Hz. ALİ’NİN Hz. OSMAN DEVRİ SİYASİ OLAYLARINA YÖNELİK TUTUMU
Hazırlayan:
Fatih TOPALOĞLU
İslâm
Mezhepleri Târihi kaynaklarında, itikâdî İslâm mezheplerinin ilk defa ortaya
çıkışının Hz. Ali döneminde olduğu belirtilmektedir. Bu aynı zamanda târihî bir
vâkıadır. Çünkü ilk itikâdî İslâm mezhebi kabul edilen Hâricîlik, Hz. Ali'nin
halifeliği devrinde cereyan eden Sıffîn savaşından sonra ortaya çıkmıştır.
Fakat bu tür oluşumlann birdenbire ortaya çıkmayacağını, öncesinde, insanları
fırkalaşmaya götüren dînî, siyâsî, içtimâî, coğrafî vb. birçok etkenin rol
oynaması gerektiğini de kabul etmek zorundayız.
Son yıllarda
Türkiye'de, İslâm Mezhepleri Târihi alanında yapılan bazı çalışmalarda bu
hususa dikkat çekilmekte; İtikâdî Mezheplerin oluşmasında sadece Hz. Ali dönemi
ve sonrasında meydana gelen dînî-siyâsî birtakım olayların değil, Hz. Osman
devrindeki siyâsî hadiselerinde rolü olduğu üzerinde durulmaktadır.
Biz de bu
noktadan hareketle, İslâm Tarihinin en önde gelen şahsiyetlerinden ve hakkında
belki de en fazla eser kaleme alınan biri olan “Hz. Ali'nin Hz. Osman Devri
Siyasi Olaylarına Yönelik Tutumunu” incelemeye karar verdik. Çünkü Hz. Ali, ilk
devir İslâm târihinin en kritik dönemlerinde, yaptıkları veya yapmadıklarıyla,
birçok fırkanın düşünce sistemini doğrudan etkilemiş bir şahsiyettir ki,
bunların başında Şîa gelmektedir. Şîa'nın düşünce sistemi, Hz. Ali'nin Hz.
Peygamberiden sonra nass ve tayinle meşru halife olduğu temeli üzerine
oturmaktadır. Dolayısıyla Şîa için, Hz. Ali'nin halifeliğe yaklaşımı, kendinden
öncekilerin halifelere karşı tutumu, siyasî olaylar sırasındaki konumu gibi
hususlar büyük önem arz etmektedir.
GİRİŞ
Hz.
Peygamber vefat ettiğinde İslâm Devleti’nde, ilk müslüman topluluklar olan
Muhacirler ve Ensar'ın yanı sıra, Bedeviler, içlerinde müellefe-i kulûb’un da
bulunduğu yeni müslümanlar, fethedilen bölgelerde yeni müslüman olmuş
topluluklarla, Yahudi ve Hristiyanlar da bulunuyordu. Bu karmaşık yapıda
kabilelerin bir kısmı irtidâd etmiş[1] bir kısmı da
zaman zaman farklı siyasi tavırlar sergiliyordu. Devletin yapısındaki bu türden
siyasi sıkıntılar, genç İslâm Devleti’nin varlığını tehdit edici önemli
unsurlar olarak ortada duruyordu. İktisadi açıdan bakıldığında ise, savaşlarda
elde edilen ganimetler yoluyla veya ticaretle meşgul olarak zengin olan çok
sayıda insan olmakla birlikte, ekonomik yönden zayıf bir sınıf hâlâ mevcuttu.
Zengin sınıf içerisinde gerçek mümin olup İslâm adına yaralı işler yapanlann
yanında, müslüman gözükerek bunu bir menfaat elde etme aracı olarak kullanıp,
yeri geldikçe İslâm’a ve müslümanlara zarar vermekten geri durmayan münafıklar
da vardı. Ensar içinde Evs-Hazrec kabilelerinin çekişmesi en ufak bir surette
kendini gösteriyor ve zaman zaman Ensar ile Muhacirler arasında da sıkıntılar
yaşanıyordu. “Ka hilecilik” anlayışı Hz. Peygamberin ve dinî nassın
otoritesi altında ezilmiş görünmekle birlikte, her an küçük bir uyarılmayla
tekrar ortaya çıkabileceğini hissettiriyordu. Bu da Arap toplumunda hâlâ “cahiliye
asabiyetinden kalıntılar bulunduğunun göstergesiydi[2].
İslâm Tarihi
kaynaklarına genel olarak bakılacak olursa, Hz. Peygamberin vefatından sonra
müslümanların karşılaştıkları ilk ve en önemli sorunun “imame?[3]
meselesi olduğu görülmektedir[4]. Kaynaklara
göre imamet konusunun açık bir şekilde sorun olarak ortaya çıkışı Hz. Osman ve
Hz. Ali dönemlerindedir. Ancak çok daha öncesine gidildiğinde, Hz. Ebû Bekirtn
halife seçilmesi sırasındaki tartışmaların bu meselenin ileride sıkça gündeme
geleceğinin bir işareti olduğu da kabul düşünülebilir.
Aralarında
görüş farklılıktan olmakla birlikte[5], bütün
fırkalarıyla, Hz. Ali'nin Rasûlullâh'tan sonra imamete en lâyık olduğunda
ittifak halinde olan Şîa[6], imâmet
meselesini çok daha gerilere, Veda Haccı'nın hemen sonrasına kadar
götürmektedir[7]. Özellikle
Şia'nın imâmet meselesini bir inanç prensibi haline getirmesi, hilâfet
konusundaki tartışmaların mezhepler arasında yüzyıllarca sürmesi ve günümüze
kadar artarak devam etmesine sebep olmuştur. Halifeliğin, Şia'nın ifadesiyle[8] “imâmeFm
bu derece önemli olmasında siyasi, dinî, sosyolojik vb. birçok sebep vardır. Bu
itibarla, konumuz “halifelik1 olmamakla birlikte, Hz.
Ali’nin, Hz. Ebû Bekir ve Ömer’in halife seçilmeleri sırasındaki durumunu ve
ilk iki halife ile münasebetini incelemekte yarar görüyoruz.
Hz. EBU BEKİR
DÖNEMİNDE Hz. ALİ
Hz. Ebû
Bekir’in Halife Seçilmesi
Hz.
Peygamber vefat edince, daha cenazesi kaldırılmadan Medine’deki müslümanlar
arasında, din ve dünya işlerini düzenlemek, müslüman toplumuna liderlik etmek
için onun yerine kimin geçeceği tartışılmaya başlanmıştı. Bu amaçla Medine’nin
yerlisi olan Ensar, Sakîfetü Benî Sâide'de halifelik meselesini görüşmek üzere
toplandı[9]. Durumu haber
alan ve böyle bir toplantı yapılarak halife seçiminin gerçekleşmek üzere
olmasını endişeyle karşılayan Hz. Ebû Bekir, yanına hemen Hz. Ömer'i de alarak
toplantı yerine geldi. Yolda karşılaştıkları Ebû Ubeyde de onlara katıldı[10].
Bu sırada
Sa'd b. Ubâde Ensar topluluğuna hitap ediyor; İslâmiyet'i ilk önce kabul eden
kavim olmakla fazilet kazandıklarını, kendi kabilesinden çok az kişi ona
inandığı ve onu koruduğu halde, Hz. Peygamberin on yıl aralarında bulunarak
insanları Allah'a ibadete ve putları terk etmeye çağırdığını ve bu nedenlerle
de emirliğin başkalarının değil, yalnız kendilerinin yani Ensar’ın hakkı
olduğunu iddia ediyordu[11]. Ensar’ın
halifeliğe aday gösterdiği[12] Sa’d b.
Ubâde’nin[13]
konuşmasından anlaşıldığı kadarıyla Medineliler, özellikle Evs ve Hazrec
kabileleri, Hz. Peygamberin vefatından önce de bu konuyu düşünüyorlar ve
halifeliğin kendilerinde olmasını istiyorlardı. Çünkü Medine şehri onlarındı ve
bu nedenle halifeliğe sahip çıkmaya hakları bulunduğuna inanıyorlardı[14].
Hz. Ebû
Bekir ise, Rasûlullâh’ın kavminden olan Muhacirlerin ona ilk iman edenler
olduğunu, kendilerinin de Rasûlullah'la on seneden fazla beraber olduğunu, Hz.
Peygamber’e maddi ve manevi yardımlarda bulunduklarını, onunla beraber kavminin
şiddetli eziyetlerine katlandıklarını, düşmanları sayıca çok kendileri az
olduğu zamanda bile korkmayıp baskılara direndiklerini ve Hz. Peygamberi
koruduklarını, onun dostları ve kavmi olduklarını, bu nedenle emirliğin en çok
kendilerinin hakkı olduğunu söyledi. Bununla birlikte, Hz. Ebû Bekir, Ensârln
faziletini inkar etmemiş, onların Muhâcirlerden sonra son derece şeref sahibi
olduklarını vurgulamış, Muhacirler emirler ise Ensar’ın da dinde onların ve
Rasûlullah'ın vezirleri olduğunu söylemişti[15].
Hz. Ebû
Bekir’in bu itirazı ve halifeliğin kendilerinin hakkı olduğu şeklindeki sözleri
ve uzun süren tartışmalardan[16] sonra, orada
bulunan topluluk Hz. Ebû Bekir’e biat etti[17].
Böylece Hz. Ebû Bekir İslâm ümmetinin ilk halifesi seçilmiş oldu[18]. Taberî'deki
bir rivayetteyse Ensâr'dan bazılarının “Biz Ancak Ali'ye biat ederiz.”
diyerek Hz. Ebû Bekir'e biat etmedikleri nakledilmektedir[19].
Müellifler
genellikle, Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesini doğal olarak karşılamakta ve
dönemin şartları içerisinde olabilecek en iyi seçim olduğunu söylemektedirler.
Çünkü Hz. Peygamber’e halifelik yapacak kişinin belirlenmesi gibi önemli bir
siyasi olayda, sadece insanların istek ve arzularının değil aynı zamanda olayı
çevreleyen şartlar, seçimin türü gibi etkenlerin de belirleyici unsurlar
arasında yer alacağı aşikardır. Bu nedenle Hz. Peygamber'in vefatında İslâm
Devleti’nin henüz yeni bir devlet olması göz önüne alınarak, yapılan tercihin
uygun olduğu düşünülmektedir[20]. Bununla
birlikte, Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesi sırasında cereyan eden
tartışmalarda, kabile unsurunun, Hz. Peygamber'in halifesini seçmede
belirleyici bir rol oynadığı da gözden uzak tutulmamalıdır[21].
Böylece, Hz.
Peygamber'in vefatıyla ortaya çıkan hilâfet meselesi, Hz. Ebû Bekir’in halife
seçilmesiyle halledilmiş gözükmekle birlikte, ileriki dönemlerde de dinî ve
siyasî bir istismar konusu olmaya devam edecek, birçok fırkanın oluşmasında
etkili olarak, müslüman toplumunun çeşitli kesimlere bölünüp parçalanmasına
varan neticeler doğuracaktır[22]. Çünkü daha
Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesinde ayrılıklar başlamış sayılır. Ensâriın
adayı Sa’d b. Ubâde, kendisi yerine Hz. Ebû Bekir seçilince, kabilesi
tarafından bile yalnız bırakılarak halifeye biat etmeden toplantı yerinden
ayrılmıştı. Hz. Ömer ve Beşîr b. Sa’d’ın tavsiyesiyle kendi haline bırakılarak,
biat etmesi için üzerine gidilmedi. Fakat Sa'd, Hz. Ebû Bekir vefat edene kadar
da ona biat etmedi.
Daha sonra
Şam’a gitti ve Hz. Ömer’in halife seçilmesinden iki buçuk sene sonra Havrân'da
öldü[23].
Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekir’e Biati
Kaynaklarda
Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekir’e biati ile ilgili verilen bilgiler incelendiğinde
genel olarak birbiriyle çelişkili oldukları görülmektedir. Bunların bir kısmı
Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekir’e, onun halife seçilmesinden hemen sonra[24] veya
aynı gün içerisinde; bir kısmı da daha sonraki günlerde hatta aylar sonra biat
ettiğini, bu süre içerisinde de halifeye muhalif bir tavır takındığını
söylemektedir[25]. Bu haber
çeşitliliği içinde hangi görüşün kesin doğru olduğunu belirlemek imkansız
gibidir.
Bazı
araştırmacılara göre, Muhâcir ve Ensâridan diğer insanların Hz. Ebû Bekir’in
halifeliğini kabul ettiklerini gören Hz. Ali ile Hz. Fâtıma birlikte ve aynı
günde biat etmişlerdi[26]. İbn Kesîr
de, Hz. Ali’nin halifeye daha ilk gün veya Peygamberin vefatının ikinci günü
biat ettiğini, bu konuda gerçek olan ve kabul edilmesi gereken görüşün bu
olduğunu söylemektedir[27].
Konuyla
ilgili bir rivayete göre, Hz. Peygamberin, hastalanmadan önce Medine dışına
vergi toplamak üzere gönderdiği Ebû Süfyân, geri döndüğünde Hz. Ebû Bekir’in
halife seçildiğini öğrenince, Hz. Ali'ye: "Nasıl oldu da halifelik
Kureyş’in bu en güçsüz kabilesinin eline geçti? Allah’a yemin olsun ki, eğer
isterseniz Medine’yi sizi destekleyen ordu ile doldurayım." dedi. Hz.
Ali bu sözlere sert bir şekilde karşı çıkarak "Ey Ebû Süfyân! Islâm'a
ve müslümanlara karşı hep geri durdun, bir zarar veremedin, biz Ebû Bekir'i bu
işe ehil gördük."[28]
şeklinde cevap verdi. Benzer bir haberde de, Ebû Süfyân’ın Hz. Ali’ye gelerek, “Uzat
elini sana biat edeyim." dediği, Hz Ali’nin de bunun üzerine "Allah’a
yemin olsun ki bu hareketinle sen fitne çıkarmak istiyorsun. Zaten Islâm’a
kötülük yaptın, senin nasihatine ihtiyacımız yoktur.” diyerek onu terslediği
rivayet edilmektedir[29]. Yine Hz. Ebû Bekir’e
biat sırasında Medine dışında bulunan Hâlid b. Saîd de dönüşünde Hz. Ali'ye
biat etmek isteyince, Hz. Ali onu da reddetmişti[30].
Bu ve benzeri rivayetlerden çıkan sonuç Hz. Ali’nin hilâfette hak iddia etmesi
yolundaki telkinlere uymadığı, Hz. Ebû Bekir'e biattan kaçınmadığı ve Hz.Ebû
Bekir'e ilk gün/günlerde biat etmiş olabileceğidir[31].
Fakat bazı
kaynaklarda yer alan diğer rivayetler ise öncekilerin aksi istikamettedir ve
Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekir’e hemen biat etmediği, günlerce bundan geri durduğu
hatta Hz. Fâtıma’nın vefatından sonra halifeye biat ettiği[32]
şeklindedir. Bu görüşün kuvvet kazanmasında etkili olan haberlerden
bazıları şöyledir:
Ibn Kuteybe'de nakledildiğine göre Hz. Ali, Abbas
ve Zübeyr b. Avvâm, Sakîfe’den Hz. Ebû Bekir’e biat etmeden ayrılmışlardı. Daha
sonra Hz. Ömer, Hz. Ali'den, Hz. Ebû Bekir'e biatim istemek üzere Ensâr ve
Muhâcirlerden bir toplulukla Hz. Ali’nin evine gitti. Hz. Ömer içeridekilere
seslenerek, dışarı çıkmalarını istedi. Eğer çıkmazlarsa evi ateşe vereceğine
yemin etti. Bunun üzerine dışarı çıktılar, Hz. Ali dışında evde bulunan herkes
biat etti.
Hz. Ali'den
de Halifeye biat etmesi istenince, Hz. Ebû Bekir’e giderek ona:
”Ben
bu işe sizden daha lâyığım, Allah’ın kulu ve Rasûlullâh’ın kardeşiyim, size
biat etmem, asıl sizin bana biat etmeniz gerekir. Siz Rasûlullâh'a
yakınlığınızı öne sürerek bu işi Ensâr’dan aldınız, biz ehli beytten[33]
de gasp ediyorsunuz... Sizin Ensâria karşı getirdiğiniz delillerle ben de
diyorum ki, Rasûlullâh’ın sağlığında da, o öldükten sonra da biz bu işe daha
evlâyız. İman ediyorsanız hakkımızı bize teslim ediniz...” dedi. Hz. Ömer biat
etmesinde ısrar edince bu sefer Hz. Ömer’e:
”...Ey
Ömer! Allah’a yemin olsun ki sözünü dinlemeyeceğim, ona biat etmeyeceğim.” dedi. Hz. Ebû Bekir’in ”Biat
etmezsen seni zorlamayacağım.” şeklindeki sözleri üzerine Hz. Ali’yi ikna
etmek isteyen Ubeyde b. el-Cerrâh:
”Ey Amca
oğlu! Sen daha yaşça gençsin. Buradakiler kavmin yaşlılarıdır. Senin onlar
kadar tecrüben, işler konusunda bilgin yoktur. Ebû Bekir’i bu iş için senden
daha dayanıklı görüyorum... Bu nedenle bu işi ona teslim et. Çünkü sen
yaşarsan, bu işe ilmin, faziletin, dindeki anlayışın, soyun ve yakınlığınla
elbette daha lâyıksın.”
dedi. Bu karşılıklı sözler üzerine Hz. Ali de, Hz. Peygamberie yakınlığını,
Ehl-i Beyt’ten olmasını, ilmini, İslâm’ı yüceltmek adına güçlüklere nasıl göğüs
gerdiğini anlatarak bu işe daha lâyık olduğunu tekrarladı ve haklı olduğunu
söyleyerek biat etmeden oradan ayrıldı[34].
Yine diğer bazı rivayetler de Hz. Ali'nin ilk
günlerde biat etmediği ve uzun zaman bundan kaçındığı görüşünü destekler
mahiyettedir. Mesela Hz. Ali'nin konuşmasından etkilenen Beşîr b. Sa’d “Ey
Ali! Ensâr bu sözlerini duysaydı Ebû Bekir’den vazgeçip sana biat ederdi...”
demişti. Daha sonraları Hz. Ali ve Hz. Fâtıma’nın halifelik için Ensâridan
destek istediği, onların ise biat sırasında Sakîfe’de olsaydı ona biat
edebileceklerini, ancak artık Hz. Ebû Bekir’e biatlerinden vazgeçemeyeceklerini
söyledikleri de Ibn Kuteybe tarafından nakledilmektedir[35]. Hz. Ebû Bekir’in, ölüm
döşeğindeyken söylediği rivayet edilen “Keşke bana savaş açsa bile Ali’nin
evini bıraksaydım.”[36]
şeklindeki; Hz. Ali'den kendisine biat almak için ısrarcı
davrandığına pişman olduğunu gösteren sözleri ve Hz. Ali kendisine biat
etmeyince Hz. Peygamberim kabri başında ağladığını ifade eden[37] rivayetten
de Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekir’e biatten kaçındığı ortaya koymaktadır. Bu da Hz.
Ali’nin Hz. Ebû Bekir'e hemen biat etmeyip, bunun daha sonraki zamanlarda
gerçekleştiği yönündeki tezi kuvvetlendiren bir diğer haberdir [38].
Bu ikinci
grup rivayetler açısından konuyu değerlendirenler genellikle Hz. Ali’nin Hz.
Fâtıma’nın vefatına kadar[39] Hz. Ebû
Bekir’e biat etmediğini, ona muhalif bir tavır takındığını ve halifeliğine
itiraz ederek biati geciktirdiğini iddia etmektedirler[40].
Bazıları da
Hz. Ali’nin geç biat etmesine sebep olarak Hz. Fatıma ile Hz. Ebû Bekir’in, Hz.
Peygamber'in mirası nedeniyle kırgınlıklarını göstermektedir. Fakat gerekçe
olarak bunu göstermek pek de doğru olmasa gerektir. Çünkü rivayetlere
baktığımızda Hz. Ali, hilâfetin Hâşimîler’in ve dolayısıyla kendisinin olduğunu
düşünmekte ve bunu Hz. Ebû Bekir'e açıkça ifade etmektedir. Dolayısıyla Hz.
Fâtıma’nın kırgınlığı gibi bir mazeret ardına sığınmaya zaten ihtiyacı yoktur.
Zira Hz. Fâtıma’nın Halifeden Hz. Peygamber’in mirasını istemesi de onların,
bir anlamda, Hz. Ebû Bekir’in halifeliğini zaten kabul ettiklerini
göstermektedir[41].
Hz. Ebû Bekir Hakkındaki Düşünceleri
Rivayetlerden
anlaşıldığı kadarıyla Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesi ve sonrasında, Hz. Ali
ile Halife arasında bazı görüş farklılıkları olmuş, Hz. Peygamber'in iki güzîde
arkadaşı arasında problemler yaşanmıştır. Vereceğimiz bilgilerle de görüleceği
gibi, bunlar Hz. Ali’nin biatiyle son bulmuş, bu büyük sahabîler arasındaki
karşılıklı sevgi ve saygı Hz. Peygamber dönemindeki düzeyine tekrar ulaşmıştır[42].
Hz. Ali'nin
Hz. Ebû Bekir'e olan sevgi ve saygısını gösteren haberler kaynaklarda epeyce
mevcuttur, özellikle SuyûtFnin Tarfhu'l-Hulefâ'sında bu neviden
rivayetler sıkça yer alır. Kaynaklarda Ashap ve özellikle Dört Halifeyle ilgili
övgü haberlerinin çeşitli nedenlerde sonraki devirlerde yer almaya başladığı
düşünülürse bu türden rivayetlere ihtiyatlı yaklaşmak gerekecektir[43]. Bu hususu
göz ardı etmemek kaydıyla, bazılarını naklederek geçeceğiz.
Hz. Ebû
Bekir, yaklaşık iki yıllık halifeliğinin ardından 13/634 yılı Cemâziyelâhir
ayında 63 yaşında vefat etmişti[44]. Hz. Ebû
Bekir’in öldüğünü öğrenen Hz. Ali ağlayarak onun evine gelmiş ve kapısı önünde
şu sözleri söylemişti: “Ey Ebû Bekir! Allah sana rahmet etsin, sen milletin
ilk müslûmanı, imanca en sâdığı, en inançlısı, zenginlik bakımından en ulusu,
Rasûlullâh’ın en iyi koruyucusu idin...”[45].
Suyûtî’nin
naklettiğine göre, Hz. Ali: “Nefsim yedi kudretinde olan Allah’a yemin olsun
ki ne zaman hayırda bir rekabete kalkışsak Ebû Bekir hepimizi geride
bırakırdı.” demiştir[46]. Ayrıca Hz.
Ali’nin zaman zaman minberde Hz. Ebû Bekir hakkında “Allah Teâlâ
Peygamberinin diliyle ona ’sıddîk' adını verdi.” dediği de rivayet edilmektedir[47] [48]. Bir başka
rivayette Nezzâl b. Sibre, Hz. Ali'ye “Ey Mû'minlerin Emîri! Bize Ebû Bekir
hakkında bilgi verir misin?” diye sorduklarını onun da “O öyle bir
kimsedir ki, Allah ona Cibril ve Muhammed’in diliyle ’sıddîk' ismini verdi; o,
namaz kıldırmada Hz. Rasûlullâh’ın vekili olmuş, dini işler ona tevdi
edilmişti. Biz de dünya işlerimizde onu başa geçirdik.” şeklinde cevap
verdiğini anlatmaktadır46.
Rivayetlerden
çok açık olarak anlaşılmaktadır ki, Hz. Ali'nin Hz. Ebû Bekir'e karşı büyük bir
sevgi ve saygısı vardır. Onun kişiliği, karakteri ya da fazileti konusunda en
ufak olumsuz bir düşüncesi yoktur[49]. Zira bu
konuda bütün müslümanlar hemen hemen ittifak halindedir. Onu halifeliğe de
lâyık görmektedir. Ancak daha önce naklettiğimiz rivayetlerle çelişir görünen
bazı noktaları sanırız yorumlamak gerekmektedir. Hz. Ali'nin başlangıçta Hz.
Ebû Bekir'e halifelik konusunda yaptığı itiraz onun şahsı ile ilgili değildir.
Başka rivayetler bu konuyu zaten açığa kavuşturmuştur. Onun söz konusu itirazı
kendisinin de halifeliğe lâyık olduğunu düşünmesinden ve belki de bu işi Hz.
Ebû Bekir'den daha iyi yapabileceğine inanmasındandır[50].
Hz. Ebû Bekir’in Hz. Ali’yle İstişare Etmesi
Hz. Ali ilk
üç halife zamanında savaşlara katılmamakla ve resmi bir görev almamakla
birlikte Ashâptan, halifelerin kendisine sık sık danıştığı ve istişarede
bulunduğu bir kimse olarak görülmektedir, özellikle Hz. Ebû Bekir ve Ömer
dönemlerinde, diğer bazı sahabilerden olduğu gibi kendisinden zaman zaman dini
konularda fetva vermesi isteniyordu. Zira Hz. Ali, Hz. Peygamber devrinde de,
Hz. Ebû Bekir ve Ömer’le birlikte, müslümanlara dini meselelerde fetva veren
muhacirlerdendi[51].
Hz. Ebû
Bekir halifeliği sırasında istişâreye büyük önem verirdi. Resmen tayin ettiği
bir veziri yoktu. Bu nedenle gerekli gördüğü hususlarda özellikle önde gelen
sahâbîlerle konuşur, onların görüşlerinden yararlanmayı düşünürdü. Muhacirler,
Ensâr, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Abdurrahmân b. Avf, Muâz b. Cebel ve Zeyd
b. Sâbit gibi sahâbîler onun önde gelen danışmanlarıydı[52].
Bu itibarla Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir döneminde birçok konuda halifeye yardımcı
olmuştur[53].
Hz. Ebû
Bekir devri, daha çok fetihler ve iç karışıklıkların bastırıldığı bir dönem
olarak kaynaklarda yer alır. Bu nedenle Hz. Ali'nin Hz. Ebû Bekir'e yardımları
da genellikle askeri konularda halifenin onunla yaptığı istişarelerden
oluşmaktadır. Sınırlarımızı aşmamak gayesiyle birkaç misalle yetinmek
istiyoruz.
Hz. Ebû
Bekir Şam'ı fethetmek istediğinde Aşere-i Mübeşşere, Muhâcirler ve Ensâr*dan
Bedir Savaşı'na katılanlar ile diğer bazı sahabîleri toplayarak görüşlerini
sormak istedi. Bu sırada Hz Ali'ye de danıştı. O da “Kendinin veya bir
başkasının kumandasında bir ordu ile inşallah muzaffer olursun.” diyerek
sefer hakkında olumlu görüş bildirince Hz. Ebû Bekir de ona “Beni
sevindirdin, Allah da dünya ve ahirette seni sevindirsin.” demiş ve Hz.
Ali’nin cevabından duyduğu memnuniyeti dile getirmiştir[54].
Yine Hz. Ebû
Bekir mürtedlerle mücadelede ordunun başında olmak istemişti. Zül’l-Kassa’da
Halife Ebû Bekir’in yanında bulunan Hz. Ömer ve Ali başta olmak üzere orada
bulunan Sahâbîler, halifenin mürtedlerle savaşa kendisinin gitmesini uygun
görmemişler, o da Hâlid b. Velîd’i ordu komutanlığıyla görevlendirerek yalancı
peygamberlerden Tuleyha b. Huveylid üzerine göndermiştir[55].
Hz. Ebû
Bekir'in halifeliği dönemi genellikle başarılı idari bir dönem olarak
değerlendirilmektedir. Muhtemelen bunda en büyük etken, Hz. Ebû Bekir'in
etrafında bulunan güzide sahâbî topluluğunun ona her konuda yardımcı olması ve
gerektiğinde görev alarak yönetime katkıda bulunmasıydı. Bunu Hz. Ali'nin
beyanından da anlamak mümkündür. Hz. Ali'ye halifeliği zamanındaki
karışıklıkların nedeni sorulduğunda, Hz. Ebû Bekir ve Ömer dönemlerinde
halifelerin yanında kendisi gibi yardımcılar, danışmanlar bulunduğunu oysaki
onun döneminde böyle bir yardımdan yoksun olduğunu söylemiştir. Dolayısıyla
buradan Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekir’in hep yanında olduğu ve ona devlet işlerinde
danışmanlık yaptığı da anlaşılmaktadır[56].
Kaynaklarda
Hz. Ebu Bekir'in Hz. Ömer'i tayin etmeden önce sahabe ile yaptığı istişarelerde
Hz. Ali'nin adının geçmemesinden yola çıkılarak, bunun Hz. Ebû Bekir'in,
kendisine biat sırasındaki tavrından dolayı Hz. Ali'ye karşı bir tepkisi olduğu
şeklinde görüşler ortaya atılmıştır[57].
Fakat Suyûtî'nin Târihu'l- Hulefâ'da naklettiği bir rivayete göre Hz.
Ebû Bekir, içlerinde Hz. Ali'nin de bulunduğu bir topluluğa Hz. Ömer'i tayin
konusunda görüşlerini sormuş, Hz. Ali de Hz. Ömer'in tayinine razı olduğunu
belirtmiştir[58]. Hz. Ali'nin
adının bu konudaki istişarelerde geçmiyor olması muhtemelen Hz. Ebû Bekir'in
Hz. Ömer'in tayini konusunda birebir görüşmeler yapmamış ya da az yapmış
olmasındandır. Sonuç olarak, yine kaynaklarda Hz. Ebû Bekir'in hemen her konuda
danışmada bulunduğu sahabiler arasında Hz. Ali'nin en başta gelmesi, bizde bu
konudaki görüşlerin abartılı yorumlar olduğu kanaatini uyandırmaktadır.
Hz. ÖMER DÖNEMİNDE Hz. ALİ
Hz. Ömer’in Halife Seçilmesi
İlk devir
İslâm siyasi tarihinin ikinci önemli durak noktası Hz. Ömer'in halife
seçilmesidir. Çünkü Hz. Ömer ilk halife Hz. Ebû Bekir gibi seçimle değil
tayinle işbaşına gelmiştir. Her ne kadar kaynaklarda Hz. Ebû Bekir'in Hz.
Ömer'i tayin etmeden önce sahabe ve halkla istişare ettiği, bu şekilde bir nevi
kamu oyu yoklaması yaparak zaten halkın razı olacağı bir kişiyi halife olarak
atadığı yer alıyorsa da, Hz. Ömer'in halife seçilişi de tartışmalardan hâlî
kalmamıştır. Kaynaklar Hz. Ömer'in halife tayin edilişini özetle şu şekilde
anlatmaktadır:
Rahatsızlığı
artınca, artık ömrünün sonlarına yaklaştığını anlayan Hz. Ebû Bekir, İslâm
ümmetini başsız bırakmamak ve irtihalinin ardından ümmetin halifelik konusunda
ihtilafa düşmemesi için kendisinden sonra bir halife belirlemesinin iyi
olacağını düşünüyordu. Bu kanaatle bir gün çevresindekilere şöyle hitap etti: “Ey
İnsanlar! Başıma gelen takdîr-i İlâhîyi görüyorsunuz. İşlerinizi yürüten,
sizlere namaz kıldıran, düşmanınızla savaşan ve size buyuran birinin bulunması
zorunludur. Eğer isterseniz sizin için kendi görüşümle karar veririm...”
dedi. Bunun üzerine orada bulunanlar “Sen en iyimizsin, en iyi bilenimizsin.
Bizim adımıza sen seç." dediler. Hz. Ebû Bekir de "Sizin için
kendi görüşümle içtihat edeceğim ve inşallah en hayırlınızı seçeceğim.”
dedi. Daha sonra Hz. Ömer’e haber göndererek halifelik teklifini iletti. Ancak
ilk başta Hz. Ömer “Benim ona ihtiyacım yok.” sözleriyle görevi kabul
etmek istemediyse de, Hz. Ebû Bekir'in “Senin ona değil ama onun sana
ihtiyacı var.” şeklindeki sözleri üzerine halifeliği kabul etti. Hz. Ebû
Bekir, Hz. Osman’a yazdırdığı tayin yazısını[59]
Hz. Ömer’e vererek: “İnsanlara çık, ahdimi açıkla.” dedi. Hz. Ömer
dışarıdaki topluluğa bunu ilan edince, onlar da rıza göstererek “Dinleriz ve
itaat ederiz” dediler[60]. Böylece Hz.
Ömer İslâm Devleti'nin ikinci halifesi oldu. Hz. Ömer Hz. Peygamberin
vefatından 2 sene, 3 ay, 20 gün sonra halife olmuştur[61].
Hz. Ali’nin Hz. Ömer’e Biati
İlk bakışta,
Hz. Ebû Bekir'in halifeliğine başlangıçta karşı çıkan Hz. Ali'nin Hz. Ömer’in
halifeliğine de itiraz etmesi beklenebilir. Ancak tam aksine Hz Ali’nin Hz.
Ömer’in halife tayin edilmesine herhangi bir siyasi tepkisi görülmemektedir.
Bilâkis iki sahabi arasında sağlam ve güçlü ilişkiler olduğu, karşılıklı sevgi
saygı bağının bulunduğu gözlenmektedir. Zira kaynaklarda da Hz. Ali'nin Hz. Ebû
Bekir'e biat etmediğine ya da bundan kaçındığına dair bir rivayet yoktur. Eğer
aksi olsaydı, muhakkak ki bu durum müelliflerin dikkatini çeker ve Hz. Ebû
Bekir'e biati meselesinde olduğu gibi kaynaklarda epeyce tartışılması
gerekirdi. Hz. Ali'nin Hz. Ömer'in halifeliğini desteklediğini ortaya koyan
rivayete göre, Hz. Ebû Bekir, hastalığı ağırlaşınca kendisini bekleyen cemaate
Hz. Ömer'i tayin ettiği ahitnameden memnun olup olmadıklarını sordu. Cemaat
razı olduklarını söyledi. Bu arada Hz. Ali, daha önce de belirttiğimiz gibi Hz.
Ömer'i tayin etmesinin doğru bir karar olduğunu ifade etmek için “Ey
Rasûlullâh'ın halifesi! Ancak Ömer’e razı oluruz.” demiştir[62].
Fakat burada
dikkatimizi çeken nokta, yukarıda bir nebze işaret ettiğimiz üzere, Hz. Ebû
Bekir'in seçilmesi sırasında kendisinin halifeliğe daha lâyık olduğunu iddia
eden Hz. Ali'nin acaba neden Hz. Ömer'in halife seçilişi sırasında kendisini
aday olarak göstermemesi ve onun halifeliğine itiraz etmemesidir.
Görebildiğimiz birkaç rivayetle konuyu açıklamak mümkün olamayacağından, bu
sorunun cevabını verebilmek için daha geniş bir araştırmaya ve incelemeye gerek
olduğu açıktır. Ancak bazı araştırmacılar Hz. Ömer'in halifeliğinin kabul
görmesini ve dolayısıyla Hz. Ali'nin de buna herhangi bir siyasi tepkisinin
olmayışını başka nedenlere dayandırmaktadırlar. Bu görüşe göre, Hz. Ebû
Bekir’in halife seçiminde devreden çıkan Ensâr'ın Ömer'in tayini sırasında
artık bir etkinliği kalmamıştı. Ridde hareketlerinin sona erdirilmesi, Irak ve
Suriye fetihleri ile Kureyş iktidarı otoritesini güçlendirmişti. İnsanlar Hz.
Ebû Bekir’e büyük bir güven duyuyordu. Dolayısıyla kendisinden sonraki halifeyi
seçmesinde de hata etmeyeceğine inanıyorlardı. Ayrıca Hz. Ömer'in otoriter,
sert ve karizmatik kişiliği de insanları etkiliyor, biraz da korkutuyordu. Bu
şartlar altında Hz. Ömer'in halifeliği zorunlu biçimde kabul görüyordu[63]. Muhtemelen
bu görüşün ortaya çıkmasında, Şîâ'nın, Hz. Ali'nin halifeliğinin Hz. Ebû Bekir
ve Ömer tarafından engellendiği, onlara biatinin zoraki olduğu düşüncesi de
etkilidir.
Hz. Ali’nin Hz. Ömer Hakkındaki Düşünceleri
Hz. Ali'nin
Hz. Ebû Bekir'e olduğu gibi Hz. Ömer’e karşı da sevgi ve saygısı vardı. Halife
ile daima iyi ilişkiler içinde olmuştu. Bundan dolayı, Hz. Ali Hz. Ömer’den
yardım istediğinde halife gerekli alakayı gösterir, Hz. Ali’nin aleyhinde tutum
ve davranışları hoş karşılamazdı[64].
Hz. Ali
hakkında rivayet edilen hemen bütün haberlerde gerek Hz. Ebû Bekir gerekse Hz.
Ömer hakkında hep hayırlı ifadeler kullandığı göze çarpmaktadır[65]. Ayrıca Hz.
Ali halifeliği zamanında, kendisini Hz. Ebû Bekir veya Hz. Ömer’den üstün
görenleri hoş karşılamamış ve böyle iddia edenleri cezalandıracağını söylemişti[66].
Hz. Ali Hz.
Ömer'in dürüstlüğünü daima takdir ederdi. Bîşr b. Hasâsiyye feyin beşte birini
Medine'ye getirince, Hz. Ömer getirilen kıymetli malları gördüğünde, malların
çokluğundan dolayı “Bunlar ne kadar da dürüst insanlar!” demekten
kendini alamamıştı. Bunu duyan Hz. Ali de ”Sen dürüst idin râiyen de dürüst
oldu. Eğer lüks içinde yaşasaydın râiyen de lüks ve israf içinde yaşayacaktı.”
demiştir[67].
Hz Ömer’in
halifeliği sırasında bazı müslümanlar, muhtemelen hiddetinden çekinerek veya
yanlış yaptığını düşündüklerinden, uygulamaları ile ilgili bazı konularda Hz.
Ali’ye danışmak, onun bu konularda farklı düşünüp düşünmediğini öğrenmek
isterlerdi. O ise bu sebeple kendisine gelenlere “Ömer işini bilendir, ona
muhalefeti iyi bulmuyorum.” diye cevap verirdi[68]
[69]. Hz. Ali bu
yaklaşımı ile hem Hz. Ömer’in devlet yönetimini beğendiğini ima etmekte hem de
gereksiz yere ona muhalefet ederek çıkması muhtemel bir fitneyi önlemektedir.
Çünkü Hz. Ali'nin Hz. Ömer'e karşı söyleyebileceği karşıt bir söz veya eleştiri
ifadesi onun taraftarları veya Hz. Ömer karşıtları tarafından fırsat bilinerek
müslümanların arasının açılmasına götürecek olumsuz neticeler doğurabilecektir.
Ibn
Kuteybe'deki bir rivayete göreyse, Hz. Ömer, Ebû Lü'lüe tarafından
yaralandığında evinde yatarken, kendisini ziyarete gelen Hz. Ali'ye, suikaste
uğramasını kastederek “Ey Ali, sizden bu işe rıza gösteren bir topluluk var
mı?” diye sordu. Hz. Ali de ona “Bizden bu işe rıza gösteren hiçbir
kimse yoktur. Biz Allah'tan sana uzun ömürler vermesini temenni ediyoruz.”89
şeklinde cevap verdi.
Hz. Ali'nin
Hz. Ömer’e olan hüsnü zannını kabul etmemizi gerektiren başka deliller de
vardır. Hz. Ali'nin Hz. Fatıma'dan olan kızı Ümmü Gülsüm'ü Hz. Ömer ile
evlendirmesi[70] ve bir
oğluna da Ömer adını koyması[71], onun Hz.
Ömer’e olan sevgi, saygı ve iyi niyetinin göstergesi sayılmalıdır.
Hz. Ali Hz.
Ömer hakkındaki iyi niyetini onun ölümünden sonra da devam ettirmiştir. Hz.
Ömer vefat edince onun tekfin işlerinde bulunmuş, daha sonra da insanların
huzurunda şahsi hususiyetlerini, idareci olarak faziletlerini, fakir ve
yoksullar ile yetimleri korumadaki gayretlerini anlatmış, müslümanların dostu,
düşmanlarının da korktuğu bir kimse olduğunu belirterek onu övücü sözler
söylemişti[72].
Hz. Ali'nin,
Hz. Ömer hakkındaki düşüncelerini öğrenmek üzere naklettiğimiz rivayetlerin
kaynakları, her nedense Hz. Ömer'le ilgili hemen hiçbir olumsuz kanaatine yer
vermemektedirler. Oysa ki, Hz. Ali'nin Hz. Ömer hakkında olumsuz kanaatlere
sahip olduğunu iddia eden rivayetler de vardır. Hz. Ali'nin, Nehcu'l-Belâğâ'da
yer alan “Şıkşıkiyye” adı ile nakledilen konuşmasında Hz. Ömer hakkında
söylediklerine yer verilmekte; onu kaba ve geçimsiz bir insan olarak
vasıflandırdığı iddia edilmektedir[73].
Sanırız karşılaştırmalı olarak yapılacak bir çalışma bu farklı rivayetleri
değerlendirerek, konuyu açığa kavuşturabilir. Fakat konumuzla doğrudan alakalı
olmadığından bu kadarını söylemekle yetinmek istiyoruz.
Hz. Ömer’in Hz. Ali’yle İstişare Etmesi
Hz. Ömer
halifeliği sırasında ashâbın önde gelenlerinden oluşan kimseleri etrafında
toplayarak, gerek dini gerekse idari-mali konularda kendilerinden istifade
etmiştir[74]. Dolayısıyla
Hz. Ali, Hz. Ömer döneminde de, Hz. Ebû Bekir zamanında olduğu gibi halifenin
mutlaka istişarede bulunduğu önde gelen sahabilerdendi. Gerektiğinde ondan
fetvalar alıyordu[75]. Hz. Ali
yine onun döneminde de, valilik veya kumandanlık gibi üst düzey, resmi herhangi
bir görev almamış[76], devlet
idaresi ile ilgili meselelerin çözümünde, fıkhi konulardaki fetvalarıyla ve
önemli konulardaki tavsiyeleriyle Hz. Ömer'e devlet yönetiminde katkıları
olmuştur[77]. Şimdi, Hz.
Ali'nin bazı konularda Hz. Ömer'e yardımlarına ve tavsiyelerine misaller
vererek geçmek istiyoruz.
İdarî Konularda
Hz. Ömer
halife olarak göreve yeni başladığı sıralarda Hz. Ali ona kılık-kıyafette aşırı
gitmemesi, dünyaya karşı ilgisinde dikkatli olması gerektiği yönünde
tavsiyelerde bulunmuştu[78].
Hz. Ali, Hz.
Ömer'e bir defasında, devlet idaresi, fethedilen yerlerdeki halklarla ilişkiler
ve devlet yönetiminde vereceği kararlarda dikkat etmesi gereken hususlarla
ilgili tavsiyelerde butunmuş, onu teşvik edici güzel sözler söylemişti[79].
Yine bir
keresinde Ömer’e, Basra ve Küfe’de yapılması gereken bazı idari ve mali işlerle
ilgili bir tavsiyede bulunmuş, Hz. Ömer de onun fikirlerini münasip bularak
“Hz. Ali’nin görüşü, benim görüşümdür.” demiş ve bu doğrultuda hareket
etmişti[80].
Hz. Ömer
Yemen’e göndereceği bir memurundan takvim tutmasını isteyince, hangi metodla
bunun uygulanacağı ve hangi takvimin esas alınacağı meselesi ortaya çıkmıştı.
Hz. ATÎ ^asûhrifâtTm şirk topraklarım terk ettiği, hicret tarihinden
itibaren olsun.” diye görüş beyan etti. Halife Ömer de bu fikri uygun
bularak uygulamaya koydu[81]. Ayrıca
resmi yazışmalara tarih konulması fikri de Hz. Ali'ye aitti[82].
Hz. Ömer
zamanında Suriye bölgesinde Tâûn hastalığı baş göstermişti. Bölgedeki Emirler
halifeye mektup yazarak durumu bildirdiler. Sahabilerle istişarede bulunan Hz.
Ömer, Hz. Ali'nin Suriye'nin önemini vurgulayan ve durumu yerinde görmesinin
iyi olacağı yolundaki sözleri üzerine Suriye'ye gitmiş ve yerine Hz. Ali'yi
vekil bırakmıştı*3. Başka bir rivayete göre ise Hz. Ömer bu
sıralarda Suriye'ye iki defa gitmiş ve her ikisinde de Hz. Ali ona vekalet
etmişti[83] [84]. Fığlalı
bunların , idari değil, askerî vekillik olduğunu söylemektedir[85].
Malî Konularda
Irak
fetihlerinden elde edilen toprakların müslümanlar arasında taksimi konusunda da
Hz. Ali’nin görüşü benimsenmişti. O halifeye topraklan dağıtmayarak orada
yaşayan halka bırakmasını tavsiye etti[86].
Zekat
mallarının Hz. Ömer tarafından sayıldığı bir günde Hz. Ali, aşırı sıcak
altında, sayılan malların kaydını tutmak suretiyle halifeye yardım etmişti[87].
Hz. Ömer
halife olunca halkı toplayıp kendi maaşı konusunu müzakere ediyordu. Hz. Osman
giyecek ve yiyecek ihtiyacını karşılamasının kendisine maaş olarak yeterli
olması gerektiğini söyledi. Hz. Ati de “Sana ve ailene yetecek kadar olanını
al.” şeklinde görüşünü açıkladı. Halk da bu iki görüşü tasvip edince Hz.
Ömer maaşı olarak geçimini temin edecek ihtiyaçları bu şekilde karşılamıştır[88]. Yine bir
rivayete göre Hz. Ömer, bir müddet günlük yemek ihtiyacının beytulmâlden
karşılanması konusunda sahabe iie istişare etmiş, Hz. Ali, öğle ve akşamlan
yemesinin uygun olacağım söylemişti[89]
Hz. Ömer,
Hz. Ali ve Osman'la zaferlerde kazanılan ganimetlerin nasıl dağıtılacağı ya da
kullanılacağı konusunda istişare yaptı, fikirlerini aldı. Son olarak aynı
toplantıda bulunan Velîd b. Hişâmın da görüş bildirmesiyle ilk kez “dîvân” oluşturulmasına
Karar verildi[90].
Askerî Konularda
Hz. Ömer
Irak bölgesine yapılacak seferle ilgili Hz. Ali’ye kendisinin gitmesinin mi
yoksa bir başkasını komutan olarak göndermesinin mi daha doğru olacağını
sormuş, o da kendisinin orduya komuta etmesinin düşman üzerinde daha etkili
olacağı tavsiyesinde bulunmuştu. Bu sırada Hz. Ömer Hz. Ali'yi yerine vekil
bırakmayı düşünüyordu. Ancak, yine içlerinde Hz. Ali’nin de bulunduğu
sahabilerle yapılan istişareden sonra Hz. Ömer'in yerine Ashaptan birinin
gönderilmesine karar verilmişti[91].
Yine bir
defasında Hz. Ömer doğuya yapacağı bir sefere kendisi komuta etmek istiyordu.
Hz. Ali ise bu konuda olumsuz görüş bildirmiş, Halifeyi uyarmıştı. Hz.
Peygamberin hemen bütün savaşlara Katıldığını, orduya bizzat komuta ettiğini
biliyordu. Fakat o zamanın şartları ile Hz. Ömer döneminin şartları biraz
farklılık gösteriyordu. Hz. Peygamber döneminde sınırlar çok fazla geniş
değildi. Merkez yakındı ve herhangi bir kabilevi ayrılık olsa bile kısa sürede
geri dönüp müdahale imkanı vardı. Oysa Hz. Ömer zamanında sınırlar çok
genişlemişti ve merkezde/yakın çevrede boy rekabetine dayalı olarak
çıkabilecek, büyüyerek daha önemli sıkıntılara yol açabilecek bir durumda
halifenin merkeze dönerek olaya müdahale edebilme imkanı daha zordu. İşte Hz.
Ali, Islâm Devletfriin birliği ve bütünlüğünün tehlikeye düşmesi İhtimalini
ortadan kaldırmak için Hz. Ömer'in İran'a gitmemesini daha uygun görmüştü[92].
Fıkhî-Dînî Konularda
İçki içenin
cezası ile ilgili Kur'an'da kesin bir hüküm bulunmayışını fırsat bilerek
Araplardan bazıları açıktan içki içmeye başlamışlardı. Hz. Ömer bu konuda Hz.
Ali'nin fetvasını uygulamış ve içki içene kazif cezasının verilmesini
emretmiştir[93].
Hz. ÖMER'İN Hz. ALÎ HAKKINDA DÜŞÜNCELERİ
Hz. Ömer,
Hz. Ali, Hz. Osman, Abdurrahmân b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkâs, Amr. B. el-Âs,
Hâlid b. Velîd, Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh gibi sahabileri hep yanında olmaları ve
kendisine devlet işlerindeki önemli yardımlarından dolayı her birinin bin kişiye
bedel olduğunu söylerdi[94]. Hatta Hz.
Ömer, Hz. Ali hakkında “Ali olmasaydı ömerhelâk olurdu." demiştir[95] [96].
Hz. Ömer’in
Hz. Ali'nin görüşünü uygun görmeyip onun tavsiyesini dikkate almadığı zamanlar
da olmuştur. Mesela Hz. Ömer halife olunca şehitlerin ailelerine tahsis edilen
paraya el koyarak, verese olarak (miras yoluyla) başkalarının almasını da
önledi. Bu arada Zeyd b. Harise ile Ca'fer b. Ebî Tâlib'in de payına el koydu.
Hz. Ali payları almak için Hz. Ömer'le konuşluysa da o bu teklifi kabul etmedi98.
Hz. Ömer’in Şura’yı Oluşturması
Halife Ömer
yaralanınca, durumunun ümitsiz olduğunu gören sahabe kendisinden sonra kimi
halife tayin edeceğini sordular. Hz. Ömer de cevaben
"Eğer
Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh yaşıyor olsaydı onu tayin ederdim. Çünkü Rabbim bana
sorarsa Hz. Peygamberin onun hakkında 'Q bu ümmetin eminidir1
dediğini söylerdim. Bir de eğer Ebû Huzeyfe'nin kölesi Şâlim hayatta olsaydı
onu tayin ederdim. Çünkü Hz. Muhammed'in onun hakkında da 'Sâlim Allah’ı en çok
sevendir* dediğini biliyorum.”
dedi[97].
Hz. Ömer,
Şura uygulamasının Hz. Peygamberin sünnetine uygun olduğunu düşünüyor[98] kendisinden
sonra halife olacak kişinin, vefatında Hz. Peygamberin kendilerinden razı
olduğu, sahabilerden olmasını istiyordu. Şura'yı Hz. Ali, Hz. Osman, Talha b.
Ubeydullah, Zübeyrb. Avvâm, Sa'd b. Ebî Vakkâs ve Abdurrahmân b. Avftan
oluşturdu[99] Şura
çalışmalarında, altı kişilik halife adaylarının yanında, gözlemci ve eşitlik
olması durumunda belirleyici rol oynaması için Abdullah b. Ömer'e, Şurayı
toplaması için Mikdâd b. Esved'e, seçim çalışmalarının emniyetini sağlaması
için de Ebû Talha’ya görev verilmişti. Bu sırada Süheyb er-Rûmî de vekaleten üç
gün süreyle namaz kılmakla vazifeliydi[100].
Hz. Ömer ayrıca, bir veya iki halife adayının, çoğunluğun kararına uymayıp
muhalefet etmeleri halinde boyunlarının vurulmasını emretmişti[101] Şura'yı
oluşturacak isimleri belirledikten sonra, onları toplaması için Abdurrahmân b.
Avfı çağırttı. Konuşurlarken bir ara Hz. Ömer’in sözlerinden kendisini halife
tayin edeceğini sanan Abdurrahmân, “Bu işi asla kabul etmeyeceğim.”
diyerek, daha Şura çalışmaları başlamadan halifeliği istemediğini belirtmişti[102].
Hz. Ömer
Şura üyelerinden Hz. Ali'ye şöyle demişti: ”Hilâfeti çok arzu etmen seni
halife seçmeme mani oluyor... Bu kavim senin hakkını, Rasûlullâh'a olan
yakınlığını ve Allah'ın sana vermiş olduğu ilmi, fıkhı, dindarlığı elbette ki
bilmektedir ve seni seçebilirler. Eğer şura halife olarak seni seçerse hak ve
doğruluk açısından kavminin en iyisisin. Ey Ali! Eğer halife olursan Allah'tan
sakın ve Benî Hâşim'e mensup hiçbir kimseyi insanların üzerine musallat etme.”[103]
Taberî'de geçen başka bir rivayete göreyse, Hz. Ömer Şura'yı belirlemesinden
sonra Hz Ali, Hz. Osman ve Sa'd'ı yanına çağırarak onlara:”Ey Ali! Allah
adına sana yalvanyorum ki, hilâfete gelirsen ailen Hâşimoğulları'nı insanların
başına sorumlu olarak getirme[104].
Sana da Osman, Allah adına yalvarıyorum ki, hilâfete seçilirsen Ebû
Muaytoğullan'nı milletin başına musallat etme, ve senden de Allah adına rica
ediyorum ki Ey Sa'd! Hilâfete seçilirsen akrabalarını milletin başına getirme.
Böylece gidin aranızda müşavere edin ve bu meseleyi halledin.’’^[105]
[106]
dedi. Anlaşıldığı kadarıyla Hz. Ömer, gerek Hz. Ali gerekse Hz. Osman ve Sa'd
gibi her biri büyük ailelerden gelen halife adaylarının başa geçmesi durumunda
hilâfetin bir aile-akraba hilâfetine dönüşmesinden endişe ediyordu108.
Başka bir rivayete göreyse Hz. Ömer, yaralı olarak yattığı sırada kendisine
gelenlere Hz. Osman veya Hz. Ali'nin halife seçileceğini tahmin ettiğini
söylüyor; “Eğer Osman'ı halife seçerlerse, o yumuşak huylu bir adamdır, eğer
Ali'yi seçilirse, o şakacı biridir, savaşçılığı ise insanları hak yola
götürür.” diyerek iki halife adayı hakkındaki görüşünü belirtiyordu[107].
Belâzurî'de nakledilen benzer bir rivayetteyse Hz. Ömer, Hz. Ali'nin
Rasûlullâh'a olan yakınlığını, dindeki kıdemini ve kahramanlığını övmesine
rağmen onu tembel ve şakacı biri olarak nitelemekte; Hz. Osman'ın da Ebû
Muaytoğullarını insanların üzerine musallat etmesi ihtimalinden bahsetmektedir[108]. Fakat
manevi mesuliyetten çekindiği için kesin şekilde halife tayinine yanaşmamıştı[109].
Ayrıca Hz.
Ömer Şura üyelerine, kendisinden sonra halife olacak kişinin Ensâria iyi
muamele etmesini, onların kötülüklerini bağışlamasını, sadakaları hakkıyla alıp
fakirlere dağıtmasını ve Hz. Peygamber’in yolundan ayrılmamasını tavsiye
ettikten sonra “Yâ Rabbî! Tebliğ ettim m/?”[110]
diyerek Allah'a yönelmişti.
Daha sonra
Ensâridan Ebû Talha'yı çağıran Hz. Ömer Şura heyetini bir eve kapatmasını ve
yanlarına binlerinin girmesine izin vermemesini emretti. Bu iş için kendisine
elli de asker verildi[111].
Hz. Ömer,
oğlu Abdullah b. Ömer'i çağırarak, kendisinin Hz. Peygamber’in yanına
defnedilmesi için Hz. Âişe'den izin istemesini söyledi. Ayrıca, Şura üyelerinin
kendi aralarında ihtilafa düşmeleri ve müslümanların da fırkalara bölünmesinden
korkan Hz. Ömer[112] “Eğer
Şûra kendi arasında ihtilaf ederse sen ekseriyetten tarafta ol, eğer üçe üç
olurlarsa Abdurrahmân b. Avf'ın tarafında ol." diyerek ona, Şura'nın
bir sonuca gidememesi ihtimalini göz önüne alarak halife seçiminde oy hakkı
vermiştir[113].
Şura
modelini, Hz Ömer’in kendisinden sonra yerine, insanların ihtilafa düşmeleri ve
tayin ettiği kimsenin başarılı olamaması durumunda sorumluluğunun ağır olacağı
endişesiyle halife tayin etmeyerek orta bir yol izlemek istediği şeklinde
yorumlamak mümkündür[114].
Hz. Ali’nin Hz. Ömer’in Öldürülmesine Tepkisi
Hz. Ömer,
Muğîre b. Şu'be'nin kölesi Ebû Lü'lüe tarafından 23/643 senesi Zilhicce ayının
bitimine dört gün kala Çarşamba günü suikaste uğradı ve takip eden Pazar, 24/644'te
Muharremin ilk gününde defnedildi[115].
Hz. Ömer
öldürüldüğünde Hz. Ali buna çok üzülmüş ve onun hakkında şöyle demişti: ”Allah'a
kavuştuğumda, yaptıklarını takdir ettiğim senden başka diğer bir şahıs
olmayacak. Allah seni iki arkadaşınla beraber kılar diye hep düşünürdüm. Çünkü
Rasûlullâh'ın 'Ebû Bekir ve Ömer'le geldim, Ebû Bekir ve Ömer’le girdim'
dediğini çok duyardım. İsterim ki Allah seni onlara kavuştursun’*'[116].
Ibn Sa'd'da
geçen bir rivayetteyse, Hz. Ali'nin, Hz. Ömer kefenlenmişken onun evine geldiği
ve orada bulunanlara “Benim için yeryüzünde... aranızda kefenli olarak yatan
bu kişiden daha sevgili hiçbir kimse yoktur" dediği anlatılmaktadır[117].
Hz. OSMAN
DÖNEMİNDE Hz. ALİ
Hz. Osman
döneminde, o zamana kadar yapılan fetihlerle İslam Devleti'nin sınırları bir
taraftan Endülüs'e diğer taraftan Maveraünnehir'e kadar dayanmıştı. Sınırlar
genişledikçe Devletin çatısı altına binlerce, yüz binlerce yeni müslüman
katılıyordu. Dolayısıyla bu yeni müslümanların önceki gelenek ve inançlarını
yeni din ile bağdaştırma gayretleri gerek itikadı gerekse içtimai yönden
beklenmeyen meseleleri ortaya çıkarıyordu[118].
Bu sebeplerle Hz. Osman dönemini ileride ortaya çıkabilecek dini,
siyâsî-içtimâî, itikâdî birçok olayın tohumlarının atıldığı bir devir olarak düşünebiliriz.
Şimdi mümkün olduğunca kronolojiyi de göz önünde bulundurarak Hz. Osman
devrinde cereyan eden bazı olayları ve bu olaylar sırasında Hz. Ali'nin
takındığı tavrı incelemek istiyoruz.
ŞURA’NIN ÇALIŞMALARI VE Hz. OSMAN’IN HALİFE
SEÇİLMESİ
Şura’nın Hz.
Osman'ı halife seçmesi, dönemin siyâsî olayları içerisinde en önde gelen ve
Islâm Târihi kaynaklarında en fazla işlenen konulardan biridir. Hz. Ömer
tarafından Şura’nın teşkiliyle ilgili gelişmeleri daha önce nakletmiştik. Şimdi
Hz. Osman'ın halife seçilmesi ve Şura’nın çalışmaları sırasında Hz. Ali'nin
durumunu ele almak istiyoruz.
Şura
toplandıktan sonra üç gün geçmesine rağmen henüz halife seçilememişti. Ancak
Hz. Ali ile Hz. Osman'ın halife olma ihtimalleri ağırlık kazanmıştı[119]. Çünkü
Halifelikten feragat ederek seçim sırasında başkan rolünü üstlenmesi Şura
üyelerince tasvip gören[120] Abdurrahmân
b. Avf üç gün boyunca gerek sahabe gerekse Medine'deki müslümanlarla yeni
halifenin kim olması gerektiği konusunda istişarelerde bulundu. Bunların
sonunda Hz. Ali veya Hz. Osman'ın halife olmasının müslümanlar arasında daha
çok memnuniyet vereceğini gördü. Yaptığı müzakerelerden sonra Mescid'e gelen
Abdurrahmân b. Avf, artık herkesin yeni halifenin kim olduğunu öğrenmek
istediğini, müslümanların seçim sonucunu alıp işlerine, şehir dışından
gelenlerin de memleketlerine dönmek istediğini[121]
söyleyince Hz. Ali'yi destekleyenlerle, Hz. Osman tarafını tutan müslümanlar
arasında sert tartışmalar oldu[122].
Hz. Ali, Abdurrahmân b. Avf'ın, kendisi olmazsa
kimi halifelik için uygun gördüğü şeklindeki soruya, önce Osman o olmazsa Sa'd
diye cevaplamış; Hz. Osman da aynı soruya önce Hz. Ali, o olmazsa Zübeyr diye
karşılık vermişti[123].
Abdurrahmân b. Avf, önce Hz. Ali sonra Hz. Osman'dan, Allah'ın Kitabına,
Rasûlullâh'ın sünnetine uyacaklarına ve Hz. Ebû Bekirile Hz. Ömer’in yolundan
gideceklerine dair söz istediğinde[124] Hz.
Ali'nin “Gücümün ve bilgimin yettiği kadar yapmaya çalışırım? şeklindeki
tevazu ve ihtiyat içerikli cevabı, halifelikten feragat ettiği şeklinde
anlaşıldı. Hz. Osman tereddüt etmeden “Ever deyince Abdurrahmân b. Avf
Hz. Osman'a halife olarak biat etti[125].
Fakat daha
ilk başta Hz. Osman'ın +ıalife seçilmesine karşı tepkiler vardı[126]. Kureyş'in
çoğunluğu da Hz. Ali'yi destekliyor gözükmekteydi. Bir görüşe göre bu tepkinin
nedeni şuydu: Hz. Ömer, Islâm Devleti’nin büyümesi ve zenginleşmesiyle, artan
servet sahiplerini ve lüks hayat tarzının yaygınlaşmasını fark ederek bazı
tedbirler almıştı. Bu tedbirler özellikle zengin kesim ile lüks içinde
yaşayanlarca baskı şeklinde algılanmış ve muhtemelen Hz. Ömer’e karşı gizli bir
tepki oluşmuştu. Bu nedenle Hz. Osman'ın seçiminde Kureyş'in çoğunluğunun Hz.
Ali'ye karşı Hz. Osman'ı desteklemesi bu tepkinin demokratik bir ifadesi olarak
görülebilir[127].
Ayrıca Hz.
Ali’nin seçilememesinin nedenlerinden biri olarak, güçlü halife adaylarından
Hz. Osman'a göre bazı dezavantajları bulunması da gösterilmektedir. Meselâ Hz.
Ali, müslümanlardan birçoğunun, önde gelen müşrik akrabalarını savaşlarda
öldürmüştü. Bu nedenle Şura'nın, halkın içinde olabilecek kin duygusunu
uyandırmamak ve halifeye karşı olası bir hoşnutsuzluğa meydan vermemek
gayesiyle Hz. Osman'dan yana tercih kullanmış olması muhtemeldir. Dahası Hz.
Osman, Hz. Peygamberin damadıdır ve bunun da Şura'nın kararında etkili olması
muhtemeldir[128]. Ayrıca
Arap siyasi geleneğinin, devlet yönetiminde tecrübeye verdiği önem düşünülürse,
Hz. Osman'a göre çok daha genç olan Hz. Ali'nin lehine teveccüh etmemiş olması
doğal karşılanmalıydı[129].
Fığlalı'ya
göre eldeki vesikalar Şura üyelerinin birbirleriyle olan akrabalık
münasebetlerini teyid etmektedir. Ancak bu soy yakınlığının Şura'nın kararında
ne ölçüde etkili olduğu noktası tam olarak açık değildir[130].
Hz. Ali ile amcası Abbas arasında geçen konuşmalara bakılırsa Şura'nın halife
seçimi sırasında akrabalık ilişkilerinin, Arap kabilecilik geleneği de göz
önünde bulundurulursa, etkili olduğu görülmektedir. Hatta bazı araştırmacılara
göre soy-boy yakınlığı ile hırs ve istek gibi duygular belirleyici unsur olarak
göze çarpmaktadır[131]. Zira Hz.
Ali, Abbas'a, Hz. Osman daha halife seçilmeden önce, halifeliğin kendisinden
ziyade Hz. Osman'a daha yakın olduğunu, çünkü Sa'd'ın, amcasının oğlu olması
nedeniyle Abdurrahmân b. Avf'a muhalefet etmeyeceğini, Abdurrahmân’ın da
tercihinin büyük ölçüde Hz. Osman’dan yana olduğunu söylemişti. Hz. Ali'ye göre
bu durumda, ya Abdurrahmân b. Avf'ın Hz. Osman'ı ya da Hz. Osman'ın Abdurrahmân
b. Avf ı desteklemesi söz konusu idi ki, diğer iki üye kendisinden yana olsa
bile bu halife seçilmesi için yeterli olmayacaktı[132].
Hz. Ali Sa'd'a da “...Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz
Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten sakının...”'[133]
ayetini okuyarak “Senden oğlumun Rasûlullâh'a olan akrabalığını
dikkate almanı, amcam Hamza'nın seninle akrabalığına riayet etmeni ve
Abdurrahmân b. Avfla birlikte benim aleyhime olmak üzere Osman lehine hareket
etmemeni istiyorum. Osman benim getirdiğim delilleri sana sunamaz.” demiş
ve seçimde kendisinden yana olmasını istemişti[134].
Bunlar gösteriyor ki, kabul etsek de etmesek de, Arapların kabile asabiyetleri
de göz önüne alınırsa, Hz. Osman'ın halife seçilmesinde akrabalık ilişkilerinin
az veya çok payı olmuştur. En azından Hz. Ali cephesi böyle düşünmektedir.
Wellhausen'a göre ise Hz. Osman'ın tercih
edilmesinin en önemli sebeplerinden biri, onun yumuşak huylu bir kişilik
özelliğine sahip olmasıdır. O bu konuda: “Üyeler Ali'nin üstünlüğünü tanımak
istemedikleri için Ali'yi atladılar ve Ümeyyeoğulları'ndan çok yaşlı bir zat
olan Osman b. Affân'ı seçtiler. Bu zat aralarında en gevşek ve en ehemmiyetsiz
olanı idi ve işte bu vasıfları ile onların hoşuna gidiyordu. İşe bigâne
birisini getirmek istiyor; başlarına yeni bir Ömer geçirmek istemiyorlardı.
Fakat netice onları aldatıyordu. Çünkü Osman'ın zaafı onların değil, ailesinin
işine yaradı”™[135]
yorumunu yapmaktadır.
Bu hususta
oldukça iyimser değerlendirmelerde bulunan araştırmacılar da vardır. Buna göre
Hz. Osman, ümmet içerisinde herhangi bir siyasi bölünme ve çatışma olmadan,
Hâşimîler, Emevîler ile Muhâcirler ve Ensâr’ın ittifakı ile halife seçildi ve
on iki yıl gibi uzun bir süre iktidarda kaldı. Hilâfeti döneminin askeri ve
siyasi en önemli iki olayı, fetih hareketleri ile iç karışıklıklar ve Fitne
Olayı oldu[136]. Zahiri
olarak bakıldığında durum böyle görülmektedir. Fakat ilerleyen dönemlerde
aslında Hz. Osman'ın halife seçilmesinin pek o kadar memnuniyet uyandırmadığı
anlaşılacaktır.
Konuyla
ilgili bir başka görüşe göre ise," Muhammedi davet Mekke'nin fethiyle
tam anlamıyla bir devlet statüsü kazanmıştı. Çünkü başından beri Kureyş'in önde
gelen aileleri olan Ûmeyyeoğulları ve Mahzumoğulları'nın Mekke'nin fethinden
sonra, Islâm Devleti'ni Kureyş devletine dönüştürdükleri görülmektedir. Ebû
Süfyân'ın itibarı korunmuştu ve hatta Mekke'de idari-mali otoriteyi ellerinde
tutmayı başarmışlardı. Hz. Ebû Bekir zamanındaki Ridde savaşlarında da Ûmeyye
ailesinden komutanların önemli ordulara komuta etmesi ve zaferler kazandırması
da onlara itibar kazandırmıştı. Bütün bunlar göz önüne alınınca Şura'da
halifeliği almak için Ûmeyyeoğulları'nın ağır basması ve halifeliği alma
teşebbüsleri normal karşılanmalıdır. Zira Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer
dönemlerinde de Hâşimoğulları pek hatırı sayılır görevler alamamışlardı”1137.
Her ne
şekilde olursa olsun Hz. Osman Şura çalışmaları neticesinde halife seçilmişti
ve kendisine 23/643 senesinde Zilhicce ayının son pazartesi günü akşamı biat
edildi[137] [138].
ŞURA SİSTEMİ HAKKINDA DEĞERLENDİRMELER
Şura'nın
seçim yöntemi genellikle demokratik bir seçim şeklini çağrıştırmasına karşın
bazı araştırmacılardan eleştiri almaktan kurtulamamıştır. Akbulut'a göre “Ensârin
kendi yurdunda değil halife, halifeyi seçme hakkından da mahrum eden bir
uygulamanın müşavere ile ilgisi olduğunu ortaya koymak, çok zor olsa gerektir.
Hepsi de Kureyş'ten olan altı kişiye Şura ünvanını vermek bu komiteyi Şura
yapmaya yetmemektedir. Fitne çıkmaması için düşünüldüğü sanılan çare muhtemelen
fitnenin sebeplerinden biri olmuştu ı*[139].
Fakat
genellikle kabul edilen görüş bu seçim sisteminin meşru olduğu şeklindedir.
Hatta Nevin Mustafa'ya göre sadece Hz. Osman'ın halife seçilmesi değil,
Hulefâ-i Raşidîn'den her birinin hilâfeti müslümanlann yoğunluğunun rızasına
dayalı olarak gerçekleşmiştir. Bu nedenle meşrudur[140].
Özellikle ilk üç halife döneminde halkın gerektiğinde İmam-halifeye karşı
itirazlarda bulunup eleştiriler yöneltmesi de bu seçimlerin gerçekten hür irade
ve ümmetin onayı ile olduğunu göstermektedir[141].
Hizmetli ise
bu konuda “Hz. Osman'ın bu şekilde halife seçilmesi farklı biçimlerde
değerlendirildi. Bu tarz, müslümanların büyük çoğunluğu tarafından meşru bir
seçim tarzı olarak kabul edilirken, Şiîlerile Müsteşriklerse yeni bir gasp
olayı tarzında telakki edildi, şiddetle eleştirildi ve aşırı yorumlara tabi
tutuldu. Bir bakıma olay, günümüzün aynasında değerlendirildiği için saptırıldı
ve sömürü konusu yapıldı. Halifenin veya devlet başkanının yetki ve
sorumlulukları bir kenara atılarak, mesele ya Emevî-Hâşimi muhalefeti
zaviyesinden ya da “çağdaş demokrasi” anlayışı açısından ele alındı. Birçok
müslüman yazar ile Doğulu-Batılı bilimci XX. yüzyılın yalnız teoride kalan
‘demokrasi kuralı’ ile Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in halife seçilişlerini
sorgulayıp değerlendirmektedirler.”[142]
demektedir. Bu noktada oldukça haklılık payı vardır. Çünkü tarihî olaylar
döneminin şartları ve anlayışı içinde değerlendirilmediği zaman, meselenin
kavranmasında önemli sıkıntılar doğabilmektedir. Dolayısıyla tarihi olayların
siyasi, sosyal, ekonomik pek çok sebeplerden etkilendiğini[143]
göz ardı etmemek gerekir. Bu durumda Hz. Ömer'in Arap siyasi geleneklerini de
düşünerek böyle bir seçim tarzı uygulamak istemesini doğal karşılamak gerekir[144].
Zira, devlet
başkanının Hz. Peygamber tarafından tayin edilmeyerek, seçimin halka
bırakılmasıyla, bu meselenin dinin esaslarından olmadığı, zaten halkın
işlerinin yürütülmesinde müşaverenin tavsiye, hatta emredildiği bir dinde
devlet başkanının tayinle gelemeyeceği açıkça ortaya çıkmıştır. Aksi takdirde
yani halife Hz. Peygamber tarafından tayin edilseydi, yönetim işi dini bir
hüviyet kazanacak ve muhtemelen belli bir zümrenin elinden hiç çıkmayacaktı.[145]
Hz. ALİ’NİN Hz. OSMAN’A BİATİ
Hz. Osman'ın
halife seçilmesinin hemen ardından konumuzla doğrudan ilgili olan bir mesele de
Hz. Ali'nin ona ne şekilde biat ettiği ve onun halife seçilmesi hakkındaki
tutumudur. Hz. Osman'ın halife seçilmesi bazı kaynaklarda önceki rivayetlerden
çok az farklı olarak nakledilmektedir.
Buna göre
Hz. Ali, Abdurrahmân b. Avftan, halife seçerken haktan yana olması,
duygularının etkisinde kalmaması, ümmet için içtihat etmesi ve akrabalıktan
dolayı taraf tutmaması konusunda yemin etmesini istedi. Sonra Abdurrahmân b.
Avf Şura üyelerine teker teker yemin ettirdi ve onlardan seçeceği kişiye karşı
çıkmayacaklarına dair söz aldı. Hz. Ali'nin elini tutarak “Sana biat
edersem, Abdulmuttaliboğulları’nı insanların üzerine musallat etmeyeceğine,
Rasûlullâh'ın yolundan yürüyeceğine ve ondan hiç ayrılmayacağına söz verir
misin?1' diye sorar. O da, “Bilmediğim ve hiçbir kimsenin
bilmediği bir şey için Allah'ın ahdini nasıl taşıyabilirim . Fakat içtihadımın
ve ilmimin ölçüsünde yolundan yürümeye gayret ederirrf şeklinde cevap
verdi. Abdurrahmân b. Avf da bu sefer Hz. Osman'ın elini tutarak, Benî
Ümeyye'yi insanlar üzerine musallat etmeyeceğine, Rasûlullâh'ın, Hz. Ebû
Bekir'in ve Hz. Ömer'in yolundan yürüyeceğine dair ondan söz istedi. O da
bunları yerine getireceğine yemin etti. Tekrar Hz. Ali'ye dönerek aynı yemini
yapmasını istedi. Hz. Ali ise içtihat etmesi gerektiğini söyledi. Abdurrahmân
bu sefer Hz. Osman'a dönerek tekrar sordu. Hz. Osman da “Evet! Allah'ın ahdi
üzerime olsun ki, Rasûlullâh'a, Ebû Bekir ve Ömer'in yaptıklarına karşı
çıkmayacağım ve kusursuz uygulayacağım’’ diyerek yemini tekrarladı. Böylece
Abdurrahmân b. Avf Hz. Osman'ın elini sıkarak ona biat etti. Diğer Şura üyeleri
de onu takip ederek Hz. Osman'a biat ettiler. Bu sırada, ayakta durmakta olan
Hz. Ali oturdu. Abdurrahmân b. Avf ona seslenerek “Biat et! Yoksa boynunu
vururum!” diye tehdit etti. Hz. Ali kızarak oradan uzaklaşmak istedi. Fakat
Şura üyeleri “Biat et! Yoksa sana savaş açarız.” deyince Hz. Ali de Hz.
Osman’a biat etti148. Ibn Sa’d'da ise Hz. Osman'a önce Abdurrahmân
b. Avf, ardından ise Hz. Ali'nin biat ettiği, böylelikle Hz. Ali'nin Hz.
Osman'a hemen biat edenlerden olduğu kaydedilmektedir[146].
İbn Kuteybe'deyse, Abdurrahmân b. Avf'ın Hz. Ali'den, Hz. Ömer’in şartı üzere,
halife olduğunda Benî Hâşim'den hiç kimseyi müslümanların üzerine musallat
etmemesini istediğinde, Hz. Ali'nin bu sözü ona asla veremeyeceğini söyleyerek
oradan ayrıldığı, bunun üzerine Abdurrahmân'ın insanların önünde Hz. Osman'a
biat ettiği ve orada bulunanların da onu takip ettiği rivayet edilmektedir[147].
Hz. Ali'nin
Hz. Osman'a biati konusunda önceki rivayeti doğru kabul edersek dikkatimizi
çeken nokta Hz. Ali'nin ilk anda Hz. Osman'a biat edip etmemekte kararsız
kalmasıdır. Ancak Hz. Ali'ye, Hz. Ömer'in müslümanlar arasında fitne çıkmaması
için halife adaylarından çoğunluğun kararına uymayıp muhalefet edenin[148] öldürülmesi
şeklindeki emrinin hatırlatılması onun Hz. Osman'a biat konusundaki
kararsızlığını ortadan kaldırmış gözükmektedir. Anladığımız kadarıyla Hz. Ali
bu seçim sırasında halife olabileceğini umuyordu. Bu nedenle tepkisini böylece
göstermek istemişti. Fakat bu sefer iş ciddiydi ve Hz. Ömer'in kesin emri söz
konusuydu. Bu durumda da Hz. Osman seçildikten sonra, halife olmak için Hz.
Ali'nin yapabileceği daha fazla bir şey yoktu.
Hz. ALİ'NİN HALİFE OLMAK KONUSUNDAKİ TUTUMU
Hz. Ali'nin
Hz. Osman dönemi olaylarına bakışını ve Hz. Osman yönetimine karşı aldığı tavrı
en iyi şekilde anlayabilmemiz için Ali'nin halife olma konusundaki düşüncesinin
bilinmesinin önemi vardır. Çünkü bazı kaynaklarda onun halife olmayı daha +iz.
Peygamberin hastalığı sırasında düşündüğünü[149]
gösteren rivayetler epeyce mevcuttur. Fakat diğer taraftan, kendisini birçok
yönden halifeliğe lâyık gören ve bunu Hz. Ebû Bekir'e karşı da dile getirerek
ona biat etmekten kaçınan Hz. Ali'nin, kabilesi mensuplarının ve özellikle
amcası Abbas'ın uyarılarına rağmen bu makamı elde etme konusunda oldukça gevşek
davrandığı da iddia edilmektedir[150].
Şimdi bu konuda kaynaklardan derlediğimiz bazı rivayetleri inceleyerek Hz.
Ali'nin halife olma konusundaki düşüncesini en doğru şekilde anlamaya çalışalım.
Hz. Ali'nin
halife olması konusunun gündeme gelmesi, Hz. Ebû Bekir'in seçilmesinden de
önceye gitmektedir. Zira daha Hz. Peygamber hasta yatağında iken, halife olması
konusunda sürekli telkinlerde bulunan en önde gelen kişi olan amcası Abbas, Hz.
Ali'ye “...Hz. Peygamberin yüzünde Abdulmuttaliboğullan'nın ölmesine
yakınkiyüz halini görüyorum. Peygambere gidip halifeliğin kimde olduğunu
soralım.” diye teklifte bulunmuştu[151].
İfade olarak biraz faklı bir rivayete göre ise “Ey Ali! Allah'a yemin ederim ki; Rasûlullâh bu
hastalığının acısıyla ölecek Abdulmuttaliboğullan'nın öleceklerini yüzlerinden
bilirim. Gel Rasûlullâh'a gidelim. Bu işin (hilâfet) kendisinden sonra kime ait
olduğunu soralım. Bizdeyse öğrenmiş oluruz, yok eğer başkalarındaysa ondan bunu
bize vermesini talep ederiz.” demişti. Hz. Ali de onun bu teklifini kabul etmeyerek “Vallahi
ben bunu soramam. Eğer bunu Rasûlullâh'a sorarda bundan bir kez men edilirsek,
daha sonrakimse onu bize vermez. Vallahi bunu ona asla soramayız”
demişti[152]. İbn
Sa'd'daki bir rivayetteyse, ismi raviler tarafından belirtilmeyen bir adamla
Hz. Ali arasında benzer konuşmaların geçtiği, adamın en sonunda Hz. Ali'ye “Uzat
elini sana biat edeyim! Bütün insanlar da etsin.” diyerek onun ellerini
kavradığı nakledilmektedir[153].
Hz. Ali'nin
halife olmasını ondan daha çok istiyor görünen Abbas, bu sefer Hz. Peygamber
vefat ettikten sonra Hz. Ali'nin yanına gelerek, biraz ikaz eder mahiyette bir
tavır takınarak ona biat etmek istedi. Fakat Hz. Ali bu defa da kendisini geri
çevirdi ve onlardan başkasının hilâfete talip olmayacağını söyleyerek Abbas'ı
rahatlatmak istedi. Ancak müslümanların Hz. Peygamberden sonra halifelik
konusunu düşünmekte olduklarını ve en azından bu konuda herkesin kendi adayını
çıkarabileceğini tahmin eden Abbas “Vallahi zannederim dediğim olacaktır.”
diyerek oradan ayrılmıştı. Bir müddet sonra yine beraber oldukları bir zamanda,
Hz. Ebû Bekir'e biat edilince müslümanlar tekbir getiriyorlardı. Sesleri duyan
Hz. Ali Abbâs’a neler olduğunu sorunca halifenin seçildiğini anlayan Abbas da
ona “Bu seni kendisine davet ettiğim, fakat senin reddettiğin şeydir.”
şeklinde cevap vermişti[154].
Şura'nın
halife seçimi çalışmaları sırasında Hz. Ali Benî Hâşim'den, kendisinin halife
olmasını çok isteyen ve onu destekleyen bir topluluğa, bu konudaki
gayretlerinin isteklerine zarar vereceğini düşünerek, “Eğer sizin
istediğiniz gibi davranırsam kavminiz emirliği ebediyen elde edemeyecek’ demişti.
Bunun üzerine Abbas da, Hz. Ali'ye, kendisini Hz. Peygamberin vefatında
uyardığını, ona bu işin kimde olacağını sormasını istediğini hatırlattı. Hz.
Peygamberin vefatından sonra da halifelik için acele etmesini istediğini, Şura
ile seçime gitmemesini önerdiğini[155],
fakat onun bunları dikkate almadığını söyledikten sonra, bir kez olsun
kendisini dinlemesini istedi[156].
Hz. Osman'ın
öldürülmesinden sonra müslümanlar Hz. Ali'ye biat etmişlerdi. Bundan bir müddet
sonra Talha ve Zübeyr, halifenin kendileriyle meşveret etmediğini, yardımlarına
başvurmadığını söyleyerek Hz. Ali'nin aleyhinde konuşmaya başladılar. Bunun
üzerine Hz. Ali onlara “...And olsun Allah'a ki halifeliğe rağbetim, buyruk
yürütmeye ihtiyacım yoktu. Beni bu işe siz çağırdınız. Bu görevi bana siz
yüklediniz. Bu iş bana verilince de Allah'ın kitabına uydum, bize ne emretmişse
onu hükmettim, ona tabi oldum. Peygamberin bize sünnet olarak bıraktığına
uydum. Bu hususta ne sizin ne de başkalarının reyine kapıldım. Bir hükümde
bilgisizliğe düşmedim. Böyle bir şey olsaydı sizden de başkalarından da yüz
çevirmezdim.” derken halifelik konusundaki düşünceleriyle ilgili önemli
ipuçları vermektedir[157].
Abbas'ın^eklifinH<abul
etmemesi ve halifeliği Hz. Peygamberden istememesi nedeniyle belki Hz. Ali
askeri alandaki dehasını siyasi alanda kullanamamış[158]
veya kullanmak istememiştir. Çünkü bu rivayetlerden anlaşılmaktadır ki, Hz. Ali
halifelik meselesine ihtiyatlı yaklaşmakta ve kendisini destekleyen akrabaları
kadar bu konuda aşırı gitmeyi düşünmemektedir, iktidar hırsı ile makam peşinde
koşmayı uygun bulmamaktadır. Eğer bunu tasvip etseydi akrabalarından önce kendisinin
halife olmak için aşırı bir çaba sarf etmesi gerekirdi. Oysa ki rivayetlerden
bu sonuç çıkmamaktadır. Sanırız Hz. Ali burada, zaten kendisinin halifelik
makamına en lâyık kişi olduğunu düşündüğünden ve müslüman toplumunun bunu kabul
ederek kendisine bu görevi vereceğine inandığından, Hz. Ebû Bekir'e
itirazlarını şahsi söylemden öteye götürmek istememişti.
Hz. Ali'nin
halifelik konusundaki bu hassas siyaseti Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde de
deVam etmiştir. Hz. Ömer döneminde Hz. Ali'nin Hz. Ömer'in halife seçilmesine
nşrhangi bir siyasi itirazı olmamıştır. Hz. Osman dönemine bakıldığında ise,
Şura'da halifelik için en güçlü iki adaydan biri olan Hz. Ali'yi bu konuda daha
aktif bir halde görüyoruz. Özellikle Şura içindeki akrabalık ilişkilerinden aleyhinde
kaynaklanabilecek olumsuz sonuçları bertaraf etmek için bir çaba içerisindedir.
Ancak yine de Hz. Ali için halifelikten daha önemli şeyler vardı. Bu nedenle
bütün gayretlerinde ümmetin aleyhine olabilecek tutum ve davranışlardan
kaçınmıştır. Fitne olaylarına gelindiğinde ise halife olabilmek için şartlar
son derece müsait olmasına rağmen Hz. Ali'nin bu sefer halifelikten adeta
kaçtığı görülmektedir. Sanıyoruz bunun en önemli nedeni de o sıralarda ümmetin
içinde bulunduğu karışıklıklar sonucunda müslümanların birliğinin bozulması ve
ümmetin ayrılığa düşmesinden endişe etmesiydi. Bu yüzden o bilhassa,
isyancıların, halife olması konusundaki tekliflerini ısrarla geri çeviriyordu.
Kendi adına ümmetin birliği için bir fedakarlık yapması gerektiğini düşünüyordu
ki bu da ısrarlı tekliflere rağmen avucunun içine gelmiş olan halifeliğe hayır
diyebilmekti[159].
Hz. OSMAN’IN HİLÂFETİNİN İLK ALTI YILI
Hz. Osman'ın
on iki yıl süren hilâfeti, bu dönemde meydana gelen olaylar, fetihler, çeşitli
alanlarda gelişmeler gibi nedenlerle genellikle birinci ve ikinci altı yıl
olmak üzere iki dönem halinde İncelenmektedir. Böyle bir ayrıma gidilmesindeki
en büyük etkenlerden biri de hiç kuşkusuz ikinci altı yılda meydana gelen
isyanlar ve karışıklıklardır[160].
Araştırmamızın özünü oluşturan bu siyasi olaylar ikinci altı yıllık dönemde
meydana geldiği için ilk altı yıllık bölümü kısaca özetleyerek geçmek
istiyoruz.
Birinci
dönem İslâm devletinin genellikle dış güçler ve problemlerle uğraştığı bir
devirdir. Islâm fütuhatı bütün cephelerde hızla ilerlemektedir. Yeni fethedilen
bölgelerdeki birtakım başkaldırmalar bu dönemde bastırılmıştır. İç siyasette
kayda değer olaylara rastlanmamaktadır. Çünkü müslümanların siyaseti dışa dönük
olarak odaklanmış ve bütün güç dışarıdan gelebilecek tehlikelere
yönlendirilmiştir. Dolayısıyla Devletin bu yöndeki siyasi kararlılığı halkı da
etkilemiş ve halktan halifeye ve devlet yönetimine karşı herhangi ciddi bir
muhalefet hareketi olmamıştır. Kaynaklarda da ilk altı yıllık hilâfet dönemiyle
ilgili herhangi bir ithama rastlanmamaktadır. Bunda Hz. Osman'ın Hz. Ömer'e
göre yumuşak huyluluğu ve siyasetinin de etkili olduğunu söylemek mümkündür[161].
Yine bu
dönemde başta Ali olmak üzere Hâşimoğulları, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'e karşı
sürdürdükleri yumuşak tutumlarını Hz. Osman'a karşı da devam ettirdiler. Ona
itaat ederek, destek ve yardımcı oldular. Bu dönemdeki Fetih hareketlerine
bizzat katıldılar. Gerekli hallerde halifeye tavsiyelerde bulundular[162].
ASKERÎ, İKTİSADÎ VE İDARÎ YAPIDA GELİŞMELER
Hz. Osman
devri genellikle son dönemlerde meydana gelen siyâsî karışıklıklar nedeniyle
hep olumsuz olarak hatırlanmaktadır. Oysa bu dönemde askeri, iktisadi ve idari
alanlarda olumlu gelişmeler de olmuştur. Konuyu fazla uzatmadan bunlara kısaca
değinmek istiyoruz.
Hz. Osman
hilâfete gelince Islâm askerinin Hz. Ömer zamanında on dirhem olan maaşını
ikiyüz dirheme çıkardı. Yine Hz. Ömer zamanında Ramazan ayında her müslümana
verilen birer dirhemi de arttırdı. Ayrıca Mescid-i Nebevi'de ibadet edenler,
itikatta bulunanlar, fakir ve miskinler için de sürekli yemek çıkarttı[163].
Daha önce üç
vali ile idare edilen Mısır, ikişer vali ile yönetilen Şam ve Yemen illeri
birer valinin sorumluluğuna bırakıldı[164].
Hz. Osman
zamanında Azerbaycan, Ermenistan ve Kıbrıs gibi bölgeler İslâm Devleti
topraklarına ilhak edilerek, bunlardan Kıbrıs Şam vilayetine bağlanırken,
Azerbaycan ve Ermenistan da başka bir valinin idaresine verildi[165].
Hz. Osman
döneminde mülkiyet serbestliği sağlanmıştı. Böylece ordu bünyesinde yer alan
müsiüman Araplar, savaşlardan ganimet olarak elde ettikleri mallar ve halifenin
Irak'ta geniş topraklar satın almalarına izin vermesi, ayrıca bu imkanlarını
ticaret alanına yönlendirmeleriyle büyük çapta servet sahibi olmuşlardı. Mesela
bu dönemde, Zübeyriin ticaret işinde çalıştırdığı bin köleye sahip olduğu
rivayet edilmektedir[166].
Hz. Ali, Hz.
Ömer döneminde olduğu gibi Hz. Osman zamanında da halifenin iktisadi
uygulamalarına şahit oluyordu. Hz. Osman döneminde özellikle taraflı fey ve
maaş dağıtımını hoş karşılamamış ve aksaklıkların insanlar arasında husule
getirdiği sıkıntıları görmüştü. Bu nedenle yeri geldiği zaman halifeyi uyarmak
ve problemlerin çözümüne katkıda bulunmak maksadıyla müdahalelerde bulunmuştu[167].
Hz. ALİ’NİN Hz. OSMAN HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ
Şura'nın
halife seçimi sırasında Abdurrahmân b. Avf, önde gelen sahabilerle ve halkla
görüştükten sonra en son Hz. Ali ve Hz. Osman'a kimin halife olmasının daha
uygun olacağını sordu. Her ikisi de birbirlerini uygun gördü. Bu Hz. Ali ile
Hz. Osman arasındaki karşılıklı güveni göstermekteydi. Ayrıca Hz. Ali’nin Hz.
Osman'a duyduğu iyi niyeti göstermesi açısından da önemlidir[168].
Ayrıca Hz.
Ali'nin kaynaklarda nakledilen, Hz. Osman hakkında söylediği bazı sözleri de
onun hakkındaki düşünceleriyle ilgili olarak aktarmak istiyoruz: “Ben
Osman'ın iyi yönlerini bilirim. Allah yolunda onun iyi bir mazisi vardır. Allah
yapmış olduğu iyiliklerden sonra ona azap vermez? demiştir[169] [170]. Bir başka
ifadesinde yine Hz. Ali “Ben Osman'la, Allah'ın şu sözündeki gibi olmak
isterim: 'Biz onların gönüllerinde olan kini çıkardık; artık onlar sedirlerinin
üzerinde karşılıklı oturan kardeşlerdir’.’’™ demiştir[171].
Hz. Osman
muhasara altındayken, yine Hz. Ali, Talha ve Zübeyr ona gelip, Hz. Peygamberin
kendisiyle ilgili iltifatkâr sözler söylediğini anlatmışlar ve bunları tasdik
etmişlerdi[172] [173].
Yine Hz. Ali
bir defasında elindeki sopayla yere bir şeyler çizerek “Onlar için bizde iyi
bir geçmişin izi vardır, onları bunsuz düşünemeyiz; işte bunlar Osman ve
arkadaşlarıdır?™ demişti.
FİTNE OLAYI SIRASINDA Hz. ALİ’NİN TUTUMU
“FİTNE”
Fitne
hadisesi[174] Medine'de
Ümeyyeoğulları'nın hakimiyetinden rahatsız olanların[175],
Kûfe'de Kureyş'in merkezi otoritesini tanımak istemeyenlerin, Mısır'da ise İbn
Ebî Serh'in icraatından hoşlanmayanların tabir doğru ise ortaklaşa gerçekleştirdikleri,
yer yer dini duygularla beslenmiş oldukça karmaşık bir hadise olarak
gözükmektedir, özellikle Hz. Osman devrinin ikinci yarısında eyaletlerdeki
karışıklıklarla başlayıp halifenin öldürülmesi neticesine varan hadiseler
zincirine İslam tarihçileri tarafından “fitne”[176]
ismi verilmiştir. Hz. Osman'ın öldürülmesi olayı da, bu zincirin en önemli
halkası olması ve İslâm Tarihindeki önemine binaen kaynaklarda “fitnetu'l-kübrâ’’'[177]
adıyla geçmektedir.
FİTNENİN SEBEPLERİ
Emevî-Hâşimî Çekişmesi, Târihî
Kabilecilik Anlayışı
Hz. Osman'ın
öldürülmesi ile sonuçlanan fitne hadisesinin seyri incelendiğinde
siyasî-içtimâî birçok etkenin olayların büyümesinde rol oynadığı görülmektedir.
Bunların en önemlilerinden biri Arap toplumlarında hakim olan kavmiyetçilik
duygusuydu. Bu nedenle kabileler arası çekişmeler devrin siyâsî- içtimâî
olaylarını da neredeyse doğrudan etkiliyordu. Hz. Osman döneminde de etkili
olan kabilecilik anlayışıyla, Benî Hâşim ile Benî Ümeyye kabilelerine mensup
bazı kimselerin içtihatta ihtilaf şeklinde yorumlanmak istenen şahsi
ihtirasları fitne ve fesadın dini sermayesi haline gelmiş ve devrin birçok
hadisesinde etkili olmuştu[178]. Bu
açılardan Hz. Osman devrindeki karışıklıklarda onun dini anlamda gayri meşru
idaresinden söz etmek haksızlık olacak gibidir. Fakat Benî Hâşim ve Benî Ümeyye
arasındaki rekabet ve ayrılıkların karışıklıklarda önemli rolü olduğu üzerinde
durmak daha doğru bir yaklaşımdır[179].
Hz. Ömer'in
ölümünden önce teşkil ettiği Şura'da Hz. Ali ile Hz. Osman'ın karşı karşıya
kalmaları, İslâm öncesi dönemde son derece etkili olan, hatta Emevîlerin geç
müslüman olmalarına neden olan tarihi Emevî-Hâşimî çekişmesini yeniden gündeme
getirmişti. Hz. Osman dönemi olaylarında bu çekişmenin rolü oldukça fazladır.
Ancak Hz. Osman dönemi incelendiğinde ortaya çıkan gerçek, bu olaylarda Hz.
Ali'nin hilâfeti meselesinin hiçbir etkisi olmadığıdır. Nitekim Hz. Osman'ın
öldürülmesinden sonra Hz. Ali'nin halife seçilmesinin fitne olaylarını
durdurmaya bir etkisi olmamıştır[180].
Böylece diyebiliriz ki, Islâm'da ilk tefrika üçüncü halife Osman b. Affân
zamanında ortaya çıkmıştır. Bu ayrılığın ilk çıkışında dini değil, tamamen
siyasi bir görüş ayrılığı ve menfaat çatışması olduğu düşünülebilir. Aslında
bunun menşeleri, Benî Hâşim ile Benî Ümeyye aileleri arasındaki ayrılık
şeklinde daha da gerilere gider. Makrizî sırf bu husus için kaleme aldığı
eserinde bize birçok misaller vermektedir[181].
Onat'a göre
Hz. Osman dönemindeki fitne olayının ve bunu müteakiben ortaya çıkan Hz.
Ali-Muaviye çekişmesinin nedeni, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde Islami
bir çerçevede sürdürülmeye çalışılan kabileler arası denge politikasının Hz.
Osman tarafından devam ettirilememesidir[182].
Sonuç olarak denilebilir ki, Hz. Osman'ın öldürülmesi ile sonuçlanacak olan
Fitne olayı, İslâmi değerlerin henüz yeni yerleşmekte olduğu Arap İslâm
toplumunda, tarihi kabilecilik çekişmesinin tekrar su yüzüne çıkmasına sebep
olmuştur[183].
Artan Zenginlik ve Refah
Fitneyi
etkileyen sebeplerden biri de zenginlik ve refahın artması olarak gösterilmektedir.
Zenginliğin artmasının en önemli etkenleriyse Hz. Osman döneminde devletin
ulaştığı mali imkanlarla ilgiliydi.
Hz. Ömer'in
maaş dağıtımında Hz. Peygamber’e yakınlığı önde tutması nedeniyle Kureyş'e
mensup devlet büyüklerinin servetlerinde artış olmuştu. Hz. Osman bu ücret
paylaşımını adaletli bir şekle getirmeye çalışmıştı[184].
Fakat ne var ki Hz. Osman zamanında da artmaya devam eden zenginlik ve refah
ile halifenin özellikle ticari alanda sağladığı geniş mali imkanlar fitnenin
ortaya çıkmasına katkıda bulunan etkenlerden biri oluyordu. Hatta zenginlik ve
refah o kadar artmıştı ki, rivayetlere göre Medine'de bir at yüz bin dirhem,
bir bostan da dörtyüz bin dirheme alıcı bulmuştu. Hz. Osman'ın akrabalarına
karşı çeşitli maddi imkanlar sunması da insanların ona karşı nefret duymaya
başlamalanna sebep oldu[185].
Akbulut'a
göre “Osman döneminde artan refah ve servetin fitnenin sebeplerinden biri
olduğu tezi doğru değildir. Çünkü zenginlik iyi yaşam düzeyi nedeniyle kurulu
düzene başkaldırıyı değil desteği gerektirir. Bu aynı zamanda da tarihi ve
sosyal gerçeklere de uygunluk gösterir. Bilâkis, fakirliğin daha büyük fitne
kaynağı olduğu görülmüştür”[186].
Akbulut'un
görüşünde haklılık payı vardır. Ancak bu meseleyi iki açıdan düşündüğümüzde
biraz farklı bir sonuca ulaşmak da mümkündür. Birincisi, gelirleri ve
servetlerindeki artışla oldukça zenginleşen Kureyş'e mensup önde gelen kişilere
diğer orta sınıf müslümanlar tarafından kıskançlık duyulması ve kendilerine
haksızlık yapıldığını düşünmelerinin getirdiği sonuçlardır. İkincisi,
sınırların genişlemesi ve ganimetlerin artmasıyla sahip oldukları maddi
imkanlar ve servetin zengin müslümanlar üzerinde oluşturduğu kişilik
değişiklikleridir. İslam'ın ilk dönemlerinde çok zor koşullarda zaman zaman
açlık çekerek Hz. Peygambere destek veren insanlar daha sonraları, kavuştukları
maddi servetin etkisinde kalmışlar ve İslam devletinin birliği ve bütünlüğünü
etkileyebilecek çok önemli olaylarda muhakeme yeteneklerini adeta kaybetmişler
ya da kullanmak istememişlerdir[187].
Hz. Osman'ın İcraatları
Bu konuya
Hz. Osman'a yöneltilen tenkitler başlığı altında değineceğimizden üzerinde
durmuyoruz. Fakat şu kadarını söylemek gerekirse, özellikle Hz. Ömer dönemi
fetihlerinde Arap kabilelerinin büyük rol oynamasına karşın, valiliklere, emirliklere
ve önemli mevkilere hep Kureyş ailesi mensuplarının getirilmesi, iktidara
başkaldırının altında yatan önemli sebeplerden bir tanesiydi[188].
Bir diğer
sebepse Hz. Osman'ın kişilik özellikleriyle ilgiliydi. Şura'daki halife
adayları içinde en yumuşak huylu olandı. Bu huyu da onun en büyük zaafıydı. Hz.
Osman büyük bir şahsiyet değildi[189].
Düşünülürse Emevî ailesinden Ebû Süfyan gibi daha ileri gelen, Müslümanlığının
öncesinde ve sonrasında Mekke'de liderlik pozisyonunda olan bir kişi varken
muhtemelen, Hz. Peygamber’e olan yakınlığı, yaşlılığın verdiği tecrübe gibi
etkenler halife adayları arasına girmesini sağlamıştı. Cömertliği, zenginliği,
yumuşak huyluluğu ve tevazuu ile tanınan Hz. Osman belki de bu iyi huylarının
kurbanı olmuştu. Çünkü devrinde ortaya çıkan karışıklıklarda selefi Hz. Ömer
kadar dirayetli olamamıştı[190]. Ayrıca Hz.
Osman, sınırları bir hayli genişlemiş olan işlerini bir bütünlük halinde
yönetebilmek için çok yaşlıydı ve kuvvetli, otoriter bir şahsiyete de sahip
değildi[191].
Özel
hayatında bağışlayıcı olan Hz. Osman, devlet adamlığı ile şahsi hayatını
sürekli karıştırmıştır. Önceki iki halife gibi devlet yönetiminde tecrübesi de
yoktu. Kuruluş aşamasında bulunan ve kurumlan henüz yerleşmemiş bir devletin
başına böyle bir insanın getirilmesinin İslam toplumu için ne denli bir
talihsizlik olduğu Hz. Osman'ın devrinde meydana gelen fitne hareketini bir
türlü bastıramamasından da anlaşılmıştır. Hz. Peygamberin vefatından sonra
siyasi açıdan tam olarak istikrara kavuşmamış bir devlet hukuki yönden de yara
almaya başlamıştı[192]. Çünkü Hz.
Osman'ın başarısızlığı ile birlikte, seçilmiş bir devlet başkanının görevden
alınıp alınmayacağı, alınacaksa bunun nasıl olacağı, bu devlet başkanının
icraatlarının hukuki geçerliliği gibi meselelerin zihinleri kurcalaması
devletin hukuki otoritesini sarsabilirdi.
Sahabenin Medine Dışına Çıkması
Hz. Ömer
içtihat sonucu vardığı bir kararla sahabe büyüklerinin Medine'den ayrılmalarını
yasaklamıştı. Ancak izinle ve belirli bir süre için çıkış serbestliği
tanımıştı. Hz. Osman selefi Hz. Ömer'in aksine Kureyş'in ileri gelenlerini her
hususta serbest bırakmış ve izinsiz Medine dışına çıkmalarına izin vermişti. Bu
da dağılma ve parçalanmanın etkenlerinden biriydi. Çünkü Medine'den ayrılan
sahabiler gittikleri yerlerde insanların ilgisini çekiyor ve çevrelerinde geniş
insan kalabalıklarının toparlanmasına sebep oluyordu[193].
Akbulut,
fitnenin sebeplerinden sayılan sahabenin Medine dışına çıkması ve çeşitli
bölgelere yayılması gerekçesini, sahabeyi, gittiği yerde kargaşa ve huzursuzluklar
çıkaran anarşistler olarak takdim etmek olduğu zannıyla kabul etmemektedir[194]. Ancak
bizim kanaatimize göre, çeşitli nedenlerle mevcut iktidara muhalefet etmek
düşüncesini taşıyan ve bunu gerçekleştirmek amacıyla fırsat kollayan insan
topluluklarının, karizmatik kişiliği olan ve dini alandaki bilgileriyle
bulundukları toplulukta imam konumunda olan sahabenin kendi düşünceleri ile
paralel görüşleri olduğunu görmesi, içlerindeki muhalefet ve isyan duygusunun
harekete geçmesine vesile olmuştur.
“Gizli El” ve Abdullah İbn Sebe'in Faaliyetleri
Kaynaklarda
Hz. Osman'ın öldürülmesiyle sonuçlanan fitne hadisesinin arka planındaki
sebeplerden biri olarak da gizli bir teşkilattan bahsedilmektedir. Osman b.
Affan'ı halifelikten indirmek, onun yerine Hz. Ali'yi halife yapmak için
faaliyet gösterdiği iddia edilen bu teşkilatın başı olarak Abdullah İbn
Sebe'nin[195] adı
geçmektedir[196].
Kaynaklarda
verilen bilgilere göre, Abdullah b. Sebe' Sanalı Yahudi biriydi. Anası Habeş
asıllıydı. Hz. Osman devrinde müslüman oldu. Sonra halife aleyhinde
faaliyetlerde bulunmak, insanları kışkırtarak onların din ve siyasetle görüş ve
düşüncelerini karıştıracak fikirlerini yaymak üzere bölge bölge dolaşmaya
başladı[197]. Anası
siyahi bir cariye olduğundan ona İbnu's- Sevdâ da denilirdi. Hz. Osman aleyhindeki
en şiddetli propagandist olduğu kabul edilir[198].
Yine
Taberî'nin rivayetlerini naklettiği Ebû Mihnef ve Vakidî, Hz. Osman'ın
öldürülmesiyle sonuçlanan fitne olaylarının arkasında gizli bir elin
varlığından bahsederler. Bu da sahabenin olaylardaki rolüdür. Onlara göre
Talha, Zübeyr, Hz. Âişe, Amr b. el-Âs, Muhammed b. Ebî Huzeyfe, Ammâr b. Yâsir
gibi sahabiler Hz. Osman'a karşıdır. Her ne kadar kaynaklarda, adı geçen
sahabiierden bazılarının çeşitli vesilelerle Hz. Osman'a muhalefet ettiği, onun
aleyhinde halkı galeyana getirebilecek konuşmalar yaptığını görülüyorsa da[199], Hz.
Osman'ın öldürülmesine bizzat destek vermiş oldukları noktası açık değildir.
Abdullah İbn
Sebe' hakkındaki haberler Taberî tarafından Seyf b. Ömer yoluyla
nakledilmektedir. Hizmetli'ye göre Vakidî ve Ebû Mihnefin, fitne olaylarının
arkasında gizli bir elin varlığından bahseden iddiaları pek mantıklı
görülmezken, Seyf b. Ömer'in Abdullah İbn Sebe’ ile ilgili rivayetleri daha
dikkat çekicidir. Seyf in rivayeti bu konularda daha kuvvetli bir delil teşkil
etmektedir[200]. Fakat
VVelIhausen bu görüşü paylaşmamaktadır. Ona göre Hz. Osman'a karşı girişilen
hareket Sebeiyye tarafından başlatılmamıştır ve bu işte Sebeîleriin, Seyf b.
Ömer’in onlara atfettiği kadar önemi yoktur[201].
Fığlalı ise, Abdullah b. Sebe' diye bir şahsın varlığı ve Sebeiyye fırkasının
kurucusu olup, Hz. Ali lehinde çeşitli faaliyetlerde bulunduğu yolundaki
haberlere şüphe ile bakmaktadır. Ona göre bu haberlerde izahı oldukça zor
noktalar mevcuttur[202].
VİLAYETLERDE HOŞNUTSUZLUK VE İLK HAREKETLER
Hz. Osman'ın
halife olmasından sonra İslam siyasi düşüncesinde ve sisteminde ortaya çıkacak
derin değişiklikler bulunduğunu gösteren ilk emareler eyaletlerdeki
karışıklıklar ve problemlerle ortaya çıkmıştır[203].
VVelIhausen'a
göre eyaletlerdeki başkaldırı ve karışıklıkların arkasında, Medine'de Hz.
Osman'a karşı açık bir muhalefet yürütemeyen Hz. Ali, Talha, Zübeyr de vardı[204].
Küfe
Velîd b.
Ukbe'nin yerine Küfe valisi olarak atanan[205]
Saîd b. el-Âs, Küfe ileri gelenlerini bir gece huzuruna kabul edip konuşması
sırasında “Irak bölgesi Kureyş'in mezrasıdır.”[206]
demişti. Bunun üzerine Eşter hiddet ve nefretini açıklamış, daha sonra Sâbit b.
Kays el-Hemdânî, Kümeyi b. Ziyâd, Zeyd b. Suhân el-Abdî ve kardeşi Sa'sa',
Cündüb b. Ka'b el-Ezdî, llrve b. Ca'dî, Amr b. el-Huzâî ve İbn Kevvâ ile
birlikte Saîd'in kötü idaresinden bahsederek Hz. Osman'a şikayette
bulunmuşlardı. Bu grup daha sonra da valiyi sürekli rahatsız etmeye devam etti[207].
Bu sıralarda
Küfe kurrâlarından bir başka grup Hz. Osman'a, Vâli Sa'îd b. el-Âs'tan
duydukları memnuniyetsizliği dile getiren bir mektup yazdılar ve bunu Ebû Rebîa
denilen bir kişiyle Halifeye gönderdiler. Hz. Osman bu mektubu gönderenlerin
isimleri ondan istedi. Ebû Rebîa bunu reddedince Hz. Osman onun dövülmesini ve
hapsedilmesini emretti. Olayı haber alan Hz. Ali ise Halifeye “O sadece görevini
yerine getiren bir elçidir.” diyerek onu dövdürmekten vazgeçirdi[208].
Küfe Valisi
Saîd, halk arasında kendisine karşı oluşmaya başlayan muhalefeti sezince durumu
halifeye bildirerek aleyhinde çalışan bu topluluklar hakkında şikayetçi oldu.
Hz. Osman da onların Şam'a gönderilmesini emretti[209].
Ancak burada da Muaviye Küfeli topluluğa karşı olumsuz bir tavır gösterince ona
karşı da cephe aldılar. Muaviye'nin de onlardan rahatsız olması üzerine bir
müddet sonra bu muhalif grup Hımıs'a, Abdurrahmân b. Hâlid b. Velîd'in
bölgesine sürüldüler. Burada Abdurrahmân’ın baskısıyla varlık gösteremeyen
topluluk, pişman olduklarını ve düşüncelerinden vazgeçtiklerini bildirince
tekrar Kûfe'ye dönmelerine izin verildi. Ancak Kûfe'ye döndükten sonra muhalif
tavırlarını yeniden takındılar. Bölgede huzursuzluk giderek artınca Saîd durumu
halifeye bildirmek için Medine'ye geldi. O Medine'den ayrılınca bu sefer
muhalif topluluk Hz. Osman'a temsilci göndererek Sâîd'i vali olarak
istemediklerini bildirdiler ve görevden alınması talebinde bulundular.
Gelişmeler karşısında durumun vahametinden endişe ettiği ve olayların daha da
büyümesinden korktuğu anlaşılan Hz. Osman muhaliflerin isteğine uyup Saîd'i
görevden aldı ve yerine Ebû Mûsâ el-Eş'arîyi atadı[210].
Valilerin ve
diğer idarecilerin özellikle halka karşı yanlış tutumlarından kaynaklanan
problemler giderek Hz. Osman aleyhinde oluşumlara dönüşmeye başlamıştı. İlk
hareketler, Hz. Ali taraftarları arasında Kûfe'de başlamıştı. Çünkü Kûfeliler
Emevî ailesine karşı büyük bir husumet besliyorlardı. Bunun en büyük nedeni de
Emevî ailesinin İslâmî anlayışa tamamen ters düşen, Kureyşiliği ön planda
tutarak bunu halka karşı bir üstünlük vesilesi olarak kullanmaları ve halk
üzerinde baskı oluşturmaya çalışmalarıydı. Kûfe'de başlayan bu ilk hareketler
daha sonra diğer vilayetlerden özellikle Mısır'da taraftar kazanmıştır[211].
Mısır
27/647’de
Vali Amr b. el-Âs, Mısır'da haracı toplama görevinden alınmış yerine Hz.
Osman'ın süt kardeşi Abdullah b. Sa'd b. Ebî Şerh[212]
tayin edilmişti[213]. Amr b.
el-Âs ile Abdullah arasında anlaşmazlık olunca Abdullah, Amr'ın hala Mısır
haracı işlerine karıştığını halifeye bildirmişti. Aynı şekilde Amr da Halifeye
Abdullah'ın savaş işlerine karıştığı şeklinde şikayette bulunmuştu. Hz. Osman
bunun üzerine Amr*ı savaş işlerinden de alıp, Abdullah'ı haraç ve savaş
işlerine tayin etti[214].
Abdullah b.
Ebî Şerh, Mısır'da kendisinden hoşnut olmayan ve Hz. Osman'a şikayette bulunan
topluluklara zulmediyor ve hatta bazılarını öldürtüyordu. Bunun üzerine bir
grup Mısırlı Medine'ye gelerek Ibn Ebî Serh'i, Hz. Muhammed'in ashabına
davranışlarından dolayı halifeye şikayet ettiler. Bu sırada Hz. Ali gelerek Hz.
Osman'a “İnsanlar onu kan dökmekle suçluyorlar. Onu görevden al, aralarında
hûkûm ver. Eğer onun üzerinde haklan varsa al, adil ol.” dedi. Sonra
gelenlere dönerek aralarından bir temsilci seçmelerini istedi. Onlar da
Muhammed b. Ebî Bekir'i seçtiler. Daha sonra, İbn Ebî Serh'le aralarında hüküm
vermeleri için beraberlerinde Muhacirler ve Ensâr'dan pek çok kişi olduğu halde
Mısır'a döndüler[215].
Valilerin
icraatları konusunda şikayetler gittikçe artınca, Hz. Osman valiler hakkındaki
şikayetleri araştırmak ve durumdan haberdar olmak maksadıyla çeşitli bölgelere
müfettişler gönderdi. Kûfe'ye Muhammed b. Mesleme, Basra'ya Üsâme b. Zeyd,
Şam'a Abdullah b. Ömer, Mısır’a da Ammâr b. Yâsir yollanmıştı. Diğerleri
döndüğü halde Ammâr b. Yâsir gecikmişti. Fakat belki de valilerin, olayların
halifeye olumsuz bir şekilde yansımasını istememelerinin bir neticesi olarak,
Medine'ye önce gelen müfettişler müspet raporlar getirmişti[216].
Dolayısıyla bu, sonraki zamanlarda fitnenin daha da büyüyerek vahim bir hal
alması ve halifenin olayların gelişmekte olduğunu fark edemeyerek müdahalede
geç kalmasının nedenlerinden biri olarak görülebilir.
Daha sonra
kendileriyle bizzat konuşarak söylentilerin doğru olup olmadığını öğrenmek
isteyen halife, valileri Medine'de toplantıya çağırdı. Bu toplantıda Amr b.
el-Âs Hz. Osman'ı Hz. Peygamberin sünnetini değiştirmesi nedeniyle ağır bir
dille suçladı. Ona göre illerde yaşanan problemlerin ardında Halifenin
Omeyyeoğullannı gözetmesi ve akrabaları olan valilerle yöneticilerin başına
buyruk hareket ederek halkı bezdirmesi yatıyordu. Hatta Amr daha da sert çıkarak
Halifeye: "Ey Osman! Sen bu ümmetin boynuna bindin. Ya mutedil ol ya da
bu görevden ayni! Eğer bunu yapmayacaksan, azim ve şiddetle bu işe sanl,
emirlerini uygulat.” dedi[217]. Amr b.
el-Âs'ın eleştirilerinden rahatsız olan Hz. Osman Amr*ı valilikten azletti[218].
Amr b.
el-Âs'ın Hz. Osman'ı tenkidinden anlaşılmaktadır ki halk arasında idareye karşı
memnuniyetsizlik iyice artmıştı. Öyle ki, Hz. Osman'ı icraatlarından ve
uygulamalarından dolayı, sadece Hz. Ali, Ammâr b. Yâsir gibi güzide sahabiler
değil aynı zamanda kendi valileri bile eleştirmeye başlamıştı. Ancak valiler
içerisinde Hz. Osman'a karşı olan tepkiler Amr ile sınırlı kalacaktı. Çünkü o
sırada Hz. Osman'ın Amr b. el-Âs dışında diğer bütün valileri Benî
Ümeyye'dendi.
Gerek Hz.
Osman gerekse Benî Ümeyye'den valilerin icraatları o derece hoşnutsuzluk
yaratmıştı ki, halifenin ve valilerin kanlarını talep eden sesler yükselmeye
başlamıştı. Bu seslerin sahipleri içinde sahabîler de vardı[219].
Bu açıdan bakıldığında Hz. Ali döneminde cereyan eden Cemel ve Sıffîn
Savaşları'nda Sahabenin ve müslümanların birbirlerine karşı çekinmeden kılıç
çekebilmelerini anlamak daha kolay olacaktır. Çünkü daha Hz. Osman döneminde
zihinlerde böyle bir vakıanın olabilirliği yer etmeye başlamıştır. Hz. Ali
döneminde de bu olay fiilen gerçekleşmiştir[220].
Mısır'da
fitneyi yürüten iki önemli isim vardı. Bunlardan birisi Muhammed b. Ebî Huzeyfe
diğeri de Muhammed b. Ebî Bekir'di[221].
Ibn Ebî Huzeyfe Hz. Osman'ın yetim bir çocukken alıp yanında büyüttüğü[222], himaye
ettiği, ailesinden biri gibi baktığı bir kişiydi. Bu yakınlığı nedeniyle olsa
gerek, Hz. Osman halife olunca ondan valilik istemiş fakat Hz. Osman bu görevi
yapamayacağını düşündüğünden ona valilik vermemişti. Bu sebepten Hz. Osman'a
kızan Muhammed b. Ebî Huzeyfe, halifeden istediği yere gidebileceğine dair izin
alınca Mısır'a gitmiş ve orada muhalif hareketin içinde yer almıştı. Muhammed
b. Ebî Bekir[223] de, Hz. Ebû
Bekir'in öz oğlu olmamakla birlikte babasından dolayı insanların teveccühünü
kazanmış ve bunu kullanarak halkı halifeye karşı tahrik için çaba sarf ediyordu[224]. Ayrıca
bunlar Hz. Osman'ın kanını helâl görüyorlardı[225].
İlk Gruplar
Ayrıca,
Mısır, Küfe ve Basra’da halkı Hz. Osman'a karşı kışkırtan, çeşitli sebeplerle
bir araya gelmiş, valilerin ve halifenin aleyhinde faaliyetlerde bulunan, hatta
halka korku salmak için cinayetler işleyen isyankar topluluklar da vardı[226]. Meselâ
Kûfe'de Velîd b. Ukbe valiliği sırasında cinayet işleyen ve hırsızlık yaparak
çevrede korku salan birkaç kişiyi öldürtmüştü. Fakat bunların aileleri, kabile
anlayışının ve valiye duydukları kinin de tesiriyle devlet aleyhine açıktan
faaliyet göstermeye başladılar. Netice de Halife üzerinde baskılarını
arttırarak Velîd'in görevden alınmasında muvaffak oldular[227].
Vilayetlerde
idareye karşı memnuniyetsizlik o dereceye vardı ki 34/654 yılında bir grup
müslüman Hz. Osman'ın faaliyetlerini tartışmak için toplantı yaptılar.
Toplantıya katılanlar Hz. Osman'ın yönetimde son derece başarısız olduğuna
kanaat getirerek halifeliği bırakması gerektiğine karar verdiler. Bu talebi Amr
b. Abdullah et-Temîmî vasıtasıyla Hz. Osman'a bildirdilerse de bu teşebbüsleri
bir sonuç vermedi[228].
Görüldüğü
gibi başlangıçta eyaletlerde halkla valiler, emirler veya devlet görevlileriyle
halk arasındaki bazı sıkıntılardan kaynaklanan problemler daha sonra büyüyerek
halifeye karşı başlayacak bir isyanın ayak seslerini oluşturmaya başlamıştı.
İsyanın ana fikri ise Allah için halifeye, hak ve adalet için idarenin
yanlış tutumuna ve haksızlığa karşı duruştu[229].
FİTNE OLAYI SIRASINDA Hz. ALİ
Vilayetlerden
gelen şikayetler giderek artınca, Medine'deki Muhacirler Hz. Ali'ye gidip, Hz.
Osman'la konuşmasını ve sorunlara bir çözüm bulması konusunda onu uyarmasını
istediler. Hz. Osman'ın yanına çıkan Hz. Ali ona: “İnsanlar dışarıdadır.
Benimle senin hakkında konuştular. Vallâhi ne söyleyeceğimi bilemiyorum.
Habersiz olduğun bir şeyi sana anlatmıyorum, bilmediğin bir şeyi sana
göstermiyorum. Sen bildiğimizi bilirsin, senden önce bir şeye vâkıf değiliz ki
sana ondan haber verelim. Rasûlullah ile arkadaşlık yaptın. Bizim duyduğumuz ve
gördüğümüzü sen de duydun ve gördün. Ebû Kuhâfe (Ebû Bekir) ve Ibnu'l-Hattâb,
hak yönünden senden daha öncü değillerdi. Sen akrabalık bakımından Rasûlullâh'a
daha yakınsın. Senin, Peygamber’e akrabalık yönünden elde ettiğini onlar elde
edemediler... Sen âmânın gözünü açamazsın, cahil olanı bilgili yapamazsın.”
dedi. Hz. Osman da ona şöyle cevap verdi: “Allâh’a yemin olsun ki, yerimde
olsaydın ve akrabalık gözetseydin, kaybolmuşu misafir etseydin ve Ömer’in vali
tayin ettiğini sen de etseydin, seni kınamazdım. Allah için söyle, Ömer, Muğîre
b. Şu'be'yi vali tayin etmedi mi?” Hz. Ali bunu onaylayınca Hz. Osman bu
sefer Muâviye'yi de Hz. Ömer'in tayin ettiğini hatırlattı. Fakat Hz. Ali
durumun Hz. Ömer döneminden farklı olduğuna dikkat çekmek için: “Muâviye'nin
Ömer'den korkusu ve ona itaati büyüktü. Şimdi o, işleri sana haber vermeden
yapıyor ve bitiriyor. Arkasından da insanlara bu Osman'ın işidir diyor.
Yaptıklarını duyunca sen müdahale etmiyorsun.” diyerek halifeyi uyardı[230].
Hz. Osman
yapılan uyarılar ve tavsiyeler neticesinde, mal verilerek âsilerin gönüllerinin
alınması, ayrıca savaş için sınırlara gönderilerek cihatla meşgul edilmesi gibi
birtakım önlemler almayı denedi[231]. Fakat
bunlar çok önceleri başlamış ve artık durdurulma noktasını aşmış olan fitne
hareketini engellemeye yetmedi. Asiler 35/661 senesi Şevval/Ocak ayında hac
yapmak bahanesiyle Medine'ye doğru Mısır, Küfe ve Basra'dan aynı zamanlarda
yola çıktılar. Mısırlılar yaklaşık bin kişiydiler ve başlarında Gâfikî b. Harb
vardı. Kûfeliler Abdullah b. A'sam, Basralılar da Hurkus b. Züheyr es-Sâdî
başkanlığında Medine'ye geldiler[232].
Medine'nin Zûhuşub
mevkiinde toplanan Mısırlılardan bir grup Hz. Ali ile görüşmek istediler fakat
geri çevrildiler[233]. Hz.
Ali'ye ortamın durumun gittikçe kötüleştiği hususunda şikayetler gelmeye devam
ediyordu. Hz. Ali de bunun farkındaydı. Fakat Hz. Osman onun uyarılarına pek
ilgili davranmıyordu. Yine bir defasında Hz. Ali oğlu Hz. Hasan'ı halifeye
gönderdi. Hz. Osman da ona: “Babanın uyarıları için bir diyeceğim yok. Ama
biz de ne yaptığımızı biliyoruz. Biraz rahat bırakılsak iyi olacak.” dedi[234].
Bu sıralarda
Ammâr b. Yâsir, Hz. Âişe gibi sahabilerin Hz. Osman'a karşı Kur'ân ve Sünnete
muhalif davrandığı gerekçesiyle aleyhinde tavırları görülmekteyken, Hz. Ali böyle
bir muhalefete girmeyerek tarafsız kalmayı tercih ediyordu[235].
Medine'ye
gelen isyancılardan Mısırlılar, Hz. Ali'ye, Basrahlar Talha'ya, Kufeliler de
Zübeyr'e meylediyor, Hz. Osman'ı halifelikten indirip yerine onları geçirmek
istiyorlardı. Onlarla görüşerek hareketlerini desteklemelerini istiyorlardı.
İsyancıları bu konuda cesaretlendiren de sanırız Hz. Ali, Talha ve Zübeyriin
Hz. Osman'ı zaman zaman çeşitli icraatları vesilesiyle tenkit etmiş olmaları ve
onu uyarmalarıydı[236],
isyancıların, onların bu tutumlarını, Halifeye şiddetle karşı oldukları ve bir
an önce halifelikten indirilip yerine bir başkasının geçirilmesi şeklinde
anladıkları kuvvetle muhtemeldir. Fakat hepsi de isyancıların tekliflerini
reddetmişlerdi[237]. Ancak Hz.
Ali isyancıları teşebbüs etmekte oldukları işten vazgeçirmek için ciddi ikaz ve
nasihatlerde bulunduysa da, onların halifenin evini kuşatmalarına engel
olamamıştır.
HZ. OSMAN’IN BAZI SAHABİLERE DAVRANIŞI KARŞISINDA
Hz. ALİ
Hz. Osman'ın
hilafeti boyunca müslümanlardan en çok tepki aldığı uygulamalardan biri de
sahabeye karşı davranışıdır. Ileriki bölümlerde Hz. Osman'a yöneltilen
eleştiriler başlığı altında kısmen de olsa bu konuya tekrar temas edilecektir.
Fakat Hz. Ali'nin de diğer müslümanlar gibi Halifenin sahabeye davranışından rahatsız
olarak zaman zaman Hz. Osman'la karşı karşıya kalması nedeniyle bir bölüm
halinde bu konuyu incelemeyi düşündük.
Ubeydullah b. Ömer Meselesi
Halife
seçildiğinde Hz. Osman'ın ele alması gereken ilk mesele Hürmüzan ve Cufeyne
ile, Ebû Lü'lüe'nin küçük kızını öldüren Ubeydullah b. Ömer'in yargılanması
konusuydu. Bu konuda müslümanlar farklı görüşler ileri sürüyordu. Bazıları
masum insanları öldürdüğü için kısas uygulanması ve Ubeydullah'ın idam edilmesi
gerektiğini savunuyordu. Hz. Ali de Hz. Osman'a bu görüşte olduğunu söylemişti[238].
Bazılarıysa yakın zamanda babası katledilmişken peşinden oğlunun da
öldürülmesinin kabile dengeleri açısından ortaya çok güç bir durum çıkaracağını
düşünüyorlardı. Hz. Osman meseleyi, Ubeydullah'ın, öldürdüğü kimselerin ailelerine
diyet ödemesine karar vererek içtihatla çözme yoluna gitti. Başka bir rivayete
göre ise Hz. Osman kısasa hükmetmiş, fakat maktul ailelerinin diyetle yetinmesi
üzerine Ubeydullah'ın idamından vazgeçmişti[239].
Hangisini
doğru kabul edersek edelim, Hz. Osman'ın Ubeydullah') affederken aslında hukuki
bir meseleyi siyasi tarafıyla ele aldığı anlaşılmaktadır[240].
Ancak bu noktada Hz. Ali'nin itirazıyla karşılaşmıştır. Hz. Ali suçluluğu kesin
olmayan insanları katletmesine rağmen Ubeydullah') affetmesinden dolayı Hz.
Osman'a çok kızmış ve ona bu içtihadından dolayı karşı çıkmıştı. Hatta “Eğer
elime güç geçerse, ona (Ubeydullah b. Ömer’e) kısas uygulayacağım.”
demişti. Hz. Ali halife olduğunda onun bu sözünü yerine getirmesinden korkan
Ubeydullah Muâviye'ye kaçtı ve Sıffîn savaşında öldürüldü[241].
Belâzurî'de ise Hz. Ali'nin Ubeydullah'a “Ey Fâsık! Eğer bir gün elime imkan
geçerse Hûrmüzan'm yerine seni öldüreceğim”[242]
dediği rivayet edilmektedir. Sonuç olarak diyebiliriz ki; bu uygulamasıyla Hz.
Osman, suça göre değil kişiye göre ceza uygulamış ve belki de fitne olayında
isyancıların bu kadar cüretle davranmalarına sebep olacak, yumuşak halife,
affedici, merhametli halife imajına ister istemez sahip olmuştur.
Ebû Zerr Olayı
Hz. Osman'ın
halifeliği döneminde yaptığı uygulamalardan biri kendisinden memnun olmadığı,
bulunduğu bölge de huzursuzluk çıkaran sahabe ya da diğer kimseleri
memleketinden uzaklaştırarak cezalandırmaktı. Kûfe'de valiye ve devlete karşı,
şehirde karışıklıklar çıkararak muhalefette bulunan bir grubu önce Şam'a
ardından Hımıs'a sürmüştü. Ayrıca Hz. Osman, daha sonra göreceğimiz üzere Ammâr
b. Yâsir'e kızıp onu dövdürmesi, fakat aynı konuda kendisini eleştirdiği halde
Hz. Ali'ye bir şey yapmaması nedeniyle kendisine “Benî Ûmeyye'den önemli bir
kişiyi öldüreceğim” diyen Hişâm b. Velîd b. Muğîre'nin de Medine dışına
sürülmesini emretmişti[243].
Ebû Zerr de
Şam'da, bir yandan Hz. Osman'a karşı yakınlarına mali yardımda bulunması
nedeniyle sert eleştiriler yöneltirken, diğer yandan mal biriktirme ve büyük
servet sahibi olma konularında Muaviye ile tartışıyor, onun bu konulardaki
tutumu zengin servet sahiplerini de rahatsız ediyordu. Ayrıca Ebû Zerr, Mısır
valisi Abdullah b. Saîd'in idaresinden halkının duyduğu memnuniyetsizliği de
halifeye iletiyordu[244].
Ebû Zerrin
özellikle mal edinme konusunda insanlara karşı takındığı tavırdan rahatsız olan
Hz. Osman, Medine'ye gelince ona, yaptığının doğru olmadığını, insanları zorla
takvaya çağırmanın görevleri olmadığını[245]
söyledi. Ardından Ebû Zerr'i Rebeze'ye sürgün etti[246].
Daha sonra
Ebû Zerr'in sürgün edilmesi olayı, Hz. Ali ile Hz. Osman'ın arasını açtı. Hz.
Ali Ebû Zerr'i yolcu ederken Mervan ona engel olmak istedi. Hz. Ali de elindeki
kırbaçla Mervân'ın devesinin iki kulağı arasına vurdu. Bundan dolayı Hz. Ali
ile Hz. Osman arasında kırıcı bir tartışma oldu. Hz. Osman Hz. Ali'ye “Benim
nazarımda hiçbir faziletin yok? dedi ve birbirlerine kötü sözler sarf
ettiler. Müslümanlar halifeyi kınayarak araya girdiler ve iki sahabiyi
barıştırdılar[247].
Ebu Zerr
Rebeze'de vefat edince, Hz. Ali ve Abdurrahmân b. Avf, Hz. Osman'ın ona karşı
göstermiş olduğu menfi tutumu hatırladılar. Bu arada Hz. Ali Abdurrahmân b.
Avf'a “Bu senin işindir.” diyerek, Hz. Osman'a biat etmekle dolaylı
yoldan bu olaya da sebep olduğunu söylemek istedi. Abdurrahmân b. Avf da Hz.
Ali'ye hak verir şekilde “İstersen kılıcını al, ben de kılıcımı alayım.
Çünkü o bana vermiş olduğu sözü tutmadı.” diyerek Hz. Osman'ın bu icraatına
karşı öfkesini dile getirdi Hatta Abdurrahmân b. Avf'ın, yaptıklarından dolayı
Hz. Osman'a çok kırıldığı, bu yüzden de cenaze namazını kıldırmamasını istediği
rivayet edilmektedir[248].
Ebû Zerr'in
maruz kaldığı muameleyi hazmedemeyen Hz. Ali'nin bunu daha sonraki zamanlarda
da halifeye karşı sözleriyle dile getirdiğini görmekteyiz. Ammar b. Yasir olayında
anlatacağımız üzere Hz. Ali, Ebû Zerr'e yaptığından dolayı Hz. Osman'ı
suçlamıştır[249].
Ammâr b. Yâsir Olayı
Hz. Osman,
vilayetlerdeki huzursuzluğun sebeplerini araştırmak için şikayet olan illere
müfettişler göndermişti[250]. Mısır'ı
teftiş eden Ammâr b. Yâsir olaylardan dolayı Hz. Osman'ı suçlamıştı. Sa’d b.
Ebî Vakkâs da Ammâr'ı fitne çıkarmakla itham etti[251].
Bu olaydan sonra Ammâr Hz. Osman'a daha sert tenkitler yöneltmeye başladı.
Hatta Ammâr “Osman'ı öldürdüğümüz gün o kafirdi” diyor, onu “na'sel”[252] diye isimlendirerek
kanının helal olduğunu söylüyordu[253].
Belâzurî’deki
bir rivayete göre, Hz. Osman beytülmâlden yakınlarına maddi yardımlarda
bulununca, müslümanlar bunu hoş karşılamamış, hatta şiddetle eleştirmişlerdi.
Hz. Osman ise bu eleştirilere “Kavimlerin gururunu incitse de feyden
ihtiyacımız olanı alırız.” Şeklindeki sözleriyle karşılık verdi. Hz. Ali ve
Ammâr b. Yâsir de Hz. Osman'ı bu icraatından dolayı eleştirdiler. Ammâr'ın
kendisi hakkında söylediği bazı sözlere oldukça sinirlenen Hz. Osman onu bayıltıncaya
kadar dövdürdü. Hatta kendisi de ona vurdu. Daha sonra Ammâr'ı Hz. Peygamber'in
zevcelerinden Ümmü Seleme'nin evine taşıyıp bıraktılar. O kadar dövülmüştü ki
öğle, ikindi ve akşam namazlarını kılamadı[254].
Ammâr b.
Yâsir'in dövülmesiyle ilgili olarak Ibn Kuteybe'de ise başka bir gerekçe
gösterilmektedir. Rivayete göre, on kadar sahabi Hz. Osman'a hitaben, içinde
Rasûlullâh'ın sünnetine muhalefet ettiğini yazan ve yaptığı yanlış icraatları
belirten bir mektup hazırlamışlar, mektubu Ammâr b. Yâsir*le kendisine
göndermişlerdi. Mervân, Hz. Osman'a, Ammâr'ın insanları kendisine karşı
kışkırttığını söyleyerek onun hakkında şikayette bulundu. Eğer onu öldürürse
peşinden gelenlerin de korkarak muhalefetten geri duracaklarını söyledi. Onun
telkinlerinden etkilenen Hz. Osman da Ammâr'ın dövülmesini emretti. Kendisi de
ona vurdu. Ammâr'ı karnından yaraladılar. Ammâr'ın maruz kaldığı muameleye çok
sinirlenen Hişâm b. Velîd b. Muğîre ertesi gün “Eğer Ammâr ölürse, ben de
Benî Ümeyye'den önde gelen bir kişiyi öldüreceğim.” deyince Hz. Osman “Ben
orada değildim.” diyerek kendini savundu[255].
Bir gün, Ebû
Zerr'in Rebeze’de vefat haberini alan Hz. Osman “Allah Ebû Zerr'e rahmet
etsin” diye dua edince orada bulunan Ammâr b. Yâsir de Hz. Osman'ı
kastederek “Evet! Allah Ebû Zerr'i nefislerimizden koruyarak rahmet etti’
demesi üzerine Hz. Osman buna hayli sinirlendi ve ona hakaret etti. Daha sonra
da Ammâr'ın Medine'den sürgün edilmesini emretti. Ammâr Halifenin emri gereği
Medine'den çıkmaya hazırlandığı sıralarda, Benî Mahzum kabilesine mensup bazı
kimseler onun sürgün edilmesine engel olması için Ali'den halifeyle konuşmasını
istediler. O da Hz. Osman’a giderek, yaptığının doğru olmadığını ifade etmek
için “Ey Osman! Allah'tan kork! Müslümanlardan iyi bir kişiyi sürdün, helak
oldu. Şimdi ise, şekilde onu da sürmek istiyorsun” dedi. Hz. Osman da buna “Sen
sürülmeyi ondan daha fazla hak etmişsin!” şeklinde sert bir ifadeyle
karşılık verdi. Hz. Ali de kızarak “Sür istersen!” diye haykırdı.
Tartışmanın daha da büyümesini istemeyen Muhâcirler Halife ile konuşarak, onu,
her konuşanı ve itiraz edeni sürmekle bir yere varamayacağı konusunda
uyardılar. Hz. Osman da Ammâr'ı sürgün etmekten vazgeçti[256].
Abdullah b. Mes’ûd’un Dövülmesi
Abdullah b.
Mes’ûd, ilk müslümanlardan ve Bedir Ashabındandır. Kur’ân'ı en iyi
ezberleyenlerdendi. Ayrıca kendisinden çokça hadis rivayet edilmesi ile meşhur
bir sahabidir. 32/652 yılında ölmüştür[257].
Hz. Osman Kûfe'ye Sa'd b. Ebî Vakkâs'ı vali tayin ettiğinde,
Abdullah b. Mes’ûd da vergi toplama vazifesiyle yanında bulunuyordu. Ibn
Mes’ûd'dan borç alan Sa'd, günü gelmesine rağmen borcunu geciktirince Ibn
Mes’ûd halktan bazı kimseleri de yanına alarak Sa'd aleyhinde konuşmaya
başlamıştı. Bunun üzerine Sa'd da Ibn Mes’ûd aleyhinde bazı sözler sarf etti.
Durumdan
haberdar olan Hz. Osman iki sahabi arasındaki sürtüşmeden dolayı rahatsız oldu
ve Sa'd'ı görevden aldı, yerine vali olarak Velîd b. Ukbe'yi tayin etti.
Abdullah b. Mes’ûd'sa görevinde kaldı[258].
Sahabe
arasında Kur'ân hıfzındaki üstünlüğü ile temayüz etmiş olan Abdullah b. Mes’ûd,
resmi nüshanın teşkili çalışmasında riyaset kendisine verilmediği için başından
beri Hz. Osman'a kızgındı[259]. Halifeye
olan bu kırgınlığını Kûfe'deyken de sürdürüyor ve halka, “İşlerin en kötüsü
sonradan ortaya çıkandır. Her sonradan çıkan bid'attir, her bid'at sapıklıktır.
Her sapıklık da cehenneme götürür.” diyerek Hz. Osman aleyhinde
konuşuyordu. Velîd b. Ukbe, Hz. Osman'a mektup yazarak, Ibn Mes'ûd'un onun
aleyhinde konuştuğunu ve onu tenkit ettiğini bildirdi[260].
Hz. Osman
ise Abdullah b. Mes'ûd'un kendisi aleyhindeki bu tutumundan oldukça rahatsızlık
duyuyordu. 32/652 yılında İbn Mes'ûd Kûfe'den Medine'ye geldi ve doğruca
Mescid'e gitti. Bu sırada Mescid'de hutbe okumakta olan Hz. Osman onu görünce,
kendisi aleyhindeki tutumundan dolayı ona kızdı. Aralarında sözlü münakaşa
olunca da dışarı çıkarılmasını emretti. Abdullah b. Mes'ûd Hz. Osman'ın kölesi
tarafından dövülerek sert bir muameleyle Mescid'den çıkarıldı. İbn Mes’ûd'un
Hz. Osman'ın kölesi tarafından dövülmesine öfkelenen Hz. Ali halifeye "Ey
Osman! Rasulullah'ın arkadaşına Velîd b. Ukbe'nin kavline göre mi bunu
yaptırdın?" diye sorunca o da “Bunu Velîd'in sözüne göre yapmadım.
Fakat Zübeyd b. es-Salt el-Kindî'yi Kûfe'ye gönderdim. İbn Mes’ûd'un ona
“Osman'ın kanı helaldir” dediğini söyledi” diye cevap verince Hz. Ali ona: "Gerçeği
öğrenmeden Zübeyd'in sözü ile mi onu cezalandırdın?" diyerek çıkıştı.
Daha sonra İbn Mes’ûd'un isteği üzerine Hz. Ali onu evine kadar götürür. Bu
olaydan sonra İbn Mes'ûd Medine'de evinde ikamete mecbur edildi[261].
Abdullah
hastalığı sırasında kendisini ziyarete gelen Hz. Osman'a “Allah'tan senden
hakkımı almasını istiyorum.” diyerek kırgın olduğunu belirtmiş, ölmeden
önce de, cenaze namazını Hz. Osman'ın kıldırmamasını vasiyet etmişti[262].
Velîd b. Ukbe Olayı
Velîd b.
Ukbe b. Ebî Muayt anne tarafından Hz. Osman'ın kardeşiydi. Mekke'nin fethinden
sonra müslüman olmuştu[263].
Küfe valisi
Velîd b. Ukbe'nin bir gün sabah namazını sarhoş halde kıldırması üzerine iki
kişi Medine'ye gelerek durumu halifeye iletir. Fakat halifenin bu meseleye
eğilmemesi üzerine durum Hz. Ali'ye aktarılır. Hz. Ali Osman'a giderek Velîd'in
suçlu olduğunu ve cezalandırılması gerektiğini söyler. Hz. Osman Hz. Ali'nin
uyarısı üzerine ikna olur ve valiyi azledip Medine'ye getirilmesini emreder. Yapılan
araştırmadan sonra suçlu olduğu anlaşılır. Kırbaç cezasının uygulanması için
Hz. Osman Hz. Ali'ye “Ey Ebu'l-Hasan! Kalk onu kırbaçla” diye emir
verir. O da oğlu Hasan'dan Velîd'i kırbaçlamasını ister. Fakat Hz. Haşan,
haddin halife veya bir akrabası tarafından uygulanmasının daha doğru olacağını
söyleyince, Hz. Ali kırbacı yeğeni Abdullah b. Ca'fer'e uzatarak “Kalk onu
kırbaçla” der. Abdullah b. Ca'fer de cezayı uygulamaya başlar. Hz. Ali de
Velîd'e seksen kırbaç vurulana dek sayar ve cezayı uygulatmış olur[264].
Hz. OSMAN'IN MUHASARASI VE ÖLDÜRÜLMESİ
Hz. Ali'nin İsyancılarla Konuşmakla
Görevlendirilmesi
Hz. Osman,
isyancıların Hz. Ali'ye mektup yazarak onunla konuşmak istediklerini öğrenince256,
onları ikna ederek geri dönmelerini sağlayabileceğini düşünerek Hz. Ali'yi
isyancılarla konuşması için onlara gönderdi[265]
[266]. Hz. Ali
âsilerin yanına gittiğinde bu hareketlerinden vazgeçmelerini öğütlediyse de
onlar: "Biz bu adam (Hz. Ali) için savaşıyor ve halifeyi protesto
ediyoruz. O da kalkmış bize onu savunuyor." diye karşı çıkmışlardı.
Hz. Ali onlarla konuşarak ikna etmeyi başardı ve belli konularda anlaşma
sağlanarak geri dönmeye razı oldular[267].
Hz. Ali'nin
isyancılarla yaptığı anlaşmaya göre:
Sürgün
edilenler memleketlerine geri dönecek, mağdur olan ve haksızlık edilenlere
haklan geri verilecek;
Vazifelerinden
alınanlar geri iade edilecek;
Devletin
vereceği maddi yardımda adalet gözetilecek;
Devlet
idaresinde adaleti ve liyakatli kişiler çalıştırılacak;
Mahruma
yardım edilecekti[268].
Hz. Ali
isyancılarla anlaşıp bazı isteklerinin yerine getirileceğine dair söz verdikten
sonra Hz. Osman'a gelerek Mervân'ı görevden almasını söyledi. Ayrıca: “Çık!
İnsanlara duymak istediği bir söz söyle ve kalbindekilere Allâh'ı şahit kıl.
Memleketin her tarafı sana karşı ayaklandı. Mısır, Küfe ve Basra'dan başka
grupların gelmeyeceğinden emin olma. O zaman tekrar bana 'Ey Ali! Çık
onları geri gönderi diyeceksin, yapmadığımda da 'O benden şefkatini kesti,
hakkımı hafife aldı' deme.”[269]
dedi. Bunun üzerine Hz.
Osman Mescid'e giderek insanlara hitap etti. Ancak bu sırada, Mervân'ın orada
bulunanlarla ileri geri konuşması Hz. Ali'yi sinirlendirdi. Hz. Osman'ın
Mervân'ı görevden almayı kabul etmemesi üzerine, hem kendisinden fitneyi
önlemek üzere yardım istemesi hem de dediklerine aldırış etmemesi nedeniyle
Halifeye: “Eğer Mervân'dan razı olursan, hilekârlığın ve dîninin bozulması
nedeniyle senden kimse razı olmayacak. Onun seni öne süreceğini ve gerçeği
açıklamayacağını görüyorum.” dedi[270].
Ayrıca Mervân'a neden güvendiğini anlamadığını, onun kendisini dininden
saptırmak istediğini ve aklını çeldiğini, halka görüş beyan edecek liyâkata
sahip olmadığını, bir daha da kendisine gelip ikazda bulunmayacağını söyledi.
Bundan sonra öldürülmesine kadar da Hz. Osman'ın yanına hiç gelmedi. Hz. Osman'ın
karısı Nâile de Mervân konusunda halifeye "Ey Mü'minlerin Emîri!
Vallahi Ali'nin sana söylediği sözlerin hepsi hayırdır. Herkesin nefretini
kazanan bu herifi defet.” diye uyarıda bulunmuştu[271].
Mektup Olayı
Hz. Ali
isyancıları hareketlerinden vazgeçirip geri dönmeye razı etmişken, daha sonra
kalabalık bir şekilde tekrar deri döndüler. Çünkü yolda Hz. Osman'ın bir
kölesini yakalamışlardı. Üzerinde, valilerine hitaben yazılmış, kendilerinin
öldürülmelerini emreden bir mektup taşıyordu. Mektupta da halifenin mührü
vardı. Beraberlerine Hz. Ali, Talha, Zübeyr, Sa'd b. ebî Vakkâs ve Ammâr b.
Yâsir’i de alarak Hz. Osman'a gittiler. Hz. Ali, Hz. Osman'a, köle, mektup ve
mühür hakkında sorular sordu. O da kölenin ve mührün kendisine ait olduğunu,
fakat böyle bir mektup yazmadığını ve köleyi de Mısır'a göndermediğini söyledi.
Bu sefer isyancılar mektubun Mervan tarafından yazılmış olabileceğini
düşündüler ve Halifeden onu kendilerine vermesini istediler. Hz. Osman ise onu
öldürmelerinden korkarak isyancılara vermedi[272].
İkna olmayan
isyancılar, daha sonra Hz. Ali'ye giderek, Hz. Osman'ın kanının helal olduğunu,
onlarla beraber gelmesini istediler. Hz. Ali olmaz deyince, bu sefer ona “Sen
bize mektup yazıp 'Halifeye karşı harekete geçelim' dememiş miydin?” diye
sordular. Hz. Ali de ben size hiçbir şey yazmadım dedi ve yanlarından ayrıldı[273].
Kutluay'a
göre, isyancıların Hz. Ali tarafından ilk seferinde ikna edilip geri
döndürülmelerinden sonra, tekrar Medine'ye gelmeleri ve bunun bütün gruplar
için aynı zamanda gerçekleşmesi, sanki isyancıların belli bir amaç uğrunda
fikir birliği etmişçesine hareket ettiklerini göstermesi açısından dikkat
çekicidir[274]. "...Aslında
bu insanlar ne halifeyi öldürmek için ne de onu muhasara etmek için geldiler.
Eğer böyle bir amaçları olsaydı önce valilerini öldürürlerdi. Bir vali ile başa
çıkamayan insanların devlet başkanını öldürmeyi düşüneceklerini sanmak oldukça
zordur. Çünkü valiyi öldürmek başkentte halifeyi öldürmekten daha kolay riski
de daha azdır. Bu gerçek sürekli gözden kaçırılmıştıı”[275].
Hz. Osman’ın Susuz Bırakılması
Muhasara
sırasında asiler Hz. Osman'ı susuz bırakarak yıldırmak istediler. Bu sebeple
kuyudan içme suyu almasına engel oluyorlardı[276].
Hz. Osman'ın Hz. Ali, Talha ve Zübeyr'den yardım istemesi üzerine bu sahabiler
girişimlerde bulundular. Hz. Ali isyancılarla konuşmuş, fakat bir netice
alamayınca oldukça kızmıştı. Hz. Ali onlara tekrar haber göndererek, Hz.
Osman'ın kendi kuyusundan su içmesine izin vermelerini istedi[277]. Bir ara
Hz. Osman dışarıdakilere seslenerek aralarında Hz. Ali veya Sa'd b. Ebî
Vakkâs'ın olup olmadığını olup olmadığını sordu. Sonra “Bize su ulaştırması
için Ali'ye haber verecek yok mu?” diye sordu. Hz. Ali durumu haber alınca
engellemeleri dinlemeden Hz. Osman'a üç testi su gönderdi[278].
Bu sıralarda
Ümmü Habibe bineği ile Hz. Osman'a su götürmek istemişti, isyancılar ona da
izin vermediler ve katırın üzerindeki ipleri keserek suyu yere döktüler. Ümmü
Habibe'yi de tartaklayarak evine gönderdiler[279].
Hz. Osman'ın
muhasarası kırk günden fazla sürmüştü[280].
Hz. Osman muhasarası sırasında her Cuma'da hatta öldürüldüğü son Cuma'da bile
Mescid'e çıkmıştı. Muhasaranın devam ettiği bir Cuma günü isyancılar Hz.
Osman'ın hutbede söylediklerine sinirlenmiş ve hutbeden inince, Hz. Ebû Bekir
ve Hz. Ömer'in de kullandığı, Rasûlullâh'ın âsâsını elinden alıp kırmışlardı[281].
Muhasara
sırasında isyancıların önde gelenlerinden Eşter Hz. Osman'a gelerek “Dışarıdaki
topluluk halifeliği bırakmanı istiyor, yoksa seni öldürecekler uyarısında
bulundu. Hz. Osman ise buna kulak asmayarak halifeliği bırakmayacağını söyledi[282]. Abdullah
b. Ömer de Hz. Osman'a Allah'ın kendisine giydirdiği bu gömleği çıkarmaması
gerektiğini söylüyordu[283]. Muhtemelen
Hz. Osman, Abdullah b. Ömer gibi bazı sahabilerin bu konudaki telkinlerinden
epeyce etkilenmiş ve olayların kötü bir sona gittiği yolundaki tüm emarelere
rağmen, halifeliğin kendisine dini nasla verilmiş bir görev olduğunu düşünerek
asla bırakmamaya karar vermişti.
Son gün
Cuma'dan eve gittiğinde hadiseler kızışmış, asiler evi iyice kuşatmışlardı. Bu
sırada Hz. Ali'ye Hz. Osman'ın katlinin istendiği haberi ulaşınca Hz. Ali,
Talha ve Zübeyr oğullarından Hz. Osman'ı korumaları için kılıçlarını alarak
onun evine gitmelerini istediler[284].
Ancak Hz. Osman, Hz. Haşan ve Hüseyin ile, Abdullah b. Ömer ve İbn Ca'fer gibi
kimselerin kendisini korumak istemelerine yanaşmadı. Hz. Osman müslümanlar
arasında ayrılık husule gelmesinden ve müslümanların birbirlerine kılıç
kullanmalarından sakınarak, ülfet ve kardeşliğe zararı dokunacağını düşünerek
korunmasını istemiyordu[285]. Bu sırada
İsyancılar isteklerinin bazılarının gerçekleşebileceğine inanıyor[286] ve Hz.
Osman'dan hilafetten vazgeçmesini veya Mervân'ı kendilerine vermesini
istiyorlardı[287].
Bir rivayete
göre Hz. Ali dolaylı yollardan Hz. Osman'a yardım ediyordu. Fakat halifenin
kendisinden bizzat yardım etmesi isteği üzerine oğlu Hüseyin'i Halifeye
gönderdi. Hz. Osman ona niye geldiğini sorunca, Hz. Hüseyin biat borcunu ödemek
için geldiğini söyledi. Hz. Osman bu defa “Ey kardeşimin oğlu! İnsanları
benden uzaklaştırmaya gücün yetecek mi?” diye sorunca, Hz. Hüseyin hayır
cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Osman “İstediğini yapmakta serbestsin,
fakat babana söyle bana gelsin.” dedi. Hz. Hüseyin bunları babasına
anlatınca Hz. Ali Hz. Osman'ı korumak için bizzat harekete geçti, ancak oğlu
Muhammed b. el-Hanefiyye tarafından engellendi. Başka bir rivayete göreyse, Hz. Ali, ailesinden bazı
kişilerce engellenince, başındaki siyah sarığı çıkarıp, Hz. Osman’ın yardım
çağrısını iletmek üzere kendisine gelmiş olan elçiye fırlattı. Aslında yardım
etmek istediğini ve engellendiğini Halifeye iletmesi için ona “Gördüklerini
Osman'a haber ver.” dedi. Daha sonra Medine sokaklarına doğru ilerlerken,
öldürülebileceğini düşünerek olsa gerek, Hz. Osman'ın kanından dolayı masum
olduğunu belirten ifadelerle Allah'a yakarmıştı. Bir rivayette “Allahım!
Osman’ın kanından dolayı en suçsuz kişi benim.” dediği nakledilmektedir[288].
Hz. Osman'ı
korumak isteyenlerden biri de Abdullah b. Selâm'dı. Fakat asilerin onu “Yahudi
çocuğu!” diyerek azarlayıp, ona sert davranışlarda bulununca geri dönmek
zorunda kaldı[289]. Yine
Abdullah b. Âmir b. Rebîa ve Suleyt b. Ebî Suleyt de kılıçlarını kuşanarak
Halifeyi korumak istemiş fakat Hz. Osman kendisi için savaşmamalarını istemiş, “Kılıçlarınızı
kınına sokun. Evlerinize gidin. Beni savunmak isteyenlere de bundan
vazgeçmelerini söyleyin” diyerek, bu amaçla yola çıkanları da geri
çevirmelerini söylemişti[290].
Hz.
Osman'ın Yardım Çağrıları
Hz. Osman
Muâviye'ye mektup göndererek yardım İstemiş[291].
Muâviye'nin gönderdiği ordu Vâdi'l-Kurâ'ya geldiğinde halifenin öldürüldüğünü
duyunca geri dönmüştü. Aynı şekilde Basra valisi Abdullah b. Âmir’den de yardım
istemiş, Mücâşe b. Mes’ûd komutasında gönderilen askerler Rebeze'ye
geldiklerinde Hz. Osman öldürülmüştü[292].
Bazı araştırmacılara göre Muâviye Hz. Osman'ın yerine halife olmak istiyordu.
Bu nedenle Hz. Osman'ın yardım çağrısını almasına rağmen ona yardım göndermeyi
kasten geciktirerek, halifelikten indirilmesini beklemişti[293].
Ibn
Kuteybe'de anlatıldığına göre, Hz. Osman'a karşı suçlamalar artınca Hz. Ali
isyancıların kendisine sürekli baskı yapmasından sıkılarak, Halifeden
Medine'den ayrılarak gözden uzak bir yere gitmek için izin istedi. Hz. Osman da
ona izin verdi. Fakat Hz. Ali'nin Medine'den uzak kalmasını fırsat olarak değerlendiren
Talha ve Zübeyr halkın kendilerine bağlanacağı ve onlara hakim olacakları
hayaline kapılarak, Hz. Osman'a yardım etmediler ve onu zor durumda bıraktılar.
Bunun neticesinde de halife Hz. Ali'ye bir mektup göndererek durumun iyi
olmadığını ve kötülüğün had safhaya ulaştığını bildirerek yardım istemişti.
Mektupta Hz. Osman Hz. Ali'ye şöyle diyordu: “Sel doruğa ulaşmış; iş haddini
aşmıştır. Halkın hakkımızdaki hareketi ilerlemiştir.
Kanımdan
başka onları tatmin edecek bir şey görünmüyor. Üstelik, kendine faydası olmayan
beni suçluyor. Senin karşında kimse övünemez; seni yermek üzere kimse karşına
çıkamaz. 'Seni çakal parçalayacağına arslan yesin' derler. Sen gel daha iyi.
Eğer yenilirsem sen ye daha iyi; değilse parçalanmadan imdâdıma yetişP’255.
Görüldüğü
kadarıyla, daha önceleri kendisini defalarca uyarmasına rağmen Hz. Ali'nin
sözlerini dikkate almayan ve hatta kendisini rahat bırakmasını söyleyip, işini
bildiğini iddia eden Hz. Osman, bu sefer tehlikenin boyutunu gerçekten fark
etmiş ve Hz. Ali'den acilen yardım istemişti. Fakat iş işten geçmek üzereydi.
Hz. Osman’ın Hz. Ali'yi Suçlaması
ibn Kuteybe'de geçen bir rivayete göre, Hz. Osman,
yine karışıklıklarla ilgili olarak Muâviye ile bir görüşme yapmış ve aralarında
şu diyalog geçmişti. Muâviye Hz. Osman'a: “...İzin ver onların boynunu
vurayım.” dedi. Hz. Osman ona kimin diye sorunca o da “Ali, Talha ve
Zübeyrin” cevabını verdi. Hz. Osman şaşırarak: “Sebepsiz yere, suçları
olmadan Rasûlullâh'ın ashabını mı öldüreyim?’ diye sorunca Muâviye “Sen
onları öldürmezsen onlar seni öldürecek.” Karşılığını verdi. Hz. Osman da
kızarak “Ben ümmetinin kanını dökerek Rasûlullâh'a muhalefet eden ilk kişi
olmak istemiyorum.”255
dedi. Muhtemelen Hz. Osman, Hz. Ali hakkında ilk başlarda olumsuz bir kanaate
sahip değilken çevresindekilerin telkiniyle onu suçlayacak duruma gelmişti[294] [295] [296].
Hz. Osman,
Abdullah b. Hâris aracılığıyla Hz. Ali'ye “Eğer yiyileceksem, beni sen ye,
bu daha hayırlıdır!” haberini göndermişti[297].
Aynı şekilde bu isyan hareketini kastederek “Bunlann tümü Ali, Talha ve
Zübeyrin işidir.” demiştir[298].
Hz. Osman'ın Öldürülmesi
Muhasara
artık kaldırılamaz boyuta ulaşmış ve isyancılar etraftaki evlerden Hz. Osman'ın
evine girmişti. Hz. Osman'ı öldürmek üzere eve girenlerin içinde Muhammed b.
Ebî Bekir[299] de vardı.
Hz. Osman bu sırada Kur'ân[300] okuyordu.
Halifeye na'sel diye hakaret edince Hz. Osman da ona “Ben na'sel değilim,
Allah'ın kulu ve mü'minlerin emiriyim.” diye karşılık verdi. Hz. Osman,
hilafeti bırakması isteğine olumsuz karşılık verince bir grup isyancı tarafından
öldürüldü[301].
Hz. Osman
âsîler tarafından kırk günden fazla muhasara edildikten sonra 28 Zilhicce 35
Cuma günü (Mayıs 656) akşamı öldürüldü[302].
Hz. Osman öldüğünde seksenbeş yaşlarındaydı[303].
Halifenin naaşı iki üç gün yerde kaldı. Çünkü isyancılar naaşın defnine izin
vermiyorlardı. Hatta kokmaya başlamıştı ki, Hakîm b. Hizam ve Cebîr b. Mut'im
Hz. Ali'ye gelerek defin için yardımını istediler. Hz. Ali de oğlu Hasan'ı
Mısırlı isyancılara göndererek cenazenin defnine müsaade etmelerini istedi.
Onlar da Hz. Ali'ye olan meyillerinden dolayı bunu kabul ettiler. Ensar'dan bir
grup cenaze namazının kılınmasını engellemek istediyse de Hz. Ali buna izin
vermedi ve namazı Hakîm b. Hizâm, bazı rivayetlere göreyse Cebîr b. Mut'im
kıldırdı. Cenaze namazına az sayıda kişi katıldı. Hz. Osman'ın naaşı Huşkevkeb
denen yerde defnedildi[304].
Hz. Osman'ın
öldürülmesinden sonra Medine beş gün halifesiz kaldı[305].
Hz. Ali’nin Hz. Osman’ın Öldürülmesine Tepkisi
Hz. Osman'ın
öldürülmesi Medineliler arasında çok fazla bir tepki doğurmadı. Böyle bir
neticenin ihtimali zaten vardı. Hz. Osman'ın öldürüldüğü haberini duyan Hz. Ali
ve diğer bazı sahabiler hızla onun evine geldiler. Hz. Ali, Hz. Osman'ın
üzerine kapanarak ağladı ve “Siz buradayken mü'minlerin e mîrî nasıl
öldürüldü?” diyerek oğullarını azarladı. Hatta Hz.‘ Hasan'ı tokatladığı ve
Hz. Hüseyin'in göğsünü yumrukladığı, ve yine Hz. Osman'ı korumak üzere orada
bulunan Talha'nın oğlu Muhammed'e küfredip, Zübeyr'in oğlu Abdullah'ı da
lanetlediği rivayet edilmektedir[306].
Akbulut'a
göre, Hz. Ali Hz. Osman'ın öldürülmesine karşıydı. Fakat o, halifenin
azledilmesi taraftarıydı. Çünkü artık onun halifelik yapamayacağına, Islâm
toplumunu yönetemeyeceğine kanaat getirmişti. Bu düşüncesini açıkça
söyleyemiyordu. Zira ondan sonra en kuvvetli halife adayı olduğundan bu halk
tarafından hoş karşılanmayabilirdi[307].
Ayrıca araştırmacı, Hz. Ali'nin, Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra hassasiyet
göstermesine rağmen cenazesine katılmayışını, halifenin Öldürülmesine
tepkisinin göstermelik olduğu şeklinde değerlendirmektedir[308].
Fakat Akbulut burada yukarıda aktardığımız, Hz. Ali'nin Hz. Osman'ın cenazesine
katıldığını belirten rivayetleri atlamış görünmektedir.
Hz. OSMAN'IN ÖLDÜRÜLMESİNDE HZ. ALİ'NİN ROLÜ
İDDİALARI
Hz. Osman'ın
öldürülmesinden sonra dikkati çeken bir nokta insanlardaki ani fikir
değişikliğidir, öldürülmesinden önce Medine’de neredeyse herkes Hz. Osman'ın
katlinin vacip olduğuna inanma durumuna gelmişken, öldürülmesinden sonra da
pişmanlıkla onun masum olarak öldürüldüğü düşüncesi yayılmakta ve suçlular
aranmaktadır[309]. Bu da
insan topluluklarının düşüncelerinin çok kısa zamanlarda değişiklik
gösterdiğinin işaretidir[310]. Bu esnada
Hz. Osman'ın öldürülmesiyle suçlananlar arasında Hz. Ali'nin de ismi
geçmektedir. Mesela rivayet edildiğine göre, muhasara esnasında Hz. Ali'nin
uyarılarını takdir eden Hz. Osman'ın eşi Naile, halifenin öldürülmesinden sonra
Muâviye'ye yazdığı bir mektupta, eşinin öldürülmesi için katillere emir
verenlerin Hz. Ali, Muhammed b. Ebî Bekir ve Ammâr b. Yâsir olduğunu iddia etmektedir[311].
Belâzurî'de
geçen bir rivayete göreyse, Hz. Osman'ın muhasarası sırasında hacca giden Hz.
Âişe, Mekke'den Medine'ye dönerken yolda Hz. Osman'ın öldürüldüğü ve Hz. Ali'ye
biat edildiği haberini alınca, tekrar geri dönerek Kureyşlilere Hz. Osman'ı Hz.
Ali'nin öldürdüğünü söylemiş ve onun aleyhinde konuşmuştu[312].
Yine Hz. Osman öldürüldüğü sırada hacda olduğu rivayet edilen Abdullah b.
Abbas'ın Hz. Ali'ye, “Sen buradayken bu işin olmasından dolayı insanlar seni
ahiret gününde sorumlu tutacaklar11 diyerek, istese de istemese
de onun kanından dolayı suçlanacağı mesajını veriyordu[313]. Benzer
şekilde, Hz. Osman'ın isyancılar tarafından su almasının engellenmesi sırasında
Üsâme b. Zeyd b. Harise Hz. Ali'ye, Hz. Osman'a yardım etmesi gerektiğini, eğer
bunu yapmaz da kendisi Medine'deyken Hz. Osman öldürülürse, insanların onu
Halifenin öldürülmesinden dolayı sorumlu tutacaklarını ve bu konuda hiç de adil
davranmayacaklarını söyleyerek uyarmıştı. İbn Abbas da Üsâme'ye böyle bir şeyin
Hz. Ali için düşünülemeyeceğini söyleyerek itiraz etti[314].
Ancak kaynaklardaki rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla her şeye rağmen Hz.
Ali, Hz. Osman'ın öldürülmesinden dolayı suçlanmıştı.
Hz. Osman'ın
öldürülmesinden sonra Hz. Ali, kendisine karşı harekete geçen Talha ve Zübeyr*e
gönderdiği bir mektupta şöyle demiştir: “Osman’ı benim öldürdüğümü sandınız.
Medinelilerden ne bana uyanlar var ne de size. Aramızda onlar hükmetsinler
görelim, onun öldürülmesinde benim mi daha fazla dahlim vardır, yoksa sizin
mi?...”[315]'6
Bazı
müelliflere göre Hz. Ali, Talha ve Zübeyr Hz. Osman'a yardım ediyor görünmekle
birlikte genellikle olaylardan uzak durmayı tercih etmişlerdi. Bu nedenle az da
olsa Hz. Osman'ın öldürülmesinde sorumlulukları vardır[316].
Welhausen'a göre ise, Hz. Osman'ın öldürüldüğü gün, Hz. Ali'den isyancılar
üzerindeki nüfuzunu kullanarak onlara engel olmasını istendiği halde,
Mısırlılara engel olmak için gereğini yapmadığından dolayı, Hz. Ali, Hz.
Osman'ın öldürülmesinden sorumludur[317].
Yine bazı
müelliflere göre Hz. Ali Hz. Osman'ın kanından sorumlu değildir. Hz. Ali'nin
Hz. Osman'ın öldürülmesiyle suçlanması son derece haksız bir ithamdır. Eğer
böyle yapılacaksa Medine'de Hz. Peygamberin ashabından Hz. Osman'ın
öldürülmesiyle suçlanmayan hiçbir kimse kalmayacaktır[318].
Üstelik Hz. Ali, Hz. Osman öldürüldüğü sıralarda, onun öldürülmesinden dolayı
hiç kimse tarafından suçlanmamıştı[319].
Haydarîzâde de Hz. Ali'nin Hz. Osman'ın öldürülmesinde sorumluluğu olmadığını
düşünmektedir. Ona göre “Hz. Ali gibi, maddi ve manevi birçok faziletleri
kendisinde toplayan, iman ve ibadet noktasında alnını lekeleyecek hiçbir cürüm
ve cinayeti olmayan bir sahabinin, halifelik makamına tamah ederek Hz. Osman'ı
öldürttüğü ithamında bulunmak, affı pek mümkün olmayan büyük günahlardandır.”32'
Doğrusu, Hz. Ali, fitne hadisesinin seyri esnasında dini, siyasi ve içtimai
mevkiinden dolayı alternatif aday olarak gündeme gelmiştir. Dolayısıyla Hz.
Osman'ın öldürülmesinden en fazla istifadesi olacak kişi olarak görülmektedir.
Ancak halifenin öldürülmesi ile sonuçlanan olaylar zincirine müdahalesi
kendisine bir yarar sağlamayacağı gibi aksine halifelik şansını daha da
azaltabilirdi. Fakat her ne olursa olsun Hz. Ali'nin hilafeti fikrinin
olayların hiçbir safhasında muharrik unsur olduğu görülmemektedir[320] [321].
Ibn Haldûn;
Abdullah b. Ömer, Üsame b. Zeyd, Kudâme b. Mazun, Ebû Saîd el-Hudrî, Abdullah
b. Sellâm, Ka'b b. Mâlik, Nu'mân b. Beşîr ve Hassan b. Sabit gibi bazı
sahabilerin, Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra daha yeni Hz. Ali halife
seçilmeden, Hz. Osman'ın katillerinin cezalandırılmasını istediklerini
nakletmektedir. Bunlar, Hz. Ali'nin elinde imkan olduğu halde halifeye yardım
etmeyerek sorumlu olduğunu düşünmektedirler. Fakat Ibn Haldûn bu konuda “Bu
sahabilerin Hz. Ali'nin Hz. Osman'a düşmanlık göstererek yardım etmediği
vehmine kapılmalarından Allah'a sığınırım.” diyerek Hz. Ali'nin Hz.
Osman'ın öldürülmesini engelleyememesinde kastî bir davranışının olmadığı
kanaatini belirtmektedir[322]. Zira Hz.
Ali'nin, Hz. Osman'ın muhasarası sırasında ona elinden gelen yardımı yaptığını[323], Fitnenin ortadan
kaldırılması için çaba sarf ettiğini, daha önce naklettiğimiz birçok rivayetten
açıkça anlamak mümkündür.
Kaynaklarda
Hz. Ali'nin, Hz. Osman'ın öldürülmesi hakkında kendisine yöneltilen
suçlamalardan büyük üzüntü duyarak Allah'a suçsuzluğunu yakardığı, “Vallahi
onu ne ben öldürdüm ne de öldürülmesini emrettim, fakat suçlandım”[324]
diyerek suçlu olmadığını ifade ettiği, ayrıca, yine onun öldürülmesinden dolayı
ağladığı[325] hakkındaki
rivayetler onun bu konuda itham edilmesini haksız çıkaracak rivayetlerdir.
SAHABENİN VE MEDİNELİLERİN OLAYLAR SIRASINDAKİ
TUTUMU
Câhız'a göre
Hz. Osman öldürüldüğünde Medine'de eli silah tutan yirmibin sahabi vardı[326]. Bu nedenle
bazı müelliflerce, Hz. Osman'ın öldürülmesine seyirci kalındığı ve az sayıdaki
isyancı gruplara silahlı müdahale yapılmayarak olayların büyümesinde dolaylı da
olsa rolü olduğu düşünülerek, sahabe ve Medineliler de suçlanmaktadır.
Medinelilerin
tutumlarını anlamak için ise daha geriye gitmek gerekir. Daha Hz. Osman
yönetime ilk geçtiğinde Medine'de müslümanlar iki gruba ayrılmışlardı.
Birincisi Hz. Osman'ın idareyi almasına razı olmayan ve onun bu işi
beceremeyeceği kanaatinde olanlardı. İkinci grup ise Hz. Osman'ı takdir
ettikleri için değil, onun gelmesinin getireceği yararlan düşündükleri için ona
taraftar olanlardı[327]. Kısacası
daha ilk başta Medine'de Hz. Osman'a muhalif kabul edilebilecek bir topluluk
vardı. Bunu bütün Medineliler*e şumüllendirmek elbette haksızlık olur. Fakat
daha sonra gelişen olaylar ve Hz. Osman'ın icraatları Medineliler arasında da hoşnutsuzluk
meydana getirmişti[328]. Hatta bir
defasında onu ayıpladıkları ve taşladıkları rivayet edilir[329].
Bir kısım
Medineli, özellikle Halife hakkında eyaletlerden gelen şikayetlerin artmasıyla
birlikte, yönetim aleyhine kışkırtmalarda bulunmaya ve çeşitli dedikodular
çıkarmaya başladı. Bunların Hz. Osman'a muhalif olmalarının en önemli sebebi
belki de Emevî ailesinin Hz. Osman'ın halife olmasıyla birlikte sahip olduğu
mevkii ve makamı kıskanmalarıydı[330].
Muhalefetleri giderek artınca sonunda halife bunlardan bir kısmını Medine'den
uzaklaştırıp, bir kısmını da zorunlu olarak savaşlara göndererek aleyhinde
faaliyetlerde bulunmalarını önlemek istedi[331].
Hz. Osman'ın
öldürülmesinde doğrudan olmamakla birlikte, isyancılar üzerinde belli bir
nüfuzu olan Hz. Ali'nin etrafında toplanmayarak gerekli desteği vermemelerinden
ötürü, dolaylı da olsa Medine'nin ileri gelenlerinin bazı sahabilerin de
sorumluluğu vardı[332]. İbn
Abdirabbih'e göre isyancılar Medine'ye geldiklerinde Ensardan ve Muhacirlerden
bir grubu da yanlarına alarak Hz. Osman'ı kuşatmışlardı[333].
Fakat İbn Arabi'ye göre ise sahabeden hiçbir kimse Hz. Osman'ın ne aleyhine
çalışmış ne de onu müdafaa etmişti. Onlar Hz. Osman'ı kendi görüşünde serbest
bırakarak, muhasara sırasında olaylara müdahale etmemişlerdir. Daha önce de
belirttiğimiz gibi zaten Hz. Osman, kendisinin savunulmasını istememişti. Ancak
son zamanlarında yardım istemiş o zaman da iş işten geçmişti. Bu nedenle
müellife göre Hz. Ali'yi olaylardan dolayı sorumlu tutmak haksızlık olur[334]. Fakat her
şeye rağmen Medine’de Hz. Osman taraftarı olarak bilinen ve olaylar sırasında
onun lehine tavır takınan Zeyd b. Sâbit, Ebû Useyd es-Saîdî, Ka'b b. Mâlik ve
Hassân b. Sâbit gibi kimselerin bulunduğunu nakledilmektedir[335].
Hz. Osman
devrinin sonlarına doğru fitne ve çatışmalar oldukça alevlenmişti. Bu karmaşık
durum sırasında sahabeden bazıları ise fitne olayları içerisinde yer almaktan
kaçınmış, sessiz kalmayı tercih etmişlerdi. Tutumlarını Hz. Ali dönemi siyasi
olaylarında da sürdüren bu sahabiler Muâviye ile yapılan savaşlarla ilgili
görüş bildirmekten de kaçınmışlardı. Sa’d b. Ebî Vakkâs, Ebû Bekre, Abdullah b.
Ömer ve İmrân b. el-Huseyn bu sahabilerdendi. Onların bu tavrı, Hz. Ebû
Bekir'den rivayet edilen şu hadîse bağlanmaktadır. Bir keresinde Hz. Peygamber "Biliniz
ki ileride fitneler olacak. Bu sırada, oturan yürüyenden; yürüyen de koşandan
daha hayırlıdır...buyurmuştu. Bir adam, “Ey Allah'ın Elçisi! Böyle bir
durum başa geldiğinde devesi, koyunu, toprağı olmayan ne yapsın?” diye
sordu. Hz. Peygamber de: “Kılıcım alır, taşla köreltir ve kurtulabilirse
kurtulur.” buyurdu[336].
VVelIhausen'ın
Sahabeye ve Medinelilere eleştirileri daha ağırdır. Ona göre Hz. Osman'a karşı
muhalefetin hakiki reisleri bulunmak istenirse bunlar bizzat Medine'de
aranmalıydı. Hz. Peygamberim en eski ve en yakın arkadaşları ile mü'minlerin
annesi Hz. Âişe bunların önde gelenleriydi. Medineliler birkaç yüz kişilik
isyancı ile başa çıkamayarak ya da bunu yapmak istemeyerek fitne olayının facia
ile sonuçlanmasından dolayı suçludur. Hz. Âişe, Amr b. Âs, Hz. Ali, Talha ve
Zübeyr gibi meşhur sahabiler de olaylar sırasında fitne ateşini körüklemişler
fakat hadiseler çığırından çıkınca söndürmek için bir çaba sarf etmeyerek
ortalıklarda gözükmemişlerdir. Ancak suç tek tek kime ne kadar isabet ederse
etsin, kabahatin bütünü Medinelilere ve Sahabe aristokrasisine aitti[337].
Hizmetli de
Hz. Osman'ın öldürülmesinde, sahabenin ve Medinelilerin sorumluluğu olduğu
kanaatindedir. Ona göre: “ Allâh'ın Kitâb'ı, Peygamberin sünneti üzere
ittifakla Hz. Osman'a biat etmiş olan Ashap ve Medineli müslümanlar;
Rasûlullah'ın şehri Medine'yi kana bulayan olaya, yani itaat etmek ve nefisleri
gibi müdafaa etmek üzere ahd ü misakta bulundukları, biat ettikleri imamlarının
anarşistlerce günlerce muhasara edilmesine, aç-susuz bırakılmasına, Mescid’e
gelmesinin engellenmesine ve nihayet feci biçimde öldürülmesine evlerine
çekilerek seyirci kaldıktan, hatta şu iş bir an önce başkaları tarafından
bitirilsin de şu adamdan kurtulalım dercesine bekledikten sonra, kati
hadisesinin ardından tıpkı Tevvâbûn gibi üzülmüşler, pişmanlık duymuşlar,
Osman'ın intikamını almak davasında bulunmuşlardır. Talha, Zübeyr, Âişe,
Muâviye, Amr b. el-Âs, Sa'd b. Ebî Vakkâs bunların başında gelmektedir.
Kanatimizce Ashabın, Osman'a kırgınlıkları veya şahsi bazı meseleleri sebebiyle
olaylar karşısında seyirci kalması, halifeye yardım etmemesi ve onu kendi
haline terketmesi isyancıların işini fevkalade kolaylaştırmıştı. Bu bakımdan
onlann da kati hadisesinde maddeten olmasa da manevî yönden büyük
sorumlulukları ve payları olsa gerekti!3’[338].
FİTNE OLAYI SIRASINDA Hz. ÂİŞE
Fitne
olayları sırasında, tutumu müslümanlar üzerinde etkili olabilecek en önde gelen
kişilerden biri de mü'minlerin annesi Hz. Âişe'dir. Hz. Osman'a karşı
muhalefetin önderlerinden sayılması nedeniyle konuyu kısa da olsa bir başlık
altında incelemeyi uygun gördük. Kaynaklarda onun olaylar sırasındaki tutumuyla
ilgili çokça rivayet vardır. Şimdi bunları naklederek Hz. Âişe'nin tavrını
anlamaya çalışacağız.
Kaynaklarda
yer alan bilgilere göre, Hz. Âişe, Medine'de Hz. Osman'a karşı muhalefetin önde
gelenleri arasındaydı ve onun yönetimini sert bir şekilde eleştiriyordu[339]. Şiddetle
onun aleyhinde faaliyette bulunuyordu[340].
Ammâr b. Yâsir dövüldüğü zaman Hz. Osman'a çok kızmış, Rasûlullâh'ın
saçlarından bir parçayı, elbisesini ve ayakkabısını insanlara göstererek “Bunlar
henüz eskimeden Nebi'nin size bıraktığı sünnete riayet etmedi” demişti[341]. Ancak Hz.
Âişe'nin böyle davranmasını tek bir olaya bağlayarak açıklamak yeterli
değildir. Sanırız Hz. Âişe'nin bu tutumunda, Hz. Osman yönetimince yapılan
çeşitli haksızlıklardan haberdar olması ve Hz. Osman'ın kendisine şikayet
edilmesi de etkili olmuştur[342]. Fakat Hz.
Âişe gibi dinî kavramadaki zekası ve yeteneği bilinen, sağlığında Hz.
Peygamberin en yakınında bulunması sebebiyle Kur*ân ve Sünneti en iyi
bilenlerden olan bir kimsenin, ümmetin halifesini öldürmeleri için halkı isyana
davet edeceği bizce pek mantıklı görülmemektedir.
Yine
iddialara göre, Fitne olayları sırasında Hz. Osman'ın hal' edilmesi ihtimaline
karşılık Hz. Âişe, kardeşliği Muhammed'in halife olabileceğini düşünüyor ve
istiyordu. Bu nedenle Hz. Osman'a yardım etmede kayıtsız kalmış hatta aleyhinde
insanları kışkırtmıştı[343]. Hatta onun
etrafa mektuplar yazarak insanları Hz. Osman yönetimine karşı isyana davet
ettiği şeklinde rivayetlerle birlikte, bu mektupları onun yazmadığı,
başkalarının onun adını kullanarak bu tür faaliyetlerde bulunduğunu iddia
edenler de vardır[344].
Kanaatimizce bu ikinci görüş daha doğrudur. Zira o sıralarda Hz. Ali'nin
ağzından da mektuplar yazılmış ve insanlar isyana çağrılmıştı.
Bir başka
rivayete göreyse, muhasara sırasında Hz. Osman halifeliği bırakmasını
isteyenlere, Hz. Âişe'nin naklettiği rivayet edilen “Allâh'ın giydirdiği bu
gömleği çıkarma"[345]'*
hadisini okuyarak halifeliği bırakmayacağını söylüyordu. Hz. Osman'ın
öldürülmesinden seneler sonra Nu’mân b. Beşîr, Hz. Âişe'ye, Hz. Peygamberin bu
hadisine rağmen neden Hz. Osman'a muhalefet edip onun halifelikten indirilmesi
için gayret ettiğini sormuş, o da bu hadisi unuttuğunu söylemişti[346]. Kanaatimiz
odur ki, Hz. Âişe'nin zekası, Hadis ilmindeki yeri ve önemini[347]
düşündüğümüzde bu rivayetin doğruluğunu kabul etmek mümkün değildir.
Bazı
Müsteşriklere göreyse, Hz. Âişe Hz. Osman hakkında istediği gibi tahrikte
bulunmuş, fakat hadiseler çığırından çıkınca, görünüşte hacca gitmek, gerçekte
ise muhtemelen, doğacak neticenin mesuliyetinden kendisini kurtarmak ve
vaziyete göre tavır takınmak üzere hac yapacağını öne sürerek Mekke'ye gitmeye
karar vermişti[348].
Hz. Osman'ın
kuşatma altında olduğu bir sırada Hz. Âişe'nin Mekke'ye gitmek istemesi üzerine
Mervân b. el-Hakem, Zeyd b. Sâbit ve Abdurrahmân b. Attâb Hz. Âişe'ye gelerek “Ey
Ûmmülmü'minîn! Keşke kalsaydın. Halifenin muhasara altında olduğunu görüyorsun.
Senin mü'minlerin yanındaki mevkiin sayesinde Allah ondan bu belayı def
edebilir.” diyerek isyancılarla konuşmasını ve Hz. Osman'a yardım etmesini
istediler. Hz. Âişe bunu kabul etmeyerek kararında ısrar edince Mervân bir
şiirle Hz. Âişe’nin bu tutumunu eleştirdi. Bunun üzerine Hz. Âişe Mervân'a “Ey
bana şiirle temsil getiren kişi! Bu iş seni ilgilendirir.Senin ve arkadaşının
(Hz. Osman'ı kastederek) ayağınızda değirmen taşı denizde olmanızı
istiyorum.”[349]
dedi ve onları dinlemeden Mekke'ye gitti.
Hz. Âişe
Mekke'deyken Hz. Osman'ın ölümü ve Hz. Ali'ye biat haberini alınca kanaat
değiştirmiş ve Hz. Osman'ın sebepsiz yere öldürüldüğünü söylemişti[350]. Bir başka
rivayete göre ona Hz. Osman'ın öldürüldüğünü Ubeyd adlı birisi söylemiş ve
bunun üzerine “Allah onu uzaklaştırsın; bu kendi eliyle kendisine hazırladığı
bir sonuç.” demişti. Hz. Ali'nin halife olduğunu öğrenince de “Keşke
gökler yere inseydi de bunu duymasaydım. Osman'ı zulümle öldürdüler; vallâhi
onun kanını isteyeceğim.” dedi. Bu sözü duyunca şaşıran Ubeyd ona “Osman'a
na'sel diyen sen değil miydin?” diye sorunca Hz. Âişe “Evet ama o tövbe
etti, gümüş gibi arındı; onu zulümle öldürdüler.” diye cevap verdi. Hz.
Âişe’nin değişen tutumundan rahatsız olan Ubeyd ona “Bu iş senden başladı,
seninle bu hale geldi. Yel de senden esti, yağmur da senden yağdı.” dedi ve
“İmâmın öldürülmesini bize sen emrettin; onu öldürürken sana uyduk; onu
öldüren bize bunu emredendir." mealinde bir şiir okuyarak onu suçladı[351].
Görüldüğü
gibi Hz. Âişe müelliflerce, Fitne olayları sırasında Medine'de müslümanlan
halifeyi öldürmek için isyana teşvik eden, bunun için etrafa mektuplar yazan,
müslümanların halifesi hakkında yakışıksız sözler sarf eden, sonra da olayların
sorumluluğundan kendini kurtarmak için geçmişini unutan bir elebaşı olarak
sunulmaktadır. Sanırız müellifleri böyle düşünmeye iten en önemli sebep klâsik
kaynaklarda bu neviden rivayetlerin yer alması ve Hz. Âişe’nin gerçekten de Hz.
Osman'a karşı bir muhalefetinin bulunmasıdır. Ancak bu rivayetler Hz. Âişe’nin
Hz. Osman'a karşı tavrını tam olarak anlamaya kâfî değildir. Çünkü ilgili
haberlerin oldukça problemli kısımları mevcuttur.
Kanaatimize
göre Hz. Âişe, yaptığı bazı yanlış icraatlardan dolayı Hz. Osman'a karşı bir
hoşnutsuzluk duyuyordu. Fakat bu, muhtemelen Hz. Ali ve diğer bazı sahabilerin,
Hz. Osman'ın yönetimine gösterdikleri memnuniyetsizlikten pek farklı değildi.
Farklı olan ise bu muhalif tavrın Mü'minlerin Annesi sıfatına sahip olan Hz.
Âişe tarafından gösterilmesiydi. Bu da sanırız, Hz. Âişe'nin Hz. Osman'a karşı
tavrı konusunda aşırı yorumlara gidilmesine yol açmıştır.
FİTNE OLAYININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Hz. Osman'ın
öldürülmesiyle birlikte İslâm Tarihinde ardı arkası kesilmeyen pek çok olaylar,
karışıklıklar, çatışma ve savaşlar, fırkalara bölünmeler devri de başlamıştır[352]. Hilafetin
mukaddesliği bitmiş, artık uğrunda mücadele verilmesi gereken bir kudret mevkii
olmuştu ki bu mücadelenin ayaklarını da eyaletler oluşturacaktır[353] [354].
Fitne
olayının en trajedik yönünün Hz. Osman'ın katledilmesi olduğu açıktır. Hz.
Osman'ın böyle bir sona maruz kalmayı hak edip etmediği konusuna ise
araştırmacılar farklı yaklaşmaktadır. Hizmetli'ye göre “Hz. Osman kendisine
karşı isyan edilmesine ve öldürülmesine sebep olacak herhangi önemli bir
harekette bulunmamıştır. Nitekim o kendisine yöneltilen suçlamalara teker teker
cevap vermiş; bazı hareketlerinden dolayı tevbe de etmiştir. O, hilmi, saf
tabiatı, merhameti, yumuşak idareciliğinin yanı sıra, Bedevi Arapların
aşırılıklarının ve Ibn Sebe' gibi bazı tahrikçilerin tahriklerinin ve
fitnesinin kurbanı olarak öldürülmüştür.’’[355] Yine
Haydarîzâde'ye göre “Hz. Osman, akrabalarını valiliklere tayini, Hz.
Peygamber tarafından görevinden alınan Hakem'i Medine'ye getirmesi, Ebû Zerriin
Rebeze'ye sürülmesi, Ammâr b. Yâsiriin dövülmesi, hâzineden akrabalarına para
vermesi gibi aslında hep izahı mümkün olan bazı olaylarla suçlanmaktaysa da,
bunların hiçbirisi Hz. Osman gibi büyük bir halifenin kanını, Rasûlullâh'ın
harem-i şerifinde helâl kılacak bir mahiyette değildir”356 İbn
Arabi'ye göre ise alınan bütün tedbirlere rağmen Hz.
Osman'ın öldürülmesi
Allah'ın ezeldeki yazgısının yerine gelmesinden başka bir şey değildir[356].
Hz. Osman'ın
öldürülmesinden önce, Mısır, Küfe, Basra gibi illerdeki isyancı grupların
hareketleri ile başlayan Fitne hadisesinin kendiliğinden ve bir anda ortaya
çıkmadığı, aksine peşi sıra birbirini takip eden yanlışlar, muhtelif
anlaşmazlıklar çerçevesinde meydana geldiği ve Hz. Osman'ın öldürülmesi ile
sona ermeyip Hz. Ali döneminde de artarak devam ettiği görülmektedir[357]. Çünkü Ümeyyeoğulları
ile Hâşimoğulları arasındaki tarihi çekişme[358]
Hz. Osman'la
Hz. Ali'nin halife adaylıkları ile tekrar gündeme gelmiş, Hz. Osman'ın
öldürülmesiyle de iki kabile arasındaki mücadelenin baş aktörleri bu sefer
Hz.Ali ile Muâviye olmuştur. Bu hususu belki de en iyi şekilde Muâviye'nin şu
sözleri açıklamaktadır:
“Ali b. Ebî Tâlib'e karşı mücadelemde dört
özelliğe sahiptim. O açık sözlü ve sırrını gizlemeyen biriydi. Bense sırrını
ifşa etmeyen biriyim. O çok kötü ve isyankâr bir orduya sahipti. Bense itaatkâr
bir orduya sahiptim. Onu Cemel Vakası liderleri ile baş başa bıraktım ve şöyle
dedim: Onu mağlup ederlerse bana karşı daha az problem olurlar, şayet aksi
olursa bunu ona karşı koz olarak kullanırım. Ayrıca ben Kureyş'ten yana ondan
daha büyük avantajlara sahiptim”[359].
Hz. OSMAN’A YÖNELTİLEN SUÇLAMALAR
Mezhep
tarafgirliğinin tahrif ettikleri istisna edilecek olursa, İslam kaynakları
meseleyi genel olarak, Hz. Osman'ın muhalifleri tarafından ileri sürülen
itirazları kaydetmek ve bunların mazur görülebilir yanlışlar olduğunu
belirtmekle yetinmişlerdir[360]. Buna göre
kaynaklara bakıldığında Hz. Osman'ın birçok icraatının tenkit edildiği
görülmektedir. Tenkit edilen icraatlarının konumuzla ilgili olan en önemlileri
olarak valiliklere ve yöneticiliklere akrabalarını tayin etmesi, sahabeye
muamelesi, yakınlarına mali yardımlarda bulunması, Kuriân nüshalarının
yakılması gibi hususları sayabiliriz[361].
Asilerin Tenkitleri
İbn Kesîride
geçtiğine göre asiler Hz. Ali'ye, Hz. Osman'ın bazı arazileri koruluk haline
getirdiğini, seferdeki iki rekatı dörde çıkarttığını, büyük sahabileri bırakıp
gençleri vali tayin ettiğini, Ümeyyeoğulları'na diğer insanlara göre daha fazla
ihsanda bulunduğu, ashaba kötü muamele ettiği, Mervân'a Afrika'dan gelen
ganimetten özel hisse verdiği konularında şikayette bulundular. Hz. Ali bunların
sebeplerini birer birer izah etmişti. Yine Hz. Osman bu tenkitleri bizzat
Mescid'de cevaplandırmıştır. Hz. Osman koruluğu kendisi için değil, Hz. Ömer
gibi Beytulmâl'ın develeri için edindiğini, bu arazilerde sadece devletin
develerinin otladığını, Mushafları kıraatta ihtilafı önlemek için yaktırdığını[362], nitekim
tek nüshadan çoğaltıldığını, Mekke'de seferi namazı kılmayışının oradan
evlendiği için olduğunu ve yine genç kimseleri dirayetinden dolayı vali
yaptığını, aynı şekilde Rasülullâh'ın da Üsâme'yi ordu komutanı yaptığı
misalini vererek izah etmişti. Kendi kabilesi olan Ümeyyeoğullan'nı tercihini
ise "Rasûlullah Kureyşlileri diğer kabilelere tercih ederdi."
diyerek açıklamıştı[363].
Kuriân Nüshalannı Yaktırması
Hz. Osman
döneminde yapılan fetihler neticesinde sınırlar genişlemiş; yeni topluluklar
İslâm toplumuna dahil olmuştu. Bu sebeple çeşitli bölgelerde Kuriân'ın
tilâvetiyle ilgili problemler ortaya çıkmıştı. Hemen her bölge müslümanları
kendi kıraatlerinin doğruluğuna inanıyorlar ve bu durum müslümanlar arasında
ihtilafa sebep oluyordu. Hz. Osman da bu konuya çözüm olarak, Kuriân'ın bir
nüsha esas alınarak çoğaltılmasını ve muhtelif bölgelere gönderilmesini
düşünmüştü. Çıkabilecek bir ihtilafı önlemek için de esas alınan nüsha
dışındakileri yaktırmıştı[364] [365].
Hz. Ali, Hz.
Ebû Bekir zamanında bir araya getirilen Kur'ân nüshasının çoğaltılması ve bu
nüsha dışındakilerin yakılarak imha edilmesi hususunda Hz. Osman'ı
desteklemişti. O bu konuda muhaliflerin sorularını cevaplandırırken şöyle
diyordu: “Ey İnsanlar! Osman hakkında 'aşırı gitti' ve ’mushaflan yaktırttı'
demek hususunda Allah'tan korkunuz. Allah'a yemin olsun ki, o sadece ashabın
Kur'ân'dan olmadığında ittifak ettiği şeyleri yok etti. Ben de insanların tek
bir Mushaf üzerinde birleşmesi görüşündeyim. Bundan sonra sizden bu konuda
ihtilaf edenler, ayrılık bakımından insanların en şerlileridir...Allah'a yemin
olsun ki onun yerinde ben olsaydım aynı şeyi yapardım”355.
Yöneticiliklere Akrabalarını Tayin Etmesi
Hz. Osman
hilafete gelince hemen valilikler ve yöneticiliklere yakın akrabalarını ve
Ümeyye ailesinden olanları tayin etmeye başlamıştı. Mesela dayısının oğlu
Abdullâh b. Âmirii Kabil'e, sonra Sicistan'a, daha sonra da Basra emirliğine
getirdi. Yakınlarından Eş'as b. Kays'ı Azerbaycan, kardeşi Kays'ı da Rey
emirliklerine tayin etti[366].
Hz. Osman
yeğeni Mervân'ı Medine'de kâtibi yaparak istediği gibi hareket etmesine izin
veriyordu. Hemen bütün valiliklere de akrabalarını tayin ederek diğer Şura
üyelerinin kendisine olan güvenini azaltmaktaydı[367].
Çelebi'ye göre yeni valilerin yeterlilikleri tartışılmamalıdır. Bu Hz. Osman'ın
da kendisini savunurken ileri sürdüğü bir husustur. Fakat önceki dönemde
valilerin Hz. Ömer’e karşı duydukları korku ve çekingenliği Hz. Osman'a karşı
hissetmeyişleri, yani Hz. Osman'ın yumuşak huyluluğu nedeniyle yöneticiler
üzerinde yeterince otorite kuramaması[368],
valilerin de başına buyruk hareket etmesi Hz. Osman'ı zor durumda bırakan
valiler ve yöneticiler meselesini ortaya çıkarmıştır[369].
Hz. Osman
valiliklere akrabalarını tayin edip, halkla valiler arasında sorunlar yaşanmaya
başlanmasıyla Hz. Ali, Talha ve Zübeyr, kendisine gelerek: “Ömer sana
Clmeyyeoğullan’nı insanların üzerine musallat etmemeni tembih etmemiş miydi?”
diyerek bu icraatından duydukları memnuniyetsizliği dile getirdiler. Fakat
rivayete göre Hz. Osman bu ikaza bir cevap veremeyerek susmuştur[370].
Hz. Ali İbn
Sa'd'ın naklettiğine göre valiler konusunda tenkitlerini sürdürmüştü. Küfe
valisi Sa'd b. Âs bir ara Medine'ye gelmiş, Muhacirlerin ve Ensariın ileri
gelenlerine ve Hz. Ali'ye bazı hediyeler getirmişti. Hz. Ali bunları kabul
etti, fakat aynı zamanda Ümeyyeoğullarından idareciler hakkında sert bir
ifadeyle şunları söyledi: “Ûmeyyeoğulları beni
Muhammed'in mirasına üstün tutuyorlar. Şayet hilafete geçecek olursam, kasabın
işkembenin pisliğini silkelediği gibi onları görevlerinden silkeleyeceğim.”[371]
Haydarîzâde'nin
belirttiğine göre Hz. Ali de hilafetteyken bazı yakınlarını çeşitli görevlere
getirmiştir. Mesela Abdülmelik b. Abbâs'ı Basra'ya, Abdullah b. Abbâs'ı Yemen'e,
Abbâs'ın çocukları Hun'em ve Mu'îd'i Mekke ve Medine'ye, kız kardeşinin oğlu
Ca'd b. Nemîre'yi Horasan'a, Hz. Ebû Bekir'in üvey oğlu Abdurrahmân'ı Mısır'a
tayin etmiştir[372].
Dolayısıyla bu tespit ister istemez acaba Hz. Ali Hz. Osman'ı akrabalarını
tayin etmesi hususunda eleştirirken niçin kendisi akrabalarını hilafeti
döneminde görevlere getirmiştir? Sorusunu akla getirmektedir. Fakat konunun
netliğe kavuşması için daha detaylı bir araştırmaya ihtiyaç olduğu ve bu
cevabın bu kısıtlı çalışma çerçevesinde verilemeyeceği kabul edilmelidir.
Fığlalı'ya
göre ise, Hz. Osman'ın akrabalarına karşı gösterdiği yakınlık şu husustan ileri
geliyordu. Birincisi onun ailesine olan ve yaratılışından kaynaklanan
düşkünlüğüydü. İkincisi ise geçmişte Haşimoğulları'na göre daha kuvvetli,
kudretli, zengin olan Ümeyyeoğullan'nın Hz. Peygamber zamanında kaybettikleri
eski nüfuzlarını elde etmek için Hz. Osman'ın bu yönünü kullanmak istemeleriydi
ki muhtemelen Hz. Osman bu hususu fark edememişti[373].
Ashaba Muamelesi
Hz. Osman
ashabına iyi muamele etmediği konusundaki tenkitlere de, "Ben de bir
insanım; severim ve kızarım. Kim bende hakkı olduğunu söylüyorsa veya kim
kendisine zulmedilmiş olduğunu düşünüyorsa, işte ben buradayım isterse hakkını
alır; isterse bağışlar.” şeklinde cevap veriyordu.
Aslında Hz.
Ömer bütün ashabın davranışlarını murakabe ediyor, sahabe serbest olarak
dolaşamıyordu. Kendisine ve halka karşı olanlara da son derece sert
davranıyordu. İnsanlardan ona kızan pek çok kimse vardı. Halbuki Hz. Ömer de
bazı yenilikler yapmıştı. Bu konuda oğlu Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: “İnsanlar
yaptığı bazı şeyler sebebiyle Osman'ı kötülüyorlar. Bunları Ömer yapsaydı ona
ses çıkarmazlardı.”[374]
Nitekim Hz. Osman da asiler ve Medinelilerle konuşmasında, seleflerinin yolunda
yürüdüğünü, onlardan farklı bir şey yapmadığını söylemiştir[375].
Yakınlarına Mali Yardımda bulunması
Hz. Osman'ın
tenkit edildiği konulardan biri de yakınlarına yaptığı mali yardımlardı[376].
Hz. Osman'ın
Sa'd b. Âs'a yüz bin dirhem bağışlamasına halk karşı çıkmış ve bunun haksızlık
olduğunu iddia etmişlerdi. Hz. Ali, Zübeyr, Talha, Sa'd b. Ebî Vakkâs ve
Abdurrahmân b. Avf Hz. Osman'la konuşarak bu icraatından dolayı kendisini
eleştirmişlerdi. Hz. Osman onlara Sa'd'ın kendisine akrabalığından dolayı
bağışta bulunduğunu söyledi. Onlar da Ebû Bekir ve Ömer'in böyle bir şey yapıp
yapmadığını sordular. O da, onların bu hususta akrabalığı kabul etmediklerini
fakat kendisinin bunu uygun gördüğünü söyledi. Onlar da, bizce onların görüşü
senin görüşünden daha makbuldür diyerek Hz. Osman'ı bu hususlarda daha dikkatli
olması için uyardılar[377].
Değerlendirmeler
Hz. Osman,
vilayetlerde, idarede ve hükümette birliği tesis etmek amacıyla muhtemelen,
akrabalarının başkalarına göre kendisine daha bağlı bir yönetim göstereceğini
düşünerek yakınlarını göreve getirmek istemişti. Fakat akrabalarının iktidar
hırsları, onun bu iyi niyetli yaklaşımına galip gelerek halk üzerinde olumsuz
bir tesir uyandırmıştı[378]. Fakat Hz.
Osman'ın icraatları, ne kadar faydalı olsa da, eğer bir şekilde mevcut sistemi
değiştirmeye yönelik olduğunda hep itirazlarla karşılaşıyordu[379].
Diğer
taraftan ise Hz. Osman'a yöneltilen suçlamaların hemen tamamının icraatla
ilgili hususlar olduğu görülmektedir[380].
Bu sebeple bazı müelliflere göre yapılan tenkitlerin arka planında siyâsî gayeler
ve gizli maksatlar vardır ki en önemlisi halifenin azl edilmesidir[381].
Hz. Osman'ın
kendisine yapılan tenkitler konusunda; eğer kendisinin yaptıklarını Hz. Ömer
yapsa kimsenin ses çıkarmadan kabul edeceğini söylemektedir[382].
Ayrıca Hz. Ömer Hz. Osman'dan çok daha sert bir idare uyguluyordu. Fakat Hz.
Osman otorite sahibi değildi ve belki de bütün olayların bu derecede
büyümesinde en önemli noktalardan birisi budur[383].
Hizmetli'ye
göreyse, Hz. Osman hakkında yapılan ithamların hiçbiri müslümanların imamının
öldürülmesinin yeterli bir sebebi değildir. Aynı şekilde isyancıların
eleştirilerine bakıldığında yine bunların hiçbiri insanları isyana davet edecek
kadar yeterli gerekçeler değildir. Asilerin Hz. Osman'dan istedikleri şeyler de
hemen her devlet başkanından talep edilebilecek beklentiler, suçlamalar da her
idareciye yapılabilecek türdendir. Bu sebeplerden dolayı öldürme fiilini makul
gösterecek hiçbir şey kabul edilemez[384].
Hz. OSMAN DEVRİ OLAYLARININ MEZHEPLERİN
DOĞUŞUNA TESİRLERİ
Hz. Osman'ın
öldürülmesi, İslâm tarihinde pek çok olayların, karışıklıkların, çatışma ve
savaşların çıktığı, ümmetin fırkalara bölünmeye başladığı yeni bir dönemin
habercisi olmuştur. Hz. Osman döneminde gerek fitneci gruplarca ortaya atılan
görüşler gerekse dönemin mevcut siyasi-içtimai durumu incelendiğinde bazı
fırkaların doğuşunun Hz. Osman dönemine kadar geriye gittiği görülmektedir[385] [386].
Ammâr b.
Yâsir'in Hz. Osman hakkında "Osman'ı öldürdüğümüz gün o kafirdi."367
sözü amel-iman ilişkisi açısından bir kimsenin mümin olup olamayacağı
meselesinin ortaya çıkmasına sebep olmuş olabilir. Bu yorumu eğer bir sahabi
yapıyorsa meselenin inanç boyutu daha da önem kazanmaktadır.
Muhasara
sırasında Hz. Osman evinde kılıçlarını çekerek isyancılarla dövüşmek isteyen
bir grup sahabiyi vazgeçirmeye çalıştığı sırada, Hz. Osman'ın evine, Benî
Hazm'dan Zeyd b. Levzân el-Ensârî'nin evi tarafından bir taş atıldı.
Dışarıdakiler, taşı sana biz değil, Allah attı dediler. Hz. Osman da buna Allah
atmış olsaydı isabet ettirirdi şeklinde karşılık verdi[387].
Buradan anlaşılıyor ki daha o zamanlarda siyasi ya da dini ne sebeple olursa
olsun, Kadercilik yavaş yavaş müslüman toplumunda özellikle bazı olaylarda bir
kılıf bulma eylemi olarak düşünülmeye başlamıştı. Ancak bu anlayış daha
sonraları fırkaların oluşumuyla birlikte dini temellerini sağlamlaştırarak
müslümanların belirli bir kesiminin inanç yapısındaki yerini alacaktır. Daha
sonra Hz. Osman'ın feci şekilde katledilmesiyle, yine müslümanların aklına
gelen “Osman'ın katilleri hakkındaki hüküm nedir?”, Hz. Osman'ın küfre girdiği
iddialarına bağlı olarak, “İmanın ölçüsü ve sınırı nedir?”[388]
gibi sorular, “Halifeye isyan edilip edilemeyeceği” gibi konular tartışılmaya
başlandı. Böylece bu konularda ortaya atılan fikirler etrafında giderek büyüyen
tartışmalar meydana geldi ve bunlar Mezheplerin ortaya çıktığı dönemlere kadar
devam etti[389].
SONUÇ
İnsanlık
tarihi incelendiğinde gelmiş geçmiş pek çok şahsiyetin, gerek karizmatik
kişilikleri, gerekse fikir ve eylemleriyle tarihe yön verdikleri görülmektedir.
İslâm tarihine baktığımızda da böyle birçok şahsiyetle karşılaşmak mümkündür ki
bizce bunların en önde gelenlerinden biri Hz. Ali'dir. Bizi onun hakkında böyle
bir kanaate varmaya götüren başlıca sebep, İslâm'la şereflendiği küçük
yaşlardan, öldürülmesine kadar geçen sürede İslâm tarihi açısından çok önemli
olayların içinde yer alması ve karizmatik kişiliğinin müslümanlar üzerindeki
etkisidir.
Muhakkak ki,
Hz. Ali bu noktaya kısa bir zamanda gelmiş değildir İslâm'a girmede diğer
müslümanlara göre kıdemi, Hz. Peygamberin damadı oluşu ve savaşlarda İslâm
adına gösterdiği kahramanlıklar onun müslümanlar üzerindeki itibarını
arttırmıştır. Bu nedenle de, özellikle Hz. Peygamberin vefatından sonra, onu
imam olarak görmek isteyen toplulukların yoğun propagandasıyla kendisini hep
siyasî karışıklıkların içinde bulmuştur.
Hz.
Peygamberin vefatıyla müslümanlar, onun yerine kimin ümmetin başına geçeceği
meselesiyle karşı karşıya kalmışlardır. Literatürde imamet meselesi diye
adlandırılan problem, Hz. Ebû Bekir'in halife seçilmesiyle halledilmiş
gözükmekteyse de aslında ileride üzerinde çokça tartışılacak ve beraberinde
yeni sorunlar getirecektir.
Kaynaklarda
geçen rivayetlerden çok açık olarak anlaşılmaktadır ki, Hz. Ali'nin Hz. Ebû
Bekir'e karşı büyük bir sevgi ve saygısı vardı. Onu halifeliğe de lâyık
görmekteydi.
Fakat aynı
zamanda Hz. Ali'nin Hz. Ebû Bekir'in halifeliğine karşı dikkati çeken
itirazları da vardır. Sanıyoruz ki, Hz. Ali'nin başlangıçta Hz. Ebû Bekir'e
halifelik konusunda yaptığı itiraz onun şahsı ile ilgili değildir. Başka
rivayetler bu konuyu zaten açığa kavuşturmuştur. Onun söz konusu itirazı
kendisinin de halifeliğe lâyık olduğunu düşünmesinden ve belki de bu işi Hz.
Ebû Bekir'den daha iyi yapabileceğine inanmasındandır. Kanaatimizce, Hz.
Ali'nin Hz. Ebû Bekir'e itirazındaki amacını, seçilmiş halifeye başkaldırarak
onu hilâfetten indirmek ve yerine geçmek olarak düşünmemek gerekir. Eğer böyle
olsaydı kendisini destekleyenlerle beraber silahlı bir mücadeleye girişmesi
beklenirdi. Çünkü artık Hz. Ebû Bekir halifedir ve onu bu işten uzaklaştırmanın
tek yolu da bu gözükmektedir. Oysa ki Hz. Ali’nin bu anlamda bir girişimi
yoktur. Onun destek arayışlarını ve itirazlarını, kendisinin halifeliğe ne
kadar lâyık olduğunu ispat ederek, bu konuda arkasındaki desteği sonraki halife
seçimine kadar taşıma düşüncesinin bir girişimi olarak değerlendirmek daha
doğru olabilir.
Hz. Ömer
dönemine geldiğimizdeyse Hz. Ali'nin Hz. Ömer'in halife seçilmesine siyasî bir
tepkisi görülmemektedir. Sanırız bunun nedeni Hz. Ali'nin; otoriter kişiliği,
adaleti ve devlet tecrübesiyle Hz. Ömer'i halifeliğe lâyık görmüş
olmasındandır. Ayrıca, Hz. Ali'nin Hz. Ömer'in halifeliği sırasında onunla olan
ilişkilerine bakılırsa, ona bazılarının iddia ettiği gibi zoraki olarak değil,
gönül rızasıyla biat ettiği kanaati hasıl olmaktadır.
Hz. Osman
devrinde ise, kaynaklarda Hz. Ali'nin Hz. Osman'a muhalefeti görülmektedir.
Fakat bunun niçin ve nasıl bir muhalefet olduğunun dikkatle ele alınması
gerekir. Araştırmamız neticesinde gördük ki Hz. Ali'nin Hz. Osman'a muhalefeti,
ona başkaldırarak yapmış olduğu biati bozmak değildi. Onun muhalefetinin diğer
bazı sahabilerinkinden farklı bir yanı yoktu. O da tıpkı önde gelen diğer
sahabiler gibi, yaptığı bazı icraatlarından dolayı Hz. Osman'ı tenkit etmişti.
Aslında belki de Hz. Osman'ı tenkide hakkı olan en önde gelenlerdendir. Çünkü
Şura'da Hz. Osman'a biat eden diğer üyeler de onu, yanlış olduğunu düşündükleri
icraatlarında eleştirmişlerdi. Dolayısıyla Hz. Ali’nin de Şura üyesi olması
itibariyle görüş bildirmeye, gerekirse tenkide hakkı vardı.
Hz. Ali
Fitne olayı boyunca da halifeye hep yardımlarda bulunmuş, onun yanında olduğunu
hissettirmiştir. Eğer Hz. Osman'ın halifelikten azl edilmesini ve yerine halife
olmayı düşünseydi bunun için elinden geleni yapması gerekirdi. Oysaki o,
halifeliği elde etmek için bulunmaz bir fırsat olan Fitne olayı sırasında,
isyancıların kendisine ısrarla halifelik teklif etmelerine karşın onları hep
geri çevirmiştir. Bu durumda Hz. Ali'nin Hz. Osman'a tenkitlerinin ardında
başka maksatlar aramak gereksizdir. Aynı şekilde Benî Hâşim'in de hilafeti ele
geçirmek için ciddi bir muhalefet oluşturmaya yönelik yoğun bir propagandaya
giriştiğini söylemek de kanaatimizce oldukça zordur.
Bazı
iddiaların aksine Hz. Ali Fitne'yi önlemek için elinden geleni yapmıştır. Fakat
onun çabaları ne halifenin tutumunu değiştirebilmiş ve ne de ona karşı
muhalefetin azalmasına vesile olmuştur. Hz. Osman uyarılara aldırmadan kendi
siyasetini takip etmiş sonunda da feci şekilde öldürülmüştür. Hz. Ali'yi halifenin öldürülmesini engellemek için yaptığı bütün
yardımlara rağmen yine de Hz. Osman'ın öldürülmesinde parmağı olduğunu iddia
etmekse insafsızlıktır.
Yine, Hz.
Ali'nin ve Hâşimoğullarının halifeye yardım konusunda samimi olmadığını
söylemeye imkan yoktur. Çünkü Hz. Ali'nin, Hz. Osman'ın kendisinin korunmasını
istememesine rağmen, onu korumaları için oğullarını göndermesi, muhasara
esnasında susuz bırakıldığında ona su yollaması, asilerin defalarca kendisine
halifelik teklif etmelerine rağmen onları reddetmesi, onlarla görüşüp isyandan
vazgeçirmeye çalışması vb. bu konudaki samimiyetinin en önemli delilleridir.
Netice
olarak diyebiliriz ki, Hz. Ali kendini halifeliğe lâyık görmekte ve halife
olmayı istemekteydi. Fakat o, bu isteğini gerçekleştirmek için hiçbir zaman
aşırı bir çaba sarf etmemiş, ümmeti ihtilafa düşürebilecek davranışlardan
kaçınmıştır. Anladığımız kadarıyla o, ümmetin kendisini zaten bu işe layık
göreceğini ve halifeliği kendisine vereceğini umuyordu. Muhtemelen halifeliği
elde etmede biraz geri durmasının arkasında bu düşünce vardı. Ancak yine o,
hiçbir zaman Hz. Osman'dan sonra halife olmayı umarak tenkitte bulunmamıştır.
KUR’ÂN-I
KERÎM
ABDUH,
Muhammed, Şerhti Nehci'l-Belâğa, l-lV, Beyrut trz.
ÂHMED EMÎN, Fecru’l-lslâm,
Kâhire 1955.
AKBULUT,
Ahmet, Sahabe Devri Siyasi Hadiselerinin Kelâmî Problemlere Etkileri,
Birleşik Yayıncılık, İstanbul 1992.
AKBULUT, Islâm'da
İlk Devir Siyasi Olaylarının Tahlili ve Kaderciliği Oluşturması, A.Ü.
Sosyal Bilimler Enstitüsü, basılmamış Yüksek Lisans tezi, Ankara 1984.
AKKAD, Abbas
Mahmud, Abkariyyetu’l-lmâm, Mısır 1952.
ASELÎ,
Bessâm, Muâviye b. Ebî Süfyân, 6. baskı, Beyrut 1986.
ÂŞIK,
Nevzat, Hz. Âişe'nin Hadisçiliği, İzmir 1987.
ÂTAY,
Hüseyin, Ehl-i Sünnet ve Şîa, Ankara 1983.
AYÇAN,
İrfan-lbrahim Sarıçam, Emevîler, TDV Yayınları, Ankara 1993.
AYÇAN,
İrfan, Saltanata Giden Yolda Muâviye b. Ebî Süfyân, Ankara 1990.
BAKIR,
Abdulhâlık, Halifeliğine Kadar Hz. Ali, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü,
basılmamış Yüksek Lisans tezi, Ankara 1985.
BAKIR,
Hz. AH Dönemi, Mehter Yayınları, Ankara 1991.
BELÂZURÎ,
Ahmed b. Yahya b. Câbir (279/892), Ensâbu'l-Eşrâf, V, yay. S.D.F.
Goitein, Jerusalem 1936.
BELÂZURÎ, Fütûhu'l-Buldân,
Mısır 1932.
BOLELLİ,
Nusrettin, Kadınların Hadis İlmindeki Yeri, İstanbul 1998.
BROCKELMANN,
Cari, Târîhu'ş-Şu'ûbi'l-lslâmiyye, Arapça'ya tere. Nebîh Emin
Fâris-Münir Baalbekî, Beyrut 1988.
CÂBÎRÎ,
Muhammed Âbid, Islâm’da Siyasal Akıl, çev. Vecdi Akyüz, Kitabevi,
İstanbul 1997.
CAHEN,
Claude İslâmiyet, Doğuşundan OsmanlI Devleti'nin Kuruluşuna Kadar, çev.
Esat Nermi Erendor, Bilgi Yayınevi, Ankara 1990.
CÂHIZ,
Ebû Osman Amr b. Bahr (255/ 868), el-Osmâniyye, Mısır 1955.
CÂHIZ,
Mehâsin ve'l- Ezdâd, thk. Muhammed Süveyd, Beyrut 1991.
CÂMÎÎ, Muhammed Mescidi,
Ehl-i Sünnet ve Şia'da Siyasi Düşüncenin
Temelleri, çev. Malik Eşter, İnsan Yayınları, İstanbul 1995.
CEVDET
PAŞA, Ahmed (1822-1895), Kısâs-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ, I, İstanbul
1966.
ÇAĞATAY,
Neşet-İbrahim Âgâh Çubukçu, Islâm Mezhepleri Târihi, A.Ü.İ.F Yayınları,
Ankara 1976.
ÇAĞRICI,
Mustafa, “Fitne” mad., TDV Islâm Ansiklopedisi, XIII, İstanbul
1996.
ÇELEBİ,
Ahmet, örnek Halifeler Dönemi, çev. Haşan Fehmi Ulus, Seriyye Kitapları,
İstanbul 1997.
DELLA
VİDA, G. Levi, “Osman b. Affân” mad., Islâm Ansiklopedisi, IX,
M.E.B. Yayınları, İstanbul 1965-1986.
DİYÂRBEKRÎ,
Hüseyin b. Muhammed b. el-Hasan (990/1582), Târihu'l-Hamîs fi Ahvâli Enfesi
Nefis, II, Beyrut 1866.
DOĞUŞTAN
Günümüze Büyük Islâm Târihi, II, İstanbul 1986.
DURÎ,
A. Aziz, İlk Dönem Islâm Târihi -bir önsöz-, çev. Hayrettin Yücesoy,
Endülüs Yayınları, İstanbul 1991.
EBU'L-FEREC,
Ali b. el-Huseyn el-İsbehânî (976/1568), Kitâbu'l-Eğânî, V, Kâhire 1963.
EBU'N-NASR,
Ömer, ömerb. el-Hattâb, Beyrut 1935.
EBÛ UBEYD,
Kâsım b. Sellâm el-Herevî el-Ezdî (224/838), Kitâbu'l-Emvâl, thk.
Muhammed Halîl Harrâs, 3. baskı, Kâhire 1981.
EBÛ
YUSUF, Ya'kûb b. İbrâhîm (182/798), Kitâbu'l-Harâc, Kâhire 1397/1977
EBÛ
ZEHRA, Muhammed, İslam'da Siyâsî Îtikâdî ve Fıkhî Mezhepler Târihi, tere.
Sıbğatullah Kaya, Şura Yayınları, İstanbul 1993.
EŞ’ARÎ,
Ebu'l-Hasan Ali b. Ismâîl (324/936), Makâlâtu'l-lslâmiyyîn ve'H-tilâfu'l-
Musallîn, thk. Hellmut Ritter, VViesbaden 1963.
EZDÎ,
Muhammed Ibn Abdillâh (231/845), Târîhu Fütûhi'ş-Şâm, thk. Abdulmun'im
Abdullah Âmir, Kâhire 1970.
FERRÛH,
Ömer, Târîhu Sadri'l-lslâm ve'd-Devleti'l-Ümeviyye, 6. baskı, Beyrut
1983.
FESEVÎ,
Ebû Yusuf Yâ’kûb b. Süfyân (277/890), Kitâbu'l-Ma'rifeti ve't-Târîh, II,
thk. Ekrem Ziya el-ömerî, Bağdat 1974-1976.
FIĞLALI,
Ethem Ruhi, Çağımızda Itikadi Islâm Mezhepleri, Selçuk Yayınları, 7.
baskı, İstanbul 1995.
FIĞLALI,
Ibâdiye'nin Doğuşu ve Görüşleri, A.Ü. Basımevi, Ankara 1983.
FIĞLALI,
İmâm Ali (Ali Ibn Ebî Tâlib), TDV Yayınları, Ankara 1996.
FIĞLALI,
"The Problem of ’Abd-Allah Ibn Saba"’, A.Ü. İslâm İlimleri
Enstitüsü Dergisi, V, s. 379-390, Ankara 1982.
FIĞLALI,
Türkiye'de Alevîlik ve Bektâşîlik, Selçuk Yayınları, 4. baskı, İstanbul
1996.
FIĞLALI,
“AİT mad., TDV Islâm Ansiklopedisi, II, İstanbul 1989.
GÖLPINARLI,
Abdülbâkî, Hz. Ali Mü'minlerin Emîri, Der Yayınları, İstanbul 1990.
GÖLPINARLI,
Târîh Boyunca Islâm Mezhepleri ve Şiîlik, Der Yayınları, İstanbul 1979.
GÖLPINARLI,
Nehcu'l-Belâğa, Der Yayınları, İstanbul 1990.
GÖLPINARLI,
Oniki İmam, Der Yayınları, İstanbul 1979.
GÜNAL,
Mustafa, Hz. Ali Dönemi ve İç Siyaset, insan Yayınlan, İstanbul 1998.
HATİBOĞLU,
“Islâm'da İlk Siyasi Kavmiyetçilik: Hilâfetin Kureyşliliğr, A.Û.I.F.
Dergisi, XXIII, s. 121-213, Ankara 1978.
HAYDARÎZÂDE,
İbrahim, Islâm Mezhepleri ve Tarîkatleri Târihi, sad. Rekin Ertem,
Medrese Yayınevi, İstanbul 1981.
HAYYÂT,
Halîfe b. (240/854), Târihu Halîfe b. Hayyât, I, thk. Süheyl Zekkâr,
y.y. 1967.
HEYKEL,
Muhammed Hüseyin, Osmân b. Affân beyne'l-Hilâfeti ve'l-Mülk, 6. baskı,
Kâhire 1986.
HİMYERÎ,
Ebû Saîd (573/1177), Hûru’l-‘Ayn, thk. Kemal Mustafa, Mısır 1948.
HİTTİ,
Philip Khuri (1399/1978), yay. Edward Corci-Cebrâîl Süleyman Cebbur, Târfhu'l-Arab,
II, 3. baskı, y.y. 1961.
HİZMETLİ,
Sabri, “Târihi Rivayetlere Göre Hz. Osman'ın öldürülmesi", A.Û.I.F.
Dergisi, XXVII, s. 149-176, A.Ü. Basımevi, Ankara 1985.
HİZMETLİ, İslam
Târihi (Başlangıçtan İlk Dört Halife Devri Sonuna Kadar), A.Ü. Basımevi,
Ankara 1991.
HİZMETLİ, “İçtimaî
Hadiselerin Itikadî Islâm Mezheplerinin Doğuşuna Tesirleri
Üzerine Bir Deneme”, A.Û.I.F. Dergisi, XXVI, Ankara 1983.
HUART,
CL, “Ali b. Abi Tâlib” mad., Islâm Ansiklopedisi, I, M.E.B.
Yayınları, İstanbul 1965.
IŞŞ,
Yusuf, ed-Devletu'l-Ûmeviyye ve'l-Ehâdîs elletî Sebekathâ ve Mehhedet lehâ
Ibtidâen min Fitneti Osmân, 2. baskı, Dımeşk 1985.
İBN
ABDİRABBİH, Ebû Amr Ahmed b. Muhammed (327/939), Kitâbu’l-lkdi’l- Ferîd,
şrh. Ahmed Emîn, IV, VI, Kâhire 1948.
İBN
ARABÎ, Ebû Bekr (543/1148), el-Avâsım mine'l-Kavâsım, thk. Muhibuddîn
Hatîb, Kâhire 1405/1984.
İBN
A’SEM, Ebû Muhammed Ahmed (314/926), el-Fütûh, I, Beyrut 1986.
İBN
EBÎ BEKR, Muhammed b. Yahya (741/1340), et-Temhîd ve'l-Beyân fî
Makteli'ş-Şehîd Osmân, thk. Mahmud Yusuf Zâyid, Doha 1985.
İBN
HACER, Ahmed b. Ali b. Muhammed b. Muhammed el-Askalânî (852/1448), el-lsabe
fi Temyîzi's-Sahâbe, II, III, Mısır 1939.
İBN
HACER, Tehzîbu't-Tehzîb, V, VII, Beyrut 1968.
İBN HALDÛN,
Abdurrahman b. Muhammed el-Hadrâmî (808/1406), Mukaddime, I, çev. Zakir
Kadiri Ugan, M.E.B. Yayınlan, İstanbul 1997.
İBN HALDÛN, Kitâbu'l-lber
ve Dîvâni'l-Mübtedei ve'l-Haber fi Eyyâmi'l-Arab (Târîh), II, III, Beyrut
1971.
İBN
HANBEL, Ahmed b. Muhammed (241/855), el-Müsned, I, Beyrut 1969.
İBN HİŞÂM,
Ebû Muhammed Abdulmelik (218/833), es-Sîretu'n-Nebeviyye, IV, Beyrut
trz.
İBN KESÎR,
Ebu'l-Fidâ ’İmâduddîn İsmâîl b. Ömer (774/1372), el-Bidâye ve'n- Nihâye,
VI, VII, Beyrut 1981.
İBN
KESÎR, el-Muhtasar fi Ahbâri'l-Beşer, I, Mısır trz.
İBN KUTEYBE,
Ebû Muhammed Abdullâh b. Husâm ed-Dîneverî (276/899), el-lmâme ve’s-Siyâse,
I, thk. Tâhâ Muhammed, Mısır 1967.
İBN
KUTEYBE, Uyûnu'l-Ahbâr, I, Kâhire 1963.
İBN MÂCE,
Ebû Abdullâh Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî (207/822), es- Sünen, I, thk.
Muhammed Fuâd Abdulbâkî, Mısır 1952.
İBN MANZÛR,
Ebu'l-Fadl Cemaluddin Muhammed b. Mukrim (711/1311), Lisânu'l-Arab, XI,
Beyrut 1374/1955.
İBN SA'D,
Ebû Abdillâh Muhammed (230/844), et-Tabakâtu'l-Kübrâ, II, III, V, Beyrut
1380/1960.
İBN ŞEBBE,
Ebû Zeyd Amr en-Nemîrî (262/875), Târîhu’l-Medîneti'l- Münevvera, IV,
thk. Muhammed Şeltût, Beyrut 1990.
İBNU'L-ESÎR,
Ebu'l-Hasen Muhammed b. Abdilkerîm b. Abdilvâhid eş- Şeybânî (630/1232), el-Kamil
fi't-Târîh, II, III, Beyrut 1965-1966.
İBNU'L-ESÎR,
Usdu'l-Gâbe fi Ma'rifeti's-Sahâbe, II, III, V, y.y. 1285/1868.
İBNU'L-CEVZÎ,
Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali b. Muhammed (597/1200), el- Muntazam fi
Târîhi'l-Mûlûki ve'l-Ümem, V, Beyrut 1992.
KAPAR,
Mehmet Ali, Islâm'ın İlk Döneminde Bey'at ve Seçim Sistemi, Beyan
Yayınları, İstanbul 1998.
KÂŞİF,
Seyyide İsmâîl, Islâm Târihinin Kaynaklan ve Araştırma Metodları, çev.
Mehmet Şeker, Rıza Savaş, Ramazan Şimşek, İzmir İlâhiyat Fakültesi Vakfı
Yayınları, İzmir 1997.
KILAVUZ,
Ahmet Saim, İman Küfür Sının-Tekfir Meselesi, Marifet Yayınları,
KUTLU,
Sönmez, “Ehl-i Beyt Sembolik Kapitalinin Tarihi Süreç İçinde
Semerelendirilmesf, İslâmiyât Dergisi, c. III, sayı III, s. 99-120, Ankara
2000.
KUTLUAY,
Yaşar, Islâm ve Yahudi Mezhepleri, Ankara 1965.
KÜTÜKOĞLU,
Mübahat S., Târih Araştırmalarında Usûl, Kubbealtı Neşriyat,
LE BON,
Gustave, Kitleler Psikolojisi, Hayat Yayınları, İstanbul 1997.
MAKRİZÎ,
Ebu'l-Abbas Ahmed b. Ali b. Abdilkâdir (845/1442), en-Nizâ ve't- Tehâsum
fîmâ beyne Benî Ümeyye ve Benî Hâşim, thk. Huseyn Mu'nis, Kâhire 1988.
MES'ÛDÎ,
Ebu'l-Hasan Ali b. Hüseyin b. Ali (346/957), Mûrûcu'z-Zeheb ve
Meâdinu'l-Cevher, II, thk. Muhammed Muhiddin Abdulhamid, 3. baskı, Mısır
1958.
MEVDÛDÎ,
Ebu'l-A'la, Hilâfet ve Saltanat, tere. Ali Genceli, 2. baskı, İstanbul
1980.
MİNKARÎ,
Nasr b. Muzâhim (212/827), Vak'atu Sıffîn, thk. Abdusselâm Muhammed
Hârûn, 2. baskı, Kâhire 1382/1962.
MÛSÂ,
Muhammed Yusuf, Nizâmu’l-Hukm fi'l-lslâm, thk. Hüseyin Yusuf Musa,
Beyrut 1988.
MÜSLİM,
Ebu'l-Huseyn Müslim b. el-Haccâc (261/874), el-Câmiu's-Sahîh, İli, IV,
thk. M. Fuâd Abdulbâkî, 2. baskı, Beyrut 1972.
NEVBAHTÎ,
Ebû Muhammed el-Hasan b. Mûsâ (310/922), Kitâbu Fırakış-Şîa, tsh.
Hellmut Ritter, İstanbul 1931.
NEVEVÎ, Ebû
Zekeriyyâ Muhiddin b. Şeref (676/1277), Tehzîbu'l-Esmâ ve'l- Lüğât, I,
Beyrut trz.
NEVİN
MUSTAFA, Abdulhâlik, İslam Siyasi Düşüncesinde Muhalefet, çev. Vecdi
Akyüz, İz Yayıncılık, İstanbul 1990.
ONAT, Haşan,
Emevîler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, TDV Yayınları, Ankara
1993.
RAHBÎ,
Abdulazîz b. Muhammed (1183/1769), Fıkhu’l-Mülûk ve Miftâhu'r- Ritâc
el-Mursad a/â Hizâneti Kitâbi'l-Harâc, I, thk. Ahmed Ubeyd el-
Kelbîsî, Bağdat 1973.
REYYİS,
Muhammed Ziyâuddîn, Nazariyyâtu's-Siyâsiyyeti'l-lslâmiyye, Kâhire 1979.
SÂLİM, Abdulazîz,
Târîhu's-Siyâsî ve'l-Hıdârî li'd-Devleti'l-Arabiyye, Beyrut trz.
SARIÇAM,
İbrahim, Hz. Ebû Bekir, TDV Yayınları, Ankara 2000.
SARIÇAM, Emevî-Hâşimî
İlişkileri Islâm öncesinden Abbâsîlere Kadar, TDV Yayınları, Ankara 1997.
SARIÇAM, "Klâsik
Dönem Islâm Tarihinde Din IstismârT, İslâmiyât Dergisi, c. III, sayı III,
s. 139-146, Ankara 2000.
SEYF B.
ÖMER, el-Esedî (200/815), el-Fitnetu ve Va'katu'l-Cemel, thk. Ahmed
Ratib Armûş, 6. baskı, Beyrut 1986.
SIRMA, İhsan
Süreyya, İslâmî Tebliğin örnek Halifeler Dönemi, Beyan Yayınlan, 13.
baskı, İstanbul 1997.
SUYÛTÎ,
Celâleddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr (911/1505), Târîhu’l-Hulefâ, thk.
Muhammed Muhiddin Abdulhamid, 3. baskı, Kâhire 1964.
TABERÂNÎ,
Ebu'l-Kâsım Süleyman b. Ahmed (360/970), el-Mu'cemu'l-Kebîr, I, 2. baskı,
Kâhire 1983.
TABERÎ, Ebû
Ca'fer Ahmed b. Abdullâh b. Muhammed (294/906), Rıyâdu’n- Nadıra fî
Menâkibi'-Aşera, II, Beyrut 1996.
TABERÎ, Ebû
Ca'fer Muhammed b. Cerîr (310/922), Târîhu'l-Ümem ve'l- Mülûk, thk.
Muhammed Ebu'l-Fazl İbrâhîm, III, IV, Beyrut trz.
TÂHÂ
HÜSEYİN, el-Fitnetu'l-Kübrâ, I, Dâru'l-Meârif, Mısır 1951.
TAMMÂVÎ,
Süleyman Muhammed, ömerb. el-Hattâb ve Usûlu's-Siyâseti ve'l-
Idârati'l-Hadîseti, Mısır 1976.
TANTÂVÎ,
Ali-Naci, Ahbâru Ömer ve Ahbâru Abdullâh b. Ömer, 8. baskı, Beyrut 1983.
TC.
YÜKSEKÖĞRETİM KURULU DOKÜMANTASYON MERKEZİ
TANTÂVÎ,
Ali, Ebû Bekri’s-Sıddîk, Cidde 1986.
ÜNAL, A.
Bülent, İlk Devir Islâm Düşüncesinde Hakimiyet Kavramı ve Tezahürleri,
D.E.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, basılmamış Doktora tezi, İzmir 1997.
VÂKIDÎ, Muhammed
b. Ömer (207/822), Kitâbu'l-Meğâzî, II, thk. Marsden Jones, Londra 1966.
WATT, W.
Montgomery, Islâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev. Ethem Ruhi Fığlalı,
Birleşik Yayıncılık, 2. baskı, İstanbul 1998.
VVELLHAUSEN,
Julius, Arap Devleti ve Sukûtu, çev. Fikret Işıltan, A.Ü. Basımevi,
Ankara 1963.
VVELLHAUSEN,
Islâm'ın En Eski Târihine Giriş, çev. Fikret Işıltan, Ankara Matbaası,
İstanbul 1960.
VVELLHAUSEN,
İslam'ın İlk Devrinde Dinî Siyasî Muhalefet Partileri, T.T.K. Yayınları,
Ankara 1989.
YAHYA B.
ÂDEM, el-Kureşî (203/818), Kitâbu'l-Harâc, thk. Ahmed Muhammed Şâkir,
Kâhire 1347/1928.
YA’KÛBÎ,
Ahmed b. Ebû Ya’kûb b. Ca’fer b. Vehb (294/897), Târîhu'l-Ya’kûbî, II,
Necef 1379/1960.
ZAHÎR, Ihsan
İlâhî, Şia'nın Kuriân Imâmet ve Takiyye Anlayışı, tere. Sabri Hizmetli,
Haşan Onat, Ankara 1984.
ZEHEBÎ,
Şemsuddîn Muhammed b. Ahmed b. Osman (747/1346), Târîhu'l- Islâm
ve't-Tabakâtu’l-Meşâhiri ve'l-A’lâm, II, Kâhire 1368/1948.
[1] Ibn A’sem, el-Fûtûh, 1,14 vd..
[2] Câbirî, Islâm'da Siyâsal Akıl, s.
259-260.
[3] Müslümanların Imâmet konusundaki fikir
ayrılıkları ve çeşitli mezheplerin Imâmetle ilgili görüşleri için bkz: Himyerî,
Hûru’l-Ayn, s. 150 vd.; Ebû Zehra, İslâm'da Siyâsî Itikâdî ve Fıkhı
Mezhepler Tarihi, s. 17-27, 31 vd..
[4] Nevbahtî, Fıraku'ş-Şîa, s. 2; Eş’arî, Makâlât,
s. 2; Himyerî, Hûru’l-Ayn, s. 212; Fığlalı, Ibadiye’nin Doğuşu ve
Görüşleri, s. 27.
[5] Şiî fırkaların İmâmet hakkmdaki görüşleri
konusunda bkz: Himyerî, Hûru'l-Ayn, s. 154-157; Zahir, Şia'nın Kur'ân
İmâmet ve Takiyye Anlayışı, 11-67.
[6] Himyerî, Hûru'l-Ayn, s. 154; Ebû Zehra,
Islâm'da Siyâsî Itîkâdî ve Fıkhı Mezhepler Tarihi, s. 41.
[7] Kutluay, Islâm ve Yahudi Mezhepleri,
s. 24.
[8] Nevin Mustafa, Islâm Siyâsî Düşüncesinde
Muhalefet, s. 169.
[9] Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I,
12; Taberî’ye göre Sa’d b. Ubâde’ye halife olarak biat etmek üzere
toplanmışlardı. Bkz: Taberî, Târîh, III, 201.
[10] Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 182, 616; ibn
Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, 1,13; Taberî, Târîh, 111,201,219.
[11] Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I,
12-13; Taberî, Târih, III, 218.
[12] Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I,
13.
[13] Sa’d b. Ubâde o sırada çok hasta olduğu için
konuşmalarını oğlu Kays b. Sa’d'a söylüyor, o da yüksek sesle topluluğa
iletiyordu. Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I, 12; Taberî, Târih,
İli, 218.
[14] Fığlalı, Çağımızda itikâdî Islâm
Mezhepleri, s. 30.
[15] Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 616; Ibn
Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I, 13-15; Taberî, Târih, III, 203,
219-220.
[16] Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I,
11-12, 15-16; Taberî, Târih, III, 220 vd.
[17] Himyerî’ye göre, Ensâr, daha Hz. Ebû Bekir ve
Hz. Ömer toplantı yerine gelmeden önce Sa’d b. Ubâde'ye biat etmişti, fakat Hz.
Ebû Bekir’in adaylığı söz konusu olup, Sa’d’ın amca oğlu Beşîr de Hz. Ebû
Bekir’e biat eden ilk kişi olunca önceki kararlarından vazgeçip Hz. Ebû Bekir’e
biat ettiler. Bkz. Himyerî, Hûru’l-Ayn, s. 212- 213.
[18] Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 186; Ibn
Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I, 16-17; Taberî, Târih, III, 210,
221-222; Sakîfetü Benî Sâide’de olanlar ve Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesi
ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. Ibn A'sem, el-Fütûh, I, 3-14.
[19] Taberî, Târih, III, 202.
[20] Câbirî, Islâm'da SiyâsalAkıl, s. 259.
[21] Hatiboğlu, ‘Hilâfetin Kureyşliliği”,
A.O.I.F. Dergisi, XXIII, s. 121-213; Câbirî, Islâm'da SiyâsalAkıl,
s. 280; Fığlalı, Ibâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 31.
[22] Ahmed Emîn, Fecru’l-lslâm, s. 252 vd.;
Hizmetli, İçtimaî Hadiselerin..., A.O.I.F. Dergisi, XXVI, s. 655.
[23] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 617; İbn
Kuteybe, el-imâme ve’s-Siyâse, I, 17; Taberî, Târîh, III,
222-223. Nevbahtî, Sa’d b. Ubâde’nin Şam'da, öldürüldüğünü söylemektedir.
Nevbahtî, Fırakuş-Şîa, s. 4-5.
[24] Reyyis, Nazari yy ât, s. 176-179,
müellif konuyu delilleriyle izah etmektedir.
[25] Reyyis, Nazariyyât, s. 178.
[26] Mûsâ, Nizâmu’l-Hukm, s. 98.
[27] İbn Kesîr, el-Bidâye, VI, 301-302.
[28] Taberî, Târîh, III, 209; Suyûtî, Tarîhu'l-Hulefâ,
s. 67; Tantâvî, Ebû Bekri's-Sıddîk, s. 164-165; Fığlalı, Ibâdiye’nin
Doğuşu ve Görüşleri, s. 32.
[29] Taberî, Târih, III, 209; Suyûtî, Târîhu'l-Hulefâ,
s. 67.
[30] Ya’kûbî, Târîh, II, 126.
[31] Hz. Ali’nin Ebû Bekir’e biati ile ilgili daha
fazla bilgi için bkz: Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I, 19-22;
Taberî, Rıyâdu'n-Nadıra, II, 202 vd.; Ibn Arabî, el-Avâsım, s.
61-64.
[32] Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse,
1,20-22; Taberî, Târîh, III, 208.
[33] Sönmez Kutlu, “Hz. Ali'nin, Hz. Ebû Bekir'e
ve diğer halifelere karşı, kendisinin Ehli Beytten olduğu ve Hz. Peygamberin
dini, hukuki ve Siyâsî mirasçısı olduğu şeklinde bir gerekçe ileri sürerek biat
etmekten kaçındığına dair bir kayda rastlamıyorum demektedir. Bkz: Kutlu, “Ehli
Beyt Sembolik Kapitalinin...”, s. 109. Oysa bu rivayet Hz. Ali'nin
kendisinin Ehli-i Beyt'ten olduğunu Hz. Ebû Bekir'e karşı dile getirdiğini ve
ona hemen biat etmekten kaçındığını göstermektedir. Peygamberin vasisi olduğunu
iddia etmese de, Hz. Ali'nin ona olan yakınlığını bir üstünlük olarak kullanmak
istediği aşikardır.
[34] Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I,
18-19, Hz. Ömer ve beraberindekilerin Hz. Ali'yi ölümle tehdit ettikleri
rivayeti de vardır. Bkz: a.e., I, 20.
[35] Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I,
19.
[36] Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I,
24.
[37] Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I,
20.
[38] Câbirî, Islâm’da Siyâsal Akıl, s. 280.
[39] Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse,
1,20-22; Taberî, Târih, III, 208.
[40] Günal, Hz. Ali Dönemi ve İç Siyâset, s.
22; Câbirî, Islâm’da Siyâsal Akıl, s. 278-279, Ayrıca müellifin, Hz.
Ali’nin Hz. Ebû Bekir’e biati ile ilgili rivayetlerin geneli hakkındaki
değerlendirmesi için bkz. a.e., s. 262.
[41] Akbulut, Sahâbe Devri Siyâsî
Hadiselerinin..., s. 70.
[42] Bakır, Halifeliğine Kadar Hz. Ali, s.
62.
[43] Kâşif, Islâm Târihinin Kaynakları...,
s. 69.
[44] Taberî, Târih, III, 420.
[45] Ibn Abdirabbih, el-lkdu’l-Ferîd, IV,
265; Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 33, 38.
[46] Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 59.
[47] Suyûtî, Târîhu'l-Hulefâ, s. 30.
[48] Suyûtî, Târîhu'l-Hulefâ, s. 30.
[49] Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I,
21.
[50] Taberî, Târih, III, 208.
[51] Ibn Sa'd, et-Tabakât, II, 350; Taberî, Rıyâdu'n-Nadıra,
II, 195 vd.; Gölpınarlı, Hz. Ali, s. 58; Fığlalı, İmâm Ali, s.
56.
[52] Sarıçam, Hz. Ebû Bekir, s. 65-66.
[53] Reyyis, Nazariyyât, s. 179;
Haydarîzâde, Islâm Mezhepleri ve Tarikatleri Târihi, s. 92.
[54] Ezdî, Târihu Fütûhi'ş-Şâm, s. 4; krş:
Ya’kûbî, Târih, II, 132-133.
[55] Sarıçam, Hz. Ebû Bekir, s. 47.
[56] Haydarîzâde, Islâm Mezhepleri ve
Tarîkatleri Târihi, s. 92.
[57] Cabiri, Islâm'da SiyâsalAkıl, s. 285.
[59] Tayin metni şöyledir:”Esirgeyen bağışlayan
Allah’ın adıyla! Bu, Ebû Bekir b. Kuhâfe'nin dünyadan göçerken yaptığı son,
ahirete girerken yaptığı ilk sözleşmedir. Ömer b. Hattâb'ı sizin üzerinize
halife atadım... Size adaletli davrandığını görürseniz, bu benim ona beslediğim
iyi zandır ve ondaki ümidimdir. Değiştirirse, ben iyiliği istedim, gaybı
bilemem. Zulmedenler hangi sona ulaşacaklarını bilir.” Ibn Kuteybe, el-lmâme
ve's-Siyâse, I, 24; kış: Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 200; Taberî, Târih,
III, 429.
[60] Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, 1,25;
krş: Taberî, Târih, III, 428,429; Ibn A'sem, el-Fütûh, I,
121-123.
[61] Ibn A'sem, el-Fütûh, 1,123.
[62] Suyûtî, Târihu'l-Hulefâ, s. 83.
[63] Câbirî, İslâm’da Siyâsal Akıl, s.
284-285.
[64] Yahyâ b. Âdem, Kitâbu'l-Harâc, s.
77-78.
[65] Suyûtî, Târîhu'l-Hulefâ, s. 45.
[66] Suyûtî, Târîhu'l-Hulefâ, s. 46.
[67] Tammâvî, Ömer b. el-Hattâb, s. 87.
[68] Tantâvî, Ahbâru Ömer, s. 166-167.
[69] Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse,
1,27.
[70] Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, II, 537.
[71] Câhız, Osmâniyye, s. 237. Hz. Ali'nin
erkek-kız toplam otuz üç çocuğu olmuştur. Oğullarından Hz. Haşan ve Hüseyin'le,
doğmadan düşen ve adı Hz. Peygamber’ tarafından konan Muhsin, kızlarından
Zeynep ve Ümmü Gülsüm Hz. Fatıma'dan olan çocuklarıdır. Hz. Peygamberin soyu,
torunları Hz. Haşan ve Hz. Hüseyin'le; Hz. Ali'nin diğer hanımlarından doğan
Muhammed b. el-Hanefiyye, Ebu'l-Fazl Abbas ve Ömeru’l-Ataraftan devam etmiştir
ki söz konusu edilen bu evlâdıdır. Ibn Sa'd, et- Tabakât, III, 19-20;
Gölpınarh, Oniki İmâm, s. 21.
[72] Ibn A'sem, el-Fütûh, I, 330.
[73] Abduh, Şerhu Nehci'l-Belâğa, 1, 35.
[74] Tammâvî, Ömerb. el-Hattâb, s. 161.
[75] Ibn Sa'd, et-Tabakât, II, 350; Taberî, Riyâdu'n-Nadıra,
II, 195 vd.; Gölpınarh, Hz. Ali, s. 58; Fığlalı, imâm Ali, s. 56;
Günal, Hz. Ali Dönemi ve İç Siyâset, s. 24.
[76] Günal, Hz. Ali Dönemi ve İç Siyâset, s.
24.
[77] Bakır, Halifeliğine Kadar Hz. Ali, s.
67.
[78] Rahbî, Fıkhi'l-Mülûk, I, 128-129.
[79] Ibn A'sem, el-Fütûh, I, 291-292.
[80] Ibn A'sem, el-Fütûh, I, 292 vd.; Krş:
Ebû Ubeyd, Kitâbul-Emvâl, s. 342.
[81] Ya'kûbî, Târih, II, 145; Tammâvî, Ömer
b. el-Hattâb, s. 209; Tantâvî, Ahbâru Ömer, s. 204.
[82] Ibnu'l-Esîr, el-Kâm il, II, 526.
[83] Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, 11, 561..
[84] Ibn Kesîr, el-Bidâye, VM, 55.
[85] Fığlalı, TDVIslâm Ansiklopedisi,
11,372.
[86] Ebû Yusuf, Kitâbu'l-Harâc, s. 26-28;
Ebû Ubeyd, Kftâbul-Emvâl, s. 61; Tammâvî, Ömer b. el-Hattâb, s.
113.
[87] Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, III, 55-56.
[88] Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, II, 502-504;
Tantâvî, Ahbâru Ömer, s. 324-325.
[89] Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 307.
[90] Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 295;
lbnu'1-Eslr, el-Kâmil, II, 502; Tammâvl, Ömer b. el- Hattâb, s.
137.
[91] Mes'ûdî, Mürûc, II, 317-318;
Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, II, 450; Ibn Kesir, el-Bidâye, VII, 35.
[92] Gölpınariı, Hz. Ali, s. 59.
[93] Tammâvî, Ömer b. el-Hattâb, s. 196-197.
Fıkhî konulardaki başka fetvaları ve tavsiyeleri için bkz: a.e.,198, 201,205.
[94] Tammâvî, Ömerb. el-Hattâb, s. 499.
[95] Ibn Arabî, el-Avâsım, s. 194;
Haydarîzâde, Islâm Mezhepleri ve Tarikatleri Târihi, s. 92.
[96] Vâkıdî, Meğâzî, II, 697-698.
[97] Taberî, Târih, IV, 227. ibn Kuteybe'de
ise Sâlim yerine Muaz b. Cebel ve Hâlid b. Velîd'in adları geçmektedir. Bkz.
İbn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 28; krş: İbn Sa'd, et-Tabakât,
III, 343.
[98] İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 342.
[99] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 61, 338,
343; İbn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 28; Belâzurî, Ensâb,
V, 16,18.
[100] ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 61, 344; İbn
Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 28; Taberî, Târih, IV, 192.
[101] İbn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I,
29; Belâzurî, Ensâb, V, 18.
[102] Taberî, Târih, IV, 191.
[103] Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I,
29; Bkz. Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 341,343; Belâzurî, Ensâb, V,
16-17; Ebu'n-Nasr, Ömer b. el-Hattâb, s. 224-225.
[104] Bazı araştırmacılar Hz. Ali’nin halife olması
konusunda Hz. Ömer’in tereddütlerini, ondaki halife seçilme tutkusundan ve
siyâsî hırsından endişe etmesine bağlamaktadır. Mesela Bkz: Bakır, Halifeliğine
Kadar Hz. Ali, s. 69-70. Kanaatimizce bu sağlıklı bir yorum olarak
gözükmemektedir. Her ne kadar Hz. Ömer'in böyle ifadeleri varsa da, târihî
rivayetler dikkatle değerlendirildiğinde, Hz. Ali’nin o zamana gelinceye kadar
halife seçilmek için aşırı bir hırsı ve tutkusu olmadığı anlaşılmaktadır.
Ayrıca Hz. Ömer benzer kaygılan, Hz. Osman ve Abdurrahmân ve Şura'nın diğer
üyeleri için de taşımaktadır. Bkz. Ibn Kuteybe, el- lmâme ve’s-Siyâse, I, 29.
Onun endişesinin, Şura üyelerinin şahsiyetlerinden çok, Arap kavmiyetçiliğinin
seçilen halifenin İyi idare gösterememesine sebep olacağı konusundaki korkusuna
bağlı olduğunu düşünmek daha uygun olur kanaatindeyiz.
[105] Taberî, Târih, IV,192; Aynca bkz: Ibn
Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 29; Ibn Sa'd, et-Tabakât, III,
344.
[106] Sırma, İslâmî Tebliğin Örnek Halifeler
Dönemi, s. 102.
[107] Taberî, Târih, IV, 229.
[108] Belâzurî, Ensâb, V, 17.
[109] Haydarîzâde, Islâm Mezhepleri ve
Tarîkatleri Târihi, s. 82.
[110] Taberî, Târih, IV, 192.
[111] Taberî, Târih, IV, 192; Ibn Kesir, el-Bidâye,
VII, 145.
[112] Taberî, Târih, IV, 228; Ibn Kuteybe, el-lmâme
ve's-Siyâse, I, 28.
[113] Taberî, Târih, IV, 192. Ayrıca bkz. Ibn
Sa'd, et-Tabakât, III, 339; Ibn Kuteybe, el- lmâme ve's-Siyâse,
1,29.
[114] Çelebi, örnek Halifeler Dönemi, s. 54.
[115] Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 350, 352,
365; Taberî, Târih, IV, 193-194.
[116] Müslim, IV, 1858-1859; Bkz: Ibn Mâce, 1,37-38; Ibn
Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I, 9-10; Fesevî, Kitâbu'l-Ma'rife,
II, 745; Zehebî, Târih, II, 65.
[117] Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 369-371.
[118] Hizmetli, “Târihi Rivayetlere Göre Hz.
Osman'ın Öldürülmesi", s. 162.
[119] Ya’kûbî, Târih, II, 162.
[120] Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I,
30. Taberî'de ise Hz. Ali'nin bu konuda
görüşünü belirtmeyerek sustuğu kaydedilmektedir. Bkz: Taberî, Târîh, IV,
231.
[121] Belâzurî, Ensâb.V, 21.
[122] Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 70-71.
[123] Taberî, Târîh. IV, 231.
[124] Ya'kûbî, Târîh, II, 162.
[125] Taberî, Târîh, IV, 233.
[126] Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I,
31.
[127] Câbirî, Islâm'da Siyâsal Akıl, s. 361.
[128] Delta Vida, Islâm Ansiklopedisi, IX,
438.
[129] Ibn Abdirabbih, el-lkdu'l-Ferîd, IV,
303; Durî, İlk Dönem Islâm Târihi, s. 94; Fığlalı, İmâm Ali, s.
57; Türkiye'de Alevîlik-Bektâşîlik, s. 40-41.
[130] Fığlalı, İmâm Ali, s. 58.
[131] Haydarîzâde, Islâm Mezhepleri ve
Tarikatleri Târihi, s. 84-85; Gölpınarlı, Târih Boyunca Islâm Mezhepleri
ve Şiîlik, s. 58, 75.
[132] Belâzurî, Ensâb, V, 19; Taberî, Târih,
IV, 229-230; Ibn Kesîr, el-Muhtasar fi Ahbâri'l-Beşer, 1,165.
[133] Nîsâ 1.
[134] Belâzurî, Ensâb, V, 20; Taberî, Târih,
IV, 231.
[135] VVelIhausen, Arap Devletî ve Sukûtu, s.
19.
[137] Câbirî, İslâm’da SiyâsalAkıl, s. 296
vd.
[138] Ibn Sa’d, et-Tabakât, III, 63;
Belâzurî, Ensâb, V, 23; Taberî, Târîh, IV, 233; Ibn Ebî Bekr, et-Temhîd,
s. 27.
[139] Akbulut, Sahâbe Devri Siyâsî
Hadiselerinin..., s. 155.
[140] Nevin Mustafa, Islâm Siyâsî Düşüncesinde
Muhalefet, s. 160. Halifelik müessesesinin hukuki açıdan incelenmesi için
bkz: Yusuf Mûsâ, Nizâmu’l-HOkm fi'l- Islâm. Ayrıca bkz: A. Bülent Ünal, İlk
Devir İslâm Düşüncesinde Hakimiyet Kavramı ve Tezahürleri, D.E.Ü. Sosyal
Bilimler Enstitüsü, basılmamış Doktora tezi, İzmir 1997.
[141] Hizmetli, Islâm Târihi, s. 189.
[142] Hizmetli, Islâm Târihi, s. 208.
[143] Kâşif, Islâm Târihinin Kaynaklan..., s.
13 vd.; Kütükoğlu, Tarih Araştırmalarında Usûl, s. 8.
[144] Durî, İlk Dönem Islâm Târihi, s. 93.
[145] Hizmetli, Islâm Târihi, s. 189.
[146] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 62,339;
Belâzurî, Ensâb, V, 22-23.
[147] İbn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, 1,30-31.
[148] Belâzurî, Ensâb, V, 18.
[149] Minkarî, Vak’atu Sıffln, s. 201; İbn
Hişâm, Sîret, IV, 304; İbn Sa'd, et-Tabakât, II, 245-246; İbn
Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyase, I, 12; Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil, II,
217, 224; Makrizî, en-Nizâ vet-Tehâsum, s. 85 vd.; Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetu'l-Kübra,
I, 155; Atay, Ehl-i Sünnet ve Şîa, s. 21.
[150] Nevin Mustafa, Islâm Siyâsî Düşüncesinde
Muhalefet, s. 160; Bakır, Halifeliğine Kadar Hz. Ali, s. 55
[151] Belâzurî, Ensâb, V, 23; İbn Arabî, el-Avâsım,
s. 58.
[152] İbn Sa'd, et-Tabakât, II, 245;
Belâzurî, Ensâb, V, 23.
[153] İbn Sa'd, et-Tabakât, II, 246.
[154] Ibn Sa'd, et-Tabakât, II, 246-247; Ibn
Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyase, I, 12; Belâzurî, Ensâb, V, 23.
[155] Abbas Şura'nın belirlenmesinden sonra Hz. Ali'ye
“Evinde otur, Şura’ya katılma, halife seçilmene kimse karşı çıkmaz”
demişti. Bkz: Belâzurî, Ensâb, V, 23; krş: Taberî, Târih, IV,
228, 230.
[156] Taberî, Târih, IV, 230.
[157] Abduh, Şerhu Nehcil-Belâğa, III,
391-392.
[158] Bakır, Halifeliğine Kadar Hz. Ali, s.
54-55.
[159] Gölpınarlı, Hz. Ali, s. 62.
[160] Della Vida, Islâm Ansiklopedisi, IX,
430; Fığlalı, Ibadiye’nin Doğuşu ve Gelişmesi, s. 34.
[161] Belâzurî, Ensâb, V, 25; Akkad, Abkariyye,
s. 33 vd.; Hizmetli, "Târihi Rivayetlere Göre Hz. Osman'ın
öldürülmesi"
[162] Ibn Ebî Bekr, et-Temhîd, s. 28.
[163] Ibn Ebî Bekr, et-Temhîd, s. 45; Ibn
Kesîr, el-Bidâye, VII, 148.
[164] Hayyât, Târih, I, 178; Belâzurî, Fütûh,
s. 224.
[165] Belâzurî, Fütuh, s. 324; Taberî,Târih,
IV, 263.
[166] Ibnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, II, 198;
Diyârbekrî, Târih, II, 358.
[167] Taberî, Târih, IV, 431.
[168] Taberî, Târih, IV, 231, 233, 237,238;
Ibn Hanbel, el-Müsned, I, 75; Kapar, Islâm'ın İlk Döneminde...,
s. 53.
[169] Belâzurî, Ensâb, V, 9.
[170] Hicr47.
[171] Belâzurî, Ensâb, V, 10.
[172] Ibn Kesîr, el-Bidâye, VII, 176-181.
[173] Belâzurî, Ensâb, V, 10.
[174] Kaynaklarda fitne hadisesi ile ilgili yer alan
haberlerin ravileri hakkında değerlendirme için bkz. Işş, ed-Devletu'l-Ümeviyye,
s. 38-40.
[175] Belâzurî, Ensâb, \f, 26; VVelIhausen, Islâm'ın
En Eski Târihine Giriş, s.112.
[176] Bkz: Çağncı, TDV Islâm Ansiklopedisi,
XIII, 156-159. Hz. Osman’ın öldürülmesi olayının Islâm Târihinde fitne olarak
isimlendirilmesi ve bu konuda yazılmış eserlerin bibliyografyası için ayrıca
bkz: Işş, ed-Devletu'l-Ümeviyye, s. 32 vd.
[177] Bkz: Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetu‘l-Kûbrâ;
Sâlim, Târîhu's-Siyâsî, s. 285 vd.; Aseiî, Muâviye b. Ebî Süfyân,
s. 78.
[178] Haydarîzâde, Islâm Mezhepleri ve
Tarikatleri Târihi, s. 29.
[179] Fığlalı, Ibadiye'nin Doğuşu ve Gelişmesi,
s. 34.
[180] Onat, Emevîler Devri Şîî Hareketleri,
s. 155.
[181] Çağatay-Çubukçu, Islâm Mezhepleri Târihi,
s. 7; Bkz: Makrizî, en-Nizâ vet- Tehâsum, Kâhire 1988.
[182] Onat, Emevîler Devri Şîî Hareketleri,
s. 28.
[183] Onat, Emevîler Devri Şff Hareketleri,
s. 29.
[184] Câbirî, Islâm’da Siyâsal Akıl, s.
316-317; Câmiî, Ehl-i Sünnet ve Şia'da Siyasi Düşüncenin Temelleri, s.
79 vd.
[185] İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Gâbe, II, 198;
Diyârbekrî, Târih, II, 358.
[186] Akbulut, Islâm'da İlk Devir Siyâsî
Olaylarının..., s. 66.
[187] Câbirî, Islâm'da Siyâsal Akıl, s. 375
vd.
[188] Câbirî, Islâm'da Siyâsal Akıl, s.
316-317; Fığlalı, Türkiye'de Alevilik Bektaşilik, s. 41- 42.
[189] VVelIhausen, Islâm'ın En Eski Târihine
Giriş, s.102; Cahen, İslâmiyet, s. 29.
[190] Ebû Zehra, Islâm'da Siyâsî Itikadi ve Fıkhi
Mezhepler Târihi, s. 37.
[191] VVelIhausen, Islâm'ın En Eski Târihine
Giriş, s. 102.
[192] Akbulut, Islâm'da İlk Devir Siyâsî
Olaylarının..., s. 62.
[193] Taberî, Târih, IV, 396 vd.; Çelebi, örnek
Halifeler Dönemi, s. 59.
[194] Akbulut, Islâm'da ilk Devir Siyâsî
Olaylarının..., s. 67.
[195] Daha fazla bilgi için bkz. Fığlalı, “The
Problem of 'Abd-Allah İbn Saba", s. 379-391.
[196] Şerefeddîn, “Islâm'da İlk Fikri Hareketler
ve Dini Mezhepler”, s. 3.
[197] Taberî, Târih, IV, 340.
[198] İbn Ebî Bekr, et-Temhîd, s. 67-72; Ebû
Zehra, Islâm'da Siyâsî Îtikâdî ve Fıkhî Mezhepler Târihi, s. 46.
[199] Taberî, Târih, IV, 353, 358-359;
Belâzurî, Ensâb, V, 46.
[200] Hizmetli, "Târihi Rivayetlere Göre Hz.
Osman'ın Öldürülmesi", s. 169-170.
[201] VVelIhausen, Islâmiyetin İlk Devrinde Dini
Siyâsî Muhalefet Partileri, s. 15.
[202] Fığlalı, Çağımızda Itikâdî İslâm
Mezhepleri, s. 289 vd.
[203] Nevin Mustafa, Islâm Siyâsî Düşüncesinde
Muhalefet, s. 19.
[204] VVelIhausen, Arap Devleti ve Sukûtu, s.
21.
[205] Belâzurî, Ensâb, V, 39; Taberî, Târih,
IV, 271.
[206] İbn Sa'd, et-Tabakât, V, 32; Belâzurî, Ensâb,
V, 40.
[207] Mes’ûdî, Mürûc, II, 346;
Çağatay-Çubukçu, Islâm Mezhepleri Târihi, s. 8.
[208] Belâzurî, Ensâb, V, 41-42.
[209] Belâzurî, Ensâb, V, 40.
[210] Belâzurî, Ensâb, V, 43-47; Mes’ûdî, Mürûc,
II, 346; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 167.
[211] Hitti, Târih u'l-Arab, II, 235; Ferrûh,
Târîhu Sadri'l-lslâm, s. 118; Onat, Emevîler Devri Şiî Hareketleri,
s. 30.
[212] Abdullah b. Ebî Şerh hicretten önce İslâmiyet!
kabul etmiş ve vahiy kâtipliğinde bulunmuştu. Fakat bir keresinde Hz.
Peygamber' gelen bir ayeti yazdırırken, ayetin sonunu doğru tahmin edince
kendisine de vahiy geldiğini iddia ederek irtidâd etmişti. Bunun üzerine Hz.
Peygamber’ onu öldürtmek istedi. Fakat Osman'ın ısrarlı ricası üzerine gözüne
görünmemesi şartıyla affetti. 59/678'de öldü. Bkz: Ibnu’l-Esîr, Usdu'l-Gâbe,
III, 173; Ibn Hacer, el-lsâbe, II, 309 vd.
[213] Taberî, Târih, IV, 356.
[214] Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, III, 88; Ibn
Kesîr, el-Bidâye, VII, 170.
[215] Belâzurî, Ensâb, V, 26.
[216] Taberî, Târih, IV, 341; İbn Haldûn, Târih,
II, 143.
[217] İbn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 36;
Belâzurî, Ensâb, V, 89; Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 149-150; İbn Ebî
Bekr, et-Temhîd, s. 88 vd.; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 167;
Heykel, Osman b. Affân, s. 117.
[218] Belâzurî, Ensâb, V, 89.
[219] Ferrûh, Târihu Sadri'l-lslâm, s. 119.
[220] Bu konuda bkz: Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetu'l-Kübra,
1,171.
[221] Belâzurî, Ensâb, V, 49-51.
[222] Belâzurî, Ensâb, V, 50.
[223] Muhammed b. Ebî Bekr, aslında Ebû Huzeyfe'nin
oğludur. Ibn Ebî Bekr denmesi Hz. Ebû Bekir’in evlatlığı olmasındandır.
Brockelmann, Tarihu'ş-Şuûbi'l-lslâmiyye, s. 113. Muhammed'in annesi, Hz.
Ebû Bekir'in ölümünden sonra Hz. Ali ile evlenmiş, Muhammed Hz. Ali'nin yanında
yetişmişti. Bu nedenle fitne olayları sırasında ona karşı teveccüh göstermiş
olmalıdır. Çelebi, örnek Halifeler Devri, s. 65; Doğuştan Günümüze
Büyük Islâm Târihi, II, 208-219.
[224] İbnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 161.
[225] Taberî, Târih, IV, 357.
[226] Ibn Ebî Bekr, et-Temhîd, s. 88-90.
[227] Velîd hakkında bkz: Belâzurî, Ensâb, V,
30-33; Taberî, Târih, IV, 251, 271.
[228] Taberî, Târih, IV, 333.
[229] Wellhausen, İslâm'ın İlk Devrinde Dini
Siyâsî Muhalefet Partileri, s. 16.
[230] Belâzurî, Ensâb, V, 60; Taberî, Târih,
IV, 337-338; Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 75-76; Ibn Abdirabbih, el-lkdu'l-Ferid,
IV, 308; Abduh, Şerhu Nehci'l-Belâğâ, II, 285-286.
[231] Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 149-150;
Ibn Kesîr, el-Bidâye, VII, 167; Heykel, Osman b. Affân, s. 117.
[232] Mes’ûdî, Mürûc, II, 352; Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 161; Ibn Kesîr, el-Bidâye, VII, 173- 174; Asilerin liderleri
hakkında daha fazla bilgi için bkz: Ibn Arabî, el-Avâsım, s. 121-131.
[233] Belâzurî, Ensâb, V, 59; Taberî, Târih,
IV, 358.
[234] Ibn Abdirabbih, el-lkdu'l-Ferid, IV,
308.
[235] Ferrûh, Târthu Sadri'l-lslâm, s. 119.
[236] Fığlalı, İmâm Ali, s. 59.
[237] Işş, ed-Devletu'l-Omeviyye, s. 70-71.
[238] Ibn
Sa'd, et-Tabakât,
III, 356, V, 16-17.
[239] Nevevî,
Tehzîbu'l-Esmâ,
I, 315-316; Çelebi, örnek Halifeler Devri, s. 55.
[240] Akbulut,
Islâm'da İlk Devir Siyâsî Olaylarının..., s. 61.
[241] Ibn
Sa'd, et-Tabakât,
V, 17.
[242] Belâzurî, Ensâb,
M, 24; Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetu'l-Kübrâ, 1,155.
[243] Belâzurî,
Ensâb, V,
40,43-47,48; Mes’ûdî, Mürûc, II, 346; Ibn Kesîr, el-Bidâye, VII, 167.
[244] Belâzurî,
Ensâb, V, 52, 53;
Taberî, Târih, IV,
283; Çağatay-Çubukçu, Islâm Mezhepleri Târihi, s. 8.
[245] Taberî,
Târih, IV, 284.
[246] Belâzurî,
Ensâb, V, 53;
Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 67; Wellhausen, Islâm'ın En Eski Târihine Giriş, s. 111.
[247] Belâzurî,
Ensâb, V, 54;
Ya'kûbî, Târih,
II, 172-173; Mes’ûdî, Mürûc, II, 350 vd.
[248] Belâzurî,
Ensâb, V, 57.
[249] Belâzurî,
Ensâb, V, 54.
[250] Taberî,
Târih, IV, 341;
Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 78; Ibn Haldûn, Târih, II, 143.
[251] Ibn
Ebî Bekr, et-Temhîd, s. 97-99.
[252] Uzun
sakallı, yaşlı ahmak adam gibi anlamlara gelmektedir. Aynı zamanda sima olarak
Hz. Osman'a benzeyen Mısırlı bir kişinin de adıydı. Hz. Osman'ı kötülemek,
küçük düşürmek için kullanılmış bir ifadedir. Ibn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XI, 669- 670.
[253] Tâhâ
Hüseyin, el-Fitnetu'l-Kübra, 1,171.
[254] Belâzurî,
Ensâb, V, 48, 49.
[256] Belâzurî, Ensâb, V, 54-55.
[257] Ibn
Sa'd, et-Tabakât,
II, 342-344, VI, 13-14; Ibnu’l-Esîr, Usdu'l-Gâbe, III, 256 vd..
[258] Ebu'l-Ferec, Eğânî, V, 123 vd.
[259] Işş, ed-Devletu'l-Omeviyye, s. 5 vd.
[260] Belâzurî, Ensâb, V, 36; Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetu’l-Kübra, 1,171.
[261] Belâzurî, Ensâb, V, 36-37.
[262] Belâzurî,
Ensâb, V, 37; Tâhâ
Hüseyin, el-Fitnetu'l-Kübrâ, 1,171.
[263] Ibnu'l-Esîr,
Usdu'l-Gâbe, V, 90
vd.; Ibn Hacer, el-lsâbe, III, 601.
[264] Müslim,
es-Sahîh, Hudûd,
III, 1331-1332; Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyase, I, 36- 37; Belâzurî, Ensâb, I, 33-35, Belâzurî'de cezanın Ali
tarafından infaz edildiğini gösteren, ayrıca kırbaç sayısını kırk olarak
nakleden rivayet de mevcuttur. Bu konuda ayrıca bkz: Ibn Abdirabbih, el-lkdu'l-Ferid, VI, 348; Mes’ûdî, Mürûc, II, 345; Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 53.
[265] Taberî,
Târih, IV, 358.
[266] Belâzurî,
Ensâb, V, 61;
Mes’ûdî, Mürûc,
II, 353. VVelIhausen, Hz. Osman'ın isyancılarla anlaşma çabası için "O zamanlar
dünyanın diğerleriyle mukayese edilmeyecek derecede en kuvvetli devletinin
hakimi olan Osman, payitahtında iktidarını destekleyecek hiçbir kuvvete sahip
olmadığı için asiler topluluğu ile anlaşmaktan başka çare bulamadı" yorumunu yapmaktadır. VVelIhausen, Arap
Devleti ve Sukûtu, s. 20.
[267] Belâzurî,
Ensâb, V, 61, 64,
89; Ibn Arabî, el-Avâsım, s. 132-133.
[268] Hayyât,
Târih, I, 182-183;
Zehebî, Târih, II,
129. Ayrıca bkz: Belâzurî, Ensâb, V, 64.
[269] Belâzurî,
Ensâb, V, 64;
Taberî, Târih,
IV, 360-361.
[270] Belâzurî,
Ensâb, V, 65;
Taberî, Târih,
IV, 362; Ibn Kesîr, el-Bidâye, VII, 172-173.
[271] Belâzurî,
Ensâb, V, 65;
Taberî, Târih, IV,
362; Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, III, 164; Ibn Kesîr, el-Bidâye, VII, 172-173.
[272] Belâzurî,
Ensâb, V, 68,
Başka bir rivayete göreyse Hz. Ali, mektup hakkındaki cevaplarına rağmen Hz.
Osman'a inanmamış ve ona kızarak "Bu senin işindir." demişti. Bkz: a.e., V, 66; Ibn Sa’d, et-Tabakât, III, 65; Ibn Şebbe, Tarihu'l-
Medîneti'l-Münevvera, IV,
1150; Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 39, 43; Taberî, Târih, IV, 367-368; Mes'ûdî, Mürûc, II, 253.
[273] Taberî, Târih, IV, 355; Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 40; Ibn Arabî, el- Avâsım, s. 133-135.
[274] Kutluay, Islâm
ve Yahudi Mezhepleri, s. 37.
[275] Akbulut,
Islâm'da İlk Devir Siyâsî Olaylarının..., s. 73.
[276] Ibn
Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 41, 42.
[277] Belâzurî,
Ensâb, V, 71.
[278] Ibn Kuteybe, el-lmâme
ve's-Siyâse, I, 41; Belâzurî, Ensâb, V, 68; Mes’ûdî, Mürûc,
II, 353; SuyÛtî, Târîhu'l-Hulefâ, s. 149
[279] Taberî, Târîh, IV, 386; Ibnu'l-Cevzî, Muntazam, V, 54; Ibn Haldûn, Târîh, II, 149.
[280] Taberî,
Târîh, IV, 385;
Ibn A'sem, el-Fütûh, I, 429; Mes’ûdî, Mürûc, II, 358; Ibn Haldûn, Târîh, II, 150.
[281] Belâzurî, Ensâb, V, 47-48; Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, III, 168.
[282] Ibn Arabî, el-Avâsım, s. 136.
[283] Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 66; Ibn Arabî, el-Avâsım, s. 137.
[284] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 71; İbn Kuteybe, el-lmâme
ve's-Siyâse, 1,41,42;
Belâzurî, Ensâb,
V, 69.
288 Mes’ûdî,
Mürûc, II, 353;
İbn Haldûn, Mukaddime, I, 525-526; Ferrûh, Târîhu Sadri'l- Islâm, s. 119.
[286] İbn
Abdirabbih, el-lkdu’l-Ferîd, IV, 290; Mes’ûdî, Mürûc, II, 352; İbn Arabî, el- Avâsım, s. 139, 141, 146; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 176; İbn Hacer, Tehzîbu't-
Tehzîb, VII, 141-142.
[287] İbn
Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 42; Belâzurî, Ensâb, V, 68; İbn Abdirabbih, el-lkdu’l-Ferîd, ]V, 289.
[288] Belâzurî,
Ensâb, V, 94; krş:
İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 68-69.
[289] Taberî, Târih, IV, 391.
[290] Ibn Arabî, el-Avâsım, s. 146.
[291] Ibn Kuteybe, el-lmâme
ve's-Siyâse, I, 38; Belâzurî, Ensâb, V, 71.
[292] Taberî, Târih, IV, 368; Ibn Haldûn, Târih, II, 148.
[293] Ferrûh, Târihu
Sadri'l-lslâm, s. 119; Ayçan, Muâviye b. Ebî
Süfyân, s. 121-122.
[294] İbn
Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 37; Uyûn, I, 34; Belâzurî, Ensâb, V, 77-78; İbn Abdirabbih, el-lkdu’l-Fertd, IV, 310.
[295] İbn
Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 34.
[296] Akbulut,
Islâm'da İlk Devir Siyâsî Olaylarının..., s. 75.
[297] Belazuri,
Ensâb, V, 91.
[299] Muhammed
b. Ebî Bekir Hz. Osman'ın eşi Nâile tarafından halifeyi öldürmekle suçlanınca
Hz. Ali tarafından, halife seçilmesinden sonra sorgulanmış, o da buna teşebbüs
ettiğini fakat Hz. Osman'ın babasının adını anmasıyla onu öldürmekten
vazgeçtiğini söylemiştir. Belâzurî, Ensâb, V, 69, 70-71; Mes’ûdî, Mürûc, II, 354.
[300] Halife
öldürülünce üzerinden akan kanların Kur’ân'daki Bakara Suresi 137. (Onlara
Karşı Allah sana yeter.)
ayetin bulunduğu sayfaya düştüğü kaynaklarda rivayet edilmektedir. Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 74; Belazuri, Ensâb, V, 93, 98; Hayyât, Târih, s. 175; Taberî, Târih, IV, 384; Ibn Arabî, el-Avâsım, s. 142;
[301] Ibn
Sa'd, et-Tabakât,
III, 73; Belazuri, Ensâb, V, 97; Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's- Siyâse, I, 44 ‘Baban seni görse
benim için ağlardı.” ifadesi
ile birlikte.; aynı ifade Ibn A'sem'de de vardır. Bkz: el-Fütûh, 1,426; Taberî, Tarih, IV, 393; Ibn
Abdirabbih, el-lkdu’l-Ferid, IV, 292; Ibn Hacer, Tehzîbut-Tehzîb, V, 132; Kaynaklar Hz. Osman'ı kimin
öldürdüğü konusunda farklı isimler üzerinde durmaktadır. Ibnu'z- Zübeyr ve
Mervân'ın iddiasına göre onu öldüren siyahi biri idi. Bazı kaynaklar adının
Sevdân b. Hamrân olduğunu söyler. Ibn Arabî, el-Avâsım, s. 141-142. Diğer isimler için bkz.
Belâzurî, Ensâb,
V, 69 vd.; Taberî, Târih, IV, 391-393; Mes’ûdî, Mürûc, II, 355.
[302] Ibn
Sa'd, et-Tabakat,
III, 31, 77; Belâzurî, Ensâb, V, 85, 91; Taberî, Târih, IV, 385; Ibn A'sem, el-Fütûh, 1,429; Mes’ûdî, Mürûc, II, 355; Taberânî, Mu'cem, 1,77; Ibnu'l- Cevzî, Muntazam, V, 55. Kaynaklarda Hz. Osman'ın
öldürüldüğü günle ilgili çok farklı tarihler verilmektedir. Bunların bir
kısmını Ibn A'sem nakletmektedir. Bkz: Ibn A'sem, el-Fütûh, I, 430.
[303] Belazuri,
Ensâb, V, 99; krş:
Ibn Sa'd, et-Tabakat, III, 77; Taberânî, Mu'cem, I, 78.
[304] Ibn
Sa'd, et-Tabakat,
III, 78-79; Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyase, 1,46; Belazuri, Ensâb, V, 85, 86, 91; Taberî, Tarih, IV, 412-413; Ibn A'sem, el-Fütûh, I, 430.
[305] Seyf
b. Ömer, el-Fitnetu ve Vak’atu'l- Cemel, s. 91-92.
[306] Ibn
Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, 1,45; Belazuri, Ensâb, V, 70; Ibn Abdirabbih, el- Ikdu'l-Ferid, IV, 291; Mes’ûdî, Mürûc, II, 354, Zehebî II, 138-139; Akkad, Abkariyye,
s. 57.
[307] Akbulut,
Islâm’da İlk Devir Siyâsî Olaylarının..., s. 76.
[308] Akbulut,
Sahâbe Devri Siyâsî Hadiselerinin..., s. 190-191.
[309] Ibn
Ebî Bekr, et-Temhîd, s. 148 vd.
[310] Le
Bon, Kitleler Psikolojisi, s. 135.
[311] Belâzurî,
Ensâb, V, 99.
[312] Belâzurî,
Ensâb, V, 91.
[313] Belâzurî,
Ensâb, V, 95.
[314] Belâzurî,
Ensâb, V, 77.
[315] Abduh,
Şerhu Nehci'l-Belâğa, IV, 535.
[316] Brockelmann,
Târihu'ş-Şu'ûbi'l-lslâmiyye, s. 114; İbn Haldûn, Mukaddime I, 547; VVelIhausen, Islâm'ın
En Eski Tarihine Giriş, s.
117-118.
[317] VVelIhausen,
Islâm'ın En Eski Târihine Giriş, s. 117.
[318] İbn
Abdirabbih, el-lkdu'l-Ferid, IV, 298-305; İbn Arabî, el-Avâsım, s. 165.
[319] Belâzurî,
Ensâb, V, 100;
Fığlalı, Çağımızda Îtikâdî Islâm Mezhepleri, s. 42.
[320] Haydarîzâde,
Islâm Mezhepleri ve Tarîkatleri Târihi, s. 100.
[321] Onat,
Emevîler Devri Şîî Hareketleri, s. 34; krş: Wellfıausen, Islâm'ın En Eski Tarihine
Giriş, s. 118.
[322] Ibn
Haldûn, Mukaddime,
I, 542-543.
[323] Huart,
Islâm Ansiklopedisi, 1,307.
[324] Belâzurî,
Ensâb, V, 101;
krş: a.e., V, 94-95.
[325] Belâzurî,
Ensâb, V, 103.
[326] Câhız,
Osmâniyye, s.
10-11; Ibn Arabî, el~Avâsım, s. 143; krş: VVelhausen, Arap Devleti ve Sukûtu, s. 23.
[327] Çelebi,
örnek Halifeler Dönemi, s. 58.
[328] Medinelilerin
umumi tavırları konusunda bkz. VVelIhausen, Islâm'ın En Eski Tarihine
Giriş, s. 117 vd.
[329] Brockelmann,
Târîhu'ş-Şu'ûbfl-lslâmiyye, s. 114.
[330] Ibn
Ebî Bekr, et-Temhîd, s. 90-91; VVelhausen, Islâm'ın En Eski Tarihine Giriş, s. 112.
[331] Ibnu'l-Esîr,
el-Kâmil, III,
183; İbn Kesîr; el-Bidâye, VII, 165 vd; Işş, ed-Devletu'l- Ümeviyye, s. 70 vd.
[332] Mevdûdî,
Hilâfet ve Saltanat, s. 495-496.
[333] İbn
Abdirabbih, el-lkdu'l-Ferid, IV, 286.
[334] İbn
Arabî, el-Avâsım,
s. 143.
[335] İbn
Haldûn, Târih,
III, 143; Ferrûh, Târîhu Sad'ri'l-lslâm, s. 118.
[336] Müslim,
es-Sahîh, Fiten,
IV, 2212-2213; Ebû Zehra, İslâm'ca Siyâsî, Îtikâdî ve Fıkhî Mezhepler
Târihi, s. 129-130.
[337] VVelIhausen,
Islâm'ın En Eski Târihine Giriş, s. 112, 117-118; krş: VVelIhausen, Arap Devleti ve
Sukûtu, s. 21 -23.
[338] Hizmetli,
‘Târihi Rivayetlere Göre Hz. Osman'ın Öldürülmesi”, XXVII, s. 175.
[339] Cevdet
Paşa, Kısâs-ı Enbiyâ, I, 503; Kafafî, ‘Kalhatî'ye Göre Hâricîliğin Doğuşu", XVIII, s. 181; VVelIhausen, Islâm'ın
En Eski Tarihine Giriş, s.
112.
[340] İbn
Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, 1,47.
[341] Belâzurî,
Ensâb, V, 48-49;
İbn Abdirabbih, el-lkdu’l-Ferîd, II, 267, 272; Ferrûh, Târîhu Sadri'l-lslâm, s. 119.
[342] İbn
Arabî, el-Avâsım,
s. 142.
[343] Ferrûh,
Târîhu Sadri'l-lslâm, s. 119; Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 42.
[344] Ibn
Arabî, el-Avâsım,
s. 142.
[345] Ibn
Mâce, es-Sünen, Kitâbu'l-Fezâil, I, 41.
[346] Günal,
Hz. Ali Dönemi ve İç Siyâset, s. 33.
[347] Âşık,
Hz. Âişe'nin Hadisçiliği, s. 24 vd.; Bolelli, Kadınların Hadis İlmindeki Yen, s. 40- 43.
[348] Brockelmann,
Târîhu'ş-Şuûbi'l-lslâmiyye, s. 114; VVelIhâusen, İslâm'ın En Eski Tarihine
Giriş, s. 121.
[349] Ibn
Sa'd, et-Tabakât, V, 36-37.
[350] Taberî,
Târih, IV, 462.
[351] Ibnu'l-Esîr,
el-Kâmil, III,
80.
[352] Hizmetli,
“Tarihi Rivayetlere Göre Hz. Osman'ın Öldürülmesi", s. 175-176; krş: VVelIhausen, Arap
Devleti ve Sukûtu, s. 24 vd.
[353] VVelIhausen,
Arap Devleti ve Sukûtu, s. 25.
[354] Hizmetli,
‘Tarihi Rivayetlere Göre Hz. Osman'ın Öldürülmesi”, s. 175
[355] Haydarîzâde,
İslâm Mezhepleri ve Tarîkatleri Târihi, s. 98.
[356] Ibn Arabi, el-Avâsım, s. 146.
[357] Fığlah,
Ibâdiye'nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 39. Mesela, Sıffîn savaşında Hz. Ali ordusunda yardımcı
kuvvet olarak bulunan Küfe ve Basra kurrâlan arasında Hz. Osman'ın öldürülmesi
hadisesindeki konumları itibariyle önemli görüş ayrılıkları vardı ve bu ordu
içinde huzursuzluklara yol açmıştı. Bkz. Seyf b. Ömer, el-Fitnetu ve
Vak'atu'l-Cemel, s. 158.
[358] Daha fazla bilgi
için bkz: Makrizî, en-Nizâ ve'-Tehâsum; Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri.
[359] Câhız,
Osmâniyye, s. 195;
Mehâsin ve Ezdâd,
s.39; Makrizî, en-Nizâ vet-Tehâsum, s. 27 vd.; Bakır, Hz. Ali Dönemi, s. 37-38.
[360] Fığlah,
Ibâdiye'nin Doğuşu ve Gelişmesi, s. 35.
[361] ibn
Arabi, el-Avâsım,
s. 66 vd; Haydarîzâde, Islâm Mezhepleri ve Tarîkatleri Tarihi, s. 89.
[362] Belâzurî, Ensâb, V, 62.
[363] İbnu’l-Esîr,
el-Kâmil, III,
162-163; İbn Kesir, el-Bidâye, VII, 170-171; ayrıca bkz: Zehebî, Târih, II, 129.
[364] Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, III, 42, 86.
[365] Ibn Ebî Bekr, et-Temhîd, s. 63.
[366] Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, III, 93.
[367] Belâzurî, Ensâb, V, 26; VVelIhausen, Arap Devleti ve Sukûtu, s. 19.
[368] Della
Vida, Islâm Ansiklopedisi, IX, 438-439.
[369] Çelebi,
Örnek Halifeler Dönemi, s. 60.
[370] Belâzurî,
Ensâb, V, 30.
[371] İbn
Sa'd, et-Tabakât,
V, 32.
[372] Haydarîzâde,
Islâm Mezhepleri ve Tarîkatleri Tarihi, s. 60.
[373] Fığlalı,
Türkiye'de Alevîlik ve Bektâşîlik, s. 43.
[374] Ibn
Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 31; Ibn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzîb, VII, 141.
[375] Belâzurî,
Ensâb, V, 67;
Taberî, Târih, IV,
339; Ibn Ebî Bekr, et-Temhîd, s. 188; krş: Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 31-32.
[376] Ibn
Sa'd, et-Tabakât,
III, 64; Belâzurî, Ensâb, V, 25.
[377] Belâzurî,
Ensâb, V, 28; krş:
Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 64.
[378] Brockelmann,
Tarihu'ş-Şuûbi'l-lslâmiyye, s. 111; Fığlalı, Ibâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 37; Türkiye'de Alevîlik
ve Bektâşîlik, s. 43.
[379] Wellhausen,
İslâm’ın En Eski Târihine Giriş, s. 110.
[380] Seyf
b. Ömer, el-F'ıtnetu ve Vak'atu'l-Cemel, s. 93-94; Onat, Emevîler Devri Şîî
Hareketleri, s. 34.
[381] Sırma,
Örnek Halifeler Dönemi, s. 119-120.
[382] Taberî,
Târih, IV, 251.
[383] VVelIhausen,
Islâm'ın En Eski Tarihine Giriş, s. 110; Arap Devleti ve Sukûtu, s. 21.
[384] Hizmetli,
‘Târihi Rivayetlere Göre Hz. Osman'ın Öldürülmesi", s. 166.
[385] Işş,
ed-Devletu'l-Ümeviyye, s. 70 vd.; VVelIhausen, Arap Devleti ve Sukûtu, s. 21; Islâm'ın En Eski
Târihine Giriş, s. 111 vd.;
Hizmetli, “Târihi Rivayetlere Göre Hz. Osman'ın öldürülmesi", s. 175-176.
[386] Tâhâ
Hüseyin, el-Fitnetu'l-Kübra, 1,171.
[387] Belâzurî,
Ensâb, V, 79.
[388] Kılavuz,
İman Küfür Sının,
s. 115-117.
[389] Fığlalı,
Ibadiye'nin Doğuşu ve Gelişmesi, s. 33. Daha fazla bilgi için bkz: Hizmetli, "İçtimâi
Hadiselerin Itikadî Islâm Mezheplerinin Doğuşuna Tesirleri Özerine Bir
Deneme", A.Û.I.F. Dergisi, XXVI, Ankara 1983.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar