İSLÂM SİYASÎ TARİHİNDE ENSAR
Hazırlayan: Fethullah ZENGİN
İlk dönem İslâm siyasî tarihinde önemli rol
oynayan topluluklarından birini Ensar oluşturur. Mekke’de İslâm’ı tebliğ etmeye
imkân kalmayınca Hz. Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem) ve ashabı Medine’ye
hicret etti. Medinelilerin İslâm’a gösterdikleri büyük ilgi onları kısa sürede
yeni dinin en büyük destekçilerinden biri haline getirdi. Mekkelilere ve
İslâm’a gösterdikleri büyük yardımseverlikten dolayı Ensar olarak
adlandırıldılar. Ensar, Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hayatta
olduğu dönemde siyasî ve idarî hayatta etkin roller üstlendi. Savaş zamanında
asker ve komutan, barış zamanında da zekât amili, vali, din muallimi gibi
vazifelerle İslâm toplumuna katkı sağlamışlardır. Hz. Peygamber’in (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) vefatıyla birlikte Sakife toplantısı ile Ensar’ın siyasî
hayatta etkinliğinin azaldığı yeni bir dönem başlamıştır. Ensarîler, Hulefa-i
Raşidin Dönemi olarak adlandırılan bu yeni dönemde daha çok idarî görevlerle ön
plana çıkmışlardır. Ancak yine de siyasî olarak danışılan, görüşlerine itibar
edilen kimseler olmaya devam etmişlerdir. Özellikle Hz. Ömer döneminde pekçok
idarî görev Ensar tarafından yerine getirilmiştir. Fethedilen yeni beldelerde
zaman zaman yönetici olarak zaman zaman da devletin çeşitli kademelerindeki
memurlar olarak hizmet etmişlerdir. Ensar, Hz. Osman’ın katliyle sonuçlanan Hz.
Osman dönemi hadislerinde çeşitli sebeplerle pasif kalmışlardır. Hz. Ali
döneminde Ensar pek çok merkezde valilik görevlerine getirilmiştir. Ancak
devletin içinde bulunduğu kargaşa ortamından dolayı bu görevlerinde istikrar
sağlayamamışlardır. Hz. Ali’nin şehid edilmesiyle son bulan Hz. Ali-Muaviye
mücadelesinde Ensar’ın büyük kısmı tercihini Hz. Ali’den yana kullanmış, Cemel
ve Sıffin savaşlarında onunla birlikte savaşmışlardır.
EVS VE HAZREC
Medine'de Ensar’ın mensup olduğu Kahtânî asıllı
iki Arap kabilesinden birisi Evs, diğeri Hazrec’dir. [1] Hazrec,
Evs'ten daha güçlü ve kalabalık olduğu için başlangıçta Araplar bu kabilelerin
ikisine birden Hazrec diyorlardı.[2]
Evs ve Hazrec’in ataları, vaktiyle Yemen'de
yaşarken Arîm selinden[3] sonra V.
yüzyılda Amr Müzeykıyâ b. Âmir'in önderliğinde Tihâme'ye, oradan da
Arabistan'ın kuzeyine göç edip Hz. Peygamber'in hicretinden sonra Medine ismini
alacak olan Yesrib ve civarına yerleşti.[4] Yesrib’in
Yemen gibi su kaynaklarına sahip olmasının[5] Evs
ve Hazrec’in burayı yerleşim yeri olarak tercih etmesinde etkili olduğu
düşünülebilir. Bu sıralarda Yesrib'de Benî Kaynuka, Benî Nadîr ve Benî
Kurayza’dan oluşan Yahudi kabileleri vardı. Bunlar şehrin hâkim unsurunu teşkil
ediyor, siyasî ve ekonomik gücü ellerinde bulunduruyordu.[6]
Evs ve Hazrec Kabilelerinin Kökleri
Arapların tamamının Sâm b. Nuh’tan gelmiş
oldukları kabul edilmektedir.[7] Bu nedenle
Araplar Sâmî kavimlerdendirler. Arap tarihçileri de Arapları Arab-ı Bâide ve
Arab-ı Bâkiye diye ikiye ayırmışlardır.[8] Arab-ı Bâide
ifadesi, Âd, Semûd, Tasm, Cedîs,[9] Medyen,
Amâlika, Câsim, Abdu Dahm, Ubeyl, Hadûra (Kantûra) ve Birinci Cürhüm kabilesi gibi
tarihin kadim devirlerinde yaşayan ve daha sonra çeşitli sebeplerle yok olarak
soyları günümüze kadar ulaşmamış bulunan kabileler için kullanılmaktadır.
Arab-ı Bâkiye ise; İslâm’ın doğuşuna kadar varlıklarını koruyan Arapları veya
başka bir ifadeyle soyları devam edip günümüze kadar ulaşmış olan Arapları
tanımlar.[10]
Arab-ı Bâkiye, temel olarak Arab-ı Âribe ve
Arab-ı Müsta’ribe şeklinde ikiye ayrılır. [11] Arab-ı
Âribe; Hz. Nuh’un oğlu Sâm’ın soyundan gelen Kahtân (veya Yaktan)’dan türemiş
olan kabilelere denilmektedir.[12]
Arab-ı Müsta’ribe: Müsta’ribe, “katıksız Arap
olmayan, Saf Arap olmayan”[13] “sonradan
Araplığa giren”[14] manasına
gelen ve köken itibariyle Arap olmayıp sonradan Araplaşan kabileler için
kullanılan bir terimdir. Müsta’ribe için en bilinen örnek, Mısırlı bir cariye
olan Hz. Hacer ile Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’dir. O, Araplar arasında
büyümüş ve Arapçayı onlardan öğrenmişti.[15]
Evs ve Hazrec kabileleri, yukarıdaki gruplardan
Arab-ı Aribe’ye mensup Kahtânî asıllı kabilelerdir.[16] Evs ve
Hazrec kabilelerinin mensup oldukları Ezd kabilesi Zeyd b. Kehlân’ın en büyük
kollarındandır.[17] Bu iki
kabile, Kahtân’ın Kehlân soyundan türemişlerdir.
Evs ile Hazrec, Hârise b. Sa'lebe'nin iki oğlu
olup anneleri Kayle bt. Erkam b. Amr'dan[18] dolayı
Araplar arasında Benî Kayle (Kayleoğulları) adıyla da meşhurdurlar.[19] Bu iki
kabilenin Kahtân’a kadar uzanan şeceresi şöyledir: Hazrec ve Evs b. Hârise b.
Sa'lebe b. Amr Müzeykıyâ b. Âmir Mâüssemâ b. Hârise b. İmruülkays b. Sa'lebe b.
Mazin b. Ezd b. Gavs b. Nebt b. Mâlik b. Zeyd b. Kehlân b. Sebe b. Yeşcüb b.
Ya'rub b. Kahtân.47 [20] İbn Sa’d’dan
nakledilen bu nesep zinciri İbnü’l-Esir ve Semhûdî’de de aynı şekilde
geçmektedir.[21]
Evs ve
Hazrec Kabilelerinin Boyları
Hazrec b. Hârise’nin beş erkek çocuğu olmuş ve
soyu bu beş çocuğundan çoğalmıştır. Bu çocuklar; Amr b. Hazrec, Avf b. Hazrec,
Cüşem b. Hazrec, Ka’b b. Hazrec, Hârise b. Hazrec’dir.[22] Hazrec’in bu
çocuklarından türeyen belli başlı batnları ise şunlardır: Benî Neccâr, Benî
Sâide, Benî Amr b. Avf, Benî Kavâkıl, Benî Sevâd, Benî Züreyk, Benî Tezîd, Benî
Selime, Benî Beyâda ve Benî Hublâ.[23]
Evs b. Hârise’nin ise Mâlik b. Evs adında bir
oğlu vardı.[24] Mâlik’in
çocukları; Avf b. Mâlik, Amr (Nebit) b. Mâlik, Cüşem b. Mâlik , İmruülkays b.
Mâlik, Mürre b. Mâlik’tir.[25]
Yesrib’de Yemenli Arapların ilk yerleştiği
dönemde Evs kabilesi veya Hazrec kabilesi ön plandayken zamanla nüfusun
artmasına paralel olarak kabile genişleyip kollara ayrılınca Evs veya Hazrec
yerine Benî Hatme (Evs kolu) veya Benî Neccâr (Hazrec kolu) gibi artık birer
kabile haline gelen isimler ön plana çıkmaya başladı. Medine sözleşmesinde de
bu kollardan bazıları ayrı ayrı anılmak suretiyle sadece Evs ve Hazrec
kelimeleri ile iktifa edilmemiştir.[26]
Medine, Arap yarımadasının batısında, Hicaz
bölgesinde sahile yakın bir mevkide yer almaktadır.[27] Şehrin tam
koordinatları günümüz teknik verileriyle 24°- 28° kuzey meridyenleri ile 39°-
36° doğu paralelleri arası şeklindedir.[28] Medine,
Mekke’nin 350 km. kuzeyinde, Kızıldeniz’in yaklaşık 130 km. doğusunda yer alır.[29] Kuzeyinde
Uhud Dağı, güneyinde volkanik Ayr Dağları ile doğusunda Taberî Dağı ve Vâkım
harresi,[30] batısında
ise Vebere harresi yer alır.[31]
Medine’nin bilinen en eski adı Yesrib’dir.[32] Bu adın
kimin tarafında şehre verildiği net olarak bilinmemektedir. Bazı rivayetlere
göre Medine’ye bu isim, şehre ilk gelip yerleşen kişi olduğu belirtilen Yesrib
b. Vâil b. Kayine b. Mehlâbil’e izafeten verilmiştir.[33] Kaynaklarda “Yesrib”
adının ilk kullanımına Babil kralına ait bir yazıda rastlanmaktadır.[34] Ayrıca
Batlamyus ve Bizanslı Stefan da şehrin adını “Jathripa” olarak kaydetmişlerdir.[35] Ancak Medine
ile ilgili yapılacak arkeolojik çalışmalar ve tarihçilerin farklı
disiplinlerdeki araştırmaları bazı görüşlerin gözden geçirilmesini mümkün
kılacaktır. Yesrib adı, önceleri kuzeyde ilk yerleşmenin gerçekleştiği
düşünülen Curf ile Kanât vadileri arasında kalan ve şehrin merkezi olan bölge
için kullanılmıştır.[36] Daha
sonraları bütün şehir bu ismin kapsamı altına girmiştir.
Başa kakmak,[37] zarar
vermek, karıştırmak, kötülemek, bozmak gibi olumsuz anlamlar da[38] içeren bu
kelime Kur’an-ı Kerim’de sadece bir yerde Medine’nin adı olarak geçmektedir. “Onlardan
bir grup da demişti ki: Ey “Yesribliler ” (Medineliler)! Artık sizin için
durmanın sırası değil, haydi dönün! içlerinden bir kısmı ise: Gerçekten
evlerimiz emniyette değil, diyerek Peygamber'den izin istiyordu; oysa evleri
tehlikede değildi, sadece kaçmayı arzuluyorlardı.”[39] Dikkat
edilirse burada Kur’an-ı Kerim Yesrib ifadesini Münafıkların kullandığını
vurguluyor. Zira Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Yesrib adını
kullanmaktan nehyetmiş ve şehrin adını Medine olarak değiştirmiştir.[40] Hz.
Peygamber bu isim değişikliğinin sebebini açıkça ifade etmemiş olsa da, bazı
araştırmacı ve şarihler bu değişikliğin sebebinin Yesrib kelimesinin içerdiği
kötü anlamlar olduğunu düşünmüşlerdir.[41] Hicretin
ardından Hz. Peygamber Medine’ye Tâbe, Taybe, gibi güzel anlamlar içeren
isimler verilmesini istemiştir. [42] [43] İslâm
kaynaklarında ise Medine’ye Tabe, Tayyibe, Mahabbe, Dâru’l-İman, Dâru’l-Hicre,
Dârü’s-Sünne, Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) izafeten
Medînetü’r-Resûl ve el Medînetü’l-Münevvere 71 gibi isimler verilmiştir.
Medine şehri coğrafî yapısı itibariyle ziraata
elverişli topraklara sahiptir. Medine’nin doğusunda ve batısında yer alan
harreler ile şehir arasında verimli bir ova vardır. Medine civarında pek çok
vadi yer alır. Şiddetli yağmurlarda bu vadilerden verimli alüvyon toprakları
taşınır ve bu da tarıma elverişli verimli arazilerin oluşmasını sağlar.[44] Bu verimli
araziler cahiliye dönemi anlaşmazlıklarının önemli sebeplerinden birisidir.[45]
Mekke ile birlikte iki Harem'den (Haremeyn)
biri olan Medine, hicret yurdu olması ve halkının herhangi bir zorlama
olmaksızın İslâmiyet’i benimsemesinden dolayı “Kur'an'la fethedilen şehir"
olarak nitelendirilir.[46]
Medine’ye ilk yerleşmenin ne zaman başladığına
dair kesin bir bilgi mevcut değildir. Tarih sahnesine çıkışından itibaren
Medine’ye yerleşen üç topluluktan bahsedilir. Bunlar Amâlika Arapları[47], Yahudiler
ve Yemen Araplarıdır.[48] Ancak bu
kavimlerden hangisinin daha önce Medine’ye geldiği kesin olarak
bilinmemektedir. Genellikle kabul edilen rivayete göre Medine’ye ilk
yerleşenler Amâlika kavmidir.[49] İbn
Zebâle “Medineli bazı hocalarım” diye ifade ettiği kaynağına dayanarak Amâlika kavminin
Yesrib’de ekip biçmeye ilk başlayan kavim olduğunu belirtir.[50] [51] Semhûdî de
79 aynı bilgiyi nakletmektedir.
Amâlika halkı Mekke, Medine ve bütün Hicaz’a
yayılmışlar, ancak zamanla zayıflamışlar ve Medine’den çıkmak zorunda kalarak
yok olmuşlardır.[52]
Amâlikalıların Hz. Musa döneminde Yahudiler tarafından helak edildiğine dair
bir takım rivayetler de aktarılmıştır. Buna göre Amâlikalıları yok eden
Yahudiler onların yerine geçmişler ve bu Yahudiler, Amâlikalılardan sonra
Medine’ye yerleşen ikinci kavim olmuşlardır.[53]
Hicaz’da ilk Yahudi yerleşimi konusunda pek çok
varsayım bulunmaktadır.[54] Yahudilerin
Medine’ye gelişini Hz. Musa dönemine kadar götürenler olduğu gibi Suriye’nin
Yunanlılar veya Filistin’in Romalılar tarafından işgal edilmesiyle bağlantılı
görenler de vardır. [55] Öte yandan
Rum kralının Şam’ı ele geçirdikten sonra Hıristiyanlığa geçmeyen Yahudilere
baskı uygulaması üzerine Şam’daki Benî Kureyza ve Benî Nadir’in buradan çıkarak
Yesrib’e gelip yerleştikleri de söylenmiştir.[56] Bir başka
görüş de Babil kralı Buhtunnasr’ın Kudüs’ü işgal edip Süleyman Mabedini
yıkmasından sonra buradan çıkarılan Yahudilerden bir kısmının Yesrib’e gelip
yerleştikleridir.[57]
Bazı rivayetlere göre Yahudilerin Yesrib’e
gelip yerleşmelerinde kutsal kitaplarında yer alan bazı bilgilere dayanan, son
Peygamber’in buraya gönderileceği inancı da etkili olmuştur.[58] Semhûdî’nin
verdiği bilgilere göre Kutsal kitaplarında son peygamberin hurma bahçelerinin
bulunduğu bir beldeye hicret edeceğini okuyan Yahudiler bu amaçla Hicaz’a
yönelmişler; bazıları Şam’da bazıları da Hayber’de konaklamışlardır. Geri
kalanlar ise Yesrib’e kadar gelip son peygamberi burada beklemeye
başlamışlardır.[59]
Yesrib’e yerleşen İsrailoğulları, burada kaleye
benzer utm adı verilen kale- konaklar inşa ettiler.[60] [61] Kur’an-ı
Kerim’de onların bu kale evlerinden şu şekilde söz edilmiştir. “Onlar müstahkem
şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın sizinle toplu halde
savaşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Sen onları derli toplu
sanırsın, hâlbuki kalpleri darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını
kullanmayan bir topluluktur. "”'''
Yahudiler Medine’de tarım ve çeşitli sanatlarla
uğraşıp kısa zamanda güçlendiler. Özellikle ticarette ilerlediler. İhtiyacı
olanlara yüksek faiz oranlarıyla para vererek ekonomik açıdan Arapları
kendilerine bağladılar.[62] Bir süre
sonra da şehirde hem nüfus, hem de ekonomik olarak en güçlü topluluk haline
geldiler. Bundan sonra şehre önceden gelmiş olan Amâlika ve Cürhümlüler’i
Yesrib’den çıkarıp şehrin tek hâkimi konumuna yükseldiler. [63]
Ensar’ın Medine’ye yerleşmeleri hakkında
kaynaklarda oldukça geniş bilgiler bulunmaktadır. Evs ve Hazrec kabilelerinin
ataları olan Ezd kabilesinin Yemen’de Sebe
bölgesindeki Merat ve Me’rib şehri çevresinde yaşadığı bilinmektedir.[64] Bazılarına
göre Yemen kelimesi bereket anlamına gelen “yümn”den türemiştir.[65]
Yemenliler yağmur sularının boşa akmasını
önlemek amacıyla dağlar arasında ve setler gerisinde suları biriktirmek
suretiyle barajlar kurmuşlardır.[66] Suya bağlı
olarak ziraat gelişmişti. Bu sayede tarlalardan bolca ürün alınabiliyordu.[67] Bu da
bölgenin zenginleşmesini ve insanların bolluk içerisinde yasamasını sağlıyordu.
Kur’an-ı Kerim Sebe suresinde Sebelilerin ulaştıkları bu zenginliğe işaret
eder.[68] Yemen
verimli arazilere sahip olmanın yanı sıra eski çağlarda kadim milletler
arasındaki ticaretin kesişme noktası olma özelliğine sahipti. Yemen’in, güney
ile batı arasında ticareti sağlayan Hindistan ve Roma-Bizans deniz yolu
üzerinde olması, coğRâfi konum olarak önemini arttırıyordu. Bölgede üretilen
ürünler çeşitli dünya pazarlarına ihraç edilirdi.[69]
Yemen kökenli kabileler, tarihin çeşitli
evrelerinde farklı nedenlerle toplu göçler gerçekleştirmişlerdir.[70] Özellikle
yarımadanın kuzeyine yapılan bu göçler sırasında Ensar kabilelerinin ataları da
Hicaz’a yerleşmişlerdir.[71]
Kaynaklar, Ezd kabilesinin buradan ayrılarak
kuzeye göç etmelerine Kur’an’da zikredilen “Seylü’l-Arîm” [72] olayını
sebep olarak göstermektedir.[73] Göçün gerçek
sebebi hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte çeşitli ihtimallerden söz
edilmektedir. En çok kabul gören bilgiye göre Me’rib seddinin yıkılmasından
sonraki süreçte eskisi gibi tarım yapılamamasından dolayı ortaya çıkan kuraklık
ve kıtlık, göçe sebep olmuştur.[74]
Ezd
kabilesinin çeşitli kollarının farklı bölgelere dağıldığı bu göç olayında Evs
ve Hazrec kabilelerinin mensup olduğu Sa’lebe b. Amr b. Âmir kolu da Miladî 492
yılında Yesrib’e yerleşmişlerdir.[75] Burada diğer
Arap kabilelerinin aksine Yahudilerin içinde yaşamaya başladılar.[76] Bu iki
kardeş kabilenin bir kısmı Yesrib’in “Âliye” (Necd tarafındaki yüksek bölgeler)
ve “Sâfile” (Tihame tarafındaki düzlük bölgeler) bölgelerine yerleşirken, bir
kısmı Yahudi yerleşim yerlerine, bir kısmı da bunların haricindeki bölgelere
yerleştiler.[77]
Evs ve Hazrec kabilelerinin Yesrib’e geldikleri
dönemde Yahudilerin Yesrib dolaylarında 59 köy ve o oranda nüfuslarının
bulunduğu ifade edilmektedir. Burada bir süre Yahudilere tâbi olarak yaşamak
zorunda kaldılar. Çünkü Yahudiler ticaretle uğraştıkları ve öteden beri
Medine’de yaşadıkları için ekonomik ve siyasî güç onların elindeydi. Bölgeye
daha önce yerleşmiş olmalarından dolayı verimli araziler ve hurma bahçeleri de
onların elindeydi. Sayı bakımından daha kalabalıktılar, üstelik utm denilen
müstahkem kale-evlere sahiptiler.[78]
Yerleştikleri toprakların Yahudilere ait
olması; geçim olarak çok büyük zorluklar içerisinde olmaları gibi etkenler,
başlangıçta Evs ve Hazrec kabilelerini Yahudilerin baskı ve zulmüne boyun eğmek
zorunda bırakmıştı. Evs ve Hazrecliler, ilk yıllarda Yahudilerle uyum içerisinde
yaşadılar, hatta onlarla çeşitli anlaşmalar yaptılar. Böylece her iki taraf
emniyet içinde yaşadı.[79] Ancak bu
durum çok uzun sürmedi. Evs ve Hazrec kabilelerinin sayı olarak çoğalmaları,
ekonomik olarak zenginleşmeye başlamaları Yahudileri korkuttu ve aralarındaki
antlaşmayı bozma kararı aldılar.[80] Yesrib’de
başlangıçta güçsüz konumda olan Evs ve Hazrec, akrabaları olan Suriye’de meskûn
Gassânîlerden aldıkları dış destek sayesinde güçlenerek Yahudilere galip
geldiler.[81] Yesrib’in
dışında yaşayan Evs ve Hazrec kabileleri bu süreçten sonra şehrin iç kısmına
yerleştiler.
Yahudiler için bu yeni durum, hiç de istenilir
bir şey değildi. İleride bu iki kabilenin kendi egemenlikleri için tehlike
oluşturmalarından korktular. Yahudiler, düşmanca tavırlar sergilemeye ve hatta
Arapların haysiyetini zedeleyen isteklerde bulunmaya başladılar. Örneğin Evs
veya Hazrec’den evlenmek isteyen birisi önce evleneceği kadını Yahudi
liderlerinden Fityevn’e göndermek zorundaydı. [82] Bu
gelişmeden rahatsız olan Yesribli Araplar, Hazrec liderlerinden Mâlik b. Aclân,
akrabaları olan Gassânîler ve diğer Arap kabilelerinden aldığı destek sayesinde
Yahudilere üstünlük sağladılar.[83]
Yahudilerle yapılan mücadelede tetikleyici olay
ise Hazrec reisi Mâlik b. Aclân’ın kız kardeşinin Benî Süleym’den biri ile
evlenmesi üzerine Fityevn’in ona söz konusu şartı hatırlatan bir elçi
göndermesi oldu.[84] Bu durum Evs
ve Hazrec için bardağı taşıran son damla olmuş ve Gassânîler’in yardımıyla
Yahudileri yenerek onları Yesrib dışına çıkarmaya muvaffak olmuşlardır.[85] Mâlik b.
Aclân’ın oğlu Osman’ın Bedir savaşına katılan bir sahabi olduğu düşünülürse bu
olayların İslâm’dan kısa bir süre önce gerçekleştiği kabul edilebilir.[86]
Yahudilerle yapılan savaşta yalnız Hazrec
değil, Evs de kârlı çıkmıştır. Çünkü bundan önce şehrin dışında yaşamakta iken
Yesrib’in içine yerleşmişlerdir.[87] Evs ve
Hazrec, Medine içinde kendilerine ait utmlar (kale) inşa etmişlerdir. Üstelik
Yahudilerle yaptıkları ve Gassânîler’in yardımıyla galip geldikleri savaşta
Yahudilerden de bazı utmlar ele geçirmişlerdi.[88] Ancak bir
süre sonra Yahudilerin kışkırtmasıyla Evs ve Hazrec birbirine savaş açmış ve
yaklaşık 120 yıl boyunca birbirleriyle didişmişlerdir.
Evs ve Hazrec arasında Sümeyr Savaşı ile
başlayan çatışmalar ondan sonra gelen Ka'b b. Amr, Serâre, Hâtıb, Fâri',
Birinci Ficâr, İkinci Ficâr, Rubey' ve Buâs savaşları ile devam etmiştir.[89] Adı geçen
savaşların birçoğunda Hazrec kabilesi Evs’e üstünlük sağlamıştır.[90] Bu
savaşların en büyüğü ve aynı zamanda sonuncusu hicretten altı yıl kadar önce
Medine’ye iki fersah* uzaklıktaki Buâs mevkiinde cereyan etmiştir.[91] [92] Savaşın
hicretten beş yıl kadar önce meydana geldiğini söyleyenler olduğu gibi, 40 yıl
.120 önce olduğunu iddia edenler de vardır.
Buâs savaşı Evs kabilesinden bir kişinin
Hazrec’e sığınan bir yabancıyı öldürmesi üzerine başlamıştır. Savaş esnasında,
Evs kabilesinin başında Ensar’ın ileri gelenlerinden Üseyd b. Hudayr’ın[93] babası
Hudayr el-Ketaib, Hazrec kabilesinin başında ise Amr b. Nu’man el-Beyâzî
bulunuyordu.[94] Savaşın
başlarında Hazrec kabilesi üstünlüğü sağlamış görünüyorken Evs lideri Hudayr’ın
sebatı ve savaşı iyi yönetmesi durumu Evs’in lehine çevirdi. Her iki kabileden
de birçok ileri gelenin hayatını kaybettiği savaş, Hazrec lideri Amr b.
Nu’man’ın atılan bir okla öldürülmesi ve Evslilerin zaferiyle sonuçlandı.[95] Ancak bu
zafer, Evs’e de son derece pahalıya mal oldu. Zira onlar savaşı kazanmalarına
rağmen kabilenin ileri gelenlerini kaybetmişlerdi. Galip gelen Evs ve savaşı
kaybeden Hazrec, savaştan sonra Yahudilere daha da muhtaç hale geldiler.
Yesrib’deki Yahudiler, dil, kıyafet, kültür ve
medeniyet konularında her bakımdan Araplaşmışlardı. İsimleri Arapça idi.
Hicazda yaşamakta olan Benî Za'urâ Yahudileri hariç diğer Yahudi kabilelerinin
isimleri Arap ismi idi. Yahudiler kendi dilleri olan İbraniceyi pek
kullanmazlardı. Muhtemelen bu dili bilenler de sadece önde gelen bazı din
adamlarıydı. Ancak Yahudilerin, bütün bunlara rağmen kimliklerini muhafaza
etmede hassasiyet gösterdikleri bilinmektedir. [96] Diğer
taraftan şehirde Yahudileşen Araplar da vardı. Üstelik Araplar ile Yahudiler
arasında çeşitli evlilik bağları da kurulmuştur.[97]
Yesribli Benî Nadîr Yahudileri, kendilerini
Benî Kureyza Yahudilerinden üstün görüyorlardı. Bu nedenle herhangi bir öldürme
olayında, Benî Nadîr'den biri, kan parasının sadece yarısını verirken, katil
Benî Kurayza'dan olunca, kan parasının tamamını vermek zorunda kalıyordu.[98]
“Kaynuka” kelimesi, kuyumcu anlamına
gelmektedir. [99] [100] Onlar
İslâmiyet'in başlangıcında bu mesleği yapıyorlardı. Ayrıca o günkü Medine’de
uğraşılan diğer ticaret dallarıyla da meşgul oluyorlardı. Tarıma elverişli
toprağı olmayıp kuyumcu ve tüccar olan Benî Kaynuka dışında, şehirdeki diğer
bütün Yahudilerin çiftçi oldukları 128 söylenebilir.
Arap kabileleri arasında ise putperestlik
revaçta idi. Evs ve Hazrec, Müşellel'de, sahilde bulunan Menât adlı puta
tapıyorlardı.[101]
Medinelilerin asıl putları bu idi. Ona kurbanlar kesiyor, hediyeler
sunuyorlardı. Çocuklarına Abdümenât ve Zeydmenât gibi isimler koyuyorlardı.[102] Menât'a
diğer kabileler de tapmakla birlikte, ona en fazla saygıyı Evs ve Hazrec
gösteriyordu.[103] hicrî 8.
yılda Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hz. Ali’yi bu putu yıkmaya
gönderene kadar Kureyş de bu puta tazimde bulunmayı sürdürdü.[104]
Bir evin fertlerinin taptıkları aile putları
olduğu gibi, umuma ait putlar da vardı. Kaynaklarda put heykellerini çalan ve
onları kesip parçalayarak bir torbaya koyup, mutfağının ateşini yakmak üzere
ihtiyar bir kadına götüren bir Müslüman’dan söz edilmektedir.[105]
Evs ve Hazrec dâhil olmak üzere birçok kabile,
Menât'a tapmanın yanında hac görevini de yapıyorlardı. Fakat onlar Safâ ve
Merve arasındaki sa'y görevini yerine getirmiyorlardı.[106] Menât'ın
bulunduğu yerde ihrama giriyorlardı. Haccı ifa ettikten sonra da Menât'a gelip
putun önünde saçlarını tıraş ediyorlar ve hac ibadetini bu şekilde
tamamlıyorlardı.[107] Yani burada
ihramdan çıkmış oluyorlardı. Onlar Menât'ın yanı sıra Lât adlı puta da
tapıyorlardı. Arap kabilelerinin, Yahudiliğin ve Yahudilerin ahlâkî
fikirlerinin etkisinde kaldıkları da müşahede edilmektedir.[108]
Medine’nin dinî hayatına kâhinlerin de
etkisinden söz etmek gerekir. İçinden çıkamadıkları bazı zor meseleleri bu
kâhinlere götürerek onların çözümüne göre davranırlardı. Kendisine on erkek
çocuk verdiği takdirde, bunlardan birini Allah'a kurban edeceğine dair adakta
bulunan Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) dedesi Abdülmuttalib[109] adağına
uygun olarak on oğlu olunca kura çekti. Çekilen kura ilerde Hz. Peygamber’in
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) babası olacak olan Abdullah’a isabet etti.[110] Adağa göre
Abdullah’ın kurban edilmesi gerekiyordu. Fakat yakın çevresinin baskısı altında
kalan Abdülmuttalib bir çözüm aramak durumunda kaldı. Kureyş kabilesinin
teşebbüsüyle, Abdülmuttalib, Medine'de yaşayan bir kâhineye başvurmayı kabul
etti. Fakat Abdülmuttalib Medine'ye gittiğinde, kâhinenin Medine’nin kuzeyinde
bulunan Hayber'de bulunduğunu öğrendi.[111] Bunun
üzerine Hayber’e giden Abdülmuttalib kâhineye meseleyi anlatınca kâhine şöyle
dedi: "Çocukla, sizde adet olan kan bedeli (on deve) arasında kura
çekin. Şayet kura yine çocuğa isabet ederse, kan bedeline ilâve ederek, kura
develere isabet edinceye kadar devam edin!"[112]
Mekke geleneği, on deveyi kan bedeli olarak kabul ediyordu; kura ile 100 deveye
razı oldu. Abdülmuttalib, tam olarak mutmain olmak için, oğlu ile 100 deve
arasındaki kurayı üç defa tekrarladı[113] ve oğlunun
hayatı bu şekilde kurtuldu. Bu kâhine, sadece Yahudilerin yaşadığı Hayber'e
gittiğinden, kendisinin de Yahudi olduğu düşünülebilir.[114]
Bütün bunların yanında Medine’de Allah'ın
isminin anıldığı ve O'nun yaratıcı olarak bilindiği de görülmektedir. İbn Sa'd,
Cahiliye döneminde Ebu'l-Heysem (Mâlik b. Teyyihân) ve Es'ad b. Zürâre'nin
putlara tapmayı çirkin bir iş olarak gördüklerini, onlardan nefret ettiklerini
ve tevhid inancına sahip olduklarını kaydeder. [115] [116] Bazı
araştırmacılar bu kayda dayanarak yukarıdaki iki şahsı hanîf olarak 144
nitelendirmişlerdir.
Her ne kadar Medineliler, civardaki Arap
şehirlerinin halkları gibi müşrik olsalar da onlarda Taif veya diğer şehirlerde
olduğu gibi bir tapınağa rastlanmamaktaydı.[117] En değer
verdikleri putları Menât bile Medine dışında sahilde Müşellel denilen mevkide
idi.[118]
Medine’de kültürel hayat, Hicaz’ın geri
kalanından pek de farklı değildi. Hayat tarzları birbirine çok benzemekteydi.
Bölgede çok kadınla evlilik yaygındı. Vefat eden bir adamın sadece hanımı ve
kızı değil, küçük erkek çocukları dahi miras alamıyordu; mirastan sadece bir
savaş esnasında eli silah tutan, buluğa ermiş erkek çocukları hak alabiliyordu.
Şayet bütün erkek çocuklar buluğa ermemişlerse, yeğenler ve baba soyundan gelen
akrabalar bütün mirası alıyordu.[119] O takdirde
zengin olan bir aile, şayet mirasçılarla iyi ilişkiler içinde değilse, ertesi
gün parasız ve dilenci durumuna düşebiliyordu. [120]
Yesrib’de para karşılığında bayram ve düğünlerde
şarkı söyleyenlerin yanında sadece cenazelere katılan ve ağlayan gruplar da
vardı. Bu ağlayıcılar, gruplar halinde gelirler, bazıları bir müddet feryat
edip ağlarlar, onlar susunca da diğerleri ağıtlara devam ederlerdi. Ahenkli bir
şekilde şiir söylemeye önem veren şairler ve hatipler de bulunuyordu.[121]
BİRİNCİ BÖLÜM
HZ. PEYGAMBER (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
DÖNEMİNDE ENSAR
Hz. Peygamber, on yıl boyunca insanları
Mekke’de İslâm’a çağırmış; ancak onun tebliğine olumlu cevap verenlerin sayısı
çok az olmuştu. Bir ümitle gittiği Taif’te ise Mekke’yi aratacak bir ortamla
karşılaşmıştı. Taiflilerin, İslâm’a girmek bir yana davete bile tahammüllerinin
olmadığını görmüştü.[122]
Gerek
Mekke, gerekse Taif’te istediğini elde edemeyen Resûlullah (salla’llâhü aleyhi
ve sellem), çalışmalarını diğer Arap kabileleri üzerine yoğunlaştırdı. Gerçi
önceden de onları İslâm’a davet ediyordu; ancak bu sefer daha farklı bir yöntem
uyguladı. Önceleri genel olarak İslâm’a çağırdığı bu kişileri şimdi tek tek her
bir kabilenin reisiyle bizzat görüşmek suretiyle kazanmaya çalışıyordu. Bunun
için de en uygun zaman ve zemin, insanların gelip toplandıkları panayırlar ile
hac mevsimiydi. Ukâz, Zü’l-Mecâz ve Mecenne panayırları, bir açık hava
toplantısı mahiyetinde idi. Bu panayırlarda hem ticaret yapılıyor, hem de
şairler şiirlerini okuyor ve hatipler halka hitap ediyorlardı. Bir nevi halka
açık kültür ve ticaret festivali yapılmaktaydı. İşte böyle ortamların İslâm
davasını daha geniş kitlelere ulaştırmak için elverişli olduğunu gören
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) harekete geçti. Her görüştüğü kabile
reisine “Bana eman verin ve benim davetimi destekleyin ki Allah’ın kelamını
herkese iletebileyim.”[123] diyordu.
Ancak Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu gayretleri karşısında
müşrikler de boş durmuyor, bilhassa Ebû Leheb ve Ebu Cehil işlerini güçlerini
tamamen bırakıp İslâm’ın yeni kabilelere tebliğini engellemeye uğraşıyorlardı.[124] Hatta kimi
zaman Ebu Leheb, Hz. Peygamber’i (salla’llâhü aleyhi ve sellem) adım adım takip
ediyor, onun çıktığı her çadıra hemen akabinde giriyor ve aleyhte propaganda
yapıyordu.[125] Bunun çok
olumsuz neticeleri oluyordu. İslâm’ı kabul edecek gibi olan ya da en azından
üzerinde düşünecek olanlar, az önce gelen adamın bizzat amcasının onu
yalanlamasından etkileniyorlar “Senin ailen ve akrabaların bile sana tabi
olmuyorlar. Oysa onlar seni bizden daha iyi biliyorlar.” diyerek daveti kabul
etmekten kaçınıyorlardı.[126]
Bu tebliğ çalışmalarının birinde Medineli Evs
ve Hazrec kabileleri Mekke’ye yaptıkları bazı seferler sonucu Hz. Peygamber ile
tanışarak İslâm’ı kabul ettiler. Başlarda küçük bir grubun kabul ettiği İslâm,
kısa sürede Medine’de dalga dalga yayılarak yeni bir güç haline geldi.
Evs ve
Hazrec’in İslâm’la Tanışması
Medine’de ilk müslümanın kim olduğu tartışmalı
bir mevzudur. İlk dönem İslâm tarihçileri bir isim üzerinde ittifak etmiş
değillerdir. Ancak yine da bu konuda bazı görüşler ileri sürülmüştür.
İbn Hişâm ile Taberî, İbn İshâk ve Asım b. Ömer
b. Katâde’ye dayanarak naklettikleri rivayette Resûlullah (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) ile ilk görüşen Medinelinin Hazrecli Süveyd b. Sâmit olduğunu ifade
etmişlerdir.[127] Süveyd,
kabiliyetli oluşu, yiğitliği, şiir ve edebiyatı sevmesi ve soylu bir aileye
mensup olması nedeniyle “kâmil” lakabı ile tanınıyordu.[128] İbn
Sa’d “kâmil” lakabının halk arasında üstün bir yere sahip olan, yüzücülük ve
okçulukta mahir, okuma-yazması olan ve akıllı, zeki kişilere verildiğini
kaydeder.[129] Bu durumda
bunun Süveyd’e özel bir lakap olmadığı anlaşılmaktadır. Süveyd, anne tarafından
da Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) akrabasıdır. Süveyd’in annesi
ile Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) dedesi olan
Abdülmuttalib’in annesi Selma bt. Amr kardeştirler.[130] Resûlullah
Süveyd ile görüştü ve kendisini hak dine davet etti. Aralarında geçen kısa bir
konuşmadan sonra Süveyd İslâm’ı kabul etti ve Medine’ye döndü, ama kısa bir
süre sonra Hazrec tarafından öldürüldü.[131] İbn Hişâm’a
göre Süveyd’in öldürülüşü Buâs savaşından önceki bir olaydır.[132] Dolayısıyla
Süveyd’in Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile olan bu görüşmesi
oldukça erken bir dönemde gerçekleşmiştir.
İbn Sa’d ise ilk iman eden Medinelinin kim
olduğu konusunda ihtilaf olduğunu ifade ettikten sonra Es’ad b. Zürâre[133] ve Zekvân
b. Abdi Kays’ın[134] ilk
Müslüman olan Medineliler olduklarına dair bazı rivayetlere yer verir.13 [135] Bu
rivayetlerde şu ek bilgilere rastlıyoruz. İlk önce Es’ad b. Zürâre ile Zekvân
b. Abdi Kays, ittifak yapmak amacıyla Utbe b. Rebi’a ile görüşmek üzere
Mekke’ye gittiler. Ancak Utbe ile görüşmeden önce Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) hakkındaki dedikoduları duyup onunla görüştüler ve Müslüman
oldular. Daha sonra Hz. Es’ad b. Zürâre, Medine’ye gidip durumu Ebu’l Heysem b.
Et- Teyyihân’a anlattı ve o da Müslüman oldu.[136] Bundan
sonra Ebu’l-Heysem, Akabede Resûlullah ile görüşmüş olan altı kişiye katıldı.
İlk Müslüman olan Medinelilerin Râfi b. Mâlik [137] ile Muâz b.
Afra[138] olduğu da
rivayet edilmiştir.[139]
İbn Hişâm, Taberî’nin İbn İshâk’a dayanarak
naklettikleri rivayete göre; Buâs muharebesinden önce Evs ile Hazrec arasında
husumet ve çatışma başlayacakken, Evs’in bir kolu olan Benî Abdü’l-Eşhel’in bir
heyeti, Ebu’l-Haysir Enes b. Râfi[140] liderliğinde
Hazrec kabilesine karşı Kureyş ile ittifak yapmak arzusuyla Mekke’ye geldi. [141] Hz.
Peygamber, bu heyetin geldiğini duyunca onların yanına gitti ve kendilerine,
uğruna geldikleri şeyden daha iyi bir şey kabul etmek isteyip istemediklerini
sordu. Onlar, bunun ne olduğunu sordular. Resûlullah, “Ben, Allah tarafından
kullarına gönderilen elçisiyim. Ben, kulları Allah’tan başkasına kulluk
etmemek, ondan başka kimseye ortak koşmamaya davet etmeye geldim. Bana ayrıca
bir kitap nazil olmuştur.” dedikten sonra onlara İslâm’ın ana ilkelerini
açıkladı ve kendilerine Kur’an okudu.
Heyette yer alan İyâs b. Muâz[142] adındaki
bir genç bunları duyduktan sonra “Vallahi arkadaşlar, uğruna geldiğiniz şeyden
bu, kesinlikle daha iyidir.” dedi. Fakat kafile başkanı Ebu’l-Haysir bu gencin
yüzüne toprak atıp, Resûlullah’a, “Bizi bağışla! Biz buraya başka bir iş için
geldik.”[143] diyerek
Mekke’ye geliş amaçlarının farklı olduğunu belirtti.
Muhtemelen Ebu’l-Haysir Resûlullah’tan
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) ve onunla Kureyş kabilesi arasında meydana gelen
olaylardan haberdardı. Bu nedenle Kureyş’in dostluğunu kazanmaya gelmişken
onların düşmanlığını ve öfkelerini üzerine çekmek istememişti. Nitekim İbn
Hişâm’ın verdiği şu bilgi düşüncemizi doğrulamaktadır. İyas’ın yaptığı teklife
kızan Ebu’l-Haysir “Amma da konuşuyorsun. Biz buraya Kureyş’le düşmanlarımıza
karşı ittifak yapalım diye geldik; sen ise istiyorsun ki Kureyş ’i düşman yapıp
gidelim. ”[144]
Hz. Peygamber, Mekke döneminin sonlarına doğru
hac mevsiminde Mekke’ye gelen farklı kabilelere İslâm’ı tebliğ etmeye
başlamıştı. Bu amaçla Kinde, Kelb, Benî Âmir b. Sa’sa’a gibi bazı kabilelerle
görüşmeler yaptı ancak bir sonuç alamadı.[145]
Bi’set’in 11. yılında (620) hac mevsiminde
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yine her yıl yaptığı gibi hac için
Mekke’ye gelen Arap kabileleri ile görüşmek üzere Mina tarafına yöneldi. Birkaç
kabile ile görüştükten sonra Akabe yakınlarında konaklamış olan Hazrec
kabilesinden bir grubun yanına gitti.[146] Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) kendilerine, “Siz kimsiniz?” diye sordu. Onlar,
“Biz Hazrec kabilesine mensubuz.” dediler. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem), “Eğer biraz oturursanız size bazı şeyler söyleyeceğim.” dedi.
Hazrecliler teklifi kabul edince Resûlullah yanlarına oturdu, onları Allah’a
davet etti, İslâm’ın temel ilkelerini anlattı ve onlara Kur’an-ı Kerim’den
İbrahim Suresinin 35-52. ayetlerini okudu.[147]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
okumasını bitirince Hazrecliler aralarında, “Arkadaşlar, bilin ki Yahudilerin
durmadan sözünü ettikleri ve geleceğinden haber verdikleri nebi budur. Onlar
-iman etmede- bizi geçmememeli.” dediler.[148] [149] Zira
Medine’deki Yahudiler, Araplarla yaptıkları her kavgadan sonra onlara “Yakında
bir peygamber gelecek, ona 28 tabi olacağız. İrem ve Âd milletleri gibi, sizin
kökünüzü kazıyacağız. diyorlardı.
Kur’an ayetlerinden etkilenen Es’ad b. Zürâre
arkadaşları üzerinde kabilenin ileri gelenlerinden birisi olması hasebiyle var
olan etkisini de kullanarak onları İslâm’ı kabul etmeye davet etti.[150]
Kafiledekiler İslâm’ı kabul ettiler, Resûlullah’ı tasdik ederek kabilelerinin
ayrılık, kargaşa ve fitne içinde yüzdüğünü, Hz. Peygamber vesilesi ile Allah’ın
onları birleştirmesini umduklarını söylediler[151] ve şunları
eklediler: “Biz onlara gidiyoruz ve sizin bize tebliğ ettiğiniz dini onlara
anlatacağız. Eğer bizim anlattıklarımızı dinler ve kabul ederlerse Allah’ın
yardımıyla sizin etrafınızda birleşirler. Böyle olursa yeryüzünde sizin kadar
aziz ve şerefli başka bir adam olmayacaktır.”[152]
Bazı rivayetlerde bu olaydan şöyle
bahsedilmiştir. “Resûlullah onlara dedi ki: Rabbimin mesajını herkese
iletebilmem için beni destekler misiniz?” Onlar dediler ki: “Ya Resulallah,
bizde Buâs muharebesi henüz son bulmuştur. Eğer sen hemen şu sıralarda oraya
gelirsen halkın senin etrafında birleşmeleri zor olacaktır. Şimdilik bizim
oraya dönmemize müsaade et. Belki de Allah aramızdaki ilişkileri düzeltir ve
senin bize telkin ettiğin şeyi biz onlara telkin ederiz. Böylece belki Allah
onları senin etrafında toplar. Böyle olduğu takdirde senden kuvvetlisi
olmayacaktır. Biz gelecek yıl hac mevsiminde tekrar görüşelim.” [153] Bu son
derece makul teklifi olumlu karşılayan Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem), Medine’deki nazik durum ortadan kalkana ve Medineliler bu konuyu kendi
içlerinde iyice müzakere edene kadar Mekke’de kaldı.
Akabe’de Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) biat eden altı kişi ve mensup oldukları Hazrec’in boyları , , 33
şunlardır;
Ebu Ümâme Es’ad b. Zürâre (Benî Mâlik b.
Neccâr)
Avf b. Hâris b. Rifa’a[154] [155] (Benî Mâlik
b. Neccâr)
Kutbe b. Âmir b. Hadide[156] (Benî
Selime)
Ukbe b. Âmir b. Nabi[157] (Benî Harâm
b. Ka’b)
Câbir b. Abdullah b. Ri’âb[158] (Benî Ubeyd
b. Adiy)
Bazı rivayetlerde yukarıdaki isimlere
Ebu’l-Heysem b. Teyyihân ile Uveym b. Sâide’nin[159] de
eklenmesiyle toplam sayı sekize çıkarılmaktadır.[160] Ancak bu
görüş çok fazla kabul görmemiştir.
Medineliler, Kur’an ayetleri ve Hz.
Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sözlerinden çok etkilendiler. Hemen
Medine’ye dönerek etkili bir tanıtım ve tebliğ çalışmasına başladılar. Öyle ki
bir yıl içinde Medine’nin dört bir yanında bu yeni din konuşulur oldu. Medine
çarşı ve pazarlarında, insanların bir araya geldiği her mecliste İslâm’dan söz
ediliyordu. Müslümanların kamuoyu oluşturma çalışmaları kısa zamanda büyük
meyveler vermeye başladı.[161]
Akabe’de İslâm’ı kabul eden ilk altı Medineli,
memleketlerine dönünce etraflarındaki insanlara İslâm’ı anlatmaya başladılar.
Bunun neticesinde Medine kamuoyunda gündemin baş maddesi olarak evlerde
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) adı ve davet ettiği mesaj
konuşulmaya başlandı.[162] Ertesi yıl
yani bi’setin 12. yılı hac mevsiminde Medine’den gelen on iki kişilik bir grup
Akabe’de Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile görüştü.[163] Bu on iki
kişiden beşi bir önceki yıl Müslüman olanlardı. Önceki yıl Hz. Peygamber’le
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) buluşmuş olan Câbir b. Ri’ab bu yıl gelmemişti.
Diğer yedi kişiden beşi Hazrec kabilesine ikisi de Evs kabilesine mensuptular.
Bu Müslümanların adları ve kabileleri şöyledir;[164]
Muâz b. Hâris b. Rifa’a Benî Neccâr’dan
(Hazrec)
Zekvân b. Abdi Kays,[165] Benî
Zürayk’tan (Hazrec)
Ubâde b. Sâmit[166] Benî Avf
b. El-Hazrec’den (Hazrec)
Yezîd b. Sa’lebe[167] Benî Avf
b. El-Hazrec’den (Hazrec)
Abbâs b. Ubâde b. Nadle[168] Benî
Sâlim b. Avf b. Hazrec’den (Hazrec)
Ebu Heysem b. Et-Teyyihân Benî Abdi’l-Eşhelden
(Evs)
Uveym b. Sâide Benî Amr b. Avf’tan (Evs)
Diğerleri ise ilk heyette yer alan Es’ad b.
Zürâre, Avf b. Hâris, Râfi’ b. Mâlik , Kutbe b. Âmir ve Ukbe b. Âmir’dir.
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
birinci Akabe biatinde Müslümanlardan aldığı biate “Bey’atü’n- Nisa” adı
verilir. Zira bu biatin sözleri, Mekke fethi sonrasında Kur’an- Kerim’in
Müslüman kadınlardan alınmasını teklif ettiği Mümtehine suresinin 12.
ayetindeki biatin sözlerine çok benzemektedir. [169] [170] Bu ayette
Allah (cc) şöyle buyurmaktadır: “Ey Peygamber! inanmış kadınlar, Allah'a
hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını
öldürmemek, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi bir
işte sana karşı gelmemek hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman,
biatlerini kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile.
„49
Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok
esirgeyendir. Başka
bazı görüşlere göre bu biate Bey’atü’n-Nisa denmesinin sebebi savaşmanın
biatte yer almamasıdır.[171] [172] Her iki
görüşten dolayı da bu biate Bey’atü’n-Nisa denilmiş olabilir.
İbn Hişâm, İbn İshâk’a dayandırarak, biat’in
metnini şöyle nakletmiştir:
“Biz (Medineli Müslümanlar) Allah’a kimseyi
ortak koşmayacağız. Hırsızlık yapmayacağız. Zina yapmayacağız. Evlatlarımızı
katletmeyeceğiz. Hiçbir şekilde hiçbir kimseye iftirada bulunmayacağız.
Resûlullah ’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) asla itaatsizlik etmeyeceğiz. ” Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) da
söylediklerine cevaben “Eğer bu sözlere sadık kalırsanız sizin için cennet
vardır. Eğer birisi haram olan bir fiil işlerse bu mesele Allah’a havale
edilecektir. O isterse cezalandırır isterse affeder”5 buyurdu.
Akabe’deki ilk görüşmeden sonra İslâmî daveti
bekleyen tehlike, Evs kabilesinin İslâm’ı reddetmesiydi. Aralarındaki
husûmetten dolayı Evs kabilesinin, Hazrec’in getirdiği bu yeni dini kabul
etmeme ihtimali vardı ve bu, Medine’de iki kabileden Hazrec’in İslâm, Evs’in de
Cahiliye temsilcisi olarak aralarında var olan düşmanlığı farklı bir boyuta
taşımaları anlamına gelecekti. Ancak Hazrec kabilesinin İslâm’ı sunuş şekli ve
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) mesajlarının kuşatıcılığı, Evs
kabilesini de etkiledi ve böylece Birinci Akabe biatinde Evs kabilesinden de
temsilciler yer aldı. Onların bu ortak tavrı Evs ile Hazrec’in kabilecilik ve
asabiyet engelini ilk etapta bertaraf ettikleri anlamına gelmektedir.[173]
Birinci Akabe Biatinden sonra Medineli
Müslümanlar yurtlarına dönerken, Hz. Peygamber, (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Mus’ab b. Umeyr’i onlara dinlerini öğretmek, İslâm’ın Medine’de yayılıp
yerleşmesini sağlamak için onlarla birlikte gönderdi.[174] Mus’ab b.
Umeyr’in önemli bir diğer görevi de Medine’nin iç siyasî yapısını gözlemlemek
ve bu konuda Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bilgi vermekti.[175]
Bi’set’in 13. yılı Zilhicce ayında (miladi 622
yılının Haziran ya da Temmuz başı) hac mevsimi yaklaşıncaya kadar İslâm,
Medine’de bir hayli yayılmıştı. Artık Medineli Müslümanlar kendi aralarında
“Allah’ın Resulü daha ne kadar Mekke dağlarında itilip kakılacak.” diyerek
Resûlullah’ı (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Medine’ye davet etmek için
şartların olgunlaştığını aralarında konuşmaya başlamışlardı.[176]
Bir yıl sonra hac mevsiminde Medineli
Müslümanlar daha önce sözleştikleri gibi Mekke’ye Resûlullah ile buluşmak için
gittiler.[177] İbn Hişâm,
Ensar’dan Ka’b b. Mâlik’e[178] ait detaylı
bir rivayeti şöyle aktarmaktadır: “Biz (Ensar) kabilemizin müşrikleriyle[179] hacca
gittik. Daha önce Resûlullah’ı (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hiç görmemiştik
ve hiç tanımıyorduk. Bu sebeple Mekkelilerden birine sorduk. Adam bize amcası
Abbâs’ı tanıyıp tanımadığımızı sordu. Ticaret için bize gelip gittiğinden
Abbâs’ı tanıdığımızı söyleyince şöyle dedi: “Harem’e gidin, Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Abbâs ile birlikte orada oturuyor.” Biz onun
tarif ettiği gibi Harem’e gittik ve Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
selam verdik. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Abbâs’a dönerek “Siz bu
zatları tanır mısınız?” diye sordu. O, “Evet, bunlar Berâ’ b. Ma’rûr[180] ve Ka’b b.
Mâlik’tir.” Hiç unutmam, Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) benim adımı
duyar duymaz “Şair mi?” diye sordu. Abbâs da “Evet” diye cevapladı. Bundan
sonra Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) teşrik günlerinin ortasında
gece vakti kendisiyle buluşmamızı teklif etti. Kararlaştırılan gece halkımızın
konakladığı yerden kalktık ve gizlice Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
ile buluşmak üzere Akabe’ye hareket ettik. Milletimizin müşriklerinin bunu
haber almalarını istemiyorduk; ama aramızda hâlâ eski dininde olan eşraftan Ebu
Câbir b. Haram da vardı. Biz ona “Siz bizim büyüğümüz ve kabilemizin ileri
gelenlerinden birisiniz. Biz sizin cehennemde yanmanızı istemiyoruz.” dedik ve
ona İslâm’ı anlattık. O da Müslüman oldu ve bizimle beraber Akabe biatine
katıldı.[181] Biz o
sırada 73 erkek ve 2 kadındık. Kadınlardan biri Benî Neccâr’dan Ümmü Ümare
Nesibe (veya Nüseybe) bt. Ka’b, diğeri ise Benî Seleme’den Ümmü Menî Esma bt.
Amr Ümmü Menî idi.[182]
Uveym b. Sâide’den nakledilen bazı ayrıntılar
ise şöyledir: Mekke’ye vardıklarında Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
ile Abbâs b. Abdülmuttalib aracılığıyla görüşmüşler ve Abbâs, Medinelilerin
beraberlerindeki müşriklerden dolayı bu görüşmeyi gizli tutmalarını istemişti.
Daha sonra Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onlara hacıların Mina’dan
ayrılacakları son günde Akabe tepesinin alçak bir yerini tarif etmiş ve orada
buluşmayı kararlaştırmışlardı. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ayrıca
uyumakta olan hiç kimseyi uyandırmamalarını ve kararlaştırılan yere gelmeyen
kimseyi aramamalarını tembih etti.
Bu arada Kureyş de boş durmuyor casuslarıyla
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) faaliyetlerini devamlı
gözetliyordu. Bu nedenle konuşmalar son derece kısa ve öz olmak durumundaydı.
Akabe’de herkes toplandıktan sonra Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
şöyle dedi: “Kim konuşmak istiyorsa konuşmasını kısa tutsun, zira müşriklerin
casusları her yerde sizi aramaktadırlar.” [183]
İbn Hişâm Ka’b b. Mâlik ’in şu rivayetine yer
vermiştir: “İlk önce Abbâs söze başladı ve şunları söyledi: “Ey Hazrecliler![184] Muhammed’in
aramızda nasıl bir mevki ve makamı olduğunu biliyorsunuz. Onun peygamberliğini
kabul etmeyenlere karşı biz (Benî Haşim ve Benî Muttalib) onu destekledik ve
himaye ettik. Bu sebeple kendisi kavmi içinde güçlü bir mevkiye sahiptir ve
kendi şehrinde emin bir konumda bulunuyor. Fakat o size gelmekte ısrar ediyor.
Şimdi eğer siz davet ettiğiniz gibi sözlerinize bağlı kalacak ve muhaliflerine
karşı onu koruyacaksanız, üzerinize almak istediğiniz sorumluluğu alın. Fakat
eğer onun buradan çıkması ve size katılmasından sonra herhangi bir zorlukla
karşılaşacağınıza dair endişeniz varsa açık açık söyleyin. Eğer o size
geldikten sonra onu bırakmanız veya düşmanlarına teslim edecekseniz o zaman
şimdiden bu işten vazgeçin. Zira o, halkı arasında güçlü bir mevkiye ve
şehrinde emin bir yere sahiptir.” Medineli Müslümanlar, “Sizin söylediklerinizi
dikkatle dinledik. Bundan sonra ey Resûlullah! Siz buyrun ve bizden ne taahhüt
almak istiyorsanız alın.” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) bir konuşma yaptı ve ardından Kur’an okudu, onları Allah’a
davet ederek İslâm’a sadık kalmalarını istedi ve şöyle devam etti: “Kendi
ailelerinizi tehlikeye karşı himaye ettiğiniz gibi beni de himaye edeceğinize
ve destekleyeceğinize dair sizden biat almak istiyorum.” Resûlullah’ın
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) isteğine Berâ’ b. Ma’rûr, onun elini kendi eli
içine alarak, “Evet sizi hak ile göndermiş olan Allah’a yemin olsun ki, sizi,
kendi çoluk-çocuklarımız gibi koruyacağız. O halde ey Allah’ın Resulü! Bizden
biat alın. Biz savaşçı kişileriz. Kahramanlığı atalarımızdan miras almış
bulunuyoruz.” karşılığını verdi.
Bu sırada Ebu’l-Heysem et-Teyyihân da söze
katıldı ve dedi ki: “Ey Allah’ın Resulü! Bizimle diğerleri (Yahudiler) arasında
ittifak vardır. Biz bu ittifakı bozmak istiyoruz. Ancak biz, Allah’ın lütfu ve
senin gayretinle bir gün Medine’de üstünlük sağlarsak “Acaba Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Mekke’ye geri döner mi?” diye endişe ediyoruz.”
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu sözlere tebessüm etti ve “Hayır,
artık beraber yaşayacağız, beraber öleceğiz. Ben sizinim ve siz de benimsiniz.
Kiminle savaşırsanız ben de onunla savaşacağım ve kiminle barış yaparsanız, ben
de onunla barış yapacağım.” dedi.[185]
Câbir b. Abdullah ise İkinci Akabe Biati’nin
şartlarını şöyle aktarmaktadır: “Biz Akabe’de toplandıktan sonra “Ya Resulallah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)! Biz hangi hususlarda size biat edeceğiz?” dedik.
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) dedi ki: “İyi ya da kötü her
vaziyette emirlerimi dinleyeceğinize, itaat edeceğinize, ister varlıklı ister
sıkıntılı halinizde olsun mallarınızı harcayacağınıza, iyilik için
çalışacağınıza, herkesi kötülükten men edeceğinize, Allah ile ilgili olarak her
zaman doğruyu söyleyeceğinize, sizi kınayan veya size karşı gelenlerden
korkmayacağınıza, size geldiğim zaman beni kendi aileniz gibi koruyacağınıza
dair biat edeceksiniz. Bunun mükâfatı olarak da siz Cennete gideceksiniz.”[186]
Ensar Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) biat etmek için yaklaşınca Esa’d b. Zürâre onlara; “Ey Yesribliler! Biz
kendisinin Allah’ın Resulü olduğunu bilerek develerimizi koşturduk ve kendisine
geldik. Bugün kendisini yanımıza almak, bütün Arapların düşmanlığını
kazanmaktır. Bunun neticesinde bebekleriniz ölecek ve kılıçlar kanlarınızla
ıslanacaktır. Onun için bütün bunlara dayanabileceğinizi düşünüyorsanız
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) elini tutun. Allah size bunun mükâfatını
verecektir. Fakat eğer siz canınızdan korkuyorsanız, şimdiden bu işten vazgeçin
ve açıkça menfi cevabınızı verin. Zira (eğer verecekseniz) şu anda menfi cevap
vermeniz Allah katında daha makbul sayılacaktır.” Bunun üzerine orada
bulunanlar dediler ki: “Ey Es’ad! Önümüzden çekil. Allah’a yemin ederiz ki biz
ne bu biatten vazgeçeceğiz, ne de elimizi onun (Resûlullah’ın) elinden
çekeceğiz.”[187]
Aynı şekilde Abbâs b. Ubâde b. Nadle el-Ensarî,
“Ey Hazrecliler, siz bu muhterem zata niçin biat ettiğinizi biliyor musunuz?”
diye sorunca “Evet, biliyoruz” dediler. Ancak Abbâs yine de konunun
ehemmiyetini vurgulayan şu sözleri söyledi. “Siz siyah ve beyaz, herkesle
savaşmak üzere biat ediyorsunuz. (Yani biat ettikten sonra bütün dünya size
düşman olacaktır.) Şimdi eğer malınızın ve eşrafınızın canının tehlikeye
gireceğini düşünüyor ve zor şartlarda Resûlullah’ı (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) düşmana teslim edeceğinizi aklınıza getiriyorsanız, bugünden onun
peşini bırakın. Zira Allah’a yemin ederek söylüyorum, böyle yaparsak hem
dünyada hem ahirette rezil olacağız. Fakat eğer, malınız ve eşrafınızın canı
tehlikeye girmesine rağmen davet etmekte olduğunuz şahsiyeti koruyacağınızı
söylüyorsanız, o zaman onun elini tutabilirsiniz. Allah şahittir ki bu, dünya
ve ahiretin en hayırlı, en sevaplı işidir.” Toplantıda hazır bulunanlar dediler
ki: “Biz onu Medine’ye alıp götürmekten dolayı malımızın ve canımızın tehlikeye
girmesine razıyız.” Bundan sonra “Ya Resulallah, biz verdiğimiz sözde durursak,
mükâfatımız ne olacaktır?” diye sordular. Resûlullah, “Cennet” diye cevap
verdi.”[188]
Kaynaklarda yer alan bu bilgilere göre Ensar
gayet net bir şekilde bu biatin sonuçlarını tahmin edebiliyordu. Bu sebeple
Es’ad b. Zürâre ile Abbâs b. Ubâde b. Nadle bu konuda arkadaşlarını uyarıyor,
bu yeni dine girmenin ve Resûlullah’ı (salla’llâhü aleyhi ve sellem) korumak
için onunla antlaşmanın insanlara savaş açmak anlamına geldiğini onlara
hatırlatıyordu. Ancak onlar, başlarına gelecek her türlü kötülüğe göğüs
gerebileceklerini ifade ederek biat konusunda kararlı olduklarını gösterdiler.
Medineliler bu biatten sonra hayatlarının
tamamen değiştiğinin farkındaydılar. Zira artık Kureyş ile düşman olmanın
yanında kendi şehirlerinde de Yahudilerle yaptıkları anlaşmaları feshetmiş
oluyorlardı. Bu da her şeyden önce canlarını tehlikeye attıklarını, bir başka
ifadeyle İslâm’a hayatlarını feda edercesine girdiklerini göstermektedir. [189] Bu iman,
sonuçlarından anlaşıldığı üzere siyasî bir yön de taşımaktaydı. Çünkü Hz.
Peygamber’i (salla’llâhü aleyhi ve sellem) desteklemek, iç ve dış işlerinde
yeni bazı zorluklarla karşı karşıya kalmak anlamına geliyordu.
Biate konu olan maddelerden de anlaşıldığı gibi
birinci Akabe biati daha çok dinî alanda bazı meseleleri Yesrib halkına
sunmaktayken, ikinci Akabe biati siyasî vurgusu daha fazla olan bir sözleşme
görünümü taşımaktadır. Artık bu sözleşme ile Mekkeli Müslümanlar ile Yesribli
Müslümanlar siyasî bir birlik haline gelmiş oluyorlardı.[190]
Akabe biatine Medine’nin en güçlü iki kabilesi
de katılıp destek vermiştir. Ancak biate Hazrec kabilesinden katılımın daha
fazla olduğu görülmektedir. Hem Hazrec’in sayıca fazla olması, hem de
Resûlullah’la (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ilk görüşmeleri onların
gerçekleştirmiş olması biatlere daha çok onların katılmasını sağlamıştı. Nitekim
İkinci Akabe biatine 11 Evsli ve 64 Hazrecli katılmıştır.[191]
İkinci Akabe biatinden sonra Hz. Peygamber,
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Evs ve Hazrec’den bazı kimseleri “Nakib”
unvanıyla reis tayin etmiş ve bunların her birini kabile fertlerinden sorumlu
tutmuştur. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Medinelilere, “Kendi
kabilelerinden sorumlu olacak on iki nakib seçmelisiniz.[192] Bu
nakibler, Hz. İsa’nın havarileri gibi kendi kabilelerinin kefili olacaklardır”[193] buyurdu.
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu talimatı üzerine Ensar
aralarında görüşerek on iki kişinin ismini verdiler. Bu görevlendirmeyle
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), daha Medine’ye hicret etmeden
oradaki diğer unsurlara karşı üstünlüğü eline alacak bir yönetim kademesi
oluşturmuştu. Böylelikle yeni davanın organizasyonu ve Mekke’den gelecek olan
kardeşlerinin ihtiyaçlarının temini hususunda bir karışıklığa düşülmeyecekti.
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
seçtiği nakiblerin dokuzu Hazrecli, üçü ise Evs’ten idi.[194] Hazrec’den,
Es’ad b. Zürâre,[195] Sa’d b.
Rebi’, Abdullah b. Revaha, Rafi’ b. Mâlik, Berâ’ b. Ma’rûr, Abdullah b. Amr b.
Harâm, Ubâde b. Sâmit, Sa’d b. Ubâde, Münzir b. Amr nakib olarak
seçilmişlerdir. Evs’ten, Üseyd b. Hudayr, Sa’d b. Hayseme, Rifâ’a b. Abd- il
Münzir ise Evs kabileleri adına nakiblik yapmışlardır.[196]
Akabe biatinin yapıldığı gece Kureyşliler
bundan haberdar oldular ve sabah Medinelilerin konakladığı yere gelerek, “Ey
Hazrec topluluğu! Duyduğumuza göre siz o adam ile görüşmüş, onu kendinize
götürmek istemiş ve bize karşı savaş açmak amacıyla ona biat etmişsiniz.
Vallahi! Billahi! Arabistan’da sizinle savaşmamız kadar bizim hoşumuza giden
başka bir şey yoktur!” dediler. Bunun üzerine Medineli müşriklerden bazı
kimseler kalkıp böyle bir şeyden haberleri olmadığına dair Allah’a yemin
ettiler. Bu müşrikler gerçekten de doğru söylüyorlardı. Zira onlar,
Müslümanların biatinden haberdar değillerdi. Müslümanlar ise seslerini
çıkarmadan konuşulanları dinliyorlardı. Daha sonra Kureyşliler, Medinelilerin
kabile reisleri Abdullah b. Übey’e gittiler ve ona durumu izah etmeye
çalıştılar. Abdullah b. Übey, “Böylesine büyük bir işe halkım beni atlatarak
girişemez. Böyle bir şeyin olduğunu sanmıyorum.” dedi.[197]
Kureyşliler bu cevaplardan tatmin olmadıkları
için konuyu araştırmaya devam ettiler. Bu soruşturmaların sonunda bir biatin
yapıldığı kanısına vardılar. Nitekim Medineliler hac farizalarını tamamlayıp
Mekke’den ayrıldıktan sonra Kureyşlilerin bir grubu Ezahir[198] mevkiinde
Sa’d b. Ubâde ve Münzir b. Amr’ı yakaladılar. Münzir kargaşa içinden kurtulmayı
başardı. Ama Sa’d kurtulamadı. Kureyşliler Sa’d b. Ubâde’nin ellerini arkadan
bağladılar ve saçından tutup döverek Mekke’ye götürdüler. Durumu haber alan
Cübeyr b. Mut’im derhal Sa’d b. Ubâde’nin hırpalandığı yere gitti ve onu
müşriklerin elinden kurtardı. Çünkü Sa’d ile Cübeyr’in aralarından öteden beri
ticaret antlaşması (himayesi) vardı. [199] Suriye
ticaret yolu Medine’den geçtiği için Cübeyr b. Mut’im, bu antlaşmaya halel
gelmesini istememişti.[200]
Medine ile Mekke arasındaki ilişkilerin
seyrinin nasıl olacağını bu olay ve yine Sa’d b. Muâz’ın Mekke’de uğradığı bir
sataşma sonrası Ebu Cehil’e karşı sarfettiği sözler açıkça göstermektedir.
Ümeyye b. Halefin misafiri olarak Mekke’de bulunan Sa’d b. Muâz, Kâbe’yi tavaf
etmiş bunun üzerine Ebu Cehil onun bu şekilde güven içinde Kâbe’yi tavaf
etmesini hazmedememişti. Onun sataşmalarına karşılık olarak Sa’d “Allah’a yemin
ederim ki sen beni bundan (tavaftan) men edecek olursan ben seni bundan
önemlisinden men ederim. Senin Medine ticaret yolundan!”[201] Gerçekten
de Mekke müşrikleri İslâm’a saldırmanın bedelini ticaret yollarının güvenliğini
kaybetmek şeklinde ödeyeceklerdi.
Akabe biatleri, özellikle de ikincisi, her ne
kadar dinî muhteva ağırlıklı gibi görünse de aslında siyasî içeriğe de sahip
antlaşmalardır.[202] Bu anlamda
İkinci Akabe Biatinin Ensar’ın İslâm tarihindeki ilk siyasî faaliyeti olduğu
söylenebilir.[203] Bu biat,
Müşriklere karşı Hz. Peygamber’i ve Müslümanları korumayı taahhüt ettiği için en
az dinî içeriği kadar siyasî bir içerik taşımaktaydı. İleriki aylarda Medine
vesikası ile birlikte değerlendirildiğinde Muhacir-Ensar siyasî ittifakının ilk
maddeleri burada ortaya konulmuştur denilebilir.
Akabe biatleri İslâm tarihinin dönüm noktalarından
birini teşkil edecek önemde çok büyük bir olaydır. Resûlullah’ın Mekke ve
Taif’te hiç kimseye İslâmî daveti ulaştıramadığı ve Müslümanların ağır baskılar
altında olduğu bir dönemde, Medineliler Hz. Peygamber’i (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) bir kaçak ya da mülteci gibi değil Allah’ın Resulü ve kendi imam ve
devlet başkanları olarak davet ediyorlardı. Aynı şekilde Mekke’deki Müslümanlar
için de Medine’nin kapıları açılıyordu. Medineliler, Mekkeli Müslümanları zulme
uğramış ve himayeye muhtaç mülteciler olarak çağırmıyorlardı. Onlar,
Arabistan’ın çeşitli yerlerine dağılmış olan Müslümanların Yesrib’de toplanarak
güç birliği yapmalarını, disiplinli ve düzenli bir İslâm toplumunun meydana
gelmesini istiyorlardı. Başka bir deyişle onlar, Yesrib ve Yesribliler için
“Medinetü’l-İslâm” ’ın (İslâm Şehri) temelini attılar ve Resûlullah (AS)
Medinelilerin bu davetini kabul etmek suretiyle Arabistan’da ilk İslâm
toplumunu meydana getirdi.
Medineliler attıkları bu büyük adımın
ehemmiyetini ve anlamını çok iyi biliyorlardı. Bu gelişmenin kendilerine
getireceği zorlukların da farkındaydılar. Hz. Peygamber’in amcası Abbâs b.
Abdülmuttalib ve Ensar’ın sözcülerinden Abbâs b. Ubâde’nin konuşmalarından bunu
çok net olarak anlamışlardı. Ancak onlar mert ve yiğit insanlardı. Bu biatle
adeta namus sözü vermişlerdi.[204] İslâm’ı
şehirlerine davet etmekle onlar bütün Arabistan’a, hatta bütün dünyaya meydan
okuyorlardı. Medineli Müslümanların Arap yarımadasında bulunan tüm
putperestlerin düşmanlığına karşı koyma kararlılığı Akabe biatiyle tescil
edilmiştir. Akabede yaptıkları konuşmalarla da ciddiyetlerini, gözü
pekliklerini ve sarsılmaz inançlarını ortaya koymuşlardır.
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
Evs ve Hazrec kabilesi dışında birçok Arap kabilesine İslâm’ı anlatmış, ancak
onların siyasî ihtirasları İslâm’ı kabul etmelerine engel olmuştur. Bu daveti
kabul edecekmiş gibi görünen bazıları da bunu siyasî bir ikbal amacıyla kabul
etmek istiyorlar ve hemen Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile
pazarlık yapmaya yelteniyorlardı.[205] Ancak
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu tür tekliflere olumsuz yanıt
veriyordu. İşte Medinelilerin farkı burada ortaya çıkmaktadır. Onlar
Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) olan desteklerinin karşılığının ne
olacağını sorduklarında “Cennet” karşılığını almışlar ve bundan memnun
olmuşlardır.
Akabe biatine katılan Müslümanlar ile Mekke’de
İslâm’ı kabul eden ilk Müslümanlar arasında bazı ortak noktaların varlığı
dikkat çekmektedir. Her iki gruptaki insanlar, inançları uğruna başa gelmesi
muhtemel her türlü kötülüğe göğüs gerebilecek bir cesaret ve sabır ortaya
koymuşlardır. Mekkeli Müslümanlar zaten yıllardır maruz kaldıkları ağır
işkenceler, toplumsal ve psikolojik baskılara rağmen imanlarında sebat ederek
bunu göstermişlerdi. Medineliler ise geçmişte Müslüman olanların başlarına
geleni gördükleri halde iman ederek aynı sıkıntılarla baş edebileceklerini
peşinen ifade etmişlerdi.
HZ PEYGAMBER DÖNEMİ SİYASÎ FAALİYETLERİNDE
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
622 yılında Mekke’den Medine’ye hicret etti. Medineliler onu büyük bir coşkuyla
karşıladılar. Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Medine’de kaldığı on
yıl boyunca Ensar onu, her türlü siyasî girişiminde desteklemiştir. Ensar,
Medine’deki yeni yönetimin kuruluş aşamasında adeta İslâm Devletinin esas gücü
olmuş, karşılaşılan her güçlükte sorunun çözülmesi için elinden geleni
yapmıştır. Hz. Peygamber’in Medine’de idarî bir yapı tesis etmesiyle beraber
Müslümanlar da özelde Medine’de, ama esas itibariyle dünya siyaset sahnesinde
boy göstermeye başladılar.
Biz bu bölümde devlet idaresiyle ilişkili olan,
askerî faaliyetler, idarecilik (valilik, vekillik, komutanlık vb.), malî
düzenlemeleri yürütme görevi, muallimlik ve kadılık gibi çeşitli dallarda
devlet idaresinde yer almış Ensarîleri ele alacağız. Diğer yandan siyasî alanı
etkileyen Muahat ve Medine vesikası gibi toplumsal gelişmeler de nihayet bu
bölümün konuları arasında yer alacaktır.
Muahat
(Kardeşleştirme Antlaşması)
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Medine’ye hicret ettikten hemen sonra bir takım faaliyetlerle yeni toplumu inşa
etmeye başladı. Bu amaçla gerçekleştirdiği en önemli işlerden biri, Muhacirler
ve Ensar arasında bir kardeşlik projesini hayata geçirmesidir. Bu proje, her ne
kadar sosyal içerikli bir proje gibi görünse de daha sonraki dönemde siyasî
etkileri de ortaya çıkmıştır.[206]
Cahiliye devri Arapları, çeşitli münasebetlerle
dostluk anlaşmaları yahut ittifaklar (hilf) gerçekleştirmişlerdir. Bu
anlaşmaların sebebi bazen zayıf bir kabilenin daha güçlü bir kabilenin
himayesine girerek saldırılardan korunma çabası, bazen de başka kabilelerle
anlaşarak daha zayıf kabilelere saldırma arzusu olabiliyordu. Her halükarda bu
kabileler, güçlendikleri takdirde zorbaca bazı girişimlerde bulunabiliyor;
onların taşkınlıklarından sadece aralarında kan bağı bulunan kimseler emin
olabiliyordu.[207]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Medine’de bu köklü gelenekten yararlanmış, ancak geleneğin kötü yanlarını
törpüleyerek yeni bir anlaşma biçimini ortaya koymuştur.[208] Ortaya
koyduğu yeni anlaşma biçiminde kan bağını temel almayı terk ederek manevi
dinamiklere dayalı yeni bir siyasî birlik oluşturmuştur.[209] Dolayısıyla
Medine’de oluşan toplumun yeni dinamiği artık kabile ve kan bağı değil din
(İslâm) olmuştur. Toplumsal yapı da kabile ve aşiretten ümmet ve millet olmaya
doğru değişim göstermiştir.[210] Böylece
kabile ve asabiyetin toplumda üstlendiği rol, yerini ümmet ve akideye devretmiş
oluyordu.[211] Aslında
Araplar bu tür bir toplumsal örgütlenmeye yabancıydılar. Onlar, daha çok kan
bağına dayanan örgütlenmeleri biliyorlardı. Ancak Evs ve Hazrec arasında kan
bağına dayalı birliktelikler çözüm sunamıyordu.[212] Yeni
durumda farklı
kabileler bir yana Suheyb gibi Rum kökenli olarak bilinen[213] ve Selman
gibi Fars kökenli[214] kişiler de
bu yeni yapının tabii üyeleri haline gelmişlerdir.[215]
Burada dikkat çeken diğer bir husus daha önce
sürekli birbirleriyle savaşan ve neredeyse birbirlerini yok edecek olan[216] Evs ve
Hazrec kabilelerinin Kur’anî bir terim olan “Ensar” olarak adlandırılmalarıdır.
Medineli Müslüman kabileler toplamına Ensar isminin Allah tarafından verildiği
Enes b. Mâlik ’ten[217] nakledilen
bir rivayetten anlaşılmaktadır. [218] Aynı
şekilde Kureyş’in çeşitli kollarına mensup olan Mekkeli Müslümanlar da
“Muhacir” ortak ismiyle anılmaya başlanmışlardır. Bu isimlendirmeler yeni
toplumun dayandığı temel dinamikleri de açıklamaktadır.
Bu bağlamda daha önce birbirlerine karşı diğer
kabilelerden destek bulmaya çalışan, hatta bu amaçla Mekke’ye gidip Kureyş’ten
yardım isteyen[219] Medineli kabileler,
akide etrafında kenetlenerek Ensar ortak paydasıyla Mekke’den gelen
Müslümanlarla bir birlik oluşturmuşlardır. Hatta kardeşleştirme akdi o derece
güçlü bağlarla tesis edilmiştir ki, kardeşleri birbirine mirasçı kılmıştır.[220]Ancak
sonraları nazil olan Kur’an ayetiyle[221] muahatın bu
hükmü ilga edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) kardeşleştirme anlaşmasını Ensardan olan Enes b.
Mâlik ’in evinde gerçekleştirmiştir.[222] Her ne
kadar Mekkeli Müslümanlar Medine’ye yerleşmiş olsalar ve kendilerine ait
evlerde kalanlar olsa da Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu iş
için kendi evini yahut Kureyşli birisinin evi yerine Medineli bir Müslümanın
evini seçmesinin sembolik bir anlamı vardır. Nitekim daha sonraları Enes b.
Mâlik, “Bu ittifak bizim mekânımızda yapıldı.”0 diyerek bu
durumdan iftiharla söz etmiştir. Bu seçim, her iki toplumu kaynaştıran bir rol
de üstlenmiştir diyebiliriz.
İslâm tarihi kaynaklarında muahata katılanların
sayısı ve isimleri konusunda bazı farklılıklar mevcutsa da tarihçiler arasında
genel bir çerçeve çizmeye yetecek kadar ortak noktalar bulunmaktadır. İbn Sa’d
45’i Ensar 45’i Muhacir olmak üzere toplam 90 kişinin muahata dâhil olduğunu
nakleder.[223] [224] Yine İbn
Sa’d toplam 100 kişi olduklarına dair rivayetlere de yer verir.[225] Makrizî’ye
göre bunlar toplamda 186 kişiydiler.[226] Netice
itibariyle o gün Medine’ye hicret etmiş olan Muhacirlerin tamamının Ensar’dan
birer kişiyle kardeş ilan edildiğini söyleyebiliriz. Bu kardeşlik, Medine
Müslümanlarının aynı zamanda güçlü bir siyasî birlik kurmalarını da
sağlamıştır.
Yapılan kardeşleştirmeye Medineli Müslümanların
hem Hazrec hem de Evs kollarının katılmış olması[227] bu
kabilelerin aralarındaki sorunların giderilmesinde de kaynaştırıcı bir rol
üstlenmiştir. Çünkü kardeşleştirmenin ilk aşamasında ashabın birbirine mirasçı
kılınmış olması, onların adeta aynı kabile ile akrabalık bağı kurmuş olmaları
anlamına geliyordu. Öte yandan yeni bir güç olarak da Muhacirlerin varlığı Evs
ve Hazrec arasında bir tampon görevi görmüş, eski düşmanlıkların hafiflemesini
sağlamıştır.[228]
Ensar, aralarında gerçekleştirilen
kardeşleştirmenin gereğini layıkıyla yerine getirmiş, hatta Muhacirler
duydukları şaşkınlığı ve minnet duygusunu Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) giderek şöyle ifade etmişlerdir, "Ey Allah’ın Resulü! Aralarına
geldiğimiz bu Medine halkı kadar iyi bir kavim görmedik. Gelirleri az olduğu
zaman bizimle paylaşırlar. Çok olduğu zaman ise, bize hissemizden kat kat fazla
verirler. Vallahi bütün ecir ve sevabı, kendilerinin götürmesinden
korkuyoruz."[229]
Kur’an-ı Kerim de Ensar’ın fedakarlığını şöyle
açıklamaktadır: “Daha önceden gelip Medine ’yi yurt edinmiş ve gönüllerine
imanı yerleştirmiş kimseler kendilerine hicret edip gelenleri severler. Onlara
verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler. Kendileri
zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin
tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir. ”[230]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
Muahatın faydalarını ve toplumsal bütünlüğe sağladığı katkıyı gözönünde
bulundurararak hicretten sonraki yıllar içinde de Medine’ye gelen Müslümanları
Medinelilerle kardeş kılmıştır. Bunların en çok bilinenleri Hayber’in fethinde
Medine’ye gelen Habeşistan muhacirleridir. Bunlardan Cafer b. Ebi Talib
Ensar’dan Muaz b. Cebel ile kardeş kılınmıştır.[231] Bu durum
muahatın Hicretin ilk iki yılında başlayıp biten bir olgu değil uzun yıllar
devam eden bir süreç olduğunu göstermektedir. Hatta Ensar ve Muhacir arasında
büyük çaplı, şiddete dönüşen siyasî ayrılıkların yaşanmamasında Resulullah’ın
tesis ettiği kardeşleştirmenin payı büyüktür.
İslâm’dan önce de cahiliye Arapları çeşitli
sebeplerle bazı anlaşmalar yaparlardı. Kabilelerin kendi iç sorunlarına çözüm
getirmek,[232] başka bir
kabileye karşı ittifak arayışı[233] ya da bir
zulmü sona erdirmek üzere yapılan sözleşmeler[234] gibi
çeşitli sebeplerle anlaşmaya gidilirdi.
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Medine’ye hicret ettikten kısa bir süre sonra Medine’deki bütün unsurları içine
alan bir sözleşme hazırladı. İslâm tarihi araştırmalarında, Medine Sözleşmesi,
Medine Vesikası ya da Medine Anayasası şeklinde geçen bu anlaşma ile Medine
Devleti fiilen kurulmuş oluyordu. Ensar kuruluşundan itibaren bu devletin asli
unsurlarından biri olmuştur. Devletin diğer kurucu unsurları Muhacirler ve
Yahudilerdi.
İslâm tarihi kaynaklarında vesikaya dair ilk
bilgiler İbn İshâk’ın meşhur eseri “Siretu İbn İshâk”ta yer alır.[235] Ancak
elimizde bulunan eserde anlaşmanın maddelerine dair bir bilgi ve bu anlaşmanın
haberine dair bir isnat bulunmamaktadır. İbn İshâk’tan sonra gelen tarihçi ve
hadisçiler ondan naklederek bu vesikanın bize ulaşmasını sağlamışlardır.[236] İbn Hişâm
ise anlaşma maddelerini tam metin olarak vermiş ancak o da isnad zincirini nakletmemiştir.[237] Beyhakî hem
antlaşma metnini vermiş hem de vesikanın Muhacir Ensar ilişkilerinin düzenleyen
1-23. maddelerinin isnadını kaydetmiştir.[238]
Medine vesikası pek çok yönden farklı
çalışmalara[239] konu olmuş
bir meseledir. Anlaşma metni Avrupa dillerine ilk önce müsteşrik J. Wellhausen
tarafından 47 madde olarak tercüme edilmiştir.[240] Hamidullah
ise bu metnin 52 madde olması gerektiğini ifade eder. Ancak bunu metne bir
ilave yaparak değil, metnin bazı maddelerini ikiye ayırarak yapar.[241] Muhammed
Hamidullah meşhur eseri “İslâm Peygamberi ”nde bu anlaşmayı maddeleyerek
inceler. Yine kendisine ait “el-Vesaiku’s-Siyasîyye” isimli eserde de
Medine vesikası etraflıca ele alınmıştır. [242] Hamidullah
bu 52 maddelik sözleşmenin tek seferde değil iki ayrı oturumda yazılmış olduğu
kanaatindedir. Hamidullah’a göre Müslümanların kendi aralarında yaptıkları
sözleşme Medine’ye hicretten kısa bir süre sonra, 24. Madde ve devamındaki
maddeler ise h. 2. yılda Bedir Savaşını müteakip Ka’b b. Eşrefin öldürülmesi
olayının hemen sonrasına rastlamaktadır.[243] Yahudilerin
bu anlaşma ile egemenliklerinden ödün vermeleri ve dışardan gelen bir yabancıya
üstelik Medine’de henüz güçlü değilken boyun eğmeleri başka türlü mümkün
görünmemektedir.[244] Buna göre
ilk 23 maddenin Ensar-Muhacir arasında yapılan muahatla tespit edildiği, [245] diğer
maddelerin ise Yahudiler, Müslümanların güçlerini kabul ettikten sonra
yazıldığı kabul edilebilir. Ebu Davud’un naklettiği başka bir hadis de bunu
destekler mahiyettedir. Enes b. Mâlik ’ten (RA) rivayet edilen hadisin metni şu
şekildedir: “Resûlullah bizim evde Ensar’la Muhacir arasında iki veya üç kere
dayanışma akdi yaptı.” [246] Bu hadisten
bu toplanmalardan birisinin Muahat diğerinin ise Medine Vesikası için yapıldığı
sonucuna varılabilir. Hadiste Yahudilerden söz edilmemesi onlarla yapılan
anlaşmanın daha sonraki bir dönemde gerçekleşmiş olduğu tezini
kuvvetlendiriyor.
Biz burada sözleşmenin taraflarından birisi
olması hasebiyle Medine vesikasının Ensar’ı ilgilendiren kısmı üzerinde
duracağız. Vesikanın Ensar ve Muhacir arasındaki ilişkileri düzenleyen
maddeleri bu iki topluluğun dayanışma, sosyal ve siyasî alanda sorumlulukları
paylaşma konularında yoğunlaştığı görülmektedir. Vesika maddelerine göre Bütün
Müslümanlar diğer topluluklardan ayrı bir ümmet olarak[247] savaş fidyesi
ve kan diyetini ortak öderler, Müslümanlara karşı başkalarıyla ittifak
kuramazlar, Müslümanlardan habersiz düşmanla barış yapamazlar.[248] Bu ve
benzeri maddelerin Medine’de Ensar ve Muhacir ittifakıyla güçlü bir siyasî
birlik oluşturma gayesine matuf olduğu açıktır.
Ayrıca metnin üzerinde durulmaya değer
özelliklerinden biri de, antlaşmanın Ensar’dan Enes b. Mâlik ’in evinde
yazılmış olmasıdır. Metin pekâlâ Mescid-i Nebi’de ya da Medine’de halka açık
herhangi bir yerde yazılabilecekken bir Ensarî’nin evinin seçilmiş olması
devletin kuruluş aşamasında Ensar’ın siyasî sürece dâhil edildiğini
göstermektedir.
Ensar bu sözleşmeye isteyerek taraf olmuştur.
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) da sözleşmeyi bir emr-i vaki ile
değil bir istişare ile kaleme aldırmıştır. Hal böyle olunca Ensar’ın bu
anlaşmaya taraf olma isteği ile ilgili bazı mülahazalara yer vermek
gerekmektedir. Öncelikle Ensar, Resûlullah’ı (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Medine’ye davet ederken arzuladığı şeylerden biri, Medine’de bir barış
ortamının sağlanmasıydı. [249] Zira Evs ve
Hazrec kabileleri arasındaki savaşlar, yıllardır bu iki kabileyi Yahudiler
karşısında zelil bir duruma düşürmekte, onları güç ve kuvvetten düşürmekteydi.
Bu anlaşma, Resûlullah’ı Medine’ye davet etmenin tabii bir neticesi ve zaten
umulan bir şeydi.
Yapılan anlaşma ile Evs ve Hazrec sadece kendi
aralarındaki problemlerini çözmüş olmakla kalmayacak dış düşmanlara karşı da
siyasî gücü ellerine geçirmiş olacaklardı. Bu dış düşman hem geleneksel kin
besledikleri Yahudiler hem de yeni düşman Mekke müşrikleri idi.
Medine sözleşmesi Evs ve Hazrec’i yeni devlet
yapısı içinde eriten, benliklerini yok eden bir anlaşma değildi. Aksine gerek
Evs’in gerekse de Hazrec’in kollarının bile “Beni Avf, Benî Sâide, Benî Hâris,
Benî Neccâr vb.” şeklinde tek tek zikredilmesi[250] onların
varlıklarının yeni devletin garantisi altında olduğunu belgeler niteliktedir.
Böylesi bir vesikada -ya da anayasada- taraflar gönül hoşluğu ile katılım
göstermişlerdir.
Anlaşma ile Medinelilerin Yahudilerle olan
sosyal münasebetleri kesintiye uğramamış bilakis diyet ve ortak savunma gibi
yeni maddelerle aralarındaki bu ilişki güçlenmiştir. Böylece şehrin sosyal ve
ekonomik dokusu herhangi bir şekilde zedelenmeden yeni devlet kurulmuştur.
HZ.
PEYGAMBER (salla’llâhü aleyhi ve sellem) DÖNEMİNDE ENSAR’IN ÜSTLENDİĞİ İDARÎ
GÖREVLER
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
döneminde İslâm devletinin sınırları henüz çok genişlemiş değildi.
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatı esnasında her ne kadar Arabistan
yarımadasında Müslümanlara mukavemet edecek herhangi bir güç kalmadıysa da
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Medine’de geçirdiği on yılın büyük
bir kısmında vali tayin edilecek kadar büyük şehirler de fethedilmiş değildi.
Ancak yine de Medine döneminin sonlarına doğru Mekke, Taif, Yemen gibi bazı
merkezler, Müslümanların kontrolü altında bulunmaktaydı. Ne var ki bu merkezler
de Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatına yakın bir dönemde
İslâm hâkimiyetini kabul etmişlerdi. Bu yüzden Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) dönemi Ensar’ın üstlendiği idarî görevlerden söz ederken,
daha ziyade Medine’de Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bulunmadığı
dönemlerde ona vekâlet etme, bazı kabile ve küçük yerleşim yerlerinin
zekâtlarının toplanması görevini yürütme, elçilik görevleri ve nihayet
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatına yakın fethedilen
bölgelerde Medine merkezli İslâm devletine bağlı bazı idarî görevler
kastedilecektir.
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
devrinde çoğu kez birkaç görev aynı anda bir kişinin uhdesine
verilebilmekteydi. Vali olarak tayin edilen bir kişi aynı zamanda gönderildiği
bölgenin askerî komutanı, muallimi ya da vergi memuru olabiliyordu. Örneğin
Muâz b. Cebel Yemen’e hem muallim, hem de vergi memuru olarak
görevlendirilmişti. Keza Hz. Ali de Yemen’e benzer şekilde gönderilmiştir. Bu
nedenle bazı görevlendirmeleri kesin olarak birbirinden ayırmak zordur. Esasen
görevlerin birbirinden ayrılması Hz. Ömer döneminde gerçekleşmiş, bu döneme
kadar bütün bu görevler çoğunlukla iç içe geçmiş durumdaydı.[251] Aşağıda
ismi verilen sahabilerin görevlerinin de bu bilgiler ışığında değerlendirilmesi
uygun olacaktır.
Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
yönetici gönderdiği şehirlerden birisi Hadramut’tur.[252] İslâm’dan
önce Hadramut bölgesinde Kinde, Tücib, Hadramut ve Sadif kabileleri
yaşamaktaydı. Hz. Peygamber, (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Mekke’ye gelen Arap
kabilelerine İslâm’ı takdim ettiği günlerde Kinde kabilesini de İslâm’a davet
etmişse de onlar yapılan bu teklife olumlu bakmamışlardı.[253] Hicretten 9
yıl sonra “Heyetler Yılı”nda Hadramut’dan gelen Tücib kabilesi temsilcileri
İslâm'ı kabul etmişler,[254] onların
ardından Kinde ve Sadif heyetleri de gelerek Müslüman olduklarını beyan
etmişlerdir. [255] Bunun
üzerine Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), onlara Ziyad b. Lebid
el-Beyâzî el-Ensarî’yi vali olarak göndermiştir.[256] Ayrıca
Ziyad’a oranın vergi memurluğu görevi de verilmiştir.[257]
Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
vali gönderdiği bir başka bölge Necran’dır. [258] Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Necran Hristiyanlarına İslâm’a davet
mektubu göndermiş, onlar da h. 9. yılda 60 kişilik bir din adamı grubuyla
Medine’ye gelerek dinî konularda tartışmışlardır. Bu tartışmalar neticesinde,
dinlerinden dönmek istemeyen Necran Hristiyanları, belli miktarda vergi vermek
ve Necran’a gelecek Müslüman görevlileri misafir etmek şartlarıyla anlaşma
yaparak memleketlerine dönmüşlerdir. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem), Amr b. Hazm el-Ensarî’yi[259] Necran’a
vali tayin etmiştir.[260]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Muâz
b. Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderdi. Muâz b. Cebel buradaki valilik
görevine ek olarak, kadılık, muallimlik ve vergi memurluğu görevlerini de
yürütmekteydi.[261]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Uman’a Amr b. Âs’ı vali olarak göndermiş ve yanına -yardımcı olarak- Ebu Zeyd
el-Ensarî’yi görevlendirmiştir. Ayrıca Düba denilen bölgeye de Huzeyfe b. Yeman
vali olarak gönderilmiştir.[262]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
bunların dışında da çeşitli bölgelere pek çok idareci görevlendirmiştir.[263]
Medine’de
Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Vekâlet Etme (İstihlaf)
İstihlaf, sözlükte, yerine birini bırakmak,
halef bırakmak demektir. Bu anlamda İmamın namazda bir mazeret nedeniyle yerine
başkasını geçirmesi veya hakimin yargı görevini bir başkasına bırakması
İstihlaf olarak adlandırıldığı gibi devlet başkanının yerine bir kişiyi görevli
tayin etmesi de istihlaftır.[264]
Kaynaklarda Medine’ye vekâlet eden sahabilere
maaş bağlandığına dair bir rivayete rastlanmamaktadır. Ancak yapılan gazve
sonucunda ganimet elde edilirse görevli olarak Medine’de bırakılanlara ya da
herhangi bir şekilde Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) verdiği bir
görev nedeniyle savaşa katılamayanlara da ganimetten pay ayrılıyordu. Nitekim
Bedir savaşında bazı kimseler sefere katılmak istedikleri halde Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından Medine’de bırakıldıkları için
kendilerine ganimetten pay verilmiştir.[265] Keza
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından Habeşistan’a gönderilen
Müslümanlar da Hayber ganimetlerinden pay almışlardır.[266] Yine Bedir
savaşı için orduyla birlikte hareket ettiği halde Ravha’dan geri döndürülüp
Kuba ve Âliye bölgelerinin idaresi ile görevlendirilen Asım b. Adiy de[267] “Bedrî”
sayılmış ve ona ganimetten pay ayrılmıştır.[268]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) en
çok Muhacirlerden âmâ sahabi Abdullah b. Ümmi Mektum’u Medine’ye vekil tayin
etmiştir.[269] Ensar’dan
olup da vekâlet görevini yerine getirenler ise aşağıdaki şekildedir.
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
gazve amacıyla Medine’den ilk ayrıldığı sefer Ebva (Veddan) gazvesidir. Bu
seferde Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Medine’de yerine vekil
olarak Sa’d. b. Ubâde’yi bırakmıştır.[270]
Buvat gazvesi sırasında Medine’ye vekil tayin
edilen kişi Evs’li Sa’d b. Muâz[271] olmuştur.[272]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Bedir’e hareket etmek üzere Medine’den ayrılınca orduyla beraber hazırlanıp
yola çıkan, Evs kabilesinden Ebu Lübabe b. Abdülmünzir’i151 [273] de
Medine’ye geri göndererek Emir olarak bırakmıştır.[274]Aynı şekilde
Bedir’e gelmek üzere yola çıkan Asım b. Adiy’i Yukarı Medine (Aliye) halkının
yöneticiliği için, Hâris b. Hatıb’ı da Amr b. Avf oğullarının bir işi için
Medine’de görevli olarak bırakmıştır.[275] Tayin
edilen bütün bu görevliler Bedir ganimetinden pay almışlardır.
Benî Kaynuka seferi sırasında Ebu Lübabe b.
Abdülmünzir Medine’ye yönetici olarak bırakılmıştır.[276]
Sevik Gazvesi nedeniyle Resûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) Medine’den ayrılınca yerine yine Ebu Lübabe b. Abdülmünzir’i
bırakmıştır.[277]
İkinci Bedir seferi (Bedrü’l-Mev’id) sırasında
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Medine’ye vekil olarak Abdullah
b. Revaha’yı bırakmıştır.[278] İbn Hişâm’a
göre bu gazvede Medine’de vekil olarak bırakılan kişi Abdullah b. Abdullah b.
Übey b. Selül’dür.[279]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Ğabe
gazvesine çıktığında Muhacirlerden Abdullah b. Ümmi Mektum’u Medine’ye vekil
tayin etmiş, ancak bu gazvede diğerlerinden farklı olarak Sa’d b. Ubâde’yi
Medine’de 300 kişilik bir koruma birliğinin başında görevlendirmiştir.[280]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
Tebük seferine çıktığında Muhammed b. Mesleme’yi Medine’ye vekil olarak
bırakmıştır.[281]
Elçi kelimesinin Arapça karşılığı resuldür. [282] Ayrıca
klasik İslâm tarihi kaynaklarında elçi göndermek anlamında “Jâj” “vefd”
kelimesi de kullanılmıştır.[283] Asr-ı
Saadette elçilik konusunda akla ilk gelen faaliyet Resûlullah’ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) yabancı devletlere gönderdiği İslâm’a davet mektupları ve
elçilerdir. Ancak İslâm tarihi kaynaklarında Ensar’ın elçiliğin bu türüyle
görevlendirilmediğini, bu tür elçilikler için daha çok geçmişte uluslararası
ticaret ve sefaret tecrübelerine sahip olan Kureyş’in tercih edildiği
görülmektedir. Bununla beraber çeşitli sebeplerle Ensar bazı elçilik
görevlerinde bulunmuştur.
Hz. Peygamber Medine’den çıkma şartlarını Benî
Nadir’e bildirmek üzere Muhammed b. Mesleme’yi elçi olarak göndermiştir. [284] Aynı
şekilde Abdullah b. Revaha’yı da 30 kişilik bir grubun başında savaş öncesinde
Hayberlilere elçi olarak göndermiştir.[285]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Hendek savaşından sonra Benî Kureyza kabilesine, anlaşmalıları olan Evs kabilesinden
Ebu Lübabe b. Abdülmünzir’i elçi olarak gönderdi. [286] Ebu Lübabe
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) verdiği bilgiler dışında bir
bilgiyi de Yahudilere aktarmış ancak daha sonra yaptığına pişman olmuştur.[287] Bu
diplomatik hatasına rağmen Ebu Lübabe Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) en çok görev verdiği Ensarî devlet adamlarındandır.
Hayber muhasarasında Resûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), Muhayyesa b. Mesud’u düşmana elçi olarak göndermiştir. Yine
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), İslâm’a davet etmek, Hayber’de
yaşananlarla aynı akibete uğramamaları ve Müslümanların hücumuna maruz
kalmamaları için kendilerini uyarmak amacıyla Fedek ahalisine de onu
göndermiştir.[288]
Habib b. Zeyd, Resûlullah’ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) mektubunu Müseylimetü’l-Kezzâb’a götürdü. Ancak Müseylime
tarafından işkence ile şehid edildi.[289]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
hicretin 8. yılında Ebu Zeyd Kays b. Seken el-Ensarî el-Hazrecî ile Amr b. Âs’ı
Uman’daki Ezd kabilesinin reislerinden Abd ve Ceyfer’e bir mektupla gönderdi.
Ebu Zeyd el-Ensarî Kur’an’ın o güne kadar inmiş olan ayetlerini ezberlemiş bir
kişiydi. Ebu Zeyd ve Amr, Uman sahil şehirlerinden Suhar’da Resûlullah’ın
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) mektubunu söz konusu reislere ilettiler. Bu iki
kişi de halklarıyla birlikte Müslüman oldular.[290]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
hâkimiyet altına alınan bölgelerde bulunanlara belli ölçülere göre vergi verme
yükümlüğü getirdi. Gayri Müslimlerden alınan bu vergiler, İslâm tarihi boyunca
Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) uygulamaları
doğrultusunda uygulanmaya devam etti.[291] Vergi
toplama işi ise vergi memurları denilen devlet görevlileri tarafından yapıldı.
Hem vergi toplama, hem de vergi miktarını
belirleme (tahmin) gibi görevleri içinde barındıran vergi memurluğu, Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) döneminin en önemli işlerindendir. Bu
vazifenin siyasî faaliyetler içinde mülahaza edilmesinin iki ayrı sebebi
vardır. Birincisi çoğunlukla vergi toplama işi, savaş yahut anlaşma gibi siyasî
bir olayın neticesinde meydana gelir. İkinci olarak da vergi memuru tayini,
devletin başındaki kişinin tasarrufunda olmak hasebiyle siyasî bir faaliyettir.
Ayrıca vergi vermek, siyasî otoriteye boyun eğme sembolü olduğu için bu işin
yürütülmesi görevi de siyasî bir faaliyettir. Burada Ensar’ın devlet işlerinde
ne kadar rol aldıkları incelendiği için bu vazifede bulunmuş Ensarîlerin
tespiti de konu açısından önem taşımaktadır.
Vergi memurları, hem anlaşmalarla vergi vermeyi
kabul eden gayr-ı Müslimlerden alınan vergi türlerini hem de Müslümanlardan
tahsil edilen zekâtı toplamakla görevlidirler.[292] Burada bu
iki türdeki görev, birbirinden ayırılmadan ikisi de devletin yürüttüğü faaliyet
olarak değerlendirilecek ve Ensar’ın bu vazifeye ne derece dâhil edildiği
ortaya konacaktır.
Vergi toplama işinde hem Muhacirlerden hem de
Ensar’dan bazı Müslümanlar görevlendirilmiş ve toplanacak vergi ürünü, verginin
toplanacağı bölge ve vergiyi verecek kabile gibi parametreler vergi toplayacak
kişinin seçilmesinde belirleyici olmuştur. Örneğin zirai ürünlerin vergilerinin
tahmin ve tahsil görevi genellikle Ensari sahabilere verilmiştir. Bunda
şüphesiz Medine’nin bir tarım şehri olmasının etkisi vardır. Aşağıdaki
paragraflarda vergi tahmini ve tahsili ile görevlendirlen Ensarîlerden bazıları
bu duruma örnek teşkil eder.
Hayber’in fethi sonrasında tahıl ve hurma
ağırlıklı olmak üzere çok büyük miktarlara ulaşan ganimet elde edildi. Ele
geçirilen ürünlerden anlaşıldığı gibi bundan sonra vergi olarak tahsil edilecek
olan mallar, tarım ürünleriydi. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) her
yıl ürünlerinin yarısını Müslümanlara vermeleri şartıyla Yahudilerle anlaşma
yaptı ve onları serbest bıraktı. Medineli Abdullah b. Revaha, hurma ziraatından
anlayan ve ayrıca daha önce Yahudilerle çeşitli münasebetleri olan bir kişi
olarak Hayber halkının vergilerinden sorumlu memur olarak tayin edildi. [293] Yahudiler
çeşitli hediyelerle Abdullah b. Revaha’ya vergi tahmin etmede lehlerine olmak
üzere hile yaptırmak istediyse de Ensarî sahabi bu rüşvetleri sert tepki
göstererek reddetmiştir.[294] Yahudiler
bu yöntemlerle bir sonuç elde edemeyince Abdullah b. Revaha’nın ölçüp tartmada
aşırı hassasiyet gösterdiğini ileri sürerek onu Resûlullah’a (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) şikâyet ettiler. [295] Oysa
Abdullah elde edilen ürünü ikiye bölüyor ve Yahudileri istediklerini almada
muhayyer kılıyordu.[296]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
Hayberlilerle yaptığı anlaşmayı Fedeklilerle de yaparak ürünlerinin yarısını
her yıl Müslümanlara vermeleri şartıyla onları serbest bıraktı.[297] Aynı
şekilde Abdullah b. Revaha, Fedek halkının da vergi memurluğuna tayin edildi.
Abdullah b. Revaha’nın Mute savaşında şehid edilmesinden sonra bu göreve yine
Ensar’dan Ebu’l-Heysem b. et-Teyyihân getirildi. [298] Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem), bir dönem Ensar’dan Cebbar b. Sahr’ı da Hayber
civarına vergi tahmin memuru olarak göndermiştir.[299] Muhtemelen
bu şahıs da bir müddet Hayber’de tahmin görevlisi olarak çalışmış, son olarak
Hz. Peygamber oraya Ebu Hasme el-Ensarî’yi[300] tayin
etmiştir. Kendisinin ürün tahmini konusunda yeteneği vardı ve Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) onun yeteneğinden bu suretle faydalanmış oldu.[301] Bu şahsın
burada hem Hz. Hz. Ebu Bekir, hem de Hz. Ömer dönemlerinde de aynı görevi
yerine getirdiği ile ilgili bilgiler kaynaklarda yer almaktadır. [302] Hayber’e
çokça vergi memuru görevlendirilmiş olması buranın zenginliğini gösterir
niteliktedir. Nitekim Abdullah b. Ömer’in, “Biz Hayber’den sonra doyduk
(fakirlikten kurtulduk).” dediği rivayet edilmiştir.[303]
Muâz b. Cebel Yemen’e, diğer görevlerinin
yanında, aynı zamanda bir zekât memuru olarak atanmıştır.[304] Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Abbad b. Bişr el-Eşhelî’yi Süleym ve
Müzeyne kabilelerine, zekât memuru olarak göndermişti. Abbad ayrıca Benî
Mustalik kabilesine de vergi memuru olarak gönderilmiştir. [305]
Ferve b. Amr el-Beyâzî Hayber ganimetleri
sorumluluğu görevini de yerine getirmiştir.[306] Ferve b.
Amr’ın, Abdullah b. Revaha’dan sonra tahmin görevlisi tayin edildiği şeklinde
rivayetler de bulunmaktadır.[307] Hayber
ganimetlerinden sorumlu olan Ferve b. Amr el-Beyâzî’nin de, aynı zamanda Medine
hurMâlik larına tahmin görevlisi tayin edildiği yönündeki bilgiler, kaynaklarda
mevcuttur.[308] Ferve b.
Amr’ın bu göreve
getirilmesinde Medine’deki diğer insanlara göre
ileri düzeyde olan hesap bilgisi de etkili olmuştur.[309]
Hz. Peygamber, hicretin ikinci senesinde, Bedir
harbi sonrası toplanılmasına başlanan humus gelirlerinden[310] [311] sorumlu
bazı şahıslar da görevlendirmiştir. Bedir savaşı sırasında ve sonraki
savaşlarda bu görevi Abdullah b. Ka’b b. Amr el-Ensarî yerine • .-190
getirmişti
Arapça'da kaza («^) kökünden ism-i fail
olan kâdî,[312] fıkıh
terimi olarak insanlar arasında meydana gelen çekişme ve davaları şer'î
hükümlere göre çözümlemek için yetkili makamca tayin edilen kişiyi ifade eder.[313]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
İslâm'da ilk kadı sıfatıyla insanlar arasında meydana gelen birçok hukukî
çekişmeyi karara bağlamıştır. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
İslâm toplumunun genişlemesi ve davaların artmasına paralel olarak Hz. Ebu
Bekir, Hz. Ömer, Ukbe b. Âmir. Huzeyfe b. Yemân gibi sahabilere Medine'de yargı
yetkisi vermiştir.[314] Ayrıca yeni
fethedilen şehir ve bölgelere idarî işleri yürütmek üzere valiler tayin ettiği
ve onlara yargı görevi de verdiği bilinmektedir. Meselâ Muâz b. Cebel (Cened),
Ali b. Ebi Talib (Yemen), Osman b. Ebu'l-Âs (Tâif), Muhacir b. Ebi Ümeyye
(San'a), Ziyad b. Lebid (Hadramut), Alâ b. Hadramî (Bahreyn) ve Attâb b. Esîd'i
(Mekke) Medine dışına kadı veya vali unvanıyla göndermiş, ayrıca Ma'kıl b.
Yesar'ı Yemen'de kendi kavmi içinde, Ebu Ubeyde b. Cerrah’ı da Necran
Hristiyanları arasında meydana gelen davalara bakmakla görevlendirmiştir.
Hz. Peygamber döneminde Kur’an’ın tamamını
ezberleyen dört kişi vardı ve tamamı Ensar’dandı. Bunlar Übey b. Ka’b, Muâz b.
Cebel, Ebu Zeyd ve Zeyd b. Sabit idiler. [315] Bu
sahabiler Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından muallim ve kadı
olarak çeşitli zamanlarda ve beldelerde görevlendirilmişlerdir. Özellikle Muâz
b. Cebel, Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem), ilmî ve idarî
vazifelerle sık sık görevlendirdiği bir sahabi idi. Resûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), onu Taif seferi dönüşünde, Mekke’de insanlara dinlerini
öğretmek üzere görevlendirdi.[316] Bilahare
Muâz b. Cebel Yemen’e öğretmen ve kadı olarak gönderilmiştir.[317] Muâz, bu
görevi, Yemen’in Cened denilen bölgesinde yerine getiriyordu.[318]
Sahabe içinde özellikle Ensar’ın İslâmî ilimlerde
biraz daha ön planda oldukları görülmektedir. Mesela Reci ve Bi’r-u Maune
facialarında şehit düşen sahabilerin hepsi öğretmen olarak çevre kabilelere
gönderilen Ensarî gençlerdi.[319] Yine
Hazrecli Amr b. Hazm da Necran halkına din muallimi olarak görevlendirilmiştir.[320]
Hz. Peygamber zamanında idarî görevlerden biri
de nakîbliktir. Sözlükte, “Hayırlı, seçkin kişi, bir topluluğun başkanı,
vekili, kefili, emini”[321] gibi
anlamlara gelen bu kelime, terim olarak “siyasî, içtimaî, askerî ve dinî
alanlarda hükümdar veya şeyhlerin maiyetinde görevli üst düzey sorumlular”ına
verilen bir isim olarak yaygınlaşmıştır. [322] Kur’an-ı
Kerîm’de de bu kelime benzer anlamlarda kullanılmaktadır.[323]
İlk defa nakîb kelimesinin kullanışına İkinci
Akabe Biati sırasında rastlanmaktadır. Burada Hz. Peygamber, Medineli
Müslümanlar arasından, onların meseleleri ile ilgilenmek, İslâm’ ı tebliğ etmek
ve gelişmeleri bildirmek üzere seçtiği on iki kişiyi nakîb olarak
isimlendirmiş; Es’ad b. Zürâre’yi de onların başına nakîbü’n- nükabâ olarak
atamıştır.[324] Ayrıca bu
on iki kişiyi Hz. İsa’nın havarilerine benzetmiştir.
Es’ad b. Zürâre vefat ettikten sonra Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) aralarındaki akrabalık ilişkisini de
hatırlatarak Neccâr oğullarına, “Siz benim dayılarımsınız. Sizin nakibiniz
benim.” diyerek onların gönlünü almıştır.[325] Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) döneminde nakiblerin tam olarak hangi
görev ve yetkilerle tayin edildiğine dair bir rivayet ya da olaya ulaşamadık.
Ancak Akabe biatinde kendi kabile kollarını temsil etmeleri için seçilen bu
kimselerin, savaşlarda istişare heyetinde ve Medine vesikası ya da Muahat gibi
anlaşmalarda temsilci olarak bulunmak, siyasî ya da idarî konuları kabilelerine
iletmek ve anlatmak, sosyal ve siyasî hayatta karşılaşılan her türlü olayda
kavimlerini temsil etmekle memur oldukları düşünülebilir. Nitekim İslâm tarihi
kaynakları incelendiğinde nakib olarak seçilen bu kişilerin hem sosyal hem de
siyasî hayatta aktif oldukları görülmektedir.
Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
yaşadığı çağda Arabistan’da kabileler arasında en etkili iletişim ve propaganda
kanallarından biri şiirdi. Şairler, sadece kabilelerini metheden mahir
edebiyatçılar değil aynı zamanda sözlerinin kudretiyle siyasî etkinlik gösteren
bir güç durumundaydılar.[326]
Cahiliye şiiri, yoğun bir şekilde yalana
başvurduğu, insanları kin, düşmanlık, kan dökme, ahlaksızlık vb. kötülüklere
yönlendirdiği için İslâm tarafından yasaklanmıştır. Ancak iyiliğe, hayra
çağıran ve İslâm’ı müdafaa eden şiir istisna edilmiştir.[327] Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), risaletten önce de içinde yaşadığı
toplumun şiire olan ilgi ve sevgisini yakinen biliyordu.[328] Bu nedenle
şiiri Arapların hayatından atmak yerine onu İslâm’ın değer yargılarıyla ölçülü
bir hale getirmeyi ve ondan hem sosyal hem de siyasî açıdan faydalanmayı tercih
etmiştir. [329] Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) daima bu gücün farkında olmuş ve onu
İslâm için kullanmıştır.[330] Akabe
biatinde kendisine takdim edilen Ka’b b. Mâlik ’in adını duyunca ilk tepkisinin
“Şair olan mı?”[331] olması onun
şairlere verdiği önemi göstermektedir.
Mekkeli müşrikler ile Hicaz Yahudileri,
özellikle Medine döneminde Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) elde
ettiği başarılardan sonra şiiri İslâm’la mücadelede bir silah olarak
kullanmışlardır. Esasen Mekkeliler ticaretle meşguliyetlerinden dolayı büyük
şairlere sahip değillerdi. Ancak İslâm tebliği başlayınca şiiri önemli bir
mücadele aracı olarak kullanmaya başladılar.[332] Benî Nadir
Yahudilerinden olan Ka’b b. Eşref İslâm’a karşı en azılı şairlerdendi. Bedir
savaşı sonrası Mekkelilerle tam bir dayanışma içerisinde olmuş, okuduğu
mersiyelerle Arapları Müslümanlara karşı kışkırtmış, bununla kalmayarak
Medine’ye dönünce de bazı Müslüman hanımları hicviyelerine konu etmişti. Ka’b
b. Eşref bu yaptıklarının bedelini Ensar’ın düzenlediği bir seriyye sonucu
hayatıyla ödedi.[333]
Mekke’de ise Abdullah b. Ziba’ra, Dırar b.
Hattab, Amr b. Âs, Ebu Süfyan b. Hâris, Kureyş’in propagandasını yapan, İslâm’ı
ve Hz. Peygamber’i (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hicveden en güçlü şairler
olarak ön plana çıkmaktaydı.[334]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “
Allah’a ve Resulüne silahlarıyla yardım edenleri, dilleri ile yardım etmekten
alıkoyan nedir?” sözleriyle sahabeyi Mekke müşriklerinin ve Yahudilerin
hicivlerine karşı koymaya çağırmıştır.[335] Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem), o günkü toplumda medya görevi gören bu
şairlerin silahlarına aynı silahla karşılık vermek amacıyla Hassan b. Sabit,
Ka’b b. Mâlik ve Abdullah b. Revaha gibi şair sahabilere Kureyş’e cevap verme
görevi vermiştir. Üçü de Ensar’dan olan bu sahabiler şiirleriyle İslâm’ı ve Hz.
Peygamber’i (salla’llâhü aleyhi ve sellem) savunarak Müşriklerin
propagandalarını boşa çıkarmaya başlamışlardır. Özellikle Hassan b. Sabit,
cahiliye döneminde bir yıl Yesrib’de bir yıl Gassânî saraylarında yaşayan ve
ünü bütün Arap yarımadasını sarmış bir şairdi. İslâm’dan önce Gassânî
hükümdarlarına okuduğu methiyeler ve düşmanlarına yönelik hicivler sayesinde geçimini
sağlamış hatta İslâm’dan sonra da Gassânîler ona çeşitli hediyeler göndermeye
devam etmişlerdir.[336] Hassan b.
Sabit İslâm’dan sonra şiirini İslâmî değerlerle uyumlu hale getirmiş ve şiirini
İslâm için kullanmaya başlamıştır. Onun Müslüman olmasıyla Hz. Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) çok önemli bir medya gücüne sahip olmuştur.
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onun için “Ruhu’l-Kuds seninle
olsun. Vallahi sözlerin onların üzerinde oklardan daha şiddetli tesir
göstermektedir” buyurmuştur.[337]
Aynı şekilde Ka’b b. Mâlik ’in de Gassânî
sarayında bilinen ve önemsenen bir şair olduğu, Tebük savaşına mazeretsiz
olarak katılmayan Ka’b b. Mâlik ’in, Medine’de bu nedenle sıkıntı içinde
kaldığını duyan Gassânî emirinin onu yanına davet etmesinden anlaşılmaktadır.[338]
Hassan b. Sabit’in ilk büyük başarısı Ka’b b.
Eşref hakkında okuduğu hicivlerin Mekkelilerin Ka’b’ı kapı dışarı etmelerine
yol açması olmuştur. Zira hiç kimse Cahiliye döneminin en büyük şairlerinden
sayılan Hassan’ın diline düşmek istemezdi.[339] Hassan b.
Sabit’in bir diğer büyük başarısı h. 9 yılında Medine’ye gelen Temimoğulları
heyetiyle karşılıklı okudukları şiirlerle onları ikna edip İslâm’ı kabul
etmelerine vesile olmasıdır. Bu heyette yaklaşık 80-90 kişinin bulunduğu ve
bunların tamamının Müslüman olduğu ifade edilmektedir.[340]
Müslümanlarla müşrikler arasında sıcak
çatışmaların başlamasından sonra her savaşı müteakip yukarıda ismi geçen
Müslüman şairler ile müşrik şairler karşılıklı hicviyeler ve kahramanlık
şiirleriyle mücadele etmişlerdir.
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
Arap toplumunda son derece önemli olan bu mücadele yöntemini kurumsallaştırarak
mescidde Hassan b. Sabit için şiirlerini okuyacağı bir platform yaptırmıştır.[341] Hassan b.
Sabit burada şiirlerini okuyor ve bu şiirler kulaktan kulağa bütün Arabistan’ı
dolaşıyordu.
Abdullah b. Revaha ise bir yönüyle Ka’b b.
Mâlik ile Hassan b. Sabit’ten ayrılmaktadır. O hem İslâm’ı diliyle müdafaa eden
güçlü bir şair hem de kılıcıyla mücadele eden büyük bir komutan idi. Mute
savaşında şehid olana kadar Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
tarafından birçok önemli göreve ve seriyye komutanlıklarına getirilmiştir.
Abdullah b. Revaha, Hassan b. Sabit’e kıyasla şiirlerinde daha yumuşak bir
üslup kullanarak müşrikleri yaptıkları hiciv ve hakaretlerden dolayı
kınamıştır. Ancak şiirindeki derin manadan dolayı müşriklerden olup sonradan
Müslüman olan bazı şairler, onun şiirlerinin Hassan b. Sabit’in şiirlerinden
daha etkili olduğunu ifade etmişlerdir.[342]
Sözlükte ketb "yazmak" fiilinden
türetilmiş bir ism-i fail olan kâtip (kâtib, çoğulu küttâb, ketebe) "yazı
işleriyle uğraşan kimse, sekreter, yazıcı; bilgili kişi, noter; muharrir"
demektir.[343] Kâtiplik
yapanların görev yaptığı yere “Divan” denir. İslâm’ın ilk dönemlerinde üç ayrı Divan
ortaya çıkmıştır. Bunlar, “Divanu’l-İnşa”, “Divanu’l- Ceyş” ve “Divanu’l-Haraç”
da denilen “Divanu’l-Cibaye”dir.[344]
İslâm'dan önce de Araplar arasında okuma ve
yazma biliniyordu. Okuyabilmek ve yazabilmek her ne kadar yaygın olmasa da
bilenler için bir erdemdi. Arap toplumunda bir kişiye “Kamil” denilebilmesi
için o kişinin taşıması gereken hususlardan bir tanesi okuma-yazma bilmesiydi.[345]
Kur'an, yazıyla muhafaza edilmesi gereken pek
çok ilmi beraberinde getirmiş; bu da Araplarda yazının gelişmesini sağlamıştır.
Hz. Peygamber de bilginin yazı ile tespit ve muhafazasını emrederek vahyin
yazıya geçirilmesi başta olmak üzere ahitnameler, hükümdarlara gönderilecek
mektuplar ve çeşitli yazışmalar için kâtipler görevlendirmiştir.
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
dönemi kâtipleri Vahiy Kâtipleri ve devlete ait resmi yazışmaları yürüten
kâtipler olarak ikiye ayrılır. Ancak bazı kâtiplerin her iki görevi de
yürüttükleri görülmüştür. Mesela Zeyd b. Sabit[346] ve Übey b.
Ka’b Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hem vahiy kâtipliği, hem de
idarî işlerde kâtiplik yapmışlardır. Bunlardan Übey b. Ka’b Resûlullah’ın
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) ilk resmi kâtibidir.[347] Übey b.
Ka’b’ ın bulunmadığı durumlarda bu görevi Zeyd b. Sabit yerine getirmiştir.[348]
Kaynaklardaki farklı bilgilere göre bu
kâtiplerin sayısı 23 ile 42 arasında değişmektedir. [349] İhtiyaca
göre kâtiplerin yabancı dil bilmeleri gerekiyordu; Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), Zeyd b. Sâbit'ten Süryanice ve İbranice öğrenmesini
istemişti. Çünkü kendisine yazılan veya kendisinin yazdığı diplomatik
evrakların güvenmediği kimseler tarafından görülmesini tercih etmiyor ya da
onların bu eserleri yazar ve okurken fazla veya eksik yazmalarından endişe
ediyordu.[350]
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
sahabeyi kâtiplik konusunda çeşitli branşlara ayırdığı görülmektedir. Mesela
Zeyd b. Sabit hükümdarlara yazılan mektuplarla, Hz. Ali antlaşmalarla, Muğîre
b. Şube ortaya çıkan çeşitli ihtiyaçlarla, Halid b. Saîd b. Âs Hz. Peygamber'e
arz edilen hususlarla, Abdullah b. Erkam akid ve borçlarla, Muaykıb b. Ebu
Fâtıma ganimetlerle ve Huzeyfe b. Yemân zekât ve vergi işleriyle ilgili
yazıları yazmakla görevlendirilmişti. Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) kâtiplerden birinin yokluğunda yerine görevlendirdiği Hanzala b. Rebi
"kâtip" lakabıyla tanınmıştı. [351]
Hz. Peygamber’e (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
kâtiplik yapan diğer Ensarîler şunlardır.[352] Es’ad b.
Zürâre, Ebu Eyyub el-Ensarî, Evs b. Havli, Beşir b. Sa’d, Sabit b. Kays, Cehm
b. Sa’d, Hâtıb b. Amr, Huzeyfe b. Yeman, Sa’d b. Rebi, Sa’d b. Ubâde, Abdullah
b. Zeyd, Muhammed b. Mesleme, Münzir b. Amr, Muâz b. Cebel, Hassan b. Sabit ve
Abdullah b. Revaha.[353]
HZ.
PEYGAMBER (salla’llâhü aleyhi ve sellem) DÖNEMİNDE ENSAR’IN YER ALDIĞI ASKERÎ
FAALİYETLER
İslâm siyasî tarihinde savaşlar, şüphesiz
önemli bir yer tutar. Çalışmanın doğrudan konusu olmadığı için araştırmada
İslâm’da savaş hukuku, savaşın meşruiyeti vb. konulara girilmeyecektir. Zira bu
konuda yapılmış pek çok akademik çalışma ya da Müslümanların savaş ve
fetihlerini müdafaa amaçlı eserler bulunmaktadır.[354]
Bir devletin kuruluşu aşamasında çoğu kez büyük
savaşların yapılması kaçınılmaz olur. İslâm davetinin asıl amacının “bir devlet
kurmak” olmadığı gerçeğini göz ardı etmemekle beraber, İslâm’ın daha rahat
tebliğ edilebilmesi ve bütünüyle yaşanabilmesi için bir devlet kurulmasının
zarureti de ortadadır. Zira İslâm daveti, sırf ruhsal bir hareket olmayıp
evrensellik, sosyal hayatı kuşatma ve yeni idarî prensipler getirme iddialarını
da taşıyan bir davettir. Bu nedenlerle Hz. Peygamber döneminde de pek çok savaş
yapılmıştır. Bu seriyyeler Medine’yi ve Müslümanları savunmak amacıyla
yapıldığı gibi Mekke ticaretine zarar vererek onları barışa zorlamak gibi
amaçlarla da yapılmıştır.[355]
Hz. Peygamber döneminde yapılan savaşlar İslâm
tarihçilerince genellikle iki gruba ayrılmışlardır. Bunlardan ilki “Seriyye”
diğeri ise “Gazve”’dir.
Seriyye, (^îjm)
sözlükte “gece yolculuğu yapmak veya yaptırmak, geceleyin yola çıkmak”
manasındaki "jj“"
kökünden türeyen, “Asker sayısı 5 ile 300 veya 400 kişi arasında değişen
birlik, silahlı tim, ordunun bir bölüğü” anlamlarını içeren Arapça bir
kelimedir.[356] Kelime bir
İslâm Tarihi terimi olarak ise Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
hedefini ve harekât yöntemlerini belirlediği ancak kendisinin katılmadığı,
farklı sayıda sahabeden müteşekkil askerî birlikler ve operasyonlar için
kullanılmaktadır.[357] Yukarıda
geçen sözlük anlamına uygun olarak bu seriyyeler çoğu kez geceleyin yolculuk
yapmışlar böylece düşmanlara görünmeden hedeflerine ulaşmaya çalışmışlardır.
Seriyyelerin en ayır edici özelliği ise Resûlullah’ın bu harekâtlara bizzat
iştirak etmemiş olmasıdır.
Arapça ’da “jj^” mastarı “istemek, arzu
etmek, kastetmek, niyetlenmek” gibi anlamlar taşıdığı gibi “ düşmanla savaşmak”
manasını da içerir.[358] Bu kökten
türemiş olan “Gazve” kelimesi ise sözlük anlamı itibariyle “akın, saldırı, din
uğruna yapılan savaş” demektir.[359] İslâm
Tarihçileri ve hadisçiler arasında genel kabul gören düşünceye göre Hz.
Peygamberin bizzat iştirak ettiği, orduyu sevk ve idare ettiği savaşlara gazve
denir.[360] Ancak zaman
zaman Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) katılmadığı bazı savaşlara
da gazve denilmiştir. Örneğin İbn Hişâm Ebu Ubeyde b. Cerrah’ın Sifu’l-Bahr
seferini ve Mute harbini gazve olarak nitelendirmiştir.[361] Taberî de
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatından sonra h. 31. yılda
gerçekleşen Zatü’s-Savarî Deniz Savaşını “Savarî Gazvesi” olarak isimlendirir.[362] Aynı
şekilde Vâkıdî de Hz. Ali’nin Fedek seferini, Reci vakasını, Abdullah b.
Revaha’nın Üseyr b. Zarim’e yönelik seferini gazve olarak adlandırır. Gerek
Vâkıdî’nin gerekse de Taberî ve İbn Hişâm’ın bu isimlendirmelerinde gazve
kelimesinin sözlük anlamının etkili olduğu da söylenebilir. [363] Seriyye
yerine gazve kelimesinin tercih edilmesine karşılık İlk İslâm tarihi
kaynaklarında Resûlullah’ın katıldığı savaş ya da başka bir amaçla olsun
yapılan bir sefere seriyye denildiği görülmemektedir. Bu bilgilerden
anlaşıldığına göre gazve kelimesi, seriyyeyi de içine alan bir anlam
genişliğine sahiptir.
Vâkıdî ve İbn Sa’d, Resûlullah’ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) gazvelerinin sayısının 27 yedi olduğunu ifade ederler.[364] Hz.
Peygamber, düzenlemiş olduğu 27 gazvenin dokuzunda bizzat 244 savaşmıştır
Ensar, gazve ve seriyyelerde gerek komutan
olarak gerekse ordunun bir neferi olarak büyük faydalar göstermiştir. İleride
detaylarıyla anlatılacağı gibi Hassan b. Sabit, şiirlerinde Ensar’ın katıldığı
savaşlar ve onların bu savaşlardaki kahramanlıkları ile fedakârlıklarını konu
edinmiştir.[365] [366] Bu
savaşlarda Ensar, İslâm uğrunda hem mallarını hem de canlarını ortaya koyarak
Hz. Peygamber’e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) destek olmuştur.
Hz. Peygamber’in savaşlarında sancak (Liva) ve
her kabileye ait bayraklar (Raye) ayrı ayrı taşınırdı. [367] Özellikle
Mekke’nin fethinde bu durum net olarak görülmektedir. [368] Fetih günü
Evs ve Hazrec’in ayrı ayrı bayrakları olduğu gibi, Neccâroğulları,
Selemeoğulları gibi alt kolların da kendilerine ait bayrakları bulunuyordu.[369] Büyük
savaşlarda Muhacirlerin sancağını Hz. Ali, Ensar’ın sancağını ise Sa’d b. Ubâde
taşırdı.[370] İslâm
tarihi kaynaklarında raye ile liva arasındaki fark net değildir. Hamidullah’a
göre “bir bayrak, takılı olduğu gönder (bayrak sopası) üzerine
kullanılmadığı zamanlar sarılıp dürülüyorsa buna Liva denir. Eğer her bir
kullanılışından sonra takılı bulunduğu gönder üzerinden çekilip çıkarılıyorsa
buna raye denirdi. ”[371]
Ancak bu bilgi, liva ve rayenin savaşta kullanımı ve siyasî açıdan rolünden çok
kelimelerin anlamları üzerinden yapılan bir yorumu ifade etmektedir.
Ensar’ın
Etkin Olduğu Seriyyeler
Hz. Peygamber Medine’ye geldikten kısa bir süre
sonra savaş izni verilmesinin ardından[372] istihbarat,
Suriye ticaret yolunu kontrol altına alma, civarda düşmanca tutumlar sergileyen
kabilelere gözdağı verme gibi amaçlarla bazı askerî birlikler göndermiştir.
Bedir Savaşı’ndan önce başlayan bu askerî
harekâtın hiçbirisine Ensar ne komutan olarak, ne de asker olarak iştirak
etmiştir.[373] Bedir'den
önceki seriyye ve gazvelerde neden Ensar’ın yer almadığı sorusu genellikle
İkinci Akabe biatinde verilen Resûlullah’ı koruma sözünün sadece Medine içini
kapsadığı ile açıklanmaktadır.[374] Gerçekten
de İslâm tarihi kaynaklarının pek çoğunda bu durum özellikle Bedir savaşında
Müşrik ordusuyla savaşma durumu ortaya çıkınca vurgulanır.[375] Burada Sa’d
b. Muâz’ın Ensar adına Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) verdiği
cevap artık Akabe biatindeki sözün kapsamının genişlediğini gösterir
niteliktedir. Ancak bununla birlikte Bedir savaşından önceki seriyyelere
Ensar’ın neden iştirak etmediği ile ilgili bazı mülahazalarda bulunmaya engel
bir durum da yoktur.
Ulaşabildiğimiz hiçbir kaynakta Resûlullah’ın
Ensar’a, Bedir’den önce bu askerî birliklere katılma teklifinde bulunduğuna
dair bir kayda rastlamadık. Öte yandan aynı şekilde Ensar’ın da seriyyelere
katılma yönünde bir talebi de nakledilmemektedir.[376] Sadece
ikinci Akabe biatinde Ensar’ın Resûlullah’a “Dilersen Mina halkı üzerine
saldıralım” teklifi kaydedilmiştir. [377] Bu teklifi
de planlanmış, düzenli bir harp teklifinden çok, Resûlullah’a olan
bağlılıklarının bir ifadesi olarak kabul etmek gerekir. Zira ne Müslümanların o
gün böyle bir savaşa kalkışacak güçleri vardı, ne de bu konuda Allah tarafından
verilmiş bir izin mevcuttu.
Medine, bir tarım şehriydi. Ensar hurma ziraatı
ve ticareti ile meşguldü. Mekke ise çorak, ekin bitmez, ziraata elverişli
olmayan bir belde idi.[378] Asıl geçim
kaynakları ticaret olan Mekkelilerin Medineliler kadar ziraattan anlamamaları
tabii idi. Muhacirlerin ne ticaret yapacakları sermayeleri, ne de ziraat yapacakları
toprakları ve zirai bilgileri vardı. Bu durumda Medine’de atıl bir güç
durumunda olan Muhacirun’dan askerî alanda faydalanmak, Medine’nin ekonomisinin
sarsılmaması için de Ensar’ın mevcut meşguliyetlerine devam etmelerini sağlamak
daha uygundu. Çünkü zaten bu seriyye ve gazveler genellikle küçük çaplı askerî
birliklerden oluşuyordu.[379]
Müşriklerle savaş izni, Mekke döneminin
sonlarına doğru Akabe biatlerinden sonra verilmiştir. Bu ilahi izinden sonra
Resûlullah Muhacirlere Medine’ye hicret izni verdi. [380] Medine’ye
hicretin akabinde Muhacirler Mekke kervanlarına ve çeşitli hedeflere savaş
açtılar. Ensar’ın ise bu yönde bir talebi kaydedilmemiştir. Muhacirler, Mekke
dönemi boyunca yaşadıkları sıkıntı ve işkencelerle Müşriklere karşı
bilenmiştir. Ayrıca Mekke’de el konulan mallarını Suriye ticaret yolunu
kullanan Mekke kervanlarına yapacakları baskınlarla tazmin edeceklerini
düşünmüşlerdir. Ensar’da bu iki sebebin de olmayışı hem psikolojik, hem de
maddi olarak böyle bir şeyi düşünmelerine engel olmuştur. Oysa Muhacirlerin
psikolojik halleri Mekkelilerle bir karşılaşma için daha hazırdı.
Son olarak şu düşünce de Medinelilerin ilk
etapta askerî faaliyetlere katılımlarını engellemiş olabilir. Bilindiği gibi
Medine çok hızlı bir İslâmlaşma süreci geçiriyordu. Böyle bir ortamda İslâm’la
henüz tanışmış insanlardan çok, uzun yıllar Mekke’de İslâm’ı öğrenip
benimsemiş, bu uğurda fedakârlıklarıyla imanlarını defalarca ispatlamış
kişilerin bu tür operasyonlara çıkmaları daha doğru olurdu. İslâm’la henüz
tanışan insanlardan İslâm’ın ruhuna uygun bir savaş yürütmelerini beklemek
makul değildir. Özellikle, en ufak hatayı büyütmek için pusuda bekleyen
Yahudiler ve müşrikler varken bu konuda daha dikkatli olunması gerekiyordu.
Nitekim Abdullah b. Cahş seriyyesinde Mekkeli müşriklerden Amr b. Hadramî’nin
haram aylara dâhil sayılan bir günde öldürülmesi uzun süre propaganda malzemesi
olarak kullanılmıştı.[381] O nedenle
uzun yıllar İslâmî terbiyeyi almış kimselerin bu tür savaşlara çıkmaları daha
uygun olurdu.
Asıl adı Hâris b. Süveyd olan Ebu Afek, Amr b.
Avf oğullarından bir Yahudi idi. Müslümanların Bedir zaferini hazmedememiş ve
insanları onların aleyhine kışkırtmaya başlamıştı. Benî Neccâr’dan Sâlim b.
Umeyr, Resûlullah’tan aldığı emirle İslâm'a hakaret eden Ebu Afek'i öldürdü[382]
Evs kabilesinin Hatme kolundan Ümeyye b. Zeyd
oğullarından Yahudi olduğu söylenen Asma bt. Mervan aynı kabileden Umeyr b.
Adiy tarafından hicrî ikinci yılın Ramazan ayında öldürüldü.[383]Asma bt.
Mervan’ın Ebu Afek’e yazdığı bir mersiyeden onun Ebu Afek’ten sonra öldürüldüğü
anlaşılmaktadır.[384] Asma bt.
Mervan, Hicretin ilk aylarından itibaren İslâm’a düşmanlık eden, insanları Hz.
Peygamber aleyhine kışkırtan, [385] dışarıdan
gelen bir yabancıya boyun eğdikleri için Medineli Evs ve Hazrec’i açıkça
kınayan bir kadındır.[386] İslâm’a
düşmanlığı öyle boyutlara ulaşmıştır ki nihayet Resûlullah (salla’llâhü aleyhi
ve sellem), “Bu kadına hak ettiği cevabı verecek kimse yok mudur?” diyerek
duyduğu rahatsızlığı ifade etmiştir. Bu sözü bir emir olarak kabul eden aynı
kabileden ve o kabilenin ilk Müslümanlarından Umeyr b. Adiy, Resûlullah’ın
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Bedir savaşından Medine’ye dönmesinden hemen
sonra[387] Asma bt.
Mervan’ı öldürdü. Bizzat kendisine emir verilmediği halde bu işe girişen Umeyr,
Resûlullah’tan nasıl bir tepki göreceğini kestiremediği için tedirgin bir
şekilde Mescid-i Nebi’ye geldi. Ancak o, Resûlullah’ın takdir dolu sözleriyle
karşılaşarak rahatladı.[388]
Bu olaydan sonra Benî Hatme’den hiç kimse İslâm’a
açıktan düşmanlık etmemiştir. Onlardan Müslüman olup Müslümanlıklarını gizleyen
ya da Müslüman olmaya niyetli bazı kimseler de bu olaydan sonra cesaretlenmiş
ve iman ettiklerini ilan etmişlerdir.[389]
Ka’b b. Eşref baba tarafından Tayy
kabilesinden, anne tarafından ise Benî Nadir Yahudilerinden[390] olup meşhur
bir şairdi. Bedir savaşından sonra Müslümanlar aleyhine açıkça şiirler
söylemeye başlamış ve müşrikleri Müslümanlara karşı kışkırtmıştır. Bedir
hezimeti sonrası hem Mekkeli müşriklerin acısını paylaşmak, hem de Müslümanlara
karşı ittifak kurmak için Mekke’ye gitti.[391]
Ka’b b. Eşref Mekkelilerle dayanışma içinde
olmakla kalmayıp Medine’ye dönünce Müslüman hanımlardan Ümmü’l-Fadl bt. Hâris
ve diğer bazı hanımlar hakkında edepsizce laflar etmeye başladı. Hz. Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem), bütün bu yaptıklarından dolayı Ka’b b. Eşrefin
cezalandırılması gerektiğini düşünüyordu. Onun bu düşüncesini gerçekleştirmek
için Muhammed b. Mesleme gönüllü oldu.[392] Başka bir
rivayete göre Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Sa’d b. Muâz’a Ka’b
b. Eşrefin yaptıklarından rahatsız olduğunu ifade edince, Sa’d b. Muâz bu iş
için Muhammed b. Mesleme'yi görevlendirmiştir.[393] Bunun
üzerine Ebu Naile,[394] Hâris b.
Evs b. Muâz, Abbad b. Bişr ve Ebu Abs b. Cebr[395] ile
birlikte Muhammed b. Mesleme bir saldırı planı hazırladı. Plana göre
Müslümanlar silahlarını Ka’b b. Eşrefe rehin bırakma karşılığında ondan yiyecek
satın almayı teklif edeceklerdi. Silahlarını rehin olarak bırakma teklifini
kabul eden Ka’b, böylece Müslümanların silahlı olarak yanına gelmelerinden
kuşkulanmadı. [396] Daha önce
belirlenen bir parola olarak Ebu Naile ellerini Ka’b b. Eşref’in saçlarına
daldırarak kokladı ve üçüncü kez bunu yaptığında seriyyedekiler planı başarıyla
gerçekleştirerek Ka’b b. Eşref’i öldürdü. [397] Olay
esnasında hem karanlık olması nedeniyle hem de meydana gelen boğuşmadan dolayı
Müslümanlardan Hâris b. Evs arkadaşlarının kılıçlarıyla yaralandı. Ancak sağ
Sâlim Medine’ye ulaşmayı başardılar. [398]
Bu olay Yahudiler üzerinde büyük tesirler
bırakmış ve artık açıkça Müslümanlara karşı faaliyette bulunmaktan çekinir
olmuşlardır.[399] Bu seriyye,
Bedir savaşını müteakip hicrî 3. yılın başlarında gerçekleştirilmiştir.[400]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
İslâm’a karşı düşmanlığından dolayı Yahudi İbn Süneyne’nin öldürülmesi
gerektiğini ifade edince, Evs kabilesinden Muhayyesa b. Mes’ud b. Ka’b bu görev
için gönüllü olmuş ve Yahudi İbn Süneyne’yi öldürerek bu seriyyeden başarı ile
dönmüştür.[401]
Bu seriyye Bedir savaşından sonra
gerçekleşmiştir. Seriyyenin tarihi ve Ka’b b. Eşrefin katlinden sonraya
rastlaması, İbn Süneyne’nin de Ka’b b. Eşref gibi Bedir savaşının sonucunu
hazmedemeyip İslâm’a karşı düşmanlığını arttırdığı ihtimalini akla
getirmektedir.[402]
Süfyan b. Halid'in öldürülmesiyle Müslümanlara
yönelik düşmanlıkları artan Lihyan kabilesi, liderlerinin intikamını almak için
bir tuzak planladılar. Plana göre Adal ve Kare kabileleri Resûlullah’tan
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) kendilerine İslâm'ı öğretecek kişiler
göndermesini isteyeceklerdi.[403] Çünkü
Lihyanlılar, aralarında var olan husumetten dolayı kendilerinin böyle bir
istekte bulunmalarından Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
şüpheleneceğini düşünmüşler, Resûlullah’ı (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
kuşkulandırmamak için de Adal ve Kare kabilelerinden bazı yandaşlarının
yardımına başvurmayı daha uygun bulmuşlardı. Adal ve Kare kabileleri bu teklifi
kabul ederek Resûlullah’tan (salla’llâhü aleyhi ve sellem) İslâm'ı öğretecek
bazı kimseleri kendilerine göndermesini rica ettiler. Hz. Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem), Uhud savaşında uğranılan mağlubiyet nedeniyle
müşrik Arapların cesaretlenip kendilerine karşı cüretkâr davrandığı bir dönemde
Müslümanları Medine'den uzak yerlere göndermenin riskli olacağını düşünse de
Adal ve Kare kabilelerinin ısrarlı isteklerini kabul etti. hicrî 4. yılın Safer
ayında[404] altı[405] Müslümanı
İslâm'ı öğretmeleri için bu iki kabileye gönderdi.[406] Mersed b.
Ebî Mersed el-Ganevi başkanlığında,[407] Halid b.
Bükeyr, Âsım b. Sabit, Hubeyb b. Adî, Zeyd b. Desinne ve Abdullah b. Tarık'tan[408] oluşan
irşad heyeti Reci bölgesine gelince, dinlenmek için Hüzeyl kabilesine ait bir
suyun başında konakladılar. [409] Ancak bu
konaklama esnasında Lihyan kabilesinden yüzlerce kişi tarafından kuşatıldılar. [410] Müslümanlar,
teslim olma çağrılarına olumsuz cevap verince meydana gelen çarpışmada
sahabilerin üçü şehit oldu, diğer üçü ise müşriklere esir düştü.[411]
Lihyanlılar, aslında Müslümanların tamamını
esir alıp Kureyş'e satmayı planlamışlardı. Bu yüzden çatışma başlarken onların
teslim olmaları için çağrıda bulunmuşlardı.[412] Ama
öldürdükleri Asım b. Sabit'in cesedinin de iyi bir kazanç vesilesi olacağını
düşündüler. Çünkü Uhud'da öldürdüğü iki müşrik kardeşin anneleri olan Sülafe,
Asım'ın kafatasıyla şarap içmeye yemin etmiş[413] ve onun ölü
veya dirisine 100 deve ödül koymuştu. Lihyanlılar, ödülü almak arzusuyla
Asım'ın kafasını kesmeye karar verdiler. Ancak Asım'ın cesedini bulmaya
muvaffak olamadılar. [414] Lihyanlar,
diğer üç esiri alıp Mekke'ye giderken yolda Abdullah b. Tarık ellerindeki bağı
çözerek, ele geçirdiği bir kılıçla müşriklere saldırdı. Bir süre Abdullah'ı
yakalamaya çalışan müşrikler, bunu başaramayacaklarını anlayınca, attıkları
taşlarla Abdullah'ı şehit ettiler.[415] Lihyanlılar
geriye kalan iki esiri götürüp Mekkelilere sattılar. Huceyr b. Ebi İhab
esirlerden Hubeyb b. Adiyy'i Bedir'de öldürülen kardeşine karşılık, Zeyd b.
Desinne'yi ise Safvan b. Ümeyye yine Bedir'de öldürülen babasına karşılık satın
alıp haram aylarını bitimine kadar hapsetti.[416] Daha sonra
işkence ile önce Hubeyb, ardından Zeyd b. Desinne şehid edildi.[417]
Hicretin 4. yılı Safer ayında[418] Âmir
kabilesinin reisi Ebu Bera Medine'ye gelerek Resûlullah’la görüştü. İslâm’a
ilgi duyuyor ve kabilesi arasında da İslâm'ın yaygınlaşmasını arzuluyordu. Bu
nedenle Resûlullah’tan (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bazı Müslümanları
göndererek, kabilesini İslâm'dan haberdar etmesini istedi.[419] Uhud'da
yaşanan durumlar nedeniyle Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu teklifi
ilk önce kabul etmek istemedi. Ancak Ebu Bera gönderilecek irşad heyetinin
güvenliğinden kendisinin sorumlu olacağını, onları himayesine alacağını ifade
etti. [420] Arapların
himayeye verdiği önem ve bunun çiğnenemez bir kural olduğunu bilen Resûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) sonunda teklifi kabul etti ve Ebu Bera’nın da kabilesinin
bulunduğu Necid bölgesine Ensar’ın gençlerinden oluşan 70 kişilik[421] bir irşad
grubu göndermeyi kabul etti.[422] Başlarına
da Münzir b. Amr’ı başkan tayin etti.[423]
Ebu Bera, irşad heyetinden önce Medine'den
ayrılarak kabilesine gitti. Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) verdiği
söz gereği, gelecek irşad heyetinin kendi himayesinde olduğunu ilan edip, hiç
kimsenin onlara zarar vermemesini istedi. Ancak yeğeni olan ve Arapların meşhur
şahsiyetlerinden biri olan Âmir b. Tufeyl[424] bu girişimi
hoş karşılamayarak Ebu Bera’ya giriştiği işin yanlış olduğunu söyledi.
Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra, tamamı
Suffe topluluğundan olan irşad grubu Medine'den ayrıldı. Heyete verilen görev,
Necid bölgesindeki Ri'l, Usayya, Lihyan, Âmir ve Zekvân kabilelerine İslâm'ı
anlatmaktı. İrşat grubu yolculuğuna devam ederek bölgeye girdi. Maune ismiyle
bilinen kuyunun yanında mola verdiler. İrşad heyetindeki sahabiler o bölgenin
ileri gelenlerinden biri ve Ebu Bera’nın da yeğeni olan Âmir b. Tufeyl'e
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından kendisine yazılmış olan
mektubu vermek istediler. Fakat Âmir kendisine yazılmış mektubu bile okumadan,
mektubu kendisine getiren Haram b. Milhan'ı mızrakla şehit etti.[425] Sonra,
çevre kabilelerden topladığı adamlarla müminleri ablukaya alarak İslâm'dan
dönmelerini teklif etti. Sahabiler İslâm'dan ayrılma teklifini kabul etmeyerek
şehit oluncaya kadar savaştılar.[426]
Bi’r-i Maune katliamından sadece iki Müslüman
kurtulmuştu. Ölümden kurtulanlardan birisi Kâ'b b. Zeyd idi. O savaş meydanında
yaralı bir halde bırakılmıştı. Onlar gittikten sonra kendine gelmiş ve
Medine’ye ulaşmıştı.[427] Ölümden
kurtulan diğer Müslüman ise Maûne kuyusunun yanında konakladıkları zaman
hayvanları otlatmak için arkadaşlarından ayrılan Amr b. Ümeyye idi. Amr,
hayvanları otlatmak için Münzir b. Muhammed'le birlikte gruptan ayrılmıştı.
Fakat uzaktan arkadaşlarının saldırıya uğradıklarını görünce Münzir onların
yanına dönerek şehit oluncaya kadar savaştı.[428] Amr
ise müşrikler tarafından yakalandı. Âmir b. Tufeyl, annesinin bir köle azad
etme adağı olduğunu söyleyip Amr’ı serbest bıraktı.[429] Amr, yolda
karşılaştığı ve Âmir b. Tufeyl'in kabilesinden olan iki kişiyi öldürdü.
Medine'ye gelince de olup biteni Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
anlattı. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), hem Müslümanların başına
gelen felaketten dolayı, hem de Amr'ın öldürdüğü iki kişi için kızdı ve üzüldü.
Çünkü onlar daha önceden Resûlullah’tan (salla’llâhü aleyhi ve sellem) eman
almış ve Âmir'in işiyle ilgileri bulunmayan kimselerdi. Resûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), ikisinin de diyetlerinin verileceğini ilan etti.[430]
Süfyan b. Halid b. Nübeyh Seriyyesi
Hz. Peygamber’e (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
gelen haberlere göre Benî Lihyan kabilesi reisi Süfyan b. Halid, Müslümanlara
saldırmak amacıyla adam topluyordu. Resûlullah, hicretin 4. yılı Muharrem
ayında[431] Medineli
Müslümanlardan Abdullah b. Üneys'e durumu tahkik etmesini ve gelen haberler
doğruysa Süfyan b. Halid’i öldürmesini emretti.[432] Abdullah'ı
gönderirken de ona bazı özel izinler verdi. Süfyan b. Halid'in güvenini
kazanabilmesi için gerekirse kendisinin ve İslâm'ın aleyhine konuşabileceğini
söyledi.[433]
Abdullah b. Üneys Benî Lihyan bölgesine
ulaşınca çeşitli Arap kabilelerinden oluşan büyük bir kalabalığın toplandığını
gördü. Bunun üzerine kendisini, Süfyan’ın adamlarına, Muhammed'e karşı savaşmak
isteğine sahip bir Arap olarak tanıttı. Muhammed'e karşı öfke dolu olduğunu,
onu öldürmeyi çok istediğini söyledi.[434] Onun
samimiyetine ikna olan Benî Lihyanlılar Abdullah’ın Süfyan b. Halid ile
görüşmesine izin verdiler. Bu arada Abdullah daha önce hiç kimsenin yapmadığı
bir şekilde ima ile namazını kıldı.[435] Süfyan ile
bir araya gelince de onunla dostça konuşup, güvenini kazandı. Abdullah o gece
yalnız olduğu bir anda Süfyan'ı öldürüp, tekrar Medine'ye döndü.[436] Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem), Abdullah'ın görevini layıkıyla yerine
getirmesinden çok memnun oldu ve ona asasını hediye etti.[437] [438] Abdullah b.
Üneys’in bu seferi on iki gün 317 sürmüştür.
Sellam
b. Ebu'l-Hukayk Seriyyesi
Künyesi Ebu Râfi olan Sellam b. Ebu’l-Hukayk
Hayber Yahudilerinin reisi ve çok ünlü bir tüccar idi. Hz. Peygamber’e
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) hakaretleri ve Arapları ona karşı kışkırtması
Müslümanlara büyük zararlar veriyordu.[439] Hatta
Sellam b. Ebu’l-Hukayk Hendek savaşında Ahzab ordusunun oluşturulmasını
sağlayan kişilerden birisiydi.
Daha önce Ka'b b. Eşrefi Evs kabilesi öldürdüğü
için bu sefer altta kalmak istemeyen Hazrecliler[440] Sellam’ı
öldürmek için Resûlullah’tan (salla’llâhü aleyhi ve sellem) izin istediler.
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), çocuk ve kadınları öldürmekten
kaçınmak şartıyla onlara izin verdi.[441] Hazrec'in
Benî Seleme boyuna mensup Abdullah b. Atik ile beraberindeki Abdullah b. Üneys,
Mesud b. Sinan, Ebu Katade ve Huzaî b. Esved[442] Hicretin 5.
yılı Zilhicce ayında Hayber'e giderek bu görevi başarıyla yerine getirdiler.[443] Her ne
kadar seriyye birkaç kişiden oluşturulmuşsa da operasyonu Abdullah b. Atik
bizzat üstlenip Ebu Rafi’yi kendi kalesinde (evinde) öldürmüş, daha sonra gelip
arkadaşlarına katılmıştır.[444] Gözleri
iyi görmediği için kaçarken düşüp ayağından yaralanmış ve arkadaşları
tarafından Medine’ye kadar taşınmıştır.[445] Abdullah b.
Atik’in İbraniceyi konuşabiliyor olması bu görevde başarılı olmasında etkili
olmuştur.[446]
Üseyr b.
Zarim[447]
Seriyyesi
Abdullah b. Revaha tarafından gerçekleştirilen
bu seriyyede daha önce öldürülen Sellam b. Hukayk'ın yerine Hayber
Yahudilerinin liderliğine geçen Üseyr b. Zarim, Sellam b. Hukayk’ın yaptığı
gibi Gatafan kabilesi ile Müslümanlar aleyhine ittifak yapmak için girişimlerde
bulundu. Üseyr bu şekilde düşmanlığını aleniyete dökünce, Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) onun öldürülmesi için Abdullah b. Revaha’yı
görevlendirdi. Düzenlenen bir seriyye sonucunda Üseyr ve yanındaki 29 kişi
Müslümanlar tarafından öldürüldü.[448] Seriyye
hicrî 6. senenin sonlarında gerçekleştirilmiştir.[449] Bu
seriyyeden kısa süre sonra da Hayber fethedilmiştir.
Abdullah
b. Revaha’nın Hayber Seriyyesi
Bu seriyye, hicretin 6. yılının Ramazan ayında
Ensar'dan Abdullah b. Revaha'nın komutasına verilmiş üç kişilik küçük bir keşif
birliğiyle istihbarat amaçlı yapılmıştır. Abdullah b. Revaha ve arkadaşları
Hayber kalelerine dağılarak bilgi toplamış ve Yahudilerin Gatafanlıların da
desteğini alarak Medine’ye saldırı hazırlığı yaptıklarını öğrenmişlerdir. Bu
seriyyeden istenen sonuç elde edilmiş ve Abdullah b. Revaha ve arkadaşları
Hayber Yahudilerinin durumunu gözledikten sonra kayıpsız bir şekilde başarıyla
Medine’ye dönmüşlerdir.[450]
Abbad b.
Bişr Hudeybiye Seriyyesi
Evs kabilesinin Eşheloğulları koluna mensup
olan Abbad b. Bişr b. Vakş el- Ensarî Hz. Peygamber’in bütün seriyyelerine
katılmıştır. Hudeybiye seferinde Mekke yolundayken Hz. Peygamber onu, Kureyş'in
tutumunu gözetlemek amacıyla 20 kişiyle birlikte komutan olarak gönderdi. [451] Abbad,
öncü birlik olarak görevini başarıyla yerine getirmiştir.
Abbad b.
Bişr'in Hayber Seriyyesi
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
Abdullah b. Revaha’nın istihbarat amaçlı seriyyesinden ve aldığı başka
bilgilerden dolayı Hayber Yahudilerinin savaşmak niyetinde olduklarını anlamış
ve Hayber'e sefer düzenlemek üzere hazırlıklara başlamıştı. Hayber Yahudileri
hakkında bilgi toplamak amacıyla Abbad b. Bişr komutasında birkaç süvariyi öncü
birlik olarak yola çıkardı.
Abbad b. Bişr, Eşca kabilesinden olup Yahudiler
için casusluk yapan bir şahsı yakaladı. Casustan Hayber ile ilgili önemli
bilgiler elde ederek başarılı bir şekilde Hz. Peygamber'in (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) yanına döndü.[452]
Muhammed
b. Mesleme’nin Kurata Seriyyesi
Hicretin 6. yılında [453]
“Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Süvarisi” olarak isimlendirilen[454] Muhammed
b. Mesleme komutasında Âmir b. Sa’sa’a’nın ana kollarından olan Kilab b.
Rebia'nın Kurt ve Kurayt adlı oğullarından gelen ve Benî Kurata olarak bilinen
kabileye gönderilen seriyye başarıyla sonuçlanmış ve seriyyeden pek çok
ganimetle Medine'ye dönülmüştür.[455] Seriyye 30
kişilik bir süvari birliğinden oluşuyordu. Bu seriyyeye ayrıca Abbad b. Bişr,
Seleme b. Selame ve Hâris b. Hazeme de katılmıştır.[456] Sefer
sonucunda 3000 koyun ve 150 deve ele geçirilerek Benî Bekr kabilesine ciddi bir
ekonomik darbe vurulmuştur.[457] Ayrıca
Medine’ye saldırmaya hevesli civar kabilelere de gözdağı verilmiştir.
Muhammed
b. Mesleme’nin Zülkassa Seriyyesi
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
hicrî 6. yılın Rebiülahir ayının başlarında Ensar'dan Muhammed b. Mesleme
komutasında 10 kişiden oluşan küçük bir askerî birliği istihbarat amacıyla Benî
Sa’lebe ve Benî Uval kabileleri bölgesine gönderdi. Bölgeye gece yarısı varan
Müslümanlar, dinlenmek amacıyla uyuyunca 100 kişilik düşman birliği tarafından
baskına uğramışlardır. Çarpışma sonunda Muhammed b. Mesleme dışındaki bütün
Müslümanlar şehid edilmiştir.[458]
Beşir b.
Sa’d’ın Fedek Gazvesi
Hicretin 7. yılı Şaban ayında Hz. Peygamber
Beşir b. Sa'd kumandasında 30 kişilik bir birliği, Medine'ye iki günlük
mesafedeki Fedek yakınlarında oturan Mürreoğulları üzerine gönderdi. [459] Askerî
birlik, kışlık vadilerine çekilmiş olan Mürreoğulları'nın koyun ve deve
sürülerini ele geçirdi. Ancak hayvanları Medine'ye götürürken bir adamın
bağırıp çağırmasıyla durumu öğrenen kabile mensupları derhal gelip
Müslümanlarla savaşa tutuştular. Müslümanlar, okları tükenene kadar Mürreoğulları'na
direndiler. Daha sonra kılıçlarıyla savaşa devam ettiler; ancak pek çoğu şehid
düştü. Ayağından ağır şekilde yaralanan ve bayıldığı için öldü sanılıp
bırakılan Beşir,[460] savaş
bittikten sonra kendine geldi Fedek’e gelince o civarda bulunan bir aileye
sığındı ve yaraları iyileştikten sonra Medine'ye döndü.[461]
Beşir b.
Sa'd’ın Yümn ve Cinab[462]
Seriyyesi
Hicretin 7. yılı Şevval ayında Hz. Ebu Bekir ve
Hz. Ömer’in önerisiyle Hazrecli Beşir b. Sa’d kumandasında 300 kişilik bir
ordu, Müslümanlara saldırı hazırlığındaki Gatafanlılar üzerine yürüdü.[463]
Beşir b. Sa’d, gündüzleri gizlenip gece yol
alarak Gatafanlıların yerleşim yerlerine yakın bir bölge olan Cinab mevkiine
geldi. Burada herhangi bir çatışma vuku bulmadığı ve Gatafanlılara da
rastlanmadığı için Gatafanlılara daha yakın bir mevki olan Yümn’e kadar
gidildi. Bu civarda bulunan Gatafan kabilesine ait hayvanlar Müslümanlar
tarafından ele geçirildi. Gatafanlılar önce savaş hazırlığı yaptıysa da daha
sonra seriyyenin gücünden çekinerek savaştan kaçındılar.[464] Beşir b.
Sa’d ganimetlerle birlikte Medine’ye başarılı bir şekilde döndü. [465]
Hicretin 8. yılında (629) Abdullah b. Hadred
tarafından gerçekleştirilen operasyonda Medine'ye saldırı hazırlığındaki Rifaa
b. Kays öldürülmüş ve kabilesine de gözdağı verilmiştir.[466]
Ebu
Katade b. Rib’i el-Ensarî’nin Hadıra Seriyyesi
Hadıra seriyyesi hicrî 8. yılın Şaban ayında
gönderilmiştir. Seriyyenin hedefinde Müslümanlara olan düşmanlıklarını her
fırsatta gösteren ve kuzeyde ciddi bir tehdit unsuru olan Gatafan kabilesi
vardı. Ebu Katade b. Rib’i el-Ensarî’nin komuta ettiği seriyye başarılı olmuş
ve pek çok ganimetle Medine'ye geri dönmüştür.[467] Bu
seriyyede Ebu Katade, her bir askerî diğer bir askerle kardeş ilan ederek
bugünkü ordularda var olan bir düzen gerçekleştirmiştir.[468]
Sifu’l-Bahr[469]
Ebu Ubeyde b. Cerrah komutasında içinde Hz.
Ömer ve Ensar'dan Kays b. Sa'd b. Ubâde gibi şahısların olduğu Sifu’l-Bahr
seriyyesi hicrî 8. yılın Receb ayında gerçekleştirilmiştir. Bu sefer, Ensar ve
Muhacirlerden yaklaşık 300 kişinin katılımıyla yapılmıştır.[470]
Seriyyenin amacı konusunda farklı rivayetler
vardır: Vâkıdî, Cüheyneliler üzerine gönderilen bir seriyye olduğunu söylerken[471] Buhârî ve
Müslim’de seriyyenin gönderiliş amacının Şam’dan dönen Kureyş kervanı olduğu
ifade edilir.[472] Her iki
durumda da bu seriyye savunma ya da istihbarat amaçlı değil, dış güvenlik
amaçlı bir seriyedir. İbn Kesîr’e göre seriyye Kureyş kervanını gözetlemek
üzere gönderilmiştir ve bu da seriyyenin Hudeybiye’den önce yapıldığına
delildir.[473]
Bu seriyyeni komutanı Ensar’dan olmamakla
birlikte Ensarîler, ordunun önemli bir kısmını teşkil etmiştir. Seriyyede
bulunan Kays b. Sa’d el-Hazrecî, Müslümanların şiddetli açlık çektiği bu
seriyyede Cüheyne kabilesine mensup bir adamdan bedeli daha sonra ödenmek üzere
satın aldığı develeri keserek orduya yardım etmiştir. [474] Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Kays’ın bu davranışı üzerine
“Cömertlik bu ailenin en önemli hasletlerindendir.” buyurmuştur. [475] Bu seferde
çekilen sıkıntılardan dolayı bazı kaynaklar bu ordu için de “®j^*ll t^&”
(Zorluk ordusu) ifadesi kullanılmıştır.[476]
Sa’d b.
Zeyd el-Eşheli’nin Menat Putunun İmha Edilmesi Seriyyesi
Sa'd b. Zeyd el-Eşhelî komutasındaki 20 süvari
tarafından hicrî 8. yılın Ramazan ayında gerçekleştirilmiştir.[477] Medine’den
yaklaşık 12 km uzakta sahilde “Müşellel/ JI^aİI
” denilen mevkide bulunan “Menât/ »U* ” putu cahiliye döneminde
Medinelilerin çok itibar ettiği ve hac dönüşü uğramadan Haccın tam olmadığına
inandıkları bir puttu.[478] Ayrıca
Gassânîler de bu puta tapıyordu.[479] Bu
seriyyeye Hz. Ali’nin komuta ettiği de ifade edilmiştir.[480]
Kutbe b.
Âmir’in Tebale Seriyyesi
Tebale Seriyyesi, hicretin 9. yılı Safer ayında
Ensar'dan Hazrecli Kutbe b. Âmir komutasında, Benî Has'amlara yönelik yapılan
seriyedir.[481] Tihâme
arazisinde bulunan Benî Has’amlara geceleyin yapılan ani bir baskınla
Müslümanlar galip gelmişlerdir. Bu seriyyenin amacı Medine’nin dış güvenliğini
sağlamaktır. Seriyye başarılı olmuş ve Kutbe b. Âmir kayıpsız bir şekilde
Medine’ye dönebilmiştir.[482]
Hz.
Ali’nin Füls Putunu Yıkmak için Gönderildiği Seriyye
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hz.
Ali’yi Ensar'dan müteşekkil 100 kişisi develi, 50’si atlı olmak üzere toplam
150 kişilik bir kuvvetle Tayy kabilesinin putu olan Füls'ü yıkmaya gönderdi. [483] Bu seriyyede
Müslümanlar siyah bir bayrak ve beyaz bir sancak taşıyorlardı. Seriyye, fecir
vakti Hatim ailesinin konakladığı bölgeye baskın yaptı. Tay kabilesi
Müslümanlara karşı koyamadı. Hz. Ali putu yıktı ve çok miktarda ganimet ele
geçirdi. Esirler arasında Adiy b. Hâtim'in kızkardeşi de vardı. Adiy b. Hatim
ise ne teslim olmuş ne de savaşmıştı. Baskın sonrası Şam'a kaçtı.
Hz. Ali, esirlerin başına Ebu Katâde'yi, deve
ve davarlar ile diğer ganimet mallarının başına da Abdullah b. Atîk'i
görevlendirdi. Yolda ganimetler taksim edildi. Hz. Peygamber'in (s.a.) hissesi
ayrıldı. Hatim ailesinden alınan esirler taksim dışı bırakılarak Medine’ye
gelindi.[484]
Sa'd b.
Ubâde’nin Benî Süleym ve Belî Seriyyesi
Şii kaynaklarında geçen bu seriyye Sa'd b.
Ubâde komutanlığında yapılmıştır. Seriyyenin amacı ise Tebük gazvesi esnasında
düşmanlık yapan Benî Süleym ve Benî Beliy kabilelerini cezalandırmaktır.[485]
Kays b.
Sa’d’ın Benî Suda Seriyyesi
Mekke'nin Fethinden sonra Hz. Peygamber
tarafından 400 kişilik bir ordunun başına tayin edilen Kays b. Sa'd, Yemen
taraflarındaki Suda bölgesine gitmek için ordugâhını Medine dışında bulunan
Kanat vadisine kurdu. Anca Suda kabilesi reislerinden Ziyad b. Hâris es-Sudaî
kavminin Müslüman olmak istediğini Hz. Peygamber’e iletince Kays b. Sa’d’ın seriyyesi
görev bölgesine gitme ihtiyacı ortadan kalkmıştır. Seriyye Suda kabilesinin
Müslüman olmasıyla sonuçlandı.[486] Kays b.
Sa’d bundan başka da pek çok seriyyede görev almıştır. Enes b. Mâlik ’ten
rivayet edilen bir hadiste ifade edildiği gibi “Kays b. Sa’d Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) nezdinde Emirin güvenlik kuvvetlerinin başı
gibiydi”366
Seriyyelerde
Ensar’ın Etkisinin Değerlendirilmesi
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
döneminde pek çok farklı sebeple askerî birlikler Arabistan Yarımadası’nın her
tarafına seferler düzenlemişlerdir. Daha önce ifade edilen bazı nedenlerle
Ensar, Bedir savaşı öncesi bu gazve ve seriyyelerde yer almamıştır. Ayrıca
Mekke’nin fethinden sonra yapılan seriyyelerin iki tanesi dışında367
Ensar’dan hiç kimse komutan olarak yer almamıştır.
Hz. Peygamber döneminde düşmana yönelik bütün
seferlerin sayısı 120 adettir.368 Bu sayıya, Hz. Peygamber’in bizzat
komutanlık ettiği, bir komutan tayin ederek katılmadığı, sıcak çarpışmaların
olduğu ve herhangi bir çarpışmanın yaşanmadığı bireysel ve askerî birliklerce
gerçekleştirilmiş bütün seferler dâhil edilmiştir. Hatta Kays b. Sa’d
seriyyesinde olduğu gibi Medine dışına çıkıldıktan sonra hemen dönülen
seriyyede bu rakama dâhil edilmiştir. Seriyyeler bu şekilde genel bir bakışla
incelendiği zaman Ensar’ın bu seriyyelerin genel toplamının %17’sine tekabül
eden 20 tanesine komutanlık ettiği görülmektedir.
İbn Hacer, el-İsâbe IV, 275, IX, 111.
Kays b. Sa’d b. Ubâde’nin çıkmaya niyetlendiği
ancak seriyyenin çıkışını gerektiren sebeplerin ortadan kalkmasıyla iptal
edilen seferi ve Sa’d b. Zeyd el-Eşheli’nin Menat putunu imha seriyyesi.
Bkz. Mahmudov, Sebepleri ve Sonuçları
Açısından Hz. Peygamber’in Savaşları, ek Tablo.
Resûlullah’ın katıldığı gazveler bu sayının
dışında tutulduğunda Ensar’ın komutan olarak çıktığı seriyyelerin oranı %22’ye
çıkmaktadır. Bu tabloda toplam seriyye sayısı 91, Ensar’ın komuta ettiği
seriyye sayısı ise 20’dir.
Gazveler Haricinde Komuta Paylaşımı
■ Ensar'ın Komutasındaki Seriyyeler ■ Diğer Seriyyeler
22% 78%
Son olarak Ensar’ın en aktif olduğu Bedir
Savaşı ile Mekke’nin Fethi arasındaki dönem incelendiğinde Ensar’ın toplam 65
seriyyenin %28’ine tekabül eden on sekiz tanesine komutanlık ettiği
görülmektedir.
Bedir savaşı ve Mekke'nin Fethi Arası
■ Ensar'ın Komutasındaki Seriyyeler ■ Diğer Seriyyeler
28% 28% 72%
Bunlar, Ensar’ın genellikle komutan olarak
aktif rol oynadığı askerî faaliyetlerin niceliksel bir değerlendirmesi idi. Bu
seferlere başka bir açıdan bakıldığında Ensar’ın ilk askerî faaliyetlerinin daha
çok bireysel operasyonlar ya da küçük çaplı cezalandırma faaliyetlerinden
oluştuğu görülmektedir. Bedir savaşından sonra sırasıyla Ebu Afek, Asmâ bt.
Mervan ve Ka’b b. Eşref İslâm’a yönelik şiddetli düşmanlıkları nedeniyle Ensar
tarafından öldürülmüşlerdir. Ayrıca Ka’b b. Eşrefle benzer suçlar işleyen İbn
Süneyne de bu dönemde Ensarîlerce öldürülenler arasındadır. 624 yılının Mart
ayı ile Eylül ayı arasında gerçekleştirilen bu operasyonlar arasında Ensar’ın
komutasında herhangi bir seriyye yapılmamıştır. Askerî amaçla ve askerî bir
birlikle[487] Ensar’ın
çıktığı ilk seriyye 627 yılında Muhammed b. Mesleme komutasındaki Kurata
seriyyesidir. Bu seriyyeden sonra Ensar komutanlıklarda daha çok yer almaya
başlamış; birbiri ardınca Muhammed b. Mesleme, Abbad b. Bişr, Abdullah b.
Revaha ve Beşir b. Sa’d gibi sahabiler, Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) tarafından seriyye komutanı olarak görevlendirilmişlerdir.
Bu bölümdeki veriler, daha sonra Fetihler
dönemi incelenirken daha anlamlı hale gelecektir. Zira Halifeler döneminde,
çalışmada daha sonra ele alınacak olan nedenlerden dolayı Ensar’ın siyasî
alandaki etkisi giderek zayıflamıştır. Özellikle ordu komutanlıklarına çok az
gelmişler ve istatistiki bilgiler karşılaştırıldığı zaman askerî alanda Hz.
Peygamber dönemindeki oranların çok uzağında kaldıkları görülecektir. Nitekim
Ensar’dan birinin Resûlullah’tan (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir görev
istemesi üzerine Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gelecekte siyasî
ve malî gücün başka insanlara geçeceğine dair bir iması vardır.[488]
Askerî faaliyetlere katkı, elbette sadece
komutanlıkla yapılmaz. Ensar, Bedir savaşı ve sonrasındaki bütün savaşlara
gerektiği zaman katılmışlardır. Gerek sade birer asker olarak, gerekse de
komutan olarak bu savaşlarda sayısız faydaları olmuştur. Bu bölümde daha çok
komutanlıklar üzerinde durulmasının sebebi Medine toplumu ve burada kurulan
İslâm devletin üzerinde siyasî ve sosyal etkilerinin daha fazla oluşudur. Yoksa
asker olarak katıldıkları her askerî faaliyette özelde Hicaz ve Arabistan,
genelde ise dünya tarihinde büyük bir etkilerinin olduğu muhakkaktır.
Müslümanlar ile Mekkeli müşrikler arasında
cereyan eden ilk önemli silahlı karşılaşma, şüphesiz Bedir savaşıdır. Hicretin
2. yılı Ramazan ayında[489] cereyan
eden savaşın görünen en önemli sebebi, Şam’dan dönen Ebu Süfyan b. Harb’in
başkanlığında ilerleyen Mekke kervanının Bedir civarında Müslümanlarca tehdit
edilmesidir. Öte yandan Mekkelilerin, daha önce Abdullah b. Cahş’ın komuta
ettiği Batn-ı Nahle seferi sırasında öldürülen müşrik Amr b. el-Hadramî’nin
intikamını almak istemeleri de savaş için tetikleyici sebepler arasında
gösterilebilir. Ancak bütün bunlar, Mekke ile Medine arasında var olan
gerginliğin fiili çatışmaya dönüşmesinin bahanesi olmuştur. Zira sermayesi
esasen Müslümanların Mekke’de bıraktıkları mallar olan ve Mekkeli müşriklerin
topyekûn katkısıyla oluşturulan Ebu Süfyan kervanının nihai hedefi,
Müslümanlara karşı kesin sonuç verecek bir saldırıya maddi destek sağlamaktır.
Öte yandan Bedir savaşı öncesi Umre niyetiyle Mekke’ye giden Sa’d b. Muâz, Hz.
Peygamber’i (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Medine’de korudukları için kendisini
tehdit eden Ebu Cehil’e Şam ticaret yolunun Medine’den geçtiğini hatırlatması [490] Müslümanlar
ile müşrikler arasındaki bu savaşta Mekke ekonomisine yönelik darbelerin ciddi
bir enstrüman olduğunu göstermektedir.[491]
Resûlullah, (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Bedir Savaşı için hareket emrini verdiğinde, özellikle Ensar’dan bazı sahabiler
sefere katılmamışlardır. Onların sefere katılmak istememelerinin sebebi de
herhangi bir savaşın vuku bulacağını zannetmemeleriydi.[492] Vakıdî'nin
verdiği bilgilere göre Bedir savaşına katılmayan Ensar’ın ileri gelenlerinden
ve Akabe’de seçilen on iki nakibden biri olan Üseyd b. Hudayr bu yönde bir
mazeret beyan etmiştir.[493] Medine’de
kalan bu Ensarîler, bir kervana müdahalede bulunmak için yeterli miktarda asker
toplandığını düşünmüş olmalılar.[494] Nitekim
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Ensar’dan bu yönde gelen mazeretleri
kabul etmiş,[495] savaşa
katılmayan kimseyi kınamamış,[496] hatta
savaşa iştirak etmek istediği halde geçerli mazeretleri sebebiyle katılamayan
bazı kimselere ganimetten pay bile vermiştir.[497]
Ordu Medine’den ayrılıp Buk’ denilen mevkiye
gelince Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yaşça küçük bazı sahabileri
ayırıp geri gönderdi. Resûlullah’la (salla’llâhü aleyhi ve sellem) birlikte
yola devam eden Müslümanların sayısı 314 kişi idi.[498] Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Bedir’e hareket etmek üzere Medine’den ayrılınca
orduyla beraber hazırlanıp yola çıkan, Evs kabilesinden Ebu Lübabe b.
Abdülmünzir’i de Ravha denilen mevkiden Medine’ye geri göndererek Emir olarak
bırakmıştır.[499]
Bedir Savaşı’ndan önce düzenlenen seriyye ve
gazvelerde birlikleri teşkil eden askerlerin tamamen muhacirlerden oluştuğu,
komutanların da muhacirlerden seçildiği bilinmektedir. Buna karşın Bedir’de
kervanın önemi nedeniyle Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Ensar'la
birlikte hareket etmiştir. Ensar’ın bu orduya davet edilmiş olması, Resûlullah’ın
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Mekke müşrikleriyle aralarında devam eden fiili
savaş durumunda düşmana ciddi bir ekonomik darbe vurmayı amaçladığını, alelade
bir kervan baskını amaçlamadığını göstermektedir. Ayrıca hem Mekkelilere, hem
de civar kabilelere bu düşüncesinde yalnız olmadığını, Medineli Müslümanların
da desteğine sahip olduğunu gösterme arzusu etkili olmuştur.
Ensar, akabe biatinde Resûlullah’ı (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) Medine içinde her türlü saldırıya karşı koruma sözü vermişti.
[500]
Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem), “Ya Resulallah! Sen memleketimize
gelinceye kadar sorumluluğumuz altında değilsin. Bize kavuştuğun zaman artık
bizim korumamız altındasın...” demişlerdi.[501] Bu
sözlerinden dolayı Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onların Medine
dışında bir orduya karşı savaşıp savaşmayacaklarını bilmiyordu.[502] Ancak
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu sefere verdiği öneme binaen
onların da ordu içinde yer almalarını sağlamıştı. Bundan dolayıdır ki Bedir
savaşı öncesinde kervanın kaçıp kurtulduğu, Müşrik ordusunun yaklaştığı
anlaşılınca Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) arkadaşlarıyla istişare
etmiş, muhacirlerin kendisine her koşulda itaat edeceklerini ifade etmelerine
rağmen ısrarla Ensar’ın da görüşünü öğrenmek istemiştir.[503]
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Ensar’ın da fikir beyan etmesi ve kararları bizzat kendilerinden dinlemek
istemesi[504] üzerine
Ensar’ı temsilen Evs kabilesi büyüklerinden Sa’d b. Muâz şöyle bir konuşma
yapmıştır: “Biz sana iman ettik, seni tasdik ettik ve getirdiğin Kur’an’ın hak
olduğuna şahit olduk. Bunun için sana itaat etmek ve emirlerini dinlemek üzere
sana söz veriyoruz. Nasıl istersen o şekilde hareket et. Biz seninle beraberiz.
Seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, bize şu denizi
göstersen ve ona dalsan seninle beraber biz de dalarız.[505] Ensar’dan
hiç kimse de bundan geri durmaz. Biz yarın düşmanlarımızla karşılaşmaktan
hoşnutsuzluk duymayız. Biz savaşta sebat etmeyi, düşmanla karşılaşınca da
sözümüze sadakat göstermeyi biliriz. Umulur ki Allah bu Ensar topluluğuyla seni
sevindirir. O halde bizi Allah’ın bereketiyle (düşman üzerine) gönder.”[506]
Sa’d b. Muâz’ın konuşmasında dikkat çekici
birkaç nokta vardır. Sa’d b. Muâz Medine’nin önde gelen ailelerinden biri olan,
Abdüleşheloğullarının reisi olarak öncelikle Evs kabilesini, bununla birlikte
ordudaki en ileri gelen Ensarî, olarak da Hazreclileri temsilen konuşmuştur.
Konuşmanın başında Sa’d; Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) iman
ettiklerini vurgulayarak, Akabe’de yapılan sözleşme her ne kadar Medine içinde
Resûlullah’ı (salla’llâhü aleyhi ve sellem) korumayı öngörüyorsa da Ensar’ın
meseleyi sırf sözleşme olarak algılamadığını, konuyu iman eksenli ele aldığını
vurgulamakta, bu nedenle Hz.
Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
bütün emirlerini yerine getirmeye söz vermektedirler. Bu yaklaşım, muhacirler
için de geçerlidir. Ensar’ın iman eksenli düşünmesine katkısı itibariyle Mus’ab
b. Umeyr ve kardeşi Ebu Aziz arasında Bedir savaşı sonrasında cereyan eden
konuşma, Medine toplumunun dönüşümünü açıklamaya yardımcı olmaktadır. Mus’ab b.
Umeyr’in kardeşi Ebu Aziz, Ensar’dan bir zat tarafından esir edilmişti. Mus’ab
ile bu Ensarî zat arasındaki diyalog, Ebu Aziz’i hayretler içinde bırakmıştır.
Mus’ab b. Umeyr, Ensarî arkadaşına kardeşi hakkında, “Bunun ellerini sıkı tut.
Çünkü onun annesi zengin bir kadındır. Bu nedenle sana iyi bir fidye
verecektir!”[507] diyerek Hz.
Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Ensar ve Muhacirler arasında
ana-baba kardeşliğinden çok daha güçlü bir bağ kurduğunu göstermiştir.
Muhacirler Bedir savaşına kadar geçen iki yıl boyunca İslâm’ın o günlere kadar
gelişini ve ortaya çıkan prensiplerini Ensar’a başarılı bir şekilde
aktarmışlardı.[508] Ensarîler,
Muhacirlerden gördükleri bu anlayışı çabucak benimseyerek, yukarıda Sa’d b.
Muâz’ın konuşmasında görüldüğü gibi hayatlarına uygulamışlardır.
Ensar’ın Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) hitaben; “İsrailoğullarının Musa’ya “Sen ve Rabbin gidip savaşın”
dediği gibi demeyeceğiz” sözleri nakledilmektedir.[509] İki yıl
gibi kısa bir sürede bir toplumun bu kadar değişim göstermesi, gerçekten dikkat
çekicidir. Çünkü karşılarındaki artık bir kervan değil kendilerinden üç kat
daha fazla sayıya sahip bir ordudur.
Sa’d b. Muâz’ın konuşmasıyla hem Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem), hem de Müslümanlar rahatladı ve ordu yola devam
edip Bedir adı verilen bölgeye ulaştı. Ordu ilk etapta Bedir kuyularının
arkasında bir yerde konakladıysa da Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) orduyu yerleştirdiği yerin savaş stratejisi açısından uygun olmadığını
düşünen Ensar’dan Hubab b. Münzir b. Cemuh, ordunun konaklayacağı yer hakkında
Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) farklı bir öneride bulundu. Buna
göre ordu, Bedir kuyularını arkalarına alacak şekilde yerleştirildi ve
Müşriklerin suya ulaşmaları engellenmiş oldu. Böylece su kuyuları tamamen
Müslümanların kontrolü altına alındı ve Müslümanlar muhtemel bir susuzluk
riskini bertaraf etmiş oldular.[510]
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu Ensarî Müslüman’ın fikrine
uyarak ordunun yerini değiştirmesinin Medineli Müslümanlar üzerinde motive
edici bir etkisinin olduğu düşünülebilir.
Sa’d b. Muâz, Resûlullah’ın hem rahat edeceği
hem de güvende olacağı bir gölgelik yapılmasını teklif etti.[511] Çünkü
savaşın seyri Müslümanların istemediği bir hal alırsa Resûlullah’ın
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Medine’ye güvenli bir şekilde ulaşması
gerekiyordu. Bu yüzden Sa’d, savaş meydanına hâkim ama görece güvenli bir
karargâhın varlığının şart olduğunu ifade etti. Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), Sa’d’ın bu tavrı karşısında çok memnun oldu ve kendisine
hayır duada bulundu.[512]
Kervanın Müslümanların tehdidi altında olduğunu
öğrenen Mekke müşrik ordusu alelacele hazırlandı. Öyle ki müttefikleri olan
Ehabiş kabilelerinden yardım bile beklemediler. Yine de Müslüman ordusunun üç
katı büyüklüğüne ulaşan 950 kişilik bir ordu ile yola koyuldular. [513]
Kureyş, bu hazırlıkları yaparken Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) da ordusunu savaşa hazırladı ve her bir
Müslüman’ın savaş sırasında alacağı görevi ilgililere tebliğ etti. Bu
düzenlemeler incelendiğinde İslâm ordusunda Ensar’ın oldukça kritik noktalarda
önemli görevler üstlendikleri görülecektir. Orduyu oluşturan üç ayrı zümre yani
Evs, Hazrec ve Muhacirun ayrı ayrı birlikler halinde ve her biri kendilerinden
bir kişinin komutası altında savaşacaktı. Bedir günü biri Evs, biri Hazrec biri
de Muhacirler için olmak üzere üç ayrı bayrak hazırlanmıştı. Ordunun genel
sancağını Mus’ab b. Umeyr, Muhacirlerin bayrağını Hz. Ali, Hazrec’in bayrağını
Hubab b. Münzir, Evs’in bayrağını ise Sa’d b. Muâz taşıyordu.[514] İbn Kesîr
İbn Hişâm’a dayandırdığı rivayetinde Ensar’a ait tek bir bayrağı zikrederek bu
sancağın Sa’d b. Muâz’da olduğunu belirtir. [515] Ordunun
artçı birliğinin (Muhafız birliği) başına Hazrecli Kays b. Ebi Sa’sa’a tayin
edilmişti.[516] Esasen
bireysel ve kabilevi bağımsızlığına düşkün Araplar,[517]
kendilerinden olmayan komutanların idaresi altında savaşmaya pek de alışkın
değillerdi. Daha sonraki bütün seriyye ve gazveler boyunca da her bir kabile
kendi bayrağı altında savaşmıştır.
Savaş esnasında çok önemli bir görev olan Hz.
Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) korunması görevini Evs’in
liderlerinden Sa’d b. Muâz yerine getiriyordu. Onunla birlikte Ensar’dan bir
grup da nöbet tutuyordu.[518] Bu, son
derece dikkatli olunması gereken ve bir o kadar da tehlikeli bir görevdi. Çünkü
herhangi bir hezimet ya da zayıflık anında müşrik ordusunun ilk yöneleceği
hedef Hz. Peygamber’di. Yine Sa’d b. Muâz’ın önerisiyle herhangi bir olumsuz
durum karşısında Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Medine’ye hızlıca
intikali için bir binek hazırda bekletiliyordu.[519] Ensar ilk
kez Muhacirlerle çıktığı bu seferde savaşın hiçbir aşamasında sorumluluk
almaktan çekinmemiştir. Kaldı ki onlar uzun yıllar Yahudilerle ve birbirleriyle
yaptıkları savaşlardan dolayı savaşçı bir topluluk olarak tanınmışlardır.
Nitekim Bedir’de savaş başlamadan önce Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem), “Nasıl savaşacaksınız” diye Müslümanlara sorunca Ensar’dan Asım b.
Sabit, “Eğer düşman 200 arşından yakın olursa ok atılır, eğer mızraklarla savaş
yapılacak kadar yaklaşırlarsa mızrakla savaşılır, iki taraf iyice birbirine
yaklaşırsa mızrakları bırakıp kılıçları alırız ve kılıç harbi başlar.” diyerek
savaş sanatını bildiklerini göstermiştir.[520]
Orduda Müslümanların savaş esnasında
birbirlerini tanıyabilmeleri için üç ayrı parola belirlenmişti. [521] Muhacirlerin
parolası "Ey Benî Abdurrahman", Hazrec'in Parolası "Ey Benî
Abdullah", Evs'in Parolası ise "Ey Benî Ubeydullah" [522] şeklindeydi.[523] Bu
parolalar gizli birer işaret değildi ve sır olması da gerekmiyordu. Çünkü
aralarında bir üniforma birliği olmayan Müslümanların savaş esnasında
birbirleriyle karşı karşıya gelmemeleri için tanıtıcı bir işaret şarttı.[524]
Bedir savaşında da müşrik ordusunun Utbe b.
Rebia, Şeybe b. Rebia ve Velid b. Utbe ile er dilemesine cevaben, mübarezeye [525] ilk
çıkanlar Ensar’dan üç sahabi olmuştur.[526] Bunlar Muâz
b. Afra, Muavviz b. Afrâ ve Avf b. Afra’dır. Sonuncusunun Abdullah b. Revaha olduğu
da söylenmiştir.[527] Ancak
müşrikler, Ensar’dan öne çıkan sahabileri kendilerine denk görmemiş[528] bunun
üzerine Ali b. Ebi Talib, Hamza b. Abdülmuttalib ve Ubeyde b. Hâris mübarezeye
çıkmıştır.[529] İlginçtir
ki Resûlullah’ı (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Medine’ye kabul ettikleri için
Ensar’a tehdit üstüne tehdit gönderen[530] müşrikler,
çarpışma meydanında onları kendilerine denk olarak görmemiş ve karşılarına
Kureyş kabilesine mensup kimseler istemişlerdir. İbn Sa’d’da geçen bir rivayete
göre ise “Hz. Peygamber, (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Müslümanlarla
müşriklerin karşılaştıkları bu ilk savaşta Ensâr ’ın zarar görmesini arzu
etmedi. Zarar gelecekse kendi amcazadelerine ve kavmine gelmesini istedi ve
onlara geri dönmelerini emretti. Ensarîler saflarına geri döndüler. Resûlullah
onlar için hayırlı sözler söyledi” şeklinde bir ifade ile Ensarî’lerin
mübareze yapmasını Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) da istemediği
ifade edilmektedir.[531]
Savaş, mübarezeden sonra karşılıklı ok
atışlarıyla devam etmiş ve İslâm ordusunun ilk şehidi atılan bir okla vurulan
Hz. Ömer’in azatlısı Mihce olmuştur. Ensar’dan ilk şehid düşen ise yine bir
okla vurulan Hazrec’in Benî Adiy b. Neccâr oğullarından Hârise b. Süraka
olmuştur.[532]
Kısa süreli bu ok saldırısından (atışlarından sonra)
ordular genel saldırı için atağa kalktılar. Savaş boyunca büyük yararlılık
gösteren Ensar’a mensup Müslümanlar, Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) “Bu ümmetin Firavunu”[533] olarak
nitelediği ve aynı zamanda müşrik ordusu genel komutanı olarak kabul edilen Ebu
Cehil’in (Amr b. Hişâm) öldürülmesinde de başrol oynadılar. Ensar’dan Hazrec
kabilesine mensup Muâz b. Amr b. Cemuh, Ebu Cehil’e ilk darbeyi vurup bacağını
kopardı ve böylece onun hareket kabiliyetini yok etti. [534] Daha sonra
Ebu Cehil’e hücum eden başka bir Hazrecli, Muavviz b. Afra, onu yerinden
kalkamayacağı şekilde ağır yaraladı.[535] Ebu Cehil’e
ölümü getiren son darbeyi vuran ise Muhacirler’den Abdullah b. Mesud olmuştur[536] Ebu
Cehil’in öldürüldüğünün duyulmasıyla paniğe kapılan müşrik ordusu, kısa sürede
dağılarak Mekke’ye doğru kaçmaya başladı. Müşriklerden 70 kişi öldürülmüş 70
kişi de esir edilmişti. [537]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) zafer
müjdecisi olarak Ensar’dan Abdullah b. Revaha ve Muhacirlerden Zeyd b.
Hârise’yi Medine’ye gönderdi.[538] Kendisi de
hem şehitlerin hem de müşrik ölülerinin defni gibi yapılması gereken bazı işler
için Bedir’de bir süre kaldıktan sonra Medine’ye döndü. [539] Medine’ye
dönüş yolunda Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) emriyle, esir edilen
müşriklerden olan ve Müslümanlara karşı pek çok suç işlemiş olan Nadr b. Hâris
Hz. Ali tarafından, Ukbe b. Ebi Muayt ise Evs kabilesinin Mâlik b. Avf oğulları
koluna mensup Asım b. Sabit tarafından idam edilmiştir.[540] Ukbe b. Ebi
Muayt’ın Asım b. Sabit’in kardeşi Âmir tarafından öldürüldüğü de söylenmiştir.[541] Ancak
bu bilgi, kabul görmüş bir bilgi değildir. Diğer esirler ise yapılan istişare
sonucunda Hz. Ömer ile birlikte Sa’d b. Muâz’ın aksi yöndeki görüşlerine rağmen[542] fidye
karşılığı serbest bırakıldı.[543]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
ganimet mallarının başına Hazrec’in Mazin b. Neccâr oğullarından Abdullah b.
Ka’b’ı Âmir tayin etti.[544] Daha sonra
Medine’ye dönerken SAfrâ denilen mevkide ganimeti sahabe arasında taksim etti.[545]
İbn İshâk’a göre Bedir’e katılan Hazrecliler
170, Evsliler 61, Muhacirler ise 83 kişiydi.[546] Bu durumda
Muhacir ve Ensar’ın sayıca birbirlerine oranı aşağıdaki şekilde olmaktadır.
Evs, Hazrec ve Muhacirlerinin sayısı ayrı ayrı
değerlendirildiğinde ise aşağıdaki gibi bir tablo oluşmaktadır.
Bedir savaşına katılan Ensarîler’in isimleri
ise kaynaklarda ufak tefek bazı farklılıklarla da olsa detaylı bir şekilde
verilmektedir.[547]
Bu savaşta altısı Muhacir’den sekizi Ensar’dan
olmak üzere on dört kişi şehid olmuştur.[548]
Ensar’dan şehid düşen sekiz kişinin Evs ve
Hazrec kabileleri içindeki boylara dağılımı ise şu şekildedir.
Evs kabilesinden, Benî Amr b. Avftan, Sa’d b.
Hayseme ve Mübeşşir b. Abdülmünzir.[549]
Diğer şehid olan altı kişi Hazrec kabilesine
mensuptur;
Benî Hâris b. Hazrec’den, Yezîd b. Hâris.
Benî Haram b. Ka’b b. Seleme’den, Umeyr b.
Humam.[550]
Benî Habib b. Abd-i Hârise b. Mâlik b. Ğadb b.
Cüşem’den, Râfi b. Mualla.
Benî Neccâr’dan, Hârise b. Süraka b. Hâris
Benî Ğanm b. Mâlik b. Neccâr’dan, Avf b. Hâris
b. Rifaa ve Muavviz b. Hâris b. Rifaa.[551] Bu iki
sahabiden Muavviz Ebu Cehil’e hareketsiz kalmasına yol açan darbeyi vuran
kişidir.[552]
Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle Bedir günü “Yevmü'l-Furkan”
[553] olarak hem Müslümanlar, hem de müşrikler
açısından son derece hayatî sonuçlar doğurdu. Müslümanlar bu zaferle pek çok
kazanım elde ettiler. Hem Ensar, hem de muhacirlerin kendilerine olan güvenleri
artmış ve artık kendilerinden emin bir şekilde Medine’de yaşamaya
başlamışlardır. Ancak bu savaşın Mekke müşriklerinde de Ensar’a karşı olan kin
ve nefreti iyice körüklediğine şüphe yoktur. Nitekim savaştan kısa bir süre
sonra Ebu Süfyan Müslümanlardan intikam almak amacıyla Medine’ye kadar gelip
Medinelilere ait tarlaları ateşe vermiş ve Medineli Müslümanlardan Ma’bed b.
Amr el- Ensarî ile bir işçisini [554] şehid
ederek kaçmıştır. [555] Müslümanlar
Ebu Süfyan’ı yakalamak için bir birlik çıkardılarsa da onu yakalayamamışlardır.
Bu seriyyede Ebu Süfyan daha hızlı kaçmak için “Sevik” adı verilen gıda
maddalerini attığı için gazveye de Sevik gazvesi denilmiştir.[556]
İslâm tarihinin bu en önemli savaşında Ensar’ın
da yer almış olması onların siyasî tarihlerinde en önemli olay olarak yazılmış
ve Ensarîler Bedir zaferinin bir parçası olmaktan dolayı İslâm tarihçileri
tarafından her zaman önemle vurgulanmışlardır. Tabakât kitapları, Bedir ehlini
ashabın diğer fertlerine göre ön planda tutmuştur. Resûlullah’ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) yakın akrabası dahi olsa hatta ilk Müslümanlardan bile olsa
birinci tabaka sahabiler arasında yer almamış bu tabaka Bedir ashabından teşekkül
ettirilmiştir.[557]
Bedir savaşının Müslümanların zaferiyle
sonuçlanması, Medine’deki siyasî ortamı da değiştirdi. O güne kadar iman
etmemiş olan bazı Medineliler, şeklen de olsa Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) gelip iman ettiklerini beyanla ona biat ettiler. Bunların arasında
meşhur münafık Abdullah b. Übey b. Selül de bulunmaktaydı. İman etmelerinin
sebebi ise “İslâm’ın talihinin dönmüş” olduğunu düşünmeleriydi.[558]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
hicretten sonra Medine'deki Arap ve Yahudi kabileleriyle barış içerisinde
yaşamayı amaçlayan bir anlaşma yapmış,[559] Benî
Kaynuka da Hazrec'in müttefiki olarak bu anlaşmaya katılmışlardı. Ancak
Müslümanların Bedir Gazvesinde kazandıkları başarı diğer Yahudiler gibi[560] onları da
rahatsız etti ve taşkınlık yapmaya başladılar. Resûlullah’ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) onları uyarması da davranışlarında herhangi bir değişiklik
meydana getirmedi.[561] Bu
gerginlik ortamında alışveriş için Benî Kaynuka çarşısına giden Ensar’dan bir
kadının tacize uğraması ve çıkan olayda karşılıklı kan dökülmesi anlaşmanın
bozulmasına sebep oldu.[562]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
hicretin 2. yılında Şevval ayının ortasında Medine’ye Beşir b. Abdülmünzir’i
vekil bırakarak[563] Benî
Kaynuka kalelerini kuşattı ve on beş gün sonra teslim aldı.[564] Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem), Benî Kaynuka’dan esir edilen 700 civarında
savaşçı erkeğin cezalandırılmasına karar verdi.[565] Ancak o
zaman, hâlâ Hazrec kabilesinin reisi olan Abdullah b. Übey b. Selül, Benî
Kaynukalılar'ın kendilerinin müttefiki olduklarını belirterek bağışlanmalarını
istedi.[566] Hazrec’den
Ubâde b. Sâmit ise Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) giderek cahiliye
döneminde Kaynuka’yla müttefik olan bir Hazrecli olarak kendisinin Benî Kaynuka
ile olan ittifakını sona erdirdiğini ve Allah ve Resulü’nü dost edindiğini
bildirdi.[567] Ubâde b.
Sâmit’in bu sözleri üzerine “Kim Allah'ı, Resulünü ve iman edenleri dost
edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah'ın tarafını tutanlardır”[568]
ayeti nazil oldu.[569] Ancak
münafıklar son ana kadar onları Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
karşı korumayı sürdürdüler.[570] Kur’an-ı
Kerim onların bu hallerini şöyle anlatır, “Kalplerinde hastalık
bulunanların: "Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz. "
diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah bir fetih
yahut katından bir emir getirecek de onlar, içlerinde gizledikleri şeyden
dolayı pişman olacaklardır. ”[571]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
münafıkların başı Abdullah b. Übey’in ısrarı üzerine Benî Kaynuka kabilesi
mensuplarının tamamının Medine'den sürülmesini emretti.[572] Ayrıca
onlara şehirden ayrılmaları için üç gün süre tanındığı gibi alacaklarını tahsil
etmelerine izin verildi. Medine’den çıkmaları ve anlaşma maddelerine uymaları
konusunda teftiş amacıyla Ubâde b. Sâmit görevlendirildi.[573]
Daha çok ticaret, özellikle de kuyumculukla
uğraştıkları için toprak sahibi olmayan Benî Kaynuka Yahudileri, çok sayıda
silah ile silah yapımında ve kuyumculukta kullandıkları malzemeyi Medine'de
bırakarak şehirden ayrıldılar.[574] Onlardan
arta kalan ganimet mallarını toplama ve koruma görevi Muhammed b. Mesleme’ye
verildi.[575]
Benî Kaynuka gazvesinden elde edilen ganimetin
beşte biri Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ayrıldıktan sonra
Muhammed b. Mesleme ve Sa’d b. Muâz’a birer zırh hediye edildi.[576] [577] Bu sefer
esnasında Ebu Lübabe b. Abdülmünzir Medine’ye Vekil olarak 459 bırakılmıştır.
Uhud savaşı hicretin 3. yılı Şevval ayında
Mekkeli müşrikler ile Müslümanlar arasında cereyan etmiştir.[578] Savaşın
gerekçeleri ve Ensar açısından savaşın seyri aşağıdaki gibidir.
Bedir savaşında uğradıkları yenilgiden dolayı
büyük bir öfke içinde olan Kureyşliler, Ebu Süfyan’ın İslâm ordusundan
kurtardığı kervanın gelirini Müslümanlara karşı düzenlenecek büyük bir askerî
harekâtta sarf etmek üzere anlaştılar.[579] Kur’an-ı
Kerim, onların davranışları hakkında şunları söyler: “Şüphesiz ki inkâr
edenler mallarını, (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar. Daha
da harcayacaklar. Ama sonunda bu, onlara yürek acısı olacak ve en sonunda
mağlûp olacaklardır. Kâfirlikte ısrar edenler ise cehenneme toplanacaklardır. ”[580]
Kureyş reislerinin ekserisi Bedir’de
öldürüldüğü için şehrin yönetimine Ebu Süfyan b. Harb geçmişti. Mekkeliler,
orduyu Kureyş’ten oluşturmakla yetinmeyip civardaki Arap kabilelerine de haber
göndererek kendilerine katılmalarını istediler.[581] Böylece
3000 kişiden oluşan bir ordu tertip ettiler.[582] Hz.
Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) amcası Abbâs b. Abdülmuttalib
Medine’ye bir mektup göndererek onu gelişmelerden haberdar etti. Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) mektubu aldığı esnada Kuba’da bulunuyordu.
Mektubu kendisine Übey b. Ka’b okudu. Resûlullah, (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) derhal Ensar’ın ileri gelenlerinden Sa’d b. Rebi ile Abbâs’ın mektubu
hakkında bir ön değerlendirme yaptı.[583]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
Kureyş ordusunun harekete geçtiği haberini alır almaz istihbarat faaliyetlerine
başladı. Bu konuda özellikle bölgeyi iyi bilen Medinelilerden yararlandı. Bu
bağlamda Ensar’dan Enes ve Munis b. Fedale’yi düşman hareketlerini gözetlemek
üzere gönderdi. Onlar da Medine’nin Güneybatısındaki Akik vadisine kadar
giderek müşrikler hakkında bilgi toplayıp döndüler. Yine düşman ordusu hakkında
istihbarat toplamak için görevlendirilen bir başka Medineli Hubab b. Münzir
olmuştur.[584] Hubab
müşriklerin sayı ve teçhizatları hakkında bilgi sahibi olduktan sonra durumu
Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) aktardı. Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) de muhatabına bilgileri saklamasını ve bir kelime dahi olsa
kimseye bundan söz etmemesini tembihledi.[585]
Ensar’ın ileri gelenlerinden Sa’d b. Ubâde,
Sa’d b. Muâz ve Üseyd b. Hudayr, hem Resûlullah’ı (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
korumak hem de gelişmelerden sürekli haberdar olmak için müşrik ordusunun
Medine’ye yaklaştığı geceyi Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
kapısında geçirdiler.[586]
Gelen istihbarat raporlarından sonra Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Mescid-i Nebi’de arkadaşlarıyla istişarede
bulundu. Daha önce Bedir’e katılan ve kazandıkları zaferden dolayı özgüven
içinde bulunan Müslümanlar, gençler ve Sa’d b. Ubâde gibi Bedir’e katılma
fırsatını kaçıran bazı Ensarîlerin görüşü Medine’den çıkıp düşmanla savaşmak
yönündeydi. Ancak Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Medine’de kalıp bir
savunma savaşı yapma düşüncesindeydi.[587] Medine
dışında savaşmak isteyenler “müşriklerin Müslümanların korktukları için ya da
onlarda bir zayıflık olduğu zannına kapılmamaları için” bunu istediklerini
söylüyorlardı.[588] Neticede
meydan savaşı yapmak isteyenlerin görüşü ağır basınca Resûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) da bu kanaati benimsedi.[589]
Yapılan istişarede Resûlullah’ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) fikrini kabul etmeyenlere, yaptıklarının doğru olmadığını
hatırlatan Sa’d b. Muâz ile Üseyd b. Hudayr, ashabı savaş için Medine dışına
çıkma fikrinden vazgeçirdilerse de Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
artık karar verilmiş olduğunu ifade ederek Medine dışına çıkılacağını belirtti.[590]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
Müslümanların sancağını Mus’ab b. Umeyr’e, Evs’in bayrağını Üseyd b. Hudayr’a
Hazrec’in bayrağını ise Hubab b. Münzir’e verdi.[591]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Medine dışına çıkıldığı zaman ordusunu kontrol ederek yaşı küçük olan
Müslümanları Medine’ye geri gönderdi. Bunun istisnası iyi ok attığı için orduya
kabul edilen Râfi b. Hudeyc’tir. İlk akşam Benî Neccâr oğulları arazisinde
konaklayan orduyu korumak için 50 kişilik bir muhafız birliği teşekkül
ettirilmiş ve Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bunların başına
Ensar’dan Muhammed b. Mesleme’yi komutan tayin etmiştir. [592] Ayrıca o
gece özel olarak Resûlullah’ı (salla’llâhü aleyhi ve sellem) korumak için
Zekvân b. Abdülkays görevlendirilmiştir.[593]
Ertesi sabah Abdullah b. Übey b. Selül,
görüşlerinin dikkate alınmadığı ve “yeni yetme” bazı gençlere itibar edildiği
gerekçesiyle beraberindeki 300 münafık ve imanı zayıf kimselerle ordudan
ayrıldı.[594] Çünkü savaş
hakkında istişare yapılırken o da Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) görüşünü benimsemiş ancak sonuç farklı olmuştu.[595] Benî
Seleme’den Abdullah b. Amr b. Haram’ın onları geri döndürmek için sarfettiği
çabalar da sonuçsuz kaldı.[596] Onların bu
ayrılığı İslâm ordusu içinde yer alan Benî Hârise ve Benî Selime kabilelerinin
de kalbine bir tereddüt düşürdü. Ancak daha sonra toparlanıp ordu ile birlikte
Uhud’a doğru yola devam ettiler.[597] Onların bu
davranışlarıyla ilgili şu ayetler nazil olmuştur. “Hani sizden iki takım (paniğe
kapılarak) çözülmeye yüz tutmuştu. Hâlbuki Allah onların yardımcısı idi.
Müminler yalnız Allah’a tevekkül etsinler. ”[598]
Ensar, Abdullah b. Übey ve beraberindekilerin
ordudan ayrılması üzerine[599] Medine’de
bulunan Yahudi müttefiklerinden yardım talep etmeyi önermiş, ancak Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu öneriyi reddederek onlara ihtiyaçları
olmadığını ifade etmiştir.[600] Bununla
birlikte Müslümanların talebi olmamasına rağmen Benî Sa’lebe b. Fityevn
kabilesi Yahudilerinden Muhayrık isimli bir şahıs, İslâm ordusuyla birlikte
Uhud’da savaşmış ve çarpışmalar esnasında müşrikler tarafından öldürülmüştür.[601] Bu zat
malını Muhammed b. Mesleme ve Seleme b. Selame’ye emanet ederek öldüğü takdirde
bu malları Resûlullah’a teslim etmelerini vasiyet etmiştir.[602]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
Mekke ordusuyla kendileri açısından savaşa uygun olmayan bir yerde karşılaşmak
istemiyordu. Bu amaçla, ashabından bölgeyi iyi bilen birinin kendilerini
düşmanla karşılaştırmadan savaşılacak yere kadar kılavuzluk yapmasını istedi.
Hazrec’in Ebu Hârise b. Hâris boyundan Ebu Hayseme kılavuzluk yapabileceğini
belirtip onları kendi arazilerinden Uhud’a ulaştırdı.[603]
Müşrik ordusu Uhud’a Çarşamba günü ulaşmıştı.
Müslümanlar ise Cuma günü Medine’den çıkmış ve Cumartesi düşmanla
karşılaşmışlardı.[604] Müslümanlar
Uhud’a vardıklarında müşrik ordusunun develerini ve atlarını Ensar’ın hurMâlik
ve ekinlerinin bulunduğu bir mevkiye saldıklarını gördüler. Bu durum Ensar’a
ağır geldiyse de Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onları emirleri
dışında hareket etmekten ve bir savaşa girişmekten nehyetmesi nedeniyle
sabrettiler.[605]
Öte yandan Ebu Süfyan İslâm ordusu safları
arasından bir çatlak oluşturmak ve Müslümanların gücünü azaltmak üzere Evs ve
Hazrec kabilelerine “Bizim sizinle işimiz (herhangi bir düşmanlığımız) yok.
Amcamızın oğluyla (Hz. Peygamber’le (salla’llâhü aleyhi ve sellem)) aramızdan
çekilin” diye mesaj gönderdi. Ancak Ensar bu teklifi kesin bir dille
reddettiler.[606] İbn Habib
bu içerikte bir mektubun Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
hicretinden kısa bir süre sonra yazıldığını ifade etmekteyse de Ka’b b. Mâlik
’in bu mektuba Uhud savaşı öncesinde bir şiirle cevap vermesine[607] bakılırsa
Uhud savaşı sırasında da benzer teklifler devam etmekteydi. Buna yakın bir
teklif aslında Evs’e mensup Medineli bir Hıristiyan olmasına rağmen Mekke’ye
göç edip Müşrik saflarında Müslümanlarla savaşmak için Uhud’a gelen Ebu Âmir
tarafından da yapıldı. Ancak Evs kabilesi “Ey Fâsık! Allah senin gözünü aydın
kılmasın!” şeklinde sert bir cevapla onun teklifini reddetti.[608]
Medine’den çıkarken yaklaşık 1000 kişi olan
ordu, sayıları 300 kadar olan münafıkların ayrılmasıyla 700 kişiye düşmüştü. [609] Daha önce
yapılan istihbarat faaliyetlerinden anlaşıldığına göre Kureyş ordusu 700
zırhlı, 200 de atlı olmak üzere toplam 3000 kişiden oluşuyordu.[610] Maddi
kuvvet olarak bakıldığında her iki ordu arasında açık bir güç farkı vardı.
İslâm tarihi kaynaklarında, Bedir savaşında
Ensar’ın ve diğer Müslümanların mücahit sayısı ile ilgili verilen teferruatlı
bilgilere Uhud savaşı bahsinde rastlayamamaktayız. Ancak yine de eldeki
bilgilerden tahmini bazı oranlar elde edilmesi için bir engel bulunmamaktadır.
Bu tahmini bilgiler;
Medine nüfus sayımı
Bedir’deki istatistikî bilgiler
Uhud’da toplam Müslüman sayısı
Uhud şehitlerinin toplam sayısına dayanılarak
verilebilir.
İfade etmek gerekir ki yukarıdaki rakamlar
kullanılarak ulaşılacak sonuç tahmini bir sonuç olacaktır ve farklı bir
yorumlamayla elbette farklı sonuçlar elde edilebilecektir.
Tayyib Okiç’in “İslâmiyet’te İlk Nüfus Sayımı”
ismiyle yayınlanan makalesi[611] Medine
döneminde nüfus sayımına dair pek çok farklı rivayete yer vermektedir. Buna
göre Medine nüfusunun 500, 600, 700 ve 1500 kişi olması gibi farklı sayıda
sonuçtan söz edilmektedir. Muhtemeldir ki bu nüfus sayımları farklı zamanlarda
yapılmıştır. M. Hamidullah bunlardan 1500 rakamını kabul eder.[612] Diğer
rakamların daha erken bir döneme ait olduklarını kabul etmek zorundayız. Çünkü
bu nüfus sayımında Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Huzeyfe b. Yeman’a
“Halktan Müslüman olduklarını ağzıyla söyleyenlerin sayısını tespit edin
demiştir.” [613] Bilindiği
gibi Uhud savaşı için çıkıldığında “Müslüman olduğunu ağzıyla ifade eden” 300
münafık ordudan ayrılmadan önce ordunun asker sayısı 1000 kişiydi.[614] Bu rakama
savaşamayacak kadar yaşlı, küçük, hasta vb. kişilerin sayısı [615] da
eklendiğinde 1500 civarı bir rakam elde edilebilir. Bu durumda savaşabilecek
durumda olup da mazereti bulunmayan herkesin orduya katıldığını kabul etmek
gerekiyor. Burada ordunun ne kadarının Muhacirlerden oluştuğu sorusuna cevap
verebilmek için daha önce yapılan bazı seferlere katılan Muhacir sayısı bize
bir fikir verebilir.
Bilindiği gibi Bedir öncesi gazve ve
seriyyelerde Ensar’dan hiç kimse görev almamıştır. Bedir’den kısa bir süre önce
gerçekleşen Zi’l-Uşeyre gazvesi, kaynaklara göre 150-200 muhacirin katılımıyla
gerçekleşmiştir.[616] Bedir
savaşında Muhacirlerin 8 3 [617] kişi
olduklarını düşünecek olursak Zi’l-Uşeyre gazvesine katılan muhacir sayısını
Medine’deki azami muhacir sayısı olarak kabul edebiliriz. Böylece Uhud
savaşında Muhacir sayısını 150 ila 200, Ensar sayısını da 500 ila 550 olarak
takdir edebiliriz. Ensar’dan olanların Evs kabilesine mi yoksa Hazrec’e mi
mensup olduklarını da yine Bedir savaşındaki istatistiklerden yararlanarak
yorumlayabiliriz. Bu veriyi baz alacak
olursak yaklaşık olarak 150 Muhacir, 140 Evsli,
400 kadar da Hazrecli olduğunu varsayabiliriz.[618]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
Ayneyn tepesine[619] Benî Amr b.
Avf’tan Abdullah b. Cübeyr[620] komutanlığında
50 okçuyu yerleştirerek onlara, "Düşmanı yendiğimizi görseniz de, size
haber vermedikçe, adam göndermedikçe yerlerinizden asla ayrılmayınız. Düşmanın
bizi mağlup ettiğini görseniz de, yine kesinlikle yerinizi terk edip,
'Yardımlarına koşalım.' demeyiniz!" emrini verdi.[621] Bu emir ve
talimatını iki sefer tekrarlayan Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
daha sonra okçulara, "Kuşların cesetlerimizi kapıştıklarını görseniz dahi,
ben size adam göndermedikçe asla yerinizden ayrılmayınız." diyerek verdiği
emrini önemini bir daha hatırlattı.[622] Gerçekten
de Ayneyn tepesindeki okçular İslâm ordusu için hayatî önem taşıyordu. Onların
orduyu arkadan gelecek bir saldırıya karşı koymak görevlerinin yanında
Kureyşlilerin Medine’ye geçişlerini engellemek gibi bir görevleri daha vardı.[623] Ulaşabildiğimiz
kaynaklarda buradaki Müslümanların Ensar’dan mı yoksa muhacirlerden olduklarına
dair bir bilgiye rastlanmamaktadır. Ama genellikle kabilelerin kendilerinden
bir komutanın emri altında savaştıkları gerçeğinden[624] ve Abdullah
b. Cübeyr’in de Ensarî olmasından hareketle tepeyi koruma görevinin Ensar’dan
bir zümreye verildiği tahmini yapılabilir.
Savaş başlamadan önce Resûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), ashabına bir kılıç gösterip “Kim bu kılıcın hakkını
verebilir?” diye sordu. Pek çok kimse bu kılıca talip olduğu halde -ki
bunlardan birisi Muhacirun’un ileri gelenlerinden ve Resûlullah’ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) halasının oğlu olan Zübeyr b. Avvam’dı-[625] onu
Ensar’dan Ebu Dücane Simak b. Hareşe’ye verdi. Ebu Dücane o gün o kılıçla,
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) kılıcını taşıyor olmanın
bilincinde olarak hakkıyla savaştı.[626]
Ebu Dücane müşrik ordusu karşısında gururlu bir
eda ile yürüyordu. Ashab onu bu yürüyüşünden dolayı uyarınca Allah Resulü “Bu
gibi yerler hariç bu yürüyüş tarzı Allah gazaplandığı bir yürüyüştür” diyerek
savaş meydanında böylesi davranışların mahzuru olmadığını, bilakis bir
psikolojik harp taktiği olarak kullanılabileceğini ifade etmişlerdir.[627]
Halid b. Velid komutasındaki Kureyş süvarileri,
üç defa Ayneyn tepesi ile Uhud arasındaki geçidi geçmeye çalıştılarsa da her
seferinde okçuların engellemesiyle karşılaşarak geri dönmek zorunda kaldılar. [628] Ancak İslâm
ordusunun galip gelip düşmanı takip ettiğini ve ganimet toplamaya başladığını gören
okçular, komutanları Abdullah b. Cübeyr’in bütün uyarılarına rağmen görev
yerlerinden ayrılıp diğer Müslümanlarla birlikte ganimet toplamaya başladılar.[629] Müşrik
ordusunun süvari birliğine komuta eden Halid b. Velid komutasındaki müşrik
süvarileri bu boşluğu fark edince saldırıya geçerek beraberindeki az sayıda
Müslümanla birlikte Abdullah b. Cübeyr’i şehid ettiler.[630] Buradaki
kısa süreli çarpışmadan sonra da düşmanı kovalamak ve ganimet toplamakla meşgul
olan Müslümanları arka taraftan sardılar. Müslümanlar bir anda henüz ganimet
mallarını toplamak ve hatta sırtlarına alıp taşımakla meşgulken müşrik
süvarileriyle burun buruna geldiler.[631] Okçuların
bu hataları üzerine şu ayetler nazil olmuştur: “...Allah arzuladığınızı
(galibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düştünüz; (Peygamberin verdiği) emir
konusunda tartışmaya kalkıştınız ve âsi oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de vardı,
ahireti isteyeniniz de vardı... ”[632]
Bu aşamadan sonra savaş Müslümanlar için tam
bir kargaşaya dönüştü. Bir ara Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
şehid edildiğine dair söylentiler yayılınca pek çok Müslüman moral olarak
çöktü. Ancak bir süre sonra bu haberin doğru olmadığı anlaşıldı. Ensar’dan Ka’b
b. Mâlik , Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) öldürüldüğü söylentilerinden
sonra onu ilk gören kişidir. Resûlullah’ı (salla’llâhü aleyhi ve sellem) zırhı
ve miğferine rağmen tanıyarak yüksek sesle Müslümanlara onun yaşadığı müjdesini
verdi.[633] Ka’b’a su
smasını işaret eden Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), zırhını Ka’b b.
Mâlik ile değiştirmiş ve tebdil-i kıyafetle güvenlik tedbiri almıştır.[634] Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) daha önce hicret olayı sırasında da Hz. Ali’yi
yatağında yatırarak benzer bir tedbir almıştı.[635]
Savaşın kızıştığı bir anda Mus’ab b. Umeyr’in
şehid edilmesi akabinde Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Ensar
sancağı altına oturdu - karargâhı oraya taşıdı- ve Hz. Ali’ye, düşen sancağı
alıp öne geçmesini emretti.[636] Savaşın
Müslümanlar aleyhine geliştiği anlarda Ensar, Hz. Peygamber’in (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) en yakınında durarak ona yönelik saldırıları büyük bir
fedakârlıkla karşılamışlardır. Ziyad b. Seken Ensar’dan beş kişi ile beraber
Resûlullah’ı canları pahasına korumuş birbiri ardınca hepsi şehid düşmüştür.[637] Ebu Dücane,
Hz. Peygamber’i (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vücuduyla bir duvar gibi örtüyor
ona atılan oklara karşı adeta bir kalkan oluyordu.[638] Yine Ensar
kadınlarından Ümmü Umare Nesibe bizzat savaşarak Resûlullah’ı (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) koruma görevine katılmıştır. [639] Ensar’dan
Enes b. Nadr, Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şehid edildiği
söylentileri üzerine müşrik saflarına saldırarak öldürülünceye kadar
çarpışmıştır. [640] Ebu Talha
savaşın kızıştığı bir dönemde Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
önünde bir set gibi durmuş ona yapılacak saldırıları oklarıyla savuşturuyordu.[641] Bir yandan
da Hz. Peygamber’e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “Ben güçlü bir insanım ya
Resulallah! beni dilediğin yere gönder” diyordu.[642] Bu zor
anlarda Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yanında duran ve onu
koruyan diğer Ensarîler ise Hubab b. Münzir, Asım b. Sabit, Hâris b. Sımme,
Sehl b. Huneyf ve Sa’d b. Muâz’dır. Bu Müslümanlarla birlikte Muhacirlerden de
sekiz kişi Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yanından ayrılmayıp onu
korumuşlardır.[643]
Müslümanlar açısından oldukça zorlu geçen Uhud
savaşında Ensar’dan beş, Muhacirlerden de üç kişi Resûlullah’a (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), ölünceye kadar savaşmak üzere biat etmişlerdi. Bunlar
Muhacirlerden Hz. Ali, Zübeyr b. Avvam ve Talha b. Ubeydullah ile Ensar’dan Ebu
Dücane, Hâris b. Sımme, Hubab b. Münzir, Sehl b. Huneyf ve Asım b. Sabit’tir.[644] Ancak ismi
geçen bu sahabilerden hiçbiri o gün şehit düşmedi. Muhtemelen bu kişiler
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) etrafındaki savaş iyice
şiddetlenince bu sözleşmeyi yapmışlardır. Çünkü aynı isimleri savaşın çetin
anlarında Resûlullah’ı (salla’llâhü aleyhi ve sellem) koruyan kimselerin
arasında da görmekteyiz.
Asım b. Sabit b. Ebi Akleh iyi ok atmakla
bilinen Medineli bir sahabiydi. Uhud savaşında, Kureyş’ten Sülafe bt. Sa’d
isimli bir kadının iki oğlunu attığı oklarla vurmuş, bunun üzerine Sülafe, Asım
b. Sabit’ten intikam alma yemini etmişti.[645] Seriyyeler
kısmında görüldüğü gibi Sülafe, Reci’ olayında şehid olan Asım b. Sabit’in
cesedini işkence yapmak amacıyla satın almak istemiş ancak buna imkân
bulamamıştır.[646]
Savaş kargaşası içinde ve özellikle savaşın
Müslümanların aleyhine döndüğü anlarda Müslümanlar parolasız savaşmaya
başlamışlar ve bilmeden kendi arkadaşlarını da yaralamış ya da öldürmüşlerdir.[647] Bunlardan
birisi de Huzeyfe b. Yeman’ın babası Hüseyl b. Câbir’dir (Yeman). Ensârdan olan
Huzeyfe, hatayla öldürülen babasının fidyesini Müslümanlara bağışlamıştır.[648]
Uhud savaşının üç farklı aşamada gerçekleştiğini
söylemek mümkündür. [649] Birinci
aşamada Müslümanlar galip gelmiş ve müşrikleri kovalamaya başlamışlardı. İkinci
aşamada müşrikler Müslüman okçuların verilen emri terk etmesi ve Halid b.
Velid’in yakaladığı fırsatı iyi değerlendirmesi neticesinde toparlanıp karşı
saldırıya geçmişlerdir. Son aşama ise İslâm ordusunun dağa doğru geri çekilmesi
ve bir savunma savaşı yapmalarıdır ki bu esnada Hz. Peygamber’in (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) etrafında çok çetin bir savaş gerçekleşmiştir. Kur’an-ı Kerimde
bu aşamalar şu şekilde anlatılır “Andolsun, Allah, izniyle, onları
(müşrikleri) kırıp geçirdiğiniz sırada size olan vadini gerçekleştirdi. Nihayet
sevdiğiniz şeyi (zaferi) size gösterdikten sonra, zayıflık gösterdiniz.
(Peygamber’in verdiği) emir konusunda tartıştınız ve emre karşı geldiniz.
içinizden dünyayı isteyenler de vardı, ahireti isteyenler de. Sonra sizi
denemek için onlardan yüzünüzü çevirdi. (Kaçıp hezimete uğradınız.) Buna rağmen
sizi bağışladı. Allah müminlere karşı çok lütufkârdır. Peygamber, arkanızdan
sizi çağırırken siz durmadan dağa yukarı kaçıyor, hiç kimseye dönüp
bakmıyordunuz. Bundan dolayı Allah, size keder üstüne keder verdi ki, (bu
durumlara alışasınız ve daha sonra) elinizden gidene ve başınıza gelene
üzülmeyesiniz. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. ”[650]
Uhud savaşında Müslümanlar 41’i Hazrec, 24’ü
Evs ve 4’ü de Muhacirden olmak üzere 69 şehit vermişlerdir.[651] Ayrıca daha
önce ismi geçen Muhayrık isimli Yahudi de Müslümanların saflarında savaşırken
öldürülmüştür.[652] Bununla birlikte
İslâm ordusunun kaybı 70 kişi olmuştur.[653] Tirmizi’de
geçen bir hadiste şehitlerin 64’ünün Ensar’dan 6’sının Muhacirun’dan olmak
üzere 70 kişi olduğu ifade edilmektedir.[654] Diğer bazı
kaynaklar 74[655] ve daha
farklı rakamlar da vermişlerdir. Ancak tarihçilerin üzerinde ittifak ettikleri
isimler dolayısıyla 70 Müslüman’ın şehid olduğu bilgisi daha kuvvetlidir.
Bu savaşta Hz. Hamza ile birlikte Ensar’dan
Sa’d b. Rebi, okçuların komutanı Abdullah b. Cübeyr ve Sa’d b. Muâz’ın kardeşi
Amr b. Muâz gibi Ensar’ın ileri gelenlerinden pek çok Müslüman şehid olmuştur.[656] Savaşta ilk
şehid düşen ise Ensar’dan Câbir b. Abdullah’ın babası olmuştur.[657]
Savaşın hemen akabinde Ensar kadınları su ve
yiyecek taşıyarak ve yaralılara yardım ederek orduya destek olmuşlardır.[658]
Uhud savaşı ile birlikte Medine’de Müslüman
olduğunu söyleyenlerin gerçek kimlikleri ortaya çıkmış, Abdullah b. Übey b.
Selül ve ona tabi olan münafıklar ile Ensar birbirinden net bir şekilde
ayrılmıştır. Bu, savaşın Ensar açısından en önemli sonuçlarından birisi
olmuştur.[659] Uhud savaşı
öncesinde, hala Abdullah b. Übey’e Hazrec’in reisi olarak saygı duyan bazı
Müslümanlar, onun ve gerek münafık gerekse de Yahudi dostlarının aslında
İslâm’a karşı ne tür düşünceler taşıdıklarını öğrenmiş oldular.[660] [661] Uhud savaşı
öncesinde Mescid-i Nebi’de Resûlullah hutbe okurken Abdullah b. Übey b. Selül
ayağa kalkarak “Ey insanlar! Bu Resûlullah'tır (salla’llâhü aleyhi ve sellem).
Sizin aranızdadır. Allah sizi onunla kerim ve aziz kıldı. O halde ona yardım
edip destek olunuz. Onu dinleyin ve ona itaat edin.” der sonra da otururdu.
Uhud savaşından sonraki Cuma günü de aynı şeyi yapmaya kalkınca Ensar’dan bazı
Müslümanlar onu kınayarak elbisesinden 543 çekip yerine oturttular.
Daha önce Bedir savaşında esir düşen ve
şiirlerini Müslümanlara karşı kullanmaması şartıyla serbest bırakılan Ebu Azze
ile Hz. Osman’ın himayesine giren Muaviye b. Muğîre esir edildi. Ebu Azze
antlaşma şartlarını ihlal edip şiirleriyle insanları müşrik ordusuna katılmaya
teşvik ettiği için Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) emriyle
Ensar’dan Asım b. Sabit tarafından idam edildi. [662] Muaviye b.
Muğire’ye ise Medine’den ayrılmak için üç gün süre verildi ancak o bu süre
zarfında Medine’yi terk etmeyince idam edildi.[663]
Uhud savaşında Ensar yukarıda aktarılan
bilgilerde olduğu gibi savaşın hep merkezinde olmuşlar ve bu bahiste hiçbir
tehlikeden kaçınmamışlardır. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) her
zaman onların Uhud savaşındaki başarılarını hatırlamıştır. Savaş esnasında da
onlara verdiği önemi gösteren bazı davranışlarda bulunmuştur. Mesela Sa’d b.
Rebi ve Zekvân b. Abd-i Kays gibi Ensar’dan olup Resûlullah’ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) Uhud savaşı öncesi bizzat istişare ettiği ashabının ne
durumda olduğunu öğrenmek için savaş meydanında henüz ölüm tehlikesinin
bulunduğu anlarda birilerini göndermiştir.[664] Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) dağa doğru çekilirken beraberinde
bulunan bir Kureyşli ve yedi Ensarî Müşriklerle mücadele etmiş ve bu esnada
etrafındaki yedi Ensarî Müslüman şehid olmuştur. Bu yedi kişiden biri ve
sonuncusu olan Ziyad b. Seken Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
dizine başını koyarak can vermiştir.[665] Bunun
üzerine Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) '“Arkadaşlarımıza karşı
insaflı davranmadık” demiştir. [666] Bu söz,
Kureyş’e mensup Müslümanların, etrafındaki Ensarîler kadar mücadele etmedikleri
şeklinde yorumlanmıştır.[667] Gerçekten
de Uhud savaşında şehid olan dört muhacire karşılık 69 Ensarî şehid düşmüştür.
Yine savaş sonrasında Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’ya kılıcını uzatıp “ Bunu yıka.
Vallahi bugün bana karşı dürüst davrandı” diyerek iyi savaştığını ima edince
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem): “Sen savaşta her ne kadar üstün
başarılar göstermişsen de senden başka Sehl b. Huneyf ve Ebu Dücane de iyi mücadele
ettiler”[668]
buyurarak Ensar’ın savaşta göstermiş olduğu başarıyı takdir etti.[669]
Uhud savaşından sonra Müşriklerin durup
Medine’ye saldırmayı planladıkları haberleri üzerine Resûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), sadece Uhud savaşına katılan Müslümanlardan oluşan bir
orduyla Medine dışına çıktı.[670] Bu savaşa
Ensar, çoğunluğu yaralı olduğu halde en ufak bir itaatsizlik belirtisi
göstermeden katılmışlardır. Örneğin Üseyd b. Hudayr sekiz yara aldığı halde
Sa’d b. Muâz’ın Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) emrini iletmesi
sonucu “^dL j Ua«” “baş
üstüne” diyerek derhal Abdüleşheloğullarıyla birlikte orduya katılmıştır. Aynı
şekilde Sa’d b. Ubâde de Benî Sâide ile gelerek hazır bulunmuştur.[671]
Müslümanların itaatleri hakkında[672] şu ayetler
nazil olmuştur: ‘“Onlar yaralandıktan sonra Allah'ın ve Peygamberinin
davetine uyan kimselerdir. Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah'a
karşı gelmekten sakınanlara büyük bir mükâfat vardır. ”[673]
Seferin amacı düşmanı korkutmak, aldıkları
darbelerin ve maruz kaldıkları musibetin Müslümanları herhangi bir korkuya sevk
etmediğini göstermekti.[674] Yapılan
takip sonucunda Müşrikler, Müslümanların daha güçlü bir orduyla yola
çıktıklarını ve intikam hisleriyle savaşacaklarını düşünerek Medine’ye saldırma
fikrinden vazgeçmişlerdir.[675]
Benî
Nadir’in Medine’den Uzaklaştırılmaları
Benî Nadir Yahudileri hicrî 4. yılda[676] Hz.
Peygamber’e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) suikast girişiminde bulundukları
için[677] Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından Medine’den sürülmüşlerdir. Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) onların Medine’yi terk etmeleri için elçi olarak
Muhammed b. Mesleme’yi gönderdi.[678] Münafıklar
ise Yahudileri kışkırtarak onlara direnmelerini telkin ettiler. Ancak on beş
günlük bir kuşatmadan sonra, bir devenin taşıyacağı kadar mal alıp gitmek üzere
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile anlaştılar.[679] Geride
bıraktıkları malları, daha fakir oldukları için Muhacirler arasında
paylaştırılmış, Ensar’dan sadece Sehl b. Huneyf ve Ebu Dücane ihtiyaç içinde
olduklarını ifade ettikleri için ganimetten pay almışlardır.[680] Benî Nadir
Yahudilerinin Medine’den çıkmalarına nezaret etmek üzere Muhammed b. Mesleme
görevlendirilmiştir.[681]
Hendek savaşı hicretin 5. yılı Şevval ayında
gerçekleşmiştir. [682] Savaşın
sebepleri, seyri ve Ensar’ın bu savaştaki rolünü şu şekilde özetlemek
mümkündür: Uhud savaşında mevzi bir zafer kazanan Mekkeliler yine de ulaşmak
istedikleri asıl hedefe yani İslâm’ı tamamen yok etme hedefine ulaşamamışlardı.
Hatta Suriye ticaret yolunu bile güvenlik altına alabilmiş değillerdi. Öyle ki
Müslümanlar, ilerleyen zamanlarda eskisinden iyi bir duruma gelmişler ve
Zatü’r-Rika, Bi’r-i Maune ve Dumetü’l-Cendel bölgelerine yapılan seferlerle
Suriye ticaret yolunun kontrolünü tamamen ele geçirmişlerdi. Müşrikler, bu
gelişmeler nedeniyle Medine’ye yönelik daha geniş kapsamlı bir savaş yapılması
gerektiğini düşünüyorlardı. [683] Böyle bir
savaşı gerçekleştirmek ise ancak bölgedeki diğer güçlerle yapılacak bir ittifak
sayesinde mümkün olabilirdi. Medine’ye yapılacak ve kesin sonuç elde edilecek
bir savaşı, Kureyş kadar, Medine’den sürülen ve Hayber’e yerleşen Benî Nadir
Yahudileri reisi Huyey b. Ahtab ile Hayber Yahudileri de istiyordu. Bu amaçla
Gatafan ile Kureyş’i ikna etmek ve ordunun teçhizi için gerekli malî kaynağı
sağlamak için yoğun bir çaba harcadılar.[684] Böylece
müşrik Arap kabileleri Kureyş, Benî Süleym, Fezare, Eşca, Benî Esed’den oluşan
10-12.000 kişilik büyük bir ordu toplamaya muvaffak oldular. Birden fazla grup
Müslümanlara karşı bir araya geldiği için Hendek savaşına “Ahzab” (Gruplar)
savaşı da denilmiştir.[685]
Bu kadar büyük bir orduya karşı meydan savaşı
yapmanın taşıdığı risklerin farkında olan Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem), ashabıyla yaptığı istişare sonucunda Medine’de kalıp şehri savunmaya
ve önlem olarak da Selman el-Farisî’nin önerisiyle[686] şehrin
etrafına piyade veya atlıların geçemeyeceği kadar derin ve geniş hendekler
kazmaya karar verdi. Böyle bir savunma yöntemi daha önce Arabistan’da denenmiş
değildi. Ancak Selman el- Farisî, daha önce bu yöntemin İran’da uygulandığını
görmüş ve başarılı sonuçlar verdiğine şahit olmuştu.[687]
Hendeğin kazılması Medine’deki bütün
Müslümanların katılımıyla ve büyük zorluklar altında gerçekleşti. Yaklaşık 3000
Müslüman bu faaliyette görev aldı.[688] Hendek
Benî Ubeyd dağı ile Ratic arasında kazıldı. Ratic ile Zübab arası Muhacirler,
Zübab ile Benî Ubeyd dağı arası ise Ensar tarafından kazıldı.[689] Savaş soğuk
bir mevsime denk gelmişti[690] ve
kaynaklarda aktarılan bilgilere göre Medine’de ciddi bir gıda sıkıntısı da
bulunmaktaydı.[691] Ancak bütün
zorluklarına rağmen Ensar büyük bir gayretle hem hendeğin kazılmasına yardım
ediyor hem de ellerinde bulunan gıda malzemelerini Müslümanlarla paylaşıyordu.[692] Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) da Ensar ve Muhacirlerin hem soğuk hem de açlık
nedeniyle yaşadığı zorlukları görünce, dualar ederek bazen de şiirler okuyarak
morallerini yüksek tutuyordu.[693] Öte yandan
münafıklar da savunmayı zayıflatmak için psikolojik harp yürütmekteydi. [694] Münafıklar
“Muhammed, size Yesrib’den Hire saraylarını ve Medain şehrini gördüğünü haber
veriyor. Oysa siz hendek kazıyor düşman karşısına çıkmaya güç
yetiremiyorsunuz.” diyerek moralleri bozmaya çalışıyorlardı.[695]
Müttefik orduları Medine’ye ulaştıklarında
büyük bir şaşkınlık yaşadılar. Çünkü daha önce görmedikleri bir savunma
tarzıyla karşılaşmışlardı. [696] Müşrik
ordusu hendeğin diğer tarafında karargâh kurdu. Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) de 3000 kişi ile Hendeğin Medine tarafında karargâhını kurdu.[697] Müşrikler,
uzun bir süre Hendekten karşıya geçmek için bir geçit aradılarsa da münferit
bazı geçişler dışında toplu hücum yapmaya müsait bir fırsat yakalayamadılar.[698] 1 5-20 gün
boyunca çabalarını sürdüren Müşrikler ve Yahudiler, herhangi bir sonuca
ulaşamayınca Medine’yi içerden çökertmenin yollarını aradılar. Hayber’e
sığınmış bulunan Nadir Yahudileri reislerinden Huyey b. Ahtab, Müslümanlarla
anlaşma halinde bulunan Benî Kureyza Yahudilerini uzun uğraşlar sonucu
anlaşmayı bozmaya ikna etti.[699] Bu durumda
Müslümanlar sayıları on iki binden fazla olan iki düşman arasında kalmışlardı.
Resûlullah, (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Benî
Kureyza’nın ihanetini duyunca durumu tahkik etmek üzere içlerinde Evs’in lideri
Sa’d b. Muâz ve Hazrec’in başkanı Sa’d b. Ubâde’nin de bulunduğu Ensar’dan bir
heyeti Kureyza’ya gönderdi. Benî Kureyza’nın gerçekten de müttefik müşrik
güçleriyle anlaştığını öğrenen heyet onları kararlarından vazgeçirmek için
uğraştılarsa da herhangi bir sonuç alamadan geri döndüler. Resûlullah’ın
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) önceden verdiği bir talimat gereği, Hendek
arkasında bekleyen ordunun moralini bozmamak için durumu şifreli bir şekilde
Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bildirdiler.[700] Bunun
dışında Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Ensar’dan bazı kimseleri
istihbarat toplamak amacıyla Benî Kureyza’nın bulunduğu kalelere gönderdi.[701] Bu
kimselerden birisi olan Havvat b. Cübeyr gece Benî Kureyza kalesini gözetlerken
uyuyakalınca bir Yahudi onu yakaladı ancak Havvat adamı öldürerek elinden kurtulmayı
başardı.[702]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
bu zor şartlar altında kurtuluş yolları arıyor, en azından düşman arasındaki
ittifakı bozacak bazı formüller geliştiriyordu. Bu formüllerden birisi de
Medine hurmalarının üçte biri karşılığında Gatafanlıların muhasarayı kaldırması
konusunda anlaşma girişimleridir. Resûlullah, (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Gatafan reisleriyle anlaşma taslağı hazırladı ve durumu istişare için Ensar
liderleri Sa’d b. Muâz ile Sa’d b. Ubâde’yi çağırdı. Ensarîler, bu kararın
ilahi bir emir mi yoksa kişisel bir kanaat mi olduğunu sordular. Resûlullah’ın
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) “Hayır bu sizin iyiliğiniz için aldığım bir
karardır” buyurması üzerine Ensar: “Onlar Islâm ’dan önce bizden misafir
olmak veya satın almak dışında bir tek hurma bile alamazken İslâm ile
şereflendikten sonra mı malımızı onlara vereceğiz?” diyerek olumsuz fikir
beyan ettiler. Bu nedenle Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), kararından
vazgeçmiş ve Gatafanlılar ile anlaşma gerçekleşmemiştir.[703]
Şartların son derece kötü göründüğü bu ortamda
Eşca kabilesi reislerinden olan ve müşrik ordusu içinde yer alan Nuaym b. Mesud
Müslüman oldu. Nuaym b. Mesud, kavmi içinde ileri gelen, sözüne güvenilen ve
bütün hicazda tanınan bir isimdi. Resûlullah’tan (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
aldığı izinle Müslüman olduğunu gizleyerek Medine’de bulunan Benî Kureyza
Yahudileri ile şehri dışarıdan kuşatmış olan Gatafan ve Kureyş müşriklerinin
arasını bozacak bir şekilde yanlış istihbarat bilgileri iletti.[704] Böylece üç
grubun arasındaki ittifakı bozmaya muvaffak oldu. Müslümanlar, bundan
yararlanarak tekrar dikkatlerini Hendeğin dışındaki müşrik ordusuna çevirdiler.[705]
Nuaym b. Mesud’un şahsi gayretleri ile zaman
kazanan Müslümanlar moral bulurken, açık arazide dondurucu kış şartları ve kum
fırtınalarıyla başa çıkamayan müşrikler, yaklaşan Zilkade ayının, içinde
savaşılması haram olan aylardan olmasının da etkisiyle[706] mağlubiyeti
kabul ederek Medine kuşatmasını sona erdirmişlerdir.[707]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
dağılmakta olan müşrik ordusu hakkında bilgi getirmek ve son durumlarını
öğrenmek üzere Huzeyfe b. Yeman’ı müşrik ordugâhına gönderdi. Huzeyfe, son
derece tehlikeli şartlar ve olumsuz mevsim koşulları altında Hendeği geçerek
karargâhlarına kadar sokulmayı başardı. Müşriklerin büyük bir moral bozukluğu
içinde oldukları ve ordunun başkomutanı Ebu Süfyan’ın Mekke’ye yöneldiği
bilgisiyle Müslümanlara döndü.[708]
Hendek savaşında topluca bir çarpışma olmamış,
sadece Hz. Ali’nin Amr b. Abd-i Vüdd ile olan mübarezesi gibi birkaç münferit
çarpışma meydana gelmiştir. Ancak her iki taraf da birbirlerine ok atarak zarar
vermeye çalışmışlardır. Bu ok saldırılarından birinde Ensar’ın en önemli
isimlerinden, Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) her konuda danıştığı
kimselerden ve Evs’in başkanı olan Sa’d b. Muâz yaralanmıştır.[709] Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) onunla daha yakından ilgilenebilmek için
Mescidin yakınında ona bir çadır kurdurdu.[710] Ancak Sa’d
b. Muâz, bu yarasından dolayı savaştan kısa bir süre sonra Benî Kureyza
zaferini müteakip şehid düşmüştür.[711] Sa’d b.
Muâz’ın Hendek savaşında şehadeti Müslümanların bu savaştaki en önemli kaybı
olmuştur.
Hendek savaşında, Ensar’ın Utm adı verilen ve
birer kaleyi andıran evleri Müslümanların kadın, çocuk ve hastalarının kaldığı
güvenli mekânlar olarak önemli bir görevi yerine getirmişlerdir. Özellikle Benî
Kureyza’nın antlaşmayı bozması sonucu bu kaleler şehirdeki en önemli sığınak
olmuştur. Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hanımları da Benî Hârise
kalesinde koruma altına alınmışlardı.[712]
Hendek savaşında Müslümanlardan altı kişi şehid
düşmüştür. Bu şehitlerin tamamı Ensar’dandır. Bunlardan Sa’d b. Muâz, Atılan
bir okla yaralanmış savaştan sonra şehid olmuştur. Enes b. Evs b. Atîk b. Amr[713] ve Abdullah
b. Sehl. Bu üç sahabi Abdüleşheloğullarının mensupturlar. Tufeyl b. Numan ile
Sa’lebe b. Ganeme Benî Cüşem’dendirler. Altıncı şehid de Neccâr oğullarından
Ka’b b. Zeyd’dir.[714]
Müşriklerin geri çekilmesinden sonra Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) “Bu seneden sonra Kureyşliler artık sizinle
savaşamayacaklardır. Ama siz onlarla savaşacaksınız” buyurmuştur.[715] Gerçekten
de Hendek savaşı Mekkeli müşriklerin Müslümanlara karşı tertip ettikleri son
savaş olmuştur. Bu savaş, her iki taraf için de son derece önemli neticeler
doğurmuştur. Bu neticelerin en önemlisi ise Hicaz’ın o güne kadar gördüğü en
büyük orduyu toplamalarına rağmen müşriklerin Müslümanları alt edememiş
olmalarıdır. Bu sonuç, Müslümanlar için büyük bir özgüven ve itibar sağlarken
müşrikler için başarıya ulaşmada ümitsizlik ve ciddi bir ekonomik kayıp
anlamına geliyordu. Çünkü bu orduyu her ne kadar Yahudilerin desteği ile
finanse etmişlerse de kendileri de kaçınılmaz olarak büyük bir masraf
yapmışlardı. Buna son yıllarda Suriye ticaret yolunun sürekli tehdit altında
olmasından kaynaklanan kayıpları da eklenince Mekkelilerin uğradıkları yıkım
daha iyi anlaşılır.
Benî Kureyza Yahudileri Hicretin 5. yılına
kadar Hz. Peygamber ile (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yaptıkları saldırmazlık
anlaşmasına bağlı kalmışlardı. Hatta Hendek savaşının hazırlık safhasında
Müslümanlara kazı aletleri ve çeşitli edevatlar vererek son ana kadar da
antlaşmalarını sürdürmek istemişlerdir. Ancak özellikle Benî Nadir
Yahudilerinin reisi Huyey b. Ahtab’ın gayretleri ile antlaşmalarını bozmuş ve
Müslümanları savaşın tam ortasında çok büyük bir sıkıntıya sokmuşlardı.[716] Bu
yaptıkları, basit bir antlaşmayı feshetme değil, aslında büyük bir ihanetti.
Çünkü ahidlerini bozmaları, Müslümanların kökünü kazıyacak kadar tehlikeli
gelişmelere yol açmıştı.
Hendek savaşının sona ermesini müteakip
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hiç vakit kaybetmeden Benî Kureyza’ya
savaş açtı.[717]
Müslümanlar, 3000 kişilik bir ordu oluşturdular.[718] Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ordugâhını Benî Kureyza bölgesine
kurdu. Yahudiler ise meydan savaşı yapmaktan çekinerek uzun süre[719] kalelerinde
(Utm) kaldılar. Ancak daha fazla dayanamayacaklarını görünce elçi gönderdiler
ve görüşmek üzere elçi istediler.[720] Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) anlaşmalıları olan Evs kabilesinde Ebu
Lübabe b. Abdülmünzir’i Benî Kureyza’ya elçi olarak gönderdi. Ebu Lübabe
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bilgisi dışında kendi görüşü
olarak onlara, teslim olmaları halinde kılıçtan geçirileceklerini belirtmiş,
ancak daha sonra yaptığına çok pişman olmuştur.[721] Benî
Kureyzalılar, Hz. Peygamber ile (salla’llâhü aleyhi ve sellem) aralarında
gerçekleşen bazı görüşmelerden sonra teslim olmaktan başka çare kalmadığını
gördüler. Erkek esirler ile kadın ve çocuklar ayrı yerlere götürüldüler.
Muhammed b. Mesleme esirlerden sorumlu sahabi olarak görevlendirildi.[722]
Benî Kureyza’nın teslim olması üzerine eskiden
Benî Kureyza’nın müttefiki olan bazı Evsliler gelerek Resûlullah’tan
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) onları affetmesini istediler. Çünkü Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) daha önce Hazrec’in müttefiki olan Benî
Kaynuka’yı affetmişti. Bunun üzerine Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
da Evs kabilesinden herkesin razı olacağı bir kişinin bu konuda hüküm vermesini
istedi. Ardından da Sa’d b. Muâz’ı hakem seçti. Buna sevinen Evsliler sevinerek
liderleri Sa’d’ın yanına gelerek ona Kureyzalıları affetmesi için telkinde
bulundular. [723] Ancak Sa’d
b. Muâz onların beklemediği bir hüküm vererek Kureyza kabilesinin savaşçı
erkeklerinin öldürülmesi, kadın ve çocuklarının esir edilmesi, mallarının da
ganimet sayılması hükmünü verdi. [724]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
kadın ve çocukların Benî Neccâr’dan bir kadın olan Ramle bt. Hâris’in evinde
toplanmasını emretti.[725] Erkeklere
verilen cezanın infazı yapıldıktan sonra ganimet ashab arasında taksim edildi.
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bazı esirleri Sa’d b. Zeyd
el-Ensarî ile Necid’e[726] bazılarını
da Sa’d b. Ubâde gözetiminde Suriye’ye satmak üzere göndermiş, elde edilen
gelirle at ve silah satın almıştır. Bu muhasarada Hazrec’den Hallâd b. Süveyd
ile Ebu Sinan b. Mihsan şehid düşmüştür.[727] Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu iki sahabiye de ganimetten pay ayırmıştır.[728]
Ensar’ın Evs kolunun reisi, Benî Kureyza
hakkındaki hükmünü verdikten ve cezalarını çektiklerini gördükten sonra Hendek
savaşında aldığı yaranın etkisiyle vefat etti.[729]
Bu gazve Muhacir ve Ensar’ın birlikte katıldığı
gazvelerdendir. Hicretin 5. Yılı Şaban ayında gerçekleştirilen gazveye Ensar’ın
ileri gelenlerinden Üseyd b. Hudayr, Sa’d b. Ubâde ve Muâz b. Cebel gibi pek
çok sahabi ile birlikte Abdullah b. Übey gibi münafıklar da katılmıştır.
Münafıklar, daha önce hiçbir sefere Benî Mustalik seferine katıldıkları gibi
çok kişi ile katılmamışlardı. [730]
Muhacirlerin sancağı Hz. Ebu Bekir’de
Ensar’ın sancağı ise Sa’d b. Ubâde’de idi.[731] Benî
Mustalik lideri Hâris b. Ebi Dırar’ın Müslümanlara saldırı hazırlığında olduğu
öğrenilince Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) erken davranıp Benî
Mustalik yurduna sefer yaptı. Meydana gelen savaşta Benî Mustalikler kısa
sürede dağılıp kaçtılar.[732]
Benî Mustalik seferi meydana gelen askerî ve
siyasî olaylardan çok Hz. Aişe’ye iftira atılması ve Müreysi suyunun başında
Ensar ve muhacirlerin ilk kez kavga edecek duruma gelmeleri hadiseleriyle
tarihte yerini almıştır.
Hz. Ömer’in hizmetini gören Cehca adındaki bir
şahıs ile Hazrec’in haliflerinden Sinan b. Veber el-Cühenî Müreysi suyu başında
su alma meselesi üzerine birbirlerine sert davranmış ve her iki taraf
karşılıklı olarak Ensar ve Muhacirleri yardıma çağırmıştır. Bunun üzerine
orduda yer alan münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selül’ün
kışkırtmalarıyla olay büyümüştür. Ancak Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) olayları yatıştırarak derhal hareket emri vermiş, uzun süre orduyu
yürüterek insanların zihninin bu işlerle meşgul olmasına engel olmuştur.[733]
Dikkat edilirse Benî Mustalik’te gerçekleşen bu
olayın kahramanları ashabın önde gelenleri değil, daha çok mensubu bulundukları
İslâm ümmetinin birleştiricilik rolünü henüz kavrayamamış ve Resûlullah’ın
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) deyimiyle “cahiliye davası” güden kimselerdi.
Ancak Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) her iki taRâfi da sakinleştirerek
olayın büyümesini engellemiş, hatta aldığı önlemlerle Medine’ye gelindiğinde bu
konuyu tamamen gündemden çıkarmış bulunuyordu.
Benî Mustalik gazvesinde meydana gelen bir olay
Ensar’ın iki kolu olan Evs ve Hazrec’i karşı karşıya getirdi. Aslında olayın
doğrudan bu iki kabileyle doğrudan ilgisi yoktu. Benî Mustalik seferinde Hz.
Peygamberle birlikte bulunan Hz. Aişe bir ihtiyacı için ordunun gerisinde
kalınca ashab onun yokluğunu fark etmemiş ve mahfesini -içinde kendisi de var
zannıyla- devesine yükleyerek yola koyulmuşlardı. Daha sonra ordunun artçı
birliği gibi görev yapan Safvan b. Muattal es-Sülemî Hz. Aişe’ye ordunun bir
sonraki konak yerine kadar refakat etti.[734]
İşte bu olay üzerine Münafıklar, Hz. Aişe ve
Safvan hakkında çirkin bir dedikoduyu yaydılar. Bu iftirayı dillerine
dolayanlar başını Abdullah b. Übey b. Selül’ün çekiyordu. Ashabtan bazı
Hazrecliler de münafıkların bu dedikodularına alet oldular.[735] Bu
sahabilerden birisi de meşhur İslâm şairi Hassan b. Sabit idi. Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) dedikodulardan bunalıp şikâyette bulununca Evs
kabilesinin önde gelenlerinden Üseyd b. Hudayr şöyle dedi; “ Ya Resulallah!
Bu iftiracılar eğer Evs kabilesinden iseler senin yerine biz onları haklarız.
Yok, eğer onlar bizim kardeşlerimiz olan Hazrec kabilesinden iseler emir ver
vallahi onların boyunlarının vurulması uygundur” Ancak Sa’d b. Ubâde ayağa
kalkarak Üseyd b. Hudayr’a şiddetli bir cevap verdi ve onu yalancılıkla itham
etti. Üstelik Üseyd’e “bu iftiranın sahiplerinin Hazrecli olduğunu bildiğin
için böyle konuşuyorsun”” diyerek bir nevi münafıkları korumasına almış
oldu. Durum öyle gerginleşti ki Evs ve Hazrec kabilesi neredeyse birbirleri ile
savaşacak hale geldiler. Ancak Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
müdahalede bulunarak tarafları sakinleştirdi.[736]
Bir süre sonra nazil olunan ayetlerle[737] Hz.
Aişe’nin masum ve temiz olduğu açığa çıkarıldı. İftirayı en çok ve açıktan
dillendiren, Mistah b. Üsase, Hassan b. Sabit ve Hamne bt. Cahş’a had
uygulandı.[738] Daha sonra
Hassan b. Sabit Hz. Aişe’nin iffetli oluşunu konu edinen bir şiir yazmış ve bu
olaydan sonra Hz. Aişe ile Hassan b. Sabit’in münasebetleri olumlu
seyretmiştir.[739]
Hazreclilerin bu kadar önemli bir olayda bile
kabile duygularıyla hareket edip münafıkların cezalandırılmasına karşı
çıkmaları, cezalandırma teklifinin Evs’ten gelmesinden kaynaklanıyordu. Böylece
İslâm öncesi rekabetin henüz sona ermediği anlaşılmış oluyordu. Bu ve benzeri
bazı durumlar ileride hilafet meselesinde Evs ve Hazrec’in tam bir birlik
halinde hareket edemeyeceklerini işaretleriydi ve nitekim öyle de olmuştur.
Adını, altında Bey'atü'r-Rıdvân'ın yapıldığı
hadbâ adlı ağaçtan "semüre" denilen sakız veya mugaylân cinsi bir
çeşit çöl ağacı yahut yanındaki kuyudan [740] alan
Hudeybiye Mekke'nin 17 km. batısında yer alır.[741]
Hudeybiye Antlaşmasından önce Medine, siyasî ve
askerî açıdan olumsuz şartlar içinde bulunmaktaydı. Güneyde Medine’nin
güvenliğini devamlı surette tehdit eden Mekke, kuzeyde ise yağmacı Gatafân ve
Fezâre kabileleriyle Medine'den çıkarılan Benî Nadîr'in yerleşmesi sonucunda
önemli bir Yahudi merkezi durumuna gelen Hayber bulunuyordu. Hendek Gazvesi'nde
bu üç düşman gücünün ittifakı boşa çıkarılmış olmakla beraber hala güçlerini
koruyor ve düşmanlıklarını gizlemiyorlardı. Ayrıca Hayberli Yahudilerle Kureyş
arasında Hendek savaşı öncesinde, Hz. Peygamber'in taraflardan birine
saldırması halinde birlikte karşı koymak ve gerekirse yine birlikte Medine'ye
saldırmak için yapılan antlaşma hala geçerliydi.[742]
Diğer taraftan Kureyş ağır bir ekonomik baskı
altındaydı. Zira Müslümanlar, bölgenin tek geçim kaynağı olan kervan ticaretini
büyük ölçüde engellemişti. Kuzeyde Medine civarından geçen Suriye ve Mısır
ticaret yolu tamamen kapalıydı. Ayrıca Irak yolu da Müslümanların kontrolü altında
bulunuyordu. Bu şartlarda Mekkeliler artık Müslümanları yenmekten umutlarını
kesmişler ve bir barış antlaşması yaparak şereflerini koruyacak bazı şartların
bu antlaşmada yer almasını isteyecek hale gelmişlerdi. Bu durumları
değerlendiren Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Mekkelilerle arasını
düzeltmeye ve onlarla iyi ilişkiler kurmaya çalıştı. Hatta Hudeybiye’den kısa
bir süre önce Yemame’nin lideri olup İslâm’a girmiş olan Sümame b. Üsal’in
Mekke’ye uyguladığı şiddetli gıda ambargosunu kaldırmasını sağladı.[743] Üstelik
kuraklık ve buna bağlı olarak kıtlıkla boğuşan Mekke yoksullarına dağıtılmak
üzere hatırı sayılır miktarda malı Kureyş’e gönderdi.[744]
Siyasî şartların bu şekilde geliştiği bir
dönemde Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Muhacir, Ensar ve
civardaki Araplardan oluşan[745] 1400-1500[746] Müslümanla
birlikte umre için Medine'den Mekke'ye doğru yola çıktı. Kaynaklarda
Müslümanların sayısı 700, 1400, 15 0 0[747] gibi farklı
rakamlarla verilmektedir. Muhtemelen Medine’den sefere katılan 700 kişiye,
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) davet ettiği diğer Arapların da
katılmasıyla 700 kişi daha eklenmiş oluyordu. Bir yıl önceki Hendek Gazvesi ve
Benî Kureyza muhasarasında Müslümanların 3 0 0 0 [748] askerînin
bulunduğu dikkate alınırsa savaşabilir nüfusun yarısının bu sefere katıldığı
anlaşılmaktadır. Geri kalanların ise gönülsüz kimseler olduğu söylenebilir.
Zira bu sefer dönüşünde yapılan Hayber Gazvesine yalnızca Hudeybiye seferine
katılanların gelmesine izin verilmiştir. Ancak yine de gelmek isteyen olursa
onlara ganimetten pay verilmeyecekti. [749] Bu şarttan
anlaşılıyor ki Medine’de kalıp Hudeybiye ’ye katılmayanlar bir görev nedeniyle
bırakılsaydı haklarında böyle bir kısıtlama getirilmezdi.
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Medine'den
çıkışından itibaren her fırsatta niyetinin umre yapmak olduğunu beyan ediyordu.
Bu amaçla da Müslümanlar umreye niyet edip ihramlarını giymiş ve yanlarına 70
adet kurbanlık deve almışlardı.[750] Ancak Hz.
Ömer'in teklifi üzerine her ihtimale karşı Medine'den savaş araç ve gereçleri
getirtmeyi de ihmal etmemişti.[751] Her ne
kadar barışçıl bir amaçla yola çıkılmış olsa da neticede düşman topraklarına
girildiği için Ensar’dan Evs b. Havli, Abbad b. Bişr ve Muhammed b. Mesleme
geceleyin sırayla nöbet tutmuşlardır.[752]Ayrıca
Resûlullah, (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Abbâd b. Bişr'in başkanlığında 20
kişilik bir süvari grubunu Kureyşliler'in durumunu öğrenmek üzere öncü birlik
olarak yollamıştı.[753]
Öte yandan müşrikler, Resûlullah'ın niyetini ve
bu husustaki kararlılığını anladıkları halde Müslümanları Mekke'ye sokmamaya
kararlıydılar.[754] Müslümanlar
ile müşrikler arasında pek çok elçi gidip geldiyse de Kureyş inadından
vazgeçmedi.[755] Resûlullah’ın
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) en son gönderdiği elçilerden Hz. Osman b.
Affan’ın öldürüldüğü şeklinde bir haber alınınca Müslümanlar Resûlullah’a
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Kureyş ile ölene kadar savaşmak üzere biat
ettiler.[756] İlk biat
eden de Sinan b. Sinan b. Mihsan idi.[757] Sadece
Medinelilerden Benî Seleme boyundan olan Ced b. Kays biat etmekten çekindi.[758] Bey’atü’r-Rıdvan
denilen bu biatten kısa bir süre sonra gelen haberin yanlış olduğu anlaşıldı.[759]
Kureyşliler, Süheyl b. Amr'ı, Mikrez b. Hafs ve
Huveytıb b. Abdüluzza ile birlikte bir anlaşma yapmak amacıyla elçi olarak gönderdi.[760] Bir süre
konu müzakere edildikten sonra Hz. Ali'nin kaleme aldığı barış antlaşması metni
Hz. Peygamber ve Süheyl b. Amr tarafından imzalandı.[761] Antlaşmaya
Müslümanlardan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b.
Ebu Vakkas, Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Muhammed b. Mesleme,[762]
müşriklerden Mikrez b. Hafs ile Huveytıb b. Abdüluzza şahitlik ettiler.[763] İlk bakışta
Kureyş'in lehineymiş gibi görünen antlaşma maddeleri Hz. Ömer başta olmak üzere
ashabdan bazı kimselere zor gelmesine rağmen[764] şu şekilde
kabul edildi:
Müslümanlar o yıl Mekke'ye girmeden geri
dönecekler, umre ziyaretini ancak ertesi yıl yapacak ve geldikleri zaman
şehirde ancak üç gün kalabileceklerdir.
Mekke’den bir kişi Müslüman olup Hz.
Muhammed'in yanına kaçarsa ve velisi onun iadesini talep ederse geri verilecek,
fakat bir Müslüman kaçarak Mekke'ye sığınırsa Müslümanlara iade edilmeyecektir.
Müslümanlar ve Kureyş Müşrikleri on yıl boyunca
birbirlerine saldırmayacak; taraflardan biri başka herhangi bir kabile ile
savaşa girerse diğeri tarafsız kalacaktır.
Diğer Arap kabileleri taraflardan
istedikleriyle müttefik olabileceklerdir.
Bu şartlara tarafların dışında kendileriyle
müttefik olan (Benî Bekr ve Huzaa gibi) kabileler de uyacaktır.[765]
Hudeybiye'de on iki veya 20 gün kalan Hz.
Peygamber ve ashabı, antlaşmanın imzalanmasından sonra umre niyetiyle
geldikleri için kurbanlarını keserek ihramdan çıktılar ve Medine'ye döndüler.[766]
Hicretin 7. yılında, Hudeybiye'den iki ay sonra
(Haziran 628), Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Müslümanlardan savaş
için hazırlanmalarını istedi. Hedef, Medine'nin yaklaşık 180 km kuzeyindeki,
Arap yarımadasının en önemli Yahudi yerleşim merkezlerinden birisi olan
Hayber'di.[767] Yedisi
büyük olmak üzere birçok kale ve burç topluluğunun ortak ismi olan Hayber,
büyük tarım alanlarına, hurMâlik lara sahip bir vadide yer alıyor, üstelik on
binin üzerinde savaşçı çıkarabilecek kadar da büyük nüfusa sahipti.[768]
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Hayber'i fethetmek istemesinin nedeni Medine'den kovulan Nadirlilerin önemli
bir kısmının Hayber'e yerleşerek buradaki Yahudilerin de destekleriyle
yarımadada Müslümanlara yönelik her türlü düşmanca girişimin finansmanında
etkin rol almalarıydı. Nitekim Hendek savaşı, Hayber Yahudilerinin girişim ve
destekleriyle gerçekleşmişti.[769] Bu bakımdan
Mekke’den sonra ikinci önemli düşman merkezini Hayber oluşturuyordu. Ayrıca
Hayber Yahudilerinin bölgedeki bazı kabileleri ve özellikle Gatafanlıları
Müslümanların üzerine salabilmek için yoğun bir faaliyet yürüttükleri haberleri
geliyordu.[770] Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu girişimlerden haberdar olunca durumu yerinde
öğrenmek amacıyla Abdullah b. Revaha'yı Hayber'e gönderdi. Abdullah'ın
getirdiği haberler duyumları doğruluyordu.[771] Bu,
Hayber'e yönelik bir harekâtı kaçınılmaz kılıyordu.
Hudeybiye'yi takiben Medine'ye gelinince,
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hayber'e yönelik bir harekâta
hazırlanılması talimatını verdi. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Hayber'e yönelik harekâta ancak Müslümanların katılabileceğini, katılacak
Müslümanların ise sadece umre yolculuğuna katılanlar olacağını bildirdi. Umre
yolculuğuna katılmayan ve kendisinin Müslüman olduğunu söyleyenlerin isterlerse
katılabileceklerini, ancak elde edilecek ganimetlerden onlara bir pay
verilmeyeceğini de bildirdi.[772]
Hayber Yahudileri, Müslümanların kendilerine
yönelik bir harekâtın hazırlığı içinde olduklarını duyunca Gatafanlılarla
Müslümanlara karşı ittifak yapmak istediler ve bu doğrultuda aralarında
anlaştılar.[773]
Müslümanlar 200’ü atlı, diğerleri piyade olmak
üzere 1600 kişiden oluşan bir ordu ile Medine'den hareket ettiler.
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
harekât güzergâhını Gatafan bölgesi ile Hayber'in arasına denk gelecek şekilde
belirledi.[774] Amacı
Gatafan’dan Hayber'e yönelik muhtemel bir yardımı engellemekti. Zira
Gatafanlılar, Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ordusuyla Hayber'e
doğru hareket ettiğini duymuşlar ve yardım için yola çıkmışlardı. Fakat
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), ordunun güzergâhını Gatafan’ın
yerleşim merkezlerine doğru çevirince, evlerinin Müslümanların baskınına
uğrayacağı korkusuyla geri dönüp, daha önceleri Hayberlilerle yaptıkları yardım
anlaşmasına uymadılar ve Yahudileri Müslümanlarla baş başa bıraktılar.[775] Vakıdî’ye
göre Uyeyne b. Hısn, Hayber’e kadar gelip Yahudilerle beraber kaleye girerek
savunma yaptı ancak daha sonra yukarda zikredilen sebeple Yahudileri terk etti.
Yine Vakıdî’ye göre Uyeyne kalede iken Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) Sa’d b. Ubâde’yi Gatafanlıların yurtlarına dönüp gitmeleri karşılığında
Hayber hurmalarının bir yıllık mahsulünü teklif etmek üzere gönderdi.[776]
Müslümanlar, kalelerinin yanlarına geldiği
zaman Hayberliler, her şeyden habersiz, uykularındaydılar. Kalelerinin
müstahkem oluşu, savaş araç-gereçleri ve asker sayılarından dolayı Hz.
Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onlara savaş açamayacağını
düşünüyorlardı.[777] Sabah
olunca ziraat aletlerini yanlarına alarak kalelerinden çıkıp bağ ve bahçelerine
doğru giderlerken İslâm ordusunu gördüler. Korkuyla bağırarak kalelerine
döndüler.[778] Kalelerine
girince kapıları sıkıca kapayıp, beklemeye başladılar.
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
ordusunu Hayber'in en büyük ve sağlam kalesi olan Natat'ın karşısına
yerleştirdi. Bu gazvede Ensar’ın sancaklarını Hubab b. Münzir ve Sa’d b. Ubâde
taşımaktaydı.[779] İbn Kesîr’e
göre Ensar’dan bir kaç sahabiye ayrı ayrı raye ve liva verilmiştir. Ensar’ın
livası Sa’d b. Ubâde’ye, rayelerinden biri Hubab b. Münzir’e, diğeri Sehl b.
Huneyf’e bir diğeri de Abbad b. Bişr’e verilmiştir.[780]
Hubab b. Münzir, Bedir savaşında olduğu gibi
Hayber muhasarasında da Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
konakladığı yerin düşmanın ok menzilinde olmasından dolayı uygun olmadığını
ifade etti. Hubab’ın görüşünü doğru bulan Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) Muhammed b. Mesleme’yi uygun bir yer aramakla görevlendirerek
karargâhın yerini değiştirmiştir.[781]
Uzun uğraşlar sonucu Hayber'in en zorlu kalesi
olan Natat ele geçirildi. Müslümanlar, bunun ardından diğer kalelere
yöneldiler. Her bir kale günlerce süren zorlu savaşlar sonrasında fethedildi.
Muhammed b. Mesleme bu savaşlar esnasında Hayber Yahudilerinin önemli
savaşçılarından biri kabul edilen Merhab’ı bir mübareze sonucu öldürdü.[782]
Savaş sonrasında tahıl ve hurma ağırlıklı olmak
üzere çok büyük miktarlara ulaşan ganimet elde edildi. Bu miktar, Müslümanları
yoksulluktan kurtaracak miktarda büyük bir ganimetti. Bu ganimetleri koruma ve
dağıtma görevi Ferve b. Amr el- Beyazî’ye verildi.[783] Resûlullah,
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) her yıl ürünlerinin yarısını Müslümanlara
vermeleri şartıyla Yahudilere serbest olduklarını bildirdi.[784] Yahudiler,
ölümü beklerken böylesi bir karşılık bulmanın sevinci ile teşekkür edip, sevinç
içerisinde evlerine döndüler. Abdullah b. Revaha Hayber halkının vergilerinden
sorumlu kişi olarak tayin edildi.[785]
Müslümanlar savaş sonrasında birkaç gün
Hayber'de kaldıktan sonra Medine'ye dönmek üzere yola çıktılar. Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem), İslâm davetini gerçekleştirmek ve Medine
yakınında bir düşman merkezinin bulunmasını önlemek amacıyla Fedeklilerle
görüştü. Fedekliler daveti kabul etmediler, fakat hiç kimsenin canına ve malına
dokunulmaması şartıyla anlaşmaya razı oldular. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi
ve sellem), Hayberlilerle yaptığı anlaşmayı Fedeklilerle de yaparak ürünlerinin
yarısını her yıl Müslümanlara vermeleri şartıyla onları da serbest bıraktı.[786]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Hayber’in fethini müjdelemek üzere Medine’ye Nehîk b. Evs el- Hazrecî’yi
gönderdi.[787]
Hayber’in fethinde Müslümanlar 20 civarında
şehit verdiler. Çarpışmalar esnasında Yahudilerden ise 93 kişi öldürüldü.[788]
Benî Seleme’den Bişr b. Bera b. Ma’rur yediği
zehirli etten dolayı şehid olmuştur. Hayber’in fethinin tamamlanmasından sonra
Yahudi liderlerinden Sellam b. Mişkem’in karısı Zeynep bt. Hâris yemesi için
Hz. Peygamber’e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) kızartılmış et hazırlamıştı. Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), yanındaki Müslümanlara da eti ikram
etmiş ve bundan ilk yiyen kişi olan Bişr b. Bera şehid düşmüştür.[789] Etin
zehirli olduğunu farkeden Resûlullah (SAV) ve diğer Müslümanlar ise ondan
yememişlerdir.
Meydana gelen çarpışmalarda şehid düşen
sahabiler ise şunlardır:
Benî Seleme’den Fudayl b. Numan ve Benî Zürayk’tan
Mesud b. Sa’d b. Kays.[790]
Benî Amr b. Avf’tan, Ebu Dayyah Sabit b. Numan,
Hâris b. Hatib, Urve b. Mürre b. Süraka[791], Evs b.
Kaid[792], Üneyf b.
Habib, Sabit b. Eslem,[793]Âmir b.
Ekva, Seleme b. Amr b. Ekva, Esved er-Raî.[794] İbn Kesîr,
İbn İshâk’a isnad ederek Ensar’dan Benî Amr b. Avf kabilesinden Evs b.
Katade’nin de şehid olduğunu kaydeder.[795] İbn Hacer
yine bu kabileden Evs b. Cübeyr’in Hayber kalelerinden Naim kalesinde şehid
düştüğünü ifade eder.[796]
Ayrıca Ensar’dan Evs b. Abid el-Ensarî de
Hayber’de şehid düşen sahabiler arasındadır.[797]
Benî Abdileşheloğullarından Muhammed b.
Mesleme’nin kardeşi Mahmud b. Mesleme üzerine atılan bir kaya ile şehid edildi.
[798] Muhammed b.
Mesleme, Resûlullah’tan (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Reci yakınlarında bir
mağaraya defnedilen kardeşinin kabrine yakın bir arazi istemiş, Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) da bu isteğinin olumlu karşılayarak ona bir
süvarinin payına düşecek kadar arazi vermiştir.[799]
Hz. Peygamber, (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Hudeybiye musalahasıyla sonuçlanan seferinde Mekke’ye girememişti. hicrî 7.
Senede yani bir yıl sonra Umre yapmak amacıyla tekrar Mekke’ye yöneldi.[800] Bu sefer
esnasında güvenlik amacıyla Muhammed b. Mesleme komutasında zırhlı 100 süvari
yol üzerinde bulunan Zülhuleyfe'de hazır tutuldu. Ayrıca Resûlullah,
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Merrüzzahran'da, ok, kılıç ve kalkan gibi savaş
aletlerinden oluşan bütün silahları Beşir b. Sa’d el-Hazrecî’nin korumasında[801]Mekke’ye çok
yakın bir yer olan Batn-ı Ye'cec'e göndermiştir. Silahları korumak için burada
100 kişilik bir birlik bırakmış hem komutan hem de düşmana karşı gözcü[802] olarak da
Ensar'dan Evs b. Havli'yi tayin etmiştir.[803]
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
hicretin 8. yılında Şam’a göderdiği elçisi Hâris b. Umeyr el- Ezdî, Busra
Valisi Şurahbil b. Amr el-Gassânî tarafından öldürülmüştü.[804]
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) civar kabile ve krallıklara
gönderdiği elçiler arasında şehid edilen tek elçi Hâris olmuştur. Bunun üzerine
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Zeyd b. Hârise komutasındaki bir
orduyu Şam yakınlarındaki Mute’ye gönderdi. Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) talimatına göre eğer Zeyd öldürülürse komutayı Cafer b. Ebi Talib
devralacaktı. O da öldürülürse Abdullah b. Revaha ordu komutanı olacaktı. [805]
Müslümanlar, Şam topraklarına girip Maan’a
ulaşınca, Herakl’ın civardaki Lahm, Cüzam, Bekr ve Vail kabilelerinin de
desteğiyle 100.000 kişilik bir ordu topladığı bilgisini aldılar. Bunun üzerine
Maan’da iki gün kalıp durum değerlendirmesi yaptılar. Sonunda Abdullah b.
Revaha’nın önerisi ve teşvikiyle düşman üzerine yürünmesi kararı aldılar.[806]
İki ordu Belka yakınlarında Mute denen bir
köyde karşılaştı. İslâm ordusunun sağ kanadına Uzre Kabilesinden Kutbe b.
Katade, sol kanadına da Ensar’dan Ubâde b. Mâlik kumandan olarak tayin edildi.[807] Savaşın
başlamasından kısa bir süre sonra Zeyd b. Hârise ve Cafer b. Ebi Talib’in peş
peşe şehid düşmeleri üzerine sancağı Abdullah b. Revaha aldı. O da bir süre
çarpıştıktan sonra şehid düştü.[808] Ensar’dan
Sabit b. Erkam yere düşen sancağı aldı ve yeni komutan seçilen Halid b. Velid’e
ulaştırdı.[809] Halid b.
Velid sancağı alınca Müslümanları geri çekti ve ordunun daha fazla kayıp
vermesini önleyecek bazı tedbirlere başvurdu. Bizans ordusu da meydanı terk
edince Halid b. Velid orduyu Medine’ye geri getirdi.[810]
Mute’de Ensar’dan şehid olan sahabiler
şunlardır:
Benî Hâris b. Hazrec’den; Abdullah b. Revaha ve
Abbad b. Kays[811]
Benî Mâlik b. Neccâr’dan; Hâris b. Numan b.
İsaf b. Nadle
Benî Mazin b. Neccâr’dan Süraka b. Amr b.
Atiye, Ebu Küleyb b. Amr ve Câbir b. Amr. Bu son iki sahabi kardeştiler.
Benî Mâlik b. Efsa’dan; Amr ve Âmir b. Sa’d b.
Hâris.[812]
Süveyd b. Amr[813]
Muhtelif rivayetlerde ismi geçen Ensar’a mensup
bu sahabiler dokuz kişidir. Ancak hepsinin ismi üzerinde ittifak edilmiş
değildir.
Hudeybiye antlaşmasının ardından Benî Bekr
kabilesi Kureyş'le, Huzaa kabilesi ise Müslümanlarla müttefik olmuştu. [814] Esasen
Huzaa kabilesinin eskiden beri Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) dedesi
Abdülmuttalib ile antlaşması vardı[815] ve
Hudeybiye’den sonra da geleneksel bağlılıklarını sürdürdüler. Bu ittifaklardan
kısa bir süre sonra Hicretin 8. yılında Benî Bekr kabilesi sulh anlaşmasının
yarattığı güven ortamını kötüye kullanarak aralarında mevcut olan cahiliye
döneminden kalma bir kan davasının intikamını almak için[816] geceleyin
Huzaa’ya baskın yaptı.[817] Kureyş,
Hudeybiye anlaşmasının şartlarına aykırı olarak bu baskında gizlice Benî Bekr’e
yardım etmiş, ancak daha sonra buna pişman olmuştu. [818] Ancak
antlaşmanın bozulmuş olduğu endişesini taşıyan Ebu Süfyan’ın, Medine’ye gidip
durumu düzeltmek adına giriştiği barış antlaşmasını yenileme çabaları sonuçsuz
kaldı.[819]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
Huzaalıların başına gelenleri haber alınca bunu Hudeybiye antlaşmasının sona
ermesi olarak kabul etti ve hicretin 8. yılı Ramazan ayında Müslümanlara bir
gazve için hazırlanmalarını emretti. [820] Her zamanki
gibi seferin nereye yapılacağı kimseye söylenmedi. [821] Sefer
hazırlıklarının gizliliği için de Medine'den hiç kimsenin ayrılmasına izin
verilmemekteydi.[822] Bu iş için
Hz. Ömer, özel bir nöbetçi birliğinin komutanlığına getirilmişti. Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Kureyş'in durumdan haberdar olmaması için bütün
tedbirleri titizlikle almıştı ve uygulanmasını da aynı titizlikte sürdürüyordu.
Bedir ashabından olan Hatıb b. Ebi Beltea’nın akrabalık duygularıyla
Mekkelilere Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hazırlıkları hakkında
mektup göndermesi de Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından
engellenmiştir.[823] Çünkü Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Mekke'yi ani bir baskınla kan dökmeden
ele geçirmeyi planlamıştı.[824] Hatta
insanları şaşırtmak ve asıl hedefin anlaşılmasını önlemek için Ebu Katade b.
Rib’i komutasında sekiz kişilik bir birliği keşif kolu görünümünde kuzey
tarafına, Batn-ı Idam'a gönderdi. Bununla, Suriye tarafına gideceği mesajını
vermek istiyordu.[825]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
Medine çevresinde İslâm davetini kabul etmiş olan bütün kabilelere haber
gönderdi. Eli silah tutan herkesin hazırlık yapmasını istedi. Bölge
kabilelerinden bir kısmına orduya katılmak için Ramazan başında Medine'ye
gelmelerini, bir kısmına da hazır beklemelerini ve haber geldiğinde hareket
edip, yolda orduya katılmalarını bildirdi. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) bu emriyle ordunun gücünü de saklamak istiyordu.[826]
Medine’de bulunan Muhacir ve Ensar’ın tamamı
sefere katıldı.[827] [828] Muhacirler
için üç sancak bağlanırken Ensar’ın her bir boyu için ayrı ayrı sancaklar bağlandı.ürdu,
Medine'den ayrıldığı sırada mevcudu 9000 civarındaydı. Yolda, Kudeyd
bölgesinde, Süleym oğullarının da 1000 kişilik bir grup halinde gelerek orduya
katılmasıyla toplam 710 asker sayısı on bini aştı.
Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
aldığı sıkı tedbirler başarılı sonuçlar vermiş ve Müslümanlar Mekke’yi
çevreleyen dağlarda karargâhlarını kurana kadar Kureyşlilerin hiçbir şeyden
haberi olmamıştı.[829] Abbâs b.
Abdülmuttalib’in teşvikleriyle Ebu Süfyan b. Harb, Mekke dışında Merrüzzahran
denilen yerde Müslüman oldu. [830] Böylece
Mekkeliler tamamen başsız kalmış ve ne yapacaklarına kimse karar verememişti.[831]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Zî-Tuvâ'da dört ayrı bölük oluşturdu. Halid b. Velid, Zübeyr b. Avvam, Sâ'd b.
Ubâde ve Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı bölük komutanları olarak tayin etti. Her bir
bölüğün Mekke'ye girecekleri bölgeyi belirledi. Sa’d b. Ubâde’ye Keda’ (denilen
bölge) tarafından Mekke’ye girmesi emredildi.[832]
Müşriklerden direnen olursa savaşılmasını, savaşmayanlara dokunulmamasını
emretti. Fakat aralarında İkrime b. Ebu Cehil, Safvan b. Ümeyye gibi Kureyş'in
bazı gençleri, Abdullah b. Sâ'd gibi Müslüman olduktan sonra irtidat ederek
tekrar şirke dönmüş bir kimse ve İslâm’la Müslümanlarla alay edip aşağılamayı
alışkanlık edinmiş bazı şarkıcıların yer aldığı on kişinin her ne şekilde
olursa olsun yakalanıp öldürülmelerini emretti.[833]
Resûlullah, (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Ebu
Süfyan'ın, orduyu görebileceği bir yere götürülmesini emretti. Abbâs b.
Abdülmuttalib onu ordunun yolu üzerinde bir geçide yerleştirdi.[834] Bu emir hem
Ebu Süfyan’ın psikolojik olarak ordunun gücünden etkilenmesini sağlayacak hem
de Müslümanlar Mekke’ye iyice yaklaşana kadar Mekke’nin lidersiz kalmasını
sağlayacaktı.[835]
Ebu Süfyan Mekke’ye ilerleyen orduyu seyretmeye
başladı. Muhacirler, Ensar, Gıfarîler vb. her bir grup ayrı birlik
oluşturmuştu.[836] Bütün bu
birlikler de bir ahenk içerisinde tek bir parça gibi hareket ediyorlar ve sıra
halinde ilerliyorlardı.[837] Onun
önünden geçen en son birlik, aralarında Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) olduğu halde, tamamı zırhlarına bürünmüş ve sadece gözleri açıkta olan
Muhacirler ve Ensar'dı. Bölüğün sancağını taşıyan Sâ'd b. Ubâde, Ebu Süfyan'ın
önüne geldiğinde “Ey Ebu Süfyan! Bugün savaş günüdür. Bu gün Kâbe’de savaşın
helâl olduğu gündür. Allah bugün Kureyş müşriklerini aşağı ve rezil kılacaktır”
diye bağırdı. Ebu Süfyan korktu. Önünden geçerken, Resûlullah’a (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) seslenip şikâyetini bildirdi. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi
ve sellem); “Hayır! Ben Sa'd'ın dediği gibi emretmedim. Sâ'd yanlış söylemiş.
Bu gün Allah'ın, Kâbe’nin şanını yücelteceği gündür. Bu gün merhamet günüdür.
Bugün Allah'ın Kureyş'i İslâm ile şereflendirip kuvvetlendireceği gündür” dedi.[838] Sonra
Sâ'd'a seslenerek sancağı oğlu Kays'a vermesini istedi. Böylelikle hem Mekke’de
kan dökülmesini önledi hem de onun kalbini kırmak, onu mahcup etmek istemediği
için[839] sancağı
başka bir Ensarî’ye değil de oğlu Kays'a verdi.[840] İbn Kesîr
sancağın Hz. Ali’ye hatta Zübeyr b. Avvam’a verildiğine dair bazı rivayetlerin
olduğunu da aktarır.[841] Ancak daha
önce söylediğimiz gibi kabileler kendilerinden bir emirin komutası altında
savaştıkları için bu ihtimaller zayıf görünüyor. Kesin olan bir şey var ki
Hazrec’in sancağı bu sözlerinden dolayı Sa’d b. Ubâde’den alınmış ve mümkün
mertebe kan dökülmesi önlenmeye çalışılmıştır.
Fetih günü Muhacirlerin parolası “Ya Benî
Abdurrahman”, Hazrec’in parolası “Ya Benî Abdullah”, Evs’in parolası ise “Ya
Benî Ubeydullah” idi.[842]
Resûlullah, (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
savaş teçhizatını giyinmiş, kılıcını kuşanmış bir halde devesi Kusva'nın
sırtında, etrafındaki Muhacir ve Ensar topluluğuyla birlikte Mekke’ye doğru
ilerledi. Her iki yanında Muhacirlerin ve Ensar’ın ileri gelenlerinden Hz. Ebu
Bekir ve Üseyd b. Hudayr vardı. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
ayrıca özel olarak Ensar’ı çağırmış ve şehre girdiği anda yanında olmalarını
istemişti.[843] Mekke'ye
iyice yaklaşınca, Zi Tuva denilen yerde Allah'a bir hamd ve şükür ifadesi
olarak devenin semerine doğru sakalı değecek kadar eğildi.[844]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
yularını Muhammed b. Mesleme'nin tuttuğu devesinin üzerinde ilerleyerek
Kâbe’nin yanına geldi. Asasını Hacer'ül Esved'e uzatarak selâmlayıp, tekbir
getirdi ve tavafa başladı. Devesinin sırtında gerçekleştirdiği tavafını
bitirdikten sonra Hz. İbrahim'in makamına gitti. Orada iki rekât namaz kıldı.
Sonra zemzem kuyusundan su içti ve Safa tepesine çıkıp ellerini kaldırarak
Allah'a verdiği fetih için hamd etti.[845]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Safa
tepesinde dua ederken, Medineli Müslümanlar kendi aralarında konuşup “Acaba
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) kavmine kavuşunca artık onların
arasında kalmak isteyip bizi terk eder mi ” diyorlardı. Resûlullah,
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu düşüncelerini öğrenince hayatta olduğu sürece
yanlarında kalacağını ifade edip onları teskin etti.[846]
Bazı Mekkeliler Hz. Peygamber’in (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) bir intikam harekâtına girişmesinden korkuyorlardı. Ancak
fethin tamamlanmasının ardından Resûlullah, (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Mekkelilere affedildiklerini ilan edip herkesi serbest bıraktı.[847] Mekke’de
Müslüman olan halka Kur’an ve Sünneti öğretmek için de Muâz b. Cebel’i görevli
olarak tayin etti.[848]
Hz. Peygamber, (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Mekke’nin fethinden sonra Hevazin kabilelerinin Müslümanlara saldırmak
arzusunda oldukları[849] bilgisini
alınca ordunun hazırlanmasını emretti. Abdullah b. Ebi Hedred’i de durumu
araştırmak üzere Hevazin topraklarına gönderdi. Abdullah, gelen bilgiyi teyit
edince Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hevazin üzerine sefere çıktı.[850]
Ensar Huneyn’de Mekke’nin fethinde bulundukları
düzenleriyle Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yanında yer
almışlardır.[851] Hazrec’in
sancağı Hubab b. Münzir’de[852] Evs’in
sancağı ise Üseyd b. Hudayr’da bulunmaktaydı. Evs ve Hazrec’in her bir kolu
için de ayrı ayrı bayraklar bulunmaktaydı. Cahiliye döneminde olduğu gibi İslâm
döneminde de Evs ve Hazrec’in bayrakları Yeşil ve Kırmızı idi.[853] Ordunun
toplam asker sayısı 12.000 ile 14.000 arasındaydı.[854]
Hz. Peygamber, (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Hevazinlilerle Taif şehrinin 50-60 km[855]
kuzeydoğusunda yer alan Huneyn mevkiinde karşılaştı. İlk anda dar bir vadide
baskına uğrayan Müslüman safları arasında çözülme yaşandı. Resûlullah’ın
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) etrafında sadece muhacirler ve Ensar’dan oluşan
küçük bir grup kaldı.[856] [857] İlk panik
anından sonra Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) çağrısıyla
Müslümanlar tekrar toplanmışlar ve Hevazin'e karşı saldırıya geçerek onları
mağlup etmişlerdir.
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Müslümanların kaçıştığı bir anda Abbâs b. Abdülmuttalib’e “Ey Ensar
topluluğu, ey Semüre (ağacı) topluluğu”79 diye seslenmesini
emretti. Bunun üzerine Ensar derhal “Lebbeyk!” [858] diyerek
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) etrafında toplanıp Hevazin’e karşı
savaş düzeni aldılar.[859]
Müslümanlara yapılan ilk çağrının “ey Ensar” ikinci olarak da “ey
Hazrec” denildiği ifade edilmiştir.[860] Ayrıca Sa’d
b. Ubâde “ey Hazrec topluluğu”, Üseyd b. Hudayr da “ey Evs topluluğu”
diye seslenerek Ensar’dan Müslümanları toplamaya çalışmışlardır.[861] Enes b.
Mâlik rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
bizzat kendisinin sağına ve soluna doğru “ey Ensar!” diye seslendiğini
ifade eder.[862]
Huneyn savaşında Resûlullah’ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) Abbâs’a “ey Ensar” diye nida ettirmesi manidardır. Hz.
Peygamber’le (salla’llâhü aleyhi ve sellem) birlikte pek çok zorluklara
katlanmış ve imanlarındaki samimiyetleri defalarca ispatlamış olan bu
Müslümanlar, ordu içinde sayıca diğer askerelere nispeten azdı. Ancak
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) en çok güvendiği Müslümanlar
arasında çoğunluğu oluşturuyorlardı. O gün Müslümanların ileri gelenleri olan
Ensar ve Muhacirler çağrılmaya ve güvenilmeye daha layıktılar. Bunların içinde
de sayılarının fazlalığı ve önemli bir askerî güç oluşları nedeniyle Ensar daha
bir önem arz etmekteydi. Bu nedenle Abbâs (RA) “ey Ensar” diye nida
etmiştir. Zaten ordu içinde Mekke’nin fethiyle birlikte Müslüman olmuş ama
henüz iman kalbine tam yerleşmemiş kimseler de bulunmaktaydı. Bu kimseler ilk
hezimet anında ileri geri konuşmaktan da kendilerini alamamışlardır.[863]
Sonuç olarak bu çağrılara ilk cevap verenler
Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ilk iman edenlerden muhacirler ve
Ensar olmuştur. Ensar, diğer savaşlarda olduğu gibi bu savaşta da sabretmiş ve
azimle savaşmıştır.[864]Kaynaklarda
Ümmü Süleym, Ebu Talha ve Ebu Katade gibi Ensar’dan sahabilerin Huneyn’de gösterdikleri
sabır ve mücadeleye dair geniş bilgi verilmektedir.[865] Yine
Ensar’dan Hârise b. Numan en zor anlarda bile sebat eden Ensariler arasında yer
almıştır.[866]
Huneyn savaşında Ensar’dan, Benî Aclan boyundan
Süraka b. Hâris b. Adiyy, Eymen b. Ubeyd el-Hazrecî ve Rukeym b. Sabit b.
Sa’lebe b. Zeyd şehid düşmüştür.[867]
Huneyn'de gerçekleşen ve kısa süren savaştan
kaçan Hevazin ve Sakiflilerin bir kısmı Evtas'a, bir kısmı ise Taife
sığınmışlardı.[868] Daha önce
yiyecek ve silah stoku yapıldığı için uzun sürecek bir ablukaya hazır olan
Taif, Huneyn'den kaçanlar için iyi bir sığınaktı.
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
Huneyn'de ele geçirilen esirleri ve ganimetleri bir başka birliğin kontrolünde
Cirane'ye bıraktıktan sonra Taife hareket etti. İslâm ordusu Taife gelip, kale
surlarına iyice yaklaşınca ok yağmurunun altında kaldı. Bunun üzerine
Resûlullah, (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hubab b. Münzir’i çağırarak ok
menzilinin dışında güvenli bir yer tespit etmesini istedi. Hubab’ın araştırmaları
sonucu şimdiki Taif Mescidinin bulunduğu mevkiden kuşatmanın devam etmesi ugun
görüldü.[869]
Günler süren muhasaradan ve kale kapılarını
açma girişimlerinden herhangi bir sonuç alınamadı. Resûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), Taif’in kalelerinin müstahkem, yiyeceklerinin de bol
olduğunu bildiği için daha fazla zorlamadan kuşatmayı kaldırmanın doğru
olacağını düşündü. Ashabla yapılan bir istişarede onların da aynı görüşte
olduğu anlaşılınca kuşatma kaldırıldı.[870] Zaten
Müslüman coğrafyada bir ada olarak kalmış bulunan Taif’in fazla bir zaman
geçmeden teslim olacağı belliydi.[871]
Taif
Kuşatmasında şehid düşen Ensarîler
Taif kuşatmasında Ensar’dan Benî Seleme
boyundan Sabit b. Ceze’,
Benî Mazin b. Neccâr’dan Hâris b. Sehl b.
Sa’saa,
Benî Sa’ide’den, Münzir b. Abdullah
Evs kabilesinden de Rukeym b. Sabit b. Salebe
olmak üzere dört kişi şehid 754 olmuştur.
Ordu, daha önce esirler ve ganimetin
bekletildiği yer olan Cirane'ye geldi. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) ordugâhını Cirane'ye kurdurdu. Huneyn'de ve Evtas'da elde edilen
ganimetler, Cirane'ye gelinceye kadar paylaşılmadı.[872] [873] Cirane’de
Ensar’dan Abbad b. Bişr, ashab arasından ganimet dağıtımını organize etmekle
görevlendirilmiştir.[874]
Resûlullah, (salla’llâhü aleyhi ve sellem) daha
önce yapmadığı bir şekilde ganimet dağılımında farklı bir yöntem izleyip,
“Müellefe-i Kulub” denilen, henüz İslâm'a yeni girmiş Kureyşliler ile Kureyş
dışındaki kabilelerin reislerine daha fazla ganimet verdi.[875] Muhacir ve
Ensar'ın az miktarda ganimet almasına karşılık, Müslümanlıklarının üzerinden
bir ay bile geçmemiş olan ve çoğunun Müslümanlığı tartışılır nitelikte bulunan
bunu da Huneyn savaşının ilk anlarında verdikleri tepkilerle ortaya koyan
Kureyşlilere yönelik bu özel davranış özellikle Ensar'a mensup bazı gençleri
üzdü. Aralarında ganimet dağıtımının adilce olmadığına dair konuşmaya
başladılar.[876] Savaş
esnasında kendileri ön planda olduğu halde ganimet dağıtımı konusunda
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) kabilesi ve aşireti öne çıkıyor
diye düşünmeye[877] başlayınca
Hazrec Reisi Sa’d b. Ubâde Resûlullah'a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gelerek
Ensar'ın bu hoşnutsuzluğunu bildirdi. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Sa’d’ın bu konu hakkında ne düşündüğünü öğrenmek isteyince Sa’d: “Ey
Allah'ın Resulü, ben de kavmimin bir ferdiyim ve biz sadece bu dağıtımın neden
böyle yapıldığını öğrenmek istiyoruz. ” diyerek ganimet dağıtımı konusunda
diğer Ensarîlerle benzer düşüncelere sahip olduğunu ima etti. [878] Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) bunun üzerine Ensar’a ganimet dağıtımının
mahiyetini açıklama gereği hissederek Ensar’ın toplanmasını istedi.
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
ile Ensar arasında gerçekleşen aşağıdaki diyalog, Ensar’ın Resûlullah’a
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) olan bağlılıklarını göstermesi açısından son
derece önemlidir: Resûlullah, (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “Ey Ensar
topluluğu! içinizde tuttuğunuz bazı hislere dair bir takım haberler almış
bulunuyorum. Ben sizi dalalet içinde buldum da Allah benimle sizleri hidayete
ulaştırmadı mı? Sizler fakirken, Allah benimle sizleri zengin kılmadı mı?
Sizler, birbirine düşmanken, Allah benimle kalplerinizi birleştirmedi mi?”
diyerek onlara peş peşe sorular yöneltti. Ensarîler her soruda “Evet Allah
ve Resulü bize iyilikte bulundu” diye cevap veriyorlardı. Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) onların bu teslimiyeti ve tasdikleri üzerine; “Ey
Ensar topluluğu! Eğer siz isteseydiniz, benim sorularıma şöyle de cevap
verebilirdiniz: 'Sen kavmi tarafından yalanlanmış birisi olarak geldin, biz ise
seni tasdik ettik. Kavmin seni terk etti, biz ise yardım ettik. Kavmin seni
kovdu, biz ise bağrımıza bastık. Sen yoksuldun, biz seni mallarımıza ortak
ettik'. Bunların hepsi doğrudur. Ey Ensar topluluğu.' Ben sizlerin Müslümanlığınızdaki
samimiyeti bildiğim için, samimiyet ve ihlasınıza güvenerek yeni Müslüman
olanların kalplerini kazanmak için ganimetten onlara daha fazla pay verdim. Ey
Ensar topluluğu! insanlar buradan deve ve davar sürüleriyle evlerine giderken,
sizler Allah'ın Resulü ile evlerinize dönmek istemez misiniz?[879] Allah'a
yemin ederim eğer hicret -in fazileti- olmasaydı Ensar’dan olmak isterdim.
insanlar başka başka vadilere, dağlara gitseler, vallahi ben Ensar'ın vadisini,
dağını tercih ederim. Sizler benden sonra diğer insanların kavuştukları mallara
kavuşacaksınız. Sizler bunlara sabredin. Sizler havuz başında benimle birlikte
olacaksınız. Ey Allah'ım! Ensar'a, Ensar'ın evlatlarına, Ensar'ın evlatlarının
evlatlarına rahmet et.” Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu
etkili sözlerinden sonra Ensar başka herhangi bir itirazda bulunmamış, hatta
gözyaşı dökerek yaptıklarına pişman olmuş ve Hz. Peygamber’in (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) ganimet dağıtımını kabul etmişlerdir.[880]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
umreye niyetlendiği için ihrama girerek Mekke'ye hareket etti. Telbiye
getirerek gece vakti Mekke'ye girdi. Kâbe’yi tavaf etti. Henüz 20 yaşlarında
bir genç olan Attab b. Esid'i daha önce Mekke valisi olarak atamıştı. Huneyn'e
giderken yaptığı gibi, İslâmî konularda kendisine danışılması için de Muâz b.
Cebel ve Ebu Musa el-Eş’arî’yi Mekke'de bıraktı ve Medine'ye dönmek için yola
çıktı.[881] Ensar'a
dediği gibi ganimet mallarını başkalarına dağıttı ama kendisini Ensar’a
bağışladı.
Mekke’nin fethi sadece Arabistan’ı ilgilendiren
basit bir kabileler arası el değiştirme değildi. Aksine Uluslararası ticaret
istasyonlarından birinin Müslümanların eline geçmiş olması nedeniyle doğrudan
Bizans’ı ilgilendiren bir yönü vardı. Bu nedenle Bizans İmparatoru Heraklius,
yeni devleti beşiğinde boğmak amacıyla Suriye ve Filistin Araplarından bir ordu
hazırlamaya başladı. Durumu haber alan Hz. Peygamber önce davranarak tehlikeyi
büyümeden savuşturmak istedi.[882]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hicrî
9. yılın Receb ayında daha önce yaptıklarının aksine sefer düzenlenecek hedefi
önceden insanlara bildirerek Rumlara karşı savaşmak üzere hazırlık yapmalarını
istedi.[883] Çünkü hem
gidilecek mesafe çok uzundu hem de çok sıcak bir mevsimdi. Bu nedenle insanların
yolun zorluklarını bilerek ona göre hazırlık yapmalarını istemişti.
Medine’de kıtlığın hüküm sürdüğü, hurmaların
ise henüz hasat edilmediği ancak hasat edilmek üzere olduğu bir dönemdi.[884] Çok zor
şartlar altında gerçekleştirilen bir sefer olduğu için münafıklar Resûlullah’a
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) gelerek bir takım mazeretlerle ordudan
affedilmelerini istiyorlardı. Benî Selime’den Ced b. Kays “Rum kadınlarının
kendisini fitneye düşürmesinden korktuğu” gerekçesini öne sürüyor, [885] ya da
havaların çok sıcak olmasını mazeret olarak beyan ediyordu.[886] Öte yandan
münafıklardan bir grup daha da ileri giderek Yahudilerden Süveylim adındaki bir
kişinin evinde toplanarak Ensar’dan mümkün olduğu kadar çok kişiyi bu seferden
alıkoymak için toplantılar yapıyorlardı.
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
derhal Talha b. Ubeydullah’ı o eve göndererek evin yıkılıp yakılmasını
769 emretti.
Diğer yandan Ensar’ın Benî Avf boyuna mensup
yedi Müslüman[887] [888]
Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gelerek sefere katılmak
istediklerini ancak eşyalarını yükleyecekleri hayvan bulamadıklarını ifade
ederek yardım talep ettiler. Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) da
maddi imkânlarının yetersiz olduğunu gördükleri zaman üzüntüyle başka çareler
aramaya başladılar. Bu fakir sahabenin bazılarını ashabın varlıklı olanları
teçhiz ederek sefere katılmalarını sağladı.[889]
Hazırlıklar tamamlandıktan sonra Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem), Muhammed b. Mesleme’yi Medine’ye vekil olarak
bıraktı ve yola çıktı.[890] Ensar diğer
seferlerde olduğu gibi kendi bayraklarını taşır vaziyette ve kendilerinden olan
kumandanların önderliğinde orduyla birlikte hareket ettiler. Evs kabilesinin
bayrağı Üseyd b. Hudayr’a, Hazrec’in bayrağı ise Ebu Dücane veya Hubab b.
Münzir’e verildi. [891] Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Ensar’dan her bir kabilenin kendisi için ayrıca
bir flama edinmesini emretti.[892] Abdullah b.
Übey b. Selül de kendisine bağlı münafıklarla ayrı bir birlik oluşturup orduya
katıldı. Ancak ordunun hareket etmesinden kısa bir süre sonra Uhud savaşında
yaptığı gibi ordudan ayrıldı.[893]
Başka bazı Medineli Müslümanlar ise çeşitli
nedenlerle Tebük seferinden geri kalmışlar, daha sonra da tevbe ettikleri halde
uzunca bir süre affedilmeyi beklemişlerdi. Bunlar Benî Selime’den Ka’b b. Mâlik
[894], Benî Amr
b. Avf’tan Mürare b. Rebi, Benî Vâkıftan Hilal b. Ümeyye ve Benî Sâlim b.
Avf’tan Ebu Hayseme. Bu Müslümanların, herhangi geçerli bir mazeretleri
bulunmamaktaydı ancak Resûlullah’tan (salla’llâhü aleyhi ve sellem) da izin
almadan Tebük seferine iştirak etmemişlerdir. [895] Ancak Ebu
Hayseme, ordunun ardından yola çıkıp Tebük’te Resûlullah’la (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) buluşmuştur.[896]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Tebük’e kadar herhangi bir düşmanla karşılaşmadı. Tebük’e vardığı zaman Kudüs
valisi Yuhanna b. Rüube yanına gelerek bir anlaşma yaptı ve Resûlullah’a
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) cizye vermeyi kabul etti.[897] İslâm
ordusu Tebük’te on gün kaldıktan sonra herhangi bir çarpışma meydana gelmeden
Medine’ye geri döndüler.[898] Tebük
seferinde 20 gün boyunca Abbad Bişr, Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) özel koruması[899] olarak
geceleri nöbet tutmakla görevlendirilmiştir.[900]
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Tebük gazvesinde Medine’ye görevli
olarak bıraktığı Muhammed b. Mesleme sadece bu seferde Resûlullah’ın
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) yaptığı bir gazveye katılamamıştır.[901]
İKİNCİ BÖLÜM
HULEFA-İ RAŞİDİN DÖNEMİNDE ENSAR
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) 23
yıllık risalet hayatının sonunda 632 yılında vefat etti. Müslümanlar onun
vefatından sonra Hz. Ebu Bekir’i halife seçtiler. Hz. Ebu Bekir hilafetinin
hemen başında Arabistan’da ortaya çıkan ridde hareketleriyle uğraştı. Ayrıca
Müslüman kalmak isteyen ancak zekât vermek istemeyenler de devleti bir süre
meşgul etti. Hilafetinin ilk yılında bu tür dâhili sorunları çözen Hz. Ebu
Bekir daha sonra fetih harekâtlarına girişti. Bu amaçla İran ve Bizans
topraklarına akınlar düzenledi. İki yıl gibi kısa bir süre görevde kalan Hz.
Ebu Bekir, Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatıyla sarsılan
toplumu, devlet yönetiminde sergilediği kararlı yöneticilikle[902] bir arada
tutmayı başarmış İslâm Devletinin hayatiyetini sürdürmesinde büyük rol oynadı.
HZ. EBU
BEKİR DÖNEMİ SİYASÎ FAALİYETLERİNDE ENSAR
Hz. Ebu Bekir her alanda olduğu gibi
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sürdürdüğü siyasî anlayışı da
aynen devam ettirmiş onun görevlendirdiği herkesi kendilerinin talebi olmadığı
müddetçe görevinde tutmuştur. Zaten oldukça kısa süren hilafeti daha çok
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatıyla sarsılan Arap toplumunu
tekrar İslâm Devletinin hâkimiyetine almak ve sonrasında Bizans ve İran
tehlikelerine karşı ilk önlemleri almakla geçmiştir.
Hz. Ebu Bekir dönemi siyasî olayları arasında
üzerinde en çok tartışılan konu şüphesiz Benî Sâide Sakifesi olayıdır. Ensar’ın
girişimiyle Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefatının hemen
akabinde başlatılan Halife seçme çalışmaları, muhacirlerin olaya müdahil
olmasıyla Hz. Ebu Bekir’in halife seçilmesi şeklinde sonuçlanmıştır.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra İslâm
devletini yönetme işi “Halife” denilen idareciler tarafından ele alınmıştır.
“Halife” kelimesi sözlükte birinin yerine geçen, bir kimseden sonra gelip onun
yerini alan kişi anlamındadır. Terim olarak ise İslâm devletlerinde Hz.
Peygamber’den (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sonra devletin başına geçen
yöneticileri ifade eder.[903] Kur’an-ı
Kerim’de “Halife” kelimesi iki yerde geçmektedir. Bunlardan birincisi,
Bakara suresinde insanın yeryüzüne gönderilişi ile ilgili ayettir.[904] Diğer ayet
ise Sad suresinde geçmektedir ve Hz. Davud’un Yeryüzüne halife kılındığını
anlatmaktadır.[905] Bu
kullanımlarda halife terim anlamıyla kullanılmamıştır.
Hz. Peygamber’den (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
sonra Müslümanların karşı karşıya kaldıkları ilk problem devletin kimin
tarafından yönetileceği bir başka deyişle kimin halife olacağı sorunudur. Sorun
Benî Sâide gölgeliğinde yapılan görüşmelerle o gün için aşılmış olsa da sonraki
dönemlerde Şia, Haricilik, Mutezile, Ehl-i Sünnet gibi fırkaların her birisinin
hakkında ayrı görüşler öne sürdükleri bir konu olarak tartışılmaya devam
etmiştir.[906] Konu
hakkında, Resulullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sahih ve uydurma pek çok
söz isnad edilmiş[907] ve uzun
yıllar bu konu bir münakaşa alanı olarak varlığını korumuştur.
Hz. Peygamber, (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
kendisinden sonra herhangi bir halife seçmemiştir. Bu, kendisinden sonra Ensar
ve Muhacir’in hem kendi aralarında hem de diğer gruplara karşı görüş ayrılığına
düşmelerinden anlaşılmaktadır.[908]
Resûlullah’ın, (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yerine bir halife tayin etmemiş
olması ümmet için bir rahmet olmuştur. Zira Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) bir halife tayin etmeyerek ashabın ve onlardan sonra gelecek
Müslümanların kendi hür iradeleriyle yönetici seçmelerine imkân tanımıştır.
Aksi takdirde kıyamete kadar Müslümanların iradesine ipotek konulmuş olacaktı.
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) muhakkak ashabın içinden en
iyisini halife olarak seçecekti. Ancak ondan sonra gelecek insanların ve
nesillerin aynı isabeti kaydedeceği meçhuldür.[909]
Resulullah
henüz hayattayken de Ensar ve Muhacirler arasında zaman zaman asabiyeti
çağrıştıran çekişmeler olmuştur.[910] Öte yandan
Ensar’ın da kendi içinde Evs ve Hazrec olarak tam bir bütünlük içinde olduğu da
söylenemez.[911]
Muhacirlerde de benzer şekilde asabiyet, gizli olan, ancak derinlerde yatan ve
uygun ortamı bulunca tekrar açığa çıkacak bir olgu olarak varlığını
sürdürmekteydi.[912] Bundan
dolayıdır ki Benî Sâide sakifesinde konu, “kim?” sorusundan çok “hangi kabile”
sorusu etrafında tartışılmıştır.
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
vefatını müteakip, akrabaları ve Muhacirun ileri gelenleri henüz cenazenin
tekfin ve defin işlemleri ile meşgul iken Ensar, Sa’d b. Ubâde’nin de mensubu
olduğu Benî Sâide oğullarına ait[913] bir
gölgelikte[914] toplanarak
İslâm toplumu ve devletinin başına geçecek kişiyi konuşmaya başladılar. [915] Aslında
burada bir istişareden çok, ismi üzerinde görüş birliğine vardıkları Sa’d b.
Ubâde’nin halifeliğini onaylamak (biat etmek) ve ilan etmek amacıyla
toplandıkları anlaşılmaktadır. Sa’d b. Ubâde hasta olduğu için sesini
yükseltemiyor onun yerine oğlu Kays b. Sa’d sözlerini yüksek sesle
tekrarlıyordu.[916] Sa’d,
burada yaptığı konuşmada “Arapların Resülullah’ı yalanladığı ve kavminden
pek az bir kısmı ona iman ettiği dönemde siz iman ettiniz... Bu işte tek
başınıza karar verin. Çünkü başka insanlar bir yana bu sizin hakkınızdır ” diyerek
Ensar’ın bu görevi üstlenmeye en fazla hakkı olan topluluk olduğunu dile
getirdi.[917]
Ensar’ın temel argümanı Resûlullah’ı yurtlarına
davet ettikleri, onu koruyup birlikte devlet kurdukları ve yıllarca bu devletin
en önemli askerî gücünü oluşturdukları gerçeğiydi. Onlara göre kendi
yurtlarında, kendi destekleriyle ve canları pahasına kurulmuş bir devlete
Resûlullah’tan sonra halifelik yapmak onların hakkıydı.[918] Nitekim
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) da vefatından hemen önce Ensar’ı
muhacirlere vasiyet etmişti. “Onlar sizden önce Medine ’yi yurt edinmiş ve
gönüllerine imanı yerleştirmiş kimselerdir. Onlara iyilik ediniz. Zira onlar
sizinle mahsulleri paylaşmadılar mı? Yurtlarında size yer vermediler mi? Sizi
kendilerine tercih etmediler mi?”[919]
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu sözleriyle kendisinden sonra
yönetim işi için Ensar ve Muhacir arasında bir mücadele olacağını tahmin
ederek, dini, siyasî ve ictimai şartların muhacirleri yönetime taşıyacağını
öngörebiliyordu. Bu nedenle Muhacirlere Ensar’ı vasiyet etmesi ve onlara iyilik
yapılmasını hatırlatması anlamlıdır.[920]
Aralarında geçen konuşmalardan, Ensar’ın bu
konuyu Muhacirun ile istişare etme ihtiyacı duymadıkları anlaşılmaktadır.
Bununla birlikte başından itibaren Üseyd b. Hudayr ve Beşir b. Sa’d ve Uveym b.
Sâide gibi bazı Ensarîler halifeliğin Kureyş’e bırakılması gerektiğini ileri
sürmüşlerdir.[921] Toplantıda
hazır bulunanlar onları sertçe cevapladıktan sonra halife seçimini onlara
duyurdukları zaman Muhacirlerin bunu kabul etmeme ihtimaline karşı ikinci bir
alternatif üzerinde de düşünerek bu durumda iki halifeli bir yönetim şeklini
tartıştılar.[922]
Ensar’ın bu kadar hızlı bir şekilde toplanıp
bir isim üzerinde neredeyse fikir birliği içinde olmaları, onların, Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) henüz hayattayken ondan sonraki dönem için
düşünüp bazı kararlar aldıklarını göstermektedir. [923] Bununla
birlikte olayların gelişiminden anlaşıldığı kadarıyla Evs kabilesi bu konuda
tamamen ikna olmuş değildi. Ancak yine de Sa’d b. Ubâde’nin halifeliğine karşı
ciddi bir muhalefet yapmaları mümkün görünmüyordu. Zira öteden beri Hazrec, Evs
kabilesinin üzerinde bir konumda yer alıyordu. [924] Ayrıca
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hicretinden hemen önce Evs ve
Hazrec aralarındaki sıkıntıları sona erdirmek amacıyla ortak bir kral etrafında
birleşmek hususunda anlaşmış ve bu kralın yine Hazrec kabilesinden Abdullah b.
Übey b. Selül olması kararlaştırılmıştı.[925] Bütün
bunlardan dolayı eğer Ensar’dan bir halife seçilecekse bunun Hazrec’e mensup
biri olması tabii olarak görülüyordu. Bu nedenle Benî Sâide sakifesinde Sa’d b.
Ubâde’nin ismi üzerinde anlaşılması, geçmişten gelen bazı şartlardan dolayı Evs
tarafından kerhen kabul edilen bir durumdu. Evs’e göre bu iş bir kere Hazrec’e
geçti mi artık asla kendilerine dönmeyecekti. Aralarındaki tarihi rekabetten
dolayı da asla böyle bir şeyi arzulamıyorlardı.[926]
Halifelik iddiasının sona erdiği dönemlerde de
Evs ve Hazrec arasındaki rekabet son bulmamış ancak şekil değiştirerek İslâmi
dönemdeki çeşitli hususiyetlerini ileri sürerek övünmeye ve rekabete devam
etmişlerdir. Evs, Meleklerin yıkadığı Hanzala, arıların cesedini koruduğu Asım
b. Sabit ve vefat ettiğinde arşın titrediği Sa’d b. Muâz’ın kendilerinden
olduğunu belirterek Hazrec’e karşı övünmüşlerdir. Buna karşılık Hazrec de Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) zamanında Kur’an en iyi okuyanlar
olarak tanınan dört kişinin ve Ruhu’l-Kuds’un desteklediği İslâm şairi Hassan
b. Sabit’in Hazrecli olduğunu ifade etmiş ve tarihi çok eskiye dayanan
rekabeti, İslâm’dan sonra da canlı tutmuşlardır.[927]
Ensar’ın Benî Sâide mahallesinde yeni halifeyi
ilan etmek için toplandıklarını haber alan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ebu
Ubeyde derhal oraya giderek toplantıya müdahil oldular.[928] İlk
konuşmalardan onların ne yapmak istediklerini öğrendiler. Bunun üzerine Hz. Ebu
Bekir onlara şu tarihi konuşmayı yaptı: “Biz Resûlullah’ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) yakınlarıyız, akrabasıyız. Biz hilafetin sahipleriyiz.
Araplar içinde insanların en soylusuyuz. Bundan dolayı hilafet Kureyş’ten
birine daha münasiptir. Sizler bizleri korudunuz ve yardımcı oldunuz, ancak
insanlar Kureyş ’e tabi olurlar. Siz de bilirsiniz ki, Araplar halifeliğe
sadece Kureyş ’i uygun göreceklerdir; çünkü onlar, Arapların en değer
verdikleri ve şerefli kabul ettikleri yurdun sahibidirler ve Hz. İbrahim ’in
duasına muhatap olmuşlardır. Bizler emir, sizler ise vezirsiniz. Nitekim siz,
Resûlullah ’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) da vezirleri olmuştunuz. ”[929]
Hz. Ebu Bekir’in konuşmasının ana fikri de
Kureyşli birinin bu işe daha uygun olacağıydı. Onun konuşmasında Kureyş
vurgusunun iki yönü dikkat çeker. Resûlullah’a akraba olma, soyluluk gibi
Araplardaki kabile asabiyetini öne çıkaran yön ile Ensar’a karşı psikolojik
üstünlük sağlanmak istenirken, diğer taraftan Arapların Kureyş’ten başkasına
itaat etmeyecekleri siyasî gerçekliği tarafların dikkatine sunularak pratikte
de Kureyş’ten başka seçeneklerin başarısız olacağı öne sürülmüştür.
Hz. Ebu Bekir’in konuşmasıyla genel havanın
Kureyş lehine değişmeye başladığını gören Hubab b. Münzir, daha önce kendi
aralarında üzerinde anlaşmış oldukları iki halifeli formülü ileri sürdü. Buna
göre biri Ensar’dan biri Muhacirlerden olmak üzere devlet başkanlığını aynı
anda iki kişi yürütecekti. Ancak bu teklif hemen hemen hiç kimse tarafından
makul karşılanmadı.[930] Tekrar söz
alan Hz. Ebu Bekir önceki tezlerini devam ettirmiş ve “ilk Muhacirlerden
sonra bizim katımızda sizden daha değerlisi yoktur. Biz emir siz vezirsiniz.
Tek başımıza karar vermeyiz, sizin görüşünüz olmadan bu iş bitmez” diyerek
Ensar’ı da taltif etmiştir. Ancak Ensar özellikle de Hazrecliler bu işi kolayca
bırakmaktan yana değillerdi ve bu nedenle Hubab b. Münzir sert sözlerle
davalarını savundu. Hz. Ömer’in cevap vermesi üzerine oldukça gergin bir ortam
oluştu. Ebu Ubeyde Ensar’ı sakinleştirmek için “Ey Ensar topluluğu! Siz ilk
yardım eden ve barındıran kimselersiniz. İlk değiştiren kimseler olmayın”
demesi Ensar’ı hilafeti terk etmeye bir adım daha yaklaştırdı.
Böyle bir ortamda konuşmayı uzatmanın meseleyi
çözmeyi daha da zorlaştıracağını düşünen Hz. Ebu Bekir yanında bulunan Hz. Ömer
ile Hz. Ebu Ubeyde’den birinin halife adayı olarak kabul edilmesini istedi.
Ancak başta Hz. Ömer olmak üzere her iki aday da Halife olarak Hz. Ebu Bekir’e
biat etmek istediklerini ifade ettiler.[931] Bu
konuşmalar üzerine Beşir b. Sa’d atılarak Hz. Ebu Bekir’e ilk biat eden Ensarî
olmuştur.[932] Ensar’dan
çok az kimse hariç orada bulunanların tamamı Hz. Ebu Bekir’e biat ettiler. Sa’d
b. Ubâde ise vefat edene kadar ne Hz. Ebu Bekir’e ne de ondan sonra Hz. Ömer’e
biat etti.[933]
Hz. Ebu Bekir, Sa‘d b. Ubâde’ye bir elçi
göndererek gelip kendisine biat etmesini istedi. Çünkü insanlar ona biat etmiş,
Sa‘d’ın kavmi olan Ensâr da ona biat etmişti. Sa‘d, kesin ifadelerle ve yemin
ederek asla biat etmeyeceğini bildirdi. Bu haber Hz. Ebu Bekir’e ulaşınca Beşir
b. Sa‘d ona şöyle dedi: “Ey AllahResulü’nün halifesi! O biat etmekten
kaçındı, bu hususta ısrarcı oldu. Artık biat etmez. Bu durumda zorlanırsa
öldürülecek. Çocukları ve aşireti onunla birlikte öldürülmeden öldürülemez.
Hazrec öldürülmeden aşireti öldürülemez. Evs öldürülmeden de Hazrec
öldürülemez. Onu tahrik etmeyin. Durum sizin için istikamet üzeredir. Size
zarar veremez. Tek başına yaşayan terkedilmiş bir adamdır. ” Hz. Ebu Bekir,
Beşir’in nasihatini dinledi ve Sa‘d’ı kendi haline bıraktı.[934]
Hz. Ömer halife olunca bir gün Medine
sokaklarında onunla karşılaştı. Aralarında biat edip etmemesi üzerine tekrar
tartışma çıktı. Bu tartışmadan sonra Sa‘d Medine’de çok az kaldı sonra da Şam’a
göç etti. Hz. Ömer’in hilafetinin 3. senesinin ortalarında Şam bölgesinde yer
alan Havrân’da hicretin 15. senesinde vefat etti.[935]
Benî Sâide olayı o günler için kapanmış olsa da
dönem dönem gündeme gelmeye devam etmiş, hatta Hz. Ali dönemi olaylarında
Ensar’ın tavrını belirleyen önemli faktörlerden biri olmuştur. Ensar’dan Rifaa
b. Râfi b. Mâlik, Cemel savaşı esnasında Hz. Ali’ye verdikleri desteği ifade
ederken Benî Sâide olayına atıfta bulunmuştur. Ona göre Ensar’ın hilafeti
Muhacirlere bırakmasının asıl sebebi, onların bu işi üzerlerine almak isterken
Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ilk iman edenler, ilk hicret
edenler ve onun akrabaları olmalarını ileri sürmeleridir. Dolayısıyla bu
hususiyetleri taşıyan Hz. Ali’ye Cemel ashabının da karşı çıkmaya hakları
yoktur. Ensar’ın diğer bazı ileri gelenleri de bu şeklinde özetlenecek bir
düşünceye sahip olmuşlardır.[936]
Sonraki asırlar boyunca İslâm dünyasını meşgul
eden bir mesele olmuş, bu hadise etrafında pek çok söz söylenmiştir. Bu
tartışmaların odağındaki konu ise Hz. Ebu Bekir’in bu toplantıda söylediği öne
sürülen “İmamlar Kureyş’tendir” hadisidir.[937] Günümüzde
yaşayan ya da tarihte yaşamış birçok tarihçi, fıkıh âlimi, kelamcı bu konu
hakkında fikirlerini beyan etmişlerdir. Özellikle hicrî ilk üç asırda yaşamış
olan âlimlerin, halifenin Kureyşli olması gerektiği fikrini benimsedikleri
görülmektedir.
Hatiboğlu halifenin Kureyşî olmasını bir şart
olarak kabul eden isimleri şu şekilde zikreder:
Ebu’l-Muin en-Nesefî, (ö. 508/1115) İmam-ı
Azam’a (80-150/699-767) dayandırdığı görüşüyle halife olacak kişide Kureyşî olma
şartı aranmasını Ehl-i Sünnet’in görüşü olarak ortaya koyar. İmam Şafii de
(164/241-780-855) halifenin Kureyşli olmasını savunur. İmam Ahmed b. Hanbel,
Müsned'inde rivayet ettiği hadise dayanarak Kureyşli birisinin fasık ve facir
dahi olsa imamlığının meşru olduğunu düşünür. Akaid imamı Ebu’l-Hasan Ali b.
İsmail el-Eş’arî’ye (260-304/874-935) göre de Hz. Ebu Bekir, Benî Sâide
Sakifesinde Ensar’a mezkûr hadisi okumuş, Ensar da bunun üzerine davalarından
vazgeçmişlerdir. Bir diğer akaid imamı Maturidî de (ö.333/944) Eş’arî ile
benzer düşünceye sahiptir. Ona göre da ashab hep Kureyşli halife seçmiş bu da
ayrı bir delil olmuştur. hicrî 5. asır âlimlerinden Maverdî, “Ahkamu’s-
Sultaniye”sinde İmam’da bulunması gereken yedi özellik arasında Kureyşli olmayı
da sayar.[938] Yine
el-Ferra aynı isimli kitabında İmam’da bulunması gereken dört şarttan birinin
Kureyşîlik olduğunu ifade eder.[939] Bu ve
bunlar gibi birçok Ehl-i Sünnet âlimi bu görüştedir.[940]
Benî Sakife mahallesinde gerçekleşen olayı
aktaran İslâm tarihi kaynakları ise bu konuda ikiye bölünmüş durumdadır.
Bazıları hiçbir şekilde bu hadisin oradakilerden birisi tarafından okunduğunu,
delil olarak öne sürüldüğünü kaydetmezken bazıları da Ensar’dan bazı
sahabilerin bu hadisi akrabalarına hatırlatarak Muhacirler lehine olmak üzere
delil olarak sunduklarını naklederler. Hadisi Hz. Ebu Bekir’in bizzat Sa’d b.
Ubâde’ye hatırlattığını ifade eden rivayetler de bulunmaktadır.[941]
İbn Hişâm, olayı Hz. Ömer’den nakledilen
rivayet ekseninde kısaca anlatır ve kitabında bu hadise yer vermez. İbn
Hişâm’ın anlatımına göre Hz. Ömer, h. 23. yılın hac mevsiminde insanlar
arasında Hz. Ebu Bekir’e biat işinin oldubittiye getirildiği yönünde
dedikoduların dolaştığını, birinin de “Ömer ölürse filanca adama (Talha b.
Ubeydullah’a) biat edeceğim” dediğini duyunca bir açıklama yapma ihtiyacı
hissetmiştir. Abdurrahman b. Avf’ın tavsiyesiyle bu konudaki açıklamayı
Medine’ye dönüşüne saklamış ve ilk Cuma namazında hutbede, ilk halifenin nasıl
seçildiğini bizzat kendisi halka açıklamıştır. Yukarıda anlatılan olayları
aktaran Halife “Vallahi o gün, içinde bulunduğumuz durumda, Ebu Bekir ’e
biat etmekten daha iyisi yoktu. Şayet biat gerçekleşmeden oradan ayrılsaydık,
onlar (Ensar) kendi içlerinden birine biat edeceklerdi. Bu durumda ya biz
istemeyerek onlara biat edecektik ya da muhalif kalacaktık. Her iki durumda da
bunun sonu anarşi idi. ” [942]
Günümüz araştırmacıları bu konuda çeşitli
fikirler öne sürmüşlerdir. Pek çok yazarın üzerinde kafa yorduğu konu hakkında
birkaç araştırmacının görüşlerine yer vermeyi uygun bulduk. Özet olarak bu
araştırmacıların görüşleri şu şekildedir.
Hatiboğlu, “imamlar Kureyş’tendir”
hadisinin uydurma olduğu tezinden yola çıkarak hilafetin Kureyş’e ait olduğunu
iddia etmenin daha sonra ortaya çıkan siyasî kavmiyetçilik ürünü olduğunu kabul
eder. Çünkü İbn İshâk, Abdurrezzak b. Hemmam, Ahmed b. Hanbel, Buhârî ve
Taberî, Hz. Ömer’in anlatımıyla olayı nakletmişler ve bu anlatımda Hz. Ömer’in
söz konusu hadise yer verdiğine dair bir bilgiye rastlanmamaktadır. Bu hadis,
sonraki dönemlerde Kureyş’in siyasî hâkimiyetini sağlama almak için
uydurulmuştur.[943]
Bu konuda yazan ilim adamlarından Zorlu ise “İmamlar
Kureyş’tendir” hadisinin sahih olduğu konusunda herhangi bir tereddüt
yaşamamaktadır. Ona göre Hatiboğlu’nun verdiği kaynaklarda Hz. Ömer rivayetini
sahih görüp yine aynı eserlerde nakledilen hadisi uydurma diye nitelemek için
bir sebep yoktur.[944] Zorlu
meselenin iki türlü gerçekleşmiş olabileceğini, ikisinde de hadisi reddetmek
için bir sebep bulunmadığını ifade eder. Birinci ihtimale göre hadis, seçimden
sonra gündeme gelmiştir. Bu durumda Ensar’ın seçim meclisinde hilafette ısrar
etmesine mani bir nas bulunmamaktadır. İkinci ihtimale göre ise hadis Benî
Sâide Sakifesinde zikredilmiş, ancak hem Ensar hem de Muhacirler tarafından “İmamlar
Kureyş’tendir” hadisinin halife seçimini kastetmediği, aksine Resûlullah
döneminde mevcut sosyal ve siyasal şartlar nedeniyle çeşitli idarî ve askerî
vazifelerle görevlendirilen Kureyşlileri kastettiği anlaşılmıştır. Böylece Hz.
Ebu Bekir mevcut siyasî şartların devam ettiğini ifade ederek Halife’nin
Kureyşli olması gerektiğini düşünmüş, Ensar ise kendisi açısından makul bazı
gerekçeler ileri sürerek halifelikte hakkı olduğunu öne sürmüştür.[945] Nas olmayan
bir konuda görüş beyan etmek de son derece tabiidir.
Zorlu daha çok hadisin bu mecliste söylendiği
ihtimali üzerinde durmuş ve bazı yorumlarda bulunmuştur. Ona göre bu hadisin
burada zikredilmiş olması, Hz. Ömer’in Hz. Ebu Bekir’i halifeliğe layık bir
kişi olduğunu öne sürerken onun Hz. Peygamber’in mağara arkadaşı ve vefatından
önce imamlığa tayin ettiği kişi olduğunu söylemesi gibi destekleyici bir
unsurdur. [946]
Apak, ilk halife seçimi çerçevesinde ele aldığı
“imamlar Kureyş’tendir” hadisinin şüphe götürmeyecek derecede sahih
olduğunu ifade etmektedir. Ancak ona göre bu hadisin Benî Sâide sakifesinde
delil olarak sunulmadığını ifade eden rivayetler daha güçlüdür.[947] Ancak yine
de bu hadisin sahih olarak kabul edilmesi bir açıklamayı gerektirmektedir.
Apak’a göre bu hadis Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gönderdiği
seriyye ve kafilelere başkanlık eden Kureyşliler hakkında varid olmuştur.[948] Ancak zaman
içinde hadisin sebeb-i vürudu unutularak hilafetin Kureyş’e ait olduğu bir nas
olarak ehl-i sünnet âlimlerince kabul edilmiştir.[949] Apak, bu
hadisle siyasî ve sosyal şartların kastedildiğini, o gün için asabiyeti daha
güçlü olan Kureyş’in diğer herhangi bir kabileye nazaran halifeliği
yürütmesinin daha gerçekçi olduğunu ifade eder.[950] Elbette
şartlar değiştikçe bu durum da değişecektir.[951]
Bakkal, konuyla ilgili yazdığı makalesinde “İmamlar
Kureyş’tendir” hadisinin tek bir metni olsaydı onu reddetmenin mümkün
olacağını ifade etmektedir. Ancak pek çok farklı rivayette farklı lafızlarla
aynı manaya gelen hadislerin mevcudiyeti dikkate alınınca hadisin aynı rahatlıkla
reddedilmesinin düşünülemeyeceği görüşündedir.[952] Bakkal,
ayrıca hadisin Benî Sâide sakifesinde gündeme gelmiş olduğu kanaatindedir. Hz.
Ömer rivayetinde, konunun özetlenmiş olduğunu bu nedenle mezkûr hadisin
tekrarlanmamış olabileceğini ifade eder. Dolayısıyla bu rivayet o gün hadisin
zikredilmediğine bir delil teşkil etmez.[953] Bakkal’a
göre hadis, emirlik yani seriyye komutanlığı vb. görevler hakkında varid
olmuştur. Kureyş’ten olan ashabın daha çok bu görevlere getirilmeleri üzerine
muhtemel bazı konuşmalar üzerine Resûlullah, (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Kureyş’in diğer kabileler arasındaki siyasî konumunu göz önünde bulundurarak
açıklama yapma ihtiyacı duymuştur.[954] Aynı kabile
yapısı ve sosyolojik gerçekler Hz. Ebu Bekir’in halife seçilmesi esnasında geçerli
olduğu için hadisin aynı mana ile zikredilmiş olmasında hiçbir mahzur
bulunmamaktadır.[955]
Karadavî, “Sünneti Anlamada Yöntem ”
ismiyle Türkçeye kazandırılan eserinde hadislerin üzerine bina edildikleri özel
sebeplere ve belirli bir illete (gerekçeye) bağlı olup olmadıklarına bakılması
gerektiğini ifade eder. Bazı hadislerin taşımış oldukları hükmün üzerine bina
edildiği illetin varlığıyla var olduğu yokluğuyla da yok oldukları
görülecektir. İllet ortadan kalkınca hadisin taşıdığı hüküm de geçerliliğini
yitirir.[956] Bu bağlamda
“imamlar Kureyş’tendir” hadisinin o dönem için Kureyş’in sahip olduğu
asabiyet ve kuvvete işaret ettiği görülür.[957]
Arap dünyasından bir başka ilim adamı Huriye
Tevfik Mücahid de İbn Haldun’un görüşünden istifade ile yukarıdaki görüşlere
benzer düşünceler ileri sürmektedir.[958]
Yukarıda aktarılan görüşlerin tamamının ortak
iki noktası vardır. Bunlardan birincisi hepsinin hilafetin Kureyş’e has oluşunu
reddetmeleridir. Her biri çeşitli delillerle bu görüşü desteklemişlerdir.
Araştırmacıların bir diğer ortak yönleri de tamamının İbn Haldun’un bu konudaki
görüşlerinden faydalanmış ve onu referans göstermiş olmalarıdır. İbn Haldun,
Mukaddimesinde bu konuyla ilgili olarak şunları aktarır. “Başkanlık, kuvvete
ve kudrete dayanır. Bu sebeple bir sülalenin diğerlerine başkanlık yapabilmesi
için, onlardan daha güçlü olması gerekir. Bu güç ve kudretin kaynağı ise
asabiyettir. Asabiyet sahibi, hem devleti hem de kendisini koruyabilecek ve
ülkeyi de idare edebilecek kabileden bir kişinin yönetimin başına geçmesi,
Müslümanların gönüllerini rahatlatır ve istikrar getirir. Kureyş o çağda Mudar
kabilelerinin asabiyetini kendisinde toplamış ve Mudar’ın diğer kabileleri
arasında izzet ve şerefiyle tanınmıştı. Bu kabile aynı zamanda sayılarının
çokluğu ve asabiyetinin güçlülüğü ile diğerlerinden ayrılıyordu. Diğer Arap
kabileleri Kureyş ’in bu kudret ve şerefini itiraf ediyorlar ve onların bu
üstün kudretlerine boyun eğiyorlardı. Diğer Mudar kabileleri Kureyş ile
ihtilafa düşmekten ve savaşa girmekten çekinirlerdi. Çünkü bu durumda aradaki
birlik bağları çözülür ve toplulukları dağılırdı. Kureyş üstün kudretiyle halka
istediğini yaptıracağı için, düzeni temin edebilirdi. işte bunlardan dolayı
halifenin onlardan olması gerekli görülmüştür. ”[959]
Batılılar da bu konu hakkında görüşler ileri
sürmüşlerdir. Barthold, “Mekke ’deki Kureyşîler, Taif’teki Sakifîler ve
diğer şehir ahalisi, başlangıçta Muhammed’e düşmanlık gösterdilerse de,
Müslüman cemaati bir devlet teşkile ettikten sonra, onun başına geçtiler.
Muhammed’e: “İmam, Kureyşîlerden olmalıdır” hadisini isnat ettiler” diyerek
hadisin sonradan iktidarı ele geçirmek için uydurulduğunu ima etmiştir.
Barthold meselenin Arap milliyetçiliği ile de bağlantılı olduğunu ileri
sürmektedir.[960]
Kanaatimizce Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) vefatından sonra Benî Sâide sakifesinde gerçekleşen diyaloglar
esnasında “imamlar Kureyş’tendir” hadisinin dile getirildiğini düşünmeye
engel bir durum yoktur. Hadisin sebeb-i vürudunu İslâm tarihini incelediğimizde
tahmin edebiliyoruz. Pekala, Ensar ve Muhacir de bu hadisin hangi maksatla
varid olduğundan haberdardılar. Muhtemelen Muhacirun, bu hadisi öne sürdükleri
diğer destekleyici deliller gibi [961] düşünmüşler
ve toplantıda dile getirmişlerdir. Ensar’ın bundan sonra hilafette hakkının
olduğunu öne sürmeye devam etmesi, özellikle de Sa’d b. Ubâde’nin biat etmekten
kaçınması onların da bu hadisin Hz. Peygamber’in hayatındaki siyasî ve sosyal
şartlar nedeniyle varid olduğunu düşünmelerinden kaynaklanmaktadır. Nasıl
muhacir bu şartların devam ettiğini “Araplar Kureyş’ten başkasına itaat
etmez” sözleriyle vurgulamışsa Ensar da “İslâm devletinin kurucuları,
Resûlullah ’ın koruyucuları ve Medine yurdunun sahipleri olarak” şartların
artık kendi yöneticiliklerine hazır olduğunu düşünmüşlerdir. Ancak olayların
gelişimi onların düşüncelerinin uygulanmasına imkân vermemiştir. [962]
HZ. EBU
BEKİR DÖNEMİNDE ENSAR’IN ÜSTLENDİĞİ İDARÎ GÖREVLER
Hz. Ebu Bekir döneminde fethedilen bölgelerin
az oluşu nedeniyle yeni idarî görevlere atanan insan sayısı da az olmuştur. Öte
yandan Hz. Ebu Bekir’in Resûlullah’tan (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hemen
sonraya denk gelen hilafeti nedeniyle Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) atamış olduğu idareciler hala görev yerlerinde bulunuyorlardı. Hz. Ebu
Bekir bunlardan kendi isteği ile görevden ayrılmak isteyen bazıları hariç
diğerlerini görevlerinde tutmaya devam etmiştir. Hz. Ebu Bekir Ensar’dan
faydalanmaya devam etmiş, bilhassa Evs kabilesine mensup Müslümanlarla daha
yakın ilişki içinde olmuştur. Evs’ten Üseyd b. Hudayr Hz. Ebu Bekir’in en çok
değer verdiği Ensari durumundaydı.[963]
Hz. Ebu Bekir döneminde Ensar’ın üstlendiği
idarî görevleri aşağıdaki şekilde maddelendirmek mümkündür.
Hz. Ebu Bekir’in kendi döneminde kadılığa tayin
ettiğini tespit edebildiğimiz tek Ensarî[964]
Ebu’d-Derda’dır. Ebu’d-Derda, Hz. Ömer döneminde gerçekleşen Yermuk savaşında
ordu kadısı (Kadı’l-Cünd) olarak görev yaptı bu görev ilk kez onunla başlamış
oldu.[965]
Hz. Ebu Bekir Enes b. Mâlik ’i Bahreyn’e vergi
tahsildarı olarak göndermişti. Bu görevlendirme Hz. Ömer’in de müsbet görüş
beyan etmesi neticesinde gerçekleşmiştir.[966]
Heysem b. et-Teyyihân, Resûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), döneminde, vergi tahmin memurluğu yapardı. Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) vefat edince, Hz. Ebu Bekir kendisini aynı
göreve göndermek istedi; ancak kabul etmedi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir, “Ama
sen bu görevi Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) için yapmıştın!” dedi.
Ebu’l-Heysem de, “Bu görevi yapıp döndüm, Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) da benim için Allah’a duada bulundu.” dedi. O, böyle söyleyince, Hz.
Ebu Bekir de onu görevlendirmekten vazgeçti.[967] Daha önce
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) döneminde vergi tahmin memurluğu
yapanlardan Ebu Hasme de Hz. Ebu Bekir tarafından da bu vazifeye tekrar tayin
edilmiştir.[968]
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
tarafından Hadramut’a vali Tayin edilen Ziyad b. Lebid’in, Hz. Ebu Bekir
döneminde de görevine devam ettiği görülmektedir.[969] [970] Hz. Ebu
Bekir onu görevinde tutmakla kalmamış ona ayrıca Sadif ve Kinde bölgelerinin
valiliğini de 69 devretmiştir.
Halid b. Velid, Suriye bölgesinde ilk
fethettiği şehirlerden Sandavda’ya Sa’d b. Haram el-Ensarî’yi vekil olarak
bırakmıştır. Sa’d b. Haram’ın nesli bu şehirde devam etmiştir.[971]
Hz. Ebu Bekir döneminde ayrı bir kurum olarak
belirginleşen müfettişlik kurumu çarşı pazar teftişinden çok tayin edilen idarecileri
teftiş ederdi. Hz. Ebu Bekir döneminde bu kurumun başında Muhammed b. Mesleme
bulunuyordu.[972]
HZ. EBU BEKİR DÖNEMİNDE ENSAR’IN ASKERÎ
FAALİYETLERİ
Hz. Ebu Bekir dönemi askerî faaliyetleri,
İrtidat olayları ve fetih hareketleri olmak üzere ikiye ayrılır. Ensar bu
askerî faaliyetlerin hepsine yoğun bir şekilde katılmıştır. Ensar, özellikle
Yemame savaşında büyük faydalar sağlamıştır. Bu savaşta Ensar Halid b. Velid’in
komutası altında savaşmış ve pek çok şehid vermiştir.
Hz. Ebu Bekir’in hilafetinin 2. yılında ise
Suriye ve Irak cephesinde pek çok Ensarî’nin aktif katılımı görülmektedir. Bu
savaşlarda zaman zaman komutan olarak bazen de kadı, muallim ve danışman olarak
görev yapmışlardır.
Ridde Olayları ve Peygamberlik İddiasında
Bulunanlar
Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
vefatından sonra İslâm’ı tam anlamıyla kalplerine yerleştirememiş bazı Arap
kabileleri İslâm’dan çıktılar. Bu kabileler bir Arap kabile reisine itaat
ettiklerini zannediyor, onun ölümüyle de bu antlaşma ve itaatin son bulduğunu
zannediyorlardı.[973] Hz. Ebu
Bekir halife olur olmaz bu problemle karşı karşıya kaldı. Ancak kesin ve net
tavrı olayların birkaç ay içinde İslâm devleti lehine sonuçlanmasını sağladı.
İlk olarak çözülmesi gereken tehlike Tuleyha[974] b.
Huveylid’in irtidat hadisesiydi. Bu isyanı Halid b. Velid başarıyla
bastırmıştır. Ensar’dan Sabit b. Akrem ile Ukkaşe b. Mihsan, Halid b. Velid’in
ordusuyla birlikte çıktıkları savaşta Tuleyha b. Huveylid tarafından şehid
edilmişlerdir.[975] Onların
gözcü olarak gönderildikleri ve Tuleyha’nın adamlarına yakalanarak Tuleyha ve
kardeşi tarafından öldürüldükleri nakledildiği gibi, Tuleyha ile girişilen
savaşta kaçan Tuleyha’yı takip ederken şehid edildikleri de nakledilmiştir.[976]
Tuleyha ile yapılan savaşta Adiyy b. Hatim öncü
birliği görevinin Tay kabilesine verilmesini istedi. Ancak Halid b. Velid savaş
sırasında kaçmaları halinde bütün ordunun bozulacağı endişesiyle bu teklifi
reddetti. Bunun yerine dinde geçmişleri daha eski olan ve sebatkârlıklarını
daha önce defalarca ispatlamış olan Ensar ve Muhacirleri öncü kuvvet olarak
görevlendirdi.[977]
Hadramut Valisi Ziyad b. Lebid ile Kindeliler
arasında meydana gelen zekât ihtilafı[978] sonucu
Kindîler irtidat ederek ayaklandı. Kinde’den sadece es-Sekûn kolu Ziyad’la
birlikte hareket etti. Meydana gelen savaşta Kindeliler boyun eğmek zorunda
kaldı. Ancak kısa bir süre sonra Eş’as b. Kays el-Kindî dinden çıkarak isyan
etti. Ziyad kendisine destek için gelen Muhacir b. Ümeyye’nin kuvvetleriyle
Eş’as’ı Nümeyr kalesinde kuşattı ve teslim olmaya mecbur etti. Esirler
Medine’ye gönderildiler ve Hz. Ebu Bekir tarafından affedildiler.[979] Esirlerin
Medine’ye getirilişine nezaret eden sahabi ise Nehik b. Evs el-Hazrecî idi.[980]
Benî Bekr b. Vail kabilesinin kollarından olan
Hanifeoğulları liderleri Hevze b. Halife zamanında Medine ile irtibata geçmiş,
Hevze Müslüman olmamış ancak Benî Hanife’den pek çok kişi İslâm’ı kabul
etmişti. Hevze b. Halifenin h.8 (630) yılında ölümünün ardından kabilenin
şairi, kâhini ve hatibi konumunda olan Müseylime[981] Hanife
oğullarının yeni lideri olmuştur. Kabileden Müslüman olanların
Hanifeoğullarının güçlü liderlerinden Sümame b. Üsal’ın etrafında toplanmaları
üzerine Müseylime kabiledeki konumunu güçlendirmek için yanında bir heyetle
birlikte Medine’ye gitti. Ancak Medine’ye yaptığı bu seyahat Müslüman olmak
için değil Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Arabistan’ı Kureyş ve
Hanife oğulları arasında paylaştırma teklifiyle gitti. Ancak Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) onun teklifini kesin bir dille reddetti.
Müseylime Yemame’ye döndükten sonra Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından mektupla İslâm’a davet edildiyse de o
bunu bir pazarlık konusu yaparak yeryüzünün yarısının Benî Hanife’ye diğer
yarısının Kureyş’e bırakılmasını teklif etti. Bunun üzerine Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) onu “Kezzab”[982] diye
tanımlayarak yeryüzünün Allah’a ait olduğunu ve onu dilediğine vereceğini ifade
etti.[983] Müseylime
Medine nezdindeki girişimlerinden sonuç alamayınca kabilesi arasında
peygamberliğini ilan etti. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Müseylime
sorunuyla ilgilenmek ve onu vazgeçirmek için Habib b. Mesleme el-Ensarî’yi elçi
olarak gönderdi. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) elçiyi gönderdikten
kısa bir süre sonra vefat etti. Müseylime ise Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) vefatı üzerine daha da cesaretlenerek faaliyetlerini artırdı.
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) elçisi Habib’i de şehid etti.
Müseylime’ye ilk müdahaleyi Benî Hanife’nin
Müslüman reislerinden olan Sümame b. Üsal yapmış ancak yenilgiye uğramıştır.
Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir İkrime b. Ebu Cehil komutasında bir orduyu,
ardından da Şurahbil b. Hasene komutasında yardımcı bir kuvvet gönderdi. Ancak
İkrime Şurahbil b. Hasene’yi beklemeden Müseylime ile yaptığı savaşta yenilgiye
uğradı. Ondan sonra Şurahbil komutasındaki kuvvetler de Müseylime karşısında
bozguna uğrayınca Halife Hz. Ebu Bekir o esnada Büzaha denilen mevkide Tuleyha
ile olan savaşını henüz bitirmiş olan Halid b. Velid’e Yemame üzerine gitmesini
emretti.
Yemame savaşı öncesinde Halid b. Velid ile
Ensar arasında Hz. Ebu Bekir’in emrinin nasıl anlaşılması gerektiği konusunda
bir tartışma çıkmıştır. Buna göre Ensar’ın komutanı Sabit b. Kays b. Şemmas,
savaşlardan yorulmuş olan askerleri ve atları dinlendirmek için Medine’ye
dönmek gerektiği görüşünü ileri sürmüş, Halid b. Velid ise Müseylime sorununu
çözmeden Medine’ye dönmeyeceğini ifade etmiştir. Hatta Ensarî sahabiler,
ordudan ayrılıp Medine’ye dönmeye karar verdilerse de sonradan birbirlerine
“Vallahi yaptığımız doğru değildir. Eğer onlar yenilirlerse, sizler onları zor
durumda bıraktınız, teslim ettiniz diye konuşacaklar; bu husus ebediyete kadar
bir âr, bir leke olacaktır. Eğer muvaffak olurlar ve Allah onlara fetih
müyesser eylerse, kendinizi bu hayırdan menetmiş olacaksınız. Onun için
Halid’in yanına gidiniz!” diyerek yaptıklarının hatalı bir davranış olduğunu
fark edip tekrar orduya katılmışlardır. Halid onların geldiğini duyunca bir ya
da iki günlük mesafe onlardan ileride olduğu halde Ensar’ı beklemiş ve onları
merasimle karşılamıştır.[984]
Savaşın başındaki tutumuna rağmen Ensar, Yemame
savaşında ordunun en önünde yer almış ve çarpışmanın şiddetinden dolayı “Ölüm
Bahçesi” [985] olarak
adlandırılan ve yüzlerce sahabinin şehid düştüğü o çarpışma bölgesine ilk
girenler olmuşlardır.[986] Bu nedenle
Yemame gününde Ensar’dan pek çok sahabi şehid olmuştur. Ensar’ın fedakârlığına
örnek teşkil eden bir olay Bera b. Mâlik ’in Müslümanlardan, kapıları bir türlü
açılamayan ölüm bahçesine kendisini atmalarını istemesidir. [987] Müslümanlar
tarafından duvarın öbür yanına fırlatılan Bera, savaşa savaşa kapıyı
Müslümanlara açmıştır. [988] Onun bu
gözü pekliğinin askerlerin hayatını tehlikeye atacağından endişe eden Hz. Ömer,
komutanlarına ona herhangi bir birlikte komutanlık vermemelerini tembih
etmiştir.[989] Bera b.
Mâlik ’in Yemame savaşında 80 küsur yara aldığı belirtilir.[990] Bu savaşta
Ensar’ın sancağı Sabit b. Kays’ta idi.[991]
Yemame savaşında ordunun bir kısmı Muhacir ve
Ensar’dan oluşmaktayken önemli bir kısmı ise daha önce irtidat edip daha sonra
Halid b. Velid’e karşı koyamayarak tekrar Müslüman olan bedevilerden
oluşuyordu. Bunlar her düşman saldırısında geri kaçıyor ve İslâm ordusunda
safların bozulmasına yol açıyorlardı. Onların bu davranışlarının tekrarlaması
ve tam üç defa Müslümanların hezimetin eşiğine gelmeleri üzerine Ensar
kumandanı Sabit b. Kays dayanamayarak Halid’e “ Bizi bu (beladan) kurtar diye
seslendi. Bu durumu bizzat da müşahede eden Halid b. Velid bu sıkıntıya çözüm
bulmak amacıyla Ensar ve Muhaciri ön saflara, Bedevileri ise arka saflara
yerleştirdi. Bu düzenden sonra İslâm ordusu bir daha gerilemedi. Şehid olanlar
düşüyor onların yerine geçen Ensarî ve Muhacirler ilerlemeye devam ediyordu.[992]
Ensar’ın komutanı Sâbit b. Kays Müslümanların
ikide bir geri çekilmesinden dolayı çok üzülüyor ve “Ey Müslümanlar kendinizi
ne kötü şeylere alıştırmışsınız! Ey Allahım! Yemame halkının peşine düşüp
taptığı şeylerden sana sığındığım gibi Müslümanların yaptıklarından da sana
sığınırım” dedi ve şehid olana kadar savaştı.[993]
Yemame savaşında Vahşi ile birlikte
Müseylime’yi öldüren sahabinin Uhud savaşı kahramanlarından Ümmü Ümare’nin oğlu
Abdullah b. Zeyd b. Asım olduğu rivayet edilmektedir.[994] Ancak işin
doğrusu bu konuda ihtilaf vardır. Müseylime’nin kimin tarafından öldürüldüğü
hususunda pek çok kimsenin ismi geçmektedir. Benî Âmir b. Lüey kabilesi onu
Hıdaş b. Beşir’in öldürdüğünü ileri sürerken, Ebu Dücane Simak b. Hareşe’nin,
Vahşi veya Abdullah b. Zeyd b. Asım’ın hatta Muaviye b. Ebi Süfyan’ın
Müseylime’yi öldürdüğüne dair rivayetler de bulunmaktadır. Benî Ümeyye kabilesi
bu meseleyi bir övünç meselesi olarak ele almış ve Muaviye b. Ebi Süfyan’ın
Müseylime’nin katili olduğunu öne sürmüşlerdir.[995]
Halid b. Velid Ebu Hayseme en-Neccarî’yi zafer
müjdesini vermek üzere Medine’ye gönderdi. Hz. Ebu Bekir Müseylime fitnesinin
söndürülmüş olmasından duyduğu memnuniyetten dolayı secdeye kapandı. Ancak
Medine’deki hemen her evden bir şehid verilmiş olmasının üzüntüsü nedeniyle
zafer sevincinden çok şehidlerin yası tutuldu.[996]
Yemame’de
Şehid Düşen Ensarîler
Habib b. Zeyd Yemame savaşından önce Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından elçi olarak Müseylime’ye
gönderilmişti. Müseylime kollarını ve bacaklarını keserek onu şehid etti.[997] Hz. Ebu
Bekir tarafından Müseylime’ye elçi olarak gönderilen Habib b. Abdullah da yine
Müseylime tarafından şehid edildi.[998]
Belâzürî’ye göre Abdullah b. Abdullah b. Übey
b. Selül’ün Cüvasa[999] savaşında
şehid düştüğüne dair bir rivayet varsa da o Yemame’de şehid düşmüştür.[1000] İbn Sa’d
ise onun Yemame savaşına katıldıktan sonra Bahreyn’de Cüvasa savaşında şehid
düştüğünü kaydeder.[1001] Ebu Dücane
de Yemame savaşına katıldı ve burada şehid düştü.[1002] Onun, Hz.
Ali dönemine erişip Sıffin’de Muaviye’ye karşı savaşırken şehid olduğu da
rivayet edilmiştir. Ancak ilk rivayet daha güçlüdür.[1003]
Savaşta şehid düşen diğer Ensarilerden
isimlerini tespit edebildiklerimiz şunlardır; Abbad b. Bişr,[1004] Ma‘n b.
Adiy,[1005] Numan b.
Isr,[1006] Ebu Akîl
Abdurrahman el-İraşî,[1007] Umare b.
Hazm,[1008] el-Hâris
b. Ebu Sa‘sa‘a,[1009] Sabit b.
Hezzâl b. Amr,[1010] Vezefe b.
İyas b. Amr b. Levzan107 108 109 [1011] Ukbe b.
Âmir,[1012] Âiz b.
Mâ‘ıs[1013] Mâlik b.
Evs[1014] ve kardeşi
Umeyr b. Evs,[1015] Kays b.
Hâris,[1016]
Abdurrahman b. Kayzî,[1017] Âmir b.
Sabit b. Seleme,[1018] Âmir b.
Sabit,[1019] Abdullah
b. Atik,[1020] Abbad b.
Hâris,[1021] Talha b.
Utbe,[1022] Rebah,[1023] Ferve b.
Hâris,[1024] Ebu Habbe
Zeyd b. Gaziyye[1025] Hâris b.
Ebu Sa’sa’a[1026] Sabit b.
Kays b. Şemmas,[1027] Küleyb b.
Nesr, [1028] Üseyd b.
Yerbu,[1029] Ebu Akil
b. Sa’lebe Beyhan el-Belevî,[1030] Süraka b.
Ka’b b. Abdüluzza en-Neccarî,[1031] Habib b.
Amr b. Mihsan en-Neccarî,[1032] Ebu Hanne
b. Ğuzeyye b. Amr, [1033]el-Âsi b.
Sa’lebe ed-Devsî,[1034] Ebu
Üseyd Mâlik b. Rebia,[1035] Hâris b.
Ka’b b. Amr b. Ubeyd,[1036] Yezid b.
Sabit el- Hazrecî,[1037]Es’ad b.
Yerbu,[1038]İyas b.
Vadka,[1039] Bişr b.
Abdullah,[1040] Sabit b.
Halid[1041], Hubab b.
Zeyd,[1042] Zürâre b.
Kays,[1043] Sa’d b.
Amr b. Ubeyd,[1044] Said b.
Rebi,[1045] Seleme b.
Mesud,[1046] Ferve b.
Numan,[1047] Ka’b b.
Amr,[1048] Mâlik b.
Amr,[1049] Mesud b.
Sinan,[1050] Muâz
b. Amr b. Kays el-Hazrecî,[1051] Es’ad b.
Hârise es- Saidî,[1052] Ukal b.
Nu’man el- Mazinî,[1053] Evs b. Amr
el-Ensarî,[1054] Evs b.
Meğra el-Ensarî,[1055]Beşir b.
Atik,[1056] Numan b. Ubeyd,[1057]Cervel b.
Abbâs b. Âmir,[1058] Hacib b.
Zeyd,[1059] Habib b.
Abdişems,[1060] Habib b.
Yezîd,[1061] Râfi b.
Zeyd,[1062] Rib’i b.
Temim,[1063] Sa’d b.
Cariye,[1064] Sa’d b.
Adiy,[1065] Said b.
Adiy, [1066] Sehl b.
Himar,[1067] Abbad b.
Kesir,[1068] Abdullah
b. Sa’d b. Hayseme,[1069]
Abdurrahman b. Abdullah el-Belevî,166 167 168 [1070] Ubeydullah
b. Abid,[1071] Ubeyd b.
Evs,[1072] İsmet b.
Riab,[1073] Umeyr b.
Âmir b. Nabi,[1074] Kays b.
Cerir,[1075] Mâlik b.
Rebi,[1076] Nafi’ b.
Sehl el-Eşhelî.[1077]
Burada isimleri tespit edilenler dışında da pek
çok Ensarî şehid düşmüştür. Ancak Yemame savaşında kaç kişinin şehid olduğuna
dair ihtilaflar vardır. Toplam şehid sayısı en az 700 en fazla 1700 olarak
rivayet edilmiştir. [1078] Aynı
şekilde kaynaklarda Ensar’ın şehidleri ile ilgili de farklı rivayetler vardır.
Biz mümkün mertebe ismi geçenleri nakletmeye çalıştık. Yemame’de mi yoksa başka
yerde mi şehid düştüğüne dair ihtilaf olanları da ayrıca belirttik.
Hz. Ebu
Bekir Dönemi Fetih Hareketleri
Hz. Ebu Bekir çok kısa süren halifeliği
döneminde Sasani ve Bizans üzerine iki ayrı cephede ordular göndermiştir. Her
iki cephede de Müslümanlar önemli zaferler kazanmıştır. Halid b. Velid ve
Müsenna b. Hârise komutasındaki ordular Irak cephesinde Sasanilere karşı İslâm
devletinin sınırlarını güvenlik altına almışlardır.
Ridde olayları ve devlete isyan olayları
bastırılınca Hz. Ebu Bekir, Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
hayatının sonlarında başlamış olduğu işe yani kuzeyde Bizans tarafına yapılacak
seferlere odaklandı. [1079] Bu amaçla
Ensar ve Muhacirun ileri gelenleriyle yapılan istişareden sonra ashabdan Ebu
Ubeyde b. Cerrah, Amr b. Âs, Yezîd b. Ebu Süfyan ve Şurahbil b. Hasene gibi
komutanların emri altına verilen ordular Suriye bölgesinde fetih hareketlerine
giriştiler.
Müslümanların faaliyetleri ve bölgedeki Bizans
kuvvetlerine karşı elde ettikleri başarılar İmparator Heraklios’u önlem almaya
sevk etti. Kardeşi Theodoros komutasında 80.000 kişilik büyük orduyu Suriye’ye
sevk etti. Bizans ordusuna en yakın konumda olan Amr b. Âs bu güce karşı
koyamayacağını anlayınca Hz. Ebu Bekir’den yardım talep etti. Hz. Ebu Bekir
Irak cephesinde bulunan Halid b. Velid’i destek olarak Suriye bölgesine
kaydırdı.[1080] Ayrıca
Suriye’deki İslâm ordularına birleşmeleri için emir verdi. Halid b. Velid Şam’a
doğru harekete geçti ve yol boyunca Bizans yerleşim yerleri fethedildi.[1081]
İki ordu Kudüs’ün batısında Ecnadeyn denilen
yerde karşı karşıya geldi. İslâm ordusunun komutanları arasında Muâz b. Cebel
de vardı. Bizans ordusu 100.000 askerden oluşuyordu.[1082] Bizans ve
İslâm orduları arasında yapılan ilk büyük savaş olan Ecnadeyn Müslümanların
zaferiyle sonuçlandı. Yaklaşık 3000 Bizans askerî öldürüldü. Müslümanlardan ise
14 kişi şehid düştü.[1083]
Ensar bu savaşa yoğun olarak katılmıştır. Muâz
b. Cebel’in ordunun sağ kanadına komuta etmesi bize bu konuda bir fikir
vermektedir. Savaşın ardından çeşitli Şam şehirlerine sığınan Bizans ordusu Hz.
Ömer’in emriyle takip edilmiş ve bu şehirler fethedilmiştir. Ecnadeyn
savaşından sonra fethedilen şehirlerden biri olan Dımeşk savaşına Ebu’d-Derda
cephane sorumlusu olarak katılmıştır.[1084]
Bu savaşta Ensar’dan Hâris b. Evs b. Atik şehid
olmuştur. O, Ensar’ın Evs kolundandır. Bedir hariç Hz. Peygamber’in yanında
bütün savaşlara katılmıştır.[1085] Yine
Abdullah b. Amr el-Evsî Ecnadeyn'de şehid düşen Ensariler arasındadır.[1086]
Hz. Ebu
Bekir Dönemi Diğer Fetih Hareketlerinde Ensar
Belâzürî’de geçen bazı rivayetlerden
anlaşıldığına göre Ensar’ın ileri gelenlerinden Beşir b. Sa’d ile Muhammed b.
Mesleme Irak fetihlerinde Halid b. Velid’in komutası altında savaşmışlardır.185
[1087] Beşir b.
Sa‘d, Halid b. Velid komutasında katıldığı Aynüttemr[1088] savaşında
şehid oldu.[1089] Başka bir
rivayette ise Halid, Beşir b. Sa’d’ı bir ordunun başında Banıkya’ya[1090] gönderdi.
Burada şehri fethetmeye muvaffak olan Beşir b. Sa’d, Acem süvarilerinin
fırlattığı bir okla yaralandı. Daha sonra bu yarası Aynu’t-Temr’de açılmış ve
bu yaradan dolayı şehid olmuştur.[1091] Hz. Ebu
Bekir dönemi Suriye komutanlarından birisi de Ensar’ın antlaşmalılarından Şerik
b. Sehma’dır.[1092]
Hz. Ebu Bekir vefat etmeden önce Müslümanlara
bir halife vasiyet ederek onların karışıklığa düşmelerinin önlemek istiyordu.
Bunun için düşündüğü isim de Hz. Ömer idi. Onu halife olarak vasiyet etmek
isteyen Hz. Ebu Bekir, bu konuda sahabenin ileri gelenleriyle de görüşen Hz.
Ebu Bekir, Evs reisi Üseyd b. Hudayr’dan da olumlu cevap almıştır. [1093] Bunun
üzerine Hz. Ömer’in halifeliğini bir mektuba yazdı ve vefatından sonra halka
ilan edilmesini vasiyet etti.
Ensar, Hz. Ömer’in halifeliğinin ilk
günlerinden itibaren etkin bir biçimde idarî sistemin içinde yer almıştır.
Siyasal ve bürokratik görevlerde herhangi bir ayrıma veya ayrımcılığa tabi
tutulmadan görevde liyakat ilkesi çerçevesinde kendisine yer bulmuştur.
HZ. ÖMER
DÖNEMİ SİYASÎ FAALİYETLERİNDE ENSAR
Ensar Hz. Ömer döneminde var olan huzur ve
sükûn ortamında devlete çeşitli hizmetlerde bulunmuşlardır. Hz. Ömer’in
kabileler arasında denge politikası yürütmesi sayesinde Ensar devlette temsil
edilebilme imkânını bulmuştur. Ensar’ın devlette temsiliyeti, genişleyen İslâm
coğrafyasında Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) dönemindeki Müslüman
nüfusla kıyaslanmayacak derecede bir artışın getirdiği şartlardan dolayı azalma
göstermiştir. Ancak yine de nüfus, kabile, adalet denkleminde Ensar’ın
varlığını koruması Hz. Ömer’in yönetimi çerçevesinde anlamlı bir varoluşu ifade
eder.
Devletin karar alma mekanizmasında etkili olan
Ensarîler Hz. Ömer döneminde danışmanlık görevini yürütmüşlerdir. Bu bağlamda
onların çeşitli antlaşmaların yapılmasında, vali tayinlerinde ve devletin genel
politikası üzerinde etkili oldukları kabul edilebilir. Nitekim Hz. Ömer’in
Mescid-i Nebi’deki hutbesinde “Bazı konularda keyfi davranırsam ne
yaparsınız?” diye sorması üzerine Beşir b. Sa’d “Seni ok gibi
doğrulturuz” diyerek cevap vermiştir.[1094]
Hz. Ömer’in en yakın danışmanlarından olan
Muhammed b. Mesleme, siyasî hayata tesir eden pek çok görevle
görevlendirilmiştir. İbn Hacer’in eserinde naklettiğine göre o, en zor
problemlerin çözümünde hep Hz. Ömer’in yanında idi. Hz. Ömer döneminde önemli
danışmanlardan biri olarak sürekli halifeye destek olan Muhammed b. Mesleme,[1095] Hz. Ömer
tarafından halkla arasındaki ilişkilerde mesafeli olduğu gerekçesiyle Sa’d b.
Ebi Vakkas’a ait evi yakmakla görevlendirildi. O da bir heyetle Kufe’ye gidip
bu görevi yerine getirdi.[1096]
Hz. Ömer’in danıştığı bir başka Ensarî de Muâz
b. Cebel’dir. Hz. Ömer onun hakkında şöyle demiştir: “Kadınlar Muâz gibisini
doğurmaktan aciz kalmışlardır. Eğer Muâz olmasaydı Ömer helak olurdu. ”[1097] Muâz b.
Cebel’in bir danışman olarak Hz. Ömer üzerindeki etkisi şu olayda net olarak
görülmektedir. Hz. Ömer Cabiye’ye gelince fethedilen toprakları askerler
arasında taksim etmek istedi. Ancak Muâz b. Cebel “Allah’a yemin ederim ki
eğer sen bu toprakları taksim edersen, bizim beğenmediğimiz bir durum ortaya
çıkar. Çok şey, belirli kimselerin eline geçer, onlar öldükten sonra bu mallar
bir kişide kalır. Onlardan sonra başka bir zümre gelir ve bunlar İslâmiyet ’i
iyi bir şekilde muhafaza ederler, fakat hiç mal bulamazlar. Bundan dolayı sen,
öncekilerin ve sonrakilerin faydalanacağı bir karar ver. ” Hz. Ömer bunun
üzerine Muâz b. Cebel’in görüşüne uyarak ve gelecek Müslüman nesilleri
düşünerek toprakları dağıtmadı.[1098]
Hz. Ömer’in Şam seyahatinde kendisine Ensar’dan
Übey b. Ka’b, Zeyd b. Sâbit, Üseyd b. Hudayr b. Simak gibi Ensar’ın ileri
gelenleri de eşlik etmişlerdir. Bunlardan Übey b. Ka’b, Kudüs’ün teslim
alınmasının ardından Hz. Ömer’in Kudüs halkıyla yaptığı anlaşma metnini
yazmıştır. Hz. Ömer, Cabiye’de yaptığı konuşmada onun Kur’ân bilgisini övmüş ve
“Kur’an’dan bir şey sormak isteyenler Übey b. Ka’b’a müracaat etsinler”
demişti.[1099]
Hz. Ömer’in devlet yönetiminde Ensar’ın
görüşlerini verdiği önemi gösteren bir olay şöyledir. Hz. Ömer Kâbe’nin
hazinesini alıp insanlara dağıtmak isteyince Übey b. Ka’b el-Ensarî “Senden
önce iki dostun geçti; eğer altınları almak faziletli bir iş olsaydı şüphe yok
ki onlar yaparlardı” diyerek ona muhalefet etmiştir.[1100] Bunun
üzerine Hz. Ömer bu uygulamadan vazgeçmiştir.
B. HZ.
ÖMER DÖNEMİNDE ENSAR’IN ÜSTLENDİĞİ İDARÎ GÖREVLER
Siyasî olarak Ensar’ın danışılan ve görüşleri
dikkate alınan kimseler olmalarının yanında onlar, Hz. Ömer tarafından çeşitli
idarî görevlere de tayin edilmişlerdir. Bu görevler Ensar’ın daima devlet
aygıtının içinde yer almalarını sağlamış, devlete karşı kabilevi ya da bireysel
olumsuz duyguların uyanmasını engellemiştir.[1101]
Hz. Ömer ashaba görev verirken onların kişilik
özelliklerini dikkate alıyordu. Son derece önem verdiği ve Kudüs ziyaretinde
yanında bulundurduğu arkadaşı Übey b. Ka‘b, Hz. Ömer’e: “Neden bana bir
devlet görevi vermiyorsun?” deyince Ömer, “Dinî hassasiyetinin zarar
görmesinden korkuyorum. ” dedi. [1102] Böylece
onu, var olan özelliklerinden ve ilminden faydalanmak suretiyle değerlendirmiş
oldu.
Ensar’ın kahramanlarından olan Bera b. Mâlik
’in savaşlarda gösterdiği cesaretten dolayı ordu komutanlarına onun bu cesaretinin
orduyu tehlikeye atabileceği uyarısında bulunarak kendisine herhangi bir
komutanlık görevi verilmemesini istemesi de onun görevlendirmede kişilik
özelliklerine verdiği öneme çarpıcı bir örnektir.[1103]
Hz. Ömer halife seçimi için belirlediği şura
heyetinin rahatsız edilmemesi görevini Ensar’dan Ebu Talha’ya vermiştir.[1104] Bu son
derece kritik görev Ebu Talha tarafından başarıyla yerine getirilmiş, şura
heyetinin Hz. Ömer’in belirlediği şartlar altında görevini sağlıklı olarak
yerine getirmesi sağlanmıştır.
Bunların dışında çeşitli kategorilere
ayrılabilecek olan idarî görevler ve Ensar’ın bu görevlerdeki rolleri şu
şekildedir.
Hz. Ömer Ensar’dan birçok sahabiyi çeşitli
yerleşim birimleri ve bölgelere vali tayin etmiştir. Hz. Ömer’in Ensar’ı birçok
kez valilik görevine tayin etmesi Ensar ve devlet ilişkilerinin Hz. Ömer’in
hilafetinde sağlıklı bir şekilde yürüdüğünü göstermektedir. Benî Sakife’de
gerçekleşen diyaloglar ve tartışmalar sonucu hilafetin Kureyş’e geçmesi
Ensar’ın büyük bir kısmını küstürmediği gibi onlar, devlette görev almaktan da
çekinmemişlerdir. Bu bağlamda aşağıdaki örnekler tezimizi doğrular
niteliktedir.
Hz. Ömer'in herhangi bir sebeple sefere çıktığı
zaman yerine Zeyd b. Sabit'i vekil olarak bıraktığı rivayet edilmiştir.[1105] Örneğin Hz.
Ömer'in h. 16 yılında. hac seferi sırasında Medine'de yerine Zeyd b. Sabit
naiblik yapmıştır.[1106]
Hz. Ömer döneminin en seçkin Ensarîlerinden
olan Umeyr b. Sa’d b. Ubeyd, Amr b. Avf oğullarındandır. Umeyr b. Sa’d Hz.
Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ashabından olup ondan hadis rivayet
etmiştir. Hz. Ömer onu; Said b. Âmir b. Hizyem'den sonra Humus'a vali tayin
etmiştir. Umeyr b. Sa’d b. Ubeyd, bir müddet Hz. Ömer’in Şam valiliğini de
yapmıştır. [1107] Umeyr b.
Sa’d’ın hizmetlerinden çok memnun olan Hz. Ömer, “Müslümanların işlerinde,
kendisinden yararlanabileceğim, Umeyr b. Sa’d gibi adamlarımın olmasını ne
kadar isterdim!” diyerek ona verdiği önemi ifade etmiştir.[1108] Ayrıca
Hz. Ömer’in onun hakkında “o^-y gs-û” “Eşşiz” dediği
de rivayet edilmiştir.[1109]
Hz. Ömer, Bedir ehlinden olan Utbe b. Gazvan
vefat edince onun yerine Ensar’dan Abdurrahman b. Sehl’i Basra’ya vali tayin
etti.[1110]
Ensar’dan Bilal el-Ensarî[1111] adında bir
zat Hz. Ömer tarafından kısa bir süre Uman valiliğine tayin edildi. Sonrasında
azledilerek yerine Osman b. Ebi’l-As getirildi.[1112]
Ubâde b. Sâmit, Humus’un fethine katılmış ve
ordu komutanı Ebu Ubeyde tarafından buraya vekil olarak bırakılmıştır.[1113] Ebu
Ubeyde’nin Amevas taununda[1114] vefat
etmesinden sonra Ubâde b. Sâmit, Hz. Ömer tarafından Humus valisi olarak tayin
edilmiştir.[1115] Belâzürî
aynı yıl Ebu’d-Derda’nın Dımeşk valisi olarak atandığına dair rivayetler
olduğunu nakleder.[1116] Bunun
yanında Ubâde ve Ebu’d-Derda’nın vali değil, kaza ve namaz kıldırma
görevleriyle atandığı rivayeti de yine Belâzürî tarafından nakledilmektedir.[1117]
Evs b. Sa’d el-Ensârî Hz. Peygamber’in
vefatından sonra bir süre Hz. Ömer zamanında Sûriye’de valilik yapmıştır. hicrî
16 (637) senesinde 64 yaşında vefat 217 etmiştir.[1118]
Numan b. Nudayle el-Ensarî Hz. Ömer zamanında
kaynaklarda ismi aktarılmayan bir yere vali olarak tayin edilmiştir.[1119]
Hz. Ömer döneminde geniş toprakların
fethedilmesi sonucu pek çok sahabi İslâm’ı tebliğ etmek ve Müslüman olanlara
İslâm’ı öğretmek amacıyla yeni fethedilen beldelere gitmiştir.[1120] Bunlardan
gönüllü olarak gidenler olduğu gibi devlet görevlisi olarak gidenler de
olmuştur. Ensar’dan bazı sahabiler de bu amaçla çeşitli seyahatler
gerçekleştirmişlerdir.
Şam valisi Yezîd b. Ebu Süfyan’ın talebi ve
Ebu’d-Derda’nın da isteği üzerine Hz. Ömer, Ebu’d-Derda’yı Şam ve havalisine
Kur’an ve İslâm muallimi olarak göndermiştir.[1121]
Ebu’d-Derda bu görevini Hz. Osman döneminde vefat edene kadar da sürdürmüştür.
Enes b. Mâlik, Basra’ya vali olarak
görevlendirilen Ebu Musa el-Eş’ari ile birlikte Basralılara namaz kılmayı,
Kur’an ve Hadisi öğretmek üzere gönderildi.[1122]
Karaza b. Ka’b, Kufe’ye vali olarak gönderilen
Ammar b. Yasir ile birlikte muallim olarak gönderildi.[1123]
Hz. Ömer dönemi devlet teşkilatı incelendiğinde
Valilik kurumundan ilk ayrılan görevin kadılık olduğu görülecektir.[1124] Ondan önce
gönderilen valiler aynı zamanda kadı olarak da görev yapıyorlardı.
Hz. Ömer döneminde Medine’de Ebu’d-Derda
kadılık yapmıştır. Ebu’d-Derda ayrıca bir müddet Şam’da da kadılık yapmıştır.[1125]
Ebu Hasme, Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) ve Hz. Ebu Bekir döneminde olduğu gibi vergi tahmin memurluğu görevini
Hz. Ömer döneminde de sürdürmüştür. Hz. Ömer, Ebu Hasme’yi hurma tahmini
yapmaya gönderirken, “Bahçe sahipleri bahçede iseler, yiyecekleri miktarda hurmayı
hesaba katma. ” diyordu.[1126] Ebu Hasme
el-Ensarî’nin, Hz. Ömer döneminde Müslümanlara ait mallar üzerine de vergi
tahmin memuru olduğu yönündeki rivayetler de bulunmaktadır.[1127]
Hz. Ömer hilafeti döneminde bir yere âmil
(zekât tahsildarı) gönderirken gönderdiği yerlere hitaben, “Gönderdiğim
kişiyi dinleyin, ona itaat edin ve adilane bir şekilde vermenizi istediği şeyi
çıkarıp verin!” diye mektup da gönderirdi. Ama Ensar’dan Huzeyfe b. Yeman’ı
göreve gönderirken onun hakkında yazdığı mektupta, “Onu dinleyin, ona itaat
edin ve her ne isterse verin! ” diye yazdı. Huzeyfe semerli bir eşeğe
binerek Medine’den ayrıldı. Azığı da eşeğin üzerindeydi. Medain’e gelince yöre
halkı ve ileri gelenler onu karşıladılar. Huzeyfe’nin elinde yiyecek olarak bir
parça kuru ekmek ve üzerinde azıcık et bulunan bir kemik vardı. Yöre halkına
Ömer’in mektubunu okudu. Onlar da “Dilediğini iste!” dediler. O da “Burada
kaldığım sürece sadece günlük yiyeceğimi ve eşeğimin yiyeceği samanı vermenizi
istiyorum. ” dedi. Bir müddet orada kaldı. Daha sonra Ömer geri gelmesine
dair ona bir mektup gönderdi. Ömer, Huzeyfe’nin Medine’ye yaklaştığı haberini
alınca yolda onun göremeyeceği bir yere saklandı. Huzeyfe’nin ilk gittiği hal
üzere döndüğünü, kendisinde hiçbir değişiklik olmadığını görünce yanına giderek
onu kucakladı ve “Sen benim kardeşimsin, ben de senin kardeşinim. ”
dedi.[1128]
Ebu Abs Abdurrahman b. Cebr el-Ensarî Hz. Ömer
dönemi vergi memurlarındandır.[1129] Ebu Abs’ın
tam olarak hangi bölgede ve ne kadar süreyle bu görevi yürüttüğü meçhuldür.
Fedek halkının topraklarının değerinin tespit
edilmesi için Ebu’l-Heysem Mâlik b. Teyyihân, Sehl b. Hayseme, Zeyd b. Sabit [1130] ve
Muhayyısa b. Mesud[1131] görevlendirildi.
Hz. Ömer takdir edilen miktarı Yahudilere ödedikten sonra onları Şam
taraflarına sürdü.[1132]
Hz. Ömer, Sevad[1133] halkının
cizye miktarını tayin etmesi için oraya Osman b. Huneyf el-Ensarî’yi gönderdi. [1134] Osman da
oranın cizyesini insanların maddi durumlarına göre 48, 24 ve 12’şer dirhem
olarak takdir etti.[1135] Osman b.
Huneyf daha sonra Hz. Ömer tarafından Kufe arazilerinin ölçülmesi ile
görevlendirilmiştir. Osman b.
Huneyf bu bölgenin arazisinin 36 milyon cerib[1136] olduğunu
tespit etmiştir.[1137] Osman b.
Huneyfe bu görevinde Huzeyfe b. El-Yeman, Selman el-Farisi ve Abdullah b. Uveym
b. Sâide yardımcılık yapmışlardır. [1138] Bu
sahabilerin hepsi Ensar’dandır.
Muhammed b. Mesleme Hz. Ömer döneminde
Cüheyne’nin zekâtlarını toplamakla görevlendirildi.[1139]
Hz. Ömer’in vergi amillerinden birisi de Sümeyr
b. Husayn es-Saidî el- Hazrecî’dir. Bu sahabi Hz. Ömer’in devlet görevlerinde
güvendiği kişilerdendi.[1140]
Mali işlerle yakından ilgili görevlerden biri
olan divan kâtipliğini Medine’de Zeyd b. Sabit ve Kufe’de Ebu Cübeyre b. Dahhak
el-Ensarî yürütmekteydi.[1141]
Hz. Ömer, devlet işlerinin sağlıklı yürümesi,
herhangi bir suistimale mahal bırakılmaması için devamlı olarak yöneticilerini
denetlemeye tabi tutmuştur. Valileri arasında Muaviye b. Ebi Süfyan, Amr b. Âs,
Muğire b. Şu’be ve Ziyad b. Ebih gibi Arap dâhileri bulunan Hz. Ömer bunları
devamlı kontrol altında tutmuştur. Devlet görevlilerini denetlemek için
müesseseleşmeye gitmiş, oluşturulan kurulun başına da Muhammed b. Mesleme’yi
tayin etmiştir.[1142]
Muhammed b. Mesleme Hz. Ömer döneminde Maliye
müfettişi gibi görev yapıyordu. Herhangi bir vali ya da vergi amili hakkında
şikâyet gelirse durumu tahkik etmek için Muhammed b. Mesleme gönderiliyordu.
Aynı şekilde eğer birinin malı müsadere edilecekse yine Muhammed b. Mesleme
gidip malına devlet adına el koyuyordu.[1143]
Hz. Ömer tayin ettiği valileri sıkı bir şekilde
kontrol ederdi. Mallarındaki bir artış onun hoşuna gitmeyecek kadar çoksa
derhal teftiş ederdi. Böyle bir teftiş için Mısır valisi Amr b. Âs’a Muhammed
b. Mesleme’yi göndermiş, Muhammed b. Mesleme de onun malının bir kısmını taksim
etmiştir.[1144] Aynı
şekilde Muhammed b. Mesleme’nin yaptığı tahkikatın neticesinde Sa’d b. Ebi
Vakkas’a da ceza verilmiştir.[1145]
HZ. ÖMER
DÖNEMİNDE ENSAR’IN YER ALDIĞI ASKERÎ FAALİYETLER
Hz. Ömer dönemi yoğun askerî faaliyetlerin
yaşandığı bir dönemdir. Bu dönem Hulefa-i Raşidin döneminde en geniş fetihlerin
yapıldığı ve en büyük başarılara imza atıldığı bir dönemdir. İslâm orduları,
Hz. Ömer döneminde Sasani imparatorluğunu ortadan kaldırmış, Bizans
imparatorluğunu da Suriye ve Mısır’dan tamamen çıkarmıştır. Böylece Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) devrinde başlayan Hz. Ebu Bekir
döneminde iki cepheye yayılan savaşlar büyük başarılarla taçlanmıştır.
Bu başarılar elbette yapılan birçok savaş
neticesinde geldi. Ensar Hz. Ömer döneminde de önceki dönemlerde olduğu gibi
cihada iştirak etmişlerdir. Hz. Ebu Bekir dönemindekine benzer şekilde orduda
komutan, kadı, muallim ve danışman olarak bulunmuşlar, askerlere orduda bir
sahabe bulunduğunu hissettirerek onlara moral vermişlerdir.
Hz. Ömer döneminde çalışmamız açısından en
dikkat çekici savaş Köprü savaşı olmuştur. Çünkü bu savaşta İslâm ordusu ağır
bir yenilgi almış ve pek çok Ensarî şehid olmuştur. Bu yönüyle Köprü savaşı,
Ensar açısından Hz. Ebu Bekir dönemindeki Yemame savaşının yıkımına eşdeğer bir
yıkım olmuştur.
Adını yakınlarında savaşın meydana geldiği
yerde bulunan Yermuk nehrinden alan Yermuk savaşının tarihi ihtilaflıdır. hicrî
13 ya da 15 yılında yapıldığı ifade edilmiştir. Bazı araştırmacılar h. 13 yılı
diyenlerin bu savaşı Ecnadeyn savaşı ile karıştırdıklarını ileri sürmektedirler.[1146]
Ecnadeyn savaşından sonra Müslümanların Suriye
bölgesinde Bizans’la ikinci büyük karşılaşması Yermuk savaşı ile
gerçekleşmiştir.
İmparator Herakliyus, Yermuk savaşının vuku
bulmasından kısa bir süre önce Cebele b. Eyhem el-Gassânî komutasında, Araplardan
müteşekkil bir orduyu öncü birlik olarak gönderdi. Bu ordu Habib b. Mesleme
el-Fihrî komutasından İslâm ordusunun öncü kuvvetleriyle karşılaştı ve
yenilgiye uğradı.[1147] Cebele b.
Eyhem Ensar’a gelerek aralarındaki akrabalık[1148] bağını
hatırlattı ve eman istedi.[1149] Bu olaydan
sonra Cebele Müslüman olmuş ancak daha sonra kendisine uygulanmasından
hoşlanmadığı bir kısastan dolayı tekrar dinden dönmüştür.[1150]
İki ordu Yermuk Nehri kenarında karşı karşıya
geldi. İslâm Ordusunda Halid b. Velid, Ebu Ubeyde b. Cerrah, Amr b. Âs ve
Şurahbil b. Hasene komutanlar arasındaydı. Meydana gelen savaşta Bizans ordusu
büyük bir yenilgiye uğramıştır. Öyle ki zafer en Suriye’nin tamamen fethini
imkân tanımıştır.[1151] Zaferden
sonra ganimetlerin dağıtım işi, Ensar’ın âlim sahabilerinden Zeyd b. Sabit’e
verilmiştir.[1152]
Umeyr b. Sa’d b. Ubeyd el-Ensarî, Yermuk
savaşına katılmış ve önemli başarılar kazanmıştır. [1153] Bu sahabi
daha sonra Hz. Ömer döneminin en önemli komutanlarından birisi haline
gelmiştir. Umeyr’in Babası Sa’d da Kadisiyye savaşında şehid düşmüş ve onun
vefatı Hz. Ömer’i çok üzmüştü.[1154]
Yermuk savaşında Müslümanlardan 4000 kişi şehid
düştü.[1155] Şehid
olanlar arasında Ensar’dan olduğunu tespit ettiğimiz sahabiler şunlardır. Amr
b. Zeyd b. Avf Amr b. Zeyd,[1156] Evs b.
Halid el-Evsî,[1157]
Köprü
Savaşı (Cisru Ebu Ubeyd)
Hz. Ömer’in hilafetinin başında gerçekleşen
köprü savaşı, Müslümanların Sasanilere karşı tek yenilgisidir. Hz. Ebu Bekir’in
vefatından hemen önce Irak cephesine takviye birlik gönderilmesi
kararlaştırılmıştı. Hz. Ömer Mescid-i Nebi’de biatleri kabul ederken bir yandan
da Irak cephesi[1158] için asker
toplanması çağrısında bulunuyor, ancak halk isteksiz davranıyordu. Nihayet Ebu
Ubeyd b. Mesud es-Sakafî isminde Taifli bir kişi gönüllü oldu. Sahabi olmadığı
halde Ebu Ubeyd’in çağrıya ilk icabet eden kişi olduğu için orduya komutan
tayin edildiği ifade edilir. Hz. Ömer de onun sahabi olmamasına yönelik
eleştirilere, “Sizin iddia ettiğiniz öncelik, cesaretiniz ve gayretteki
azminizden gelir. Fakat şu anda siz bu önceliği kaybettiniz. Savaştan
hoşlanmayan şahısların komutan olması mümkün değildir” [1159]
sözleriyle cevap vermiştir.[1160] Ancak Ebu
Ubeyd’in köprü savaşı öncesi kazandığı Nemarık, Kesker ve daha başka yerlerdeki
başarılar[1161] onun aynı
zamanda iyi bir asker olduğuna da işarettir. Nitekim Hz. Ömer Selit b. Kays
el-Ensarî’ye “Eğer aceleci kişiliğin olmasaydı seni kumandan tayin ederdim.
Çünkü savaş karışıklıktır ve yalnızca teenni ile hareket eden kimse savaşı iyi
idare edebilir” diyerek onu, bir anlamda bu özellikleri taşıdığını
düşündüğü Ebu Ubeyd es-Sakafî komutasında Irak cephesine göndermiştir.[1162] Hz.
Ömer’in bu sözlerinden anlaşıldığı gibi onun komutan tayininde sadece yukardaki
sebep etkili olmamıştır.
Ebu Ubeyd Fırat nehri kıyısında Sasani
ordularıyla karşı karşıya geldi. Ordu içindeki diğer komutanların muhalefetine
rağmen nehir üzerine köprü kurdurarak ordusunu karşı kıyıya çıkardı.
Askerlerine cesaret versin diye de nehri geçtikten sonra köprüyü yıktırdı.[1163] İbn
Kesîr’e göre ise Müslümanlar savaşta hezimete uğrayınca meydan gelen izdihamdan
dolayı köprü yıkıldı.[1164] Ancak her
halükarda Ebu Ubeyd’in nehri geçmesi savaş açısından taktiksel bir hataydı.
Çünkü kıyı şeridi ordunun hareket kabiliyetini sınırlayacak kadar dardı.[1165] Üstelik
herhangi bir bozgun durumunda kaçacak hiçbir yer kalmamıştı. 4000 kişiden
oluşan ve fillerle teçhiz edilmiş Sasani ordusu Müslümanları ağır bir hezimete
uğrattı. Orduda bulunan pek çok sahabi şehid düştü. Savaşta öldürülmeyen 4000
kişi de Fırat nehrinde boğularak şehid düştü.[1166] Bunların
arasından Ensar’a mensup sahabilerin çokluğu dikkat çeker. Özellikle tabakat
kitaplarında hayat hikâyeleri anlatılan konularda dikkat çekecek kadar çok
sayıda Ensarî için “Köprü savaşında şehidoldu” ibaresi yer almaktadır.[1167]
Şair Ebu Mihcen b. Habib’in şu şiiri bu duruma
dikkat çeker.
“Yusuf’un annesi, susuz ve meçhul yerlerden
geceleyin geçerek bize doğru ne zaman gelecektir?
O, ileri gelenleri öldürülen, atları ve
develeri perişan olan et-Taff’daki[1168] gençlerin
yanına gelecektir!
Konak yerlerinin ortasında Ensar ’a uğradım ve
onlara: “aranızda bugün geri dönecek var mı?” diye sordum”[1169]
Ensar’dan bu savaşta şehid düşen sahabilerden
ismini tespit edebildiklerimiz şunlardır:
Seleme b. Eslem el-Hazrecî,[1170]Sa’lebe b.
Amr,[1171] Ebu Ahzem
b. Atik,[1172] Selît b.
Kays,[1173] Kays b.
Seken b. Zaura,[1174] Sa’d b.
Selame b. Vakş,[1175] Amr b. Evs
b. Atik,[1176] Mesleme b.
Eslem,270 271 272 273 274 275 [1177] Beşir b.
Anbes,[1178] Yezîd b.
Kays,[1179] Abdullah
b. Mirba ve kardeşi Abdurrahman b. Mirba’,[1180] Utbe b.
Kayzi, Abdullah b. Kayzi[1181] ve Abbad
b. Kayzi,[1182] Hâris
b. Mes‘ûd,[1183] Hâris b.
Adiy b. Mâlik ,[1184] Damre b.
Gaziyye[1185] Ebu Zeyd
el- Ensarî,[1186] Es’ad b.
Hârise,[1187] Es’ad b.
Selame,[1188] Enes b.
Evs el-Ensarî,[1189] Üneys b.
Atik,[1190] Sabit b.
Atik,[1191] Hâris b.
Atik,[1192] Hâris b.
Mesud,[1193] Halid b.
Sinan,[1194] Huzeyme b.
Evs,[1195] Zeyd b.
Süraka,[1196] Sa’d b.
Hâris,[1197] Abdullah
b. Sa’sa’a,[1198] Sabit b.
Numan b. Hâris ez-Zaferî, [1199] Hâris b.
Hubab, [1200] Zeyd b.
Milhan, [1201] Abbad b.
Milhan,[1202]
Abdurrahman b. Adiy,[1203] Ukbe b.
Kayzî,[1204] Umeyr b.
Ebu’l-Yeser el-Ensarî,[1205] Kayzî b.
Kays,[1206] Münzir b.
Kays b. Amr.[1207]
Köprü savaşı Yemame savaşından sonra Ensar’ın
en fazla şehid verdiği savaşlardandır. Yemame savaşı ile birlikte Ensar’ın
siyasî hayatta etkinliğinin azalmasına yol açan önemli savaşlardandır.
Köprü savaşı her ne kadar Müslümanlar için ağır
bir yenilgi olmuşsa da o dönemde Sasani imparatorluğu taht kavgalarıyla
boğuştuğu için Müslümanlara karşı büyük bir taarruza girişemediler.[1208] Bu da
İslâm ordusunun toparlanması için tarihi bir fırsat oldu. Köprü savaşından kısa
bir süre sonra gerçekleşen Büveyb savaşında ordu komutanı Benî Bekr b. Vail
kabilesinden Müsenna b. Hârise idi.[1209] Büveyb
savaşında Farslılar çok ağır bir yenilgi aldılar. Savaştan kısa bir süre sonra
Hz. Ömer Sa’d b. Ebi Vakkas’ı Irak orduları komutanlığına getirdi.[1210] Aslında
Hz. Ömer ordunun başında kendi cihada çıkmaya karar vermişti. Ancak sahabenin
muhalefeti nedeniyle Medine’de kaldı ve ordunun başına Sa’d b. Ebi Vakkas’ı
geçirdi.[1211]
Büveyb savaşının intikamını almak isteyen
Farisiler aralarındaki ihtilafa son verip Kisra hanedanından Yezdücürd’ü
başlarına hükümdar olarak geçirdiler. Ülkede güç mücadelesi yapan Rüstem ve
Firuzan isimli iki komutanı da birlik olmaya razı edip Müslümanlara karşı büyük
bir ordu çıkardılar.[1212]
Sasani ordusunun mevcudunun 80.000 ya da
120.000 olduğu nakledilmektedir.[1213] Buna
karşılık Müslümanlar 30.000 ya da 36.000 kişilik bir kuvvete
sahipti. İslâm ordusunun öncü birliğine
Abdullah b. Sa’d el-Ensarî komuta etmekteydi.[1214] İran
ordusuna Rüstem b. Ferahzâd el-Ermeni kumandanlık ediyordu.[1215]
İki ordu arasında yapılan savaşta İran ordusu
yenilgiye uğradı. Başkomutan Rüstem öldürüldü. Geri kalan askerler ise Medain
şehrine sığındı.[1216]
Henüz Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) döneminde Kur’an’ın tamamını ezberleyen ve bu özelliğinden dolayı “Sa’dü’l-Kari”
lakabıyla tanınan, Hz. Ömer döneminin önemli komutan ve valilerinden Umeyr b.
Sa’d’ın babası Sa‘d b. Ubeyd, hicrî 16 yılında 64 yaşındayken Kâdisiyye
savaşında şehit düşmüştür.[1217] Hz. Ömer,
Sa’d’ın ölümü üzerine “Onun öldürülmesi neredeyse bu fethi bana kederli
kılacaktı” diyerek duyduğu üzüntüyü dile getirmiştir.[1218] Kadisiyye’de
şehid düşen diğer Ensarîler şunlardır; Hubab b. Cez’,[1219] Sa’d b.
Halife,[1220] Mihsan b.
Vahvah ve Husayn,[1221] Süraka b.
Amr b. Zeyd,[1222] Tayabe
b. Mais,[1223]
Abdurrahman b. Aiz,[1224]
Abdurrahman b. Vail,[1225] Muhsin ve
kardeşi Husayn b. Vahvah.[1226]
Kadisiyye zaferi ve Medain’in fethedilmesi
İranlılarda büyük bir korkuya yol açmış İran şehirleri ardı sıra fethedilmeye
başlanmıştı. Ancak Kisra Yezdücerd vazgeçmiyor ve halkı Müslümanlara karşı
savaşa teşvik ediyordu. Bunun üzerine Hz. Ömer, Numan b. Mukarrin komutasında
içinde Ensar’dan pek çok sahabinin bulunduğu bir orduyu sınır boylarına sevk
etti. Kufe’den yola çıkan Numan, Ramhürmüz’ü fethettikten sonra Tüster’e [1227] yöneldi.
Kadisiyye’nin mağlup komutanı Hürmüzan Tüster’de saklanıyordu. Tüster şehri
şiddetli bir savunma gösterdi ve pek çok Müslüman askerî şehid düştü. Ancak
sonunda zafer Müslümanların oldu. Kale’ye sığınan Hürmüzan Bizzat Hz. Ömer’le
görüşmek şartıyla teslim oldu. Kuşatma sonunda teslim olan Hürmüzan, Enes b.
Mâlik ve Ahnef b. Kays'ın da aralarında olduğu kalabalık bir heyetle Medine’ye
gönderildi. [1228] Ensar’dan
Bera b. Azib de Rey fatihidir[1229] ve
Tüster’in fethine katılan sahabilerdendir.[1230]
Enes b. Mâlik ’in baba bir kardeşi olan, Bera
b. Mâlik Tüster’in fethine katılmış ve bu savaşta şehid olmuştur.[1231] Bera b.
Mâlik savaşlarda gösterdiği cesaretten dolayı Hz. Ömer’in dikkatini çekmiş ve
ordu komutanlarına onun bu cesaretinin orduyu tehlikeye atabileceği uyarısında
bulunarak kendisine herhangi bir komutanlık görevi verilmemesini istemiştir.[1232] Gerçekten
onun Yemame savaşında gösterdiği cesaret muazzamdır. [1233]
Kufe halkının Sa’d b. Ebi Vakkas’tan şikâyetçi
olmaları üzerine Hz. Ömer, Sa’d’ı Medine’ye çağırdı. Kufe halkıyla aralarında
yaşananlardan dolayı yöneten ile yönetilen arasına bir güvensizlik girmişti.
Hz. Sa’d, Medine’ye gelirken yerine Ensar’ın yaşlılarından Abdullah b. Abdullah
b. Utban’ı vekil bırakmıştı. Hz. Ömer de Sa’d’ı azletti ve Abdullah’ın
valiliğini onayladı.[1234] Bu arada
Yezdücerd, Hemedan’ın dağlık kesimini oluşturan Nihavend’de[1235] büyük bir
ordu hazırlamıştı. Hz. Ömer Sa’d’dan boşalan komutanlığa Kesker[1236] [1237] valisi
Numan b. Mukarrin'i atayarak ondan Basra ve Kufe halkından oluşturulacak bir
orduyla Yezdücerd’e karşı harekete geçmesini emretti. 336Kufe valisi
Abdullah b. Abdullah’a da mektup göndererek Huzeyfe b. Yeman’ı Kufe’den
toplayacağı orduyla Numan’a destek olması için göndermesini emretti.[1238]
Hz. Ömer ayrıca mektubunda orduya Numan b.
Mukarrin'in komuta edeceğini o şehid düşerse komutayı Huzeyfe b. Yeman’ın
devralmasını onun de şehid olması halinde Nuaym b. Mukarrin’ in komutan
olmasını emretti.[1239]
İki ordu karşı karşıya geldiklerinde Numan
ordusunu düzenledi. Sağ ve sol kanadına Huzeyfe b. Yeman ile Süveyd b.
Mukarrin’i komutan tayin etti.[1240] Nihavend
savaşında Müslümanlar Çarşamba, Perşembe ve Cuma günleri savaştılar. Üçüncü gün
Allah zaferi nasip etti.[1241] Bu zafere
Fethü’l-Fütuh adı verilmiştir.[1242] Savaşın
17, 19, 20 ya da 21. hicrî yılda gerçekleştiğine dair rivayetler vardır.[1243] Parlak bir
zaferin kazanıldığı Nihavend savaşında, Numan b. Mukarrin şehid olunca Huzeyfe
b. Yeman savaşı ordu komutanı olarak tamamlamıştır.[1244] Savaştan
sonra Huzeyfe b. Yeman, Mah Behrezan halkıyla bir emanname imzalayarak şehri
barış yolu hâkimiyet altına 344 almıştır.[1245]
Nihavend savaşında Ensar’dan sadece Üseyr b.
Urve ez-Zaferî’nin,[1246] ismi şehid
düşenler arasında tespit edilebilmiştir.
Muğire b. Şu’be Kufe valisi olunca Bera b.
Azib’i Kazvin'e vali tayin etti. Kendisine verilen talimata göre eğer Bera
Kazvin’in fethederse oradan Deylem üzerine yürüyecekti. Kazvin halkı savaşmadan
teslim oldular ve İslâm’ı seçtiler. Deylem halkı ise itaat altına alınıncaya
kadar savaştılar.[1247]
Huzeyfe b. Yeman’ın Azerbaycan’ın fethinde
büyük faydaları olmuştur.[1248] Hz. Ömer,
Kufe Valiliğine Muğire b. Şu’be’yi atadığında yanında Huzeyfe b. Yeman’ın
Azerbaycan valiliğine tayin ettiğine dair bir mektup gönderdi. Huzeyfe o esnada
Nihavend civarlarındaydı. Mektubu alınca Azerbaycan üzerine sefere çıktı.
Azerbaycan’ın merkez şehri Erdebil’e varınca buranın Merzubanıyla[1249] şiddetli
savaşlar yaptı. Nihayet Merzüban bütün Azerbaycan adına sekiz miskal[1250]
ağırlığında 800.000 dirhem vermeleri, onlardan kimsenin öldürülmemesi, esir
alınmaması, ateşgedelerinin yakılıp yıkılmaması, Bölgede mukim Kürtler’e
dokunulmaması ve yerel bayramlarını kutlamalarına karışılmaması şartlarıyla
antlaşma yaptı. Huzeyfe b. Yeman ayrıca Dinever,[1251] Mah Sindan[1252] ve
Hemedan’ı da fethetti.[1253]
Azerbaycan fetihlerinden kısa bir süre sonra
Hz. Ömer Huzeyfe’yi valilikten azledip yerine Utbe b. Ferkad es-Sülemi’yi
atadı.[1254] Huzeyfe b.
Yeman h. 36 yılında Medain’de vefat etti.[1255]
Diğer
Fetih Hareketlerinde Ensar
Ebu Katade İran fetihlerine katılmış ve önemli
yararlılıklar göstermiş hatta İran hükümdarını onun öldürdüğü rivayet
edilmiştir.[1256] Sabit b.
Numan b. Evs Mısır fetihlerine katılmıştır.355 [1257] Fedale b.
Ubeyd Şam ve Mısır fetihlerine katılmıştır. Fethin ardından buralara yerleşmiş
ve Muaviye döneminde Şam’da Kadılık yapmıştır.[1258] Mısır
fethine katılan başka bir Ensarî de Sabit b. Numan b. Ümeyye el-Evsî’dir.[1259] Mısır
ordularına yardım için gönderilene kuvvetlerin içinde Ubâde b. Sâmit de komutan
olarak bulunuyordu.[1260] Kays b.
Sa’d b. Ubâde[1261] Mes’ud b.
Evs,[1262]
Hz. Ömer
Dönemi Komutanlarından Umeyr b. Sa’d ve Fetihleri
Nusaybin yakınlarında, Re’sul-Ayn da denilen Aynu’l-Verde[1263] Umeyr b.
Sa’d el-Ensarî tarafından fethedilmiştir. Umeyr, el-Cezire komutanı Iyad b.
Ganm’ın komutası altında bulunmaktaydı. Belâzürî Umeyr’in görevlendirilmesinin
Bizzat Hz. Ömer tarafından Iyad b. Ganm’a gönderilen bir mektupla gerçekleştiğini
nakleder.[1264] Aynu’l-Verde
halkı şehri şiddetli bir şekilde savaşmış ancak şehir, daha sonra sulh yoluyla
Müslümanların eline geçmiştir.[1265] Umeyr b.
Sa’d, Re’su’l-Ayn’ı fethettikten sonra Habur ve burayı takip eden beldelere
yöneldi. Burada Kufe Valisi Ammar b. Yasir’in bir ordunun başında gönderdiği
Amr b. Haram el-Ensarî ile birlikte fetih hareketlerinde bulunduktan sonra
Rakka’ya geri döndü.[1266]
Umeyr b. Sa’d’ın bir başka fetih hamlesi Cezire
bölgesinde Fırat doğu kenarında yaşayan Benî Tağlib Hristiyanları üzerine
yapıldı. Cizye vermek istemeyen bu kabile Müslümanlardan alınan zekâtın iki
katını vermek üzere Umeyr ile anlaştı.[1267] Umeyr b.
Sa’d burada bir süre Hz. Ömer’in el-Cezire valiliğini yapmış daha sonra Hz.
Osman döneminde azledilerek burası da Şam valiliği yapan Muaviye b. Ebi
Süfyan’da toplanmıştır.[1268]
Hz. Ömer döneminde uygulanan yeniliklerden
birisi de yazlık ordu (Saife) uygulamasıdır. H. 21 yılında Umeyr b. Sa’d
el-Ensarî’nin komutasına verilen büyük bir ordu ile Rum topraklarına girilmiş
ve başarı kazanılmıştır. Bu seferde Himar (eşek) vadisi olarak bilinen bir
bölgeye gelerek halkıyla savaştı ve burayı tahrip etti.
Umeyr’in bu seferdeki diğer bir görevi de en az
komutanlık kadar ehemmiyet arz ediyordu. Hz. Ömer Umeyr b. Sa’d’a, Cebele ile
olan akrabalık bağlarını da kullanarak onun tekrar İslâm’a girmesini
sağlamasını emretmişti. Ancak Cebele sığınmış olduğu Rum topraklarından
ayrılmayı düşünmemiş ve dini üzere kalmıştır.[1269]
Hz. Ömer h. 23 yılında Muğire b. Şube’nin
kölesi Ebu Lü’lü tarafından şehid edilince kendisinden sonrası için halife
tayin etmedi. Bunun yerine o gün ashabın ileri gelenleri konumunda olan ve
Halifelik potansiyeli taşıyan Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz.
Abdurrahman b. Avf ve Hz. Sa’d b. Ebi Vakkas’ı aday olarak belirledi.
Bunlarında aralarından birisinin istişare ile halife seçmelerini vasiyet etti.[1270]
Ömer b. el-Hattâb, vefatından kısa bir süre
önce Ebu Talha’ya [haber] göndererek aşiretinden 50 kişiyle birlikte şu andan
itibaren o şura üyesi olan şahıslarla beraber olmasını, üç gün geçip de
içlerinden birini halife seçmedikçe onları bırakmamasını emretti. Hatta bazı
rivayetlere göre özellikle Ensar’a çağrıda bulunarak belirlenen süre zarfında
halife seçmemeleri halinde boyunlarının vurulmasını emretti. Sonra da “Ey
Allah’ım! Onların üzerinde benim halifem sensin” [1271] diyerek
Şura heyetinin sağlıklı bir şekilde görevini yerine getirmesini sağlamaya
çalıştı.
Heyette bulunan Abdurrahman b. Avf halife olma
hakkından feragat ederek hakemlik yapmak istediğini belirtince heyet tarafından
hakemliği kabul gördü. Onun hakemliğinde yapılan görüşmeler ve halkın eğilimi
doğrultusunda Osman’ın halife seçilmesine karar verdi.[1272]
Tarihçiler genellikle Hz. Osman dönemini ikiye
ayırırlar. Onun hilafetinin ilk altı yılı dâhilde sükûnet içinde ve hariçte
fetihlerle geçmiştir. İkinci altı yıl ise halkın şikâyetlerinin çoğaldığı
halifenin tayin ettiği valilerin tartışıldığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde
valilerin yaptıkları bazı davranışlar[1273] ile Hz.
Osman’ın bazı kararları toplumda tepkiye yol açmıştır.
HZ.
OSMAN DÖNEMİ SİYASÎ HAYATINDA ENSAR
Hz. Osman, genellikle Ümeyye oğullarını
devletin üst kademesine ve Basra, Mısır, Şam[1274] gibi büyük
şehirlerin valiliklerine tayin etmiştir. Bunda özellikle Emevî ailesinin onun
halife olmasını kabilelerinin bir zaferi gibi algılayıp[1275] esasen
yumuşak huylu olan Halife’yi yönlendirme çabaları etkili olmuştur.[1276]
Bu durum diğer bütün kabileleri rahatsız ettiği
gibi Ensar’ı da rahatsız etmiş ve onların Hz. Osman aleyhine bir tavır
sergilemelerine yol açmıştır. Hz. Osman hilafeti döneminde diğer kabileler gibi
Ensar da siyasî hayatta pek varlık göstermemiştir. Bu tür sıkıntılar Hz.
Osman’ın katline giden süreçte Ensar’ın onu yardımsız bırakmasının
sebeplerinden biri olarak görülmüştür. Gerçekten de geçmiş dönemlerle
kıyaslandığında Ensar’ın gerek başkentte siyasî hayatta gerekse taşrada eski
etkinliğini yitirdiği görülmektedir.
B. HZ.
OSMAN DÖNEMİNDE ENSAR’IN ÜSTLENDİĞİ İDARÎ GÖREVLER
Hz. Ömer takip ettiği kabileler arası denge
politikası[1277] ile
Ensar’ı sürekli siyasî- idarî hayatın içinde tutmuştur. Ensar, Hz. Ömer
döneminde Benî Sakife toplantısında dile getirildiği gibi vezirlik görevinin
yürütmüşler daima halifenin istişare ettiği kişilerden olmuşlardır. Ayrıca Hz.
Ömer onlara gerek idarî gerekse askerî alanda çeşitli görevler vermiş, onların
gerek ilmi gerekse askerî yeteneklerinden faydalanmıştır.
Hz. Ömer döneminde aktif olan bazı isimler Hz.
Osman’ın halifeliği zamanında bir süre sonra çeşitli nedenlerle
azledilmişlerdir. Azledilenlerin içinde çeşitli kabilelere mensup insanların
bulunması bunun özellikle Ensar’a karşı yapılan bir girişim olmadığını
göstermektedir. Zira Sa’d b. Ebi Vakkas, gibi sahabiler de azledilenler
arasında yer almaktadır.[1278]
Öte yandan İslâm toplumunun sürekli genişlemesi
ve yeni toplulukların İslâm devletinin bir parçası haline gelmeye başlamaları
da Ensar’ın Hz. Osman döneminde görece pasif bir konuma geçmesinde etkili
olmuştur. Bununla birlikte Ensar’ın bazı görevleri yürütmeye devam ettikleri de
görülmüştür.
Hz.
Osman Döneminde Ensarî Valiler
Huzeyfe b. Yeman Hz. Ömer döneminden itibaren
Azerbaycan ve civarının fethini ve sınırların korunmasını sağlamaktaydı. Hz.
Osman, onu kısa bir süre Ermeniyye hududunda bulunan beldelerin valiliğine
tayin etmiş, ancak daha sonra onu azletmiştir.[1279]
Hz. Ömer döneminde Humus’a vali tayin edilen
Umeyr b. Sa’d b. Ubeyd el- Evsî [1280] hastalığı
nedeniyle bu valilikten azledilmiş ve burası da Muaviye’ye bağlanmıştır.[1281] Ayrıca
Belâzürî’nin aktardığına göre Hz. Osman hilafete gelince daha önce el-Cezire
fetihlerinde bulunmuş olan Umeyr b. Sa’d’ı yine el-Cezire’ye vali tayin etti.
Ancak bir süre sonra onu bu görevinden azletti.[1282] Bu iki
rivayet doğru kabul edilirse Hz. Ömer tarafından Humus valisi tayin edilen
Umeyr’e Cezire valiliğin de bağlandığını ancak hastalığı nedeniyle daha sonra
bu bölgelerin Muaviye’ye bırakıldığı düşünülebilir.
Kufelilerin şikâyeti nedeniyle Hz. Osman’ın
isteğiyle Ensar’dan Sabit b. Kays b. Hutaym, Said b. El-Asi tarafından bir süre
valiliğe getirilmiştir.[1283]
Hz. Ebu Bekir döneminden beri müfettişlik
görevini yürüten Muhammed b. Mesleme Hz. Osman döneminde de yöneticileri
teftişle görevlendirildi. [1284] Özellikle
devlet içinde huzursuzlukların arttığı ve halkın valileri şikâyet ettiği
dönemde Muhammed b. Mesleme Kufe’ye gözlemci olarak gönderildi. Muhammed b.
Mesleme teftiş sonunda Kufe’de herhangi bir olumsuz durumla karşılaşmadığını
rapor etti.[1285]
Hz.
Osman Döneminde Ensar’ın Üstlendiği Diğer Görevler
Hz. Osman döneminde diğer alanlarda olduğu gibi
idarî alanda da Ensar’ın etkinliğinin azaldığı görülmektedir. Bununla birlikte
Zeyd b. Sabit Hz. Osman döneminde 60 dirhem olarak takdir edilen [1286] maaşla
Medine’de kadılık yapmaktaydı.[1287]Bu dönemde
Şam’da da Ebu’d-Derda kadılık yapmıştır.[1288]Ebu Hasme
ise Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) döneminden beri sürdürdüğü
vergi tahmin memurluğu görevini Hz. Osman döneminde de yapmaya devam etmiştir.[1289]
HZ.
OSMAN DÖNEMİ FETİH HAREKETLERİNDE ENSAR
Ensar, önceki iki halife döneminde olduğu gibi
fetih hareketlerine katkıda bulunmaya devam etmişlerdir. Genellikle orduda
sıradan bir nefer olarak görev yapan Ensarîler zaman zaman emri altında
bulundukları komutanların inisiyatifiyle bazı görevlere getirilmişlerdir. Bu
dönemde doğrudan merkezden yapılan atamalarla komutanlıklara tayin
edildiklerine rastlanmaz. Ancak özellikle Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) döneminde kazanmış oldukları cihad anlayışı ve hicretin ilk yıllarından
beri tarih kaynaklarının kaydettiği fedakârlıkları bunu ciddi bir problem
haline getirmelerini engellemiştir. Bu nedenle Ensar’ın sürekli olarak fetih
ordularında görev aldıkları görülmektedir.
Şam Valisi Muaviye b. Ebi Süfyan Hz. Ömer
döneminde Kıbrıs’ın fethi için izin istemiş ancak Hz. Ömer deniz savaşları
konusunda olumsuz bir düşünceye sahip olduğu için ona izin vermemişti.[1290] Hz. Osman
halife olunca Muaviye ısrarla yine izin istedi. Hz. Osman, Muaviye b. Ebi
Süfyan’a hanımını da yanına aldığı takdirde deniz seferi için izin vereceğini
söyleyince onunla birlikte Ubâde b. Sâmit, hanımı Ümmü Haram bt. Milhan ile
birlikte Kıbrıs’ın fethine katılmıştı.[1291] Bu sefer
h. 28 ya da 29 yılında gerçekleştirilmiştir.[1292]
Kıbrıs’ın fethine Ensar’dan pek çok sahabi
katılmıştır. Bunlar Ebu Eyyub Halid b. Zeyd el-Ensarî, Ebu’d-Derda, Fedale b.
Ubeyd el-Ensarî, Umeyr b. Sa’d b. Ubeyd el- Ensarî ve Şeddad b. Evs b.
Sabit’tir. Yukarıda ismi geçen Ümmü Haram adaya vardıktan hemen sonra bindiği
hayvanın tökezlemesi sonucu bineğinden düşmüş ve vefat etmiştir. Kabri
Kıbrıslılar tarafından uzun yıllar hürmet görmüş[1293] ve bugün
de hala Kıbrıs’ta ziyaret edilen yerlerden biri olarak bilinmektedir.[1294]
Hz. Osman döneminde Belencer[1295] ırmağı
kenarında Selman b. Rebia el-Bahilî komutasında Müslüman ordusu Türk hakanıyla
savaşmış ve yenilmiştir. Bu savaşta 4000 askerle beraber Selman’da şehid
düşmüştür. Onun şehadet haberini Hz. Osman’a Karaza b. Ka’b el-Ensarî
getirmiştir. Karaza da Selman'la beraber Ermeniyye fetihlerine katılmıştır.[1296]
Ensar’ın Hazrec koluna mensup olup Hz.
Peygamber’in yanında tüm gazvelere katılan Abdurrahman b. Sehl, Hz. Osman
zamanında Suriye’ye gelmiş ve Bizans’la yapılan savaşlarda komutan olarak görev
yapmıştır.[1297]
Hz. Osman Kureyş ve Ensar’dan oluşan 10.000
kişilik bir orduyu Kuzey Afrika[1298]
fetihlerine katılmak üzere Medine’den yola çıkardı.[1299] [1300] Bu orduda
Cebele b. Amr b. Sa’lebe el-Ensarî de bulunmaktaydı. Bu sahabi daha sonra
Sıffin’de Hz. Ali’nin 399
yanında yer almıştır.
Hz. Osman devrinde aralarında Ensar ve
Muhacirlerden pek çok sahabinin bulunduğu bir ordu ile Taberistan fethedildi.
Bu orduya katılan Ensarilerden tespit edebildiğimiz kişi Huzeyfe b. Yeman’dır.[1301]
HZ.
OSMAN DEVRİNDE YAŞANAN İÇ KARIŞIKLIKLAR VE ENSAR
Hz. Osman döneminin ikinci yarısından itibaren
bazı huzursuzluklar ortaya çıkmaya başlamıştır. Özellikle Kufe, Basra ve
Mısır’da yoğunlaşan bu huzursuzlukların etkileri Medine’ye kadar ulaşıyordu. O
dönemde başlayan ancak etkileri günümüze kadar süren bu olaylarda Ensar’ın
tavrını tespit etmek yoğun bir çaba gerekmektedir. Zira bu kargaşa ortamında
pek çok insan tabiri caizse kabuğuna çekilmiş, olayların gidişatını izlemekle
yetinmiştir.
Hz. Osman’ın bazı uygulamaları Medine içinde de
bir muhalefet oluşturmuştur. Hz. Osman’ın hilafete gelişinden sonra Ümeyye
oğullarının hızla devlet yönetiminde yükselmeleri, Devlet’in bazı imkânlarının
Ümeyyeoğullarına tahsis edilmesi ve Hz. Osman’ın tayin ettiği bazı
yöneticilerin tepki çeken davranışları[1302] diğer
şehirler gibi Medine’de de hoşnutsuzluğa yol açıyordu. Ancak Medine muhalefeti
bazı yönleriyle taşradaki muhalefetten ayrılıyordu. Şöyle ki taşradaki
muhalefette her ne kadar bazı sahabe çocukları başı çekiyorsa da içlerinde
sahabe yoktu ve bu gruplar için bir muhalefet sınırı da yoktu. Olaylarda
görüleceği üzere Halife’yi öldürmekten bile çekinmeyecek haldeydiler.
Medine’deki muhalefet ise daha çok bazı uygulamalara yönelik olup işin şiddetle
çözümü kimsenin düşündüğü bir şey değildi.
Ensar’ın Hz. Osman dönemi yönetiminden genel
olarak memnun olmadığı, ancak bu memnuniyetsizliğin Hz. Osman’ın bizzat
kendisinden çok valilerin uygulamalarından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bu
bağlamda Ensar’dan Ebu Abs b. Cebr ile Hz. Osman arasında geçen şu diyalog
dikkat çekicidir. “Osman b. Affan, Abs el-Harisî hasta yatağında baygın bir
haldeyken kendisini ziyaretine geldi. Ayıldığında Osman kendisine, “Kendini
nasıl görüyorsun? (nasıl hissediyorsun)” diye sordu. O da, “iyi
görüyorum, biz bütün işlerimizi de iyi gördük. Ama kendimizle valiler arasına
giren kahrolası bazı akıldânelerden bir türlü kurtulamadık"” dedi.”[1303] Ebu Abs bu
ifadeleriyle doğrudan halifeyi suçlamıyor ancak halife ve valiler ile halk
arasına giren ve halifeye gidişat hakkında yanlış yönlendirmeler yapan
kimselerden yakınmaktadır.
Hz. Ali’nin hilafeti döneminde Mısır’a vali
Tayin edilen Kays b. Sa’d ile Muaviye arasında gerçekleşen yazışmalarda da
Ensar’ın Hz. Osman’ın yönetiminden hoşnut olmadığı Muaviye tarafından ileri
sürülmüştür. Kays b. Sa’d’ın bu mektuba yazdığı cevabî mektup Muaviye’nin
iddiasını teyit etmektedir.[1304]
H. 35 yılında Mısır, Kufe ve Basra’dan bazı
gruplar Umre bahanesiyle Hicaz’a doğru yola çıktılar. Medine’ye yakın bir yer
olan Zu’l-Merve’de buluştular. Medine’ye haberciler göndererek Hz. Ali, Hz.
Zübeyr ve Hz. Talha ile buluşarak niyetlerini belirttiler. Ancak adı geçen
sahabiler, sözlerine iltifat etmeyerek onları geri çevirdiler. Bunun üzerine bu
gruplar Medine dışında bekleyen arkadaşlarının yanına döndüler ve durumu
müzakere ettiler.
Bu arada Mısırlılar, Hz. Osman’ı hilafetten
indirme niyetiyle Mısır’dan çıkıp Medine dışında konakladıkları zaman Hz.
Osman, Muhammed b. Mesleme’yi çağırdı ve ona, “Onlara git ve onları
vazgeçir. Talep ettikleri şeyleri yapacağımı, hakkında konuştukları şu şu
işlerden vazgeçeceğimi onlara bildir. ” dedi. Muhammed b. Mesleme Ensâr’dan
50 süvariyle birlikte Mısırlıların yanına gidip bir görüşme yaptı.[1305]
Hz. Ali de yanında Muhammed b. Mesleme, Câbir
b. Abdullah gibi Ensar’ın ileri gelenleri ile diğer bazı sahabe olduğu halde
isyancılarla görüşmeye gitti.[1306] Mısırlı
isyancıların en önemli isteği vali Abdullah b. Sa’d b. Ebi Serh’in
azledilmesiydi. Yapılan görüşmeler neticesinde Mısırlıların istekleri yerine getirilmiş
ve kendilerine, valinin azledilip yerine Muhammed b. Ebi Bekr’in atandığını
ifade eden bir mektup verilmişti. Bunun üzerine Mısırlılar yanlarında yeni
valileri Muhammed b. Ebi Bekr olduğu halde Medine’yi terk ederek Mısır’a
yöneldiler. Mısırlılardan sonra Kufe ve Basralılar da ikna edildi ve onlar da
memleketlerine dönmek için yola koyuldular.[1307]
Mısırlılar Medine’den üç günlük bir mesafe
kadar uzaklaşmışken yanlarından geçen bir kölenin durumundan şüphelenip onu
durdular ve üzerini aradılar. Üzerinde Mısır valisi Abdullah b. Sa’d b. Ebi
Serh’e yazılmış olan ve isyancı Mısırlıların bir kısmının öldürülmesi diğer bir
kısmının da hapsedilmesini emreden bir mektup buldular.[1308] Bunun
üzerine öfkelenip Medine’ye geri döndüler. Basra ve Kufeliler de Medine’ye
dönerek hep birlikte Halife’nin evini kuşattılar.
Hz. Osman hutbede Medine’yi kuşatan asilerin
Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) diliyle lanetlendiklerini
söyleyince Muhammed b. Mesleme ve Zeyd b. Sabit onu onayladılar. Asiler bu
duruma öfkelenip camideki cemaati taşladılar.[1309] Hz.
Osman’ın bu tür konuşmalarından dolayı bir süre sonra onun camiye gitmesine de
müsaade edilmez oldu. Ebu Eyyub el-Ensarî, Hz. Osman’ın evinin kuşatıldığı
dönemde herkes tarafından sevildiği için Hz. Ali’nin de tavsiyesiyle bir müddet
imamlık yaptı.[1310] Bu kargaşa
günlerinde Es’ad b. Osman b. Huneyf’in de bir müddet mescitte imamlık yaptığı
rivayet edilmiştir.[1311]
Ensar’dan bazıları Hz. Osman’ın evinin
avlusunda toplanan yaklaşık 170 kişilik bir koruma birliğine katılmışlardır.
Bunlardan tarih kaynaklarında ismi açıkça geçen Zeyd b. Sabit ile Abdullah b.
Sellam’ı zikredebiliriz.[1312] Ayrıca
Huneyn savaşında sebatkâr Müslümanlar arasında yer alan Hârise b. Numan
en-Neccarî Hz. Osman’a “istersen uğrunda savaşalım” teklifinde bulunmuştur.[1313] Ancak
Medine’nin bir başkent olarak nüfusunu düşündüğümüzde bu koruma ve savaşma
tekliflerinin yeterli seviyede olduğunu söylemek zordur. Medine’de bulunan
Kureyşliler ve Ensar, Halife’ye gereği gibi destek olmamışlardır. Onların bu
tavrında Hz. Osman’ın icraatlarından duydukları rahatsızlık kadar, Ümeyyeli
vali ve diğer yöneticilerin uygulamalarının yarattığı tepkiler de etkili
olmuştur.[1314] Bununla
birlik Ensar, iktidara yönelik muhalefetinde bazı icraatları eleştirmek ve
zaman zaman halifeyi uyarmakla yetinmiştir. Bazı tarihçilere göre
muhalif olmalarına rağmen ne isyancılarla birlikte hareket etmeyi ne de Hz.
Osman’ı daha aktif bir şekilde korumayı düşünmeyen Ensar’ın bu tavrı muhtemelen
Halife’nin bu baskılar karşısında hilafeti bırakacağını ummalarından
kaynaklanmaktaydı. [1315] Medine’deki
Müslümanlar Hz. Osman’ın baskılar karşısında hilafeti bırakmasa da asilerin en
azından bazı isteklerine cevap vereceğini ve böylece krizin aşılacağını ümit
ediyorlardı.[1316]
İbn Kesîr isyancıların Hz. Osman’ın evine girmek
için onun komşularının evlerinin duvarlarına tırmandığını ifade eder.[1317] Bazı
tarihçilere göre ise Hz. Osman'la kapı bir komşu olan ve daha önceleri
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından Necran halkına din
muallimi olarak görevlendirilen Amr b. Hazm el-Hazrecî, [1318] Osman'a
karşı ayaklananlara evinin kapısını açmış, halifeyi şehid edenler onun evinden
öbür tarafa geçmişlerdir.[1319] Ancak yine
İbn Kesîr’in yer verdiği bir rivayete göre kuşatmanın son günlerinde Hz.
Osman’a su dahi verilmezken Ensar’dan Amr b. Hazm geceleyin gizlice Hz. Osman’a
su taşıyordu.[1320] Bu durumda
isyancıların, Amr b. Hazm’ın evinden onun teşviki ve yardımıyla değil, cebren
geçmiş olmaları daha makul olmaktadır.
Ensar’ın
Hz. Osman’ın katledilişiyle sonuçlanan olaylarda sergilediği tavır genellikle
pasif olmakla birlikte bireysel olarak farklı davranan kişiler de olmuştur.
İsyancıların Hz. Osman’ın evini kuşatıp işler iyice kötüleştiği bir zamanda
Zeyd b. Sabit Ensar’ı “ Ey Ensar topluluğu ikinci kez Allah’ın yardımcıları
olunuz” diyerek yardıma çağırmış, ona cevap olarak Ebu Hasan b. Abdiamr “Hayır
vallahi! “ ileri gelenlerimize ve büyüklerimize uyduk. Onlar da bizi yolumuzdan
saptırdılar ” [1321] [1322]
denilenlerden olmamak için sana itaat etmeyeceğiz” diyerek bazı Ensarilerin
tutumunu 421 sergilemiştir.
Eslem b. Evs, Uhud ve diğer savaşlara iştirak
eden Hazrec kabilesine mensup bir sahabidir. O da Hz. Osman ile ilgili
ihtilaflarda Hz. Osman’a karşı sert bir muhalefet sergilemiş ve İbn Sa’d’ın
aktardığına göre muhalefetini bireysel planda sergilemekle kalmayıp insanları
onun aleyhine teşvik etmiştir. Hz. Osman şehid edilip de Ümeyyeoğulları onu
Bakî mezarlığına defnetmek istediklerinde de buna mani olmuş ve neticede
Medine’nin dışında bir yer olan Hışşü Kevkeb denen bahçeye defnedilmiştir.[1323] İbn
Hacer’in naklettiği bir rivayette ise Hz. Osman’ın Baki’ mezarlığına
defnedilmesinin engelleyen kişi Ensar’dan Cebele b. Amr b. Evs el-Hazrecî’dir.[1324] Hışşu
Kevkeb denilen yer daha sonra Muaviye tarafından genişletilerek Baki
mezarlığına dâhil edilmiş ve üzerine büyük bir kubbe inşa edilmiştir.[1325]
Hz. Osman’ın şehid edilmesi Ensar tarafından
elem verici kötü bir olay olarak kabul edilmiştir. Örneğin Huzeyfe b. Yeman,
Hz. Osman’ın öldürülmesi olayından duyduğu ızdırabı ve bu olaylarla hiçbir
alakasının olmayışını şu sözlerle dile getirir: “Allah’ım eğer Osman b.
Affan’ın öldürülmesi hayırlıysa benim bu hayırda bir payım yok. Eğer şerli ise
ben bu şerden uzağım. Ey Osman, bugün kalpler değişti. Fitneleri benden uzakta
tutan Allah ’a hamd olsun ki bu fitnelerin komutanları ve önderleri kaba, haşin
ve günahkâr kimselerdir. ”[1326]
Hassan b. Sabit de olayların geldiği hali şu
şiiriyle ifade eder:
Değiştir dediniz. Bunun yerine size fazla değil
eksik verildi ve alevler gibi tutuşan bir savaş verildi.
Köle, cariye altın yerine size eski püskü
elbiseler verildi. Çünkü siz intikam aldınız.[1327]
Hz. Osman’ın şehadeti üzerine Ensar’ın meşhur
şairlerinden Ka’b b. Mâlik de bir mersiye okumuş, bu mersiyesinde Hz. Osman’ın
katlinin yol açtığı kötü sonuçları dile getirmiştir.[1328] Aynı şekilde
Hassan b. Sabit’te pek çok mersiye ile bu olaya tepkisini ortaya koymuştur.[1329]
Zeyd b. Sabit Hz. Osman’ın hilafetinde aktif
olarak devlet görevlerinde bulunmuştur. Hz. Osman’a yönelik faaliyetleri
başından beri reddetmiştir.[1330] Ensar’dan
Numan b. Beşir ise Hz. Osman’ın kanlı gömleğini ve Hz. Osman’ın eşi Naile’nin
arbede sırasında kesilen parmaklarını alarak Şam’a götürmüş ve Muaviye’ye
teslim etmiştir. Muaviye de bunları Minberde sergileyerek halkı Hz. Osman’ın
katledilişine karşı tepkilerinin artmasını sağlamıştır.[1331]
Medine halkı denirken elbette Ensar’dan büyük
bir topluluğun hala Medine’de yaşadığını kabul etmek gerekiyor. Her ne kadar
nüfus artmış ve çeşitli beldelerden pek çok insan başkente gelip yerleşmişse de
Medine’de Ensar hala en önemli unsurlardan biriydi. Bu nedenle Medine’nin bu
olayda yeteri kadar direnç göstermediği ifade edilirse bunun içine Ensar’ı da
almak zorunluluğu kendini göstermektedir.
İbn Kesîr Hz. Osman’ın şehid edilmesine yol
açan hadiselerin engellemesine yönelik çabaların yetersiz kalmasını birkaç
madde ile açıklamaya çalışıyor.
Medine’deki sahabe -ki içlerinde Ammar b.
Yasir, Ebu Abs b. Cebr gibi yönetime muhalif insanlar da bulunmaktaydı-
olayların Hz. Osman’ın katline kadar varacağını beklemiyorlardı. Onlar baskılar
neticesinde Hz. Osman’ın bazı tavizler vererek krizin aşılacağını
zannediyorlardı.
Hz. Osman kan dökülmesini önlemek için ashabı
savaşmaktan alıkoydu.
Hac mevsimi olduğu için Medinelilerin çoğu o
esnada Mekke’de bulunmaktaydı.
Asiler 2000 kişi kadardılar. Fetihler, hac
mevsimi oluşu, ya da fitneden dolayı evine kapananların varlığı gibi sebeplerle
Medine’de bu kadar kişi bulunmuyordu.[1332]
Akbulut, Ensar’ın Hz. Osman’ı yardımsız
bırakmış olmalarını neredeyse tamamen Ensar’ın yönetimden uzaklaştırılmış
olmaları nedeniyle Kureyş’e olan kırgınlıklarına bağlamaktadır. Ona göre Ensar,
“Mademki yönetme hakkı Kureyş ’in, o halde idarî anarşiyi önlemek de Kureyş
’in görevi” şeklinde düşünmüş olabilir. Daha da ötesi Ensar’dan bazıları
Hz. Osman’ın bunu hak ettiğini de düşünmüşlerdir. [1333]
Hz. Osman şehid edildikten sonra da asiler
şehri terk etmediler. Medine’den hac ve diğer nedenlerle ayrılanlara Hz.
Osman’ın şehadeti nedeniyle şehri terk edenler de katılınca Medine’de meydan
tamamen isyancılar kalmış oluyordu. İsyancılar bir halife seçmeden şehirden
ayrılmak istemiyorlardı. Bütün grupların üzerinde anlaştığı isim de Hz. Ali
idi.
Hz. Ali’nin halifeliğe geliş biçimi diğer üç
halifeden farklı olmuştu. Selefleri her ne kadar birbirinden farklı şekillerde
hilafete gelmişlerse de o, bir kriz ortamında ve Müslümanların genel kabulünü
elde edememiş olarak halife seçildi. Bu durum da sonraki dönemde Hz. Ali’nin en
çok uğraşacağı meselenin içteki ihtilaflar olduğunu göstermekteydi.
Asiler Hz. Ali’ye halife olmasını teklif ettiklerinde
o bu işe sıcak bakmadı. Ancak ısrarlar neticesinde hatta cebren halifeliği
kabul etti.[1334] Medine’de
bulunan sahabilerden Zübeyr b. Avvam ile Talha b. Ubeydullah kendisine biat
ettiler. Ancak daha sonra kerhen biat ettiklerini iddia ederek biatlerini geri
aldılar. Öncelikli hedefi Hz. Ali’nin ordusunda yer alan isyancılar olan, ancak
doğal olarak daha sonra Hz. Ali’ye yönelik bir harekete dönüşen Cemel ashabının
içinde yer aldılar.[1335]
ENSAR’IN HZ. ALİ’NİN HİLAFETİNE BAKIŞI
Hz. Ali’nin halife seçilmesi Ensar tarafında
iki farklı tutumla karşılanmıştır. Bazıları ilk günden itibaren onun yanında
yer alıp ona biat ederken bazıları da biat etmekten imtina etmiş, kargaşa
ortamı son buluncaya kadar köşesine çekilmeyi tercih etmiştir. Hassan b. Sabit,
Ka’b b. Mâlik, Mesleme b. Mahled, Ebu Said, Muhammed b. Mesleme, Numan b.
Beşir, Zeyd b. Sabit, Râfi b. Hudeyc, Fudale b. Ubeyd ve Ka’b b. Ucre’nin
aralarında olduğu bazı Ensarîler Hz. Ali’ye biat etmediler.[1336] Bu
isimlerden Numan b. Beşir Hz. Osman’ın kanlı gömleği ile hanımı Naile’nin
saldırganlar tarafından kesilen parmaklarını Şam’da bulunan Muaviye’ye getirdi.
O da bunları sergileyerek halkı destek olmaya çağırdı.[1337] Bunların
yanında Ebu’d-Derda ve Ubâde b. Sâmit de Hz. Ali’ye biat etmeyerek Şam valisi
Muaviye’yi desteklemişler ve halkı Hz. Osman’ın kanını talep etmeye teşvik
etmişlerdir.[1338]
Ashabın ve Ensar’ın ileri gelenlerinden olan ve
Hz. Ömer döneminde idarî bazı vazifelerde bulunmuş olan Muhammed b. Mesleme,
Hz. Osman döneminde ve sonrasında ortaya çıkmaya başlayan olaylar sırasında
tarafsız kalmış ve bir kenara çekilmiştir. Onun bu tercihi yine kendisinden
rivayet edilen şu hadise dayanmaktadır: “Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) bana bir kılıç vererek dedi ki: “Ya Muhammed b. Mesleme! Bu kılıçla
Allah yolunda cihad et! Müslümanlar, iki gruba ayrılınca, onu taşa çalarak kır.
Senin hakkında kararlaştırılmış bir ölüm gelinceye kadar veya günahkâr haksız
bir el uzanıncaya kadar, diline ve eline hâkim ol!” Hz. Osman şehid edilip
insanlar arasında kargaşa hâkim olunca avlusundaki bir kayanın yanına çıkarak
kılıcını kırıncaya kadar kayaya vurdu.[1339]Bir başka
rivayette de kılıcının yerine tahtadan bir kılıç almış ve “Resûlullah böyle
yapmamı emretti”” demiştir. [1340] Ardından
Medine’yi terk ederek Rebeze’ye göç etti.[1341] Daha sonra
Medine’ye dönmüş ve kısa bir süre sonra burada vefat etmiştir. [1342] Muhammed
b. Mesleme’nin Hz. Osman’ın katlinden önce olayları yatıştırmak için gösterdiği
çaba ve her iki tarafla yaptıkları görüşmeler göz önünde bulundurulursa onun
tarafsızlığı daha anlamlı hale gelmektedir. Muhtemelen o, Hz. Osman’ın katlinde
bütün detaylara bizzat şahit olmuş bir kişi olarak, Hz. Ali’nin, ordusunda yer
alan Hz. Osman’ın katillerine hâkim olamayacağını görmüştür. Böyle bir ordunun
istediğini elde etmesi de zor olacaktır. Nitekim hadiseler de o yönde
gelişmiştir.
Aynı
şekilde sahabeden Seleme b. Amr b. El-Ekva da Hz. Osman’ın katledilmesi üzerine
Medine’yi terk ederek Rebeze’ye yerleşmiştir. [1343] Öyle
anlaşılıyor ki Rebeze, siyasî kargaşa ve çalkantılardan uzak kalmak isteyen ve
gelişmeler hakkında net bir tavra sahip olmayan ashab için bir sığınak
durumundadır.
HZ.
ALİ’NİN SİYASÎ TERCİHLERİ
Hz. Ali halife seçildikten sonra yaptığı vali
atamalarında genellikle Ensar ve Haşimoğullarına ağırlık vermiştir. Bilindiği
gibi bu iki kesim önceki üç halife döneminde iktidardan mahrum bırakılmışlardı.
[1344] Bu
çerçevede Kays b. Sa’d b. Ubâde’yi Mısır valisi tayin etti.[1345] Kays b.
Sa’d’ın Mısır’a vali olmasında onun daha önce Mısır fetihlerine katılmış olması[1346] da etkili
olmuştur. Hz. Ali, Kays’ı Mısır’a güçlü bir ordu ile göndermek istemiş ancak
Kays ordunun Kufe’de kalmasının daha isabetli olacağını öne sürerek Mısır’a
ailesinden meydana gelen küçük bir grupla gitmiştir.[1347]
Kays, Mısır’a vardıktan sonra minbere çıkıp
halka Hz. Ali’nin mektubunu okudu ve şu konuşmayı yaptı: “Ey insanlar biz
Muhammed’den (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sonra en hayırlı bildiğimiz kişiye[1348] biat
ettik. Siz de kalkın Allah’ın kitabı ve elçisinin sünneti üzerine biat edin!
Eğer biz sizler için bu iki prensibe dayanarak çalışmazsak, bilin ki sizin
üzerinizde hiçbir biatimiz yoktur!”[1349]
Kays b. Sa’d Mısır’da bir müddet valilik yaptı.
Hiribta adında bir kasabada Mesleme b. Muhalled, Muaviye b. Hudayc ve Büsr b.
Ertat gibi bazı şahısların da aralarında bulunduğu yaklaşık 10. 000 kişilik bir
topluluk dışında herkese biat ettirdi. Kays, bu kasaba halkının kendisiyle
savaşmayacaklarını sadece olaylar durulana kadar beklemek istediklerini bu
zaman zarfında da kimseye biat etmek istemediklerini bildirmeleri üzerine
onları herhangi bir şeye zorlamayarak kendi hallerine bıraktı.[1350]
Muaviye b. Ebi Süfyan da Kays b. Sa’d gibi
büyük bir komutanı tarafına çekerek Hz. Ali’nin en büyük destekçilerinden
birini ondan ayırmak istiyordu. Ayrıca Hz. Ali ile girişeceği bir savaşta Mısır
ve Kufe arasında kalırsa bunun kendisi için bir felaket olacağını düşünüyordu.[1351] Muaviye,
Kays b. Sa’d’a mektuplar göndererek ona Basra ve Kufe valiliklerini vadetti
ayrıca Hicaz valiliğinin yakınlarından birisine tevdi edileceğini de ekledi.
Muaviye’nin Kays b. Sa’d’a bu kadar büyük vaatler karşılığında tarafına geçmeyi
teklif etmesi onun Kays b. Sa’d’ın Hz. Ali tarafında olmasından duyduğu
endişeyi göstermektedir.[1352]
Muaviye bu vaatlerde bulunurken bir yandan da
aynı mektupta onun ve kabilesinin Hz. Osman’ın katlinde parmağı olduğunu yazmak
suretiyle tehdit ediyordu. Kays b. Sa’d, Muaviye’ye ne düşmanca ne de dostça
olan oyalayıcı bir mektup gönderdi. Ancak daha sonra yazışmalar sertleşti ve
Kays tavrını net olarak Muaviye’ye bildirdi. Muaviye ise farklı bir hamle
yaparak Şamlılara Kays’ın kendi tarafına geçtiğini ilan etti. Bunun kanıtı
olarak da onun Hiribta halkının biat etmemesine müsamahakâr davranmasını
gösterdi. [1353] Ayrıca bu
haberleri Irak ve Medine’deki taraftarlarına gönderdiği mektuplarla da
bildirdi. Gönderdiği mektuplarda onlara bu durumu gizli tutmalarını aksi
takdirde Kays b. Sa’d’ın Hz. Ali tarafından azledileceğini söylüyordu. Oysa
amacı bu haberlerin yayılmasını sağlayarak Hz. Ali ile Kays arasında
güvensizlik ortamı oluşturmaktı. [1354] Böylece bu
güçlü ve dirayetli valiyi yanına çekemeyen Muaviye, dâhiyane bir politika ile
onun Mısır’dan azledilmesine yol açtı.[1355]
Muaviye’nin Kays b. Sa’d ile irtibata geçtiğini
ve Şam’daki dedikoduları öğrenen Hz. Ali, Kays’ı test etmek için biat etmeyen
bu toplulukların biatini zorla almasını söyledi. Kays bunu kabul etmeyince Hz.
Ali onu kısa bir süre sonra azledip yerine Muhammed b. Ebi Bekr’i tayin etti.[1356]
Mısır’da Muaviye-Amr ikilisinin siyasî
hamlelerine cevap verebilecek kabiliyet ve yeterlilikte olan Kays b. Sa’d’ın[1357] azledilip
onun yerine henüz 26 yaşında olan genç ve tecrübesiz Muhammed b. Ebi Bekir’in
vali tayin edilmesi Muaviye’nin Hz. Ali’ye karşı kazandığı ilk siyasî başarı
olmuştur.[1358]
Hz. Ali, Medine’ye ise Evs’li Sehl b. Huneyfi[1359] vali tayin
etti. Cemel savaşı esnasında da burada valiliğe devam eden Sehl, daha sonra Hz.
Ali’nin isteğiyle Kufe’ye onun yanına gitmiştir.[1360] Hz. Ali,
bundan sonra Sehl b. Huneyfi Şam’a vali olarak gönderdi. Sehl b. Huneyf Şam’a
vali tayin edilmesine rağmen daha Şam’a ulaşmadan Tebük’te Muaviye b. Ebi
Süfyan’ın adamları tarafından geri çevrildi.[1361] Ayrıca
Sehl, Hz. Ali tarafından Fars ülkelerine vali tayin edilmiş, o da Ziyad b.
Ebih’i amil tayin ederek malî işleri ona bırakmıştır. Ziyad burada başarı
göstererek insanlarla anlaşmış ve vergileri sorunsuz bir şekilde toplamıştır.[1362]
Sehl b. Huneyf, Kufe’de vefat ettiği zaman
cenaze namazını Hz. Ali kıldırmış ve cenazede altı tekbir almıştır. Neden fazla
tekbir aldığını soranlara da “O, Bedir ashabındandı” cevabını vermiştir.[1363]
Sehl b. Huneyf’in Medine’den Kufe’ye girmesi
üzerine onun yerine vali olarak atanan Temmam b. Abbâs, kısa bir süre sonra
azledilmiş onun yerine de Ebu Eyyub el- Ensarî vali olarak atanmıştır.[1364] Bu atamada
da Hz. Ali’nin Irak’a giderken Temmam’ı yanında götürme isteği etkili olmuştur.[1365]
Hz. Ali, Cemel savaşı esnasında Kufe’ye
Ensar’dan Karaza b. Ka’b el- Hazrecî’yi tayin etmiş, Sıffin’e gidince de
Karaza’yı yanına almıştı. [1366] Böylece
Karaza’nın Kufe valiliği kısa bir zaman sürmüştü. Daha önce geçtiği gibi
Sıffin’e giderken Kufe’de yerine vekil olarak Ebu Mesud el-Ensarî el-Bedri’yi[1367]
bırakmıştı.[1368] Karaza
b. Ka’b ise sonraki dönemlerde Bihkuzabat’a[1369] vali
olarak gönderilmiştir.[1370]
Hz. Ali, Mekke’ye Ebu Katade’yi vali tayin
etti.[1371] Ebu
Katade’nin Mekke’de tam anlamıyla valilik yaptığını söylemek zordur. Ümeyye
oğullarının güçlü olduğu, ayrıca Hz. Aişe, Hz. Zübeyr ve Hz. Talha’nın burada
Hz. Ali’ye karşı siyasî faaliyetler yürüttüğü bir dönemde valilik yapan Ebu
Katade bunlara hiçbir şekilde engel olamamıştır.[1372] Hz. Ali bu
iktidar boşluğunu doldurmak gayesiyle onu azlederek yerine Kusem b. Abbâs’ı
getirdi.[1373]
Bir diğer vilayet merkezi Basra idi. Hz. Ali
buraya Sehl b. Huneyf’in kardeşi Osman b. Huneyf’i tayin etti.[1374] [1375] Osman b.
Huneyf’in Basra valiliği esnasında meydana gelen olaylara yukarıda Cemel savaşı
işlenirken değinilmişti. Osman b. Huneyf elindeki kısıtlı imkânlara rağmen Hz.
Ali’nin verdiği görevi yerine getirmek için 26 gün boyunca yoğun bir çaba sarf
etmiş nihayet kötü şartlar altında şehri terk etmek zorunda 474 kalmıştı.
Hz. Ali’nin Ensar’dan vali tayin ettiği bir
diğer şehir İranlıların eski başşehri Medain’dir. Hz. Ali buraya Sabit b. Kays
ez-Zaferî’yi vali tayin etmiştir. Muaviye dönemine kadar burada valiliğe devam
eden Sabit, Muaviye tarafından azledilip onun yerine Muğire b. Şube tayin
edilmiştir.[1376]
Yemen’e Sa’d b. Ubâde’nin oğlu ve Hz. Ali’nin
en büyük destekçilerinden olan Kays b. Sa’d’ın kardeşi Said b. Sa’d vali olarak
tayin edilmiştir.[1377] Said’in
burada ne kadar süre ile valilik yaptığına dair kaynaklarda bir bilgiye
ulaşamadık.
Hz. Ali döneminde Ensar’ın yönetimde söz sahibi
haline gelmesi Kureyş tarafından yadırganmıştır.[1378]
İÇ
KARIŞIKLIKLAR VE ENSAR
Hz. Osman’ın şehid edilip Hz. Ali’nin halife
seçilmesi üzerine Hz. Zübeyr ve Hz. Talha gibi ashabın önde gelenleri ile
Ümeyye oğulları ve daha önce orada bulunan Hz. Aişe Mekke’de toplandılar.
Aralarında yaptıkları istişare neticesinde Hz. Osman’ın kanını talep etmek
üzere harekete geçmeyi ve bu amaçla da kuvvetli oldukları Basra’ya giderek
asker toplamayı kararlaştırdılar. Bu konuda Hz. Osman dönemi Basra valisi
Abdullah b. Âmir de onlara malî yardımda bulundu.[1379]
Hz. Ali, Basra’ya Sehl b. Huneyf’in kardeşi
Osman b. Huneyf’i vali tayin etmişti.[1380] Onun
valiliği Talha ve Zübeyr’in Basra’ya gelmelerine kadar sorunsuz bir şekilde
devam etti. Cemel Ordusu Basra’ya ulaşınca Osman’dan şehri teslim etmesini
istedi. Ancak Osman’ın reddetmesi üzerine taraflar savaşmaya başladılar. İki
taraf bir müddet savaştıktan Osman b. Huneyf onlarla başa çıkamayacağını
anlayınca karşılıklı saldırmazlık hususunda yazılı bir metin üzerine sulh
gerçekleştirdiler. Anlaşmaya göre idare merkezi, mescid ve beytülmal Osman b.
Huneyf’te kalacaktı. Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve Hz. Aişe de Basra’da Hz. Ali
gelinceye kadar istedikleri yerde kalabileceklerdi. Bu şekilde Cemel ordusu zor
kullanarak Osman b. Huneyf’ in Basra’daki hâkimiyetine son verdi ve şehrin
yönetimini ele geçirdi.[1381]
Ancak bir süre sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in
ordusundan birileri Osman b. Huneyf’le yaptıkları anlaşmaya rağmen ona bir
takım işkencelerde bulundular. “Şayet aramızda sözleşme olmasaydı seni
öldürürdük. ” şeklindeki tehditlerine karşılık Osman da “Sehl b. Huneyf,
Ali’nin Medine’deki valisidir. Şayet Benî öldürürseniz o da Medine ’de Esed ve
Teym (Hz. Zübeyr ve Hz. Talha’nın kabileleri) kabilesinden hiç kimseyi
bırakmaz, öldürür” diyerek tamamen korunmasız olmadığını ifade etti. Hz.
Ali, Basra’ya gelinceye kadar Osman b. Huneyf bu durumda kaldı.[1382] Onun
hapsedildiği de söylenmiştir.[1383]
Brockelmann Cemel ordusunun Basra valisini “haince” katlettiğini ileri
sürmektedir. Ancak bu bir yanılgıdır. Kaynakların ittifakla belirttiğine göre o
zaman Basra valisi Osman b. Huneyf’ti ve o daha sonra Sıffin’de Hz. Ali’nin
yanında bulunmuştur.
Hz. Ali, Basra’daki durumu haber alınca daha
önce hazırlık yaptığı Şam seferini askıya alarak önce Basra üzerine yürümeye
karar verdi. Ancak bu yeni hedef Medinelilerin hoşuna gitmedi. Hz. Ali’ye tabi
olmakta ağır kaldılar. Bazı rivayetlerde nakledildiğine göre bu sefere Bedir
ehlinden sadece altı kişi katıldı.[1384] Ancak
tabakat ve rical kitaplarını tarayarak ulaşabildiğimiz isimler bundan çok daha
fazlasıdır. Ensar’dan Ebu Heysem b. Teyyihân, Ebu Katade el-Ensarî, Ziyad b.
Hanzala ile Huzeyme b. Sabit,[1385] Haccac b.
Gaziyye el-Ensârî,[1386] Bera b.
Azib ve kardeşi Ubeyd,[1387] Sabit b.
Kays,[1388] Ferve b.
Amr el-Beyâzî[1389] Cemel
savaşında Hz. Ali’nin yanında savaştıklarını tespit ettiğimiz
Ensarîlerdendirler. Bazı rivayetlere göre ise Ensar’dan 800 kişi Hz. Ali ile
beraber Medine’den hareket etmişlerdir.[1390]
Hz. Ali, Cemel savaşında Medine’de yerine vekil
olarak Ebu Hasen b. Abdiamr’ı bırakmıştır.[1391] İbn
Kesîr’e göre ise Temmam b. Abs’ı vekil tayin etmiştir.[1392] Yukarıda
geçen İbn Sa’d rivayetinde Hz. Talha ve Hz. Zübeyr Basra’ya geldikleri zaman
Osman b. Huneyf, Medine’de kardeşi Sehl b. Huneyf’in vali olduğunu belirterek
kendisine ilişecek bir zararın Medine’deki Esed ve Teym oğullarına
yansıyacağını belirtmiştir.[1393] Bu
rivayetten anlaşıldığına göre Medine’de vali Sehl b. Huneyf idi. İbn Esir de
Sehl b. Huneyf biyografisinde Cemel vakasında Hz. Ali’nin Sehl’i vekil
bıraktığını nakleder.[1394]
Basra yakınlarında gerçekleşen savaş, yoğun
olarak Hz. Aişe’nin bindiği devenin etrafında gerçekleştiği için “Cemel” (Deve)
savaşı olarak isimlendirilmiştir. Bu savaş sonunda her iki taraftan içlerinde
ashabın büyükleri ve Aşere-i Mübeşşere’den kabul edilen Zübeyr b. Avvam ile
Talha b. Ubeydullah olmak üzere pek çok Müslüman şehid düşmüştür.[1395]
Hz. Ali’nin galip ayrıldığı savaş,
Müslümanların aralarında yaptığı ilk savaş olmuş ancak son savaş olmamıştır. Bu
savaştan sonra Hz. Ali, Şam muhalefeti ile uğraşmaya başlamıştır.
HZ.
ALİ-MUAVİYE MÜCADELESİNDE ENSAR’IN TAVRI
Hz. Ali, Muaviye’ye gönderdiği bir mektupta
şuranın Muhacir ve Ensar’a ait olduğunu vurgulamıştır.[1396] Hz. Ali bu
görüşünü dinî ya da hukukî bir gerekçeye dayanarak söylüyor değildi. Ancak o
zamana kadar olan uygulama bu şekilde cereyan etmişti.[1397] Her ne
kadar Ensar’ın halife seçilmesinin önünde henüz Sakife toplantısında aşılmaz
engellerin olduğu belli olmuşsa da onlar her zaman danışılan ve istişare edilen
kimseler olmayı sürdürmüşlerdir. Bu nedenle Hz. Ali’nin onları şura ehli olarak
öne sürmesini, Ensar’ın da halife adaylarından biri olduğu şeklinde anlamamak
gerekmektedir. Burada Hz. Ali sadece Hz. Ebu Bekir’den beri devam eden siyasî
geleneğe işaret ederek iddiasına bir dayanak göstermiş olmaktadır.
Hz. Ali’nin bu iddialarına karşılık Muaviye,
Mekke ve Medinelilere yazdığı mektuplarda kendisini halife olarak öne sürmemiş,
halifenin Müslümanların şurasıyla seçileceğini ifade etmiş[1398] ve bu
görüşüyle Hz. Ali’nin halife seçilmesinden rahatsız olanları yanına çekmek
istemiştir.[1399] Aslında
Muaviye başından beri halife olmak istiyordu ama pekâlâ biliyordu ki bunu o
zaman ve şartlarda ortaya atarsa halkın kabulüne mazhar olamayacaktı.[1400] Bu
mektupların bir diğer amacı da Hz. Ali’nin her fırsatta Ensar ve Muhacirun’un
onayıyla halife olduğunu söylemesi nedeniyle ona karşı Ensar ve Muhacirlerden
bir destek bulma arzusuydu.[1401]
Basra’da gerçekleşen Cemel savaşı ile Hz. Ali
için cephelerden birisi kapanmış oluyordu. Ancak bu savaşın sonucu Şam muhalefetini
ikna etmemişti. Hz. Ali’nin gönderdiği elçiler Muaviye’den Hz. Ali’ye biat
etmesini istemişlerse de herhangi bir sonuç alamamış, üstelik Şamlıların savaş
hazırlığı yaptıklarını öğrenmişlerdir.[1402] Öteden
beri Muaviye, Cemel ashabına yardım etmeyerek onların hazırlıksız ve planlı bir
hareketten çok duygusal bir tepki sonucu oluşan bu ordunun emrine kuvvetlerini
vererek zayıflatmak istememişti.[1403] O, daha
çok Hz. Ali’nin Cemel ashabıyla yapılacak bir savaştan zayıf çıkmasını temenni
ediyordu. [1404]
Gelişmeler üzerine Hz. Ali taraftarlarına Şam
seferi için hazırlıklara başlamalarını istedi. Şam’a hareket etmek hususunda
muhacir ve Ensar’la istişare eden Hz. Ali’ye Muhacirler adına Haşim b. Utbe b.
Vakkas desteklerini ifade etti. Onun ardından Ensar’a görüşlerini soran Hz.
Ali’ye, Kays b. Sa’d b. Ubâde coşkulu bir konuşmayla Ensar’ın bu savaşa hazır
olduğunu ifade etti. Ebu Eyyub el-Ensarî, Huzeyme b. Sabit gibi Ensar’ın yaşlı
ileri gelenlerinin olduğu bir ortamda Sa’d’ın kalkıp bu konuşması yadırganmışsa
da o “içinde beslediği coşkudan böyle yaptığını, yoksa onların faziletlerini
kabul ettiğini” belirtmiştir. Bunun üzerine Sehl b. Huneyf kalkarak Ensar’ın
görüş ve bağlılıklarını Hz. Ali’ye ifade etmiştir.[1405] Hz. Ali
Sıffin’e giderken Kufe’de kendisine vekil olarak Ensar’dan Ebu Mesud
el-Bedrî’yi vekil olarak bıraktı.[1406] Ancak Ebu
Mesud’un insanları her iki tarafa da meyletmekten sakındırması nedeniyle Hz.
Ali tarafından azledildi. [1407]
Hz. Ali insanları kendi ordusuna katılmak için
zorlamamıştır. Bu nedenle onlara “Sîzlerden birisi bizimle beraber Muaviye
’ye karşı savaşmayı istemezse, atâsını (maaşını) alsın ve Deylemlilere[1408] karşı
savaşmaya gitsin”[1409]demiştir.
Bununla birlikte insanların kendisine katılmaları yönünde çağrılar da
yapmıştır. Örneğin Medine halkına kendisini desteklemeleri için bazı konuşmalar
yapmıştır. Zira Medine halkının görüşünü önemsiyordu. Muaviye’ye gönderdiği bir
heyete: “insanlar, Muhacir ve Ensar’la birliktedir. Bunlar, insanların
yönetim hususunda ve din işlerinde önde gelen şahsiyetlerdir. Bunlar benden
hoşnut olmuş ve bana biat etmişlerdir. Ben Muaviye gibi bu ümmete tahakküm
eden, birliği bozan bir kimseye halifeliği devretmeyi helal saymam” [1410]demiş ve
Muhacirlerin yanında Ensar’ı da zikrederek onların desteğine verdiği önemi
göstermiştir.
İki ordu Sıffin denilen yerde karşılaştı. Hz.
Ali ve Muaviye arasında elçiler aracılığıyla aylar süren görüşmeler yapıldı.[1411] Hz. Ali
Sıffin’e geldiğinde barış için bazı girişimlerde bulunmuş savaş meydanında
olmasına rağmen barış umudunu [1412] korumuştur.
Her iki taraf arasında elçiler gidip gelmiştir. Ancak bu girişimlerden herhangi
bir sonuç alınamamıştır.
Hz. Ali, diğer pek çok heyet dışında Beşir b.
Amr el-Ensarî, Said b. Kays ve Şebes b. Rib’i’den oluşan yeni bir heyeti barış
için gönderdi.[1413] [1414] Ancak
Muaviye ısrarla Hz. Osman’ın katillerinin teslim edilmeleri yahut
öldürülmelerini talep ediyordu. Bu istek de bütün görüşmeleri tıkıyor ve ortada
savaş dışında seçenek bırakmıyordu. Ashabdan Ebu’d-Derda da taraflar arasında
arabuluculuk yapmış ancak o da herhangi bir
neticeye ulaşamamıştır.
Bütün görüşmeler sonuçsuz kalınca iki ordu
savaş düzeni aldı. Hz. Ali’nin ordusundan Basralı süvarilerin başında Sehl b.
Huneyf,[1415] Basralı
piyadelerin başında da Kays b. Sa’d b. Ubâde bulunuyordu.[1416] Kufeli
süvarilerin başında Eşter en-Nehai, piyadelerin başında da Ammar b. Yasir
bulunuyordu.[1417]
Meydana gelen savaşta her iki taraftan binlerce
insan hayatını kaybetti. Muaviye ordusu yenilmeye yüz tutmuşken, Muaviye
tarafında yer alan Amr b. Âs’ın önerisiyle taraflar Kur’an’ın hakemliğine davet
edildi. Hz. Ali’nin istememesine rağmen barış yapıldı ve mesele hakemlere
bırakıldı.
Hakem olayından sonra Hz. Ali’nin ordusunda
çözülmeler başladı ve fraklıların Hz. Ali'ye olan itaatsizlikleri iyice artmaya
başladı. Muaviye tarafı ise konumunu güçlendirmiş ve Şamlıların kesin itaat ve
desteğini almıştı. Bu şartlar altında Muaviye Hz. Ali’ye bağlılıkların
bildirmiş olan bölgelere askerî birlikler sevk etmeye başladı. Bunlardan biri
de Numan b. Beşir el-Ensarî komutasında Aynu’t-Temr’e gönderilen ve 1000
süvariden oluşan birliktir.[1418]
Ensar, Sıffin’de genellikle Hz. Ali’nin yanında
yer almıştır. Tespit edebildiğimiz kadarıyla Ensar’ın büyüklerinden Hz. Ali
safında savaşanlar ya da ona destek verenler şunlardır[1419]: Sehl b.
Huneyf,[1420] Ebu Eyyub
el-Ensarî,[1421] Bera b.
Âzib ile kardeşi Ubeyd b. Azib,[1422] Üseyd b.
Sa’lebe,[1423] Beşir b.
Ebi Zeyd el-Ensarî ve kardeşi Vedaa b. Ebi Zeyd,[1424] Sabit b.
Kays[1425] Cebele b.
Amr b. Sa’lebe,[1426] Hâris b.
Hatib b. Amr,[1427] Haccac b.
Amr,[1428] Halid b.
Ebi Halid,[1429] Halid b.
Ebi Dücane,[1430] Halid b.
Velid el-Ensarî,[1431] Huzeyme b.
Sabit,[1432]Halife b.
Adiy,[1433] Rib’i b.
Amr,[1434] Rifaa b.
Râfi b. Mâlik , [1435] Zeyd b.
Erkam, [1436] Sa’d b.
Amr, [1437] Kays b.
Kays, [1438] Mesud b.
Evs,[1439] Abdullah
b. Ebu Talha,[1440] Havvat b.
Cübeyr,[1441] Meşhur
sahabi Hubab b. Münzir’in oğlu Cübeyr b. Hubab,[1442] Hâris b.
Hatib,[1443] Hâris b.
Numan b. Ümeyye,[1444]
Abdurrahman b. Hiraş el-Ensarî,[1445] Ubeydullah
b. Süheyl,[1446] Alâ b. Amr
el-Ensarî,[1447] el-Fâkih
b. Sa’d el- Hatmî,[1448] Kerame b.
Sabit el-Ensarî,[1449]Mes’ud b.
Evs,[1450] Yezîd b.
Huveyris,[1451] Yezîd b.
Tu’me el-Hatmî.[1452]
Ancak bunlar Hz. Ali-Muaviye anlaşmazlığında
Ensar’ın blok halinde Hz. Ali’yi desteklediği anlamına gelmemektedir. Ensar’dan
Numan b. Beşir ile Mesleme b. Muhalled Muaviye’nin yanında yer aldığı gibi[1453] Ubâde b.
Sâmit ve Ebu’d-Derda da Şam’da insanları Hz. Osman’ın kanını talep etme
konusunda teşvik etmişlerdir.[1454] Öte yandan
Hassan b. Sabit, Ka’b b. Mâlik, Ebu Said el-Hudrî, Muhammed b. Mesleme, Zeyd b.
Sabit, Râfi b. Hudeyc, Fedale b. Ubeyd ve Ka’b b. Ucre gibi Ensar ileri
gelenlerinden bazıları ise tarafsızlıklarını ilan etmişlerdi.[1455]
Muhammed b. Mesleme, iç karışıklıklar
şiddetlenince Rebeze’ye çekildi. Cemel ve Sıffin vakalarına katılmadı.[1456] Rebeze’de
kimliği bilinmeyen bir adamın onun evine girip onu öldürdüğü de rivayet
edilmiştir.[1457]
Hz. Osman’ın katlinden sonra olaylara
karışmayıp yalnızlığı seçen bir başka sahabi Seleme b. Amr b. El-Ekva’dır.
Resûlullah ile birlikte birçok gazveye katılan bu Ensarî de olaylar sonrası
Rebeze’ye çekilenlerdendir.[1458]
Savaşta taraf seçen Ensarîlerin büyük çoğunluğu
Hz. Ali’nin yanında yer almıştır. Bunun çeşitli sebeplerinin olduğu
düşünülebilir. Öncelikle Hz. Osman’ın siyasî uygulamaları diğer pek çok sahabi
gibi Ensar’dan da tepki görüyor, ona muhalefet ediyorlardı.[1459] Bu nedenle
ortaya çıkan bu kamplaşmada Ümeyye oğullarındansa Hz. Ali’nin yanında yer
almayı yeğliyorlardı. İkinci bir sebep Hz. Ebu Bekir döneminden beri yönetim
anlamında siyasî hayatın dışına itilen Ensar’ın özellikle Hz Osman döneminde
iyice yönetimden uzaklaşmaları sebebiyle Hz. Ali’ye destek vererek siyasî
hayatta yeniden var olma şansı bulduklarını düşünmüş olabilirler.[1460] Özellikle
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer döneminde katı bir muhalefet sergileyen ve her iki
halifeye de biat etmeyen Sa’d b. Ubâde’nin[1461] oğlu Kays
b. Sa’d bu dönemdeki aktifliği bu düşünceyi destekler niteliktedir.
Kanaatimizce her iki sebep de Ensar’ın tercihini etkilemiş olmakla beraber ağır
basan neden birinci nedendir. Zira Muaviye’nin iktidarının kesinleşmesi ile
aralarındaki buzların çözüldüğü söylenemez. Hatta oğlu Yezîd’in veliahtlığına
en çok
direnenler Medineliler olmuştur.[1462] Oysa ana
sebep iktidar olsaydı Medinelilerin tavrının sonraki dönemde farklı olması
beklenirdi.
HARİCİLERLE
MÜCADELE
Hz. Ali’nin arzusu hilafına yapılan tahkim
olayı kendilerine Hariciler denilen bir fırkanın ortaya çıkmasına yol açtı. Bu
fırka “Hüküm ancak Allah’ındır” cümlesini slogan yaparak hakem olayını kabul
eden herkesi küfürle itham ettiler. Hz. Ali’ye de tevbe etmesini aksi takdirde
kendisiyle savaşacaklarını bildirdiler. Hz. Ali onlarla görüşmek üzere Abdullah
b. Abbâs’ı gönderdi ve onları ikna etmesini istedi. Ancak Abdullah b. Abbâs
hiçbir şekilde onları ikna edemedi. Hz. Ali Nehrevan'da Haricilerle savaşmadan
önce de Ebu Eyyub el-Ensarî ile Kays b. Sa’d b. Ubâde’yi ayrı ayrı Haricilerle
görüşmek üzere elçi olarak gönderdi. Ancak Ebu Eyyub ve Kays’ın da çabaları
sonuç vermedi[1463] En sonunda
Hz. Ali bizzat gidip onlara öğüt verdi ve geri dönmelerini istedi. Ancak hiçbir
şey onları vazgeçirmiyordu[1464] Savaştan
başka çare olmadığı görülünce iki ordu savaş düzeni aldı. Hz. Ali Ebu Eyyub
el-Ensarî'ye Hariciler için bir eman bayrağı açmasını istedi ve şöyle
söylemesini emretti: “Kim bu bayrağın altına gelirse güvendedir. Kim buradan
ayrılarak Kufe’ye ve Medain'e giderse güvendedir. Bizim sizi öldürmeye
ihtiyacımız yoktur, ancak kardeşlerimizi öldürenleri bize teslim edin yeter.”
Bu sözler Hariciler üzerinde etkili olmuş ve önemli bir kısmı ordudan
ayrılmıştır.[1465]
Geri kalan yaklaşık 1000 kişilik harici ordusu
Hz. Ali ordusuna saldırmış ve büyük bir kısmı öldürülmüştür.[1466]
Bu savaşta Ensar’dan Hz. Ali’nin yanında 700
Medinelinin bulunduğu ve bunların komutanlığına Ebu Katade’nin getirildiği
rivayet edilmiştir.[1467]Nehrevan’da
Hz. Ali’nin yanında Ebu Eyyub el-Ensarî,[1468]Bera b.
Âzib ve kardeşi Ubeyd b. Azib,[1469] Kays b.
Sa’d, [1470] Sabit b.
Kays [1471] gibi bazı
Ensarîlerin yer aldığını kaynaklarda tespit edebildik.
SONUÇ
Evs ve Hazrec’in ataları, Yemen'den Arîm
selinden sonra V. yüzyılda Amr Müzeykıyâ b. Âmir'in önderliğinde Tihâme'ye,
oradan da Arabistan'ın kuzeyine göç edip zengin su kaynaklarıyla bilinen Yesrib
ve civarına yerleşti. Burada bir süre kendilerinden önce Medine’ye yerleşmiş
olan Yahudilere tabi olarak yaşadılar. Yahudilerle yaptıkları bir takım
savaştan sonra Medine’de söz sahibi konumuna yükseldiler. Ancak bir süre sonra
Evs ve Hazrec olarak kendi aralarında savaşmaya başladılar. Bu geçimsizlik ve
savaş hali m. 610 yılına kadar devam etti.
Medinelilerin İslâm’ı kabul etmeleri ve
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile Mekkeli Müslümanların Medine’ye
hicret etmesiyle Evs ve Hazrec kabilesi için “Ensar” ortak adıyla yeni bir
safha başlamıştır. Bu dönemde Mekke’den gelenler barındırılmış, dini, sosyal ve
iktisadî manada yeni bir birlik oluşturulmuştur. Bu yeni birlik Arapların
alışageldikleri kan bağı haricinde ortak bir manevî dinamikle kurulmuş, bunun
sonucunda da kabileden ümmete dönüşen bir toplumsal yapının ilk adımları
atılmıştı.
Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Medine’ye göç etmesi Müslümanların Mekke müşrikleriyle olan ilişkilerindeki
sorunları gidermemiş, aksine Mekkeliler, yeni birliği kendilerine meydan okuyan
bir siyasî güç olarak kabul etmişlerdir. Bu durum iki taraf arasında yapılacak
olan bir dizi savaşı kaçınılmaz kılmıştır. Bu savaşlarda Ensar yeni siyasî
birliğin nüfusça baskın unsuru olarak aktif rol almış, hatta bu savaşların
temel askerî gücünü oluşturmuştur. Ensar’ın bu savaşlarda genç İslâm devletine
verdiği destek bir süre sonra Kureyş’in kesin mağlubiyeti ve Mekke’ni fethini
sağlamakla kalmamış, Medine ve Arap yarımadasındaki Yahudi nüfuzunu da kırmıştır.
Ensar Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) döneminde askerî alanda olduğu kadar siyasî ve idarî alanda da son
derece etkin bir rol üstlenmiştir. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
pek çok kez onları Medine’de yönetici olarak tayin etmiş, ayrıca çeşitli
yerlere Devlet adına vergi memuru olarak göndermiştir. Bunun yanında
Medine’deki siyasî organizasyonda sürekli danışılan kişiler olmuşlar, Kâtiplik
gibi bazı müesseselerde yer almışlardır. Bu dönemde özellikle Hudeybiye
antlaşmasının getirdiği güven ortamında Arabistan’ın değişik bölgelerine
muallim olarak da gönderilmişlerdir.
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
vefatından sonra Müslümanlar halifenin kim olacağı konusunda kısa süren bir
anlaşmazlık yaşamışlardır. Buna göre Ensar, Medine’nin esas sahipleri ve İslâm
devletinin kurucularından biri olarak, İslâm için yapmış oldukları hizmetlerden
dolayı bu makama layık olduklarını düşünmüşlerdir. Ancak muhacirlerin ileri
sürdükleri görüşler ile Evs kabilesinin Muhacirlerden yana görüş beyan etmesi
hilafet meselesini Muhacirler lehine sonuçlandırmıştır. Bunun tabii bir
yansıması olarak Hz. Ebu Bekir döneminin ilk zamanlarında Evs kabilesinin
siyasî-idarî hayatta bir adım ileride olduklarını görmek mümkündür.
Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
vefatından sonra Ensar’ın siyasî olaylardaki etkinliği nisbeten azalırken bu
durum onların idareye küsmelerine yol açmamış, bilakis devlet hizmetlerinde
bulunmaya devam etmişlerdir. Ensar, Hz. Ebu Bekir’in kısa halifelik döneminde
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) zamanından beri yapmakta oldukları
idarî görevleri de yürütmeye devam etmişlerdir. Bilhassa muallimlik, kâtiplik
ve vergi amilliği görevlerini Ensarîler yerine getirmişlerdir. Bu dönemde
Ensar’dan Zeyd b. Sabit Kur’an’ın cem edilmesi gibi önemli bir görevi yerine
getirmiştir.
Hz. Ebu Bekir döneminde Ensar, askerî
faaliyetleri tıpkı Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) dönemindeki
gibi büyük bir iştiyakla gerçekleştirmişlerdir. Bu durumu özellikle İrtidat
hadiseleri ve Peygamberlik iddiasında bulunanlarla yapılan savaşlarda görmek
mümkündür. Yemame savaşında Ensar’dan şehid olan sahabilerin sayısının fazla
oluşu da bu duruma bir başka örnektir. İrtidat olayları bastırıldıktan sonra
fetih hareketlerine girişen Hz. Ebu Bekir bu girişiminde destek olmuşlar, gerek
İran gerekse de Bizans’a karşı girişilen savaşlarda ordulara katılmışlardır.
Hz. Ömer zamanında da Ensar aktif olarak göze
çarpmakta ancak bu dönemde fethedilen topraklar ve Müslümanlaşan nüfusun
artması onların etkinliklerinin nisbî olarak azalması sonucunu getirmiştir.
Yine de Ensar fetih hareketlerini büyük çapta katılımlarla katkıda bulunmaya
devam etmiştir. Yemame savaşına benzer bir şekilde İranlılarla yapılan köprü
savaşında Ensar büyük kayıplar vermiştir. Bu savaştan sonra Ensar’ın kitlesel
kayıplar verdiği başka bir savaş gerçekleşmemiştir.
Hz. Ömer Ensar’ı idarî işlerde yoğun bir
şekilde değerlendirmiş, hatta takip ettiği yönetim politikasının önemli bir
ayağını oluşturan Müfettişlik müessesesinin başına Ensarî Muhammed b.
Mesleme’yi getirmiştir. Muhammed b. Mesleme Hz. Ömer dönemi boyunca bu görevi
yürütmeye devam etmiştir. Aynı şekilde diğer pek çok idarî görev Ensar’ca
yürütülmeye devam etmiştir.
Ensar açısından Hz. Osman döneminin ilk altı
yılını selefleri gibi değerlendirmek mümkündür. Ancak bu dönemde Hz. Ömer
döneminde söz edilen nisbî azalmadan çok doğrudan bir azalmadan söz etmek
mümkündür. Bu dönemde Zeyd b. Sabit gibi birkaç Ensarî dışında devlet
yönetiminde görev alan Ensarîlerden söz etmek mümkün değildir. Yine de Hz.
Osman’ın yönetim politikasının sadece Ensar’a yönelik olduğu iddia edilemez.
Benî Ümeyye dışında kalan neredeyse bütün kabilelerin yönetimden
uzaklaştırılmaları diğer kabileler gibi Ensar’ın da Hz. Osman’a karşı bir
kırgınlık duymalarına yol açmıştır. Bu kırgınlık Hz. Osman’ın katledilişinde
bariz olarak hissedilmiştir.
Hz. Osman’ın katlinden sonra hilafete getirilen
Hz. Ali’nin hilafeti neredeyse tamamen iç sorunlarla boğuşmakla geçmiştir. Bu
dönemde meydan gelen iki büyük iç savaşta Ensar genel olarak Hz. Ali’den yana
tavır koymuştur. Cemel ve Sıffin savaşında pek çok Ensarî Hz. Ali’nin yanında
savaşmıştır.
Hz. Ali döneminde Ensar’ın valiliklere tayin
edilmeleri anlamında Hulefa-i Raşidin döneminin en aktif yıllarını yaşadıkları
söylenebilir. Medine, Basra, Şam, Yemen ve Mısır’a Ensarî valiler tayin
edilmiştir. Ancak Hz. Ali’nin yönetim politikasını neredeyse sadece
Haşimoğulları ve Ensar’a dayandırması daha sonra başka sorunlara yol açmıştır.
Kureyş’in diğer kolları bu durumu hoş karşılamamış ve bu, Muaviye’yi
güçlendiren bir sebep olmuştur.
EKLER
EK 1: İKİNCİ AKABE BİATİNDE BULUNAN ENSARÎLER
Akabe'de Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) biat eden 73 erkek ile iki kadının isimleri ve kabileleri şöyledir; [1472]
Evs b.
Hârise, b. Salebe, b. Amr, b. Âmirlerin Abdüleşhel oğullarından:
Üseyd b. Hudayr, Ebu'l-Heysem Mâlik b.
Teyyihân, Seleme b. Selame.[1473]
Hârise
b. Hâris, b.
Hazrec, b. Amr, b. Mâlik, b. Evs oğullarından:
Zuheyr b. Râfi',[1474] Ebu Bürde
b. Niyar, Nüheyr b. Heysem[1475].
Amr b.
Avf, b.
Mâlik, b. Evs oğullarından:
Sa'd b. Hayseme,[1476] Rifâa b.
Abdülmünzir,[1477] Abdullah
b. Cübeyr,[1478] Ma'n b.
Adiyy,[1479] Uveym b.
Sâide,
Hazrec b. Hârise, b. Salebe, b. Amr, b. Âmir,
b. Neccâr oğullarından:
Ebu Eyyub Halid b. Zeyd,[1480] Muâz b.
Hâris, Avf b. Hâris, Muavviz b. Hâris,[1481] Umare
b. Hazm,[1482] Es'ad b.
Zürâre.
Amr b. Mebzul, b. Âmir b. Mâlik b. Neccâr oğullarından:
Sehl b.Atik.579 580 581 [1483]
Amr b. Mâlik b. Neccâr oğullarından:
Evs b. Sabit,[1484] Ebu Talha.
Kays b. Ebi Sa'saa,[1485] Amr b.
Gaziyye.[1486]
Belharis b. Hazrec oğullarından:
Sa'd b. Rebi’, [1487] Hârice b.
Zeyd, [1488] Abdullah
b. Revaha, [1489] Beşir b.
Sa'd,[1490] Abdullah
b. Zeyd,[1491] Hallâd b.
Süveyd,[1492] Ukbe b.
Âmir.
Beyaza
b. Âmir b. Zurayk b. Abdi Hârise oğullarından:
Ziyad b. Lebid,590 591 [1493] Ferve b.
Amr,[1494] Halid b.
Kays.[1495]
Zurayk
b. Âmir b. Zurayk b. Abdi Hârise b. Mâlik b. Ğadb b. Cüşem b. Hazrec
oğullarından:
Râfi b. Mâlik, Zekvân b. Abdi Kays, Abbad b.
Kays,[1496] Hâris b.
Kays.[1497]
Selime
b. Sa'd, b. Ali
b. Esed b. Sâride b. Tezîd b. Cüşem b. Hazrec oğullarından:
Berâ’ b. Ma’rûr, Bişr b. Bera b. Ma'rur,[1498] Sinan b.
Sayfî,[1499] Tufeyl b.
Numan,[1500] Ma'kıl
b. Münzir,[1501] Yezîd b.
Münzir,[1502] Mesud b.
Yezîd,[1503] Dahhak b.
Hârise,[1504] Yezîd b.
Haram,[1505] Cebbar b.
Sahr,[1506] Tufeyl b.
Mâlik.[1507]
Sevad b. Ğanm b. Ka'b b. Selime oğullarından:
Ka'b b. Mâlik.
Ğanm b. Sevad b. Ka'b b. Selime oğullarından:
Süleym b. Amr,604 605 606 [1508] Kutbe b.
Âmir, Yezîd b. Âmir,[1509]
Ebu'l-Yeser Ka'b b. Amr b. Abbad[1510], Sayfî b.
Sevad (Esved).[1511]
Nabi b. Amr b. Sevad b. Ğanm b. Ka'b b. Selime
oğullarından:
Salebe b. Ganeme,[1512] Amr b.
Ganeme,[1513] Abs Âmir,[1514] Abdullah
b. Üneys,[1515] Halid
b. Amr[1516]
Haram b. Ka'b b. Ğanm b. Ka'b b. Selime
oğullarından:
Abdullah b. Amr b. Haram,[1517] Câbir b.
Abdullah b. Amr,[1518] Muâz b.
Amr b. Cemuh,[1519] Sabit b.
Ciz',[1520] Umeyr b.
Hâris,[1521] Hadîc b.
Selime, Muâz b. Cebel.[1522]
Ubâde b. Sâmit, Abbâs b. Ubâde, Ebu Abdurrahman
Yezîd b. Salebe, Amr b. Hâris,617 618 619 620 621 [1523]
Sâlim b. Ğanm b. Avf b. Hazrec oğullarından:
Rifaa b. Amr,[1524] Ukbe b.
Vehb.[1525]
Sâide b. Ka'b, b. Hazrec oğullarından:
Sa'd b. Ubâde,[1526] Münzir b.
Amr[1527]
Mazin b. Neccâr oğulları kadınlarından:
Ümmü Umare Nesibe bt. Ka'b,
Selime oğulları kadınlarından:
Ümmü Meni Esma bt. Amr.
EK-2: ENSARIN AKTİF ROL ALDIĞI SERİYYELER[§§§§§§§§§§§§§§§§§§§§§§]
Tarih |
Seriyye
Adı |
Komutan |
Asker
Sayısı |
Şehidler |
|
1 |
Ramazan 2 / Mart 624 |
Asmâ bt. Mervan'ın Öldürülmesi |
Umeyr b. Adî el-Hatmi |
1 |
0 |
2 |
Şevval 2 / Mart Nisan 624 |
Ebu Afek'in Öldürülmesi |
Sâlim b. Umeyr |
1 |
0 |
3 |
Rebiülevvel 3 / Eylül 624 |
Ka'b b. Eşrefin Öldürülmesi |
Muhammed b. Mesleme |
5 |
0 |
4 |
15 Rebiülevvel 3 / 4 Eylül 624 |
İbn Süneyne'nin Öldürülmesi |
Muhayyesa b. Mes'ud |
1 |
0 |
5 |
Muharrem 4 / Haziran 625 |
Süfyan b. Halid'in Öldürülmesi |
Abdullah b. Üneys |
1 |
0 |
6 |
Safer 4 / Temmuz 625 |
Bi'r-i Maune Olayı |
Münzir b. Amr |
40-70 |
39-69 |
7 |
Safer 4 / Temmuz 625 |
Reci Vakası |
Asım b. Sabit |
6-10 |
6-10 |
8 |
Muharrem 6 / Haziran 627 |
Kurata Seriyyesi |
Muhammed b. Mesleme |
30 |
0 |
9 |
Rebiülahir 6 / Ağustos 627 |
Zülkassa Seriyyesi |
Muhammed b. Mesleme |
10 |
9 |
10 |
Ramazan 6 / Şubat 628 |
Sellam b. Hukayk'ın Öldürülmesi |
Abdullah b. Atik |
4-5 |
0 |
11 |
Şevval 6 / Şubat-Mart 628 |
Üseyr b. Zarim'in Öldürülmesi |
Abdullah b. Revaha |
30 |
0 |
12 |
Zilkade 6 / Mart 628 |
Hudeybiye Seriyyesi |
Abbad b. Bişr |
20 |
0 |
13 |
Safer- Rebiülevvel 7 / Haziran Temmuz 628 |
Hayber Seriyyesi |
Abbad b. Bişr |
|
0 |
14 |
Şaban 7 / Aralık 628 |
Fedek Seriyyesi |
Beşir b. Sa'd |
30 |
28 |
15 |
Şevval 7 / Şubat 629 |
Yümn ve Cinab Seriyyesi |
Beşir b. Sa'd |
300 |
0 |
16 |
Şaban 8 / Kasım-Aralık 629 |
Hadıra Seriyyesi |
Ebu Katade el-Ensarî |
16 |
0 |
17 |
Şaban 8 / Aralık 629 |
Rifaa b. Kays'ın Öldürülmesi |
Abdullah b. Ebi Hadred |
3 |
0 |
18 |
Ramazan 8 / Aralık-Ocak 630 |
Batn-ı İdam Seriyyesi |
Ebu Katade el-Ensarî |
8 |
0 |
19 |
Ramazan 8 / Ocak 630 |
Menat Putunun İmha Edilmesi |
Sa'd b. Zeyd el-Eşhelî |
20 |
0 |
20 |
Zilkade 8 / Mart 630 |
Benî Suda' Seriyyesi |
Kays b. Sa'd b. Ubâde |
400 |
0 |
A’ZAMİ, Mustafa, “Ümmi Peygamber Divanı
(Arşivi) ve Kâtipleri”, trc. Durak Pusmaz, Diyanet İlmi Dergi, Cilt-29,
Sayı-3, Ankara-1993.
ABDULĞANİ, Muhammed İlyas, Büyûtu's-Sahabe,
Medine-1999.
AHMED b. Hanbel, Ebu Abdillah, Müsned,
I-VI, Beyrut-ts.
AKBULUT, Ahmet, Sahabe Devri Siyasî
Hadiselerinin Kelami Problemlere Etkileri, Birleşik Yayıncılık,
İstanbul-1992.
ALGÜL, Hüseyin, “Akabe, Hicret ve
Getirdikleri”, 81, Diyanet Dergisi Hicret Özel Sayısı, 1981.
ALGÜL, Hüseyin, “Ebu Eyyub el-Ensarî”, DİA,
İstanbul-1994, X.
ALGÜL, Hüseyin, “Ezd”, DİA,
İstanbul-1995, XII.
ALGÜL, Hüseyin, “Gazve”, DİA,
İstanbul-1996, XIII.
ALGÜL, Hüseyin, “Hadramut”, DİA,
İstanbul-1997, XV.
ALGÜL, Hüseyin, İslâm Tarihi, I-IV,
Gonca yayınevi, İstanbul-1991.
ÂLÛSÎ, Muhammed Şükrî, Bulûğu’l-Ereb fi
Marifeti Ahvâli’l-Arab, I-III, Daru’l- Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut-ts.
APAK, Adem, Anahatlarıyla İslâm Öncesi Arap
Tarihi ve Kültürü, Ensar Neşriyat, İstanbul-2012
APAK, Adem, Asabiyet ve Erken Dönem İslâm
Siyasî Tarihindeki Etkileri, Düşünce Kitapevi, İstanbul-2004.
APAK, Adem, Anahatlarıyla İslâm Tarihi,
I-IV, Ensar Neşriyat, İstanbul-2006.
ARAFAT, Velid, Divânu Hassan b. Sabit,
Daru’s-Sadır, I-II, Beyrut-1974.
ARDAKOÇ, M. Kamran (Der.), Hilafet Meselesi,
İstanbul-1955.
ATAR, Fahrettin, İslam Adliye Teşkilatı
Ortaya Çıkışı ve İşleyişi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,
Ankara-1979.
ATEŞ, Ali Osman, İslâm’a Göre Cahiliye ve
Ehl-i Kitab Örf ve Adetleri, Beyan, İstanbul-1996.
AVCI, Casim, “Hilafet”, DİA, XVII,
İstanbul-1998.
AVCI, Casim, “Kaynuka (Benî Kaynuka)”, DİA,
, XXV, Ankara-2002.
AYCAN, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye
Bin Ebi Süfyan, Ankara Okulu
Y ayınları, Ankara-2001.
AYDIN, Hidayet, İslâm’da Hilafet Var mıdır? Altınok
Mat., Ankara-1971.
AYDIN, M. Akif, “İstihlaf”, DİA, XXIII,
İstanbul-2001.
AYDIN, Mustafa, İslâm’ın Tarih Sosyolojisi İlk
Dönem İslâm Toplumunun Şekillenişi, Pınar Yayınları, İstanbul-2001.
AYDINLI, Abdullah “Ebu’d-Derda”, DİA, X
İstanbul-1994.
AYDINLI, Abdullah, “Asım b. Adiy”, DİA,
III, İstanbul-1991.
AZİMLİ, Mehmet, Halifelik Tarihine Giriş, Öykü
Kitabevi, Konya-2005.
AZİMLİ, Mehmet, Siyeri Farklı Okumak II,
Ankara Okulu Yayınları, Ankara-2009.
BABANZADE Mustafa Zihni Paşa - Sadık Albayrak, Hilafet
ve Halifesiz Müslümanlar, Medrese Yayınları, İstanbul-1980.
BAKIR, Abulhalik, İdarî ve İktisadî Yönden
Hz. Ali Dönemi, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara-1990.
BAKKAL, Ali “Ebu Bekir’in Halife Seçilmesinde
“İmamlar Kureyş’tendir” Hadisinin Rolü Üzerine”, İSTEM, yıl: 3 sy. 6,
Konya-2006.
BALCI, İsrafil, Hz. Ömer Döneminde Diplomasi,
Ankara Okulu Yayınları, Ankara- 2007.
BALCI, İsrafil, İlk İslâm Fetihleri
Savaş-Barış İlişkileri, Pınar Yayınları, İstanbul- 2011.
BARTHOLD, Wilhelm, İslâm Medeniyeti Tarihi,
trc. M. Fuad Köprülü, TTK Basımevi, Ankara-1963.
BAŞ, Eyüp, İslâm’ın ilk Döneminde Müslüman
Yahudi İlişkileri, Gökkubbe yayınları, İstanbul-2004.
BAŞARAN, Selman, “Amr b. Hazm”, DİA, III
İstanbul-1991.
BAŞÜMEYL, Muhammed Ahmed, el-Kadisiyye ve
Maariku’l-Irak, Daru’t-Türas, Kahire-ts.
BEDR, Abdulbasıt, et-Tarihu’ş-Şamil
li’l-Medineti’l-Münevvere, I-II, Medine -1993.
BELÂZÜRÎ, Ebu’l-Abbâs Ahmed b. Yahya b. Câbir, Ensâbu’l-Eşrâf,
I-XIII, Daru’l- Fikr, Beyrut-1996.
BELÂZÜRÎ, Ebu’l-Abbâs, Ahmed b. Yahya b. Câbir,
Fütûhu’l-Büldân, Müessesetül’l-Maarif, Beyrut-1987.
BERKÛKÎ, Abdurrahman, Şerhu Divânu Hassan b.
Sabit, el-Matbaatü’r- Rahmaniyye, Mısır-1929.
BEYHAKÎ, Ebu Bekr Ahmed b. Hüseyin b. Ali, es-Sünenü’l-Kübra,
I-X, Haydarabad- h. 1344- 1355.
BEYHAKÎ, Ebu Bekir Ahmed b. Huseyn b. Ali, Delâilu’n-Nübüvve,
I-VII, Daru’l- Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut- h. 1405.
BİLGE, Mustafa L. “Necran”, DİA, Ankara-2006,
XXXII.
BOZARSLAN, Mehmet Emin, Hilafet ve
Ümmetçilik Sorunu, Ant Yayınları, 1969.
BOZKURT, Nebi-Küçükaşçı, Mustafa Sabri,
“Medine”, DİA, XXIX, Ankara-2004.
BOZKURT, Nebi-Küçükaşçı, Mustafa, “Mekke”, DİA,
XXVIII Ankara-2003.
BROCKELMANN, Carl, İslâm Ulusları ve
Devletleri Tarihi, Terc Neşet Çağatay, Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Ankara-2002.
BRUTZKUS, Julius, "The Khazar Origin of
Ancient Kiev", Slavonic and East European Review, XXII, s. 112.
BUHÂRI, Muhammed b. İsmail, Sahih-i Buhârî,
Daru’l-Erkam b. Ebi’l-Erkam, Beyrut-ts.
BULAÇ, Ali, “Bir Arada Yaşama Projesi: Medine
Vesikası” Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm, I-IV ed. Vecdi Akyüz,
IV, Beyan Yayınları, İstanbul-2006, ss. 105-119.
BURSALI, Mustafa Necati, Hilafet ve
Halifeler, Türdav, İstanbul-1982
BUZPINAR, Şit Tufan, “Nakîbüleşraf’, DİA,
XXXII, Ankara-2006.
CABİRİ, Muhammed Abid, İslâm’da Siyasal Akıl,
Kitabevi Yayınları, İstanbul-1997.
CANAN, İbrahim, “Enes b. Mâlik ”, DİA,
XI, İstanbul-1995.
CANİKLİ, İlyas, Hilâfet Kavramıyla İlgili
Hadislerin Tetkiki, basılmamış doktora tezi, Ankara-2004.
Cevad Ali, el-Mufassal fi Tarihi’l-Arab
Kable’l-İslâm, I- X, Beyrut-1993
CEVDET Paşa, Ahmet, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye,
İstanbul-h. 1300.
CUMAHÎ, Muhammed b. Sellam Tabakâtu’ş-Şuara,
Beyrut-2001.
ÇAĞATAY, Neş’et, İslâm’dan Önce Arap Tarihi
ve Cahiliye Çağı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları,
Ankara-1957.
ÇAKAN, İsmail L., “Abdullah b. Zeyd b. Asım”, DİA,
I, İstanbul- 1988.
ÇAKAN, İsmail L., “Bera b. Âzib”, DİA,
V, İstanbul- 1992.
ÇAKAN, İsmail L., “Ebu Hasme el-Ensarî”, , DİA,
X, İstanbul-1994.
ÇAKAN, İsmail, L., “Abdullah b. Üneys
el-Cüheni”, DİA, I, İstanbul-1988.
ÇELİKKOL, Yaşar, “Cahiliye Döneminde Yesrib’in
Etnik Yapısı”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, XV, sy. I,
319-346, Elazığ-2005.
ÇUBUKÇU, Asrî, “Ebu Dücane”, DİA, X,
İstanbul-1992.
ÇUBUKÇU, Asri, “Ebu Lübabe el-Ensarî” DİA ,
X, İstanbul-1994,.
ÇUBUKÇU, Asrî, “Ebu Ubeyd es-Sakafî”, DİA,
X, İstanbul-1994.
DAVUDOĞLU, Ahmed, Sahîh-i Müslim Tercemesi
ve Şerhi, I-XI, Sönmez Neşriyat, İstanbul-1978.
DEMİRCAN, Adnan, Ali-Muaviye Kavgası,
Beyan Yayınları, İstanbul-2002.
DEMİRCİ, Mustafa,“Sevad”, DİA, XXXVI,
İstanbul-2009.
DENEK, Tuba, İbn Haldun’un Mukaddimesine
Göre İslâm Kurumları Tarihi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Şanlıurfa-2007.
DINEVERÎ, Ebu Hanife Ahmed b. Davud, el-Ahbâru’t-Tıvâl,
Daru İhyau’l-Kütübi’l- Arabi, Kahire-1960.
DURSUN, Davut, İslâm’ın İlk Döneminde
Siyasal Katılma, Beyan Yayınları, İstanbul-1983.
EBU DAVUD, Süleyman b. El-Eş’as, Sünenu Ebu
Davud, Daru İbn Hazm, Daru’l- Muğni, I-V, Beyrut-1997.
ENDELÜSÎ, Ahmed b. Muhammed b. Abdirabbih, Ikdu’l-Ferîd,
I-IX, Daru’l- Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut-1983.
ERDEM, Sargon-Kılıç, Hulusi, “Abdullah b.
Revaha”, DİA, I, İstanbul-1988.
EREN, Şadi, Kur’an’ın Işığında Cihad ve Savaş,
Nesil Yayınları, İstanbul-1996.
ERKAL, Mehmet “Âmil”, DİA, III,
İstanbul-1991.
ER-RÂZÎ, Ebu Bekir Muhammed b. Şemseddin, Muhtâru’s-Sıhah,
Daru’l-Feyha, Şam-2010.
el-HUDARÎ, Muhammed, Doğuştan Günümüze Büyük
İslâm Tarihi, Çağ Yayınları, I-XV, İstanbul-1986.
FAYDA, Mustafa, “Cerib” DİA, VII,
İstanbul-1993.
FAYDA, Mustafa, Allah’ın Kılıcı Halid b.
Velid, Marmara İlahiyat Vakfı Yayınları, İstanbul-2006.
FERRA, Ebu Ya’la Muhammed b. Hüseyin, Ahkâmu’s-Sultâniyye,
Daru’l-Kütübü’l- İlmiyye, Beyrut-2000.
FIĞLALI, Ethem Ruhi, “Hariciliğin Doğuşuna
Tesir Eden Bazı Sebepler”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
XX, Ankara 1975, ss. 219-248.
FİRUZÂBÂDÎ, Muhammed b. Yakub, Kamusu’l-Muhit,
Daru’l-Ma’rife, Beyrut- 2009.
GADBAN, Münir Muhammed, Nebevi Hareket Metodu,
Nehir Yayınları, İstanbul- 1998.
GOİTEİN, S.D., Yahudiler ve Araplar Çağlar
Boyu İlişkileri, çev. Nuh Aslantaş- Emine Buket Sağlam, İstanbul-2004.
GÜLER, Zekeriya, “Umeyr b. Adiy”, DİA,
XLII, İstanbul-2012.
ĞADBAN, Yasin, el-Fikru’s-Siyasî İnde’l-Ensar
s. 6, basılmamış doktora tezi, Jamshoro, Pakistan-1993.
HALEBÎ, İmam Ali b. Burhaneddin, İnsânu’l-Uyûn
fi Sireti’l-Emîni’l-Me’mûn, I-III, Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut-2006.
HALİFE b. Hayyat, Ebu Amr, Tarihu Halîfe b.
Hayyât, Daru’t-Taybe, Riyad-1985.
HAMEVÎ, Yakut b. Abdullah, Mu’cemü’l-Büldân,
I-V, Daru’s-Sadır, Beyrut-1977.
HAMİDULLAH, Muhammed, “ Hudeybiye Antlaşması”, DİA,
XVIII, İstanbul-1998.
HAMİDULLAH, Muhammed, “Medine’de Sosyo-Ekonomik
Hayat”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm, Beyan Yayınları, I-IV,
İstanbul-2006.
HAMİDULLAH, Muhammed, el-Vesâiku’s-Siyasîyye
Hz. Peygamber Döneminin Siyasî-İdarî Belgeleri, trc. Vecdi Akyüz, Kitabevi
Yayınları, ts.
HAMİDULLAH, Muhammed, Hz. Peygamber’in
Savaşları, Yeni Şafak Gazetesi Kültür Armağanı, İstanbul-2003.
HAMİDULLAH, Muhammed, İslâm Peygamberi,
Yeni Şafak Gazetesi Yayınları, Ankara-2003.
HAMİDULLAH, Muhammed, Mecmuatu
el-Vesaiku’s-Siyasîyye, Daru’n-Nefais, Beyrut-1985.
HATİBOĞLU, Mehmed Said, Hilafetin
Kureyşiliği İslâm’da İlk Siyasî Kavmiyetçilik, Kitabiyat yayınları,
Ankara-2005.
HAVVA, Said, el-Esas fi’s-Sünne, Hikmet
Neşriyat, İstanbul-ts.
HİTTİ, Philip K. Siyâsî ve Kültürel İslâm
Tarihi, trc. Salih Tuğ, I-IV, İFAV, İstanbul- 1995.
HONİGMANN, E., “Yermuk”, İA, , XIII ,
MEB Devlet Kitapları, Eskişehir-1997.
İBN ABDİLBER, Ebu Amr Yusuf b. Abdullah, el-İstiâb
fi Marifeti’l-Ashab, I- IV, Daru’l- Cil, Beyrut-1992.
İBN ASÂKİR, Ebu’l-Kasım ali b. Hasan, Tarihu
Dımeşk, Daru’l-Fikr, Şam-1995, I- LXXX.
İBN HABİB, Ebu Ca’fer Muhammed, el-Muhabber,
Daru’l-Afaki’l-Cedide, Beyrut-ts.
İBN HACER EL-ASKALANÎ, Ahmed b. Ali, Tehzîbu’t-Tehzîb,
I-XII, Matbaatü Dairetu’l-Maarifi’n-Nizamiyye, Hindistan-h. 1326.
İBN HACER EL-ASKALANÎ, Ahmed b. Ali, el-İsâbe
fi Temyizi’s-Sahabe, I-XIV, Merkezu Hicr li’l-Buhus, Kahire- 2008.
İBN HACER EL-ASKALANÎ, Ahmed b. Ali, Fethu’l-Bâri,
I-XIII, el-Mektebetü’s- Selefiyye, ts.
İBN HALDUN, Ebu Zeyd Veliyyüddin Abdurrahman b.
Muhammed, Mukaddime, IV, Beytü'l-Fünun ve'l-Ulum ve'l-Adab,
Daru’l-Beyza (Kazablanka)-2005.
İBN HAZM, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed b. Said, Cemheretü’l-Ensâb,
Daru’l- Maarif, Kahire ts.
İBN HİBBAN, Muhammed b. Ahmed et-Temîmî, es-Sikât,
I-IX, Dairetü’l- Maarifi’l- Osmaniyye, Haydarabad-1973.
İBN HİŞÂM, Ebu Muhammed Abdülmelik, Sîretü’n-Nebi,
I-V, Daru’s-Sahabeti li’t- Turas bi Tanta, Tanta-1995.
İBN HİŞAM, Ebu Muhammed Abdülmelik, İslâm
Tarihi, trc. Hasan Ege, Kahraman Yayınları, I-IV, İstanbul-2006.
İBN İSHÂK, Muhammed, es-Siretü’n-Nebeviyye,
I-II, Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut-2004.
İBN KESİR, Ebu’l-Fida İsmail, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azîm,
Müessesetü Kurtuba, I-XV, Kahire-2000.
İBN KESİR, Hafız İmaduddin Ebu’l-Fida İsmail b.
Ömer, El-Bidâye ve’n-Nihâye, I- XI, Daru’l-Hicr, Giza-1997.
İBN KUTEYBE, Abdullah b. Müslim, el-İmâme
ve’s-Siyâse, Matbaatü’n-Nil, Mısır- 1904.
İBN KUTEYBE, Abdullah b. Müslim, eş-Şi’r
ve’ş-Şu’arâ I-II, Daru’l-Maarif, Kahire- 1958.
İBN MANZUR, Muhammed b. Mükerrem, Lisanü’l-Arab,
Daru’s-Sadır, I- XV, Beyrut-ts.
İBN SA’D, Muhammed, Kitabu’t-Tabakâtü’l-Kübra,
I-XI, Mektebetü’l-Hanci, Kahire-2001.
İBN SEYYİDİ’N-NAS, Muhammed, Uyûnu’l-Eser Fi
Fünûnü’l-Meğâzi ve’ş-Şemail ve’s-Siyer, Daru’l-İbni Kesir, Şam-ts. I-II.
İBN ŞEBBE, Ebu Zeyd Ömer, Tarihu’l-Medineti’l-Münevvere,
I-IV, Mekke 1979.
İBN ZEBALE, Muhammed b. Hasan, Ahbâru’l-Medine,
Merkezu Buhus ve Dirasati’l- Medineti’l-Münevvere Medine-2003.
İBNÜ’L-ESÎR, İzzeddin Ebu’l-Hasan Ali b.
Muhammed el-Kâmil fi’t-Tarih, I-X, Daru’ l-Kütübü ’l-İlmiyye, B
eyrut-1987.
İBNÜ’L-ESİR, İzzeddin Ebu’l-Hasan Ali b.
Muhammed, Üsdü’l-Ğâbe fi Ma’rifeti’s- Sahabe, I-VIII,
Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut-1994 .
İBNÜ’L-KELBÎ, Ebu’l-Münzir Hişâm b. Muhammed b.
Saib el-Kelbî, Kitabu’l- Asnâm, Daru’l-Kütübü’l-Mısriyye, Kahire-1995.
İBNÜ'L-CEVZÎ, el-Muntazam fi Tarihi'l-Mülûk
ve'l-Ümem, I-XIX, Daru’l- Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut 1992.
İLHAN, Avni, Amidî’de İmamet Nazariyesi,
Basılmamış Doktora Tezi, İzmir-1982.
İPŞİRLİ, Mehmet, “Elçi” DİA,
İstanbul-1995, XI.
KALKAŞANDÎ, Ebî’l-Abbâs Ahmed Subhu’l-A’şâ
fi Sinaâti’l-İnşâ, Daru’l-Kütübü’l- Hidiviyye, I-XIV, Kahire-1914.
KALLEK, Cengiz, “Miskal”, DİA, İstanbul-2005,
XXX.
KANDEMİR, M. Yaşar, “Ebu Talha el-Ensarî”, DİA,
İstanbul-1994, X.
KANDEMİR, Yaşar, “Beşir b. Sa’d”, DİA,
İstanbul-1992, VI.
KANDEMİR, Yaşar, “Ebu Katade” DİA,
İstanbul-1994, X.
KARDAVÎ, Yusuf, Sünneti Anlamada Yöntem,
trc. Bünyamin Erul, Rey Yayınları, Kayseri-1998.
KEHHALE, Ömer Rıza, Mu’cemu Kabâili’l-Arab
el-Kadîme ve’l-Hadîse, I-V, Müessesetü’r-Risale, Beyrut-1997.
KİNDÎ, Ebu Ömer Muhammed b. Yusuf, Kitabu’l-Vulât
ve’l-Kudât fi’l-Mısr, Matbaati’l-Aba, Beyrut-1908.
KOÇYİGİT, Tahsin, İslâm Tarihinin İlk
Yıllarında İskân, Basılmamış Doktora tezi, İzmir-2006.
KOÇYİĞİT, Talat, “Abdullah b. Abdullah b. Übey
b. Selül”, DİA, İstanbul-1988, I.
KÖTEN, Akif, “Abdullah b. Ebu Talha”, DİA,
İstanbul-1988.
KÜÇÜK, Raşit, “Abbad b. Bişr”, DİA,
İstanbul-1988, I.
KÜÇÜKASÇI, Mustafa Sabri, Cahiliye’den
Emevilerin Sonuna Kadar Haremeyn, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul-1999.
KÜÇÜKAŞÇI, Mustafa Sabri, “Harre”, DİA,
İstanbul-1997, XVI.
KÜÇÜKAŞÇI, Mustafa Sabri; “Kâtip” DİA, Ankara-2002,
XXV.
KÜLA’Î, Ebu’r-Rebî Süleyman b. Musa, el-Hilafetü’r-Râşide
ve’l-Butûletü’l-Hâlide fi Hurûbu’r-Ridde, Kahire-1979.
MAHMUDOV, Elşad, “Sîfulbahr Seriyyesi”, DİA,
İstanbul-2009, XXXVII.
MAHMUDOV, Elşad, Sebepleri ve Sonuçları
Açısından Hz. Peygamber’in Savaşları, İsam Yayınları İstanbul-2010.
MAKRÎZÎ, Takiyyüddin Ahmed b. Ali, İmtâu’l-Esmâ,
Daru’l-Kütübü’l İlmiyye, Beyrut-1999.
MAVERDÎ, Ebi’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib, Ahkâmu’s-Sultâniyye,
Mektebetü Daru İbn Kuteybe, Kuveyt-1989.
MECLİSÎ, Muhammed Bakır, Bihâru’l-Envâr
el-Camiatu li Düreri Ahbari’l- Eimmeti’l-Athâr, Daru İhyau Turasi’l-Arabi,
Beyrut- 1983.
MES’ÛDÎ, Ebu’l-Hasan, Ali b. Hüseyin b. Ali, Mürûcü’z-Zeheb,
Mektebetü’l- Asriyye, I-IV, Beyrut- 2005.
MEVDUDİ, Ebu.l-A.la, Hilafet ve Saltanat,
Çev.: A. Genceli, 2. B., İstanbul-1980.
MEVDUDİ, Ebu’l-Ala, Tarih boyunca Tevhid
Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı, Pınar Yayınları, I-III,
İstanbul-1992.
MEVDUDÎ, Ebu’l-Ala, Tefhimu’l-Kur’an,
I- VII, İnsan Yayınları, İstanbul-2002.
MİNKARÎ, Nasr b. Müzahim, Vak’atu Sıffîn,
Daru’l-Cîl, Beyrut- 1990.
NEVEVÎ, Ebu Zekeriyya Muhyiddin Yahya b. Şeref,
Sahih-i Müslim bi Şerhi Nevevî, I-XVIII, Müessesetü Kurtuba, 1994.
OKİÇ, M. Tayyib “İslâmiyette İlk Nüfus Sayımı”,
AÜİFD, sayı VII. Ankara 1958-59, ss.11-19.
ÖNKAL, Ahmet “Bera b. Mâlik ”, DİA,
İstanbul- 1992, V.
ÖNKAL, Ahmet, “Akabe Biatleri” DİA,
İstanbul-1991, II.
ÖNKAL, Ahmet, “Müseylimetü’l-Kezzab”, DİA,
Ankara-2006, XXXII.
ÖZAYDIN, Abdülkerim, “Aynu’l-Verde Savaşı”, DİA,
İstanbul-1991, IV.
ÖZDEMİR, Serdar, “Seriyye”, DİA,
İstanbul-2009, XXXVI.
ÖZDEMİR, Serdar, Hz. Peygamber’in
Seriyyeleri, Rağbet Yayınları, İstanbul-2001.
ÖZKAN, Mustafa, Medine Vesikası,
Basılmamış Yüksek Lisans tezi, Ankara-2002.
ÖZKUYUMCU, Nadir “İfrikıyye”, DİA, XXI,
515, İstanbul-2000.
ÖZKUYUMCU, Nadir, Mısır ve Kuzey Afrika’nın
Müslümanlar Tarafından Fethi, Kültür Bakanlığı Yayınlar Genel müdürlüğü,
Manisa-2007.
ÖZTÜRK, Hayrettin, Ebedi Mucize Kur’an
Yazılması ve Toplanması, Ensar Neşriyat, İstanbul-2011.
SARIÇAM, İbrahim, Hz. Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) ve Evrensel Mesajı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,
Ankara-2005.
SARIÇAM, İbrahim, İslâm Öncesinden
Abbâsilere Kadar Emevî-Haşimî İlişkileri, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
Ankara-2011.
SERAHSÎ, Muhammed b. Ahmed, Şerhu Kitabi’s-Siyeri’l-Kebîr,
Daru’l-Kütübü’l- İlmiyye, Beyrut-1997.
SÖYLEMEZ, Mahfuz, “Vâsıt Kentinin Kuruluşu Ve
İlk Sakinleri Üzerine”, Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2002/2.
SUYÛTÎ, Ebu"l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân
b. Ebî Bekr, ed-Dîbâc ala Sahih-i Müslim b. Haccac, I-VI, Daru İbn
Affan, Hubar-1996.
SÜHEYLÎ, Abdurrahman b. Abdullah b. Ahmed, “Ravdü’l-Ünf
fi Tefsiri Sireti’n- Nebeviyyeti li İbni Hişâm”, Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye,
I-IV, Beyrut-ts.
ŞAHYAR, Ataullah, “Muhammed b. Mesleme”, DİA,
İstanbul-2005, XXX.
ŞAMİ, Muhammed b. Yusuf es-Salihî, Sübülü’l-Hüda
ve’r-Reşâd fi Sireti Hayri’l- İbâd, I- XII, Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye,
Beyrut-1993.
ŞEN, Ziya, “Vahiy Kâtipliği Müessesesi”, Ondokuz
Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. XXX, Samsun-2011.
ŞERİATİ, Ali, Ümmet ve İmamet, trc.
Ahmed Said, Fecr Yayınevi, Ankara-1996.
ŞİMŞEK, Şevket, Hadis Kültüründe Ganimet,
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara-2007.
TABAKOĞLU, Ahmet, İslâm İktisadına Giriş, Dergâh
yayınları, İstanbul-2008.
TABERÎ, Ebu Ca’fer Muhammed b. Cerir, Târihu
Taberî Târihu’r-Rusul ve’l- Mülûk, I -XI, Daru’l-Maarif bi Mısr, Kahire-ts.
TABERİ, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Târih-i
Taberî Tercemesi, I-IV, Can Kitabevi, İst. 1982.
TABERÎ, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Tefsir-i
Taberî, I-XIV, Müessesetü’r-Risale, Beyrut-2000.
TABERANÎ, Ebu’l-Kasım Süleyman b. Ahmed, Mu’cemu’l-Kebir,
I-XXV, Mektebetü İbn Teymiyye, Kahire-1994.
TEVFİK, Mücahid, Huriye, Farabi’den Abduh’a
Siyasî Düşünce, trc. Vecdi Akyüz, İz Yayıncılık, İstanbul-1995.
TİRMİZÎ, Ebu İsa Muhammed b. İsa, el-Câmiu’s-Sahih
(Sünenu’t-Tirmizi), I,V, Beyrut, ts.
UĞUR, Mücteba, “Ebu Mesud el-Bedrî”, DİA,
X, İstanbul-1994.
UYAR, Gülgün, “Nakîb”, DİA, Ankara-2006,
XXXII, 321-322.
VÂKIDÎ, Ebu Abdullah Muhammed b. Ömer, Kitabu’l-Meğâzî,
Daru’l-Kütübü’l- İlmiyye, I-II, Beyrut-2004.
VAKIDÎ, Muhammed b. Ömer, Kitabu’r-Ridde,
Daru’l-Ğarbi’l-İslâmi, Beyrut-1990, 36.
VATANDAŞ, Celaleddin, Hz. Muhammed’in (SAV)
Hayatı ve İslâm Daveti, I-II, Pınar Yayınları, İstanbul-2009.
WATT, Montgomery, “Arapların Hâkimiyeti ve
Yükselişi”, İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, Hikmet Yayınları,
İstanbul- 1988.
WELLHAUSEN, Julius, Arap Devleti ve Sukutu,
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara-1963.
YALAR, Mehmet, “İslâmi Arap Şiiri ve Hz.
Peygamber”, Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 18,
Sayı: 1, 2009.
YARDIM, Ali, “Ebu Abs”, DİA, X
İstanbul-1994.
YAZICI, Tahsin, “Merzüban”, DİA, XXIX,
Ankara-2004.
YENİÇERİ, Celal, İslâm İktisadının Esasları,
Şamil Yayınevi, İstanbul-1980.
YILDIRIM, Kadri, “Hz. Peygamber ve Şiir” Diyanet
İlmi Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) Özel Sayı, Ankara-2003, ss.
547-558.
YILDIZ, Hakkı Dursun, “Arap”, DİA, III,
İstanbul-1993.
YILDIZ, Hakkı Dursun, “Ecnâdeyn Savaşı”, DİA,
X, İstanbul-1994.
ZEHEBİ, Şemseddin Ebu Abdullah Muhammed b.
Ahmed b. Osman b. Kaymaz, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, I-XXV,
Müessesetü’r-Risale, Beyrut-1996.
ZEYDAN, Corci, el-Arab Kable’l-İslâm,
Mısır-1922.
ZEYYAT, Ahmed Hüseyin, Tarihu’l-Edebi’l-Arabi,
Daru Nahdati’l-Mısr, Kahire-ts
ZİNCEVEYH, Ebu Ahmed Humeyd b. Mahled b.
Kuteybe b. Abdullah el-Horasani, el- Emval li Zinceveyh, Merkezu Melik
Faysal li’l-buhus ve’d-Diraseti’l- İslâmiyye, I-III, Riyad-1986.
ZORLU, Cem, İslâm’da İlk İktidar Mücadelesi,
Yediveren Kitap, Konya-2002.
[1] Soyu devam eden Arapların hepsi Adnan ve
Kahtân’ın soyundan gelmektedirler. İbn Hişâm, Ebu Muhammed Abdülmelik, Sîretü’n-Nebi,
I-V, Daru’s-Sahabeti li’t-Turas bi Tanta, Tanta-1995, I, 44; “Hazrec”
kelimesinin anlamı soğuk rüzgâr, Evs’in anlamı ise kurttur. Bkz. Süheylî,
Abdurrahman b. Abdullah b. Ahmed, “Ravdü’l-Ünf fi Tefsiri
Sireti’n-Nebeviyyeti li İbni Hişâm”, Daru’l- Kütübü’l-İlmiyye, I-IV,
Beyrut-ts. I, 48.
[2] İbn
Hişâm, es-Sîre, II, 58-59; Ayrıca Abdullah b. Ziba’ra’ya ait bir şiirde
Uhud savaşında Medinelilerin çektiği acı Hazrec genel adıyla aktarılmıştır.
Keşke görseydi Bedir’deki büyüklerim
Silahların etkisinden Hazrec’in
çektiği acıyı
Sor Mihrâs’a ‘Kimdir sakini?’ diye
Keklik gibi
(düşen) beden ve kafalardan sonra. el-Cumahî, Muhammed b. Sellam Tabakâtu’ş-Şuara,
Beyrut-2001, s. 93.
[3] Seylü’l-Arîm:
Yemende Me’rib seddinin yıkılması sonucu baraj sularının hayatı olumsuz
etkilediği ve göçlere yol açtığı ifade edilen sel. Bkz. İbn Hişâm, es-Sîre,
I, 48 vd.
[4] Cevad Ali, el-Mufassal, IV, 127.
[5] Cevad Ali, el-Mufassal, IV, 131.
[6] Cevad Ali, el-Mufassal, IV, 129.
[7] Çağatay, İslâm’dan Önce Arap Tarihi ve
Cahiliye Çağı, s. 2.
[8] Cevad Ali, el-Mufassal, I, 294;
Zeydan, Corci, el-Arab Kable’l-İslâm, Mısır-1922, s.37.
[9] Tasm ve Cedîs’in yok olmaları hakkında
bilgi için bkz. Taberî, Tarih, I, 629.
[10] Cevad Ali, el-Mufassal, I, 295, 354; Ayrıca bkz. Yıldız,
Hakkı Dursun, “Arap”, DİA, III, 273 İstanbul-1993.
[11] Âlûsî, Bulûğu’l-Ereb, I, 9-10; Cevad
Ali, el-Mufassal, I, 354.
[12] Cevad Ali, el-Mufassal, I, 354-355.
[13] Er-Râzî, Ebu Bekir Muhammed b. Şemseddin, Muhtâru’s-Sıhah,
Daru’l-Feyha, Şam-2010, s. 294.
[14] Firuzâbâdî, Mecdüddin Muhammed b. Yakub, Kamûsu’l-Muhît,
Daru’l-Ma’rife, Beyrut- 2009, s. 852.
[15] Semhûdî Hz. İsmail’i Arab-ı Müsta’rebe’nin
Kahtân’ı da Arab-ı Arîbe’nin atası sayan neseb âlimlerinden söz eder. Semhûdî, el-Vefâ,
I, 138; İbn Hişâm ve İbn Sa’d’daki bazı rivayetler her ne kadar Hz. İsmail’i
bütün Arapların atası gibi göstermekteyse de bu görüşler neseb âlimleri
tarafından kabul görmemiştir. Rivayetler için Bkz. İbn Hişâm, es-Sîre, I,
45; İbn Sa’d, Tabakât, I, 33-34 Bu konuyla ilgili diğer tartışmalar için
bkz. Cevad Ali, el-Mufassal, I, 356.
[16] Semhûdî, el-Vefâ, I, 138.
[17] Kehhale, Mu’cem, I, 16; Algül,
Hüseyin, “Ezd”, DİA, XII, 46, İstanbul-1995.
[18] Cevad Ali, el-Mufassal, IV, 133. Kayle bt. Kamil ya da
Kayle bt. Halik olduğu da söylenmiştir. Bkz. Aynı yer.
[19] İbn Sa’d, Tabakât, III, 388; Cevad
Ali bu iki kabile annelerine nisbet edildiklerine göre bu kadının toplumda
önemli bir rol üstlenmiş bir kadın olması gerektiğini ifade eder. Bkz. Cevad
Ali, el- Mufassal, IV, 133.
[20] İbn Sa’d, Tabakât, III, 388; İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali
b. Ahmed b. Said, Cemheretü’l- Ensâb, Daru’l-Maarif, Kahire ts. s. 332;
Süheylî, Ravdü’l-Ünf, I, 49.
[21] Semhûdî, el-Vefâ, I, 138.
[22] İbn Hazm, Cemheretü’l-Ensâb, s. 346.
[23] Cevad Ali, el-Mufassal, IV, 137.
[24] İbn Hazm, Cemheretü’l-Ensâb, s.332.
[25] Cevad Ali, el-Mufassal, IV, 136.
[26] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 126-127.
[27] Bozkurt, Nebi-Küçükaşçı, Mustafa Sabri,
“Medine” DİA, XXIX, Ankara-2004, s.305.
[28] Google Earth programı sürüm 7.1.1.1580
(beta).
[29] Bozkurt- Küçükaşçı, “Medine”, s.305
[30] Harre: Volkanik lav akıntısı. Küçükaşçı,
Mustafa Sabri, “Harre”, DİA, XVI, İstanbul-1997, s. 244.
[31] Bozkurt- Küçükaşçı, “Medine”, s.305.
[32] Semhûdî, el-Vefâ, I, 156; Ayrıca
bkz. Bozkurt- Küçükaşçı, “Medine”, s.305.
[33] Semhûdî, el-Vefâ, I, 156.
[34] Cevad Ali, el-Mufassal, IV, 130.
[35] Cevad Ali, el-Mufassal, IV, 130; Ayrıca bkz. Gadban,
Yasin, el-Fikru’s-Siyasî İnde’l-Ensar s. 6, basılmamış doktora tezi,
Jamshoro, Pakistan-1993.
[36] Gadban, Yasin, el-Fikru’s-Siyasî
İnde’l-Ensar, s. 6, 19.
[37] (Yusuf) dedi ki: "Bugün sizi
kınamak yok, ... fjl) ^SjI» ujjjj
T Yusuf suresi, 92.
[38] İbn Manzur, Muhammed b. Mükerrem, Lisanu’l-Arab,
Daru’s-Sadır, I- XV, Beyrut-ts, II, 234-236; Er-Râzî, Muhtâru’s-Sıhah,
72; Firuzâbâdî, Kamûsu’l-Muhît, 171.
[39] Ahzâb, 13.
[40] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 285/4.
[41] Bedr, Abdulbasıt, et-Tarihu’ş-Şâmil
li’l-Medineti’l-Münevvere, I-II, Medine-1993, I, 13.
[42] Buhârî, Muhammed b. İsmail, Sahih-i Buhârî, Daru’l-Erkam
b. Ebi’l-Erkam, Beyrut-ts. Megazi, 17, Fedailü’l-Medine, 10;
Müslim, Fiten 119 (2942).
[43] İbn Şebbe, Ebu Zeyd Ömer, Tarihu’l-Medineti’l-Münevvere,
I-IV, Mekke 1979, I, 162; Cevad Ali, el-Mufassal, IV, 128. Ayrıca bkz.
Bozkurt- Küçükaşçı, “Medine”, s.305.
[44] Küçükaşçı, Mustafa Sabri, Cahiliye’den
Emevilerin Sonuna Kadar Haremeyn, doktora tezi, İstanbul-1999, s. 148;
Ayrıca Medine’nin coğRâfi yapısı hakkında geniş bilgi için bkz. Koçyiğit,
Tahsin, İslâm Tarihinin İlk Yıllarında İskân, doktora tezi, İzmir-2006,
s. 18.
[45] Gadban, Yasin, el-Fikru’s-Siyasî
İnde’l-Ensar, s. 17.
[46] Belâzürî, Ebu’l-Abbâs, Ahmed b. Yahya b. Câbir, Fütûhu’l-Büldân,
Müessesetül’l-Maarif, Beyrut- 1987, s. 14.
[47] AMâlikaların Hz. Nuh’un oğlu Sam’ın
soyundan gelen bir kavim oldukları belirtilmiştir. el- Kalkaşandî, Ebî’l-Abbâs Ahmed
Subhu’l-A’şâ fi Sinaâti’l-İnşâ, Daru’l-Kütübü’l-Hidiviyye, I-XIV,
Kahire, 1914, IV, 293. Ayrıca bkz. Gadban, Yasin, el-Fikru’s-Siyasî
İnde’l-Ensar, s. 26.
[48] İbn Zebale, Muhammed b. Hasan, Ahbâru’l-Medine,
Merkezu Buhus ve Dirasati’l-Medineti’l- Münevvere Medine-2003, s. 165-170. Bu
konuda yazılmış Türkçe bir çalışma için bkz. Çelikkol, Yaşar, “Cahiliye
Döneminde Yesrib’in Etnik Yapısı”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, XV, sy. I, 319-346, Elazığ-2005.
[49] Semhûdî, el-Vefâ, I, 156.
[50] İbn Zebale, Ahbâru’l-Medine s. 165.
[51] Semhûdî, el-Vefâ, I, 127.
[52] İbn Zebale, Ahbâru’l-Medine s. 166.
[53] İbn Zebale, Ahbâru’l-Medine s. 167;
Ayrıca bkz. Semhûdî, el-Vefâ, s. 159.
[54] Gadban, Yasin, el-Fikru’s-Siyasî
İnde’l-Ensar, s. 35-38; Goitein, S.D., Yahudiler ve Araplar Çağlar Boyu
İlişkileri, çev. Nuh Aslantaş-Emine Buket Sağlam, İstanbul-2004, s.72
Ayrıca bu konudaki rivayetlerin detaylı bir değerlendirmesi için bkz. Çelikkol,
Yaşar, a.g.m., s. 324.
[55] İbn Zebale, Ahbâru’l-Medine s. 168.
[56] Bkz. Gadban, Yasin, el-Fikru’s-Siyasî
İnde’l-Ensar, s. 37.
[57] Semhûdî, el-Vefâ, s.160; Ayrıca
bkz. Bozkurt- Küçükaşçı, “Medine”, s.306.
[58] Nitekim Medinelilerin İslâm’ı kabul etmesinde Yahudilerin bu
beklentilerinden haberdar olmaları da etkili olmuştur. Bkz. İbn Hişâm, es-Sîre,
II, 45-46; Taberî, Tarih, II, 354.
[59] Bkz. Semhûdî, el-Vefâ, I, 160.
[60] Benî Nadir kuşatması örneğinde olduğu gibi
savaş sırasında bu kalelere sığınıyor; eğer dışarıda savaşacaklarsa kadın ve
çocukları burada muhafaza ediyorlardı. İbn Hişâm, es-Sîre, III, 170. Utm
kelimesinin İbranice kaynaklı olduğu da söylenmiştir. Buna göre Utm “dışardan
açık, içeriden kapalı pencereler için kullanılır ve kalın surları ifade eder.”
Bkz. Havva, el-Esas fi’s-Sünne, Hikmet Neşriyat, İstanbul-ts. II, 24.
[61] Haşr, 59/14.
[62] Gadban, Yasin, el-Fikru’s-Siyasî
İnde’l-Ensar, s. 17.
[63] Bozkurt- Küçükaşçı, “Medine”, s.306.
Harman,
Ömer Faruk, “Arim”, DİA, İstanbul-1991, III, 373-374; Yiğit, İsmail,
“Yemen” DİA, İstanbul-2009, XXXVI, 242.
Mevdudi,
Ebu’l-Ala, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı,
Pınar Yayınları, I-III, İstanbul-1992, II, 473.
[75] Semhûdî, el-Vefâ, I, 172; Cevad
Ali, el-Mufassal, IV, 133 Ayrıca bkz. Hamidullah, Muhammed “Medine’de
Sosyo-Ekonomik Hayat”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm, Beyan
Yayınları, I- IV, İstanbul-2006, I, 102.
[76] Semhûdî, el-Vefâ, I, 177.
[77] Semhûdî, el-Vefâ, I, 177; Cevad Ali, el-Mufassal,
IV, 128; Koçyiğit, İslâm Tarihinin İlk Yıllarında İskân, s. 38.
[78] Cevad Ali, el-Mufassal, IV, 127.
[79] Cevad Ali, el-Mufassal, IV, 127.
[80] Cevad Ali, el-Mufassal, IV, 127.
[81] Cevad Ali, el-Mufassal, IV, 128.
[82] Cevad Ali, el-Mufassal, IV, 132.
[83] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih, I, 517; ayrıca bkz.
Cevad Ali, el-Mufassal, IV, 132; Baş, Eyüp,
İslâm’ın ilk Döneminde Müslüman Yahudi İlişkileri, Gökkubbe yayınları,
İstanbul-2004, s.25.
[84] Cevad Ali, her ne kadar Medine ile ilgili
kaynaklarda bu bilgi varsa da benzer hikâyelerin Yemen kralları hakkında da
anlatıldığını belirterek bu rivayetlere temkinli yaklaşılması gerektiğini
belirtmektedir. Ancak bu rivayetlerin sıhhati konusunda şüpheye düşsek bile
Yahudiler’in Araplara hiç de dostça davranmadıkları kesindir. Cevad Ali, el-Mufassal,
IV, 133.
[85] Belâzürî, Fütühu’l-Büldân, s.26; Semhûdî, el-Vefâ,
s. 179; Mevdudi, Hz. Peygamber ’in Hayatı, III, 355; Önkal, Ahmet,
“Hazrec ” DİA, XXIX, 144.
[86] Cevad Ali, el-Mufassal, IV, 133.
[87] Semhûdî, el-Vefâ, I, 190.
[88] Cevad Ali, el-Mufassal, IV, 132.
[89] Semhûdî, el-Vefâ, I, 215.
[90] Semhûdî, el-Vefâ, I, 215. *
Fersah:
Yaklaşık 5 km'lık bir uzaklık öIçüsü.
[91] Semhûdî, el-Vefâ, I, 214.
[92] Semhûdî, el-Vefâ, I, 218; Ancak
savaşın 40 yıl önce vuku bulmuş olması kanaatimizce düşük bir ihtimaldir. Zira
Buâs savaşının yıkıcı etkileri Medinelileri İslâm’a yaklaştıran bir unsur
olmuştur. Oysa 40 yıl önceki bir savaşın tesirlerinin 40 yıl sonra bu denli
büyük bir olayı etkileyebileceğini kabul etmek, sürekli savaşan Arap kabileleri
açısından pek makul görünmemektedir.
[93] Üseyd b. Hudayr b. Simak b. Atik b.
İmruülkays b. Zeyd b. Abdüleşhel el-Ensarî l-Eşhelî. Bedir savaşına
katılamamıştır. Uhud savaşından sahabenin en sebatkâr olanlarındandı. Hz. Ömer
döneminde h. 20. veya 21. yılda vefat etmiştir. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe,
I, 70-71.
[94] Semhûdî, el-Vefâ, I, 218; İbn
Hacer, el-İsâbe, I, 234.
[95] Semhûdî, el-Vefâ, I, 218.
[96] Mevdudi, Hz. Peygamber ’in Hayatı,
III, 526.
[97] Bedr, Abdulbasıt, et-Tarihu’ş-Şâmil
li’l-Medineti’l-Münevvere, I, 110.
[98] Hamidullah, “Medine’de Sosyo-Ekonomik
Hayat” s.104.
[99] Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, Yeni Şafak
Gazetesi Kültür Armağanı, Ankara-2003, s. 184.
[100] Hamidullah, “Medine’de Sosyo-Ekonomik
Hayat”, s.103.
[101] İbn Hişâm, es-Sîre, I, 129.
[102] İbnü’l-Kelbî, Kitabu’l-Asnâm, s. 18.
[103] İbnü’l-Kelbî, Kitabu’l-Asnâm, s. 13.
[104] İbnü’l-Kelbî, Kitabu’l-Asnâm, s. 15;
İbn Hişâm Menat’ın yıkılması işini Ebu Süfyan b. Harb’in gerçekleştirdiğini
nakleder. Ancak Hz. Ali’nin de gönderildiğini iddia edenlerin de olduğunu
belirtir. Bkz. İbn Hişâm, es-Sîre, I, 129.
[105] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 69;
Hamidullah, “Medine’de Sosyo-Ekonomik Hayat”, s.105.
[106] Hamidullah, “Medine’de Sosyo-Ekonomik
Hayat”, s.105.
[107] İbnü’l-Kelbî, Kitabu’l-Asnâm, s. 14.
[108] Hamidullah, “Medine’de Sosyo-Ekonomik
Hayat”, s.105.
[109] İbn İshâk, Sîre, 85; İbn
Hişâm, es-Sîre, I, 199.
[110] İbn İshâk, Sîre, 86; İbn
Hişâm, es-Sîre, I, 201.
[111] İbn İshâk, Sîre, 89; İbn
Hişâm, es-Sîre, I, 201.
[112] İbn İshâk, Sîre, 89; İbn
Hişâm, es-Sîre, I, 202.
[113] İbn İshâk, Sîre, 92; İbn Hişâm, es-Sîre,
I, 203.
[114] Hamidullah, “Medine’de Sosyo-Ekonomik
Hayat”, s.105.
[115] İbn Sa’d, Tabakât, I, 185.
[116] Bkz. Hamidullah, “Medine’de Sosyo-Ekonomik
Hayat”, s.105.
[117] Cevad Ali, el-Mufassal, IV, 128.
[118] İbn Hişâm, es-Sîre, I, 129.
[119] İbn Habib, Ebu Ca’fer Muhammed, el-Muhabber,
Daru’l-Afaki’l-Cedide, Beyrut-ts., s. 325-326.
[120] Hamidullah, “Medine’de Sosyo-Ekonomik Hayat”, s.105 Ayrıca bkz.
Ateş, Ali Osman, İslâm’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Adetleri,
Beyan, İstanbul-1996, s.379-380.
[121] Hamidullah, “Asr-ı Saadet öncesi Medine’nin
Sosyo-Ekonomik Yapısı” I, 107-108.
[127] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 41; Taberî, Tarih,
II, 351.
[128] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 41; Taberî, Tarih,
II, 351.
[129] İbn Sa’d, Tabakât, III, 603.
[130] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV,
364.
[131] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV,
366.
[132] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 43.
[133] Es’ad b. Zürare b. Udes b. Ubeyd b. Sa’lebe b. Ganem b. Mâlik b.
En-Neccâr, Ebu Ümame el-Ensarî el-Hazrecî en-Neccârî. Resulullah ile Akabe’de
üç defa buluşmuştur. Medineli Müslümanlara ilk kez Cuma namazı kıldıran
kişidir. Resulullah tarafından seçilen on iki nakibden birisidir. Hicretten
kısa bir süre sonra Medine’de vefat etmiştir. Es’ad b. Zürare cahiliye
döneminde de tevhide inanıyor ve putperestlikten nefret ediyordu. Bkz. İbn
Hacer, el-İsâbe, I, 208.
[134] Zekvan b. Abdi Kays b. Halde b. Muhalled b. Âmir b. Zurayk
el-Ensarî el-Hazrecî. Akabe ehlinden olup Uhud savaşında şehid düşmüştür. Bkz.
İbn Hacer, el-İsâbe, II, 338.
[135] İbn Sa’d, Tabakât, I, 1 85.
[136] İbn Sa’d, Tabakât, I, 186.
[137] Râfi b. Mâlik b. Aclan b. Amr b. Âmir b. Zurayk el-Ensarî
ez-Zurakî. Akabe biatlerine katılmıştır. Bedir savaşında bulunamamıştır. İbn
Hacer, el-İsâbe, II, 369.
[138] Muaz b. Hâris b. Rifaa b. Hâris b. Sevad b.
Mâlik b. en-Neccâr el-Ensarî el-Hazrecî. Annesinin adı “Afra”dır ve onunla
tanınmıştır. Akabe’de Resulullah ile ilk görüşenlerdendir. Bedir savaşına
katılmış ve Ebu Cehil’i öldürenlerden birisi olmuştur. Bazı rivayetlere göre Bedir’de
aldığı bir yara iyileşmemiş ve şehid olmuştur. Başka rivayetlere göre ise
bundan sonra da yaşamıştır. İbn Hacer, el- İsâbe, VI, 110.
[139] İbn Sa’d, Tabakât, I, 186.
[140] Ebu’l-Hayser Enes b. Râfi. Evs kabilesinin
ileri gelenlerinden birisi. Bazı rivayetlerde Müslüman olduğu söylenmiştir. Bir
oğlu ve bir kızı Bedir savaşına katılmışlardır. Abdurrahman b. Avf bu kızla
evlenmiştir. İbn Hacer, el-İsâbe, I, 390.
[141] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV,
367.
[142] İyas b. Muaz el-Ensarî el-Eşhelî. İyas Resulullah’a iman etmiş
ancak onun hicretinden önce Buâs savaşında öldürülmüştür. Kavminde bazı
kimseler ölmeden önce “Allahu Ekber”, “Elhamdulillah” “Sübhanallah” ve kelime-i
Tevhid’i teleffuz ettiğini duymuşlardır. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, I,
313.
[143] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 44; Taberî, Tarih,
II, 352; krş. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 367.
[144] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 44.
[145] İbn İshâk, Sîre, 263 vd.
[146] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV,
371.
[147] Taberî, Tarih, II, 353.
[148] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV,
371.
[149] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 45-46; Taberî, Tarih, II,
354; Önkal, Ahmet, “Akabe Biatleri” DİA, İstanbul- 1991, III, 211.
[150] Algül, Hüseyin, İslâm Tarihi, I-IV,
Gonca yayınevi, İstanbul-1991, I, 251.
[151] İbn Sa’d, Tabakât, I, 186.
[152] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 46; Taberî, Tarih,
II, 354.
[153] İbn Sa’d, Tabakât, I, 186; Taberî, Tarih, II, 351;
Ayrıca bkz. Mevdudi, Hz. Peygamber ’in Hayatı, III, 359.
[154] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 46-47;
Taberî, Tarih, II, 354; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV,
372.
[155] Avf b. Hâris b. Rifaa b. Hâris b. Sevad b.
Mâlik b. en-Neccâr el-Ensarî el-Hazrecî. Annesi Afra’dan dolayı Avf b. Afrâ da
denmiştir. Kardeşleri Muaz ve Muavviz ile birlikte Bedir savaşına katıldı ve bu
savaşta şehid düştü. İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 614.
[156] Kutbe b. Âmir b. Hadide b. Amr b. Sevad b. Ganem b. Ka’b b.
Seleme el-Ensarî el-Hazrecî. Akabe, Bedir ve diğer savaşlarda bulundu.
Mekke’nin fethinde kabilesi Benî Seleme’nin bayrağını taşıdı. Hz. Ömer veya Hz.
Osman döneminde vefat ettiği söylenmiştir. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, V,
338.
[157] Ukbe b. Âmir b. Nabi b. Zeyd b. Harâm b.
Ka’b b. Ganem b. Seleme el-Ensarî es-Selemî. Birinci Akabe Bedir, Uhud ve diğer
savaşlarda bulunmuştur. Savaşlarda miğferine yeşil renkli bir şey bağlardı. Hz.
Ebu Bekir döneminde Yemame savaşında şehid düşmüştür. İbn Hacer, el-İsâbe,
IV, 430.
[158] Câbir b. Abdullah b. Riab b. Numan b. Sinan b. Ubeyd b. Adiy b.
Ganem b. Ka’b b. Seleme el- Ensarî es-Sülemî. Bedir savaşına katılanlar
arasında sayılmıştır. İbn Hacer, el-İsâbe, I, 545.
[159] Uveym b. Sâide b. Aiş b. Kays b. Numan b.
Zeyd b. Ümeyye b. Mâlik b. Avf b. Amr b. Avf b. Mâlik b. Evs el-Ensarî el-Evsî.
Hz. Peygamber’le birlikte Bedir Uhud ve diğer savaşlara katıldı. Resulullah
Ömer b. Hattab ile Uveym b. Sâide’yi kardeş yapmıştı. Hz. Ömer halifeliği
döneminde vefat etti. İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 620.
[160] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV,
373.
[161] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 47; Taberî, Tarih,
II, 355; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 373, 374.
[162] İbn Sa’d, Tabakât, I, 187; İbn Kesîr,
el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 374.
[163] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 49; Taberî, Tarih,
II, 355.
[164] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 47-49;
Taberî, Tarih, II, 356.
[165] İbn Hişâm’ın belirttiğine göre bu zat Mekke’de Resulullah’ın (s)
yanında kalmış ve Hicret esnasında Medine’ye dönmüştür. Bkz. İbn Hişâm, es-Sîre,
II, 48.
[166] Ubâde b. Sâmit b. Kays b. Esram b. Fihr (b.
Kays) b. Sa’lebe b. Ganem b. Sâlim b. Avf b. Amr b. Avf b. Hazrec el-Ensarî
el-Hazrecî. Ensar’ın ileri gelenlerinden birisidir. Bedir savaşına ve diğer
savaşlara katıldı. Mısırın fethinde bulundu. İlmi ile temayüz etmiş, Muaviye
zamanında Şam’da kadılık yapmıştır. h. 34 yılında Şam yakınlarında Remle’de
vefat etti. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, III, 506.
[167] Yezîd b. Sa’lebe b. Hazme b. Asram b. Amr b. Umara b. Mâlik
el-Belevî. Her iki akabe biatine de katılmıştır. İbn Hacer, el-İsâbe,
VI, 509-510.
[168] Abbâs b. Ubâde b. Nadle b. Mâlik b. Aclan b.
Zeyd b. Ganem b. Sâlim b. Avf el-Ensarî el-Hazrecî. Abbâs b. Ubâde Resulullah
ile birlikte Mekke’de kaldı sonra Medine’ye hicret etti. Bu nedenle hem Muhacir
hem de Ensar’dan sayıldı. Abbâs Uhud savaşında şehid düşmüştür. İbn Hacer, el-İsâbe,
III, 510-511.
[169] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 73.
[170] Mümtehine, 60/12.
[171] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV,
375. Farklı görüşler için bkz. Algül, İslâm Tarihi, I, 265.
[172] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 50. Ayrıca bkz. Taberî, Tarih,
II, 356; Mevdudi, Hz. Peygamber ’in Hayatı, III, 362.
[173] Gadban, Münir Muhammed, Nebevi Hareket
Metodu, Nehir Yayınları, İstanbul-1998, I, 226
[174] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV,
373.
[175] Watt, “Arapların Hâkimiyeti ve Yükselişi”,
s.55.
[176] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV,
396.
[177] Taberî, Tarih, II, 357.
[178] Ka’b b. Mâlik b. Ebu Ka’b. Meşhur şair sahabi. Ensar’dan olup
Tebük seferinde tövbesi kabul edilen üç kişiden biridir. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe,
V, 457.
[179] İbn Sa’d’a göre o yıl yaklaşık 500 Medineli hac için Mekke’ye
gelmişti. Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, I, 188.
[180] Ebu Bişr, Berâ b. Ma’rûr b. b. Sahr b. Hansâ b. Sinân b. Ubeyd b.
Adiy b. Ganm b. Ka’b b. Seleme b. Sa’d b. Ali b. Esed b. Sâride b. Tezîd b.
Cüşem b. Hazrec el-Ensarî el-Hazrecî es-Sülemî. Hicretten kısa bir süre sonra
Medine’de vefat etti. Malının üçte birini Resulullah’a vasiyet etmişti. Ancak
Resulullah bunu kabul etmedi ve malını çocuğuna iade etti. İbn Hacer, el-İsâbe,
I, 415.
[181] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 57; Ayrıca aynı rivayetin
nakledildiği farklı bir kaynak olarak bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye,
IV, 396.
[182] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 58.
[183] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV,
407.
[184] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 58. O devirde Evs ile Hazrec’in
ikisi de birlikte Hazrec diye anılıyordu. Bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, IV, 401.
[185]
İbn Hişâm, es-Sîre, II, 59.
[186] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV,
397.
[187] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 398; Ayrıca bkz.
Mevdudi, Hz. Peygamber ’in Hayatı, III, 371.
[188] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV,
406.
[189] Apak, Adem, Anahatlarıyla İslâm Tarihi,
I-IV, Ensar Neşriyat, İstanbul-2006, s. 175
[190] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, I,
175.
[191] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 72 vd. Akabe biatine katılanların
isimleri ve haklarında kısa bilgiler için araştırmamızın Ekler kısmına bakınız.
[192] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 60; İbn
Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 415.
[193] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 63; İbn
Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 406.
[194] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV,
402.
[195] Resulullah tarafından “Nakîbü’n-nükabâ” (Baş Nakib) olarak
görevlendirildi. Bkz. Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, I, 254.
[196] İbn Hişâm’ın ifadesine göre bu zatın yerine bazı tarihçiler
Ebu’l-Haysem b. et-Teyyihân’ın ismini yazmışlardır. İbn Hişâm, es-Sîre,
II, 61.
[197] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 66; İbn
Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 410, 411.
[198] Mekke’nin yakınlarında bir yer. Resulullah Mekke’yi
fethettiğinde bu mevkiden geçerek Mekke’nin üst
taraflarında karargâhını kurmuştur.
el-Hamevî, Yakut b. Abdullah, Mu’cemü’l-Büldân, I-V, Daru’s- Sadır,
Beyrut-1977, I, 127.
[199] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 66; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, IV, 411.
[200] Bazı kaynaklarda, bu olayda Sa’d b. Ubâde’ye yardım eden kişinin
Mut’im b. Adiy olduğu nakledilmiştir. Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, I, 173;
Beyhaki, Ebu Bekir Ahmed b. Huseyn b. Ali, Delâilu’n-Nübüvve, I-VII,
Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut-h.1405, II, 455.
[201] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V, 61.
[202] Gadban bunu derin bir siyasî plana sahip, devletin kuruluş
görüşmeleri olarak nitelendirmektedir. Bkz. Gadban, Nebevi Hareket Metodu,
234.
[203] Aydın, Mustafa, İslâm’ın Tarih Sosyolojisi İlk Dönem İslâm
Toplumunun Şekillenişi, Pınar Yayınları, İstanbul-2001, s. 102.
[204] Algül, Hüseyin, “Akabe, Hicret ve
Getirdikleri”, 81, Diyanet Dergisi Hicret Özel Sayısı, 1981.
[205] Taberî, Tarih, II, 350. Âmir b. Sa’sa’a ve
Şeybanoğullarının pazarlıkları hakkında bazı mütalaalar için bkz. Gadban, Nebevi
Hareket Metodu, I, 210-215.
[206] Dursun, Davut, İslâm’ın İlk Döneminde Siyasal Katılma,
Beyan Yayınları, İstanbul-1983, s. 4849.
[207] Apak, Adem, Anahatlarıyla İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Kültürü,
Ensar Neşriyat, İstanbul-2012, s. 137.
[208] “İslâm’da antlaşma (hilf) yoktur. Cahiliyet
dönemindeki antlaşmaları ise ancak kuvvetlendirir.” Hadisi, Hz. Peygamber’in
(s) cahiliye dönemine ait hayra yönelik bazı antlaşma biçimlerini
desteklediğini ifade eder. Müslim (4-1961) 44-Kitabu Fedaili’s-Sahabe-50.
[209] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, I,
191.
[210] Câbiri, İslâm’da Siyasal Akıl, s. 180; Apak, Anahatlarıyla
İslâm Tarihi, I, 192; Apak, Asabiyet ve Erken Dönem İslâm Siyasî
Tarihindeki Etkileri, s.87-88.
[211] Câbiri, İslâm’da Siyasal Akıl, s.
189.
[212] Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu,
s. 14.
Aslında
Suheyb-i Rumi olarak tanınan bu sahabi Irak’ta yaşayan Rebia kabilesine mensup
bir Arap’tır. Ancak çocuk yaşta Bizanslılar tarafından esir edildiği ve onların
kültürleriyle büyüdüğü için “Rumî” olarak anılmaktadır. Bkz. Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf,
I, 180.
Bulaç, Ali, “Bir Arada Yaşama Projesi: Medine
Vesikası” Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm, I-IV, ed. Vecdi Akyüz,
Beyan Yayınları, İstanbul-2006, ss. 105-119, IV, 106.
Kur’an-ı
Kerim onların bu durumunu neredeyse içine yuvarlanacakları bir ateş çukuruna
benzetmektedir. Bkz. Âl-i İmran, 3/103.
Enes
b. Mâlik b. Nadr b. Damdam b. Zeyd b. Harâm b. Cündüb b. Âmir b. Ganem b.
Neccâr, Ebu Hamza el-Ensarî el-Hazrecî. Resulullah Medine’ye hicret ettiğinde
annesi tarafından henüz on yaşlarındayken Resulullah’a hizmet etmek üzere
görevlendirilmiştir. Resulullah’a hizmet amaçlı Bedir savaşına katıldığı
söylenmiştir. Resulullah’tan en çok hadis rivayet edenlerdendir. H. 90 ya da 93
yılında Basra’da vefat etmiştir. İbn Hacer, el-İsâbe, I, 275-278.
Ğaylan b. Cerir’den nakledilen
Rivayet şöyledir: “ Enes b. Mâlik’e “Ensar adını siz mi aldınız yoksa Allah mı
sizi böyle isimlendirdi?” diye sordum. Allah bizi isimlendirdi diye cevap
verdi. Buhârî, Menakibu’l-Ensar, 1.
[223] Buhârî, İ'tisâm, 16/7340.
[224] İbn Sa’d, Tabakât, I, 204.
[225] İbn Sa’d, Tabakât, I, 205.
[226] Makrîzî, Takiyyüddin Ahmed b. Ali, İmtau’l-Esma,
Beyrut-1999, I, 69; Ayrıca bu konuda farklı rivayetler için bkz. Algül, Hüseyin,
“Muahat”, DİA, XXX, 308.
[227] Kardeşleştirmeye
katılanların isim listesi için bkz. İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam fi
Tarihi'l-Mülûk ve'l-Ümem, II, 71 vd.
[228] Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu,
s. 8.
[229] Tirmizi, Sıfatü’l-Kıyâme, 44. (2487).
[230] Haşr,59/ 9.
[231] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 26.
[232] Abdulmuttalib’in zemzem kuyusunu açmasına ortak olmak isteyen
Kureyş’in daha sonra bundan
vazgeçmesi ve Abdulmuttalib ile anlaşmaya varması olayı buna örnek olarak
gösterilebilir.
[233] Bu tür anlaşmaya örnek Evs ve Hazrec’in
Yahudilere karşı Gassanîler anlaşması, ya da zaman zaman birbirlerine karşı
Yahudilerle anlaşmaları örnek gösterilebilir. Yine Mekke’de Abdüddaroğullarına
karşı Abdümenafbğullarmm yaptıkları anlaşmalar bu tür antlaşmalara örnek olarak
gösterilebilir.
[234] Bunun en bilinen örneği Hilfu’l-Fudûl
anlaşmasıdır.
[235] İbn İshâk, Sîre, 317.
[236] İbn Seyyidi’n-Nas, Muhammed, Uyunu’l-Eser Fi Fünunü’l-Megazi
ve’ş-Şemail ve’s-Siyer, Daru’l-İbni Kesir, Şam-ts. I, 318.
[237] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 126.
[238] Beyhakî, Ebu Bekr Ahmed b. Hüseyin b. Ali, es-Sünenü’l-Kübra,
Haydarabad-h. 1344- 1355, I-X, VIII, 106.
[239] Medine Vesikası ile ilgili yapılan bazı
çalışmalar için bkz. Özkan, Mustafa, Medine Vesikası, Basılmamış Yüksek
Lisans tezi, Ankara-2002; Bulaç, Ali, “Bir Arada Yaşama Projesi: Medine Vesikası”
Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm, IV, 106.
[240] Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 190.
[241] Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 190.
[242] Hamidullah, Muhammed, Mecmuatu
el-Vesaiku’s-Siyasîyye, Daru’n-Nefais, Beyrut-1985, s. 57. Bu kitabın
Türkçe tercümesi için bkz. el-Vesaiku’s-Siyasîyye Hz. Peygamber Döneminin
Siyasî- İdarî Belgeleri, trc. Vecdi Akyüz, Kitabevi Yayınları, ts.
[243] Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 196.
[244] Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 194.
[245] Bulaç, Ali, “Bir Arada Yaşama Projesi: Medine Vesikası” Bütün
Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm, IV, 113.
[246] Ebu Davud, Feraiz, 17 (2926).
[247] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 126.
[248] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 127 vd.
[249] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 46.
[250] Bkz. Vesika metni, İbn Hişâm, es-Sîre,
II, 126; Ayrıca bkz. Câbiri, İslâm’da Siyasal Akıl, s. 180; Câbiri’ye
göre Ümmet kabileyi aşan ve onu kuşatan bir kavramdır. Ancak Ümmet kabileyi
ortadan kaldırmaz. Çünkü Ümmet’in kuruluş şartı kabilenin ortadan kalkması
değildir.
[251] Apak, Adem, Anahatlarıyla İslâm Tarihi,
II, 175.
[252] Arabistan yarımadasında, Yemen' in güney ve güneydoğusunda
coğRâfi bölge. Algül, Hüseyin, “Hadramut”, DİA, XV, 65, İstanbul-1997.
[253] Algül, Hüseyin, “Hadramut”, DİA, XV,
65.
[254] İbn Sa’d, Tabakât, I, 279.
[255] İbn Sa’d, Tabakât, I, 283, 284.
[256] Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, II, 189. Bu
bölgeye Amr b. Süleym ez-Zurakî el-Ensarî’nin tayin edildiği söylenmişse de ilk
görüş daha isabetlidir. Zira kaynaklar Hz. Ebu Bekir’in Ziyad’ı görevinde
bıraktığını nakletmektedirler. Bkz. Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, II, 190.
[257] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 340; İbn
Sa’d, Tabakât, III, 553.
[258] Necran bu gün Suudi Arabistan toraklarında yer alan Yemen ile
Hicaz arasında bir bölgedir. el- Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân, V, 266;
Bilge, Mustafa L. “Necran”, DİA, XXXII, 507, Ankara-2006.
[259] Amr b. Hazm b. Zeyd b. Levzan b. Amr b. Abdi
Avf b. Ganem b. Mâlik b. En-Neccâr el-Ensarî. Hendek ve ondan sonraki savaşlara
katılmıştır. H. 50 yılında vefat etmiştir. İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 512.
[260] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 94.
[261] Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, II, 189.
[262] Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, II, 190.
[263] Hz. Peygamber’in, görevlendirdiği bütün
valiler için bkz. Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, II, 189.
[264] Aydın, M. Akif, “İstihlaf’, DİA,
XXIII, 339, İstanbul-2001.
[265] Bunlardan en çok bilineni Hz. Osman’dır. Şami, Sübülü’l-Hüda
ve’r-Reşad, IV, 111. Ayrıca bkz. Şimşek, Şevket, Hadis Kültüründe
Ganimet, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 65, 78.
[266] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 41.
[267] Aydınlı, Abdullah, “Asım b. Adiy”, DİA,
III, 474, İstanbul-1991.
[268] Aydınlı, “Asım b. Adiy”, III, 474.
[269] İbn Hibban, Muhammed b. Ahmed et-Temîmî, es-Sikât, I-IX,
Dairetü’l- Maarif’i’l-Osmaniyye, Haydarabad-1973, III, 215.
[270] İbn Sa’d, Tabakât, II, 7.
[271] Sa’d b. Muaz b. Numan b. İmruülkays b. Zeyd
b. Abdüleşhel b. Cüşem b. Hâris b. Hazrec b. Nebit b. Mâlik b. Evs el-Ensarî
el-Eşheli. Evs kabilesinin reisidir. Bedir savaşına katılmış ve Hendek
savaşında atılan bir okla yaralanmıştır. Benî Kureyza muhasarasından sonra bu
yaradan vefat etmiştir. Medine’nin İslâmlaşmasında büyük katkısı vardır.
Abdüleşheloğullarına “Müslüman oluncaya kadar sizden hiç kimse ile
konuşmayacağım” diyerek onları etkilemiş ve Müslüman olmalarını sağlamıştır.
İbn Hacer, el-İsâbe, III, 70.
[272] İbn Sa’d, Tabakât, II, 5.
[273] Ebu Lübabe hakkında daha fazla bilgi için bkz. Çubukçu, Asri,
“Ebu Lübabe el-Ensarî” DİA, X, 179, İstanbul-1994.
[274] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 447; İbn
Sa’d, Tabakât, III, 423.
[275] Şami, Sübülü’l-Hüda ve’r-Reşad, IV,
62.
[276] İbn Sa’d, Tabakât, II, 26.
[277] İbn Sa’d, Tabakât, II, 27.
[278] İbn Sa’d, Tabakât, II, 56; Ayrıca bkz. Erdem, Sargon-Kılıç,
Hulusi, “Abdullah b. Revaha”, DİA, I, 129, İstanbul-1988.
[279] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 191.
[280] İbn Sa’d, Tabakât, II, 77.
[281] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 186; İbn
Sa’d, Tabakât, II, 151.
[282] Mutçalı, Serdar, Arapça-Türkçe Sözlük,
Dağarcık Yayınları, İstanbul-1995, s.321.
[283] İpşirli, Mehmet, “Elçi” DİA, XI, 3,
İstanbul-1995.
[284] İbn Sa’d, Tabakât, II, 54.
[285] Erdem, Sargon-Kılıç, Hulusi, “ Abdullah b.
Revaha”, I, 129.
[286] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 10; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 224; İbn Sa’d, Tabakât, II, 71.
[287] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 11; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 225; İbn Sa’d, Tabakât, II, 71.
[288] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 285; Belâzürî,
Fütûhu’l-Büldân, s.41.
[289] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 335.
[290] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 104.
[291] Yeniçeri, Celal, İslâm İktisadının
Esasları, Şamil Yayınevi, İstanbul-1980, s. 237, 238.Ayrıca Hz. Peygamber
(s) dönemi iktisadı hakkında geniş bilgi için bkz. Tabakoğlu, Ahmet, İslâm
İktisadına Giriş, Dergah yayınları, İstanbul-2008, 120-130.
[292] Bkz. Algül, İslâm Tarihi, II, 144.
[293] Buhârî, Megazi, 38; Muvatta, Musâkat I, (2, 703); Vâkıdî, el-Meğâzî,
II, 153; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 366; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, VI, 300.
[294] Muvatta, Musâkat 2, (2, 703, 704) ;
İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI, 300.
[295] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 35.
[296] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 38.
[297] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 365.
[298] İbn Sa’d, Tabakât, III, 413.
[299] İbn Sa’d, Tabakât, III, 533.
[300] Bazı hadis kaynaklarında da, oğlu Sehl b. Ebu Hasme’nin mezkûr
göreve tayin edildiği yer almaktadır. Tirmizi, Zekat, 17 (643); Nesai, Zekât,
26.
[301] Çakan, İsmail L., “Ebu Hasme el-Ensarî”, DİA,
X, 145, İstanbul-1994.
[302] İbn Abdilber, el-İstiâb, IV, 1630.
[303] Buhari, Megâzî, 39; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, VI, 307.
[304] Buhârî, Zekât, 6; Cizye, 1; Ebu Davud, “İmâre”,
30; Ayrıca bkz. Erkal, Mehmet “Âmil”, DİA, III, 58-60, İstanbul-1991.
[305] İbn Sa’d, Tabakât, III, 406;
Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, II, 190.
[306] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 681; İbn Sa’d, Tabakât,
III, 599.
[307] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 691.
[308] İbn Sa’d, Tabakât, III, 554;
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, IV, 341.
[309] İbn Hacer, el-İsâbe, V, 278.
[310] Savaş ganimetlerinden beşte birlik pay
Resulullah’a (s) ayrılıyordu.
[311] İbn Abdilber, el-İstiâb fi
Ma’rifeti’l-Ashab, III, 981.
[312] İbn Mazur, Lisanu’l-Arab, XV, 186
[313] Cevdet Paşa, Ahmet, Mecelle-i Ahkam-ı
Adliye, İstanbul-h. 1300, s. 636. Kadılık hakkında geniş bilgi için bkz.
Atar, Fahrettin, İslam Adliye Teşkilatı Ortaya Çıkışı ve İşleyişi,
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara-1979.
[314] İbn Sa’d, Tabakât, II, 289 vd.
[315] Buhârî, Menakibu’l-Ensar, 17.
[316] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 161.
[317] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 280.
[318] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, 94.
[319] Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Bu
çalışmanın Reci ve Bi’r-i Maune başlıkları.
[320] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 285.
[321] Daha sonraki dönemlerde bu terim, Hz. Fatıma
ile Hz. Ali soyundan gelen seyyid ve şeriflerin meseleleriyle ilgilenmek üzere
devlet tarafından tayin edilen memuru da kapsamıştır. Bkz: Uyar, Gülgün,
“Nakîb”, DİA, XXXII, 321-322, Ankara-2006. “Nakîbü’l-Eşrâf” diye bilinen
bu müessese birçok İslâm devletinde bulunmaktaydı. Bkz: Buzpınar, Şit Tufan,
“Nakîbüleşraf”, DİA, XXXII, 322-324, Ankara-2006.
[322] Uyar, Gülgün, “Nakîb”, DİA, XXXII,
321-322.
[323] '“Onlardan on iki temsilci-başkan-
seçmiştik... ”, Bkz: Mâide, 5/12.
[324] Zehebî, Şemseddin Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Osman b.
Kaymaz, Siyeru A’lami’n- Nübela, I-XXV, Müessesetü’r-Risale,
Beyrut-1996, I, 299.
[325] Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, I, 243.
[326] Âlûsî, Bulûğu’l-Ereb, III, 84;
Brockelmann, İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi, s. 26. Ayrıca bkz.
Yıldırım, Kadri, “Hz. Peygamber ve Şiir” Diyanet İlmi Dergi, Peygamberimiz
Hz. Muhammed (SAV) Özel Sayı, Ankara-2003, ss. 547-558, s. 547.
[327] Şuara, 224-227.
[328] Bu konuda rivayet edilen bir hadiste Resulullah (s) “Deve,
yavrusuna olan düşkünlüğü bırakmadıkça Araplar da, şiiri terk etmeyeceklerdir.”
Sözleriyle onların bu durumlarını ifade etmektedir.
[329] Yalar, Mehmet, “İslâmi Arap Şiiri ve Hz. Peygamber”, Uludağ
Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 18, Sayı: 1, 2009, s. 69.
[330] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 3, 456,
460; '“Müslüman dili ile ve kılıcıyla cihad eder'”.
[331] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 57; İbn
Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 395.
[332] Zeyyat, Ahmed Hüseyin, Tarihu’l-Edebi’l-Arabi,
Daru Nahdati’l-Mısr, Kahire-ts., s. 103.
[333] Bkz. Bu çalışmanın “Ka’b b. Eşrefin
Öldürülmesi” başlığı.
[334] İbn Sellam, Tabakâtu’ş-Şuara, s. 92.
[335] Zeyyat, Ahmed Hüseyin, Tarihu’l-Edebi’l-Arabi,
s. 103.
[336] İbn Kuteybe, Abdullah b. Müslim, eş-Şi’r
ve’ş-Şu’arâ, Daru’l-Maarif, Kahire-1958, s. 306.
[337] Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 301. Ayrıca
bkz. Âlûsî, Bulûğu’l-Ereb, III, 135.
[338] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 208.
[339] Yalar, “İslâmi Arap Şiiri ve Hz. Peygamber”,
s. 74.
[340] İbn Sa’d, Tabakât, I, 254-255.
[341] İbn Hacer, el-İsâbe, II, 56.
[342] Yalar, “İslâmi Arap Şiiri ve Hz. Peygamber”,
s. 74.
[343] Küçükaşçı, Mustafa Sabri; “Katip” DİA,
XXV, 49, Ankara-2002.
[344] A’zami, Mustafa, “Ümmi Peygamber Divanı (Arşivi) ve Kâtipleri”,
trc. Durak Pusmaz, Diyanet İlmi Dergi, Cilt-29, Sayı-3, Ankara-1993, s.
38.
[345] İbn Sa’d, Tabakât, III, 566.
[346] İbn Hacer, İsabe, II, 491.
[347] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 181.
[348] Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, II, 189.
[349] Küçükaşçı, Mustafa Sabri; “Kâtip”, XXV, 49.
Hz. Peygamber (SAV) döneminde Katiblik ve Kru’anı cem edilmesi hakkında
kapsamlı bir çalışma için bkz. Öztürk, Hayrettin, Ebedi Mucize Kur’an
Yazılması ve Toplanması, Ensar Neşriyat, İstanbul-2011. s. 71 vd.
[350] İbn Hacer, İsabe, II, 491.
[351] A’zami Mustafa, “Ümmi Peygamber Divanı
(Arşivi) ve Katipleri”, s. 40.
[352] Hz. Peygamber’e (s) kâtiplik yapan bütün
isimler ve Kâtiplik müessesesi hakkında geniş bilgi için bkz. Şen, Ziya, “Vahiy
Kâtipliği Müessesesi”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
sy. XXX, Samsun-2011, ss. 185-210.
[353] İbn Abdirabbih, Ahmed b. Muhammed, İkdu’l-Ferîd, I-IX,
Daru’l-kütübü’l-İlmiyye, Beyrut-1983, IV, 243-245
[354] Bu konularda yazılmış iki eseri örnek vermek
gerekirse; Eren, Şadi, Kur’an’ın Işığında Cihad ve Savaş, Nesil
Yayınları, İstanbul-1996; İsRâfil Balcı’nın İlk İslâm Fetihleri isimli
çalışması da İslâm’ın fetih ve savaş politikasını savunma düşüncesiyle yazılmış
modern bir eserdir. Bkz. Balcı, İsRâfil, İlk İslâm Fetihleri Savaş-Barış
İlişkileri, Pınar Yayınları, İstanbul-2011.
[355] Câbiri, Muhammed Abid, İslâm’da Siyasal
Akıl, s. 211; Montgomery Watt ise bu seriyyelerin bütün siyasî ve sosyal
amaçlarını göz ardı ederek bunları bir tür çapul olarak ele almakta ve
Arapların geçmişinde bu tür çapulculuk ve eşkıyalık faaliyetlerinin normal
karşılanmasını buna dayanak olarak göstermektedir. Bkz. Watt, Montgomery,
“Arapların Hâkimiyeti ve Yükselişi”, İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti,
Hikmet Yayınları, İstanbul- 1988, ss. 19-66, s.55 s. 56-57. Benzer bir şekilde
Brockelmann da ilk seriyye ve gazvelere yol açan sebepleri göz ardı ederek
bunları Müslümanların ganimet hırsına bağlamaktadır. Bkz. Brockelmann, Carl, İslâm
Ulusları ve Devletleri Tarihi, s. 19.
[356] Firuzâbâdî, Kamûsu’l-Muhît, s. 612.
[357] Özdemir, Serdar, “Seriyye”, DİA,
XXXVI, İstanbul-2009, s.565.
[358] İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, XV, 123; Firuzâbâdî, Kamûsu’l-Muhît,
947; İbn Hacer El-Askalânî, Ahmed b. Ali, Fethu’l-Bâri, I-XIII,
el-Mektebetü’s-Selefıyye, ts., VII, 279.
[359] İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, XV, 124.
[360] İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, ts. VII, 279; Şami, Sübülü’l-Hüda
ve’r-Reşad, IV, 20; Algül, Hüseyin, “Gazve”, DİA, XIII,
İstanbul-1996, XIII, 488; Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, I, 205.
[361] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 331.
[362] Taberî, Tarih, IV, 288.
[363] Algül, Hüseyin, “Gazve”, XIII, 488.
[364] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 7; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 5-6.
[365] Bkz: Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 7.
[366] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 276. Ayrıca bkz. Arafat, Velid, Divânu
Hassan b. Sabit, Daru’s-Sadır, Beyrut-1974, I-II.
[367] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 575.
[368] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 23.
[369] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 476; V, 338.
[370] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 55.
[371] Hamidullah, İslâm Peygamberi 2, 1013.
[372] Hac, 39; Mevdudî, Ebu’l A’la, Tefhimu’l-Kur’an,
İnsan Yayınları, İstanbul-2002, III, 371.
[373] Ulaşabildiğimiz kaynaklarda Ensar’ın Bedir
öncesi seriyye ve gazvelere katıldığına dair hiçbir bilgiye rastlamadık. Ancak
Taberî’nin “Tarihu’l- Rusul ve’l-Müluk” isimli eserinin kısaltılmış bir
tercümesi olan “Tarih-i Taberî Tercemesi” isimli eserde, kitabın Arapça
orjinalinde yer almadığı halde Bedir öncesi pek çok seriyye ve gazveye Ensar’ın
katıldığı ifade edilmiştir. Bunun bir yanlışlık olduğu apaçıktır. Eserin
aslıyla karşılaştırmak için Bkz. Taberî, Ebu Cafer Muhammed, Tarih-i Taberî
Tercemesi, Can Kitabevi, İstanbul-1982, I-IV.
[374] İbn Hişâm, es-Sîre, s. 272.
[375] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 60; İbn Hişâm, es-Sîre,
s. 272; İbn Sa’d, Tabakât, II, 8.
[376] Kaynaklarda buna ilişkin bir bilgiyle
karşılaşmamış olmamıza rağmen Watt, “Sa’d b. Muaz’ın artık bu seriyyelerde
Resulullah’ı (s) desteklemeye karar verdiğini” ve “ Hz. Muhammed’in (s)
Abdullah b. Übey’den vazgeçerek Sa’d b. Muaz’ın desteğine yaslanmaya karar
verdiğini” ifade ederek sanki Bedir’e kadar yapılan seriyyelere karşılıklı
olarak bir insiyatif kullanıldığı intibaı vermektedir. Watt, “Arapların
Hakimiyeti ve Yükselişi”, s. 58, 59.
[377] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 65.
[378] Bozkurt, Nebi-Küçükaşçı, Mustafa, “Mekke” DİA,
XXVIII, 556.
[379] Firuzâbâdî, Kamûsu’l-Muhît, 612.
[380] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 84.
[381] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 255-260.
[382] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 163; İbn Hişâm, es-Sîre, IV,
386; İbn Sa’d, Tabakât, II, 20; III, 445.
[383] İbn Sa’d, Tabakât, II, 25.
[384] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 336.
[385] İbn Sa’d, Tabakât, II, 25.
[386] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 336; Ayrıca bkz. Güler, Zekeriya,
“Umeyr b. Adiy”, DİA, XLII, İstanbul- 2012.
[387] Bazı rivayetlere göre Umeyr b. Adiy, Resulullah Bedir’den sağ
Sâlim dönerse Asma bt. Mervan’ı öldürmeyi nezretmişti.
[388] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 336-337; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 25.
[389] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 337.
[390] İbn Kesîr, El-Bidâye ve’n-Nihâye,
III, 9, 12.
[391] İbn İshâk, Sîre, 326; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 173; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 71; İbn Sa’d, Tabakât, II,
23.
[392] İbn İshâk, Sîre, 326; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 175; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 75; İbn Sa’d, Tabakât, II,
24.
[393] Ebu Davud, Harac 22, (3000).
[394] İbn İshâk, Sîre, 327; Vâkıdî,
el-Meğâzî, I, 175; İbn Sa’d, Tabakât, III, 406; Ayrıca bkz.
Küçük, Raşit, “Abbad b. Bişr”, I, 12; Yardım, Ali, “Ebu Abs”, DİA,
İstanbul-1994, X, 87. Ebu Naile’nin asıl adı Silkan b. Selame b. Vakş’tır. Bkz.
İbn İshâk, Sîre, 327.
[395] İbn İshâk’ta Abbad ve Ebu Abs’ın ismi
geçmez. Ona göre bu seriyyeye üç kişi katılmıştır. Bkz. İbn İshâk, Sîre,
327; Diğer isimleri Vâkıdî nakletmiştir. Bkz. Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 175;
Ayrıca İbnü’l- Esîr Üsdü’l-Ğabe’de Abbad’ın biyogRâfisini naklederken
onu Ka’b b. Eşrefi öldürenler arasında sayar. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
III, 149.
[396] İbn İshâk, Sîre, 327.
[397] İbn İshâk, Sîre, 328; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 175-178; İbn Sa’d, Tabakât, II, 24.
[398] İbn İshâk, Sîre, 328.
[399] İbn İshâk, Sîre, 328; Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 178;
İbn Hişâm, es-Sîre, III, 78; İbn Sa’d, Tabakât, II, 24.
[400] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 173; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 23.
[401] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 469;
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, V, 114. Seriyye hakkında daha geniş bilgi ve
yorum için bkz. Mahmudov, Sebepleri ve Sonuçları Açısından Hz. Peygamber’in
Savaşları, s. 369.
[402] Bkz. Mahmudov, Sebepleri ve Sonuçları
Açısından Hz. Peygamber’in Savaşları, 369.
[403] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 300.
[404] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 301; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 51.
[405] İbn Kesîr’in Buhârî’ye dayandırdığı bir
rivayete göre bu rakam 10’dur. Bunlardan yedisi ilk çarpışmada şehid edilmiş
diğer üçü müşrikler tarafından esir alınmıştır. Bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, V, 502.
[406] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 241.
[407] Heyet başkanının Asım b. Sabit olduğu da söylenmiştir. Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 301; İbn Sa’d, Tabakât, II, 52.
[408] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 301; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 241; İbn Sa’d, Tabakât, II, 52.
[409] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 301; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 241.
[410] Buhârî, Megazi, 38, 9, 170, Tevhid 14.
[411] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 301; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 243.
[412] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 301; İbn Sa’d, Tabakât, II, 52.
[413] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V,
504.
[414] Arıların Asım b. Sabit’in cesedini korumaları hakkında bkz. İbn
Hişâm, es-Sîre, III, 243; Vâkıdî, el- Meğâzî, I, 302; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 52; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V, 504.
[415] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 302; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 244.
[416] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 302; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 244; İbn Sa’d, Tabakât, II, 52.
[417] Buhârî, Megazi, 38, 9, 170, Tevhid 14; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 303-307; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 245, 246; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 52-53.
[418] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 294; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 261.
[419] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 294; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 261; İbn Sa’d, Tabakât, II, 48 İbn Kesîr Buhârî’ye
dayandırdığı bir rivayetinde bu 70 kişinin asıl davet edilme amacının,
düşmanlara karşı yardım etmeleri olduğunu nakleder. Ancak Müslümanlar, davet
eden Ri’l, Zekvan ve Usayya kabilelerince ihanete uğramışlardır. Bkz. İbn
Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V, 524-525.
[420] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 294; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 261; İbn Sa’d, Tabakât, II, 48.
[421] İrşad heyetinin 40 kişiden oluştuğu söyleyenler
de vardır. Bkz Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 294; İbn Sa’d, Tabakât, II,
48, İbn Habib seriyyeye katılanların 30 olduğunu bunlardan altı kişinin
Muhacir, diğerlerinin Ensarî olduğunu söyler. İbn Habib, el-Muhabber,
118.
[422] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 294; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 261; İbn Sa’d, Tabakât, II, 48.
[423] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 261; İbn
Sa’d, Tabakât, II, 48.
[424] Âmir b. Tufeyl Cahiliye döneminde cesaret ve
cömertliği ile bilinen Arap kahramanlarından birisidir. hicrî 9. senede
Medine’ye gelerek Resulullah (s) ile görüşmüş ancak iman etmeyerek müşrik
olarak ölmüştür. Âlûsî, Bulûğu’l-Ereb, II, 129.
[425] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 295; İbn Hişâm, es-Sîre,
III, 261; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 49.
[426] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 296; İbn Hişâm, es-Sîre,
III, 262; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 49.
[427] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 262.
[428] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 296; İbn Hişâm, es-Sîre,
III, 262.
[429] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 296; İbn Hişâm, es-Sîre,
III, 262.
[430] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 298; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 263; İbn Sa’d, Tabakât, II, 50.
[431] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 31; İbn Hişâm, es-Sîre, IV,
365. İbn Sa’d, Tabakât’ında, Hicretten sonra 35. Ayda diye tarih vermektedir.
Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, II, 47.
[432] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 31; İbn Hişâm,
es-Sîre, IV, 365; İbn Sa’d, Tabakât, II, 47.
[433] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 31; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 47.
[434] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 32; İbn Hişâm, es-Sîre, IV,
365. Vâkıdî’ye göre Abdullah kendisini Hz. Peygamber’in (s) emriyle “Huzaalı
biri” şeklinde tanıtmıştır.
[435] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 31; İbn Hişâm,
es-Sîre, IV, 365.
[436] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 32; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 47.
[437] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 32; İbn Hişâm, es-Sîre, IV,
366; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 48.
[438] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 3; İbn Sa’d, Tabakât,
’a göre Abdullah b. Üneys’in
seriyyesi 18 gün
sürmüştür.
Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, II, 48, Abdullah b. Üneys hakkında Ansiklopedik
bilgi için bkz. Çakan, İsmail, Lütfı, “Abdullah b. Üneys el-Cüheni”, DİA,
I, İstanbul-1988, I, 140-141, İstanbul- 1988.
[439] İbn Sa’d, Tabakât, II, 87.
[440] Bu yüzden İbn Hibban bu seriyyeyi
"Hazrec Seriyyesi" olarak adlandırmıştır.
[441] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 381.
[442] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, V, 157; İbn Hacer bu ismi Ebyad
b. Esved şeklinde kaydetmiştir. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, I, 176.
[443] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 364. Bazı rivayetlere göre bu
görevi yerine getirenler arasından Evs b. Havli de bulunmaktaydı. Bkz. İbn
Hacer, el-İsâbe, I, 300.
[444] Buhârî, Megazi 16, Cihad 155.
[445] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, III, 308.
[446] İbn Sa’d, Tabakât, II, 88.
[447] İbn Hişâm’ın es-Sîre’sinde bu isim Rizam
olarak geçmektedir. İbn Kesîr de aynı şekilde nakletmiştir. İbn Sa’d‘ın et-Tabakât,
ve Vakıdî’nin Kitabu’l-Megazisi ise bu ismi Zarim olarak kabul etmişlerdir.
Krş. İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 363, İbn Sa’d, Tabakât, II, 88; İbn
Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI, 359.
[448] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 363.
[449] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 63; İbn Sa’d, Tabakât, II,
92; III, 525-530; İbn Kesîr bu olayı hicrî 7. yılın olayları arasında
zikretmiştir. Bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI, 359.
[450] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 63; Ayrıca
bkz. Erdem, Sargon-Kılıç, Hulusi, “Abdullah b. Revaha”, DİA, I, 129;
Mahmudov, Sebepleri ve Sonuçları Açısından Hz. Peygamber’in Savaşları,
148-149; Özdemir, Serdar, Hz. Peygamber’in Seriyyeleri, Rağbet
Yayınları, İstanbul-2001, s. 157, 158.
[451] Küçük, Raşit, “Abbad b. Bişr”, DİA, İstanbul-1988, I, 12;
Mahmudov, Sebepleri ve Sonuçları Açısından Hz. Peygamber’in Savaşları,
s.149.
[452] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 118; Bu sefer
hakkında geniş bilgi bulunabiliecek Türkçe eserler için bkz. Mahmudov, Sebepleri
ve Sonuçları Açısından Hz. Peygamber’in Savaşları, 149-150; Özdemir, Hz.
Peygamber’in (s) Seriyyeleri, s. 160.
[453] Bkz Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 34; İbn
Sa’d, Tabakât, II, 74.
[454] İbn Sa’d, Tabakât, III, 410.
[455] Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, II, 74; Mahmudov, Sebepleri ve
Sonuçları Açısından Hz. Peygamber’in Savaşları, 388.
[456] Bkz Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 34.
[457] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 35; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 74.
[458] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 48; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 81; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI, 242; Ayrıca bkz. Şahyar,
Ataullah, Muhammed b. Mesleme, DİA, İstanbul-2005, XXX, 555; Mahmudov, Sebepleri
ve Sonuçları Açısından Hz. Peygamber’in Savaşları, 147.
[459] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 178; İbn
Hişâm, es-Sîre, IV, 355; İbn Sa’d, Tabakât, II, 112.
[460] İbn Sa’d, Tabakât, II, 112.
[461] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 178.
[462] İbn Sa’d bu seriyyenin adını “Yümn ve Cebar” olarak kaydeder ve
Cebar’ın Cinab mevkiinde bir yer adı olduğunu belirtir. Bkz. İbn Sa’d, Tabakât,
II, 113.
[463] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 182; İbn Sa’d,
Tabakât, II, 113.
[464] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 183; İbn Sa’d,
Tabakât, II, 113.
[465] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 183; İbn Sa’d, Tabakât, II,
113; Kandemir, Yaşar, “Beşir b. Sa’d”, DİA, İstanbul-1992, VI, 6; Özdemir, Hz.
Peygamber’in Seriyyeleri, s. 81-85.
[466] Mahmudov, Sebepleri ve Sonuçları
Açısından Hz. Peygamber’in Savaşları, 381.
[467] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 224-225; İbn
Sa’d, Tabakât, II, 123 Kandemir, Yaşar, “Ebu Katade” DİA, X,
İstanbul-1994, 174; Mahmudov, Sebepleri ve Sonuçları Açısından Hz.
Peygamber’in Savaşları, s. 395.
[468] Özdemir, Hz. Peygamber’in Seriyyeleri,
s. 117.
[469] Seriyyenin adı İbn Hişâm’da Sifu’l-Bahr
şeklinde geçerken, Vâkıdî ve İbn Sa’d’da “Habat” seriyyesi olarak yer alır.
Bunun nedeni Müslümanların açlıktan dolayı Habat adı verilen bir ağacın
yapraklarıyla beslenmek zorunda kalmalarıdır. Bizim açımızdan seriyyenin
Ensar’ı ilgilendiren kısmı da bu şiddetli açlık sebebiyledir. Vâkıdî, el-Meğâzî,
II, 221; İbn Sa’d, Tabakât, II, 122.
[470] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 221; İbn Sa’d, Tabakât, II,
122; Ayrıca bkz. Mahmudov, Elşad, “Sîfulbahr Seriyyesi”, DİA, XXXVII,
156, İstanbul-2009.
[471] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 221.
[472] Mahmudov, “Sîfulbahr Seriyyesi”, DİA,
XXXVII, 156.
[473] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
503.
[474] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 221; İbn
Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI, 502-503.
[475] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 222 Hz. Ömer
ve Hz. Ebu Bekir onun sürekli deve keserek babasının malını tüketeceğini
söyleyerek engel ona engel oldular. Seriyye Medine’ye döndüğünde durumu öğrenen
Sa’d b. Ubâde, oğlunun cömertliğine engel oldukları için onlardan şikâyetçi
olmuştur. Bunun üzerine Resulullah yukarıdaki sözü söylemiştir. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
IV, 405.
[476] İbn Hacer, el-İsâbe, V, 360.
[477] İbn Sa’d, Tabakât , III, 405.
[478] İbnü’l-Kelbî, Kitabu’l-Asnâm, s. 13.
[479] İbn Sa’d, Tabakât, II, 136.
[480] İbnü’l-Kelbî, Kitabu’l-Asnâm, s. 15;
İbn Hişâm da Menat’ın yıkılması işini Ebu Süfyan b. Harb’in gerçekleştirdiğini
nakleder. Ancak Hz. Ali’nin de gönderildiğini iddia edenlerin de olduğunu
belirtir. Bkz. İbn Hişâm, es-Sîre, I, 129.
[481] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 372; İbn Sa’d,
Tabakât, II, 148.
[482] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 372; İbn Sa’d, Tabakât, II,
149; Ayrıca bkz. Özdemir, Hz. Peygamber’in Seriyyeleri, s. 122-123.
[483] İbn Sa’d, Tabakât, II, 150.
[484] İbn Sa’d, Tabakât, II, 150.
[485] Meclisî, Muhammed Bakır, Biharu’l-Envar el-Camiatu li Düreri
Ahbari’l-Eimmeti’l-Athar, Daru İhyau Turasi’l-Arabi, Beyrut- 1983, XXI,
246.
[486] Mahmudov, Sebepleri ve Sonuçları
Açısından Hz. Peygamber’in Savaşları, 428.
[487] Bu seriyyeden önce 625 yılında sefere çıkan ve Reci ile Bi’r-i
Maune vakalarıyla sonuçlanan birlikler, askerî amaçlı değil, tebliğ ve eğitim
amaçlıdır.
[488] Buhârî, Menakibu’l-Ensar, 8.
[489] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 286; İbn
Sa’d, Tabakât, ; II, 8; Beyhakî, Delailü’n-Nübüvve, III, 16.
[490] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 49.
[491] Mekke’ye yönelik ekonomik savaşın kısa bir değerlendirmesi için
bkz. Azimli, Mehmet, Siyeri Farklı Okumak II, Ankara Okulu Yayınları,
Ankara-2009, s. 53.
[492] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V,
185.
[493] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 44-45. İbn
Hacer Bedir’e katılıp katılmadığı konusunda ihtilaf vardır dese de
ulaşabildiğimiz kaynaklarda var olan bilgi onun savaşa katılmayıp sonradan özür
beyan ettiğidir. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, I, 234. Ayrıca geniş bilgi
için ayrıca bkz. Mahmudov, Sebepleri ve Sonuçları Açısından Hz. Peygamber’in
Savaşları, s.76.
[494] Buhârî, Vesaya 16, İsti'zan
21, Eyman 24, Ahkâm 53.
[495] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 45, 61, 115.
[496] Buhârî, Vesaya 16, Eyman 24, İsti’zan
21, Ahkâm 53; Müslim, Tevbe 53, (2769).
[497] Bunun en bilinen örneği Hz. Osman’dır. O
Resulullah’ın (s) kızı olan hanımının hastalığından dolayı sefere
katılamamıştı. Ebu Davud, Cihad, 151, (2726); Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 103, 104. Ayrıca ona Bedir’e katılan kimselerin ecri ve ganimetten payı
verildiğine dair bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n- Nihâye, V, 390.
[498] Bkz. İbn Hişâm, es-Sîre, II, 384.
Farklı İslâm tarihi kaynaklarında Müslümanların sayısı farklı verilmiştir.
Örneğin Vakıdî 305 kişi olduklarını söyler. Yine İbn Abbâs’tan nakledilen bir
rivayette 319 rakamı telaffuz edilir. Ancak konumuzu doğrudan ilgilendirmediği
için bu farklılıkların üzerinde durmayarak İbn Hişâm’ın verdiği sayıyı esas
alıyoruz.
[499] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 103; İbn Hişâm, es-Sîre, II,
269; İbn Sa’d, Tabakât, III s. 423. Ayrıca bkz. Çubukçu, Asri, “Ebu
Lübabe el-Ensarî” DİA, X, 179.
[500] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 60; İbn
Hişâm, es-Sîre, s. 272.
[501] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V,
70.
[502] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 60.
[503] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 60; İbn Hişâm, es-Sîre,
s. 272; İbn Sa’d, Tabakât, II, 8.
[504] Watt, Hz. Muhammed’in (s) bu tavrının
Ensar’ı ön plana çıkarmak suretiyle onları tatmin etmek amacıyla bilinçli
olarak sergilendiğini iddia etmektedir. Watt, Montgomery, “Arapların Hâkimiyeti
ve Yükselişi”, 60.
[505] Müslim, Cihad 83, (1779); Ebu Davud, Cihad
125, (1681).
[506] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 60; İbn Hişâm, es-Sîre, s. 272; İbn
Sa’d, Tabakât, II, 8; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V, 70.
[507] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 315.
[508] Algül, Hüseyin, İslâm Tarihi, I, 355.
[509] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V,
71.
[510] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 65; İbn Hişâm, es-Sîre,
II, 278; İbn Sa’d, Tabakât, II, 9.
[511] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 61; İbn Hişâm, es-Sîre,
II, 279.
[512] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 279; İbn
Sa’d, Tabakât, II, 9.
[513] Hamidullah, Muhammed, Hz. Peygamber’in Savaşları, Yeni
Şafak Gazetesi Kültür Armağanı, İstanbul -2003, s.37.
[514] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 69; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 8.
[515] Bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye,
V, 65; Ancak biz, ulaştığımız kaynaklardaki bilgilere göre Evs ve Hazrec’in her
birinin ayrı bayrağı olduğuna ve yukardaki gibi taşındığına kanaat getirdik.
Öte yandan elimizdeki İbn Hişâm’ın es-Sîre, nüshasında tek bir bayraktan
söz edilmekte ve bu bayrağı Sa’d b. Muaz’ın taşıdığı ifade edilmektedir.
[516] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 270; İbn
Sa’d, Tabakât, III, 479.
[517] Apak, İslâm öncesi Arap Tarihi ve Kültürü,
s. 125-126.
[518] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 290-291; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 101; İbn Sa’d, Tabakât, II, 9; İbn Kesîr, el- Bidâye ve’n-Nihâye,
V, 92.
[519] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V,
92.
[520] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 81.
[521] Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları,
s. 40.
[522] Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, II, 9;
Kaynaklarda yukarda belirtilen parolaların ne şekilde tespit edildiğine ya da
kimin tarafından belirlendiğine dair bir kayıt yoktur. Muhtemelen cephede
kendiliğinden ortaya çıkmıştır.
[523] Bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye,
V, 100. Ayrıca bkz. Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, s. 41.
Ensar’ı oluşturan büyük kabile olan Hazrec’in Parolasının “Ey Benî Abdullah”
aynı soyun küçük kardeşi niteliğindeki Evs’in parolası ise aynı kelimenin İsm-i
Tasğir sigasıyla “Ey Benî Ubeydullah” olarak belirlenmiştir. Bu durum her ne
kadar dikkatimizi çekmişse de kaynaklarda Bu parolaların tercih edilmesi süreci
ile ilgili bir bilgiye ulaşamamış olmamız konu hakkında kesin bir hüküm
vermemizi engellemiştir.
[524] Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, s.41
[525] Arap savaş tarihinde, meydan savaşlarında
eski bir geleneğe bağlı olarak savaş başlamadan önce ordulardan kendilerine
güvenen yiğit kimseler teke tek savaşmak (mübareze) üzere karşılıklı er
dilerdi.
[526] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 284; Vâkıdî, el-Meğâzî, I,
77.
[527] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 77.
[528] Öteden beri Araplar çiftçiliği hor görürlerdi. Kureyş hem soyca
kendilerinin üstün görürler hem de
Medinlilerin uğraşılarından dolayı onları küçümserlerdi. Bkz. Havva, el-Esas
fi’s-Sünne, II, 26.
[529] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 77; İbn Sa’d, Tabakât, II,
11.
[530] Ebu Davud, Harac, 22.
[531] İbn Sa’d, Tabakât, II, 15-16.
[532] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 288; İbn Sa’d, Tabakât, II,
11.
[533] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V, 141.
[534] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 299.
[535] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 93; İbn Hişâm, es-Sîre, II,
299.
[536] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 94; İbn Hişâm, es-Sîre, II,
299.
[537] Öldürülen müşriklerin isimleri için bkz. İbn Hişâm, es-Sîre,
II, 385-389.
[538] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 113; İbn Hişâm, es-Sîre, II,
310; İbn Sa’d, Tabakât, II, 12.
[539] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 112.
[540] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 113; İbn Hişâm, es-Sîre, II,
312-313; İbn Sa’d, Tabakât, III, 428.
[541] İbn Hacer, İsabe, III, 86.
[542] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 110.
[543] Enfal suresinin 67. ve 68. ayetlerinin bu konuda nazil olduğu
rivayet edilmiştir. Ancak bazı müfessirlere göre Bu ayetler esir alındıktan
sonrası için değil, savaş meydanında düşmanı yok edebilecekken dünya arzusuyla
onları esir etmekten söz etmektedir. Her iki görüş için bkz. Taberî, Ebu Cafer
Muhammed b. Cerir, Tefsir-i Taberî, I-XIV, Müessesetü’r-Risale,
Beyrut-2000, XIV, 58 vd.
[544] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 112; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 12.
[545] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 113; İbn Hişâm,
es-Sîre, II, 311.
[546] İbn İshâk, Sîre, 317-318; İbn Hişâm, es-Sîre,
II, 383; Vakidî’ye göre Bedir’e katılan Müslümanları sayısı 315’tir. Savaşa
katılanların isimleri için bkz. Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 144. İbn Sa’d da
Bedir’e katılan Müslümanların sayısının 305 olduğunu bunların 74’ünün Muhacir
geri kalanın Ensar’dan olduğunu belirtir. Ayrıca İbn Sa’d, farklı ravilerden
pek çok farklı rakamı da kitabında zikretmiştir. Bkz. İbn Sa’d, Tabakât,
II, 6, 13.
[547] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 384 vd.; İbn
Sa’d, Tabakât, III s. 12.
[548] Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, II, 12.
[549] İbn İshâk, Sîre, 318; İbn Hişâm, es-Sîre,
II, 384-385.
[550] Umeyr b. Humam savaş öncesinde yaşının
küçüklüğü nedeniyle Resulullah (s) tarafından geri çevrilmiş bunun üzerine
Umeyr ağlamaya başlamıştı. Resulullah (s) Umeyr b. Humam’ın ağlamasını görünce
ona Bedir seferine katılmak üzere izin vermişti.
[551] İbn İshâk, Sîre, 318; İbn Hişâm, es-Sîre,
II, 384-385.
[552] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 384.
[553] Enfal, 41.
[554] İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 132.
[555] İbn İshâk, Sîre, 320; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 169.
[556] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 169.
[557] Bkz. İbn Sad III, 388-576. Bedir savaşına katılan Ensarîlerin
isimleri için Bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V, 216-249.
[558] Buhârî, Cihad 127, Tefsir, Al-i İmran 15, Marda
15, Libas 98, Edeb 115, Isti’zan 20, Müslim, Cihad 116,
(1798).
[559] Medine Vesikası bkz. İbn Hişâm, es-Sîre,
II, 126-127.
[560] Bkz. Bu çalışmanın Ka’b b. Eşrefin katli ile
ilgili başlığı.
[561] İbn İshâk, Sîre, 323; Ebu Davud, Harac
22 (3001); Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 165.
[562] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 165; İbn Hişâm,
es-Sîre, II, 457.
[563] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 458.
[564] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 458; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 165, 166; İbn Sa’d, Tabakât, II, 21.
[565] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 458; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 166. Ayrıca geniş bilgi için bkz. Avcı, Casim, “Kaynuka (Benî Kaynuka)”, DİA,
XXV, 88, Ankara-2002. Diğer İslâm tarihi kaynaklarında kesin bir ifade
bulunmamakla birlikte Vakıdî’de, Abdullah b. Übey’in ısrarları sonrasında
Resulullah’ın (s), Abdullah b. Übey’in konuşmasından sonra onları öldürmekten
vazgeçtiği ifadesi yer almaktadır. “Jfîll j« fXıJ ■Çit 2ıl wİ«a
,^ JjLıJ j»$£>i fHâ ^âl jj| (»'.!£> lâ'J” İbni Übey’in Ayrıca
Abdullah b. Übey’in “onlar beni Buâs günü 400 zırhlı, 300 zırhsız kişiyle korudular”
ifadesinden İslâm tarihçileri, Benî Kaynuka Yahudilerinin savaşçı erkeklerinin
sayısının yaklaşık 700 kişi olduğunu tahmin etmektedirler.
[566] İbn İshâk, Sîre, 323-324.
[567] İbn İshâk, Sîre, 324.
[568] Maide, 5/56.
[569] İbn İshâk, Sîre, 324; İbn Hişâm, es-Sîre,
II, 459.
[570] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 167.
[571] Maide, 5/52.
[572] İbn İshâk, Sîre, 324; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 166; İbn Sa’d, Tabakât, II, 21.
[573] İbn Sa’d, Tabakât, II, 21.
[574] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 167.
[575] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 167; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 22.
[576] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 167; Ayrıca
bkz. Avcı, Casim, a.g.md., 88.
[577] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 168.
[578] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 185; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 65; İbn Sa’d, Tabakât, II, 33.
[579] İbn İshâk, Sîre, 330; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 185; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 3; İbn Sa’d, Tabakât, II, 33.
[580] Enfal, 36.
[581] İbn İshâk, Sîre, 331; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 185.
[582] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 188; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 4, 12; İbn Sa’d, Tabakât, II, 34.
[583] İbn Sa’d, Tabakât, II, 33; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 189.
[584] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 191; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 34.
[585] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 191.
[586] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 192; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 34.
[587] İbn İshâk, Sîre, 332; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 193; İbn Sa’d, Tabakât, II, 34.
[588] İbn İshâk, Sîre, 332.
[589] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 194; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 7.
[590] İbn İshâk, Sîre, 333; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 196; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 8; İbn Sa’d, Tabakât, II, 35.
[591] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 197; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 35 Bazı görüşlere göre Hazrec’in sancağını Sa’d b.
Ubâde taşımıştır.
Bkz. Şami, Sübülü’l-Hüda ve’r-Reşad, IV, 186.
[592] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 198; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 36.
[593] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 198.
[594] İbn İshâk, Sîre, 333; Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 198;
İbn Hişâm, es-Sîre, III, 8, 9; İbn Sa’d, Tabakât, II, 37.
[595] İbn Sa’d, Tabakât, II, 34.
[596] İbn İshâk, Sîre, 333.
[597] İbn İshâk, Sîre, 333; İbn Hişâm, es-Sîre,
III, 142.
[598] Al-i İmran: 122; Benî Hârise’den Câbir b.
Abdullah “ Bu ayetin inmesi, bizi inmemiş olmasından daha çok sevindirmiştir.
Çünkü bu ayet’te “Hâlbuki Allah onların yardımcısı idi” buyurulmaktadır
demiştir. İbn Kesîr, Ebu’l-Fida İsmail, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azîm,
Müessetü Kurtuba, I-XV, Kahire- 2000, III, 172.
[599] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V,
349-350.
[600] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 9.
[601] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 231; İbn Hişâm, es-Sîre, III,
46-47; Muhayrık’ın Müslüman olarak öldüğü de rivayet edilmiştir. Bu rivayet
için bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V, 8.
[602] İbn Sa’d, Tabakât, I, 432.
[603] İbn İshâk, Sîre, 333; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 199.
[604] İbn İshâk, Sîre, 332.
[605] İbn İshâk, Sîre, 334; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 200; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 11.
[606] İbn Habib, el-Muhabber, s. 271.
[607] İbn Habib, el-Muhabber, s. 271.
[608] İbn İshâk, Sîre, 335. Ayrıca bkz. İbn
Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 33.
[609] İbn İshâk, Sîre, 334.
[610] İbn İshâk, Sîre, 334; İbn Hişâm, es-Sîre,
III, 4.
[611] Okiç, M.Tayyib “İslâmiyette İlk Nüfus
Sayımı”, AÜİFD, sayı VII. Ankara 1958-59, ss. 11-19.
[612] Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 183.
[613] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 253.
[614] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V,
349.
[615] Okiç’in de makalesinde sözünü ettiği gibi bu
nüfus sayımı güvenlik amacı ön planda tutularak yapılmıştı ve daha çok
savaşması muhtemel erkek nüfusu sayılmıştı. Bkz. Okiç, M.Tayyib “İslâmiyette
İlk Nüfus Sayımı”, s. 15.
[616] İbn Sa’d, Tabakât, II, 9.
[617] Bkz. Bu çalışmanın Bedir başlığı.
[618] İbn Sa’d’ın Tabakâtü’l-Kübrasında verilen
ismleri saydığımızda da benzer bir sonuca vardık. Ancak İbn Sa’d’ın verdiği
isimler arasında Uhud’a katıldığına dair ihtilaf olanların da varlığı net bir
sayıya ulaşmayı engellemektedir. Yine de bu ihtilaflı isimler ortalama bir
sayıya çevrilecek olursa yaklaşık olarak yukardaki rakamlar elde edilmektedir.
[619] Bu tepe, savaştan sonra okçular tepesi olarak adlandırılmış ve
günümüze kadar hem “Ayneyn tepesi” hem de “Okçular tepesi” isimleriyle
anılmıştır.
[620] İbn İshâk, Sîre, 334; Komutan’ın Sa’d
b. Vakkas olduğuna dair de bazı bilgiler bulunmakla beraber bu bilgiler
zayıftır ve esas yaygınlık kazanmış olan Abdullah b. Cübeyr’in okçuların
komutanı olduğudur. Abdullah b. Cübeyr o gün başka insanlarla karıştırılmamak
için beyaz bir elbise giymişti. Buhârî, Megazi 17, 9, 20, Cihad 164, Tefsir,
Al-i İmran 10; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 11; Vâkıdî, el- Meğâzî,
I, 200.
[621] İbn İshâk, Sîre, 334; Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 203;
İbn Hişâm, es-Sîre, III, 11; İbn Sa’d, Tabakât, II, 37.
[622] Buhârî, Megazi 17, 9, 20, Cihad
164, Tefsir, Al-i İmran, 10.
[623] Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları,
s. 55.
[624] Apak, İslâm öncesi Arap Tarihi ve Kültürü,
s. 211.
[625] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V,
365
[626] İbn İshâk, Sîre, 334; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 228; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 91.
[627] İbn İshâk, Sîre, 335; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 228; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 14.
[628] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 206.
[629] Buhârî, Megazi 17, 9, 20, Cihad
164, Tefsir, Al-i İmran 10; Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 207; İbn İshâk,
Sîre,
336; İbn Sa’d, Tabakât, II, 39.
[630] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 209, 246; İbn
Sa’d, Tabakât, II, 39.
[631] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 208.
[632] Al-i İmran, 3/152.
[633] İbn İshâk, Sîre, 339; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 211; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 38.
[634] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 211; Ayrıca bkz.
Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, s. 55.
[635] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 103.
[636] Bkz. İbn Hişâm, es-Sîre, III, 22.
[637] İbn İshâk, Sîre, 336.
[638] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 36.
[639] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 235; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 34; Ümmü Umare’nin bu fedakârlığı daha sonra Hz. Ömer
tarafından da takdir edilmiş ve onu kendi ailesine tercih etmiştir. Daha geniş
bilgi için Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 237.
[640] İbn İshâk, Sîre, 338-339; İbn Hişâm, es-Sîre,
III, 111.
[641] Buhârî, Menakibu’l-Ensar, 18.
[642] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V,
388.
[643] Makrizî, I, 148; Şami, Sübülü’l-Hüda
ve’r-Reşad, IV, 197.
[644] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 215.
[645] İbn İshâk, Sîre, 338; İbn Hişâm, es-Sîre,
III, 22.
[646] Bkz. Bu çalışmanın Reci Vakası başlığı.
[647] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 209; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 39.
[648] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 210; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 45.
[649] Bkz. Sarıçam, İbrahim, Hz. Muhammed (s) ve Evrensel Mesajı,
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara-2005, s. 176-177.
[650] Âl-i İmran, 152-153.
[651] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 90-95.
[652] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 46.
[653] Uhud şehidlerinin isimleri ve hangi kabilelere mensup olduklarına
dair detaylı bilgi için İbn Hişâm, es-Sîre, III, 175 vd.; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 40.
[654] Tirmizi, Tefsir, Nahl (3128).
[655] Makrizî, İmta’u’l-Esma’, I, 172.
[656] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 60, 92
[657] Makrizî, İmta’u’l-Esma’, I, 162.
[658] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 221.
[659] Mahmudov, Sebepleri ve Sonuçları
Açısından Hz. Peygamber’in Savaşları, s. 125.
[660] Münafıklar “Bizi dinleseydiniz
öldürülmezdiniz” derken Yahudiler “Eğer Muhammed gerçekten peygamber olsaydı
böyle bir yenilgi almazdı” diyerek karşı propagandaya başlamışlardır. İbn
Hişâm, es-Sîre, III, 83.
[661] İbn İshâk, Sîre, s. 350.
[662] Bkz. Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 110; İbn
Hişâm, es-Sîre, III, 70.
[663] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 70.
[664] İbn İshâk, Sîre, s. 344; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 253.
[665] Şami, Sübülü’l-Hüda ve’r-Reşad, IV,
203.
[666] Şami, Sübülü’l-Hüda ve’r-Reşad, IV,
203; Yukarıda anlatılan fedakârlık örneklerinin Uhud’da pek çok kez
tekrarlanmış olduğu İslâm tarihi kaynaklarında yer almaktadır. Daha geniş bilgi
için bkz. Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 185-285; İbn Hişâm, es-Sîre, III,
173-239; Şami, Sübülü’l-Hüda ve’r-Reşad, IV, 200-206.
[667] Nevevî, Ebu Zekeriyya Muhyiddin Yahya b.
Şeref, Sahih-i Müslim bi Şerhi Nevevî, I-XVIII, Müessesetü Kurtuba,
1994, XII, 205; es-Suyûtî, Ebu"l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr, ed-Dîbac
ala Sahih-i Müslim b. Haccac, I-VI, Daru İbn Affan, Hubar-1996, IV, 400.
Nevevî, Kadı İyaz ve diğer bazı kimselerin Ui^ll kelimesini mansub
olarak “Arkadaşlarımız bize insaflı davranmadı” şeklinde okuduklarını
belirtmektedir. Bu durumda Resulullah (s) muhacirleri değil savaşta sebat
etmeyen ya da emirleri yerine getirmeyen arkadaşlarını kastetmiş olmaktadır.
Ayrıca bkz. Davudoğlu, Ahmed, Sahîh-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, I-XI,
Sönmez Neşriyat, İstanbul- 1978, VIII, 596.
[668] Başka bir rivayette bu isimlere Asım b. Sabit ve Hâris b. Sımme
de dâhil edilmiştir. Bkz. Vâkıdî, el- Meğâzî, I, 221; İbn Hişâm, es-Sîre,
III, 64; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 551.
[669] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 221; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 64.
[670] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 285.
[671] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 284.
[672] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V,
455.
[673] Âl-i İmran, 3/172.
[674] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V,
455.
[675] İbn İshâk, Sîre, 349; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 287.
[676] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 308; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 53.
[677] İslâm tarihi kaynaklarında yazan bu sebebi
tatmin edici bulmayan ve Yahudilerin suikast girişimlerini önemsiz bir bahane
olarak niteleyen Brockelmann, Benî Nadir seferinin Uhud’da yenilgiye uğramış
Müslümanların, itibar kazanmak için giriştikleri bir savaş olduğunu iddia eder.
Bkz. Brockelmann, İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi, s. 21.
[678] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V,
535.
[679] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V,
535.
[680] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 308; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 270; İbn Sa’d, Tabakât, II, 55.
[681] İbn Sa’d, Tabakât, II, 54.
[682] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 197.
[683] Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları,
s. 63; Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, I, 222.
[684] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 197; Vâkıdî,
el-Meğâzî, I, 379; İbn Sa’d, Tabakât, II, 62.
[685] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, I,
223.
[686] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 382; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 208; İbn Sa’d, Tabakât, II, 63.
[687] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 382.
[688] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 388; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 63.
[689] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 386; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 63.
[690] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
15, 66.
[691] Buhârî, Megazi 29, Cihad 188; Ayrıca bkz. Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 397, 405; İbn Sa’d, Tabakât, II, 67; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, VI, 29.
[692] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 201, 202;
Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 387.
[693] Resulullah’ın (s) okuduğu şiirlerden bir
tanesi şöyledir: “"Ey Allahım! Gerçek hayat ahiret hayatıdır, Ensar ve
muhaciri mağfiret buyur!" Resulullah’ın (s) bu şiirine Ensar ve Muhacir de
Resulullah’a (s) şu şiirle cevap veriyorlardı: "Biz Muhammed'e bey'at
edenleriz. Hayatta kaldıkça cihad gayemiz." Buhârî, Menakibu’l-Ensar,
9, Megazi 29.
[694] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 393.
[695] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
27.
[696] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 197; İbn
Sa’d, Tabakât, II, 65.
[697] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
34.
[698] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 396, 397.
[699] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 390; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 204.
[700] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 391; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 205, 206.
[701] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 394.
[702] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 460-461.
[703] Bkz. Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 407; İbn
Hişâm, es-Sîre, III, 207, 208; İbn Sa’d, Tabakât, II, 65, 69.
[704] Nuaym b. Mesud ile müttefik gruplar arasındaki diyalog için bkz.
İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI, 59-62.
[705] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 216, 217;
İbn Sa’d, Tabakât, II, 65, 70.
[706] Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları,
s.77.
[707] Ahzab suresinde ifade edildiği gibi bu,
Allah’ın sebatkâr müminlere bir ikramı idi. Bkz. Ahzab/9
[708] Huzeyfe’nin bu görevinde karşılaşmış olduğu
zorluklar için Bkz. İbn Hişâm, es-Sîre, III, 319; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 65-66; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI, 64, 65; Hamidullah, Hz.
Peygamber’in Savaşları, s. 78.
[709] Onu yaralayan Benî Âmir b. Lüey kabilesinden
Hibban b. Kays b. Arika’dır. Benî Mahzum kabilesinin müttefiklerinden Üsame
el-Cüşemî’nin de onu yaralayan kişi olduğu söylenmiştir. Bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, VI, 48.
[710] Ebu Davud, Cenaiz 8, (3101); Nesai, Mesacid
18, (2, 45).
[711] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 241; İbn
Sa’d, Tabakât, II, 64. Sa’d b. Muaz Benî Kureyza’nın cezalandırıldığını
görmeden canını almaması için Allah’a dua etmişti. Bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, VI, 48.
[712] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 388; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 211.
[713] Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, I, 270.
[714] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
69.
[715] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
68.
[716] Detaylı bilgiler için bu çalışmanın Hendek
savaşı başlığına bakınız.
[717] Hz. Peygamber’in, Benî Kureyza’ya savaş
açmasının ilahi bir emir olduğuna dair rivayetler için bkz. Buhârî, Megazi,
30; Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 3-4; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 221; İbn
Sa’d, Tabakât, II, 70, 72, 73.
[718] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 23.
[719] İbn Kesîr’e göre 25 gece kalelerinde kalıp dışarı çıkmadılar.
Bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI, 89.
[720] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 7; Başka bir rivayete göre onlar
özellikle yardıma gelmesi için Ebu Lübabe’yi çağırmışlardı. Bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, VI, 77.
[721] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 10-11; İbn Hişâm, es-Sîre,
III, 224-225; İbn Sa’d, Tabakât, II, 71; Ayrıca bkz. Çubukçu, Asri, “Ebu
Lübabe el-Ensarî” X, 179.
[722] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 13; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 71.
[723] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 13-14; İbn
Hişâm, es-Sîre, III, 227-228; İbn Sa’d, Tabakât, II, 71.
[724] Buhârî, Menakibu’l-Ensar, 12, Megazi 30; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 229; Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 15; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 71.
[725] Bkz. Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 15; İbn
Hişâm, es-Sîre, III, 230.
[726] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 235.
[727] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 246.
[728] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 22, 23.
[729] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 25; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 74.
[730] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 343; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 59.
[731] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 344.
[732] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 343; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 286.
[733] Vâkıdî, el-Meğâzî, I, 352- 355; İbn
Hişâm, es-Sîre, III, 286-287; İbn Sa’d, Tabakât, II, 61.
[734] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 295-296.
[735] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 297, 302.
[736] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
197.
[737] Nur, 11-20.
[738] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 299-300.
[739] Berkûkî, Abdurrahman, Şerhu Divânu Hassan
b. Sabit, el-Matbaatü’r-Rahmaniyye, Mısır-1929, s.
[740] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
221.
[741] Hamidullah, Muhammed, “ Hudeybiye
Antlaşması” DİA, İstanbul-1998, XVIII, 297.
[742] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
13.
[743] Buhârî, Cihad, 70; İbn Hişâm, es-Sîre,
III, 339.
[744] Serahsî, Muhammed b. Ahmed, Şerhu Kitabi’s-Siyeri’l-Kebir,
Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut- 1997, I, 70.
[745] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 308.
[746] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 71; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 309.
[747] Müslim, Cihad 132, (1807); İbn Kesîr,
el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI, 207.
[748] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 23.
[749] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 113-114; İbn
Sa’d, Tabakât, II, 101.
[750] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 308. krş.
İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI, 207.
[751] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 70.
[752] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 91.
[753] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 70; İbn Sa’d, Tabakât, II, 92.
[754] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 75; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 313; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 93.
[755] Bütün bu elçilerin isimleri için Bkz. İbn Hişâm, es-Sîre,
III, 312-317; Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 89-93; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 93; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI, 211-212.
[756] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
215.
[757] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 92.
[758] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 83; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 318; Ced b. Kays Tebük seferi için geçersiz bir mazeret
uydurarak savaştan kaçan ve hakkında ayet nazil olan bir şahıs’tır. Bkz.
Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 381.
[759] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 93;
İbn Hişâm, es-Sîre, III, 317.
[760] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 91;
İbn Hişâm, es-Sîre, III, 319; İbn Sa’d, Tabakât, II, 93.
[761] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 98;
İbn Hişâm, es-Sîre, III, 320; İbn Sa’d, Tabakât, II, 94.
[762] İbn Kesîr, Muhammed b. Mesleme yerine Mahmud b. Mesleme adını vermiştir. Gerçekten Mahmud
mu demek istedi yoksa bu bir istinsah hatası mıdır kesin
olarak bilmek zordur. Zira gerçekten de Muhammed b. Mesleme’nin Mahmud isimli
bir kardeşi vardır ve Hayber’in fethinde şehid düşmüştür. Bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, VI, 219.
[763] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 98; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 321.
[764] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 94, 97; İbn Hişâm, es-Sîre,
III, 319; Hz. Ömer’in bu konuda sarfettiği sözler için bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, VI, 216, 217.
[765] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 98; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 320; İbn Sa’d, Tabakât, II, 93
[766] Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, II, 94.
[767] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 113, 114;İbn
Hişâm, es-Sîre, III, 332; Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 31.
[768] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 114.
[769] Bkz. Bu çalışmanın “Hendek Savaşı” başlığı
ve Huyey b. Ahtab’ın faaliyetleri.
[770] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
251-252.
[771] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 63.
[772] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 113-114; İbn
Sa’d, Tabakât, II, 101.
[773] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 118, 119.
[774] Hz. Peygamber’in (s) takip ettiği güzergâh’ın detayları için bkz.
Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 117; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 335.
[775] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 335.
[776] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 127.
[777] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 115.
[778] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 119; İbn
Hişâm, es-Sîre, III, 334; İbn Sa’d, Tabakât, II, 101.
[779] İbn Sa’d, Tabakât, II, 101.
[780] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
352.
[781] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 120.
[782] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 122-138.
[783] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 142; İbn Sa’d,
Tabakât, II, 102.
[784] Hayber Yahudileri Hz. Ömer dönemine kadar bu durumda
kalmışlardır. Daha sonra Hz. Ömer
tarafından hicazdan sürülmüşlerdir. Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 153;
Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 37.
[785] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 153; İbn Hişâm,
es-Sîre, III, 366.
[786] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 365.
[787] İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 375.
[788] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 354.
[789] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 144; İbn
Hişâm, es-Sîre, III, 354; İbn Sa’d, Tabakât, II, 102.
[790] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 354; İbn
Sa’d, Tabakât, II, 101,102.
[791] Vakıdî ve İbn Sa’d, bu ismi “Adiy b. Mürre
b. Süraka” olarak kaydeder. Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 160; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 101. İbn Hişâm ve İbn Kesîr ise yukarıdaki şekilde kaydetmişlerdir. İbn
Hişâm, es-Sîre, III, 354; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
341.
[792] İbn Hişâm bu ismi Evs b. Kaid olarak naklederken, İbn Kesîr’in
el-Bidaye’sinde Evsü’l-Faid olarak
geçmektedir. Krş. İbn Hişâm, es-Sîre, III, 354; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, VI, 341.
[793] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 127; İbn
Hişâm, es-Sîre, III, 354; İbn Sa’d, Tabakât, II, 101; Vakıdî’ ve
İbn Sa’d’a göre son iki isim Üneyf b. Vaile ve Evs b. Habib’dir. İbn Hacer de
aynı bilgiyi nakletmekte ancak bu kişinin yukarda geçen Evs b. Cübeyr
olabileceğini de ifade etmektedir. Bkz. İbn Hacer, el- İsâbe, I, 296.
[794] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
341.
[795] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
342. Ayrıca bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, I, 305.
[796] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 294.
[797] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 303.
[798] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 160; İbn
Hişâm, es-Sîre, III, 354; İbn Sa’d, Tabakât, II, 102.
[799] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 247.
[800] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 381; İbn
Sa’d, Tabakât, II, 113.
[801] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 187; İbn Sa’d, Tabakât, II,
113;-114; Ayrıca bkz. Kandemir, Yaşar, “Beşir b. Sa’d”, VI, 6.
[802] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 300.
[803] İbn Sa’d, Tabakât, II, 114.
[804] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 205; İbn
Hişâm, es-Sîre, IV, 21; İbn Sa’d, Tabakât, II, 119.
[805] Bkz. Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 207; İbn Hişâm, es-Sîre,
III, 386; İbn Sa’d, Tabakât, II, 119; Erdem, Sargon-Kılıç, Hulusi,
“Abdullah b. Revaha”, DİA, I, 129.
[806] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 209; İbn
Hişâm, es-Sîre, III, 388; İbn Sa’d, Tabakât, II, 120
[807] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 391.
[808] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 211; İbn
Hişâm, es-Sîre, III, 391, 392; İbn Sa’d, Tabakât, II, 119-120.
[809] Bkz. İbn Hişâm, es-Sîre, III, 393;
Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 212.
[810] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 212, 213; İbn
Hişâm, es-Sîre, III, 394; İbn Sa’d, Tabakât, II, 120.
[811] İbn Hişâm, sahabinin adı“Abbad”
olarak nakledilirken, Vakıdî’de bu isim “Ubâde” olarak geçmektedir.
Ayrıca Ensar’dan her iki kaynakta şehid olanların sayıları da farklı
verilmiştir. Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 216; İbn Hişâm, es-Sîre, III,
404.
[812] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 404.
[813] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, II, 598.
[814] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 226; İbn
Hişâm, es-Sîre, IV, 4.
[815] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 61.
[816] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
510; Belâzürî’ye göre ise olay Huzaa kabilesinden birinin Kinane kabilesinden
birine Resulullah’ı (s) hicvettiği için saldırıp başını yarması nedeniyle
gerçekleşmiştir. Bkz. Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 61.
[817] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
508
[818] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 229; İbn
Hişâm, es-Sîre, IV, 4; İbn Sa’d, Tabakât, II, 124.
[819] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 229; İbn
Hişâm, es-Sîre, IV, 12-13; İbn Sa’d, Tabakât, II, 125.
[820] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 232, 238; İbn
Hişâm, es-Sîre, IV, 14.
[821] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
519.
[822] Bkz. İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 16; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 125; ayrıca bkz. Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, s. 82.
[823] Buhârî, Meğazi 9, Cihad 141, 195; İbn Kesîr,
el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI, 521.
[824] Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, II,
125;Ayrıca bkz. Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, s. 82.
[825] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 238; İbn Sa’d,
Tabakât, II, 124.
[826] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 240; İbn Sa’d,
Tabakât, II, 125.
[827] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 18.
[828] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 240,241, 250.
[829] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 251; İbn Sa’d,
Tabakât, II, 126.
[830] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 23; Vâkıdî, el-Meğâzî,
II, 251, 252; İbn Sa’d, Tabakât, II, 126.
[831] Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları,
s. 83.
[832] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
552.
[833] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 28, 30-32;
İbn Sa’d, Tabakât, II, 126.
[834] Buhârî, Meğazi, 48; İbn Hişâm, es-Sîre,
IV, 23; Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 254.
[835] Bkz. Hamidullah, Hz. Peygamber’in
Savaşları, s. 84.
[836] Buhârî, Meğazi, 48
[837] Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları,
s. 86.
[838] Buhârî, Meğazi, 48; İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 27;
Vâkıdî, el-Meğâzî, II, ; 256. Ayrıca bkz. Hamidullah, Hz.
Peygamber’in Savaşları, s. 86.
[839] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
554.
[840] İbn Hişâm’a göre Hz. Peygamber (s) Hz.
Ali’ye Sa’d’dan bayrağı almasını emretmiştir. Ancak bu emri muhtemelen bayrağı
Sa’d’ın oğluna teslim etmek üzere vermiştir. Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 256;
İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 27; İbn Sa’d, Tabakât, II, 126.
[841] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI,
553-554.
[842] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 29.
[843] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 66.
[844] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 25; İbn Sa’d,
Tabakât, II, 126.
[845] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 263; İbn
Hişâm, es-Sîre, IV, 39.
[846] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 39.
[847] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 73.
[848] Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, II, 128.
[849] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye,
VII, 9.
[850] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 308; İbn
Hişâm, es-Sîre, IV, 73; İbn Sa’d, Tabakât, II, 139.
[851] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 75.
[852] Sancağın Sa’d b. Ubâde’de olduğu ya da Hazrec’e ait ikinci bir
sancağın Sa’d’da olduğu da söylenmiştir. Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 309; İbn
Sa’d, Tabakât, II, 139.
[853] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 309, 310; İbn
Sa’d, Tabakât, II, 139.
[854] Bu konuda farklı rivayetler için bkz. İbn
Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VII, 11.
[855] Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, s.
94.
[856] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 311, 313; İbn
Hişâm, es-Sîre, IV, 78; İbn Sa’d, Tabakât, II, 140.
[857] Rıdvan biati Semüre adı verilen bir ağaç altında yapılmıştı. Bkz.
Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 311; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 81; İbn
Sa’d, Tabakât, II, 140.
[858] Emredersin! Başüstüne! Bkz. İbn Manzur, Lisanu’l-Arab,
I, 731.
[859] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 81.
[860] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 312; İbn
Hişâm, es-Sîre, IV, 81.
[861] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 316.
[862] Buhârî, Meğazi 56, Humus 19, Menakıb 14,
Menakıbu'l-Ensar 1, Feraiz 34.
[863] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 79.
[864] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 312; İbn
Hişâm, es-Sîre, IV, 81.
[865] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 82, 83
[866] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 707.
[867] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 328; İbn Hişâm, es-Sîre, IV,
102; İbn Sa’d, Tabakât, II, 140-141; İbn Kesîr sadece Süraka’nın adını
kaydeder. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VII, 50.
[868] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 330; İbn
Hişâm, es-Sîre, IV, 93; İbn Sa’d, Tabakât, II, 141.
[869] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 331 İbn Hişâm’da da benzer bir
anlatım vardır ancak yer tayini konusunda Hubab b. Münzir’in ismi
geçmemektedir. İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 135.
[870] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 339; İbn
Hişâm, es-Sîre, IV, 137-138; İbn Sa’d, Tabakât, II, 146.
[871] Bazı yorum ve değerlendirmeler için bkz. Vatandaş, Celaleddin, Hz.
Muhammed’in (SAV) Hayatı ve İslâm Daveti, I-II, Pınar Yayınları,
İstanbul-2009, II, 457.
[872] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 340; İbn
Hişâm, es-Sîre, IV, 141.
[873] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 345; İbn
Hişâm, es-Sîre, IV, 143.
[874] İbn Sa’d, Tabakât, III, 406.
[875] Müellefe-i Kuluba verilen ganimetlerin detayları için Vâkıdî, el-Meğâzî,
II, 345, 346; İbn Hişâm, es- Sîre, IV, 150 vd.; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 141
[876] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 353; İbn
Hişâm, es-Sîre, IV, 159; İbn Sa’d, Tabakât, II, 142.
[877] Buhârî, Meğazi 56, Humus 19, Menakıb 14, Menakıbu'l-Ensar
1, Feraiz 34; Müslim, Zekat 135, (1059); Tirmizi, Menakıb,
(3897).
[878] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 354; İbn
Hişâm, es-Sîre, IV, 160.
[879] Buhârî, Menakıbu’l-Ensar, 1.
[880] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 160, 161.
[881] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 355; İbn Hişâm, es-Sîre, IV,
162.
[882] Câbiri, İslâm’da Siyasal Akıl, s. 240.
[883] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 379; İbn Sa’d, Tabakât, II,
152.
[884] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 381; İbn Hişâm, es-Sîre, IV,
182.
[885] "^i1-^- Y-kj>3 fV^Jj Ij’LjL yâ yİ
yjjîj y5 y’I jîl Jjjj ji y^Tevbe / 49; Vâkıdî, el-Meğâzî, II,
381; İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 182. İbn
Sa’d bunların 80 küsur münafık olduklarını belirtir. Bkz. İbn Sa’d, Tabakât,
II, 151.
[886] “j^SL IjilS j! |> &-tjji ju JS jül y iy>’ y IjHS” Tevbe
/ 81; İbn Hişâm, es-Sire, IV, 183 Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 382.
[887] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 183.
[888] “Bekkaûn” Ağlayanlar olarak adlandırılan bu
kişiler Sâlim b. Umeyr, Ulbe b. Zeyd, Ebu Leyla Abdurrahman b. Ka’b, Amr b.
Humam b. Cemuh, Abdullah b. Muğaffel, Heremi b. Abdullah ve İrbad b.
Sariye’dir. İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 184; Vâkıdî, el-Meğâzî, II,
382. Vakıdî bunların sadece dördünün adlarını zikrederek “Bizce ismi kesin
olanlar bunlardır” demektedir. İbn Sa’d, bir iki neseb değişikliğiyle aynı
isimleri zikretmektedir. Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, II, 151.
[889] Ebu Davud, Cihad 123, (2676); Vâkıdî,
el-Meğâzî, II, 383 İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 184.
[890] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 186; İbn
Sa’d, Tabakât, II, 151.
[891] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 384.
[892] İbn Sa’d, Tabakât, II, 151. Hz.
Peygambe Neccâr oğullarına ait bayrağı Umare b. Hazm’dan alıp Zeyd b. Sabit’e
vererek “Öncelik Kur’an’ı iyi bilendedir” buyurmuştur. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe,
II, 490.
[893] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 383-384; İbn
Hişâm, es-Sîre, IV, 186; İbn Sa’d, Tabakât, II, 151.
[894] Ka’b b. Mâlik’in ağzından bu durumun detaylı bir anlatımı için
bkz. Buhârî, Vesaya 16, İstizan 21, Eyman 24, Ahkâm
53.
[895] Daha geniş bilgi için bkz. Vâkıdî, el-Meğâzî,
II, 384-386; İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 185.
[896] Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 386; İbn
Hişâm, es-Sîre, IV, 188.
[897] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 195.
[898] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 197.
[899] İbn Sa’d, Tabakât, III, 406.
[900] İbn Sa’d, Tabakât, II, 152.
[901] Bu rivayetinde Medine’ye vekil olarak bırakılan kişinin Sibaa b.
Urfute el-Gıfarî olabileceğini de belirtmiştir. Bkz. Vâkıdî, el-Meğâzî,
II, 383.
[902] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, II, 52.
[903] Hilafet kurumu ve halifelik hakkında geniş bilgi için bkz. Avcı,
Casim, “Hilafet”, DİA, XVII, 539, İstanbul-1998.
Halifelik
hakkındaki hadisler üzerine yapılan akademik bir çalışma için bkz. Canikli,
İlyas, Hilâfet Kavramıyla İlgili Hadislerin Tetkiki, basılmamış doktora
tezi, Ankara-2004.
Câbiri,
İslâm’da Siyasal Akıl, s. 258; Zorlu, İslâm’da İlk İktidar Mücadelesi,
s. 43-43; Ensar ve Muhacir bu konu için tartışmalara girdiği gibi, Muhacirun’da
Hz. Ali’nin şahsında Haşimoğulları ve diğerleri gibi bir ayrışmaya gitmişti.
[912] Câbiri, İslâm’da Siyasal Akıl, s.
260.
[913] Abdulğani, Muhammed İlyas, Büyûtu's-Sahabe,
Medine-1999, s. 155.
[914] Benî Sâide Sakifesi. Burası için bahçe, sofa
gibi kelimler de kullanılmıştır. Bkz. İbn Hişâm, İslâm Tarihi, trc.
Hasan Ege Kahraman Yayınları, I-IV, İstanbul-2006, IV s.412, Abdulğani, Büyûtu's-
Sahabe, s. 156; krş. Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, II, 40 Ancak
mühim olan burasının nasıl bir yer olduğundan çok bu toplantının Ensar’ın bir
koluna mensup Benî Sâide mahallesinde gerçekleştirilmiş olmasıdır. Zira ümmeti
ilgilendiren diğer önemli konular gibi bu konunun da Mescid-i Nebi’de ele
alınması beklenir.
[915] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 364;Belâzürî,
Ensâbu’l-Eşrâf, II, 260.
[916] İbn Kuteybe, Abdullah b. Müslim, el-İmâme
ve’s-Siyâse, Daru’l-Edva, Beyrut-1990, I, 22.
[917] İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyâse, I,
22.
[918] Vakıdî, Muhammed b. Ömer, Kitabu’r-Ridde,
Daru’l-Ğarbi’l-İslâmi, Beyrut-1990, 36.
[919] Halebî, İmam Ali b. Burhaneddin, İnsânu’l-Uyûn fi
Sireti’l-Emîni’l-Me’mûn, I-III, Daru’l- Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut-2006, III,
491.
[920] Apak, Asabiyet, s. 98.
[921] Vakıdî, Kitabu’r-Ridde, 34
[922] Taberî, Tarih, III, 202.
[923] Fığlalı, Ethem Ruhi, “Hariciliğin Doğuşuna Tesir Eden Bazı
Sebepler”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XX, Ankara
1975, ss. 219-248, s. 221; Akbulut, Ahmet, Sahabe Devri Siyasî Hadiselerinin
Kelami Problemlere Etkileri, Birleşik Yayıncılık, İstanbul-1992, 55
[924] Araplar her iki kabileyi birden Hazrec’in nüfusça daha kalabalık
olmasından dolayı Hazrec olarak da isimlendiriyorlardı. İbn Hişâm, es-Sîre,
II, 57-58
[925] İbn Hişâm, es-Sîre, III, 287.
[926] Taberî, Tarih, III, 221.
[927] Âlûsî, Bulûğu’l-Ereb, I, 287.
[928] İbn Hişâm’a göre toplantıya katılma fikrini
Hz. Ömer Hz. Ebu Bekir’e tavsiye etmiştir. Bkz. İbn Hişâm, es-Sîre, IV,
364. Philip Hitti’ye göre bu üç sahabi aslında önceden aralarında anlaşarak
oraya gitmiş ve ortak tavır belirlemişlerdir. Bkz. Hitti, Philip K. Siyâsî
ve Kültürel İslâm Tarihi, I-IV, İFAV, İstanbul-1995, I, 212.
[929] İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyâse, I,
23.
[930] İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyâse, I,
24-25.
[931] İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyâse, I,
26.
[932] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 57-58;
Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, II, 189. Ayrıca bkz. Kandemir, Yaşar, “Beşir
b. Sa’d”, VI, 6. Beşir b. Sa’d ile Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer arasında olumlu
ilişkiler olduğu, Gatafan üzerine yapılan bir seriyye’de onların Resulullah’a
(s) Beşir b. Sa’d’ı komutan olarak teklif etmelerinden anlaşılmaktadır. Bkz.
Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 182. İbni Kuteybe ise Beşir b. Sa’d’ın Hazrecin
ileri gelenlerinden birisi olduğunu ve Sa’d b. Ubâde’yi kıskandığı için Ebu
Bekir’e biat ettiğini ileri sürer. Bkz. İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyâse,
I, 25-26.
[933] İbn Sa’d, Tabakât, III, 568-569.
[934] Taberî, Tarih, III, 222.
[935] İbn Sa’d, Tabakât, III, 568-569.
[936] Bkz. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II,
279.
[937] Buhârî, Menakıb, 1, 2, Ahkam 2, Enbiya,
1;Müslim, İmaret 2, 3, 4; Bu hadisin farklı lafızlarla ancak aynı anlam
ile daha pek çok varyasyonu vardır.
[938] Maverdî, Ebi’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib, Ahkâmu’s-Sultâniyye,
Mektebetü Darü İbn Kuteybe, Kuveyt-1989, s. 5.
[939] El-Ferra, Ebu Ya’la Muhammed b. Hüseyin, Ahkâmu’s-Sultâniyye,
Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut-2000, s. 20.
[940] Bu isimler ve diğerleri için bkz. Hatiboğlu, Mehmed Said, Hilafetin
Kureyşiliği İslâm’da İlk Siyasî Kavmiyetçilik, Kitabiyat yayınları,
Ankara-2005, s.70-87.
[941] Taberî, Tarih, III, 203.
[942] İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 366-367.
[943] Hatiboğlu, Hilafetin Kureyşiliği,
s.56-59, 112.
[944] Zorlu, İslâm’da İlk İktidar Mücadelesi,
s. 115-116.
[945] Zorlu, İslâm’da İlk İktidar Mücadelesi,
s. 116-156.
[946] Zorlu, İslâm’da İlk İktidar Mücadelesi,
s. 116.
[947] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, II,
42.
[948] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, II, 43. Seriyyeler
kısmında verdiğimiz gRâfiklerden ve
verilerden anlaşıldığı üzere Ensar, Muhacirler’e kıyasla seriyyelerde daha az
komutanlık yapmıştır.
[949] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, II,
43.
[950] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, II,
44.
[951] Zorlu, İslâm’da İlk İktidar Mücadelesi,
s.118; Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, II, 45.
[952] Bakkal, Ali “Ebu Bekir’in Halife Seçilmesinde “İmamlar
Kureyş’tendir” Hadisinin Rolü Üzerine”, İSTEM, yıl: 3 sy. 6, Konya-2006,
s. 99.
[953] Bakkal, “Ebu Bekir’in Halife Seçilmesinde
“İmamlar Kureyş’tendir” Hadisinin Rolü Üzerine”. s.
102.
[954] Bakkal, “Ebu Bekir’in Halife Seçilmesinde “İmamlar Kureyş’tendir”
Hadisinin Rolü Üzerine”. s. 101.
[955] Bakkal, “Ebu Bekir’in Halife Seçilmesinde
“İmamlar Kureyş’tendir” Hadisinin Rolü Üzerine”. s.
103.
[956] Kardavî, Yusuf, Sünneti Anlamada Yöntem, trc. Bünyamin
Erul, Rey Yayınları, Kayseri-1998, s. 201
[957] Kardavi, Sünneti Anlamada Yöntem, 206.
[958] Tevfik Mücahid, Huriye, Farabî’den Abduh’a Siyasî Düşünce,
trc. Vecdi Akyüz, İz Yayınları, İstanbul-1995, s. 47-60.
[959] İbn Haldun, Ebu Zeyd Veliyyüddin Abdurrahman
b. Muhammed, Mukaddime, I-V, Beytü'l-Fünun ve'l-Ulum ve'l-Adab,
Daru’l-Beyza (Kazablanka)-2005, I, 336-337. Metnin tercümesi için bkz. Apak, Anahatlarıyla
İslâm Tarihi, II, 44. İbn Haldun hakkında yazılmış akademik bir çalışma
için bkz. Denek, Tuba, İbn Haldun’un Mukaddimesine Göre İslâm Kurumlan
Tarihi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Şanlıurfa-2007. İbn Haldun’dan önce
de bu görüş belirgin bir biçimde olmasa da Amidî tarafından işlenmiştir. Bkz.
İlhan, Avni, Amidî’de İmamet Nazariyesi, Basılmamış Doktora Tezi,
İzmir-1982 s. 111-112.
[960] Barthold, Wilhelm, İslâm Medeniyeti Tarihi, trc. M. Fuad
Köprülü, TTK Basımevi, Ankara-1963, s. 22.
[961] Hz. Ebu Bekir’in Resulullah’ın (s) hicret
yoldaşı olması ve ondan sonra halka namaz kıldırması gibi hususiyetleri.
Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, II, 261-262, 265. Azimli de bu ve diğer bazı
amilleri Hz. Ebu Bekir’in halife seçilmesini kolaylaştıran faaliyetler olarak
sıralamıştır. Bkz. Azimli, Mehmet, Halifelik Tarihine Giriş, Öykü
Kitabevi, Konya-2005, s. 74-76.
[962] İslâm’da Hilafet hakkında pekçok eser kaleme
alınmıştır. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz. Ardakoç, M. Kamran
(Der.), Hilafet Meselesi, İstanbul 1955; Aydın, Hidayet, İslâm’da
Hilafet Var mıdır? Altınok Mat., Ankara 1971; Babanzade Mustafa Zihni Paşa-
Sadık Albayrak, Hilafet ve Halifesiz Müslümanlar, Medrese Yayınları,
İstanbul-1980; Bozarslan, Mehmet Emin, Hilafet ve Ümmetçilik Sorunu, Ant
Yayınları, 1969; Bursalı, Mustafa Necati, Hilafet ve Halifeler, Türdav,
İstanbul 1982; Mevdudi, Ebu.l-A.la, Hilafet ve Saltanat, Çev.: A.
Genceli, 2. B., İstanbul 1980 (3. B., Hilal Yayınları, İstanbul; Şeriati, Ali, Ümmet
ve İmamet, Çev.: Ahmed Said, Fecr Yayınevi, Ankara 1996.
[963] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 235.
[964] Bu dönemde Hz. Peygamber (s) tarafından tayin edilen kadıların
halen göreve devam ettiği bilinmektedir.
[965] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IX, 553. Ayrıca bkz.
Aydınlı, Abdullah “Ebu’d-Derda”, DİA, X, 310, İstanbul-1994.
[966] Canan, İbrahim, “Enes b. Mâlik”, DİA,
XI, 234, İstanbul-1995.
[967] İbn Sa’d, Tabakât, III, 413.
[968] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 283.
[969] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s.
139-140.
[970] Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, II, 189;
Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 93.
[971] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 152.
[972] Şahyar, “Muhammed b. Mesleme”, XXX,
555.
[973] Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu,
s. 11.
[974] Asıl ismi olan Talha yerine küçümseme ve
hafife alma maksadıyla Tuleyha olarak anılmış, daha sonra tekrar Müslüman
olduktan sonra da bu isimle meşhur olmuştur. Bkz. Fayda, Mustafa, Allah’ın
Kılıcı Halid b. Velid, Marmara İlahiyat Vakfı Yayınları, İstanbul-2006, s.
259.
[975] İbn Sa’d, Tabakât, III, 433.
[976] El-Küla’î, Ebu’r-Rebî Süleyman b. Musa, el-Hilafetü’r-Râşide
ve’l-Butûletü’l-Hâlide fi Hurûbu’r-Ridde, Kahire-1979, s. 50.
[977] Bkz. Fayda, Allah’ın Kılıcı Halid b.
Velid, s.258.
[978] Bu ihtilafın zekât malı olarak damgalandıktan sonra Kindelilerin
vermek istemediği dişi bir deveden kaynaklandığı ifade edilmektedir. Bkz.
Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 140.
[979] Hz. Ebu
Bekir’in daha sonra Eş’as’ın boynunu vurdurmadığı için pişman olduğu söylenir.
Ancak
temkinli yaklaşmak gerekmekte yahut Hz. Ebu
Bekir’in Eş’as’la akrabalık bağı kurarak onu kontrol altına almayı amaçladığı
düşünülebilmektedir. Bkz. Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 144.
79
İbn Hacer, el-İsâbe,
VI, 375. Nehik’in bundan önce Ziyad b. Lebid’e Hz Ebu Bekir tarafından elçi
olarak gönderildiği de nakledilmektedir. Bkz. Aynı yer.
80
Asıl adı Mesleme olup
Müslümanlar tarafından tahkir amacıyla “Müseylime” denilmiştir. Bkz. Önkal, Ahmet,
“Müseylimetü’l-Kezzab”, DİA, Ankara-2006, XXXII, 90. Ancak Brockelmann
onunla Hz. Peygamber (s) arasında bir fark olmadığını vurgularcasına eserinde
ısrarla Mesleme adını kullanmıştır. Bkz. Brockelmann, Carl, İslâm Ulusları
ve Devletleri Tarihi, s. 37-39.
[984] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 122.
Ayrıca bkz. Fayda, Allah’ın Kılıcı Halid b. Velid, s. 264.
[985] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 127.
[986] İbn Sa’d, Tabakât, III, 439.
[987] Aynı olay Ebu Dücane hakkında da anlatılmaktadır. Bu durumda ya
birden fazla sahabi bu şekilde bahçeye girmişlerdir ya da kişiler karışmıştır.
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 551
[988] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 364; İbn
Hacer, el-İsâbe, I, 413.
[989] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 364.
[990] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 364.
[991] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 125;
Taberî, Tarih, III, 288.
[992] El-Küla’î, el-Hilafetü’r-Râşide ve’l-Butûletü’l-Hâlide fi
Hurûbu’r-Ridde, s. 84, 104-105, 120, 140. Ayrıca bkz. Fayda, Allah’ın
Kılıcı Halid b. Velid, s. 280.
[993] Taberî, Tarih, III, 290.
[994] Çakan, İsmail L., “Abdullah b. Zeyd b.
Asım”, DİA, İstanbul- 1988, I, 143.
[995] Bütün bu rivayetler ve değerlendirmeler için
bkz. Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 121.
[996] Fayda, Allah’ın Kılıcı Halid b. Velid,
s. 286.
[997] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 126. Habibin annesi Nüseybe
bt. Ka’b, Uhud savaşına iştirak etmiş ve Akabe’de bulunan iki kadından
birisiydi.
[998] İbn Hacer, el-İsâbe, II, 19.
[999] Cüvasa Bahreyn’de bir kalenin adıdır. H. 12
yılında Bahreyn’de irtidat hareketleri başlayınca buradaki Müslüman kuvvetlerin
komutanı Alâ b. El-Hadrami bu kaleye sığınmış ve burada çetin bir savaş
yaşanmıştır. Bkz. Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 114.
[1000] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 125. Bu sahabi ile ilgili
Ansiklopedik bilgi için bkz. Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Abdullah b. Übey b.
Selül”, DİA, İstanbul-1988, I, 80.
[1001] İbn Sa’d, Tabakât, III, 502.
[1002] İbn Sa’d, Tabakât, III, 516;
Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 125.
[1003] Bu rivayetler için bkz.
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 551; Ayrıca Çubukçu, Asrî, DİA,
“Ebu
Dücane”,
İstanbul-1992, X, 120.
[1004] İbn Sa’d, Tabakât, III, 406;
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, III, 148; İbn Hacer, el-İsâbe, III, 496.
[1005] İbn Sa’d, Tabakât, III, 431;
İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 369; Taberî, Tarih, III, 207.
[1006] İbn Sa’d, Tabakât, III, 436.
[1007] İbn Sa’d, Tabakât, III, 439;
İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 476.
[1008] İbn Sa’d, Tabakât, III, 451; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
IV, 129; İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 476.
[1009] İbn Sa’d, Tabakât, III, 479.
[1010] İbn Sa’d, Tabakât, III, 511; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
I, 456
[1011] İbn Sa’d, Tabakât, III, 511.
[1012] İbn Sa’d, Tabakât, III, 527; İbn Hacer, el-İsâbe, IV,
430.
[1013] İbn Sa’d, Tabakât, III, 551; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
III, 147.
[1014] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 245;
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, V, 11; İbn Hacer, el-İsâbe, V, 527.
İslâm ordusunda il şehid edilen sahabi Mâlik b. Evs olmuştur. Bkz. Fayda, Allah’ın
Kılıcı Halid b. Velid, s. 278.
[1015] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 245; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
IV, 274; İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 589.
[1016] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 284; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
IV, 397; İbn Hacer, el-İsâbe, V, 350.
[1017] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 287; İbn Hacer, el-İsâbe, IV,
297.
[1018] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 296; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
III, 116; İbn Hacer, el-İsâbe, III, 467.
[1019] Bu sahabi yukrda geçen Âmir b. Sabit farklı bir kişi olup Ensar’dan
Benî Cahcaba’nın anlaşmalısıdır. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, III, 467.
[1020] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 300; Hayber
Yahudilerinin reisi Ebu Râfi Sellam b. Hukayk’ı öldüren sahabi. Onun Sıffin’de
Hz. Ali’nin yanında savaştığı da söylenmiştir. Bkz. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-
Ğabe, III, 307; İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 143.
[1021] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 311; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
III, 150; İbn Hacer, el-İsâbe, III, 497.
[1022] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 311; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
III, 89; İbn Hacer, el-İsâbe, III, 433.
[1023] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 311.
[1024] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 321.
[1025] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 336.
[1026] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 339.
[1027] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 344; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
I, 451; Sabit b. Kays b. Şemmas ve hayatı hakkında daha geniş bilgi için bkz.
İbn Hacer, el-İsâbe, I, 511.
[1028] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 359.
[1029] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 366; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
I, 245; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 236.
[1030] Ensar’dan Benî Cahcaba kabilesinin müttefiki idi. Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân,
s. 125.
[1031] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 125.
[1032] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 125; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
I, 678.
[1033] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 125.
[1034] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 125. Devs kabilesinden olup
Ensar’ın müttefiki idi.
[1035] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 126.
[1036] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 125; İbn Hacer, el-İsâbe,
V, 453.
[1037] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 319; Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân,
s. 126. Meşhur sahabi Zeyd b. Sabit’in kardeşi. İbn Hacer’e göre Yemame
savaşına katılıp katılmadığı tartışmalıdır. Bkz. İbn Hacer, el- İsâbe,
VI, 509.
[1038] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 208; İbn Hacer, el-İsâbe,
I, 210.
[1039] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 343; İbn Hacer, el-İsâbe,
I, 314.
[1040] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 386; İbn Hacer, el-İsâbe,
I, 431.
[1041] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 439. Bu sahabinin Bi’r-i
Maune’de şehid düştüğüne dair haberler de bulunmaktadır. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe,
I, 502.
[1042] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 663.
[1043] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
II, 316; İbn
Hacer, el-İsâbe, II, 465.
[1044] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
II, 450; İbn
Hacer, el-İsâbe, III, 59.
[1045] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
II, 474; İbn
Hacer, el-İsâbe, III, 86.
[1046] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
II, 529; İbn
Hacer, el-İsâbe, III, 129.
[1047] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, IV, 345; İbn Hacer, el-İsâbe,
V, 282.
[1048] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, IV, 458.
[1049] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, V, 33.
[1050] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, V, 157. Bu sahabi Sellam b.
Hukayk’ı öldürmeye giden seriyyede yer alan hazreclilerdendir.
[1051] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, V, 195-196; İbn Hacer, el-İsâbe,
VI, 114.
[1052] Taberanî, Ebu’l-Kasım Süleyman b. Ahmed, Mu’cemu’l-Kebir,
I-XXV, Mektebetü İbn Teymiyye, Kahire-1994, I, 303.
[1053] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 257.
[1054] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 305.
[1055] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 307.
[1056] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 443.
[1057] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 446.
[1058] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 580.
[1059] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 657.
[1060] İbn Hacer, el-İsâbe, II, 19.
[1061] İbn Hacer, el-İsâbe, II, 23.
[1062] İbn Hacer, el-İsâbe, II, 365.
[1063] İbn Hacer, el-İsâbe, II, 378.
[1064] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 42.
[1065] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 58.
[1066] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 93.
[1067] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 164.
[1068] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 502.
[1069] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 94.
[1070] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 274. Bu sahabi, Ensar’dan Benî
Cahcaba’nın antlaşmalısıydı.
[1071] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 333.
[1072] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 339.
[1073] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 415.
[1074] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 598.
[1075] İbn Hacer, el-İsâbe, V, 351.
[1076] İbn Hacer, el-İsâbe, V, 535.
[1077] İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 321.
[1078] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 125.
[1079] Brockelmann, Hz. Peygamber’in (s) yanlış bir
taktikle Sasanilerden önce Bizans’a saldırdığını, Ebu Bekir’in ise daha iyi bir
strateji ile Sasani’ye saldırmayı öncelediğini iddia eder. Ancak Irak cephesi
ve Suriye cephesi savaşlarının hemen hemen aynı dönemde yapılması ve Hz. Ebu
Bekir’in çok kısa süren hilafetinin ilk yılı irtidat hadiselerini bastırmakla
geçtiği halde 2. yılında Ecnadeyn gibi büyük bir savaşa girişmiş olması
Brockelmann’ın doğru bir tespitte bulunmadığını ortaya koymaktadır. Ayrıca
Resulullah’ın (s) vefatından hemen sonra Üsame ordusunun Suriye’ye gönderilmesi
de Hz. Peygamber’in (s) takip ettiği dış politikanın Hz. Ebu Bekir tarafından
harfiyen benimsendiğini göstermektedir. Bkz. Brockelmann, Carl, İslâm
Ulusları ve Devletleri Tarihi, s. 40.
[1080] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 151.
[1081] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 152 vd.
[1082] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 156.
[1083] Ayrıca bkz. Yıldız, Hakkı Dursun “Ecnâdeyn Savaşı”, DİA,
İstanbul-1994, X, 385.
[1084] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 175.
[1085] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 245; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
I, 589. Ayrıca bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, I, 659.
[1086] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 164.
[1087] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 337.
[1088] Aynu’t-Temr Halid b. Velid’in Irak cephesinden Suriye cephesinde
geçtiğinda yaptığı ilk savaştır. Bkz. Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 152.
[1089] İbn Sa’d, Tabakât, III, 493; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
I, 398.
[1090] Kufe’ye bağlı bir yerleşim merkezi. Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân,
I, 331.
[1091] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 342; Beşir b. Sa’d Benî
Sakife’de Hz. Ebu Bekir’e ilk biat eden sahabidir. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe,
I, 442.
[1092] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 279.
[1093] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, II, 93.
[1094] İbn Hacer El-Askalanî, Ahmed b. Ali, Tehzîbu’t-Tehzîb,
I-XII, Matbaatü Dairetu’l-Maarifı’n- Nizamiyye, Hindistan-h. 1326, I, 464.
[1095] İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 29.
[1096] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, 391. Ayrıca bkz. Şahyar,
Ataullah, “Muhammed b. Mesleme”, XXX, 555.
[1097] İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 108.
[1098] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 206-207.
[1099] İbn Asâkir, Ebu’l-Kasım Ali b. Hasan, Tarihu Medinetü Dımeşk,
I-LXXX, Daru’l-Fikr, Şam-1995, VII, 309, 310.
[1100] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 58.
[1101] Bu ifademizle kastımız Ensar’ın belli menfaatler karşılığı yönetimle
ittifak halinde olmaları değildir. Bilakis sosyolojik olarak toplumda bazı
saiklerin toplumsal hareketlere yol açtığından hareketle Ensar’da böyle bir
durumun olmadığını, dolayısıyla Hz. Ömer’in adil yönetiminin başarısını
vurgulamak istiyoruz.
[1102] İbn Sa’d, Tabakât, III, 463.
[1103] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 330 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
I, 364. Ayrıntılı bilgi için bkz. Önkal, Ahmet “Bera b. Mâlik”, DİA,
İstanbul- 1992, V, 469.
[1104] Kandemir, M. Yaşar, DİA, “Ebu Talha el-Ensarî”,
İstanbul-1994, X, 236.
[1105] İbn Hacer, el-İsâbe, II, 492.
[1106] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 31.
[1107] İbn Sa’d, Tabakât, III, 424.
[1108] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 596.
[1109] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 596.
[1110] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 287; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, X, 403.
[1111] Bu sahabinin soy kütüğü hakkında bir şey bilinmemektedir. Bkz. İbn
Hacer, el-İsâbe, I, 456.
[1112] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 419.
[1113] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 179.
[1114] Hicretin 18. yılında Şam’da ortaya çıkan ve pek çok sahabinin
vefatına yol açan salgın hastalık.
[1115] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 190.
[1116] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 190.
[1117] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 192.
[1118] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-gâbe, I, 321; İbn Hacer, el-İsâbe,
I, 301.
[1119] İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 358.
[1120] Bkz. Akbaş, Mehmet, Sahabenin İslâm’ı Tebliği Suriye Bölgesi,
s. 74-81.
[1121] Aydınlı, Abdullah, “Ebu’d-Derda”, X, 310.
[1122] Canan, “Enes b. Mâlik”, XI, 234.
[1123] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, IV, 380; İbn Hacer, el-İsâbe,
V, 329.
[1124] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, II, 175.
[1125] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 622.
[1126] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 283
[1127] Ebu Ubeyd, Kasım b. Sellam, Kitabu’l-Emval, Daru’ş-Şurûk,
1989-Kahire, s. 588.
[1128] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 253-254.
[1129] İbn Sa’d, Tabakât, III, 415; Ayrıca bkz. Yardım, Ali, “Ebu
Abs”, X, 87.
[1130] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 41.
[1131] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 42.
[1132] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 41.
[1133] Doğuda Zağros dağlarının başlangıç yeri olan Hulvan’dan batıda
Kadisiye yakınlarındaki Uzeybe, Kuzeyde Tikrit’ten güneyde Basra körfezine
kadar olan bölgeye verilen isim. Bkz. Demirci, Mustafa, “Sevad”, DİA,
İstanbul-2009, XXXVI, 576.
[1134] Osman b. Huneyf’in Sevad bölgesindeki faaliyetleri ve Hz. Ömer’in
ona vergi memurluğunu icrası ile ilgili tavsiyelerinin detayları için bkz. İbn
Sa’d, Tabakât, IV, 305; Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 375; İbn
Hacer, el-İsâbe, IV, 372.
[1135] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 372.
[1136] Cerib, Hz. Ömer döneminde ve daha sonraki dönemlerde kullanılan
bir yüzey ölçüm birimidir. Daha geniş bilgi çin bkz. Fayda, Mustafa, “Cerib” DİA,
İstanbul-1993, VII, 402.
[1137] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 375.
[1138] Zinceveyh, Ebu Ahmed Humeyd b. Mahled b. Kuteybe b. Abdullah
el-Horasani, el-Emval li Zinceveyh, Merkezu Melik Faysal li’l-buhus
ve’d-Diraseti’l-İslâmiyye, I-III, Riyad-1986, I, 211. Abdullah b. Uveym yerine
Ebu Cübeyr b. Dahhak el-Ensarî’nin olduğu da söylenmiştir.
[1139] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, V, 107; İbn Hacer, el-İsâbe,
VI, 29.
[1140] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 558.
[1141] Halîfe b. Hayyât, Ebu Amr, Târîhu Halîfe b. Hayyât,
Daru’t-Taybe, Riyad 1985, s, 156; İbn Habib, el-Muhabber, s. 378.
[1142] Bkz. Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, II, 101-102.
[1143] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, V, 107. Ayrıca bkz. Şahyar, “Muhammed
b. Mesleme”, XXX, 555.
[1144] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 308; İbn Hacer, el-İsâbe,
VI, 29.
[1145] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 391; İbn Hacer, el-İsâbe,
VI, 29.
[1146] Honigmann, E., “Yermuk”, İA, MEB Devlet Kitapları,
Eskişehir-1997, XIII, 400.
[1147] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 184.
[1148] Gassaniler de Evs ve Hazrec gibi Yemen kökenli Kahtanî asıllı
kabilelerdendir. Daha önce de Gassaniler bu akrabalık bağından dolayı
Yahudilere karşı Evs ve Hazrec’e yardım etmişlerdi. Bkz. Bu çalışmanın “Medine
Tarihi” başlığı.
[1149] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 185.
[1150] Daha detaylı bilgi için bkz. Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s.
185-186.
[1151] Honigmann, E., “Yermuk”, XIII, 400.
[1152] İbn Hacer, el-İsâbe, II, 491.
[1153] Taberî, Tarih, III, 408.
[1154] İbnu’l-Kelbi onun Umeyr b. Sa’d b. Şüheyd olduğunu söyler.
Vakıdî’ye göre ise ismi yukardaki gibidir. Babası Resulullah (s) zamanında
Kur’an’ı hıfzetmiş olan “Sa’du’l-Kari”dir. Bkz. Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân,
s. 244.
[1155] Vâkıdî, Ebu Abdullah Muhammed b. Ömer, Fütuhu’ş-Şam,
Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut-1997, II, 216.
[1156] Yermuk savaşında bölük komutanlarından birisiydi. İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, IX, 671
[1157] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 320. Hassan b. Sabit’in Evs b.
Halid’in Yermuk günü şehid oluşuna dair bir şiiri vardır. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe,
I, 298.
[1158] Irak cephesi savaşları için bkz. Başümeyl, Muhammed Ahmed, el-Kadisiyye
ve Maariku’l-Irak, Daru’t-Türas, Kahire-ts.
[1159] Mes’ûdî, Ebu’l-Hasan, Ali b. Hüseyin b. Ali, Mürûcü’z-Zeheb,
Mektebetü’l-Asriyye, I-IV, Beyrut- 2005, II, 242-243.
[1160] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, II, 122-123.
[1161] Mes’ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 243; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, IX, 592-594.
[1162] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 350.
[1163] Mes’ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 243.
[1164] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IX, 596.
[1165] Çubukçu, Asrî, “Ebu Ubeyd es-Sakafî”, DİA, İstanbul-1994,
X, 249.
[1166] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IX, 596.
[1167] Bkz. İbn Sa’d Tabakât ve İbn Hacer’in el-İsâbe isimli
eserleri.
[1168] Irak cephesinde Fırat’ın doğusunda kalan bir yer. Bkz. Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân,
s. 355.
[1169] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 352.
[1170] İbn Sa’d, Tabakât, III, 411. 63 yaşındayken şehid
edilmiştir.
[1171] İbn Sa’d, Tabakât, III, 471; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
I, 473. Vakıdî onun Hz. Osman döneminde şehid düştüğünü nakletmiştir. Bkz. İbn
Hacer, el-İsâbe, I, 521.
[1172] İbn Sa’d, Tabakât, III, 473.
[1173] İbn Sa’d, Tabakât, III, 474 Selît, ordunun nehri geçmesi
konusunda ordu komutanı Ebu Ubeyd’e muhalefet etmiştir. Bkz. Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân,
s. 351-352.
[1174] İbn Sa’d, Tabakât, III, 476; İbn Hacer, el-İsâbe, V,
362.
[1175] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 242.
[1176] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 245; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
IV, 183; İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 498.
[1177] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 247; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
V, 167; İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 90.
[1178] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 260; İbn Hacer, el-İsâbe, I,
443.
[1179] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 261.
[1180] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 279; İbn Hacer, el-İsâbe, IV,
194.
[1181] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 185.
[1182] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 287; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
III, 154; İbn Hacer, el-İsâbe, III, 502.
[1183] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 303.
[1184] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 303; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
I, 623.
[1185] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 336; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
III, 62; İbn Hacer, el-İsâbe, III, 399.
[1186] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 352. Hz. Peygamber (s)
döneminde Kur’an’ı toplayan (ezberleyen) kişilerdendi.
[1187] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 204; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 207.
[1188] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 206; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 210.
[1189] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 287; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 270.
[1190] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 303; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 285.
[1191] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 448; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 509.
[1192] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 623; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 679.
[1193] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 637; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 691.
[1194] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 126; İbn Hacer, el-İsâbe, II, 204.
[1195] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 170; İbn Hacer, el-İsâbe, II, 240.
[1196] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 359; İbn Hacer, el-İsâbe, II, 501.
[1197] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 424.
[1198] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, III, 279; İbn Hacer, el-İsâbe,
IV, 114.
[1199] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 513.
[1200] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 664.
[1201] İbn Hacer, el-İsâbe, II, 513.
[1202] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 502.
[1203] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 280-281.
[1204] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 433.
[1205] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 605.
[1206] İbn Hacer, el-İsâbe, V, 388.
[1207] İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 172.
[1208] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IX, 596.
[1209] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IX, 597.
[1210] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IX, 599.
[1211] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IX, 613-614.
[1212] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IX, 600.
[1213] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IX, 619.
[1214] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, III, 258.
[1215] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IX, 619.
[1216] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IX, 631.
[1217] İbn Sa’d, Tabakât, III, 424; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
II, 445; İbn Hacer, el-İsâbe, III, 57.
[1218] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 365.
[1219] Bedir ehlindendir. Bkz. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 663.
İbn Hacer Taberî ve İbn Şahin’e
dayanarak bu sahabinin Yemame’de şehid düştüğü nakletmiştir. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe,
II, 7.
[1220] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 426; İbn Hacer, el-İsâbe,
III, 44.
[1221] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, V, 70.
[1222] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 34.
[1223] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 445.
[1224] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 270.
[1225] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 305.
[1226] İbn Hacer, el-İsâbe, V, 583-584.
[1227] Fethedildiği dönemde İran’ın Huzistan bölgesinin en büyük şehri.
Bkz. Yakut el-Hamevî,
Mu’cemü’l-Büldân,
II, 29.
[1228] Balcı, İsRâfil, Hz. Ömer Döneminde Diplomasi, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara-2007, s. 218.
[1229] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 362. İbnü’l-Esîr, Karaza b.
Ka’b’ı da “Rey’i fethetti” diye anlatmıştır ancak herhalde sadece fethe
katıldığını ifade etmektedir. Bkz. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, IV, 380;
İbn Hacer de bu bilgiyi verdikten sonra bazılarının buna muhalefet ettiklerini
ifade etmiştir. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, I, 412.
[1230] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 362; İbn Hacer, el-İsâbe,
I, 412. Ayrıca bkz. Çakan, İsmail L “Bera b. Âzib”, DİA, İstanbul- 1992,
V, 469.
[1231] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 330; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
I, 364. Bazı rivayetlere göre Bera b. Mâlik bu tarihten önce bazılarına göre de
h. 23. Yılında şehid düşmüştür. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, I, 413.
[1232] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 330 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
I, 364. Ayrıntılı bilgi için bkz. Önkal, Ahmet “Bera b. Mâlik”, DİA,
İstanbul- 1992, V, 469.
[1233] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 331. Bu olay hakkında detaylı bilgi
için bu çalışmanın Yemame başlığına bakınız.
[1234] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 113.
[1235] Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân, V, 313.Ayrıca bkz.
el-Hudarî, Muhammed, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Çağ Yayınları,
I-XV, İstanbul-1986, II, 85.
[1236] Daha sonra “Vasıt” olarak adlandırılan kadim Mezopotamya şehri.
Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’l- Büldân, IV, 461. Ayrıca bkz. Söylemez,
Mahfuz, “Vâsıt Kentinin Kuruluşu Ve İlk Sakinleri Üzerine”, Çorum İlahiyat
Fakültesi Dergisi, 2002/2, s.153.
[1237] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 116.
[1238] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 117.
[1239] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 117.
[1240] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 118.
[1241] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 428; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, X, 119.
[1242] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 428; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, X, 111.
[1243] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 428-429; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, X, 111.
[1244] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 427; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, X, 119; Ayrıca bkz. Balcı, Hz. Ömer Döneminde Diplomasi,
220, 223.
[1245] Balcı, Hz. Ömer Döneminde Diplomasi, 224.
[1246] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 236.
[1247] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 448 vd.
[1248] Balcı, Hz. Ömer Döneminde Diplomasi, 224.
[1249] Sasani valilerine verilen bir isim. Bkz. Yazıcı, Tahsin,
“Merzüban”, DİA, Ankara-2004, XXIX, 255.
[1250] 4, 25 gr. Ağırlığında bir tartı birimi. Bkz. Kallek, Cengiz,
“Miskal”, DİA, İstanbul-2005, XXX, 183.
[1251] Hemezan ve Şehrizor yakınlarında bir şehir. Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân,
II, 545.
[1252] Mah Fars şehirlerine verilen isimdir. Bu nedenle bunun da bu
bölgedeki şehirlerden biri olduğu anlaşılıyor. Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân,
V, 48.
[1253] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 170-171.
[1254] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 457.
[1255] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 407.
[1256] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 381.
[1257] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 454.
[1258] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, IV, 347; İbn Hacer, el-İsâbe,
V, 283.
[1259] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 512.
[1260] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 506.
[1261] İbn Hacer, el-İsâbe, V, 360.
[1262] İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 75.
[1263] Belâzürî bu şehir için her iki ismi de
kullanmaktadır. Bkz. Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, 241. Bazı araştırmacılar
buranın günümüzdeki Ceylanpınar şehri olduğunu ifade etmektedirler. Bkz.
Özaydın, Abdülkerim, “Aynu’l-Verde Savaşı”, DİA, İstanbul-1991, IV, 283.
[1264] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 242.
[1265] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 242.
[1266] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 246.
[1267] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 250.
[1268] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 259.
[1269] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 186.
[1270] Hz. Ömer’in neden Hz. Ebu Bekir gibi yerine birisini vasiyet
etmeyip işi şuraya havale ettiğine dair bir değerlendirme için bkz. Apak, Anahatlarıyla
İslâm Tarihi, II, 189-190.
[1271] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 58.
[1272] Abdurrahman b. Avkın Hz. Osman’ı hilafete getirmesi hakkında
çeşitli görüşler için bkz. bkz. Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, II,
197-199.
[1273] Mes’udi, Mürûcü’z-Zeheb, II, 263-264.
[1274] Şam valisi Muaviye Hz. Ömer döneminde bu göreve atanmıştır. Ancak
Hz. Ömer dönemi valilerinin pekçoğu azledilmesine rağmen Muaviye görevinde
kalmaya devam etmiştir.
[1275] Ebu Süfyan’ın, Hz. Osman’ın halife seçilmesi
üzerine evinde toplanan Ümeyye oğullarına sarfettiği sözler dikkat çekicidir. '“Allah
’a yemin olsun ki, hilafetin sizin olmasını umuyordum. Hilafet artık sizin
çocuklarınıza miras kalacaktır" bkz. Mes’udi, Mürûcü’z-Zeheb,
II, 352.
[1276] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, II, 200.
[1277] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, II, 200.
[1278] Taberanî, Mu’cemu’l-Kebir, XX, 367.
[1279] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 287.
[1280] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, IV, 281. Umeyr b. Sa’d da Hz.
Ömer’in en önemli komutanlarından olup özellikle Anadolu’ya önemli seferler
yapmıştır.
[1281] İbn Asâkir, Tarihu Dımeşk, XLVI, 484.
[1282] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 259.
[1283] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 509.
[1284] Şahyar, “Muhammed b. Mesleme”, XXX, 555.
[1285] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih, II, 527.
[1286] İbnü’l-Cevzî, Cemalüddin Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali b.
Muhammed, el-Muntazam fi Tarihi’l-Ümem ve’l-Müluk, I, XIX,
Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut-1992, IV, 338.
[1287] Taberî, Tarih, IV, 422.
[1288] Taberî, Tarih, IV, 421.
[1289] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 283.
[1290] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 228-229.
[1291] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 209; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, X, 228.
[1292] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 208.
[1293] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 209; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, X, 229.
[1294] Larnaka’da Tuz gölü yakınlarında bulunan türbesi özellikle
Osmanlılar döneminde eklenen yapılarla bir külliyeye dönüşmüştür.
[1295] Kuzey Kafkasya'nın Dağıstan bölgesinde,
Derbent ile Semender şehirleri arasında yer alan yer alan ve Sulak Nehri'nin
aşağısında bulunan şehir. Batı kaynaklarında buranın adı “Balandzar” olarak
geçer. Bkz. Brutzkus, Julius, "The Khazar Origin of Ancient Kiev", Slavonic
and East European Review, 22, s. 112.
[1296] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 287.
[1297] İbn Asâkir, Tarihu Medinetü Dımeşk, XXXIV, 420; İbn Hacer, el-İsâbe,
IV, 264.
[1298] İfrikıyye bölgesi ve buranın fethi hakkında
detaylı bilgi için Bkz. Özkuyumcu, Nadir, Mısır ve Kuzey Afrika’nın
Müslümanlar Tarafından Fethi, Kültür Bakanlığı Yayınlar Genel müdürlüğü,
Manisa-2007; Özkuyumcu, Nadir “İfrikıyye”, DİA, XXI, 515, İstanbul-2000.
[1299] Taberî, Tarih, IV, 256.
[1300] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 511.
[1301] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 232.
[1302] Bu olayların detaylı anlatımı ve değerlendirmesi için bkz. Apak, Anahatlarıyla
İslâm Tarihi, II, 223-239
[1303] İbn Sa’d, Tabakât, III, 415.
[1304] Taberî, Tarih, IV, 551; İbnü’l-Esîr el-Kâmil fi’t-Tarih,
III, 154.
[1305] Taberî, Tarih, IV, 372, 375.
[1306] İbnü’l-Esîr el-Kâmil fi’t-Tarih, III, 55.
[1307] İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyâse, II, 55; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, X, 273.
[1308] Mes’udî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 269;
Mektubun kimin tarafından yazıldığı tartışmalı bir konudur. İsyancılar
mektuptan Hz. Osman ya da Mervan b. Hakem’in sorumlu olduğunu düşünyorlardı.
Bkz. Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, II, 270-271.
[1309] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 290.
[1310] Algül, Hüseyin, “Ebu Eyyub el-Ensarî”, DİA, İstanbul-1994,
X, 124.
[1311] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 327.
[1312] Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 211.
[1313] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 707.
[1314] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s.33.
İbn Abdilber, el-İstiâb fi Ma’rifeti’l-Ashab,
IV, 1632. Bu sözü söyleyenin bir başka Ensarî Numan ez-Zurakî olduğu da
söylenmiştir. Bkz. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, VI, 71.
[1323] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 370.
[1324] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 566.
[1325] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 327.
[1326] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 331-332.
[1327] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 336.
[1328] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 341.
[1329] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 341-342.
[1330] İbnü’l-Cevzi, el-Muntazam fi Tarihi’l-Ümem ve’l-Müluk, IV,
70.
[1331] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 425.
[1332] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 344-346.
[1333]
Akbulut, Sahabe Devri Siyasî Hadiselerinin Kelami Problemlere Etkileri,
s. 188.
[1334] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 422.
[1335] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 431-435.
[1336] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 421. Ayrıca bkz. Aycan,
İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye Bin Ebi Süfyan, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara-2001, s. 91-92.
[1337] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 425.
[1338] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 425-426.
[1339] İbn Sa’d, Tabakât, III, 410.
[1340] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, V, 107.
[1341] İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 29.
[1342] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, V, 108.
[1343] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 127.
[1344] Demircan, Ali Muaviye Kavgası, s. 67.
[1345] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, IV, 305; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, X, 485-486.
[1346] İbn Hacer, el-İsâbe, V, 360.
[1347] Taberî, Tarih, IV, 548.
[1348] Kays’ın babası ve Hazrec’in lideri meşhur sahabi Sa’d b. Ubâde Hz.
Ebu Bekir ve Hz. Ömer’e dargın olarak vefat etmişti.
[1349] Taberî, Tarih, IV, 549.
[1350] Taberî, Tarih, IV, 549.
[1351] Apak, Amr b. el-As, s. 142.
[1352] Apak, Amr b. el-As, s. 143.
[1353] Taberî, Tarih, IV, 552.
[1354] El-Kindî, Ebu Ömer Muhammed b. Yusuf, Kitabu’l-Vulat ve’l-Kudat
fi’l-Mısr, Matbaati’l-Aba, Beyrut-1908, s. 22. Apak, Muaviye’nin daha önce
Mısır valiliği yapmış olan Amr b. As’a danışmadan Mısırla ilgili bir karar
almayacağını, dolayısıyla bu planın bu ikilinin ortak planı olduğunu ifade
etmektedir. Bkz. Apak, Amr b. el-As, s. 142-143.
[1355] Aycan, Muaviye Bin Ebi Süfyan, s. 102.
[1356] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, IV, 305; Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân,
s. 319; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n- Nihâye, X, 488-489.
[1357] Muaviye Kays b. Sa’d’ın Hz. Ali’nin yanında bulunan 100.000
savaşçıdan daha tehlikeli olduğunu söylüyordu. İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, X, 654.
[1358] Apak, Amr b. el-As, s. 145.
[1359] Sehl b. Huneyf Medine’de yapılan kardeşleştirme’de Hz. Ali ile
kardeşleştirilen kişiydi. Bu nedenle Hz. Ali ile aralarından yakın bir ilişki
bulunmaktaydı. Bkz. îbn Sa’d, Tabakât, III, 437.
[1360] Taberî, Tarih, IV, 474; îbn Abdilberr, el-îstiâb, II, 91;
îbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 365.
[1361] Taberî, Tarih, IV, 442.
[1362] îbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 573.
[1363] îbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 573.
[1364] Taberî, Tarih, V, 455; îbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I,
424.
[1365] îbn Hacer, el-İsâbe, II, 200.
[1366] Taberî, Tarih, IV, 499-500; îbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe,
IV, 380.
[1367] Asıl adı Ukbe b. Amr’dır. Ancak künyesiyle meşhur olmuştur. Bkz.
İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 432.
[1368] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 493.
[1369] Sevad bölgesinde Bihkubaz denilen üç ayrı yerleşim yeri. Bunların
üçü birden Bihkubazat olarak anılır. Bkz. Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân,
I, 174.
[1370] Minkarî, Vak’atu Sıffin, s. 11.
[1371] Halîfe b. Hayyât, Tarih, 201; İbn Hacer, el-İsâbe,
VII, 274; Kandemir, “Ebu Katade” X, 174.
[1372] Bakır, Abulhalik, İdarî ve İktisadî Yönden Hz. Ali Dönemi,
Basılmamış Doktora Tezi, Ankara- 1990, s.48.
[1373] Halîfe b. Hayyât, Tarih, 201; Taberî, Tarih, IV, 455.
[1374] Taberî, Tarih, IV, 442; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye,
X, 429.
[1375] Bakır, İdarî ve İktisadî Yönden Hz. Ali Dönemi, s. 57.
[1376] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 510.
[1377] İbn Hacer, el-İsâbe, III, 88.
[1378] Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, II, 291.
[1379] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 431-435.
[1380] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 372.
[1381] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 436.
[1382] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 306. Bkz. Brockelmann, İslâm
Ulusları ve Devletleri Tarihi, s. 54. Osman b. Huneyfin Sıffın’e
katıldığına dair bilgiler ve kaynaklar için bkz. Çalışmamızın Sıffın Savaşı
başlığı.
[1383] Zehebî, Siyeru A’lami’n-Nübela, II, 322.
[1384] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 440.
[1385] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 170; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, X, 440.
[1386] Bu sahabi Cemel günü Hz. Ali’ye “Allah bizi nasıl Ensar olarak
adlandırdıysa o şekilde yardım da edecektir” diyerek desteğini göstermiştir.
Bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 443.
[1387] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 362; İbn Hacer, el-İsâbe,
I, 412.
[1388] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 450.
[1389] İbn Hacer, el-İsâbe, V, 278.
[1390] İbn Abdirabbih, İkdu’l-Ferîd, V, 64.
[1391] Bu zatın ismi Hz. Osman’ın muhasara edildiği dönemde ona sert
muhalefet eden Ensariler arasında geçmektedir.
[1392] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 440.
[1393] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 306; Ayrıca bkz. Zehebî, Siyeru
A’lami’n-Nübela, II, 322.
[1394] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 573.
[1395] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 443-470.
[1396] Dîneverî, Ebu Hanife Ahmed b. Davud, el-Ahbâru’t-Tıvâl, Daru
ihyau’l-Kütübi’l-Arabi, Kahire- 1960, s. 157.
[1397] Demircan, Adnan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 76.
[1398] İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyâse, I, 89.
[1399] Demircan, Adnan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 76.
[1400] Sarıçam, İbrahim, İslâm Öncesinden Abbâsîlere kadar
Emevî-Haşimî İlişkileri, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara-2011, s.
267.
[1401] Aycan, Muaviye Bin Ebi Süfyan, s. 101.
[1402] Bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 490 vd.
[1403] Aycan, Muaviye Bin Ebi Süfyan, s. 96.
[1404] İbn Abdirabbih, İkdu’l-Ferîd, V, 115.
[1405] Minkarî, Nasr b. Müzahim, Vak’atu Sıffin, Daru’l-Cîl,
Beyrut- 1990, s. 93.
[1406] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 493.
[1407] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 361-362; Ebu Mesud hakkında detaylı
bilgi için bkz. Uğur, Mücteba, “Ebu Mesud el-Bedrî”, DİA, X,
İstanbul-1994, 187.
[1408] O günkü İran şehirlerinden ve oranın halklarından.
[1409] Belâzürî, Fütûhu’l-Büldân, s. 450.
[1410] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 507.
[1411] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 490 vd.
[1412] İfade için bkz. Demircan, Adnan, Ali-Muaviye Kavgası, s.
122.
[1413] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 499; Minkarî, Vak’atu
Sıffin, s. 187.
[1414] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 507-508.
[1415] Hz. Peygamber, (s) Sehl b. Huneyf ile hz. Ali’yi kardeş ilan
etmişti. Bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n- Nihâye, X, 414.
[1416] Taberî, Tarih, V, 11; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye,
X, 510.
[1417] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 510.
[1418] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 674.
[1419] Bu isimlerden bazılarını İbn Habib de liste halinde nakletmiştir.
Bkz. İbn Habib, el-Muhabber, s. 289.
[1420] İbn Sa’d, Tabakât, III, 437. Hz. Ali ile beraber Sıffîn’de
bulunmuştur. Ayrıca insanları Hz. Ali safında savaşmaları için teşvik etmiştir.
[1421] İbn Hacer, el-İsâbe, II, 200. Ayrıca bkz. Algül, “Ebu Eyyub
el-Ensarî”, X, 124.
[1422] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 303. Ayrıca bkz. Çakan, “Bera
b. Âzib”, V, 469.
[1423] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 240; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 234.
[1424] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 398; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 441.
[1425] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 450.
[1426] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 511.
[1427] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 598.
[1428] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 693; İbn Hacer, el-İsâbe, II, 31.
[1429] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 118; İbn Hacer, el-İsâbe,
II, 198.
[1430] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 119; İbn Hacer, el-İsâbe,
II, 198.
[1431] Bu zat meşhur komutan Halid b. Velid’den başkası olup Ensar’a
mensuptur. Kaynaklarda Evs mi yoksa Hazrec’e mi mensup olduğuna dair bir
bilgiye rastlayamadık. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 140.Ayrıca bkz. İbn
Hacer, el-İsâbe, II, 219.
[1432] Huzeyme b. Sabit Hz. Ali ile Cemel ve Sıffıne katılarak ona destek
olmuş ancak bu savaşlarda çarpışmamıştır. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II,
170. İbn Hacer’e göre Cemel savaşında savaş alanında bulunduğu halde kılıç
çekmemiş ancak sıffın’de Ammar b. Yasir şehid edilince bunun Muaviye tarafının
haksız olduğuna bir işaret saymış ve öldürülünceye kadar savşmıştır. Bkz. İbn
Hacer, el- İsâbe, II, 240.
[1433] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 186; İbn Hacer, el-İsâbe,
II, 289.
[1434] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 253; İbn Hacer, el-İsâbe,
II, 379.
[1435] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 279; Ayrıca bkz. İbn Hacer, el-İsâbe,
II, 407.
[1436] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 344, Hz. Ali’nin en
yakınlarından biri sayılıyordu. Ayrıca bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, II,
488.
[1437] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 448
[1438] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, IV, 420; İbn Hacer, el-İsâbe,
V, 376.
[1439] Bazı rivayetlere göre Hz. Ömer döneminde vefat etmiştir.
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, V, 152.
[1440] Köten, Akif, “Abdullah b. Ebu Talha”, DİA, İstanbul-1988, I,
97. Bu sahabi, Enes b. Mâlik’in üvey kardeşidir.
[1441] Kandemir, Yaşar, “Havvat b. Cübeyr”, DİA, İstanbul-1997,
XVI, 546.
[1442] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 569.
[1443] Bu sahabinin Hz. Ali’nin yanında savaşa girdiğine dair rivayetin
senedi zayıftır. Bkz. İbn Hacer, el- İsâbe, I, 664.
[1444] İbn Hacer, el-İsâbe, I, 694.
[1445] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 254.
[1446] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 329.
[1447] İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 447.
[1448] İbn Hacer, el-İsâbe, V, 268.
[1449] İbn Hacer, el-İsâbe, V, 431.
[1450] İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 75.
[1451] İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 513.
[1452] İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 522.
[1453] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 511. Mesleme b.
Muhalled, Sıffın savaşında Muaviye’nin
Filistinlilerden
müteşekkil birliğine komuta ediyordu.
[1454] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 425.
[1455] Taberî, Tarih, IV, 429-430.
[1456] Şahyar, “Muhammed b. Mesleme”, XXX, 555.
[1457] İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 29.
[1458] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, II, 518.
[1459] Bkz. Bu çalışmanın Hz. Osman dönemi.
[1460] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 114.
[1461] Bkz. Bu çalışmanın Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemleri.
[1462] Bkz. Halîfe b. Hayyât, Tarih, 237.
[1463] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 586; Ayrıca bkz. Apak, Anahatlarıyla
İslâm Tarihi, II, 366.
[1464] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 586.
[1465] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 587.
[1466] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 588.
[1467] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 587.
[1468] Algül, “Ebu Eyyub el-Ensarî”, X, 124.
[1469] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 362; Ayrıca bkz. Çakan, “Bera
b. Âzib”, V, 469.
[1470] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 587.
[1471] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 450.
[1472] İbn Hişâm, es-Sîre, II, 72; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, IV, 415.
[1473] Seleme b. Selame b. Vakş b. Zuğbe b. Zaura b.
Abdüleşhel el-Ensarî el-Eşheli, Ebu Avf. Bedir savaşına ve ondan sonraki bütün
savaşlara katılmıştır. H. 34 ya da h. 45 yılında vefat ettiğine dair haberler
vardır. İbn Hacer, el-İsâbe, III, 125.
[1474] Zuheyr b. Râfi b. Adiy b. Zeyd b. Cüşem b. Hârise el-Ensarî
el-Evsî, el-Hârisî. Bedir savaşına katılan Ensarîlerdendir. İbn Hacer, el-İsâbe,
III, 454.
[1475] Adının Büheyr olduğu da söylenmiştir. Hârise oğullarına mensuptur.
İbn Hacer, el-İsâbe, I, 460.
[1476] Sa’d b. Hayseme b. Hâris b. Mâlik b. Ka’b b.
En-Nahhat b. Ka’b b. Hârise b. Ganem b. Es-Selm b. İmruulkays b. Mâlik b. Evs
el-Ensarî el-Evsî. Bedir savaşında şehid düşmüştür. Babası Hayseme de Uhud’da
şehit düştü. İbn Hacer, el-İsâbe, III, 46.
[1477] Rifaa b. Abdulmünzir b. Rifaa b. Zenber b.
Zeyd b. Ümeyye el-Ensarî el-Evsî. Meşhur sahabe Ebu Lübabe’nin kardeşidir.
Bedir savaşına katılmıştır. Hayber’in fethinde şehid düşmüştür. İbn Hacer, el-
İsâbe, VII, 290.
[1478] Abdullah b. Cübeyr b. Numan b. Ümeyye b.
İmruulkays b. Sa’lebe b. Amr b. Avf b. Mâlik b. El-Evs el-Ensarî. Bedir
savaşına katılmıştır. Uhud savaşında Resulullah onu okçular tepesinde komutan
tayin etmişti. O gün tepede şehid düştü. İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 31.
[1479] Ma’n b. Adiy b. Ced b. Aclan. Ensar’ın
hatifidir. Uhud savaşına katılmıştır. Resulullah vefat edince insanlardan
bazıları “Keşke ondan önce vefat etseydim” dediğinin Ma’n “ Hayır vallahi ben
ondan önce ölmek istemezdim. Çünkü onu hayatında tasdik ettiğim gibi vefatından
sonra da tasdik etmek isterim” demiştir. İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 151.
[1480] Halid b. Zeyd b. Küleyb b. Sa’lebe b. Abdi Avf
b. Ganem b. Mâlik b. Neccâr. Ebu Eyyub el-Ensarî olarak şöhret bulmuştur.
Bedir’de ve diğer bütün savşlarda bulunmuştur. Resulullah onu Mus’ab b. Umeyr
ile kardeşleştirmiştir. Resulullah (s) Medine’ye hicret edince kendisine bir ev
yapılıncaya kadar onun evinde misafir olmuştur. Pek çok fetih hareketine
katılan Ebu Eyyub el-Ensarî, Muaviye zamanında, h. 55 yılında İstanbul
kuşatmasında şehid düşmüştür. İbn Hacer, el-İsâbe, II, 199.
[1481] Muavviz b. Hâris b. Rifaa b. Hâris b. Sevad b.
Mâlik b. en-Neccâr el-Ensarî el-Hazrecî. Kerdeşi Muaz ile birlikte Ebu Cehil’i
öldüren sahabidir. Kendisi de Bedir savaşında şehid düşmüştür. İbn Hacer, el-İsâbe,
VI, 152.
[1482] Umare b. Hazm b. Zeyd b. Levzan b. Amr b. Abdi
Avf b. Ganem b. Mâlik b. Neccâr el-Ensarî. Resulullah (s) ile birlikte bütün
savaşlara katıldı. Mekke’nin fethinde Mâlik b. Necccar oğullarının bayrağını
taşıdı. Yemame savaşında şehit düşmüştür. İbn Hacer, el-İsâbe, IV,
475-476.
[1483] Sehl b. Atik b. Numan b. Amr b. Mebzul, b. Âmir b. Mâlik, b.
Neccâr. İbn Hacer, el-İsâbe, III, 168.
[1484] Evs b. Sabit b. Münzir b. Harâm b. Amr b.
Zeydmenat b. Adiy b. Amr b. Mâlik b. Neccâr el-Ensarî el-Hazrecî en-Neccârî.
Meşhur şair Hassan b. Sabit’in kardeşidir. Bedir savaşına katılmış, Uhud’da
şehid düşmüştür. İbn Hacer, el-İsâbe, I, 292.
[1485] Kays b. Ebi Sa’sa’a (Amr) b. Zeyd b. Avf b. Mebzul b. Amr b. Ganem
b. Mazin b. Neccâr el-Ensarî. Bedir savaşına katılmıştır. O gün artçı birlikler
komutanı idi. İbn Hacer, el-İsâbe, V, 364.
[1486] Amr b. Gaziyye b. Amr b. Sa’lebe b. Hansa b. Mebzul b. Amr b. Ganem
b. Mazin b. Neccâr el- Ensarî. Bedir savaşına katılan sahabedendir. İbn Hacer, el-İsâbe,
IV, 553.
[1487] Sa’d b. Rebi’ b. Amr b. Ebi Züheyr b. Mâlik
b. İmruulkyas b. Mâlik el-Eğarr b. Sa’lebe b. Ka’b b. El-Hazrec el-Ensarî
el-Hazrecî. Resulullah’ın son derece önem verdiği bir sahabidir. Uhud
savaşından sahabeden ilk olarak onunla istişare etmiştir. Uhud savaşında şehid
olmuş Resulullah ondan haber almak için Übey b. Ka’b’ı tehlikeye rağmen savaş
alanına göndermiştir. İbn Hacer, el- İsâbe, III, 49.
[1488] Harice b. Zeyd b. Ebu Züheyr b. Mâlik b.
İmruulkyas b. Mâlik el-Ensarî el-Hazrecî. Bedir savaşına katılmış Uhud
savaşında şehid düşmüştür. Bu sahabi aynı zamanda Hz. Ebu Bekir’in kayınpederi
idi. İbn Hacer, el-İsâbe, II, 190.
[1489] Abdullah b. Revaha b. Sa’lebe b. İmruulkyas b.
Mâlik el-Eğarr b. Sa’lebe b. Ka’b b. El-Hazrec el- Ensarî el-Hazrecî. Şair ve
komutan sahabi. Hz Peygamber’le birlikte bütün savaşlara katıldı. Seriyyelere
komutanlık yaptı. Mute savaşında ikinci komutan olarak katıldı ve bu savaşta
şehid oldu. İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 72.
[1490] Beşir b. Sa’d b. Sa’lebe b. Cülas b. Zeyd b. Mâlik b. Sa’lebe b.
Ka’b b. Hazrec el-Ensarî el-Bedri. Resulullah döneminde Fedek’e yapılan bir
seriyyenin komutanı olmuştur. Hz. Ebu Bekir döneminde
h.
12 yılında şehid düşmüştür. İbn Hacer, el-İsâbe, I, 442.
[1491] Abdullah b. Zeyd b. Sa’lebe b. Abdullah b.
Sa’lebe b. Zeyd b. Hâris b. Hazrec el-Ensarî. Bu sahabi Ezanı rüyasında gören
(duyan) kişidir. Hz. Osman zamanında vefat ettiğine dair rivayetler olduğu gibi
Uhud savaşında şehid düştüğünü söyleyenler de vardır. İbn Hacer, el-İsâbe,
IV, 84.
[1492] Hallad b. Süveyd b. Sa’lebe b. Amr s. Hârise
b. İmruulkays el-Hazrecî el-Ensarî. Hallad Bedir savaşına katılmış ve
Kureyzalılarla yapılan savaşta şehid düşmüştür. Yahudi bir kadının üzerine
değirmen taşı atması sonucu şehid düşmüş, Resulullah onun hakkında “ Onun iki
şehid ecri vardır” demiştir. İbn Hacer, el-İsâbe, II, 286.
[1493] Ziyad b. Lebid b. Sa’lebe b. Sinan b. Âmir el-Ensarî el-Beyadî.
Bedir savaşına katılmıştır. Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekir zamanında Hadramevt
valiliği yapmıştır. İbn Hacer, el-İsâbe, II, 484.
[1494] Ferve b. Amr b. Vedka b. Ubeyd b. Ğanim b.
Beyada el-Ensarî el-Beyâdî. Bedir savaşına iştirak etmiştir. Muhacirundan
Abdullah b. Mahreme ile kardeş oldu. Cemel savaşında Hz. Ali’nin yanında yer
almıştır. İbn Hacer, el-İsâbe, V, 278.
[1495] Halid b. Kays b. Mâlik b. Aclan b. Mâlik b. Âmir b. Beyada el-Ensarî
el-Hazrecî el-Beyadî. Bedir ve Uhud savaşına katılmıştır. İbn Hacer, el-İsâbe,
II, 212.
[1496] Abbad b. Kays b. Âmir b. Zürayk el-Ensarî ez-Zürakî. Bedir
Ashabındandır. İbn Hacer, el-İsâbe, III, 501.
[1497] İbn Hacer, el-İsâbe, VII, 87.
[1498] Bişr b. Bera b. Ma’rur b. b. Sahr b. Hansa b.
Sinan b. Ubeyd b. Adiy b. Ganm b. Ka’b b. Seleme b. Sa’d b. Ali b. Esed b.
Saride b. Tezid b. Cüşem b. Hazrec el-Ensarî el-Hazrecî es-Sülemî. Akabe
biatine babasıyla beraber katıldı. Bedir savaşı ve sonrasındaki savaşlara katıldı.
Resulullah ile beraber Hayber’de zehirli koyun etinden o da yedi ve şehid oldu.
İbn Hacer, el-İsâbe, I, 426.
[1499] Sinan b. Sayfî b. Sahr b. Hansa b. Sinan b. Abid b. Adiy b. Ganem
b. Ka’b el-Ensarî. Bedir Uhud ve diğer bütün savaşlara katıldı. İbn Hacer, el-İsâbe,
III, 157.
[1500] Tufeyl b. Numan b. Hansa b. Sinan b. Abid b. Adiy b. Ganem b. Ka’b
el-Ensarî. Bedir savaşında bulunmuştur. Hendek savaşında şehid olduğu
söylenmiştir. İbn Hacer, el-İsâbe, III, 425.
[1501] Ma’kıl b. Münzir b. Şerh b. Hunas b. Sinan b. Abid b. Adiy b. Ganem
b. Ka’b el-Ensarî. Bedir ehlindendir. İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 145.
[1502] Yezîd b. Münzir b. Hunas b. Sinan b. Abid b. Adiy b. Ganem b. Ka’b
el-Ensarî el-Hazrecî es-Selemî. İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 528.
[1503] İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 81,82.
[1504] Dahhak b. Hârise b. Zeyd b. Sa’lebe b. Ubeyd el-Ensarî el-Hazrecî.
Bedir ehlindendir İbn Hacer, el-
İsâbe,
III, 383.
[1505] İbn Hişâm’da Yezîd b. Haram olarak geçen bu
isim bazı kaynaklarda Yezîd b. Cüzam, Hidam ya da Hizam olarak nakledilmiştir.
Bkz. İbn Hişâm, es-Sîre, II, 78. Ayrıca bu sahabe hakkında değişik
isimler için bkz. İbn Seyyidü’n-Nas, Uyunu’l-Eser, I, 280.
[1506] Cebbar b. Sahr b. Ümeyye b. Hansa b. Sinan b.
Abid b. Adiy b. Ganem b. Ka’b b. Seleme el-Ensarî es-Selemî. Bedir ehlinden
olup Resulullah’ın çeitli vazifeler verdiğin bir sahabidir. Hz. Osman döneminde
h. 30 yılında 62 yaşındayken vefat etti. İbn Hacer, el-İsâbe, I, 559.
[1507] Tufeyl b. Mâlik b. Hansa b. Sinan b. Abid b. Adiy b. Ganem b. Ka’b
el-Ensarî. Bedir savaşına iştirak etmiştir. Hendek savaşında şehid edildiği
rivayet edilmiştir. İbn Hacer, el-İsâbe, III, 424.
[1508] Süleym b. Amr b. Hadide b. B. Amr b. Ganem Ka’b b. Seleme
el-Ensarî es-Sülemi. Bedir ehlindendir. Uhud savaşında şehid edilmiştir. İbn
Hacer, el-İsâbe, III, 141,142.
[1509] Yezîd b. Âmir b. Hadide b. Amr b. Sevad b. Ganem b. Ka’b b. Seleme
el-Ensarî el-Hazrecî. Bedir ehlindendir. İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 523.
[1510] İbn Hişâm, es-Sîre, II, İbn Hişâm, es-Sîre, II, 79.
[1511] Sayfi b. Sevad b. Abbad b. Amr b. Ganem b. Ka’b b. Seleme
el-Ensarî es-Selemî. Bedir ehlindendir. İbn Hacer, el-İsâbe, III, 367.
[1512] Bedir ehlinden olan bu sahabi Benî Selime’nin putlarını kıran
kişidir. İbn Hacer bu sahabinin ismini Salebe b. Aneme olarak nakletmiştir.
Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, I, 521.
[1513] Bu isim bazı kaynaklarda Amr b. Ganeme
şeklinde geçerken bazılarında da Amr b. ‘Aneme olarak nakledilmektedir. Bkz.
İbn Hişâm, es-Sîre, II, 79; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV,
417; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, IV, 250.
[1514] Abs. b. Âmir b. Adiy b. Nabi b. Amr b. Sevad b. Ganem b. Ka’b b. Seleme
el-Ensarî es-Selemî. Bedir ve Uhud savaşlarına katılmıştır. İbn Hacer, el-İsâbe,
VI, 326.
[1515] Abdullah b. Üneys el-Cühenî. Benî Seleme’nin
halifidir. Resulullah’la birlikte birçok savaşa katıldı. Resulullah onu Halid
b. Nübeyh el-Anzi’ye gönderdi. Mısır ve Afrika’nın fetihlerine katıldı. H. 55
yılında Şam’da vefat etti. İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 14.
[1516] Halid b. Amr b. Adiy b. Nabi b. Amr b. Sevad b. Ganem b. Ka’b b.
Seleme el-Ensarî es-Selemî. Bedir savaşına iştirak etmiştir. İbn Hacer, el-İsâbe,
II, 210.
[1517] Abdullah b. Amr b. Harâm b. Sa’lebe b. Haram el-Ensarî el-Hazreci
es-Selemî. Bedir ve Uhud savaşlarına katıldı. Uhud’da şehid düştü. Amr b. Cemuh
ile aynı kabre konulmuştur. İbn Hacer, el- İsâbe, IV, 162.
[1518] Câbir b. Abdullah b. Amr b. Harâm b. Sa’lebe b.
Haram el-Ensarî el-Hazreci es-Selemî. Resulullah’tan çokça hadis rivayet
edenlerdendir. Yukarıda Adı geçen Abdullah b. Amr’ın oğludur. Babası onu
savaşlardan alıkoyduğu için Bedir ve Uhud’a katılamadı. Babasının şehadetinden
sonraki bütün savaşlara katıldı. Bazılarına göre Medine’de en son vefat eden
sahabidir. H. 78 yılında vefat etmiştir. İbn Hacer, el-İsâbe, I, 546.
[1519] Muaz b. Amr b. Cemuh b. Zeyd b. Harâm b. Ka’b
b. Ganem b. Ka’b b. Seleme el-Ensarî es-Selemî. Bu sahbi genç yaşta Müslüman
olmuş ve Bedir’de Ebu Cehil’e vurduğu ilk darbe ile onun hareket kabiliyetini
kısıtlamıştır. Hz. Osman döneminde vefat etmiştir. İbn Hacer, el-İsâbe,
VI, 113.
[1520] Sabit b. Ciz, Salebe b. Zeyd b. Hâris b. Harâm b. Ganem b. Ka’b b.
Seleme el-Ensarî es-Selemî. Taif’te şehid olan sahabilerdendir. İbn Hacer, el-İsâbe,
I, 501.
[1521] Umeyr b. Hâris b. Sa’lebe b. Hâris b. Haram. Bedir savaşına
katıldığı dışında hakkında birbilgi bulunmamaktadır. İbn Hişâm, es-Sîre,
II, 80.
[1522] Muaz b. Cebel b. Amr b. Evs b. Aiz b. Esed b.
Saride b. Yezîd b. Cüşem b. Adiy b. Nabi b. Temim b. Ka’b b. Seleme, Ebu
Abdurrahman el-Ensarî el-Hazreci. Helal ve haramları en iyi bilen sahabedendir.
Resulullah (s) ona çok değer verirdi. Çeşitli görevlerle onu Yemen’e
göndermiştir. Hz. Ömer döneminde h. 17 yılında Amevas taunu sebebiyle Şam’da
vefat etmiştir. İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 107.
[1523] Amr b. Hâris b. Kinde b. Amr b. Sa’lebe el-Ensarî. Ensar’ın
“Kavakıle” denilen ailesindendir. İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 509.
[1524] Rifaa b. Amr b. Zeyd b. Amr b. Sa’lebe b. Mâlik b. Sâlim el-Hazrecî
es-Sâlimî, Ebu’l-Velid. Bedir ehlindendir. İbn Hacer, el-İsâbe, II, 410.
[1525] Ukbe b. Vehb b. Kelede b. Ca’d b. Hilal b.
Hâris b. Amr b. Adiy b. Cüşem b. Avf b. Bühse b. Abdullah b. Gatafan
el-Gatafanî. Benî Sâlim’in halifidir. Bedir Uhud ve diğer savaşlara
katılmıştır. Resulullah’ın yanaklarından halkayı çıkaran odur. Hz. Peygamber’in
yanağını Ebu Ubeyde ile birlikte tedavi etmişlerdir. İbn Hacer, el-İsâbe,
IV, 436.
[1526] Sa’d b. Ubâde b. Düleym b. Hârise b. Harâm b.
Hazime b. Sa’lebe b. Tarif b. Hazrec b. Sâide b. Ka’b b. Hazrec el-Ensarî.
Hazrec kabilesinin reisidir. Cahiliye döneminde üstün özelliklerinden dolayı
ona el-Kamil diyorlardı. Sa’d b. Ubâde cömertliğiyle meşhur bir aileye
mensuptu. Suffe ehline daima iyiliklerde bulunmuş ve her akşam onlardan
bazılarını evine götürerek doyurmuştur. Her akşam Resulullah için bir tabak
yemek göndermiştir. Sa’d b. Ubâde h. 15 veya 16 yılında Hz. Ebu Bekir ve Ömer’e
biat etmemiş olarak Şam yakınlarındaki Havran’da vefat etti. İbn Hacer, el-
İsâbe, III, 55 vd.
[1527] Münzir b. Amr b. Huneys b. Hârise b. Levzan b.
Abdivüdd b. Zeyd b. Sa’lebe b. Hazrec b. Sâide b. Ka’b b. Hazrec el-Ensarî
el-Hazreci es-Saidî. Bedir savaşına katılmıştır. Bi’ri Maune olayında kafile
başkanıyken şehid edilmiştir. İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 171.
[§§§§§§§§§§§§§§§§§§§§§§] Bu tablo Elşad Mahmudov’un Sebepleri ve
Sonuçları Açısından Hz. Peygamber’in Savaşları isimli eserinden
faydalanılarak hazırlanmıştır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar