Print Friendly and PDF

Ashâb-ı Kehf

Bunlarada Bakarsınız

 

ASHÂB-I KEHF’İN İSİMLERİ  

Kur’ân’da Ashâb-ı Kehfin isimleri ve kimlik bilgileri hakkında bir açıklama yer almamıştır. Buna karşılık farklı kaynaklarda birtakım rivayetlerle isimler ve cinsiyetleri belirtilmiştir. Bu isimlerin birer birer sayılmasının hiç bir faydasının olmayacağı söylenmiştir. Ayrıca isimlerle ilgili rivayetlerin doğru olup olmamasında da bir sorun yoktur. Fakat rivayetler hep isimler ve sayılar üzerinde durmuştur

Katolik Kilisesi, Ashâb-ı Kehfin isimlerinin Maksimyanus, Malkus, Martinianus, Dionisiyus, Joannes yani Yuannis, Serapion, Konstan-tinus olduğunu belirtmiştir.[1] Onlar bu konuda şöyle düşünmüşlerdir. “Ashâb-ı Kehf” ya da “Mağara Dostları”” Grek, Süryani, Arap, Alman, Ingiliz, Fransız, Hindû ve Çin kültürlerinin ortak bir mazmunu olarak karşımıza çıkmıştır. Filozof Aristo dahi, Lidia devletinin başkenti olan ve Manisa’nın bugünkü Salihli ilçesi sınırları içinde harabeleri bulunan Sardeis şehri civarındaki “Yedi Uyuyanlar’dan bahsetmiştir. Bunlar, Batı Edebiyatı’nda değişik isimlerle anılmıştır. Meselâ Katolik Kilisesi’ne göre bunlar Maksimyanus, Malkus, Martinianus, Dionisiyus, Joannes yani Yuannis, Erapion ve Konstan-tinus’tur. Katolik kilisesi her sene 27 Temmuz gününü, şehit addettiği bu zevatın kutlanmasına tahsis etmiştir.”216 Bu bilgilerde sadece Ashâb-ı Kehf isimlerinden söz edilmiştir.

Doğu Kilisesi'ne göre bu isimler, Maksimilyanos, Yamblikos, Martinos, Yuannis, Diyoııisos, Eksakostadinos ve Antoııios olarak belirlenmiştir.[2] [3] Ancak burada onlara katılan köpekten hiç söz edilmemiştir.[4] Batı kaynaklarında Malkhos, Markianos, Maksimlianos, loannes, Deııis, Serapion ve Kostantionos [5], Doğu kaynaklarında ise Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Debernuş, Şazenuş, çobanın ismi olarak Kefeştatayyuş şeklinde isimleri belirlenmiştir.[6]

Bazı kaynaklarda ise Ashâb-ı Kehfe dair isimler şu şekilde ele alınmıştır. Birincisi Meksemlina, ikincisi Mahsemlina veya Mahsîmîlinîna, [7] üçüncüsü Yemlîha, dördüncüsü Martus, beşincisi Kusûtas, altıncısı, Bîruns, yedincisi Resmuns ve sekizincisi Betuns ve son olarak dokuzuncusu Falus olarak adlandırılmıştır.[8]

İbn Abbas’tan gelen bir rivayette de isimlerin şu şekilde olduğu görülmüştür. Onlar sekiz kişiydiler. İsimleri, Mahsimilininâ veya Maksilminâ, Yemliha, Martus, Keşevtuş, Birunis, Dinmûs, Yetunis ve Kâlûs şeklindedir. Maksilminâ, onların en büyükleri olmuştur.[9] İslam âleminde genel kabul gören isimler, Yemlîhâ, Mekselinâ, Meslînâ, Mernûş, Debernûş, Sâzeniş, Kefeştetayyûş ve köpekleri Kıtmir şeklinde belirlenmiştir.[10]

Ashâb-ı Kehf ile ilgili kaynaklara baktığımız zaman birbirinden çok farklı rivayetlerle karşılaşılmıştır. Bazı kaynaklarda ise isimler, yukarıda saydıklarımızdan çok farklı tesmiye edilmiştir.[11]

Kur’ân-ı Kerim’de Ashâb-ı Kehfin yaşadığı coğrafyayla ilgili herhangi bir bilgi mevcut değildir. Ashâb-ı Kehfin isimleri, sayıları, mağarada kaç yıl kaldıkları, köpeklerinin adı, cinsi vb. gibi konularda tarihçiler ve müfessirler tarafından farklı şekillerde pek çok görüş beyanedilmiştir. Bu konuda gençlerin yaşadıkları muhtemel bazı yerler hakkında bilgilere temas edilecektir. Burada ele alınan mekânların, aynı zamanda Ashâb-ı Kehfin yaşamış olduğu varsayılan mekânların kendisi olduğunu hatırlatmakta fayda görülmüştür. Dolayısıyla mağara neredeyse, Ashâb-ı Kehfin de orada yaşadığı kabul edilmiştir.

Ashâb-ı Kehf gençlerinin yaşamış oldukları yer gerek doğuda gerekse batıda araştırmacıların dikkatlerini çekmiş ve konu hakkında çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmacılardan birisi olan Massignon, gençler hakkında yaptığı araştırmasında, bazı Avrupa ülkelerinden Fransa, Almanya, Belçika, İtalya, Avusturya, Hollanda, İspanya, Ukrayna, Rusya ve Habeşistan olmak üzere takriben kırk dört farklı yerde Ashâb-ı Kehf’e ait mağaranın olduğunu söylemiştir.[12] Ashâb-ı Kehf hakkında araştırmalarda bulunan Akgündüz de yaptığı çalışmada Çin, İspanya, Mısır ve Tunus’un içinde olduğu pek çok ülkede halk arasında Ashâb-ı Kehf’e ait olduğuna inanılan toplamda otuz üç farklı yerde gençlerin sığındıkları mağaradan bahsetmiştir.[13]

Bahsedilen bütün bu yerler hakkında malumat vermek, bu çalışmanın amacı olmamıştır. Fakat konumuza ışık tutması açısından halk arasında gençlerin sığındıkları mağarayla ilgili en çok bilinen yerlerden birkaç tanesini ele almakta fayda mülahaza edilmiştir.

Bunlardan ilk olarak İspanya Gırnata civarlarında Loja[14] diye bilinen bir köyde, Ashâb-ı Kehf’e ait olduğu söylenen bir mağaradan bahsedilmiştir.[15] Ebû Hayyân meşhur eseri Bahru’l-muhît te bu köy ve mağara hakkında teferruatlı anlatımlarda bulunmuştur.[16] Ona göre Gırnata civarlarında, bir mağarada çürümüş bir vaziyette bulunan bir köpeğin ölüsüne ve hemen yakınlarında da yan yana bulunan yedi kimseye ait etleri kemikleri üzerinde çürümüş bir şekilde insan cesetlerine rastlanmıştır. Zamanında üzerlerine bir mescit yapılmış ve biraz uzaklarında da Rakîm şeklinde isimlendirilen Rum yapısına benzer bir yapıya denk gelinmiştir.[17] İbn Atiyye de aynı görüşte olarak Loja yakınlarında bir ziyaret mekânının varlığından bahsetmiştir.[18]

UYUDUKLARI MAĞARA

Ashâb-ı Kehf’in yaşadıklarına inanılan yerlerden bir diğeri, Cezayir’in güney kısmında bulunan Setif şehrinin yakınlarında, halk tarafından Ashâb-ı Kehf’e ait olduğu düşünülen iki farklı yerde kabirlerin bulunduğu yer olduğu söylenmiştir. Bu yerlerden birisi Setif şehrinin güney kısmındaki N’gaous beldesinde, diğeri ise Setif şehrinin biraz daha uzağında güneydoğu istikametindeki İlkcan köyünde olduğu haber verilmiştir.[19]

Afrika ülkelerinden birisi olan Fas’ta da Ashâb-ı Kehfe ait olduğuna inanılan iki farklı yerdeki mağaradan bahsedilmiştir. Bu yerlerden birinin Sofrou’da, diğerinin ise Rabat şehirlerinde bulunduğundan söz edilmiştir. [20] Ashâb-ı Kehf’in yaşadıklarına inanılan yerlerden bir diğeri Tunus’ta Tawzar denilen bir yer olduğu belirtilmiştir. Burası hakkında kaynaklarda pek bir bilgiye rastlanılmamıştır.[21]

Kaynaklarda Ürdün’ün başkenti olan Amman yakınlarında da Recîb ismindeki köyde bir mağaranın olduğu ve insanları tarafından bu mağaranın Ashâb-ı Kehfe ait olduğu ileri sürülmüştür. 1963 yılında bu köyde yapılan bir kazı çalışmasında Ashâb-ı Kehf’in burada bulunan mağarada yaşadığı kabul edilmiştir. Bu durum üzerine Refik el- Dücanî, mağara ve Ashâb-ı Kehf hakkında İktişâfü Kehf-i Ehli’l-Kehf isimli çalışmasını kaleme almıştır. Kazı çalışmasında bulunulan mağarada yedi veya sekiz kişiye ait mezarların bulunması, duvarlarında Yunan alfabesi ile yazılmış yazıların olması, köpeklerinin kırmızı renkle resmedilmiştir. Yine duvarlarda Bizans İmparatoru I. Justinyanus zamanından kalma paralar ve başka eserlerin olması, ilk dönem İslam fetihleri zamanından kalma bir mescidin olması. Bu mescidin eski Bizans kilisesinin yıkılmış kalıntısı üzerine inşa edilmesinin gün yüzüne çıkarılması, bu yerin Ashâb -ı Kehf’in sığındıkları mağara olabileceği yönünde kuvvetli bir delil olmuştur.[22]

Kaynaklarda geçtiğine göre Mısır’ın başkenti Kahire’de bulunan Mukaddam dağında Ashâb-ı Kehfe ait olduğuna inanılan bir mağaradan söz edilmiştir.[23] Aynı şekilde Suriye’nin Şam şehrinin güney kısmında bulunan Belka bölgesinin Husban köyüne yakın bir yerde de Ashâb-ı Kehf’e ait olduğu düşünülen bir mağara bulunmaktadır.[24]

Yine kaynaklarda geçtiğine göre Afganistan’da Ashâb-ı Kehf’e nispetle bir camii inşa edilmiştir. [25] Bu saydıklarımız dışında, Doğru Türkistan’da Toyok civarında, Filistin’de Petra’da, Kafkasya’da Nahcivan’da da olmak üzere Ashâb-ı Kehf’in yaşadıklarına inanılan mağaralardan söz edilmiştir.[26]

Yukarıda ele aldığımız bu bilgiler, birtakım farklı kaynaklarda geçiyor olsa da, müfessirlerin genel çoğunluğunun kanaatleri, Ashâb-ı Kehf’in Anadolu’da yani Rum diyarlarında yaşadıkları yönündedir. Bunların en çok bilinenleri ise İzmir Selçuk kentinde bulunan Efes ilçesi, Mersin’in Tarsus ilçesi, Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesi, Diyarbakır’ın Lice ilçesi, Malatya ve Sivas illeri gibi pek çok şehirlerde[27] Ashâb-ı Kehf’e ait mağaralar bulunmaktadır.

Tefsirlerde bu saydığımız şehirler içerisinde en fazla üç tane yer üzerinde durulduğunu görüyoruz. Bunların ilki İzmir ili Selçuk ilçesinde bulunan Efes, ikincisi Mersin’de Tarsus ve Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesidir.

Hristiyan kaynaklarında ise şehrin adının Ephesus, mağaranın bulunduğu dağ ise Anchilus[28] şeklinde geçmektedir. [29] Bundan dolayı Hristiyan dünyasında Ashâb-ı Kehf’in yaşadığı kabul edilen mağara, İslam âleminde özellikle Anadolu coğrafyasında Efes şeklinde kabul görmüştür.[30] Ashâb-ı Kehf gençlerinin sığındıkları mağara bugün Efes demiş olduğumuz yerde bulunan Panayır dağındaki mağaradır. Burası Hristiyan dünyasında Yedi Uyurlar olarak ziyaret edilen kutsal mekânlardandır.[31]

Ashâb-ı Kehf’in yaşadıkları düşünülen yerlerden diğer ikisi ise Mersin-Tarsus ve Kahramanmaraş-Afşin’de bulunan mağaralardır. Bu iki yer, Müslümanlar tarafından diğerlerine nazaran daha fazla ilgi görmüş ve ziyaret yerleri olarak tercih edilmiştir. Bu yerlerin Ashâb-ı Kehf’e ait olduğunun kabul edilmesinde etkili olan ana düşünce, rivayetlerde geçen Efsus kelimesinden kaynaklanmaktadır. Ashâb-ı Kehfe ait olan mağaranın Afşin’de olduğuna inananlar bu isimden yola çıkarak bunu söylemektedirler. Nitekim Afşin ismi Bizans kaynaklarında geçtiği üzere Arabissos, Arapça kaynaklarda ise Efsus olarak yer almaktadır. Selçuklu döneminde de aynı Efsus adıyla anılmış, sonraki zamanlarda Yarpuz şeklinde değiştirilmiş ve en sonunda da günümüzdeki şekliyle Afşin olarak kalmıştır.[32]

Ülkemizde bu konu hakkında birtakım araştırmalar yapılmış ve sonuçta kaynaklarda yer alan Efsus’un, Afşin olduğu kanaatine varılmıştır. Araştırmayı yapan isimlerden Afşaroğlu’na göre tarihte mağaranın olduğu yerin hiçbir şekilde Efsus olarak geçmediğini [33] ve bunun aslında Tarsus şehrinin cahiliye dönemindeki isminin olduğunu[34] ve Efsus ile Tarsus isimlerinin günlük kullanımda ses benzerliklerinden kaynaklandığından dolayı karıştırıldığını ve gerçekte ise mağaranın olduğu bölgenin Afşin olduğu söylenmektedir.[35] 14 Temmuz 2004 yılında Afşin Ashâb-ı Kehf Vakfı ’nın girişimleriyle Afşin Sulh Mahkemesine mağaranın Afşin’de olduğuna dair temyiz davası açılmış, büyük bir titizlikle mağaraya güneşin değdiği anı inceleyen bilim adamları, mahkemeye sunmak amacıyla geniş kapsamlı bir rapor hazırlamışlardır. Yaptıkları çalışma ile güneşin mağaraya tüm mevsimlerde hangi açı ile değdiğini belirlemişlerdir. Mahkeme de 4 Ekim 2005 tarihinde bilirkişi raporuyla buradaki mağaranın Kur’an’da zikredilen Ashâb-ı Kehf’le alakalı malumatlara mutabık olduğuna karar vermiştir. Bilirkişi ekip başkanı Prof. Dr. Abdullah GÜNEN’in mahkemeye sunduğu rapor üst yazısıyla birlikte ekler kısmına alınmıştır.[36]

Klasik kaynaklarımızın en yoğun şekilde üzerinde durduğu üçüncü mağara ise Tarsus ilçesinde bulunandır. Kimi müfessire göre Ashâb-ı Kehfin mağarasının Efsus şehrinde olduğunu ve bu ismin de cahiliye dönemindeki Tarsus isminin yerine kullanıldığını görmekteyiz.[37] Bu konuda çalışmalarıyla bilinen Akgündüz eldeki arşiv bilgilerinden yola çıkarak şu kanıya varmıştır; “Kur’an’da Ashâb-ı Kehf’in yeri tayin edilmediği için, bu hususta yüzde yüze varan nispette kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Hristiyanların da Ashâb-ı Kehf’in yeri şurasıdır, demelerine itibar olunmaz. Bu hususta en güvenilir kaynak, İslam âlimlerinin tefsir ve tarih kitaplarında naklettiklerine ve ilgili arşiv belgelerinin kayıtlarına göre, Ashâb-ı Kehf’in sığındıkları mağara, yüzde doksana varan bir kesinlikle Tarsus ’taki Ashâb-ı Kehf mağarasıdır.[38]

Ashâb-ı Kehf gençlerinin Tarsus’ta yaşadıklarına dair klasik müfessirlerimizden Râzî, Zemahşerî ve Bursevî gibi alimler bu konu ile alakalı rivayetlere tefsirlerinde yer vermişlerdir. Genel olarak Tarsus ismi üzerinde durulmuş ve gençlerin zulümden kaçıp sığındıkları yerin burası olduğu yönünde kanaat hâkim olmuştur.[39] Ancak Râzî ve Zemahşerî, tefsirlerinde konuyla alakalı olarak genelde kendileri görüş belirtmemiş sadece rivayetlere yer vermişlerdir. Râzî bu konu hakkında şöyle söylemektedir: “Bunların aklen bilinmesine imkân yoktur. Nastan faydalanmak gerekir ki bu da mevcut değildir. Yani bunu bilmenin bir yolu yoktur’”[40]

Sonuç itibariyle yukarıda ele almaya çalıştığımız bütün bu verilerden yola çıkarak kesin ve net bir görüş belirtmek mümkün değildir. Kur’ân’da açıkça belirtilmeyen ve hadislerde de değinilmeyen bir konu hakkında ne söylenirse sadece zandan ibaret olur. Dolayısıyla bu konu hakkında kesin ifadeler kullanmak, Allah’ın muradına uygun olmayabilir ve bu bizim için telafisi güç sıkıntılar çıkarabilir. Şayet çok önemli olsaydı zaten Allah, kıssa içerisinde bununla alakalı bilgileri de anlatırdı. Ancak görüldüğü üzere Allah bunu Kur’ân’da anlatmamış ve ilgili kıssanın devamında ise bu ve buna benzer yorumlar hakkında “...gayba taş atmak...”” yani bilinmesi pek de mümkün olmayan bir konuda tahminde bulunmak ifadesini kullanmaktadır. Bu konu hakkında en doğrusunu hiç şüphesiz Allah bilir.

Kur’an, Ashâb-ı Kehf’in nerede yaşadığından söz etmemiştir. Buna karşın tarihçiler, tefsir bilginleri, efsaneciler, hikayeciler, bunların yaşadıkları yerin neresi olabileceği hakkında yüzlerce fikir beyan etmişlerdir. Bunlar, Kur’ân’ın bu kıssayı anlatmasındaki asıl amacının görüşülmesini engelleyen hususlardır. bu sebeple Kur’ân, onların yaşadığı yeri özellikle müphem bırakmıştır. Zira yerin belirtilmesiyle belirtilmemesi arasında hiçbir fark tespit edilememiştir. Yer tespit edilse de edilmese de, belirtilse de belirtilmese de Ashâb-ı Kehf kıssası, ölümden sonra dirilişin olduğunu net olarak beyan etmiştir.

Yine bu kıssanın, Hz. Nebinin yaşadığı ve tebliğini sunduğu Mekke’de müşriklerin de öldükten sonra dirilmeye inanmamalarının doğru olmadığı beyan edilmiştir. Bu kıssa, ahirete inananların zaferiyle neticelenmiştir. Hz. Nebinin tebliğinde zaferle sonuçlanacaktır cümlesi bir şekilde müşriklerin zihnine bu kıssayla konmuştur. Müminlerin haklılığı ve ahirete inanmalarının boş olmadığı da gençler üzerinden bir mesaj olarak verilmiştir. Yine müşriklerin haksızlığı ve ahirete inanmamalarının boş olduğu da bu kıssa üzerinden anlatılmıştır.

 Kaynak: Cüneyt ALP, Ashâb-I Kehf Kıssası İle İlgili İsrailiyyat



[1]     Ahmet Rifat, Lügat-ı Tarihiyye ve Coğrafıyye, C. 1-2, Keygar Neşriyat, Ankara 2004, 184-185.

[2]    Enis Karakaya ve Selçuk Uygun, Yaşayan Bir Anadolu Efsanesi: Efes’te Yedi Uyurlar Mezarı, Türkiyemiz 59 (Ekim), İstanbul 1989, 46-53. Bkz. Fehim Tandaç, Öz Söz, Dini Bilgilerinin Özünden Söyler, Edit. Ahmed Yüksel Özemre, Doğu Neş. İstanbul 1944, 15.

[3]    Karakaya ve Selçuk Uygun, 46-53.

[4]     Tandaç, 15.

[5]    Karakaya ve Selçuk Uygun, 46-53.

[6]    Karakaya ve Selçuk Uygun, 46-53.

[7]     et-Taberî, et-Tarih 1/3 970.

[8]     et-Taberî, Câmiu’lBeyân, XV. s.221; et-Taberî, Tarih, I/3, 970; Kurtubî, X, 360; İbn Kesîr, Tefsîru’l- Kur’âni’l- Azîm, IV, 378.

[9]     Türkçe kaynaklarda bu isimler Yemliha, Makselina (Mekselinâ), Mislina (Meslina), Mernuş, Debernuş, Şazenuş, Kefeştetayyuş olarak geçmektedir. Bkz. Abdullah Demirci, Türk Kültüründe Yedi Uyurlar Kültü ve Edebi Dönüşümleri, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), HÜSBE, 2006, 12.

[10]   Ahmet Rifat, C. 1-2, 184-185.

[11]   Ebû Muhammed Muhyissünne el-Huseyn b. Mesud b. Muhammed el-Ferrâ el-Beğavî, Meâlimu ’t- Tenzîl, (Ter. Nurgül Özdemir-Ayşegül Özdemir), Polen Yayınları İstanbul 2018, IV, 405; Râzî, Mefâtîhu ’l-Ğayb, VII, 95; İbnü’l- Esîr, El-Kamilfı’t-Tarih, Daru’l Kitabu’l-İlmiyye, Beyrut 1987, I, 74; Ebü’l -Fazl Celâleddîn Abdurrahman es- Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr f Tefsîr bi’l-Me’sûr I-XVII (1. Baskı), (Thk: Abdullâh b. Abdilmuhsin et-Türkî), Merkezü Hicr li’l-Bühûs ve’d-Dirâsâti’l-‘Arabiyye ve’l-İslâmiyye, Kâhire 1424/2003, IX, 512-513. Bkz. Sümer, Eshâbu’l Kehef (Yedi Uyurlar), 22; Afşaroğlu, 348; Ahmet Eyicil, “Afşin Ashab-ı Kehf’ Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul 2005, 269­287; Yaşar Alparslan, Eshab-ı Kehf Vukuu, Şüyuu, Maraş Tarihi Serisi 29, Öncü Basımevi, Kahramanmaraş 2010, 304.

[12]   Sekme, 44.

[13]   Ahmed Akgündüz ve diğerleri, Arşiv Belgeleri Işığında Tarsus Tarihi ve Eshab-ı Kehf, Tarsus Ticaret ve Sanayi Odası Yayınları, İstanbul 1993, 399.

[14]   Bazı kaynaklarda Levşe yahut Loşa olarak da yer almaktadır. Bkz. Akgündüz, 400.

[15]   Sert, 70.

[16]   Bkz. Muhammed b. Yûsuf b. Alî b. Yûsuf b. Ebû Hayyân el-Endelüsî, el-Bahru ’l-Muhît, Saâdet Matbaası, Kahire 1928, VI, 102.

[17]   Ebû Hayyân, VI, 102.

[18]   İbn Atiyye el-Endelüsî, el-Muharrerü’l-Veciz fî Tefsiri’l-Kitâbi’l-Aziz, Muhammediye, Vezaretü’l- Evkaf ve’Şuuni’l-islâmiyye, Fas 1975, X, 392.

[19]   Faruk Sümer, Eshâbu ’l Kehef (Yedi Uyurlar), Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı, İstanbul 1989, 27;

Akgündüz, 400.

[20]   Sert, 70.

[21]   Sert, 71.

[22]   Muhammed Teysir Zabyan, Mevki’u Ashâbi’l-Kehf ve Zuhûru ’l-Mu ’cizeti’l- Kurâniyyeti’l-Kübra, Kahire, Dâru’l-İ’tisâm, 1978, 155.

[23]   Sert, 71.

[24]   Akgündüz, 400; Sümer, 27.

[25]   Akgündüz, 400; Sümer, 27.

[26]   Akgündüz, 400; Sümer, 27.

[27]   Bu şehirlerdeki ziyaret yerleri ile ilgili ayrıntılı bilgi için Bkz. Sert, 74-79.

[28]   Celius yahut Celion olarak da yer alır. Detaylı bilgi için Bkz. Sekme, 48.

[29]   Guidi, 428.

[30]   Efes’teki mağaranın yeri ve tarihi ile ilgili ayrıntılı bilgi için Selçuk Türkoğlu, Efes’in Öyküsü, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 1986, 89-93.

[31]   Sert, 68.

[32]   Sümer, 32-40.

[33]   Afşaroğlu, 233-236.

[34]   İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu ’l-Beyân fi Tefsîri’l-Kur ’an, (nşr. Abdullatif Hasan Abdurrahman), Beyrut: Dârü’l-Kütübü’l-İlmiyye, 2009, V, 231.

[35]   Afşaroğlu, 243-283; Sümer, 32-40.

[36]   Afşaroğlu, 243-283; Sümer, 32-40.

[37]   Bursevî, V, 231.

[38]   Akgündüz, 421.

[39]   Ebu’l-Kâsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed Zemahşerî, el-Keşşâf ‘an Hakâıkı Ğavâmidı’t-Tenzîl ve
Uyûni’l-Ekâvîlfi Vucûhi’t-Te’vîl,
Dâru’l-Kütübi’l- İlmiyye, Beyrut 1995, II, 860; Râzî, VII, 104..

[40]   Râzî, VII, 104.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar