RÂŞİD HALİFELERİN BİRBİRLERİYLE OLAN İLİŞKİLERİ
HAZIRLAYAN:
Mohammad Yaser MAHDİ
Sahâbîlerin
özellikle Râşid halifelerin birbiriyle çok güzel ilişkilerinin bulunduğu
rivayetlerde geçmektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim'de sahâbîlerin özelliklerini
şöyle ifade etmektedir: “Birbirlerine
karşı da merhametlidirler” (Feth suresi, 48/29). İslam tarihi kaynaklarında
râşid halifelerin aralarındaki sevgi ve muhabbetlerine rastlamak mümkündür.
Özellikle İslam’ın dördüncü halifesi olan Hz. Ali'nin (radiya’llâhü anh),
kendisinden önce halife olan üç halifeyle irtibatı ve aralarındaki
münasebetleri çok fazlaydı. Başka bir ifade ile İslam'ın dördüncü halifesi olan
Hz. Ali'nin (radiya’llâhü anh) kendisinden önceki üç halife ile ilişkileri
samimiyet ve sevgi doluydu. Konu
İle İlgili Kaynaklar ve Araştırmanın Yöntemi
Araştırmamız,
başlığından da anlaşılacağı gibi geniş bir konu olduğu için, tek bir şahıs veya
tek bir dönemi içermekten öte, geniş bir zamanı kapsaması ve önemli târihî
şahsiyetleri (Dört Râşid Halife) ilgilendiren bir konu olması nedeniyle metot
ve kaynak açısından fazlaca geniş bir yelpazeden istifade etmeyi zorunlu
kılmaktadır.
İlk
İslam Tarihi kaynakları diye ifade ettiğimiz kaynakların genel yapısı, daha çok
siyâsî tarihe ait olayları rivayetlere dayanarak aktarma şeklinde olduğundan
bütün kaynakları, tezimizin konuları açsından gözden geçirmenin zorluğu
âşikârdır. Zira kaynaklarda tez konumuzla alakalı bir alt başlığı bulabilmek
zordur. Bundan dolayı anılan geniş zaman dilimi için başvurulan tüm temel
kaynaklarımız gözden geçirilerek rivayet edilen olaylar içerisinde bizim
konumuzla ilgisi bulunan konulardaki anlatımları bulunup çıkarılmaktadır ve bu
tür bilgilere ulaşabilmek için de bir çok kaynağı taramak gerekmektedir.
Konumuzla ilgili olarak başta temel İslam Tarihi kaynakları olmak üzere, Hadis,
Tabakât, Fütûhat, Siyâsî Tarih sahasında yazılan kaynak ve araştırmalardan
istifade etmeye çalıştık.
İlk dönem İslam Tarihi
kaynaklarından İbn İshâk’ın (v. 151/768) Sîretü İbn İshâk’ır
ve İbn Hişâm’ın (v. 213/828) es-Sîretü’n-Nebeviyye’si[1] [2], özellikle
hulefâ-i râşidînin Hz. Peygamber dönemindeki hayatını incelerken sıkça
başvurduğumuz kaynakların başında gelmektedir. Çalışmanın bir çok bölümünde
Tabakât ve Neseb’le ilgili eserlerden İbn Sa’d’ın (v. 230/844) et-Tabakâtı[3] [4], bir kısım
rivayetleri sadece kendisinde bulduğumuz Belâzürî’nin (v. 279/892) Ensâbü’l-Eşrâfı\
İbnü’l Esîr’in (v. 630/1232) Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s- Sahâbe si[5] râşid
halifelerin hayatıyla ilgili önemli bilgiler vermektedir.
Araştırmamızın
değişik aşamalarında, Şîî düşünceye meyli ile bilinen Ya’kûbî’nin (v. 292/904) ldrih"\",
olaylarla ilgili bolca malzeme sunmaları ve olayları yıllara göre tasnif
etmeleri yönünden bize kolaylık sağlayan Taberî’nin (v. 310/922) Târîh’i
ve İbnü’l Esîr’in (v. 630/1232) el-Kâmilİ, ayrıca konumuzun her
aşamasında sıkça başvurduğumuz İbn Kesîr’in (v. 774/1372) el-Bidâye’si[6] [7] [8] [9],
verdikleri rivayetlerden sonra yaptıkları yorumlarının yanında, râşid
halifelerin konumuzla ilgili olayları hakkında ayrıntılı bilgiler vermektedir.
Çağdaş
siyer kitaplarından da Muhammed Hamidullah'ın İslam Peygamber’![10]
[11],
M. Asım Köksal'ın İslam Tarih’in, İbrahim Sarıçam'ın Hz.
Muhammed ve Evrensel Mesaj'ı[12]
[13]
[14]
[15]
vb. gibi eserler incelenmiş ve tezimizle ilgili rivayetler/olaylara oldukça
kolaylık sağlamıştır. Ali Muhammed Sallâbî’nin Ebû Bekir Sıddik'Ü, Ömer
Farû^u^, Osman Zü'n-Nûreyn’i1 ve Ali Murtezâsı[16], râşid
halifelerin ayrıntılı ve müstakil olarak ele alması yönüyle çalışma sırasında
sıkça başvurduğumuz çalışmalar arasında yer almaktadır.
Konumuzla
ilgili diğer çağdaş kitaplardan da ciddî bir şekilde istifade edilmiştir. Murat
Sarıcık'ın Hz. Ali (İlk Üç Halife İle Kavgalı mydı?)[17]
kitabı konumuz açısından dikkate değer bir araştırma durumunu teşkil
etmektedir. Bu şekilde çalışmamızın süresi
boyunca aslî ve tâlî olmak üzere bir çok kaynak ve araştırma taranmıştır.
Elbette konumuz ile ilgili daha fazla aslî kaynak ve çalışma bulunabilirdi. Ama
özellikle belirtmeliyiz ki, tez konusunun belirlenmesi aşamasından tez yazım
işinin sonuna kadar elimizden geldiğince konumuzun titizliği açısından
kaynaklar taranmış ve eserler düzenli bir şekilde takip edilmiştir.
Ayrıca
Hadis kitaplarından da konumuzla ilgili bölümler tek tek taranmış ve gerekli
rivayetler ele alınarak değerlendirilmiştir. Metot açısından söylemek
gerekirse, bazı rivayetler ilk iki halife veya üç halifeden bahsettiği için,
rivayetleri tekrar aktarmak gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
Konumuz
ile ilgili Türkçe ve Farsça yazılan eserleri de taradık ve iki dilde tezimizle
ilgili müstakil bir çalışma göremedik. Arapça eserlerde bakabildiğimiz
kadarıyla da herhangi bir esere rastlamadık. Elbette ki Hulefa-i Râşidîn konusu
İslam Tarihi Bilim Dalında özel bir konu olarak görülmekte ve bu dönem için bir
çok eser veya her bir halifenin hayatı için müstakil bir eser bulabilmek mümkündür.
Fakat eser olarak bizim konumuza rastlanılmamaktadır. Bu noktada konumuzla
benzerlik gösteren Abdurrahman Şanverdi'nin "ilk Üç Halife Döneminde
Hz. Ali" yayımlanmamış yüksek lisans tezini ifade etmemiz
gerekecektir. Tezin adından da anlaşıldığı gibi Hz. Ali'nin diğer üç halife
dönemindeki ilişkileri bağlamında incelenmiştir. Başka bir ifade ile söyelemk
gerekirse, Şanverdi, Hz. Ali merkezli bir çalışma yapmıştır. Bizim tezimizle
arasındaki fark ise, halifelik dönemlerinde, sadece Hz. Ali'nin diğer üç halife
ile ilişkileri incelenmiş olup, Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) dönemindeki
ilişkilerine ağırlık verilmememesidir.18
Bu
arada çalışmamızda sıkça kullandığımız kaynaklardan biri olan Muhıbüddîn et-
Taberî’nin (v. 694/1295) er-Riyâzü'n-NadırafîMenâkıbi'l-Aşera adlı eseri[18] [19] bizim
konumuzla yakından ilgili olduğundan, bu kitabın bizim tezimizle alakasını
kısaca değerlendirmeye tabi tutmamız faydalı olacaktır.
Yazar
bu eserinde her şeyden önce aşere-i mübeşşere'yi ele almış, onları tanıtmış ve
faziletleri hakkında rivayetleri aktarmıştır. Yazarın bu eserinde ağırlıklı
olarak râşid halifeler üzerinde durup bunların birbirlerine olan ilişkilerini
ve özellikle Hz. Ebû Bekir döneminde vuku bulan hâdiselere bilimsel ve
mantıksal bir çerçeveyle yorumlamaya çalışması, tezimizdeki hâdise ve olayları
yorumlama konusunda bize oldukça ufuk açıcı olmuştur.
Ayrıca
Murat Sarıcık’ın eserlerinden olan "Hz. Ali (İlk Üç Halife ile Kavgalı
mıydı?)" eseri, bol malzeme ve tutarlı yorumlar içermesi açısından çalışmamıza
oldukça katkı sağlamıştır. Bu eserde Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü
anh) baz alınarak kendisinden önceki halifelerle ilişkileri incelenmiştir. Bu
kitapta şu soruların cevabı aranmıştır:
İlk üç halife ile Hz. Ali'nin arası açık mıydı?
Gerçekten Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve
Hz. Ali'nin ilişkileri nasıldı?
Hz. Peygamber'den sonra hilâfet haksız yere Hz.
Ali'nin elinden mi alındı?
Hz. Ali bu haksızlık yüzünden mi Hz. Ebû Bekir'e
biat etmekte gecikti?
Hz. Ali ve Hz. Ebû Bekir'in arasının açılmasında
Hz. Fatıma'nın mîras istemesi mi etkili oldu?
On İki İmam'ın altıncısı olan Ca'fer-i Sâdık'ın
annesi Ferve, Hz. Ebû Bekir'in hangi torununun kızıydı?
Takiyye nedir ve Hz. Ali gerçekten ilk üç halife
döneminde takiyye etti mi; onlardan korkup çekinerek görüşlerini açıklayamadı
mı?
Hicrî Takvim'in başlangıcı gibi bazı konularda,
Hz. Ömer (radiya’llâhü anh) Hz. Ali'nin görüşleri doğrultusunda mı hareket
etti?... vd.
Bu eserde başlığından ve zikrettiğimiz
sorulardan da anlaşıldığı üzere Hz. Ali ile ondan önceki ilk üç halifenin
arasındaki ilişkiler incelenmiştir. Kısacası bu eserde Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer,
Hz. Osman'ın (radiya’llâhü anh), Hz. Ali ile ilişkileri olaylar ışığında
yorumlanmaya çalışılmıştır.
Hulefâ-i
Râşidîn Kavramı ve Çerçevesi
Hulefâ-i
Râşidîn/Râşid Halifeler/ , Arapça hulefâ ve râşidîn kelimesinden oluşmaktadır.
Hulefâ, halife teriminin çoğulu ve râşidîn de râşid’in çoğuludur. Halife, bir
kimsenin yerine geçen, onu temsil eden kimse demek olup bir öncekinin yerine
geçen, peşinden gelen, halef olan, temsil eden manalarını taşıyan, Halefe kökünden gelmektedir.[20]
Ayrıca halife, devlet başkanı için de kullanılır.[21]
Kur’an-ı Kerim’de de bu kelime geçmektedir.[22]
Râşid ise doğru yolda olan, doğruya ve hakka sımsıkı sarılan ve kemâle ermiş
demektir.
İslam
tarihinde hilâfet müessesesi, Hz. Peygamber’in vefatının ardından Hz. Ebû
Bekir’e biat edilmesiyle ortaya çıkmıştır.[23]
[24] İslam
tarihinde Hz. Peygamber'in vefatından sonra Hz. Ebû Bekir'e biat edilmesiyle
başlayan, daha sonra Hz. Ömer ve Osman'ın hilâfetleriyle sürüp, Hz. Ali (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh) ile sona eren döneme Hulefâ-i Râşidîn devri denilir.[25]
Bu
döneme söz konusu adın verilmesinin sebebi sahâbîden İrbâd b. Sâriye'nin
rivayet ettiği, sünnetine uymanın ve bunun sınırlarını râşid halifelerin
sünnetini de içine alacak şekilde genişletmenin gerekliliğini belirten Hz.
Peygamber'in uzun bir hadisiyle açıklanmaktadır. Bu hadiste Rasûlüllah
(salla'llâhü aleyhi ve sellem) kendisinden sonra yaşayacaklara hitâben, '"Herhangi
bir ihtilâfla karşılaştığınızda size düşen görev, benim sünnetime ve Hulefâ-i
Râşidîn’in sünnetine uymaktır" demiştir.[26]
Hadiste
geçen "Hulefâ-i Râşidîn/Râşid Halifeler" tabirinden, ilk dört
halifenin kastedildiğini kabul edenlerin yanında diğer Müslüman imamların da bu
gruba girdiğini ileri sürenler olmuş ve bunlardan bazıları Emevî Halifesi Ömer
b. Abdülazîz'e "beşinci râşid halife" demiştir.[27]
Öte
yandan yine Rasûlüllah'a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) nispet edilen, gerçek
anlamda hilâfetin (hilâfetü'n- Nübüvve) 30 yıl süreceği ve daha sonra saltanata
dönüşeceği yolundaki hadisten[28] hareketle
bazı Sünnî âlimler, Hz. Hasan'ı, babası Hz. Ali'nin ölümünden (40/661)
hilâfeti, Muâviye b. Ebû Süfyân'a bıraktığı güne kadar (25 Rebîülevvel 41/29
Temmuz 661) geçen süreyi gözönünde bulundururarak onu hulefâ-i râşidîn'in
beşincisi kabul etmişler,[29] başka bir
ifade ile Hz. Hasan'ı da hulefâ-i râşidîn'in içinde saymışlardır.[30] Ancak
yine de hulefâ-i râşidîn'in sayısı, İslâm dünyasında genellikle "dört
halife" veya "dört seçkin dost" (çehâr yâr, çehâryâr-i güzîn,
çehâr dost) denilerek dört rakamıyla sınırlı tutulmaktadır. İlk iki halife olan
Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer (radiya'llâhü anh) birlikte zikredildiğinde "şeyhayn"
tabiri kullanılmaktadır. Ehl-i sünnete göre ashap içinde en faziletli kimseler
hilâfete geçiş sırasına göre hulefâ-i râşidîndir.31
Bazı âlimler hulefâ-i râşidînle ilgili
Hz. Peygamber’in hadislerinden yola çıkarak, şöyle demektedirler: “Râşidhalifeler
icmâ ile dörttür. Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali.”[31]
[32]
Ehl-i
Sünnet ulemâsı Hz. Peygamber’den sonra insanların en faziletlilerini sıralarken
ilk dört halifeyi listenin başına alırlar. Nevevî, Sahîh-i Müslim şerhinde
şöyle zikretmektedir: “Çoğunluk şöyle dedi: Sahâbenin en faziletlisi Ebû
Bekir sonra Ömer sonra Osman ve daha sonra da Ali’dir. Kûfeli Ehl-i Sünnet
âlimlerinin bazıları, Hz. Ali’yi Hz. Osman’dan önce zikrederler. Hâlbuki doğru
ve meşhur olan Hz. Osman’ın önce zikredilmesidir.”[33]
Çalışmamızın
çerçevesi açısında “Hulefâ-i Râşidîn” denildiğinde çoğunluğun kabul ettiği ilk
dört halifeyi esas alarak birbirleriyle olan ilişkilerini tespit etmeye
çalışacağız.
Hulefâ-i
Râşidîn Tablosu:[34]
No |
Halife |
Halife
Olduğu Tarih |
Hilâfet
Müddeti |
Vefat
Tarihi |
1 |
Hz.
Ebû Bekir es-Sıddîk |
Hicri
11 |
2
Yıl, 3 ay |
Hicri
13[35] |
2 |
Hz.
Ömer el-Fârûk |
Hicri
13 |
10
Yıl, 6 ay |
Hicri
23[36] |
3 |
Hz.
Osman Zü'n-Nûreyn |
Hicri
24 |
12
Yıl |
Hicri
35[37] |
4 |
Hz.
Ali el-Murtezâ |
Hicri
35 |
4
Yıl, 9 ay |
Hicri
40[38] |
Râşid Halifelerin Asr-ı Saâdet'teki Konumu
Hulefâ-i
râşidîn sahâbîler arasında önde gelenlerden ve ilk Müslümanlardandırlar. Ayrıca
Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh) Hz. Peygamber'in yakın dostu ve İslam'ı ilk
kabul edenler arasındaydı, Hz. Ömer'in Müslüman olmasıyla Müslümanlar güçlendi
ve moral kazandı. Hz. Osman da Hz. Ebû Bekir'in vasıtasıyla ilk Müslüman
kadronun arasında yerini almıştı.[39] Hz. Ali
Hz. Peygamber'in amcasının oğlu ve daha sonra damadı idi. Hulefâ-i râşidîn Hz.
Peygamber'in Müslümanlar arasındaki en yakın dava arkadaşları ve daha sonraki
dönemlerde görüldüğü gibi İslam'ın bayrağını dünyanın dört köşesine yaşatmak
için uğraşan şahsiyetler idiler. Râşid halifeler, Hz. Peygamber'in istişare
ettiği kişiler arasında yer almışlardır. Sahâbîlerin de bunlara karşı büyük
saygısı vardı. Ayrıca bunlar Aşere-i Mübeşşere'den yani cennetle müjdelenenlerdendir.[40]
Râşid
halifeler dediğimizde ilk aklımıza gelen isim Hz. Ebû Bekir'dir. O, Hz.
Peygamber'in dostu, kayınpederiydi. Onun Müslüman oluşuyla gizli davet hız
kazandı ve bazı sahâbîler onun vasıtasıyla İslam'a girdiler.[41] Hz. Ebû
Bekir Mekke tacirlerinin ileri gelenlerindendi, hatta Müslüman olduğunda 40000
dirhem servetinin olduğu rivayet edilmektedir.[42]
Hz. Ebû Bekir, Mekke döneminde Kureyşli müşriklerin ağır işkencelerine ma'ruz
kalan Müslüman kölelerle yabancılardan erkek, kadın, zayıf ve güçsüz pek çok
kimseyi efendilerine büyük paralar ödeyerek satın alıp âzat etmiştir.[43] Hz.
Peygamber insanları İslam'a davet için çıktığında Hz. Ebû Bekir de onun
yanından ayrılmamıştır.[44]
İslam
tarihi kaynakları ve hadis külliyatında râşid halifelerin fazileti hakkında diğer
sahâbîlerden pek çok rivayet nakledilmektedir. Hz. Ebû Bekir'in İsra' ve Mi'râc
olayını teredütsüz kabul etmesi, Hz. Peygamber ile hicret sırasında beraber
olması, mallarının tamamını Allah (celle celâlühü) yolunda harcaması, bütün
gazvelere katılması, Hz. Peygamber'in sırdaşı ve yoldaşı olması, Hz.
Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatı sırasında ve hastalandığında
onun yerine namaz kıldırmasını istemesi gibi pek çok örnek onun faziletini
göstermektedir.[45]
Hz.
Ebû Bekir'den sonra sahâbe arasında celal ve azamatıyla ün salan kişi ise Hz.
Ömer'dir. O, İslam'ın ilk zuhur ettiği dönemde Rasûlüllah'ın Müslümanların
güçlenmesi için Allah'a (celle celâlühü) onun Müslüman olması için dua ettiği
iki kişiden biriydi. Hz. Ömer'in Hz. Peygamber ve ümmet nezdindeki konumunu
daha iyi anlamak için şu misalleri verebiliriz: Hz. Ömer'in (radiya’llâhü anh)
İslam'a girmesi Müslümanlar için büyük bir sevinç ve müşrikler için ise büyük
hüsran teşkil etmesi, hicret ederken açık bir şekilde[46]
Medine'den Mekke'ye hicret etmesi; cesaretiyle Müslümanların kalbine taht
kurması, Müşriklerin kalbinde ise korku uyandırması, Hz. Ömer’in İslamiyet’e
girmesinden sonra Müslümanlar'ın ilk defa Ka'be'de toplu olarak namaz kılması,[47] bütün
gazvelere Hz. Ebû Bekir gibi aktif olarak katılması vb. gibi olaylar onun
ümmetin en faziletlilerinden olduğunu göstermektedir.[48]
Hz.
Osman'ın ümmetin ileri gelenlerinden bir olduğuna daha önce değinmiştik. Bu
konuya bir kaç örnek verecek olursak: Hz. Osman'ın[49]
(radiya’llâhü anh) Zü'n-Nûreyn[50] ve halîm
olması, Allah (celle celâlühü) yolunda sahâbîlerin içerisinde malını en çok
harcaması, Müslümanların refahı için Rûme kuyusunu vakf etmesi, Tebük seferi
hazırlanırken ordunun teçhizatı için en çok masrafları karşılaması, vahiy
kâtipliği yapması, Hudeybiye sulhu öncesinde Müslümanların elçisi olarak Mekke
Müşrikleriyle görüşmesi ve onun gecikmesiyle sahâbîlerin Hz. Osman (radiya’llâhü
anh) için Hz. Peygamber'e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) biat etmesi, hayâ
konusunda Hz. Peygamber'in bile ona saygı duyacak kadar hayâlı olması, Hz. Ebû
Bekir ve Hz. Ömer (radiya’llâhü anh) gibi -sadece bir gazve dışında[51]- bütün
gazvelere katılması gibi misaller onun ümmetin en takvalılarından ve en ileri
gelenlerinden biri olduğunu ortaya koymaktadır.[52]
Hz.
Ali hem Hz. Peygamber'in evinde büyümesi hem de Rasûlüllah'ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) çok yakınlarından olması hasebiyle bizler nezdinde çok önemli
bir konum teşkil etmektedir.[53] Hz.
Ali'nin (radiya’llâhü anh) küçük yaşta Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) evinde yetişmesi, çocuklar arasından ilk Müslüman olması, her zaman ve
her an Hz. Peygamber'in yanında olması, Hz. Peygamber'in hicret edeceği gece
Hz. Peygamber'in yatağına yatması,[54]
vahiy kâtipliği yapması, hemen hemen bütün gazvelere katılması, en önemlisi Hz.
Peygamber'in Hz. Ali’yi kardeş olarak seçmesi vb. gibi durumlar onun hem
Rasûlüllah katında hem de ümmetin nezdinde ayrı bir yerinin olduğunu
göstermektedir.
Ayrıca
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in Hz. Peygamber'in nikâhına kızlarını vermesi, Hz.
Osman ve Hz. Ali'nin ise Hz. Peygamber'in kızları ile nikâhlanmaları râşid
halifeler'in Hz. Peygamber'in hem yakın dostları olduklarını hem de bağ
bakımından yakın akrabaları içinde yer aldıklarını açıkça göstermektedir.
Dolayısıyla bu yönü itibariyle de hulefâ-i râşidînin sahâbîler arasındaki
konumları göze çarpmaktadır.[55]
Râşid
Halifelerin Birbirleriyle Olan Akrabalık Bağları
Hz. Ebû
Bekir ve Hz. Ömer
Babaları
yönünden akrabalık bağları şöyledir: Hz. Ebû Bekir’in nesebi: Ebû Bekir
(Abdullah) b. Ebû Kuhâfe (Osman) b. Âmir b. Amr b. Ka’b b. Sa’d b. Teym b.
Mürre b. Ka’b’dır.[56] Hz.
Ömer’in nesebi: Ömer (Künyesi Ebû Hafs) b. el-Hattâb b. Nevfel b. Abdüluzza b.
Riyah b. Abdullah b. Kurt b. Rezah b. Adiy b. Ka’b’dır. Hz. Ebû Bekir ve Hz.
Ömer’in soy kütüğü Ka’b’da birleşmektedir. Başka bir ifade ile Ka’b ikisinin de
dedesidir.[57]
Kendileri
ve yakınları arasındaki akrabalık bağları şöyledir: Halifelik zamanında Hz.
Ömer'in, Hz. Ebû Bekir’in kızı Ümmü Külsûm ile evlenmek istediği ve bazı
sebeplerden dolayı böyle bir evliliğin olmadığı kaynaklarda geçmektedir.[58]
Hz. Ömer’in, Hz. Ebû Bekir’in
oğlu Abdullah’ın vefatından sonra onun hanımı Âtike bint Zeyd’le[59]
evlendiği rivayet edilmektedir.[60]
Hz. Ömer ona evlenme teklif etmiş ve şöyle demişti: “Sen Allah’ın helal
kıldığı bir şeyi kendine haram kılıyorsun, o malı Abdullah’ın ailesine ver ve
benimle evlen.” âtike’nin aklı bu teklife yattı ve denileni yaparak Hz.
Ömer ile evlendi.[61]
Hz. Ebû
Bekir ve Hz. Osman
Babaları
yönünden akrabalık bağları şöyledir: Hz. Ebû Bekir’in nesebi: Ebû Bekir
(Abdullah) b. Ebû Kuhâfe (Osman) b. Âmir b. Amr b. Ka’b b. Sa’d b. Teym b.
Mürre’dir. Hz. Osman’ın nesebi: Osman b. Affân b. Ebü’l-Âs b. Ümeyye b.
Abdüşşems b. Abdümenâf b. Kusay b. Kilâb b. Mürre’dir. Hz. Ebû Bekir ve Hz.
Osman’ın soy kütüğü Mürre’de birleşmektedir. Başka bir ifade ile Mürre ikisinin
dedesidir.[62]
Kendileri ve yakınları
arasındaki akrabalık bağları şöyledir: Bu iki halifenin babaları yönünden
akrabalıkları yanında her ikisinin de Hz. Peygamber ile akraba olmaları
sebebiyle de yakınlıkları vardır. Bilindiği üzere Hz. Osman, Hz. Peygamber’in
damadı ve Hz. Ebû Bekir de Hz. Peygamber’in kayınpederidir. Dolayısıyla Hz.
Peygamber’den dolayı ikisi birbiriyle akraba sayılırlar.[63]
Hz. Ebû
Bekir ve Hz. Ali
Babaları
yönünden akrabalık bağları şöyledir: Hz. Ebû Bekir’in nesebi: Ebû Bekir
(Abdullah) b. Ebû Kuhâfe (Osman) b. Âmir b. Amr b. Ka’b b. Sa’d b. Teym b.
Mürre’dir. Hz. Ali’nin nesebi: Ali b. Ebû Tâlib b. Abdülmuttalib b. Hâşim b.
Abdümenâf b. Kusay b. Kilâb b. Mürre’dir. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali’nin soy
kütüğü Mürre’de birleşmektedir. Başka bir ifade ile Mürre ikisinin dedesidir.[64]
Kendileri
ve yakınları arasındaki akrabalık bağları şöyledir: Hz. Ebû Bekir öldükten
sonra, Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), onun hanımı Esma[65] ile
evlendi. Esma, Hz. Ebû Bekir ile evlenmeden önce Hz. Ali’nin kardeşi Ca’fer b.
Ebû Talib’le evliydi.[66] Hz.
Ca’fer vefat ettikten sonra onunla Hz. Ebû Bekir evlendi. Onun Muhammed isimli
oğlunun annesi Esma’dır.[67]
Hz. Ebû Bekir’in ölümünden
sonra Hz. Ali, Esma ile evlendi. Hz. Ali'nin Yahya ve Avn isimli oğulları bu
hanımdan dünyaya gelmiştir.[68]
Hz.
Ömer ve Hz. Osman
Babaları
yönünden akrabalık bağları şöyledir: Hz. Ömer’in nesebi: Ömer (künyesi Ebû
Hafs) b. el-Hattâb b. Nevfel b. Abdüluzza b. Riyah b. Abdullah b. Kurt b. Rezah
b. Adiy b. Ka’b’dır. Hz. Osman’ın nesebi: Osman b. Affân b. Ebü’l-Âs b. Ümeyye
b. Abdüşşems b. Abdümenâf b. Kusay b. Kilâb b. Mürre b. Ka’b’dır. Hz. Ömer ve
Hz. Osman’ın soy kütüğü Ka’b’da birleşmektedir. Başka bir ifade ile Ka’b
ikisinin dedesidir.[69]
Kendileri
ve yakınları arasındaki akrabalık bağları şöyledir: Hz. Osman’ın, Hz. Ömer’in
ölümünden sonra dul kalan eşi Fatıma bint Velid[70]
ile evlendiği ve bu hanımdan Velid ve Sa’d isminde iki oğlu[71],
Ümmü Said isminde bir kızı[72] olduğu
rivayet edilmektedir.[73]
Hafsa
bint Abdullah b. Ömer’in, Hz. Osman’ın oğlu Amr ile evlendiği ve bu evlilikten
büyük Abdullah isminde bir oğlu olduğu anlaşılmaktadır.[74]
Hz. Ömer ve Hz. Ali
Babaları
yönünden akrabalık bağları şöyledir: Hz. Ömer’in nesebi: Ömer (Künyesi Ebû Hafs)
b. el-Hattâb b. Nevfel b. Abdüluzza b. Riyah b. Abdullah b. Kurt b. Rezah b.
Adiy b. Ka’b’dır. Hz. Ali’nin nesebi: Ali b. Ebû Tâlib b. Abdülmuttalib b.
Hâşim b. Abdümenâf b. Kusay b. Kilâb b. Mürre b. Ka’b’dır. Hz. Ömer ve Hz.
Ali’nin soy kütüğü Ka’b’da birleşmektedir. Başka bir ifade ile Ka’b ikisinin de
dedesidir.74 [75]
Kendileri ve yakınları
arasındaki akrabalık bağları şöyledir: Hz. Ömer halifelik zamanında Hz.
Fatıma’nın Hz. Ali’den olan kızı Ümmü Külsûm ile evlendiği rivayet
edilmektedir.[76]
Bu konuyla ilgili çalışmamızın ikinci bölümünde yer alan Hz. Ömer ve Hz. Ali
ilişkileri doğrultusunda genişçe yer vereceğimiz için burada bu kadarıyla
yetiniyoruz.
Hz.
Osman ve Hz. Ali
Babaları
yönünden akrabalık bağları şöyledir: Hz. Osman’ın nesebi: Osman b. Affan b.
Ebü’l-Âs b. Ümeyye b. Abdüşşems b. Abdümenâf’tır. Hz. Ali’nin nesebi: Ali b.
Ebû Tâlib b. Abdülmuttalib b. Hâşim b. Abdümenâf’tır. Hz. Osman ve Hz. Ali’nin
soy kütüğü Abdümenâf’ta birleşmektedir. Başka bir ifade ile Abdümanâf ikisinin
de dedesidir.[77]
Kendileri
ve yakınları arasındaki akrabalık bağları şöyledir: Hz. Osman Hz. Peygamber’in
iki kızıyla evlenmiş ve Hz. Ali de Hz. Peygamber’in bir kızıyla evlenmişti.
Durum böyle olunca bacanak olarak Hz. Peygamber vasıtasıyla birbirlerine akraba
sayılmaktadırlar. Bacanak olan bu iki halifenin çocukları arasında da akrabalık
bağları bulunmaktadır. Gelen rivayetlere göre, Mus’ab b. Zübeyr’le evli olan
Sükeyne[78], onun
vefatından sonra Abdulah b. Osman’la evlenmişti. Abdullah vefat edince[79] Sükeyne,
Zeyd b. Amr b. Osman b. Affan’la evlendi.
Fatıma
bint Hüseyn b. Ali’nin Hasan b. Hasan b. Ali ile evlendiği, Hasan’ın ölümünden
sonra Fatıma’nın, Hz. Osman’ın torunu Abdullah b. Amr b. Osman’la evlendiği
rivayet edilmektedir.[80] [81]
Fatıma’nın bu evlilikten küçük Muhammed, Kâsım ve Rukayye isminde çocukları
olmuştur.
HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE HULEFÂ-İ RÂŞİDÎN'İN
BİRBİRLERİYLE İLİŞKİLERİ
Çalışmamızın
giriş kısmında, hulefâ-i râşidînin birbirleriyle olan akrabalıklarını tespit
etmeye çalışmıştık. Bu bölümde râşid halifelerin Hz. Peygamber dönemindeki
birbiriyle olan ilişkilerini tespit etmek için o dönemdeki olayları incelememiz
gerekmektedir. Dolayısıyla tespit ettiğimiz rivayetleri küçük başlıklar halinde
vererek bazen maddeler halinde ve bazen de kısa bir paragrafla değerlendirerek
sırasıyla, aralarındaki münasebeti incelemeye çalışacağız:
Hz. Ebû
Bekir ve Hz. Ömer İlişkileri
Muâhât
Meselesi
Muâhât,
arapça uhuvvet kökünden türemiştir. Muâhât sözlükte "biriyle
kardeş olmak, birini kardeş edinmek" anlamına gelir.[82] İslam
dininin hem birey hem de toplum açısından en büyük özelliği renk, dil, ırk ve
kabile farkı gözetmeksizin iman eden herkesi kardeş kabul etmesidir. Kur'an-ı
Kerim, inananların kardeş olduğunu,[83]
üstünlüğün takvada olduğunu[84] sıklıkla
vurgulamıştır. Rasûlüllah da kardeşliğin önemine dikkat çekerek, kabile
asabiyetinin zirvede olduğu Mekke ve Medine toplumundaki kast sistemini tamamen
karşılıksız ve Allah'ın rızasını gözeten bir kardeşlik ve dayanışma anlayışı
ile yıkabilmiştir.[85]
Rasûlüllah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) hicretin
ardından Medine'de toplumun iç dinamiklerini harekete getiren bir dizi faaliyet
gerçekleştirmiştir. Bunların içinde selâmın yayılması, açların doyurulması,
yakınların ziyaret edilip gözetilmesi ve mescid yapılması gibi sosyal içerikli
emir ve tavsiyelerin ön plana çıkarıldığı görülmektedir. Bazı Mekkeli
sahâbîlerin önce kendi aralarında, daha sonra ensârdan bazı kimselerle kardeş
ilân edilmesi bu doğrultudaki icraatın en önemlilerinden biridir. İlk
kardeşliğin hicretten önce veya sonra tesis edildiğine dair farklı rivayetler
vardır. Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'in, Hz. Osman ile Abdurrahman b. Avfın,
kardeş kılındıkları bilinmekle beraber bunun ne zaman gerçekleştiği belli
değildir. Hz. Ali kendi durumunu sorduğu zaman Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) ona, "Sen benim
dünyada ve âhirette kardeşimsin" cevabını vermiştir.[86]
İbrahim
Sarıçam'ın tespitine göre "Muâhât/Kardeşlik Müessesesi" Asr-ı
Saadet'te iki defa vuku bulmuştur. Bunların birincisi hicretten önce yani
Mekke'de diğeri de hicretten sonra yani Medine'dedir.[87]
Ancak Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi için Muâhât maddesini yazan
Hüseyn Algül, bu konuda (Muâhât/KardeşlikMüessesesi'nin) hicretten önce
mi yoksa sonra mı vukuu konusunda farklı rivayetlerin olduğunu söylemektedir.
Bizim konumuzun dışında bir husus oluğundan ve bu konunun uzayıp gitmesinden
dolayı gerekli tartışmaya girmeyeceğiz. Ancak konumuz açısından önemli olan bir
husus vardır ki o da Hz. Ebû Bekir'in Hz. Ömer ile kardeş ilan edilmesidir. Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) büyük ihtimalle Mekke'de ikisi
arasında kardeşlik bağı kurmuştur. Mekke döneminde Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) Hz. Ebû Bekir'le Hz. Ömer arasında kardeşlik bağı kurmuştu.[88] Ancak
daha sonra Medine'de ise evinde misafir olduğu Hârice b. Zeyd ile arasında
kardeşlik bağı kuruldu.[89]
Sonuç
olarak baktığımızda Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer arasında Hz. Peygamber döneminde
kardeşlik bağı kurulduğu görülmektedir.
Hz. Ebû Bekir İle Hz. Ömer Arasındaki
Samimiyet
Hz.
Peygamber döneminde Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'in samimi ilişkilerde olduğu
görülmektedir. Bir gün, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer, el ele tutuşmuş
geliyorlardı. Bu samimi manzarayı seyreden Hz. Peygamber, yanındaki sahâbîlere,
"Nebiler ve Rasûllerden başka, bütün önceki ve sonrakilerden cennetlik
olanların kemâl çağına erenlerinden iki büyüğüne bakmak isteyen, şu gelenlere
baksın!" buyurdu, sonra da onları birbirine kardeş ilan etti.[90]
Rivayetlere
bakıldığında Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer, Hz. Peygamber'in yanına samimiyet dolu
bir şekilde geldiğinde, sahâbîler de bu samimiyeti görünce imrenmişlerdir. Bu
iki büyük sahâbînin el ele tutuşup yürümeleri samimiyet ve güven anlamında
algılanmakta olup birlik ve beraberlik mesajını vermektedir.
Hz. Ömer’in Hz. Ebû Bekir’e Olan Saygısı
Taberî’den
(v. 310/992) gelen şu rivayet Hz. Ömer’in Hz. Ebû Bekir’e olan saygı ve
sadâkatini açıkça ortaya koymaktadır: “Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) , Aişe’nin evinde hastalığı esnasında, ‘Ebû Bekir insanlara namazı
kıldırsın ’ buyurdu. Bunun üzerine Aişe, ‘Ey Allah ’ın Rasûlü! Ebû Bekir
yufka yürekli bir adamdır’ dedi. Ardından bunun için Ömer’e adam
gönderdiler. Fakat Ömer (radiya’llâhü anh), ‘Ebû Bekir hayatta olduğu
müddetçe, ben öne geçmem’ cevabını verdi.”[91]
Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) , hastalığının başlangıcında namaz kıldırmak için camiye
çıkmaya devam etmiş, daha sonra artık takatten kesilince, kendi yerine geçmesi
için Hz. Ebû Bekir'i görevlendirmişti.[92]
Namazı kıldırmak için, Hz. Ebû Bekir'i bulamadıkları bir zamanda Hz. Ömer'e
söylemişlerdi. Ancak yukarıda geçen rivayetten anlaşıldığı kadarıyla Hz. Ömer,
Ebû Bekir'e olan saygısından dolayı öne geçmeyi reddetmiştir.
Hz.
Ömer’in Hz. Ebû Bekir’e Olan Güveni
Hudeybiyye
anlaşması sırasında Hz. Ömer'in Hz. Ebû Bekir'in yanına giderek sorduğu sorular
ve aklındaki tereddütleri onunla paylaşması burada önem arzetmektedir. Hz. Ömer
(radiya’llâhü anh) Hz. Ebû Bekir'in (radiya’llâhü anh) yanına vardı, "Ey
Ebû Bekir!" dedi. "Bu zât Allah'ın hak Peygamberi değil
midir?" Hz. Ebû Bekir, ""Evet, o, Allah'ın hak
Peygamberidir!" dedi. ""Peki, biz Müslümanlar hak üzere,
düşmanlarımız olan Müşrikler de bâtıl üzere değiller mi?""
""Evet bizler hak üzereyiz, düşmanlarımız ise bâtıl
üzeredirler!" dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (radiya’llâhü anh), "O
halde, dinimizi küçük düşürmeye niçin meydan veriyoruz?" dedi. Sadâkat
timsâli Hz. Ebû Bekir, "Ey Ömer!" dedi. "O, Allah'ın
Rasûlü'dür. Bu muahedeyi yapmakla Rabbine âsi olmuş değildir! Allah, onun
yardımcısıdır! Sen, onun emrine itaat et!" Hz. Ömer (radiya’llâhü anh),
tekrar "O, bize Medine'de , 'Beyt-i Şerife varacağız, tavaf edeceğiz'
demedi mi?" diye sordu. Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh), "Evet"
dedi; arkasından da sordu: "Ama sana, 'Beytullah'a bu yıl gidecek ve
tavaf edeceksin' diye mi haber verdi?" Hz. Ömer (radiya’llâhü anh) "Hayır"
dedi. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, "Sen, muhakkak yakın bir zamanda
Beytullah'a gidecek ve onu tavaf edeceksin!" dedi.[93]
Hz. Ömer, Hudeybiye sulhunda
Müslümanlara haksızlık edildildiğinden dolayı, kızgınlık duyuyordu. Aklındaki
soruları gidermek için ilk önce Hz. Ebû Bekir’in yanına gelip onunla konuştu ve
sorularını ona yönelletti. Bundan anlaşılıyor ki, Hz. Ömer (r.a) Hz. Ebû
Bekir’e güveniyor ve onun söylediklerine güveniyor, aynı zamanda Hz. Ebû
Bekir’in verdiği cevaplar onu tatmin ediyordu.[94]
Hz. Ebû
Bekir ve Hz. Ömer'in Hayırda ve Sadakada Yarışmaları
Hz.
Ömer (radiya’llâhü anh) ile Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh) arasında hayırda
yarış söz konusuydu. Bunun bir örneğini Tebük Seferi[95]
hazırlanırken görmekteyiz. Allah Rasûlü, zengin sahâbîleri Tebük Seferi'ne
binek ve yiyecek temin etmeleri için teşvik etti. Hz. Osman, Abbâs b.
Abdülmuttalib, Abdurrahman b. Avf gibi Müslümanlar büyük miktarlarda bağışta
bulundular. Hz. Ebû Bekir, tamamı 4000 dirhemden ibaret olan parasının hepsini,
Hz. Ömer ise malının yarısını bağışladı. En büyük bağışı Hz. Osman yaptı. O,
ordunun üçte birini donattı.[96]
Hz.
Ömer b. Hattâb'dan rivayete göre, şöyle demiştir: Resûlüllah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) , malî yönden yardım etmemizi emretmişti. Bu emir varlıklı
olduğum bir zamana denk gelmişti. 'Ben de Ebû Bekir'i bir gün geçebilirsem
işte bugün geçerim dedim, malımın yarısını getirip Rasûlüllah'a teslim
ettim. Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) : "Çoluk çocuğuna ne
bıraktın?" dedi. Ben de: "Getirdiğim kadarını" dedim.
Sonra Ebû Bekir elindekinin hepsini getirdi. Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) : "Ailene ne bıraktın?" buyurdu. Ebû Bekir de : "Allah
ve Rasûlü'nü bıraktım" diye cevap verdi. Bunun üzerine ben: "Hiçbir
iyilikte Ebû Bekir'i geçemem" dedim.[97]
Sadaka
konusunda Hz. Ömer’in (radiya’llâhü anh) Hz. Ebû Bekir'i hiçbir zaman geçemediğini
kendisinin naklettiği hadislerden tespit etmek mümkündür. Hz. Ömer'in "Ebû
Bekir'i bir gün geçebilirsem işte bugün geçerim" demesi Hz. Ömer’in
“hayır yapma” konusunda sürekli Hz. Ebû Bekir’i geçmek istediğine lâkin Hz. Ebû
Bekir’in her zaman önde olduğuna kanıt olarak gösterilebilir. Tabiri caizse Hz.
Ömer’in bu hususta Hz. Ebû Bekir'e hayran kaldığını söylemek abartılı
olmayacaktır.
ikisinin sadaka konusunda da
aynı şekilde yarıştıklarını görmekteyiz: Hasan-ı Basrî'den nakledildiğine göre
Ebû Bekir es-Sıddîk (radiya’llâhü anh) bir gün sadakasını gizli olarak
Peygamber Efendimize (salla’llâhü aleyhi ve sellem) getirip takdim etti ve:
"Yâ Rasûlüllah, bu benim sadakam, ileride yine vereceğim, bu hususta
Allah'a sözüm var" dedi. Daha sonra Hz. Ömer (radiya’llâhü anh)
sadakasını âşikâre olarak getirdi ve: "Yâ Rasûlüllah, bu benim sadakam,
karşılığını Allah'tan beklerim" dedi. Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) : "Ey Ömer! Ebû Bekir'i geçmek istedin, ama olmadı.
Sadakalarınız arasındaki fark da sözleriniz arasındaki fark gibi" buyurdu.[98]
Hz. Ebû
Bekir İle Hz. Ömer Arasındaki Sevgi
İbn
Ömer, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer (radiya’llâhü anh) arasında geçen bir
çekişmeyi şöyle anlatmaktadır: Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’in kalbini kırdı. Daha
sonra: “kardeşim beni affet” deyince Hz. Ömer kızdı. Hz. Ebû Bekir kaç
defa özür dilediyse de Hz. Ömer’in kızgınlığı geçmedi. Bu hâdise Rasûlüllah’a (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) anlatılınca, bir grup cemaatle babamın yanına geldiler.
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) : “Kardeşin özür dilemiş, fakat
sen affetmemişsin öyle mi?” diye sordu. Babam da: “Seni Hak din ile
Peygamber olarak gönderen Allah ’a yemin ederim ki, benden ne zaman af
dilediyse mutlaka onu affettim. Yaratıklar içinde senden sonra benim en çok
sevdiğim odur”” dedi. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh): “Ben de seni Hak din
ile gönderen Allah ’a yemin ederim ki, yaratıkların içinde senden sonra benim
de en çok sevdiğim Ömer’dir” diye mukabelede bulundu.[99]
Hz.
Ömer’in (radiya’llâhü anh) “Seni Hak din ile Peygamber olarak gönderen Allah
’a yemin ederim ki, benden ne zaman af dilediyse mutlaka onu affettim”
cevabına baktığımızda onun Hz. Ebû Bekir’i ne kadar sevdiğini görmekteyiz. Yine
Hz. Peygamber'in sorusu üzerine söylediği “Yaratıklar içinde senden sonra
benim en çok sevdiğim O dur”” diye cevap vermesi de Hz. Ömer’in Hz. Ebû
Bekir’i ne kadar çok sevdiğini açıkça ortaya koymaktadır. Aynı şekilde Hz. Ebû
Bekir'in (radiya’llâhü anh) de sözlerine dikkat ettiğimizde aynı sevgi ve
samimiyeti görmek mümkündür.
Hz.
Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in (radiya’llâhü anh) Hz. Peygamber döneminde olan
ilişkilerine baktığımızda birbirleriyle iyi ilişkiler içerisinde olduğu
görülmüştür. Yukarıdaki rivayet bize, bunu çok açık bir şekilde göstermiştir.
Affetmek erdemdir. Hz Ömer (radiya’llâhü anh) bunu en güzel şekilde ortaya
koymuştur. Yukarıdaki rivayeti bu açıdan değerlendirdiğimiz zaman, onların
arasında bir anlaşmazlık söz konusu olmuş olsa dahi, Hz. Peygamber’den sonra
birbirlerini en çok sevenler yine onlar olmuştur.
Hz.
Ömer'in Kızını Hz. Ebû Bekir’e Nikâhlama İsteği
Hz.
Ömer'den (radiya’llâhü anh) şöyle bir rivayet nakledilmektedir: “Kızım Hafsa,
Sehm kabilesinden Huneys b. Huzâfe’den dul kalmıştı. Huneys b. Huzâfe Bedir
Gazvesi'ne katılan ashabdandı ve Medine’de vefat etmişti. Ebû Bekir ile
karşılaştığımda: “Arzu edersen, Hafsa’yı sana nikahlayayım’” dedim. Ebû
Bekir o an bana bir cevap vermedi. Birkaç gün sonra, Rasûlüllah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) , Hafsa’ya talip oldu. Hafsa’yı Rasûlüllah’a (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) nikâhladım. Bu hâdiseden sonra Ebû Bekir ile karşılaştım.
Bana: “Hafsa ile evlenmemi teklif ettiğinde sana herhangi bir cevap
vermemiştim. Herhalde bana gücendin?” dedi. Ben: “Evet” diye cevap
verince, o: “Aslında ben sana o zaman cevap verecektim. Ancak Rasûlüllah’ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) ondan bahsettiğini işitmiştim. Şayet vazgeçseydi, ben
Hafsa’yı kendime nikâhlayacaktım”” dedi.[100]
Konumuz
açısından yukarıdaki hâdiseyi incelediğimizde, Hz. Ömer kendi kızını Hz. Ebû
Bekir’e nikâhlamak istemiştir. Eğer Hz. Ebû Bekir’i sevmeseydi, ona saygı
göstermeseydi veya ona karşı herhangi bir kırgınlık ve dargınlığı olsaydı
herhalde ona “Arzu edersen, Hafsa’yı sana nikâhlayayım”” demezdi. Şu
halde yukarıda naklettiğimiz rivayetten anlaşıldığı üzere Hz. Ömer, Hz. Ebû
Bekir’i çok seviyordu.
Kırtas Olayı
Bu
konu Hz. Ebû Bekir-Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir-Hz. Ali ve Hz. Ömer-Hz. Ali
(kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) arasındaki münasebeti iyi anlamaya
yardımcı olacaktır.
Kırtas
Olayı öncelikle Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesi ile yakından ilgilidir. Bu
konu ile ilgili çok farklı rivayetler göze çarpmaktadır. Ancak rivayetler hep
aynı olaydan bahsetmez. Bazı olaylarda aynı konular karşımıza çıksa da diğer
bazı olaylarda farklı konular karşımıza çıkacaktır.
Kırtas
Olayı nedir, ne zaman vuku buldu ve hangi rivayetler yer almaktadır? sorusuyla
bu konuya başlamak daha isabetli olur:
Kırtas
Olayı, Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hasta yatağındayken
kâğıt kalem istemesi ve kendisinden sonra Müslümanların sapmayacağı bazı
vasiyetlerde bulunma meselesidir. Kırtas olayının vuku bulduğu konusunda bir
çok farklı rivayet bulunmaktadır.: Rasûlüllah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
vefatından beş gün önce (Perşembe) günüydü.[101]
[102] [103]
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu olaydan beş gün sonra, yani Hicret’in
11’inci yılı, 13 Rebiülevvel Pazartesi günü, 8 Haziran 632 yılında vefat etti.
İbn Abbâs’a göre, Hicretin 11’inci yılı, Rebiülevvel ayı başında Rasûlüllah’ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) vefatından 5 gün önce, yani Perşembe günüydü.
Rasûlüllah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Bana kalem kâğıt getiriniz;
size benden sonra hiçbir zaman yolunuzu şaşırtmayacak bir yazı yazayım.” O
sırada yanında sahabiler vardı ve onu duydular. Hz. Ömer de oradaydı ve kâğıt
kalem isteğini şöyle yorumladı: “Rasûlüllah’ın (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) hastalığı ağırlaştı. Yanımızda Allah’ın (celle celâlühü) Kitabı var. O
bize yeter.”12
Hz.
Ömer’in kalem kâğıt getirilmesine karşı çıkmasını, oradakilerden bir kısmı
desteklemiş ve bu görüşü yerinde bulmuştu. Sahabilerden bir kısmı ise
desteklememiş ve ona karşı çıkmıştır. Onlara göre kalem kâğıt getirilmeli ve
Rasûlüllah’ın tavsiyesi alınmalıydı. İki taraf arasında tartışma uzayıp sesler
yükselince, Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bundan rahatsız oldu ve
şöyle emretti: “Yanımdan kalkınız, yanımda tartışma olmaz ve beni kendi
halime bırakınız.”1 Böylece tartışma sona erdi. Kalem ve kâğıt
getirilmedi.
İbn
Abbâs’tan gelen rivayet şöyledir: Hicretin 11’inci yılı, Rebiülevvel ayı
başında Rasûlüllah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatından 5 gün önce,
yani Perşembe günü Rasûlüllah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hastalığı
şiddetlendi (ağrısından dolayı gözlerinden yaşlar akıyordu) ve şöyle buyurdu:
"Bana bir divitle bir beyaz/sahife getirin. Size benden sonra asla sizi
saptırmayacak bir yazı yazayım." Bunun üzerine sahâbîler Rasûlüllah’ın
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) nezdinde tartışma uygun olmadığı halde
tartıştılar ve şöyle dediler: "Mutlaka Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) hastalığından dolayı sayıklıyor." Bunu ona (yanında)
tekrarlamaya başladılar. Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) da "Beni
yalnız bırakınız, üzerinde olduğum şey, beni kendine çağırdığınızdan daha
hayırlıdır." buyurdu ve üç şey vasiyet etti: Müşriklerin
Cezîretü’l-Arap’tan çıkarılması, (Medine’ye) gelen heyetlerin kendisinin
ağırladığı
gibi ağırlanması. (Olayın ravisi) sonra şöyle dedi: İbn Abbâs, üçüncüsünden
(son tavsiyeyi yapmaktan) kasten sustu veya onu unuttum.”[104]
[105]
Hz.
Aişe’den gelen rivayet ise şöyledir: “Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
hastalığında bana şöyle dedi: Baban Ebû Bekir’i ve kardeşini (Abdurrahman’ı)
bir yazı yazmam için bana çağır. Çünkü gerçekten ben, bir temenni edicinin
şöyle temenni etmesinden, şöyle demesinden korkuyorum: "Ben bu işe
(hilâfete) daha layığım." Sonra o şöyle bir değerlendirme yaptı ve bir
yazı yazmaktan vazgeçti: "Allah (celle celâlühü) ve müminler ancak Ebû
Bekir’e razı olur.”0
Bu
rivayetlerden dikkatimizi çeken hususları kısaca özetlemek gerekirse:
Birinci
rivayeti incelediğimizde Hz. Ömer'in kalem ve kâğıtın getirilmesine karşı
çıkmasının sebebi Hz. Peygamber'in son derece hasta olduğu için yorulmamasını
düşünerek bunu engellemiş olmasıdır.
İbn Abbâs’tan
gelen rivayette ise olayın değişik bir şekilde cereyan ettiği nakledilmektedir.
İbn Abbâs'a göre, Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) iki vasiyetini
açıklamış, 3. maddeyi açıklamamıştır ya da râvinin unutmuş olması da
muhtemeldir.
Hz. Aişe’den
gelen rivayet ise doğrudan hilâfetle alâkalı olup bu rivayete göre Hz.
Peygamber kendisinden sonra devlet başkanlığına Ebû Bekir'in gelmesini vasiyet
etmeyi düşünmüş, sonra zaten Ebû Bekir'den başkasına rıza gösterilmeyeceğini
belirterek bu düşüncesinden vazgeçmiştir.
Bu
hususlar ışığında Kırtas Olayını değerlendirmeye tabi tutarsak şunları
söyleyebiliriz:
Kırtas
Olayı sonrası ne Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ne de sahabiler, Hz.
Ömer’i halife tayinini engellemekle suçlamıştı. Çünkü bu olaydan sonra Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) 5 gün daha yaşadı ve kaynaklarda bu
konuyla ilgili herhangi bir açıklamaya rastlamamaktayız. Aynı zamanda sahabiler
de bu konuda her hangi bir şey dememişlerdir.
Kırtas
Olayındaki başka bir husus da kâğıt kalem getirilmemesidir. Zaten İbn
Abbâss’tan gelen rivayete göre Hz. Peygamber vasiyetini sözlü olarak yapmış,
kâğıt kaleme gerek kalmamıştı.
Kırtas
Olayı o günlerde yaşanan küçük bir ayrıntıydı ancak vukuundan çok sonra,
Şîiliğin siyâsî malzeme olarak işlediği ve üstünde yorumlar ürettiği bir olaya
dönüştü. Eğer bu olayın Hz. Ali’nin halife olmasıyla bir ilgisi olsaydı,
herkesten önce adalet ve fazilet sahibi olan sahâbîler bu olaya el atarlardı.
Hz. Ali de kendi hakkını arar ve sessiz kalmazdı.
Bu
konuyla ilgili Ğazzâlî’nin (v. 505/1111) İhyâ’sında dikkat çekici şu
yorumlar yer almaktadır: Ğazzâlî, Peygamberimizden sonra hak imam'ın (halife)
Ebû Bekir, sonra Ömer, sonra Osman ve sonra Ali (radiya’llâhü anh) olduğunu
belirttikten sonra, Rasûlüllah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) açıkça kimse
hakkında “Şu halife olsun” demediğini, şayet böyle deseydi, bu kimsenin,
tayin ettiği vâliler ve ordu komutanları gibi ve hatta daha açık bir şekilde
bilinmesi gerektiğini ifade etmekte ve şöyle demektedir: "Gerçekten açıkça
bir tayin olsaydı; vâliler ve komutanları tayin ettiğini bildiğimiz gibi, tayin
edilen halifeyi de bilirdik. Halife, vâli ve ordu komutanlarından daha
önemliyse, onun atanması nasıl gizli kalabilir? Öyleyse Rasûlüllah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) hayatında kimseyi halife tayin etmemiştir. Hz. Ebû Bekir’in
hilâfetine gelince, bu, kendisini halkın istemesi ve biatiyle gerçekleşti. Bu
durumda “Peygamber Efendimizin imameti Hz. Ali’ye açıkça verdiğini iddia etmek
bütün sahâbeyi Peygamber’e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) muhalefet ile
töhmet/iftira altına almak ve icmâı yıkmaktır. Buna Râfızîlerden başka kimse
cesaret edemez. Hâlbuki Ehl-i Sünnet’in itikadı bütün sahâbeyi tezkiye ve
onları övmektir. Nitekim Allahü Teâlâ ve Rasûlü onları övmüştür.”[106]
Sonuç
olarak kısaca söylemek gerekirse, Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ,
bu olaydan sonra bir kaç gün daha yaşamıştır. Eğer Din'in vâciplerinden ve
Şeriatın aslî hükümlerinden biri olsaydı, ne Hz. Ömer'in ne de başka birinin
sözü onu engellerdi. Konuya bu noktadan bakınca daha sağlıklı ve dengleli
düşünür ve ayrıca Hz. Ebû Bekir-Hz. Ali, Hz. Ömer-Hz. Ali ilişkileri açısından
daha sağlıklı ve mantıklı düşünmüş ve değerlendirmiş olacağız.
Hz. Ebû
Bekir ve Hz. Osman İlişkileri
Hz.
Osman'ın Müslüman Oluşu
Hz.
Ebû Bekir'in vasıtasıyla Müslüman olan Hz. Osman'ın (radiya’llâhü anh)
rivayetlerini ele alarak değerlendireceğiz. Bu konuda Hz. Osman'ın Hz. Ebû
Bekir'in (radiya’llâhü anh) vesilesiyle Müslüman olması ile ilgili olarak her
şeyden önce ilk siyer kaynaklarındaki rivayetlere ve daha sonra da çağdaş siyer
ve tarih kaynaklarındaki rivayet ve yorumlara yer vermeyi hedefledik:
İslam
Tarihi klasik kaynaklarında Hz. Ebû Bekir'den sonra Müslüman olanlar veya Hz.
Ebû Bekir'in vasıtasıyla Müslüman olanların ismi genel mahiyette yer almakta;
birbirine benzeyen veya biraz farklı rivayetlerle anlatılmaktadır. Bunların başında
da Hz. Osman ve diğer güzîde sahâbîler gelmektedir.[107]
İbn İshak'ın (v. 151/768) es-Sîresi'nde
şöyle bir rivayet mevcuttur: "... Zübeyr b.Avvâm, Osman b. Affân, Talha b.
Ubeydullah, Sa'd b. Ebû Vakkâs ve Abdurrahman b. Avf, onun vasıtasıyla Müslüman
oldular..."[108]
İslâmiyet'in
yayılmasında Hz. Ebû Bekir'in Kureyş'in ileri gelenlerinden biri olmasının
büyük etkisi vardır. Hz. Peygamber'in Mekkeliler'i İslâmiyet'e gizlice davet
ettiği sıralarda Kureyş'in ileri gelenlerinden birçok kimse onun vasıtasıyla
Müslüman olmuştur. Bunlar arasında, başta aşere-i mübeşşere'den Hz. Osman,
Talha b. Ubeydullah, Sa'd b. Ebû Vakkâs, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf ve
Ebû Ubeyde b. Cerrâh olmak üzere Osman b. Maz'ûn, Abdullah b. Mes'ûd, Ebû
Seleme el-Mahzûmî, Hâlid b. Saîd b. Âs, Ubeyde b. Hâris, Habbâb b. Eret, Erkam
b. Ebü'l-Erkam, Bilâl-i Habeşî, Suheyb-i Rûmî gibi önemli kişiler
bulunmaktadır.[109] Hz.
Osman, İslâmî davetin ilk safhasında Hz. Ebû Bekir'in yönlendirmesiyle
Rasûlüllah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yanına giderek Müslüman oldu ve
ilk on Müslüman arasında yer aldı.[110]
Marting
Lings (Ebû Bekir Sirâcüddin), Hz. Muhammed'in Hayatı adlı eserinde bu
konu hakkında açıklayıcı bir yaklaşım sergilemektedir: "Din artık
abdest ve namaz esasları üzerine kurulmuştu. Hatice'den sonra bu esasları ilk
uygulayanlar Ali, Zeyd ve Peygamber'in yakın dostu Teym'li Ebû Bekir idi. Ali
daha on yaşındaydı. Zeyd'in henüz Mekke'de hiç bir etkisi yoktu. Fakat Ebû
Bekir sevilen ve saygı duyulan bir kimseydi; çünkü bilgili, anlayışlı ve yumuşak
huylu bir adamdı. Çoğu kimse şu veya bu konuda danışmak için ona gelirdi. Artık
Ebû Bekir, güvenebileceği kimseleri Peygamber'e uymaları için yeni dine davet
etmeye başlamıştı. Uyanların çoğu yeni dine onun aracılığıyla girmişlerdi.
Çağrıya ilk karşılık verenlerden biri Zühre kabilesinden Avfın oğlu Abdü'l-Amr
-Peygamber'in annesinin uzaktan akrabası- diğeri ise Beni'l-Hâris kabilesinden
el-Cerrâh'ın oğlu Ebû Ubeyde idi... Bu sırada Suriye'den memleketine dönmekte
olan Abdu Şems'li bir tüccar da, çölde bir gece şöyle bir sesle uyandı:
"Ey uyuyanlar, uyanın, çünkü Mekke'ye Ahmed geldi!" Bu tüccar, Ümeyye
kabilesinden Affân'ın oğlu Osman'dı; aynı zamanda annesi tarafından,
Abdu'l-Muttalib'in kızlarından birinin, Peygamber'in halası Ümmü Hakim
el-Beyza'nın da torunu oluyordu. Her ne kadar "gelmek"ten ne
kastedildiğini bilmese ve çok yüceltilmiş anlamındaki Ahmed'in, 'yüceltilmiş'
anlamındaki Muhammed'in yerine kullanıldığını fark etmese de, bu sözler onun
ruhuna işledi. Fakat Mekke'ye varmadan, Teym'li bir adamla, Ebû Bekir'in
kuzenlerinden Talha ile karşılaştı. Talha, Kutsal Ev'in halkı arasından
Ahmed'in meydana çıkıp çıkmadığını soran bir rahibin bulunduğu Busra'dan henüz
dönüyordu. "Ahmedde kim?" diye sordu Talha. Rahip
"Abdu'l-Muttalib'in oğlu Abdullah'ın oğlu" cevabını verdi. "Bu
ay onun ortaya çıkacağı ay; ve o Peygamberlerin sonuncusudur" dedi. Bu
sözleri, kendi başından geçenleri anlatan Osman'a da tekrarladı. Döndüklerinde
Talha, Muhammed'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) en yakın arkadaşı olan Ebû Bekir'e
gitmelerinin doğru olacağını söyledi. Bunun üzerine Ebû Bekir'e gittiler ve
duyduklarını ona anlattılar. O da hemen onları, çölde duyduklarını ve rahibin
söylediklerini anlatmaları için Peygamber'e götürdü ve başlarından geçenleri
anlattıktan sonra inançlarını dile getirdiler.1,111
Marting
Lings'in nakline göre, Hz. Ebû Bekir, İslam'a ilk girenlere sebep olan
birisidir. Onun sebebiyle Müslüman olanların arasında Hz. Osman da
bulunmaktadır. Hz. Osman, Hz. Talha ile birlikte Hz. Ebû Bekir'in yanına gitmişler
ve Hz. Ebû Bekir de o ikisini Rasûlüllah'ın yanına götürmüştür. O ikisi, Hz.
Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yanına vardıklarında Müslüman
olmuşlardır.
İbrahim
Sarıçam'ın değerlendirmesine yer vererek bu konuyu bitirmek istiyoruz:
"... Üstelik sadece kendisi (Hz. Ebû Bekir) iman etmekle da kalmadı;
yakın dostlarına, söz geçecek kimselere Müslüman olduğunu anlatarak onları da
İslam dinine girmeye, Allah'a ve O'nun elçisine iman etmeye çağırdı. İlk siyer
yazarlarından İbn Hişâm, eserinde Ebû Bekir'in daveti ile Müslüman olan
sahâbîler için özel bir bölüm ayrımıştır. Buna göre Osman b. Affân, Zübeyr b.
Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebû Vakkâs ve Talha b. Ubeydullah, Ebû
Bekir'in daveti üzerine Müslüman olmuşlardır. "[111]
[112]
Sonuç
olarak gerek ilk el sayabileceğimiz İslam tarihi kaynaklarında gerekse çağdaş
İslam tarihi kaynakarında bu konuyla ilgili yeterli bilgi yer almaktadır.
Dolayısıyla Hz. Osman'ın, Hz. Ebû Bekir'in vesiylesiyle Müslüman olduğunu
söyleyebiliriz.
Hz. Ebû Bekir ile Hz. Osman'ın Cahiliye'deki
Ortak Özelliği
Allah
Resûlü'ne Peygamberlik gelmeden önceki dönem, cahiliye dönemi olarak
bilinmektedir. Bu dönemin sosyal hayatla ilgili belli başlı özellikleri vardır.
Bu özelliklerin bazılarını İslam, kendi üsul ve kanunlarına ters düşmediği için
kabul etmiş ve bazılarını da kabul etmemiştir. İçki içmek, cahiliye toplumuna
olmazsa olmazlarındandı. Herhalükârda cahiliye dönemindeki Arapların dininde
bir beis olarak görülmemekteydi. Sonraları İslam dini bu özelliği tedricî
olarak yasakladı. Ele alacağımız konu da cahiliye dönemindeki bu özellikle
ilgilidir.
Kaynaklarda
Hz. Ebû Bekir'in faziletini anlatırken şu özelliğine de değinilmektedir. Hz.
Ebû Bekir (radiya’llâhü anh), İslam'a girmeden önce "cahiliye
döneminde" de insanların en iyisi olup temiz kalpli ve çirkin şeylerden
uzak olan biriydi. Cahiliye döneminde içki içmek normal karşılanırken bile Hz.
Ebû Bekir, içki içmeyi kendisine o zamandan haram kılmıştı. Ayrıca Hz. Ebû
Bekir'in yanı sıra Hz. Osman'ın da içki içmediği görülmektedir.[113] Nitekim
Hz. Aişe'den (r.a), şöyle rivayet edilmektedir: '"Ebû Bekir ve Osman (radiya’llâhü
anh), cahiliye döneminde içki içmeyi kendilerine yasaklamışlardı (haram
kılmışlardı). Ebû Bekir'e birisi sordu: 'İslam'dan önce, hiç içki içtin mi?'
'Allah'a sığınırım' dedi. (Soran kişi) 'Neden?' dedi. Ebû Bekir: 'Ben, hep
kendi şerefimi ve haysiyetimi korumuşumdur. Çünkü içki içen kişi şeref ve
haysiyetini koruyacak durumdan çıkacaktır.' Bu konuşma Allah Resûlü'nün
kulağına ulaştı ve Rasûlüllah şöyle dedi: 'Ebû Bekir doğru söylemiştir. '"[114]
Bu
rivayetin konumuzla ilgisi, cahiliye döneminde Hz. Ebû Bekir ve Hz. Osman'ın
bir ortak özelliği olan içki içmemesidir. İslam'dan önce ikisi de içkiyi
kendilerine yasaklamışlardır.
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali İlişkileri
Hz. Ebû
Bekir ve Hz. Ali'nin Birbirlerini Takdirleri
Muhıbüddîn
et-Taberî'nin (v. 694/1295) er-Riyâz kitabındaki rivayette, Hz. Ebû
Bekir ile Hz. Ali'nin birbirlerini takdir ettikleri görülmektedir. İlk önce Hz.
Ebû Bekir'in, Hz. Ali hakkındaki görüşünü ele alıp, daha sonra Hz. Ali'nin Ebû
Bekir'e cevaben ne dediğini, incelemeye çalışacağız:
Hz.
Ebû Bekir, Hz. Ali’ye: “Akrabalık bakımından Peygamberlerinin en yakınına,
gönül zenginliği (züht) bakımından Rasûlüllah’a karşı insanların en büyüğüne ve
rütbece onun yanında insanların en korunanına bakmak bir kimseyi
sevindirecekse; Ali b. Ebû Tâlib’e baksın'” dedi.[115]
[116]
Hz.
Ebû Bekir’in bu sözlerini incelersek Hz. Ali’ye iltifat ve muhabbet yönünden şu
hususlar dikkatimizi çekmektedir: Hz. Ali, Hz. Peygamber'in hem amcasının oğlu
hem de damadı olduğundan, Hz. Ebû Bekir, onun akrabalık bakımından Hz.
Peygamber'in en yakını olduğunu söylemektedir. Ayrıca Hz. Peygamber'in yanında
Ali’nin, çok iyi korunan bir yeri ve rütbesi olduğuna dikkat çekmektedir.
Hz.
Ebû Bekir’in yukarıda naklettiğimiz iltifatı üzerine Hz. Ali de Ebû Bekir’e
şöyle karşılık verdi: “Eğer sen bunu söylüyorsan (ben de diyorum ki);
şüphesiz kendisi de insanların en raufu ve mağarada Rasûlüllah’ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) sahibi/arkadaşı, ayrıca Peygamberine karşı zenginlik
(elaçıklığı) bakımından insanların en büyüğüdür.””11
Hz.
Ali’nin Hz. Ebû Bekir’in iltifatına karşı söylediği sözlerini ele alırsak şu
hususlar dikkatimizi çekmektedir:
Kanımca
Hz. Ali'nin, Ebû Bekir'e "insanların en raufu" demekle onun,
Mekke dönemindeki Müslüman köleleri bırakmak için tüm gücünü sarfetmesini
kastetmiş olabilir.[117] Hz.
Ali, Hz. Ebû Bekir hakkında Rasûlüllah’ın Yâr-ı Gârı[118]
[119]
olduğunu, yani ikinin İkincisi olduğunu ima etmiştir. Ayrıca Hz. Ebû Bekir'in
Yâr-ı Gâr oluşu ve ikinin ikincisi oluşu ilgili 119 ayette de geçmektedir.
Hz.
Ebû Bekir, Hz. Ali’ye göre bütün malını İslam için feda eden biriydi.[120] [121] Hz. Ali
bu sözleriyle Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hz. Ebû Bekir
için söylediği şu sözleri ima etmekle iltifat etmiştir: “... Oysa Ebû Bekir,
benim hakkımda 'sadaka (doğru söyledi)' dedi. Ardından da 121 kendini ve
malını benim için ortaya koydu.
Hz.
Ali'nin Evlenmesinde Hz. Ebû Bekir'in Yardımı
Hz.
Ali’nin, Hz. Fatıma[122] ile evlenme
süreci konusuna, Hz. Osman-Ali ilişkileri bölümünde genişçe yer vereceğimiz
için, burada konu bütünlüğünü göz önüne alarak kısaca değinmek istedik.
Hz.
Ali hicretin 2. yılının sonunda, Rasûlüllah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) kızı
Fatıma ile evlenmiştir. Hz. Fatıma'ya önce Hz. Ebû Bekir, daha sonra Hz. Ömer
ve Kureyş eşrafından bazı zatlar talip olmuştu. Ancak Rasûlüllah Hz. Ebû Bekir
ve Hz. Ömer'e söylediği gibi "Ben onun hakkında ilâhî hükmü
bekliyorum" buyurmuştu. Bu esnada Fatıma'yı istemesi için Hz. Ali'ye
fikir verenler olmuştur. İleriki bölümlerde diğer rivayetleri anlatacağımız
için burada sadece Hz. Ebû Bekir'in bu konudaki yardımına yer vereceğiz.
İbn
İshâk'ın (v. 151/768) rivayetine göre Hz. Ali'yi bu konuda teşvik eden, Hz.
Ali'nin azadlı hanım kölelerinden birisiydi.[123]
Hz. Ali'nin, Hz. Fatıma'yı istemesi için harekete geçirenlere karşı verdiği
cevap çok önemlidir: "Ebû Bekir ve Ömer'den sonra ha'."[124]
"Ebû Bekir ve Ömer reddedildikten sonra, ben de reddedilmeyeceğimden emin
değilim."[125]
"Rasûllüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) , Fatma'yı
isteyen Kureyş eşrafından hiçbirine nikahlamadı."[126]
Yani Hz. Ali'ye göre, Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) , Hz. Ebû Bekir
ve Ömer' i geri çevridikten sonra kendisinin de geri çevrilmeyeceğinden emin
değildi.
Bu
konuda diğer bir rivayete göre Hz. Ebû Bekir ve Ömer (radiya’llâhü anh) geri
çevirildikten sonra o ikisi, Hz. Ali’nin yanına gittiler. Ebû Bekir ile Ömer,
Hz. Ali'ye olayı anlattıktan sonra "(Hz. Fatıma'yı Rasûlüllah'tan) sen
iste" dediler. Hz. Ali de bunların teşviki üzerine gidip Rasûlüllah'tan
kızını istedi.[127]
Hz.
Ebû Bekir, Hz. Fatıma'yı ilk önce kendisine istemiştir, red cevabını alınca Hz.
Ömer'e "Bir de sen iste" demiştir. Hz. Ömer'e de red cevabı
gelince bu sefer Hz. Ali'nin yanına giderek ona, Rasûlüllah'tan Hz. Fatıma'yı
istemesi fikrini vermiştir. Hz. Ali de, Ebû Bekir'in bu güzel fikrini
benimsemiştir. Hatta şiî kaynaklarına göre, Hz. Ebû Bekir'in bu teklifi üzerine
Hz. Ali, Ebû Bekir için hayır duada bulunmuş ve duygulanarak gözlerinden yaşlar
dökülmüştür.
İhsan
Zahîr, eş-Şîa ve Ehlü'l-Beyt eserinde bu konuyla ilgili rivayetlere
şöyle yer vermektedir: Şiî âlimlerinden olan Ebû Cafer et-Tûsî, Dahhâk b.
Müzâhim'den naklen diyor ki: Ali den duydum ki şöyle dedi: Ebû Bekir ve Ömer
benim yanıma geldi ve dediler: "Eğer, Rasûlüllah'ın yanına gidersen
ondan, Fatıma'yı iste." Ali dedi: Ben onun (Rasûlüllah'ın) yanına
gittim ve yüzünde bir tebessümle bana "Ey Ali! sana ne olmuş, neye
geldin?" buyurdu. Ali dedi: Akrabalık bağımı, İslam'da ilklerden
olduğumu ve İslam'a ve cihada yardım ettiğimi ona hatırlattım. Rasûlüllah
"Ey Ali! Sen doğru söylüyorsun. Sen, belirttiğinden ötedesin" buyurdu.
"Ey Allah'ın Resûlü! Fatma'yı bana nikâhla" dedim.[128]
Bu
rivayette, aynı şekilde Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in Hz. Ali'yi, Hz. Fatıma ile
evlenmesi hususunda teşvik ettiği görülmektedir. Bu rivayet, yukarıda
naklettiğimiz rivayet ile benzerlik taşımaktadır. Diğer bir ilginç rivayet de
şöyledir:
Günlerden
bir gün, Ebû Bekir, Ömer ve Sa'd b. Muaz, Mescid-i Nebevî'de oturmuşlar ve
Fatıma ile evlenme konusunda konuşuyorlardı. Ebû Bekir şöyle dedi: "Kureyş'in
ileri gelenleri Fatıma'yı, Rasûlüllah'tan istediler, ancak Rasûlüllah 'Allah'ın
elindedir' buyurdu. Fatma'nın Ali b. Ebû Tâlib'in olduğunu düşünüyorum. Ama
Ali, yoksulluk ve ekonomik sıkıntılarından ötürü bu konuda adım
atmamıştır." Sonra Ebû Bekir, Ömer ve Sa'd'a dedi: "Kalkın!
Beraber gidelim ve Ali'yi, Hz. Peygamber'e gidip Fatıma'yı istemesi için teşvik
edelim. Onun ekonomik sıkıntısı vardır, yardım edelim." Sa'd cevap
verdi: "Bu güzel bir düşüncedir." Onlar beraberce Ali'nin
evine gittiler. Ona vardıklarında Ali ""Neden bu zamanda buraya
geldiniz?" dedi. Ebû Bekir "Ey Ali! Belirli güzel özelliklere
sahipsin, peki, seni Fatıma'yı Rasûlüllah'tan istemekten engelleyen
nedir?" dedi. Hz. Ali bu sözü Hz. Ebû Bekir'den duyunca, gözünden
yaşlar döküldü ve "Eskiden beri gizli tuttuğum bir rüyamdı. Onunla kim
evlenmek istemez ki! Ama yoksulluk ve ekonomik sıkıntılar buna engel olmuştu ve
Ebû Bekir'e bu sebeplerden dolayı, bunu, söylemeye utanıyordum" dedi.[129]
Diğer
bir rivayete göre, Ebû Bekir, Ömer ve Sa'd, Hz. Ali'yi, Fatıma'yı istmesi için,
Hz. Peygamber'in yanına gönderdiler. Rasûlüllah'ın Ali'ye vereceği olumlu
cevapla mutlu olmak için heyecanla Mescid-i Nebevî'de bekliyorlardı ki, Ali
çıkageldi. Sonuç, aynen beklendiği gibi oldu. Ali: "Rasûlüllah'ın
yanından çıktığımda sevinçten elbiseme sığamıyordum. Ebû Bekir ve Ömer bana
gelerek 'ne oldu' dediler. 'Rasûlüllah, kızı Fatıma'yı bana verdi' dedim. Bu
haberi duyan Ebû Bekir ve Ömer, çok sevindiler ve Mescide geri gittiler..."
dedi.[130]
Bunun yanı sıra Hz. Ebû
Bekir'i, Hz. Ali'nin nikâh şahidi olarak görmekteyiz. Nitekim, Hz. Ali'nin, Hz.
Fatıma'yı istemesinden hayli bir süre geçtikten sonra, Hz. Peygamber, Ebû
Bekir, Ömer ve diğer güzîde sahâbîleri çağırtmış ve onları şahit tutarak, Hz.
Ali'nin nikâh hutbesini îrad etmiş ve nikahını kıymıştır.[131]
Hz. Ebû
Bekir'in Hz. Ali'ye Muhabbeti
Hz.
Ali ve Hz. Ebû Bekir arasındaki muhabbet ve samimiyeti en güzel şekilde
açıklayan hadislere misal olarak aşağıdaki rivayeti verebiliriz:
Hz.
Enes'ten (radiya’llâhü anh) şöyle bir rivayet nakledilmektedir: "Bir
defasında Peygamberimiz mescitte oturmuş, sahâbîleri de çevresini sarmıştı,
derken Ali (radiya’llâhü anh) gelip selam verdi, oturmak için yer bakındı.
Peygamberimiz kim Ali'ye yer açacak? diye ashâbı'nın yüzlerine baktı. Ebû
Bekir, Rasûlüllah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sağında oturuyordu. Hemen
oturduğu yerden biraz kayarak: "Ebü'l-Hasan, buraya otur"
dedi. Ali, Allah Rasûlü ile Ebû Bekir'in arasında oturdu. Bunu gören
Peygamberimizin yüzünde sevinç parıltıları göründü. Ebû Bekir'e dönerek: "Ebû
Bekir! Fazilet sahiplerinin değerini faziletli kişiler bilir" diye
buyurdu."[132]
Burada
görüleceği üzere eğer Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali arasında bir soğukluk olsaydı
Hz. Ali içeri girdiği zaman Hz. Ebû Bekir ona yer vermek yerine farklı bir
tavır sergileyebilirdi.
Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekir Hakkındaki Görüşleri
Hz.
Ali'den (radiya’llâhü anh) Hz. Ebû Bekir'e (radiya’llâhü anh) ithafen
nakledilen aşağıdaki rivayeti incelediğimizde Hz. Ali'nin Hz. Ebû Bekir'e (radiya’llâhü
anh) karşı övgü dolu sözlerine rastlamaktayız:
Bir
gün Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) (cemaata): “Ey insanlar!
Bana insanların en yiğidinin kim olduğunu söyleyebilir misiniz?” diye
sordu. “Sensin, Yâ Halife Hazretleri”” dediler. Hz. Ali de: “Ben
sadece teke tek savaştıklarımı hakladım. Siz, bana insanların en yiğidini
söyleyin. Görüyorsunuz ki ben değilim”” dedi. “Bilmiyoruz, kimdir?”
diye sordular. “(Hz.) Ebû Bekir’dir. Bedir savaşında Allah ’ın Rasûlü’ne bir
gölgelik yapmıştık. Müşriklerden kendisine bir tehlike gelmemesi için, kim
Allah ’ın Rasûlü’nü bekleyecek? dediğimizde ant olsun ki, Ebû Bekir’den başkası
bu işe yanaşmadı. Kılıcını çekip, Rasûlüllah’ın başında nöbet tuttu. Kimse ona
saldıramadığı gibi, Ebû Bekir, saldıranı da haklıyordu. İşte bu insanların en
kahramanıdır” dedi.[133]
Yukarıdaki
rivayete baktığımızda, Hz. Ali’nin halifelik zamanında Bedir gazvesinden
bahsettiğini görmekteyiz. Hz. Ali bu gazvede bulunanlara “insanların en
yiğidinin kim olduğunu” soruyor. Muhataplar ise kendisinin bu gazvenin en
yiğidi olduğunu söylemektedir. Hz. Ali bu duruma itiraz edip Hz. Ebû Bekir bu
gazvenin en yiğidi olarak ön plana çıkarmaktadır. Bu durum da Hz. Ebû Bekir'in
Hz. Ali’den daha yiğit olduğunu ortaya koymaktadır.
Hz. Ömer
ve Hz. Osman İlişkileri
Hz.
Ömer İle Hz. Osman'ın Arasındaki Samimiyet
Ebû
Bahriyyete’l-Kindî'den şöyle bir rivayet nakledilmektedir: “Ömer b. Hattâb (radiya’llâhü
anh) bir gün sokağa çıkmış dolaşırken aralarında Osman b. Affân’ın (radiya’llâhü
anh) da bulunduğu bir meclise uğradı. Hz. Ömer, Hz. Osman’ı kastederek: ‘ Yanınızda
öyle bir adam var ki imanı bir orduya dağıtılsa hepsine yeter'' buyurdu.”[134]
Bu
rivayetten anlaşılıyor ki Hz.Osman'ın inancı çok güçlüydü. Hz. Osman'ın
imanının bir orduya yeterli olmasından maksad ise imanın gerçek hazzını
etrafındakilere yani mecliste bulunan kişilere yansıtabilmesi, onların da bu
iman gücünden faydalanmalarını sağlayabilmesidir. Ayrıca büyük sahâbîlerden
biri olması ve cennetle müjdelenmesi de buna kanıt gösterilebilir.
Hz.
Ömer’in bu sözüne dikkat edersek bir mecliste Hz. Osman’ı açıkça övmektedir. Bu
hâdise bize Hz. Ömer’in (radiya’llâhü anh) Hz. Osman’a saygı gösterdiğini ve
aralarındaki muhabbetin fazla olduğunu göstermektedir.
Hz.
Peygamber döneminde Ömer-Osman ilişkileri hakkında, araştırdığımız kadarıyla
kaynaklarda fazla bir malûmata rastlanmamaktadır. Akla şöyle bir soru
gelebilir; neden Hz. Peygamber döneminde Hz. Ömer ile Hz. Osman arasındaki
ilişkiler fazla yer almamaktadır? Bu soruya cevab verecek olursak, eğer ikisi
arasında bir olay veya anlaşmazlık hali olsaydı herhalukarda zikri geçerdi. O
ikisinin Rasûlüllah ile birlikte olmaları ve Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) ile savaşlara katılmalarıyla ilgili konular kaynaklarda işlenmiştir. Bu
nedenle onların arasındaki ilişkileri o dönemde sıcak ve dostane olduğu kanaati
çıkacaktır. Bununla birlikte Hulefâ-i Râşidîn döneminde Ömer-Osman ilişkilerini
kapsayan bazı önemli olaylar bulunmaktadır.
Hz. Ömer ve Hz. Ali İlişkileri
Hz.
Ömer ve Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir gibi Rasûlüllah'ın en yakın ashâbındandı. Hz.
Peygamber döneminde Hz. Ali ile Hz. Ömer'in iyi ilişkiler içerisinde olduğunu
görmekteyiz.
Hz. Ali'ye Göre Hz. Ömer'in Hicreti
Hz.
Ali'den (radiya’llâhü anh) şöyle bir rivayet nakledilmektedir: "Mekke'den
Medine'ye hicret edenler arasından Hattaboğlu Ömer'den başka bildiğim herkes
gizli olarak göçmüştü. Ama Ömer, hicrete karar verdiğinde kılıcını kuşandı,
yayını omzuna astı, eline birkaç ok aldı, Ka'be'ye geldi. Kureyş ileri
gelenleri de halkalar halinde Ka'be'nin avlusunda idiler. Ömer, Ka'be'yi 7 defa
tavaf edip Makâm-ı İbrahim'in yanında iki rekât namaz kıldıktan sonra Kureyş
müşriklerinin oluşturduğu halkalara birer birer uğradı ve: "Suratsızlar!
Anasını ağlatmak, evladını yetim, karısını dul bırakmak isteyen varsa, şu
vâdinin arkasında bana yetişsin!" dedi ama kimse peşinden gidemedi.
"[135]
Kaynaklarda Hz. Ömer'in
Mekke'den Medine'ye hicret ederken bunu açık bir şekilde mi gerçekleştirdiği ya
da ashâb gibi bunu gizli bir şekilde mi gerçekleştirdiği konusunda muhtelif
rivayetler bulunmaktadır.[136]
Ancak yukarıdaki rivayete dikkat edilirse Hz. Ömer'le ilgili bir konuyu Hz. Ali
rivayet etmektedir. Bu da Hz. Ömer ve Hz. Ali arasındaki ilişki açısından
önemli bir mevzudur. İkincisi de Hz. Ali bu konuyu rivayet ederek Hz. Ömer'in
kahramanlığını söylemektedir. Sonuç olarak gördüğümüz kadarıyla Hz. Ali, Hz.
Ömer'in (radiya’llâhü anh) yiğitliğini dile getirmektedir.
Hz.
Ali'nin Evlenmesinde Hz. Ömer'in Rolü
Bu
konuyla ilgili Hz. Ebû Bekir-Ali arasındaki ilişkileri bölümünde gerekli bilgi
ve açıklamaları yapmıştık. Hz. Ali'nin evlenmesinde Hz. Ebû Bekir'in yanısıra
Hz. Ömer'in de rolü olduğu görülmektedir.
Hz.
Ömer'in, Ebû Bekir ile beraber Hz. Ali'nin yanına gitmişlerdi ve ondan
Rasûlüllah'tan (salla’llâhü aleyhi ve sellem) , Hz. Fatıma'yı istemesi için
teşvikte bulunmuşlardı.[137] Daha
önce naklettiğimiz diğer bir rivayete göre Hz. Ömer, Ebû Bekir ve Sa'd b. Muâz
ile birlikte Hz. Ali'ye, bu teklifi yaptıklarında, Hz. Ali içten sevinmiş ve
duygulanmıştı.[138] [139] Ayrıca
Hz. Ali, Rasulullah'tan olumlu cevabı alınca, Hz. Ömer'in sevindiğini daha önce
belirtmiştik.
Hz.
Peygamber döneminde Ömer-Ali ilişkileri hakkında kaynaklarda fazla bir bilgiye
rastlanmamaktadır. Ancak bu ikisinin Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) döneminde beraber hareket ettiklerini, savaşlara beraber katıldıklarını
bilmekteyiz.
Hz.
Osman ve Hz. Ali İlişkileri
Hz.
Ali'nin Evlenmesinde Hz. Osman'ın Rolü
Hz.
Fatıma'yı ilk önce Hz. EbÛ Bekir talip olmuştu. Şöyle ki, Hicret'in ikinci yılı
içinde (623-624) onu, Hz. Peygamber'den iki yaş kÜçÜk olan ve o sırada 52-53
yaşlarında olan Hz. EbÛ Bekir istemişti. Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) ona "Ey Ebû Bekir! ben onun hakkında ilâhî hükmü
bekliyorum" buyurmuştu. Hz. Ebû Bekir bu durumu Hz. Ömer'e haber
verince o, "Ey Ebû Bekir! Rasûlüllah seni reddetmiş!" dedi.
Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer'e "Fatıma'yı Rasûlüllah'tan bir de sen
iste" dedi. Hz. Ömer gidip isteyince, Rasûlüllah, Hz. Ebû Bekir'e
söylediği gibi "Ben onun hakkında ilâhî hükmü bekliyorum"
buyurdu. Hz. Ömer Hz. Ebû Bekir'e haber verdi ve Hz. Ebû Bekir ona "Ey
Ömer! Rasûlüllah seni reddetmiş!" dedi.[140]
Kureyş
eşrafından daha başka zâtlar da, Hz. Fatıma'yı Rasûlüllah'tan istediler.
Rasûllüllah, hepsine de, Hz. Ebû Bekir'e verdiği cevap gibi cevaplar verdi.[141]
Hz.
Ali der ki: "Azadlı kadın kölem bana Fatma'nın Rasûlüllah'tan (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) istenildiğini biliyor musun?' diye sorumuştu. Ona,
'bilmiyorum' dedim. 'Rasûlüllah'a gidip Fatıma'yı nikâhlamasını istemekten seni
alıkoyan nedir?' diye sormuştu. 'Yanımda, onunla evlenebileceğim bir şeyim
yok!' dedim. 'Rasûlüllah'a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gidersen, onu
muhakkak sana nikâhlar!' demişti. Vallâhi, bu hususta bana yalvarmaktan geri
durmamıştı. "[142]
Bu
kez Haşimoğullar'ı Hz. Ali'yi "sen de iste" diye harekete
geçirdiler.[143] Hz. Ali
henüz bekârdı. Ama bu konuda tereddütleri vardı ve onlara şöyle dedi: "Ebû
Bekir ve Ömer'den sonra ha!"[144]
"Ebû Bekir ve Ömer reddedildikten sonra, ben de reddedilmeyeceğimden emin
değilim. "[145] "Rasûllüllah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) , Fatma'yı isteyen Kureyş eşrafından hiçbirine
nikahlamadı." dedi.[146]
Hz.
Ali'ye, akrabaları, kendisinin Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile
olan yakın akrabalığını ileri sürerek[147]
Hz. Fatıma'yı ondan istemesi için baskı yaptılar.[148]
Hz.
Ali der ki: Nihayet Rasûlüllah'ın huzuruna girdim. Kendisinin bütün ma'nevî
vakar ve heybeti üzerindeydi. Önüne oturdum, susup durdum, konuşmaya kâdir
olamadım. Bana 'Sen neye geldin, senin bir hacetin mi var? Herhalde
Fatıma'yı istemeye geldin! buyurdu. 'Evet! diyebildim.[149]
Peygamberimiz,
Hz. Ali'ye Fatma'ya mehir olarak verebileceğin, yanında bir şey var mı?'
diye sordu. Hz. Ali: 'Atım ve küçük bir zırh gömleğim var! dedi.
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) 'Atın sana lazımdır. Zırh gömleğini
sat! buyurdu."[150]
Başka
bir kavle göre Hz. Ali, Fatıma'ya dünür gelince Rasûlüllah hemen kızına bundan
söz etmiş, kızı susarak ona gönüllü olduğunu açığa vurmuştu. Zaten Hicret'e
kadar Hz. Ali ve Fatıma aynı çatı altında bulunmuşlar, çocuklukları ve gençlikleri
birlikte geçmişti. Bu durum üzerine Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onu
Hz. Ali ile evlendirmeye karar verdi.[151]
Hz. Ali mehir olarak ne verebileceğini düşündü. Durumunu açıkça dile
getirdi:"Ona mehir olarak verebileceğim bir şey yok."[152]
Rasûlüllah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) sordu: "Sana verdiğim zırh gömleğin
nerede?"
"Bende."
"Onu
Fatma'ya mehir olarak ver. "[153]3
Hz.
Ali emir üzerine zırhlı savaş gömleğini satışa çıkardı. Hz. Osman ona müşteri
çıkıp 480 dirhem gümüşe satın aldı.[154]
Fakat zırhı tekrar Hz. Ali'ye hediye etti. Bu hareketi ve zor zamanda kendisine
yardımcı olması, Hz. Ali'yi duygulandırdı. Parayı Hz. Peygamber'e getirip Hz.
Osman'ın yaptığı iyiliği anlattı. Hz. Osman'ın cömertliği ve âlicenaplığı, Hz.
Peygamber'in de hoşuna gitmişti.154 [155]
Rasûlüllah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) , ondan (paradan) bir avuç alarak Bilal-i
Habeşî'ye verip koku alınmasını ve Hz. Fatıma'ya çeyiz hazırlamalarını emir
buyurdu.[156]
Hz.
Peygamber, kızı Hz. Fatıma'nın nikâhında hutbe îrad edip nikâhını kıyarken
şahit olarak Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman ve diğer güzîde sahâbîleri görmekteyiz.
Hz. Enes bunu şöyle nakletmektedir: "Günlerce sonra, Rasûlüllah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) , beni yanına çağırıp 'Ey Enes! Git, bana Ebû Bekir, Ömer,
Osman b. Affân, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebû Vakkâs, Talha ve Zübeyr ile
Ensardan bir hayli sayıda Ensarı benim yanıma çağır!' buyurdu. Ben de gidip
onları çağırdım. Onlar, Rasûlüllah'ın yanında toplandıkları zaman, Rasûlüllah
hamdele’den[157]
sonra 'Yüce Allah, Hatice'nin kızı Fatma'yı, Ebû Tâlib'in oğlu Ali'ye
nikahlamamı bana emir buyurdu. Sizler şahit olunuz: Fatma'yı 400 dirhem mehirle
Ali'ye nikâhladım buyurdu'. Sonra da, bir tabak hurma koruğu ve çağlası
getirtip önümüze koydurdu ve kapıştırdı. Fatıma ile Ali hakkında da 'Allah
sizin dağınık işlerinizi toplasın! Nikâhınızı mübarek kılsın! İkinizden güzel
ve pek çok nesil çıkarsın![158]
Allah'ım! Bu evliliği ikisi hakkında da mübarek kıl!' diyerek dua etti.
"[159]9
Murat Sarıcık'ın dediği gibi,
Hz. Osman böylece düğünün bütün masrafını karşılamış oluyordu ve artık onun en
küçük bacanağı Hz. Ali'ydi. Ayrıca Hz. Ali'nin nikâhının kıyılması anında hazır
bulunması da, Hz. Osman ile Hz. Ali ilişkisi açısından açıkça çok olumlu bir
durum tespiti yapma imkânı tanımaktadır.[160]
Hz.
Osman'ın Hz. Ali'ye Fikir Danışması
Hicret'in
9. yılınının (630-631) önemli olaylarından biri Yemen'in Necran[161] bölgesinden
bir Hıristiyan heyetin Medine'ye gelmesidir. Necranlılar Hz. Peygamber'in
gönderdiği bir mektup üzerine[162] 60
kişilik bir heyet olarak Medine'ye geldiler. Necran heyeti Medine'ye gelince
sefer elbiselerini üzerlerinden çıkardılar,[163]
Yemen bürüdü diye anılan ipekli elbiselerini giyinip, altından yüzüklerini
takındıktan sonra, elbiselerinin etkelerini yerde sürüyerek, ikindi namazı
vaktinde mescide girdiler.[164]
Necran
heyeti, Rasûlüllah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) huzuruna çıkıp onu
selamladılar, lakin Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onların selamını
almadığı gibi kendileriyle de konuşmadı.[165]
Temsilciler, kendilerine mahsus namazın vakti gelince, Mescid-i Nebevî'de
ibadetlerini kılmak üzere ayağa kalkmışken, Müslümanlardan bazıları onlara
engel olmak istedi. Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) , "Onları
kendi hallerine bırakınız" buyurdu. Necranlı heyet, doğuya doğru
yönelerek ibadetlerini yerine getirdiler.[166]
[167] Bundan
sonra Necran heyeti problemi çözmek için, eskiden tanıdıkları Hz. Osman ve
Abdurrahman b. Avfı aramaya başladılar. Onları, Muhâcirlerle Ensardan
bazılarının bulundukları bir mecliste buldular ve şöyle dediler:
"Ey
Osman! Ey Abdurrahman! Peygamberiniz bize yazı yazdı. Biz de, onun davetine
icabet ederek geldik, yanına gidip kendisine selam verdik. Fakat o selamımıza
karşılık vermedi. Gündüzün, uzun müddet kendisiyle konuşmaktan men ve mahrum
edildik. Sizin bu hususutakı görüşünüz nedir? Geri dönüp gitmemizi uygun görür
müsünüz.?'
Hz.
Ali de oradaki cemaatin içindeydi. Hz. Osman ile Abdurraman b. Avf, Hz. Ali'ye "Ey
Ebü'l-Hasan, bu topluluk hakkında sen ne diyorsun?' dediler. Hz. Ali, Hz.
Osman ve Abdurrahman b. Avfa "Ben bunların üzerlerine giydikleri şu
etekleri sırmalı elbiselerini bırakıp sefer elbiselerini giydikten sonra,
Rasûlüllah'ın yanına dönmelerini uygun görürüm" dedi.[168] Hz.
Osman, onlara: "Bu sizin şu elbiseniz yüzündendir!" dedi.
gün
Necran temsilcileri konak yerlerine döndüler. Ertesi günü, üzerlerinde ruhban
elbiseleri olduğu halde geldiler. Rasûlüllah'a selam verdiler. Rasûlüllah da
onların selamlarına karşılık verdi...[169]
Görüldüğü
gibi Hz. Osman ve Hz. Ali, Rasûlüllah döneminde iyi anlaşıyor ve lüzum
görülünce Hz. Osman, Hz. Ali'ye fikir danışıyor, ondan aldığı tavsiyeyi uygun
görüp uygulatabiliyordu.
Hz.
Peygamber döneminde Hz. Ali ile Hz. Osman'ın arasındaki ilişkiler konusunda
fazla bilgiye rastlanılmamaktadır. Ancak her ikisi arasında herhangi bir
anlaşmazlık olsaydı, hadis ve tarih kitaplarında muhakkak bahsi geçerdi. Bundan
dolayı, Hz. Peygamber döneminde o ikisinin iyi ilişkiler içersinde olduğunu
söylememiz mümkündür.
HULEFÂ-İ RÂŞİDÎN DÖNEMİNDE HALİFELERİN
BİRBİRLERİYLE OLAN İLİŞKİLERİ
Hz. Ebû
Bekir ve Hz. Ömer İlişkileri
Hz. Ebû Bekir, iki yıl üç ay on
gün hilâfette kaldı, bu süre içerisinde önemli hizmetlerde bulundu ve
rahatsızlanıp hicrî 13/634’te Medine’de vefat etti.[170]
Hz. Osman'ın da, Hz. Ebû Bekir'in halifelik döneminde kendisine yardımcı olmaya
çalıştığını görmekteyiz.
Hz. Ebû
Bekir'in Halife Seçiminde Hz. Ömer ve Ebû Bekir'e Biatı
Hz.
Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatından sonra Müslümanlar, Hz.
Ebû Bekir'i (radiya’llâhü anh) halife olarak seçtiler. Milâdî 571 yılında doğan
Hz. Ebû Bekir, 11/632'de halife oldu.[171]
Asr-ı Saadet'te, Hz. Peygamber hayatta olduğu için sahâbenin hayatı çok rahat
bir şekilde devam etmekteydi. Çünkü toplumda her hangi bir mesele ortaya
çıkınca hemen Allah Rasûlü'ne koşar, ondan meseleyi sorar, dinler ve
hallederlerdi. Bundan daha önemlisi sahâbenin başında Allah Rasûlü bulunuyordu.
İşte bu sebeple bu tür meselelerde sıkıntıları yoktu. Çünkü vahiy, 172 devam
etmekteydi ve Hz. Peygamber onların arasındaydı.[172]
Hz.
Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu dünyadan irtihaliyle vahiy
kesintiye uğradı. Böylece otorite boşluğu oldu. Onları, Hz. Peygamber'den sonra
ikinci bir safha bekliyordu. Bu da Peygamber'in olmadığı bir toplumda nizamı
kurmalarıydı. Bu nizamı kurmak için de içlerinden birisinin Hz. Peygamber'in
yerine geçip halife olması gerekiyordu. Sonuç itibarıyla -bir kısım tartışmalar
olsa bile- bir halife seçilmiş oldu.
Biz,
bu başlık altında, bütün klasik İslam kaynaklarında teferruatları ile
anlatılan, ya da günümüzde bu konuyu ayrıntılarıyla karşılaştırmalı olarak
inceleyen eserlerin yaptığı gibi Hz. Ebû Bekir’in hilâfete nasıl geldiği ve bu
esnada ne türlü hâdiselerin yaşandığına değinme amacı içinde değiliz.[173] Elbette
ki ele alacağımız konunun daha iyi anlaşılması için Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti
konusundan dolayı bu süreçteki hâdiseleri çok fazla teferruata girmeden
vermemiz gerekecektir. Ta ki, Hz. Ebû Bekir'in halife seçimi anlaşılsın.
Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hz. Aişe'nin kucağında,[174] 63
yaşında,[175] Hicrî 13
Rebiulevvel- 11/8 Haziran 632 yılında Pazartesi günü vefat etti[176] ve o
sırada Hz. Ebû Bekir Sunh[177] mahallesindeki
evindeydi ve haberi duyunca Hz. Aişe'nin evine doğru geldi. Sahâbîler
üzüntülüydüler. Hz. Ali, Hz. Ömer ve Hz. Osman (radiya’llâhü anh) da orada
bulunuyordu. Hz. Ömer'in (radiya’llâhü anh) "Rasûlüllah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) vefat etmedi. Kim onu öldü derse boynunu vururum!"
dediği rivayet edilmektedir. Hz. Ebû Bekir, önce Hz. Aişe'nin (radiya’llâhü
anh) odasına girdi ve Hz. Peygamber'in (radiya’llâhü anh) mübarek yüzüne
bakarak "Vefatın da hayatın gibi güzel!"[178]
[179] dedikten
sonra dışarı çıkıp şöyle konuştu: "... Ey insanlar! Kim Muhammed'e (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) tapıyorsa bi/sin ki Muhammed vefat etti.
Kim
Allah a (celle celâlühü) tapıyorsa bı/sm ki Allah (celle celâlühü) bâkîdir..."
Hz.
Ebû Bekir'in konuşmasından sonra Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Abbâs, Hz. Ali
(kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) ve diğer Ehl-i Beyt Hz. Peygamber'in
techiz ve tekfini ile meşgul oldular.[180]
Rasûlüllah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatının hemen ardından
Medîneliler/Ensâr, özellikle Hazrecliler, Benî Sâide çardağı adı verilen
toplantı yerinde hilâfetin kendilerinin hakkı olduğunu ileri sürerek, Hazrec
reisi Sa'd b. Ubâde'yi bu vazifeye aday gösterdiler[181]
ve Sa'd b. Ubâde de bunu kabul etti.[182]
Ensâr'ın,
halife seçmek için toplandığını öğrenen Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh), Hz.
Ömer ve Hz. Ebû Ubeyde b. Cerrâh (radiya’llâhü anh) derhal oraya gittiler.[183] Benî
Sâide çardağındaki halifelik tartışması devam etti. Hazrecli Hubâb b. Münzir,
iki halife olmasını teklif etti, ancak kendi aralarında bile bu görüş kabul
edilmedi.[184]
Muhâcirler tarafından ilk konuşan kişi Hz. Ömer'di. Hz. Ömer'in bu toplantıda
Hz. Ebû Bekir'in büyük destekçisi olduğunu görmekteyiz. Tartışmalar
Muhâcirlerin lehine doğruydu.[185] Hz. Ebû
Bekir (radiya’llâhü anh), Ensârı yatıştıracak bir konuşma yaptı ve ortam biraz
yumuşadı.[186] Hz. Ebû
Bekir (radiya’llâhü anh) daha sonra yanında bulunan Hz. Ömer ve Hz. Ebû
Ubeyde'ye (radiya’llâhü anh) işaret ederek bunlardan herhangi birini halife
olarak seçebilecekleri tavsiyesinde bulundu.[187]
Ancak onlar (Hz. Ömer ve Ebû Ubeyde), bu görev için en uygun adayın Hz. Ebû
Bekir'in (radiya’llâhü anh) olduğunu söylediler.[188]
Başta Hz. Ömer ve Hz. Ebû Ubeyde (radiya’llâhü anh) olmak üzere Benî Sakîfe
çardağında bulunan Ensâr ve Muhâcirlerden müteşekkil Müslümanlar, Hz. Ebû
Bekir'e biat ettiler ve böylece Hz. Ebû Bekir Müslümanların ilk halifesi olarak
seçilmiş oldu.[189]
Hz.
Ebû Bekir'in (radiya’llâhü anh) halife seçilme meselesi, bize bazı ipuçları
vermektedir. Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatıyla birlikte
Müslümanlar iki bölümde yer almaktaydı. Bir bölümü Hz. Peygamber’in cenazesi
yanında ve diğer bölümü ise halife tayini için başka bir yerde toplanmış
durumdaydı. Hz. Peygamber'in cenazesi yanında olanlarda bir sorun yoktu. Çünkü
onlar, başlarında olanı kaybetmiş ve üzüntü içerisinde idiler. Fakat diğer yanda
Rasûlüllah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatından az bir zaman sonra
halife tayini için toplananlar üzerinde biraz durmak gerekmektedir. Çünkü
evvela onların Peygamber'i daha yeni vefat etti, alelacele halife seçmeleri
gerekiyor muydu? Biraz sabretmeleri gerekmez miydi? Yine bir yandan da o
zamanki siyasal ve sosyal şartlara binâen, Hz. Peygamber yerine hemen bir
halife tayin etmek gerekiyorsa, diğer grubu yani Muhâcirleri beklemeleri
gerekmez miydi?
Hz.
Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatı, Ensâr topluluğunun Benî
Sakîfe çardağında hemen halife tayini için toplanıp istişare etmesi ve Hz. Ebû
Bekir başta olmak üzere Ömer ve Ebû Ubeyde b. Cerrâh'ın (radiya’llâhü anh) da
bu tartışmalara katılmaları, özellikle Hz. Ömer ve Hz. Ebû Bekir'in (radiya’llâhü
anh) halifelikle alakalı yaptıkları ikna edici konuşmaları bize şu noktalarda
açıklık getirmektedir:
Öncelikle,
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefat etmeden önce hiçbir kimseyi
kendi yerine halife olarak tayin etmemiştir. Eğer herhangi bir açıklama veya
bir dayanak olsaydı, Ensâr topluluğunun halife seçimi için bir araya gelmeleri
mantıksızlık olmaz mıydı? Aynı şekilde bunların yanına gelen kişiler (Hz. Ebû
Bekir, Ömer ve Ebû Ubeyde) Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) en
seçkin sahâbîleri idiler. Eğer halifelikle alakalı Hz. Peygamber'in her hangi
bir sözü veya yazılı bir açıklaması olsaydı bunlar Benî Sakîfe çardağına niye
gitsinlerdi? Daha doğrusu bu olaylar hiç yaşanmayacaktı. Yani, Ensâr halife
tayini için Benî Sakîfe çardağında toplanmayacaklardı.
Ayrıca,
Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh), toplantıya katılanların biat etmesiyle kesin
olarak halife tayin edilmiştir. Hz. Ömer'in ilk biat edenlerden olması
hasebiyle, Hz. Ebû Bekir'in (radiya’llâhü anh) halife seçiminde en önemli rolü
oynadığını söyleyebiliriz.
Hz. Ömer'in Hz. Ebû Bekir'e Maaş Tayin İsteği
Hz.
Ebû Bekir (radiya’llâhü anh) halife olunca, kendisine senede iki kat elbise ile
birlikte, halifeliğinin ticaretine mâni olması ve ev halkının geçimi de nazara
alınarak, 2500 dirhem maaş bağlanmıştı. Bu husus yeni bir mesele olduğu için
icmâ-ı ümmetle karara bağlanmıştır.
Bu
konuda birbirine yakın bir kaç farklı rivayet bulunmaktadır. Birinci rivayet,
Hz. Hasan-ı Basrî'den, ikinci rivayet de biraz farkla Atâ b. Sâib'den ve üçüncü
rivayet ise, genel bir ifade ile Humeyd b. Hilâl'dan bize ulaşmıştır. Şimdi bu
rivayetleri tek tek ele almaya çalışacağız:
Hasan-ı
Basrî'den (radiya’llâhü anh) şöyle bir rivayet nakledilmektedir: "Ebû
Bekir (radiya’llâhü anh) halife seçilince minbere çıktı, Allah'a hamd ve
senâlar sundu ve "Akıllıların en akıllısı takvâya sarılan, Allah'tan
çok korkandır" mealindeki sözlerle başlayan bir hitâbede bulundu.
Ertesi gün sabahleyin erkenden pazara inerken Ömer (radiya’llâhü anh) ile
karşılaştı.
Hz.
Ömer (radiya’llâhü anh): "Ebû Bekir, nereye gidiyorsun?" diye
sordu.
"Pazara."
"Üzerine
aldığın görev senin pazara çıkmana mânidir."
"Sübhânallah!
Bu vazife benim çocuklarımın nafakasını sağlamama mâni mi olacak?"
"Sana
mâruf/uygun şekilde maaş bağlarız."
"Ömer'e
yazık! (Nasıl böyle konuşursun!) Korkarım ki bu maldan bir lokma dahi bana
helal olamaz."
Müteâkip
günlerde yapılan istişâre sonucu Ebû Bekir'e Beytülmâl'dan maaş bağlandı. İki
yılı aşkın hilâfeti döneminde (devlet hazinesinden) kendisine toplam 8 bin
dirhem ödeme yapıldı. Vefat edeceği sırada: "Ben Ömer'e , 'korkarım ki
devlet hazinesinden bir tek lokma bile yemem bana helal olmaz' demiştim. Ama o
beni yendi (Beytülmâl'dan bana maaş bağladı). Öldüğümde kendi öz servetimden 8
bin dirhem alın, Beytülmâl'a koyun" diye vasiyet etti. Ebû Bekir'in
vasiyeti gereği para Ömer'e getirilince: 'Allah, Ebû Bekir'e rahmet etsin,
kendinden sonrakileri çok zor durumda bıraktı!' dedi."[190]
Atâ b.
Sâib'den şöyle bir rivayet nakledilmektedir: "Ebû Bekir (radiya’llâhü anh),
kendisine biat olunduğu günün ertesi sabahı, kolunda hırkalarla pazara giderken
Hz. Ömer sordu:
"Nereye
gidiyorsun?"
"Pazara."
"Müslümanların
idaresini üstlendin, pazarda ne işin var?"
"Pazara
gitmezsem çoluk çocuğumun yiyeceğini nereden sağlayacağım?"
"Buyur,
Ebû Ubeyde'ye gidelim, o sana maaş bağlasın."
Birlikte
Ebû Ubeyde'nin yanına geldiler. Ömer durumu izâh edince Ebû Ubeyde b. Cerrâh (radiya’llâhü
anh): "Sana, Muhacirlerden orta halli birinin masrafı kadar bir
yiyecek, nafaka, ayrıca kışlık ve yazlık elbiseler takdir ediyorum. Eskittiğini
getirir, yenisini alırsın" dedi. Böylece Ömer ile Ebû Ubeyde, Ebû
Bekir'e nafaka olarak her gün için -kelle ve sakatatı hariç- yarım koyun
gövdesi verilmesini kararlaştırdılar."[191]
Humeyd b.
Hilâl'dan şöyle bir rivayet nakledilmektedir: "Ebû Bekir (radiya’llâhü
anh) halife seçilince Peygamber Efendimizin sahâbîleri "Allah
Rasûlü'nün halifesine yetecek miktarda nafaka bağlayalım" dediler ve
kendisine yazlık ve kışlık olmak üzere iki çeşit elbise verilmesini, bunlar
eskidiğinde eskilerini iâde edip yenilerini almasını, yolculuk yaparken bir
binek hayvanı tahsis edilmesini, halife seçilmeden önce aile fertlerine
harcadığı kadar bir maaş bağlanmasını kararlaştırdılar. O da bu teklifleri
kabul etti."[192]
Hz.
Ömer'in Hz. Ebû Bekir'e Hayranlığı
Hz.
Ömer Müslüman olduktan sonra Hz. Ebû Bekir ile birlikte Rasülûllah'ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) iki veziri mahiyetinde olduklarını kaynaklar kaydetmektedir.
Hz. Peygamber döneminde, Hz. Ömer ile Hz. Ebû Bekir'in (radiya’llâhü anh) iyi
ilişkilerde olduğu bilinmektedir. Aynı şekilde Hz. Ebû Bekir'in (radiya’llâhü
anh) halifelik döneminde de Hz. Ömer, halifenin baş danışmanlarından biri
olduğu ve Hz. Ebû Bekir'e yardım ettiği görülmektedir. Yani şu demek oluyor ki,
Hz. Ömer (radiya’llâhü anh), Hz. Ebû Bekir'e özel bir saygı duymakta ve tabiri
caizse, kendisinden ayrılmaz bir parça olarak görmektedir. Ayrıca Hz. Ömer'in,
Hz. Ebû Bekir'in üstün ahlakına hayran olduğu aşağıdaki rivayetten belli
olmaktadır:
"Bir
grup, Hz. Ömer'in halifelik döneminde, Hz. Ömer'in Hz. Ebû Bekir'e (radiya’llâhü
anh) üstünlüğünü konuşuyorlardı. Derken bu haber Hz. Ömer'e (radiya’llâhü anh)
ulaştı ve bunun üzerine şöyle buyurdu: 'Vallahi Ebû Bekir’in bir gecesi ve
bir günü Ömer’den (onun tüm hayatından) hayırlıdır. Rasûlüllah, Ebû Bekir ile
Mekke'den Sevr mağarasına giderken, Hz. Peygamber'in kâh arkasına kâh önüne
geçiyordu. Rasûlüllah onun durumuna şaşırarak şöyle dedi: 'Nedir senin bazen
arkaya ve bazen de öne geçmen?'... Hz. Ömer dedi: 'işte bu gece Ömer'den
de Ömer'in bütün ehl-i beytinden de hayırlıdır. ' ”193
Hz. Ebû
Bekir’in İrtidat Edenler İçin Oluşturduğu Heyet ve Hz. Ömer
Hz.
Peygamber vefat edince, büyük bir fesat kendisini gösterdi, Arap kabilelerinden
irtidat edenler ile Acemler, savaşa hırslanarak İslam için büyük bir tehlike
haline geldi. Rasûlüllah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefat haberini duyan
Yemen ve Necid bölgelerindeki bazı kabileler özellikle zekât ödemeyi reddederek
isyan ettiler. Ayrıca Rasûlüllah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatı ile
ortaya çıkan karışık ortamdan istifade etmek isteyen bazı kimseler de Peygamber
olduklarını ilan etti ve kendilerine inanan kalabalıkları peşlerine takarak
İslam hükümranlığını tehdit etmeye başladılar.[193]
[194]
Rasûlüllah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sağlığında onun hâkimiyetine boyun
eğmek zorunda kalarak Müslüman olan, ancak imanın kalplerine nüfuz edip
yerleşmediği bu bedevî topluluklar, onun vefatıyla cesaretlenmiş ve kalplerinde
gizlediklerini açığa çıkarmışlardı.[195]
İrtidat
edenler iki gruptu:
Birincisi
namaz kılmayı kabul eden ancak zekât vermeyi reddeden grup,
İkincisi
ise peygamberlik iddiasında bulunup dinden dönmüş kimseler.[196]
Bunun
üzerine, halife Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh), Müslümanları toplayarak
onlara irtidat edenler hakkında bir konuşma yapmış[197]
ve fikir alışverişinde bulunmuştu. Kaynaklarda bu konuyla ilgili daha çok Hz.
Ömer'in (radiya’llâhü anh) ismi ön plana çıkmıştır.[198]
Ancak Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh) irtidatta bulunanlarla savaşmaya kararlı
olduğunu söylemiştir. Oradaki sahâbe Hz. Ebû Bekir'in kararına saygı gösterip
onaylamıştır. Daha sonra Hz. Ömer'in (radiya’llâhü anh) sözünden[199] de
anlaşıldığı gibi onun aldığı karar, isâbetli çıkmıştır.[200]
Bilindiği
gibi Hz. Ebû Bekir’in (radiya’llâhü anh) danışmak için topladığı önde gelen
sahâbîlerden oluşan ve "hilâfet şûrası" diyebileceği bir istişare
heyeti vardı. Bu heyet içerinde de en başta, gelecekte İslam’ın diğer üç
halifesi haline gelecek olan Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (kerrem’allahü
veche radiyallâhü anh) bulunuyordu. İrtidat edenler için Hz. Ebû Bekir bunlara
fikir danışmış ve onların ortaya attığı önerileri dinlemiştir. Hz. Ebû Bekir
ile diğer üç halifenin arasındaki münasebetin burada ne derecede olumlu
olduğunu açıkça görmek mümkündür.
Hz. Ebû Bekir'in Danışmanı Hz. Ömer'in Konumu
Hz.
Ebû Bekir, Asr-ı Saadet'te Allah Rasûlü'nün istişâre ettiği kimselerden
sayılırdı. Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatıyla artık o,
Rasûlüllah'ın yerine geçmiş ve pozisyonlar da değişmişti. Bundan sonra devlet
başkanı olduğu için, Rasûlüllah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) döneminde
olduğu gibi,[201] çıkacak
olan dinî, ictimâî, siyâsî vb. meseleleri danışması gerekiyordu.
Bir
tespite göre Hz. Ebû Bekir'in çokça danıştığı kimseler şunlardı: Hz. Ömer, Hz.
Osman, Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf, Muaz b. Cebel, Übey b. Ka'b ve Zeyd b.
Sâbit (radiya’llâhü anh). Bunların hepsi ayrıca onun zamanında fetva verirlerdi
ve Müslümanlar da onlara danışmaktaydı.[202]
Hz. Ebû
Bekir ve Hz. Ömer'in Birbirlerine Olan Güveni ve İtimadı
Hz.
Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in (radiya’llâhü anh) hayatlarını incelediğimizde,
ikisinin birbirine olan saygısı, güveni ve muhabbetini çeşitli rivayetlerde
görmekteyiz. Bu rivayetlerden kısaca bir kaç örneği burada nakletmeye
çalışacağız:
Daha
önce mevzubahis ettiğimiz gibi, Hz. Ebû Bekir'in (radiya’llâhü anh) halifelik
döneminin ilk sorunlarından biri ridde olayları olmuştu. Halife Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü
anh), zekât vermeyenler ve sahte Peygamberler ile savaşmaya kesin gözle
bakarken, Hz. Ömer'in (radiya’llâhü anh), zekât vermeyenler ile savaşma
konusunda şüpheleri vardı.[203] Ancak
Hz. Eû Bekir (radiya’llâhü anh), kararlıydı. Çünkü İslam bir bütündü ve din
parçalanamazdı. Yani zekatı namazdan ayırmak şehadet kelimesinin hakkını tam
eda etmemek demekti. Ashab-ı Kiram, durumu düşünüp Hz. Ebû Bekir'e (radiya’llâhü
anh) hak verdiler. Nitekim Abdullah b. Mes'ud, Hz. Ebû Bekir'in ridde ve
irtidat olaylarındaki rolü konusunda şu önemli değerlendirmeyi yapmıştır: "Rasûlüllah'ın
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatından sonra eğer Allah bizim başımıza Ebû
Bekir'i ihsan etmemiş olsaydı, biz öyle kararlar vermiştik ki, az kalsın
mahvolacaktık. Şöyle ki bizler, bir yaşını bitirip iki yaşına basan develeri
zekât almak için savaşmamayı, göçebe Araplardan gelenleri yemeyi ve bize ölüm
gelinceye kadar Allah'a ibadet etmeyi ittifakla kabul etmiştik. Hâlbuki Allah,
Ebû Bekir'i onlarla savaşmaya azmettirdi... "[204]
Hz.
Ebû Bekir'in irtidat konusunda aldığı kararın çok isabetli olduğu, Abdullah b.
Me'sud'un değerlendirmesinde görülmektedir. Ayrıca Ebû Recâ el-Utâridî,
kendisinin şahid olduğu bir olayı bize şöyle aktarmaktadır: “Medine’ye
gelmiştim. Baktım, halk toplanmıştı. Aralarında da birinin alnını öpen bir adam
vardı. Adam: 'Canım sana kurban olsun! Sen olmasaydın, biz helak olmuştuk!
diyordu. Ben: 'Öpen kim, öpülen kim? diye sordum. Birisi: 'Şu Ömer
bin Hattâb’dır. Zekât vermeyi reddeden mürtetlerle savaşmasından dolayı Ebû
Bekir’in alnını öpüyor1 dedi.”[205]
Ebû
Sâlih el-Gifârî'den şöyle bir rivayet nakladilmektedir: "Ömer b. Hattâb (radiya’llâhü
anh) Medine'nin kenar mahallelerinden birinde oturmakta olan gözleri kör, yaşlı
bir kadını geceleri yoklar, suyunu götürür, ihtiyaçlarını yerine getirirdi.
Fakat her gittiğinde bir başkasının da kendisinden önce varıp kadının
isteklerini sağladığını görürdü. Bunun üzerine bir gün erkenden çıktı, yolun
kenarında beklemeye başladı. Bir de ne görsün, gelen halife Ebû Bekir sıddîk (radiya’llâhü
anh). Ömer: 'Yemin ederim ki zaten senden başkası olamazdı! dedi."[206]
Hz.
Peygamber'in (radiya’llâhü anh) ders halkalarında bulunan, sahâbîlerin de en
önde gelen isimlerinden olan Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh) ve Hz. Ömer'in (radiya’llâhü
anh) hayatlarına dair sahâbîlerden nakledilen rivayetleri incelediğimiz zaman
bu iki büyük sahâbînin birbirleri arasında muazzam bir saygı ve sevginin
olduğunun farkına varırız.
Hz. Ebû Bekir'in Hilâfet Vasiyetinde Hz.
Ömer'in Konumu
Hz.
Ebû Bekir (radiya’llâhü anh), 13/634 yılında rahatsızlandı ve hastalığının
vefat ile sonuçlanması ihtimaline karşılık kendisinden sonraki halifeyi
belirlemeye karar verdi. Dolayısıyla bu göreve yani kendisinden sonra hilâfete
en uygun aday olarak Hz. Ömer'i (radiya’llâhü anh) gördü. Bu görüşünü hilâfet
meclisine da açıkladı. Şûrada bulunan Hz. Osman, görev için en isabetli kişinin
Hz. Ömer (radiya’llâhü anh) olduğunu söyledi.[207]
[208]
Ancak
diğer önde gelen bazı sahâbîler, Hz. Ömer'in (radiya’llâhü anh) sert mizacından
dolayı endişelerini dile getirdiler ve hatta bir kısmı bu konuda "Allah'a
ne cevap vereceğini" söyleyerek Hz. Ebû Bekir’e sorumluluğunu
hatırlatmaya çalıştılar. Halife onlara şu karşılığı verdi: "Siz beni
Allah ile mi korkutuyorsunuz? Sizin işinizde zerre kadar haksızlık etmiş olan
hüsrana uğrasın. Rabbime kavuştuğum zaman, 'Allah'ım onlar üzerine kullarının
en iyisini istihlaf ettim' derim."20 Halife Hz. Ebû
Bekir'in Muhâcir önderleriyle yaptığı görüşmelerden sonra, Ensâr toplumunun da
önde gelenlerinden olan Evs reisi Üseyd b. Hudayr, Hz. Ömer'in halifeliğine
onay vereceklerini bildirdi.[209]
Hz.
Ebû Bekir (radiya’llâhü anh) yaptığı görüşmeler sonucunda teklifinin genel
kabul gördüğü kanaatini aldıktan sonra kâtibi Hz. Osman'ı (radiya’llâhü anh)
çağırarak bir ahitnâme yazdırdı.[210]
Hz. Ebû Bekir'in tasdik ettiği ahitnâme, Hz. Osman tarafından ilân edildi.
Halife Hz. Ebû Bekir, kararın tebliğinden sonra yanında toplananlara kendisine
akraba olmayan bir kişiyi yerine tayin ettiğini, ona itaat etmelerini, zira bu
konuda kendisinin elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığını söyledi. Bunun
üzerine orada hazır bulunanlar vasiyete uyacakları konusunda halifeye söz verdiler.[211] Hz. Ebû
Bekir (radiya’llâhü anh), kararın ilânından sonra halefi Hz. Ömer'i (radiya’llâhü
anh) çağırarak gerekli tavsiyelerde bulundu.[212]
Görüldüğü
gibi Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh) kendisinden sonra Hz. Ömer’i (radiya’llâhü
anh) halifeliğe vasiyet etme konusunda bazı itirazlarla karşılaşmasına rağmen,
sahip olduğu kararlılıktan dolayı yine de Hz. Ömer'i (radiya’llâhü anh)
hilâfete uygun görerek onu Müslümanların gelecekteki halifeleri olarak istihlâf
etmiştir. Bu olaydan da anlaşılacağı üzere Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh),
Hz. Ömer'e (radiya’llâhü anh) güvendiğinden, kendisinden sonra halife olarak
Hz. Ömer'e (radiya’llâhü anh) biat edilmesini istemiştir.
Hz. Ebû
Bekir ve Hz. Osman İlişkileri
Hz. Ebû
Bekir'in Halife Seçiminde Hz. Osman'ın Durumu
Hz.
Ebû Bekir'în halife seçilmesiyle ilgili hususa daha önce temas ettiğimiz için
burada, konunun bütünlüğü açısından genel hatlarına değinip geçeceğiz. Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) 13 gün hasta yatıp, kendisinden
sonraki devlet başkanı için ne yazılı ve ne de şifahî hiçbir belge bırakmadan
13 Rebiulevvel 11/8 Haziran 632 tarihinde vefat etti. Ashâbın Ensâr grubu,
özellikle de Hazrecliler vefat haberini alır almaz, Hz. Peygamber'in (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) imam olarak tayin ettiği şahıs olan Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü
anh) ile birlikte öğle namazına dahi katılmadan Sa'd b. Ubâde'yi halife seçmek
için Benî Sâide çardağında toplandılar. Toplantı haberinin kendilerine ulaşması
üzerine, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ebû Ubeyde (radiya’llâhü anh) bir grup
Muhâcirle birlikte toplantı mahalline gittiler ve uzun tartışmalardan sonra Hz.
Ebû Bekir'e (radiya’llâhü anh) biat ettiler.
Kaynaklar
Benî Sâide çardağında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ebû Ubeyde (radiya’llâhü
anh) dışında bir grup Muhâcirin varlığından bahsetmektedir. Bunlar arasında Hz.
Osman (radiya’llâhü anh) ve Hz. Abdurrahman b. Avfın (radiya’llâhü anh)[213] ismi de
geçmektedir.[214] Bunların
dışında yazarı meçhul olan ancak İbn Kuteybe'ye (v. 276/889) nispet edilen el-Imâme
ve's-Siyâse kitabında şöyle bir rivayet yer almaktadır:
"Ensâr,
Ebû Bekir'e biat ederken Hâşimoğulları, Ali b. Ebî Tâlib'in; Ümeyyeoğulları,
Osman b. Affân'ın; Zühreoğulları ise Sa'd ile Abdurrahman b. Avfın etrafında
Mescid-i Nebevîde toplanmışlardı. Zübeyr b. Avvâm da Hâşimoğulları ile
birlikteydi... İnsanlar kendisine biat ettikten sonra Ebû Bekir, Ebû Ubeyde ve
Ömer ile birlikte Mescid-i Nebevîye geldi. (Halkın grup grup oturduklarını
gören) Ömer: 'Bakıyorum da parça parça gruplar halinde toplanmışsınız.
Haydi, kalkın da Ebû Bekir'e biat edin! Ben ve Ensâr ona biat ettik zaten.'
deyince, Osman ve yanındaki Ümeyyeoğulları kalkarak Ebû Bekir'e biat
ettiler..."[215]
Yukarıdaki
rivayetleri incelediğimizde; birinci rivayette Hz. Osman'ın (radiya’llâhü anh)
Benî Sâide çardağında bulunduğunu anlamaktayız. Buna binâen Hz. Osman’ın (radiya’llâhü
anh) orada Hz. Ebû Bekir'e (radiya’llâhü anh) biat ettiğini söylememiz
mümkündür. Çünkü Sa'd b. Ubâde hâriç orada bulunan herkesin Hz. Ebû Bekir'e (radiya’llâhü
anh) biat ettiğini bilmekteyiz.
İkinci
rivayette ise; Benî Sâide çardağındaki toplantı Hz. Ebû Bekir'e (radiya’llâhü
anh) biat etmeleriyle bitmiş ve hep birlikte Mescid-i Nebevî'ye gelmişlerdir.
Mescid-i Nebevî'de halkın bölük bölük olarak oturduklarını gören Hz. Ömer'in (radiya’llâhü
anh) sözü dikkat çekmektedir. Hz. Ömer (radiya’llâhü anh), kendisinin ve
Ensâr'ın Hz. Ebû Bekir'e (radiya’llâhü anh) biat ettiklerini söylemektedir.
Bunun üzerine Hz. Osman'ın Hz. Ebû Bekir'e (radiya’llâhü anh) biat ettiğini
görmekteyiz.
Cem
Zorlu'nun bu konuyla ilgili şöyle bir değerlendirmesi bulunmaktadır: "Bu
rivayetlere göre, Benî Sâide örtmesinde biat bittikten sonra Ashâb, Mescid-i
Nebevî'ye gelmişlerdi. Bu esnada mescidde bulunan Müslümanlar öbek öbek oturmuş
gruplar halinde kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Ashâbın tekbir sesleri
üzerine olaya muttali olarak Mescid'e gelen Hz. Ali de Hâşimoğulları ile
birlikte bir köşeye oturmuştu. Böylece Mescid'de üç grup oluşmuştu:
Hz.
Ali'nin etrafında Hâşimoğulları,
Hz.
Osman'ın etrafında Ümeyyeoğulları,
Sad b.
Ebî Vakkâs ile Abdurrahman b. Avfın etrafında Zühreoğulları.
Ashâb
bu şekilde sohbet ederken, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Ebû Ubeyde (radiya’llâhü
anh) ile birlikte Benî Sâide örtmesinden mescide geldiler ve Hz. Ömer (radiya’llâhü
anh), kendisinin ve Ensârın Ebû Bekir'e (radiya’llâhü anh) biat ettiklerini
belirterek bu grupları biata davet etti. Bunun üzerine Hz. Ali (kerrem’allahü
veche radiyallâhü anh) ve beraberindekiler hariç, o esnada Mescid-i Nebevide
bulunan bütün ashâb biat ettiler. Eğer ilk oturumda Abdurrahman b. Avf (radiya’llâhü
anh) ile Hz. Osman'ın (radiya’llâhü anh) varlığını kabul edecek olursak,
onların burada kabilelerine öncülük yapmak ve Ebû Bekir'in (radiya’llâhü anh)
hilâfetini kabul ettiklerini bir kez daha vurgulamak için biatlarını
yenilediklerini söyleyebiliriz. Şüphenin ve endişenin kol gezdiği böyle bir
ortamda bu tavır çok doğal ve gerçekçidir. "
Hz. Ebû
Bekir'in Danışmanı Hz. Osman
Hz.
Ebû Bekir ile Hz. Ömer (radiya’llâhü anh) arasındaki ilişkiler bölümü adı
altında, Hz. Ömer'in, Hz. Ebû Bekir'in (radiya’llâhü anh) danışmanı olduğunu
söylemiştik. Orada aktardığımız rivayette Hz. Osman'ın ismi de geçmektedir.[216] [217] Hz. Ebû
Bekir'in halife olduktan sonra Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yolunu
izlediğine ve devlet başkanı olarak danışmanları olduğu konusuna biraz temas
etmiştik. Nasıl ki Hz. Ömer (radiya’llâhü anh), halife Hz. Ebû Bekir'e devlet
işlerinde yardımcı olmaya çalışmışsa, Hz. Osman'ın (radiya’llâhü anh) da halifeye
yardımcı olduğu görülmektedir.
Ayrıca
Hz. Ebû Bekir'in (radiya’llâhü anh) halifelik dönemindeki görev taksimatına
bakıldığında, Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) ve Hz. Osman’ın (radiya’llâhü
anh), halifenin danışmanlarından oldukları görülmektedir. Kaynaklarımız Hz. Ebû
Bekir’in (radiya’llâhü anh) emirlerini vilâyetlere ve ordu komutanlarına
yazarak ulaştıran kâtiplerinden söz etmekte ve özellikle üç kişinin adını
vermektedir:
Hz. Ali
(kerrem’allahü veche radiyallâhü anh)
Zeyd b. Sâbit (radiya’llâhü
anh)
Hz. Osman (radiya’llâhü
anh)[218]
Hz. Ebû Bekir'in İslam Fetihleri İçin
Oluşturduğu Heyet ve Hz. Osman
Bir
rivayette Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh), Şam topraklarına bir ordu göndermek
için istişare heyetine danıştığı ve bunların içerisinde Hz. Osman'ın (radiya’llâhü
anh) da bulunduğu belirtilmektedir: “...Hz. Ebû Bekir onlara konuyu açtı. Orada
olanlara Allah’ın (celle celâlühü) nimetlerini andı. Ona göre Allah’ın
nimetlerinden biri de Allah’ın aradaki düşmanlıkları gidermesi, insanları tek
vücut haline getirdiği bir ümmet yapmasıydı. Ardından bütün Arapların bir ana
ve bir babanın soyundan geldiğini söyledi. Bu açıdan Şam topraklarına yani
Rumlara karşı savaşıldığı takdirde muzaffer olunacağını belirtti. Ona göre Doğu
Roma’ya karşı galip olunmasa da savaşta Müslümanlar için büyük kazançlar vardı.
Ölenler şehitlik sevabı kazanacak, sağ kalanlar Allah’ın dinini müdafaa ettiği
için Allah (celle celâlühü) katında ecrini alıp sağ kalacaktı. Son olarak da
sözlerini şöyle tamamladı: “Benim görüşüm budur, siz ne diyorsunuz?”[219]
[220]
Bunun üzerine, önce Hz. Ömer ayağa kalkarak söz aldı. Kendileri neye el atmak
istese, Hz. Ebû Bekir’in önce davranıp ona el attığını söyledi. Ardından bu
konudaki görüşünü şöyle ortaya koydu: “(Senin görüşün) isabetli bir görüştür.
Hemen asker gönder. Allah, dinine yardım eder, İslam’ı ve ona inananları
mutlaka üstün kılacaktır””229
Sonra
Abdurrahman b. Avf ayağa kalkarak söz aldı. O da Roma toprakları sınırlarına
akıncılar gönderilmesini ama ağırlıkla onlara savaş açılmamasını istedi. Ona
göre önce Yemen fethedilmeli, ardından güçlenip Doğu Roma topraklarına
girilmeliydi. Hz. Ebû Bekir söylenenleri dinliyordu. Bu kez Hz. Osman ayağa
kalktı o da görüşlerini şöyle açıkladı: “Ben seni, bu din saliklerinin
hayırhahı ve onlara pek şefkatli olarak görüyorum. Onların geneli hakkında bir
görüş sahibi olduğunda, onu gerçekleştirmeye kararlı ol, gerçekten bundan
ittiham edilmezsin.” Ardından Talha, Zübeyr, Sa’d b. Ebû Vakkâs, Sâid b.
Zeyd, Ebû Ubeyde b. Cerrâh ve diğerleri de “Osman doğru söylüyor, aklın
nasıl keserse öyle yap. Biz sana ne muhalefet eder ne de senden kötü şey
bekleriz”” dediler.[221]
Hz.
Ebû Bekir’in Hz. Osman’a Olan Güveni
Dünya
siyâsî tarihine bakıldığında vekillik makamı önemli bir görev olarak
görülmektedir. Mesela, devletin başında olan birisi eğer kendi yerine birisini
vekil olarak bırakmak isterse, en güvendiği kişilerden birisini seçmektedir.
Geçmiş dönemlerde vekil demek, bütün güce sahip olan biri demekti. Dolayısıyla
devletin başında olan birisi, güvenemediği kimseyi kendi yerine vekil yapamazdı.
Halife Hz. Ebû Bekir de güvendiği kimselerden olan Hz. Osman’ı (radiya’llâhü
anh) kendi yerine vekil olarak seçtiği kaynaklarda geçmektedir. “...Hicrî 12.
senesi hac vakti gelince, Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh) bizzat kendisi hac
emîri olarak hacca gitti. Haccını ifrâd haccı olarak yaptı. Medine’de, yerine
Hz. Osman b. Affan’ı bırakmıştı.”[222]
Hz.
Ebû Bekir (radiya’llâhü anh) ve Hz. Osman (radiya’llâhü anh) ilişkileri
açısından yukarıdaki rivayete baktığımızda, Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh)
hac emîri olarak bizzat kendisi Mekke'ye giderken kendi yerine halef/vekil
olarak Hz. Osman’ı (radiya’llâhü anh) bıraktığı görülmektedir. Hz. Ebû Bekir’in
(radiya’llâhü anh) yaptığı bu görevlendirme de onların arasındaki ilişkinin çok
iyi olduğunu, aralarında bir güven ve muhabbetin olduğunu göstermektedir.
Hz. Ebû Bekir'in Vefatı ve Hz. Osman
Hz.
Ebû Bekir (radiya’llâhü anh) ölüm döşeğinde iken, kendisinden sonra halife
olacak zatın vasıflarını Hz. Osman’a (radiya’llâhü anh) anlatıyordu. Hz. Osman
da bunları kaydediyordu. Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh), tarif ettiği zatın
ismini anmadan bayılmıştı. Hz. Osman (radiya’llâhü anh), Hz. Ebû Bekir vefat
etti zannıyla Hz. Ömer’in (radiya’llâhü anh) ismini yazdı. Biraz sonra Hz. Ebû
Bekir (radiya’llâhü anh) ayıldı, kimi yazdığını sordu. Hz. Osman (radiya’llâhü
anh), '"Ruhunu teslim ettiğini sanmıştım. Tefrika çıkmasından korktuğum
için Ömer b. Hattâb’ı yazdım, ey Mü’minlerin Emîri!" dedi. Hz. Ebû
Bekir (radiya’llâhü anh) onun bu hassasiyetine çok sevindi ve memnuniyetini
şöyle dile getirdi: “İslam’a ve Müslümanlara yaptığın bu iyiliğinden dolayı
Allah (celle celâlühü) seni hayırla mükâfatlandırsın. Şayet kendini de
yazmış olsaydın, yine isabetli hareket etmiş olurdun.
Bu
konuyu ilerleyen bölümlerde “Hz. Osman (radiya’llâhü anh) ve Hz. Ömer'in
ilişkileri” konusu içerisinde detaylı olarak açıklayacağımızdan dolayı şimdilik
şu kadarını söylemek yeterlidir: Hz. Osman (radiya’llâhü anh), Hz. Ebû Bekir'e (radiya’llâhü
anh) kâtiplik yapmıştır ve Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh), Hz. Osman için şu
ifadelerde bulunmuştur: "Şayet kendini de yazmış olsaydın, yine
isabetli hareket etmiş olurdun". Bu ifade Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü
anh) ve Hz. Osman (radiya’llâhü anh) arasındaki ilişkiye dair önemli bir bilgi
içermektedir.
Hz. Ebû
Bekir ve Hz. Ali İlişkileri
Hz. Ebû Bekir'in Halife Seçiminde Hz. Ali ve
Ebû Bekir'e Biatı
Müslümanların
ilk halifesinin seçimi, İslam siyaset tarihi açısından tartışıla gelen çok
önemli olaylardan biridir. Müslümanlar, Hz. Peygamber'in (radiya’llâhü anh)
vefat etmesi ile lidersiz kaldılar ve her şeyi bir kenara bırakarak bir lider
belirleme gereğini duydular. Bu işe o kadar önem verdiler ki, lider tayin etme
işini Hz. Peygamber'in (radiya’llâhü anh) defin işinden bile önceye aldılar.[223] [224] Onların
Hz. Peygamber'in vefatından sonra karşılaştıkları ilk problem yönetim meselesi
olmuştu.[225] Daha sonraları özellikle bu
süreçte Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) niçin seçime itiraz
etmişti? Ne zaman biat etmişti? Ne şekilde biat etmişti? gibi soruların
cevapları, asırlardır Sünnî ve Şiî tarihçileri arasında tartışıla gelmiştir.
Hz.
Peygamber'den sonraki hulefâ-i râşidîn denilen bu dönemde, Müslüman toplumunu
yöneten dört halifenin seçimi önem arzetmektedir. Her şeyden önce Hz. Ebû Bekir
(radiya’llâhü anh), hulefâ-i râşidîn arasında ilk seçilen halife olmuştu. Ona
biat eden önemli kişiler, daha sonra sırasıyla halife olacak olan Hz. Ömer, Hz.
Osman ve Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) olmuştu. Hz. Ömer'in (radiya’llâhü
anh) Hz. Ebû Bekir'e (radiya’llâhü anh) ilk biat edenlerden oluşunu, yani özel
biat olarak bilinen zamanda, biat ettiğini daha önce aktarmıştık.[226] Ayrıca
Hz. Osman'ın (radiya’llâhü anh) da sonuç itibarıyla Hz. Ebû Bekir'e biat
ettiğine, özel biatte mi yoksa umûmi biatte[227]
mi biat ettiğiyle ilgili yorumlara değinmiştik.[228]
Şimdi ise Hz. Ali'nin (radiya’llâhü anh) Hz. Ebû Bekir'e (radiya’llâhü anh)
biat etmesine değinmek istiyoruz.
Hz.
Ebû Bekir'in halife seçilmesini genel hatlarıyla hatırlatacak olursak, Hz.
Peygamber (radiya’llâhü anh) vefat edince Ensâr, Hz. Peygamber'den (radiya’llâhü
anh) sonra kendi aralarından birinin halife seçilmesi için Sakîfe’de
toplanmışlardı. Bu toplantıdan haberdar olan Muhâcirlerden Ebû Ubeyde b. Cerrâh
ve Hz. Ömer (radiya’llâhü anh), Hz. Peygamber'in (radiya’llâhü anh) teçhiz ve
tekfin işlerini bırakıp, yanlarına Hz. Ebû Bekir'i de alarak Sakîfe'ye
gitmişlerdi. Hz. Peygamber'in (radiya’llâhü anh) teçhiz işiyle ise akrabaları
Hz. Ali ve Abbâsoğulları ilgilenmişlerdi.
Sakîfe'ye
giden üç sahâbî, Sakîfe'de Ensâr'ın konuşmalarını dinlemiş, daha sonra Hz. Ebû
Bekir (radiya’llâhü anh) söz alarak konuşma yapmıştı. Neticede Hz. Ebû Bekir,
Hz. Ömer ve Hz. Ebû Ubeyde'yi (radiya’llâhü anh) halifeliğe aday göstermiş,
fakat ikisi de bu teklifi kabul etmeyerek derhal Hz. Ebû Bekir'e (radiya’llâhü
anh) biat etmişlerdi. Bu ikisinin biatından sonra -Sa'd b. Ubâde hariç- orada
bulunan herkes, Hz. Ebû Bekir'e (radiya’llâhü anh) biat etmişlerdi. Buraya
kadar ki olayları daha önce anlatmıştık. Hz. Ali'nin (radiya’llâhü anh) biatı
ise bundan sonra gelmektedir.
Yukarıdaki
bilgilerden anlaşıldığı kadarıyla, Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü
anh), Hz. Peygamber’in (radiya’llâhü anh) defin işleriyle meşgul olduğu için
ilk gün biat edememiştir. Her şeyden evvel şu
noktayı şimdiden belirtmemizde fayda vardır: Bütün kaynaklar er veya geç Hz.
Ali’nin (radiya’llâhü anh), Hz. Ebû Bekir’e (radiya’llâhü anh) biat ettiğini
ittifakla belirtmektedirler; biat etmediğini söyleyen hiçbir kaynak yoktur.
Buradaki asıl problem ise Hz. Ali’nin (radiya’llâhü anh), Hz. Ebû Bekir’e (radiya’llâhü
anh) ne zaman biat ettiğidir.[229] Bu
konuyla ilgili, karşımıza farklı rivayetler çıkmaktadır. Hz. Ali’nin (radiya’llâhü
anh), salı günü yani genel biatta, Hz. Ebû Bekir’e (radiya’llâhü anh) biat
ettiğini söyleyenlerin yanında; salı günü değil de daha sonraki günlerde biat
ettiğini (biatını geciktirdiğini) söyleyen rivayetler de bulunmaktadır.
İbnü'l
Esîr (v. 630/1233) şöyle bir rivayet nakletmektedir: "Hz. Ali, Hz. Ebû
Bekir’e biat edildiğini haber alınca, altında pantolonu ve üstünde de ridası
bulunmayan bir gömlek ile alelacele çıkıp Hz. Ebû Bekir'e biat etti. Daha sonra
kendi pantolon ve ridasını isteyerek örtündü. "[230]
Diğer
bir rivayete göre Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh), mescide gelmiş ve halk
orada kendisine biat etmişti. Rasûlüllah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) cenazesini
yıkamakla meşgul olan Hz. Abbâs ile Hz. Ali, mescidden gelen bu tekbiri
işitince, Hz. Ali “Bu da ne?” dedi. Abbâs: “Böyle bir şey (hilafet),
asla kaçırılmaz. işte bundan dolayı ben, sana söylemem gerekenleri daha önce
söylemiştim zaten””[231]
diyerek karşılığını verdi. Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh)
evinden çıkarak Hz. Ebû Bekir’in (radiya’llâhü anh) yanına geldi ve: “Ey Ebû
Bekir! Bizim de bu işte bir hakkımız olduğunu düşünmedin mi?” diye sitem
etti. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh), “Bilakis, düşündüm;
fakat fitne çıkmasından korktum. Meğer büyük bir iş yüklenmişim””
karşılığını verdi. Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh): “Rasûlüllah’ın
seni namaz kıldırmakla görevlendirdiğini ve mağarada iken ikinin İkincisi
olduğunu biliyorum. Ancak bu işte bizim de hakkımız olduğu halde bize
danışılmadı. Allah seni bağışlasın!” diyerek Ebû Bekir’e (radiya’llâhü anh)
serzenişte bulundu ve ardından Ebû Bekir’e (radiya’llâhü anh) biat etti.[232]
Yukarıdaki
rivayetleri birleştirerek tahlil ettiğimizde, ikisindeki ortak nokta Hz.
Ali'nin (radiya’llâhü anh) hemen biat ettiğidir. Ancak birinci rivayette Hz.
Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), Hz. Ebû Bekir'e (radiya’llâhü anh)
biat edildiğini duyunca tereddüt etmeden gelip biat etmiştir, ikinci rivayette
ise Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), Hz. Ebû Bekir’e bu konuda,
kendileriyle istişare edilmediği için serzenişte bulunmuş ve daha sonra da ona
biat etmiştir.
Daha
önce Hz. Osman’ın (radiya’llâhü anh) Hz. Ebû Bekir’e (radiya’llâhü anh) biatı
bölümünde aktardığımız bir rivayeti, bu konunun da daha iyi anlaşılabilmesi
için, burada bir kez daha hatırlatmak istiyoruz:
“Ensâr,
Ebû Bekir’e biat ederken Hâşimoğulları, Ali b. Ebû Tâlib’in; Ümeyyeoğulları,
Osman’ın; Zühreoğulları ise Sa’d ile Abdurrahman b. Avf’ın etrafında Mescid-i
Nebevî’de toplanmışlardı. Zübeyr b. Avvâm da Hâşimoğullarıyla birlikte idi.
Annesi Safiyye bint Abdilmüttalib’den dolayı kendisini onlardan kabul
ediyordu... İnsanlar kendisine biat ettikten sonra Ebû Bekir, Ebû Ubeyde ve
Ömer ile birlikte Mescid-i Nebevî’ye geldi. Halkın grup grup oturduklarını
gören Ömer: ‘Bakıyorum da parça parça gruplar halinde toplanmışsınız. Haydi,
kalkın da Ebû Bekir’e biat edin! Ben ve Ensâr ona biat ettik zaten’
deyince, Osman ve yanındaki Ümeyyeoğulları kalkarak Ebû Bekir’e biat ettiler.
Ardından Sa’d ve Abdurrahman b. Avf ile beraberlerindeki Zühreoğulları da
kalkarak Ebû Bekir’e biat ettiler. Fakat Ali ve Abbâs b. Abdülmuttalib ile
yanındaki Hâşimoğulları ise evlerine çekip gittiler; Zübeyr b. Avvâm da onlarla
birlikte idi... ”233
Rivayetten
anlaşıldığı üzere sadece Hz. Ali'nin (radiya’llâhü anh) hilâfet beklentisi
yoktu. Hz. Ali ve Hâşimoğulları’nın yanında, Ümeyyeoğulları ve Zühreoğulları da
hilâfet beklentisi içerisinde görülmüştü. Ancak, Hz.
Ömer’in (radiya’llâhü anh) uyarıyısla Hz. Osman’ın etrafında toplanmış olan
Ümeyyeoğulları ve Sa’d ile Abdurrahman b. Avf’ın etrafında toplanmış olan
Zuhreoğulları dışında, Hz. Ali ile beraber olan Hâşimoğulları, Hz. Ebû Bekir’e (radiya’llâhü
anh) biat etmeden dışarıya çıkıp gitmişlerdi.
Yukarıdaki
rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü
anh), Hz. Ebû Bekir'e (radiya’llâhü anh) hemen biat etmiştir. Halbuki, Hz. Ali
(kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) hilâfetin en güçlü adaylarından olup
hilâfet için gerekli olan sosyal güç ve siyasî konuma sahipti.[233] [234] [235] Buna
rağmen ümmetin bütünlüğünün korunması için, Müslümanların halife olarak
seçtikleri Hz. Ebû Bekir'e (radiya’llâhü anh) daha ilk günlerde bait etmiştir.
Hz.
Ali'nin biatını geciktirdiğini belirten rivayetlere gelince, tarihçilerin bu
konuda aktardıkları bilgiler birbirinden farklılık arzetmektedir. Taberî'nin (v. 310/992) Târihinde
şöyle bir rivayet yer almaktadır: " Ali b. Ebû Tâlib 40 günden
sonra biat etti. Bazıları derler ki 6 ay
sonra ve bazıları da 2 ay sonra biat etti."
İbnü'l Esîr (v. 630/1233), kendisinden
naklettiğimiz rivayeti[236]
[237]
aktardıktan sonra kendi kanaatini şöyle belirtmiştir: "Doğru olan,
Mü'minlerin Emîri'nin (Hz. Ali'nin Hz. Ebû Bekir'e) 6 ay sonra biat etmiş
olmasıdır."
el-Imâme ve's-Siyâse yazarı, Hz. Ali'nin (radiya’llâhü anh)
Hz. Fatıma (radiya’llâhü anh) vefat edinceye kadar biat etmediğini ve Hz. Fatıma'nın
da Hz. Peygamber'den (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sonra 75 gün yaşadığını
söylemektedir.[238]
Mes'ûdî'de (v. 346/957) bu konuyu şöyle nakletmektedir: "Hz. Ali'nin (radiya’llâhü
anh) Hz. Ebû Bekir'e (radiya’llâhü anh) biatı konusunda tarihçiler ihtilaf etmişlerdir;
kimileri, Hz. Fatıma'nın vefatından 10 gün sonra biat ettiğini söylemişlerdir
ki bu, Hz. Peygamberin vefatından 70 küsur gün sonra olmaktadır; kimileri Hz.
Fatma'nın vefatından 3 ay sonra; kimileri de 6 ay sonra Hz. Ali'nin Hz. Ebû
Bekir'e biat ettiğini söylemişlerdir. "[239]
Konunun
başında da belirttiğimiz gibi, bütün kaynaklar Hz. Ali'nin Hz. Ebû Bekir'e (radiya’llâhü
anh) biat ettiğini ittifakla belirtmektedirler. Fakat görüldüğü üzere biatin ne
zaman gerçekleştiği hususunda görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Hz. Ali'nin Ebû
Bekir'e (radiya’llâhü anh) hemen biat ettiğini ifade eden rivayetler olduğu
gibi; daha sonraki zamanlarda biat ettiğini ifade eden nakiller de
bulunmaktadır. Bizim için önemli olan konu ise, Hz. Ali (kerrem’allahü veche
radiyallâhü anh) Hz. Ebû Bekir'e hilâfet konusunda kendisine danışılmadığı için
veya her hangi bir sebepten dolayı bir süre biat etmemiş olabilir. Ancak Hz.
Ebû Bekir'in hilâfeti boyunca onun yanında devlet meseleleri için yardım
ettiğini görmekteyiz.
Hz. Peygamber'in terbiyesinde
yetişmiş bu ilk nesil, çok kaygan olan ve ahlakî değerlerin çok az devreye
girebildiği iktidar mücadelesi ortamında, her ne kadar insanların kendilerinden
bekledikleri beşer üstü ve kutsal bir düzeyde olmasa da bir insanın ortaya
koyababileceği en erdemli bir mücadele şeklini ortaya koymuşlar ve işi kavgaya
götürmeden sonraki nesillere örnek olabilecek bir halife seçimi
gerçekleştirmişlerdir.[240]
Hz.
Ali'nin Hz. Fatıma Sebebiyle Hz. Ebû Bekir İle İlişkisi
Hz.
Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatından kısa bir süre sonra
meydana gelen fikrî ve siyasî ihtilaflara yön veren hâdiselerden biri de Fedek[241]
meselesidir. Vaktiyle Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tasarrufunda
olan Fedek arazisi ile ilgili olarak Hz. Ebû Bekir ile Hz. Fatıma arasında
yaşanan hâdiseler, Sünnî ve Şiî Müslümanlarca farklı değerlendirilmiş ve
sürekli tartışma konusu yapılmıştır.[242]
[243]
Bu
konuya Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) miras bırakıp,
bırakmadığıyla alakalı rivayetlerle başlamak istiyoruz. "Biz miras
bırakmayız, bizim bıraktıklarımız sadakadır."24 Bu hadis,
konunun ana çatısını oluşturmakta ve Hz. Ebû Bekir bu hadisi bizzat kendisi ilk
ağızdan rivayet aktarmıştı. Urve'nin şöyle dediği rivayet edilmişti: "Rasûlüllah,
vefat ettiği zaman zevceleri, miraslarını talep etsin, diye Osman'ı, Ebû
Bekir'e göndermek istediler. Âişe, onlara şöyle dedi: 'Rasûlüllah, 'Biz miras
bırakmayız. Terekemiz sadakadır' demedi mi?’"24 İbn Kesîr,
Buhârî'de geçen bu hadisi aktardıktan sonra konuyla ilgili şöyle bir yorum
getirmiştir: "Bu sözü söyleyen -şayet kendilerine miras takdir
edilseydi- mirasçı olacak zevcelerden biri idi. Ama o, Rasûlüllah'ın
terekesinin miras değil de sadaka olacağını Rasûlüllah'ın ifade etmiş olduğunu
itiraf etti. Görünen odur ki, Rasûlüllah'ın diğer zevceleri de Hz. Âişe'nin bu
rivayetine muvafakat etmişlerdi. Ve Hz. Âişe'nin kendilerine bu hususta
söylediği hadisi hatırlamışlardı. Bu konuda Hz. Âişe'nin kullandığı ifade bu
hükmün onlarca da kesin olarak bilindiğini ilan ediyordu. "[244] [245]
Hz.
Fatıma'nın, Hz. Peygamber'in mirasını talep etmek için Hz. Ebû Bekir ile
arasında geçen konuşmayı Hz. Âişe şöyle nakletmektedir: "Rasûlüllah'ın
kızı Fatıma, Allah'ın Medine ve Fedek'te Hz. Peygamber'e fey'[246]
[247]
olarak verdiği mallardan olan mirasını ve Hayber'in humusundan kalan malları
istemek üzere Ebû Bekir'e haber gönderdi. Bunun üzerine Ebû Bekir dedi ki,
'Rasûlüllah, 'Biz miras bırakmayız. Bizim bıraktıklarımız sadakadır. Ancak Âl-i Muhammed, bu maldan
yiyebilir' buyurmuştur.' Böylece Ebû Bekir, bu mallardan Fatıma'ya hiç bir şey
vermedi. Fatıma da bu sebeple Ebû Bekir'e gazaplandı, ondan uzaklaştı ve
ölünceye kadar da onunla konuşmadı. Fatıma, Rasûlüllah'tan sonra 6 ay yaşadı. O
öldüğünde eşi Ali, Ebû Bekir'e bildirmeden geceleyin onun cenaze namazını kıldı
ve onu defnetti."241
İbn
Sa'd'ın (v. 230/844) aktardığı bir rivayete göre Fatıma ile Abbas, miras talep
etmek üzere Ebû Bekir'e geldiler. Onlarla birlikte Ali de bulunuyordu. Ebû
Bekir, Rasûlüllah'ın "Biz miras bırakmayız, bizim bıraktıklarımız sadakadır"
hadisine dayanarak onların miras taleplerini reddetti ve ardından şöyle dedi: "Peygamber
kimin geçimini üzerine almış ve yüklenmişse onların tamamının harcamaları ve
geçimleri bana aittir?' Bunun üzerine Ali şunları söyledi: "Süleyman,
Davud'a vâris olmuştur.[248]
Zekeriyya da 'O, bana vâris olsun; Ya'kûb hanedanına da vâris olsun’[249]
demiştir." Ebû Bekir, Ali'ye şöyle cevap verdi: "Vallahi bu iş
böyledir, bunun böyle olduğunu benim bildiğim kadar sen de biliyorsun?"
Ali ise "Ancak burada Allah'ın kitabı konuşuyor" diyerek
konuşmasını bitirdi. Hepsi birlikte bir şey söylemeden oradan ayrıldılar.[250]
Yukarıdaki
rivayetlerden tespit edebileceğimiz noktalar şunlardır: Hz. Peygamber'in
vefatından sonra zevceleri ve kızı Hz. Fatıma, kendi miraslarını talep etmişlerdir.
Hz. Âişe, Hz. Peygamber'in diğer hanımlarına Peygamberlerin miras
bırkamayacağını hatırlatarak onları geri çevirmiştir. Ayrıca Hz. Fatıma,
babasından kalan mirası Halife'den talep edince, Hz. Ebû Bekir, Hz.
Peygamber'in hadisini aktarıp Peygamberlerin miras bırakmayacağını
hatırlatmıştır. Hz. Fatıma da Hz. Ali ve Abbass ile birlikte Hz. Ebû Bekir'in
yanından ayrılmıştır.
Hz.
Ebû Bekir'in, Hz. Peygamber'in kızı Hz. Fatıma'yı üzmüş olsa bile, Hz.
Peygamber'e bağlılığından dolayı sergilemiş olduğu tavrın doğruluğunu bir kat
daha kuvvetlendiren, şu bilgiyi aktarmak istiyoruz: "Zeyd b. Ali b. Hüseyn, Ali b. Ebû Tâlib'in
şöyle dediğini naklederler: 'Eğer ben Ebû Bekir'in yerinde olsaydım onun Fedek
arazisi hakkında verdiği hükmün aynısını verirdim.'"[251]
[252]
Yine Hz. Ebû Bekir ve Ömer'in haklarına tecavüz edip etmediği Zeyd b. Ali'nin
kardeşi Ebû Ca'fer Muhammed Bâkır'a sorulduğunda o da şöyle değerlendirme
yapmıştır: ""Hayır! Âlemlere uyarıcı olsun diye Kur'an'ı kuluna
indirene yemin olsun ki, onlar
bizim hakkımıza zerre kadar zulmetmemışlerdır."
Yukarıda
aktardığımız nakiller ve yorumlar göz önünde bulunduracak olursa, akla şöyle
bir soru geliyor: Hz. Fatıma gibi Rasûlüllah'ın gözetiminde yetişmiş mümtaz bir
zat, acaba bütün Müslümanlarca takvası, sadakati ve hilafete liyakati kabul
görmüş bir şahsiyete miras meselesinden dolayı, vefatına kadar dargın kalması
makul olabilir mi? Bunun makul olduğunu kabul etmekle beraber, bu dargınlığın
küçük boyutta olduğu söylenebilir. Çünkü Hz. Ebû Bekir, Hz. Fatıma'nın
vefatından kısa bir süre önce gönlünü almış, Hz. Fatıma da ondan hoşnut olarak
ruhunu teslim etmiştir.[253]
Hz. Ebû Bekir'in Danışmanı Olarak Hz. Ali
Hz.
Ebû Bekir'in (radiya’llâhü anh), halife olduktan sonra Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz.
Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) ve diğer bazı sahâbîler ile istişare
ettiğini daha önce anlatmıştık. Tabiri caizse halife Hz. Ebû Bekir'in istişare
heyeti vardı. Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh), devletin sorunlarını halletmek
için gerektiğinde heyete başvuruyordu. Bunların arasında Hz. Ömer, Hz. Osman ve
Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) gibi sahâbenin ileri gelenleri
bulunmaktaydı. Hz. Ali'nin, Hz. Ebû Bekir'in istişare heyetinde olduğu
rivayetini daha önce aktarmıştık.[254]
Bunun yanı sıra Hz. Ali'nin (radiya’llâhü anh), halifenin kâtiplerinden biri
olduğunu da daha önce belirtmiştik.[255]
Netice olarak Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), Hz. Ebû Bekir'in (radiya’llâhü
anh) hem danışmanı ve hem de kâtibi olduğunu söylemek mümkündür.
Hz.
Ebû Bekir (radiya’llâhü anh), Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gibi
kararlarını istişare ile alan biriydi. Herhangi bir kararı veya düşüncesini
istişare etmek için öncelikle Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf,
Sa’d b. Ebû Vakkâs, Said b. Zeyd ve Ebû Ubeyde b. Cerrâh gibi Bedir ve diğer
savaşlarda bulunan büyükleri ve bunlarla birlikte diğer Muhâcir ve Ensâr’ın
ileri gelenlerini istişareye çağırıyordu.
Hz.
Ebû Bekir (radiya’llâhü anh), Şam’a (Sûriye topraklarına) asker gönderme kararı
alırken tabiri caizse, hilâfet istişare kurulunu toplamış ve onlarla konuyu
tartışmıştır. Bu grubun içerisinde Hz. Ali de bulunmaktaydi. Hz. Ebû Bekir
mecliste bulunanların fikrini sorduktan sonra, sıra Hz. Ali'ye geldi. Hz. Ali
fikrini şu şekilde beyan etti: “Onlara ister komutan olarak kendin git,
ister (askerin) başında birini gönder; inşallah, onlara (düşmana) karşı zafer
bulacaksın.”[256]
Bunun
üzerine Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali’ye şöyle dua etti: “Allah seni hayırla
müjdelesin” ve ardından sordu: “Bunu nereden biliyorsun?” Hz. Ali: “Çünkü
Rasûlüllah’ı şöyle derken duydum: 'Bu din bütün muhaliflerine gâlip olmayı
sürdürecek, hatta bu din ve ona inananlar hâkim olacaklardır.'” Hz. Ebû
Bekir bu açıklama üzerine şöyle dedi: “Bu ne güzel söz! Gerçekten sen beni
sevindirdin, Allah da seni sevindirsin.”[257]
Hz.
Ebû Bekir ve Ali ilişkileri açısından bu olaya dikkat edecek olursak:
Hz. Ebû
Bekir’in hilâfet istişare heyetinde Hz. Ali de yer almakta olup, halife onun
fikirlerini dinlemiş ve Hz. Ali de görüşlerini açıkça beyan etmiştir.
Bu olay
göstermektedir ki, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali birbirleriyle samimiydiler.
Hz. Ali,
Suriye ve Filistin’i fethedecek ordular konusunda Hz. Ebû Bekir’le paralel
düşünüyordu. Hz. Ebû Bekir ona “Allah da seni sevindirsin” diye dua
etmiştir.
Hz. Ebû Bekir'in İrtidat Edenlere Karşı Savaşı
Sırasında Hz. Ali'nin Konumu
Hz.
Ebû Bekir (radiya’llâhü anh) halife olduğunda ridde olayları ortaya çıktı.
Bunun üzerine halife Hz. Ebû Bekir de olayları bastırmak için Arap
Yarımadası'nın farklı bölgelerine asker gönderdi. Hz. Aişe'den nakledildiğine
göre, Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh), bir askerî birliğin başında Zülkassa'ya[258] [259] kadar
gitmiş ve mürtetlerle savaşmıştı. Hz. Aişe (radiya’llâhü anh) bunu '"Babam
kılıcını 259 kuşanıp atına bindi ve Zülkassa ya kadar gitti' diye
anlatmaktadır.
Kaynaklarda
Hz. Ebû Bekir’in başkomutan olarak komuta ettiği Zülkassa topraklarındaki bu
ordudan bahsedilmektedir. Ordunun başında, komutan olarak halife Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü
anh) bulunmaktadır. Hz. Aişe’nin (radiya’llâhü anh) anlattığına göre Hz. Ali
(kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), halifenin Medine’den ayrıldığını
duyunca, arkadan atıyla bu birliğe yetişmiş, Zülkassa’da Hz. Ebû Bekir’in (radiya’llâhü
anh) atının dizginlerini tutarak ona şunları söylemişti: “Ey Rasûlüllah’ın
halifesi, nereye? Sana Rasûlüllah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Uhud günü
söylediğini söylüyorum: 'Kılıcını kınına sok ve bizi kendinle (başına bir şey
getirerek) musibetlendirme.' Vallahi senin yüzünden bir musibete düşersek,
senden sonra ebediyyen İslam’ın düzeni olmaz.”[260]
Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh), Hz. Ali'nin bu sözleri üzerine Zülkassa'dan
geri dönüp askerlerin başına bir komutan tayin etti.[261]
Hz.
Ebû Bekir ve Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) arasındaki münasebet
açısından yukarıdaki olayı incelersek şu noktalar dikkat çekmektedir:
Hz. Ebû
Bekir'in (radiya’llâhü anh) başkomutan olması ve Hz. Ali'nin onu ikâz etmesi.
Hz. Ali’nin (radiya’llâhü
anh) Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh) ile güzel ilişkilerde olduğu.
Hz. Ali, Hz.
Ebû Bekir’i Hicret’in 3. yılında (625) Uhud gazvesi öncesi söylenen bir sözle
ikna etmiştir.[262]
Hz.
Ebû Bekir (radiya’llâhü anh) halife olduğunda yaptığı ilk iş, Usâme ordusunu
göndermek oldu. Usâme ordusu Medine'den ayrıldıktan sonra, İslam'ın
merkeziyetini teşkil eden şehirde fazla askerî küvvet kalmadı. Kaynaklarda
geçen rivayetlere göre, irtidat eden kabilelerin bazılarının elçileri halife
Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh) ile zekât vermeme konusunu konuşmaya
geldi. Ancak Halife bunu kabul etmediği halde bu kez onlar, Hz. Ömer'in yanına
gidip, Hz. Ebû Bekir ile konuşmasını dilediler. Fakat bu da onlara fayda
vermedi. Heyet, Medine'de bir kaç gün kaldıktan sonra buradan ayrılmadan önce,
kendi kavimlerine bu şehrin askerî gücünün olmadığını habercileri tarafından
ulşatırdılar.[263]
Medine'ye
baskın yapanlar arasında iki kabile vardı. Birisi Absoğulları ve diğeri de
Zübyânoğulları'ydı. Bu baskından haberdar olan Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh),
Medine'nin stratejik üç bölgesine bir bölük asker yerleştirme kararına vardı.[264] Bu üç bölgenin
müfreze komutanları olarak da Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh),
Hz. Zübeyr b. Avvâm (ile İbn Mes'ud'u)[265]
(radiya’llâhü anh), Hz. Talha b. Abdullah'ı (radiya’llâhü anh) seçti. Hz. Ebû
Bekir, irtidat eden kabilelerin Medine'ye ansızın baskın yapması ihtimaline
karşı, halka silahlanmalarını emretti...[266]
Sonunda Absoğulları ve Zübyânoğulları ile birlikte onlara yardıma gelenler
bozguna uğratıldı.[267] [268]
Hz.
Ebû Bekir ile Hz. Ali ilişkileri açısından bakacak olursak; Hz. Ebû Bekir'in
halifeliğinin ilk günlerinde Hz. Ali'yi müfreze komutanı olarak seçmiş ve Hz.
Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) de bu görevi kabul etmiştir. Bu da
şunu gösteriyor ki, eğer Hz. Ali, halife ile küs veya araları bozuk olsaydı,
her şeyden önce Halife böyle önemli bir görevi ona teklif etmzdi. Aynı şekilde
eğer böyle bir şey aralarında geçmiş olsaydı herhâlukârda Hz. Ali
(kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), halifenin verdiği bu görevini kabul
etmeyebilirdi. Çünkü Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) tarihte
cesaretiyle bilinen bir şahıstır. Kısacası bu olaydan şöyle bir sonuç çakarmak
mümkündür: Hz. Ebû Bekir'in zamanında Hz. Ali askerî bir göreve getirilmiş ve
Hz. Ali de, Hz. Ebû Bekir tarafından verilen bu görevi kabul etmiştir.
Hz. Ali'nin İlk İki Râşid Halife Hakkındaki
Düşüncesi
Ali
b. Hüseyn'den aktarıldığına göre Hz. Ali'nin (radiya’llâhü anh) halifelik
döneminde Haşimoğulları'ndan bir genç o günler ona şöyle sordu: '"Müminlerin
Emîri, seni cumada, 'Ya Rabbi! RâşidHalifeler'i salih kıldığın şeyle bizi de
salih kıl', diye hitap ederken işittim. Onlar kimler?"26
Gencin sorusu üzerine şöyle cevap verdi: "(Onlar) Ebû Bekir ve
Ömer'dir. (Allah ikisinden razı olsun). (o ikisi) iki hidayet imamıönderi,
İslam’ın iki şeyhi büyüğü1"" ve Rasûlüllah'tan (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) sonra kendileri ile hidayete erdenlerdir. Kim o ikisine
uyarsa sırat-ı müstakimi bulur, kim o ikisine iktida ederse, doğruya erer ve
kim o ikisine yapışırsa Hizbullah'tır (Allah taraftarı). Allah hizbi/taraftarı
olanlar da felaha erenlerin ta kendileridir. "[269]
[270]
Bu
konuyla ilgili Murat Sarıcık'ın şöyle bir değerlendirmesi bulunmaktadır:
Demek ki, Hz.
Ali zamanımızda imamların yaptıkları gibi, hutbede Râşid Halifeler'i (Hulefâ-i
Râşidîn) hayırla anıyor, onların kendisinden üstün olduğuna inandığı için "Râşid
halifelere verdiğin üstünlük ve fazileti bize de bahşet" diye dua
ediyordu.
Olaya
bakılırsa, onun duası cemaat tarafından da duyuluyordu. Hâşimî genç de Râşid
Halifeler'in/haleflerin kim olduğunu merak edince Hz. Ali'den cevabını almıştı.
Ona göre Râşid Halifeler şeyheyn, yani Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'di.
Bu iki
halifeyi Hz. Ali "Râşid" olarak tavsif ediyorsa, Hz. Ali'ye
göre bu ikisi; "Doğru yolu bulan, ehl-i hidayet ve istikamet, doğru
yolda ilerleyen, dine, imana ve insana zarar veren şeylerden uzak duran,
istikametli, doğru düşünen, güçlü akıl ve anlayış sahibi ve problemlere karşı
önlemleri kuvvetli iki büyük kimse" idiler.[271]
Ebû
Nuaym el-İsfahânî'nin (v. 430/1038) Hılyetü’l-Evliyasinda bu konuyla
ilgili şöyle bir farklı rivayet geçmektedir:
"Ümmü
Mûsâ anlatıyor: Ali kendisini, İbn Sebe'nin Ebû Bekir ile Ömer'den üstün
gördüğünü öğrenince (bir kılıç getirterek) adı geçeni öldürmeye yeltendi.
Çevresindekiler, Adamı, seni yücelttiği, seni üstün tuttuğu için mi
öldüreceksin! diye engel oldular. Bunun üzerine Ali, 'Şüphesiz bundan
böyle o, benim bulunduğum bir beldede benimle oturamaz diyerek İbn Sebe'yi
(Abdullah b. es-sevdâ'yı') Şam'a sürgüne gönderdi."[272]
Yurkarıdaki
rivayetten Hz. Ali'nin (radiya’llâhü anh), Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh) ve
Hz. Ömer'e karşı sergilediği samimiyeti görmekteyiz. Hz. Ali (kerrem’allahü
veche radiyallâhü anh), İbn Sebe'nin bu yaptığına çok kızmış ve hatta onu
sürgüne göndermiştir.
Hz. Ali'nin Mektubuna Göre İlk İki Halifenin
Sıfatları
Hz.
Ali'nin hilâfeti döneminde Mısır'daki Kays b. Sa'd b. Ubâde'ye yazdığı bir
mektupta Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), ilk iki halife ile
ilgili şöyle demiştir: “Allah’ın bu ümmete mahsus ikram ve lütuflarından
biri de Hz. Muhammed’i (salla’llâhü aleyhi ve sellem) göndermesidir ki, o
Peygamber Müslümanlara istikametten sapmamaları için Kur’an’ı, hikmeti, feraizi
ve sünneti öğretti. Daha sonra Müslümanlar iki salih insanı halife seçtiler.
Onların seçmiş oldukları bu halifeler de Kur’an ve sünnete göre hareket ettiler,
güzel bir performans sergilediler ve sünnetten asla vazgeçmediler. Bizim
üzerimizdeki hakkınız, Allah'ın Kitabı ve Rasûlü'nün sünnetine uygun icraatta
bulunmamız, Kur an ı ve sünneti hakkıyla uygulamamızdır.
Hz.
Ali’nin söylediği bu sözünün cümlelerini incelediğimiz zaman şu noktalar
dikkatimizi çekmektedir:
Hz. Ali
(kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), kendisinden önceki iki halifeyi salih
olarak nitelemiştir.
Hz. Ali
(kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), iki halifenin Kur’an ve sünnete göre
hareket ettiklerini söylemektedir. Yani doğru yolda olduklarını tasdik
etmektedir. Hz. Ali’nin bu sözüne binaen iki halife ile bir sorununun
olmadığını görmekteyiz.
Hz. Ali, en
son cümlesinde de kendisinden önceki ilk iki halifenin Hz. Peygamber’in
yolundan kesinlikle sapmadıklarını söylemektedir.
Sonuç
olarak söyleyebiliriz ki Hz. Ali'nin (radiya’llâhü anh), ilk iki halife ile
kırgınlığı olmamış, bilakis ikisini de övmüştür. Doğru yoldan sapmadıklarını,
Kur’an ve sünnetten başka herhangi bir yol izlemediklerini ısrarla söylemiştir.
Hz. Ali'ye Göre Hz. Ebû Bekir'in Fazileti
Aşağıda
senetleriyle vereceğimiz rivayete göre Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü
anh), Hz. Peygamber'den (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sonra insanların en
faziletlisi olarak ilk Hz. Ebû Bekir’i sonra Hz. Ömer’i (radiya’llâhü anh) ve
sonra da Hz. Osman’ı (radiya’llâhü anh) sonra da kendisinin olduğunu
söylemiştir.
Asbağ
b. Nubâte Hz. Ali ile olan bir konuşmasından şöyle bahsetmektedir: "Ben
Ali’ye 'Ey Emîrü ’l-Mü’minîn, Rasûlüllah’tan sonra halkın en hayırlısı
kimdir? dedim. O, bu soruya [273]
karşılık 'Ebû Bekir' dedi. 'Sonra kim?, 'Ömer'. Ben yeniden 'Sonra
kim? diye sordum. (Hz. Ali), 'Ben' dedi."[274]
Diğer
bir rivayette de Hz. Ali halife olduktan sonra Kûfe camiindeki konuşmasında,
kendisinden önceki üç halife ile ilgili şöyle demiştir: “Biliniz ki,
Nebi’den (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sonra insanların en hayırlısı Ebû Bekir
Sıddîk ’tır. Ardından Fâruk olan Ömer, sonra iki nur sahibi Osman’dır, sonra da
beni” Ardından da sözlerine şunları ilave etti: “işte bunları (bu
sözleri) sizin boyunlarınıza ve sırtlarınıza attım (yükledim). Öyleyse (bu
konuda) sizin bana karşı hiçbir hüccetiniz/deliliniz kalmadı.”[275]
Hz.
Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), Hz. Ebû Bekir'in vefatından 22 yıl
ve Hz. Ömer'in vefatından 12 yıl sonra halife olmuştur. Ayrıca Hz. Ali'nin
halife olduğu yıl Hz. Osman da vefat etmiştir. Ancak bütün bunlara rağmen Hz.
Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) asla doğruluktan sapmamış ve
kendisinden önceki üç halifeye tabi olmaya devam etmiştir.
Diğer
bir rivayet de Hz. Ali’nin oğlu Muhammed Îbnü'l-Hanefiyye'den gelmektedir. O
şöyle diyor:
"Ben:
'Ey babacığım, Rasûlüllah’tan sonra insanların hangisi en hayırlısıdır?'
Babam:
'Ebû Bekir.'
Ben:
'Sonra kim?'
Babam:
'Ömer.'
Ben,
'Osman' demesinden korktum da, 'Ömer'den sonra da sensin!' dedim.
Babam:
'Ben ancak Müslümanlardan bir adamım.' dedi."[276]
Yukarıdaki
haberi destekleyecek bir rivayet, Hz. Abdullah b. Ömer'den nakledilmiştir: "Biz,
Peygamber'in hayatı zamanında; insanlar arasında fulân fulândan hayırlıdır,
fulân da fulân kimseden hayırlıdır, diye konuşurduk. Neticede Ebû Bekir'i,
sonra Ömer b. Hattâb'ı, sonra Osman b. Affân ı hayırlıdır, derdik."
Yukarıdaki
rivayetlerin yanı sıra, Hz. Ali'nin kendisini Ebû Bekir'den üstün göreni
azarlamasıyla ilgili dikkatimizi çeken bir rivayet bulunmktadır:
"Ebu'z-Zinâd'dan
şöyle bir rivayet nakledilmektedir: Adamın biri Ali'ye 'Ey Mü'minlerin
Emîri! Muhâcirler ve Ensâr hilâfet makamına Ebû Bekir'i seçmişlerdi. Hâlbuki
senin meziyetlerin daha çok, ondan daha önce İslam'a girmiştin! dedi. Hz.
Ali 'Eğer sen Kureyş kabilesindensen, sanırım Âizeoğullarındansın?' diye
sordu. Adam 'Evet, öyle dedi. Hz. Ali 'Eğer Mü'min kişi Allah'ın
teminatından olmasaydı, seni hemen öldürürdüm! Şunu bil ki şayet yaşarsam
elimden çekeceğin var. Yazıklar olsun sana! Ebû Bekir şu dört hususta beni
geçmişti: Benden önce iman etmişti, (Peygamber beni değil) onu imâmete
geçirmişti, benden önce hicret etmiş ve Rasûlüllah'a mağaraya arkadaşı olmuştu,
son olarak da Müslüman olduğunu daha önce ilân etmişti, buyurdu. Yazık sana!
şunu bil ki Allah, Kur'an'da bütün insanları yererken Ebû Bekir'i Övmüş, şöyle
buyurmuştur: Eğer siz ona (Rasûlü'ne) yardım etmezseniz (hatırlayın o anları
ki) kafirler onu (Mekke'den) çıkardıkları (hicretine sebep oldukları) zaman
bizzat Allah ona yardım etmişti. (Rasûlüllah) ikinin birincisinden ibaretti.
(Bir tek arkadaşı vardı: Ebû Bekir es-Sıddîk.)[277]
[278]
Buyurdu."[279]
Hz.
Ali’nin bu rivayeti de Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh) ve Hz. Ömer'e olan
düşüncesini açıkça ortaya koymaktadır.
Hz. Ebû Bekir’in Vefatında Hz. Ali
Muhıbüddîn
et-Taberî (v. 694/1295), er-Riyâz eserinde Hz. Ali'nin (radiya’llâhü
anh), Hz. Ebû Bekir'in (radiya’llâhü anh) vefatı hakkındaki konuşmasını detaylı
bir şekilde bize şöyle aktarmaktadır:
“Ey
Ebû Bekir, Allah sana rahmet etsin. Sen Rasûlüllah’ın ülfet edeni (yakın
dostu), onun enîsi,[280]
onun rahatlatanı, onun (doğru bilip) güvendiği, sırlarının mekânı ve onun görüş
talep ettiği kimseydin. Sen İslam bakımından bu topluluğun ilki, imanca onların
en hâlisi, yakince en güçlüsü, onların Allah’tan en çok korkanı, Allah’ın dini
konusunda zenginlikçe (ona yardım ve mal vermede) onların en büyüğü,
Rasûlüllah’a karşı onların en koruyucusu (onu en çok anlayanı), İslam’a onların
en çok kol kanat gereniydin... Sen mertebece onların en şereflisi, ona
(Rasûlüllah katında), onların en kerîmi (değerlisi) ve en güvenileniydin. Bu
yüzden İslam ve Rasûlüllah’tan (bunlarla iyi ilişkilerinden) dolayı Allah seni
mükâfatlandırsın. Sen onun yanında göz ve kulak yerindeydin, bütün halk onu
yalanladığı zaman sen onu doğruladın. Bu yüzden Aziz ve Celil olan Allah seni
indirdiği ile sıddîk diye adlandırdı ve şöyle buyurdu: ‘Doğruyu getiren ve ona
doğrulayanlar ’[281]
[282]
[283],
doğruyu getiren Muhammed’dir, doğruyu tasdik eden de Ebû Bekir’dir.”22
“Herkes
cimrilik yaparken sen onun (Rasûlüllah) için malını ortaya koydun, zor
zamanlarda onu ayağa kaldırdın, şiddet (baskılar) sırasında herkes onu (kendi
haline bırakıp) oturmuşken, sen ona en iyi şekilde, ikinin ikincisi olarak
sahip çıktın (destekledin). Mağarada onun arkadaşı olarak, ona sekînet indiren,
hicret’te refiki olan, halk irtidat ettiğinde Allah’ın dininde halifesi ve onun
ümmetine hilâfetin en güzeli olarak ayrıca sen, Peygamberin (başka) bir halifesi
onu ayağa kaldıramazken işi (yönetimi, İslam’ı) ayağa kaldırdın, onun ashâbı
gevşemişken (onu) şahlandırdın. Onlar başlarını eğmişken (güçsüzleşmişken)
onları güçlendirdin, zayıflamışlarken, onları güçlü kıldın. Onlar üzüntüye
dalmışken sen Rasûlüllah’tan sonra onun yolunu tuttun. Gerçekten üzerinde
tartışılmayan, münafıklara rağmen parçalanılmayan gerçek bir halife oldun...”28
Yukarıdaki
cümleleri tahlil ettiğimiz zaman, şu hususlar dikkatimizi çekmektedir:
Hz. Ali
(kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), Hz. Ebû Bekir'e rahmet okuyarak sözüne
başlamıştır.
Onun, Hz.
Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) güvendiği ve sırdaşı olarak
nitelemiştir.
Hz. Ebû
Bekir'in (radiya’llâhü anh), ilk Müslüman toplumundan oluşu ve İslam için
birçok fedakârlıklarda bulunduğuna dikkat çekmiştir.
Hz. Ali
(kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), Hz. Ebû Bekir'in imanının güçlü, takva
sahibi ve sahâbenin içerisinde mertebece en şereflisi olduğunu vurgulamıştır.
Hz. Ali
(kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), Hz. Ebû Bekir'e "Allah seni
mükâfatlandırsın" diyerek dua etmiştir.
Kur'an-ı
Kerim'de geçen ayeti okuyarak, onun Sıddîk oluşundan bahsetmiştir.
İslamın zuhur
ettiği ilk yıllarında Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) için yaptığı
fedakarlıklarını tek tek sıralamıştır.
Hz. Peygamber
vefat ettikten sonra İslamı güçlendirdiğini, irtidat edenlerle azimle
savaştığını ve iki yıllık halifelik döneminde İslama ve Müslümanlara küvvet
bağışladığını dile getirmiştir.
Sonuç
itibarıyla kısaca değerlendirmek gerekirse, Hz. Ali’nin hayatındaki Hz. Ebû
Bekir’in nasıl olduğunu görmemiz mümkündür. Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü
anh) hakkında söyledikleri, gerçekleri yansıtmkala beraber bu durum kendisinden
sonra gelenler için örnek teşkil etmektedir. Şunu da ilave etmek gerekir ki Hz.
Ali ile Hz. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh) arasındaki bu samimiyet Hz. Ali’nin
Hz. Ebû Bekir hakkında bu cümleleri söylemesinde en büyük etkeni teşkil
etmektedir.
Hz. Ebû Bekir'in Vefatından Sonra Hz. Ali'nin
Onun Hakkındaki Görüşleri
Hz.
Ebû Bekir'in vefatından sonra Hz. Ali'nin şöyle bir değerlendirme yaptığı
nakledilmektedir: "... Sen, fırtınaların ve en şiddetli kasırgaların
oynatamadığı bir dağdın. Rasûlüllah'ın dediği gibi, sen bedeninde zayıf,
Allah'ın dininde kuvvetli, gönlünde mütevazı, Allah katında ve yeryüzünde
makamı yüce, müminlerin nazarında büyüktün. Sende kimseye karşı kin, hiç
kimsenin değersiz bulduğu bir taraf yoktu. Senin katında kuvvetli, ondan hak
alınıncaya kadar zayıftı; zayıf da hakkını alıncaya kadar kuvvetliydi. Allah
sevabından bizi mahrum etmesin ve senden sonra bizi saptırmasın..'
Hz.
Ali'nin (radiya’llâhü anh), Hz. Ebû Bekîr'in vefatı sırasında söyledikleri
sözleri, daha sonraki zamanlarda da değişmediğini yukarıdaki açıklamalarından
anlaşılmaktadır. O, ayrıca Hz. Ebû Bekir'in en belirgin özelliklerinden "zalimlerin
karşısında ve mazlumların yanında" olan sıfatıyla tekrar dikkat
çekmektedir.
Hz. Ömer ve Hz. Osman İlişkileri
Hz.
Osman (radiya’llâhü anh), Hz. Ömer’in halifelik döneminde, halife ile iyi
ilişkilerde olmuş, bütün gücüyle ona destek vermiş ve önemli hizmetlerin yerine
getirilmesinde görev almıştır. [284]
Hz. Ömer'in Halife Seçilmesinde Hz. Osman
Hz.
Ebû Bekir'in Hz. Ömer'i kendisinden sonra İslam ümmetinin halifesi olmak üzere
vasiyet ettiğini ve bu olayın detayını Ebû Bekir-Ömer ilişkileri başlığı
altında genişçe incelediğimiz için; burada Hz. Osman'ın halifenin kâtibi[285] olması
nedeniyle yazdığı vasiyetin farklı bir rivayetini kısaca değerlendirerek Hz.
Ömer ve Hz. Osman münasebetini incelemeye çalışacağız.
İlk
önce Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman'dan bu konuyla ilgili fikrini sormaktadır ve Hz.
Osman'ın fikri şöyledir: '"Onun (Hz. Ömer'in) içi dışından daha iyidir
ve içimizde bir benzeri yoktur."[286]
Hz. Osman’a göre Hz. Ömer, içi dışı bir ve hatta aralarında bir benzeri olmayan
kişiydi. Yani Hz. Osman'ın sözleri üzerinde düşünülürse, ona göre o ashâb
içinde hilafete en layık kimseydi.
İbnü'l
Esîr'e (v. 630/1233) göre Hz. Ebû Bekir'in Hz. Osman'a yazdırdığı ahitnâme
şöyleydi: "Bismillâhirrahmânirrahîm. Bu Ebû Bekir b. Ebû Kuhâfe'nin
bütün Müslümanlara ahdidir. Bundan sonra derim ki:" Ebû Bekir bu
sözleri yazdırmış ve bayılmıştı. Bunun üzerine onun neler düşündüğünü bilen Hz.
Osman şöyle yazdı: "Bundan sonra derim ki, ben mutlaka üzerinize Ömer
b. Hattab'ı istihlaf ettim, hem size hayrı noksan bırakmadım." Az
sonra Hz. Ebû Bekir ayıldı, Hz. Osman'a yazdırmak üzere olduğu belgeyi
hatırladı ve şöyle dedi: "Yazdığını bana oku!" Osman,
yazdığının hepsini ona okudu. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir sevindi, tekbir
getirdi ve şöyle dedi: 'Seni, bayılma halimde ölürsem; halkın ihtilaf etmesinden
korkar görüyorum.' Hz. Osman onu 'evet' diye doğruladı.[287]
Gerçekten
de halife bayıldığında ölse ve ahitnâme yazılmasa hilâfet konusunda onları
parçalayacak bir ihtilaf başlayabilirdi. Hz. Ebû Bekir onun iyi bir şey
yaptığını onaylayarak şöyle duada bulundu: "Allah İslam'dan ve
Müslümanlardan yana senin mükâfatını versin." Kendi bayıldığında
ahitnâmeyi yazmasının İslam'a ve Müslümanlara büyük bir hizmet olduğunu
söylüyor ve Allah'tan bunun ödülünü istiyordu.[288]
Bizim
konumuz açısından dikkate değer hususlar şunlardır:
Hz. Ebû Bekir
kendisinden sonra Hz. Ömer'i halife olarak tayin etmiştir.
Hz. Ebû Bekir,
Hz. Ömer'i kedisinden sonra istihlâf etmek üzere Hz. Osman ile istişare etmiş
ve Hz. Osman bu konuda olumlu fikir vermiştir.
Hz. Ebû
Bekir'in ahitnâmeyi yazdırırken bayılması ve Hz. Osman'ın Hz. Ömer'in ismini
yazması manidardır. Demek ki ashâbın ileri gelenleri özellikle de Hz. Osman'ın
bu konuda, makam ve mevki yarışı içinde olmadıklarının en güzel ve âşikâr
örneklerinden biridir.
Hz. Ömer'in Danışmanı Olarak Hz. Osman
Hz.
Ebû Bekir’in halifeliği sırasında Müslümanların arasından çokça danıştığı
kimseleri daha önce aktarmıştık. Bunların arasında başta Hz. Ömer, Osman ve Ali
(radiya’llâhü anh) olmak üzere diğer önde gelen sahâbîlerin olduğunu
bilmekteyiz. Hz. Ebû Bekir’in döneminde istişare edilen kişilerin aynen Hz.
Ömer’in döneminde de istişare heyetinde olduğu, rivayetlerde nakledilmektedir.[289] Bir
başka rivayete göre Hz. Ömer, hilâfeti yıllarında (634-644) aşağıda adları
geçen kimselere danışıyordu: Hz. Ali, Hz. Osman, Zübeyr b. Avvâm, Talha b.
Ubeydullah, Abdurrahman b. Avf ve Sa'd b. Ebû Vakkâs.[290]
Anlaşılan o ki, Hz. Osman (radiya’llâhü anh), halife olan Hz. Ömer’in
danışmanlarından biridir.
Hz.
Osman'ın Hz. Ömer'in yanında büyük bir rolü vardı. Halk, halife Hz. Ömer'e
yakın olmak/sorunlarını çözmek için aracı olarak ya Abdurrahman b. Avfa da Hz.
Osman'a müracaat ediyordu. Hz. Osman, Hz. Ömer'in danışmanlarından biri
sayılmaktaydı. Daha güzel bir ifade ile Hz. Ömer'in yeri Hz. Ebû Bekir'in
yanında ne ise; Hz. Osman'ın yeri de Hz. Ömer'in yanında o idi.[291]
Nâfi
b. Abdü'l-Hâris'ten şöyle bir rivayet nakledilmektedir: Ömer b. Hattâb Mekke’ye
geldi. Cuma günü Dârü’n-Nedve’ye girdi. Buradan, Kâbe’ye kestirmeden gitmek
istedi. Hırkasını Kâbe’deki bir sütunun üzerine attı. Hırkanın üzerine bir
güvercin kondu. Ömer de güvercini oradan uçurdu, güvercin bir başka duvara
kondu. Bunu fırsat bilen bir yılan, gelerek güvercini ısırdı. Ömer, cumayı
kıldırdıktan sonra, ben ve Osman (radiya’llâhü anh) yanına vardık. Ömer şöyle
dedi: "Bugün başımdan geçen bir meselede, suçlu olup olmadığıma karar
verin! Ben buraya geldim. Kâbe ’ye kestirmeden gitmek istedim. Hırkamı şu
sütunun üzerine atmıştım. Üzerine bir güvercin kondu. Hırkamın üzerine
pislemesinden korktuğum için, güvercini oradan kovdum. O da, şu duvarın üzerine
kondu. Orada fırsat kollayan yılan, güvercini ısırdı. Kendi kendime, onu emin
olduğu bir yerden uçurarak ölümüne sebep oldum, diye düşündüm. Ne
dersiniz?" Ben, Osman’a: "Halifenin üç yaşında bir keçi kurban
etmesi gerekir mi? Ne dersin?" dedim. Osman da: "Ben de aynı
fikirdeyim?' dedi. Ömer’in bu kurbanı kesmesine karar verdi.[292]
Hz.
Ömer ile Hz. Osman'ın Tartışması
Said
b. Müseyyib'den şöyle bir rivayet nakledilmektedir: “Ömer b. Hattâb ile Osman
b. Aftan (radiya’llâhü anh) bir mesele hakkında aralarında öyle tartışırlardı
ki, onları gören birisi 'Tamam artık onlar ebediyyen bir araya gelemezler'
derdi. Oysa onlar birbirlerinden ayrılırken güzel ve nazik bir şekilde
ayrılırlardı.[293]
Yukarıdaki
rivayetten anlaşıldığı gibi Hz. Ömer ve Hz. Osman (radiya’llâhü anh) bazen
tartışıyorlardı. Ancak tartışmanın sonunda birbirlerinden güzel ve nazik bir
şekilde ayrılıyorlardı. Bu da gösteriyor ki, tartışmaları şahsî kırgınlık ve
dargınlıklara sebebiyet vermemektedir.
Hz. Ömer İle Hz. Osman Arasındaki Sosyal
İlişki
Muhammed
b. Cübeyr’den şöyle bir rivayet nakledilmektedir: “Bir gün Ömer (radiya’llâhü
anh), Osman’ın (radiya’llâhü anh) yanından geçerken kendisine selam verdi.
Osman, Ömer’in selamını almadı. Bunun üzerine Hz. Ömer, Ebû Bekir’in yanına
giderek Osman’ı şikâyet etti. Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman’a: 'Kardeşinin
selamını almamanın sebebi ne? diye sordu. Hz. Osman: Vallâhi selamını
duymadım, nefsimle konuşuyordum (düşünüyordum). Hz. Ebû Bekir: Nefsinle
hangi hususu konuşuyordun?' Hz. Osman: 'Şeytana karşı koyma mevzuunu.
Çünkü şeytan nefsime, karşılığında dünyalar verilse söyleyemeyeceğim şeyler
ilkâ ediyor. Şeytan bu düşünceleri zihnime soktuğu o sırada kendi kendime
‘keşke Rasûlüllah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şeytanın nefislerimize
bıraktığı bu düşüncelerden kurtulmanın çaresini sorsaydım!’ diye düşünüyordum,'
dedi. Hz. Ebû Bekir: 'Vallâhi bu mesele benim de başıma geliyordu, şeytanın
nefislerimize soktuğu kuruntulardan kurtulmanın çaresini Rasûlüllah’a (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) sormuştum, o da şu karşılığı vermişti: ‘Sizi bu durumdan,
öldüğü sırada amcama söylemesini emrettiğim şeyi (kelime-i şehâdeti) söylemeniz
kurtarır. Ama amcam sözümü dinlemedi.' dedi."[294]
Yukarıdaki
rivayetten anlaşıldığı kadarıyla Hz. Osman, Hz. Ömer’in selamını
farketmemiştir. Ancak Hz. Ömer’in Hz. Osman’ı Hz. Ebû Bekir’e şikâyeti/arzı
tartışılabilir. Bir taraftan Hz. Ömer’in bu davranışı doğru sayılabilir, çünkü
Hz. Osman onun selamının cevabını vermemiş ve bu da Hz. Ömer’in Hz. Ebû
Bekir’in yanına gitmesine sebep olmuştur. Çünkü Hz. Ömer (radiya’llâhü anh),
Hz. Osman’ın o an düşündüğünü veya fikrinin meşgul olduğunu anlasaydı herhalde
Hz. Ebû Bekir’in yanına gitmezdi.
Hz.
Ebû Bekir de hemen Hz. Osman’a (radiya’llâhü anh) bu konuyu açmış ve Hz.
Osman’ın da düşündüğü mesele konusunu açıklığa kavuşturmuştur. Dikkate değer
olan bu konu da üç halifenin birbiriyle ilişkilerinin ne kadar ileri seviyede
samimiyet dolu olduğunu göstermektedir.
Hz.
Ömer'in Hançerlendiğinde Vasiyet Ettiği Hilâfet Şûrasında Hz. Osman
Hz.
Ömer (radiya’llâhü anh), Muğîre b. Şu'be'nin kölesi Ebû Lü'lü tarafından
Mescid'de yaralandıktan sonra, onu, kendi evine taşıdılar.[295]
O, odasında yaralı halde iken, Muhâcilerden oluşan bir grup, ondan kendi yerine
birisini istihlaf etmesini istediler. Hz. Ömer, bu konuda sıcak bakmadığını
vurguladıktan sonra, "Eğer, kendi yerime birisini istihlaf edeceksem,
ki benden daha hayırlı olan, bu işi yapmıştır. Yani Ebû Bekir'dir. Yine Eğer,
kendi yerime birisini istihlaf etmezsem, benden daha hayırlı olan, bu işi
yapmıştır. Yani Rasûlüllah'tır" dedi. Orada bulunanlar, Hz. Ömer'in bu
sözüne "Allah senin hayrını versin" diye karşılık verdiler.
Bunun üzerine Hz. Ömer, "Bu yükü hayırlı bir şekilde atlatacağımı
umuyorum" diyerek görüşünü ortaya koyduktan sonra, oğlu Abdullah'ı Hz.
Âişe'ye (radiya’llâhü anha) gönderdi ve ondan Rasûlüllah ve Ebû Bekir'in
kabirlerinin yanında kendisinin de kabrinin olması iznini istedi. Hz. Âişe, Hz.
Ömer'in bu isteğini kabul etti ve Abdullah'a şöyle dedi: "Ey oğul,
babana selamımı ilet ve ona deki, bu ümmeti çobansız (başsız) bırakma. Birisini
kendi yerine istihlaf et. Kendinden sonra bunları kendi başlarına bırakma.
Çünkü, onların arasında fitne çıkmasından korkmaktayım. "[296]
Hz.
Ömer'in oğlu Abdullah, Hz. Âişe'nin sözlerini aynen babasına iletti. Hz. Ömer,
eğer Ebû Ubeyde b. Cerrah, Muâz b. Cebel ve Hâlid b. Velîd hayatta olsaydı
onları istihlaf edeceğini söyledikten sonra, "Ancak ben, Rasûlüllah'ın
vefat ederken onlardan razı olduğu insanları istihlaf edeceğim" dedi.
Hz. Ömer, onları yanına çağırdı. Cennetle müjdelenen ve halife namzedi olarak
belirlenen bu zatlar; Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Abdurrahman b. Avf, Hz. Sa'd b.
Ebû Vakkâs, Hz. Zübeyr b. Avvâm ve Hz. Talha b. Ubeydullah (radiya’llâhü anh)
idi.[297]
Hz.
Ömer, orada bulunlara nasihatta bulundu ve 6 kişilik seçtiği şûranın kaç günde
ve nasıl yapılacağnı onlara anlattı. Bu 6 kişinin dışında Hz. Hasan, Hz.
Abdullah b. Abbâs ve oğlu Abdullah'ı[298]
onların şûrasında olacaklarını, ancak halifelik adaylığında onların herhangi
bir isteklerinin olamayacğını belirtti. Şûra üyeleri, Hz. Ömer'den kendileri
hakkındaki görüşünü bilmek istediklerini söylediler. Hz. Ömer (radiya’llâhü
anh), kendi görüşünü Hz. Sa'd, Abdurrahman, Zübeyr ve Hz. Talha (radiya’llâhü
anh) hakkında, paylaştıktan sonra Hz. Osman'a şöyle dedi: "Ey Osman!
Seni kendi yerime istihlaf etmeme engel olan mesele, kabilene bağlılığın ve
ailen ile akrabana düşkünlüğündür." Sonra Hz. Ali'ye döndü ve " Ey
Ali! Seni kendi yerime istihlaf etmeme engel olan mesele ise, senin bu işe
(halifeliğe) hırslı olmandır. Kavmin içinde önde gelenisin. Fakat seni istihlaf
edersem, ümmeti doğru yola (götüreceğini) ve aydınlığa kavuşturacağını
biliyorum" dedi.[299]
Hz.
Ömer (radiya’llâhü anh), namazı kıldıktan sonra, onlara yöneldi ve "Yol
size doğrudur onu eğriltmeyin" dedikten sonra Hz. Ali'ye "Senin
hakkını, şerefini, Rasûlüllah'a karabetini ve Allah'ın sana bahşettiği dinî
bilgilerini bu ümmet bilmektedir. Şayet halife seçilirsen, Allah'tan kork ve
Hâşimoğulları'nı halkın başına musallat etme" dedi. Sonra Hz. Osman'a
yöneldi ve "Senin İslam'a ilk girenlerden olduğunu, yaşını, şerefini ve
Rasûlüllah'a (damadlığından dolayı) akrabalığını bu ümmet bilmektedir. Şayet
halife seçilirsen, Ümeyyeoğulları'nı halkın başına musallat etme"
dedi.[300]
Hz.
Ömer'in en çok çekindiği husus eski Arap asabiyetinin canlanmasıydı. Bu nedenle
o, kendi ailesini diğer ailelerden ayrı düşünmemiş, hatta bu konuda aşırı
hassasiyet göstererek kendi soyundan hiçbir kişiyi önemli bir devlet vazifesine
getirmemişti. halifenin bu uygulamadaki öncelikli hedefi, hilâfeti ve idareyi
sadece bir ailenin tahakkümüne bırakmamaktı.[301]
[302]
Hz.
Ömer ve Hz. Ali İlişkileri
Rasûlüllah'ı
Mevlâ Bilenlerin Mevlâsı Olarak Hz. Ali
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) Veda Haccı dönüşü sırasında bir konuşmasında Hz. Ali ile ilgili şöyle
demişti: "Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır."2302
Hz. Ömer'den rivayet edildiğine göre, (Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve
sellem) Hz. Ali hakkında şöyle demişti: "Ali, Rasûlüllah'ı (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) mevlâ bilenlerin mevlâsıdır. "[303] [304]
Baba
tarafından Muhâcir, anne tarafından Ensâr olan Ebû Huzeyfe'nin mevlâsı
(azatlısı) Sâlim bir gün Medine'de Hz. Ömer'e şöyle demişti: "Gerçek şu
ki, sen Ali'ye, Rasûlüllah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) diğer
sahâbîlerinden birine yapmadığı şeyi yapıyorsun ona çok itinalı
davranıyorsun?" Bu soru üzerine Hz. Ömer "Ali kimin mevlası
ise..." açıklamasından hareketle şunları söylemişti: "Mutlaka
o benim mevlamdır."20
Halife'nin
Vekili Olarak Hz. Ali
Hz.
Ebû Bekir'in vefatıyla Hz. Ömer (radiya’llâhü anh) halifeliğe seçildi. Hz. Ebû
Bekir'in halifelik döneminde yapılan fetihler, Hz. Ömer'in halifelik döneminde
de devam etti. Hicrî 14 Milâdî 634 yılında Kadisiye'nin başlangıç dönemini
anlatan İbnü'l Esîr, halife Hz. Ömer'in, Medine'de Hz. Ali'yi kendisinin yerine
halife vekili yaptığını bize aktarmaktadır.[305]
İbnü'l
Esîr, bu olayı bize şöyle nakletmektedir: "Dört bir yandan gelenler Hz.
Ömer'in (radiya’llâhü anh) etrafında toplanınca, Hz. Ömer, Medine'den çıktı ve Sırâr
diye bilinen bir su kenarında konakladı. Burada askerlerini derleyip topladı.
Kimse onun yola devam etmek mi, yoksa kalmak mi istediğini bilemiyordu. Hz.
Ömer'e bir şey sormak istediklerinde ona Hz. Osman'ı ya da Hz. Abdurrahman b.
Avfı (radiya’llâhü anh) gönderirlerdi. Eğer bu iki kişi arzu ettikleri
bilgileri elde edemeyecek olursa bu sefer üçüncü olarak Abdülmuttalib'in oğlu
Abbâs'ı gönderirlerdi. Hz. Osman kendisine hareketinin sebebini sorunca, Hz.
Ömer insanları toplayıp onlara durumu bildirdi ve Irak'a gitmek konusunda
onlarla istişare yaptı. Herkes 'Xürü ve bizi de beraberinde götür'
deyince, Hz. Ömer de onların görüşlerine katılarak 'Bugün hazırlıklarınızı
tamamlayınız; ben de, sizin görüşünüzden daha değerli bir görüş gelmeyecek
olursa, sizinle birlikte geleceğim' dedikten sonra Rasûlüllah'ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) ashâbının ileri gelenlerini topladı. Medine'de kendisinin
yerine vekil olarak bıraktığı Hz. Ali'ye haber gönderince, Hz. Ali de geldi.
Hz. Talha ordunun öncü güçlerinin başında idi. Ona da haber gönderip geri
gelmesini sağladı. Sağ ve sol kanatlarının başında bulunan Zübeyr ile
Abdurrahman'a da haber gönderince, onlar da yanına geldiler. Daha sonra onlarla
istişare yaptı.[306] Hepsi
Rasûlüllah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ashâbından birisini ordu ile
birlikte göndermek kararına vardılar. Eğer arzu ettiği fetih gerçekleşirse
mesele kalmayacaktı, gerçekleşmeyecek olursa onu geri çağırır yerine başkasını
gönderirdi. Bu ise düşmanların kızgınlığını arttırırdı."[307]
"Bunun
üzerine Hz. Ömer, insanları toplayıp 'Ben, aranızdaki görüş sahipleri beni
fikrimden caydırıncaya kadar sizinle birlikte gelmek kararında idim, fakat
şimdi, burada kalıp bir başkasını benim yerime göndermeyi uygun görüyorum..!
dedi."[308]
Bilindiği kadarıyla, Hz. Ömer (radiya’llâhü
anh) 14/635 yılında ordunun
başında Kadisiye'ye gitmeye karar verdiğinde, Hz. Ali'yi yerine devlet başkanı
vekili olarak bırakmıştı. Ayrıca hilâfet istişare kurulunu toplamak istediğinde
Hz. Ali'yi Medine'den çağırtmış ve onsuz olarak istişare kurulunu toplamamıştı.[309] Yine
devlet başkanı Hz. Ömer Kudüs'e giderken de hilâfete ilk geldiğinde yaptığı
gibi, yerine, hilâfet istişare kurulunda bulunan Hz. Ali'yi "Halife
Vekili" olarak bırakmış ve Kudüs'e gitmek üzere yola çıkmıştı.[310]
Bu
olaylar dikkate alındığında Hz. Ömer ile Hz. Ali (kerrem’allahü veche
radiyallâhü anh) arasındaki ilişki açısından aşağıdaki noktalar önemlidir:
Halifenin
Kadısı Olarak Hz. Ali
Hz.
Ali, Rasûlüllah'tan sonra bütün ashâb-ı kirâmın en âlimi, en fakîhi idi.
Kendisinde fevkalâde bir ilmü irfan vücuda gelmiş, büyük bir ictihad kudreti
tecelli etmişti. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer gibi Sahâbe-i Güzîn'in eâzımı
(büyükleri) daima ilmî, fıkhî meselelerde kendisiyle müzakere ve müşâverede
bulunur, kendisinin ilminden, fakâhetinden müstefîd olurlardı. Yemen'e Kadı
nasp edilmiştir. Velhasıl, Hz. Ali fevkalade malumatlı ulûm-ı Nebeviyyeye
muttali bir zat idi.[311]
Hz.
Ömer: "İçimizde en doğru ve yetkin hüküm verenimiz Ali idi."
derdi[312] Abdullah
b. Mes'ud, kendisiyle birlikte genel olarak sahâbenin kanaatinin de bu yönde
olduğunu 313 belirtmiştir.[313]
Fıkhî
konularda ortaya çıkan sorunları halletmek için Hz. Ömer, Hz. Ali'ye
başvurduğunu görmekteyiz. Hz. Ömer'in halifeliği zamanında birbirleri ile
davalı iki a'râbî/bedevî Hz. Ömer'e geldi. O sırada kadısı/hâkimi olan Hz.
Ali'ye halife olarak şöyle emir verdi: "Ebu'l-Hasan ikisi arasında
hüküm ver." Bunun üzerine Hz. Ali davacılar arasında hükmünü verdi.
Ama bedevilerden biri Hz. Ali'yi tahkir edici bir tavırla şöyle konuştu: "Aramızda
bu (mu) hüküm verecek?" Bu söz üzerine Hz. Ömer (radiya’llâhü anh)
adamın üzerine atıldı, yakasına yapıştı ve şöyle dedi: "Yazıklar olsun
sana! Bu kimdir biliyor musun?" Ardından şöyle konuştu: "Bu
benim ve bütün müminlerin mevlasıdır ve kim onun mevlası değilse, o (mükemmel)
bir mümin değildir.'[314]
Hz. Ömer'den gelen başka bir rivayet de
yukarıdaki haberi destekleyecek şekildedir: Biri, bir konuda onunla münazara
etmiş ve tartışmıştı. Bunun üzerine Hz. Ömer yanlarında oturan Hz. Ali'ye
işaret ederek ona bir teklifte bulundu: "Benimle senin aranda şu oturan
olsun (ikimizin arasını bulsun).' Teklif üzerine adam "Şu şiş
karınlı mı?" diye Hz. Ali'yi tahkir etmek istedi. Hz. Ali tıknaz,
etine dolgun biriydi. Onun sözü üzerine Hz. Ömer bir çırpıda oturduğu yerden
ayağa kalktı, adamın yakasına yapıştı, kendine doğru çekip yerinden kaldırdı ve
şunları söyledi: "Sen aşağıladığın adam kimdir biliyor musun?"
Ardından sorusunu kendisi cevapladı: "Benim ve bütün Müslümanların
mevlasıdır o." dedi.[315]
Netice
olarak Hz. Ömer'e göre Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh),
kendisinin ve bütün müminlerin mevlasıdır. Yani o, Hz. Ali'yi yüce bir zat
olarak kabul eder ve kendisini severdi.
Olaylara
bakılırsa, Hz. Ömer Hz. Ali'nin tahkir edilmesine tahammül etmemiş ve bunu
yapana tepki göstermiştir. Ayrıca bu olayların ikisinin de Hz. Ömer'den rivayet
edilmesi çok anlamlıdır. Hz. Ömer’in (radiya’llâhü anh) hilâfeti döneminde
gerçekleşen bu olaylarda, Hz. Ali ve Hz. Ömer (radiya’llâhü anh), beraber
idiler ve aynı mecliste bulunmuşlardır. Yani aralarında bir dargınlık ve
kırgınlık yoktur.
Diğer
farklı bir rivayete baktığımızda, Ğazzâlî'nin (v. 505/1111) İhyâsı'nda
anlattığına göre, Hz. Ömer halifeliği sırasında bir gece teftiş yaparken iki
kişiyi zina halinde yakaladı. Ertesi gün halka hitaben bir konuşma yaparak
şöyle sordu: "İmam (halife) bir erkeğin bir kadın ile zina ettiğini
görür ve görüşüne dayanarak onlara zinanın cezası olan haddi tatbik ederse buna
ne dersiniz?"[316]
Oradakiler halifenin ceza vermeye yetkili olduğunu ve bunu yapabileceğini
belirttiler. Fakat Hz. Ali bunu yapamayacağını şöyle belirtti: "Hayır,
sen buna selâhiyetli değilsin. Şayet böyle bir şey yaparsan, sana had icra
edilir. Çünkü Allahü Teâlâ bu hususlarda dört şâhid istemiştir." Hz.
Ömer (radiya’llâhü anh), bir müddet bekledikten sonra aynı suâli tekrarladı ve
Hz. Ali de aynı müdâfaayı yaptı. Hz. Ömer bu sözü ile her hangi bir zinayı
haber vermek değil, böyle bir selâhiyete sahip olup olmadığını öğrenmek
istiyordu. Kendisi tereddüt ediyordu. Sonunda Hz. Ali'nin fikrini benimsedi.[317] [318] [319]
Olayları
incelediğimizde konumuz açısından aşağıdaki önemli hususlar ortaya çıkacaktır:
Hz. Ali
(kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) bu konuda, fikrini hiçbir baskıya maruz
kalmaksızın açıkça ortaya koymaktadır. Buna binâen: Hz. Ali, Hz. Ömer'den
korkmamakta ve doğru bildiği her şeyi tereddüt etmeden söylemektedir. Yani
Şîa'nın iddia ettiği gibi, Hz. Ali takiyye de etmemektedir
Hz. Ömer, Hz.
Ali ile aynı fikirde olmadığı halde, bu konuda Hz. Ali'nin görüşünü benimsemiş
ve bir devlet başkanı olarak bunu kabul etmiştir.
Burada Hz.
Ali'nin görüşünün kabul edilmesi, Hz. Ömer ile Hz. Ali arasında bir dargınlığın
veya küskünlüğün olmadığına da işaret etmektedir.
Hz. Ömer'in Hz. Ali'nin Bilgisine Başvurması
Kandehlevî'de
yer alan bir rivayete göre, Hz. Ömer'in Hz. Ali'nin bilgisine başvurduğunu ve
ona üç soru yönelttiğini görmekteyiz. Hz. Ömer (radiya’llâhü anh), halifelik
yıllarında (634-644) bir gün "En iyi hüküm verenimiz"31
dediği Hz. Ali ile birlikte idi. Hz. Ömer ona her zaman sorma imkanı bulamadığı
üç şeyi sormak istiyordu. Konuyu açınca Hz. Ali sordu: "Onlar
nedir?" Hz. Ömer bunun üzerine şöyle konuştu: "Bir adam bir
adamı kendisinden hiç iyilik görmediği halde sever. Bir adam da bir adamdan hiç
kötülük görmediği halde ona buğzeder (bunun sebebi nedir?)."31
Hz. Ali: "Evet, Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştu: 'Mutlaka ruhlar sevgide, askerî birlikler gibi yaratıldı. (Önceden
tanışmadıysa) karşılaşınca onda uğursuzluk görür (sevmez). Evet, onlardan
tanıştığı ile anlaşır ve tanımadığı ile ihtilaf eder (anlaşmaz ve onu sevmez).'"
Hz.
Ömer bu kez Hz. Ali'ye ikinci sorusunu yöneltti: "Kişi bir sözü
konuşur, bir de bakarsın hatırlamışken onu unutur." Hz. Ali: "Rasûlüllah'ı
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle derken (de) duymuştum: 'Kalplerden
(zihinlerden) hiçbir kalp/zihin yoktur ki, onun için ayın bulutu gibi bir
bulutu olmasın (ve onu perdelemesin). Ay ışığını yararken bir bakarsın bulut
onu kapattı ve karanlığa bürüdü. Ama (bulutu) ondan kalkınca o yine ışık verir.
Kişi de bir sözü konuşurken, bulutu onu perdeler de onu unutuverir. Ama
(bulutu) ondan kalkınca hatırlar."
Sonra
Hz. Ömer üçüncü sorusunu yöneltti: "(Bir de) iki şey var, bir adam rüya
görür, onu doğrulayan da onda, onu yalanlayan da (rüyası bazen doğru, bazen
yalan çıkıyor). " Hz. Ali bunun üzerine şunları söyledi: "Evet,
Rasûlüllah'ı (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle derken de duymuştum: ' Hiçbir
erkek ve kadın kul yoktur ki, uyusun, uykuyla baş başa kalsın da ruhu arşa
çıkarılmasın. Ama rüyada arşta uykusundan uyandırılan, bu onu doğrulayan
rüyadır (onun rüyası doğru çıkar). Arşa varmadan uyandırılana gelince, Onun
rüyası yalanlayan rüyadır." 320
Hz.
Ömer bu cevapları alınca rahatladı.
Bu
konuyla ilgili Murat Sarıcık'ın şöyle bir değerlendirmesine rastlamaktayız:
"Hz. Ömer ve Hz. Ali ikilisi birbirlerine yakın ve dost iki kişi idi. Hz.
Ömer ona toplum ve devlet meselelerini danıştığı gibi, özel ve şahsî
problemlerini de açıyordu. Yukarıdaki üç soru daha çok kendisini ve iç
dünyasını ilgilendiren sorulardı. Bu yüzden onları başkalarının yanında değil
de baş başa kaldıklarında Hz. Ali'ye sormuştu. Ayrıca Hz. Ali'den aldığı
cevaplar üzerine: "Bu üç şeyin cevabını arıyordum. Şükür ki, ölmeden
sen onlara isabet ettin" dedi. Böylece ona inandığını belirttiği gibi,
onun bir nimete vesile olduğunu da ikrar etmiş oldu. Demek Hz. Ali'nin ilmine
ve dirayetine güveniyor, onun verdiği cevaplarla tatmin oluyordu. Aralarında
bir güven bunalımı ve süregelen bir anlaşmazlık bulunmuyordu. İki dost baş başa kalıyorlar, sohbet ediyorlar, içlerini birbirlerine güvenle
ve dostça açıyorlardı."[320] [321]
Hz.
Ömer’in Hz. Ali’ye Olan Saygısı
Hz.
Ömer (radiya’llâhü anh) kendi halifelik döneminde, Mescid-i Nebevî'de Hz.
Ali'yi gıybet edip ayıplayan birine rastladı. Hz. Ömer (radiya’llâhü anh) onun
gıybet etmesine kızdı, sinirlendi ve onun hakkında konuşana şöyle çıkıştı: "Yazıklar
olsun sana! Sen Ali kimdir bilmiyor musun?" Sonra eliyle Ravza-i
Mutahhara'yı, Rasûlüllah'ın kabrini işaret etti: "O, bunun amcasının
oğludur! Vallahi sen ancak kabrinde buna eziyet/işkence ediyorsun. "[322] [323] Bir
başka rivayete göre o gıybet edeni şöyle uyarmıştı: "Sen ona
buğzetmekle/nefretle kabrinde buna eziyet/işkence etmiş oldun."
Bu
olay da birkaç cihetle Hz. Ömer'in Hz. Ali'yi sevdiğini göstermektedir. O
Rasûlüllah'ı çok sevdiği gibi, onun sevdiklerini de seviyordu. Onun
sevdiklerinden biri de Hz. Ali'dir. O, Hz. Ali'nin gıybet edilmesine, ardından
hoşlanmayacağı şekilde konuşulmasına da tahammül edememişti. Hz. Ömer
sözlerinde "şüphesiz" ve "vallahi" gibi tekit
ve yemin ifadeleri de kullanıyordu. Demek Hz. Ali’ye buğz ve düşmanlık
kesinlikle Rasûlüllah'ı kabrinde rahatsız etmekte ve ona işkence hükmüne
geçmekteydi. Bu açıdan da Hz. Ömer'in onlara buğz ve düşmanlık yapması mümkün
değildi.[324]
Hz. Ali'nin Mektupta Yazdığı İlk İki Halifenin
Sıfatları
Hz.
Ali’nin mektubuna dair bilgiye ilk olarak, Hz. Ebû Bekir-Ali ilişkileri
kısmında yer vermiştik.[325] Daha
sonra da Hz. Ali’nin mektubunda geçen ilk iki halifenin sıfatlarını tespit
etmeye çalışmıştık. O, mektubunda Hz. Ali, kendisinden önceki ilk iki halifeyi
(Hz. Ebû Bekir ve Ömer'i) salih kişiler olarak nitelendirmiş, Kur'an ve
Sünnet'e uygun hareket ettiklerini söylemiş ve o ikisinin Hz. Peygamber'in
yolundan kesinlikle sapmadıklarını dile getirmişti.
Hz. Ömer'in Hz. Ali'nin Kızını İstemesi
İbn Kesîr’in (v. 774/1372) el-Bidâye'sinde bu
konuyla ilgili şöyle bir bilgi yer
almaktadır:
“Ömer, henüz küçük yaşta bulunan Ebû Bekir es-Sıddîk’ın kızı Ümmü Külsûm’e
talip oldu. Dünür olarak Hz. Aişe’yi ona gönderdi. Ümmü Külsûm: ‘Benim
onunla evlenmeye ihtiyacım yok" dedi. Hz. Aişe de ona: ‘Sen,
Emîrü’l-Mü’minînle evlenmeye yanaşmayıp ondan yüz mü çeviriyorsun? diye
sordu. Ümmü Külsûm de: ‘Evet, o, yaşantısı kıt kanaat ve zor olan bir
kimsedir diye karşılık verdi. Bünün üzerine Aişe, Amr b. el-Âs’a haber
gönderdi. Amr b. Âs da Hz. Ömer’i Ümmü Külsûm’le evlenmekten vazgeçirdi. Ve Hz.
Ali ile Rasûlüllah’ın kızı Fatıma’nın kızları Ümmü Külsûm’le evlenmesini teklif
etti. Ona ‘Böylece Rasûlüllah’la akrabalık kurmuş olursun’ dedi. Bunun
üzerine Hz. Ömer, Hz. Ali’den Ümmü Külsûm’ü istedi ve mehir olarak da ona 40000
dirhem verdi. Hz. Ali, kızını Hz. Ömer’le evlendirdi. Ümmü Külsûm, Hz. Ömer’e
Zeyd ve Rukayye’yi doğurdu.”[326]
İbn
İshak bu konuyla ilgili daha detaylı bir açıklama getirmektedir: “Ali’nin, Hz.
Peygamber’in kızı Fatıma’dan olma kızı Ümmü Külsûm, Ömer b. el-Hattâb ile
evlendi. Ümmü Külsûm’ün Ömer’den Zeyd b. Ömer adında bir oğlu ve bir de kızı
dünyaya geldi. Ömer, onunla evliyken vefat etti. Ömer b. el-Hattâb, Ali b. Ebû
Tâlib’ten Rasûllülah’ın kızı Fatıma’dan olan kızı Ümmü Külsûm’ü istedi. Ali, ‘O,
küçüktür diyerek özür beyan etti. Ömer ise, ‘Allah ’a yemin olsun ki,
hayır! Gerçekten mazeret o değil. Esâsen, sen beni mahrum etmek istiyorsun.
Eğer durum dediğin gibiyse, onu bana gönder’ dedi. Ali geri döndü, Ümmü
Külsûm’ü çağırdı. Ona bir elbise verdi ve ‘Bu elbiseyi Emîru’l-Müminîn’e
götür ve babam sana bu elbise nasıl? diye soruyor, de dedi. Ümmü Külsûm, o
elbiseyi Ömer’e getirdi ve ona babasının söylemesini istediği sözü söyledi. Ömer,
Ümmü Külsûm’ün gömleğinin kolundan tuttu. Ümmü Külsûm, ‘Bırak!” dedi.
Ömer onu bıraktı ve şöyle dedi: ‘Şerefli, iffetli bir kadın. Babana git ve
ona, o, ne güzel, ne hoş! Allah’a yemin olsun ki, senin dediğin gibi değilmiş,
de. ’ Bunun üzerine Ali, Ümmü Külsûm’ü onunla evlendirdi.”[327]
Yine
İbn İshâk'ın (v. 151/768) naklettiğine göre “Ömer b. el-Hattâb, Ali’den Hz.
Fatıma’dan olan kızı Ümmü Külsûm’ü istedi. Ali ona, ‘evdekilerden izin
isteyeyim’ dedi. Fatıma’nın çocuklarına geldi ve durumu onlara anlattı. Onlar
da ‘Ümmü Külsûm’ü onunla evlendir’ dediler. Bunun üzerine Ali, Ümmü
Külsûm’ü çağırdı. Ümmü Külsûm o sırada çocuk yaşta sayılırdı. Ona ‘Emîru’l-Mü’minîn’e
git ve babam sana selam söylüyor ve senin istediğini yerine getirdik diyor, de’
dedi. Ömer, Ümmü Külsûm’ü aldı, bağrına bastı ve ‘Onu babasından istedim,
onu bana verdi’ dedi. ‘Ya emîru’l-Müminin! O, küçük olduğu halde onu
niçin istedin?’ diye sorulunca, Ömer ‘Rasûlüllah, kıyamet günü benim
akrabalığımdan başka her türlü akrabalık bağı kesiktir, buyurdu. Ben de,
benimle Rasûlüllah arasında evlilik yoluyla da olsa akrabalık bağı olsun
istedim’ dedi.”[328]
Hz.
Ömer ile Hz. Ali'nin arasındaki ilişkiler sıcak ve dostane olmasaydı, Hz. Ali
herhalde kızını Hz. Ömer'e vermezdi. Zira, Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü
anh) hiçbir zaman doğruları söylemekten kaçınmamıştır ve kimseden de
korkmamıştır, hatta karşısındaki halife olsa bile yanlış gördüğü meselelerde
itirazını yapmıştır.[329] Böylece
Hz. Ömer (radiya’llâhü anh), halifeliği sırasında, Hz. Ali'nin damadı oldu.
Hz. Ömer'in Hançerlendiğinde Vasiyet Ettiği
Hilâfet Şûrasında Hz. Ali
Hz.
Ömer (radiya’llâhü anh) vefat etmeden önce, kendisinden sonra halife olabilecek
6 aday belirledi ve devlet başkanının bu 6 adaydan biri olmasını istedi. Bu 6
aday, Hz. Ali, Hz. Osman, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvâm, Sa'd b. Ebû
Vakkâs ve Abdurrahman b. Avf (radiya’llâhü anh) idi. Taberî (v. 310/992), Târîh’inde
şûra meselesini ele aldığı bölümde, Hz. Ömer’in şûra üyelerini belirlerken Hz.
Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) , onların cennet ehlinden olduğunu
söylediğini vurgulamıştır.[330]
Hz.
Ömer'in hançerlendikten sonra kendi yerine hiçbir kimsenin istihlaf etmeyerek
bu işi şûraya bıraktığını, şûra üyelerinin de aralarından birisini seçmelerini
daha önce mevzubahis etmiştik. Ayrıca Hz. Ömer'in Hz. Osman ile Hz. Ali
hakkındaki görüşlerini ve onlara bazı İkâzlarda bulunduğunu da aktarmıştık.
Ancak bu konuda şunu söylemek gerekir ki, Hz. Ömer (radiya’llâhü anh), şûra
üyeleri içerisinde en tutarlı mutalaayı Hz. Ali hakkında yapmıştır. Öyle anlaşılıyor
ki, Hz. Ömer, halifelik görevinde Hz. Ali'ye meyilliydi.[331]
Hz. Osman ve Hz. Ali İlişkileri
Hz.
Osman'ın Halife Seçiminde Hz. Ali
Aralarından
bir halife seçmekle görevli olan şûra üyeleri bir araya gelmişlerdir. [332] Hz. Ömer
(radiya’llâhü anh), şûra neticeleninceye kadar 3 gün süreyle Suheyb b. Sinan’ın
insanlara namaz kıldırmasını, şûra meclisinin hemen müzakereye başlamasını ve
iş neticeleninceye kadar da bazı kimselerin bu toplantıya bekçilik yapmalarını
emretmiştir.[333]
Şûra
meclisi üyeleri, oturuma başlayıp bir odaya kapandıklarında halife seçim işini
tartışmaya başlamışlardır. Ebû Talha’nın araya girmesiyle 3 şûra meclis üyesi,
haklarını diğer 3 kişiye devretmişlerdi.[334]
Bu aşamada Abdurrahman b. Avf kendi hakkından vazgeçmiş ve ortada 2 güçlü aday
kalmış bulunuyordu. Bu adaylar Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh)
ile Hz. Osman'dı. Hz. Abdurrahman b. Avf, Hz. Ali ile Hz. Osman’a şöyle
demiştir: “Allah’ın ve İslam’ın benim üzerimde hakkı olsun ki, bu iş için
çalışacağım ve ikinizden hanginiz daha layıksa halifeliği ona vereceğim.”[335]
Bundan
sonra Abdurrahman, her ikisine hitaben taşıdıkları üstünlük ve faziletleri
anlatmış, arkasından da ikisinden birini halifeliğe tayin ederken adaletli
olacağına söz vermiş, diğerinden de halife yapmadığı takdirde, halife seçilene
itaat edeceğine dair söz almıştır.[336]
Abdurrahman,
aldığı görevden dolayı araştırmasına devam etmiş ve hatta bir keresinde Hz. Ali
ile Hz. Osman arasında şöyle bir konuşma geçmiştir: Abdurrahman Hz. Ali’ye “Eğer
seni halifeliğe tayin etmezsem, kimi halife olarak tayin etmemi tavsiye
edersin?” demiş ve Hz. Ali “Osman’ı tavsiye ederim”” demiştir. Aynı
soruyu Hz. Osman’a sorunca da: “Ali b. Ebû Talib’i tavsiye ederim””
demiştir.[337]
Abdurrahman
b. Avf, 3 gün 3 gece halk arasında dolaşmış, fikir sormuş ve belli bir kanaate
vardıktan sonra Misver b. Mahreme’nin vasıtasıyla Hz. Ali (kerrem’allahü veche
radiyallâhü anh) ile Hz. Osman’ı (radiya’llâhü anh) çağırtmıştır. Abdurrahman o
ikisiyle beraber Mescid-i Nebevî’ye gitti. Daha önce halkın toplanması için Hz.
Abdurrahman haber salmıştı. Halk da orada toplanmışlardı. Cemaatle namazı
kıldıktan sonra Abdurrahaman b. Avf, Hz. Ali’yi yanına çağırmış ve onun elinden
tutarak şöyle demiştir: “Allah'ın kitabı, Peygamber’in sünneti ve Ebû
Bekir’le Ömer’in tatbikatı üzere bana biat ediyor musun?” Hz. Ali: “Hayır,
ancak bu hususta gücüm ve takatim nisbetinde biat edebilirim”” demiştir.
Hz. Ali’nin bu sözü üzerine Abdurrahman, onun elini bırakmış ve Hz. Osman’ı
yanına çağırtmıştır. Hz. Ali’ye sormuş olduğu soruyu aynen ona da sormuştu. Hz.
Osman: “Evet”” diye cevap vermiştir.[338]
Abdurrahman, başını kaldırıp mescidin tavanına bakmıştır. Eli, Hz. Osman’ın
elinde, üç kere “Allah’ım, işit ve şahid ol” demiştir. Sonunda insanlar
koşup Hz. Osman’a biat etmeye başlamışlardır.[339]
İlk İslam tarihi kaynaklarının aktardığına göre, Hz. Osman'a ilk biat eden Hz.
Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) olmuştur.[340]
Böylece
Hz. Ali, Hz. Osman'a ilk biat eden kişi olmuş ve Hz. Osman da, 67 veya 68
yaşlarında iken, İslam’ın üçüncü halifesi olarak devletin başına geçmiştir.
Yukarıdaki
olaylara dikkat ettiğimizde Hz. Osman-Ali ilişkileri açısından şu hususlar
çıkmaktadır: Evvela, şûranın halife seçimi sırasında Abdurrahman b. Avf, önde
gelen sahâbîlerle ve halkla görüştükten sonra en son Hz. Ali (kerrem’allahü
veche radiyallâhü anh) ve Hz. Osman’a (radiya’llâhü anh) kimin halife olmasının
daha uygun olacağını sormuştu. Her ikisi de birbirlerini uygun görmüştü. Bu,
Hz. Ali ile Hz. Osman arasındaki karşılıklı güveni göstermektedir. Daha sonra
Hz. Ali’nin Hz. Osman’a duyduğu iyi niyeti göstermesi açısından da önemlidir.
İkinci bir husus ise, Hz. Osman’a biat eden ilk kişi Hz. Ali olarak
görülmektedir.
Hz. Ali'ye Göre Hz. Osman'ın Fazileti
Daha
önce verdiğimiz rivayete göre, Hz. Ali'nin, Peygamber'den sonra insanların en
faziletlisi olarak ilk Hz. Ebû Bekir’i sonra Hz. Ömer’i ve sonra da Hz. Osman’ı
zikrettiğini görmüştük.[341] Yine
aktardığımız diğer bir rivayette de Hz. Ali'nin (radiya’llâhü anh) halife
olduktan sonra Kûfe camiindeki konuşmasında, kendisinden önceki üç halife ile
ilgili tavsifte bulunduğunu zikretmiştik.[342]
Yani aktardığımız rivayetlere göre, Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü
anh), Ebû Bekir (radiya’llâhü anh) ve Ömer’e (radiya’llâhü anh) hangi gözle
bakıyorsa Hz. Osman’a (radiya’llâhü anh) da o gözle baktığı anlaşılmaktadır.
Bunların
yanı sıra Hz. Ali’nin Hz. Osman’la ilgili şöyle dediği nakledilmektedir: “Ben
Osman’ın iyi yönlerini bilirim. Allah yolunda onun iyi bir mazisi vardır. Allah
yapmış olduğu iyiliklerden sonra ona azap vermez.”[343]
Mescid-i
Nebevî'nin Genişletilmesi Konusunda Hz. Ali'nin Hz. Osman'a Desteği
Hz.
Osman'ın emsalsiz hizmetlerinden biri, Hz. Peygamber'in Mescidi'ni
genişletmesidir. Rasûlüllah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) döneminde
Mescid-i Nebevî kerpiçten yapılmıştı. Çatısı hurma ağacının kerestesindendi.
Hz. Ebû Bekir döneminde hiçbir ilave ve ekleme yapılmayıp, Hz. Ömer döneminde
biraz genişletilmiş ve Rasûlüllah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) inşa
ettirdiği temeller üzerinde, aynı şekilde kerpiçlerle tekrar onarılmıştır. Hz.
Ömer sütunlarını yine keresteden koydu. Ama Hz. Osman (radiya’llâhü anh),
bundan daha ileriye adım attı ve mescitte büyük genişletme yaptı. Duvarlarını,
üzerinde nakış ve desenler olan taşlardan yaptırdı ve boyattı. Sütunlarını desenli,
işlenmiş taşlardan ve çatısını da sal ağacının kerestesinden yaptırmıştır.[344] [345]
Hz.
Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), Hz. Osman'ın bu işini beğenmiş ve
ona, “Yapılan şey ne güzel oldu, ben Rasûlüllah’ı (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) şöyle derken duymuştum: ‘Kim bir mescit bina ederse, Allah da cennette
onun için bir ev bina eder” diye kanaatini belirtmişti.[346]
Yukarıdaki
rivayete bakılırsa, Hz. Osman (radiya’llâhü anh) Mescid-i Nebevî'yi genişletmiş
ve Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) bu durum sonucunda Hz. Osman’ı
methetmiştir.
Hz. Osman Dönemindeki Fıkhî Konularda Hz.
Ali’nin Konumu
Hz.
Ali’nin, Hz. Osman döneminde bazı fıkhî meselelerdeki çözümü göze çarpmaktadır.
Ayrıca Hz. Osman’ın da bu konularda, Hz. Ali’nin verdiği fikirleri bazen
benimsediği görülmektedir. Değişik kaynaklardan rivayet olunduğuna göre,
Cuheyne kabilesinden bir kadın 6 aylık bir çocuk doğurur. Kocası durumu Hz.
Osaman’a anlatır. Hz. Osman da kadının recmedilmesini için emir verir. Bu haber
Hz. Ali’ye ulaşınca Hz. Osman’ın yanına gider, ona verdiği kararın yanlış
olduğunu bildirir ve Yüce Allah’ın bir âyet-i kerimede “Onun taşınması ile
sütten kesilmesi 30 aydır”[347] [348]
buyurduğunu diğer âyet-i kerimede ise ^348 Anneler, çocuklarını -emzirmeyi
tamamlamak isteyen kimse için- tam 2 yıl emzirirler buyurduğunu, bu
âyetlerden emzirmenin 24 ay; hamilelik süresinin ise 6 ay olabileceğinin
anlaşıldığını Hz. Osman’a söyler. Hz. Osman ise bunu hiç düşünmediğini belirtir
ve kadının geri döndürülmesi için emir verir. Fakat giden adamlar kadını
recmedilmiş olarak bulurlar.[349]
Hz.
Osman’ın böyle bir karar vermesi çok uzak bir ihtimal olsa gerektir. Zira
Kurtubî (v. 671/1272) bu olayı naklederken Hz. Osman’nın kararından vazgeçip
kadına had uygulamadığnı kaydetmektedir.[350]
Bunun yanında İslam hukukuna göre bir kişi nâmuslu karısına zina isnadında
bulunur veya çocuğun kendisinden olmadığını söylerse, iddiasını dört erkek
şahitle ispat etmediği takdirde li’ân denen özel bir muamele tatbik edilerek bu
karı- kocanın arası tefrik edilir. Zikredilen rivayet doğru kabul edilirse Hz.
Osman’ın neden böyle bir yola başvurmadığı hususu sorgulanmalıdır.[351]
Yine
Ahmed b. Hanbel’in (v. 241/855) Müsnetfinde Hz. Osman, Hz. Ali’nin
fikrini benimsediğini görmkteyiz: Rivayete göre, humus esirlerinden olan Safiye
adındaki bir kadın, yine humus esirlerinden biri ile zina yaptı ve bir çocuk
doğurdu. Kocası Yehnes ve zanîden her biri çocuğun kendilerine ait olduğunu
iddia ettiler. Hz. Osman’ın yanında tartışıp çekiştiler. Hz. Osman, onları Hz.
Ali’ye gönderdi. Hz. Ali, “Ben Rasûlüllah’ın verdiği hüküm ile aranızda
hükmedeceğim. Çocuk yatak sahibinindir. Zanî ondan engellenir” dedi ve her
birisine ellişer değnek vurdu.[352] [353]
Her
iki rivayeti birleştirerek değerlendirdiğimizde, Şiî müellifler bu olayları
Ehl-i Sünnet kaynaklarından aktararak Hz. Osman’ın şeriatla alay edip ona
muhalefet ettiğini ve Müslümanların önderi sayılan birinin âyet-i kerimeleri
kavramamasını hayretle karşıladıklarını belirtmektedirler. Ayrıca onlara göre,
Halife Hz. Osman, hasımlar arasındaki ihtilafı çözecek bilgiye sahip
olmadığından bazı davaları Hz. Ali’ye göndermiştir. Halbuki her üç halife de
zaman zaman gerek Hz. Ali gerekse diğer sahâbîlerin bilgisine başvurmuşlar. Bu
onların bilgisiz olduklarını değil aksine istişareye verdikleri önemi ortaya
koymaktadır.
Kanaatimizce
bu örneklerin de bu şekilde algılanması gerekir.
Hz. Ali'nin Hz. Osman'a İkazları
Hz.
Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) ile Hz. Osman (radiya’llâhü anh)
arasındaki münasebeti anlamak için, Hz. Osman’ın halifelik dönemindeki olayları
incelemek gerekmektedir. Bu açıdan Hz. Osman döneminde cereyan eden olaylar,
Hz. Ali ile Hz. Osman arasındaki münasebetin ne derecede sıcak veya soğuk
olduğu tespitinde bize, yardımcı olmaktadır. Bu konuyu iki kısma ayırmak
mümkündür: Birinci kısımda Hz. Osman'ın bazı sahâbîlere tavrı karşısında Hz.
Ali'nin konumunu, ikinci kısımda ise Hz. Ali'nin valiler için Hz. Osman'a
ikazlarını inceleyeceğiz.
Hz.
Osman’ın Bazı Sahâbîlere Tavrı Karşısında Hz. Ali
Hz.
Ömer’in vefatından sonra Hz. Osman’ın halife seçilmesi üzerine yeni devlet
başkanını meşgul eden ilk olay, Hz. Ömer’in oğlu Ubeydullah’ın İran asıllı
Hürmüzan’ı öldürmesi hâdisesidir. Kaynaklarda olayın şöyle geliştiği
nakledilmektedir:
Hz.
Ömer, suikasta uğramadan bir gün önce Hürmüzan, Ebû Lu’lu’ Firuz ve Hire
ahâlisinden Cüfeyne adlı bir Hıristiyan, aralarında sohbet ediyorlardı. Bir ara
Hürmüzan, Ebû Lu’lu’un hançerini eline almış, bir müddet bakmış, iade ederken
Abdurrahman b. Ebû Bekir üzerlerine çıkagelmiş ve bu esnada hançer yere düşmüştü.
Ertesi sabah Hz. Ömer öldürülünce, Abdurrahman bir gün önce gördüklerini Hz.
Ömer’in oğullarından Ubeydullah’a anlatmış o da bu işin tasarlanmış bir cinayet
olduğunu zannederek gidip Hürmüzan’ı ve arkadaşını öldürmüştü.[354]
sırada
ashâbdan Sa’d b. Ebû Vakkas Ubeydullah b. Ömer’i tutup Halife’nin huzuruna
getirmişti. Mecliste Hz. Ali ve Amr b. el-Âs da vardı. Halife bu durum
karşısında ne yapılması gerektiğini sorunca, meclisten rey ve ictihâdlar
çeşitli olmuştu. Hz. Ali, şüphe üzerine adam öldürmenin İslam hukukuna uygun
düşmediğini düşünerek “Ubeydullah’a kısas icrasını” rey olarak ortaya koydu.
Mecliste bulunanlardan Amr b. el-Âs ise, “Dün Ömer öldü bugün de oğlunun
öldürülmesi doğru olmaz” dedi. Bunun üzerine Halife Hz. Osman, “Ben
memleketin işlerini yürütmek yetkisini üzerinde taşıyan bir kişi olarak kısası,
diyete çevirdim. Gereken diyetlerini kendi malımdan vereceğim” dedi ve
Ubeydullah’ı salıverdi.[355]
Ancak
Hz. Osman (radiya’llâhü anh), bu konuda Hz. Ali’nin itirazıyla karşılaşmıştır. Hz.
Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) suçluluğu kesin olmayan insanları
öldüren Ubeydullah’ı affetmesinden dolayı Hz. Osman’a kızmış ve ona
ictihadından dolayı karşı çıkmıştı. Hatta “Eğer elime güç geçerse, ona
(Ubeydullah b. Ömer’e) kısas uygulayacağım” demişti. Hz. Ali halife olunca
onun bu sözünü unutmayan Ubeydullah, Muâviye’ye sığındı ve Sıffîn savaşında
öldürüldü.[356]
Hz.
Osman’ın bu kararının isabetli olduğunu ve Hürmüzan’nın Hz. Ömer’in
öldürülmesinde parmağının olduğunu savunanların delilleri şu şekilde nakledilmektedir:
“Hürmüzan, İran asilzâdelerinden olan bu adam, İran saltanatının ihtişam ve
debdebesi içinde yüzüyor, İran aristokrasisinin bütün nüfûz ve servetini
kullanıyor, sonra hayatını kurtamak için İslam’a girerek Medine’nin mütevâzı
bir köşesinde basit bir hayat sürmeyi kabul etmiş bulunuyordu. Hürmüzan
ayarında bir adam, Müslümanlığı kabul etse de muhakkak ki şan ve satvetini,
nüfûz ve servetini imha eden, onu yerinden yurdundan, saraylarından ve
sefâhatinden uzak yaşamaya mecbur edenleri affetmez ve onlardan intikam almayı
hayatının en büyük ülküsü tanır. Hz. Ömer devrinde Medine’de yaşayan İranlılar
içinde Hürmüzan’dan daha yükseği yoktu. Bundan dolayı Medine’de bulunan
İranlıların ona büyük saygı gösterdikleri ve onun sözünden çıkmadıkları görülüyor.
Bilhassa Hz. Ömer’in katili olan Ebû Lu’lu’, Hürmüzan ile en çok düşüp
kalkanlardandı. Hatta Hz. Ömer’in öldürülmesinden az bir süre önce Ebû Lu’lu’un
Hürmüzan’ın yanında görüldüğü anlatılıyor.”[357]
Ayrıca
Hz. Ömer’in katili olan Ebû Lu’lu’un, hançerini zehirledikten sonra Hürmüzan’a
gösterip ondan fikir alışverişinde bulunduğuna dair kaynaklarda değişik
rivayetler bulunmaktadır.[358] Bundan
dolayı da Ubeydullah’a göre babasının öldürülmesinin gerçek müsebbibi Hürmüzan
idi. Ubeydullah, babasının gaddar bir darbeye kurban gitmesine tahammül
edemeyerek cinayetin asıl müsebbibi saydığı Hürmüzan’ın kanını dökmekle öç
almış ve böylece babasının katiline karşı vazifesini yaptığına inanmıştı.[359]
Bir
diğer önemli hâdise ise, Ebû Zer el-Ğifârî[360]
meselesidir. Ebû Zer’in mal edinme konusunda insanlara karşı takındığı tavırdan
hoşlanmayan Hz. Osman, Medine’ye gelince ona, yaptığının doğru olmadığını;
insanları zorla takvaya çağıramayacaklarını[361]
söylemiş ve onu Rebeze’ye sürgün etmişti.[362]
Şîa
kaynakları, Hz. Osman’ın Ebû Zer’i önce Şam’a sürgün ettiğini daha sonra
Muaviye ile aralarında tartışma çıkınca, onu Medine’ye çağırdığını ve sonra da
oradan Rebeze’ye sürgün ettiğini ileri sürmektedir.[363]
Hz.
Osman’ın Ebû Zer’i sürgün etmediğini ileri süren görüşler de bulunmaktadır.
Onlara göre Ebû Zer kendi isteğiyle Medine’den çıktığını ve Hz. Osman’ın da ona
izin verdiğini nakletmektedirler. Ayrıca delil olarak da şu rivayetleri öne
sürmektedirler. İbn Sa’d, Ebû Zer’in kendi isteğiyle Rebeze’ye gittiğini
kaydetmektedir. Rivayet olunduğuna göre, Ebû Zer, Hz. Osman’a şöyle der: “Medine’den
çıkıp gitmeme izin verir misin? Zira Rasûlüllah Medine evlerinin Sel’ dağı
eteklerine vardığında buradan çıkıp gitmemi emretmiştir.” Bunun üzerine Hz.
Osman onun Medine’den çıkma iznini vermiş, o da Rebeze denilen yere gidip
konaklamış ve orada bir mescid inşa etmiştir.[364]
Bir
diğer rivayete göre, Ebû Zer Şam’dayken Muaviye onu Hz. Osman’a şikâyet etmiş,
Hz. Osman da Ebû Zer’i Medine’ye çağırtarak ona, Medine’den Şam’a niçin
gittiğini sormuş. Ebû Zer ona şu cevabı vermiştir: “Rasûlüllah bana, ‘Medine
’nin umranı (bayındırlığı) falan noktaya vardığı zaman buradan çık!’
buyurmuştu. Onun için ben de Medine’den çıktım.” Bunun üzerine Hz. Osman, “O
halde Şam ’dan sonra hangi yeri seversin”” diye sordu. Ebû Zer, Rebeze’yi
sevdiğini söylediğinden Hz. Osman da, oraya gidebileceğini söyledi.[365]
Ayrıca,
Hz. Osman’ın Ebû Zer’e Rebeze’ye giderken bir miktar deve ile iki hizmetçi
verdiği, ayrıca günlük hesabıyla atâ bağladığı ve Ebû Zer’in Medine’den uzak
kalıp bedevî adetlerine alışmaması için Medine’ye gidip geldiği
nakledilmektedir.[366]
Şîa
kaynaklarının naklettiği rivayete göre, Hz. Osman ile Ebû Zer arasındaki
tartışma şu şekilde gelişmiştir: Halife Osman, Mervan b. Hakem’e bazı mallar,
Haris b. Hakem b. Ebü’l- Âs’a 300,000 dirhem ve Zeyd b. Sabit’e 1000 dirhem
verdiğinde Ebû Zer, ‘“Mal biriktirenleri acıklı bir azab ile müjdele””
diyerek şu âyet-i kerimeyi okudu: “Altın ve gümüşü biriktirip de onları
Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara acı bir azabı müjdele!”[367]
Bunun üzerine Mervan, Ebû Zer’i Hz. Osman’a şikâyet etti. O da kölesi Nail’i
Ebû Zer’e göndererek bu hareketlerinden vazgeçmesini söyledi. Ebû Zer ise, “Osman
beni Allah’ın kitabını okumaktan ve O ’nun emirlerini terk edenleri
ayıplamaktan mı men ediyor? Vallahi benim için Osman’ı darıltmak karşılığında
Allah ’ı hoşnut etmek, Osman’ın hoşnut olması mukabilinde Allah’ın hışmına
uğramaktan daha sevimli ve daha hayırlıdır” dedi. Hz. Osman onun bu
cevabında hiddetlenmiş ise de sabretmişti.[368]
Bir
gün Hz. Osman, devlet başkanının (imâm) Beytülmâl’den borç para alıp bilâhare
ödemesinde bir sakıncanın olup olmadığını sordu. Ka’bu’l-Ahbâr, “Bunda bir
sakınca yoktur”” deyince Ebû Zer ona, “Ey Yahudi’nin oğlu! Dinimizi sen
mi bize öğreteceksin?” dedi. Hz. Osman, “Bize eziyetin ve
arkadaşlarımıza ta’rizin haddi geçti. Kalk, Şam’a git”” dedi. Onu Şam’a
sürgün etti.[369]
Ebû Zer’in sürgün edilmesi, Hz. Ali ile
Hz. Osman’ın arasını açtı. Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) Ebû
Zer’i yolcu ederken Mervân ona engel olmak isteyince, Hz. Ali de elindeki
kırbaçla Mervân’ın devesine vurdu. Bundan dolayı Hz. Ali ile Hz. Osman arasında
kırıcı bir tartışma oldu. Hz. Osman, Hz. Ali’ye “Benim nazarımda hiçbir
faziletin yok!” dedi ve birbirlerine kötü sözler sarf ettiler.[370]
Ebû
Zer’in,[371]
Rebeze’ye (veya Medine dışı her hangi bir yere) gitmesi ile ilgili olarak
Şîa’nın naklettiği rivayetler ile Hz. Osman’ı savunan müelliflerin
naklettikleri rivayetler arasında esas itibarıyla büyük bir fark yok gibidir.
Aradaki en esaslı fark, birinde Ebû Zer’in kendi isteğiyle Rebeze’ye
nakledilmesi, ikincisinde onun sürüldüğünün söylenmesidir.
Hz.
Osman’ın Ebû Zer’e yaptıklarından son derece rahatsız olan Hz. Ali’nin bunu
halifeye karşı sözleriyle daha sonra da dile getirdiği görülmektedir. Ammâr b.
Yâsir olayında geleceği üzere Hz. Ali, Ebû Zer’e yaptığından dolayı Hz. Osman’ı
suçlamıştır.[372]
Belâzürî’deki
(v. 279/892) bir rivayete göre, Müslümanlar Hz. Osman’ın beytülmâldan
yakınlarına yardımlarda bulunmasını hoş görmemiş ve şiddetle eleştirmişlerdi. Hz.
Osman ise bunlara “Kavimlerin gururunu incitse de feyden ihtiyacımız olanı
alırız”” şeklindeki sözleriyle karşılık verdi. Hz. Ali ve Ammâr b. Yâsir de
Hz. Osman’ı bu uygulaması nedeniyle uyardılar.
Fakat
Belâzürî'nin naklettiğine göre Hz. Osman (radiya’llâhü anh), Ammâr’ın kendisi
hakkında söylediği sözlere oldukça sinirlendi ve onu dövdürdü.[373]
Hz. Osman'ın sinirlenerek Hz. Ammâr'ı
dövdürtmesi tartışmalı bir konudur. Çünkü her şeyden evvel bu riyavetin senedi
zayıftır.[374]
[375]
Diğer yandan, âsîlerin Hz. Osman'ın evini kuşattığı sırada, kendisine yardıma
gelenlere savaşmamalarını ve dolayısıyla kan dökülmemesini isteyen birisinden
böyle bir hareket beklenemez. Ayrıca Ammâr b. Yâsir, Rasûlüllah'ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) büyük sahâbîlerinden birisidir. Hz. Osman da aynı şekilde ilk
Müslümanlardan, Hz. Peygamber'in damadı, ilk iki İslam halifesinin danışmanı ve
onlardan sonra da İslam halifesi olan birisidir. Bunların yanında Hz. Osman (radiya’llâhü
anh), ağır başlılığıyla ve hayasıyla bilinen bir zâttır. Dolayısıyla Hz.
Osman'ın Hz. Ammâr'ı (radiya’llâhü anh) dövdürtmesi çok inandırıcı
gelmemektedir.
Hz. Osman, daha sonra da
Ammâr’ın Medine’den sürgün edilmesini emretti. Ammâr, halifenin emri gereği
Medine’den çıkmaya hazırlandığı sıralarda, durumdan haberdar olan Hz. Ali, Hz.
Osman’a giderek “Ey Osman! Allah ’tan kork! Müslümanlardan iyi bir kişiyi
sürdün, helak oldu. Şimdi ise, bu şekilde onu da sürmek istiyorsun'” dedi.
Hz. Osman da buna “Sen sürülmeyi ondan daha fazla hak etmişsin!”
şeklinde sert bir şekilde karşılık verdi. Hz. Ali’nin yanıtı da “Sür
istersen!” şeklinde oldu. Sonra Müslümanlar her konuşanı ve itiraz edeni
sürmekle bir yere varamayacağı konusunda Hz. Osman’ı uyardılar ve o da Ammâr’ı sürmekten
vazgeçti.
Hz.
Osman’ın yaptıklarını savunan alimler, Hz. Osman’ın Ammâr’ı dövdüğü isbat
edildiği takdirde bile, bir devlet başkanının gerek gördüğünde, bazı kişileri
terbiye amacıyla dövebileceğini söyleyerek bunun Hz. Osman için bir noksanlık
teşkil edemeyeceği görüşündedir.[376]
Ammâr
b. Yâsir’in, Hz. Osman’ın aleyhinde bulunduğu, hatta onu tekfir ettiği sahih
olduğu var sayıldığı takdirde bile, bu bir telakki ve ictihâd meselesidir. Onun
bu telakkide yalnız kaldığı görülür. Çünkü ashâb, bu telakki üzerine ittifak
etmiş olsalardı Hz. Osman’ı ya derhal hal’ ederler yahut diğer bir zat
etrafında birleşirler ve ona cezasını verirlerdi. Halbuki Hz. Osman’ın muhalif
olmayan ilim adamlarından hiçbiri, Ammâr’ın Hz. Osman aleyhinde böyle bir söz
söylemiş olduğunu kabul etmez.[377]
Hz.
Osman ile Ammâr arasında Şîa’nın ve muhaliflerinin bahsettikleri böyle bir
macera vuku’ bulmadığını isbat edecek kuvvetli bir delil, Hz. Osman’ın h. 35
senesinde vilayetlerde tahkikat yapmaya memur ettiği zevat arasında Ammâr b.
Yâsir’in de zikredilmesidir. Tahkikata memur edilenler; Kûfe’ye giden Muhammed
b. Mesleme, Basra’ya gönderilen Üsâme b. Zeyd, Şam’a gönderilen Ubeydullah b.
Ömer ve Mısır’a gönderilen Ammâr b. Yâsir’dir. Hepsi de tarafsızlıklarıyla,
itidalleriyle herkesin nazarında haiz olukları itimat ve hürmetle, hiçbir suiistimale
iştirak etmemiş, hiçbir töhmetle itham edilmemiş olmakla tanınmış idiler.[378] Bu
zatlardan birisi Hz. Osman aleyhtarı veya Hz. Osman aleyhtarlarının taraftarı
olmakla tanınmış olsaydı, onu tahkikata memur edilmesi tasavvur edilemezdi.
Bilhassa Ammâr’ın o zamanki karışıklıkların en mühim merkezi olan Mısır’a
gönderilmesine ve oradaki vaziyeti tetkik etmesine müsaade edilmezdi. Taberî
(v. 310/922), Ammâr b. Yâsir’in Mısıra gönderildiğini gayet sarih bir surette
anlatıyor.[379] Ammâr’a
böyle mühim bir görevin verilmesi onun tamamıyla tarafsız olduğunu, onunla Hz.
Osman arasında herhangi bir husumet ve düşmanlık bulunmadığını ifade ve isbat
ediyor. Aksi takdirde Hz. Osman’ın onu bu kadar mühim bir işe tayin etmesine
imkan yoktu.[380]
Belâzürî’nin
(v. 279/892) diğer bir rivayetine göre de, Abdullah b. Mes’ûd ile Hz. Osman
arasında Mescid’de bir tartışma geçmiş ve o halifenin kölesi tarafından
dövülmüştü. Buna oldukça sinirlenen Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü
anh), Halife’ye “Ey Osman! Rasûlüllah’ın arkadaşına Velîd b. Ukbe ’nin
kavline göre mi bunu yaptırdın?” diye sorunca o da “Bunu Velîd’in sözüne
göre yapmadım. Fakat Zübeyd b. es-Salt el-Kindî’yi Kûfe’ye gönderdim. İbn
Mes’ûd’un ona ‘Osman’ın kanı helaldir’ dediğini söyledi” diye cevap verince
Hz. Ali ona “Gerçeği öğrenmeden Zübeyd’in sözü ile mi onu cezalandırdın?”
diyerek çıkıştı.[381]
Hz.
Ali'nin Valiler İçin Hz. Osman'a İkazları
Hz.
Osman (radiya’llâhü anh) valiliklere akrabalarını tayin etmesiyle, illerde
sorunlar yaşanmaya başlamış, Hz. Ali, Talha ve Zübeyr, kendisine gelerek “Ömer
sana Ümeyyeoğulları’nı insanların üzerine musallat etmemeni tenbih etmemiş
miydi?” diyerek bundan duydukları hoşnutsuzluğu dile getirmişlerdir.
Rivayete göre Hz. Osman bu uyarıya cevap veremeyerek sessiz kalmıştır.[382] İbn Sa’d’ın
naklettiğine göre Hz. Ali valiler konusunda eleştirilerini devam ettirmişti.
Hatta bir keresinde Ümeyyeoğulları'nın yöneticileri hakkında sert bir ifadeyle
şunları söylediği rivayet edilmektedir: “Ümeyyeoğulları beni Muhammed’in
mirasına üstün tutuyorlar. Şayet hilâfete geçecek olursam, kasabın işkembenin
pisliğini silkelediği gibi onları görevlerinden silkeleyeceğim. ”[383]
Bir
grup Mısırlı Medine’ye gelerek Abdullah b. Ebî Serh’i, halifeye şikâyet
ettiler. Çünkü İbn Ebî Serh Mısır’da kendisinden hoşnut olmayan ve Hz. Osman’a
şikâyette bulunan topluluklara zulmediyor ve hatta bazılarını öldürtüyordu.
Bunun üzerine Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), Hz. Osman’a (radiya’llâhü
anh) gelerek “insanlar onu kan dökmekle suçluyorlar. Onu görevden al,
aralarında hüküm ver. Eğer onun üzerinde hakları varsa al, âdil ol”
şeklinde uyardı.[384]
Diğer
taraftan, bir gün sabah namazını sarhoş halde kıldıran Kûfe valisi Velîd b.
Ukbe de Medine’ye gelen iki kişi tarafından halifeye şikâyet edilmişti. Fakat
halifenin soruna kayıtsız kalması üzerine durum Hz. Ali’ye iletildi. Hz. Ali,
Hz. Osman’a, Velîd’in suçlu olduğunu ve cezalandırması gerektiğini söyledi. Hz.
Osman, Hz. Ali’nin uyarısı üzerine valiyi azledip Medine’ye getirilmesini
emretti. Yapılan araştırmalardan sonra suçlu olduğu anlaşılınca, Hz. Osman
kırbaç cezasının uygulanması için Hz. Ali’ye “Ey Ebü’l-Hasan! Kalk onu
kırbaçla” diye emir verdi. O da oğlu Hasan’dan Velîd’i kırbaçlamasını
istedi. Fakat Hz. Hasan, haddin halife veya bir akrabası tarafından uygulanmasının
daha doğru olacağını söyleyince, Hz. Ali kırbacı yeğeni Abdullah b. Ca’fer’e
vererek “Kalk onu kırbaçla” dedi. Abdullah b. Ca’fer de cezayı
uygulamaya başladı. Hz. Ali, Velîd’e 80 kırbaç vurulana dek saydı ve cezayı
uygulatmış oldu.[385]
Sonuç
olarak diyebiliriz ki, yukarıda verdiğimiz rivayetlere bakıldığında Hz.
Ali’nin, Hz. Osman’a muhalefeti görülmektedir. O aslında, Hz. Osman’ı tenkide
hakkı olan en önde gelenlerdendir. Hz. Ali aslında, Hz. Osman’a biat eden şûra
üyelerinden biriydi. Dolayısıyla Hz. Ali’nin de şûra üyesi olması itibarıyla
görüş bildirmeye, gerekirse tenkide hakkı vardı. Onun Hz. Osman’a
muhalefeti, diğer bazı ashâb gibi yaptığı bazı yanlış icraatlarından dolayı Hz.
Osman’ı uyarmaktı. Belirli konularda tenkitler yöneltmiş olmakla birlikte,
halifeliği süresince onun yanında olmuş, gerekli tavsiyelerde bulunmuş, her
zaman ona destek vermişti.[386]
Daha sonra genişçe anlatacağımız gibi, mesela Hz. Osman kendisinin korunmasını
istememesine rağmen, onu korumaları için oğullarını göndermesi, muhasara
esnasında susuz bırakıldığında ona su yollaması, âsîlerle görüşüp isyandan
vazgeçirmeye çalışması vb. bu konudaki samimiyetin en önemli delilleridir.
Eğer
Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), Hz. Osman’ın halifelikten azl
edilmesini ve yerine halife olmayı düşünseydi, bu amacına ulaşmak için önüne
gelen fazlaca fırsatı göz ardı etmemesi gerekirdi. Hz. Ali kendisine gelen
isyancıların halife olması tekliflerini kabul etmediği gibi Hz. Osman’ın
öldürülmesinden sonra da halifeliği kabul etmek istememiştir.[387]
Hz.
Ali’nin, Hz. Osman’a eleştirilerini ve muhalefetini yapıcı eleştiriler olarak
düşünmek gerekir. Bunun diğer bir kanıtı da onun, eleştirileri ve uyarıları ile
birlikte çözüm önerilerini de halifeye sunmasıdır. Hz. Osman ile Hz. Ali’nin
ilişkilerine bu pencereden bakıldığında daha isabetli olacaktır.
Vilayetlerde
şikâyetler giderek artınca, Muhâcirlerin ricası üzerine yanına gittiği Halife
ile Hz. Ali arasında şu konuşmalar geçmiştir:
Hz.
Ali, Halife’ye: “insanlar dışarıdadır. Benimle senin hakkında konuştular.
Vallâhi ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Habersiz olduğun bir şeyi sana
anlatmıyorum, bilmediğin bir şeyi sana göstermiyorum. Sen bildiğimizi bilirsin,
senden önce bir şeye vâkıf değiliz ki sana ondan haber verelim. Rasûlüllah ile
arkadaşlık yaptın. Bizim duyduğumuz ve gördüğümüzü sen de duydun ve gördün. İbn
Ebû Kuhâfe (Ebû Bekir) ve İbnü ’l-Hattâb, hak yönünden senden daha önde
değillerdi. Sen akrabalık bakımından Rasûlüllah’a daha yakınsın. Senin,
Peygamber’e akrabalık yönünden elde ettiğini onlar elde edemediler Nefsin
hakkında Allah'tan kork, Allah'tan!... Sen körlüğünden dolayı gözü açılacak,
cahilliğinden dolayı bilgilendirilecek biri değilsin..'” dedi.[388]
Hz.
Osman da ona şöyle cevap verdi: “Allah’a yemin olsun ki, yerimde olsaydın ve
akrabalık gözetseydin, kaybolmuşu misafir etseydin ve Ömer’in vali tayin
ettiğini sen de etseydin, seni kınamazdım. Allah için söyle, Ömer, Muğîre b. Şu
’be ’yi vali tayin etmedi mi?” Hz. Ali bunu onayladı fakat durumun Hz. Ömer
döneminden farklı olduğuna dikkat çekmek için: “Muâviye’nin Ömer’den korkusu
ve ona itaati büyüktü. Şimdi o, işleri sana haber vermeden yapıyor ve
bitiriyor. Arkasından da insanlara bu Osman’ın işidir diyor. Yaptıklarını
duyunca sen müdahale etmiyorsun” diyerek halifeyi uyardı.[389]
Hz. Ali'nin Osman İle Âsîler Arasında
Arabuluculuk Yapması
Hz.
Osman (radiya’llâhü anh) âsîlerin Hz. Ali'ye mektup yazarak onunla konuşmak
istediklerini öğrenince,[390] onları
ikna ederek geri dönmelerini sağlayabileceğini düşünerek Hz. Ali'ye âsîlerle konuşması
için onlara gönderdi.[391] [392] Hz. Ali
(kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), isyancıların yanına gittiğinde bu
hareketlerinden vazgeçmelerini öğütlediyese de onlar "Biz bu adam (Hz.
Ali) için savaşıyor ve halifeyi protesto ediyoruz. O da kalkmış bize onu
savunuyor" diye karşı çıkmışlardı. Hz. Ali onlarla konuşarak ikna
etmeyi başardı ve belli konularda anlaşma sağlanarak geri dönmeye 392 razı
oldular.
Hz.
Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) isyancılarla anlaşıp bazı
isteklerinin yerine getireleceğine söz verdikten sonra Hz. Osman'a gelerek
Mervân'ın görevden almasını söyledi. Ayırca "Çık! insanlara duymak
istediği bir söz söyle ve kalbindekilere Allah'ı şahit kıl. Memleketin her
tarafı sana karşı ayaklandı. Mısır, Kûfe ve Basra'dan başka grupların gelmeyeceğinden
emin olma. O zaman tekrar bana 'Ey Ali! Çık, onları geri gönder' diyeceksin,
yapmadığımda da 'O benden şefkatini kesti, hakkımı hafife aldı' deme"
dedi.[393] Bunun
üzerine Hz. Osman (radiya’llâhü anh) Mescid'e giderek insanlara hitap etti.
Ancak bu sırada, Mervân'ı görevden almayı kabul etmemesi üzerine, hem
kendisinden fitneyi önlemek üzere yardım istemesi hem de dediklerine aldırış
etmemesi nedeniyle Halife 'ye "Eğer Mervân'dan razı olursan,
hilekârlığın ve dininin bozulması nedeniyle senden kimse razı olmayacak. Onun
senin öne süreceğini ve gerçeği açıklamayacağını görüyorum" dedi.[394] Ayrıca
Mervân'a neden güvendiğini anlamadığını ve bir daha da kendisine gelip îkâzda
bulunmayacağını söyledi. Bundan sonra öldürülmesine kadar da Hz. Osman'ın yanına
hiç gelmedi. Hz. Osman'ın karısı Nâile de Mervân konusunda Halife'ye "Ey
Mü'minlerin Emîri! Vallâhi Ali'nin sana söylediği sözlerin hepsi hayırdır.
Herkesin nefretini kazanan bu herifi def et" diye uyarıda bulundu.[395]
Hz.
Ali’nin Âsîlere Karşı Tutumu
Bir
rivayete göre Hz. Osman'ın evinin kuşatma altında bulunduğu son gün, âsîler Hz.
Osman'a çok sıkıntı verdiler. O sırada Hz. Ali de Rasûlüllah'ın sarığını başına
sarmış ve kılıcını kuşanmış olarak evinden çıkıyordu, oğlu Hasan ve damadı Hz.
Ömer'in oğullarından Abdullah b. Ömer de onunla birlikteydi ve iki genç önünde
yürüyorlardı. Olayın şâhidi olan Şeddad b. Evs'in aktardığına göre, bir Ensâr
ve bir Muhâciri de yanlarına alarak Hz. Osman'ın evine ulaştılar ve kalabalık
isyancı grubu dağıttılar. Ardından Hz. Ali, Hz. Osman'ın bulunduğu odaya girdi.
Ona selam verdikten sonra şunları söyledi: "Esselâmu Aleyke Ey
Mü'minlerin Emîri! Gerçekten Rasûlüllah bu işe (güçlü duruma ve hilâfete),
arkasında olanla kendisine karşı gelene vurmakla ulaştı. Vallahi gerçekten ben
bu topluluğun seni katledeceğini görüyorum. Durum böyle iken, bize emret, biz
de savaşalım (onlarla vuruşalım). "[396]
Hz.
Osman: "Allah aşkına, Allah hakkını bilen bir adamın ve benim üzerimde
bir hakkı olduğunu ikrar eden bir adamın, benim yolumda hacâmat şişesini
dolduracak kadar kan dökmesi veya kendi kanını akıtması asla olmasın."[397]
Abdurrahman b. Avf da âsîlere karşı savaşma düşüncesindeydi. Hz. Osman'ın
söyledikleri açık ve düşüncesi belliydi. Ne sebeple olursa olsun kendinden
dolayı kan aksın istemiyordu.[398] Hz. Ali
talebini tekrarlayınca, Hz. Osman yine aynı karşılığı verdi. Bunun üzerine Hz.
Ali yanından kalktı ve kapıdan çıkarken şöyle dedi: "Allah'ım, mutlaka
sen biliyorsun ki, biz gayretimizi (yapılması gerekeni) ortaya koyduk.
"[399] [400]
Ardından
Mescid-i Nebevî'ye geldi ve o sırada ezan okunmaya başladı. Cemaat ondan
kendilerine namaz kıldırmasını istediyse de Hz. Ali, halife, ev kuşatıldığı
için mescide gelemiyorsa, kendisinin de namaz kıldırmayacağını ifade etti.
Ardından tek başına namazını kıldı. Namazını bitirmiş, mescitten çıkmış ve
evine dönüyordu, o sırada oğlu Hasan ardından yetişip babasına son gelişmeyi
haber verdi. "Babacığım, vallahi ki tüm âsîler halifenin evine hücum
ettiler. "400
Hz.
Ali oğluna karşı şunları söyledi: "Innâ lillâh ve Innâ ileyhi Râciûn.
Vallâhi onu öldürürler. "[401]
Gerçekten dediği gibi halifenin evine birkaç kişi girmiş ve onu şehit
etmişlerdi. O sırada Hz. Ali'ye sordular:
"Ey Ebu'l-Hasan, onun (Hz.
Osman'ın) yeri neresidir?"
"Vallahi o pek yakın olan
cennettedir."
"Ya onu öldürenlerin yeri
neresidir?"
Hz. Ali bu soruya da üç kez şöyle cevap
verdi:
"Fin-Nâri, Vallahi, (Vallahi
ateştedir)."[402]
Bu
hâdise ile ilgili bazı dikkat çeken hususları Murat sarıcık’ın tespitleri
doğrultusunda aynen vermek istiyoruz:
Bu rivayete
göre Hz. Ali, Hz. Osman'ın şehit edildiği gün Hz. Osman için kılıcını kuşanmış
ve savaşmaya hazır olarak evinden çıkmıştır.
Hz. Osman
kendisi için ne karşısında yer alanların ne de taraftarlarının kanının
dökülmesini istiyor, silahlı çatışmaya izin vermiyordu. Bu durumda Hz. Ali
devlet başkanına itaatsizlik yapmadı ve Hz. Osman'ın evinden ayrılırken "elimizden
geleni yaptık" demekle yetindi. Bu konuda yapacağı fazla bir şey de
yoktu.
O zamanlar
başkentin büyük camiinde namazları halife kıldırıyordu. Hz. Ali, Halife Hz.
Osman mecide gelmediği için cemaate namaz kıldırmaya da yanaşmadı.
Ayrıca Hz.
Osman'ın şehit edildiği haberi üzerine onun cennette olduğunu açıklamıştır.
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) da bir kaç kez Hz. Osman'ın cennetlik
olduğuna işaret etmiş, hatta bir keresinde Hz. Osman'ın da içinde bulunduğu 10
kişiyi (Aşere-i Mübeşşere) cennetle müjdelemişti.
Bu olay Hz.
Osman ile Hz. Ali arasındaki ilişkiler açısından önemli bilgiler ortaya
koymaktadır. Hz. Ali son 6 yıl içinde zaman zaman başka sahâbîler gibi Hz.
Osman'ın bazı icraatlarını tenkit etse de onun muhalifi, düşmanı ve onu
kendisine zulüm eden biri olarak görmemekteydi.[403]
Hz. Osman'ın Kuşatılması Sırasında Hz. Ali'nin
Rolü
Medine
dışından gelen âsî gruplar, sırayla Hz. Ali'nin yanına gelmek istediler. Bunun
üzerine Hz. Ali, oğlu Hasan'ı Hz. Osman'a göndererek âsîlerin tekrar kendisine
karşı toplandıklarını haber verdi.[404]
Kuşatma,
Zilka'de ayının sonlarından itibaren başlayıp Zilhicce ayının 18'ine, Cuma
gününe kadar devam etti. Kuşatma günlerinde, Hz. Osman'ın yanında sahâbîlerin
önde gelenleri ve oğulları da vardı ki, bunlar büyük bir kalabalık teşkil
ediyordu.[405] Hz.
Osman onlara, '"Üzerinde hakkım olan herkese yemin verdiriyorum, kalkıp
evine gitsin" dedi. Ayırca kendi kölelerine de "Her kim
kılıcını kınına sokarsa o özgürdür, hürriyetine kavuşmuştur" dedi.[406]
Hz.
Osman öldürüleceği gün, isyancılar eve içme suyu temin etmesi için izin
vermemişlerdi. Hz. Osman, yukarıdan halka göründü ve şöyle sordu: "içinizde
Ali var mı?" Aşağıdan seslendiler: "Hayır." O
yukarıdan tekrar sordu: "İçinizde Sa'd (b. Ubâde) var mı?" Cevap
yine aynıydı: "Hayır." Bunun üzerine o şu istekte bulundu: "İçinizde
bize su verecek biri yok mu?" Olanlar Hz. Ali'ye ulaşınca ona üç kırba
dolusu su göndermişti. Ama neredeyse bu su da isyancıların engellemesi yüzünden
ona ulaştırılamayacaktı.[407]
gün
Hz. Ali'ye, Hz. Osman'ı öldürmeyi düşündükleri haberi geldi. İsyancılar da Hz.
Osman'dan öldürmek için Mervan'ı istediklerini söylediler. Ama Hz. Ali
(kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) her ihtimale karşı oğulları Hz. Hasan ve
Hz. Hüseyn'e şöyle emretti: "İkiniz kılıçlarınızla gidiniz ve nihayet
Osman'ın kapısı önünde dikiliniz ve ona ulaşacak kimseyi içeri bırakmayınız.
"[408]
Bu
arada Zübeyr b. Avvâm oğlu Abdullah b. Zübeyr'i, Talha oğlunu, sahâbîlerden
bazıları da oğullarını Hz. Osman'a muhafızlık yapmak üzere gönderdiler.
İsyancılar halifenin evine ok atmaya başlayınca, Hz. Hasan yüzünden
yaralanmıştı. Yaralanan başkaları da vardı.[409]
Durum üzerine evi saranlar, Hâşimîleri kızdırmaktan korktular. Eğer bu durum
duyurulursa, evi saranlardan bir kısmının bu işten vazgeçeceğini düşündüler.
Öyleyse bir başka yoldan Hz. Osman'a ulaşılmalıydı. Onlar da böyle yaptılar ve
kimseye sezdirmeden bir Ensârın evinden duvara tırmandılar, kimseye sezdirmeden
duvarı yarıp içeri girdiler ve Hz. Osman'ı katlettiler. Hz. Hasan, Hz. Hüseyn ve
diğer muhafızlar, öldürenler evi terk edip kaçtıktan sonra ve Hz. Osman'ın
hanımı Nâile, "Emîrü'l-Müminîn öldürüldü" diye dışarı çıkıp
bağırınca ancak durumdan haberdar olup içeri girdiler. Gerçekten Hz. Osman
katledilmişti. Olay Hz. Ali'ye, Talha b. Ubeydullah'a, Zübeyr b. Avvâm'a, Sa'd
b. Ubâde'ye ve Medinelilere ulaşınca onlar ortaya çıktılar, sanki akıllarını
yitirmiş gibiydiler. Hz. Osman'ın evine geldiler ve onu katledilmiş buldular.
Hz. Ali o sırada iki oğluna kızdı. Hz. Hasan'a bir tokat attı, Hz. Hüseyn'in
göğsüne vurdu ve şöyle dedi: "ikiniz kapının önündeyken
Emîrü'l-Mü'minîn nasıl katlediliyor?" Sonra onların yanındaki Muhammed
b. Talha'ya, Abdullah b. Zübeyr'e çıkıştı. Ardından öfkeli olarak oradan çıkıp
gitti. Evine gelince halk da oraya geldiler. Ona biat etmek istiyorlardı. Ama
o, "Bu iş Ehl-i Bedir'in işidir. Bedir'e katılanlar kime razı olursa o
halifedir" diyordu.[410]
Rivayete
göre Hz. Osman'ın cenazesinde bulunanlar şunlardı: Zübeyr b. Avvam, Hasan b.
Ali, Ebu Cerhem b. Huzeyfe ve bir görüşe göre Hz. Ali, Talha b. Ubeydullah ve
diğer bir kısım sahâbe. Hz. Osman, Bakî' Kabristanı yanındaki çevriğe (Haş-şu
kevkeb) defnedildi. Bu yer, Hz. Muâviye devrinde Bakî' Kabristanlığı'na dâhil
edildi.[411]
Bu
hâdise, Hz. Osman ve Hz. Ali ilişkileri açısından önemli ipuçlar taşımaktadır:
Hz. Osman su
için önce Hz. Ali'nin adını anmıştır. Hz. Osman'ın evine su ulaştıran da Hz.
Ali'dir.
Hz. Ali, iki
oğlu Hz. Hüseyn ve Hz. Hasan'ı eli kılıçlı, Hz. Osman'ın kapısı önünde özel
muhafız ve koruma olarak görevlendirmiştir.
Hz. Ali, Hz.
Osman şehit edilince, muhafızların beceriksizliğine kızmış, Hz. Osman'ın
öldürülmesine çok üzülmüştür.
Hz. Osman'ın Şehit Edilişi Sırasında Hz. Ali
Halife
Hz. Osman'ın evinin âsîler tarafından kuşatıldığını, âsîlerin, onun susuz
bıraktığını ve Hz. Ali'nin su ulaştırma çabalarını, Hz. Osman'ın (radiya’llâhü
anh) ise, Hz. Ali'nin îkâzlarına kulak asmadığını daha önce zikretmiştik. Buna
rağmen Hz. Ali ve diğer ashâbın oğulları Hz. Osman'ı korumak için onun yanında
olduklarını rivayetlerden tespit etmeye çalışmıştık. Ayrıca Hz. Ali'nin (radiya’llâhü
anh), Hz. Osman ile âsîlerin arasında arabuluculuk yaptığını da aktarmıştık.
Artık sabrın tükendiği bir zamana ulaştığını ve Hz. Osman'ın şehit edilme
zamanı gelmiş gibiydi. Muhâsara artık kaldırılamaz boyuta ulaşmış ve isyancılar
etraftaki evlerden Hz. Osman'ın (radiya’llâhü anh) evine girmişti. Rivayete
göre, Hz. Osman'ı öldürmek üzere eve girenlerin içinde Muhammed b. Ebû Bekir de
vardı.[412] Hz.
Osman (radiya’llâhü anh) bu sırada Kur'ân okuyordu.[413]
Sonunda bir grup âsî tarafından şehit edildi.[414]
Hz. Osman (radiya’llâhü anh) âsîler
tarafından 40 günden fazla muhâsara edildikten sonra 28 Zilhicce 35/656 yılında
cuma günü akşamı öldürüldü.[415]
Haberi duyan Hz. Ali ve bazı sahâbîler hızla onun evine geldiler. Hz. Ali
(kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), Hz. Osman'ın üzerine kapanarak ağladı ve
"Siz buradayken Mü'minlerin Emîri nasıl öldürüldü?" diyerek
oğullarını azarladı. Hatta Hz. Hasan'ı tokatladığı, Hz. Hüseyn'in göğüsünü
yumrukladığı ve yine Hz. Osman'ı korumak üzere orada bulunan Talha'nın oğlu
Muhammed'i ve Zübeyr'in oğlu Abdullah'ı sert bir şekilde azarladığı rivayet
edilmektedir.[416]
Hz.
Osman (radiya’llâhü anh) öldüğünde 85 yaşlarındaydı. Halifenin naaşı 2-3 gün
yerde kaldı. Çünkü isyancılar naaşın defnine izin vermiyorlardı. Hz. Osman'ı
defnetmek için Hz. Ali'den yardım talep ettiler. Hz. Ali (kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh) de oğlu Hasan'ı Mısırlı isyancılara göndererek cenazenin
defnine müsaade etmelerini istedi. Onlar da Hz. Ali'ye olan meyillerinden
dolayı bunu kabul ettiler. Rivayete göre, Hz. Osman'ın cenaze namazına az
sayıda kişi katıldı.[417]
Bu
konuyu kısaca değerlendirecek olursak; âsîlerin isyanı çığırından çıkmış ve Hz.
Osman evinde kuşatılmıştı. Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) susuz
bırakılan Hz. Osman’ın evine su göndererek yardım etmeye çalıştı. Hz. Ali
(kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), oğlu Hz. Hüseyn'i halifeyi âsîlerden
koruması için gönderdi. Ancak bu kadar çabaya rağmen Hz. Osman (radiya’llâhü
anh), âsîler tarafından fecî bir şekilde şehit edildi.
Hz.
Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), Hz. Osman'ın şehit edildiği haberini
alınca üzülmüştür. Hatta oğulları ile Hz. Osman'ı korumakla sorumlu olanları
ağır bir şekilde azarlamıştır. Bir başka önemli husus ise, Hz. Osman'ın
cenazesidir. Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), Hz. Osman'ın
naaşını âsîlerin elinden alınmasına vesile olmuş ve onun cenaze namazına
katılmıştır.
SONUÇ
Bu
çerçevede, Hz. Ebû Bekir'in Hz. Ömer ile kardeşçe bir ilişkisinin olduğunu; Hz.
Ebû Bekir ile Hz. Osman'ın arasındaki ilişkinin de Hz. Ebû Bekir'in Hz. Ömer
ile olan samimiyetinden daha az olmadığını söylemek mümkündür. Zaten Hz. Ebû
Bekir ile Hz. Osman'ın, İslamiyet'i kabul etmeden önce de birbirleriyle samimi
oldukları bilinmektedir. Aynı şekilde Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ali'nin arasındaki
ilişkileri de müspet anlamda yorumlamak mümkündür. Zira Hz. Ebû Bekir ilk
Müslümanlardan olup Rasûlüllah'ın en yakın dostu iken; Hz. Ali de Hz.
Peygamber'in amcasının oğlu olup, Peygamberimizin evinde büyümüş ve ilk
Müslüman çocuklardan olmuştur. Sonuçta her ikisi de Hz. Peygamber'in en yakını
olarak tanınırlar. Her ikisi Peygamberimiz ile bu kadar yakın ilişki içindeyken
kendi aralarında da yakın ilişki içerisinde olmaları gerekir. Mesela Hz. Ebû
Bekir Hz. Ali'den yaşça büyük olmasına rağmen Hz. Ebû Bekir Hz. Ali'ye saygı
duyuyor ve her zaman onun için övgü dolu sözler sarfediyordu. Hz. Ali de Hz.
Ebû Bekir'in Rasûlüllah'ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) katındaki değerinin
farkındaydı; bunun için Hz. Ali'nin de Hz. Ebû Bekir'e saygı gösterdiği ve onu
çok sevdiğini görmekteyiz.
Hz.
Peygamber döneminde Hz. Ömer ile Hz. Osman’ın ilişkilerine bakıldığında,
aralarında saygı ve sevginin olduğu görülmektedir. Aynı zamanda Hz. Ömer'in Hz.
Ali ile de yakın oldukları ve aralarında muhabbetin bulunduğu görülmektedir.
Hz. Ömer ile Hz. Osman arasındaki ilişkiye bakıldığında da aralarındaki
samimiyet anlaşılmaktadır. Hz. Osman ve Hz. Ali'nin arasındaki muhabbet ve
samimiyet az değildi. Her şeyden önce o ikisi, Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) ile münasebetleri sebebiyle akraba durumundaydılar, yani iki
bacanaktılar.
Hz.
Peygamber'den sonraki dönemde, yani dört halifenin halifelik dönemlerinde
birbirleriyle olan ilişkileri ile ilgili tespitlerimizi aktarırsak, aralarında
soğukluk ve kırgınlıkların olmadığını, birbirlerine saygı ve sevgiyle
yaklaştıklarını söylemek mümkündür. Hulefâ-i râşidînin halifelik dönemlerinde
bazı olayların yaşandığı görülse de, halifelerin bu konudaki tavırları
birbirlerini destekleyecek tarzda olmuştur.
Hz.
Peygamber döneminde Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'in birbirlerine karşı
besledikleri dostuk ve sevgi, kendilerinin halifelik dönemlerinde de aynı
şekilde sürmüştür. Hz. Ebû Bekir halifeliği döneminde daima Hz. Ömer ile
istişarelerde bulunmuş, Hz. Ömer de bu hususta elinden geleni yapmıştır.
Hz.
Ebû Bekir ve Hz. Osman arasındaki münasebet de, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer
arasındaki ilişkide olduğu gibi, sevgi ve saygıya dayanmaktaydı. Hz. Osman, Hz.
Ebû Bekir'in halifeliği esnasında hep onun yanında yer almış ve onu
desteklemiştir. Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ali'nin bu dönemdeki ilişkilerinde bazı
özel durumlar göze çarpsa da birbirleriyle olan ilişkileri genelde saygı ve
sevgi çerçevesinde olmuştur. Hz. Ali'nin Hz. Ebû Bekir'e ne zaman biat ettiği
konusunda farklı rivayetler bulunsa da Hz. Ali'nin kesinlikle biat ettiğini
bilmekteyiz. Hz. Ali, her zaman Hz. Ebû Bekir'in yanında olmuş ve onu
desteklemiştir. Yine Hz. Ali'nin halifelik dönemine baktığımız zaman kendisinden
önceki halifelerden hep övgüyle bahsetmiştir ve onların uygulamalarına ters
düşecek bir davranışta bulunmamıştır.
Hz.
Ömer ile Hz. Osman arasındaki ilişkilere gelince, Hz. Ebû Bekir kendisinden
sonra halife vasiyet edeceği sırada Hz. Osman'ın olumlu onayını almıştır; aynı
zamanda Hz. Osman halifenin kâtibi olarak Hz. Ömer'in ismini bizzat yazan
kişidir. Ayrıca Hz. Ömer'in her zaman Hz. Osman'la istişare ettiği de
görülmektedir. Hz. Ömer'in kendisinden sonra halife tayini için altı kişilik
şûranın içerisinde Hz. Osman'ın da bulunduğunu dikkate alarak
değerlendirdiğimizde bu iki halife arasındaki ilişkilerin, Hz. Peygamber
dönemindeki gibi sıcak ve dostâne olduğunu görüyoruz. Hz. Ömer ile Hz. Ali
arasındaki ilişkilere bakıldığında, Hz. Ömer'in Hz. Ali'ye hep itina ile
yaklaştığını, sanki Hz. Peygamber'in bir emaneti olarak gördüğünü söylemek
mümkündür. Aynı şekilde Hz. Ali'nin de Hz. Ömer'i sevdiğini ve saygı duyduğunu,
Hz. Ömer halife seçilince hiçbir itirazda bulunmadan biat ettiğini, her zaman Hz.
Ömer'e doğru fikirleriyle yardım ettiğini görüyoruz. Dolayısıyla Hz. Ömer ile
Hz. Ali arasında olumsuz bir durumun aks ettiğini söylemek mümkün değildir.
Ayrıca Hz. Ali'nin kızı tarafından Hz. Ömer’e akraba olarak bir yakınlığı da
vardır. Bunlarla birlikte, Hz. Ali’nin daha sonraları İslam'ın ilk iki
halifesiyle ilgili yorumlarını da dikkatte aldığımızda, onun ilk iki halifeye
karşı her hangi bir olumsuz tavrının olmadığı görülmektedir.
Hz.
Osman ve Hz. Ali ilişkilerine gelince önümüze iki safha çıkmaktadır. Bu
safhalar, Hz. Osman'ın ilk halifelik yıllarıyla daha sonraki yıllarıdır. Hz.
Osman halife seçileceği sırada Hz. Ali de ona biat etti ve herhangi bir
itirazda bulunmadı. Hz. Osman Hz. Ali'yi kendinden önceki halifeler gibi
kendine danışman almıştır. Hz. Ali daha sonra, Hz. Osman’ın uyguladığı
politikadan rahatsızlık duymuş, kendisini ikaz etmiş ve Hz. Osman da kendisine
yöneltilen bu itirazların bazılarını uygulamıştır. Hz. Osman'ın
uygulamalarından rahatsız olan bazı gruplar ortaya çıkınca Hz. Ali’nin Hz.
Osman'ı uyarması/itiraz etmesini şahsî bir mesele olarak değil, daha sonraki
olaylara bakıldığında Hz. Osman'ın iyiliğini düşündüğü ve desteklediği şeklinde
değerlendirmek gerekir. Bunun yanı sıra Hz. Osman'ın evinin kuşatılması ve
şehit edilmesinde, Hz. Ali'nin tavrı açık ve net bir şekilde görülmektedir.
Bütün bunlar gösteriyor ki Hz. Ali, Hz. Osman'ı desteklemiştir. Hz. Ali halife
olunca, râşid halifeleri yâd ettiği ve onların yolunu takip ettiği dikkate
alınırsa onun seleflerine karşı olumlu bir bakış açısına sahip olduğu
görülmektedir.
Binâenaleyh,
çalışmamızda tespit ettiğimiz kadarıyla râşid halifeler arasında çok büyük
anlaşmazlıkların olmadığını, birbirlerine yönelik bazı ikaz ve itirazlarının
her hangi bir kötü amaç için değil, ıslah ve düzeltme amaçlı olduğunu söylersek
isabetsiz olmayacaktır. Bütün bu değerlendirmeleri göz önünde tutarak, Hz. Ali
etrafında teşekkül bulan bazı fırka ve grupların iddialarının tamamen siyasî
olduğunu, Kur’an, sünnet ve Hz. Ali’nin kendisiyle de hiçbir alâkasının
olmadığını söylemek de, konunun önemine binaen münasiptir. Zira çalışmamızda
Hz. Ali’yle diğer halifeler arasında Şîa’nın iddia ettiği gibi herhangi bir
olumsuz sonuca varılmamıştır. Şia’nın ortaya attığı iddia imanî olmaktan öte,
siyasî maksatlı ve taraflıdır.
Dört
halife arasındaki olumlu münasebetlerin ister Hz. Peygamber'in hayatta olduğu
dönemde, isterse Hz. Peygamber'in vefatından sonra olsun sekteye uğramadığını,
aksine İslam dininin verdiği “Mü'minler birbiriyle kardeştir” mesajının bilinci
ve ruhuyla hareket ettiklerini, bu vesileyle münasebetlerinin daha da
perçinleştiğini söylersek mübalağa olmayacaktır. Zira onlar Hz. Peygamber'in
bizzat yanında yetişen, İslam Dini'ni herkesten çok iyi bilen, anlayan bireyler
olarak Kur’an ve Hz. Peygamber'in sünnetinin ruhunu zedeleyecek her hangi bir
eylemde bulunmaları kanaatimizce muhal görülmektedir.
BİBLİYOGRAFYA
AHMED B. HANBEL (v. 241/855), el-Müsned,
I-VI, Mısır, 1313.
AHMEDYÂN,
Hâc
Molla Abdullah, Ömer b. Hattâb, Kitâb Hâne-i Akîde, Mahâbâd, 1381.
AHMED
CEVDET PAŞA (v.1312/1895), Kısâs-ı
Enbiyâ, I-II, Bedir Yay., İstanbul, 1981.
el-AKKÂD,
Abbâs
Mahmud, Hz. Ebû Bekir’in Şahsiyeti ve Dehası, çev. Ali Özek, Fatih
Matbaası, İst., 1968.
ALGÜL,
Hüseyn,
"Fedek", DİA, İstanbul, 1995, XII/294-295.
ALTUN,
İsmail,
"Hz. Ebû Bekir ile Hz. Fatıma Arasında Yaşanan Fedek Meselesine Sünnî
ve Şiî Yaklaşımların Analizi", İslam Araştırmaları Dergisi, Sayı: 27,
Yıl: 2012, İstanbul, s. 1-20.
, "Hz. Ebû Bekir'in
Hicretten Vefatına Kadar Olan Dönemdeki
Faaliyetlerine
Genel Bir Bakış", İSTEM, Yıl: 3, Sayı: 6,
Konya, 2005, s. 105-120.
,
"Muâhât",
DİA, İstanbul, 2005, XXX/308-309.
APAK, Adem, Anahatlarıyla
İslam Tarihi 2 (Hulefâ-i Râşidîn Dönemi), Ensar Yay.,
,
"Hz.
Ali'nin Siyâsî Kişiliği", Hayatı, Kişiliği ve Düşünceleriyle Hz. Ali
Sempozyumu, Bursa Müftülüğü, Bursa, 2005,
29-50.
,
"Muhammed
b. Ebû Bekir", DİA, İstanbul, XXX/518-519.
,
Hz.
Osman Dönemi Devlet Siyaseti, İnsan Yay.,
İstanbul, 2003.
ARI,
Mehmet
Salih, İmamiye Şîası Kaynaklarına Göre İlk Üç Halife, Düşün Yayıncılık,
İstanbul, 2011.
AVCI,
Casim,
“Hilâfet”, DİA, İstanbul, 1998, XVIII/539-546.
,
"Kûfe",
DİA, Ankara, 2002, XXVI/334-342.
AYDINLI,
Abdullah
"Ebû Zer el-Gıfârî", DİA, Ankara, 1994, X/266-269.
,
Abdullah
Aydınlı ve İsmail L. Çakan, "Aşere-i Mübeşşere", DİA,
İstanbul, 1989, III/597.
AZİMLİ,
Mehmet,
"Hulefâ-i Râşidîn Donemi Halife Seçimleri", Din Bilimleri
Akademik Araştırma Dergisi, Sayı: I, Yıl: 2007, Samsun, s. 36-44.
BAKKAL,
Ali,
"Ebû Bekir'in Halife Seçilmesinde 'imamlar Kureyştendir' Hadisinin Rolü
Üzerine", İSTEM, Yıl: 3, Sayı: 6, Konta, 2005, s. 87-103.
el-BELÂZÜRÎ,
Ahmed
b. Yahya b. Câbir (v. 279/892), Ensâbü’l-Eşrâf, I-XIII, Kahire, 1936.
,
Futûhü'l-Büldân,
çev. Mustafa Fayda, I-II, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1988.
el-BEYHAKÎ,
Ebû
Bekir Ahmed İbnü’l-Hüseyn b. Ali el-Beyhakî (v. 458/1066), Delâilü’n-Nübüvve,
Thk. Abdülmu’tî Kal’acî, I-II, Dârü’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1405.
,
es-Sünenü'l-Kübrâ,
Thk. Muhammed Abdülkâdir Atâ, I-XI, Dâru'l- Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1424.
BİLGE,
Mustafa
L., “Necran", DİA, İstanbul, 2006, XXXII/507-508.
el-BUHÂRÎ,
Ebû
Abdullah Muhammed b. İsmâil (v. 256/870), el-Câmiu's-Sahîh, I- VIII,
el-Mektebetü'l-İslâmiyye, İst., Thz.
CANAN,
İbrahim,
Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, I-XVIII, Akçağ Yay., İstanbul, 1993.
ÇELEBİ,
Ahmet,
Örnek Halifeler Dönemi, çev. Hasan Fehmi Ulus, Seriyye Kitapları Yay.,
İstanbul, 1997.
ÇAĞRICI,
Mustafa,
"Fitne", DİA, İstanbul, 1996, XII/156-159.
ÇUBUKÇU,
Asri,
"Ebû Kuhâfe", DİA, İstanbul, 1994, X/177-178.
ed-DÂRİMÎ,
Ebû
Muhammed Abdullah b. Abdurrahman (v. 255/869), Sünenü'd- Dârimî, Thk.
Abdullah Hâşim Yemânî el-Medenî, I-VI, Kâhire, 1966.
EBÛ
DÂVÛD, Süleyman b. Eş'as (v. 275/888), es-Sünen,
I-IV, Hıms, 1388/1969.
Doğuştan
Günümüze Büyük İslam Tarihi,
I-XV, Çağ Yay., İstanbul, 1988.
EBÛ
NUAYM el-İSFAHÂNÎ, Ahmed b. Abdullah (v.
430/1038), Hilyetü'l-Evliya ve Tabakâtü'l-Esfiyâ, I-X, Dâru'l-Fikr,
Beyrut, 1406.
FAYDA,
Mustafa,
"Abdurrahman b. Ebû Bekir", DİA, İstanbul, 1988, I/159.
,
"Cennetü'l-Baki",
DİA, 1993, İstanbul, VII/387.
,
"Ebû
Bekir", DİA, İstanbul, 1994, X/101-108.
,
"Fey",
DİA, İstanbul, XII/511-513.
,
“Hulefâ-i
Râşidîn", DİA, İstanbul, 1998,
XVIII/325-330.
,
"Hz.
Ömer", DİA, İstanbul, 2007, XXXIV/44-51.
,
"Ridde
(Ridde olayları)', DİA, İstanbul, 2008,
XXXV/91-92.
FIĞLALI,
E.
Ruhi, "Abdullah b. Sebe", DİA, İstanbul, 1988, I/132-133.
,
"Ali",
DİA, İstanbul, 1989, II/371-374.
,
"Cemel
Vakası", DİA, İstanbul, 1993,
VII/320-321.
,
"Hasan",
DİA, İstanbul, 1997, XVI/282-285.
el-ĞAZZÂLÎ,
Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed (v. 505-1111), İhyâü-Ulûmi'd- Dîn Tercümesi,
I-IV, çev. Ahmed Serdaroğlu, Bedir Yay., İstanbul, 1974.
el-ĞAZZÂLÎ,
Muhammed,
Fıkhu's-Sîre (Rasulüllah'ın Hayatı), çev. Resul Tosun, Risâle Yay., 5.
bsk., İstanbul, 2010.
el-HALEBÎ,
Ali
b. İbrahim b. Ahmed el-Halebî (v. 1044/1634), es-Sîretü'l-Halebiyye, I-III,
Dâru’l Kütübi’l-İlmiyye, 2. bsk., Beytrut, 1427.
HAMİDULLAH,
Muhammed
(v. 2002), İslam Peygamberi, I-II, çev. Salih Tuğ, İrfan Yay., İstanbul,
1980.
,
el-Vesâiku's-Siyâsiyye,
Dâru'n-Nefâis, Beyrut, 1987.
HASAN
İBRAHİM HASAN, (Siyâsî, Kültürel, Dinî,
Sosyal) İslam Tarihi, çev. İsmail Yiğit vd., I-VI,
Kayhan Yay., İstanbul, 1985.
el-HEYSEMÎ,
Nûreddin
Ali b. Ebî Bekir el-Heysemî (v. 807/1405), el-Mecmeu'z-
Zevâid
ve Menbeu'l-Fevâid, I-X, Daru'l-Fikr, Beyrut,
1402.
el-HEYTEMÎ,
Ahmed
b. Hacer (v. 974/1566), es-Savâiku'l-Muhrika, Mektebetü'l- Kâhira,
Kâhira, 1385.
HİZMETLİ,
Sabri,
İslam Tarihi (Başlangıçtan İlk Dört Halife Devri Sonuna Kadar), AÜİF
Yay., Ankara, 1991.
İBN
ASÂKİR, Ebü'l-Kâsım Ali b. Hasan (v. 571/1175), Târîhu
Dimeşk el-Kebîr, Thk.
Ahmed
Emin, Ahmed Zeynî, İbrahim el-Ebyârî, XXX, Kâhire, 1949.
,
et-Târîhu'l-Kebîr,
Thk. Abdülkâdir Bedrân, I, Ravzatü'ş-Şâm, 1329.
İBN
EBÎ BEKİR, Muhammed b. Yahya (v.
741/1340), et-Temhîd ve’l-Beyân fî Makteli’ş-Şehîd Osman, Thk. Mahmud
Yusuf Zâyid, Doha, 1985.
İBN
HACER, Ebû'l-Fazl Şihâbüddin Ahmed b. Hacer
el-Askalânî (v. 852/1313), Fethu'l-Bârî (Sahîh-i BuhârîŞerhi), I/XIV,
Polen Yay., İstanbul, 2006-2008.
İBN
HİŞÂM, Abdülmelik b. Hişâm (v. 213/828), Sîretü'n-Nebî,
I-IV, Dâru'l-Fikr, Beyrut, 1981.
İBN
İSHÂK, Muhammed b. İshâk (v. 151/768), Sîretü
İbn İshâk, Thk. Muhammed Hamidullah, Hayra Hizmet Vakfı Yay., Konya, 1981.
İBN
KESÎR, Ebü'l-Fidâ İsmâil b. Ömer (v. 774/1372), Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm,
I-IV, Çağrı Yay., İstanbul, 1987.
,
el-Bidâye
ve'n-Nihâye, I-VI, Matbaatü's-Saâde, Mısır,
1932.
İBN MÂCE, Muhammed
b. Yezîd (v. 273/887), Sünenü
İbn Mâce, I-II, el-
Mektebetü'l-İslâmiyye,
İstanbul, Thz.
İBN
SA'D, Muhammed b. Sa'd (v. 230/844), et-Tabakâtü'l-Kübrâ,
I-VIII, Beyrut, Thz.
İBNÜ’L-ARABÎ,
el-Mâlikî
(v. 543/1148), Sahihu’t-Tirmizî bi Şerhi’l-İmâm İbnü’l- Arabî, I-XIII,
Mısır, 1934.
İBNÜ'L
ESÎR, İzzüddin Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed (v.
630/1233), el-Kâmil fi't- Târîh, I-XII, Beyrut, 1385/1965.
,
Üsdü'l-GâbefiMa'rifeti's-Sahâbe,
I-VII, Dâru İbn Hazm, Beyrut, 1433.
el-İmâme
ve's-Siyâse, I-II, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye,
Beyrut, 1997.
el-KANDEHLEVÎ,
Muhammed
b. Yusuf, Hayâtü's-Sahâbe, I-IV, çev. Ahmet Meylani, İslâmî Neşeriyat,
Konya, 1983.
KANDEMİR,
M.
Yaşar, "Fatma", DİA, İstanbul, 1995, V/219-223.
,
"Abdullah
b. Ömer", DİA, İstanbul, 1988,
I/126-128.
el-KAHTÂNÎ,
Said
b. Ali el-Kahtânî, el-Hikme fi'd-Da've ilallah-i Teâlâ, Vezâreti'ş-
Şu'ûn el-İslâmiyye ve'l-Evkâf ve'd-Dâve ve'l-İrşâd, Suudi Arabistan, 1423.
KÖKSAL,
Muhammed
Asım, İslam Tarihi, I-XII, Şamil Yay., İstanbul, 1972.
el-KURTÛBÎ,
Ebû
Abdullah Muhammed b. Ahmed (v. 671/1272), el-Cami’u li Ahkâmi’l-Kur’ân,
Beyrut, I-XX 1965.
KUTLUAY,
Abdülaziz,
Siyeru's-Sahâbe, I-II, İpek Yay., İstanbul, 2005.
LEKNEVÎ, Abdüşşükûr,
Zindagânî Hulefâ-i Râşidin, çev.
Mevlana M. Yusuf
Hüseyn
Pûr, Tahran, Thz.
MAHMUD
ŞÂKİR, (Hz. Âdem’den Bugüne) İslam Tarihi,
I-VIII, çev. Ferit Aydan Kahraman Yay., İstanbul, 2004.
MARTİN
LİNGS, Hz. Muhammed'in Hayatı,
çev. Nazife Şişman, İnsan Yay., 183. bsk., İstanbul, 2010.
MECLİSÎ,
Muhammed
Bâkır b. Muhammed Takî Meclisî, Celâü'l-Uyûn, I-II, İsfahân-Kâime,
Tahran, Thz.
el-MES'ÛDÎ,
Ali
b. Hüseyn (v. 346/957), Mürûcü'z-Zeheb, I-IV, el-Mektebetü'l- İlmiyye,
Beyrut, 1986.
MEVLANA
ŞİBLÎ, Asr-ı Saadet (İslam Tarihi),
I-V, çev. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşeriyat, İst., 1977.
MUHAMMED
RIZA, (v. 1369), Ebû Bekir es-Sıddîk
Evvelü'l-Hulefâi'r-Râşidîn, Thk. Halil Şeyha, Dâru'l-Kitabi'l-Arabî,
Beyrut, 1424.
MUHIBBÜDDÎN
et-TABERÎ, (v. 694/1295), er-Riyâzu'n-Nadıra Fî
Menâkıbi'l- Aşera, I-II, Mısır, Thz.
MUTÇALI,
Serdar,
el-Mu’cemü’l-Arabî, Dağarcık Yay., İst., 1995.
el-MÜTTAKÎ
el-HİNDÎ, Alâüddin Ali b. Hüsâmüddin (v. 975/1567), Kenzü'l
Ummâl fî Süneni'l-Ekvâl ve'l-Efâl, Thk. Bekrî Hayânî, 5. bsk., I-XVIII,
Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, Thz.
,
Müntehab
Kenzü'l-Ümmal fî Süneni’l-Ekvâl ve’l-Ef’âl, I-VI,
Beyrut, 1978.
MÜSLİM,
Ebü'l-Hasan
Müslim b. Haccâc (v. 261/874), el-Câmiu's-Sahîh (Sahîh-i Müslim ve
Tercümesi), I-VIII, çev. Mehmed Sofuoğlu, İrfan Yay., İstanbul, 1388/1969.
en-NEDVÎ,
Ebü'l-Hasan
En-Nedvî, Hz. Ali (el-Murtezâ), çev. Yusuf Karaca, Risâle Yay.,
İstanbul, 2011.
en-NEVEVÎ,
Muhyiddin
Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Şeref (v. 676/1277), Sahîhu Müslim bi Şerhi’n-Nevevî,
I-XVI, Mısır, 1930.
ONAT,
Hasan,
Emevîler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Şîîliği, TDV. Yay., Ankara,
1993.
ÖNDER,
Mustafa,
""Hz. Peygamber'in Kardeşlik (Muâhât) Uygulaması ve Günümüz
Açısından Değerlendirilmesi", AİBÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
Yıl: 14, Sayı: 1, Bolu, s. 232- 238.
ÖNKAL,
Ahmet,
"Hicret", DİA, İstanbul, 1998, XVII/458-462.
ÖZTÜRK,
Mustafa,
"Tefsir ve Hadis Tarihinde Hz. Ali," Hayatı, Kişiliği ve
Düşünceleriyle Hz. Ali Sempozyumu, Bursa Müftülüğü Yay., Bursa, 2005, s.
57-88.
RÂĞIB EL-ISFAHÂNÎ, Hüseyn
b. Muhammed (v. 525/1033),
el-Müfredât Fî
Ğarîbi'l-Kur'ân,
Kitâbü'l-Cumhûriyye, Beyrut, 1986.
SALLÂBÎ,
Ali
Muhammed, Ali Murtezâ, Kitâb Hâne-i Akîde, İrân, 1388.
,
Ebû
Bekir Sıddîk, çev. Muhammed İbrahim Keyânî,
Kitâb Hâne-i Akîde, İrân, 1388.
,
es-Sîretü'n-Nebeviyye,
çev. Hey'et-i İlmî İntişarâte Haremeyn, Kitâb Hâne-i Akîde, I-II , Tahran,
1385.
,
Osman
Zün-Nûreyn, Kitâb Hâne-i Akîde, İrân,
1388.
,
Ömer
Fârûk, Kitâb Hâne-i Akîde, İrân, 1388.
SARICIK,
Murat,
Ehl-i Beyt'i Sevmek, Nesil Yay., İstanbul, 2010.
,
Dört
Halife Dönemi, Nesil Yay., İstanbul, 2002.
,
Hz.
Ali İlk Üç Halife İle Kavgalı mıydı?, Nesil Yay.,
İstanbul, 2012.
SARIÇAM,
İbrahim,
Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, DİB Yay., 4. bsk., Ankara, 2005.
,
"Hz.
Ali'nin Hayatı ve Şahsiyeti" Hayatı, Kişiliği ve Düşünceleriyle Hz. Ali
Sempozyumu, Bursa Müftülüğü Yay., Bursa,
2005, s. 17-26.
SAVAŞ,
Rıza,
“Râşid Halifeler Arasındaki Akrabalık Bağlar!”, İSTEM, Yıl: 3, Sayı: 6,
Konya, 2005, s. 122-133.
SURUÇ,
Salih,
Peygamberimizin Hayatı, I-II, Nesil Yay., 321. bsk., İstanbul, 2012.
es-SÜYÛTÎ,
Celâlüddîn
Abdurrahman b. Ebû Bekir (v. 911/1505), Câmiu'l-Ehâdîs, I- XIII,
Dâru'l-Fikr, Beyrut, 1404.
,
el-Hasâisü'l-Kübrâ,
Mısır, 1967.
,
Târîhu'l-Hulefâ',
Mısır, 1952.
ŞANVERDİ,
Abdurrhman,
İlk Üç Halife Döneminde (Siyâsî, Dinî ve Sosyal Etkisi Yönüyle) Hz. Ali,
S.Ü.S.B.E., Basılmamış Yükseklisans Tezi, 2007.
eş-ŞEVKÂNÎ,
Muhammed
b. Ali b. Muhammed eş-Şevkânî (v. 1250/1835), Fethu'l- Kadîr, I-VI, Dâru
İbn Kesîr, Dımeşk, 1414.
et-TABERÎ,
Ebû
Ca'fer Muhammed b. Cerîr (v. 310/992 ), Târîhu't-Taberî (Târîhu'l- Rusülve'l-Mülûk),
I-X, Thk. M. Ebü'l-Fazl İbrahim, Dâru'l-Maârif, Mısır, 1968.
et-TİRMİZÎ,
Ebû
İsa Muahmmed b. İsa b. Sevre et-Tirmizî (v. 279/89), Sünnenü't- Tirmizî
(Sünen-i Tirmizî Tercemesi), I-VI, Yunus Emre Yay., İstanbul, Thz.
ULUDAĞ,
Süleyman,
"Halife", DİA, İstanbul, 1997, XV/299-300.
ÜLKÜ,
Hayati,
İslam Tarihi (Başlangıçtan Günümüze), I-II, Akit Yay., İstanbul, Thz.
el-VÂKIDÎ,
Muhammed
b. Ömer (v. 207/882), Kitâbü'l-Meğâzî, I-III, Thk. Marsden Jones,
Matbaatu Câmi'ati London, London, 1966.
VAROL,
Bahaüddin,
Ehl-i Beyt Gerçeği, Şamil Yay., İstanbul, Thz..
el-YA’KÛBÎ,
Ahmed
b. Ebû Ya'kûb b. Ca'fer b. Vehb el-Ya'kûbî (v. 284/897), Târîhu'l-Ya'kûbî,
I-II, Necef, 1358.
YAMAN,
Ahmet,
"Ehl-i Beyt Fıkhının İmamı Hz. Ali ve Takip Ettiği İctihad
Yöntemi", Marife, yıl: 4, Sayı: 3, Konya, 2005, s. 111-121.
, "Bir
Müctehid olarak Hz. Ali" Hayatı, Kişiliği ve Düşünceleriyle Hz. Ali
Sempozyumu, Bursa Müftülüğü, Bursa 2005, s. 157- 168.
YİĞİT,
İsmail,
"Osman", DİA, XXXII, İstanbul, 2007, s. 438-443.
,
"
Tebük Gazvesi", DİA, XXX, İstanbul, 2009, s. 228-230.
ez-ZEHEBÎ, Ahmed b. Osman
(v. 748/1347), Târîhu'l-Îslâm, Thk. Ömer
Abdüsselam,
I-III, Beyrut, 1990-1997.
ZAHÎR,
İhsan
İlâhî, eş-Şîa ve Ehlü'l-Beyt, es-Sünne, Lahur, 1982.
ZORLU,
Cem,
İslam'da Îlkİktidar Mücadelesi, Yediveren Yay., Konya, 2002.
[1] İbn İshâk, Muhammed b. İshâk (v. 151/768), Sîretü
îbn îshâk, Thk., Muhammed Hamidullah, Hayra Hizmet Vakfı Yay., Konya, 1981.
[2] İbn Hişâm, Abdülmelik b. Hişâm (v. 213/828), Sîretü'n-Nebî,
Dâru'l-Fikr, Beyrut, 1981.
[3] İbn Sa'd, Muhammed b. Sa'd (v. 230/844), et-Tabakâtü'l-Kübrâ,
Beyrut, Thz.
[4] el-Belâzürî,
Ahmed b. Yahya b. Câbir (v. 279/892), Ensâbü'l-Eşrâf, Thk. Muhammed
Hamidullah, Kahire, 1959.
[5] İbnü'l Esîr, İzzüddin Ebü'l-Hasan Ali b.
Muhammed (v. 630/1233), Üsdü ’l-Ğâbe fî Ma ’rifeti’s-Sahâbe, Dâru İbn
Hazm, Beyrut, 1433.
[6] el-Ya'kûbî, Ahmed b. Ebû Ya'kûb b. Ca'fer b.
Vehb (v. 284/897), Târîhu’l-Ya’kûbî, Necef, 1358.
[7] et-Taberî,
Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr (v. 310/992), Târîhu't-Taberî (Târîhu'r-Rusül
ve'l-Mülûk), Thk., M. Ebü'l-Fazl İbrahim, Dâru'l-Maârif, Mısır, 1968.
[8] İbnü'l Esîr, İzzüddin Ebü'l-Hasan Ali b.
Muhammed (v. 630/1233), el-Kâmilfi't-Târîh, Beyrut, 1965.
[9] İbn Kesîr, Ebü'l-Fidâ İsmâil b. Ömer
(774/1372), el-Bidâye ve'n-Nihâye, Matbaatü's-Saâde, Mısır, 1932.
[10] Muhammed Hamidullah (v. 2002), İslam
Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İrfan Yay., İstanbul 1980.
[11] Köksal, Muhammed Asım, İslam Tarihi,
Şamil Yay., İstanbul, 1972.
[12] Sarıçam, İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel
Mesajı, DİB Yay., 4. bsk., Ankara, 2005.
[13] Sallâbî, Ali Muhammed, Ebû Bekir es-Sıddîk,
çev. Muhammed İbrahim Keyânî, Kitâb Hâne-i Akîde, İrân, 1388.
[14] Sallâbî, Ali Muhammed, Ömer Fârûk, Kitâb
Hâne-i Akîde, İrân, 1388.
[15] Sallâbî, Ali Muhammed, Osman Zü'n-Nûreyn,
Kitâb Hâne-i Akîde, İrân, 1388.
[16] Sallâbî, Ali Muhammed, Ali Murtezâ,
Kitâb Hâne-i Akîde, İrân, 1388.
[17] Murat Sarıcık, Hz. Ali (İlk Üç Halife İle
Kavgalı mıydı?), Nesil Yay., İstanbul, 2012.
[18] Abdurrhman Şanverdi, İlk Üç Halife Döneminde
(Siyâsî, Dinî ve Sosyal Etkisi Yönüyle) Hz. Ali, S.Ü.S.B.E., Basılmamış
Yükseklisans Tezi, 2007.
[19] Muhıbüddîn et-Taberî (v. 694/1295), er-Riyâzu'n-NadırafîMenâkıbi'l-Aşera,
Mısır, Thz.
[20] Serdar Mutçalı, el-Mu’cemü’l-Arabî,
Dağarcık Yay., İstanbul, 1995, s. 245; Suleyman Uludağ, "Halife",
DİA, İstanbul, 1998, XV/299.
[21] Casim Avcı, “Hilâfet”, DİA, İstanbul,
1998, XVIII/539; ayrıca bkz. Adem Apak, Anahatlarıyla İslam Tarihi 2
(Hulefâ-i Râşidîn Dönemi), Ensar Yay., 7. bsk., İstanbul, 2012, s. 19.
[22] Ahkaf Suresi 46/21; Cin Suresi 72/27; Bakara
Suresi 2/66, 255.
[23] Mutçalı, el-Mu’cem, s. 324; ayrıca bkz.
Rıza Savaş, "Raşid Halifeler Arasındaki Akrabalık Bağları'”, İSTEM,
yıl: 3, sayı, 6, Konya, 2005, s. 122.
[24] Avcı, , "Hilâfet””, DİA,
XVIII/540.
[25] Apak, Anahatlarıyla İslam Tarihi 2
(Hulefâ-i Râşidîn Dönemi), s. 11; Mustafa Fayda, "Hulefâ-i
Râşidîn””, DİA, İstanbul, 1998, XVIII/325.
[26] Ahmed b. Hanbel (v. 241/855), el-Müsned,
Mısır, 1313, IV/126, 127; Ebû Dâvûd, Süleyman b. Eş’as (v.
275/888), es-Sünen, Hıms,
1388, "Sünnet", 5; ed-Dârimi, Ebû Muhammed Abdullah b.
Abdurrahman (v. 255/869) Sünenü’d-Dârimî, Thk. Abdullah Hâşim Yemenî
el-Medenî, Kâhire, 1966, "Mukaddime", 16; İbn Mâce, Muhammed
b. Yezîd İbn Mâce (v. 273/887), Sünenü İbn Mâce,
Dârü’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1997, "Mukaddime", 6;
Tirmizî, Muhammed b. İsa b. Sevre (v. 279/889), Sünenü’t-Tirmizî (Sünen-i
Tirmizî Tercümesi), Yunus Emre Yay., İstanbul, Thz., "İlim", 16; ayrıca bkz. Fayda, "Hulefâ-i
Raşidîn””, DİA,
XVIII/325.
[27] Ebû Dâvûd, "Sünnet", 1; ayrıca
bkz. Fayda, "Hulefâ-i Raşidîn””, XVIII/325.
[28] Bkz. İbn Hanbel, el-Müsned, IV/273,
V/50, 220-221; Ebû Dâvûd, "Sünnet", 8; Tirmizî, "Fiten",
48.
[29] Bkz. Fayda, "Hulefâ-i Raşidîn””,
DİA, XVIII/325.
[30] Apak, Anahatlarıyla İslam Tarihi 2 (Hulefâ-i
Râşidîn Dönemi), s. 11.
[31] Fayda, “Hulefâ-i Râşidîn”, DİA,
XVIII/325.
[32] Savaş, “Raşid Halifeler Arasındaki
Akrabalık Bağları”, s. 124; ayrıca bkz. İbnü’l-Arabî, el-Mâlikî (v.
543/1148), Sahihu ’t-Tirmizî bi Şerhi’l-İmâm İbnü ’l-Arabî, Mısır, 1934,
(Bâbü’l-İlm), X/146.
[33] En-Nevevî, Muhyiddin Ebû Zekeriya Yahya b.
Şeref (v. 676/1277), Sahîhu Müslim bi Şerhi’n-Nevevî, Mısır, 1349 H.,
(Fadâilu’s-Sahâbe), XV/148; ayrıca bkz. Savaş, “Raşid Halifeler Arasındaki
Akrabalık Bağları”, s. 125.
[34] Detaylı bilgi için bkz. Savaş, “Raşid
Halifeler Arasındaki Akrabalık Bağları”, s. 124-125.
[35] Bkz. Mustafa Fayda, "Ebû Bekir",
DİA, İstanbul, 1994, X/102.
[36] Bkz. Mustafa Fayda, "Ömer",
DİA, İstanbul, 2007, XXXIV/44.
[37] Bkz. İsmail Yiğit, "Osman",
DİA, İstanbul, 2007, XXXII/438.
[38] Bkz. E. Ruhi Fığlalı, "Ali",
DİA, İstanbul, 1989, II/371.
[39] Leknevî, Abdüşşükûr, Zindagânî Hulefâ-i
Râşidîn, çev. Mevlana M. Yusuf Hüseyin Pûr, Tahran, Thz., s. 21; Fayda, "Ebû
Bekir", DİA, X/102.
[40] Aşere-i Mübeşşere için bkz. Abdullah Aydınlı ve
İsmail L. Çakan, "Aşere-i Mübeşşere", DİA, İstanbul, 1989,
III/547.
[41] Leknevî, Zindagânî Hulefâ-i Râşidîn, s.
19; Hz. Ebû Bekir'in cahiliye dönemindeki ismi Abdü'l-Kâ'be idi ancak Müslüman
olduktan sonra Hz. Peygamber onun ismini değiştirerek Abdullah koydu. Bkz.
Fayda, " Ebû Bekir", DİA, X/101.
[42] Leknevî, ZindagânîHulefâ-i Râşidîn, s.
20; Fayda, "Ebû Bekir", DİA, X/101.
[43] Fayda, "Ebû Bekir", DİA,
X/102.
[44] Hz. Ebû Bekir her zaman Hz. Peygamber'in
yanındaydı ve pek çok işkencelere ma'ruz kalmıştır. Hz. Peygamber Mekke'de
insanları İslam'a davet ederken ensâb ilmini iyi bilen Hz. Ebû Bekir yanında oluyor
ve ona yardım ediyordu. Ayrıca bkz. Fayda, "Ebû Bekir", DİA,
X/102.
[45] Hz. Ebû Bekir ile ilgili genel bilgi için bkz.
Fayda, '"Ebû Bekir", DİA, X/101-108; Hz. Ebû Bekir'in
hicretten vefatına kadar olan dönemdeki faaliyetlerine genel bir bakış için bkz.
Hüseyin Algül, "Hz. Ebû Bekir’in Hicretten Vefatına Kadar Olan
Dönemdeki Faaliyetlerine Genel Bir Bakış", İSTEM, Yıl: 3, Sayı: 6,
2005, s. 105-120.
[46] Hicret izni çıktığında Müslümanlar ölüm tehdidi
dolayısıyla Medine'ye gizlice göç ediyorlardı. Hz. Ömer ise, hicret edeceğini
daha önceden herkese duyurmuş, gideceği yolu haber vermiş, "Anasının
gözyaşına acımayan, beni filân vadide karşılasın" diye meydan
okumuştu. Daha sonra hicret için yola çıktı, fakat hiç kimse onu takip etmeye
cesaret edemedi. Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Çağ Yay.,
İstanbul, 1988, II/64-65; daha geniş bilgi için bkz. Hâc Molla Abdullah
Ahmedyân, Ömer b. Hattâb, Kitâb Hâne-i Akîde, Mahâbâd, 1381, s. 98;
Sallâbî, Ömer Fârûk, s. 55-56; İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve
Evrensel Mesajı, DİB Yay., 4. bsk., Ankara, s. 118; Fayda, "Ömer",
DİA, XXXIV/44-51.
[47] Fayda, "Ömer", DİA, XXXIV/44.
[48] Hz. Ömer ile ilgili genel bilgi için bkz. Fayda
"Ömer", DİA, XXXIV/44-51.
[49] Hz. Osman ile ilgili genel bilgi için bkz.
Yiğit, "Osman", DİA, XXXII/438-443.
[50] Hz. Peygamberin iki kızıyla evlendiği için
Zü'n-Nûreyn lakabı Hz. Osman'a verilmiştir.
[51] Hz. Peygamber, Bedir Savaşı'na giderken
Osman'ı hasta olan kızının başında Medine'de bıraktı. Zafer müjdesinin
Medine'ye ulaştığı gün Rukayye öldü. Hz. Peygamber, Bedir'e katılanlardan
sayarak ganimetten hisse verdiği Hz. Osman'ı daha sonra diğer kızı Ümmü Külsûm
ile evlendirdi. Bkz. Sallâbî, Osman Zü'n-Nûreyn, s. 54; Yiğit, "Osman",
DİA, XXXII/438.
[52] Hz. Osman ile ilgili genel bilgi için bkz.
Yiğit, "Osman", DİA, XXXII/438-443.
[53] Hz. Ali ile ilgili genel bilgi için bkz.
Fığlalı, "Ali", DİA, II/371-378).
[54] Ahmet Önkal, "Hicret", DİA,
İstanbul, 1998, XVII/460.
[55] Hz. Peygamber ve râşid halifelerle ilgili
akrabalık bağları için bkz. Savaş, "Raşid Halifeler Arasındaki
Akrabalık Bağları", s. 121-133.
[56] Krş. Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz,
I/45.
[57] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, I/187;
Krş. Savaş, "Raşid Halifeler Arasındaki Akrabalık Bağları", s.
126.
[58] Bu konuyla ilgili geniş bilgi için bkz. Savaş, a.g.mk.,
s. 128.
[59] Âtike bint Zeyd b. Amr b. Nüfeyl b. Abdiluzza
b. Riyah, Müslüman olmuş, biat etmiş ve Medine’ye göçmüştür. Şair bir hanımdır
ve günümüze kadar şiirleri gelmiştir. Hz. Peygambere mersiye yazan şairler
arasında adı geçer, bkz. İbn Sa'd, et-Tabakât, II/332, VIII/265;
Savaş, “Raşid Halifeler Arasındaki Akrabalık Bağları”, s. 128.
[60] Âtike, Abdullah b. Ebû Bekir ile evliyken,
Abdullah hicretin 8. yılında Tâif kuşatmasında yaralanıp öldü (İbn Sa’d, et-Tabakât,
II/158). Abdullah, eşi Âtike’ye kendisinden sonra evlenmemesi için bir miktar
mal vermiştir. Âtike, bu sebeple Abdullah’ın vefatından sonra bir müddet
evlenmemiş, kendisini ibadete verip ve kendisine evlilik teklif edenlerin
tekliflerini geri çevirmişti.
[61] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III/54; İbn
Sa’d, et-Tabakât, VIII/255-256; Âtike, Hz. Ömer vefat edince Zübeyir b.
Avvâm ile evlenir. O da Cemel savaşında öldürülünce “Kim öldürülmek
istiyorsa, Atîke ile evlensin” diye halk arasında bir söz yayılır (Savaş, “Raşid
Halifeler Arasındaki Akrabalık Bağları”, s. 129).
[62] İbn Sa’d, et-Tabakât, III/169; Krş.
Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, II/82; daha geniş bilgi için bkz. Savaş,
“Raşid Halifeler Arasındaki Akrabalık Bağları”, s. 126.
[63] Savaş, “Raşid Halifeler Arasındaki Akrabalık
Bağları”, s. 129.
[64] İbn Sa’d, et-Tabakât, III/169; Krş.
Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, II/103; Savaş, "Raşid Halifeler
Arasındaki Akrabalık Bağları”, s. 126.
[65] Esmâ, Ashap’tan "Umeys b. Ma’d’ın””
kızıdır. Annesi Hind bint Avf’dır. Esma Hz. Peygamber’in Erkam’ın evine
gitmesinden önce Müslüman olmuş ve biat etmiştir (Savaş, "Raşid
Halifeler Arasındaki Akrabalık Bağları", s. 129). Esma’nın kız
kardeşlerinden biri olan Meymûne, Hz. Peygamber’in eşidir. Bu kız kardeşler ana
bir dokuz kız kardeş idiler ve hepsi de önemli kişilerle evlenmişlerdi. Bu
sebeple anneleri olan Hind’e "Damatları en asil olan kadın odur"
denirdi ( Muhammed Hamidullah (v. 2002), İslam Peygamberi, çev. Salih
Tuğ, İrfan Yay., İstanbul, 1980, II/25).
[66] Esmâ’nın, kocası Ca’fer b. Ebû Talib’le
Habeşistan’a hicret ettiği, orada kocasıyla beraber oraya göç eden Müslümanlara
önderlik ettikleri ve hicretin 7. yılında Medine’ye geldikleri bilinmektedir
(İbn İshâk, Sîre, s. 208). Esmâ bir gün Medine’de Hz. Peygamber’in
huzuruna çıkıp şöyle der: "Yâ Rasûlüllah, insanlardan bazıları, bize
karşı övünüp ‘Siz ilk Muhacirlerden değilsiniz”” diyorlar (İbn İshâk, Sîre,
s. 204). Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Sizin için Habeşistan ve Medine
olmak üzere iki hicret sevabı vardır" buyurmuştur (İbn Hanbel, el-Müsned,
IV/395-412).
[67] İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII/282.
[68] İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII/285.
[69] Savaş, "Raşid Halifeler Arasındaki
Akrabalık Bağları””, s. 126.
[70] Fatıma bint Velid b. Muğire b. Abdullah b. Ömer
b. Mahzûm.
[71] İbn Kesîr, el-Bidâye, VII/219.
[72] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III/186.
[73] Savaş, "Raşid Halifeler Arasındaki
Akrabalık Bağları””, s. 131.
[74] İbn Sa’d, et-Tabakât, V/5.
[75] Savaş, "Raşid Halifeler Arasındaki
Akrabalık Bağları”, s. 127.
[76] İbn İshâk, Sîre, s. 232.
[77] Babaları yönünden dört halifenin akrabalık
bağlarını açıklamalı (tablolu) olarak bkz. Savaş, "Raşid Halifeler
Arasındaki Akrabalık Bağları”, s. 125-127.
[78] Sükeyne Hz. Peygamber’in torunu Hz. Hüseyin’in
kızıdır. Hayatıyla ilgili geniş bilgi için bkz. İbn Sa’d, et- Tabakât,
VIII/475.
[79] İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII/477.
[80] İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII/473.
[81] Savaş, “Raşid Halifeler Arasındaki Akrabalık
Bağları”, s. 133.
[82] Hüseyin Algül, "Muâhât", DİA,
İstanbul, 2005, XXX/308.
[83] Hucurat Suresi, 49/10.
[84] Hucurat Suresi, 49/13.
[85] Mustafa Önder, "Hz. Peygamberin Kardeşlik
(Muahat) Uygulaması ve Günümüz Açısından
Değerlendirilmesi", AİBÜ. Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, Yıl: 14, Sayı: 1, Bolu, s. 232.
[86] Algül, "Muâhât", DİA, XXX/308.
[87] Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı,
s. 139.
[88] İbn Sad, et-Tabakât, I/238, III/174,
175.
[89] Fayda, "Ebû Bekir", DİA, X/102;
Fayda, "Ömer", DİA, XXXIV/44.
[90] İbn Sa'd, et-Tabakât, m/174-175.
[91] Taberî, Târîh, III/196-197.
[92] Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 916.
[93] İbn Hişâm, Sîre, III/331; İbn Hanbel, el-Müsned,
IV/330; Müslim, Ebü’l-Hasan Müslim b. Haccâc (v. 261/875), el-Câmiu’s-Sahîh
(Sahîh-i Müslim Tercümesi), çev. Mehmed Sofuoğlu, İrfan Yay., İstanbul,
1388, III/1412.
[94] Kutluay, Abdülaziz, Siyeru ’s-Sahâbe,
İpek Yay., İstabnul, 2005, I/150-151.
[95] Tebük Gazvesi için bkz. İsmail Yiğit, "Tebük
Gazvesi" DİA, İstanbul, XXXX/228-230.
[96] el-Vâkıdî, Muhammed b. Ömer (v. 207/882), Kitâbü’l-Meğâzî,
Thk. Marsden Joners, Matbaatü Câmi’ati London, London, 1966, III/ 991; Ali
Muhammed Sallâbî, es-Sîretü'n-Nebeviyye, çev. Hey'et-i İlmî İntişarâte
Haremeyn, Kitâb Hâne-i Akîde, İrân, 1385, II/ 735; Sarıçam, Hz. Muhammed ve
Evrensel Mesajı, s. 242.
[97] Ebû Dâvûd, Zekat: 40; ed-Dârimi, Zekat: 26;
Sallâbî, es-Sîretü'n-Nebeviyye, II/ 735.
[98] Ebû Nuaym el-İsfahânî, Ahmed b. Abdullah (v. 430/1038), Hilyetü'l-Evliya
ve Tabakâtü'l-Esfiyâ, Dâru'l-Fikr Yay., Beyrut, 1406, I/32; Alâüddin Ali b.
Hüsamüddin el-Müttakî el-Hindî (v. 975/1567), Müntehab Kenzü'l- Ümmal fî
Süneni’l-Ekvâl ve’l-Efâl, bsk. yok, Thz., IV/348.
[99] Kutluay, Siyeru ’s-Sahâbe, I/60.
[100] Kutluay, Siyeru ’s-Sahâbe, I/76.
[101] el-Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmâil
el-Buhârî (v. 256/870), el-Câmius’s-Sahîh, el-Mektebetü’l- İslâmiyye,
İstanbul, Thz., "İlim", 39.
[102] Buhârî, "İlim", 39.
[103] İbn Sa’d, et-Tabakât, II/242; İbn
Hanbel, el-Müsned, I/325; İbnü’l Esîr, el-Kâmil, II/320.
[104] İbnü’l Esîr, el-Kâmil, II/320.
[105] Müslim, "Fezâil", 1.
[106] Ğazzâlî, İhyâü Ulûmi'd-Dîn Tercümesi,
çev. Ahmed Serdaroğlu, Bedir Yay., İstanbul, 1974, I/296-297.
[107] İbn İshâk, Sîre, I/121; İbn Hişâm, Sîre,
I/249; İbn Kesîr, el-Bidâye, IV/73.
[108] İbn İshâk, Sîre, I/121.
[109] Çağdaş yeni siyer kitaplarında Hz. Ebû Bekir'den sonra Müslüman
olanlar veya Hz. Ebû Bekir'in vasıtasıyla Müslaman olanlar için yakın veya
biraz farklı rivayetler bulunmaktadır Bkz. Muhammed Ğazzâlî, Fıkhu's-Sîre
(Rasûlüllah’ın Hayatı), çev. Resul Tosun, Risâle Yay., 5. bsk, İstanbul,
2010, s. 100; Muhmud Şâkir, (Hz.
Âdem’den
Bugüne)İslam Tarihi, çev. Ferit Aydın, Kahraman Yay., İstanbul, I/235;
Muahmmed Hahmidullah, İslam Peygmaberi, I/94; Mevlana Şiblî, çev. Ömer
Rıza Doğrul, Asr-ı Saadet (İslam Tarihi), Eser Neşeriyat, İstanbul,
1977, I/ 154-155; Hayati Ülkü, İslam Tarihi (Başlangıçtan Günümüze),
Akit Yay., İstanbul, Thz., I/102; Fayda, " Ebû Bekir", DİA,
X/102-103;
[110] Yiğit, "Osman", DİA,
XXXII/438; ayrıca bkz. Sallâbî, Osman Zü'n-Nûreyn, s. 31-33; Fayda,
" Ebû Bekir", DİA, X/102-103.
[111] Martin Lings, Hz. Muhammed’in Hayatı,
çev. Nazife Şişman, İnsan Yay., 183. bsk., İstanbul, 2010, s. 52-53.
[112] Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı,
s. 86, Krş. İbn Hişâm, Sîre, I/250 vd.
[113] Süyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, I/29; Sallâbî, Ebû
Bekir Sıddîk, s. 42.
[114] Süyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, I/29, 49; Sallâbî, Ebû Bekir
Sıddîk, s. 42; bu konuyla ilgili Hz. Aişe'den gelen diğer bir nakil de
şöyle dir: "Ebû Bekir, içkiyi kendisi haram kılmıştı. o, ne İslamdan
önce ve ne de İslam’ın zuhurunda içki içmiştir. Onun, içki içmeyi kendisine
yasaklamasının sebebi, bir defasında, elini insan pisliğine götürüp sonra
ağzına götüren ve aynı zamanda da onu koklayan bir sarhoş adamı gördü. Ebû
Bekir bu görüntüyü gördükten sonra: 'O, ne yaptığını bilmiyor’ dedi. Ve böylece
şarabı kendine haram kıldı." Sallâbî, Ebû Bekir Sıddîk, s. 42.
[115] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, I/86.
[116] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, I/86.
[117] Mekke döneminde Müşriklerin Müslümanlara uyguladıkları işkenceler
ve Hz. Ebû Bekir'in yaptığı fedakârlıklar için bkz. İbn İshâk, Sîre,
169-177; İbn Hişâm, Sîre, I/400-4O6; ayrıca bkz. Sallâbî, Ebû Bekir
Sıddîk, s. 59-64; Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 92.
[118] Yâr-ı Gâr, farsça bir kelimedir. Bu terim eski Türkçeden günümüze
kadar gelmiştir. Hz. Ebû Bekr’in unvanıdır. Hicret esnasında en tehlikeli bir
zamanda mağaraya girdiklerinde Hz. Peygamber’e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sadakatle hizmet ettiği için bu unvanla
anılmaktadır. Kısa bir deyişle Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile birlikte hicret esnasında mağarada olduğu için
bu unvan verilmiştir.
[119] Tevbe Suresi, 9/40.
[120] Bkz. Asri Çubukçu, “Ebû Kuhafe"
DİA, İstanbul, 1994, X/178.
[121] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve
Şerhi, Akçağ Yay., İstanbul, 1993, XII/261.
[122] Hz. Fatıma için bkz. M. Yaşar Kandemir, "Fatıma",
DİA, İstanbul, 1995, XII/219-223.
[123] İbn İshâk, Sîre, 230.
[124] İbn Sa'd, et-Tabakât, VIII/19; Muhammed
Asım Köksal, İslam Tarihi, Şamil Yay., İstanbul, 1972, IV/51.
[125] el-Belâzürî, Ahmed b. Yahya b. Câbir
el-Belâzürî (v. 279/892), Ensâbü’l-Eşrâf,
Thk. Muhammed
Hamidullah, Kahire, 1959, I/402; Köksal, İslam Tarihi,
IV/51.
[126] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz,
II/240-241.
[127] el-Halebî, Ali b. İbrahim b. Ahmed el-Halebî
(v. 1044/1634), es-Sîretü'l-Halebiyye, Dâru’l Kütübi’l-İlmiyye,
2. bsk., 1427, I/471.
[128] İhsan İlâhî Zahîr, eş-Şîa ve Ehlü'l-Beyt,
es-Sünne, Lahor, 1982, s. 73
[129] Zahîr, eş-Şîa ve Ehlü’l-Beyt, s. 74; bu
konuyla ilgili diğer farklı rivayetler için bkz. Muhammed Bâkır b. Muhammed
Takî Meclisî, Celâu'l-Uyûn, İsfahahan-Kâime, Tahran, Thz., I/169-170.
[130] Zahîr, eş-Şîa ve Ehlü'l-Beyt, s. 75;
Meclisî, Celâu'l-Uyûn, I/176.
[131] Köksal, İslam Tarihi, IV/54-55; Sallâbî,
Ali Murtezâ, s. 164.
[132] İbn Kesîr, el-Bidâye, VII/379; Bahaüddin
Varol, Ehl-i Beyt Gerçeği, Şamil Yay., İstanbul, Thz., s. 167.
[133] eş-Şevkânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkânî (v. 1250/1835), Fethu'l-Kadîr,
Dâr İbn Kesîr, Dımeşk, 1414, IV/562, VI/322; Alâüddin Ali b. Hüsamüddin
el-Müttakî el-Hindî (v. 975/1567), Kenzü'l Ummâl
fî
Süneni-l Ekvâl ve'l-Efâl, Thk. Bekri Hayânî, 5. bsk., Müessesetü’r-Risâle,
XII/524, nr. 35690; el-Heysemî, Nûreddin Ali b. Ebî Bekir el-Heysemî (v.
1402/1834), el-Mecmeu'z-Zevâid ve Menbeu'l-Fevâid, Dâru'l-Fikr, Beyrut,
1402, IX/29-30, nr. 14333; el-Kahtânî, Said b. Ali, el-Hikmefi'd-Da've
ilallah Tealâ, ed-Da've ve'l-İrşâd, 1423, s. 210; Kutluay, Siyeru
’s-Sahâbe, I/68.
[134] el-Müttakî el-Hindî, Müntehab, V/8;
el-Müttakî el-Hindî, el-Kenz, XIII/27-28, nr. 36159.
[135] Süyûtî, Celâleddin Abdurrahman es-Süyûtî (v. 911/1505), Câmiu’l-Ahâdîs, Dâru'l-Fikr, Beyrut, 1404,
XXVIII/433,
nr. 31408; Müttakî el-Hindî, el-Kenz, XII/387, nr. 35796; Süyûtî, Târîh,
I/105; Hicret izni çıktığında Müslümanlar ölüm tehdidi dolayısıyla Medine'ye
gizlice göç ediyorlardı. Hz. Ömer ise, hicret edeceğini daha önceden herkese
duyurmuş, gideceği yolu haber vermiş, "anasının gözyaşına acımayan,
beni
filân
vadide karşılasın" diye meydan okumuştu. Daha sonra hicret için yola
çıktı, fakat hiç kimse onu takip etmeye cesaret edemedi. Hakkı Dursun Yıldız
vd., Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, II/64-65; ayrıca bkz. Fayda,
"Ömer", XXXIV/44-51; Ahmedyân, Ömer b. Hattâb, s. 98;
Sallâbî, Ömer Fâruk, s. 55-56; Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel
Mesajı, s. 118.
[136] Hz. Ömer'in gizli hicret ettiğine dair
rivayetler de bulunmaktadır. Bu konuyla ilgili bilgi için bkz. İbn Hişâm, Sîre,
II/137; İbn Kesîr, el-Bidâye, III/172; Ahmedyân, Ömer b. Hattâb,
s. 100.
[137] Bkz. Halebî, es-Sîretu'l-Halebiyye,
I/471.
[138] Bkz. Zahîr, eş-Şîa ve Ehlü'l-Beyt, s.
74.
[139] Bkz. Zahîr, eş-Şîa ve Ehlü'l-Beyt, s.
75; Meclisî, Celâu'l-Uyûn, I/176.
[140] İbn Sa'd, et-Tabakât, VIII/19.
[141] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, II/240.
[142] el-Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed İbnü’l-Hüseyn b. Ali el-Beyhakî (v.
458/1066), Delâilü’n-Nübüvve, Thk. Abdülmu’tî Kal’acî,
Dârü’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1405, III/160; Zehebî, Megâzî, s. 111;
İbn Kesîr, el- Bidâye, III/346.
[143] İbn İshâk, Sîre, s. 230; Sallâbî, Ali
Murtezâ, s. 160
[144] İbn Sa'd, et-Tabakât, VIII/19; Köksal, îslam
Tarihi, IV/51.
[145] Belâzürî, Ensâb, I/402; Köksal, îslam
Tarihi, IV/51.
[146] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz,
II/240-241.
[147] İbn Sa'd, et-Tabakât, VIII/19.
[148] Belâzürî, Ensâb, I/402.
[149] Belâzürî, Ensâb, I/402; Beyhakî, Delâil,
III/160; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, II/23; Zehebî, Megâzî, s. 111;
İbn Kesîr, el-Bidâye, III/346; Köksal, îslam Tarihi, IV/51;
Sallâbî, Ali Murtezâ, s. 160.
[150] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, II/238.
[151] İbn İshâk, Sîre, s. 230. Sallâbî, Ali
Murtezâ, s. 161.
[152] İbn İshâk, Sîre, s. 230; Sallâbî, Ali
Murtezâ, s. 161.
[153] Sallâbî, Ali Murtezâ, s. 161.
[154] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, II/238;
Köksal, İslam Tarihi, IV/51.
[155] Köksal, İslam Tarihi, IV/52; Sallâbî, Ali
Murtezâ, s. 161; Sarıcık, Hz. Ali, s. 246.
[156] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, II/238; Hz. Fatıma'nın çeyizi
ve ev eşyasının durumu için bkz. Köksal, İslam Tarihi, IV/52-53;
Sallâbî, AliMurtezâ, s. 161-162.
[157] Hamdele için bkz. Köksal, İslam Tarihi,
IV/53.
[158] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz,
II/241-242.
[159] Köksal, İslam Tarihi, IV/54-55; Sallâbî,
Ali Murtezâ, s. 164.
[160] Sarıcık, Hz. Ali, s. 248-249.
[161] Necran bölgesi için bkz. Mustafa L. Bilge, “Necran",
DİA, İstanbul, 2006, XXXII/507-508; ayrıca Necran heyeti konusu için bkz.
Canan, a.g.e., XVI/432.
[162] Mektup için bkz. İbn Hişâm, Sîre, II/175; İbn Sa'd, et-Tabakât,
I/307; Beyhakî, Delâil, V/385; İbn Kesîr, Tefsîr, I/367-368;
Köksal, İslam Tarihi, X/194.
[163] İbn Hişâm, Sîre, II/175; İbn Sa'd, et-Tabakât,
I/307; Beyhakî, Delâil, V/386.
[164] İbn Sa'd, et-Tabakât, I/307.
[165] İbn Sa'd, et-Tabakât, I/307; Beyhakî, Delâil,
V/386.
[166] Beyhakî, Delâil, V/387.
[167] İbn Sa'd, et-Tabakât, I/308; İbn Kesîr, Tefsîr,
I/370.
[168] İbn Sa'd, et-Tabakât, I/308; Beyhakî, Delâil,
V/387; İbn Kesîr, Tefsir, I/370.
[169] İbn Sa'd, et-Tabakât, I/308; Beyhakî, Delâil,
V/387.
[170] Fayda, “Ebû Bekir”, DİA, X/101.
[171] Fayda, "Ebû Bekir", DIA,
X/101-107.
[172] Nisa Suresi, 4/59.
[173] Hz. Ebû Bekir'in halife seçilmesi ile ilgili ayrıntılı bilgi için
bkz. Cem Zorlu, İslam'da İlk İktidar Mücaedelesi, Yediveren Yay., Konya,
2002, s. 59 vd.
[174] İbn Sa'd, et-Tabakât, II/212; İbn Kesîr,
el-Bidâye, V/223.
[175] İbn Sa'd, et-Tabakât, III/8; İbn Hanbel,
el-Müsned, I/371, IV/96, VI/93; Taberî, Târîh, III/215.
[176] İbn Sa'd, et-Tabakât, II/272-273;
Taberî, Târih, III/200, 215, 217; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, II/187;
İbn Kesîr, el- Bidâye, V/238; Zorlu, İslam’da İlk İktidar
Mücaedelesi, s. 62-63.
[177] O zamanlar Hz. Ebû Bekir, Mescid-i Nebeviye yarım saatlik bir
mesafede olan Sunh mahallesindeki evinde kalıyordu. Burası Hicretle Kubâ'ya
gelince evlendiği hanımı Habîbe bint Hârice'nin kabilesi Hazrecli Hârisoğulları
yurduydu. bkz. Zorlu, İslam'da İlk İktidar Mücaedelesi, s. 68.
[178] İbn Sa'd, et-Tabakât, II/265-269; İbn
Kesîr, el-Bidâye, IV/479-480, 482, 484-485; Zorlu, İslam'da İlk
İktidar Mücaedelesi, s. 69.
[179] İbn Sa'd, et-Tabakât, II/267-269;
Taberî, Târîh, III/201; Zorlu, İslam'da İlk İktidar Mücaedelesi,
s. 69-70.
[180] Hz. Peygamber'in hastalığının hafiflemesi, son anları ve vefatı,
ashâbın tavrı ve özellikle de Hz. Ömer'in konuşması, Hz. Ebû Bekir'in
konuşmaları hususunda daha ayrıntılı bilgi için bkz. Zorlu, İslam'da İlk
İktidar Mücaedelesi, s. 61-73.
[181] Hamidullah, İslam Peygamberi, II, 1106; Daha geniş bilgi
için bkz. Zorlu, İslam'da İlk İktidar Mücaedelesi, s. 82-83.
[182] el-İmâme ve’s-Siyâse, Dârü’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1977,
I/22; İbn Hişâm, Sîre, IV/309; Taberî, Târîh, III/218; İbnü’l
Esîr, el-Kâmil, II, 191-192; Zorlu, İslam'da İlk İktidar Mücaedelesi,
s. 89-90. Sa'd b. Ubâde, Rasûlüllah'ı (salla’llâhü aleyhi ve sellem) düşmanlarına karşı kendilerinin koruduklarını,
Araplar'ın ancak Medineliler’in yardımıyla Rasûlüllah'ın (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) otoritesine boyun eğdiklerini,
bu sebeple Müslümanlar'ı yönetme konusunda başkalarından daha fazla hak sahibi
olduklarını iddia eden bir konuşma yaparak adaylığını ilan etti (Apak, İslam
Tarihi 2 (Hulefâ-i Raşidîn Dönemi), s. 39).
[183] Daha geniş bilgi için bkz. Vâkıdî, Ridde,
s. 35; el-İmâme, I/13; Taberî, Târîh, III/219; Zorlu, İslam'da
İlk İktidar Mücaedelesi, s. 96-100; Apak, İslam Tarihi 2 (Hulefâ-i
Raşidîn Dönemi), s. 40.
[184] Vâkıdî, Ridde, s. 34-35, 38; el-İmâme,
I/16; Taberî, Târîh, III/221; Apak, İslam Târîhi 2 (Hulefâ-i Raşidîn
Dönemi), s. 40-41.
[185] Zorlu, İslam'da İlk İktidar Mücaedelesi,
s. 104.
[186] Hz. Ebû Bekir'in yaptığı konuşma: "Biz Rasûlüllah'ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) yakınlarıyız,
akrabalarıyız. Biz hilâfetin sahipleriyiz. Araplar içinde insanların en
soylusuyuz. Bundan dolayı hilâfet, Kureyş’ten birine daha münâsiptir (Vâkıdî,
Ridde, s. 35-36; el-İmâme, I/13; Taberî, Târîh, III/206).
Sizler bizleri korudunuz ve bizlere yardımcı oldunuz, ancak insanlar Kureyş’e
tâbi olurlar. Siz de bilirsiniz ki, Araplar halîfeliğe sadece Kureyş’i uygun
göreceklerdir, çünkü onlar, Araplar’ın en değer verdikleri ve şerefli kabul
ettikleri yurdun sahibidirler ve İbrahim’in (a.s.) duasına muhatap olmuşlardır.
Biz emîr, siz ise vezirlersiniz. Nitekim sizler, Rasûlüllah’ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) da vezirleri
olmuştunuz." (İbn Hişâm, Sîre, IV/310; Vâkıdî, Ridde, s.
36-37; el-İmâme, I/13-14; Apak, İslam Tarihi 2 (Hulefâ-i Raşidîn
Dönemi), s. 40); Zorlu, İslam’da İlk İktidar Mücaedelesi, s. 105-17.
Hz. Ebû Bekir'in konuşmasında dikkate değer hususlardan biri hilâfetin
Kureyş'in hakkı olduğu konusudur. Halife seçimi ile ilgili olarak tartışılan
konulardan biri "İmamlar Kureyştendir" hadisidir. Bu konu ile
ilgili geniş bilgi için bkz. Ali Bakkal, "Ebû Bekir’in halife
Seçilmesinde 'İmamlar Kureyştendir’ Hadisinin Rolü Üzerine", İSTEM,
Yıl: 3, Sayı: 6, 2005, Konya, s. 87-103.
[187] Zorlu, İslam’da İlk İktidar Mücaedelesi,
s. 108.
[188] İbn Hişâm, Sîre, IV/310; Vâkıdî, Ridde,
s. 36; el-İmâme, I/14; Apak, İslam Târîhi 2 (Hulefâ-i Raşidîn
Dönemi), s. 40-41; Zorlu, İslam’da İlk İktidar Mücaedelesi, s. 108.
[189] Buhârî, "Fedâilu’l-Ashâb", 5, "Cenâiz",
3, "Meğâzî", 11, "Muhâribîn", 30, 31, "İ'tisâm",
16, "Mezâlim", 19, "Menâkıbu'l-Ensâr", 46;
Müslim, "Hudûd', 15; Nesâî, "Cenâiz", 11; İbn
Hişâm, Sîre, IV/310; Vâkıdî, Ridde, s. 41-42; el-İmâme,
I/16-17; Taberî, Târîh, III/206; Apak, İslam Târîhi 2 (Hulefâ-i
Raşidîn Dönemi), s. 41; Daha geniş bilgi için bkz. Zorlu, İslam'da İlk
İktidar Mücaedelesi, s. 108-127; Mehmet Azimli, "Hulefâ-i Râşidîn
Dönemi Halife Seçimleri", Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi,
Sayı: I, Yıl: 2007, Samsun, s. 36-44.
[190] el-Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyn b. Ali
(v. 485/1093), es-Sünenü'l-Kübrâ, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Thk. Muhammed
Abdülkâdir Atâ, Beyrut, 1424, VI/574; ayrıca Hz. Ebû Bekir'in halifelik maaşı
için bkz. Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, I/177-178; Sallâbî, Ebû
Bekir Sıddîk, s. 223-224.
[191] İbn Sa'd, et-Tabakât, III/ 184; Müttakî
el-Hindî, el-Kenz, V/68, nr. 14067.
[192] İbn Sa'd, et-Tabakât, III/ 184.
[193] Zehebî, el-Hulafâu’r-Râşidûn, 321.
[194] Zehebî, Târîh, III/27; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX/437;
Sallâbî, Ebû Bekir Sıddîk, s. 276; Fayda, "Ridde (Ridde
olayları)", DİA, İstanbul, 2008, XXXV/91
[195] İbn Kesîr, el-Bidâye, IV/437; Sallâbî, Ebû
Bekir Sıddîk, s. 276.
[196] İbn Kesîr, el-Bidâye, IX/437 vd.; Sallâbî, Ebû Bekir
Sıddîk, s. 276 vd.; Fayda, "Ridde (Ridde olayları)", DİA,
XXXV/91.
[197] İbn Kesîr, el-Bidâye, IX/439-440; Sallâbî,
Ebû Bekir Sıddîk, s. 278-280.
[198] Hz. Ömer ve Hz. Ebû Bekir'in arasında geçen konuşma için bkz.
Zehebî, Târih, III/27; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX/438; Sallâbî, Ebû
Bekir Sıddîk, s. 280.
[199] Ebû Recâ el-Utaridî'den şöyle bir rivayet nakledilmektedir:
"Medine’ye gelmiştim. Baktım, halk toplanmıştı. Aralarında da birinin
alnını öpen bir adam vardı. Adam: 'Canım sana kurban olsun! Sen olmasaydın,
biz helak olmuştuk! diyordu. Ben: 'Öpen kim, öpülen kim? diye
sordum. Birisi: 'Şu Ömer bin Hattab ’dır. Zekât vermeyi reddeden mürtetlerle
savaşmasından dolayı Ebû Bekir’in alnını öpüyor' dedi (Köksal, İslam
Tarihi, III/1097; Kutluay, Siyeru’s-Sahâbe, I/66).
[200] Zehebî, Târîh, III/27; Sallâbî, Ebû
Bekir Sıddîk, s. 280.
[201] Hz. Peygamber döneminde bütün işler ayetin emriyle istişare ile
yapılıyordu. Şura Suresi, 42/38; ayetin tamamı şöyledir: (Onlar, Rablerinin
davetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri de kendi
aralarında bir istişare ile dir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan onlar, Allah
yolunda harcarlar).
[202] İbn Sa'd, et-Tabakât, III/134; İbn
Kesîr, el-Bidâye, V/250; VI/ 313, 315; Zahîr, eş-Şîa ve Ehlü'l-Beyt,
s. 70-71; Sallâbî, Ebû Bekir Sıddîk, s. 223.
[203] Bkz. Belâzürî, Fütûhu'l-Büldân, çev.
Mustafa Fayda, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1988, s. 136.
[204] Belâzürî, Fütûh, s. 137.
[205] Köksal, İslam Tarihi, III/1097; Kutluay,
Siyeru’s-Sahâbe, I/66.
[206] İbn Asâkir, Ebü’l-Kâsim Ali b. Hasan (v. 571/1175), Târîhu
Medinet-i Dımeşk, Dâru'l-Fikr, Beyrut, 1415, XXX/332; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Ğâbe,
II/147; Süyûtî, Câmiu'l-Ahâdis, XXIV/445, nr. 27451; Müttakî el-Hindî, el-
Kenz, XII/490, nr. 35607; Muhammed Rıza (v. 1369), Ebû Bekir
es-SıddîkEvvelüi-Hulefâi'r-Râşidm, Thk. Halil Şeyha, Dâru'l-Kitâbu'l-Arabî,
1424, s. 18.
[207] Taberî, Târîh, III/428; İbnü'l Esîr, el-Kâmil,
II/425; Apak, İslam Tarihi 2 (Hulefâ-i Râşidîn Dönemi), s. 93.
[208] Taberî, Târîh, III/433; İbnü'l Esîr, el-Kâmil,
II/425.
[209] Taberî, Târîh, III/433; İbnü'l Esîr, el-Kâmil,
II/425.
[210] Bkz. Hz. Ömer’in halife seçilmesinde Hz. Osman
bölümü.
[211] Taberî, Târîh, III/428; İbnü'l Esîr, el-Kâmil,
II/426; Apak, İslam Tarihi 2 (Hulefâ-i Râşidîn Dönemi), s. 94-95.
[212] Hz. Ebû Bekir'in (r.a.) Hz. Ömer'e (r.a.) tavsiyesi: "Ben
seni geride bıraktıklarıma bakarak yerime geçirdim. Rasûlüllah’a (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) çokça arkadaşlık
ettim. Gördüm ki, o bizi dâima kendisine, ehlimizi de ehline tercih ederdi. O
derece ki, onun bize verdiklerinden artanları tekrar biz onun ehline hediye
ederdik. Sen de bana arkadaşlık ettin. Benim dâima benden öncekilerin izini
takip ettiğimi gördün. Ben asla hak yoldan sapmadım. Ey Ömer, senin kaçınmanı
istediğim işlerin ilki, nefsinin arzularına uymandır. Çünkü her nefsin bir
şehevî arzusu vardır. Onu yerine getirdiğin vakit daha başkasını istemekte
ısrar ve inat eder. Rasûlüllah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ashâbından şu karınları şişmiş, gözleri
dünyaya tamah etmiş, sevdiklerini kendisi için sevmiş olan kimselere karşı
dikkatli olmanı, onları korkutmanı, kendinin de korkmanın istiyorum. Şüphesiz,
onlardan birisinin bir hataya düşmesi hayreti mucibdir. Sakın hayret edenlerden
olma. Bil ki, sen Allah’tan (c.c.) korktuğun müddetçe onlar da senin yolunda
doğruluğa devam edeceklerdir. Vasiyetim budur. Selamlarımı sunarım. "
(İbn Sa'd, et-Tabakât, III/199- 200.)
[213] Zorlu, İslam'da İlk İktidar Mücadelesi,
s. 168, (Vâkıdî, Ridde, s. 44'ten).
[214] İbn Hişâm, Sîre, I/5; Zorlu, İslam'da İlk İktidar
Mücadelesi, s. 168. Bu konu ile ilgili Cem Zorlu'nın şöyle bir
değerlendirmesi bulunmaktadır: "Hz. Osman ile Hz. Abdurrahman b. Avfın,
seçimin ilk aşamasında değil; ama Ebû Bekir’in adaylığının kesinleşmesinden
sonra buraya katıldıkları kanaatindeyiz. Zira bu iki sahâbî de Medine
toplumunun ileri gelen şahsiyetlerinden ve aşare-i mübeşşerdeden oldukaları
için, eğer işin başında orada bulunsalardı kesinlikle müzakerelerde söz alarak
konuşurlar ve aday gösterme esnasında da isimleri adaylar arasında geçerdir. O
halde bunlar oraya en erken Hz. Ebû Bekir’in adaylığı kesinleştikten sonra
gelmişlerdir. Ve orada bulunan Muhâcirler arasında Hz. Ebû Bekir’in hilâfetine
karşı çıkan ve biat etmeyen kalmamıştır."
[215] el-İmâme, I/28.
[216] Zorlu, İslam'da İlk İktidar Mücadelesi,
s. 173-174.
[217] Bkz. Hz. Ebû Bekir’in danışmanı Hz. Ömer
bölümü.
[218] Ya'kûbî, Târîh, II/117; İbnü’l Esir, el-Kâmil,
II/385; İbn Kesîr, el-Bidâye, VI, 427; Zahîr, eş-Şîa ve Ehlü’l- Beyt,
s. 70; Fayda, “Ebû Bekir” DİA, X/106.
[219] İbn Asâkir, Ebü’l Kâsım Ali b. Hasan (v.
572/1176), et-Târîhu'l-Kebîr, Thk. Abdülkâdir Bedrân, Ravzatu'ş- Şâm,
1329, I/127.
[220] İbn Asâkir, et-Târîhu'l-Kabîr, I/28.
[221] İbn Asâkir, et-Târîhu’l-Kabîr, I/29-30. Hz. Osman'ın Halife
Hz. Ebû Bekir'in danışmanlarından biri olduğunu gösteren rivayetler için bkz.
Sallâbî, Osman Zü'n-Nûreyn, s. 84-86.
[222] Kutluay, Siyeru's-Sahâbe, I/104.
[223] Zehebî, el-Hulafâü’r-Râşidûn, s.
116-117; Kutluay, Siyeru’s-Sahâbe, I/362-363.
[224] el-İmâme, I/4 vd.
[225] Azimli, "Hulefâ-i Râşidîn Dönemi Halife
Seçimleri', s. 36-44.
[226] Bu konuda bkz. Buhârî, "Fedâilu’l-Ashâb", 5, "Cenâiz",
3, "Meğâzî", 11, "Muhâribîn", 30, 31, "İ'tisâm",
16, "Mezâlim", 19, "Menâkıbu'l-Ensâr", 46;
Müslim, "Hudûd", 15; Nesâî, "Cenâiz", 11; İbn
Hişâm, Sîre., IV/310; Vâkıdî, Ridde, s. 41-42; el-İmâme,
I/16-17; Taberî, Târîh, III/206; Apak, İslam Tarihi 2 (Hulefâ-i
Raşidîn Dönemi), s. 41; Daha geniş bilgi için bkz. Zorlu, İslam'da İlk
İktidar Mücadelesi, s. 108-127; Azimli, "Hulefâ-i Râşidîn Dönemi
Halife Seçimleri", s. 36.
[227] Özel biat, Sakîfe çardağındaki birinci biat;
umumi biat ise camide yapılan herkesin biatı olarak bilinir.
[228] Bkz. İbn Hişâm, Sîre, I/5; Zorlu, İslam'da
İlk İktidar Mücadelesi, s. 168.
[229] Zorlu, İslam'da İlk İktidar Mücadelesi,
s. 184.
[230] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, II/325.
[231] Hz. Ömer’in Tabakât’da geçen şöyle bir rivayeti bulunmaktadır: “Rasûlüllah
vefat edince Abbâs, Ali’ye: ‘Ey Ali! Hadi gel, ben ve burada bulunanlar sana
biat edelim. İmkânımız varken bu işi yaparsak, hiçbir kimse buna karşı çıkmaz!’
deyince, Hz. Ali: ‘Biri mi var? Yani bizim dışımızda birileri bu işe istekli
olur mu?’ karşılığını verdi. Abbas ise: ‘Zannedersem, Vallâhi olacak’ dedi. Hz.
Ebû Bekir’e biat edilip insanlar mescide gelince, Hz. Ali tekbir sesini işitti
ve: ‘Bu nedir? ’ diye sordu. Abbas: ‘İşte bu, seni çağırdığım; fakat senin bana
karşı çıktığın şeydir! ’ karşılığını verdi. Bunun üzerine Ali: ‘Bu olabilir mi?
’ diye sorunca Abbas: ‘Böyle bir şey (hilâfet) asla reddedilmez!’ karşılığını
verdi. ” (İbn Sâd, Tabakât, II/246).
[232] Belâzürî, Ensâb, II/263.
[233] el-İmâme, I/28.
[234] Zorlu, İslam'da İlk İktidar Mücadelesi,
s. 254.
[235] Taberî, Târih, III/208.
[236] Bkz. Hz. Ebû Bekir’in halife seçiminde Hz. Ali
ve Ebû Bekir’e biatı bölümü.
[237] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, II/325.
[238] el-İmâme, I/31.
[239] Mes'ûdî, Mürûc, II/309.
[240] Zorlu, İslam'da İlk İktidar Mücadelesi,
s. 254.
[241] Fedek, (bugünkü Hâit) Medine ile Hayber arasında, Medine'ye
yaklaşık 150 km. mesafede Yahudilerin yaşadığı bir yerdi. Fedek, Hayber'in
fethinden sonra barış yoluyla alınan ve yarısı Hz. Peygamber'e (s.a.a) tahsis
edilen bir yerdi. Konu için bkz. Hüseyin Algül, "Fedek", DİA.,
İstanbul, 1995, XII/294-295.
[242] İsmail Altun, "Hz. Ebû Bekir ile Hz. Fatıma Arasında Yaşanan
Fedek Meselesine Sünnî ve Şiî Yaklaşımların Analizi", İslam Araştırmaları
Dergisi, Sayı: 27, Yıl: 2012, İstanbul, s. 1; ayrıca Şiî alimlerin bu konudaki
yorum ve değerlendirmeleri için bkz. Mehmet Salih Arı, İmamiye Şîası
Kaynaklarına Göre İlk Üç Halife, Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2011, s.
220-234.
[243] Buhâri, "Meğâzî", 14, 38; "Ferâiz",
3, "İ'tisâm", 5; İbn Sa'd et-Tabakât, II/314; İbn
Kesîr, el-Bidâye, V/249.
[244] İbn Kesîr, el-Bidâye, V/471.
[245] İbn Kesîr, el-Bidâye, V/474; ayrıca bkz.
Şanverdi, İlk Üç Halife Döneminde Hz. Ali, s. 31.
[246] Fey konusu için bkz. Mustafa Fayda, "Fey",
DİA, İstanbul, XII/511-513.
[247] Buhâri, "Meğâzi". 38; Müslim, "Cihad",
52; Zahîr, eş-Şîa ve Ehlü'l-Beyt, s. 83; Altun, "Hz. Ebû Bekir
ile Hz.
Fatıma Arasında Yaşanan FedekMeselesine Sünnî ve Şiî
Yaklaşımların Analizi", s. 4.
[248] Neml suresi, 27/16.
[249] Meryem suresi, 19/6.
[250] İbn Sa'd, II/315.
[251] İbn Kesîr, el-Bidâye, V/290; Zahîr, eş-Şîa ve
Ehlü'l-Beyt, s. 89; Altun, "Hz. Ebû Bekir ile Hz. Fatıma Arasında
Yaşanan Fedek Meselesine Sünnî ve Şiî Yaklaşımların Analizi", s. 7.
[252] Zahîr, eş-Şîa ve Ehlü'l-Beyt, s. 89;
[253] İbn Kesîr, el-Bidâye, V/289; Şanverdi, İlk
Üç Halife Döneminde Hz. Ali, s. 33.
[254] Bkz. Hz. Ebû Bekir’in danışmanı Hz. Ömer
bölümü.
[255] Bkz. Hz. Ebû Bekir’in danışmanı Hz. Osman
bölümü.
[256] İbn Kesîr, el-Bidâye, VI/311; Kandehlevî, Muhammed b. Yusuf
el-Kandehlevî, Hayâtü ’s-Sahâbe, çev. Ahmet Meylanî, İslâmî Neşeriyat,
Konya, 1983, III/69.
[257] Kandehlevî, Hayâtü ’s-Sahâbe, III/70.
[258] Zülkassa, Rebeze yolu üzerinde Medine'ye yirmi
mil uzaklıkta bir yerdir. Burası Sa'lebe ve Uvâloğullan'nın yurduydu (İbn S'ad,
et-Tabakât, II/85; Köksal, İslam Tarihi, VI/49).
[259] İbn Kesîr, el-Bidâye, VI/313-314;
Kandehlevî, Hayâtü ’s-Sahâbe, II/247-248.
[260] İbn Kesîr, el-Bidâye, VI/315-316; el-Heytemî, Ahmed b. Hacer
el-Heytemî, es-Savâiku’l-Muhrika,
Mektebetü’l-Kâhire, Kâhire, 1385, I/144; ayrıca bkz. Köksal, İslam
Tarihi, VI/49-53.
[261] İbn Kesîr, el-Bidâye, VI/315-316;
Heytemî, Savâik, I/144.
[262] Uhud savaşı başlamadan önce, o günün savaş geleneğine göre, teke tek
çarpışmalar yaşanmıştı. Bu arada Hz. Ebû Bekir’in müşrik orduda yer alan oğlu
Abdurrahman at üstünde öne çıktı ve Müslümanlardan er diledi. Tepeden tırnağa
zırha bürünmüştü ve yalnız gözleri açıktaydı. Bu durum Hz. Ebû Bekir’in zoruna
gitmiş olmalı ki, onunla çarpışmak için kılıcını çekti: “Ya Rasûlüllah,
onunla ben vuruşacağım'” dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah şöyle buyurdu: “Sok
kılıcını kınına ve dön yerine. Bizi nefesinden (varlığından) faydalandır. ”
Bkz. Vakıdî, Ridde, II/257; Köksal, İslam Tarihi, III/114-117.
[263] Taberî, Târih, III/244-245; İbnü'l Esîr,
el-Kâmil, II/343-344.
[264] Taberî'nin rivayetine göre, Medine'nin üç kapısı vardı. Hz. Ebû
Bekir askerî birlikleri komutanlarıyla bu üç kapıya yerleştirdi. bkz. Taberî, Târih,
III/245.
[265] Bkz. İbnü'l Esîr, el-Kâmil, II/344.
[266] Taberî, Târih, III/245; İbnü'l Esîr, el-Kâmil,
II/344.
[267] Taberî, Târih, III/245; İbnü'l Esîr, el-Kâmil,
II/345.
[268] Müttakî el-Hindî, Müntehab, IV/444;
halife ve hilâfet için bkz. Avcı, "Hilâfet", DİA,
XVII/539-541.
[269] Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'e Şeyheyn (iki
büyük insan) adı verilir.
[270] Müttakî el-Hindî, Müntehab, IV/444.
[271] Sarıcık, Hz. Ali, s. 130-131.
[272] Ebû Nuaym el-İsfahânî, Ahmed b. Abdullah (v.
430/1038), Hılyetü'l-Evliyâ ve Tabakâtü’l-Esfiyâ, Dâru’l- Fikir, Beyrut,
141", VIII/253.
273
Taberî, Târîh,
IV/548-549; Mustafa Öztürk, “Tefsir ve Hadis Tarihinde Hz. Ali? Hayatı,
Kişiliği ve Düşünceleriyle Hz. Ali Sempozyumu, Bursa Müftülüğü Yay., Bursa,
2005, s. 81-82.
[274] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, I/34;
Krş. Heytemî, Savâik, s. 76; ayrıca bkz. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme
ve Şerhi, XII/255, nr. 4377.
[275] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, I/34; Krş. Ğazzâlî, Îhyâ,
IV/854; Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, XII/255, nr. 4377;
Sarıcık, Hz. Ali, s. 60.
[276] Buhâri, "Fedâilu'l-Ashâb", 5;
Ebû Davûd, "Sünnet", 8; Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve
Şerhi, XII/281, nr. 4398, XII/272.
[277] Buhâri, "Fedâilu’l-Ashâb", 7;
Ebû Davûd, "Sünnet", 8.
[278] Tevbe Suresi, 9/40.
[279] Müttakî el-Hindî, el-Kenz, XII/355, nr.
35676.
[280] Zehebî, el-Hulafâu'r-Râşidûn, s. 321.
[281] Zümer Suresi, 39/33, Ayetin tamamı şöyledir: “Ve
doğruyu getiren ve onu doğrulayan; işte bunlar muttakilerin ta kendileridir.”
Tefsirlerde bu ayetin Hz. Ebû Bekir hakkında nazil olduğu görüşleri yer alır.
[282] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, I/183.
[283] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, I/183; konuşmanın devamı için
bkz. Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, I/183- 184.
284
Abbas Mahmud el-Akkâd, Hz.
Ebû Bekir'in Şahsiyeti ve Dehası, çev. Ali Özek, Fatih Matbaası, İstanbul,
1968, s. 238-239; ayrıca bkz. Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi,
II/62.
[285] Sallâbî, Osman Zü’n-Nûreyn, s. 85.
[286] Konu için bkz. İbnü'l Esîr, el-Kâmil,
II/425.
[287] Bu konu ile ilgili ayrıca bkz. Kutluay, Siyeru's-Sahâbe,
I/362-363.
[288] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, II/425; ayrıca
bkz. Zehebî, el-Hulafâu ’r-Râşidûn, s. 48; Hamidullah, Vesâik, s.
405.
[289] Bkz. İbn Sa'd, et-Tabakât, III/134; İbn Kesîr, el-Bidâye,
V/250; VI/ 313, 315; Zahîr, eş-Şîa ve Ehlü’l-Beyt, s. 70-71; Sallâbî, Ebû
Bekir Sıddîk, s. 223.
[290] İbn Sa'd, et-Tabakât, III/206; Mevlana
Şiblî, Asr-ı Saadet, VII/13, 111, 117; Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme
ve Şerhi, V/455; IX/48.
[291] Sallâbî, Osman Zü'n-Nûreyn, s. 89.
[292] Kutluay, Siyeru’s-Sahâbe, I/358; (M.
Yusuf Kandehlevî, Hadislerle Müslümanlık, II/695’dan).
[293] Kutluay, Siyeru’s-Sahâbe, I/354; (M.
Yusuf Kandehlevî, Hadislerle Müslümanlık, IV/563’ten).
[294] İbn Sa’d, et-Tabakât, II/312.
[295] Taberî, Târîh, IV/191.
[296] el-İmâme, I/26.
[297] el-İmâme, I/26.
[298] Şûra üyeleri, Hz. Ömer'den oğlu Abdullah'ı kendi yerine istihlaf
etmesini ve onlar da bunu kabul edeceklerini söylediler. Ancak halife Hz. Ömer,
Hattâb ailesinden sadece bir kişinin (kendisinin) olduğunu belirterek bunu
reddetti. Bkz. el-İmâme, I/27.
[299] el-İmâme, I/27.
[300] el-İmâme, I/27.
[301] Adem Apak, Hz. Osman Dönemi Devlet Siyaseti,
İnsan Yay., İstanbul, 2003, s. 68.
[302] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, II/172,
244; İbn Kesîr, el-Bidâye, V/207; Heytemî, Savâik, s. 48; Köksal,
İslam Tarihi, X/313-314.
[303] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, I/156,
170.
[304] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, I/156.
[305] İbnü'l Esir, el-Kâmil, II/450
[306] Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi,
II/71.
[307] İbnü'l Esir, el-Kâmil, II/451.
[308] Konun devamı için bkz. İbnü'l Esir, el-Kâmil,
II/451.
[309] Murat Sarıcık, Dört Halife Dönemi, Nesil
Yay., İstanbul, 2002, s. 179 vd.
[310] İbnü'l Esir, el-Kâmil, II/459; İbn Kesir, el-Bidâye,
VII/56; Sarıçam, “Hz. Ali’nin Hayatı ve Şahsiyeti”, Hayatı, Kişiliği ve
Dünşünceleriyle Hz. Ali Sempozyumu, s. 22; Öztürk, “Tefsir ve Hadis
Tarihinde Hz. Ali”, Hayatı, Kişliliği ve Düşünceleriyle Hz. Ali Sempozyumu,
s. 68.
[311] Ahmet Yaman, "Ehl-i Beyt Fıkhının İmamı
Hz. Ali ve Takip Ettiği İctihad Yöntemi", Marife, yıl: 4, sayı, 3,
Konya, 2005, s. 111; (Bilmen, Ö. Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi, İstanbul,
1973, I/222'den).
[312] Buhârî, "Tefsir", 2/7; İbn
Sa'd, et-Tabakât, II/339; Yaman, "Ehl-i Beyt Fıkhının İmamı Hz.
Ali ve Takip Ettiği İctihad Yöntemi", s. 113.
[313] İbn Sa'd, et-Tabakât, II/338-339, Yaman,
"Ehl-i Beyt Fıkhının İmamı Hz. Ali ve Takip Ettiği İctihad
Yöntemi", s. 113.
[314] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, II/170;
Heytemî, Savâik, s. 41, 177.
[315] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, II/170;
Heytemî, Savâik, s. 41, 177.
[316] Ğazzâlî, İhyâ, II/496.
[317] Ğazzâlî, İhyâ, II/496.
[318] Buhârî, "Tefsir", 2, 7; İbn Mâce, "Mukaddime",
11; îbn Sa'd, et-Tabakât, II/339; Öztürk, "Tefsir ve Hadis
Tarihinde Hz. Ali", Hayatı, Kişiliği ve Düşünceleriyle Hz. Ali Sempozyumu,
s. 58; Yaman, "Bir Müctehid olarak Hz. Ali" Hayatı, Kişiliği ve
Düşünceleriyle Hz. Ali Sempozyumu, s. 157.
[319] el-Heysemî, Ebü’l-Hasan Nûreddin Ali b. Ebû
Bekir b. Suleyman (v. 807/1405), Mecmeu’z-Zevâid ve Menbeu ’l-Fevâid,
Thk. Hüsâmüddin el-Kudsî, Mektebetü’l-Kudsî, Kahire, 1404, I/161.
[320] Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe,
III/222-223; ayrıca rivayetin tam metni için bkz. Heysemî, Mecmeü ’z-Zevâid
ve Menbeü ’l-Fevâid, I/161-162.
[321] Sarıcık, Hz. Ali, s. 185.
[322] Heytemî, Savâik, s. I/175-176.
[323] Râğıb el-Isfahânî, Hüseyin b. Muahmmed (v. 525/1033), el-Müfredât Fî Ğarîbi'l-Kur'ân,
Kitâbü'l-
Cumhüriyye, Beyrut, Thz., s. 176.
[324] Sarıcık, Hz. Ali, s. 174.
[325] Bkz. Hz. Ali’nin mektubuna göre ilk iki
halifenin sıfatları bölümü.
[326] İbn Kesîr, el-Bidâye, VII/139; Hz. Ömer'in Ümmü Külsûm'den,
Rukayye adlı bir kız ve Zeyd adlı bir oğlu oldu ancak bu çocuklar çok yaşamadı.
Hz. Ömer'in vefatından sonra (23/644) Ümmü Külsûm amcası Ca'fer'in oğlu Avn'la
evlendi ve ondan çocuğu olmadı. İkinci kocası Avn ölünce, bu kez onun kardeşi
Muhammed'le evlenmişti. Onunla evliliği sürdürürken vefat etti; son kocasından
çocuğu olmamıştı. Bkz. Zehebî, el-Hulafâu ’r- Râşidûn, s. 103.
[327] İbn İshâk, Sîre, s. 232.
[328] İbn İshâk, Sîre, s. 233.
[329] Rivayetlerden Hz. Ali'nin çok cesur ve korkusuz
biri olduğu ortaya çıkmaktadır.Burada Şia'nın iddiası olan takiyye meselesi de
çürümüş olmaktadır.
[330] Taberî, Târîh, IV/228.
[331] Bkz. Hz. Ömer’in hançerlendiğinde vasiyet
ettiği hilâfet şûrasında Hz. Osman bölümü.
[332] Uludağ, "Halife", DİA,
XV/293-300.
[333] İbn Kesîr, el-Bidâye, VII/144.
[334] Hz. Zübeyr, oyunu Hz. Ali’den, Sa’d, Abdurrahman
b. Avf’tan, Talha, kendi oyunu Hz. Osman’dan yana kullanmıştı.
[335] İbn Kesîr, el-Bidâye, VII/145.
[336] İbn Kesîr, el-Bidâye, VII/145.
[337] İbn Kesîr, el-Bidâye, VII/146.
[338] İbn Kesîr, el-Bidâye, VII/146.
[339] İbn Sa’d, et-Tabakât, III/62; İbn Kesîr,
el-Bidâye, VII/149.
[340] İbn Sa’d, et-Tabakât, III/62; İbn Kesîr, el-Bidâye,
VII/149; Heytemî, Savâik, s. 104. Hz. Ali'nin Abdurrahman b. Avftan
sonra ikinci kişi olarak biat ettiği de aktarılır. Bkz. İbn Sa'd, et-Tabakât,
III/62, 64; Yiğit, "Osman", DİA, XXXII/439.
[341] Bkz. Hz. Ali’ye göre Hz. Ebû Bekir’in fazileti
bölümü.
[342] Bkz. Hz. Ali’ye göre Hz. Ebû Bekir’in fazileti
bölümü.
[343] Belâzürî, Ensâb, V/9.
[344] Hicr Suresi, 15/47; Belâzürî, Ensâb,
V/10.
[345] Nedvî, Hz. Ali (Ali Murtezâ), s.
169-170.
[346] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, II/113.
[347] Ahkaf suresi, 46/15
[348] Bakara suresi, 2/233.
[349] Ya’kûbî, Târih, II/174; İbn Kesîr, Tefsir,
IV/158.
[350] el-Kurtubî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed (v.
671/1272), el-Cami’u li Ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut, 1965, XVI/193.
[351] Arı, İmamiye Şiası Kaynaklarına Göre İlk Üç
Halife, s. 486.
[352] İbn Hanbel, el-Müsned, I/104.
[353] Arı, İmamiye Şiası Kaynaklarına Göre İlk Üç
Halife, s. 486-487.
[354] İbn Sa’d, et-Tabakât, III/355-356, V/16; Taberî, Târîh,
IV/240; İbnü’l Esîr, el-Kamil, III/75; ayrıca bkz. Arı, İmamiye Şiası
Kaynaklarına Göre İlk Üç Halife, s. 479.
[355] İbnü’l Esîr, el-Kamil, III/75; ayrıca
bkz. Arı, İmamiye Şiası Kaynaklarına Göre İlk Üç Halife, s. 480.
[356] İbn Sa’d, et-Tabakât, V/17.
[357] Mevlana Şiblî, Asr-ı Saadet (İslam Tarihi),
V/300-301; ayrıca bkz. Arı, İmamiye Şiası Kaynaklarına Göre İlk Üç Halife,
s. 482.
[358] Bkz. İbn Sa’d, et-Tabakât, III/355-356;
Taberî, Târih, IV/240; İbnü’l Esîr, el-Kâmil, III/75; Heysemî, Mecmau
’z-Zevâid, IX/76.
[359] Mevlana Şiblî, Asr-ı Saadet (İslam Tarihi),
V/301; ayrıca bkz. Arı, İmamiye Şiası Kaynaklarına Göre İlk Üç Halife,
s. 483.
[360] Ebû Zer ile ilgili geniş bilgi için bkz.
Abdullah Aydınlı, “Ebû Zer el-Gıfârî”, DİA, Ankara, X/266-269.
[361] Taberî, Târîh, IV/284.
[362] Belâzürî, Ensâb, V/53; İbnü’l Esîr, el-Kâmil,
III/67.
[363] Bkz. Arı, İmamiye Şiası Kaynaklarına Göre
İlk Üç Halife, s. 492-493.
[364] İbn Sa’d, et-Tabakât, IV/227; ayrıca
bkz. Arı, İmamiye Şiası Kaynaklarına Göre İlk Üç Halife, s. 495.
[365] Şiblî, Asr-ı Saadet, IV/294.
[366] İbnü’l Esîr, el-Kâmil, III/115; ayrıca
bkz. Arı, İmamiye Şiası Kaynaklarına Göre İlk Üç Halife, s. 496.
[367] Tevbe suresi, 9/34.
[368] Bkz. Arı, İmamiye Şiası Kaynaklarına Göre
İlk Üç Halife, s. 492.
[369] Bkz. Arı, İmamiye Şiası Kaynaklarına Göre
İlk Üç Halife, s. 493.
[370] Belâzürî, Ensâb, V/54; Mes’ûdî, Ali b.
Hüseyin el-Mes’ûdî (v. 346/957), Mürûcü ’z-Zeheb, el-Mektebetü’l-
İlmiyye, Beyrut, 1986, II/350.
[371] Ebû Zer, h. 32 yılının Zilhicce ayında Rebeze’de vefat etti. Cenaze
namazını, bir kafile ile birlikte oradan
geçmekte olan Abdullah b. Mes’ûd’un kıldırdığı
söylenir (geniş bilgi için bkz. İbn Sa’d, et-Tabakât, IV/232-235;
Taberî, Târîh, IV/308-309;
İbnü’l Esîr, el-Kâmil, III/133-134).
Şiî müellifler Hz. Osman’ın, Ebû Zer’i
defnettiğinden
dolayı Abdullah b. Mes’ûd’a 40 kamçı vurduğunu nakletmektedirler. Bkz. Arı, İmamiye
Şiası Kaynaklarına Göre İlk Üç Halife, s. 496.
[372] Belâzürî, Ensâb, V/54.
[373] Belâzürî, Ensâb, V/54.
[374] Bkz. Sallâbî, Osman Zün-Nûreyn, s. 612;
ayrıca İbnü'l Esîr'in el-Kâmiii ve İbn Kesîr'in el-Bidâye'sinde
böyle bir rivayete rastlanılmamaktadır.
[375] Belâzürî, Ensâb, V/55.
[376] Şiblî, Asr-ı Saadet, V/308.
[377] Arı, İmamiye Şiası Kaynaklarına Göre İlk Üç
Halife, s. 502.
[378] Bkz. Arı, İmamiye Şiası Kaynaklarına Göre
İlk Üç Halife, s. 503.
[379] Bkz. Taberî, Târih, IV/341; ayrıca bkz.
İbnü’l Esîr, el-Kâmil, III/155.
[380] Şiblî, Asr-ı Saadet, V/308-309; ayrıca
bkz. Arı, İmamiye Şiası Kaynaklarına Göre İlk Üç Halife, s. 503..
[381] Belâzürî, Ensâb, V/36-37.
[382] Belâzürî, Ensâb, V/30.
[383] İbn Sa’d, et-Tabakât, V/32.
[384] Belâzürî, Ensâb, V/26.
[385] Müslim, “Hudûd”, 35; İbn Mâce, “Hudûd”, 8, İbn Hanbel,
Müsned, I/82; el-İmâme, I/36-37; Belâzürî, Ensâb, I/33-35;
Yaman, "Bir Müctehid olarak Hz. Ali" Hayatı, Kişiliği ve
Düşünceleriyle Hz. Ali Sempozyumu, s. 114; Belâzürî’de cezanın Hz. Ali
tarafından infaz edildiğini gösteren, ayrıca kırbaç sayısının 40 olarak
nakleden rivayet de mevcuttur. Bu konuda ayrıca bkz. Mes’ûdî, Mürûc,
II/345; İbnü’l Esîr, el-Kâmil, III/53.
[386] Muhammed b. Yahya İbn Ebî Bekir (v. 741/1340), et-Temhîd
ve’l-Beyân fi Makteli’ş-Şehîd Osman, Thk.
Mahmud Yusuf Zâyid, Doha, 1985, s. 28.
[387] Hasan Onat, Emevîler Devri Şiî Hareketleri
ve Günümüz Şîiliği, TDV. Yay., Ankara, 1993, s. 155.
[388] Belâzürî, Ensâb, V/60; Taberî, Târih,
IV/337-338; İbnü’l Esîr, el-Kâmil, III/75-76.
[389] Belâzürî, Ensâb, V/60; Taberî, Târih,
IV/337-338; İbnü’l Esîr, el-Kâmil, III/75-76.
[390] Taberî, Târih, IV/358.
[391] Belâzürî, Ensâb, V/61.
[392] Belâzürî, Ensâb, V/61; 64.
[393] Belâzürî, Ensâb, V/64; Taberî, Târih,
IV/360-361.
[394] Belâzürî, Ensâb, V/65; Taberî, Târih,
IV/362.
[395] Belâzürî, Ensâb, V/65; Taberî, Târih,
IV/362.
[396] İbn Sa’d, et-Tabakât, III/ 81;
Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, II/128; Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe,
II/115.
[397] İbn Sa’d, et-Tabakât, III/ 81;
Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, II/128; Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe,
II/116.
[398] Apak, "Hz. Ali'nin Siyâsî
Kişiliği", Hayatı, Kişiliği ve Düşünceleriyle Hz. Ali Sempozyumu, s.
32.
[399] Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, II/116.
[400] Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, II/116.
[401] Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, II/116.
[402] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, II/128;
Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, II/116.
[403] Sarıcık, Hz. Ali, s. 262.
[404] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, VII/291.
[405] İbnü'l Esîr'e göre, Hz. Osman'ın yanında bulunan kişinin sayısyı
700'e yakındı. Bunların arasında, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr, Hasan,
Hüseyin, Mervan, Ebû Hüreyre ve bazı köleler vardı (İbnü'l Esîr, el-Kamil, VII/298).
[406] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, VII/298.
[407] İbn Sa'd, et-Tabakât, III/67; Muhıbüddîn
et-Taberî, er-Riyâz, II/125; Hasan İbrahim Hasan, (Siyâsî, Kültürel,
Dinî, Sosyal) İslam Tarihi, çev. İsmail Yiğit vd., Kayhan Yay., İstanbul,
1985, II/ 37; Sarıcık, Hz. Ali, s. 264.
[408] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, II/125;
Haytemî, Savâik, s. 115; Sarıcık, Hz. Ali, s. 264-265; daha geniş
bilgi için bkz. en-Nedvî, Hz. Ali (Ali Murtezâ), s. 181-182; Yiğit, "Osman",
DİA, XXXII/440-442.
[409] Muhıbüddîn et-Taberî, er-Riyâz, II/125-126;
Sarıcık, Hz. Ali, s. 265; en-Nedvî, Hz. Ali (AliMurtezâ), s. 183.
[410] Heytemî, Savâik, s. 115-116; Sarıcık, Hz.
Ali, s. 265; bu konu ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. en-Nedvî, Hz.
Ali (AliMurtezâ),s. 181-184.
[411] Zehebî, el-Hulafâu'r-Râşidûn, s. 183;
Yiğit, "Osman", DİA, XXXII/441; Fayda, "Cennetü'l-Bakî",
DİA, İstanbul, 1993, VII/387.
[412] Belâzürî, Ensâb, V/69; İbn Kesîr, el-Bidâye,
VII/184.
[413] Hz. Osman, şehit edilince üzerinden akan kanların Kur'an'daki Bakara
Suresi 137. ayetin bulunduğu sayfaya düştüğü kaynaklarda rivayet edilmektedir.
Ayetin meali: "Onlara karşı Allah sana yeter". Bkz. Belâzürî, Ensâb,
V/93, 98; Taberî, Târih, IV/384; İbn Kesîr, el-Bidâye,
VII/184.
[414] Belâzürî, Ensâb, V/97.
[415] Belâzürî, Ensâb, V/91; Taberî, Târih,
IV/385; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII/189.
[416] Belâzürî, Ensâb, V/70.
[417] Belâzürî, Ensâb, V/91; Taberî, Târih,
IV/412; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII/190.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar