Print Friendly and PDF

ŞEFİKA YARKIN (SHAFİQA YARQİN)

Bunlarada Bakarsınız

 


Hazırlayan: Fatma BEGZADA

 

Asırlardan beri âlim ve ediplerin eserleri farklı dillere tercüme edilerek milletler arasında medeni bir bağ oluşturulmuştur. Edebiyat her bir toplumun manevi dünyası, hayatı, âdet ve geleneklerini tanıştırmada önemli role sahiptir. Bu yüzden insanın manevi hayatında edebiyatın yeri ayrıdır. Bunda vatan edebiyatı ile birlikte başka milletlerin edebiyatı da esas alınır.

Afganistan edebiyatında ilgi gören konuların başında vatanseverlik konusu gelir. Bunun yanında geleneksel ve duygusal metinler de yer almaktadır. Eğitim, vatanseverlik duygusu, halk severlik gibi konular yoğunlaştırılarak günümüze kadar devam edip gelmektedir. Şair ve hikâyeci olan Dr. Şefika Yarkın’ın edebi metinlerinde yukarıda bahsettiğimiz konular esas alınır.

Şefika Yarkın’ın şiirlerinde vatanseverlik duygusu ve içtimai gayelere önem verilir. O nereye giderse, nerede yaşarsa vatanını unutmuyor onun sevgisiyle yaşıyor. İncelediğimiz metinlerde bahsettiğimiz konuların ele alındığını görmek mümkündür. Yarkın, kaleme aldığı bazı şiirlerinde de kadın haklarını aramakta ve savunmaktadır.

 

ŞEFİKA YARKIN’IN HAYATI VE ESERLERİ

Şefika Yarkın, 24. 07. 1954’te Seripul’a bağlı Kadıhane nahiyesinde aydın bir ailede dünyaya gelir. Cevizcanlı Kadı Muhammed İsmail’in oğlu Muhammed Kasım Kadızade’nin kızıdır. Aynı zamanda yazar ve şair olan Muhammed Kasım Kadızade, Afganistan Milletmeclisi’nin yedinci döneminde kendi bölgesinden milletvekili olarak dönemin yöneticilerinden ulusunun haklarını isteyen siyasetçilerden biri idi.

Şefika Yarkın, İlköğrenimini 1966’da Mezar-ı Şerifteki Sultan Raziye okulunda, ortaokul ve liseyi 1972’de Kabil’deki Rabia Belhî Lisesi’nde bitirir. 1976’de Kabil Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun olduktan sonra değişik devlet görevlerinde bulunur. 1999 yılında “Kamran Mirza’nın Hayatı ve İcadi Mirasları” adlı doktora tezi ile Özbekistan Cumhuriyeti Bilimler Akademisi’nden doktor unvanını kazanır.

Şefika Yarkın, fakülteyi bitirdikten sonra öğretmen olarak çalışmaya başlar. Daha sonra Kabil Radyo ve Televizyonu’nda Edebi Yayınlar Müdürlüğü görevini üstlenir. 1980 yılında Afganistan Bilimler Akademisi’nde görev alır ve bilimsel çalışmalarla yaptığı araştırmalardan dolayı “Muhakkik” (Araştırmacı) derecesini kazanır. Yazar, Kabil ile Şibirgan şehirlerinde de farklı zamanlarda önemli görevleri üstlenir. Afganistan Yazarlar ve Gazeteciler Birliği’nin üyesi olarak yurt içi ve dışında çeşitli oturumlar, konferanslar ve sempozyumlara katılır ve konuşmalar yapar. 1976’da meşhur yazar Muhammed Halim Yarkın ile evlenir. Bu evlilikten Sencer ve Arsalan adlarında iki oğlu ve Vida adında bir kızı vardır. Eşi ile İsvceç’te yaşamaktadır.

Sanatçı kendi imkânları ile Britanya, İran ve Özbekistan’da düzenlenen konferans ve seminerlere katılmıştır. 1991 yılında Babürname’nin 460. Yıldönümü münasebetiyle Özbekistan’ın Taşkent ve Semerkant’taki seminerlere, 2004 yılında Tehran’da Pervin İtisami Mükâfatı Birinci Halk Arası Konferansına, 2011 yılında Londra’nın Çerçil Koleji’nde düzenlenen üç günlük konferansa katılmıştır.

Şefika Yarkın’ın edebiyatla ilgilenmesine ailesi vesile olur. Babası Muhammed Kasım Kadızade, “Berk” soyadı ile şiirler yazar. Çocukluğundan beri kitap okumaya düşkün olan Yarkın’ın şiir ve makale yazmaya büyük ilgisi vardır. Küçük yaşta birçok edebi kitap okur. Mevlana Celaleddin Rumi ve İranlı Furuğ Feruhzad’ın kitaplarına çocukluğundan itibaren büyük bir ilgi duymaktadır.

Şefika Yarkın’ın edebiyat dünyasına girmesine neden olan diğer husus, onun severek okuduğu ve ilgi duyduğu yazar ve şairlerin kitaplarıdır. İlk başlarda yazdığı şiirlerini yayımlamaya cesaret edemediği için bu şiirler defter sayfalarında kalır. Daha sonra Afganistanlı edebiyatçı ve yazar Vasıf Bahteri’nin fark etmesi ile şiirlerini yayımlamaya başlar. Şefika Yarkın o zamanlar eserlerinin kendi adıyla yayımlanmasını istemez. Vasıf Bahteri kendisine “Dibac” soyadını (müstear) verir. Böylece ilk şiirleri Dibac adı ile Afganistan Yazarlar Toplamı’nda yayımlanmaya başlar. Şiirleri halk tarafından büyük ilgi ile okunup yayılır.

Şefika Yarkın, 1980 yılından itibaren şiir yazmaya başlar. Şairin ana dili, Özbek Türkçesidir. Ancak şiirlerini ana dili yanında Afganistan’ın resmi dilleri olan Darice ve Peştunca ile de kaleme alır.

Şairin Özbekçe ve Darice dillerindeki şiirleri Afganistan’da Çavuş, Anis, Yıldız gibi gazetelerde, Hürasan ve Kâbil gibi birçok dergilerde Yarkın ve Dibac soyadları ile yayımlanır.

Yarkın, ünlü bir şair olduğu kadar edip ve mütercimdir. Özbekistan, Tacikistan, İran, Almanya ve Amerika’da birçok tercüme yazıları yayımlanır.

Şairin 2009’da, Özbek Türkçesiyle kaleme aldığı şiirlerden oluşan Alisdan Bir Ses (Uzaktan Bir Ses) ve 2010’da Uyghaq Tüşlar (Uyanık Rüyalar) adlarında şiir kitapları mevcuttur. Onun 100’e yakın makalesi ve 200’den fazla şiir ve hikâyeleri Afganistan’ın birkaç gazete ve dergilerinde yayımlanır.

Yazarın Darice dilinde yazdığı eserler; Çiy’in Utanışı (rubailer toplamı), Telaşsız Anlar, Rüzgârda Bırakmak, Güneşin Göçü, Meleklerin Göçü gibi şiir toplamları yayımlanmıştır. Nur Kervanı ve Resimsiz Ayna adlı Darice şiirler kitabı yayına hazırdır.

Eşi Halim Yarkın ile birlikte 2 cilt Özbekçe-Farsça sözlük de edebi faaliyetleri arasında yer alır. Ana dili olan Özbekçe dilinde yazılan eserlerinin sayısı çoktur.

“İpek Talaları” (İpek Kozası) adlı Özbekçe yazdığı kitabında Afganistanlı Özbek kadın şair ve yazarlar hakkında bilgiler yer alır.

Şefika Yarkın’ın ilmî faaliyetleri arasında tercüme eserler de vardır. Zahiruddin Muhammed Babür divan metni olan “Babür-name” eseri üzerinde bazı bilimsel çalışmalar yaparak Darice diline tercüme eder, Nadire Begüm Divanı, Şah Mirza Garip Divanı, Kamran Mirza Hayatı ve Edebî İcatları, Mevlana Celaleddin Rumi Rubailerini Özbekçe’ye çevirir.

Şefika Yarkın’ın eserlerinin çoğu son 15 senenin verimleridir. Bazı talihsiz olaylar ve kazalar yüzünden birkaç kitabı kaybolmuştur. İlk yazdığı şiirler toplamını , yayına vermediği için büyük pişmanlık duyan Şefika Yarkın, bunu hayatındaki en büyük hata olarak görmektedir. Yazar, kitaplarını birincisi mücahitler devriminde, ikincisi 1997 Tâliban saldırısında olmak üzere iki kere kaybetmiştir. Şiirlerinin büyük bölümü, 1997 yılında yazılmış olup Tâliban’ın eline geçerek kaybolmuştur. Şefika Yarkın’ın şiirlerini konu bakımından şu şekilde sıralayabiliriz:

Felsefi Şiirler: 

Bu grupta; “Temizlik”, “Cam ve Taş”, “Güneşin Doğum Yeri” gibi şiirler yer alır. Bu şiirlerde şair tasavvufi fikirlerini, dünyaya karşı kendine has bakışını tasvir eder. Bu şiirlerden ikisinin metni aşağıda verilmiştir:

Temizlik

Senin adın dudağa tatlılık veriyor

Seni anmak vücuda tazelik bağışlıyor

Sen imanın nezaket ve temiz sembolüsün.

Senin sevgin yüreğe temizlik bağışlıyor.

 

Cam ve Taş

Ben yorgun aşığım, ruhum yorgundur.

Ruhumun acısıyla, kemiklerim yorgundur.

Dün, visal çiçeğini kokluyordum.

Bugün ayrılık dikeninden vücudum yorgundur.

Aşk Şiirleri: 

Bu grupta; “Gel”, “Feryadın Boyu”, “Telaşsız Anlar”, “Beni Çağır” gibi şiirler yer alır. Bu şiirlerde şair, aşk duyguları, sevgiliye olan sevgisini, özlem, ayrılık, kavuşma arzusunu yansıtır. 

Gel

Sensiz çiçek gözlerimde dikendir, gel

Sonbahar, baharı yağmalamaktadır, gel

Bir huzursuz âşık ve bir yaralı yürek

 Burada seni beklemektedir, gel.

Vatan Konulu Şiirler:

 Bu gruptaki şiirler Şefika Yarkın’ın edebi faaliyetlerinde önemli ve geniş yere sahiptir. “Zincirlenmiş Ses”, “Güneşin Göçü”, Yeşil İnanç”, “Temizlik İfadesi”, “Yandım” gibi şiirler yer alır. Şair bu şiirlerde vatanına olan sevgi ve aşkını, özlemini, gurbette çektiği acı ve sıkıntılarını, ülkede olan huzursuzluklar yüzünden acı çektiğini dile getirir. Vatan temalı şiirlerini şair kendine has üslubunu yansıtarak gazel ve rubai şeklinde kaleme almıştır. Nesir eserlerinde olduğu gibi manzum eserlerde de kendine özgü simalar (tasvir) dizimi vardır. 


Zincirlenmiş Ses

Bahar geldi ve ben yalnızım

İçim sesle dolu olsa da sakinim.

Gündüz, uzun geceleri düşünüyorum

Gece ise yarının keder ve düşüncesindeyim.

Görünüşte rahat görünsem de

Dertler beni rahat bırakmıyor.

Perişanlıktan feryat ederdim

Eğer sesim zincirlenmiş olmasaydı.

Kadın ve Kadın Hakları Temalı Şiirler:

Bu grupta yer alan şiirlerde şair, kadının sesi olmaya ve kadınların sesini duyurmaya çalışır. Zulüm ve haksızlık karşısında kadının çaresizliğini yansıtır.  


İki Boyutlu Aşk

İlk gün: “Ben sana tutkunum, sen gururlu dağsın,

Bense ayak tozunum” dedin.

Başka bir gün kulağıma yeni bir sözle:

“Ey can dostum, ben sana dostum.” dedin.

Başka bir gün, bir öpücükle dudak kilidimi kırarak,

“hem ilkim hem sonumsun” dedin.

 Bir başka gün baş başa iken

Senin kraliçen olduğumu söyledin.

Aylar sonra, önceki ben, ben değildim.

Sadece arkanda olan zayıf bir gölgeydim.

Bugün yıllar sonra bir fark var:

Sen gururlu dağsın, bense ayak tozun!

Şefika Yarkın’ın Resmi Görevleri

-1977 yılında öğretmenlik görevine başladı.

-1978-1980 Afganistan Milli Radyo ve Televizyonu’nun Eğitim Yayınlar Müdürü.

-1980 -1990 Afganistan Bilim Akademisi üyesi.

-1989 -1991 Meclis Basın Yayın Başkanı ve Sana dergisi direktörü.

-1991-1994 Cevizcan Valiliği Kültür Danışmanı.

-1995-1997 Cevizcan Valiliği Kadın İslam Şûrası Başkanı ve Mir Ali Şer Nevaî Enstitüsünde öğretim üyesi.

-1997-2001 Özbekistan Bilim Akademisi üyesi.

-2001-2002 Milletvekili ve Kadın Bakanlığı Müsteşarı.

-2005-2006 Eğitim Danışmanı.

-2006-2008 Milli Eğitim Bakanlığı Öğretim Başkanı ve Terbiye dergisinin direktörü.

-2008-2011 Milli Eğitim Bakanlığı’nda Eğitim danışmanı.

Kazandığı Ödüller:

-1999 Özbekistan Cumhuriyeti’nin Babür-name Madalyası.

-2007 Hekim Nasir Hüsrev Ödülü

-2008 Özbekçe-Farsça sözlük - İran Cumhuriyeti

-2010 Edebi ve Sosyal faaliyetlerinden dolayı Afganistan’da Gazi Mirbeçe Han Devlet Madalyası

-2011 İran Cumhuriyeti Muhammed Muin Ödülü

-2012 Afganistan’da Malalay Devlet Madalyası

Uluslararasında Tanınması:

Almanya Milli Televizyonu yayıncılığı tarafından Şefika Yarkın’ın yaptığı faaliyetler ve çalışmaları ile ilgili kısa belgesel filmi hazırlanarak yayına sunulmuştur.

Yayımlanmış Eserleri:

  • Zahiruddin Muhammad Babür Divan’ı (Özbekçe’den Darice diline tercüme), 1983.

  • Nadire Begüm Divan’ı (Özbekçe’den Darice diline tercüme), 1989.

  • Baburga Armaghan, Babür’e Armağan, (Özbekçe dilinde tanıtım eseri), 1983.

  • Sima-i Mir Alişir Nevaî. (Halim Yarkın ile). Özbekçe’den Darice diline tercüme.

1993.

  • Babur Manguligi (Babür’ün Edebiliği), Halim Yarkın ile. Özbekçe dilinde, 1993.

  • Özbekçe İsimler Sözlüğü. 1998

  • Şah Mirza Garip Divan’ı, -Kiril Alfabesiyle-, 2001.

  • Kamran Mirza’nın Hayatı ve İcatları, Özbekçe diline tanıtım, 1999.

  • Divan-ı Babür, (Babür’ün Divan’ı) -Kiril Alfabesiyle-, Taşkent, 2004.

  • Mevlana Celaleddin Belhi Rubaileri, (Farsça’dan Özbekçe’ye tercüme), 2004.

  • Nay Tilmachi, (Ney Tercümanı) Özetlenmiş Mesnevi Hikâyelerinin Özbekce’ye Tercümesi. 2004.

  • Yina Koreshguncha (Yine Görüşene Kadar), Özbekçe hikâyeler, 2007.

  • Babür name, Özbekçe’den Darice’ye Tercüme, 2007.

  • Özbekçe- Farsça Sözlük (2007)

  • Qayta Tughelgan Pari Kuyladı, İranlı Şair ve Yazar Furuğ Feruhzad’ın şiirlerinin

Özbekçe’ye tercümesi. 2007.

  • Alisdan Bir Ses, (Uzaktan Bir Ses), Özbekçe Şiirler, 2008.

  • Oyghaq Tushlar, (Uyanık Rüyalar), Özbekçe Rubai’ler, 2010.

  • İpek Talaları, (İpek Kozaları), -Afganistan Özbek kadın şairlerinin ve yazarları hakkında-, 2010.

  • Şerm-i Şabnem, (Çiy’in Utanması), Şiirler, 2010.

  • Telaşsız Anlar, Darice Şiirler, 2010.

  • Meleklerin Göçü, Rubai’ler. 2010.

  • Reha Dar bad, (Rüzgârda Bırakmak) Darice Şiirler, 2010.

  • Az Tabarı Baharı Digar, (Başka Bir Bahardan) Darice Şiirler, 2010.

  • İpek Kanatlı Kuş, Çocuklar için Özbekçe Şiirler, 2010.

  • Özbekçe birinci sınıf ders kitabı, 2007.

  • Özbekçe ikinci sınıf ders kitabı, 2007.

  • Özbekçe üçüncü sınıf ders kitabı, 2007.

  • Özbekçe dördüncü sınıf ders kitabı, 2007.

  • Özbekçe 1-12. Sınıf kitaplarının müfredatı, 2009.

  • Nur Kervan’ı, Darice şiirler, İran’da basılmak için beklemektedir.

Müşterek Kitap:

  • Sima-i Mir Alişir Nevaî. (Halim Yarkın ile) 1993.

  • Cavidanagi-i Babur (Babür’ün Edebiliği) (Halim Yarkın ile) 1993.

ESERLER

Koche Fereshta Ha (Meleklerin Göçü)

Rubailerden oluşan Meleklerin Göçü adlı şiir kitabı, 2010 yılında yayına sunulur. Kitap, 85 sayfadan oluşmaktadır. Millî duyguların daha ağırlıkta olduğu rubailerde aşk ve sosyal konuları da görmek mümkündür. Rubailer Daricede yazılmıştır. Kitabın son sayfasında şairin kaleme aldığı Peştunca rubaileri de yer almaktadır.

Reha Dar Bad (Rüzgârda Bırakmak)

48 şiirden oluşan Rüzgârda Bırakmak adlı şiir kitabı, 2010 yılında yayına sunulur. Kitap 95 sayfadan oluşmaktadır. Millî duygular, aşk, kadın ile sosyal konular ele alınır. Şiirler Daricede yazılmıştır.

Sharme Shabnam (Çiy’in Utanışı)

Bu kitapta yer alan şiirler Daricede yazılmıştır. 90 sayfadan oluşan kitapta toplam 44 adet şiir yer almaktadır. Şiirlerin teması; millî duygular, aşk, kadın ve sosyal konulardır. Bu temaları, şairin bütün manzum ve mensur eserlerinde görmek mümkündür. Kitabın yayımlanma yılı, 2010’dur.

Uyghaq Tushlar (Uyanık Rüyalar)

105 sayfalık Özbekçe rubai ve gazellerden oluşan Uyanık Rüyalar adlı şiir kitabı, 2010 yılında yayımlanır. Şairin Özbekçede yazdığı ikinci şiir kitabıdır. Değişik vezinlerde 21 şiir, 152 rubai, 4 tane dörtlük yer almaktadır. İlk kez bu kitaptan 1000 adet basılmıştır. Şiirlerde sosyal, siyasî ve kültürel konular işlenir. Bunun yanında vatan sevgisi, hasret duygusu, anne-baba hasreti, kadının iç duygusu gibi konular da dikkati çeker. Şefika Yarkın tarafından yazılan önsözün bir kısmını alıntılamayı uygun görüyoruz:

“Ben 1980 yıllarında ciddi bir şekilde şiir yazmaya başladım ve bu alanda ilerledim. Gazel, rubai, mesnevi ve farklı türlerde şiir yazmaya başladım. Kısa sürede yazdığım şiirlerin sayısı 300’ü geçti. O dönemlerde şiirlerimi yayımlama niyetim olsa da yayımlama imkânım ve fırsatım olmadığı için yayınlanamadı.

1991 yılında Kabil’e Mücahitlerin baskınıyla birçok iş yeri yıkıldı ve bozuldu. Özellikle kadın ve eğitime karşı olan Mücahitler bilim yerlerini yıkmaya meyilliydiler. Ben o zamanlar Kabil’de Afganistan Bilimler Akademisinde çalışıyordum. Bir gün öğle vakti Mücahitler gelip bizim iş yerimizi de bastı. Bütün evrakları ve belgeleri yakmaya başladılar. Benim şiir defterlerim ve bazı hatıra fotoğraflarım da vardı. Hepsi ateşe verildi. Bir seminerde medenî kişilerle çektirdiğimiz fotoğraf mücahitlerden birinin eline geçmişti. Tesadüfen bana o fotoğraftaki başı açık bayanın kim olduğunu sormaya başladı. “Bu başı açık utanmaz kadını bulursam doğrayacağım diyerek korkunç ses tonuyla” beni korkuttu. Başörtümle yüzüm kapalı olduğu için o kadının ben olduğumu anlayamadı. Bu olay beni çok korkutmuştu. Yakılmış ve yırtılmış şiir defterimin bazı sayfalarını yerde bulup topladım.

Yaşadığım olaydan sonra Kabil’i terk edip Şibirgan’a gitmek zorunda kaldık. Şehirden şehire taşınmak zorunda kaldığımız için yazdığım eserler de kaybolmuştu. İkinci kez eğitim ve kadın düşmanı Taliban tarafından şiir defterleri ve hatıra fotoğraflarım yakılarak kayboldu.

Uyanık Rüyalar adlı şiir kitabım; gazete ve dergilerde yayımlanan şiirlerim toplanarak ve değerli arkadaşlarımın yardımıyla bir araya getirilerek kitap hâlini almıştır.”

Alisdan Bir Ses (Uzaktan Bir Ses)

Şefika Yarkın’ın, Uzaktan Bir Ses adlı ilk Özbekçe şiir kitabı, 2009 yılında yayına sunulur. 132 sayfadan oluşan kitapta farklı vezin ve kalıplarla 56 şiir yer alır. Gazel, şarkı ve serbest şiirleri görmek mümkündür. Bu kitapta yer alan şiirlerin vezni, genel olarak hece ve aruzdur. Millî duygular, aşk, kadın ve sosyal konular ele alınır. Ayrıca bu şiirlerde; kadının hakkını savunmaya ve sesi olmaya, vatan aşkı ve sevgisini dile getirmeye çalışılır.

Kitapta yer alan “Uzaktan Bir Ses” adlı şiirde, şair eleştirel bir üsluptan yararlanarak yaşadığı toplumu tenkit altına alır. Bu kitaptaki birçok şiir, dönemini ve bir grup insanı eleştirmektedir.

Kitapta tanınmış şair ve yazar Dr. Abdulhakim Cevizcanlı tarafından, yazar ve kitap hakkında geniş bilgi yer alır. Buradan bazı alıntılar yapmayı uygun gördük:

“Şefika Yarkın, Afganistan Özbek şiirinde beyaz kalıbı yaymanın öncüsü oldu. Bu toplamdaki; Talihsiz Güzel, Canlı Gazel, Çiçekler Birliği, Selam, Baht Şarkısı, Uzaktan Bir Ses adlı şiirler Beyaz vezniyle yazılmıştır. O, şiirde bu vezin ile duygularını şekillendirmek için şiir hayatına başladıktan bir süre sonra bu tür şiirleri yazmaya başlıyor.

“Afganistan Özbek şiirinde şekil bakımından yeni bir örnek olan ‘Uzaktan Bir Ses’ adlı şiir, derin duygular ve yüksek hayal gücüne sahiptir. Bunda şair, uzaktan duyulan bir sembol yaratır. Geleneksel şiirlerde yalnız ve mazlum kişi ağlayıp feryat ediyorsa, bu şiirde yalnızlık ağlayıp feryat ediyor. Ay ve güneş secdeye baş koyuyor, yapraklar korkudan titriyor. Bu ses, yer ve göğü titreten mucizeli güce sahip olsa bile, biz insanları derin uykudan kaldıramıyor.

“Bu sembolü, herkesin kendi dünya bakışına göre yorumlaması mümkündür. Şair hayal gücünden yararlanarak, kendi isteklerini ifade etmekle birlikte kendi yaşadığı toplumu tenkit altına almıştır. Bence ‘Uzaktan Bir Ses’ adlı şiir, Afganistan Özbek şiirinde hem şekil hem muhteva bakımından yeni bir üsluba sahiptir.”

Uzaktan Bir Ses

Ses,

Ses,

Ses,

Çok uzaklardan,

Geliyor bir ses.

Sert yürekleri,

Kesiyor bir ses.

Nasıl duyguları

Uyandırır, bu ses.

Bu seste bir acı var

Bir hasret var

Bu seste bir dert var

Bir ümit ve arzu

Bu seste bir sır var

Bir utanç duygusu

Bu seste yalnızlık

Yalvarmaktadır

Bu seste çaresizlik

Ağlamaktadır

Bu seste sessizlik

Feryat eder

Bu seste mahrumiyet

Gözlerini açar

Bu seste ümitsizlik

Acı çekmektedir

Bu seste ney boğazı,

Şikâyet eder

Bu seste ırmaklar

Tespih eder

Bu seste ay ve güneş

Secdeye gider,

Bu seste yapraklar,

Münacat eder

Bu seste ağaçlar,

İbadet eder

Bu ses,

Su dalgalarını at yavruları gibi koşturur

Bu ses,

Kuşların kanadını sarsar

Bu ses,

Aslan yiğitleri bile titretir

Bu ses,

Yer ve göğü bile sarsar

Bu ses,

Çimenler ve çiçekleri uyandırır

Ama^

Biz

insanları

uyandıramaz.

Ama...

Biz

insanları

titretemez.

Ses

Ses,

Ses,

Çok uzaklardan,

geliyor biz ses.

Çok uzaklarda

sönüyor bir ses.


Az Tabari Bahari Digar (Başka Bir Bahar)

Daricede yazılmış şiirlerden oluşan kitap, 2010 yılında yayımlanır. 93 sayfadan oluşan kitapta toplam 47 şiir yer alır. Bu kitapta millî duygular, aşk ve sosyal konular ele alınır.

Lahza hayi be shetab (Telaşsız Anlar)

Daricede yazılmış şiir kitabı, 2010 yılında Kabil’de yayımlanır. 97 sayfadan oluşan şiir kitabında toplam 49 şiir yer alır. Bu kitaptaki şiirlerde de millî duygular, aşk ve sosyal konular hâkimdir.

Qayta Toghelgan Pari Koylaydı (Yeniden Doğmuş Peri Şarkı Söylüyor)

Bu kitapta, çeşitli vezinlerde 30 şiir yer almaktadır. Tanınmış İranlı şair Furuğ Feruhzad’ın; Esir, Duvar, isyan, Yeniden Doğma ve Soğuk Mevsimin Başlamasına inanalım toplamlarından seçilmiş Farsça şiirlerinin Özbekçeye tercüme eseridir. Şiirler Farsçadan Özbekçeye metnin orijinal vezin ve kalıbıyla çevrilir. 79 sayfadan oluşan kitap, 2007 yılında yayına sunulur.

Şefika Yarkın’ın kaleme aldığı 12 sayfalık önsözde; Furuğ Feruhzad’ın hayatı, edebî faaliyeti, dünya bakışı ve eserleri hakkında geniş bilgi mevcuttur. Şiirlerin şekil ve muhteva özelliği hakkında inceleme yapılır. Bu şiirlerde sosyal, aşk ve felsefi konular daha ağır basar:

“Furuğ, 1964 yılında Yeniden Doğmak adlı şiirler toplamını yayınladı. Bu toplamdaki şiirler gerçekten de Furuğ’un şiir dünyasında yeniden doğmasının, özel ve sanat hayatında özel bir insan olmasının kanıtıdır. Elde ettiği başarılarına rağmen kendi çalışmalarından memnun değildi. Kendini tenkit ederek aşağıdaki ifadeleri dile getirmiştir:

“Ben otuz yaşındayım. Otuz yaş, bayanlar için tam olgun yaştır. Ama benim şiirlerim daha otuz yaşına girmemiştir ve olgunlaşmamıştır. Baştan beri yazdığım şiirlerimin arasında en son yazdıklarıma daha çok güvenirim. Bu inancın ömrü de çok kısadır. Çünkü yeni bir şiir yazdığımda ona da güvenim kalmıyor.”

Yine Koreshguncha (Yine Görüşene Kadar)

Yazarın Özbekçede kaleme aldığı Yine Görüşene Kadar adlı tek hikâye kitabı 2007 yılında Kabil’de yayımlanır. 90 sayfadan oluşan hikâye kitabında toplam 5 hikâye yer alır. Metinlerde millî duygular ve kadın hakları hâkimdir. Afganistan’da yaşanılan bazı olayların gerçek sunumu gibidir hikâyedeki olaylar. Manzum eserlerinde olduğu gibi mensur eseriyle de mazlum millet ve kadının sesi olmaya çalışır yazar.

Afganistan Özbek Edebiyatı’nda hikâye yazmak fazla gelişmediği ve yazarlar bu türe ilgi göstermediği için Yine Görüşene Kadar adlı hikâye kitabının önemi büyüktür.

Dr. Şefika Yarkın; yazar, mütercim, iki dilde şiir yazan başarılı bir edibedir. Bu kitaptaki hikâyeler, onun mensur alanda da yetenekli olduğunun kanıtıdır. Hikâyelerde olay ve kahramanların hareketleri, doğaldır. İnsanlar ve özellikle kadınlar huzursuz bir toplumda yaşadığı için çektikleri bazı sıkıntı ve huzursuzluklar anlatılır.

İpek Talaları (İpek Kozaları)

Eserde Afganistanlı Özbek şair ve yazar kadınların hayatı ve eserleri yer alır. Bu kitap, kadın yazar ve şairlerinin ilk kimlik kitabı özelliğine sahiptir. Özbekçede yazılan bu kitap, 2010 yılında yayımlanır. 122 sayfa ve 3 bölümden oluşan kitapta 19 kadın şair ve yazarın hayatı ve edebî eserleri yer almaktadır. Eserlerinde her zaman mazlum ve çaresiz kadınların sesi olmaya çalışan yazar, bu defa eli kalem tutan aydın kadınlardan da bahsetmek ister.

Kitapta yazar; 11 sayfalık geniş önsözünde kadının toplumdaki yeri, yaşadığı toplumda kadının eğitimine hiçbir önem verilmemesi, kadının her alanda yetenek sahibi olması, şiir yazma yeteneğine sahip olan kadının hiçbir imkân sahibi olmaması gibi konulardan bahseder. Ayrıca kadın şairlerin az olması, onlara teşvik amaçlı hiçbir imkân yaratılmaması, kendi iç duygularını özgürce ifade edebilme özgürlüğüne sahip olmamaları gibi konulara da açıklık getirilir. Yazar bu kitabını üç bölüme ayırır.

İlk Bölüm (15-52 sayfalar): Bu bölümde, edebî faaliyetleri ve eserleri çok fazla olan yazarlar yer alır. Bu yazarlar sıra ile Dr. Şefika Yarkın, Kübra Keyvan, Cemile İsar ve Ferişte Ziyayi’dir. Şairlerin hayatı hakkında bilgi ve şiirlerinden örnekler yer alır. Bu bölümde şairlerin bazı şiirleri, muhteva ve şekil bakımından incelenir. Bahsettiğimiz şairlerin şiirleri incelenerek metin hakkında yazarın kendi fikir ve düşünceleri de ifade edilir. Kitabın bu bölümünde yer alan şairlerin şiirleri, vezin ve kalıp bakımından da incelenerek şiirlerin aruz ve hece vezinlerinde yazıldığı tespit edilir.

İkinci Bölüm (69-100 sayfalar): Bu bölümde; Asife Şadab, Marya Sezavar, Mehriye Mehri, Şefika Saha Yolcu, Aysultan Hayri, Fevziye Yelda, Dilcan Yoldaş ve Hümeyra Restgar olmak üzere sekiz kadın şair yer alır.

Bu bölümdeki şairlerin şiirleri ve edebî faaliyetleri birinci bölümde yer alan şairlere göre daha azdır. Şairlerin edebî kişiliği ve birkaç örnek şiir mevcuttur. Bu şiirler hakkında inceleme yapılmamış ve fikir belirtilmemiştir.

Üçüncü Bölüm (103-122 sayfalar): Bu bölümde edebî faaliyetleri ve özellikle Özbekçe şiirleri çok az olan; Mulla Hayrunnisa Seripuli, Saire Yakup, Nabiye Mustafazade, Leyla Zare, Hümeyra Mahzun Kadızade, Nesime Sevlet ve Masume Sevinç Kadızade yer alır.

Baburga Armaghan (Babür’e Armağan)

Babür’ün 500. yıldönümü münasebetiyle, Babür’ün “kalmadı” redifli şiirine nazire olarak Afganistan Özbek ve Türkmen şairleri tarafından aynı vezin ve redifle şiirler söylenir. Bu şiirler bir araya getirilerek kitap hâlinde yayımlanır. Ayrıca kitabın baş sayfalarında Babür’ün “kalmadı” redifli şiiri, Darice ve Peştunca dillerine tercüme edilir. 70 sayfalık bu kitap, 1983 yılında yayımlanır. Kitabın dili Özbekçedir.

Turkey Atlar Sozligi (Özbek Türkçesi İsimler Sözlüğü)

Bu kitapta alfabetik sıralamaya göre 1000 Özbek erkek çocuk ismi ve Darice anlamı yer almaktadır. 80 sayfadan oluşan kitap, 1997 yılında yayımlanır.

İpek Kanat Kaldırgaç (İpek Kanatlı Kuş)

Çocuklar için Özbekçe şiirler toplamıdır. 23 şiirin yer aldığı 30 sayfalık kitap, 2010 yılında yayımlanır.

Kamran Mirzaning Hayatı wa İcadi (Kamran Mirza’nın Hayatı ve İcatları)

Kamran Mirza’nın hayatı ve edebî eserlerini Özbekçe dilinde tanıtma kitabıdır. Kitapta Kamran Mirza’nın Darice ve Özbekçe şiirleri yer almaktadır. Kamran Mirza, Babür Şah’ın ikinci oğludur. Babasının vefatından sonra kraliyetin varisi olur. Babası gibi şiir ve edebiyatla da arası iyi olduğu için çok sayıda şiir yazar. 403 sayfadan oluşan kitap, 2010 yılında yayımlanır.

Bu tercüme eserin içinde iki kitap yer almaktadır. Birinci kitabın ilk bölümü, 1228 sayfa olup aşağıdaki konulardan ibarettir.

  • Kamran Mirza’nın çocukluk dönemi

  • Kamran Mirza’nın siyasî faaliyetleri

  • Kamran Mirza ve Hümayun kral arasındaki münasebetler

  • Kamran Mirza’nın ölümü

  • Kamran Mirza’nın ailesi ve çocukları

İkinci Bölüm Kamran Mirza’nın Eserleri (90-228 sayfalar):

  • Konular.

  • Vezin ve kafiye.

  • Eserlerin etkisi.

  • El yazma nüshalarının açıklaması.

İkinci kitap Kamran Mirza Divanı’nın Tenkitli Metni:

  • Özbekçe Divanı, 230-341 sayfalar.

  • Darice Divanı, 342-394 sayfalar.

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi eserin ilk kitabında yazar, Kamran Mirza’nın hayatı, eserleri, Babürlülerle ilgili geniş tarihi bilgi verir. Bunun gibi eserin ikinci kitabında Kamran Mirza’nın Özbekçe ve Darice Divanları yer alır.

Dr. Şefika Yarkın, Kamran Mirza’nın Hindistan Kütüphanelerindeki üç el yazma eseri, Özbekçe Divanı’nın Taşkent’te basılı nüshasından da yararlanarak bu eseri kaleme alır.

Divan-ı Zahiruddin Muhammad Babur (Zahiruddin Muhammed Babür Divan’ı)

500 sayfadan ibaret olan bu kitapta Babür Şah’ın hayatı, edebî çalışmaları ve Özbekçe Darice şiirleri yer almaktadır. Bazı şiirler, şekil ve muhteva bakımından incelenir. Eski yazılı bazı şiirler üzerine düzeltmeler yapılır. Kitabın yayınlanma yılı, 1983’tür.

Darya Dar Gawhar (Denizde Mücevher)

Özbekçeden Dariceye değerlendirilen Babür Şah’ın Denizde Mücevher adlı Divan’ı, 2008 yılının son aylarında Kültür Bakanlığı tarafından yayına sunulur. 500 sayfadan oluşan kitapta aşağıdaki sıra ile konuları görmek mümkündür:

  • Afganistan Kültür Bakanı’nın eser hakkında konuşma metni

  • Yazarın Önsözü

  • Babür’ün Hayatı ve Eserleri

  • Babür Divanı’nın Tenkitl i Metni

  • Babür Name Divanı’ndan örnek şiirler

  • Babür’ün Mektupları

  • Babür’ün Vasiyetnamesi

  • Babür’ün ailesi ve çocukları

  • Babür ve Kâbil’deki Bağından fotoğraflar

Bu eserde Babür’ün hayatı ve eserleri hakkında detaylı bilgi yer alır. Eserleri muhteva bakımından incelenir. Babür Divanı’nın el yazma nüshaları hakkında da geniş ve detaylı bilgi verilir.

Divan-ı Nadira Begum (Nadire Begüm Divan’ı)

209 sayfadan oluşan bu kitapta Özbek şair ve yazar Nadire Begüm’ün hayatı ve edebî eserleri mevcuttur. Kitap, dil bakımından iki bölüme ayrılır. İlk bölümde Nadire Begüm’ün hayatı ve Darice şiirleri yer alırken ikinci bölümde Özbekçe şiirleri şekil ve muhteva bakımından incelenir. Kitap 1989 yılında yayımlanır.

Shah Gharib Mirza Gharibi Divan’ı (Şah Garip Mirza Garibi Divan’ı)

Sultan Hüseyin Mirza Baykara’nın oğlu Şak Garip Mirza, iki dilde şiir yazan yetenekli şairlerdendir. Bu kitap, kısa sürede okuyucu tarafından beğenilen ve ilgi gören kitaplardan biri olur. 173 sayfadan oluşan kitap, 2001 yılında Taşkent’te yayımlanır. Kitap, Özbekçe ve Darice şiirleri olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Kitap aşağıdaki konulardan ibarettir:

  • Giriş (1-40 sayfalar)

  • Divan’ın nasıl ortaya çıktığı

  • Divan’ın Özellikleri

  • Darice Şiirler

  • Özbekçe Şiirler

  • Garibi’nin Dönemine Bir Bakış

  • Garibi Hakkında Bilgi

  • Garibi’nin Eserleri

  • Özbekçe Divan, (43-130 sayfalar arası)

  • Darice Divan (133-173 sayfalar arası)

Ayrıca örnek olarak birer Özbekçe ve Darice el yazma şiirlerine de yer verilir. Bu kitap, Almanya Millî Kütüphanesinde tek nüsha olarak saklanan Garibi Divan’ından yararlanarak yazılır.

Bu kitap, 2001 yılında ilk kez Taşkent’te Kiril alfabesiyle yayınlanmıştı. Daha sonra Afganistan Özbekçesine aktarılarak ülkenin okuyucularına sunulur.

Simayı Mir Ali Sher Nawai (Sima-i Mir Alişir Nevaî)

94 sayfadan oluşan kitap, 1993 yılında yayımlanır. Bu kitabı Şefika Yarkın eşi Halim Yarkın ile ortak hazırlar. Alişir Nevaî’nin hayatı, ebebî kişiliği ve faaliyetleri, Darice eserlerinin tanıtımı ve eserleri yer almaktadır. Ayrıca kitap Özbekçeden Dariceye tercüme edilmiştir.

Nay Tilmaci (Ney Tercümanı)

73 sayfadan oluşan kitap 2004 yılında yayımlanmıştır. Bu kitap özetlenmiş Mesnevi hikâyelerinin Özbekçeye tercümesidir. Kitabın başında Hz. Mevlana’nın “Ney Name” adlı şiirinin aynı kalıp ve vezin ile yazılan Özbekçe çevirisi yer almaktadır.

Babur Manguligi (Babür’ün Edebiliği)

57 sayfadan oluşan kitap, 1993 yılında yayımlanır. Halim Yarkın ile birlikte Özbekçede çalışılmış eserdir. Babür’ün eserleri, Babür’ün mektupları, Babür’ün şiirlerinde ağırlık kazanan sözler, Babür ailesinde şiir ve edep, Babür şiirlerinden tercümeler, Babür hakkında yazılan eserler, Kraliyet Geçiren Babür’ün oğulları gibi konular yer almaktadır. Ayrıca kitap Dariceden Özbekçeye tercüme edilmiştir.

Rubaiyat-ı Mawlana Jalaleddin Muhammad Balkhi (Mevlana Celaleddin Belhi Rubaileri)

Bu kitap Mevlana Celaleddin Belhi’nin 162 Darice rubaisinin Özbekçe diline tercümesidir. 133 sayfadan oluşan kitap, 2004 yılında yayımlanır.

Farhang Ozbeki Ba Farsi (Özbekçe-Farsça Sözlük)

İki ciltten oluşan sözlük 2007 yılında Tehran’da yayımlanmıştır. Sayfa sayısı 1432 olan sözlükte yaklaşık 38 000 sözcük bulunmaktadır.

Babur Nama (Babür name)

Zahiruddin Muhammed Babür Şah’ın Babür Name adlı eseri, dünya edebiyatında önemli bir yere sahiptir. Bu eser, 30’a yakın çeşitli dillere çevirilmiştir. Şimdilik tercümelerin en sonuncusu, Özbekçeden Dariceye tercümedir.

Babür Name’nin Dariceye dört tercümesi vardır. Bunlardan en ünlüsü, Celaleddin Ekber döneminde Abdurrahim Han Hanan’ın Dariceye tercümesidir. Bu eser, yaklaşık 130 yıl önce Hindistan’da yayınlanır. Esere ulaşmak kolay olmadığı için Dr. Şefika Yarkın’ın hazırlamış olduğu kitaba ihtiyaç vardı. Bu kitap iki ciltten oluşmaktadır. İlk cilt 338 sayfadan oluşmak üzere 2005 yılında yayımlanır. İkinci cilt, 390 sayfadan oluşmak üzere 2007 yılında yayımlanır.

Özbekçe Ders Kitapları

Bu kitapların Dr. Şefika Yarkın tarafından düzeltmesi yapılmıştır. İlkokuldan 12. sınıfa kadar bu kitaplar Afganistan’ın kuzey bölgelerindeki okullarda okutulmaktadır.

BİRİNCİ BÖLÜM

ŞEFİKA YARKIN’IN ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER

Millî Duygu

Yandım adlı metin, 1997 yılında Özbekistan’ın Taşkent ve Afganistan’da Tâliban’ın iktidarda olduğu dönemde yazılır. Tâliban tarafından mazlum millete uygulanmayan zulüm ve baskı kalmamıştır. Kızlara okuma-yazma öğretilmesi yasağı, kadınların yüzünü gösterme yasağı, kadınların tek başına sokağa çıkma yasağı, kadınların topuklu ayakkabı giyme yasağı, sokakta yürüyen insanların zorla camiye getirilerek abdestsiz bir şekilde namaz kıldırılması ve bunun gibi millet üzerine uygulanan birçok baskıyı saymak mümkündür. Ülkede huzursuzluk ve sıkıntılar zirvededir. Vatandan uzakta olmak ve mazlum vatandaşların yürek yakıcı durumu, şairi bir hayli üzmüştür. Bütün haksızlık ve zulümlere karşı seyirci olarak kalınmasından, çaresizliğinden yana dertlidir. Metnin kaleme alınma amacı, ülkede bir grup zalim tarafından yapılan zulümlere çaresizce seyirci kalma duyguları ifade edilmekle birlikte dönemin haksızlıklarını da yermek ve dile getirmektir. Milletin mazlumluğunu ve iktidarda olanların zulmünü dile getirmektir amaç. Yapılan haksızlık ve zulümlere karşı seyirci kalmaktan ve yanmaktan başka bir çaresi olmadığını dile getirir şair. Kendisi zulümlerden uzakta olsa bile ülkede kalan masum insanların durumu ve gurbette çekilen acı, onu derinden sarsmaktadır.

Vatanına sevgisinin ağır bastığı şiirlerden biri olan Yeşil inanç adlı metin, 1998 yılında ülkede huzursuzluk ve sıkıntıların devam ettiği dönemde yazılır. Şiirin kaleme alındığı yıl, Afganistan’da Tâliba’ın iktidarda olduğu dönemdir. Metne hâkim olan duyguyu, “ülkede huzursuzluk ve yurdundan uzakta yaşayan insanların duyduğu hasret”, olarak ifade etmek yerindedir. Okuduğumuz metinde şair, vatanını yeşil ve taze bahar faslıyla kıyaslamaktadır. Ülkede senelerden beri süre gelen savaş ve huzursuzluklardan bıkan şair, büyük özlemle vatanının savaştan çıkıp yanına gelmesini ümit eder. Şiir, içteki istek ve arzuyu yansıtmaktadır. Tek istek vatanın huzur ve barışa kavuşmasıdır. Ülkedeki savaş ve huzursuzluklar yüzünden hayatını yurt dışında geçirmek zorunda kalan şair, büyük bir özlemle vatanına seslenip onu yanına çağırıyor. Yüreğinden çıkan istek, vatanının toprağını koklamak, onu yakından hissetmektir. Şiirde, bir insanın kalbinden çıkan hasret, özlem ve sevgi hissedilir.

Zincirlenmiş Ses adlı şiir, Afganistan’da Tâliban’ın hüküm sürdüğü yıllarda yani 1999 yılında Özbekistan’ın Taşkent şehrinde yazılır. Huzursuzluk ve sıkıntılar yüzünden ülkeyi terk etmek mecburiyetinde kalan şair, yurduna karşı duyduğu özlem ve hasretini dile getirir. Bu şiirin kaleme alınma amacı, gurbette çekmiş olduğu acıları dile getirmektir. Vatandan uzak kalmanın ne kadar sıkıntılı ve acı verici bir duygu olduğunu okuyucuya yansıtmaktır; vatanseverlik duygusunu ve ülkesine olan aşkını dile getirmektir. Şiirde, “düşmanlar yüzünden insanların perişan ve yurtsuz kalması”, ifade edilir.

Metin, ilkbaharın güzelliğiyle başlamaktadır. Şair, baharın başlamasıyla tabiattaki bütün canlıların canlanıp güzelleşmesini, yaşamakta olduğu yerin ilkbahar gibi güzel olmasını, bütün o güzelliklere rağmen yurdundan uzakta olduğu için vatan hasreti çektiğini dile getirir. Yalnızlık duygusu, şairi ruhen etkiler. Gurbet ellerde arkadaş ve akrabalarından uzakta yaşadığı için canı sıkılmıştır şairin ancak yabancı ülkede sesini çıkarmaya bile hakkı yoktur. Bu durumu zincirlenmiş ses diye ifade eder. “Sesini duyan ve anlayan biri olsa da içindeki acı ve sıkıntıları paylaşsa” arzusu ağır basar. Etrafta anlayan ve duyan birileri olmadığı için susmayı tercih eder. Şairin gönlünde vatana kavuşma arzusu ve isteği vardır. İçinde ülkesine karşı bir özlem ve hasret büyümektedir. Bu özlem ve hasret, ancak vatan ve arkadaşlarına kavuşmakla son bulur.

Güneşin Göçü adlı şiir de incelediğimiz şiirler gibi şairin gurbetteyken Taşkent’te yazdığı şiirlerinden biridir. Bu şiirde şair, halka yönelerek insanları birlik ve beraberliğe davet edip bunun önemini anlatır. Toplumları sağlıklı bir şekilde ayakta tutan etkenlerin başında birlik ve beraberlik gelir. Bu önemli etkenin zıddı olan tefrika ise milletlerin zayıflayıp çökmesine vesile olan tehlikeli bir hastalıktır. Güçlü olmanın en önemli şartları dayanışma, kardeşlik, birlik ve beraberliktir. Bireylerin beraber hareket etmeleri, ülkelerinin geleceği için çok önemlidir. Ülkenin dünya ülkeleri arasında önemli bir yere gelmesi için toplumda dayanışma şarttır. Birlik, bütünlük, ortak ideal ve hedefler gerçekleşince insan toplulukları millet hâline gelir. Nesiller mensup olduğu bir millete ve üzerinde yaşamakta gurur duyduğu bir vatana sahip olur. Milletler arasında birlik ve beraberlik yoksa ülke bütünlüğü sağlanamaz. Her zaman bölünmeye müsait topluluklar çıkar. Millet olarak birlik ve beraberliği sağlayan ülkeler, her zaman ayakta kalır. Şair, bu etkenin önemini kendi iç duygularıyla anlatmaktadır. Böylece metnin ortak paydasından yola çıkarak; bu metinde “Vatanı savunmak, onun bütünlüğünü korumak, yüce bir milli görevdir.” anlayışı ağır basar.

İyilik Temennisi adlı şiir, 1981 yılında yazılır. Bu metnin zihniyeti hakkında konuşabilmek için metnin bağlanımını düşünmek gerekmektedir. Kim kime ve hangi duygularla hitap ediyor sorusunun cevabı, bu konuda yardımcı olabilecek bir husustur. Şiirde hitap eden kişi, ülkesini her yönden benimseyen seven bir aydındır. O, yurdunun yeni nesil gençlerini iyilik ve hoşgörüye davet etmek için bu metni kaleme alır. Ülke gençlere emanet olduğu için her şeyden önce o ülkede yaşayan bireylerin hareketleri olumlu ve güzel olmalıdır. Pozitif düşünceyle ülkeyi ileriye götürmek mümkündür. Şair, hep genç nesilleri desteklediği için onlara hayat ve ülkeleri hakkında yüksek enerji verebilmek amacıyla bu şiiri yazma gereği duyar. “Ey delikanlı yurttaşım! İlim ve sanat öğren, ülkene hizmet et, anne hakkını öde” gibi ifadelerle yaklaşılır muhatap gruba. Metne hâkim atmosfer, dönemin genç nesline teşvik ve moral amacıyla iyi dileklerde bulunmak; onları bilinçlendirmek diyebiliriz.

Ayrılık Şikâyeti adlı şiir, 1997 yılında Özbekistan’ın Taşkent şehrinde yazılır. Şairin bu şiiri yazma amacı, yurdundan ayrıyken vatan sevgisi ve özlemini yansıtmaktır. Senelerden beri süre gelen günümüzde de devam etmekte olan ülkenin huzursuzluk ve sıkıntıları yüzünden vatanını terk etmek zorunda kalan şairin iç duyguları yansıtılır.

Metinde vatana duyulan hasret ve özlem dile getirilir. Şiirin ilk biriminde ülkesinden ayrı kalmak zorunda kalan şair, kaderden şikâyetçidir. Bunun gibi şiirin diğer birimlerinde de vatan hasreti ve aşkı, etkili bir biçimde dile getirilir. Vatandan ayrı kalmanın sıkıntıları anlatılır. Gurbetten bıkmış ve usanmış bir insanın iç duygularını hissedebiliriz. Gurbet ellerde kendini kafese düşen bir kuş gibi hisseden şair, vatanına olan sevgi ve bağlılığını dile getirir.

Anı adlı şiir, 1997 yılında Afganistan’ın Şibirgan şehrinde yazılır. Şiirin yazılma amacı, savaş döneminde vatanından ayrı kalmanın üzüntüsünü dile getirmektir. Şair, mecburiyet yüzünden vatanından uzaklaşacağını dile getirir. Bu şiirde huzurlu ve içinde savaş olmayan bir ülkenin değer ve kıymeti vurgulanır. Bir ülke için her şeyden önemlisi barıştır. Savaş ve huzursuzluk olan bir ülkenin bireyleri hep huzursuzdur. Savaştan korunmak mecburiyetinde oldukları için sevdiklerine ve yurduna karşı bir hasret ve özlemle hayatlarını sürdürmek zorunda kalır. Savaş insanların yaşama hakkını elinden alır, evsiz barksız bırakır, ailesini kaybettirir, sevdiklerinden uzaklaştırır. Korku, vahşet ve ölüm korkusuyla yaşamak, insanın ruhunu olumsuz etkiler. Akraba ve bütün varlıklarını bırakıp yabancı yerlerde yaşamak kolay değildir. Savaş ve huzursuzluk olan ülkeden ayrılıp güvenli yerlerde barınma zorunluluğu insanı mecbur bırakır. Şair bu şiirde bahsettiğim sorundan yana dertlidir. Ülkede savaş ve huzursuzluk olduğu için yabancı bir ülkeye gitmek mecburiyetindedir. Ancak yakınları ve akrabalarından uzaklaşacağı için de aşırı derecede mutsuzdur. Bir ülkede her şeyden önemli huzur ve barıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği gibi “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözü, herkes için büyük anlam taşır. Ülkedeki barış, huzur ve rahatlığı getirir. Huzur ve barış olmayınca insan ülkesinden ayrılmak zorunda kalır. Ülkesi olmayan bir insanın gözünde dünya hiçbir şeydir. Dönemin sıkıntılarının millet üzerinde yol açtığı vatan özlemi şiirde dile getirilir.

Bir ülkede savaşın eğitim ve sanat üzerine de olumsuz etkisi vardır. Ülke sanat ve eğitim bakımından da ilerleyemez, tam tersine geride kalır. Okuduğumuz şiirde de ifade edildiği gibi bunun örneğini görebiliriz. Şair, ülkede olan savaş ve huzursuzluk yüzünden ülkeyi terk etmek zorundadır. Bu durum, ülke için büyük bir kayıptır. Bir ülkede bilim adamları ve okumuş insanlar o ülkenin en büyük sermayesidir. Ülkedeki savaşın yol açtığı sıkıntılardan dolayı millet yurdu terk etmek mecburiyetindedir. Bu insanlar arasında ülkenin kalkınması için yararlı olabilecek kişiler de vardır. Ülkede eğitim, yetenek ve bilgisi ile çalışabilecek kimseler yoksa kalkınması için bir şans ve imkân yoktur. Yurdun çökmesi ve geriye kalmasına en büyük nedendir.

Uzaktan Bir Ses adlı manzume, 2007 yılında Kabil’de yazmıştır. Metin, Afganistan Özbek şiiriyetinde şekil ve konu bakımından yeni bir üsluba sahiptir. Şair, lirik duygularını ve şairane hissiyatını yansıtmada önemli yere sahiptir. Şiirin asıl yazılış maksadı kimsesiz, mazlum ve masum insanların sesini etkili bir biçimde yetkililere duyurmaktır. Bu ses, şairin millet için yanan kendi iç sesi de olabilir.

Yarkın’ın şiirlerinde vatanseverlik duyguları ve içtimai gayeler önemli yere sahiptir. Şair, her yerde vatanının aşkı ile yaşar. Bu mukaddes duyguyu, onun şiirlerinde hissetmek mümkündür. Bu ses, vicdan sesidir. Kimsesiz, mazlum ve masum insanların acılı sesidir. Metin derin duygular ve yüksek hayaller ifadesi ile okuyucunun ilgisini çeker. Yalnızlık ve kimsesizliğin ağlayıp acı çekmesine insan dışında dünyadaki bütün varlıkların dayanamayıp tepki göstermesi ifade edilir. Şair bu şiir ile kendi yaşadığı toplum ve insanlık toplumunu tenkit altına alır. Toplumda hatta dünyada sevgi ve merhamet duygusunun yok olduğu anlaşılır. Acı ve sıkıntılar yüzünden feryat edip sesini duyurmaya çalışan insan sayısı çoktur. Şair, bu ses ve acıları duyabilecek kulak ve hissedebilecek yüreğin olmadığını dile getirir. 

Sosyal Konu

İki Boyutlu Aşk adlı şiirde zihniyet; kadının sadakati ve erkeğin ihanetidir. Dünyanın her yerinde kadın olmak zordur. Kadın psikolojik baskılara maruz kalarak yaşamını sürdürmek zorundadır. Maalesef bu baskılar, bazı ülkelerde uç noktalara gelmiş durumdadır. Bu ülkelerden biri de Afganistan’dır. Afganistan’da kadın olmak büyük bir suç işlemek gibidir. Her bakımdan zulüm ve işkence ile hayatını sürdürmek zorundadır kadın. Rahat bir nefes ve huzur ile yaşayabilmek için hiçbir şans ve ümit yoktur. Birçok toplumda kadına köle muamelesi yapılır. Yaşama koşullarından mahrum ve sevgiye muhtaçtır.

Afganistan’ın genelinde kadının haksızlıklara ve baskılara karşı ses çıkarma hakkı yoktur. Bu şiir, kadının erkeğe karşı çaresizliğini ve mazlumiyetini gösterir. Kadın haksızlığa sesini çıkarmayıp susmak zorundadır. Evlendikten sonra her ne olursa olsun kendisine yapılan bazı zulüm ve haksızlığa ses çıkarma veya itiraz etme hakkına sahip değildir. Kadına hiçbir şey hakkında düşüncelerini ifade etme veya fikir belirtme hakkı da tanınmaz. Kısacası kadın bir hiçtir. Bu metin, evlendikten sonra kadın ve erkeğin durumunu yansıtır. Kadının haksızlıklara karşı mecburen boyun eğerek hayatını sürdürmek zorunda olduğunu ifade eder.

Afganistan’ın bazı bölgelerinde evlenip birinin eşi olduktan sonra o ailenin bütün sorumlulukları kadın üzerindedir. Ailenin bütün beklentileri gelindedir. Gelin, her şekilde o aileye yetişmek zorundadır. Kendisi için hiçbir zamanı yoktur. Her adımını dikkatli atmak zorundadır. Hem eşi hem eşinin ailesi tarafından ezilerek yaşamak zorundadır. Baba evinde prensesler gibi yaşayan bir kız, evlendikten sonra köle gibi yaşamak zorundadır. Kadın bütün haksızlıklara, dünyaya gelen çocukları için de dayanmak zorundadır. Çünkü bazı toplumlarda boşanmak kadın için büyük ayıp ve suçtur. Boşanan kadına kimse iyi gözle bakmaz. Hayatı daha da beter olur. Çocuğunun velayetini almaya annenin hakkı yoktur. Bu yüzden kadının dayanmaktan başka bir çaresi yoktur. Afganistan’da etrafımız bu örneklerle doludur. Nice kadın evlendikten sonra şiirdeki kadın gibi kocasının ayak tozu olarak yaşamını sürdürmek zorundadır.

Henüz kitaba basılmayan Hikâyeye Dönüşmüş Gerçek adlı şiir, 27 Ekim 2015’te yazılmıştır. Şiir, içinde bulunduğumuz dönemi yansıtır. Hikâye gibi anlatılmış bu şiirin arkasında binlerce ailenin yaşadığı acı ve gerçek bir hikâye saklıdır. Zorbalık ve baskının iktidarda olması ve zavallı milletin çaresizliği yansıtılır. Güzel tasvirler ve ifadelerle kaleme alınan bu şiir, yaşanılan gerçek hikâyedir. Otuz seneden fazladır durmadan devam eden ve günümüze kadar süre gelen sıkıntılar ve haksızlıklar, Afganistan halkının acı ama gerçek hikâyesini gözler önüne serer. Bu zülüm ve haksızlıklar okuduğumuz şiir aracılığı ile okuyuculara yansıtılmaya çalışılır. Her zaman halkın sesi olmaya ve sesini duyurmaya çalışan şair, kaleme aldığı edebi eserleri ile duygularını yansıtmaya ve bazı gerçekleri dile getirmeye çalışır.

Bildiğimiz gibi mazlum halk, her gün farklı gruplar tarafından işkence ve eziyet görmektedir. İnsan hakkı ve yaşamı diye bir şey yoktur. Farklı gruplar tarafından baskı ile kadınlar ve kızlar tecavüze uğratılıyor, nişanlı veya nikâhlı kadınlar eşinden zorla alınıp zalimlerin nikâhına geçiriliyor. Bunun gibi olaylar etkisinde yazılmıştır okuduğumuz şiir. Şiirde başlangıçta gördüğümüz üzere her şey masal âlemi gibi çok güzeldir. Mesela, kızın yıldızlar yurdu; çocuğun da esinler yurdundan sevgi yurduna gelip birbirine âşık olması, güzel tasvirle ifade edilmiştir. Böyle bir yurt ve şehir, gerçek hayatta yoktur, şiirde bu hayali tasvirlerden amaç, güzellik ve iyiliktir. İki aile, güzel temenni ve umutlarla çocuklarını evlendirir. Düğün bir masala benzer. Konukları yıldız ve ay, giysiler güneş ışığından, nikâhları öyle temiz ve güzeldir ki Tanrı tarafından kıyılır, şahitleri de meleklerdir. Şarkıcıları kuşlar, oyuncuları da buğday ve esinlerdir. Gelinle damadın geçtiği yol, taze çiçeklerle donatılmıştır. Aynı şekilde beraber yaşayacakları ev de çok özel ve güzeldir. Şiirde bütün bu güzel ve özel manzaralar, birlikte hayat kurmakta olan iki gencin iyilik, mutluluk ve huzur isteğini göstermek içindir. Evde bu iki gencin umutlarla dolu hayallerini bitirmek üzere beklemekte olan kişi de gerçek bir kral değil, sevgi, huzur ve mutluluk düşmanı veya işgalcidir. Şiirin son mısralarında bahsedildiği gibi karanlık yurdunun kralından amaç, kötülük ve zulümdür. Mazlum milletin hakkı ve mutluluğu zorla çalınır.

Sır Dostu adlı şiir, 2002 yılında yani Afganistan’da Tâliban güçlerinin ortadan kaldırıldığı dönemde yazılmıştır. 1996-2001 yılları arası Tâliban’ın iktidarda olduğu dönemde kız çocuklarının eğitim görmesi yasaklanmıştı. Afganistan, Tâliban tarafından sömürülen bir ülkedir. Yaklaşık kırk yıldır süren savaş ve sömürüler ülkeyi ekonomi, eğitim ve sağlık yönünden olumsuz etkiliyor. Bu durumdan en çok etkilenen kitle de kadınlardır. Tâliban döneminde kadın, yüzünü peçeyle kapatmadığı için, evden dışarı çıktığı için, uzun elbise giydiği hâlde ayak bileği gözüktüğü için, kız çocukları okula gittiği için birçok kadının yüzüne, bacaklarına, kollarına sokak ortasında kezzap atıldı, burunları ve kulakları kesildi. Kadının hiçbir alanda özgürlüğü yoktu. Kadına karşı bir savaş başlatılmıştı adeta. Dünyanın her yerinde kadın olmak zordur ama Afganistan kadınları dünyanın en mazlum kadınları listesinde birinci sıralarda yer alır. Bütün zorluk ve güçlükler kadın üzerindedir.

Tâliban’ın iktidardan düşmesiyle kız öğrencilere okul kapıları açıldı. Kadınlar bir nebze de olsa özgürlüğe kavuştu. Ülkede; eğitim, sağlık hizmetleri, güvenlik, tarım, ekonomi bakımından ilerleme olmaya başladı. Okuduğumuz metin, bir bakımdan kadınların özgürlüğünü kutlama şiiridir. Şair, karanlık ve zulmün geçtiğini, aydınlığa kavuşulduğunu dile getirir.

Şair, zulüm ve sıkıntıları atlatan ve geride bırakan kadınların dört duvar arasından dışarı çıkıp haklarını aramaları ve kendilerini geliştirmeleri gerektiğini mesaj olarak ifade eder. Kadınlardan her zaman güçlü ve dik durarak ilerlemeleri istenir. Ülkesinin mazlum kadınlarına şiir aracılığıyla destek olmaya çalışmıştır şair. Onların hiçbir zulüm karşısında boyun eğmemeleri gerektiğini ifade eder.

Metinde kadınların özgürlüğü dile getirilmiş olsa da hâlâ bazı bölgelerde kadın baskılara maruzdur. Kadının fikri sorulmadan başlık parasıyla değer biçilerek çok küçük yaşlarda evlendiriliyor, üzerine ikinci ve üçüncü kadın getiriliyor. Olan zulümlere karşı sesini yükseltmeye de hakkı yoktur. Bu şiirde şairin amacı da kadınlara güç ve moral vermektir. Zulüm ve baskıdan korkarak evde saklanmak yerine birbirlerine destek olup güçlü olmaları gerektiği mesajını vermektedir. 

Aşk

Baharın Ruhu adlı şiirin yayımlanma tarihi, 1995 yılıdır. Hiçbir güzellik ve sevgi olmayan, huzursuz, nemli gözler, karanlık geceler gibi kullanılan kelimeler, anahtar mahiyetindedir. Bu şiirde de bir ızdırap, işkence, acı, huzursuzluk, özlem ve keder söz konusudur. Bir aşk acısı ve özlemi duyulur bu metinde. Bir aşığın acı ve gönül yarası hissedilir. Sevgiliye karşı duyulan özlem ve onun yokluğunda duyulan acizlik, şiirin bütün beyitlerine hâkimdir. Özlem ve hasretle birlikte sevgiliye tekrar kavuşma arzu ve isteği de vardır bu şiirde. Hâlâ aşığın gönlünde sevgiliye karşı aşk ve sevgi duygusunun canlı durması ve bir bekleyiş içinde olması dile getirilir. Şairin sevgiliden ayrı kalarak duyduğu derin üzüntü ve kederin ancak yanında olduğu zaman dağıldığını, onun varlığı ile neşelenerek hayat bulduğunu, kendisi için dünyadaki en değerli varlıklardan biri olduğunu, bu anlamda sevgilinin yanında hayat bulduğu düşüncesinin şiire hâkim olması, şairin kendini aşma fikrini bize göstermektedir. Canlılık ve mutluluk, sevgilinin varlığında yatmaktadır.

Hatıra Yolu adlı şiir, 1981 yılında Kabil’de yazılmıştır. Bu yıllarda ülkenin durumu oldukça karıştır. Başbakan Hafizullah Emin, Taraki’yi devirerek yönetimi ele geçirir. Halk tarafından desteklenmeyen Emin, Rusya’ya giderek anlaşma imzalar. Hemen arkasından Rusya Kabil’e havadan asker indirdi. Memleketine ihanet ederek Rusları davet eden Emin öldürüldü. Rusya kendisine bağlı Babrak Karmal’ı başa geçirir.

Her zaman olduğu gibi yukarıda bahsedilen dönemde de sanatsever insanlar tarafından şiir okuma ve yazma üzerine yoğun bir ilgi vardır. Şiir okunur ve dinletilir. Şiirde içindeki derin sevgi ve aşk duygusunu sevgiliye itiraf etmek ve dile getirmek söz konusudur. Sevgiyi anlamak ve yansıtmak zordur aslında. Çoğu insan sevildiğini anlayamadığı gibi sevgisini de anlatmakta zorluk çeker. Sevgi, emek ve fedakârlık ister. Yıllardır filozoflar, şairler, yazarlar, ressamlar sevgiyi, aşkı farklı yöntemlerle dillendirmeye çalışıyorlar. Sevilmek kadar sevgiyi ifade edebilmek de güzeldir. İnsanın içindeki duyulan hissi saklaması da zordur aslında. Sevmek ve sevilmeyi fark edememiş olmak acıtır ve öfkelendirir insanı. Bu yüzden sevgiyi dile getirmekte ve ifade etmekte cömertçe davranmak lazım. Kimi yazarak, kimi çizerek, kimi kendi hayatından bir şeyler vererek gösterir sevdiğini. Sevgi beraberlik sağlar, birliktelik sunar, birlikte olmak da mücadeleyi arttırır. Sevgi sadece karşı cinse duyulan his değildir. Mutlu olmak için etrafa mutluluk ve sevgi dağıtmak lazım. Sadece sevilmeyi beklemek bencillik olur. Sevilmeyi beklerken sevmeyi de bilmek, sunabilmek, anlatabilmek gerek. Sevgi mücadele ister. İnsan ilk önce kendisi ile barışık olup sevgisini gizlemeden, utanmadan haykırmalıdır. Kendini sevmeden bir başkasını sevmek zordur. Bu şiirde şair, dünyaya sevgi kapısı ile bakıyor. Yüreği nefretle kararmış insanı sevgiye davet ediyor.

Duygulu bir aşk şiiri olan Av, 1988 yılında Kabil’de yayınlanmıştır. Şiirde sevgiliye kavuşma hayali ve birliktelik umudu kuvvetle hissediliyor. Metinde en baskın duygu, aşktır. Şiirin yazıldığı dönem, yine Afganistan’ın senelerden beri zorluklarla mücadele ettiği dönemdir. Bu şiirde şairin amacı, gösteriş veya her hangi bir husus hakkında kanaat belirtmek değildir. Sanatkâr sadece sanat yapma ihtiyacından hareketle kendi ruh ve sanat dünyasının imkânlarıyla duygularını yansıtmıştır. Bu şiirde amaç yalnızca sanattır. İç dünyasının fantezileri ile değerlendirilen bir zihniyetle karşı karşıyayız.

Tekrarlanan Söz adlı metin, 1999 yılında yazılmıştır. Şiirin kaleme alındığı dönem, Afganistan’da Tâliban’ın hüküm sürdüğü döneme denk gelir. İçinde bulunduğu durum ve ortam, şairin şiir yazmasına engel olmamıştır. Duygularını şiir ve sanat vasıtası ile ifade etmeyi başarmıştır. Bu şiirde sevgili ile buluşma ve ona kavuşma sevinci ifade edilir. Umut ve istek, insanı hayata bağlı tutar. Okuduğumuz metinde de şairin yüreğinde sevgiliye kavuşma isteği vardır. İnsan bazen umut sayesinde boğulmaktan kurtulur ve yaşamına devam eder. Kötü günde insanın sahip olması gereken en önemli şey umuttur. Umudunu kaybetmiş bir insan karamsarlık ve karanlıktan çıkamaz. Hep mutsuz bir şekilde hayatını sürdürür. Metinde; mutluluk, aşk, heyecan ve umut duygusunu görüyoruz. Sevgili ile buluşma mutluluğu ve heyecanı vardır. Bu şiir, şairin kaleme aldığı diğer şiirlerin tersine mutluluk ve güzelliği yansıtır. Şair sevgi ve mutluluk duygusu ile dünyayı güzel görmektedir. “Seni sevmek duygusu benim dünya görüşümü değiştirdi. Senin sevincinle dünya çiçek bahçesi gibidir bana.” Savaş ve kötü haberlerden bıkmış şair; sevgi, aşk ve güzelliğe yönelmek istemiştir bu şiirde.

Sessizlik adlı şiir, 1998 yılında Afganistan’da Tâliban’ın hüküm sürdüğü dönemlerde yazılmıştır. Metinde yalnızlık duygusu ve isteği hâkimdir. Yaşadığı dönemin kötülüklerinden bıkmış ve usanmış bir insan görmekteyiz. Şair bu metinde; sessizlik, huzur, yalnızlık ve herkesten uzağa gitme arzusu içindedir. Bütün kötülüklerden bıkmış ve yorulmuş bir insanın ruh hâlini yansıtır bu şiir. Gizli bir sevgili hayal edilmiştir. Muhatap sevgili, gerçek olmayan hayal ürünüdür. Bütün kötülüklerden uzak ve olağanüstü biri ile diyalog hâlindedir özne. Sevgili, tamamen şairin gönlünde gizli bir kahramandır. Kendisini bütün bu gürültü ve kötülüklerden uzaklara götürmesini ister. Metin, dönemini yansıtmada iyi bir ipucudur. Gürültü ve kötülüklerden amaç, ülkede olan huzursuzluk rahatsız edici sesler ya da etrafında şairi rahatsız eden bir grup insanlardır. Bu yüzden sessiz ve yalnız kalma isteği vardır. Metinde yalnız kalma isteği depresyon, güvensizlik, umutsuzluk, kırgınlık ve kızgınlık duygularındandır.

Bu metinde şair, “Sessizlik bazen en güzel sestir” mesajını da veriyor okuyuculara. İnsan beyni bütün ses ve gürültüden uzak sessizliğe ihtiyaç duyar. Sessizliğin değeri, rahatsız edici gürültülerde daha iyi anlaşılır. Özellikle de o gürültü, savaştan gelen rahatsız edici ve korkutucu seslerse. Böyle durumlarda insan, sessizlik ve sakinliğe çok ihtiyaç duyar. Okuduğumuz şiir, bu konu ile ilgili güzel ve etkileyici bir örnektir.

Doğsa Güneş Batı’dan adlı şiir, 1999 yılında Taşkent’te yazılır. Şiirde amaç, dünyada gerçek sevginin kalmadığını, toplumun yalan ve hile ile dolu olduğunu dile

getirmektir. Yaşanılan bazı hadiselerden sonra bu kavramlara duyulan inancın sarsıldığı düşünülebilir.

Modern dünyada kötü niyetler ve sahte sevgiler çoğalmış; yüreklerdeki kir ve kötülük, insanların birbirlerine olan güvenini yok etmiştir. Şair de bu durumdan rahatsız ve şikâyetçidir. Bu şiir vasıtası ile sarsılan güvenini dışarıya yansıtmak istemiştir. Ayrıca bu şiir, gençlere bir mesaj olarak da değerlendirebiliriz. Kötü niyetlerden uzak durulması gerektiği mesajı verilir. Yaşadığımız çağda artık gerçek bir aşkın kalmadığı ve sadece bir heves olduğu iddia edilir. Şiirin son biriminde de şair bu iddiasını net bir şekilde açıklar. Son birime göre; güneşin batıdan doğmayacağı gibi, gökyüzünde yıldızların her zaman parlamayacağı gibi, taşların bağrından kanın akmayacağı gibi, günümüzdeki aşkın da gerçek ve samimi olmadığı iddia edilir.

Güneş Misafiri adlı metinde “Sevgiye özlem ve hasret” işlenir. Bu şiirde, sevgiye muhtaç bir insanın duyguları kuvvetle hissedilir. Şairin tek ihtiyacı sevgi ve mutluluktur. Şair bazı nedenlerden dolayı etrafındakilerden bıkmış ve usanmış olabilir. Yaşadığı ortam onun için sevgisiz ve samimiyetsizdir. Artık tek umut sevgi ve mutluluk simgesi olan sevgilidir. Sevgiye susamış bir insan görüyoruz bu şiirde. Sevgiliye yüksek makam verilerek ondan sevgi ve iyilik temennisinde bulunulmaktadır. Kendisini üzgün ve kederli hisseden “ben”, sevgilisinin mutluluk ve huzur vereceğine inanır. Bu şiirde öznenin hitap ettiği bütün iyilikler ve güzellikleri barındıran insan, hayali bir sevgili olabilir. Hayal edilen sevgili, aşk ve güzellik sembolüdür.

İKİNCİ BÖLÜM

ŞEFİKA YARKIN’IN HİKÂYELERİ

Milli Duygu

 “Son Yol” adlı metinde tema, “kadın’a şiddet ve kadın hakkı’dır.” Bu hikâyede yazar, Afganistan’da yaşayan masum kadınların sıkıntılarını yansıtır. Her zaman sıkıntıda olan ve özellikle Tâliban döneminde görülmemiş sıkıntıları yaşayan mazlum kadınların sözcüsüdür bu hikâyede yazar.

“Kurtuluş” adlı hikâyenin teması; kadının azim, irade ve güç sahibi olmasıdır. Hikâyenin kahramanı Ceyran aracılığıyla kadının karşısına gelecek engele karşı güçlü durması gerektiği mesajı verilmektedir.

“Yine Görüşene Kadar” adlı hikâyede “Vatan Sevgisi’’ ile “Aşk” çatışır ve ilki galip gelir. Timur ve Akbilek arasında olan aşk öyle yücedir ki Timur bir an bile olsun eşini görebilmek için ordu, evinin yakınlarından geçerken izinsiz bir şekilde kaçıp eşi Akbilek’i görmeye gelir. Ancak vatan sevgisi ve görevi için üzerine düşen farz buna mağlup çıkar. Aslında buna neden olan kişi, Akbilek’tir. Timur’u çok sevdiği ve özlemesine rağmen millet zor durumdayken onlara yardım etmesi için görevine geri gönderir. Millet için kendi mutluluğunu erteler. Bencil bir yapıya sahip değildir. Akbilek, Timur’dan uzaktayken her ne kadar özlem çekse bile ülkenin masum insanları zor durumdayken eşinin görev başında olmak yerine onun yanında olmasını yüreği kabul edemez.

 “Son Yol” adlı hikâye, Afganistan’da Taliban döneminde gerçekleşen ve o dönemin bazı acı gerçeklerini anlatan bir hikâyedir. Yazar bu hikâye aracılığı ile kadınların çaresizliğini dile getirir. Örnek olarak da baskılara maruz kalıp kendi canına kıyan genç kız Nuray’ı gösterir.

Nuray; çalışkan, marifetli, okumayı seven, şiir ve hikâyeler yazan, neşeli ve pozitif bir genç kızdır. Çalışkan ve zeki olmasına rağmen Tâliban döneminde okulun kapısı kapalıdır kızların yüzüne. O dönemde kız çocukları evde oturmak zorundaydılar ya da birilerinden evde okuma yazma öğrenirlerdi. Bu yüzden Nuray da öğretmeni Türkan’ın yanında ders çalışır, yazdığı şiir ve hikâyeleri ona gösterir.

Türkan da edebiyat öğretmeni olmasına rağmen evde oturup ev hanımı olmak zorundadır. Çünkü kadınların çalışma hakları da yoktur. Onun gibi birçok öğretmen, meslek sahibi olan kadınlar mesleğini yapamayıp evde oturmak zorundaydı. Bu da Taliban’ın kadınlara karşı çıkardığı yasalardan biridir.

Tâliban’ın millete uyguladığı diğer bir zulüm ise beğendikleri kızı baskı ve zorla nikâhlarına almaktı. Son Yol adlı hikâye de bunun bir örneğidir. Bu hikâyede Nuray, onların baskılarına maruz kalan masum kızlardan biridir. O dönemde kadınların, evlerinin balkonlarına bile yüzü başı açık çıkmaları yasaktır. Bir gün Nuray bu yasağı unutup evinin balkonuna yüzü açık çıkar ve bu hatasının kurbanı olur. İstemediği bir adamla evlenmek yerine ölümü tercih eder. Birçok çaresiz anne baba gibi Nuray’ın da anne babasının yüreği evlat acısıyla yanıp kavrulur. O dönemde Afganistan’da kadın olmak en kötü bir varlık olmaktı. Kadınlar için hayat çok daraltılmıştı. Kadınların yanlarında ailelerinden bir erkek olmadan tek başlarında dışarı çıkma hakları yoktu. Hikâyede de bahsedildiği gibi:

“Oradaki başka bayanları yardıma çağırdım. Herkes gücü yettiği kadar onu kendine getirmeye çalıştı ama nafile. Doktoru çağırmak için de bütün apartmanda bir tek erkek kalmamıştı. Bayanların evden dışarı çıkmaya hakları yoktu çünkü erkeksiz dışarı çıkan kadınları ağır ceza bekliyordu.

Bayanların hiçbiri dışarı çıkmaya cesaret edemezdi. Kadıncağızın hayatı tehlikedeydi ve doktorun acil yardımı lazımdı. Kadıncağızı ölüme bırakamazdım, burkamı örttüm ve dışarı çıkmak zorunda kaldım. Bir taksiyi benimle gelmesi için çok zor ikna ettim. Bayanların yardımıyla Nuray'ın annesini taksinin arka koltuğuna yatırdık.

O zamanlarda hiçbir kadın şoförün yanında ön koltukta oturmaya cesaret edemezdi. Çünkü bu yasaktı ve uymayana ağır ceza uygulanırdı. Bu yüzden arka koltukta bana yer kalmadıysa da kendimi zorla sıkıştırarak yerleştirdim. Nuray'ın annesini hastaneye götürdük.” (s. 51).

Tâliban tarafından belirlenen her hangi bir yasanın millet tarafından ihmalinin sonucu, kamçılanmak ve öldürülmekti. Şoförün yanında ön koltukta da oturmak yasaktı kadınlar için. Hikâyede kendi canlarından korktukları için kadınlar sıkışarak arabanın arkasına yerleşmeye çalışır. Zor bir şekilde Nuray’ın annesini hastaneye götürürler.

Hikâyenin sonunda rüya da olsa bir umut vardır. Korkunç karanlıktan aydınlığa çıkmayı rüyasında görür Türkan. Nuray’ın ölümüne çok üzüldüğü ve sarsıldığı için yorgunluktan uykuya dalar. Uyur uyumaz bir rüya görür. Rüyasında kadınların zaferi ve Taliban’ın mağlubiyetini görür.

“Önüme baktığımda Nuray'ı görüyorum. Elinde beyaz çizgili mavi bayrak var. Soluma bakıyorum, bir sürü kadın var. Onların dudaklarında zafer ve inanç tebessümünü görüyorum. Arkama baktığımda yine bir sürü kadın ve kızlar var. Bunları görünce kendimi güçlü hissediyorum. Yine Nuray'a bakıyorum, çok mutlu görünüyor.

Nuray, karşıyı işaretliyor. Karşıma baktığımda siyahlar içinde bir sürü insanın kaçtığını görüyorum. Perişan halde, kir ve toz içinde kaçmaktadırlar. Yine Nuray'a bakıyorum bir şeyler söylemek istiyorum, gözlerden kayboluyor.” (s. 58).

Türkan’ın tek arzusu, kadınların rahat ve özgür bir şekilde yaşayabilmeleridir. Hikâye Nuray’ın annesinin ölümüyle son bulur. Yüreği genç kızının ölüm acısına dayanamaz ve vefat eder. Bu da o zulüm ve baskının başka bir kadın kurbanı. Sonuçta kurban olan kadındır. Bu hikâye de Afganistan’da kadın olmanın ne kadar zor olduğuna dair bir örnektir.

“Kurtuluş” adlı hikâyede, Afganistan’da 1978 yılında gerçekleşen devrimin halk üzerine getirdiği baskı ve zulmü görebiliriz. Senelerden beri savaş meydanı olan Afganistan’ın zulme karşı asıl kurbanları, kadınlardır. Afganistan kadınları senelerden beri zulme karşı mazlum, masum ve çaresiz varlıklardır. Yazarın bu hikâyeyi yazma sebebi, Afganistan’da kadın olmanın gerçeğini yansıtmaktır.

Bu hikâyede, Ceyran çalışkan ve güçlü bir genç kızdır. O dönemlerde kızların dışarıda çalışmaları hoş görülmediği için ülkede iktidar sahibi olan bir grup insan tarafından kaçırılır. Hikâyenin başından sonuna kadar Ceyran’ın kaçırılma ve zalimlerin elinden kurtulma macerası merak uyandırır. Bu hikâyede Ceyran, o dönemin kadınlarını temsil eden masum ama güçlü bir tip’tir. Düşmanların tehditlerine önem vermeden güçlü azim ve iradesiyle okul sendika çalışmalarına devam eder. İlim ve eğitim düşmanları tarafından kaçırıldıktan sonra da gücünü kaybetmeden kaçıp kurtulmayı başarır. Aslında bu hikâye, Afgan kadınlarına her türlü zulüm ve baskıya karşı güçlü durmaları için bir mesajdır. Kadınların her türlü baskı ve engele karşı Ceyran gibi güçlü ve cesur olmaları istenir. Güçlü irade ve cesaret, insanı başarıya götürür. Bu hikâye, kadınların hiçbir zulme boyun eğmemeleri gerektiğini gösterir. Zulmü kabul etmek, kaybetmek demektir. “Kurtuluş” adlı hikâye de kadınların gücünü göstermek için başarılı bir örnektir. Bunun bir örneği de zalimlerin elinden Ceyran’ın kaçıp kurtulmayı başarmasıdır. Panik ve korkuya kapılsaydı o da diğer kadınlar gibi düşmanların avı olacaktı. Ayrıca “Kurtuluş” hikâyesi, o dönemde kendilerini mücahit diye tanıtan ve cihadı kötü anlamda kullanan bazı insanları eleştirmektedir.

Hikâyenin ana düğümü, hikâyenin kahramanı olan Ceyran’ın kaderinin ne olacağı ve o zalim mücahitlerin elinden nasıl kurtulacağıdır. En büyük merak uyandıran unsur, Ceyran’ın sonunun ne olacağıdır. Bu hikâyede Ceyran, okulda geç saatlere kadar kadınlar birliği sendikası işleriyle uğraşan ve çalışmayı çok seven başarılı bir öğrencidir. Afganistan’da yaşadığı dönem, onun bu işleri için müsait değildir. Bu hikâye, Afganistan’da 1978 yılında gerçekleşen devrimi yansıtmaktadır. O dönem kadınların okuma-çalışma özgürlüğünün olmadığı bir dönemdi. Bu yüzden Ceyran’ın ilmî çalışmaları o dönemin mücahitleri tarafından durdurulmaya çalışılır ve onlar tarafından kaçırılır. Ceyran’ın o adamların yanından kaçıp kurtulmasıyla düğüm çözülmüş olur. Sonuç Ceyran’ın kaçıp kurtulmasıdır.

“Yine Görüşene Kadar” adlı hikâyede, çaresiz ve masum milletin ülkede olan huzursuzluklar yüzünden çektiği sıkıntı ve aynı acıları çeken bir kadının fedakârlığını görüyoruz. Akbilek; iyi kalpli, merhametli ve fedakâr bir kadındır. Hikâyenin yarısına kadar büyük bir aşk ve özlem, yarısından sonraki bölümde ise milletin acıları, sıkıntıları ve bir kadının kendi mutluluğundan vazgeçip yaptığı fedakârlık söz konusudur.

Evlendikten üç ay sonra Timur’un askere gitme vakti gelir ve dokuz aydan beri savaş meydanındadır. Çift birbirine karşı büyük bir özlem çekmektedir. Timur orduyla birlikte yaşadığı şehrin yakınından geçerken arkadaşlarıyla anlaşıp gizli bir şekilde eşi ve ailesini görmeye gelir. Çok özlemesine rağmen Akbilek’in gönlü eşinin görevi bırakıp gelmesini kabul edemez.

Afganistan uzun zamandan beri savaş ve mücadele içindedir. Bu hikâye, 1978 yılında gerçekleşen devrimi yansıtmaktadır. Yaklaşık 36 sene önce gerçekleşen devrimde ülkenin yöneticiliği Nur Muhammed Terakki’nin eline geçer. Milletin zihninde korkunç izler bırakan devrim, Afganistan edebi metinlerinde de kendine yer bulur. 1970’li yıllarda bazı iç gruplar, Kabil’de devrim yapmak için hazırlıklarını yapar, Afganistan’ın birçok ilinde huzursuzluk baş gösterir. „’Yine Görüşene Kadar’’ adlı hikâye de o dönemi yansıtmaktadır.

Bu hikâyede Özbeklere ait bir gelenek de vardır. Timur’un annesinin, Özbek Türklerine ait bazı özel yiyecekler yapıp Akbilek’i istemeye gitmesi, Özbeklerin geleneğinden birini gösterir. Özbek geleneğine göre kız istemeye gidilirken hamurla yapılan “samsa” adlı özel yiyecek ve çeşitli tatlılar götürülür.

 Sosyal Konu

 “Yalanın Sonu” hikâyesinde ana tema; “Yalanın Sonu ve Kötü Yönleri”dir. Bu hikâyede “Her işi zamanında yapmak ve kötü örnek olacak arkadaşlardan uzak durmak” gibi mesajlar verilir çocuklara. Yalan söylemenin kötü bir huy olduğu güzel ve etkileyici bir şekilde anlatılır.

Hikâyede ana fikir; her zaman dürüst olmak, her işi zamanında yapmak ve kötü örnek olacak arkadaşlardan kaçınmaktır.

 “Yalanın Sonu” adlı hikâye, Afganistan Milli Eğitim Bakanlığı’nın Eğitim adlı dergisinde yer alır. Bu derginin genel müdürü, Dr. Şefika Yarkın’dır. Ayrıca 2007-2009 yılları arasında yazar Milli Eğitim Bakanlığında, Eğitim Bölümü Başkanı olarak görev yapar.

Eğitim dergisinde Dr. Şefika Yarkın’ın çocuklar için yazdığı çok sayıda hikâye, şiir ve makaleleri özel bir yere sahiptir.

“Yalanın Sonu” adlı hikâye, çocuklara hitap eden eğitim amaçlı yazılan bir hikâyedir. Bu hikâyenin yazılış maksadı, çocuklara doğru yolu göstermektir. Yalan söylemenin kötü ve yanlış bir davranış olduğu etkileyici bir şekilde anlatılmıştır. Çocuklar hikâye ve masal dinleme ve okuma meraklısıdır genellikle. Bu yüzden böyle eğitici hikâyeler, onların davranışlarını olumlu yönde etkileyebilir.

Çocuklara küçük yaştan itibaren, anne-baba ve aile fertleri tarafından olumlu ve doğru davranışlar kazandırılmalıdır. Doğru ve yanlış hareketler güzel bir şekilde anlatılmalıdır. Bu yöntemlerden biri de çocuklara güzel ve anlamlı hikâyeler anlatmak olabilir. Çocukların en ilgisini çeken faktörlerden biri, hikâyeler ve masallardır.

Yazar hep halkı ve milletine düşkün olduğu için ülkesinin geleceği olan çocuklara güzel ve eğitici mesajlar vermek amacıyla güzel ve etkileyici çocuk hikâyeleri yazmış ve farklı dillerde tercüme etmiştir.

“Yalanın Sonu” adlı hikâye, yalan söylemenin kötü bir davranış olduğuna dair çocukları etkileyen bir hikâyedir. Hikâyenin kahramanı Eltay, bunun örneğini çocuk okuyuculara güzel bir şekilde yansıtmıştır. Büyüklerinin sözünü dinlemeden derslerine çalışmak yerine sürekli arkadaşlarıyla oyun oynamakla vakit geçiren Eltay’ın sınav sonucunun kötü gelmesiyle başlar her şey. Karnesini babasından saklamak için yalan söylemek zorunda kalan Eltay, aslında kötü bir çocuk değildir. Ablasının da bazı ağır sözlerinin etkisi altında kalır. Stres ve korkuyla uykuya daldığı için korkunç bir rüya görür. Gördüğü rüya onun bütün olumsuz davranışlarının düzelmesine neden olur. Rüyasında, yalan söylediği için başına öyle korkunç olaylar gelir ki uyandığında rüya olduğuna şükreder ve bir daha asla yalan söylememek üzere kendine söz verir. Yalan söylemenin iyi bir davranış olmadığının farkına varır küçük Eltay. Böylelikle okuyucu çocuklara da güzel bir mesaj verilmiş olur.

Aslında bu hikâyede, Eltay’ın yalan söylemesinin bir nedeni de babasından korkmasıdır. Babasının kızmasından korktuğu için yalan söylemek zorunda kalır. Hikâyede bahsedildiği gibi:

“Babasına karnesini gösterirse güzel sözler yerine kim bilir ne kadar azarlanırdı. Onun için tek kurtuluş yolu karnesini göstermeden hemen yatıp uyumaktı. Babasının sesini duyunca şaşkınlıktan dona kalır:

-Eltay oğlum! Hadi sen de karneni getir de görelim. Çok akıllı, çalışkan ve zekidir benim oğlum. Yine en yüksek puanlar almıştır kesin.

Eltay korkudan babasının gözlerine bakamaz. Ablası, “hadi cevap ver şimdi!” der gibi bakar ona.

Eltay ilk yalanını söylemeye mecbur kalarak: Babacığım! Öğretmenimiz bugün gelmemişti. Bu yüzden karnemi alamadım.” der. (5. Sayı, Terbiye Dergisi, 2008).

Bu metnin muhatap kitlesi, ebeveynler ve ailelerdir. Hikâyenin bu kısmında ebeveynlere mesaj verilir. Yazar, çocuklardan her zaman beklentilerin çok yüksekte tutulmaması gerektiğini mesaj vermiştir. Ya da her şey her zaman olduğu gibi devam edecek gibi bir kural konulmamalıdır. Çünkü baskı ve zor da insanı yolundan saptırabilir ve yalan söylemeye mecbur bırakabilir. O yüzden samimi ve doğru davranışlarla çocuklara doğrular öğretilmeli. Çocuk ve ebeveynler arasında samimi bir bağ kurulmalıdır.

Bu hikâyede yalan söylemenin yanında birkaç davranışın daha önemi üzerinde durulur. Bu davranışlar; her işi zamanında yapmak, büyüklerin sözünü dinlemek, kötü örnek olacak arkadaş ve çevreden uzak durmaktır. Sonuçta bu hikâyenin amacı, çocuklara doğru davranışları göstermek ve öğretmektir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

FACİA ADLI TİYATRO ESERİ

Facia adlı tiyatro oyununda ana mekân, Afganistan’ın başkenti Kabil’dir. Oyunda adı geçen diğer mekânlar; İncilerin yaşadığı yoksul bir ev, sokaklar, İnci’nin çalıştığı iş yeridir.

Facia adlı tiyatro oyununda ana tema, “Ülkede savaşın getirdiği zorluklar ve bu durumdan etkilenen erkeklerin eşleri ve ailelerine karşı vefasızlığı”dır. Ayrıca Afganistan kadınlarının tarih boyunca farklı dönemlerde çektikleri acı ve işkence konu olarak ele alınır.

Facia adlı metin, Afganistan’da savaş dönemlerinde kadının çektiği sıkıntı ve acılarını, kadının sadakati ve erkeğin vefasızlığını anlatır. Dünya’nın her yerinde oranları farklılık göstermekle beraber kadın baskı altındadır. Ama Afganistan’da kadınlara karşı bu baskı ve zorluklar, kıyaslanmayacak kadar yüksek bir zirvededir. Güçlüklerle dolu yaşamlarından kaçabilmek için intihar eden kadınların sayısı çoktur. Bu oyun da, dünyaya bu acı gerçekleri göstermek amacıyla yazılmıştır. Dr. Şefika Yarkın’ın kendisi de o toplumun içinde büyüyüp yaşadığı ve Afganistan kadınlarının acılarını yakından hissettiği için eserlerinin çoğunda mazlum ve masum kadınların sesi olmuştur. Bu eserin yazılış maksadı, Afganistan kadınlarının mazlumiyet ve çaresizliğini dünyaya göstermektir.

Metni okuyup, çaresiz ve zavallı kadınlara acımamak mümkün değildir. Şehrin her yerine durmadan roket düşmesine rağmen hayatın zor şartlarında bile bir lokma ekmek için zavallı İnci’nin çalışması, küçük İpek’in babasız büyümesi ve savaş yüzünden okuldan mahrum kalması, insanı derinden etkiler. Sadakat ve sevginin karşılığının, vefasızlık ve acımasızlık olması kadının bahtsızlığıdır. Her zaman, her durumda zararlı çıkan çoğunlukla kadındır. Bu metinde, erkeğin vefasızlığı sadece eşine değil; yaşlı annesi ve masum kızına karşı da aynı fiiliyatı işler.

Bir ülke için savaşın olumsuz yönleri vardır. Ülke her yönden geri kalır. Facia adlı tiyatro eserinde ülkeye savaşın etkilerini net bir şekilde görebiliriz. Savaş ve huzursuzluk yüzünden ülkenin sayısızca eğitimli kişileri ve ülkeye faydalı olabilecek kişiler, vatanlarını terk edip yurt dışına gitmek zorunda kalmıştır.

SONUÇ

Şefika Yarkın Dibac, eğitime değer veren AfganistanlI Özbek aydın bir ailenin kızıdır. Döneminin siyasetçi ve aydın kişilerinden olan babasının teşvik ve desteğiyle edebiyat dünyasına girmiş, şiir ve hikâyeler yazmaya başlamıştır. Birçok dilde konuşma becerisi ve yeteneği olan Şefika Yarkın, Özbekçe ve Farsça eserler yazmıştır. Edebi eserlerinde ele alınan temalar genel olarak; aşk, vatan ve kadındır.

Yarkın’ın eserlerinde kadının duygu ve hayal dünyası, ruh hâli, iç dünyası, hayat ve dünya bakışı edebî yaratıcılıkla yansıtılır. Sanatçı kadın temalı şiir ve hikâyelerinde kadının sesi olur. O, edebi eserlerini yayımlamaya başladığından beri kadının sesi olmaya devam etmektedir. Yazarın eserlerinde; mazlum, masum ve çilekeş kadın tiplerini görmek mümkündür. Bu tipler aracılığıyla Afganistan kadınlarının gerçek hâlini yansıtır ve tanıtır.

Şefika Yarkın’ın şiirlerinde vatanseverlik ve içtimai gayeler de önemli yere sahiptir. Ülkede senelerden beri süre gelen huzursuzluk ve yaşam koşulları yüzünden yurdunu terk etmek zorunda kalan sanatçı, vatan hasreti ve özlemi ile hayatını sürdürmektedir. Bu durumu, vatan temalı şiirlerinde daha etkili bir biçimde yansıtmayı başarmıştır. Şiirleri okuyunca; ülkede olan sıkıntı ve huzursuzlukların, sanatçının yüreğinde bıraktığı acı ve kederi anlayabiliriz.

Şefika Yarkın, şiirlerinde şekil ve konu bakımından eski kalıplardan çıkıp yeniliklerle yola çıkarak hareket etmektedir. Eserlerini, yeni edebi terkipler ve edebi sanatlarla süsleme gayreti içinde olduğunu görebiliriz. Şair, eserlerinde kullandığı dilde de sadelik ve anlaşılır olmaktan yanadır. Ancak edebî dilden hiçbir zaman uzaklaşmamıştır. Sanatçının eserlerinde; genel olarak serbest, hece ve aruz vezinlerini kullandığını söyleyebiliriz.

Şefika Yarkın, başarılı bir şair ve yazar olmakla birlikte başarılı bir mütercimdir de. Sanatçının çok sayıda tercüme eserlerini görmek mümkündür. Babür’ün gazeller, kıta’lar ve rubailer toplamının Dariceye tercümesi, Mevlana Celaleddin Rumi’nin 160 adet rubaisinin çevirisi, Kamran Mirza’nın şiir toplamlarının Özbekçe’ye çevirisi ve bunun gibi birçok çeviri eserleri bu sahada sanatçının yetenekli ve becerikli olmasının kanıtıdır.

Şefika Yarkın’ın manzum kadar mensur eserleri de önemli yere sahiptir. Yazar kaleme aldığı hikâyeleri ile Afganistan Özbek edebiyatına önemli katkı sağlar. Canlandırdığı hikâye kahramanları ile belli dönemlerde ülkede iktidar sahibi olanların dünyaya gerçek yüzünü tanıtmayı başarır.

KAYNAKÇA

Aktaş, Ş. (2008).Türk Şiiri ve Antolojisi (4. Baskı). Akçağ Basımevi.

Aktaş, Ş.(1984). Roman Sanatı ve Roman incelemesine Giriş. Ankara: Birlik Yay.,

Aktaş, Ş. (2009).Şiir Tahlilleri Teori Uygulama, (1. Baskı). Akçağ Basımevi,

Akyüz, K. (1990). Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, (5. Baskı). İstanbul: İnkılap Kitabevi,

Çetin, N. (2013). Roman Çözümleme Yöntemi, (13. Baskı) Öncü Kitap Basımevi,

Tanpınar, A. H. (1976). 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Çağlayan Kitabevi.

Dino, G. (1891).Türk Romanının Doğuşu. İstanbul: Cem Yay.

Kaplan, M. (1978). Edebiyatımızın İçinden. İstanbul: Dergâh Yayınları.

Kaplan, M. (2011).Şiir Tahlilleri (Tanzimat’tan Cumhuriyet’e). (28. Baskı). İstanbul: Dergâh Yayınları.

Özön, M. N. (1936). Türkçede Roman, İstanbul: Rezmi Kitabevi,

Önal, M. (1999). En Uzun Asrın Hikâyesi. Ankara: Akçağ Yayınları.

Yavuz, H. (1977). Roman Kavramı ve Türk Romanı, Ankara: Bilgi Yayınevi.

Yarkın, Ş. (2007). Yine Koreshguncha (Yine Görüşene Kadar Hikâyeler), (1. Baskı). Afganistan Kalem Derneği.

Yarkın, Ş. (2009). Alisdan Bir Ses (Uzaktan Bir Ses Şiirler), Afganistan Meslek Yayınevi.

Yarkın, Ş. (2010). Uyghaq Tushlar (UyanıkRüyalar Şiirler), Elezhar Yayınevi.

Yarkın Ş. (2010). Koch Ferishta Ha (Meleklerin Göçü Şiirler), (1. Baskı). Gazenfer Bankası.

Yarkın, Ş. (2007). Ghamgin Pari Koylari (Hüzünlü Peri Terennümleri), Afganistan Kalem Derneği.

Yarkın, Ş. (2010). İpek Talaları (İpekKozaları), (1. Baskı). Elezhar Yayınevi.

Yarkın Ş. (2010). Sharm Shabnam (Çiy’in Utanışı Şiirler), (1. Baskı). Hurasan Yayınevi.

Yarkın, Ş. (2010). Reha Dar Baad (Rüzgarda Bırakmak Şiirler), (1. Baskı). Hurasan Yayınevi.

Yarkın, Ş. (2010). Lahza Hay Be Şhetab (Telaşsız Anlar Şiirler), Gazenfer Bankası, 1. Baskı.

Yarkın, Ş. (2007). Özbekçe-Farsça Sözlük (1. Baskı). Tahran: Suhen Yayınevi,

Yarkın, Ş. (2007). Babür Name, Kabil, 1. Cilt.

Yarkın, Ş. (1993). BaburManguligi, Şibirgan.

Yarkın, Ş. (1989). Nadira wa Şher Hayi O (Nadire ve Şiirleri), Kabil.

Yarkın, Ş. (2001). Şah Garip Mirza Garip Divan’ı, Taşkent.

Yarkın, Ş. (1993). Simayı Mir Alisher Nawai, Kabil.

Yarkın, Ş. (2010). ipek Qanat Qaldırghach (ipekKanatlı Kuş), Kabil.

Yarkın, Ş. (2010). Az Tabari Bahari Digar (Başka Bir Bahar), Kabil.

Yarkın, Ş. (1983). Baburga Armaghan (Babür’e Armağan).

Yarkın, Ş. (1997). Turkey Atlar Sozligi (Özbek Türkçesi İsimler Sözlüğü), Kabil.

Yarkın, Ş. (2010). Kamran Mirzaning Hayatı wa İcadi (Kamran Mirza’nın Hayatı ve İcatları), Kabil.

Yarkın, Ş. (2008). Darya Dar Gawhar (Denizde Mücevher), Kabil.

Yarkın, Ş. (2004). Nay Tilmaci (Ney Tercümanı), Kabil.

Yarkın, Ş. (2004). Rubaiyat’ı Mawlana Jalaleddin Muhammad Balkhi (Mevlana Celaleddin Belhi Rubaileri), Kabil.

Yarkın, Ş. (2007). Farhang Ozbeki Ba Farsi (Özbekçe-Farsça Sözlük), Kabil.

İnternet: https://www.Anjuman Kultury Babur.com.tr , adresinden 11 Mayıs 2015’te erişilmiştir.

İnternet: http://www.Aryayiha.com.tr adresinden 16 Haziran 2015’te erişilmiştir.

EKLER

EK-1. Şefika Yarkın ile Röportaj

Aileniz ve eğitiminiz hakkında bilgi verir misiniz?

Babam Muhammed Kasım Kadızade “Berk”; şair, yazar, hattat, millî ve siyasî kişilerdendi. Emanullah Han döneminde Mezar-ı Şerifte Rüştiye Mektebi’ni bitirdikten sonra Andhoy şehrinde özel bir şirkette muhasebeci ve sekreter sıfatıyla çalıştı. Seripul şehrinde halk tarafından Belediye reisi olarak seçildi ve bu görevde iki dönem sadakatla çalıştı. Milli Şûra Milletvekilliği için aday oldu, halkın oyunu kazanarak Seripul Millet Vekili sıfatıyla göreve başladı. Milli Şûra’nın en aydın kişilerinden olup ayrıca ekonomik komisyon reisi olarak çalıştı. Annemin adın Muhtereme, ev hanımı idi. Biz altı kız ve üç erkek kardeş olmak üzere dokuz kardeşiz.

Muhammed Halim Yarkın ile evliyim. Eşim de yazar ve şairdir. Sencer ve Arslan adlarında iki oğlum, Vida adında bir kızım var. Çocuklarım evlidir ve üç torun sahibiyim.

İlköğrenimimi 1966’da Mezar-i Şerifteki Sultan Raziye okulunda, ortaokul ve liseyi 1972’de Kabil’deki Rabia-i Belhî Lisesi’nde okudum. 1976’de Kâbil Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun oldum. 1999 yılında Özbekistan Cumhuriyeti Bilimler Akademisi’nde doktora yaptım.

İlkokuldan liseye kadar başarılarınız ve hatıralarınız nelerdir?

Ben üç yaşındayken ailem Mezar-ı Şerife taşındılar. Altı yaşında Mezar-ı Şerif Fatıma Belhi ilkokulunda okula başladım. Üçüncü sınıftan sonra Sultan Raziye Lisesi’nde altıncı sınıfa kadar devam ettim. Daha sonra Kabil’e taşındık 7-12 sınıf arasını Rabia Belhi lisesinde okudum. İlkokuldan lise sona kadar hep sınıf birincisiydim. Liseyi birincilikle bitirdim.

Birinci sınıfı bitirip üç aylık tatilde memleketimiz Seripul’e gittik. Babam işleri yüzünden Mezar-ı Şerifte kaldı. Babama duyduğum özlem ve sevgimi anlatmak için yedi satırlık bir mektup göndermişim. Babam yazdığım o ilk mektubu yıllarca saklamış ve liseden mezun olduğumda hediye olarak bana verdi. İkinci veya üçüncü sınıftayken o dönemin kralı Zahir Şah, Mezar-ı Şerife geldiğinde babamın yazdığı bir şiiri ezberden huzurlarında okudum.

* Yarkın Hakım İsveç’te olduğu için internet aracılığıyla görüşüldü. Yine dördüncü sınıftayken büyük bir ilmi konferansta babamın eğitim hakkında yazdığı kompozisyon ve birkaç satırlık şiiri büyük cesaretle ezberden okuduğum için gelen değerli misafirlerin takdirini kazandım. Misafirler arasında babam da vardı. Beni sevgiyle kucağına alıp takdir etti.

Çocukluk hayatınızla ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Çocukluğum; huzur, sevgi ve mutlulukla geçti. Bütün imkânlar vardı. Sevgi ve saygı son dereceydi. Babamın evinde hiçbir zaman hiç kimseden tek bir kötü söz ve azar duymadım. Hem aile ortamında hem okul hem akrabalar arasında sevilip sayıldım.

Okul döneminde her hangi bir kitabın tesiri altında kaldınız mı? Bununla ilgili hatıralarınız nelerdir?

Ben ilkokulu birincilikle bitirdiğim için babam Rusçadan Farsçaya çevirilmiş Mor Çiçek adlı masal kitabını bana hediye etti. O kitaptaki masallar o kadar ilginç ve tatlıydı ki hâlâ hatırlıyorum. O kitap benim sürekli kitap okumama vesile oldu. İlkokul sıralarında Keşif Başkanlığı Kütüphanesindeki kitapları okuyup bitirdim. Daha sonra babam dışarıdan ve arkadaşlarından kitap ve Farsca dergiler getirirdi. Onları da okudum. Sultan Raziye ve Sultan Rabia okul kütüphanelerinden bütün kitapları alıp okudum. Öğretmenlerim evlerinde olan kitapları da bana getirirlerdi. Her kitabı bir gecede okuyup bitirirdim. O zamanlarda Kâbil’in her bölgesinde ahşaptan yapılmış küçük kütüphaneler vardı. Ben her kitabı 2 Afgani’ye ödünç alıp bir gecede bitirirdim. Bir yıl içinde okuduğum kitaplar ve yazarlarının ismini bir deftere yazdım. Dergiler hariç 400’den fazla hikâyeler toplamını okumuşum. Okuduğum kitaplar benim okuma yazmama büyük etki yaratmıştır. Sekizinci sınıfta Darice dersimizin öğretmeni her gün birer kompozisyon veya hatıra metni yazmamızı isterdi. Ben her gün en az bir sayfalık kompozisyon yazardım. Öğretmenim benim yazılarımı çok beğenir ve takdir ederdi. Edebiyat Fakültesini de Darice öğretmenimin teşvikiyle seçtim. Üniversiteye giriş sınavında 335 puan almıştım ve 295 puan alanlar Tıp Fakültesi’nde eğitim görmeye hak kazanırdı. Benim aldığım yüksek puanla Edebiyat Fakültesi’ni seçmem herkesi şaşırtmıştı. Çünkü bütün öğrenciler Tıp Fakültesi’ni kazanmak arzusundaydı.

Edebiyat dünyası, sizi ne zaman ve nasıl kendine çekmiştir?

Yukarıda da bahsettiğim gibi, ilkokul dördüncü sınıfta Mor Çiçek adı hikâye kitabını okuduğumdan beri edebiyata âşık oldum. Hep edebi eserleri okumak ve yazmaktan lezzet aldım. Elde ettiğim tecrübelerle senelerden beri zevkle edebi eserler yazmaktayım.

Yüksek öğrenim döneminde ne gibi faaliyetlerde bulundunuz? O dönemle ilgili biraz bilgi verir misiniz?

Ben demokrasinin bittiği dönem yani Serdar Davut’un Başkanlığı döneminde üniversiteye başladım ve bitirdim. Siyasî hareketlere izin yoktu. Üçüncü sınıfta Bilgi ve Kültür Bakan yardımcısı Şefi Rahil gazetecilik dersimize girerdi. O çok bencil, kibirli ve devlet kölesiydi. Biz otuz öğrenci bir sınıftaydık. Torpille gelen üç dört kişi hariç sınıfta herkes çok başarılı ve çalışkandı. Rahil, haftada bir gün gelip dört saat ders verirdi. En az üç konuyu araştırma için ödev verirdi. Biz o kadar araştırıp ödevleri güzel bir şekilde çalışmamıza rağmen ödevlerimiz hoca tarafından hiç umursanmazdı. Sıfır, beş ve on puandan yüksek not alamazdık. Hatta bir gün, benim ilkokul öğrencisi oğlum bile sizden daha iyi ödev yapar diyerek hepimize hakaret etti. Bu hakareti kaldıramayıp o hocanın dersine girmemeye karar verdik. Bizim bu hareketimiz hocanın zoruna gitti ve dört kişi hariç herkesi sınıfa bıraktı. Sınıfı geçen o dört kişiden biri, hocanın iş arkadaşı ve Milli Radyo Televizyon Başkanı’nın kardeşiydi. İkincisi Davut Han’ın yeğeni, üçüncüsü bizimle greve katılmayan bir sınıf arkadaşımız, dördüncüsü ise bizimle arasını iyi tutan ama sırtımızdan bıçaklayan bir sınıf arkadaşımızdı. 26 kişi sınıfta kaldı. Rahil resmi bir görüşme için Londra’ya gitti ve bir daha dönmedi. Başka bir hocamız bizi tekrar sınava aldı ve hepimiz 95, 100 gibi puanlarla sınıfı geçtik. Rahil, İngiltere’de kalıp bir daha dönmediği için onun verdiği notlar bizim diplomamıza yansımadı.

Sanatla ilgili düşüncenizi bizimle paylaşır mısınız?

Sanat; insanın elinden, fikrinden, düşüncesinden gelen bir yetenektir. Buna da binler ve yüz binlerden bir kişi sahip olabilme şansını bulur. Sanat, olağanüstü ve özel insanların hayal ürünü olup yüksek maneviyata hizmet eder. Sanatı anlamak da, sanatçı olmak kadar zordur. Sanatı anlayabilmek için yüksek kültür ve yüksek sanatı anlayışı lazımdır.

Yazmaya başlamanızla ilgili ilk hatıranızı bizimle paylaşır mısınız?

İlk defa ortaokul yedinci sınıftayken bir rubai ile yazmaya başladım. Daha sonra bazı edebi parçalar yazarak öğretmenlerim, ailem ve arkadaşlarımın takdirini kazanmaya başladım. Güzel kalpli babacığım da türlü hediyeler ve değerli sözleri ile beni teşvik ederdi. Yazdığım yazılarla kısa sürede bütün okulda tanındım. On birinci sınıftayken Darice dilinde kısa hikâyeler yazmaya başladım. Ama onları bir arkadaşımız izinsizce okuyup defterimin köşesinde kendi düşüncelerini de eklemesi beni kızdırdı ve bütün hikâyelerimi yaktım. Üniversite dönemine kadar yazmaya ara verdim.

Edebi eserlerinizi yazarken her hangi bir sıkıntıyla karşılaştınız mı?

Yazma hayatımda hiçbir şeyi engel olarak görmedim. Beni de kıskananlar vardı tabii. Bir kere sosyal ve sembolik Darice şiirim için ölümle yüz yüze geldim ama Allah’ın lütfüyle kurtuldum. Bu olay da benim yazmama engel olamadı.

Edebi eserlerinizle ilgili eleştiri ile karşılaştınız mı? Eğer böyle bir eleştiri ile karşılaştıysanız ne gibi savunmayı seçtiniz?

Afganistan’da edebi tenkit daha gelişmemiştir. Özellikle Özbekçe dilinde yazılan her hangi bir edebî ve ilmî tenkit eseri görmedim. Eğer bir eser tenkit edilmiş olsa da kişisel eleştiriden başka bir şey değildir. Eser yerine yazar eleştirilir. Ödülü hak eden ve ödüle sahip görülen bir eserim sadece kişisel kıskançlık yüzünden eleştirildi ve ödül engellendi. Ben o kişinin kıskançlık hastalığını bildiğim için karşılık vermeye lüzum görmedim. Öyle insanlar bilim eksikliği yüzünden edebî toplumda tanınmazlar. Bu yüzden sorun çıkarmak ve edepsiz tenkitleriyle edebî toplumda tanınmak fırsatı aramaya çalışırlar. Ben de o kişinin gereksiz eleştirisine karşılık verseydim onu topluma tanıtarak büyük bir iyilik yapmış olurdum. Bu iyiliği yapmak istemedim. Zaman ve tarih en iyi yargıç ve eleştirmendir. Eğer eser orijinal ve değere sahipse sınavdan başarıyla geçer. Ucuz ve değersizse tarih tozunda gömülüp kaybolur.

Bildiğimiz gibi birçok eseriniz ödül kazanmıştır. Sizce bu tür ödüller sanatçıyı nasıl teşvik eder?

Klasik edebiyatımızın (Darice ve Özbekçe) %90’u olmasa da %80’i ödüller ve mükâfatlar yardımıyla doğmuştur. Hangi padişah edebiyat perver olup o dönemin sanatçıları ödüllendirilip teşvik edildiyse, edebiyat da o dönemde ilerlemeye başlamıştır.

Edebiyatımızda; Gazneliler, Timurlular ve Babürlüler döneminin en parlak dönem olma sebebi Sultan Mahmut Gaznevi, Şahruh Mirza ve Zahiruddin Muhammed Babür’ün edebiyatseverlik ve teşvikindendir. Günümüzde şair ve yazarlar değerli bir ödülle ödüllendirilmediği için hayatını temin edebilmek amacıyla başka mesleklerde çalışmak zorundadır ve yazmaya pek zaman bulamaz. Yaşadığımız dönemde ödüller maddi ihtiyacı karşılamaz ama manevi değeri bakımından şair ve yazarın kalemine güç verir ve teşvik eder. Ben hiçbir zaman ödül ve mükâfat için yazmadım. Ama medeni toplum ve edebiyatseverler tarafından eserlerimin beğenilip ödüle layık görülmesi beni gururlandırıyor ve kalemime güç veriyor.

Şiir ve hikâye yazmak birbirinden çok farklı mıdır?

İkisi de edebi faaliyettir. İkisinde de ilham, duygu, sanat ve yetenek lazım. İkisi de halkın zevkine cevap vermek, iyi ümitler uyandırmak, maneviyatı yükseltmek, toplumun gizemlerini açmak, insan ve toplumu iyiliğe çağırmak için hizmet ediyor. Şairin duygu ve düşüncelerini aktarmada bunlar birer edebi araçtır. Şiir bir anlık duygu ve ilhamın meyvesidir. Hikâye yazmak için ilham dışında; konu, tip ve karakter, olay ile mantık bağını yaratmak, hikâye beyinde iyice güçlendikten sonra kâğıtta yazılır defalarca okunup düzeltilmesi gerekiyor. Hikâye yazmada zaman ve dikkate ihtiyaç duyulur. Ama şiir bir anlık ilhamdan sonra yürek ve beyinden kâğıda dökülür. Yetenek ve bilgi sahibi olan bir sanatçı için hikâye ve şiir arasında bir fark yoktur. Benim şiir yazmam sadece bir anlık ilham ve duygularıma bağlıdır. Bazen bir günde dokuz gazel ve rubai yazarım, bazen de günler ve aylarca bir tek beyit bile yazamadığım olmuştur.

Hikâye ve şiir yazarken en büyün ilham kaynağınız nedir?

Hayatta gerçekleşen olaylardan aldığım etkiler, duygular, sevinçler, üzüntüler, ümitler, hasretler, gurbet, iyi kötü gerçekleşen her olay, benim eser yazmamda ilham kaynağı olmuştur. Ben şiirlerimde çok dürüstümdür. Duymadığımı ve hissetmediğimi hiçbir zaman yazmam. Yüreğim, hislerim ve düşüncemin emri ile şiir ve hikâye yazıyorum. Kısacası bu konuda birer ilham kaynağını dile getirmek zordur.

Şiir ve hikâye dışında roman yazmayı hiç düşünmediniz mi?

Hayır, romanı çok seviyor ve çok okumuş olsam bile hiçbir zaman yazma niyetinde olmadım. Belki de yeterince zamanım ve ilgim olmadı.

Eserlerinizin çoğunda kadın ve vatana özel bir yer vermişsiniz. Bununla ilgili düşüncelerinizi paylaşır mısınız?

Ben babamdan vatan ve milleti sevmeyi öğrendim. Benim için vatan ve milletim her zaman birinci derecededir. Gurbet ve vatandan uzak kalmak, ülkemi daha çok özletti bana. Bunun için vatan ve milletim için şiirler yazdım. Kadın meselesine gelecek olsak, Afganistan’da birçok insan açlık, eğitimsizlik, hastalık, savaş, zulüm, adaletsizlik ve ayrımcılık ateşine yanıyorsa, kadınlar bütün bu saydığımız zulmün dışında erkek zulmünü de çekmektedir. Afganistan kadınına aileden başlayıp topluma kadar haksızlık ve zulüm uygulanıyor. Onların feryadını duyabilen kulak yoktur. Baba, ağabey, kardeş, dayı, amca, enişte, eş, kayınpeder... bu şekilde bu sıralama uzayıp gidiyor. Bunlardan her biri kendi gücüne göre ailedeki kadın kıza her türlü baskı ve haksızlığı uygun görüyor. Küfür etmekle başlayıp, vurmak, aç bırakmak, odada kilitlemek, okul ve eğitimden mahrum bırakmak, küçük yaşta ağır işler yaptırmak, borç karşılığı satmak, cinsel tecavüzlere uğramak, yakmak ve öldürmek gibi her türlü zulüm ve baskıyla hayatlarını sürdürmektedir. Kadınlardan çoğu eğitimsizdir, kendi hakkını bilmez ve savunmayı bile bilmezler. Tanrı ve kısmetin rızası buymuş diyerek yaşamaya devam ederler. Bu kadınların hakkını savunmak, feryatlarını devlet ve dünyaya duyurmak, aydın ve okumuş kadınların sorumluluğudur. Ben de bir kadın olarak hemcinslerime karşı olan zulüm ve haksızlığa göz yummayı doğru bulmuyorum. Bunun için kadın sesi olmaya çalışıyorum. Elimden geldiği kadar şiir, hikâye ve makaleler yazarak kadın hayatını yansıtmaya çalışıyorum.

Eserlerinizdeki insan tiplerinin hemen hemen hepsi mağlup, mazlum ve fakir insanlardır. Bunun nedeni nedir?

Zengin ve güçlü insanların hayat hikâyesi dar çemberde sınırlıdır. Yani ailevi veya duygusal konular olabilir. Toplumumuzun %90 veya 95’unun hayatı sıkıntılar, zulümler ve yokluklarla geçiyor. Onların kederleri de sevinçleri de genel olarak aynıdır. Birinin hayat hikâyesini yansıttınız mı hepsini yansıtmış olursunuz.

Hikâyelerinizde Kâbil şehrini mekân olarak seçmenizin nedeni nedir?

Çoğunluk olarak Kabil şehri seçilmiştir. Ama diğer şehir ve illeri de görmeniz mümkündür benim eserlerimde. Kâbil’e daha çok yoğunluk vermemin nedeni gençlik, yüksek öğrenim ve iş hayatımın Kâbil’de geçmesidir. Kâbil’i diğer yerlere göre daha çok biliyorum. Kâbillilerin gelenek ve yaşam tarzlarını daha iyi biliyorum.

Yine Görüşene Kadar adlı hikâye kitabında etkilendiğiniz faktörler nelerdir?

Yine Görüşene Kadar toplamındaki hikâyeler, farklı zaman ve mekânlarda yazılmıştır. Hayatım boyunca okuduğum hikâye kitaplarım ve onlardan elde ettiğim tecrübelerin etkisi bu hikâyelere yansımıştır.

Yazdığınız hikâyelerde olaylar ve kahramanlar gerçek midir? Olaylara şahit olmuşluğunuz var mıdır?

Şiir ve hikâyelerim; gördüğüm, duyduğum, okuduğum ve hissettiklerimin fotoğrafıdır. Hiçbir hikâyem olayın olduğu gibi birebir yansıtılması değildir, sadece resim ve hayal da değildir. Benzer olaylardan ilhamlanarak kendi hislerimi de katıp edebi bir eser ortaya koymaya çalışıyorum. Kısacası şiir ve hikâyelerim yaşanılan olayların hayal dünyasında resimler ve edebi kurallarla çalışılmış bir görüntüdür. Sadece gerçek yaşanılmış olay veya sadece edebi hayaller ve resimler de değildir. İkisinin karışımından ortaya çıkan eserlerdir.

Radyo, televizyon, gazete ve dergilerde her gün türlü olaylar yansıtılıyor. Kardeş, arkadaş, vatandaşlarımızın hayatlarında olan olaylardan haberdar oluyoruz. Artık dünya küçülmüştür. Millet her şey ve her olaydan haberdardır. Ben de diğer insanlar gibi birçok olayları duymuş, görmüş ve hissetmişimdir.

Yine Görüşene Kadar hikâye kitabında olaylar gerçek yaşanmış olayları hatırlatıyor. Bu konu ile ilgili biraz bilgi verir misiniz?

Hikâyelerin hiçbiri de gerçek yaşanmış ve gerçek olaylardan alınmamıştır. Ama içinde yaşadığımız olaylar, insanın beynine ve gönlüne izler bırakır ve etkiler. Hikâyelerde gerçekleşen olaylar dönemin gerçek hikâyesi ve olaylardan uzak değildir. Sanatçının da asıl görevi, içinde bulunduğu döneminin zaman, mekân, insanlar ve gerçekleşen olaylarını yansıtmaktır. Sanatçı hiçbir zaman afetler ve sıkıntılar karşısında seyirci kalamaz, doğru olanı da budur. Ben de ülkemizde gerçekleşen afet ve olaylara göz yumamam. Elimde olan tek bir imkânım, yani şiir ve hikâyelerimle bu olayları ortaya çıkarmaya çalışıyorum.

Mevlana Hazretlerinin şiirlerini tercüme ederken kendi fikrinizi de katmış mısınızdır?

Tercümede en önemli nokta şairin kendi fikrinin yansıtılmasıdır. Ben sadece kendi hislerimi Mevlana’nın hislerine yakınlaştırıp onu anlamaya ve hissetmeye çalıştım. Duygular ve düşüncelerin hepsi Hz. Mevlana’ya aittir. Ben şiirleri sezerek, düşünerek, kendimde de o duyguları bularak tercüme etmeye çalışıyorum.

Öğrencilik döneminde de tercüme yaptınız mı?

Öğrencilik döneminde çok sayıda araştırmalar yaptım. Şiir ve kısa edebi parçalar yazdım ama o döneme ait tercüme ve çeviri eserim yoktur.

Dünya edebiyatçılarının eserlerinden etkilendiğiniz mi?

Ben İran, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Rusya, Avrupa ve Amerika’nın en ünlü yazarlarının eserlerinin hepsini okumadıysam da en azından tanınmış eserlerini okumuşumdur. Abdullah Kadiri, Çolpan, Aybek, Primkul Kadirov, Abdullah Arifov, Erkin Wahidov, Hamid Süleyman, Gafur Gulam, Cengiz Atmatov, Gorki, Tolstoy, Çehov, Dostoyevski, Balzac,Victor Hugo, Guy de Mapusant, Dafna Domoya, Şekspir, Albert Camu, Kafka, Margaret Mitchell, Jack London, Halil Cebran Halil, Aziz Nesin..., İran’ın hemen hemen bütün ünlü yazarlarının kitaplarını okudum. Bu kitaplar tecrübemin artması, dünya bakışım ve kalemimin daha hızlı olmasına yardımcı olmuştur.

Afgani yazarlardan hangilerinin eserini okumayı seversiniz?

Ben her zaman gönlüme yakın, duygu uyandıran, fikri güçlendiren eserleri okumaktan lezzet alırım ve tekrar tekrar okurum. Şer’i Cevizcani, Labib, Ferişte Begüm, Cemile İsar’ın bazı şiirleri benim okuma isteklerime cevap veriyor.

Bildiğimiz gibi Afganistan topraklarında hiç dinmeden otuz seneden beri kanlı savaş sürmektedir. Siz her hangi bir ülkeye yerleşmek amacıyla gitmek zorunda kaldınız mı?

Biz Tâliban gelmeden önce vatanı terk etme niyetinde değildik. Ülkenin iktidarı Tâliban eline geçtikten sonra Özbekistan’a gitmek zorunda kaldık. Şimdiye kadar Avrupa ülkelerine dört kez resmi, üç kez özel seyahatte bulundum. Hollanda, İtalya ve Avusturya ülkelerine resmi seyahatlerim; İmanya ve İsveç’e resmi ve özel amaçlı seyahatlerim olmuştur.

Yurt dışına ilmî araştırma amacıyla yolculuğunuz olmuş mudur?

Araştırma için Özbekistan ve Tacikistan’a, ilmî tecrübe kazanmak için Ürdün ve Japonya’ya, konferanslar için İran, Kazakistan, Rusya, Hollanda, İtalya, Pakistan, İngiltere ve Avusturya’ya, bilimsel işbirliği için Almanya’ya gittim.

Yabancı ülkelerde yaşadığınız bazı anılarınızı bizimle paylaşır mısınız?

Biz Özbekistan’da saygı ve huzurla yaşadık. Eğer ülkemizde çocuklarımızın eğitimden uzaklaşmaları söz konusu olmasaydı ülkemizde kalmayı gurbete tercih ederdik. Ben burada doktora yaptım, fen akademisinde çalıştım, büyük ilmî konferanslara katıldım, gazete ve bazı toplamlarda şiirlerim yayımlandı, çalışmalarımdan dolayı altın madalya, takdir ve ödüller kazandım.

Gurbetteyken de edebi icatlarınıza devam ettiniz mi? O dönemlerde ele aldığınız ana konular nelerdir?

Şiirlerim Tâliban tarafından Şibirgan’da ateşe verildi. Bu benim için en büyük kayıptı. Yeni şiirler ve hikâyeler toplamı yazdım. Konular genel olarak; sevgi, sadakat, vefa, vatanseverlik, insan severlik, kadın, zulüm ve kötülüklere karşı feryat, gurbetin acısı, kadın hakkı...

Afganistan’ın bazı üniversitelerinde Özbek Dili ve Edebiyatı bölümü mevcut. Bu bölümlerde eğitim görmek öğrencinin ileride edebi bir eser yazmasına yardımcı olur mu sizce?

Evet, dil ve edebiyat bölümleri var ama yeterince öğrenci yok. Öğrenci kendi isteğiyle bu bölümü seçmemiştir. Üniversiteye giriş sınavında yeterli puan alamayan ve başarısız olan öğrenciler buraya yerleştirilir. Aksi takdirde genellikle kimse bu bölümü seçmez. Öğretim üyelerinin de %99’u Özbek Edebiyatı’nda eğitim görmemiş kişilerdir. Devlet veya Özbek aydınları tarafından da bu dalda her hangi bir teşvik ve destek yoktur. Bu bölümden mezun olanlara yeterince çalışma ve iş bulma fırsatı da yoktur.

Afganistan Özbek Edebiyatçılarından bazılarının dili çok ağırdır. Ama sizin eserlerinizde dil anlaşılır ve akıcıdır. Bunun nedeni nedir sizce?

Anlaşılır şekilde yazmak ve konuşmak ayrı bir sanat ve yetenektir. Bu yeteneğe sahip olabilmek için bazı noktalara dikkat etmek lazım:

  1. Yazar bir eseri ortaya koyarken konu hakkında yeterince bilgi sahibi olmalıdır. Yani ne kadar bilgi hâzinemiz çoksa ve konuya hâkimsek o kadar konuyu net ve anlaşılır bir şekilde aktarabiliriz ve yazabiliriz.

  2. Yazmak ve konuşmak için çok çalışmak ve bilgi sahibi olmak lazım. Edebî konferanslara katılmayan ve çaba sarf etmeyenler, güzel bir edebî eser ortaya çıkaramaz.

  3. Bazıları kendilerini başkalarından üstün tutmak ya da kendilerini bilgili göstermek için zor ve anlaşılmayan kelimeler seçerek yazmaya ihtiyaç duyarlar. Net ve anlaşılır bir şekilde yazmak için yeterince bilgi ve yeteneğe ihtiyaç vardır.

Son olarak kitaplarınızla ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Şu ana kadar kırka yakın kitabım basılmıştır. Bunlar aşağıdaki türlerdedir:

  1. Edebi, ilmi ve araştırma kitaplarım.

  2. Nesir kitaplarım.

  3. Farsça, Özbekçe şiir ve hikâyeler toplamı.

  4. Çocuklar için şiir ve masallar.

  5. Tercüme eserlerim (şiir, hikâye, tarih) 6.Sözlük.

EK-2. Seçilmiş Şiirler ve Tercümeleri

 

Yandım

Çölde lalenin kalbindeki lekeyi gördüm, yandım.

Tuzakta olan ceylanı gördüm, yandım.

Yeşil bahar harmanında ateş yükseldi.

Güllerin ansız ölümünden yandım

Her şey ateşe düşerse, suyla söndürürler.

Mercan dalıyım, denizin dibinde yandım.

Gecenin karanlığında lamba yanıyorsa, yeridir.

Güneş ışığının huzurunda yersiz yandım.

Kimi görürsen yarın için bir ümit besler.

Ben şimdiki yoksunluk ve yarının kederi için yandım.

Kıskanıyorum hayat ızdırabı için yananları

Ben ne diyeyim ki, dünya acısından yanıyorum.

Vatan ve bütün dostlarımdan uzaktayım

Gurbetin derdinden yandım

Bülbül gülün acısından, mum da pervane acısından yandı

Ben yalnızlıktan tek başıma yandım

Kimsenin kalbi benim kederime yanmadı ama

Ben gözlerde keder gözyaşlarını görünce, yandım 


Yeşil İnanç

Sensizlik beni çok üzüyor

Gel kalbimin sabır ve huzuru.

Ben aşk ve güzellik âleminde

Bekleyen nilüfer çiçeği gibi doğdum

Ellerinin yağışına susadım

Çöl gibi vücuduma şımarıp yağ

Ey Cennet bağının yeşil dalı!

Kalbime ümitler gülünü ek.

Münacat ettiğimde tek ihtiyacım sensin.

Ey bana da, hayata da ihtiyacı olmayan!

Gel yeşil inancım gel!

Sensiz baharın gelmesinden ümidim yok.



Zincirlenmiş Ses

Bahar geldi ve ben yâlnızım

İçim sesle dolu olsa da sakinim.

Gündüz, uzun geceleri düşünüyorum

Gece ise yârının keder ve düşüncesindeyim.

Görünüşte rahat görünsem de

Dertler beni rahat bırakmıyor.

Güneş beni unuttuğu için

Dünyam soğuk ve karanlık olmuş

Hicret zehri vücuduma yayılmıştır

Gurbetin yıkıntıları benim evim olmuştur

Perişanlıktan feryat ederdim

Eğer sesim zincirlenmiş olmasaydı.

Kol işten ve kalp yardan ayrıdır

Geri dönmek için ayaklarımda güç yoktur

Rüyamda görmek için uykuya dalıyorum

Ama rüyalarım da perişandır. 

Güneşin Göçü

Sessizlik ve yalnızlığı seçtiğimiz müddetçe

Dünyada dönen hilelerden uzaktayız demektir.

Güneşimiz karanlığa doğru göç ediyor,

Boşuna sabahı bekliyoruz.

Herkesin hayat denizi bir hareket içindedir

Bizse, sahil kenarında ayağımız çamurda oturuyoruz.

Taş, olaylar hücumundan feryat ediyor

Biz niye kum gibi sessiz oturuyoruz?

Sonbahar döktü binlerce beyaz gülün kanını

Biz ayna gibi seyrediyoruz.

Gözlerde aşk ve dürüstlük nuru sönmüştür

Bu karanlıkta gecelerin gölgesinde oturuyoruz.


İyilik Temennisi

Etraf  çiçeklerle doludur, gözlerini açıp seyret.

Bahar ve güzellikler esiyor, iyilik temenni et.

Etraf gülümseyen tomurcuk ve lalelerle doludur.

Artık güzel bir söz ve saz ile etrafı ödüllendirme zamanıdır.

Ey sabah rüzgârı! Oynayarak gel ve etrafa çiçekler açtır

Güzel kokunla gökyüzünü sararak yer ve göğü güzelleştir.

Mümkün oluncaya kadar sevmekten vazgeçme.

Sevgi ve şefkatle halk yüreğinde yer bul.

Ey delikanlı yurttaşım, ey sevgili kardeşim!

ilim ve sanat öğren, bilgi sahibi ol!

Ülken ve milletinin mutluluğunu istiyorsan

Hoşgörü ve edebini her zaman koru.

Ulkene hizmet et, anne hakkını bil

iyiliğe koş, iyilik iste.

Geçti artık sıkıntılar, geldi güzel fırsatlar

Geçti bütün zulümler, aydınlık içinde mutlu yaşa 


Ayrılık Şikâyeti

Kısmet beni Afganistan’ımdan ayırdı

Gurbete düşürdü, ev ve yurdumdan ayırdı

Yurdumu terk edeli bir sır belli oldu.

Vatan ruhumdur, cismim ruhumdan ayrıldı

Kendi vatanımda hem ünlüydüm hem sevimli hem saygın

Elin yurdu beni nam u nişanemden ayırdı.

Gurbette yurdumdan ayrı kalınca,

Yuvasız kuşların derdini anladım şimdi

Başımın üstünde sevgi ile parlıyordu güneş

Şimdi güneşli gökyüzümden ayrıldım.

El bin merhamet gösterse bile,

Yurdumdan ayrıyken sitem gibi gelir bana.

Çanımın yanında bin acı ile de rahattım

Canımdan ayrıyken artık yok o rahat ve huzur 


Anı

Baş alıp gitsem vatandan, yaralı yüreğim kalır.

Hem vatan kalır arkamda, hem vatandaşım kalır.

Varım yoğum, devletim bahtım, vatan koynundadır.

Nereye gidersem, vatanda yok ile varım kalır.

Gitmezsem düşman benim kanımı döker, gitsem eğer

Gözyaşı, yaralı yüreği ile zavallı annem kalır.

Gurbet diyarı cennetse eğer, ne yapayım ki?

Sonbahar gibi sararıp sevenim kalır.

Gitti elimden eğer mal ve mülküm.

Şükür olsun benden anı şu eş’arım kalır.


Uzaktan Bir Ses

Ses,

Ses,

Ses,

Çok uzaklardan,

Geliyor bir ses.

Sert yürekleri,

Kesiyor bir ses.

Nasıl duyguları

Uyandırır, bu ses.

Bu seste bir acı var

Bir hasret var

Bu seste bir dert var

Bir ümit ve arzu

Bu seste bir sır var

Bir utan؟ duygusu

Bu seste yalnızlık

Yalvarmaktadır

Bu seste ؟aresizlik

Ağlamaktadır

Bu seste sessizlik

Feryat eder

Bu seste mahrumiyet

Gözlerini açar

Bu seste ümitsizlik

Acı çekmektedir

Bu seste ney boğazı,

Şikâyet eder

Bu seste ırmaklar

Tespih eder

Bu seste ay ve güneş

Secdeye gider,

Bu seste yapraklar,

Münacat eder

Bu seste ağaçlar,

ibadet eder

Bu ses,

Su dalgalarını at yavruları gibi koşturur

Bu ses,

Kuşların kanadını sarsar

Bu ses,

Aslan yiğitleri bile titretir

Bu ses,

Yer ve göğü bile sarsar

Bu ses,

Çimenler ve çiçekleri uyandırır

Ama...

Biz

insanları

uyandıramaz.

Ama.

Biz

insanları

titretemez.

Ses

Ses,

Ses,

Çok uzaklardan,

geliyor biz ses.

Çok uzaklarda
sönüyor bir ses.


İki Boyutlu Aşk

İlk gün: “Ben sana tutkunum, sen gururlu dağsın,

Bense ayak tozunum” dedin.

Başka bir gün kulağıma yeni bir sözle:

“Ey can dostum, ben sana dostum.” dedin.

Başka bir gün, bir öpücükle dudak kilidimi kırarak,

“hem ilkim hem sonumsun” dedin.

Bir başka gün baş başa iken

Senin kraliçen olduğumu söyledin.

Aylar sonra, önceki ben, ben değildim.

Sadece arkanda olan zayıf bir gölgeydim.

Bugün yıllar sonra bir fark var:

Sen gururlu dağsın, bense ayak tozun!


Hikâyeye Dönüşmüş Gerçek

Yıldızlar yurdundan indi bir güzel

Esinler yurdundan geldi bir yiğit

Ve sevgi yurdundan gelip bir duygu

Bu iki yüreği tutuşturdu o

Sevgi ile parlayan iki göz

Sevgi ile ؟arpan iki yürek

El ele tutuşmayı özlemiş iki el

Bir anda tanıştılar

Nikâh düğünü başladı

Güneş giydirdi aydınlığıyla kıyafetlerini

Ağaçlar saçtı yeşil yapraklar

Ser؟eler ve başka kuşlar

Düğün şarkılarını söylemeye başladı

Ay ve yıldızlar ziyafete geldi

Tanrı kıydı nikâhlarını sevinerek

Ve melekler şahitlik verdi

Çiçekler serilmiş uzun yoldan

Bu iki âşık

Yavaş adımlarla yürüdüler

Yemyeşil dağın eteğinde

Özel yapılmış bir ev

Bu iki âşık zifaf gecesini

Sabırsızlıkla bekliyordu

Yavaş yavaş

Yavaş yavaş

İki âşık yürek

Çiçekler serilmiş uzun yoldan geçip

Evlerine geldiler

Çiçekler serilmiş uzun yolu

Çiçekler serilmiş özel ev karşılardı

Serçeler ve başka kuşlar

Hiç durmadan şarkılar söylerdi

Yıldızlar yorulmadan

Gelin damat başına

Parlak altınlar saçardı

Çocuk boyu kadar uzamış buğdaylar

Gecenin esintisiyle oynardı

iki âşık

Çiçekler serilmiş evin kapısından

El ele içeri girdiler...

Karanlık yurdunun kralı

Bir elinde çıplak kılıç

Bir elinde keskin bıçakla

Evin içinde beklemekteydi.


Sır Dostu

Karanlıktan çık, göklere uç sevgilim

Uçmayı sevinçle başla sevgilim

Gözlerini gözyaşlarınla yıkayıp temizle

Sonra da seyir kapısını aç sevgilim

Her pencereden sabah güzel bir esinti ile geçer

Pencereleri açık bırak sevgilim

Ne diye hâlâ yerinde oturuyorsun

Artık isteklerini kazanma zamanıdır sevgilim

Yorgun kirpiklerinden rüyalar ne istiyordu?

Biz sır dostuyuz anlat sevgilim.

Gururlu heykel gibi hareketsiz duruyorsun

Sen en yükseklere aitsin, uçman lazım sevgilim.


Baharın Ruhu

Gittin gözden ama kalpte kalıcısın henüz

Huzursuz ruhuma huzursun henüz

Gözümün gölü senin yüzüne bir aynadır

Sen bir dalga gibi kirpiklerimde duruyorsun henüz

Gönlümde yeşeren yeşil bir ağaçsın

Sonbahar gibi solmuş ruhuma ilkbaharsın henüz.

Bir rüyasın, gelmiyorsun artık nemli gözlerime

Uyanık gecelerimde bir ümitsin henüz

Sabah aydınlığı gibi karanlık gecelerimi aydınlat

Ayrılık ve beklemenin son noktasısın henüz


Hata Yolu

Benim hayaller âlemimde senin hatıraların geçiyor

Bilmiyorum ama senin gözlerin kime bakıyor?

Vücudum güzelliğine, yüreğim sana kavuşma uğruna mahvoldu

Her an senin hayalin başka bir renk değiştiriyor

Bağsın sen, baharım ben, bulutsun sen, yağayım ben

Senin güzelliğin benim vücudumla bütünleşir

Aşktır tek günahım, akan yaşlardır benim şahidim

Aşkımın denizi çok derin ve tehlikelidir


Av

Senin gitmenle ben öyle huzursuzlandım ki

Her an bir bekleyiş içindeyim

Gözlerim her yerde seni arıyor

Nerede olursan ol, yanında hep ben varım.

Sen bir şimşek gibi vücudumu yaktın.

Yakma lütfen, çünkü ben sana yanığım.

Ne şarap sarhoşusun, ne de uykusuz.

Tamamen baygınsın, ben sana baygınım.

Ey gurur diyarının padişahı!

Şu ayak tozuna da bir göz at.

Aynalar ve şiirler diyarından

Bana de bir gazel ve güzellikler hediye et.

Uzaklara gitme av için.

Tek avın benim, beni avla


Tekrarlanan Söz

Bugün seninle görüşme günümüzdür

Yürek bunu istiyor ama ben endişeliyim

Bir daha kimseye söz vermeyeceğim demiştim

Yapacak bir şey yok, yürek bu işin peşindedir artık

Seni ilk gördüğüm anda yürek:

Senin gibi bir sevgilim olduğu için ne kadar şanslıyım dedi.

Seni sevmek duygusu benim dünya görüşümü değiştirdi

Senin sevincinle dünya çiçek bahçesi gibidir bana

Bu gazel değil, sadece benim kalbimdeki sözlerdir

Ama bu sözler sana tekrar gelmesin diye korkuyorum.


Sessizlik

Gel, bu sessizlikle tanıştır beni

Bu dünyânın sıkıntılarından uzaklaştır beni

Kulağımda yansıyor binlerce ses

Kendi sessizliğine çağır beni

Bütün bu yalanlardan bıktım artık

Bu kötülüklerden kurtar beni

Kırgın ve yorgundur bu gönül

Buralardan uzaklara götür beni

Senden başka kimseye görünmek istemem

Bütün gözlere karşı görünmez et beni

Buzlar içinde kalan tek bir dalım ben

Gel güneş ışığınla çıkar beni

 O zaman yürekte de gerçek sevgi bulunur


Doğsa Güneş Batı’dan

Bu dünyada bulunmaz gerçek sevgi

Hiçbir zaman inanma sevgi sözüne

“Yüreğim gerçek sevgi ile doludur” diyen birinin

Gözünde görürsün aldatıcı heves bakışı

Şirin ve Leyla’ların devri geçti

Bir daha Ferhat ile Mecnun bulunmaz

Yalan sevgiye hiçbir zaman aldanma

Gerçek sevgi bile sadece hevestir bugün

Eğer güneş doğarsa Batı’dan

Gün aydınlığında yıldız parlarsa

Taşın bağrından kızıl kan akarsa


Güneş Misafiri.

Gel de solmuş yüzümü bahara çevir.

Gel de sonbahar gibi solmuş vücudumu taze açmış çiçeğe dönüştür.

Ezeli susamış kuru ruhumu

Yağ da susuzluktan kurtar

Benim karanlık gecem senin gözlerine muhtaçtır

Gözlerinin aydınlığıyla gecemi aydınlat

Tomurcuğun açmasına bir esinti yeterlidir

Gönül bağından geçip çiçekler açtır.

Sen ki güzellikler diyarndansın ey dost

Beni de güzellikler sofrasına misafir et.

EK-3. Seçilmiş Hikâye Tercümeleri

“Son Yol”

Kahvaltımızı yapmıştık. Ben mutfağa gidip bulaşıkları yıkamaya başladım. Eşim Uygun işe gitmek için hazırlanıyordu. O anda kapının çalındığını fark ettik. Sabahın bu erken saatinde kimin olabileceğini tahmin edemedik. Ben Uygun'a:

‘’Kapıya bakar mısın? Sabahın bu vaktinde kim olabilir ki? Hayırdır inşallah.” dedim. Uygun ceketini giyip dışarı baktı ve bana:

''Komşulardan biridir.'' diye evin avlusuna çıktı. Avlunun ortasına geldiğinde kapı tekrar şiddetle çalındı. Uygun hızlı adımlarla kapının arkasındaki kişiye:

''Bir saniye bekleyin, geliyorum.'' diye kapıyı açtı. Ben pencereden bakıyordum. Uygun'la içeri gelen kimse yoktu. Perişan ve üzgün bir hâlde mutfağa geldi. Onun yüzündeki üzüntü ve perişan hâli iyi bir haberin olmadığını bildiriyordu. Kendi kendime:

''Allah’ım! Her beladan sen bizi koru.'' dedim. Uygun yüzüme bakarak sakin bir sesle:

''Türkan’cığım çabuk hazırlan. Üzerine siyah bir şey giy, başörtünü de al! Hemen gitmemiz lazım.'' dedi.

-Nereye? Ne oldu? Hayırdır?

-Öğrencin Nuray'lara gidiyoruz.

-Orada ne işimiz var? Hem de bu saatte? Bir şey mi oldu?

-Evet, acı bir olay olmuş.

-Ayyy! Nuray'ın annesinin tansiyonu yüksekti. Yine tansiyonu çıkıp hastalanmış mı yoksa?

-Annesi değil, kendisi dördüncü kattan düşüp...

Uygun'un sözü bitmeden hemen merakla ona sordum:

-Ağır yaralanmamıştır inşallah. İyi mi kendisi?

O bir an cevap veremeden, ellerimdeki bardakları alıp, ''keşke eli, ayağı kırılsaydı ya da yaralansaydı...” dedi

-Ne? Allah korusun...

Sözümü bitirmeye cesaret edemedim. Ölüm kelimesini söylemek de duymak da ağır geliyordu. El ve ayağımın titrediğini, vücudumun terlediğini hissettim. Uygun da benim hâlimi anladı. Su getirip bana içirdi. Sonra ellerimden tutup:

''Dayan lütfen! Ölüm herkesin başına gelebilecek bir olay. Yaşadığımız toplumda ölümden fazla bir şey yok. Allah Nuray’a rahmet eylesin, iyi kızdı.'' dedi.

O ana kadar yüreğimde sönmemiş bir ümit ışığı vardı. Uygun'un bu sözleri o ışığı söndürdü. Ayakta durmakta güçlük çekip oturmaya mecbur kaldım. Uygun beni teselli edip yumuşak sesle:

-Nuray'ın cenazesini saat 11.30'ta evlerinden çıkarıyorlarmış. Hemen hazırlan, işe gitmeden önce seni onlara bırakayım.

-Sen cenazeye katılmayacak mısın?

-Önce işime gitmem lazım. İzin alıp gelirim hemen ben de.

Yerimden kalktım. Yüreğimdeki acı gözlerimden akıyordu. Ağlayarak odama girdim, siyah elbisemi giyip beyaz başörtümü aldım. Uygun'la evden çıktık.

Uygun taksi tutup beni 3. Mekroryan'a Nuray'ların bloklarına kadar götürdü. Koridor önünde erkekler toplanmışlardı. Kadınların ağlayış sesleri uzaktan duyuluyordu. Güçsüz ayaklarımla dördüncü kata çıktım. Nuray'ların ve komşularının kapısı açıktı. Koridor ve kapı önünde bayanlar siyah elbise ve beyaz başörtüleriyle toplanmışlardı.

Bayanlardan biri beni Nuray'ın annesi ve yakınlarının oturduğu yere götürdü. Bütün vücudum titriyordu, adım atmakta zorluk çekiyordum. İçeri girip Nuray'ın annesini teselli etmeye cesaret edemiyordum, geri dönmeye de yüreğim dayanamazdı. Gözlerimden akan damlalar yüzümü yıkıyordu. Kapıda ne kadar durduğumu hatırlamıyorum, bir bayan yavaşça kulağıma:

''Nuray'ın annesi, yenge ve kardeşleri şu taraftalar.'' diyerek eliyle onları gösterdi. Gözlerim etrafı görmeye başladı. Oda, ağlamaktan gözleri kızarmış ve şişmiş beyaz başörtülü kadınlarla doluydu. Odanın ortasında Nuray'ın cenazesi vardı. Bir gün önce hareketli ve güzel bu beden, yeşil bir örtünün altında cansız ve hareketsiz yatıyordu. Gözlerimi bu cesetten ayıramadım. Buna inanmak zordu. Bir gün içinde sağ salim, güzeller güzeli ve neşeli kız nasıl olur da cansız bir cesede dönüşebilirdi?

Gözlerimi cesetten ayırıp ağlamaktan hâlsiz düşen zavallı ve çaresiz annenin yanına gidip ona sarıldım. Gözyaşlarımız birbirine karıştı. Yüzünü öptüm ama teselli etmek için bir söz bulamadım. Onun acı dolu yüreğinden çıkan sese yer ve gök bile dayanamazdı. Kızının zamansız ölümü, anneyi derinden sarsmıştı. Bir kaç saat içinde sanki cansız bir bedene dönüşmüştü.

Nuray beyaz kefene sarılmış, ebedî evine gitmek için gelinlik giymiş gelin gibi yatıyordu. Onun tatlı sözleri, çocuksu hareketleri, güzel ve masum yüzü her an gözümün önündeydi. Ölmüş olsa da benim zihnim ve hayalimde yaşıyordu. O yaramaz, konuşkan, küçücük bir şeyle mutlu olabilen, çalışkan ve marifetli bir kızın böyle sessiz ve hareketsiz yerde yatmasına inanansım gelmiyordu. Bundan böyle yazdığı yeni şiir ve hikâyeleriyle yanıma gelememesine, onu bir daha göremeyeceğime inanmak mümkün değildi.

Onun aniden ölümü sebepsiz olamazdı. Bu muammayı annesinin bağırarak beddua etmelerinden çözmek mümkündü. Annesi arada:

''Zavallı kızım. . . Sen kendini bizim için kurban ettin. . . Senin yerinde ben kurban olsaydım. Annenin kalbi! . . . Beni bırakıp nereye gittin? . . Biz hayatımızı yaşamıştık, bizim için kurban olmana ne gerek vardı yavrum? . . Seni bu hâle düşürenler ömürlerinin hayrını görmesin. . . Onların anneleri de benim gibi evlat acısından yansın. . .'' Yanımda oturan bayana:

-Dördüncü kattan nasıl düşmüş? Bir bilginiz var mı? diye sordum. Bayan başını teessüfle sallayıp:

-Tam bilmiyorum, ama düşmemiş intihar etmiş diye duydum etraftan.

Bayanın bu sözü gerçeğe yakın gibi geldi, çünkü Nuray'ın annesinin sözlerine göre de ailesini kurtarmak için intihar ettiği anlaşılıyordu.

Dakikalar ve saatler çok yavaş ilerliyordu. Erkeklerin içeri gelip Nuray'ın cenazesini götürecekleri zaman, bayanların ağlayış sesleri gökyüzüne kadar yükseldi. Nuray'ın annesi feryatla:

“Ay Müslümanlar. . . Biricik kızımı götürmeyin. . . Bırakın doyasıya göreyim onu. Kızım olmadan nasıl yaşarım ben? . . . Benim canımı da al ya Rabbim! Daha fazla dayanamam ben.”

Cenazeyi alıp götürdüler. Bazı bayanlar cenazenin arkasından ağlayarak dışarıya kadar gittiler. Erkeklerin onları kontrol etmesi zordu. Ben yerimden kalkamadım. Ayaklarım uyuşmuştu, vücudumu kaldırmakta güçlük çekiyordum. Nefes alıp vermem zor olmuştu. Etrafı bulanık görmeye başlamıştım. Ben bu haldeysem, Nuray'ın zavallı annesinin durumunu düşünmek bile zordu. Zavallı kadının benzi solmuş, ölüler gibi hâlsiz ve baygın yatıyordu. Sürünerek onun yanına yaklaştım. Önce alçak sonra biraz yüksek sesle ona seslendim. Vücudunda hiçbir hareket ve tepki yoktu. Kesik nefesler alıyordu.

Oradaki başka bayanları yardıma çağırdım. Herkes gücü yettiği kadar onu kendine getirmeye çalıştı ama nafile. Doktoru çağırmak için de bütün apartmanda bir tek erkek kalmamıştı. Bayanların evden dışarı çıkmaya hakları yoktu, çünkü erkeksiz dışarı çıkan kadınları ağır ceza bekliyordu.

Bayanların hiçbiri dışarı çıkmaya cesaret edemedi. Kadıncağızın hayatı tehlikedeydi ve doktorun acil yardımı lazımdı. Kadıncağızın ölüme bırakamazdım, burkamı başıma örttüm ve dışarı çıkmak zorunda kaldım. Bir taksiyi benimle gelmesi için çok zor ikna ettim. Bayanların yardımıyla Nuray'ın annesini taksinin arka koltuğuna yatırdık.

O zamanlarda hiçbir kadın, şoförün yanında ön koltukta oturmaya cesaret edemezdi. Çünkü bu yasaktı ve uymayana ağır ceza uygulanırdı. Bu yüzden arka koltukta bana yer kalmadıysa da kendimi zorla sıkıştırarak yerleştirdim. Nuray'ın annesini hastaneye götürdük. Saatler geçti ama o kendine gelmedi. Akşamlara doğru Nuray'ın babası ve Uygun da hastaneye geldiler.

Nuray'ın babası da perişan hâldeydi. Kızının ölümü ve eşinin saatlerce komada olması onu derinden sarsmıştı. Konuşmaya ve ayakta durmaya hâli yoktu. Bir kaç sözle onu teselli etmeye çalıştım. Orada biz üç kişi olsak da ağır bir sessizlik vardı. Bizim yerimize sessizlik konuşuyordu. Koridor ışığının yanmasıyla etraf aydınlandı. Uygun yerinden kalkıp Nuray'ın babasına:

-Ağabeyciğim, haydi eve gidelim! Bu gece eş dost sizin evde toplanacaklar.

Burada oturmanın bir faydası yok. Sizin evde olmanız lazım. Ablamın yanında durmak için birini göndeririz. Şimdi gidelim, geç olmuş. Taksi de bulamayız sonra.

Nuray'ın babası yerinden kalktı. Bir şey demeden kapıya doğru yürüdü. Uygun ise bizden erken gidip dışarıda taksiyi durdurmuştu. Biz taksiyle önce Nuray'ın babasını evine bıraktık, sonra kendi evimize geldik.

Evde çocuklarımız merakla bizi bekliyorlardı. Onların soruları sonsuzdu. Uygun sessizdi ve ben de olay hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Akşam yemeğini yedikten sonra Uygun yatak odasına çekildi. Ben de yanına gittim ve ona olayı sordum:

-Uygun'cum, ben bu olaydan hiçbir şey anlayamadım. Nuray dördüncü kattan düşmüş mü yoksa intihar mı etmiş? Uygun alçak sesle:

-Komşuları intihar ettiğini söylüyorlar.

-Neden intihar etmiş olabilir ki? O, o kadar pozitif ve neşeli biriydi ki intihar ettiğine asla inanamıyorum.

-Onu son bir ay içinde görmüş müydün?

-Yok, yaklaşık iki aydır bize gelmiyordu.

-Komşularının söylediğine göre bir gün başı açık balkona çıktığında, Tâliplerden biri oradan geçiyormuş. Altmış yaşında olan o utanmaz Tâlip'in gözü Nuray'ın güzelliğine düşmüş ve ondan hoşlanmış. Kızın anne-babası farklı bahaneler ileri sürmüş, çok yalvarmışlar ama işe yaramamış. Güçlü Tâlip arkadaşlarının yardımıyla Nuray'ın babasını hapise atıp iyice işkence etmişler. Hafta sonuna kadar olumlu cevap vermezseniz bütün ailenizi öldürürüz diye tehdit etmişler. Nuray bu haberi duyunca ailesini kurtarmak hem de o yaşlı adamla evlenmemek için kendi canına kıyıp intihar etmiş. Babası Nuray'ın cenazesini evlerinden uzaktaki camide kıldıracakmış.

Bu sözleri duyunca bir kez daha sarsıldım ve başıma şiddetli bir ağrı girdi. 18-19 yaşında olan bu genç kız çok başarılı ve yetenekliydi. Güzel şiirler ve hikâyeler yazardı. Kitap okumayı çok severdi. O yaşlı adamla evlenmek zorunda kaldığı için ölümü tercih etti.

Ağır baş ağrısıyla minderde oturdum. Nuray gibi çaresiz kalıp ölümü kucaklayan kızımız maalesef ki sayısızdır. Kadınların mağduriyeti ve bu zulüm ne zamana kadar devam edecek? Nuray önce o zalim hocayı öldürüp sonra kendini öldürseydi ya. Hiç olmazsa bir zalim azalmış oludu. Ölümü seçmek yerine kendisi gibi bir kaç kızla radyolara çıkıp seslerini duyursaydılar ya da birlik içinde zulme karşı faaliyetlerde bulunsaydılar belki kaderi ölüm olmaz mıydı? Başka kadınlar da bu yolda ona yardım ederler miydi acaba? Bunun gibi bir sürü cevapsız sorular beynimi yormuştu. Yorgunluktan oturduğum yerde uyuya kalmışım.

Rüyamda, Kabil'in merkezi Zernigar Parkı'ndayım. Etrafımda hiçbir şey yok. Birçok yeri toz kaplamış. Sessizlik ve sakinlik hüküm sürüyor. Tek başıma duruyorum. Korkudan etrafa bakıyorum. Kimse yardıma gelmiyor. Birilerini ismiyle çağırmak istiyorum. Bağırıyorum ama sesim çıkmıyor. Koşmaktan yoruluyorum, ayaklarım güçsüz düşüyor. Ayağım bir şeye takılıp düşüyorum. Ayağıma takılan şey mezar taşı. Yeniden vücudumu korku sarıyor. Etrafım mezar ve mezar taşlarıyla doludur. Mezar taşlarının bazılarında yazılar yazıyor, bazılarından ise yazılar silinmiş vaziyette. Yerimden kalkmak istiyorum, birden ayağımın altındaki yer boşalıyor. Derin bir kuyuya düşüyorum ama kuyunun dibine bir türlü varamıyorum. Bir taraftan korku bir taraftan da soğuk vücudumu sarmış. Düşerken birden durduğumu hissediyorum. Kendime:

“Bir bu eksikti, Şimdi de ortada kaldım. Bir şeye mi takıldım acaba? Yukarıda aydınlık görünüyor belki biri yardımıma gelir. . .”

Nasıl aşağıya düştüysem öylece birden yukarıya doğru yükselmeye başlıyorum. Bu yükseliş bana ümit veriyor. Yukarıya doğru yükseldikçe aydınlık da çoğalıyor. Birden etraf aydınlanıyor. Boşluktan ve karanlıktan aydınlığa çıkıyorum.

Önüme baktığımda Nuray'ı görüyorum. Elinde beyaz çizgili mavi bayrak var. Soluma bakıyorum, bir sürü kadın duruyor. Onların dudaklarında zafer ve inanç tebessümünü görüyorum. Arkama baktığımda yine bir sürü kadın ve kızlar var. Bunları görünce kendimi güçlü hissediyorum. Yine Nuray'a bakıyorum, çok mutlu görünüyor.

Nuray, karşıyı işaretliyor. Karşıma baktığımda siyahlar içine bir sürü insanın kaçtığını görüyorum. Perişan hâlde, kir ve toz içinde kaçmaktalar. Yine Nuray'a bakıyorum bir şey söylemek istiyorum, gözlerden kayboluyor. O an birinin dokunarak beni uykumdan kaldırdığını hissediyorum. Yeniden başka bir üzücü haber duyuyorum.

-Az önce Nuray'ın annesi vefat etmiş diye haber geldi. Komadan çıkamamış.

Bilmem kendime mi, Uygun'a mı, birilerine mi, yaratana mı sorsam? ''Bu facialar ne zamana kadar devam edecektir?

“Yalanın Sonu”

Eltay; akıllı, zeki ve tatlı sözlü küçük çocuktur. O dördüncü sınıf öğrencisidir. Onun şefkatli anne-babası, ablası ve tatlı sözlü kardeşi vardır.

Akıllı ve zeki bir çocuk olmasına rağmen dersler ve ev ödevlerine ilgisi azdır. Onun bütün ilgisi oyunlardadır. Derslerine olan ilgisizliğinden öğretmenleri ve ailesi de mutsuzdur. O her gün okul çıkışından sonra eve gitmeden arkadaşlarıyla oyun oynar, karnı iyice acıkınca eve gidip karnını doyurur doyurmaz annesi ve ablasının sözlerini dinlemeden tekrar oyun oynamaya gider. Akşama doğru babası gelmeden önce eve gider, sanki bütün gün evde oturup ders çalışmış gibi gösterir kendini.

Annesi, Eltay’ın bu yaptıklarını babasına söylemeden belki düzelir diye saklar. Eltay, anne ve ablasının bu iyiliklerinden yararlanıp her gün aynı şekilde dışarıda oyun oynamaya devam eder.

Eltay; bu kötü huyu edinmeden önce hep sınıf birincisiydi. Bu sene zamanını birkaç arkadaşıyla boşa geçirdiği için dersleri kötüye gitmeye başlar. Kötü arkadaşlarla birleştiği için sınıf birinciliğini de kaybeder öğretmenlerinin sevgisini de. Yine de zeki bir çocuk olduğu için sınıfta kalmadan orta derecelerle sınıfı geçer.

Sınıf birinciliğini kaybetmesi çok zoruna gider Eltay’ın. Bir yandan da ablasının ağır sözleri ona dokunur. Ablası ona:

Öğretmenlerini dinlemedin, anneni dinlemedin, benim de sözlerime kulak vermedin. Bak şimdi sınıf birinciliğini kaybettin. Sınav sonucunu babama nasıl göstereceksin? Babam bana sorarsa ben yalan söyleyemem. Her şeyin gerçeğini olduğu gibi anlatırım. Derslerine çalışmadan bütün gün futbol ve türlü oyunlarla meşgul olduğunu tek tek anlatırım. Bakalım babam sana ne ceza verecek ve ne kadar üzülecek.

Eltay, bütün gün evden çıkmadan ne yapacağını düşünür. “Babama karnemi göstersem mi göstermesem mi? Sınıf birinciliği neden kaybettin diye sorarsa ne cevap vereceğim? Karnemi göstermezsem, öğretmenimiz karnede babanızın imzası lazım demişti. Öğretmenimize ne cevap vereceğim? Babamın yurt dışına gittiğini mi söylesem? Ama babamla öğretmenim karşılaşırsa nasıl olacak? Şimdi nasıl yapacağım ben?” diyerek, Eltay bütün gün evde oturup kendine türlü sorular sorar ve sonunda bir sonuca varır. “Bu akşam babama karnemi göstermeyeceğim. Yarın birilerine çözüm yolunu sorarım. Belki bir yolunu bulurum.” der.

Akşam yemeğinden sonra Eltay’ın babası, Eltay ve ablası Aysu’ya karnelerini sorar. Aysu koşarak karnesini getirir ve gururla birinci olduğunu söyler. Babaları Yoldaş Turanî, Aysu’nun karnesini görünce gururla:

-Aferin kızım! Çok güzel notlar almışsın. Bu senin çalışkanlığın ve zekânı gösteriyor. Her işi zamanında yapmanın sonucu böyle olur. Ben kızımla gurur duyuyorum. En iyi hediyeyi de hak ettin. Söyle kızım! Sana ne hediye alayım?

Aysu babasının bu güzel sözlerine: “Babacığım! Her zaman istediğim şeyleri alıyorsunuz bana. Şimdi hediyeye gerek yok.” diye cevap verir.

Yoldaş Turanî: Sizin başarısızlığınız benim başarısızlığım, başarılığınızsa benim başarılığımdır canım kızım. Başardığınızı ödüllendirmezsem olmaz. Söyle kızım yarın sana ne getireyim?

Aysu, kardeşine bakarak mutlulukla: Peki babacığım! İstediğiniz hediyeyi alabilirsiniz bana. Ömür boyu en değerli hediye olarak saklayacağım.

Bu güzel sözler babasını her ne kadar mutlu ettiyse, Eltay’ı o kadar üzmüştü. Çünkü o ne birinci olmuştu ne de güzel notlar almıştı. Babasına karnesini gösterirse güzel sözler yerine kim bilir ne kadar azarlanırdı. Onun için tek kurtuluş yolu karnesini göstermeden hemen yatıp uyumaktı. Babasının onu çağırma sesine şaşkınlıktan dona kalır:

-Eltay oğlum! Hadi sen de karneni getir de görelim. Çok akıllı, çalışkan ve zekidir benim oğlum. Yine en yüksek puanlar almıştır kesin.

Eltay korkudan babasının gözlerine bakamaz. Ablası, “hadi cevap ver şimdi!” der gibi bakar ona.

Eltay ilk yalanını söylemek zorunda kalarak: “Babacığım! Öğretmenimiz bugün gelmemişti. Bu yüzden karnemi alamadım.” der.

“Yalan yalanı kovalar” derler ya, işte Eltay’ın bir yalanı da başka yalanları arka arkaya dizmeye başlar. Babasının soruları da aralıksızdır:

-Peki oğlum! Yarın getirirsin karneni. Derslerine iyi çalışmıştın değil mi? Ödevlerini de zamanında yapıyorsundur kesin. Öğretmenlerin memnun mu senden?

Babasının bütün o sorularına “hayır” diye cevaplaması lazımdı ama çalışmadığını nasıl söyleyebilirdi ki? Babasının sorularına cevap vermek için yalan söylemek zorunda kalır:

-Evet babacığım! Derslerime çalışıyorum. Öğretmenlerim de benden memnun.

-Baba: Aferin oğlum! Hadi şimdi gidip derslerine çalış! Sonra da güzelce uyuyup dinlen!

Eltay, babasının yanından ayrılıp direk yatağına girer. Babasına yalan söylediği için vicdan azabı çekmektedir. Ablasının onu suçlar gibi bakışları gözlerinin önünde canlanır. Bütün olanlara çok üzülür. “Neden şefkatli annem ve ablamı dinlemedim? Neden babama yalan söyledim? Neden yalan üstüne yalan ekledim?” gibi sorular Eltay’ın beynini yormaya başlar. Pişmanlık duygusu onun canını sıkmıştır. Yüreğinin acısı gözyaşları ile gözlerinden akmaktadır. Ablası da karanlıkta onun acısını görmeden yatağına girer girmez:

-Canım kardeşim ben sana derslerine çalış demiyor muydum? Ders çalışmamanın sonucunu gördün mü? Bugün bir yalanla kurtuldun. Yarın öğretmenine imzasız karneyi nasıl teslim edeceksin? Yine mi bir yalan uyduracaksın? Yarın akşam babama yine ne cevap vereceksin? Yine mi öğretmenimiz gelmedi diye yalan söyleyeceksin? Babam ve öğretmenini kaç gün yalanlarla kandırabilirsin? Sonunda yalanların ortaya çıktığında hangi yüzle bakacaksın onlara? “Yalanın ömrü kısadır ve doğruluktan kaçınılmaz” demişler atalarımız. Yalan söylemek yerine gerçeği anlatıp, yaptığın hatalardan dolayı özür dilemen iyi olmaz mı? Sana bir şey söyleyeyim mi? “Yalancının kulakları uzarmış” diye duydum. Her yalan karşılığında kulaklar gittikçe uzarmış. Hatta koyunun kulakları kadar kocaman olurmuş. İşte o zaman yalancı olduğunu herkes anlar. Yarın senin de kulakların söylediğin yalanlar yüzünden uzarsa arkadaşların ve öğretmenlerine nasıl bakacaksın?

Aysu’nun bu sözleri Eltay’ın endişe ve korkularını daha da arttırır. Ablasına kızgınlıkla cevap vermeye başlar: -Yeter artık abla! Ağzına geleni söylüyorsun. Git buradan! Rahat bırak beni!

Aysu, kardeşinin titrek sesinden onun durumunun iyi olmadığını anlar. Ona moral vermek için:

-Canım kardeşim bana kızma! Ben senin iyiliğin için söylüyorum. Sakın söylediklerimden alınma olur mu kardeşim? Kulak olayını şaka yaptım ben. Diyerek odadan çıkar ve Eltay’ı kendi başına bırakır.

Aysu, kulak konusunda şaka yaptığını söylese bile Eltay’ın korkusu dinmez. Ya yalanları yüzünden gerçekten kulakları uzasa nasıl olacaktı? Bu konu onu derinden etkilemiştir. Birden sanki birilerinin onun kulaklarından çekmiş gibi acı hisseder. Hemen iki eliyle kulaklarını tutar. Korku onun minik yüreğini o kadar sarmıştır ki, artık o kulakların normale göre daha büyük ve daha uzun olduğunu hisseder. Kulaklarının gerçekten de uzadığını görür. Karanlık odada olmak onun korkusunu daha da arttırmıştır.

Bu korkuya daha fazla dayanamayıp bir sıçrayışla gidip ışığı yakar. Sonra ayna karşısına gidip tekrar kulaklarına bakar. Ah! Bu da ne! Eltay’ın kulakları uzamış ve kocaman olmuş. Elleriyle tutup kapatmak ister ama minik ellerine o kocaman kulakların sığması mümkün değil.

Eltay, rüya gördüğünü umarak birkaç kere gözlerini açıp kapatır. Gönlü her şeyin rüya olmasını ve gerçek olmamasını ister. “Nasıl yapayım? Bu kocaman kulakları nasıl kapatacağım şimdi ben?” diyerek bu soruyu kaç kere tekrar eder.

Eltay, kulaklarını kapatmak için birden şapkası aklına gelir. Koşarak kışlık kıyafetlerinin içinden kışlık şapkasını bulur ve hemen başına takar. Tekrar ayna karşısına gelip kulaklarına bakar bir de ne görsün? Şimdi kulakları eskisine göre daha da uzamış ve büyümüş. Hatta şapkasından da dışarı çıkıyor!

Kızgınlıkla şapkasını iyice çekerek kulaklarını şapkanın içine sıkıştırır. Gerçi yine de kulakların kocaman olduğu belli oluyor ama yine de şapkanın altına saklanmıştır o kocaman kulaklar.

Şapka Eltay’ın kulak sorununu çözmüş gibi görünse bile yine birkaç sorun onun karşısındadır. Çünkü havalar yeterince sıcaktır ve henüz o kışlık şapkayı takma mevsimi gelmemiştir. O bu kışlık şapkayla okula giderse arkadaşları bu garipliğin nedenini sormazlar mı acaba? Ya yaramaz arkadaşlarından biri şapkasını başından alıp kaçarsa?

Kulaklarının büyüklüğü ortaya çıkmaz mı? Böylece herkes onun kocaman kulaklarıyla dalga geçebilir.

Eltay, o kocaman kulaklardan kurtulmanın yolunu düşünmeye başlar. “Allah’ım sen bana bu kulaklardan kurtulmanın yolunu göster! Bir daha asla yalan söylemeyeceğim. Bir daha derslerime çalışmadan, ödevlerimi yapmadan, futbol oynamayacağım. Büyüklerim ve öğretmenimin sözlerini dinleyeceğim.” diyerek ağlamaya başlar.

Ağlamak ve yalvarmakla da bu sorundan kurtulmak kolay değildir. Tekrar elleriyle kulaklarına dokunur ama hâlâ aynı büyüklüktedirler. Annesinin “ ne zaman bir sorun yaşarsan temiz kabinle Allah’a dua et. Çünkü Allah senin gibi küçük ve masum çocukların duasını kabul eder” sözü aklına gelir. Hemen okuldan öğrendiği bazı ayetleri okumaya başlar. Temiz kalbiyle pişmanlığını bildirir ve dua edip uykuya dalar.

Ertesi gün aynaya bakmadan şapkasını takıp okula gider. Yüreği korkudan çok hızlı çarpmaktadır. Arkadaşlarına rezil olmamak için dua eder. Okul arkadaşları ona neden kış şapkasını taktığı için hayretle bakarlar.

Öğretmen sınıfa girip öğrencilerin karnelerini toplamaya başlar. Eltay’ın yanına gelip:

“Babana karneni imzalattın mı Eltay’cığım” diye sorar. Eltay, yalan söylememeye karar verdiyse de yine ağzından bir yalan çıkar:

-Babam yurt dışına gittiği için imzalatamadım öğretmenim.

Öğretmeni o sabah Eltay’ın babasını görmüştür. Eltay’ın yalan söylemesi onu şaşırtır. Ama Eltay’ı utandırmamak için “olsun yarın imzalatırsın” diyerek yanından geçer.

Bu yalan Eltay’ın ağzından istemeyerek bile çıksa sonuçta yalandır. Bu yüzden onun kulakları o kadar uzar ki artık şapkanın altından bile kendini gösterir. Bunu gören öğretmen ve sınıf arkadaşları ondan kaçıp uzaklaşırlar. Eltay da ağlayarak oradan uzaklaşır.

Çocuklar onunla alay ederek: “ Bakın! Yalancı çocuğa bakın! Yalan söylediği için kulakları da herkese göre daha uzun ve büyüktür! Yakalayın onu kaçmasın!” diyerek arkasından koşarlar.

Eltay, var gücüyle koşarak evine yetişir. Yine aynada kulaklarını görür. Artık o kulaklar hiçbir şeyle saklanamaz hale gelmiştir. Kulakları eski haline getirmenin tek yolu kesmektir.

Dolabından bir bıçak bulup aynanın karşısına geçer ve kulağını kesmeye başlar. Ağrıdan, Eltay’ın bağırma sesi etrafı sarar. Annesi, yavaşça ona dokunarak:

-“Eltay’cığım. Hadi kalk oğlum! Okula geç kalacaksın. Hemen hazırlanıp sofraya gel! Hadi yavrum” der.

Eltay gözlerini açıp annesine bakar. Annesi sevgiyle onun alnından öpüp odadan çıkar. Eltay, şaşkınlıkla kulaklarını yoklar. Kulakları küçücük ve normal büyüklüktedir. Hemen koşarak ayna karşısında durur ve merakla kulaklarına bakar. Kulakları küçücük ve normaldir. O, bütün o korkunç olayları rüyasında görmüştür.

Eltay, bu sabah büyük bir sevinçle kahvaltısını yapar, annesinin ellerinden öpüp okula gider. Gördüğü rüya onu o kadar korkutmuştur ki, bir daha asla yalan söylememeye, her zaman derslerine çalışmaya, sınıf birinciliğini her zaman korumaya kendine söz verir.


“Kurtuluş”

Ceyran gözlerini güçlükle açıp etrafa bakıyor. İlk bakışında karanlıktan başka bir şey göremiyor. Biraz sonra bulanık da olsa etrafındakileri görmeye başlıyor. O kendini, üzerine hiçbir şey örtülmemiş sert bir yatağın üzerinde hissediyor ve etrafı incelemeye başlıyor. Karanlık odada üzerinde yattığı minderden başka hatta bir perdenin bile olmaması onu şaşırtıyor. Etrafında hiç kimse yoktur. Bu yer onun için tamamen yabancıdır. Başından geçenleri hatırlamaya çalışıyor. Uyuşuk ellerini kaldırıp vücudunu dokunmaya çalışıyor. Yaralarından akan kanlar kurumuş, gözleri şişmiş ve vücudu ağrılar içindedir.

Başından geçenleri hatırlamaya çalışıyor ama başına almış ağır darbeden dolayı hafızası silinmiş gibidir. Önce kendi adı ve kimliğini bile hatırlayamaz. Bir kaç dakika sonra bazı olaylar aklına gelmeye başlar. O her akşam gibi bugün de geç saatlere kadar okuldaki sendika işlerini bitirip evine doğru yola çıkmıştır. Bu akşam nedense başına bir şey gelecekmiş gibi yüreğinde korku hissi vardır.

Bundan yaklaşık bir ay veya kırk gün önce de gecenin geç saatlerinde kafaları siyah örtülerle örtülmüş bazı insanlar onun yolunu kesip bileklerinden sert bir şekilde tutarak korkunç ses tonuyla: “Bir daha okula gidersen canını alırız.” Diyerek birden gözler önünden kaybolmuşlardı. Onlar öyle hızlı bir şekilde kaybolmuştu ki Ceyran ne yapacağını şaşırmıştı. Hatta birilerini yardıma bile çağıramadan olduğu yerde dona kalmıştı.

Ceyran bu olayı okul idaresi ve polise haber verir. Onlar yaklaşık bir hafta-on gün gibi onu uzaktan takip ederler. Ama hiçbir şüpheli hareket göremedikleri için bu olayı hem Ceyran hem polis unutur.

Ceyran bu akşam nedense farklı fikirler ve korkuyla evine girer. Babası her akşam elindeki lambasıyla evlerinin dış kapısında onu beklerdi. Bu akşam babasını kapıda görmediği için korku ve kaygısı daha da artar. Ama yolda da evinin avlusunda da hiçbir şüpheli hareket yoktur. Bunun için rahatlıkla evinin kapısını açıp içeri girer. Eve girer girmez kanlar içinde yatmakta olan babasını görür. Bağırıp komşuları çağırmak isterken arkasından başına ağır bir şeyle vurulduğunu hisseder ve bayılarak yere düşer.

O evinden buraya nasıl geldiğini ve bu soğuk odada ne kadar kaldığını hatırlayamaz. Elini kaldırıp saatine bakmak isterken elinde saatinin olmaması o adamlar tarafından çalındığını gösterir. O anda kendisine doğru gelmekte olan iki adamın konuşma seslerini duyar. Adamlardan birinin sesi karanlık gecede Ceyran’ın önünü kesip onu tehdit eden adamın sesine benzer. Nasıl insanların eline düştüğünü anlayan Ceyran’ın vücudu korkudan titremeye başlar. Adamlara daha kendine gelmediğini inandırmak için olduğu gibi yerde yatmış vaziyette gözlerini kapatır.

Odanın kapısı açılır ve adamlardan biri Ceyran’a doğru yaklaşır. Ceyran, onun nefesini kendi yüzünde hisseder. Adam elleriyle birkaç kez onun yüzüne dokunur. Ceyran, nefes almadan hareketsiz ve sessizce yerde yatmaktadır. Adamlardan biri hayretle başkasına:

-Ağabey! Bu kız kendine gelmemiş. Elin ne kadar ağırmış biraz yavaş vursaydın keşke.

-Merak etme, ölmez. Bunların canı serttir. Haydi, nöbetimizin başına gidelim! Bir şey olursa Karahan bizi diri gömer.

-Doğrusunu söylersem ben şu Karahan’dan da nefret ediyorum. Gücüm yetse boynunu keseceğim. Her gece masum ve zavallı kızları zorla getirip sabaha kadar onların iffetiyle oynuyor. Yanındakiler de zavallı milletin malını mülkünü çalıp kumar oynuyor. Biz de bir sürü hırsıza bekçilik yapıyoruz.

-Haklısın galiba. Akşamdan öğlene kadar içip oynadılar. Şimdi ise hepsi uyuyor.

-Hepsi cehenneme gitsin. Onların yanında kadın ve para varsa cihat akıllarının ucundan bile geçmez. Yarın bu zavallı kızın sırası. Önce Karahan’ın sonra da yanındaki diğer köpeklerinin yemi olacak.

-Biz ne yapabiliriz ki? Kendimiz de cihat ediyoruz diye bunlara katıldık. Bir de iki kişinin yüzlerce kişiye gücü yeter mi? Karahan’ı iyi tanırsın! Onun için insan öldürmek tavuk kesmek kadar kolaydır. Aramızdaki konuşmaları duyarsa bizim de canımızı alır.

-Haydi gidelim! Ben şu kapıda durayım, sen de damın üstünde gözcülük yap!

Bu iki kişi odadan çıkar ve kapı kapanır. Ceyran yerinden kalkar, birkaç adım atar ve oradan nasıl kurtulacağını düşünür. Hâlâ ayaklarında biraz güç ve yüreğinde cesaret vardır.

Ceyran, bir iki saat kadar olduğu yerde havanın kararmasını bekler. Sonra yavaşça kapıyı aralayıp bekçilik yapmakta olan adama bakar. Bekçi bir köşede silahı dizinin üstünde uyuyakalmıştır.

Ceyran yavaşça gidip bekçinin yanındaki lambanın ışığını kısar, elinden silahını alıp yavaş adımlarla duvar kenarından yürümeye başlar. Korkudan yüreği hızla çarpıyor ve ayakları titriyor. Gecenin karanlığı Ceyran’ın kaçması için yardımcı olmuştur. Duvar üstünde bekçilik yapan adam da karanlıkta onun kaçtığını göremez. Karanlıkta duvardan tutunarak dışarıdaki kapıya yetişir. Kapı kocaman bir kilitle kilitlidir. Bu kapıdan geçemeyeceğini anlayıp su tünelini aramaya başlar. Irmağı bulup kendini su tüneline yetiştirir. İyi ki ırmakta su yoktur. Su tünelinden geçip dışarı çıkar. Bekçi görmesin diye yavaşça dirsekleriyle emekleyerek iyice uzaklaşır. Uzaklaştıktan sonra ayağa kalkıp koşmaya başlar. Bir saatten fazla koştuktan sonra şehrin emniyet kontrol noktasına yetişir ve yüksek sesiyle:

Ar... ka... daş... lar... Çabuk gelin. Ben düşmanların yerini göstereceğim. Çabuk tutun onları.

Askerlerden biri Ceyran’ın sesini duyunca hemen ona doğru koşar. Açlık, yorgunluk, heyecan ve acıdan halsiz düşen Ceyran kendisine doğru gelmekte olan askerleri görünce yüreği rahatlar ve son gücünü toplayıp eliyle geldiği tarafı gösterir. Kesik nefesiyle:

Ça. buk. Gidin! diyerek düşüp bayılır.


Facia

(Tek Perdelik Gösteri)

Sahne Dekoru:

Yoksul bir odada eskimiş bir kilim, birkaç minder ve yastık, eski bir yatak, bir masa ve sandalye, masanın üstünde dikiş makinesi, ütü, makas ve ip, iğne kutusu, duvarda asılı yarı dikilmiş bazı kıyafetler.

Zaman: Öğleden sonra saat iki üç gibi.

Kişiler Kadrosu

İpek: Dokuz veya on yaşlarında küçük bir kız.

Kayınvalide: Elli altmış yaşlarında yaşlı bir kadın.

İnci: Otuz otuz beş yaşlarında gelin.

Aydın: İnci’nin yaşlarında bayan komşu.

Efekt: Uzak ve yakından duyulan patlama sesleri, ambulans, arabalar ve insanların ses ve gürültüleri.

Odada minderin üstünde bükülmüş vaziyette ödev yapmakta olan küçük bir kız çocuğu vardır. Onun karşısında gözlüklü orta yaşlı bir bayan yatağın üstünde yarı kalmış bir elbiseyi eliyle dikmektedir.

Bir süre etraf sakin ve sessizdir. Sonra küçük kız İpek başını kaldırıp babaannesine:

-Babaanne ne yapıyorsun?

-Babaanne: Annenin diktiği elbisenin elle dikilecek yerlerini dikiyorum İpek’çiğim.

-Annem gelince kendisi diker babaanneciğim! Sen bırak onu lütfen.

-İpek’ime kurban olayım. Sen de aynen annen gibi şefkatlisin. Senin gibi torunum olduğu için çok mutluyum. Zavallı annen ilk önce hangi işi yapsın ki? Sabah erkenden işe gidip akşam pazardan ev ihtiyaçlarını mı getirsin? Ev işlerini mi yapsın? Birkaç kuruş para için gece yarılarına kadar milletin giysilerini mi diksin? Seni derslerine mi çalıştırsın? Onun işi az değil ki yavrum!

-Okullar tatil oldu ama! Annem yine de beni bırakmıyor. Her gün ders çalıştırıp bir sürü ödev veriyor.

-Okullar kapanmasaydı annenin içi biraz rahat olurdu. Bu savaş yüzünden okullar da kapandı. Annen cahil kalmandan korkuyor yavrum.

İpek yerinden kalkıp babaannesinin yanına gidiyor ve onun elinden elbiseyi alıp dikiş makinesinin üzerine koyuyor. Tekrar yerine gidip babaannesine:

-Annem gözleriniz bozulmuş, dikiş yapmak sizin için zararlı demiyor mu?

-Zavallı annen bana acıdığı için öyle diyor kızım! Onun için yüreğim parçalanıyor. Fazla iş ve sıkıntılar yüzünden günden güne yüzü sararıp kıl gibi zayıflamış zavallı. Hastalanmasın diye korkuyorum. ( Babaanne, makinenin üstündeki elbiseyi alıp tekrar dikmeye başlıyor.)

-Babaanne!

-Buyur yavrum!

-Annem bazı geceler geç saatlere kadar oturup dua ediyor. Bazı gecelerse sessizce ağlıyor. Ben uyanırsam uyuyormuş gibi gözlerini kapatıyor. Neden ağladığını sorsam da uyuyormuş gibi hiç cevap vermiyor. Neden?

-Ah! Büyüdüğünde kendin anlarsın yavrum.

-Ben şimdi de büyüğüm. Söylesene babaanneciğim!

-Evet, Allaha şükür kocaman kız olmuşsun.(Biraz sessizlikten sonra İpek’e bakarak) Baban için dua ediyor. Ağlaması da baban içindir kızım.

-Babamı hiç hatırlamıyorum.

-Baban gittiğinde sen üç yaşındaydın. Babanın yurt dışına gittiğine yaklaşık yedi yıl oldu kızım.

-Babam neden gelmiyor?

(Babaanne gökyüzüne bakarak) Allah bilir... Keşke bir an önce gelse de annenin bu sıkıntıları ve işleri azalsa. Bilmem oralarda ne yapıyor. İnsafsız ne kızını hatırlıyor ne de melek gibi eşini. Yaşlı annesini de unutmuştur kesin.

O anda bir patlama sesi duyuluyor. İpek birden koşarak babaannesinin kucağında saklanıyor. Titrek sesiyle:

-Yine roket düştü. Annem nerelerdedir şimdi?

-Annen sağ salim gelir inşallah. Sen korkma kızım yanındayım ben.

-Babaanne ben korkuyorum. Beni kucağında sıkı tut, sakla beni!

-Korkma yavrum! Başını dizime koy, gözlerini kapat. Ben sana güzel bir masal anlatayım. Gözlerini kapatırsan masaldaki yer ve kişileri daha yakından hissedersin.

Babaanne gözlüklerini çıkarıp yastığın üstüne koyuyor. Sonra İpek’in saçlarını okşayarak masal anlatmaya başlıyor. İpek başparmağını emmeye başlıyor. Babaannesi onun elini tutarak:

-Korksan hemen bebekler gibi parmağını emmeye başlıyorsun! Bir de büyüdüm, kocaman kız oldum diyorsun! Sen gözlerini yum ben sana “Deniz Perisi ve Pişman Şehzade”nin hikâyesini anlatayım.

-Anlat babaanneciğim.

-(Babaanne uzun bir Ah çektikten sonra hikâyeyi anlatmaya başlıyor.)

İpek gözlerini yumuyor. Bu sefer patlama sesi yakından duyuluyor. İpek gözlerini açıp başını babaannesinin dizinden kaldırıyor. Babaanne onu kucağına alıyor ve yumuşak bir sesle:

-Korkma yavrum. Roket buralardan çok uzaklardadır. Buralara gelemez.

(İpek ayağa kalkıyor, bir ayağıyla yere vurarak) Eğer annemin işyerine düştüyse nasıl olacak? Anneciğim! . .

(İpek ağlamaya başlıyor ve kapıya doğru koşuyor. Babaannesi arkasından koşup onu kucağına alıyor)

-Nereye gidiyorsun İpek’çiğim? Gel benim yanıma.

-Hayır, annemin yanına gideceğim!

-Annen buralara yakın mı ki yanına gidebilesin? Annen iş yerinde kızım. Buraya çok uzak onun iş yeri.

(Babaanne zorla İpek’i getirip yatağa yatırıyor. Kendisi de onun yanında oturarak):

-Böyle roketlerin yağdığı anda annene mi gidecektin kızım? Dışarıda başına bir şey gelirse, annen nasıl yapar? Bunu hiç düşündün mü kızım?

(İpek yerinden kalkıp babaannesine): Annemin yanına gideceğim. Beni bırak anneme gideyim.

(Babaanne onu sakinleştirmek için yumuşak sesiyle):

-Bu roketler her gün her yere düşmüyor mu kızım? Bunlara alışman gerek artık. Her zaman uslu çocuk olup masalları dinleyerek uykuya dalardın. Bugün neden bu kadar korkuyorsun? Bir de anneme gideceğim diye kapıya koşman da ne oluyor kızım? Böyle bir zamanda dışarı çıkılır mı hiç?

-Annem neden dışarı çıktı o zaman?

-Annen dışarı çıkmaya mecbur. İşe gitmezse karnımızı nasıl doyururuz? Bize kim bakar? Bir de annen sokaklarda değil ki. İşyerinde bir köşede saklanmıştır o da. Bu insafsız babana Allah insaf versin. Eğer o burada olsaydı ya da başkaları gibi o da masrafımızı gönderseydi, annenin işe gitmesine gerek kalmazdı. Ne yapalım mecburuz.

-Babam neden gitti? Gitmesine izin vermeseydiniz olmaz mıydı?

-Baban zalimlerin elinden kaçıp gitmeye mecbur kaldı kızım. Eğer kaçıp gitmeseydi o da bazı arkadaşları gibi o gruplara katılmak zorunda kalırdı ya da öldürülürdü.

-Bütün arkadaşlarımın babaları yanlarında. Onlar babalarıyla gezmeye gidiyor, ders çalışıyor, güzel elbiseler alıyorlar. Benim ne babam var ne de güzel elbiselerim. Annem de beni alışverişe götürmüyor.

-Güzel kızım canını sıkma. Allah isterse senin baban da gelir yakında ya da sizi de çağırır yanına. Siz de dışarı çıkarsınız. Senin de güzel elbiselerin olur.

-Babaanneciğim! Eğer babam bizi yanına çağırırsa sen kiminle ve nerede kalacaksın?

-Ben artık yaşlandım. Kimse bana bir şey yapmaz. Sen ve annen rahat olun yeter benim için.

-Hayır, ben seni bırakıp hiçbir yere gitmem. Babama seni de bizimle birlikte yanına çağırmasını söyleyeceğim.

-Güzel kalpli torunum benim. Her şey düzelir inşallah. Sen şimdiden düşünme bunları. Masalı anlatayım da güzelce dinle.

-Evet, masalı anlat babaanneciğim.

-Ama her gün gibi masalı dinleyerek gözlerini kapatıp uyuman şartıyla anlatacağım.

-Tamam babaanneciğim. Bak kapattım gözlerimi! Şimdi başlayabilirsin masala.

-(Babaanne ayaklarını uzatıyor. Yüzü izleyicilere doğrudur. Elleriyle İpek’in başını okşayarak sakin ve yumuşak sesiyle masalı anlatmaya başlıyor.)

Bir varmış bir yokmuş, çok eski zamanlarda bir prens yaşarmış. Günlerden bir gün canı sıkılmış ve babasına:

-Arkadaşlarım hep farklı ülkeleri geziyor, farklı insanlarla tanışıp tecrübe kazanıyor. Ben hep bu şekilde sarayda oturursam yarın öbür gün ülkenin işlerini nasıl beceririm? İzin verin arkadaşlarımla deniz seyahatine çıkalım.

Padişah oğluna denizin tehlikelerini anlatmış ama prens dinlememiş. Nihayet padişah prensi arkadaşlarıyla deniz seyahatine göndermeye mecbur kalmış. Gemi seyahatinde prens ve arkadaşları kendi şehrinden iyice uzaklaşmış. Bir gün denizde şiddetli fırtına başlamış. Gemi, dehşetli dalgaların içinde kaybolmuş.

(İpek başını kaldırıp, iki elini birbirine vurarak):

-Ay babaanneciğim! Prens ve arkadaşları boğulmuşlar mı?

-Sen konuşmadan masalı dinle kızım. Yoksa uykun kaçar. Ben ne diyordum? Evet, prens ve arkadaşları suyun dalgalarında kaybolmuşlar. Su perilerinden biri prensi baygın bulmuş ve ona âşık olmuş. Prensi dışarı çıkarıp onu bir yeşilliğin üstüne yatırmış. Prens gözlerini açıp etrafa baktığında ne arkadaşları varmış ne de gemi. Tekrar etrafa baktığında suyun içinden çıkan güzel bir peri’yi görmüş. Su perisine:

-Sen kimsin? Suyun içinde ne işin var?

-Peri ince ve güzel sesiyle: Ben Su Perisiyim, suda yaşarım.

-Prens: Benim gemim ve arkadaşlarım nerede?

-Su perisi: Gemi ve arkadaşlarınız suya battı. Ben sizi kurtarıp buraya getirdim.

Prensin karnı acıkmış ve etrafı incelemeye başlamış. Su Perisi ona sormuş:

-Prensim ne arıyorsunuz?

Prens: Karnım acıktı, yiyecek bir şeyler bulabilir miyim diye bakmıştım.

Su perisi:“Bekleyin, ben şimdi denizin altından yiyecek bir şeyler getireceğim size.” diyerek suya dalmış. Birkaç dakika sonra bir mercan dalını alıp gelmiş. Prens gülerek:

-Bu mercan ama! Yenir mi hiç?

Peri birkaç kere suya dalıp çeşitli şeyler getirmeye devam etmiş ama her sefer reddedilmiş. Sonunda suyun dibine gidip bir meyve dalını getirmiş. Prens o meyveyle karnını doyurmuş. Peri’nin ellerinden kan akıyormuş. Prens nedenini sorduğunda, “meyveler dikenlerin içindeymiş, meyveleri dikenlerin içinden çıkarmaya çalıştığım için ellerim yaralandı.” demiş.

Prens: Neden benim için canını acıttın?

Su Perisi: Ben küçükken bir falcı babama benim bir prense âşık olacağımı ve onun vefasızlığı yüzünden öleceğimi söylemiş. Ben sizi sevdim. Biliyorum siz bana vefasızlık yapacaksınız ve ben de bu acıya dayanamayıp öleceğim.

Prens: Ben de seni sevdim. Sana vefasızlık yapmayacağım. Ama ben karada sen suda yaşıyorsun. Sonumuz nasıl olacak? Diye sormuş.

Su Perisi: Eğer yedi sene bekleyebilirseniz ben insana dönüşürüm. Ondan sonra birlikte mutlu bir hayat geçirebiliriz. Ama aradan yedi sene geçmeden başkasıyla evlenirseniz ben ölürüm.

Prens: Değil yedi, yetmiş yıl bile beklerim seni.

Aradan haftalar ve aylar geçmiş, Padişah oğlunu bulup saraya götürmüş. Prens, Su perisine yedi yıl sonra onu gelip götüreceğine dair söz vermiş ve saraya dönmüş. Su Perisi, gözyaşları içinde Prensi beklemiş. Prens her gün Peri’nin hayaliyle üzgün ve dalgınmış. Padişah ve kraliçe prensi evlendirmek istemişler ama o Su Peri’sini sevdiğini ve altı yıl onu bekleyeceğini söylemiş.

Altı yıl bitmek üzereyken bir cadı Su Peri’sinin kılığına girip prensin yanına gelmiş. Prens cadıya kanıp evlenmiş onunla. Düğün gecesi bu olayı Peri rüyasında görmüş. Korkudan rüyasını babasına anlatmış.

Babası: Kaderden kaçınılmazmış kızım. Sabırdan başka çaremiz yok. Birkaç gün sonra sen insana dönüşeceksin. Eğer prens sözünde durup seninle evlenirse mutlu bir hayat yaşarsınız ama eğer başkasıyla evlendiyse bu acıya dayanamayıp üzüntüden ölürsün.

Su Perisi sabahtan akşama kadar deniz kenarında Prensi beklemiş ama Prens gelmemiş. Peri üzüntüden ağlayıp öyle bir Ah çekmiş ki onun Ah’ı gökyüzünde kalın bulut olup etrafı karanlık etmiş. Prens aldatıldığını anlayıp cadıyı öldürmüş ve Peri’nin yanına koşmuş. Ama ne yazık ki Peri’yi canlı bulamamış. Peri bu vefasızlığa dayanamayıp ölmüş.

Babaanne bir Ah çekerek susuyor. İpek, “zavallı anneciğim” diyerek uykuya dalıyor. Babaannesi onun başını dizinden yavaşça alıp yastığa koyuyor ve kendi kendine:

-Hayal gücüyle her hikâyeyi kendisi ve annesine benzetiyor. Bu hikâyenin Peri’sini de kesin annesine benzetti. Onun için Peri yerinde anne kelimesi çıktı ağzından. Patlama sesleri uzaklardan duyuluyor. İpek başını kaldırıp korkuyla:

-Babaanne! Bugün her zamana göre daha fazla roket düşüyor. Ben çok korkuyorum. Annem her gün bu saatlerde evde olurdu. Bugün neden gecikti?

-Annenin çalıştığı yer evimize biraz uzak kızım. Hem o işten çıkıp evin ihtiyaçları için pazara da uğruyor. Korkma kızım şimdi gelir annen.

-Annemin iş yerine roket değmiş olmasın?

-Yok, Allah korusun. Biraz uyusaydın keşke, sen uykudan uyanana kadar annen de gelirdi.

-Babaanne’ciğim! Babam da burada yok. Anneme bir şey olursa biz ikimiz ne yaparız? Bize kim bakar?

-İpek kızım! Böyle kötü şeyleri düşünme. Allah isterse baban da buraya gelir ya da bizi yanına çağırır. Hep birlikte mutlu bir hayat yaşarız. O anda kapı çalınır. İpek koşarak kapıya doğru gider ve yüksek sesle:

-Anneciğim geldi, annem geldi.

Kapıyı açıyor, gelen kişi İpek’in annesinin arkadaşı Aydın’dır. Babaanne:

-Aydın’cığım gel, hoş geldin kızım. Buyur minderin üstünde otur. İpek’ciğim haydi teyzenin arkasına yastık koy! İpek koşarak yastığı misafirin arkasına koyuyor. Misafir İpek’in yanağından öperek:

-İpek’ciğim nasılsın?

-İyiyim, teşekkür ederim.

-Teyze’ciğim siz nasılsınız? İyileştiniz mi?

-Teşekkür ederim kızım. Sen nasılsın? Çocuklar iyi mi?

-Allaha şükür idare ediyoruz. Şu roketlerden ölmeden diri kalırsak gerisi hallolur.

-Bu roketler yüzünden rahat yok bize.

-İnci işten gelmedi mi teyze’ciğim?

-Bugün geç kaldı. Ben de çok merak ediyorum. İpek de bugün merak ve endişe yüzünden uyuyamadı. Ona hikâye de anlattım uyusun diye. Ama bu roket sesleri bir türlü uyutmadı zavallı yavrumu.

-Teyzeciğim! İnci arkadaşıma çok acıyorum. Böyle günlerde erkekler bile dışarı çıkmaya cesaret edemiyor. O zavallıysa bir gün bile evde oturamıyor. Kusura bakmayın ama oğlunuz namuslu biri değilmiş. İnsan genç karısı, çocuğu ve yaşlı annesini böyle çaresiz bırakıp gider mi hiç? Sanırım para da göndermiyor size.

-Ben bu durumdan memnun muyum sanki kızım? İnci hem gelinim hem de kızımdır. O bana o kadar iyi bakıyor ki insanın kendi kızı bile bu kadar yapmaz. Ben onu oğlumdan daha çok seviyorum.

-Oğlunuza mektup yazıp gelmesini isteseniz olmaz mı? Ne zamana kadar bu karı koca birbirinden ayrı yaşayacaklar?

-Doğru söylüyorsun, ama bu dönemde anne babanın sözünü dinleyen mi var? Bir de benim gibi yaşlı ve hasta annenin sözünü!

-Teyzeciğim özür dilerim. Amacım sizi üzmek değildi. Sadece İnci arkadaşıma yüreğim çok acıdığı için bu sözleri söyledim.

-Yok kızım! Üzülmedim. Ben kendim de İnci ve torunumun bu durumunu düşünmekten yüreğim parçalanıyor. Bugün İnci gelinim geciktiği için meraktan az kalsın kalbim duracak gibi. Merakla beklemekten başka çaremiz yok.

-Teyzeciğim! Radyo haberlerinde bir roketin İnci’nin çalıştığı iş yerinin yakınlarında düştüğünü duydum. Onu sormaya gelmiştim aslında.

-Ya Rabbim, İnci’yi koru!

-Korkmayın teyzeciğim, İnci arkadaşım sağ salim gelir inşallah.

Bir köşede resim çizmekte olan İpek, bu sözleri duyunca ağlamaya başlar.

-Babaanneciğim! Hani annem gelecekti? Siz beni kandırıyor musunuz? Annem gelmedi.

Babaanne ve İpek koşarak İpek’in yanına giderler ve onu sakinleştirmeye çalışırlar. Babaanne İpek’i kucağına alıp başını okşar, yüzünden öper. Sakin ve tatlı sözleriyle onu sakinleştirir. İpek, babaannesinin kucağında uyuyakalır. Uyuyakalan küçük kızı yavaşça yatağa yatırır. Aydın, Babaanneden müsaade isteyip kendi evine gider.

Teyzeciğim ben buraya sizin hal ve hatırınızı sorayım, İnci arkadaşımla biraz sohbet edelim diye gelmiştim. Ama sizi de üzdüm daha çok meraka soktum. Çok özür dilerim.

-Aydın’cığım! Bu acı ve keder hep var bizimle. Bunun suçlusu sen değilsin. Sadece bugün İnci’nin gecikmesi beni biraz fazla endişelendirdi.

-Doğrudur teyzeciğim, Allah İnci’yi bütün belalardan korusun. Sağ salim evine gelsin.

-Âmin! Allah sizi ve ailenizi de bütün belalardan korusun.

-Kendinize iyi bakın teyzeciğim ben gidiyorum o zaman.

-Arkadaşını görmeden mi gideceksin? Sohbete dalıp sana çay da getirmedim.

-Çaya hiç gerek yok teyzeciğim. İnci’ye selama söyleyin.

-Geldiğin için çok teşekkür ederim kızım. Yine beklerim. Ailene selam söyle!

-Olur söylerim. Hoşça kalın teyzeciğim.

-Güle güle kızım.

Aydın evden çıkıp gider. Babaanne kapıyı kapatır, yerine gelip oturur, dikmekte olduğu elbiseyi eline alıp kendi kendine:

-Ya Rabbim, Bu küçücük masum kıza acı! O baba şefkatini görmedi, savaş içinde doğup büyüdü. Şimdi onu anne şefkatinden de mahrum etme. Benim canımı al ama bu masum torunumu annesiz babasız bırakma!

Birkaç dakika sonra güçlü ve şiddetli bir patlama sesi çok yakından duyulur. Babaanne yerinden kalkıp uyumakta olan torunu İpek’in yanına gider. İpek derin uykuda olduğu için uyanmaz. Babaanne alçak sesle:

-Çok şükür uyanmadı. Hayırdır inşallah, her belaysa şu yakınlara düştü bu sefer. Merak ve endişem daha da arttı şimdi. Umarım gelinim bu yakınlarda değildir. Dışarı çıkıp baksam mı acaba? İpek’i de yalnız bırakıp gidemem ki.

O anda kapı açılır, İnci perişan ve üzgün bir şekilde içeri girer. Çantasını çıkarıp duvardaki askıya asar. Gözlerinden gözyaşları dizilmiş damlalar şeklinde akmaktadır. Onun perişan hali ellerinin titremesinden de anlaşılır.

Babaanne onun bu halini merak edip yanına gider. Meraklı ses tonuyla:

-Sana ne oldu? Benzin de solmuş. El ayağın da titriyor. Gözlerinden yaş akıyor. Roketten mi korktun yoksa? Bu sefer sesi çok yüksekti. Çok yakınımıza mı düşmüş? Ne oldu? İnci ağlayarak:

-Keşke benim üstüme düşseydi de ben ölseydim. Keşke ben de komşular ve mahalledekiler gibi ölüp gitseydim.

-Allah korusun kızım! Ağzından yel alsın. Bu nasıl söz? Roket nereye düştü?

-Sokak başına düştü.

-Sen o zaman neredeydin?

-Kapının önündeydim.

-Kimler ölmüş anlayabildin mi?

-Hayır, anlayamadım. Ben kendi derdimdeydim o an. İpek’in dışarıda olup olmadığı da aklıma gelmedi.

-Allah torunumun saçının bir telini bile eskitmesin. Bugün neden böyle kötü sözler çıkarıyorsun ağzından? İpek’ime bak! Melekler gibi uyuyor. Zavallı torunum roketin sesinden çok korktu.

-Zavallı kızım zaten babasızdı, bugün yarın annesiz de olur.

Babaanne kızgın bir sesle:

-Tövbe ya Rabbim! Sana ne oldu bugün? Böyle kötü niyetlerle eve geldin. Ateşin var gibisayıklıyorsun. Allah’ım seni de torunumu da oğlumu da bütün belalardan korusun.

İnci hıçkırarak ağlamaya başlar ve elindeki buruşmuş mektubu kayınvalidesine doğru uzatıyor. Kesik seslerle:

-Alın! ... Buyurun oğlunuzun mektubu gelmiş... Senelerce ne acılar ne sıkıntılar çektim, hayatla tek başıma mücadele ettim, kızımı tek başıma büyüttüm, size kendi annem gibi baktım, bu durumdan hiçbir zaman şikâyetçi değilim ve olmadım. Ona hiçbir zaman beddua etmedim, her gece onun sağlığı için dualar ettim, her gün onun bir mektubu ve güzel bir haberini bekledim, sağ salim gelmesi için adaklar adadım. Sonu ne oldu? İyiliğimin karşısına kötülük gördüm, vefam karşısına vefasızlık ve zulüm gördüm. Oğlunuz bir mektubuyla bütün her şeyin karşılığını ödedi. Babaanne alçak bir sesle:

-Oğlumun mektubu mu gelmiş? Gözün aydın kızım. Gözlüklerimi ver de oğlumdan gelen mektubu okuyalım.

İnci’nin elinden alıp dizinin üzerinde buruşuk mektubu açıyor ve gözlüklerini almaya gidiyor. Gözlüklerini takıp oğlundan gelen mektubu okumaya başlıyor.

İnci hıçkırarak ağlamakta ve konuşmaktadır:

-Bir hamal gibi yük taşıdım, bir köle gibi hizmet ettim, bir âşık gibi gece gündüz onun hayaliyle yaşadım, bir anne gibi ona her zaman dua ettim. Sonum ne oldu? Teyze’ciğim gözünüz aydın! Okuyun oğlunuzun mektubunu. Mektubu yüksek sesle okuyun! Oğlunuzun yazdıklarını sizin ağzınızdan da duyalım. Bakalım bu mektubu okuyunca siz ne diyeceksiniz? Babaanne üzgün bir şekilde gelinine bakarak:

-İnci kızım öyle deme. Seni üzecek ne yazmış olabilir ki bu mektupta?

-Okuyun, okuyun! Bu mektup değil, çok değerli bir hediye. Oğlunuz uzak yollardan bize hediye göndermiş. Bundan daha iyisi gönderilemezdi tabi. Kimse böyle bir hediye göndermemiştir ailesine. Sadece sizin oğlunuz böyle bir hediye gönderebilir.

-Ay Allah’ım bu ne hal? Seni hiçbir zaman böyle görmemiştim. Şimdiye kadar benimle yüksek sesle bile konuşmamıştın. Bir mektup mu seni bu hale getirdi? Onda ne yazıyor ki?

-Benim ağzımdan o mektupta yazılan söz çıkmıyor. Milletin yüzüne nasıl bakacağım ben? Artık Allah’tan sadece ölüm istiyorum.

-Allah korusun kızım! Oğlum ve torunumla güle oynaya yaşayın.

-Oğlunuz artık bizden ayrıldı. Onun bizimle işi yok artık.

-Bu nasıl söz? Oğlum hiçbir zaman böyle bir şey yapamaz? Kendisi iyi miymiş?

-Mektubu okuyun! Oğlunuzun yaptıklarını daha iyi anlarsınız. Babaanne oğlundan gelen mektubu okumaya başlar:

Merhaba İnci’ciğim. Yedi sene gibi uzun bir aradan sonra bu mektubu sana yazdığım için özür dilerim. Kendin biliyorsun bu yedi yıl içinde iyi bir iş bulamadım o yüzden de size maddi bir yardımda da bulunamadım. Sizi de yanıma çağıramadım. Ülkemize geri dönmek de imkânsız oldu. Beni tutarlarsa öldürmeden bırakmazlardı. Yeterli para kazanıp sizi de yanıma çağırmak istedim. Bunun için yapmadığım iş, gitmediğim kapı kalmadı. Ama bütün çabalarım boşa gitti. Buranın vatandaşlığını da alamadım. Sonunda kader beni genç bir dul kadınla tanıştırdı. O hem çok zengin hem de buranın vatandaşıdır. Ben onunla evlenmeye mecbur kaldım. Amacım onun aracılığıyla buranın vatandaşlığını alıp sizi de buraya çağırmaktı. Evlendikten sonra o beni iki evlilik sürdürdüğüm için polise vereceğini söyledi. Tek yolu senden ayrılmaktır artık.

Ben senin fedakârlıklarını, tek başında erkekler gibi çalıştığını, yaşlı annem ve kızıma zor şartlarda baktığını, çektiğin zorlukları çok iyi biliyorum. Yaptığım bu hatadan dolayı senden, yaşlı annem ve kızımdan çok özür diliyorum.

Bundan sonra bir daha hiç görüşemeyebiliriz. Seninle karşılaştığım an utancımdan belki eriyip ölsem gerek. Bu mektupla seni boşamak zorundayım. Ben sana layık değilim. Sen çok güzel, fedakâr, merhametli, güzel kalpli ve masum bir kadınsın. Hayatta senin değerini bilebilecek, sevebilecek ve hep sana vefalı kalacak birini temenni ediyorum. Eğer böyle iyi biri karşına çıkarsa bana haber ver. Annem ve kızımı yanıma çağıracağım. Evlenmek istemiyorsan annem ve kızımın masrafları için sana her ay belli bir miktar para göndereceğim. Mümkünse beni affet ve sonsuza kadar unut.

Eski eşin ve şimdiki kuzenin Şiban.

Ayakta duran babaanne mektubu okuyup halsiz düşüyor. Ayakta durmakta güçlük çekip duvardan tutunuyor. Diz çöküp feryat etmeye başlıyor:

-Ay namert, insafsız! Bu yaptığın da ne? Bu ne rezillik? Düşmanların eline yakalanman bundan daha iyi değil miydi? Korkak, utanmaz! Ölüm haberin gelseydi bir iki gün ağlardım, ömür boyu sana gurur duyardım. Şimdi bu yaptığından dolayı başımı kaldırıp kimsenin yüzüne bile bakacak halim yok. Senin gibi bir evlat doğurduğum için kalan ömrüm acıyla geçecek. Elini gökyüzüne kaldırarak:

-Ya Rabbim! Bu utanmaz ve korkmaz oğluma yaptığının cezasını ver. Ya ölüm ver ya da hayatının sonuna kadar cezalandır. Hiçbir zaman ona aydınlığı gösterme. Hiçbir zaman mutluluğu ona nasip etme!

Ağlamakta olan gelinine sarılarak ağlamaya başlıyor:

-Bahtsız zavallı kızım! Keşke bu günleri görmeden ölseydim. Öbür dünyada kardeşime ne cevap vereceğim? O seni benim oğluma vermeye razı değildi. Ben ona seni rahat ve mutlu yaşatacağıma dair söz vermiştim. Zavallı kardeşim benim oğlumu benden daha iyi tanıyormuş. Keşke seni gelinim yapmasaydım. On yıldan beri çekmediğin acı ve sıkıntı kalmadı. Başka acı ve sıkıntılar yetmiyormuş gibi şimdi bu da üstüne eklendi. Beni affet kızım. Çaresiz teyzeni affet!

İnci, duvardan tutunarak ayağa kalkıyor uyumakta olan kızının yanına gidiyor. Kayınvalidesi da onun arkasından gidiyor ve İpek’in yanında oturuyorlar.

-Teyzeciğim şimdi ne yapayım? Bu mektubu oğlunuzun arkadaşı iş yerime getirdi. Ondan beri bir sürü düşünce kafamdan geçiyor. Önce kendi canıma kıymak istedim. Sonra sizi ve kızımı düşünerek bu işten vazgeçtim. Sizi bırakıp tek başıma uzaklara gideyim dedim. Yine siz ve İpek gözümün önünde canlandınız. Ne yapacağımı bilmiyorum. Yolda bir araba ezip geçer mi diye yol ortasından yürüdüm. Ama ecel de oğlunuz gibi benden kaçtı. --Allah korusun kızım. O utanmaz ve utanmaz eşinin başına gelsin bütün belalar. Ben her zaman yanındayım kızım. Her durumda senin yanında olacağım. O sana layık değilmiş. Yüreğinden çıkarıp at o utanmazı. Ben onu bugünden itibaren öldü saydım. Sen de onu öldü bil.

-Bu ülkede kadınların kaderi böyledir. Ömür boyu kocalarının hizmetini yaparlar, vefa ve sadakat gösterirler, her türlü hayat koşuluna boyun eğerler ama kocalarının yarım ekmeği bütün oldu mu daha güzel ve daha gencini aramaya başlar ve zavallı kadınların sonu benim gibi olur.

Gelin ve kayınvalide konuşurlarken yine bir patlama sesi duyuluyor. İnci kendini İpek’in üstüne atıyor. Sahneyi bulanık dumanlar kaplıyor. Işıklar sönüyor ve sahne karanlık oluyor. Bir kaç saniye sonra sahne aydınlanıyor. Babaanne ve İnci kanlar içinde yerde yatmaktadır. İpek korkudan bir annesine bir babaannesine dokunarak:

-Anneciğim gözlerini aç! Ben korkuyorum. Roket’in sesinden korkuyorum. Anneciğim beni kucağına al! Babaanne beni kucağında sakla! Konuşun benimle, ben korkuyorum. Anneciğim, Babaanneciğim...

İpek annesinin kucağına oturuyor ve başparmağını emmeye başlıyor. Bir musikiyle perde iniyor.



Kadın Hakları ile ilgili Sempozyum - 1995

BBC Radyosu ile röportaj 1996

EK-4. Fotoğraflar

Özbekistan Bilimler Akademisi kimlik kart 1997

Özbekistan Bilimler Akademisi kimlik kart 2000

Afganistan’da Kız Okulunun açılış konuşması 2001

Yazarın yayımladığı kitabı hakkında Afganistan TV’si tarafından röportaj

Ozbekçe-Farsça Sözlük’ün ödül töreni 2007

2007


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar