Print Friendly and PDF

Hz. ALİ’NİN Hz. OSMAN DEVRİ SİYASİ OLAYLARINA YÖNELİK TUTUMU

 


Hazırlayan: Fatih TOPALOĞLU

İslâm Mezhepleri Târihi kaynaklarında, itikâdî İslâm mezheplerinin ilk defa ortaya çıkışının Hz. Ali döneminde olduğu belirtilmektedir. Bu aynı zamanda târihî bir vâkıadır. Çünkü ilk itikâdî İslâm mezhebi kabul edilen Hâricîlik, Hz. Ali'nin halifeliği devrinde cereyan eden Sıffîn savaşından sonra ortaya çıkmıştır. Fakat bu tür oluşumlann birdenbire ortaya çıkmayacağını, öncesinde, insanları fırkalaşmaya götüren dînî, siyâsî, içtimâî, coğrafî vb. birçok etkenin rol oynaması gerektiğini de kabul etmek zorundayız.

Son yıllarda Türkiye'de, İslâm Mezhepleri Târihi alanında yapılan bazı çalışmalarda bu hususa dikkat çekilmekte; İtikâdî Mezheplerin oluşmasında sadece Hz. Ali dönemi ve sonrasında meydana gelen dînî-siyâsî birtakım olayların değil, Hz. Osman devrindeki siyâsî hadiselerinde rolü olduğu üzerinde durulmaktadır.

Biz de bu noktadan hareketle, İslâm Tarihinin en önde gelen şahsiyetlerinden ve hakkında belki de en fazla eser kaleme alınan biri olan “Hz. Ali'nin Hz. Osman Devri Siyasi Olaylarına Yönelik Tutumunu” incelemeye karar verdik. Çünkü Hz. Ali, ilk devir İslâm târihinin en kritik dönemlerinde, yaptıkları veya yapmadıklarıyla, birçok fırkanın düşünce sistemini doğrudan etkilemiş bir şahsiyettir ki, bunların başında Şîa gelmektedir. Şîa'nın düşünce sistemi, Hz. Ali'nin Hz. Peygamberiden sonra nass ve tayinle meşru halife olduğu temeli üzerine oturmaktadır. Dolayısıyla Şîa için, Hz. Ali'nin halifeliğe yaklaşımı, kendinden öncekilerin halifelere karşı tutumu, siyasî olaylar sırasındaki konumu gibi hususlar büyük önem arz etmektedir.

GİRİŞ

Hz. Peygamber vefat ettiğinde İslâm Devleti’nde, ilk müslüman topluluklar olan Muhacirler ve Ensar'ın yanı sıra, Bedeviler, içlerinde müellefe-i kulûb’un da bulunduğu yeni müslümanlar, fethedilen bölgelerde yeni müslüman olmuş topluluklarla, Yahudi ve Hristiyanlar da bulunuyordu. Bu karmaşık yapıda kabilelerin bir kısmı irtidâd etmiş[1] bir kısmı da zaman zaman farklı siyasi tavırlar sergiliyordu. Devletin yapısındaki bu türden siyasi sıkıntılar, genç İslâm Devleti’nin varlığını tehdit edici önemli unsurlar olarak ortada duruyordu. İktisadi açıdan bakıldığında ise, savaşlarda elde edilen ganimetler yoluyla veya ticaretle meşgul olarak zengin olan çok sayıda insan olmakla birlikte, ekonomik yönden zayıf bir sınıf hâlâ mevcuttu. Zengin sınıf içerisinde gerçek mümin olup İslâm adına yaralı işler yapanlann yanında, müslüman gözükerek bunu bir menfaat elde etme aracı olarak kullanıp, yeri geldikçe İslâm’a ve müslümanlara zarar vermekten geri durmayan münafıklar da vardı. Ensar içinde Evs-Hazrec kabilelerinin çekişmesi en ufak bir surette kendini gösteriyor ve zaman zaman Ensar ile Muhacirler arasında da sıkıntılar yaşanıyordu. “Ka hilecilik” anlayışı Hz. Peygamberin ve dinî nassın otoritesi altında ezilmiş görünmekle birlikte, her an küçük bir uyarılmayla tekrar ortaya çıkabileceğini hissettiriyordu. Bu da Arap toplumunda hâlâ “cahiliye asabiyetinden kalıntılar bulunduğunun göstergesiydi[2].

İslâm Tarihi kaynaklarına genel olarak bakılacak olursa, Hz. Peygamberin vefatından sonra müslümanların karşılaştıkları ilk ve en önemli sorunun “imame?[3] meselesi olduğu görülmektedir[4]. Kaynaklara göre imamet konusunun açık bir şekilde sorun olarak ortaya çıkışı Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerindedir. Ancak çok daha öncesine gidildiğinde, Hz. Ebû Bekirtn halife seçilmesi sırasındaki tartışmaların bu meselenin ileride sıkça gündeme geleceğinin bir işareti olduğu da kabul düşünülebilir.

Aralarında görüş farklılıktan olmakla birlikte[5], bütün fırkalarıyla, Hz. Ali'nin Rasûlullâh'tan sonra imamete en lâyık olduğunda ittifak halinde olan Şîa[6], imâmet meselesini çok daha gerilere, Veda Haccı'nın hemen sonrasına kadar götürmektedir[7]. Özellikle Şia'nın imâmet meselesini bir inanç prensibi haline getirmesi, hilâfet konusundaki tartışmaların mezhepler arasında yüzyıllarca sürmesi ve günümüze kadar artarak devam etmesine sebep olmuştur. Halifeliğin, Şia'nın ifadesiyle[8] “imâmeFm bu derece önemli olmasında siyasi, dinî, sosyolojik vb. birçok sebep vardır. Bu itibarla, konumuz “halifelik1 olmamakla birlikte, Hz. Ali’nin, Hz. Ebû Bekir ve Ömer’in halife seçilmeleri sırasındaki durumunu ve ilk iki halife ile münasebetini incelemekte yarar görüyoruz.

Hz. EBU BEKİR DÖNEMİNDE Hz. ALİ

Hz. Ebû Bekir’in Halife Seçilmesi

Hz. Peygamber vefat edince, daha cenazesi kaldırılmadan Medine’deki müslümanlar arasında, din ve dünya işlerini düzenlemek, müslüman toplumuna liderlik etmek için onun yerine kimin geçeceği tartışılmaya başlanmıştı. Bu amaçla Medine’nin yerlisi olan Ensar, Sakîfetü Benî Sâide'de halifelik meselesini görüşmek üzere toplandı[9]. Durumu haber alan ve böyle bir toplantı yapılarak halife seçiminin gerçekleşmek üzere olmasını endişeyle karşılayan Hz. Ebû Bekir, yanına hemen Hz. Ömer'i de alarak toplantı yerine geldi. Yolda karşılaştıkları Ebû Ubeyde de onlara katıldı[10].

Bu sırada Sa'd b. Ubâde Ensar topluluğuna hitap ediyor; İslâmiyet'i ilk önce kabul eden kavim olmakla fazilet kazandıklarını, kendi kabilesinden çok az kişi ona inandığı ve onu koruduğu halde, Hz. Peygamberin on yıl aralarında bulunarak insanları Allah'a ibadete ve putları terk etmeye çağırdığını ve bu nedenlerle de emirliğin başkalarının değil, yalnız kendilerinin yani Ensar’ın hakkı olduğunu iddia ediyordu[11]. Ensar’ın halifeliğe aday gösterdiği[12] Sa’d b. Ubâde’nin[13] konuşmasından anlaşıldığı kadarıyla Medineliler, özellikle Evs ve Hazrec kabileleri, Hz. Peygamberin vefatından önce de bu konuyu düşünüyorlar ve halifeliğin kendilerinde olmasını istiyorlardı. Çünkü Medine şehri onlarındı ve bu nedenle halifeliğe sahip çıkmaya hakları bulunduğuna inanıyorlardı[14].

Hz. Ebû Bekir ise, Rasûlullâh’ın kavminden olan Muhacirlerin ona ilk iman edenler olduğunu, kendilerinin de Rasûlullah'la on seneden fazla beraber olduğunu, Hz. Peygamber’e maddi ve manevi yardımlarda bulunduklarını, onunla beraber kavminin şiddetli eziyetlerine katlandıklarını, düşmanları sayıca çok kendileri az olduğu zamanda bile korkmayıp baskılara direndiklerini ve Hz. Peygamberi koruduklarını, onun dostları ve kavmi olduklarını, bu nedenle emirliğin en çok kendilerinin hakkı olduğunu söyledi. Bununla birlikte, Hz. Ebû Bekir, Ensârln faziletini inkar etmemiş, onların Muhâcirlerden sonra son derece şeref sahibi olduklarını vurgulamış, Muhacirler emirler ise Ensar’ın da dinde onların ve Rasûlullah'ın vezirleri olduğunu söylemişti[15].

Hz. Ebû Bekir’in bu itirazı ve halifeliğin kendilerinin hakkı olduğu şeklindeki sözleri ve uzun süren tartışmalardan[16] sonra, orada bulunan topluluk Hz. Ebû Bekir’e biat etti[17]. Böylece Hz. Ebû Bekir İslâm ümmetinin ilk halifesi seçilmiş oldu[18]. Taberî'deki bir rivayetteyse Ensâr'dan bazılarının “Biz Ancak Ali'ye biat ederiz.” diyerek Hz. Ebû Bekir'e biat etmedikleri nakledilmektedir[19].

Müellifler genellikle, Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesini doğal olarak karşılamakta ve dönemin şartları içerisinde olabilecek en iyi seçim olduğunu söylemektedirler. Çünkü Hz. Peygamber’e halifelik yapacak kişinin belirlenmesi gibi önemli bir siyasi olayda, sadece insanların istek ve arzularının değil aynı zamanda olayı çevreleyen şartlar, seçimin türü gibi etkenlerin de belirleyici unsurlar arasında yer alacağı aşikardır. Bu nedenle Hz. Peygamber'in vefatında İslâm Devleti’nin henüz yeni bir devlet olması göz önüne alınarak, yapılan tercihin uygun olduğu düşünülmektedir[20]. Bununla birlikte, Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesi sırasında cereyan eden tartışmalarda, kabile unsurunun, Hz. Peygamber'in halifesini seçmede belirleyici bir rol oynadığı da gözden uzak tutulmamalıdır[21].

Böylece, Hz. Peygamber'in vefatıyla ortaya çıkan hilâfet meselesi, Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesiyle halledilmiş gözükmekle birlikte, ileriki dönemlerde de dinî ve siyasî bir istismar konusu olmaya devam edecek, birçok fırkanın oluşmasında etkili olarak, müslüman toplumunun çeşitli kesimlere bölünüp parçalanmasına varan neticeler doğuracaktır[22]. Çünkü daha Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesinde ayrılıklar başlamış sayılır. Ensâriın adayı Sa’d b. Ubâde, kendisi yerine Hz. Ebû Bekir seçilince, kabilesi tarafından bile yalnız bırakılarak halifeye biat etmeden toplantı yerinden ayrılmıştı. Hz. Ömer ve Beşîr b. Sa’d’ın tavsiyesiyle kendi haline bırakılarak, biat etmesi için üzerine gidilmedi. Fakat Sa'd, Hz. Ebû Bekir vefat edene kadar da ona biat etmedi.

Daha sonra Şam’a gitti ve Hz. Ömer’in halife seçilmesinden iki buçuk sene sonra Havrân'da öldü[23].

Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekir’e Biati

Kaynaklarda Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekir’e biati ile ilgili verilen bilgiler incelendiğinde genel olarak birbiriyle çelişkili oldukları görülmektedir. Bunların bir kısmı Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekir’e, onun halife seçilmesinden hemen sonra[24] veya aynı gün içerisinde; bir kısmı da daha sonraki günlerde hatta aylar sonra biat ettiğini, bu süre içerisinde de halifeye muhalif bir tavır takındığını söylemektedir[25]. Bu haber çeşitliliği içinde hangi görüşün kesin doğru olduğunu belirlemek imkansız gibidir.

Bazı araştırmacılara göre, Muhâcir ve Ensâridan diğer insanların Hz. Ebû Bekir’in halifeliğini kabul ettiklerini gören Hz. Ali ile Hz. Fâtıma birlikte ve aynı günde biat etmişlerdi[26]. İbn Kesîr de, Hz. Ali’nin halifeye daha ilk gün veya Peygamberin vefatının ikinci günü biat ettiğini, bu konuda gerçek olan ve kabul edilmesi gereken görüşün bu olduğunu söylemektedir[27].

Konuyla ilgili bir rivayete göre, Hz. Peygamberin, hastalanmadan önce Medine dışına vergi toplamak üzere gönderdiği Ebû Süfyân, geri döndüğünde Hz. Ebû Bekir’in halife seçildiğini öğrenince, Hz. Ali'ye: "Nasıl oldu da halifelik Kureyş’in bu en güçsüz kabilesinin eline geçti? Allah’a yemin olsun ki, eğer isterseniz Medine’yi sizi destekleyen ordu ile doldurayım." dedi. Hz. Ali bu sözlere sert bir şekilde karşı çıkarak "Ey Ebû Süfyân! Islâm'a ve müslümanlara karşı hep geri durdun, bir zarar veremedin, biz Ebû Bekir'i bu işe ehil gördük."[28] şeklinde cevap verdi. Benzer bir haberde de, Ebû Süfyân’ın Hz. Ali’ye gelerek, “Uzat elini sana biat edeyim." dediği, Hz Ali’nin de bunun üzerine "Allah’a yemin olsun ki bu hareketinle sen fitne çıkarmak istiyorsun. Zaten Islâm’a kötülük yaptın, senin nasihatine ihtiyacımız yoktur.” diyerek onu terslediği rivayet edilmektedir[29]. Yine Hz. Ebû Bekir’e biat sırasında Medine dışında bulunan Hâlid b. Saîd de dönüşünde Hz. Ali'ye biat etmek isteyince, Hz. Ali onu da reddetmişti[30]. Bu ve benzeri rivayetlerden çıkan sonuç Hz. Ali’nin hilâfette hak iddia etmesi yolundaki telkinlere uymadığı, Hz. Ebû Bekir'e biattan kaçınmadığı ve Hz.Ebû Bekir'e ilk gün/günlerde biat etmiş olabileceğidir[31].

Fakat bazı kaynaklarda yer alan diğer rivayetler ise öncekilerin aksi istikamettedir ve Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekir’e hemen biat etmediği, günlerce bundan geri durduğu hatta Hz. Fâtıma’nın vefatından sonra halifeye biat ettiği[32] şeklindedir. Bu görüşün kuvvet kazanmasında etkili olan haberlerden bazıları şöyledir:

Ibn Kuteybe'de nakledildiğine göre Hz. Ali, Abbas ve Zübeyr b. Avvâm, Sakîfe’den Hz. Ebû Bekir’e biat etmeden ayrılmışlardı. Daha sonra Hz. Ömer, Hz. Ali'den, Hz. Ebû Bekir'e biatim istemek üzere Ensâr ve Muhâcirlerden bir toplulukla Hz. Ali’nin evine gitti. Hz. Ömer içeridekilere seslenerek, dışarı çıkmalarını istedi. Eğer çıkmazlarsa evi ateşe vereceğine yemin etti. Bunun üzerine dışarı çıktılar, Hz. Ali dışında evde bulunan herkes biat etti.

Hz. Ali'den de Halifeye biat etmesi istenince, Hz. Ebû Bekir’e giderek ona:

”Ben bu işe sizden daha lâyığım, Allah’ın kulu ve Rasûlullâh’ın kardeşiyim, size biat etmem, asıl sizin bana biat etmeniz gerekir. Siz Rasûlullâh'a yakınlığınızı öne sürerek bu işi Ensâr’dan aldınız, biz ehli beytten[33] de gasp ediyorsunuz... Sizin Ensâria karşı getirdiğiniz delillerle ben de diyorum ki, Rasûlullâh’ın sağlığında da, o öldükten sonra da biz bu işe daha evlâyız. İman ediyorsanız hakkımızı bize teslim ediniz...” dedi. Hz. Ömer biat etmesinde ısrar edince bu sefer Hz. Ömer’e:

”...Ey Ömer! Allah’a yemin olsun ki sözünü dinlemeyeceğim, ona biat etmeyeceğim.” dedi. Hz. Ebû Bekir’in ”Biat etmezsen seni zorlamayacağım.” şeklindeki sözleri üzerine Hz. Ali’yi ikna etmek isteyen Ubeyde b. el-Cerrâh:

”Ey Amca oğlu! Sen daha yaşça gençsin. Buradakiler kavmin yaşlılarıdır. Senin onlar kadar tecrüben, işler konusunda bilgin yoktur. Ebû Bekir’i bu iş için senden daha dayanıklı görüyorum... Bu nedenle bu işi ona teslim et. Çünkü sen yaşarsan, bu işe ilmin, faziletin, dindeki anlayışın, soyun ve yakınlığınla elbette daha lâyıksın.” dedi. Bu karşılıklı sözler üzerine Hz. Ali de, Hz. Peygamberie yakınlığını, Ehl-i Beyt’ten olmasını, ilmini, İslâm’ı yüceltmek adına güçlüklere nasıl göğüs gerdiğini anlatarak bu işe daha lâyık olduğunu tekrarladı ve haklı olduğunu söyleyerek biat etmeden oradan ayrıldı[34].

Yine diğer bazı rivayetler de Hz. Ali'nin ilk günlerde biat etmediği ve uzun zaman bundan kaçındığı görüşünü destekler mahiyettedir. Mesela Hz. Ali'nin konuşmasından etkilenen Beşîr b. Sa’d “Ey Ali! Ensâr bu sözlerini duysaydı Ebû Bekir’den vazgeçip sana biat ederdi...” demişti. Daha sonraları Hz. Ali ve Hz. Fâtıma’nın halifelik için Ensâridan destek istediği, onların ise biat sırasında Sakîfe’de olsaydı ona biat edebileceklerini, ancak artık Hz. Ebû Bekir’e biatlerinden vazgeçemeyeceklerini söyledikleri de Ibn Kuteybe tarafından nakledilmektedir[35]. Hz. Ebû Bekir’in, ölüm döşeğindeyken söylediği rivayet edilen “Keşke bana savaş açsa bile Ali’nin evini bıraksaydım.”[36] şeklindeki; Hz. Ali'den kendisine biat almak için ısrarcı davrandığına pişman olduğunu gösteren sözleri ve Hz. Ali kendisine biat etmeyince Hz. Peygamberim kabri başında ağladığını ifade eden[37] rivayetten de Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekir’e biatten kaçındığı ortaya koymaktadır. Bu da Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekir'e hemen biat etmeyip, bunun daha sonraki zamanlarda gerçekleştiği yönündeki tezi kuvvetlendiren bir diğer haberdir [38].

Bu ikinci grup rivayetler açısından konuyu değerlendirenler genellikle Hz. Ali’nin Hz. Fâtıma’nın vefatına kadar[39] Hz. Ebû Bekir’e biat etmediğini, ona muhalif bir tavır takındığını ve halifeliğine itiraz ederek biati geciktirdiğini iddia etmektedirler[40].

Bazıları da Hz. Ali’nin geç biat etmesine sebep olarak Hz. Fatıma ile Hz. Ebû Bekir’in, Hz. Peygamber'in mirası nedeniyle kırgınlıklarını göstermektedir. Fakat gerekçe olarak bunu göstermek pek de doğru olmasa gerektir. Çünkü rivayetlere baktığımızda Hz. Ali, hilâfetin Hâşimîler’in ve dolayısıyla kendisinin olduğunu düşünmekte ve bunu Hz. Ebû Bekir'e açıkça ifade etmektedir. Dolayısıyla Hz. Fâtıma’nın kırgınlığı gibi bir mazeret ardına sığınmaya zaten ihtiyacı yoktur. Zira Hz. Fâtıma’nın Halifeden Hz. Peygamber’in mirasını istemesi de onların, bir anlamda, Hz. Ebû Bekir’in halifeliğini zaten kabul ettiklerini göstermektedir[41].

Hz. Ebû Bekir Hakkındaki Düşünceleri

Rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesi ve sonrasında, Hz. Ali ile Halife arasında bazı görüş farklılıkları olmuş, Hz. Peygamber'in iki güzîde arkadaşı arasında problemler yaşanmıştır. Vereceğimiz bilgilerle de görüleceği gibi, bunlar Hz. Ali’nin biatiyle son bulmuş, bu büyük sahabîler arasındaki karşılıklı sevgi ve saygı Hz. Peygamber dönemindeki düzeyine tekrar ulaşmıştır[42].

Hz. Ali'nin Hz. Ebû Bekir'e olan sevgi ve saygısını gösteren haberler kaynaklarda epeyce mevcuttur, özellikle SuyûtFnin Tarfhu'l-Hulefâ'sında bu neviden rivayetler sıkça yer alır. Kaynaklarda Ashap ve özellikle Dört Halifeyle ilgili övgü haberlerinin çeşitli nedenlerde sonraki devirlerde yer almaya başladığı düşünülürse bu türden rivayetlere ihtiyatlı yaklaşmak gerekecektir[43]. Bu hususu göz ardı etmemek kaydıyla, bazılarını naklederek geçeceğiz.

Hz. Ebû Bekir, yaklaşık iki yıllık halifeliğinin ardından 13/634 yılı Cemâziyelâhir ayında 63 yaşında vefat etmişti[44]. Hz. Ebû Bekir’in öldüğünü öğrenen Hz. Ali ağlayarak onun evine gelmiş ve kapısı önünde şu sözleri söylemişti: “Ey Ebû Bekir! Allah sana rahmet etsin, sen milletin ilk müslûmanı, imanca en sâdığı, en inançlısı, zenginlik bakımından en ulusu, Rasûlullâh’ın en iyi koruyucusu idin...”[45].

Suyûtî’nin naklettiğine göre, Hz. Ali: “Nefsim yedi kudretinde olan Allah’a yemin olsun ki ne zaman hayırda bir rekabete kalkışsak Ebû Bekir hepimizi geride bırakırdı.” demiştir[46]. Ayrıca Hz. Ali’nin zaman zaman minberde Hz. Ebû Bekir hakkında “Allah Teâlâ Peygamberinin diliyle ona ’sıddîk' adını verdi.” dediği de rivayet edilmektedir[47] [48]. Bir başka rivayette Nezzâl b. Sibre, Hz. Ali'ye “Ey Mû'minlerin Emîri! Bize Ebû Bekir hakkında bilgi verir misin?” diye sorduklarını onun da “O öyle bir kimsedir ki, Allah ona Cibril ve Muhammed’in diliyle ’sıddîk' ismini verdi; o, namaz kıldırmada Hz. Rasûlullâh’ın vekili olmuş, dini işler ona tevdi edilmişti. Biz de dünya işlerimizde onu başa geçirdik.” şeklinde cevap verdiğini anlatmaktadır46.

Rivayetlerden çok açık olarak anlaşılmaktadır ki, Hz. Ali'nin Hz. Ebû Bekir'e karşı büyük bir sevgi ve saygısı vardır. Onun kişiliği, karakteri ya da fazileti konusunda en ufak olumsuz bir düşüncesi yoktur[49]. Zira bu konuda bütün müslümanlar hemen hemen ittifak halindedir. Onu halifeliğe de lâyık görmektedir. Ancak daha önce naklettiğimiz rivayetlerle çelişir görünen bazı noktaları sanırız yorumlamak gerekmektedir. Hz. Ali'nin başlangıçta Hz. Ebû Bekir'e halifelik konusunda yaptığı itiraz onun şahsı ile ilgili değildir. Başka rivayetler bu konuyu zaten açığa kavuşturmuştur. Onun söz konusu itirazı kendisinin de halifeliğe lâyık olduğunu düşünmesinden ve belki de bu işi Hz. Ebû Bekir'den daha iyi yapabileceğine inanmasındandır[50].

Hz. Ebû Bekir’in Hz. Ali’yle İstişare Etmesi

Hz. Ali ilk üç halife zamanında savaşlara katılmamakla ve resmi bir görev almamakla birlikte Ashâptan, halifelerin kendisine sık sık danıştığı ve istişarede bulunduğu bir kimse olarak görülmektedir, özellikle Hz. Ebû Bekir ve Ömer dönemlerinde, diğer bazı sahabilerden olduğu gibi kendisinden zaman zaman dini konularda fetva vermesi isteniyordu. Zira Hz. Ali, Hz. Peygamber devrinde de, Hz. Ebû Bekir ve Ömer’le birlikte, müslümanlara dini meselelerde fetva veren muhacirlerdendi[51].

Hz. Ebû Bekir halifeliği sırasında istişâreye büyük önem verirdi. Resmen tayin ettiği bir veziri yoktu. Bu nedenle gerekli gördüğü hususlarda özellikle önde gelen sahâbîlerle konuşur, onların görüşlerinden yararlanmayı düşünürdü. Muhacirler, Ensâr, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Abdurrahmân b. Avf, Muâz b. Cebel ve Zeyd b. Sâbit gibi sahâbîler onun önde gelen danışmanlarıydı[52]. Bu itibarla Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir döneminde birçok konuda halifeye yardımcı olmuştur[53].

Hz. Ebû Bekir devri, daha çok fetihler ve iç karışıklıkların bastırıldığı bir dönem olarak kaynaklarda yer alır. Bu nedenle Hz. Ali'nin Hz. Ebû Bekir'e yardımları da genellikle askeri konularda halifenin onunla yaptığı istişarelerden oluşmaktadır. Sınırlarımızı aşmamak gayesiyle birkaç misalle yetinmek istiyoruz.

Hz. Ebû Bekir Şam'ı fethetmek istediğinde Aşere-i Mübeşşere, Muhâcirler ve Ensâr*dan Bedir Savaşı'na katılanlar ile diğer bazı sahabîleri toplayarak görüşlerini sormak istedi. Bu sırada Hz Ali'ye de danıştı. O da “Kendinin veya bir başkasının kumandasında bir ordu ile inşallah muzaffer olursun.” diyerek sefer hakkında olumlu görüş bildirince Hz. Ebû Bekir de ona “Beni sevindirdin, Allah da dünya ve ahirette seni sevindirsin.” demiş ve Hz. Ali’nin cevabından duyduğu memnuniyeti dile getirmiştir[54].

Yine Hz. Ebû Bekir mürtedlerle mücadelede ordunun başında olmak istemişti. Zül’l-Kassa’da Halife Ebû Bekir’in yanında bulunan Hz. Ömer ve Ali başta olmak üzere orada bulunan Sahâbîler, halifenin mürtedlerle savaşa kendisinin gitmesini uygun görmemişler, o da Hâlid b. Velîd’i ordu komutanlığıyla görevlendirerek yalancı peygamberlerden Tuleyha b. Huveylid üzerine göndermiştir[55].

Hz. Ebû Bekir'in halifeliği dönemi genellikle başarılı idari bir dönem olarak değerlendirilmektedir. Muhtemelen bunda en büyük etken, Hz. Ebû Bekir'in etrafında bulunan güzide sahâbî topluluğunun ona her konuda yardımcı olması ve gerektiğinde görev alarak yönetime katkıda bulunmasıydı. Bunu Hz. Ali'nin beyanından da anlamak mümkündür. Hz. Ali'ye halifeliği zamanındaki karışıklıkların nedeni sorulduğunda, Hz. Ebû Bekir ve Ömer dönemlerinde halifelerin yanında kendisi gibi yardımcılar, danışmanlar bulunduğunu oysaki onun döneminde böyle bir yardımdan yoksun olduğunu söylemiştir. Dolayısıyla buradan Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekir’in hep yanında olduğu ve ona devlet işlerinde danışmanlık yaptığı da anlaşılmaktadır[56].

Kaynaklarda Hz. Ebu Bekir'in Hz. Ömer'i tayin etmeden önce sahabe ile yaptığı istişarelerde Hz. Ali'nin adının geçmemesinden yola çıkılarak, bunun Hz. Ebû Bekir'in, kendisine biat sırasındaki tavrından dolayı Hz. Ali'ye karşı bir tepkisi olduğu şeklinde görüşler ortaya atılmıştır[57]. Fakat Suyûtî'nin Târihu'l- Hulefâ'da naklettiği bir rivayete göre Hz. Ebû Bekir, içlerinde Hz. Ali'nin de bulunduğu bir topluluğa Hz. Ömer'i tayin konusunda görüşlerini sormuş, Hz. Ali de Hz. Ömer'in tayinine razı olduğunu belirtmiştir[58]. Hz. Ali'nin adının bu konudaki istişarelerde geçmiyor olması muhtemelen Hz. Ebû Bekir'in Hz. Ömer'in tayini konusunda birebir görüşmeler yapmamış ya da az yapmış olmasındandır. Sonuç olarak, yine kaynaklarda Hz. Ebû Bekir'in hemen her konuda danışmada bulunduğu sahabiler arasında Hz. Ali'nin en başta gelmesi, bizde bu konudaki görüşlerin abartılı yorumlar olduğu kanaatini uyandırmaktadır.

Hz. ÖMER DÖNEMİNDE Hz. ALİ

Hz. Ömer’in Halife Seçilmesi

İlk devir İslâm siyasi tarihinin ikinci önemli durak noktası Hz. Ömer'in halife seçilmesidir. Çünkü Hz. Ömer ilk halife Hz. Ebû Bekir gibi seçimle değil tayinle işbaşına gelmiştir. Her ne kadar kaynaklarda Hz. Ebû Bekir'in Hz. Ömer'i tayin etmeden önce sahabe ve halkla istişare ettiği, bu şekilde bir nevi kamu oyu yoklaması yaparak zaten halkın razı olacağı bir kişiyi halife olarak atadığı yer alıyorsa da, Hz. Ömer'in halife seçilişi de tartışmalardan hâlî kalmamıştır. Kaynaklar Hz. Ömer'in halife tayin edilişini özetle şu şekilde anlatmaktadır:

Rahatsızlığı artınca, artık ömrünün sonlarına yaklaştığını anlayan Hz. Ebû Bekir, İslâm ümmetini başsız bırakmamak ve irtihalinin ardından ümmetin halifelik konusunda ihtilafa düşmemesi için kendisinden sonra bir halife belirlemesinin iyi olacağını düşünüyordu. Bu kanaatle bir gün çevresindekilere şöyle hitap etti: “Ey İnsanlar! Başıma gelen takdîr-i İlâhîyi görüyorsunuz. İşlerinizi yürüten, sizlere namaz kıldıran, düşmanınızla savaşan ve size buyuran birinin bulunması zorunludur. Eğer isterseniz sizin için kendi görüşümle karar veririm...” dedi. Bunun üzerine orada bulunanlar “Sen en iyimizsin, en iyi bilenimizsin. Bizim adımıza sen seç." dediler. Hz. Ebû Bekir de "Sizin için kendi görüşümle içtihat edeceğim ve inşallah en hayırlınızı seçeceğim.” dedi. Daha sonra Hz. Ömer’e haber göndererek halifelik teklifini iletti. Ancak ilk başta Hz. Ömer “Benim ona ihtiyacım yok.” sözleriyle görevi kabul etmek istemediyse de, Hz. Ebû Bekir'in “Senin ona değil ama onun sana ihtiyacı var.” şeklindeki sözleri üzerine halifeliği kabul etti. Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman’a yazdırdığı tayin yazısını[59] Hz. Ömer’e vererek: “İnsanlara çık, ahdimi açıkla.” dedi. Hz. Ömer dışarıdaki topluluğa bunu ilan edince, onlar da rıza göstererek “Dinleriz ve itaat ederiz” dediler[60]. Böylece Hz. Ömer İslâm Devleti'nin ikinci halifesi oldu. Hz. Ömer Hz. Peygamberin vefatından 2 sene, 3 ay, 20 gün sonra halife olmuştur[61].

Hz. Ali’nin Hz. Ömer’e Biati

İlk bakışta, Hz. Ebû Bekir'in halifeliğine başlangıçta karşı çıkan Hz. Ali'nin Hz. Ömer’in halifeliğine de itiraz etmesi beklenebilir. Ancak tam aksine Hz Ali’nin Hz. Ömer’in halife tayin edilmesine herhangi bir siyasi tepkisi görülmemektedir. Bilâkis iki sahabi arasında sağlam ve güçlü ilişkiler olduğu, karşılıklı sevgi saygı bağının bulunduğu gözlenmektedir. Zira kaynaklarda da Hz. Ali'nin Hz. Ebû Bekir'e biat etmediğine ya da bundan kaçındığına dair bir rivayet yoktur. Eğer aksi olsaydı, muhakkak ki bu durum müelliflerin dikkatini çeker ve Hz. Ebû Bekir'e biati meselesinde olduğu gibi kaynaklarda epeyce tartışılması gerekirdi. Hz. Ali'nin Hz. Ömer'in halifeliğini desteklediğini ortaya koyan rivayete göre, Hz. Ebû Bekir, hastalığı ağırlaşınca kendisini bekleyen cemaate Hz. Ömer'i tayin ettiği ahitnameden memnun olup olmadıklarını sordu. Cemaat razı olduklarını söyledi. Bu arada Hz. Ali, daha önce de belirttiğimiz gibi Hz. Ömer'i tayin etmesinin doğru bir karar olduğunu ifade etmek için “Ey Rasûlullâh'ın halifesi! Ancak Ömer’e razı oluruz.” demiştir[62].

Fakat burada dikkatimizi çeken nokta, yukarıda bir nebze işaret ettiğimiz üzere, Hz. Ebû Bekir'in seçilmesi sırasında kendisinin halifeliğe daha lâyık olduğunu iddia eden Hz. Ali'nin acaba neden Hz. Ömer'in halife seçilişi sırasında kendisini aday olarak göstermemesi ve onun halifeliğine itiraz etmemesidir. Görebildiğimiz birkaç rivayetle konuyu açıklamak mümkün olamayacağından, bu sorunun cevabını verebilmek için daha geniş bir araştırmaya ve incelemeye gerek olduğu açıktır. Ancak bazı araştırmacılar Hz. Ömer'in halifeliğinin kabul görmesini ve dolayısıyla Hz. Ali'nin de buna herhangi bir siyasi tepkisinin olmayışını başka nedenlere dayandırmaktadırlar. Bu görüşe göre, Hz. Ebû Bekir’in halife seçiminde devreden çıkan Ensâr'ın Ömer'in tayini sırasında artık bir etkinliği kalmamıştı. Ridde hareketlerinin sona erdirilmesi, Irak ve Suriye fetihleri ile Kureyş iktidarı otoritesini güçlendirmişti. İnsanlar Hz. Ebû Bekir’e büyük bir güven duyuyordu. Dolayısıyla kendisinden sonraki halifeyi seçmesinde de hata etmeyeceğine inanıyorlardı. Ayrıca Hz. Ömer'in otoriter, sert ve karizmatik kişiliği de insanları etkiliyor, biraz da korkutuyordu. Bu şartlar altında Hz. Ömer'in halifeliği zorunlu biçimde kabul görüyordu[63]. Muhtemelen bu görüşün ortaya çıkmasında, Şîâ'nın, Hz. Ali'nin halifeliğinin Hz. Ebû Bekir ve Ömer tarafından engellendiği, onlara biatinin zoraki olduğu düşüncesi de etkilidir.

Hz. Ali’nin Hz. Ömer Hakkındaki Düşünceleri

Hz. Ali'nin Hz. Ebû Bekir'e olduğu gibi Hz. Ömer’e karşı da sevgi ve saygısı vardı. Halife ile daima iyi ilişkiler içinde olmuştu. Bundan dolayı, Hz. Ali Hz. Ömer’den yardım istediğinde halife gerekli alakayı gösterir, Hz. Ali’nin aleyhinde tutum ve davranışları hoş karşılamazdı[64].

Hz. Ali hakkında rivayet edilen hemen bütün haberlerde gerek Hz. Ebû Bekir gerekse Hz. Ömer hakkında hep hayırlı ifadeler kullandığı göze çarpmaktadır[65]. Ayrıca Hz. Ali halifeliği zamanında, kendisini Hz. Ebû Bekir veya Hz. Ömer’den üstün görenleri hoş karşılamamış ve böyle iddia edenleri cezalandıracağını söylemişti[66].

Hz. Ali Hz. Ömer'in dürüstlüğünü daima takdir ederdi. Bîşr b. Hasâsiyye feyin beşte birini Medine'ye getirince, Hz. Ömer getirilen kıymetli malları gördüğünde, malların çokluğundan dolayı “Bunlar ne kadar da dürüst insanlar!” demekten kendini alamamıştı. Bunu duyan Hz. Ali de ”Sen dürüst idin râiyen de dürüst oldu. Eğer lüks içinde yaşasaydın râiyen de lüks ve israf içinde yaşayacaktı.” demiştir[67].

Hz Ömer’in halifeliği sırasında bazı müslümanlar, muhtemelen hiddetinden çekinerek veya yanlış yaptığını düşündüklerinden, uygulamaları ile ilgili bazı konularda Hz. Ali’ye danışmak, onun bu konularda farklı düşünüp düşünmediğini öğrenmek isterlerdi. O ise bu sebeple kendisine gelenlere “Ömer işini bilendir, ona muhalefeti iyi bulmuyorum.” diye cevap verirdi[68] [69]. Hz. Ali bu yaklaşımı ile hem Hz. Ömer’in devlet yönetimini beğendiğini ima etmekte hem de gereksiz yere ona muhalefet ederek çıkması muhtemel bir fitneyi önlemektedir. Çünkü Hz. Ali'nin Hz. Ömer'e karşı söyleyebileceği karşıt bir söz veya eleştiri ifadesi onun taraftarları veya Hz. Ömer karşıtları tarafından fırsat bilinerek müslümanların arasının açılmasına götürecek olumsuz neticeler doğurabilecektir.

Ibn Kuteybe'deki bir rivayete göreyse, Hz. Ömer, Ebû Lü'lüe tarafından yaralandığında evinde yatarken, kendisini ziyarete gelen Hz. Ali'ye, suikaste uğramasını kastederek “Ey Ali, sizden bu işe rıza gösteren bir topluluk var mı?” diye sordu. Hz. Ali de ona “Bizden bu işe rıza gösteren hiçbir kimse yoktur. Biz Allah'tan sana uzun ömürler vermesini temenni ediyoruz.”89 şeklinde cevap verdi.

Hz. Ali'nin Hz. Ömer’e olan hüsnü zannını kabul etmemizi gerektiren başka deliller de vardır. Hz. Ali'nin Hz. Fatıma'dan olan kızı Ümmü Gülsüm'ü Hz. Ömer ile evlendirmesi[70] ve bir oğluna da Ömer adını koyması[71], onun Hz. Ömer’e olan sevgi, saygı ve iyi niyetinin göstergesi sayılmalıdır.

Hz. Ali Hz. Ömer hakkındaki iyi niyetini onun ölümünden sonra da devam ettirmiştir. Hz. Ömer vefat edince onun tekfin işlerinde bulunmuş, daha sonra da insanların huzurunda şahsi hususiyetlerini, idareci olarak faziletlerini, fakir ve yoksullar ile yetimleri korumadaki gayretlerini anlatmış, müslümanların dostu, düşmanlarının da korktuğu bir kimse olduğunu belirterek onu övücü sözler söylemişti[72].

Hz. Ali'nin, Hz. Ömer hakkındaki düşüncelerini öğrenmek üzere naklettiğimiz rivayetlerin kaynakları, her nedense Hz. Ömer'le ilgili hemen hiçbir olumsuz kanaatine yer vermemektedirler. Oysa ki, Hz. Ali'nin Hz. Ömer hakkında olumsuz kanaatlere sahip olduğunu iddia eden rivayetler de vardır. Hz. Ali'nin, Nehcu'l-Belâğâ'da yer alan “Şıkşıkiyye” adı ile nakledilen konuşmasında Hz. Ömer hakkında söylediklerine yer verilmekte; onu kaba ve geçimsiz bir insan olarak vasıflandırdığı iddia edilmektedir[73]. Sanırız karşılaştırmalı olarak yapılacak bir çalışma bu farklı rivayetleri değerlendirerek, konuyu açığa kavuşturabilir. Fakat konumuzla doğrudan alakalı olmadığından bu kadarını söylemekle yetinmek istiyoruz.

Hz. Ömer’in Hz. Ali’yle İstişare Etmesi

Hz. Ömer halifeliği sırasında ashâbın önde gelenlerinden oluşan kimseleri etrafında toplayarak, gerek dini gerekse idari-mali konularda kendilerinden istifade etmiştir[74]. Dolayısıyla Hz. Ali, Hz. Ömer döneminde de, Hz. Ebû Bekir zamanında olduğu gibi halifenin mutlaka istişarede bulunduğu önde gelen sahabilerdendi. Gerektiğinde ondan fetvalar alıyordu[75]. Hz. Ali yine onun döneminde de, valilik veya kumandanlık gibi üst düzey, resmi herhangi bir görev almamış[76], devlet idaresi ile ilgili meselelerin çözümünde, fıkhi konulardaki fetvalarıyla ve önemli konulardaki tavsiyeleriyle Hz. Ömer'e devlet yönetiminde katkıları olmuştur[77]. Şimdi, Hz. Ali'nin bazı konularda Hz. Ömer'e yardımlarına ve tavsiyelerine misaller vererek geçmek istiyoruz.

İdarî Konularda

Hz. Ömer halife olarak göreve yeni başladığı sıralarda Hz. Ali ona kılık-kıyafette aşırı gitmemesi, dünyaya karşı ilgisinde dikkatli olması gerektiği yönünde tavsiyelerde bulunmuştu[78].

Hz. Ali, Hz. Ömer'e bir defasında, devlet idaresi, fethedilen yerlerdeki halklarla ilişkiler ve devlet yönetiminde vereceği kararlarda dikkat etmesi gereken hususlarla ilgili tavsiyelerde butunmuş, onu teşvik edici güzel sözler söylemişti[79].

Yine bir keresinde Ömer’e, Basra ve Küfe’de yapılması gereken bazı idari ve mali işlerle ilgili bir tavsiyede bulunmuş, Hz. Ömer de onun fikirlerini münasip bularak “Hz. Ali’nin görüşü, benim görüşümdür.” demiş ve bu doğrultuda hareket etmişti[80].

Hz. Ömer Yemen’e göndereceği bir memurundan takvim tutmasını isteyince, hangi metodla bunun uygulanacağı ve hangi takvimin esas alınacağı meselesi ortaya çıkmıştı. Hz. ATÎ ^asûhrifâtTm şirk topraklarım terk ettiği, hicret tarihinden itibaren olsun.” diye görüş beyan etti. Halife Ömer de bu fikri uygun bularak uygulamaya koydu[81]. Ayrıca resmi yazışmalara tarih konulması fikri de Hz. Ali'ye aitti[82].

Hz. Ömer zamanında Suriye bölgesinde Tâûn hastalığı baş göstermişti. Bölgedeki Emirler halifeye mektup yazarak durumu bildirdiler. Sahabilerle istişarede bulunan Hz. Ömer, Hz. Ali'nin Suriye'nin önemini vurgulayan ve durumu yerinde görmesinin iyi olacağı yolundaki sözleri üzerine Suriye'ye gitmiş ve yerine Hz. Ali'yi vekil bırakmıştı*3. Başka bir rivayete göre ise Hz. Ömer bu sıralarda Suriye'ye iki defa gitmiş ve her ikisinde de Hz. Ali ona vekalet etmişti[83] [84]. Fığlalı bunların , idari değil, askerî vekillik olduğunu söylemektedir[85].

Malî Konularda

Irak fetihlerinden elde edilen toprakların müslümanlar arasında taksimi konusunda da Hz. Ali’nin görüşü benimsenmişti. O halifeye topraklan dağıtmayarak orada yaşayan halka bırakmasını tavsiye etti[86].

Zekat mallarının Hz. Ömer tarafından sayıldığı bir günde Hz. Ali, aşırı sıcak altında, sayılan malların kaydını tutmak suretiyle halifeye yardım etmişti[87].

Hz. Ömer halife olunca halkı toplayıp kendi maaşı konusunu müzakere ediyordu. Hz. Osman giyecek ve yiyecek ihtiyacını karşılamasının kendisine maaş olarak yeterli olması gerektiğini söyledi. Hz. Ati de “Sana ve ailene yetecek kadar olanını al.” şeklinde görüşünü açıkladı. Halk da bu iki görüşü tasvip edince Hz. Ömer maaşı olarak geçimini temin edecek ihtiyaçları bu şekilde karşılamıştır[88]. Yine bir rivayete göre Hz. Ömer, bir müddet günlük yemek ihtiyacının beytulmâlden karşılanması konusunda sahabe iie istişare etmiş, Hz. Ali, öğle ve akşamlan yemesinin uygun olacağım söylemişti[89]

Hz. Ömer, Hz. Ali ve Osman'la zaferlerde kazanılan ganimetlerin nasıl dağıtılacağı ya da kullanılacağı konusunda istişare yaptı, fikirlerini aldı. Son olarak aynı toplantıda bulunan Velîd b. Hişâmın da görüş bildirmesiyle ilk kez “dîvân” oluşturulmasına Karar verildi[90].

Askerî Konularda

Hz. Ömer Irak bölgesine yapılacak seferle ilgili Hz. Ali’ye kendisinin gitmesinin mi yoksa bir başkasını komutan olarak göndermesinin mi daha doğru olacağını sormuş, o da kendisinin orduya komuta etmesinin düşman üzerinde daha etkili olacağı tavsiyesinde bulunmuştu. Bu sırada Hz. Ömer Hz. Ali'yi yerine vekil bırakmayı düşünüyordu. Ancak, yine içlerinde Hz. Ali’nin de bulunduğu sahabilerle yapılan istişareden sonra Hz. Ömer'in yerine Ashaptan birinin gönderilmesine karar verilmişti[91].

Yine bir defasında Hz. Ömer doğuya yapacağı bir sefere kendisi komuta etmek istiyordu. Hz. Ali ise bu konuda olumsuz görüş bildirmiş, Halifeyi uyarmıştı. Hz. Peygamberin hemen bütün savaşlara Katıldığını, orduya bizzat komuta ettiğini biliyordu. Fakat o zamanın şartları ile Hz. Ömer döneminin şartları biraz farklılık gösteriyordu. Hz. Peygamber döneminde sınırlar çok fazla geniş değildi. Merkez yakındı ve herhangi bir kabilevi ayrılık olsa bile kısa sürede geri dönüp müdahale imkanı vardı. Oysa Hz. Ömer zamanında sınırlar çok genişlemişti ve merkezde/yakın çevrede boy rekabetine dayalı olarak çıkabilecek, büyüyerek daha önemli sıkıntılara yol açabilecek bir durumda halifenin merkeze dönerek olaya müdahale edebilme imkanı daha zordu. İşte Hz. Ali, Islâm Devletfriin birliği ve bütünlüğünün tehlikeye düşmesi İhtimalini ortadan kaldırmak için Hz. Ömer'in İran'a gitmemesini daha uygun görmüştü[92].

Fıkhî-Dînî Konularda

İçki içenin cezası ile ilgili Kur'an'da kesin bir hüküm bulunmayışını fırsat bilerek Araplardan bazıları açıktan içki içmeye başlamışlardı. Hz. Ömer bu konuda Hz. Ali'nin fetvasını uygulamış ve içki içene kazif cezasının verilmesini emretmiştir[93].

Hz. ÖMER'İN Hz. ALÎ HAKKINDA DÜŞÜNCELERİ

Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman, Abdurrahmân b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkâs, Amr. B. el-Âs, Hâlid b. Velîd, Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh gibi sahabileri hep yanında olmaları ve kendisine devlet işlerindeki önemli yardımlarından dolayı her birinin bin kişiye bedel olduğunu söylerdi[94]. Hatta Hz. Ömer, Hz. Ali hakkında “Ali olmasaydı ömerhelâk olurdu." demiştir[95] [96].

Hz. Ömer’in Hz. Ali'nin görüşünü uygun görmeyip onun tavsiyesini dikkate almadığı zamanlar da olmuştur. Mesela Hz. Ömer halife olunca şehitlerin ailelerine tahsis edilen paraya el koyarak, verese olarak (miras yoluyla) başkalarının almasını da önledi. Bu arada Zeyd b. Harise ile Ca'fer b. Ebî Tâlib'in de payına el koydu. Hz. Ali payları almak için Hz. Ömer'le konuşluysa da o bu teklifi kabul etmedi98.

Hz. Ömer’in Şura’yı Oluşturması

Halife Ömer yaralanınca, durumunun ümitsiz olduğunu gören sahabe kendisinden sonra kimi halife tayin edeceğini sordular. Hz. Ömer de cevaben

"Eğer Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh yaşıyor olsaydı onu tayin ederdim. Çünkü Rabbim bana sorarsa Hz. Peygamberin onun hakkında 'Q bu ümmetin eminidir1 dediğini söylerdim. Bir de eğer Ebû Huzeyfe'nin kölesi Şâlim hayatta olsaydı onu tayin ederdim. Çünkü Hz. Muhammed'in onun hakkında da 'Sâlim Allah’ı en çok sevendir* dediğini biliyorum.” dedi[97].

Hz. Ömer, Şura uygulamasının Hz. Peygamberin sünnetine uygun olduğunu düşünüyor[98] kendisinden sonra halife olacak kişinin, vefatında Hz. Peygamberin kendilerinden razı olduğu, sahabilerden olmasını istiyordu. Şura'yı Hz. Ali, Hz. Osman, Talha b. Ubeydullah, Zübeyrb. Avvâm, Sa'd b. Ebî Vakkâs ve Abdurrahmân b. Avftan oluşturdu[99] Şura çalışmalarında, altı kişilik halife adaylarının yanında, gözlemci ve eşitlik olması durumunda belirleyici rol oynaması için Abdullah b. Ömer'e, Şurayı toplaması için Mikdâd b. Esved'e, seçim çalışmalarının emniyetini sağlaması için de Ebû Talha’ya görev verilmişti. Bu sırada Süheyb er-Rûmî de vekaleten üç gün süreyle namaz kılmakla vazifeliydi[100]. Hz. Ömer ayrıca, bir veya iki halife adayının, çoğunluğun kararına uymayıp muhalefet etmeleri halinde boyunlarının vurulmasını emretmişti[101] Şura'yı oluşturacak isimleri belirledikten sonra, onları toplaması için Abdurrahmân b. Avfı çağırttı. Konuşurlarken bir ara Hz. Ömer’in sözlerinden kendisini halife tayin edeceğini sanan Abdurrahmân, “Bu işi asla kabul etmeyeceğim.” diyerek, daha Şura çalışmaları başlamadan halifeliği istemediğini belirtmişti[102].

Hz. Ömer Şura üyelerinden Hz. Ali'ye şöyle demişti: ”Hilâfeti çok arzu etmen seni halife seçmeme mani oluyor... Bu kavim senin hakkını, Rasûlullâh'a olan yakınlığını ve Allah'ın sana vermiş olduğu ilmi, fıkhı, dindarlığı elbette ki bilmektedir ve seni seçebilirler. Eğer şura halife olarak seni seçerse hak ve doğruluk açısından kavminin en iyisisin. Ey Ali! Eğer halife olursan Allah'tan sakın ve Benî Hâşim'e mensup hiçbir kimseyi insanların üzerine musallat etme.”[103] Taberî'de geçen başka bir rivayete göreyse, Hz. Ömer Şura'yı belirlemesinden sonra Hz Ali, Hz. Osman ve Sa'd'ı yanına çağırarak onlara:”Ey Ali! Allah adına sana yalvanyorum ki, hilâfete gelirsen ailen Hâşimoğulları'nı insanların başına sorumlu olarak getirme[104]. Sana da Osman, Allah adına yalvarıyorum ki, hilâfete seçilirsen Ebû Muaytoğullan'nı milletin başına musallat etme, ve senden de Allah adına rica ediyorum ki Ey Sa'd! Hilâfete seçilirsen akrabalarını milletin başına getirme. Böylece gidin aranızda müşavere edin ve bu meseleyi halledin.’’^[105] [106] dedi. Anlaşıldığı kadarıyla Hz. Ömer, gerek Hz. Ali gerekse Hz. Osman ve Sa'd gibi her biri büyük ailelerden gelen halife adaylarının başa geçmesi durumunda hilâfetin bir aile-akraba hilâfetine dönüşmesinden endişe ediyordu108. Başka bir rivayete göreyse Hz. Ömer, yaralı olarak yattığı sırada kendisine gelenlere Hz. Osman veya Hz. Ali'nin halife seçileceğini tahmin ettiğini söylüyor; “Eğer Osman'ı halife seçerlerse, o yumuşak huylu bir adamdır, eğer Ali'yi seçilirse, o şakacı biridir, savaşçılığı ise insanları hak yola götürür.” diyerek iki halife adayı hakkındaki görüşünü belirtiyordu[107]. Belâzurî'de nakledilen benzer bir rivayetteyse Hz. Ömer, Hz. Ali'nin Rasûlullâh'a olan yakınlığını, dindeki kıdemini ve kahramanlığını övmesine rağmen onu tembel ve şakacı biri olarak nitelemekte; Hz. Osman'ın da Ebû Muaytoğullarını insanların üzerine musallat etmesi ihtimalinden bahsetmektedir[108]. Fakat manevi mesuliyetten çekindiği için kesin şekilde halife tayinine yanaşmamıştı[109].

Ayrıca Hz. Ömer Şura üyelerine, kendisinden sonra halife olacak kişinin Ensâria iyi muamele etmesini, onların kötülüklerini bağışlamasını, sadakaları hakkıyla alıp fakirlere dağıtmasını ve Hz. Peygamber’in yolundan ayrılmamasını tavsiye ettikten sonra “Yâ Rabbî! Tebliğ ettim m/?”[110] diyerek Allah'a yönelmişti.

Daha sonra Ensâridan Ebû Talha'yı çağıran Hz. Ömer Şura heyetini bir eve kapatmasını ve yanlarına binlerinin girmesine izin vermemesini emretti. Bu iş için kendisine elli de asker verildi[111].

Hz. Ömer, oğlu Abdullah b. Ömer'i çağırarak, kendisinin Hz. Peygamber’in yanına defnedilmesi için Hz. Âişe'den izin istemesini söyledi. Ayrıca, Şura üyelerinin kendi aralarında ihtilafa düşmeleri ve müslümanların da fırkalara bölünmesinden korkan Hz. Ömer[112] “Eğer Şûra kendi arasında ihtilaf ederse sen ekseriyetten tarafta ol, eğer üçe üç olurlarsa Abdurrahmân b. Avf'ın tarafında ol." diyerek ona, Şura'nın bir sonuca gidememesi ihtimalini göz önüne alarak halife seçiminde oy hakkı vermiştir[113].

Şura modelini, Hz Ömer’in kendisinden sonra yerine, insanların ihtilafa düşmeleri ve tayin ettiği kimsenin başarılı olamaması durumunda sorumluluğunun ağır olacağı endişesiyle halife tayin etmeyerek orta bir yol izlemek istediği şeklinde yorumlamak mümkündür[114].

Hz. Ali’nin Hz. Ömer’in Öldürülmesine Tepkisi

Hz. Ömer, Muğîre b. Şu'be'nin kölesi Ebû Lü'lüe tarafından 23/643 senesi Zilhicce ayının bitimine dört gün kala Çarşamba günü suikaste uğradı ve takip eden Pazar, 24/644'te Muharremin ilk gününde defnedildi[115].

Hz. Ömer öldürüldüğünde Hz. Ali buna çok üzülmüş ve onun hakkında şöyle demişti: ”Allah'a kavuştuğumda, yaptıklarını takdir ettiğim senden başka diğer bir şahıs olmayacak. Allah seni iki arkadaşınla beraber kılar diye hep düşünürdüm. Çünkü Rasûlullâh'ın 'Ebû Bekir ve Ömer'le geldim, Ebû Bekir ve Ömer’le girdim' dediğini çok duyardım. İsterim ki Allah seni onlara kavuştursun’*'[116].

Ibn Sa'd'da geçen bir rivayetteyse, Hz. Ali'nin, Hz. Ömer kefenlenmişken onun evine geldiği ve orada bulunanlara “Benim için yeryüzünde... aranızda kefenli olarak yatan bu kişiden daha sevgili hiçbir kimse yoktur" dediği anlatılmaktadır[117].

BİRİNCİ BÖLÜM

Hz. OSMAN DÖNEMİNDE Hz. ALİ

Hz. Osman döneminde, o zamana kadar yapılan fetihlerle İslam Devleti'nin sınırları bir taraftan Endülüs'e diğer taraftan Maveraünnehir'e kadar dayanmıştı. Sınırlar genişledikçe Devletin çatısı altına binlerce, yüz binlerce yeni müslüman katılıyordu. Dolayısıyla bu yeni müslümanların önceki gelenek ve inançlarını yeni din ile bağdaştırma gayretleri gerek itikadı gerekse içtimai yönden beklenmeyen meseleleri ortaya çıkarıyordu[118]. Bu sebeplerle Hz. Osman dönemini ileride ortaya çıkabilecek dini, siyâsî-içtimâî, itikâdî birçok olayın tohumlarının atıldığı bir devir olarak düşünebiliriz. Şimdi mümkün olduğunca kronolojiyi de göz önünde bulundurarak Hz. Osman devrinde cereyan eden bazı olayları ve bu olaylar sırasında Hz. Ali'nin takındığı tavrı incelemek istiyoruz.

ŞURA’NIN ÇALIŞMALARI VE Hz. OSMAN’IN HALİFE SEÇİLMESİ

Şura’nın Hz. Osman'ı halife seçmesi, dönemin siyâsî olayları içerisinde en önde gelen ve Islâm Târihi kaynaklarında en fazla işlenen konulardan biridir. Hz. Ömer tarafından Şura’nın teşkiliyle ilgili gelişmeleri daha önce nakletmiştik. Şimdi Hz. Osman'ın halife seçilmesi ve Şura’nın çalışmaları sırasında Hz. Ali'nin durumunu ele almak istiyoruz.

Şura toplandıktan sonra üç gün geçmesine rağmen henüz halife seçilememişti. Ancak Hz. Ali ile Hz. Osman'ın halife olma ihtimalleri ağırlık kazanmıştı[119]. Çünkü Halifelikten feragat ederek seçim sırasında başkan rolünü üstlenmesi Şura üyelerince tasvip gören[120] Abdurrahmân b. Avf üç gün boyunca gerek sahabe gerekse Medine'deki müslümanlarla yeni halifenin kim olması gerektiği konusunda istişarelerde bulundu. Bunların sonunda Hz. Ali veya Hz. Osman'ın halife olmasının müslümanlar arasında daha çok memnuniyet vereceğini gördü. Yaptığı müzakerelerden sonra Mescid'e gelen Abdurrahmân b. Avf, artık herkesin yeni halifenin kim olduğunu öğrenmek istediğini, müslümanların seçim sonucunu alıp işlerine, şehir dışından gelenlerin de memleketlerine dönmek istediğini[121] söyleyince Hz. Ali'yi destekleyenlerle, Hz. Osman tarafını tutan müslümanlar arasında sert tartışmalar oldu[122].

Hz. Ali, Abdurrahmân b. Avf'ın, kendisi olmazsa kimi halifelik için uygun gördüğü şeklindeki soruya, önce Osman o olmazsa Sa'd diye cevaplamış; Hz. Osman da aynı soruya önce Hz. Ali, o olmazsa Zübeyr diye karşılık vermişti[123]. Abdurrahmân b. Avf, önce Hz. Ali sonra Hz. Osman'dan, Allah'ın Kitabına, Rasûlullâh'ın sünnetine uyacaklarına ve Hz. Ebû Bekirile Hz. Ömer’in yolundan gideceklerine dair söz istediğinde[124] Hz. Ali'nin “Gücümün ve bilgimin yettiği kadar yapmaya çalışırım? şeklindeki tevazu ve ihtiyat içerikli cevabı, halifelikten feragat ettiği şeklinde anlaşıldı. Hz. Osman tereddüt etmeden “Ever deyince Abdurrahmân b. Avf Hz. Osman'a halife olarak biat etti[125].

Fakat daha ilk başta Hz. Osman'ın +ıalife seçilmesine karşı tepkiler vardı[126]. Kureyş'in çoğunluğu da Hz. Ali'yi destekliyor gözükmekteydi. Bir görüşe göre bu tepkinin nedeni şuydu: Hz. Ömer, Islâm Devleti’nin büyümesi ve zenginleşmesiyle, artan servet sahiplerini ve lüks hayat tarzının yaygınlaşmasını fark ederek bazı tedbirler almıştı. Bu tedbirler özellikle zengin kesim ile lüks içinde yaşayanlarca baskı şeklinde algılanmış ve muhtemelen Hz. Ömer’e karşı gizli bir tepki oluşmuştu. Bu nedenle Hz. Osman'ın seçiminde Kureyş'in çoğunluğunun Hz. Ali'ye karşı Hz. Osman'ı desteklemesi bu tepkinin demokratik bir ifadesi olarak görülebilir[127].

Ayrıca Hz. Ali’nin seçilememesinin nedenlerinden biri olarak, güçlü halife adaylarından Hz. Osman'a göre bazı dezavantajları bulunması da gösterilmektedir. Meselâ Hz. Ali, müslümanlardan birçoğunun, önde gelen müşrik akrabalarını savaşlarda öldürmüştü. Bu nedenle Şura'nın, halkın içinde olabilecek kin duygusunu uyandırmamak ve halifeye karşı olası bir hoşnutsuzluğa meydan vermemek gayesiyle Hz. Osman'dan yana tercih kullanmış olması muhtemeldir. Dahası Hz. Osman, Hz. Peygamberin damadıdır ve bunun da Şura'nın kararında etkili olması muhtemeldir[128]. Ayrıca Arap siyasi geleneğinin, devlet yönetiminde tecrübeye verdiği önem düşünülürse, Hz. Osman'a göre çok daha genç olan Hz. Ali'nin lehine teveccüh etmemiş olması doğal karşılanmalıydı[129].

Fığlalı'ya göre eldeki vesikalar Şura üyelerinin birbirleriyle olan akrabalık münasebetlerini teyid etmektedir. Ancak bu soy yakınlığının Şura'nın kararında ne ölçüde etkili olduğu noktası tam olarak açık değildir[130]. Hz. Ali ile amcası Abbas arasında geçen konuşmalara bakılırsa Şura'nın halife seçimi sırasında akrabalık ilişkilerinin, Arap kabilecilik geleneği de göz önünde bulundurulursa, etkili olduğu görülmektedir. Hatta bazı araştırmacılara göre soy-boy yakınlığı ile hırs ve istek gibi duygular belirleyici unsur olarak göze çarpmaktadır[131]. Zira Hz. Ali, Abbas'a, Hz. Osman daha halife seçilmeden önce, halifeliğin kendisinden ziyade Hz. Osman'a daha yakın olduğunu, çünkü Sa'd'ın, amcasının oğlu olması nedeniyle Abdurrahmân b. Avf'a muhalefet etmeyeceğini, Abdurrahmân’ın da tercihinin büyük ölçüde Hz. Osman’dan yana olduğunu söylemişti. Hz. Ali'ye göre bu durumda, ya Abdurrahmân b. Avf'ın Hz. Osman'ı ya da Hz. Osman'ın Abdurrahmân b. Avf ı desteklemesi söz konusu idi ki, diğer iki üye kendisinden yana olsa bile bu halife seçilmesi için yeterli olmayacaktı[132]. Hz. Ali Sa'd'a da “...Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten sakının...”'[133] ayetini okuyarak “Senden oğlumun Rasûlullâh'a olan akrabalığını dikkate almanı, amcam Hamza'nın seninle akrabalığına riayet etmeni ve Abdurrahmân b. Avfla birlikte benim aleyhime olmak üzere Osman lehine hareket etmemeni istiyorum. Osman benim getirdiğim delilleri sana sunamaz.” demiş ve seçimde kendisinden yana olmasını istemişti[134]. Bunlar gösteriyor ki, kabul etsek de etmesek de, Arapların kabile asabiyetleri de göz önüne alınırsa, Hz. Osman'ın halife seçilmesinde akrabalık ilişkilerinin az veya çok payı olmuştur. En azından Hz. Ali cephesi böyle düşünmektedir.

Wellhausen'a göre ise Hz. Osman'ın tercih edilmesinin en önemli sebeplerinden biri, onun yumuşak huylu bir kişilik özelliğine sahip olmasıdır. O bu konuda: “Üyeler Ali'nin üstünlüğünü tanımak istemedikleri için Ali'yi atladılar ve Ümeyyeoğulları'ndan çok yaşlı bir zat olan Osman b. Affân'ı seçtiler. Bu zat aralarında en gevşek ve en ehemmiyetsiz olanı idi ve işte bu vasıfları ile onların hoşuna gidiyordu. İşe bigâne birisini getirmek istiyor; başlarına yeni bir Ömer geçirmek istemiyorlardı. Fakat netice onları aldatıyordu. Çünkü Osman'ın zaafı onların değil, ailesinin işine yaradı”™[135] yorumunu yapmaktadır.

Bu hususta oldukça iyimser değerlendirmelerde bulunan araştırmacılar da vardır. Buna göre Hz. Osman, ümmet içerisinde herhangi bir siyasi bölünme ve çatışma olmadan, Hâşimîler, Emevîler ile Muhâcirler ve Ensâr’ın ittifakı ile halife seçildi ve on iki yıl gibi uzun bir süre iktidarda kaldı. Hilâfeti döneminin askeri ve siyasi en önemli iki olayı, fetih hareketleri ile iç karışıklıklar ve Fitne Olayı oldu[136]. Zahiri olarak bakıldığında durum böyle görülmektedir. Fakat ilerleyen dönemlerde aslında Hz. Osman'ın halife seçilmesinin pek o kadar memnuniyet uyandırmadığı anlaşılacaktır.

Konuyla ilgili bir başka görüşe göre ise," Muhammedi davet Mekke'nin fethiyle tam anlamıyla bir devlet statüsü kazanmıştı. Çünkü başından beri Kureyş'in önde gelen aileleri olan Ûmeyyeoğulları ve Mahzumoğulları'nın Mekke'nin fethinden sonra, Islâm Devleti'ni Kureyş devletine dönüştürdükleri görülmektedir. Ebû Süfyân'ın itibarı korunmuştu ve hatta Mekke'de idari-mali otoriteyi ellerinde tutmayı başarmışlardı. Hz. Ebû Bekir zamanındaki Ridde savaşlarında da Ûmeyye ailesinden komutanların önemli ordulara komuta etmesi ve zaferler kazandırması da onlara itibar kazandırmıştı. Bütün bunlar göz önüne alınınca Şura'da halifeliği almak için Ûmeyyeoğulları'nın ağır basması ve halifeliği alma teşebbüsleri normal karşılanmalıdır. Zira Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde de Hâşimoğulları pek hatırı sayılır görevler alamamışlardı”1137.

Her ne şekilde olursa olsun Hz. Osman Şura çalışmaları neticesinde halife seçilmişti ve kendisine 23/643 senesinde Zilhicce ayının son pazartesi günü akşamı biat edildi[137] [138].

ŞURA SİSTEMİ HAKKINDA DEĞERLENDİRMELER

Şura'nın seçim yöntemi genellikle demokratik bir seçim şeklini çağrıştırmasına karşın bazı araştırmacılardan eleştiri almaktan kurtulamamıştır. Akbulut'a göre “Ensârin kendi yurdunda değil halife, halifeyi seçme hakkından da mahrum eden bir uygulamanın müşavere ile ilgisi olduğunu ortaya koymak, çok zor olsa gerektir. Hepsi de Kureyş'ten olan altı kişiye Şura ünvanını vermek bu komiteyi Şura yapmaya yetmemektedir. Fitne çıkmaması için düşünüldüğü sanılan çare muhtemelen fitnenin sebeplerinden biri olmuştu ı*[139].

Fakat genellikle kabul edilen görüş bu seçim sisteminin meşru olduğu şeklindedir. Hatta Nevin Mustafa'ya göre sadece Hz. Osman'ın halife seçilmesi değil, Hulefâ-i Raşidîn'den her birinin hilâfeti müslümanlann yoğunluğunun rızasına dayalı olarak gerçekleşmiştir. Bu nedenle meşrudur[140]. Özellikle ilk üç halife döneminde halkın gerektiğinde İmam-halifeye karşı itirazlarda bulunup eleştiriler yöneltmesi de bu seçimlerin gerçekten hür irade ve ümmetin onayı ile olduğunu göstermektedir[141].

Hizmetli ise bu konuda “Hz. Osman'ın bu şekilde halife seçilmesi farklı biçimlerde değerlendirildi. Bu tarz, müslümanların büyük çoğunluğu tarafından meşru bir seçim tarzı olarak kabul edilirken, Şiîlerile Müsteşriklerse yeni bir gasp olayı tarzında telakki edildi, şiddetle eleştirildi ve aşırı yorumlara tabi tutuldu. Bir bakıma olay, günümüzün aynasında değerlendirildiği için saptırıldı ve sömürü konusu yapıldı. Halifenin veya devlet başkanının yetki ve sorumlulukları bir kenara atılarak, mesele ya Emevî-Hâşimi muhalefeti zaviyesinden ya da “çağdaş demokrasi” anlayışı açısından ele alındı. Birçok müslüman yazar ile Doğulu-Batılı bilimci XX. yüzyılın yalnız teoride kalan ‘demokrasi kuralı’ ile Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in halife seçilişlerini sorgulayıp değerlendirmektedirler.”[142] demektedir. Bu noktada oldukça haklılık payı vardır. Çünkü tarihî olaylar döneminin şartları ve anlayışı içinde değerlendirilmediği zaman, meselenin kavranmasında önemli sıkıntılar doğabilmektedir. Dolayısıyla tarihi olayların siyasi, sosyal, ekonomik pek çok sebeplerden etkilendiğini[143] göz ardı etmemek gerekir. Bu durumda Hz. Ömer'in Arap siyasi geleneklerini de düşünerek böyle bir seçim tarzı uygulamak istemesini doğal karşılamak gerekir[144].

Zira, devlet başkanının Hz. Peygamber tarafından tayin edilmeyerek, seçimin halka bırakılmasıyla, bu meselenin dinin esaslarından olmadığı, zaten halkın işlerinin yürütülmesinde müşaverenin tavsiye, hatta emredildiği bir dinde devlet başkanının tayinle gelemeyeceği açıkça ortaya çıkmıştır. Aksi takdirde yani halife Hz. Peygamber tarafından tayin edilseydi, yönetim işi dini bir hüviyet kazanacak ve muhtemelen belli bir zümrenin elinden hiç çıkmayacaktı.[145]

Hz. ALİ’NİN Hz. OSMAN’A BİATİ

Hz. Osman'ın halife seçilmesinin hemen ardından konumuzla doğrudan ilgili olan bir mesele de Hz. Ali'nin ona ne şekilde biat ettiği ve onun halife seçilmesi hakkındaki tutumudur. Hz. Osman'ın halife seçilmesi bazı kaynaklarda önceki rivayetlerden çok az farklı olarak nakledilmektedir.

Buna göre Hz. Ali, Abdurrahmân b. Avftan, halife seçerken haktan yana olması, duygularının etkisinde kalmaması, ümmet için içtihat etmesi ve akrabalıktan dolayı taraf tutmaması konusunda yemin etmesini istedi. Sonra Abdurrahmân b. Avf Şura üyelerine teker teker yemin ettirdi ve onlardan seçeceği kişiye karşı çıkmayacaklarına dair söz aldı. Hz. Ali'nin elini tutarak “Sana biat edersem, Abdulmuttaliboğulları’nı insanların üzerine musallat etmeyeceğine, Rasûlullâh'ın yolundan yürüyeceğine ve ondan hiç ayrılmayacağına söz verir misin?1' diye sorar. O da, “Bilmediğim ve hiçbir kimsenin bilmediği bir şey için Allah'ın ahdini nasıl taşıyabilirim . Fakat içtihadımın ve ilmimin ölçüsünde yolundan yürümeye gayret ederirrf şeklinde cevap verdi. Abdurrahmân b. Avf da bu sefer Hz. Osman'ın elini tutarak, Benî Ümeyye'yi insanlar üzerine musallat etmeyeceğine, Rasûlullâh'ın, Hz. Ebû Bekir'in ve Hz. Ömer'in yolundan yürüyeceğine dair ondan söz istedi. O da bunları yerine getireceğine yemin etti. Tekrar Hz. Ali'ye dönerek aynı yemini yapmasını istedi. Hz. Ali ise içtihat etmesi gerektiğini söyledi. Abdurrahmân bu sefer Hz. Osman'a dönerek tekrar sordu. Hz. Osman da “Evet! Allah'ın ahdi üzerime olsun ki, Rasûlullâh'a, Ebû Bekir ve Ömer'in yaptıklarına karşı çıkmayacağım ve kusursuz uygulayacağım’’ diyerek yemini tekrarladı. Böylece Abdurrahmân b. Avf Hz. Osman'ın elini sıkarak ona biat etti. Diğer Şura üyeleri de onu takip ederek Hz. Osman'a biat ettiler. Bu sırada, ayakta durmakta olan Hz. Ali oturdu. Abdurrahmân b. Avf ona seslenerek “Biat et! Yoksa boynunu vururum!” diye tehdit etti. Hz. Ali kızarak oradan uzaklaşmak istedi. Fakat Şura üyeleri “Biat et! Yoksa sana savaş açarız.” deyince Hz. Ali de Hz. Osman’a biat etti148. Ibn Sa’d'da ise Hz. Osman'a önce Abdurrahmân b. Avf, ardından ise Hz. Ali'nin biat ettiği, böylelikle Hz. Ali'nin Hz. Osman'a hemen biat edenlerden olduğu kaydedilmektedir[146]. İbn Kuteybe'deyse, Abdurrahmân b. Avf'ın Hz. Ali'den, Hz. Ömer’in şartı üzere, halife olduğunda Benî Hâşim'den hiç kimseyi müslümanların üzerine musallat etmemesini istediğinde, Hz. Ali'nin bu sözü ona asla veremeyeceğini söyleyerek oradan ayrıldığı, bunun üzerine Abdurrahmân'ın insanların önünde Hz. Osman'a biat ettiği ve orada bulunanların da onu takip ettiği rivayet edilmektedir[147].

Hz. Ali'nin Hz. Osman'a biati konusunda önceki rivayeti doğru kabul edersek dikkatimizi çeken nokta Hz. Ali'nin ilk anda Hz. Osman'a biat edip etmemekte kararsız kalmasıdır. Ancak Hz. Ali'ye, Hz. Ömer'in müslümanlar arasında fitne çıkmaması için halife adaylarından çoğunluğun kararına uymayıp muhalefet edenin[148] öldürülmesi şeklindeki emrinin hatırlatılması onun Hz. Osman'a biat konusundaki kararsızlığını ortadan kaldırmış gözükmektedir. Anladığımız kadarıyla Hz. Ali bu seçim sırasında halife olabileceğini umuyordu. Bu nedenle tepkisini böylece göstermek istemişti. Fakat bu sefer iş ciddiydi ve Hz. Ömer'in kesin emri söz konusuydu. Bu durumda da Hz. Osman seçildikten sonra, halife olmak için Hz. Ali'nin yapabileceği daha fazla bir şey yoktu.

Hz. ALİ'NİN HALİFE OLMAK KONUSUNDAKİ TUTUMU

Hz. Ali'nin Hz. Osman dönemi olaylarına bakışını ve Hz. Osman yönetimine karşı aldığı tavrı en iyi şekilde anlayabilmemiz için Ali'nin halife olma konusundaki düşüncesinin bilinmesinin önemi vardır. Çünkü bazı kaynaklarda onun halife olmayı daha +iz. Peygamberin hastalığı sırasında düşündüğünü[149] gösteren rivayetler epeyce mevcuttur. Fakat diğer taraftan, kendisini birçok yönden halifeliğe lâyık gören ve bunu Hz. Ebû Bekir'e karşı da dile getirerek ona biat etmekten kaçınan Hz. Ali'nin, kabilesi mensuplarının ve özellikle amcası Abbas'ın uyarılarına rağmen bu makamı elde etme konusunda oldukça gevşek davrandığı da iddia edilmektedir[150]. Şimdi bu konuda kaynaklardan derlediğimiz bazı rivayetleri inceleyerek Hz. Ali'nin halife olma konusundaki düşüncesini en doğru şekilde anlamaya çalışalım.

Hz. Ali'nin halife olması konusunun gündeme gelmesi, Hz. Ebû Bekir'in seçilmesinden de önceye gitmektedir. Zira daha Hz. Peygamber hasta yatağında iken, halife olması konusunda sürekli telkinlerde bulunan en önde gelen kişi olan amcası Abbas, Hz. Ali'ye “...Hz. Peygamberin yüzünde Abdulmuttaliboğullan'nın ölmesine yakınkiyüz halini görüyorum. Peygambere gidip halifeliğin kimde olduğunu soralım.” diye teklifte bulunmuştu[151]. İfade olarak biraz faklı bir rivayete göre ise “Ey Ali! Allah'a yemin ederim ki; Rasûlullâh bu hastalığının acısıyla ölecek Abdulmuttaliboğullan'nın öleceklerini yüzlerinden bilirim. Gel Rasûlullâh'a gidelim. Bu işin (hilâfet) kendisinden sonra kime ait olduğunu soralım. Bizdeyse öğrenmiş oluruz, yok eğer başkalarındaysa ondan bunu bize vermesini talep ederiz.” demişti. Hz. Ali de onun bu teklifini kabul etmeyerek “Vallahi ben bunu soramam. Eğer bunu Rasûlullâh'a sorarda bundan bir kez men edilirsek, daha sonrakimse onu bize vermez. Vallahi bunu ona asla soramayız” demişti[152]. İbn Sa'd'daki bir rivayetteyse, ismi raviler tarafından belirtilmeyen bir adamla Hz. Ali arasında benzer konuşmaların geçtiği, adamın en sonunda Hz. Ali'ye “Uzat elini sana biat edeyim! Bütün insanlar da etsin.” diyerek onun ellerini kavradığı nakledilmektedir[153].

Hz. Ali'nin halife olmasını ondan daha çok istiyor görünen Abbas, bu sefer Hz. Peygamber vefat ettikten sonra Hz. Ali'nin yanına gelerek, biraz ikaz eder mahiyette bir tavır takınarak ona biat etmek istedi. Fakat Hz. Ali bu defa da kendisini geri çevirdi ve onlardan başkasının hilâfete talip olmayacağını söyleyerek Abbas'ı rahatlatmak istedi. Ancak müslümanların Hz. Peygamberden sonra halifelik konusunu düşünmekte olduklarını ve en azından bu konuda herkesin kendi adayını çıkarabileceğini tahmin eden Abbas “Vallahi zannederim dediğim olacaktır.” diyerek oradan ayrılmıştı. Bir müddet sonra yine beraber oldukları bir zamanda, Hz. Ebû Bekir'e biat edilince müslümanlar tekbir getiriyorlardı. Sesleri duyan Hz. Ali Abbâs’a neler olduğunu sorunca halifenin seçildiğini anlayan Abbas da ona “Bu seni kendisine davet ettiğim, fakat senin reddettiğin şeydir.” şeklinde cevap vermişti[154].

Şura'nın halife seçimi çalışmaları sırasında Hz. Ali Benî Hâşim'den, kendisinin halife olmasını çok isteyen ve onu destekleyen bir topluluğa, bu konudaki gayretlerinin isteklerine zarar vereceğini düşünerek, “Eğer sizin istediğiniz gibi davranırsam kavminiz emirliği ebediyen elde edemeyecek’ demişti. Bunun üzerine Abbas da, Hz. Ali'ye, kendisini Hz. Peygamberin vefatında uyardığını, ona bu işin kimde olacağını sormasını istediğini hatırlattı. Hz. Peygamberin vefatından sonra da halifelik için acele etmesini istediğini, Şura ile seçime gitmemesini önerdiğini[155], fakat onun bunları dikkate almadığını söyledikten sonra, bir kez olsun kendisini dinlemesini istedi[156].

Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra müslümanlar Hz. Ali'ye biat etmişlerdi. Bundan bir müddet sonra Talha ve Zübeyr, halifenin kendileriyle meşveret etmediğini, yardımlarına başvurmadığını söyleyerek Hz. Ali'nin aleyhinde konuşmaya başladılar. Bunun üzerine Hz. Ali onlara “...And olsun Allah'a ki halifeliğe rağbetim, buyruk yürütmeye ihtiyacım yoktu. Beni bu işe siz çağırdınız. Bu görevi bana siz yüklediniz. Bu iş bana verilince de Allah'ın kitabına uydum, bize ne emretmişse onu hükmettim, ona tabi oldum. Peygamberin bize sünnet olarak bıraktığına uydum. Bu hususta ne sizin ne de başkalarının reyine kapıldım. Bir hükümde bilgisizliğe düşmedim. Böyle bir şey olsaydı sizden de başkalarından da yüz çevirmezdim.” derken halifelik konusundaki düşünceleriyle ilgili önemli ipuçları vermektedir[157].

Abbas'ın^eklifinH<abul etmemesi ve halifeliği Hz. Peygamberden istememesi nedeniyle belki Hz. Ali askeri alandaki dehasını siyasi alanda kullanamamış[158] veya kullanmak istememiştir. Çünkü bu rivayetlerden anlaşılmaktadır ki, Hz. Ali halifelik meselesine ihtiyatlı yaklaşmakta ve kendisini destekleyen akrabaları kadar bu konuda aşırı gitmeyi düşünmemektedir, iktidar hırsı ile makam peşinde koşmayı uygun bulmamaktadır. Eğer bunu tasvip etseydi akrabalarından önce kendisinin halife olmak için aşırı bir çaba sarf etmesi gerekirdi. Oysa ki rivayetlerden bu sonuç çıkmamaktadır. Sanırız Hz. Ali burada, zaten kendisinin halifelik makamına en lâyık kişi olduğunu düşündüğünden ve müslüman toplumunun bunu kabul ederek kendisine bu görevi vereceğine inandığından, Hz. Ebû Bekir'e itirazlarını şahsi söylemden öteye götürmek istememişti.

Hz. Ali'nin halifelik konusundaki bu hassas siyaseti Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde de deVam etmiştir. Hz. Ömer döneminde Hz. Ali'nin Hz. Ömer'in halife seçilmesine nşrhangi bir siyasi itirazı olmamıştır. Hz. Osman dönemine bakıldığında ise, Şura'da halifelik için en güçlü iki adaydan biri olan Hz. Ali'yi bu konuda daha aktif bir halde görüyoruz. Özellikle Şura içindeki akrabalık ilişkilerinden aleyhinde kaynaklanabilecek olumsuz sonuçları bertaraf etmek için bir çaba içerisindedir. Ancak yine de Hz. Ali için halifelikten daha önemli şeyler vardı. Bu nedenle bütün gayretlerinde ümmetin aleyhine olabilecek tutum ve davranışlardan kaçınmıştır. Fitne olaylarına gelindiğinde ise halife olabilmek için şartlar son derece müsait olmasına rağmen Hz. Ali'nin bu sefer halifelikten adeta kaçtığı görülmektedir. Sanıyoruz bunun en önemli nedeni de o sıralarda ümmetin içinde bulunduğu karışıklıklar sonucunda müslümanların birliğinin bozulması ve ümmetin ayrılığa düşmesinden endişe etmesiydi. Bu yüzden o bilhassa, isyancıların, halife olması konusundaki tekliflerini ısrarla geri çeviriyordu. Kendi adına ümmetin birliği için bir fedakarlık yapması gerektiğini düşünüyordu ki bu da ısrarlı tekliflere rağmen avucunun içine gelmiş olan halifeliğe hayır diyebilmekti[159].

Hz. OSMAN’IN HİLÂFETİNİN İLK ALTI YILI

Hz. Osman'ın on iki yıl süren hilâfeti, bu dönemde meydana gelen olaylar, fetihler, çeşitli alanlarda gelişmeler gibi nedenlerle genellikle birinci ve ikinci altı yıl olmak üzere iki dönem halinde İncelenmektedir. Böyle bir ayrıma gidilmesindeki en büyük etkenlerden biri de hiç kuşkusuz ikinci altı yılda meydana gelen isyanlar ve karışıklıklardır[160]. Araştırmamızın özünü oluşturan bu siyasi olaylar ikinci altı yıllık dönemde meydana geldiği için ilk altı yıllık bölümü kısaca özetleyerek geçmek istiyoruz.

Birinci dönem İslâm devletinin genellikle dış güçler ve problemlerle uğraştığı bir devirdir. Islâm fütuhatı bütün cephelerde hızla ilerlemektedir. Yeni fethedilen bölgelerdeki birtakım başkaldırmalar bu dönemde bastırılmıştır. İç siyasette kayda değer olaylara rastlanmamaktadır. Çünkü müslümanların siyaseti dışa dönük olarak odaklanmış ve bütün güç dışarıdan gelebilecek tehlikelere yönlendirilmiştir. Dolayısıyla Devletin bu yöndeki siyasi kararlılığı halkı da etkilemiş ve halktan halifeye ve devlet yönetimine karşı herhangi ciddi bir muhalefet hareketi olmamıştır. Kaynaklarda da ilk altı yıllık hilâfet dönemiyle ilgili herhangi bir ithama rastlanmamaktadır. Bunda Hz. Osman'ın Hz. Ömer'e göre yumuşak huyluluğu ve siyasetinin de etkili olduğunu söylemek mümkündür[161].

Yine bu dönemde başta Ali olmak üzere Hâşimoğulları, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'e karşı sürdürdükleri yumuşak tutumlarını Hz. Osman'a karşı da devam ettirdiler. Ona itaat ederek, destek ve yardımcı oldular. Bu dönemdeki Fetih hareketlerine bizzat katıldılar. Gerekli hallerde halifeye tavsiyelerde bulundular[162].

ASKERÎ, İKTİSADÎ VE İDARÎ YAPIDA GELİŞMELER

Hz. Osman devri genellikle son dönemlerde meydana gelen siyâsî karışıklıklar nedeniyle hep olumsuz olarak hatırlanmaktadır. Oysa bu dönemde askeri, iktisadi ve idari alanlarda olumlu gelişmeler de olmuştur. Konuyu fazla uzatmadan bunlara kısaca değinmek istiyoruz.

Hz. Osman hilâfete gelince Islâm askerinin Hz. Ömer zamanında on dirhem olan maaşını ikiyüz dirheme çıkardı. Yine Hz. Ömer zamanında Ramazan ayında her müslümana verilen birer dirhemi de arttırdı. Ayrıca Mescid-i Nebevi'de ibadet edenler, itikatta bulunanlar, fakir ve miskinler için de sürekli yemek çıkarttı[163].

Daha önce üç vali ile idare edilen Mısır, ikişer vali ile yönetilen Şam ve Yemen illeri birer valinin sorumluluğuna bırakıldı[164].

Hz. Osman zamanında Azerbaycan, Ermenistan ve Kıbrıs gibi bölgeler İslâm Devleti topraklarına ilhak edilerek, bunlardan Kıbrıs Şam vilayetine bağlanırken, Azerbaycan ve Ermenistan da başka bir valinin idaresine verildi[165].

Hz. Osman döneminde mülkiyet serbestliği sağlanmıştı. Böylece ordu bünyesinde yer alan müsiüman Araplar, savaşlardan ganimet olarak elde ettikleri mallar ve halifenin Irak'ta geniş topraklar satın almalarına izin vermesi, ayrıca bu imkanlarını ticaret alanına yönlendirmeleriyle büyük çapta servet sahibi olmuşlardı. Mesela bu dönemde, Zübeyriin ticaret işinde çalıştırdığı bin köleye sahip olduğu rivayet edilmektedir[166].

Hz. Ali, Hz. Ömer döneminde olduğu gibi Hz. Osman zamanında da halifenin iktisadi uygulamalarına şahit oluyordu. Hz. Osman döneminde özellikle taraflı fey ve maaş dağıtımını hoş karşılamamış ve aksaklıkların insanlar arasında husule getirdiği sıkıntıları görmüştü. Bu nedenle yeri geldiği zaman halifeyi uyarmak ve problemlerin çözümüne katkıda bulunmak maksadıyla müdahalelerde bulunmuştu[167].

Hz. ALİ’NİN Hz. OSMAN HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ

Şura'nın halife seçimi sırasında Abdurrahmân b. Avf, önde gelen sahabilerle ve halkla görüştükten sonra en son Hz. Ali ve Hz. Osman'a kimin halife olmasının daha uygun olacağını sordu. Her ikisi de birbirlerini uygun gördü. Bu Hz. Ali ile Hz. Osman arasındaki karşılıklı güveni göstermekteydi. Ayrıca Hz. Ali’nin Hz. Osman'a duyduğu iyi niyeti göstermesi açısından da önemlidir[168].

Ayrıca Hz. Ali'nin kaynaklarda nakledilen, Hz. Osman hakkında söylediği bazı sözleri de onun hakkındaki düşünceleriyle ilgili olarak aktarmak istiyoruz: “Ben Osman'ın iyi yönlerini bilirim. Allah yolunda onun iyi bir mazisi vardır. Allah yapmış olduğu iyiliklerden sonra ona azap vermez? demiştir[169] [170]. Bir başka ifadesinde yine Hz. Ali “Ben Osman'la, Allah'ın şu sözündeki gibi olmak isterim: 'Biz onların gönüllerinde olan kini çıkardık; artık onlar sedirlerinin üzerinde karşılıklı oturan kardeşlerdir’.’’™ demiştir[171].

Hz. Osman muhasara altındayken, yine Hz. Ali, Talha ve Zübeyr ona gelip, Hz. Peygamberin kendisiyle ilgili iltifatkâr sözler söylediğini anlatmışlar ve bunları tasdik etmişlerdi[172] [173].

Yine Hz. Ali bir defasında elindeki sopayla yere bir şeyler çizerek “Onlar için bizde iyi bir geçmişin izi vardır, onları bunsuz düşünemeyiz; işte bunlar Osman ve arkadaşlarıdır?™ demişti.

İKİNCİ BÖLÜM

FİTNE OLAYI SIRASINDA Hz. ALİ’NİN TUTUMU

“FİTNE”

Fitne hadisesi[174] Medine'de Ümeyyeoğulları'nın hakimiyetinden rahatsız olanların[175], Kûfe'de Kureyş'in merkezi otoritesini tanımak istemeyenlerin, Mısır'da ise İbn Ebî Serh'in icraatından hoşlanmayanların tabir doğru ise ortaklaşa gerçekleştirdikleri, yer yer dini duygularla beslenmiş oldukça karmaşık bir hadise olarak gözükmektedir, özellikle Hz. Osman devrinin ikinci yarısında eyaletlerdeki karışıklıklarla başlayıp halifenin öldürülmesi neticesine varan hadiseler zincirine İslam tarihçileri tarafından “fitne”[176] ismi verilmiştir. Hz. Osman'ın öldürülmesi olayı da, bu zincirin en önemli halkası olması ve İslâm Tarihindeki önemine binaen kaynaklarda “fitnetu'l-kübrâ’’'[177] adıyla geçmektedir.

FİTNENİN SEBEPLERİ

 Emevî-Hâşimî Çekişmesi, Târihî Kabilecilik Anlayışı

Hz. Osman'ın öldürülmesi ile sonuçlanan fitne hadisesinin seyri incelendiğinde siyasî-içtimâî birçok etkenin olayların büyümesinde rol oynadığı görülmektedir. Bunların en önemlilerinden biri Arap toplumlarında hakim olan kavmiyetçilik duygusuydu. Bu nedenle kabileler arası çekişmeler devrin siyâsî- içtimâî olaylarını da neredeyse doğrudan etkiliyordu. Hz. Osman döneminde de etkili olan kabilecilik anlayışıyla, Benî Hâşim ile Benî Ümeyye kabilelerine mensup bazı kimselerin içtihatta ihtilaf şeklinde yorumlanmak istenen şahsi ihtirasları fitne ve fesadın dini sermayesi haline gelmiş ve devrin birçok hadisesinde etkili olmuştu[178]. Bu açılardan Hz. Osman devrindeki karışıklıklarda onun dini anlamda gayri meşru idaresinden söz etmek haksızlık olacak gibidir. Fakat Benî Hâşim ve Benî Ümeyye arasındaki rekabet ve ayrılıkların karışıklıklarda önemli rolü olduğu üzerinde durmak daha doğru bir yaklaşımdır[179].

Hz. Ömer'in ölümünden önce teşkil ettiği Şura'da Hz. Ali ile Hz. Osman'ın karşı karşıya kalmaları, İslâm öncesi dönemde son derece etkili olan, hatta Emevîlerin geç müslüman olmalarına neden olan tarihi Emevî-Hâşimî çekişmesini yeniden gündeme getirmişti. Hz. Osman dönemi olaylarında bu çekişmenin rolü oldukça fazladır. Ancak Hz. Osman dönemi incelendiğinde ortaya çıkan gerçek, bu olaylarda Hz. Ali'nin hilâfeti meselesinin hiçbir etkisi olmadığıdır. Nitekim Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra Hz. Ali'nin halife seçilmesinin fitne olaylarını durdurmaya bir etkisi olmamıştır[180]. Böylece diyebiliriz ki, Islâm'da ilk tefrika üçüncü halife Osman b. Affân zamanında ortaya çıkmıştır. Bu ayrılığın ilk çıkışında dini değil, tamamen siyasi bir görüş ayrılığı ve menfaat çatışması olduğu düşünülebilir. Aslında bunun menşeleri, Benî Hâşim ile Benî Ümeyye aileleri arasındaki ayrılık şeklinde daha da gerilere gider. Makrizî sırf bu husus için kaleme aldığı eserinde bize birçok misaller vermektedir[181].

Onat'a göre Hz. Osman dönemindeki fitne olayının ve bunu müteakiben ortaya çıkan Hz. Ali-Muaviye çekişmesinin nedeni, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde Islami bir çerçevede sürdürülmeye çalışılan kabileler arası denge politikasının Hz. Osman tarafından devam ettirilememesidir[182]. Sonuç olarak denilebilir ki, Hz. Osman'ın öldürülmesi ile sonuçlanacak olan Fitne olayı, İslâmi değerlerin henüz yeni yerleşmekte olduğu Arap İslâm toplumunda, tarihi kabilecilik çekişmesinin tekrar su yüzüne çıkmasına sebep olmuştur[183].

Artan Zenginlik ve Refah

Fitneyi etkileyen sebeplerden biri de zenginlik ve refahın artması olarak gösterilmektedir. Zenginliğin artmasının en önemli etkenleriyse Hz. Osman döneminde devletin ulaştığı mali imkanlarla ilgiliydi.

Hz. Ömer'in maaş dağıtımında Hz. Peygamber’e yakınlığı önde tutması nedeniyle Kureyş'e mensup devlet büyüklerinin servetlerinde artış olmuştu. Hz. Osman bu ücret paylaşımını adaletli bir şekle getirmeye çalışmıştı[184]. Fakat ne var ki Hz. Osman zamanında da artmaya devam eden zenginlik ve refah ile halifenin özellikle ticari alanda sağladığı geniş mali imkanlar fitnenin ortaya çıkmasına katkıda bulunan etkenlerden biri oluyordu. Hatta zenginlik ve refah o kadar artmıştı ki, rivayetlere göre Medine'de bir at yüz bin dirhem, bir bostan da dörtyüz bin dirheme alıcı bulmuştu. Hz. Osman'ın akrabalarına karşı çeşitli maddi imkanlar sunması da insanların ona karşı nefret duymaya başlamalanna sebep oldu[185].

Akbulut'a göre “Osman döneminde artan refah ve servetin fitnenin sebeplerinden biri olduğu tezi doğru değildir. Çünkü zenginlik iyi yaşam düzeyi nedeniyle kurulu düzene başkaldırıyı değil desteği gerektirir. Bu aynı zamanda da tarihi ve sosyal gerçeklere de uygunluk gösterir. Bilâkis, fakirliğin daha büyük fitne kaynağı olduğu görülmüştür”[186].

Akbulut'un görüşünde haklılık payı vardır. Ancak bu meseleyi iki açıdan düşündüğümüzde biraz farklı bir sonuca ulaşmak da mümkündür. Birincisi, gelirleri ve servetlerindeki artışla oldukça zenginleşen Kureyş'e mensup önde gelen kişilere diğer orta sınıf müslümanlar tarafından kıskançlık duyulması ve kendilerine haksızlık yapıldığını düşünmelerinin getirdiği sonuçlardır. İkincisi, sınırların genişlemesi ve ganimetlerin artmasıyla sahip oldukları maddi imkanlar ve servetin zengin müslümanlar üzerinde oluşturduğu kişilik değişiklikleridir. İslam'ın ilk dönemlerinde çok zor koşullarda zaman zaman açlık çekerek Hz. Peygambere destek veren insanlar daha sonraları, kavuştukları maddi servetin etkisinde kalmışlar ve İslam devletinin birliği ve bütünlüğünü etkileyebilecek çok önemli olaylarda muhakeme yeteneklerini adeta kaybetmişler ya da kullanmak istememişlerdir[187].

Hz. Osman'ın İcraatları

Bu konuya Hz. Osman'a yöneltilen tenkitler başlığı altında değineceğimizden üzerinde durmuyoruz. Fakat şu kadarını söylemek gerekirse, özellikle Hz. Ömer dönemi fetihlerinde Arap kabilelerinin büyük rol oynamasına karşın, valiliklere, emirliklere ve önemli mevkilere hep Kureyş ailesi mensuplarının getirilmesi, iktidara başkaldırının altında yatan önemli sebeplerden bir tanesiydi[188].

Bir diğer sebepse Hz. Osman'ın kişilik özellikleriyle ilgiliydi. Şura'daki halife adayları içinde en yumuşak huylu olandı. Bu huyu da onun en büyük zaafıydı. Hz. Osman büyük bir şahsiyet değildi[189]. Düşünülürse Emevî ailesinden Ebû Süfyan gibi daha ileri gelen, Müslümanlığının öncesinde ve sonrasında Mekke'de liderlik pozisyonunda olan bir kişi varken muhtemelen, Hz. Peygamber’e olan yakınlığı, yaşlılığın verdiği tecrübe gibi etkenler halife adayları arasına girmesini sağlamıştı. Cömertliği, zenginliği, yumuşak huyluluğu ve tevazuu ile tanınan Hz. Osman belki de bu iyi huylarının kurbanı olmuştu. Çünkü devrinde ortaya çıkan karışıklıklarda selefi Hz. Ömer kadar dirayetli olamamıştı[190]. Ayrıca Hz. Osman, sınırları bir hayli genişlemiş olan işlerini bir bütünlük halinde yönetebilmek için çok yaşlıydı ve kuvvetli, otoriter bir şahsiyete de sahip değildi[191].

Özel hayatında bağışlayıcı olan Hz. Osman, devlet adamlığı ile şahsi hayatını sürekli karıştırmıştır. Önceki iki halife gibi devlet yönetiminde tecrübesi de yoktu. Kuruluş aşamasında bulunan ve kurumlan henüz yerleşmemiş bir devletin başına böyle bir insanın getirilmesinin İslam toplumu için ne denli bir talihsizlik olduğu Hz. Osman'ın devrinde meydana gelen fitne hareketini bir türlü bastıramamasından da anlaşılmıştır. Hz. Peygamberin vefatından sonra siyasi açıdan tam olarak istikrara kavuşmamış bir devlet hukuki yönden de yara almaya başlamıştı[192]. Çünkü Hz. Osman'ın başarısızlığı ile birlikte, seçilmiş bir devlet başkanının görevden alınıp alınmayacağı, alınacaksa bunun nasıl olacağı, bu devlet başkanının icraatlarının hukuki geçerliliği gibi meselelerin zihinleri kurcalaması devletin hukuki otoritesini sarsabilirdi.

Sahabenin Medine Dışına Çıkması

Hz. Ömer içtihat sonucu vardığı bir kararla sahabe büyüklerinin Medine'den ayrılmalarını yasaklamıştı. Ancak izinle ve belirli bir süre için çıkış serbestliği tanımıştı. Hz. Osman selefi Hz. Ömer'in aksine Kureyş'in ileri gelenlerini her hususta serbest bırakmış ve izinsiz Medine dışına çıkmalarına izin vermişti. Bu da dağılma ve parçalanmanın etkenlerinden biriydi. Çünkü Medine'den ayrılan sahabiler gittikleri yerlerde insanların ilgisini çekiyor ve çevrelerinde geniş insan kalabalıklarının toparlanmasına sebep oluyordu[193].

Akbulut, fitnenin sebeplerinden sayılan sahabenin Medine dışına çıkması ve çeşitli bölgelere yayılması gerekçesini, sahabeyi, gittiği yerde kargaşa ve huzursuzluklar çıkaran anarşistler olarak takdim etmek olduğu zannıyla kabul etmemektedir[194]. Ancak bizim kanaatimize göre, çeşitli nedenlerle mevcut iktidara muhalefet etmek düşüncesini taşıyan ve bunu gerçekleştirmek amacıyla fırsat kollayan insan topluluklarının, karizmatik kişiliği olan ve dini alandaki bilgileriyle bulundukları toplulukta imam konumunda olan sahabenin kendi düşünceleri ile paralel görüşleri olduğunu görmesi, içlerindeki muhalefet ve isyan duygusunun harekete geçmesine vesile olmuştur.

“Gizli El” ve Abdullah İbn Sebe'in Faaliyetleri

Kaynaklarda Hz. Osman'ın öldürülmesiyle sonuçlanan fitne hadisesinin arka planındaki sebeplerden biri olarak da gizli bir teşkilattan bahsedilmektedir. Osman b. Affan'ı halifelikten indirmek, onun yerine Hz. Ali'yi halife yapmak için faaliyet gösterdiği iddia edilen bu teşkilatın başı olarak Abdullah İbn Sebe'nin[195] adı geçmektedir[196].

Kaynaklarda verilen bilgilere göre, Abdullah b. Sebe' Sanalı Yahudi biriydi. Anası Habeş asıllıydı. Hz. Osman devrinde müslüman oldu. Sonra halife aleyhinde faaliyetlerde bulunmak, insanları kışkırtarak onların din ve siyasetle görüş ve düşüncelerini karıştıracak fikirlerini yaymak üzere bölge bölge dolaşmaya başladı[197]. Anası siyahi bir cariye olduğundan ona İbnu's- Sevdâ da denilirdi. Hz. Osman aleyhindeki en şiddetli propagandist olduğu kabul edilir[198].

Yine Taberî'nin rivayetlerini naklettiği Ebû Mihnef ve Vakidî, Hz. Osman'ın öldürülmesiyle sonuçlanan fitne olaylarının arkasında gizli bir elin varlığından bahsederler. Bu da sahabenin olaylardaki rolüdür. Onlara göre Talha, Zübeyr, Hz. Âişe, Amr b. el-Âs, Muhammed b. Ebî Huzeyfe, Ammâr b. Yâsir gibi sahabiler Hz. Osman'a karşıdır. Her ne kadar kaynaklarda, adı geçen sahabiierden bazılarının çeşitli vesilelerle Hz. Osman'a muhalefet ettiği, onun aleyhinde halkı galeyana getirebilecek konuşmalar yaptığını görülüyorsa da[199], Hz. Osman'ın öldürülmesine bizzat destek vermiş oldukları noktası açık değildir.

Abdullah İbn Sebe' hakkındaki haberler Taberî tarafından Seyf b. Ömer yoluyla nakledilmektedir. Hizmetli'ye göre Vakidî ve Ebû Mihnefin, fitne olaylarının arkasında gizli bir elin varlığından bahseden iddiaları pek mantıklı görülmezken, Seyf b. Ömer'in Abdullah İbn Sebe’ ile ilgili rivayetleri daha dikkat çekicidir. Seyf in rivayeti bu konularda daha kuvvetli bir delil teşkil etmektedir[200]. Fakat VVelIhausen bu görüşü paylaşmamaktadır. Ona göre Hz. Osman'a karşı girişilen hareket Sebeiyye tarafından başlatılmamıştır ve bu işte Sebeîleriin, Seyf b. Ömer’in onlara atfettiği kadar önemi yoktur[201]. Fığlalı ise, Abdullah b. Sebe' diye bir şahsın varlığı ve Sebeiyye fırkasının kurucusu olup, Hz. Ali lehinde çeşitli faaliyetlerde bulunduğu yolundaki haberlere şüphe ile bakmaktadır. Ona göre bu haberlerde izahı oldukça zor noktalar mevcuttur[202].

  VİLAYETLERDE HOŞNUTSUZLUK VE İLK HAREKETLER

Hz. Osman'ın halife olmasından sonra İslam siyasi düşüncesinde ve sisteminde ortaya çıkacak derin değişiklikler bulunduğunu gösteren ilk emareler eyaletlerdeki karışıklıklar ve problemlerle ortaya çıkmıştır[203].

VVelIhausen'a göre eyaletlerdeki başkaldırı ve karışıklıkların arkasında, Medine'de Hz. Osman'a karşı açık bir muhalefet yürütemeyen Hz. Ali, Talha, Zübeyr de vardı[204].

Küfe

Velîd b. Ukbe'nin yerine Küfe valisi olarak atanan[205] Saîd b. el-Âs, Küfe ileri gelenlerini bir gece huzuruna kabul edip konuşması sırasında “Irak bölgesi Kureyş'in mezrasıdır.”[206] demişti. Bunun üzerine Eşter hiddet ve nefretini açıklamış, daha sonra Sâbit b. Kays el-Hemdânî, Kümeyi b. Ziyâd, Zeyd b. Suhân el-Abdî ve kardeşi Sa'sa', Cündüb b. Ka'b el-Ezdî, llrve b. Ca'dî, Amr b. el-Huzâî ve İbn Kevvâ ile birlikte Saîd'in kötü idaresinden bahsederek Hz. Osman'a şikayette bulunmuşlardı. Bu grup daha sonra da valiyi sürekli rahatsız etmeye devam etti[207].

Bu sıralarda Küfe kurrâlarından bir başka grup Hz. Osman'a, Vâli Sa'îd b. el-Âs'tan duydukları memnuniyetsizliği dile getiren bir mektup yazdılar ve bunu Ebû Rebîa denilen bir kişiyle Halifeye gönderdiler. Hz. Osman bu mektubu gönderenlerin isimleri ondan istedi. Ebû Rebîa bunu reddedince Hz. Osman onun dövülmesini ve hapsedilmesini emretti. Olayı haber alan Hz. Ali ise Halifeye “O sadece görevini yerine getiren bir elçidir.” diyerek onu dövdürmekten vazgeçirdi[208].

Küfe Valisi Saîd, halk arasında kendisine karşı oluşmaya başlayan muhalefeti sezince durumu halifeye bildirerek aleyhinde çalışan bu topluluklar hakkında şikayetçi oldu. Hz. Osman da onların Şam'a gönderilmesini emretti[209]. Ancak burada da Muaviye Küfeli topluluğa karşı olumsuz bir tavır gösterince ona karşı da cephe aldılar. Muaviye'nin de onlardan rahatsız olması üzerine bir müddet sonra bu muhalif grup Hımıs'a, Abdurrahmân b. Hâlid b. Velîd'in bölgesine sürüldüler. Burada Abdurrahmân’ın baskısıyla varlık gösteremeyen topluluk, pişman olduklarını ve düşüncelerinden vazgeçtiklerini bildirince tekrar Kûfe'ye dönmelerine izin verildi. Ancak Kûfe'ye döndükten sonra muhalif tavırlarını yeniden takındılar. Bölgede huzursuzluk giderek artınca Saîd durumu halifeye bildirmek için Medine'ye geldi. O Medine'den ayrılınca bu sefer muhalif topluluk Hz. Osman'a temsilci göndererek Sâîd'i vali olarak istemediklerini bildirdiler ve görevden alınması talebinde bulundular. Gelişmeler karşısında durumun vahametinden endişe ettiği ve olayların daha da büyümesinden korktuğu anlaşılan Hz. Osman muhaliflerin isteğine uyup Saîd'i görevden aldı ve yerine Ebû Mûsâ el-Eş'arîyi atadı[210].

Valilerin ve diğer idarecilerin özellikle halka karşı yanlış tutumlarından kaynaklanan problemler giderek Hz. Osman aleyhinde oluşumlara dönüşmeye başlamıştı. İlk hareketler, Hz. Ali taraftarları arasında Kûfe'de başlamıştı. Çünkü Kûfeliler Emevî ailesine karşı büyük bir husumet besliyorlardı. Bunun en büyük nedeni de Emevî ailesinin İslâmî anlayışa tamamen ters düşen, Kureyşiliği ön planda tutarak bunu halka karşı bir üstünlük vesilesi olarak kullanmaları ve halk üzerinde baskı oluşturmaya çalışmalarıydı. Kûfe'de başlayan bu ilk hareketler daha sonra diğer vilayetlerden özellikle Mısır'da taraftar kazanmıştır[211].

Mısır

27/647’de Vali Amr b. el-Âs, Mısır'da haracı toplama görevinden alınmış yerine Hz. Osman'ın süt kardeşi Abdullah b. Sa'd b. Ebî Şerh[212] tayin edilmişti[213]. Amr b. el-Âs ile Abdullah arasında anlaşmazlık olunca Abdullah, Amr'ın hala Mısır haracı işlerine karıştığını halifeye bildirmişti. Aynı şekilde Amr da Halifeye Abdullah'ın savaş işlerine karıştığı şeklinde şikayette bulunmuştu. Hz. Osman bunun üzerine Amr*ı savaş işlerinden de alıp, Abdullah'ı haraç ve savaş işlerine tayin etti[214].

Abdullah b. Ebî Şerh, Mısır'da kendisinden hoşnut olmayan ve Hz. Osman'a şikayette bulunan topluluklara zulmediyor ve hatta bazılarını öldürtüyordu. Bunun üzerine bir grup Mısırlı Medine'ye gelerek Ibn Ebî Serh'i, Hz. Muhammed'in ashabına davranışlarından dolayı halifeye şikayet ettiler. Bu sırada Hz. Ali gelerek Hz. Osman'a “İnsanlar onu kan dökmekle suçluyorlar. Onu görevden al, aralarında hûkûm ver. Eğer onun üzerinde haklan varsa al, adil ol.” dedi. Sonra gelenlere dönerek aralarından bir temsilci seçmelerini istedi. Onlar da Muhammed b. Ebî Bekir'i seçtiler. Daha sonra, İbn Ebî Serh'le aralarında hüküm vermeleri için beraberlerinde Muhacirler ve Ensâr'dan pek çok kişi olduğu halde Mısır'a döndüler[215].

Valilerin icraatları konusunda şikayetler gittikçe artınca, Hz. Osman valiler hakkındaki şikayetleri araştırmak ve durumdan haberdar olmak maksadıyla çeşitli bölgelere müfettişler gönderdi. Kûfe'ye Muhammed b. Mesleme, Basra'ya Üsâme b. Zeyd, Şam'a Abdullah b. Ömer, Mısır’a da Ammâr b. Yâsir yollanmıştı. Diğerleri döndüğü halde Ammâr b. Yâsir gecikmişti. Fakat belki de valilerin, olayların halifeye olumsuz bir şekilde yansımasını istememelerinin bir neticesi olarak, Medine'ye önce gelen müfettişler müspet raporlar getirmişti[216]. Dolayısıyla bu, sonraki zamanlarda fitnenin daha da büyüyerek vahim bir hal alması ve halifenin olayların gelişmekte olduğunu fark edemeyerek müdahalede geç kalmasının nedenlerinden biri olarak görülebilir.

Daha sonra kendileriyle bizzat konuşarak söylentilerin doğru olup olmadığını öğrenmek isteyen halife, valileri Medine'de toplantıya çağırdı. Bu toplantıda Amr b. el-Âs Hz. Osman'ı Hz. Peygamberin sünnetini değiştirmesi nedeniyle ağır bir dille suçladı. Ona göre illerde yaşanan problemlerin ardında Halifenin Omeyyeoğullannı gözetmesi ve akrabaları olan valilerle yöneticilerin başına buyruk hareket ederek halkı bezdirmesi yatıyordu. Hatta Amr daha da sert çıkarak Halifeye: "Ey Osman! Sen bu ümmetin boynuna bindin. Ya mutedil ol ya da bu görevden ayni! Eğer bunu yapmayacaksan, azim ve şiddetle bu işe sanl, emirlerini uygulat.” dedi[217]. Amr b. el-Âs'ın eleştirilerinden rahatsız olan Hz. Osman Amr*ı valilikten azletti[218].

Amr b. el-Âs'ın Hz. Osman'ı tenkidinden anlaşılmaktadır ki halk arasında idareye karşı memnuniyetsizlik iyice artmıştı. Öyle ki, Hz. Osman'ı icraatlarından ve uygulamalarından dolayı, sadece Hz. Ali, Ammâr b. Yâsir gibi güzide sahabiler değil aynı zamanda kendi valileri bile eleştirmeye başlamıştı. Ancak valiler içerisinde Hz. Osman'a karşı olan tepkiler Amr ile sınırlı kalacaktı. Çünkü o sırada Hz. Osman'ın Amr b. el-Âs dışında diğer bütün valileri Benî Ümeyye'dendi.

Gerek Hz. Osman gerekse Benî Ümeyye'den valilerin icraatları o derece hoşnutsuzluk yaratmıştı ki, halifenin ve valilerin kanlarını talep eden sesler yükselmeye başlamıştı. Bu seslerin sahipleri içinde sahabîler de vardı[219]. Bu açıdan bakıldığında Hz. Ali döneminde cereyan eden Cemel ve Sıffîn Savaşları'nda Sahabenin ve müslümanların birbirlerine karşı çekinmeden kılıç çekebilmelerini anlamak daha kolay olacaktır. Çünkü daha Hz. Osman döneminde zihinlerde böyle bir vakıanın olabilirliği yer etmeye başlamıştır. Hz. Ali döneminde de bu olay fiilen gerçekleşmiştir[220].

Mısır'da fitneyi yürüten iki önemli isim vardı. Bunlardan birisi Muhammed b. Ebî Huzeyfe diğeri de Muhammed b. Ebî Bekir'di[221]. Ibn Ebî Huzeyfe Hz. Osman'ın yetim bir çocukken alıp yanında büyüttüğü[222], himaye ettiği, ailesinden biri gibi baktığı bir kişiydi. Bu yakınlığı nedeniyle olsa gerek, Hz. Osman halife olunca ondan valilik istemiş fakat Hz. Osman bu görevi yapamayacağını düşündüğünden ona valilik vermemişti. Bu sebepten Hz. Osman'a kızan Muhammed b. Ebî Huzeyfe, halifeden istediği yere gidebileceğine dair izin alınca Mısır'a gitmiş ve orada muhalif hareketin içinde yer almıştı. Muhammed b. Ebî Bekir[223] de, Hz. Ebû Bekir'in öz oğlu olmamakla birlikte babasından dolayı insanların teveccühünü kazanmış ve bunu kullanarak halkı halifeye karşı tahrik için çaba sarf ediyordu[224]. Ayrıca bunlar Hz. Osman'ın kanını helâl görüyorlardı[225].

İlk Gruplar

Ayrıca, Mısır, Küfe ve Basra’da halkı Hz. Osman'a karşı kışkırtan, çeşitli sebeplerle bir araya gelmiş, valilerin ve halifenin aleyhinde faaliyetlerde bulunan, hatta halka korku salmak için cinayetler işleyen isyankar topluluklar da vardı[226]. Meselâ Kûfe'de Velîd b. Ukbe valiliği sırasında cinayet işleyen ve hırsızlık yaparak çevrede korku salan birkaç kişiyi öldürtmüştü. Fakat bunların aileleri, kabile anlayışının ve valiye duydukları kinin de tesiriyle devlet aleyhine açıktan faaliyet göstermeye başladılar. Netice de Halife üzerinde baskılarını arttırarak Velîd'in görevden alınmasında muvaffak oldular[227].

Vilayetlerde idareye karşı memnuniyetsizlik o dereceye vardı ki 34/654 yılında bir grup müslüman Hz. Osman'ın faaliyetlerini tartışmak için toplantı yaptılar. Toplantıya katılanlar Hz. Osman'ın yönetimde son derece başarısız olduğuna kanaat getirerek halifeliği bırakması gerektiğine karar verdiler. Bu talebi Amr b. Abdullah et-Temîmî vasıtasıyla Hz. Osman'a bildirdilerse de bu teşebbüsleri bir sonuç vermedi[228].

Görüldüğü gibi başlangıçta eyaletlerde halkla valiler, emirler veya devlet görevlileriyle halk arasındaki bazı sıkıntılardan kaynaklanan problemler daha sonra büyüyerek halifeye karşı başlayacak bir isyanın ayak seslerini oluşturmaya başlamıştı. İsyanın ana fikri ise Allah için halifeye, hak ve adalet için idarenin yanlış tutumuna ve haksızlığa karşı duruştu[229].

FİTNE OLAYI SIRASINDA Hz. ALİ

Vilayetlerden gelen şikayetler giderek artınca, Medine'deki Muhacirler Hz. Ali'ye gidip, Hz. Osman'la konuşmasını ve sorunlara bir çözüm bulması konusunda onu uyarmasını istediler. Hz. Osman'ın yanına çıkan Hz. Ali ona: “İnsanlar dışarıdadır. Benimle senin hakkında konuştular. Vallâhi ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Habersiz olduğun bir şeyi sana anlatmıyorum, bilmediğin bir şeyi sana göstermiyorum. Sen bildiğimizi bilirsin, senden önce bir şeye vâkıf değiliz ki sana ondan haber verelim. Rasûlullah ile arkadaşlık yaptın. Bizim duyduğumuz ve gördüğümüzü sen de duydun ve gördün. Ebû Kuhâfe (Ebû Bekir) ve Ibnu'l-Hattâb, hak yönünden senden daha öncü değillerdi. Sen akrabalık bakımından Rasûlullâh'a daha yakınsın. Senin, Peygamber’e akrabalık yönünden elde ettiğini onlar elde edemediler... Sen âmânın gözünü açamazsın, cahil olanı bilgili yapamazsın.” dedi. Hz. Osman da ona şöyle cevap verdi: “Allâh’a yemin olsun ki, yerimde olsaydın ve akrabalık gözetseydin, kaybolmuşu misafir etseydin ve Ömer’in vali tayin ettiğini sen de etseydin, seni kınamazdım. Allah için söyle, Ömer, Muğîre b. Şu'be'yi vali tayin etmedi mi?” Hz. Ali bunu onaylayınca Hz. Osman bu sefer Muâviye'yi de Hz. Ömer'in tayin ettiğini hatırlattı. Fakat Hz. Ali durumun Hz. Ömer döneminden farklı olduğuna dikkat çekmek için: “Muâviye'nin Ömer'den korkusu ve ona itaati büyüktü. Şimdi o, işleri sana haber vermeden yapıyor ve bitiriyor. Arkasından da insanlara bu Osman'ın işidir diyor. Yaptıklarını duyunca sen müdahale etmiyorsun.” diyerek halifeyi uyardı[230].

Hz. Osman yapılan uyarılar ve tavsiyeler neticesinde, mal verilerek âsilerin gönüllerinin alınması, ayrıca savaş için sınırlara gönderilerek cihatla meşgul edilmesi gibi birtakım önlemler almayı denedi[231]. Fakat bunlar çok önceleri başlamış ve artık durdurulma noktasını aşmış olan fitne hareketini engellemeye yetmedi. Asiler 35/661 senesi Şevval/Ocak ayında hac yapmak bahanesiyle Medine'ye doğru Mısır, Küfe ve Basra'dan aynı zamanlarda yola çıktılar. Mısırlılar yaklaşık bin kişiydiler ve başlarında Gâfikî b. Harb vardı. Kûfeliler Abdullah b. A'sam, Basralılar da Hurkus b. Züheyr es-Sâdî başkanlığında Medine'ye geldiler[232].

Medine'nin Zûhuşub mevkiinde toplanan Mısırlılardan bir grup Hz. Ali ile görüşmek istediler fakat geri çevrildiler[233]. Hz. Ali'ye ortamın durumun gittikçe kötüleştiği hususunda şikayetler gelmeye devam ediyordu. Hz. Ali de bunun farkındaydı. Fakat Hz. Osman onun uyarılarına pek ilgili davranmıyordu. Yine bir defasında Hz. Ali oğlu Hz. Hasan'ı halifeye gönderdi. Hz. Osman da ona: “Babanın uyarıları için bir diyeceğim yok. Ama biz de ne yaptığımızı biliyoruz. Biraz rahat bırakılsak iyi olacak.” dedi[234].

Bu sıralarda Ammâr b. Yâsir, Hz. Âişe gibi sahabilerin Hz. Osman'a karşı Kur'ân ve Sünnete muhalif davrandığı gerekçesiyle aleyhinde tavırları görülmekteyken, Hz. Ali böyle bir muhalefete girmeyerek tarafsız kalmayı tercih ediyordu[235].

Medine'ye gelen isyancılardan Mısırlılar, Hz. Ali'ye, Basrahlar Talha'ya, Kufeliler de Zübeyr'e meylediyor, Hz. Osman'ı halifelikten indirip yerine onları geçirmek istiyorlardı. Onlarla görüşerek hareketlerini desteklemelerini istiyorlardı. İsyancıları bu konuda cesaretlendiren de sanırız Hz. Ali, Talha ve Zübeyriin Hz. Osman'ı zaman zaman çeşitli icraatları vesilesiyle tenkit etmiş olmaları ve onu uyarmalarıydı[236], isyancıların, onların bu tutumlarını, Halifeye şiddetle karşı oldukları ve bir an önce halifelikten indirilip yerine bir başkasının geçirilmesi şeklinde anladıkları kuvvetle muhtemeldir. Fakat hepsi de isyancıların tekliflerini reddetmişlerdi[237]. Ancak Hz. Ali isyancıları teşebbüs etmekte oldukları işten vazgeçirmek için ciddi ikaz ve nasihatlerde bulunduysa da, onların halifenin evini kuşatmalarına engel olamamıştır.

HZ. OSMAN’IN BAZI SAHABİLERE DAVRANIŞI KARŞISINDA Hz. ALİ

Hz. Osman'ın hilafeti boyunca müslümanlardan en çok tepki aldığı uygulamalardan biri de sahabeye karşı davranışıdır. Ileriki bölümlerde Hz. Osman'a yöneltilen eleştiriler başlığı altında kısmen de olsa bu konuya tekrar temas edilecektir. Fakat Hz. Ali'nin de diğer müslümanlar gibi Halifenin sahabeye davranışından rahatsız olarak zaman zaman Hz. Osman'la karşı karşıya kalması nedeniyle bir bölüm halinde bu konuyu incelemeyi düşündük.

Ubeydullah b. Ömer Meselesi

Halife seçildiğinde Hz. Osman'ın ele alması gereken ilk mesele Hürmüzan ve Cufeyne ile, Ebû Lü'lüe'nin küçük kızını öldüren Ubeydullah b. Ömer'in yargılanması konusuydu. Bu konuda müslümanlar farklı görüşler ileri sürüyordu. Bazıları masum insanları öldürdüğü için kısas uygulanması ve Ubeydullah'ın idam edilmesi gerektiğini savunuyordu. Hz. Ali de Hz. Osman'a bu görüşte olduğunu söylemişti[238]. Bazılarıysa yakın zamanda babası katledilmişken peşinden oğlunun da öldürülmesinin kabile dengeleri açısından ortaya çok güç bir durum çıkaracağını düşünüyorlardı. Hz. Osman meseleyi, Ubeydullah'ın, öldürdüğü kimselerin ailelerine diyet ödemesine karar vererek içtihatla çözme yoluna gitti. Başka bir rivayete göre ise Hz. Osman kısasa hükmetmiş, fakat maktul ailelerinin diyetle yetinmesi üzerine Ubeydullah'ın idamından vazgeçmişti[239].

Hangisini doğru kabul edersek edelim, Hz. Osman'ın Ubeydullah') affederken aslında hukuki bir meseleyi siyasi tarafıyla ele aldığı anlaşılmaktadır[240]. Ancak bu noktada Hz. Ali'nin itirazıyla karşılaşmıştır. Hz. Ali suçluluğu kesin olmayan insanları katletmesine rağmen Ubeydullah') affetmesinden dolayı Hz. Osman'a çok kızmış ve ona bu içtihadından dolayı karşı çıkmıştı. Hatta “Eğer elime güç geçerse, ona (Ubeydullah b. Ömer’e) kısas uygulayacağım.” demişti. Hz. Ali halife olduğunda onun bu sözünü yerine getirmesinden korkan Ubeydullah Muâviye'ye kaçtı ve Sıffîn savaşında öldürüldü[241]. Belâzurî'de ise Hz. Ali'nin Ubeydullah'a “Ey Fâsık! Eğer bir gün elime imkan geçerse Hûrmüzan'm yerine seni öldüreceğim”[242] dediği rivayet edilmektedir. Sonuç olarak diyebiliriz ki; bu uygulamasıyla Hz. Osman, suça göre değil kişiye göre ceza uygulamış ve belki de fitne olayında isyancıların bu kadar cüretle davranmalarına sebep olacak, yumuşak halife, affedici, merhametli halife imajına ister istemez sahip olmuştur.

Ebû Zerr Olayı

Hz. Osman'ın halifeliği döneminde yaptığı uygulamalardan biri kendisinden memnun olmadığı, bulunduğu bölge de huzursuzluk çıkaran sahabe ya da diğer kimseleri memleketinden uzaklaştırarak cezalandırmaktı. Kûfe'de valiye ve devlete karşı, şehirde karışıklıklar çıkararak muhalefette bulunan bir grubu önce Şam'a ardından Hımıs'a sürmüştü. Ayrıca Hz. Osman, daha sonra göreceğimiz üzere Ammâr b. Yâsir'e kızıp onu dövdürmesi, fakat aynı konuda kendisini eleştirdiği halde Hz. Ali'ye bir şey yapmaması nedeniyle kendisine “Benî Ûmeyye'den önemli bir kişiyi öldüreceğim” diyen Hişâm b. Velîd b. Muğîre'nin de Medine dışına sürülmesini emretmişti[243].

Ebû Zerr de Şam'da, bir yandan Hz. Osman'a karşı yakınlarına mali yardımda bulunması nedeniyle sert eleştiriler yöneltirken, diğer yandan mal biriktirme ve büyük servet sahibi olma konularında Muaviye ile tartışıyor, onun bu konulardaki tutumu zengin servet sahiplerini de rahatsız ediyordu. Ayrıca Ebû Zerr, Mısır valisi Abdullah b. Saîd'in idaresinden halkının duyduğu memnuniyetsizliği de halifeye iletiyordu[244].

Ebû Zerrin özellikle mal edinme konusunda insanlara karşı takındığı tavırdan rahatsız olan Hz. Osman, Medine'ye gelince ona, yaptığının doğru olmadığını, insanları zorla takvaya çağırmanın görevleri olmadığını[245] söyledi. Ardından Ebû Zerr'i Rebeze'ye sürgün etti[246].

Daha sonra Ebû Zerr'in sürgün edilmesi olayı, Hz. Ali ile Hz. Osman'ın arasını açtı. Hz. Ali Ebû Zerr'i yolcu ederken Mervan ona engel olmak istedi. Hz. Ali de elindeki kırbaçla Mervân'ın devesinin iki kulağı arasına vurdu. Bundan dolayı Hz. Ali ile Hz. Osman arasında kırıcı bir tartışma oldu. Hz. Osman Hz. Ali'ye “Benim nazarımda hiçbir faziletin yok? dedi ve birbirlerine kötü sözler sarf ettiler. Müslümanlar halifeyi kınayarak araya girdiler ve iki sahabiyi barıştırdılar[247].

Ebu Zerr Rebeze'de vefat edince, Hz. Ali ve Abdurrahmân b. Avf, Hz. Osman'ın ona karşı göstermiş olduğu menfi tutumu hatırladılar. Bu arada Hz. Ali Abdurrahmân b. Avf'a “Bu senin işindir.” diyerek, Hz. Osman'a biat etmekle dolaylı yoldan bu olaya da sebep olduğunu söylemek istedi. Abdurrahmân b. Avf da Hz. Ali'ye hak verir şekilde “İstersen kılıcını al, ben de kılıcımı alayım. Çünkü o bana vermiş olduğu sözü tutmadı.” diyerek Hz. Osman'ın bu icraatına karşı öfkesini dile getirdi Hatta Abdurrahmân b. Avf'ın, yaptıklarından dolayı Hz. Osman'a çok kırıldığı, bu yüzden de cenaze namazını kıldırmamasını istediği rivayet edilmektedir[248].

Ebû Zerr'in maruz kaldığı muameleyi hazmedemeyen Hz. Ali'nin bunu daha sonraki zamanlarda da halifeye karşı sözleriyle dile getirdiğini görmekteyiz. Ammar b. Yasir olayında anlatacağımız üzere Hz. Ali, Ebû Zerr'e yaptığından dolayı Hz. Osman'ı suçlamıştır[249].

Ammâr b. Yâsir Olayı

Hz. Osman, vilayetlerdeki huzursuzluğun sebeplerini araştırmak için şikayet olan illere müfettişler göndermişti[250]. Mısır'ı teftiş eden Ammâr b. Yâsir olaylardan dolayı Hz. Osman'ı suçlamıştı. Sa’d b. Ebî Vakkâs da Ammâr'ı fitne çıkarmakla itham etti[251]. Bu olaydan sonra Ammâr Hz. Osman'a daha sert tenkitler yöneltmeye başladı. Hatta Ammâr “Osman'ı öldürdüğümüz gün o kafirdi” diyor, onu “na'sel”[252] diye isimlendirerek kanının helal olduğunu söylüyordu[253].

Belâzurî’deki bir rivayete göre, Hz. Osman beytülmâlden yakınlarına maddi yardımlarda bulununca, müslümanlar bunu hoş karşılamamış, hatta şiddetle eleştirmişlerdi. Hz. Osman ise bu eleştirilere “Kavimlerin gururunu incitse de feyden ihtiyacımız olanı alırız.” Şeklindeki sözleriyle karşılık verdi. Hz. Ali ve Ammâr b. Yâsir de Hz. Osman'ı bu icraatından dolayı eleştirdiler. Ammâr'ın kendisi hakkında söylediği bazı sözlere oldukça sinirlenen Hz. Osman onu bayıltıncaya kadar dövdürdü. Hatta kendisi de ona vurdu. Daha sonra Ammâr'ı Hz. Peygamber'in zevcelerinden Ümmü Seleme'nin evine taşıyıp bıraktılar. O kadar dövülmüştü ki öğle, ikindi ve akşam namazlarını kılamadı[254].

Ammâr b. Yâsir'in dövülmesiyle ilgili olarak Ibn Kuteybe'de ise başka bir gerekçe gösterilmektedir. Rivayete göre, on kadar sahabi Hz. Osman'a hitaben, içinde Rasûlullâh'ın sünnetine muhalefet ettiğini yazan ve yaptığı yanlış icraatları belirten bir mektup hazırlamışlar, mektubu Ammâr b. Yâsir*le kendisine göndermişlerdi. Mervân, Hz. Osman'a, Ammâr'ın insanları kendisine karşı kışkırttığını söyleyerek onun hakkında şikayette bulundu. Eğer onu öldürürse peşinden gelenlerin de korkarak muhalefetten geri duracaklarını söyledi. Onun telkinlerinden etkilenen Hz. Osman da Ammâr'ın dövülmesini emretti. Kendisi de ona vurdu. Ammâr'ı karnından yaraladılar. Ammâr'ın maruz kaldığı muameleye çok sinirlenen Hişâm b. Velîd b. Muğîre ertesi gün “Eğer Ammâr ölürse, ben de Benî Ümeyye'den önde gelen bir kişiyi öldüreceğim.” deyince Hz. Osman “Ben orada değildim.” diyerek kendini savundu[255].

Bir gün, Ebû Zerr'in Rebeze’de vefat haberini alan Hz. Osman “Allah Ebû Zerr'e rahmet etsin” diye dua edince orada bulunan Ammâr b. Yâsir de Hz. Osman'ı kastederek “Evet! Allah Ebû Zerr'i nefislerimizden koruyarak rahmet etti’ demesi üzerine Hz. Osman buna hayli sinirlendi ve ona hakaret etti. Daha sonra da Ammâr'ın Medine'den sürgün edilmesini emretti. Ammâr Halifenin emri gereği Medine'den çıkmaya hazırlandığı sıralarda, Benî Mahzum kabilesine mensup bazı kimseler onun sürgün edilmesine engel olması için Ali'den halifeyle konuşmasını istediler. O da Hz. Osman’a giderek, yaptığının doğru olmadığını ifade etmek için “Ey Osman! Allah'tan kork! Müslümanlardan iyi bir kişiyi sürdün, helak oldu. Şimdi ise, şekilde onu da sürmek istiyorsun” dedi. Hz. Osman da buna “Sen sürülmeyi ondan daha fazla hak etmişsin!” şeklinde sert bir ifadeyle karşılık verdi. Hz. Ali de kızarak “Sür istersen!” diye haykırdı. Tartışmanın daha da büyümesini istemeyen Muhâcirler Halife ile konuşarak, onu, her konuşanı ve itiraz edeni sürmekle bir yere varamayacağı konusunda uyardılar. Hz. Osman da Ammâr'ı sürgün etmekten vazgeçti[256].

Abdullah b. Mes’ûd’un Dövülmesi

Abdullah b. Mes’ûd, ilk müslümanlardan ve Bedir Ashabındandır. Kur’ân'ı en iyi ezberleyenlerdendi. Ayrıca kendisinden çokça hadis rivayet edilmesi ile meşhur bir sahabidir. 32/652 yılında ölmüştür[257].

Hz. Osman Kûfe'ye Sa'd b. Ebî Vakkâs'ı vali tayin ettiğinde, Abdullah b. Mes’ûd da vergi toplama vazifesiyle yanında bulunuyordu. Ibn Mes’ûd'dan borç alan Sa'd, günü gelmesine rağmen borcunu geciktirince Ibn Mes’ûd halktan bazı kimseleri de yanına alarak Sa'd aleyhinde konuşmaya başlamıştı. Bunun üzerine Sa'd da Ibn Mes’ûd aleyhinde bazı sözler sarf etti. Durumdan haberdar olan Hz. Osman iki sahabi arasındaki sürtüşmeden dolayı rahatsız oldu ve Sa'd'ı görevden aldı, yerine vali olarak Velîd b. Ukbe'yi tayin etti. Abdullah b. Mes’ûd'sa görevinde kaldı[258].

Sahabe arasında Kur'ân hıfzındaki üstünlüğü ile temayüz etmiş olan Abdullah b. Mes’ûd, resmi nüshanın teşkili çalışmasında riyaset kendisine verilmediği için başından beri Hz. Osman'a kızgındı[259]. Halifeye olan bu kırgınlığını Kûfe'deyken de sürdürüyor ve halka, “İşlerin en kötüsü sonradan ortaya çıkandır. Her sonradan çıkan bid'attir, her bid'at sapıklıktır. Her sapıklık da cehenneme götürür.” diyerek Hz. Osman aleyhinde konuşuyordu. Velîd b. Ukbe, Hz. Osman'a mektup yazarak, Ibn Mes'ûd'un onun aleyhinde konuştuğunu ve onu tenkit ettiğini bildirdi[260].

Hz. Osman ise Abdullah b. Mes'ûd'un kendisi aleyhindeki bu tutumundan oldukça rahatsızlık duyuyordu. 32/652 yılında İbn Mes'ûd Kûfe'den Medine'ye geldi ve doğruca Mescid'e gitti. Bu sırada Mescid'de hutbe okumakta olan Hz. Osman onu görünce, kendisi aleyhindeki tutumundan dolayı ona kızdı. Aralarında sözlü münakaşa olunca da dışarı çıkarılmasını emretti. Abdullah b. Mes'ûd Hz. Osman'ın kölesi tarafından dövülerek sert bir muameleyle Mescid'den çıkarıldı. İbn Mes’ûd'un Hz. Osman'ın kölesi tarafından dövülmesine öfkelenen Hz. Ali halifeye "Ey Osman! Rasulullah'ın arkadaşına Velîd b. Ukbe'nin kavline göre mi bunu yaptırdın?" diye sorunca o da “Bunu Velîd'in sözüne göre yapmadım. Fakat Zübeyd b. es-Salt el-Kindî'yi Kûfe'ye gönderdim. İbn Mes’ûd'un ona “Osman'ın kanı helaldir” dediğini söyledi” diye cevap verince Hz. Ali ona: "Gerçeği öğrenmeden Zübeyd'in sözü ile mi onu cezalandırdın?" diyerek çıkıştı. Daha sonra İbn Mes’ûd'un isteği üzerine Hz. Ali onu evine kadar götürür. Bu olaydan sonra İbn Mes'ûd Medine'de evinde ikamete mecbur edildi[261].

Abdullah hastalığı sırasında kendisini ziyarete gelen Hz. Osman'a “Allah'tan senden hakkımı almasını istiyorum.” diyerek kırgın olduğunu belirtmiş, ölmeden önce de, cenaze namazını Hz. Osman'ın kıldırmamasını vasiyet etmişti[262].

Velîd b. Ukbe Olayı

Velîd b. Ukbe b. Ebî Muayt anne tarafından Hz. Osman'ın kardeşiydi. Mekke'nin fethinden sonra müslüman olmuştu[263].

Küfe valisi Velîd b. Ukbe'nin bir gün sabah namazını sarhoş halde kıldırması üzerine iki kişi Medine'ye gelerek durumu halifeye iletir. Fakat halifenin bu meseleye eğilmemesi üzerine durum Hz. Ali'ye aktarılır. Hz. Ali Osman'a giderek Velîd'in suçlu olduğunu ve cezalandırılması gerektiğini söyler. Hz. Osman Hz. Ali'nin uyarısı üzerine ikna olur ve valiyi azledip Medine'ye getirilmesini emreder. Yapılan araştırmadan sonra suçlu olduğu anlaşılır. Kırbaç cezasının uygulanması için Hz. Osman Hz. Ali'ye “Ey Ebu'l-Hasan! Kalk onu kırbaçla” diye emir verir. O da oğlu Hasan'dan Velîd'i kırbaçlamasını ister. Fakat Hz. Haşan, haddin halife veya bir akrabası tarafından uygulanmasının daha doğru olacağını söyleyince, Hz. Ali kırbacı yeğeni Abdullah b. Ca'fer'e uzatarak “Kalk onu kırbaçla” der. Abdullah b. Ca'fer de cezayı uygulamaya başlar. Hz. Ali de Velîd'e seksen kırbaç vurulana dek sayar ve cezayı uygulatmış olur[264].

  Hz. OSMAN'IN MUHASARASI VE ÖLDÜRÜLMESİ

Hz. Ali'nin İsyancılarla Konuşmakla Görevlendirilmesi

Hz. Osman, isyancıların Hz. Ali'ye mektup yazarak onunla konuşmak istediklerini öğrenince256, onları ikna ederek geri dönmelerini sağlayabileceğini düşünerek Hz. Ali'yi isyancılarla konuşması için onlara gönderdi[265] [266]. Hz. Ali âsilerin yanına gittiğinde bu hareketlerinden vazgeçmelerini öğütlediyse de onlar: "Biz bu adam (Hz. Ali) için savaşıyor ve halifeyi protesto ediyoruz. O da kalkmış bize onu savunuyor." diye karşı çıkmışlardı. Hz. Ali onlarla konuşarak ikna etmeyi başardı ve belli konularda anlaşma sağlanarak geri dönmeye razı oldular[267].

Hz. Ali'nin isyancılarla yaptığı anlaşmaya göre:

Sürgün edilenler memleketlerine geri dönecek, mağdur olan ve haksızlık edilenlere haklan geri verilecek;

Vazifelerinden alınanlar geri iade edilecek;

Devletin vereceği maddi yardımda adalet gözetilecek;

Devlet idaresinde adaleti ve liyakatli kişiler çalıştırılacak;

Mahruma yardım edilecekti[268].

Hz. Ali isyancılarla anlaşıp bazı isteklerinin yerine getirileceğine dair söz verdikten sonra Hz. Osman'a gelerek Mervân'ı görevden almasını söyledi. Ayrıca: “Çık! İnsanlara duymak istediği bir söz söyle ve kalbindekilere Allâh'ı şahit kıl. Memleketin her tarafı sana karşı ayaklandı. Mısır, Küfe ve Basra'dan başka grupların gelmeyeceğinden emin olma. O zaman tekrar bana 'Ey Ali! Çık onları geri gönderi diyeceksin, yapmadığımda da 'O benden şefkatini kesti, hakkımı hafife aldı' deme.”[269] dedi. Bunun üzerine Hz. Osman Mescid'e giderek insanlara hitap etti. Ancak bu sırada, Mervân'ın orada bulunanlarla ileri geri konuşması Hz. Ali'yi sinirlendirdi. Hz. Osman'ın Mervân'ı görevden almayı kabul etmemesi üzerine, hem kendisinden fitneyi önlemek üzere yardım istemesi hem de dediklerine aldırış etmemesi nedeniyle Halifeye: “Eğer Mervân'dan razı olursan, hilekârlığın ve dîninin bozulması nedeniyle senden kimse razı olmayacak. Onun seni öne süreceğini ve gerçeği açıklamayacağını görüyorum.” dedi[270]. Ayrıca Mervân'a neden güvendiğini anlamadığını, onun kendisini dininden saptırmak istediğini ve aklını çeldiğini, halka görüş beyan edecek liyâkata sahip olmadığını, bir daha da kendisine gelip ikazda bulunmayacağını söyledi. Bundan sonra öldürülmesine kadar da Hz. Osman'ın yanına hiç gelmedi. Hz. Osman'ın karısı Nâile de Mervân konusunda halifeye "Ey Mü'minlerin Emîri! Vallahi Ali'nin sana söylediği sözlerin hepsi hayırdır. Herkesin nefretini kazanan bu herifi defet.” diye uyarıda bulunmuştu[271].

Mektup Olayı

Hz. Ali isyancıları hareketlerinden vazgeçirip geri dönmeye razı etmişken, daha sonra kalabalık bir şekilde tekrar deri döndüler. Çünkü yolda Hz. Osman'ın bir kölesini yakalamışlardı. Üzerinde, valilerine hitaben yazılmış, kendilerinin öldürülmelerini emreden bir mektup taşıyordu. Mektupta da halifenin mührü vardı. Beraberlerine Hz. Ali, Talha, Zübeyr, Sa'd b. ebî Vakkâs ve Ammâr b. Yâsir’i de alarak Hz. Osman'a gittiler. Hz. Ali, Hz. Osman'a, köle, mektup ve mühür hakkında sorular sordu. O da kölenin ve mührün kendisine ait olduğunu, fakat böyle bir mektup yazmadığını ve köleyi de Mısır'a göndermediğini söyledi. Bu sefer isyancılar mektubun Mervan tarafından yazılmış olabileceğini düşündüler ve Halifeden onu kendilerine vermesini istediler. Hz. Osman ise onu öldürmelerinden korkarak isyancılara vermedi[272].

İkna olmayan isyancılar, daha sonra Hz. Ali'ye giderek, Hz. Osman'ın kanının helal olduğunu, onlarla beraber gelmesini istediler. Hz. Ali olmaz deyince, bu sefer ona “Sen bize mektup yazıp 'Halifeye karşı harekete geçelim' dememiş miydin?” diye sordular. Hz. Ali de ben size hiçbir şey yazmadım dedi ve yanlarından ayrıldı[273].

Kutluay'a göre, isyancıların Hz. Ali tarafından ilk seferinde ikna edilip geri döndürülmelerinden sonra, tekrar Medine'ye gelmeleri ve bunun bütün gruplar için aynı zamanda gerçekleşmesi, sanki isyancıların belli bir amaç uğrunda fikir birliği etmişçesine hareket ettiklerini göstermesi açısından dikkat çekicidir[274]. "...Aslında bu insanlar ne halifeyi öldürmek için ne de onu muhasara etmek için geldiler. Eğer böyle bir amaçları olsaydı önce valilerini öldürürlerdi. Bir vali ile başa çıkamayan insanların devlet başkanını öldürmeyi düşüneceklerini sanmak oldukça zordur. Çünkü valiyi öldürmek başkentte halifeyi öldürmekten daha kolay riski de daha azdır. Bu gerçek sürekli gözden kaçırılmıştıı”[275].

Hz. Osman’ın Susuz Bırakılması

Muhasara sırasında asiler Hz. Osman'ı susuz bırakarak yıldırmak istediler. Bu sebeple kuyudan içme suyu almasına engel oluyorlardı[276]. Hz. Osman'ın Hz. Ali, Talha ve Zübeyr'den yardım istemesi üzerine bu sahabiler girişimlerde bulundular. Hz. Ali isyancılarla konuşmuş, fakat bir netice alamayınca oldukça kızmıştı. Hz. Ali onlara tekrar haber göndererek, Hz. Osman'ın kendi kuyusundan su içmesine izin vermelerini istedi[277]. Bir ara Hz. Osman dışarıdakilere seslenerek aralarında Hz. Ali veya Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın olup olmadığını olup olmadığını sordu. Sonra “Bize su ulaştırması için Ali'ye haber verecek yok mu?” diye sordu. Hz. Ali durumu haber alınca engellemeleri dinlemeden Hz. Osman'a üç testi su gönderdi[278].

Bu sıralarda Ümmü Habibe bineği ile Hz. Osman'a su götürmek istemişti, isyancılar ona da izin vermediler ve katırın üzerindeki ipleri keserek suyu yere döktüler. Ümmü Habibe'yi de tartaklayarak evine gönderdiler[279].

Hz. Osman'ı Koruyanlar

Hz. Osman'ın muhasarası kırk günden fazla sürmüştü[280]. Hz. Osman muhasarası sırasında her Cuma'da hatta öldürüldüğü son Cuma'da bile Mescid'e çıkmıştı. Muhasaranın devam ettiği bir Cuma günü isyancılar Hz. Osman'ın hutbede söylediklerine sinirlenmiş ve hutbeden inince, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in de kullandığı, Rasûlullâh'ın âsâsını elinden alıp kırmışlardı[281].

Muhasara sırasında isyancıların önde gelenlerinden Eşter Hz. Osman'a gelerek “Dışarıdaki topluluk halifeliği bırakmanı istiyor, yoksa seni öldürecekler uyarısında bulundu. Hz. Osman ise buna kulak asmayarak halifeliği bırakmayacağını söyledi[282]. Abdullah b. Ömer de Hz. Osman'a Allah'ın kendisine giydirdiği bu gömleği çıkarmaması gerektiğini söylüyordu[283]. Muhtemelen Hz. Osman, Abdullah b. Ömer gibi bazı sahabilerin bu konudaki telkinlerinden epeyce etkilenmiş ve olayların kötü bir sona gittiği yolundaki tüm emarelere rağmen, halifeliğin kendisine dini nasla verilmiş bir görev olduğunu düşünerek asla bırakmamaya karar vermişti.

Son gün Cuma'dan eve gittiğinde hadiseler kızışmış, asiler evi iyice kuşatmışlardı. Bu sırada Hz. Ali'ye Hz. Osman'ın katlinin istendiği haberi ulaşınca Hz. Ali, Talha ve Zübeyr oğullarından Hz. Osman'ı korumaları için kılıçlarını alarak onun evine gitmelerini istediler[284]. Ancak Hz. Osman, Hz. Haşan ve Hüseyin ile, Abdullah b. Ömer ve İbn Ca'fer gibi kimselerin kendisini korumak istemelerine yanaşmadı. Hz. Osman müslümanlar arasında ayrılık husule gelmesinden ve müslümanların birbirlerine kılıç kullanmalarından sakınarak, ülfet ve kardeşliğe zararı dokunacağını düşünerek korunmasını istemiyordu[285]. Bu sırada İsyancılar isteklerinin bazılarının gerçekleşebileceğine inanıyor[286] ve Hz. Osman'dan hilafetten vazgeçmesini veya Mervân'ı kendilerine vermesini istiyorlardı[287].

Bir rivayete göre Hz. Ali dolaylı yollardan Hz. Osman'a yardım ediyordu. Fakat halifenin kendisinden bizzat yardım etmesi isteği üzerine oğlu Hüseyin'i Halifeye gönderdi. Hz. Osman ona niye geldiğini sorunca, Hz. Hüseyin biat borcunu ödemek için geldiğini söyledi. Hz. Osman bu defa “Ey kardeşimin oğlu! İnsanları benden uzaklaştırmaya gücün yetecek mi?” diye sorunca, Hz. Hüseyin hayır cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Osman “İstediğini yapmakta serbestsin, fakat babana söyle bana gelsin.” dedi. Hz. Hüseyin bunları babasına anlatınca Hz. Ali Hz. Osman'ı korumak için bizzat harekete geçti, ancak oğlu Muhammed b. el-Hanefiyye tarafından engellendi. Başka bir rivayete göreyse, Hz. Ali, ailesinden bazı kişilerce engellenince, başındaki siyah sarığı çıkarıp, Hz. Osman’ın yardım çağrısını iletmek üzere kendisine gelmiş olan elçiye fırlattı. Aslında yardım etmek istediğini ve engellendiğini Halifeye iletmesi için ona “Gördüklerini Osman'a haber ver.” dedi. Daha sonra Medine sokaklarına doğru ilerlerken, öldürülebileceğini düşünerek olsa gerek, Hz. Osman'ın kanından dolayı masum olduğunu belirten ifadelerle Allah'a yakarmıştı. Bir rivayette “Allahım! Osman’ın kanından dolayı en suçsuz kişi benim.” dediği nakledilmektedir[288].

Hz. Osman'ı korumak isteyenlerden biri de Abdullah b. Selâm'dı. Fakat asilerin onu “Yahudi çocuğu!” diyerek azarlayıp, ona sert davranışlarda bulununca geri dönmek zorunda kaldı[289]. Yine Abdullah b. Âmir b. Rebîa ve Suleyt b. Ebî Suleyt de kılıçlarını kuşanarak Halifeyi korumak istemiş fakat Hz. Osman kendisi için savaşmamalarını istemiş, “Kılıçlarınızı kınına sokun. Evlerinize gidin. Beni savunmak isteyenlere de bundan vazgeçmelerini söyleyin” diyerek, bu amaçla yola çıkanları da geri çevirmelerini söylemişti[290].

Hz. Osman'ın Yardım Çağrıları

Hz. Osman Muâviye'ye mektup göndererek yardım İstemiş[291]. Muâviye'nin gönderdiği ordu Vâdi'l-Kurâ'ya geldiğinde halifenin öldürüldüğünü duyunca geri dönmüştü. Aynı şekilde Basra valisi Abdullah b. Âmir’den de yardım istemiş, Mücâşe b. Mes’ûd komutasında gönderilen askerler Rebeze'ye geldiklerinde Hz. Osman öldürülmüştü[292]. Bazı araştırmacılara göre Muâviye Hz. Osman'ın yerine halife olmak istiyordu. Bu nedenle Hz. Osman'ın yardım çağrısını almasına rağmen ona yardım göndermeyi kasten geciktirerek, halifelikten indirilmesini beklemişti[293].

Ibn Kuteybe'de anlatıldığına göre, Hz. Osman'a karşı suçlamalar artınca Hz. Ali isyancıların kendisine sürekli baskı yapmasından sıkılarak, Halifeden Medine'den ayrılarak gözden uzak bir yere gitmek için izin istedi. Hz. Osman da ona izin verdi. Fakat Hz. Ali'nin Medine'den uzak kalmasını fırsat olarak değerlendiren Talha ve Zübeyr halkın kendilerine bağlanacağı ve onlara hakim olacakları hayaline kapılarak, Hz. Osman'a yardım etmediler ve onu zor durumda bıraktılar. Bunun neticesinde de halife Hz. Ali'ye bir mektup göndererek durumun iyi olmadığını ve kötülüğün had safhaya ulaştığını bildirerek yardım istemişti. Mektupta Hz. Osman Hz. Ali'ye şöyle diyordu: “Sel doruğa ulaşmış; iş haddini aşmıştır. Halkın hakkımızdaki hareketi ilerlemiştir.

Kanımdan başka onları tatmin edecek bir şey görünmüyor. Üstelik, kendine faydası olmayan beni suçluyor. Senin karşında kimse övünemez; seni yermek üzere kimse karşına çıkamaz. 'Seni çakal parçalayacağına arslan yesin' derler. Sen gel daha iyi. Eğer yenilirsem sen ye daha iyi; değilse parçalanmadan imdâdıma yetişP’255.

Görüldüğü kadarıyla, daha önceleri kendisini defalarca uyarmasına rağmen Hz. Ali'nin sözlerini dikkate almayan ve hatta kendisini rahat bırakmasını söyleyip, işini bildiğini iddia eden Hz. Osman, bu sefer tehlikenin boyutunu gerçekten fark etmiş ve Hz. Ali'den acilen yardım istemişti. Fakat iş işten geçmek üzereydi.

Hz. Osman’ın Hz. Ali'yi Suçlaması

ibn Kuteybe'de geçen bir rivayete göre, Hz. Osman, yine karışıklıklarla ilgili olarak Muâviye ile bir görüşme yapmış ve aralarında şu diyalog geçmişti. Muâviye Hz. Osman'a: “...İzin ver onların boynunu vurayım.” dedi. Hz. Osman ona kimin diye sorunca o da “Ali, Talha ve Zübeyrin” cevabını verdi. Hz. Osman şaşırarak: “Sebepsiz yere, suçları olmadan Rasûlullâh'ın ashabını mı öldüreyim?’ diye sorunca Muâviye “Sen onları öldürmezsen onlar seni öldürecek.” Karşılığını verdi. Hz. Osman da kızarak “Ben ümmetinin kanını dökerek Rasûlullâh'a muhalefet eden ilk kişi olmak istemiyorum.”255 dedi. Muhtemelen Hz. Osman, Hz. Ali hakkında ilk başlarda olumsuz bir kanaate sahip değilken çevresindekilerin telkiniyle onu suçlayacak duruma gelmişti[294] [295] [296].

Hz. Osman, Abdullah b. Hâris aracılığıyla Hz. Ali'ye “Eğer yiyileceksem, beni sen ye, bu daha hayırlıdır!” haberini göndermişti[297]. Aynı şekilde bu isyan hareketini kastederek “Bunlann tümü Ali, Talha ve Zübeyrin işidir.” demiştir[298].

Hz. Osman'ın Öldürülmesi

Muhasara artık kaldırılamaz boyuta ulaşmış ve isyancılar etraftaki evlerden Hz. Osman'ın evine girmişti. Hz. Osman'ı öldürmek üzere eve girenlerin içinde Muhammed b. Ebî Bekir[299] de vardı. Hz. Osman bu sırada Kur'ân[300] okuyordu. Halifeye na'sel diye hakaret edince Hz. Osman da ona “Ben na'sel değilim, Allah'ın kulu ve mü'minlerin emiriyim.” diye karşılık verdi. Hz. Osman, hilafeti bırakması isteğine olumsuz karşılık verince bir grup isyancı tarafından öldürüldü[301].

Hz. Osman âsîler tarafından kırk günden fazla muhasara edildikten sonra 28 Zilhicce 35 Cuma günü (Mayıs 656) akşamı öldürüldü[302]. Hz. Osman öldüğünde seksenbeş yaşlarındaydı[303]. Halifenin naaşı iki üç gün yerde kaldı. Çünkü isyancılar naaşın defnine izin vermiyorlardı. Hatta kokmaya başlamıştı ki, Hakîm b. Hizam ve Cebîr b. Mut'im Hz. Ali'ye gelerek defin için yardımını istediler. Hz. Ali de oğlu Hasan'ı Mısırlı isyancılara göndererek cenazenin defnine müsaade etmelerini istedi. Onlar da Hz. Ali'ye olan meyillerinden dolayı bunu kabul ettiler. Ensar'dan bir grup cenaze namazının kılınmasını engellemek istediyse de Hz. Ali buna izin vermedi ve namazı Hakîm b. Hizâm, bazı rivayetlere göreyse Cebîr b. Mut'im kıldırdı. Cenaze namazına az sayıda kişi katıldı. Hz. Osman'ın naaşı Huşkevkeb denen yerde defnedildi[304].

Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra Medine beş gün halifesiz kaldı[305].

Hz. Ali’nin Hz. Osman’ın Öldürülmesine Tepkisi

Hz. Osman'ın öldürülmesi Medineliler arasında çok fazla bir tepki doğurmadı. Böyle bir neticenin ihtimali zaten vardı. Hz. Osman'ın öldürüldüğü haberini duyan Hz. Ali ve diğer bazı sahabiler hızla onun evine geldiler. Hz. Ali, Hz. Osman'ın üzerine kapanarak ağladı ve “Siz buradayken mü'minlerin e mîrî nasıl öldürüldü?” diyerek oğullarını azarladı. Hatta Hz.‘ Hasan'ı tokatladığı ve Hz. Hüseyin'in göğsünü yumrukladığı, ve yine Hz. Osman'ı korumak üzere orada bulunan Talha'nın oğlu Muhammed'e küfredip, Zübeyr'in oğlu Abdullah'ı da lanetlediği rivayet edilmektedir[306].

Akbulut'a göre, Hz. Ali Hz. Osman'ın öldürülmesine karşıydı. Fakat o, halifenin azledilmesi taraftarıydı. Çünkü artık onun halifelik yapamayacağına, Islâm toplumunu yönetemeyeceğine kanaat getirmişti. Bu düşüncesini açıkça söyleyemiyordu. Zira ondan sonra en kuvvetli halife adayı olduğundan bu halk tarafından hoş karşılanmayabilirdi[307]. Ayrıca araştırmacı, Hz. Ali'nin, Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra hassasiyet göstermesine rağmen cenazesine katılmayışını, halifenin Öldürülmesine tepkisinin göstermelik olduğu şeklinde değerlendirmektedir[308]. Fakat Akbulut burada yukarıda aktardığımız, Hz. Ali'nin Hz. Osman'ın cenazesine katıldığını belirten rivayetleri atlamış görünmektedir.

  Hz. OSMAN'IN ÖLDÜRÜLMESİNDE HZ. ALİ'NİN ROLÜ İDDİALARI

Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra dikkati çeken bir nokta insanlardaki ani fikir değişikliğidir, öldürülmesinden önce Medine’de neredeyse herkes Hz. Osman'ın katlinin vacip olduğuna inanma durumuna gelmişken, öldürülmesinden sonra da pişmanlıkla onun masum olarak öldürüldüğü düşüncesi yayılmakta ve suçlular aranmaktadır[309]. Bu da insan topluluklarının düşüncelerinin çok kısa zamanlarda değişiklik gösterdiğinin işaretidir[310]. Bu esnada Hz. Osman'ın öldürülmesiyle suçlananlar arasında Hz. Ali'nin de ismi geçmektedir. Mesela rivayet edildiğine göre, muhasara esnasında Hz. Ali'nin uyarılarını takdir eden Hz. Osman'ın eşi Naile, halifenin öldürülmesinden sonra Muâviye'ye yazdığı bir mektupta, eşinin öldürülmesi için katillere emir verenlerin Hz. Ali, Muhammed b. Ebî Bekir ve Ammâr b. Yâsir olduğunu iddia etmektedir[311].

Belâzurî'de geçen bir rivayete göreyse, Hz. Osman'ın muhasarası sırasında hacca giden Hz. Âişe, Mekke'den Medine'ye dönerken yolda Hz. Osman'ın öldürüldüğü ve Hz. Ali'ye biat edildiği haberini alınca, tekrar geri dönerek Kureyşlilere Hz. Osman'ı Hz. Ali'nin öldürdüğünü söylemiş ve onun aleyhinde konuşmuştu[312]. Yine Hz. Osman öldürüldüğü sırada hacda olduğu rivayet edilen Abdullah b. Abbas'ın Hz. Ali'ye, “Sen buradayken bu işin olmasından dolayı insanlar seni ahiret gününde sorumlu tutacaklar11 diyerek, istese de istemese de onun kanından dolayı suçlanacağı mesajını veriyordu[313]. Benzer şekilde, Hz. Osman'ın isyancılar tarafından su almasının engellenmesi sırasında Üsâme b. Zeyd b. Harise Hz. Ali'ye, Hz. Osman'a yardım etmesi gerektiğini, eğer bunu yapmaz da kendisi Medine'deyken Hz. Osman öldürülürse, insanların onu Halifenin öldürülmesinden dolayı sorumlu tutacaklarını ve bu konuda hiç de adil davranmayacaklarını söyleyerek uyarmıştı. İbn Abbas da Üsâme'ye böyle bir şeyin Hz. Ali için düşünülemeyeceğini söyleyerek itiraz etti[314]. Ancak kaynaklardaki rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla her şeye rağmen Hz. Ali, Hz. Osman'ın öldürülmesinden dolayı suçlanmıştı.

Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra Hz. Ali, kendisine karşı harekete geçen Talha ve Zübeyr*e gönderdiği bir mektupta şöyle demiştir: “Osman’ı benim öldürdüğümü sandınız. Medinelilerden ne bana uyanlar var ne de size. Aramızda onlar hükmetsinler görelim, onun öldürülmesinde benim mi daha fazla dahlim vardır, yoksa sizin mi?...”[315]'6

Bazı müelliflere göre Hz. Ali, Talha ve Zübeyr Hz. Osman'a yardım ediyor görünmekle birlikte genellikle olaylardan uzak durmayı tercih etmişlerdi. Bu nedenle az da olsa Hz. Osman'ın öldürülmesinde sorumlulukları vardır[316]. Welhausen'a göre ise, Hz. Osman'ın öldürüldüğü gün, Hz. Ali'den isyancılar üzerindeki nüfuzunu kullanarak onlara engel olmasını istendiği halde, Mısırlılara engel olmak için gereğini yapmadığından dolayı, Hz. Ali, Hz. Osman'ın öldürülmesinden sorumludur[317].

Yine bazı müelliflere göre Hz. Ali Hz. Osman'ın kanından sorumlu değildir. Hz. Ali'nin Hz. Osman'ın öldürülmesiyle suçlanması son derece haksız bir ithamdır. Eğer böyle yapılacaksa Medine'de Hz. Peygamberin ashabından Hz. Osman'ın öldürülmesiyle suçlanmayan hiçbir kimse kalmayacaktır[318]. Üstelik Hz. Ali, Hz. Osman öldürüldüğü sıralarda, onun öldürülmesinden dolayı hiç kimse tarafından suçlanmamıştı[319]. Haydarîzâde de Hz. Ali'nin Hz. Osman'ın öldürülmesinde sorumluluğu olmadığını düşünmektedir. Ona göre “Hz. Ali gibi, maddi ve manevi birçok faziletleri kendisinde toplayan, iman ve ibadet noktasında alnını lekeleyecek hiçbir cürüm ve cinayeti olmayan bir sahabinin, halifelik makamına tamah ederek Hz. Osman'ı öldürttüğü ithamında bulunmak, affı pek mümkün olmayan büyük günahlardandır.”32' Doğrusu, Hz. Ali, fitne hadisesinin seyri esnasında dini, siyasi ve içtimai mevkiinden dolayı alternatif aday olarak gündeme gelmiştir. Dolayısıyla Hz. Osman'ın öldürülmesinden en fazla istifadesi olacak kişi olarak görülmektedir. Ancak halifenin öldürülmesi ile sonuçlanan olaylar zincirine müdahalesi kendisine bir yarar sağlamayacağı gibi aksine halifelik şansını daha da azaltabilirdi. Fakat her ne olursa olsun Hz. Ali'nin hilafeti fikrinin olayların hiçbir safhasında muharrik unsur olduğu görülmemektedir[320] [321].

Ibn Haldûn; Abdullah b. Ömer, Üsame b. Zeyd, Kudâme b. Mazun, Ebû Saîd el-Hudrî, Abdullah b. Sellâm, Ka'b b. Mâlik, Nu'mân b. Beşîr ve Hassan b. Sabit gibi bazı sahabilerin, Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra daha yeni Hz. Ali halife seçilmeden, Hz. Osman'ın katillerinin cezalandırılmasını istediklerini nakletmektedir. Bunlar, Hz. Ali'nin elinde imkan olduğu halde halifeye yardım etmeyerek sorumlu olduğunu düşünmektedirler. Fakat Ibn Haldûn bu konuda “Bu sahabilerin Hz. Ali'nin Hz. Osman'a düşmanlık göstererek yardım etmediği vehmine kapılmalarından Allah'a sığınırım.” diyerek Hz. Ali'nin Hz. Osman'ın öldürülmesini engelleyememesinde kastî bir davranışının olmadığı kanaatini belirtmektedir[322]. Zira Hz. Ali'nin, Hz. Osman'ın muhasarası sırasında ona elinden gelen yardımı yaptığını[323], Fitnenin ortadan kaldırılması için çaba sarf ettiğini, daha önce naklettiğimiz birçok rivayetten açıkça anlamak mümkündür.

Kaynaklarda Hz. Ali'nin, Hz. Osman'ın öldürülmesi hakkında kendisine yöneltilen suçlamalardan büyük üzüntü duyarak Allah'a suçsuzluğunu yakardığı, “Vallahi onu ne ben öldürdüm ne de öldürülmesini emrettim, fakat suçlandım”[324] diyerek suçlu olmadığını ifade ettiği, ayrıca, yine onun öldürülmesinden dolayı ağladığı[325] hakkındaki rivayetler onun bu konuda itham edilmesini haksız çıkaracak rivayetlerdir.

SAHABENİN VE MEDİNELİLERİN OLAYLAR SIRASINDAKİ TUTUMU

Câhız'a göre Hz. Osman öldürüldüğünde Medine'de eli silah tutan yirmibin sahabi vardı[326]. Bu nedenle bazı müelliflerce, Hz. Osman'ın öldürülmesine seyirci kalındığı ve az sayıdaki isyancı gruplara silahlı müdahale yapılmayarak olayların büyümesinde dolaylı da olsa rolü olduğu düşünülerek, sahabe ve Medineliler de suçlanmaktadır.

Medinelilerin tutumlarını anlamak için ise daha geriye gitmek gerekir. Daha Hz. Osman yönetime ilk geçtiğinde Medine'de müslümanlar iki gruba ayrılmışlardı. Birincisi Hz. Osman'ın idareyi almasına razı olmayan ve onun bu işi beceremeyeceği kanaatinde olanlardı. İkinci grup ise Hz. Osman'ı takdir ettikleri için değil, onun gelmesinin getireceği yararlan düşündükleri için ona taraftar olanlardı[327]. Kısacası daha ilk başta Medine'de Hz. Osman'a muhalif kabul edilebilecek bir topluluk vardı. Bunu bütün Medineliler*e şumüllendirmek elbette haksızlık olur. Fakat daha sonra gelişen olaylar ve Hz. Osman'ın icraatları Medineliler arasında da hoşnutsuzluk meydana getirmişti[328]. Hatta bir defasında onu ayıpladıkları ve taşladıkları rivayet edilir[329].

Bir kısım Medineli, özellikle Halife hakkında eyaletlerden gelen şikayetlerin artmasıyla birlikte, yönetim aleyhine kışkırtmalarda bulunmaya ve çeşitli dedikodular çıkarmaya başladı. Bunların Hz. Osman'a muhalif olmalarının en önemli sebebi belki de Emevî ailesinin Hz. Osman'ın halife olmasıyla birlikte sahip olduğu mevkii ve makamı kıskanmalarıydı[330]. Muhalefetleri giderek artınca sonunda halife bunlardan bir kısmını Medine'den uzaklaştırıp, bir kısmını da zorunlu olarak savaşlara göndererek aleyhinde faaliyetlerde bulunmalarını önlemek istedi[331].

Hz. Osman'ın öldürülmesinde doğrudan olmamakla birlikte, isyancılar üzerinde belli bir nüfuzu olan Hz. Ali'nin etrafında toplanmayarak gerekli desteği vermemelerinden ötürü, dolaylı da olsa Medine'nin ileri gelenlerinin bazı sahabilerin de sorumluluğu vardı[332]. İbn Abdirabbih'e göre isyancılar Medine'ye geldiklerinde Ensardan ve Muhacirlerden bir grubu da yanlarına alarak Hz. Osman'ı kuşatmışlardı[333]. Fakat İbn Arabi'ye göre ise sahabeden hiçbir kimse Hz. Osman'ın ne aleyhine çalışmış ne de onu müdafaa etmişti. Onlar Hz. Osman'ı kendi görüşünde serbest bırakarak, muhasara sırasında olaylara müdahale etmemişlerdir. Daha önce de belirttiğimiz gibi zaten Hz. Osman, kendisinin savunulmasını istememişti. Ancak son zamanlarında yardım istemiş o zaman da iş işten geçmişti. Bu nedenle müellife göre Hz. Ali'yi olaylardan dolayı sorumlu tutmak haksızlık olur[334]. Fakat her şeye rağmen Medine’de Hz. Osman taraftarı olarak bilinen ve olaylar sırasında onun lehine tavır takınan Zeyd b. Sâbit, Ebû Useyd es-Saîdî, Ka'b b. Mâlik ve Hassân b. Sâbit gibi kimselerin bulunduğunu nakledilmektedir[335].

Hz. Osman devrinin sonlarına doğru fitne ve çatışmalar oldukça alevlenmişti. Bu karmaşık durum sırasında sahabeden bazıları ise fitne olayları içerisinde yer almaktan kaçınmış, sessiz kalmayı tercih etmişlerdi. Tutumlarını Hz. Ali dönemi siyasi olaylarında da sürdüren bu sahabiler Muâviye ile yapılan savaşlarla ilgili görüş bildirmekten de kaçınmışlardı. Sa’d b. Ebî Vakkâs, Ebû Bekre, Abdullah b. Ömer ve İmrân b. el-Huseyn bu sahabilerdendi. Onların bu tavrı, Hz. Ebû Bekir'den rivayet edilen şu hadîse bağlanmaktadır. Bir keresinde Hz. Peygamber "Biliniz ki ileride fitneler olacak. Bu sırada, oturan yürüyenden; yürüyen de koşandan daha hayırlıdır...buyurmuştu. Bir adam, “Ey Allah'ın Elçisi! Böyle bir durum başa geldiğinde devesi, koyunu, toprağı olmayan ne yapsın?” diye sordu. Hz. Peygamber de: “Kılıcım alır, taşla köreltir ve kurtulabilirse kurtulur.” buyurdu[336].

VVelIhausen'ın Sahabeye ve Medinelilere eleştirileri daha ağırdır. Ona göre Hz. Osman'a karşı muhalefetin hakiki reisleri bulunmak istenirse bunlar bizzat Medine'de aranmalıydı. Hz. Peygamberim en eski ve en yakın arkadaşları ile mü'minlerin annesi Hz. Âişe bunların önde gelenleriydi. Medineliler birkaç yüz kişilik isyancı ile başa çıkamayarak ya da bunu yapmak istemeyerek fitne olayının facia ile sonuçlanmasından dolayı suçludur. Hz. Âişe, Amr b. Âs, Hz. Ali, Talha ve Zübeyr gibi meşhur sahabiler de olaylar sırasında fitne ateşini körüklemişler fakat hadiseler çığırından çıkınca söndürmek için bir çaba sarf etmeyerek ortalıklarda gözükmemişlerdir. Ancak suç tek tek kime ne kadar isabet ederse etsin, kabahatin bütünü Medinelilere ve Sahabe aristokrasisine aitti[337].

Hizmetli de Hz. Osman'ın öldürülmesinde, sahabenin ve Medinelilerin sorumluluğu olduğu kanaatindedir. Ona göre: “ Allâh'ın Kitâb'ı, Peygamberin sünneti üzere ittifakla Hz. Osman'a biat etmiş olan Ashap ve Medineli müslümanlar; Rasûlullah'ın şehri Medine'yi kana bulayan olaya, yani itaat etmek ve nefisleri gibi müdafaa etmek üzere ahd ü misakta bulundukları, biat ettikleri imamlarının anarşistlerce günlerce muhasara edilmesine, aç-susuz bırakılmasına, Mescid’e gelmesinin engellenmesine ve nihayet feci biçimde öldürülmesine evlerine çekilerek seyirci kaldıktan, hatta şu iş bir an önce başkaları tarafından bitirilsin de şu adamdan kurtulalım dercesine bekledikten sonra, kati hadisesinin ardından tıpkı Tevvâbûn gibi üzülmüşler, pişmanlık duymuşlar, Osman'ın intikamını almak davasında bulunmuşlardır. Talha, Zübeyr, Âişe, Muâviye, Amr b. el-Âs, Sa'd b. Ebî Vakkâs bunların başında gelmektedir. Kanatimizce Ashabın, Osman'a kırgınlıkları veya şahsi bazı meseleleri sebebiyle olaylar karşısında seyirci kalması, halifeye yardım etmemesi ve onu kendi haline terketmesi isyancıların işini fevkalade kolaylaştırmıştı. Bu bakımdan onlann da kati hadisesinde maddeten olmasa da manevî yönden büyük sorumlulukları ve payları olsa gerekti!3[338].

FİTNE OLAYI SIRASINDA Hz. ÂİŞE   

Fitne olayları sırasında, tutumu müslümanlar üzerinde etkili olabilecek en önde gelen kişilerden biri de mü'minlerin annesi Hz. Âişe'dir. Hz. Osman'a karşı muhalefetin önderlerinden sayılması nedeniyle konuyu kısa da olsa bir başlık altında incelemeyi uygun gördük. Kaynaklarda onun olaylar sırasındaki tutumuyla ilgili çokça rivayet vardır. Şimdi bunları naklederek Hz. Âişe'nin tavrını anlamaya çalışacağız.

Kaynaklarda yer alan bilgilere göre, Hz. Âişe, Medine'de Hz. Osman'a karşı muhalefetin önde gelenleri arasındaydı ve onun yönetimini sert bir şekilde eleştiriyordu[339]. Şiddetle onun aleyhinde faaliyette bulunuyordu[340]. Ammâr b. Yâsir dövüldüğü zaman Hz. Osman'a çok kızmış, Rasûlullâh'ın saçlarından bir parçayı, elbisesini ve ayakkabısını insanlara göstererek “Bunlar henüz eskimeden Nebi'nin size bıraktığı sünnete riayet etmedi” demişti[341]. Ancak Hz. Âişe'nin böyle davranmasını tek bir olaya bağlayarak açıklamak yeterli değildir. Sanırız Hz. Âişe'nin bu tutumunda, Hz. Osman yönetimince yapılan çeşitli haksızlıklardan haberdar olması ve Hz. Osman'ın kendisine şikayet edilmesi de etkili olmuştur[342]. Fakat Hz. Âişe gibi dinî kavramadaki zekası ve yeteneği bilinen, sağlığında Hz. Peygamberin en yakınında bulunması sebebiyle Kur*ân ve Sünneti en iyi bilenlerden olan bir kimsenin, ümmetin halifesini öldürmeleri için halkı isyana davet edeceği bizce pek mantıklı görülmemektedir.

Yine iddialara göre, Fitne olayları sırasında Hz. Osman'ın hal' edilmesi ihtimaline karşılık Hz. Âişe, kardeşliği Muhammed'in halife olabileceğini düşünüyor ve istiyordu. Bu nedenle Hz. Osman'a yardım etmede kayıtsız kalmış hatta aleyhinde insanları kışkırtmıştı[343]. Hatta onun etrafa mektuplar yazarak insanları Hz. Osman yönetimine karşı isyana davet ettiği şeklinde rivayetlerle birlikte, bu mektupları onun yazmadığı, başkalarının onun adını kullanarak bu tür faaliyetlerde bulunduğunu iddia edenler de vardır[344]. Kanaatimizce bu ikinci görüş daha doğrudur. Zira o sıralarda Hz. Ali'nin ağzından da mektuplar yazılmış ve insanlar isyana çağrılmıştı.

Bir başka rivayete göreyse, muhasara sırasında Hz. Osman halifeliği bırakmasını isteyenlere, Hz. Âişe'nin naklettiği rivayet edilen “Allâh'ın giydirdiği bu gömleği çıkarma"[345]'* hadisini okuyarak halifeliği bırakmayacağını söylüyordu. Hz. Osman'ın öldürülmesinden seneler sonra Nu’mân b. Beşîr, Hz. Âişe'ye, Hz. Peygamberin bu hadisine rağmen neden Hz. Osman'a muhalefet edip onun halifelikten indirilmesi için gayret ettiğini sormuş, o da bu hadisi unuttuğunu söylemişti[346]. Kanaatimiz odur ki, Hz. Âişe'nin zekası, Hadis ilmindeki yeri ve önemini[347] düşündüğümüzde bu rivayetin doğruluğunu kabul etmek mümkün değildir.

Bazı Müsteşriklere göreyse, Hz. Âişe Hz. Osman hakkında istediği gibi tahrikte bulunmuş, fakat hadiseler çığırından çıkınca, görünüşte hacca gitmek, gerçekte ise muhtemelen, doğacak neticenin mesuliyetinden kendisini kurtarmak ve vaziyete göre tavır takınmak üzere hac yapacağını öne sürerek Mekke'ye gitmeye karar vermişti[348].

Hz. Osman'ın kuşatma altında olduğu bir sırada Hz. Âişe'nin Mekke'ye gitmek istemesi üzerine Mervân b. el-Hakem, Zeyd b. Sâbit ve Abdurrahmân b. Attâb Hz. Âişe'ye gelerek “Ey Ûmmülmü'minîn! Keşke kalsaydın. Halifenin muhasara altında olduğunu görüyorsun. Senin mü'minlerin yanındaki mevkiin sayesinde Allah ondan bu belayı def edebilir.” diyerek isyancılarla konuşmasını ve Hz. Osman'a yardım etmesini istediler. Hz. Âişe bunu kabul etmeyerek kararında ısrar edince Mervân bir şiirle Hz. Âişe’nin bu tutumunu eleştirdi. Bunun üzerine Hz. Âişe Mervân'a “Ey bana şiirle temsil getiren kişi! Bu iş seni ilgilendirir.Senin ve arkadaşının (Hz. Osman'ı kastederek) ayağınızda değirmen taşı denizde olmanızı istiyorum.”[349] dedi ve onları dinlemeden Mekke'ye gitti.

Hz. Âişe Mekke'deyken Hz. Osman'ın ölümü ve Hz. Ali'ye biat haberini alınca kanaat değiştirmiş ve Hz. Osman'ın sebepsiz yere öldürüldüğünü söylemişti[350]. Bir başka rivayete göre ona Hz. Osman'ın öldürüldüğünü Ubeyd adlı birisi söylemiş ve bunun üzerine “Allah onu uzaklaştırsın; bu kendi eliyle kendisine hazırladığı bir sonuç.” demişti. Hz. Ali'nin halife olduğunu öğrenince de “Keşke gökler yere inseydi de bunu duymasaydım. Osman'ı zulümle öldürdüler; vallâhi onun kanını isteyeceğim.” dedi. Bu sözü duyunca şaşıran Ubeyd ona “Osman'a na'sel diyen sen değil miydin?” diye sorunca Hz. Âişe “Evet ama o tövbe etti, gümüş gibi arındı; onu zulümle öldürdüler.” diye cevap verdi. Hz. Âişe’nin değişen tutumundan rahatsız olan Ubeyd ona “Bu iş senden başladı, seninle bu hale geldi. Yel de senden esti, yağmur da senden yağdı.” dedi ve “İmâmın öldürülmesini bize sen emrettin; onu öldürürken sana uyduk; onu öldüren bize bunu emredendir." mealinde bir şiir okuyarak onu suçladı[351].

Görüldüğü gibi Hz. Âişe müelliflerce, Fitne olayları sırasında Medine'de müslümanlan halifeyi öldürmek için isyana teşvik eden, bunun için etrafa mektuplar yazan, müslümanların halifesi hakkında yakışıksız sözler sarf eden, sonra da olayların sorumluluğundan kendini kurtarmak için geçmişini unutan bir elebaşı olarak sunulmaktadır. Sanırız müellifleri böyle düşünmeye iten en önemli sebep klâsik kaynaklarda bu neviden rivayetlerin yer alması ve Hz. Âişe’nin gerçekten de Hz. Osman'a karşı bir muhalefetinin bulunmasıdır. Ancak bu rivayetler Hz. Âişe’nin Hz. Osman'a karşı tavrını tam olarak anlamaya kâfî değildir. Çünkü ilgili haberlerin oldukça problemli kısımları mevcuttur.

Kanaatimize göre Hz. Âişe, yaptığı bazı yanlış icraatlardan dolayı Hz. Osman'a karşı bir hoşnutsuzluk duyuyordu. Fakat bu, muhtemelen Hz. Ali ve diğer bazı sahabilerin, Hz. Osman'ın yönetimine gösterdikleri memnuniyetsizlikten pek farklı değildi. Farklı olan ise bu muhalif tavrın Mü'minlerin Annesi sıfatına sahip olan Hz. Âişe tarafından gösterilmesiydi. Bu da sanırız, Hz. Âişe'nin Hz. Osman'a karşı tavrı konusunda aşırı yorumlara gidilmesine yol açmıştır.

FİTNE OLAYININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Hz. Osman'ın öldürülmesiyle birlikte İslâm Tarihinde ardı arkası kesilmeyen pek çok olaylar, karışıklıklar, çatışma ve savaşlar, fırkalara bölünmeler devri de başlamıştır[352]. Hilafetin mukaddesliği bitmiş, artık uğrunda mücadele verilmesi gereken bir kudret mevkii olmuştu ki bu mücadelenin ayaklarını da eyaletler oluşturacaktır[353] [354].

Fitne olayının en trajedik yönünün Hz. Osman'ın katledilmesi olduğu açıktır. Hz. Osman'ın böyle bir sona maruz kalmayı hak edip etmediği konusuna ise araştırmacılar farklı yaklaşmaktadır. Hizmetli'ye göre “Hz. Osman kendisine karşı isyan edilmesine ve öldürülmesine sebep olacak herhangi önemli bir harekette bulunmamıştır. Nitekim o kendisine yöneltilen suçlamalara teker teker cevap vermiş; bazı hareketlerinden dolayı tevbe de etmiştir. O, hilmi, saf tabiatı, merhameti, yumuşak idareciliğinin yanı sıra, Bedevi Arapların aşırılıklarının ve Ibn Sebe' gibi bazı tahrikçilerin tahriklerinin ve fitnesinin kurbanı olarak öldürülmüştür.’’[355] Yine Haydarîzâde'ye göre “Hz. Osman, akrabalarını valiliklere tayini, Hz. Peygamber tarafından görevinden alınan Hakem'i Medine'ye getirmesi, Ebû Zerriin Rebeze'ye sürülmesi, Ammâr b. Yâsiriin dövülmesi, hâzineden akrabalarına para vermesi gibi aslında hep izahı mümkün olan bazı olaylarla suçlanmaktaysa da, bunların hiçbirisi Hz. Osman gibi büyük bir halifenin kanını, Rasûlullâh'ın harem-i şerifinde helâl kılacak bir mahiyette değildir”356 İbn Arabi'ye göre ise alınan bütün tedbirlere rağmen Hz.

Osman'ın öldürülmesi Allah'ın ezeldeki yazgısının yerine gelmesinden başka bir şey değildir[356].

Hz. Osman'ın öldürülmesinden önce, Mısır, Küfe, Basra gibi illerdeki isyancı grupların hareketleri ile başlayan Fitne hadisesinin kendiliğinden ve bir anda ortaya çıkmadığı, aksine peşi sıra birbirini takip eden yanlışlar, muhtelif anlaşmazlıklar çerçevesinde meydana geldiği ve Hz. Osman'ın öldürülmesi ile sona ermeyip Hz. Ali döneminde de artarak devam ettiği görülmektedir[357]. Çünkü Ümeyyeoğulları ile Hâşimoğulları arasındaki tarihi çekişme[358]

Hz. Osman'la Hz. Ali'nin halife adaylıkları ile tekrar gündeme gelmiş, Hz. Osman'ın öldürülmesiyle de iki kabile arasındaki mücadelenin baş aktörleri bu sefer Hz.Ali ile Muâviye olmuştur. Bu hususu belki de en iyi şekilde Muâviye'nin şu sözleri açıklamaktadır:

 “Ali b. Ebî Tâlib'e karşı mücadelemde dört özelliğe sahiptim. O açık sözlü ve sırrını gizlemeyen biriydi. Bense sırrını ifşa etmeyen biriyim. O çok kötü ve isyankâr bir orduya sahipti. Bense itaatkâr bir orduya sahiptim. Onu Cemel Vakası liderleri ile baş başa bıraktım ve şöyle dedim: Onu mağlup ederlerse bana karşı daha az problem olurlar, şayet aksi olursa bunu ona karşı koz olarak kullanırım. Ayrıca ben Kureyş'ten yana ondan daha büyük avantajlara sahiptim”[359].

Hz. OSMAN’A YÖNELTİLEN SUÇLAMALAR

Mezhep tarafgirliğinin tahrif ettikleri istisna edilecek olursa, İslam kaynakları meseleyi genel olarak, Hz. Osman'ın muhalifleri tarafından ileri sürülen itirazları kaydetmek ve bunların mazur görülebilir yanlışlar olduğunu belirtmekle yetinmişlerdir[360]. Buna göre kaynaklara bakıldığında Hz. Osman'ın birçok icraatının tenkit edildiği görülmektedir. Tenkit edilen icraatlarının konumuzla ilgili olan en önemlileri olarak valiliklere ve yöneticiliklere akrabalarını tayin etmesi, sahabeye muamelesi, yakınlarına mali yardımlarda bulunması, Kuriân nüshalarının yakılması gibi hususları sayabiliriz[361].

Asilerin Tenkitleri

İbn Kesîride geçtiğine göre asiler Hz. Ali'ye, Hz. Osman'ın bazı arazileri koruluk haline getirdiğini, seferdeki iki rekatı dörde çıkarttığını, büyük sahabileri bırakıp gençleri vali tayin ettiğini, Ümeyyeoğulları'na diğer insanlara göre daha fazla ihsanda bulunduğu, ashaba kötü muamele ettiği, Mervân'a Afrika'dan gelen ganimetten özel hisse verdiği konularında şikayette bulundular. Hz. Ali bunların sebeplerini birer birer izah etmişti. Yine Hz. Osman bu tenkitleri bizzat Mescid'de cevaplandırmıştır. Hz. Osman koruluğu kendisi için değil, Hz. Ömer gibi Beytulmâl'ın develeri için edindiğini, bu arazilerde sadece devletin develerinin otladığını, Mushafları kıraatta ihtilafı önlemek için yaktırdığını[362], nitekim tek nüshadan çoğaltıldığını, Mekke'de seferi namazı kılmayışının oradan evlendiği için olduğunu ve yine genç kimseleri dirayetinden dolayı vali yaptığını, aynı şekilde Rasülullâh'ın da Üsâme'yi ordu komutanı yaptığı misalini vererek izah etmişti. Kendi kabilesi olan Ümeyyeoğullan'nı tercihini ise "Rasûlullah Kureyşlileri diğer kabilelere tercih ederdi." diyerek açıklamıştı[363].

Kuriân Nüshalannı Yaktırması

Hz. Osman döneminde yapılan fetihler neticesinde sınırlar genişlemiş; yeni topluluklar İslâm toplumuna dahil olmuştu. Bu sebeple çeşitli bölgelerde Kuriân'ın tilâvetiyle ilgili problemler ortaya çıkmıştı. Hemen her bölge müslümanları kendi kıraatlerinin doğruluğuna inanıyorlar ve bu durum müslümanlar arasında ihtilafa sebep oluyordu. Hz. Osman da bu konuya çözüm olarak, Kuriân'ın bir nüsha esas alınarak çoğaltılmasını ve muhtelif bölgelere gönderilmesini düşünmüştü. Çıkabilecek bir ihtilafı önlemek için de esas alınan nüsha dışındakileri yaktırmıştı[364] [365].

Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir zamanında bir araya getirilen Kur'ân nüshasının çoğaltılması ve bu nüsha dışındakilerin yakılarak imha edilmesi hususunda Hz. Osman'ı desteklemişti. O bu konuda muhaliflerin sorularını cevaplandırırken şöyle diyordu: “Ey İnsanlar! Osman hakkında 'aşırı gitti' ve ’mushaflan yaktırttı' demek hususunda Allah'tan korkunuz. Allah'a yemin olsun ki, o sadece ashabın Kur'ân'dan olmadığında ittifak ettiği şeyleri yok etti. Ben de insanların tek bir Mushaf üzerinde birleşmesi görüşündeyim. Bundan sonra sizden bu konuda ihtilaf edenler, ayrılık bakımından insanların en şerlileridir...Allah'a yemin olsun ki onun yerinde ben olsaydım aynı şeyi yapardım”355.

Yöneticiliklere Akrabalarını Tayin Etmesi

Hz. Osman hilafete gelince hemen valilikler ve yöneticiliklere yakın akrabalarını ve Ümeyye ailesinden olanları tayin etmeye başlamıştı. Mesela dayısının oğlu Abdullâh b. Âmirii Kabil'e, sonra Sicistan'a, daha sonra da Basra emirliğine getirdi. Yakınlarından Eş'as b. Kays'ı Azerbaycan, kardeşi Kays'ı da Rey emirliklerine tayin etti[366].

Hz. Osman yeğeni Mervân'ı Medine'de kâtibi yaparak istediği gibi hareket etmesine izin veriyordu. Hemen bütün valiliklere de akrabalarını tayin ederek diğer Şura üyelerinin kendisine olan güvenini azaltmaktaydı[367]. Çelebi'ye göre yeni valilerin yeterlilikleri tartışılmamalıdır. Bu Hz. Osman'ın da kendisini savunurken ileri sürdüğü bir husustur. Fakat önceki dönemde valilerin Hz. Ömer’e karşı duydukları korku ve çekingenliği Hz. Osman'a karşı hissetmeyişleri, yani Hz. Osman'ın yumuşak huyluluğu nedeniyle yöneticiler üzerinde yeterince otorite kuramaması[368], valilerin de başına buyruk hareket etmesi Hz. Osman'ı zor durumda bırakan valiler ve yöneticiler meselesini ortaya çıkarmıştır[369].

Hz. Osman valiliklere akrabalarını tayin edip, halkla valiler arasında sorunlar yaşanmaya başlanmasıyla Hz. Ali, Talha ve Zübeyr, kendisine gelerek: “Ömer sana Clmeyyeoğullan’nı insanların üzerine musallat etmemeni tembih etmemiş miydi?” diyerek bu icraatından duydukları memnuniyetsizliği dile getirdiler. Fakat rivayete göre Hz. Osman bu ikaza bir cevap veremeyerek susmuştur[370].

Hz. Ali İbn Sa'd'ın naklettiğine göre valiler konusunda tenkitlerini sürdürmüştü. Küfe valisi Sa'd b. Âs bir ara Medine'ye gelmiş, Muhacirlerin ve Ensariın ileri gelenlerine ve Hz. Ali'ye bazı hediyeler getirmişti. Hz. Ali bunları kabul etti, fakat aynı zamanda Ümeyyeoğullarından idareciler hakkında sert bir ifadeyle şunları söyledi: “Ûmeyyeoğulları beni Muhammed'in mirasına üstün tutuyorlar. Şayet hilafete geçecek olursam, kasabın işkembenin pisliğini silkelediği gibi onları görevlerinden silkeleyeceğim.”[371]

Haydarîzâde'nin belirttiğine göre Hz. Ali de hilafetteyken bazı yakınlarını çeşitli görevlere getirmiştir. Mesela Abdülmelik b. Abbâs'ı Basra'ya, Abdullah b. Abbâs'ı Yemen'e, Abbâs'ın çocukları Hun'em ve Mu'îd'i Mekke ve Medine'ye, kız kardeşinin oğlu Ca'd b. Nemîre'yi Horasan'a, Hz. Ebû Bekir'in üvey oğlu Abdurrahmân'ı Mısır'a tayin etmiştir[372]. Dolayısıyla bu tespit ister istemez acaba Hz. Ali Hz. Osman'ı akrabalarını tayin etmesi hususunda eleştirirken niçin kendisi akrabalarını hilafeti döneminde görevlere getirmiştir? Sorusunu akla getirmektedir. Fakat konunun netliğe kavuşması için daha detaylı bir araştırmaya ihtiyaç olduğu ve bu cevabın bu kısıtlı çalışma çerçevesinde verilemeyeceği kabul edilmelidir.

Fığlalı'ya göre ise, Hz. Osman'ın akrabalarına karşı gösterdiği yakınlık şu husustan ileri geliyordu. Birincisi onun ailesine olan ve yaratılışından kaynaklanan düşkünlüğüydü. İkincisi ise geçmişte Haşimoğulları'na göre daha kuvvetli, kudretli, zengin olan Ümeyyeoğullan'nın Hz. Peygamber zamanında kaybettikleri eski nüfuzlarını elde etmek için Hz. Osman'ın bu yönünü kullanmak istemeleriydi ki muhtemelen Hz. Osman bu hususu fark edememişti[373].

Ashaba Muamelesi

Hz. Osman ashabına iyi muamele etmediği konusundaki tenkitlere de, "Ben de bir insanım; severim ve kızarım. Kim bende hakkı olduğunu söylüyorsa veya kim kendisine zulmedilmiş olduğunu düşünüyorsa, işte ben buradayım isterse hakkını alır; isterse bağışlar.” şeklinde cevap veriyordu.

Aslında Hz. Ömer bütün ashabın davranışlarını murakabe ediyor, sahabe serbest olarak dolaşamıyordu. Kendisine ve halka karşı olanlara da son derece sert davranıyordu. İnsanlardan ona kızan pek çok kimse vardı. Halbuki Hz. Ömer de bazı yenilikler yapmıştı. Bu konuda oğlu Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: “İnsanlar yaptığı bazı şeyler sebebiyle Osman'ı kötülüyorlar. Bunları Ömer yapsaydı ona ses çıkarmazlardı.”[374] Nitekim Hz. Osman da asiler ve Medinelilerle konuşmasında, seleflerinin yolunda yürüdüğünü, onlardan farklı bir şey yapmadığını söylemiştir[375].

Yakınlarına Mali Yardımda bulunması

Hz. Osman'ın tenkit edildiği konulardan biri de yakınlarına yaptığı mali yardımlardı[376].

Hz. Osman'ın Sa'd b. Âs'a yüz bin dirhem bağışlamasına halk karşı çıkmış ve bunun haksızlık olduğunu iddia etmişlerdi. Hz. Ali, Zübeyr, Talha, Sa'd b. Ebî Vakkâs ve Abdurrahmân b. Avf Hz. Osman'la konuşarak bu icraatından dolayı kendisini eleştirmişlerdi. Hz. Osman onlara Sa'd'ın kendisine akrabalığından dolayı bağışta bulunduğunu söyledi. Onlar da Ebû Bekir ve Ömer'in böyle bir şey yapıp yapmadığını sordular. O da, onların bu hususta akrabalığı kabul etmediklerini fakat kendisinin bunu uygun gördüğünü söyledi. Onlar da, bizce onların görüşü senin görüşünden daha makbuldür diyerek Hz. Osman'ı bu hususlarda daha dikkatli olması için uyardılar[377].

Değerlendirmeler

Hz. Osman, vilayetlerde, idarede ve hükümette birliği tesis etmek amacıyla muhtemelen, akrabalarının başkalarına göre kendisine daha bağlı bir yönetim göstereceğini düşünerek yakınlarını göreve getirmek istemişti. Fakat akrabalarının iktidar hırsları, onun bu iyi niyetli yaklaşımına galip gelerek halk üzerinde olumsuz bir tesir uyandırmıştı[378]. Fakat Hz. Osman'ın icraatları, ne kadar faydalı olsa da, eğer bir şekilde mevcut sistemi değiştirmeye yönelik olduğunda hep itirazlarla karşılaşıyordu[379].

Diğer taraftan ise Hz. Osman'a yöneltilen suçlamaların hemen tamamının icraatla ilgili hususlar olduğu görülmektedir[380]. Bu sebeple bazı müelliflere göre yapılan tenkitlerin arka planında siyâsî gayeler ve gizli maksatlar vardır ki en önemlisi halifenin azl edilmesidir[381].

Hz. Osman'ın kendisine yapılan tenkitler konusunda; eğer kendisinin yaptıklarını Hz. Ömer yapsa kimsenin ses çıkarmadan kabul edeceğini söylemektedir[382]. Ayrıca Hz. Ömer Hz. Osman'dan çok daha sert bir idare uyguluyordu. Fakat Hz. Osman otorite sahibi değildi ve belki de bütün olayların bu derecede büyümesinde en önemli noktalardan birisi budur[383].

Hizmetli'ye göreyse, Hz. Osman hakkında yapılan ithamların hiçbiri müslümanların imamının öldürülmesinin yeterli bir sebebi değildir. Aynı şekilde isyancıların eleştirilerine bakıldığında yine bunların hiçbiri insanları isyana davet edecek kadar yeterli gerekçeler değildir. Asilerin Hz. Osman'dan istedikleri şeyler de hemen her devlet başkanından talep edilebilecek beklentiler, suçlamalar da her idareciye yapılabilecek türdendir. Bu sebeplerden dolayı öldürme fiilini makul gösterecek hiçbir şey kabul edilemez[384].

  Hz. OSMAN DEVRİ OLAYLARININ MEZHEPLERİN DOĞUŞUNA TESİRLERİ

Hz. Osman'ın öldürülmesi, İslâm tarihinde pek çok olayların, karışıklıkların, çatışma ve savaşların çıktığı, ümmetin fırkalara bölünmeye başladığı yeni bir dönemin habercisi olmuştur. Hz. Osman döneminde gerek fitneci gruplarca ortaya atılan görüşler gerekse dönemin mevcut siyasi-içtimai durumu incelendiğinde bazı fırkaların doğuşunun Hz. Osman dönemine kadar geriye gittiği görülmektedir[385] [386].

Ammâr b. Yâsir'in Hz. Osman hakkında "Osman'ı öldürdüğümüz gün o kafirdi."367 sözü amel-iman ilişkisi açısından bir kimsenin mümin olup olamayacağı meselesinin ortaya çıkmasına sebep olmuş olabilir. Bu yorumu eğer bir sahabi yapıyorsa meselenin inanç boyutu daha da önem kazanmaktadır.

Muhasara sırasında Hz. Osman evinde kılıçlarını çekerek isyancılarla dövüşmek isteyen bir grup sahabiyi vazgeçirmeye çalıştığı sırada, Hz. Osman'ın evine, Benî Hazm'dan Zeyd b. Levzân el-Ensârî'nin evi tarafından bir taş atıldı. Dışarıdakiler, taşı sana biz değil, Allah attı dediler. Hz. Osman da buna Allah atmış olsaydı isabet ettirirdi şeklinde karşılık verdi[387]. Buradan anlaşılıyor ki daha o zamanlarda siyasi ya da dini ne sebeple olursa olsun, Kadercilik yavaş yavaş müslüman toplumunda özellikle bazı olaylarda bir kılıf bulma eylemi olarak düşünülmeye başlamıştı. Ancak bu anlayış daha sonraları fırkaların oluşumuyla birlikte dini temellerini sağlamlaştırarak müslümanların belirli bir kesiminin inanç yapısındaki yerini alacaktır. Daha sonra Hz. Osman'ın feci şekilde katledilmesiyle, yine müslümanların aklına gelen “Osman'ın katilleri hakkındaki hüküm nedir?”, Hz. Osman'ın küfre girdiği iddialarına bağlı olarak, “İmanın ölçüsü ve sınırı nedir?”[388] gibi sorular, “Halifeye isyan edilip edilemeyeceği” gibi konular tartışılmaya başlandı. Böylece bu konularda ortaya atılan fikirler etrafında giderek büyüyen tartışmalar meydana geldi ve bunlar Mezheplerin ortaya çıktığı dönemlere kadar devam etti[389].

SONUÇ

İnsanlık tarihi incelendiğinde gelmiş geçmiş pek çok şahsiyetin, gerek karizmatik kişilikleri, gerekse fikir ve eylemleriyle tarihe yön verdikleri görülmektedir. İslâm tarihine baktığımızda da böyle birçok şahsiyetle karşılaşmak mümkündür ki bizce bunların en önde gelenlerinden biri Hz. Ali'dir. Bizi onun hakkında böyle bir kanaate varmaya götüren başlıca sebep, İslâm'la şereflendiği küçük yaşlardan, öldürülmesine kadar geçen sürede İslâm tarihi açısından çok önemli olayların içinde yer alması ve karizmatik kişiliğinin müslümanlar üzerindeki etkisidir.

Muhakkak ki, Hz. Ali bu noktaya kısa bir zamanda gelmiş değildir İslâm'a girmede diğer müslümanlara göre kıdemi, Hz. Peygamberin damadı oluşu ve savaşlarda İslâm adına gösterdiği kahramanlıklar onun müslümanlar üzerindeki itibarını arttırmıştır. Bu nedenle de, özellikle Hz. Peygamberin vefatından sonra, onu imam olarak görmek isteyen toplulukların yoğun propagandasıyla kendisini hep siyasî karışıklıkların içinde bulmuştur.

Hz. Peygamberin vefatıyla müslümanlar, onun yerine kimin ümmetin başına geçeceği meselesiyle karşı karşıya kalmışlardır. Literatürde imamet meselesi diye adlandırılan problem, Hz. Ebû Bekir'in halife seçilmesiyle halledilmiş gözükmekteyse de aslında ileride üzerinde çokça tartışılacak ve beraberinde yeni sorunlar getirecektir.

Kaynaklarda geçen rivayetlerden çok açık olarak anlaşılmaktadır ki, Hz. Ali'nin Hz. Ebû Bekir'e karşı büyük bir sevgi ve saygısı vardı. Onu halifeliğe de lâyık görmekteydi.

Fakat aynı zamanda Hz. Ali'nin Hz. Ebû Bekir'in halifeliğine karşı dikkati çeken itirazları da vardır. Sanıyoruz ki, Hz. Ali'nin başlangıçta Hz. Ebû Bekir'e halifelik konusunda yaptığı itiraz onun şahsı ile ilgili değildir. Başka rivayetler bu konuyu zaten açığa kavuşturmuştur. Onun söz konusu itirazı kendisinin de halifeliğe lâyık olduğunu düşünmesinden ve belki de bu işi Hz. Ebû Bekir'den daha iyi yapabileceğine inanmasındandır. Kanaatimizce, Hz. Ali'nin Hz. Ebû Bekir'e itirazındaki amacını, seçilmiş halifeye başkaldırarak onu hilâfetten indirmek ve yerine geçmek olarak düşünmemek gerekir. Eğer böyle olsaydı kendisini destekleyenlerle beraber silahlı bir mücadeleye girişmesi beklenirdi. Çünkü artık Hz. Ebû Bekir halifedir ve onu bu işten uzaklaştırmanın tek yolu da bu gözükmektedir. Oysa ki Hz. Ali’nin bu anlamda bir girişimi yoktur. Onun destek arayışlarını ve itirazlarını, kendisinin halifeliğe ne kadar lâyık olduğunu ispat ederek, bu konuda arkasındaki desteği sonraki halife seçimine kadar taşıma düşüncesinin bir girişimi olarak değerlendirmek daha doğru olabilir.

Hz. Ömer dönemine geldiğimizdeyse Hz. Ali'nin Hz. Ömer'in halife seçilmesine siyasî bir tepkisi görülmemektedir. Sanırız bunun nedeni Hz. Ali'nin; otoriter kişiliği, adaleti ve devlet tecrübesiyle Hz. Ömer'i halifeliğe lâyık görmüş olmasındandır. Ayrıca, Hz. Ali'nin Hz. Ömer'in halifeliği sırasında onunla olan ilişkilerine bakılırsa, ona bazılarının iddia ettiği gibi zoraki olarak değil, gönül rızasıyla biat ettiği kanaati hasıl olmaktadır.

Hz. Osman devrinde ise, kaynaklarda Hz. Ali'nin Hz. Osman'a muhalefeti görülmektedir. Fakat bunun niçin ve nasıl bir muhalefet olduğunun dikkatle ele alınması gerekir. Araştırmamız neticesinde gördük ki Hz. Ali'nin Hz. Osman'a muhalefeti, ona başkaldırarak yapmış olduğu biati bozmak değildi. Onun muhalefetinin diğer bazı sahabilerinkinden farklı bir yanı yoktu. O da tıpkı önde gelen diğer sahabiler gibi, yaptığı bazı icraatlarından dolayı Hz. Osman'ı tenkit etmişti. Aslında belki de Hz. Osman'ı tenkide hakkı olan en önde gelenlerdendir. Çünkü Şura'da Hz. Osman'a biat eden diğer üyeler de onu, yanlış olduğunu düşündükleri icraatlarında eleştirmişlerdi. Dolayısıyla Hz. Ali’nin de Şura üyesi olması itibariyle görüş bildirmeye, gerekirse tenkide hakkı vardı.

Hz. Ali Fitne olayı boyunca da halifeye hep yardımlarda bulunmuş, onun yanında olduğunu hissettirmiştir. Eğer Hz. Osman'ın halifelikten azl edilmesini ve yerine halife olmayı düşünseydi bunun için elinden geleni yapması gerekirdi. Oysaki o, halifeliği elde etmek için bulunmaz bir fırsat olan Fitne olayı sırasında, isyancıların kendisine ısrarla halifelik teklif etmelerine karşın onları hep geri çevirmiştir. Bu durumda Hz. Ali'nin Hz. Osman'a tenkitlerinin ardında başka maksatlar aramak gereksizdir. Aynı şekilde Benî Hâşim'in de hilafeti ele geçirmek için ciddi bir muhalefet oluşturmaya yönelik yoğun bir propagandaya giriştiğini söylemek de kanaatimizce oldukça zordur.

Bazı iddiaların aksine Hz. Ali Fitne'yi önlemek için elinden geleni yapmıştır. Fakat onun çabaları ne halifenin tutumunu değiştirebilmiş ve ne de ona karşı muhalefetin azalmasına vesile olmuştur. Hz. Osman uyarılara aldırmadan kendi siyasetini takip etmiş sonunda da feci şekilde öldürülmüştür. Hz. Ali'yi halifenin öldürülmesini engellemek için yaptığı bütün yardımlara rağmen yine de Hz. Osman'ın öldürülmesinde parmağı olduğunu iddia etmekse insafsızlıktır.

Yine, Hz. Ali'nin ve Hâşimoğullarının halifeye yardım konusunda samimi olmadığını söylemeye imkan yoktur. Çünkü Hz. Ali'nin, Hz. Osman'ın kendisinin korunmasını istememesine rağmen, onu korumaları için oğullarını göndermesi, muhasara esnasında susuz bırakıldığında ona su yollaması, asilerin defalarca kendisine halifelik teklif etmelerine rağmen onları reddetmesi, onlarla görüşüp isyandan vazgeçirmeye çalışması vb. bu konudaki samimiyetinin en önemli delilleridir.

Netice olarak diyebiliriz ki, Hz. Ali kendini halifeliğe lâyık görmekte ve halife olmayı istemekteydi. Fakat o, bu isteğini gerçekleştirmek için hiçbir zaman aşırı bir çaba sarf etmemiş, ümmeti ihtilafa düşürebilecek davranışlardan kaçınmıştır. Anladığımız kadarıyla o, ümmetin kendisini zaten bu işe layık göreceğini ve halifeliği kendisine vereceğini umuyordu. Muhtemelen halifeliği elde etmede biraz geri durmasının arkasında bu düşünce vardı. Ancak yine o, hiçbir zaman Hz. Osman'dan sonra halife olmayı umarak tenkitte bulunmamıştır.

BİBLİYOGRAFYA

KUR’ÂN-I KERÎM

ABDUH, Muhammed, Şerhti Nehci'l-Belâğa, l-lV, Beyrut trz.

ÂHMED EMÎN, Fecru’l-lslâm, Kâhire 1955.

AKBULUT, Ahmet, Sahabe Devri Siyasi Hadiselerinin Kelâmî Problemlere Etkileri, Birleşik Yayıncılık, İstanbul 1992.

AKBULUT, Islâm'da İlk Devir Siyasi Olaylarının Tahlili ve Kaderciliği Oluşturması, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, basılmamış Yüksek Lisans tezi, Ankara 1984.

AKKAD, Abbas Mahmud, Abkariyyetu’l-lmâm, Mısır 1952.

ASELÎ, Bessâm, Muâviye b. Ebî Süfyân, 6. baskı, Beyrut 1986.

ÂŞIK, Nevzat, Hz. Âişe'nin Hadisçiliği, İzmir 1987.

ÂTAY, Hüseyin, Ehl-i Sünnet ve Şîa, Ankara 1983.

AYÇAN, İrfan-lbrahim Sarıçam, Emevîler, TDV Yayınları, Ankara 1993.

AYÇAN, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muâviye b. Ebî Süfyân, Ankara 1990.

BAKIR, Abdulhâlık, Halifeliğine Kadar Hz. Ali, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, basılmamış Yüksek Lisans tezi, Ankara 1985.

BAKIR, Hz. AH Dönemi, Mehter Yayınları, Ankara 1991.

BELÂZURÎ, Ahmed b. Yahya b. Câbir (279/892), Ensâbu'l-Eşrâf, V, yay. S.D.F. Goitein, Jerusalem 1936.

BELÂZURÎ, Fütûhu'l-Buldân, Mısır 1932.

BOLELLİ, Nusrettin, Kadınların Hadis İlmindeki Yeri, İstanbul 1998.

BROCKELMANN, Cari, Târîhu'ş-Şu'ûbi'l-lslâmiyye, Arapça'ya tere. Nebîh Emin Fâris-Münir Baalbekî, Beyrut 1988.

CÂBÎRÎ, Muhammed Âbid, Islâm’da Siyasal Akıl, çev. Vecdi Akyüz, Kitabevi, İstanbul 1997.

CAHEN, Claude İslâmiyet, Doğuşundan OsmanlI Devleti'nin Kuruluşuna Kadar, çev. Esat Nermi Erendor, Bilgi Yayınevi, Ankara 1990.

CÂHIZ, Ebû Osman Amr b. Bahr (255/ 868), el-Osmâniyye, Mısır 1955.

CÂHIZ, Mehâsin ve'l- Ezdâd, thk. Muhammed Süveyd, Beyrut 1991.

CÂMÎÎ, Muhammed Mescidi, Ehl-i Sünnet ve Şia'da Siyasi Düşüncenin
Temelleri,
çev. Malik Eşter, İnsan Yayınları, İstanbul 1995.

CEVDET PAŞA, Ahmed (1822-1895), Kısâs-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ, I, İstanbul 1966.

ÇAĞATAY, Neşet-İbrahim Âgâh Çubukçu, Islâm Mezhepleri Târihi, A.Ü.İ.F Yayınları, Ankara 1976.

ÇAĞRICI, Mustafa, “Fitne” mad., TDV Islâm Ansiklopedisi, XIII, İstanbul 1996.

ÇELEBİ, Ahmet, örnek Halifeler Dönemi, çev. Haşan Fehmi Ulus, Seriyye Kitapları, İstanbul 1997.

DELLA VİDA, G. Levi, “Osman b. Affân” mad., Islâm Ansiklopedisi, IX, M.E.B. Yayınları, İstanbul 1965-1986.

DİYÂRBEKRÎ, Hüseyin b. Muhammed b. el-Hasan (990/1582), Târihu'l-Hamîs fi Ahvâli Enfesi Nefis, II, Beyrut 1866.

DOĞUŞTAN Günümüze Büyük Islâm Târihi, II, İstanbul 1986.

DURÎ, A. Aziz, İlk Dönem Islâm Târihi -bir önsöz-, çev. Hayrettin Yücesoy, Endülüs Yayınları, İstanbul 1991.

EBU'L-FEREC, Ali b. el-Huseyn el-İsbehânî (976/1568), Kitâbu'l-Eğânî, V, Kâhire 1963.

EBU'N-NASR, Ömer, ömerb. el-Hattâb, Beyrut 1935.

EBÛ UBEYD, Kâsım b. Sellâm el-Herevî el-Ezdî (224/838), Kitâbu'l-Emvâl, thk. Muhammed Halîl Harrâs, 3. baskı, Kâhire 1981.

EBÛ YUSUF, Ya'kûb b. İbrâhîm (182/798), Kitâbu'l-Harâc, Kâhire 1397/1977

EBÛ ZEHRA, Muhammed, İslam'da Siyâsî Îtikâdî ve Fıkhî Mezhepler Târihi, tere. Sıbğatullah Kaya, Şura Yayınları, İstanbul 1993.

EŞ’ARÎ, Ebu'l-Hasan Ali b. Ismâîl (324/936), Makâlâtu'l-lslâmiyyîn ve'H-tilâfu'l- Musallîn, thk. Hellmut Ritter, VViesbaden 1963.

EZDÎ, Muhammed Ibn Abdillâh (231/845), Târîhu Fütûhi'ş-Şâm, thk. Abdulmun'im Abdullah Âmir, Kâhire 1970.

FERRÛH, Ömer, Târîhu Sadri'l-lslâm ve'd-Devleti'l-Ümeviyye, 6. baskı, Beyrut 1983.

FESEVÎ, Ebû Yusuf Yâ’kûb b. Süfyân (277/890), Kitâbu'l-Ma'rifeti ve't-Târîh, II, thk. Ekrem Ziya el-ömerî, Bağdat 1974-1976.

FIĞLALI, Ethem Ruhi, Çağımızda Itikadi Islâm Mezhepleri, Selçuk Yayınları, 7. baskı, İstanbul 1995.

FIĞLALI, Ibâdiye'nin Doğuşu ve Görüşleri, A.Ü. Basımevi, Ankara 1983.

FIĞLALI, İmâm Ali (Ali Ibn Ebî Tâlib), TDV Yayınları, Ankara 1996.

FIĞLALI, "The Problem of ’Abd-Allah Ibn Saba"’, A.Ü. İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, V, s. 379-390, Ankara 1982.

FIĞLALI, Türkiye'de Alevîlik ve Bektâşîlik, Selçuk Yayınları, 4. baskı, İstanbul 1996.

FIĞLALI, “AİT mad., TDV Islâm Ansiklopedisi, II, İstanbul 1989.

GÖLPINARLI, Abdülbâkî, Hz. Ali Mü'minlerin Emîri, Der Yayınları, İstanbul 1990.

GÖLPINARLI, Târîh Boyunca Islâm Mezhepleri ve Şiîlik, Der Yayınları, İstanbul 1979.

GÖLPINARLI, Nehcu'l-Belâğa, Der Yayınları, İstanbul 1990.

GÖLPINARLI, Oniki İmam, Der Yayınları, İstanbul 1979.

GÜNAL, Mustafa, Hz. Ali Dönemi ve İç Siyaset, insan Yayınlan, İstanbul 1998.

HATİBOĞLU, “Islâm'da İlk Siyasi Kavmiyetçilik: Hilâfetin Kureyşliliğr, A.Û.I.F. Dergisi, XXIII, s. 121-213, Ankara 1978.

HAYDARÎZÂDE, İbrahim, Islâm Mezhepleri ve Tarîkatleri Târihi, sad. Rekin Ertem, Medrese Yayınevi, İstanbul 1981.

HAYYÂT, Halîfe b. (240/854), Târihu Halîfe b. Hayyât, I, thk. Süheyl Zekkâr, y.y. 1967.

HEYKEL, Muhammed Hüseyin, Osmân b. Affân beyne'l-Hilâfeti ve'l-Mülk, 6. baskı, Kâhire 1986.

HİMYERÎ, Ebû Saîd (573/1177), Hûru’l-‘Ayn, thk. Kemal Mustafa, Mısır 1948.

HİTTİ, Philip Khuri (1399/1978), yay. Edward Corci-Cebrâîl Süleyman Cebbur, Târfhu'l-Arab, II, 3. baskı, y.y. 1961.

HİZMETLİ, Sabri, “Târihi Rivayetlere Göre Hz. Osman'ın öldürülmesi", A.Û.I.F. Dergisi, XXVII, s. 149-176, A.Ü. Basımevi, Ankara 1985.

HİZMETLİ, İslam Târihi (Başlangıçtan İlk Dört Halife Devri Sonuna Kadar), A.Ü. Basımevi, Ankara 1991.

HİZMETLİ, “İçtimaî Hadiselerin Itikadî Islâm Mezheplerinin Doğuşuna Tesirleri
Üzerine Bir Deneme”, A.Û.I.F. Dergisi, XXVI,
Ankara 1983.

HUART, CL, “Ali b. Abi Tâlib” mad., Islâm Ansiklopedisi, I, M.E.B. Yayınları, İstanbul 1965.

IŞŞ, Yusuf, ed-Devletu'l-Ûmeviyye ve'l-Ehâdîs elletî Sebekathâ ve Mehhedet lehâ Ibtidâen min Fitneti Osmân, 2. baskı, Dımeşk 1985.

İBN ABDİRABBİH, Ebû Amr Ahmed b. Muhammed (327/939), Kitâbu’l-lkdi’l- Ferîd, şrh. Ahmed Emîn, IV, VI, Kâhire 1948.

İBN ARABÎ, Ebû Bekr (543/1148), el-Avâsım mine'l-Kavâsım, thk. Muhibuddîn Hatîb, Kâhire 1405/1984.

İBN A’SEM, Ebû Muhammed Ahmed (314/926), el-Fütûh, I, Beyrut 1986.

İBN EBÎ BEKR, Muhammed b. Yahya (741/1340), et-Temhîd ve'l-Beyân fî Makteli'ş-Şehîd Osmân, thk. Mahmud Yusuf Zâyid, Doha 1985.

İBN HACER, Ahmed b. Ali b. Muhammed b. Muhammed el-Askalânî (852/1448), el-lsabe fi Temyîzi's-Sahâbe, II, III, Mısır 1939.

İBN HACER, Tehzîbu't-Tehzîb, V, VII, Beyrut 1968.

İBN HALDÛN, Abdurrahman b. Muhammed el-Hadrâmî (808/1406), Mukaddime, I, çev. Zakir Kadiri Ugan, M.E.B. Yayınlan, İstanbul 1997.

İBN HALDÛN, Kitâbu'l-lber ve Dîvâni'l-Mübtedei ve'l-Haber fi Eyyâmi'l-Arab (Târîh), II, III, Beyrut 1971.

İBN HANBEL, Ahmed b. Muhammed (241/855), el-Müsned, I, Beyrut 1969.

İBN HİŞÂM, Ebû Muhammed Abdulmelik (218/833), es-Sîretu'n-Nebeviyye, IV, Beyrut trz.

İBN KESÎR, Ebu'l-Fidâ ’İmâduddîn İsmâîl b. Ömer (774/1372), el-Bidâye ve'n- Nihâye, VI, VII, Beyrut 1981.

İBN KESÎR, el-Muhtasar fi Ahbâri'l-Beşer, I, Mısır trz.

İBN KUTEYBE, Ebû Muhammed Abdullâh b. Husâm ed-Dîneverî (276/899), el-lmâme ve’s-Siyâse, I, thk. Tâhâ Muhammed, Mısır 1967.

İBN KUTEYBE, Uyûnu'l-Ahbâr, I, Kâhire 1963.

İBN MÂCE, Ebû Abdullâh Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî (207/822), es- Sünen, I, thk. Muhammed Fuâd Abdulbâkî, Mısır 1952.

İBN MANZÛR, Ebu'l-Fadl Cemaluddin Muhammed b. Mukrim (711/1311), Lisânu'l-Arab, XI, Beyrut 1374/1955.

İBN SA'D, Ebû Abdillâh Muhammed (230/844), et-Tabakâtu'l-Kübrâ, II, III, V, Beyrut 1380/1960.

İBN ŞEBBE, Ebû Zeyd Amr en-Nemîrî (262/875), Târîhu’l-Medîneti'l- Münevvera, IV, thk. Muhammed Şeltût, Beyrut 1990.

İBNU'L-ESÎR, Ebu'l-Hasen Muhammed b. Abdilkerîm b. Abdilvâhid eş- Şeybânî (630/1232), el-Kamil fi't-Târîh, II, III, Beyrut 1965-1966.

İBNU'L-ESÎR, Usdu'l-Gâbe fi Ma'rifeti's-Sahâbe, II, III, V, y.y. 1285/1868.

İBNU'L-CEVZÎ, Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali b. Muhammed (597/1200), el- Muntazam fi Târîhi'l-Mûlûki ve'l-Ümem, V, Beyrut 1992.

KAPAR, Mehmet Ali, Islâm'ın İlk Döneminde Bey'at ve Seçim Sistemi, Beyan Yayınları, İstanbul 1998.

KÂŞİF, Seyyide İsmâîl, Islâm Târihinin Kaynaklan ve Araştırma Metodları, çev. Mehmet Şeker, Rıza Savaş, Ramazan Şimşek, İzmir İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İzmir 1997.

KILAVUZ, Ahmet Saim, İman Küfür Sının-Tekfir Meselesi, Marifet Yayınları,

baskı, İstanbul 1996.

KUTLU, Sönmez, “Ehl-i Beyt Sembolik Kapitalinin Tarihi Süreç İçinde Semerelendirilmesf, İslâmiyât Dergisi, c. III, sayı III, s. 99-120, Ankara 2000.

KUTLUAY, Yaşar, Islâm ve Yahudi Mezhepleri, Ankara 1965.

KÜTÜKOĞLU, Mübahat S., Târih Araştırmalarında Usûl, Kubbealtı Neşriyat,

baskı, İstanbul 1998.

LE BON, Gustave, Kitleler Psikolojisi, Hayat Yayınları, İstanbul 1997.

MAKRİZÎ, Ebu'l-Abbas Ahmed b. Ali b. Abdilkâdir (845/1442), en-Nizâ ve't- Tehâsum fîmâ beyne Benî Ümeyye ve Benî Hâşim, thk. Huseyn Mu'nis, Kâhire 1988.

MES'ÛDÎ, Ebu'l-Hasan Ali b. Hüseyin b. Ali (346/957), Mûrûcu'z-Zeheb ve Meâdinu'l-Cevher, II, thk. Muhammed Muhiddin Abdulhamid, 3. baskı, Mısır 1958.

MEVDÛDÎ, Ebu'l-A'la, Hilâfet ve Saltanat, tere. Ali Genceli, 2. baskı, İstanbul 1980.

MİNKARÎ, Nasr b. Muzâhim (212/827), Vak'atu Sıffîn, thk. Abdusselâm Muhammed Hârûn, 2. baskı, Kâhire 1382/1962.

MÛSÂ, Muhammed Yusuf, Nizâmu’l-Hukm fi'l-lslâm, thk. Hüseyin Yusuf Musa, Beyrut 1988.

MÜSLİM, Ebu'l-Huseyn Müslim b. el-Haccâc (261/874), el-Câmiu's-Sahîh, İli, IV, thk. M. Fuâd Abdulbâkî, 2. baskı, Beyrut 1972.

NEVBAHTÎ, Ebû Muhammed el-Hasan b. Mûsâ (310/922), Kitâbu Fırakış-Şîa, tsh. Hellmut Ritter, İstanbul 1931.

NEVEVÎ, Ebû Zekeriyyâ Muhiddin b. Şeref (676/1277), Tehzîbu'l-Esmâ ve'l- Lüğât, I, Beyrut trz.

NEVİN MUSTAFA, Abdulhâlik, İslam Siyasi Düşüncesinde Muhalefet, çev. Vecdi Akyüz, İz Yayıncılık, İstanbul 1990.

ONAT, Haşan, Emevîler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, TDV Yayınları, Ankara 1993.

RAHBÎ, Abdulazîz b. Muhammed (1183/1769), Fıkhu’l-Mülûk ve Miftâhu'r- Ritâc el-Mursad a/â Hizâneti Kitâbi'l-Harâc, I, thk. Ahmed Ubeyd el- Kelbîsî, Bağdat 1973.

REYYİS, Muhammed Ziyâuddîn, Nazariyyâtu's-Siyâsiyyeti'l-lslâmiyye, Kâhire 1979.

SÂLİM, Abdulazîz, Târîhu's-Siyâsî ve'l-Hıdârî li'd-Devleti'l-Arabiyye, Beyrut trz.

SARIÇAM, İbrahim, Hz. Ebû Bekir, TDV Yayınları, Ankara 2000.

SARIÇAM, Emevî-Hâşimî İlişkileri Islâm öncesinden Abbâsîlere Kadar, TDV Yayınları, Ankara 1997.

SARIÇAM, "Klâsik Dönem Islâm Tarihinde Din IstismârT, İslâmiyât Dergisi, c. III, sayı III, s. 139-146, Ankara 2000.

SEYF B. ÖMER, el-Esedî (200/815), el-Fitnetu ve Va'katu'l-Cemel, thk. Ahmed Ratib Armûş, 6. baskı, Beyrut 1986.

SIRMA, İhsan Süreyya, İslâmî Tebliğin örnek Halifeler Dönemi, Beyan Yayınlan, 13. baskı, İstanbul 1997.

SUYÛTÎ, Celâleddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr (911/1505), Târîhu’l-Hulefâ, thk. Muhammed Muhiddin Abdulhamid, 3. baskı, Kâhire 1964.

TABERÂNÎ, Ebu'l-Kâsım Süleyman b. Ahmed (360/970), el-Mu'cemu'l-Kebîr, I, 2. baskı, Kâhire 1983.

TABERÎ, Ebû Ca'fer Ahmed b. Abdullâh b. Muhammed (294/906), Rıyâdu’n- Nadıra fî Menâkibi'-Aşera, II, Beyrut 1996.

TABERÎ, Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr (310/922), Târîhu'l-Ümem ve'l- Mülûk, thk. Muhammed Ebu'l-Fazl İbrâhîm, III, IV, Beyrut trz.

TÂHÂ HÜSEYİN, el-Fitnetu'l-Kübrâ, I, Dâru'l-Meârif, Mısır 1951.

TAMMÂVÎ, Süleyman Muhammed, ömerb. el-Hattâb ve Usûlu's-Siyâseti ve'l- Idârati'l-Hadîseti, Mısır 1976.

TANTÂVÎ, Ali-Naci, Ahbâru Ömer ve Ahbâru Abdullâh b. Ömer, 8. baskı, Beyrut 1983.

TC. YÜKSEKÖĞRETİM KURULU DOKÜMANTASYON MERKEZİ

TANTÂVÎ, Ali, Ebû Bekri’s-Sıddîk, Cidde 1986.

ÜNAL, A. Bülent, İlk Devir Islâm Düşüncesinde Hakimiyet Kavramı ve Tezahürleri, D.E.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, basılmamış Doktora tezi, İzmir 1997.

VÂKIDÎ, Muhammed b. Ömer (207/822), Kitâbu'l-Meğâzî, II, thk. Marsden Jones, Londra 1966.

WATT, W. Montgomery, Islâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev. Ethem Ruhi Fığlalı, Birleşik Yayıncılık, 2. baskı, İstanbul 1998.

VVELLHAUSEN, Julius, Arap Devleti ve Sukûtu, çev. Fikret Işıltan, A.Ü. Basımevi, Ankara 1963.

VVELLHAUSEN, Islâm'ın En Eski Târihine Giriş, çev. Fikret Işıltan, Ankara Matbaası, İstanbul 1960.

VVELLHAUSEN, İslam'ın İlk Devrinde Dinî Siyasî Muhalefet Partileri, T.T.K. Yayınları, Ankara 1989.

YAHYA B. ÂDEM, el-Kureşî (203/818), Kitâbu'l-Harâc, thk. Ahmed Muhammed Şâkir, Kâhire 1347/1928.

YA’KÛBÎ, Ahmed b. Ebû Ya’kûb b. Ca’fer b. Vehb (294/897), Târîhu'l-Ya’kûbî, II, Necef 1379/1960.

ZAHÎR, Ihsan İlâhî, Şia'nın Kuriân Imâmet ve Takiyye Anlayışı, tere. Sabri Hizmetli, Haşan Onat, Ankara 1984.

ZEHEBÎ, Şemsuddîn Muhammed b. Ahmed b. Osman (747/1346), Târîhu'l- Islâm ve't-Tabakâtu’l-Meşâhiri ve'l-A’lâm, II, Kâhire 1368/1948.

 



[1]  Ibn A’sem, el-Fûtûh, 1,14 vd..

[2]  Câbirî, Islâm'da Siyâsal Akıl, s. 259-260.

[3] Müslümanların Imâmet konusundaki fikir ayrılıkları ve çeşitli mezheplerin Imâmetle ilgili görüşleri için bkz: Himyerî, Hûru’l-Ayn, s. 150 vd.; Ebû Zehra, İslâm'da Siyâsî Itikâdî ve Fıkhı Mezhepler Tarihi, s. 17-27, 31 vd..

[4] Nevbahtî, Fıraku'ş-Şîa, s. 2; Eş’arî, Makâlât, s. 2; Himyerî, Hûru’l-Ayn, s. 212; Fığlalı, Ibadiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 27.

[5]  Şiî fırkaların İmâmet hakkmdaki görüşleri konusunda bkz: Himyerî, Hûru'l-Ayn, s. 154-157; Zahir, Şia'nın Kur'ân İmâmet ve Takiyye Anlayışı, 11-67.

[6]  Himyerî, Hûru'l-Ayn, s. 154; Ebû Zehra, Islâm'da Siyâsî Itîkâdî ve Fıkhı Mezhepler Tarihi, s. 41.

[7]   Kutluay, Islâm ve Yahudi Mezhepleri, s. 24.

[8]   Nevin Mustafa, Islâm Siyâsî Düşüncesinde Muhalefet, s. 169.

[9]  Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I, 12; Taberî’ye göre Sa’d b. Ubâde’ye halife olarak biat etmek üzere toplanmışlardı. Bkz: Taberî, Târîh, III, 201.

[10] Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 182, 616; ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, 1,13; Taberî, Târîh, 111,201,219.

[11]  Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I, 12-13; Taberî, Târih, III, 218.

[12]  Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I, 13.

[13]  Sa’d b. Ubâde o sırada çok hasta olduğu için konuşmalarını oğlu Kays b. Sa’d'a söylüyor, o da yüksek sesle topluluğa iletiyordu. Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I, 12; Taberî, Târih, İli, 218.

[14]  Fığlalı, Çağımızda itikâdî Islâm Mezhepleri, s. 30.

[15]  Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 616; Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I, 13-15; Taberî, Târih, III, 203, 219-220.

[16]  Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I, 11-12, 15-16; Taberî, Târih, III, 220 vd.

[17] Himyerî’ye göre, Ensâr, daha Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer toplantı yerine gelmeden önce Sa’d b. Ubâde'ye biat etmişti, fakat Hz. Ebû Bekir’in adaylığı söz konusu olup, Sa’d’ın amca oğlu Beşîr de Hz. Ebû Bekir’e biat eden ilk kişi olunca önceki kararlarından vazgeçip Hz. Ebû Bekir’e biat ettiler. Bkz. Himyerî, Hûru’l-Ayn, s. 212- 213.

[18]  Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 186; Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I, 16-17; Taberî, Târih, III, 210, 221-222; Sakîfetü Benî Sâide’de olanlar ve Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesi ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. Ibn A'sem, el-Fütûh, I, 3-14.

[19]  Taberî, Târih, III, 202.

[20]  Câbirî, Islâm'da SiyâsalAkıl, s. 259.

[21] Hatiboğlu, ‘Hilâfetin Kureyşliliği”, A.O.I.F. Dergisi, XXIII, s. 121-213; Câbirî, Islâm'da SiyâsalAkıl, s. 280; Fığlalı, Ibâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 31.

[22] Ahmed Emîn, Fecru’l-lslâm, s. 252 vd.; Hizmetli, İçtimaî Hadiselerin..., A.O.I.F. Dergisi, XXVI, s. 655.

[23]  İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 617; İbn Kuteybe, el-imâme ve’s-Siyâse, I, 17; Taberî, Târîh, III, 222-223. Nevbahtî, Sa’d b. Ubâde’nin Şam'da, öldürüldüğünü söylemektedir. Nevbahtî, Fırakuş-Şîa, s. 4-5.

[24]  Reyyis, Nazari yy ât, s. 176-179, müellif konuyu delilleriyle izah etmektedir.

[25]  Reyyis, Nazariyyât, s. 178.

[26]  Mûsâ, Nizâmu’l-Hukm, s. 98.

[27]  İbn Kesîr, el-Bidâye, VI, 301-302.

[28]  Taberî, Târîh, III, 209; Suyûtî, Tarîhu'l-Hulefâ, s. 67; Tantâvî, Ebû Bekri's-Sıddîk, s. 164-165; Fığlalı, Ibâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 32.

[29]  Taberî, Târih, III, 209; Suyûtî, Târîhu'l-Hulefâ, s. 67.

[30]  Ya’kûbî, Târîh, II, 126.

[31]  Hz. Ali’nin Ebû Bekir’e biati ile ilgili daha fazla bilgi için bkz: Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I, 19-22; Taberî, Rıyâdu'n-Nadıra, II, 202 vd.; Ibn Arabî, el-Avâsım, s. 61-64.

[32]  Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, 1,20-22; Taberî, Târîh, III, 208.

[33] Sönmez Kutlu, “Hz. Ali'nin, Hz. Ebû Bekir'e ve diğer halifelere karşı, kendisinin Ehli Beytten olduğu ve Hz. Peygamberin dini, hukuki ve Siyâsî mirasçısı olduğu şeklinde bir gerekçe ileri sürerek biat etmekten kaçındığına dair bir kayda rastlamıyorum demektedir. Bkz: Kutlu, “Ehli Beyt Sembolik Kapitalinin...”, s. 109. Oysa bu rivayet Hz. Ali'nin kendisinin Ehli-i Beyt'ten olduğunu Hz. Ebû Bekir'e karşı dile getirdiğini ve ona hemen biat etmekten kaçındığını göstermektedir. Peygamberin vasisi olduğunu iddia etmese de, Hz. Ali'nin ona olan yakınlığını bir üstünlük olarak kullanmak istediği aşikardır.

[34]  Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I, 18-19, Hz. Ömer ve beraberindekilerin Hz. Ali'yi ölümle tehdit ettikleri rivayeti de vardır. Bkz: a.e., I, 20.

[35]  Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I, 19.

[36]  Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I, 24.

[37]  Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I, 20.

[38]  Câbirî, Islâm’da Siyâsal Akıl, s. 280.

[39]  Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, 1,20-22; Taberî, Târih, III, 208.

[40] Günal, Hz. Ali Dönemi ve İç Siyâset, s. 22; Câbirî, Islâm’da Siyâsal Akıl, s. 278-279, Ayrıca müellifin, Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekir’e biati ile ilgili rivayetlerin geneli hakkındaki değerlendirmesi için bkz. a.e., s. 262.

[41]  Akbulut, Sahâbe Devri Siyâsî Hadiselerinin..., s. 70.

[42]  Bakır, Halifeliğine Kadar Hz. Ali, s. 62.

[43]  Kâşif, Islâm Târihinin Kaynakları..., s. 69.

[44]  Taberî, Târih, III, 420.

[45]  Ibn Abdirabbih, el-lkdu’l-Ferîd, IV, 265; Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 33, 38.

[46]  Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 59.

[47]  Suyûtî, Târîhu'l-Hulefâ, s. 30.

[48]  Suyûtî, Târîhu'l-Hulefâ, s. 30.

[49]  Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I, 21.

[50]  Taberî, Târih, III, 208.

[51]  Ibn Sa'd, et-Tabakât, II, 350; Taberî, Rıyâdu'n-Nadıra, II, 195 vd.; Gölpınarlı, Hz. Ali, s. 58; Fığlalı, İmâm Ali, s. 56.

[52]  Sarıçam, Hz. Ebû Bekir, s. 65-66.

[53]  Reyyis, Nazariyyât, s. 179; Haydarîzâde, Islâm Mezhepleri ve Tarikatleri Târihi, s. 92.

[54]  Ezdî, Târihu Fütûhi'ş-Şâm, s. 4; krş: Ya’kûbî, Târih, II, 132-133.

[55]  Sarıçam, Hz. Ebû Bekir, s. 47.

[56]  Haydarîzâde, Islâm Mezhepleri ve Tarîkatleri Târihi, s. 92.

[57]  Cabiri, Islâm'da SiyâsalAkıl, s. 285.

56 Suyûtî, Târîhu'l-Hulefâ, s. 83.

[59]  Tayin metni şöyledir:”Esirgeyen bağışlayan Allah’ın adıyla! Bu, Ebû Bekir b. Kuhâfe'nin dünyadan göçerken yaptığı son, ahirete girerken yaptığı ilk sözleşmedir. Ömer b. Hattâb'ı sizin üzerinize halife atadım... Size adaletli davrandığını görürseniz, bu benim ona beslediğim iyi zandır ve ondaki ümidimdir. Değiştirirse, ben iyiliği istedim, gaybı bilemem. Zulmedenler hangi sona ulaşacaklarını bilir.” Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 24; kış: Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 200; Taberî, Târih, III, 429.

[60] Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, 1,25; krş: Taberî, Târih, III, 428,429; Ibn A'sem, el-Fütûh, I, 121-123.

[61]  Ibn A'sem, el-Fütûh, 1,123.

[62]  Suyûtî, Târihu'l-Hulefâ, s. 83.

[63]  Câbirî, İslâm’da Siyâsal Akıl, s. 284-285.

[64]  Yahyâ b. Âdem, Kitâbu'l-Harâc, s. 77-78.

[65]  Suyûtî, Târîhu'l-Hulefâ, s. 45.

[66]  Suyûtî, Târîhu'l-Hulefâ, s. 46.

[67]  Tammâvî, Ömer b. el-Hattâb, s. 87.

[68]  Tantâvî, Ahbâru Ömer, s. 166-167.

[69]  Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, 1,27.

[70]  Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, II, 537.

[71] Câhız, Osmâniyye, s. 237. Hz. Ali'nin erkek-kız toplam otuz üç çocuğu olmuştur. Oğullarından Hz. Haşan ve Hüseyin'le, doğmadan düşen ve adı Hz. Peygamber’ tarafından konan Muhsin, kızlarından Zeynep ve Ümmü Gülsüm Hz. Fatıma'dan olan çocuklarıdır. Hz. Peygamberin soyu, torunları Hz. Haşan ve Hz. Hüseyin'le; Hz. Ali'nin diğer hanımlarından doğan Muhammed b. el-Hanefiyye, Ebu'l-Fazl Abbas ve Ömeru’l-Ataraftan devam etmiştir ki söz konusu edilen bu evlâdıdır. Ibn Sa'd, et- Tabakât, III, 19-20; Gölpınarh, Oniki İmâm, s. 21.

[72]  Ibn A'sem, el-Fütûh, I, 330.

[73]  Abduh, Şerhu Nehci'l-Belâğa, 1, 35.

[74]  Tammâvî, Ömerb. el-Hattâb, s. 161.

[75]  Ibn Sa'd, et-Tabakât, II, 350; Taberî, Riyâdu'n-Nadıra, II, 195 vd.; Gölpınarh, Hz. Ali, s. 58; Fığlalı, imâm Ali, s. 56; Günal, Hz. Ali Dönemi ve İç Siyâset, s. 24.

[76]  Günal, Hz. Ali Dönemi ve İç Siyâset, s. 24.

[77]  Bakır, Halifeliğine Kadar Hz. Ali, s. 67.

[78]  Rahbî, Fıkhi'l-Mülûk, I, 128-129.

[79]  Ibn A'sem, el-Fütûh, I, 291-292.

[80]  Ibn A'sem, el-Fütûh, I, 292 vd.; Krş: Ebû Ubeyd, Kitâbul-Emvâl, s. 342.

[81]  Ya'kûbî, Târih, II, 145; Tammâvî, Ömer b. el-Hattâb, s. 209; Tantâvî, Ahbâru Ömer, s. 204.

[82]  Ibnu'l-Esîr, el-Kâm il, II, 526.

[83]  Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, 11, 561..

[84]  Ibn Kesîr, el-Bidâye, VM, 55.

[85]  Fığlalı, TDVIslâm Ansiklopedisi, 11,372.

[86]  Ebû Yusuf, Kitâbu'l-Harâc, s. 26-28; Ebû Ubeyd, Kftâbul-Emvâl, s. 61; Tammâvî, Ömer b. el-Hattâb, s. 113.

[87]  Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, III, 55-56.

[88]  Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, II, 502-504; Tantâvî, Ahbâru Ömer, s. 324-325.

[89]  Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 307.

[90]  Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 295; lbnu'1-Eslr, el-Kâmil, II, 502; Tammâvl, Ömer b. el- Hattâb, s. 137.

[91] Mes'ûdî, Mürûc, II, 317-318; Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, II, 450; Ibn Kesir, el-Bidâye, VII, 35.

[92]  Gölpınariı, Hz. Ali, s. 59.

[93]  Tammâvî, Ömer b. el-Hattâb, s. 196-197. Fıkhî konulardaki başka fetvaları ve tavsiyeleri için bkz: a.e.,198, 201,205.

[94]  Tammâvî, Ömerb. el-Hattâb, s. 499.

[95] Ibn Arabî, el-Avâsım, s. 194; Haydarîzâde, Islâm Mezhepleri ve Tarikatleri Târihi, s. 92.

[96]  Vâkıdî, Meğâzî, II, 697-698.

[97]  Taberî, Târih, IV, 227. ibn Kuteybe'de ise Sâlim yerine Muaz b. Cebel ve Hâlid b. Velîd'in adları geçmektedir. Bkz. İbn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 28; krş: İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 343.

[98]  İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 342.

[99]  İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 61, 338, 343; İbn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 28; Belâzurî, Ensâb, V, 16,18.

[100]  ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 61, 344; İbn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 28; Taberî, Târih, IV, 192.

[101]  İbn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 29; Belâzurî, Ensâb, V, 18.

[102]  Taberî, Târih, IV, 191.

[103] Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 29; Bkz. Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 341,343; Belâzurî, Ensâb, V, 16-17; Ebu'n-Nasr, Ömer b. el-Hattâb, s. 224-225.

[104] Bazı araştırmacılar Hz. Ali’nin halife olması konusunda Hz. Ömer’in tereddütlerini, ondaki halife seçilme tutkusundan ve siyâsî hırsından endişe etmesine bağlamaktadır. Mesela Bkz: Bakır, Halifeliğine Kadar Hz. Ali, s. 69-70. Kanaatimizce bu sağlıklı bir yorum olarak gözükmemektedir. Her ne kadar Hz. Ömer'in böyle ifadeleri varsa da, târihî rivayetler dikkatle değerlendirildiğinde, Hz. Ali’nin o zamana gelinceye kadar halife seçilmek için aşırı bir hırsı ve tutkusu olmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Hz. Ömer benzer kaygılan, Hz. Osman ve Abdurrahmân ve Şura'nın diğer üyeleri için de taşımaktadır. Bkz. Ibn Kuteybe, el- lmâme ve’s-Siyâse, I, 29. Onun endişesinin, Şura üyelerinin şahsiyetlerinden çok, Arap kavmiyetçiliğinin seçilen halifenin İyi idare gösterememesine sebep olacağı konusundaki korkusuna bağlı olduğunu düşünmek daha uygun olur kanaatindeyiz.

[105]  Taberî, Târih, IV,192; Aynca bkz: Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 29; Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 344.

[106]  Sırma, İslâmî Tebliğin Örnek Halifeler Dönemi, s. 102.

[107]  Taberî, Târih, IV, 229.

[108]  Belâzurî, Ensâb, V, 17.

[109]  Haydarîzâde, Islâm Mezhepleri ve Tarîkatleri Târihi, s. 82.

[110]  Taberî, Târih, IV, 192.

[111]  Taberî, Târih, IV, 192; Ibn Kesir, el-Bidâye, VII, 145.

[112]  Taberî, Târih, IV, 228; Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 28.

[113]  Taberî, Târih, IV, 192. Ayrıca bkz. Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 339; Ibn Kuteybe, el- lmâme ve's-Siyâse, 1,29.

[114]  Çelebi, örnek Halifeler Dönemi, s. 54.

[115]  Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 350, 352, 365; Taberî, Târih, IV, 193-194.

[116] Müslim, IV, 1858-1859; Bkz: Ibn Mâce, 1,37-38; Ibn Kuteybe, el-lmâme ve’s-Siyâse, I, 9-10; Fesevî, Kitâbu'l-Ma'rife, II, 745; Zehebî, Târih, II, 65.

[117]  Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 369-371.

[118]  Hizmetli, “Târihi Rivayetlere Göre Hz. Osman'ın Öldürülmesi", s. 162.

[119]  Ya’kûbî, Târih, II, 162.

[120]  Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 30. Taberî'de ise Hz. Ali'nin bu konuda
görüşünü belirtmeyerek sustuğu kaydedilmektedir. Bkz: Taberî, Târîh, IV, 231.

[121]  Belâzurî, Ensâb.V, 21.

[122]  Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 70-71.

[123]  Taberî, Târîh. IV, 231.

[124]  Ya'kûbî, Târîh, II, 162.

[125]  Taberî, Târîh, IV, 233.

[126]  Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 31.

[127]  Câbirî, Islâm'da Siyâsal Akıl, s. 361.

[128]  Delta Vida, Islâm Ansiklopedisi, IX, 438.

[129] Ibn Abdirabbih, el-lkdu'l-Ferîd, IV, 303; Durî, İlk Dönem Islâm Târihi, s. 94; Fığlalı, İmâm Ali, s. 57; Türkiye'de Alevîlik-Bektâşîlik, s. 40-41.

[130]  Fığlalı, İmâm Ali, s. 58.

[131]  Haydarîzâde, Islâm Mezhepleri ve Tarikatleri Târihi, s. 84-85; Gölpınarlı, Târih Boyunca Islâm Mezhepleri ve Şiîlik, s. 58, 75.

[132]  Belâzurî, Ensâb, V, 19; Taberî, Târih, IV, 229-230; Ibn Kesîr, el-Muhtasar fi Ahbâri'l-Beşer, 1,165.

[133]  Nîsâ 1.

[134]  Belâzurî, Ensâb, V, 20; Taberî, Târih, IV, 231.

[135]  VVelIhausen, Arap Devletî ve Sukûtu, s. 19.

138     Hizmetli, Islâm Târihi, s. 208.

[137]  Câbirî, İslâm’da SiyâsalAkıl, s. 296 vd.

[138]  Ibn Sa’d, et-Tabakât, III, 63; Belâzurî, Ensâb, V, 23; Taberî, Târîh, IV, 233; Ibn Ebî Bekr, et-Temhîd, s. 27.

[139]  Akbulut, Sahâbe Devri Siyâsî Hadiselerinin..., s. 155.

[140]  Nevin Mustafa, Islâm Siyâsî Düşüncesinde Muhalefet, s. 160. Halifelik müessesesinin hukuki açıdan incelenmesi için bkz: Yusuf Mûsâ, Nizâmu’l-HOkm fi'l- Islâm. Ayrıca bkz: A. Bülent Ünal, İlk Devir İslâm Düşüncesinde Hakimiyet Kavramı ve Tezahürleri, D.E.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, basılmamış Doktora tezi, İzmir 1997.

[141]  Hizmetli, Islâm Târihi, s. 189.

[142]  Hizmetli, Islâm Târihi, s. 208.

[143]  Kâşif, Islâm Târihinin Kaynaklan..., s. 13 vd.; Kütükoğlu, Tarih Araştırmalarında Usûl, s. 8.

[144]  Durî, İlk Dönem Islâm Târihi, s. 93.

[145]  Hizmetli, Islâm Târihi, s. 189.

[146]  İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 62,339; Belâzurî, Ensâb, V, 22-23.

[147]  İbn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, 1,30-31.

[148]  Belâzurî, Ensâb, V, 18.

[149] Minkarî, Vak’atu Sıffln, s. 201; İbn Hişâm, Sîret, IV, 304; İbn Sa'd, et-Tabakât, II, 245-246; İbn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyase, I, 12; Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil, II, 217, 224; Makrizî, en-Nizâ vet-Tehâsum, s. 85 vd.; Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetu'l-Kübra, I, 155; Atay, Ehl-i Sünnet ve Şîa, s. 21.

[150]  Nevin Mustafa, Islâm Siyâsî Düşüncesinde Muhalefet, s. 160; Bakır, Halifeliğine Kadar Hz. Ali, s. 55

[151]  Belâzurî, Ensâb, V, 23; İbn Arabî, el-Avâsım, s. 58.

[152]  İbn Sa'd, et-Tabakât, II, 245; Belâzurî, Ensâb, V, 23.

[153]  İbn Sa'd, et-Tabakât, II, 246.

[154]  Ibn Sa'd, et-Tabakât, II, 246-247; Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyase, I, 12; Belâzurî, Ensâb, V, 23.

[155] Abbas Şura'nın belirlenmesinden sonra Hz. Ali'ye “Evinde otur, Şura’ya katılma, halife seçilmene kimse karşı çıkmaz” demişti. Bkz: Belâzurî, Ensâb, V, 23; krş: Taberî, Târih, IV, 228, 230.

[156]  Taberî, Târih, IV, 230.

[157]  Abduh, Şerhu Nehcil-Belâğa, III, 391-392.

[158]  Bakır, Halifeliğine Kadar Hz. Ali, s. 54-55.

[159]  Gölpınarlı, Hz. Ali, s. 62.

[160]  Della Vida, Islâm Ansiklopedisi, IX, 430; Fığlalı, Ibadiye’nin Doğuşu ve Gelişmesi, s. 34.

[161]  Belâzurî, Ensâb, V, 25; Akkad, Abkariyye, s. 33 vd.; Hizmetli, "Târihi Rivayetlere Göre Hz. Osman'ın öldürülmesi"

[162]  Ibn Ebî Bekr, et-Temhîd, s. 28.

[163]  Ibn Ebî Bekr, et-Temhîd, s. 45; Ibn Kesîr, el-Bidâye, VII, 148.

[164]  Hayyât, Târih, I, 178; Belâzurî, Fütûh, s. 224.

[165]  Belâzurî, Fütuh, s. 324; Taberî,Târih, IV, 263.

[166]  Ibnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, II, 198; Diyârbekrî, Târih, II, 358.

[167]  Taberî, Târih, IV, 431.

[168]  Taberî, Târih, IV, 231, 233, 237,238; Ibn Hanbel, el-Müsned, I, 75; Kapar, Islâm'ın İlk Döneminde..., s. 53.

[169]  Belâzurî, Ensâb, V, 9.

[170]  Hicr47.

[171]  Belâzurî, Ensâb, V, 10.

[172]  Ibn Kesîr, el-Bidâye, VII, 176-181.

[173]  Belâzurî, Ensâb, V, 10.

[174]  Kaynaklarda fitne hadisesi ile ilgili yer alan haberlerin ravileri hakkında değerlendirme için bkz. Işş, ed-Devletu'l-Ümeviyye, s. 38-40.

[175]   Belâzurî, Ensâb, \f, 26; VVelIhausen, Islâm'ın En Eski Târihine Giriş, s.112.

[176]  Bkz: Çağncı, TDV Islâm Ansiklopedisi, XIII, 156-159. Hz. Osman’ın öldürülmesi olayının Islâm Târihinde fitne olarak isimlendirilmesi ve bu konuda yazılmış eserlerin bibliyografyası için ayrıca bkz: Işş, ed-Devletu'l-Ümeviyye, s. 32 vd.

[177]  Bkz: Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetu‘l-Kûbrâ; Sâlim, Târîhu's-Siyâsî, s. 285 vd.; Aseiî, Muâviye b. Ebî Süfyân, s. 78.

[178]  Haydarîzâde, Islâm Mezhepleri ve Tarikatleri Târihi, s. 29.

[179]  Fığlalı, Ibadiye'nin Doğuşu ve Gelişmesi, s. 34.

[180]  Onat, Emevîler Devri Şîî Hareketleri, s. 155.

[181]  Çağatay-Çubukçu, Islâm Mezhepleri Târihi, s. 7; Bkz: Makrizî, en-Nizâ vet- Tehâsum, Kâhire 1988.

[182]  Onat, Emevîler Devri Şîî Hareketleri, s. 28.

[183]  Onat, Emevîler Devri Şff Hareketleri, s. 29.

[184]  Câbirî, Islâm’da Siyâsal Akıl, s. 316-317; Câmiî, Ehl-i Sünnet ve Şia'da Siyasi Düşüncenin Temelleri, s. 79 vd.

[185]  İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Gâbe, II, 198; Diyârbekrî, Târih, II, 358.

[186]  Akbulut, Islâm'da İlk Devir Siyâsî Olaylarının..., s. 66.

[187]  Câbirî, Islâm'da Siyâsal Akıl, s. 375 vd.

[188] Câbirî, Islâm'da Siyâsal Akıl, s. 316-317; Fığlalı, Türkiye'de Alevilik Bektaşilik, s. 41- 42.

[189]  VVelIhausen, Islâm'ın En Eski Târihine Giriş, s.102; Cahen, İslâmiyet, s. 29.

[190]  Ebû Zehra, Islâm'da Siyâsî Itikadi ve Fıkhi Mezhepler Târihi, s. 37.

[191]  VVelIhausen, Islâm'ın En Eski Târihine Giriş, s. 102.

[192]  Akbulut, Islâm'da İlk Devir Siyâsî Olaylarının..., s. 62.

[193]  Taberî, Târih, IV, 396 vd.; Çelebi, örnek Halifeler Dönemi, s. 59.

[194]  Akbulut, Islâm'da ilk Devir Siyâsî Olaylarının..., s. 67.

[195]  Daha fazla bilgi için bkz. Fığlalı, “The Problem of 'Abd-Allah İbn Saba", s. 379-391.

[196]  Şerefeddîn, “Islâm'da İlk Fikri Hareketler ve Dini Mezhepler”, s. 3.

[197]  Taberî, Târih, IV, 340.

[198]  İbn Ebî Bekr, et-Temhîd, s. 67-72; Ebû Zehra, Islâm'da Siyâsî Îtikâdî ve Fıkhî Mezhepler Târihi, s. 46.

[199]  Taberî, Târih, IV, 353, 358-359; Belâzurî, Ensâb, V, 46.

[200]  Hizmetli, "Târihi Rivayetlere Göre Hz. Osman'ın Öldürülmesi", s. 169-170.

[201]  VVelIhausen, Islâmiyetin İlk Devrinde Dini Siyâsî Muhalefet Partileri, s. 15.

[202]  Fığlalı, Çağımızda Itikâdî İslâm Mezhepleri, s. 289 vd.

[203]  Nevin Mustafa, Islâm Siyâsî Düşüncesinde Muhalefet, s. 19.

[204]  VVelIhausen, Arap Devleti ve Sukûtu, s. 21.

[205]  Belâzurî, Ensâb, V, 39; Taberî, Târih, IV, 271.

[206]  İbn Sa'd, et-Tabakât, V, 32; Belâzurî, Ensâb, V, 40.

[207]  Mes’ûdî, Mürûc, II, 346; Çağatay-Çubukçu, Islâm Mezhepleri Târihi, s. 8.

[208]  Belâzurî, Ensâb, V, 41-42.

[209]  Belâzurî, Ensâb, V, 40.

[210]  Belâzurî, Ensâb, V, 43-47; Mes’ûdî, Mürûc, II, 346; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 167.

[211]  Hitti, Târih u'l-Arab, II, 235; Ferrûh, Târîhu Sadri'l-lslâm, s. 118; Onat, Emevîler Devri Şiî Hareketleri, s. 30.

[212]  Abdullah b. Ebî Şerh hicretten önce İslâmiyet! kabul etmiş ve vahiy kâtipliğinde bulunmuştu. Fakat bir keresinde Hz. Peygamber' gelen bir ayeti yazdırırken, ayetin sonunu doğru tahmin edince kendisine de vahiy geldiğini iddia ederek irtidâd etmişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber’ onu öldürtmek istedi. Fakat Osman'ın ısrarlı ricası üzerine gözüne görünmemesi şartıyla affetti. 59/678'de öldü. Bkz: Ibnu’l-Esîr, Usdu'l-Gâbe, III, 173; Ibn Hacer, el-lsâbe, II, 309 vd.

[213]  Taberî, Târih, IV, 356.

[214]  Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, III, 88; Ibn Kesîr, el-Bidâye, VII, 170.

[215]   Belâzurî, Ensâb, V, 26.

[216]  Taberî, Târih, IV, 341; İbn Haldûn, Târih, II, 143.

[217]  İbn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 36; Belâzurî, Ensâb, V, 89; Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 149-150; İbn Ebî Bekr, et-Temhîd, s. 88 vd.; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 167; Heykel, Osman b. Affân, s. 117.

[218]  Belâzurî, Ensâb, V, 89.

[219]  Ferrûh, Târihu Sadri'l-lslâm, s. 119.

[220]  Bu konuda bkz: Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetu'l-Kübra, 1,171.

[221]  Belâzurî, Ensâb, V, 49-51.

[222]  Belâzurî, Ensâb, V, 50.

[223]  Muhammed b. Ebî Bekr, aslında Ebû Huzeyfe'nin oğludur. Ibn Ebî Bekr denmesi Hz. Ebû Bekir’in evlatlığı olmasındandır. Brockelmann, Tarihu'ş-Şuûbi'l-lslâmiyye, s. 113. Muhammed'in annesi, Hz. Ebû Bekir'in ölümünden sonra Hz. Ali ile evlenmiş, Muhammed Hz. Ali'nin yanında yetişmişti. Bu nedenle fitne olayları sırasında ona karşı teveccüh göstermiş olmalıdır. Çelebi, örnek Halifeler Devri, s. 65; Doğuştan Günümüze Büyük Islâm Târihi, II, 208-219.

[224]  İbnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 161.

[225]  Taberî, Târih, IV, 357.

[226]  Ibn Ebî Bekr, et-Temhîd, s. 88-90.

[227]  Velîd hakkında bkz: Belâzurî, Ensâb, V, 30-33; Taberî, Târih, IV, 251, 271.

[228]  Taberî, Târih, IV, 333.

[229]  Wellhausen, İslâm'ın İlk Devrinde Dini Siyâsî Muhalefet Partileri, s. 16.

[230]  Belâzurî, Ensâb, V, 60; Taberî, Târih, IV, 337-338; Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 75-76; Ibn Abdirabbih, el-lkdu'l-Ferid, IV, 308; Abduh, Şerhu Nehci'l-Belâğâ, II, 285-286.

[231]  Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 149-150; Ibn Kesîr, el-Bidâye, VII, 167; Heykel, Osman b. Affân, s. 117.

[232]  Mes’ûdî, Mürûc, II, 352; Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 161; Ibn Kesîr, el-Bidâye, VII, 173- 174; Asilerin liderleri hakkında daha fazla bilgi için bkz: Ibn Arabî, el-Avâsım, s. 121-131.

[233]   Belâzurî, Ensâb, V, 59; Taberî, Târih, IV, 358.

[234]   Ibn Abdirabbih, el-lkdu'l-Ferid, IV, 308.

[235]  Ferrûh, Târthu Sadri'l-lslâm, s. 119.

[236]  Fığlalı, İmâm Ali, s. 59.

[237]  Işş, ed-Devletu'l-Omeviyye, s. 70-71.

[238]  Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 356, V, 16-17.

[239]  Nevevî, Tehzîbu'l-Esmâ, I, 315-316; Çelebi, örnek Halifeler Devri, s. 55.

[240] Akbulut, Islâm'da İlk Devir Siyâsî Olaylarının..., s. 61.

[241]  Ibn Sa'd, et-Tabakât, V, 17.

[242]  Belâzurî, Ensâb, M, 24; Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetu'l-Kübrâ, 1,155.

[243] Belâzurî, Ensâb, V, 40,43-47,48; Mes’ûdî, Mürûc, II, 346; Ibn Kesîr, el-Bidâye, VII, 167.

[244]  Belâzurî, Ensâb, V, 52, 53; Taberî, Târih, IV, 283; Çağatay-Çubukçu, Islâm Mezhepleri Târihi, s. 8.

[245]  Taberî, Târih, IV, 284.

[246]  Belâzurî, Ensâb, V, 53; Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 67; Wellhausen, Islâm'ın En Eski Târihine Giriş, s. 111.

[247]  Belâzurî, Ensâb, V, 54; Ya'kûbî, Târih, II, 172-173; Mes’ûdî, Mürûc, II, 350 vd.

[248]  Belâzurî, Ensâb, V, 57.

[249]  Belâzurî, Ensâb, V, 54.

[250]  Taberî, Târih, IV, 341; Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 78; Ibn Haldûn, Târih, II, 143.

[251]  Ibn Ebî Bekr, et-Temhîd, s. 97-99.

[252]  Uzun sakallı, yaşlı ahmak adam gibi anlamlara gelmektedir. Aynı zamanda sima olarak Hz. Osman'a benzeyen Mısırlı bir kişinin de adıydı. Hz. Osman'ı kötülemek, küçük düşürmek için kullanılmış bir ifadedir. Ibn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XI, 669- 670.

[253]  Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetu'l-Kübra, 1,171.

[254]  Belâzurî, Ensâb, V, 48, 49.

255 Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-siyâse, I, 35-36.

[256]  Belâzurî, Ensâb, V, 54-55.

[257]  Ibn Sa'd, et-Tabakât, II, 342-344, VI, 13-14; Ibnu’l-Esîr, Usdu'l-Gâbe, III, 256 vd..

[258]  Ebu'l-Ferec, Eğânî, V, 123 vd.

[259]  Işş, ed-Devletu'l-Omeviyye, s. 5 vd.

[260]  Belâzurî, Ensâb, V, 36; Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetu’l-Kübra, 1,171.

[261]  Belâzurî, Ensâb, V, 36-37.

[262]  Belâzurî, Ensâb, V, 37; Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetu'l-Kübrâ, 1,171.

[263]  Ibnu'l-Esîr, Usdu'l-Gâbe, V, 90 vd.; Ibn Hacer, el-lsâbe, III, 601.

[264] Müslim, es-Sahîh, Hudûd, III, 1331-1332; Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyase, I, 36- 37; Belâzurî, Ensâb, I, 33-35, Belâzurî'de cezanın Ali tarafından infaz edildiğini gösteren, ayrıca kırbaç sayısını kırk olarak nakleden rivayet de mevcuttur. Bu konuda ayrıca bkz: Ibn Abdirabbih, el-lkdu'l-Ferid, VI, 348; Mes’ûdî, Mürûc, II, 345; Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 53.

[265] Taberî, Târih, IV, 358.

[266] Belâzurî, Ensâb, V, 61; Mes’ûdî, Mürûc, II, 353. VVelIhausen, Hz. Osman'ın isyancılarla anlaşma çabası için "O zamanlar dünyanın diğerleriyle mukayese edilmeyecek derecede en kuvvetli devletinin hakimi olan Osman, payitahtında iktidarını destekleyecek hiçbir kuvvete sahip olmadığı için asiler topluluğu ile anlaşmaktan başka çare bulamadı" yorumunu yapmaktadır. VVelIhausen, Arap Devleti ve Sukûtu, s. 20.

[267]  Belâzurî, Ensâb, V, 61, 64, 89; Ibn Arabî, el-Avâsım, s. 132-133.

[268] Hayyât, Târih, I, 182-183; Zehebî, Târih, II, 129. Ayrıca bkz: Belâzurî, Ensâb, V, 64.

[269]  Belâzurî, Ensâb, V, 64; Taberî, Târih, IV, 360-361.

[270]  Belâzurî, Ensâb, V, 65; Taberî, Târih, IV, 362; Ibn Kesîr, el-Bidâye, VII, 172-173.

[271] Belâzurî, Ensâb, V, 65; Taberî, Târih, IV, 362; Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, III, 164; Ibn Kesîr, el-Bidâye, VII, 172-173.

[272] Belâzurî, Ensâb, V, 68, Başka bir rivayete göreyse Hz. Ali, mektup hakkındaki cevaplarına rağmen Hz. Osman'a inanmamış ve ona kızarak "Bu senin işindir." demişti. Bkz: a.e., V, 66; Ibn Sa’d, et-Tabakât, III, 65; Ibn Şebbe, Tarihu'l- Medîneti'l-Münevvera, IV, 1150; Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 39, 43; Taberî, Târih, IV, 367-368; Mes'ûdî, Mürûc, II, 253.

[273] Taberî, Târih, IV, 355; Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 40; Ibn Arabî, el- Avâsım, s. 133-135.

[274]  Kutluay, Islâm ve Yahudi Mezhepleri, s. 37.

[275] Akbulut, Islâm'da İlk Devir Siyâsî Olaylarının..., s. 73.

[276]  Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 41, 42.

[277]  Belâzurî, Ensâb, V, 71.

[278]  Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 41; Belâzurî, Ensâb, V, 68; Mes’ûdî, Mürûc,

II, 353; SuyÛtî, Târîhu'l-Hulefâ, s. 149

[279]  Taberî, Târîh, IV, 386; Ibnu'l-Cevzî, Muntazam, V, 54; Ibn Haldûn, Târîh, II, 149.

[280] Taberî, Târîh, IV, 385; Ibn A'sem, el-Fütûh, I, 429; Mes’ûdî, Mürûc, II, 358; Ibn Haldûn, Târîh, II, 150.

[281]  Belâzurî, Ensâb, V, 47-48; Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, III, 168.

[282]  Ibn Arabî, el-Avâsım, s. 136.

[283]  Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 66; Ibn Arabî, el-Avâsım, s. 137.

[284]  İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 71; İbn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, 1,41,42; Belâzurî, Ensâb, V, 69.

288    Mes’ûdî, Mürûc, II, 353; İbn Haldûn, Mukaddime, I, 525-526; Ferrûh, Târîhu Sadri'l- Islâm, s. 119.

[286] İbn Abdirabbih, el-lkdu’l-Ferîd, IV, 290; Mes’ûdî, Mürûc, II, 352; İbn Arabî, el- Avâsım, s. 139, 141, 146; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 176; İbn Hacer, Tehzîbu't- Tehzîb, VII, 141-142.

[287]  İbn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 42; Belâzurî, Ensâb, V, 68; İbn Abdirabbih, el-lkdu’l-Ferîd, ]V, 289.

[288]  Belâzurî, Ensâb, V, 94; krş: İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 68-69.

[289] Taberî, Târih, IV, 391.

[290]  Ibn Arabî, el-Avâsım, s. 146.

[291]   Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 38; Belâzurî, Ensâb, V, 71.

[292] Taberî, Târih, IV, 368; Ibn Haldûn, Târih, II, 148.

[293]  Ferrûh, Târihu Sadri'l-lslâm, s. 119; Ayçan, Muâviye b. Ebî Süfyân, s. 121-122.

[294]  İbn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 37; Uyûn, I, 34; Belâzurî, Ensâb, V, 77-78; İbn Abdirabbih, el-lkdu’l-Fertd, IV, 310.

[295]  İbn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 34.

[296] Akbulut, Islâm'da İlk Devir Siyâsî Olaylarının..., s. 75.

[297]  Belazuri, Ensâb, V, 91.

289    Belazuri, Ensâb, V, 46.

[299] Muhammed b. Ebî Bekir Hz. Osman'ın eşi Nâile tarafından halifeyi öldürmekle suçlanınca Hz. Ali tarafından, halife seçilmesinden sonra sorgulanmış, o da buna teşebbüs ettiğini fakat Hz. Osman'ın babasının adını anmasıyla onu öldürmekten vazgeçtiğini söylemiştir. Belâzurî, Ensâb, V, 69, 70-71; Mes’ûdî, Mürûc, II, 354.

[300]  Halife öldürülünce üzerinden akan kanların Kur’ân'daki Bakara Suresi 137. (Onlara Karşı Allah sana yeter.) ayetin bulunduğu sayfaya düştüğü kaynaklarda rivayet edilmektedir. Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 74; Belazuri, Ensâb, V, 93, 98; Hayyât, Târih, s. 175; Taberî, Târih, IV, 384; Ibn Arabî, el-Avâsım, s. 142;

[301]  Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 73; Belazuri, Ensâb, V, 97; Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's- Siyâse, I, 44 ‘Baban seni görse benim için ağlardı.” ifadesi ile birlikte.; aynı ifade Ibn A'sem'de de vardır. Bkz: el-Fütûh, 1,426; Taberî, Tarih, IV, 393; Ibn Abdirabbih, el-lkdu’l-Ferid, IV, 292; Ibn Hacer, Tehzîbut-Tehzîb, V, 132; Kaynaklar Hz. Osman'ı kimin öldürdüğü konusunda farklı isimler üzerinde durmaktadır. Ibnu'z- Zübeyr ve Mervân'ın iddiasına göre onu öldüren siyahi biri idi. Bazı kaynaklar adının Sevdân b. Hamrân olduğunu söyler. Ibn Arabî, el-Avâsım, s. 141-142. Diğer isimler için bkz. Belâzurî, Ensâb, V, 69 vd.; Taberî, Târih, IV, 391-393; Mes’ûdî, Mürûc, II, 355.

[302] Ibn Sa'd, et-Tabakat, III, 31, 77; Belâzurî, Ensâb, V, 85, 91; Taberî, Târih, IV, 385; Ibn A'sem, el-Fütûh, 1,429; Mes’ûdî, Mürûc, II, 355; Taberânî, Mu'cem, 1,77; Ibnu'l- Cevzî, Muntazam, V, 55. Kaynaklarda Hz. Osman'ın öldürüldüğü günle ilgili çok farklı tarihler verilmektedir. Bunların bir kısmını Ibn A'sem nakletmektedir. Bkz: Ibn A'sem, el-Fütûh, I, 430.

[303]  Belazuri, Ensâb, V, 99; krş: Ibn Sa'd, et-Tabakat, III, 77; Taberânî, Mu'cem, I, 78.

[304]  Ibn Sa'd, et-Tabakat, III, 78-79; Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyase, 1,46; Belazuri, Ensâb, V, 85, 86, 91; Taberî, Tarih, IV, 412-413; Ibn A'sem, el-Fütûh, I, 430.

[305]  Seyf b. Ömer, el-Fitnetu ve Vak’atu'l- Cemel, s. 91-92.

[306] Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, 1,45; Belazuri, Ensâb, V, 70; Ibn Abdirabbih, el- Ikdu'l-Ferid, IV, 291; Mes’ûdî, Mürûc, II, 354, Zehebî II, 138-139; Akkad, Abkariyye, s. 57.

[307]  Akbulut, Islâm’da İlk Devir Siyâsî Olaylarının..., s. 76.

[308] Akbulut, Sahâbe Devri Siyâsî Hadiselerinin..., s. 190-191.

[309]  Ibn Ebî Bekr, et-Temhîd, s. 148 vd.

[310]  Le Bon, Kitleler Psikolojisi, s. 135.

[311]  Belâzurî, Ensâb, V, 99.

[312] Belâzurî, Ensâb, V, 91.

[313] Belâzurî, Ensâb, V, 95.

[314]   Belâzurî, Ensâb, V, 77.

[315] Abduh, Şerhu Nehci'l-Belâğa, IV, 535.

[316] Brockelmann, Târihu'ş-Şu'ûbi'l-lslâmiyye, s. 114; İbn Haldûn, Mukaddime I, 547; VVelIhausen, Islâm'ın En Eski Tarihine Giriş, s. 117-118.

[317] VVelIhausen, Islâm'ın En Eski Târihine Giriş, s. 117.

[318]  İbn Abdirabbih, el-lkdu'l-Ferid, IV, 298-305; İbn Arabî, el-Avâsım, s. 165.

[319]  Belâzurî, Ensâb, V, 100; Fığlalı, Çağımızda Îtikâdî Islâm Mezhepleri, s. 42.

[320]  Haydarîzâde, Islâm Mezhepleri ve Tarîkatleri Târihi, s. 100.

[321] Onat, Emevîler Devri Şîî Hareketleri, s. 34; krş: Wellfıausen, Islâm'ın En Eski Tarihine Giriş, s. 118.

[322]  Ibn Haldûn, Mukaddime, I, 542-543.

[323] Huart, Islâm Ansiklopedisi, 1,307.

[324]  Belâzurî, Ensâb, V, 101; krş: a.e., V, 94-95.

[325] Belâzurî, Ensâb, V, 103.

[326] Câhız, Osmâniyye, s. 10-11; Ibn Arabî, el~Avâsım, s. 143; krş: VVelhausen, Arap Devleti ve Sukûtu, s. 23.

[327]  Çelebi, örnek Halifeler Dönemi, s. 58.

[328] Medinelilerin umumi tavırları konusunda bkz. VVelIhausen, Islâm'ın En Eski Tarihine Giriş, s. 117 vd.

[329]  Brockelmann, Târîhu'ş-Şu'ûbfl-lslâmiyye, s. 114.

[330] Ibn Ebî Bekr, et-Temhîd, s. 90-91; VVelhausen, Islâm'ın En Eski Tarihine Giriş, s. 112.

[331] Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, III, 183; İbn Kesîr; el-Bidâye, VII, 165 vd; Işş, ed-Devletu'l- Ümeviyye, s. 70 vd.

[332]  Mevdûdî, Hilâfet ve Saltanat, s. 495-496.

[333]  İbn Abdirabbih, el-lkdu'l-Ferid, IV, 286.

[334]  İbn Arabî, el-Avâsım, s. 143.

[335]  İbn Haldûn, Târih, III, 143; Ferrûh, Târîhu Sad'ri'l-lslâm, s. 118.

[336] Müslim, es-Sahîh, Fiten, IV, 2212-2213; Ebû Zehra, İslâm'ca Siyâsî, Îtikâdî ve Fıkhî Mezhepler Târihi, s. 129-130.

[337]  VVelIhausen, Islâm'ın En Eski Târihine Giriş, s. 112, 117-118; krş: VVelIhausen, Arap Devleti ve Sukûtu, s. 21 -23.

[338]  Hizmetli, ‘Târihi Rivayetlere Göre Hz. Osman'ın Öldürülmesi”, XXVII, s. 175.

[339] Cevdet Paşa, Kısâs-ı Enbiyâ, I, 503; Kafafî, ‘Kalhatî'ye Göre Hâricîliğin Doğuşu", XVIII, s. 181; VVelIhausen, Islâm'ın En Eski Tarihine Giriş, s. 112.

[340]  İbn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, 1,47.

[341] Belâzurî, Ensâb, V, 48-49; İbn Abdirabbih, el-lkdu’l-Ferîd, II, 267, 272; Ferrûh, Târîhu Sadri'l-lslâm, s. 119.

[342]  İbn Arabî, el-Avâsım, s. 142.

[343]  Ferrûh, Târîhu Sadri'l-lslâm, s. 119; Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 42.

[344]  Ibn Arabî, el-Avâsım, s. 142.

[345]  Ibn Mâce, es-Sünen, Kitâbu'l-Fezâil, I, 41.

[346]  Günal, Hz. Ali Dönemi ve İç Siyâset, s. 33.

[347]  Âşık, Hz. Âişe'nin Hadisçiliği, s. 24 vd.; Bolelli, Kadınların Hadis İlmindeki Yen, s. 40- 43.

[348]  Brockelmann, Târîhu'ş-Şuûbi'l-lslâmiyye, s. 114; VVelIhâusen, İslâm'ın En Eski Tarihine Giriş, s. 121.

[349]  Ibn Sa'd, et-Tabakât, V, 36-37.

[350] Taberî, Târih, IV, 462.

[351]  Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, III, 80.

[352] Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre Hz. Osman'ın Öldürülmesi", s. 175-176; krş: VVelIhausen, Arap Devleti ve Sukûtu, s. 24 vd.

[353] VVelIhausen, Arap Devleti ve Sukûtu, s. 25.

[354]  Hizmetli, ‘Tarihi Rivayetlere Göre Hz. Osman'ın Öldürülmesi”, s. 175

[355]  Haydarîzâde, İslâm Mezhepleri ve Tarîkatleri Târihi, s. 98.

[356]  Ibn Arabi, el-Avâsım, s. 146.

[357] Fığlah, Ibâdiye'nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 39. Mesela, Sıffîn savaşında Hz. Ali ordusunda yardımcı kuvvet olarak bulunan Küfe ve Basra kurrâlan arasında Hz. Osman'ın öldürülmesi hadisesindeki konumları itibariyle önemli görüş ayrılıkları vardı ve bu ordu içinde huzursuzluklara yol açmıştı. Bkz. Seyf b. Ömer, el-Fitnetu ve Vak'atu'l-Cemel, s. 158.

[358] Daha fazla bilgi için bkz: Makrizî, en-Nizâ ve'-Tehâsum; Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri.

[359] Câhız, Osmâniyye, s. 195; Mehâsin ve Ezdâd, s.39; Makrizî, en-Nizâ vet-Tehâsum, s. 27 vd.; Bakır, Hz. Ali Dönemi, s. 37-38.

[360]  Fığlah, Ibâdiye'nin Doğuşu ve Gelişmesi, s. 35.

[361] ibn Arabi, el-Avâsım, s. 66 vd; Haydarîzâde, Islâm Mezhepleri ve Tarîkatleri Tarihi, s. 89.

[362] Belâzurî, Ensâb, V, 62.

[363] İbnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 162-163; İbn Kesir, el-Bidâye, VII, 170-171; ayrıca bkz: Zehebî, Târih, II, 129.

[364]  Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, III, 42, 86.

[365]  Ibn Ebî Bekr, et-Temhîd, s. 63.

[366]  Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil, III, 93.

[367]  Belâzurî, Ensâb, V, 26; VVelIhausen, Arap Devleti ve Sukûtu, s. 19.

[368] Della Vida, Islâm Ansiklopedisi, IX, 438-439.

[369] Çelebi, Örnek Halifeler Dönemi, s. 60.

[370]  Belâzurî, Ensâb, V, 30.

[371]  İbn Sa'd, et-Tabakât, V, 32.

[372]  Haydarîzâde, Islâm Mezhepleri ve Tarîkatleri Tarihi, s. 60.

[373]  Fığlalı, Türkiye'de Alevîlik ve Bektâşîlik, s. 43.

[374]  Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 31; Ibn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzîb, VII, 141.

[375] Belâzurî, Ensâb, V, 67; Taberî, Târih, IV, 339; Ibn Ebî Bekr, et-Temhîd, s. 188; krş: Ibn Kuteybe, el-lmâme ve's-Siyâse, I, 31-32.

[376]   Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 64; Belâzurî, Ensâb, V, 25.

[377]  Belâzurî, Ensâb, V, 28; krş: Ibn Sa'd, et-Tabakât, III, 64.

[378]  Brockelmann, Tarihu'ş-Şuûbi'l-lslâmiyye, s. 111; Fığlalı, Ibâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 37; Türkiye'de Alevîlik ve Bektâşîlik, s. 43.

[379] Wellhausen, İslâm’ın En Eski Târihine Giriş, s. 110.

[380] Seyf b. Ömer, el-F'ıtnetu ve Vak'atu'l-Cemel, s. 93-94; Onat, Emevîler Devri Şîî Hareketleri, s. 34.

[381]  Sırma, Örnek Halifeler Dönemi, s. 119-120.

[382] Taberî, Târih, IV, 251.

[383]  VVelIhausen, Islâm'ın En Eski Tarihine Giriş, s. 110; Arap Devleti ve Sukûtu, s. 21.

[384]  Hizmetli, ‘Târihi Rivayetlere Göre Hz. Osman'ın Öldürülmesi", s. 166.

[385] Işş, ed-Devletu'l-Ümeviyye, s. 70 vd.; VVelIhausen, Arap Devleti ve Sukûtu, s. 21; Islâm'ın En Eski Târihine Giriş, s. 111 vd.; Hizmetli, “Târihi Rivayetlere Göre Hz. Osman'ın öldürülmesi", s. 175-176.

[386] Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetu'l-Kübra, 1,171.

[387]  Belâzurî, Ensâb, V, 79.

[388]  Kılavuz, İman Küfür Sının, s. 115-117.

[389] Fığlalı, Ibadiye'nin Doğuşu ve Gelişmesi, s. 33. Daha fazla bilgi için bkz: Hizmetli, "İçtimâi Hadiselerin Itikadî Islâm Mezheplerinin Doğuşuna Tesirleri Özerine Bir Deneme", A.Û.I.F. Dergisi, XXVI, Ankara 1983.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar