Print Friendly and PDF

YEZİD B. MUAVİYE





Hazırlayan: Ünal KILIÇ

ÖNSÖZ

Sıradan olaylar ve insanlar, gerek tarihçilerin gerekse diğer bilim adamlarının fazla dikkatini çekmemiştir. Geçmişte yaşanılan iyi veya kötü, olumlu veya olumsuz olaylardan pek çoğu önemsiz sayılarak üzerinde fazla durulmamıştır. Gerçekleştiği dönemde büyük yankılar uyandıran ve sonraki dönemlerde de etkilerini sürdüren olaylar ve bu olaylarda aktif olarak rol alan şahıslar, tarihin ve diğer bilim dallarının dikkatlerini çekmiştir. Dolayısıyla da bunlar üzerinde pek çok çalışmalar yapılmıştır.

Yukarıdaki durumun İslâm Tarihi açısından da geçerli olduğu görülmektedir. Nitekim İslâm tarihçileri de, daha ilk dönemlerden itibaren yazdıkları eserlerde olağan seyrinde devam eden hâdiseler ve şahsiyetlerden ziyade dönemlerinde gerçekleşen sıra dışı olaylar ve kişilerle ilgilenmişlerdir. Bunlar üzerinde teferruatlı bilgiler vermişlerdir.

Tarihî olayların etkileri dönemleriyle sınırlı kalmamış, daha sonraki tarihlerde de tesirleri açıkça görülmüştür. Bu sebeple de pek çok tarihî hâdise sürekli bir biçimde gündemde tutulmuştur. Ancak, olaylardan bazıları gerçekleşme sebepleri, şekilleri ve sonuçlan itibarıyla dinî, siyasî, mezhebî, etnik vs. sebeplerle tarihçiler tarafından ihtilaflı sayılarak üzerinde fazlaca durulmamıştır. Bu olayların anlatılmasının bazı çevrelerde oluşturacağı rahatsızlıktan doğacak tepkiden çekinilmiştir. Bu durum günümüz araştırmacıları tarafından da sürdürülmüştür.

İslâm Tarihinde tesirleri itibanyla en önemli olaylardan bir kısmının Yezid b. Muaviye döneminde gerçekleştiği ancak, bu dönemin bir takım mülahazalarla yeterli bir şekilde araştınlmadığı görülmektedir. Bu dönemle ilgili yapılan çalışmalar daha çok mezhebî veya siyasî eleştiriler ve bu eleştirilere reddiye şeklinde olmaktan öteye gidememiştir. Eleştiri veya reddiye ise daha çok ön yargıyla olaylara yaklaşma sonucunu doğurmuştur. Oysa günümüz tarih anlayışı bakımından önyargısızlık ve objektiflik önem arz etmektedir.

Yezid b. Muaviye, döneminde gerçekleşen olaylarda yer alan taraflardan birisinin de Hz. Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem)’in torunu Hz. Hüseyin olması; onun öldürülmesinin Şiî ve Alevî kesimlerce propaganda unsuru olarak kullanılması da Yezid hakkında doğru bilgilere ulaşılmasını güçleştirmektedir. Şiî tarihçiler ve araştırmacılar, Hz. Hüseyin’in ölümünden sorumlu tuttukları Yezid’i kıyasıya eleştirirken, onun ve döneminde gerçekleşen diğer olaylar hakkında bilgi verirken de benzer yaklaşımlarda bulunmuşlardır. Buna karşılık Sünnî tarihçilerden çok azının Şiilerin bu yaklaşımına karşı çıktığı, çoğunluğunun ise işin içerisinde kendilerinin de en az Şiîler kadar değer verdikleri Hz. Hüseyin ve diğer önemli şahsiyetlerin yer alması onların, Şiîler karşısında fikirler serdetmelerini de zorlaştırmıştır. Bu sebeple de Sünnî tarihçiler, Yezid dönemi olayları hakkında değerlendirmelerde bulunmaktan ziyade ulaşabildikleri rivayetleri nakletmekle yetinmişlerdir.

Diğer taraftan Yezid döneminde meydana gelen hâdiseler, onun hayatında gerçekleşen diğer olayları, kişiliğini, şahsiyetini vs. gölgede bırakmıştır. Bir takım olaylar kasıtlı bir şekilde ele alınırken onunla ilgili diğer bilgiler görmezden gelinmiştir.

Oysa Yezid, İslâm Tarihinde pek çok yönden ön planda zikredilmesi gereken şahıslardan biridir. İlk İstanbul muhasarası, Veliahdlık, Şia’nın dînî bir hüviyet kazanmasına ve İslâm dünyasında pek çok tartışmaya yol açan Kerbela vs. onun döneminde gerçekleşmiştir. Yezid, kişilik ve yaşantı itibarıyla da Emevî halifeleri arasında ayrı bir konuma sahiptir. Bununla birlikte Yezid hakkında verilen bilgiler, bazı olaylar dışında sınırlı kalmıştır.

Yezid döneminde verilen bilgilerin objektiflikten uzak ve bazı konularla sınırlı kalması bu dönemde gerçekleşen olaylardan hareketle ulaşılan kanaatlerin de doğruluğunu şüpheye sokmaktadır.

Tarihin gerçekleştiği şekilde ortaya konulması, bugünün insanının elde edeceği netice açısından son derece zaruridir. Bu sebeple de Yezid’in hayatı ve döneminde gerçekleşen olayların tarafsız bir şekilde ortaya konulması önem arz etmektedir. Ancak bu yapılırken itham veya reddiye cihetine gidilmemesi gereklidir. Olaylar incelenirken kişilerin haklılığı veya haksızlığı hususunda bir hüküm vermek yerine hâdiselerin oluş sebebi, şekli ve tarafların üstlendikleri rollerle ilgili bilgiler net bir şekilde günümüz insanının istifadesine sunulmalıdır. Bundan sonrası günümüz bilim adamlarının işi olacaktır.

Yezid’in hayatının tüm yönleriyle ortaya konulması hem geçmişte ulaşılan taraflı bilgilerin düzeltilmesine hem de günümüzde doğru neticelere ulaşılmasına katkı sağlayacaktır. Bu çalışmanın gayesi Yezid’i veya başkaların temize çıkarmak olmadığı gibi itham etmek te değildir.

Yukarıdaki sebeplerle araştırma konusu olarak ele aldığımız “Yezid b. Muaviye” adlı çalışma bir giriş ve yedi bölümden oluşmaktadır.

***

Giriş bölümünde Yezid’in mensubu bulunduğu Ümeyye oğulları kabilesinin tarihi gelişimi hakkında bilgi verildi. Bu kabile fertlerinin Islâm’a karşı ilk tavırları, müslüman olmaları ve İslâm sonrası konumları üzerinde duruldu. İslâm’a girdikten sonra bir süre itibar ve nüfuz kaybına maruz kalan Ümeyye oğullarının, Muaviye’nin en az Şiîler kadar değer verdikleri Hz. Hüseyin ve diğer önemli şahsiyetlerin yer alması onların, Şiîler karşısında fikirler serdetmelerini de zorlaştırmıştır. Bu sebeple de Sünnî tarihçiler, Yezid dönemi olayları hakkında değerlendirmelerde bulunmaktan ziyade ulaşabildikleri rivayetleri nakletmekle yetinmişlerdir.

Diğer taraftan Yezid döneminde meydana gelen hâdiseler, onun hayatında gerçekleşen diğer olayları, kişiliğini, şahsiyetini vs. gölgede bırakmıştır. Bir takım olaylar kasıth bir şekilde ele alınırken onunla ilgili diğer bilgiler görmezden gelinmiştir.

Oysa Yezid, İslâm Tarihinde pek çok yönden ön planda zikredilmesi gereken şahıslardan biridir. İlk İstanbul muhasarası, Veliahdlık, Şia’nın dînî bir hüviyet kazanmasına ve İslâm dünyasında pek çok tartışmaya yol açan Kerbela vs. onun döneminde gerçekleşmiştir. Yezid, kişilik ve yaşantı itibarıyla da Emevî halifeleri arasında ayrı bir konuma sahiptir. Bununla birlikte Yezid hakkında verilen bilgiler, bazı olaylar dışında sınırlı kalmıştır.

Yezid döneminde verilen bilgilerin objektiflikten uzak ve bazı konularla sınırlı kalması bu dönemde gerçekleşen olaylardan hareketle ulaşılan kanaatlerin de doğruluğunu şüpheye sokmaktadır.

Tarihin gerçekleştiği şekilde ortaya konulması, bugünün insanının elde edeceği netice açısından son derece zaruridir. Bu sebeple de Yezid’in hayatı ve döneminde gerçekleşen olayların tarafsız bir şekilde ortaya konulması önem arz etmektedir. Ancak bu yapılırken itham veya reddiye cihetine gidilmemesi gereklidir. Olaylar incelenirken kişilerin haklılığı veya haksızlığı hususunda bir hüküm vermek yerine hâdiselerin oluş sebebi, şekli ve tarafların üstlendikleri rollerle ilgili bilgiler net bir şekilde günümüz insanının istifadesine sunulmalıdır. Bundan sonrası günümüz bilim adamlarının işi olacaktır.

Yezid’in hayatının tüm yönleriyle ortaya konulması hem geçmişte ulaşılan taraflı bilgilerin düzeltilmesine hem de günümüzde doğru neticelere ulaşılmasına katkı sağlayacaktır. Bu çalışmanın gayesi Yezid’i veya başkalarını temize çıkarmak olmadığı gibi itham etmek te değildir.

Yukarıdaki sebeplerle araştırma konusu olarak ele aldığımız “Yezid b. Muaviye” adlı çalışma bir giriş ve yedi bölümden oluşmaktadır.

Giriş bölümünde Yezid’in mensubu bulunduğu Ümeyye oğulları kabilesinin tarihi gelişimi hakkında bilgi verildi. Bu kabile fertlerinin İslâm’a karşı ilk tavırları, müslüman olmaları ve İslâm sonrası konumları üzerinde duruldu. İslâm’a girdikten sonra bir süre itibar ve nüfuz kaybına maruz kalan Ümeyye oğullarının, Muaviye’nin hilafet makamına geçmesiyle tekrar toplumda eski konumuna ulaşması ile ilgili gelişmelere de giriş bölümünde işaret olundu.

Birinci bölümde, Yezid’in doğumu ve yetişme çağı üzerinde duruldu. Yezid’in çocukluğunun bir kısmının çölde geçtiği, çölün onun yetişmesinde derin etkiler bıraktığına dair bilgiler verildi. Yezid’in eğitiminin çöl ile sınırlı kalmadığı, babası Muaviye tarafından iyi bir eğitim görmesi için gerekli şartların hazırlandığı ifade edildi. Yezid’in toplumda iyi bir itibar kazanması için babası tarafından bir takım önemli görevlere getirildiği, onun, müslümanlar tarafından gerçekleştirilen ilk İstanbul muhasarasında hazır bulunduğu, dinî ve siyasi öneme hâiz olan hac emirliği görevini ifa etmesi; bu görevlerin ona kazandırdığı faydalar üzerinde de bu bölümde duruldu.

İkinci bölümde, Yezid’in babası Muaviye tarafından veliaht tayin edilmesi ile ilgili süreç hakkında bilgi verildi. Veliahtlık fikrinin oluşumu, ilan edilişi ve bu uğurda gerçekleştirilen faaliyetler üzerinde duruldu. Özellikle Muaviye’nin Yezid’in veliahtlığına karşı çıkanlarla mücadelesine genişçe yer verildi

Üçüncü bölümde, Muaviye’nin vefatı ve sonrasında iktidar makamına geçen Yezid’in ilk icraatlerine yer verildi. Muaviye’nin Yezid’e vasiyeti vefatı ve Yezid’in halifeliğe başladığı esnada devletin durumu hakkında bilgiler verildi. Yezid’in halifeliğine biat etmeyenlerle ilk münasebetleri üzerinde duruldu.

Dördüncü bölümde, Yezid’e biate yanaşmayan Hz. Hüseyin’in, Kûfeliler tarafından davet edilmesiyle hız kazanan isyan süreci ile ilgili gelişmeler üzerinde duruldu. Hz. Hüseyin’in isyan sebepleri isyan öncesi faaliyetleri ve Yezid’in bu durum karşısındaki davranışları üzerinde duruldu. Hz. Hüseyin’in Kûfe’yi tercih sebepleri onun Kûfe’ye gitmek istemesi hususunda müslümanların önde gelen şahıslarının tavırları, isyan için Müslim b. Akîl’in gönderilmesi ve onun Kûfe’de gerçekleştirdiği başarısız faaliyetler hakkında da bu bölümde bilgi verildi. Ayrıca Hz. Hüseyin’in Kûfe’den ayrılmasıyla başlayan Kerbela faciasının oluşu, olay sonrası gerçekleşenler ve sorumluluğu bulunanlarla ilgili değerlendirmelerde bulunuldu.

Beşinci bölümde, Kerbela sonrasında Yezid’e karşı faaliyetler içerisinde bulunanlara karşı Yezid’in tavrı üzerinde duruldu. Abdullah b. Zübeyr’e karşı ilk mücadele hakkında bilgiler verildi. Yezid döneminin Kerbela’dan sonra en çok yankı uyandıran bir başka isyanı olan Medinelilerin isyanı ve sonrasında gerçekleştirilen Harre vakıasına dair bilgilere de bu bölümde yer verildi. Medinelilerin Yezid’e isyan sebepleri, isyandan vazgeçmeleri için yapılan tavsiye ve tehditlere rağmen isyanı Altıncı bölümde ise Yezid döneminin daha önce bahsedilen hâdiselerinden ayn karakterler taşıyan olaylarına işaret olundu. Yezid’in Haricîlerle ilişkileri, döneminde fetih hareketleri; gerçekleştirdiği İdarî ve mâlî icraatlere dair malumatlar verildi.

Yedinci bölümde ise Yezid’in vefatı ve vefat şekli üzerindeki değişik rivayetler üzerinde duruldu. Ayrıca Yezid’in şahsiyeti ile ilgili bilgiler verildi. Onun şiire, ava, musikiye ve şaraba karşı tavrı üzerinde duruldu. Aynı bölümde Yezid’in lanetlenmesiyle ilgili tartışmalara da yer verildi.

Ünal KILIÇ

GİRİŞ

A-KAYNAKLAR

Yezid b. Muaviye adlı çalışmamızın zaman bakımından sınırı, îslâm öncesinden başlayarak Yezid’in vefatına kadar olan süreci kapsamaktadır. Dolayısıyla bu araştırmayı yaparken başvurduğumuz kaynaklar, İslâm Tarihinin ana kaynaklarını teşkil eden Siyer ve Meğâzî, Tabakât, Fütûhât, Vefeyât, Neseb, Coğrafya, İslâm Tarihi gibi eserlerle, tâlî kaynaklan teşkil eden, ancak konunun anlaşılması açısından fevkalade önemli olan Edebiyat, Şiir, Hadis, Fıkıh Haraç vs. kitaplanndan oluşmaktadır.

Adı geçen türlerdeki kaynaklann konumuz açısından önemine geçmeden önce Yezid b. Muaviye üzerine yapılan müstakil çalışmalar hakkında bilgiler verilecektir.

Yezid hakkında ilk müstakil çalışmanın “Ahbâru Yezid b. Muaviye” adıyla 313/926 yılında vefat eden Ebû Abdullah Muhammed b. el-Abbas el-Yezidî tarafından yapıldığı[1] daha sonra ise 370/983 yılında ölen meşhur dilci Ebû Mansûr Muhammed b. Ahmed el-Ezherî tarafından Yezid’le ilgili bir eser telif edildiği[2], bunlardan başka Abdü’l-Muğîs b. Züheyr el-Harbî el-Bağdâdî (583/1105) tarafından “Fedâili Yezid b. Muaviye” adıyla bir kitap yazıldığı ifade edilmişse de bu kitaplardan her üçü de günümüze ulaşmamıştır.[3]

Daha sonraki dönemlerde de Yezid’i konu edinen müstakil çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar ise çeşitli yönleriyle günümüz insanı için yetersizlik arz etmektedir. Örneğin meşhur müsteşriklerden Henry Lammens tarafından telif edilen “Le Calıfat de Yazıd I[4] adlı kitap çok hacimli olmasına rağmen mevcut baskısının bitmesinden sonra tekrar yayınlanmaması ve eserin dilinin Fransızca olarak kalması söz konusu kitaptan araştırmacıların yeterli derecede istifade etmesini zorlaştırmıştır. Bunun yanında kitabın çok hacimli olmasına rağmen muhteva itibariyle Yezid’in hayatı dışında pek çok konuya da yer vermesi Yezid’le ilgili bilgilerin sınırlı kalmasını yol açmıştır. 1921 yılında telif edilen bu kitap, daha sonraki tarihlerde ilim dünyasının istifadesine sunulan pek çok kaynaktan habersiz bir şekilde hazırlanmıştır. Dolayısıyla da verilen bilgilerin bir kısmı, bu gün elimizde olan ve oldukça mukaddem olan kaynaklar tarafından verilen bilgilerle uygunluk arz etmemektedir. Bununla birlikte biz, söz konusu kitaptan özellikle Yezid’in şahsiyeti, mali ve idari icraatleri, vefatı vs. gibi siyasi tarih kitaplarında fazlaca rastlanılmayan bilgi ve değerlendirmelerinden istifade ettik. Emevî Devletinin ilk dönemiyle ilgili pek çok araştırması bulunan Lammens’in adı geçen kitabından başka pek çok makalesinden de istifade ettik.

Yezid’le hakkında telif edilen kitaplardan birisi de Muhammed b. Tolun tarafından yazılan “Kaydü’ş-Şerîd min Ahbâri Yezid” adlı eserdir.[5] İbn Tolun, muhtasar olan bu kitabında Yezid’in özellikle lanetlenmesi üzerindeki tartışmalara yer vermiş, Yezid’in hayatı ve döneminde gerçekleşen diğer olayları her hangi bir değerlendirmeye tabi tutmadan kısaca zikretmekle yetinmiştir.

Yezid hakkında son yıllarda Arap aleminde bir takım çalışmalar yapılmıştır. Ancak şunu ifade etmek gerekir ki, bu çalışmalar, Yezid’in hayatını her yönüyle konu edinmekten daha çok onun döneminde gerçekleşen olayların müstakil olarak araştırılması şeklinde olmuştur. Bir başka ifadeyle bu çalışmalar, makale boyutundan öteye gitmemiştir. Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki, Yezid hakkında telif edilen iki kitap dikkat çekici niteliktedir.

Bu kitaplardan birisi “Yezid b. Muaviye-el-Halifetü’l-Müfterâ Aleyh” adıyla Hezzâ b. îd eş-Şemrî tarafından yazılmıştır.[6] Şemrî, kitabında daha çok Yezid’in iftiraya uğrayan bir halife olduğu düşüncesiyle Yezid’e yapılan eleştirileri çürütmeye gayret sarf etmiştir. İlmi metotlarla uygunluk arz etmeyen bu kitabın büyük bir bölümü Yezid’e yöneltilen eleştiriler ve bunlara reddiye niteliğindedir. Şemrî, Yezid’e yöneltilen eleştirileri çoğunlukla Şiî tarafgirliğiyle veya Emevî düşmanlığıyla söylenilen sözler ve rivayet edilen haberler olarak değerlendirmeye çalışmıştır.

Yezid’in hayatıyla ilgili müstakil olarak yazılan kitaplardan birisi de Feryâl bnt. Abdullah tarafından telif edilmiştir. “Sûratü Yezid b. Muaviye fı’r-Rivayeti’l- Edebiyye”[7] adını taşıyan bu kitap, önce yüksek lisans tezi olarak çalışılmış sonra da yayınlanarak ilim dünyasının istifadesine kazandırılmıştır. Ürdün Üniversitesinde yapılan bu tez, tenkitçi tarihçilik usulüne uygun bir şekilde hazırlanmıştır. Adından da anlaşılabileceği gibi bu kitap, edebi rivayetler ışığında Yezid’in siyasi yönünden ziyade şahsiyeti, kişiliği, şairliği ve diğer eğlencelere karşı tutumuyla ilgili bilgiler üzerinde durmuştur. Öyle ki, Yezid dönemine damgasını vuran Kerbela, Harre ve Mekke’nin muhasara edilmesiyle ilgili bilgiler Yezid’in şairliği ve avcılığı hakkındaki bilgilerden daha azdır. Bununla birlikte ilmi üsluplarla ve çok sayıda kaynaktan yararlanılarak hazırlanan bu kitaptan çalışmamız esnasında ziyadesiyle istifade ettik. Özellikle Yezid’e isnad edilen bir takım olumsuz bilginin ilmi üslupla yapılan tenkitlerinden faydalandık. Bir yüksek lisans tezi olması sebebiyle pek çok konuya yer vermeyen bu kitap, ilk dönem kaynaklarının yanında günümüzde yapılan çalışmaları da referans göstermesi sebebiyle kaynak tespitimiz esnasında oldukça işimize yaradı.

Bu kitapların dışındaki kaynak ve araştırmalarda ise Yezid’in hayatının tüm yönlerinin ele alınmadığı, onun dönemiyle ilgili belli kesitler ve olaylar üzerinde çalışmaların yapıldığı görülmektedir. Bunlar arasında zikredilebilecek ilk kaynak Ebû Mihneti50/767)’in “Maktelü’l-Hüseyin”[8] adlı eseridir.

Hz. Hüseyin’in Yezid’e biati reddedip Medine’den Mekke’ye gitmesinden itibaren şehid edilişine ve Kerbela sonrasında sağ olarak kurtulanların Şam’a gönderilişlerine kadar cereyan eden hâdiseleri ihtiva etmektedir.

Ebû Mıhnef, Şia’nın beşiği ve anavatanı olan Kûfe’de yetişmesi sebebiyle Emevî iktidarına karşı olumlu hisler içerisinde olmayan bir tarihçidir.[9] Nitekim Ümeyye oğullarına mensup insanların isimlerinden sonra onları lanetleyen ifadelere rastlanılmaktadır. Ancak bu ifadelerin gerçekten Ebû Mıhnef tarafından mı ortaya konulduğu, yoksa daha sonraki müstensihler tarafından mı eserin aslına ilave edildiği kesin olarak anlaşılamamaktadır. Zira Ebû Mıhnef in rivayetlerine çok fazlaca yer veren Taberi (31O/922)[10], Belâzürî (279/892)[11] vb. tarihçilerin naklettikleri bu rivayetlerde lanet ifadelerine rastlanılmamaktadır. Bu durum, söz konusu ifadelerin, bu tarihçiler tarafından nakledilmemiş olacağını da akla getirirse de Yezid’e lanet meselesinin daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan bir konu olması da bu ifadelerin Ebû Mıhnef e ait olmadığını, muhtemelen daha sonraki dönemlerde ilave edildiği ihtimalini düşündürmektedir. Ebû Mıhnefin Şiî yanlısı olmasının rivayetlerde tarafgirâne bilgiler vermesine yol açmış olabileceğini düşündürürse de onun kitabındaki bilgilerin çoğunluğunun diğer kaynaklarla da te’yid edilmiş olması değerini artırmaktadır. Çalışmamız esnasında Ebû Mıhnefin rivayetleriyle ilgili olarak sadece kendi eseriyle yetinmedik. Başta Belâzürî’nin “Ensâbü’l-Eşrâf”’ı ve Taberî’nin “Tarih”i olmak üzere diğer kaynaklar tarafından nakledilen rivayetlerine de sık sık müracaat ettik. Maktelü’l-Hüseyin ve diğer kaynaklardaki rivayetlerin benzerlik veya farklılık arz eden yönlerini mukayeseli olarak göstermeye gayret ettik.

Yezid dönemi olaylarından Harre vakası hakkında Vâkıdî’nin “Kitabü’l- Harre”adıyla bir kitap yazdığı[12], bu kitabı yazarken olayın gerçekleştiği dönemde yaşayan kişileri bilgi kaynağı olarak gösterdiği ifade edilmiştir.[13] Söz konusu kitap günümüze kadar ulaşmamıştır Ancak onun yazdığı bu kitap özellikle Taberî. Belâzürî, Ebü’l-Arab (333/945)[14] ve Semhûdî(911/1505)[15] tarafından iktibas edilerek günümüze kadar ulaştırılmıştır. Vâkıdî’nin Harre vakasının sebepleriyle ilgili olarak verdiği bilgiler diğer kaynaklar tarafından nakledilen bilgilerden ayrılmaktadır. Zira Vâkıdî, Harre vakasının sebebinin ekonomik olduğunu ortaya koyan bilgiler vermektedir.

Yukarıda bahsi geçen ve belirli konular üzerinde yapılan müstakil çalışmaların dışındaki kaynaklan ise belirli gruplara ayırarak bir kısmı hakkında bilgi vermek uygun olacaktır.

Siyer ve Meğâzi kitaplanndan özellikle Yezid’in mensubu bulunduğu Ümeyye oğullarının tarihi gelişimi ve müslüman olmalan esnasında geçen süreçle ilgili konular itibanyla istifade ettik. Bunlar arasında İbn İshak (151/768)’m “Sîre” si[16] ve büyük ölçüde İbn İshak’a istinad edilerek hazırlanmış olan İbn Hişam (218/833)’ın “es-Sîretü’n-Nebeviyye”[17] adlı eseri yer almaktadır.

Ensâb kitaplan ise Yezid’in ailesi ve nesebiyle ilgili konularda başlıca kaynağımız oldu. Bunlar arasında İbn Hazm (456/1064)’ın “Cemheretü Ensâbi’l- Arab”ı[18] ve Belâzürî (279/892)’nin Ensâbü’l-Eşrâfı ilk sıralarda gelmektedir. Belâzürî’nin Ensâb’ı bir neseb kitabından ziyade verdiği geniş bilgilerle genel tarih kitabına benzemektedir. Belâzürî’nin başlıca bilgi kaynağı Ebû Mıhnef, Avâne b el- Hakem, Medâinî ve Vâkıdî’dir. Belâzür’i adı geçen şahıslardan rivayette bulunurken çoğu kere sened zincirinin son ravisini zikretmiştir. Birbiriyle çelişen rivayetlere yer vermişse de bunlar arasında kendi tercihini bir takım lafızlarla ortaya koymaya çalışmıştır. Yezid’le ilgili müstakil bir bölüm açan Belâzürî, Taberi ve diğer tarihçilere göre Yezid’in şahsiyetiyle ilgili daha fazla bilgi vermiştir. Ebû Mıhnef in, Ensâbü’l-Eşrafda yer alan rivayetleriyle diğe kaynaklarda yer alan rivayetlerine mukayeseli olarak yer verdik. Belâzürî’nin Fütûhu’l-Buldân’ı[19] da yararlandığımız kitaplar arasındadır. Özellikle Yezid’in mâli ve idari icraatlarıyla ilgili bilgilerde başlıca kaynağımız bu kitap oldu.

Tabakât kitapları da konumuz itibarıyla sürekli başvurduğumuz kaynaklar arasında önemli bir yer tutmaktadır. Bunlar arasında İbn Sa’d (230/844)’ın eseri gelmektedir. İbn Sa’d’ın “Tabakât”ından[20] özellikle Yezid’in kabilesi ile ilgili bilgilerde istifade etme imkanı bulduk. Yezid döneminde hayatta olan sahâbîlerle ilgili bilgiler de veren İbn Sa’d, bu sahabilerin Yezid dönemiyle ilgili ilişkilerine de zaman zaman yer vermektedir. İbn Sa’d, Yezid’le ilgili pek fazla bilgi vermemektedir. Bununla birlikte biz, son yıllarda Muhammed b. Sâhil es-Selûmî tarafından İbn Sa’d’ın Tabakâfını esas alan ve daha çok onun ilavesi olarak hazırlanan eserlerinden[21] istifade ettik.

Çalışmamız esnasında kullandığımız diğer Tabakât kitaplarından bazıları ise şunlardır: İbn Abdilberr (463/1071)’in “el-İstiâb”ı[22], İbnü’l-Esir (630/1230)’in “Usdü’l-Ğabe”si[23], Zehebî (748/1374)’nin “Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ”sı[24], İbn Hacer (852/1448)’in “el-İsâbe”[25] ve “Tehzîbü’t-Tehzîb”i[26] vb.

Vefeyât kitabiarmdan ise en önemli yeri tbn Hallikan (681 /1282)’ın “Vefeyâtü’l-A’yânT[27], İbn Kunfuz (809/1406)’un “el-Vefeyât”ı[28] ve es-Safedî’nin “el-Vâfî bi’l-Vefeyât”ı[29] tutmaktadır.

Genel İslâm Tarihi kitapları ise çalışmamız esnasında müracaat ettiğimiz kaynakların ön önemlilerindendir. Daha çok kronolojik ve rivayetçi metotla yazılan bu kitapların başında Taberî’nin ‘Tarihî’ gelmektedir. Bilindiği gibi Taberî’nin en büyük özelliği farklı ve çelişkili de olsa rivayetleri nakletmesidir. Onun aynı olayla siyasi ve mezhebi temayülleri farklı üç kişiden üç değişik bilgiyi naklettiğine sık sık rastlamlmaktadır. Esasen bu durum, tarihi rivayetlerin günümüze kadar ulaştırılması açısından faydalı da olmuştur. Ancak şunu ifade etmek gerekir ki, Taberî’nin söz konusu zengin rivayetleri Kerbela olayı ile ilgili konuda görülmemektedir. Zira Taberî, bu olayla ilgili bilgileri “en doyurucu bilgiler”[30] olarak nitelendirdiği Ebû Mıhnef ten almakla yetinmiş, onun dışındaki rivayetlere yer vermemiştir. Bu da söz konusu olayla ilgili değişik rivayetlerin günümüze kadar ulaşmasını engellemiştir. Bununla birlikte Taberî’nin Yezid ve döneminde gerçekleşen olaylara uzun uzadıya yer verdiği görülmektedir. Başlıca haber kaynaklan Ebû Mıhnef, Avâne, Medâinî, Hişam, Vâkıdî ve Ömer b. Şebbe’dir. Bu şahısların siyasi temayüllerinin farklı olması Taberî’nin eserinde çok farklı rivayetlerin yer almasına yol açmıştır. Taberî’nin özellikle Ebû Mıhnefin rivayetlerinde bir takım elemelere gittiği görülmektedir. Ebû mıhnefin Maktel’inde yer alan bir bilginin bazen Taberî’nin Tarih’inde daha kısa tutulduğu müşahede edilmektedir.

Genel İslâm Tarih kitaplanndan Halife b. Hayyât (240/854)’m “Tarih”i[31] [32], Dineverî (282/895)’nin “el-Ahbâru’t-Tıval”ı3i, Ya’kubî (294/897)’nin ‘Tarih’i[33], İbn A’sem el-Kûfî (314/926)’nin “Fütûh”u[34], İbnü’l-Esir (630/1232)’in “el-Kâmil fi’t- Tarih”i[35], İbn Kesir (774/1372)’in “el-Bidâye ve’n-Nihâye”si[36], konumuz açısından vazgeçilmez kaynaklardandır. Bu kaynaklardan özellikle Ya‘kubî[37] ve İbn A’sem, Yezid’le ilgili diğer kaynaklarda pek rastlanılmayan ve münferit kalan bilgiler vermektedirler. Bu tarihçilerin verdikleri bu bilgiler, Şiî temayüllerinin göz önünde bulundurulmasını ve rivayetlerinin buna göre değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır. Ancak şunu ifade etmek gerekir ki, İbn A’sem’in verdiği bilgilerin çoğunlukla Taber’i, İbnü’l-Esir ve İbn Kesir’in verdiği bilgilerle benzerlik arz ettiği görülmektedir.

Şiir ve Edebiyat kitapları da çalışmamız esnasında başvurduğumuz önemli kaynaklardandır. İncelediğimiz dönemin sosyal yapısı hakkında ve Yezid’in kişiliği hakkında bolca bilgiler bulunan bu kitapların başında İbn Kuteybe (276/889)’nin “Uyûnu’l-Ahbâr’T[38] ve eş-Şi’ru ve’ş-Şuarâ”[39]sı, Câhız (255/869)’m “et-Tâc fi Ahlâki’l-Mülûk”u[40] ve “el-Beyân ve’t-Tebyîn’i”[41] gelmektedir. Bunların dışında Beyhâkî’nin “el-Mehâsin ve’l-Mesâvî”si[42], Müberred (285/898)’in “el-Kâmil”i[43], İbn Abdirabbih (328/940)’in “el-Ikdü’l-Ferîd”i[44], İsfahânî (356/967)’nin “el-Eğânî”si[45] Nüveyrî (732/1332)’nin “Nihâyetü’l-Ereb fî Fünûni’l-Edeb”[46]! de başlıca kaynaklarımızdandır. Bu kitaplardan özellikle Yezid’in şairliği, musiki ve eğlenceye düşkünlüğü konusundaki bilgilerden istifade ettik. İbn Abdirabbih ve İsfahânî’nin eserlerinde ise Yezid’in İstanbul muhasarasına katılması ve bu esnada sergilemiş olduğu tavırlar hususunda bilgiler bulduk.

Coğrafya kitapları da araştırmamız esnasında müracaat ettiğimiz kaynaklardandır. Bunlardan çoğunlukla yer isimlerinin mevkilerinin tespiti noktasında istifade ettik, ancak söz konusu kitaplarda yer alan tarihi bilgilerden de istifade ettik. Bu hususta başvurduğumuz eserler arasında Ebü’l-Fidâ (732/1331 )’nin “Takvîmü’l-Buldân”ı[47], el-Bekrî (487/1094)’nin “Mu’cemü Mesta’cem”i[48], Yâkut el-Hamevî (626/1229)’nin “Mu’cemü’l-Buldân”ı[49] ve Kazvînî’nin “el-Âsâru’l-Bilâd ve Ahbâru’l-İbâd”ı[50] önemli yer tutmaktadır.

Diğer taraftan çalışmamız esnasında kullandığımız ancak yukarıdaki gruplarda mütalâası uygun olmayan kaynaklardan da kısaca söz etmek uygun olacaktır. Bunlar arasında müracaat ettiğimiz en önemli kaynak İbn Kuteybe (276/889)’nin “el-İmâme ve’s-Siyâse”si[51] dir. İbn Kuteybe’ye aidiyiyeti hususunda terettütler olan bu kitapta özellikle Yezid’in veliaht tayin edilmesiyle ilgili gelişmelere, taraflar arasında gerçekleşen konuşmalara ve yazışmalara ayrıntılı şekilde yer verilmiştir. Ayrıca bu kitapta Yezid’le ilgili diğer kaynaklarda rastlanılmayan ve doğruluğu şüpheli olan bilgileri de sık sık rastlanılmaktadır.

Mâverdî (450/1058) ve Ferrâ (458/1065)’nm “el-Ahkâmü’s-Sultaniyye [52] adlı kitaplarından özellikle Hac emirliğiyle ilgili bilgiler açısından istifade ettik. Ayrıca yıllara göre kimlerin hac emirliği yaptığını ayrıntılı bir şekilde zikreden İbn Habib (245/859)’in “Kitabü’l-Muhabber”inden[53] de istifade ettik. Ebu’l-Arab’ın “Kitabu’l- Mıhan” ve Semhûdî’nin “Vefâü’l-Vefa bi Ahbâri Dâri’l-Mustafa” adlı eserlerinden ise Harre vakasıyla ilgili gelişmeler açısından oldukça çok bilgi bulduk. Bu tarihçilerin her ikisinin de başlıca bilgi kaynağı Vâkıdî’dir. İbnü’-Cevzî’nin torunu, Sıbtu İbnü’l-Cevzî tarafından yazılan “Tezkiretü’l-Havâs” adlı kaynaktan ise Yezid’in lanetlenmesiyle ilgili bilgiler açısından istifade ettik.

Yukarıdaki kaynakların dışında istifade ettiğimiz pek çok araştırma da bulunmaktadır. Bunların tamamının tanıtımı mümkün olmadığından bir kısmı hakkında kısaca bilgiler verilmesi uygun olacaktır.

Arap aleminde yapılan çağdaş çalışmaların çokluğu dikkat çekmektedir. Bunlar arasında eserlerine müracaat ettiğimiz araştırmacılar şunlardır: Ahmed İsmail[54], Nebîhe Akil[55], İbrahim Beydûn[56], Cebrâil Cebbûr[57], Süleyman el-Ukaylî[58], İbrahim el-Adevî[59], Yusuf el-Işş[60], Seyyid Vekil[61], Riyad İsa[62], Necdet Hammaş[63], Muhammed Süheyl Takkuş[64] [65], Abdülmünim Mâcid63 ve Hasan İbrahim Hasan[66]. Bu araştırmacılar arasında özellikle Süleyman el-Ukaylî’nin çalışmaları dikkat çekici niteliktedir. Yezid döneminde gerçekleşen olayları müstakil çalışma konusu olarak ele alan ve makale halinde yayınlayan Ukaylî’nin ilmi üsluplarla yazılmış olan makalelerinin tamamına ulaştık ve tezimiz esnasında yararlandık. Ancak şunu ifade etmek gerekir ki, Ukaylî, makalelerinde çoğu kere Arapçılık taassubu içerisinde olaylara yaklaşmış, farklı rivayetleri görmezden gelmiştir. Ukaylî’nin dışındaki araştırmacıların ise olaylarla ilgili bilgileri tenkit süzgecinden geçirerek naklettikleri ve sonrasında değerlendirmelerde bulundukları görülmektedir.

Şiî tarafgirliği ve Emevî düşmanlığının açıkça görüldüğü çalışmalardan da istifade etmeye çalıştık. Bu tür çalışmalardan özellikle Şia’nın Yezid dönemiyle ilgili olaylara bakışını ve bu konudaki değerlendirmelerini anlamaya çalıştık. Bunlardan bir kısmının çok ayrıntılı değerlendirmelere gittikleri görülürken bir kısmının ise ifrat derecesine varan ithamlarına delil sunmaktan uzak oldukları görülmektedir. Taha Hüseyin[67], Muhammed Rıza, Mehran[68], Şehristânî[69], Müderrisi[70]’nin yanısıra Akkad[71] [72], Caferiyân * ve Alaylı’nın[73] konumuzla ilgili değişik değerlendirmelerinden istifade etmeye gayret gösterdik. Diğer taraftan Ziya Şakir[74], Müseyyib Gazi[75], Muğniyye[76], Useylî[77]' ve Celaleddin’in[78] çalışmalarına da baktık, ancak bunların ilmi üslupla yazılmadıklarını ve kabulünün asla mümkün olmayacağı bilgiler verdiklerini müşahede ettik.

Batılı bilim adamlarından ise imkanımız ölçüsünde istifade etmeye çalıştık. Bunlar arasında daha önce de bahsettiğimiz Henry Lammens’in çalışmaları gelmektedir. Lammens’in Yezid’le ilgili kitabından başka İslam Ansiklopedisinde yayınlanan maddelerinin İngilizce asıllanndan ve Türkçe tercümelerinden istifade etmeye çalıştık. Yezid’le ilgili çalışmalarda bulunan diğer bir batılı bilim adamı da Julius Welhausen’dir. Onun eserlerinden[79] azami derecede yararlandık.

Reinhart Dozy[80] ve Philip Hitti’nin eserlerinden[81] başka özellikle Harre vakasıyla ilgili olarak ise M. J. Kıster’in “The Battle of The Harra” adlı makalesinden[82]; Yezid’in İstanbul muhasarasına iştiraki hususunda ise Marıus Canard’ın “Tarih ve Efsaneye Göre Arapların İstanbul Seferleri”[83] adlı makalesinden yararlandık.

Ülkemizde yapılan çalışmalarda da ziyadesiyle istifade ettik. Özellikle Yezid’in veliaht tayin edilmesiyle ilgili gelişmelerle ilgili bölümün yazılması esnasında Mehmed Ali Kapar’ın “Halifeliğin Emevîlere Geçişi ve Verasete Dönüşmesi”[84] adlı kitabından, Vecdi Akyüz’ün “Hilafetin Saltanata Dönüşmesi” adlı eserinden[85] ve Saim Yılmaz’m “Emevîlerde Veliahtlık”[86] ismindeki yüksek lisans tezinden azami derecede istifade ettik. Yezid’in özellikle Hz. Hüseyin ile olan ilişkileri hakkında bilgi verirken de M. Asım Koksal[87], Adnan Demircan ve A. Turan Yüksel’in çalışmalarına[88] müracaat ettik. Harre vakasıyla ilgili olarak ise Ahmed Önkal’m[89] ve Mustafa Sabri Küçükaşçı’nın çalışmalarından[90] faydalandık. Ayrıca ülkemizde Hz. Hüseyin ve Şia üzerine pek çok çalışması bulunan Ethem Ruhi Fığlalı’nın ve Hasan Onat’ın kitaplarından[91] da yararlandık Özellikle Emevî tarihi çalışan İrfan Ayçan[92] ve İbrahim Sançam’m eserlerinden[93] de faydalandık.

B-EMEVÎ AİLESİNİN TARİHİ GELİŞİMİ

Yezid b. Muaviye, Ümeyye oğulları kabilesine mensub bir kimsedir. Bu kabilenin meşhur olmasını sağlayan ise Muaviye b. Ebû Süfyan’dır. Tarih sahnesine çıkmasından önceki dönemi hakkında bilgi verilecek olan Ümeyye oğulları ailesinin daha sonraki dönemlerde bu kadar meşhur olmasını sağlayan da yine Muaviye’dir.

Devletin kurucusu olan Muaviye’ nin ceddinin İslâm öncesi dönemde, toplumda bir anlam ifade etmesi, Kusay’ın Kureyş kabilesini Mekke şehrine yerleştirmesinden sonra oldu.[94]

Mekke’ye gelmeden önce döneminde Hicaz'ın güneyinde yer alan Kureyş kabilesinin iktisadi ve sosyal seviyesi pek iyi değildi. Bu kabilenin fertleri, Mekke'yi çevreleyen çıplak dağlar arasında ve vahşi geçitlerde çapulculukla meşgullerdi. Kureyşliler, meskun bulundukları bölgelerde, Mekke tüccarlarına develerini kiralama ve onlara kılavuzluk yapma gibi Mekke ticaretine olumlu katkıları olduğu gibi bazen de bu ticaret kervanlarına sıkıntı veriyorlardı.[95]

Bu kabile mensuplan, Mekke'de hüküm sürmekte olan Benî Huzâ'yı, şehirden dışan atmak ve idareyi ele geçirebilmek için firsat kollarlardı. Onlann tarih içerisindeki bu şekildeki gidişatlan kabile fertlerinden Kusay ile değişmeye başladı. Kusay, onlan tarih sahnesine sokarak siyasi hayatlannmtemelini attı[96]

Kureyş kabilesinin tarih sahnesine çıkmasına vesile olan Kusay’ın asıl ismi Zeyd’tir. Kusay, Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in dördüncü batından dedesidir. Kusay’ın babası Kilâb b. Mürre b. Ka’b b. Lüey b. Gâlib b. Fihr veya Kureyş, Fatıma bnt. Seyel ile evlendi.[97] Bu evlilik neticesinde önce Zühre b. Kilâb, sonra da Zeyd doğdu[98] Babası Kilâb’ın vefat etmesi üzerine annesi Fatıma bnt. Seyel, hac maksadıyla Mekke’ye gelen ve Kudâ’nın bir kolu olan Üzre kabilesinden[99] Rabia b. Haram ile evlendi. Rabia hanımını küçük Zeyd de beraberinde olduğu halde memleketi olan Suriye’ye götürdü.[100] Mekke’den uzaklaşınca annesi, Zeyd’e uzağa giden manasına “Kusay” adını verdi.[101] Kusay, Suriye'de üvey babasının yanında büyüdü. O, babasının Rabia'dan başka birisi olduğunu bilmiyor ve Rabia'nın oğlu olarak çağrılıyordu.[102]

Üzre kabilesi arasında büyüyen Kusay, bir gün Kudâ kabilesinden bir adamı ok yarışında yendi. Mağlup Kudâlıların kendisine “sen bizden değilsin” demesi üzerine annesinin yanına varan Kusay, asıl babasının Kilâb b. Mürre olduğunu ve kabilesinin de Mekke’de oturduğunu öğrendi. Bunun üzerine derhal asıl vatanına gitmek istediyse de annesi onu yol emniyeti bulunmadığı gerekçesiyle hac mevsimine kadar bekletti ve hac mevsiminde Kudâh bir kervanla Mekke’ye gönderdi. Hac görevi sona erince Kudâlılar kendisini geri götürmek istedilerse de Kusay, dönmek istemedi ve Mekke’de kaldı.[103]

Kusay’ın Mekke’ye gelip yerleştiği sırada Kâbe’nin bakımı ve Mekke’nin idareciliği Huleyl b.Hubşiyye b. Selûl b. Ka’b b. Amr b. Rebia’mn elinde bulunuyordu. Kusay’ ı tanıdıktan sonra onun asaleti ve üstün meziyetlerine hayran kalan Huleyl, kızı Hubbâ’yı onunla evlendirdi. Kusay’ın bu evliliğinden Abdüddâr, Abdüluzzâ, Abdükusay adlı oğulları ile Benî Hâşim ve Benî Ümeyye’nin ortak ataları olan Abdümenaf dünyaya geldi.[104]

Huzâ kabilesinin lideri Huleyl b. Hubşiye'nin ölümünden sonra Kâbe’nin anahtarları damadı Kusay’a geçti. Kâbe’nin anahtarlarının Kusay’a nasıl geçtiği hakkında kaynaklarda birbirinden farklı bilgiler bulunmaktadır. İbn Hişam ve İbn Sa’d’da geçen ve Huzâhlara isnad edilen bir rivayete göre Huleyl, ölmeden önce Mekke’nin idareciliğini ve Kâbenin anahtarlarını damadı Kusay’a vasiyet etti.[105] Bir başka rivayete göre ise Huleyl, yaşlanıp kuvvetten düşünce Kâbenin anahtarlarını kızı Hubbâ’ya bıraktı. Hubbâ, Kâbeyi açmaları için anahtarları bazen kocası Kusay’a, bazen de zayıf yaratıhşlı bir şahıs olan kardeşi el-Muhteriş (Ebû Gubşân) b. Huleyl’e veriyordu. Huleyl’in ölümüyle birlikte reislik el-Muhteriş’te kaldı; Kusay da ondan anahtarları alarak buranın bakımını ele geçirdi.[106]

Konuyla ilgili ayrıntılı bilgiler veren Sarıçam’ın belirttiğine göre Kusay’ın Kâbe’nin anahtarlarını el-Muhteriş’ten kıymetli bir deve ve bir tulum şarap karşılığında, veya bir içki meclisinde aldığına dair de rivayetler bulunmaktadır.[107]

Mensubu bulunduğu Kureyş kabilesinin Kâbeyi inşa eden Hz. İbrahim’in oğlu îsmail‘in neslinden geldiğini bilen Kusay, Kabe ile ilgili görev ve yetkilerin, yine aynı soya mensup birisi olan kendisi tarafından sürdürülmesi gerektiğini düşünüyordu.[108] Oysa Kâbe’nin anahtarlarını ele geçirmesine rağmen Kâbe ile ilgili görevler hala Huzâa kabilesinin elindeydi. Bu durum üç asırdan beri Mekke ve Kâbe'ye hükmeden Huzâa kabilesi ile Kureyş'i karşı karşıya getirdi. Fakat Kusay, kendi kabilesi Kureyş ve Suriye'den gelen Kudâa kabilesinin yardımını da arkasına alarak Huzâalıları Mekke'den çıkarmaya ve Kâbe’nin egemenliğini ele geçirmeye muvaffak oldu.[109] Kusay, Huzâa kabilesi ile yaptığı savaşta galip gelmesinden sonra Kâbe ile ilgili görevleri eline geçirdiği gibi Mekke’nin yönetimini de yaklaşık olarak 300 yıldır ellerinde bulunduran Huzâalılardan devraldı.

Kusay, Kâbe hizmetlerini ve Mekke yönetimini ele geçirdikten sonra, dağlık bölgelerde dağınık bir şekilde yaşamakta olan Kureyşlileri Mekke'ye getirmeye başladı. Kureyşliler, daha önce de belirtildiği gibi Mekke’nin varoşları denilebilecek mevkilerinde, kenar mahallelerde oturuyorlardı. Mekke’nin merkezine gelip yerleşmelerine o dönemin hâkim kabilesi olan Huzâlılar tarafından izin verilmiyordu. Kusay’ın hakimiyeti ele geçirmesinden sonra Kureyşliler, Mekke’nin önemli mevkilerine gelip yerleşmeye başladılar, dolayısıyla da bir araya toplanma fırsatına kavuştular. Kavmini Mekke'de toplamaya muvaffak olan Kusay'a bazıları “Mücemmî” adını verdiler.[110]

Kusay, Mekke'ye topladığı kavmini bir iskana da tabi tuttu.[111] Kureyş kabilesini Mekke’de iskan ederken bir plan dahilinde hareket etti. Kureyşlilerin zenginlerini soylularını ve kendisine daha yakın akrabalarını Mekke’nin en merkezi yerine yerleştirirken, zenginlik ve statü bakımından daha geride olan kabileleri ise Mekke vadisinin dışına yerleştirdi.[112] Mağlup edilen Huzâlıları ise şehirden uzaklaştırdı ve onların civar bölgelerde oturmalarına izin verdi.[113]

Kusay’m hakimiyeti altında Mekke’nin refah seviyesi yükseldi, idare yeni baştan kuruldu ve demokratik hale getirildi. Şöyle ki; Kusay, umuma açık müzakerelerin yapılması için ‘Dâru’n-Nedve’yi kurdu. 40 yaşını aşan her vatandaş buraya gelip şehirle ilgili işlerin müzakeresi hususunda fikrini söyleyebilirdi.[114] Kusay tarafından yapılan bu binadan sonra Kureyşliler tarafından Mekke’de yeni binalar yapıldı. Böylece Kusay, Kureyş kabilesinin bedevilikten şehir hayatına geçmesine de öncülük eden şahıs oldu.[115]

Kusay, Dâru’n-Nedve’yi inşa etmekle kalmadı, burasının çok çeşitli fonksiyonlar icra edebilmesi için de bir takım düzenlemeler yaptı.[116] Bunun yanında Kusay’ın Kâbe ile ilgili görevlerde de bir takım düzenlemelere gitmiştir. Söz konusu görevlerin daha düzenli bir şekilde yerine getirilmesi için tedbirler aldı.

Kusay’ın bu dönemde gerek Mekke’nin yönetimi gerekse Kâbe ile ilgili görevlerin yerine getirilmesiyle ilgili aldığı tedbirlerin kısa zamanda işe yaradığı görülmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, bütün bu faaliyetler sebebiyle Kusay’ın Mekke’deki otoritesi güçlendi ve mensubu bulunduğu Kureyş kabilesi de şehrin en güçlü kabilelerinden biri haline geldi. Onun Mekke'deki riyasetini simgeleyen önemli görevleri vardı: Dâru'n-Nedve Reisliği, Liva, Hicâbe, Sikâye ve Rifâde görevi. Kusay’ın ölümünden sonra bu görevler, onun oğullarından Abdüddâr'a devredildi.[117] Aradan fazla bir süre geçmeden bu yetkilerin paylaşılması amacı ile Kusay’m oğulları arasında mücadele başladı ve Mekkeliler ikiye aynldılar. Mahzum oğulları, Sehm oğulları, Cumah oğulları, Adiy oğulları hâkim zümre Abdüddar oğullarının yanında yer alırken, onlara karşı muhalefeti oluşturan Zühre oğulları, Esed oğulları, Teym oğulları. Haris b. Fihr oğulları da Abdümenaf oğullarının yanında yer aldılar.[118]

İki grup arasında ortaya çıkan bu mücadele, daha sonra Mekke ve Kâbe'nin yönetimi ile ilgili yetkilerin paylaşılması ile çözüme kavuşturuldu. Buna göre, Hicâbe, Liva ve Nedve görevleri Abdüddar oğullarına bırakılırken, Kıyâde, Sikâye ve Rifâde görevleri de Abdümenaf oğullarına devredildi.[119] Abdimenafın ölümünden sonra, Sikâye ve Rifâde'yi oğullarından Hâşim b. Abdimenaf, Kıyâde'yi de bir diğer oğlu Abdüşems b. Abdimenaf ele aldı.[120]

Yapacağımız çalışma açısından Hâşim ve Abdüşems’in ilişkileri üzerinde durulması daha sonra ortaya çıkacak ilişkilerin anlaşılmasına katkıda bulunacaktır. Zira bu iki kardeş arasında, babalarının ölümünden kısa bir süre sonra bozulmasıyla başlayan ilişkiler, düşmanlığa dönüşerek devam etti. Söz konusu düşmanlık Emevîler döneminde meydana gelen pek çok isyanın ortaya çıkmasında ve bu isyanların gereğinden fazla bir sertlikle bastırılmasında ki etkenlerden biri oldu.

Abdümenaf ın oğullarından olan Hâşim’in asıl ismi Amr’dır. Mekke’de kıtlık olduğu bir yılda Suriye’den somun getirip ufalayarak hacılara tirit yaptırarak dağıttığı için; kendisine “Hâşim=ufalayan” denildi. [121]Cömertliğiyle meşhur olan Hâşim[122], çevre devletlerin hükümdarlarıyla Kureyş adına ticarî, diplomatik ilişkiler başlatmakla ve Kureyş için bir yılda iki ticari seyahat sistemini getirmekle itibar kazandı. Kusay’ın yaptığı gibi Mekke’nin ileri gelenlerinden aynî ve nakdî yardımlar topladı ve hac ibadetini yeniden organize etti. Kardeşi Abdüşems, Mekke’de fazla bulunmayan ve zamanının çoğunu seyahatte geçiren bir kimseydi. Üstelik yoksuldu ve ailesi de kalabalıktı. Hâşim ise her sene kendi malından hacıların ağırlanması için büyük bir meblağ ayıracak kadar zengindi. [123]Hâşim’in özellikle hacılara yönelik olarak verdiği bu hizmetlerin, ileriki yıllarda tüm Kureyşlilerin olduğu gibi Peygamberimizin de toplumda saygın bir yere sahip olmasına yol açtığı söylenebilir.

Hâşim, bir seyahat için çıktığı Gazze’de ölünce Kureyş’in reisliğini, rifâde ve sikâye görevlerini kardeşi Muttalib devraldı.[124]

Diğer taraftan Hâşim’in kardeşi Abdüşems’in erken bir dönemde ölmesinden sonra onun yerine getirdiği Kıyâde görevini oğlu Ümeyye b. Abdüşems üstlendi.[125]

Hulefâ-i Râşidîn döneminden sonra kurulacak olan Emevî devletine adını veren Ümeyye b. Abdişems, babasına nazaran zengin ve güçlü bir kimseydi. Oğulları ve serveti oldukça çoktu. Hatta onun, bu yönüyle amcası Hâşim’e denk olduğunu söyleyenler vardır.[126]

Aycan’ın da belirttiğine göre belki de Ümeyye bu durumuna güvenerek amcası Hâşim b. Abdimenaf ile anlaşmazlığa düştü, onunla rekâbete girişti. Fakat o, bu mücadeleyi kaybetti ve Hicaz’ı terk ederek, on yıl boyunca Şam’da oturmak zorunda kaldı. Tarihte böylece Hz. Muhammed’in babasının dedesi olan Hâşim ile Emevî devletinin kurucusu Muaviye’nin babasının dedesi olan Ümeyye arasındaki ilk düşmanlık başladı.[127]

Hâşim b. Abdimenaf, Kureyş’in büyüklerinden ve efendilerindendi. Civar bölgelerdeki bazı devletlerle iyi ilişkiler kurarak güvenli bir şekilde ticaret yapabilme imtiyazını elde etti. Hâşim, Medine'den bir kadınla evlendi ve bir çocuğu oldu. Bu çocuk daha sonra amcası tarafından Mekkeye getirilen Abdulmuttalib idi.[128]

Abdüşems erken bir dönemde Mekke'de ölünce, onun ifa ettiği Kıyâde görevini, oğlu Ümeyye b. Abdişems üstlendi. Ümeyye akrabaları ve yakınlan çok olan zengin bir kişiydi. Belki de bu durumuna güvenerek amcası Hâşim b. Abdimenaf ile anlaşmazlığa düştü, onunla rekâbete girişti. Fakat o, bu mücadeleyi kaybetti ve yaklaşık olarak on yıl Şam'da ikamet etti. Tarihte böylece Hz.Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in dedesinin babası olan Hâşim ile Ebû Süfyan'm dedesi Ümeyye arasında ilk düşmanlık başlamış oluyordu.[129]

îki kardeş kabile arasında meydana gelen bu ilk çekişmenin sebepleri hakkında birbirinden farklı olan rivayetlerin zikredildiği görülmektedir.

Araştırmacı Sançam söz konusu iki kabile arasında ortaya çıkan çekişmenin sebepleri hakkında oldukça değerli bilgiler vermektedir. İlk dönem kaynaklarının yanı sıra daha sonraki dönemlerde yapılan araştırmalara da dayanılarak ortaya konulan bilgileri aynen nakletmek istiyoruz:

"Hâşim, kardeşleriyle birlikte Kureyş’in bazı kollarının da desteğiyle rifâde ve sikâye görevlerini eline geçirdi. O, bir takım fedakarlıklarda bulunmak suretiyle hacılarda ikramda bulunuyor ve Mekkelilere de yardım ediyordu. Hâşim’in yeğeni Ümeyye b. Abdişems de zengindi. Hâşim’in halka yaptığı ikram gibi kendisi de yapmak istediyse de malına kıyamayıp bu teşebbüsünden vazgeçti. Kureyşten bazı kimseler Ümeyye ile alay ettiler ve onu ayıpladılar. Ümeyye Hâşim’e haset etti[130] ve onun halkı doyurmasını, reisliğini ve babasından tevarüs ettiği seyyidliğini kıskandı. Bu durum Hâşim ile Ümeyye’nin arasının açılmasına , birbirlerine karşı öğünmeye ve düşmanlığa yol açtı. Nihayet Ümeyye kardeşlerini toplayıp onlarla istişare etti. Kardeşleri onu azarladılar ve muhakeme için tahrik ettiler. Sonunda Ümeyye, Hâşim’i muhakemeye davet etti. Hâşim, Kureyş içindeki mevkiinden ve yaşından dolayı bir hakeme başvurup muhakeme olmayı hiç hoş karşılamadıysa da Kureyşliler bu işin peşini bırakmayıp onları teşvik ve tahrik ettiler. Sonunda Hâşim “Kaybeden tarafın, değeri yüksek 50 deveyi Kâbe’nin yanında boğazlayıp halka yedirmesi ve 10 yıl müddetle Mekke’den uzaklaşması şartıyla muhakemeyi kabul etti. Ümeyye’nin de bu şartlan kabul etmesi üzerine hangisinin daha şerefli olduğunun sorulması için bir kahine müracaat edildi ve bu konuda hüküm istendi. Yapılan müzakerelerden sonra hakem , Hâşim’in lehine karar verdi. Hâşim, develeri alıp boğazladı ve orada hazır bulunanlara ve Mekke’de bulunan halka yedirdi. Ümeyye ise Önceden kararlaştınldığı gibi Şam’a gitti ve orada 10 yıl ikamet etti. Bu hadise, Hâşim oğullarıyla Ümeyye oğulları arasında ki ilk çekişmeyi teşkil etmektedir."[131]

Bazı kaynaklarda yer alan fakat pek çok çelişkiyi içeren bir rivayete göre ise Hâşim ile Abdüşems ikiz olarak dünyaya geldiler. Rivayete göre bunlardan birinin parmağı diğerinin alnına, veya birinin ayağı diğerinin alnına yapışıktı. Bu ikisinin birbirinden ayrılması için ustura yardımıyla cerrahi bir müdahale gerekti, bu müdahale esnasında ise kan aktı. Bu olayı gören insanlar, gelecekte ikisi arasında veya oğulları arasında kan döküleceği şeklinde bir yorumda bulundular.[132]

Zengin ve geniş bir nüfusa sahip olan Ümeyye, Şam'dan Mekke'ye döndükten sonra da yine eski mevkiini korumuştur.[133] Ümeyye’nin ölümünden sonra onun yerini Harb almıştır. Abdüşems oğullarının lideri olan Harb, Hâşim b. Abddulmuttalib'in yakın dostu ve nedimi idi. Ancak Abdulmuttalib, Yahudi bir kimseyi öldürmesinden dolayı Harb'den maktülün diyeti olan yüz deveyi alıp, onun amca oğluna vermesine kadar kendisi ile ilişkisini kesti. Böyle bir olay da muhtemelen Hâşim oğulları ile Ümeyye oğullarının arasının daha da açılmasına neden oldu.[134]

İki kabile arasındaki ilişkilerin böylesine bir şekilde seyrettiği bir dönemde, Hz.Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gibi rakip kabilenin ferdi olan bir şahsın peygamber olarak gönderilmiş olması, Ümeyye oğulları arasında olumsuz bir tesir oluşturdu ve onların İslâm peygamberine ve onun getirmiş olduğu dine karşı acımasız bir tavır almalarına vesile oldu.[135]

Hâşim’in ölmesinden sonra Hâşim oğullarının liderliğini Abdülmuttalib, Ümeyye’nin ölmesinden sonra Ümeyye oğullarının liderliğini ise Harb devraldı. Bilindiği gibi Abdülmuttalib, İslâm’ı tebliğ etmekle görevlendirilecek olan Muhammed b. Abdullah(salla’llâhü aleyhi ve sellem)’m dedesidir. Harb ise ileride Emevî devletini kuracak olan Muaviye’nin dedesidir.

Bu ikisi arasında da ilişkiler olumlu bir şekilde devam etmedi. Aralarında öncekilere benzer olumsuz bir rekâbetin mevcut olduğu görülmektedir. Bu rekâbette rifâde ve sikâye görevleri Abdülmuttalib’e, Kureyş kabilesinin ordu komutanı olması da Harb b. Ümeyye’ye güç veriyordu.[136]

Hâşim oğulları yerine getirdikleri rifâde ve sikâye görevleriyle Mekke toplumunda dini bir nüfuz elde ederken, Ümeyye oğulları ise. başkumandanlık görevini uhdelerinde bulundurmakla siyasi bir nüfuz kazandılar.[137]

Bu iki kabile arasındaki rekâbet, İslâmîyetin gelmesinden sonraki dönemde farklı bir boyut kazandı. Hz. Muhammed’in rakib bir kabileden gelmesi, Ümeyye oğullarının ona karşı sert bir muhalefet sergilemelerine sebep oldu.

Ümeyye oğulları içinde Hz. Osman (r.a) gibi ilk müslümanlar arasında yer alanlar bulunmakla birlikte bunlann sayılan azdı.[138] Ümeyye ailesi ileri gelenleri, Hz. Peygamberin İslâm’a açık davetinin ilk günlerinden itibaren halkın müslüman olmasını engellemeye çalıştılar. Bu hususta diğer müşriklerle birlikte hareket ettiler; hatta şehirdeki nüfuzları sebebiyle bu hareketin elebaşısı oldular.[139]

Mekke döneminde müslümanlara karşı acımasızca davranan Ümeyye oğulları, müslümanlann Medine’ye hicret etmesinden sonraki dönemde ise onlara karşı yapılan savaşlarda da aktif görevler üstlendiler.

Bedir Gazvesi’nde Abdüşems oğullarından Utbe b. Rebia, Uhud ve Hendek gazvelerinde ise Emevîlerden Ebû Süfyan müşriklerin ordu kumandanlığı görevini yerine getirdiler. [140]

Hicret sonrasında meydana gelen savaşlarda pek çok yakınını kaybeden Ümeyye oğulları müslümanlara karşı gittikçe daha da sert bir politika içerisine girdiler. Bu savaşlarda kaybettikleri yakınlarının verdiği üzüntü onların İslâm’a geç girmelerinin en büyük sebeplerinden birisi oldu. Ümeyye oğullarının İslâm’a geç girmelerinde, onların bu yeni dine girdikten sonra Mekke’de, sahip oldukları nüfuz ve itibarı kaybetme endişesi de rol almış olmalıdır.

Bu dönemde Ümeyye oğullarının liderliğini sürdüren Ebû Süfyan ve ailesinin Mekke’nin fethine kadar İslâm’a girmemekte direndikleri görülmektedir. Fetihle beraber İslâm’a giren Ümeyye ailesi bu dönemden sonra sahip oldukları eski nüfuzlarını geçici bir süre için kaybettiler. Bu kabilenin İslâm’a girmesini zorlaştıran unsurlara daha önce işaret edilmişti. Burada şunu da belirtmek gerekir ki Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem), kendisinin de mensubu bulunduğu Kureyş kabilesinin bir kolundan olan bu kabilenin İslâm’a girmesi için büyük gayretler sarf etti. Özellikle Hudeybiye barış antlaşmasından (6/628) sonra bu gayretlerine daha da büyük bir hız verdiği görülmektedir.

Hudeybiye barışının imzalanmasından kısa süre sonra Mekke’de bir kıtlık meydana geldi. Hz. Peygamber, Ebû Süfyan’a Medine mahsulünden bol miktarda hurma gönderdi ve bunları Mekkelilerin ticaret mallarından olan deri ile değiştirmeyi teklif etti Buna ilaveten Efz. Peygamber, Mekke fakirlerine dağıtılmak üzere 500 dinar gönderdi.[141]

Hendek savaşından sonra Mekke, büyük bir kıtlıkla karşı karşıya kaldı. Mekke’ye buğday ithal olunan bölgenin reisi olan Sumame İbn Usal’ın müslüman olması ve Mekke’ye buğday sevkıyatını önlemesi üzerine Kureyş’in içinde bulunduğu sıkıntı daha da arttı. Bunun üzerine Mekkelilerden bazıları, onun hem cömertliğini ve hem de onunla akrabalık bağlarını öne sürerek bu yasakların kaldırılmasını rica etmek üzere Rasûlüllah’a haberci gönderdiler. Bu insancıl ricayı Hz. Peygamber derhal kabul etmiş ve bu hususta teşebbüse geçerek Mekke üzerindeki ambargonun kaldırılmasına yardımcı olmuştur.[142]

Yfne bu sükun devresi ile ilgili olarak sahip olduğumuz bir malûmata göre Hz. Peygamber, Mekke’nin ekonomik krizde olduğunu öğrendi. Bunun üzerine îslâm’a yaklaştıncı bir centilmenlik olarak elçisi ile Mekke rüesasma dağıtılmak üzere bir miktar altın gönderdi. Ümeyye oğullarından Ebû Süfyan hariç, diğer Mekkeliler bu nazik davranışı reddettiler. Ebû Süfyan ise, onların kabul etmediği meblağı da alarak bunları halka dağıttı ve akrabası Muhammed’e hayır dualarda bulundu.[143]

Hz. Peygamber Hudeybiye sonrasında, elçilerden birisiyle meşhur ve kıymetli Medine hurması gönderdiği Ebû Süfyan’dan kendisine Arap Yarımadasının her tarafında ısrarla aranılan Mekke yapımı deri giysilerden gönderilmesini istedi. Ebû Süfyan da Peygamberimizin bu talebini yerine getirdi.[144]

Öyle anlaşılıyor ki, bir yumuşama ihtimalini yoklayıp denemek maksadıyla Rasûlüllah, Ebû Süfyan’ın sahip olduğu bir ticaret kervanıyla Suriye-Filiştin yönüne doğru gidebilmesi için İslâm ülkesi topraklarından geçip gitmesine de yine aynı maksatla izin verdi.[145] [146]

7/628-629 Yılında Ebû Süfyan ailesini ilgilendiren önemli bir hadise meydana geldi. Müslüman olması sebebi ile Mekke'de uğramış olduğu işkence ve hakaretlerden kurtulmak isteyen Ebû Süfyan bnt. Remle (= Ümmü Habîbe), kocası Ubeydullah b. Cahş ile Habeşistan'a hicret etti. Ümmü Habîbe'nin kocası, önce irtdat ederek Hristiyan oldu, sonra da öldü. Kocasını ölümünden sonra dul kalan Ümmü Habîbe, Habeşistan'da bulunduğu müddetçe dininde sebat gösterdi.14€

Yukarıda örneklerini verdiğimiz üzere Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)), İslâm’a girmeyen Kureyşlilerle, özellikle de Mekke’nin seçkin tabakasını oluşturan Ümeyye oğulları ile uzlaşma gayretlerini son haddine vardırma çabasında idi. Ortaya konulan örneklerden de anlaşıldığı kadarıyla Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Ümeyye oğullarından özellikle Ebû Süfyan ile olan ilişkilerini iyileştirme çabası içerisindeydi. Belki de onun İslâm’a girmesinin diğer Ümeyye oğullarının da İslâm’a girmesine vesile olacağını düşünüyordu. Çünkü Ebû Süfyan, Mekke topiumunun lideri olmasının yanında kabilesi içerisinde büyük saygınlığı olan bir kimseydi.

Hz. Peygamberin Ebû Süfyan’a gösterdiği bu ekonomik kolaylıklara ilaveten onun kızı Ümmü Habîbe ile evlenmek suretiyle uzlaşma yolunda bir adım daha atmak istedi.[147] Müslüman olması sebebiyle Mekke’de uğramış olduğu işkence ve hakaretlerden kurtulmak isteyen Remle bnt. Ebî Süfyan(= Ümmü Habîbe)’m kocası, önce irtidat ederek Hıristiyan oldu, sonra da öldü. Kocasının ölümünden sonra dul kalan Ümmü Habîbe, Habeşistan’da bulunduğu müddetçe dininde sebat gösterdi.[148]

Ümmü Habîbe’nin, Habeşistan’da çektiği sıkıntılara rağmen dininde sebat gösterdiğini öğrenen Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Necâşi’ye haber göndererek, onu kendi nikahına almak istediğini bildirdi. Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bir elçisine 400 dirhem para vererek Habeşistan’a nikah teklifi için gönderdi. Gönderilen bu para, mehir olarak Ümmü Habîbe’ye verildi ve nikahı bizzat Necâşi kıydı. 7/628-629 yılında gerçekleşen bu evlilik esnasında Peygamberimizin vekaletini Halid b. Sâid b. el-Âs yaptı.[149]

Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile Ebû Süfyan’ın kızı Ümmü Habîbe arasında gerçekleşen bu nikah, özellikle Ebû Süfyan’ın, dolayısıyla da Ümeyye oğullarının îslâm’a karşı yumuşamasına ve onların müslüman olma yolundaki sürecin hızlanmasına yol açtı. Nitekim bu evliliğin hemen öncesinde nazil olan: “Olabilir ki Allah (celle celâlühü), aralarınızda düşmanlık bulunan kimselerle sizin aranızda dostluk tesis eder”[150]ayetinden de bu evliliğe işaret ettiği belirtilmektedir.[151]

Bütün bu gelişmelerden sonra Mekke’nin fetholunduğu gün Ebû Süfyan ve Ümeyye oğullarının diğer fertlerinden pek çok kimse İslâm’a girdi. Mekke’nin fethi ile İslâm’a giren Ebû Süfyan’ın Mekke’deki konumu tamamıyla değişti. Fetihten sonra o, Mekke’nin ve Kureyş’in en güçlü ve en saygın lideri değildi. Belki de o, artık İslâm’a ve müslümanlara karşı ta ilk zamanlardan beri takındığı tavırdan dolayı bilerek ve bir anlamda da mecburen geri planda kalmaya çalışacaktır. Aynı şekilde karısı Hind de İslâm’a geç girme ve daha önceki yıllardaki müslümanlara karşı takınmış olduğu tavrı sebebiyle sürekli bir mahcubiyet ve eziklik içerisinde bulundu. Hind bnt. Utbe, geçmişte yaptıklarının sıkıntısından dolayı, Hz. Osman (r.a) ile veya kardeşi Huzeyfe ile birlikte Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’e biat etmek üzere giderken yüzünü gizleme ihtiyacını hissetti.[152]

Peygamberimizin İslâm’a girmekte son ana kadar direnen Ümeyye oğullarına fetih sonrasında da ziyadesiyle iltifatlarda bulunduğu görülmektedir. Onların kalplerinin iyice İslâm’a ısınmasını temin etmek isteyen Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu maksatla başta Ebû Süfyan ve oğulları Yezid ile Muaviye olmak üzere Ümeyye oğullarına gerek idari makamlar gerekse para ve mal verdi.

Hz. Peygamber, Huneyn’de elde edilen ganimetleri dağıtmaya başlaymca Ebû Süfyan’a 100 deve ile 40 ukiyye gümüş verdi. Oğulları Yezid ve Muaviye’yi de bu gruptan kabul ederek kendilerine 100 er deve verdi. Bir şehir devletinin liderliğini yaparken sıradan insanlar haline gelen bu kimselere gösterilen ilgi onlan ziyadesiyle memnun etti.[153] Rasûlüllah’ın kendisine ganimetten böylesine .bolca pay verdiğini gören Ebû Süfyan, şöyle söyleyerek memnuniyetini belirtti: “Anam babam sana feda olsun ey Allah (celle celâlühü)’ın Rasûlü! Sen ne cömert bir insansın! Sana karşı savaştım, sen o zamanlar ne kadar iyi bir muhariptin. Şimdi sana teslim oldum, sen ne kadar güzel bir teslim olunansın. Allah (celle celâlühü) seni hayırla mükafatlandırsın!”[154]

Tarihi kaynaklardan anlaşılabildiği kadarı ile Ebû Süfyan, Hz. Peygamber döneminde malî imtiyazların yanı sıra bir takım siyasi imtiyazlara da sahip olmuştur. Hz. Peygamber, 9/630 yılında Necranlılarla yapılan antlaşmanın şahitleri arasında yer almış bulunan Ebû Süfyan’ı Necran’a vali olarak atamıştır.[155]

Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından Ebû Süfyan ve ailesine tanınan bu imtiyazların hedefine ulaştığı anlaşılmaktadır. Zira Ebû Süfyan’m bundan sonraki hayatı cihad ederek geçmiştir. 12 Recep 15/20 Ağustos 636 tarihinde gerçekleşen Yermük muharebesinde kıyasıya mücadele eden Ebû Süfyan, savaş esnasında gözlerinden birisini kaybetmiştir.[156] Diğer gözünü ise daha önceden yapılan Taif muhasarasında kaybettiği bildirilmiştir.[157]

Ümeyye oğullarının ileri gelenleri, İslâm’a katılma hususunda geç kalmakla birlikte idari konularda tecrübeli oldukları için erken tarihlerden itibaren çeşitli mevkilere getirildiler. Hz. Peygamber tarafından görevlendirilen Emevî gençleri arasında katiplik vazifesi verilen Ebû Süfyan’ın oğlu Muaviye de bulunuyordu. Hicretten 15 yıl önce doğan ve ailesinin diğer fertleriyle birlikte Mekke’nin fethedildiği gün müslüman olan Muaviye, Hz. Ebû Bekir zamanında (11-13/632-634) Suriye üzerine gönderilen dört ordudan birinin başına getirilen ağabeyi Yezid’in ordusunda ona yardımcı olarak görevlendirildi. Bu görev sırasında Ürdün sahil şehirlerinin fethinde büyük başarılar sağladı. 17/638 yılında Ürdün ve civarına idareci olarak tayin edildi. Bir yıl sonra Yezid’in vebadan ölümü üzerine Hz. Ömer tarafından onun yerine Dımaşk valiliğine getirildi. Hz. Osman zamanında (23- 35/644-656) yılında Suriye umumi valisi oldu. (24/645) Hz. Osman’ın şehit edilmesine kadar (35/656) Suriye valiliğini yürüttü.[158]

Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer iktidarda bulundukları süre zarfında kabilelere karşı eşit davranma esasına riayet ettiler. Bir kabilenin diğer bir kabileye üstünlük göstermesine ve hiçbir şahsın kendisine mümtaz bir mevki tanımasına firsat vermediler. Valiliklere ve ordu komutanlıklarına kendi kabilelerine veya belli başka bir kabileye mensup kimseleri değil, hangi kabileye mensup olursa olsun bu görevlere ehil gördükleri kimseleri tayin ettiler.[159]

Hz. Ebû Bekir vefat ettiğinde Yezid b. Ebî Süfyan, Şam’da görevli olarak bulunuyordu. Hz. Ömer de aynı şekilde onu Şam valiliğine getirmişti. Yezid 18/639 yılında taundan vefat edinceye kadar burada valilik yaptı.[160]

Ağabeyi Yezid’in vefatından sonra Şam valiliğine tayin edilen kardeşi Muaviye, Hz. Ömer tarafından getirildiği bu görevde halifelik makamına geçinceye kadar kaldı.

Hz. Ömer’in vefatından sonra hilafet makamına geçen Hz. Osman, halife olduğu zaman yetmiş yaşında idi. Yaratılışı itibariyle yumuşak huylu olduğu için kendisinden önceki iki halifenin ihtiyatkarlığma pek sahip değildi. Halbuki bu özellik, Arapların fetholunan ülkelerden bol miktarda gelen mallardan faydalanma dönemine girdiği bir zamanda İslâm devleti gibi bir devleti idare etmek için gerekliydi.161

Üçüncü halifenin söz konusu yumuşaklığına bir de kaybolmuş gibi görünen "Hâşimi-Emevî" rekâbetinin yeniden su yüzüne çıkması eklenince fitnenin ortaya çıkması kaçınılmaz bir hal aldı.162 Benî Hâşim ile Benî Ümeyye arasındaki çekişme, cahiliyye çağı boyunca devam ettiği gibi İslâm’ın zuhurundan sonra da sürdü. Kaynaklarda belirtildiğine göre başlangıçta İslâm’a karşı direnişlerinden dolayı Emevîlerdeki eziklik zamanla yerini terk etti. Bir müddet sonra İslâm’a ısınan Ümeyye oğulları, cahiliyye çağındaki yöneticiliklerini yeni nizama naklettiler.163 Akbulut'un belirttiğine göre, Hz. Osman halife olunca Hz. Ömer'in gözetmiş olduğu kabileler arası denge politikasının aksine yönetimde "Emevîlik" unsuruna ağırlık verdi.164 Hz. Osman’ın akrabalanna duymuş olduğu muhabbetten, Benî Ümeyye fazlası ile yararlandı.165

Hz. Osman, halife seçildikten çok kısa bir süre sonra, yakın akrabası olan Şam valisi Muaviye hariç, Hz. Ömer'in daha önceden tayin etmiş olduğu valilerin tamamını değiştirdi. Büyük vilayetlerden Mısır'a, süt kardeşi Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh'i, Kûfe'ye anne bir kardeşi Velid b. Ukbe'yi, Basra'ya dayısının oğlu Abdullah b. Âmir'i, devlet katipliğine 166 ve müsteşarlığına da amcasının oğlu Mervan b. el- Hakem'i getirdi.167

Daha önce de temas edildiği gibi idaredeki bu tayinlerden başka mali olarak da Benî Ümeyye'ye ayrıcalıklar tamdı. Bu tayinler de Peygamberin ashabı tarafından hoş karşılanmadı. Çünkü Hz .Peygamber hayatta iken bunlardan bir kısmı kılıç korkusu ile müslüman olmuş ve idam edilmekten son anda kurtarılmış, bir kısmı da  münafıklıktan damga yemişlerdi.[161] Bu kimselerin tayinleri tabii olarak Ensâr ve Muhaciri üzmüştü.[162]

Kendi sıkıntılarının bir kısım sebeplerini onun akrabalarının oluşturduğu bir grupta gören bazı kimseler, halifenin akrabalarım kayırma eğilimi göstermesinden şikayet etmeye başladılar.[163]

Bu hoşnutsuzluklara rağmen Hz. Osman'ın halifeliğinin ilk yıllarında İslâm toplumunu sarsacak bir durum ortaya çıkmadı. Çünkü bu dönemde hâdiselerin yoğunluğu iç politikada değil dış politikada idi. Fetihlerin kara ve denizlerde devam ediyor olması ve insanların bu fetihlere katılması gibi unsurlar, dikkatleri içeriden ziyade dışarıya yöneltiyordu.[164]

30/650 yıllarına gelindiğinde, müslümanlar arasında küçük çaplı sözlü sürtüşmeler başladı. Aslında bunlar beklenmedik hadiseler değildi. Aynı zamanda toplum idaresindeki değişiklikler ve fetihler sonucu irtibata geçilen diğer kültürlerin etkisiyle değişimin sancısı yaşanıyordu.[165]

Gün geçtikçe artan huzursuzlukların pek çoğunun halifenin akrabalarına karşı sergilediği tutumdan kaynaklandığı belirtilmektedir.[166] Hz. Osman (r.a)’a karşı duyulan huzursuzluklar zamanla isyana dönüştü. Neticede ise İII. halife Osman, Mısır, Küfe ve Basra’dan Medine’ye gelen asilerin sürdürdüğü 40 günlük muhasaradan sonra 35/656 yılında şehid edildi.

Hz. Osman’ın şehid edilmesiyle birlikte toplumda meydana gelen yeni şekillenme çok farklı oldu. Bu durum maktül halifeye muhalif olan, fakat fiili harekete girişmeyen bazı kimselerin, yeni halife Hz. Ali’nin yanında yer almalarına sebep olurken, bazılarının da ona cephe almaları sonucunu doğurdu. Ona cephe alanların başında ise Şam valisi Muaviye b. Ebî Süfyan ve diğer Ümeyye oğulları bulunuyordu.[167]

Muaviye, Hz. Osman hakkında ilgisiz kaldığım ve suç ortağı olduğu isyancıları ordusunda barındırdığını ileri sürerek Hz. Osman’ın yerine Medine’de halife seçilen Hz. Ali’ye biat etmedi. Hatta yeni halifeye biat etmemekle kalmadı, Hz. Osman (r.a)’ın yakın akrabası olarak onun kanını dava etme hakkına sahip olduğunu söyledi ve bunu gerçekleştirmek şartıyla Şam halkından biat aldı.[168]

Bundan sonra iki taraf arasındaki ilişkiler, sonucu net bir şekilde belli olmayan Sıffin savaşıyla (36/657) karşılıklı çarpışma haline dönüştü. Sıfffin savaşı sonrasında yapılan Tahkim (38/658) de aradaki ihtilafı yok edemedi.

Ali ve Muaviye arasındaki ilişkilerin böylesine kötü gittiği bir dönemde Hz. Ali’nin bir Haricî tarafından 40/661 yılında öldürülmesinden sonra Muaviye, Suriye halkından “emirü’l-mü’minin” unvanıyla biat aldı. Diğer taraftan Hz. Ali’nin öldürülmesinden sonra ona biat edenler oğlu Hz. Hasan’ı hilafet makamına geçirdiler. Hz. Hasan’ın Irak ordusuna güvenmemesi ve diğer bazı sebeplerle mücadeleden vazgeçerek Muaviye’ye biat etmesiyle 41/661 yılında İslâm dünyasının tamamını hakimiyeti altına aldı. Böylece 90 yıl müslümanlan idare edecek olan Emevî devleti kurulmuş oldu.[169]

Bundan sonra İslâm dünyasının tek lideri durumuna gelen Muaviye b. Ebî Süfyan, kurduğu Emevî devleti ve yaptığı icraatlarıyla tarihin kendisinden en çok bahsettiği kimselerden biri olacaktır.

 

BİRİNCİ BÖLÜM

YEZİD’İN DOĞUMU, YETİŞMESİ, İDARİ VE SİYASİ ALANDA YÜKSELİŞİ

A-DOĞUMU VE AİLESİ

Tarih içerisinde şahsiyetleri ile olaylara yön veren pek çok kişi vardır. Bunlardan biri de Yezid b. Muaviye’dir. İslâm tarihinin ilk döneminde yaşamasına rağmen kaynaklarda hakkında pek çok bilgi bulunan Yezid, Hz. Peygamber ve onun davetine düşmanca tavrı ile tanınan Emevî hanedanına mensup bir kimsedir.[170]

Yezid’in nesebi, ‘Yezid b. Muaviye b. Ebî Süfyan (Sahr b. Harb) Ümeyye b. Abdişems b. Abdimenaf b. Kusay b. Kilâb’tır.[171]

Yezid’İn annesi ise ‘Meysûn bnt. Bahdal b. Üneyf b. Delce b. Kunâfe b.

Adiyy b. Züheyr b. Cenab el-Kelbîyye’dir.[172]

Yezid’e bu isim, muhtemelen babası tarafından amcası Yezid b. Ebî Süfyan’ın adını yâd etmek için verilmiştir.[173] Yezid’in künyesi ise “Ebû Halid” tir.[174]

Meysûn bnt. Bahdal el-Kelbî hakkında bilgi vermeden önce Yezid’in doğum tarihi ve yeri hakkında bilgi verilmesi uygun olacaktır.

Kaynaklarda Yezid’in doğum yıh hakkında birbirinden farklı rakamlar verilmektedir. Tarihçilerin çoğunluğuna göre Yezid, 26/647 yılında Şam’da doğmuştur[175] Ayrıca onun yaşıyla ilgili olarak ‘hilafete geçtiğinde 34 yaşındaydı; vefat ettiğinde ise takvim hicretin 64. yılını gösteriyordu’ şeklinde ifadelere de rastlanmaktadır. Bu ifadelerden hareketle onun hicri 26/647 yılında doğduğu neticesine varılabilir.[176]

Yezid’in doğduğu tarih olan 26/647 yılı hilafet makamında Hz. Osman (r.a)’m, Suriye valiliğinde ise Muaviye’nin bulunduğu yıldır. Halife ile yakın akraba olmanın ötesinde babasının Suriye valisi olduğu bir dönemde dünyaya gelmek Yezid’in çocukluk ve gençlik döneminin akranlarına göre çok iyi şartlar içerisinde geçmesine sebep olacaktır.

Doğumundan başlayarak Muaviye’nin vefatına kadar geçen bir süreçte onun, babasıyla olan ilişkileri tarihi kaynaklarda ayrıntılı bir biçimde yer almaktadır. Yezid’in doğumu ve gençlik yılları esnasında babasının, toplumda itibarlı bir mevkiye sahip olmasının bunda payı olmalıdır. Çünkü sıradan bir şahsın çocuğu olmakla, güçlü ve önemli bir valinin çocuğu olmak, toplumun ve ilim adamlarının dikkatlerini üzerine çekme nokta-i nazarından farklılık arz edecektir. Dolayısıyla bu farklılık sonraki nesillere, kişiler hakkında ulaştırılacak bilginin az veya çok olması şeklinde kendini gösterecektir.

Diğer taraftan Yezid’in annesi hakkmdaki bilgiler, babası hakkmdaki bilgilere nazaran oldukça sınırlıdır. Bunda annesinin babasına nazaran siyasi ve idari bir kişiliğinin olmamasının yanında hayatının büyük bir kısmını, mensubu bulunduğu Kelb kabilesiyle birlikte çölde geçirmesinin de rolü olmalıdır.

Daha önce de işaret edildiği gibi Yezid’in annesi Kelb kabilesine mensuptur. Kelb kabilesi ise İslâm’dan önce Şam’a gelip yerleşen Yemeni kabilelerin en büyüklerindendir.[177]

Bilindiği gibi Muaviye, önce Hz. Ömer (r.a) tarafından Şam valisi olarak göreve getirildi. (18/639); onun ölümünden sonra ise Hz. Osman (r.a) tarafından Suriye umum valiliğine terfi ettirildi(24/645).[178] Muaviye, burada valilik yaptığı müddetçe bölge halkının sevgisini ve güvenini kazanmak ve böylece ilerideki siyasi hedeflerine daha kolay ulaşabilmek için bir takım faaliyetler içerisinde bulundu. Muaviye’nin bölge halkının desteğini kazanmak için yaptığı faaliyetlerden birisi de Suriye’nin yerli halkı olan ve nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan Kelb kabilesi ile evlilik yoluyla akrabalık bağlan kurmaktır.[179]

Yâkûbî mezhebine bağlı Hıristiyan bir kabile olan Kelb kabilesine mensup olan Meysûn’un[180], Muaviye ile evlenmeden önceki yaşantısını çölde geçirdiği anlaşılmaktadır. Muaviye ile evlendikten sonraki dönemlerde, gençliğini geçirdiği çöle duyduğu özlemi gurbet şiirleriyle dile getirmesi onun şehir hayatına aşina olmadığının en güzel delilidir.

Kızlarını Şam valisi Muaviye’ye vererek onunla akraba olan Kelblîler, ona valiliği esnasında yardımcı oldukları gibi hilafete geçmesi ve sonrasındaki dönemlerde de bu tavırlarını sürdürdüler. Bundan dolayı da Meysûn evliliğinden bir süre sonra çöle gitmesine rağmen Muaviye’nin en çok sevdiği hanımlarından birisi olma niteliğini muhafaza etti.[181]

Ümeyye oğullarının Kelb kabilesiyle evlilik yoluyla kurdukları akrabalık Muaviye ile sınırlı kalmadı. Nitekim Saîd b. el-Âsî, bu kabileden el-Ferâfise nin kızlarından birisiyle, ondan bir süre sonra ise yine aynı şahsın kızı olan Naile ile Osman b. Affan evlendi.[182] Taberî bu ikisinin evliliğinin 28/649 yılında gerçekleştiğini söylemektedir. Yezid’in hicretin 267647 Veya 27/648. Yılında doğduğu göz önüne alındığında Hz. Osman’ın evliliğinin Muaviye’nin evliliğinden hemen sonra gerçekleştiği ortaya çıkmaktadır. Kelblîlere yakın bir bölgede bulunan ve onlarla akrabalık tesis eden Muaviye’nin böylesi bir evliliğin gerçekleşmesinde öncülük ettiği de düşünülebilir. Zira Muaviye, Kelb kabilesinin önemini müdrik bir kimse olarak Hz. Osman’ın da böylesine güçlü bir kabilenin desteğini kazanmasının bu şekilde mümkün olacağım akletmiş olabilir.

Meysûn, çölde yetiştiği için şehir hayatına ayak uyduramadı. Kabilesine ve memleketine duyduğu hasreti kimi zaman şiirleriyle kimi zamanda konuşmalarıyla dile getirdi. Çölün hür ve resmiyetten uzak yaşantısına alışan Meysûn, Şam’da adına saray da denilse dört duvar arasında, kurallar ve lükse esir olmuş bir hayat tarzına alışamadı.

Meysûn’un çöle olan hasretini söylediği şarkılardan ve şiirlerden öğrenen Muaviye onun bu hasretini azda olsa dindirmek için karısını sık sık çöldeki kabilesinin yanma gönderdi.[183]

Muaviye’nin, Yezid’in annesi Meysûn’u çöle göndermesi ile ilgili farklı gerekçeler ileri sürülmektedir.

Bazılarına göre Muaviye, Meysûn’un çöle olan hasretini hafifletmek için onu çöle göndermiştir.[184] Bazı tarihçilere göre ise Muaviye karısı Meysûn’u oğlu Yezid’in çölde fasih Arapça’yı öğrenebilmesi ve çölün ağır şartlarına uyum sağlayarak binicilik, atıcılık, yüzücülük, şiir vs. gibi güzel hasletleri kazanabilmesi için en uygun mekan olan çöle göndermiştir.[185]

Üçüncü bir gruba göre ise Muaviye, kendisine söylediği bir şiirde hakarette bulunduğu için karısı Meysûn’u Şam’dan uzaklaştırarak çöle göndermiştir.[186]

Rivayete göre Meysûn aşağıdaki şiiri söylemiş[187], bunu duyan Muaviye de öfkelenerek onu çöle göndermiştir[188]:

Serin meltem rüzgarlarıyla hışırdayan bir çadır,

Beni yüksek bir saraydan daha çok eğlendirir.

Ve basit bir yünden yapılmış bir pelerin,

Sonra içinde rahat nefes aldığım elbiseler,

Beni daha çok sevindirir.

Dost bir kedinin mırıltısından daha çok,

Çoban köpeklerinin havlayışını severim.

Ve sarayın boşboğaz erkeklerinden daha çok,

Bedevi şövalyelerini severim.

İlk dönem İslâm Tarihi kaynaklarından özellikle Ensabü’l-Eşraf, el-Egânî ve Nesebû Kureyş gibi eserlerde Meysûn ile ilgili bölümlerde bu şiirden bahsedilmemesi bu şiirin ona ait olmadığı şeklinde şüphelere yol açmaktadır.[189]

Ortaya konulan iddialardan birisi de Meysûn’un Yezid’e hamile iken çöle gönderilmiş olduğudur[190] Oysa rivayetlerin ittifaka yakın bir biçimde ortaya koydukları görüşe göre Meysûn çöle oğlu Yezid’i doğurduktan sonra onu da yanına alarak gitmiştir.[191]

Meysûn’un uzun süre yaşadığı çöle ve akrabalarına düşkün olduğuna dair bilgiler göz önünde bulundurulduğunda onun çöle duyduğu özlemi dile getirmek için hasret şarkıları ve gurbet şiirleri söylemesi yadırganmamalıdır. İnsanların yaşadıkları kültürden ve inandıkları değerlerden ânî bir şekilde soyutlanmalarının mümkün olmadığı unutulmamalıdır. Böylesi bir tavrın kapalı ve dar bir çevreden yetişen, erkeklere nazaran daha duygusal olan bir kadından beklenmemesi realiteye uygun olacaktır.

Yukarıdaki rivayetlerin ışığında şunlar söylenebilir: Meysûn çölü ve kabilesini özlemektedir. Bu özlemini çeşitli yollarla çevresindekilere ve özellikle de kocasına ihsas ettirmektedir. Kocası Muaviye ise, bu çok sevdiği hanımının gönlünü hoş tutmak ve oğlu Yezid’in çöl yaşantısına uyum sağlamasını, oradan bir okul gibi istifade edebilmesini temin etmek için karışım zaman zaman çöle göndermiştir. Onun karısını sık sık çöle göndermesi ve belki de karısının bu gidişlerde uzun süre orada kalması “Muaviye karısını boşayarak çöle gönderdi” şeklinde yanlış anlaşılmalara sebepte olmuştur. Oysa Muaviye’nin Meysûn’u boşaması için gerekli bir sebep hakkında kaynaklarda yer alan bir bilgiye rastlanılamamış olması bir tarafa Muaviye’nin Yezid’i de annesiyle birlikte çöle göndermiş olması böylesi bir boşamanın olmadığına en büyük delil olmalıdır. Muaviye’nin boşayıp, yanından uzaklaştırdığı eşine oğlunu yetiştirmesi için bırakması pek mümkün görülmemektedir.

Ayrıca kaynaklarda Meysûn’un Muaviye ile evliliğinden “Emetü Rabbi’l- Meşânk” adında bir çocuğunun olduğu; bu çocuğun Yezid’ten önce doğduğu ve daha küçük yaştayken öldüğüne dair de bilgilere rastlanılmaktadır. Bu bilgiden hareketle Meysûn’un Yezid ile çöle gitmeden önce uzunca bir süre Şam’dan ayrılmadığı, kocasıyla birlikte yaşantısını sürdürdüğü[192] sonucuna varılabilir.

B-YEZİD’İN ÇÖLDE GEÇEN GÜNLERİ VE YETİŞMESİNDEKİ ETKİLERİ

Yukarıda verilen bilgilerden Yezid’in çocukluk ve gençlik yıllarının tamamını annesi Meysûn ile birlikte çölde akrabalarının arasında geçirdiği sonucuna vanlmamalıdır. Zira o, zaman zaman annesiyle çöle dayılarının yanına gitmesine rağmen çocukluk ve gençlik döneminin büyük bir kısmında Şam’da bulundu. Kaynaklarda Yezid’in çocukluk ve gençlik dönemiyle ilgili olarak bilgiler verilmiş, ancak bu bilgiler çölde geçirdiği günlerden ziyade Şam’da bulunduğu dönemle ilgili olmuştur. Yezid’in çölde bulunduğu dönemle ilgili kaynaklarda bilgi bulunmamasında, çöl ile irtibat kurmanın zorluğunun bunda rolü olmalıdır, fakat bu zorluğa rağmen Meysûn ve Yezid’in zaman zaman çölden Şama gelmesi bu zorluğu az da olsa kolaylaştırıcı bir unsur olabilir ve kaynaklarda onlardan bu dönemle ilgili duyulan haberler bulunabilirdi. Oysa Yezid’in çölde geçirdiği günleriyle ilgili bilgiler yok denecek kadar azdır. Elimizdeki bilgiler daha çok Yezid’in çölde geçirdiği günlerinin nasıllığı hakkında olmayıp bu dönemin neticeleri, çöl hayatının Yezid’e kazandırdıkları hakkındadır. Bütün bunlar göz önüne alındığında Yezid’in çölde kaldığı dönemin az bir zamanı kapsadığı ancak, şahsiyetinin ve kabiliyetlerinin ortaya çıkmasında daha sonraki dönemlerdeki yaşantısında derin etkiler bıraktığı düşünülebilir.

Yezid, babası Muaviye’nin Şam valiliği yaptığı dönemde sarayda doğmuştu. Babası Muaviye, sahip olduğu özellikleri sebebiyle oğlunun en iyi bir şekilde yetişmesi için gerekli ortamı hazırlamayı istedi. Üstelik buna imkanları da başka insanlara göre daha da elverişliydi.[193] Emevî halifeleri arasında çöl eğitimi alması için çöle gönderilen ilk kişi Yezid oldu.[194] Üstelik Yezid’in akrabaları olan Kelblîlerin bulunduğu yer Şam’a fazlaca uzak olmayan Tedmür idi. Böylece Muaviye, oğlunun hem çöl şartlan içerisinde yetişmesini sağlamış olacak hem de onun bulunduğu yerin Şam’a yakın olmasından istifade ederek oğlunun yetişmesi için kendisi de gerektiğinde devreye girebilecekti.

Yezid çölde bulunduğu dönemde, dayıları tarafından bedevi hayatın gereklerine göre yetiştirildi, çölün zor şartlarına uyum sağlayabilecek bir eğitimden geçirildi.[195]

Çölde hayatta kalabilmek için zorunlu olan atıcılık, binicilik, dövüşçülük ve yüzücülük öğrenen Yezid[196], daha sonraki dönemlerde bütün bunları öğrenmiş olmanın kendisine kazandırdığı avantajlardan istifade etti.[197]

Yezid çölün hür ve baskıdan uzak ortamında yetişti. [198] Bu da onun gönül dünyasında derin etkiler bırakmış, onun şair ruhlu bir kişilik kazanmasında etkili olmuştur.

Çölde sadece binicilik, yüzücülük ve atıcılık gibi sportif faaliyetlerin yapıldığı bir yer değildi aynı zamanda şiir, musiki ve güzel konuşma gibi sanatların da en güzel şekliyle icraa edildiği bir mekandı. İşte böylesi bir mekandan adı geçen sanatları da öğrenen Yezid[199] bu yönüyle de kendinden bahsettirdi.

Yezid’in çölde bulunduğu dönemde Kelb kabilesinin tüm fertlerinin müslüman olup olmadığı hakkında yeterli bir bilgi bulunmamaktadır. Bu kabilenin fertlerinin müslüman olması Yezid’in yetişmesi açısından önem arz etmektedir. Ancak kaynaklarda bu konuda yeterli bir bilgi bulunmamaktadır. Yezid’in çölde Hıristiyan arkadaşlar arasında büyüdüğü ve Hıristiyanlık kültürüyle yetiştiğine dair bilgiler birer tahmin midir, yoksa sağlam bir bilgiden mi kaynaklanmaktadır? Bu konuda tatmin edici bilgilere rastlanılamadı. Buna rağmen bazı araştırmacılar tarafından Yezid’in çölde Hıristiyan kültürüyle yetiştiği ileri sürülmektedir.[200] Öyle anlaşılıyor ki söz konusu araştırmacılar Yezid’in daha sonraki dönemlerdeki arkadaşlarından bazılarının, Ahtal ve Mansur b. Sercûn’un torunu Yuhanna ed- Dımeşkî gibi Hıristiyanlardan oluşmasından[201] hareketle böylesi bir yargıya varmaktadırlar. Yoksa Müslüman bir ailenin çocuğu olan ve babası tarafından muhtemelen büyük mevkilere getirilmesi düşünülen bir kimsenin Hıristiyan gibi yetiştirilmesine Muaviye’nin göz yumduğu düşünülemez. Diğer taraftan Yezid’in söz konusu kimselerle arkadaşlığının sebebi Hıristiyanlık mıdır, yoksa bu kimselerin şiire ve işrete olan düşkünlükleri midir? Öyle anlaşılıyor ki bu kimseleri bir araya getiren asıl sebep şiire olan düşkünlükleridir.

Yezid’in çölde bulunduğu esnada bir kısmı hala Hıristiyanlığım muhafaza eden veya en azından yeni İslama giren kimselerle bir arada bulunduğu düşünülebilir. Zira söz konusu kabilenin İslâma girmeye başladığı tarih çok eskilere gitmemektedir. Ancak bu kabilenin fertlerinin Yezid’i bir Hıristiyan gibi yetiştirdikleri anlamına gelmez. Çünkü bu kabileye mensup insanlardan pek çok kimsenin müslüman olması bir tarafa Yezid, belli aralıklarla Şam’a gelip gitmesi esnasında babası ve diğer kimseler tarafından İslâmî kurallardan haberdar edilmiş olmalıdır. Zira onun ileriki dönemlerde muhataplarıyla yaptığı konuşmalarda İslâmi prensiplere, Kur’an ve Sünnete ne kadar aşina olduğu açıkça görülmektedir.

Netice olarak şu söylenebilir ki, Yezid annesiyle birlikte belli dönemlerde çöle dayılarının yanma gitmiş, orada kaldığı süre zarfinda pek çok çocukla arkadaşlık yapmıştır. Bunlardan bazıları müslüman olduğu gibi bazıları da Hıristiyanlardan olmuştur. Ancak onun Hıristiyanlarla arkadaşlık yapması, Hıristiyan kültürüyle yetiştiği anlamına gelmemelidir. Zira Yezid’in çocukluğunun tamamı çölde ve sadece Hıristiyan çocukların arasında geçmemiş, belki de büyük bir kısmı Şam’da müslüman bir çevrede geçmiştir.

Yezid’in çölde belli bir hoca nezaretinde eğitim görmediği -çöl şartlarının buna imkan vermemesi sebebiyle-söylenebilir. Ancak belli bir çağa geldikten sonra, dönemin ilimlerini öğrenmek üzere Şam’a gelen Yezid’in iyi bir tahsil aldığına dair bilgilere rastlamlmaktadır.

Yezid’in çöle kaç yaşında gittiği ve orada tam olarak ne kadar kaldığına dair bir bilgiye sahip değiliz, ancak şunu söyleyebiliriz ki; Yezid’in belli bir süre de olsa kaldığı çöl hayatı ve oradan edindiği arkadaşlar onun hayatında önemli bir yere sahip olduğudur. Bu dönemin onu karakterinin oluşmasında çok önemli bir yere sahip olduğu muhakkaktır. Nitekim tarihçilerden bazıları Yezid’in çölde bulunduğu dönemde pek çok iyi şeyleri öğrenmesinin yanı sıra çölün şarabını, lehviyyatını ve İslâmi prensiplerle pek uyuşmayan aşk şiirlerini de öğrendiğini ifade ederler.[202]

Yezid’in daha sonraki dönemlerde de sürdürdüğü iddia edilen bu alışkanlıklarıyla ilgili olarak ileriki bölümlerde ayrıntılı bilgiler verileceğinden söz konusu kötü alışkanlıklar ve bu sebeple Yezid’in maruz kaldığı eleştirilere burada işaret edilmeyecektir.

C-YEZİD’İN EĞİTİMİ

Muaviye, oğlu Yezid’in eğitimini çöl ile sınırlı tutmadı. Çölde geçen günlerin sonrasında onun en iyi bir şekilde yetişmesi için sahip olduğu imkanları kullandı.

Aslında Muaviye’nin tek oğlu Yezid değildi, ancak geçen süreç onu biricik oğul olma konumuna yükselti.[203] Zira Muaviye’nin Fâhite bnt. Karaza adlı karısından doğan iki oğlundan birisi olan Abdurrahman, daha küçük yaşta iken vefat etti.[204] Abdurrahman’m kardeşi olan Abdullah’ın ise anlama özürlü bir çocuk olduğu belirtilmektedir.[205] tbnü’l-Esir tarafından zikredilen bir olay, Yezid’in kardeşi Abdullah ile Yezid’in zeka seviyesini göstermesi açısından oldukça dikkat çekicidir: Söz konusu rivayete göre Meysun, oğlu Yezid’i yürütüyordu. Muaviye ve diğer karısı Fâhite bnt. Karaza ise onları seyrediyorlardı. Meysun, bir süre sonra Yezid’i öptü ve oradan kaldırdı. Bu durumu gören Fâhite, Meysun hakkında ileri geri konuşmaya başladı. Muaviye ise Fâhite’ye Meysun’un oğlunun kendi oğlundan daha hayırlı olduğunu söyleyerek Fâhite’ye çıkıştı. Fâhite, “Yemin ederim ki öyle değil, ancak sen bu çocuğu daha çok sevdiğin için böyle söylüyorsun, yoksa bu çocuğun benim oğlumdan daha zeki olmasından dolayı böyle söylemiyorsun." dedi. Muaviye ona:“zamanı gelince ben sana bunu ispat edeceğim” dedi. Biraz sonra da oğlu Abdullah’ı yanına sesletti. Ona “Yavrucuğum! Dile benden ne dilersen” dedi. Abdullah, babasının bu sözleri üzerine “ondan bir eşek ve bir köpek vermesini” istedi.

Böylesi bir cevap beklemeyen Muaviye ona “yavrucuğum sen zaten eşeğin birisin. Sana bir eşek te ben mi alayım!” dedi ve onun huzurunu terk etmesini söyledi. Muaviye bir süre sonra Abdullah’ın kardeşi Yezid’i çağırdı ve ona da aynı teklifte bulundu. Yezid babasının huzurunda secdeye kapandıktan sonra şöyle söyledi. “Müminlerin emirini bu günlere ulaştıran ve bana böyle güzel bir teklifte bulunmasına fırsat veren Allah (celle celâlühü)’a hamd olsun! Benim senden tek dileğim vardır; benim senden isteğim, beni ateşten korumandır. Çünkü ümmetin işlerini üç gün üzerine alan bir kimseyi Allah (celle celâlühü) ateşinden koruyacaktır. Bu sebeple ben senden “beni yerine geçebilmem için veliaht tayin etmeni, bu yıl yapılacak olan savaşa beni komutan olarak tayin etmeni; döndüğüm zaman benim hacca gitmeme izin vermeni ve bu hacda beni hac emiri olarak görevlendirmeni isterim...” dedi. Muaviye ona bütün isteklerinin yerine getirileceğini söyledi ve huzurunu terk etmesini emretti. Daha sonra Fâhite’ye dönerek “Nasıl? Gördün mü?” diye sordu. Fâhite bütün bunları gördükten sonra Muaviye’ye şöyle söyledi: “Sen onu dediği gibi kendine veliaht tayin et.”[206]

Muaviye’nin oğullarından Abdullah ile Yezid’in zeka bakımından mukayese edilebilmesi için verilen bu rivayetin doğru olması pek mümkün görünmemektedir. Nitekim böylesi bir rivayetin düzmece olduğunu söyleyen Lammens, henüz emekleme çağındaki bir çocuğun bu türden sözler söylemesinin imkansızlığı bir tarafa böylesi bir hikayenin Emin ile Me’mun hakkında da anlatıldığını belirtmektedir.[207]

Muaviye, Dugfel b. Hanzale es-Sedûsi eş-Şeybânî’yi[208] Yezid’i yetiştirmesi için görevlendirdi. Bu şahıs Arap ensâbma, özellikle Kureyş’in neseb bilgisine vakıftı. Aynı şekilde Arap dili ve belagatı ile ilm-i nücûmu da çok iyi biliyordu.[209] Yezid, kendisini yetiştirmekle görevlendirilen hocasından Arap dilinin inceliklerini, ilm-i nücûmu, ensâb ilmini, divanü’l-cünd, miras ve feraizle ilgili bilgileri de öğrendi.[210]

Muaviye Yezid’in sadece dil, sanat veya ensâb ilmine dair bilgiler öğrenmesini yeterli görmeyip, oğlunun İslâmî ilimler sahasında da yetişmesi için gayret sarf etti. Ayrıca onun Islâm terbiyesiyle yetişmesine de özen gösterdi.

Muaviye bu maksadını gerçekleştirmek için Yezid’in çölde uzun süre kalmasına razı olmayıp, onu sarayına getirtti, burada iyi bir eğitim görebilmesi için alıkoydu.[211] Onun sanata karşı olan düşkünlüğü' de iyi bir eğitim aldığını göstermektedir [212]

Her müslüman Arap çocuğunda olduğu gibi Yezid’in eğitiminde de başlangıç noktası Kur’an oldu. Onun eğitiminin temel noktasını Kuran oluşturmuştur. Yezid’in Kur’an’ı çok küçük yaşta öğrendiği bildirilmektedir.[213] Aşağıdaki olay Yezid’in Kur’an bilgisinin seviyesini göstermesi bakımından iyi bir örnek olmalıdır:

Muaviye bir gün Yezid’e hangi sûrenin taliminde olduğunu sorar. Yezid Kıtal suresinin taliminde bulunuyordu. Ancak söz konusu surenin ismini söylemek istemez bunun yerine söyle cevap verir: “Ben şu anda kendisinden sonra İnna fetahna leke ayetinin[214] geldiği suredeyim” Muaviye ise şöyle dedi:“ Bu sureyi iki sure takip eder. Bu sure işte o iki surenin ortasında yer alır. Sen bu surelerden hangisindesin?” Yezid şöyle cevap verir “içinde şu ayetin bulunduğu suredeyim: “Vellezine Âmenu...”[215]

Yezid, lüzumunda muhataplarına delil olarak okuyabilecek kadar da Kur’an bilgisine sahipti. Örneğin Muaviye bir defasında ona şöyle sorar “ kavmin hakkında sana birisi bir şey soracak olsa ne dersin” Yezid şöyle cevap verdi “selama=iyi ve hoşturlar” Muaviye ona iyi cevap verdin dedi. Zira bu şekilde cevap vermekle Furkan 25/63 ayetine telmihte bulunmuştur.[216]

Ailede verilen eğitimin önemini müdrik bir kimse olarak Muaviye, birlikte bulunduğu anlarda Yezid’e sorular soruyor onun verdiği cevaplan kimi zaman izah ediyor kimi zaman da düzeltiyordu. Böylece Yezid’in eğitiminde tek yetkili kimsenin hocası olmasını; tüm sorumluluğun ona yüklenmesini engellemiş oluyordu.[217] Aynı şekilde Muaviye, kendi bulunduğu hilafet makamına gelen halkın sorulannı, isteklerini ve şikayetleriyle ilgili görüşmelerde de Yezid’i bulunduruyordu. Böylece onun daha sonra idareye geçmesi halinde halkın problemlerine, taleplerine ve sorularına yabancı kalmamasına, karşılaşılabilecek sorunları şimdiden çözebilmeyi öğrenmesini temin etmek istiyordu.

D-YEZİD’İN İDARİ VE SİYASİ ALANDA YÜKSELİŞİ

Yezid’in İstanbul’un Fethi İle Görevlendirilmesi

Muaviye’nin Yezid’i veliaht tayin etme yolundaki çalışmasıyla onu veliahtlığa hazırlamak için yaptığı çalışmalar aynı döneme rastlamaktadır. Biz Muaviye’nin Yezid’in veliaht olmasına dair fikrini ilan etmeden ve bu konuda teşebbüse geçmeden önce Yezid’i bu görev için hazırladığı düşüncesinden hareketle bu hazırlıkların neler olduğu ve hangi maksatlarla yapıldığı üzerinde durmak istiyoruz.

Rivayetler Muaviye’nin Yezid’i veliaht tayin etmeden önce bir takım hazırlık çalışmaları yaptığını göstermektedir. Muaviye’nin halkın ve toplumun önde gelen kimselerinin Yezid’in veliahtlığı fikrine karşı gösterebilecekleri tepkileri en aza indirme çabasıyla teşebbüse geçtiği bu hazırlıklarda belli ölçüde de başarılı olmuş görünmektedir.

Muaviye, Yezid’i veliaht tayin etmek istiyordu. Ancak Yezid’e yöneltilen suçlamalar, Muaviye’nin bu maksadına ulaşmasında en büyük engel olarak görünüyordu. Zira ileride de işaret olunacağı üzere muhalifleri Yezid’in ahlaksızlığım, ava ve şaraba düşkün olduğunu söylüyorlardı. Ayrıca onun sorumluluk gerektirecek büyük işleri yapamayacak bir kişiliğe sahip olduğunu da ileri sürüyorlardı. [218]

Muaviye, oğlunu terbiye sadedinde önemli işlerle vazifelendirdi. Bu maksatla yaptığı ilk iş ise onu İstanbul muhasarasına gönderilecek ordunun başına getirmek oldu.[219]

Rasûlüllah’ın bizzat başlattığı fütuhat hareketi, ilk iki halife döneminde hızlanarak devam etti. Komşuları olan Bizans ve Sasânîler onların fetih hareketleri için ilk hedef ülke konumundaydılar. Hz. Ebû Bekir döneminde Sasânîlere karşı girişilen fetih hareketi, Hz. Ömer döneminde nihai zaferle neticelendi; Bizans’a karşı düzenlenen gazalar ise Bizans’ın Suriye ve Mısır’ı tamamen kaybetmesiyle sonuçlandı.

Hz. Ömer döneminde mutlak galibiyetle tamamlanan İran’ın fethinden sonra Müslümanlar gözlerini Bizans’a çevirdiler.[220] Gerçi Suriye ve Mısır alınmıştı ama henüz Bizans’ın Müslümanlar üzerindeki tehdidi ve İslâm davetinin önündeki engel olma konumu sona ermemişti. Üstelik Peygamber’in fethini işaret buyurduğu İstanbul’da[221] bu devletin sınırlan içerisindeydi.

Yukandaki gerekçelerle Müslümanların Bizans’a karşı başlattıklan fetih hareketleri ilk iki halifeden sonra da devam etti.

Hz. Osman (r.a) dönemine gelindiğinde bu ülkeye karşı yapılan gazalarda Suriye valisi Muaviye b. Ebî Süfyan’m başanlı çalışmalannm olduğu görülmektedir. Araplar, Suriye’ye hakim olduktan sonra, Anadolu’ya ilk akınlann yapılmaya başladığı müşahede edilmektedir. Başından beri Araplar, belki sadece bir yağma ile de iktifa edebilecekleri seferler düzenliyor, ancak düşmanın zayıf ve zeminin müsait olduğu bölgeleri fethedip elde tutmaya çalışmaktan da geri durmuyorlardı. Müslüman Araplann gayretleri umumiyetle fethedilmiş bölgeleri kesin olarak elde tutabilmek ve hiç direnmeyecek duruma düşen kısımlarda ise tamamen yerleşme ameline müteveccih idi.”[222]

Hz. Osman (r.a)’ın hilafete geçmesinden sonra bütün Suriye eyaletinin valiliğini Muaviye’ye verdi. Suriye valisi olarak Muaviye, Bizans’a karşı yapılan gazaları daha büyük bir ehemmiyetle ele aldı. 25/646 yılında bizzat kumanda ettiği bir orduyla Kayseri’yi 10 gün muhasara etti. Şehrin civarındaki bölgeleri tahrip ettikten sonra tekrar Kayseri’ye saldırarak şehri haraç vermeye mecbur etti ve oradan Amuriye (Amorion= Hamzahacıköy)’e kadar uzanan bir akın yaptı.[223]

Suriye valiliğine getirilen Muaviye, bir donanmanın lüzumunu Hz. Ömer’e belirtmesine rağmen ondan müspet bir cevap alamamıştı. Hz. Osman’m hilafete geçmesiyle gerekli izni alan Muaviye, ilk İslâm donanmasını kurdu.[224]

Anadolu, Suriye ve Mısır için gerek ticari ve gerekse stratejik bakımdan büyük bir önem taşıyan Kıbrıs’a 29/649 yılında yapılan seferi 33/653 yılında yapılan ikinci bir sefer takip etti.[225]

32/653 yılında yapılan bu seferden iki yıl sonra 34/655 yılında Müslümanlar ile BizanslIlar arasında ilk deniz savaşı cereyan etti. Kıbrıs seferinden hemen sonra İstanbul’a taarruz etmek için planlar hazırlayan Muaviye, bu saldırıyı İstanbul’u muhasara etme boyutuna ulaştıramadı.

İstanbul’u hedef edinen bu seferde Abdullah b. Sa’d Ebî Serh’in komutasındaki İslâm donanması ile Bizans deniz kuvvetleri arasında Phoenix (Fenike) kıyılarında 34/655 yılında cereyan eden Zâtü’s-Sevârî muharebesinde İmparator II. Konstans’m ağır mağlubiyeti ve Bizans donanmasının imhası Müslümanlara İstanbul’un deniz yolunu açmıştır.57

Zâtü’s-Sevârî savaşıyla mağlup olan Bizans’ın bundan sonra denizlerdeki hakimiyeti ortadan kalktı. Bizans donanmasını mahveden Müslümanlar, artık denizdeki üstünlüğünü kırmışlardı. Ancak İslâm Devleti içerisinde çıkan iç savaşlar (Cemel ve Sıffin) sebebiyle, bu galibiyet gerektiği gibi değerlendirilemedi.58 Öyleki çıkan ilk karışıklıklar sebebiyle Bizans’la antlaşma yapılmak zorunda kalınıldı.

Hilafetteki karışıklıkların sükûnet bulmasından sonra Muaviye, Bizans devletine karşı mücadeleyi yeniden ele aldı. (43/663) Bu yılda Araplar yeniden Anadolu’da görülmeye başladılar ve bu zamandan itibaren akmlanna her yıl devam ettiler.60

Rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Muaviye devrinde yapılan gazaların ağırlık merkezini Anadolu teşkil etmektedir. Bizans topraklarına her yıl yapılan bu savaşların asıl hedefinin ganimet elde etmek olmadığı, asıl maksadın İstanbul’u fethetmek olduğu anlaşılmaktadır.61

Söz konusu seferler kara ve deniz cihetinden yapılıyordu. Kara seferleri yılda iki defa yapılmaktaydı. Yazın yapılan seferlere Savâif, kışın yapılan seferlere ise Şevâtî deniliyordu. Her iki seferin ordusu da farklıydı. Bunlar birbiri arkasına sürekli gazaya çıkıyorlardı.62

Muaviye döneminde Bizans’a karşı aralıksız bir şekilde sürdürülen gazaların pek çok faydası oluyordu. Bu faydalan şu şekilde sıralamak mümkündür: Ordunun fiziki gücü diri tutuluyor ve iyi bir talim görmeleri temin ediliyordu.[226]

1-                           Muaviye bu gazalarla tebaasının dini gayretlerini ayakta tutuyordu. Yapılan bu seferlerin kafirlere karşı düzenlenmiş kutsal bir cihat olarak gösteriyor ve böylece kendi itibarını güçlendirmiş oluyordu.[227]

2-                           Anadolu’ya yapılan seferler, düşmanı öz yurdunda meşgul etmek suretiyle Suriye’yi sınır olmaktan çıkarıyordu. Muaviye bu yoldan düşmanım kendi topraklarında meşgul etmek suretiyle bizzat ülkesinin hudutlarını tesirli bir şekilde müdafaa etmiş oluyordu.[228]

3-               Fetihlerin kara ve denizlerde devam ediyor olması ve insanların bu fetihlere katılması dikkatleri içeriden ziyade dışarıya yöneltiyordu. Bu da devlet içerisinde çıkan huzursuzlukların kamuoyunun gözünde en alt seviyede değerlendirmesine sebep oluyordu.

4-                           Bu seferler sayesinde düşmanın gücü kontrol altında tutulmuş oluyordu.[229]

5-                           Muaviye, biraz da politik bir endişeyle Suriyeli askerleri, özellikle Iraktaki dahili problemlerin ezdirmemek amacıyla yeniden fetihlere yöneltiyordu.[230]

Muaviye döneminde çoğu zaman küçük çaplı taarruz görünümünde süren bu gazalar, Yezid’in de hazır bulunduğu İstanbul muhasarasıyla yeni bir boyut kazandı.

Muaviye valilik yaptığı dönemde olduğu gibi halifelik makamına geçtikten sonra da Bizans’a karşı düzenlediği seferleri sürdürüyordu. Bu seferler rutin bir şekilde devam etmekteydi. Bizans’a karşı öldürücü darbenin vurulabilmesi maksadıyla bir ordu hazırlığı başlatıldı. Muaviye, oğlu Yezid’i muhaliflerine karşı öyle sıradan bir gazaya göndermektense böylesine önemli bir sefere göndermenin daha tesirli olacağını düşünmüş olmalıdır. Çünkü oğlunu daha önceden Anadolu’ya karşı sürekli olarak düzenlenen seferlerden hiçbirine göndermediği gibi onu İstanbul muhasarası dışındaki bir gazaya da göndermemiştir.

Böylesi büyük bir orduya komutanlık edebilen bir şahsın, devlet başkanlığı gibi bir işi de yapabileceği, özellikle Yezid’i eleştirenler için bir cevap olarak gösterilebilecekti.[231]

Muhasaranın yapıldığı tarihle ilgili olarak değişik rivayetlere rastlanılmaktadır. Bu farklılığın nedeninin ise şunlardan kaynaklandığı düşünülebilir:

İstanbul muhasarası için tertip edilen ordu iki grup halinde Anadolu’ya vardı. Bunlardan birinci grubu teşkil eden ordu kışın oraya ulaştı ve sonradan gönderilecek birliklerin gelmesine kadar orada kaldı. (Şevâtî)[232] [233]

Önceden gönderilen ve kışı Anadolu’da geçiren birliklere ilaveten gönderilen yardımcı kuvvetler, yazın başlarında buluştular ve bundan sonra İstanbul muhasarasını başlattılar.

Kaynakların büyük çoğunluğunun bu muhasaranın 49/669 yılında gerçekleştiğini söyledikleri görülmektedir.[234] Ancak Yezid’in de iştirak ettiği bu muhasaranın 48/668 yılında[235], 50/670 yılında[236]ve hatta 52/672 yılmda[237]yapıldığını söyleyenler de bulunmaktadır. Kaynaklardaki söz konusu farklılığın şunlardan kaynaklandığı düşünülebilir:

İstanbul muhasarasıyla ilgili verilen tarihlerin birbirine çok yakın olması da göz önüne alındığında muhasara için gönderilen ordunun birinci grubunun kışın yola çıkması, ikinci grubunun ise yazın yola çıkması bu kuşatmanın tam olarak hangi yılda gerçekleştiği hususunun tespiti açısından önem arz etmektedir. Diğer taraftan bu iki ordunun yola çıkması, muhasara dönemi ve geriye merkeze dönüşleri arasında uzunca bir zamanın geçmiş olmasının da muhasaranın tarihiyle ilgili farklı rakamların zikredilmesinde rolü olmalıdır.[238]

Yukarıda belirtilen hususların da göz önünde bulundurulması halinde bu muhasaranın 49 yılında gerçekleştiği söylenebilir. Ancak diğer güvenilir tarihçiler tarafından ileri sürülen 50 yılının da olayın gerçekleştiği tarihle ilgisi olduğu düşünülebilir.

Şöyle ki; birinci grubun 48/668 yılının sonlarında yola çıktığı, ikinci grupla yazın buluştuğu ve savaş sonrası geriye merkeze dönüşün 50/670 yılının başlarına rastlamış olacağı mümkün görünmektedir. Bununla birlikte 49/669 yılının muhasaranın gerçekleştiği dönemin tamamını kapsadığı belirtilmelidir.

Diğer taraftan Yezid’in bu orduda üstlenmiş olduğu görevle ilgili de farklı bilgilere rastlanılmaktadır.

Kaynaklardan bazılarına göre Yezid, İstanbul’u muhasara etmek üzere yola çıkan ordunun komutam sıfatıyla görevlendirildi.[239]

Yezid’in, Süfyan b. Avf komutasında İstanbul’u muhasara etmek üzere gönderilen orduya yardımcı kuvvet olarak gönderilen birliğin komutam sıfatıyla söz konusu sefere iştirak ettiğine dair bilgilere de rastlanılmaktadır.[240]

İstanbul’u muhasara etmek üzere gönderilen ordunun komutanının kim olduğu sorusunun Fadâle b. Ubeyd el-Ensârî ve Süfyan b. Avf el-Ezdî’nin konumlan ve bu seferde üstlenmiş oyduklan rolün açıklığa kavuşturulması ile kesinlik kazanacağı düşüncesiyle bu konu hakkında kısaca bilgi verilecektir.

Fadâle neden Yezid komutasında birliklerle sefere çıkmadı da daha önceden yola çıktı ve kışı Anadolu’da geçirdi

Uçar’ın konuyla ilgili verdiği bilgiler, yukandaki sorulan cevaplayacak niteliktedir: “Bizans komutanlanndan Saborius, Konstans II idaresine karşı 48/668 de isyan etti. Welhausen’e göre Konstans’ın hüküm sürdüğü son yazda (48/668) Fadâle sefere çıktı. Babası Konstans Il’nin yerine geçen Konstantinos’un isyan eden Ermeniye valisi Saborius’a karşı Muaviye’den yardım istemesi üzerine Muaviye, Fadâle b. Ubeydullah ile yardımcı kuvvetler gönderdi. Fakat Saborius, Hadrianpolis (Safranbolu)’te atının sakatlanması sebebiyle düşüp öldü. Onun ölümünden sonra taraftarları, tekrar Bizans birliklerine katıldılar. Bu arada Fadâle, Hexapolis (Malatya)’e vardı. Burada Saborius’un öldüğünü duydu. Sefere devam için Muaviye’den yardım istedi. Muaviye, oğlu Yezid komutasında yardımcı kuvvetler gönderdi.”[241]

Aynı olay Canard ve Yıldız tarafından da nakledilmektedir. Ancak bunlar, Fadâle’nin yardım istediği ve kışı geçirdiği yerin Welhausen’in iddia ettiği gibi Malatya olmayıp Chalcedoine (Kadıköy) olduğunu söylemektedirler.[242]

Rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Muaviye, İstanbul’u muhasara etmek maksadıyla ordu hazırlama teşebbüsüne girişti. Bu esnada Konstans Il’nin yardım talebini öğrenen Muaviye, söz konusu ordunun teşekkülünü beklemeksizin Fadâle komutasındaki birlikleri 48/668 yılının sonlarında Anadolu’ya gönderdi.

Fadâle, Anadolu’ya geldikten sonra isyamn sonuçsuz kaldığım gördü. Bundan sonra gönderilecek yardımcı kuvvetlerin gelmesini beklemeye başladı. 49/669 yılı yaz başına kadar bu bekleyişini sürdürdü.

Diğer taraftan Muaviye, İstanbul’u muhasara etmek üzere güçlü bir ordu oluşturdu, ordunun derhal Anadolu’da beklemekte olan Fadâle kuvvetleriyle buluşmasını ve birlikte İstanbul’u muhasara etmelerini emretti.

İstanbul’u muhasara etmek üzere Fadâle komutasındaki birliklerle buluşacak orduya pek çok kimsenin iştirak ettiği görülmektedir. Bu ordunun başına Süfyan b. Avfı geçiren Muaviye, oğlu Yezid’den de onlara katılmasını istedi.[243] Muaviye tarafından tayin edilen komutanların idaresindeki ordu, sefere çıktı.

Kaynakların Yezid’in bu sefer esnasındaki tavrı ile ilgili iki farklı karakter yapısı ortaya koydukları görülmektedir. Bunlardan birincisi muhasaradan önceki Yezid; diğeri ise muhasara esnasındaki Yezid’dir.

a-Yeûd’in muhasara öncesi sergilemiş olduğu tavır

Onun bu tutumu gazveye gitmeden önce ve İstanbul’a ulaşmasına kadar ki dönemde açığa çıkmaktadır.

Avâne babasından şöyle bir rivayet nakletmiştir: “Muaviye, Yezid’i 50 yılında İstanbul’a gazaya gönderdi. Ordunun başına ise Süfyan b. Avfı geçirdi. Ayrıca Yezid’e de bu orduyla gazaya gitmesini emretti. Yezid ise yola çıkmakta gevşek davrandı, bir müddet oyalandı. Muaviye onu sefere göndereceğine yemin etti”.[244]

Yezid’in Süfyan b. Avf ile birlikte sefere çıktığı ve Süfyan b. Avfın Anadolu’ya Yezid’den önce girdiği söylenmiş[245]ancak, Yezid’in yolda bir süre oyalanması sebebiyle ordudan geri kaldığı belirtilmiştir.[246]

Rivayetlere göre Yezid, babasından aldığı emre binaen Süfyan b. Avf ile birlikte yola çıkmış, beraberindeki birliklerin yola devam etmesini emretmiş, kendisi ise ‘Deyr-ü Mürrân’ mevkiinde[247] bir süre konaklamıştır.[248]

Yezid’den önce Süfyan b. Avf komutasında Anadolu’ya giren ve Kadıköy civarında beklemekte olan Fadâle’nin birlikleriyle buluşan İslâm ordusu, bir süre burada kalmıştır. Bu esnada onların pek çok sıkıntıya maruz kaldıkları belirtilmiştir. Ordunun erzakı bittiği için şiddetli bir kıtlık baş göstermişti. Ayrıca askerlerden pek çoğu humma ve çiçek hastalığına yakalanmıştı.[249]

Kısacası ordu büyük bir sıkıntı içerisinde-belki de-Yezid’in gelmesini beklemekteydi. Yezid, Anadolu’da kendisini bekleyen ordunun çektiği sıkıntıları konaklamakta bulunduğu Deyr-ü Mürrân mevkiinde duydu. Yezid burada karısı Ümmü Külsüm bnt. Abdillah b. Âmir ile birlikte zevk ve eğlence içerisindeydi.[250]

Yezid’in burada İslâm ordusunun çektiği sıkıntıları umursamadığını belirttiği bir şiir inşad ettiği söylenilmektedir:

“Deyr-ü Mürrân 'da halıların üstüne rahat rahat uzanıp Ümmü Külsüm ’ün yanında sabah kadehini çekerken, çiçek hastalığıyla hummanın Kadıköy 'ündeki askerlerimiz arasında yaptığı tahribat vallahi umurumda bile olmuyor. ’’[251]

Yezid’in İstanbul’a giden ordudan geri kaldığı ve Deyr-ü Mürrân’da zevk içerisinde gün geçirmesinin yanında yukarıdaki şiiri de söylediğini öğrenen Muaviye, bu duruma çok sinirlenir ve Yezid’e emir göndererek şöyle söyler: “Yemin ederim ki ölümüne sebep olacak olsa bile sen de Süfyan b. Avfa yetişecek ve onların çektiği sıkıntıyı sen de çekeceksin.” [252]

Muaviye’nin Yezid’e; “Anadolu’daki orduya katılmaması durumunda kendisini veliaht tayin etmekten vaz geçeceğini.”söylediği de rivayet olunur.[253] [254]

Muaviye’nin kararlı tutumu karşısında Yezid, Deyr-ü Mürrân’da daha fazla kalamayacağını anlar ve beraberindekilerle orduya yetişmek üzere harekete 91 geçer.

Yezid’in muhasara öncesi tutumuyla ilgili verilen rivayetlere göre muhasara öncesi Yezid, cihattan kaçan, korkak ve eğlence peşinde koşan bir kişi görünümündedir. Arkadaşlarının çektiği sıkıntıları umursamayan ve karısıyla birlikte eğlencesine devam eden; üstelik bu esnadaki sevincini bir şiirle ifade etmekten kaçınmayan zayıf bir kişilik ortaya koymaktadır. Arkadaşlarına yardım ve cihada gitmektense zevk içerisinde gününü gün etmeyi tercih eden bir şahıs görünümündedir. Bununla birlikte bazı araştırmacılar bir takım gerekçeler zikrederek Yezid’in söz konusu türden davranışlar içerisinde bulunmadığını ifade ederler:

1-Ordu içerisindeki komutanın sefer esnasında mazeretsiz bir şekilde ordudan ayrılması ve bir süre eğlence içinde bulunması mümkün görünmemektedir. Zira böylesi bir hareket savaşa giden bir ordunun ciddiyetiyle

bağdaşmaz. Ciddiyetten uzak bir ordunun ise İstanbul’u muhasara etmek gibi zor bir işe teşebbüs etmesi düşünülemez.[255]

1-                            Yezid’in sefer esnasında komuta ettiği grup içerisinde sahabe ve sahâbe çocuklarının da bulunduğu zikredildi. Bu kimselerin bulunduğu birliğin komutanı olan Yezid, böylesi bir hareketi yaparken bu şahıslardan hiç mi çekinmedi? Aynı şekilde bu seçkin kimseler Yezid’in böylesi bir işi yapmasına nasıl göz yumdular? Dahası nasıl olurda bütün bunlara rağmen hiçbir şey olmamış gibi onun komutasında sefere iştiraklerini sürdürürler? Öyle anlaşılıyor ki bu sorulara verilecek cevaplar Yezid’in böylesi bir harekette bulunmasına dair zikredilen rivayetlerin kabulünü güçleştirmektedir.

2-                             Diğer taraftan Yezid’in muhasara esnasında sergilediği davranışlar da yukarıdaki rivayetlerin şüpheyle karşılanmasını gerektirecek niteliktedir. Zira Yezid’in muhasara esnasında gösterdiği yararlılıklar, muhasara öncesi ortaya koyduğu iddia olunan davranışları nefyedecek niteliktedir. [256]

3-               Söz konusu rivayetlerin ilk dönem kaynaklarından pek çoğunda yer almaması bir taraftı bu bilgilerin daha çok Yâ’kubî, İsfahânî ve Belâzürî gibi Şiî tarafgirliğiyle bilinen eserlerde bulunması da yukarıdaki tereddütleri artırmaktadır.

b-Yezid’in Muhasara Esnasındaki Tutumu

Yezid’in Anadolu’ya varıp Kadıköy civarında beklemekte olan orduyla buluşması ve sonrasındaki gelişmelerle ilgili olarak kaynaklarda yer alan bilgiler, Yezid’in olumlu ve övgüye değer bir tavır ortaya koyduğunu göstermektedir.

Halid b. Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin bu muhasara esnasındaki konumu, Yezid ile yaptığı konuşmalar, ölüm anı ve cenazesinin defni ile ilgili verilen bilgiler Yezid’in muhasara esnasındaki kişiliğinin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacak niteliktedir.

Yezid’in, Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin iyi bir muharip olmasından istifade etmekten ziyade ondan manen istifade etmek için onunla sefere çıktığı söylenilmelidir.94

Ebû Eyyûb el-Ensârî, sefer esnasında yolda hastalanır. Muhasaranın başladığı günlerde ise hastalığı iyice artar. Yezid, onun ziyaretine gider ve kendisinden bir isteğinin olup olmadığını sorar. Ebû Eyyûb el-Ensârî, ölmek üzere iken Yezid’e şöyle söyler: “Dünyalık namına hiçbir isteğim yoktur. Ancak senden isteğim beni düşman arazisinde ilerleyebildiğin yere kadar götürmendir. Düşman arazisinde daha ilerisine gidemeyeceğin yer neresi ise, beni işte oraya defnet! Çünkü ben Peygamberimizin şöyle buyurduğunu işittim ‘Kostantiniyye surları önünde salih bir zat defholunacaktır.’ İşte ben, Peygamberimizin işaret buyurduğu kimse olmak isterim.”[257]

Ebû Eyyûb el-Ensârî, ölünce Yezid, onun bir sahâbîye yakışır bir şekilde defholunması için tüm hazırlıkların yapılmasını emretti. Ayrıca onun bir şerir üzerinde taşınmasını ve defholunduğu yere bir de meşhed (türbe) inşa edilmesini emretti.[258] Cenazesi vasiyetine uyularak İstanbul surlarının hemen dibine defholundu.[259]

İslâm ordusunun bir tören yaptığını, şerir üzerinde bir şey taşıdıklarını gören Bizans meliki, bir adamı vasıtasıyla müslümanlann ne yaptığım öğrenmek için teşebbüse geçti. Müslümanlar, gelen elçiye “Bizim buraya defnettiğimiz şahıs, Peygamberimizin arkadaşlarından bir kişidir. O, bizden, sizin beldenizde bir yere defnedilmeyi istedi. Biz de onun vasiyetini yerine getirmek için onu buraya defnettik, "dediler.

Durumu öğrenen Bizans meliki, Yezid‘e bir elçi göndererek şöyle söyledi: “Hayret, hayret! Senin gibi saf birisini İstanbul muhasarası gibi önemli bir iş için görevlendiren babanı nasıl oluyor da dâhi diye nitelendiriyorlar? Zira sen peygamberin arkadaşının cenazesini bizim topraklarımıza defnediyorsun. Sen buradan çıkıp gittikten sonra biz onun cesedini bulunduğu yerden çıkarıp köpeklere atarız.”

Bunun üzerine Yezid, ona şu cevabı gönderdi: “Ben Peygamberimizin arkadaşımn kabrini size emanet ediyorum. Bu sizin için bir nimet olmalıdır. Sen ise bu nimete küfran-ı nimetle mi karşılık vereceksin? Şayet onun kabrinin açıldığını duyacak olursam Arap ülkesinde öldürülmedik bir Hıristiyan, yıkılmadık tek bir kilise bırakmam.” Bu sözler üzerine melik, Yezid’e şöyle bir haber gönderdi: “Baban seni gerçekten çok iyi tanımış. Mesih hakkı için yemin ederim ki, bu kabri bizzat bir yıl boyunca kendi elimle koruyacağım.”[260]

Ebû Eyyüb’le ilgili bu rivayet, Yezid’in kişiliği hakkında bir takım olumlu şeylerin söylenmesini mümkün kılmaktadır:

1-Yezid, Ebû Eyyüb ile iyi ilişkiler içerisindedir. Ebû Eyyüb’ün vasiyetini ona söylemiş olması ve bu vasiyetin onun tarafından yerine getirilmesini istemesi bunu teyid etmektedir.

2-                           Yezid, savaşa rağmen Ebû Eyyüb’ün vasiyetini yerine getirme azmi içerisindedir. BizanslIların her an taarruz tehlikesinin mevcut olduğu bir ortamda Yezid’in bu kararlılığı göstermesi onun azim ve cesaretinin boyutlarının anlaşılması açısından önemlidir.

3-                           Yezid’in, Bizans melikinin tehditlerine kulak asmayıp, onu niyetlendiği kötü düşünceyi derhal terk etmesine sebep olacak ikna edici bir tehditle karşılık verdiği görülmektedir.[261]

Diğer tarafından kaynaklarda nakledilen bir hikaye de Yezid’in cesaret ve cengaverliğini ortaya koymaktadır:

“Muhasaranın çok çetin geçtiği bir anda, alanda bulunan iki çadırdan çalgı ve tezahürat sesleri yükseliyordu. Taraflar arasındaki mücadele esnasında bazen çadırın birinden bazen de diğerinden sevinç sesleri duyuluyordu. Yezid, bu seslerin sebebini sordu. Ona şöyle denildi: “Bu çadırlardan birinde Rum melikinin kızı, diğerinde ise Cebele b. el-Eyhem’in[262] kızı var. Bunlardan her biri de kendi kavmi taarruza geçince çalgılar çalıp tezahüratta bulunuyorlar. Sevinçlerini bu şekilde gösteriyorlar.” Bunun üzerine Yezid, “Ben Cebele’nin kızım sevindireceğim” dedi ve çok güçlü bir hamle ile düşman saflarına girdi.”[263]

Yezid’in İstanbul muhasarası esnasında surlar önündeki çarpışmalarda gösterdiği gayret ve cesaret sebebiyle ‘Fetel-Arab=Arap Kahramanı’ unvanı aldığını söyleyenler de vardır.[264] Oysa İbn Hacer tarafından nakledilen bir rivayet Yezid’e bu unvanın verildiğini söyleyenlerin görüşlerini çürütecek niteliktedir. Bu rivayet şöyledir:

“Abdülaziz b. Zürâre el-Kilâbî, Yezid ile İstanbul muhasarasına gitti. Muaviye bu şahsın öldüğünü duyunca babasına gelerek “Fete’l-Arab=Arap Kahramanı ölmüş” dedi. O, “Hangisi, benimki mi seninki mi?” diye sordu. Muaviye ise “Senin oğlun öldü. Allah (celle celâlühü) rahmet eylesin”dedi.”[265]

Cebbûr ise kaynak göstermeden verdiği bir beyitten hareketle “Ali’den       başka kahraman, Zülfikar’dan başka kılıç yoktur” bu lakabın çok daha önceden Hz. Ali’ye verilmiş olduğunu söylemektedir. Bu lakabın Hz. Ali’ye verilmiş olması, ondan sonra bir başkasına da verilmesine engel olmamalıdır. Zira İbnü’l-Esir ve İbn Hacer tarafından nakledilen rivayette de görüldüğü gibi Muaviye’nin “mâte fete’l-Arab” demesi üzerine Zürâre’nin babası “Hangisi, benim oğlum mu senin oğlun mu?”diye sormuştur. Bu da söz konusu unvanın Zürâre’ye de Yezid’e de nisbet edilebileceğine bir delildir. Ancak buna rağmen “Fete’l-Arab” unvanının Yezid’e verildiğine dair kaynaklarda net bir bilginin olmayışı göz önünde bulundurulduğunda ona bu lakabın daha sonraki dönemlerde nisbet edilmiş olduğu ihtimali kuvvet kazanmaktadır.

c-Yezid’in İstanbul Muhasarasının Neticeleri

Müslüman Araplar tarafından İstanbul’a karşı 49/669 yılında başlatılan seferin nasıl neticelendiği hakkındaki bilgiler oldukça sınırlıdır.

Muaviye ve Yezid döneminde gerçekleşen siyasi ve askeri olaylara çok geniş yer ayıran ilk dönem kaynaklarının, Anadolu’ya karşı düzenlenen seferler hakkında son derece muhtasar bilgiler verdikleri görülmektedir. Umumiyetle Anadolu’ya yapılan seferlerin kumandanları ve fethedilen kaleler ismen sıralanmakta, konuyla ilgili teferruata girilmemektedir. Bunun sebebi düşünüldüğünde ise akla gelen ilk ihtimal, bu bölgeye yapılan seferlerin pek başarılı bir şekilde neticelenmemesinden dolayı Arap tarihçilerinin mağlubiyet bilgileri aktarmaktansa bu konuda sükûtu tercih etmiş olmalarıdır. Diğer taraftan Anadolu’ya karşı yapılan taarruzlar neticesinde ele geçirilen yerler uzun süre elde tutulamamış, fetih sonrasında o bölgede sosyal, kültürel ve imar faaliyetlerinde pek bulunulamamıştır. Dolayısıyla bölgede müslümanlarm, uzun süreli iskanları da mümkün olmamıştır. Bu durum da tarihçilerin bölgeye yapılan taarruzlar ve sonrasında gelişen olaylarla ilgili ayrıntılı bilgiler vermesini zorlaştırmış olmalıdır.

İstanbul muhasarasını Anadolu’ya yapılan diğer taarruzlardan ayrı düşünmek imkansız gibidir. Çünkü bu ikisi birbirinin mütemmimi gibidir. Bu sebeple de müslüman Arapların genelde Anadolu’ya karşı özelde ise İstanbul’a karşı taarruzlarında nasıl bir sonuç elde ettikleri üzerinde kısaca durulacaktır.

Araplar, Anadolu’ya karşı başlattıkları taarruzlarda Suriye, Mısır ve İran’a karşı kazandıkları derecedeki başarıyı yakalayamadılar. Bunun başlıca sebepleri şunlardır:

1-                               BizanslIlar, Araplara kaptırdıkları bütün eyaletlerde son derece zayıf, ancak Anadolu’da kuvvetli idiler.[266]

2-                                Toros dağlan Araplann Anadolu’ya geçişleri önünde en büyük tabii engeldi. Bu engelin aşılması esnasında, pek çok sıkıntı çekiliyor, düşmanı mağlup etmek için harcanılacak eneğinin büyük bir kısmı buranın geçilmesi esnasında kullanılıyordu.

3-                                Anadolu, iklim itibariyle Araplann alışkın olmadığı hava şartlanna sahipti. Kışlar çok soğuk geçiyordu. Bu da sıcak iklim şartlanna alışkın Araplann, Anadolu’da uzun süre bulunmalannı güçleştiriyordu. Kısa süreli taarruzlar ise aradaki mesafenin uzaklığı sebebiyle başanyı engelliyordu.

Bütün bunlara rağmen müslüman Araplar, Anadolu’ya karşı sürdürdükleri taarruzlannı devam ettirdiler, Bizans’ın başkenti İstanbul’u muhasara ederek bu bölgenin fethinde kararlı olduklannı ortaya koydular.

İstanbul muhasarası sonunda pek çok fayda temin edildi ancak fetih gerçekleştirilemedi. Buna şunlann sebep olduğu söylenebilir:

1-                               Müslümanlar yiyecek kıtlığı ve hastalık sebebiyle muhasarayı sona erdirip merkezi dönmek zorunda kaldılar.[267]

2-                                Üç tarafi su ile çevrili olan imparatorluk şehri, geçmişte İran Kisralannın çok iyi silahlanmış askeri güçlerine bile dayanan çok yüksek ve kuvvetli surları ve kuleleri(bazı yerlerde bunların yüksekliği 30 metreyi buluyordu) ile çok iyi korunuyordu. Araplar, efsanevi bir cesaret ve sabırla savaştıkları halde, duvarların

devasa ve kompleks yapısını aşmak için gerekli kabiliyet ve donanımdan yoksundular. Bu sebeple sefer başarısız oldu ve önemli kayıplar verildi.100

3-                            Muaviye, bu muhasaranın daha fazla sürmesini istemedi, savaşın sona erdirilmesine dair emirler gönderdi. Çünkü o, oğlu Yezid’in başkentte bulunmasını, ileriki hedefleri açısından zaruri görüyordu. Zira onun kendisinden sonra yerine geçebilmesi için merkezde bulunmasını ve halktan biat alınması esnasında hazır olmasını istiyordu.[268] [269]

4-                            Kışm yaklaşması ile muhasara kaldırıldı. Çünkü Araplar, hem kış iklimine alışkın değillerdi, hem de, kışın şartlarına uygun hazırlıklardan yoksundular. Gerekli malzemenin gelmesi ise aylarca sürebilirdi.[270]

İlk İstanbul muhasara, İstanbul’un fethinin gerçekleştirilmediği için askeri bakımdan başarısız olmakla birlikte siyasi yönden başarılı oldu. Zira bu saldırıdan sonra Bizans imparatorları, genel anlamda başkentlerini daha başarılı bir şekilde savunabilmek için askeri ve idari sahada yeni çareler bulmaya mecbur bırakıldılar; özel anlamda ise bunlar, başkentlerini savunabilmek için Anadolu’yu savunma hattı haline getirdiler.[271]

BizanslIlar, Müslümanların kolayca başkentlerine kadar gelmelerini önlemek için tedbirler almak zorundaydılar. Onların hareketlerini zorlaştırmak için ne gerekiyorsa onu yapmalıydılar. Engeller konulacak ve bu engeller Müslümanların güçlükler ve sıkıntılarla yorgun ve bitap bir şekilde İstanbul’a ulaşmalarına yol açacaktı. Yani savunma hattı başkentin daha ötesinde Asya-i Sugrâ’ya taşınacaktı. Bu bir strateji haline getirilecekti. Zira Şam ve Mısır’ı elden çıkaran Bizans, bundan böyle Anadolu’yu savunma hattı haline getirmiş olacaktı. Bu da Anadolu’nun öneminin artmasına ve gelişmesine yol açacaktı. [272]

Diğer taraftan bu muhasara ile Bizans’a şu mesaj verilmiş oluyordu; başkentiniz İslâm kuvvetlerinin ulaşamayacağı ve ele geçiremeyeceği bir yer değildir. Müslümanlar istedikleri anda, ta İstanbul’a kadar gelebilirler.[273]

Bu savaş Yezid’in iyi bir şöhret kazanmasına[274]; idari, askeri ve siyasi tecrübe kazanmasına[275], dolayısıyla da tarihçiler tarafindan övülmesine neden olmuştur.[276]

Yezid’in Hac Emirliği

Hacca gidenleri sevk ve idare etmek üzere ‘Hac Emiri’ tayin edilmesi, Hz. Peygamber ve Hulefa-i Râşidîn’in sünnetidir. Emevî devletinin kurucusu Muaviye, haccın kamuoyunda meydana getirdiği tesirleri yakından bildiği için daha 38/658’de Hz. Ali’nin hac emirinden ayrı olarak kendi adına bir hac emiri göndermişti. Bu iki emir bir anlaşma sonucu, emirliği Kâbe hizmetlerini yürütmekte olan Şeybe b. Osman’a bıraktılar, Muaviye, hakemlerin kararından sonra elde ettiği Hz. Ali ile eşitlik durumundan başka, iktidarın bir sembolü olan hac emirliğini de elde etmeye gayret gösterdi.[277]

Hac, dört bir yandan gelen müslümanlann yılda bir kere de olsa toplantılarına sahne olunan bir ibadetti. Haccetmek üzere pek çok müslüman Mekke’de bir araya geliyordu. Haccın sadece dini yönü yoktu aynı zamanda siyasi, içtimai ve ekonomik yönü de vardı. Hac’da devletin siyaseti doğrultusunda hacılara konuşmalar yapılıyordu. Alınan kararlar, uyulması gereken kurallar vs. kamuoyuna duyuruluyordu. Hacılar buradan aldıkları bilgileri, memleketlerine taşıyordu. Böylece devlet ile halk arasında hızlı bir iletişim sağlanmış oluyordu.

Haccın haiz olduğu siyasi önemi müdrik bir kimse olan Muaviye, bu önemi kendi iktidarı lehine kullanmak için teşebbüse geçti.

Muaviye, Yezid’i veliahtlığa hazırlamak için İstanbul’u muhasara etmek üzere gönderilen orduda görevlendirdi ancak, bu görevi icra etmesini yeterli görmeyip, onu hac emirliğiyle de vazifelendirdi.[278] Muaviye, idaresi boyunca kendi soyundan da yararlanıyordu, fakat onları hiçbir zaman kendilerini muktedir kılıcı herhangi bir makama getirmiyordu. Bununla birlikte o, iktidarı boyunca haccı idare edenleri kendi ailesinden seçti. [279]Bu açıdan haccı idare etme vazifesi, müslümanlar üzerinde Emevî iktidarının siyasi varlığının bir göstergesi olarak değerlendiriliyordu.[280]

Muaviye döneminde hac emirliği yapanların isimlerine bakıldığında bu görevi çoğunlukla Ümeyye oğulları fertlerinin yerine getirdikleri görülmektedir.[281]

Muaviye, başta oğlu Yezid olmak üzere ailesinden bazı kimseleri münavebeli olarak hac emirliği ile görevlendiriyordu. Muaviye bununla iki şeyi hedefliyordu:

1-                            Ailesinin fertlerinin şanını yüceltmek, itibarlarını artırmak

2-                             0nlan dini konumlan itibanyla inkişaf ettirmek böylece de onlann dini yönden nakıs olduğu şeklindeki iddia ve ithamlan yok etmek.[282]

Kaynaklar Yezid’in hangi tarihte hac emirliği yaptığı hususunda değişik bilgiler vermektedir.

Emevîler döneminde hac emirliğini yıllara göre kimlerin yaptığını aynntılı bir şekilde veren Yâ’kûbî ve İbn Habib, Yezid’in 51/671 yılında haç emirliği yaptığını söylerken[283] bazı tarihçiler ise, Yezid’in sadece 51/671 yılında hac emirliği yapmadığını onun aynı şeklide 52/672 ve 53/673 yıllannda da hac emirliği görevini yerine getirdiğini söylemektedirler. Yezid’in üst üste 51, 52 ve 53 yıllarında üç defa hac emirliği yaptığını söyleyenlerin bu bilgiyi Ebû Bekir b. Ayyaş tarafından nakledilen bir rivayetten aldıkları görülmektedir.[284]

Taberî ise bu konuyla ilgili olarak şunları söylemektedir: “50/670 yılında insanlara kimin hac emirliği yaptığı hususunda ihtilaf vardır. Bazılarına göre bu yıl hac emirliğini Muaviye, bazılarına göre ise oğlu Yezid yaptı.[285] Hicri 51/671 yılında ise hac emirliğini Yezid yapmıştır. Vakıdî de bu görüştedir. Vakıdî ve Ebû Ma’şer’e göre 52/672 yılında ise bu görevi Sâid b. el-Âs yaptı.[286]

Yukarıdaki kaynaklar, Yezid’in sadece 51/671 yılında hac emirliği yaptığı veya 51, 52 ve 53 yıllarında üç kez bu görevi yerine getirdiği şeklinde iki ayn görüştedirler.

Ancak Yezid’in 51 yılında hac emirliği yaptığını söyleyen gruptaki tarihçilerin hac emirliğiyle ile ilgili ayrıntılı listeler vermiş olmaları göz önünde bulundurulduğunda bu grubun söylediklerinin doğru olma ihtimali daha da artmaktadır.[287]

Ayrıca Muaviye’nin halifeliği esnasında hac emirliği görevlerini çoğunlukla Medine valilerinin yerine getirdiği[288] [289] göz önünde bulundurulduğunda Yezid’in üç yıl peş peşe hac emirliği yapmış olmasının Muaviye’nin uygulamaları ile bağdaşmayacağı söylenebilir.

Öyle anlaşılıyor ki Yezid, hac emiri sıfatıyla sadece 51 yılında görev yapmış, 52 ve 53 yıllarında ise bu görevi Medine valileri yerine getirmişlerdir. Yezid’in 52 ve 53 yılında hac emiri olarak değil de hac ibadetini ifa için haccetmiş olup olmadığına dair bir bilgiye henüz rastlanılamamıştır. Böyle bir bilgi olsaydı Yezid’in 52 ve 53 yıllarında hac emirliği yaptığım söyleyenlerin onun sıradan bir hacı gibi Hicaz’da bulunmasını hac emirliği yaptı şeklinde değerlendirmelerde bulunmalarına yol açmış olduğu düşünülebilirdi. Ancak bu şekilde bir bilginin olmaması da böylesi bir varsayımı zorlaştırmaktadır.

Hac emirliği kolay bir iş değildi. Bu görev küçük ölçüde genel bir idarecilik çeşididir. Bu vazife insanların işleri ve ihtiyaçlarını giderebilmek için derin bir kavrayışı gerektirir. Bu işi üstlenen kimsenin müslümanlann ahvaline muttali olması ve onların problemlerini çözebilmesi gerekmektedir. Onların menfaatlerini gözetmesi zorunludur. Hepsinden de öte onların hac esnasında karşılaşabilecekleri problemlerle ilgili sorunlarını cevaplayacak kadar fıkıh bilgisine sahip olması gerekir. Hacılara haccın uygun bir biçimde yapılması hususunda iyi bir önder olmayı da icap ettirir.

Maverdi, hac emirinin görevleriyle ilgili olarak en ayrıntılı bilgi veren kimsedir. Maverdi’ye göre hac emirliği iki kısma ayrılır: 1-Hac yolculuğunu idare etme 2-Hac farizasının yerine getirilmesini idare

1-Hac yolculuğunu idare: Bu göreve yerine getirecek hac emirinin, kendisine itaat olunacak, rey sahibi, cesur, heybetli ve doğruluk sahibi bir kimse olması gerekmektedir. [290] Ferra ise hac emirliğiyle ilgili bölümde Maverdi ile aynı doğrultuda bilgiler vermekte, bu maddeyle ilgili olarak ise “hac emirinin hac kafilesini sevk ve idare etmesi tamamen siyasi bir hüviyet taşımaktadır.” demektedir. [291]

Bu görev esnasında hac emiri, kafilenin karşılaşabileceği problemleri çözebilmeli, onların salimen harem bölgesine ulaşmalarını temin etmelidir.[292]

2-Hac ibadetini idare: Hac ibadetini ibadet olarak yerine getirtmek namaz imamlığı gibidir. Dolayısıyla namaz kıldıracak kimsede aranılan şartlar hac ibadetini yaptıracak imamda da aranılır. Ayrıca bu kimsenin hacla ilgili ayrıntılı bilgilere vakıf olması da istenilir. [293]Hac emirinin fakih olması durumunda kendisinden talep edilen fetvaları vermekle de yükümlüdür.[294]

Yezid’in hac emirliğiyle ilgili bu iki vazifeyi de yerine getirebilmek için gerekli şartlan taşıdığı söylenmişse de[295]bu hususta kaynaklarda bir bilginin bulunmaması söz konusu malumatın sıhhatini engellemektedir.

Yezid’in hac emirliği esnasında pek çok kimseyle tanıştığı, onlardan istifade ettiği, hac esnasında idarecilik tecrübesi kazandığı ve halk ile yakınlaştığım söylemek mümkündür.

Yezid’in hac emirliği yaptığı sırada içki meclisi kurduğu ve kutsal bölgede içki içtiğine dair bir rivayetin varlığını da zikretmek gerekmektedir.[296]

Tarihçilerden bazılannın belirttiğine göre Yezid, babasının halifeliği esnasında Medine’ye gelir ve bir içki meclisi kurdurur.[297] İbn Abbas ile Hz. Hüseyin, onun yanına girmek isteyince kendisine “İbn Abbas şarap kokusunu tanır” denilir. Bunun üzerine İbn Abbas’ın yanına alınmamasını söyleyip Hz.

Hüseyin’in içeri girmesine müsaade eder. Hz. Hüseyin, içeri girince şarap kokusu ile birlikte hoş kokuların gelmekte olduğunu görür ve “Ne güzel bir koku, nedir bu?” der, Yezid ona şu cevaba verir: “Bu Şam’da imal olunan bir kokudur.”

Yezid daha sonra söz konusu şaraptan bir kadeh getirtilmesini emreder ve onu içer. Sonra bir kadeh daha isteyip “onu da Ebû Abdullah’a (Hz. Hüseyin) içirin” der. Hz. Hüseyin ise ona şöyle söyler:“ Şarabın senin olsun, senin içkin de benim gözüm yok.” Hz. Hüseyin’in bu cevabı karşısında Yezid aşağıdaki şiiri söyler:

“Hayret sana ey arkadaş!

Seni davet ettim de gelmedin,

Genç kızlara, şehvete, şarkıya

Eğlenceye ve şaraba

Süslü bir kadehtedir o.

Arapların efendileri de etrafında

Bu kaplarda senin kalbini

Çürüten ve fayda vermeyen bir şey var: ”

Hz. Hüseyin bu şiiri dinledikten sonra derhal ayağa kalkar ve Yezid’e yönelerek şöyle der: “Hayır, Muaviye’nin oğlu, asıl senin kalbin çürüsün!”[298]

Yezid’in hac emirliği yaptığı sırada Medine’de içki içtiğine dair nakledilen bu rivayetin aşağıdaki sebeplerle ihtiyatla karşılanması uygun olacaktır.

1.                               Daha önce de geçtiği üzere hac emirliği iki kısımda icra ediliyordu. Birincisi hacıların hac mevkiine ulaştırılması; İkincisi ise hac ibadetinin yerine getirtilmesiydi. Her iki görev içinde emirlik yapacak şahsın dinî, siyasî ve ilmi bir takım özelliklere sahip olması gerekliydi. Yezid, bu görevi yerine getirmiş ve rivayetlerden hiç birisinde de Yezid’in hac emirinde bulunması gereken özelliklere sahip olmadığına dair bir bilgiye de rastlanılamamıştır. Bu da Yezid’in emirlik için gerekli özelliklere sahip olduğunu gösterir mahiyettedir. Hal böyle olunca bu türden özelliklere sahip olarak hac emirliği yapan bir kimsenin, şarap içilen bir meclise oturması veya bizzat şarap içmesi uzak bir ihtimal olmalıdır. Kaldı ki onun hacılara karşı olan sorumluluğu da böylesi bir davranışta bulunmasını zorlaştırıcı bir unsurdur.[299]

2.                           Rivayetin doğruluğu hususunda şüpheye sebep olan bir hususta Hz. Hüseyin’in Yezid’in şarap içtiğini görmesinden sonra herhangi bir itirazda bulunmaksızın onun meclisinde oturmaya devam etmesidir.[300]

Hz. Hüseyin, Yezid’in içki içtiğini öğrendikten sonra ya bu konudaki itirazım belirtir ya da Rasûlüllah’ın hadisi gereğince[301] içki içilen meclisi derhal terk ederdi. Oysa rivayete göre Hz. Hüseyin, Yezid’in içki içtiğini görmüş ve ona “Şarabın senin olsun. Senin şarabında gözüm yoktur” demekle yetinmiştir. Yani kendi huzurunda Yezid’in şarap içmesinde bir mahzur görmemiştir. Böylesi bir davranışın Hz. Hüseyin tarafından işlendiği pek mümkün görünmemektedir.[302]

3.                           Bu olayın el-Egânî, Tarihu Dımaşk ve el-Kâmil’deki anlatılış biçimiyle Uyunu’l-Ahbâr’daki şekli arasında bir takım farklılıklar bulunmaktadır. Örneğin içeri girmesine izin verilen kimse yukarıdaki kaynaklarda İbn Abbas olarak zikredilmişken Uyunu’l-Ahbâr’da bu kişinin İbn Cafer olduğu söylenmektedir.[303]

Ayrıca bu kaynaklardan en eski olan el-Egânî’de olayın Yezid’in hac emirliği esnasında geçtiğine dair bir bilgi bulunmazken daha muahhar olan el- Kâmil ve Uyunu’l-Ahbâr’da söz konusu rivayetin Yezid’in hac emirliği yaptığı sırada gerçekleştiği belirtilmektedir.[304]

Uyunu’l-Ahbar’daki rivayette Yezid ile Hz. Hüseyin’in bu esnadaki konuşmaları arasında yer alan bir ifade de rivayetin güvenirliğine şüphe düşürmektedir. Çünkü rivayete göre Hz. Hüseyin, Yezid’e “Allah (celle celâlühü) sana lanet etsin ey melûn!” demiştir.[305] Halbuki Yezid’e lanet meselesi söz konusu olayın gerçekleştiği dönemden sonraki zamanlarda ortaya çıkmıştır.[306]

4.                           Haberi nakleden Îsfahânî bu rivayeti Medâini’nin kendisine anlattığını, Medâini’nin ise bu olayı Ömer b. Şebbe’nin kendisine aktardığını söylemektedir. Ömer b. Şebbe ise bu olayı bizzat şahit olmuşçasına naklediyor. Oysa söz konusu üç şahsın ölüm tarihleri bu şekilde bir rivayetin sıhhatini engellemektedir. Nitekim

İbn Asâkir, Ömer b. Şebbe ile Yezid’in arasında uzunca bir zaman farkı olduğunu ve rivayetin bu sebeple de münkatı olduğunu belirtmiştir.[307] [308]

İbnû’l-Esir’deki rivayetin senedinde ise ilk râvi Ömer b. Sübeyne olarak zikrediliyor. Halbuki, Ömer b. Sübeyne’nin, Yezid döneminden çok sonra yaşadığı, hem de Ömer b. Sübeyne ile İbnû’l-Esir arasında uzunca bir zaman farkı bulunduğu bilinmektedir. Bu sebeple rivayetin münkatı olduğu sonucuna ulaşmak zor olmayacaktır.

5.                           Rivayette “...İbn Abbas şarap kokusunu tanır, şarap içtiğini anlar, denilince Yezid, İbn Abbas’m yanına alınmamasını söyleyip Hz. Hüseyin’in içeri girmesine müsaade etti.” şeklinde ifadeler bulunmaktadır. İbn Abbas’ın şarap kokusunu tanımasına karşılık Hz. Hüseyin şarap kokusunu bilmemesi pek mümkün görünmemektedir.[309]

6.                           Yezid, hac etmesi esnasında ne halife idi, ne de henüz veliaht tayin edilmişti. Bu sebeple de Hz. Hüseyin’in onu ziyarete gitmesi için her hangi bir sebep olamazdı. Üstelik Hz. Hüseyin yaş itibarıyla da Yezid’den yaklaşık 20 yaş daha büyüktü.[310]

Netice olarak şu söylenilebilir ki; Yezid’in içki içtiğini ifade etmek üzere zikredilen bu rivayetin Şiî tarafgirliğiyle bilinen kaynaklarda yer alması özellikle Yezid’in kötülenmesine yönelik bir gayretin ürünüdür. Yukarıdaki gerekçeler göz önünde bulundurulduğunda Yezid’in hac emirliği sırasında veya hac ettiği bir sırada Medine’de içki içtiği, bazı sahâbîleri de bu işe davet ettiği şeklindeki rivayetin doğru olamayacağı sonucuna varılabilir.

İKİNCİ BÖLÜM

YEZİD’İN VELİAHT TAYİN EDİLMESİ

A-VELİAHTLIKTAN ÖNCEKİ UYGULAMALARA GENEL BİR BAKIŞ

Hz. Muhammed’in ümmetine karşı iki ana görevi vardı. O, hem kurmuş olduğu İslâm devletinin başkanlığını yürütmek, hem de aldığı ilahi vahyi insanlara ulaştırmakla sorumluydu. (Riyaset ve Risalet). Peygamberin kurduğu toplumun en büyük özelliği dinî ve dünyevî özellikleri bir arda bulundurmasıdır.

Rasûlüllah, hayatı boyunca içerisinde yaşadığı toplumu dinî ve siyasî kuralların yardımıyla idare etmeye çalıştı.[311]

Hz. Peygamber’in vefatıyla birlikte, İslâm toplumunun karşılaştığı ilk problem, bundan sonra müslümanlarm idaresinin (riyaset) nasıl yürütüleceği meselesi oldu. Kuran-ı Kerim ve hadislerde bu meselenin çözümünde hangi usulün takip edileceği kesin olarak belirtilmediği gibi, Hz. Peygamber de kendisinden sonra bu makama kimin getirileceğine dair bir beyanda bulunmadan vefat etti.[312] İslâm dini, konu hakkında adaletli davranmak, dünya işlerinde istişarede bulunmak ve ulu’l-emre itaat gibi genel prensipleri vaz ediyor, işin geri kalan kısmını müslümanlarm kendi reylerine bırakıyordu[313] Sanki Allah (celle celâlühü) ve Rasûlün’ce bu mesele müslümanlarm sağduyusuna havale ediliyor ve konuyu kendi aralarında halletmeleri isteniyordu. Böyle olmasaydı, namaz, oruç ve benzeri dini görevlerde olduğu gibi, hilafet meselesinde de uyulması zarûrî hükümler ortaya konur ve meselenin o kesin sınırlar içinde çözümlenmesi istenirdi. Allah (celle celâlühü) ve Rasûlü, bu konuda müslümanlara daha geniş bir düşünce ve uygulama alanı veriyorlardı.[314] Şimdi bu genel kaideler doğrultusunda Hz. Peygamberin siyasî anlamdaki ilk halefini yani müslümanlarm ilk halifesini belirlemek ashabın omuzları üzerindeydi."'

Rasûlüllah’m vefatından sonra gün yüzüne çıkan devlet başkanlığına kimin geçeceği sorusunun sahâbîleri sıkıntıya soktuğu görülmektedir. Zira bu soruyla onlar ilk defa karşı karşıya geliyorlardı.

İlgili rivayetler incelendiğinde, bu ciddi meselenin zaman kaybetmeden, hatta Hz. Muhammed’in defin işlemi sona erdirilmeden ashap tarafından ele alındığını müşahede etmekteyiz. Beni Saîde Sakîfesi’nde toplanan Ensâr, Hazreç kabilesi reisi Sa’d b. Ubâde’ye biat etmek üzere iken, Evs kabilesine mensub bir kişi tarafından olaydan haberdar edilen Hz. Ebû Bekir (r.a), Hz. Ömer ve Ebû Ubeyde b. Cerrah buraya geldiler ve onlar da müzakerelere katıldılar’. Ensâr adına söz alanlar Ensâr’ın faziletini, dine olan hizmet ve yardımlarını dile getirerek hilafetin kendi hakları olduğunu ileri sürdüler. Konuşulanları dinleyen Hz. Ebû Bekir ise yaptığı konuşmada, Ensann fazilet ve dine hizmetlerinin inkar edilemeyeceğini belirttikten sonra, çok önemli bir noktaya dikkat çekerek Arapların sadece Kureyş’in reisliğine nza göstereceklerini, bunun için de Hz. Ömer (r.a) veya Ebû Ubeyde b. Cerrah (r.a) olmak üzere bu ikisinden birine biat etmelerine teklif etti. Hilafetin tek başlarına ellerinde kalmayacağını anlayan Ensardan bazdan biri kendilerinden diğeri Kureyşten olmak üzere iki emir teklifinde bulundularsa da bu görüş de uygun bulunmadı. Tartışmanın uzadığını gören Hz. Ömer, söz olarak Hz. Ebû Bekir (r.a)’e Hz. Peygamber’in hastalığı esnasında onun yerine imamlık yaptığını, hicret esnasında ona mağarada arkadaşlık ettiğini, dolayısıyla onun yerine geçme hakkının kendisinin olması gerektiğini söyleyerek, biat etmek üzere elini uzatmasını söyledi. Neticede Evs’li Beşir b. Sa’d da Hz. Ebû Bekir (r.a)’e biat edince, orada bulunan Evs ve Hazreçliler’de biate katıldılar.”

Benî Sâîde Sakîfesi’nde yapılan tartışmaları neticesinde Hz. Ebû Bekir halife seçildi. Hz. Peygamber’in vefatından hemen sonra sahâbe tarafından Hz. Ebû Bekir (r.a)’e yapılan bu biat, daha sonra İslâm siyasî düşüncesinde bir takım tartışmaların ve ihtilafların ortaya çıkmasına neden oldu. Sonraki yıllarda daha da artarak devam eden bu tartışmalar İslâm tarihinde bir çok mezhebin doğmasında etkin rolü oynadı.[315]

Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, sonraki dönemlerde bir takım ayrılıkların çıkmasına yol açmakla birlikte bu toplantının, ilk aşamada ve çok kritik bir anda müslümanların bir devlet başkanı etrafında birleşmelerine vesile olduğu belirtilmelidir.

Hz. Ebû Bekir’in ashab arasında gerçekleşen görüşmelerin akabinde halife olduğu görülmektedir. Hz. Ömer (r.a)’in hilafet makamına geliş şekli ise Ebû Bekir’inkinden farklı oldu.

Hz. Ebû Bekir, kendisinden sonra ümmetin ihtilâfa düşmesinden endişe ettiği için[316] devlet başkanlığını en iyi şekilde yapacağına inandığı Hz. Ömer’in bu göreve gelebilmesi için bir takım görüşmelerde bulunmaya başladı. Başta ashabın önde gelenleri olmak üzere Hz. Ömer hakkında kamuoyunun görüşlerini öğrenmek için gayret sarf etti ve neticede Hz. Ömer (r.a)’in hem ashabın ileri gelenlerinin hem de halkın teveccühünü kazandığım ve devlet başkanlığına layık olarak görüldüğünü müşahede etti.[317] Ensâr ve Muhacirûn’un ileri gelenleri ile yaptığı görüşmeler sonucu, kararını veren Ebû Bekir, bu kararını Hz. Osman’a yazdırttı (ahitname) ve ondan bunu halka okumasını istedi. Bu ahitnamede “kendisinin Ömer’i halife olarak tayin ettiğini” belirtti ve halktan ona itaat etmelerini istedi.[318] [319]

Hz. Ebû Bekir’in Hz. Ömer’in halife seçilmesinde uyguladığı bu yeni usule Tstihlaf=Aday Teklifi’ usulü denilmektedir." Veliaht tayin ederek halifeyi belirlemekle, bu usul bir birinden farklıdır. Aday Teklifi usulü halifenin vefatına yakın ümmetin maslahatı için yakın akrabası olmayan ve hilafete liyakat kesbetmiş birisini aday olarak göstermesi diye tanımlanırken; veliaht tayini ise halifenin vefatından uzun süre önce veya halifeliğe geçtikten hemen sonra yakın akrabalarından birisine kendinden sonra halife olması için biat alması olarak kabul edilmektedir.[320]

Hz. Ömer (r.a), Mugîre b. Şûbe’nin kölesi Ebû Lü’lüe tarafından yaralandığında, kendisini ziyarete gelen sahâbîler, halifenin yarasının ağır olduğunu gördüler. Vefatından sonra bir karışıklığın ortaya çıkmaması ve yönetimde idari bir boşluğun meydana gelmemesi için, ondan kendisinden sonra halife olacak kişiyi belirlemesini istediler.[321]

Hz. Ömer (r.a), ısrarlar karşısında şöyle söyledi: “Şayet yerime birini aday olarak teklif edecek olursam bunu benden daha hayırlı olan yaptı (yani Ebû Bekir). Yerime birini aday teklif etmeyecek olursam bu konuda da bir önderim var. Zira ondan daha hayırlı olan (yani Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem), yerine birini aday bırakmadı."[322] [323]

Bir veliaht tayin ederek, bu işin sorumluluğunu tek başına yüklenmek istemeyen Hz. Ömer (r.a), daha sonra sahibenin ısrarı karşısında kendinden önceki iki uygulamayı da göz önüne alarak bu işin Şûra’ya havale edilmesini kararlaştırdı. ' Şûra’nın üyesi olarak ise Aşere-i mübeşşereden hayatta kalan 6 kişiyi tespit etti.[324]

Şûra üyeleri, halife seçilme hakkından feragat ettiğini belirten Abdurrahman b. Avf ın hakemliğinde aralarından birisini halife seçmek üzere görüşmelere başladı.[325]

Görüşmeler neticesinde Şûra üyelerinin oylarıyla Hz. Osman (r.a) göreve getirildi. Böylece Üçüncü halife Hz. Osman (r.a)’ın seçiminde de ‘Şûra usûlü’ uygulanmış oldu.[326]

Üçüncü halife Hz. Osman (r.a)’ın Basra, Küfe ve Mısır halkından oluşan isyancı grup tarafından öldürülmesinden sonra Medine’de büyük bir kargaşa ve devlet boşluğu yaşandı.

Asîlerin kontrolündeki Medine’de devletin başına kimin geçeceği sorusu bir süre cevapsız kaldı. Sonunda ise aralarında Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam’ın da bulunduğu Ensâr ve Muhacirunun ileri gelenleri Hz.Ali’ye gelerek, kendisine biat etmek istediklerini bildirdiler. Hz. Ali bu teklifi ilk önce kabul etmeyerek, onlara aralarından başka birini halife seçmelerini ve kendisinin de ona biat edeceğini bildirmişse de onlar dine olan hizmetinden ve Rasûlüllah’a olan yakınlığından dolayı, aralarında bu işe en layık kişinin kendisi olduğunu belirterek ona biat etme hususunda ısrar ettiler. Neticede kendisine biat edilmesini kabul eden Hz. Ali, biatin mescitte herkesin huzurunda yapılmasını istedi.[327]

Hz. Ali’nin Hâricîler tarafından şehid edilmesinden sonra ise Kûfelilerin biati üzerine Hz. Hasan hilafet makamına geçti (40/660).'°

Hz. Hasan’m babası tarafından halifeliğe namzet gösterildiği söylenmekte ise de kaynaklardaki bilgiler böyle bir vasiyetin varlığı iddiasını boşa çıkaracak niteliktedir.21

Diğer taraftan, Muaviye’de 40/660’ta İliyâ (Kudüs) şehrinde Şamlılar tarafından halife ilan edildi.22

Hz. Ali’nin şehid edilmesiyle Suriye halkından “emiru’l-mü’minin” unvanıyla biat alan Muaviye’nin23 tamamen hilafeti ele geçirişi, İraklılar tarafından babasının yerine halife seçilen Hz. Hasan’ın hilafet mücadelesinden vazgeçerek, hilafeti ona devretmesiyle gerçekleşti. (21 Rebiulevvel 41/26 Temmuz 661 Pazartesi).24

Bu incelemeden de anlaşılmaktadır ki; Hulefa-i Râşidîn adı verilen dört halifenin hilafet makamına geçişi üç yolla olmuştur. Bunlar Hz Ebû Bekir’in ve Hz Ali’nin seçim usulü olan “İstişâri Usûl” Hz Ömer’in seçim şekli olan “Aday Teklifi Usûlü” Hz Osman’ın seçim usûlü olan “Şûra Sistemi”dir. Ancak Hz Ali’nin seçim şekli, Hz Ebû Bekir’in seçim sekline benzemekle beraber, seçim ortamı itibariyle tamamen farklıdır. Hz Ali’nin Halife seçiminin Şûra ehli ve Bedir ehli tarafından yapılması halinde muteber olabileceğini söylemesi, Medine içinde isyancılar tarafından Halife seçiminde yaratılmak istenen mutlak terör havasına engel oldu. Fakat Hz Ali'ye Medine ve yakın çevresinin biat etmesi, diğer İslâm şehirlerindeki Müslümanların fikirlerine başvurulmaması, halife seçme yetkisinin sadece Medine halkına tanındığı ve öteki şehirlerin bu hakka sahip olmadıkları gibi bir kanaatin doğmasına sebep oldu.25

Râşid halifelerin hepsinde de hilafete geçiş şûraya ve biata dayalı gerçek bir seçimle gerçekleşti. Verasetle, babadan oğula geçmeyle olmadı. Hz Ebû Bekir ve Hz Ömer, oğullarını halife göstermeye yeltenmediler. Yalnızca ümmetin en ehil ve erdemli kişilerini aday göstediler. Gerçek, olgun ve dine dayalı halifeler çağı olan Râşid halifeler dönemi işte budur. îdeal ile realitenin uyum içinde bulunduğu imamet ve hilafet de bu dönemdeki lerdir.26

B-YEZİDİN VELİAHTLIĞININ GÜNDEME GELİŞİ

İslâm tarihinde şûra ve seçime dayalı halifelik sistemini değiştirerek yerine oğlunu tayin fikrini (veliahtlık) ilk izhar eden Muaviye'dir.2'

Veliahtlık fikrinin kim tarafından ortaya konulduğu hakkında kaynaklarda birbiriyle farklılık arz eden rivayetler bulunmaktadır.

Şiî tarafgirliğiyle bilinen İbn A’sem bu konuda diğer kaynaklarda yer almayan bir rivayeti zikretmektedir. Buna göre “Hz Hasan’m ölümünden (28 Safer 49/7 Nisan 669) hemen sonra Amr b el-As, Muaviye’nin huzuruna gider ve ona şunları söyler: “Ey Müminlerin emiri! Senin, oğlunun ve taraftarlarının gözünüz aydın olsun. Hasan b Ali vefat etti. Şimdi senin Müslümanların idareciliğini senden sonra yerine getirecek bir kişiyi yerine tayin etmen gerekecektir. Ancak bu tayini insanların rızasını alarak yapmalısın.” Bunun üzerine Muaviye, Amr b el-Âs’a şu karşılığı verir: “Ey Ebû Abdullah biz de sen de bekleyelim ve Allah (celle celâlühü)’m nasıl bir hüküm vereceğini görelim. Umulur ki Allah (celle celâlühü) bu konuda kendisinin razı olacağı bir kararı verir.”[328] [329]

İbn A’sem’in sened zikretmeksizin verdiği bu rivayetin diğer kaynakların hiç birinde yer almaması bir tarafa, olayda adı geçen ve Muaviye’ye yerine birisini tayin etmesini telkin ettiği söylenilen Amr b el-Âs’m yukarıdaki hikayenin aksine Hz Hasan’dan önce öldüğü kaynakların ittifakla bildirdikleri bir husustur.[330]

Amr b. el-Âs’m hicri 43/663 yılında vefat ettiğine dair raviler arasında ittifak bulunmakla birlikte onun hicri 42/662, 44/664, 46/666 veya 48/668 yılında vefat ettiğini söyleyenler de vardır. Ancak bu tarihleri doğru kabul etsek bile Hz. Hasan’ın 49 yılında vefat ettiğini[331]göz önünde bulundurduğumuzda Hz. Hasan’dan önce ölmüş bulunan Amr b. el-Âs’ın, Muaviye ile bahsolunan konuşmayı yapmış olması mümkün görünmemektedir.

İbn A’sem dışındaki kaynaklardan bazılarında ise bu fikri ilk ortaya atan kişinin Muaviye’nin Küfe valisi olan Mugîre b Şube olduğu söylenmektedir.[332]

Söz konusu kaynaklarda Mugîre’nin veliahtlık fikrini Muaviye’ye açması ile ilgili olarak şu hikaye anlatılmaktadır: “Muaviye Hz Hasan’m vefatından sonra 49/669 yılında Küfe valisi Mugîre b Şûbe’yi görevinden alıp yerine Sâid b el-Âs’ı tayin etmek ister. Mugîre, Muaviye’nin bu niyetini öğrenir öğrenmez Dımaşk’a gider ve Yezid ile görüşür. Mugîre, Yezid’e “Ashabın ve Kureyş’in ileri gelenlerinin vefat ettiğini, geriye kalanlar arasında ise en iyi düşünen ve ileri görüş sahibi olan, sünneti ve siyaseti en iyi bilen kişinin kendisi olduğunu, dolayısıyla emir’ül-mümini’nin kendisine biat almasında hiçbir mahzur görmediğini” söyler.[333]

Mugîre; Yezid’in, babasına gitmesini ve ondan kendisini veliaht tayin etmesini söylemesini ister. Bunun üzerine Muaviye’nin huzuruna giden Yezid, babasından kendisini veliaht tayin etmesini talep eder. Muaviye, Yezid’e bu fikri kimden edindiğini sorar, onun “bu fikri Mugîre’den aldım” demesi üzerine, Mugîre huzura çağrılır. Bu üç kişi arasında geçen görüşmede Mugîre, Hz Osman’dan sonra dökülen kanlan ve ümmet arasında çıkan ihtilaflan hatırlatıp, kendisinden sonra da böyle bir ihtilafın ve karışıklığın çıkmaması için Yezid’e biat almasını Muaviye’ye teklif eder. Muaviye, Mugîre b. Şûbe’yi dinledikten sonra bu konuda kimlerin yardımcı olacağını sorar, Mugîre ona, Küfe halkının biatini kendisinin, Basra halkının biatini ise Ziyad b. Ebîh’in sağlayabileceğini ve bu iki şehirden başka hiçbir yerin ona muhalefet etmeyeceğini belirtir. Bunun üzerine Muaviye, onu görevden azletmekten vazgeçip, bulunduğu Küfe valiliği görevine devam etmesine karar verir. Hatta görevinin başına dönmesinden sonra orada bir takım güvenilir kimselerle görüşerek, neticenin kendisine bildirilmesini isteyerek bundan sonra takip edilecek yolun tayinini de planlar.[334] [335]

Diğer taraftan Mugîre b. Şûbe’nin bizzat kendisinin Küfe valiliğinden azlini, halifeden istediğine dair rivayetlerin olduğu da görülmektedir. Buna göre Mugîre b. Şûbe, bizzat halifenin huzuruna gider, yaşının ilerlediğini ve zayıf düştüğünü mazeret olarak ileri sürerek Muaviye’den kendisini Küfe valiliğinden azletmesini ister. Muaviye ise mazereti sebebiyle onun istifasını kabul eder. Bir süre sonra Muaviye, boşalan Küfe valiliğine Sâid b el-Âs’ı tayin etmek için teşebbüse geçer. Bu durumu öğrenen Mugîre, derhal Şam’a geri gelir ve Muaviye’yi bu kararından vazgeçirmek için girişimlerde bulunur.

Ancak Mugîre’nin yerine Sâid b el-Âs’ın tayin edileceğini öğrendikten sonraki azline engel olabilmek için bizzat halifenin huzuruna kadar gitmesi ve bu uğurdaki gayretleri düşünüldüğünde onun azlini kendisinin talep ettiğine dair bu rivayetin sıhhati konusunda şüphelere yol açmaktadır. Akyüz’ün de işaret ettiği üzere “Mugîre mademki istifa etmişti görevine tabi ki başka biri düşünülecekti. Yeniden vali olmak için zayıflıktan şikayet eden ve üstelik istifa eden birisinin Dımaşk’a gitmesi biraz şaşırtıcıdır.”3'

İbn Kesir, onun önce istifasını talep ettiğini, sonrasında ise pişman olduğunu ve azline engel olmak için teşebbüse geçtiğini belirtmektedir.[336] [337]

Ayrıca kaynaklardan bazılarında Mugîre’nin Küfe valiliğinden azledilmesini önlemek için Şam’a gittiğinde ilk önce Yezid ile görüşmediği bizzat Muaviye’nin yanma varıp ona veliahtlıkla ilgili görüşlerini söylediği, azliyle ilgili bilgisi yokmuş gibi davrandığına dair bilgiler de bulunmaktadır.[338] [339]

Mugîre b. Şubenin Muaviye ile görüşmesi ve aralarında geçen konuşmayla ilgili Ya’kubî’de yer alan bir rivayet ise diğerlerinden ayrılmaktadır. Buna göre “Mugîre Şam’a geldi ve Muaviye’nin huzuruna girdi. Muaviye ona “Ey Mugîre ! Niçin işini gücünü bıraktın da buraya geldin ? İraklılar’ın fitneye çabucak düşeceklerini bilmiyor musun ki onları başı boş bırakıp ta buraya geldin” dedi. Mugîre ise şöyle söyledi: “Ey Müminlerin emiri ! Yaşım ilerledi gücüm azaldı ve işimi gereğince yapamaz oldum. Dünyadan hiçbir beklentim kalmadı, ölmeden önce sana yardım etmekten başka bir isteğim de yoktur” Muaviye ona bu yardımın ne olduğunu sorunca Mugîre şöyle dedi: “Ben Kûfe’nin ileri gelenlerini Yezid’e biate çağırdım. Onların hepsi de bu davetime icap ettiler. Ancak ben bu işin sizden habersiz olmasını istemedim. Bu durumu size söylemek ve Küfe valiliğinden istifamı istemek için geldim.” Muaviye ona şöyle dedi: “Subhanallah! Ey Ebû Abdurrahman! Yezid senin de akrabandır. Sen başladığın işi tamamlamalısın.” Muaviye onun tekrar görevinin başına dönmesini istedi.”

Akyüz, bu rivayetle ilgili şu tenkitlerde bulunmaktadır: “..Mugîre’nin Kûfe’de Yezid’in veliahtlığı için teşebbüse geçmektense, bizzat Muaviye ile görüşüp konuyu ona açması daha doğru olurdu. Bu haberin kendi içindeki çelişkisi de böylece ortaya çıkmış oluyor. Çünkü, hem Muaviye’ye danışmadan bir iş yapmayacağını, hem de Kûfe’de Yezid’e veliahd olarak biat etmeye çağırmış ve olumlu cevap almış olduğunu belirtmesi çok açık bir çelişkidir.[340]

Mugîre’nin veliahtlıkla ilgili düşüncelerini ilk önce veya daha sonra Muaviye’ye bildirmesi netice açısından pek te önemli olmamalıdır. Zira Mugîre, Yezid’le yaptığı görüşmenin, Yezid tarafından derhal Muaviye’ye iletileceğini düşünecek kadar zeki birisidir. Ayrıca Mugîre, bu fikri Muaviye’den önce Yezid’e açmış olmakla iki faydayı birden temin etmiş olacaktı. Nitekim Akkad bu konuyla ilgili şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Mugîre’nin bu fikrini Muaviye beğenmese bile Yezid böylesine cazip bir teklife balıklama dalacaktı. Muaviye, oğlu için böylesi bir teklife sıcak bakmayınca ise her ikisi arasında bir çekişme ortaya çıkacaktı. Böylece baba-oğul birbirine düşecekti. Kazançlı çıkacak olan ise Mugîre olacaktı. Muaviye oğlunu veliaht tayin etmezse (ki bu uzak bir ihtimaldir) bu durumda Mugîre, Yezid lehinde bir teklifte bulunmakla Yezidin dostluğunu kazanmış olacaktı. Üstelik Muaviye’nin dostluğunu da kaybetmeyecekti. Çünkü zaten Muaviye onu valilikten alarak dostluğundan uzaklaştırmıştı. Mugîre, valilikten azledilmesinin intikamını Muaviye’ye karşı isyan ederek alamamıştı, fakat onun oğluyla arasının açılmasını sağlayarak bu hedefine ulaşmış olacaktı.”[341]

Ukayli, Akkad’ın söz konusu değerlendirmeleriyle ilgili olarak şunları söylemektedir: “Akkad’ın bu şekilde bir sonuca varması için kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Mugîre 50 yılındaki vefatına kadar Küfe valisi olarak görevde kaldı. Muaviye ile aralarındaki ilişki dostluk ve anlayışlılık üzere devam etti. Bu ikisinin birbirlerinden nefret etmeleri için de bir sebep meydana gelmedi. Ayrıca Muaviye’den onu Küfe valiliğinden azletmek gibi bir düşüncede ortaya çıkmadı. Belki de tarihçiler, Abdullah b Âmir b Kureyz’in 45/665 yılında Basra valiliğinden azledilmesi ile Mugîre’nin bu tarihte Muaviye’yi ziyareti arasında bir bağlantı kurarak, buradan da Mugîre’nin azledildiği neticesine varıyorlar. Ayrıca kaynaklar, Mugîre yerine Küfe valiliğine Sâid b el-Âs’ın tayin edileceğini söylemektedirler. Oysa biz biliyoruz ki Kûfeliler asla Sâid b el-Âs’ı istememektedirler ve onun valiliğine sıcak bakmamaktadırlar. Çünkü Kûfeliler daha önceden kovmuş oldukları valinin ikinci kez kendilerine vali olmasını istemiş olamazlar. Zira bu şahıs, Hz Osman döneminde (35/655 yılında) onların valiliğini yapmıştı.”[342]

Ancak Ukayli’nin yakandaki değerlendirmesiyle ilgili olarak şu hususlann hatırlatılması uygun olacaktır: Bir defa Mugîre’nin azlinin gündeme geldiğinde yerine Sâid b el-Âs’ın tayin edileceğine dair rivayetler kaynaklarda ittifakla nakledilmektedir. [343]Aynca, Muaviye’nin Mugîre’yi valilikten azletmeyi düşünmüş olmasına dair pek çok rivayet bulunmaktadır. Muaviye’nin Mugîre’yi azletme kararına birden bire vardığını söylemek mümkün değildir. Muaviye’nin böylesi bir karara varması esnasında belli süreçlerin yaşandığı ve Muaviye’nin neticede onun azline karar verdiği söylenebilir. Bu kararın Mugîre’yi rencide etmediği ve Muaviye’ye karşı beslediği eski hislerine zarar vermediği söylenemez. Şu da bilinmelidir ki, Muaviye daha önceden Küfe valiliği yapmış bir kimseyi ikinci kez Kûfe’ye tayin edemez diye bir kural bulunmamaktadır. Zaten kaynaklarda bu karara Kûfelilerin karşı çıktığına dair bir bilgi bulunmamaktadır.

Yukarıdaki bilgilerden anlaşıldığı kadarıyla Mugîre, Muaviye’ye veliahtlıkla ilgili tavsiyelerini söylemiş ve bu hususta ona yardımcı olacağını da beyan etmiştir. Bu noktada ortaya şu soru çıkmaktadır.

Mugîre, veliahtlık fikrini Muaviye’ye neden söylemişti ?

Kaynaklarda Mugîre’nin bu fikri neden Muaviye’ye telkin ettiği hususunda iki farklı cevabın yer aldığı görülmektedir.

Mugîre, azledileceğim öğrenince Dımaşk’a giderek Muaviye’ye şunları söylemiştir: “Ey Müminlerin emiri, bu ümmetin karşılaştığı fitne ve ihtilafları biliyorsun. Korkarım ki başına bir hal gelirse, insanlar tıpkı Osman’ın katlinden sonraki duruma düşerler. İnsanlara senden sonra koşacakları bir alem belirle. Oğlun Yezid’i yerine tayin et .”[344]

Bu konuşmadan anlaşıldığı kadarıyla Mugîre b Şûbe’nin Muaviye ile görüşmesi esnasında Yezid’in veliahtlığı konusunda ortaya attığı fikirler tamamen Muaviye’den sonra Hz Osman’ın katlini müteakiben meydana gelen olayların zuhur etmemesi ve ümmetin içindeki ihtilafın yeniden başlamaması içindir.[345]

Muaviye’nin Mugîre’yi azletmesi ve yerine Sâid b el-As’ı tayın etmeyi düşünmesi, Mugîre’nin şeref ve itibarının zedelenmesine sebep olacağından, yeniden böyle bir itibarı elde edebilmesi için, böylesine önemli bir konuyu ortaya atmasına ve Küfe halkı için Yezid’e biat konusunu garanti etmesi ile görevine iadesini düşünmüş olması mümkün görünmektedir [346]

Mugîre’nin bu işteki maksadıyla ilgili ikinci görüş yine onun söylemiş olduğu sözlerden öğrenilmektedir: İbn Abdirrabbih[347], Ya’kubî [348]ve İbnü’l-Esir[349] Mugîre’nin gerekçesinin pek masum olmadığım, onun şeytani bir gayesinin bulunduğunu belirtiyorlar. Yalnız İbnü’l Esir, Mugîre’nin Muaviye’nin yanında -İbn Kuteybe’nin verdiği haberdeki gibi -çok masum olduğunu, birlikte geldiği heyetin yanında asıl şeytani planını açıkladığını ifade ediyor. Mugîre’ye cani rolünü veren bu üç müellife göre, Mugîre, Muaviye’nin huzurundan çıktıktan sonra beraberinde gelenlere “Muaviye’nin ayağını kanatmadan çıkarmayacağı bir yarığa soktuğunu” söyledi.[350] [351]

Yukarda ki rivayetle ilgili olarak Akyüz, şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Dört Arap siyasi dahisinden biri olan Mugîre, başka bir dahi olan Muaviye’ye pek tabîi fark atabilir ve onu tuzağa düşürebilir. Ama Muaviye hesabını kitabını yapmadan bunu kabul edebilir miydi? Yezid’in annesi Meysun’la bir çekişmesi olan Fâhite bile Mugîre’nin gayesini fark ettiğine göre30 Muaviye bunu fark edemez miydi?”[352]

Diğer taraftan, Ya’kubî’nin konuyla ilgili rivayeti dikkate alınacak olursa, orada Küfe valiliğinden azil konusu dile getirilmeden, kendiliğinden Küfe ehlini Yezid’e biate çağırması ve bu durumu bildirmek üzere Muaviye ile görüşmek istemesi, Mugîre’nin kendi lehine bir hâdise için Şam’ gelip, Muaviye ile görüşmediğini, bu biati alırken sadece ümmetin daha önce düştüğü fitneye yeniden düşmemesi için aldığı sonucuna varmak mümkün[353] olacaktır.

Mugîre’nin güzel bir üslup içermeyen bu sözlerinden tamamen Muaviye’nin aleyhine bu işi ortaya koyduğu düşünülebilir. Zira daha önce de belirtildiği üzere Mugîre, kendisini valilikten azletme niyetinde olan Muaviye’ye karşı iyi hisler içerisinde olmamalıdır.

Ancak Mugîre’nin bizzat valilikten istifasını talep ettiği ve bu talebinin kabul edildiğine dair rivayetin göz önünde bulundurulması halinde[354] Mugîre’nin bu sözleriyle Muaviye’nin aleyhine bir iş yaptığından ziyade “bu işin zorluğuna işaret etmiş olduğu da düşünülebilir. Aksi halde Mugîre’nin Muaviye’nin huzurunda söyledikleriyle oradan ayrıldıktan sonra beraberindekilere söyledikleri tam anlamıyla farklılık arz edecektir ki Mugîre’nin en azından siyaseten yapmaması gereken bir husus olmalıdır.

Kapar’ın konuyla ilgili yorumlan dikkat çekici niteliktedir “Her ne kadar kaynaklarda Mugîre’nin azil karanna tahammül edemeyerek böyle bir konuyu gündeme getirdiği yolunda kanaatler mevcut ise de, Mugîre’nin sadece ümmetin ıslahı ve selameti için, fitne ve fesadın önlenmesi için böyle bir fikri Muaviye’ye teklif etmiş olması daha makul gözükmektedir. Yoksa Mugjre b. Şube gibi bir sahâbînin bir takım dünyalık peşinde koşarak, belli mevkiler elde etmek için böylesine önemli bir konuyu ortaya atması pek makul gözükmemektedir. Hele hele; “öyle bir iş ortaya attım ki, onu kandan başkası temizlemez”[355] [356] görüşünü kabullenmemiz mümkün değildir. Çünkü gayesi kan dökülmesine engel olmak olan bir kişinin, toplumu felakete götürecek bir görüşü fitne unsuru olarak ortaya atması herhalde mümkün değildir. Ayrıca Muaviye’den kendisinin azlini istemesi sebebiyle araya giren soğukluğun telâfisi için böyle bir fikri bir anda ortaya atması da pek uygun düşmemektedir. Çünkü bu iki konu birbirinden tamamen farklı olaylardır.”35

Ebû’l-Ferec el-İsfahânî tarafından nakledilen bir habere göre ise bu fikrin ilk sahibi Yezid’in bizzat kendisidir. İsfahânî’nin rivayetine göre: “Yezid, bu fikrin duyulduğunda Ümeyye oğulları arasında nasıl bir tesir bırakacağını öğrenmek ister. Bunun için şair Miskin ed-Dârimî’den bu hususu Muaviye’nin meclisinde dile getirmesini talep eder. Miskin, söylediği şiirle kendisinden istenileni yerine getirir:[357]

Saltanat tahtının sahibi onu bırakıp gidecek olursa,

Emini ’l-mii ’minin Yezid olur.

Orada bulunan Ümeyye oğulları, Miskin’in okuduğu şiirden sonra derin bir sessizliğe kapılırlar, Muaviye ise Miskin’e “Dediğini bir düşünelim ve Allah (celle celâlühü)’tan hayırlısını dileyelim.” şeklinde karşılık verir.[358]

Veliahtlık fikrini Muaviye’nin aklına Mugîre’nin düşürmüş olduğunu söyleyen tarihçilerin yanında bu fikrin Muaviye’nin zihninde zaten var olduğunu söyleyenler de görülmektedir. Belki de kendisinden önce gerçekleşen çekişmeler, çalkantılar, Muaviye’nin böylesi bir düşünceye varmasında etkili oldu. Muaviye oğlunu veliaht tayin etmekle ileride daha önceden yaşanılan problemlerin tekrar ortaya çıkmasını engellemeyi düşündüğü de söylenebilir.[359]

Ümeyye oğullarının yaşamış oldukları tarihi sürecin, Muaviye’nin zihninde veliahtlık müessesesinin oluşmasında katkı sağladığı düşünülebilir. Aycan’ın da belirttiği gibi “Ümeyye oğullarının yönetim işinin kendi haklan olduğu iddialan, bu kabilenin gerek Mekke’nin fethi öncesinde, gerekse sonrasında ortaya çıkan gelişmeler ve toplumda her iki dönemde işgal ettikleri mevki ile paralellik arz eder. Zira onlann tarih içindeki seyirleri ve çizdikleri grafik, böyle bir iddianın sahibi olmalanna yardımcı olmaktadır. Özellikle Hz Peygamber’in vefatıyla bir boşluğa ve idari krize düşen Müslümanlar, bu kısa süreli dönemi, Kureyş içinde siyasi bir yoğunluklan ve iddialan bulunmayan Temim ve Adiy kabilelerinden Hz Ebû Bekir ile Hz Ömer’i iş başına getirerek attılar.”[360]

Hz Osman’ın idareyi ele almasıyla birlikte, Ümeyye oğullarının devlet idaresindeki etkinliklerini artırmalan ve mazur görülmeyen icraat ve yaşantıları toplumun nefretini mucip olduysa da[361] bu dönemde onlann yeniden siyasi arenada söz sahibi olmaya başladıklan görülmektedir.

Bir başka ifadeyle İslâm öncesi riyaset (idarecilik) makamını ellerinde bulunduran ancak İslâm’ın gelişiyle bu makamdan belli bir süre uzaklaşmak zorunda kalan Ümeyye oğulları, eskiden olduğu gibi yine Arap toplumunun idareciliğini ele geçirmek için uğraştılar. Hz Osman dönemi onlann bu arzulannın doruk noktaya ulaştığı bir dönem olduysa da bu, Ümmeyye oğullarının Hz Osman’dan önce böylesi bir arzu içerisinde bulunmadıkları anlamına gelmemelidir. Ümeyye oğullarının riyaset makamını kaybetmelerinden sonra bu makamı yeniden ele geçirmek için gayret gösterdikleri söylenebilir.

Ümeyye oğullarının idareciliği yeniden ele geçirmek ve belki de onu bir daha başkasına kaptırmama düşüncesinin Muaviye’de de var olduğunu söylemek güç olmamalıdır. Nitekim Muaviye’nin büyük uğraşılar ve mücadeleler neticesinde ele geçirdiği halifelik makamını 'kendisinden sonrada Ümeyye oğullarının elinde kalmasını istediğine dair beyanatlarda bulunduğu görülmektedir.

Halife b. Hayyat’m rivayet ettiğine göre “Muaviye 50/670 yılında Mekke’de Abdullah b. Ömer’le bir araya geldiğinde ona “ Ey İbn Ömer! Sen bana bir emire biat etmeden geçireceğin gecenin sevimsiz ve karanlık bir gece olacağını söylememiş miydin?”[362] demiştir ki, bu onun daha önceden de veliahtlık fikrine sahip olduğuna delil olarak gösterilebilir.[363]

Veliahtlık fikrinin, Muaviye’nin aile fertleri arasında da konuşulduğu görülmektedir. Nitekim Hasan’dan gelen bir rivayete göre Hz Osman (r.a) halife seçildiği zaman Ebû Süfyan onun yanına girmiş ve söyle demiştir: "Halifelik Teym ve Adiy’den sonra sana geçti, onu top gibi yuvarla ve devletin ileri gelenlerini de Benî Ümeyye’den tayin et. Çünkü bu (dünyevi bir ) iktidardır.”[364] Bu rivayetten hareketle Sarıçam, veliahtlık fikrinin ilk kaynağının Muaviye’nin babası Ebû Süfyan olduğunu söylemiştir.[365]

Ebû Süfyan dışında da Muaviye’ye iktidarın Ümeyye oğullarında kalması hususunda görüşlerini belirten kimselerin olduğu söylenebilir. Çünkü iktidarın Ümeyye oğullarının uhdesinde kalması sadece Muaviye’yi ilgilendiren bir husus olmayıp bu kabilenin bütün fertlerini alakadar eden bir olaydı.

İbn Hacer’in el-İsâbe adlı eserinde yer alan bir rivayet, Muaviye’den sonra iktidarın kime devredileceği konusunda bu fikrin Mugire tarafından ortaya konulmasından çok önceki tarihlerde de müzakere edildiğini göstermektedir. Rivayete göre “Muaviye’nin yanma gelen süt kardeşi Kabise b. Câbir ihtiyacım gördükten sonra, kendisinden sonra bu işin kime verileceğini ona sormuştur.”[366]

Şu halde başka kişilerde her hangi bir sebeple, Muaviye ile görüştüklerinde bu fikri Muaviye’ye açmış olabilirler. Belki Muaviye ile Mugîre böyle bir konuyu daha önce görüşmüş olup azledilmesini önleme bahanesiyle Mugîre yeniden gündeme getirmiş olabilir.[367]

Muaviye’nin daima kendisiyle fikir alış verişinde bulunduğu Mugîre’nin, böyle bir teklifi kendisinin azli söz konusu olunca gündeme getirmesi ve Emevî ailesinden başka birini değil Yezid’i tavsiye etmesi bu ihtimali teyit etmektedir. Bu meseleyi daha önce aralarında görüştüklerini veya en azından Muaviye’nin böyle bir şeyi tasarladığını, Mugîre’nin bildiği izlenimini vermektedir.[368]

Bu noktada Vekil’in “Öyle görünüyor ki Yezid’in veliahtlığı ona biat alınması meselesi Muaviye’nin aklında yoktu. Zira o, müslümanlann içerisinde Yezid’den daha hayırlı insanların olduğu kanaatini taşıyordu. Bu durum Mugîre’nin Yezid’e biat meselesini gündeme getirmesine kadar devam etti.”[369] şeklindeki görüşünün isabetli olmadığı söylenebilir.

Mugîre’nin bu fikri Muaviye’nin akima düşürmesinden önce de oğlu Yezid’i veliaht tayin etme fikrine sahip olan Muaviye’nin[370] siyasi geçmişinin ve politik irtibatlarının bu fikri Mugîre’den önce düşünmüş olabilmesini mümkün kılmaktadır[371] [372]

Roma-Sasânî siyasi geleneklerine pek yabancı olmayan Mugîre, gerçekten böyle bir fikrin ilk sahibi olabilir. Fakat hem Roma -Sasânî siyasi geleneklerini Mugîre’den çok daha yakından vakıf hem de gerek valiliği, gerekse halifeliği boyunca iktidar nimetleriyle iç içe olan Muaviye, bizzat böyle bir şeyi aklından geçiremez mi ? Ele geçirmek için zora baş vurabileceğini gösteren bir insan nihayet elde ettiği ve çok uzun bir süredir sahibi olduğu iktidarın kolayca başkalarına gitmesine razı olabilir miydi ? Belki Muaviye ile Mugîre böyle bir konuyu daha önce görüşmüş olup, azledilmesini önleme bahanesiyle Mugîre yeniden gündeme getirmiş olabilir. Hatta, bizzat Muaviye’nin uyguladığı taktikle ilk fikrin Mugîre’den doğmasını da sağlamış olması uzak bir ihtimal değildir. Ama, yaşlı bir zat üstelik sosyal ve siyasi şartlan çok ağır bir bölgede valilik yapan bir insan , böylece en az Muaviye kadar kendisini zor ve ağır bir işin altına atmış olmaz mıydı. ? Havâric ve Şiâ’nın çeşitli yollarla etkisiz duruma getirildiği bir zamanda kendi bölgesinden başlamak üzere yeni bir fitneyi başlatmak ılımlı bir tavır içinde olan valiye mi düşmeliydi ? işte bütün bu sorularla ilk fikrin Muaviye’den doğmuş olabilmesinin pek uzak bir ihtimal sayılmayacağım belirtmek istiyoruz.

Ayrıca Muaviye’nin bu meseleyi Müslümanlara açıklamayı, ya da böyle bir teklifin kendisine getirilmesini, vilayetlerden beklemiş olduğu[373] da akla gelebilir.

Netice olarak şu denilebilir ki; Mugîre b. Şube tarafından ortaya atıldığı belirtilen bir teklif, ya da Muaviye tarafından üzerinde düşünülen bir konunun Mugîre’ce seslendirilmesi, her hâlükârda Emevî iktidarının devamı için atılan adımlar olup[374] İslâm devlet geleneğine veliahtlık sisteminin girmesine yol açan bir girişimdir.

İslâm toplumunda Yezid’in veliaht tayin edilmesiyle ilgili tartışmaların başlangıcıyla ilgili farklı rivayetler bulunmaktadır.

Bu hususun, 50/670’den önce gündeme geldiğini belirten rivayetler, Yezid’in veliaht tayin edilmesinin, Muaviye’nin kafasını çoktan beri meşgul eden bir husus olduğuna işaret ederler.[375] [376] [377] Bu bağlamda 50 yılından önce gerçekleşen bazı olaylar, söz konusu fikrin bu tarihten evvel düşünüldüğüne işaret edecek niteliktedir. Bu olaylar şu şekilde sıralanabilir:

1-Abdurrahman b. Halid b. Velid’in Öldürtülmesi

Abdurrahman b. Halid b. Velid, Muaviye’nin Hınıs valisiydi. Bu görevde çok başarılıydı. Diğer taraftan babası Halid b. Velid(r.a)’dan dolayı Müslümanların nazarında büyük bir itibarı vardı. Anadolu’ya yaptığı seferlerdeki başarısı da ona büyük bir nüfuz kazandırdı. Bütün bunlar Muaviye’nin ondan endişelenmesine sebep oluyordu. Muaviye Şamlıların kendisinden sonra Abdurrahman b. Halid b. Velid’e biat edebilecekleri korkusuna kapılıyordu.

Ebû Hilâl el-Askerînin verdiği habere bakılırsa Muaviye belki de bu endişeyle, “Yezid’e biat almak için Şamlılara emir’ül- müminin yaşlandı, eceli yaklaştı. Bundan sonrası için isterseniz birini tayin edeyim, ne dersiniz ?” diye sorunca onlar “Abdurrahman b. Halid’i tavsiye ederiz” cevabını verdilerse de Muaviye bunu Ift duymazlıktan geldi.

Ondan şüphelenmeye başlayan halife, oğlu Yezid’in bu müstakbel rakibini ortadan kaldırmak için İbn Üsâl adındaki Hıristiyan hekimi görevlendirdi; Abdurrahman’ı zehirlemesi şartıyla kendisine haraçtan muaf tutulacağı ve Hıms şehrinin haraç görevliliğine tayin edileceğini vaat etti.[378]

46/666 yılında öldürülen Abdurrahman b. Halid b. Velid’in sadece Yezid’in müstakbel rakibi olabileceği endişesiyle öldürülmediği, onun öldürülmesinde artan siyasi nüfuzunun Muaviye’nin iktidarı için tehlike oluşturmaya başlamasının da rolünün olduğu söylenebilir.

Hz Hasan’ın Ölümü (49/669)

Hz Hasan’m ölümü Muaviye’yi Yezid’in veliahtlığını ilan etmesi için cesaretlendirmiş olmalıdır.[379]

Hz Hasan ile Muaviye arasında gerçekleşen anlaşmada kabul edilen şartlar hakkında değişik rivayetler bulunmaktadır. Bu anlaşmada yer aldığı söylenilen maddelerden biri ise “Muaviye’nin ölümünden sonra Hz Hasan’m halife olacağıdır.”[380]

Tartışmalı olan bu rivayet doğru kabul edilse bile, Hz Hasan’m 49/669 yılında Muaviye’den önce vefat etmesiyle bu şartın geçerliliğini kaybettiği açıktır.[381] Üstelik^ Yezid’in veliahtlığının ilanından sonra oluşan muhalefet cephesinden bu maddenin ileri sürülerek bir itirazda bulunmamış olması söz konusu maddenin varlığıyla ilgili bilgilerin şüpheyle karşılanmasını gerekli kılacak mahiyettedir.[382]

Muaviye’nin Yezid’in veliahtlığını Hz Hasan’m şaibeli ölümünden[383] sonra gündeme getirmiş olduğu ve birkaç kişi haricinde herkesin biat ettiği belirmektedir.[384]

Hz Hasan’ın ölüm haberi Şam’da sevinçle karşılandı. Muaviye’nin sevinç içinde olduğunu gören karısı Fâhite sebebini sorunca, Muaviye; “Hasan b. Ali ölmüştür” cevabını verdi. Fâhite ise üzüntüsünü beyan ederek “Biz Allah (celle celâlühü)’tan geldik ve ona döneceğiz (istirca)” dedikten sonra; “Rasûlüllah’ın kızının oğlu ve Müslümanların efendisi öldü” dedi.[385]

Öyle anlaşılıyor ki “Muaviye’nin Hz Hasan’ı zehirlettiği iddiası Yezid’in veliahtlığıyla ilgilidir. Elbette bu durumda Yezid’in ne zaman veliaht ilan edildiği hususu önem kazanmaktadır. Hz Hasan’ın vefatını Yezid’in veliahtlığıyla irtibatlandıranlar, anlaşmada onun Muaviye’den sonra hilafete geleceğine dair zikrettiğimiz şartın mevcudiyetini kabul ederler....”[386]

Yezid’e biat işinde, 50/670’de vefat eden Mugîre b. Şûbe’nin adının geçmesi, meselenin Hz Hasan’ın vefatından bir süre sonra gündeme gelmiş olabileceği fikrini desteklerse[387] de meselenin bu dönemde bahsedilmesi daha önceden bu konu üzerinde düşünülmediği anlamına gelemez.

Oğlu Yezid’in veliahtlığım önceden beri düşündüğü belirtilen Muaviye’nin, Hz Hasan’ın ölümünden sonra, bu fikri uygulama sahasına koymak için daha rahat bir ortam bulduğu söylenebilir. Bu noktada Hz Hasan’ın erken ölümünün sadece bu fikrin ortaya konulmasını çabuklaştırdığını söylemek mümkündür. Yoksa Muaviye’nin Yezid’in veliahtlığını ilan etmek için Hz Hasan’ı engel olarak gördüğü ve bundan dolayı onu öldürdüğünü söylemek-Muaviye’nin Hz Hasan’ı zaten etkisiz bir hale getirdiğinden hareketle- güç olacaktır.

Yezid’in İstanbul Muhasarasına Gönderilmesi ve Hac Emirliği Yapması:

Daha önce de belirtildiği üzere Muaviye, oğlunu toplumun takdirini, kazanabilmesi için bir takım önemli görevlerle vazifelendiriyordu.

Yezid’in, gitmemekte direnmesine rağmen Muaviye tarafından ısrarla Kostantiniyye’nin muhasarasına gönderilmesi onun kabiliyet ve niteliklerini ortaya çıkarmayı düşündüğünü bize hatırlatır. Çünkü, Arap siyasi kültüründe savaşta gösterilen kahramanlık son derece önemli bir yere sahiptir.[388] Hac emirliğinin de aynı düşünceyle gündeme getirildiği söylenebilir.[389]

Yukarıdaki bilgilerden de anlaşıldığı kadarıyla 50/660 yılından önce veya 50 yılında gerçekleşen bazı olaylar Yezid’in veliahtlığı fikrinin Muaviye’nin zihninde yer edindiğini göstermektedir.[390] Ancak meselenin bu senede bahsedilmesi, onun hicri 50 yılından önce olmadığım göstermez. Çünkü rivayette Yezid’in veliahtlık meselesinde faal rol alan Mugîre b. Şûbe’nin adının geçmesi ve onun hicri 50 yılında vefatı düşünüldüğünde, bu konudaki gelişmelerin mutlaka hicri 50’ den önce olduğu sonucu ortaya çıkar. [391]

Veliahtlık fikrinin 56/675 veya daha sonraki yıllarda gündeme getirildiğine dair rivayetlerin[392] ise veliahtlık meselesinin geçmişte tartışmaya açıldığını ve genel bir kabul gördükten sonra biat için çağrıda bulunulduğu şeklinde değerlendirebilir.

C-KAMUOYUNUN HAZIRLANIŞ! / İLK TEŞEBBÜSLER

Daha öncede belirtildiği gibi Mugîre’nin Muaviye ve Yezid’le yaptığı görüşmeden sonra Yezid’in veliaht tayin edilmesi fikri benimsendi, bu maksatla derhal harekete geçilmeliydi.

Mugîre veliahtlıkla ilgili düşüncelerini Muaviye’ye açmakla en azından o an için halifenin takdirini kazanmış görünmektedir. Belki de halifenin daha fazla beğenisini kazanmak isteyen Mugîre, bu amaçla Yezid’in veliahtlığı için gerekli olan ilk adımı atmayı da ihmal etmedi.

Muaviye ile yaptığı görüşmenin ardından Kûfe’ye dönen Mugîre, hemen teşebbüse geçti ve Yezid’in veliaht tayin edilmesi için kamuoyunun iknası için gayret sarf etti. [393]

Mugîre, Kûfe’nin ileri gelenleriyle görüştükten sonra bir rivayete göre 10 diğer bir rivayete göre ise 40 kişilik bir heyet oluşturdu ve Kûfelilerin desteklerini Muaviye’ye bildirmeleri için bu heyeti Şam’a gönderdi. Söz konusu heyetin başına ise oğlu Musa’yı geçirdi.[394] Akkad, Mugîre’nin Muaviye’ye gönderdiği heyetle ilgili olarak şöyle söylemektedir: ‘Mugîre az sayıdaki bir grubu Muaviye’ye göndermekle Yezid’in veliahtlığını temin etmekten ziyade kendi valiliğinde daha fazla kalabilmek için Muaviye’yi bu grupla oyalamak istedi.[395]

Heyettekiler bir kısmı Ümeyye oğullarından, bir kısmı ise Mugîre’nin güvendiği kimselerden oluşuyordu. Bunlar Muaviye’nin huzuruna varınca Yezid’e biat ettiklerini açıkladılar, Yezid’in veliahtlığının yerinde bir karar olduğunu söylediler.[396]

Muaviye heyete, Yezid’den veliahtlığı fikrinden memnun olup olmadıklarını sordu, onlar; memnuniyetlerini ifade ettiler. Muaviye bu görüşün kime ait olduğunu sorunca, onlar bu görüşün kendilerine ve yanlarından geldikleri kişilere ait olduğunu söylediler. Ancak Muaviye bu konuda belki de bütün Küfe ehlinin görüşü olmadığını anlayarak reisleri Mûsa’ya veya kardeşi Urve’ye: “Baban bu adamların dinini kaça satm aldı ?”diye garip bir soru sorar. Onlar da: “otuz bin dirhem veya dört yüz dinara” diye cevap verirler.[397] Bunun üzerine Muaviye bunlara: “Bunu açıklamakta acele etmeyin bu düşüncenizi muhafaza edin” dedi. Onlardan dikkatli olmalarım istedi sonra da Küfeye gitmelerini söyledi.[398]

Öyle anlaşılıyor ki Yezid’in veliahtlığı hususunda en büyük engeli oluşturabilecek Kûfelilerin Mugîre vasıtasıyla onaylarının alınması Muaviye’yi rahatlattı. Belki de bu sebeple heyetin dönmesinden sonra Muaviye’nin Yezid’e biat alma düşüncesi kuvvet kazanmaya başlamdı ve Ziyad’la görüşmek için teşebbüse geçti.

Küfe halkından olumlu cevap alan Muaviye, daha sonra bu meselede problem olacak önemli merkezlerden biri olan Basra’mn nabzım yoklamak ve bir başka valisinin görüşünü almak üzere Basra valisi Ziyad b. Ebîh’e mektup yazarak fikrini sordu.[399]“Kendisine danışmak amacıyla yazdığı bu mektubunda , Mugîre ile Ziyad arasında rekâbete yol açabilecek bir üslup kullandı.[400] Metni yalnızca Ya’kubî[401] tarafından verilen mektubunda Muaviye, Ziyad’a şunları yazdı: “Mugîre, Kûfelileri benden sonra veliaht olmak üzere Yezid’e biate çağırdı. O yeğeninde senden daha fazla hakka sahip değildir. Mektubum sana gelince aynen Mugîre gibi insanları çağır ve onlardan Yezid için biat al.” Mektubu alan Ziyad, fazileti ve aklına güvendiği arkadaşlarından biri olan[402] Ubeyd b. Kâ’b en Numeyri’yi sesletti ve ona şöyle söyledi. [403]“ ..Toplumun itham edildiği bir meslek için seni buraya çağırmış bulunuyorum ve aynı şey için sana bunları söylüyorum. Halife bana bu mektubu yazmış, Yezid için biat alma konusunda fikrimi soruyor. Halife halkın Yezid’e baş kaldırmasından korkuyor ve ona itaat etmelerini umuyor. İslâm ve onun güvenliği büyük meseledir. Yezid yakaladığı avı küçümseyen yumuşak bir adamdır. Şimdi sen halifeye git Yezid’in bu özelliklerini anlat, meseleyi biraz tehir etmesini söyle ve ona deki: “bu işin sonraya kalması daha iyidir. Acele etme, çünkü bu işin geriye bırakılması halinde alınacak sonuç, aceleye getirilmeyle kaybedilecek olandan daha iyidir.”

Ubeyd, “Başka bir şey söyleyeyim mi ?” dedi. Ziyad, “Ne söyleyeceksin ?”deyince Ubeyd, şöyle devam etti: “Muaviye’nin düşüncesinin yanlış olduğunu söyleme, ona oğlu Yezid’i kötüleme, Yezid’le görüş; halifenin sana Yezid’e biat hususunda fikrini soran bir mektup yazdığım belirt. Şahsen halkın bazı gerekçelerle buna karşı çıkmasından korktuğunu, bunun çaresi olarak , halka karşı güçlü olabilmesi için onların kendisini itham ettikleri bazı şeyleri bırakmasının gerektiğini, ancak bu yolla hedefine nail olabileceğini düşündüğünü söyle.” Ziyad:“çok doğru söyledin, Allah (celle celâlühü)’m izniyle git bakalım, dediğin gibi olursa mesele yok, eğer aksi olursa zaten bu saklı bir şey değildir. Sen düşündüklerini söylersin, Allah (celle celâlühü)’ta bildiğini icra eyler” dedi. Ubeyd, Yezid’le görüştü ve ona bu fikri söyledi. Bunun üzerine Yezid, uygunsuz davranış ve hareketlerinin[404] bir çoğunu bıraktı. Ayrıca Ziyad, Muaviye’ye Ubeyd ile bir mektup gönderdi, ona, bu hususta acele etmemesi tavsiyesinde bulundu. Muaviye de bu fikri kabul etti. [405]

Ya’kubî’de yer alan bir rivayette ise Muaviye’nin Ziyad’dan aldığı bir mektup üzerine şöyle söylediği bildirilmektedir: “Biri Ziyad’a benden sonra onun emir olacağını söylemiş olmalı. Onu annesi Sümeyye’ye, babası Ubeyd’e iade ederim.”[406] Ancak Ziyad’m Muaviye’ye yazdığı mektuptaki iyi niyetli ifadeleri göz önünde bulundurulduğunda Muaviye’nin onu tehdit etmesini gerektirecek bir sebep olmadığı söylenebilir. Üstelik Muaviye’nin Ziyad’dan aldığı bu mektuptan sonra memnuniyetini ifade ettiği ve ona mükafat olarak Irak’tan bir araziyi ıkta ettiğine dair nakledilen rivayette100 Ya’kubî’nin söz konusu rivayetinin şüpheyle karşılanılmasını mümkün kılmaktadır.

Muaviye oğlu Yezid’in veliahtlığı için Ziyad’ın görüşlerini çok önemsiyordu. Çünkü o, el-Işş’m deyimiyle “Basra ve Küfenin valisi, taçsız kraldı; Şarkın tamamının yönetimi onun elindeydi. Irak, İran, Horasan ve Arap yarım adasının doğusu da onun yönetimindeydi. Öyle ki Emevî devletinin yansının idareciliğini o yapıyordu. Ziyad böylesine nüfuza ve kuvvete sahip olmasına rağmen, sadece Emevî devletinin çıkarlarını düşünüyordu. Emevî devletinin menfaatiyle çelişen hiçbir şeyi hoş görmezdi. Sonuna kadar bu devlete sadık kaldı.

Muaviye’nin Ziyad’dan aldığı mektup üzerine oğlu Yezid’le görüştüğü şimdilik bu iş geçici bir süre de olsa askıya almayı ve Yezid’in Ziyad’ın eleştirdiği hususlarda daha dikkatli davranması hususları benimsendi.[407] [408] [409]

Bu noktada onların Ziyad tarafından kendilerine bildirilen hususları benimsemeleri ve veliahtlıkla ilgili teşebbüslerini bir süre durdurmalarının sebebinin Ziyad’ın nüfuzundan çekinmeleri ve onsuz bu işin gerçekleştirilmesinin zorluğunu düşündükleri söylenebilir. Aynı şekilde Muaviye’nin Ziyad’ın tavsiyelerini yerinde bulduğu ve bir süre beklemeyi uygun gördüğü de ifade edilebilir.

Kaynaklar ittifakla Muaviye’nin veliahtlıkla ilgili bu ilk girişimini Ziyad’dan aldığı mektup üzerine, Ziyad’ın 53/672 yılındaki vefatına kadar durdurduğunu belirtmektedirler.[410]

D-VELİAHTLIK İÇİN AÇIK DAVET

Mugîıe’nin 49 veya 50 yılında öldüğü, ölmeden önce Muaviye ile veliahtlıkla ilgili görüşmelerde bulunduğu, Muaviye’nin onu Küfeye gönderdikten hemen sonra da Ziyad’Ia bu konuyu görüştüğü ve onun tavsiyeleriyle bu hususu Ziyad’ın ölümüne kadar durdurduğu göz önüne alındığında veliahtlık fikrinin oluşumu, ilk teşebbüsler ve kamuoyuna duyurulması arasında geçen zamanın 3-4 yıllık bir zamanı kapsadığı söylenebilir.

Ziyad’m ölümüne kadar belli başlı şahsiyetlere söylenilen bu fikir, bundan sonra aleniyet kazandı. Ziyad’ın öldüğünü öğrenen Muaviye, oğlunu veliaht tayin ettiğini duyurdu.[411]

Muaviye’nin bundan sonra izlediği sürecin karmaşık olduğunu belirtmek gerekmektedir. Bu sürecin yaklaşık 7 yıl sürdüğü[412] göz önüne alındığında Muaviye’nin bu zaman zarfında hedefine ulaşmak için pek çok kimseyle değişik üsluplarla görüşmelerde bulunduğu söylenebilir.

Muaviye, Yezid’e biat almak için öncelikle kendisine yakınlığıyla bilinen Şamlılara müracaat etti ve Hz Hasan’m vefatından kısa bir süre sonra onların biatlerini aldı. [413]

Şamlıların desteğini alan Muaviye’nin bundan sonraki teşebbüsünün hangi yönde olduğu konusunda kaynaklarda iki farklı bilgi bulunmaktadır. Rivayetlerden bazılarına göre Muaviye, bundan sonra Medine valisi Mervan b. el-Hakem’e mektup yazdı; “yaşlandığını kendisinden sonra ihtilaftan korktuğunu... "söyleyerek ondan kendisinin yerine birini tayin hususunu Medinelilerle görüşmesini istedi. Mervan’da Muaviye’den aldığı mektuptan sonra Medinelilerle bir takım görüşmelerde bulundu.[414]

Aynı şekilde Muaviye’nin Ziyad’m ölümünden bir süre sonra temsilcilerle görüştüğü, Şam ve Irak halkının biatlarını aldığı ve bundan sonra Medine valisi Mervan’a mektup yazdığı, ondan Medine deki eşrafın ve halkın biatlerini almasını istediğine dair de rivayetler bulunmaktadır.[415]

Muaviye’nin söz konusu guruplardan hangisiyle ilk önce görüştüğü ve biatlerini almak için teşebbüse geçtiği hakkında kaynaklarda kesin bir bilgi yer almaz. Öyle anlaşılıyor ki, Muaviye hem Medine valisi aracılığıyla Medinelilerin, hem de valileri aracılığıyla da Emsâr’daki halkın biatlerini almak için harekete geçmiştir. Bir gruptan biat almak için uğraşırken öbür gurubu ihmal etmemiştir. Bu sebeple biz, Muaviye’nin biat alma çalışmalarında kesin bir ayrım görünmemesine rağmen Medine’nin tavrının ileriki olaylarla irtibatını düşünerek öncelikle diğer şehirlerden (Emsâr)alınan biat üzerinde durmak istiyoruz.

Elçiler Heyetiyle Görüşülmesi

İbn Abdirrabbih’in belirttiğine göre, “Muaviye 55/675 yılında temsilciler heyeti göndermeleri için Emsâr’a mektup yazdı.”[416]

Taberî’de temsilciler heyetlerinin Yezid’e biat için Muaviye’nin yanına geldiklerine dair herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Taberî biatla ilgili olarak 60/680 yılında Basra’dan Ubeydullah b. Ziyad başkanlığında gelen bir heyetten söz etmektedir[417]. Diğer kaynaklarda ise aralarında el-Ahnef b. Kays’m da bulunduğu Basra heyetinin, daha önce yapılmış olan heyetler toplantısına katıldığı bildirilmektedir. Dolayısıyla geç bir tarihte yapılan bu biat, Ubeydullah b. Ziyad’m bir siyaseti neticesinde gerçekleşmiş olabileceği gibi, bu işi daha da sağlamlaştırmak isteyen Muaviye’nin isteği üzerine icra edilmesi de mümkündür.[418]

Taberî, İbnü’l-Esir ve İbn Abdirabbih, biatla ilgili çalışmaları Ziyad’ın vefatıyla irtibatlandırarak, Muaviye’nin Ziyad’m vefatından sonra İnsanları oğlu Yezid’e biata çağırdığını[419] kaydetmektedirler. Ziyad’m ise hicri 53/672 yılında vefat ettiğini kaydetmektedirler. [420]

Bu bilgiler ışığında Muaviye’nin temsilciler heyetini çağırmasının Ziyad’ın vefatından sonra, yani 53/672 yılında veya daha sonraki yıllarda olduğu görülmektedir. Nitekim daha öncede belirtildiği gibi İbn Abdirrabbih ve İbn A’sem temsilciler heyetinin 55/674 yılında Mesûdî ise daha geç bir tarihte, 59/678 yılında’[421] çağrıldığını söylemektedirler.

İbnü’l Esir’in belirttiğine göre “...Muaviye Medine ve Mekke dışındaki vilayetlerdeki valilere de mektuplar yazdı. Yezid’in iyiliklerinden bahsetti ve onlardan Şam’a heyetler göndermelerini istedi.”[422]

Elçiler heyetinde Medine’den Muhammed b. Amr b. Hazm el-Ensârî, Irak’tan gelenler arasında el-Ahnef b. Kays et-Temîmî, el-Cevn b. Katâde el-Abşemî, Câriye b. Kudâme es-Sâdî, Şam’dan gelenler arasında ise Dahhak b. Kays el-Fihrî, Sevr b. Ma’n esLSülemî, Abdullah b. Udât el-Eş’ârî ve Abdullah b. Mes’âde el-Fezârî gibi kimseler vardı.[423]

Muhammed b. Amr b. Hazm’la baş başa bir görüşme yapan Muaviye ona “Yezid’e biat konusunda ne dersin?”diye sorunca, “Ey müminlerin emiri! Kendim hariç bana en olgun görünen kişi hep sen oldun. Yezid bolluk içerisinde ve iyi bir ailede büyüdü. Allah (celle celâlühü) her idareciyi yönettiğinden sorumlu tutacaktır. Allah (celle celâlühü)’tan kork ve ümmet-i Muhammed’in başına geçireceğin kişiyi iyi düşün”cevabını aldı. Bunun üzerine Muaviye, “Ey Muhammed! Sen öğüt vermesini bilen birisin. Görüşünü söyledin, sana düşende zaten budur.[424] Sadece benim oğlum ve onlar kaldı. Benim oğlum bana onlarınkinden daha sevgilidir, çıkabilirsin”[425]dedi.

Muaviye’nin söz konusu elçiler heyetiyle toplu bir şekilde görüşmeden önce zemini yoklamak için görüştüğü ikinci kişi ise Şam heyetinden Ahnef b. Kays et- Temîmî’dir. Muaviye el -Ahnefden, Yezid’in yanma gitmesini istedi. el-Ahnef, Yezid’le görüşüp dışarı çıkınca Muaviye, ona: “Yeğenini nasıl buldun ?” diye sordu. el-Ahnef ise “Genç, dinç, sağlam ve nüktedan buldum” şeklinde karşılık verdi.[426]

Muaviye, heyetlerin bulunduğu salona girmeden önce kendisine yakınlığıyla bilinen Dahhak b. Kays el-Fihrî’ye şöyle dedi: “Ben kalkıp bir konuşma yapacağım. Konuşmam esnasında ara verdiğim bir sırada sen kalk konuşmaya devem et. Yezid’e biat edilmesi konusunda beni teşvik et.”[427] İbn Kuteybe .Muaviye’nin bu direktifi Dahhak b. Kays’tan başka Abdullah b. Udât el-Eşârî, Abdurrahman b. Osman es- Sekafî ve Sevr b. Ma’n es-Sülemî’ye de verdiğini kaydetmektedir.[428]

Muaviye heyetlerin bulunduğu salona girdi ve burada bir konuşma yaptı. İslâm’ın yüceliğinden, halifeliğin kutsallığından ve öneminden bahsetti. Halifelere itaat etmenin Allah (celle celâlühü)’m emri olduğunu hatırlattı. Sonra sözü Yezid’e getirdi. Onun meziyetlerini saydı ve devlet idaresi hususundaki bilgisini anlattı, ona biat edilmesini istedi.[429]

Mesûdi, Muaviye’nin Dahhak’a bu şahıslan da ayarladığını söylediğini belirtiyor.[430]

Kararlaştınlan plan gereği Muaviye’nin bir anlık suskunluğundan faydalanan Dahhak b. Kays ayağa kalkarak kanlann akmaması ve ümmetin kurtuluşu için birlik ve beraberliğin şart olduğunu, bunun için ilim ve huy açısından üstün olan, ileri görüşe sahip oğlu Yezid’i veliaht tayin etmesini istedi.[431]

İbn Abdirrabbih ve İbnül-Esir’e göre Dahhak b. Kays’dan sonra Amr b. Sâid el-Aşdak aldı. Amr b. Sâid’de yaptığı konuşmada Yezid’i övdü ve emirü’l- mü’mininin halefi olduğunu, ondan başkasının halef olamayacağını belirtti. Muaviye, Amr’ı “iyi konuştun ancak, çok genişlettin ” diyerek yerine oturttu.[432]

Muaviye’den sonra konuşma yapanların kimler olduğu ve neler söyledikleri kaynaklarda ayrıntılı bir şekilde verilir. Kimin neler söylediği konusunda farklı bir bilgi yer almazken konuşma yapanların hangi sırayı takip ettikleri hakkında değişik rivayetler bulunmaktadır. Bu konuşmalarla ilgili en fazla bilgi veren İbn Kuteybe’ye göre konuşma yapanların sıralaması şöyledir: 1- Muaviye 2- Dahhak b. Kays el-Fihrî

3-     Abdurrahman b. Osman 4- Sevr b. Ma’n 5- Abdullah b. Usâm 6- Abdullah b. Mesâde 7- Ahnef b. Kays 8- Dahhak b. Kays 9- Abdurrahman b. Osman 10- Muaviye[433]. Mesûdî deki sıralama da İbn Kuteybe’ninkine az farkla benzemektedir.[434] Rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Muaviye’den sonra konuşma yapanlar, önceden kararlaştırıldığı gibi Muaviye’nin teşebbüsünün haklılığı ve Yezid’in bu işe ehil olduğuna dair şeyler söylediler.[435] [436]

Ancak burada yapılan konuşmalardan heyetler toplantısının sütliman bir şekilde geçtiği, yapılan bu icraatların herkes tarafından alkışlandığını söylemekte mümkün değildir. Evet gerçekten de Muaviye, toplantıya katılacak kimselerin problem çıkartmayacak ve söylediklerini onaylayacak şahıslar olmasını istedi ve önceden gerekli direktifleri verdi. Ama bütün bunlara rağmen toplantı esnasında yapılan konuşmalardan bazılarında arzulanan müsbet hava azda olsa bozuldu.

Toplantının bir anında 'Muaviye, Ahnef b. Kays et-Temîmî (Basra heyetinden)’ye fikrini sorar. Ahnef, bunun üzerine yaptığı konuşmada “doğru söylediklerinde kendilerinden, yalan söylediklerinde ise Allah (celle celâlühü)’tan korktuklarını, Yezid’i en iyi tanıyanın kendisi olduğunu, bu yüzden eğer bu iş için layıksa istişare etmesine gerek olmadığını, aksi durumda bu işi ona vermesini, fakat bütün bunlara rağmen kendilerinin işittik ve itaat ettik demeleri gerekiyorsa bunu yapacaklarım söyledi.”135 İbn Kuteybe, el-Ahnefin bu toplantıda üç defa konuşma yaptığını söylemektedir. Bizim burada verdiğimiz konuşmayı da zikreder ancak, “doğru söylersek senden, yalan söylersek Allah (celle celâlühü)’tan korkarız...” şeklinde bir ifadeden bahsetmez. 130

Welhausen, el-Ahnefin toplantı esnasındaki tavrıyla ilgili olarak şöyle söylemektedir: “...Dahhak b. Kays el-Fihri ve diğer bu iş için tayin edilmiş hatipler Muaviye’yi tasdik ederek, kendisinin meskut geçtiği fakat anlatmak istediği hususu, Yezid’in tayinini talep etmek suretiyle belirtmiş oldular. Sadece Basra’dan Ahnef, tesiri altın ile giderilen, ihtiyatla formüle edilmiş endişeler ileri sürdü”.[437] [438]

Konuşmacılardan Yezid b. el-Mukanna ise Muaviye’yi göstererek “Müminlerin emîri ölecek olursa (Yezid’i göstererek ) işte bu onun yerini tutar, "dedikten sonra: “Kim ki bunu kabullenmezse (kılıcını göstererek )işte bu ona yeter” dedi. Muaviye onu bu konuşmasından dolayı“sen hatiplerin üstadısın” diyerek taktir etti.[439] [440] ibn Kuteybe bu şahsın adını tam vermemiş sadece Ebû Huneyf şeklinde künyesini vermiştir.

Toplantı esnasında bazı konuşmacıların Yezid’e biatin aleyhinde konuşmaları sebebiyle ortamın gerginleştiğini gören Muaviye devreye girer ve sert bir ifadeyle yaptığı konuşmada, bazılarının iblisin kulu olduğunu, fitne ve ayrılık tohumları ektiklerini, başlarına bir musibet gelmedikçe ders almadıklarım, verdiği karan

kesinlikle uygulayacağını belirtir.[441] Diğer kaynaklarda Muaviye’nin bu konuşmasından bahis olunmaz.[442]

Yukarıda verilen üç rivayetten de anlaşılacağı kadarıyla bu görüşmelerin tamamen Muaviye, valileri ve yakınlarının kontrolünde gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Çünkü Muaviye’nin bu görüşmelerde konuşacak kişileri ve neler söyleyeceklerini önceden belirlediği görülmektedir. Buna rağmen bu görüşmelere katılan şahısların farklı tavırlar sergiledikleri bazıları hararetle bunu isterken, bazılarının ise çekingen davrandıkları anlaşılmaktadır. Yine onların Yezid hakkında bazı şüphelerinin bulunduğu dikkat çekmektedir.[443]

Heyetlerdeki kimselerin biatlannın kendi isteklerine ve özgürce görülüp değerlendirilmesi, elbette mümkün değildir. Çünkü tüm bunlar yönetimin iktidarı ve etkinliğinin gölgesi altında alınmış olan biatlerdir. Hele tüm halkın biati sayılması hiç mümkün değildir. Boyun eğmek zorunluluğuyla “evet” diyen kimselerin, başta Şia olmak üzere aralarında Hâricîler, İraklılar ve Hicazlılar kimseler adına konuşmasının ve oy belirtmesinin tutarlı olacağını kimse düşünemez, kabul edemez. Bununla birlikte işler sessizlik içerisinde yürütüldü. Biata halkın çoğunluğunun biati görüntüsü verildi.[444]

Toplantıyla ilgili belirtilmesi gereken bir hususta, yapılan eleştiriler ve tartışmalara rağmen neticede biatin gerçekleşmiş olmasıdır.[445] Muaviye kendine has üsluplarla tertiplediği toplantının istediği neticeyi vermesini sağlayarak Yezid’in veliahtlığı için önemli bir adım atmış oldu.

Hudarî “Muaviye, ümmeti tamamen bir kenara bırakarak işe başlamadı. Emsâr’dan temsilciler heyetinin gelmesini istedi. Heyetler geldiler ve Yezid’e biat teklifine razı oldular” demektedir.[446] Oysa gelen heyetlerin seçimi esnasında Muaviye’nin etkin rol aldığı göz önüne alındığında bu heyette yer alanların Müslümanların tamamını temsil etme karakterine sahip olmadığı, bu işi arzu eden kişilerden oluştuğu söylenebilir. Nitekim Akyüz’ün bu konuyla ilgili yorumlan dikkat çekici niteliktedir: “Vufud’un kompozisyonuna baktığımızda seçilen üyelerin

genellikle valilerin bulundukları bölgelerdeki kabilelerin ileri gelenlerinden oluşan yakınları olduğunu ve muhalif guruplardan temsilci gönderilmemesi bir yana, muhalefet etmeleri imkanı bulunanların dahi gönderilmediğini derhal görebiliriz. Bu açıdan Dımaşk toplantısında el-Ahnef b. Kays’ın muhalif bir tavır şeklinde değerlendirilen Muaviye’yi uyarıcı konuşmasının ne kadar sert bir tepkiyle karşılandığını hatırlamalıyız. Yine Dımaşk toplantısında, konuşma yapacaklar ve konuşmaların konusu bizzat Muaviye tarafından belirlenmişti. Taşradan gelenler de genellikle valinin telkin ettiği doğrultuda fikir açıkladılar.[447]

Muaviye’nin heyetle görüşmesi esnasında toplantıda Yezid’in de hazır bulunduğu görülmektedir. Nitekim konuşmacılardan Yezid b. el-Mukanna’nın “...Müminlerin emiri ölecek olursa işte bu (Yezid’i göstererek ) onun yerini tutar...” demesi de bunu ortaya koymaktadır.[448] Muaviye’nin Yezid’e nasıl biat aldığı (şekil olarak )hususunda ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır. Sadece Müberred, konuyla ilgili şunlar söylemiştir; “Rivayet olunur ki Muaviye, veliahtlık için biat alacağı zaman oğlu Yezid’i kırmızı bir çadıra oturttu. İhsanlar içeri girince, Muaviye’yi selamlıyor, daha sonrada Yezid’e gidiyorlardı...”[449] Macid ise biat sahnesiyle ilgili kaynak zikretmeksizin şu bilgileri veriyor: “Muaviye, oğlu Yezid’e biati bizzat kendisi alıyordu. Biat edenin elini kendi elinin içine alıyordu. Tâ ki o kişi biat ettim diyene kadar da bırakmıyordu.”[450] [451]

Hicazlıların Biate Çağrılması

Elçiler heyeti aracılığıyla Şam ve Irak halkının biatim alan Muaviye bundan sonra Medinelilerin de biatlannı almak için teşebbüse geçti. ' Muaviye oğlu Yezid’in veliahtlığını halka benimsetme hususunda Medine ye çok önem veriyordu. Bu sebeple Medine’nin de onayını almayı çok istiyordu. Zira Medine hem İslâm’ın beşiği (ilk başkenti) hem de Müslümanların ileri gelenlerinin bulunduğu bir yerdi. Bunların da biatlannın alınması gerekiyordu. Ayrıca önceki halifelerin belirlenmesinde de buranın büyük bir ağırlığı oldu. Hicaz’ın bu işe onay vermesi işleri kolaylaştıracaktı.[452]

Muaviye, bu maksatla harekete geçti ve Medinelilerin biatlerini temin için tedrici bir metod kullandı. Medine valisi Mervan b. el-Hakem’e bir mektup yazarak yaşının bir hayli ilerlediğini, gücünün azaldığını, bu yüzden vefatı halinde ümmet arasında yeniden fitne ve ihtilaf çıkmasından korktuğunu, ölümünden sonra yerine geçecek kimseyi şimdiden belirlemek istediğini, ancak bu işi yaparken ona ve yanında bulunanlara danışmadan asla böyle bir şeye teşebbüs etmek istemediğini belirttikten sora ondan bu hususta oradakilerle görüşmeler yapmasını, istişarede bulunmasını ve durumu kendine iletmesini istedi.[453]

Mervan, Muaviye’den aldığı mektup üzerine Müslümanların huzuruna çıkıp onlara mektupta yazılanları duyurdu. Medineliler, Muaviye’nin düşüncelerini haklı bulduklarını ve sevinçle karşıladıklarını belirterek, başarılı olması için dua ettiler, Muaviye’nin bu iş için kimi seçmeyi düşündüğünün kendilerine bildirilmesini istediler.[454]

Öyle anlaşılıyor ki, Muaviye’nin herhangi bir isim zikretmeksizin yerine birini tayin edeceğine dair sözleri Medinelileri ileride fitne ve kavgalara engel olabileceği düşüncesiyle memnun etmiş ancak hilafete kimin geçirileceğini de bilmek istemişlerdir. Yani onlar veliahtlık fikrine sıcak bakmışlar ancak bu iş için tayin edilecek şahsın kim olacağına da önem vermişlerdir.[455] Mervan Medinelilerin söylediklerini bir mektupla Muaviye’ye bildirdi. Muaviye Mervan’dan aldığı mektuba cevabi bir mektup yazarak bu iş için oğlu Yezid’i düşündüğünü söyledi.[456]

Bazı kaynaklarda ise Muaviye’nin Mervan’a tek bir mektubundan söz edilmektedir.[457] İbn Kuteybe de belirtildiğine göre ise Muaviye Mervan’a iki mektup yazdı. İlk mektupta Yezid’e biat almaşım söyledi. Mervan’m, Medinelilerin Yezid’e biate isteksiz olduklarına dair yazdığı mektup üzerine Muaviye, Mervan’m bu işe isteksiz olduğu düşüncesiyle ikinci bir mektup yazdı ve Mervan’dan derhal valilik görevinden el çekmesini istedi.[458] Mervan’m, Yezid’in veliahtlığıyla ilgili tavrı ve Muaviye tarafından azli hakkında ileride bilgi verilecektir.

Mervan bu münasebetle yaptığı konuşmada itaate teşvikten ve fitneden sakındırdıktan sonra, onları biate davet etti, bunun Ebû Bekir’in de sünneti olduğunu[459] söyledi. Orada bulunanlardan Abdurrahman b. Ebî Bekir belki de son söze daha fazla sessiz kalmak istemediği için sert bir tepki gösterir. Ayağa kalkarak şöylesöyler: “Yalan söylüyorsun ey Mervan, Muaviye de yalan söylüyor. Siz bununla Muhammed ümmetinin hayrım kesinlikle istemiyorsunuz. Siz bunu Bizans yönetiminde olduğu gibi babadan oğula geçen bir krallık haline getirmek istiyorsunuz. Bir imparator ölür yerine başka bir imparator geçer!”[460]

Mervan, Abdurrahman bin Ebî Bekir’in sert muhalefeti karşısında şaşırır ve ‘İşte Allah (celle celâlühü)’ın kendisi hakkında “Ana babasına-öf be size!...ayetini[461] indirdiği kişidir”[462] diyerek onu susturmak ister. Ancak Abdurrahman b. Ebî Bekir susmak yerine daha da sertleşir, Mervan’ı konuşmasını sürdürdüğü minberden aşağıya çekmeye çalışır ve ona “Sen Rasûlüllah’ın lanet ettiği şahsın oğlu değil misin?” diye bağırır.[463]

Mervan’m babası Hakem b. el-Âs, bir takım suçlar işlediği için Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ona lanet etmiş ve Taife sürgüne göndermiştir. Muhtemelen Abdurrahman b. Ebî Bekir bu maksatla ona bu şekilde çıkışmıştır. İkdü’l Ferid’de ise Abdurrahman’m Mervan’a “Ey İbnü’z Zerkâ! Bizim aramızda Kuran-ı tevil etmek sana mı kaldı?” dediği yer almaktadır.[464]

Mervan ile Abdurrahman b. Ebî Bekir arasında yukarıdaki konuşmalar geçerken o esnada mescitte bir perde arkasından olup biteni dinleyen Hz Aişe, daha fazla dayanamaz, söz konusu ayetin Abdurrahman hakkında nazil olmadığım, bu ayetin bir başkası için indiğini söyleyerek Mervan’ı fitne çıkarmakla suçlar.[465]

Hz Aişe’nin bu sözlerinden sonra başta Hz Hüseyin, İbn Ömer ve İbn Zübeyr olmak üzere mescitte bulunanlar galeyana gelirler.[466] Bunun üzerine Mervan, Muaviye’ye bir mektup yazarak Medinelilerin Yezid’e biat’a yanaşmadıklarım belirtir.[467] Daha önce de belirtildiği üzere Mervan’m yazdığı bu ikinci mektup azline sebep olmuştur. Mervan, Muaviye’ye yazdığı mektupta Abdurrahman’ın yaşlı olduğunu, aklının zayıfladığını, bunu kendiliğinden değil de başkalarının teşvik ve tazyiki ile yaptığını söyledi.[468]

Muaviye’nin bundan sonraki faaliyetleri hakkında İbn Kuteybe diğer kaynaklarda yer almayan bilgiler vermektedir. Buna göre Muaviye, Mervan’ı Medine valiliğinden azlettikten sonra yerine Sâid b. el-Âs’ı tayin etti.[469] İbn Kuteybe’nin belirttiğine göre Muaviye, yeni valiye üç mektup yazdı. Bu mektuplardan birincisinde Medinelileri biata çağırmasını, biata yanaşmadıkları takdirde ise onlara sert davranmamasını söyledi.[470] Sâid b. el-Âs, bu mektupları aldıktan sonra faaliyete geçti ancak başta Hâşim oğulları olmak üzere Medineliler yine muhalefet ettiler.[471] Medinelilerin tavnnı Muaviye’ye bir mektupla bildiren Sâid b. el-Âs, Muaviye’den ikinci bir mektup daha aldı. Muaviye bu sefer ondan muhaliflere sert davranmamasını, onlara karşı müsamahakar (toleranslı) olmasını istiyordu. Aynca Medine’deki muhalif grubun önde gelenlerine mektup yazdığını, bu mektuplan onlara vermesini ve kendisi gelinceye kadar durumu muhafaza etmesini bildiriyordu.[472]

Karşılıklı yazışmalardan sonra Medine’deki muhalefetin önde gelen şahsiyetleri olan Hz Hüseyin, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Cafer’in biata yanaşmadıklarım, bunlar sebebiyle Medinelilerin de biatten kaçındıklarını anlayan Muaviye, Sâid b. el-As’a bir mektup daha yazdı. Bu sefer ondan söz konusu şahsiyetlere bir şey yapmamak şartıyla halkın biatini temin için gerekli şiddet göstermesini istide. Vali, aldığı emre göre harekete geçti ancak ne bu şahısların ne de halkın biatim temin edebildi. Halifeye yazdığı mektupta Medine’deki gayretlerinin olumlu bir sonuç vermediğini belirtti ve bu şahısların biat etmemesi durumunda hiç kimsenin biat etmeyeceklerini, bunların biat etmemeleri halinde ise herkesin bu biata katılacağım söyledi.[473]

E-MUAVİYE’NİN HİCAZ’A GİDİŞİ VE BİATİN TAMAMLANIŞI

Valileri aracılığıyla Medinelilerin biatlerini almayı deneyen Muaviye bir sonuç elde edemeyeceğine kanaat getirdikten sonra bu işi bizzat gerçekleştirmek düşüncesi ile Medine’ye gitmeye karar verdi.

Muaviye, hac maksadı ile 1000 kişilik bir grupla Medine’ye doğru hareket etti.[474] 56 yılında gerçekleştiği söylenilen[475]Muaviye’nin bu ikinci hac yolculuğunun seyri hakkında değişik rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetleri iki grupta değerlendirmek mümkündür.

İbn Kuteybe tarafından anlatılan ve Taberî’nin rivayeti ile de kısmen benzerlik arz eden şekliyle Muaviye’nin hac yolculuğu şu şekilde gerçekleşti: Muaviye, Medine’ye gireceği esnada kendini karşılamaya gelenleri selamladı, onlara güler yüzle muhabbetlerini arz etti. Onu karşılamaya gelenler arasında İbn Abbas ve Hz Hüseyin de vardı. Muaviye bunlara iltifatlarda bulundu. Yolculuk bu şekilde Medine’nin içine varana kadar sürdü. Medine’ye girildiğinde Hüseyin evine, İbn Abbas mescide, Muaviye ise beraberindekilerden bir grupla, Hz Aişe’nin huzuruna gitti. Hz Aişe’den içeri girmek için izin istedi, Hz Aişe ile kölesi Zekvan’dan başka kimsenin bulunmadığı bir ortamda görüştü. Bu görüşmede Hz Aişe, Muaviye’ye, Hz Peygambere, Ebû Bekir ve Ömer’e uymayı tavsiye etti. Bunun üzerine Muaviye ona haklı olduğunu, gerçekten bu sayılanlara uyulması gerektiğini, ama Yezid’e biat hususunda insanların bir başka alternatifinin olmadığını söyledi ve herkesin de bu biate iştirak ettiğini vurguladı. Bundan sonra bu çıkılan yoldan dönülmesinin uygun olup olmadığını sordu. Hz Aişe onlar hakkında acele etmemesini, onlara iyi davranmasını söyledi ve belki de böylece istediklerini kabul edebileceklerini belirtti. Muaviye ayağa kalkıp gideceği sırada Hz Aişe onu Hucr ve arkadaşlarını öldürdüğü için kınadı. Muaviye ise bunun şimdi konuşulacak bir mesele olmadığını, kendisine nasıl yardımcı olabileceğini sordu. Hz Aişe ise bir ihtiyacının olmadığını söyledi.[476]

İbnü’l Esir’de de nakledilen bu görüşmede yukarıdaki rivayetten farklı olarak Hz Aişe’nin, Muaviye’nin Hz Hüseyin ve arkadaşları için biat etmezlerse onları öldürürüm dediğini işittiği, Muaviye’nin kendisini ziyareti esnasında bu sözü ona hatırlattığı, Muaviye’nin ise böyle bir sözün asla doğru olmadığını belirttiği kaydedilmiştir.[477]

İbn Kuteybe’nin olayla ilgili verdiği rivayetin devamına göre Muaviye, Hz Aişe ile yaptığı görüşmeden sonra kendisinin Medine’de bulunan evine gitti. Hz Hüseyin, Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Ömer, Abdurrahman b. Ebî Bekir ve Abdullah b. Abbas’ı yanma çağırıp, onlarla ayrı ayrı görüştü. Muaviye gerek Hz Hüseyin ve gerekse diğer şahıslarla konuşurken yumuşak bir üslup kullandı. Muaviye Hz Hüseyin’e kendisinin öncü olduğu Kureyşli beş kişiden başka herkesin Yezid’e biat ettiğini, dolayısıyla biat etmemekle fitneye yol açacağını söyledi. Hz Hüseyin ise hiç kimseyi kışkırtmadığını kimseye öncülük etmediğini, söz konusu kişilerin biat etmesi durumunda kendisinin de biat edeceğini, aksi halde biat etmeyeceğini belirtti. Muaviye, Hz Hüseyin’in konuşmalarından memnun oldu. Aralarında geçen konuşmanın gizli tutulmasını istedi. Hz Hüseyin’den sonra benzer türden konuşmalar diğerleriyle de gerçekleşti.[478]

Muaviye’nin bu şahıslarla ayrı ayn görüşmesi ve konuşmaları gizlemesini istemesinden anlaşılan şu ki; Muaviye Yezid’in veliahtlığına karşı Medine’de oluşan muhalefetin organize bir grup olup olmadığını öğrenmek istemiş olmalı. Bu sebeple muhaliflerin nabzını yokladı. Neticede bunların her birinin birbirinden bağımsız bir şekilde kendi fikirleriyle muhalefet ettiklerini anladı.[479]

Taberî ve başkalarının aksine sadece İbn Kuteybe’nin verdiği bilgiye göre Muaviye, Medine’ye varışının ikinci gününde Hz Hüseyin ve İbn Abbas’ı yanına çağırtır. Onlara Hz Peygamberin sahip olduğu sıfatlar hakkında bir takım şeyler söyler, Hz Ebû Bekir ve Hz Ömer hakkında da övgü dolu ifadelerde bulunur. Sonra sözü Yezid’e getirir, onun sünnet, kıraat ve diğer ilimleri iyi bildiğini, pek çok güzel niteliklere sahip olduğunu söyler. Kendilerinin de bazı noktalarda ondan üstün olabileceklerini, ancak Hz Peygamber’in de seçkin ashabı ve yakınlan varken Selâsil gazvesine başka birini gönderdiğini hatırlatır. Muaviye’den sonra İbn Abbas konuşmak isterse de Hz Hüseyin buna firsat vermeyerek derhal söze girer; Yezid’in tanımadıklan bir şahıs olmadığını belirtip onun yaptığı bazı işleri dile getirerek eleştirir. Hz Peygamberin Amr b. el-As’ı Selâsil gazvesi için seçmesinin o an için olduğunu, yapılan itirazlardan sonra onu bir daha görevlendirmediğini, bu sebeple de Amr b. el-As’ın durumunun kendisine delil olmayacağını söyler. Muaviye’nin bu tutumuyla insanları şüpheye düşürmek istediğini ve onların bu hallerinden istifade etmek istediğini de ileri sürer. Hz Hüseyin’in konuşması Muaviye’yi şaşırtmış olmalı ki İbn Abbas’a hayretli gözlerle bakar, bu durumla ilgili olarak onun da bir şeyler söylemesini ister. İbn Abbas ise yaptığı konuşmada, bu işte Rasûlüllah’ın yakınlarından birinin hak sahibi olduğunu belirtir. Daha sonra Hz Hüseyin ve İbn Abbas, Muaviye’nin huzurundan ayrıldılar. Muaviye bunların gitmesinden sonra Abdurrahman b. Ebî Bekir, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyre haber gönderdi ve yanma gelmelerini söyledi. Bunlar gelip oturdular. Muaviye ilk önce ibn Ömer’e yöneldi ve “Ey Ebû Abdullah! Seninle, cemaatın biat’ı boynunda olmadan bir gece bile geçirmek istemediğini konuşmuştuk” diye hatırlattı ve ona Müslümanların birliğini bozmaktan kanlarım akıtmaktan sakınmasını söyledi. Daha sonra da Yezid’le ilgili olarak verdiği bu kararın kesin olduğunu, bu yoldan bir daha dönmeyeceğini insanların pek çoğunun da zaten ona biat ettiklerini belirtti ve sustu. İbn Ömer ise yaptığı konuşmada, kendisinden önceki halifelerin de çocuklarının olduğunu, ancak onlardan hiç birinin kendi çocuklarını halife ilan etmediklerini, kendisinin her hangi bir fitneye sebep olmayacağım ve halkın biat etmesi halinde biat etmekten kaçınmayacağım” söyledi.[480] İbn Ömer’le ilgili verilen bu haber Buhârî deki şu rivayetle çelişmektedir. “Abdullah b. Ömer kız kardeşi ve Ümmehât-ı Mü’minîn’den Hz Hafsa’mn yanına gitti ve Yezid’e biat hususunda ne yapması gerektiğini ona sordu. Hz Hafsa ise biat etmesini, aksi halde fitneye sebep olmasından korktuğunu söyledi. İbn Ömer kız kardeşinin huzurundan çıktıktan sonra Yezid’e biat etti.[481]

Özellikle Hz Hüseyin’in sert muhalefeti sebebiyle bu girişiminden de olumlu bir sonuç alamayan Muaviye, toplantının hemen sonrasında mescide gitti ve bir hutbe irad etti. Yezid’i övgüyle methetti. İslâm dünyasında herkesin ona biat ettiğini, yalnızca Medinelilerin biatlerini sunmadıklarını söyledi. Ayrıca toplum için bu işe Yezid’den daha hayırlı bir kimsenin olduğunu bilseydim onu tayin ederdim dedi. Hz Hüseyin, Muaviye’nin bu sözlerine itiraz etti ve şöyle dedi: “Sen hem anne-babası hem de sahip olduğu özellikleri itibariyle Yezid’den daha hayırlı olan bir kimseyi terk ettin.” Muaviye ise Hz Hüseyin’e kendi oğlunun ondan daha hayırlı olduğunu söyledi. Bu hususta hakemlerin kendisini tercih ettiklerini hatırlattı. Buna karşılık Hz Hüseyin ise, Yezid’in içki ve eğlenceye düşkün bir kimse olduğunu, bu sebeple de kendisinden daha faziletli olmasının yalan olduğunu söyledi. Muaviye ise Hz Hüseyin’in Yezid’in gıyabında konuşmaması gerektiğini kendisinin ümmetin menfaatini düşünerek Yezid’e biat almak istediğini belirtti.[482] İbn Zübeyr de bu esnada söz alarak “Rasûlüllah’ın vefat ettiğini, ancak Allah (celle celâlühü)’m kitabını bıraktığını, Müslümanların Ebû Bekir’i, Ebû Bekir’in ise Kureyş’e nesep bakımından çok uzak kimse olan Ömer’i halife olarak tayin ettiğini, Ömer’in de bu işi Müslümanların hayırlılarından bir şûraya havale ettiğini ve bu şurada yer alanlardan birinin de Ömer’in oğlu Abdullah olduğunu hatırlattı. Muaviye’ye dilersen senin oğlundan daha hayırlı olan Abdullah b. Ömer’i yerine tayin et, dilersen Peygamberin yaptığı gibi yap ve bu işi (halife tayini )Müslümanlara bırak ta onlar dilediklerini seçsinler. Dilersen Ebû Bekir gibi yap ve hayırlı olan birini aday göster. İstersen Ömer gibi bir heyet tayin et, oğlunu da bu heyetten istisna kıl” dedi.[483] Muaviye’nin ibn Zübeyr’e “sen çok kurnaz bir kimsesin. Bunları da sen kışkırtıyorsun.” dediği ve İbn Zübeyr’in de “Yezid’e mi biat istiyorsun ? Ona biat edersek hanginize itaat edeceğiz, Yezid’e mi sana mı ? halifelikten usandıysan istifa et. Biz de Yezid’e biat edelim” diye karşılık verdiği belirtilmektedir.[484] el-Avâsım’ı şerheden Muhibbiddin el-Hatib ise “İbn Zübeyr’in Yezid’e biatin Muaviye’nin ölümünden sonrası için olduğunu bilecek kadar akıllı olduğunu dolayısıyla bu haberin doğru olamayacağını söylemektedir.[485]

Bu toplantının da arzulanan neticeyi vermediğini gören Muaviye, evine gitti. Görevlilere bu akşam Şamlıların da katılacağı bir toplantı yapacağını ve bu toplantı sırasında adı geçen kişilerden her hangi birisi kendisine itiraz edecek olursa, o anda kellelerini uçurmalarını söyledi. Akşam olduğunda Muaviye, biat etmeyen şahıslarla birlikte Şamlılar’ın yanına gitti Şamlılara bunların da Yezid’e biat ettiklerini söyledi. Buna karşılık onlar ölüm korkusuyla herhangi bir şey söylemediler. Buradaki Şamlılardan bazılarının Muaviye’ye yaklaşarak, biati kabul etmeyen beş kişi hakkında her hangi bir şüphesi varsa onların boynunu vurmaya hazır olduklarını beyan etmeleri üzerine, adı geçen beş kişinin itiraz etmediğini gören Muaviye adamlarına hitaben, söz konusu kişilerin biat edip teslim olduklarını, bundan böyle onların kötü bir şekilde anılmak istemediğini söyledi. Muaviye burada biati sağladıktan sonra Mekke’ye gitti. Buradan da Şam’a döndü.[486] [487]

İbn Kuteybe’den nakledilen rivayetten de anlaşıldığı kadarıyla Muaviye, biat etmeyen beş kişinin biatini Medine’de kaldığı iki gün içerisinde aldı. Daha sonra umre yapmak üzere Mekke’ye gitti. Mekke’den sonra ise bir daha Medine’ye uğrayıp, Şam’a gitti.180

Muaviye’nin muhaliflerden biat etmeyen beş kişiyle görüşmesi ve sonrasında hac yapmak üzere çıktığı Hicaz yolculuğuyla ilgili olarak İbn Kuteybe’nin naklettiği bilgiler İbnü’l-Esir ve Halife b. Hayyat tarafından nakledilen rivayetle ilgili Taberî’nin yine meskut geçtiği, herhangi bir bilgi vermediği görülmektedir.[488]

Halife b. Hayyat ve İbnü’l Esir’in anlattıklarına göre ise Muaviye’nin Hicaz yolculuğu şu şekildedir: “Medine’ye girişi esnasında Muaviye’yi karşılamaya gelen halkın arasında adı geçen beş kişi de yer alıyordu. Muaviye’yi ilk karşılayan Hz Hüseyin oldu. Onu karşılamaya gelen bu beş kişiyle Muaviye arasında Medine’ye giriş esnasında sert tartışmalar gerçekleşti, bunlar Muaviye’ye iltifat etmediler.[489] Adı geçen beş kişiden olumlu cevap alamayan ve onlardan güler yüz de göremeyen Muaviye, Medine de kaldığı müddetçe bir daha onlarla görüşmedi. Hatta onlar ısrarlı bir şekilde istedikleri halde buna izin vermedi. Bundan sonra bu kişiler, Medine’den ayrılıp Mekke’ye gittiler. Onların arkasından Muaviye de beraberindekilerle Mekke’ye gitti.[490]

Muaviye, Mekke’ye gittiğinde Müslümanlar onu karşıladılar. Onu karşılayanlar arasında bir süre önce Medine’den Mekke’ye gelen beş kişi de bulunuyordu. Bunlar Muaviye ile Batn-ı Mürre[491] denilen mevkide karşılaştılar. Muaviye bu sefer onlara karşı oldukça müşfik, güler yüzlü ve lütufkârâne davrandı. Muaviye Mekke’de kaldığı müddetçe bu şahıslarla sürekli görüştü fakat, biat konusunda onlara hiçbir şey söylemedi.[492] Nihayet Muaviye, hac menasikmi yerine getirip eşyalarını hazırlattı. Ayrılık saati yaklaşınca Hz Hüseyin’in arkadaşları birbirleriyle şöyle konuştular “Sakın bu adamın yapmış olduğu iltifatlara kanmayasınız. O, bu iltifatları sizi sevdiği için de değil de kendi arzu ettiği istikamette yönlendirmek ve arzusunu gerçekleştirmek için yapıyor.” Ona nasıl bir cevap verecekleri konusunda görüş birliğine vardılar ve Abdullah b. Zübeyr’in onunla konuşmasını kararlaştırdılar.[493]

Muaviye ayrılıp gideceği zaman onları topladı ve şöyle dedi: “Benim sizin hakkınızda nasıl davrandığımı, akrabalık hukukunu nasıl koruduğumu ve size olan iltifatlarımı gördünüz. Yezid sizin kardeşiniz ve amcanızın oğludur. Ona biat etmenizi istiyorum. Böylece o halife olduğunda sizler de onun yardımcıları olarak istediklerinizi azleder, istediklerinizi de göreve getirirsiniz. Haracı toplar arzu ettiğiniz gibi taksim edersiniz. Bu konularda Yezid size asla muhalefet etmeyecek ve size uyacaktır.” Onlar, Muaviye’nin bu sözleri karşısında bir süre sessiz kaldılar, Muaviye’nin neden “bana cevap vermiyorsunuz ?”şeklindeki ısrarlı sorusu karşısında Abdullah b. Zübeyr konuşmaya başladı: “Evet, biz seni üç husustan birini seçmekle serbest bırakacağız; Rasûlüllah’ın, Ebû Bekir’in veya Ömer’in yaptıklarını yapmanı; Rasûlüllah vefat ettiğinde hiç kimseyi hilafete tayin etmedi ve kimseyi de belirlemedi Müslünıanlar Ebû Bekir’i seçtiler ve ondan razı oldular.” Muaviye söze karışarak: “Aramızda Ebû Bekir gibi bir kimse yok ki onu seçeyim. Bu konuda Müslümanların ayrılığa düşmesinden korkuyorum” deyince İbn Zübeyr “Evet doğru söyledin; o halde Ebû Bekir’in yaptığı gibi Kureyş içinden ancak Ünıeyye oğullarından olmayan birisini halife adayı göster veya Ömer’in yaptığı gibi bu işi altı kişilik bir şûraya bırak” teklifinde bulundu. Muaviye ona ve diğerlerine söyleyecek başka sözlerinin olup olmadığını sordu, onlar da: “Abdullah b. Zübeyr’in söylediklerine biz de katıhyoruz”diye karşılık verdiler. Muaviye onlara dönüp: “Ben size yaklaşmayı istedim. Tebliğini yapan artık mazur sayılır. Bundan önce sizin de aralarında bulunduğunuz Müslümanlara hitap ettiğimde birisi kalkar, herkesin gözü önünde beni yalanlardı, bense susmayı tercih ederdim. Ancak ben şimdi bir hutbe irad edeceğim. Yemin ederim ki şayet sizden birisi benim konuşmam esnasında kalkar da benim söylediklerime itiraz eder veya beni yalanlarsa boynu vurulacaktır. Artık herkes kendi canını kurtarmaya baksın.” diyerek tehdit eder. Daha sonra adamlarım çağırarak, kendisi bu kişilerin de Yezid’e biat ettiklerini açıkladığı zaman bunlardan birisi itiraz edecek olursa boyunlarını vurmalarını emreder. Muaviye ve sözü edilen beş kişi, oradan ayrılarak mescide giderler. Muaviye minbere çıkar. Allah (celle celâlühü)’a hamd ve sena ettikten sonra şöyle söyler: “Bunlar Müslümanların en hayırlılarıdır. Bunlara danışmadan, görüşler alınmadan hiçbir iş yapılmaz. Onlar Yezid’e biat etmeye razı oldular ve ona biat ettiler. Haydi siz de Allah (celle celâlühü)’ın adıyla Yezid’e biat ediniz!” Bunun üzerine Mescitte bulunan cemaat Yezid’e biat etmeye başlar. Onlar biatlerini yaparlarken Abdullah b. Zübeyr, Hz Hüseyin ve diğer arkadaşlarının yapmış oldukları biata dayanarak ve güvenerek yapıyorlardı. Biatin sona ermesinden sonra Muaviye Mekke’ye doğru harekete geçer. Hz Hüseyin ve arkadaşlarına, bu işe karşı oldukları halde niçin biat ettikleri sorulduğunda ise öldürülmekten korktukları için biat ettiklerini söyledikleri rivayet edilmektedir. [494]

Muaviye’nin hicaz seferi ve muhaliflerden Yezid adına biat almasıyla ilgili verilen bilgilerin birbiriyle çelişmesi bu rivayetlerin güvenirliliğini azaltmaktadır.

Birinci rivayet İbn Kuteybe’de yer almaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi İbn Kuteybe’ye göre Muaviye, önce Medine’ye uğrayıp, muhaliflerden biat aldıktan sonra Mekke’ye giderek haccını yaptı ve Şama döndü.[495]

Konuyla ilgili ikinci rivayet ise Halife b. Hayyat ve İbnü’l-Esir tarafından nakledilmektedir. Bunların anlattığına göre Muaviye, önce Medine’ye gitti, biat yanaşmayan beş kişinin Mekke’ye kaçması üzerine onların peşinden Mekke’ye geldi ve biatlerini aldı.[496] [497]

Yapılan araştırmalar sonucunda yukarıdaki rivayetlerden İkincisinin sıhhati üzerinde şüphelerin oluştuğu görülmektedir. Araştırmacıların zihninde yer tutan şüpheler bir tarafa rivayeti kitabında bizzat nakleden İbnü’l-Esir’in, kendisinin de anlattıklarına tam anlamıyla itimadının olmadığı sezilmektedir.

İbnü’l-Esir, Muaviye’nin adı geçen beş kişiden zorla biat aldığını belirttikten sonra bununla çelişen bir takını bilgiler vermektedir. İbnü’l-Esir, toplantı esnasında olumsuz tavır sergilediğini söylediği Abdullah b. Ömer’le ilgili şu rivayeti nakletmektedir: “Bir rivayete göre Abdullah b. Ömer, Muaviye’ye: “Ümmetin tamamının razı olacağı bir kimse olmadıkça Yezid’e biat etmeyeceğim, Ümmet, Habeşli siyah bir köleye dahi biat etse ben de onlarla birlikte bu biate katılacağım.” dedi, sonra da evine kapanarak bir daha kimseyle görüşmedi.”190

Yine İbnü’l-Esir’in “Abdurrahman b. Ebî Bekir’in 53 7672 yılında vefat ettiğini söyleyen tarihçilerin bu kayıtlarına göre onun Muaviye’ye yukarıda zikredilen sözleri söylemesi mümkün değildir, çünkü o, 53 7672 yılında vefat etmişse bu olaylara yetişmesi mümkün olmazdı...” tarzındaki ifadesine bakılarak söz konusu rivayet hakkında bir takım şüphelerin olduğu söylenebilir.

Rivayetle ilgili şüphelerini dile getiren Welhausen ise şunları söylemektedir: “...Etraf tam sûkûnet halinde bulunurken bin süvarinin başına geçerek dört Kureyşli’yi Hicaz’da önce ürkütmek, sonra pohpohlamak, dostlukla elde etmeye çalışmak, nihayet tam manasıyla zorlamak ve bütün bunlardan sonra hiçbir şey elde edememek, ihtiyar hükümdarın işine pek benzememektedir. Onun silahla Mekke’ye girmesi ve Medine yerine burada ananevi biat merasimini icra ettirmesi tamimiyle gayrı muhtemeldir. Hikayeyi süsleyen dramatik nutuklar ve sahneler onu daha inanılır bir hale sokmamaktadır. Bunların tamamı, sadece Yezid’İn tasvirine gireceğimiz "hâkimiyetinin ilk devresi hadiseleri” üzerine düşürülen bir gölgeden ibaret gibi görünmektedir.11"

Akîl ise, “söz konusu rivayette yer alan “zorla biat aldı” şeklinde bir bilginin ne Taberî gibi İbnü’l-Esir’e nazaran mütekaddiminden sayılan bir tarihçi ne de Emevî ailesine düşmanlığıyla bilinen ve müteahhirinden olan Mesûdî, tarafından nakledilmediğini ileri sürerek bu rivayetin doğru olmadığını söyler.”[498] [499]

Akîl aynı şekilde İbnü’l-Esir’in “...Muaviye 1000 kişilik bir birlikle Mekke’ye gitti ve biat etmeyen zevatın biatim zorla aldı...” şeklindeki rivayetinin aşağıdaki gerekçelerle asla mümkün ve doğru olamayacağım da söylemektedir:

1.                    Böylesi bir tavır, huyunu, mizacını, hilmini, zorbalığı sevmeyen tutumunu ve tedbirliliğini bildiğimiz Muaviye’den beklenemez.

2.                    Söz konusu rivayetler yalmzca Muaviye’nin 1000 kişiyle muhaliflerden zorla biat aldığını söylemekle yetinirler. Daha sonra bu şahısların Yezid’in hilafete geçişine kadar nasıl bir tutum içerisinde olduklarına dair bilgi vermezler. Yani rivayetler sonuçsuz kalır. İşte biz bu gerekçelerle İbnü’l-Esir’in naklettiği bu rivayeti şüpheyle karşılıyoruz. Böylesi bir rivayetin, olsa olsa Yezid’in hilafete geçişinin ilk yılında gerçekleştiği düşünülebilir.[500]

Rayyıs ise İbnü’l-Esir’in bu rivayetini bir söylentiden ibaret olarak nitelendiriyor. Rayyıs bu konuyla ilgili şunları söylemektedir: “İbnü’l-Esir’den üç yüz yıl kadar önce yaşayan ve tarihi daha sıhhatli olarak bilinen Taberî’de izine bile rastlanmayan bu söylentinin, yalan ve uydurma olduğunu ispatlamak için, bilmem söylentinin kendisinden daha başka bir delile gerek var mı? Acaba adı geçen kimseler hiç işleri güçleri yokmuş gibi tutup da yollarda halifeyi mi bekliyorlar?... Üstün aklı ve yumuşaklığıyla tanınan Muaviye’nin, ashabın ileri gelenlerinin çocukları olan ve her biri de toplumda saygın bir yer tutmuş bulunan bu kişilere çirkin sözler söylemesi, sövüp sayması nasıl düşünülebilir? Sonra, şu, konuşmaları için elleri kılıçlı ikişer kişinin başlarına dikilmesi... Nasıl açıklanabilir böyle bir saçmalık?...Hele hele, yüce bir sahâbî, vahiy yazıcılarından biri ve mü’minlerin emiri olan Muaviye gibi birinin tüm halkın karşısında çıkıp yalan sözler söylemesi... Olacak şey mi?... Ya, diğerlerinin, bu yüce ve onurlu kişilerin ölüm korkusu ile konuşmaktan el çekmeleri, seslerini çıkarmamaları... Mümkün mü?... Bu nasıl düşünülebilir?...

Uydurma olduğu apaçık ortada olan bu söylentinin Yezid’e biatin kılıç zoruyla yapıldığını göstermek isteyen-ve olabilir ki Şiî olan-kimselerce uydurulduğu besbelli....Üzerinde kuşku gölgeleri dolaşmakta ve hatta akıl, bunun apaçık bir yalan olduğunu söylemektedir...”200

Ukaylî ise Ya’kubî201 ve Ibnü’l-Â’râbî’nin ifadesinde yer alan 202 “Muaviye onlara iyilikle muamele etti ve onları biate zorlamadı.” şeklindeki bilgiden hareketle İbnû’l-Esir’in rivayetinde belirtildiği gibi “Muaviye onların başına kılıçlı adamlarını dikerek zorla biat aldı” şeklinde bir durumun söz konusu olmadığını söylemektedir.

Diğer taraftan kaynaklarda, bu şahısların zorlama olmuşsa bile-biat edip etmedikleri hususunda da net bir bilgi bulunmamaktadır. Taberî, Muaviye’nin Medine’ye gittiğini ve orada bulunan muhaliflerin öncüleri olan beş kişiyle yaptığı konuşmaları zikreder, ancak bu kişilerin biat ettiklerine dair bir bilgi vermez.204

Buna karşılık bu şahısların Muaviye’nin zorlaması karşısında sessiz kaldıklarını kabul veya red konusunda bir söz söylemediklerini, kendilerine “biat etmeyeceğiz diyordunuz. Şimdi ne oldu da biat ettiniz?”diyen taraftarlarına ise; “hayır biz biat etmedik. Ancak itiraz etmemiz halinde öldürülmekten korktuk” dediklerini söyleyenler de vardır.205

Taha Hüseyin ise İbnû’l-Esir’in anlattağı “Muaviye’nin bazı biat etmeyenlerin başına muhafız diktiği, onların biatlannı zorla aldığı” şeklindeki rivayetini kuşkuyla karşılıyor. Ona göre ‘‘Muhaliflerin başına silahlı adamların konulması rivayeti ister doğru, isterse uydurma olsun pek önemli değildir. Gerçek şu ki Muaviye, zor kullanarak biatlarini alamadığı bu zevâtı, zor kullanarak -en azından-susturmak istedi. Bundan sonra ise Muaviye, ümmet ile bu hususu istişareden kaçındı, sadece kendi yandaşlarıyla görüştü.”200

Işş’ın konuyla ilgili değerlendirmeleri ise dikkat çekici niteliktedir. “Bazı tarihçiler Muaviye’nin, biate yanaşmayan bu kişilerin biatini almak için 1000 kişiyle önce Medine’ye sonra Mekke’ye gittiğini, biate razı olmayanların bu tutumlarını sürdürmeleri üzerine başlarına kılıçlı adamlar koyduğunu, onları biate zorladığını söylemektedirler. Diğer taraftan bazı tarihçiler ise böylesi bir hareket tarzının Muaviye’nin tabiatına, idare anlayışına ters düştüğünü söyleyerek yukandakilerin görüşlerini, rivayetlerini kabul etmemektedirler. Şayet ilk görüşü reddedersek -ki bu yanlış bir kanaat olur- şöyle demiş oluruz “Muaviye, oğlu Yezid’e biat hususunda Kureyş’in büyüklerini kendi hallerine bıraktı.” Aynı şekilde birinci görüşün / rivayetin doğru kabul edilmesi de Muaviye’nin tabiatı göz önüne alındığında mümkün görünmemektedir. O halde önümüzde tek seçenek kalıyor; Muaviye, Hicaz’a giderek kararlı bir şekilde oğluna biat talebinde bulundu, muhalefet eden grubun itirazlarını açıklamalarına da firsat vermedi.[501]

Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında îslâm toplumunu çok iyi tanıyan, ayrıca Hz. Hüseyin ve arkadaşlarının toplumdaki prestijini çok yakından bilen siyaset dahisi halifenin, oğlu Yezid’e biat alırken bu kişileri göz ardı ettiğini söylemek ve onlar üzerinde hiçbir icraatta bulunmadığını iddia etmek yerinde olmayacaktır. Buna göre Muaviye, oğlu Yezid’e biat alırken bu kişilerden de biat almaya çalıştı ve baskı derecesinin ne olduğu tam tespit edilmese bile birtakım siyasî taktikler denedi. Ancak biat almış dahi olsa, alman bu biatin onlar için bağlayıcı olmadığını da çok iyi bilmektedir. Oğlu Yezid’e vasiyetindeki sözleri, onun bu endişesini açıkça ortaya koymaktadır.[502] Muaviye, vasiyetinde bu kimselerle ilgili şunları söyledi: “...Halifelik konusunda seninle Kureyş’ten üç kimseden başka herhangi birinin ihtilafa düşeceğini zannetmiyorum. Bu üç kişi Hüseyin b. Ali, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr’dir. Abdullah b. Ömer, ibadetle yanıp tutuşan bir kimsedir. Herkes sana biat edince o da biat eder. Hüseyin b, Ali, heyecanlı bir adamdır. İraklılar ona destek olur, o da sana karşı baş kaldırır ve sen ona galip gelirsen, kendisini affet, çünkü onun bize akrabalığı, büyük şerefi ve Hz. Muhammed’e yakınlığı vardır. Sana aslan gibi saldırıp, tilki gibi tuzak kuracak olan tek kişi Abdullah b. Zübeyr’dir. Eğer bu adam sana karşı bir oyuna kalkarsa, onu lime lime kes ve gücün yettiğince kendi adamlarının kanını akıttırma.”[503]

Anlaşılan o ki, yabancı siyasî kültürleri Kuzey Arapları kadar tanımayan ve kendi siyasi kültürlerinde iktidarın babadan oğula intikali gibi meselesi bulunmayan Hicazlılann, iktidarın el değiştirmesiyle ilgili Muaviye’nin .bu yepyeni planını -zorla veya iradeleriyle biat etseler de- kolaylıkla kabul etmediler.[504]

Belirtilmesi gereken bir husus ta biate yanaşmayan veya biatlerini izhar etmeyen bu beş kişiye rağmen Muaviye, Hicaz yolculuğu esnasında en azından halkın biatini almayı başardığıdır. Nitekim Yezid’in hilafetinin ilk zamanlarında buradan bir itiraz veya isyanın çıkmamış olması da bölge halkının genel anlamda bu biatlerine sadakat gösterdikleri şeklinde yorumlanabilir.

F-YEZİD’İN VELİAHTIĞINA KARŞI ÇIKANLAR

Hz. Hüseyin ve Arkadaşları

Muaviye tarafından müslümanlann birliğini korumak amacıyla gerçekleştirildiği söylenen veliahtık meselesi, ne yazık ki, bizatihi müslümanlann veliahdlık taraftarlan ve muhalifleri olmak üzere ikiye bölünmesine yol açtı. Veliahtlık taraftarlan olanlar, Suriye’tilerdir. Çünkü Suriyeliler, ta Gassâniler’den beri verâset sistemine alışkın olduklan gibi, müslümanlar için yeni olan bu sistem iktidann odak noktasında Suriyelilerin bulunmasını ve İslâm dünyasının hakimi olmasını da garanti altına alıyordu. Veliahdhğa muhalif olanlar ise, Hicaz’da başta halifeliğe Yezid’den daha lâyıkolduklanna inanan Kureyş’liler ile Ali’yi tercih eden Ensâr; Irak’ta ise Benî Umeyye’ye karşı olan Şia ve Havâric idi. Bu muhalifler, muhalefetlerini gizlemiyor, birçoğu tâ ilk andan itibaren bunu açıkça ifade ediyordu. Hicaz’da muhaliflerin önde gelenleri Hz. Hüseyin, İbn Zübeyr ve İbn Ömer’di. Suriye’deki daha doğrusu Ümeyye ailesi içindeki muhaliflerin başlıcalan ise Abdullah b. Âmir, Mervan b. el-Hakem, Sa’id b. Âs ve Sâid b. Osman idi.[505]

Muaviye devrini Emevî-Haşimî mücadelesi açısmdan kısmî bir yumuşama dönemi olarak değerlendirmek mümkün ise de bu dönemde Haşimî-Emevî ilişkilerinde Mekke’nin fethinden hemen sonraki gibi bir yumuşamanın olduğunu söylemek mümkün değildir. Her şeyden evvel Haşim oğulları Muaviye döneminde siyasî bakımdan sindirilmiş bulunuyorlardı. İdarede söz sahibi değillerdi. Onlar Muaviye tarafından ordu komutanlığı, valilik, âmillik ve hac emirliği gibi askeri ve siyasî görevlerde istihdam edilmediler, sade bir vatandaş olarak köşeye çekildiler ve idare için zararsız bir hale geldiler. Şayet fiilî bir isyana teşebbüs ederlerse bunun Muaviye tarafından acımasız bir şekilde cezalandıracağını biliyorlardı. Ayrıca Haşim oğulları böyle bir gücü kendilerinde göremiyorlardı. Hz. Ali gibi askerî yönü, cesareti ve de itibarı yüksek bir Hâşimî’nin Muaviye’ye karşı kesin bir başan elde edememesi; hiçbir suretle Şam’a hakim olamamaması, üstelik Muaviye’nin adamları tarafından Hz. Ali’nin hakimiyeti altındaki bölgelere acımasız saldınlarda bulunulması, böylece Haşim oğullarının Muaviye karşısında yılgın vaziyete düşmesine yol açtı. Bütün bunlara ilaveten Hicaz ve Irak halkı, Peygamber ailesi olmalan hasebiyle Benî Hâşim’e saygı ve itibar gösteriyorlardı; Ancak Muaviye’nin ordusuyla sonuna kadar savaşacak derecede birlik oluşturup Benî Hâşim’in peşinden gidecek bir yapıya sahip değillerdi.[506]

Hz. Hüseyin ve taraftarları, Muaviye’nin iktidarı sırasında olanlara ses çıkarmayıp kendi köşelerinde taat ve ibadetle vakit geçirdilerse de bu durum Muaviye’nin Yezid adına biat almaya başlamasından sonra değişmeye başladı.[507]

Dineverî tarafından zikredilen rivayetlerden de anlaşıldığı kadarıyla Hz. Hasan’m hilafeti devretmesine sıcak bakmadığı halde Hz. Hüseyin, Muaviye’ye yaptığı biatine sadakat gösterdi. Hz. Hasan’ın vefatından sonra halifelik için yapılan teklifleri biatine bağlı kalmak istediği gerekçesiyle geri çevirdi.[508]

Hz. Hüseyin’in Yezid’e biat etmemesi hususunda bir takım gerekçelerinin olduğu söylenebilir.

Useylî’nin kanaatine göre “Hz. Hüseyin’in Yezid’e biati mümkün değildi. Çünkü böylesi bir biat Hz. Hüseyin’in babasının hatırasını inkar, müslümanlann haklarını hiçe sayma, dahası Hz. Hüseyin’in bizzat kendini inkar anlamına gelirdi. Hz. Hüseyin, biat ederek Yezid’in halifeliğini kabul etmeseydi bu onun faziletle rezileti, adaletle zulmü, hak ile batılı, nur ile zulmü eşit tutması anlamına gelirdi.”[509]

Hz. Hüseyin kendisinin halifeliğe daha layık olduğunu düşünüyordu. Yezid’in halifelik hakkı verasetten doğmuşsa, yani babasının kendisini veliaht tayin etmesi sebebiyle halifeliğe gelecekse, Hz. Hüseyin’in babası da daha önceki dönemde halife idi. Dolayısıyla o, Yezid’den daha önce bu göreve geçmeliydi. Yok şayet, halifelik en uygun kişiye verilecekse, bu vazifeye Yezid’den daha layık olan pek çok adayın olduğu aşikardı.210

Ayrıca Hz. Hüseyin, ağabeyi Hz. Hasan’ın ölümünden sonra kendisini Hâşim oğullarının lideri olarak görüyordu. Dolayısıyla hilâfete geçme beklentisi içerisindeydi.[510] [511] [512] [513]' Böylece bir beklenti içerisinde olan şahsın, bundan vazgeçme anlamına gelecek biate rıza göstermesi düşünülemez.

Hz. Hüseyin, Muaviye’nin Yezid’e biat talebinin hilâfetin saltanata dönüşmesi anlamına geldiğini biliyordu. Bu yöntemle İslâm’ın benimsediği şuranın kaldırılacağını, yerini kılıç ve rüşvetin alacağmı düşünüyordu.218

Hz. Hüseyin, Yezid’in veliahtlığına yukarıdaki gerekçelerle sıcak bakmamasına rağmen Muaviye’nin vefatına kadar sessiz kalmayı tercih ederek, ona yaptığı biate bağlı kaldı ve bir isyana kalkışmadı. Hz. Hüseyin’in bu dönemde neden isyana kalkışmadığıyla ilgili olarak bir takım sebepler zikredilmektedir.

1-                     Toplumun sosyal ve psikolojik yapısı böyle bir isyana hazır değildi. Toplum iç harplerle bitip tükendi. Cemel, Sıffîn, Nehravan vs. Bu savaşlar düşmandan ziyade birbirlerine yönelikti. Savaşlarda ezilen ve mağlup olan, mağlubiyet neticesinde de zor günler yaşayan hep Hz. Ali sempatizanlarıydı. Bu sebeple de söz konusu grup, yeni bir isyana çağınlmalan durumunda eskisi gibi azim ve coşkuyla icabet edemezdi. Nitekim Hz. Hasan, Muaviye’ye karşı tertip ettiği ordudaki bu halet-i ruhiyyeyi sezince savaştan vazgeçip barış imzaladı. Hz. Hasan toplumun isyana ve savaşmaya isteksiz olduğunu gördüğü için barışa razı oldu.

Hz. Hüseyin, İraklıların sosyal ve psikolojik yönünü idrakte ağabeyi Hasan’dan geri değildi. Bu sebeple de İraklıları isyana hazır hale getirmeyi bekledi. İraklılarla mektuplaştı, onlardan her an hazırlıklı olmalarını istedi ama isyana kalkışmamalarım da ikaz etti. Emevî iktidarına karşı ileride girişilecek isyanın, tâ sulhtan itibaren başladığı bu hazırlıkların gizli bir şekilde yürütüldüğü ve Hz. Hasan’ın vefatından sonra hız kazandığı söylenebilir.219

2-                    Muaviye’nin Şahsiyeti: Muaviye çok akıllı bir kişiydi. Şayet Hz. Hüseyin ve taraftarları, onun döneminde isyan etmiş olsalardı, Muaviye bu isyanı-kamu vicdanında derin izler bırakacağı için- kanlı bir şekilde bastıramayacaktı. Muaviye, Hüseyin’i isyam başlatmasından önce zehirleterek etkisiz hale getirebilirdi. Nitekim Muaviye’nin, iktidarı için tehlike olabilecek kimseler için hep bu yöntemi kullandığını söyleyenler vardır. Hz. Hüseyin, Muaviye döneminde isyana kalkışırsa bu şekilde ortadan kaldırılabilirdi ve onun kıyamı fikirden pratiğe dönüşmeden söndürülmüş olurdu.[514]

3-                     Ahd ve Misak: Hz. Hüseyin, ağabeyi Hasan’ın yaptığı antlaşmaya binaen Muaviye’ye biat etti. O, hayatta olduğu müddetçe bu biatine sadık kalmalıydı.[515]

4-                     Muaviye’nin şahsından kaynaklanan (yaşantı itibarıyla) İslâm’a aykırı kusurlarının olmamasının da Hz. Hüseyin’in ona isyan etmesine mani olduğu söylenebilir. Her ne kadar Muaviye, eleştirilere sebep olacak bir takım icraatlar yapmışsa da yaşantı itibarıyla İslâm’a uygun bir hayat tarzı sergiliyordu. Bu durumda Hz. Hüseyin’in isyanının dini sebeplerden ziyade siyasi mülahazalarla gerçekleştiği düşünülebilirdi. Bu da ona olan desteğin azalmasına yol açabilirdi.

Diğer taraftan Yezid’e biate isteksiz davranan ve bu noktada Hz. Hüseyin ile birlikte hareket ediyormuş hissi veren başka sahâbîler de vardı.[516]

Bunların, Muaviye’nin biat talebine karşı gösterdikleri tavrın aynı mahiyette olduğu söylenemez. Sahip oldukları karakterlere göre birbirlerine nazaran olay karşısında düşündüklerini farklı şekilde ortaya koydular. Bunlardan Abdullah b. Ömer’in daha yumuşak bir muhalefet yöntemi sergilediği söylenebilir. “Hz. Osman (r.a)’ın vefatından sonra (35/656), Hz. Ali, İbn Ömer’in kendisine biat etmesini istedi fakat İbn Ömer bu talebi katiyetle reddetmiş ve ancak bütün müslümanlar biat ettiği takdirde, kendisinin de bu biate katılacağını söylemiştir. Muaviye de, oğlu Yezid için aynı talepte bulunduğu zaman benzer cevapla karşılaştı ve mamafih Yezid halife olunca, İbn Ömer biat etmekte hiç müşkilât göstermedi.[517]

Abdullah b. Ömer, fitneye yol açmamak düşüncesiyle, tutumlarını beğenmese bile, devlet idaresine hâkim olan kişilerin arkasında namaz kılmaya devam edeceğini ifade ederdi. Bununla beraber, onîann dini konulardaki ihmallerine göz j'ummaz, hatalarını yüzlerine karşı söylemekten çekinmezdi.[518]

İbn Sa’d tarafından nakledilen bir habere göre Muaviye, Abdullah b. Ömer’e 100 bin dirhem gönderdi. İbn Ömer, bu paranın kendisine gelmesinden önce Yezid’e biat etmeyi düşünüyordu. Bu paranın gelmesinden sonra kendi kendine “zannediyorum ki Muaviye, oğlu Yezid’e biat etmem için bu parayı gönderdi. Benim bu parayı kabul etmem, dinimi ucuza satmam anlamına gelecektir.” dedi.[519]

Abdullah b. Ömer, fitneye sebep olma korkusuyla kerhen de olsa Yezid’e biat etti, biatine Yezid’in hilafete geçmesinden sonra da sadakat gösterdi: “Onun halifeliği hayırlı olursa ne âla! Sıkıntılı olursa o zaman da sabrederiz.”[520] [521] diyerek biatla ilgili tavrının nasıl devam edeceğini de belirtti.

Yezid’e biate yanaşmayanlardan biri de Abdullah b. Zübeyr idi.2x' Daha önce de belirtildiği gibi Muaviye’nin Hicaz seferi esnasında beş kişilik muhalefet grubunun temsilcisi sıfatıyla İbn Zübeyr’in sert konuşmalarda bulunduğu görülmektedir.[522] Hatta Muaviye onun diğerlerine göre daha şiddetli muhalefetinden hareketle ona “Sen kurnaz bir tilkisin, bunları da kışkırtan sensin” dediği ifade edilmektedir.[523]

Muaviye’nin saltanatı zamanında Yezid’in veliahtlığına biate yanaşmayan Abdullah b. Zübeyr, konuyla ilgili düşüncelerini net bir şekilde ortaya koydu ve yaptığı konuşmalarda Muaviye’nin bu teşebbüsünün doğru olmadığını söyledi.[524] [525]

Öyle anlaşılıyor ki “Abdullah b. Zübeyr’i harekete geçiren âmil, gücünü köklü bir davadan değil, kendisini de hilafete hak sahibi görme gibi tamamen şalisi bir görüşten almaktadır. Zira hicri 49-50/669-670 deki Bizans seferine Yezid’in kumandası altında iştirak etmekte bir beis görmedi.”^1

Yezid’e biat etmeyen grubun içerisinde yer alanlardan birisi de Abdurrahman b. Ebî Bekir’dir.[526] Hatta İbnü’l-Esir, biate karşı en yumuşak tepkiyi Abdullah b. Ömer’in, en sert tepkiyi ise Abdurrahman b. Ebî Bekir’in göstermiş olduğunu söyler.[527] Abdurrahman, biate karşı çıkarken öncelikle bu tür bir uygulamanın (veliaht tayini) Rasûlüllah ve Hulefa-î Râşidin’in metodunda yer almadığını söyledi; bunun Bizans ve Sasânî devlet geleneğinin bir devamı olduğunu ileri sürdü.[528] Abdurrahman b. Ebî Bekir’in bu denli cesaretle Yezid’e biat talebine karşı çıkışı onun cesaretli bir kişiliğe sahip oluşunu düşündürse de kız kardeşi Hz. Aişe’nin manevi desteğine de güvenerek bu şekilde davranmış olduğu da söylenebilir. Nitekim, Mervan ile Abdurrahman arasında geçen bir konuşma esnasında Hz. Aişe söze girer ve Mervan’ı Abdurrahman’a karşı yaptığı ithamlardan dolayı haksızlıkla suçlar.[529]

Abdurrahman b. Ebî Bekir’in diğer muhaliflere nazaran erken bir dönemde230 öldüğü göz önünde bulundurulursa onun muhalefetinin Yezid’e biatin gündeme geldiği ilk anlarla sınırlı kalmış olduğu söylenebilir.

Kemaleddin Şükrü, Şiî tarafgirliğini yoğun bir şekilde ortaya koyduğu eserinde biat etmeyen bu şahıslarla ilgili şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Biat etmeyen bu dört kişinin niçin biat etmemiş olmalarındaki halet-i ruhiyyeleri bilhassa şayanı tetkik bir keyfiyettir; Dikkat edilecek olursa görülecektir ki, bunlardan üçü halifelik etmiş zevatın oğullarıydı. Dördüncüsü ise hilafet makamına göz dikmiş, halife olmak için eli ile mukatele etmiş olan Zübeyr’in oğlu Abdullah’tır. Bunlann-Hüseyin istisna edilecek olursa- Yezid’e biat etmemeleri, ona karşı hissettikleri şahsi güvensizlik ve hırstan mütevellittir. Nitekim Abdullah b. Zübeyr’in bilahare davayı imaretle silaha sarılmış olması keyfiyeti de bu tefsiri ve telakkimizi te’yid eder mahiyettedir. Hüseyin’in biat etmemesi meselesine gelince bunda hırs aramak pek o kadar doğru olmaz. Vakıa insan olmak itibarıyla Hüseyin de hilafet makamına çıkmayı arzu edebilir. Fakat onun, ne Muaviye’ye ne de oğlu Yezid’e biatten imtina etmesi en ziyade bu lanetli aile efradına karşı hissettiği kalbi ve haklı kinden mütevellittir. Çünkü Muaviye, babasına karşı, ordu sevk etmiş ve onu öldürmeye teşebbüs etmişti. Kardeşi Hasan’ı ise zehirletmişti. Şimdi Hüseyin bu melun adama ve onun daha melun, zamanım fisk ve fücurla geçiren ahlaksız oğluna nasıl biat ederdi. İşte bu düşünceler Hüseyin’i Yezid’e biatten uzak tuttu.”23'

Kemaleddin Şükrü’nün yukarıdaki görüşlerinin Emevî iktidarına karşı aşın kin ve nefret duygulanyla dolu olduğu görülmektedir. Tarihi açıdan bir çok noktadan eleştirilecek olan bu sözlerde haklı olan bir taraf var, o da muhalefet grubunun üçünün babalannın daha önceden halifelik yapmasıdır. Babalannın halifelik yapmış olması bunlann da hilafete geçmeyi istemelerine yol açmış olabilir. Her ne kadar Abdullah b. Zübeyr’in babası Zübeyr b. el-xAwam halifelik yapmamışsa da onun da hilafete geçme uğraşısı verdiği bilinmektedir. Dolayısıyla Abdullah b. Zübeyr de babasının isteyip ulaşamadığı bu makamı elde etmek için çalışmıştır denebilir.

Netice olarak şu söylenebilir ki, Yezid’e biate Hz. Hüseyin ile birlikte karşı çıkan ve bu ortak payda sebebiyle birbirlerine yaklaşan şahıslardan Abdurrahman b. Ebî Bekir erken yaşta öldüğü için muhalefet edenlerin sayısı önce dörde indi. Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ömer’in; daha önce belirtilen mülahazalarla biat etmeleri sonucu ise bu sayı ikiye düştü.

EmevîIerden Biate Karşı Çıkanlar

İslâm devlet geleneğinde Muaviye ile başlayan kendi oğlunu veliaht tayin usulü, Emevî devletine ve Ümeyye oğullarının iktidarına olumlu bakmayan kimselerin muhalefetine neden olduğu gibi bizzat bu iktidarın en yakın adamlarından bazılarının da hoşnutsuzluğuna sebep oldu. Gerek ailenin mensubu gerekse devletin kuruluşu esnasında büyük gayretleri olan bu insanlar da Yezid’in veliaht tayin edilmesine sıcak bakmadılar. Bunlar Ziyad b. Ebih, Sâid b. Osman ve Mervan b. Hakem’dir.

1-Ziyad b. Ebih: Muaviye, Yezid adına biat almak için teşebbüse geçmeden önce Ziyad’a bir mektup yazarak onun fikrini sordu. Daha önce de belirtildiği üzere Ziyad önce Muaviye’nin mektubuna sertçe bir cevap vermek istediyse de Ubeyd b. Ka’b en-Nümeyrî’nin telkinleriyle üslubunu yumuşattı.[530] [531]

Muaviye, Ziyad’dan aldığı bu cevap karşısmda-Yakubî’de zikredilen rivayet doğru kabul edildiği taktirde -onun halifelik beklentisi içerisinde olduğu zehabına kapıldı ve Ziyad’ı tehdit edercesine şu sözleri söyledi. “Biri Ziyad’a benden sonra onun emir olacağını söylemiş olmalı, onu annesi Sümeyye’ye, babası Ubeyd’e iade ederim.”[532]

Bu rivayeti doğru kabul etmesek bile[533] Muaviye’nin Yezid’i veliaht tayin etme hususunda Ziyad’ı önemsediği belirtilmelidir. Zira Ziyad hem çok güçlü bir valiydi, hem de devlete sonuna kadar sadakat içerisindeydi. Belki de onun bu kadar güçlü olması, Muaviye sonrası hilafet makamına geçme beklentisine yol açtı. Muaviye, Ziyad’m Yezid’le ilgili görüşlerini ve tavsiyelerini dikkate alarak ona kıymet verdiğini gösterdi. Öyle anlaşılıyor ki Muaviye, Ziyad’m Yezid’in veliahtlığı ile ilgili fikirlerini kendi müdahalesi ile değiştirmek yerine zamana bırakmayı tercih etti. Nitekim Ziyad’m ölümü, Muaviye’nin bu işi zamana bırakması metodunun haklılığını göstermiş olmalıdır.

2-Mervan b. el-Hakem: Kaynaklardan bazılarının belirttiğine göre Ümeyye oğulları ailesinden Yezid’e biate karşı çıkanlar arasında Mervan b. el-Hakem de yer almaktadır.

Yezid’e biatle ilgili olarak Mervan’a ait iki farklı tavırdan söz edilmektedir. Bazılanna göre Muaviye, Medinelilerin biatlerini temin etmesi için Medine valisi Mervan’a mektup yazar, Mervan da Muaviye’nin verdiği direktifler doğrultusunda gönderilen mektubu mescitte halka okur. İlk mektubun arkasından gelen mektubu da aynı şekilde Medinelilere bildiren Mervan, Yezid’e biat almak için gayret gösterir, bu konuda muhalefet gösterenleri ikna etmek için konuşmalar yapar.[534]

Diğer taraftan bazı tarihçiler ise Muaviye’nin Yezid’e biat talebini içeren mektubunu alan Mervan’m buna sert tepki gösterdiğini hatta bizzat Şam’a giderek bu tepkisini Muaviye’ye ilettiğini, sonuçta Muaviye tarafından azledildiğini belirtirler.[535] Bu konudaki rivayetler bir birleriyle tam benzerlik arz etmemektedir. Zira İbn Kuteybe’deki rivayete göre “Mervan’ın Yezid’in veliahtlığına karşı çıktığını hisseden Muaviye ona ikinci bir mektup göndererek görevi (Medine valiliği) Sâid b. el-Âs’a terk etmesini emreder. Görevden azlolunduğuna dair mektubu olan Mervan, buna çok sinirlenerek derhal ailesi, akrabaları ve kavmine durumu söyleyerek destek ister. Onlar ise sonuna kadar kendisine yardım edeceklerini ifade ederler. Daha sonra Mervan, kalabalık bir grupla Şam’a gider. Muaviye’nin huzuruna girmelerine izin verilmeyen bu grup, hâcibin engellemeleri karşısında zorla içeri girerler ve Muaviye’yi tek başına yakalarlar. Mervan, burada bir konuşma yapar; Yezid’e biat alınmasının doğru bir düşünce olmadığını söyler. Ayrıca “Ey Ebû Süfyan’m oğlu! Çocukları emir tayin etmekten vazgeç. Kavmin içinde sana benzeyenler, onların düşmanlıklarına karşı yardımcıların var.” der. Muaviye, Mervan’m bu sözlerine çok kızar, ancak bu kızgınlığını gizleyerek ve yumuşak bir üslupla onun elinden tutar ve övgü dolu sözlerle ortamı sakinleştirir. Muaviye, Mervan’a “...Sen emirü’l- mü’mininin benzeri, her sıkıntıda onun yardımcısı ve desteğisin. Sen veliahttan sonra ikinci veliahtsın. Ben seni kavmine idareci tayin ettim. Haraçtan alacağın payı artıracağım. Seninle gelenlere de ihsanda bulunacağım. Seni zenginleştirmek ve isteklerini yapmak benim boynumun borcudur.” dedi.[536]

Mesûdi’nin olayla ilgili verdiği bilgiler ise İbn Kuteybe’nin rivayetinden farklıdır. Buna göre “Muaviye, Yezid’i veliaht tayin ettiğini bir mektupla Mervan’a bildirdi. Ayrıca ondan biat almasını da istedi. Mektubu okuyan Mervan kızgın bir şekilde akrabaları ve Benî Kinâne kabilesinden olan dayılarının yanına gitti, sonra da Şam’a ulaştı. Muaviye’nin huzuruna girdikten sonra onu kınayıcı sözler söyledi: “Ey Ebû Süfyan’m oğlu! çocukları emir tayin etmekten vazgeç. Kavmin içinde sana benzeyenler, onların düşmanlıklarına karşı yardımcıların var.” Muaviye ise ona: “Sen gerçekten de emini’l-mü’mininin dengisin. Her sıkıntıda da onun yanında yer aldın. Yezid’den sonra ikinci veliaht sensin.” dedi, onu Yezid’in veliahtı tayin edip Medine’ye geri gönderdi. Mervan’m Medine’ye gitmesinden sonra ise onu görevden azleden Muaviye, yerine Velid b. Utbe b. Ebî Süfyan’ı tayin etti. Böylelikle de Mervan’a verdiği sözde sadakat göstermedi.[537]

Yukarıdaki rivayetler incelendiğinde ortaya farklı bilgiler çıkmaktadır. İbn Kuteybe’nin rivayetine göre Mervan, azledildiği ve yerine Sâid b. el-As tayin edildiği için kızarak Şam’a gider ve belirtilen sözleri Muaviye’ye söyledi. Oysa Mesûdî’ye göre Mervan, Yezid’in veliaht tayin edildiğini öğrenince sinirlendi ve Şam’a bu sebeple gitti.

Mervan’m Şam’a gidiş sebebi hakkmdaki bu farklılık onun Şam’a nasıl gittiği konusunda da görülmektedir. Zira İbn Kuteybe’nin ifadesine göre Mervan, büyük bir kalabalıkla Şam’a gider, Muaviye’nin huzuruna zorla girer. Oysa Mesûdî böyle bir olaydan bahsetmemektedir.

Ayrıca kaynaklarda Mervan’ın azlinden sonra yerine tayin edilen şahsın kimliği hususunda da farklılık vardır. İbn Kuteybe, Mervan’ın yerine Sâid b el-As tayin edildiğini söylerken, Mesûdî ise Velid b. Utbe b. Ebî Sûfyan ismini zikretmektedir. Oysa veliahdlık meselesinin başlangıcıyla Velid’in tayin haberi birbiriyle uyuşmamaktadır. Zira Velid b. Utbe’nin Medine valiliği en erken tarih olarak 57/676 senesinin sonlandır.243

Yukarıda zikredildiği gibi diğer kaynaklarda Mervan’ın İbn Kuteybe ve Mesudî’ninkinden farklı tavır sergilediğinin belirtilmesi bir tarafa bu iki kaynaktaki - işaret olunan- çelişkili bilgiler de bu rivayetlerin şüpheyle karşılanmasını gerekli kılmaktadır. Hele hele Mer/an’m beraberindeki kalabalıkla Şam’daki halifeye baskın yapması, onu tehdit etmesi sonra da istediği ödünü koparması, bütün bunlardan sonra ise Muaviye’nin olanlara sessiz kalması pek mümkün görünmemektedir. Halbuki bu iki tarihçi Muaviye’yi diğer konularla ilgili tavırları sebebiyle sertlik yanlısı olarak gösterirler. Bu ise bir çelişki olarak düşünülebilir.

Bütün bunlara rağmen Mervan’ın Muaviye’den sonrası için iktidarda gözü olduğu söylenebilir. Zira Mervan, Yezid’e nazaran daha yaşlı, daha tecrübeli ve daha fazla nüfusa sahipti. Üstelik devletin kuruluşu esnasında gerçekleşen olaylarda etkin bir rol almıştı. Bütün bu sebeplerle halife olmayı arzulamış olmalıdır.[538] [539]

Mervan’ın Yezid’in veliahtlığına karşı çıkmakla birlikte herhangi bir muhalefet gurubu içerisinde bulunmadığı ve bu tavrında ısrarlı olmadığı söylenebilir. Zira “Muaviye’nin Yezid’i veliaht tayini hususunda Mervan’a düşen bunu kabullenmekti, aksi halde Yezid’e karşı bir isyana girişmesi Ümeyye ailesine olduğu kadar bizzat kendisine de zarar verirdi.”[540]

1-               Saîd b. Osman: Emevî ailesinden Yezid’in veliahtlığına karşı çıkanlardan biri de Hz. Osman (r.a)’m oğlu Sâid’dir. Bu hususta İbn Kuteybe’in kaydettiği şu bilgi dikkat çekmektedir: “Sâid b. Osman, Şam’a Muaviye’nin yamna gitti ve ona şöyle söyledi: “Ey mü’minlerin emiri! Hangi sebeplerle beni bırakıp ta oğlun Yezid’e biat alıyorsun? Biliyorsun ki benim babam onun babasından, annem ise onun annesinden daha hayırlıdır. Üstelik ben de ondan hayırlıyım. Sen, şu anda ulaştıklarına babam sayesinde sahip oldun.” Onun bu sözlerine gülen Muaviye, şöyle söyledi: “Osman’ın Muaviye’den daha hayırlı olduğu doğrudur. Annenin onun annesinden daha faziletli olmasına gelince, bilmelisin ki Kureyşli bir kadın Kelbî bir kadından daha üstündür. Benim sahip olduğum şeylere baban sayesinde kavuşmama gelince şunu bilmelisin ki mülk Allah (celle celâlühü)’ındır. Dilediğine onu verir. Baban öldürüldü. Bense onu öldürenlerin kanım talep ettim. Senin Yezid’den hayırlı olmana gelince yemin ederim ki senin gibi pek çok kimseyle evimi doldurmaktansa Yezid gibi bir kişi bana daha sevimlidir. Bütün bunlara rağmen sen bunları bir kenara bırakda benden bir şey iste ben de sana vereyim.” Sâid b. Osman da ondan Horasan valiliğini istedi, Muaviye de bunu kabul etti.[541]

Taberî, İbnü’l-Esir ve İsfahâni tarafından da nakledilen bu bilgi İbn Kuteybe’nin rivayetinden biraz farklıdır. Bunlara göre Hz. Osman (r.a)’m oğlu Sâid Muaviye’den kendisini Horasan’a vali olarak tayin etmesini istedi, Muaviye ise Ubeydullah b. Ziyad’m o esnada Horasan valisi olduğu gerekçesiyle kabul etmedi. Bunun üzerine Sâid b. Osman ile Muaviye arasında yukarıdaki konuşma gerçekleşti. Muaviye’nin ona sert bir şekilde cevap verdiğini gören Yezid babasına: “Ey mü’minlerin emiri! Sen amcanın oğlunun işlerini halletme konusunda herkesten daha çok hak sahibisin, o, sana bir takım şikayetlerde bulundu, senin bu şikayetleri yerine getirmen gerekir.”dedi. Yezid’in bu sözleri üzerine Muaviye, Sâid b. Osmanı, Horasan’ın harp işlerini yerine getirmekle görevlendirdi.[542]

Yezid’in veliahtlığına bazı Ümeyye oğulları ileri gelenlerinin de karşı çıktıklan görülmektedir. Bunlar kabilenin yaşlı, tecrübeli ve nüfuslu şahsiyetleri olmaları sebebiyle hilafetin kendilerine verilmesi gerektiğini de açıkça dile getirmekten çekinmiyorlardı. Bunda onlann nüfuslarına güvenmeklerinin yanı sıra Arap kabile geleneğinden kaynaklanan ve kabile reisinin ölümünden sonra yerine kabilenin en yaşlı, tecrübeli ve nüfuslu kişisinin geçeceği anlayışının da rolü olduğu düşünülebilir

Muaviye kendine has metotlarla diğerleri gibi Ümeyye oğullarından da bu biate karşı çıkanları etkisiz hale getirmeyi başardı.

G-MUAVİYE’NİN BİAT ALMAK İÇİN KULLANDIĞI METOTLAR

Ümeyye oğulları, Hz. Osman (r.a)’ın başına gelenlerden ders alarak akıllıca ve tedbirli davrandılar. Günün etki meydana getiren ve getirmeyen şair, yazar, ressamlar ve heykeltıraşlarının, para yardımı yapılarak sesleri kesildi. Bir şair, günümüzdekilere benzer bir hicivci olabilirdi. Böyle durumlar için halife şöyle söylüyordu: “Bir aksiyon meydana getirmedikçe böyle sözlere pek aldınş etmem.” Fakat onun tavn hicveden şiire karşı hiç te pasif değildi. Bedevilikten şehirliliğe geçiş döneminde aşiretçiiik ve ferdiyetçilikten vazgeçmeyen halk arasında vatan severliği ve beraberliği sağlamak için halka teşvik ve telkinde bulunmaları konusunda şairlerden faydalanmaya çalıştılar.230

Muaviye, Yezid’in veliahtlığını kamuoyuna kabul ettirebilmek için, günümüzün basını yerini tutan şairleri bu iş için görevlendirdi. Bu şairlerin faaliyetlerinin belki de en ilgi çekicisi, Îsfahânî’nin, Miskin ed-Dârimî ile ilgili olarak verdiği haberdir. Emevîlerden Sâid b. el-Âs, Mervan b. Hakem ve Abdullah b. Amir’in veliaht olma isteklerini çürütmek, Yezid’i övmek üzere Şair Dârimî, Dımaşk’taki heyetlerin toplantısına girerek şiir söyledi. Yezid’in babasından sonra halife olacağını dile getirdi. Miskin’in okuduğu şiiri dinleyen Muaviye, “Dediğini düşüneceğiz ve Allah (celle celâlühü)’tan hayırlısını isteyeceğiz, ey Miskin!” dedi. Toplantıda hazır bulunanlardan hiç kimse ona itiraz edemedi. Muaviye ve Yezid, Miskin’e ikramda bulundular.[543] [544] Miskin’in bu faaliyeti kendiliğinden ve tek örnek olmamalıdır.[545]

Muaviye, biat işini sessizlik içinde yürüttü ve biate halkın çoğunluğunun katıldığı görüntüsü verildi.[546] [547] [548]

Yezid lehinde konuşmalar dilden dile dolaşmıştır. Yezid, hac yaptığı yıl Mekke ve Medine’de bol bol para dağıtarak İnsanların kalbini satın almak istemiş, bunda da muvaffak olmuştur. Geri dönerken insanlar ondan memnun bir haldeydi. Muaviye’nin de aynı amaçla para dağıtmaktan geri durmadığı söylenmiştir.03

Muaviye, Yezid aleyhindeki düşünceleri etkisiz hale getirmek için muhalifleri kimi zaman tehdit ederek kimi zaman methederek, kimi zaman da çeşitli rütbelere getirerek bunu başarmıştır. Siyasî dehasıyla ve sabırla muhalifleri yola getirebilmiştir.250

Muaviye biate yanaşmayan Hz. Hüseyin’den dolayı Hâşim oğullarına ekonomik ambargo da uygulamıştır. Başkalarına bol bol para verirken onların aldıkları maaşları bile kesmiştir. Bu durumun Hâşim oğullarını büyük sıkıntıya

düşürdüğünü göre İbn Abbas, Muaviye’yi ikaz etmiştir. Bu. ikaz sonunda Muaviye, söz konusu ambargoyu kaldırmıştır.[549]

YEZİD’İN VELİAHTLIĞINA KARŞI ÇIKILMASININ SEBEPLERİ

Hilafetin Verasete Dönüşmesi Endişesi

Daha önce de belirtildiği üzere Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatından sonra yerine geçecek kimseyi belirtmediği gibi, devletin başına geçecek kişinin nasıl tespit edileceği hususunda da bağlayıcı prensipler ortaya koymamıştı. Yapılan istişarelerden sonra halife olması kararlaştırılan Hz. Ebû Bekir, yaptığı görüşmelerden hareketle kendisinden sonra devlet başkanlığına Hz. Ömer’in geçmesini istemiş, onu aday göstermiştir (istihlaf). Ashab da bunu memnuniyetle kabullenmiştir. Hz. Ömer ise halifenin tespitini 6 kişilik şuraya bırakmış, Şûra da Hz. Osman’ın halife olmasını kararlaştırmıştır. Hz. Osman’ın şahadetini sebep olan asilerin baskısı sebebiyle olağanüstü günler yaşayan sahâbîler, Hz. Ali’yi halife olması için ikna etmişlerdir.

Şu halde denilebilir ki ilk dört halifenin tespitinde sahâbîlerin görüşleri dikkate alınmıştır. Bunların seçimi esnasında-sayılan bazı durumlarda sınırlı bile kalsa- şûra etkin bir rol oynamıştır. Bu halifelerin göreve geliş şekilleri toplumda herhangi bir huzursuzluğa da neden olmamıştır.

Bu kimselerin halife tespitiyle ilgili olarak üzerinde durdukları en önemli konu kendi oğullarını halife seçmekten kaçmmalan ve halifenin seçiminde re’yine güvendikleri insanlarla görüş alış verişinde bulunmalarıdır.[550]

İslâm tarihindeki bu ilk uygulamalar sebebiyle Muaviye’nin oğlunu halef bırakırken önünde bulunan en büyük zorluğun o zamana kadar müslümanlarm alışık olduğu “Şûra sistemini” kaldırarak yerine veraset usulünü ikame etmesi olduğu görülmektedir.[551]

İktidarın hanedan içinde el değiştirmesi Arap siyasî kültürünün pek aşina olduğu bir durum değildir.[552] Araplar “siyasî yeterlik” alanında yakınlığa bir değer vermezlerdi. Arap toplumunda başkanlık, soydan devirle alınmazdı. Arap kabile geleneklerine göre başkanlık, miras bırakılamazdı. Topluluğa başkanlık, bireyin nitelikleri vs. yeterliğiyle kendisi için kazandığı, bir makamdı. Ebû Bekir’in Ömer’i halife bırakması ise, vasiyet değildi, danışmadan (şûra) sonraydı; bir “mirasçıya” veya yakma değildi, başka kabilelerden, bu makama en ehil olanlardan insanlara verildi. Ebû Bekir’in izlediği bu yol, Arap kabile geleneklerine aykırı değildi yürürlükteki geleneklere uygundu.200

Kabilevi iktidar anlayışına göre hakimiyet kabile içinden bir aile veya aşirete aittir. Bununla birlikte kendisinden sonra oğullarına miras bırakılması söz konusu olmaksızın kabile fertlerinden en güçlüsüne devredilmesi mümkündür. Bu sistemde neseb ve yaş, siyasî yetenek ve bilgi, tecrübe ve bilgelik, cesaret ve korkusuzluk, cömertlik ve yücelik, özgecilik ve iffet, hilim ve hoşgörü, iyi geçim, haklan koruma, sözüne sadakat, imdat dileyeni kurtarma, zayıfa yardım, cinayete katlanma ve diyetleri ödeme prensipleri esas nitelik ve değerlerdir.201

Yukandaki sebeplerle Araplann kabilevi iktidar anlayışına ters düşen veliahdlık sisteminin, İslâm iktidar anlayışıyla da uyuşmadığı görülmektedir. Zira İslâmdaki idarecilik Şûra esasıyla tespit ediliyordu. Oysa veliahtlık bilinen şekliyle Şûra sistemine engeldi. Bu sebeple de veliahd olan kimse, müslümanlarca istenilmeyen kişi olarak görülürdü. Zira veliaht tayin edilen şahıs, müslümanann işlerini üstlenebilecek özelliklere sahip olduğu için değilde, sırf halifenin oğlu olduğu için görevlendiriliyordu. İşin en garibi de veliahdlık makamına getirilen kişi için seçim de yoktu. Oysa müslümanlar, veliaht tayin edilen şahıslan daha iyi birisini bulabilecekken halifenin dayatması sonucu kendilerine gösterilen şahsa biat etmek zorunda kalıyorlardı. İslâm kesin bir idare şekli koymamış ama prensipler vaz etmişti. Örneğin Halifenin ileri gelen insanlara yerine bırakacağı kişi hususunda danışması, halifenin seçimi için şûra heyetinin tayini gibi.202

Welhausen veliahtlığın tesisi ile ilgili olarak şunları söylemektedir: "Arap hukukuna göre hakimiyet elbette bir soy veya bir kabile için de tevarüs ediliyordu; fakat bu bir aile içinde babadan oğula geçmek suretiyle olmazdı; İslâm’a göre ise bu esasen üzerinde miras hakkı iddia edilebilecek bir insan malı değildi. Bütün bunlara rağmen yapılan gürültü yine de bahane edilen bu sebeplere uygun değildi. Emirin ölümünden evvel halefi meselesini tanzim etmek salahiyeti kesin olarak mevcuttu, oğulun hilafet talep etmek hakkı mevcut olmasa da onun bu hilafete getirilmemesi şartı da yoktu. Sadece evvelden biat hususu o vakte kadar tatbik edilmemişti. Fakat [553] [554] [555] daha henüz işin başında bulunulmakta idi; 'bu hususta hiçbir gelenek tessüs etmemişti; bir müteakip halifelik nizamı yoktu.”20,3

Devlet başkanmın tespiti hususunda Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamberin hadislerinde bağlayıcı hükümlerin bulunmaması konunun içtihada açık olmasını mümkün kılıyordu. Bu yönüyle Welhausen’in sözlerine katılmamak mümkün değil. Ancak görülen o ki veliahdlık sistemi içtihadı da ortadan kaldırıyordu. Zira bu usule göre devlet başkanmın belirlenmesinde herhangi bir kimse veya zümrenin görüşlerinin, düşüncelerinin veya endişelerinin bir önemi yoktu.

Diğer taraftan Muaviye’nin iktidara geçmeden evvel halifenin Şûra ile belirlenmesini savunduğu, sonra ise bunu unuttuğunu söyleyenler de olmuştur.204

Muaviye, Yezid’e biat almak istediği ve Medine’ye Yezid’in ismini zikretmeden bir mektup yazdığı zaman, Medineliler bu uygulamaya karşı çıkmamış, ancak bu veliahdın Yezid olduğu söylenince onlar biat etmemişlerdir.260 Çünkü onlar, Yezid’in veliahtlığıyla hilafetin verasete dönüşeceği kanaatini taşıyorlardı. Nitekim bu endişelerini Muaviye’nin Medine’ye gelişinde de dile getirmişlerdi.206

İktidarın hanedan içinde el değiştirmesi usûlünün ortaya çıkmasında Bizans ve Sâsanî kültürlerinin etkili olduğu söylenebilir.[556] [557] [558] [559] [560] [561]

Bizans devletinde kendinden sonra iktidara geçecek kişiyi belirlemek bizzat imparatorun yetkisi dahilindeydi. Genellikle, imparatorun oğlu veya erkek yakınlarından biri olan veliahtın, meşruiyetinin tanınması için, senato ve ordunun onayını alması gerekiyordu. Sâsanîlerde ise hanedanlık prensibine çok sıkı şekilde bağlı olan halkın, hükümdarın seçimine herhangi bir müdahale hakkı bulunmamaktaydı. Hükümdarın seçtiği hanedan üyelerinden biri halef olmakta idi. Şayet hükümdar halefini belirlemezse Sâsanî ailesinin ileri gelenlerinden oluşan ruhban meclisi, yeni hükümdarı seçerdi. Bununla birlikte her iki devlette de iktidar değişiklikleri esnasında zaman zaman kanlı olaylar gözükmekteydi.208

Görüldüğü gibi hem Bizans, hem de Sâsanî devlet geleneğinde devlet başkanı, verasetle tesbit edilmiştir. “Bu yönetimler o günün müslümanlannca biliniyor ve “Kayserlik” ya da “Kisralık” olarak anılıyordu. Bir kişinin tüm toplumun gidiş

' çizgisini belirlediği, kendi istemi üzerinde bir yasaya bağlı olmaksızın halkı dilediğince yönettiği, zorbalık, sorumsuzluk ve baskının egemen kılındığı, birer yönetim biçimiydi...”2oS

Muaviye’nin Bizans ve Sâsani kültürlerinden etkilendiğini, “Hilafeti Hıraklıyye, Kaysarıyye ve Kisreviyye dönüştürmek istiyor.” şeklindeki tenkitlerden de anlayabiliyoruz. Mes’ûdî’nin belirttiğine göre Muaviye, Bizans ve Sâsani imparatorlarının haberlerini, biyografilerini, halklarına uyguladıkları siyaseti araştırıp öğreniyordu.[562] [563] Böylece Muaviye, oğlu Yezid’i halefi yaparken, Arap siyasî kültüründeki biat geleneği ile Bizans-Sâsanî siyasî kültürlerindeki veraset unsurunu birleştirmiş oldu.[564] Bununla birlikte İslâm’ın ortaya koyduğu prensiplerden şura ve seçimi göz ardı etti.[565]

Yezid’in Şahsından Kaynaklanan Sebepler

Yezid’e biate yanaşmayanların gerekçelerinden bazıları ise tamamen Yezid’in şahsiyeti ve ahlakıyla ilgilidir.

Kabilenin reisinin en şerefli soydan olması, yaşlı, tecrübeli ve nüfuslu kimselerin liderlik yapması geleneğine alışkın olan Arap toplumunda bu sayılan nitelikler itibarıyla istenilenlere sahip olmadığı düşünülen Yezid’in iktidara geçmesi hoş karşılanmamıştır. Gerçi Yezid, Kureyş kabilesinin Ümeyye oğulları koluna mensuptu. Annesi ise Güney Araplannın en önemli kollanndan olan Kelb oğullarındandı. Bu yönüyle bir liderde bulunması gereken soy asaletine sahipti. Nitekim bunun bilincinde olan Muaviye, muhaliflerine karşı Yezid’in bu yönünü daima ön plana çıkanyordu. Yezid’in asil bir aileden geldiğini vurguluyordu. Yezid’e biate karşı çıkanlar da Yezid’in asaletine yönelik bir eleştiride bulunmuyorlardı.

Yezid’in şahsiyeti sebebiyle maruz kaldığı eleştiriler ise yaşı ve ahlakıyla ilgiliydi. “Yaşı ilerlemiş insanları lider olarak görmeye alışmış Arap toplumu için Yezid’in liderliği hiç te cazip değildi.”[566] Muaviye’nin veliahtlığı gündeme 50 yılında veya daha önce gündeme getirdiği göz önünde bulundurulursa 26 yalında doğan Yezid’in bu esnada henüz 25 yaşlarında olduğu söylenebilir. İslâm’dan önce ve Muaviye de dahil İslâm’ın gelişinden sonraki dönemlerde idarede bulunanların yaşlı ve tecrübeli insanlardan oluşması tesadüften ziyade Arap toplumunun bu yöndeki eğilimleriyle, temayülleriyle açıklanılabilir.

Halifenin çocuk, deli ve bunak olmaması gerekli şartlardandır.[567] [568] [569]'[570] Arap siyasî kültürüne göre, kabile şeyhi, daha ziyade kabilevî kıdem ve yaşça üstünlüğü nazar-ı itibara alan bir seçimle işbaşına gelirdi.2'[571] [572] [573] Nitekim Yezid sonrası dönemde de halife seçiminde yaşın etkili bir unsur olarak düşünüldüğü görülmektedir. Şöyle ki, Câbiye27° toplantısında (64/684)2" Yezid’in oğlu Halid’e yaşının küçüklüğü sebebiyle biat edilmezken daha yaşlı ve tecrübeli olan Mervan b. Hakem’e biat uygun görülmüştür. Abdullah b. Zübeyr’in Hicaz da kolay bir şekilde taraftar bulmasında da yaşının rolünün olduğu söylenebilir.

Yezid’in bir takım alışkanlıkları sebebiyle halifeliğe ehil olmadığı da muhaliflerce seslendiriliyordu. Tembel ve ihmalkâr olduğu, ilim ve adalet ehli olmadığı, fisk ve fucur sahibi olduğu, içki içip şarkı söylediği, namazı terk edip ipekli elbiseler giydiği ifade ediliyordu.278

Bu konudaki değerlendirmelere Yezid’in şahsiyeti ile ilgili bölümde yer verilecektir. Ancak burada şunu belirtmekte fayda vardır ki Muaviye, muhalifler tarafından Yezid’in ahlaki durumunun kötülüğü yönünde yapılan eleştirilere kayıtsız kalmamıştır. Onu bir takım önemli işlere görevlendirerek bu yöndeki eleştirileri izale etmeye çalışmıştır. Yezid’e biate yanaşmayanların Muaviye’nin Medine’ye gelmesi esnasında ona söylediklerine bakılırsa Muaviye bu hususta tam bir başarı kazanamamıştır. Çünkü ta Ziyad’ın 53 yılından önce yaptığı eleştiriler 56 yılında da tekrarlanmıştır. Bu da Yezid’e biate karşı olanların itiraz gerekçelerinden biri olmuştur.

MUAVİYE’NÎN YEZTD’t VELİAHD TAYİN ETME SEBEPLERİ

Hayatta iken veliahd tayin eden ilk kişi olan Muaviye279 bu icraatı sebebiyle adından sıkça bahsettirmiştir. Muaviye’nin bu faaliyeti günümüze kadar pek çok bilim adamı tarafından ele alınmış ve değerlendirmelere tabi tutulmuştur. Yukarıda Muaviye’nin veliahd tayini, bu konudaki gelişmeleri ve yapılan eleştirileri aktardık. Şunu ifade etmeliyiz ki, Muaviye’nin de Yezid’i veliaht tayin ederken kendine göre bir takım gerekçeleri olmalıdır. Bu gerekçeler hususunda Muaviye’nin haklı mı, haksız mı olduğunu söylemek, hüküm vermek yerine onun Yezid’i hangi nedenleri göz önünde bulundurarak veliahd tayin ettiğini ortaya koymaya çalışacağız.

İleride Vukubuiacak Fitnelere Engel Olmak

Muaviye’nin Yezid’i veliaht tayin ederken bir lakını gerekçelerinin olduğu düşünülebilir. Zira o, kendisinden sonra ümmetin başsız kalmasından ve fitneye düşmesinden endişelendiğini söylüyordu.[574] Üstelik kendisine bu fikri hatırlatan Mugîre’nin de benzer endişeleri dile getirdiği biliniyordu.[575]

Halifenin ölümü pek çok çekişmeleri ve ayrılıkları da beraberinde getiriyordu. Örneğin Hz. Peygamberin vefatıyla müslümanlar Beni Saîde Sakife’sinde fitnenin eşiğine gelmişlerdi. Büyük bir ihtilafa düşmüşlerdi. Hz. Osman (r.a)’ın halife seçilmesi ve vefatı sonrasında da aynı şekilde büyük çekişmeler olmuştu. Hz. Ali ve Muaviye arasında da halifelik yüzünden uzun süren savaşlar olmuştu. Bu sebeple Muaviye ileri görüşlülüğü ve basiretiyle bu meseleyi vefat etmeden önce halletmeyi uygun gördü. Ondan ve Ümeyye oğullarından kurtulmak isteyen bazı kimselerin teşebbüse geçmek için kendisinin ölümünü beklediklerini düşünüyordu. Yani Muaviye’ye göre devlet başkanının tespiti kendisinin vefatı sonrasına bırakılırsa fitne baş gösterebilirdi.[576] Bu sebeple de kendisi hayattayken devletin başına geçerek kimseyi belirlemesi devletin birliğini temin için zaruriydi.[577]

Konuyla ilgili olarak aynı doğrultuda görüş bildiren Takkuş ise şöyle söylemektedir: “Muaviye 30 yıldan beridir devleti tesis etmek için sarf etmiş olduğu gayretin Haşimilerle kendi kabilesi arasında ortaya -iktidar sebebiyle- çıkabilecek kanlı çekişmelerle yok olup gitmesinden çekiniyordu. Bu sebeple de bu konuyu hayatayken çözmek istedi.”[578]

Vekil ise halifenin tespitiyle ilgili olarak Şûra ve seçime müracaatın gerekli olduğunu ancak zorunlu durumlarda istisnai kaidelere de itibar olunabileceğini belirttikten sonra şunları söylemektedir: “Şûra prensibinin uygulanma imkanı yoksa bu prensibin terki caizdir. Muaviye’den sonra Yezid’e biat olunması gibi. Zira daha önceden Ali ve Muaviye arasında büyük çekişmeler olmuştu. Oysa Muaviye döneminde birlik ve beraberlik temin edilmişti. Kanaatime göre “çok kısa süre de olsa” müslümanlann halifesiz bırakılması bir takım çekişmelere ve ehil olmayanların iktidara geçmesine yol açabilirdi. Bu sebeple müslümanlann içerisinde bulunduklan dönem ve halifenin tayinini zorunlu kılmaktaydı. Üstelik bu makamı arzulayan pek çok insan mevcuttu. Her birisi de bu işe en uygun olarak kendisini görüyordu. Muaviye daha önceden devlet başkanlığı sebebiyle akan kanlan görmüştü. Aynı şeylerin tekranndan korktuğu için onlan halifesiz bırakmak istememiştir...”[579] [580]

Ukaylî ise Muaviye böyle yaparak ümmetin vahdetini teminat altına aldığını ve devletin istikranın koruduğunu söyledikten sonra konuyla ilgili değişik bir sebep daha ortaya koyuyor; “Muaviye döneminde fetihler, geniş bir sahada gerçekleşiyordu. Belki de Muaviye, kendisinden sonra yerine geçecek kişiyi belirlemeden ölürsem bu cephedeki ordulann halife seçimi için avdetine sebep olur” endişesiyle bunu yapmıştır. Yani cephede ordunun başında yer alan şahıslardan bazılan da bu seçime iştirak etmek için merkeze gelmek isteyebilirdi. Bu da fetihlerin seyrini olumsuz yönde etkileyebilirdi.”280

Rayyıs da benzer ifadelerle Muaviye’nin bu gerekçeyle Yezid’i veliahd tayin ettiğini söylemektedir: “...Hz. Osman (r.a'J’ın şehid edilmesi ardından ortaya çıkan fitne, dökülen kanlar, henüz belleklerden silinmemişti. Kimi konuşmalarında Muaviye’nin “Muhammed Ümmetini çobansız sürü gibi bırakmak istemediğini” söylemiş olması da, yine bu gerekçelerden biridir...”'[581]

Asabiyet Duygusunun Ortaya Çıkma Endişesi

Rasûlüllah’m ısrarlı tutumu sayesinde yok olmaya yüz tutan “asabiyet duygusu, Hz. Osman (r.a)’m hilafete geçişiyle yeniden ortaya çıkmaya başlamıştır. Hz. Osman (r.a), halife olduğu zaman yetmiş yaşındaydı. Yaratılışı itibarıyla yumuşak huyluydu. Kendisinden önceki iki halifenin ihtiyatkarlığına pek sahip de değildi. Oysa bu özellik devleti idare etmek için gerekliydi.[582]

Üçüncü halifenin söz-konusu yumuşaklığına bir de kaybolmuş gibi görünen “Haşimi-Emevî” rekabetinin yeniden su yüzüne çıkması eklenince fitnenin ortaya çıkması kaçınılmaz bir hal aldı/[583] İlk iki halife Kureyş’in bu iki kabilesi arasındaki dengeyi korumaya son derece dikkat ederken Hz. Osman (r. a), kabileler arası denge politikasının aksine yönetimde “Emevîlik” unsuruna ağırlık vermiştir.2Su Hz. Osman (r.a)’m akrabalarına duymuş olduğu muhabbetten Ümeyye oğulları fazlasıyla yararlanmıştır.

Öyle anlaşılıyor ki Hz. Osman (r.a) döneminde yeniden devlet kademelerine yerleşen Ümeyye oğulları, Muaviye’nin iktidara geçmesiyle devletin tüm nimetlerinden istifade eder hale gelmişlerdir. Her konuda hakim zümre konumuna yükselmişlerdir. Onlann bu konumlarını sürdürmek istemedikleri düşünülemez. Zira iktidann nimetlerine bir kere alışan insanlann bu nimetlerden mahrum kalmalan kolay olmayacaktır.

Asabiyet duygusunun insanlann üzerinde, özellikle de Arap toplumu üzerindeki etkileri hakkında aynntılı bilgiler veren tbn Haldun, Muaviye’nin Yezid?i veliaht tayini hakkında şunlan söylemektedir: “Muaviye’nin herhangi bir kimse değil de doğrudan doğruya oğlunu veliaht tayin etmesi, yalnızca, halkın birliğindeki yaran gözetme isteğinden kaynaklanmaktadır. Çünkü o sırada, Emevî ailesinden “ehl-i hal ve’l-akd” olanlar onun üzerinde görüş birliğine varmışlardır. Öyle bir dönem ki, Emevîler Kureyş’in en kalabalık ve güçlü boyunu oluşturmakta olduklanndan, kendilerinden başkasına rıza göstermezlerdi. Kaldı ki, egemen kitle onlardı. Bu yüzden de yerine geçecek kişiyi seçerken "daha iyi” olacağını düşündüğü kimseyi değil de, Yezid’i seçmiştir. Bu, birliği koruma ve fitneye set çekme adına, en erdemli kişi yerine erdemi daha az kişiyi seçmektir. Çünkü, bu birliğin önemi, Şârî yanında daha büyüktür. Muaviye için bundan başka türlü de düşünmek olmaz. Onun adaleti ve sahâbeliği bundan başkasını düşünmeye engeldir. Sahibenin büyüklerinin buna katılmaları ve susmaları, konuyla ilgili şüphelerinin kalkmasına delildir. (...) Gerek Muaviye, gerekse ondan sonrakiler, Hulefa-ı Râşidin’in sünnetinden ayrılmakla suçlanamazlar. Çünkü Hulefa-ı Râşidin, mülk sisteminin ortaya çıkmadığı ve dini motifin etkili olduğu bir zamanda yaşadılar, her devrin karakteri ayrıdır. Onlar dinin razı olduğu kimseleri halef seçtiler ve başkalarına tercih ettiler. Ama daha sonra Muaviye’den itibaren asabiyet mülk gayesine ulaşmıştı, dinî motif zayıflamış, sultanî (devlet) ve asabiyet motifine ihtiyaç duyulmuştu. Asabiyetin onayladığından başkası seçilseydi, bu seçim tanınmaz, çabucak bozulur ve birlik, ayrılık ve ihtilafa dönüşürdü.”[584]

İbn Haldun’la hemen hemen aynı görüşleri taşıdığı söylenilebilen Bilmen ise Muaviye’nin Yezid’i veliaht tayin etmesini biraz da Muaviye’yi savunur bir eda ile şu şekilde değerlendirmektedir: “Hz. Muaviye’nin ahirete intikal zamanı yaklaşmıştı, âmme riyasetini ihraz edecek bir kimseye lüzum vardı. O zaman kuvvet ve satvet de Ümeyye hanedanında idi. Bunlar da bu riyasetin başka hanedana intikalini istemezlerdi, aksi taktirde yeniden ihtilâl yüz gösterebilirdi. Hz. Muaviye ise oğlu Yezid’de bir kabiliyet ve iktidar görmekte idi. Yezİd’in aşk ve fücur ile me’lûf olup- olmadığı o zaman malum değildi. Bilakis Yezid, ordulara kumandanlık etmiş İstanbul’un muhasarasında bulunmuş, dirayetiyle temayüz etmişti...”[585]

Olaya kabile asabiyetinden de öte bölge çıkartan yönünden bakan tarihçi Işş ise şunlan söylemektedir: “Muaviye hayattayken Emevî siyasetini tam anlamıyla galip kılmak için uğraşmıştı. Ancak bu siyasete muhalif olacak insanlan tamamen etkisiz hale getiremedi. Muaviye kendisinden sonra bu üç bölgenin (Hicaz’da İbn Zübeyr, Irak’da Hz. Hüseyin, Şam’da da Yezid ve Ümeyye oğulları) temsil ettiği görüşlere sahip insanlann mücadele edeceğini hissetti. O halde çıkması muhtemel olan fitneye nasıl engel olabilirdi? Bir bölgenin hakimiyetinin sürekli hale getirilmesiyle bu kargaşaya engel olunabilirdi. Bu bölge de Şam’dı. Ayrıca veraset de bu maksada yardımcı olurdu. Veraset sistemiyle farklı temayüllerin iktidar için çekişmesi engellenebilirdi. Muaviye’ye göre Şam hilafetin merkezi olarak kalmalıydı. Çünkü Şamlılar, Emevî iktidarı için diğer bölge insanlarından daha itaatkar ve sadıktılar. (...) Şam’ın iktidarı ise en iyi Yezid ile sürdürülebilirdi. Çünkü O, Şam’da doğmuş ve Şam’da yetişmişti. Annesi de Şam’ın en eski sakinlerinden olan Benî Kelb kabilesindendi.”[586] Hodgson da Işş’m benzeri bir görüştedir. Ona göre de Yezid, herhalde Suriyelilerin kabul etmeye hazır oldukları tek adamdı.

Çünkü başka bir aileden gelecek bir kimse beraberinde getireceği ailesi ve kabile bağlarıyla. Muaviye’nin kurmuş olduğu hassas kuvvetler dengesini bozabilirdi.29'

Evlat Sevgisi

Muaviye’nin Yezid’i veliahd tayin etmesinde ona olan babalık şefkatinin de etkili olduğunu söyleyenler olmuştur. Bu hususta kaynaklarda yer alan bir rivayet, Muaviye’nin de benzer hisleri ifade ettiğini göstermektedir.

Hişam, İbn Şirin’den şöyle rivayet etmiştir: “Amr b. Hazm, bir defasında Muaviye’nin huzuruna gitmişti. Ona şöyle demişti: “Ümmet-i Muhammed’in işlerini tevdi edeceğin kişinin seçiminde daha dikkatli olmam tavsiye ederim. “Bunun üzerine Muaviye ona “Sen nasihatini yapmış ve görüşünü bildirmiş bulunuyorsun. Şu anda gerçek olan şu ki Ashabın önde gelenleri hep öldüler. Şu anda onların oğulları ve benim oğlum hayatta. Benim oğlum ise bu işe herkesten daha çok hak sahibidir.” demiştir.”296

Muaviye bir başka sefer ise şöyle demiştir: “Allahım! Ben Yezid’in bir takım faziletlerini gördüğüm için onu veliaht tayin ettim. Sen benim umduğum gibi olması için ona yardım et. Şayet o buna ehil olmadığı halde ben babalık şefkati sebebiyle onu görevlendirmişsem sen bu göreve geçmesinden evvel canını al!”297

Emevîler döneminde gerçekleşen olaylara daha çok Arapçılık taassubu ilk yaklaştığı hissedilen Ukaylî ise Muaviye’nin Yezid’i sadece babalık şefkati sebebiyle tayin ettiğine dair söylenilenleri kabul etmez. Ona göre “Muaviye’yi oğlu Yezid’i veliaht tayin etmeye sevk eden şey sadece babalık hissi olmayıp umumun menfaatini temin gayretidir.”298

Akîl de Muaviye’nin Yezid’i veliahd tayin etmesiyle ilgili olarak şunları söylemektedir: “...Kabilenin lideri veya ordunun komutanı ölmeden önce yerine geçecek kimseyi tespit etme hakkına sahiptir. Üstelik İslâm’da da emirin oğlunun emir olmasını yasaklayan herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. İşte bu sebeple de Muaviye’nin oğlunu veliahd tayini mümkündü ve garipte görülmemeliydi.”299

Akil’in yukarıdaki görüşlerine katılmak mümkün görünmemektedir. Zira çoğunluğunu sahabe ve sahabe çocuklarının oluşturduğu muhalifler Yezid’in [587] [588] veliahtlığına sırf Yezid, Muaviye’nin oğludur, biz onun oğlunun halifeliğini istemiyoruz, şeklinde bir düşünceyle karşı çıkmamışlardır. Onlar Muaviye’nin Yezid’i veliaht tayin etmesinin İslâm’ın ön gördüğü Şûra ve seçim prensibini ortadan kaldırma sonucunu doğuracağını gayet iyi biliyorlardı. Zaten onlar bu hususu sık sık dile getiriyorlardı. Diğer taraftan Hulefa-i Râşidîn’in bizzat kendi çocuklarını kendilerinden sonrası için -ısrarlara rağmen- veliaht tayin etmekten kaçınmalarını nasıl izah edeceğiz. Şayet Akîl’in iddia ettiği gibi İslâm böyle bir yasaklama koymamışsa bu kişiler hangi gerekçelerle oğullarını halife olarak yerlerine bırakmamışlardır? Evet belki kişinin oğlunu yerine halife olarak tayin etmesi yasaktır şeklinde net bir yasaklayıcı hüküm yoktur. Ancak bu konuda daha önce de işaret olunan prensipler ve uygulamalar İslâm devlet anlayışında Muaviye’nin yaptığı gibi babalık hisleriyle de olsa halifenin kendi oğlunu yerine bırakmasını tasvip edecek nitelikten uzaktır.

Muaviye’nin seçimini yaparken kendisinden öncekilerin, sözgelimi Hz. Ebû Bekir (r.a)’in yaptığı gibi en erdemli kişiyi seçme yerine kendi oğlunu seçmesi eleştirilebilecek yanıdır. Halka danışarak böyle birini aday gösterebilirdi. Oğlunu seçmiş olması, elbette, duygusallıktan, evlât sevgisine yenik düşmüş olmaktan, aile tutkunluğundan uzak görülmez. Hem bunlar bir yana, oğlun veya akrabanın bu çok önemli yer için yeterli görülebilecek bir erdeme sahip olduğuna da kimse güvenemez. Her şeye karşı, Muaviye’nin evlat sevgisi ve aile tutkunluğu etkisi altında gerçekleştirdiği görünümü içindeki bu tutumunu haklı görmemiz ve göstermemiz mümkün değildir. Çünkü, ortaya konan bir “veraset” ve “saltanat” sistemidir, başka türlüsü değil.[589]

Ayrıca Muaviye’nin Yezid’i veliahd tayin etme sebepleri arasında zamanın şartlarının bunu gerektirdiğini söyleyenler de bulunmaktadır. Örneğin Rayyıs, devlet başkanlığı seçiminde ideal olanın şura ve seçim yöntemine başvurmak olduğunu belirttikten sonra, bunun İslâm’ın ilk dönemlerinde sayıca az olan müslümanlann dar bir coğrafyada bulunmaları sebebiyle mümkün olduğunu söyleyerek sonra şunları eklemektedir “müslümanlar geniş alanlara yayılmaya, kentler çoğalmaya, mezhepler ve görüşler farklılaşarak artmaya, tutkunluklar baş göstermeye başladı. Bir konu üzerinde halkın görüş birliğine varması yolunda toplanıp görüşmelerde bulunma imkanları azaldı. Tüm bunlar şûrayı ve özgürce bir seçime dayalı olarak her bireyin oyunu alma biçimindeki genel biat kurumunu güç gerçekleşebilir hale getirdi. O dönemdeki genel uygulamada -sırf kimi fitnelerin, iç savaşların kargaşamı! ve düzensizliğin önüne geçmek adına-veraset sistemi yaygın bir yapı arz ediyordu. Tüm bunlarda, îslâm toplumunun veraset sistemini benimsemesinin etkenleri oidu.3u!

Sonuç olarak şu söylenebilir ki, Kur’ân ve sünnet tarafından devlet başkanının tespiti kesin çizgilerle belirlenmedi. Bu noktada kesin kuralların olmaması ilk günlerden itibaren müslümanların kimi, hangi ölçülere göre devletin başına geçireceği konusunda anlaşmazlığa düşürdü. Bu anlaşmazlıklar, sahabe neslinin henüz hayatta olduğu dönemde Kur’ân ve Sünnetin de öngördüğü “şûra, ehliyet ve seçim” prensiplerinin samîmane duygularla uygulanmasıyla herhangi bir çatışmaya yol açmadan çözümlendi. Bununla birlikte îslâm devletinde halifenin nasıl belirleneceği hususunda kesin hükümlerin olmaması problem olarak varlığını sürdürdü.

Muaviye, uzun uğraşılardan sonra kurmaya muvaffak olduğu devletinin kendisinden sonra kim tarafından yönetileceğini tabii olarak önceden düşünmeye başladı. İslâm’da devlet başkanının nasıl tayin edileceğine dair kesin kuralların olmamasının Muaviye’ye bu meseleyi istediği şekilde çözmesinde yardımcı olduğu, söylenebilir. Zira naslar ve uygulamalarda görülen bu boşluk, Muaviye’nin oğlunu kendi yerine halife olarak tayin etmesini kolaylaştmacak nitelikteydi. Her ne kadar İslâm’da devlet başkanının belirlenmesinde “şûra ve seçim” gibi prensipler öngörüyorsa da kişinin kendi oğlunu yerine tayin etmesini yasaklayan açık bir hüküm de bulunmamaktaydı. Peygamber ve Hulefa-i Râşidîn’in uygulamalarını çeşitli sebeplerle görmezlikten gelen Muaviye, oğlunu kendi yerine bırakarak hilafetin özünde değişikliklere yol açtı. Şûra ve seçim bundan böyle önemini yitirdi. Muaviye, kendi döneminde Yezid’in veüahdlığına karşı çıkanların muhalefetine adeta kulaklarını tıkadı. Adı ön plana çıkan beş kişinin bir zihniyeti ve kitleyi temsil ettiğini düşünerek bunların tam anlamıyla ikna edilmesini sağlayamadı. Üstelik kendisi gibi kabiliyetli bir şahsın beceremediği bir işi oğlu Yezid gibi henüz tecrübesiz ve güçsüz birine bırakma yanlışlığına düşerek durumu daha da karmaşık hale getirdi.

Akyüz’ün deyimiyle “Bizzat Muaviye tarafından müslümanların birliğini korumak amacıyla gerçekleştirildiği söylenen veliahdlık meselesi, ne yazık ki, müslümanların veliahdlık taraftarları ve muhalifleri olmak üzere ikiye bölünmesine”'’02 vesile oldu. Biate karşı çıkanların ileri sürdüğü itirazlar sadece üç beş kişinin cılız muhalefetinden ibaret olarak kalmayıp, îslâm tarihinde asırlarca sürecek kanlı iktidar çekişmelerinin doğmasına, siyasî ve dini grupların oluşmasına sebep oldu. Özellikle Muaviye’den sonra iktidara geçen Yezid’in kendisine beyat- etmeyenlere karşı uyguladığı sert ve tavizsiz politika Muaviye’nin veliahdlığm fitneye engel olacağı düşüncesinde ne kadar hatalı olduğunu gösterecek niteliktedir. Dolayısıyla Muaviye’nin ortaya koyduğu ve Yezid’le uygulamaya konulan veliahdlık sistemi etkileri asırlarca süren bir müessese olarak kötü bir şekilde anıldı.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MUAVİYE’NİN ÖLÜMÜ VE YEZİD’İN HİLAFETE GEÇİŞİ

A-MUAVİYE’NİN YEZİD’E VASİYETİ VE VEFATI

Daha sonraki dönemlerde Yezid’in icraatlarıyla ilgili olarak bıraktığı tesir itibarıyla kendisinden sıkça bahsettirecek olan bu vasiyeti kaynaklarda uzun uzadıya yer almaktadır.

Taberî taralından Muaviye’nin Yezid’e vasiyetiyle ilgili iki farklı rivayet nakledilir. Bunlardan birincisi Ebû Mıhnef kanalıyla, İkincisi ise başka ravilerce rivayet edilmektedir. Ancak şunu belirtelim ki, Ebû Mıhnefin kendi kitabı olan “Maktelü’l-Hûseyin” de anlattığı vasiyetle Taberî’de yer aldığı belirtilen rivayeti arasında da bir takım farklılıklar bulunmaktadır.

Taberî, Ebû Mıhnefin şöyle dediğini kaydeder: “Muaviye, vefatıyla sonuçlanın hastalığına yakalandığı zaman oğlu Yezid’i çağırdı ve ona şöyle dedi: “Ey oğulcuğum! Senin için her türlü imkanı hazırladım. Düşmanlarım önünde zelil kıldım. Onların güçlülerini sana boyun eğdirdim. Onları sana itaat ettirdim. Kurmuş olduğum bu düzende kimsenin seninle çekişmesinden korkmuyorum. Sadece 4 kişinin seninle mücadeleye girişeceğini zannediyorum. Onlar da Ali’nin oğlu Hüseyin, Ömer’in oğlu Abdullah, Zübeyr’in oğlu Abdullah ve Ebû Bekir’in oğlu Abdurrahman’dır.”[590]

Rivayetin bundan sonraki kısmı ikinci rivayetle benzerlik arz etmektedir. Bir başka deyişle Taberî’nin Ebû Mıhnef ten aldığı rivayette bulunan yukarıdaki kısım Taberi’nin başka ravilerden rivayet ettiği haberde yer almamaktadır. Ebû Mıhnef ten nakledilen bu rivayette, Muaviye’nin vasiyetini yapacağı zaman Yezid’i yanma sesletmesi ve Abdurrahman b. Ebû Bekir’i de dikkat edilmesi gereken şahıslar arasında zikretmesi rivayetin değerini azaltacak mahiyettedir.[591]

Muaviye’nin vasiyetiyle ilgili Ebû Mıhnefin Taberî’de yer alan rivayetiyle[592] Maktelü’l-Hüseyin’de[593] yer alan rivayeti bundan sonraki kısımda benzerlik arz etmektedir. Üstelik bu rivayet, Taberî’nin Ebû Mıhnef dışındaki ravilerden aktardığı rivayetle de uyuşmaktadır. İkinci rivayet şeklinde bahsettiğimiz bu rivayetteki tek fark ise vasiyette Abdurrahman b. Ebû Bekir’in zikredilmemesidir.

ikinci rivayet Hişam[594], Avâne[595] ve Muhammed b. Ömer (Vakıdî)[596] tarafından nakledilmiştir. Buna göre Muaviye hastalandığı sırada Şam’da bulunmayan Yezid’e iletilmesi için bir vasiyet yazdı. Bunu Yezid’e iletmeleri için Dahhak b. Kays ve Müslim b. Ukbe’ye verdi. Dine veri ise Muaviye’nin, vasiyetini Dahhak b. Kays ve Müslim b. Ukbe’ye verdiğini ve bunlardan vasiyetini Yezid’e vermelerini istediğini belirtmektedir. Bir süre sonra Yezid’in gelmesi üzerine bizzat kendisi (Muaviye) vasiyetini Yezid’e şifahen söyledi, bir süre sonra da öldü.[597]

Muaviye vasiyetinde şunları ifade ediyordu: “Hicazlılara dikkat et! Onlar senin ashndırlar. Onlardan sana gelenler olursa ikramda bulun, gelmeyenlerle de iyi münasebetler kurmaya çalış. İraklılara iyi bak. Onlar senden her gün bir vali değiştirmeni isteseler yine kabul et, çünkü bir vahyi görevinden almak sana karşı yüz bin kılıcın çekilmesinden daha hayırlıdır. Suriye Araplannı kendine sırdaş yap. Sırlarım onlara söyle. Düşmanlarından bir şey gelirse, bunlarla karşı koyarsın. Düşmanım yendiğin zaman Suriye halkım memleketlerine geri gönder. Çünkü onlar başka yerlerde kalırlarsa, ahlakları değişir. Bulundukları bölgenin halkının ahlakıyla ahlaklanabilirler. Halifelik konusunda seninle Kureyş’ten üç kimseden başka birinin ihtilafa düşeceğini zannetmiyorum. Bu üç kişi Hüseyin b. Ali, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr’dir. İbn Ömer, dini bütün bir kimsedir. Dünyadan elini eteğini çekmiştir. Bu iş için seninle savaşacağını ve ayağına hazır gelmedikçe bu işi istediğini sanmıyorum. Herkes sana biat edince o da biat eder. Hüseyin b. Ali zayıf bir adamdır. İraklılar ona destek olur, o da sana karşı baş kaldırır ve sen ona galip gelirsen, kendisini affet, çünkü onun bizimle hatırı sayılır bir akrabalığı, büyük hakkı ve Hz. Muhamemed’le yakınlığı var. İraklıların onu yerinden çıkarıncaya kadar rahat bırakacaklarını sanmıyorum. Şayet eline geçirirsen onu affet. Zira ben olsaydım onu affederdim. Sana aslan gibi saldırıp, tilki gibi tuzak kuracak olan tek kişi Abdullah b. Zübeyr’dir. Eğer bu adam sana karşı bir oyuna kalkarsa, onu lime lime kes ve kendi adamlarının kanım döktürmemeye çalış. Barış isterse kabul et.[598]

Görüldüğü gibi Muaviye’nin ölmeden önce Yezid’e yönelik yaptığı vasiyet kaynaklarda farklı şekilde yer almaktadır. Bu vasiyetin Yezid’e nasıl ulaştığı ve hangi ifadelerden oluştuğu hususunda bir ittifak söz konusu değildir. Bununla birlikte şu söylenebilir ki, Muaviye’nin bu vasiyetinin içeriği önemlidir. Bu noktada vasiyetin Yezid’e nasıl ulaştığı pek önemli olmamalıdır. Muaviye, vefatı öncesinde bu vasiyeti Yezid’e iletmeleri için yakın adamlarına teslim etti diyen tarihçilerin bu konudaki ısrarları göz önünde buhmdurulduğunda bu bilgi doğru kabul edilebilir. Buna göre Yezid, babasının hastalığı esnasmda Şam’da bulunmadığı için Muaviye,’nin vasiyetini yakın adamlarına Dahhak b. Kays ve Müslim b. Ukbe’ye teslim ettiği söylenebilir.[599]

Vasiyetten anlaşılan şu ki Muaviye baba olarak oğluna şefkat hisleriyle bir takım tavsiyelerde bulunmaktadır. Muaviye bu vasiyeti oğlunun ileride karşılaşabileceğini tahmin ettiği problemleri aşabilmesi için yapmış olmalıdır. Zira Muaviye, vasiyette tecrübeleriyle edindiği bilgilerden hareketle gerek şahıslar (Hüseyin, İbn Zübeyr, İbn Ömer) gerekse bölgeler ve halkları hakkında bilgiler veriyor, bunlara karşı nasıl davranılması gerektiğini oğluna hatırlatıyordu.

Siyasî ve İdarî yönden büyük bir şaheser sayılabilecek olan bu vasiyet, çok önemli prensiplerden ibaretti[600] Gerçekten de bu vasiyet, Muaviye’nin dünyevî tecrübelerini yansıtmaktadır. Vasiyetinde verdiği programa göre, şayet Yezid’in yerinde olsaydı, adamları iyi tanıyarak ve kısa dönem için tedbirini alarak siyasetini yeniden uygulayacaktı.[601] Ancak Yezid’in babasının vasiyetinde işaret ettiği hususlara pek uyduğu söylenemez. Zira babası ona Hicazlılara özellikle de Hz. Hüseyin’e müsamahakar davranmasını tavsiye ediyordu. Oysa olaylar pekte bu doğrultuda gerçekleşmedi.[602] Pek tabidir ki, babasının sahip olduğu kabiliyet ve karizmaya sahip olmayan Yezid, bu vasiyetin gereklerini yerine getiremedi.[603] Bununla birlikte ileriki bölümlerde de işaret olunacağı üzere Yezid’in döneminde gerçekleşen iç harpler esnasında iddia olunduğunun aksine sert tutum içerisinde olmadığını, bunda babasının vasiyetine uyma düşüncesinin de rol oynadığını söyleyenler de bulunmaktadır.

B-YEZİD’İN BABASININ ÖLÜMÜ ÜZERİNE ŞAM’A GELİŞİ

Tarihçilerin belirttiğine göre Muaviye söz konusu edilen vasiyetinden kısa süre sonra, 60 yılında Recep ayının ortalarında (Aralık 679) öldü.[604]

Muaviye’nin vefatı esnasında Yezid’in Huvvârîn[605] de bulunduğu söylenmektedir.[606]

Rivayetlerde Yezid’in Huvvârîn’de bulunduğu esnada, babasının hastalığının arttığına dair haberi mi, yoksa onun vefatına dair bir haberi mi aldığına dair iki ayrı bilgi vardır.

Bazı tarihçilere göre Muaviye’nin hastalığının ağırlaştığını hisseden Dahhak b. Kays, Huvvârîn’de bulunan Yezid’e bir haberci gönderdi. Yezid, babasının hastalığının ağırlaştığım öğrenir öğrenmez Şam’a gelmek üzere harekete geçti. Şam’a geldiğinde ise babasının öldüğünü gördü.[607]

Diğer taraftan Yezid’in Huvvârîn’de kendisine gönderilen haberciden babasının ölüm haberini aldığım söyleyenler de vardır.[608]

Yezid’in babasının hastalığının ağırlaştığını veya öldüğünü öğrendiği esnada hangi maksatla Huvvârîn’de bulunduğuna dair verilen bilgiler net değildir. Îsfâhânî onun yazlıkta bulunduğunu kaydediyorsa da bu hususta başka tarihçilerin bir şey söylemediklerini belirtmek gerekir.[609] Zehebî ise “babası öldüğünde Yezid, Hıms’ın köylerinden birindeydi. Dayılarının arasında bir deve üzerinde bulunuyordu. Başında sarık, belinde de kılıç yoktu.”[610] demektedir.

Yezid, babasının öldüğünü duyduğunda çok üzülmüş, bu üzüntüsünü söylediği şu şiirle[611]dile getirmiştir:

Postacı alelacele bir mektup getirdi.

Mektubu kalbe korku salıyordu

Allah (celle celâlühü) aşkına söyle, mektupta ne var? dedik

Halife rahatsız oldu dedi, (sıkıntılı).

Hızlı atlara binerek yola koyulduk

Vadileri aşarak çabucak geldik

Yolda karşılaştıklarımıza aldırış etmedik

Ayaklarımızın bizi ulaştırdığı şeye de

Yeryüzü sallanıyordu bizimle

Sanki direklerinden biri kopmuş çadır gibiydi

Kendisi bir uçurumun kenarında duran kişinin

Hayatının anahtarı düşecek demektir

Oraya ulaştığımızda kapıda

Remle ’nin feryatları yankılanıyordu.

Nefsini alçaltmayan şerefiyle ölür.

Nefsinin peşinden koşanlar onun uğradığı akibete düçâr olur.

Hind’in oğlu gömüldü, şeref te onunla birlikte gitti.

Her ikisi de bir biriyle bir bütündü ve iç içeydi.

Alnı akbaşı açık idi. Onula bulutlardan yağmur istenirdi.

İnsanların hayellerindeki kahramanlarla bile savaşsa yine onları yenerdi.

Onun açtığı gediği insanlar bütün gayretlerini harcasalar da kapatamazlar.

Onun kapattığı gediği de asla yıkamazlar.[612]

Yezid, Huvvârin’den Şam’a gitmek üzere ayrıldı. Diğer taraftan Muaviye’nin vefatı üzerine Şam’da büyük bir matem yaşanıyordu/[613] Şam valisi Dahhak b. Kays belki de bu matemin yatışmasını temin maksadıyla mescitte bir konuşma yaptı, elinde tuttuğu kefeni göstererek şunları söyledi:"...Muaviye, Arapların koruyucusu, yardımcısı ve uğurlarına çaba sarf edeniydi Allah (celle celâlühü), onun vasıtasıyla fitneyi kaldırdı. Onu kullarına hükümdar yaptı. Memleketleri fethettirdi. Ancak şimdi Muaviye öldü, şunlar da onun kefenidir. Kendisini bu kefene sarıp mezarına koyacak, amelleriyle baş başa bırakacağız. Sonra da kıyamete kadar, berzahın korkunç aleminde yaşayacaktır. Sizden onu görmek isteyen varsa gelip görebilir.”[614]

Dahhak bu konuşmayı yaptıktan sonra Muaviye’nin cenaze namazım kıldırdı.[615] Muaviye’nin Babü’s-Sagir mezarlığına defnedilmesinden[616] bir süre sonra[617]Şam’a id, babasının cenazesine yetişemediyse de doğruca kabristana-giderek nda cenaze namazını kıldı.[618]

i, kabristandan ayrıldıktan sonra giderek el-Hadra sarayında konakladı, juruda üç gün boyunca dışarıya çıkmadığı gibi hiç kimseyle de lini söyleyenler varsa da[619] [620] böylesine kritik bir günde belkide otorite ı doğmasına yol açacak şekilde Yezid’in sarayda matem tutması pek ünmemektedir. Nitekim konuyla ilgili ayrıntılı bilgiler veren diğer a bunun tam aksine Yezid’in babasının mezarım ziyaret ettikten sonra el- lyına gittiği, gusül alıp temiz elbiselerini giyindiği ve halkın camide üzerine camiye gittiği belirtilmektedir.3'

YEZİD’İN HİLAFETE GEÇİŞİ

Muaviye’nin vefatı üzerine Şam’a gelen Yezid, babasının kabrini ziyaret ıra el-Hadra sarayında bir süre dinlendi. Müteakiben mescide gitti ve ilk ıı burada yaptı. Bir anlamda Yezid’in devlet başkanlığında uyacağı /e metotları da içeren bu konuşma şu şekildedir: “Dilediğini •meye kadir olan, istediğine veren, istemediğini de mahrum eden, dileğini lediğini de alçaltmaya kadir olan Allah (celle celâlühü)’a hamdolsun! Ey insanlar! Allah (celle celâlühü)’ın kullarından bir kuldu. Allah (celle celâlühü), ona nimet bahşedip ıra onu yanma aldı. O kendisinden öncekilerden daha aşağı derecede idi.

 sonrakilerden ise daha faziletliydi.. Allah (celle celâlühü), onun durumunu daha iyi bilir. Eğer onu tendi rahmetiyle affeder. Eğer onu azaplandınrsa günahı sebebiyle nş olur. Ben ondan sonra idarenin başına geçtim. Maksadımı elde etmek çbir sıkıntıdan dolayı üzülmem. Bilmediğim bir şeyi yaptığım zaman r dilemem. Zaten bilmediğim bir şeyi bundan sonra öğrenecek de değilim. Bana karşı ölçülü (dikkatli) olun. Çünkü Allah (celle celâlühü)’m dilediği şey gerçekleşir.”[621] Ayrıca diğer kaynaklarda Yezid’in bu sözlere ilaveten halka vaatlerden ibaret şeyler de söylediği belirtilmektedir: “Muaviye, sizi deniz gazasına gönderirdi. Ben müslümanlardan herhangi birini deniz seferine sevk etmeyeceğim. Muaviye, sizi kışın Bizans diyarına gönderip (Şevâtî) gaza ettirirdi. Ben herhangi birinizi böylesi bir sefere göndermeyeceğim. Muaviye, sizin maaşlarınızı üç taksitte öderdi. Ben hepsini peşin olarak vereceğim.”[622]

Mes’ûdî, bu rivayeti naklettikten sonra şunları ilave etmektedir: “Yezid, bu konuşmayı yapıp yerinden kalkınca orada bulunanlara kişiliği ve kavmi içerisindeki konumuna göre mal verilmesini, maaşlarının artırılmasını ve derecelerinin yükseltilmesini emretti”[623] Yezid’in bu sözleri halkı memnun etmiş olmalı ki konuşmanın akabinde dağılanlar ona övgüler yağdırarak dağılıyorlardı.[624] İktidara geçtiği esnada halkın sempatisini temin etmeyi amaçlayan Yezid, beytü’l-mâlden özellikle Şamlılara Kolca ihsanlarda bulundu.[625]

Yezid’in atâ ile ilgili vaatleri takdire şayan görülebilir.[626] Muaviye gibi otoriter ve halkının sevgisini kazanan bir halifeden sonra iktidara geçecek kimsenin onun bıraktığı koltuğu doldurması, kendisini benimsetmesi kolay olmayacaktı. Belki de bunun farkında olan Yezid, daha ilk andan itibaren kendisini sevdirecek ve halkının memnuniyetine yol açacak bir faaliyet yapmak istedi, bu amaçla da hâzineden halka ihsanlarda bulundu.

Yezid, konuşmasının bir bölümünde ise izleyeceği Bizans siyasetinden de söz etti. İleride de temas olunacağı üzere Yezid’in bu konuşma da söylediklerine bağh kaldığı, halifelik yaptığı sürece Bizans’la savaş yapmadığı söylenebilir.[627]

Yezid’in daha ilk konuşmasında Bizans’a karşı tertiplenen yaz (Sevâfî) ve kış (Şevâtî) seferlerine son vereceği vaadine bakılarak müslüman savaşçıların böylesi bir durumdan muzdarip oldukları sonucuna ulaşılabilir. Zira Rum beldelerinde aşırı soğuk vardı. Ayrıca denizde gemilerle savaşmak da onlara zor geliyordu. Yezid, bu durumun farkındaydı. Çünkü-Bilâd-ı Rum’a karşı düzenlenen seferlere iştirak etmesi sebebiyle durumdan haberdar idi.39

Yezid’in Bilad-ı Rum’a karşı düzenlenen seferleri durdurması, Bizans’ın cesaretlenmesine yol açtığı ve daha önceki seferler neticesinde ele geçirilen topraklara iskan olunan müslüman tebaanın emniyeti açısından da bu karar olumsuz etkiler doğurduğu söylenebilir.40

Şam’da iktidar koltuğuna oturan Yezid, çoğunluğunu ordu mensuplarının oluşturduğu söylenilebilecek kimseleri bu tür konuşmalarla memnun etmek istediyse de, devletin dış siyaseti ve fütûhatın seyri açısından bu sözlerin faydalı olmadığı ifade edilebilir. Bilindiği gibi Bizans’a karşı düzenlenen seferler bazı ufak tefek teşebbüsler sayılmazsa I. Velid dönemine kadar bir duraklama devresine girmiştir.

YEZİD’İN HİLAFETE GEÇİŞİ ESNASINDA İSLÂM DEVLETİNİN DURUMU

Yezid, iktidara geçtiği esnada otuz dört yaşındaydı. Bu dönemde, Medine valisi Vehd b. Utbe b. Ebî Süfyan, Mekke valisi ise Amr b. Sâid b. el-Âs, Küfe valisi Numan b. Beşir, Basra valisi de UbeyduUah b. Ziyad idi.41 Yezid, babasının zamanında da valilik makamında bulunan bu şahıslan görevlerinde bıraktı.42

Muaviye’nin uyguladığı politika neticesinde İslâm devletinde sükunet sağlandı. Muaviye kendine has metotlarla sükuneti temin etti.43 Bundan dolayı da babasının ölümünden sonra Yezid, problemi olmayan bir devletin başına geçti. Onu bekleyen tek sıkıntı babası döneminde de muhalefette bulunan kimselerin biatlerini almaktı.44

Muaviye’nin vefatından sonra Şam’a gelen Yezid, Şamlıların biatlerini'almayı başardı. Şamlılar, Muaviye’nin hayatta olduğu dönemde Yezid’in veliahtlığına yaptıkları biate sadakat göstererek, biatlerini yenilediler.[628]

İktidarın Emevîlere geçişiyle siyasi ağırlık ve İktisadî yoğunluk Hicaz ve Irak’tan Şam’a intikal etti.[629] Bu durum Hicaz ve İraklıların Emevî iktidarım kabulünü güçleştirdi

Vaglieri, Yezid’in halifeliğe geçişi döneminde İslâm dünyasının durumuyla ilgili olarak şunları söylemektedir: “I. Yezid iktidara geçtiğinde, babasının gözaltında tuttuğu muhalefet ona karşı harekete geçti Kûfe’deki Ali taraftarlarının oluşturduğu fırka onu devirmeyi planlamış, Medineliler ayaklanmıştı. Mekke’de yaşayan İbn Zübeyr de iktidar için etrafına insanlar toplamıştı. Tüm müslümanlar, İslâm’a bağlılığı bu kadar çok tenkide maruz kalmış bir ailenin iktidarda kalmasını dinin kutsiyetine bir hakaret addederek bir araya geldiler. Bunlar olurken Hâricîler de Arkalarını yeniden teşkilatlandırıp mücadeleye dahil olmaya hazırlandılar. Devletin çeşitli bölgelerinde patlak veren olayların hepsi de aynı sebebe dayanmıyordu. Ancak bütün Arkalar, belli başlı motiflerde ortaktılar. Mesela tebaasını disiplinli bir dalkavukluk derecesine düşüren güçlü hükümetten hoşnutsuzluk, devletin başkenti olması hasebiyle Suriye’ye karşı duyulan kıskançlık ve tavizsiz bir dinî devletin yeniden teşekkülü halinde işlerin daha iyiye gideceğine duyulan inanç. Tüm bu başkaldırmalara dini gerekçeler gösterilmekteydi...”[630]

İraklılarla Şamlılar arasında sürekli bir mücadele vardı. Çünkü her bir vilayet, devletin merkezi olmak ve iktidarın nimetlerinden ilk önce istifade etmek arzusundaydı ve bu uğurda mücadele veriyordu.[631] Irak ve diğer İslâm beldelerinde Emevî iktidarının hak olan halifelik rejimini değil de zorbalığa dayanan saltanatı temsil ettiği görüşü hakimdi. Bu görüş devlete olan muhalefeti sürekli güçlendiriyordu.[632]

Irak’m Emevî hakimiyetine bakış tarzı tam bir bütünlük arz etmiyordu. Kûfeliler, Hz. Ali’ye olan yakınlıklarından kaynaklanan sebeplerle Yezid’in halifeliğine biat etmediler. Daha ilk andan itibaren onu devirmek için bir gayret içerisine girdiler. Hz. Ali taraftarları, Basra’da pek yoğun değildiler. Basra’da Yezid için asıl tehlikeyi Hâricîler oluşturuyordu.[633]

Hicaz’da ise durum biraz daha farklıydı. Burada Iraktaki gibi Yezid’in halifeliğine toptan bir itiraz söz konusu değildi. Hicazlılar daha önceden yaptıkları biatlerini en azından bozduklarım ifade etmeksizin sürdürüyorlardı. Bu bölgede biat etmeyenler sadece ileri gelen bazı kimselerdi

Hodgson’un “Medine’nin eski müslüman aileleri” olarak tanımladığı[634] bu kimseler zaten Muaviye döneminde de Yezid’e net bir şekilde biat etmediler. Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr’in başını çektiği bu gurupta yer alanlar Yezid’in halifeliğine biat etmediler. Bir başka ifadeyle “Hicazlılarm büyük bir kısmı Yezid’in halifeliğine karşıydı. Ancak bunlardan sadece ileri gelen bazı zevat, ona biatten imtina ediyordu.”[635]

Bu dönemle ilgili bilgiler veren kaynaklar, Yezid’in hilafet makamına geçtiği esnada devletin başka bir probleminden söz etmemektedirler. Yezid’in halifeliğe geçmesinden hemen sonra başlayan biate karşı çıkanlarla yapılan mücadele, onun ölümüne kadar devam etti. Yezid’in halifeliğine karşı çıkanlardan Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Abbas, Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr’in aksine biatten kaçınma şeklindeki tutumlarında ısrarcı olmadılar.

Vakıdî’nin belirttiğine göre Muaviye öldüğünde Abdullah b. Ömer ve Addullah b. Abbas, Mekkede idiler.[636] [637] Medine valisi Velid b. Utbe tarafından biate çağırılan İbn Ömer, “herkesin biat etmesi durumunda kendisinin de Yezid’e biat edeceğini” söyleyerek hemen biat etmedi. Çeşitli vilayetlerden Yezid’e biat haberlerinin gelmesi üzerine Abdullah b. Abbas‘la birlikte İbn Ömer de Yezid’e biate iştirak etmiştir.

Abdullah İbn Ömer ve Abdullah İbn Abbas’m fazla direnmeksizin biat etmelerinden sonra Yezid’in halifeliğine karşı direnen grubun sayısının ikiye düştüğü söylenebilir. Bunlar Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr’dir.

YEZİD’İN HALİFELİĞİNE KARŞI ÇIKANLARA KARŞI TUTUMU

Daha önce de belirtildiği üzere iktidara geçtiği esnada Yezid’i bekleyen tek problem, kendisine biat etmeyen dört kişinin biatlerini almaktı. Bunlardan ikisi Muaviye’nin de Yezid’e vasiyetinde işaret ettiği gibi zorlu rakip değillerdi. Böylece Yezid için geriye iki güçlü muhalif kalmış oluyordu. Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr.

Bu ikisinin biat etmemesi sıradan insanların biat etmemesine benzemiyordu. Zira bunlar müslümanlann katmda saygınlığı olan ve pek çok taraftan bulunan kimselerdi. Bunların biatlerinin alınmaması. Yezid’in halifeliği için bir noksanlık oluşturacaktı. Bunun bilincinde olan Yezid, ilk iş olarak bunların biatlerini almak için teşebbüse geçti[638]

Medine Valisinin Hz. Hüseyin ve İbn Zübeyr ile Görüşmesi

Yezid, Medine’de bulunan Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr’in biatlerini alması için Medine valisi Velid b. Utbe b. Ebî Süfyan’a bir mektup yazdı.[639] Bu mektupta şunları söyledi: “Mü’minlerin emiri Yezid’ten Velid b. Utbe’ye. Muaviye, Allah (celle celâlühü)’ın kullarından bir kul idi. Allah (celle celâlühü) ona ikramda bulundu, onu halifeliğe geçirdi. Ona imkanlar bahşedip üstünlükler verdi, o da bir süre yaşadı ve eceliyle öldü. Allah (celle celâlühü), kendisine rahmet etsin. Övgüye layık olarak yaşadı. İyi, takvalı ve temiz bir insan olarak vefat etti. Vesselam” Yezid ayrıca fare kulağı kadar küçük bir kağıda da şunları yazmıştı: “Hüseyin, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr’in[640] biatlerini al. Biat etmezlerse zora başvur. Biatlerini alana kadar da vazgeçme!”[641] Yezid bu mektubu, Benî Amir b. Lüey’in oğullarından biri olan Abdullah b. Amr b. Üvey s ile gönderdi.[642]

Diğer taraftan Yezid’in mektupta “Yazım sana gelince, Hüseyin b. Ali ve Abdullah b. Zübeyr’in bana biat etmelerini sağla. Şayet biat etmekten kaçınırlarsa, boyunlarım vur! Başlarım bana gönder! Halkın da biatini al! Biatten kaçanlar hakkında ise, Hüseyin b. Ali ve Abdullah b. Zübeyr hakkında olduğu gibi, hükmü yerine getir!” dediği de rivayet edilmektedir.[643]

Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı üzere Yezid’in biat etmeyenlerin biatlerinin alınmasıyla ilgili emirlerini içeren mektuptaki ifadeler farklılık arz etmektedir.

Birinci rivayette biat etmeyenlerin biatlerinin temini için kararlı davranılması emredilmekteyken ikinci rivayette biate yanaşmayanların öldürülmesi istenmektedir.

Tarihçilerin çoğunluğunun birinci rivayeti nakletmesi bir tarafa, ikinci rivayette yer alan bazı unsurların, bu sonuncusunun değerini azalttığı söylenebilir:

1-                     jkinci rivayetin ravilerinin Ya’kubî ve benzerleri gibi Şiî tarafgirliğiyle bilinenlerden[644] oluştuğu görülmektedir. Üstelik Ebû Mıhnef, Taberî’de yer alan rivayetinde Yezid’in biat etmeyenlerin öldürülmesine dair bir emrinden söz etmezken Maktel’de bu şekilde bir ifade de bulunması da bu rivayete ihtiyatla yaklaşılmasını gerektirmektedir.[645]

2-                    Yezid’in iktidara geçtiği esnada tüm seçenekleri denemeden muhaliflerin derhal öldürülmesini istemesi de pek mümkün görünmemektedir. Zira hem Muaviye’nin özellikle barışçı yolu seçmesine dair vasiyeti, hem de Yezid’in iktidara geldiği esnadaki tavrı sertlik yanlısı olmaktan uzaktı.

Di-Yezid, biat etmeyenleri öldür demiş olsaydı vali Velid b. Utbe bunu mutlaka yapardı. Halifenin emrini yerine getirmemek bir vali için söz konusu olamazdı. İleride görüleceği üzere Velid, bu şahısların biatlerini almak için çaba gösterdiği ancak, bunları öldürmek için bir gayret içerisine girmediği söylenebilir.

IV-Şayet Yezid’in böyle bir emri var idiyse Mervan neden aynı doğrultuda tavsiyede bulunsun ki? Yani, Yezid biat etmeyenlerin öldürülmesini emretmişse, bu emrin ilk muhatabı olan Velid’e, Mervan’ın “biat etmezlerse onları öldür” demesinin ne lüzumu olabilir ki?

Yukarıdaki gerekçelerle Yezid’in, biat etmeyenlerin öldürülmesini emretmediğini söyleyebiliriz. Ancak burada şunu da belirtmek gerekir ki, Yezid’in birinci rivayette yer alan ifadelerinden de biat etmeyenleri kendi hallerinde bıraktığı, onların biatlerini almak için herhangi bir yaptırımda bulunmak istemediği sonucu çıkarılmaz. Çünkü bu şahıslar Yezid’in iktidarı için tehlikeydiler. Bu tehlikenin görmezlikten gelinmesi söz konusu olamaz. Nitekim bunun bilincinde olduğu söylenilebilecek Yezid, “...biat etmezlerse zora başvur! Biatlerinin alana kadar da vazgeçme” diyerek bu işin peşini bırakmayacağını gösteriyordu.

Bu arada üzerinde kısaca durulması gereken bir hususta Yezid’in Velid’e yazdığı mektuptan başka küçücük bir kağıda da biat etmeyenlerin isimlerini yazarak, bunların biatlerinin alınmasını emretmesidir.

Kaynaklarda mektubun dışında yazılan pusulanın fare kulağı kadar küçük bir kağıt olduğu söylenmesine rağmen Yezid’in neden bu kağıda yazdığı şeyleri mektupta ifade etmediği belirtilmektedir.

Tarihçi Işş, Yezid’in böylesine ciddi bir meseleyi ufak tefek bir kağıda yazmasını, onun lâubalîline, devlet ciddiyetinden uzak olmasına bağlıyorsa da [646] Yezid’in babasının ölüm haberini bir mektupla Velid’e bildirdiği göz önüne alındığın da onun sadece ufak tefek kağıtlarla mesajım iletmediği görülecektir.

Mektup, isim ve imza ile son bulan bir vesika mahiyetindedir. Oysa rast gele, ufacık bir kâğıda yazılan, altında isim ve mühür bulunmayan bir yazı ise resmi bir hüviyet taşımaz. Belki de bunun bilincinde olan Yezid, ikinci kağıda yazdığı emirlerin başkaları tarafından ele geçirilmesi halinde aleyhte kullanılmasını engellemek için bu emirleri mektuba yazmadı. Böylece ikinci kağıtta yer alan ifadelerin altında imzası ve mührü bulunmadığı için kimse bu kağıtta yer alan sözlerden dolayı Yezid’i suçlayamayacaktı.

Medine valisi Velid b. Utbe, Yezid’den gelen mektubu geceleyin aldı.[647] Muaviye’nin öldüğünü duyan ve dehşete kapılan Velid, olası bir fitnenin önüne geçmek için derhal teşebbüse geçti.[648] Çünkü Muaviye gibi dirayetli bir devlet başkanmm bile biatlerini alamadığı kimselerin biatlerinin Velid gibi rahatına düşkün, ve barışı seven bir valinin[649] temin etmesi güç bir işti.

Velid bir süre dehşet içerisinde kaldı; ne yapacağını şaşırdı. Bunun üzerine araları iyi olmamasına rağmen Mervan b. el-Hakem’i fikir danışmak üzere köşke davet etti.[650] Mervan, Velid’in huzuruna geldiğinde Muaviye’nin öldüğünü duydu ve çok üzüldü. Daha sonra Velid’in isteği üzerine biat etmeyenlerle ilgili olarak ‘Muaviye’nin ölümünü öğrenmelerinden önce biat için onları çağır, biat etmezlerse boyunlarım vur’ tavsiyesinde bulundu.[651]

Velid b. Utbe, Mervan’m tavsiyelerine uyarak gecenin geç saatleri olmasına rağmen, bir çocuğu[652] Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr’in peşine gönderdi.[653] [654]

Valinin elçisi geldiğinde Hz. Hüseyin ve İbn Zübeyr, Mescitte oturuyorlardı. Elçi, “vali ikinizi köşkte bekliyor” dediğinde şaşırdılar. Çünkü, valinin böylesine geç bir vakitte toplantı yapma alışkanlığı yoktu. Hem bu kadar geç saatte kendileriyle neyi görüşecekti ki? Bu ikisi merak içerisinde kaldılar. Elçiye “sen git biz birazdan geliriz” dediler. Onun gitmesinden sonra Abdullah b. Zübeyr, Hz. Hüseyin’e “Sence, bu saatte adam gönderilip çağırılmamızın sebebi ne olabilir?” diye sordu. Hz. Hüseyin, “sanıyorum ki, Muaviye öldü. Biat için çağırılıyoruz” dedi. Abdullah b. Zübeyr "Ben, bundan daha başka bir maksadı bulunduğunu sanmıyorum"' dedi. Mescitten ayrılıp evlerine gittiler.'1

Veîid’in bu ikisinin arkasına tekrar adam göndermesinden soma Hz. Hüseyin aile efradının istememesine rağmen Veîid’in huzuruna gitmeye karar verdi, beraberinde yakınlarından bir grubu da alarak köşke ulaştı. Hz. Hüseyin onlara, kapıda oturmalarını, sesini işitir işitmez, içeri dalmalarını emrettikten sonra Veîid’in huzuruna girdi.[655]

Diğer taraftan Abdullah b. Zübeyr, Hz. Hüseyin’in Veîid’in yanına gitmesini fırsat bilerek, Veîid’in kendisiyle ilgilenmeyeceği düşüncesiyle aile efradını toplayarak Mekke’ye gitmek üzere (aym gece) yola çıktı. İbn Zübeyr, el-Fur’ yolunu takip ederek Mekke’ye gitti.[656] [657]

İbn Zübeyr’in Mekke’ye gitmek üzere yola çıktığı esnada Veîid’in huzuruna varan Hz. Hüseyin, içeri girdiğinde Mervan’ın da orada olduğunu görünce şaşırdı. Çünkü bu ikisinin aralan daha önceden de belirtildiği üzere iyi değildi. Velid, Yezid’in yazısını okuduktan sonra, Hz. Hüseyin’i Yezid’e biate davet etti. Hz. Hüseyin “înna lillahi ve inna ileyhi râciûn. Allah (celle celâlühü), Muaviye’ye rahmet etsin. Sana da büyük ecir versin. Biat işine gelince; benim gibi birisinin gizlice biat etmesi uygun olmaz. Hem, halkın huzurunda yapılmayan böylesi bir biati kabul etmeyeceğinizi, yeterli görmeyeceğinizi zannediyorum. Halkı biate çağırdığınızda bizi de çağınrsmız. Böylece tek iş olmuş olur” dedi./4

Hz. Hüseyin’in bu sözleri üzerine Velid b. Utbe, onun gitmesine izin verdi. Hz. Hüseyin’in gitmesine engel olmak isteyen Mervan b. el Hakem, Velid’ten Hüseyin’in biatini mutlaka almasını, ya da biat edene kadar onu hapsetmesini, aksi halde kendisinin Hüseyin'i öldüreceğini söyledi. Hz. Hüseyin, Mervan’ı azarlayarak oradan çıkıp evine gitti. Hz. Hüseyin’in ayrılmasından sonra Mervan, Velid’e sözünü tutmadığı için kızdı; bu fırsatın bir daha ele geçmeyeceğini söyledi. Velid ise “Vallahi, Hüseyin’i öldürüp te, dünyanın her tarafına, üzerine güneşin doğup battığı bütün mal ve mülküne sahip olacağımı bilsem, yine de onu öldürmek istemem. Sübhanallah! Biat etmem dedi diye Hüseyin’i mi öldüreyim?! Vallahi bu işi yapmaktan doğacak sorumluluk, kıyamet gününde Allah (celle celâlühü) katında mizanda Hüseyin’in kanma girmenin hesabını vermekten daha hafif, daha kolaydır” karşılığım verdi.[658]

öyle anlaşılıyor ki Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr, Mervan’in sertlik yanlısı olmasına rağmen Velid b. Utbe’nin yumuşaklığından istifade ederek Medine’yi terk etmeyi başardılar.

Dozy, Velid’in “Hüseyin’in yarın biat ederiz” sözünü kabulünü safça bir davranış olarak nitelemektedir.[659] Oysa kaynaklar Velid’in bunu saflığından, bir şeyden anlamamasından dolayı değil de fitneyi sevmeyen ve sertlikten hoşlanmayan bir kişiliğe sahip olmasından kaynaklandığım belirtmektedirler.[660]

Gelişmelerde görülen şu ki, Velid, Hz. Hüseyin’e karşı oldukça yumuşak davranmış, Mervan ise sert ve tehditkar bir tavır sergilemiştir. Bu ikisinin söz konusu tavırlarıyla ilgili olarak Şehristanî şunları söylemektedir: “ Aslında ikisinin gayesi de Hüseyin’in Yezid’e biatini almaktı. Velid, Hüseyin’in tehditle sözünden dönmeyeceğini bildiği için bu yolu tutmamıştı. Mervan ise Muaviye’nin vefatının duyulmasından sonra, halkın, peygamberin torununa biat etmesinden korkuyordu. Bu hem Yezid’in hem de Ümeyye oğullarının aleyhine olurdu. Dolayısıyla böylesi bir durumdan Mervan da zararlı çıkabilirdi. Bu sebeple de bu iş bir an önce halledilmeliydi.[661]

Vekil ise Velid’in bu davranışını şu şekilde değerlendirmektedir: “Hz. Hüseyin, ondan mühlet istediğinde kabul edip, Mervan’ın tavsiyelerine uymadı. Böyle davranmasının valilikten azledilmesine yol açacağım iyi biliyordu. Belki de bu sebeple öldürülebilirdi de. Ancak o, bütün bunlara rağmen dünyasının helak olmasına ve iktidarın elden gitmesine razı olmuştur. Hz. Hüseyin’in kanından dolayı Allah (celle celâlühü)’ın onu muaheze etmesine razı olmadı.”[662]

Mervan’ın tavrıyla ilgili olarak ise Akkad’ın söyledikleri dikkat çekicidir: “Medine valisi Velid, biat etmeyenlerin biatlerini nasıl alacağı hususunda Mervan b. Hakem’e danıştı. Aslında Mervan, Yezid’in değil de kendisinin halife olmasını istiyordu. Bu sebeple de valinin yardım talebini reddetmek niyetindeydi. Ancak Yezid’e karşı girişilecek bir harekat, tüm Ümeyye oğullarına zarar verebilirdi. Bu sebeple de valinin yardım talebini reddetmek niyetindeydi. Bunun bilincinde olan Mervan, valiye yardım etmeye razı oldu. Mervan’m valiye “biat etmezlerse onları öldür!” şeklindeki tavsiyesiyle iki şeyi elde etmek istediği söylenebilir:

1-                               Bu şahısların, Yezid’e biat etmedikleri için öldürülmeleri, Yezid’e karşı büyük bir nefretin oluşmasına neden olacaktı. Bu nefret belki de onun iktidarının sonunu hazırlayacaktır. Böylece de hilafet makamı Mervan’a kalacaktı

2-                               Bu iki kişinin öldürülmesiyle ileride kendisi hilafet makamına geçtiğinde iki büyük ve güçlü muhaliften şimdiden kurtulmuş olacaktı.”[663]

Netice olarak şu söylenebilir ki, Yezid, iktidara geçmesinden hemen sonra Medine valisi Velid b. Utbe aracılığıyla Hz. Hüseyin, Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Ömer’in biatlerini almak için teşebbüse geçti. Ancak, Yezid’in bu teşebbüsü valinin biraz gevşek ve müsamahakar davranması sebebiyle sonuçsuz kaldı. Biat etmeyenlerden Abdullah b. Ömer, bir süre sonra Medine’de Yezid’e biat etti. Abdullah b. Zübeyr ve Hz. Hüseyin ise Mekke’ye gitmek üzere Medine’yi terk ettiler.

 Hz. Hüseyin ve İbn Zübeyr’in Mekke’ye Gidişleri

Daha öncede belirtildiği üzere Velid’in biat çağrısından bir süre sonra Abdullah b. Zübeyr, Medine’yi terk ederek gizlice Mekke’ye gitti (Recep 60 sonu 680 Mayıs başı) İbn Zübeyr’den bir gün sonra ise Hz. Hüseyin bütün aile efradım

toplayarak Medine’den ayrıldı, Hz. Hüseyin’in yakınlarından sadece Muhammed b, Hanefiyye bu yolculuğa çıkmadı.[664]

Velid b. Utbe, bunların gidişlerini engellemek maksadıyla arkalarından adamlarım gönderdiyse de bir sonuç elde edemedi. Hz. Hüseyin, Mekke yolunda Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Mutî ile karşılaştı. Bunlar, Hz. Hüseyin’e bir takım tavsiyelerde bulundular.[665] [666]

Mekke’ye ulaşan Hz. Hüseyin, amcası Abbas’m evine misafir oldu. İbn Zübeyr

Q1

ise Kâbe’ye vardı ve Hicr bölgesinde konakladı.

Böylece Yezid’in kendilerinden biat alınmasını isteği kişilerden ikisi Medine’yi terk etti. Geriye sadece Abdullah b. Ömer kaldı. Velid, Abdullah’a haber göndererek ondan Yezid’e biat etmesini istedi. Abdullah’da herkes biat ettiği taktirde kendisinin de biat edeceğim bildirdi. Bu hususta Abdullah’a ısrar etmedi. Zira onun herhangi bir hareketin içine gireceğini tahmin etmiyordu.[667]

Abdullah b. Zübeyr ve Hüseyin b. Ali’nin Medine’yi terk etmeleri onların Yezid’e biat etmemeleriyle sınırlı değildi. Emevîlere karşı muhalefet bayrağını da beraberlerinde götürdüler. Veliahdhk meselesinde gösterdikleri muhalefetin meyvelerini Muaviye’nin vefatıyla birlikte toplamaya başladılar. Aslında onların önderliğinde Hicaz’dan yükselen muhalefetin amacı hilafeti ve Hz. Peygamber’in davetini çıkış yerine döndürmekti[668] [669]

Abdullah b. Zübeyr ve Hz. Hüseyin’in Medine’yi neden terk ettikleri hu sunda ise şunlar söylenebilir:

Abdullah b. Zübeyr’i harekete geçiren âmil, kuvvetini köklü bir davadan değil, tamamen kendisini de hilafete hak sahibi görme gibi şahsi bir görüşten almaktadır. Zira o, daha önce de belirtildiği üzere Bizans’a karşı düzenlenen seferde Yezid’in komutasında savaşa katılmakta bir beis görmedi.

Muaviye’nin saltanatı zamanında Abdullah b. Zübeyr, hilafet hakkmdaki ihtirasını gizledi. Mamafih Muaviye, oğlu Yezid’in veliahtlığını tanımasını istediği zaman bunu reddetti. Fakat Muaviye’nin ölümünden sonra İbn Zübeyr, Yezid’e karşı husumetini ilan ve ona biatten imtina etti.[670] Bu durumda da iktidar m gücünün fazlaca hissedildiği Medine de kalması tehlikeli olacağından Mekke’ye gitti.

Bazı tarihçiler Hz. Hüseyin’in Medine’yi terk etmesine sebep olarak gördüğü bir rüyayı zikrederler. Söz konusu rüyada, dedesi Hz.Muhammed’i gören Hz. Hüseyin’in ondan aldığı işaret üzerine Medine’yi terk ettiği belirtilmektedir.[671]

Olaylara duygusal ve tarafgirane yaklaşanların, yüceltmek istedikleri şahısların davranışlarını her hangi bir şekilde görülen rüyalara bağlama geleneği tarih boyunca her toplumda görülmektedir. Ancak, bunların doğruluk derecesi ve bağlayıcılığı tartışma konusudur. Bu sebeple Hz. Hüseyin’in Medine’yi terk etmesiyle ilgili somut gerekçelerin olduğu ve bunların ortaya konulmasının faydalı olacağı söylenebilir.

1-                              Hz. Hüseyin Yezid’e biat etmemekte kararlıydı. Medine’den çıktığı geçe, İbnü’l-Hanefiyye hariç, bütün aile efradıyla Mekke’ye gitti. Bütün ailesini yanında götürdüğüne göre, biat etmeksizin Medine’de kalamayacağını, akrabalarının da kendi yüzünden rahat bırakılmayacağını, en azından tahmin ediyordu.[672]

2-                              Hz. Hüseyin’in Mekke’ye gitmesinin bir sebebi de, orada harbin yasak olmasından dolayı kendini emniyet altına almak istemeseydi. Hz. Hüseyin ve akrabaları, hayatlarından emin değillerdi.[673]

3-                              Hz. Hüseyin, Medine’de Yezid’e biat etmeden kalamayacağım biliyordu. Burada biat etmeden kalması halinde, dedesinin bu kutsal şehri, kendisi sebebiyle sıkıntıya maruz kalabilirdi. Buna yol açmak istemiyordu. Ayrıca Hüseyin, orada kaldığı taktirde, şöyle sorulabilirdi: Hüseyin düşman tarafından saldırıya uğrayacağını bildiği halde neden orada kalmaya devam etti?[674]

4-                              Medine’de kalmak Yezid için Mervan’ın buradaki nüfuzu bakımından da tehlikeliydi. Çünkü Mervan, Medine’de dilediğini yapabilecek bir konuma sahipti. Zaten intikam duyguları içerisindeydi. Yezid’de ondan aşağı değildi. Bu sebeple de Hz. Hüseyin, Mervan’m otoritesinin zayıf olduğu bir yere gitmek istedi. Ayrıca hac dolayısıyla dört bir yandan gelen müslümanlara da davasını anlatabilir ve haklılığını ortaya koyabilirdi.[675]

Hz. Hüseyin’in Mekke’deki Faaliyetleri

Hz. Hüseyin, Mekke’ye geldikten sonra Mekkelilerin büyük teveccühüyle karşılaştı. Halk, sabah-akşam geliyor ve Hz. Hüseyin’in etrafında toplanıyordu. Orda bulunup umre yapmak üzere gelmiş olan taşra halkı da onu ziyarete geliyordu. İbn. Zübeyr ise Hz. Hüseyin’in oraya gelmesinden önce sahip olduğu ilgiyi kaybetti. Halk, onun yanına uğramıyordu. İbn Zübeyr, Kâbe’nin bir kenarında duruyor, orada bütün gün ayrı bir şekilde namaz kılıyor ve tavaf ediyordu. Hz. Hüseyin, hayatta iken içindeki duygulan dışa vurmaya ve hareket etmeye imkan bulamadı. Abdullah b. Zübeyr, Hz. Hüseyin, Mekke’de bulundukça, halkın, kendisine itibar ve iltifat etmeyeceğini anladıktan sonra, sabah akşam, Hz. Hüseyin’in peşinden ayrılmadı.[676]

Şehristanî’nin de belirttiği gibi bu ikisini birleştiren şey, düşmanın ortak oluşuydu. Yoksa bu iki aile birbirine pek sevmezdi. Ancak aynı düşmandan duydukları korku, eski anlaşmazlıkların bir kenara bırakılmasını ve iş birliğine gidilmesini gerektiriyordu. Bu sebeple de Mekke’de birbirlerini desteklediler.94

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

HZ. HÜSEYİN’İN YEZİD’İN HALİFELİĞİNE KARŞI İSYAN SÜRECİNİ BAŞLATMASI

 HZ. HÜSEYİN’İN KÛFELİLERLE MEKTUPLAŞMASI

Hz. Hüseyin 60 yılının Recep ayının sonlarında geldiği Mekke’de aynı yılın Şaban, Ramazan, Şevval ve Zü’l-Kâde aylarında kaldı.[677] Onun bu süre içerisinde Mekkelilerle ve oraya umre maksadıyla gelenlerle Emevî devleti ve Yezid’in iktidarı aleyhinde konuşmalarda bulunduğu düşünülebilir. Bununla birlikte Hz. Hüseyin’in burada olası bir ayaklanma harekatı için yeterli desteğe ulaşamadığı söylenebilir. Aksi halde Mekke’yi terk etmek istemezdi.

Hz. Hüseyin’in bu tür bir hareket için beklediği yardım vaatleri Kûfe’den gelmeye başladı. Muaviye’nin öldüğünü, Yezid’in iktidara geçtiği ve Hz. Hüseyin’in ona biat etmemek için Mekke’ye kaçtığım öğrenen Kûfeliler, Hz. Ali’ye sempatisiyle tanınan Süleyman b. Surad’ın evinde toplanarak durum değerlendirmesi yaptılar. Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye davet etmeye ve bu amaçla da ona mektup göndermeye karar verdiler.[678]

Hz. Hüseyin’e gönderilen elçiler ve getirdikleri mektuplar ilk olarak 10 Ramazan 60/14 Haziran 680 tarihinde Mekke’ye ulaştı.[679]

Kûfeliler, bu mektuplarında Hz. Hüseyin’e biat edeceklerini, mescide gitmediklerini, valinin arkasında namaz kılmadıklarını, Kûfe’ye geldiği takdirde valiyi şehirden uzaklaştıracaklarını ifade ediyorlardı.[680] [681]

Kaynaklarda uzun uzadıya yer alan bu mektuplardan anlaşılan şu ki “Hz. Hüseyin’e gönderilen mektupların çokluğu, onun Kûfe’de ne kadar popüler bir insan olduğunu göstermektedir. Mektup gönderen kimselerin, sıradan insanlar olmadıkları, Kûfe’de önemli bir güce ve taraftara sahip oldukları düşünülürse bu husus daha iyi anlaşılacaktır.”3

Kûfelilerin gönderdikleri davet mektupları karşısında Hz. Hüseyin’in bu davete uymakta acele etmediği görülmektedir. Zira ilk mektupların 60 yılının Ramazan aymda/Haziran 680’de geldiği, Hz. Hüseyin’in ise Kûfe’ye hareketinin ancak Kurban bayramı arefesine dek sürdüğü düşünüldüğünde onun Kûfe’ye gitmekte gayet ağırdan aldığı söylenebilir.

Hz. Hüseyin, Kûfelilerin verdikleri sözlerinde samimi olup olmadıklarım ve kendisine desteğin boyutlarım öğrenmek üzere Müslim b. Akîl’i Kûfe’ye göndermeye karar verdi,[682]

Belki de Hz. Hüseyin’in Mekke’de dört aya yakın bir süre kalması ve Kûfe’ye gitmekte ağırdan alması, onun buraya gitmek istemediği şeklinde yorumlara sebep oldu.[683]

Mekke’de tüm bu gelişmeler olurken Yezid b. Muaviye’nin devletin başında bulunan bir şahıs olması hasebiyle boş durduğu söylenemez. Yezid, Medine valisinin Hz. Hüseyin ve. İbn Zübeyr’in biatlerini alamadığını ve onların Mekke’ye kaçmasına engel olamadığını öğrendikten hemen sonra onu görevden aldı.[684]

Yezid, Velid b. Utbe’yi görevden aldıktan sonra Mekke valiliğini yürütmekte olan Amr b. Sâid b. el-Eşdak’ı Medine’nin de valiliğiyle görevlendirdi. Amr b. Sâid, Hz. Hüseyin ve İbn Zübeyr’in Medine’yi terk etmelerinden kısa süre sonra (60 yılının Ramazan ayının sonlarında) Medine’ye gelip görevine başladı. Çok gururlu ve kibirli bir adam olan Amr b. Sâid, bu göreve gelmesinden sonra Yezid’in emriyle Abdullah b. Zübeyr üzerine bir birlik gönderdiyse de, bu birlik ağır bir yenilgiye maruz kaldı.[685]

Hz. Hüseyin’in Mekke’de bulunduğu sırada Yezid’in emriyle Amr b. Sâid’in Amr b. Zübeyr (Abdullah b. Zübeyr’in kardeşi) komutasında gönderdiği ordu, Abdullah b. Zübeyr tarafından ağır bir yenilgiye uğratıldı.

Öyle anlaşılıyor ki, Yezid ve adamları, Abdullah b. Zübeyr ile mücadelelerini sürdürdükleri için Hz. Hüseyin’le uğraşmaya fazla firsat bulamadılar. Ayrıca, Mekke’de Hac mevsiminin başlaması da burada Hz. Hüseyin’in devlet aleyhindeki faaliyetlerini her hangi bir baskıya maruz kalmadan sürdürülebilmesini sağlamış olmalıdır. Diğer taraftan Müslim b. Akil’in Kûfe’ye gitmesinden sonra Hz. Hüseyin tarafından başlatılan faaliyetin Mekke’den ziyade Kûfe’ye kaydığı söylenebilir. Bu durumda Yezid, dikkatini Mekke’de bulunan Hz. Hüseyin’den ziyade Kûfe’de bulunan Müslim b. Akîl’in faaliyetlerine yöneltti.

Hz. Hüseyin, yukarıdaki sebeplerle doğan boşluktan istifade ederek amcasının oğlunu, hem Kûfe’deki durumu incelemek, hem de destek sağlamak amacıyla Kûfe’ye gönderdi: Müslim, Ramazan ayınım ortasında Mekke’den çıktı ve Şevval ayının başlarında Kûfe’ye ulaştı.[686]

Hz. Hüseyin, Müslim ile birlikte kendisine dâvet mektupları gönderen Kûfe’deki taraftarlarına bir mektup yazdı. Bu mektubunda Müslim’i durumu tahkik ettirmek amacıyla gönderdiğini, durumun kendisine gönderilen mektuplardaki gibi olması halinde onlara gidişi çabuklaştıracağını bildirdi.[687]

Müslim b. Akîl’in Kûfe’ye gidişi ve oradaki faaliyetleri üzerinde ileride bilgi verilecketir. Bu arada Hz. Hüseyin’in Basrahlarla da görüşmelerde bulunduğu zikr olunmalıdır.

Daha sonraki bölümlerde de belirtileceği üzere Basra valiliğini yürüten Ubeydullah b. Ziyad, Nu’mân b. Beşîr’in azlinden sonra Küfe valiliğini de uhdesine aldı. Ubeydullah’ın Kûfe’ye vali olarak tayin edilip Basra’dan ayrılmasından önce Hz. Hüseyin, Basra’daki taraftarlarına da mektup gönderdi Bir başka ifadeyle Hz. Hüseyin, Müslim’i Kûfe’ye göndermenin yanı sıra, Basra’daki taraftarlarıyla da temasa geçti.[688]

Hz. Hüseyin, Basralılar’m ileri gelenlerine azadhsı Selman ile gönderdiği mektupta onlardan kendisine yardım etmelerini, hakkı yüceltip, bid’atlan yok etmeyi istedi[689]

 HZ. HÜSEYİN’İN YEZİD’E İSYAN SEBEPLERİ

Dineverî’nin ayrıntılı şekilde verdiği haberlerden de anlaşılacağı üzere[690] Hz. Hüseyin, Hz. Hasan’ın hilafeti devretmesine sıcak bakmamasına rağmen Muaviye’ye biate katıldı. Hz. Hasan’m vefatından sonra halifelik için yapılan teklifleri, biatine bağlı kalmak gerekçesiyle geri çevirdi.[691]

Hz. Hüseyin’in Yezid’in veliahtlığı gündeme geldiğinde neden biate yanaşmadığı ve o dönemde hangi sebeplerle bir isyana kalkışmadığı üzerinde ayrıntılı şekilde duruldu. Biz Hz. Hüseyin’in Yezid’in veliahtlığına biat etmeme sebeplerinin Yezid’in hilafete geçmesinden sonra da devam ettiğini söyleyebiliriz. Diğer taraftan o dönemde isyan etmemesine yol açan sebeplerin ortadan kalktığı düşünülebilir. Hz. Hüseyin’in Yezid’in iktidara geçmesinden sonraki isyanında bu sebeplere ilaveten şunlann da etkili olduğu belirtilebilir:

1-Hz. Hüseyin’in her şeyden önce Yezid’i meşru halife olarak görmediği için isyan ettiği söylenebilir.[692] Çünkü Yezid, İslâm’ın öngördüğü şura, seçim ve ehliyet prensiplerine riayet edilmeden veliaht tayin edildi, sonra da iktidar makamına geçti.[693]

2-                Hz. Hüseyin, Muaviye’nin ölümüyle, biatinin son bulduğunu düşünüyordu.[694] Hz. Hüseyin, Muaviye döneminde biatine sadık kaldı. Oysa şimdi Muaviye öldüğü için onun boynundaki biatte sona ermiş oluyordu. Ayrıca Yezid’e de biat etmemişti. Bu sebeple de kendisini, biat hususunda özgür hissediyordu.[695]

3-                                   Yezid’in şahsiyetiyle ilgili bazı nitelikler de Hz. Hüseyin’in ona biat etmemesine, dolayısıyla da isyanına yol açtığı söylenebilir:

a- Bazı tarihçilere göre Yezid, zalim, fasık, cahil ve gâsip bir idareciydi. Bu sebeple de böylesi bir idareciye karşı isyan etmemek müslümanlara yakışmazdı.[696]

b- Yezid’in siyasetten anlamamasının da Hz. Hüseyin’in isyanına neden olduğu söylenmektedir. Yezid, Hüseyin’le olan ilişkilerinde babasının tam aksine bir tutum sergiliyordu. Hüseyin’le olan ilişkilerinde aldığı eğitim sebebiyle (çölde yetişmesi kastediliyor) sert, acımasız ve basiretsiz davrandığı ifade edilmektedir.[697] Useylî, Hz. Hüseyin’in Yezid gibi ahlaken düşük bir kimseye itaat etmesi, onun faziletle rezileti, adaletle zulmü hak ile batılı, nur ile zulmü eşil tutması anlamına gelirdi demektedir. [698] Müderrisi de aynı sebepleri ileri sürerek zorba idareciye isyan edilmemesinin o zorbanın daha da aşırıya gitmesine sebep olacağım belirttikten sonra “Haksızlık karşısında susan, itiraz etmeyen kamu vicdanım yeniden canlandırmak gerekiyordu, işte İmam Hüseyin bu maksatla isyan etti” demektedir.[699]

c- Hz. Hüseyin’in Yezid’e biat etmemesine Yezid’in yaşının küçük olmasının da etkili olduğu bildirilmektedir. Akkad’ın da işaret ettiği üzere Hz. Hüseyin yaş bakımından Yezid’den üstündü. Yezid’in iktidara geçtiği esnada Hz. Hüseyin, aklın, kuvvetin, tecrübenin ve ilmin en olgunlaştığı yaş olan 50’nin üzerindeydi.(57 yaşmdaydı) Yezid ise bu esnada 34 yaşındaydı. Halkın problemlerine tam anlamıyla vakıf olmadığı gibi çözümü hususunda da gerekli tecrübeye sahip değildi

4-                                     Hz. Hüseyin, halifeliğe kendisini Yezid’den daha ehil görüyordu. Hüseyin, gerek kendi nefsinden gerekse dedesi babası ve kardeşinin peşinden bu işe (halifeliğe) kendisinin geçeceğini düşünüyordu. Böyle düşünen bir kimsenin isyan etmemesi mümkün değildi.[700]

Günümüz insanları, yaşın böylesine üstünlük sağlaması düşüncesini yadırgayabilirler. Oysa yaşlıların siyasi liderliğine alışkın bir toplumda çok genç yaşta halife olmak, kolaylıkla kabul edilebilecek bir durum değildi.[701]

5-                                     Kûfe halkının davetinin de Hz. Hüseyin'in Yezid’e isyan etmesinde teşvik edici bir unsur olduğu düşünülebilir.[702]

İranlı yazar Mutahharî ise Yezid’in isyan sebepleri üzerine yazdığı kitabında Küfe halkının davetinin de isyanın ortaya çıkmasında etkili olduğunu söylüyor. Mutahhari’ye göre Kûfelilerin davet mektupları, Hz. Hüseyin’e Mekke’de iken ulaşmıştı. Dolayısıyla imamın hurucu için asıl etken Kûfelilerin davetleri olamazdı. Kûfelilerin daveti isyan için tali bir sâik olmuştur. İmam, yolculuğu esnasında Küfe sınırına ulaşmca Hürr b. Yezid’in komutasındaki Yezid’in askerleriyle karşılaşmış “sizler beni davet ettiniz, şayet istemiyorsanız geri dönerim” demiştir. Bu sözlerin manası, eğer sizler davet etmeseydiniz ben de kıyam (isyan) etmezdim ve Yezid’e biati kabul ederdim, demek değildir. Aksine, İmam’m kastettiği şudur “Eğer sizler davet etmeseydiniz ben de Kûfe’ye gelmez; Basra’ya, Horasan’a veya Yemen’e giderdim. Yahut da Mekke’de kalırdım. Hiçbir şekilde biat etmez ve ölünceye kadar itirazımı sürdürürdüm. Kûfelilerin daveti, Hz. Hüseyin’in karar verdiği kıyamdan Kûfe’ye gitmesine ve orayı seçmesine vesile oldu. Ancak bu davet olmasaydı bile imam, yine Hicaz’da kalmazdı. Zira o, biat etmeksizin burada kalmasının mümkün olmadığını biliyordu.[703]

Mutahharî, yukarıdaki değerlendirmelerinden sonra şunları ilave etmektedir. “İmamın isyanının etkenlerinden biri de onun emr-i bi’l-ma’ruf u yerine getirme niyetidir. Asıl önemli sebep de budur. Zira fesat, alenî hale gelmiş, haramlar işlenmeye, beytü’İ-mâl boş yere harcanmaya başlamıştı. Bu durumda isyan etmemek Hz. Hüseyin için uygun bir davramş olamazdı.”[704]

Öyle anlaşılıyor ki Hz. Hüseyin’in isyan etmesinde diğer sebepler yanında Kûfelilerin davetlerinin de payı oldu. En azından bu davet, Hz. Hüseyin’in devlete başkaldırabilmesi için bir cesaret verici unsur oldu. Ancak Onun isyanın da bu sebebin tek başına etken olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü daha önce de ifade edildiği üzere Kûfelilerin davet mektupları ancak Hz. Hüseyin’in Mekke’ye gitmesinden sonra gündeme geldi.

Hz. Hüseyin, hurucuna engel olmak isteyen İbn Abbas’a, Kûfelilerden gelen mektupların bu hurucu vacip kıldığını söylediği[705], aynı doğrultuda fikir beyan eden Musevî’nin ise şunları belirttiği görülmektedir: “Kûfeliler, 12000 mektup gönderdiler. Hüseyin’e yardım vaadinde bulundular. Hz. Hüseyin onların bu davetlerine uymasaydı, o zaman ahirette Kûfelilerin, Hz. Hüseyin üzerinde hakları kalmış olurdu.”[706]

6-               Özellikle Şiî sempatisiyle kaleme alındığı hissedilen bazı eserler de ise Hz. Hüseyin’in, Emevî devleti tarafından işlenilen haksızlıkların ortadan kaldırılması ve toplumun bu kötü gidişat karşısında sesini yükseltebilmesi için kendini feda etmek istediği söylenmektedir.[707]

Haksızlıkların normal karşılandığı ve kimsenin itirazına neden olmadığı bir toplumda Hz. Hüseyin’in toplumu adaletsizliğe karşı harekete geçirmek için kendini feda etmesi gerektiğini söyleyen bu araştırmacılar, onun buna muvaffak olduğu görüşündedirler.

Söz konusu araştırmacıların düşüncelerini Şemsüddin’in şu sözleriyle ortaya koymak mümkündür: “Hz. Hüseyin’in gerek hurucuna karşı çıkanlara söyledikleri, gerekse yol boyunca yaptığı konuşmalardan anlıyoruz ki o, bu isyan sonucunda bir zafer ve galibiyet elde etmeyi ummuyordu. Zaten böylesi bir galibiyet için ne gücü, ne de parası vardı. Oysa bu ikisi insanları etrafında toplamak ve mücadele etmek için şarttı Hz. Hüseyin bu sebeple galip gelemeyeceğini ve öldürüleceğini bile bile yola çıktı. Peki bu doğru mudur? O, kaybedeceği bir savaşa neden girdi? Hz. Hüseyin döneminde îslâm toplumu adeta hastaydı. Az bir para ve mal uğuruna devletin her türlü rezilliğine katlanıyorlardı. Devletin ve toplumun kötü gidişatına “dur” diyebilecek bir harekette de bulunmuyorlardı. Böylesi bir hareketi bir başkasından bekliyorlardı. Kendileri bu uğurda hiçbir şey yapmıyorlardı. Bu hususta yapılan uyanlara da aldırış etmiyorlardı. Evet belki Hz. Hüseyin’i kalben seviyorlardı; Onun toplumu düzelteceğine güveniyorlardı. Ancak iş kendilerinden de fedakarlığa gelince, bu sefer bu sevgilerini unutuveriyorlardı. Kendilerine mal ve para veren devletin yanında yer alıyorlardı. Her ne kadar kalpleri yine Hz. Hüseyin ile olsa bile. Bu gidişattaki bir toplumu, olması gereken, şerefli konuma getirmek imkansız gibiydi. Bu toplum ancak, kendisini haksızlığı durdurabilmek için kurban edecek bir kişinin infial uyandıracak intiharî hareketiyle mümkün olabilirdi. Hz. Hüseyin’in gayesi de işte bunu temin etmekti”[708]

Netice olarak şu söylenebilir ki; Hz. Hüseyin, Yezid’in Veliahtlığına biat etmediği gibi halifeliğine de biat etmedi Bunda Yezid’in şahsiyetinden kaynaklanan bazı sebeplerin rolü olduğu kadar Hz. Hüseyn’in iktidarı ele geçirme gayretinin de etkili olduğu görülmektedir. Bir başka ifadeyle Hz. Hüseyin’in isyanında yukarıdaki sebeplerin hiç birisi tek başına yeterli olmadı. Bu noktada Abdullah b. Zübeyr’in de çeşitli sözleriyle Hz. Hüseyin’i Yezid’e isyan hususunda kışkırttığım da zikretmek uygun olacaktır.[709] Ancak İbn Zübeyr’in Hz. Hüseyin’i isyan etmesi için nasıl teşvik ettiği konusu üzerinde ileride durulacağından bu hususa burada değinilmeyecektir.

 MÜSLİM B. AKÎL’İN KÜFE’YE GÖNDERİLMESİ VE FAALİYETLERİ

Daha önce de belirtildiği üzere Kûfelilerin davetleri karşısında önce çekingen davranan, ancak onların ısrarları karşısında Kûfe’ye gitmeyi kabul eden Hz. Hüseyin, buraya gitmeden önce durumu araştırması ve gerekli hazırlıkları yapması için amcasının oğlu Müslim b. Akîl’i Kûfe’ye göndermeye karar verdi.[710]

Hz. Hüseyin, Müslim b. Akîl’i çağırttı. Ona “Ey amcamın oğlu! Seni, Kûfe’ye göndereceğim. Şayet onlar, bana gönderdikleri mektuplarında oldukları gibiyseler, bana bunu yaz. Ben de, derhal Kûfe’ye geleyim. Aksi halde sen, buraya geri dönersin.” dedi Sonra da ona, Kûtelilere iletmesi için bir mektup verdi. Bu mektupta Kûfelilere, Müslim’in görevlendirilişi haber veriliyordu.[711]

Müslim b. Akîl, Ramazan ayının ortasında Mekke’den çıktı ve 60 yılının Şevval ayının 17. Günü/ 12. 5. 681 ’de Kûfe’ye ulaştı.[712]

Müslim, Mekke’den Kûfe’ye gitmek üzere yola çıktı. Medine’ye uğradı ve Kays kabilesinden iki kişiyi kılavuz olarak tuttu.[713] Bunlarla yola devam etti, ancak gidilecek yönün kaybedilmesi[714] ve sonrasında çekilen su sıkıntısı sebebiyle kılavuzların ölmesi[715], Müslim’in Kûfe’ye gidişini zorlaştırdı. Kılavuzların ölmesinden sonra Kûfe’ye gitmeyi göze alamayan Müslim, Hz. Hüseyin’e bir mektup yazarak çektiği sıkıntıları dile getirdi ve bu görevden affını istedi. Hz. Hüseyin ise böylesi bir teklifin ancak korkaklıktan kaynaklanabileceğini belirterek ondan görevine devam etmesini istedi. Bunun üzerine Müslim, kılavuzların ölmeden önce kendisine suyu ve Küfe’yi bulması için yaptıkları tavsiyelere uyarak yoluna devam ederek Kûfe’ye ulaştı.[716]

Kûfe’ye ulaşan Müslim, bazı kaynaklara göre Muhtar b. Ebî Ubeyd’in evine[717] bazılarına göre ise İbn Avsece’nin evine misafir oldu.[718]

Müslim, Kûfe’ye geldikten hemen sonra Hz. Hüseyin adına biat almak için teşebbüse geçti. Müslim, bu esnada bazen Muhtar b. Ebî Ubeyd es-Sakafi, bazen Hâni b. Urve el-Murâdî’nin bazen de Şüreyh b. Hânî el-Hârisî’nin evinde gizlenerek tüm faaliyetlerini gizli bir şekilde sürdürdü.[719] Böylece şüphe çekmemiş olacaktı.[720]

Hz. Hüseyin’e yardımcı olmayı vaad edenler, Müslim b. Akîl’e onun adma biat ediyorlardı.[721] Kûfe’de Hz. Hüseyin’e biatlerini Müslim’e bildirenlerin sayısıyla ilgili olarak kaynaklarda farklı rivayetler bulunmaktadır.[722]

Kûfe’de biat edenlerin sayısı hakkında kaynaklardan bazılarında mübalağa yapıldığı açıkça görülmesine rağmen[723] şu söylenebilir ki, Kûfe’de Müslim’e karşı yoğun bir teveccüh söz konusudur. Hz. Ali’nin döneminden beri Kûfe’nin ehl-i beyt taraftarının merkezi olduğu[724] göz önünde bulundurulduğunda Kûfelilerin bu teveccühü yadırganılmayacaktır.

Ehl-i beyt taraftarları sürekli bir biçimde, ama gizlice, Müslim’in yanma gidip geliyorlardı. Onunla birlikte savaşacaklarım, Hz. Hüseyin’i başlarına getireceklerini ifade ediyorlardı.[725] [726]

Müslim b. Akîl’in Kûfe’deki faaliyetleri gizlilik içerisinde sürmesine rağmen Emevî devletinin Küfe valisi olan Nu’mân b. Beşir’in olup biteni öğrendiği görülmektedir. Kaynakların belirttiğine göre Nu’mân, halim selim, ibadete düşkün ve barış taraftan bir valiydi.

Müslim’in faaliyetlerinden ve ona biat edenlerin sayısının arttığından haberdar olan Nu’mân, bu durumda nasıl bir yol izleyeceğini Kûfelilere yaptığı konuşmasıyla ortaya koydu. Bu konuşmasında Nu’mân, insanları fitne ve aynlıktan uzak kalmaya davet etti. Aynca sadece yaptıklan biatten dönerek halifeye karşı muhalefet edip kensiyle savaşanlara karşı kendisinin de silahla karşılık vereceğini söyledi.[727]

Ümeyye oğullarının antlaşmalısı olan Abdullah b. Müslim b. Sâid el- Hadramî, Nu’mân b. Beşir’in konuşması üzerine şiddete başvurulmasını önererek, aksine bir davranışın ancak zayıf karakterli kimselerin işi olacağım vurguladı. Bununla birlikte Nu’mân, Allah (celle celâlühü)’a itaat eden bir zayıf kimse olmayı, Allah (celle celâlühü)’a isyan eden bir şerefli kimse olmaya tercih edeceğini söyleyerek bu tavrım sürdüreceğim belirtti.[728] Ukaylî, Nu’mân b. Beşir’in bu tavrıyla ilgili olarak şunları söylemektedir: “Nu’mân b. Beşir’in Müslim b. Akil huşunda gevşek ve yumuşak tavır sergilemesinin sebebi, onun zayıf veya kifayetsizliğinden kaynaklanmıyordu. Zira gerek Muaviye, gerekse Yezid dönemi Emevî valilerinin pek çoğunun sıfatları bu şekildeydi. Mugîre b. Şube, Abdullah b. Amir, Velid b. Utbe, Nu’mân b. Beşir el-Ensarî ve Osman b. Muhammed b. Ebî Süfyan gibi valiler sulh ve sükûneti seviyorlardı. İnsanlarla olan ilişkilerinde gayet yumuşaktılar. Bu sebeple de onlar, sadece işittikleri bazı şeyler sebebiyle hemen şiddete başvurmuyorlardı. Ancak isyana ve ayaklanmaya dönüşen durumlarda ise hiç müsamaha göstermiyorlardı. Belki de valiler bu türlü bir hareketi Muaviye’den öğrenmişlerdi. Muaviye şöyle söylerdi: “İnsanların konuştukları şeyler birer fiil haline gelip bizim iktidarımıza zarar verir hale gelmediği müddetçe beni alakadar etmez.” Nitekim Nu’mân’ın hutbesine bakacak olursak onun bu esnada yumuşaklık ve müsamahadan uzak olduğunu görürüz.”[729]

Görüldüğü gibi Ukaylî’ye göre yönetime henüz bir başkaldırı söz konusu olmadığı için Nu’mân’ın bu şekilde davranışı normal bir harekettir. Ancak biz, Nu’mân’ın kişiliğinin de bu olay karşısında böylesine müsamahakar davranmasında rolünün olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim aynı olay karşısında diğer Emcvî valilerinden, örneğin Ziyad b. Ebih’in tutumun daha sert olacağını belirtmek herhalde yanlış olmayacaktır.

 YEZİD’İN UBEYDULLAH B. ZİYAD’I KÜFE VALİLİĞİNE TAYİNİ

Müslim b. Akîl’in Kûfe’deki faaliyetlerinin Emevî devleti aleyhine tehlikeli boyutlara ulaştığım, buna karşılık valinin hala müsamahadan bahsettiğini gören Emevî taraftan bazı kimseler[730] Yezid’e mektup yazarak Kûfe’de olup bitenleri haber verdiler. Ona “Şayet Küfeye ihtiyacın varsa buraya emrini yerine getirecek, senin düşmanın hakkında işlediğin işi işleyecek güçlü bir adamı hemen gönder. Çünkü, Nu’mân zayıf bir adamdır. Bu işin üstesinden gelemez” dediler.[731]

Kûfe’de bulunan taraftarları aracılığıyla olanlardan haberdar olan Yezid, kâtibi ve dostu olan Sercûn b. Mansur ile istişarede bulundu. Sercûn, Ubeydullah b. Ziyad’m Küte’ye tayin edilmesini tavsiye etti.[732]

Yezid’in Ubeydullah’ı sevmediği[733], hatta onu Basra valiliğinden de azletmeyi düşündüğü bir esnada[734] yapılan bu teklife ilk anda karşı çıktığı, ancak Sercûn’un “baban Muaviye hayatta olsaydı onun dediğini yapar miydin?” demesi üzerine Ubeydullah’m Küfe valiliğine tayinine razı olduğu ifade edilmektedir.[735]

Diğer taraftan Yezid’in, Müslim b. Akli’in Kûfe’ye gelmesi üzerine Küfe valisi Nu’man b. Beşir’in “Rasullulah’ın kızının oğlu, benim için İbn Bahdal el- Kelbî’nin kızının oğlundan daha sevimlidir” dediğini duyduğu için onu azlettiğini söyleyenler de vardır.[736] Bu rivayete göre Yezid, Nu’mân’ın bu sözlerini duyduktan sonra Şamlılarla bir toplantı yaparak onların tavsiyeleri neticesinde Ubeydullah’ı Küfe valiliğine tayine razı oldu.[737]

Yezid, Sercûn ve Şamlılarla yaptığı görüşmeden sonra Ubeydullah’ı Küfe valiliğine getirmeye karar verdi ve bu kararı Ubeydullah’a iletmesi için de Müslim b. Amr el-Bâhili’yi görevlendirdi.[738]

Yezid’in bu şahısla bir de mektup gönderdiği ve Ubeydullah’a bir takım emirler verdiği zikredilmektedir. Maktelü’l-Hüseyin adlı eserinde Ebû Mıhnef, bu mektupta Yezid’in, Ubeydullah’a “mektubu alır- almaz Müslim b. Ukbe’yi öldürmesini, başım kendisine göndermesini ve Ali b. Ebî Tâlib’in soyundan kimseyi sağ bırakmamasını” emrettiğini[739] bildiriyor. Aynı tarihçinin Taberî tarafından nakledilen rivayetinde ise “Müslim’i arayıp bulmasını ve onu öldürmesini” emrettiği zikredilmektedir.[740]

Yezid’in Ubeydullah b. Ziyad’a Hz. Hüseyin’i öldürme emrini verdiğini söyleyen tarihçilerin, başta Ebû Mıhnef ve Ya’kubî gibi Şiî tarafgirliğiyle bilinenlerden oluşması, bu rivayetin ihtiyatla karşılanmasını gerekli kılmıştır.[741] Böylesi bir rivayetin doğruluğu hususunda şüpheye düşen Demircan şöyle demektedir: “...Bu rivayetin Şiîler tarafından uydurulduğu ortadadır. Sanki Yezid ve görevlerinin misyonu ehl-i beyt mensuplarını yer yüzünden silmekti. Dahası Yezid valisine böyle bir mektup yazmışsa, valinin bunu ifşa ettiği düşünülmeyeceğine göre nasıl oldu da mektubun mahiyeti öğrenildi?”[742]

Yezid’in Ubeydullah’a Hz. Hüseyin’i öldürmesini emrettiğini bildiren rivayetlere yukarıdaki gerekçelerle katılmak mümkün değildir. Ancak Yezid’in kendisi ve devleti için tehlike oluşturabilecek faaliyetler içerisinde bulunan şahıslar hakkında tedbirler alınmasını ve caydırıcı cezaların uygulanmasını emretmediği düşünülemez. Bu noktadan hareketle Yezid’in İbn Ziyad’a boyutlarım tam olarak anlamadığımız cezai tedbirleri uygulamasını emrettiğini söyleyebiliriz.

UBEYDULLAH’IN KÛFE’YE GİDİŞİ VE MÜSLİM B. AKİL İLE MÜCADELESİ

Ubeydullah’ın Kûfe’ye vali olarak tayin edilip henüz Basra’dan ayrılmasından önce Hz. Hüseyin Basra’daki taraftarlarına da bir mektup gönderdi.[743]

Hz. Hüseyin’den aldıkları bu mektup üzerine Küfe’dekine benzer faaliyetler içerisine girmek isteyen ve bunu gizli bir şekilde sürdüren Basrahlann hareketleri Ubeydullah b Ziyad tarafından öğrenildi. Kaynaklarda Hz. Hüseyin’in gönderdiği bu mektubu Münzir b. Cârûd’un, Ubeydullah’a haber verdiği bildirilmektedir. Münzir’in kmmn Ubeydullah ile evli olduğu için[744] veya Ubeydullah’ın bir hilesi zannettiği[745] ve tuzağa düşmekten korktuğu için bunu yaptığı kaydedilmiştir.[746]

Kısacası Ubeydullah, Basra’yı terk etmeden önce Hz. Hüseyin’in Basralılara gönderdiği elçiyi ve mektubu ele geçirir, onu öldürerek Basra’da gerekli tedbirleri alır. Böylece Hz. Hüseyin’in Basra’dan umduğu destek tehlikeye girer.

Ubeydullah, yerine kardeşi Osman b. Ziyad’ı Basra’da bırakarak Kûfe’ye hareket etti.[747] Buradan ayrılırken Basrahları bu konuda uyarıp tehdit etmekten de kaçınmadı.[748] Onların devlet aleyhindeki bir faaliyet içerisinde bulunmalarım sert bir üslupla ikaz etti.[749]

Ubeydullah beraberinde bulunan bir grup Basrahyla birlikte[750] Küfe’ye gitmek üzere yola çıktıktan sonra yolda kendisinden ayrılanlar oldu. Ubeydullah beraberindeki az sayıdaki insanla Kûfe’ye girdi.

Kaynakların belirttiğine göre Ubeydullah, başına siyah bir örtü örterek Kûfe’ye girdi ve Hz. Hüseyin’in gelişini bekleyen Kûfeliler tarafından Rasulullah’ın torunu zannedilerek coşkuyla karşılandı.[751]

Kendisine gösterilen bu coşkunun aslında Hz. Hüseyin’e yapıldığını anlayan Ubeydullah, derhal valilik köşküne gidip, halkın mescitte toplanmasını emretti ve Kûfelilere çok sert bir hutbe îrad etti.[752] [753] [754]

Diğer taraftan Ubeydullah’ın Kûfe’ye geldiğini ve sert bir konuşma yaptığını öğrenen Müslim b. Akîl, daha önceden kaldığı evi terk ederek Kûfe’nin eşrafından olan Hâni b. Urve el-Murâdî’nin evine geçti.

Müslim b. Akîl’i kerhen de olsa evinde misafir etmeye razı olan Hânî, olanca gayretiyle onu gizlemeye çalıştı; valinin durumdan haberdar olmaması için tedbirler aldı. Ancak Ubeydullah, kendine has metotlarla Müslim b. Akîl’in yerini öğrenmeyi başardı. Ubeydullah, Müslim’in gizlendiği yeri öğrenmek maksadıyla mevlası Ma’kil’i görevlendirdi ve ona 3000 dirhem para verdi. Ondan kendisini Hınıs’tan Hz. Hüseyin adına biat etmek için gelen bir kimse olarak tanıtmasını istedi. Bu arada Ma’kiL bu parayı ehl-i beyt davasına yardım amacıyla Müslim’e vereceğini ifade edecek ve bu şekilde onun yerini tesbite çalışacaktı.

Ubeydullah’ın görevlendirdiği Ma’kil, Müslim b. Akîl’in, Hânî b. Urve’nin evinde gizlendiğini öğrenmeyi başarır ve oraya sık sık giderek olup biteni Ubeydullah’a gelerek anlatır. Bunun üzerine Ubeydullah, Hânî’yi huzuruna çağırtır ve ondan evinde gizlemekte olduğu Müslim’i kendisine teslim etmesini ister. Hâni, bunu yalanlamayı dener, ancak Ma’kil’in oraya çağırılmasıyla Müslim’in kendi evinde olduğunu kabul eder. Müslim b. Akîl’i teslim etmeye yanaşmayan Hânî, Ubeydullah tarafından sert bir şekilde dövülerek tutuklanır.[755]

Ubeydullah, Müslim b. Akîl’e Kûfe’de her bakımdan yardımcı olan Hânî’yi etkisiz hale getirdi, dolayısıyla da Müslim’in en büyük destekçisinden mahrum kalmasını sağladı. Böylece de, Kerbelâ öncesinde Kûfe’de hakimiyeti ele geçirme ve asayişi sağlama konusunda önemli bir engelden kurtuldu.[756] Üstelik o, bu engelden kurtulurken fazla ses çıkarmayıp, her hangi bir çatışmaya da meydan vermedi. Ustaca manevralarla bunu başardı.[757]

MÜSLİM B. AKÎL’İN İSYANI BAŞLATMASI VE ÖLDÜRÜLÜŞÜ

Kûfe’ye geldikten sonra Hânî b. Urve’nin evindeyken Hz. Hüseyin’e işlerin yolunda olduğunu, Kûfelilerin kendisine biat etmek için sabırsızlandığım bir mektupla bildiren Müslim b. Akîl, Ubeydullah’m gelişinden sonra durumun aleyhte geliştiğini gördü.

Kûfe’deki en büyük destekçisi Hânî b. Urve’nin tutuklandığım ve dövüldüğünü öğrenen Müslim b. Akîl, Ubeydullah’ın ikinci adımının kendisine yönelik olacağını hissetti[758] Bu sebeple “Ya Mansur öldür!” parolasıyla harekete geçen Müslim’in etrafında bir anda binlerce Küfeli toplandı.[759]

Müslim ve beraberindekiler, valilik konağına yöneldiler. Ubeydullah ise bu kalabalığı gördükten sonra dehşete kapıldı. Derhal sarayının kapı ve pencerelerinin kapatılmasını emrederek içeriye girdi. Ubeydullah’ın yanında az sayıda destekçisi vardı.[760]

Müslim’in başlattığı isyan ufak tefek çatışmalarla akşama kadar sürdü. Sarayın damına çıkan Ubeydullah’m taraftarları attıkları taşlar ve keseklerle Kûfelilerin saraya girmesini engellemeye çalıştılar.[761]

Durumun gittikçe kötüleştiğini gören Ubeydullah, Kûfelileri dağıtmak için planlar kurmaya başladı. Bu amaçla da, beraberinde bulunan Küfe eşrafını devreye soktu. Onlardan her birisine kendi kabile mensuplarını ikna ve geri çevirme görevini verdi. Onlardan, isyana katılanlan Şam’dan gelmekte olan orduyla korkutmalarım, isyandan vazgeçmeyenlerin maaşlarının kesileceği ve mutlaka cezalandırılacağı şeklinde korkutmalarını istedi.[762]

Küfeli eşrafin teşebbüsleri sonuç vermeye başladı. Müslim’in etrafında hızla toplanan Kûfeliler, bundan daha fazla bir süratle onu terk etmeye başladılar. İnsanlar Müslim’i terk ediyorlardı. Güneş batmak üzereyken onun etrafında kalan 100 kişinin 30'a düştüğü, akşam namazına durduğunda ise 10 düşen bu sayının namaz sonrasında sıfırladığı görülmektedir. Öyle ki, Küfe sokaklarında tek başına kalan Müslim’e gidebileceği yönü gösterecek bir kimse bile meydanda kalmadı.[763] [764] [765]

Nereye gideceğini bilmeden bir süre Küfe sokaklarında gece karanlığında dolaşan Müslim b. Akil, sonunda akşamüzeri kapıda beklemekte olan Kinde kabilesinden Tav’a adlı bir kadının evine misafir oldu. Zira bu vakitte ortalıkta adı geçen kadından başka kimsecikler yoktu. Ancak bu kadının Bilâl adındaki oğlu annesine Müslim’in gizlendiği yeri kimseye söylemeyeceğine dair söz vermesine rağmen önce Eş’as b. Kays’a sonra da Ubeydullah b. Ziyad’a onun yerini ihbar etti.

Bunun üzerine Ubeydullah, bir grup adamını Müslim’in gizlendiği eve gönderdi. Muhammed b. Eş’as komutasında gönderilen bu birliklerle Müslim b. Akil arasında bir süre çatışma oldu. Bazı rivayetlere göre ağır şekilde yaralandığı için89 bazı kaynaklarda ise Muhammed b. Eş’as’ın eman vermesi üzerine mücadeleyi bırakan Müslim teslim oldu.[766]

Ubeydullah’m huzuruna götürülen Müslim b. Akil öldürüleceğini anlayınca validen vasiyetini yapması için izin istedi ve orada bulunan Ömer b. Sa’d b. Ebî Vakkas’a vasiyetini bildirdi. Ondan bu vasiyeti kimseye söylememesini istedi.[767]

Müslim’in ricasına rağmen Ömer b. Sa’d bu vasiyeti Ubeydullah’a haber vermekten geri durmadı, hatta böyle bir hareketin ahde vefa olmadığı gerekçesiyle vali tarafından azarlandı.[768]

Ubeydullah, vasiyetini yapmasından sonra Müslim’in öldürülmesini emretti. Sarayın damına çıkartılan ve aşağıda bekleyenlerin görebileceği şekilde idam olunan Müslim b. Akil’in başı kesildi. Ayrıca daha önceden tutuklanan Hâni b Urve’de hapisten çıkartılarak idam edildi.[769]

Kaynaklarda belirtildiğine göre Ubeydullah, Müslim ve Hânî’nin kesik başlarım Şam’a Yezid’e gönderdi, ayrıca bir de mektup yazdı. Mektupta şunları söyledi: “Allah (celle celâlühü)’a hamdolsun ki, Mü’minlerin emirinin hakkım aldırdı. Ondan düşmanım sıkıntısını giderdi. Ey Halife! Bildirmek isterim ki, Müslim b. Akîl, Hânî’nin evine sığındı. Casuslarım aracılığıyla onları yakaladım, boyunlarım vurdum. Başlarım da sana gönderiyorum.”[770]

Yezid, Ubeydullaha yazdığı cevâbî mektupta şunları söyledi: “Hüseyin’in Kûfe’ye doğru gelmekte olduğunu öğrendim. Gerekli gözcüleri ve silahlı adamları yerlerine yerleştir. Şüphelendiğini sorgula ve basit bir itham dolayısıyla tutukla. Ancak seninle savaşmayanlan öldürme. Bütün olanlardan beni haberdar et.”[771]

Yezid’in bu mektubunda açıkça Hüseyin’in öldürülmesini emretmediğim söyleyen Sarıçam’a göre Yezid, böylece Hz. Hüseyin’i tamamen Ubeydullah’ın insafina bıraktı.[772] Sarıçam’ın bu görüşünü Ya’kubî tarafından nakledilen bir başka mektupla birlikte değerlendirdiğimizde Yezid’in Hz. Hüseyin’in öldürülmesini en azından ima ettiği sonucunu çıkarabiliriz.

Daha önce de bahsettiğimiz üzere Ya’kubî bu mektupta Yezid’in, Ubeydullah’a şöyle dediğini nakletmektedir “Aldığım haberlere göre Kûfeliler, Hüseyin’e mektup yazarak onu şehirlerine davet ediyorlar. O’da bu sebeple Mekke’den ayrıldı. Şu anda Küfe yolunda. Beldelerden senin belden, günlerden de senin günlerin deneniyor. Onu öldürürsen ne âla. Aksi halde köle olan babanın nesebine geri dönersin. Onu elinden kaçırmaktan sakın!”[773]

Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Hüseyin’in öldürülmesinin emredildiği mektubun Ubeydullah’a ne zaman gönderildiği hususunda iki ayrı görüş ortaya çıkmaktadır. Buna göre söz konusu emri içeren mektup, Ubeydullah’ın valiliğe tayinim bildiren mektupla aynı anda[774] veya Müslim b. Akîl ile*Hânî’nin öldürülmesinden sonra Kûfe’ye ulaştırıldı.[775]

Yezid tarafından Ubeydullah’a gönderilen mektuplarda yer alan ifadelerdeki benzerlikler dikkati çekmektedir. Bu söz konusu mektubun aynı rivayet kanalıyla geldiği ihtimalini akla getirmektedir. Nitekim mektupla ilgili bilgi verenlerin daha çok Şiî tarafgirliğiyle bilmen tarihçilerden oluştuğu görülmektedir.[776]

Yukarıdaki sebeple Yezid’in mektubunda açık bir ifadeyle Hz. Hüseyin'in öldürülmesini emretmediğini söyleyebiliriz. Ancak daha önce de ifade ettiğimiz gibi Yezid’in kendisi ve devleti için tehlike oluşturabilecek faaliyetler içerisinde bulunan şahıslar hakkında tedbirler alınmasını ve caydırıcı cezaların uygulanmasını emretmediği düşünülemez. Bu noktadan hareketle Yezid’in Ubeydullah’a böyle bir isyanı sona erdirmesi için boyutlarım tam olarak bilemediğimiz tedbirleri almaşım emrettiğim söyleyebiliriz.

Müslim'in öldürülüşü ile Hz. Hüseyin'in yolculuğu arasında şöyle bir tarih tesbiti yapılmaktadır: Müslim b. Akîl 8 Zilhicce 60 tarihinde Kûfe’de isyam başlattı. Bir gün sonra da (9 Zilhicce 60) öldürüldü.[777] Diğer taraftan, 28 Receb’inde, Medine’den çıkan Hz. Hüseyin, 3 Şaban’da Mekke’ye vardı. 8 Zilhicce’de ise Mekke’den çıktı.[778]

Netice olarak şu söylenebilir ki; Yezid’in başmda bulunduğu Emevî iktidarı aleyhinde Kûfe’de oluşan tehlike, Müslim b. Akîl ve Hânî’nin öldürülmesiyle daha doğmadan öldürüldü.[779] Bunda etrafına binlerce inşam topladığı halde vali ve bir avuç taraftarım etkisiz hale getiremeyen Müslim b. Akîl kadar Ubeydullah’ın izlediği zekice siyasetin de payı inkar edilemez. Ayrıca Kûfelilerin dönekliklerinin de böylesi bir sonuçta tesirinin olduğu açıkça görülmektedir. Kûfe’de ehl-i beyt adına alınan bu mağlubiyet, Kerbela’da[780] uğranılan felâketin mukaddimesi niteliğindedir.

HZ. HÜSEYİN’İN KÛFE’YE HAREKETİ VE SEBEPLERİ

Hz. Hüseyin, Müslim b. Akîl’den aldığı haberlere güvenerek Kûfe’ye doğru harekete geçmeye karar verdi.[781] Hz. Hüseyin’in Mekke’den çıkışıyla başlayan ve Kerbela’da son bulan yolculuğuna geçmeden önce konunun anlaşılması açısından bazı noktaların açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

Hz. Hüseyin Neden Mekke’den Ayrıldı?

Hz. Hüseyin, her şeyden önce Mekke’de Yezid’e biat etmeden kalamazdı. Çünkü böylesi bir durumda devletin güçlerine karşı kendisine arka çıkacak bir taraftar kitlesine Mekke’de sahip değildi.106

Yine Hüseyin, Mekke’de kaldığı taktirde Yezid’in Hac dolayısıyla oluşacak kalabalık ve kargaşadan istifade ederek kendisine bir suikast düzenleyebileceğinden de endişeleniyordu.107

Ayrıca Hz. Hüseyin’in, kendisi ve ailesi için (biat etmediği taktirde) mukadder olan bir facianın Mekke’de olmasının hem daha çok kan akmasına (hac dolayısıyla), hem de oranın hürmetinin ihlaline neden olacağı endişesiyle-bütün ısrarlara rağmen-Hicaz’ı terke karar verdi. O güne kadar da Mekke’ye gelen hacılara gerekli propagandayı zaten yaptı. Dolayısıyla artık Mekke’de yapacağı bir iş de kalmadı. Üstelik hacıların gitmesinden sonra devletin baskısı daha da artabilirdi.108

Hz. Hüseyin, Mekke’yi terk etmesine karşı çıkanlara “Herhangi bir yerde veya Kûfe’de öldürülmem, benim sebebimle Mekke’nin hürmetinin ihlâl edilmesinden daha hayırlıdır” diyerek109 Mekke’nin huzurunun bozulmasına neden olmak istemediğini ifade etti

Hz. Hüseyin’in Mekke’yi bu kadar çok düşünmesi oranın Islâm’m beşiği ve en kutsal beldesi olmasından kaynaklanıyordu. Ayrıca hac mevsimi dolayısıyla yoğun bir nüfusa sahipti Ortaya çıkacak küçük bir kıvılcım bile pek çok insanın ölümüne neden olabilirdi. Onun Kûfe’yi tercihi Kûfelilerin hayatlarım önemsemediği anlamına gelmemelidir. Çünkü Hz. Hüseyin, kendisine sempati duyan ve tarihi bir bağı bulunan Kûfelileri seviyor olmalıdır. Ancak o, belki de Mekke’den çıkarken kazanacağı zamanla işlerin durulacağını düşünüyordu. Üstelik Mekke’den ayrılırken

Hz. Hüseyin Neden Kûfe’yi Tercih Etti?

Bu noktada akla gelen ilk sebep başka vilayetlerden beklediği ilgiyi Kûfelilerden görmüş olmasıdır. Kûfeliler, gönderdikleri elçiler ve çok sayıdaki mektuplarla ona destek olacaklarım kafi bir suretle vaad ediyorlardı.[782]

Ayrıca Yezid’e karşı girişilecek bir isyanda en güçlü tepkinin Kûfe’den çıkacağı düşüncesinin de Hz. Hüseyin’in Kûfe’yi tercih etmesinde rolü olmalıdır. Çünkü Kûfeliler, Hz. Ali’nin hilafeti esnasında sahip oldukları rahat, huzur ve gelirden Muaviye ve Yezid döneminde mahrum kaldılar. Dolayısıyla Emevî devletine karşı yoğun bir nefret içerisindeydiler. Bu nefret onların Hz. Hüseyin’in önderliğindeki bir harekete destek olmalarına sebep olacaktı. Bunun bilincinde olan Hz. Hüseyin, söz konusu tepkiyi kendi lehine kullanmak için Kûfe’yi tercih etmiş olmalıdır.[783]

Hz. Ali taraftarlarının önde gelen isimleri Küfe’de bulunuyordu. Bunlar, söz konusu taraftarlıklarında, Kûfe’nin kaybolan nüfuzunun iadesini umuyorlardı. Çünkü Emevîlerin iktidara gelişiyle Küfe başkent olmaktan çıktı. Şam’ın başkent olmasından sonra ikinci plana düştü.[784]

Dûrî, bu hususta şunları söylemektedir: “Küfe ehli, Emevîlerin zaferini Şam’m kendilerine karşı zaferi ve hükümet merkezinin Kûfelileri ümmetin komutanlığından ve büyük sosyo-politik imtiyazlardan mahrum bırakmıştı. Emevîler atâlarını da azaltınca Şam ehlinin, kendilerinin haklarım da alarak zengin Sevâd gelirini zorla yediklerini hissetmeye başladılar. Böylece İmam Ali’nin dönemini ve anısını yüceltmeye başladılar; sürekli olarak otoriteyi geri almak istediler ve Ali’nin hükümet merkezini şehirlerinde kuran imam olduğunu unutmadılar. Geçmişte başkalarım şaşırttığı gibi, Kûfelilerin duyguları bizi de şaşırtıyor; Onlar Ali ve Ali’nin şiası mı yoksa Irak’in şiası ve onun varlığının koruyucusu mu? Ancak onların Alevî imamlarının-özellikle Hüseyin b. Ali, Zeyd b. Ali ve Muhtar b. Ebî Ubeyde gibi Ali beytinin haklarım savunanların yanındaki hamâsi konumlarım sonra da Emevî kılıçları ve mallan boy gösterince hızlı dağılışlarını izlediğimizde, genelinin Irak’ı düşündüğünü hissederiz. Bunların Alevilere destekleri de çoğu zaman bu hedefe varmak üzere bir vesileden ibarettir.”[785]

Hz. Ömer tarafından sonradan getirilen insanların iskanıyla kurulan Kûfe’de değişik ırklar, kabileler ve milletler vardı. Bu sebeple de aralarında çok seslilik hâkimdi. Hz. Hüseyin, Kûfe’de hâkim olan bu ortamda daha rahat faaliyette bulunacağını düşünmüş olmalıdır.

Emevîler döneminde Irak bölgesi sükûnet içerisinde olmayan, siyasi tercihleri sürekli farklılık arzeden ve büyük oranda asayiş problemi olan bir bölge idi. Özellikle Basra ve Kûfeliler, adeta siyasetin içine batarak aşın derecede politize oldular. Kendilerini hiçbir zaman siyasi çekişmelerin dışında görmüyorlar, Emevîlerle sürekli ihtilaf içinde oluyorlardı. Basra ve Kûfelilerin bu kadar politikaya bulaşmalarının ya da çok sesli olmalarının ardında, şehirlerinin sonradan iskan edilmesinin ve çok çeşitli kabilelerin meskûn bulunmasının da rolü vardır. Bu özellikleriyle Irak, her zaman Emevî karşıtı hareketlere destek verip yataklık yaptı. Muaviye, iktidara geçince bu problemli bölgenin yönetimine köklü ilişkiler içerisinde bulundukları Sakif kabilesi mensuplarını tayin etti”[786] Ancak Hz. Hüseyin’in Mekke’de bulunduğu ve Kûfe’ye gitmeye karar verdiği günlerde Kûfe’de valilik görevini Sakif kabilesine mensup güçlü valilerden biri değil de yumuşaklık ve barış severliğiyle tanınan Nu’mân b. Beşir el-Ensârî yapıyordu. Kuşkusuz Hz. Hüseyin, bu valinin müsamahasının kendisinin isyan hazırlıklarını kolay bir şekilde sürdürmesini sağlayacağım düşünmüş, bu sebeple de Kûfe’yi tercih etmiş olmalıdır.

HÜSEYİN’İN HURUCUNA KARŞI ÇIKANLAR

Daha önce de belirtildiği üzere Yezid’e biat etmemek için Medine’yi terkedip Mekke’ye gelen Hz. Hüseyin, yukarıda zikredilen gerekçelerle burada da kalmak istemeyip, Kûfe’ye gitmeye karar verdi. Onun Kûfe’ye gitmeye karar verdiğini duyan bazı kimseler, kendisine gelerek bu husustaki fikirlerini beyan ettiler. Hemen belirtelim ki, söz konusu şahısların Hz. Hüseyin’e söyledikleri, bir takım tavsiyelerden ibaretti. Herhangi bir yaptırımı söz konusu değildi. Neticede ise Hz. Hüseyin’in kendisine yapılan bu tavsiyelere uymadığı, yapılan ikaz ve nasihatlere rağmen Küfe’ye gittiği görülmektedir.

Hz. Hüseyin’in isyan etmek maksadıyla Küfeye gitmek istemesine karşı çıkanların gerekçelerinin iki grupta incelenmesi mümkündür.

Dini Gerekçelerle Huruca Karşı Çıkanlar

Abdullah b. Ömer ve Câbir b. Abdillah bu grupta yer alan şahıslardır. Rivayete göre Abdullah b. Ömer, bu hurucun fitneye sebep olacağını ileri sürerek Hz. Hüseyin’i teşebbüsünden vazgeçirmeye çalıştı.[787]

Aynı şekilde Câbir b. Abdillah’da Hz. Hüseyin’e “Allah (celle celâlühü)’tan kork, însanlan birbirine düşürme, yemin ederim ki, ben senin bu yaptığını uygun görmüyorum” diyerek onu vazgeçirmeye çalıştı ancak başarılı olamadı.[788]

Siyasi Gerekçelerle Huruca Karşı Çıkanlar

Bu grupta Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Muti, Ebû Saîd el-Hudrî, Saîd b. el-Müseyyeb, Abdullah b. Cafer, Amre bnt. Abdirrahman, Muhammed b. el- Hanefiyye, Ömer b. Abdurrahman b. el-Müseyyeb gibi kimseler yer almaktadır.[789] Kaynaklarda sözü edilen bu şahısların, Hz. Hüseyin’i huruçtan engellemek için ileri sürdükleri sebeplerle ilgili ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür:

- Kûfeliler sözlerinde durmazlar. Nitekim daha önce Hz. Ali ve Hasan’a verdikleri sözlerinde de sadakat göstermediler.

-                        Senin ölümün halinde Emevîlere karşı direnecek kimse kalmaz.

-                        Kûfeliler zorda kaldıklarında sabredemezler.

-                        Kûfeliler seni davet ediyorlar, ancak Kûfe’nin yönetimi ve beytü’l-mâli hala Emevîlerin elinde, Kûfeliler söz konusu kimseleri başlarından henüz uzaklaştıramadılar.

- Bütün aile fertlerinin bu sefere götürülmesi, olası bir mağlubiyet neticesinde bu ailenin tüm üyelerinin ölümüne, dolayısıyla da ehl-i beytin ortadan kaldırılmasına sebep olabilirdi

Hz. Hüseyin’in Hurucu Karşısında Abdullah b. Zübeyr’in Tavrı

Kaynaklara bakıldığında Hz. Hüseyin’in Küfe’ye hurucuna karşı çıkanların başında Abdullah b. Abbas’ın bulunduğu görülmektedir. Demircan, Abdullah b. Abbas’ın bu tavrıyla ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır: İbn Abbâs’ın Hz. Hüseyin’in hurucuna karşı olmasının altmda belki de kısmen Yezid’le olan ilişkisi yatmaktadır. Yezid, Hz. Hüseyin’in Mekke’ye gittiğini duyduktan sonra İbn Abbâs’a bir mektup göndererek İraklıların Hüseyin’e geldiklerini ve hilafet için kendisine teklifte bulunduklarına dair duyumlarım bildirdi; böyle bir şey yaptığı taktirde akrabalık bağlarını koparmış olacağım belirtti ve onu bölücülük yapmaktan engellemesini istedi. İbn Abbas’da Yezid’e, Hüseyin’in hoşlanmadığı bir şeyden dolayı hurûc etmemesini temenni ettiğini bildirdi ve ona nasihati terk etmeyeceğini yazdı.[790] [791]

Hz. Hüseyin’in Mekke’ye gelmesinden sonra kendisine rağbet gösteren insanların iltifatlarından mahrum kalan Abdullah b. Zübeyr, Hz. Hüseyin’i kıskanmış olmalıdır. Zira İbn Zübeyr, Hüseyin b. Ali’nin Hicaz’da kalınasını hiç istemiyordu. Çünkü onun burada kalması, kendisinin müstakbel iktidarım imkânsızlaştırdı. Hüseyin varken İbn Zübeyr hep ikinci planda kalacaktı.”9

İbn Zübeyr’in yukarıdaki sebeplerle Hüseyin b. Ali’nin Kûfe’ye hurucunu teşvik ve tahrik ettiği söylenebilir. Rivayetlere göre Hz. Hüseyin’e Kûfelileden davet mektuptan gelmeye başlaymca Abdullah b. Zübeyr “biz muhâcirlerin oğullarıyız, biz bu işe Emevîlerden daha evlayız” diyerek düşüncelerini belirtti, daha sonra da Hüseyin b. Ali’ye ne yapacağını sordu. Hüseyin b. Ali ise Küfe ehlinden gelen mektubu zikrederek taraftarlarının orada olduğunu, oraya gideceğini ona bildirdi. Abdullah b. Zübeyr’de “benim de orada taraftarlarım olsa ben de giderdim”[792] diyerek onu Mekke’den çıkmaya teşvik etti. Böylece Hüseyin b. Ali Hicazı terk etmiş olacaktı. Dolayısıyla kendisi ilk plana gelmiş olacaktı.[793]

Kaynaklarda yer alan rivayetlerden anlaşılan şu ki, İbn Zübeyr’in yukarıda belirtilen niyetinden Hz. Hüseyin de başkaları da haberdardı.[794]

Nitekim Hüseyin b. Ali’yi Küfe’ye gitmekten vazgeçirmek için uzun süre çaba sarfeden İbn Abbas, Hz. Hüseyin’in yanından ayrıldıktan sonra yolda Abdullah b. Zübeyr’e rastlar ve biraz da sertçe “Gözün aydın ey İbn Zübeyr! İşte Hüseyin seni Hicaz’la baş başa bıraktı, gidiyor”[795] der. Böylece İbn Abbas, Hz. Hüseyin’in Mekke’yi terketmesinin İbn Zübeyr’i memnun edeceğini bildiğini ifade eder.

Diğer taraftan İbn Zübeyr’in bu niyetinin Hz. Hüseyin tarafından da bilindiği anlaşılmaktadır. Taberi ve İbnü’l-Esir tarafından nakledilen bir rivayet bunu teyid etmektedir. Hz. Hüseyin güya kendisini Kûfe’ye huruçtan alıkoymaya çalışan İbn Zübeyr’in ayrılmasından sonra şöyle dedi: “Bu adama dünyada verilecek en güzel şey, benim buradan çıkıp Irak’a gitmem olacaktır. Zira insanların onu benim seviyemde tutmayacaklarını bildiği için benim çıkmamı ve meydanın kendisine kalınasını istiyor.”[796]

Abdullah b. Zübeyr’in Hz. Hüseyin’e “Şayet burada kalırsan biz sana biat ederiz. Sen hilafete Yezid ve babasından daha çok hak sahibisin” demesi ise bazı tarihçiler tarafından onun her hangi bir töhmete uğramamak için böyle söylediği şekilde değerlendirilmektedir.[797]

Netice olarak şu söylenebilir ki, Abdullah b. Zübeyr, Hz. Hüseyin’in Hicaz’da kalmasını kendi istikbali açısından olumlu karşılamıyordu. Bu sebeple de Kûfe’den gelen davet mektupları karşısında çekingen davranan Hz. Hüseyin’i huruç etmesi için teşvik ve tahrik etti. Buradan onun, Hz. Hüseyin’in ölümünü istediği sonucuna varılmamalıdır. Zira bu hurucun bir felaketle neticeleneceğini ne Hz. Hüseyin ne de İbn Zübeyr önceden bilemezdi.

Rivayetlerden anlaşıldığına göre, Hz. Hüseyin’e yakınlığıyla bilinenler ve dönemin önde gelen şahsiyetlerinin ikaz ve tavsiyelerine rağmen o, Kûfe’ye gitme kararından vazgeçmedi. İleride de belirtileceği gibi Hz. Hüseyin bu sebeple de bir takım eleştirilere maruz kaldı.

KÛFE’YE YOLCULUĞUN BAŞLAMASI

Kaynaklarda belirtildiğine göre Hz. Hüseyin, Müslim b. Akîl’in kendisine gönderdiği ilk ve müsait haberden cesaret bularak aile efradı ile birlikte 8 Zilhicce 61 yılında Kûfe’ye gitmek üzere yola çıktı.[798]

Hz. Hüseyin’in Mekke’den Kûfe’ye gitmek için harekete geçtiğini öğrenen Mekke valisi Amr b. Saîd, ona engel olmak istediyse de bunu başaramadı.[799] Hatta Hz. Hüseyin’in yola çıkmasından biraz önce Yezid’de İbn Abbas’a mektup yazarak ondan Hüseyin’in hurucuna mani olmasını rica etti. Ancak İbn Abbas, Yezid’e yazdığı cevâbî mektubunda buna gücünün yetmeyeceğini bildirdi.[800]

Hz. Hüseyin’in Mekke’den ayrılması ve Kûfe’ye doğru gitmesi daha önce de belirtildiği üzere Müslim b. Akil ve Hani b. Urve’nin başlarım Şam’a getiren elçilere Yezid’in verdiği bir mektupla Küfe valisi Ubeydullah b. Ziyad’a haber verildi. Ayrıca Mervan b. el-Hakem ile Mekke valisi Amr b. Saîd’in de bu olayı haber vermek maksadıyla Ubeydullah’a birer mektup yazdıkları belirtilmektedir.[801]

Öyle anlaşılıyor ki, Ubeydullah, kendisinden beklenildiği gibi, Hz. Hüseyin’e engel olmak ve etkisiz hale getirmek için gerekli hazırlıkları yapmaya başladı. Diğer taraftan Kûfe’de Müslim b. Akîl’in ilk’ mektubunda belirttiği olumlu havanın Ubeydullah tarafından bozulduğundan, taraftarlarının dağıtıldığından ve işlerin tamamen Emevî devletinin lehine dönüştüğünden habersiz bir şekilde yoluna devam eden Hz. Hüseyin, yolda karşılaştığı bazı kimselerin onu caydırmak için söylediklerine de itibar etmeyerek yoluna devam etti.[802]

Müslim b. Akîl’in öldürüldüğünü Sa’lebiyye[803] veya Şerâf[804] mevkiinde öğrenen Hüseyin b. Ali kendisine geri dönmesini tavsiye edenleri dinlemek istedi. Yanındakilerden bazıları “Allah (celle celâlühü) için buradan geri dön. Kûfe'de senin yardımcın te tarafların yoktur. Hatta onların sana karşı tavır almalarından korkarız” dediler. Bu sözler karşısında Hz. Hüseyin, geri dönmek istediyse de Müslim b. Akîl’in kardeşlerinin Kûfe’ye gidip intikam almak ya da ölmek hususunda ısrar etmeleri üzerine Hz. Hüseyin yola devam etmeye karar verdi.[805]

Kûfe’de olup bitenleri duymasına rağmen IIz. Hüseyin’in yolculuğunu sürdürmesi dikkati çekmektedir. Demircan’ın da ifade ettiği üzere “Herhalde Hz. Hüseyin, Müslim’in öldürülmesinden sonra bile, Kûfelilerin sözlerinde durarak kendisine destek olacaklarım tahmin ediyordu. En azından hiçbir şey olmamış gibi kolayca kendisini terkedip “Ubeydullah’ın tarafına geçeceklerine ihtimal vermiyordu.”[806]

Nitekim Hz. Hüseyin’in geri dönme isteğinden Müslim’in kardeşlerinin ısrarı üzerine vazgeçtiği rivayetinin sahih olmadığım söyleyen Caferiyân, “Çünkü o zaman sadece İmam değil, İmam’ın yanındakiler bile Kûfe’ye güveniyor ve olup bitenleri şöyle değerlendiriyorlardı: “Sen Müslim’e benzemesin, Kûfe’ye varınca halk seni destekleyecektir” demektedir.[807]

Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki Hz. Hüseyin’in Mekke’ye geri dönmesi halinde bu sefer kendisini nasıl bir âkibetin beklediğinden de emin değildi. Kûfe’lilerin kendisiyle görüşmeleri halinde ikna olunacaklarını ve tekrar saf değiştireceklerini de düşünmüş olmalıdır.

Hz. Hüseyin’in Kûfe’de olup bitenleri duymasına rağmen yola devam etmeye karar vermesiyle ilgili olarak İbrahim Beydûn şu gerekçeyi göstermektedir: “Zira Hz. Hüseyin, iktidarın cüretinin kendisini öldürmeye kadar varacağını düşünmüyordu.”[808]

Diğer taraftan Yezid’in kendisine yazdığı mektup üzerine Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gelmekte olduğunu öğrenen Ubeydullah, onu durdurmak için harekete geçti. Bu amaçla 4000 kişilik bir orduyu Husayn b. Numeyr komutasında Kadisiyye’ye[809] gönderdi. Bu ordu Kûfelilerin Hz. Hüseyin ile irtibatım önlemekle görevlendirildi. Bununla amaçlanan, Hz. Hüseyin taraftan olanların Kûfe’den aynlıp ona katılmalarınıve bir güç oluşturmalarını engellemekti.[810]

Ubeydullah 1000 kişilik bir birliğin başına Hurr b. Yezid’i tayin etti ve ondan Hz. Hüseyin’i takip etmesini ve Kûfe’ye getirmesini istedi[811]

Hz. Hüseyin ile Kadisiyye’ye 3 mil uzaklıkta bulunan bir mevkiide karşılaşan[812] Hurr komutasındaki birlikler, Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye götürmek için teşebbüse geçtiler, ancak gerçekleştiremediler.

Kaynaklarda Hz. Hüseyin ve Hurr arasında bu esnada gerçekleşen samimi ilişkilere ve konuşmalara ayrıntılı bir şekilde yer verilmektedir.[813] Bununla birlikte görülmektedir ki Hurr, görevi icabı Hz. Hüseyin’in geri dönmesine de Kûfe’ye gitmesine de engel olmaktan geri durmadı. Bir anlamda Hz. Hüseyin’i bu iki yönün dışında mecburi bir başka yöne sevk etti

Yola çıkıldığı andan itibaren görülmeye başlanılan Hz. Hüseyin’in safına katılmalar burada da sürdü; Hurr tarafından engellenmeyen bazı kimseler de Hz. Hüseyin’in tarafına geçtiler.[814]

Hurr’un kararlı tutumu karşısında Hz. Hüseyin, başka bir yol tuttu. Önce Ninova’ya[815] sonra da Kerbela’ya giden Hz. Hüseyin ve taraftarları burada konaklamak zorunda bırakıldı. Onların buraya gelmesinden bir gün sonra da, Ubeydullah’ın gönderdiği Ömer b. Sa’d komutasındaki birlik buraya ulaştı. Hz. Hüseyin’in Kerbela’ya inişiyle ilgili olarak tercih olunan tarih 2 Muharrem 61 Perşembe / 2 Ekim 680 Salı[816]dır.

İbn A’sem’in naklettiğine göre Hurr, Ubeydullah’a Hz. Hüseyin’in Kerbela’ya indiğini bildirdi. Bunun üzerine Ubeydullah, Hz. Hüseyin’e aşağıdaki mektubu gönderdi:

“Ey Hüseyin, Kerbela’ya indiğini öğrendim. Emiru’l-müminîn Yezid b. Muaviye benden, ‘seni öldürmedikçe veya sen benim ve Yezid b. Muaviye’nin vereceği karara razı olmadıkça’ yumuşak yastığa başımı koymamı ve karnımı doyurmamamı emretti.” Buna karşılık Hz. Hüseyin, onun mektubunu kaldırıp atarak şöyle dedi: “Kendi arzularım Allah (celle celâlühü)’ın rızasına tercih eden topluluk kurtuluşa ermez.” Ayrıca mektubu getiren elçiye, cevap yazmayacağım, zira Ubeydullah’ın artık azabı hak ettiğini ifade etti. Hz. Hüseyin’in bu sözleri karşısında Ubeydullah kızmıştır.[817]

Ubeydullah, Kûfelileri iyi tanıyan bir kimse olarak Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gelişiyle onların tekrar Emevî devletine cephe alabilecekleri düşüncesiyle bir takım tedbirler aldı. Kûfe’nin önde gelen şahsiyetlerine çok miktarda para ve mal verdi[818] Bunun sonucunda da Küfe eşrafı onun yanında yer aldı; diğerlerinin kalpleri Hz. Hüseyin ile birlikte, ama kılıçlan ona karşı oldu.[819] Aynca Kûfelilerin Hz. Hüseyin’e karşı oluşturulacak bir hareket içerisinde yer almalarım islediği için onları Küfe dışında topladu Böylece onların Hz. Hüseyin’e yardımcı olmalarım önlemenin yanında muhtemelen hâdiselerin sorumluğuna onları da ortak etmek için bu yola gitti[820]

Bunun yanısıra Ubeydullah’ın, Hz. Hüseyin ile mücadelede bütün Kûfelilerin katılımını sağlayarak, Kûfe’deki desteği tamamen ortadan kaldırmayı amaçladığı da düşünülebilir. Bu sebeple de, kendisinin Kûfe’den ayrıldığı bir dönemde, yeniden herhangi bir hareketin oluşmasına firsat verecek şartlara imkan tanımamak istedi.[821]

Hüseyin b. Ali’nin Kerbela’ya indiğini, Hurr b. Yezid’den aldığı mektupla öğrenen Ubeydullah, kafilenin sarp ve müstahkem yerlere sığınmasına engel olunmasını, susuz ve savunmasız bir yerde konaklamaya mecbur edilmesini istedi. Rey valiliğine getirilen Ömer b. Sa’d b. Ebî Vakkas’a da ordusuyla Hz. Hüseyin üzerine yürümesini ve meseleyi halletmesini emretti.[822]

Kaynaklarda ayrıntılı bir şekilde anlatıldığına göre Ömer b. Sa'd, önce bu görevi kabul etmek istemediyse de Ubeydullah onu daha önceden vaad ettiği Rey valiliğine tayin etmemekle tehdit edince valilik makamım elinden kaçırmamak için bu vazifeyi kabul etti.[823]

Hz. Hüseyin’in mecburî iskana tabi tutulduğu Kerbela mevkiine gelen Ömer b. Sa’d’m komutasındaki 4000 kişiyle birlikte Ubeydullah tarafından Hz. Hüseyin’i durdurmakla görevlendirilenlerin sayısı 5000’i buldu.[824] Hz. Hüseyin, Ömer b. Sa’d gönderdiği elçiye kendisini Kulelilerin çağırdığını, 18000 kişinin biat ettikten sonra biatlannı bozduğunu, dönüp gitmek istediğin de Hürr b. Yezid’in engel olduğunu ve kendisini buraya kadar gelmek zorunda bıraktığım anlattı ve izin verin dönüp gideyim” dedi.[825] Ömer b. Sa’d, Hz. Hüseyin ile çarpışmak istemediği için bu cevaptan memnun kaldı ve durumu Ubeydullah b. Ziyad’a bildirdi. Ubeydullah ise Yezid’e biati önermesini ve kabul etmemesi halinde kafilenin su ile irtibatım kesmesini istedi. Bunun üzerine kafilenin su ile irtibatı kesildi.[826]

Durumun vahametini anlayan Hz. Hüseyin yanındakilere dönerek, dileyenin ayrılabileceğini, çünkü durumun umduğu gibi olmadığım, Kûfe’de şartların aleyhlerine geliştiğini söyledi. Onun bu sözleriyle kendisiyle birlikte yolculuğa çıkanları aldatmamayı istediği belirtilmektedir. Şöyle ki; Hz. Hüseyin’e yolda iştirak edenler, gitmekte oldukları Kûfe’de her şeyin Hz. Hüseyin’in lehinde geliştiği düşüncesiyle bu yolculuğa başladılar. Zira Hz. Hüseyin onlara Küfede işlerin yolunda olduğunu söyledi. Oysa şimdi durum değişti. Hz. Hüseyin’in söylediğinin aksine Kûfe’de onlar için hiç iyi olmayan bir akıbet gözüküyordu. Dolayısıyla Hz. Hüseyin kendisine katilardan aldatmış olmaktan çekiniyordu. Zira bu hem onların aldatılmış olmalarına hem de savaşma ihtimalinden uzak oldukları için de mağlubiyete yol açabilirdi. Bu sebeple de Hz. Hüseyin, dileyenler bu savaşa katılmayabilir ve bizi terk edebilir dedi.[827] Rivayetlerin bildirdiğine göre Hz. Hüseyin’in bu sözleri üzerine yolda bu kafileye katılanlar ayrıldılar.[828] Dolayısıyla Mekke’den Hz. Hüseyin'le birlikte yola çıkanların oluşturduğu az bir grup kaldı.

Ömer b. Sa’d ile Hz. Hüseyin’in, gizlice birden fazla görüştükleri ve bu görüşmelerden birinde Hz. Hüseyin’in Ömer b. Sa’d’a üç teklifte bulunduğu rivayet edilmektedir. Bu teklifler şunlardır :

1.                     Bırak da geldiğim yere (Hicaz’a) geri döneyim.

2.                     Yezid’in yanma gitmeme izin ver. Ben de onun yanma gideyim elimi onun eline koyayım. O da benim hakkımda dilediği gibi hüküm versin.[829] [830] [831] (Yani ona biat edeyim)

3.                      İslâm serhadlerinden birine gitmeme ve orada cihadla uğraşmama izin ver.

Hz. Hüseyin’in Ömer b. Sa’d’a yukarıdaki tekliflerde bulunduğunu söyleyen tarihçilerin yanında139 bazı gerçekler ileri sürerek bu tür tekliflerin Hz. Hüseyin tarafından gündeme getirilmediğini belirtenler de vardır.

Hz. Hüseyin’in yukarıdaki teklifleri yapmadığını savunanların en büyük delili ise Ukbe b. Sem’ân’ın şu rivayetidir: “Ben Medine’den, Mekke’ye, Mekke’den de Irak’a kadar Hüseyin’le beraber bulundum. Onun yanından hiç ayrılmadım. Onun öldüğü ana kadar yaptığı bütün konuşmalarım da dinledim. Yemin ederim ki onun iddia olunduğu gibi elini Yezid’in eline koymak veya sınır bölgelerinden birine gitmek istediğini söylediğini duymadım. O, sadece, “beni bırakın da geldiğim yere döneyim, ya da beni bırakın da şu uçsuz bucaksız arazide bekleyen insanların durumu ne olacak anlayayım dedi.”[832]

Şemsüddün’e göre “îmam böyle bir şeyi asla söylemiş olamaz. Böyle söyleyecek olsaydı savaşı sürdürmesine gerek kalmazdı. Böyle bir haberi yaymakla Emevîler, Hz.Hüseyin’in Kerbela’da gösterdiği yiğitliği, azmi ve kahramanlığı gizlemek; onun korkak bir kişi olduğunu belirtmek istediler.”[833]

Söz konusu tekliflerin varlığım kabul eden tarihçilere göre zaten Hz. Hüseyin’le savaşmak istemeyen Ömer b. Sa’d, çok memnun olur ve durumu bir mektupla Ubeydullah’a bildirir. Ubeydullah bu teklifleri olumlu karşılarsa da Sıffin’de Hz. Ali’nin safinda çarpışanlardan Şemir b. Zilcevşen, ona önemli bir fırsatı kaçırmış olacağını hatırlatarak Fırat nehriyle irtibatı kesilen, ümitsizlik içindeki Hüseyin’i isteğine boyun eğdirmesini veya cezalandırmasını söyledi. Bunun üzerine Ubeydullah, Ömer b. Sa’d’a sert ifâdelerle dolu bir mektup yazarak Hüseyin’le savaşmasını, aksi halde kumandayı Şemir b. Zilcevşen’e terk etmesini bildirdi. Şemir karargâha 9 Muharrem Perşembe günü ulaştı.[834]

Belâzürî’nin belirttiğine göre bu tekliflere olumsuz cevap gelmesinden sonra Hurr b. Yezid, beraberindeki askerlerden bazılarıyla birlikte Hz. Hüseyin’in safina geçti.[835]

KERBELA VAKASI

Hz. Hüseyin ve beraberindekilerin tamamına yakının ölümüyle neticelenen Kerbela olayı Aşûrâ günü, yani 10 Muharrem 61/10 Ekim 680 tarihinde[836] başladı ye aynı gün sona erdi.

Ömer b. Sa’d’ın sancağıyla geçip ilk oku atması üzerine başlayan savaş, birbirine denk olmayan kuvvetler arasında tam bir dram şeklinde devam etti ve Hz. Hüseyin’in savaşa başlarken 23 süvariyle 40 piyadeden oluşan askerleri kısa sürede azaldı.[837]

Hz. Hüseyin’in Sinan b. Enes[838] veya Havlî b. Yezid[839] tarafından önce öldürülüp sonra da başı kesilene kadar devam eden çatışma bundan sonra insanlık adına utanılacak manzaralara sahne oldu.

Bu çatışma esnasında Hz. Hüseyin’in taraftarlarından 72 kişi, Ömer b. Sa’dın ordusundan ise 88 kişi öldü.[840] Hz. Hüseyin ve taraftarları öldürüldükten sonra başları gövdelerinden ayrılarak, vücutlan soyuldu ve bir takım hakaretlere maruz bırakıldılar. Ubeydullah’ın emriyle Ömer b. Sa’d’ın görevlendirdiği 10 kişi atlarıyla Hz. Hüseyin’in cansız bedenini çiğnettiler, onu toza toprağa bulaştırdılar.[841]

Ömer b. Sa’d ve askerleri iki gün daha burada kaldılar, kendi taraftarlarından ölenlerin cenaze namazını kıldıktan sonra defnettiler. Hz. Hüseyin ve taraftarlarının cenazeleri ise ancak Ömer b. Sa’d’ın ordusunun Kerbela’yı terk etmelerinden sonra, Benî Esed kabilesine mensup el-Gâdiriye[842] köylüleri tarafından defnedildi.[843]

HZ. HÜSEYİN’İN BAŞI VE ESİRLERİN ŞAM’A GÖNDERİLMESİ

Hz. Hüseyin ve taraftarlarının öldürülmesinden sonra başları kesilerek Kûfe’de bulunan Ubeydullah b. Ziyad’a gönderildi. Rivayetlere göre Kûfe’ye mızrakların uçlarında getirilen kesik başlardan Hz. Hüseyin’in başı Ubeydullah’ın huzuruna konuldu, Ubeydullah ise elindeki bir sopa ile Hüseyin’in dudaklarına vurdu. Bunun üzerine orada bulunan Ebü’l-Bereze el-Eslemî[844] onun bu hareketine karşı çıktı.

İbn Ziyad, Hz. Hüseyin ve taraftarlarının başlarım mızrakların uçlarına taktırarak Küfe sokaklarında teşhir ettirdi[845]

Öyle anlaşılıyor ki İbn Ziyad, böylece kendisine karşı gelecek kimselerin sonunun nasıl olacağını göstermek istiyordu.[846] Belki de Kûfe’lilerin çabucak değişebileceğinden endişelenen İbn Ziyad, kesilen başlan ve Hz. Hüseyin’in hayatta kalan yakınlarını hemen başından sevketmek istedi. “Baş ile diğer Ehl-i Beyt mensuplarının Kûfe’de kalmasının insanların kalplerinde yankı uyandıracağım hisseden İbn Ziyad, bunların daha fazla Kûfe’de kalmasının tehlikeli olabileceğini düşünerek”[847] bunları Şam’a gönderdi.

Hz. Hüseyin’in Başının Şam’a Götürülmesi

Bu konuda farklı bilgiler bulunmaktadır. Ubeydullah’m Hz. Hüseyin’in kesik başım ve sağ kalanları Şam’a göndermediğini söyleyenlerin[848] yanısıra, daha ziyade bunun gerçekleştiği belirtmektedir.[849]

Yezid’in huzuruna getirilen kesik başa ve esirlere nasıl davrandığı hakkında bilgi vermeden önce baş ve esirlerin Şam’a getirilmediğini söyleyenlerin ileri sürdükleri gerekçeler üzerinde durmak gerekmektedir.

İbn Teymiyye’ye göre “Hz. Hüseyin’in başının Yezid’e taşınması ve onun elindeki sopayla başa hakarettte bulunması iddiası asılsızdır, yalındır. Bu husustaki haberler münkatı senetlerle rivayet edilmektedir. Aslı yoktur. Bu rivayetlerin uydurma olduğuna işaret eden hususlar vardır. Çünkü söz konusu rivayetlerde “Yezid’in, Hz. Hüseyin’in dişlerini çubukla dürttüğü, orada bulunan Enes b. Mâlik ve Ebû Bereze gibi sahabilerin bu harekete karşı çıktıkları...” belirtilmektedir. Bu bir iltibas (karıştırma) dır. Zira bunu yapan Yezid değil, İbn Ziyad’tır. Sahihler ve müsnedlerle nakledilen de bu şekildedir. Hz. Hüseyin’in öldürülmesini emreden İbn Ziyad tarafından yapıldığını gösteren diğer bir hususu da, rivayetlerde adı geçen Enes b. Mâlik ve Ebû Bereze gibi sahâbilerin Şam’da değil de Irak’ta bulunmalarıdır. Dolayısıyla böylesi bir iddiayı dile getirenler görüşlerine neyi delil olarak kullandıklarını bilmemektedirler...”[850]

Görüldüğü gibi Hz. Hüseyin’in başının ve esirlerin Yezid’in huzuruna getirilmediğini söyleyen İbn Teymiyye, bunların Kerbela’dan Kûfe’ye oradan da Medine’ye gönderildiğini, bunu bildiren rivayetlerin senetlerinin de muttasıl olduğunu iddia etmektedir.[851]

Ubeydullah b. Ziyad’m daha önce öldürülen Müslim b. Akil ve Hâni b. Urve’nin kesik başlarım Yezid’e göndermesi ve bu dönemde mevcut olan adet, Hüseyin’in başının da Yezid’e gönderilmiş olabileceği ihtimalini güçlendirmektedir. Ancak Hz. Hüseyin’in başının Şam’a götürülmüş olması, Yezid’in Hz. Hüseyin’in başmı sopayla dürttüğünü ispat etmez.[852]

Öyle anlaşılıyor ki Ubeydullah, kesilen başların ve esirlerin Kûfe’de kalmasının Kûfelilerin tepkisine neden olacağını, belki de isyanlarına sebep olacağını düşünüyordu. Böylesi bir sıkıntıdan kurtulmak için bunları doğrudan Medine’ye göndermektense Şam’a göndermeyi tercih etti.[853] Zira Şam’a değil de Medine’ye gönderilmesi halinde Yezid’in tavrının ne olacağım bilemezdi. Ayrıca Medilelilerin tepkilerini de tahmin edemezdi. Muhtemelen Ubeydullah, bunları Yezid” göndermekle tüm bu sıkıntıları başından savmış olacaktı.

Yezid’in Baş ve Esirlere Karşı Muamelesi

Kaynaklarda Yezid’in Hz. Hüseyin’in başına karşı sergilediği tutumla ilgili olarak iki ayrı bilgi bulunmaktadır. Bazı tarihçiler Hz. Hüseyin’in başının İbn Ziyad’ın görevlendirdiği Zahr b. Kays'82 tarafından Yezid’in huzuruna getirilmesinden sonra Yezid’in ona hakaretlerde bulunduğunu söylemektedirler. Diğer taraftan böyle bir hakaretin gerçekleşmediğini belirtenlere de rastlanılmaktadır.

Birinci grupta yer alan tarihçilere[854] [855] göre Hz. Hüseyin’in başı Yezid’in huzuruna getirilip, bir tasın içerisinde, orta yere konuldu. Yezid, orada bulananların gözü önünde elindeki sopa ile Hz. Hüseyin’in ağzı, dişleri ve gözlerine dürterek hakarette bulundu. O esnada Zeyd b. Erkam veya Ebû Bereze el-Eslemî, Yezid’i böyle yapmaması için ikaz ettiler. Bunlar Yezid’e “Çek o sopayı, çünkü biz senin sopayla hakaret ettiğin dudakları Rasullullah’m öptüğünü gördük. Ey Yezid! Sen kıyamet günü Allah (celle celâlühü)’ın huzuruna İbn Ziyad’ın şefaatiyle çıkacaksın, Hüseyin ise Hz. Muhammed’in şefaatiyle çıkacaktır” dediler. Bu ikaz üzerine Yezid, elindeki sopayı çekti.[856]

Diğer taraftan Kerbela ve sonrasındaki gelişmelerle ilgil ayrıntılı bilgiler veren bazı tarihçilerin Yezid’in böyle bir tavrından ya hiç söz etmedikleri ya da şüpheli ifadelerde bulundukları görülmektedir. Örneğin Şiî tarafgirliğiyle bilinen İbn A’sem, Kerbela ile ilgili teferruatlı malumatlar verirken, Yezid’in Hz. Hüseyin’in başıyla oynadığı ve hakarette bulunduğu şeklinde bir şey söylemez.[857] el-Yâfii ise başın Şam’a götürüldüğünü, oradan da Medine'ye gönderildiğini ifade etmektedir.[858] Belâzürî ise Yezid’in Hz. Hüseyin’in başına hakarette bulunduğunu söylerken onu ikaz edenlerle ilgili tereddütlerini izhar etmektedir. Ona göre Yezid’i ikaz eden Ebû Bereze veya ensardan herhangi bir kimsedir.[859]

Yezid’in Hz. Hüseyin’in başına sopayla hakaret ettiği ve bu esnada aşağıdaki şiiri okuduğu söylenmektedir.[860]

Keşke Bedir’deki atalarım mızrakların vuruşundan korkan Hazrec’in korkusuna şahit olsalardı.

Kendilerine güvenip sevinç çığlıkları atarlardı ve sonra da

Sorma ey Yezid,

Onların ileri gelenlerini öldürdük, Bedir ile tarttık, eşit geldi diyeceklerdi.

Ancak bu beyitlerde Hazrecliler’den bahsedilmesinden dolayı söz konusu beyitlerin Harre olayından sonra söylenmiş olduğunun tarihçiler tarafından zikredildiği hatırlatılmaktadır. Çünkü Kerbela olayına Hazreçten kimse katılmadı. Bu beyitler Abdullah b. ez-Zib’arî’ye aittir.[861]

Yezid’in açıkça küfür gerektiren bu şiiri Kerbela’da söylemediği gibi Harre vakasında da söylemediği, bunun Şiî tarafgirliğiyle bilinenlerce uydurulduğu belirtilmektedir.[862]

Kaynaklarda Hz. Hüseyin başı ve esirlerin Şam’a getirilmesi üzerine Yezid’in üzüldüğü ve hatta ağladığı ittifakla nakledilir. Ayrıca onun kendisine bunları getirenlere müjde. vermediği gibi hoşnut kalmadığını gösteren sert ifadelerde de bulunduğu bildirilir.[863]

Yezid’in olanlar karşısında üzüldüğü ve bütün bunlara sebep olarak gördüğü Ubeydullah b. Ziyad’a yönelik sitemlerde bulunduğu görülmektedir. Nitekim Yezid’in şöyle söylediği bildirilir :

-“Ben sizin Hüseyin’i öldürmeksizin itaatinizden razı olurdum. Allah (celle celâlühü) Sümeyye’nin oğluna (İbn Ziyad’a) lanet etsin. Şayet Hüseyin bana gelseydi, onu kendi haline bırakırdım. Allah (celle celâlühü) ona rahmet etsin!”[864]

-“Ben sizin Hüseyin’i öldürmeksizin itaatinizden razı olurdum. Şayet benimle karşılaşsaydı suçunu bağışlardım. Allah (celle celâlühü) Sümeyye’nin oğluna (tbn Ziyad) lanet etsin. Hüseyin’in benden isteyecekleri çocuklarımın helâkına sebep olsaydı bile ben elimden geleni ona verirdim. Ancak elden ne gelir ki; Allah (celle celâlühü)’ın taktir ettiği gerçekleşir ve onu hiç kimse engelleyemez.”[865]

-“Ubeydullah’ın, Hz. Hüseyin ile akrabalık ve yakınlığı olsaydı onu öldürmezdi”[866]

Rivayetlerden de anlaşıldığı kadarıyla Yezid, en azından o an için olanlar karşısında üzüntüsünü dile getirerek Ubeydullah’ı bu yaptıklarından dolayı kınadı. Muhtemelen de bu üzüntü ve pişmanlığı hafifletmek için Hz. Hüseyin’in hayatta kalan yakınlarına da gayet iyi davrandı. Şam’da kaldıkları sürece onlara izzet-i ikramda bulundu ve kendilerinden gasp edilen mallarım fazlasıyla iade etti. Ayrıca onların salimen Medine’ye gidebilmeleri için gerekli hazırlıkları yaptırdı ve Şam’dan tayin ettiği şahısların refakatinde yolcu etti.[867]

Medine’ye götürülen Hz. Hüseyin’in başı Yezid’in direktiflerine binaen Medine valisi Amr b. Saîd tarafından kefenlettirilerek annesi Fatıma bnt. Muhammed’in Baki mezarlığındaki kabrinin yanına defolundu.[868]

Hz. Hüseyin’in başının defholunduğu yer hakkında birbirini tutmayan mekanlar zikredilir. Medine’de Baki mezarlığına Necefte babasının yanına, Küfe dışında bir yere, Kerbelâ’da cesedinin konulduğu kabre, Dımaşk’ta bilinmeyen bir yere, Rakka’ya hatta Kahire veya Semerkand’a gömüldüğüne dair rivayetler bulunmaktadır.[869]

Kerbela olayından sonra bir takım enteresan olayların meydana geldiği nakledilir ki, bunların ihtiyatla karşılanması uygun olacaktır. Hz. Hüseyin ve yakınlarına duyulan sevgiyle onların ardından duyulan üzüntünün psikolojisiyle ortaya çıktığı düşünülen bu rivayetlerde belirtilenlere inanmak ne Hz. Hüseyin’e ve taraftarlarına ne de günümüz insanlarına fayda sağlayacaktır.[870]

L-KERBELA OLAYINDA SORUMLULUĞU BULUNANLAR

Hz. Hüseyin ve yakınlarından pek çok kimsenin feci bir şekilde katledilmesi ile neticelenen Kerbela olayında kimlerin hangi yönüyle kusurlarının olduğu kesin olarak ortaya konulamaz. Çünkü bu olay toplumsal bir hareketin sonucu olarak meydana geldi. Tarihi bir birikimin tesirleriyle vücut buldu. Bir takım menfaatlerin elde edilmesi umuduyla gerçekleştirildi. Hepsinden de öte kimilerine göre siyasi, kimilerine göre ise dini bir karakter taşımaktadır. Bu sebeplerle Kerbela faciasından kimin sorumlu olduğunu tam olarak ortaya koymak mümkün görünmemektedir. Emir komuta esasıyla gerçekleşen bu faciada emredenin sorumluluğuyla, emrolunanın sorumluluğunu yerli yerince tesbit etmek güç olacaktır. Bununla birlikte bu hususta yapılan değerlendirmeler ışığında fertlerin sorumlulukları az da olsa ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Hz. Hüseyin’in Sorumluluğu

Taba Hüseyin, Hz. Hüseyin’in isyanla başlayan ve şehid edilişiyle neticelenen hareketi için şunlan söylemektedir: “Bazıları Hz. Hüseyin'in devlete isyan ettiğini, Küfe’ye giderek oranın halkını itaatten ve cemaatten ayırmak istediğini, müslümanların arasında babasının döneminde olduğu gibi yeniden savaş çıkarmak istediğini söylüyorlar. Diğer taraftan Yezid ve valisi İbn Ziyad’ın ise devletin korunması ve ümmetin birliğini temin için gayret gösterdiklerini belirtenler var. Şayet Hz. Hüseyin, hiçbir teklife yanaşmayıp illa da savaşta ısrar etmiş olsaydı yukarıdaki iddia doğru olabilirdi. Oysa Hz. Hüseyin yolculuğu esnasında bir takım tekliflerde bulundu. Bunlardan her biri sulh ve sükûneti temin edecek nitelikteydi. Örneğin Mekke’ye dönmesine izin verilseydi o, Mekke’ye dönerdi ve savaşa gerek kalmazdı.”[871]

Kerbela’da yaşanılan facianın sorumlularının kimler olduğu hususunda Işş’ın söyledikleri dikkat çekici niteliktedir; Işş’a göre bu olayda Hz. Hüseyin, sahip olduğu bazı ihtiraslar sebebiyle sorumludur. Bu ihtiras, ikazlara rağmen onu Kûfe’ye gitmeye şevketti. Oysa pek çok kimse onu, Kûfe’ye gitmemesi hususunda uyardı. Akıllıca hareket Mekke’de kalmayı ya da Yemen'e gitmeyi gerektirirdi. Halbuki o, hisleriyle hareket ederek Kûfe’ye gitti[872]

Ayrıca Hz. Hüseyin’in bu olayda aşağıdaki kusurlarının bulunduğu söylenmektedir:

-Düşmanlarıyla muharebeye giderken kendisine kâfi gelecek hazırlıkları yapmadı. Yeterli sayıda silah ve asker toplamadığı gibi gerekli planları da oluşturmadı.[873]

-                                        Kendi akrabalarından, eş ve dostlarından yapılan ikazlara aldırış etmeyerek şura prensibini hiçe saydı.[874]

-                                        Kûfelİlerin zayıf karakterli olduklarını bildiği halde yoluna devam etti. Üstelik Müslim b. Akil ve Hâni b. Urve’nin başına gelenleri duymasına rağmen yapılan geri dön çağrılarına da kulak asmadı. O bütün bunlara rağmen Kûfelilere güvenini muhafaza etme yanlışlığına düştü.[875]

- Hz. Hüseyin sonu belli olmayan bir harekete tüm alie fertlerinin canlarını tehlikeye atarak girişti. En azından işlerin vuzuha kavuşmasına kadar yakınlarından bazılarını götürmemesi, aksi halde olası bir savaşm tüm ehl-i beyt’in felaketine neden olacağı ikazlarım da dinlemedi.[876]

Görüldüğü gibi Hz. Hüseyin, Kerbela olayında isyana kalkışmakla değil de takip ettiği metot bakımından sorumlu sayılmaktadır.

İbn Ziyad ve Komutanlarının Sorumluluğu

Ubeydullah b. Ziyad, daha önce de belirtildiği üzere Hz. Hüseyin tarafından yapılan şartlan -tamamen lehine olmasına rağmen- kabul etmeyip adeta Hz. Hüseyin ile savaşmak için uğraştı. Aynca Yezid’in emirlerini hiçe sayarak kendi keyifince hareket etti.[877]

Ateş’e göre “Gerek tbn Ziyad ve gerekse Şemir b. Zi’l-Cevşen, Hüseyin’in öldürülmesinden ve yanında bulunan aile efradının yok edilmesinden dolayı Yezid’in kızgınlık duyacağını bilselerdi Hüseyin’e hiçbir zaman kabul etmeyeceği ve edemeyeceği bir şartı, İbn Ziyad’a teslim olmak şartım, teklif etmezlerdi Bunlar kadar ilgi çeken bir konuda o kadar askeri güce rağmen Ömer b. Sa’d’ın Hz. Hüseyin’i canlı olarak yakalamamasıdır. Onun bu gaye ile hareket ettiği hakkında en küçük bir rivayet yoktur. Bundan başka hücumlar hâsseten Hüseyin’e müteveccihen yapılabilirdi. Çoluk çocuğun öldürülmesine gerek kalmazdı. Bunlar, İbn Ziyad'ın orada yalnız Hüseyin'in şahsını bertaraf etmek gayesi ile hareket etmediği, belki de daha hain planlar tasarlamış ve tatbik etmiş olduğu zannını vermektedir.”[878]

Sırma’ya göre ise Kerbela öncesinde iki ordu karşılaşınca, Kûfelilerin ihaneti sonucu, Hz. Hüseyin’in savaşmamayı bile düşünmesine rağmen, İbn Ziyad’m mutlaka onu öldürerek işkence yapılmasını istemesi keza islâmın “eman” müessesesini yıkmıştır. Çünkü eman isteyen gayr-ı müslim bile olsa, ona silah çekilmez.”[879]

Işş ise İbn Ziyad’ın Emevî devletinin valilere tanıdığı geniş yetkileri kötüye kullandığını belirtmektedir. Yezid, Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gitmek üzere harekete geçmesinden sonra İbn Ziyad'a “seninle savaşmadıkça kimseyle savaşma” diye emretmesine karşılık İbn Ziyad bu emri hiçe sayarak Hz. Hüseyin’in savaşmak istememesine rağmen onunla savaştı.”[880]

Ukaylî’ye göre ise Hz. Hüseyin’in öldürülmesinin sorumluluğunun büyük bir kısmı Ubeyullah b. Ziyad’a aittir.[881] Ayrıca İbn Ziyad, Hz. Hüseyin’i öldürmesi için kışkırtan Şemir b. Zi’l-Cevşen ve makam-mevki uğrunda Hz. Hüseyin’le olan yakınlığını hiçe sayarak onu ve arkadaşlarım hunharca katleden Ömer b. Sa’d da bu olaydan sorumludur.”[882]

Gelişmelerden anlaşılabildiği kadarıyla Yezid taralından Hz. Hüseyin’i durdurmakla emrolunan İbn Ziyad ve komutanları, bu emri yerine getirmek için kraldan fazla kralcı bir tavır sergilediler. İbn Ziyad, kendisine verilen bu emri ifa etmek için gerekli her yolu yapabileceği düşüncesiyle Yezid’e danışmadan ve onun emrini alma ihtiyacım duymadan harekete geçti öyle anlaşılıyor ki sonuçta devletin lehine olacak bir işi yaptığından dolayı mükafatlandırılacağım düşünüyordu. Bu sebeple de babasının ve kendisinin Basra ile Kûfe’de yıllardır uyguladıkları en etkili yönteme, YARGISIZ İNFAZA, İDAMA VE İŞKENCEYE TEREDDÜTSÜZ BİR ŞEKİLDE BAŞVURDU.

KÛFEIİLERİN SORUMLULUĞU

Koksal’m da belirttiği gibi Kerbela faciasının sorumları bir veya birkaç kişi değildir. Ona göre “Bu facianın belli başlı sorumluları, kendisinden başka imam ve önder tanımadıklarını, yoluna baş koyduklarını ve her hususta kendisine yâr ve yardımcı olacaklarını artarda gönderdikleri elçiler, yağdırdıkları mektuplarla bildirilerek Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye ısrarla davet ettikten sonra, İbn Ziyad’a harar ve çuvallar dolusuna satılıp Hz. Hüseyin’den yüz çeviren ve bu ihanetleri yetmiyormuş gibi, onu Kerbela’da kuşatarak şehid eden ve ettiren Küfe eşrafıdır.

Küfe eşrafından sonra, mevki ve makam ihtirası gözlerini bürümüş ve Kûfelilerin Hz. Hüseyin’e biatlannı Yezid’e jurnal edecek kadar şahsiyetsizleşmiş olan Ömer b. Sa’d gelir. Bu zavallı adam, Hz. Hüseyin’le aralarındaki akrabalığı bir yana iterek tüyler ürpertici Kerbela cinayetinin kumandasını üzerine almış, yapılan bütün nasihat ve uyarmalara rağmen buradan sıyrılmak, kurtulmak yolunu tutmamıştır.”[883]

Kûfelilerin, Kerbela faciasındaki tutumlarının onların kişilikleriyle ilişkili olduğu söylenebilir. Nitekim Caferiyan bu hususu şu şekilde ifade etmektedir: “Tarih kitaplarında ve halk arasında bir atasözü olarak Kûfelilerin hilekâr ve hâin oldukları, aralarında ahde vefa etmenin çok az görüldüğü yaygın olup biz de, Kûfelilerin ruhsal karakterleri hakkında onların aceleci olduklarına ve karar vermede bu aceleciliklerinin daima kendilerine ve hükümdarlarına zarar verdiğini söyleyebiliriz. Çabucak incinmeleri ve bunun yanında çabucak ikna olmaları ve isyan etmeleri bu halkın ruhlarına işlemiştir.”[884]

Öyle anlaşılıyor ki Hz. Hüseyin’i isyana teşvik eden ve onu memleketlerine davet eden Kûfeliler, Ubeydullah’ın asılsız tehditleriyle hemen sözlerinden dönmüşlerdir. Üstelik Kerbela’da aktif olarak rol almışlar ve Hz. Hüseyin’in katline bizzat katılmışlardır.[885]

Yezid’in Sorumluluğu

Kerbela’da meydana gelen felaketle Yezid’in sorumluluğu hakkında tarihçilerin iki kısma ayrıldıkları görülmektedir. Bazı tarihçiler Yezid’in bu olayda sorumluluğunun bulunmadığım veya asgari derecede olduğunu söylerken bir kısım tarihçiler ise söz konusu olayının başlıca sorumlusunun Yezid olduğunu ileri sürmektedirler. Birinci grupta yer alan tarihçilerin görüşleri şöyledir.

Yezid, Hz. Hüseyin’in öldürülmesini emretmeyip, olayı duyduktan sonra üzüldü ve sebep olanları kınadı. Yezid, Hz. Hüseyin’in hurucunu kötü neticelere yol açacağı için hiç istemedi ve bunu engellemek için her türlü çareye baş vurdu.[886]

Yezid savaşmak istemeyip Hz. Hüseyin’in Küfe’ye hurucunu önlemek için elinden geleni yaptı. Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gitmeye karar vermesi üzerine Abdullah b. Abbas’a mektup yazarak ondan Hüseyin’e engel olmasını istedi. Üstelik İbn Ziyad’da “seninle savaşmadıkça kimseyle savaşma” diye emir gönderdi. Bütün bunlar onun savaş taraftarı olmadığını gösterir.[887]

Yezid olayların bu şekilde neticeleneceğini ummuyordu. Evet belki Hz. Hüseyin ve taraftarları üzerine ordu göndermişti. Ancak Yezid, hiçbir zaman olayların bir facia haline dönüşmesini istemiyordu, Yezid, belki de şunu unutmuştu; insanlar bir kere başı boş bırakılınca, onlara bir kez serbestlik tanınınca bir daha onların kontrol altına alınması imkansızlaşır.[888]

Yezid’in Kerbela faciası sebebiyle Ubeydullah’a kızmasına karşılık ona herhangi bir ceza verdiğine dair bir bilgi bulunmamaktadır. Onun bu tavrının daha sonraki dönemlerde farklı şekillerde değerlendirmelere yol açtığı görülmektedir.

Ukaylî’ye göre Yezid’in İbn Ziyad’ı cezalandırmamasının sebebi şuydu: “İbn Ziyad, çalkantılar içerisinde bulunan Irak’ta şiddetiyle, basiretiyle ve işlere hakimiyetiyle en yeterli şahıstı. Bu sebeple Yezid, ona tutunup güvendi. İbn Ziyad’m yeterliliği özellikle Yezid’in aleyhine firsat kollayanların zuhuru esnasında daha iyi görüldü. Aynı durum, Kerbela’dan sonraki dönem için de geçerli olduğuna göre, Ubeydullah’ı görevden alması düşünülemezdi.”[889]

İbn Temiyye ise “İbn Ziyad ve adamlarının bütün yaptıklarının Yezid’in iktidarım korumak için yapılması sebebiyle Yezid onları cezalandırmadı”[890] demektedir.

Ağırakça, Yezid’in sorumluluğu ve olaya müdahalesi konusunda şunları söylemektedir: “Meseleye Sünni ve Şiî bir gözle bakmaktan ziyade daha çok İslâmi naslar çevresinde yaklaşmak ve haktan yana tavır takınmak gerektiğini, Allah (celle celâlühü) ve Rasûlüne, İslâmi ahkâma inanan herkesin teslim edeceği bir gerçektir. Meseleyi bu günkü müslümanlara aktarırken gerçekten İslâm’m sağlam kaynaklarından bilgileri aktardığımızda İslâm ahkamının devlet yönetimi ile ilgili nasslannın bu dönemde inhiraf çizgisine yaklaştınldığı ve gerçekten sapmaların meydana geldiğini görmek gayet basittir. Ancak Yezid ve babası Muaviye’nin yönetimle ilgili yaptıkları bu sapmanın asla saklanamayacağı bir gerçek olduğu gibi, Kerbela vakasında da Yezid’in oynadığı rolden çok Ubeydullah b. Ziyad’ın öldürme hususunda en büyük pay sahibi olduğunu görmekteyiz. İktidarı tam olarak eline geçirmiş bulunan Yezid, bütün bunlara rağmen kendisini güçlü hissettiğinden dolayı etrafına 70-80 kişiyi toplamış olan ve Mekke’ye geri dönmek istediğini defalarca söyleyen Hz. Hüseyin’i öldürme konusunda emir verdiğine dair en ufak bir bilgiyi göremiyoruz. İslâmi yönetimin sapmasına sebep olmak durumu ayn, Hz. Hüseyin’in öldürülmesine emir verme durum ayrı olarak değerlendirilmesi gerekir. Hz. Hüseyin’in öldürülmesi konusunda insafi elden bırakmadan Yezid’in bu konuda bir emrinin olmadığını ve bu hâdiseden dolayı da gerçekten üzüldüğünü görmekteyiz.”[891]

İkinci grupta, yani Kerbela olayında Yezid’in büyük oranda sorumlu bulunduğunu söyleyenler ise şu noktalar üzerinde durmaktadırlar:

Yezid bir takım emirler veriyor, ancak bu emirlerin nasıl uygulandığım ve neticelerinin ne olduğunu takip etmiyordu. Olay nasıl gelişiyor, kimler ne yapıyor bunu araştırmıyordu. Bu sebeple de hiç te ummadığı sonuçlarla karşılaşıyordu.[892]

Yezid komutanlarına Hz. Hüseyin ve taraftarlarının gerek biatlerinin alınması gerekse Kûfe’ye gitmelerinin engellenmesi hususunda sert emirler veriyordu. Komutanlar da bu emre binaen tavizsiz hareket ediyorlardı. Bir başka ifadeyle Yezid, kararlarında sertlik yanlısı imajı vermektedir.

Işş’a göre Yezid, hikmet, hilm ve basiretli davranmak yerine kılıca başvurmayı tercih etti. Babası Muaviye görmezlikten gelinmesi gereken olaylara gözünü kapıyor; el atması gereken olayları ise mutlaka ele alıyordu. Yezid ise böyle yapmak yerine kılıca başvurdu.[893]

Vekil ise Yezid’in muhaliflerine karşı sertliğe başvurmasıyla ilgili olarak onun istişareyi terk etmesini sebep olarak göstermektedir. Vekil’e göre Yezid, sadece Müslim b. Ukbe ve Dahhak b. Kays ile istişarede bulunuyordu. Başkasıyla fikir alış-verişinde bulunmuyordu. Oysa bu ikisinin hayatlarında kötülük hâkimdi. Her ne kadar bunlar Muaviye’nin danışmanlığını yapmışlarsa da Muaviye, hilmi ve otoritesiyle onların tutarsızlığına engel oluyordu. Ancak Yezid, babasının bu özelliklerine tam anlamıyla sahip değildi.[894]

Yezid, emri dışında hareket eden görevlileri cezalandırmadı. Bunun yerine olanların arkasından üzülmek ve ağlamakla yetindi.

Gelişmelerden anladığımız kadarıyla Yezid, Hz. Hüseyin’in öldürülmesini istemedi. Öldürüldüğünü duyduğunda çok üzüldü. Hz. Hüseyin’e rahmet dileyerek, İbn Ziyad’a lanet okudu Ayrıca Hz. Hüseyin’in hayatta kalan yakınlarına iyi muamelede bulundu. Ancak Yezid’in tavrı bununla sınırlı kaldı. Örneğin emretmediği halde Hz. Hüseyin’i öldürerek emrine isyan eden İbn Ziyad’ı görevden almadığı gibi, herhangi bir mektupla onu azarlamadı da. Onu Kûfe’de görevinin başında bıraktı.[895] Bu da gösteriyor ki Yezid-her ne kadar da neticeden hoşlanmamışsa da büyük bir rakipten kurtulmakla rahatladı.[896]

Öyle anlaşılıyor ki Yezid, bir taşla iki kuş vurmuş oluyordu. Ağlayarak ve Hz. Hüseyin’e olan sevgisini dile getirerek müslümanlann kalplerini kazanırken ortaya çıkabilecek her isyanın üzerine gönderebileceği avanelerini de yerinde bırakmış oluyordu.[897]

Ganim’e göre “Bazıları Hz. Hüseyin’in hareketinin bastırılmasının halife olması sebebiyle Yezid’in bir görevi olduğunu söylemektedirler. Bu doğru Ancak kabul edilemez olan husus ise Yezid’in intikam hırsıyla hareket edip isyanı bastırmada aşırılığa kaçmasıdır. Bu ise Muaviye’nin siyasetinin tam tersi bir siyasettir. Muaviye, dış siyasette, özellikle Bizans’a karşı çok çetin ve azimli olurken, iç siyasette ise gayet tavizkar bir tutum sergiledi Yezid ise çeşitli bahanelerle Bizans’a karşı girişilen fütûhatı yumuşattı, içte ise isyana kalkışanlara karşı çok çetin ve müsamahasız davrandı.”[898]

Sarıçam da Yezid’in sorumluluğuyla ilgili olarak şu değerlendirmede bulunmaktadır: “Ubeydullah’ın Müslim b. Akîl’i öldürdüğünü dikkate alarak Hz. Hüseyin’i de öldürebileceğini tahmin etmesi ve talimatım ona göre dikkatli ve açık bir şekilde vermesi gerekirdi. Bu hususta devlet başkanına düşen, son derce ileri görüşlü olmak ve olayın hangi boyutlara varabileceğini hesaplamaktır. Fakat Yezid, bunu yapmadı, işi bir bakıma oluruna bıraktı. Üstelik halife devletin başı olması hasebiyle valilerin tasarrufundan da sorumludur. Olayı bizzat iştirak etmemesi ve eline kılıcı alıp savaşmamış olması masumiyeti için yeterli sebep değildir. Ubeydullalı’a lanet okuması acizliğinin bir ifadesi olmalıdır. Ancak bu acizliği, Ubeydullah’ı Hz. Hüseyin’in taraftarlarım cezalandırmak için Kûfe’ye tayin ederken göstermedi.”"'

Welhausen ise bu olayda en büyük sorumluluğun Yezid’e ait olduğu görüşündedir. Ona göre “Eğer Hüseyin’in öldürülmesi bir cinayet idiyse, asıl suç ondaydı; çünkü şiddetli tedbirler alması için Ubeydullah’ı Kûfe’ye gönderen odur. Olay onun işine yaradı ve önceleri işin bu şekli alışına sevindi; eğer sonraları adamına kızmış idiyse bunda da hükümdarların kötü işleri adamlarının omuzlarına yüklemek hakkını kullandı...”'

Netice olarak eylemi yapma sorumluluğunun, emri veren Ubeydullah b. Ziyad ve emri yerine getiren Ömer b. Sa’d’a ait olduğu, ancak baştaki idareci olarak Yezid’in de sorumlu olduğu söylenmelidir. Elbette Yezid’in sorumluluğuyla kılıcı sallayan kişinin sorumluluğu bir değildir. Bununla birlikte olay mahallinde bulunmaması, Yezid’i masum kabul etmemizi gerektirmez. Çünkü idareciler, memurlarının yaptıklarından sorumludurlar. Eğer memurlarının icraatlarını paylaşmıyorlarsa bunu sözleriyle değil fiilleriyle ortaya koymalıdırlar.[899] [900] [901] Oysa Yezid, önce bu olaya üzüldüğünü gösteren bir tavır sergilerken sonrasında ise bu üzüntüsünün gereğini yapmayarak söz konusu felaketin sorumluluğunun üzerinde kalmasına göz yumdu. Belki de ilk planda büyük bir muhaliften kurtulmuş olmak -istemediği yöntemlerle de olsa- onu memnun etmiş olmalıdır.

 KERBELA OLAYININ ÖNEMİ VE SONUÇLARI

Kerbela’da gerçekleşen mücadele, tarihte en kısa süren olaylardandır. Başlamasıyla bitmesi sadece yanın gündür. Ancak bu olay talihte en çok yankı uyandıran olaylardandır. Bu yankı günümüze kadar sürdü.[902] Dolayısıyla bu kadar büyük tesirleri olan bir hâdisenin neticelerinin bilinmesi, olayın öneminin daha ciddiyetle kavranılmasına yardımcı olacaktır. Kerbela vakasının sonuçlanma, gerçekleştiği dönemle sınırlı kalmadığı, bu olayın geçmişten günümüze kadar pek çok hususta etkilerinin olduğu söylenebilir. Buna göre Kerbela” ın neticelerini şu şekilde sıralayabiliriz:

1-                                  Şianın güçlenmesine yol açtı. Şiî dünyası, Şiîliğin hareket noktası ve temel şahsiyeti Hz. Ali olmakla birlikte, şehid edilişinin arka planında varlığını sürdürebilen güçlü bir siyasî kuruluş bulunmadığından bu olayla fazla ilgilenmiyordu. Hz. Hüseyin’in şehadetini ise Şiîliğe hayat veren bir kaynak telakki ederek İçtimaî ve siyasi hayatın parolası haline getirdi.[903]

Hüseyin’in maruz kaldığı bu fecî akibet Ali taraftarlarının saflarım sıklaştırarak, zihinlerdeki teşeyyû fikrini geliştirdi Önceleri nazarî bir siyasî görüş durumunda olan Şiîliğin, bir akide halini almasına sebep oldu.[904]

Bu elim olay sadece dağınık halde bulunan Şiîleri birleştirmekle kalmamış (zira daha önce Şiîlik siyasi bir düşünceydi ve zayıftı) aynı zamanda da Şiîliğin kalplerde kök salmasına vesile oldu. Hz. Peygamber’den sonra Hz. Ali’nin taraftarları azınlıktaydı. Bunlar Ali’nin imamete daha çok hak sahibi olduğunu savunuyorlardı. Ancak Kerbela’da Ali evladının kam akıtılınca teşeyyû fikri ‘Âl-i Beyt’in’ halifeliğe daha çok hak sahibi olduğu şekline dönüştü. Onların akıtılan kanlan Şiîlik tohumlarım yeşertti.[905]

2-                                  Abdullah b. Zübeyr, Hz. Hüseyin’in vefatından sonra halifeliğin ilan etti. Zira Kerbela’dan sonra Emevî devletine karşı oluşan muhalefet lidersiz kaldı. İbn Zübeyr, bundan istifade ederek halkın biatini temin etti Daha önce de belirtildiği gibi Hz. Hüseyin’in hayatta olduğu müddetçe hilafetin kendisine verilmeyeceğini bilen İbn Zübeyr, bu olaydan sonra meydanı boş buldu.[906]

Fığlalı’nın ifadesiyle “...Hz. Hüseyin’in şehadetinden sonra Abdullah b. Zübeyr’in Mekke’de halifeliğini ilan etmesi, öyle görünüyor ki, yalnız Yezid’e karşı menfi hisler besleyen samimi müslümanların değil, aynı zamanda Hz. Ali ve soyuna taraftar olanların ve bilhassa Hz. Hüseyin’in hunharca şehadetinden sonra Emevîlere karşı düşmanlık hisleriyle dolu olan kütlelerin de manevi desteğini kazandırdı.”[907]

3-                                         Kerbelâ faciasından sonra Emevîlere karşı beslenen düşmanlık ve kin duygusu güçlendi; bu olay birçok ayaklanmanın hareket noktası oldu.[908]

Kerbelâ faciası, bu olayın meydana gelişinden kısa süre sonra ortaya çıkacak olan hemen bütün hareketlerin bahanesi haline geldi. 65/684-685’de Tevvâbûn ve ondan sonra Muhtar es-Sakafî hareketi bunlar arasında önemli bir yere sahiptir.[909]

4-                                         Bu olay uzun vadede Emevî devletinin yıkılmasına yol açtı. Kerbela faciasından sonra Şia, bütün gayretiyle Emevî iktidarından kurtulmaya uğraştı. Uzun vadede de bunu başardı. Yani bu olay, uzun vadede Emevî devletinin yıkılmasına sebep oldu.[910] Mehran, Kerbela’da uğranılan yenilgiden sonra Emevî devletiyle başa çıkamayacağını anlayan Şiîlerin bundan sonra kılıçla mücadele etmek yerine davalarını sürdürmek için takiyye prensibine sarıldıklarını belirtmektedir.[911]

5-                                         Bu olay zulme karşı baş kaldırmanın, isyanın prototipi oldu. Şehristânî’nin ifadesiyle “Hz. Hüseyin, kıyamıyla, münker (kötü) olan her şeye karşı, insanların onları engellemek için harekete geçmelerine yol açtı. Hz. Hüseyin’de isteseydi, Yezid’in kendisine temin edeceği nimetlerden istifade eder, bu sebeple de onların yaptığı kötü işlere göz yumardı. Ancak o, inandığı değerler uğruna böylesi bir sıkıntıya razı oldu.”[912]

Mehran ise diğer Şiîlerin de hemen hemen tamamında görülen bir yaklaşımla şöyle söylemektedir: “Şu bir gerçek ki Kerbela gibi büyük bir katliam, herhangi bir sonuç, tesir bırakmadan unutulup gitmez. Hz. Hüseyin zaten böylesi bir akıbeti bekliyordu. Ayrıca kendisine karşı bu fiili işleyenlerin de cezasız kalmayacaklarım biliyordu. Hüseyin bir plan dahilinde isyan etmiş, plan başarısız olunca da ölümü tercih etmişti. O, kendisini öldürmeleri halinde Emevîlerin başına gelecek kötülüklerin farkındaydı. Eğer Kerbela’da başarılı olsaydı, bu başarıyla elde edemeyeceği sonuçlardan daha fazlasını, düşmanlarının kendisine karşı zafer elde etmesiyle ulaştı.”[913]

6-               Yezid’in nefretle anılmasına sebep oldu. Hangi gerekçeler ve şartlarla olursa olsun Peygamer’in sevgili torunun öldürülmesi, Yezid döneminde gerçekleştiği için o, tarih boyunca kötü bir yâd ile anıldı. Hatta bu sebeple bazı kimseler onu tekfir ve tel’in ettiler (bu hususa ileride işaret olunacaktır). Öyle ki Şia’nın da gayretiyle bu isim kötülere ve kötülüklere nisbet olunur bir hale geldi Günümüzde bile hiç kimsenin çocuğuna bu adı vermemesi söz konusu ismin iyi bir imajının olmadığının delilidir.[914]

Ayrıca Kerbela’dan sonra Haşim oğullarının bir süre herhangi bir siyasî faaliyete girmedikleri; bu olaydan sonra güçlenen Şia’nın bir süre sonra da fırkalara ayrıldığı görülmektedir. îmamiyye, Keysaniyye vs.[915]

Hz. Hüseyin’in şehid edilmesi ve bu haberin duyulmasıyla alâkalı rivayetler bize geldikleri en eski şekilleri altında biraz romanlaştırılmış olsa da, müslümanlann kalplerinde kapanmaz bir yara açarak onları derinden sarstı.[916] Dahası İslâm dünyasının siyasal ve mezhep açısından bir daha vahdetine imkan vermeyecek şekilde bölünmesine sebep oldu.

BEŞİNCİ BOLUM

KERBELA SONRASI YEZİD’ÎN MUHALİFLERİYLE MÜCADELESİ

Abdullah b. Abbas, Yezid’e böylesi bir işe karışmayacağını söyleyerek tarafsız kaldı.5

Yine aynı maksatla Yezid, Abdullah b. Zübeyr’i biate ikna etmeleri için Nu’man b. Beşîr başkanlığında bir heyeti Mekke’ye gönderdiyse de bunların bütün gayretlerine rağmen İbn Zübeyr, biate yanaşmayıp, Yezid hakkında da ağır hakaretlerde bulundu.6

Yezid, gayretlerinin bir netice vermemesinden sonra Amr b. Saîd’e, Abdullah b. Zübeyr’in üzerine bir ordu göndermesini emretti. Medine valisi bu emir üzerine harekete geçerek, Abdullah’a karşı şahsî kini en fazla olan kimseyi araştırmaya başladı. Amr, Medine’ye vali olduğunda Abdullah b. Zübeyr’in kardeşi Amr b. Zübeyr’i şehrin emniyet işleriyle (Sâbibu’ş-Şurta) görevlendirdi7

Amr b. Saîd’e emniyet müdürü Amr’ın, kardeşinin en fâzla düşmanı olduğu haber verildi. Bunun üzerine Medine valisi, Abdullah b. Zübeyr’in üzerine kardeşi Amr’ın komutası altında bir ordu göndermeye karar verdi.8

Bu iki kardeşin arasındaki düşmanlığın sebebi hakkında kaynaklarda bir bilgi bulunmamakla birlikte annelerinin ayn oluşunun bu düşmanlıkta rolü olduğu düşünülebilir. Çünkü Amr’ın annesi Kaysilere sempati duyan Abdullah b. Zübeyr’e düşmanlık besleyen Kelb kabilesine mensuptu.9

Amr b. Saîd’in Mekke üzerine muharebe için ordu göndermesine bazı kişiler tarafından karşı çıkıldığı bildirilmektedir.10

Ayçan, Hicrî İlk Üç Asırda Zfibeyrî Ailesinin Siyasî ve İlmî Hayattaki Yeri, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Ankara 1984, s. 52; Bazı tarihçiler, Yezid’in, İbn Zübeyr’i altından bir kelepçeyle yanına getireceğine dair yaptığı yeminini hafilettiğini, hatta bu maksatla yeminini de sadık kalmak üzere altından bir ince zinciri boyunana takması için İbn Zübeyr’e gönderdiğini söylemektedirler. Ancak İbn Zübeyr’in bunu da kabul etmediği zikredilmiştir,  

Mekke’ye gelen Amr b. Zübeyr’in ordusu Zî Tuvâ[917] [918] denilen Mevkide karargah kurdu. Abdullah b. Zübeyr ise bunlara karşı Mekke’de kendini destekleyenler ile birlikte Musa b. Abdurrahman b. Avf ve Abdullah b. Safvan’ı çıkardı.[919]

Amr b. Zübeyr komutasında Zi Tûva mekvinde konaklayan ordunun 700 veya 2000 kişiden oluştuğu söylenmektedir.[920]

Kaynaklarda Amr b. Zübeyr’in ordusunun büyük bir kısmının Medine’deki Mevâliden oluştuğu ve çok azının divana (divânü’l-cünd’e) kayıtlı olduğu belirtilmektedir.[921] Ayrıca bu insanların para için savaşa katıldıkları, aslında Abdullah b. Zübeyr’e sempati duydukları ve savaş disiplininden çok uzak oldukları da kaydedilir. Buna karşılık Abdullah b. Zübeyr’in gönderdiği birliklerin Hicaz'ın deneyimli, azimli ve hırslı kimselerinden oluştuğu bildirilmektedir.[922]

İki ordunun karşılaşmasında Medineliler mağlup oldular. Amr b. Zübeyr yakalandı ve hapse atıldı. Onun daha önceden Emniyet müdürlüğü esnasmda Abdullah’a sempati duydukları için dövdürdüğü Mekkeliler çağırıldı. Bu insanların Amr b. Zübeyr’e kısas uygulamasına izin verildi Amr, hapisten çıkartılıyor, dövülüyor sonra tekrar hapse atılıyordu. Buna daha fazla dayanamayarak öldü.[923]

Hz. Hüseyin’in vefat ettiği günlerde gerçekleşen bu olaydan sonra Abdullah b. Zübeyr’in itibarının arttığı ve Mekke’de daha da güçlendiği söylenebilir.[924]

Kıster’in belittiğine göre Abdullah b. Zübeyr’den biat almakta başarısız olan Amr b. Saîd, 61 yılının Zilhicce ayının ilk günlerinde Yezid’in huzuruna gitti ve başarısızlığının sebebi olarak düzenli bir orduya sahip olmamasını gösterdi. Yezid de haklı olarak onu azarlayarak niçin Suriye’den düzenli askeri birlikler istemediğini sordu.”[925]

Öyle anlaşılıyor ki “Yezid, mücadele ve kan dökmenin iyi gözle görülmeyeceği mukaddes Mekke’ye sığınmış olmasından dolayı Abdullah b. Zübeyr üzerine ciddi olarak varmaktan kaçındı.”[926]

Ancak İbn Zübeyr, Yezid ile gerçekleşen bu ilk mücadele ile gelecekte hafife alınacak bir muhalif olmayacağım ortaya koydu.

Abdullah b. Zübeyr, kardeşi Amr’ın ölümünden sonra Mekke’de istediği şekilde hareket etmeye başladı.[927] Bu esnada sık sık gündeme gelen ve türlü entrikalarla gerçekleşen vali tayinleri de onun Mekke’de rahat hareketine zemin hazırlamış olmalıdır.

Kendisine Hicaz’dan ulaşan çelişkili haberler Yezid’in doğru karar almasına mani oluyordu. Valilikten azledildikten sonra boş durmayan Velid b. Utbe, Medine’deki bazı Emevilerin de desteğini alarak vali Amr b. Sâid’in elinde imkan olduğu halde Abdullah b. Zübeyr’i yok etmediği iddiasıyla onu Yezid’e şikayet etti: Yezid, bu haberin doğruluğunu tahkik ettirmeden Amr’ı azlederek Velid b. Utbe’yi ikinci defa aynı göreve getirdi.[928]

Velid b. Utbe, Hicaz valisi olunca Abdullah b. Zübeyr’i ele geçirmek için fırsat kollamaya başladı. Ancak bunun farkına varan İbn Zübeyr, ondan kurtulmayı başardı.

Abdullah b. Zübeyr, hileye başvurarak Yezid’e bir mektup yazdı ve şöyle dedi: “Sen bize doğru dürüst bir şey yapmaktan ve kendisine yapılan tavsiyeyi anlamaktan bile aciz olan bir kişiyi vali olarak göndermişsin. Şayet ahlaklı, mülayim bir adam gönderirsen umulur ki işler düzelir. Bu dediklerime dikkat et. Zira avâmın da havasın da kurtuluşu bundadır.”[929] Yezid, Abdullah b. Zübeyr’in bu mektubundan ümitlenmiş olmalı ki, Velid’i azlederek yerine tecrübesiz ve yaşı küçük Osman b. Muhammed b. Ebi Süfyan’ı tayin etti.[930]

Ayrıca Yezid’İn Anır b. Saîd ve Velid b. Utbe gibi iki güçlü validen sonra Osman b. Muhammed gibi toy bir delikanlıyı vali olarak atamasında onun önceki iki valinin sertlik yanlısı uygulamalarını, bu sonuncuyla yumuşatmayı istemiş olmasından kaynaklandığı da ifade edilebilir.

Sonuç olarak şu söylenebilir ki; Kerbela’dan sonra da arzulanan sükunet sağlanamadı. İbn Zübeyr, bazen sert, ancak çoğu kere yumuşak üslubu ile Yezid’i istediği doğrultuda vali atayacak kadar aldatmayı başardı. Yezid ise Kerbela ve sonrasında yaşanılan gerilimin normale dönüşmesi için olaylar karşısında sertlikten yana tavır koymadı. Bu doğrultudaki hedefini gerçekleştirmesi için Osman b. Muhammed’i vali olarak tayin etti.

  MEDİNELİLERİN İSYANI VE HARRE VAKASI

Yezid döneminin ikinci önemli olayı da Medinelilerin isyanı ve bu isyan neticesinde gerçekleşen Harre vakasıdır. Öyle ki Yezid denildiğinde günümüz insanının zihnine ilk gelen olay Kerbela ve Harre vakasıdır. Böylesine büyük yankılar uyandıran bir olayın nasıl gerçekleştiği hakkında bilgi verilmeden önce söz konusu hâdisenin sebepleri üzerinde durulacaktır.

Medinelilerin İsyan Etme Sebepleri

Sosyal bir olayın, toplumsal bir hareketin oluşum nedenini yalnızca bir sebebe bağlamak doğru olmayacaktır. Çünkü sosyal bir hâdisenin ortaya çıkmasında dinî, etnik, ekonomik, psikolojik, siyasî vb. diğer sebepler rol alabilirler. Bunlardan sadece birinin göz önünde bulundurularak konunun vuzuha kavuşturulması mümkün değildir. Dolayısıyla Harre vakasında da birden fazla sebebin olduğu düşüncesiyle bu sebepleri ortaya koymaya çalışacağız.

a-Dinî Sebepler

Kaynakların tamamına yakım, Medinelilerin Harre vakası ile neticelenen isyanlarında dini sebebin etkili olduğunu belirtmektedirler.[931] Dini sebeplerin böylesi bir isyanda rol oynadığını söyleyen tarihçilere göre Harre vakasına giden süreç şu şekilde oluştu:

Velid b. Utbe’nin azledilmesinden sonra Medine valiliğine tayin olunan Osman b. Muhammed, Medine’nin ileri gelenlerinden oluşan bir heyeti Şam’a Yezid’in yanına gönderdi. 62/681 yılının sonlarında gönderilen bu heyette Münzir b. Zübeyr b. el-Avvam, Abdullah b. Ebî Amr b. Hafi b. el-Mugire el-Mahzûmî, Abdullah b. Hanzala el-Gâsîl b. Ebî Amir el-Ensârî ve Medine'nin diğer ileri gelenleri yer almaktaydı.[932]

Vakıdî, bu insanların gönderilmesinin bizzat Yezid’in emriyle gerçekleştiğini, böylece Yezid’in onların şikayetlerini dinleyeceği ve kalplerini kazanabileceğini rivayet etmektedir.[933]

Bu grubun gönderilmesi fikrinin Osman b. Muhammed’e ait olduğu, onun bu işteki maksadının Medineliler ile Şam arasındaki gerginliği azaltmak ve Medinelilerin Şam’a itaatlerinin devam ettiğini göstermek olduğunu söyleyenler de vardır.[934]

Yezid, Medine’den gelen bu kimseleri izzet ve ikram ile karşılayıp herkese 50.000 dirhem, Abdullah b. Hanzala’ya 100.000 dirhem, oğullarından her birine 10.000 dirhem hediye verdi. Ayrıca Abdullah b. Zübeyr’in kardeşi Münzir b. Zübeyr’e de 100.000 dirhem verdi. Ancak bunlar, Yezid’den gördükleri iyi muameleye rağmen Medine’ye döndüklerinde Yezid’in aleyhinde konuşmaya başladılar.[935]

Medine’den gelen heyettekiler Mescid’e gittiler. Medinelilerin de mescide gelmesinden sonra Yezid aleyhinde ağır ithamlara başlanıldı.

Birisi kalktı ve şöyle dedi: “Biz öyle bir adamın yanından geliyoruz ki, onun dini yoktur, içki içiyor, köpeklerle, maymunlarla oynuyor, geceleri hırsızlarla ve haydutlarla düşüp kalkıyor. Şahid olunuz ki, biz ona olan biatimizi geri çekiyoruz.”[936]

Abdullah b. Hanzala da bu esnada bir konuşma yaptı ve şunları söyledi: “Öyle bir adamın yanından geliyorum ki, şu çocuklarınım dışında kimseyi bulamayacak olsam bile, onları yanıma alır ve onunla savaşırım”[937] Bunun üzerine orada bulunanlardan bazıları “Duyduğumuza göre Yezid sana ikramda bulunmuş ve hediyeler vermiş” dedikten sonra, ondan bunu kabul edip etmediğini sordular. Abdullah ise şöyle cevap verdi: “Ben onun verdiklerinden sadece kendime yetecek kadarım aldım. Bunlarla ona karşı kuvvetlenmek istedim.”[938]

Medinelilerin isyan öncesi yaptıkları bu konuşmalarla ilgili ayrıntılı bilgiler veren Taberi’de yer almayan ancak el-Egâni’de zikredilen bir rivayete göre ise bu konuşmalarla halkı isyana teşvik edenler Yezid’i hal ettiklerini ifade etmek için başlarında ki sarıkları, ayaklarındaki ayakkabıları (mest) vs. çıkartmaya başladılar; mescit bir anda bunlarla doldu.[939]

Vakıdî’nin naklettiği bir rivayete göre de “Medineliler isyan ettikleri gün Ümeyye oğullarını Medine’den çıkardılar. Abdullah b. Hanzala bu esnada şunları söyledi: “Ey kavmim! Eşi ve benzeri olmayan Allah (celle celâlühü)’tan korkun! Şayet Yezid’e karşı isyan etmemiş olsaydık gökten üzerimize taş yağdırılacağmdan korkardım Bu adam (Yezid) öyle birisi ki annelerle, kızlarıyla ve kız kardeşleriyle nikahlanıyor, şarap içiyor, namazı terk ediyor. Yemin ederim ki, yanımda benimle birlikte ona karşı mücadele edecek hiç kimse olmasa bile ben yine ona karşı savaşırım.”[940]

Yukarıdaki verilen rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Yezid’in kötü yaşantısına[941] Şam’a gittikten sonra bizzat şahit olan Medine’nin ileri gelenleri, Medine’ye döndükten sonra bunları dile getirerek halkın ona olan biatlarını geri çekmeleri için konuşmalar yaptılar. Bu konuşmalardan sonra isyan süreci başladı. Bir başka ifadeyle Yezid’in dine uygun olmayan yaşantısı Medinelilerin isyan etmelerinin asıl sebebi oldu.

Diğer taraftan tarihçilerden bazılarının da ifade ettiği üzere Medinelilerin isyanlarının Yezid’in kötü yaşantısı sebebiyle (dini sebep) meydana gelmediğini gösteren bilgiler de bulunmaktadır. Şöyle ki:

1-Yezid’in kötü yaşantısı iddiasıyla isyana kalkışıldığım söylemek zordur. Çünkü Yezid iktidara geçeli 3 yıl olmuştu. Bu zaman zarfinda Medineliler, ona biat etmiş ve sükûnet içerisinde ona bağlılıklarım sürdürmüşlerdir. Kötü yaşantı öyle birden bire ortaya çıkmaz; iddia olunduğu gibi şayet Yezid, dine ters davranışlar içerisinde idiyse bunun mutlaka önceden başladığı söylenilmelidir. Oysa Medinelilerin bundan önce bu doğrultuda bir şikayetlerine rastlanılmaz.[942]

1-               Kaynaklarda Abdullah b. Ömer ve Muhammed İbnü’l-Hanefiyye ile ilgili anlatılan iki rivayete göre de Medinelilerin zikredilen sebeplerle isyanları doğru kabul edilemez.

Medineliler, Yezid’in yanından döndükten sonra Abdullah b. Muti ile arkadaşları, Muhammed b. Hanefiyye’nin yanına giderek onu Yezid’e olan biatim geri çekmeye çağırdılar. Ancak o, gelenlerin bu isteğini kabul etmedi. İbn Muti, ona: “Yezid, içki içiyor, namaz kılmıyor, kitabın hükmü dışına çıkıyor” deyince Muhammed b. Hanefiyye, onlara şöyle cevap verdi:

-                          “Bu anlattıklarınızı Yezid’de görmedim. Oysa ben onun yanında bir süre kaldım. Onun namaza devam ettiğini, hayır ve iyiliği araştırdığım, fikhı sorduğunu, sünnete bağh olduğunu gördüm.”

-                          “O, böyle yapmışsa, sana karşı riyakarlık için yapmıştır.”

-                          “O, benden korkacak veya benden bir şey umacak değildir ki, bana karşı böyle davransın. Onun içki içtiğini nereden biliyorsunuz, gördünüz mü? Eğer görmüşseniz demek ki, siz de onunla birlikte içtiniz. Görmediyseniz, o zaman bilmediğiniz bir hususta şahitlik yapmanız size helal olmaz...”[943]

İsfahânî’nin kaydettiği bir rivayete göre ise Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Ömer’in evde olmadığı bir sırada onun evine giderek, karısına Yezid’in aleyhinde bir takım sözler söyledi Ancak İbn Ömer eve döndüğünde karısını dinledikten sonra İbn Zübeyr’in de gerçek endişelerinin dini olmadığına dair sözler söylediği nakledilmektedir. (Îsfahânî, Egânî, 1,27-28)

2-                            Dini gerekçelerle yapılan isyan sadece Medineliler ile sınırlı kalmazdı. İslâm devletinin değişik yörelerindeki müslümanlar da bu tür isyanlarda bulunurlardı veya en azından Medinelilere destek olurlardı. Halbuki Harre vakası esnasında böyle bir dayanışmanın olduğuna dair bilgi bulunmamaktadır.

3-                            Savaşın az öncesinde Abdullah b. Cafer ile görüşen Yezid’in Medinelilere bir takım vaatlerde bulunduğu, böylece onları isyandan vazgeçirmeye çalıştığı görülmektedir; onlara yaz ve kış mevsimlerinde ayrı ayn olmak üzere iki maaş bağlayacağını, Medine’deki buğday fiyatlarım Şam’daki buğday fiyatları seviyesine indireceğine vb. sözler verdiği de nakledilmektedir.[944] Bu da gösteriyor ki Yezid, isyana sebep olarak bir takım ekonomik konular üzerinde durmuş, kendi yaşantısı ve uygulamalarıyla ilgili dine ters bir davranışın düzeltileceği hususunda herhangi bir şey söylememiştir. Oysa isyan ateşinin sönmesi için vaatler yapılırken bu vaatlerin isyana sebep olan huzursuzlukların halledilmesine yönelik olması en uygun hareket olurdu.

b-Ekonomik Sebepler

Harre vakasının dini sebeplerden ziyade ekonomik nedenlerle gerçekleştiğini söyleyen Vakıdî’nin anlattıkları oldukça önemlidir. Kitabü’l-Harre adlı bir eser de yazan Vakıdî’nin konuyla ilgili söyledikleri en muahhar bilgiler olma niteliğindedir.[945] Ayrıca o, Hicazlılarm tarihini en iyi bilen kişi olarak bilinmektedir.[946]. Vakıdî’nin güvenirliği rivayet etmiş olduğu haberlerin senedindeki titizliğinden kaynaklanmaktadır. Örneğin Harre vakasıyla ilgili rivayetinde ta İbrahim b. İsmail b. Ebî Habib el-Ensâri’ye kadar sened zincirini ulaştırır. Bu şahıs ise 161/781 de ölen Benî Abdi’l-Eşhel’in azathsıydı. Teracim kitaplarında belirtildiğine göre İbrahim ise söz konusu bu rivayetini Osman b. Afvan ailesinin Mekke’deki mevlası olan Dâvûd b. el-Hüseyin’den aldı. Dâvûd b. el-Hüseyin ise Harre vakasından sadece 72 yıl sonra (135/752) öldü. Tarihi kaynakların belirttiğine göre, Medinelilerin isyanı esnasında Ümeyye oğullarından Hz. Osman (r.a)’ın ailesine mensup olanlar Medine’den çıkarılmadı.[947] O halde Dâvûd b. El-Hüseyin’den Harre vakası ile ilgili gelen rivayetler mevsuktur diyebiliriz. Zira muhtemeldir ki, bu şahıs, olaya bizzat iştirak eden kimselerle görüştü. Hatta aynı şahsın “Tesmiyetü men

Kutile bi’l-Harre” adında bir kitap yazdığı da[948] bildirilmektedir. Vakıdî’nin kendisinden kısa süre önce yazılan bu kitabı okuduğu söylenebilir...”[949]

Vakıdî’nin “Kitâbü’l-Harre” adıyla yazdığı, ancak günümüze kadar ulaşmayan bu kitaptaki bilgiler, rivayetler Ebü’l-Arab ve Semhûdî tarafından kaydedilerek bize kadar ulaştırıldı.[950] Kısmen Ya’kubî ve İbn Kuteybe tarafından da tekrarlanan bilgiler Vakıdî’nin bahsolunan rivayetine benzemektedirler.[951] Vakıdî tarafından rivayet edilen bu haber, Medinelilerin isyan sebeplerinin ekonomik gerekçelerle ilişkisinin olduğunu ortaya koymaktadır:

“Harre vakasını ilk defa kışkırtan İbn Mîna’dır.[952] İbn Mina, Muaviye’nin Medine’deki Savâfi’sinin[953] âmiliydi. O sırada Medine’de çok sayıda Savâfi vardı. Muaviye Medine’den çok miktarda gelir elde ediyordu.[954]

İbn Mina, beraberindeki adamlarıyla her yıl olduğu gibi yine Muaviye’ye ait malların gelirlerini almak için harekete geçti. Belhâris b. el-Hazrec yurduna gelinceye kadar hiç kimse onlara engel olmamıştı. İbn Mina’nın adamları, bunların evlerini yıkıp duvarlarını da delip geçtiler. Bunun üzerine Belhâris b. Hazreç’liler, İbn Mina’ya şöyle dediler: “Senin böyle yapmaya hakkın yok. Senin bu tür davranışların bize zarar veriyor.” Bundan sonra İbn Mina, bir iş yapamadı. Adamlarım çalıştırmak için sabah götürüp akşam getiriyordu. Onun adanılan bazen tam gün çalışırken bazen de bir kazma bile vurmadan geri dönüyorlardı. Bu durum daha fazla sürünce İbn Mina, durumu valiyle bildirdi; vali, o bölgenin ahalisinden üç kişiyi İbn Mina ile gitmeye razı etti. Bunlar Muhammed b. Abdullah b. Zeyd, Züheyr b. Ebî Mes’ûd ve Muhammed en-Nu’man b. Beşîr idi. Bu kişilerin delaletiyle İbn Mina ve adamları, bir müddet çalışma imkanı buldu. Ancak daha sonra Misver b. Mahreme, Abdurrahman b. el-Esved b. Abd-i Yegûs, Abdullah b. Muti ve Abdurrahman b. Abdulllah b. Ebî Rebia bunların yanına gittiler. Onları çalışmaktan alıkoyup kovaladılar. İbn Mina, durumu tekrar valiye bildirdi Vali kızdı ve şöyle dedi: “Toplayabildiğin kadar mevâli topla” Vali ayrıca beraberinde bulunan adamlarından bazılarım da İbn Mina’ya yardımca olmaları için gönderdi.

İbn Mina beraberindekilerle geri döndü ama bir şey yapamadı. Çünkü Ensar ve muhacirlerden oluşan bir grup, onun çalışmasına yine engel oldu. Aralarında ufak tefek sözlü kavgalar oldu. Bunun üzerine durum valiye iletildi.”[955]

Vakıdî yukarıdaki rivayete şunları da ilave eder: “Bu tartışmalardan sonra Ensar ve Kureyş’ten 10 kişi valinin huzuruna gittiler. Yaptıklarından dolayı İbn Mina’yı valiye şikayet ettiler. Ancak vali, İbn Mina’ya arka çıktı ve gelenleri azarladı. Aralarında sert tartışmalar oldu. Sonunda vali onlara “ben sizin halifeye karşı kin beslediğinizi ve niyetinizin hiçte iyi olmadığım halifeye yazacağım” tehdidinde bulundu. Bunun üzerine onlar valinin yanından ayrıldılar ve İbn Mina’ya engel olacakları hususunda fikir birliğine vardılar.”[956]

Bundan sonra vali, Medine’de olanları halifeye bildirdi ve kendisini bekleyen güçlükleri ona hatırlattı. Yezid, bu mektup üzerine Nu’man b. Beşir’i onlara nasihatte bulunması ve bu işten vazgeçirmesi için görevlendirdi. Yezid, Nu’man b. Beşir’e şöyle dedi: “Medinelilerin büyük çoğunluğu senin kavmindendir. Hiçbir şey onları istediklerinden alıkoyamaz, ancak gerçek şu ki, onlar isyandan vazgeçerse bana muhalefet edecek kimse kalmayacaktır.” Bu sözler üzerine Nu’man, Medine’ye giderek onları isyandan vazgeçirmek için uğraştı. Medineliler ise Nu’man’ın nasihat ve ikazlarına aldırış etmeyerek savaşmaya kararlı olduklarım ifade ettiler.[957]

Vâkıdî’nin belirttiğine göre “Nu’man b. Beşir’in Şam’a dönmesinden sonra Yezid, valiye bir mektup göndererek ondan tehditkar ifadelerle dolu mektubu Medinelilere okumasını istedi. Bu mektubu dinleyen Medineliler de Yezid’in gıyabında çok ağır sözler söylediler. Yezid’in kendileriyle savaşması için bir ordu tertipleyeceğini öğrendikten sonra Yezid’e karşı direnmeye karar verdiler.”[958]

Yukarıdaki rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla “Medine’de başlayan muhalefetin ekonomik boyutu, Yezid’in babası Muaviye dönemine kadar uzanıyordu. Medineliler valiye gidip, “Muaviye aıiyye konusunda başkalarım bize tercih etti, bizim maşlarımıza bir dirhem bile artış yapmadı” diyerek hoşnutsuzluklarının sebebini açıklıyorlardı. Emevi hilafetiyle birlikte başta Muaviye olmak üzere iktidar ailesine mensup kimselerin şehirde sahip oldukları mal miktarı Medinelileri rahatsız edecek kadar çoğaldı. Bu siyasetin neticesinde üretim azalıp fiyatlar artmış, insanlar geçimlerini sağlamakta zorluk çekmeye, haklarım alamamaya başladılar. Ellerindeki malları iktidar ailesi mensuplarına satmak zorunda kaldılar.”[959]

İktidar ailesinin sahip olduğu arazi miktarı ve buradan elde edilen gelir, Medinelilerin hayat şartlarının iyileşmesi yönünde bir katkıda bulunmuyordu. Çünkü buralardan elde edilen gelir[960] görevliler tarafından toplanıyor ve Şam’a gönderiliyordu. Medineliler, çektikleri sıkıntılar sebebiyle, iktidar ailesinin sahip olduğu mülk ve elde ettiği gelirin yasal olup olmamasını pekte önemsemiyorlardı. Evet, belki de Muaviye ve Yezid, Medine arazisinin büyük çoğunluğuna meşru yollarla sahip olmuşlardı[961], ancak daha önceden yaşanılan müreffeh hayatı özleyen ve sıkıntılara maruz kalan Medineliler, bunlara sebep olarak Medine arazisinin iktidar ailesinin eline geçmesini gösteriyorlardı.

Hicaz bölgesi, iktisadi olarak kendisine yeterli olabilen bir bölge değildi. Sürekli diğer bölgelere ihtiyaç hissetmekteydi. İslâm fetihlerinin başlamasından sonra yine de ganimet gelirleri ile geçinmekteydi. Fetihlerin durması ile de Medine bu gelirinden büyük ölçüde yoksun kaldı.[962]

Söz konusu sıkıntıya maruz kalan Medineliler, arazilerini ve elde ettikleri mahsulü ucuz fiyatlarla satmak zorunda kalıyorlardı. Bunu firsat . bilen iktidar ailesi, değerinin altında paralarla alımda bulunuyordu.[963]

Bir başka ifadeyle Medine arazisinin bir kısmı şu veya bu şekilde iktidar ailesinin özel mülkü haline gelmiştir. Bir kısmı ise ya Savâfi (sahibi olmayan arazi) ya da Hıma (koruluk, mera) addolunarak yönetimi devlet başkanına bırakılmıştı. Geriye ise Medinelilerin istifade edebileceği çok az arazi kalmıştı. Buna bir de satın almak zorunda kaldıkları buğday fiyatının Şam’daki fiyatın çok üstüne çıkartılması eklenince Medinelilerin tepkisi kaçınılmaz bir hal almış ve bu tepki isyana dönüşmüştür.[964]

c-Siyasi Sebepler.

Medinelilerin isyanına sebep olan etkenlerden birisi de siyasidir. Hz. Hüseyin’in vefatından bir süre sonra gerçekleşen bu isyanda Abdullah b. Zübeyr’in kendi siyasi emelleri için Medinelileri teşvik etmesinin büyük rolünün olduğu söylenebilir.[965]

Vâkıdî’nin anlattığına göre “kardeşi Amr b. Zübeyr’i öldüren Abdullah b. Zübeyr, Mekke’tilerden biat almaya başladı. Ayrıca Medinelilere de bir mektup yazarak onlardan da Yezid’e isyan etmeleri ve biatlerinin geri çekmelerini istedi. Bundan sonra Abdullah b. Mutî, Medinelilerden onun adma biat almaya başladı. Bu durumu gören Yezid, Osman b. Muhammed’den bir heyeti Medine’ye göndermesini istedi. Böylece onların olası bir isyanına engel olmak ve kalplerini kazanmayı ümit ediyordu.”[966]

İbn Zübeyr, Medinelilerin Şam’a karşı girişecekleri her hareketi destekliyordu. Zira Medinelilerin hareketi Abdullah b. Zübeyr’in doğrudan lehine olmasa da hareketin temel amacının Emevîlere karşı olması her iki grubu birleştiriyordu. Aslında Hicaz kendisinden hilafet merkezinin gitmesiyle siyasi otoritesini kaybetmişti Bu otoritesini yeniden kazanmak için çaba gösteriyordu. Mekke ileri gelenlerinin temsilcisi olan Abdullah b. Zübeyr, Hz. Hüseyin’in şehid edilmesiyle tek kaldı. Mekke ile Medine arasında içten içe mevcut olan münâfese, burada ortak hedef Emevîler olduğu için geçici bir süre ortadan kalktı.[967]

Diğer taraftan Kerbela sonrasında İslâm toplumunda Emevî iktidarına karşı oluşan tepkinin Medinelilerde de mevcut olduğu; bu tepkinin de Yezid’e isyanda etkili olduğu söylenebilir. Zira daha önce de ifade edildiği üzere Kerbela faciasından sonra Emevîlere karşı beslenen düşmanlık ve kin duygusu güçlendi, bu olay, bir çok ayaklanmanın hareket noktası oldu.[968] Kerbela faciası, bu olayın meydana gelmesinden kısa süre sonra ortaya çıkacak olan hemen bütün isyanların bahanesi haline geldi.[969]

Bunların dışında Abdullah b. Zübeyr’in Yezid tarafından kendi üzerine gönderilmesi muhtemel olan ordunun en azından hızını kesmek üzere Medinelileri isyana teşvik etmiş olduğu akla gelebilir. Çünkü İbn Zübeyr, ilki başarısızlıkla neticelenen saldırının Yezid tarafından tekrarlanacağım düşünmüş olmalıdır. Dolayısıyla Medineliler, Yezid tarafından gönderilecek orduya engelleme noktasında tampon bir görev üstlenebilir ve onların güç kaybma neden olabilirlerdi. Böylece İbn Zübeyr, zayıf düşen ve zayiat veren Şam ordusunu kolayca mağlup edebilirdi.

2-Medinelilerin İsyanı Başlatmaları

Yukarıdaki sebeplerle Yezid’e olan biatlarını geri çeken ve onun aleyhinde ağır sözler sarfeden Medineliler, Yezid tarafından gönderilen Numan b. Beşir’in ikaz ve tavsiyelerine de kulak asmadılar.

Medine mescidinde Yezid’in halini temsilen yapılan protestolardan sonra başlarına Abdullan b. Hanzala el-Gasîl el-Ensâri’yi geçiren Medineliler, ona biat ettiler ve Ümeyye oğullarının şehirden çıkarma hususunda fikir birliğine vardılar.[970]

Başlatılan isyan ensârî bir karakter taşımakla birlikte Kureyş mensuplan ve muhâcirler de bu isyana katıldılar. Bütün ısrarlara rağmen Hâşimîlerin ileri gelenlerinden Ali b. Hüseyin Zeynelâbidin ve Muhammed b. Hanefiyye bu isyana katılmadılar.[971] Hz. Hüseyin’in kanının henüz kurumadığı ve Hz. Ali ailesinin şok geçirdiği bir zamanda, iktidara karşı yeniden ayaklanmaya kalkışmak pek tabî ki beklenemezdi.[972] Ayrıca Abdullah b. Ömer, verdiği biata sadık kalacağını söyleyerek Medinelilerin isyanına iştirak etmedi.[973] [974]

Medineliler, başta Emevîlerin Medine valisi Osman b. Muhammed olmak üzere diğer Ümeyye Oğulları fertlerini, sempatizanlarım ve mevlalarmı Mervan b. Hakem’in evinde muhasara ettiler. Onlan göz altına aldılar. Bunların sayılarının 1000 civarında olduğu belirtilmektedir.—

Yezid’in Medine Üzerine Ordu Sevketmesi

Kuşatma altındakiler gerek yaşça ve gerekse siyasî tecrübe bakımından önemli bir şahsiyet olan Mervan’ı kendilerine emir seçtiler. Zira o sırada Medine valisi Osman b. Muhammed, fikrine baş vurulmayacak kadar genç ve tecrübesiz bir adamdı.[975]

Muhasaranın zayıf bir şekilde sürmesinden[976] istifade eden Mervan, bir mektup yazarak, içinde bulundukları kötü durumdan halifeyi haberdar etti. Mervan, “Üzerimize toprak ve taş atıyorlar. Yiyecek ve içeceğimiz yok. Bizi kurtarın, imdat!” diyerek sıkıntılarının boyutlarının ifade ediyordu.[977]

Başlangıçta, 1000 kişiden fazla olmalarına rağmen kendilerini savunmaktan aciz bir topluluğun yardımına gidilmemesi gerektiğini düşünen Yezid, daha sonra ise yardım göndermeye karar verdi. Belki de Yezid’in aklına Hz. Osman (r.a)’ın muhasarası esnasında olup bitenler gelmiş olmalı ki, “Onların ölmesi halinde yaşamanın bir anlamı yoktur” diyerek[978] yardım hazırlıklarının başlatır. Bu arada Yezid’in şu mealde bir söz söylediği de zikredilir: “Benim karakterim olan hilmi değiştirdiler; ben de onlara karşı yumuşaklığımı sertlikle değiştirdim.”[979]

Yezid, bunun üzerine Hicaz’a bir ordu göndermeye karar verdi; gerçek hedef Abdullah b. Zübeyr olacak, fakat önce Medine’deki ateş söndürülecekti.[980] Bu maksatla gönderilecek ordunun oluşturulması ve komutanın tespiti için hazırlıklara başlandı.

Belki de Abdullah b. Zübeyr üzerine gönderilen ilk ordunun mağlubiyeti sebebiyle Yezid, bu seferki ordunun her yönüyle güçlü olması için gayret gösteriyordu. Gerek komutanın tayini gerekse orduya katılacakların tespiti hususunda azami gayret sarfediyordu.

a-Ordu Komutanının Tesbiti

Ordu komutanlığına kimin getirileceği hususunda tereddüde düşen Yezid, bu işi ilk olarak Amr b. Saîd el-Eşdak’a teklif etmiştir. Ancak Amr b. Saîd şöyle diyerek bu teklifi reddetmiştir: “Ben senin için ülkeler fethettim. Senin uğrunda gayret sarf ettim. Şimdi sen benden Kureyş’in kanım akıtmamı istiyorsun. Bu işe Kureyş’ten olmayan birini gönder.”[981]

Amr b. Saîd’den olumsuz cevap alan Yezid, aynı teklifi İbn Ziyad’a da yapmış ancak o da şöyle diyerek bu görevi kabul etmemiştir: “Allah (celle celâlühü)’a yemin ederim ki, o fâsık için, Allah (celle celâlühü)’ın Rasûlü’nün kızının oğlunu öldürmenin yam sıra kesinlikle Kabe’de savaş yapmayacağım.”[982]

Yezid’in bundan sonra aynı teklifi Müslim b. Ukbe el-Mûrrî’ye yaptığı ve onu bu göreve razı ettiği görülmektedir. Yezid’in bu görevi Müslim b. Ukbe’ye teklif etme gerekçesiyle ilgili olarak farklı görüşler bulunmaktadır.

Bazı tarihçilere göre Muaviye, vefat etmeden önce Yezid’e yaptığı tavsiyelerinden birinde şöyle dedi: “Şayet bir gün Medineliler üzerine birini göndermek zorunda kalırsan, o zaman Müslim b. Ukbe’yi gönder. Zira o, bizim sözümüzü dinleyen ve bize sadakatiyle bilinin bir kişidir.”[983] Dolayısıyla bu tarihçilere göre Muaviye’nin söz konusu tavsiyesi, Yezid’in Müslim b. Ukbe’yi ordu komutam olarak tayin etmesinde etkili oldu.

Diğer taraftan ilk dönem tarihçilerinden sadece tsfahânî tarafından nakledilen ve Dozy tarafından da mutlak doğruymuşçasına tastiklenen bir habere göre ise bu göreve tayin olunmayı Yezid’den bizzat Müslim talep etmiştir. Şöyle ki:

Müslim b. Ukbe Yezid’e gelerek şunları söyler: “Medineliler üzerine kimi gönderirsen gönder bu işin üstesinden gelemez. Bu işi sadece ben başarırım. Çünkü ben rüyamda Gargad (                                      ) çalılığından bir sesin yankılandığım işittim. Bu ses şöyle diyordu. “Bu işi Müslim yapsın!” Ben daha sonra gece karanlığında sesin geldiği yere doğru gittim. Oradan şu seslerin geldiğini duydum. “Osman’ın katilleri olan Medinelilerden öcünü sen al.” İşte bu konuşmalardan sonra Yezid, Medineliler üzerine onu göndermeye karar verdi.[984]Bu rivayeti benimseyen Dozy’e göre “Müslim b. Ukbe, Muhammedi itikadın gölgesinden bile nasiplenmeyen, İslâm’a ve onun mensuplarına değer vermeyen bir kimse idi.”[985]

Ancak ilk dönem kaynaklarının hiç birisinde yer almayan bu haberin doğruluğu mümkün görünmemektedir. Çünkü kaynaklardan pek çoğunda yer alan bir habere göre böylesi bir görev teklifiyle karşılaşan Müslim, ağır hasta olduğunu mazeret göstererek bu vazifeden muaf tutulmasını halifeden talep eder. 90 yaşının üzerinde olan Müslim, en-Nevta[986] adh bir hastalığa yakalanması bir tarafa ilerlemiş yaşı ve ağırlaşan hastalığa rağmen onun, böylesi sıkıntılı bir göreve bizzat talip olduğu pek mümkün          görünmemektedir.[987] Ayrıca,   Müslim’in komutan olarak görevlendirilmesinde Muaviye’nin yapmış olduğu tavsiyenin etkili olduğu da pek makul değildir. Çünkü böyle bir tavsiye olsaydı Yezid, bu görevi, öncelikle Müslim’e teklif ederdi. Oysa rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla başka alternatiflerden olumlu cevap alamayan Yezid, son çare olarak Müslim’e de bu teklifi sunar.

Netice olarak şu söylenebilir ki Yezid, ilk önce teklifte bulunduğu şahısların olumsuz cevap vermeleri karşısında son çare olarak Müslim b. Ukbe’ye de bu teklifi götürür. Gatafan kabilesinden, savaşmayı iyi bilen, İslâm’m tabiatından hiçbir şey değiştirmediği, dini bir endişesi olmayan ve devletin bekasından başka bir şey düşünmeyen Müslim’in bu görevi en iyi şekilde icraa edebileceği düşüncesinin onun tayininde etkili olduğu söylenebilir.[988]

b-Ordunun Oluşturulması

Hicaz’a gönderilecek ordunun komutanın tesbitinden sonra sıra gönderilecek ordunun oluşturulmasına geldi. Bu sefer iş sıkı tutuluyordu. Zira, bundan önce Hicaz’a gönderilen ordu ağır bir mağlubiyet aldı. Aynı akıbetin yaşanmaması için hazırlıklar ciddi olarak sürdürülüyordu.

Emevîler döneminde sık sık ortaya çıkan iç isyanlarda devlet, bu isyanları bastırmak için gönderecek asker bulmakta zorluk çekiyordu. Bu sebeple iç isyanlara gönderilecek kimselere maaş haricinde maûnet adı altında para takviyesi yapılarak onları bu işe teşvik etmek amaçlanıyordu.[989]

Yezid, Şam caddelerine tellâllar çıkartarak Medine’ye gidecek ordu için asker toplatmaya başladı. Bu orduya katılacak askerler normal maşlarım aldıkları gibi yüz dinar da fazladan peşin para alacaklardı.[990]

Bu çağrıdan sonra toplanan askerlerin sayısının ne kadar olduğu hususunda kaynaklarda tam bir ittifak görülmez. Orduya katılanların 5000[991], 27000[992], 10.000[993], 30.000[994] [995] rakamları verilmekteyse de tercih olunan sayı, bu ordunun 12000 kişiden   oluştuğudur.

Söz konusu ordunun karakteri hususunda da değişik görüşler ileri sürenler vardır. İbn Kuteybe’nin söylediğine göre orduya katılanlar 20 yaşının üzerinde 50 yaşının altında idiler.[996] Yani genç bir yapıya sahiptiler. Ayrıca bu ordunun içerisinde Hıristiyan ve Yahudi unsurlannın dahil olup olmadığı hususu da tartışma konusudur. Öncü kuvvetleri arasında ve Müslim’in çevresinde 500 Rum askerinin bulunduğu ve bunların ellerinde, üzerinde azizlerin resmi olan bayraklar taşıdıkları rivayet edilmekteyse de bunu destekleyecek bir habere, hadiseye geniş yer veren Halife b. Hayyât, Ebü’l-Arab ve Semhûdî’de rastlanmamaktadır.[997]

Orduya iştirak edenlerin ekseriyetinin Suriyelilerden, daha da önemlisi Kelb kabilesinden olması dikkat çekmektedir. Kaysiler ise bu savaşta hilafet ordusunu yalnız bıraktılar.[998]

Muaviye ve Emevî devletine sadakatleriyle bilinen Kelb kabilesi mensuplarının Hıristiyanlıklarının muhafaza ettiklerinin söylemek güçtür. Ancak bu insanların eski dinlerini tamamen terk ettikleri ve İslâmi prensiplere tam anlamıyla uyum sağladıklarım da ifade etmek zordur. Dolayısıyla Medineliler üzerine giden orduda yer alan Kelbîlerin, İslâmi hassasiyetlerden uzak bir şekilde, savaş ortamından da istifade ederek bir takım aşırlıklara kaçtıkları söylenebilir.

c-Yezid’in Müslim b. Ukbe’ye Tavsiyeleri

Gerekli hazırlıkları yapan ordunun Şam’dan ayrılması esnasında bir süre onlara eşlik eden Yezid’in Müslim b. Ukbe’ye bazı emirler verdiği rivayet edilmektedir:

“Ordunun komutam sensin. Şayet sana bir şey olursa Husayn b. Nümeyr es- Sekûnî’yi yerine geçir. Medine’ye vardığında teslim olup, itaat etmeleri için üç gün mühlet ver. Bu üç gün içerisinde biate yanaşmazlarsa onlarla savaş ve şehrin üç gün boyunca askerler tarafından yağmalanmasına izin ver. Bu esnada ele geçirilecek her şey (mal, silah, yiyecek vs.) askerin olsun. Üç günün bitiminde yağmaya son ver. Ali b. Hüseyin’e iyi davran. Ona hürmet göster, çünkü o, bu isyanda diğerleriyle birlikte hareket etmedi. Şunu unutma ki sen kendilerini kimsenin yenemeyeceğini düşünen cahil bir kavinin üzerine gidiyorsun.”[999]

Vâkıdî’ye göre ise Yezid, Müslim’e şunları söyledi: “Medine’ye vardığında senin şehre girmene kim engel olmak isterse veya sana savaş açarsa onunla savaş ve onlardan kimseyi bırakma. Medine’de işin bitince İbn Zübeyr’in üzerine git. Umarım ki Allah (celle celâlühü) seni galip kılar.”[1000]

Bazı araştırıcılar Yezid tarafından Medine’nin mübah kılınmasına izin verildiğini ifade eden bu rivayetin sıhhati üzerinde tederdütlerinin olduğunu söylemektedirler. Bunlara göre söz konusu rivayeti nakleden tarihçilerin tamamının da ilk ravisi Ebû Muhnef tir. Ebû Mıhnef ise Emeri iktidarına karşı olumlu kanaatler taşımayan, aksine aşın Şiî tarafgirliğine sahip bir kimsedir. Bu nedenlerle de onun tarafından nakledilen bu habere ihtiyatla yaklaşmak gerekmektedir.[1001] [1002] Bu araştırıcılar, Yezid’in Abdullah b. Cafer’le yaptığı bir konuşmadan hareketle asıl maksadının Medineliler olmayıp İbn Zübeyr’in itaat altına alınmaya yönelik olduğunu söylemektedirler.

Yukarıdaki bilgiler göz önünde bulundurulduğunda Yezid’in Medine’nin yağmalanmasını emrettiğine dair rivayetlerin kesinlik arz etmediği, ancak isyankar olarak görülen Medinelilere karşı bir takım cezalan içeren emirler verdiğini söylemek güç olmayacaktır.

MedineIiIer’in Savaş Hazırlıkları

Şam’da bu gelişmeler olurken Yezid’in üzerlerine bir ordu gönderdiğini öğrenen Medinelilerin de savaşmak için hazırlıklara başladıktan görülmektedir. Bu hazırlıklan şu şekilde sıralamak mümkündür:

1-                         Mervan’ın evinde muhasaraya tabi tuttukları Emevîlere karşı tavırlarım sertleştirdiler. Onlara şöyle söylediler: “S izleri bulunduğunuz yerden çıkartırız ve boyunlarınızı vururuz. Ancak bize karşı hiçbir şekilde düşmanlık göstermeyeceğinize, bizim gizli şeylerimizi açıklamayacağınıza ve düşmanımıza yardım etmeyeceğinize dair yemin ederseniz sizi sağ bırakır ve gitmenize izin

veririz.” Bunun üzerine Emevîler, onlara istedikleri sözü verdiler. Böylece Medine’yi terk etmelerine izin verildi.[1003]

Öyle anlaşılıyor ki Medine’de oluşan havadan cesarete kapılan bu insanlar, rehine olarak kullanabilecekleri Emevîlerin, Medine’yi terk etmelerine izin verme hatasına düşmüşlerdir. Üstelik gitmelerine izin verilen bu insanların Medine’de olup-bitenleri Emevî ordusuna bildirmeyeceklerine ve kendi aleyhlerine savaşa katılmayacaklarım da saf bir şekilde ummuşlarda:.[1004]

Vâkıdî’nin belirttiğine göre Ümeyye oğullarından yalnızca Hz. Osman (r.a)’ın ailesine mensup olanların Medine’de kalmalarına izin verildi.[1005]

2-                        Medineliler, Emevîlerin valisi olan Osman b. Muhammed’i valilikten kovdular, ancak yerine kimi tayin edecekleri hususunda fikir birliğine varamadılar. İlk planda başa getirilen Abdullah b. Hanzala, ensâra mensuptu. Dolayısıyla onun göreve gelişi ensâra üstünlük sağladığı düşünceciyle, muhâcirler tarafından hoşnutsuzluklara yol açtı. Üstelik Kureyş de bu durumdan memnun değildi.[1006]

Medineliler arasında oluşan bu tepki üzerine Kureyş ile mevalisinin başına Abdullah b. Muti el-Adevî, muhâcirlerin başına ise Ma’kıl b. Sinan getirildi.[1007]

3-                          Medine’nin etrafında güçlü surlar yoktu. Bu sebeple de şehirde kalıp savunma savaşı yapmayı düşünen Medineliler, Hendek Gazvesinde açılan hendekleri derinleştirip gereken yerlere yenilerini ekleyerek ve çevrelerine iyi atış yapan okçular yerleştirerek şehrin etrafını emniyet altına aldılar.[1008] Ancak Medine’nin alanı eskisine göre daha genişti. Bu hendek yeterli değildi. Bu sebeple de Medineliler çeşitli yerlerde kümelendiler.[1009]

Dört gruba ayrılan ordunun genel komutanlığına Abdurrahman b. Avf b. Ezher b. Avf getirildi Gruplardan her birine ise birer komutan tayin edildi Bunlar, mensubu bulundukları kabilenin başma geçtiler. Kureyş’in başına Abdullah b. Muti Muhâcirlerin başına Ma’kıl b. Sinan, Ensâr’ın başına Abdullah b. Hanzala el-Gasîl ve Mevâlînin liderliğine de Yezid b. Hürmüz geçti.[1010]

Medineliler, 15 günde açmış oldukları bu hendekleri, ot, hurma dallan ve taşlarla doldurdular ve çevresine iyi atış yapan okçulan yerleştirdiler. [1011] Böylece daha önceden Hendek Savaşında Müşriklerin, hendeği görünce çaresiz kaldıklan gibi şimdi de Şam’dan gelen ordunun da çaresiz kalacağı düşünülüyordu.

4-                          Medineliler, Medine ile Şam arasındaki su yollarının tamamına katran dökerek kullanılmaz hale getirmişlerdi. Ancak bu tedbirin hiçbir faydası olmamıştı. Çünkü Şam ordusu harekete geçtikten sonra bolca yağmur yağmış ve bu sulara ihtiyaç duymamışlardı.[1012]

Medineliler bu hazırlıkları yaparken Yezid tarafindan yolcu edilen Emevî ordusu da Medine’ye doğru harekete geçmiş ve Medineden kovulan Ümeyye oğullarıyla “Vâdi’l-Kura’da”[1013] karşılaşmışlardır. Müslim, Hz. Osman (r.a)’ın oğlu Amr b. Osman’dan Medineliler hakkında bilgi almak istemiş ancak o, yapmış olduğu yemini hatırlatarak her hangi bir malumat vermek istemediğini söylemiştir. Buna karşılık Müslim, çok sinirlenmiş ve hiddetle “Hz. Osman (r.a)’ın oğlu olmasaydın boynunu derhal vururdum. Yemin ederim ki, senden sonra hiçbir Kureyşliden bir şey kabul etmeyeceğim” demiştir. Müslim’in çok kızdığını gören Mervan, oğluna “O bana sormadan sen git olanı biteni ve yapması gerekenleri ona (Müslim’e) söyle” diyerek oğlu Abdülmelik’i Müslim’in yanına göndermiştir.[1014]

Abdülmelik, Müslim’e şunları söyledi: “Güneşin doğacağı yönden (doğudan) Medine’ye gece yaklaş. Harre mevkisinin en dar yerinde ordunu konaklat. Sabah güneş doğarken hücuma geçersen Medinelilerin gözleri, güneşin doğduğu ve sizin taarruzda bulunduğunuz yöne bakamaz.”[1015]

Abdülmelik’in tavsiyelerinden memnun kalan Müslim b. Ukbe, Medine’den çıkartılan bu topluluğun bir kısmıyla[1016] yoluna devam etmiş ve Abdülmelik’in planına göre hareket ederek Harretü’l-Vâkım[1017] diye isimlendirilen yerde karargâh kurmuştur.[1018]

Müslim, Harre mevkiinde ordusunu konaklattıktan sonra Medinelileri çağırarak onların bu işten vazgeçmelerini temin maksadıyla Yezid’in söylediklerinin onlara aktararak şunları söyledi:

“Müminlerin emiri, sizi asil olarak kabul ediyor. Ben sizin kanınızı dökmek istemiyorum. Bu sebeple size üç gün mühlet veriyorum. Eğer kabul edip itaatinizi bildirirseniz, sizden elimi çekip Mekke’deki mülhidin üzerine yürümek istiyorum. Eğer kabul etmezseniz bize bir özrünüz yoktur.”[1019]

Harre Savaşı

Yezid’in tavsiyesine uyularak verilen üç günlük mühlet neticesinde Medinelilere tekrar tercihlerini soran Müslim’e onlar, savaşmayı tercih ettiklerini söylediler.[1020]

Medinelilerin savaşmaya azimli olduklarım gören Müslim, ordularına savaş düzeni verdi. Bundan sonra da karşılıklı çatışmalar başladı.[1021] (27 Zilhicce 63/26-27 Ağustos 683)

Müslim’in askerleri hücuma geçtiler ancak, şehrin etrafına kazılan hendekler sebebiyle Medine’ye girmeye muvaffak olamadılar. Medineliler, evlerinin damlarından Şamlı askerleri ok ve taş yağmuruna tutuyorlardı. Müslümanların zihninde “acaba peygamberin yaptığı savaşlar tekrarlanıyor mu?’ sorusu vardı. Fakat şimdi durum farklıydı. Coğrafya aynıydı, ancak şimdi peygamberin karşısında olduğu gibi cahili müşrik Araplar yoktu. Bunların yerine disiplinli ve müslüman bir ordu vardı. Bununla birlikte Medineliler, olanca gayretleriyle taarruzda bulunuyorlardı. Öyle ki Şamlıları püskürtmeye başladılar.[1022]

Hastalığı sebebiyle bir sedye üzerinde savaşı sevk ve idare eden Müslim, sürekli bir şekilde Suriyeli askerleri savaşmaya teşvik ediyor ve onların kaçmalarına engel olmaya çalışıyordu. Bununla birlikte Medinelilerin hücumları gittikçe tehlikeli bir boyuta ulaşıyordu.[1023]

Durumun aleyhlerine geliştiğini gören Müslim, Mervan’dan yardım istemiştir.[1024] Bunun üzerine harekete geçen Mervan b. Hakem, Ümeyye oğullarına ve Hz. Osman (r.a)’a yakınlığıyla bilinen Benî Hârise oğulları kabilesinin[1025] bulunduğu bölgeye gitmiş ve onlara “Yolu açın. Şayet bizim Medine’ye gitmemize izin verirseniz, ben, bunu halifeye bir mektupla bildiririm. O da size gerektiği şekilde ihsanda bulunur.” Bu sözler üzerine Benî Harise İller, bulundukları bölgeden 100 civarında Suriyeli askerin geçişine izin verdiler.[1026]

Benî Hâriselilerin bulunduğu bölgeden şehre girmeye muvaffak olan Suriyeli askerler Medinelileri arkadan kuşattılar. Medineliler, çekiçle örs arasında kalmış gibiydiler. Bu durumu gören Medinelilerden pek çoğu, savunma mevzilerini terk ederek şehre varıp çoluk çocuğunu kurtarmak için koşuşturmaya başladılar.[1027]

Medineliler, bir günden daha az bir süre içerisinde savunmalarım yitirdiler. Onlar, bu mücadele esnasında iki bin kişilik hırslı ve azimli bir birlikle savaşıyorlardı. Buna rağmen bir gün bile dayanamadılar. Bu sırada Mervan, ısrarlı bir şekilde Müslim’i onlarla savaşmaya teşvik etti. Onların mücadele ruhundan yoksun olduklarını, silah ve bineklerinin de yeterli olmadığım dile getirdi.[1028]

Bundan sonra savaşın seyri değişmeye başladı. Başta Abdullah b. Hanzala ve sekiz oğlu olmak üzere Medinelilerden pek çok kimse savaş esnasında öldü. Kaçmaya çalışan çok sayıda insanın da hendeklere düşerek öldüğü, hatta bunların savaş esnasında ölenlerden daha fazla olduğu ifade edilmektedir.[1029]

Savaş esnasında verilen kayıplarla ilgili birbirini tutmayan rakamlar verilir.[1030] Halife b. Hayyat ve Ebü’l-Arab, kitaplarında bu savaşta ölenlerin isimlerinin ayrıntılı bir şekilde tek tek zikretmektedirler. Bunların verdiği malumata göre ölenlerin sayısı 300 dür.[1031] Nüveyrî de bu savaşta ölenlerin 600 civarında olduğunu[1032] söylerken İbnü’l-îmad’a göre 306 kişi[1033] Zehebî’ye göre 700 hafız[1034] [1035] Ebû Mıhnefe göre ise Ensânn dışında 700 kişi ölmüştür.

Diğer taraftan Harre savaşında ölenlerin sayısıyla ilgili ölçüyü kaçıran tarihçilerin mevcut olduğu da görülmektedir. Bu tarihçilerin verdiği rakamlar ise 4000 ila 10.000 arasında değişmektedir.[1036]

Medine’nin başkent olma konumunu kaybetmesinden ve fetihler sebebiyle pek çok ferdini göçmesinden sonra nüfusunun azaldığı göz önünde bulundurulduğunda savaş esnasmda öldürülenlerin sayısıyla ilgili verilen son rakamların mübalağalı olduğu söylenebilir. Üstelik 2000 kişiyle savunmayı sürdüren bir şehirde öldürülenlerin sayısının 10.000’i bulduğu, sonrasında ise bir çok kimsenin zulme maruz kaldığının belirtilmesi pek mümkün görünmemektedir. Ancak şu bir gerçek ki, Medineliler mağlup oldukları bu savaş esnasında pek çok kayıp vermişlerdir.

Kaynaklar, bu savaşta Rasûlüllah’ın sahâbîlerinden 80 kişinin öldürüldüğünü ve Bedir ehlinden hiç kimse hayatta kalmadığını belirtmektedirler.[1037] Bu sebeple de Yezid döneminde gerçekleşen bu olay müsümanlann çok üzülmesine yol açtı. Peygambere kucak açıp davasında kendisine canla-başla yardımcı olan ashabın, ensârın yurdunda gerçekleşen ve pek çok sayıda insanın katledilmesine yol açan bu olay, müslümanlann derinden sarsılmalarına sebep oldu.

Medinelilerin savaşı neden bu kadar kısa bir süre içerisinde kaybettikleriyle ilgili olarak ise şunlar söylenebilir:

Her şeyden önce Şam’dan gelen heyetin sözleri üzerine isyanı başlatan Medinelilerin önceden planlanmış bir stratejilerinin ve savaş için gerekli hazırlıklarının olmamasının bu mağlubiyete sebep olduğu ifade edilebilir. Onlar, kendilerinin güçlerini olduğundan çok fazla zannediyorlardı. Ancak devletin disiplinli ve teçhizath ordusu ile savaşmak zorunda kalmışlardı.[1038]

îsyanı başlatarak, valiyi görevden uzaklaştırdılar, ancak yerine kimi getirecekleri hususunda tereddüde düştüler. Çünkü, Ensâr’dan birinin komutanlığına geçişi Muhâcir, Kureyş ve Mevâli’nin huzursuzluğuna yol açıyordu. Diğer kabilelerden bir ferdin liderliğe geçişi de bu kabileye mensup olmayanları rahatsız ediyordu. Kısacası, kabilecilik ağır basıyor, her grup kendi kabilesinden bir kişinin lider olmasını istiyordu, tik anda ortaya çıkan bu problem, Ensârın başına Abdullah b. Hanzala, Kureyş ile mevlasınm başına Abdullah b. Muti’nin geçirilmesiyle aşıldı.

Ancak bu iki başlılık daha sonra mağlubiyete zemin hazırladı. Nitekim, bu sırada Taifte bulunan ve Medinelilerin başma iki kişiyi geçirdiklerini öğrenen İbn Abbas’ın: “İki emir ha! Desenize kavim helak oldu” dediği kaydedilmektedir.[1039]

Mervan ile oğlu Abdülmelik’in Medine’yi iyi bilmeleri ve bu doğrultuda Müslim’e yaptıkları telkinlerin de Medinelilerin mağlubiyetinde rolünün olduğu söylenebilir. Ayrıca Benî Kârise oğullarının ihaneti de unutulmamalıdır.[1040]

6-Medine’nin Yağmalanması (İbâha) Meselesi

Harre savaşıyla ilgili olarak zikredilmesi gereken bir konu da savaş sonrasında, Medine’nin yağmalanması meselesidir. Kaynaklarda verilen çelişkili bilgiler ve mübalâğaya varan anlatımlar bu meselenin net bir şekilde ortaya konulmasını güçleştirmektedir.

Konuyla ilgili bilgi veren Ebû Mıhnef in naklettiğine göre “Yezid’in emri mucibince, Müslim, savaştan sonra şehri askerlerine mübah kıldı. Bu üç günlük süre içerisinde askerler, Medinelileri öldürdüler, mallarını aldılar ve hayatta kalan sahâbileri bile korkuttular.[1041] Bununla birlikte şunu da ifade etmek gerekir ki, Taberinin diğer bilgi kaynaklarından Avâne ve Vehb b. Cerir’in konuyla ilgili verdikleri haberlerde böyle bir malumat bulunmamaktadır.[1042]

Boyutları farklı olmakla birlikte ilk dönem kaynaklarının çoğunluğu tarafından Medine’nin mübah kılındığı (yağmalandığı) söylenmektedir.[1043] Söz konusu kaynaklarda yağmalamanın hangi boyutlara ulaştığı hususunda da farklılıklar görülmektedir:

Bazı tarihçiler sadece üç günlük ibahanın yapıldığım söylemekte ve bu ibahanın boyutlarıyla ilgili bilgi vermemektedirler.[1044] Ancak pek çok tarihçi bu hususta insanı dehşete düşürecek haberler zikretmektedir.

Ebü’l-Arab, Medine’nin üç gün yağmalandığını, direnmeye takati olan hiç kimse kalmadıktan sonra yağmalamanın durdurulduğunu söylemektedir.[1045]

İbn A’sem ise, “Savaştan sonra Medine’ye giren Şamlılar’ın, rastladıkları kimseleri öldürdüklerini, Medinelilerin mallarının gasp ettiklerini, kadınların ırzlarına geçtiklerini; bu üç gün süresince Rasûlüllah’m kabrinden duyulan ezan ezan sesi dışında ezan okutulmasına izin verilmediğini söylemektedir.[1046]

Ayrıca bu üç gün içerisinde 1000 tane Medineli genç kızın bekaretinin bozulduğu ve dokuz ay sonra babası belli olmayan 1000 çocuğun doğduğu ve bunlara= Harre çocuklan"”denildiği kaydedilir.[1047] Aynı şekilde bu süre zarfında Medine’de bulunan Peygamber mescidinin (Mescidü’n-Nebevî) tehcir edildiği, cemaatle namaz kılınmasına engel olunduğu[1048] hatta ahır haline getirildiğini söyleyenler bile vardır.[1049]

Medine’de yapılan yağmalamayla ilgili anlatılan bazı haberlerde ise Rasûlüllah’m önde gelen sahâbîlerin de bu esnada tehdit edildikleri, hatta kaçıp dağlardaki mağaralara gizlenmek zorunda bırakıldıkları ifade edilir. Örneğin Ebû Sâid el-Hudrî’nin bu esnada bir mağaraya sığınarak canının zor kurtardığı nakledilmektedir.[1050]

Yukarıda verilen rivayetlerden hareketle araştırmacıların farklı neticelere ulaştığı görülmektedir. Medine’nin yağmalanmadığım söyleyen muahhar müelliflerden İbn Kesir, Yezid’in en büyük hatasının Medine’nin yağmalanmasına izin vermiş olmasını gösterir. Medine’nin üç gün yağmalanmasıyla birlikte haddin aşıldığını beyan eder ve bunun büyük bir şer olarak niteler. Müellif, Yezid’in bütün yaptıklarının haklı bir sebebe dayandınlabileceğini ancak Medine’nin ibaha edilmesinin savunulabilir bir tarafının bulunmadığını ileri sürerek, yapılan bu davranışla haddin aşılarak en büyük kötülüğün bu izinle gerçekleştiği kanaatini belirtir.[1051]

Medine’nin ibâhasının gerçekleştiğini söyleyen başka araştırmacılarda bulunmaktadır.[1052] Bunlardan müsteşrik Lammens’e göre Medine, savaş sonrasında üç gün yağmalanmıştır. Hatta Lammens, böyle bir yağmalamanın dönemin adetlerinin bir gereği olduğunu, isyanı sona erdirilen bir yerin savaş sonrasında muzaffer ordunun askerleri tarafından yağmalanmasının yadırganamayacağını ve bunun engellemeye komutanın hakkının olmadığım söylemektedir.[1053]

Lammens’in savaş sonrası yağmalamada bulunulması, teslim olan insanların bile öldürülmesi, kadınların ırzlarına geçilmesi ve insanların dehşet içerisine düşürülmesini normal görmesi kendi kültürü açısından düşünüldüğünde mümkün görülebilir. Zira onların tarihleri bu türden örneklerle doludur. Ancak şu bilinmelidir ki, Müslümanların dinî ve tarihi geleneklerinde bu türden uygulamalara iyi bakılmadığı, dolayısıyla da istisnai birkaç olaydan başka bu şekilde herhangi bir olaya rastlanılmaz. Üstelik dindaşları ve ırkdaşlan olmayanlara bile bu tür muameleleri uygun görmeyen insanların kendi dindaşlarına ve milletlerine karşı böylesine davranışlarda bulunması hiç te normal olmayan bir harekettir.

Lammen’sin ibaha ile ilgili görüşleri açısından bir yanılgı içerisinde olduğu, tezata düştüğü de söylenebilir. Şöyle ki, Lammens, “Harre vakası hakkındaki rivayetler, Kerbela’dakinden daha az ve karanlıktır. Zira Ebû Mıhnef, Kerbela olayını dramatize etmek için çok gayret göstermektedir. Avâne ise Ebû Mıhnef e nazaran daha gerçekçidir. Bu sebeple biz Avâne’ye daha çok itibar ediyoruz” demektedir.[1054] Oysa biz biliyoruz ki Ebû Mıhnef in aksine Avâne iddia olunduğu gibi Medinenin yağmalanmasına dair hiçbir bilgi vermemektedir. Buna rağmen Lammens, ibahanın olduğunu söylemektedir.

Diğer taraftan sözü edildiği şekilde bir yağmalamanın gerçekleşmediğini söyleyen araştırmacılar da bulunmaktadır. Bunların üzerinde birleştikleri gerekçe ise söz konusu tarihçilerin bu haberi Emevî düşmanlığıyla bilinen Ebû Mıhnef ten almış olmalarıdır. Bunlara göre konuyla ilgili verdikleri detayh bilgiler Taberi tarafından nakledilen Avâne b. el-Hakem (47/764) ve Vehb b. Cerir (8206/821) in ibahadan söz etmemesi, Ebû Mıhnef in rivayetinin doğruluğunu şüpheye sokmaktadır.[1055]

Nebihe Akıl tarafından ileri sürülen gerekçelerden bazıları da şunlardır: Medine’nin ibahası, Taberide de zikri geçen ve Yezid’in Müslim’e direktifleri arasında bulunan “Medinelilere iyi davran, mecbur kalmadıkça onlarla savaşma” rivayetiyle de uyuşmaz. Zaten Müslim’in asıl hedefi Medine değil, Mekke’de bulunan İbn Zübeyr idi.”[1056]

Medine’nin ibâhasıyla ilgili bir başka görüş ise ibâhanın gerçekleşmiş olabileceği, ancak kaynaklarda anlatılanların mübalâğalı olduğu şeklindedir.

Selûmi’ye göre “bu olayla ilgili pek çok mübalâğaya gidilir. Gerek olayın oluş şekli hususunda, gerekse öldürülenlerin sayısı hakkında. Şamlıların kadınlara tecavüzü, Harre sonrası 1000 kadının evlilik dışı çocuk doğurduğu, yaralıların ve kaçanların bile takip edilip öldürüldükleri vs. gibi mübalâğalı ifadeler zikredilmiştir. Bütün bunların olması mümkün değildir. Bu tür olayların olmasını ne toplumun yapısı ne de alışılagelmiş adetler -hele hele risalet dönemine henüz çok yakın bir dönemde- mümkün kılar.

Bu tür katliam ve zulümleri kafirlere karşı bile yapmayanlar, nasıl olurda müslümanlara karşı böyle bir şenaatte bulunabilirler? Hem de Peygamber’in yurdunda! Bu asla mümkün değil. Evet bu olay esef verici ve yanlış bir olaydır. Ama bu bizim mübalâğalı ifadelerde bulunmamızı haklı kılmaz.”[1057]

Medine’nin ibâhasıyla ilgili rivayetleri değerlendiren Önkal’da bu hususta mübalağaya kaçıldığını ifade etmektedir:

“Harre olayı ile ilgili olarak aktardığımız bu rivayetlerde kanaatimiz o dur ki sorgulanması gereken bir takım noktalar vardır. Bizim Yezid b. Muaviye’yi ve komutam Müslim b. Ukbe’yi tamamen aklama ve Harre olayım haklı çıkarma gibi bir niyetimiz asla mevcut değildir. Ama olan her şeye rağmen acaba Yezid’i “Firavn’dan daha insafsız ve daha zalim” ordusunda bulunanları dinsiz ilan edebilir miyiz? İyi ya da kötü bir devlet başkanının kendisine âsî gördüğü tebaasından sırf intikam almak üzere, üstelik duruma hâkim olduktan sonra üç gün boyunca her türlü katliam, yağma ve şenaate izin verdiğini, yaralıların dahi sağ bırakılmamasını emrettiğim, müslüman bir komutanın ve müslüman bir ordunun bu emri hunharca icra ettiğini düşünebilir miyiz?! Hâdisede çocuklar ve kadınlar bir tarafa 10.000’in üzerinde insanın öldürüldüğü kabul edilirse şehirde hemen hemen hiç erkek kalmaması gerekmeyecek midir?! 1000 bâkirenin bu facia sırasında bekâretinin bozulduğu iddia ediliyor ama o tarihte acaba Medine’de toplam bâkire kız sayısı 1000’i buluyor muydu?! Ayrıca 1000 veya 800 kadının kocası olmadığı halde dokuz ay sonra babası belli olmayan çocuk doğurduğu söyleniyor, iyi ama nüfusunun fazla olmadığı bir dönemde, üç gün içerisinde bu kadar çok kadının hemen hâmile kalması düşünülebilir mi?! Yalnız burada işaret etmeliyiz ki -daha önce de birkaç kez vurguladığımız gibi- hiç şüphesiz Harre’de gerçekten olan hadiseleri tasvip etmemiz mümkün değildir. Çünkü aşikârdır ki, Medine halkının kıyâmı kanlı bir şekilde bastırılmıştır; bu sırada bazı taşkın ve kendini bilmez askerler-her dönemde bu nevi hâdiselerde görüldüğü üzere- zulme varan bazı uygulamalar, yağmalamalar tecavüzlerde bulunmuş olabilirler. Ama elbette ki bu tabloyu sınırları içerisinde, olduğu gibi çizmek lazım. Bu ve benzeri olaylar dolayısıyla Yezid’i kâfir, zındık, münafık ilân etme, imkan ve yetkimiz dahilinde değildir.”[1058]

Netice olarak şu söylenebilir ki, kaynaklar tarafından ibaha ile ilgili söylenilenlerin tamamım Şiî tarafgirliği ve Emevî düşmanlığıyla ifade edilen haberler olarak değerlendirmek ve kaynaklarda yer alan rivayetlere rağmen ibahanın olmadığım belirtmek güçtür. Ancak, iddia olunduğu şekilde bir yağmalama ve katliamın gerçekleştiğini kabul etmek de-dönemin şartlan düşünüldüğünde- zordur.

Savaşan ve kazanan bir ordunun bazı fertlerinin, istisnai bazı davranışlarım genele mal etmek doğru bir hareket olmayacaktır. Öyle anlaşılıyor ki savaş sonrası istisnai de olsa muzaffer ordunun bazı askerleri tarafından, boyutları tam olarak bilinmeyen- bir takım uygunsuz davranışlar Medine’de sergilenmiştir.

Harre vakası, Hz. Peygamber’in Medine ehliyle alâkalı hadislerini zihinlerinde taşıyan dindar insanlara çok ağır geldi. Nitekim Hz. Peygamber Medine ehlini korkutmakla ilgili hadisleri şerheden şârihler bunlardan bazılarının Harre Vakasına delâlet ettiğini ileri sürmektedirler.[1059]

Harre vakasıyla ilgili söylenilmesi gereken bir hususta Müslim b. Ukbe’nin savaş sonrasında Medinelilerden, alışılmışın dışında biat aldığına dair rivayetlerdir.

Müslim, biat alırken, Medinelilerin Yezid’in kulu ve kölesi olarak, canlan, mallan ve ırzları konusunda onun dilediğini yapabileceğini şart koşuyordu.[1060] Buna karşılık “Allah (celle celâlühü)’ın kitabı ve Hz. Peygamber’in sünneti üzerine biat ediyoruz” diyen Abdullah b. Zemate ve Muhammed b. Ebî Cehm’in öldürüldüğü haber verilmektedir.[1061] Müslim b. Ukbe’ye bu savaşta çok inşam öldürülmesinden sonra “Müsrif’ lakabı verildi.[1062]

Olay sonrasında Yezid’in tavrının nasıl olduğu konusunda da farklı bilgiler bulunmaktadır.

Bazı tarihçilerin belirttiğine göre Müslim b. Ukbe, Medine’de öldürülenlerden bir kısmının başlarım Yezid’e gönderdi. Bu başlan gören ve Medine’de olup biteni öğrenen Yezid, İbnü’z-Ziba’rî’nin Uhud gününde temsil ettiği[1063] şu şiiri söyledi:

Keşke görselerdi Bedir'deki dedelerim

Hazreç ’in keskin mızraklar ucunda sahndıklarını

Sevinerek bağırmaya başlarlardı ve sonra da, sorma ey Yezid;

Onların ileri gelenlerinin öldürdük, Bedir ile tarttık, eşit geldi diyeceklerdi.

Bu şiiri duyan sahâbilerden biri “Ey mü’minlerin emiri! İrtidat mı etti?’ diye sordu. Yezid ise “Evet, istiğfar ederiz” dedi.[1064]

İbnü’l-îmâd, “Yezid bu sözleri söylemişse, Ensânn kayıplarını, Bedir’deki Kureyşlilerin kayıplarının intikamı olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Dolayısıyla da böylesi bir şiir inşam küfre düşürür.” demektedir.[1065]

Bu şiirin Yezid’e nisbet edilmesini doğru bulmayanların iddialarına geçmeden önce bir başka olaya, Yezid’in Harre Vakası karşısındaki tavrı ifade edilecektir:

Vâkıdî’nin rivayetine göre savaş esnasında Abdullah b. Hanzala’yı öldüren iki kişi Müslim b. Ukbe tarafından Yezid’e gönderildi. Yezid, bunlara büyük ödüller verdirdi ve divanda iyi bir mevkie kaydettirdi.[1066]

Yukarıdaki şiir ve son zikredilen habere göre Yezid, Harre savaşında Medinelilerin mağlûp olmasına ziyadesiyle sevinerek bu sevincini söylediği şiirle de ifade etti. Ancak bu şiirin Yezid’e ait olmadığım ve Yezid tarafından söylenilmediğini belirtenler de vardır.

Nüveyrî, bu şiiri zikrettikten sonra, söz konusu şiirin Yezid’e aidiyeti hususunda şüphelerinin olduğunu[1067] söylemektedir. İbn Teymiyye ise “bu şiirin yer aldığı şiir divanlarının tümü yalancıdır. Yahudiler gibi İslâm düşmam olanlar İslâm’ı eleştirmek için bu tür şeyleri yazıyorlar. Bu divanlarda yalan oldukları açıkça belli olan beyitleri de zikrediyorlar. Bu şiir Ubeydullah b. Ziba’rî’ye ait olup Uhud’da müşrikler Hamza’yı şehid ettiklerinde söylendi. İbn Ziba’rî bu dönemde müşrik iken sonradan müslüman olarak, müslümanlığım güzel amellerle süsledi. Yaptıklarından dolayı tevbe ettiğini belirttiği şiirler de söyledi.” demektedir.[1068]

Feryal da bu şiirin açıkça küfrü gerektiren ifadeler içerdiğini, bu sebeple de Yezid’in böyle bir şiiri söylemiş olamayacağım ve bu şiiri nakledenlerin geç dönemlerde yaşayan Şiî tarihçiler olduklarının ifade etmektedir.[1069] [1070]

Yukarıdaki şiiri nakleden, ancak daha sonra bu şiirin Yezid’e aid olup olmadığı hususunda şüphelerinin olduğunu söyleyen İbn Kesir’e göre ise aşağıdaki rivayet, Yezid’in Harre Savaşı sonrası sevindiği ve bahsolunan şiiri söylediğini nakzetmektedir:

“Medâinî’nin rivayetine göre Müslim b. Ukbe, Ravh b. Zinba’yı Harre savaşmı kazandıkları müjdesini Yezid’e ulaştırmak üzere Şam’a gönderdi Müjdeci, olup bitenleri Yezid’e haber verirken Yezid: “Vay benim kavmimin haline!” diye feryat etti. Sonra Dahhak b. Kays el-Fihrî’yi çağırarak ona şöyle dedi:

-Medine halkının başına gelenleri gördün mü? Onları bu isyana zorlayan sebep neydi? Dahhak da:

-Yiyecek ve para yokluğu, diye cevap verdi Bunun üzerine Yezid, Medinelilere yiyecek yüklenip gönderilmesini emretti ve onların maaşlarını artırdı. Bu da Râfizîlerin: Yezid, Medinelilerin başına gelenlere sevindi ve öldürülmeleri sebebiyle de memnun oldu.” şeklindeki yalan iddiaların tam tersini göstermektedir.”

Netice olarak şu söylenebilir kl Yezid, kendisine isyan eden Medinelileri isyandan vaz geçirmek için pek çok teşebbüste bulunmuştur. Bu teşebbüslerinin bir fayda vermemesi üzerine isyanı dindirmek üzere ordu sevk etmiştir. Kendi akrabalarının da içerisinde bulunduğu Medine’de isyanı durdurmayı hedefleyen Yezid’in savaş esnasında gerçekleşen yağmalamadan memnun olmadığı, çünkü bunda bir menfaatinin bulunmadığı söylenebilir.

 Harre Vakasında Sorumluluğu Bulunanlar ve Olayın Neticesi

Bazı araştırmacılara göre bu olayın gerçekleşmesinde Yezid’in bir kusuru yoktur. Çünkü o, Medinelilerin sempatisini kazanmak için çok uğraşmış ve onların isyandan vaz geçmelerini temin etmek için azamî gayret sarfetmiştir.[1071] Ancak Yezid, gereğinden fazla sertlikte bulunmakla haddi aşmıştır ve haklı davasında haksız bir konuma düşmüştür şeklindeki ifadelerle bu olaydan sorumlu tutulur.[1072]

Vekil de Yezid’in isyana kalkışanlara karşı ordu göndermesini doğru görmekle birlikte savaşta ortaya konulan sertlik yanlısı tutumu beğenmemektedir. Ona göre Yezid, sadece muhasara ile de Medinelilerin biatlarmı alabilirdi. Zira Medine uzun süre muhasaraya dayanamazdı. Çünkü suyu dışarıdaki kuyulardan, yiyecekleri de civardaki bahçelerden geliyordu.”[1073]

Dozy’e göre ise “Medinelilerin isyanı delicesine bir hareketti. Zira o kadar muazzam orduları bulunan bir imparatorluğun askerlerine karşı bir şehrin halkı ne yapabilirdi ki?”[1074] [1075] Aynı doğrultuda fikir beyan eden Vekil’de şöyle demektedir: “Yezid’e karşı isyan müslümanlara hiç menfaat sağlamamıştır. Bu sebeple de sahabe ve fukahânın ileri gelenleri, bu hurucu tasvip etmeyip, uzak durdular. Huruca kalkışanları da engellemeye çalıştılar. Kaldı ki Medineliler isyanlarında başarılı olsalardı ne olacaktı? Yoksa Medine’de müstakil bir devlet mi kuracaklardı, Yezid’i hafini edeceklerdi ve yerine başka birini mi geçireceklerdi? Oysa böylesi işler şer’an uygun değildir. Aklen de kabul edilemez. Bir devletin içerisinde, ikinci bir devletin kurulması ümmetin vahdetini parçalar ve gücünü azaltır.”

Ukaylî’ye göre ise olayların bu boyutlara ulaşmasında birinci derecede sorumlu bulunan kişi, dönemin Medine valisi Osman b. Muhammed’tir. Ukaylî, “Merkezi, düzenli birliklerin reayaya karşı gönderildiği ilk olayın Harre savaşı olduğunu belirttikten sonra şunları ekler: “Bu olay, şayet, Medine’deki vali tarafından -kendi özel birlikleriyle bastırılıp merkezden yardım istemeseydi- bu boyutlara ulaşmayabilirdi. ”[1076]

Işş ise Yezid’in “Medineliler sana savaş açmadıkça onlarla savaşma” emrine rağmen kendisine savaş açmayan Medinelilere karşı harbi başlatan ve halifenin emrini dinlemeyen Müslim b. Ukbe’yi suçlamaktadır.[1077]

Görüldüğü gibi Harre Vakasında bir kişinin sorumluluğundan ziyade pek çok kimsenin kusurunun olduğu ifade edilebilir.

Harre vakasının neticeleriyle ilgili olarak ise şunlar söylenebilir: Hz. Peygamber’in hicretiyle İslâm’da önemli bir konuma sahip olan Ensâr’ın siyasî kudreti zaafa uğradı. Ensâr bu darbenin tesirinden hiçbir zaman kurtulamadı. Tamamıyla tenhalaşmış olan şehirleri bir müddet köpeklere, civar arazi ise vahşi havanlara mesken oldu; çünkü ahalinin ekseriyeti kendilerine yeni bir yurt arayarak Afrika ordusuna iltihak etti.[1078]

Bu olaym en önemli neticelerinden biri de-pek çok kişinin öldürülüşünü saymazsak- Medinelilerin Yezid’e tecdid-i biatte bulunmaları ve Emevî devletinin reayası araşma tekrar dönmeleridir.[1079]

Ayrıca Harre Savaşım Şamlı kuvvetler kazanmış olmakla birlikte bu savaş Abdullah b. Zübeyr’in Hicaz’daki itibarım daha da artırdı, olay sonrası Mekkeliler, Medineliler ve Harre’de mağdur olanlar gelip İbn Zübeyr’e biat ettiler.[1080]

Bu olaym diğer bir önemli neticesi de haklı veya haksız gerekçelerle de olsa pek çok kimsenin ölümüne, Peygamber ve davasına kucak açan Medinetü’n-Nebî (Peygamber Şehri)’nin hürmetinin ihlaline yol açan bu savaş Yezid döneminde gerçekleştiği için onun bazı kimselerce nefretle anılmasına sebep oldu. Kerbela’nm üzüntüsü henüz unutulmadan bu sefer Harre’de gerçekleşenler müslümanları derin bir üzüntüye sevk etti.

 YEZİD’İN ABDULLAH B. ZÜBEYR İLE İKİNCİ MÜCADELESİ

Daha önce de belirtildiği üzere Yezid, kendisine biat etmeyen ve aleyhinde ileri geri konuşan Abdullah b. Zübeyr’in biatim alacağma ahdetmiş ve bunun temin etmesi için onun kardeşi Amr b. Zübeyr komutasında bir birliği üzerine sevk etmiştir. Ancak Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gitmek üzere Mekke’yi terk etmesinden hemen sonra gerçekleşen çatışmada Abdullah b. Zübeyr, kardeşi komutasındaki Emevî birliklerini ağır şekilde mağlup etmişti.

İbn Zübeyr bu olaydan sonra Yezid ve Emevî iktidarı aleyhindeki faaliyetlerini devam ettirdi Özellikle Yezid’i kınayan konuşmalarıyla Hicazlılan devlet aleyhine kışkırttı.174

Yezid, onun biatim almaları için Numan b. Beşir başkanlığında bir heyeti gönderdi175 hatta biat etmesi halinde onu Hicaz valiliğine getireceğini ve dilediği kadar valilikte kalmasını temin edeceğine dair haber de yolladı.176 Ancak Yezid’in biat teklifine olumsuz cevap veren İbn Zübeyr, bundan sonra Yezid aleyhindeki davranışlarım daha da sertleştirdi.

Hz. Hüseyin’in ölmesinden sonra Hicaz’daki muhalefetin yegane lideri haline gelen İbn Zübeyr bundan sonra Yezid aleyhindeki davranışlarım daha da sertleştirdi, İbn Zübeyr, kendisini Mekkeliler tarafından halife ilân ettirip, emirül mü’minin unvanıyla biat aldı.177 Bu durum Yezid’in, onu muhasara etmesi için ordu göndermesine kadar devam etti.178

Yezid’in Müslim b. Ukbe’yi Mekke’ye Göndermesi

Bütün gayretlerine rağmen İbn Zübeyr’den biat alamayan Yezid, Hicaza göndermek üzere topladığı ordunun başına Müslim b. Ukbe’yi geçirerek ondan, önce Medine’deki isyan ateşini söndürmesini, sonra da asıl hedef olan İbn Zübeyr üzerine gitmesini istedi.

Öyle anlaşılıyor ki, İbn Zübeyr’in Mekke’de başlattığı isyanın üzerinden bir yıldan daha fazla bir süre geçtikten sonra üzerine ordu sevk edildi. Yani halife yaklaşık olarak bir buçuk yıl onu kendi haline bıraktı. Bunda, Yezid’in diğer isyanlarla uğraşmaktan dolayı ona vakit ayıramamasının rolünün olduğu söylenebilir. Ayrıca İbn Zübeyr Mekke dışına çıkmadığı müddetçe Yezid tarafından tehlikeli de görülmemiş olabilir. Aynı şekilde Yezid’in, müminlerin hiddetini üzerine çekmemek için de Kabe civarına sığınan İbn Zübeyr üzerine ordu göndermek istememesinin de böylesi bir ordunun geciktirilmesinde etkili olduğu düşünülebilir.179

Yezid’ten aldığı emir mucibince Medine’deki isyanı yatıştıran ve onlardan tekrar biat alan Müslim, asıl ve zor hedefe, İbn Zübeyr’e yöneldi. Medine’den ayrılırken yerine Ravh b. Zinba’yı vekil bıraktı.[1081]

Kaynakların ifade ettiğine göre zaten hasta olan Müslim’in rahatsızlığı Mekke’den ayrılmasından sonra, daha da arttı. Ölüm anının yaklaştığım hisseden Müslim, Yezid’in emrine binaen, istememesine rağmen Husayn b. Numeyr’i yerine tayin etmiştir. Hatta bunu kendisinin hoş görmediğini, ancak halifenin emrinin böyle olduğunu da Husayn’a alaylı ifadelerle söylemekten de çekinmedi[1082]

Müslim’in ölmeden önce Husayn’a izlemesi gereken bazı tavsiyelerde bulunduğu[1083] ve şu şekilde dua ettiği de rivayet edilmektedir: “Allahım! Sen biliyorsun ki ben halifeye asla isyan etmedim, cemaatten ayrılmadım. Gizli veya alenî olarak da imamı aldatmadım. Allah (celle celâlühü)’a ve peygamberine imandan sonra en çok sevdiğim ve ahirette sevabını umduğum şey, Medinelileri Harre savaşmda öldürmemdir. Beni bağışla! Yaptığım bu işleri kabul et!”[1084]

Bu duadan anlaşılan şu ki, iktidarın menfaati uğurunda pek çok müslümanın kanını akıtan, malını ve namusunu zayi eden Müslim, bunlardan dolayı pişman olmak şöyle dursun Allah (celle celâlühü)’dan mükafat ummaktadır.[1085] Müslim b. Akil, Müşellel[1086] denilen mevkide öldü ve oracıkta defiıedildi.[1087]

Mekke’nin Muhasara Edilmesi ve Kabe’nin Yakılması

Müslim’in ölmesi üzerine ordunun başına geçen Husayn, yola devam etti ve 64/683 yılının Muharrem ayırım son günlerinde Mekke’ye ulaştı.[1088]

Diğer taraftan Abdullah b. Zübeyr’in Şam ordusunu şehir dışında karşılayacak gücü ve silahı olmadığı için, Kâbe’ye sığınmak zorunda kaldığı anlaşılmaktadır.[1089] Umumî karargahını Kâbe’nin avlusuna kurdurup, olası saldırılardan korumak için de Kabe’yi ahşap malzemelerle ve başka şeylerle kaplattı.

Mekke’nin muhasara edildiği dönemde savunma savaşım tercih eden Abdullah b. Zübeyr’e Mekkelilerin dışından da yardım etmek üzere gelenlerin olduğu görülmektedir.

Avâne, Harre’den sonra Mekke’ye giden orduya karşı Abdullah b. Zübeyr’in yanında savaşanlar arasında bol miktarda Medineli’nin bulunduğunu kaydederse de[1090] başlarından büyük bir felaket geçiren Medinelilerin, kısa sürede Medine’den kalkıp Mekke’ye gelerek Abdullah b. Zübeyr’e katılmaları pek mümkün görünmemektedir. Ancak Abdullah b. Mutî gibi Harre’den sonra başlarına gelecekten korkarak Medine’yi terk edenlerin İbn Zübeyr’e katıldıkları[1091] söylenebilir.[1092]

Medine’nin tahrip edilmesinden sonra Kâbe’nin de tehdit altında olduğunu gören Hâriciler, Mekke’ye sığındığı için İbn Zübeyr’e kızmalarına rağmen Kâbe’yi korumak maksadıyla İbn Zübeyr’e yardım ettiler.[1093] [1094] Ayrıca Abdullah b. Zübeyr’e yardım etmeye gelenler arasında Habeş Necâşi’si tarafından gönderilen ve mızrak kullanmada maharetli olan 200 kişilik Habeşli askeri kuvvetin de yer aldığı söylenmektedir. 64 yılının Muharrem ayının son günlerinde başlayan savaş iki tarafin karşılıklı taarruzlarıyla devam etti.[1095] [1096] Husayn b. Numeyr, yüz yüze çarpışmalarla yetinmeyip, özellikle Ebû Kubeys dağına kurdurduğu mancınıklardan attırdığı taşlarla da Mekkelileri teslime zorladı.'95

Bu muhasara esnasında meydana gelen olaylardan en önemlisi ise Kâbe’nin yanmasıdır. Kaynaklar, Kâbe’nin Şamlılar tarafından mı yoksa Abdullah b. Zübeyr’in taraftarlarınca mı yakıldığı hususunda iki ayrı görüş içerisindedirler.

Rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Abdullah b. Zübeyr, gölgelenmek ya da Şamlıların mancınıklarıyla attıkları taşlardan korunmak için Kâbe’nin avlusuna çadır kurdurdu. Kâbe’yi muhafaza altına almak için de üzerine örtüler, tahtalar ve saclar attırdı. Atılan taşlar Kâbe”ye değil de bunlara isabet edecekti. Ancak muhasara esnasında çıkan yangın hem bu eşyaların hem de Kâbe’nin yanmasına sebep oldu.[1097]

Tarihçilerden bazılarına[1098] göre Kâbe, Şamlıların atmış oldukları mancınıklar, ziftli paçavralar ve neft gibi yamçı maddelerle yakıldı. Atılan bu malzemeler, Kâbe’nin etrafina konulan ahşap, bez ve pamuk gibi eşyaları tutuşturdu, buradan Kâbe’nin perdesine sıçrayan ateş Kâbe’nin yanmasına yol açtı.

Tarihçilerden pek çoğuna göre Kâbe, İbn Zübeyr’in askerleri tarafından yakılmıştır.[1099]

Vâkıdî’nin söylediğine göre Kâbe’nin etrafina ateş yakan Mekkeli askerlerden birisi, elinde taşıdığı meşaleden, rüzgarın etkisiyle kopan bir kıvılcım Kâbe’nin örtüsünün tutuşmasına yol açtı; sonra da Kâbe yandı.[1100]

Medâini’ye göre ise Kâbe’nin yakılmasının tüm sorumluluğu İbn Zübeyr’e aittir; Şamlılar, Mekke’yi muhasara etmişlerdi. İbn Zübeyr, gece karanlığında Mekke dağlarından birinden tekbir sesleri duydu. Tekbir seslerinin Şamlılara ait olduğunu düşündü. Mızrak ucunda bir ateşi yakıp yukarı kaldırdı ve dağın tepesindekilerin kimler olduğunu anlamaya çalıştı. Mızrağın ucundaki ateşten bazı kıvılcımları rüzgar, Rüknü Yemânî ile Hacer-i Esved arasındaki Kâbe örtüsüne sıçrattı ve Kâbe’nin yanmasına yol açtı.”[1101]

Ya’kubî de konuyla ilgili olarak şunları söylemektedir: “Kâbe yanmaya başladı, İbn Zübeyr’in taraftarlarından bazıları, onun söndürelim dediler. İbn Zübeyr izin vermedi. Zira o, Kâbe’nin yanmasının insanların Yezid’e kin beslemelerine ve onun ordusuna karşı daha büyük bir hırsla karşı koymalarına sebep olacağını düşünüyordu.”[1102]

Öyle anlaşılıyor ki savaşın rutin bir şekilde sürdüğü bir sırda, gece karanlığından ve soğuğundan sıkıntı çeken Mekkeli askerlerden birinin taşıdığı meşaleden, rüzgarın etkisiyle kopan kıvılcım Kâbe’nin yanmasına yol açmıştır. Bu yangının daha ziyade kazara oluştuğu söylenebilir.[1103]

Kâbe’nin yanmasına rağmen ara verilmeyen muhasara, Yezid’in ölüm haberinin Mekke’ye ulaşmasından sonra kaldırıldı.[1104]

Kâbe’nin muhasarası Husayn b. Numeyr’in Mekke’ye gelişiyle (64 Muharreminin son günleri) başladı, aynı yılın Rebîu’l-Evvel ayının 3. günü Kâbe yandı, 14. Günü de Yezid öldü. Yezid’in ölüm haberi ise ancak Rebîu’l-Âhır ayının başlarında Mekke’ye ulaştı.[1105] Bu durumda Mekke muhasarasının yaklaşık olarak 64 gün veya iki ay sürdüğü söylenebilir.[1106]

Yezid’in ölümünü Husayn b. Numeyr’den önce öğrenen Abdullah b. Zübeyr, muhasaranın şiddetli bir anında “Ey Şamlılar, niçin savaşıyorsunuz, uğurunda savaştığınız tâğutunuz öldü” dediği halde Şamlılar, bu haber kendi adamlarının getirdiği haberle te’yid edilmedikçe inanmadılar. Ancak onlar, bu habere Kûfelilerin ve Husayn b. Numeyr’i yakından tanıdıkları Sâbit b. Munka en-Nehâî’nin haberi doğrulamasından sonra inanabildiler.[1107]

Muhasaranın kaldırılmasından sonra Ebtah[1108] adı verilen yerde bir araya gelen Husayn ve İbn Zübeyr bir görüşme yaptılar. Bu görüşmede Husayn’ın İbn Zübeyr’i Şam’a götürmeyi ve kendisine biat almayı teklif ettiği; İbn Zübeyr’in ise, Harre’de öldürülen her bir kişiye karşılık 10 kişiyi öldürmedikçe bu işe yanaşmayacağım söylediği belirtilmektedir. Bu görüşme taraftarların anlaşamaması sebebiyle bir netice vermeden sona erdi Dolayısıyla da Husayn, ordusunu toplayarak, Şam’a döndü.[1109]

Yezid döneminin üçüncü önemli isyanı olan bu olayda tarafların ne kadar zayiat verdikleri tam olarak bilinmemektedir.[1110] Ancak tarafların kayıplarının az olduğu söylenebilir. Çünkü çok olsaydı, kaynaklar bu hususta sükût etmezlerdi.

Islâm’ın beşiği, Allah (celle celâlühü)’ın beyti, müslümanların kıblesi ve kalplerinin birlikte attığı en kutsal mekanda gerçekleşen bu mücadele insanların zihninde kötü bir iz bırakmıştır. Hayvan ve otların bile zarar görmesinin yasak kılındığı Harem bölgesi, aynı ırk ve dine mensup insanlar tarafından mancınıkların attığı taşlarla, öldürülen insanlarla, akıtılan kanlarla bir savaş alanı haline getirildi Bu olayda tarafların haklı olması söz konusu cürümlerin işlenmesi için mazeret olarak görülemez. Aslolan kutsal beldenin kutsiyetinin muhafazasıdır. Oysa bu olayla buranın kutsiyeti ayaklar altına alındı. Kâbe’ye taş atan kadar oraya sığınan ve siyasi emelleri uğruna oranın taşlanmasına sebep olan da suçlu görülebilir.

Nitekim “Abdullah b. Abbas, Kerbela faciasını, haber alınca çok üzülmüş ve rivayete göre gözlerinin kaybedecek derecede ağlamıştır. Abdullah b. Zübeyr’in halifeliğini ilan ederek Harem-i Şerifi kendisine karargâh edinmesi üzerine, hilafete Emevîlerden daha layık olmasına rağmen Harem-i Şerifi karargâh yapmasına karşı çıkmış ve ona biat etmeyerek Taife çekilmiştir.”[1111]

İbn Zübeyr, Kâbe’nin kutsiyetini kalkan olarak kullanmak isteyerek, kendisi sebebiyle oraya gelecek Emevî ordusunun yapabileceği zararları hiçe saydığı görülmektedir. Ancak onun kadar bu olayda suçlu olan bir diğer tarafta Yezid ve onun ordusudur.

Evet, belki Yezid, İbn ZübeyrTe sulh yoluyla anlaşmak için çok gayret gösterdi[1112] ama onu itaat altına almak için gönderdiği ordunun Mekke’nin ve Kâbenin kudsiyetini hiçe sayabileceğim önemsemedi. Çünkü Yezid, bu ordunun Kâbe’ye sığman İbn Zübeyr’e saldıracağını, bu esnada oranın tahrip olacağım düşünecek kadar akıl sahibi olmalıdır.

Yezid, Mekke’yi muhasara ettirince kuşatmayı uzattırarak İbn Zübeyr’i teslime zorlayabilirdi. Ancak onun ordusu Mekke’ye varır varmaz mancınıklar kurdu ve Kabe’yi taşa tuttu.[1113] Onların böyle yapmalarını Yezid’in emrettiğine dair bir bilginin olmaması Yezid’in sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Çünkü asker onun askeridir. Bu askerin kazanacağı başarı da başarısızlık ta ona nispet edilecektir.

ALTINCI BÖLÜM

YEZİD DÖNEMİNİN DİĞER ÖNEMLİ OLAYLARI

A-İSYANLARIN BASTIRILMASI

Yezid döneminde gerçekleşen Hz. Hüseyin’in, Medineliler’in ve İbn Zübeyr’in isyanları kamu vicdanında derin izler bıraktı. Söz konusu kimselerin müslümanlarm sevgisine mazhar olmuş şahsiyetlerden oluşması, onların maruz kaldıkları akıbetin zihinlerde daima canlı kalmasına yol açtı. Daha sonraki dönemlerde benzerleri görülen ve daha feci şekilde neticelenen isyanlar unutuldu, ancak bunlar asla unutulmadı. Bunda, söz konusu isyanlarda öldürülen şahısların mümtaz kimseler olmasının yanı sıra bu olayların bazı gruplar tarafından davalarının güçlenmesi için kullanılmasının da rolü oldu.

Yezid döneminde gerçekleştiği belirtilen isyanlar arasında Haricîlerden bazı şahısların isyanları da vardır. Bunlar küçük çaplı isyanlar olup halifenin müdahalesine gerek kalmadan Basra valisi Ubeydullah tarafından ortadan kaldırdılar.

1-Ebû Bilâl Mirdâs b. Udeyye’nin İsyanı

Hâricîler arasında ilmi ve takvasıyla tanınan[1114] Ebû Bîlâl’in isyanının Muaviye döneminde sert bir şekilde bastırılan Hârici isyanlarıyla ilişkili olduğu söylenebilir.

Welhausen’in idddasına gere, “Basra’da kümelenen Hâricîler, Ziyad b. Ebih’den sonra oğlu Ubeydullah b. Ziyad tarafından büyük bir baskı altına alındılar. Ubeydullah, önleyici tedbirlerle haricilere karşı sert bir tutum takip etti. Kendisine tehlikeli görünenleri, sadece şüphe üzerine, zindana attırdı ki, babası bile bunu yapmadı.”[1115] [1116]

Ebû Bilal’in kardeşi Urve b. Udeyye 58/678 senesinde Ubeydullah’ın Basra’da mücadele edip öldürttüğü ilk önemli Hâricî’dir? Ubeydullah, kendisine isyan edeceğinden şüphelendiği Urve’yi yakalattı; el ve ayaklarını kestirdikten sonra idam ederek öldürttü. Bununla da yetinmeyip onun kızını da öldürttü.[1117]

Ubeydullah, Urve b. Udeyye’yi öldürdükten sonra Basra’daki Hâricîler üzerindeki baskısını daha da arttırdı. Onlardan pek çoğunu tutuklattı. Bu dönemde hapsedilenlerden birisi de Ebû Bilâl Mirdâs idi. Hapiste kaldığı süre içerisinde özellikle gece ibadetleriyle dikkat çeken Ebû Bilâl ile gardiyan arasında bir yakınlaşma oldu. Onun zâhid bir insan olduğunu ve ibadete düşkünlüğünü gören gardiyan, geceleri onu bıraktı, gün doğarken geri dönmesine göz yumdu. Ancak, Ubeydullah Haricîlerden birisinin güvenlik görevlilerinden birisini öldürmesi üzerine hapisteki Haricilerin tümünü öldürmeye karar verdi. Bu durumu evindeyken öğrenmesine rağmen gardiyana verdiği söze binaen hapishaneye geri dönen Ebû Bilâl, gardiyanın ricası üzerine Ubeydullah tarafından salıverildi.[1118]

Hapisten kurtulan Ebû Bilâl’in hemen isyan etmediği görülmektedir. Onun isyanı öncesinde gerçekleşen bir olayın bu isyanda etkili olduğu söylenmektedir.

Kaynakların belirttiğine göre Belcâ[1119] adındaki Haricilerden olan bir kadınla evlenmek isteyen Ubeydullah, kadının evlenmeye yanaşmaması üzerine onu fecî şekilde öldürtür.[1120]

Bu kadının idamı Ebû Bilâl üzerinde, kardeşinin öldürülmesinden daha büyük bir tesir yapar. O, artık böyle bir olaya şahit olamayacağını, buna tahammül edemeyeceğini hissederek, 60/679 yılında, artık bu rejim altında Basra’da yaşamayacağı inancı içinde Basra’dan ayrılmaya karar verir.[1121] Beraberindeki 40 arkadaşıyla Âsek’e[1122] gider.[1123]

Âsek’de toplanan Ebû Bilâl ve arkadaşlarına karşı Ubeydullah, Eşlem b. Zur’a el-Kilâbî[1124] komutasında 2000 kişilik bir kuvvet gönderir, ancak bunlar, Ebû Bilâl tarafından bozguna uğratılırlar.[1125]

Ubeydullah bu sefer Ebû Bilâl üzerine Abbâd b. Ahdar et-Temîmî komutasında 3000 kişilik bir ordu gönderdi îki taraf Tevvec’te[1126] karşı karşıya geldi Cuma namazı vakti Ebû Bilâl’in önerisi üzerine namaz kılmak için savaşa ara verildi fakat namaz sırasında silahlarını bırakan Hâricîlere saldıran Abbâd ve adanılan onları kılıçtan geçirdiler.[1127]

Zühdü, takvâsı ve cesaretiyle muhaliflerinin bile takdirini kazanan Ebû Bilâl’in öldürülmesi değişik zümrelerce büyük bir üzüntü ile karşılandı.[1128] Onun öldürülmesi Basra Haricîlerinin kızgınlığını doruk noktasına yükseltti. Bununla beraber bunlar, Ubeydullah’ın makamını sağlamca muhafaza ettiği sürece Basra’da hiçbir şey yapamadılar.[1129]

61/680 yılında gerçekleşen[1130] Ebû Bilâl’in isyanı ve öldürülüşü olayında Yezid’in herhangi bir müdahalesinin olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla yerel bir isyan olarak ortaya çıkan bu isyan, Basra valisi Ubeydullah’ın mahallî kuvvetleri tarafından kanlı bir şekilde etkisiz hale getirildi. Ancak şu söylenebilir ki, Basra’da rahat yaşama imkanı bulamayan Haricîler, İbn Zübeyr”n isyanına destek olarak iktidarın baskısından kurtulmayı denediler. Bir başka ifadeyle Ubeydullah’ın Basra’da sıkıştırdığı Hâricîler, İbn Zübeyr’e destek oldular ve Yezid’in karşısında yer aldılar.

2-Tevvâbûn Hareketi

Daha önceki bölümlerde de ifade edildiği üzere Hz. Hüseyin’in şahadetiyle neticelenen Kerbela’nın doğurduğu sonuçlardan birisi de Tevvâbûn hareketinin ortaya çıkmasıdır.[1131]

Tevvâbûn hareketinin adından da anlaşılacağı gibi, olayın esas muharrik fikri, Hüseyin b. Ali’yi Kûfe’ye davet eden sonra da, onun ve yanında bulunanların hunharca şehid edilmesine seyirci kalanların, bu davranışları sebebiyle hissettikleri pişmanlık duygusudur.[1132]

Kûfeliler, kendilerini kınamaya ve pişmanlık duymaya başladılar. Küfe’de bulunan Ehl-i Beyt taraftarlarının önde gelenlerinden Süleyman b. Surad’ın yanısıra Museyyeb b. Necebe, Abdullah b. Sa’d b. Nüfeyl ve daha başkalarının öncülük ettiği bu hareketin mensuplan, Kerbela olayında Hz. Hüseyin ve yakınlarının öldürülmesinden kendilerini sorumlu tutmaktaydılar. Çünkü onu Kûfe’ye davet etmişler, ancak ona vaadettikleri yardım ve desteği yerine getirmeyip yalnız bırakmışlardı. Bu sebeple de, hem onun ve hem de ehl-i beytinin öldürülmesine sebep olmuşlardı. Bu şekilde büyük bir günah işlediklerinin düşünerek, bundan son derece pişmanlık duymuşlardır. Bunlar, işledikleri günahların ancak Hz. Hüseyin’in intikamının alınmasıyla afifinin mümkün olacağım düşündüler.[1133]

Uzun münakaşalardan sonra Hz. Peygamberin sohbetinde bulunan Süleyman b. Surad’ın başkan olması kararlaştırıldı. Çok geçmeden Süleyman b. Surad el-Huzâî, Hz. Hüseyin’in katillerinin aslında onun intikamım talep edenler olduğunu gördü. Bu husus Taberî’nin rivayet etttiği Süleyman b. Surad’ın kendi sözlerinde de açıkça görülür: “Şüphesiz inceledim ve anladım ki, Hüseyin’in katilleri Kûfe”nin ileri gelenleri ve Arap süvarileridir. Halbuki Hüseyin’in intikamının alınmasını da bunlar istiyorlar.”[1134]

Toplantının tarihiyle ilgili farklı bilgiler verilmektedir. Ebû Mıhnefe göre[1135] Kerbela’dan hemen sonra başlayan ve gizlice devam eden bu grubun faaliyetleri, Yezid’in ölümünden sonra açıktan yapılmaya başladı. Vâkıdî ise söz konusu girişimin ancak 64/683 yılında gerçekleştirilebildiğini belirtmektedir.[1136]

Bununla birlikte, Yezid’in hilafeti döneminde, Ubeydullah b. Ziyad’ın sert idaresi zamanında Tevvâbûn’un ileri gelenlerinin hareket günü için zaman veya yer tespit etmiş olmaları biraz şüpheli görünmektedir. Süleyman b. Surad’ın taraftar toplamak gayesi ile etrafa mektupları yazmasının da Yezid’in ölümünden sonra olabileceği kuvvetle muhtemeldir.[1137] Nitekim Yezid’in iktidarı esnasında ortaya çıkan olaylarda herhangi bir şekilde adı geçmeyen bu grubun, İbn Zübeyr’e Mekke muhasarası esnasında yardım eden diğer hiziplerin yanında bulunduklarına dair bir bilgi de bulunmamaktadır.

Netice olarak şu söylenebilir ki Yezid’in ölümünden sonra yerine geçen oğul II. Muaviye’nin kifayetsiz yöneticiliğinden ve belirsizlikten istifade ederek ortaya çıkan Tevvâbûn hareketi, Yezid ile herhangi bir şekilde ilişki kurmuş değildir. Onların, ortaya çıkış sebepleri arasında Yezid tarafından gerçekleştirilen bir takım kötü icraatlar vardır, ancak onlar bu sebeplere rağmen Yezid döneminde isyana kalkışmış değillerdir.

B-YEZÎD DÖNEMİ FETİH HAREKETLERİ

Babası Muaviye’nin ölümünden sonra Yezid, problemi olmayan bir devletin başına geçti Onu bekleyen sıkıntı babası döneminde de muhalefette bulunan kimselerin biatlannı almaktı.[1138] Çalışmamızda ifade edildiği üzere Yezid’in üç yıldan daha fazla süren hilafeti, kendisine biat etmeyen ve isyana kalkışan muhaliflerle mücadeleyle geçti.

Hz. Ali döneminde iç savaşlar (Cemel, Sıffin, Nehrevan) sebebiyle ara verilen fetihlere Muaviye’nin iktidara geçmesiyle yeniden başlandı. Horasan ve Afrika’da yapılan fetihlerle devletin sınırlan onun zamanında en geniş noktasına ulaştı.[1139] Ancak onun ölümüyle, fetihlerin neredeyse durduğu görülmektedir.[1140]

Yezid döneminde fetihlerin durmasıyla ilgili olarak iki sebep gösterilebilir: Bunlardan birincisi, Muaviye döneminde devletin tabii sınırlara zaten ulaşmış olmasıdır.[1141] Yani devlet zaten ulaşabileceği en son noktalara kadar ulaştığı için, bundan sonra ele geçirilecek yerlerin korunması, elde tutulması çok zordu. İkinci sebep ise, Yezid döneminde fetihler için imkan ve firsatın olmamasıdır. Çünkü bu dönemde gerçekleşen isyanlarla uğraşan halife ve ordusu, iç savaşın sürdüğü bir ortamda dışarıya çıkıp fütuhat gerçekleştiremezdi. Dolayısıyla bu dönemde pek az fütuhat gerçekleşti.[1142]

1-Bizansla İlişkiler

Daha önce de ifade edildiği gibi Bizans’a karşı sürdürülen taarruzlar, Muaviye döneminde en ileri seviyeye çıkartıldı. Bu saldırıların asıl hedefi İstanbul’un fethedilmesiydi. Yezid’in de iştirak ettiği müslümanlarm ordusu İstanbul’u fethedememişti ama Bizans’a karşı taarruzlar devam ettirildi.

Yezid’in ise Bizans’a karşı düzenlenen seferlere son verdiği görülmektedir. Daha iktidara geçer geçmez yaptığı konuşmada Bizans’a karşı izleyeceği politikayı şu şekilde ifade ediyordu: “...Muaviye, sizi deniz gazasına gönderirdi. Ben, müslümanlardan herhangi birini deniz seferine sevk etmeyeceğim. Muaviye, sizi kışın Bizans diyarına gönderip (Şevâtî) gaza ettirirdi Ben sizleri böyle bir sefere de göndermeyeceğim... ”[1143]

Yezid’in bu konuşmada söylediklerine bağlı kaldığı, halifelik yaptığı sürece Bizans’ la savaş yapmadığı söylenebilir.[1144]

Daha önce de belirtildiği üzere Yezid’in daha ilk konuşmasında Bizans’a karşı tertiplenen yaz ve kış seferlerine son vereceği vaadine bakılarak müslüman savaşçıların böylesi bir durumdan muzdarip oldukları sonucuna varılabilir. Zira Rum beldelerinde aşın soğuk vardı. Aynca denizde gemilerle savaşmak da onlara zor geliyordu. Yezid, bu durumun farkındaydı. Çünkü o da bu seferlere iştirak edenlerden birisiydi.[1145]

Yezid’in Bilâd-ı Rum’a karşı düzenlenen seferleri durdurması, Bizans’ın cesaretlenmesine yol açmış olmalıdır. Daha önceki seferler neticesinde ele geçirilen topraklara iskan olunan müslüman tebaanın emniyeti açısından da bu kararın, olumsuz etkiler doğurduğu söylenebilir.[1146]

Şam’da iktidar koltuğuna oturan Yezid, çoğunluğunu ordu mensuplarının oluşturduğu söylenebilecek kimseleri bu tür konuşmalarla memnun etmek istemişse de, devletin dış siyaseti ve fütuhatın seyri açısından bu sözlerin faydalı olmadığı söylenebilir. Yezid’in karşılaşacağı muhtemel problemleri düşünerek, fetihlere firsat bulamayacağı kanaatiyle de bu sözleri sarfettiği de zikrolunabilirse de, en azından bu politikanın seslendirilmesinin Bizans’a cesaret vereceği tahmin olunmalıydı. Yezid, Rizanshlara karşı taarruzdan ziyade savunma durumunda kaldı.[1147]

Muaviye tarafindan 33/653 yılında Kıbrıs’ın fethedilmesi ve akabinde 10.000 müslümanın oraya iskanı gerçekleştirildi. Bu insanlar orada evler ve camiler yaptılar. Muaviye ölünceye kadar burada kaldılar. Maaşları da devlet tarafından devamlı suretle gönderildi. Bu insanlar Yezid’in emriyle Kıbrıs adaşım terk ettiler.[1148] Ayrıca aynı dönemlerde Rodos adasında yaşayan müslümanlar da Yezid’in emri üzerine adayı terk ettiler.[1149] Böylece Muaviye döneminde ulaşılan sınırların gerisine gelindi.

2-Horasan’da Gerçekleştirilen Fetihler

Yezid döneminde istisnai olarak görülen fetihlerden bir kısmı da Horasan civarında gerçekleştirildi. Yezid, 61/680 yılında Selm b. Ziyad’ı Horasan’a vali olarak gönderildi. Selm, bu sırada henüz 24 yaşlarında bir delikanlıydı. Selm’den önce bu görevi kardeşleri Abdurrahman b. Ziyad ve Abbâd b. Ziyad icra etmekteydi Birisi Horasan, diğeri de Sicistân da idarecilik yapıyordu.[1150] ;

Söz konusu iki bölgenin de valiliğine getirilen Selm, îsa b. Şebîb’in dedesi olan Hâris b. Muaviye el-Hârisî’yi Şam’dan Horasan’a gönderdi. Kendisi de Basra’ya gidip yol hazırlıkları yaptı. Ayrıca kardeşi Yezid b. Ziyad’ı da Sicistan’a gönderdi Ubeydullah b. Ziyad, kardeşi Abbad’a bir mektup yazarak ona Selm’in vali olduğu haberini iletti Bunun üzerine Abbâd, beytülmâlde olan mallan kölelerine dağıttı ve Sicistân’dan ayrılıp Yezid’in yanına gitti.[1151]

Selm, Horasan’a gitmek üzere yola çıktığında Yezid, onunla birlikte kardeşi Ubeydullah’a altı bin ath seçmesini emreden bir de mektup gönderdi. Seçilecek atlıların altı bin değil de iki bin olduğu da söylenir. Selm, Horasan’a giderken önemli kişilerden bazılarım da beraberinde götürdü. Basrah olan bu şahıslardan bazdan şunlardı: îmran b. Fuseyl el-Burcûmî, Mühelleb b. Ebî Sufra, Hanzala b. Arâde ve Yahya b. Ya’mer el-Advânî vd.[1152]

Selm, Horasan’a gitti. Ondan önceki Horasan valileri gazâ yapar, kış girdiği zaman Merv eş-Şahcihân’a geri dönerlerdi. Müslümanlar geri dönünce Horasan beyleri, Hârezm’e yakın olan bir şehirde toplanırlar, birbirlerine karşı savaş açmayacaklarına dair sözleşirler ve bundan sonra nasd bir strateji uygulayacaklarına karar verirlerdi. Müslümanlar, onların bir araya geldikleri ve bu şehre gazâ yapmayı kendi valilerinden isterler, ancak valiler buna yanaşmazlardı. Fakat Selm, kendisinden kış mevsimi girmesine rağmen, izin isteyen Mühelleb b. Ebî Sufra’ya gazâ için izin verdi.[1153]

Selm, Mühelleb komutasındaki altı bin veya dört bin kişiyi gazâya çıkardı. Mühelleb, onları muhasara altına aldı. Sonunda karşı taraf barış istemek zorunda kaldı. Mühelleb, yirmi milyon dirhem ödemelerini onlara şart koştu. Onlar bunu kabul ettiler ve ödemeyi peşin yaptılar. Mühelleb buradan aldığı ganimetleri Selm’e götürdü. Selm ise bunlardan beğendikleri dışındakileri Yezid’e gönderdi.[1154] [1155]

Netice olarak şu söylenebilir ki, Yezid, Selm b. Ziyad’ı Horasan ve Sicistan’a vali olarak gönderdi, Selm de buralarda zayıflayan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için gazalarda bulundu. Yaptığı antlaşmalarla bunu başardı ve pek çokta ganimet elde etti.

Kuzey Afrika’da Gerçekleştirilen Fetihler

Konunun hemen başında şunu belirtmek gerekir ki, Yezid döneminde Kuzey Afrika’da gerçekleştirilen fetihler Ukbe b. Nâfî tarafından yapıldı.

Ukbe b. Nâfî’nin İfrikıyye ile olan münasebetleri ilk olarak Amr b. el-Âs’ın Berka ve Trablusgarb’ı fethettiği 22-23/642-643 yıllarında başladı. Amr’ın komutam sıfatıyla bu şehirlerin fethine katılan Ukbe, aynı yıllarda Berka ile Zevîle arasında kalan yerleri de İslâm hakimiyetine almıştır. Bölgedeki fetihlerin tamamlanmasından sonra ise Amr b. el-Âs tarafından Berka ve Trablusgarb’ın murâbıtlığına atanan Ukbe, böylece 63/683’de ölünceye kadar yaklaşık yirmi yıl sürecek olan İfrikıyye ile münasebetlerine başladı.[1156]

Amr b. el-Âs’ın vefatına kadar bu görevde kalan Ukbe, bu dönem içerisinde Kuzey Afrika’da pek çok yerin fethini gerçekleştirdi.

Amr’ın vefatından sonra ise Ukbe’nin, aynı göreve devam edip etmediğini bilmiyoruz. Kaynaklarımız Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’in 27/647 yılındaki İfrikıyye seferine Ukbe’nin de katıldığım naklederlerken, 45/665’deki Muaviye b. Hudeyc’in İfrikıyye seferine iştirak ettiğine dair hiçbir bilgi vermemektedirler.[1157]

Muaviye b. Hudeyc’in 45/665 yılındaki îfrikıyye seferinden sonra, Ukbe b. Nâfi 46/666’da Berka ve Trablusgarb’ın güneyinde kalan iç kesimlere yeniden seferler düzenlendi ve bu seferlerini 50/670 yılına kadar dört yıl sürdürdü.[1158]

Muaviye b. Hudeyc’in Mısır valiliği döneminde, pek çok yerin fethedilmesini sağlayan Ukbe, 50/670 yılına kadar aralıksız olarak dört yıl gazalarda bulundu.

Ukbe, 50/670 yılında fetihlere ara verdi ve İslâm orduları için devamlı karargah vazifesi görecek olan Kayravan şehrini kurmak için teşebbüse geçti. Çünkü kendisinden önce îfrikıyye seferine çıkan diğer komutanlar, burada fetihler yapıp Mısır’a geri dönüyorlar, bu da îfrikıyye’deki askeri fâaliyetlerin ve gerçekleştirilen fetihlerin kalıcı olmasını engelliyordu. 50/670 de başlayan inşaa faaliyeti 55/675 yılında tamamlandı.[1159]

Muaviye b. Ebî Süfyan 46/660 yılında Ukbe’yi Berka ile Trablusgarb arasındaki iç kesimlerin fethine gönderdikten sonra bu sırada Ufrikıyye orduları komutanı olan Muaviye b. Hudeyec’i azletti Ukbe’nin seferlerine başlamasından bir yıl sonra da Mesleme b. Muhalled’i 47/667 yılında Mısır ve Mağrib (îfrikıyye) valiliğine tayin etti. Böylece Mesleme, Mısır ve Mağrib (îfrikıyye) valiliklerinin ikisinin birden fiilî olarak uhdesinde toplayan ilk kişi oldu.[1160]

Mesleme, Ukbe b. Nafi’in îfrikıyye’deki görevine 55/675’de son vererek yerine Ebü’l-Muhâcir Dinar’ı tayin etti.[1161]

Ebü’l-Muhâcir, göreve tayini ve Ukbe’nin azlini bildiren bir mektup ve orduyla Kayravan’a geldi. Daha sonra da, Ukbe’yi güzellikle görevden alması şeklindeki Mesleme’nin emrine muhalefet ederek, onu önce zincire vurdurdu sonra da hapse attırdı.[1162]Ebü’l-Muhâcir Dinar’ın Ukbe’ye kötü davrandığını, onu zincire vurdurarak hapse attırdığının haberini alan Muaviye b. Ebî Süfyan, Ebü’l-Muhâcir’e bir mektup yazarak ondan Ukbe’yi serbest bırakmasını istedi. O da Ukbe’yi serbest bıraktı.[1163]

Hapisten kurtulan Ukbe, doğruca Şam’a, halife Muaviye’nin yanma gitti ve başından geçen sıkıntıları, maruz kaldığı işkenceleri ona anlattı. Ayrıca İslâm’daki fedakarlıklarının, savaşlardaki yararlılıklarını da zikrederek Muaviye’ye sitemde bulundu. Muaviye ise ona haklı olduğunu söyleyip kendisini tekrar görevine iade edeceğine dair söz verdi. Ayrıca ondan özür de diledi. Ancak Muaviye’nin 60/680 de vefatı bu vaadini yerine getirmesini engelledi.[1164]

Muaviye’nin vefatından sonra yerine geçen oğlu Yezid, bu olaydan haberdar biri olarak, önce Mesleme b. Muhalled’i îfrikıyye valiliğinden aldı, sonra da Ebü’l- Muhâcir’i 62/682’de tffikıyye orduları komutanlığından azlederek yerine Ukbe’yi vali olarak tayin etti ve îfrikıyye’yi doğrudan hilafet merkezine bağlı bir vilayet haline getirdi.[1165] Böylece Ukbe’nin ikinci valiliği (62-63/682-683), Mısır’dan ayrı ve hilafet merkezine doğrudan bağlı müstakil bir valilik şeklinde oldu.[1166] [1167]

İkinci defa valilik görevine getirilen Ukbe, derhal harekete geçip Kayravan’a ulaştı. Ukbe, Kayravan’a gelir gelmez kendisine kötü davranan Ebü’l-Muhâcir’e misliyle mukabelede bulundu; onu önce zincire vurdurdu sonra da hapse attırdı.34

Ukbe, Kayravan’a gelmesinden kısa süre sonra da büyük bir ordu hazırlatıp Mağrib seferine gitmeye karar verdi.

62/681 yılında başlayan bu sefere, zincire vurdurduğu Ebü’l-Muhâcir’i de götüren Ukbe, Kayravan’dan ayrılırken yerine Züheyr b. Kays el-Belevî’yi vekil bıraktı.[1168]

Tarihçilerin belirttiğine göre sefer esnasında Ebü’l-Muhâcir’e iyi davranmayan Ukbe, aynı şekilde Ebü’l-Muhâcir ile yaptığı bir savaşta mağlup olan, akabinde de EbüT-Muhâcir’le kurduğu dostluk üzerine İslâm’a giren, Berberi reisi Kuseyle’ye de oldukça kaba davrandı. Kuseyle’nin kavmi arasında büyük itibarı olmasına rağmen onu, herkesin gözü önünde küçük düşürmeye çalıştı. Üstelik, Ebü’l-Muhâcir’in Kuseyle’ye iyi davranmasına dair tavsiyelerine de önemsemedi.[1169]

Çalışmanın niteliği bakımından Ukbe’nin Yezid döneminde ve ikinci Afrika valiliği esnasında gerçekleştirdiği Mağrib seferi esnasında nereleri fethettiği, hangi savaşları yaptığı vs. hakkında bilgi verilmesi konunun boyutlarını aşacaktır. Ancak şunu ifade etmek gerekir ki, Ukbe b. Nâfî’nin ordusu, Afrika’da gittiği her yeri fethetti; Atlas okyanusuna kadar ki bölgeleri İslâm devleti sınırlarına kattı.[1170]

Tarihçilerin belirttiğine göre Atlas Okyanusu’na kadar uğradığı her yeri fetheden Ukbe, önünde Okyanusun engin sularım görünce, atım Okyanusa doğru sürmüş ve şunları söylemiştir: “Ey Rabbim! Eğer şu deniz önüme çıkmasaydı, senin dinini müdafaa etmek ve sana karşı kafir olanlarla savaşmak için Zü’l-Kameyn’in yaptığı gibi ülkeler fethederdim.”[1171]

Bundan sonra Kayravan’a geri dönmek üzere harekete geçen Ukbe ve ordusu, dönüş esnasında da pek çok ganimet elde etti.

Kayravan’a sekiz günlük bir mesafede bulunan Tubne[1172] ye gelen Ukbe, kazandığı seferlere güvenerek, ordusunu dağıtır, onların gruplar halinde Kayravan’a gitmelerine izin verir. Kendisi, ise zincire vurduğu Ebü’l-Muhâcir ve az sayıdaki adamıyla birlikte Tehûzâ’ya[1173] gider. Tehûzâ’da bulunan Rumlar, Ukbe’nin az sayıdaki birlikleriyle şehirlerine geldiğini görünce, bunu firsat bilerek, kalelerine kapanarak savaşmaya başlarlar. Ukbe, mancınıklarla kaleyi muhasara altına alır, ancak Rumlar savunmayı sürdürürler. Bu arada Rumlar, Berberi Kuseyle’yi yardıma çağırırlar, o da bu çağrıyı kabul eder. Rumlar, Kuşeyle yönetimindeki Berberi’lerin desteğini de aldıktan sonra saldırıya geçerler. Berberi’ler ve Rumlar arasında kalan müslümanların tamamına yakım kılıçtan geçirilir. Öldürülenler arasında Ukbe b. Nafi ve Ebü’l- Muhâcir’de bulunmaktadır.[1174]

Kayravan’da vekil olarak bırakılan Züheyr b. Kays el-Belevî bunlarla savaşmak istediyse de Kayrevân’ı terkedip Berkâ’ya gitmek zorunda kaldı. Berberi Kuşeyle ise kendisine katılan diğer Berberi kabileleriyle birlikte Muharrem 64 / Ağustos-Eylü 683’de, Züheyr b. Kays el-Belevî’nin boşalttığı Kayrevân’a girdi Böylece îfrikıyye’de beş yıl sürecek olan Küseyle’nin hâkimiyeti de başladı.[1175]

Öyle anlaşılıyor İd, Afrika’da bu gelişmeler olurken Medinelilerin ve İbn Zübeyr’in isyanlarıyla uğraşan halife Yezid b. Muaviye, Afrika’daki olaylara kayıtsız kaldı. Böylece Yezid döneminin en önemli fetihlerinin gerçekleştiği Afrika’da kazanılan yerler tamamen kaybedildi Hatta Muaviye döneminde ele geçirilen topraklar bile muhafaza edilemedi

C-YEZİD’İN İDARÎ VE MÂLÎ ALANDAKİ İCRAATLERİ

Yezid iktidarda kaldığı sürenin az olması yanında bu dönemde sürekli isyanlarla uğraşılması onun fetihlerde bulunmasına imkan vermediği gibi idari, mâlî ve sosyal alanda da köklü reformlar ve büyük icraatlar yapmasını engelledi. Zaten Yezid’in halifeliği esnasında köklü icraatlar yapabilmek için gerekli otoriteye de sahip olmadığı söylenebilir.

Halife Yezid’in iktidarda bulunduğu dönemde, söz konusu alanlarla ilgili icraatlerinin daha çok babası Muaviye’nin ortaya koyduğu sistemi muhafaza etmek şeklinde gerçekleştiği çok az değişikliklerin olduğu belirtilebilir. Dolayısıyla Yezid’in uygulamalarının aslının Muaviye’nin daha önce ortaya koyduğu icraatler olduğu görülebilir.

Yukarıdaki sebeplerle Yezid’in söz konusu sahalardaki icraatlerinin Muaviye’nin uygulamalarım göz önünde bulundurularak ortaya konulacaktır.

1-İdarî Alandaki İcraatleri

Bazı araştırmacıların ifade ettiğine göre işlerinin hemen hemen tamamını valileri arac±ğıyla yürüten Muaviye, onlara büyük yetkiler veriyordu. Valilerin tayini ve cihad kararı hariç hiç bir konuda onlara müdahale etmiyordu. Zaman zaman onları denetliyor, uygun bulduğu işleri onaylıyordu. Seçtiği valilerin yetenek ve otorite bakımından kendisine benzemesine özen gösteriyordu.[1176]

Yezid de babasının politikası doğrultusunda hareket ederek babaSı tarafından daha önceden valilik makamına getirilmiş olan valileri görevde bıraktı. Böylece Muaviye döneminde başarılı olan valilerin göreve devamları ile Yezid’in hilafete geçişi esnasında herhangi bir olumsuzluğa meydan verilmedi, güçlü valilerin vilayetlerdeki hakimiyeti sayesinde yumuşak bir geçiş gerçekleşti.

Yezid’in babası Muaviye’nin valilerinin görevde tutmasını doğru bir davranış olarak gören tbn Kesir, böylesi bir davranışın Yezid’in zeki birisi olduğuna delil olacağını ifade etmektedir.[1177]

Bu dönemde Hicaz valiliğinde bulunanların, Ümeyye oğullarına mensup kimselerden oluştuğu görülmektedir. Velid b. Utbe, Amr b. Sâid ve Osman b. Muhammed gibi.[1178] Bunda da Muaviye’nin fetihle devletin eline geçen bölgelere kendi ailesinin dışındaki şahıslan, Hicaz’a ise kendi ailesinden vali tayin etme[1179] politikasının etkili olduğu söylenebilir.

Hicaz dışındaki yerlere ise vali tayin edilirken dini, siyasi veya sıhriyet yönünden bölge halkı üzerinde etkili olabilecek şahıslar seçiliyordu.[1180] Örneğin Kûfe’ye sahâbîlerden Numan b. Beşir, Basra’ya siyasi kabiliyeti olan Ubeydullah b. Ziyad; Kelbîlere yakınlığıyla bilinen Filistin ve Ürdün valiliğine ise yine bu kabileden bir kişi olan Hassan b. Mâlik b. Bahdal el-Kelbî tayin edilmiştir.[1181]

Diğer taraftan Yezid’in valilerle ilgili olarak vilayetlerden gelen şikayetleri dikkate aldığı da görülmektedir. Nitekim, Medinelilerin şikayetleri üzerine Amr b. Sâid’i, Mekke’de bulunan İbn Zübeyr’in sözleri üzerine de Velid b. Utbe’yi görevden almıştır.[1182]

Yezid’in gelen şikayetler üzerine hemen vali değişikliğinde bulunmasını onun zafiyetine bağlıyanlar[1183] olmuşa da Yezid’in böyle davranmasında babası Muaviye’nin “her gün valilerini değiştirmeni isteseler bile sen bunu yap...” şeklindeki vasiyetinin de etkili olduğu düşünülebilir.

Yezid’in yeni bir valiyi göreve getireceği zaman etrafindakilerle istişare ettiği görülmektedir. Nitekim Numan b. Beşir’in Küfe’de duruma hakim olmadığını öğrendikten sonra onu görevden alan Yezid, yerine Ubeydullah’ı tayin etme kararına etrafındakilere danıştıktan sonra varmıştır.[1184] Ancak onun söz konusu istişareyi genellikle Sercûn b. Mansûr gibi bir Hıristiyan’la yapmış olmasının onun doğru kararlara ulaşmasına engel olduğu söylenebilir. Nitekim hem Ubeydullah’ın Küfe’ye vali tayin edilmesinde hem de Müslim b. Ukbe’nin Medine isyanını bastırmakla görevlendirilmesinde Sercûn’un tavsiyelerinin etkili olduğu görülmektedir.[1185]

Diğer taraftan Yezid’in tayin ettiği valileri ve görevlendirdiği komutanları çok geniş yetkilerle desteklediği, verdiği emirlerin bunlar tarafından uygulanıp uygulanmadığını denetlemediğini[1186], emirlerine uymayanları gerektiği şekilde sorgulamadığını[1187] ve bunlara emirler verirken çok net şeyler söylemediğini[1188] ifade edenler de görülmüştür.

Belki de Yezid’in yukarıdaki eleştirilere maruz kalmasına yol açacak davranışlarda bulunmasında Muaviye’nin valilere tanımış olduğu geniş yetkileri sürdürmesi etkili olmuştur. Yani Muaviye’nin bu politikası Yezid tarafından da sürdürülmüştür. Ancak şunu belirtmek gerekir ki, Muaviye emirlerine uymayan görevlilerini cezasız bırakmamıştır.

Yezid’in gerçekleştirdiği idari icraatlerden birisi de, o döneme kadar dört olan Cünd sayısını beşe çıkarmasıdır. Suriye’de yer alan bu dört Cünd şu şekildeydi: 1. Cün dü Filistin (Kudüs) 2. Cündü Ürdün (Taberiyye) 3. Cündüü Dırnaşk (Dımaşk) 4. Cündü Hınıs (Hıms)[1189]

Daha önce de ifade edildiği üzere Yezid, Bizans’la yapılan gazalara son vermiş, Rodos va Kıbrıs’taki müslümanlan geri çekmişti. Bu durum da BizanslIların Akdeniz’de, Anadolu’da ve İslâm devletine sınır olan Suriye’nin Kuzeyinde istediği şekilde hareket etmesine yol açmıştır. Dolayısıyla bölgeye en yakın cünd olan Hıms Cündü yetersiz kalmaya başlamıştır. Durumun farkına varan Yezid, Hıms cündünden daha Kuzey’de Kınnesrin cündünü tesis etmiştir.[1190]

Belâzürî’nin belirttiğine göre Kınnesrin ve ilçeleri, Hıms cündüne bağlıydı. Yezid, Kınnesrin’i Hınıs’tan ayırdı ve müstakil bir cünd haline getirdi. Haleb, Antakya ve Menbic bilgesini de buraya bağladı.[1191]

Yezid’in idari icraatlerinden birisinin de oğlu Muaviye b. Yezid’i veliaht tayin etmesidir. Belâzürî’nin naklettiğine göre hilafet makamına geçmesinden iki sene sonra ciğerlerinden rahatsızlanan Yezid, Kelb kabilesinden olan ve kendisine yakınlığıyla bilinen Hassan b. Mâlik ile yaptığı istişareden sonra oğlu Muaviye’yi veliaht tayin etmeye karar verdi ve halktan biat aldı.[1192] Mes’ûdî ise her hangi bir tarih vermeksizin Yezid’in ölmeden önce Muaviye’ye biat aldığım söylemektedir.[1193]

Yezid’in oğlu Muaviye’yi veliaht tayini ile ilgili olarak Akyüz’ün yaptığı değerlendirmeler dikkat çekici niteliktedir: “Otuz dört yaşında halife olup, hemen iki yıl sonra halefini seçmek, genç bir adamın yapacağı harekete pek benzemiyor. Fakat iki kuvvetli muhalefet hareketiyle karşılaşması, Yezid’i halefini erkenden seçmeye pekala yöneltebilir. Bu yüzden Yezid’in halefini seçmesini sağlık durumuna değil de, sosyal- siyasi duruma bağlamak daha doğru görünüyor.”[1194]

2-Mâlî İcraatları

Yezid, diğer faaliyetlerinde olduğu gibi ekonomik uygulamalarda da Muaviye’nin yolundan gitti. Bunlar, yeniden yapılanma, mâlî hizmetlerin birleştirilmesi ve bazı kimselere tanınan imtiyazların ortadan kaldırılmasıdır.[1195]

Belâzürî’nin rivayet ettiğine göre “Yezid b. Muaviye halife olunca Necranhlar, çeşitli yerlere dağıldıklarından, bir kısmının ölmesi ve bir kısmının da müslüman olması sebebiyle, ödemeleri gereken vergiyi ödemekte zorlandılar. Daha önce Hz. Osman’ın da elbise sayısında eksiltme yaptığına dair mektubunu halifeye göstererek şöyle dediler: “Sayılarımız daha da azaldı, çok fazla zayıfladık.” Bunun üzerine Yezid, onlardan vergi olarak aldığı elbise sayısından iki yüz elbise daha eksiltti ve böylece dört yüz elbise azaltılmış oldu.”[1196]

Lammens’e göre “tabiatı itibarıyla cömert ve fakat tüm gerçek Emeviler gibi ekonomist olan Yezid, vergi konusunu ince bir revizyondan geçirerek kaynaklan artırmaya çaba gösterdi. Bunu, bazı vatandaş gruplarını ezme pahasına gerçekleştirdi. Sâmirîler’in üzerine konulan vergi bu türdendir...”[1197]

Ebû Ubeyde b. el-Cerrah, Ürdün ve Filistin’deki Sâmirîlerle anlaştı; onlar müslümanlann ajanlan ve rehberleri olacaklar, buna karşılık baş vergisi cizyeyi ödemeyecekler ve topraklarını da Ebû Ubeyde kendilerine geri verecekti. Bu durum Yezid dönemine kadar devam etti. Yezid, Ürdün’deki Sâmirîlerin topraklarına haraç vergisi koydu. Aynca adam başına iki dinar cizye vergisi koydu. Aynı şekilde Filistin’dekilerin topraklarına haraç, kişi başına da beş dinar cizye koydu. Sâmirîler Yahudi’dir.[1198]

Lammens’e göre devletin daha fazla gelire ihtiyacının olması ve Sâmirîlerin nüfuslarıyla zenginliklerinin artmış olması böyle bir verginin konulmasında etkili oldu.[1199]

Öyle anlaşılıyor ki, ilk zamanlar müslümanlara yardım eden ve fakir olan bu insanlardan alınmayan söz konusu vergiler, daha sonra şartların değişmesiyle alınmaya başlandı.[1200]

Yezid’in mali uygulamalarından birisi de Mervlilerden alınan haraç gelirlerinin türünün değiştirilmesi oldu.

Merv’in merzubanı ile Abdullah b. Amir’in Hz. Osman (r.a) döneminde (23- 35/644-656) yaptığı antlaşmada, erkek ve kadın hizmetçiler ile hayvan ve mal verilmesi şart koşuldu. Çünkü o sırada onların ellerinde nakit para yoktu. Haracın hepsi bu şekilde ödeniyordu; bu durum Yezid b. Muaviye’nin iktidara gelmesine kadar devam etti; o haracı para ile ödetti.[1201]

Muaviye döneminde yılda üç taksit halinde ödenen atiyyelerin (maaş) Yezid tarafından yılda bir defada ve peşin olarak ödendiği de bildirilmektedir.[1202]

Yezid’in sosyal faaliyetlerinden sayılabilecek bir icraatı ise, iktidarda bulunduğu esnada Kabe’yi ipekli örtüyle örttürmesidir.[1203]

Yezid’in adından en çok bahsettirdiği sosyal faaliyetinin ise Şam’da kazdırdığı bir kanal olduğu söylenmektedir. Daha çok müsteşrikler tarafından ifade edilen bu bilginin ilk dönem kaynaklarında yer almadığı belirtilmelidir. Özellikle Henry Lammens’in bu hususta ayrıntılı malumat verdiği görülmektedir[1204]:

“Mâlî düzenlemelerden sonra zirâi durum da Yezid’in dikkatini çekti Şam vahasındaki mevcut refah, bu vahanın Âramilerce oluşturulan güzel sulama sistemine bağlıydı. Onlardan sonra Greko-Romanler bu şebekenin gelişmesine özen göstermişlerdir. Araplar, önceki nesillerin bu mirasını ele geçirmekle yetindiler. Yezid ise geçmişten gelen sulama projelerini geliştirmenin önemini kavradı. Yezid, gençlik döneminde Gûta[1205] mevkiinde ve Deyr-ü Murrân’da çok güzel villalar edindi”[1206]

Lammens’in ifadesine göre “tüm Arap halifeleri içerisinde gelenek, sadece ona Mühendis lakabını verdi. Kanal kazma çalışmalarım yönlendirdi hatta başkanlık etti. Tarihte çok az sayıdaki hükümdar böylesi bir nitelendirmeyi hak etti. Mühendis lakabı, oldukça iyi bir bilgi birikimini ve onun Arap ortamındaki farklı bir ruha sahip olduğunu gösteriyor ki o, bu teknik bilgileri, içerisinde büyüdüğü soylu hükümdarlık ailesi içerisinden edindi Ayrıca vermekle yükümlü oldukları haracı temin edebilmek için kanallar, bentler ve kuyular açarak ziraat yapan Tağlib Hıristiyanlan ve Kelbîler’in yaptıklan fâaliyetler de o bölgede yetişen Yezid’in dikkatini çekti.”[1207]

Şam’dan geçen meşhur Berede ırmağı, pek çok vahayı suladıktan sonra Şam ovasının methalinde, sûnî olarak genişletildi. Bu faaliyeti ise Yezid gerçekleştirdi.[1208]

Gûta mıntıkasında boş yere akıp giden Berede nehri, bu bölgenin yüksek olması sebebiyle Zirai alanda kullanılamıyordu. Bunu fark eden Yezid, muhtemel zorluklara rağmen kanal kazdırmak ve bu kanalla suyun ulaşmadığı yerlerin de sulanabilmesini temin edebilmek için fâaliyete geçti.[1209]

Irmak sahilinde oturanlar, yeni kanaldan istifade tekniklerini bilmelerine ve bu kanalın kendilerine pek çok yarar sağlayacağım tahmin etmelerine rağmen Yezid’in kanal kazma teşebbüsüne karşı çıkmak istediler. Bunlar topraklarının veriminin artmasıyla birlikte ödeyecekleri verginin de artırılacağı endişesiyle nehrin kazılmasını istemiyorlardı. Ancak Yezid, onlara alınan verginin artırılmayacağı, bu yıl ki verginin de kendi mülkünden ödeneceği garantisini verince Gûta’lılar topraklarına kanal kazılmasına razı oldular.[1210]

Yeni kanal bir metre derinliğinde ve yarım metre genişliğinde kazıldı. Daha önceki kanallara nazaran gözle görülür bir büyüklükte olan bu kanal Şam’da pek çok arazinin sulanmasına, dolayısıyla da elde edilen mahsulün artmasına sebep oldu.[1211]

Bu kanal Nehrü Yezid adıyla anılarak günümüze kadar da Şam’da pek çok arazinin sulanmasında kullanıla geldi.[1212] Söz konusu kanal Yezid’e büyük bir şöhret kazandırarak ona, “mühendis = water encyineer” denilmesini sağladı.[1213]

YEDİNCİ BÖLÜM

YEZİD’ÎN VEFATI, ŞEMÂİLİ VE ŞAHSİYETİ

A-YEZİD’İN VEFATI

Kaynaklarda Yezid’in ölüm tarihi, yeri ve sebebi hakkında birbirini tutmayan bilgiler bulunmaktadır. Bununla birlikte biz, öncelikle kaynakların çoğunluğunca kabul edilen hususları ortaya koymaya, daha sonra da rivayetlere yer vermeye çalışacağız.

Tarihçilerin pek çoğuna göre Yezid, 14 Rebiülevvel 64/11 Kasım 683 Salı günü, Dımaşk yakınlarındaki Huvvarîn’de ölmüştür.[1214] Yezid’in cenazesi ölümünden hemen sonra Dımaşk’a getirilmiş, oğlu Muaviye b. Yezid tarafından kıldırılan cenaze namazını müteakiben Bâbu’s-Sagîr mezarlığına defoedilmiştir.[1215]

Vefatı esnasında 38 veya 39 yaşında olan Yezid’in[1216] üç yıl altı aydan fazla hilafet makaramda kaldığı ifade edilmiştir.[1217]

Diğer taraftan yukarıdaki bilgilerle uyuşmayan malumatların varlığı da görülmektedir. Örneğin Makdisî[1218] Yezid’in el-Mâtrûn[1219] mevkiinde doğduğunu, 30 yaşmda iken vefat ettiğini söylerken Mes’ûdî[1220], Yezid’in 64 yılı Safer ayıran 17. gecesinde öldüğünü, yaşının ise 33 olduğunu ifade etmektedir. İbn Kesir’e[1221] göre ise Yezid öldüğünde 40 yaşındaydı.

Yezid’in vefatı ve yaşıyla ilgili olarak müsteşrik Lammens’in söylemiş olduğu bir takım hususları belirtmekte yarar vardır:

“Yezid’in hayat süresi hakkında ittifak bulunmamaktadır. Veriler 35 ve 43 yılları arasında gidip gelmektedir. Yezid’in doğumuyla ilgili muhtelif tarihlere hiç güvenmiyoruz. Bunlar, bağımsız bir bilgi kaynağından neş’et etmeyip geriye doğru gitme metodunun uygulamasıyla elde edilmektedir. Diğer bir ifadeyle her yazar, Yezid’in hayatı için bir yekûn kabul ederek işi başlamaktadır. Daha sonra bu toplamdan hareketle kendince bir doğum, buna bağlı olarak da ölüm tarihi çıkarmaktadır. Genellikle yazarlarımız, bu tarihi hicrete yaklaştırmaktan sakınırlar. Onun tahta adaylığına karşı çağdaşları tarafından gösterilen tepkileri meşru göstermek için, yaşının gençliğinde ısrar etme ihtiyacı hissedilir...”[1222]

Lammens’e göre “Yezid, Huvvârin’de öldü ve oracıkta defni de buna şehadet etmektedir. Nitekim Emevî iktidarına düşmanlığıyla bilinen İbn’ul Arabi şu beyti inşa etti:

“Ümeyye’nin oğlu, sizin iktidarınız (gücünüz), Huvvârin’de gömülü cesetle birlikte öldü... "[1223] [1224]

Aynı şekilde Emevî sempatizanı ve Yezid’in dostu şair Ahtal’ın söylediği şu şiir de onun Huvvârin’e defholunduğuna bir delildir.”

“Huvvârin ’de yatıyor Yezid, hiç terketmediği mekanında.

Sabah sağnakları serinletiyor mezarını ve onun misafirini. ”

Bu deliller, daha sonraki vakannüvistlerin iddialarını boşa çıkarmaktadır. Onlar, bu mezarı Şam’a yerleştirmeye veya vücudun oraya nakledilmiş olduğuna meyillidirler. Oysa gelenek, ceset nakilini hoş görmez ve ölümün vuku bulduğu yere defnini arzular...”[1225]

Huvvârin’in Şam’a yakınlığı bir tarafa ilk dönem kaynaklarının tamamına yakın bir kısmı da Yezid’in Huvvârin’de defholunduğunu söylemektedir. Dolayısıyla da Lammens’in yukarıdaki mütalaalarını haklı çıkarabilecek yegane dayanağı, İbn Arada ve Ahtal tarafından söylenilen beyitlerdir. Ancak bu beyitlerin lafzî ibarelerinin ötesinde ihtiva ettiği mecazî anlamların da olduğu muhakkaktır. Oysa bu bilinmemektedir. Dolayısıyla söz konusu beyitler Lammens’in vardığı neticeyi kesin kılmaktan uzaktır.

Diğer taraftan Yezid’in ölüm şekli ve nedeni hususunda da farklı bilgilerin olduğu görülmektedir.

Zehebî’nin söylediğine göre “Yezid, şarap içer ve dans etmeye başlar. Dans ederken baş aşağı düşer, beyni parçalanarak ölür.”[1226]

Belâzürî ise isim vermeksizin yaşlı birisinin kendisine şunları anlattığını belirtmektedir: “Yazid, sarhoş bir haldeyken maymununu yaban eşeğine bindirir, sonra kedisi de bu yaban eşeğinin peşinden koşar, düşerek boynunu kırar ve karnı parçalanarak ölür.”[1227] Yine Belâzürî tarafından İbn Ayyaş’ın şu haberi rivayet ettiği ifade edilmektedir: “Yezid, sarhoş bir haldeyken Huvvârin’de avlanıyordu. Yabanî bir eşeğe bindi ve önüne de bir maymun aldı. Bu eşeğin zıplaması üzerine düştü, beyni parçalanarak öldü.”[1228]

Yukarıdakilere benzer ifadelerin başka tarihçiler tarafından da zikredildiği görülmektedir.[1229]

Bunlar içerisinde en ilgi çekini ise Alman müsteşrik Goldziher’in ortaya koyduğu rivayet ve değerlendirmedir. Henry Lammens’in de bu rivayeti naklettiği ve Goldziher’in değerlendirmelerine katıldığı görülmektedir[1230]:

“Halife bir gün çok güvendiği ve saygı duyduğu bir şahsı akşam yemeğine davet eder ve ona nazik bir şekilde bizzat kendisi hizmette bulunur. Yemek esnasında misafir, Yezid’e çok dokunaklı bir şekilde Hz. Hüseyin’in ölümünden dolayı kötü bir âkıbetle karşılaşıp karşılaşmadığını sorar. Halife ise “hayır” diye cevap verir ve hiçbir kötü musibetle karşılaşmadığını, bilakis her şeyin istediği şekilde gittiğini söyler. Yezid, sohbetin bir kısmında yanmakta olan kandilin fitilinin azalması üzerine fitili biraz daha açmak ister. Küçük parmağıyla fitili tutar. Bu esnada küçük parmağı kandilin ateşinden yanmaya başlar. Ateşi söndürmek için teşebbüse geçer, üflemeye başlar. Ancak bu esnada dudakları yanarak ölür.”[1231]

Goldziher, bu rivayeti verdikten sonra şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Umumi olarak tarihi gelenekte olduğu gibi Şiflerin de Hz. Hüseyin’in katili Yezid’in diğer Emevî halifelerinden daha ziyade normal ve rahat bir şekilde can vermemesini istiyor olmaları dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu tavrın alevi tarihçiler tarafından da dile getirildiği görülmektedir. Onlar, bu cinayeti işleten Yezid’ten feci bir şekilde intikam alınmak suretiyle tarihi adaletin yerine gelmesini çok istiyorlardı. O, diri diri cehennem ateşine benzer bir ateşe hiç tereddüt edilmeden atılmalıydı. Onların genel görüşüne göre, kutsal ailenin kam, Emevî saltanatı boyunca sürekli intikam diye haykırdı...”[1232]

Goldziher’in yukarıdaki görüşlerine katılan Lammens ise ilave olarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Hüseyin’in kâtili için Şifler, çok korkunç bir ölüm sahnesi uydurdular; ateşle ölüm. Şiflerdeki mevcut kindarlık onların böylesi bir şeyi düşünmüş olmalarına yol açmış olmalıdır. Onlar, bu mitolojiyi inanılır göstermek için de Peygamber’e affedilen şu sözü delil gösterdiler: “Allah (celle celâlühü), Medine’yi tehdit eden kişiyi, tuzun suda eridiği gibi eritip yok eder.”[1233]

öyle anlaşılıyor ki tarihçiler, Yezid’in ölüm şekli hususunda iki guruba ayrılmış durumdadır. Birinci gruptakiler onun eceliyle öldüğünü ve normal bir biçimde can verdiğini söylerken çoğunluğunu Şiî tarafgirliğiyle bilenlerin oluşturduğu ikinci gruptakiler ise onun hayırlı bir şekilde can vermediğini söylemektedirler. Ancak, Yezid’in ölüm şekli hakkında birinci guruptaki tarihçilerin söylediklerinden başka Goldziher ve Lammens’in de değerlendirmeleri göz önünde bulundurulduğunda, ikinci guruptaki tarihçilerin ortaya koydukları bilgilerin değerinin azalacağı söylenebilir.

B-YEZÎD’İN ŞEMAİLÎ VE AİLESİ

Kaynakların belirttiğine göre Yezid, iri yan bir vücuda ve sık saçlara[1234] sahipti. Belâzürî’nin “derler ki” ifadesiyle belirttiğine göre ise Yezid, esmer, gür saçlı, kara gözlü, uzun yüzlü olup yüzünde çiçek hastalığının izleri vardı; “denir ki” ifadesiyle belirttiğine göre ise beyaz tenli, seyrek ve güzel sakallıydı.”[1235] [1236]

Yezid, Fâhite bnt. Ebî Hâşim b. Utbe b. Rebia, Ümmü Külsüm bnt. Abdillah b. Abbas ve daha başka kadınlarla da evledi ve bunlardan pek çok çocuğu oldu. Kaynaklar, Yezid’in çocuklarıyla ilgili sayıda farklı bilgiler verirler. Bu farklılık onlardan bazılarının sadece bir karısından doğan çocuklarını, bazen ise kız çocuklarının hesaba katmamalarından kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte biz, Yezid’in on altı çocuğuna ismini tespit edebildik:

1-Muaviye (H. Muaviye) 2. Hâlid 3. Ebû Süfyan 4. Abdullah 5. Abdullah el- Asgar 6. Ömer 7. Ebû Bekir 8. Utbe 9.Harb 10. Abdurrahman ll.Rebî 12. Muhammed 13. Atike 14. Remle 15. Ümmü Abdirrahman 16. Ümmü Yezid.[1237] Lammens, bu çocukların pek çoğunun ümmü veled (cariyeden doğma) olduklarım[1238] söylüyorsa da ilk dönem kaynaklarında böyle bir bilgi bulunmamaktadır.

C-YEZİD’İN ŞAHSİYETİ

İslâm tarihine bakıldığında üzerinde en çok spekülasyon yapılan şahıslardan birinin de Yezid b. Muaviye olduğu görülmektedir. Yezid’in yaşantısı ve döneminde gerçekleşen olay lan dikkate alan tarihçiler ve diğer ilim adanılan Yezid’in şahsiyetiyle ilgili olarak çoğu kere birbirine zıt sonuçlara ulaşmışlardır. Övenler onu haddinden fazla yüceltirken yerenler onu aşın şekilde kötülemişlerdir. Bu sebeple de Yezid’in kişiliğinin net bir şekilde ortaya konulması, onun nasıl bir şahsiyete sahip olduğunun tesbiti zorlaşmıştır. Bununla birlikte, Yezid’in yaşam biçimi sebebiyle maruz kaldığı eleştirilere yer verip, eleştirilere yapılan tenkitleri ortaya koymaya çalışılacaktır.

Yezid’in özellikle şarap içmek, ava düşkün olmak, şarkıyla müptelâ olmak ve dine mugayir şiirler inşad etmekle itham olunduğu görülmektedir. Dolayısıyla bu hususlar doğrultusunda söylenilenleri ifade ederek Yezid’in kişiliği hakkında bir sonuca ulaşılabileceğini düşünüyoruz.

1-Yezid’in Şarap İçmesi Meselesi

Yezid’in şarap içtiğini söyleyenleri iki grupta mütaala etmek mümkündür. Bunlardan birinci gruptakilerin Yezid döneminde yaşayan ve onun muhalifleri, ikinci gruptakilerin ise daha sonraki dönemlerde yaşayan tarihçiler olduğu görülmektedir. Söz konusu tarihçiler ise Yezid’in içki içtiğine dair ya bahsi geçen muhaliflerin ifadelerini naklederek ya da doğrudan onun içki içtiğini belirten lafızlarla bunu söylemektedirler.

Yezid’in veliahtlığına ve daha sonra da halifeliğine karşı çıkan muhaliflerin, ona karşı çıkış nedenlerinden birisini de onun kötü yaşantı içerisinde olduğunu söylemeleridir. Ancak bu şahısların hepsinin de aynı şeyleri söylemedikleri görülmektedir.

Örneğin Muaviye, Mervan aracılığıyla Hicazlıları Yezid’in veliahtlığı için biata çağırdığında buna karşı çıkan muhaliflerin karşı çıkış gerekçeleri arasında Yezid’in içki içmesi yer almamaktadır.[1239]

Muaviye’nin Hicaz’a yaptığı ve Yezid’e biat talep ettiği esnada görüştüğü bu kimselerden sadece Hz. Hüseyin’in Yezid’in içki içtiğini söylediği, diğerlerinin ise böyle bir söz söylemedikleri de görülmektedir.[1240] >

Yezid’in veliahtlığı aleyhine en sert eleştirileri yapan Abdurrahman b. Ebî Bekir’in, Yezid’in veliahtlığına karşı çıkma nedenleri arasında onun içki içiyor olması ile ilgili bir tenkidinin de bulunmadığı anlaşılıyor.[1241]

Hz. Hüseyin’in özellikle Kûfelilerle mektuplaşması esansında Yezid’in içki içtiğini belirttiği görülürken[1242] Abdullah b. Ömer’in ise Yezid’in içki içiyor olmasını eleştirdiği söyleniyorsa da[1243] onun Yezid’e biatte fazla gecikmediği görülür.[1244]

İbn Zübeyr’in ise özellikle Kerbela olayından sonra Yezid’i kötülemek için yaptığı konuşmalarda Yezid’in şaraba düşkün birisi olduğunu söylediği kaydedilmektedir.[1245]

Medinelilerin isyan etmeden önce Yezid’e gönderdikleri heyetin, dönüşte yaptıkları eleştirilerin başmda Yezid’in içki müptelâsı bir şahıs olduğunu ifade ettikleri belirtilir. Ancak onların bu eleştirilerine Muhammed b. el-Hanefîyye’nin katılmadığı, aksine Yezid’i tezkiye edici sözler söylediği de bilinen bir gerçektir.[1246]

Yukarıda zikredilen rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Yezid’in muhalifleri olan şahıs veya grupların, onun içki içmesiyle ilgili aynı düşünceleri taşımadıkları veya en azından aynı eleştirileri seslendirmedikleri söylenebilir.

Bu durumda Yezid’in içki içtiğini söyleyen muhaliflerin, bu eleştirileri sırf muhalefet olsun diye dile getirdikleri veya ona karşı besledikleri kötü duygular doğrultusunda ifade ettikleri düşünebilir. Ancak bahsi geçen muhaliflerin siyasi ve dini yönden toplumda seçkinlikleriyle bilinen kimseler oluşları, onların böylesine tutarsız bir davranış sergilemeleri ihtimalini zorlaştırmaktadır. Üstelik Yezid’in içki içtiğini söyleyen bu kimselerin, doğruyu söylememelerinin hem Muaviye’den hem de diğer insanlardan görecekleri tepkiyi hesap edemedikleri de düşünülemez.

Ayrıca şu husus da ifade edilmelidir ki bu kimseler, Yezid ile sık sık görüşen onun yaşantısını ayrıntılı bir şekilde bilen kimseler de değildir. Nitekim, İbnü’l- Hanefiyye, Medinelileri bu yönden eleştirir ve “Siz onun kötü meziyetlerinin sayıp duruyorsunuz. Ancak ben onunla uzun süre bulundum. Onda bu tür fiilleri görmedim. Siz ise onunla beraber olmadığınız halde nasıl onun bu tür davranışlar içerisinde olduğunu söyleyebiliyorsunuz...” diyerek Medinelilerin isyan tekliflerini reddeder.

O halde muhaliflerin Yezid’in içki içmesiyle ilgili sözleri hususunda şu ihtimaller düşünülebilir: Muhaliflerden bazıları bizzat görmemekle birlikte duydukları bazı haberlere binaen Yezid’in içki içtiğini söylerken bazıları ise görmedikleri bir haberi ifade etmeyi uygun bulmadılar.

İbnü’l-Hanefiyye, Yezid’in içki içmediğini söylemektedir. Onun birlikteliği esnasında Yezid’in içkiye ara verdiği akla gelebilirse de Medineli heyetin yanında da bunu yapması daha mantıklı olurdu. Dolayısıyla en azından Harre vakası öncesinde Yezid’in içki içmediği söylenebilir.

Diğer taraftan Yezid’in içki içtiğini söyleyen ikinci grubun ise tarihçiler olduğu görülmektedir. Bunlar o dönemde gerçekleşen bazı olayları zikrederek Yezid’in içki içtiğini ifade ederler. Bu olayların ise Yezid’in İstanbul seferine çıkışı esnasında Deyr-ü Murrân’da ve Hac emirliği yaptığı sırada Mekke’de gerçekleştiği ileri sürülmektedir. Söz konusu olaylar esnasında Yezid’in içki meclisi kurduğu ve içki içtiği ifade edilmektedir. Bu konularla ilgili bölümlerde bilgi ve değerlendirme verildiğinden ayrıca burada bir şey söylenilmeyecektir.[1247]

Yezid’in içki içtiğini söyleyen tarihçilerden bazılarının şunları söyledikleri nakledilir:

Ebû Mınnef: “Zahiren şarap içen, şarkı söyleyen ve avlanan, kendisini güldürmesi için gılman ve çengi (cariye) edinen, ayrıca eğlenmek için maymunlar, köpekler ve horozlar edinen ilk kimsedir. Bütün bunlara rağmen o, sahih bir itikada sahiptir.”[1248]

Mes’ûdî: “Yezid, çirkin işler yapar ve içki içerdi. Onun döneminde halktan bazı kimseler bile açıktan içki içmeye başladılar.”[1249]

İbn Tabataba: “Yezid, lehviyyâta, şaraba kadına ve şiire karşı çok düşkün bir kimse idi...”[1250] derken Zehebî: “Yezid çokça içki içer ve kötü fiiller işlerdi.”[1251] demektedir.

İlk dönem kaynaklarından başka, daha sonraki araştırmalarda da Yezid’in içki içtiğine dair bilgilere rastlanılır.[1252]

Görüldüğü gibi hem ilk dönem kaynaklarında, hem de daha sonraki araştırmalarda Yezid’in içki içtiği ifade edilmiştir. Bu tarihçiler arasında Şiî tarafgirliğiyle ve Emevî aleyhtarlığıyla bilinenler olmakla birlikte bunların tamamının söz konusu sebeplerle Yezid’in içki içtiğini uydurduklarım söylemek[1253] güçtür. Çünkü aynı tarihçilerin yeri geldikçe Yezid’in tutarlı davranışlarını da naklettikleri görülmektedir.

Netice olarak şu söylenebilir ki Yezid, derecesinin ne kadar olduğunu tespit edemeyişimize rağmen içki içmiştir. Onun içki içmesinde çölde yetişmesi ve Hıristiyan arkadaşlar edinmesinin de rolünün olduğu söylenebilir.

2-Yezid’in Ava Düşkün Olması

Avcılık insanlık tarihi kadar eski bir uğraşıdır. Hem rızkın teminine hem de vücudun zinde kalmasına yardımcı olan bir spor çeşididir. Dolayısıyla İslâm’da da mubahtır.[1254] Başta Hz. Hamza olmak üzere pek çok sahâbinin de avcılık yaptığı bilinmektedir.[1255]

Bununla birlikte Yezid’in muhaliflerinin ve daha sonraki dönemlerde yaşayan bazı tarihçilerin Yezid’i ava düşkün olmakla kınadıkları görülmektedir.[1256]

Yezid’i avcılığa düşkün olmakla ayıplayanların da avlanmanın mubah olduğunu bildikleri kesindir. Ancak onlar, ava olması gerekenden fazla önem verilmesini, gece gündüz av peşinde koşulmasını ve neticede de devletin önem arzeden işlerinin ihmal edilmesini uygun olmayan bir davranış olarak değerlendirirler.

Her ne kadar Yezid’in devlet işlerini asla ihmal etmediği söylense de[1257] onun döneminde gelişen olaylardan anlaşıldığı kadarıyla devletin işlerinin hemen hemen tamamıyla valilerin inisiyatifine bırakıldığı izlenimi doğmaktadır.

Yezid’in ava düşkün olmasında devlet işlerini fazla sıkıcı bulmasından başka avcılığın hayati önem taşıdığı çölden edindiği alışkanlığın da rolünün olduğu düşünülebilir.

Yezid’in Şarkı ve Şarkıcılara Düşkünlüğü

Yezid’e yöneltilen eleştirilerden birisi de onun şarkı ve şarkıcılara aşırı şekilde düşkün olmasıldır. İbn Zübeyr, Hz. Hüseyin’in şehid edilmesinin hemen akabinde yaptığı konuşmada Yezid’in şarkıyı Kur’an’a tercih ettiğini[1258] ifade ederken, Yezid’in huzurundan geri dönen Medineli heyettekiler ise şarkıcıların onun huzurunda tambur çalıp şarkı söylediklerini belirtirler.[1259]

Diğer taraftan Ya’kûbî, “Yezid döneminde Mekke ve Medine’de şarkının zahiren söylenilmeye başlanıldığını”[1260]; İsfahânî ise Islâm’da ilk defa şarkıcılar edinen kimsenin Yezid olduğunu” söylemektedir.[1261] Ayrıca Yezid’in Saib Haşir adındaki şarkı söyleyen bir köleyi dinlemekten zevk duyduğu da nakledilir.[1262]

Islâm öncesi Araplar’da kültürel hayat çok canlıydı. Onlar şiir ve edebiyata çok önem veriyorlar ve bazı musikî aletlerini de kullanıyorlardı. Hz. Muhammed ve İslâm bu tür faaliyetlere olumsuz bir tavır takınmadı.[1263]

Şu bir gerçektir ki, Peyganberimiz’in döneminde de musiki varlığını sürdürdü. Çünkü İslâm, bunu yasaklamıyordu. Kur’an ve sarih hadislerde de musikinin haram kılındığını gösteren net bir ifade bulunmamaktadır. Musiki, Hulefa-i Râşidîn döneminde de söylendi ve dinlendi. Bu hususta fetihler sonucu İslâm dünyasına gelen ecnebilerden istifade edildiği görülmektedir.[1264]

Emeviler döneminde ise özellikle Yezid b. Muaviye’nin şairler edindiği ve şarkıcıları dinlediği söylenmektedir.[1265] [1266] Yezid’in dinlediği şarkıcıların giyim tarzları ve söyledikleri şarkıların sözlerinin bilinmemesi, onu eleştirenlerin isabet edip etmediklerinin ortaya çıkmasını zorlaştırmaktadır. Ancak şu söylenebilir ki, şarap, şiir ve şarkının bir arada bulunduğu bir ortamın sıradan bir müslüman bir tarafa, İslâm devletinin halifesinin asla yer almaması gereken bir mekan olduğudur.

Yezid’in Şiire Düşkünlüğü

Arapları diğer milletlerden ayıran en belirgin fark, onların şair bir millet olmaları, onların şiirle maksatlarının anlatmalarıdır. Cahiliyye dönemi incelendiğinde görülür ki, şiir bu dönemin vaz geçilmez bir unsurudur. Zira onlar, hem iyi günlerini hem de kötü günlerini ve sıkıntılarını ifade etmek için şiire başvuruyorlardı. İslâm’ın gelişiyle de bu durum değişmedi

Cebbûr: “Yezid’in de diğer Araplar gibi şiir söylediğini, dinlediğini ve şairleri sevdiğini; daha küçük yaşta şiire meylettiğini söylemektedir. Ayrıca onun, babası hayatta iken Abdurrahman b. Hassan b. Sâbit ile şiir söyleşisinde bulunduğunu, eskilerin ve yenilerin şiirlerini ezberlediğini.” kaydeder.[1267]

Emevî halifelerinden şiir söyleyen ilk kişinin Yezid olduğu[1268] belirtilir ve “şiir bir hükümdarla başladı bir hükümdarla sona erdi” sözünün onun için söylendiği ileri sürülür.[1269]

Yezid’in iyi bir şair olduğu pek çok tarihçi ve edebiyatçı tarafından da taktir edilir.[1270] Yezid, güzel şiirler söylemekle birlikte şairleri de meclisinde bulundurur ve onlara bol bol hediyeler verirdi. Bunlar arasında şair Ahtal en yüksek itibarı gören kimseydi.[1271] [1272]

Çocukluğunun bir bölümünü çölde geçiren Yezid, burada ata binmeyi, avlanmayı, dövüşmeyi, fasih konuşmayı öğrendiği gibi şiir söylemeyi de öğrendi. Aym şekilde gençliği döneminde babasının saraydaki hatiplerle, şairlerle, tarihçilerle vs. ile düzenlediği meclislere katılarak bu yöndeki kabiliyetini ve bilgisini artırdı. İbn Abbas, Yezid’le ilgili olarak “Benî Harb ölüp giderse, alimlerin sonu gelmiş olur”39 derken Medâini, onu en büyük hatipler ve şairler arasında zikreder.[1273]

Ibn Hallikan, Yezid’in üç küçük dosyadan oluşan şiirlerinin Muhammed b. îmrân el-Merzubânî (378/988) tarafından bir divanda toplandığını, bu divanın kendisine kadar da ulaştığını söylemektedir. Aynı şekilde bu divandaki şiirlere ona ait olmayan pek çok şiirin de ilave edildiğini eklemektedir.[1274] [1275]

Aslında Yezid’in şiir söylemek veya dinlemek sebebiyle eleştirilmemesi gerekirdi Ancak Yezid’e nisbet olunan bazı şiirlerin küfür ve haram sayılabilecek muhtevalara sahip oluşu, Yezid’e karşı eleştirilerin yapılmasına yol açmaktadır.

Yezid’e nisbet edilen şiirlerin ona aidiyeti hususunda son yıllarda bir takım ciddi araştırmaların yapıldığı görülmektedir. Bu araştırmalar neticesinde ona izafe edilen şiirlerin büyük çoğunluğunun Yezid tarafından söylenilmediği kanaatine varılmaktadır.

Bu husustaki ilk çalışma Alman müsteşrik Paul Schwar tarafından 1922 yılında 62 yapıldı. Schwar, tamamı aşk ve şarap üzerine inşaa edilmiş 12 şiirin Yezid’e ait olduğunu ifade etmektedir.[1276]

Schwarz tarafından yayınlanan bu araştırmadaki 12 şiir üzerine benzer bir çalışma içerisine giren Lammens, yazdığı bir makale ile Schwarz’m Yezid’e izafe ettiği şiirleri söylemediğini ortaya koymaya çalıştı.[1277]

Adı geçen çalışmalardan sonra benzer bir çalışmayı da Salahüddin el- Müneccid’in yaptığı görülmektedir. Müneccid, Yezid’in şiirleri hakkında bir kitap yazmış ve bu kitapta hem Paul Schwarz’ın hem de Lammens’in makalesini kullanmıştır. İki bölüme ayırdığı kitabının birinci bölümünde Yezid’e aidiyeti tercih, olunan şiirleri-ki bunlar 25 adettir- vermiş, ikinci bölümde ise Yezid’e ait olmayan, ancak ona izafe edilen şiirleri zikretmiştir. 22 şiirden oluşan bu bölümün başında Schwarz tarafından Yezid’e nisbet olunan şiirlerin, Yezid’e ait olmadığını Lammens’in makalesinde ileri sürdüğü gerekçelerle ortaya koymaya çalışmıştır. Ayrıca diğer şiirlerin de neden Yezid’e ait olmadığını kaynak ve gerekçe göstererek ifade etmiştir.[1278] Yezid’e aidiyeti tercih olunan şiirlerden bazıları şunlardır:

Rivayet edildiğine göre[1279] Yezid bir gün içki meclisine oturur, sağına da Selm b. Ziyad’ı alarak ve şu beyti söyler:

Ey sâkü İliklerime kadar kandıracak bir içeceği bana sun

Aynısından İbn Ziyad’a da ver

Ki, o, benim, eminim ve sırdaşımdır.

Savaşta ve ganimette benim yerimi doldurur.

Belâzürî’nin söylediğine göre[1280] Yezid, karısı Ümmü Hâlid’e şöyle söyler:

Bir yola gitsem veya ondan biraz uzaklaşsam

Ümmü Hâlid’in aşkı beni kendisine çeker.

İbn Hallikan[1281], onun şu şiiri söylediğini nakleder:

Leyla’ya uzaktan bir bakış baksam

İçimdeki aşk ateşini söndürür

Kabilemizin kadınları derler ki,

Sen Leyla in güzelliğini görmeyi mi arzuluyorsun?

öyleyse sen hasret ateşiyle öl

Başkasını gördüğün gözle

Nasıl bakırsın Leyla ’ya

Daha gözyaşlarıyla o gözleri temizlemeden

Taberî[1282] ve Mes’ûdî[1283], Yezid’in aşağıdaki şiiri söylediğini belirtirler:

Ebû Bekir’e söyle gece ilerleyipte

Kavim Vâdi’l-Kur’a’ya indiğinde

Yaşlı ve gençerden yirmibin kişi ile beraber

Kavmin sarhoşlarının da orada toplandığın görürsün

Yezid’e nisbet edilen ancak onun tarafından söylenilmediği ifade edilen şiirlerden bazıları da şunlardır:

Allah (celle celâlühü) şarabı boş yere değil

Onda mevcud olan bir sırdan dolayı haram kıldı.

İnsanların ona müptelâ olduklarını,

Şarabın her çeşit lezzetini tattıklarını gördüğünde

Onların kendisini bırakıp Şaraba secde edecekleri korkusuyla

Onun haram olduğunu vahyetti.[1284]

Sır saklamada o kadar aşırıya gittim ki,

Bu beni felakete düçar etti.

Sana olan aşkımı gizledim.

Öyle ki bu aşkı sırrımdan bile sakladım.[1285]

Gözyaşlarına boğulduğunda gözüne dedim ki,

Onun sahibi olan insan, gözyaşı dalgalarında boğuluyor

Ey yâr! Onun yüz güzelliğinden bir kısmını al da

Gözyaşını ayrıldığımız gün için bırak.[1286]

Beyaz bir kadın elinin taşıdığı

Mavi şişedeki san şarap...

Şarap güneş, köpükleri yıldızlar,

El, bir kutub, şişe ise gökyüzü.[1287]

Yezid’e nisbet olunan, ancak onun tarafından söylenilmediği ifade edilen şiirlerden bir kısmı yukarıda verildi. Söz konusu türden şiirlerin Yezid’e ait olmadığı hususunda şu gerekçeler ileri sürülmektedir:

1-                              Bu şiirlerden pek çoğunda kullanılan üslûp Emevî dönemi şiir üslubundan daha çok Abbasi dönemi üslubuna benzemektedir.[1288]

2-                               Şarapla ilgili terimler ve örnekler daha çok Abbasîler döneminde gelişti. Oysa bu şiirlerde de Emeviler döneminde pek bilinmeyen terimler ve örneklere rastlanılmaktadır.[1289]

3-                              Yezid’e nisbet olunan bu şiirlerin pek çoğunun el-Velid b. Yezid’e ait olduğu kaynaklarda kaydedilmektedir.[1290]

4-                             Bu şiirlerden pek çoğu Abbâsîler döneminde veya başka zamanlarda inşad edilmiş ve kasten veya bilerek Yezid’e nisbet edilmiştir.[1291]

5-                             Yezid’e nisbet edilen şiirlerin yer aldığı kaynakların, Yezid’den çok sonraları te’lif edildiği, bu kaynakların söz konusu şiirlere dair haberleri ya senedsiz ya da Emevî düşmanlığıyla bilinenlerden oluşan râvi zinciriyle rivayet ettikleri görülmektedir.[1292]

Yezid’i şiirleri sebebiyle eleştirenlerin, yukarıda ileri sürülen noktaları nazar-ı itibara almadan hareket ettikleri ve ona aidiyeti kesin olmayan bu şiirlerden hareketle pek çok eleştirilerde bulundukları görülür. Bu şiirlere bakarak onun devamlı bir şekilde şarap, şehvet ve şarkıyla uğraştığını söylemektedirler.[1293] [1294]

Bu şekilde düşünenlerin tamamen hata içerisinde olduklarım söylemek de mümkün değildir. Çünkü daha çocukluğundan itibaren çölün serbest hayatına alışan ve özellikle Hıristiyanlardan oluşan arkadaş grubu içerisindeki bir şahsın sadece İslama aykırı olmayan türden şiirler söylemiş olduğu düşünülemez.

Hıristiyan gençlerin de mevcut olduğu bir arkadaş grubu, nüfuzlu ve zengin bir ailenin ferdi ve eğlenceye düşkün bir karakter, işte bütün bunlara sahip olan ve zaman zaman da şarap içip şarkı alemi yapan Yezid’in dine aykırı şiirleri de pek ala söylediği ifade edilebilir. Ancak onun bu türden şiirler söylemesinin, imanının yok olmasına yol açtığım ve kafir olduğunu belirtmek de doğru olmaz. Zira onun yaşadığı dönemde, başta Hz. Hüseyin olmak üzere diğer muhaliflerden de böyle bir itham vârid olmamıştır. Muhalifler onu, bir takım haramları irtikap etmek ve fâsık olmakla itham etmişlerdir.

Yezid’e yapılan eleştiriler arasında onun av köpeklerine, maymunlara ve lükse çok düşkün olduğu da zikredilmiştir.8

Yezid’in şahsiyetiyle ilgili olarak olumsuz ifadelerde bulunanların yanısıra onun bir takım iyi hasletlere de sahip olduğunu söyleyenler de olmuştur: Yezid’in iyi bir hatip[1295] hazır cevaplı bir şahıs[1296] kendisinden yardım isteyenlere karşı müşfik[1297] ve çok cömert birisi olduğu[1298] gibi.

D-YEZÎD’İN TEKFİR VE TEL’İN (LANET) EDİLMESİ MESELESİ

Yezid’in şahsiyetiyle ilgili olarak belirtilmesi gereken bir husus da onun lanetlenmesi ve tekfir edilmesi meselesidir. Daha çok Akaid ve Kelamcıların konusu olan bu hususta ortaya konulan görüşleri kısaca ortaya koymak Yezid’i konu edinen bu çalışma açısından önem arzetmektedir.

Yezid’e lanet etmede alimlerin farklı düşünceler içerisinde oldukları görülmektedir. Bir grup ona lanet ederken diğer bir grup ise onu övmektedir. Ayrıca bu iki tavrın ortasında yer alan ve onu ne lanetleyen ne de seven bir grubun da olduğu görülür.

1-Yezid’e Lanet Okumayı Gerekli Görenler

Yezid’e lânet edilmesinin çok geç dönemlerde ortaya çıktığı görülmektedir. Yezid’e lâneti gerekli görenlerin başında Ebü’l-Ferec Ibnü’l-Cevzî[1299] Kiyâ el- Herrâsî[1300] ve Saadettin et-Taftazânî[1301] bulunmaktadır.

Yezid’e lanet edilmesi hususunda ilk tartışmanın tbnü’l-Cevzî ile Abdu’l- Muğîs b. Züheyr arasında gerçekleştiği söylenmektedir. Abdu’l-Muğis, Yezid’e laneti uygun görmediğini ifade ederken, İbnü’l-Cevzî ise ona reddiye olmak üzere “er-Red ale’l-Mutassıbi’l-Anîd” adıyla bir kitap yazar.[1302] [1303] Söz konusu şahısların eserleri günümüze kadar ulaşmaz. Ancak bu tartışmalar özellikle İbnü’l-Cevzî’nin torunu tarafından yazılan “Tezkiretü’l-Havâs” adlı kitapta yer almaktadır. Bu gün elimizde olan bu eserde ifade edildiğine göre İbnü’l-Cevzî, Yezid’e laneti gerekli görmektedir.

Yezid’e laneti uygun bulmayanların şu sebeplerle bu görüşü savundukları söylenebilir:

1-                            Yezid, Harre Vakası sebebiyle Medinelileri korkutup, onlara sıkıntı verdi. Dolayısıyla Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in aşağıdaki hadislerinin muhatabı oldu:

“Yaptığı zulümlerle Medinelileri korkutup tedirgin eden kimseye Allah (celle celâlühü)’ın, meleklerinin ve tüm insanların laneti üzerilerine olsun. Allah (celle celâlühü), kıyamet gününde bunların hiçbir amellerini kabul etmez.”[1304]

“Medinelileri tuzağa düşüren kimseleri Allah (celle celâlühü), tuzun suda eridiği gibi eritir.”[1305]

“Medinelilere kötülük yapmak isteyenleri Allah (celle celâlühü), kurşunun ateşte eridiği gibi veya tuzun suda eridiği gibi eritir.”[1306]

Aynı şekilde Peygamberimiz’in Yezid’i kötüleyici mahiyette sözler söylediğini de idda edenler vardır.[1307]

2-                            Yezid, Harre vakasında olan biteni duyduktan sonra, ziyadesiyle memnun oldu ve Ubeydullah b. Zib’a’rî’nin Uhud’da müşrik taraftarlarının Hz. Hamza’yı şehid etmeleri üzerine inşad ettiği şiiri tekrarladı.[1308] İbnü’l-îmad’a göre “Şayet Yezid bu sözleri söylemişse Ensârm kayıplarını, Bedir’deki Kureyşlilerin kayıplarının intikamı olarak görmektedir. Dolayısıyla da böylesi bir şiir inşam küfre düşürür.”[1309] [1310] Görüldüğü gibi bazı kimselerce bu şiir, Yezid’in lanetlenmesi için yeterli bir delil olarak kabul edilir.

3-                            Yezid’in kötü yaşantısı da lanet olunmasına yol açmıştır. Onun haramlarla dolu hayatı ve müslümanlarla zulümle geçen hilafeti laneti gerekli kılacak niteliktedir.[1311]

4-                            Ömer b. Abdülaziz’in bulunduğu bir mecliste adamın biri konuşması esnasında “Emiru’l-mü’minîn Yezid...” şeklinde bir söz söyler, Ömer b. Abdüllaziz böyle bir söze kızar ve o adama 20 kırbaç vurulmasını emreder.[1312]

5-               Ahmed b. Hanbel, Yezid tarafından nakledilen hadislerin alınmasını uygun görmemekle birlikte[1313] bizzat lanet etmekten kaçınır.[1314]

2-Yezid’e Lanet Edilmesine Karşı çıkanlar

Yezid’e lanet edilmesini doğru bulmayanların başında ise Gazzâli[1315] bulunmaktadır. Bu gurupta yer alanların Yezid’in lanetini aşağıdaki gerçeklerle uygun görmedikleri söylenebilir:

1-                           Yezid’in Hz. Hüseyin’in öldürülmesine dair emir verdiği şüpheli bir husustur. Üstelik o, Hz. Hüseyin’in ölümü üzerine üzülüp, ağlayarak, buna sebep olanlara lanet etti ve Hz.Hüseyin’in hayatta kalan aile fertlerine çok iyi davrandı.[1316]

2-                           Yezid’e lanet etmek, babası Muaviye’nin de lanetlenmesine yol açabilir. Muaviye ise sahâbîlerdendir. Dolayısıyla da bu uygun olmaz.[1317]

3-                            Ehl-i Kıblenin lanetlenmesi caiz değildir. Yezid’in müslüman olduğu kesindir. Bu konudaki şüphe ile karar vermek doğru değildir. Çünkü şüphe ile kesin olan şey yok sayılmaz. Yezid, pek çok günah işleyip ve fâsık olmuş olabilir. Ancak fâsık da olsa devlet başkanına isyan caiz değildir. Fâsık, tekfir edilemeyeceği gibi lanetlenemez de. Çünkü Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem), “Mü’min’in lanetlenmesi onu öldürmek gibidir”[1318] “Mü’min küfredip lanet okumaz. Kötü söz de söylemez” buyurmaktadır.[1319] [1320]

4-                           İbn Receb, Yezid’e 60 sahâbînin biat ettiğini ve onun halifeliğinin meşru olduğunu, dolayısıyla da böyle birisine lanet edilmesini uygun olmayacağını söylemektedir.

5-               Buharî’nin sahihinde de yer alan bir hadis de, Yezid’e laneti engelleyici niteliktedir[1321]:

“Ümmetimden Kayser’in şehrine seferde bulunacak ilk ordunun günahları bağışlanacaktır.”[1322]

İbn Hacer bu hadisin şerhinde şöyle demiştir: “Yezid’in bu gazvesi hicretin 52/672 yılında gerçekleşti Bu gazvede Ebû Eyyûb el-Ensârî vefat etti. Yezid’de ittifakla bu ordunun komutanlığını yaptı.”[1323] demektedir.

Yezid’e laneti uygun görmeyenlerin içerisinde en fazla görüş bildiren şahsın Ibn Teymiyye olduğu söylenebilir.[1324]

İbn Teymiyye’nin ifadelerinden Şiîlere cevap verme kaygısı içerisinde olduğu ve Yezid’i temize çıkarma gayretinde olduğu görülmektedir.[1325] İbn Teymiyye, Yezid’e karşı nefret besleyen şiirleri ve ona sevgi besleyen Yezidileri eleştirirken acımasız bir tutum takınmaktadır. Oysa bu görüşlerin aynısı olmamakla birlikte, benzer görüşleri savunan Ehl-i Sünnet alimlerinin görüşlerindeki ayrılığı ictihad farkıyla izah etmektedir.[1326] [1327]

Ayçan ve Söylemez’in belirttiğine göre İbn Teymiyye, Moğol istilası esnasında Moğollarla birlikte Şiîler tarafından da saldırıya maruz kalan müslümanlardan biridir. O ve ailesi, Moğolların desteğini arkasına alan Şiîler tarafından pek çok sıkıntıya maruz bırakıldılar; yaşadıkları bölgeyi terk etmek zorunda kaldılar. Belki de onun, Şiilerden gördüğü bu muamele, Şiilerin muhalifleri olan Emevilere karşı bir savunma içerisine girmesine yol açtı.

Ayrıca İbn Teymiyye’nin kişilerin tekfir ve telin edilmesi hususunda Ehl-i Sünnetin genel görüşünü sürdürdüğü de söylenebilir. Nitekim bu çizginin mensuplarından Bilmen’in söz konusu mesele hakkmdaki görüşleri de İbn Teymiyye’nin düşüncelerine benzemektedir:

“ Denilse ki, Yezid’e lanet caiz midir? Çünkü o, Hz. Hüseyin’in katilidir veya katlini emretmiştir. Deriz ki: Bu asla sabit olmamıştır. Bir kere Hz. Hüseyin’i binefsihî katletmediği zahirdir; katline emir verip vermediği hususunda ise muhtelif şayialar vardır. Artık sabit olmadıkça “Hz. Hüseyin’i o öldürmüştür” denilmesi caiz olmaz. O halde Yezid’e lanet edilmesi caiz olmaz. Bir müslümanı tahkik ve tespit edilmeksizin kati gibi bir kebîreye nisbet etmek câiz değildir. Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ehl-i kıbleye lânet edilmesini nehiy buyurmuştur. Bir müslüman bir takım mâsiyetleri irtikâb etmekle kafir olmaz. Ehli Sünnet’in mezhebi budur.”[1328]

Yezid’in şahsiyetiyle ilgili olarak belirtilmesi gereken bir hususta onun aslında diğer Emevî halifelerinden pek farklı olmadığıdır. Hatta bazılarından daha iyi bir ahlaka ve dinî yaşantıya sahip olduğu da söylenebilir. Evet, belki Râşid halifeler seviyesinde bir kişiliğe ve imana sahip değildir ancak bu durum onun kafir ilan edilmesi ve lanetlenmesi için yeterli sebep olamaz.

İkinci Emevî halifesi Yezid b. Muaviye, şüphe yok ki, icraatları ile yerilmeyi hak eden bir kişidir. Ancak onu yererken ve döneminde vukû bulan olayları aktarırken bazı tarihçilerin i’tidal ölçüsünü kaçırdıkları görülmektedir.[1329]

Yezid’in siyasi tercihleri ve faaliyetleri doğru kabul edilmeyebilir. Devlet başkanlığı esnasında işlenen her olayın vebali de ona yüklenebilir. Ancak unutulmaması gereken bir husus vardır ki insanın kafir olması için sadece bunlar yeterli değildir.

SONUÇ

İslâm Tarihinde adından çoğu kere menfi yönden bahsettiren Yezid b. Muaviye’yi konu edinen çalışmamızın sonuna gelmiş bulunmaktayız.

İslâm öncesi Mekke toplumunun en önemli kabilelerinden birisi ola Ümeyye oğulları kabilesi, ilk zamanlar İslâm’a ve onun Peygamberine karşı olumsuz tavır içerisinde olmuşlardır. İslâm’m hızla insanların gönlünde yer edinmesi, onların da daha fazla direnmelerin zorlaştırmıştır. Başta Ümeyye oğulları kabilesinin liderliğini yapan Ebû Süfyan olmak üzere kabilenin diğer fertleri de İslâm’a girmeye başlamışlardır.

İslâm’a geç girmenin onlar üzerinde geçici bir süre eziklik oluşturduğu ve Mekke’deki itibarlarım Hz. Osman’ın hilafetine kadar azalttığı görülmektedir.

Hz. Osman’ın halifeliği esnasmda yeniden eski nüfuzlarım kazanan Ümeyye oğulları, sahip olduklan idarecilik vasıflarıyla İslâm toplumunda gündemi belirlemeye başlamışlardır. Onların bu konumu Muaviye’nin halife olmasına kadar devam etmiştir.

Muaviye’nin Hz. Osman döneminde Suriye valiliği yaptığı bir sırada doğan Yezid, ailesini sahip olduğu zenginlik ve nüfuz sebebiyle iyi bir ortamda yetişmiştir. Annesinin Kelb kabilesine mensup bir çöl kadım olması ve çöle sık sık gitmesi sebebiyle çocukluğunun bir kısmım çöl ortamında geçirmiştir. Çölde kaldığı dönemler onun hayatında derin izler bırakmıştır. Buradan edindiği bir takım alışkanlıklar onun daha sonraki dönemlerde muhaliflerince eleştirilmesine sebep olmuştur.

Uzun uğraşılardan sonra hilafet makamına geçen Muaviye, oğlunu veliaht tayin etmek için teşebbüse geçmeden önce onu, bir takım önemli görevlere getirerek halkın nazarındaki konumunu, İtibarını artırmaya çalışmıştır. Bu maksatla onu İstanbul’a karşı düzenlenen seferde görevlendirmiş; dini ve siyasi öneme haiz hac emirliğine memur etmiştir.

Muaviye’nin Yezid’i veliaht tayin etmesi için başlattığı mücadele sert muhalefet sebebiyle, ölümüne kadar sürmüştür. Hicaz’da Yezid’in veliahtılığna karşı itiraz eden ve toplumun saygısını kazanan insanların muhalefeti Muaviye’nin vefatından sonra da bitmemiştir.

Hilafet makamına geçen Yezid’in önündeki en büyük problem kendisinin veliahtlığına da biat etmemiş olan ve bu tavırlarım devam ettiren şahıslardan biat alamaması oldu. Bu kimselerin biatinin alınması onun için zaruriydi. Çünkü bunlar, toplumda kitleleri etkileyebilecek bir konumdaydılar. Bunun bilincinde olan Yezid, halifeliğinin ilk günlerinden itibaren kendisine biat etmeyenlerin biatlarını temin etmek için teşebbüse geçmiştir.

Biattan kaçınanların, buna karşılık Yezid’in ısrarı İslâm Tarihinde pek çok tartışmanın doğmasına; İslâm dünyasında çok sayıda isyanın ve ayrılığın meydana gelmesine yol açacak olan Kerbela vakası ve Hz. Hüseyin’le birlikte çok sayıda insanın öldürülmesine sebep olmuştur.

Yezid, Kerbela vakası sebebiyle büyük eleştirilere maruz kalmıştır. Onun bu olayda büyük kusurlannm olduğu ifade edilmiştir. Ancak özellikle Şia’m ve Emevî muhalifleri grupların siyasi sebeplerle gündeme taşıdıkları bu kusurların gerçekte doğruluğu üzerinde fazlaca durulmamıştır.

Hz. Hüseyin’in öldürülmesi de Yezid’e karşı oluşan muhalefetin yok olmasını sağlayamadı. Zira söz konusu muhalefetin Hz. Hüseyin’in şehid edilmesinden sonra lideri durumuna gelen Abdullah b. Zübeyr’in Yezid’e karşı faaliyetleri bundan sonra hız kazandı.

Abdullah b. Zübeyr’in tazyiki, ekonomik, dini ve daha başka sebeplerle Yezid’in iktidarına karşı isyan eden Medineliler(in isyanları kanlı bir şekilde bastırıldı. Harre vakası, Yezid döneminde gerçekleşen ve onun eleştirilmesine sebep olan ikinci olay oldu.

Medinelilerin isyanım da sona erdiren Yezid’in bundan sonraki hedefi, siyasi emelleri uğruna Mekke’ye sığman ve Kâbe’nin avlusunda kurduğu karargahla isyanı başlatan Abdullah b. Zübeyr oldu. Böylece Mekke muhasara edildi. Ancak bu muhasara; Yezid’in ölümü sebebiyle bir sonuç elde edilmeden sona erdirildi.

Yezid döneminde gerçekleşen bu isyanlar, onun iktidarda kaldığı dönemde başka olumlu icraatlar yapmasına mani olmuştur. Yezid’in gerçekleştirdiği bir takım olumlu faaliyetler de bu isyanlar sebebiyle gölgede kalmıştır.

Yezid, şiire, ava, musikiye ve şarkıya düşkünlüğü sebebiyle bir takım eleştirilere maruz kalmıştır. Ayrıca döneminde gerçekleşen isyanlardaki tavrı sebebiyle de daha sonraki zamanlarda bazı kimseler tarafından lanetle anılmıştır. Bununla birlikte Yezid’in diğer Emevî halifelerinden çokta farklı bir kişi olmadığı söylenilebilir. Ancak onun döneminde gerçekleşen olayların siyasi mülahazalarla abartılı bir şekilde sürekli gündemde tutulması Yezid’in adından sık sık bahsedilmesine yol açmıştır.

BİBLİYOGRAFYA

AYGÜN, Dursun, Fethü’l-Kostantiniyye ve Eseruhû, Câmiatü’l-îslâmiyye Külliyetü’d-Da’ve ve Usûlü’d-Din, (yayınlanmamış lisans bitirme tezi), Medine 1407/1987

ABDULLATİF, Abdüşşafi Muhammed, el-Âlemü’l-İslâmî fi’I-Asri’I-Ümevî, Beyrut 1404/1984

ABDÜSELAMZÂDE, Ahmed, Kerbela Vakası, (yazma, Osmanlıca, 147 varak, Süleymaniye Kütüphanesi -Hacı Mahmud Efendi Bölümünde 4727 numarada kayıtlı), İstanbul 1256/1840

el-ADEVÎ, İbrahim Ahmed, el-Emeviyyûn ve’I-Bizantiniyyûn, yy ve trz.

AĞIRAKÇA, Ahmet, Emeviler Döneminde Saltanata Karşı Hilafet Mücadeleleri, İstanbul 1992

AHMED İSMAİL, Ali, Tarihu Bilâdi’ş-Şam, Kahire 1404/1984 AHSANULLAH, Muaviye, Hıstory of the Islamıc World, New Delhi trz AHTAL, Dîvanu’l-Ahtal, şrh. Raci el-Esmer, Beyrut 1413/1992

AKBULUT, Ahmed, Sahabe Devri Siyasi Hadislerinin Kelamî Problemlere Etkileri, İstanbul 1992

AKİL, Nebihe, Hilâfetü Benî Ümeyye, Beyrut 1394/1975

el-AKKAD, Abbas Mahmud, Ebu’ş-Şühedâ el-Hüseyin b. Ali, yy ve trz.

AKYÜZ, Vecdi, Hilâfetin Saltanata Dönüşmesi, İstanbul 1991

ALAYLI, Abdullah, Tarihu’l-Hüseyin Nakd ve Tahlil, Beyrut 1414/1994

ALİ FERRUH BEY, İbnü’R-Reşad, Kerbela, (manzum, yazma, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı- Osman Ergin Bölümü, no: 1469), Paris 1305

el-ASELÎ, Bessâm, Ukbe b. Nâfi, Beyrut 1407/1987

ASKERÎ, Ebû Hilâl, Kitabu Cemhereti’l-Emsâl, thk. Muhammed Ebu’l-Fadl ve ark., Beyrut 1408/1988

ATEŞ, Ahmed, “Hüseyin”, İA, İstanbul 1964, IV, 634-640

AVCI, Casim, İslâm-Bizans İlişkileri (m.680-847), Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (yayınlanmamış doktora tezi), Bursa 1997

AYÇAN, İrfan, “Ebû Süfyan”, DİA, İstanbul 1994, X, 230-232

----------- /‘Emevi İktidarının Devamında Sakif kabilesinin Rolü”, Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Dergisi, Ankara 1993, sayı 39, s. 66-76

----------- ,“İslâm Toplumunda Eğlence Sektörünün Ortaya Çıkışı”, AÜİFD, Ankara 1988, XXXVIII, 155-193

---------- .Hicrî îlk Üç Asırda Zübeyrî Ailesinin Siyasî ve İlmî Hayattaki Yeri, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Ankara 1984

---------- 3 Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Ebî Süfyan, Ankara 1990

----------- ve Mahfuz Söylemez, İdeolojik Tarih Okumaları, Ankara 1998     ve Sarıçam, İbrahim, Emeviler, Ankara 1993

AYOUB, Mahmoud M., “Husayn Ibn Ali”, The Osford Encyclopedıa of the Modern Islamıc World, Newyork 1995, vol. II, s. 150-151 el-BEKKÎ, Züheyr, Mevsâtü Hulefâi’l-Müslimîn, Beyrut 1994 el-BEKRÎ, Abdullah b. Abdülaziz (487/1094), Mu’cem-û Mesta’cem, thk.

Mustafa es-Sakka, Beyrut 1403/1983

el-BELÂZÜRÎ, Ahmed b. Yahya b. Câbir (279/892), Fütûhu’l-Buldan, trc. Mustafa Fayda, Ankara 1987

---------- 3 Ensâbu’I-Eşraf, thk., Süheyl Zekkar-Riyad Ziriklî, Beyrut 1417/1996

el-BENNA, Muhammed Kâmil, “Şehîdü Kerbela”, Livan’l-İslâm, Riyad 1384/1965, sayı: 1, s.652-654,

BEYDÛN, İbrahim, Min Devleti Ömer ilâ Devleti Abdülmelik, Beyrut 1411/1991

el-BEYHAKÎ, İbrahim b. Muhammed, el-Mehâsin ve’l-Mesâvî, Beyrut 1404/1984

BİLMEN, Ömer Nasuhi, Ashab-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları, İstanbul trz.

BROCKELMAN, Cari, Tarihu’Şûbi’l-İslâmiyye, Arapçaya trc. Nebîhe Emin Fâris- Münir el-Ba’lebekkî, Beyrut 1408/1988

el-BUHARÎ, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail (256/870), Sahihu’l-Buhârî, İstanbul trz.

CÂBİRÎ, Muhammed Âbid, İslâm’da Siyasal Akıl, trc., Vecdi Akyüz, İstanbul 1997

CAFERİYAN, Resul, Masum İmamların Fikrî ve Siyasî Hayatı, trc. Cafer Bayar, İstanbul 1994

el-CÂHIZ, Ebû Osman Amr b. Bahr (255/868), Kitâbu’t-Tâc fî Ahlâki’l- Mülûk, thk. Ahmed Zeki Paşa, Kahire 1332/1914

---------- 5 el-Beyân ve’t-Tebyîn, thk ve şrh., Hasan es-Sendûbî, Beyrut 1414/1993

el-CAHŞİYÂRÎ, Ebû Abdullah Muhammed(310/922), Kitabü’l-Vüzerâ ve’l- Küttâb, thk. Mustafa es-Sakka ve ark., Mısır 1357/1938

CANARD, Marius, “Tarih ve Efsaneye Göre Arapların İstanbul Seferleri”, İstanbul Enstitüsü Dergisi II, trc. İsmail Hâmi Danişmend, İstanbul 1956, s.213-251

CEBBÛR, Cebrail Süleyman, “Yezid b. Muaviye-el-Melikü’ş-Şair”, Ebhâs, Beyrut 1965, XVIII, sayı 3-4, s.373-388

---------- 5 el-Mülûku’ş-Şuara, Beyrut 1401/1981

CELALEDDİN, Kerbela, (ofset, Osmanlıca, manzum, Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi, kayıt no: 7092), Paris 1205/1791

el-CEMÎLÎ, es-Seyyid, İstişhâdü’l-Hüseyin, Beyrut 1408/1988

CEVAD ALİ, el-Mufasal fî Tarihi’l-Arab Kable’l-İslâm, Bağdat 1413/1993

CEVDET PAŞA, Ahmet, Kısas-ı Enbiya ve Tevarihu’l-Hulefa, İstanbul 1331

CONRAD, Lavvrence I, “Yazıd I İbn Muawıya”, Dıctıonary ıf the Mıddle Ages, New York 1989; vol. XII, s.721-722

ÇAKAN, İsmail Lütfü- Muhammed Eroğlu, “Abdullah İbn Abbas”, DİA, İstanbul 1988,1, 76-79

ed-DAB, Abdurrahman, “Ya Mansûr”, Livau’l-İslâm, Kahir 1394/1974, XV. Sayı, s.560-561

DAYF, Şevki, eş-Şi’ru ve’l-Gma fî’l-Medine ve Mekke li Asri Benî Ümeyye, Kahire trz.

DEMİRCAN, Adnan, “İbn Teymiyye’ye Göre Yezid Muaviye’nin Durumu”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Şanlı Urfa 1996, sayıII, s. 129-147,

----------- ; “Muaviye b. Yezid’in Halifeliği”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Şanlı Urfa 1996, sayı II, s. 109-125

---------- 5 Haricîlerin Siyasi Faliyetleri, İstanbul 1996

---------- 5 İslâm Tarihinin İlk Asrında İktidar Mücadelesi, İstanbul 1996 ed-DİNEVERÎ, Ebû Hanife Ahmed b. Davud (282/895), el-Ahbâru’t-Tıval, thk. Abdülmünim Âmir-Cemaleddin eş-Şeyyal, Bağdat 1379/1959 ed-DİYARBEKRÎ, Hüseyin Muhammed b. Hasan (990/1582), Tarihu’l- Hamîs fî Ahvâli Enfesi Nefis, Dâru’s-Sadr trz

Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Editör, Hakkı Dursun yıldız, İstanbul 1990

DOZY, Reınhart, Spanışh İslam (A Hıstory of the Moslems m Spaın), London 1972

---------- , Tarihi İslâmiyet, trc., Ömer Rıza Doğrul, İstanbul 1308/1890

ed-DURÎ, A. Aziz, İlk Dönem İslâm Tarihi, trc. Hayrettin Yücesoy, İstanbul 1991

EBÛ MIHNEF, Lût b. Yahya (150/767), Maktelu’l-Hüseyin, Bağdat 1977

EBÛ REYYE, Ebû Hüreyre, Mısır yy trz.

EBÛ ZEHRA, Muhammed, “Şehîdü Kerbela”, Livâu’l-İslâm, Riyad 1384/1965, sayı: 1, s.655-658,

EBU’L-ARAB, Muhammed b. Ahmed b. Temim et-Temîmî (333/945), Kitabu’l-Mıhan, thk. Vehb el-Cebbûrî, Beyrut 1408/1988

EBU’L-FADL, İbrahim ve ark., Eyyâmü’l-Arab fî’l-İslâm, Beyrut 1408/1988

EBÜ’L-FİDA, İmadüddin İsmail (732/1331), el-Muhtasar fî Ahbâri’l-Beşer, ta’lik Mahmud Deyyub, Beyrut 1417/1997

---------- 5 Takvimü’l-Buldân, thk. ParReınaud, Beyrut 1830

EMİNİ, Abdülhüseyin Ahmed en-Necefî, el-Ğadîru fî’l-Kitab ve’s-Sünneti ve’l-Edeb, Tahran 1366/1940

EŞLEM, Muhammed, “Emir Muaviye’nin Halifeliği Sırasında İstanbul’a Düzenlenen İlk Sefer”, I. Uluslar arası İstanbul’un Fethi Sempozyumu, İstanbul 1996

el-EZRÂKÎ, Ebu’l-Velîd Muhammed b. Abdillah b Muhammed b. Ahmed (222/837), Ahbâru Mekke,Göttingen 1275/1859

el-FÂHÛR, Abdulbâsıd (1323/1907), Tuhfetü’l-Enâmir Muhtasar Tarihu’I- İslâm, thk. Nizar el-Fâhûr, Beyrut 1406/1985

FAYDA, Mustafâ, Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslümler, İstanbul 1989

---------- , İslâmiyetin Güney Arabistan’a Yayılışı, Ankara 1982

el-FERRA, Ebû Ya’lâ Muhammed b. el-Hüseyin (458/1065), Ahkâmu’s- Sultaniyye, tashih ve ta’lik, Muhammed Hamid, Beyrut 1403/1983

FERRUH, Ömer, Tarihu Sadri’I-İsiâm ve’d-Devleti’I-Ümeviyye, Beyrut 1986

FERYAL, bnt. Abdullah b. Mahmud el-Hedîb, Sûratü Yezid b. Muaviye fi’Rivayeti’1-Edebiyye, Riyad 1995

FIĞLALI, EthemRuhi, “Hâricîler”, DİA, XVII, 169-175, İstanbul 1998

----------- s “Hasan”, DİA, İstanbul 1998, XVI, 282-285

----------- t “Hüseyin”, DİA, XVIII, 518-521, İstanbul 1999

----------- , ‘İlk Şiî Olayları”, AÜİFD, XXVI, s.335-353, Ankara 1983

----------- s “İslâm Tarihinde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Dönemleri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXVI, s. 353-370, Ankara 1983

---------- —s İmamiyye Şiası, İstanbul 1984

el-GAZZÂLÎ, Muhammed, “Şehîdü Kerbela”, Livâu’l-İslâm, sayı: 1, s.645- 650, Riyad 1384/1965

GOLDZİHER, Ignaz, “Tod und Andenken des Chalifen Jizid I”, Gesammelte Schriften, Hildesheim 1970, voLV, s.139-143

GÖKMENOĞLU, Hüseyin Tekin, “İslâm Kamu Hukuk ve Siyasi Düşüncesinde Veliahd Tayini ve İstihlaf’, SÜİFD, Konya 1997, sayı: VII, s. 231-266

GÜNALTAY M. Şemseddin, İslâm Tarihinin Kaynaklan-Tarih ve Müverrihler, yayma hazırlayan Yüksel Kanar, İstanbul 1991 el-HÂİRÎ, Muhammed Hüseyin el-A’lemî, Dairetü’l-Maarif eş-Şiîyyetü’l- Âmme, Beyrut 141371993

el-HÂKİM, Hasan İsa Ali, Kitabu’l-Muntazam li İbni’l-Cevzî Dirâse fî Menheci ve Mevâridihî ve Ehemmiyetihî, Beyrut 1405/1985

HALİFE B. HAYYÂT (240/854), Tarih, thk., Ekrem Ziya el-Umerî, Riyad 1405/1985

el-HAMEVÎ, Yakut, Mu’cemu’l-Buldan, thk. Ferid Abdülaziz el-Cündî, Beyrut 1410/1990

-------------- ? Mu’cemü’l-Üdebâ, Beyrut, 1400/1980

HAMİD ĞANİM, Ebû Said, “el-Hulefaü’l-Ümeviyyûn min İftitahiyyâtihim ve Vesâyâhüm”,ed-Dâire, sayı II, s.9-35, Riyad 1405/1984 1986

HAMMÂDE, Muhammed Mâhir, Dirasetün Vesîkıyyetün li’t-Tarihi’l- İslânıî ve Masâdiruhu min Ahdi benî Ümeyye Hatte’l-Fethi’l- Osmanî li S ariyeti ve Mısır, Riyad 1408/1988

HAMMAŞ, Necdet, eş-Şam fî Sadri’l-İslâm, Dımaşk 1408/1987

HASAN, İbrahim Hasan-Ali İbrahim Hasan, en-Nuzumu’l-İslâmiyye, Kahire trz.

---------- 5 Zuamau’l-İslâm, Kahire 1980

---------- 5 Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi, trc.İsmail Yiğit ve Arkadaşları, İstanbul 1985

HASAN, Muhammed Abdülganî, “Min süveri’d-Deha”, er-Risale, Kahire 1964, sayı 1055, s. 9-12

HATİBOĞLU, Mehmed, Hz. Peygamber’in Vefatından Emevîlerin Sonuna Kadar Siyasî İçtimaî Hâdiselerle Hadis Münasebetleri, (yayınlanmamış doçentlik tezi), Ankara 1967

el-HIMSİ, Ahmed Faiz, el-Uzamu Ellezine Düfînû fi Dımaşk ev Mâtû fîha, Dımaşk 1985, XXXV, s. 198-299

HİTTI, Philip K., Arap Tarihinin Mimarları, trc. Ali Zengin, İstanbul 1995

---------- 5 Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi, trc. Ali Zengin, İstanbul 1995

HİZMETLİ, Sabri, İslâm Tarihçiliği Üzerine, Ankara 1991

HODGSON, M.G.S., İslâmm Serüveni-Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih, trc.Komisyon, İstanbul 1993

HONIGMANN, E, “Karbala”, The Encyclopaedıa Of İslam- New Edıtıon (El2), Leıden 1978, IV, 637—639

----------- , “Kerbela”, İA, İstanbul 1967, VI, 580-582

HUDARI BEG, Muhammed, ed-Devletü’l-Ümeviyye, thk. Muhammed Osmanî, Beyrut 1406/1986

el-HUDARI, Muhammed Hüseyin Nakdu Kitabu fi’ş-Şi’rivayetler’l-Câhilî, thk., Ali er-Rıda et-tunûsî, Beyrut trz.

el-IŞŞ, Yusuf (1387-1967), ed-Devletü'I-Emeviyyetü ve'l-Ahdâsü’lletî Sebegatha, 1406/1985

İBN A’SEM, Ebû Muhammed el-Kûfî (314/926), el-Fütûh, Beyrut trz.

İBN ABDİLBERR, Ebû Ömer Yusuf b. Abdillahb. Muhammed (463/1071), el- İstiâb fî Ma’rifeti’l-Ashâb, thk. Ali Muhammed el-Buharî, Beyrut trz.

İBN ABDİLHAKEM, Ebu’l-kasım, Kitabu Futûhu Mısr, Kahire 1415/1994

İBN ABDİRRABBİH, Ahmed b. Muhammed el-Endelûsi (327/939) el-Ikdü’l- Ferîd, thk Muhammed Said Üryan, Kahire 1359/1940

İBN DOKMAK, el-Cevheru's-Semin fi Siyeri’1-Hulefai ve'l-Muluk ve's- Salati. thk., Âşur Said Abdulfettah. Mekke 1982

İBN HABİB, Ebû Cafer Muhammed (245/859), Kitabü’I-Muhabber, Beyrut trz.

İBN HACER, Ebü’l-Fazl Ahmed b. Ali (852/1448), el-İsâbe fî Temyizi’s Sahabe, thk., Ali Muhammed el-Bicâvî, Beyrut 1412/1992

--------- 5 Tehzîbü’t-Tehzib, thk. Mustafa Abdulkâdir Atâ, Beyrut 1415/1994

İBN HALDUN, Abdurrahman b. Muhammed, Mukaddime, thk. Ali Abdulvâhid Vâfî, Kahire trz.

--------- s Kitabü’l-îber ve Divanö’l-Mübtedei ve’I-Haber fî Eyyami’I-Arab ve’l-Acem ve’l-Berber, Beyrut 1413/1992

İBN HALLÎKAN, Ebu’l-Abbas Şemsüddin (681/1282), Vefeyâtu’l-A’yân ve Enbâu Ebnâu’z-Zaman, thk. İhsan Abbas, Beyrut trz.

İBN HANBEL, Ahmed Muhammed (241/855), Müsned, İstanbul 1413/1992

İBN HAZM, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. said el-Endelüsi(384-456), Cemheretü Ensâbi’I-Arab, Beyrut 1403/1983

İBN HAVKAL, Ebu’l-Kasım, Kitabu Sûratfi’I-Arz, Leiden 1928

İBN HÎŞAM, Ebû Muhammed Abdülmelik (218/833), es-Siretü*n-Nebi, thk., Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Beyrut 1401/1980

İBN HURDAZBÎH, Ubeydullah b. Abdullah, el-Mesâlik ve’l-Memâlik, Leiden 1889

İBN KAYYIM, el-Cevziyye, Zâdü’l-Meâd fî Hedyi Hayri’I-İbâd, thk. Şuayb el-Amavud- Abdülkadir el-Amavud, Beyrut 1414/1994

İBN KESÎR, Ebü’l-Fida el-Hafız (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, thk., Ahmed Ebû Müslim- Ali-Necib Adva, Beyrut trz

--------- ? Muhtasar Tefsir-i İbn-i Kesir, thk., Muhammed Ali es-Sabûnî, Beyrut 1981

İBN KUNFUZ, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Hasan b. Ali b.el-Hatîb el-Kostantinî (809/1406), el-Vefeyât, thk. Adil Nevbahtî, Beyrut 1971

İBN KUTEYBE, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889), el-Maarif, thk., Servet Ukkâşe, Mısır 1413/1992

--------- 5 Uyûnu’l-Ahbâr, thk. Müfid Muhammed Kamîha, Beyrut trz.

--------- __5 eş-Şi’ru ve’ş-Şuarâ, taktim. Hasan Temim, Beyrut 1412/1991

--------- , el-İmâme ve’s-Siyâse, thk. T aha Muhammed ez-Zübnâ, Beyrut 1967 İBN MANZÛR, Muhammed b. Mükerrem ( 630-711/1232-1311), Muhtasar

Tarihi Dımaşk li İbn Asakir, thk. Ahmed Râtib Hammuş ve ark., Dımaşk 1405/1985

İBN SAT), Ebû Abdillah Muhammed (230/844), et-Tabakatü'l-Kübra, Beyrut trz.

İBN TAĞRİBERDİ, Cemalüddin Ebü’l-Mehâsin Yusuf (813-874/1410-1469), ta’lik ve taktim Muhammed Hüseyin Şemsüddin, en-Nücûmu’z- Zâhire, Beyrut 1413/1992

İBN TEYMIYYE (728/1328), Mecmû’I-Feteva, cem ve tertib Abdurrahman b. Muhammed b. Kasım, yy ve trz.

---------- , Ra’sii’l-Hüseyin, thk., es-Seyyid Cemîliî, Beyrut 1408/1988

İBN TİKTAKA, Muhammed b. Ali b. Tabâtabâi (709/1309), el-Fahri fî’l- Âdâbi’s-Sultaniyye, Beyrut 1386/1966

İBN TOLUN, Muhammed, en-Nüzhetü’s-Seniyye fi Ahbâri'I-Hulefai ve'I- Mülûki’l-Mısriyye, thk., Muhammed Kemalüddin, Beyrut 1408/1988

---------- , Kaydu’ş-Şerîd min Ahbâri Yezid , thk. Muhammed Garb, yy ve trz. İBNÜ’L-A’RÂBÎ, el-Kâdı Ebû Bekir (638/1240), el-Avâsim mine'l-Kavâsım fi tahkiki Mevkıfı’s-Sahâbeti Bade Vefati’n-Nebî, thk. Muhibbiddin el-Hatip, Kahire 1399/1970

İBNÜ’L-ESİR, İzzüddin Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed(630/1232, el-Kâmil fi’t-Tarih, yayınlayan Carolus Johannes Tomberg, Beyrut 1399/1979

---------- 9 Üsdü’l-Gabe fi Marifeti’s-Sahabe, Tahran 1280/1863

İBNÜ’L-CEVZÎ, Cemalüddin Ebu’l-Ferec (597/1200), Sıfatû’s-Safve, Abdüselam Muhammed Harun, Beyrut 1413/1992

---------- 5 el-Muntazam fi Tarihi’l-Mülûki veT-Ümem, thk., Muhammed Abdülkadir Atâ-Mustafa Abdülkadir Atâ, Beyrut 1412/1991

İBNÜ’L-İBRÎ, Gıraguryus el-Meltî, Tarihu Muhtasari’d-Düvel, Beyrut 1986 İBNÜ’L-İMÂD, Şihabu’d-Din EbiT-Felah (1032/1089), Şezerâtü’z-Zeheb fi Ahbâr-ı men Zeheb, thk., Abdülkadir el-Amavut-Mahmud el- Amavut, Beyrut 1406/1986

İBNÜ’N-NEDÎM, el-Fihrist, Beyrut trz.

İBNÜ'L-VERDÎ, Ziyauddin Ömer b. Muzaffer (794/1391), Tarihu İbnü’l- Verdî, Beyrut 1417/1996

İSA, Riyad, en-Nizâ Beyne Efrâdi’l-BeytiT-Ümevîyye Devnıhu fi Sükûti’l- Hilafeti’l-Emeviyyeti, taktim, Süheyl Zekkar, Beyrut 1406/1985 el-İSFAHÂNI, Ebu’l-Ferec Ali b. Hüseyin (356/967), Kitabü’l-Eğânî, şerh ve hâmiş, Ali Mühennâ-Semir Câbir, Beyrut 1415/1995

---------- , Makâtilu’t-Talibîn, thk. es-Seyyid Ahrned Sakr, Beyrut 1408/1987

KAFESOĞLU, İbrahim, “İstanbul”, İA, İstanbul 1967, VIII, 1173-1180

KALKAŞANDÎ, Nihâyetü'I-Ereb fî Marifeti Ensâbi’I-Arab, Beyrut 1405/1984

KANDEMİR, Yaşar, “Abdullah İbn Ömer”, DİA, İstanbul 1988,1, 126-128

KAPAR, Mehmed Ali, Halifeliğin Emevilere Geçişi ve Verasete Dönüşmesi, İstanbul 1998

---------- s İslâm’ın İlk Döneminde Bey’at ve Seçim Sistemi, İstanbul 1998

KARAMÂNÎ, Ahrned b. Yusuf, Ahbâru’d-Düvel ve Âsaru’l-Üvel fi’t-tarih, thk Ahrned Hatît ve Fehmi Sa’d, Beyrut 1412/1992

KÂŞİF, Seyyide İsmail, İslâm Tarihinin Kaynaklan ve Araştırma Metodlan, trc. Mehmed Şeker ve ark., İzmir 1997

el-KAZVÎNÎ, Zekeriyya b. Muhammed b. Mahmud, Asâru’l-Bilâd ve Ahbâru’l-İbâd, Beyrut 1973

KEHHÂLE, Ömer Rıza, Alâmü’n-Nisa fî Alemi’l-Arab ve’l-İslâm, Beyrut 1412/1991

---------- ? Mu’cemü Mesta’cem, Beyrut 1414/1994

---------- 5 Mu’cemü Kabâili’l-Arab, Beyrut 1414/1994

KEMALLEDDİN ŞÜKRÜ, Kerbela, İstanbul 1928

KETTANÎ, et-Teratibu'l-İdariyye (Hz.Peygamber'in Yönetimi), trc.Ahmet Özel, İstanbul 1990

KISTER, M. J., “The Battle of The Harra”, Studies m Jahıhyya and Early İslam, London 1980

KOYUNCU, Mevlüt, Emeviler Döneminde Saray Hayatı, İstanbul 1997

KOKSAL, M. Asım, İslâm Tarihi, Hazreti Hüseyin ve Kerbela Faciası, Ankara 1984

KRAMER, Von, el-Hadarâtü’l-İslâmiyye ve Medâ Te’sîruha bi’l- Mü’sirâtü’l-Ecnebiyye, Arapçaya trc. Mustafa Taha Bedir, Cizze 1947

KUDÂME, b. Cafer, el-Harac ve Smaatü’l-Kitab, thk. Muhammed ez-Zebîdî, Kahire 1981

el-KUREŞÎ, îdris İmadûddin (872/1467), Uyunu’l-Ahbar, Arapçaya trc. Mustafa Gâlip, Beyrut, trz.

KÜÇÜKAŞÇI, Emeviler Döneminde Medine, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), İstanbul 1993

----------- 9 “Harre Savaşı”, DİA, İstanbul 1998, XVH, 245-247

LAMMENS, Henry, “Ahtal”, İA, İstanbul 1965,1, 226-228

----------- s “Etudes Sut Le Regne du Calife Omaiyade Mowia I, Melanges, vol m, Fasci, 1906, s. 301-305

----------- 5 “Abdurrahman b. Halid”, İA, İstanbul 1965,1,48-49

----------- } “Berede”, İA, İstanbul 1961, II, 534-535

----------- , “Gûta”, İA, İstanbul 1964, IV, 831'

----------- 5 “Kureyş”, İA, İstanbul 1967, VI, 1014-1019

----------- , “Mekke”, İA, İstanbul 1955, VB, 630-636

----------- ? “Meysûn”, İA, İstanbul 1960, VIII, 192-193

----------- 5 “Muaviye b. Ebi Süfyan”, İA, İstanbul 1960, VIII, 438-444

----------- , “Müslim b. Ukbe”, İA, İstanbul 1960, VUI, 823-824

----------- 5 “Kasâidü’l-Halife Yezid b. Muaviye”, el-Meşnk, München 1924, s. 192-195

----------- } “Suriye”, İA, İstanbul 1970, XI, 51-66

----------- } “Yazıd b. Muawıya”, First Encyclopaedıa of İslam, New york 1987, VB!, 1162-1163

_—-------- s Le Calıfat de Yazıd I, Beyrut 1921

MÂCÎD, Abdulmünim, et-Tarihu’s-Siyasi li’d-Devleti’l-Arabiyye, Mısır 1982

el-MAKDİSÎ, Mutahhar b. Tabir, Kitabu'l-Bed ve’t-Tarih, Beyrut trz.

MAKDİŞ, Mahmud, Nuzhetü’l-Enzâr fî Acâibi’t-Tevârîhi ve’l-Ahbâr, thk.

Ali ez-Zevârî- Muhammed Mahfuz, Beyrut 1988

el-MAKRİZÎ, en-Niza ve't-Tehasum fima Beyne Beni Ümeyye ve Beni Haşim, Leiden 1888

el-MÂVERDÎ, Ebü’l-hasan Ali b. Muhammed b. Habib el-basrî el-Bağdadî, Kitabö’l-Ahkâmi’s-Sultaniyye, Beyrut trz.

MEHRAN, Muhammed Beyyûmî, el-İmâmetü ve Ehl-i Beyt, Beyrut 1995

MENBECÎ, Agabius b. Konstantin, el-Müntehab min Tarihi’l-Menbecî, thk. Ömer Abdüselam Tedmürî, Lübnan trz.

el-MES‘ÛDÎ, el-Hüseyin b. Ali (346/957), et-Tenbih ve'I-İşraf, Beyrut 1981

---------- s Mürûcu’z-Zeheb, thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Beyrut 1408/1988

MİR AHMED, S.V. Ali, Husain The Saviour of İslam, İran trz

el-MİZZÎ, Cemalüddin Ebi’l-Haccac Yusuf, Tehzibü’l-Kemâl fi Esmâi’r- Ricâl, thk., Beşir Avvad, Beyrut 1413/1992

MUĞNİYYE, Muhammed Cevad, Ehlü’l-Beyt, Menziletühüm ve Mebdeihim İnde’l-Müslimîn, Beyrut 1404/1984

MUHAMMED ALİ, Musa, Seyyidü’ş-Şühedâ, el-îmamü’I-Hüseyin, Beyrut 1405/1985

MUHAMMED el-HUDARI, Hüseyin, Nakd Kitabu fi’ş-Şi’rivayetler’1- Câhilî, thk., Ali er-Rıda et-Tunûsî, Beyrut trz.

MUHAMMED, Rıza, el-Hasan ve’I-Hüseyin, Beyrut 1407/1987

el-MUSEVÎ, Ali Şerefiiddin, Dirâsât fi Sevreti’l-tmam el-Hüseyin, Arapçaya trc. Hüseyin Hâci, yy, 1414/1993

el-MUSEVÎ, İbrahim ez-Zincânî, Cevle fı’l-Emâkini’l-Mukaddeseti, Beyrut 1985

el-MÜBERRED, Ebu’l-Abbas Muhammed b. Yezid (210-285/825-898), el- Kâmil fi’l-Luga ve’l-Edeb, thk. Muhammed Ahmed ed-Dâlî, Beyrut 1413/1993

el-MÜDERRISÎ, Seyyid Hâdî, Kitabu Aşûra, Beyrut 1985

MÜFİD, Muhammed b. Muhammed, el-İrşâd fi’l-Ensâb, Tahran 1330/1911

el-MÜNECCİD, Selahaddin, Şi’ru Yezid b. Muaviye b. Ebi Sûfyan, Beyrut 1982

MÜSEYYİB GAZİ, Kerbelamn İntikamı, trc. Emrullah Eraslan, İstanbul 1995

el-MÜSLİM, Ebu’l-Hüseyin Müslim b. Haccac (261/875), el-Câmiu’s-Sahîh, Beyrut trz

el-MÜSNED, Abdullah b. Ali, el-Aleviyyûn ve’l-Abbâsiyyûn ve Da’vetü Âli’l-Beyt, Kahire 1412/1991

NAZIM, Muhammed, Kerbela, Şems Matbaası 1327-1329, Süleymaniye Kütüphanesi (Zühdü Bey, 523)

en-NÜVEYRÎ, Şihabüddin Ahmed b. Abdilvehhab (677-733), Nihâyetu’l- Ereb fî Fünûni’l-Edeb, thk. Muhammed Rıfat Fethullah-İbrahim Mustafa, Kahire 1395/1975

ONAT, Hasan, “Şiîliğin Doğuşu Meselesi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1997, sayı XXXVI, s.79-117

--------- 5 Emeviler Dönemi Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, Ankara 1993

OSTROGORSKY, Georg, Bizans Devleti Tarihi, trc. Fikret Işıltan, Ankara 1981

ÖNKAL, Ahmed, “İslâm Tarihçiliğinde Tarafsızlık Problemi”, İslâmi Araştırmalar Dergisi, Ankara 1992, sayı. VI, s. 189-197

--------- , Rasûlüllâh’m İslâm’a Da’vet Metodu, Konya 1989

ÖZKUYUMCU, Nadir, Emeviler’in Sonuna Kadar Mısır ve Kuzey Afrika, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (yayınlanmamış doktora tezi) İstanbul 1993

PROVENÇAL, E.Levı, “Ukbe b. Nâfi”, İA, İSTANBUL 1988, XIII, 20-21

RAHMAN, H.U, İslâm Tarihi Kronolojisi, editör Ziyauddin Serdar, trc. Abidin Büyükköse, İstanbul 1995

RAYYIS, Ziyauddin, İslâm’da Siyasi Düşünce Tarihi, trc., İbrahim Sarmış, İstanbul 1995

SÂBİT, Ahmed, Kerbela Vakası, osmanlıca ve matbu (Türkiye Diyanet Kütüphanesi, kayıt no: 4671), yayın yeri yok 1303/1885

SACHEDINA, Abdulaziz, “Karbala”, The Oxford Encyclopedıa of the Modern Islamic World, New York 1995, vol. II, s.398-400

es-SAFEDÎ, Halil b. Aybek, el-Vafi bi’l-Vefeyât, Beyrut 1981

SAFVET, Ahmed Zeki, Cemheretü Resâilü’l-Arab fî Usûri’l-Arabiyye ez- Zâhire, Beyrut trz.

SARICIK, Murat, “Kerbela Olaymda el-Hurr b. Yezid ve Hz. Hüseyin İle Mücadelesi”, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı II, s. 103-148, İsparta 1995

SARIÇAM, İbrahim, Emevî-Hâşimî İlişkileri, İslâm Öncesinden Abbâsîlere Kadar, Ankara 1997

es-SELUMI, Muhammed b. Sahil, et-Tabakatü’l-Kübra, et-Tabakatü’l- Hamise mine’s-Sahâbe, 1414/1993

--------- ? et-Tabakâtü’l-Kübra, et-Tabakâtü’r-Râbiati mine’s-Sahâbe mimmen Esleme inde Fethi Mekke ve ma ba’de Zâlike 1416/1995 es-SEMHÛDÎ, Nureddin Ali b. Ahmed (911/1505), Vefâü’l-Vefa bi Ahbâri Dâri’l-Mustafa, thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Beyrut trz.

es-SENHÛRÎ, Abdürrezzak Ahmed, Fıkhu’l-Hilafe ve Tatavvuruhâ, Arapçaya trc. Nâdiye Abdürrezzak es-Senhûri, Mısır 1993

SEYF B. ÖMER (200/815), Fitnetü ve Vak’atü’I-Cemel, cem ve tasnif, Ahmet Ratib Armuş, Beyrut 1413/1993

SIBTÜ İbnü’l-Cevzî (654/1256), Tezkiretü’l-Havâs, Beyrut 1401/1981

SIRMA, İhsan Süreyya, Hilafetten Saltanata Emevîler Dönemi, İstanbul 4991

SÖYLEMEZ, Mahfuz M., Kuruluşundan Emevilerin Başlangıcına Kadar Küfe Şehrinin Siyasi Tarihi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Ankara 1995

es-SUYÛTI, Celaleddin, Tarihu’l-Hulefa, thk., Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, yy ve trz.

SÜKEYNE, eş-Şihabî, Muhtasar Tarihu Dımaşk li İbn Asâkir, (İbn Manzûr’un usûlüne göre ihtisar), Dımaşk 1409/1989

ŞÂKİR, Mahmud, et-Tarihu’l-İslâmi, Beyrut 1411/1991 eş-ŞEHRİSTÂNÎ, Hibetiddün el-Hüseynî, Nehdatü’l-Hüseyin, Beyrut trz. eş-ŞEMRI, Hezz’a b. İd, Yezid B. Muaviye -el-Halifetü’I-Müfterâ Aleyh, Riyad 1993

ŞÜKRÜ FAYSAL, Hareketü’l-Fethi’l-İslâmî fî’l-Karni’l-Evvel, Beyrut 1982

T.H. Weir, “Dârunnedve”, İA, İstanbul 1945, III, 492-493

et-TABERÎ, Muhammed b. Cerir (310/922), Tarihu’l-Ümem ve’l- Müluk, thk., komisyon, Beyrut trz.

et-TABERSÎ, Ebû Ali el-Fadl b. el-Hasan, İ’lâmü’l-Verâ bi E’lâmi’l-Hudâ, Beyrut 1985

TAHA HÜSEYİN (1973), el-Fitnetü’l-Kübra(Ali ve Benûh) yy ve trz.

TAKKUŞ, Muhammed Süheyl, Tarih’d-Devleti’l-Emeviyye, Beyrut 1416/1996

UÇAR, Şahin, “Müslümanların İstanbul’u Fethetmek İçin Yaptıkları İlk Üç Muhasara”, Selçuk Üniversitesi Selçuk Dergisi, Konya 1986, yıl 2, sayı 1, s. 65-85

--------- ? Anadolu’da İslâm-Bizans Mücadelesi. İstanbul 1990

el-UKEYLÎ, Ömer Süleyman, “Mübayatü bi Yezid b. Muaviye bi VelayetiT- Ahd”, Mecelletü Kûlliyetü’I-Adab, Riyad 1985, sayı:XH/2, s.393- 420

---------- , “Vakatü Kerbela”, Mecelletü Külliyeti’l-Adâb, Riyad 1986, sayı:XHI, s.463-496

---------- s “Vakatü’1-Harre fi Ahd-i Yezid b. Muaviye”, Mecelletü Külliyetü’l- Adab, Riyad 1986

el-UMERÎ, İbn Fadlullah (749/1348), Mesalikü’l-Ebsâr fî Memâliki’I- Emsâr, yayınlayan, Fuad Sezgin, Frankfurt 1409/1989

el-USEYLÎ, Said, Kerbela, Beyrut 1406/1986

UTVAN, Hüseyin, el-Emeviyyûn ve’l-Hilafe, Amman 1986

ÜÇOK, Bahriye, İslâm Tarihi-Emeviler-Abbasiler, Ankara 1979

VAGLÎERl, Laura Veccia, “Râşid Halifeler ve Emevi Halifeleri”, İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, trc. İlhan Kutluer, İstanbul 1997, I, 91-102

VAROL, Mehmet Bahüddin, “Harre Vakası-Sebep Sonuç-İlişkisi”, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Konya 1997, sayı: VII, s. 513-534

VÂSIF, İbrahim, Şehâdeti Hüseyin İbn Ali, Metin Matbası 1327/1909

VEKİL, Muhammed es-Seyyid, el-Emeviyyûn Beyne’ş-Şarki ve’l-Garbi, Beyrut 1416/1995

VİDA, G. LevıDella, “Emevîler”, İA, İstanbul 1964, IV, 240-248

VİDA, G.L.Della,”Osman", İA, trc.komisyon, İstanbul 1964

WELHAUSEN, Julius, Arap Devleti ve Sukutu, trc.Fikret Işıltan, Ankara 1963

--------- 5 İslâmiyetin İlk Devrinde Dini- Siyasi Muhalefet Partileri, trc., Fikret Işıltan, Ankara 1989

WENSİNCK,A:J., “Amr b. el-As”, İA, İstanbul 1965,1,412-413

el-YA’KUBÎ, Ahmed b. Ebi Yakub, Tarihu’I-Ya’kubî, thk., AbduT-Emir Mühenna, Beyrut 1413/1993

el-YAFİÎ, Abdullah b. Es’ad b. Ali b. Süleyman (768/1347), Mir’atü’l-Cinân, Haşiye, Halil el-Mansûr, Beyrut 1417/1997

YILDIZ, Hakkı Dursun, "Ubeydullah b.Ziyad", İA. İstanbul 1988, XIII, 3-4

---------- , “Yezid b. Muaviye”, İA, İstanbul 1988. XIII, 411-413

YILMAZ, Saim, Emevilerde Veliahtlık, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), İstanbul 1996

YÜKSEL, Ahmet Turan, Emevî Valilerinden Ubeydullah b. Ziyad Üzerine Bir Araştırma, (yayınlanmamış doçentlik tezi), Konya 1998

ez-ZEHEBÎ, Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1374), Düvelü’l-İslâm, Müesesetü'l-Alemi 1405/1985

-------- s Siyeru A’lâmi’n-Nübeiâ, thk. Şuab Arnavut ark., Beyrut 1414/1994 -------- 5 Tarihu’l-İslâm, thk, Abdüselam Tedmûri, Beyrut 1410/1990 ez-ZEKERE, Abdullah, Ukbe b. Nâfı, Dâru’l-Kuteybe 1401/1981

ZERJRİNKUB, Abdü’l-Hüseyin, Tarihu İran ba’de ez-İslâm, Tahran 1343/1924

ZETTERSTEN, K:V, “Abdullah b. Ömer”, İA., İstanbul 1965,1, 38-39

ZİYA ŞAKÎR, Kerbela Vakası ve Kerbela’nın İntikamı, İstanbul trz.

I                                                                                       <û -

Yt. YMSEKMRETIH OHU)

2 y Sükeyne. XXVIII. 18.

 



[1] İbnü'n-Nedîm. el-Fihrist Beyrut tiz., s. 97

[2] Yakut el-Hamevî. Mu’cemü’l-Üdebâ. Beyrut 1400/1980. XVII. 164-167

[3] Selahaddin el-Müneccid. Şi’ru Yezid b. Muaviye b. Ebi Süfyan. Beyrut 1982. s. 5.1 dn

[4] Henry Lammens. Le Calıfat de Yazıd I. Beyrut 1921

[5]          Muhammed b. Muhammed İbn Tolun. Kaydu’ş-Şerîd min Ahbâri Yezid . thk. Muhammed Garb. yy ve tiz.; a. mlf. en-Nüzhetü’s-Seniyye fi Ahbâri'l-Hulefâ-i ve'l-Mûlûki’l-Mısriyye. thk.. Muhammed Kemalüddin. Beyrut 1408/1988

[6] Hezzâ b. İd eş-Şemri. Yezid b. Muaviye -el-HaiifetûT-Müfterâ Aleyh. Riyad 1993

' Abdullah b. Mahmud el-Hedîb el-Feryâl. Sûratü Yezid b. Muaviye fi’r-Rivayeti’l-Edebiyye. Riyad 1995

[8] Ebû Mıhnef. Lût b. Yahya. Maktelü’l-Hüseyin. Bağdat 1977

[9] Maktelü’l-Hüseyin. s. 42 (Mukaddımın önsözü)

[10]  Muhammcd b. Cerir et-Taberi. Tarihli’l-Ümem ve’l- Mülûk. tlık.. komisyon. Beyrut tiz.

[11]  Yahya b. Câbir el-Belâzuri. Ensâbu’i-Eşraf. thk.. Süheyl Zekkar-Riyad Ziriklî. Beyrut 1417/1996

[12]         İbnü'n-Nedîm. s. 144: Ayrıca bkz. Sıbtu İbnü’l-Cevzî. Tezkirctü’l-Havâs, Beyrut 1401/1981. s.259

[13]  Ukayli. Vakatü’l-Harre. s. 165

[14]  Ebu’l-Arab et-Temîmî. Kitabu’l-Mıhan. thk Vehb el-Cebbûri. Beyrut 1408/1988

[15]         Nureddin Ali b. AhmedL Vefâü’l-Vefa bi Ahbâri Dâri’l-Mustafa. thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid. Beyrut trz.

[16]  îbn îshak Kitabu's-Siyer ve'l-Megâzi thk. Süheyl Zekkâr. Beyrut 1398/1978

[17]         Ebû Muhammed Abdülmelik İbn Hişam. es-Siretü'n-Nebi. thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid. Beyrut 1401/1980

ls Alımedb. Sâid İbn Hazm. Cemheretü Ensâbi’l-Arab. Beyrut 1403/1983

[19]

Ahmedb. Yahya b. Câbir el-Belâzüri. Fütûhu’I-Buldan, trc. Mustafa Fayda. Ankara 1987

[20]

Ebû Abdullah Muhammed ibn Sa'd. et-Tabakatü'l-Kübra. Beyrut tiz.

[21]

Muhammed b. Sahil cs-Selûmî, et-Tabakatü’l-Kübra, et-Tabakatü’l-Hamise mine’s-Sahâbe, Taif 1414/1993; a. mlf.. et-Tabakâtü’l-Kübra, et-Tabakâtü’r-Râbiati mine’s-Sahâbe mimmen Esleme inde Fethi Mekke ve ma ba’de Zâlike, Taif 1416/1995

[22]  •

ibn Abdilberr, ei-Istiab fî Ma’rifeti’l-Ashab, Beyrut 1940

[23]  îzziddün Ebu'l-Hasan İbnü l-Esir. Üsdü'I-Ğabefi Marifeti's-Sahabe. Tahran 1280/1863

[24]

Muhammed b. Mahmud b. Osman. Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ. thk. Şuab Arnavut ark.. Beyrut 1414/1994

[25]

EbüT-Fazl Ahmedb. Ali ibn Hacer. el-Isâbe fî Temyizi’s Sahabe, thk.. Ali Muhammed el-Bicâvî. Beyrut 1412/1992

İbn Hacer. Tehzîbü’t-Tehzib. thk. Mustafa Abdulkâdir Atâ. Beyrut 1415/199-1

'7'7                            .

“ Ebtı’l-Abbas Şemşüddin ibn Hallikan. Vcfcyâtu’I-A’yân ve Enbâu Ebnâu’z-Zaman. thk. Ilışan Abbas. Beyrut tiz.

[28]Hasan b. Ali b.el-Hatîb İbn Kunfuz. el-Vefeyât. thk. Adil Nevbahtî. Beyrut 1971

[29]  Halil b. Aybek es-Safedî. el-Vafi bi’l-Vefeyât. Beyrut 1981

[30]  Taberî. IV. 260

[31]  Halife b. Hayy ât. Tarih, thk., Ekrem Ziya el-Umeri. Riyad 1405/1985

77                                                                                            *

" Ebû Hanife Ahmed b. Davud ed-Dineveri. el-Ahbâru’t-Tıval. thk. Abdülmümm Anur-Cemaleddın eş-Şeyyal. Bağdat 1379/1959

[33]        Ahmed b. Ebİ Yakub el-Ya'kubî. Tarihu’I-Ya’kubî. thk. Abdu’l-Emir Mühenna. Beyrut 1413/1993

[34]  Ebû Muhammed İbn A'sem el-Kûfi. d-Fütûh. Beyrut trz.

' Izzüddin Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed İbnü’l-Esir. el-Kâmil fi’t-Tarih. yayınlayan Carolus Johannes Tomberg, Beyrut 1399/1979

[36]        Ebü’l-Fida İbn Kesir. el-Bidâye ve’n-Nihâye. thk. Ahmed Ebû Müslim- Ali-Necib Adva. Beyrut trz

[37]       Ahmed b. Ebî Yâkub el-Ya’kubî. Tarihu’l-Ya’kubî. thk., Abdu’l-Emir Mühenna. Beyrut 1413/1993

Abdullah b. Müslim ibn Kuteybe, Uyunu’l-Ahbâr. thk. Müfid MuhammedGamiha. Beyrut trz.

lû .

ibn Kuteybe, eş-Şi’ru ve’ş-Şuara. taktim. Haşan Temim. Beyrut 1412/1991

[40]        Ebû Osman Amr b. Bahr el-Câhız. Kitâbu’t-Tâc fî Ahlâki’l-Mülûk. thk Ahmed Zeki Paşa. Kahire 1332/1914

[41]  Câhız. el-Beyân ve’t-Tebyîn. thk ve şrh.. Haşan es-Sendûbî. Beyrut 1414/1993

4* İbrahim b. Muhammed el-Beyhakî. el-Mehâsin ve’l-Mesâvî. Beyrut 1404/1984

[43]        Ebu l-Abbas Muhammed b. Yezid el-Müberred. el-Kâmil fi’l-Luga ve’l-Edeb. thk Muhammed Ahmed ed-Dâlt Beynıt 1413/1993

[44]        Muhammed İbn Abdirabbih. el-İstiâb fî Ma’rifeti’l-Ashâb. thk Ali Muhammed el-Buhari. Beyrut trz.

[45]        EbuT-Fcrcc Ali b. Hüseyin cl-İsfahânî. Kitabü’I-Eğânî. şerh ve hamiş, Ali Mühcnnâ-Semir Câbir. Beyrut 1415/1995

[46]        Şihâbüddin Ahmed. Abdülvehlıab. Nihâyetü’l-Ereb fî Fünûni’l-Edeb. thk Muhammed Rıfat Fethullah-İbrahim Mustafa. Kahire 1395/1975

[47]

Ebû'l-Fida. Takvimu’I-Buldan. Beyrut 1820

[48]

Bekri. Mu’cem-ü Mesta’cem. thk. Mustafa es-Sakka, Beyrut 1403/1983

[49]  Yakut el-Hamevî, Mu'cemu'l-Buldan, thk. Ferid Abdülaziz el-Cündî, Beyrut 1410/1990

[50]  Zekeriyya b. Muhammed b. Mahmud el-Kazvini. Âsâru'l-Bilâd ve Ahbâru’l-İbâd. Beyrut 1973

[51]  İbn Kuteybe. el-İmâme ve’s-Siyâse, thk. Taha Muhammed ez-Ziibnâ. Beyrut 1967

Ebü'l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib el-Mâverdî. Kitabü’l-Ahkâmi’s-Sultaniyye. Beyrut trz.

?3 Ebû Cafer Muhammed İbn Habib. Kitabii’l-Muhabber. Beyrut trz.

[54] Ahmed İsmail Ali. Tarihu Bilâdi’ş-Şam, Kahire 1404/1984

?5 Nebihe Akil. Hilâfetü Benî Ümeyye. Beyrut 1394/1975

[56] İbrahim Beydûn. Min Devleti Ömer ilâ Devleti Abdülmelik. Beyrut 1411/1991

Cebrail Süleyman Cebbûr. "Yezid b. Muaviye-el-Melikü'ş-Şair”. Ebhâs. Beyrut 1965. XVH1. sayı

3-                4

Ömer Süleyman el-Ukaylî. "Mübayatü bi Yezid b. Muaviye bi Velayeti’l-Ahd”. Mecelletü Külliyeti’l-Adab. Riyad 1985. sayı:XII/2. s.393-420; a. mlf., “Vakatü Kerbela”. Mecelletü Külliyeti’l-Adâb. Riyad 1986. sayı:XIII. s.463-496; a. mlf.. "Vakatü'l-Harre fi Ahd-i Yezid b. Muaviye ’, Mecelletü Külliyetü’l-Adab. Riyad 1986

[59]  ’İbrahim Ahmed el-Adevî. el-Emeviyyun ve’I-Bızantiniyyun. yy ve tiz.

[60]  Yusuf el-Işş. ed-Devletü'l-Emeviyyetü ve’I-Abdâsü'İIetî Sebegatha. 1406/1985

[61]  Muhammed es-Seyyid Vekil. el-Emeviyyûn Beyne’ş-Şarki ve’l-Garbi. Beyrut 1416/1995

[62]         Riyad İsa. en-Nizâ Beyne Efrâdi’l-BeytiT-Ümevîyye Devruhu fi SükûtiT-HilafetiT-Emeviyyeti. taktim. Süheyl Zekkar. Beyrut 1406/1985

[63]  Necdet Hammaş. eş-Şam fi SadriT-İslâm. Dımaşk 1408/1987.

[64]  Muhammed Süheyl Takkuş. Tarih’d-Devleti’l-Emeviyye. Beyrut 1416/1996

[65]  Abdülmünim Mâcid. et-Tarihu’s-Siyasi li’d-Devleti’I-Arabiyye. Mısır 1982

60 Haşan İbrahim Haşan. Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi. trc.İsmail Yiğit ve Arkadaşları. İstanbul 1985

[67]  Taha Hüseyin. cl-Fitnetü’l-Kübrâ (Ali vc Benûh), yy ve trz.

[68]  Muhammed BeyyûmiMehran. el-İmâmetü ve Ehl-i Beyt. Beyrut 1995

[69]  Hibetiddün el-Hüseynî eş-Şehristânî, Nehdatü’l-Hüseyin. Beyrut tiz.

[70]  Seyyid Hâdî el-Müderrisî. Kitabu Aşûra. Beyrut 1985

[71]

Abbas Mahmud el-Akkad. Ebu’ş-Şfihedâ el-Hüseyin b. Ali. yy ve tiz.

[72]                                                           •                                                         A                                                           •

Resul Caferiyan. Masum imamların fikrî ve Siyası Hayatı, trc. Cafer Bayar. İstanbul 1994

[73]  Abdullah Alaylı, TarihuT-Hüseyin Nakd ve Tahlil. Beyrut 1414/1994

[74]                                                                                                      •

Ziya Şakir. Kerbela Vakası ve Kerbela’nm intikamı. İstanbul tiz.

[75]                                                                    •

Müseyyib Gazi. Kerbela’nm intikamı, trc. Emnıllah Eraslan. İstanbul 1995

Muhammed Cevad Muğniyye. Ehlö’l-Beyt. Menziletühüm ve Mebdeihim Inde’l-Müslimîn. Beyrut 1404/1984

[77] Said el-Uscylî. Kerbela. Beyrut 1406/1986

[78]

Celaleddin. Kerbela. (ofset. Osmanlıca. manzum. Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi, kayıt no: 7092). Paris 1205/1791

[79]                                                                                                                                                                                             • a .     .  •

Julius VVclhauscn. Arap Devleti ve Sukutu. trc.Fikret Işıltan. Ankara 1963: a. mlf.. Islamıyetm ilk

Devrinde Dini- Siyasi Muhalefet Partileri, trc.. Fikret Işıltan. Ankara 1989

[80]

Reinhart Dozy. Spanışh İslam (A Hıstory of the Moslems m Spaın). London 1972; a. mlf.. Tarihi İslam: a. mlf.. Tarih-i İslâmiyet, trc.. Ömer Rıza Doğrul. İstanbul 1308

[81] Philip K. Hitti. Arap Tarihinin Mimarları, trc. Ali Zengin. İstanbul 1995: a. mlf.. Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi, trc. Salih Tuğ. İstanbul 1980

M. J. Kıster. "The Battle of The Harra". Studies ın Jahıhyya and Early İslam. London 1980

[83]

Marius Canard. "Tarih ve Efsaneye Göre Arapların İstanbul Seferleri”, İstanbul Enstitüsü

Dergisi II. trc. İsmail Hami Danişmend. İstanbul 1956. s.213-251

[84]

Mehmed Ali Kapar. Halifeliğin Emevilere Geçişi ve Verasete Dönüşmesi. İstanbul 1998

Vecdi Akyüz. Hilâfetin Saltanata Dönüşmesi, İstanbul 1991

[86] Saim Yılmaz. Emevîlerde Veliahtlık. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi). İstanbul 1996

[87]                                          •

M. Asım KöksaL Islâm Tarihi, Hazreti Hüseyin ve Kerbela Faciası, Ankara 1984

Ahmet Turan Yüksel. Emevî Valilerinden Ubeydullah b. Ziyad Üzerine Bir Araştırma, (yayınlanmamış doçentlik tezi). Konya 1998

Ahmet OnkaL Rasulullah’ın İslâm’a Davet Metodu. Konya 1989: a. mlf.. "Islâm Tarihçiliğinde

Tarafsızlık Problemi." İslâmî Araştırmalar. VI/3, Ankara 1992

[90]

Mustafa Sabri Küçükaşçı. Emeviler Döneminde Medine. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), İstanbul 1993; a. mlf.. "Harre Savaşı", DİA. İstanbul 1998. XVII. 245-247

[91]         Haşan Onat. "Şiîliğin Doğuşu Meselesi". Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. Ankara 1997. sayı XXXVI. s.79-117; a. mlf.. Emeviler Dönemi Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiîliği. Ankara 1993

[92]  İrfan Ayçan. Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Ebî Süfyan. Ankara 1990

İbrahim Sarıçam. Emevî-Hâşimî İlişkileri. Islâm Öncesinden Abbâsılere Kadar. Ankara 1997

Ayçan. Muaviye. s.27

H. Lammens. "Kureyş". IA. trc. Komisyon. İstanbul 1967.VI. 1014-1015

[96]                                                   •

Lammens. "Kureyş”. IA. VI, 1015

07 .                  ’  .                         .   .

Ibn Ishak. s. 12-13; IbnHişam. I. 116-118; Ibn Sa'd. 1.63. 66-67

[98] İbn Sa'd. I. 67

[99]

Üzre. Arap yarımadasının kuzeyinde. Hicaz'ın Suriye hududunda ve Tebûk yakınında bulunan bir kabiledir, bkz. Ö. Rıza Kehhâle. Mu’cemü Mesta’cem. Beyrut 1414/1994. II. 768

[100]  İbn İshak. s. 13; İbn Sa'd. 1.66-67; Tabcri. II. 14-15

[101]  İbn Sa’d. I. 67; Taberi. II. 15; Ayrıca bkz.. Sarıçam, s.37-38

[102]  İbn Sa'd. 1.67: Taberi. H. 15

[103]  İbn Hişam. L 67; İbn Sa'd. 1.67;Ya’kubî. 1.237; Taberi. H. 15-16

[104]  İbn Hişam. I. 130: İbn Sa'd. 1.67-68: Taberi. II. 15

[105]  İbn Hişam. I. 131; İbn Sa'd. I. 68

[106]  İbn Sa'd. I. 68

[107]                                   AA A •

Sarıçam. Emevı-Haşimı ilişkileri, s. 39

[108]  îbn Hişam. I. 130-131; İbn Sa'd. 1.68-69; Taberi. 11.15-16; İta Kesir. Bidâye, II. 195-198

[109]  İbn Sa'd. 1.68-69; Taberi. 1115-16; İbn Kesir, II. 195-198

[110]  İbn Hişam. I. 137; İbn Sa'd. 1 70-71; Taberi. II. 16

[111]   Kusay’ın yapmış olduğu diğer icraatlar için bkz.İbn Hişam. I. 135-139; İbn Sa'd. I. 69-70; Taberi.

II. 16-19; İta Kesir. II. 192-196

[112]  İbn Sa'd. 1.69-70: Ya'kûbl L 240

[113]  Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, trc. Salih Tuğ, İstanbul 1991. L 32

[114]  Hamidullah. L 32

[115]  Hamidullah. L 32: Sançam. s.44

[116]    Burada yapılan işler hakkında geniş bilgi için bkz. îbn Hişam. I. 136-137: İbn Sa’d. I. 70-72: Hamidullah I. 32: T.H. Weir. "Dârunnedve”. ÎA. İstanbul 1945. III. 492: Sançam. s.48

[117]  İbn Hişam. I. 141-142; İbn Sa'd. I. 73

l,s İbn Hişam. I. 130-131: Taberi. II. 19: İbn Kesir. II. 194

Kureyş kabilesinin mensuplan arasında erken dönemde ortaya çıkan bu anlaşmazlık ve sonrasındaki gelişmelerle ilgili olarak bkz.. İbn Hişam. I. 132: İbn Sa’d. I. 72-74; Aynca bkz. Ayçan. Muaviye. s.29; Sarıçam, s.62-68

[120]

Abdullah b Muhammed b. Ahmed el-Ezrâkî. Ahbâru Mekke. Göttingen 1275.1. 110-111

[121] İbn Sa’d. I. 76;

12‘ Hamidullah. L 32

li3 Takiyüddin el-Makrizî. en-Niza ve’t-Tehâsûm fîmâ Beyne Benî Ümeyye ve Benî Hâşim. Leiden 1888. s. 10

[124] İbn Hişam. I. 147-148; İbn Sa'd. I. 81

15 Ayçan. Muaviye. s.30

Makrizî, s. 12; Avuca bkz. Ayçan, Muaviye. s.30; Sançam. s.81

Muaviye. s.30-31

Hamidullah. I. 32-33; Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi. İstanbul 1989.1. 188

[129]

Ayçan. Muaviye. s.30-31

[130]  İbn Sad. I. 76

[131]  Etnevî-Hâşimî İlişkileri, s.89-91; Ayrıca bkz. İbn Sa’d. I. 76; Taberi. II. 13-14 11'?

“ Taberi. II. 13; Makrizî. s.9-10

[133]                                      •

Mustafa Fayda. Isiâmiyetin Güney Arabistan'a Yayılışı. Ankara 1982. s.10-12

[134]  Ayçan. Muaviye. s.31-32

[135]

' Ayçan. Muavıye. s.32

[136]  Sarıçam, s. 99

[137]  Yiğit. '‘Emcvîler”. DİA. XI. 87-88

[138]        Sarıçam. Mekke döneminde Ümeyye oğullarından İslâm’a girenlerin toplam nüfusa oranla dörtte bir civarında olduğunu belirtmektedir, bkz. Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 129

[139]Yiğit. "Emmiler”. DİA. XI. 88: Ümeyye oğullarının gerek Peygamberimize gerekse ilk müslümanlara yaptıkları fena muameleler için bkz.. İbn Hişam. I. 270-300: II. 25-26: Taberi. II. 60- 75; Makrizî. s. 15-28

[140]  Yiğit "Emevîler". DİA. XI. 88

[141]  İbn Hişam. IIL 83; İbn Sa d. II. 147: Taberi. II. 207

[142]  Taberi. II. 297

[143]    İbn Abdilberr, H, 4598; Kettâni I, 273; Ayrıca bkz.. ÖnkaL Rasulullah’ın İslâm’a Davet Metodu, s. 193; Hamidullah, Peygamber tarafından gönderilen bu yardımın 500 dinar gibi önemli bir meblâğdan oluştuğunu söylemektedir. 1,252

[144]    İbn Abdilberr, İL 498; Kettâni. et-Teratibu’I-İdariyye (Hz.Peygamber'in Yönetimi), trc.Ahmet Özet İstanbul 1990, I, 273; Hamidullah, L 252; ÖnkaL Rasulullah’ın İslâm’a Davet Metodu, s. 193

[145]  Hamidullah. I, 252

[146]  İbn İshak. s.96-97; İbn Hişam. III. 417-418; îbn Sa’d. VIII. 99: İbnu 1-Cevzî, Sıfatü’s-Safve. I. 22

[147]   Sarıçam, s. 193

[148]  İbn İshak. s.96-97; îbn Hişam, İÜ, 417-418; İbn Sa’d, VIIL 99; İbnü’l-Cevzî, Sıfatii’s-Safve, 1.22

[149]  İbn İshak, s.259; İbn Hişam, IH, 417-418; Ebü’l-Fazl Ahmed b. Ali İbn Hacer, İsâbe, III, 413; İbn

Sa'd. VIII, 99; İbnü’l-Cevzî. Srfatü’s-Safve, 1.22; Hamiduilah, 1,252-253

[150]  Mümtahine. 60/7

[151]  İbn Sa’d. Vni, 99

[152]  İbn Sa'd. vm, 236; İbn Kesir, Bidâye, VB, 52

[153]    İbn Hişam, IV, 140; İbnü’l-Esir, Usdü’l-Gâbe, II, 392; İbn Kayyım el-Cevzîyye, Zâdö’l-Meâd fi Hedyi Hayri’l-İbâd. thk. Şuayb el-Amavud- Abdülkadir el-Amavud. Beyrut 1414/1994, V, 473; Safedî. XVI, 285; Cemalüddin Ebi’l-Haccac Yusuf el-Mizzî. Tehzibü’l-Kemâl fî Esmâi’r-Rical, thk., Beşir Avvad, Beyrut 1413/1992, XIII, 120

[154]  İbnü’l-Esir. Usdü’l-Gâbe, H, 392; Safedî. XVI, 285; MizzL Xül. 120

[155]       Belâzüri. Fütûhu’I-Buldân. s.84; İbnü’l-Esir, Üsdü’l-Gâbe. II. 392: İbn Hacer, Tehzib. IV. 377; İrfan Ayçan. "Ebû Süfyan’, DİA, İstanbul 1994. X, 230-232

[156]  Belâzüri, Futûhu’l-Buldân. s.80; İbnü’l-Esir, Usdü’l-Gabe. n, 392; İbn Hacer, Tehzib, IV, 377;

Safedî, XVI, 285; Mizzî, XHI, 121; İbn Hacer, ayrıca Ebû Süfyan’ın gözlerinden ikisini de kaybetmesinden sonra kölesi tarafından getirilip götürüldüğünü zikretmekledir. İsâbe. m, 415

[157]       Belâzüri, Futûhu’l-Buldân, s.80; İbn Hacer, İsâbe, IIL 414; Zehebî, Siyer, n, 106; Safedî, XVI, 285

[158]  Yiğit, “Emevîler”, DİA, XI, 88

[159]  Sarıçam, s.229

[160]  Sarıçam, s.230

[161]       Ebü'l-Fida İsmail İbn Kesir, Muhtasar Tefsir-i îbn Kesir, thk. M. Ali es-Sabûnî, Beyrut 1981, III, s. 360-361

[162]  Belâzürî, Ensâb, V, 57

[163]  M.G.S. Hodgson, İslâmin Serüveni, trc„ komisyon. İstanbul 1993,1, 155

[164]                                .

Ayçan, Muaviye, s. 100

[165]

Ayçan, Muaviye, s. 101

[166] Hz. Osman (r.a)’a karşı yapılan tenkitlerle ilgili olarak geniş bilgi için bkz. İbnü’l-Â’rabi. s. 81- 120; Seyf b. Ömer, Fitnetü ve Vak’atü’l-Cemel. cem ve tasnif. Ahmet Râtib Armuş. Beyrut 1413/1993. s.30-100

4   Ayçan. Muaviye. s. 125

[168]  Yiğit, “Emevîlef”, DİA, XI, s.88

[169]     Yiğit, “Emevîler”, DİA, XL 88; Ayçan, Muaviye, s. 176-177; Sarıçam, s. 280-286; Hz. Hasan’ın halifeliği Muaviye’ye devretmesiyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Kapar, Veraset, s. 26-40; Demircan. İktidar Mücadelesi, s. 50-75

[170]           İbn Hişam, H, 25; H. İbrahim, Tarih, 1,367

[171]           Taberi, IV, 242; İbn Abdirabbih, IV, 343; Nüveyri, XX, 376; Vekil, 1,171

[172]           Belâzüri, Ensâb, V, 299; İbn Habib, s. 21; Hüseyin b. Ali el-Mes’ûdî, et-Tenbih ve'l-İşraf, Beyrut

1981, s.303; Muhammed b. Ahmedb. Osman ez-Zehebî, Tarihu’l-İslâm (61-80yılı olayları), thk Abdüselam Tedmûri. Beyrut 1410/1990, s.269; Ömer Rıza Kehhâle, Â’lâmü’n-Nisa fi Â’lemi’I- İslâm ve’l-Arab, Beyrut, trz., s.137; Sükeyne, XXVIII, 20:Cebbûr, Yezid, s.373; Şemri. s.16-17; Feryâl, s.23; Diyarbekrî, Yezid’in annesinin isminin Meysûre bnt Muhalled olduğunu söylemektedir ki bu isim diğer kaynaklarda yer alan isimle uyuşmamaktadır, bkz., Hüseyin Muhammed b. Haşan ed-Diyarbekri, Tarihu’l-Hamîs fi Ahvâli Enfesi Nefis, Dâru’s-Sadr trz. D, 297; Meysûn’un nisbesinde yer alan Delce’yi, Velce şeklinde kaydedenler de olmuştur, bkz. Taberi, IV, 243; Vekil, I, 171; Şemri, s. 16

[173]           Şehristânî, s. 10

[174]           Belâzüri, Ensâb, V, 299; Zehekn, Tarih, (61-80), s.269-270; a, mlf. Siyer, IV, 35; Mes’ûdî, Tenbih.

s.303; Îbnü’l-Cevzî, el-Muntazam fi Tarihi’I-Mülûki ve’l-Ümem, thk., Muhammed Abdülkadir Atâ-Mustafa Abdülkadir Atâ, Beyrut 1412/1991, V, 322

[175]       Taberi, HL, 310; İbn Kesir, Bidâye. .VHL, 149; Îbnü’l-Cevzî, Muntazam, V, 320; Vekil, I, 171; Yezid’in doğum tarihiyle ilgili olarak onun ölüm tarihi ve öldüğü esnadaki yaşından hareketle farklı tarihleri söyleyenler de olmuştur. Örneğin İbn Habib, Yezid 64 yılında öldüğünde 36 yaşındaydı demektedir. Buna göre Yezid’in doğum tarihinin 28 yıh olması gerekmektedir. Muhabber, s.22; Taberi ise Yezid’in 25 yılında doğduğunu söylemektedir. Tarih. III. 310: Ayrıca bkz., Abdulbâsıd el-Fâhûr. Tuhfetü’I-Enâmir Muhtasar Tarihu’l-İslâm. thk Nizar el-Fâhûr. Beyrut 1406/1985, s. 76

[176]           İbn Kesir. Bidâye, Vffl. s. 149; Nüveyrî, XX. 376; Vekil. L 171; Feryâl, s.23; Şemri, s.20

[177]           Feryâl. s. 23

[178]           Yiğit “Emenler”, DİA. XI. 88

[179] Cebbûr. Yezid. s.373; İrfan Aycan-İbrahim Sarıçam. Emenler. Ankara 1993, s.3; Adevî. s.29O;

Alaylı, s.241; Hitti, Arap Tarihinin Mimarları, s.68-69

[180]      tbn Abdirabbih, IV. 375; Hitti. Arap Tarihinin Mimarları, s. 69; Adevî, s.290; H. U. Rahman. İslâm Tarihi Kronolojisi, editör Ziyauddin Serdar, trc. Abidin Büyükköse, İstanbul 1995, s. 100; Cebrail Süleyman Cebbûr, el-Mülûku’ş-Şuara, Beyrut 1401/1981 s.29; Ebû Reyye, Ebû Hüreyre, Mısır yy tiz., s. 177

[181] Rahman, s. 100; Hitti. Arap Tarihinin Mimarları, s.68

[182]           Taberî. III. 319; İbnu 1-Esir, Kâmil. HL 97-98

[183]

Aycan-Sançam, Emevîler, s.26; Cebbûr, Yezid, s.373; Hitti. Arap Tarihinin Mimarları. s. 68-69;

Lammens, “Meysûn”, İA, VIII, 192-193, Ebû Reyye, s. 177

[184] Aycan-Sançam, Emevîler, s.26; Hitti, Arap Tarihinin Mimarları, s.68; Lammens, “Meysûn”, İA.

Vm, 193; Cebbûr, Yezid, s.373

[185] Abdüllatif, 1,127; Cebbûr, Yezid, s.373

[186]             •

Imadüddin İsmail Ebü’l-Fida, el-Muhtasar fi AhbariT-Beşer. ta’lik Mahmud Deyyub, Beyrut 1417/1997,1,203; Ömer Rıza Kehhâle, Â’lâmü’n-Nisa. s. 137; Hitti, Arap Tarihinin Mimarları, s.69; Cebbûr. Mülûk, s.29

Kehhâle, Â’lâmü’n-Nisa, s. 137; Hitti, Arap Tarihlerinin Mimarları, s.69; Cebbûr, Mülûk, s.29

[188]

Hitti, “ Onun kilolu kocası bu aşağılayıcı şiiri göz ardı edemezdi ve bu hanımı şiiriyle birlikte geldiği yere tekrar gönderdi” demektedir. Arap Tarihinin Mimarları, s.69; Şemrî ise bu şiirin Meysûn’a aidiyeti hususunda şüphesinin olduğunu belirterek şöyle söyler “Bu şiirde yer alan yapmacık ifadelerden ve şiirin üslubundan dolayı bir takım şüphelerim var. Aynca bu şiirin Haccac döneminde Yemâme'de emirlik yapan Yezid b. Hübeyre el-Muharibî için karısı Talebe bnt. Kays b. Âsim tarafından söylendiğine dair haberler vardır.”Yezid. s. 17; Benzer ifadeler Feryâl tarafından da dile getirilmiştir, bkz., Sûratü Yezid. s.25-26

[189] Feryâl, s.26

[190]      eş-Şihabî es-Sükeyne. Muhtasar Tarihu Dımaşk li İbn Asâkir, (İbn Manzûr’un usûlüne göre ihtisar), Dımaşk 1409/1989. XXVIII. 20;

[191] Kehhâle. Alâmü’n-Nisa. s. 137; Cebbûr. Yezid. s.373;Hini. Tarih. II. 396; Akyüz. s.53; Lammens.

•‘Meysûn’. İA. VIIL 193; Alaylı, s.241-242; Abdüllatif. I. 127

[192]

Feryâl, s.25; Taberi bu çocuğun Hişam tarafından Muaviye’nin çocuklarının içerisinde zikredilmediğini söylüyor. (Tarih. IV. 243) Hişam’ın bu çocuğun ismini söylememesi onun çok küçükken ölmesinden kaynaklanmış olabilir. Yoksa diğer kaynaklarda da Muaviye’nin Meysûn dan doğan çocukları arasında ismi görülmektedir.

[193] Lammens. “Meysûn". İA. VIII. 193

[194] İbn Abdirabbih. II. 480; Cebbûr. Mülûk. s.29

[195] Adevî, s.291; Cebbûr, Yezid, s.380; Abdüllatif, 1,127; Cebbûr. Mülûk, s.29; Feryâl, s.26

[196] Alaylı, s.241; Ebû’l-Fida. Muhtasar, 1,203; Cebbûr, Mülûk. s.29; a. mlf, Yezid, s.373; Lawrence I

Conrad, “Yazıd I İbn Muawıya”, Dıctıonary of the Mıddle Ages, New York 1989; vol. XII, s. 721

[197]

Abdüllatif, L 127; Hitti’nin belirttiğine göre “...kendi dilinde okuma yazması olan, ok ve yay kullanan, yüzmesini bilen bir kimse olarak Yezid’i halk tahsil ve terbiye görmüş biri olarak kabul ediyordu.”, İslâm Tarihi, İL 396

[198]      Mevlût Koyuncu, Emeviler Döneminde Saray Hayatı. İstanbul 1997, s.90-91; Cebbûr, Yezid, s.380

[199] Cebbûr, Yezid. s.373; a. mlf, Mülûk. s.29; Abdüllatif, I. 127

[200] Ebû Reyye, s. 177;

[201]           Cebbûr. Mülûk. s.31; Aderi, s.291; Alaylı, s.241-242

[202] Cebbûr, Yezid, s.373; a. mlf, Mülûk, s. 29; Koyuncu, s.91

[203] Feryâl, s.27

[204] Taberi, IV, 243; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV. 10

[205] Belâzüri, Ensâb, V. 295; Taberi. IV. 243; Îbnü’l-Esir. Kâmil. IV 126; îbn Kesir. Bidâye. IV. 330

17 .

Ibnû’l-Esir, Kâmil. IV, 126; Ibn Kesir. Bidâye, IV, 330; Lammens, Le Califat de Yazid I, s.266-

268

İR

Lammens. Le Califat de Yazid L s.266-268

[208]           Bu şahsın tercüme-i hâli için bkz. îbn Hacer. Tehzibü’t-Tehzib. III, 210

[209] Feryâl. s. 28

[210] Feryâl. s. 28

[211] Feryat, s. 28-29

[212] H. Dursun, “Yezid”, İA, M 411

[213] Belâzüri, Ensâb, V, 303

[214] Fetih 48/1

[215] Muhammed 47/2

[216] Feryâl. s. 28-29

[217] Feryâl. s. 33

[218]    İsfahânî, Eğânî, XVII. 210; Adevî. s. 164; Vekil, s. 174; Koyuncu, s.92; Hitti. Tarih. I, 319;Riyad îsa. s. 54

[219] VekiL s. 176

[220] Canard. s. 214

[221] İbn Hanbel, IV/335

[222] Şahin Uçar, Anadolu’da İslâm-Bizans Mücadelesi, İstanbul 1990, s. 67-68

Ibnü'1-Esir, Kâmil. III, 86; Uçar. Islam-Bizans, s. 70-71

[224] Doğuştan Günümüze. II. 199

[225] Doğuştan Günümüze. II. 199

[226]      Hitti, Tarih, I, 316; Rahman, s.97-98; Lammens, “Muaviye b Ebî Süfyan”, İA, İstanbul 1960, VIII, 439

[227] Rahman, s.97-98

[228] Lammens, “Muaviye”, İA, VIII, 439; Uçar, İslâm-Bizans, s. 71

[229] Akil, s. 84

[230]

Ayçan. Muaviye. s. 255

[231]   Vekil, s. 176; Hitti, Tarih, I, 319; Abdüşşafi Muhammed Abdullatif, el-Âlemü’l-İslâmî fi’I-Asri’l- Ümevî, Beyrut 1404/1984,1,128-129; Riyad İsa, s. 54

[232]   Ya’kubî, D, 138; Taberi, IV, 214; Ali Ahmed İsmail, Tarihu Bilâdi’ş-Şam, Kahire 1984, s.397; Şahin Uçar, “Müslümanların İstanbul’u Fethetmek İçin Yaptıkları İlk Üç Muhasara”, Selçuk Üniversitesi Selçuk Dergisi, Konya 1986, yıl 2, sayı 1. s. 70; Hudarî, Tarih, s.442; Hitti. I, 319; a.mlf. Arap Tarihinin Mimarları, s. 70; Kafesoğlu, “İstanbul”, İA, V, 1173

[233]                                                    •                       •

Ya’kubî, H, 138; Taberi, IV, 214; Ahmed İsmail, s.397; Uçar, Hk üç Muhasara, s. 70; Hudarî, Tarih, s.442; Hitti, I, 319

[234]   Taberi, IV, 172; İbnü'l-Esir, Kâmil, m, 458; İbn Kesir. Bidâye, IV, 34; Ahmed İsmail, s.397; Kafesoğlu, “İstanbul”, İA. V, 1173; Ronart Stophen, s.564; MuhammedEşlem, “Emir Muaviye’nin Halifeliği Sırasında İstanbul’a Düzenlenen İlk Sefer”. L Uluslar arası İstanbul’un Fethi Sempozyumu, İstanbul 1996, s.25; Uçar, İlk üç Muhasara, s. 69; Conard. s.721; Uçar, İslâm- Bizans. s. 79,82; H. Dursun, “Yezid”, İA, XIII, 412; Ukaylî. Veliaht, s.402; Hitti, Tarih, 1,319

[235]    Ebü’l-Fida, Muhtasar, 1,260; İbnül-Verdî. 1,160; Hudarî. Tarih, s.442

71                                   _ •                                     *

Diyarbekri, n, 294; Zehebî, Tarih, s.271; ibn Haldun, Kitabü’l-Iber ve Drvanfi’I-Mübtedei ve’l- Haber fî Eyyami’l-Arab ve’l-Acem ve’l-Berber, Beyrut 1413/1992. III. 12; Rahman, s.97; Ostrogorsky. s. 116

[237] Vakidî. bu muhasaranın 52 yılında gerçekleştiğim söylemektedir. Vâkidî’nin verdiği tarihle ilgili bilgi için bkz.. Taberi. IV. 214: Diyarbekri. IL 294

[238]

VVelhausen’in muhasaranın iki kış bir yaz sürdüğüne dair verdiği bilgi bu yönüyle hatırlanmalıdır, bkz. “Die Kampfe....................... ”, s. 442’den naklen Uçar, İlk öç Muhasara, s. 70-71

[239]  Ya’kûbî, II, 138; Diyarbekrî, II, 294; Hudarî. Tarih, s.442; Hitti. Arap Tarihinin Mimarları, s. 70-71; Canard, s. 217

[240]  Taberi. IV. 214; İbnü'l-Esir, Kâmil. III. 458; Hudarî. Tarih, s.442; Eşlem, s.25; Kafesoğlu. “İstanbul”. İA. V. 1173; Canard. s. 217; H. Dursun. “Yezid”. İA. XIII. 412; Uçar. İslâm-Bizans.

s. 80

, o *

ilk üç Muhasara, s. 69

Canard, s. 217; H. Dursun. "Yezid b. Muaviye". IA, İstanbu 1988, XIII. 412

on                      .                                                       .

Ya’kubî, II. 138; Ibn Haldun, Tarih. III. 12; Eşlem, s. 27; Uçar. Islâm-Bizans, s. 82; Hudari.

Tarih, s. 442; İbnü'l-Verdi. I, 160; Ayçan. Muaviye, s. 257: Feryâl. s. 46;

[244]    Ya’kubî, II, 138; Belâzürî, Ensâb, V,93; İsfahanı, Egânî. XVII, 211; İbn Haldun, Tarih, in, 12; Feryâl, s. 46

[245] Ya’kubî, II, 138; İbn Haldun, Tarih, III. 12

[246] Ya’kubî, n, 13 8; İsfahânî, Egânî, XVII, 211; Canard, s. 217; Uçar, İslâm-Bizans, s. 82

[247]    Deyr-ü Mürrân, Şanı yakınlarında güzel koku üretimiyle meşhur bir bölgedir. Yâkut, Mu’cem, n, 603

[248]    Belâzürî, Ensâb, V, 93; İsfahânî, Egânî, XVII, 211; Canard. s. 217-218; Ronart Stophen, s. 564; Feryâl, s. 46

[249] Ya’kubî, II, 138; Belâzürî. Ensâb, V, 93; İsfahânî, Egânî. XVH, 211; Canard, s. 217-218

[250] Ya’kubî, U, 138; Belâzürî. Ensâb, V, 94: İsfahânî, Egânî. XVII. 211-212; Canard. s. 217-218

[251] Ya’kubî. H, 138; Belâzürî. Ensâb. V. 94: İsfahânî, Egânî. XVII. 211-212; İbn Haldun. Tarih. III.

12; Uçar. İslâm-Bizans. s. 82; Canard. s. 218; Cebbûr. Mülûk. s. 31; Sükeyne. XXVIII. 24; Uçar.

İlk üç Muhasara, s. 69; Yâkut’a göre konaklanılan yer Deyr-ü Murrân’dır. Deyr-ü Sim’ân diyenler de vardır, ancak bunlar yanılmışlardır, bkz. Mu’cem. n, 587,604

[252] Ya’kubî, n, 138; Belâzürî, Ensâb, V, 94; İsfahânî, Egânî. XVII, 212; Canard bu şiirle ilgili şunları

söylemektedir: “Yezid, Deyr-ü Mürrân’daki ikamctgahındaykcn başka bir devirde olsa bozgunculuk sayılabilecek şiirler inşaa etmişti. Yezid’in bu gibi hislerinden müteessir olan Muaviye, her halde bunları müstakbel bir halifeye layık görmemiş olacak ki, oğluna derhal Boğaziçi’ndeki orduya iltihak etmesini emretmiştir.” İstanbul Seferleri, s. 218; Lammens ise bu şiirle ilgili şu değerlendirmeyi yapmaktadır “...Yezid, bu şiiri neşe ve eğlence içerisindeyken söylemiştir. Üstelik bu şiiri söylemesine mani olacak bir kimsenin kontrolünden de uzaktı.” “Kasâidû’l-Halife Yezid b. Muaviye”, Al-Machriq, München 1924

[253]   Yâkut, Mu’cem, IV, 604; İbn Abdirabbih. IV, 337; Beyhakî s. 165; Feryâl, s. 47; Ayrıca şiirde geçen ifadenin “Deyr-ü Sim’ân” değil “Dcyr-ü Mürrân” olduğunu kaydediyor. Mu’cem. n, 587, 604

[254] Belâzürî, Ensâb. V, 94; Ya’kubî. Tarih. 11. 138; İsfahânî. Egânî, XVII. 212

[255] Feryâl, s. 48

[256] Feryâl. s. 49

[257]     İbn Abdirabbih, IV, 337; Diyarbekrî, II, 294; Kazvînî. s. 606; Canard. s. 219

[258]     İbn Abdirabbih. IV, 337; İbnü’l-Verdî, 1,160; Diyarbekrî. 11.294; Canard. s. 219-220; Feryâl. s. 49

[259]     İbn Abdirrabbih. IV, 337; Diyarbekrî. 11. 294. Hitti. Arap Tarihinin Mimarları, s. 71; Feryâl. s.

[260]    İbn Abdirrabbih, IV, 337; Diyarbekrî, II, 294; Feryâl, s. 49; Vâkıdî, Rumların da bu kabri kutsal kabul ettiği ve onun ruhaniyeti namına yağmur duasına çıktıklarım kaydetmiştir. Diyarbekrî, n, 294; Ayrıca bkz. Canard. s. 220; Feryâl. s. 50

[261] Feryâl, S. 50

[262]  Bu şahıs ise Gassânîlerin kralıdır, bkz. Hitti, Tarih, I, 319

[263]    Îsfahânî, Egânî, XVII. 211-212; Canard. s. 218-219; Hitti. Arap Tarihinin Mimarları, s. 70-71 Hitti, ayrıca imparatorun kızım yakalama ümidinin Yezid'i olağanüstü şekilde savaşmaya teşvik ettiğim söylemektedir. Hitti, Arap Tarihinin Mimarları, s. 71

Hitti. Tarih, II, 319; Cebbûr, Mülûk. s. 33; Cebbûr, Yezid, s. 376; Adevî, s. 164; Lammens.

Etudes Sut Le Regne du Calife Omaiyade Mowia I, Melanges. vol III, Fasci. 1906, s. 301

[265]  İbn Hacer, İsâbe, 11. 560; Ayrıca bkz. İbnü'l-Esir, Kâmil. 111.459; Ukayli, Veliaht. 118;

[266]       Uçar, İslâm-Bizans, s. 22

[267]        Uçar. İlk üç Muhasara, s. 70-71: Cari Brockelman. Tarihu’Şûbi’l-İslâmiyye. Arapçaya trc.

Ncbîhc Emin Fâris- Münir cl-Ba’lcbckkî. Beyrut 1408/1988. s. 126: Rahman, s. 98

[268]  Rahman, s. 98; Takkuş, s. 33; Eşlem, 27; Hudarî, Tarih,s. 442

[269]    Dursun Aygûn, Fethü’l-Kostantiniyye ve Eseruhû, Câmıatü’l-İslâmiyye Külliyetü'd-Da’ve ve Usûlü’d-Din, (yayınlanmamış lisans bitirme tezi), Medine 1407/1987, s. 12

[270]    H. Dursun, "Yezid”, ÎA, XIII, 412; Eşlem, s. 27; Uçar, İlk üç Muhasara, s. 71; Brockelman, s. 126; Hudârî (Târih, s. 442) Arapların başarısız olmalarının sebeplerinden birisi olarak da Rumların bu muhasara esnasında denizden taarruzda bulunan müslümanların donanmasını ‘Grejuva ateşi’ denilen ve sn üzerinde de yanabilen silahla bozguna uğrattığı ve böylece muhasaranın sona erdirilmesini sağladıklarım belirtmişse de bu pek mümkün görünmemektedir. Bu bilgininin konuyla ilgili haberler veren araştırmaların büyük çoğunluğunda yer almaması bir tarafa, söz konusu silahın ilk defa hicri 55 yılında veya daha sonraki savaşlarda kullanıldığına dair bilgiler bulunmaktadır, bkz. Uçar, İslâm-Bizans. s. 86-87; Avcı. s. 70

[271]  Takkuş, s. 33

[272]  Adevî, s. 166-168

Adcvı, s. 166

[274]

Ronart Stophen, 1, s. 564

[275]      Canard, s. 219; Cebbûr. Mülûk. s. 31-33; a. mlf, Yezid s. 376; Ukayli, Veliaht, s. 402

[276]      İsfahanı, Egânl XVII, 211-212; İbnül-Esir, Kâmil. 111. 459; Adevî, s. 164; Ukayli, Veliaht. 402;

Cebbûr. Yezid. s. 376

Akyuz, s. 216

[278] Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetü'l-Kübra(Ali ve Benûh) yy ve trz.. s. 1013

"7 Ya’kubî, İL 239

[280]

Ayçan, Muaviye, s. 195

[281]  Ya’kubî, 11,151-152; İbn Habib, s. 20-21; Sükeyne, XXVIII, 24; Akyüz, s. 217

[282]  Riyad İsa, s. 56

[283]

Ya’kubî, 11,151-152; İbn Habib, s. 20-21

Zehebî. Tarih, s. 271; İbn Kesir, Bedaye. VU1, 60; İbn Tolun, Kaydü’ş-Şerid, s. 32; Sükeyne,

XXVIII. 24; Şemri, s. 28

[285]

Tarih. IV, 179

[286]

Taberî. IV, 213-214

[287]      Ya kubi. n. 151-153; İbn Habib, s. 20-21; Taberi, IV, 179. 213-214, 217; Akyiiz, s. 217

[288]      Ya’kubî. II. 151-152; İbn Habib. s. 20-21

[289]       Vekil, s. 175

[290]        Âhkâmü's-Sultaniyye, s. 108

[291]

Ebû Ya’lâ el-Ferra. Ahkâmu’s-Sultaniyye. tashih ve ta’lik, Muhammed Hamid, Beyrut 1403/1983, s. 108

[292]

Hac emirinin bu esnada nelere dikkat etmesi gerektiği hakkmdaki geniş bilgi için bkz. Mâverdî, s. 108-109; Ferra. s. 108-111

[293]        Mâverdî, s. 109; Ferra, s. 111-112

[294]        Ferra, s. 114

[295]        Feryâl, s. 101

[296]               îsfahânî. Egânt XV, 281-282; İbnü’l-Esir, Kâmil IV. 127; İdris İmadûddin el-Kureşî, Uyunu’l- Ahbar, Arapçaya tercüme Mustafa Gâüp. Beyrut trz., s. 83-84; Sükeyne, XVIII, 24; Şemrî, s. 130.

[297]               Îsfahânî. Egânî. XV. 281; İbnü’l-Esir ise Yezid’in hacca gittiği esnada Medine’de bu işi yaptığını söylüyor. KâmiL IV. 127; Kureşt Uyunu’l-Ahbar’da ise Yezid’in bu işi hac emiri sıfatıyla Medine’ye gittiği esnada yaptığı belirtilmiştir, s. 83.

[298]      İsfahâni, Egânî. XV, 282: Îbnü’l-Esir, Kâmı). IV, 127; Kureşî, s. 83-84; Şemrî, s. 130, Feryâl. 98;

Müneccid. s. 51; Şûkeyne. XVIII. 24-25.

[299]      Feryâl. s. 101.

[300]

Müneccid. s. 51.

[301]  İbn Hanbel, 1/20,111/339

[302]  Feryâl, s. 101-102; Müneccid, s. 51.

[303]  İsfahânî, Egânt XV, 281-282; İbnü’l-Esir. Kâmil IV. 127; Kureşî, s. 83.

147 •

İsfahânî. Egânî. XV, 282; İbnü’l-Esir, Kâmil IV, 127; Kureşî, s. 83; M. Tarihi Dımaşk’ta da bu olayın onu hac emirliği esnasında gerçekleştiği bildirilmiş, bkz. Sükeyne, XVIII. 24.

Kureşî, s. 84.

[306]

Feryâl. s. 102; Yezid’e lanet etmekle ilgili bilgiler ilerikı bölümlerde verilecektir.

[307]  îbn Asâkir, XVÜL 396; Feryâl, s. 103.

[308]  Feryâl, s. 103; Şenırî, s. 130; krş. İçinbkz. İbnü’l-Esir, Kâmil. IV, 127.

Müneccid. s. 51.

Abdürrezzak Ahmed es-Senhûrî. Fıkhu’I-Hiiafe ve Tatavvuruhâ. Arapçaya trc. Nâdiye Abdürrezzak es-Senhûri. Mısır 1993. s. 254; Haşan İbrahim Hasan-Ali İbrahim Haşan, en- Nuzumu’l-İslâmiyye, Kahire üz.. s. 168.

[312] Senhûri. s. 257; Mchmcd Said Hatipoğlu. Hz. Peygamber’in Vefatından Emenlerin Sonuna Kadar Siyasî İçtimâi Hâdiselerle Hadis Münasebetleri, (yayınlanmamış doçentlik tezi). Ankara 1967. s. 156; Ukaylî. Veliaht, s. 394.

Hatipoğlu. Hadis Münasebetleri, s. 18.

[314] Doğuştan Günümüze. II. 18.

Y dnıaz. s. 11.

Yılmaz, s. 11: Beni Saide Sakife'sinde yapılan görüşmelerle ilgili geniş bilgi için bkz. İbn Kuteybe.

İınâme. 1. 12-13; Ya'kubî. 11. 7-11; Celaleddin es-Suyûû. Tarihu’l-Hulefa. tlık.. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid. jy vc ırz.. 67-70; Ukaylî. Veliahı.s. 394; H. İbrahim. Nuzum. 24. 34-36.

Yılmaz, s. 12.

[316]

H. İbrahim. Nuzum, s. 275

[317]           İbnKuteybe. İmame. I. 23-24; Ya'kubi. İL 24-25; Suyûtî. s. 81-83;

[318]           Taberi. II. 586; H. İbrahim. Nuzum. 38-39; Yılmaz, s. 17

[319] Hudari. Tarih, s. 221

[320]    Yılmaz, s. 17; Ayrıca bak. H. İbrahim. Nuzum. 48-49; İstihlaf ile Vcliahdlık arasındaki farklarla ilgili olarak geniş bilgi için bkz. Hüseyin Tekin Gökmenoğlu. "İslâm Kamu Hukuk ve Siyasi Düşüncesinde Vciiahd Tayini vc İstihlaf. SÜİFD. Konya 1997. sayı: VIL s.231-266

[321] Mehmcd Ali Kapar. İslâm'ın İlk Döneminde Bcy’at ve Seçim Sistemi. İstanbul 1998. 51

[322] İbn Kuteybe. İmâme. I. 28; Suyûtî. 135; H. İbrahim. Nuzum. 40-41; Ukaylî. Veliaht. 394

[323] Yılmaz, s. 18.

[324] Ukaylî, Veliaht. 394-395.

[325]           H. İbrahim. Nuzum. s. 42-43.

[326]           Hudari. Tarih, s. 221

[327]     Yılmaz, s. 21; Geniş bilgi için bkz. İbn Kuteybe. İmâme. I. 46-48; Yakubî. II. 74-75; Taberi. III. 450; İbnü’l-Esir. Kâmil ili. 191; Suıûtî. s. 174-175; H İbrahim. Nuzum. s. 46.

İbn Kuteybe. İmâme. 1. 140; Ya kubı. 11. 121. Suyûti. s. 188-190.

2 Ukaylî. Veliaht, s. 396: Vekil, s. 180: Tâlıâ Hüseyin, s. 1012-1013: Takkuş. s. 92: Rayyıs. s. 110: Vekil, s. 93. Muhammed Âbid el-Câbiri. İslâm’da Siyasal Akıl. trc.. Vecdi Akyüz. İstanbul 1997. s. 28: Fığlah. İmamiyye Şiası. s. 96: Ayçan. Muaviye. s. 246

[329]           İbn A’sem. III. 322

[330]           Taberi. IV. 137; İbnHacer. İsâbe. IV. 653; Wensinck. "Amrb. el-Âs”. İA. İstanbul 1965.1. 412

n İbn Kesir. Bidâye. VIII. 34; Ethenı Ruhi Fığlah. ■‘Haşan’. DİA. İstanbul 1998. XVI. 282

[332]    İbn Kutcybc. İmame. I. 142: Ya’kubî. II. 127: Taberi. IV. 224; İbnü’l-Esır. Kâmil. III. 503; İbn Kesir. Bidâye. VIII. 82-83; Zehebî. Siyer. IV. 39. Tâlıâ Hüseyin. 993. Hudari. Tarih, s. 444. Kapar. Veraset, s. 47

[333]    Taberi. IV. 224; İbnü'l-Esir. Kâmil. IIL 503: İbn Kesir. Bidâye. VIIL 82

[334]     Taberi. IV. 224; İbnü'l-Esir. Kâmil. III. 504; İbn Kesir. Bidâye. VIII. 82; Hudari. Tarih, s. 444;

Kapar. Veraset, s. 47-48; Akyüz. s. 152-153; Yılmaz, s. 30

[335]    Taberi. IV. 224: İbnü'l-Esir. Kâmil. 111. 504: İbn Kesir. Bidâye. V11L 82

[336]  Hilafet s. 153, dn. 283; Ayrıca bkz. Kapar. Veraset, s. 50

[337]  Bidâye VIIL 82

3 İbnKuteybe. İmâmc. 1. 142; Ya kubi. 11. 128

[339] Yakubî. 11. 127-128; Aynı rivayet için bkz.. Sunili. s. 205

Hilafet, s. 155

[341] Akkad. Muaviye b. Ebî Süfyan. s. 36’dan naklen Ukaylî. Veliaht, s. 397

[342]           VeliahLs 397-398

[343]           İbıı Kuteybe. İmame, L 142; Taberî, IV, 224; Zehebî. Siyer, IV, 39; îbn Kesir, Bidâye, VIH, 82-83,

Hudarî, Tarih, s. 444; Tâhâ Hüseyin, s. 993; Kapar. Veraset, s. 50; Akyüz. s. 153; Muhammed Abdülgani Haşan, “Min süveri’d-Deha". cr-Risaic. Kahire 1964, sayı 1055, s. 10

[344] İbn Kuteybe. tmâme. I, 142; Beyhakt s. 170; İbnü'l-Esir. Kâmil, M, 503;

[345] Kapar, Veraset, s. 49; Yılmaz, s. 34; Akyüz. Mugîre’nin Muaviye’ye söylediği bu sözlerle ilgili
olarak “...gerekçesini masumane bir şekilde açıklıyordu." tabirini kullanmaktadır. Hilafet, s. 154

[346] Kapar, Veraset, s. 50

[347] İkdü’l-Ferîd, 1, 78

[348] Tarih, l 128

[349] Kâmil 111, 504

[350]Ya’kutn, 1,128; Beyhakî, s. 170

[351] İbn Kuteybe. İmame, l 142

[352] Akyüz, s. 154

[353]

Kapar. Veraset, s. 50

[354] Taberi. IV, 224; İbnü'l-Esir. Kâmil. 111. 503; İbn Kesir, Bidâye. VIII. 82

[355] Ya’kubî, 1,127

[356] Veraset, s. 65-66

[357]           Şiir için bkz.. İbn Kuteybe. eş-Şi’ru ve’ş-Şuarâ. s. 347; Îsfahânî. Egânî. XX. 176

[358] İsfahâni. Egânî. XX. 175-176; Ayrıca bkz.. Ukaylî. Veliaht, s. 398

[359] Ukaylî, Veliaht, s. 396

" Ayçan. Muaviye. s. 179-180

[361] Ayçan. Muaviye. s. 180

[362] Tarih, s. 213

[363] Ukaylî, Veliaht, s. 399 ra

Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyin el-Mes’ûdt Mürûcu’z-Zeheb, thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Beyrut 1408/1988, II, 351-352; Makrizi. s. 25

[365] Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 301

İsâbe. V, 523 (7281 nolu şahıs)

Akyüz. s. 153

6' Akyüz. s. 153

[369]           Hilâfetü Benî Ümeyye. s. 181

[370]           Takkuş, s. 24; Kemaleddin Şükrü. Kerbela. İstanbul 1928. s. 24

[371]           Işş, s. 159-161

[372]           Akyüz. s. 153

3 Ayçan. Muaviye. s. 247

77Ayçan, “Sakif Kabilesi”, Din öğretimi Dergisi s. 75

[375]           Ayçan. Muaviye. s. 248

[376]     Belâzüri. Ensâb, V, 118: Taberi. IV. 171; Ebû Abdullah Muhammed el-Cahşiyâri. Kitabü’I- Vfizerâ ve’l-Küttâb, thk. Mustafa cs-Sakka vc ark.. Mısır 1357/1938, s. 27; Lammcns. “Abdurrahman b. Halid b. Velid”. İA. İstanbul 1965.1.48

[377]           Emsâl. II. 385

[378] Belâzüri. Ensâb. V, 118; Taberi. IV.171; Cahşiyâri. s. 27; Lammens. “Abdurrahman b. Halid b.

Velid". İA. L 48; Maiunud Şakir. et-TarihuT-İslâmi. Beyrut 1411/1991, IV. 24; Ayçan.

Muaviye, s. 202; Abdurrahman’m Muaviye tarafından zehirletilmediğini ileri süren tarihçiler de bulunmaktadır. Ya’kubî. L 132; îbn Kesir. Bidâye, VIH, 32

[379]           Takkuş, s. 24

[380]     İbn Kuteybe. İmame, I, 140 Adil Edip bu maddenin şu şekilde olduğunu söylerken “Muaviye’nin vefatından sonra hilafete Haşan geçecekti. Ona bir şey olursa halifelik kardeşi Hüseyin’in hakkıdır.’’ Devrü’l-Eimme. s. 199; Kemaleddin Şükrü şunları bildirmektedir; “Malumdur ki Muaviye Haşan ile akdettiği musalaha ve muahade de ne sağlığında nede ölürken hilafete kimseyi namzet göstermeyecek ve halife ancak ehil ve elyak olandan intihap ile tayin edilecekti...” Kerbela, s. 24

[381]           Yılmaz, s. 28

[382]           Fığlah, İmamiyye Şiası, s. 88

[383] Hz Hasan’m kansı Ca’de bt Eş’aş tarafından zehirlenerek öldüğü, bu hizmetine karşılık Ca’de'ye

para ve Yezid’le evlilik vadinde bulunulduğuna dair bilgiler bulunmaktadır, bkz. İbn Kuteybe. İmame, L, 142; Ya’kubî. I. 133-134; Taberi. IV, 208; İbnül-Esir. Kâmil, m, 460: Mes’ûdî. Mflrûc. III, 45; İbn Kesir. Bidâye. VIII, 44-45; Aynı şekilde Hz Hasan’m ölümüyle ilgili olarak Muaviye’nin bir faaliyet içerisinde bulunmadığını söyleyenler de olmuştur. Kadı Ebû Bekir İbnü'l- A’râbî. el-Avâsım mine'l-Kavâsım fî Tahkiki Mcvkıft's-Sahâbeti Bade Vefati'n-Nebî. thk. Muhibbiddin el-Hatip, Kahire 1399/1970. 187; Tâhâ Hüsevın. II, 192-193; Kapar. Verâset. s. 40- 43; Adnan Demircan. İslâm Tarihinin İlk Asrında İktidar Mücadelesi. İstanbul 1996. s. 102

[384]           İbn Kuteybe. İmâme. I. 151; Ya’kubî. I. 138

[385]           Mes’ûdl Mürûc. III, 7-8; Ayçan. Muaviye, s. 203 Muaviye’nin Hz. Hasan’ın ölümüne seğindiğine

dair bir başka rivayet içinbkz. İbnKuteybe. İmame. 1.151; Mes'ûdî. Mürûc, IIL 8

[386]           Demircan. İktidar Mücadelesi s. 102

[387]           Demircan, İktidar Mücadelesi s. 103

8' Akyüz, s. 153-154 Benzer bir görüş için bkz. Ayçan, Muaviye. s. 248-249

[389]           Ayçan, Muaviye. s. 248; Ukaylî. Veliaht, s. 397-398

[390] Taberî, bu meseleyi 56/676 olayları arasında zikretmektedir, bkz. Tarih, IV, 225; Ayrıca bkz.

Îbnü'l-Esir. Kâmil. IIL 503

[391]           Ayçan, Muaviye. s. 248

[392]           Taberî. IV, 225; Îbnü'l-Esir. Kâmil IH 503 vd

[393]           Hudari. Tarih, s. 445; Ethem Ruhi FığlaİL “İslâm Tarihinde Hz. Haşan ve Hz. Hüseyin Dönemleri”.

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXVI. s. Ankara 1983. s. 360-361

[394]           Ya’kubî. II. 128; Taberî. IV. 224; Îbnü'l-Esir. Kâmil. III. 504; îbn Kesir. Bidâye. VIII. 82; Hudari.

Tarih, s. 445; Abdülgani. s. 10

[395]           Akkad, Muaviye b. Ebî Süfyan’dan naklen Ukaylî, Veliaht, s. 397

[396]           Hudarî, Tarih, s. 445

[397]           Îbnû'l-Esir, Kâmil, III, 504; Hudarî, Tarih, s. 445; Ukaylî, Veliaht, s. 397; Kapar, Veraset, s. 52

[398]           Taberî, IV, 224; Îbnû'l-Esir, Kâmil, İÜ, 505; Hudarî, Tarih, s. 445; Kapar, Verâset, s. 53

[399] Ya’kubî, İL, 128; Taberî, IV, 224-225; İbnü'l-Esir, Kâmil, ffl, 505; İbn Kesir, Bidâye, VHI, 82;

Hudarî, Tarih, s. 444

[400]           Akyüz, s. 155

[401] Ya’kubî, II, 128

[402]     Ya’kubî. mektubun metnini veriyor ancak bu şahsın ismiyle ilgili her hangi bir bilgi vermiyor. Tarih, H, 138

[403] Tabcrî. IV. 224; İbnü'l-Esir. Kâmil. IIL 505; İbn Kesir. Bidâye. VIII, 82

[404]     Ya’kubî’yc göre bunlar şunlardır “köpekler ve maymunlarla oynaması, boyalı elbise giymesi, içkiye ve eğlenceye düşkünlüğüdür. Tarih. II. 128; Tabcrî ve IbnüT-Esir. Ziyad’m Yezid i son derece tembel ve ihmalkar ava aşın düşkün birisi olarak nitelediğini söylemektedirler, bkz. Tarih. IV, 224-225; Kâmil, IH. 505-506

[405] Taberi. IV. 225; İbnü'l-Esir. Kâmil. III. 506

[406] Tarih. IL 128

1,10 Taberî, IV. 225; İbnü'l-Esir. Kâmil, IIL 506; Ukaylî. Veliaht, s. 403; Akyüz. s. 156

[408] Işş, s. 150

ÎÛS Taberî. IV. 225; İbnü'l-Esir. Kâmil III. 506; İbn Kesir. Bidâyc. VIII. 82-83;

[410]  Taberî. III. 225; İbn Kunfuz. s. 66; İbn Abdirabbih. IV. 337; Mes'ûdî. Mürûc. III. 35; İbnü'l-Esir.

Kâmil. IIL 506; İbn Kesir. Bidâye. VIII. 64

[411]  İbn Abdirabbih. IV. 337; Tabcrî. IV. 225; İbnül-Esir. Kâmil. IH, 506; İbn Kesir, Bidâye. VÜI. 83

1,1 İbn Abdirabbih. IV, 337

İbnKutcybc, İmâme, I, 151; Mcs'ûdî, Mörûc. IIL 35-36

1,3 İbn A’sem, III. 336-337; Ibnü'1-Esir. Kâmil. III. 506; Suyûtî. s. 196; Welhausen, Arap Devleti, s. 67; Doğuştan Günümüze. H, 308-309; Kapar, Veraset, s. 54-55

[415]     İbn Kuteybe. İmâme. I. 151; İbn Abdirabbih. IV. 339; Mes'ûdî. Mürûc. III. 36-38; İbn Kesir. Bidâye. VIII. 83;Ukaylî. Veliaht, s. 403; Akyüz. s. 162; Şakir. IV. 120

[416]  Ikdü’l-Ferîd. IV. 338; İbn A'sem de 55/674 yılım zikrediyor. Fütûh. II, 336-337

[417] Tarih, IV. 234-235

111   Akyüz. s. 162

İbn Abdirabbih. IV. 337; Taberî, IV, 225; İbnü’l-Esir. Kâmil. III, 506

[420]  İbn Abdirabbih. IV. 337; Taberî. IV. 214. İbnü’l-Esir. Kâmil. III. 493

[421] Mes ûdî. Mfirûc. III. 36

[422] KâmiL IIL 507

[423]      İbn Kuteybe, İmame, I, 143; İbnü'l-Esir, Kâmil IH 507; Mes’ûdî. heyet içerisinde yer alanların bulundukları bölgelerin önde gelen şahsiyetleri olduklarını belirtiyor, bkz. Mürûc, IH, 36; Ayrıca bkz. Ukaylî, Veliaht, s. 403

[424]  İbn Abdirabbih, IV, 338; İbnü'l-Esir, Kâmil, m, 507

[425] İbn Abdirabbih, IV, 338

[426] İbnü'l-Esir, Kâmil m, 507

[427]     İbn Kuteybe, İmâme. L 143; Mes’ûdî, Mürûc, IH 36; İbnü'l-Esir, Kâmil IH, 507; Doğuştan Günümüze, II. 309

[428]  İbn Kuteybe, İmâme, I, 143

[429] Mes’ûdî. Mürûc. III, 36; İbnü'l-Esir. Kâmil İÜ. 507

[430] Mürûc. ILL 36

[431]  İbnKuleybe, İmame, I, 143; a. mlf., Uyûnu’l-Ahbâr, I, 170; Mes’ûdî. Mörûc. HL, 36; İbnü'l-Esir.

Kâmil. III. 507; Ukaylî, Veliaht, s. 404

[432] İbn Abdirabbih, IV, 339; İbnü'l-Esir. KâmiL IH, 508

[433]  İmâme. I. 143-146

[434]  Mörûc. III. 36-37

[435]  İbn Kuteybe. İmâme. L 143-148; Mes'ûdî. Mörûc. İÜ. 36-37; İbnü'l-Esir. Kâmil. III. 507-508;

Wclhauscn. Arap Devleti, s. 67; Ukaylî. Veliaht, s. 405; Akyüz. s. 156-159

İbn Abdirabbih, IV, 339; Mübcrrcd, L 66; İbn Hallikan. H 500; İbnü'l-Esir, Kâmil, İÜ, 508; İbn Kesir, Bidâyc, VHI, 83

130 bkz. İmame, 1,148

Arap Devleti, s. 67 Ahnef e tavrını değiştirmesi için para verildiğine dair kaynaklarda bir bilgiye rastlanılamamıştır.

[439] İbn Kuteybe. Uyûnu’I-Ahbâr. D. 229; Câhız. Beyan. L 285; İbn Abdirabbih, IV, 339; İbnü'l-Esir, Kâmil, 111, 508

İmame. L 148. Mesûdî ise bu şalısın ismini hiç vermemiş; Ezd’li birisi diye nitelendirmiştir.

[441]  îbn Kuteybe, İmame, I, 147-148

[442]                                            -                       •

bkz. Mes’ûdî. Müruc, 111. 37; İbnül-Esir. Kamil. 111. 508; İbn Kesir, Bidâye, Vlll, 82-83

[443] Yılmaz, s. 34-35 Aynca bkz. Akyüz, s. 99

[444]  Rayyıs. s. 186

[445]  Ukaylî, Veliaht s. 405

144»                                                                                        -

' Muhammed HudariBeg, ed-Devletü’l-Umeviyye. thk. Muhammed Osmanî. Beyrut 106/1986. s.

[447]  Akyüz, s. 181-182

[448]   Bu şahsın konuşması daha önce verilmişti. Ayrıca bkz. İbn Kuteybe, İmame. 1, 148; İbn

Abdirabbih, IV, 339; Mes’ûdî, Mürûc. İÜ, 37; İbnü’I-Esir. Kâmil, III, 508; Vekil, s. 182

[449]  Kâmil, 1,66; Ayrıca bkz., İbn Hallikan. 11, 500

[450]  Tarih, 11, 65

[451]  İbn Abdirabbih. IV. 338-339; Suyûti. s. 196; Hudari. Tarih, s. 346

[452]   İbnû'l-Verdî. 1. 261; Akil. s. 94; Riyad İsa. s. 92; Takkuş. s. 27; Kapar. Veraset, s. 54

i V? •             •                 •                        •                     __

ibn Kuteybe, imame, L 151; ibn A’sem, H, 336 vd; Ibnü'1-Esir, Kâmil, III, 506

[454]  İbn A’sem. 11. 336; İbnü'l-Esir. Kâmil. 111. 506

[455]     Fığlalı Muaviye’nin bu mektubunu şu şekilde değerlendiriyor “Açıkça görülüyor ki, Muaviye her şeyden önce bir nabız yoklamakla ve Yezid’in adım bildirmeden evvel, yerine halef tayin etmesi fikrine Müslümanların yatkınlıklarını araştırıp, zemini yoklamaktadır.” “İlk Şiî Olaylar”, AUİFD. Ankara 1983. XXVI. 94

İbn A’sem. İL 336; İbnü’l-Esir, Kâmil. IIL 506

[457]  İbn Abdirabbih. IV. 339; Mes’ûdî. Mürûc. IIL 36-37

[458]  İmâme.I. 151

1•                                                                                                                                 •

' Ibn Abdirabbih, IV, 339; Suyûtî ise Buhari, Nesei ve Ibn Ebi Hatem’den naklettiği bir haberde “Ebû Bekir ve Ömer’in sünneti” ifadesinin de yer aldığını belirtiyor. Hulcfâ, s. 203

139 İbn A’sem, İL 336; İbnü'l-Esir, Kâmil, III, 506; İbn Abdirabbih, Abdurrahman’m sözlerinin başında “Ebû Bekir’in böyle bir sünnetinin olmadığını belirttiği, “Ebû Bekir, akrabasını ve ailesini tcrkctti. biati Benî Adiy’dcn birisi için aldı. Ümmeti Muhammed için onu seçti.” dediği nakledilmiştir. IV, 339; Suyûtî ‘de de benzer ifadeler yer almaktadır “Bilakis Kisra ve Kayscr’in sünneti. Çünkü Ebû Bekir ve Ömer hilafeti ne evlatlarına ne de akrabalarından birine vermişlerdir. Muaviye de sadece oğlunun menfaatini düşündüğü için böyle bir iş yapmıştır.” Hulefâ, s. 203

[461]  Ahkâf. 46/17

[462]  İbn Abdirabbih. IV, 340; İbn A’sem, II, 336; İbnü’l-Esir. Kâmil. 111. 506; Suyûtî, s. 203

[463]  İbn A’sem, İL 336; Suyûtî, s. 203;

[464]     İbn Abdirabbih. IV, 340; Mervan ve oğullarına “Bcnu'z Zerkâ” deniliyordu bu ifade onları zemmetmek isteyenlerce kullanılıyordu. ez-Zerkâ. Mevhib’in kızı olup Mervan b. el-Hakem’in babaannesi oluyordu bu kadın fahişelerin evine giden yollan gösteren bayrak sahibi kadınlardan birisiydi. Bu bakımdan onlar, bu nineleri dolayısıyla zemmedilirlerdi. Öyle anlaşılıyor ki Zerkâ. Hakcm’in babasıyla evlenmeden önce bu işi yapıyordu. Bkz.. İbnü’l-Esir. Kâmil. IV. 194

[465]  îbn A'sem, II. 336-337; İbnü'l-Esir, Kâmil III, 507; Suyûtî. s. 203

[466]  İbn A'sem. 11. 337; İbn Abdirabbıh. IV. 340; İbnü'l-Esir. Kâmil. 111.507

[467]  İbn Kuteybe. İmame. 1. 151; İbn Abdirabbih. IV. 340; İbnü'l-Esir. Kâmil. 111. 507

[468]   İbn A'sem. İL 338-339

[469]   İbn Kuteybe, İmâme,I, 151; Aynca bkz. Mes’ûdî ise Mervan’dan sonra valiliğe Velid b. Utbe b.

Ebî Süfyan'ın tayin edildiğini söylüyor. Mürâc. IH. 38

[470]  İmâme. L 153

[471]  İbn Kuteybe. İmâme. 1 153

[472]    İbn Kuteybe. İmâme. I. 153-154 Müellif aym şekilde kimlere neler yazdığı ve onlardan hangi tür ccvaplar geldiğini de ayrıntılı bir şekilde zikretmektedir, bkz.. İmâme. L 154-157

ibn Kuteybe, lmâme.I, 157; Useylî, Sâid b. el-As.'m bu tavsiyelerinden başka Muaviye'yi bunlann biatlannı almak için Medine’ye davet ettiğini de -kaynak göstermeksizin-belirtmektedir. Kcrbclâ. s. 63, Idn.

[474]     İbn Kuteybe. İmame. 1. 157; İbn Abdırabbıh. IV. 340; Taberî. IV. 224; İbnü'l-Esir. Kâmil. 111. 508-510; İbn Kesir, Bidâyc, VIII, 83; Suyûtî, s. 176; SelûmL s. 139-140

[475]  Yakuta, EL 138; Taberî, IV, 224; İbnü'l-Esir, Kâmil, IH. 508; İbn Kesir. Bidâye. VIII. 47; Selûmî, s. 139; Bu arada şu hatırlatılmalıdır kk Muaviye, 50 yılında (İbn Kuteybe, İmâmc, I, 148; Mes’ûdî, Mûrûc, III, 27; Taberî. IV, 176; İbnü'l-Esir, Kâmil, İÜ, 471) veya 51 yılında (Suyûtî, s. 196) da hacca gitmiş, Yezid’in veliahtlığını gündeme getirmiş, ancak bu faaliyetlerine Ziyad’m vefatına kadar (h. 53) ara vermiştir. O halde Muaviye’nin bu seferki Hicaz yolculuğunun umre maksatlı olduğu vc aynı şekilde de Yezid’e biat almak için yapıldığı söylenebilir.

[476]  İbn Kuteybe. İmame. L, 158

[477]    Kâmil. IIL 509; Hz. Aişe’nin Hucr’un öldürülüşüyle ilgili söyledikleri Ya’kubî taralından da zikredilmiştir, bkz. Tarih. H, 141

Imâme.l. 158-159; Taberî de bu beş kişiyle yapılan konuşmaları zikretmiştir. bkz.Tanh. IV. 225- 226

[479] Sarıçam, s. 302

[480] İmame. I. 159-162

16° Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail el-Buhâri. Sahihu’l-Buhâri, İstanbul tiz., Megâzî /64

[482]   İbn Kuteybe. İmame. 1. 162-163

[483] ♦                           •

İbn Kuteybe. İmame. I. 163

[484]   Hayyât s. 214: İbnü’l-A’râbî. s. 201

[485]  İbnü’l-A’râbî, s. 217, 3 dn.

[486]  îbnKuteybe, İmame, I, 159-164

[487]  İmâme. L 164

[488]  Taberî. IV, 226

ibn Abdirabbih ise bunun tam tersini söylemektedir. Buna göre Muaviye’yi karşılamaya gelenlerle Muaviye arasında çok samimane konuşmalar geçmiştir. Muaviye bu şahıslara iltifatlarda bulunmuştur. Ikdö'l-Ferîd. IV. 340

ıgo

' Bu şahısların Mekke ye gitmelerinden sonra bir sure daha Medine de kalan Muaviye’nin. Medine mescidinde bir hutbe okuduğu, bu hutbede sürekli Yezid'i övdüğü ve şöyle söylediği bildirilmiştir: “Onun zekası, fazileti ve mevkiinin üstünlüğü göz önüne alındığında hilafet için ondan daha çok hak sahibi bir kimsenin bulunduğu ileri sürülebilir mi ? Şu Mekke'ye gidenler var ya. onlann köklerinin kesilmesinden ve başlarına bir sürü musibetler gelmesinden endişe ediyorum. Ben uyarılmaları gerekmediği zaman bile onlan ikaz ettim. Halîfe, s. 213; İbnü'l-Esir, Kâmil, III, 510

[491]  Halîfe, s. 213; İbnü'l-Esir, Kâmil. IIL 509

[492]     İbn Abdirabbih. IV, 340; İbnü'l-Esir. Kâmil. III, 509; Halîfe, halka da Yezid’e biatle ilgili bir şey söylemediğini, ancak Muaviye’nin Kabe de bulunduğu sırada halkın onun Yezid’e biati arzuladığı düşüncesiyle kendiliğinden gidip biat ettiklerini söylüyor. Tarih. L 214

[493]  Halîfe. 1. 216; İbnü'l-Esir. Kâmil. 111. 510

[494]    Halîfe, I, 214-215; İbnül-Esir, Kâmil. III. 511; Benzer bilgiler için bkz.. İbn Abdirabbih. IV, 340- 341; Uscylî. bu olayın ayrı ayn olmak üzere hem Mekke’de hem de Medine’de iki defa gerçekleştiğini belirtiyor. Kerbelâ. s. 65; İbn A'sem. bunların ya öldürülmekten, ya da fitneye sebep olma endişesiyle sustuklarını belirtir. Fütûh. IH. 348: Muaviye’nin minbere çıkmasından bir süre sonra Mervanın ayağa kalktığı ve "işte sizin büyükleriniz. Bunlar Yezid’e biat etti, siz de biat edin.” dediği söylenmiştir. Umcriyyu, s. 238

[495]  İmâme. L 157-167.

[496]   Halîfe. 214; İbnü’l-Esir. Kâmil. İli. 507-511

[497]   Kâmil. 111. 511.

<97

Arap Devleti, s. 68-69.

[499] Hilafe. s. 96.

I Akil, s. 98.

20' Ümeviyye, s. 164.

[502]  Yılmaz, s. 43-44.

[503]     Ebû Mıhnef. Maktel, s. 7-8; Câhız. Beyan. L 495; Dineveri. s. 226; Taberi. IV. 238-239; İbnü’l- Esir. Kâmil IV. 6; Takkuş. s. 43; Sclûmî. s. 142-146

[504]   Akytiz, s. 171. 711

Akyüz. s. 185; Hodgsan. Yezid’in halifeliğini tanımayı reddedenleri “Medine’nin eski müslüman aileleri" olarak tanımlıyor. Islâm’ın Serüveni. 1.164.

[506]   Sarıçam, s. 289.

[507]   Fığlalı, İmamiyye Şiası. s. 93.

[508]  Ah bâr. s. 220-221. 224-225; Ayrıca bkz. Akîl, s. 101.

[509]   Kerbelâ. s. 141. 1 dn.

210 Rahman. s. 101; Şelıristanî. s. 19.

[510]' Riyad îsa. s. 68.

Müderrisi s. 40. Mutahlıarî. s. 9-10.

71Q

' Şemsûddin.s. 138-151.

[514]   Semsüddin. s. 153-157.

[515]   Şemsüddin. s. 159; Akil. s. 101.

2'22

Daha önce de belirtildiği gibi Muaviye. Yezid’e biat almak için gittiği Medine’de muhaliflerin öncüsü konumundaki beş kişiye ayrı ayn görüşmüş, araiannda geçen konuşmaların gizlenmesini »ulardan istemişti. Böylece Muaviye, Yezid’in veliahtlığına karşı Medine’de oluşan muhalefetin organize bir grup olup-oimadığım öğrenmeyi amaçlıyordu. Bu sebeple muhaliflerinin birbirinden bağımsız bir şekilde kendi fikirleriyle muhalefet ettikleri kanaatine varmıştır. Sarıçam, s. 302. Bunlar Abdullah b. Zübeyr. Abdullah b. Ömer ve Abdurrahman b. Ebû Bekir’dir, bkz. îbn Kuteybe. İmâmc. I, 149-151; Ya'kubî, II. 138; Taberî. IV. 250; İbnü’l-Esir, Kâmil. III, 506-507 K. V. Zettersteen. "Abdullah b. Ömer”. IA. I, 39. MâcıCL ’Zaten babasının onu istisna kılması sebebiyle hilafete bir iştiyakı yoktu” diyor. Tarih. İL 65.

[518]  M. Yaşar Kandemir, -Abdullah b. Ömcrb. Hattab”, DİA. İstanbul 1988,1,127.

[519]   Tabakât IV. 182; İbn Kunfuz, s. 72-73.

[520]   İbn Sa’d. IV. 182.

[521]   İbn Kuteybe. İmame. 1. 149-151; Ya’kubî. 11.138; İbnü l-Esir. Kâmil. 111.506-507.

[522]  Halîfe, s. 214; İbn Abdirabbih. IV. 340-341; İbnü'l-Esir. Kâmil. 111.510

[523]  Halîfe. 214; İbnü’l-A’râbî. s. 201

23u M. Seligsahn. “Abdullah b. Zübeyr’’. İA. 1.45.

[525] Hatipoğlu. Hadis Münasebetleri, s.48.

İ3İ‘ Halîfe. 213; İbn Kuteybe. İmame. 1,149-151; İbnü’l-Esir. Kâmil, m, 506-507; İbn Kesir. Bidâye.

VITTT. 83.

[527]   Kâmil. 111. 506-507

[528]   İbn A’sem. 11. 336; İbn Abdirabbih. IV. 339; İbnü’l-Esir. Kâmil. 111. 506. Suyûtî. s. 203.

[529]   İbn A’sem. 11. 336-337; İbnü'l-Esır. Kâmil. 111. 507; Suyûtî. s. 203.

230      İbnü’l-Esir (Kâmil, 111. 507) ve İbn Kunfuz(s. 73)’a göre 53/ 672’de

x3/ Kcrbeia Vakası, s. 32.

[531] Taberî. IV. 224-225; İbnü’l-Esir. Kâmil. 111. 505-506.

[532] Ya’kubî, II, 128.

40 Ya’kutn’nin söz konusu rivayetiyle ilgili görüşler için bkz. Tezimiz, s.95

[534]  İbn A’sem. D. 336; İbn Abdirabbih. IV, 339; İbnü'l-Esir. Kâmil, IH 506; Suyûtî, s. 203

[535]   İbnKuteybe, İmâme. L 151-152; Mes’ûcfî. Mürûc. İÜ, 38. Aynca bkz. VekiL s. 187; Riyad İsa, s.

65; Mutahhar b. Tahir el-Makdisi, Kitabıı’l-Bcd vc’t-Tarih. Beyrut ırz., VI, 6; Ukayii, Veliaht, s. 406.

[536]   ibn Kuteybc, İmâme. I, 151-152.

[537]   Mürûc, III. 37-38.

[538]   Taberi, IV, 228; İbnu İ-Esir. Kâmil. IH. 514.

[539]  Ukaylî, Veliahd. s. 403.

24' Riyad İsa. s. 65.

24ft İmame. I, 164-165; ayrıca bkz. İbn Hallikan. VI, 348

[542] Taberî. IV. 226; İsfahâni. Egânî. XVIII. 270; İbnü'l-Esir. Kâmil. III. 512; İbn Kesir. Bidâye. VIII.

83.

[543] Hitti. Arap Tarihinin Mimarian. s. 68.

231 İsfahan! Egâııî. XX. 212-213:

[545] Akyüz. s. 161.

2o3 Rayyıs. s. 186.

[547] İbn A’sem. İL 333-335.

2?? Fığlalı. Hz. Haşan ve Hüseyin Dönemi, s. 361; Mâcid. 11. 65.

[549]      İbn A’sem, n. 345; İbn Kuteybe, İmame. I, 164; İbnü'l-Esir, Kâmil; IH, 511

[550]      Tâlıâ Hüseyin, s. 1012; Rayyıs, s. 175.

2"8 Yılmaz, s. 46.

2"9 Takkuş. s. 92; Akyüz. s. 171.

Câbiri, s. 281-287.

[554]   M. Cevad Ali. el-Mufassal fî Tarihi’l-Arab Kable’l-İslâm. Bağdat 1413/1993, IV. 350-353.

Akyüz, s. 174-175.

[555]   Vekil, s. 80.

Arap Devleti, s. 66-67.

[557]  Tâlıâ Hüseyin, s. 1012-1013.

[558]  Taberi, IV, 226; İbnül-Esir. Kâmil. 111. 506

200 Kapar. Veraset, s. 69.

16' Akyüz. s. 173.

[561] E. Tyan. İnstitutions. i. 243-248'den naklen Akyüz. s. 174.

2o9 Rayyıs. s. 110.

[563]        Mes’ûdî. Mürûc. 111. 30-31.

[564]        Akyüz. s. 174.

2 /2 Rahman, s. 100.

[566] Riyad İsa. s. 92.

274

Mâverdı, s. 6

[568]'~ Akyüz. s. 120; Aynca bak. Hittt Tarih. 1,210.

2/0 Câbiye, Dnnaşk’m 80 km kadar güney batısında Havran bölgesindeki Ceylan da bugünkü

Neva’ya çok yakın bir yerde kurulmuş bir şehirdir. Yakut Mu’ccm, II, 91-92

277 H. İbrahim. Tarih, L 368.

z'8 Yezid’e yapılan bu türden suçlamalar için bkz. Ya’kubî. H. 128; Mesûdi. Mürûc. III. 77; Aynı şekilde Yezid’e yapılan bu eleştirilerin doğru olmadığım, onun bir takım iyi hasletlere sahip

olduğunu söyleyenler de mevcuttur. İbnü’l-Esir, Kâmil. IH. 507; İbnû’l-A’rabî. Avasım. s. 206- 227; İbn Teymiyye, Feteva. IV, 510 vd.

İbn Kesir, Bidâye, VIII. 83

[575]   İbnü'l-Esir. Kâmil, IH. 503

[576]   Akîl, s. 93

> Takkuş, s. 24; Abdülmünim Mâcid. Muaviye’nin Peygamberin çözmeden vefat ettiği bir meseleyi çözmek istediğini söylemektedir ki o da İslâm devletinin idaresinin daimi olarak tespitidir. Tarih. 11. 62.

[578] Tarih, s. 23; Ayrıca bkz. Hudari. Tarih, s. 347.

72 S

' Emeviyyûn, s. 179-180.

[580] Veliahd. s. 396.

28' Siyasi Düşünce, s. 180.

[582]   H. İbrahim. Tarih. 11. 26.

289      Akbulut s. 163-164.

290     Akbulut. s. 164.

291     Makrizî, s. 18

i9-‘ Abdurrahman b. Muhammcd İbn Haldun. Mukaddime, thk. Ali Abdulvâhid Vâfi, Kahire tiz., I, 613-615

z9j Ömer Nasuhî Bilmen. Ashab-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadlan. İstanbul ta., s. 88.

' Ömeviyye. s. 159-161.

" M.G.S. Hodgson. Islâmm Serüveni-Bır Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tanh. trc.Konusyon, İstanbul 1993, I, 162.

[588] İbn Kuteybe. İnıânıe. 1. 173-174; Zehebî. Tarih, s. 272: Suyûtî. s. 206

Suyûtî. s. 206.* Veliaht, s. 407.ıoo" Hılâfe. s. 93.

'''■ Rayyıs, s. 180.

[590]           Taberî, IV, 238; Ebû Mıhnef in kendi kitabı olan “Maktelü’l-Hûseyin” de ise “Yezid’in bu esnada

Şam’da olmadığı bu sebeple de Muaviye’nin yazdığı bu vasiyeti Dahhak b. Kays ve Müslim b. Ukbe’ye verdiği, onlardan bu mektubu Yezid’e iletmelerini istediği” belirtiliyor ki, bu noktada vasiyetle ilgili bilgi veren ikinci gruptaki ravilerle Ebû Mıhnef in benzer şeyleri ifade ettikleri söylenebilir, bkz. s. 6-7.

[591]           Rayyıs, s. 186; Akyüz, s. 185-186; Zira başta Ebû Mıhnef (Maktel, s. 6-7), İbnü’l-Esir, (Kâmil, IV,

6), Dineverî(Ahbaru’t-TıvaI, s. 226) ve Taberî (Tarih, IV, 239), olmak üzere tarihçiler, Muaviye’nin söz konusu hastalığı ve vasiyetini arz ettiği esnada Yezid’in Şam’da olmadığım, bu sebeple de Muaviye’nin bu vasiyeti Yezid’e iletmeleri için Dahhak b. Kays ve Müslim b. Ukbe’ye verdiğini söylemektedirler. Ayrıca bkz. Câhız, Beyan. I. 495; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 118-119; Zehebî, Siyer, III, 161; Takkuş, s. 43, Ayrıca vasiyetle sakınılması gerektiği şeklinde tavsiye olunanlar arasında Abdurrahman b. Ebî Bekir’in de ismi geçmektedir ki bu şahsın Muaviye’nin vefatından çok önce öldüğü göz önüne alındığında Muaviye’nin böyle bir söz söylememiş olduğu açığa çıkacaktır. Îbnü’l-Esir, Kâmil, TV, 6; îbn Kesir, Bidâye, VIII, 119; Rayyıs, s. 186-187

[592]           Taberî, TV, 238

[593]        MakteL s. 6-7

[594]           Taberî, IV, 238

[595]           Taberî, IV, 238

[596]           Selûmî, s. 140-141.

[597]           Dineverî, s. 226.

[598]           Ebû Mihnef, Maktel, s. 7-8; Câhız, Beyan, I,495; îbn Abdirabbih, IV, 34; Belazürî, Ensâb, V, 153-

154, 108-109; Taberî, IV, 238-239; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 6-7; îbn Kesir, Bidâye, VIII, 119; îbn Haldun, Tarih, III, 40-41; Rayyıs, s. 186-187; Selûmî, s. 142-146;. îbn A’sem ise diğer kaynaklarda yer almayan şu rivayeti nakletmektedir: ‘•'Muaviye ölümüyle neticelenecek olan hastalığına yakalandığında Dahhak’a: “Yezid’e biat et” dedi. Dahhak, Müslim b. Ukbe ve halk ta biat etti. Bunu üzerine Muaviye oğluna hilafet elbisesini giyip halkın huzuruna varıp bir hutbe irad etmesini emretti. Yezid insanların huzuruna çıktı. Başında Muaviye’nin sarığı, elinde ise onun kılım ve yüzüğü vardı. Sırtında ise Hz. Osman (r.a)’m şehid olduğu esnada giydiği kanlı gömlek vardı. Yezid, uzun süre konuştu. Sonra babasının yanma geldi. Muaviye gündüzün büyük bir kısmını baygın geçirdi. Ayıktığında gece de ilerlemişti. Oğlu başındayken ayıkmıştı. Muaviye, Dahhak’ı sesletti. Ayrıca Müslim b. Ukbe’yi de sesletti. Onlara “beni biraz doğrultun” dedi. Sonra da onlardan daha önceden kendisinin yazdığı bir mektubu istedi. Mektupta oğlu Yezid’i veliaht tayin ettiğini belirtiyordu. Muaviye mektubu okuduktan sonra katlayıp mühürledi ve Dahhak’a verdi. Sonra ona: “Sabah olduğunda minbere çok ve bu mektubu herkese oku.” dedi. Dahhak da tamam, olur dedi. Muaviye sonra oğluna dönerek “Bu ümmeti nasıl idare edecesin?” diye sordu. “Onları Ebû Bekir’in siretine göre mi idare edecesin? O ki, dinden dönenlerle savaştı. Allah (c.c) için mücadele etti, öldüğünde ise hak ondan razıydı” dedi. Yezid ise “Ey Emiru’l-Mü’mininlBen, Ebû Bekir’in siretine göre devlet yönetimine güç yetiremem, ancak ben halkımı Allah (c.c)’m kitabı, peygamberin sünnetine göre idare ederim” dedi. Sonra Muaviye, oğluna pek çok tavsiyelerde ve ikazlarda bulundu. İraklılar, Şamlılar ve Hicazlılarla ilgili tembihte bulundu. Onlara karşı nasıl bir siyaset izlemesi gerektiğini anlattı. Ona kimlerin ne ölçüde muhalefet edeceğini, bunlarla nasıl başa çıkacağını anlattı. Muaviye sonra ailesine döndü ve onlara da bazı tavsiyelerde bulunduktan sonra öldü. Yezid ise onun öldüğü gün av için Huvvârin’di idi. Fütûh, II, 353-357

[599]  Hamid Ganim, Muaviye’nin Yezid’e iki tane vasiyet bıraktığım söylemektedir. Ancak şunu belirtmek gerekir ki, Hamid Ganim’in zikrettiği iki vasiyet te içerik bakımından farklı olmadığı için Muaviye’nin aynı şeyleri söylemesi tekrardan öteye bir anlam taşımayacaktır. Muaviye’nin ölümünün hemen öncesinde böyle bir tekrarı pek mümkün görünmemektedir. Kaldı ki ilk kaynaklarda da bu görüşü destekleyecek bir bilgi bulunmamaktadır, krş. bkz. “el-Hulefâü’l- Ümeviyyûn min îftitahiyyâtihim ve Vesâyâhüm”,ed-Dâire. Riyad 1405/1984 1986, sayı II, s. 28.

[600]           Vekil, s. 132.

[601]           Akkad, s. 668.

[602]           Ganim, s. 28.

[603]           Akyüz, s. 187.

[604]       Ebû Mıhnef, Maktel, s. 8; Taberî, IV, 242, Zehebî, Siyer. III, 161; Mes’ûdî, Tenbih, s. 278; İbnü'l- Esir, Kâmil, IV, 125; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 145; Diyarbekrî, II, 296; İbnü’l-Verdi, I, 161; Welhausen bu tarihin 18 Nisan 680’e tekabül ettiğini söylüyor. Arap Devleti, s. 66; Ya’kûbî, Muaviye’nin Receb ayının ortalarında öldüğüne dair bilgi}! meçhul sigayla veriyor ve onun Receb ayın m ilk günlerinde öldüğünü kabul ediyor. II, 150.

[605]

Burası Hıms’ın köylerinden biridir. Hıms’ın Kuzeydoğusuna düşer. Ebû’l-Fida, Takvimû’l- Buidan, s. 83; Yâkut, Mu’cem, H, 362; Huvvârîn, Hıms’m köylerinden olup Tedmür’e iki konak uzaklıktadır. Bkz. Yâkut, Mu’cem, n, 362

[606]      îbn A’sem, III, 5-6; Taberî, IV, 242; Îsfâhânî, Egâni, XVII, 213; Ebü’l-Fida, Muhtasar, I, 262; İbnü'l-Esir, Kâmil, IV, 9; Zehebî, Siyer, IV, 36; Şelfimi, s. 152; Lammens, Muaviye’nin ölümü esnasında Yezid’in Anadolu’da bulunduğunu söylüyor. Ancak bu kaynakların verdiği bilgiyle tamamen çelişiyor. Lammens, “Muaviye”, İA, VH, 440.

[607] Taberî, IV, 238; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV,6; Selûmî, s. 152.

[608]      Ebû Mihnet Maktei, s. 8; îbn Abdirabbih, IV, 341-342: îsfâhânî, Egânî, XVII, 213; İbnü'l-Esir, Kâmil, IV, 9; Ebü’l-Fida, Takvimü’l-Buldan, s. 83; Zehebî, Siyer, IV, 37; îbn Kesir, Bidâye, VIII, 145; Umeriyyu, s. 239; Cebbûr, Mfilûk, s. 39;. İbn Kesir, Ayrıca Muaviye’nin bizzat kendisinin hastalığının ağırlaşması üzerine Yezid’in arkasına adam gönderdiğine dair bir rivayeti de nakletmiştir. Bidâye, VIII, 146.

[609]        Egânî, XVB, 213.

[610]        Siyer, IV, 36.

[611]      Ebû Mihnet Maktei, s. 9; Taberî, IV, 242; İbn A’sem. III. 5-6; îbn Abdirabbih, IV, 342; îbnü'l- Esir, Kâmil, IV, 9; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 146; Selûmî. s. 152-153; Umeriyyu, s. 239; Cebbûr, Mülûk, 39-40

73

" Şafiî, Yezid’in son iki beyti el-A’şâ’dan çaldığını söylemektedir, bkz. Ibn Abdirabbih, IV, 342

[613] Ebû Mıhnef, Maktel s. 8.

[614]      Ebû Mihnet Maktel, s. 8; Taberî, IV, 242; İbnü'l-Esir, Kâmil, IV, 8-9; tbn Kesir, Bidâye, VIII, 145: İbnü'l-Verdî, E 161.

6 Ebû Mihnet Maktel, s. 8; îbn Kuteybe, imame, I, 174; Ya'kubî, H, 151; Taberî, IV, 242; İbnü'l-

Esir, Kâmil, IV, 9; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 146; Ibnü'l-Verdi, I, 161; Muaviye’nin cenaze

namazını Dahhak b. Kays’m değil de Yezid’in kıldırdığını söyleyenler de olmuştur. Ancak bunlar

ıstaki şüphelerini dile getirmişlerdir. Bkz îbn Kesir, Bidâye, VITT, 146; Diyarbekrî, II,Bidâye, VIII, 146; 10 gün sonra demişse de Huvvârin’in Şam’a yakınlığı göz önünde bulundurulduğunda tnkün görünmemektedir. Nitekim îbn A’sem üç gün sonra geldiğini, îbn Abdirabbih ise in vefat ettiği gün sona ermeden Yezid’in Şam’a geldiğini söylemektedir, krş. bkz. îbn nâme, 1,174; îbn A’sem, II, 5-6; îbn Abdirabbih, IV, 242., 242; îbn A’sem, III, 5-6; İbn Kesir, Bidâye. VIII, 146; Diyarbekrî, II, 297; Zehebî, 17; Umeriyyu, s. 240; Îbnü’l-Verdî, I, 161

f, MakteL s. 9; îbn Abdirabbih, IV, 343.

er, IV, 37, îbn Kesir, Bidâye. IV, 146.

[621]      Ebû Mıhnef, Maktel, s. 10; îbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, II, 260; İbn Abdirabbih, IV, 343; Mes’ûdî, Mûrûc, III, 75.

[622]      Zehcbî, Siyer, IV, 37; İta Kesir, Bidâye, VIII, 146; VckiL s. 194; Ganim, s. 29-30; Umcriyyu, s. 240.

[623]        Mfirûc, IH, 76.

[624] İbn Kesir, Bidâye, VIII, 146; Zehcbî, Siyer, IV, 37.

[625] İbn A’sem, III, 8-9.

[626] Vekil, s. 194.

[627] Ganim, s. 31.

[628]      İbn A’sem, III, 8-9; Ya’kubî, II, 297; Makdisi, VI, 9; Ahmed b. Yusuf el-Karamânî, Ahbâru’d- DüvcI ve Âsaru’I-Üvel fi’t-tarih, thk Ahmed Hatît ve Fehmi Sa’d, Beyrut 1412/1992, D, 11; Abdüllatif, I, 130.

0 Hammaş, s. 169.

[630]       Laura Veccia Vaglieri, “Râşid Halifeler ve Emevi Halifeleri", İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, trc. İlhan Kutluer, İstanbul 1997,1,94.

[631] Von Kremer, s. 39.

[632] Von Kremer, s. 34.

[633]

‘ Welhausen, Arap Devleti, s. 60.

[634]        Serüven. 1,164.

[635]      Mahmoud M. Ayoub, “Husayın îbn Ali”, The Encyciopedıa of the Modern Islamıc World, New york 1995, vol. II, s. 150

[636]     İbn Sa’d, V, 100; Taberî, IV, 254; İbnü'l-Esir, Kâmil. IV. 17; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 150; Sıbt, s. 214

[637] Taberî, IV, 254; İbnü'l-Esir, Kâmil IV, 17; İbn Kesir. Bidâye, VIII, 150.

[638] Dineverî, s. 227; Ya’kubî, II, 154.

[639]     Ebû Mıhnef, MakteL, s. 10; Belâzüri, Ensâb, V, 313; Ya’kubî, 11, 154, İbn Taberî, IV, 250; Abdirabbih, IV, 344; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 14; Bu esnada Medine valisi olan ve Yezid’in gönderdiği mektubu alan şahsın Velid b. Utbe değil de Halid b. el-Hakem (İbn Kuteybe, İmâmc, I, 174) veya Yahya b. el-Hukeym olduğu da (Dineverî, Ahbâr, s. 227) söylenmiştir. Ancak bu tarihi gerçeklerle bağdaşmamaktadır.

[640]                          m

Ya’kubî, Abdullah b. Ömer’in isminden bahsetmezken (Tarih, D, 154), Dineverî bu üç isme bir dördüncüyü, Abdurrah b. Ebî Bekir’i de ilave etmektedir. (Ahbâr, s. 227). Oysa Abdurrahman b. Ebî Bekir’in Muaviye’den çok önce öldüğü hatırlanırsa Yezid’in ölmüş birinden biat alınmasını istemiş olmasının mümkün olmadığı görülecektir.

[641]     Belâzürî, Ensâb, V, 313; İbn A’sem, III, 8; Taberî, IV, 250; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 15; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 149; İbnü’l-Verdi, I, 163; Vekil, I, 196; IJkaylî. Kerbela, s. 464.

[642] Belâzürî, Ensâb, V, 313; Ukaylî, Kerbela. s. 464,

[643]    Ebû Mihnet Maktel, s. 10; Ya’kubî, II, 154; Makdisî, VI, 9; S.V. Ali Mir Ahmed, Husain The Saviour of İslam, İran trz, s. 144; Bu ravilere göre Yezid tek mektup yazmış, ayrıca herhangi bir kağıda yazı yamamıştır.

[644]  M. Şemseddin Günaltay, İslâm Tarihinin Kaynaklan-Tarih ve Müverrihler, yayına hazırlayan Yüksel Kanar, İstanbul 1991, s.197; Sabri Hizmetli, İslâm Tarihçiliği Üzerine, Ankara 1991, s. 132; Feryâl, s. 15; Seyyide İsmail Kaşif İslâm Tarihinin Kaynaklan ve Araştırma Metodları, trc. Mehmed Şeker ve ark., İzmir 1997, s. 43.

[645] Krş. bkz. Ebû Mıhnef, MakteL s. 10; Taberî, IV, 250

[646]      Ümeviyye, s. 166.

[647]             Ya’kubî, 11,154; Demircan da bu hususu şu şekilde belirtir “Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr’in bir gün sonra halkın önünde biat etmeyi teklif etmeleri de bu görüşmenin gece olduğunu gösterir. Eğer görüşme gündüz olsaydı, hemen mescide gidilerek biat etmeleri sağlanırdı.” İktidar Mücadelesi, s. 177

[648]            Belâzürî, Ensâb, V, 313, Dineverî, s. 227; Taberî, IV, 250; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 14; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 149

[649]           îbn Sa’d, V, 327; Halîfe, s. 233; Belâzürî, Ensâb, V, 317; Dineverî, s. 227; tbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 15.

[650]            Ebû Mihnet Maktel, s. 11; Dineverî, s. 227; Ya’kubî, II, 154; Taberî, IV, 250; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 14; Bu ikisini arasının iyi olmamasına gerekçe olarak ise Velid’in Mervan’ın valilikten azledilmesi üzerine onun makamına geçmesi, Mervan’ın da buna Tahammül edememesi gösterilmiştir, bkz. Ebû Mıhnef, s. 11; Belâzürî, Ensâb, V, 313; tbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 14

[651]            Ya’kubî, U, 154; İbn A’sem, 111,10-11; Taberî, IV, 250; Makdisî, VI, 9; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 14; îbn Kesir, Bidâye, VIII, 149; Nüveyri, XX, 377; Dineverî ise Mervan’ın îbn Ömer ve İbn Ebî Bekir hakkında da tavsiyelerinden bahsetmektedir. Buna göre Mervan, Velid’e “bu ikisinden dolayı endişelenme. Çünkü bunların halifelikte gözleri yok. Ancak Hüseyin ve îbn Zübeyr’in durumu başka. Sen onlara dikkat et..” demiştir. Ahbâr, s. 227; İbnü’l-Esir ise îbn Ebî Bekir’den söz etmeksizin aynı ifadelerle Abdullah b. Ömer’in durumunu anlatmıştır. Kâmil, IV, 14.

[652]            Bu çocuk Abdullah b. Amr b. Osman b. Affan’dır. bkz. Dineverî. s. 227; Taberî, IV, 250; İbnü’l- Esir, Kâmil. IV, 14; îbn Kesir, Bidâye. VIII. 150.

[653]           Ebû Mıhnef. Maktel, s. 11; Ya’kubî, II. 154; Taberî. IV. 250; Makdisi. VI. 9; îbnü'l-Esir, Kâmil.

IV. 14-15; İbn Kesir, Bidâye. VIII, 150.

'* A’sem, HL 8-9; Taberî. IV, 250-251; Makdisi, VI. 9; İbnü’l-Esir, Kâmil. IV. 14-15; İbn Kesir,

Bidâye, VHT, 149-150

/2 Ebû Mıhnef. MakteL s. 11-12; İbn Kuteybe. İmame. I, 175; İbnü’l-Esir. Kâmil, IV, 15. İbn Kesir. Bidâye, VIII, 150; Zehebi, Tarih, s. 6-7; Bu ikisinin birlikte Veîid’in yanına gittiğini söyleyenler dc olmuştur, bkz Halîfe, s. 232; Ya’knbî. Tl, 154, ibn A’sem. TTT, s. 10-11.

'3 Ebû Mıhnef. MakteL s. 12; Belâzürî, Ensâb. V. 314-315; İbn A’sem, IH. 15; Taberî. IV. 251; İbnü’l-Esir, Kâmil, TV, 16; ibn Kesir, Bidâye. VITI, 150.

[657]              Ebû Mıhnef, MakteL s. 12; Belâzürî, Ensâb, V, 316; Taberî, IV, 250; İbnü’l-Esir. Kâmil. IV, 15; Muhammcd Ali b. Tabâtabâi ibn Tiktaka. ei-Fahri fî’I-Âdâbi’s-Suitaniyye, Beyrut 1386/1966. 114; İbn Kuteybe. “yarın halkı biate çağırdığın zaman beni de çağırırsın, ben o zaman insanların biate ilk koşam olacağım'' ibaresini de zikretmiştir. İmame. I. 175; Avnca bkz. İbn Kesir. Bidâye. VIII. 150; ibn Haldun. Tarih. 1IL 24; IbnManzûr. VII. 138

[658]             Belâzürî, Ensâb, V, 316-317; İbn A’sem, III, 10-11; Taberi, IV, 250; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 15- 16; îbn Kesir, Bidâye, VIII, 150; Halîfe ise bu konuda diğer kaynaklarda yer almayan bir bilgi vermektedir. Buna göre “Velid’in huzuruna önce İbn Zübeyr gelmiş, “Şu an biat edilecek vakit değil, yarın halkı minberden biate çağırırsın ben de gelir biat ederim...” demiştir. Mervan ise duruma müdahale ederek validen İbn Zübeyr’i öldürmesini istemiştir. Bunun üzerine Mervan ile îbn Zübeyr arasında sert tartışmalar olmuştur. Sonunda Velid, ha- ikisini de huzurundan çıkartmıştır. Onlar çıkarken Hz. Hüseyin gelmiş, hiç bir şey söylemeden onlarla birlikte geri dönmüştür. Halîfe, s. 232-233; Zehebî ise Velid’in Hz. Hüseyin’e çok sert davrandığını, buna kızan Velid’in başından sarığını çekip aldığını ve orayı terk ettiğini söylemektedir. Tarih, s. 6-7.

[659]      Spanısh İslâm, s. 45.

[660]            İbn Sa’d, V, 327; Halîfe, s. 233; Belâzürî, Ensâb, V, 317; Dineverî, s. 227, tbnü’l-Esir, Kâmil. IV, 15,

[661]      Nehda. s. 45.

[662]

Emeviyyûn. s. 249.

[663]      Ebü’ş-Şüheda. s. 26.

[664]             Belâzürî, Ensâb, V, 317; Ya’kubî, II, 154-155; Taberî, IV, 252-253; îbn Abdirabbih, IV, 344, tbnû’l-Esir, Kâmil, IV, 16; îbn Kesir, Bidâye, VITT, 150; Sıbt, s. 221; Welhausen, Arap Devleti, s. 69,; Zehebî, ha- ikisinin de aynı gece Medine’yi terk ettikloini söylüyor. Zehebî, Tarih, s. 6-7.

[665]             Bu tavsiyeler için bkz. Ebû Mihnet; Maktef, s. 15-16; Taberî, IV, 253; İbn Abdirabbih, IV, 344; İbnû’l-Esir, Kâmil, IV, 17; îbn Kesir, Bidâye, VIII, 150-151

[666]         Taberî, IV, 253; İbnû’l-Esir, Kâmil, IV, 17; îbn Kesir, Bidâye, VIII, 150; Zehebî, Tarih, 6-7

[667]         Taberî, IV. 254; İbnü’l-Esir. Kâmil, IV, 17; İbn Kesir, Bidâye, Vlll, 150.

[668]         Bcydûn, s. 158.

[669]          Hatipoğlu. Hadis Münasebetleri, s. 48.

[670]         Selıgsohn,”AbdulIah b. Zübeyr”, İA, 1,45.

[671]         Bu rüyayla ilgili olarak bkz. Ebû Mihnet Maktei, 36-37; İbn A’sem, III, 20-21.

[672]             Murat Sarıcık, “Kerbela Olayında el-Hurr b. Yezid ve Hz. Hüseyin İle Mücadelesi”, Süleyman Demirci Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, İsparta 1995, sayı II,s. 108; Haşan Onat, Şiî Harekeden, s. 65-66.

on

Murat Sarıcık, s. 108.

Mir Ahmcd, s. 146.

[675]            Şehristânî, s. 47; Şehristânî, Muhammed b. Hanefiyye’nin Medine’de kalmasıyla ilgili olarak ise şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Hüseyin onu Medine’de bıraktı. Böylece o, merkezde, kendisini güvenilen birisi olacaktı. Ayrıca bu ailenin, Medine’de kalan mallan ve yakınlan da muhafaza edilebilecekti, s. 48.

[676]          İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 20: İbn Kesir, Bidâye, VIII, 151.

[677] Ya’kubî, II, 156-157; Diyarbekrî, II, 297.

9 •                                                          •                       ■                                                         .

Ebû Mihnet Maktel, s. 17; Ibn Kuteybe, Imâme, II, 4; Belâzürî, Ensâb, III, 373; Ibnü’l-Esir, Kâmil, IV, 20-21; İsfahânî, Makâtii, s. 99; Makdisî, VI. 9; Dineverî, s. 229; Nüveyrî, XX, 385; İbrahim Vâsıf, Hz. Hüseyin’in Şehid edilişiyle ilgili bilgi verdiği kitabında diğer kaynaklarda ve araştırmalarda bulunmayan ve doğruluğu mümkün olmayan bir değerlendirmede bulunmaktadır. Ona göre “Muhtemel rakibi olabilecek Hüseyin’i ortadan kaldırmak için planlar kuran Yezid, Kûfelileri de bu planını gerçekleştirmek için aldatmıştır. İmam Hüseyin’in Kûfe’ye davet edilmesi için onlara mektuplar yazdırtmıştır. Böylece Yezid, Hz. Hüseyin’i Mekke’den çıkartmış ve Küfe’de gafil avlamış olacaktı.” Şehâdeti Hüseyin İbn Ali, Metin Matbası 1327/1909, s. 7.

Welhausen, Partiler, s. 98; Beyhakî, mektupların Hz. Hüseyin'e ne zaman ulaştığı konusunda farklı bir bilgi vermektedir. Beyhakî’nin anlattığına göre Medine’den Mekke’ye giderken yolda Abdullah b. Muti ile karşılaşan Hz. Hüseyin ona “Muaviye’nin öldüğünü ve kendisinin Kûfelilerden pek çok davet mektubu aldığını” söylemiştir. Mehâsin, s. 59; Buna göre Hz. Hüseyin, Kûfelilerin davet mektubunu Mekke’ye varmadan önce almıştır. Oysa kaynakların üzerinde birleştikleri husus, Hz. Hüseyin’in Mekke’ye vardıktan sonra bu mektuptan aldığıdır. Ebû Mıhnef Maktel, s. 16; İbn Kuteybe, İmame, II, 4; Dineverî, s. 228-229; Taberî, IV, 253; Sıbt, s. 215; Nüveyrî, XX, 385; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 20-21; Ebu’l-Ferec Ali b. Hüseyin el- İsfâhânî, Makâtilu’t-Talibîn, thk. es-Seyyid Ahmed Sakr. Beyrut 1408/1987, s. 99; Makdisî, VI, 9; Diğer taraftan İbn Tiktaka ise söz konusu kaynakların aksine Kûfelilerle irtibata geçen ve ilk yazışmayı başlatanın Hz. Hüseyin olduğunu söylemektedir bkz. Fahri, s. 85

[680]       Bu mektupları kimlerin yazdığı, mektuplarda yer alan ifadeler ve sayılan hakkında bkz, Ebû Mıhnef,

Maktel, s. 17-19; Dineverî, s. 231-232; îbn A’sem, III, 31-36; İsfahânî, Makâtil, s. 99; îbnü’I- Esir, Kâmil, TV, 20-21; Nüveyrî, XX, 385-386; Ahmet Seki Safvet, II, 71-73; Ukaylî, Kerbela, s. 464-465; Köksal, s. 28-30;.

[681]       Dcmircan, İktidar Mücadelesi, s. 185.

[682]        Ebû Mıhnef, Maktel, s. 18; îbn Kuteybe, İmame, II, 4; Dineverî, s. 230; İsfahânî, Makâtil, s. 99;

Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 20-21; îbn Kesir, Bidâye, VITI, 154; Ebû Mıhnef ayrıca Kûfelilerin bizzat Hz. Hüseyin’den aramızda Allah (c.c)’ın hükmü ve dedenin sünnetiyle karar vermesi için aiilenden (eh 1-i beytten) birini bize gönder.” diye talepte bulunduklanm belirtiyor. Maktel, s. 18.

[683]       Ömer Ferrûh, Hz. Hüseyin’in babası ve ağabeyine karşı tutumlarım hatırlayarak Kûfelilerin davetini

kabul etmediğini söylüyor. Ona göre, Küfe’den gelen 40.000 silahlı insanın ısrarı üzerine Hz. Hüseyin bu daveti kabul etmiştir. Tarihu Sadri’l-İslâm ve’d-Devleti’l-Ümeviyye, Beyrut 1986, s. 133; Demimcan ise “bu kadar insanın Mekke’ye gitmiş olabileceğini, destekleyecek tarihi bir bilgi de yoktur.” demektedir. İktidar Mücadelesi, s. 186, Benzer değerlendirmeler için bkz. Ukaylî. Veliaht, s. 465, dn.20.

[684]       tbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 18; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 151

[685]       İbnû’l-Esir, Kâmil, IV, 18-19; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 150-152.

[686]         Mes’ûdî, Mârûc, III, 64

[687]         Dineverî, s. 230; Nûveyrî. XX, 386; Ebû Mıhnef, MakteL s. 18-19; Brockelman, 128: İbn Kesir.

Bidâye. VIII, 152; İbnü'l-Esir, Kâmil. IV, 21.

[688]      Yüksel, s. 52.

[689]               Bu mektubun kimlere gönderildiği ve mektubun metni için bkz. Ebû Mıhnef, Maktel, s. 22-23; Dineveri, s. 231; İbn A’sem, III, 42-43; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 23; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 155, Köksal, s. 38-39; Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 186-187.

[690]      Dineveri, s. 220-225.

[691]   Ahbâru’t-Tıval, s. 220-225: Ayrıca bkz. Akil, s. 101.

[692]      Levı Della Vida. “Emevîler", İA, İstanbul 1964, IV, 243.

[693]      Şehristâni, s. 19; Müderrisi, s. 40-41.

[694]      Riyad İsa, s. 68

[695]      Işş, s. 166-167; Akü, s. 101.

[696]       Şehristâni, s. 21; Müderrisi, s. 40-41.

‘ Şemsûddin, s. 167.

[698] Kerbela, s. 141, 1. dn

3 Aşûra. s. 40-41.

[700]        Şehristanî, s. 19; Riyad İsa, s. 68.

[701]        Akkad, s. 50-51; Skyüz, s. 120.

[702]             Riyad İsa, s. 68; Işş, Kûfelilerin davetinin Hz. Hüseyin’in isyanının asıl sebebi olduğunu söylemektedir. Işş, s. 166-167.

"7 Hz. Hüseyin’in Emr-i Ma’rnfu. s. 17-20.

[704]     Hz. Hüseyin’in Emr-i Ma’rutü, s. 21-38.

[705]        Sıtft, s. 216.

[706]        Ali Şerefiiddin el-Mûsevî, Dirâsât fi Sevreti’i-İmam el-Hüseyin, Arapçaya trc. Hüseyin Hâci, yy,

1414/1993, s. 96.

[707]        Adil Edip, s. 203; Şemsftddin, s. 201; Alaylı, s. 239; Şehristânî, s. 32; Müderrisi, s. 27; Caferiyan, s.

121.

[708]

Sevreiü’î-Hüseyin, s. 205; Benzer değerlendirmeler için bkz. Şehristânî, s. 32-37; Müderrisi, s. 27- 30; Alaylı, s. 239-244; Tâhâ Hüseyin, s. 1024-1025; Adil Edip, s. 201-203.

[709]              Riyad İsa, s. 68; Hz. Hüseyin ile Yezid arasındaki çekişmenin sebebiyle ilgili olarak garip bir aşk hikayesi de anlatılmaktadır tik dönem kaynaklarından sadece İbn Kuteybe tarafından nakledilen bu olay, daha sonraki dönemlerde Şiî yanlısı oldukları anlaşılan bazı kimseler tarafından da tekrar edilmiştir. Hikayeye göre Yezid, Kureyş kabilesinden Abdullah b. Selam adındaki bir adamın güzelliğiyle meşhur olan karısı Zeyneb bnt. tshak’a aşık olur. Bu kadım alabilmek için pek çok hileye başvurur. Muaviye’nin de devreye girmesiyle Abdullah b. Selam, karısını boşamaya razı edilir. Yezid, Zeyneb’e dünürcü olarak Ebû Hüreyre veya Ebu Musa el-Eş’ârî’yi gönderir. Dünürcü olarak gönderilen şahıs yolda Hz. Hüseyin ile karşılaşır. Hz. Hüseyin, ona nereye gittiğini sorar. O, maksadını anlatır. Bunun üzerine Hz. Hüseyin, söz konusu dünürcüden Zeyneb’e kendisi için de dünür olmasını ister... Yezid tarafından gönderilen dünürcü, Zeyneb ile yaptığı görüşme esnasında bu kadım kendisine almayı düşünürse de sonunda Zeyneb, Hz. Hüseyin ile evlenmeye karar verir. Bu durumu öğrenen Yezid, Hz. Hüseyin’e karşı nefret içerisine girer.” bkz. İbn Kuteybe. İmame, s.167-169; Mir Ahmed, Husain. s. 139-140; Kemaleddin Şükrü, s.32-36

[710]    Ebû Mıhnef Maktel, s. 19; İbn Kuteybe, İmame, 11,4; İbn A’sem, 111,36; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 21;tbn Kesir, Bidâye, Vffl, 154

[711] Ebû Mihnet Maktet s. 19; Dineverî, s. 230; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 21; İbn Kesir, Bidâye, Vlll,

154; Zehebî, Mürûc, III, 64; Ukaylî, Kerbela, s. 465

[712]    Mesûdî, Mürûc, III, 64; Fığlalı, İmamiyye Şiası, s. 97; İbn Haldun, Müslim’in ancak Zilhicce ayının başlarında Kûfe’ye ulaşabildiğini söylüyor ki bu çok geç bir tarihtir. Zira bu tarihte Müslim’in isyanı ve öldürülüşü gerçekleşmiştir, krş. bkz.. Tarih, IH, s. 27.

Kaynaklarda bunların isimleri verilmemiş.

[714]     Taberî, IV, 258; İbn A’sem, H, 37; İbnü’l-Esir, KâmiL IV, 20; Mır Ahmed, s. 153; Musa Muhammed Ali, Seyyidfi’ş-Şühedâ, el-İmamü’l-Hüseyin. Beyrut 1405/1985, s. 137.

[715]     İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 21; İbn A’sem, 11,37; İbn Haldun, Tarih, 111, s. 27; Muhammed Ali, s. 137; Useylî, s. 154, 1 nd.; Mır Ahmed, s. 153; Demircan, iktidar Mücadelesi, s. 188; Köksal, s. 32; Bu rehberlerden sadece birin öldüğünü söyleyenler de olmuştur, bkz. Taberî, TV, 258; Ebü'l-Ferec, tbnü’l-Cevzî, Muntazam. V, 325; İbn Hacer, İsâbe, II, 15.

[716] Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 21; îbn Haldun, Tarih, Di, 27; Köksal, s. 32.

[717] İbn A’sem, III, 38; İbnü’I-Esir, Kâmil, IV, 21; Weihausen, Partiler, s. 99.

[718]     Taberî, IV, 258; Mesûdî, Mürûc, III, 64; Îbnü’l-Cevzî, Muntazam, V, 325; Muhammed Ali, s. 137; Bu şahsın tam adı; Müslim b. Avsece Esedî’dir. bkz. îbn Kesir, Bidâye, VIII, 154, Aynca Müslim’in Süleyman b. Surad’ın evine misafir olduğunu söyleyenler de vardır, bkz. Ebû Mıhnef, Maktel, s. 20

Ukaylî, Kerbelâ, s. 465; Demircan, iktidar Mücadelesi, s. 189.

[720] Ukaylî, Veliaht, s. 465.

[721] Ukaylî, Veliaht, s. 465.

[722]     Biyata katılanlann sayısın 12000 olduğunu söyleyenler: İbnü’I-Esir, Kâmil, IV, 21, Ebü’l-Ferec, Îbnü’l-Cevzî, Muntazam, V, 325; Mesûdî, Mürûc, III, 64; Îbn Kesir, Bidâye, VTTI, 154; Taberî, IV, 258; bu sayının 18000 olduğunu söyleyenler: İbnüT-Esir, Kâmil. IV, 22; Mesûdî, Mürûc, III, 64; bu sayının 12000 olduğunu sonra ise arttığım ve 18000’e ulaştığım söyleyenler: Dineverî, Ahbar. s. 230; Nûveyrî, XX, 397; Bidâye, VIII, 154

[723]     Örneğin İbn Kuteybe, 30.000, Ebû Mıhnef ise 80.000 kişinin biatinden söz etmektedir, bkz. İmâmc, II, 4; Maktel. s. 20.

[724]

Demircan, iktidar Mücadelesi, s. 19.

[725] İbn A’sem, III, 38; İbnü’I-Esir, Kâmil, IV, 22; İs&hânî, Makâtil, s. 99.

[726] Dineverî, Ahbâr, s. 230; tbnû’l-Esir, Kâmil, IV, 22.

[727] Dineverî, s. 231; Taberî, IV, 260; ibn A’sem, III, 39; İbnü’I-Esir, Kâmil, IV, 22; Useylî, s. 159;

Yüksel, s. 48; Köksal, s. 34

[728]     Dineverî, s. 231; Taberî. IV, 260; İbn A’sem, III, 39; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 22; Hudarî, Tarih, s. 455.

[729]        Kerbela, s. 466.

[730] Ukaylî, bunları Yczid’in ajanları olarak nitelendiriyor, bkz., Kerbela, s. 446.

[731]     Dineverî, s. 231; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 22; Nüveyri, XX, 388; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 155; Ukaylî, Kerbela, s. 466; Koksal, s. 35

[732] Ebû Mıhnef, Maktel, s. 21; Taberî, IV, 258; İbn A’sem, IH, 40-41; Îbnû’l-Esir, Kâmil, IV, 21.

[733] Kaynaklarda bunula ilgili bir sebebe rastlanılamamıştır

[734] Taberî, IV, 258; İbn Kesir, Bidâye, VTTI, 155; İbn Hacer, İsâbe, II, 16.

[735] Taberî, IV, 258-259; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 155; Cahşiyarî, Viizera, s. 31; Ebû Mıhnef, Maktel,

s. 21; İbn A’sem. III. 40-41.

[736] İbn Kuteybe. Inıânıe. II, 4; İbn Abdirrabbih, IV, 345; Koksal, s. 36.

[737]     İbn Kuteybe, İmame, II, 4; Ebû’l-Arab, s. 144; İbn Abdirrabbih, IV, 345; Beyhakî, Mehâsin, 82; Nüveyrî, XX, 388; Ukaylî, Küfe’den gelen haber üzerine Yezid’in Küfe valisini derhal görevden almasını onun Muaviye’nin vasiyetine uymasına bağlamaktadır. Zira Muaviye vasiyetinde şöyle demişti “İraklılara dikkat et. Şayet onlar, senden her gün bir valiyi değiştirmeni isteseler bile sen bunu derhal yap ..” Kerbela, s. 446.

[738]     Ebû Mihnef Maktel, s. 22; Dineverî, s. 231; İbn A’sem, IH, 42; Taberî, IV, 258; tbn Kesir, Bldâye,VITT, 155.

[739]        Maktel, s. 22.

[740] bkz. Maktel, s. 22; Taberî, IV, 258; ibn A’scm’de Maktei’dekine benzer şeyler söylemiştir. Fütûh,

III, 41; Ya’kubî’de yer alan bir rivayete göre ise Yezid, Müslim’i öldürmediği taktirde Ubeydullah’ı kendi nesebine yani babası Ziyad b. Ebih’in nesebine döndürmekle tehdit etmiştir. Tarih. II. 155; Aynı şekilde bkz. Dineverî, s. 231; Cahşiyarî, s. 31; Sükeyne, XXVIII, 19, Ahmet Zeki Safvet, Cemheretü Resâilü’l-Arab fi Usûri’l-Arabiyye ez-Zâhire, Beyrut trz., II, 75.

[741] bkz. Feryâl, s. 72.73.

[742]        İktidar Mücadelesi, s. 193.

[743] Taberî, IV, 258-260; İbnü’l-Esir, Kâimi, IV, 23; îbn Kesir, Bidâye, VIH, 159; Yüksel, s. 52.

[744] Dineverî, s. 231; îbn A’sem, m, 42.

[745] Taberî, IV, 266,279280; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 23.

[746] Bu konuda geniş bilgi için bkz. Nûveyrî, XX, 389.Yüksel, s. 53

[747] Ebû Mıbnef, Maktel, s.30.Dineveri, s. 232; Taberî, IV, 266; ita Kesir, Bidâye, VIII, 159

‘ Demircan, iktidar Mücadelesi, s. 193.

[749] bkz. Mıhnef, Maktel. s. 23: Dineverî. s. 232; İta Kesir, Bidâye, VIII, 159-160

[750]     Bunların sayılarının 500 civarında olduğu söylenmiştir, bkz. Taberî, IV, 258; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 24; Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 194; Yüksel, s. 57.

[751]     Ebû Mihnet Maktel, s. 24; Dineverî, s.232-233; İsfahan!, Makâtil, 96; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 24, İbn Kesir, Bidâye, VIII, 160; Ayrıca bkz. Ukaylî, Kerbela, s. 467; Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 195.

[752]     Ebû Mıhnef Maktel, s. 24; Dineverî, s. 232-233; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 24, ibn Kesir, Bidâye, VIII, 160; Ayrıca bkz. İsfahan!, Makâtil, s. 100; Ayrıca bkz Kemaleddin Şükrü, s. 49-50, Nüveyrî, XX, 390;. Ukaylî, Kerbela, s. 467; Köksal, s. 40-41; Hudarî, Tarih, s. 455.

[753]     Mesudî, Mürûc, III, 67; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 25; İbn Kesir, Bidâye, VHI, 156; Hudarî, Tarih, s. 455; Nüveyrî, XX, 391.

[754]     Ebû Mihnet Maktel, s. 26; Dineverî, s. 232; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 25; İsfahan!, Makâtil, s. 100; Sıbt, s. 218; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 156; Ebû Ali el-Fadl b. el-Hasan et-Tabersî, İ’lâmü’l-Verâ bi E’lâmi’I-Hudâ. Beyrut 1985, s. 264. Ayrıca bkz. Köksal. s. 45-46; Demircim. İktidar Mücadelesi, s. 199; Yüksel, s. 64;.

[755]      Geniş bilgi için, bkz. Ebû Mıhnef, Maktei, s. 28; Taberî, IV, 259; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 27; Nüveyrî, XX, 396; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 156; Ayrıca bkz., Koksal, 45-52; Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 199-204; Yüksel, s. 69-70

[756] Yüksel, s. 73.

Ukaylî, Ubeydullah’ın Müslim b. Akif’in yerini öğrenmek için denediği uslupla ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “İbn Ziyad’m hutbesindeki ikazlarına rağmen Kûfelilerden hiç kimse Müslim’in yerini söylemiyordi. Buna rağmen Ubeydullah, şiddete başvurmadı. Çünkü o, biliyordu ki, İbn Akil’in yerini öğrenmek için Kûfelilere baskı uygulamak, onların Müslim’e olan sevgi ve yardımlarının daha da artmasına sebep olacaktı. Ancka o, bu işi ustaca halletmiştir.” Kerbela, s. 467-468.

[758] Ukaylî, Kerbela, s. 470.

[759]     Müslim’in etrafında isyana iştirak eden Kûfelilerin sayısı hakkında değişik rakamlar zikredilmektedir.Bu sayılarla ilgili karşılaştırmalı bilgi için bkz. Sıbt, s. 219.(4000 kişi isyana katıldı); Ebû Mıhnef Maktei, s. 20 (80.000 kişi Müslim’e biat etti); İbn A’sem, UI, 57; Taberî, IV, 277; Abdurrahman ed-Dab ed-Dab, “Ya Mansûr”, Livan’1-İslâm, Kahir 1394/1974, XV. Sayı, s. 561; Hudarî, Tarih, s. 455; Muhammed Rıza, el-Hasan ve’l-Hüseyin, Beyrut 1407/1987, s. 101- 102 (bunlara göre ise 18 000 kişi isyana katılmıştır); Beyhakî (Mehâsin, s. 60); Ebü’l-Arab, (s. 144), İbn Abdirrabbih, (IV, 346), İbnü'l-Verdi (I, 163)’e göre ise 30.000 veya daha fazla kişi biat etti. Diğer taraftan Îbnü’l-Esir (Kâmil, IV, 30) ve Nüveyrî (XX, 397)’ye göre 18 000 kişi biate katılmış, isyan ise 4000 kişinin iştirakiyle gerçekleşmiştir ki, bu sonuncu rakamın daha isabetli olduğu söylenebilir. Bu sayılarla ilgili değerlendirme için bkz. Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 206-210.

[760]     Dineverî’ye göre 200 (Ahbar, s. 238); Taberî (IV, 277); İbnü’l-Esir (Kâmil, IV, 30, Nüveyrî (XX, 397) ve İbn A’sem’e göre (II, 57) sadece 50 kadardır.

[761] Dineverî, s. 238-239; Taberî, IV, 277; İbn A’sem, IH, 57; Ukaylî, Kerbela, s.470.

[762] Dineverî, s. 339; Taberî, IV, 277; İbn A’sem, İD, 57; İsfahânî, MakâtiL, s. 104; Nüveyrî, XX, 397;

İbnü’l-Cevzi, Muntazam, V, 326; Mahmoud M. Ayoub, “Husayn İbn Ali”, The Orford Encyiopedia, s. 150; Akil, s. 102; Şehristânî, “Hânî b. Urve’nin müsle yapılarak öldürülmesi kamu vicdanında bir korku ve dehşet oluşturdu. Bu korku ise halkın Müslim’i terketmesine yol açtı” demekteyse de henüz bu esnada Hanî’nin öldürülmediği hatırlanmalıdır. Nehda. s. 72.

07                                                                                 •

Dineverî, s. 239; Taberî. IV. 277; İbn A’sem. III, 58; Ibnü’I-Cevzi, Muntazam, V, 326; Zehebî, Mürûc, III, 67; Nüveyrî. XX. 397-398; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 30-31.

8 Ebû Mıhnef, s. 29-30; Dineverî, s. 239; Taberî, IV, 277-278; tbn A’sem, III, 59; İbnü’l-Esir,
Kâmil, IV, 30-31; İsfahânî, Makâtil ,105; İbnü’l-Cevzî, Muntazam, V 326; Nüveyrî, XX, 398.

Ebû Mihnet Maktel, s. 32; Ibn A’sem, III, 59; Ibn Abdirrabbih, IV, 346. on

Taberî, IV, 280; Ibnü’l-Esir, Kâmil, IV, 32; Nüveyrî, XX, 401; İbnü’l-Cevzî, Muntazam, V, 326; Abdurrahman ed-Dab, s. 561.

[767]                 •             ♦

1000 dirhcmlik borcunun ödenmesi, kendisine öldürüldükten sonra müsle yapılmaması, başına gelenlerden Hz. Hüseyin’in haberdar edilmesi ve ona Kûfelilere güvenmemesi ve Mekke’ye gidip orada ikamet etmesinin bildirilmesidir. Geniş bilgi için bkz. Ebû Mıhnef. Maktel, s. 32-33; Dineverî, s. 241; Taberî, IV, 282; Ibn A’sem III, 64-65; Ibn Abdirrabbih, IV, 346-347; Ibnü’l-Esir, Kâmil, IV, 33-34; tsiahânî, Makâtil, s. 108; Welhausen, Partiler, s. 103-104; Ukaylî, Kerbela, s. 470; Köksal, s. 470; Yüksel, s. 79-80.

[768] Ebû Mihnet Maktel, s. 34; Dineverî, s. 241-242; Nüveyrî, XX, 402.

[769]      Ebû Mıhnef Maktel, s. 31; Taberî, IV, 280; Ibn A’sem, 111, 70; İsfahânî, Makâtil, s. 109; Hudarî, Tarik s. 455; Müslim’in bu şekilde öldürülen ve başı kesildikten sonra Şam’a gönderilen (Haşim oğullarından') ilk kimse olduğu kaydedilmiştir. Ibn Kuteybe, İmame. II. 5; EbüT Arab. s. 153; Mes’ûdî. Mfirûc, III, 70; Sıbt, s. 219.

[770] Ebû Mıhnef Maktel, s. 35-36; Taberî (Ebû Mınnef kanahyla), IV, 285; İbnü’l-Cevzî, Muntazam, V, 329; Yezid’in olanları duyduktan sonra memnun olduğu hususunda bkz., Ebû Mıhnef, Maktel, s.35-36; Ebû Mihnetin Taberî tarafından nakledilen rivayette ise Yezid’in bu haber üzerine memnuniyetini gösteren bir bilgi yer almaz, bkz. Taberî, IV, 285.

[771]     Ebû Mıhnef Maktel, s. 36; Taberî, IV, 285-286; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 35; Nüveyrî, XX, 403; îbn

Kesir, Bidâye, VIII, 165; Îbnü’l-Cevzî, Muntazam, V, 329.

[772]   Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 317.

[773]   TariMk 155.

[774]     Ebû Mıhnef Maktel s,22; Taberî, IV, 258; İbn A’sem, m, 41.

[775]               Ebû Mıhnef MakteL s. 36; Ya’kubi, II, 155; Nüveyrî. XX, 403; îbn Kesir, Bidâye. VIII, 164; fbü’t-Cevzî, Muntazam. V, 329.

[776]  Feryâl, s. 72-73.

[777]     İbn Kesir, Bidâye, VIII, 171; Fığlalı, İmamiyye Şiası, s. 97; Akkad, s. 65; Welhausen, Arap Devleti, s. 69; Sıbt, s. 221.

10" Akkad, s. 65.

[779]  Beydûn, S. 187.

[780]     Kerbela, Hz. Hüseyin’in şehid edildiği yerin adı olup, Küfe yakınlarındadır. Bkz., Yakut, Mu’cem, IV, 505

[781]    Belâzüri, bu haberin Müslim tarafından ölümünden 20 küsur gün önce yazıldığını söylüyor. Ensâb. IIL 378.

[782]  Caferiyan, s. 113; Nüveyrî, XX, 405; Beydûn, s. 185; Şemsüddin, s. 189; Akkad, s. 65; Musevî, Kûfelilerin bunca gayretlerinden ve vaadlerinden sonra gitmemesi halinde Hz. Hüseyin’in vebalde kalacağını, Kûfelilere karşı sorumlu hale geleceğini söylemektedir. Dirâsât, s. 96; Vekil, s. 237.

Şemsüddin, s. 189; Ömer Ferruh, s. 133; Caferiyan, s. 113; Kemaleddin Şükrü, s. 44, Musevî, s.96- 97; Tâhâ Hüseyin, s. 990.

Muhammed Mahir Hammâde, Dirasetün Vesîkıyyetün li’t-Tarihi’l-Islâmî ve Masadiruhu min Ahdi benî Ümeyye Hatte’l-Fethi’l-Osmanî li Suriyeti ve Mısır, Riyad 1408/1988, s 27; Abdüsselamzâde Ahmed, Kûfe’de Hz. Hüseyin’e yakınlığıyla bilinen 72 sahabe çocuğunun bulunduğunu bunların Mekke’ye kadar gelerek Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye gelmesi için teşvik ettiklerini belirtiyor, bkz., Kerbeia Vakası, (yazma. Osmanlıca, 147 varak, Süleymaniye Kütüphanesi -Hacı Mahmud Efendi Bölümünde 4727 numarada kayıtlı), İstanbul 1256/1840. s. 35-36

[785]      A. Aziz ed-Dûrî, İlk Dönem İslâm Tarihi, trc. Hayrettin Yûcesoy, İstanbul 1991, s. 113.

[786]  İrfan Ayçan, “Emevi İktidarının Devamında Sakif kabilesinin Rolü”, Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Dergisi, Ankara 1993, sayı 39, s. 68.

[787]  Abdullah b. Ömer’in Hz. Hüseyin’i huruçtan vazgeçirmek için söylediği sözler için bkz. Dineverî, s. 243-244; Taberî, IV, 254; 287-290; İbnü’l-Esir. Kâmil, IV, 37-39; Nüveyrî, XX, 405-408; îbn Manzûr, VII, 139; Zdıebî, Tarih, 8-9; Umeriyyu, s. 241; Vekil, s. 236.

[788]     îbn Manzûr, VB, 140-141; Vekil, s. 237.

[789]  Halîfe, 231; Belâzürî, Ensâb, IH, 376-377; Taberî, IV, 287-290; îbn A’sem, Fütuh, m, 26-29; îbn Abdirabbih. IV, 344-345; EbüT-Arab, s. 143; Îbnü’l-Esir. Kâmil, IV, 37-39; îbn Manzûr. VII, 140-141; Zehebî, Tarih, s. 8-9; Ukaylî, Kerbela, s. 472; Vekil, s. 237.

[790]     Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 224; Bu mektupla ilgili olarak Hsz. İbn Manzûr, Vll, 141-142.

[791]   Ebû Mıhncf, Maktel, s. 38; Bclâzürî, Ensâb, ITI, 375; Tabcrî, IV, 287; Sıbt, Tekire, s. 217; îstahânî, Makâtil, s. 109; İbn Fadlullah el-Umeriyyu, Mesalikü’l-Ebsâr fi Memâliki’l-Emsâr, yayınlayan, Fuad Sezgin, Frankfurt 1409/1989, s. 241.

[792]  Halîfe, s. 233; Belâzürî, Ensâb, İÜ, 375; Taberî, IV, 288; İbnû’l-Esir, Kâmil, IV, 38; îbn Manzûr, VII, 153; Îsfahânî, Makâtil, s. 110.

11 Ayçan, Zübeyriler, s. 50.

12” Ukaylî, Kerbela, s. 480.

U3 Belâzürî, Ensâb, III, 374; Mes’ûdî, Mürûc, IH, 65.

[796] Taberî, IV. 288; İbnüT-Esir, Kâmil, IV, 38; Benzer bir rivayet için bkz. îbn Manzûr, VH, 153.

15 Belâzürî, Ensâb, III, 375: Taberî, IV, 288; Sıbt, s. 217.

[798]      Taberî, IV, 301; îbn A’sem, V, 120; Mes’ûdi, Mûrûe. m, 70.

[799]      Ebû’l-Arab, s. 143; Sıbt, s. 215-216.

[800]      Sıbt, s. 216; Zehebî, Siyer, IH, 304; îbn Kesir, Bidâye, VIH, 177; îbn Manzûr, VII, 142.

[801]  Ebü’l-Arab, s. 143; Sıbt, s. 215-216; Zehebî, Tarih, III. 305; İbn Kesir, Bidâye, VII, 165; Köksal, s. 87; Muhammed Ali, s. 16.

[802]      İbnü'l-Esir. Kâmil, IV, 41; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 182

[803]        İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 42; Hudarî, Tarih, s. 458; Aycan-Sançam, Emevîler, s. 29.

[804]        îbn Abdirrabbih, IV, 347; Ebü’l-Arab, s. 146; Welhausen, Partiler, s. 105.

[805]               Belâzürî, Ensâb, III, 379; Dineverî, s. 247; îbn Abdirrabbih, IV, 347; Ebü’l-Arab, s. 146; Beyhakî, s. 61; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 42; îbn Kesir, VII, 182.

[806]    İktidar Mücadele», s. 244.

[807]           Masum İmamlar, s. 114; Ahmed Ateş, “Hüseyin”, İA, İstanbul 1964, IV, 637; Ayrıca, bu söz için bkz. Taberî. IV, 300; Muhammed Ali, s. 152.

[808]     Devleti, Ömer. s. 187; Benzer bir değerlendirme için bkz. Muhammed Rıza. s.92.

[809] Kadisiyye, Kûfe’ye 15 fersah mesafede, Küfe ile Uzeyb arasında bir mevkidir. Yakut, Mu’cem, V, 331.

[810]       Yüksel, s. 89.

[811]       Mes’ûdî, Mürûc, 111,70; Sıbt, s. 222; Ukaylî, Kerbela, s. 473.

[812]       Sıbt, s. 222; Ndveyrî, XX, 416.

[813]  Geniş bilgi için bkz. Ebû Mıhnef, Maktel, s. 38-60; Dineverî, s. 250; İbn Esir, Kâmil, IV, 46-49; Nüveyrî, XX, 415-419; Sıbt, s. 222; Ukaylî, Kerbela, s. 473.

[814]      Ukaylî, Kerbela, s. 473.

[815] Belazuri, Ensâb, III, İbn A’sem, III, 94; 385; Nüveyrî, XX. 423; Ukaylî, Kerbela, s. 474; Ninova, Küfe arazisinde yer alan bir köydür. Bkz., Yakut, Mu’ccm. IV, 391

[816]      Makdisî, VI. 10; Welhausen, Partiler, s. 107; Fığlah, “Hüseyin”, DİA. XVIII, 519.

[817]      İbn A’sem, III, 95; Aynca bkz. Demircan, iktidar Mücadelesi, s. 251; Yüksel, s. 93.

[818]      Belazüri, Ensâb, IH, 386-387.

[819]       İbn Kesir, Bidâye, VIII, 173.

[820]      Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 261.

141 Yüksel, s. 97.

[822]             Fığlalı, “Hüseyin”, DİA, XVIII, 520; Ömer b. Sa’d’ın görevlendirilişiyle ilgili geniş bilgi için bkz. Belâzürî, Ensâb, HL, 385-386; Ibn A’sem, III, 95-96; İbnü'l-Esir, Kâmil IV, 53; Nüveyrî, XX, 424-425; Kemaieddm Şükrü, s. 64

[823]          Belâzürî, Ensâb, IH, 385-386; İbn A’sem, HI, 95-96; Makdisî, VI, 10; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 53.

[824]          îbn A’sem, 111,96; İbnü’l-Verdî, 1,164; Ukaylî, Kerbela, s. 474.

[825]          Dineverî, s. 253-254.

[826]          Fığlalı, “Hüseyin”, DİA. XVIII, 520; Ayrıntılı bilgi için bkz. Ya’kûbî, II, 156; Belâzürî, Ensâb.

III, 388-89: Ukaylî. Kerbela, s. 474.

[827]         Ebû Mihnet Maktel, s. 40; Taberî, IV, 300-301; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 42.

[828]             Belazuri, Ensâb, İH, 393; İsfahâni, Makâtil, s. 113; Nüveyrî, XX, 434-435 Züheyr el-Bekkî, Mevsâtü Hulefâi’î-Müsliınîn, Beyrut 1994, s. 81.

[829]             Bazı kimseler Hz. Hüseyin’in sadece “beni Yczid’lc görüştürün” dediğini yoksa “gidipte ona biat edeyim” şeklinde bir şey söylemediğini kaydetmişlerdir, bkz. İsfahan!, Makâtil, s. 114; Muaviye Ahsanullah, Hıstory of the Islamıc Worid, New Delhi trz, s. 47

[830]             Onun “Beni Türklerin üzerine gönderin de ölene kadar onlarla savaşayım” dediğini söyleyenler de olmuştur. Zehebî, Tarih, s. 13-14; İbn Abdirrabbih, IV, 347; Ebü’l-Arab, s. 147; İbn Manzûr, VII, 147; Ancak şunu ifâde etmek gerekir ki, bu esnada Türklerle sürdürülen savaşm gündemde olmaması Hz. Hüseyin’in böyle bir söz söylemesini anlamsız kılmaktadır.

[831]             Bunlardan bazdan şunlardır Ebû Mihnet Maktel, s. 48-49; Belâzürî, Ensâb, 111, 389-390; İbn A’sem, III, 103; İbn Abdirrabbih, IV, 347; Ebü’l-Arab. s. 147; Zehebî, Tarih, s. 13-14; Nüveyri, XX. 424-425; ibn Manzûr, VII. 147; Diyarbekri, II, 298; Ebül-Fida, Muhtasar, I, 265: Ibnü'l- Cevzî, Muntazam, V, 336; İsfahanı, Makâtil, s. 114.

[832]        Nüveyrî, XX, 429-430; Sıbt, s. 224; Şemsüddin, s. 216; Muhammed Ali, s. 188.

[833]     Sevratü'l-Hüseyin, s. 216; Ayrıca bkz. Caferiyan, s. 117.

[834]               Geniş bilgi için bkz. Belâzürî, Ensâb, IH, 390-391; İbnü’l-Cevzî, Muntazam, V, 336; Ebül-Fida, Muhtasar, 1,265; İbn Manzûr, VII, 147; İbn Abdirabbih, IV, 347; Zehebî, Tarih, s. 13-14; Ibnü’l- Verdi, I,164; Ebü’l-Arab, s. 147; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 54-55.

[835]        İbn Kuteybe, İmame, II, 6; Belâzürî, Ensâb, III, 384.

[836]              Ebû Mıhnef, Maktel, s. 49-50; Mes’ûdî, Tenbih, s. 278; Makdisî, VI, 12; îbn Kesir, Bidâye, VIII, 198; Vaglierî. “al-Husayn b. Ali b. Ebî Talib”, El2. İÜ. 607; Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 279; Yüksel, s. 110; Fığlalı, “Hüseyin” DİA, XVIII, 520;.

[837]             Fığlalı, “Hüseyin”, DİA, XVHT, 520; Savaş esnasında her iki tarafin mevcuduyla ilgili değişik ve çoğu kere de mübalağalı rakamlar verilmiştir. İbn A’sem, III, 113’e göre Hz.Hüseyin’in 32’si atlı, 4O’ı da yaya olmak üzere 72, Ubeydulah’ın ise 22000 adamı vardı; Sıbtu İbnü’l-Cevzi’ye göre (Tezkire, s. 226) Hz. Hüseyin’in 45 atlı 100’ü de yaya olmak üzere 145 adamı vardı; Abdullah b. Es’ad b. Ali b. Süleymanel-Yâfiî’ye göre (Mir’atü’l-Cinân, Haşiye, Halil ei-Mansûr, Beyrut 1417/1997,1, 107), Ubeydullah’ın ordusunda 12000 kişi vardı. Müderrisi (Aşnra, s. 148)’ye göre bu sayı 30.000; Mir Ahmed (Husaın, s. 166)’e göre ise 55000 idi. Ya’kubî’ye göre Hz. Hüseyin’in taraftarı sadece 62 veya 72 idi. 11, 158, Ebû Mıhnefe göre ise (Maktel s. 58), Ubeydullah’ın ordusunda en az 40.000, Hz. Hüseyin’in ordusunda ise çok az insan vardı.

[838]             Ebû Mıhnef, Maktel s. 89; Belâzürî, Ensâb, 111,409; Ebü'l-Arab, s. 150, Taberî, IV, 349; İbnü’l- Esir, Kâmil, IV, 77; Diyarbekri, II, 298; İsfahan!, Makâtil s. 118.

Bu ismi zikreden tarihçiler meçhul siğa kullanarak tereddütlerini ortaya koymuşlardır, bkz. Belâzürî, Ensâb, III, 409; İbn A’sem, III, 137; Diyarbekri, II, 298;.

[840]          Ebû Mıhnef, Maktel, s. 89; Belâzürî, Ensâb, III, 411; Taberî, IV, 348; İbnü’l-Esir, Kâmil, TV, 79.

[841]             Ebû Mıhneft Maktel, s. 88; Taberî, IV, 347-348; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 77-78; İsfehânî, Makâtil, s. 118-119.

[842]             Kûfe’nin Kerbela yakınlarında bulunan köylerinden biridir. Burası düz bir bölgeydi. Benî Esed kabilesi mensuplan burayı ekip biçerlerdi, bkz., Yâkut, Mu’cem, IV, 207; İbrahim Musevî, Cevle fî’l-Emâkini’l-Mukaddese, s. 7.

[843]             Ebû Mıhnef, Maktel s. 89; Belâzürî, Ensâb, 111,411; Taberî, IV, 348, İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 79; Haşan İbrahim Haşan, Zuamâu’l-İslâm. Kahire 1980, s. 201-202: İbn Teymiyye, Feteva. IV, 507; Nüvcyrî ise Hz. Hüseyin ve yakınlarının öldükleri gün demoiunduklannı söylüyor. Nihaye. XX. 463.

[844]                                                                                                                                                                                                                       • a

Zehebî, Siyer, III, 309; Bu şahsın Enes b. Mâlik olduğunu söyleyenler de vardır, bkz. Makdisî, VI, 12; İta Manzûr, VIII, 117; Cemalüddin Ebü’l-Mehâsin Yusuf ibn Tağriberdî, en-Nücûmu’z- Zâhire, ta’lik ve taktim Muhammed Hüseyin Şemsüddin,Beyrut 1413/1992,1,203; îbn Teymiyye, Mecmû’l-Feteva, cem ve tertib Abdurrahman b. Muhammed b. Kasım, yy ve trz., IV, 507-508; Aynı şekildebu bu ikazı yapan kimsenin Zeyd b. el-Erkam olduğuna dair rivayetler de bulunmaktadır, bkz. Belâzürî, Ensâb, III, 412-413; Dineverî, s. 260; Taberî, IV, 349; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 80; Nüveyrî, XX, 464; Sıbt, s. 231; Îbnü’l-Verdî, I, 164;.

[845]          Taberî, IV, 351; Nüveyrî, XX, 464; Makdisî, VI, 12.

[846]          Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 299.

[847]          Şehristân, s. 149.

[848]            İbn Teymiyye, Feteva, IV, 507; Ukaylî, Kerbela, s. 477; Şemrî, s. 144-145; Demircan, “İbn Teymiyye’ye Göre Yezid”, s. 133

[849]             Ebû Mıhnef, MakteL s. 101-108; Belâzürî, Ensâb, III, 416; Taberî, IV, 352; İbn A’sem, 111, 148- 149; Ebü’l-Arab, s. 151; İbnû’l-Esir, Kâmil, IV, 85; Sıbt, s. 234; ez- Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî, DüvelüT-İslâm, Mûesesetü'l-Alemi 1405/1985, s. 37; Nüveyrî, XX, 467; Gıraguryus el-Meitî İbnü'l-İbri, Tarihu Muhtasari’d-Düvcl, Beyrut 1986, s. 111; Diyarbekrî. D, 299; Makdisî, VI, 12; İbnü’l-İmâd, IV, 275; Yâfiî, I, 109

[850]          İbn Teymiyye, Feteva, IV, 507-508.

[851]          bkz. İbn Teymiyye, Ra’sü’l-Hüseyin, thk., es-Seyyid Cemili!, Beyrut 1408/1988, s. 207-209.

Adnan Demircan, “îbn Teymiyye’ye Göre Yezid Muaviye’nin Durumu”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Şanlı Urfa 1996. sayı H, s. 135.

Useylî, kaynak göstermeden Ubeydullah’ın böyle yapmasını Yezid’in emrettiğini söylüyor ki, bu pek mümkün görünmemektedir. Çünkü Hz. Hüseyin’in ölümüyle başının Kûfe’den gönderilmesi sadece 2-3 gün sürmüştü. Şam ile Kûfe’nin uzaklığı göz önüne alındığında Useyli’nin sözünün mümkün olamayacağı anlaşılacaktır. Useylî. s. 563.

[854]          Taberî, IV, 351; İbn A’sem, III, 148; Nüveyrî, XX, 467.

[855]             Ebû Mıhnef, Maktel, s. 113; Ya’kubî, II, 159; Belâzürî, Ensâb, III, 417; Ebü’l-Arab, s. 151; Taberî, IV, 356; İbnû’l-Esir, Kâmil, IV, 85; Makdisî, VI, 12; İsfahânî, Makâtil, s. 119; Nüveyrî, XX, 467-468; Hâin, XVIII, 552.

[856]             Ebû Mıhnef, Maktel, s. 113; Ya’kubî, 11, 159; Belâzürî, Ensâb, 111, 417; Ebü’l-Arab, s. 151; Taberî, IV, 356; İbnüT-Esir, Kâmil, IV, 85; Makdisî, VI, 12; İsfahânî, Makâtil, s. 119; Nüveyrî, XX, 467-468; Ebû Mıhnef ayrıca “Yezid’in bu esnada hem içki içtiğini han de elindeki sopayla Hz. Hüseyin’in dişleriyle oynadığını” rivayet ediyor. Maktel, s. 113; Hâiri ise Ebû Mıhnef in kaynaklarda yer almayan başka bir rivayetinden bahisle şunları nakletmiştir: “Hz. Hüseyin’in öldürüldüğünü müjdelemek üzere müjdeci geldiğinde Yezid, huzurundaki bir grup Benî Ümeyye ile birlikte oturuyordu. Ayaklarım sıcak su dolu bir leğene koymuştu. O esnada bir doktor da kendisini muayene ediyordu. Ayrıca şarkıcılar def çalıp, dans ediyorlar ve şarkı söylüyorlardı, işte bu sırada müjdeci geldi. Olayı anlatınca Yezid, büyük bir sevinç gösterdi. Şarkıcılardan seslerini yükseltmelerini istedi. O kadar sevinmişti ki yerinde duramıyordu. Hatta oturduğu yerden düştü. Yüzü ve başı yaralandı. Ön dişlerinden 8’i kırıldı. Sağ gözü rahatsızlaştı ve doktor tedavi etmek zorunda kaldı." Dâiretü’I Meârif. XVIII. 552.

[857]       Fütûh, IH, 148-149.

[858]         Mir’atfi’l-Cinân, s. 109; Ayrıca bkz. Diyarbekrî, II, 299; Muhannned Rıza, s. 138-139; İbnü’l- Verdi, I, 164; Hudarî, Tarih, s. 459.

[859]       Ensâb, İÜ, 416.

[860]            Dineverî, s. 267; îbn Kesir, VIII, 209; Makdisî, VI, 12; İsfahâni, Makâtil, s. 119; Nüveyrî, XX, 495.

[861]             îbn Kesir, Bidâye, Vni, 209; Nüveyrî, XX, 495; İbn Tolun, Kaydü’ş-Şerid, s. 44-45; İbn Hişam, bu şiirin Abdullah b. ez-Ziba’rî tarafından Uhud savaşında öldürülen müşrik yakınlan için söylendiğini ifade ediyor. Siryer, III, 97.

[862]            İbn Kesir, Bidâye, VIII. 209; Nüveyrî, XX, 495; îbn Tolun, Kaydü’ş-Şerid, s. 45; Feryâl, s. 83; Demircan. İktidar Mücadelesi, s. 299-300.

Ebû Mıhne£ Maktei, s. 111-112; Beiâzüri, Ensâb, III, 417-418; Taberi, IV, 352; İbn A’sem, m, 148-149; tbn Abdirabbih, IV, 349; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 82-83; Diyarbekri, II, 299; Feryâl, s. 73-74; Şemrî, s. 91.

[864]            Beiâzüri, Ensâb, III, 419; Taberi, IV, 352-353; İbn Abdirabbih, IV, 349; İbnüT-Esir, Kâmil, IV, 82-83; Nüveyrî, XX, 467-468; Diyarbekri, II, 299;.

[865]          İbn A’sem, IH, 148-149.

[866]          tbn Kuteybe, Imâme. II, 7; Beiâzüri, Ensâb, III, 424.

[867]             Geniş bilgi için bkz. İbn Kuteybe, Imâme. II, 7; Beiâzüri. Ensâb, III, 417-425; Taberi. IV. 356- 359; Nüveyrî, XX, 475; İbnü’l-Esir, Kâmil. IV, 87; Makdisî, VI, 12; İbnü’l-Verdî, I, 164-165.

[868] *                           •

Îtaü’l-Imad, IV, 275; Nüvcyrî, XX, 475-Nüvcyri’yc göre Hz. Hüseyin’in başının Medine’ye gönderilmesinin iki sebebi vardır. 1. Halk bunu görsün de ders alsın 2. İta Zübeyr’e göz dağı verilmiş olsun. Nihaye, XX, 480.

Belâzürî, Ensâb, IH, 416-419; Nüveyrî, XX, 481; İbn Teymiyye, Ra’sü’l-Hüseyin, s. 175-210;

İta Kesir, Bidâye, Vffl, 221; Rahman, s. 102-103; Hitti, Tarih, I, 303.

[870] Bunlardan bazıları şu şekildedir: Gök yüzünün ağlaması, Şam ve Beytü’l-Makdis’te kaldırılan her taşın altında kan görülmesi, Yıldızların bir biriyle çarpışmaları, Dünya’nın yedi gün durması, Güneş’in tutulması, Gökyüzünün altı gün süreyle kıpkırmızı olması vs. Geniş bilgi için bkz. Ebû Mıhnef. Maktel, s. 83-84; Belâzürî, Ensâb, III, 413^125; Tatarî, IV, 347 vd; Ebül-Arab, s. 153- 154; İbnü'l-Esir, Kâmil. IV, 88-90; Suyûtî. s. 207; Zehebî. Tarih, s. 14-16; ita Manzûr. VII. 149- 150.

[871]        Fitne, s. 1028.

[872]           Işş, s. 181-182.

[873]            Muhammed Rıza, s. 103; Cemili, s. 21-22; Musevî, s. 105; Muhammed el-Gazzâlî, “Şehidü

Kerbela”, Livâu’l-İslâm. Riyad 1384/1965, sayı 1, s. 648

Cemîli, s. 21-22; Muhammed Rıza, s. 103.

“°3 Cemîli, s. 22; M. Rıza, s. 103; Hudarî, Tarih, s. 460.

[876]                                                                                                                                                                                                                      .

Akkad’a göre bunda yadırganacak bir durum yoktur. Çünkü savaşa veya yolculuğa (hicrete) giderken çoluk çocuğun da beraber götürülmesi bir Arap geleneği idi. Böylece bunların da katkısı sağlanmış olacaktı ve kurtuluşa hep birlikte erişilecekti. Nitekim bu adet Peygamberimiz (s.a.v) tarafından da uygulanmıştır. Peygamberimiz (s.a.v) herhangi bir harbe çıkarken zevcelerinden birini veya birkaçını beraberinde götürüyordu.Ebü’ş-§ûbcda cl-Hfiscyin b. Ali, s. 87.

"05 îbn Temiyye, Feteva, IV, s. 505.

[878] “Hüseyin”, İA, V, 639.

0' Emevîler Dönemi, s. 52.

ine                                                                                                                                                                                                       *

Işş, s. 178; Abdûlhüseyin Zerrinkûp da benzer şeyler söylemektedir, bkz., Tarihu Iran Ba'de ez- İslam, Tahran 1343, s. 213

09 Kerbelâ. s. 477-478; Ayaca bkz. Vekil, s. 245.

10 İbn Teymiyye, Feteva. IV, s. 505, Welhausen, Partiler, s. 113-114; Vekil, s. 245.

[883] Köksal, s. 3-4.

[884]Masum İmamlar, s. 126; Benzer değerlendirmeler ve Kûfeiililerin özellikleriyle ilgili olarak bkz. Hanunâde, s. 45; Ukaylî. Kerbela, 478-479; Haşan Onat. “Şiîliin Doğuşu Meselesi”, AÜİFD, XXX VI, 110; Sarıçam, s. 289-290.

[885]             Kerbela’da Hz. Hüseyin ve taraftarıyla çarpışan ordunun tamamının İraklılardan (Kûfe-Basra) oluştuğu, Suriyeli bir askerin bile bulunmadığı söylenmektedir, bkz. Mes’ûdî, Mürûc, III. 71; Aynca bkz., Hudarî, Tarih, s. 459; Ömer Ferrûh, s. 134.

[886]          Abdüllatif, 477; Abdullah b. Ali Müsned. s. 27; Ukaylî. Kerbela, s. 475.

[887]         Hanunaş, s. 157; Abdûllatifj 477; Hammâdî, s. 44; Ukaylî, Kerbela, s. 477.

16 Hammâdî, s. 44.

"■17 Kerbela. s. 478.

-M 9

Ra’sül’l-Höseyin. s. 207.

[891]             Ahmet Ağırakça, Emeviler Döneminde Saltanata Karşı Hilafet Mücadeleleri, İstanbul 1992, s. 113-114.

[892]         Işş, s. 179.

Ümeviyye, s. 180.

Emeviyye, s. 199.

[895]            İbn A’sem, Yezid’in Kerbela olayından sonra Küfe ve Basra valiliğinin tamamını îbn Ziyad’a verdiğini ayrıca 1.000.000 dirhemle de ödüllendirdiğini belirtiyor. Fütûh, İÜ, 156-157; Demircan ise bu haberle ilgili olarak şunları söylüyor: Bu rivayeti destekleyecek başka bilgi bulunmadığı için Şiî kaynaklı olması muhtemel olan söz konusu rivayete olan güveni azaltmaktadır.” iktidar Mücadelesi, s. 356-357.

[896]           Işş, s. 172.

[897]           Vekil, s. 225.

[898]       İftitah. s. 32.

777

£mevî-Haşimi İlişkileri. s. 330-331.

[900] Muhalefet Partileri, s. 114-115.

Denıircan. iktidar Mücadelesi, s. 357

'3v Müdemsî. s.

[903]       Fığlalı, “Hüseyin”, DİA, XVIII, 521.

[904]        Hatipoğlu, Hadis Münasebetleri, s. 47; Ayrıca bkz. H. İbrahim, Zu’âmâü’l-İslâm, s. 205;

Brockeiman, s. 128; Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 386.

Imâmetü, 1,407; Benzer ifadeler için bkz., Zerrinkûp, s.417

[906] Conrad, s. 721; Şehristânî, s. 24; Mahmoud M. Ayoub. “Husayn îbn Ali”, The Oxford Ene, s. 151.

İmamiyye Şiası, s. 112.

[908]          Bahriye Üçok, İslam Tarihi, Emevîler-Abbâsîler, Ankara 1979, s. 43; Demircan, iktidar Mücadelesi, s. 387.

[909]          Welhausen, Partiler, s. 116-117; Müsned, s. 29; Haşan Onat, Şiî Hareketleri, s. 73-74; Demircan, İktidar Mücadelesi, 309-325; Ukaylî, Kerbela, s. 483.

[910]            Akil, s. 105; Ayrıca bkz. Hitti, Tarih, II, 204; Yiğit, “Emevîler”, DİA, XV, 90.

[911]        İmâmetü. 1,407.

40 Nehda. s. 24.

[913]     İmâme, 1,403; Ayrıca bkz., Muğniyye, s. 64; Müderrisi, s. 39.

[914]              Sözlüklerde “Yezit, nefret edilen kimseler için kullanılan bir sövgü sözü”, Yezitlik, Yezit olma durumu, kötülük, hainlik” anlamında kullanılmıştır. Türkçe sözlük, Türk Dil Kurumu, Ankara, 1982, s. 867.

[915]         Müsned, s. 20 vd.

i44 Fığlalı, îmamiyye ŞiasL s. 105.

Peygamber’den işitilen bir hadis-i şeriftir ki, bu hadis-i şerifte Mekke’de savaşmanın haramhğı söz konusu edilmektedir. İbn Sa’d’ın kaydettiğine göre Ebu Şüreyh, Amr b. Saîd’e şöyle demiştir: “Ben Rasulullah’ın şu şekilde buyurduğunu işittim: “Allah (c.c), günün, bir anında Mekke’de savaşmam için bana izin verdi.Sonra eskisi gibi Mekke'de savaşılmasını haram kıldı.” Tabakât, V, 185.

[918]        Mekke’nin Taif istikametinde bulunan bir vadisidir. Yakut. Mu’cem, IV, 51

[919]         Belâzürî, Ensâb, V, 330; Selûmî, H, 45; İbnü’l İmâd, 1,271-272.

[920]

Taberî, IV, 255; Orduya katılanlarm sayısının 4000 olduğunu söyleyenler de bulunmaktadır. Ancak bu sayının Medine’den harekete geçildiği esnada mevcut olduğu, yolda ise büyük çoğunluğunun birliklerini terkettiği söylenebilir, krş. bkz. Belâzürî, Ensâb. IV, 330; Kıster, s. 35; Selûmî, İL, 45.

[921]        Belâzürî, Ensâb, V, 330; îbn Sa’d, V, 186; Bir başka ifadeyle bunların çoğu aslında asker değildi.

[922]         Belâzürî, Ensâb, V, 330; Ayrıca bkz., Ahmed İsmail, s. 179; Selûmî, II, 45; Kıster, s. 35.

[923]         İbn Sa’d, V, 186; Belâzürî, Ensâb, V, 333; Ebû’l-Arab, s. 144; İsfahânî, Egânî, XIV, 232; Ibnü’l-

İmâd, 1,271; Selûmî, II, 48.

[924]         Ahsanullah. s. 46; Zübeyr el-Bekkî, I, 81.

[925] Harra, s. 35-36.

Welhausen, Arap Devleti, s. 69-70.

[927]         Üçok, s. 40

[928]         Küçûkaşçı Medine, s. 90; Bu tayin ve azille ilgili olarak bkz. Belâzürî, Ensâb, V, 334; Taberî, IV,

366-367; tbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 100, Selûmî, II, 49.

2" Belâzürî, Ensâb, V, 335; Taberî, IV, 367-368; İbnü’l-Esir. Kâmil, IV, 102.

[930]         Taberî, IV, 368

[931]            îbn Sa’d, V, 66; Belâzüri, Ensâb, V, 341; Taberî, IV, 371; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV; 111-112; Diyarbekri, II, 300; Ibnü'I-îmâd, IV, 283; Hudarî, Tarih, s. 461; Muhammed Hüseyin Hudarî, Nakdu Kitabu fi’ş-Şi’ri’l-Câhilî, thk., Ali er-Rıda et-Tunûsî, Beyrut trz., s. 165; Welhausen, Arap Devleti s. 72; Koyuncu, s. 107-108.

[932]             Taberî, IV, 370; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 111-112; Welhausen, bunlarla ilgil olarak şöyle demektedir: “Bu heyetin mensuplan filvaki Zübeyr taraftan olmamakla beraber, Ümeyye aleyhdarı olan umumî efkârın nüfuzlu mümessilleri idiler.” Arap Devleti, s. 72.

[933]       Belâzürî, Ensâb, V, 337.

[934]       Kışta-, s. 36.

[935]       İbn Sa’d, V, 66; Halîfe, s. 237; Belâzürî, Ensâb, V, 338; Taberî, IV, 380; îbn Abdirrabbih, IV, 355;

Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 102-103; Diyarbekrî, II, 300; Nüveyrî, XX, 486-487; Îbnü’l-İmâd, IV, 283.

[936]       Belâzürî, Ensâb, V, 337-338; 352-353; Taberî, IV, 380; İbnüT-Esir, Kâmil, IV, 103; Dozy’e göre

onların “Hırsızlar ve haydutlar” diye nitelendirdikleri bedevilerdir. Yezid, çölde yetiştiği için fırsat buldukça haydutluk yapsalar bile bu çöl evlatlarına çok önem veriyordu.” Tarih, s. 226.

[937]      Taberî, IV, 380; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 103; İbn Abdirabbih, IV, 355.

[938]         *

Ibn Abdinabbih, IV, 355; Ukaylî ise Medinelilerin Hanzala’ya sordukları soruyla ilgili şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Anlaşıldığı kadarıyla Medinelilerin bizzat kendileri bile Yezid’e karşı yapılan ithamlar hususunda bu heyetin sözlerinden mutmain değillerdi. Bu sebeple de Abdullah b. Hanzala’ya garip garip sorular soruyorlardı...” Vakatü’l-Harre, s. 161.

krş, bkz. Taberî, IV, 368; Isfahanı, Egânî, 1,28.

[940]      Ibn Sa’d, V, 66.

[941]      Mesûdî’ye göre Firavn’dan daha da kötü bir yaşantı idi. Mürûc. III, 78.

[942]     Kıster, s. 37-38; Ukaylî, Vak’atü’l-Harre, s. 162.

[943]      Îsfahânî, Egânî, I, 28-29; îbn Kesir, Bidâye, VIII, 236-237; Biraz farklılıkla îbn A’sem, III, 163-

164; îbn Tolun, Kaydü’ş-Şerid, s. 42-43; Feryâl ise bu rivayet’le ilgili olarak şunu ilave ediyor: “Şayet onların iddia ettiği gibi Yezid, Muhammed b. Hanefiyye’ye karşı gerçek durumunu gizlemiş olsaydı bunu Medine’den gelen heyete öncelikle yapardı. Çünkü, buradan gelenler Şam’da gördüklerini beldelerine anlatmak üzere gelmişlerdi. Dolayısıyla Yezid, adı geçen kötü fiilleri-şayet var idiyse-öncelikle bunlardan gizlerdi. Oysa rivayete göre Yezid, kendisini adeta teftiş için gelenlerin yanında iddia olunan fiilleri işlemeye devam etmiştir ki bu pek mümkün görünmüyor. Üstelik Muhammed b. Hanefiyye’nin Yezid hakkındaki şahitliği diğerlerinkinden daha makbuldür. Zira O uzun süre onunla birlikte bulunduğunu bildirmektedir. Diğerleri ise çok kısa bir süre onunla birlikte bulunmuşlardır.“Yezid, s. 125-126.

[944] *                                   •

Ibn Kuteybe, Imâme, I, 177; Beyhakî, s. 65.

[945]

Vâkıdî’nin sika (güvenilir) bir ravi olduğu ifade edilmiştir. Ibn Hacer, Tehzibû’t-Tehzib, IX, 366.

[946]        •

Ibnü’n-Nedim, s. 144.

[947]       Ezrâki, II, 202; Ebü’l-Arab. s. 162.

[948]        Ebü’l-Arab, 173.

[949]       Ukayli, Vakatü’l-Harre, s. 165

[950]       Ebü’l-Arab, s. 159-161; Semhûdî, I, 127-130.

[951]       İbn Kuteybe, Imâme, I, 176-177; Ya’kubî, İT, 144-165.

[952]        Semhûdî bu şahsın Abdurrahman b. Ebî Ahmed b. Cahş olduğunu söylemiştir. Vefâü’l-Vefa, I,

127; İbn Kuteybe ise ibn Mina değil de İbn Misa şeklinde telafiuz etmiştir. Oysa diğer kaynaklarda İbn Mina şeklinde yazılmıştır. Imâme, 1, 176-177.

[953]       Savâfi, “Safiyye” kelimesinin çoğulu olup, sahibinin bırakıp gittiği mal ve topraklara denir. Geniş

bilgi için bkz. Mustaf Fayda. Hz. Ömer Zamanında Gayr- Müslimler, İstanbul 1989, s. 36

[954]        Ebü’l-Arab, s. 160-161.

Ebü’l-Arab, s. 159-160; Semhûdî, I, 127-128; Aynca bkz. Kışta-, s. 38-39; Ukaylî, Vak’atü’l- Harre, s. 163-164

[956]     Ebü’l-Arab, s. 160-161; Semhudî, I, 128; Aynca bkz. Kıster, s. 39; Ukaylî, Vak’atü’l-Harre, s.

169

[957]     Belâzürî, Ensâb. V. 339; Taberî, IV, 369; Îbnü’l-Esir, Kâmil. IV, 104

[958]     Ebü’l-Arab, s. 161.

[959]      Küçükaşçı, “Hane Savaşı”, DİA, XVII, 245.

[960]      Miktarı, 150.000 vesk hurma ve 100.000 vesk buğday idi. bkz. Semhûdî, L, 127; Ebû’l-Arab, s. 159.

[961]       Ukaylî, Muaviye’nin bu kadar geniş bir araziye hangi yollarla sahip olduğu hususunda detaylı

bilgiler sunmaktadır. Vak’atfl’l-Harre, s. 165-169

[962]       M. Mahfuz Söylemez, Kuruluşundan Emevilerin Başlangıcına Kadar Küfe Şehrinin Siyasi

Tarihi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Ankara 1995, s. 102.

36 İbn Kuteybe, İmame, 1, 176.

[964]

Kışta-, s. 47,49; Ayrıca bkz. İbrahim Beydûn, s. 190.

[965]     Üçok, s. 43

[966]     Belâzürî, Ensâb, V, 337; Taberî, IV, 367-368.

[967]      Kûçükkaşçı, Medine, s. 97.

[968]      Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 387.

[969]      Welhausaı, Partiler, s. 116-117; Müsned, s. 29; Onat, Şiî Hareketleri, s. 73-74; Ukaylî, Kerbela,

s. 483; Demircan, İktidar Mücadelesi s. 309-325.

[970]       Halîfe, s. 237; Dineverî, s. 265; Belâzürî, Ensâb, V, 340; Taberî, IV, 380; tbnû’l-Esir, Kâmil, IV,

103; Mesûdî, Tenbih, s. 280; Semhûdî, I, 128; Dozy, Spanısh İslâm, s. 54; a.mlf., Tarih, s. 226.

[971]       îbn A’sem, III, 163-164; İsfâhânî, Egânî, I, 28-29; Diyarbekrî, n, 300; İbn Kesir, Bidâye, VIII,

236-237; İbn Tolun, Kaydü’ş-Şerîd, s. 42-43.

[972]       Akyüz, s. 122.

[973]        İbn Sa’d, IV, 138; İsfâhânî, Egânî, s.28-29; Ayrıca bkz. İbn Kesir, Bidâye, VIII, 236-237;

Küçükaşçı, "Harre Savaşı”, DİA, XVIII, 245; Mehmet Bahûddin Varol, “Harre Vakası-Sebep Sonuç-İlişkisi”, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Konya 1997, sayı: VII, s. 522- 523.

[974]       Belâzürî, Ensâb. V, 339; Taberî, IV, 371; İbnü’l-Esir. Kâmil. IV, 111; Mes ûdî. Tenbih. I. 279:

Semhûdî. I, 128.

[975]       Kûçükaşçı, Medine, s.98.

[976]       Belâzürî, Ensâb, V, 339. Taberi, IV, 371.

[977]       Belâzürî, Ensâb, V, 340; Taberi, IV, 371; tbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 111-112; Hm Kesir, Bidâye,

VIII, 221; Semhûdî, I, 128; Welhausaı, Arap Devleti, s. 73.

[978]        Ebü’l-Fadl İbrahim Muhammed ve arkadaşı, Eyyâmü’l-Arab fi’l-İslâm, Beyrut, 1988/1408, s.

414; Işş, s. 175.

[979]       Taberi, IV, 371; İbnü’l-Esir, Kâmil IV, 111-112; Hudari, Tarih, s. 461.

[980]       Küçükaşçı, “Harre Savaşı”, DİA. XVIII, 245.

[981]     Belâzürî, Ensâb, V, 340; Taberî, IV, 371; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 112; İbnü’l-Cevzî, Muntazam,

VI, 13; Nüveyrî, XX, 488; Welhausen, Arap Devleti, s. 73.

[982]     Taberî, IV, 371; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 111, Semhûdî. I, 128; ibn Kesir, Bidâye, VIII, 221;

Belâzürî, bu teklifin İbn Ziyad’a da yapıldığından bahsetmez. Ensâb, V, 340; Diğer taraftan İsfahânî bu görevin ilk olarak Sahr b. EbiT-Cehm el-Kaynî’ye teklif edildiğini, ancak bu şahsın ordununu harekete geçmesinden az önce ölmesi üzerine yerine Müslim b. Ukbe’nin geçirildiğini söylemektedir. Egânî, I, 31; îbn A’sem’e göre ise söz konusu teklif ilk olarak Dahhak b. Kays’a yapılmıştır. Fütûh. III, 179.

[983]    Halîfe, s.238; İbn Abdirabbih, IV, 354; İbnüT-Esir, KâmiL IV, 112; Nüveyrî ise bu rivayeti meçhül

siga ile naklediyor. Nihâye, XX. 488.

[984]

Egânî, 1,31-32; Dozy, Spanışh İslam, s. 57.

[985]

Dozy, Spanışh İslam, s. 57.

[986]         Göğüste şişme ve su toplanması şeklinde tezahür eden bir hastalık türü. Bkz. Lisanü’l-

Arab,..................... maddesi, VII, 420.

[987]       Ezrâkî, 1,139; Belâzürî. Ensâb, V, 343; îbn A’sem, III, 179; Selûmî, II, 64.

[988]

Dozy, Spanışh İslam, s. 57.

[989]       Akyüz, s. 281.

[990]        Belâzürî, Ensâb, V, 340; Taberî, IV, 372; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 112-113; îbn A’sem’e göre

süvarilere 200, yaya olarak şavaşa katılacaklara ise 100’ er dinar maûnet verilmiştir. Fütûh, III, 180.

[991]       Ya’kubî, II, 165.

[992]       îbn A’sem, IH, 180.

[993]       Ebü’l-Fida, Muhtasar, 1,267.

[994]         *                             •

îbn Kuteybe, Imâme, II, 7.

[995]        Belâzürî, Ensâb, V, 340; Taberî, IV, 271; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 112; îbn Tağriberdî, I, 209;

Semhudî, 1,128; Welhausen, Arap Devleti, s. 73.

[996]    İmame, I, 179.

[997]        Taberî, IV, 373; Hitti, Tarih, I, 304; Küçükaşçı, Medine, s. 100; a. mlf., “Harre Savaşı”, DİA,

XVIII, 246.

[998]

Welhausen, Arap Devleti, s. 73, 1 dn.

[999]     Dineverî, s. 263; Belazürî, Ensâb, V, 340-341; Taberi, IV, 372; Karamanı, II, 12; Nüveyrî, XX,

389; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 112-113; Îbnü’l-Cevzî, Muntazam, VI, 13.

[1000]   Ebü’l-Arab, s. 162; Ayrıca bkz. Mesûdî, Tenbih, s. 279; Semhûdû, I, 131.

[1001]    Feryâl, s. 82-83; Şemrî, s. 119; Ukaylî, Vakâtû’l-Harre. s. 169-170; Welhausen, Arap Devleti, s.

74.

[1002]   Bu konuşma bkz. İbn Sa’d, V, 145; Ayrıca bkz. Ukaylî. Vakâtü’l-Harre. s. 169-170.

[1003]   Belâzürî, Ensâb, V, 340; Taberî, IV, 372; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 113; Semhûdî, 1,129.

Q7

Lammens, Le Calıfat de Yazıd, 237; Kıster, s. 48-49.

[1005]   Ebü’l-Arab, s. 162, 173.

[1006]   Dozy, Tarih, s. 226; Küçükaşçı, “Harre Savaşı”, DİA, XVIII. 245.

[1007]             Hayyât, s. 237; Dineverî, s. 265; Taberî, IV, 374; İbn Abdirrabih, IV, 355; îbnü’l- Esir, Kâmil, IV, 115; Lammens, Le Calıfat de Yazıd, s. 245.

[1008]              Taberî, IV, 374; tbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 115; Semhûdî, I, 129; Lammens, Le Calıfat de Yazıd, 239; Küçükaşçı, “Harre Savaşı”, DİA, XVIII, 246; Ukaylî, Harre, s. 170.

[1009]     Ukaylî, Harre, s. 170.

[1010]              Halîfe, I, 237; Belâzûrî, Ensâb, V, 342; Taberî, IV, 374; tbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 115; Lammens, Le Calıfet de Yazıd, s. 245; Küçükaşçı, Medine, s. 103.

[1011]     Semhûdi, 1,129; Mesûdî, Tenbih, s. 280.

[1012]     Halîfe, 1,237; Taberî, IV, 374; Zehebî, Tarih, s. 24.

[1013]             Medine ile Şam arasında bir vadidir. Şam’dan giden hacıların yolu üzerindedir. Yâkut, Mu’cem, IV, 384, 397; Ubeydullah b. Abdullah tbn Hurdazbeh. el-Mesâlik ve’l-Memâlik. Leiden 1889, s. 150

U7 îbn Sa’d, III, 39; Belâzürî, Ensâb, V, 341; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 112-113; Ebü’l-Fadl, Eyyamü’I-Arab, s. 414-415; Dozy, Mervan’m böyle yaparak yeminine sadık kaldığın söylüyor.Ona göre Mervan yemin ettiği için Müslim’e bilgi vermemiş, gerekli şeyleri oğu Abdul Melik’e söyletmiştir. Çünkü o, Medinelilere, herhangi bir konuda yemin vermemişti. Spanışh İslam, s. 58.

[1015] îbn Sa’d, V, 225; Belâzürî, Ensâb, V, 341; Taberî, IV, 373; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 114; îbnü’l- Cevzî, Muntazam, VI, 14; Dozy, Spanışh İslam, s. 59; Lammens, Le Calıfat de Yazıd, s. 237- 238; Riyad îsa, Abdülmelik’in bu tavsiyelerle şunları elde etmek istediğini belirtiyor: 1. Abdülmelik, iktidarın Yezid’e kalmasını istemiştir. Çünkü Yezid, Emevî, ailesine mensuptu. Böylece iktidar Emevîlerde kalmış olacaktı. Bu da iktidarın, kendi ailesine geçişini kolaylaştırmış olacaktı. 2. Medine’de kendi ailesine ve diğer Ümeyye Oğullarına karşı yapılan muameleden dolayı Medinelilerden intikam almış olacaktı. Niza, s. 67.

Belâzürî, bunların tamamının 4000 kişi olduğunu ve çok azınm Yezid’in yanma gittiğim, diğerlerinin ise Müslim ile birlikte Medine’ye döndüğünü söylüyor. Ensâb, V, 346.

[1017]             Medine’de iki adet harre bulunuyordu. Medine’nin doğusunda bulunan haneye Harretü’l-Vâkım adı verilmiştir, bkz. Yâkut. II, 249; Lammens, Le Cahfat de Yazıd, s. 238.

[1018]      Belâzürî, Ensâb, V, 342; Taberî, IV, 374, Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 115; Nüveyrî, XX, 491.

[1019]            Belâzürî, Ensâb, V, 342; Taberî, IV, 374; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 115; Küçükaşçı, Medine, s. 104.

[1020]             Belâzürî, Ensâb, V, 343; Taberî, IV, 374; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 115; Semhûdî, I, 129; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 219; Welhausen, Arap Devleti, s. 73; Lammens, Le Cahfat de Yazıd, s. 242-243.

[1021]      Lammens, “Müslim b. Ukbe”, İA, İstanbul 1960, VIII, 824.

[1022]       Lammens, Le Cahfat de Yazıd, s. 241-242; Dozy, Spanışh İslam, s. 58-59.

[1023]            Belâzürî, Ensâb, V, 343; Taberî, IV, 374; İbnül’l-Esir. Kâmil, IV, 115; Semhûdî, L 129; Lammens, Le Cahfat de Yazıd, s.246.

[1024]      Semhûdî, 1,129.

Lammes, bunların evlilik yoluyla Umeyye oğullarıyla, akrabalık kurmuş olduklarının söylüyor, Le Cahfat de Yazıd. s. 247-248.

[1026] Halîfe, s. 238; Belâzürî, Ensâb, V, 345-353; Taberî, IV, 381; Ebü’l-Arab, s. 164; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 118; Semhûdû, I, 130; Nüveyrî, XX, 493; Işş’a göre bu ihaneti yapanlar Benî Fezârelilerdir. s. 176; Ayrıca bu kabile mensuplarının Hendek savaşında da müslümanlara ihanette bulundukları rivayet edilmiştir, bkz. Dineverî, s. 265; Semhûdî, I, 130-131; Lammens, Le Calıfat de Yazıd, s. 247-248.

[1027]

Dozy, Spanışh İslam, s.60.

[1028]       îbn Sa’d, V, 146; Sıbt, s. 259.

[1029]       Halîfe, s. 238; Taberî, IV, 381; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 118; Nüveyrî, XX, 493

[1030]                                                                                                                                             a

Bu konuda verilen rakamlarla ilgili geniş bir liste için bkz. Onkal, “Tarafsızlık Problemi,” s. 194- 195.

[1031]       bkz. Halîfe, s. 240-250; Ebü’l-Arab, s. 171-183.

[1032]    Nihâye, XX, 495.

[1033]       İbnüT-İmâd, IV, 284.

[1034]    Tarih, s. 30.

[1035]       Belâzürî, Ensâb, V, 350-351.

[1036]              Geniş bilgi için bkz. Ebû’l-Arab, s. 171; Belâzürî, Ensâb. V, 351; Makdisî, VI, 14, İbn A’sem, m, 182; Semhûdî, L, 126; Sıbt, s. 259; Yakut, Mu’cem, n, 287

[1037]              İbn Kuteybe, İmame, I, 185; Ebü’l-Arab, s. 171; Mahmud Makdiş, Nüzhetü’l-Enzâr fi Acâibi’t- Tevârîhi ve’l-Ahbâr, thk. Ali ez-Zevârî- Muhammed Mahfuz, Beyrut 1988, 1, 200.

[1038]    Conrad. s. 722.

[1039]      İbn Abdirrahbih, IV, 355; Ayrıca bkz. Ukaylî, Vak’atü’l-Harre, s. 171.

[1040]      Hammaş, s. 158.

[1041]      Taberî, IV, 377.

[1042]      Krş. bkz. Taberî, IV, 377-379.

[1043]             Ezrâkî, I, 139; İbn Sa’d, V, 68; Abdullah b. Müslim ibn Kuteybe, Maarif, thk., Servet Ukkâşe, Mısır 1413/1992, s. 351; Belâzürî, Ensâb, V, 345; Dineverî, s. 266; Ebü’l-Arab, s. 171; İbn A’sem, m, 182; Ibnü’l-Esir, Kâmil, IV, 117-118, Îbnü’l-İmâd, IV, 284; Mes’ûdî, Tenbih, s. 280; Semhûdî, I, 126-132; Nüveyrî, XX, 493; İbn Tiktaka, s. 116; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 223; Mes’ûdî, Mürûc, III, 78; Ayrıca bkz. Selûmî, II, 66; Lammens, Le Calıfat de Yazıd, s. 248-249; a. mlf. “Müslim b. Ukbe”, İA, VIII, 824; Makdiş, I, 199.

I 17

Ezrâki, I, 139; ibn Kuteybe, Maarif s. 351; Dineverî. s. 266; Mes’ûdî, Tenbih, 280; Zehebî, Düvel, s. 38.

[1045]   Mıhan, s. 171.

[1046]   Fûtûh, III, 182.

[1047]             Semhûdî, I, 132, 134; Zehebî, Tarih, s. 25-26; İbnü’l-Cevzî; Muntazam, VI, 15; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 221; Suyûtî, s. 209; Yakut, Mu’cem, n, 288

[1048]      Semhûdî, 1,135; İbnü’l-Imad, IV, 284; Makdiş, 1,199.

[1049]      Şehristanî, s. 35-36.

[1050]      Belâzürî, Ensâb, V, 345; Ebü’l-Arab, s. 182-183; Selûmî. II. 66.

[1051]   Bidâye, VIII, 225-226.

[1052]      Hudarî, s. 462; Şehristanî, s. 35-36; Makdiş, I, 199.

[1053]   Le Calıfat de Yazıd, s. 249-250; a. mlf “Müslim b. Ukbe”. İA, VIII, 824.

[1054]   Le Calıfat de Yazıd. s. 244.

1 40

Welhausen, Arap Devleti, s.74; Akil. s. 112; Ukaylî, Vak'atü’I-Harre, s. 174.

[1056]  Hilafe, s. 112.

[1057]     Selûmî, II, 66,1 dn.

[1058]  Tarafsızlık, s. 196-197,

[1059]             Küçükaşçı, Medine, s. 109; Bu hadisler için bkz. Buhârî, “Fadâili’l-Medine”, 7; Ahmed b. Hanbel, III, 79; Sıbt, s. 258; Semhûdî, I, 124-125; İbn Kesir, Bidâye. VIII, 226.

[1060]             Belâzürî, Ensâb, V, 346-348; Şemhûdî, I, 126; Halîfe, s. 239; Taberî, IV, 378-379; Îbnü’l-Esir, Kâmil. IV, 118; Mes’ûdî. Tenbih, s. 280; Makdisî, VI, 14.

[1061]     Halîfe, s. 239; Belâzürî, Ensâb, V, 346-348; Taberî, IV, 378-379; Nüveyrî, XX, 493.

[1062]     İbn Sa’d, V, 68; Belâzürî, Ensâb, V, 354; Nüveyrî, XX, 493.

[1063]     İbn Hişam, II, 137.

[1064]     îbn Abdirabbih, IV, 357; Dineverî, s. 267; Kuraşî, s. 118; İbnü’l-îmad, IV, 278.

[1065]  Şezerc, IV, 278.

[1066]     İbn Sa’d, V, 68.

[1067]  Nihaye, XX, 495.

[1068]             İrfan Aycan-M. Mahfuz Söylemez, “İbn Teymiyye ve Emevîler”, İdeolojik Tarih Okumaları, Ankara 1998, s. 135, benzer ifâdeler için bkz. İbn Tolun, Kaydü’ş-Şerid, s. 44-45; Şemrî, s. 125.

[1069]   Sûratü Yezid. s. 83.

[1070]   Bidâye, VIII, 237.

[1071]    Hamnrade, s. 43; Vekil, s. 281; Ukaylî, Vak’atfi’-Harre, s. 159-160.

[1072] Tâhâ Hüseyin, s. 1031; Ibn Tolun, Kaydû’ş-Şerid, s. 41.

[1073]      Emeviyyûn, s. 283.

[1074]      Tarih, 1,227.

[1075]      Emeviyyûn. s. 280.

[1076]      Vak’ariİ’l-Harre, s. 160.

[1077] Ümeviyye, s. 178-179.

[1078] Welhausen, Arap Devleti, s. 76.

[1079] Ukaylî, Vak’atü’l-Harre, s. 173.

[1080] Hammaş, s. 158.

[1081]   Belâzürî, Ensâb, V, 349; Taberî, IV, 381; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 123; Semhûdî, I, 136; Vâkıdi’ye göre ise Müslim’in tayin ettiği vekilin adı Amr b. Mahreme el-Eşcâî’dir. bkz. Taberî, IV, 381.

[1082] Belâzürî, Ensâb, V, 349; Taberî, IV, 381; îbn Abdirabbih, IV, 357; Semhûdî, 1,136.

[1083]

Bunlar arasında Kâbe’nin Cebel-i Kubeys üzerine kurularak mancınıklarla taşlanması da var. bkz. ibn A’sem, İÜ, 185; Semhûdi, 1, 136-137; İbnü’l-Cevzî, Muntazam, VI, 17;.

[1084] Belâzürî, Ensâb, V, 357; Taberî, IV, 382; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 123.

[1085]   Bu dua, onun putperest olduğunu ve imanın gölgesinden bile uzak olduğunu söyleyen bazı tarihçilerin iddialarının yalanlayacak ifadeler içermektedir. Söz konusu iddialar için bkz. Dozy, Spanışh İslam, s. 57; Welhausen, Arap Devleti, s. 74-75.

[1086]

Mekke yakınlarında bulunan bir dağdır. Yâkut, Mu’cem. V. 159

[1087] Belâzürî, Ensâb, V, 357; Taberî, IV, 382; Kehhâle, Mu’cemü Me’sta’cem, IV, 1233.

[1088] Taberî, IV, 382; İbnü’l-Esir. Kâmil IV, 124.

[1089] Ayçan. Zübeyrîler, s. 59.

[1090] Taberî, IV, 382.

[1091] Taberî, IV, 382, İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 123-124.

[1092]

Küçükaşçı, Medine, s. 113.

[1093]   Belâzürî Ensâb, V, 373; Taberî, IV, 382; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 124; Ayrıca bkz. Welhausen, Partiler, s. 40-41; a.mlf Arap Devleti, s. 78.

[1094] Belâzürî, Ensâb, V, 358-359.

[1095] Taberî, IV, 383.

[1096] Dineverî, s. 267-268; Belâzürî, Ensâb, V, 360; İbn Abdirabbih, IV, 358-359.

[1097] Belâzürî, Ensâb, V, 360-362; İbn Abdirabbih, IV, 359.

[1098]

Halîfe, s. 252; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 67; Mes’ûdî. Mürûc, III, 81; ibn Abdirabbih, IV, 358-359; Nüveyrî, XX, 497; Avâne’ye göre de böyle, bkz. Taberî, IV, 383.

[1099]  Ezrâkî, I, 130; Belâzürî, Ensâb, V, 364; Ya’kubî, II, 166: Taberî, IV, 383;, İsfahânî, Egâni III, 277; Ayrıca bkz. Lammens, “Mekke”, İA, VII, 636; Akîl, s. 114-115.

[1100] Belâzürî, Ensâb.V, 369; Taberî, IV, 383.

[1101] İsfahânî, Egânî. III, 277; Aynı rivayet için bkz. İbn Kesir. Bidâye. VIII, 228.

[1102]      Tarih. II, 166.

[1103]

Belâzürî, kendisinin de şüphe ile karşıladığı bir haberi meçhul (passive) siga ile vermektedir: “Ucunda ateş olan fitili, bir tarla faresi çekmiş, bu ateşten de Kâbe’nin etrafında bulunan bazı eşyalar tutuşmuştur. Rüzgarın da tesiriyle bu eşyalardan savrulan kıvılcımlar, Kâbenin örtüsünü tutuşturmuştur.” Ensâb, V, 369.

[1104]   Ezrâkî, 1,130; Halîfe, s. 253; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 67; a. mlf, Ensâb, V, 369; Taberî, IV, 383; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 124; Mes’ûdî, İÜ, 81.

[1105]  Ezrâkî, I, 130; Belâzürî, V, 369; Taberî, IV, 383; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 124; Ayrıca bkz.

Wehlausen, Arap Devleti, s. 78; Ayçan, Z&beyriler, s. 61.

[1106]

Ayçan, Zübeyrîler, s. 61.

[1107] Dineverî, s. 268; Belâzürî, Ensâb, V, 363; Taberî, IV, 385.

[1108]

Mekke’nin Mina yönünde bulunan bir mahallesi, bölgesidir. Mekke’ye de bu ismin verildiği söylenmektedir, bkz., Yakut, Mu’cem, I, 95

Geniş bilgi için bkz. Dineverî, s. 268; Belâzürî, Ensâb. V. 371-372; Ya’kubî, II, 168; Taberî, IV, 385-386; İbnü’l-Verdî, I. 165; İbnü’l-Esir, Kâmil, V, 123.

^09

Belâzürî birkaç isim vermektedir. Ensâb, V, 371.

[1111] İsmail L. Çakan-Muhammed Eroğlu, “Abdullah îbn Abbas’’. DİA, İstanbul 1988,I, 77

[1112] Dozy, Tarih, 1,224, Feryâl. s. 84-85.

[1113] Tâhâ Hüseyin, s. 1031.

[1114]          Belâzürî, Ensâb, V, 188-189; İbnû’l-Esir, Kâmil, III, 518.

[1115]      Partiler, s. 37-38.

[1116]          Adran Demircan, Haricîlerin Siyasi Faliyetleri, İstanbul 1996, s. 153.

[1117]          Belâzürî, Ensâb, V, 193; Taberi, IV, 360; Müberred, III, 260; Ayrıca bkz. Weihausen, Partiler, s.

39; Demircan,Hâricîler, s. 153; Tâhâ Hüseyin, s. 1016.

[1118]          Taberî, IV, 232; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 94-95.

[1119]          Belâzürî, Ensâb, V, 189.

[1120]          Belâzürî, Ensâb, V, 189-190; Müberred, 111,248.

[1121]          Welhausen, Partiler, s. 39.

[1122]          Ahvâz’m nahiyelerinden olup, Râmhurmuz ile Arracân arasında; Arracân’a yakın bir yerdir, bkz.

Yâkut, Mu’cem, I, 53.

[1123]   Belâzürî, Ensâb, V, 191; Taberî, IV, 360; İbnü’l-Esir, Kâmil, III, 519; Ayrıca bkz. Welhausen, Partiler, s. 39; Yüksel, s. 33.

[1124]   Belâzürî, Ensâb, V, 192; Taberî, IV, 360; İbnü’l-Esir, Kâmil, İÜ, 519; Ayrıca bu esnada gönderilen komutanın admm İbn Hısn et-Temîmî olduğunu söyleyenler de vardır, bkz. Taberî, Vehb b. Cerir’e göre, IV, 232; Ayrıca bkz. Ethem Ruhi Fığlah, “Hâricîler”, DİA, İstanbul 1998, XVIII, 171.

[1125]  Taberî, IV, 360-361; İbnü’l-Esir, Kâmil, III, 519; Müberred, 111, 552-553.

[1126]  Fâris bölgesinde Kâzerûn yakınlarında bir şehirdir, bkz. Yâkut, Mn’cem, II, 66.

[1127]  Belâzürî, Ensâb, V, 192-193; Taberî, IV, 361; Müberred, III, 253-254; tbnü’l Esir, Kâmil, IV, 94- 95.

[1128]  Fığlalı, “Hâricîler”, DİA, XVIII, 171.

[1129]   Welhausen, Partiler, s. 40.

[1130]  Taberî, IV, 360; İbnû’l-Esir, Kâmil, IV, 94; Nüveyrî, XX, 482; Zehebî, Siyer, IV, 38; Welhausen, Partiler, s. 39-40.

[1131]  Welhausen, Partiler, s. 116-117; Müsned, s. 29; Onat. Şiî Hareketleri, s. 73-74; Ukaylî, Kerbela, s. 483.

[1132]   Onat, Şiî Hareketleri, s. 72.

[1133]    Taberî, IV, 426; Mes’ûdî, Murûc, III, 100-101; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 158; îbn Kesir, el Bidâye, VHI, 255; Ayrıca bkz. Welhausen, Partiler, s. 116; Koksal, s. 220; Onat, Şiî Hareketleri, s. 62; Yüksel, s. 160-161; Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 316.

[1134]          Taberî, IV, 227.

[1135]          Taberî, IV, 426.

[1136]          îbn Kesir, Bidâye, VIII, 255; Welhausen‘e göre de böyledir. bkz. Partiler, s. 117.

[1137]          Onat, Şiî Hareketleri, s. 77.

[1138]          Sıbt, s. 213; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 14; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 149.

[1139]          Ayçan, Muaviye, s. 271.

[1140]          H. Dursun, “Yezid b. Muaviye”, İA, XIII, 413.

[1141]          Vekil, s. 256.

[1142]    Vekil, s. 256; Ayçan, Emevîler, s. 35; Welhausen’e göre ise Yezid’in barış sever mizacı bunda etkili olmuştur, bkz. Arap Devleti, s. 79.

[1143]          Zehebî, Siyer, IV, 37; îbn Kesir, Bidâye, VIII, 146; Aynca bkz. Vekil, s. 194; Ganim, s. 29-30;

Umeriyyu, s. 240.

[1144]          Ganim, s. 31.

[1145]          Ganim, s. 31.

[1146]          Vekil, s. 194.

[1147]          Hodgson, I, 162.

[1148]          Belâzürî, Futûhu’l-Buldân. s. 219-220.

[1149]          İbnû’l-Esir, Kâmil, IV, 244.

[1150]          Taberî, IV, 361; İbnû’l-Esir, Kâmil, IV, 95.

[1151]          Taberî, IV, 362; İbnû’l-Esir, Kâmil, IV, 95; Nüveyrî, XX. 484.

[1152]          Taberî. IV. 362; İbnû’l-Esir, Kâmil. IV, 95; Nüveyrî, XX. 484

[1153]          Taberî, IV, 363; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 95; Nüveyrî, XX, 484.

[1154]          Taberî, IV, 363; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 95-96; Nüveyrî, XX, 484-485.

[1155]    Buradaki faaliyetler hakkında adı geçen kaynaklarından başka bkz. İbn Tağriberdî, I, 205; Diyarbekrî, H, 297; Abdüllatif, s. 131; Vekîl, s. 254-256; Şemrî, s. 68-69.

[1156]    Nadir özkuyumcu, Emeviler’in Sonuna Kadar Mısır ve Kuzey Afrika, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (yayınlanmamış doktora tezi) İstanbul 1993, s. 145-146.

[1157]          Özkuyumcu, s. 147-148.

[1158]  Ebu’l-Kasım İbn Abdilhakem, Kitabu Futûhu Mısr ve Ahbâruhâ, Kahire 1415/1994, s. 329.

[1159]  Taberî, IV, 178; tbnü’l-Esir, Kâmil, ÜI, 472; İbn Abdilhakem, s. 332-333; Ayrıca bkz. Besam el- Aselî, Ukbe b. Nâfi, Beyrut 1407/1987, s. 55; Vaglieri, I, 92; Abdullah ez-Zekere, Ukbe b. Nâfi, Dâru’l-Kuteybe 1401/1981, s. 85; Makdiş, 1,218.

[1160]  İbn Abbadilhakem, s. 333.

[1161]  İbn Abdilhakem, s. 333; Ayrıca bkz. Zekere, s. 90-91; Makdiş, 1,211-212; Aselî, s. 58-59; İbnü’l- Esir, Kâmil, III, 472-473; Özkuyumcu, s. 153.

[1162]  Zekere, s. 97; Makdiş, 1,211; Aselî, s. 60.

[1163]  İbnü’l-Esir, Kâmil, III, 467; İbn Abdilhakem, s. 334; Ayrıca bkz. Makdiş, I, 213; Zekere, s. 92-93: Aselî, s. 59; Özkuyumcu. s. 154.

[1164]  İbnü’l-Esir, Kâmil, III, 105; İbn Abdilhakem, s. 334; Aselî, s. 59; Zekere, s. 95-96; Makdiş, I, 212.

[1165]  özkuyumcu, s. 155; Geniş bilgi için bkz. Îbnû’l-Esir, Kâmil, IV, 103; İbn Abdilhakem, s. 335; Makdiş, 1,218; E. Levî Provençal, “Ukbe b. Nâfi”, İA, XIII, 20; Brockelman, s. 217; Bekkî, I, 82, Zekere, s. 97; Aselî, s. 60.

[1166]  özkuyumcu, s. 155.

[1167]  Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 105; İbn Adilhakem, s. 335; Aselî, s. 60; Makdiş, I, 213.

[1168]  îbn Abdilhakem, s. 335; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 105; Makdiş, 1,213; Aselî, s. 65.

[1169]  Ukbe’nin Kuseyle’ye muamelesi hakkında geniş bilgi için bkz. Îbnû’l-Esir, Kâmil, IV, 105; îbn Aselî, s. 71; Provençal, “Ukbe b. Nâfi”, İA, XIII, 20; Makdiş, 1,98.

[1170]  Bu konuda geniş bilgi için bkz. Ibn Abdilhakem, s. 335-338; Îbnû’l-Esir, Kâmil, IV, 105; Aselî, s. 66-72, Zekere, s. 103; Makdiş, 1, 215-217; Bekkî, 1, 82-83; Zehebî, Tarih, s. 23; Vekil, s. 257- 263; Şükrü Faysal, Hareketü’l-Fethi’l-İslâmî fi’l-Karni’l-Evvel, Beyrut 1982, s. 169.

[1171]  Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 106; Nûveyrî, XXIV, 28; Şükrü Faysal, s. 169.

[1172]  îfrikıyye’nin Mağrib sınırında ve Zâb nehri kıyısında bir şehirdir, bkz. Yâkut, Mu’cem, IV, 24

[1173]  Tehûzâ: îfrikıyye’nin Zâb bölgesinde yaşayan bir Berberi kabilesinin ismidir. Bu kabilenin meskun olduğu yere de aynı isim verilmektedir, bkz. Yâkut. Mu’cem, II. 75

[1174]   İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 108; îbn Abdilhakem, s. 336-337; Aselî, s. 72-73; Makdiş, I, 216-217; Vaglierî, I, 92; Provençal, “Ukbe b. Nafi”, LA, XIII, 21; Zehebî, Tarih, s. 23; Şükrü Faysal, s. 169; Özkuyumcu, s. 160-161.

[1175]   İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 109; Nüveyrî, XXIV, 29-34; İbn Abdilhakem, s. 336-337; Makdiş, I, 216- 217; Provençal, “Ukbe b. Nafi”, İA. XIII, 21; Faysal, s. 169; Aselî, s. 73-74; Özkuyumcu, s. 161.

[1176]          Işş, s. 142-143; Dûri, 143.

[1177]      Bidâye, VIII, 149; Benzer değerlendirmeler için bkz. Ronart Stophen, 564, Feryâl, s. 58.

[1178]          Belâzürî, Ensâb, V, 313; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 14; tbn Kesir, Bidâye, VIII, 149.

[1179]          Riyad îsa, s. 56.

[1180]          Hammaş, s. 103-105.

[1181]          Hammaş, s. 105.

[1182]          Taberî, IV, 258; İbnü’l-Esir, Kâmil. IV, 100-101; Nüveyrî. XX, 486.

[1183]          Küçükaşçı, Medine, s. 90.

[1184]               Ebû Mihnet, Maktel, s. 21; Taberî, IV, 258-259; Cahşiyârî, s. 31; îbn A’sem, III, 40-41; îbn Kesir, Bidâye, VIII, 155.

[1185]               Ebû Mıhnef, Maktel, s. 22; Dineverî, s. 231; Taberî, IV, 258; îbn A’sem, III, 42; îbn Kesir, Bidâye, VIII, 155.

[1186]    Işş, s. 179.

[1187]    Vekil, s. 199.

[1188]    Sarıçam, s. 330-331.

[1189]     Ebır 1-Kâsım İbn Havkai. Sûratû’l-Ard, Leiden 1928, s. 177-178; Ömer Ferruh. s. 105.

[1190]  Lammens, Le Califat de Yazid I, s. 443.

[1191]            Futûhu’l-Buldân, s. 188; Ayrıca bkz. Conrad, s. 722; Lammens “Suriye”, ÎA, İstanbul 1965, XI, 53; Hammaş, 216-217; Ömer Ferruh, s. 105; Lammens, “Yazid, b. Muawıya”, EL s. 1162.

[1192]            Ensâb, V, 380 Yine Belâzürî’de yer alan bir habere göre ise Muaviye’nin annesi Fâhite, kocası Yezid’e oğlunu veliaht tayinini telkin etmiştir. V, 380

[1193]      Mürûc, 111, 53

[1194]      Hilafet, s. 188

[1195]  Lammens, Le Caiıfat de Yazid. s. 417.

[1196]           Futûhu’l-Buldân. s. 97; Ayrıca bkz. Kudâme b. Cafer, el-Harac ve Smaatü’l-Kitab, thk. Muhammed ez-Zebîdî, Kahire 1981, s. 204; Lammens, Le Calıfat de Yazıd, s. 422; a. mlf, “Yazıdb. Muavıya”, EL 1162; Şemri, s. 64; Feryâl, s. 57.

[1197] Le Calıfat de Yazıd, s. 422-423.

[1198]    Belâzürî, Futûhu’l-Buldân. s. 226-227.

[1199] Le Calıfat de Yazıd. s. 423.

[1200]    Lammens, “Yazıd b. Muawıya”, El, 1162.

[1201]          Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 589; Kudâme, s. 204.

[1202]          Zehebî, Siyer, IV, 37; İbn Kesir, Bidâye, VU1,146; Vekil, s. 194; Ganim, s. 29-30.

[1203]   Suyûtû, s. 210; Cebbûr, Mülûk, s. 37; Mâverdî’ye göre Beytullah’ı ilk giydiren şahıs Sa’du’l- Yemânî’dir. Bundan sonra Rasulullah, Yemen’den getirilen bir örtü ile Kâbeyi örttürmüştür. Sonra da sırasıyla Hz. Ömer (r.a) ve Osman kendi zamanlarında Kıbâtî (Mısır kumaşından yapılmış) örtü ile Kâbe’yi örtmüşlerdir. Daha sonra da Yezid b. Muaviye, İran ipeklisiyle Kabe’yi örttürmüştür. Sultaniyye, s. 305.

[1204]   bkz. “Gûta”, ÎA, IV, 831; a.mll “Berede”, İA, II 534-535; a.ml£ “Yazıd b. Muawıya”, El, 1162; a.mlf, Le Calıfat de Yazıd, s. 423-430.

[1205]   Şam’ı çevreleyen bahçelik sahanın adıdır. Berede nehrinin delta ve cedvelleri ile sulanan kesif ziraat bölgesine tekabül eder ve bu nehrin Antilübnan boğazlarından çıktığı noktalardan Şam denizine kadar uzanır. (...) Şam, bu harikulâde latif vaha sayesinde dünyanın dört cennetinden biri şöhretini kazanmıştır. Lammens, “Gûta”, İA, İstanbul 1964, IV, 831.

[1206]          Lammens, Le Calıfat de Yazıd, s. 425.

[1207]          Lammens, Le Calıfat de Yazıd, s. 427.

[1208]          Lammens, “Berede”, İA, İstanbul 1961, II, 534-535.

[1209]          Conrad, s. 722.

[1210]   Lammens, Le Calıfat de Yazıd, s. 428-429; Feryâl, Yezid’in kanal kazarken umumun menfaatini, bazı insanların menfaatine tercih ettiğini, ama zora da baş vurmadığını, neticede ise barışçı yolla dilediğini gerçekleştirdiğini belirtiyor. Sûratfi Yezid, s. 56.

[1211]          Ibn Tolun, Kaydû’ş-Şerid, s. 50-51.

[1212]   Lammens, Le Calıfat de Yazıd, s. 429; a.mlf, “Yazıd b. Muawıya”, El, s. 1162; Stophen, s. 564; Cebbûr, Yezid, s. 376.

[1213]   Lammens, Le Calıfat de Yazıd. s. 429; a.mlf, “Yazıd b. Muawıya”, El, s. 1162; Stophen, s. 564; Cebbûr, Yezid. s. 376; Hitti, Tarih, I, 363; Conrad, “Yazıd I”, Dıctıonary of the ...”, XII. 722.

[1214]  Belâzürî, Ensâb, V, 375; Taberî, IV, 383; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 125; îbn Kesir, Bidâye, VIII, 239;

Nûveyrî, XX, 499; Diyarbekrî, II, 300; îbn Tolun, Kaydu’ş-Şerid, s. 50; Umeriyyu, s. 242; Welhausen, Arap Devleti, s. 79; Lammens, Le Calıfat de Yazıd, s. 477-478; Şemrî, s. 76.

[1215]  Belâzürî, Ensâb, V, 375; Ya’kubî, II, 168; Taberî, IV, 383; îbn Kesir, Bidâye, VIII, 240; Nüveyrî,

XX, 499; Ayrıca bkz. îbn Tolun, Kaydu’ş-Şerid, s. 50; Züheyr el-Bekkî, s. 84; Fâhûr, s. 80; Umeriyyu, s. 242.

[1216]  Belâzürî, Ensâb, V, 375; Taberî, IV, 383; îbn Abdirabbih, IV, 358; Ayrıca bkz. Abdüllatif, s. 135,

Ahmed Faiz, XXXV, 298; Şemrî, s. 76.

[1217]  Belâzürî, Ensâb, V, 375; Taberî, IV, 383; îbn Abdirabbih, IV, 358; Mes’ûdî, Mürûc, 111, 63; Îbnü’l-

Esir, Kâmil, IV, 125; Ayrıca bkz.. îbn Tolun, Nüzbe, s.53; Agabius, s. 74.

[1218]      Bed, VI, 16.

[1219]  Şam’da bulunan bir yerleşim merkezidir. Yâkut, Mu’cem, V, 51

[1220]      Tenbih, s. 280.

[1221]      Bidâye, VIII, 239.

[1222]  Le Caiıfat de Yazıd, s. 476-477.

[1223]   Le Caiıfat de Yazıd, s. 476-477; Şiir içir bkz., Mes’ûdî, Murûc, III, 63.

[1224]     Mes’ûdî, Murûc, III, 63.

[1225]      Lammens, Le Caiıfat de Yazıd, s. 478.

[1226]   Siyer, IV, 37.

[1227]  Ensâb, V, 300.

[1228]  Ensâb, V, 300.

[1229]              bkz. Ebû Mihnet MakteL s. 128-129; îbn Kesir, Bidâye, VIII, 239 (Meçhul siga ile); Ayrıca bkz. Zûbeyr el-Bekkî, I, 84; Muhammed Hüseyin el-A’lemî el-Hâirî, Dairetü’l-Maarif eş-Şiîyyetü’l- Âmme, Beyrut 1413/1993, XVIII, 567-569; Lammens. Le Calıfat de Yazid, s. 475-476; Goldziher, s. 140.

[1230]     Lammens, Le Calıfat de Yazid, s. 475-476.

[1231]              İmam el-Mehdî, Kitâbü’l-Cevâhiri ve’d-Dürer min Sîreti Hayri’l-Beşer ..., s. 82’den naklen, Ignaz Goldziher, “Tod und Andenken des Chalifen Jizid I”, Gesammelte Schriften. Hildesheim 1970, vol.V, s. 140.

[1232]   Tod und Andanken..., s. 139.

[1233]      Lammens, Le Calıfat de Yazıd, s. 476; Hadis-i Şerif için bkz. Müslim, Hacc, 460

[1234]             Zehebî, Tarih, s. 271; Suyûtû, s. 205; ayrıca bkz. Lammens, “Yazıd b. Muawıya”, El, 1162; Fâhûr, s. 76.

[1235]   Ensâb, V, 302.

[1236]             Belâzürî, Ensâb, V, 303; Taberî, IV, 383; İbn Abdirabbih. IV, 344; tbnü’l-Esir, Kâmil, IV. 125; îbn Kesir. Bidâye, VIII, 240.

[1237]             bkz., îbn Kuteybe, Maarif, s. 351; Belâzürî, Ensâb, V, 303; Ya’kubî, II, 168; Taberî, IV, 383; îbn Abdirrabbih, IV, 344; Îbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 125; îbn Hazm, Cemilere, s. 112; îbn Kesir, VIII, 240; Diyarbekrî, İL, 300.

[1238]             Lammens, bu çocukların pek çoğunun “ümmü veled=annelermin cariye olduğunu” söylüyorsa da ilk dönem kaynaklarında böyle bir bilgi bulunmamaktadır, bzk. Le Calıfat de Yazıd, s. 485.

[1239]              bkz. İbn Kuteybe, İmame, 1, 151; İbn Abdirabbih, İV, 339; İbn A’sem, 11, 336; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, III, 506; Suyûtî, s. 203

[1240]              bkz. Halife, I, 160-165; İbn Kuteybe, İmâme, I, 162-163; İbnü’l-Esir, Kâmil, III, 511; İbn Abdirabbih, IV, 340.

[1241]     bkz. İbn Abdirabbih, TV, 340; İbn A’sem, II, 336; İbnü’l-Esir, Kâmil, ITT, 506; Suyûtî, s. 203

[1242]     İbn Kuteybe, İmâme, 1,187-189.

[1243]     Ya’kubî, II, 228.

[1244]              bkz. İbn Sa’d, IV, 82; Dineveri, s. 243; Taberî, IV, 254; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 37-39; Nüveyrî, XX, 405-408.

[1245]     bkz. Dineverî, s. 264; Belâzürî, Ensâb, V, 319-320; Taberî, TV, 378; Mes’ûdî, Tenbih, s. 279.

[1246]     bkz. Tezimiz, s. 234

[1247]     bkz. Yezid’in Hac Emirliği ve Yezid’in İstanbul seferi konulan.

[1248]     Belâzürî, Ensâb, V, 299.

[1249]  Mürûc, III, 81.

[1250]  Fahrî, s. 113.

[1251]  Siyer, IV, 37.

[1252]              bkz. Makdiş, 1, 199; Hitti, Tarih, 1, 360; Cebbûr, Mülûk. s. 31; Alaylı, s. 241-242; Brockehnan, s. 129-130; Useylî, s. 55 1. dn; İrfan Ayçan, “İslâm Toplamımda Eğlence Sektörünün Ortaya Çıkışı”, AÜİFD, Ankara 1988, XXXVIII, 172-173.

[1253]     Feryâl, s. 112-115.

[1254]     Mâide 5/1,2,95,96.

[1255]     Feryâl, s. 88-89.

[1256]              Belâzürî, Ensâb, V, 300; Ya’kûbî, II, 228; İbn A’sem, III, 11,14; Taberî, IV, 224-225; İbn Tiktaka, s. 113; Ayrıca bkz. Hitti, Tarih, I, 360; Brockelman, 129-130; Ayçan, Emevîler, s. 26.

[1257]     Feryâl, s. 90

[1258]     Belâzürî, Ensâb, V, 319; Taberî, IV, 364.

[1259]     Belâzürî, Ensâb, V, 319; Taberî, IV, 364

[1260]  Tarih, II, 220.

[1261]  Egânî, XVII, 222.

[1262]     Geniş bilgi için bkz. Ayçan, ‘‘Eğlence Sektörü”, AÜİFD, XXXVIII, s. 172.

[1263]     Ayçan, “Eğlence Sektörü”, AÜİFD, XXXVIII. 192.

[1264]      Şevki Dayf eş-Şi’ru ve’I-Gına fi’l-Medine ve Mekke li Asri Beni Ümeyye, Kahire trz., s. 182.

[1265]             Dayf, s. 233; Ayrıca bkz. Von Kramer, el-Hadarâtü’l-İslâmiyye ve Medâ Te’sîruha bi’l- Mü’sirâtü’l-Ecnebiyye, Arapçaya trc. Mustafa Taha Bedir, Cizze 1947, s. 26.

[1266]      Dayf, s. 208-231.

34 Yezid, s. 382.

33 Müneccid, s. 5.

36  îbn Tiktaka, Şiirin kendisiyle başladığı kişinin İmrü’l-Kays. sona erdiği şahsın ise Yezid olduğunu kaydetmiştir. Fahri, s. 113

37  Ahtal, Dîvanu’l-Ahtal, şrh. Raci el-Esmer, Beyrut 1413/1992, s. 9, 16, 24 vd; İbn Tiktaka, s. 113; Zehebî, Siyer, TV, 37; îbn Hallikan, IV, 354; Sükeyne, XXVIII, 27; Cebbûr, Yezid, s. 382-384; Lammens, Kasâid, s. 194-195; Müneccid, s. 5-6.

[1271]             Yezid’in Ahtal ile olan yakınlığıyla ilgili olarak bkz. Ahtal, s. 9-38; Câhız, Tâc, s. 151; Lammens, “Ahtal”, İA, İstanbul 1965,1,227; Azmi Yüksel, “Ahtal”, DİA, İT, 183; Cebbûr, Mülûk, s. 29;.

[1272]      İbn Kesir, Bidâye, VIII, 228-229.

[1273]      Belâzürî, Ensâb, V, 302; Câhız, Beyân, L, 330.

[1274]   Vefeyât, IV, 354.

[1275]      Eswrial Studien Zur Arabischan Literatür and Spachen, Sututtgart 1922.

[1276]      Bu şiirler için bkz. Müneccid, s. 44-46.

[1277]      Lammens, “Kasâid”, Mecelletü’l-Meşnk, XXII, 195-196

[1278]  Şi’ru Yezid, s. 9-59.

[1279]    Belâzürî, Ensâb, V, 311; Mes’ûdî, Murûc, III, 77; Îsfahânî. Egânî, XV, 232.

[1280]  Ensâb, V, 301.

[1281]  Vefeyât, ÜI.

[1282]  Tarih, IV, 380

[1283]  Murûc, III, 79; Ayrıca bkz. İbn Hurdazbeh, s. 150

[1284]     Lammens, Kasâid, s. 194-195.

[1285]     Lammens, Kasâid, s. 195.

[1286]     Müneccid, Şi’ru Yezid, s.47

[1287]     Lammens, Kasâid, s. 195; Müneccid, Şi’ru Yezid, s.47

[1288]     Lammens, Kasâid, s. 194-195; Münccid, s.43.

[1289]     Müneccid, s. 43.

[1290]     Müneccid,s. 43.

[1291]     Müneccid, s. 43.

[1292]FeryâI, s. 131-133.

[1293]     Mes’ûdî, Mürûc, 111, 77; Sıbt, s. 260; Suyûtî, s. 209; Nüveyrî, XX, 495.

[1294]              Câhız, Tâc, s. 154; Cebbûr, Yezid, s. 375; Belâzürî’nin Medâinî’den rivayet ettiği bir habere göre “Yezid’in kollarında sürekli olarak taşıdığı bir maymunu vardı. Onu Ebû Kays diye çağırıyordu. Ona nebiz içirir ve yaptıklarına gülerdi” £nsâb, V, 300; İbn Tiktaka’ya göre ise Yezid, av köpeklerine altından tasmalar ve ipekten örtüler örttürürdü. Her köpeğe hizmet etmesi için bir köle tayin ederdi.” Fahrî, s. 113

[1295]      Vekil, s. 177.

[1296]      İbn Kesir, Bidâye, VIII, 228.

[1297]      Cebbûr, Yezid, s. 377.

[1298]      Belâzürî, Ensâb, V, 302; Ayrıca bkz. Abdûllatif, 1,127; Hitti, Tarih, 1,360.

[1299]      İbn Teymiyye, Feteva, IV, 487; Sıbt, s. 257; İbn Tolun, Kaydû’ş-Şerid, s. 52.

[1300]      İbn Teymiyye, Fetevâ, IV, 487.

[1301]      İbn Tolun, s. Kaydu’ş-Şerid, s.55.

[1302]             Sıbt, s. 257; İbn Tolun, Kaydu’ş-Şerid, s. 70; Ayrıca bkz., Haşan İsa Ali el-Hâkim. Kitabü’l- Muntazam li İbni’I-Cevzî Dirâse fi Menheci ve Mevâridihî ve Ehemiyyetihî, Beyrut 1405/1985, s.36

[1303]      Sıbt. s. 256- 258; Ayrıca bkz. İbn Tolun, Kaydu’ş-Şerid. s. 70-71.

[1304]     Müslim, Sahih,

[1305]     Buhârî, Sahih.

[1306]     Müslim Sahih.

[1307]              Bunlardan bazıları şu şekildedir: “Ümmetimin işleri, Benî Ümeyye’den Yezid adında birisi gelipte onu bozuncaya kadar yolunda gidecektir.” (Zehebî, siyer, IV, 39); “Ümmetim adalet üzere varlığını sürdürecektir. Bu durum Benî Ümeyye’den Yezid adında biri çıkana kadar devam edecektir.” (Suyûtî, s. 208) Benzer bir ifade için bkz. İbnü’l-İmâd, IV, 277; İbn Hacer (Tehzîbü’t-Tehzîb, XI, 314-315) ve ibn Kesir (Bidâye, VIII, 231) ise bunların mevzû olduklarım söylemektedirler.

[1308]     Bu şiir Harre vakasıyla ilgili bölümde kaynaklarıyla birlikte zikredildi.

[1309]  Şezere, IV, 278.

[1310]     Bu konuda bkz., ibn Tolun, Kaydü’ş-Şerîd.s. 54.

[1311]     Sıbıt,s. 259; Ibnu’l-İmâd, s. IV, 277.

[1312]     Zehebî, Siyer, IV, 40; İbn Tağriberdî, I, 212.

[1313]      Sıbt, s. 257.

[1314]      İbn Teymiyye, Fetevâ, IV, 483.

[1315]               İbn Teymiyye, Fetevâ, IV, 487; İbn Tolun, Kaydu’ş-Şerîd, s. 57; şu şahıslar da Gazzali ile aynı kanaattedirler: el-Muheyvi en-Nuaymî eş-Şâfiî (İbn Tolun, s. 54), Ebu’l-Berekât en-Nesefî (İbn Tolun, s. 60), İbn Receb el-Hanbelî (İbn Tolun, s. 70), İbn Teymiyye (Fetevâ, IV, 480-490; İrfan Aycan-M. Mahfuz Söylemez, “Suâlün fi Yezid b. Muaviye”, İdeolojik Tarih Okumaları, s. 129- 142) ve Dustî (İbn Teymiyye, Fetevâ, IV, 486)

[1316]               İbn Tolun, s. 64-65; İbn Tolun aynı şekilde Takiyüddin b. es-Salâh, Gazzâli ve Ebu’l-Berekât en- Nesefî’nin de aynı gerekçeyi ileri sürdüklerini belirtiyor, bkz. Kaydu’ş-Şerîd, s. 57-63.

[1317]               İbn Receb el-Hanbelî, el-Muheyvi en-Nuaymî eş-Şâfiî ve İbn Tolun bu görüştedir, bkz. Kaydu’ş- Şerîd, s. 54-70.

[1318]      Buhâri, Edeb, 44; Müslim, İman, 176; İbn Hanbel, IV/33

[1319]               İbn Teymiyye, Fetevâ. IV, 474; Hadis-i şerif için bkz. Buhâri, Edeb, 44; Müslim, Birr. 87; İbn Hanbel, V/70

[1320]      İbn Tolun, Kaydu’ş-Şerîd, s. 69.

[1321]              İbn Temiyye, Fetevâ, IV, 487; İbn Tolun, Kaydü’ş-Şerîd, s. 71; Hadisler için bkz., İbn Hanbei, 1/405,416; Müslim, Birr, 84

[1322]      Buhârî, Cihad/93.

[1323]      İbn Tolun, Kaydü’ş-Şerîd, s. 71.

[1324]               İbn Teymiyye’inn bu konudaki görüşleri için bkz. İbn Teymiyye, Fetevâ, IV, 475-485; Aynca bkz. Demircan, “İbn Teymiyye’ye Göre Yezid b. Muaviye’nin Durumu”, HÜİFA, sayı II, s. 129-147; Ayçan, İdeolojik Tarih Okumaları, s. 129-142; İbn Teymiyye, Ra’sü’I-Hüseyin, s.206.

[1325]      Demircan, “İbn Teymiyye’ye Göre Yezid”, HÜİFD, II, s. 130.

[1326]      Demircan, “İbn Teymiyye’ye Göre Yezid”, HÜİFD, II, 144.

[1327]      Geniş bilgi için bkz. Aycan-Söylemez, “îbn Teymiyye ve Emevîler”, İdeolojik Tarih Okumaları,

s. 81-104.

[1328]   Ashab-ı Kiram, s. 103-104.

[1329]      Önkal. Tarafsızlık, s. 193.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar