Print Friendly and PDF

Domuzlar Hakkında Düşünceler

 

    "Her şey yerli yerince..."

“Alıntı”

1- Dağdaki Domuzun Bir Ülkeye Ne Faydası Vardır?


Bilindiği gibi atasözümüze giren “ Adam öyle varlıklı ki dağda bir domuzu eksik” Bu deyimin ne anlama geldiğini Avgünü dergisinin.1997 tarih ve 7. sayısında açıklamıştık. Bu açıklamamızı özetlersek; Dağın, Anadolu’nun kırsal alanların da orman anlamına geldiğini, ormanın oluşmasında domuzun önemli bir rol oynadığını, bu sebepten “ orman çiftçisi “ dendiğini, domuz olmayan ormanların iyi gelişmediğini anlatmıştık. Diğer bir ifade ile bir kişinin zenginliğinde orman varlığının eksikliğini ifade etmek için bu atasözü söylenmiştir (1).

Bir ülkenin doğal zenginliğinin başında orman varlığı gelmektedir. Orman sadece yaban hayatının varlığını değil ülkelerin yaşanır olmasının da belli başlı sebebidir. Nasıl ki verimli ve canlı bir toprağın göstergecisi içerisindeki solucan ve diğer canlılar ise, ormanın zenginliği de içerisinde barındırdığı yaban domuzu ve diğer varlıklar ile değerlendirmek mümkündür. O halde bir taraftan orman varlığımızı geliştirirken, diğer taraftan da ormandaki yaban domuzlarını tanıyarak yararlanmanın çarelerine bakmalıyız.

Tokatın merkez ilçeye bağlı Tahtaoba Köyünde Tarım İl Müdürlüğünün uzman elemanları ile çiftçi eğitim programına katılmıştım. Çiftçilerin en büyük sıkıntısı yetiştirdikleri pancar, patates ve mısırı domuz zararından koruyamadıkları idi. Konuşmamızda domuzun Tahtaoba köyü için bir nimet, bir gelir kaynağı olduğunu belirtik. Bu iddiamız ilk önce şaşkınlık yarattı. Niçin yaratmasın ki? Hayatları boyunca domuzun pisliği, kötülüğü ve zararından başka bir şey duymamışlardı. Gerçi din görevlilerimiz Ulu Tanrının yarattığı her varlığın yaratılışının iyi bir sebebi vardır, derler de. İş domuza gelince yılın her günü vurulup, öldürülmesindeki yanlışlık anlatılmaz. Bu nedenle yaban domuzunun herhangi bir yararından çiftçimizin haberi olmaz. Unutulmamalıdır ki dünyamızda bulunan bütün canlı ve cansız varlıkların iyi ve kötü özelliği veya zararlı ve yararlı özellikleri onu kullananın becerisine bağlıdır.

Bu konuşmamız sonunda köydeki bir çiftçi ” İyide, domuzdan elde edilen bu para haram değil mi ?” Sorusunu sordu. İnsanın kendisine ve çevresine verdiği maddi ve manevi zararın haram, insanın kendisine ve çevresine yaptığı maddi ve manevi her iyi işin helal olduğunu iddia ettik. İnsan ve Müslüman olmanın gereği de bu değil midir? Domuzların bilinçli olarak kontrol edilmesinin tarımsal ürünleri ve domuz varlığını koruduğunu, bunun haramla ilişkisinin bulunmadığını, paranın da helal olduğunu” söyledik.

Gerçekten domuzdan bu şekil de kazanılan para haram mı? Ne dersiniz? Bu konuda özellikle din görevlileri toplumumuzu aydınlatmalıdır. Kutsal Kitabımız Kuranı Kerimin dışında geleneklere, göreneklere göre biçimlenmiş ve zamanımızda anlamını yitirmiş düşüncelere itibar edilmemesi gerekir. Ancak, bu şekilde toplumumuzu muasır medeniyet seviyesine çıkarır ve daha ilerisine taşıma olanağımız olur.

Örneğin elektriği alalım. Edison dan önce elektriğin yaktığı, çarptığı ve kavurduğu özellikleri bilindiği için bilim adamları hariç elektriğe yaklaşılmamıştır. Bugün elektriksiz bir gelişmeyi hiç kimse düşünememektedir. Bunu başka bir örnek destekleyelim.. Çayır (ot biçilen alanlar) ve mera’da (otlatılan alanlar) yetişen Hypericum perforatum L. ( sarı kantaron, kantaron, kılıç otu, kızıl ot, yara otu, binbirdelik otu, Sert ot,) yiyen hayvanlarda güneş ışığına karşı hassasiyet artar ve deride müthiş bir kaşınma olur. Hayvan kaşınma ihtiyacı ile oraya buraya sürtünerek derisinde yaralanmalara sebep olur. Yine aynı bitki açık renkli hayvanların derilerine dokunduğunda ödem (şişkinlikler) meydana gelir. Bunun içinde hiçbir çiftçi çayır ve mera’sında bu otun bulunmasını istemez.

Buna karşılık sarı kantaronun insan sağlığı yönünden olağanüstü faydaları vardır. Çok eski zamanlardan bu yana kullanılan bir tababet bitkisidir. Sinirsel sakinleştirici, solucan düşürücü, yatak ıslatmalarını önleyici, uykusuzluk, konuşma bozukluğu, yara ve yanıkların iyileştirilmesi ile sindirim sistemine, kadınlarda adet bozukluğunda, bel ağrılarına, böbrek ve safra kesesi taşlarına karşı kullanılır. Ayrıca, kanın temizlenmesinde, romatizmalı hastalıklarda, verem kanamalarında, iştah artırma ve organizmanın kuvvetlendirilmesinde kullanılır. Özellikle ondan elde edilen yağ her türlü yanık (güneş, ateş ve su gibi) ve yaraların iyileştirmede dokuları yeniler ve yanıktan iz bırakmaz. Emzik çocuklarının karın ağrılarında kantaron yağı o bölgeye ovularak uygulandığında çocuk rahatlamaktadır. Yine, adet görmeye başlayan kız çocukları sabah ve akşam bir kupa kantaron çayı içerse düzenli bir yaşama kavuşmaktadır (2,3,4.5,6,7).

Bu bitkiye yol ve orman kenarlarında, tarlalarda sık rastlarlar. Bunun çiçekleri ile yapacakları krem (yağ) gönül yanığı hariç her türlü yanığın ağrısını giderdiği gibi yanığı kısa zamanda iz kalmayacak şekilde iyileştirir.. Bu yöntem Yörüklerin geleneksel doğal ilaçlarından birisidir. Kızıl otun çiçekleri bir kavanoza konur. Bunun üzerine en iyisi keten yağı, yoksa zeytinyağı kavanozdaki çiçeklerin üzerini kapatacak kadar doldurulup güneşe bırakılır. Burada duruma bağlı olarak 10-15 gün kaldıktan sonra yağ tamamen kızarır. Bu yağ posadan ayrılması için süzülür. Cam kavanozlarda loş ve serin bir yerde bekletilir. Bu şekilde hazırlanan yağ normal şartlarda 18 ay kullanılır. Çok mükemmel bir yanık yağı olduğu gibi özellikle hemoroid ağrılarına, mide yanmalarına karşıda rahatlıkla kullanılmaktadır. Bu yağı kullanıp güneşe çıkmamak gerekir. Güneş altında kantaron yağı alerji yapar. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Yukarda ki örneklerde de görüldüğü gibi önemli olan zararlı bir varlığın yararlı özelliğini bulmaktır. Yararlı özellikler bir varlıkta keşfedildikçe insanlar onun artık zararlı yönlerini kontrol altına alacak önlemleri de kısa zamanda bulup uygularlar.

Bir çam ormanında milyonlarca kozalaktan düşen tohumlar olduğu halde bunlardan çıkan yeni çam fidanları görülmez. Aynı olayı meşe ormanlarında veya tek tür ağaçların oluşturduğu ormanlarda da görmek mümkündür. Acaba ağaçların kendi altlarına düşen tohumlar niçin çimlenip süremezler?

Hayvansal canlılar atıklarını (idrar ve dışkı şeklinde) dışarı atarken, bitkiler bunun aksine bünyelerinde oluşturdukları atık maddeleri vakuol (koful) denen atık depolarında biriktirirler. Bu kofullar tamamen hücrenin içini doldurunca o hücre ölür. Bu hücrelerden oluşan yaprak ve meyve düşer, kabuk ya soyulur veya dışarı doğru itilerek uzaklaştırmaya çalışılır. Tohumlar kendi atık maddeleri olan yaprak, meyve veya kabukların oluşturduğu atık maddeler üzerine düştüklerinden bunların ayrışması sonucu ortaya çıkan maddeler zehir etkisi yapar ve çimlenemezler. İşte burada domuz devreye girer.

Domuzlar hem otobur, hem de etobur canlılardır. Koku alma özellikleri çok gelişmiştir. Beslenmelerinde özellikle palamut, ceviz, kestane, fındık v.b benzer tohum ve meyveler yanında bitki artıkları içerisindeki solucanlar, böcekler de önemli yer tutar. Orman ağaçları altındaki yapraklar arasında bulunan bu bitkisel ve hayvansal gıdaları bulup yemek için burnu ile toprağı karıştırırlar. Bu esnada bitki artıkları arasındaki tohumlar toprağın uygun ortamlarına taşınır ve çimlenirler. Ormanda belli bir zaman sürecinde ağaçlar yaşlanırken, yeni fidanlarda arkadan gelerek ormanın gençleşmesini sağlar. Böylece ormanda devamlılık söz konusudur.

Ormanın sağlığı diğer yaban hayvanları yanında özellikle yaban domuzuna bağlıdır. Hem ormanımız olsun, hem de yaban domuzları bulunmasın demek, doğanın yapısına uymaz. Kültür bitkilerine verdiği zarar yanında, inancımız dolayısıyla etinin haram oluşu nedeniyle orman için bu kadar yararlı olan yaban domuzlarını düşman kabul etmek doğru olmaz. Bunlardan amacımız doğrultusunda yararlanmak gerekir.

Yaşadığımız bu çağda dünyamız her gün biraz -daha küçülmektedir. Yani, dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen olaylardan anında bilgi sahibi olmak kolaylaşmaktadır. Orman varlığı için domuz vazgeçilmez bir şart olduğuna göre, zararını nasıl azaltabilir ve domuzlardan nasıl yararlanılabiliriz? Bunun hesabını yapmak durumundayız.

Bugün ülkemizde av turizmi her gün biraz daha artmaktadır. İlgili kuruluşlarla temasa geçersek yerli veya yabancı avcılar getirterek gelişmiş ülkelerde olduğu gibi para kazanmak mümkündür. Gelen avcı yatırılarak otel, yedirilerek lokanta, kılavuz tutularak yönlendirme ve vurduğu her domuzun ağırlığı belirlenerek alınacak ücretle, hem çiftçinin ekim alanları korunmuş hem de önemli bir yan gelir elde edilmiş olacaktır.

Sonuç olarak; sağlıklı ormana sahip olmak istiyorsak yaban domuzlarına da yaşama hakkı tanımak zorundayız. Yani ormanlarımızdan eksik etmemeliyiz

Kaynakçalar.

1.      ÖZER, Z., 1997. Bir Atasözünün Düşündürdükleri. Av Günü Dergisi. Sayı: 7, 4 Renk Yayın Tanıtım Matbaacılık Tic.Ltd.Şti. ANKARA.

2-      ÖZER, Z.,TURSUN, N., ve ÖNEN, H., 2004.Yabancı Otlarla Sağlıklı Yaşam (Gıda ve Tedavi) , 5. baskı, 4 Renk Yayın ve Tanıtım Matbaacılık, ISBN: 975 -8205-08-0, Ankara.

3-      LIEBENOW,H. und LIEBENOW, K., 1993. Giftpflanzen, Vademekum für Tierearzte, Lanwirte und Tierhalter, Gustav Fischer Verlag, ISBN: 3- 334- 60421-7, JenaStuttgart

4-      BAYTOP, T., 1984. Türkiye de Bitkilerle Tedavi (Geçmişte ve bu gün). İstanbul Üniv. Eczacılık Fak. İstanbul Üniv. Yay. No: 3255, Eczacılık Fak.Yayınları No : 40. İstanbul.

5-      BAYTOP. T., 1971. Farmakognozi. İstanbul Üniv. Yay. No. 1685, Eczacılık Fak.Yay. No: 12, İstanbul.

6-      GESSNER, O., 1974.Gift- und Arzneiplanzen von Mitteleuropa, 3. Auflage, (Harausgegeben und neu bearbeitet von Gerhard Orzechowski) Carl Winter Unversitaets-verlag, ISBN:3 533 02372 9, Heidelberg

7-      PODLELECH, D., 1989. Naturführer Heilpflanzen, Greafe und Unzer, ISBN 3-7742-4235-6, S.254,

2.     Aufl. München.

2- YABAN DOMUZLARI ÜZERİNE BAZI GÖZLEMLER

.

Bu makale daha önce” ÖZER, Z., 1999. Yaban Domuzları Üzerine Bazı Gözlemler. Av Günü Dergisi, Sayı 32. s.2-4. 4 Renk Yayın Tanıtım Matbaacılık. ANKARA.” Yayınlandı.

Her hangi bir varlık kişinin veya kişilerin algılamalarına bağlı olarak iyi veya kötü, yararlı veya zararlı olarak tanımlanır. Evrenimizde hiçbir varlığa kesin yararlı veya zararlı demek mümkün değildir. Yarar ve zarar ona yaklaşana bağlı olarak değişir. Bir iş yaparken kuralına uygun yapılmaz ise başarı şansı hiçbir zaman tam olmaz. Örneğin; yaban domuzunu dikkate almadan orman varlığını oluşturmak ve korumak mümkün değildir. Zira yaban domuzu ormanın oluşumunda en önemli faktörlerden birisidir. Bu nedenle yaban domuzuna orman çiftçisi de denir. Ülkemizde ve Müslüman ülkelerde bu özellikleri dikkate alınmayarak sadece dinen etinin yasak olması sebebiyle bu hayvanın hep kötü, zararlı ve pis olduğu düşünülerek yok edilme yönüne gidilmiştir. Hatta hamile hiçbir hayvanın vurulmaması gerekirken, ülkemizde yaban domuzu yılın her mevsiminde avlanılmaktadır.

Bu gün orman varlığının en az olduğu yerler Müslüman ülkeleridir. Bu durum ülkemizde de çok farklı değildir. Bunu, insanlarımızın orman varlıklarına sahipken yabandomuzu- orman ilişkisini bilmemelerinde, daha açık bir ifade ile yaban domuzu olmadan ormanları geliştirme ve korumanın bilincine sahip olamamalarında aramak gerekir. Hâlbuki din görevlilerimizin sık söyledikleri : “ Her varlığın bir yaratılma nedeni vardır. Hiçbir varlık ( canlı veya cansız) amaçsız yaratılmamıştır.” O halde yaban domuzunun yaratılma nedeni araştırılmalı ve yararlı yönleri insanların hizmetine sunulmalıdır. Bu bilinmediği ve yapılmadığı için de, “Ormanlarımızı koruyalım, her yıl 1 cm. kalınlığında Kıbrıs adası kadar verimli topraklarımız erozyonla denizlere taşınmaktadır.” Diye dert yanmakta ve yaban domuzsuz orman oluşturma gayreti içerisinde bocalayıp durmaktayız.

Avgünü dergisinin 7, 14 ve 21. sayılarında bu konuda yayınladığımız makalelerde; yaban domuzunun niçin orman varlığını n oluşmasında ve korunmasında rol oynadığını açıklamıştık. Bu yazımızda da, bir yerde orman kesiminden sonra yeniden oluşan sürgünlerle veya yapay olarak fidan dikilerek orman oluşumu başlıyorsa çevreden bu alanlara yaban domuzları niçin gelmektedir? Buna ilişkin birkaç anımı sizlerle paylaşmak istedim.

Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesine (Tokat) atanan Prof. Dr, Yener OKATAN’ın Sivas’ın girişinde Kızılırmak kenarında babadan kalma çiftlikleri bulunmaktadır. Çiftliğin işletmesi ağabeyi Ahmet Sadi OKATAN tarafından yapılmaktadır.

Üniversitemize atanması dolayısıyla hoş geldin ziyareti için buluştuk. Her ikimizinde uzmanlık konularımız bitkiler olduğundan ilginç bulduğumuz deney ve gözlemlerimizi bir birimize aktararak aktarırdık. Kendisine, Avgünü dergisinde yayınlanan makalelerimin fotokopisini vererek bu konudaki eleştirilerini bildirmesini istedim.

Aradan belli bir süre geçtikten sonra tekrar bir araya geldiğimizde bana, “ Kurban bayramında Sivas’a girmiştim. Ağabeyim bana; “ Yener, ben 65 yaşındayım. İlk defa Kızılırmak kenarında ve bizim tarlalar içerisinde yaban domuzlarını gördüm. Domuzlar mı şaşırdı, yoksa bunun başka bir açıklaması mı var? “ diye sordu. “Bende isminizi vererek, orman oluşan yerlere yaban domuzunun geldiğine ilişkin yazılarınızın olduğundan bahsettim.”dedi.

Bundan10-15 yıl önce 1985-1990) Sivas’ta sayın Lütfi TUNCEL vali, sayın Prof. DR. Muaffak AKMAN Cumhuriyet Üniversitesi Rektörü iken, Üniversite çevresi ile Kızılırmak vadisi yeşil kuşak ağaçlandırılması başlatılarak bu çiftliğin etrafındaki tepe ve yamaçlara farklı kurumlarca ağaçlandırılmak amacıyla fidanlar dikilmiştir. Bu fidanların belli bir yüksekliğe ulaşması dolayısıyla buralara yaban domuzları da gelmeye başlamıştır.

Yaban domuzlarının yeni oluşan ormanlara gelişiyle ilgili bir anı da öğrencilerimden Yüksel YILMAZ’ın kendi ifadesiyle; “ Benim ailem Sivas’ın şimdiki adı Tepeönü ( eski adı Memmedik)olan köyde yaşamaktadır. Köyümüz şehir merkezine 15 km. eski Malatya yolunun biraz solunda, kardeşler ormanlığına ( Cumhuriyet Üniversitesinin arka sırtlarında oluşturulan ormanlık) 5 km. Tecer Dağında ki ormanlığa 10 km. uzakta olup; Tecer Dağı ile Kardeşler dağının arasında yer almaktadır. Yıllık iznimi kullanmak üzere 4 yıl önce köye gittiğimde ilk defa köyümüzün civarında yaban domuzuna rastlandığı bildirilmişti.1998 yılındaki ziyaretimde ise; yaban domuzlarını 30 - 40 lı gruplar halinde özellikle Kardeşler dağında görüldüğü, köyün patates tarlalarında önemli zararlar verdiği, bunların mutlaka sürek avı ile ortadan kaldırılmaları gerektiği söyleniyordu.” Görüldüğü gibi Sivas merkez ilçede ormanlık alanlar oluştukça buraya ilk gelenler yaban domuzları olmaktadır.

Bir ormanlık alan oluşmaya başlayınca buralara ilk önce yaban domuzlarının, daha sonrada kurtların geldiğini gözlem ve duyumlarına dayanarak gerçek avcı İngilizce okutmanı Seyit KOÇAKER beyden duymuştum. Seyit beye göre ormanlık bölgelerde kış sert geçer, bol kar yağdığında kurtlar sürülere ve köylere saldırmazlar. Genellikle karda kaçamayan domuz yavrularıyla beslenirler. Bu domuz kurt hikâyelerini Tokat’ta diğer avcılardan da farklı zamanlarda duymuştum.

Sonuç olarak: Ormanlarımızın oluşmasında ve korunmasında çok önemli bir yer tutan yaban domuzlarının diğer yararlı özellikleri araştırılarak ortaya çıkarılmalı. Toplumumuzun bu ve benzeri konularda bilinçlendirilmeleri özellikle; avcıların, ormancıların, din görevlilerinin, doğaseverlerin ve aydınların görevi olmalıdır. Yaban domuzlarından av turizminde, diğer taraftan da ormanlarımızın oluşması ve korunması yönünde yararlanılarak ülkemiz ekonomisine büyük katkılarda bulunmak mümkün olacaktır. Böylece, orman varlığımızın artışına bağlı olarak erozyon önleneceğinden “Türkiye çöl olmasın” özdeyişi bir dilekte kalmayıp gerçeğe dönüşecektir. Aynı zamanda, özellikle orman köylülerinin av turizmiyle gelir düzeyleri de yükseltilerek, ormanlarında korunması daha kolay olacaktır. Diğer bir deyişle; yaban domuzları olmadan orman varlığını, orman oluşmadan erozyonu önlemek ve orman köylülerini kalkındırmak hayal olacaktır. Saygılarımla. Bu makale: (ÖZER, Z., 1999. Yaban Domuzları Üzerine Bazı Gözlemler. Av Günü Dergisi, Sayı 32. s.2- 4. 4 Renk Yayın Tanıtım Matbaacılık. ANKARA.) yayınlanmıştır.

3-Yaban Domuzları Hakkındaki Yanılgılar.


Yaban domuzu doğal hayatın vazgeçilmez elemanı olan yeşil örtünün, daha doğrusu çalı ve ağaçların oluşması ve korunmasında zincirin ön halkalarından birini meydana getirir. Diğer bir deyişle, çalılıklar ile ormanların geliştirilmesi ve korunması, bunların içerisinde barınacak yaban domuzlarına bağlıdır. Yaban domuzu yoksa orman varlığı, orman varlığı yoksa verimli tarım alanları da yok demektir. Verimli tarım alanları için ormana, orman varlığı içinde yaban domuzuna mutlaka ihtiyaç vardır. Diğer canlılarda olduğu gibi insan varlığı da yeşil örtünün korunması ölçüsünde sağlıklı bir yaşama kavuşabilir (1,2).

Doğal hayatın dolayısıyla insan yaşamının sağlıklı olarak devamında rol oynayan yaban domuzunu halkımız genelde nasıl algılamaktadır? Özellikle, dini inanç dolayısıyla domuz etinin yenmesinin yasak olması, bu hayvana karşı ön yargılı ve gerçek dışı olumsuz iddiaların, daha doğrusu yerleşmiş düşüncelerin oluşmasına sebep olmuştur. Bu iddialardan birisini “ Domuz kendi dışkısını yiyen yegâne hayvandır.” anlayışı oluşturmaktadır. Bu bilimsel olarak doğru olmayan bir iddiadır. Yazımızın hazırlanmasında AVGÜNÜ dergisinin iki değerli yazarı avcı annesi Duygu OTCU hanımefendinin 5. sayıdaki yazıları ile buna sayın Dr. Turhan TEMUÇİN beyin 6. sayıda verdiği cevap niteliğindeki yazıları esas alınmıştır.

Sayın OTCU “ Domuz çok pis beslenir. Bu yüzden devamlı olarak lenf sistemi ayaktadır. Ne kadar entegre tesislerde işlem yapılsa da, dönüp kendi pisliğini yiyen bir hayvana mani olunmaz” diyerek görüşlerini sergilemektedir.

Buna karşıl ık sayın TEMUÇİN’de “ Domuzun insan pisliğini yemesi ise sayın OTCU’nun yazısındaki tek doğrudur. Ancak, pislik yiyen hayvan yalnızca domuz değildir. Tavuk, ördek, horoz, kuşların bir bölümü pislik yerler. Deniz ve iç sularda yaşayan tüm balıklar leş yerler. Hemen hemen bütün balıklar insan cesetlerini didik didik ederek yerler. Yayın balığı, solucandan kurbağaya, fareye ve hatta yılana kadar her şeyi yer. Lağım ağızlarında dolaşmayı çok seven kefal balığı oralarda ne yer? “ diye sormaktadır. Sayın TEMUÇİN bazı hayvanların beslenmesini örnek göstererek ve sayın OTCU’nun yazısındaki tek doğrunun “Domuzun kendi pisliğini yediği” iddiasını kabul ederek domuzun beslenmesine mazeret arıyor gibi geldi bize.

Her iki saygıdeğer yazar arkadaşımızın da domuzun dışkısını yediği iddiası, bilimsel olarak doğru değildir. Hele sayın OTCU’nun “Ne kadar entegre tesislerde işlem yapılsa da dönüp kendi pisliğini yiyen bir hayvana mani olunamaz.” İddiasında “ Ne yaparsanız yapın domuz pis bir hayvandır.”anlamı çıkmaktadır.


 Doğada ki bütün canlılar doğal denge dediğimiz bir sistem içerisinde hayatiyetini devam ettirir. Bir canlının dışkısı veya atığı diğer bir canlının beslenme kaynağını oluşturur. Böylece bir taraftan doğal denge korunurken, diğer taraftan da bu sistem içerisinde yaşayan canlılar hayatiyetlerini devam ettirirler. Böylece bir canlının varlığı diğer bir canlının varlığının sigortasını oluşturur. Doğada bir canlını yok olması mevcut beslenme zincirini kopardığı için buna bağlı olarak bütün canlılar olumsuz yönde etkilenirler (şekil.1). Görüldüğü gibi; doğadaki bir canlının diğer canlıların pisliği ile beslenmesi o canlının kirli veya pis olduğunu göstermez. Bu olgu, doğal dengenin korunması için gereklidir.

Sayın OTCU Anadolu da kasaba ve şehirlerde kurulan hayvan pazarlarını kışın veya kuş sonu ziyaret etmiş olsaydı; o güzelim koyunların, ineklerin, sığırların nasıl bir pislik içerisinde olduğunu mutlaka görecektir. Acaba, bu hayvanlar içinde “ pis” kelimesini kullanacaklar mıydı? Doğada her canlı hayatiyetini devam ettirecek bir temizlik içerisinde yaşar. Bizim için pis olan bir yaşam ortamı o canlının yaşam ortamıdır. Kaldı ki doğada yaşayan hayvanlar zamanlarının büyük bir kısmını vücut temizlikleri yapmak için kullanırlar. Bütün endişemiz yaban domuzlarının bilgisizce ortadan kaldırılması sonucunda yetersiz olan orman varlığımızın da yok olmasıdır.

Beslenmeyle ilgilenen uzmanlara göre bir hayvanın almış olduğu gıdanın sindirilmesinde üç faktör rol oynar.

1.   Sindirim sisteminin uzunluğu.

2.    Aldığı gıdanın türü.

3.    Sindirim sisteminin sağlıklı oluşudur.

Özellikle sindirim sistemleri uzun olan hayvanlar almış oldukları gıdalardan daha fazla yararlanırlar. Geriye o hayvanın yararlanamayacağı posa daha doğrusu dışkısı kalır. Hayvansal kökenli canlıların kendi dışkıları ile yada gübre yiyerek beslenmesi olayı Coprophagie (4,5), Koprofaji (6) ve Koptophagie (7) olarak ifade edilmektedir. İnsanlarda anormal bir davranış biçimi kabul edilen dışkı yeme, Lagomorpha takımının bazı üyelerinde( tavşanlar, ada tavşanları) ve yaprak yiyen maymunların en az bir cinsinde Lepilemur iç güdüsel bir davranış olarak ortaya çıkmaktadır. Sayın Prof. Dr. Ş. ÇALIŞKANER’in “ Domuz Besleme” isimli eseri (7) ile araştırdığımız diğer kaynakçalarda domuza ilişkin olarak böyle bir içgüdünün veya kendi dışkısını yediğine ait bir bilgiye rastlayamadık. Bu konuda aydınlatıcı bir bilgi tarafımıza iletilirse şükranla karşılanacaktır.

Tavşan dışkısı halk arasında belki de bu özelliği dolayısıyla çevreye karşı duyarsız insanların tarifi için “ Adam tavşan b... gibi, ne kokar ne bulaşır” diye tarif edilir. Bazı beslenme uzmanlarına göre tavşanlar özellikle B grubu vitamin ihtiyaçlarını kendi dışkılarını tekrar yiyerek karşılamaktadır (4,5).Örneğin; yukarıda belirttiğimiz gibi bu durum tavşanlar ve bir cins maymunlarda içgüdüsel davranış olarak ortaya çıkmaktadır. Tavuklar kendi dışkısını tohum ve çakıllarla beraber alırlar. Böylece kırsal alanda özel beslenmeye tabi tutulmayan tavuklar insan ve hayvan dışkısı yanında kendi dışkısını da alarak B12 vitamini ihtiyacını karşılarlar. Modern tavukçulukta vitaminler tavuğun kendi dışkısından almasına gerek kalmadan yem rasyonlarına ön karışım şeklinde katılmaktadır (4).

1990 yılında Almanya da iken Doğu Almanya da bir Orman Mühendisinin amatörce yaban domuzları üzerinde yaptığı bir belgesel filmi izlemiştim. Burada bir yaban domuzunun günde 6-8 saati kendi vücut temizliği ile uğraştığı görülmekteydi. Yine, 1966-1999 yılları arasında doktora öğrencisi arkadaşım Dr. Dr. Friedhelm Schwerdle’nin babasının domuz çiftliğini zaman zaman ziyaret ederdik. Domuzların yaşantısı hep ilgimi çekmiştir. Örneğin, domuzların beslendiği yerdeki iki su yalağından birine temiz su, diğerine çamur ve gübre karıştırılmış yem koyarak domuzların davranışını inceliyorduk. Hiçbir domuzun domuzluk yaparak (!)temiz su dururken kirli suya, temiz yem dururken çamur ve gübre katılmış yeme itibar etmediğine şahit oluyorduk.

Diğer bir gözlemimiz ise domuzların yatıp kalktığı yerde dışkı ve idrarlarını bırakıp bırakmadıkları üzerineydi. Tuvalet ihtiyacı olan her domuz yattığı yerden kalkarak 30-40 m. Dışarıda bir yere giderek ihtiyacını giderip sonra dinlenme yerine geldiğini görüyorduk. Ya yaşamlarını incelediğim domuzlar farklı idi, ya da benim domuzlar hakkında duyduğum iddialarda bir yanlışlık vardı.

O halde domuzun kendi dışkısını yediği yanlışı niçin yaygın olarak kullanılmaktadır? Bana göre; etinin yenmesi dini inanç yönünden sakıncalı olduğu kabul edilen domuzu daha sevimsiz kılmak ve Müslümanları bu hayvandan olabildiğince uzaklaştırmak için olsa gerek. Özellikle, din görevlilerimiz, domuzu sevimsiz gösterebilmek için bu asılsız iddialara daha fazla itibar etmektedir. Hâlbuki aynı din görevlilerimiz” Her canlının yaratılmasının bir hikmeti olduğunu” söylemektedirler. O halde domuzun yaratılma ve yararlı olduğu hikmetinin de Müslümanlarca bilinmesi inancı gereğidir. Yani, domuzların insanlara ne gibi yararları olabileceği sorusu sık sık sorulmalı ve cevabı araştırılmalıdır. Yoksa kulaktan dolma yanlış bilgilerle toplumu yönlendirmek, onun gelişmesini ve ilerlemesini engellemekle eş anlamlıdır.

Burada tekrar yaban domuzlarının orman varlığının oluşmasında ve korunmasındaki faydalarını yenilemekte yarar vardır(1). Domuzlar hem otobur, hem de etobur canlılardır. Duyu ve koku alma özellikleri çok gelişmiştir. Beslenmelerinde özellikle palamut, ceviz, kestane, fındık v.b benzer tohum ve meyveler yanında bitki artıkları içerisindeki solucanlar, böcekler de önemli yer tutar. Orman ağaçları altındaki yapraklar arasında bulunan bu bitkisel ve hayvansal gıdaları bulup yemek için burnu ile toprağı karıştırırlar. Bu esnada bitki artıkları arasındaki tohumlar toprağın uygun ortamlarına taşınır ve çimlenirler. Ormanda belli bir zaman sürecinde ağaçlar yaşlanırken, yeni fidanlarda arkadan gelerek ormanın gençleşmesini sağlar. Böylece ormanda devamlılık söz konusudur. Bunu da özellikle yaban domuzları sağlayabilir. Ormanında yaban domuzu bulunmasın demek doğal dengeye uymaz. Toprağın korunmasında, daha doğrusu toprağın yel ile üfürülüp sel ile süpürülmemesi için yeşil örtü ne kadar lüzumlu ise yaban domuzu da bu yeşil örtünün ( çalı ve orman) yenilenmesi ve devamlılığı için o kadar önemlidir. Yaban domuzu ormanın yenilenmesi ve korunması için tek değil ama en önemli etkenlerden birisidir. Onun için yaban domuzuna boşuna “orman çiftçisi” denmemiştir. Bu bakımdan ormanın oluşmasında zincirin en önemli halkalarından birisini de yaban domuzları oluşturur. Erozyonla ülke topraklarının kaybolması, doğal zenginliklerimizin yok olmaması için bu gerçeğin bıkmadan usanmadan ve her yerde tekrarlamak hepimizin görevi olmalıdır.

Sonuç olarak; Din görevlilerimiz Müslümanları domuz etinin yenmemesi konusunda dinen yasaklanmış olduğu konusunda uyarmalı, diğer taraftan da özellikle yaban domuzunun ormanın oluşumuna ve korunmasındaki işlevlerini de anlatmalıdırlar. Domuzla ilgili bilgiler bilimsel gerçeklere ters düşmemelidir. Domuz etinin dinen yasak oluşunun kendi dışkısını yediği iddiası ile açıklanmamalıdır. Doğası gereği kendi dışkısını yiyen tavşanların, yine insan ve hayvan dışkısı yanında kendi dışkısını da yeme durumunda olan tavuğun etinin niçin yendiği sorusunu akla getirir? Sonuçta da domuz etinin dinen yasak oluşu dışkısını yediği iddiası için değil, daha farklı nedenlere dayandırma zorunluluğu ortaya çıkar. Bu sebepten,toplumu bilgilendirme durumunda olan bilim adamları ile din görevlilerinin yaban domuzlarından nasıl yararlanarak halkımızın hizmetine sunulabileceği sorularına cevap aramalı ve bunun olanakları araştırılmalıdır.Her şey yeşil ve mutlu bir Türkiye için olmalıdır.

1.     ÖZER, Z., 1997. Bir Atasözünün Düşündürdükleri. Av Günü Dergisi. Sayı: 7,sayfa. 6­7, 4 Renk Yayın Tanıtım Matbaacılık Tic.Ltd.Şti. ANKARA.

2.     ÖZER, Z., 1997. Yeşil Bir Türkiye İçin Yabancı Domuzlarını Kullanalım. Av Günü Dergisi. Sayı: 14, sayfa: 40-41, 4 Renk Yayın Tanıtım Matbaacılık Tic. Ltd.ti. ISSN 1301-4404 ANKARA.

3.     ÖZER, Z., KADIOĞLU, İ., ÖNEN, H., VE TURSUN, N., 2001. Herboloji (Yabancı Ot Bilimi), (3. Baskı), Gaziosmanpaşa Üniv.Ziraat Fak. Yayınları No:20, Kitap Serisi No:10, TOKAT.

4.     DOĞAN, K., 1996. Kümes Hayvanlarının Beslenmesi.G.OP. Ü.Ziraat FakültesiYayın No: 14, Kitap Seri No:7, TOKAT

5.     GADOUD,R., FOSEPH,M.M., JUSSİAN, R., LİSBERNEY, M-J., MANGEOL,B., MONTMEAS,L. Et TAMT,A., 1992.Nutrition et Alimentation . Les EditionsFoucher, 31 rue de Fleunus. 75006, PARİS

6.     ANONYMOUS, 1965. Ana BritannicaGenel Kültür Ansiklopedisi. Cild. 7., Ana Yayıncılık ve Sanat Ürünleri Pazarlama A.Ş.İSTANBUL.

7.     Anonymous,1966duden Fremdwörterbuch Der Grosse Duden. Bd. 5. Bibliographisches Institut , Mannheim- Zürich.

8.     ÇALIŞKANER,Ş.,      1984. Domuz Besleme. Ankara ÜniversitesiZiraat

FakültesiYayınları No: 916. ANKARA

4-Yeşil Bir Türkiye İçin Yaban Domuzlarını Kullanalım.

Bu makale daha önce “ÖZER, Z., 1997. Yeşil Bir Türkiye İçin Yabancı Domuzlarını Kullanalım. Av Günü Dergisi. Sayı: 14, sayfa: 40-41, 4 Renk Yayın Tanıtım Matbaacılık Tic. Ltd.ti. ISSN 1301-4404 ANKARA.” yayınlandı


Tokat merkez ilçenin Sivas yolu üzerinde Geyraz mevkii vardır. Tokat şehri yeşil ırmağa doğru genişlerken Geyraz mevkisine doğru daralır ve bir boğaz oluşturarak Sivas’a doğru devam ederek gider. Geyraz’daki son ev Yüksekokul sekreteri emekli Sayın Doğan İLHAN ‘ın evidir. İki yamacıda sık çalı, kısmen de ağaç karışımı bitki örtüsü ile kaplıdır. Sevgili dostum Doğan İLHAN’ın burada babadan kalma 40 dekar bahçesi vardır. Bu bahçede çeşitli meyve ve sebze yetiştirilir.

Temmuz ayında bir hafta sonu ziyaretine gittiğimde bahçeyi gezerken özellikle şeftali ağaçlarının büyük bir kısmının altlarının düzenli olarak çapalandığını gördüm. Burada bazı şeftali ağaçlarının altlarının otlu bırakıldığı dikkatimi çekince, Niçin bunları da çapalamadınız?” diye sordum. Aldığım cevap ilginçti. “ Bunlar karşı yamaçlarda ki çalılıklar içerisinde gece solucan ve böcek yemeye gelen yaban domuzlarının bana yardımlarıdır.”dedi. Gerçi, Tokat’taki avcı dostlarımla özellikle çevredeki bitki örtüsünü incelemek amacı ile dolaşırken ormanlık alanlarda domuzların karıştırdığı daha doğrusu sürdüğü çok yerler görmüş ve domuzlar hakkında epeyce bilgi sahibi olmuştum. Ama gördüğüm şeftali ağaçlarının altındaki çapa, çok dikkatli çalışan bir tarım işçisinin yapacağı kadar mükemmeldi. Bu mükemmel ve çalışkan işçiler horlanıp, yok edilmemeli ve faydalı yönleri araştırılmalıdır diye düşündüm. Bu yazımızla da ülkeyi çölleştirmemek, yeşil ve özlenir bir Türkiye oluşturmak için yaban domuzlarına ne kadar çok ihtiyacımız olduğu fikrini sizlerle paylaşmak istedim.

Doğadaki canlı ve cansız varlıklar arasında sıkı bir ilişki vardır. Bu ilişkilerden oluşan zincirin her hangi bir bir halkasını kopardınız mı ondan sonra gelenlerin tümünün varlığını da yok edersiniz? Zinciri oluşturan daha önceki halkalardaki canlılar size sevimli gelmeyebilirler. Ama korumaya çalıştığınız toprak ise bitki örtüsüne, bitki örtüsü ( çalı ve orman) yaban domuzuna ihtiyaç vardır.

Toprağın korunmasında daha doğrusu toprağın yel ile üfürülüp sel ile süpürülmemesi için yeşil örtüne kadar lüzumlu ise yaban domuzu da bu yeşil örtünün ( çalı ve orman) yenilenmesi ve devamlılığı için o kadar önemlidir. Yaban domuzu, ormanın yenilenmesi ve devamlılığı için tek değil ama en önemli etkenlerden birisidir. Onun için yaban domuzuna boşuna “ Orman çiftçisi” denmemiştir. Bu bakımdan ormanın önündeki en önemli zincirin halkalarından birisini yaban domuzları oluşturur. Bu gerçeği bıkmadan, bıkmadan usanmadan ve her yerde tekrarlamak, erozyonla ülke topraklarının kaybolmaması, doğal zenginliklerimizin yok olmaması için hepimizin görevi olmalıdır.

Doğada canlı ve cansız varlıkların ilişkileri bir düzen içerisinde bulunur. Doğada hiçbir varlık kesin zararlı ve kesin yararlı değildir. Her varlığın zarar ve yararı ondan faydalanabilme ölçüsünde değişir. Bir varlığın yararlı özellikleri keşfedildikçe zarar verme durumu da daha kolay kontrol altına alınabilir. Örneğin; ateş yakıyor, elektrik çarpıyor diye bugün insan yaşantısının en önemli araçları olan ateş ve elektriği kullanmadan vazgeçmeyi hiç kimse düşünemez. Etinin yenmesi dinen yasak diye de ormanlarımızın yok olması, ülkemizin çölleşmesi pahasına yaban domuzlarının yararını da görmemezlikten gelemeyiz.

Ülkemizin neresinde yeterli çalılık ve orman varsa orada mutlaka yaban domuzu da mevcuttur( şayet vurularak yok edilmemişlerse. Örneğin; Orta Anadolu’da, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, Arabistan çöllerinde yaban domuzuna rastlayamazsınız. Yaban domuzunu ister sevin, isterseniz pis olduğuna inandığınız yanlış ön yargılarınızla dışlayınız. Ama, yeşil bir Türkiye isteyen herkesin yaban domuzlarını ortadan kaldırma değil, orman içerisinde yeteri kadar barınacak, beslenecek ve korunacak ortamların hazırlanmasına kendimizi zorunlu hissetmeliyiz. Yaban domuzuna hayat hakkı tanımadan istediğimiz kadar afişler bastıralım, paneller düzenleyelim, konferanslar verelim, gözyaşı döküp nutuklar atalım hiç bir güç bu toprakların yel ile üfürülüp sel ile süpürülmesini önleyemeyecektir. Ulu Önder Atamızın dediği gibi “ Yurt toprakları kendi kaderine bırakılamaz.” Gelecek nesillerimize bırakabileceğimiz en değerli varlık yaşanabilir bir vatan olacaktır.

Bugün orman ın bir can dostu, birde can düşmanı olan iki hayvan vardır. Can dostu yaban domuzu, can düşmanı da karakeçidir. Birisi ormanı yenileyip yeşertirken, öbürü yok ederek ortadan kaldırıp çölleştirir. Bu gerçeği bilemediğimizden midir, yoksa uygulamaya koyacak cesarete sahip olmadığımızdan mıdır? Karakeçiyi bağrımıza basmış, doğal zenginliklerimizin kaybolması pahasına yaban domuzlarını dışlayarak, ata yadiğarı bu toprakları Arabistan çöllerine çevirmeye devam etmekteyiz.

Ankara çevresinde oluşturulan koruluklara bakarsanız bunların sağlıklı bir gelişim içerisinde olmadıkları görülür. Zira bu koruluklarda barınan ve ona bir çiftçi gibi hizmet edecek yaban domuzları ve diğer bazı orman hayvanlarının bulunmamasıdır. Bir deneme olarak Orta Doğu Üniversitesi Koruluğunun içersini belli bir sayıda yaban domuzu ve bazı yaban hayvanları konarak buradaki ağaçların gelişmeleri üzerindeki etkileri incelenebilir.

Sonuç olarak; Yaban domuzunun orman içerisinde genellikle sayılarının fazla artmaları dolayısı ile tarım alanlarına zarar vermeleri, etinin dini inanç dolayısıyla haram oluşu, özellikle ormanın oluşulmasında, yenilenmesinde ve korunmasındaki rolünün bilinmemesi, yanlış bir uygulama ile bilinçsizce bütün yıl avlanması sonucunda dolaylı olarak ülke topraklarının erozyonla kaybına ve çölleşmesine sebep olmaktadır. İle yöre insanına önemli bir gelir kaynağı oluşturulabilir. Hâlbuki yaban domuzlarının kültür alanlarına zarar verdiği yerlerde av turizmi ile zararından fazla kazanç elde etmek mümkündür. Böylece, bir taraftan orman varlığımızı koruyup geliştirirken, diğer taraftan da av turizmide geliştirilebilir


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar