Print Friendly and PDF

Sessizlik

 



Ses, yapısı gereği doğar, ilerler ve azalarak yok olur. Uzama yayılıp bütünün bedenine bürünür ve tekrar tekrar şekil alır. Duyumsadığımızın aksine sadece bir titreşimdir. Titreştiği şeyleri de kendince şekillendirir. Yüksek ve alçak frekanslar arasında yaptığı hareket, titreşemediği uzamlarda var olamaz. Canlı olmak kadar ince bir çizgide varlığını sürdürür. Sesin ömrü ise bulunduğu uzama göre değişiklik gösterir.

Ses dünyayı farklı bir şekilde betimler. Durağanlıktaki değişimin, canlılığın kalıcı olmayan bir kanıtıdır. Orada gerçekten var olup olmadığını tekrar duyana kadar, emin olamayacağınız bir gerçeklik sunar.

Ses bir harekettir, dolayısıyla canlılığın bir göstergesi olarak ele alınabilir. Sessizlik ise yoksunluk ya da ihtiyaç olarak ele alınabilir. Sessiz bir dünya iki farklı karşıt kutuptan oluşur. Sessizlik çok fazla olduğunda, insan kendini tedirgin hissedip tanıdık bir ses duymak isterken, çok gürültülü yerlerde ise bu arayış sessizliğe yönelir.

Gürültü kavramını irdeleyebilmek için önce sessizliği deneyimlemek gerekir. Mutlak sessizliğin içerisinde uzun süre kalmak, uyaran eksikliğine bağlı problemler ve denge kaybı gibi yan etkiler yapmaktadır. Mutlak sessizlik doğal değildir. Nerede olursanız olun doğanın seslerinden bir kısmını duyabilirsiniz. Mısır’daki Sina çölünde geçirdiğim süre bu çalışmanın önemli bir kısmını oluşturur.

Çölü Dinlemek

Çöl, doğası gereği sadeleştirilmiş bir ses dünyasına sahiptir. Orada günlük şehir yaşantısı içerisinde fark edemeyeceğimiz en küçük ayrıntılar bile çok yüksek ve net seslere dönüşürler. Arının kanatlarının hareketi, bir helikopterin sesi kadar yüksek ve nettir. Mumun alevi su kadar belirgin bir ses çıkarır. Sanki gözlerinizi kapattığınızda mumun sesini duyabilecekmişsiniz gibi. Doğudan doğan güneşin açık ve koyu renk tonlarıyla boyadığı vadiler, batıdan batan güneş ile aynı yerin içinden geçerken size farklı bir yerde olduğunuzu düşündürür. Vadiyi oluşturan her parça taş, heykeltıraşlar tarafından yontulmuş, ressamlar tarafından boyanmış gibidir.

 

Şehirde birçok farklı uyaranı bir arada algılamaya çalışırken göz ardı edilen ayrıntılar, çölde en küçük ayrıntısına kadar kendini açığa çıkarken Milan Kundera’nın şu sözlerini akla getirir: “Modern dünyada var olmanın karmaşıklığını kavramak bana öyle geliyor ki, bir eksilti, bir yoğunlaştırma tekniğini gerekli kılıyor. Aksi halde sonu olmayan bir uzunluğun tuzağına düşüyorsunuz”

Çöl, işitsel ve görsel manzarası dolayısıyla bahsi geçen konsantrasyon için uygun ortamı sağlar. Uyaran sayısı az olduğundan daha çok odaklanabilir ve ileri derece bir farkındalık yaşarsınız. Algılama gücünüzün normalden yüksek olduğunu fark edersiniz. Fazla sayıda uyarana sürekli olarak maruz kaldığınızda bir çeşit körleşme, algı kaybı yaşarsınız.

 Çölün görsel manzarası o kadar durağındır ki; her şey hareketsiz bir şekilde güneşin yer değiştirerek onu boyamasını bekler. Dakikalar ya da saniyeler gibi zaman birimlerinin yerine güneşin hareketleri ile gününüzü planlarsınız. Her şey, sanki bir an durmuş ve bu anı bozmamak için hareket etmek istemiyor gibidir. Kendinizi, orada yaşayan her canlı gibi bu sessizliği bozmamaya çalışırken bulursunuz. Bu süreç kişinin karakterine göre değişse de herkes bir süre bu gizli kuralı yerine getirir. Ateş başında günün büyük bir zamanını çay içerek geçiren bedevileri izlemek, sesini kısarak televizyon izlemeye benzer. Konuştuklarını, güldüklerini, tartıştıklarını görseniz de seslerini duyamazsınız. Sanki sesleri rüzgârın taşıyamayacağı kadar hafiftir. Geceleri büyük bir sessizlik içinde kendi nefes alışverişinizi duyduğunuzda, çevrenizi rahatsız ettiğinizi düşünürsünüz. Daha yavaş ve daha az nefes almaya çalışırsınız. Mumun yanarken çıkardığı ses bile sessizliği bozduğu için rahatsız etmeye başlar.

Somut bir deneyim yaratmak düşüncesiyle çölde yaşadığım birkaç gün şöyledi: Sessizliğe ulaşmak için, çölde beraber kalınan insanlar arasında üç gün konuşmamaya karar verilmişti. Bu ses orucuna “shakti” ismi verilmiş ve her kişi kendi sessizlik limitine ulaşmayı denemişti. Bazıları bu sessizlikten rahatsız olurken, bazıları da kendi iç dünyasına dönmüştü. Konuşurken kendi varlığını hissedenler, sadece izler ve dinlerken bundan şüphe duymaya başlar. Bazı şeyleri o kadar net duyarsınız ki kafanızın içinde yarattığınız hayali bir kurgu olduğundan şüphelenmeye başlarsınız. Kendi iç sesiniz, dış sesiniz kadar yüksek ve gerçektir.

Grup içerisindeki insanların birbirleri ile belirli şekillerde ses tellerini titreştirmeden iletişim kurmaya çalışması, sözcükler veya cümleler yerine daha çok gözlemle sağlanır. Etrafınızdaki atmosferi belirleyen unsurların en önemli olanlarından sözel iletişim ortadan kalktığında, kendinizi bambaşka bir dünya içerisinde hissedersiniz. 

 Gündüzleri inzivaya çekilecek uzak bir yer arandığı, geceleri ise çoğu kimse için konuşmasalar dahi uzakta tek başına kalmak istemediği söylenebilir. Uzun süre kendinizle baş başa kalmak, algınızı dağıtacak başka hiçbir unsur olmadığında zordur. Mutluluğunuz yükseldikçe yükselir, aynı şekilde üzüntünüz de giderek artar.

Grup üyeleri inziva alanları için birbirlerinden yürüme ile ortalama yarım saatlik mesafelerde mekanları seçmişlerdi. Sesin çarpabileceği herhangi bir engel bulunmamasından dolayı ilerlemesini sürdürür. Taştan vadilere çarpıp, vadi boyunca yol almaya başladığında ise çok uzun mesafeleri kat edebilir. Her şey sanki başından beri orada duruyor gibi gözükse de uzakta uçan bir sinek ya da rüzgârın vadiler içerisinde aldığı yolu duyabilmek, çölün canlı olduğunu yeniden hissettirir insana.

Duyuşsal ve bilişsel gerçekliğinizi dengeli bir şekilde kontrol etmeniz gerekir. Anı yaşamaktan daha çok, çölün değişmezliği ve dinginliği içerisinde daha yavaş bir zamanda yaşıyor gibi hissedersiniz. Sanki aynı sistemde kurulmuş başka bir dünya hissi yaratır. Bu yönüyle Paul Cezanne’ın resimleri ile benzerlik gösterdiği söylenebilir.

Kaynak: Fırat GÜNER,Heryerdelik Bağlamında Sessizlik Ve Gürültü

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar