdilhakem, s. 336-337; Aselî, s. 72-73; Makdiş, I, 216-217; Vaglierî, I, 92;
Provençal, “Ukbe b. Nafi”, LA,
XIII, 21; Zehebî, Tarih,
s. 23; Şükrü Faysal, s. 169; Özkuyumcu, s. 160-161.
[1175] İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 109; Nüveyrî,
XXIV, 29-34; İbn Abdilhakem, s. 336-337; Makdiş, I, 216- 217; Provençal, “Ukbe
b. Nafi”, İA. XIII, 21; Faysal, s. 169; Aselî, s. 73-74; Özkuyumcu, s. 161.
[1176] Işş, s. 142-143; Dûri, 143.
[1177] Bidâye, VIII, 149; Benzer
değerlendirmeler için bkz. Ronart Stophen, 564, Feryâl, s. 58.
[1178] Belâzürî, Ensâb, V, 313;
Îbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 14; tbn Kesir, Bidâye,
VIII, 149.
[1179] Riyad îsa, s. 56.
[1180] Hammaş, s. 103-105.
[1181] Hammaş, s. 105.
[1182] Taberî, IV, 258; İbnü’l-Esir, Kâmil. IV,
100-101; Nüveyrî. XX, 486.
[1183] Küçükaşçı, Medine, s. 90.
[1184] Ebû Mihnet, Maktel, s. 21; Taberî, IV, 258-259;
Cahşiyârî, s. 31; îbn A’sem, III, 40-41; îbn Kesir, Bidâye, VIII, 155.
[1185] Ebû Mıhnef, Maktel, s. 22; Dineverî,
s. 231; Taberî, IV, 258; îbn A’sem, III, 42; îbn Kesir, Bidâye, VIII,
155.
[1186] Işş, s. 179.
[1187] Vekil, s. 199.
[1188] Sarıçam, s. 330-331.
[1189] Ebır 1-Kâsım İbn Havkai. Sûratû’l-Ard, Leiden
1928, s. 177-178; Ömer Ferruh. s. 105.
[1190] Lammens, Le Califat de Yazid I, s.
443.
[1191] Futûhu’l-Buldân, s. 188;
Ayrıca bkz. Conrad, s. 722; Lammens “Suriye”, ÎA, İstanbul 1965, XI, 53;
Hammaş, 216-217; Ömer Ferruh, s. 105; Lammens, “Yazid, b. Muawıya”, EL s. 1162.
[1192] Ensâb, V, 380 Yine
Belâzürî’de yer alan bir habere göre ise Muaviye’nin annesi Fâhite, kocası
Yezid’e oğlunu veliaht tayinini telkin etmiştir. V, 380
[1193] Mürûc, 111, 53
[1194] Hilafet, s. 188
[1195] Lammens, Le Caiıfat de Yazid. s.
417.
[1196] Futûhu’l-Buldân. s. 97;
Ayrıca bkz. Kudâme b. Cafer, el-Harac
ve Smaatü’l-Kitab, thk. Muhammed ez-Zebîdî, Kahire 1981, s. 204;
Lammens, Le
Calıfat de Yazıd, s. 422; a. mlf, “Yazıdb. Muavıya”, EL 1162; Şemri,
s. 64; Feryâl, s. 57.
[1197] Le Calıfat de Yazıd, s. 422-423.
[1198] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân.
s. 226-227.
[1199] Le Calıfat de Yazıd. s. 423.
[1200] Lammens, “Yazıd b. Muawıya”, El, 1162.
[1201] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân,
s. 589; Kudâme, s. 204.
[1202] Zehebî, Siyer, IV, 37; İbn Kesir, Bidâye, VU1,146;
Vekil, s. 194; Ganim, s. 29-30.
[1203] Suyûtû, s. 210; Cebbûr, Mülûk, s.
37; Mâverdî’ye göre Beytullah’ı ilk giydiren şahıs Sa’du’l- Yemânî’dir. Bundan
sonra Rasulullah, Yemen’den getirilen bir örtü ile Kâbeyi örttürmüştür. Sonra
da sırasıyla Hz. Ömer (r.a) ve Osman kendi zamanlarında Kıbâtî (Mısır
kumaşından yapılmış) örtü ile Kâbe’yi örtmüşlerdir. Daha sonra da Yezid b.
Muaviye, İran ipeklisiyle Kabe’yi örttürmüştür. Sultaniyye, s. 305.
[1204] bkz. “Gûta”, ÎA,
IV, 831; a.mll “Berede”, İA, II 534-535; a.ml£
“Yazıd b. Muawıya”, El,
1162; a.mlf, Le
Calıfat de Yazıd, s. 423-430.
[1205] Şam’ı çevreleyen bahçelik sahanın adıdır. Berede nehrinin delta ve
cedvelleri ile sulanan kesif ziraat bölgesine tekabül eder ve bu nehrin
Antilübnan boğazlarından çıktığı noktalardan Şam denizine kadar uzanır. (...)
Şam, bu harikulâde latif vaha sayesinde dünyanın dört cennetinden biri
şöhretini kazanmıştır. Lammens, “Gûta”, İA, İstanbul 1964, IV,
831.
[1206] Lammens, Le Calıfat de Yazıd, s.
425.
[1207] Lammens, Le Calıfat de Yazıd, s.
427.
[1208] Lammens, “Berede”, İA, İstanbul 1961, II, 534-535.
[1209] Conrad, s. 722.
[1210] Lammens, Le
Calıfat de Yazıd, s. 428-429; Feryâl, Yezid’in kanal kazarken umumun
menfaatini, bazı insanların menfaatine tercih ettiğini, ama zora da baş
vurmadığını, neticede ise barışçı yolla dilediğini gerçekleştirdiğini
belirtiyor. Sûratfi
Yezid, s. 56.
[1211] Ibn Tolun, Kaydû’ş-Şerid, s. 50-51.
[1212] Lammens, Le
Calıfat de Yazıd, s. 429; a.mlf, “Yazıd b. Muawıya”, El, s.
1162; Stophen, s. 564; Cebbûr, Yezid, s. 376.
[1213] Lammens, Le
Calıfat de Yazıd. s. 429; a.mlf, “Yazıd b. Muawıya”, El, s.
1162; Stophen, s. 564; Cebbûr, Yezid. s. 376; Hitti, Tarih, I,
363; Conrad, “Yazıd I”, Dıctıonary
of the ...”, XII. 722.
[1214] Belâzürî, Ensâb,
V, 375; Taberî, IV, 383; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 125; îbn Kesir,
Bidâye,
VIII, 239;
Nûveyrî, XX, 499; Diyarbekrî, II, 300; îbn Tolun, Kaydu’ş-Şerid, s.
50; Umeriyyu, s. 242; Welhausen, Arap Devleti, s. 79;
Lammens, Le
Calıfat de Yazıd, s. 477-478; Şemrî, s. 76.
[1215] Belâzürî, Ensâb, V, 375; Ya’kubî,
II, 168; Taberî, IV, 383; îbn Kesir, Bidâye, VIII, 240;
Nüveyrî,
XX, 499; Ayrıca bkz.
îbn Tolun, Kaydu’ş-Şerid, s. 50; Züheyr el-Bekkî, s. 84; Fâhûr, s. 80;
Umeriyyu, s. 242.
[1216] Belâzürî, Ensâb, V, 375; Taberî, IV,
383; îbn Abdirabbih, IV, 358; Ayrıca bkz. Abdüllatif, s. 135,
Ahmed Faiz, XXXV, 298; Şemrî, s. 76.
[1217] Belâzürî, Ensâb, V, 375; Taberî, IV,
383; îbn Abdirabbih, IV, 358; Mes’ûdî, Mürûc, 111, 63; Îbnü’l-
Esir, Kâmil, IV, 125; Ayrıca
bkz.. îbn Tolun, Nüzbe,
s.53; Agabius, s. 74.
[1218] Bed, VI, 16.
[1219] Şam’da bulunan bir yerleşim merkezidir. Yâkut, Mu’cem, V,
51
[1220] Tenbih, s. 280.
[1221] Bidâye, VIII, 239.
[1222] Le Caiıfat de Yazıd, s. 476-477.
[1223] Le Caiıfat de Yazıd, s. 476-477;
Şiir içir bkz., Mes’ûdî, Murûc,
III, 63.
[1224] Mes’ûdî, Murûc, III, 63.
[1225] Lammens, Le Caiıfat de Yazıd, s.
478.
[1226] Siyer, IV, 37.
[1227] Ensâb, V, 300.
[1228] Ensâb, V, 300.
[1229] bkz. Ebû Mihnet MakteL s.
128-129; îbn Kesir, Bidâye,
VIII, 239 (Meçhul siga ile); Ayrıca bkz. Zûbeyr el-Bekkî, I, 84;
Muhammed Hüseyin el-A’lemî el-Hâirî, Dairetü’l-Maarif eş-Şiîyyetü’l- Âmme,
Beyrut 1413/1993, XVIII, 567-569; Lammens. Le Calıfat de
Yazid, s. 475-476; Goldziher, s. 140.
[1230] Lammens, Le Calıfat de Yazid, s.
475-476.
[1231] İmam el-Mehdî, Kitâbü’l-Cevâhiri
ve’d-Dürer min Sîreti Hayri’l-Beşer ..., s. 82’den naklen, Ignaz Goldziher,
“Tod und Andenken des Chalifen Jizid I”, Gesammelte Schriften. Hildesheim
1970, vol.V, s. 140.
[1232] Tod und Andanken..., s. 139.
[1233] Lammens, Le Calıfat de Yazıd, s.
476; Hadis-i Şerif için bkz. Müslim, Hacc, 460
[1234] Zehebî, Tarih, s. 271; Suyûtû, s.
205; ayrıca bkz. Lammens, “Yazıd b. Muawıya”, El, 1162; Fâhûr, s. 76.
[1235] Ensâb, V, 302.
[1236] Belâzürî, Ensâb, V, 303; Taberî, IV,
383; İbn Abdirabbih. IV, 344; tbnü’l-Esir, Kâmil, IV. 125; îbn Kesir.
Bidâye,
VIII, 240.
[1237] bkz., îbn Kuteybe, Maarif, s. 351; Belâzürî, Ensâb, V,
303; Ya’kubî, II, 168; Taberî, IV, 383; îbn Abdirrabbih, IV, 344; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
125; îbn Hazm, Cemilere,
s. 112; îbn Kesir, VIII, 240; Diyarbekrî, İL, 300.
[1238] Lammens, bu çocukların pek çoğunun “ümmü
veled=annelermin cariye olduğunu” söylüyorsa da ilk dönem kaynaklarında böyle
bir bilgi bulunmamaktadır, bzk. Le Calıfat de Yazıd, s.
485.
[1239] bkz. İbn Kuteybe, İmame, 1, 151; İbn
Abdirabbih, İV, 339; İbn A’sem, 11, 336; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV,
III, 506; Suyûtî, s. 203
[1240] bkz. Halife, I, 160-165; İbn Kuteybe, İmâme, I,
162-163; İbnü’l-Esir, Kâmil,
III, 511; İbn Abdirabbih, IV, 340.
[1241] bkz. İbn Abdirabbih, TV, 340; İbn A’sem, II, 336; İbnü’l-Esir, Kâmil, ITT,
506; Suyûtî, s. 203
[1242] İbn Kuteybe, İmâme, 1,187-189.
[1243] Ya’kubî, II, 228.
[1244] bkz. İbn Sa’d, IV, 82; Dineveri, s. 243; Taberî, IV,
254; İbnü’l-Esir, Kâmil,
IV, 37-39; Nüveyrî, XX, 405-408.
[1245] bkz. Dineverî, s. 264; Belâzürî, Ensâb, V, 319-320; Taberî,
TV, 378; Mes’ûdî, Tenbih,
s. 279.
[1246] bkz. Tezimiz, s. 234
[1247] bkz. Yezid’in Hac Emirliği ve Yezid’in
İstanbul seferi konulan.
[1248] Belâzürî, Ensâb, V, 299.
[1249] Mürûc, III, 81.
[1250] Fahrî, s. 113.
[1251] Siyer, IV, 37.
[1252] bkz. Makdiş, 1, 199; Hitti, Tarih, 1,
360; Cebbûr, Mülûk.
s. 31; Alaylı, s. 241-242; Brockehnan, s. 129-130; Useylî, s. 55 1.
dn; İrfan Ayçan, “İslâm Toplamımda Eğlence Sektörünün Ortaya Çıkışı”, AÜİFD, Ankara
1988, XXXVIII, 172-173.
[1253] Feryâl, s. 112-115.
[1254] Mâide 5/1,2,95,96.
[1255] Feryâl, s. 88-89.
[1256] Belâzürî, Ensâb, V, 300; Ya’kûbî,
II, 228; İbn A’sem, III, 11,14; Taberî, IV, 224-225; İbn Tiktaka, s. 113;
Ayrıca bkz. Hitti, Tarih,
I, 360; Brockelman, 129-130; Ayçan, Emevîler, s. 26.
[1257] Feryâl, s. 90
[1258] Belâzürî, Ensâb, V, 319; Taberî, IV,
364.
[1259] Belâzürî, Ensâb, V, 319; Taberî, IV,
364
[1260] Tarih, II, 220.
[1261] Egânî, XVII, 222.
[1262] Geniş bilgi için bkz. Ayçan, ‘‘Eğlence
Sektörü”, AÜİFD,
XXXVIII, s. 172.
[1263] Ayçan, “Eğlence Sektörü”, AÜİFD, XXXVIII. 192.
[1264] Şevki Dayf eş-Şi’ru
ve’I-Gına fi’l-Medine ve Mekke li Asri Beni Ümeyye, Kahire trz., s.
182.
[1265] Dayf, s. 233; Ayrıca bkz. Von Kramer, el-Hadarâtü’l-İslâmiyye
ve Medâ Te’sîruha bi’l- Mü’sirâtü’l-Ecnebiyye, Arapçaya trc. Mustafa
Taha Bedir, Cizze 1947, s. 26.
[1266] Dayf, s. 208-231.
36 îbn Tiktaka, Şiirin kendisiyle başladığı kişinin
İmrü’l-Kays. sona erdiği şahsın ise Yezid olduğunu kaydetmiştir. Fahri, s.
113
37 Ahtal, Dîvanu’l-Ahtal, şrh. Raci
el-Esmer, Beyrut 1413/1992, s. 9, 16, 24 vd; İbn Tiktaka, s. 113; Zehebî, Siyer, TV,
37; îbn Hallikan, IV, 354; Sükeyne, XXVIII, 27; Cebbûr, Yezid, s.
382-384; Lammens, Kasâid,
s. 194-195; Müneccid, s. 5-6.
[1271] Yezid’in Ahtal ile olan yakınlığıyla ilgili olarak bkz.
Ahtal, s. 9-38; Câhız, Tâc, s. 151; Lammens, “Ahtal”, İA, İstanbul
1965,1,227; Azmi Yüksel, “Ahtal”, DİA, İT, 183; Cebbûr, Mülûk, s.
29;.
[1272] İbn Kesir, Bidâye, VIII, 228-229.
[1273] Belâzürî, Ensâb,
V, 302; Câhız, Beyân,
L, 330.
[1274] Vefeyât, IV, 354.
[1275] Eswrial Studien Zur Arabischan Literatür
and Spachen, Sututtgart 1922.
[1276] Bu şiirler için bkz. Müneccid, s. 44-46.
[1277] Lammens, “Kasâid”, Mecelletü’l-Meşnk,
XXII, 195-196
[1278] Şi’ru Yezid, s. 9-59.
[1279] Belâzürî, Ensâb, V, 311; Mes’ûdî, Murûc, III,
77; Îsfahânî. Egânî,
XV, 232.
[1280] Ensâb, V, 301.
[1281] Vefeyât, ÜI.
[1282] Tarih, IV, 380
[1283] Murûc, III, 79; Ayrıca bkz. İbn
Hurdazbeh, s. 150
[1284] Lammens, Kasâid, s. 194-195.
[1285] Lammens, Kasâid, s. 195.
[1286] Müneccid, Şi’ru Yezid, s.47
[1287] Lammens, Kasâid,
s. 195; Müneccid, Şi’ru
Yezid, s.47
[1288] Lammens, Kasâid,
s. 194-195; Münccid, s.43.
[1289] Müneccid, s. 43.
[1290] Müneccid,s. 43.
[1291] Müneccid, s. 43.
[1292]FeryâI,
s. 131-133.
[1293] Mes’ûdî, Mürûc,
111, 77; Sıbt, s. 260; Suyûtî, s. 209; Nüveyrî, XX, 495.
[1294] Câhız, Tâc, s. 154; Cebbûr, Yezid, s.
375; Belâzürî’nin Medâinî’den rivayet ettiği bir habere göre “Yezid’in
kollarında sürekli olarak taşıdığı bir maymunu vardı. Onu Ebû Kays diye
çağırıyordu. Ona nebiz içirir ve yaptıklarına gülerdi” £nsâb, V,
300; İbn Tiktaka’ya göre ise Yezid, av köpeklerine altından tasmalar ve ipekten
örtüler örttürürdü. Her köpeğe hizmet etmesi için bir köle tayin ederdi.” Fahrî, s.
113
[1295] Vekil, s. 177.
[1296] İbn Kesir, Bidâye, VIII, 228.
[1297] Cebbûr, Yezid, s. 377.
[1298] Belâzürî, Ensâb, V, 302; Ayrıca bkz.
Abdûllatif, 1,127; Hitti, Tarih,
1,360.
[1299] İbn Teymiyye, Feteva, IV, 487; Sıbt, s.
257; İbn Tolun, Kaydû’ş-Şerid,
s. 52.
[1300] İbn Teymiyye, Fetevâ, IV, 487.
[1301] İbn Tolun, s. Kaydu’ş-Şerid, s.55.
[1302] Sıbt, s. 257; İbn Tolun, Kaydu’ş-Şerid, s.
70; Ayrıca bkz., Haşan İsa Ali el-Hâkim. Kitabü’l- Muntazam li İbni’I-Cevzî
Dirâse fi Menheci ve Mevâridihî ve Ehemiyyetihî, Beyrut 1405/1985,
s.36
[1303] Sıbt. s. 256- 258; Ayrıca bkz. İbn Tolun, Kaydu’ş-Şerid. s.
70-71.
[1304] Müslim, Sahih,
[1305] Buhârî, Sahih.
[1306] Müslim Sahih.
[1307] Bunlardan bazıları şu şekildedir:
“Ümmetimin işleri, Benî Ümeyye’den Yezid adında birisi gelipte onu bozuncaya
kadar yolunda gidecektir.” (Zehebî, siyer, IV, 39); “Ümmetim
adalet üzere varlığını sürdürecektir. Bu durum Benî Ümeyye’den Yezid adında
biri çıkana kadar devam edecektir.” (Suyûtî, s. 208) Benzer bir ifade için bkz.
İbnü’l-İmâd, IV, 277; İbn Hacer (Tehzîbü’t-Tehzîb, XI, 314-315) ve ibn Kesir (Bidâye, VIII,
231) ise bunların mevzû olduklarım söylemektedirler.
[1308] Bu şiir Harre vakasıyla ilgili bölümde kaynaklarıyla birlikte
zikredildi.
[1309] Şezere, IV, 278.
[1310] Bu konuda bkz., ibn Tolun, Kaydü’ş-Şerîd.s. 54.
[1311] Sıbıt,s. 259; Ibnu’l-İmâd, s. IV, 277.
[1312] Zehebî, Siyer, IV, 40; İbn
Tağriberdî, I, 212.
[1313] Sıbt, s. 257.
[1314] İbn Teymiyye, Fetevâ, IV, 483.
[1315] İbn Teymiyye, Fetevâ, IV,
487; İbn Tolun, Kaydu’ş-Şerîd,
s. 57; şu şahıslar da Gazzali ile aynı kanaattedirler: el-Muheyvi
en-Nuaymî eş-Şâfiî (İbn Tolun, s. 54), Ebu’l-Berekât en-Nesefî (İbn Tolun, s.
60), İbn Receb el-Hanbelî (İbn Tolun, s. 70), İbn Teymiyye (Fetevâ, IV,
480-490; İrfan Aycan-M. Mahfuz Söylemez, “Suâlün fi Yezid b. Muaviye”, İdeolojik Tarih
Okumaları, s. 129- 142) ve Dustî (İbn Teymiyye, Fetevâ, IV, 486)
[1316] İbn Tolun, s. 64-65; İbn Tolun aynı şekilde Takiyüddin
b. es-Salâh, Gazzâli ve Ebu’l-Berekât en- Nesefî’nin de aynı gerekçeyi ileri
sürdüklerini belirtiyor, bkz. Kaydu’ş-Şerîd,
s. 57-63.
[1317] İbn Receb el-Hanbelî, el-Muheyvi en-Nuaymî eş-Şâfiî ve
İbn Tolun bu görüştedir, bkz. Kaydu’ş-
Şerîd, s. 54-70.
[1318] Buhâri, Edeb, 44; Müslim, İman, 176; İbn Hanbel, IV/33
[1319] İbn Teymiyye, Fetevâ. IV, 474; Hadis-i
şerif için bkz. Buhâri, Edeb, 44; Müslim, Birr. 87; İbn Hanbel, V/70
[1320] İbn Tolun, Kaydu’ş-Şerîd, s. 69.
[1321] İbn Temiyye, Fetevâ, IV, 487; İbn
Tolun, Kaydü’ş-Şerîd,
s. 71; Hadisler için bkz., İbn Hanbei, 1/405,416; Müslim, Birr, 84
[1322] Buhârî, Cihad/93.
[1323] İbn Tolun, Kaydü’ş-Şerîd, s. 71.
[1324] İbn Teymiyye’inn bu konudaki
görüşleri için bkz. İbn Teymiyye, Fetevâ, IV, 475-485; Aynca bkz. Demircan,
“İbn Teymiyye’ye Göre Yezid b. Muaviye’nin Durumu”, HÜİFA, sayı II, s.
129-147; Ayçan, İdeolojik
Tarih Okumaları, s. 129-142; İbn Teymiyye, Ra’sü’I-Hüseyin, s.206.
[1325] Demircan, “İbn Teymiyye’ye Göre Yezid”, HÜİFD, II,
s. 130.
[1326] Demircan, “İbn Teymiyye’ye Göre Yezid”, HÜİFD, II,
144.
[1327] Geniş bilgi için bkz. Aycan-Söylemez, “îbn
Teymiyye ve Emevîler”, İdeolojik
Tarih Okumaları,
s. 81-104.
[1328] Ashab-ı Kiram, s. 103-104.
[1329] Önkal. Tarafsızlık, s. 193.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar