HZ. ALİ’NİN MISIR VALİSİ KAYS B. SA’D’IN HAYATI VE SİYASİ KİŞİLİĞİ
Hz. Muhammed,
peygamberlik göreviyle görevlendirildiğinde, kendi yurdu Mekke’de tepkiyle
karşılanmış ve her türlü şiddete maruz kalmıştır. Mekke’den Medine’ye hicretten
sonra Ensâr’ın kendisine kol-kanat germesiyle orada İslâm devletini kurmaya
muvaffak olmuştu.
Hz.
Peygamber’in vefât etmesiyle birlikte ortaya çıkan karışıklıklar, Hz. Ebû
Bekir’in halîfe olmasıyla birlikte onun başarılı politikaları sonucu bertaraf edilerek
devlet bütünlüğü tesis edildi.
Hz. Ömer’in
halîfe olmasıyla, İslâm sancağının adâletini toplumlara götürme arzusu, Irak,
Suriye, Mısır gibi topraklarının fethedilmesiyle ortaya konmuş oldu. Hz.
Ömer’in şehid edilmesi, Hz. Osman’ın halîfe seçilmesiyle birlikte, özellikle
hilafetinin ikinci altı yılında, İslâm toplumunda meydana gelen siyasi, sosyal
ve iktisadî gelişmeler devlet içinde bazı problemlerin meydana gelmesine sebep
oldu. Hz. Osman’ın şehid edilmesiyle yakılan ayrışma fitili, Hz. Ali dönemiyle
iyice su yüzüne çıktı. İlk defa Cemel ve Sıffin’de iki İslâm ordusu karşı
karşıya geldi, omuz omuza düşmanlara karşı savaşan İslâm ordusu birbirlerine
kılıç çekmek zorunda kaldılar.
İslâm
toplumunu en fazla üzen bu dönem, Müslümanlar arasında dönemin olaylarının daha
iyi algılanabilmesi için araştırılmaya en fazla ilgi gösterilen dönemdir. Fitne
dönemi olarak nitelenen bu dönemin aydınlatılması için kapsamlı
araştırmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Kays b.
Sa’d’ın Hz. Peygamber dönemindeki faaliyetlerini ortaya koyan eserler Siyer ve
Mağazî kitaplarıdır. Bu bahiste ilk akla gelen eserler İbn Hişam’ın es-Sîre[1] [2]’si,
Vakidî’nin el-Meğazî4’si,
Halebî’nin İnsânü’l-Uyûn[3], İbn Seyyidinnâs’ın
Uyûnu’l-Eser[4] [5]’idir.
Kays b.
Sa’d’ın hayatını ve kişiliğini incelerken kendilerine sürekli müracaat
ettiğimiz Tabakât türü eser ise, İbn Sa’d’ın et-Tabakâtü’l-Kübrâ7’sı, Halîfe b.
Hayyat’ın et-Tabakât[6]’ı, İbn Abdilberr’in el-İstîâb[7] [8] [9] [10]’ı,
İbnü’l-Esir’in Üsdü’l-Gâbe si, Zehebı nin Siyeru A lâmü n-Nübelâ sı, İbn
Hacer in el-İsâbe sidir. Ensâb olarak en çok başvurduğumuz eser ise
Belazurî’nin Ensâbu’l-Eşrâf[11]’ıdır.
Genel Târih
kitapları arasında en fazla Taberî[12]’ye
başvurduk. Bilhassa Kays b. Sa’d’ın Mısır valiliği, Sıffin ve Nehrevan
savaşlarım incelerken bu eser ilk başvuru kaynağımız oldu. Taberi’nin özeti
mahiyetinde olan ve daha sahih rivâyetleri sunmaya çalışan İbnü’l-Esir’in
el-Kâmil[13]’i ve hemen hemen aynı
özelliklere sahip olan İbn Kesir’in el-Bidâye[14]’si
çalışmamızda bize kaynaklık etmiştir. Bu hususta Dineveri’nin Ahbâru’t-Tıvâl[15]’ı, Ya’kûbî’nin Târih’i[16], Mes’ûdî’nin Mürûcü’z- Zeheb[17]’i, İbn Haldun’un Târih[18]’i yardımcı kaynak olarak
kullanılmıştır.
Ülkelerin ve
şehirlerin fetihleri konusunda İbn A’sem’in el-Fütûh[19]’u,
Vakidî’nin Fütûhu’ş-Şâm[20]’ı en önemli müracaat
kaynaklarımız olmuştur. Yine Sıffin konusunda müstakil bir eser olan
Minkari’nin Vak’atü’s-Sıffin[21]’i konumuz açısından önemli
bilgiler ihtiva etmektedir.
Kays b.
Sa’d’ın kişiliği hakkında Edebiyat kitaplarında tatmin edici bilgiler bulduk.
İbn Abdirabbih’in el-Ikdü’l-Ferîd[22]’i, el-Müberred’in el-Kâmil[23]’i ilk akla gelen eserlerdir.
Ayrıca Hz. Peygamber zamanından itibaren 313/915 yılına kadar Ebû Talib’in
neslinden her ne şekilde olursa olsun öldürülen kimselerin biyografisi olarak
hazırlanan İsfahanî’nin Mekâtil[24] adlı eserinden, Hz. Hasan
dönemini işlerken yeterince istifade ettik.
II. İSLÂMİYETTEN ÖNCE MEDİNE’DE GENEL DURUM
Medine
(Yesrib) Şehri bir vadi üzerinde 25 derece 20 dakika kuzey enlemi ile 37 derece
3 dakika doğu boylamı arasında kuzeyde Uhud Dağı, doğuda volkanik dağlarla
çevrilidir. Mekke’nin 450 km. kadar kuzeyinde ve Kızıldeniz’in 100 km.
doğusundadır. Eskiden şehrin dağlara dayanmayan tarafı sağlam bir hisarla
çevrili idi ve ancak bir tarafı girişe elverişli olduğundan Hendek Savaşı’nda
müşriklerden korunmak için hendek bu kısımda açılmıştır. O zaman şehrin beş
giriş kapısı vardı.[25]
Medine eski
zamanlarda Amelika kavminin yurduydu. Onların dağılıp ortadan kaybolmasından
sonra M.Ö. VI. Yüzyıl başlarında Bâbil Kralı II. Nabû- kudur-u sur (saltanatı:
M.Ö. 605-562) un Kudüs’ü işgal edip oradaki Yahûdîleri Babil’e götürdüğü sırada
kaçıp kurtularak güneye, Hicâz’a gelen Yahûdîler tarafından, Hayber,
Vadî’u’l-Kurâ, Fedek gibi yerlerle birlikte Medine de yurt edinilmiştir.
Yahudiler Yesrib’e yerleştikten sonra Kuzey Arabistan ticaretini ele geçirerek
zenginleştiler. Medine ve civarı Kureyza, Nadîr ve Kaynuka Yahûdî kabilelerinin
merkezi oldu. [26]
Hazrec ve Evs
kabilelerinin buraya çok sonra, belki miladî ikinci veya üçüncü yüzyılda
gelmişlerdir. Ezd kabilesi Sa’lebe b. Amr başkanlığında Yemen’den çıkıp
Suriye’ye gelerek Gassan bölgesine yerleşmişti; Sa’lebe’nin ölümünden sonra
başkanlık meselesinden gücenen Hârise b. Sa’lebe, diğerlerinden ayrı olarak
kendi kabilesiyle Hayber bölgesine geldi. Hârise’nin ölümünden sonra Hazrec ve
Evs adarıyla ikiye ayrılan bu kabîleYesrib’e (Medine) gelmiş ve Yahudilerin
baskısı altında burada yaşamaya başlamışlardı. Hatta Yahudilerin başkanı
Faytan, evlenen Arap kızlarının ilk geceyi kendisiyle geçirmelerini isteyecek
kadar ileri gidince, Hazrec ve Evs kabileleri akrabaları olan Gassanîlerden
yardım istediler. Gassanîler yardım etmek üzere Yesrib’e gelerek Yahudi
başkanını öldürdüler. Bu olaydan sonra Yesrib’de üstünlük Evs kabilesine geçti.
Yahudiler, Hazrec ve Evs kabileleri arasında çıkan anlaşmazlıkları körükleyerek
birbirine düşürmeye çalıştılar.[27]
Evs ve Hazrec
vaktiyle sadece iki kardeşti; bunların soyundan türeyen insanlar Medine’e iki
hasım kabîlehalinde geliştiler. Hicret’ten altı yedi yıl evvele rastlayan
senelerde, Bu’âs adı verilen kardeşler arası bir savaşta Hacrecliler muzaffer
çıkmıştı ve aynı zamanda şehirde yaşayan Yahudilerle bunlar ittifak anlaşması
içinde bulunuyorlardı.[28] İşte bu durum Evslileri,
Mekkeli Kureyşlilerle ittifak anlaşması yapabilmenin çarelerine itmişti. Her
iki kabîle arasında yaşayan hakim kimseler ise evvelden beri gelen bu kanlı
kardeş kavgalarından bıkıp usanmışlardı.[29]
Şurası açıktır ki, Hz. Peygamber gibi dışarıdan gelen bir kimse, her iki
topluluğun müşterek başkanlığında başarı sağlama hususunda büyük bir şansa
sahipti.[30] Medine’nin siyasi hayat ve
sosyal yapısını kabile anlayışı oluşturmaktaydı. Gerek Araplar ve gerekse
Yahudiler arasında her kabile, müstakil bir hukuki birliği ve ne de bizzat
kendi başkanları dışında hiçbir siyasi otoriteyi tanımıyordu. Her kabile bizzat
kendi başkanı etrafında toplandığı ve başka otorite tanımadığı için siyasi
birlik parçalanmış bir durumdaydı.[31]
Hazrecliler hicretten çok kısa bir zaman önce Abdullah b. Übey b. Selûl’ü kral
seçmeye karar vermişlerdi. Hazrec’ten gelecek bir kral Evsliler için hiç de
kabule şayan olamazdı ve muhtemelen Yahudiler için de olamazdı. Hz.
Peygamber’in Medinelilerle Akabe’de yaptığı anlaşmalar sonucu Medine’ye hicret
etmesiyle bu durum ortadan kalkmıştır.[32]
BİRİNCİ BÖLÜM
KAYS B. SA’D’IN HAYATI VE SİYASETİ
Kays b. Sa’d,
Hazrec kabilesinin bir kolu olan Benû Sâ’ide’nin mensubu olarak Medine’de
doğmuştur. Kaynaklarda Kays b. Sa’d’ın doğum târihi ile ilgili herhangi bir
rivâyete rastlamadık. Fakat Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde Kays’ın
genç bir delikanlı olduğu bildirilir.[33]
Aynı zamanda Kays’ın Sehl b. Huneyf ile arkadaş olduğu kaynaklardan
anlaşılmaktadır.[34] Yine Kaynaklarda Sehl b.
Huneyf’in Hz. Ali’den beş veya altı yaş daha küçük olduğu rivayet edilmektedir.[35] Genel kanı Hz.
Ali’nin 63 yaşında vefat ettiğidir.[36]
Bu rivayete göre Sehl’in 603 veya 604 yılında doğduğu anlaşılır. Bütün
rivayetleri dikkate aldığımızda Kays’ın doğum tarihinin de bu tarihlere yakın
olduğunu söyleyebiliriz.
Kaynaklarda
onun soy ağacı şu şekilde sıralanmaktadır: Kays b. Sa’d b. Ubâde b. Düleym b.
Hârise b. Ebî Hazîme b. Sa’lebe b. Tarif b. Hazrec b. Sâ’ide b. Ka’b b.
el-Hazrec.[37] Kays b. Sa’d, Benû Sâide’nin
üçüncü tabakasındandır.[38] Kays, Ebû Fazl, Ebû Abdillah
ve Abdülmelik olarak künyelenmiştir.[39]
Hazrec’in
efendilerinden olan Sa’d b. Ubâde, hem Cahiliye hem de İslâm toplumunun ileri
gelenlerinden bir sahâbidir. Cahiliye ve İslâm dönemlerinde eşraftan bir zat
olan Sa’d b. Ubâde, atıcılık, yüzücülük ve yazı yazma sanatında çok mahir
olduğu için kendisine el-Kâmil denilirdi.6 7 [40]
[41] Kaynaklarda Sa’d b. Ubâde Ebu
KayS ve Ebu Sâbit[42]
olarak künyelenmiştir.
Sa’d b. Ubâde,
ikinci Akabe biatına katılmış ve on iki kişilik temsilciler heyetine
seçilmiştir.[43] Medine’den gelen Müslümanlar
Hz. Peygamber’e biat ettikten sonra Mina’dan ayrıldılar. Fakat Sa’d b. Ubâde ve
Münzir b. Amr Mekke’de kalmışlardı. Ertesi gün Kureyşliler bu haberin doğru
olup olmadığını araştırmaya başladılar. Kureyşliler bu haberin doğru olduğunu
öğrenince Müslümanların peşine düştüler. Mekke’de kalan Sa’d b. Ubâde ve Münzir
b. Amr’ı yakaladılar. Münzir, Kureyşlilerin elinden kaçmayı başardı. Bunun
üzerine Kureyşliler Sa’d b. Ubâde’nin ellerini, hayvanın boynuna kayış ile
bağladılar. Daha sonra Sa’dı Mekke’ye götürüp dövdüler. Sa’d b. Ubâde, uzun
saçlı olduğu için kâkülünden tutup çekiyorlardı. Sa’d b. Ubâde daha sonra o
günü şöyle anlatır: “Vallahi ben onların elinde iken, Kureyş’ten bir
topluluk bana çıkageldi. Onlar arasından güzel, beyaz, uzun boylu ve tatlı bir
adam vardı. Ben kendi kendime ‘eğer Kureyş ’ten bir adamda hayır varsa, o da şu
adamdır’ dedim. Bana yaklaşınca elini kaldırıp şiddetli bir yumruk indirdi.
Kendi
kendime ‘ vallahi bundan sonra onlardan bana artık hayır yok’ dedim. Beni
elleriyle sürüklerlerken onlarla beraber olanlardan bir adam birden bana
acıyıp, ‘seninle Kureyş’ten bir adam arasında emân yok mu?’ deyince ben de
Mut’im b. Adî ve Haris b. Harb b. Ümeyye[44] [45]’nin isimlerini verdim.
Daha sonra o ikisi gelip beni »13
Mekkelılerın
elinden kurtardı.
Sa’d b. Ubâde,
Münzir b. Amr ve Ebu Dücâne Müslüman olduktan sonra Benû Sa’ide’nin putlarını
kırmışlardır.[46]
Hz. Peygamber,
Bedir savaşından evvel sahâbilerle bu meseleyi müşâvere ediyordu. Muhacirler
Hz. Peygamber ile beraber olduklarını teyid ettikten sonra Ensâr’dan Sa’d b.
Ubâde ayağa kalkarak şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resûlü! Biz sana inandık,
Allah tarafından getirdiğin şeylerin hak olduğuna iman ettik, sana tâbi olduk.
Bundan sonra artık sen bizlere dilediğini emredebilirsin. Seni gönderen Allah
hakkı için eğer sen denize girersen seninle beraber biz de gireriz, hiçbirimiz
geri kalmayız. Seni hak ile gönderen Allah’a yemin olsun ki bizi Berkü’l-Gımad[47]’a
götürüp orada savaşmamızı emredersen savaştan geri durmaz ve sana sadakatten
ayrılmayız. Allah’tan dilerim ki bizden memnun olacağın işler nasip etsin.
Hemen Allah’ın rızasını dileyerek istediğin tarafa meyledelim. ” Hz.
Peygamber, Ensâr’ın bu sözlerinden hoşnut kaldı ve böylece Mekkeli müşriklerle
karşılaşmak üzere Bedir mevkiine yöneldi.[48]
İbn Abbas’ın bir rivâyetinde Sa’d b. Ubâde’nin Bedir savaşına katıldığı ve
Ensâr’ın sancağını taşıdığı bildirilir.[49]
İbn Kuteybe, Sa’d b. Ubâde, Bedir savaşına hazırlık yaparken kendisini yılan
soktuğunu ve bu yüzden Bedir’de hazır bulunmadığını aktarmaktadır.[50] Vakidî ise, Sa’d b. Ubâde’nin
savaşa katılmamasına rağmen, Ensâr’ın savaşa katılması için çok çaba sarfedip,
teşvik ettiğinden, Hz. Peygamber’in kendisine yumuşak davrandığını, Bedir’in
mükafatı olarak Hz. Peygamber’in Sa’d b. Ubâde’ye kendi kılıcını verdiğini
belirtir.[51]
Hz.
Peygamber, Bedir günü Müslümanlara hitaben bugün kim bir kişiyi esir alır veya
öldürürse; o esir almış olduğu veya öldürmüş olduğu kişinin kılıcının onun
olacağını bildirmişti. Bedir savaşından sonra Ebû Yâser, Hz. Peygamber’e
gelerek savaştan önceki sözlerini hatırlattığında Sa’d b. Ubâde ayağa kalkarak
şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resûlü! Bizim görüşümüz bu ganimetlerin
Peygamberlik makamının olmasından yanadır. Çünkü bizler sana bir şey olmasından
korkarak seni himaye ettik. ”[52]
[53]
Bu tartışmalardan sonra Enfâl Sûresi’nin önce birinci daha sonra kırkbirinci
âyeti nâzil oldu. “Sana ganimetlerin taksimini sorarlar............................................ ”
“Biliniz ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyden beşte biri mutlaka
Allah içindir..............
Sa’d b. Ubâde,
başta Uhud, Hendek olmak üzere Hz. Peygamber’in yer aldığı bütün savaşlarda
bulunmuştur.[54] Hicretin ikinci yılında
yapılan Ebva gazvesinde Sa’d b. Ubâde, Medine’de Hz. Peygamber tarafından
yerine vekil bırakılmıştır.[55] Uhud savaşında
düşmana karşı büyük bir sebatla savaşan Sa’d b. Ubâde aynı zamanda Hazrec’in
sancağını taşımıştır.[56]
Aynı şekilde
Müreysî gazvesinde de Ensâr’ın sancağını taşımıştır.[57]
Hendek savaşı yapılmadan önce Hz. Peygamber, istişare için Sa’d b. Ubâde ve
Sa’d b. Muaz’ı çağırmıştı. Bu istişare sırasında, Hz. Peygamber’in emirlerine
uymakta en ufak bir tereddüt göstermeyeceklerini ve müşriklerle savaşmaya,
canlarını feda etmeye hazır olduklarını bildirmişlerdi. Bu sırada gösterdikleri
sebat ve düşmanlarla çarpışma hususundaki tutumları karşısında Hz. Peygamber,
çok memnun olmuştu. Aynı zamanda Sa’d b. Ubâde, Hendek savaşında Ensâr’ın
sancağını taşımıştır.[58] Sa’d b. Ubâde, Benû Kurayza
ile yapılan savaşta bütün ordunun yiyeceğini karşılamakla birlikte, savaşta
hazır bulunmuştur.[59] Hudeybiye ve Biat-ı Rıdvan’da
hazır bulundu.[60] Hayber’in fethinde
ordu komutanlarından biri de Sa’d b. Ubâde’dir.[61]
Mekke’nin fethinde Ensâr’ın sancağını taşıyan Sa’d b. Ubâde, sözlerinden ötürü
şikayet üzerine Hz. Peygamber tarafından görevinden alınarak, yerine oğlu Kays
b. Sa’d tayin edilmiştir.[62] Mekke’nin fethinin ardından
yapılan Huneyn gazvesinde Hazrec’in sancağını taşımıştır.[63]
Görülüyor ki Sa’d b. Ubâde, vefat edinceye kadar İslâm için cihatta
bulunmuştur.
Sa’d b. Ubâde,
Hz. Peygamber’den bizzat işiterek tekrarlarıyla beraber yirmi hadis rivâyet
etmiştir.[64] Sa’d b. Ubâde’den çocukları
Kays, Said, İshak ve Abdullah b. Abbas hadis rivâyet etmiştir.[65] İbn Sa’d, Sa’d b. Ubâde’nin
Hz. Peygamber’in meclislerinde daima hazır bulunduğunu, ondan Kur’ân, ferâiz ve
şeriat ahkâmı öğrendiğini bildirmektedir.[66]
Onun torunlarından olan İsmail b. Amr b. Kays’ın elinde Sa’d b. Ubâde’nin bir
sahîfesi olduğunu kaydedilmektedir[67]
Ahmed b. Hanbel’in naklettiği bir haber, bu hususu teyid etmektedir. Buna göre,
İsmail b. Amr, Sa’d b. Ubâde’nin kitabında, Peygamber’in bir şahid ve bir yemin
ile hüküm verdiğini gösteren bir hadis bulmuştur.[68]
Aynı haber, isnâdındaki biraz daha değişik bir ifade ile et-Tirmizî tarafından
nakledilmiştir.[69] Buhârî’nin haberinde ise
kitap, Sa’d b. Ubâde’nin oğlu Said’e isnad edilmiştir.[70]
Hz. Peygamber,
Mekke’den Medine’ye hicret ettiği zaman, Sa’d b. Ubâde Hz. Peygamber’e her gece
kâse içinde etli veya sütlü tirit yemeği, zeytin ve balık gönderirdi. Aynı
zamanda Hz. Peygamber’in zevcelerine de bunların aynısını gönderirdi.[71] [72]
Sa’d b. Ubâde,
aynı zamanda Ashâb-ı Suffâ’dan seksen kişiye her gün yemek yedirirdi.40 Sa’d b. Ubâde’nin annesi
Amre binti Mes’ud, hicretin beşinci yılında Rebiulevvel ayında Hz. Peygamber,
Dümetü’l-Cendel’de seferde bulunduğu sırada vefat etti. Oğlu Sa’d b. Ubâde de
Hz. Peygamber’le beraber gazvede bulunuyordu. Hz. Peygamber seferden dönünce
Sa’d b. Ubâde’nin annesinin kabrine gidip cenaze namazını kıldı ve onu dua
etti.
Sa’d b. Ubâde:
“Ya
Resûlallah! Annem vefat etmiş bulunuyor. Vefat etmeden evvel benimle konuşma
imkanı bulabilseydi, muhakkak bir hayır yapmamı isterdi. Şimdi ben onun adına
bir hayır yapabilir miyim?” dedi.
Hz. Peygamber:
“Evet”
dedi.
Sa’d b. Ubâde,
Hz. Peygamber’e:
“Hayrın
efdal ve üstünü hangisidir?” deyince.
Hz. Peygamber:
“Bir kuyu
kazdırıp, su içirmektir” buyurdu.
Bunun üzerine
Sa’d b. Ubâde bir kuyu kazdırıp: “Bu Sa’d b. Ubâde’nin annesi tarafındandır”
dedi. Sikâyet-i Âl-i Sa’d adını verdiği su kuyusunu Müslümanların hizmetine
sundu.[73]
Sa’d b. Ubâde,
ayrıca annesi adına bir bostan bahçesi vakfetmek istediğinde, Hz. Peygamber’e
gelip bunun annesine bir faydası olup olmayacağını sorduğunda, olumlu cevap
karşısında bostan bahçesini vakfetmiştir.[74]
627 yılında
vuku bulan Gâbe (Gâred) gazvesinde, orduya erzak olarak on deve yükü hurma
göndermişti. Hz. Peygamber: “Allah’ım! Sa’d ve Sa’d’ın ailesine rahmet eyle”
diyerek dua ettikten sonra: “Sa’d b. Ubâde ne iyi adamdır” deyince
Hazrec kabilesinden orada bulunanlar: “Ya Resûlallah! O, bizim aramızda
büyüğümüzdür, büyüğümüzün de oğludur. Onlar kıtlık yıllarında halkın
karınlarını doyururlar, yolda kalanlara da yardım ederlerdi. Bununla birlikte
misafirleri ağırlarlar, musibet ve ihtiyaç zamanlarında yardım edip, kabileleri
yurtlarına götürürlerdi ” dedikleri zaman Hz. Peygamber: “İslâmiyet
devrinde halkın hayırlıları, Câhiliye çağında da insanların hayırlısı idiler”
dedi.[75]
Sa’d b. Ubâde
ve oğlu Kays b. Sa’d, Hz. Peygamber’in Vedâ Haccı’nda kaybolan devesini
buldukları zaman Sa’d ve oğlu deveye erzak yükleyerek Hz. Peygamber’e getirmek
üzere yola koyuldular. Evinin kapısının önünde duran Hz. Peygamber’e
rastladıklarında Sa’d b. Ubade: “Ya Resûlallah! Senin kaybolan deven bize
geldi, onun yeri senin yanındır” dedi. Hz. Peygamber’e teslim edip oradan
ayrılacağı zaman Hz. Peygamber: “Allah ikinizden razı olsun. Medine’ye hicret
ettiğimizden beri yaptığınız misafirperverlikle bizlerin ihtiyacını giderdiniz”
dedi. Sa’d b. Ubade : “Ey Allah’ın Resûlü, bizlere emanet olarak verilen
mallarımızdan aldığınız için bizler Allah’a ve Resûlüne minnettarız” dediği
zaman Hz. Peygamber: “Ey Sa’d, doğru söyledin. Arzu ettiğin şeyi elde
ettiğin için sevin. Şüphesiz ki karakter Allah’ın elindedir. Kim birine bir
şeyi ihsan etmek isterse, onun cömertliği, iyi karakterinden dolayıdır.
Şüphesiz ki sen cömert biri olduğun için Allah sana iyi bir karakter vermiş”
dedi. Bunun üzerine Sa’d b. Ubâde yapmış olduğu iyi hasletlerden ötürü Allah’a
hamdetti.44
Hz. Peygamber
vefat edince Ensâr, Benû Saide örtmesinde[76]
[77] toplanarak Sa’d b. Ubâde’yi
halîfe seçmek için istişare ediyordu.[78]
Sa’d b. Ubâde hasta olduğu için yüksek sesle konuşamıyordu. Bundan dolayı oğlu
Kays b. Sa’d babasının söylediklerini yüksek bir sesle aktarıyordu.[79]
Hz. Ebu Bekir
ve Hz. Ömer’e haber ulaşınca beraberindeki Muhacirlerle birlikte Benû Saide
örtmesine doğru yola koyuldular.[80] Toplantıya muhacirlerin
katılmasıyla Sa’d b. Ubâde’ye biat konusundaki tartışmalar iyice alevlendi.
Ensâr’dan Hubab b. Münzir ayağa kalkarak: “Ey Kureyş topluluğu! Bir emîr
sizden bir emîr bizden olsun” deyince tartışmanın dozajı iyice arttı.[81] Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Ebu
Ubeyde’den istedikleri birine biat edebileceklerini söylediği zaman,[82] her ikisi de Hz.
Ebu Bekir’in Hz. Peygamber’in mağara dostu olduğunu ve namaz kıldırmakla
görevli olduğunu belirterek onun halîfe olması noktasında birleştiler.[83] Daha sonra Hz.
Ömer, Hz. Ebu Bekir’in elini tutarak ona biat etmiştir. Daha sonra oradaki
muhacir ve Sa’d b. Ubâde’nin etrafında toplanan Ensâr’ın birçoğu biat etti.[84] Bu biat esnasında
Sa’d b. Ubâde’nin adamlarından biri: “Dikkat edin! Sa’d b. Ubâde’yi
öldüreceksiniz” dediğinde Hz. Ömer de: “Allah onu kahretsin! Çünkü o,
fitne ve kötülüğün başıdır, münafığın tekidir” dedi.[85]
Bizim burada
üzerinde durmamız gereken konu Kays b. Sa’d’ın o günkü toplantıda Hazrec’ten
bazıları Hz. Ebu Bekir’e biat etmemesine rağmen,[86]
Kays’ın biat edenler arasında neden en önde yer aldığıdır. Çünkü Evslilerden
Üseyd b. Hudayr, Kays’ın biat ettiğini gördüğü zaman şöyle dedi: “Vallahi
Hazrecliler, üzerinize bir kez hakim olacak olurlarsa, bu fazileti kendilerine
temelli tahsis ederler ve sizi ondan ebedi olarak mahrum bırakırlar. Kalkınız,
Ebu Bekir’e biat ediniz. [87]
Kays b.
Sa’d’ın daha sonraki günlerde Ensâr’ın o gün Benû Saide örtmeliğinde Sa’d b.
Ubâde’yi halîfe seçmek için toplandıklarında Ensâr’ın Kureyş’in bir grup
insanın davranışlarından etkilenerek, bir bütün olarak onun arkasında durmayıp
onu terk etmeleri yüzünden Ensâr’a serzenişte bulunması, Kays’ın o gün Ebu
Bekir’e neden biat ettiğini anlamamıza yardımcı olmaktadır.[88]
Hz. Ebu Bekir
daha sonra bir şahsı göndererek Sa’d b. Ubâde’nin biat etmesini istedi. Sa’d b.
Ubâde’nin cevabı şöyle oldu: “İyi biliniz ki vallahi, sadağımdaki bütün
okları atmadıkça, mızrağımın ucunu kına ile boyamadıkça, gücümün yettiği kadar
kılıcımla size vurmadıkça ve aile fertlerim ile kavmimden bana uyanlarla birlikte
size karşı savaşmadıkça biat etmeyeceğim. Allah’a yemin olsun ki bütün insanlar
ve cinler sizinle birlikte olsa, rabbime varıncaya ve hesabımı görünceye kadar
size biat etmeyeceğim. ” Elçilik yapan zat, Sa’d b. Ubâde’nin sözlerini Hz.
Ebu Bekir ve Hz. Ömer’e iletince, Hz. Ömer kendi tabiatına uygun olarak Hz. Ebu
Bekir’e “biat edinceye kadar onu bırakma” teklifinde bulundu. Bu esnada
orada bulunan Beşir b. Sa’d ise, onlara şöyle tavsiyede bulundu:
“O, artık
inat edip biatı reddetmiştir. Öldürülünceye kadar da size biat etmeyecektir.
Beraberinde çocukları ailesi ve aşiretinde bir grup öldürülünceye kadar da o,
öldürülemeyecektir. Bütün Hazrec’i öldürmedikçe onları öldüremeyeceksiniz.
Artık rayına girmiş olan bir işi bozmayın! O halde onu kendi başına bırakın.
Onu bu şekilde terk etmeniz size zarar vermez. O sadece tek bir kişidir. ”
Beşir’in bu tavsiyesini dikkate alan Hz. Ebu Bekir, Sa’d b. Ubâde’yi tek 57başına bırakarak biat etmesi
konusunda onu zorlamamıştır.
Hz. Ömer
halîfe olunca bir gün Medine’nin bir sokağında Sa’d b. Ubâde’ye rastladı ve: “Ey
Sa’d! Bak hele!” diye seslenince, Sa’d da: “Buyur! Ey Ömer” diye
karşılık verdi. Hz. Ömer: “Bak sen saygın bir kişisin. Öyle değil mi?”
deyince Sa’d b. Ubâde de: “Evet, öyleyimdir. Fakat bu iş (hilâfet) sana geçmiştir.
Vallahi senin arkadaşını (Ebu Bekir’i) senden daha çok severdim ve senin
yakınında olmaktan da hoşlanmıyorum” diye karşılık verdi. Bunun üzerine Hz.
Ömer de: “Komşusunun yakınında olmaktan hoşlanmayan çeker gider”
cevabını verdi. Sa’d b. Ubâde ise şöyle dedi: “Şunu bilesin ki yakında
senden daha hayırlı birisinin yanına gideceğim. ” Sa’d b. Ubâde çok kısa
bir süre sonra Hz. Ömer’in hilâfetinin ilk aylarında Şam a gitti ve ölünceye
kadar orada yaşadı.
İbn Sa’d, Sa’d
b. Ubâde’nin bir yerde bevl yapmak için oturduğunda cinler tarafından çarpılıp
öldürüldüğünü, ardından cinlerin şöyle dediğini aktarmaktadır:
“Katlettik, Hazrec’in efendisi
Sa’d b. Ubâde’yi
İki ok attık ona; fakat
vuramadık kalbini ”[89] [90] [91]
İbn Kuteybe,
Sa’d b. Ubâde’nin bir yerde bevl yapmak için oturduğunu, bu esnada yılan
tarafından sokularak öldüğünü ve Sa’d’ın vücudunun yemyeşil olduğunu
bildirmektedir.[92]
Sa’d b.
Ubâde’nin Hz. Ömer’in halife olmasından iki buçuk yıl sonra (h. 14) Şam
eyaletinde Havran’da vefat ettiği bildirilmektedir.[93]
Annesi Fukeyhe
bint Ubeyd b. Düleym b. Harise b. Sa’lebe b. Tarif b. Hazrec b. Saîde’dir. Hz.
Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde ona biat ederek Müslüman oldu.[94]
Kays b.
Sa’d’ın Said dışındaki kardeşleri hakkında kaynaklarımızda pek malumat yoktur.
Biz onların sadece isimlerini tespit edebildik. Bunlar İmâme, Südûs -anne bir
kardeşleri- Said, Muhammed, Abdurrahmân[95]
ve İshak’tır.[96]
Meğazî ve
Siyer ilminin öncülerinden olan Said b. Sa’d, İslâm Târihi ilmi açısından
önemli bir şahsiyettir. İbn Hibban, Said’in sahâbe olup olmadığı konusunun
ihtilaflı olduğunu bu yüzden onun tabiûndan güvenilir bir kişi olduğunu[97] İbn Sa’d ise, pek çok yazar
gibi onun Hz. Peygamber dönemine yetiştiğini, kendisinden az da olsa hadis
rivâyet edildiğini ve onun güvenilir bir sahâbe olduğunu kaydetmektedir.[98] Vakıdî, Said’in Hz. Ali
döneminde Yemen valiliği yaptığını rivâyet etmektedir.[99]
Said b. Sa’d,
Hz. Peygamber’in hayatıyla ilgili bazı bilgileri ilk kaleme alan kişi sayılır.
Said b. Sa’d’ın yazdığı kitabın aslının Abbasiler döneminin başlarında torunu
Said b. Amr’ın elinde olduğu anlaşılmaktadır.[100]
İbn Hanbel ve Ebu Avâne’nin bizlere ulaşan eserlerinde Said b. Sa’d’ın Hz.
Peygamber’in hayatıyla ilgili yazdıklarından bazı parçaların bulunduğu
bildirilmektedir.[101] Ebu Avâne: “Said b.
Sa’d’ın kitabında buldum” ibaresiyle bunu açıkça ortaya koyar.[102] Taberi’nin de bu kitaptan
faydalandığı anlaşılmaktadır.[103]
Kaynaklar Kays
b. Sa’d’ın eşi olarak, Kureybe bint Ebi Kuhafe Osman b. Amir b. Amr b. Ka’b b.
Sa’d b. Teym’in adını zikretmektedir.[104]
İbn Sa’d, Kureybe’nin Kays ile evlendiğini ve ondan çocuk dünyaya gelmediğini
aktarır.[105] Kays b. Sa’d’ın
çocuğu olduğuna göre başka eşinin de olması gerekir fakat kaynaklarda başka bir
isme rastlayamadık.
Mekke’nin
fethi günü Ebu Kuhâfe, âma olduğu için kızı Kureybe’den kendisini Ebî Kubeys’e
götürmesini istedi. Oraya vardıklarında Ebu Kuhâfe kızı Kureybe’ye: “Ey
kızım ne görüyorsun?” dediğinde Kureybe: “Karartının önünde koşuşturan
bir adam görüyorum” dedi. Bunun üzerine Ebu Kuhâfe: “O vâzidir yani
atlılara emîr veren ve onları ileri gönderen kimsedir” dedi. Daha sonra Ebu
Kuhâfe: “Ey kızım! Şimdi bak ne görüyorsun?” deyince Kureybe: “Karartı
dağıldı” dediğinde Ebu Kuhafe: “Şüphesiz ki atlılar yayılıp dağıldı.
Hadi beni süratle evime götür” dedi. Eve yaklaşıp Mekke’ye giren atlılarla
karşılaştıklarında, bir atlı Kureybe’nin boynundaki gerdanlığı kesip aldı. Daha
sonra Ebu Kuhâfe: “Ey kızım! Korkma! Şüphesiz ki senin kardeşin asildir ve
Muhammed’in yanında onun arkadaşlığı da üstündür” dedi. Hz. Peygamber
Mekke’ye girdiği zaman Ebu Bekir onun yanında üç defa kız kardeşinin
gerdanlığını bulanın getirmesini istediyse de daha sonra kız kardeşine dönerek
şöyle dedi: “Ey kız kardeşim! Gerdanlığını kendi hayrına say. Vallahi bugün
millet içinde emanete riayet eden azdır. ”74 Ebu Kuhâfe ve Kureybe bugün Hz. Peygamber’e biat
ederek Müslüman oldu.
Kaynaklardan
dolaylı olarak Kays b. Sa’d’ın üç oğlunun olduğunu çıkarabildik. Bunlar Vettâd[106] [107],
Nasr[108] ve Amr’dır.[109] [110]
II. HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE KAYS b. SA’D
Hz. Peygamber’in Yanındaki Konumu
Enes b.
Mâlik’ten gelen bir rivâyette, Kays b. Sa’d’ın Hz. Peygamber’in yanındaki
konumu emniyet âmirinin vali yanındaki konumuna benzerdi.
Kays b. Sa’d,
Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde onun koruması olarak en öndeydi ve Hz.
Peygamber’in işlerini yerine getirmede kendisine yardımcı oluyordu. Kaynaklar
Kays’a Hz. Peygamber’in Sahibu’ş-Şurtası olarak isim verselerde bu
isimlendirme sonraki dönemlere ait bir kavramdır. Çünkü Hz. Peygamber zamanında
valilerden hiçbirinin yanında sahibü’ş-şurta mevcut değildi. Bu emniyeti
(valiyi) korumakla mükellef sınıf, ancak Emeviler döneminde meydana gelmiştir.
Enes b. Mâlik, Kays b. Sa’d’ın bu konumunun bilinmesi ve daha iyi anlaşılması
için bilinmekte olan Sahibu’ş-Şurta’ya benzetti. Hz. Peygamber’in bütün hayatı
ve zamanı halk arasında geçmiştir. Hz. Peygamber’in kapısının önünde sultan
saraylarındaki gibi, insanların girmesine engel olan muhafızlar yoktu.[111]
Hz. Peygamber
Medine’ye hicret ettiğinde Ensâr’dan yirmi genç, ihtiyaçlarını yerine getirmek
için onun yanından ayrılmadı ve Hz. Peygamber, bir işin yapılmasını
istediğinde, bu gençleri görevlendirdi.[112]
Kays b. Sa’d’ın bu konuma layık görülmesi, onun, Hz. Peygambere karşı gördüğü
işler sebebiyledir denmiştir.[113]
Kays b. Sa’d’ın
babası, oğlunun bu mevkiinden endişelenip, başına bir iş gelmesinden korktuğu
için Hz. Peygamber’e gelerek oğlunun bu mevkiden uzaklaştırılmasını Hz.
Peygamber’den rica etti. Daha sonra Hz. Peygamber Kays’ı bu görevden aldı.[114] Asım b. Ömer’den gelen bir rivâyette,
Hz. Peygamber’in, Kays’ı sadaka toplama işinde görevlendirdiğini
belirtilmektedir.[115]
Sa’d b. Ubâde,
oğlu Kays b. Sa’d’ı Hz. Peygamber’in hizmetini görmesi için onun yanına
vermişti.[116] Yerim b. Es’ad, Kays b.
Sa’d’ın Hz. Peygamber’in ayaklarını 85
mesh etmede
kendisine yardımcı olduğunu söylemektedir.[117]
Yukarıda
zikrettiğimiz gibi Kays b. Sa’d, Hz. Peygamber’in Medine’ye gelmesiyle birlikte
onun korumalığını üstlenmişti.[118] Daha sonra Kays, bu görevden
alınmasına rağmen, Hz. Peygamber’in hep yakınında yer almaya devam etmiştir.
Kays b. Sa’d, heybetli bir vücuda sahipti,[119]
aynı zamanda babası gibi, atıcılıkta başarılı[120]
ve kılıç kullanmada emsalsiz yiğit bir bahadırdı.[121]
Kays b. Sa’d,
Hz. Peygamber ile birlikte bütün savaşlara katılmıştır.[122]
Kays, Hz. Peygamber’in Sudâ üzerine gönderdiği askeri birliğin başında,[123] Mekke’nin fethinde ise
Ensâr’ın sancağını taşımıştır.[124]
Hz. Peygamber,
h. 8. yılında Cirâne’den[125] döndükten sonra Kays b. Sa’d
komutasında bir askeri birliği Yemen bölgesinde Sudâ[126]
üzerine seriyyeye gönderdi. Hz. Peygamber, Kays b. Sa’d’a beyaz bir sancak ile
siyah bir bayrak vermişti. Kanat[127]
denilen bölgede dört yüz kişilik bir Müslüman ordusu toplandı. Hz.
Peygamber bu
birliğe Yemen bölgesindeki Sudâlar üzerine gitmesini emredince, o sırada Sudâlı
bir adam birliğin kendi kabilesi üzerine gönderildiğini öğrenince, Hz.
Peygamber’e gelerek şöyle dedi:
“Ey
Allah’ın Resûlü! Ben kavmimin elçisi olarak geldim. Eğer sen bu birliği geri
çekersen ben de sana kavmimi getireceğim. ” Bu konuşmadan sonra Hz.
Peygamber ordu komutanı Kays b. Sa’d’ı Kanat denilen bölgeden geri çağırdı.[128]
Sudâlı adam
daha sonra kavmine gitti ve yanında on beş kişilik bir heyetle Hz. Peygamber’in
yanına geldiler.[129] Sa’d b. Ubâde: “Ey
Allah’ın Resûlü! Müsaade et, benim misafirim olsunlar. ” dedi. Bunun
üzerine gelen bu ayet Sa’d b. Ubâde’nin evinde ağırlandı. Sa’d, gelen bu heyete
iyi davranıp onlara ikramda bulunarak, hepsini giydirip kuşattı.[130]
Daha sonra bu
heyet Hz. Peygamber’in yanına gelip, İslâm’ı kabul ederek Hz. Peygamber’e biat
ettiler. Hz. Peygamber onlara şöyle dedi:
“Ey Sudâlı
kardeşler! Sizler kavminizin önde gelen kişileri misiniz?” onlar da “evet”
dediler.[131]
Daha sonra bu
kişiler kavimlerine döndüklerinde, Sudâlılar arasında İslâmiyet hızla yayıldı.
Sudâlılardan veda haccına yüz kişi geldi.[132]
Sudâlılara
mensup Ziyad b. Hâris’ten şu rivâyet aktarılmıştır. Ziyad b. Hâris, Hz.
Peygamber’e gelerek şöyle dedi: “Askeri birliği geri çekersen, ben de sana
kavmimi getireceğim. ” Bunun üzerine Hz. Peygamber askeri birliğini geri
çekti. Ziyad kavminden bir heyetle Hz. Peygamber’e geldiğinde, Hz. Peygamber
Ziyad’a şöyle dedi: “Ey Sudâlı kardeş! Sen kavmin için kendisine itaat
edilen biri misin?” Ziyad da Hz. Peygamber’e: “Allah ve Resûlü’nün
sayesinde evet” dedi.[133]
Ziyad b. Hâris
şöyle dedi: “Hz. Peygamber ile beraber sefere katıldım ve Hz. Peygamber
benden ezan okumamı istedi ve ben de ezan okudum. ” Daha sonra Hz. Bilâl
kamet getirmeye başlayınca Hz. Peygamber: “Sudâlı kardeş ezan okudu; kim
ezan okursa, o kamet getirir” buyurdu.[134]
Medine İslâm
devletiyle Kureyşliler arasında yapılan Hudeybiye Sulh anlaşmasında, Beni Bekr
Kureyş yanında, Huzâalılar Medinelilerin yanında yer alarak bu anlaşmaya
katılmışlardı. Beni Bekr kabilesinden biri şiirle Hz. Peygamber’e hakaret
edince, Huzâalılardan bir genç buna tahammül edemeyerek, o kişiye saldırarak
onu yaraladı. Durumu öğrenen Beni Bekr kabilesi bunu Huzâalara saldırmak için
bir sebep saydılar.[135] Kureyşlilerin yardımını alan
Beni Bekr’ler her şeyden habersiz Vetr denilen suyun başında ikamet eden
Huzâalıların üzerine ansızın saldırdılar. Hazırlıklı bulunmayan Huzâalılar,
Mekke’nin içine kadar kaçmalarına rağmen, Harem bölgesinde bile adamları
öldürülmüştü. Neticede bu çatışmalarda Huzâalılardan yirmi üç kişi
öldürülmüştü.[136] Çatışmalarda Kureyşliler,
Beni Bekr kabilesine at, silah gibi yardımlarla kalmamış, hatta ileri
gelenlerinden birçokları da bilfiil çarpışmaya katılmıştı. Fakat bunu Hz.
Peygamber’den çekindikleri için gizli yapmışlardı.[137]
Kureyş’in bu hareketi Hudeybiye Sulh anlaşmasını ihlâl etmiş oluyordu.
Huzâalı Amr b.
Sâlim, beraberinde bir heyetle Hz. Peygamber’e gelerek durumu anlatıp, yardım
talebinde bulundu.[138] Hz. Peygamber Huzâalılardan
gelen heyete, kendilerine yardım edeceğini söyleyerek yurtlarına geri gönderdi.[139] Hz. Peygamber durumun açığa
kavuşması için Mekkelilere bir mektup göndererek şöyle dedi:
“Ya
Huzâalılardan öldürülenlerin kan bedelini ödeyiniz, ya da Beni Bekr kabilesiyle
olan ittifakınızdan vazgeçin. Bunlardan birini yapmazsanız, Hudeybiye Sulh
anlaşmasını bozduğunuzu ve bunun neticesi olarak da sizinle savaşma
mecburiyetinde kalacağımı biliniz.."[140]
Mekkeliler Hz.
Peygamber’in teklifini kabul etmeyerek, anlaşmayı fiilen ihlal etmiş olduklarım
teyid etmiş oldular. Daha sonra Ebu Süfyan, anlaşmayı yenilemek ve mütareke
müddetini uzatmak için Medine’ye gitti.[141]
Ebu Süfyan,
Medine’de Hz. Peygamber’in yanına vardığında, Hz. Peygamber’e anlaşmayı
yenileyip, müddetini uzatmak istediğini söylediğinde , Hz. Peygamber kendisine
herhangi bir cevap vermeksizin sessiz kaldı.[142]
Ebu Süfyan, Hz. Peygamber’den bir cevap alamayınca, İslâm’ın önde gelenlerinden
anlaşma için yardım istediyse de bundan da bir sonuç alamayınca Mekke’ye döndü.[143]
Hz. Peygamber,
Mekke üzerine yürümeye karar verdi ve bu kararını gizli tutmak istiyordu. Bu
sayede düşmana hazırlanma fırsatı vermemek ve bunun neticesi olarak da fazla
kan dökülmeden Mekkelileri teslime mecbur etmekti.
Hz. Peygamber
hazırlıkları tamamladıktan sonra Ramazan ayının ilk günlerinde Mekke’ye doğru
hareket etti.[144] Hz. Peygamber ordusuyla
Mekke’ye dört fersah mesafede olan Merri-Zahran vadisine gelip konakladı.[145] Hz. Peygamber her mücahide
bir ateş yakmasını istedi.[146] Bir anda on bin ateş
yakıldığında bunu gören Mekkeliler ne yapacaklarını bilmeyerek korkuya kapıldı.[147] Etrafta olup bitenler
hakkında malumat toplamak üzere Ebu Süfyan birkaç arkadaşıyla gece vakti çıkıp
etrafı gözetlerken askerler tarafından yakalanarak Hz. Peygamber’e getirildi.[148] Hz. Peygamber, Ebu Süfyan’ın
Mekke’ye dönmesine müsaade etmeyerek, Hz. Abbas’a Ebu Süfyan’ı vadinin
daraldığı yere götürüp, İslâm ordusunun ihtişamını görmesini istedi.[149] Ebu Süfyan Hz.
Peygamber’in ordusunu gördüğünde Hz. Abbas’a şöyle dedi:
“Kardeşinin
oğluna ne kadar büyük bir saltanat verilmiş! Hiçbir hükümdarda görmediğim bir
saltanat”
Hz. Abbas;
“Bu
saltanat değil, peygamberliktir” dedi.[150]
Hz. Peygamber,
ordusunu dört kola ayırmıştı. Hz. Peygamber’in kollara ayırmış olduğu askerler
şehre girerken Sa’d b. Ubâde, Ebu Süfyan’ın önünden geçerken, “Bugün büyük
bir savaş günüdür. Bugün Kâbe’de vuruşmanın helal olduğu gündür” dediğinde
Ebu Süfyan bu sözleri Hz. Peygamber’e ilettiğinde Hz. Peygamber “Sa’d yanlış
söylemiş, bugün Allah’ın Kâbe ’yi yücelttiği gündür. Bugün Kâbe’nin tevhid
elbisesine bürüneceği gündür” dedi.[151]
Bunun üzerine
Hz. Peygamber, Sa’d b. Ubâde’yi görevden alarak yerine oğlu Kays b. Sa’d’ı
komutan olarak atadı.
Başka bir
rivâyette, Mekke’nin fethi günü Sa’d, Kureyşi hicvederek, “Bugün savaş
günüdür. Bugün her şeyin helal olduğu gündür” dediğinden bu sözler Kureyş’in
çok zoruna gitmişti. Kureyşli bir kadın Hz. Peygamber’in önüne çıkarak onu
şikâyet ettiğinde, Hz. Peygamber Sa’d’ı görevinden aldı.[152]
[153] Hz. Peygamber
121 yardım isteyen kadının
ümitsizliğe düşmesini önlemiştir.
Hz.
Peygamber’in Sa’d b. Ubâde’yi görevden almasının iki önemli nedeni vardır:
Ordunun başkomutanının emirlerine muhalefet etmesi. Sa’d
b. Ubâde, sözleriyle Hz. Peygamber’in çizmiş olduğu plana tamamen ters
düşüyordu. Çünkü o, Mekke’yi kan akıtmadan, gerekmedikçe de silaha başvurmadan
almak istiyordu.[154]
Bazı Muhacirlerin ve Ebu Süfyan’ın kafasını kurcalayan
endişeleri yok etmek. Hz. Peygamber, Müslümanların İslâm’ın etrafında
kenetlenmelerine çok özen gösteriyordu. Onun için yeni Müslüman olan Ebu Süfyan
ve bazı muhacirlerin kafasını kurcalayan endişelerini ortadan kaldırmak
istiyordu. Sa’d’ın davranışı ise, hem Hz. Peygamber’in Mekke’yi savaşmaksızın
almayı amaçlayan planına ters düşüyor, hem de hoş olmayan bazı sonuçlar doğurma
ihtimalini taşıyordu.[155]
Hicretten önce
on iki, sonrasında ise sekiz yıl olmak üzere Hz. Peygamber yirmi yıl boyunca
kendisini ve ashabını kovup şehirden çıkaran, onların mallarını gasp edip
ellerinden zorla alan, birçok sahâbeyi ölüme sürükleyecek şekilde işkence ve
mihnet altında tutan, sığındıkları yer olan Medine’yi istilaya kalkışan ve
girişilen ıslahat hareketini yok etmek için akla gelen her çareye başvurmayı
ihmal etmeyen bu şehir ahalisinden zulüm görmüş olan Hz. Peygamber bu şehre
muzaffer şekilde bir fatih olarak girmişti. Düşmanlarını köle ve cariye haline
getirilmesini emretmek veya hepsinin kılıçtan geçirilmesini emretmesine mani
olacak hiçbir şey kalmamıştı. Ama Hz. Peygamber Allah elçisi olarak getirdiği
bir ilâhî tebliğ vazifesi vardı ve kendisinden sonra ilelebet
Müslümanların davranış ve hareket tarzlarında umumi prensip ve kural teşkil
edecek bir tutum göstermek mecburiyetindeydi. Bunun üzerine bir Peygamber’den
beklenen şu sözler onun ağzından dökülmüştür:
“Bugün
artık sizler hiçbir şekilde hakir görülmeyeceksiniz; haydi şimdi dağılın,
hepiniz hür ve serbestsiniz. ”124
Babasının
azledilmesiyle bu büyük günde komutanlığa yükselen Kays b. Sa’d, bu mevkisiyle
her zaman gurur duymuş, Hz. Ali döneminde Muâviye ile Sıffin gününde mücadele
ederken, Ensâr’ın üstünlüğünü ortaya koyarken, “Bizler Mekke fethinde Hz.
Peygamber’in yanında en öndeydik” diyerek bunu ortaya koymuştur.[156] [157]
HZ. ÖMER DÖNEMİNDE KAYS B. SA’D
Şam fetihleri
tamamlandıktan sonra Amr b. el-Âs, Hz. Ömer’e Mısır’ın topraklarının
verimliliğinden, tabii zenginliğinden ve savaş gücünün zayıflığından
bahsederek, ondan Mısır seferine çıkmak için izin istedi.[158]
Hz. Ömer,
Amr’a sefer iznini gönülsüz olarak verdi. Aynı zamanda ona, Suriye
topraklarından fazla uzaklaşmamasını, kendisinin yapacağı görüşmeler
neticesinde, Mısır seferi için kesin kararını vereceğini, şayet kararından
vazgeçtiğini bildiren mektup kendisine Mısır’a girmeden önce ulaşırsa, geri
dönmesini, şayet Mısır toprağında haber kendisine gelirse devam etmesini
istedi.[159]
Halîfe,
Medine’ye döndüğünde, ashâb ile istişare ettikten sonra, ashabı Mısır seferi
için isteksiz gördü.[160] Hz. Ömer, Amr’a mektup
göndererek, Mısır’a girmediyse geri dönmesini, eğer sınırı geçtiyse devam edip,
kendisine takviye asker göndereceğini bildirdi.[161]
Hz. Ömer’in
mektubu kendisine ulaştığında Amr Refah’ta idi. Bu şehir Filistin sınırları
içinde yer alıyordu. Ordu Ariş şehrine girinceye kadar Amr haberciden mektubu
almadı. Amr, Ariş şehrinde askerlerine buranın Mısır toprağı olduğunu
doğrulattıktan sonra, mektubu askerlere okudu. Mektupta şayet Mısır
topraklarına girilmişse yollarına devam etmelerini bildiriyordu. Bunun üzerine
Amr 130 da yoluna devam
etti.
Amr, Mısır’a
vardığında ordusunda bulunan ashabın ileri gelenlerine şöyle dedi: “Ihsan
karşılıklı yapılan bir tavırdır. Hz. Peygamber, Mukavkıs’a mektup yazarak onu
Islâm’a davet etti, o da buna mukabil kendisine hediye göndermişti. Bizlerin bu
hediyeyi hatırlaması gerekir. Çünkü Hz. Peygamber, Mukavkıs’ın göndermiş olduğu
hediyesini kabul ederek ona teşekkür etmişti. Bizler Hz. Peygamber’in sünnetine
tabiyiz ve onun sünnetini kendimize örnek almalıyız. ”
Amr,
kendisiyle birlikte Mısır seferinde beraber olan ashabın ileri gelenlerinden
bir grubu elçi olarak Mukavkıs’a gönderdi, bu heyetin arasında Kays b. Sa’d da
vardı. Aynı zamanda Amr, bu heyetle Mukavkıs’a hediyeler de göndermişti.[162] [163]
Heyet Mısır’a
vardığında, Mukavkıs devletin üst düzey bürokratlarıyla toplantı halindeydi.
Kays, içeriye girdiğinde Mukavkıs, bürokratlarının tedirginliklerini yok edip,
onların kalplerini İslâm’a karşı yumuşatmak için Kays’a bir takım sorular
sorarak, ondan binmiş oldukları bineklerden kendilerine haber vermesini istedi.
Bunun üzerine Kays ona şunları anlattı:
“Onların
hörgücü kumral, diz kapakları parlaktır” deyince Mukavkıs, “Biz
Arapların deveden başka hiçbir şeye binmediğini duyduk” dedi. Kays, şöyle
dedi: “Allah deveye cömert davranıp onu şereflendirerek, evrensel kıldı.
Aynı zamanda çölün ortasında dişi deve de çıkarttı. Âdemoğullarından biri olan
Arapların ona binmesi için onu özel kıldı. Allah deveyi kanaatkâr yaratarak onu
mübarek kıldı.
Çünkü o,
günlerce susuzluğa dayanarak, kuvvetli bir şekilde yoluna devam eder.
Allah
Kur’an’da bizlere şunları söyledi:
“Bütün
insanlar için haccı ilan et ki, gerek yaya olarak gerek uzak yoldan gelen
incelmiş develer üzerinde sana gelsinler” [164]Aynı
zamanda
Allah onun
bedenini sizler için kurban kıldı.-[165]
[166]
“Hz.
Peygamber Bedir savaşına çıktığında beraberinde su taşımada kullanılan yüz deve
ve iki at vardı. Bu atlardan birine Mikdâd b. Esved diğerine Mus’ab b. Umery
biniyordu. Bizler Kureyş ile karşılaştığımızda onların sayısı bizlerden kat kat
fazlaydı. Onlar Hz. Peygamber’in feyzinden uzak durdular. Hz. Peygamber’in
ashabı yolda peşi sıra birbirini takip ediyordu, onlara namaz kıldırmak ve
onların emniyetinden sorumlu olarak Hz. Ali, Mersed b. Ebi Mersed el- Gâvanî ve
Hz. Hamza görevlendirildi. Ey Kral! Hz. Peygamber kendisine hediye edilen eşeğe
binmişti, onun arkasından Mu’âz b. Cebel takip ediyordu. Ey Kıptilerin Kralı!
Hz. Peygamber eşeğinin ayağına kendisi nal çakardı ve Hz. Peygamber’in elbisesi
yamalıydı. ” Hz. Peygamber: ‘Kim benim sünnetimden yüz çevirirse o, bizden
değildir’ buyurmuştu. “Hz. Peygamber’in gömleği pamuktandı, onun uzunluğu, ne
çok uzun ne de çok kısaydı. Kavmi Hz. Peygamber’e elbise satın alarak hediye
etmişti. Hz. Peygamber onu yırtılıncaya kadar giymişti. Hz. Peygamber’i
konuşmalarında tebessümlü görürsün, o konuşurken açık bir şekilde konuşur,
önemli şeyleri üç defa tekrarlardı. Onun ashabından biri kendisine geldiğinde
o, ayağa kalkmayı yeğlerdi. Ey Mukavkıs! Allah’ı tesbih et. Allah’tan başka
ilah olmadığına şehadet ederim ki, şayet tövbe edersen Allah, sana mağfiret
edecektir. Bizler Hz. Peygamber’e bu sözün mahiyetini sorduğumuzda, o bize bu
sözün, İslâm’ın kabulünü tasdik anlamına geldiğini söyledi. ”134
Mukavkıs’ın meclisinde
bulunan Müslümanlardan bazısı, Allah katında en faziletli ümmetin, Peygamber’in
yanında olanların olduğunu yani kendilerinin olduğunu söylediklerinde Mukavkıs,
bu sözlere çok kızdı. Mukavkıs oradakilere şöyle dedi: “Sizler haram yemeye
meylederek, günah işleyip, kötü işler yaptınız, iyilik yapmayı
düşüncelerinizden uzak tutarak, halka zulmederek dünyaya meylettiniz. Bu yapmış
olduklarınızın hangisiyle Allah katında en faziletli ümmetsiniz.”[167]
[168]
Daha sonra
Mukavkıs, “sizlerde ne diye yoksulluk görmüyorum?” dediğinde oradakiler
şöyle cevap verdi: “Ey Mukavkıs! Şüphesiz ki Allah büyük küçük birçok
şeylerle bizleri rızıklandırdı. Buna karşılık onlar, tahammülü zor olan bir
olayla, iki kafatasıyla çıkageldiler. Ey Kral! Bu iki kafatasından biri, adil
ve salih amel işleyen kişiye diğeri zalim bir adama aitti. O ikisi de insanın
ebedi olarak kalacağı yere varmışlardı. Artık o ikisinin konuşması da mümkün
değildi. Ama adil adam vardığı yerde mutlu ve refah içindeydi. Zalim adama
gelince, işlemiş olduğu ziyan ve suçtan ötürü pişmanlık içindeydi. Ey Kral!
Ölmeden evvel istediğini seç, şüphesiz ki sen insanların ileri
gelenlerindensin. Herkes de senin emîrliğinde bir yere varacaktır ve eğer sen
yeryüzünde Allah’ı vekil edinirsen, senin emîrliğin ahirette sana kalkan ve
aynı zamanda ganimet olacaktır. Sen varacağın yeri ve kabrini düşün ki, kendi
nefsin için hareket edesin. Unutma ki ruhunu teslim ettiğin zaman ataların sana
yardımcı olamayacaktır ve mezar seni içine alacaktır. Şeytanın emirlerini ve
davetini terk ederek, günahlarını tamir edersin. Ey Kral! Şeytanın senin
babanın üzerindeki hilelerini bir hatırla. Onun üzerine kendi hilelerini
yönelterek düşmanını bitkin düşür. Ona doğrulukla yönelerek onu bertaraf eyle.
”
Daha sonra
Kays şöyle dedi: “Ey Kral! Onların haberini biliyor musun?” Mukavkıs: “Hayır”
dedi. Bunun üzerine Kays, “Onlar mümin kavimdir. Allah Kur’an’da onların hak
ile adaleti rehber edinmiş ümmet olduğundan bahsetmektedir. Onlar Hz.
Peygamber’e Kur’an’da mümin kavmin ehemmiyetinin ne olduğunu sorduklarında,
Allah ayetlerle iyilikte bulunmayı Muhammed ümmetine öğütlemiştir. ”136
Mukavkıs,
Kays’a: “Ey Arap kardeş! Arkadaşlarının yanına döndüğün zaman onlara burada
gördüğün ve duyduğun şeylerden haber ver. Ayrıca sizlerle birlikte sizin
aranızda yaşamayı düşüneceğim” dedi. Kays: “Ey Mukavkıs! Sizlerden
bizler için bir şüphe yoktur. Bizler sizleri de kurtaramayacağız, sizleri
kurtaracak olan İslâm’ın ta kendisidir. Ya İslâm’ı tercih ederek kurtuluşa
ereceksiniz ya da bizlerle sulh yapıp cizye vermeyi kabul edeceksiniz yahut
bizlerle savaşmayı tercih edeceksiniz” dedi. Mukavkıs da duyduğu şeyleri
halkına açık bir şekilde anlatacağını ama halkının haram yemelerinden dolayı
sertleşen kalplerini yumuşatmak için zamana ihtiyaç duyduğunu söyledi.
Mukavkıs ve
devletin önemli kademesinden hiç kimse Ramazan ayında halkın arasına çıkmazdı.
Devlet adamlarından hiç kimse ne yapılması gerektiğini bilmiyordu. Kays
hicretin 20. yılı Şaban ayında oradan ayrılarak Amr b. el-Âs’ın yanına
vardığında, orada olup biteni kendisine anlattı.
Mukavkıs’ın
oğlu, babasının konuşmalarından İslâm’a meyilli olduğunu çıkartmıştı. Bu yüzden
babasının Müslümanlarla savaşmayacağını, devleti onlara teslim edeceğini
düşünüyordu. Mukavkıs, her yıl belli bir zaman diliminde inzivaya çekilirdi.
Mukavkıs, inzivaya çekildiğinde oğlu devletin ileri gelenlerini toplayarak,
onlara babasının sulh yapmak istediğini söyledi. Oradakiler kendisinin veliaht
olduğunu bu yüzden kendileri için en doğru olanı yapmasını istediler. Daha
sonra o, babasını zehirletmiştir.[169]
İskenderiye’nin
fethi tamamlanıp, orada sükûnet vuku bulduğunda, İskenderiye ehlinin
zenginlerinden olan Baras’a -dönemin cimrilerindendi- taraftarları tarafından
cizye vermesinin zorunluluğu hatırlatıldığında, o da Hz. İsa’nın hak olduğunu
her ne olursa olsun ona ulaşmayı, onu doğrulamayı ve onun öğretisini yaymayı,
Araplara verilen vergiden daha hayırlı olduğunu söyledi. Bunun üzerine Kays b.
Sa’d ona şöyle dedi: “Bizler vergiyi sizden sadaka olarak değil, canlarınızı
ve mallarınızı korumak üzere alıyoruz. Bu yüzden sizden aldığımız vergi haram
değil bilakis helaldir. Yazıklar olsun sana! Bizler sizin memleketinize kılıçla
girdik. Bizler buraya girdiğimizde sen düşmandın ama bizler senin malını almayı
düşünmedik.” Oradakiler de Beras’a şöyle dediler: “Sen Allah’ı bırakıp
gittin ve İskenderiye’de herkes sana lanet ediyor. Biliyorsun ki sen fakir
olmasan da dünya işlerinde her şeye güç yetiremezsin. Allah sana faziletini
verdi ve rızkıyla seni genişletti. ” Bunun üzerine Beras: “Atalarınızın
ileri gelenlerini ve ecdadınızın seçkinlerini düşüncelerinizle küçük
düşürdünüz. Allah cömertlik üzere değildir” dediğinde Kays bu sözlere çok
kızıp ona vurmaya yeltendiyse de oradakiler onu engelledi. Kays ona şöyle dedi:
“Ey Allah’ın ve Rasûlünün düşmanı! Allah’ın faziletine, hamdına ve minnetine
iftira ettin. Şüphesiz ki Allah bizi rızıklandırdı ve nimetini bizim üzerimize
eksiksiz verdi. Sen Allah’ın nimetini hesaba katarak düşmanlık ettin.”
Sonra Kays: “Ey Allah’ım! Senin nimetini yalanladı, onun söylediklerini
yalanla” dedikten sonra onun hakkında şu bedduayı yaptı: “Allah’ım! Onun
küçükbaş hayvanlarının tamamının helak olduğunu, bostanlarının kuruduğunu,
diyarının ve mallarının harab olduğunu bildiren haber gelmeden onun gününü
bitirme. ”138
Halid b.
Velid, İskenderiye’nin fethini mektupla Amr’a bildirdi. Amr, İskenderiye’ye
vardığında bugün Amr Camii olarak bilinen mescidi inşa ettirmiştir.
Kays b. Sa’d,
Hz. Ali zamanında Mısır’a vali olduğunda caminin güney kısmındaki boş araziye
planını kendisinin yapmış olduğu fülfül evlerini[170] [171] [172] inşa ettirdi. Kays,
valilikten azledildiğinde, insanlar onun orada evinin olduğunu
zikrettiklerinde, Kays: “Mısır’da hangi ev benimdir?” diye sorduğunda
insanlar evi Kays’a gösterdiklerinde, Kays: “ O ev Müslümanların parasıyla
inşa edilmiştir. O evde benim hakkım yoktur” dedi.
Kays b. Sa’d,
vefat etmeden önce Mısır’daki fülfül evlerini vali iken kendisinin inşa
ettirdiğini, orada kendisine ait evi, oraya gelmiş ve orada zor durumda bulunan
Müslümanların hizmetine sunulmasını vasiyet etti.[173]
HZ. ALİ DÖNEMİNDE KAYS. b. SA’D
Ebu Huzeyfe,
Yemâme savaşında şehid edilince, Hz. Osman onun oğlu Muhammed’in sorumluluğunu
yüklendi. Hz. Osman onu terbiyesine alıp onu yetiştirmiş ve her türlü iyilikte
bulunmuştu. Hz. Osman’ın hilâfetinde, kendisini halîfe tayin etmesini
istediğinde, Hz. Osman bu işin ehli olduğu zaman kendisini vali olarak tayin
edebileceğini bildirmişti. Hz. Osman, Muhammed b. Ebi Huzeyfe’nin bu isteğini
reddedince, o da kendisinden gazâ yapması için izin istedi ve daha sonra
Muhammed Mısır’a gitti.[174]
Muhammed b.
Ebi Huzeyfe, Mısır valisi Abdullah b. Sa’d’ı eleştirip, Mısır halkını Hz.
Osman’ın halîfelikten azledilmesi için kışkırtıyordu. İsyancı grup Mısır’dan
çıktığı zaman, Muhammed, vali Abdullah b. Sa’d’ı Mısır’dan çıkartarak oraya
hakim oldu.[175]
Mısırlılar,
Hz. Osman’ın şehid edildiğini öğrendiklerinde, onun taraftarları Hz. Osman’ın
kanını taleb etmek şartıyla Muâviye b. Hudeyc’i başkan seçtiler. Muâviye b.
Hudeyc, taraftarlarıyla birlikte Mısır’ın kuzeyine hareket etti. Muhammed b.
Ebi Huzeyfe, ordusunu bunların üzerine gönderdiyse de yapılan savaşta ordusu
bozguna uğradı. Muâviye, taraftarlarıyla birlikte önce Berka’ya, burada belli
bir zaman kaldıktan sonra İskenderiye’ye gitti. Muhammed b. Ebi Huzeyfe
ordusunu, Hz. Osman’ın taraftarlarının toplandığı bölge olan Hıribta’ya[176] savaşmak üzere gönderdiyse de
burada da ordusu mağlup oldu. Hz. Osman’ın taraftarları, Muâviye b. Ebi Süfyan
ve Amr b. el- Âs’ın Mısır’ı ele geçirinceye kadar burada ikamet etmişlerdir.[177]
Valiler Sorunu ve Kays b. Sa’d’ın Mısır’a
Gidişi
Hz. Osman
şehid edilince h. 35. senesinde Medine’de Müslümanlar Hz. Ali’yi halîfe
seçtiler.[178] Hz.Ali halîfe seçilince, ilk
zamanda birçok problemle uğraşmak zorunda kalmıştı. Öncelikle kendisine biat
etmeyenlerle, diğer taraftan Hz. Osman’ı öldürenler meselesi ve daha sonra
valilerin azledilmesi meselesiyle uğraşmıştır.
Hz. Ali,
devletin içinde bulunduğu huzursuzluğun temel sebebi olarak valileri
görmekteydi.[179] O, Hz. Osman’ın şehid edilmesinin
nedeni olarak, asilerin valilere kızmasını görüyordu ve eğer valileri
görevlerinden uzaklaştırırsa ortalığın bir nebze olsa da yumuşayacağını
düşünüyordu. Diğer taraftan da Hz. Ali valileri azletmeyi başaramazsa, devlet
otoritesini temin edemeyeceğini ve otoriter bir yönetici olamayacağını
düşünüyordu. Hz. Ali, birliğin sağlanması ve güvenliğin temini için valilerin
azledilmesini gerekli görüyordu.[180]
Hz. Ali
ashabın ileri gelenleriyle valilerin durumu ile ilgili bir toplantı yaptı.
Muğire b. Şûbe, Hz. Ali’ye valileri görevinden uzaklaştırmaması gerektiğini,
eğer itaat edeceklerine dair haber gönderecek olurlarsa, bu aşamadan sonra
onları azledebileceği gibi istediği kişiyi de görevinde bırakabileceğini
söylemiştir. Ertesi gün Hz. Ali aynı konuda tekrar toplantı yaptığında Muğire
b. Şûbe, Hz. Ali’yi valileri azletme konusunda kararlı görünce, Hz. Ali ile
aynı düşüncede olduğunu söylemiştir.[181]
Abdullah b.
Abbas, Hz. Ali’ye Muâviye’yi görevinden azletmemesi gerektiğini, böylece
Muâviye’nin kendisine biat edeceğini söylese de Hz. Ali onun tavsiyelerini
dikkate almamıştır.[182]
Hz. Ali,
36/656 yılında sefer ayında yeni valileri tayin etmiştir. Hz. Ali, Osman b.
Huneyf’i Basra’ya, Ümâre b. Şihâb’ı Kûfe’ye, Ubeydullah b. Abbas’ı Yemen’e,
Kays b. Sa’d’ı Mısır’a, Sehl b. Huneyf’i de Şam’a vali tayin etmiştir.[183]
Kûfeliler
kendi valileri Ebu Musa el-Eş’ari’den başka bir vali istemediklerini ifade
ederek Ümâre’yi geri çevirmişlerdir.[184]
Şam valiliğine atanan Sehl b. Huneyf, Şam’a gitmek üzere yola çıkıp Tebük’e
vardığında bir grup atlı ile karşılaşmış, onlara kendisinin Şam valisi olarak
görevlendirildiğini söyleyince, onlar buna rıza göstermemişler, Sehl b. Huneyf,
Şam’a girmeden Medine’ye geri dönmek zorunda kalmıştır.[185]
Hz. Ali, Kays
b. Sa’d’ı Mısır’a vali olarak atadığında ona şöyle dedi:
“Ey Kays!
Mısır’a git, seni oraya vali olarak atadım. Güvendiğin ve istediğin adamları
yanına al ve askerlerle birlikte Mısır’a yönel. Senin adamlarınla ve
askerlerinle oraya varman düşmanlarına korku vereceği gibi şanın için de iyi
olacaktır. İyilik yapılması gereken kimselere iyilik et, şüphe uyandıran
insanlara karşı güçlü ol ve taviz verme, önde gelenlere ve halka güzel
muamelede bulun. İnsanlara yumuşak davranmak güveni artırır”[186] dedi. Bunun üzerine Kays b.
Sa’d, Hz. Ali’ye şöyle cevap verdi:
“Senin
Mısır’a askerlerinle birlikte git demenle, ben Medine’den toplayacağım
askerlerle oraya gitmem. Mısır’a gitmek için toplayacağım askerlerin Medine’de
olması daha iyidir. Çünkü senin ihtiyacın olduğundan, onların senin yanında
bulunmaları gerekir. Onları sana karşı çıkan kimselere gönderirsin,
istediğinde
de askerlerine güç katmış olurlar.
Kays b. Sa’d,
sadakatıyla, cesaretiyle, kavminin ve Arapların içindeki mevkisiyle Hz. Ali’nin
Mısır valisi olmuştur.[187] [188]
[189] Kays, Mısır’a gitmek üzere
yola çıkıp, Eyle’ye vardığında bir grup atlıyla karşılaştı ve kendisine “Sen
kimsin?” diye sorulduğunda Kays da: “Ben Osman’a karşı gelenlerdenim ve
ona sığınmış, bağlı olanlara karşı Allah’tan yardım diliyorum” dedi. Kays,
kendisinin Mısır’ın yeni valisi olduğunu söyleyerek yoluna devam edip, Mısır’a
yedi arkadaşıyla girmeyi 157 başarmıştır.
Kays b. Sa’d’ın Mısır Valiliği
Kays b. Sa’d,
Mısır’a vardığında doğruca mescide gitti ve minbere çıkarak, Hz. Ali’nin
kendisiyle birlikte göndermiş olduğu mektubu halka okudu; “Rahmân ve Rahîm
olan Allah’ın adıyla! Allah’ın ve müminlerin emîri Hz. Ali’den bu mektubu duyan
ve dinleyen bütün Müslümanlara. Size selam olsun! Ben kendinden başka ilah
bulunmayan Allah’a çokça hamd ederim. Allah güzel işi ve güzel takdiriyle
tedbirin bir gereği olarak İslâmiyet’i, hem kendi nefsi, hem melekleri hem de
peygamberleri için bir din olarak seçti. Bu dinle birlikte peygamberlerini
kullarına gönderdi. Bu dini yarattıklarından seçtiği kimselere özel olarak
ihsan etti. Allah bu din ile kendilerine ikramda bulunduğu insanlardan bir
kısmı Muhammed ümmetidir. Bu ümmete özel lütfunun gereği olarak Hz. Muhammed’i
peygamber olarak gönderdi ki, Hz. Peygamber, dağılmasınlar diye bu ümmeti
toparladı. Temizlensinler diye bu ümmeti arındırdı. Haksızlık etmesinler diye
bu ümmete muvaffakiyet verdi. Bu görevini ifa ettikten sonra Allah, onun ruhunu
teslim alarak yanına aldı. Allah’ın selamı, bereketi, rahmeti onun üzerine
olsun.
Müslümanlar
Hz. Muhammed’in irtihalinden sonra iki sâlih kimseyi emîr ve halîfe olarak
seçtiler. Bu iki halîfe Kitab’a göre hareket ettiler, güzel bir gidişat
sergilediler. Sünnet’in dışına çıkmadılar. Sonra Allah, bunların hayatlarını
noktaladı, vefat ettirdi. Allah bu ikisine rahmet etsin. Bunlardan sonra bazı
hadiseler meydana getiren bir kimse halîfe seçildi. Hz. Muhammed ümmeti, onun
aleyhinde söylenecek şeyler gördü. Sonradan ondan intikam aldılar, saldırganlık
gösterdiler. Onu öldürdükten sonra bana gelip biat ettiler. Ben de Allah’tan
dilerim ki, beni kendi yoluna iletsin, bana hidayet versin. Allah’tan beni
kendisine karşı gelmekten sakındırması için yardım diliyorum. Dikkat edin,
Allah’ın Kitab’ı ve Rasûlünün sünnetine göre amel etmemiz, sizin bizden
isteyeceğiniz bir hakkınızdır. Sizin gıyabınızda da olsa Allah’ın Kitab’ı ve
Rasûlünün sünnetine göre hakkınızda hüküm vermemiz ve size öğüt vermemiz icab
etmektedir. Kendisinden yardım dilenilen sadece, Allah’tır. O, bize yeter, O,
ne güzel vekildir.
Ben size
Kays b. Sa’d’ı vali olarak gönderiyorum. Ona destek olun ve ona yaklaşın. Hak
hususunda ona yardımcı olun. Ben de kendisine, iyilikte bulunmasını emrettim.
Ben de size iyilik yaparım. Sizi kuşkuya düşürmeye meyledenlere sert karşılık
vereceğim. Genel ve özel olarak tamamınıza merhamet ve şefkatle muamele ederim.
Kays b. Sa’d’, gidişatından memnun olduğum bir kimsedir. Sâlih bir kimse
olacağını ve size nasihatte bulunacağını ümit ederim. Allah’tan bize ve size
temiz ameller yapmamızı nasip etmesi, bol sevaplar ve geniş rahmetler ihsan
etmesini diliyorum. Allah’ın selamı ve bereketi üzerinize olsun. ”[190]
Kays b. Sa’d,
mektubun okunmasından sonra ayağa kalkarak, Allah’a hamd ve senâ (övgü)
ettikten sonra Müslümanlara şöyle dedi:
“Hakkı
getirip, batılı yok eden ve zalimlerin niteliklerini belirten Allah’a hamd
ederim. Ey insanlar! Bizler Hz. Peygamber’den sonra insanların en hayırlısı
olarak bildiğimiz Hz. Ali’ye biat ettik ve buraya geldik. Sizler de kalkın,
Allah’ın Kitab’ı ve Rasûlü’nün sünneti gereği ona biat edin. Şayet bizler size
böyle biata çağırmazsak, sizin üzerinizde bizim böyle bir biat hakkımız olmaz.
Daha
sonra orada bulunan halk ayağa kalkıp Kays b. Sa’d’a Hz. Ali adına biat etti ve
böylece Mısır’da sükûnet sağlanmış oldu.[191]
[192] Polis şurtası olarak da Said
b. Hişâm b. Kinâne atanmıştır.[193] Bunun üzerine Kays b. Sa’d,
Mısır çevresine kendi adamlarını göndererek, kendisine Hz. Ali adına biat
almalarını emretti. Mısır’ın Hıribta bölgesinde yaklaşık onbin kişi Hz.
Osman’ın şehadetini kalkan yaparak, öcü alınmadıkça biat etmeyeceklerini
bildirdiler. Burada Kinâne kabilesine mensub olan bir adamla, Müdlic
oğullarından Yezid b. Hâris burada olanlara başkanlık ediyorlardı. Kays b.
Sa’d, onlara haber göndererek şöyle dedi:
“Sizleri
öldürmeyeceğim ve aynı zamanda bulunduğunuz yerler de sizin olacak. Ancak
bizlerin insanların emîri olmamızdan dolayı kat’î bir şekilde kötülükte
bulunmayacaksınız. ”[194]
Diğer
taraftan, Mesleme b. Muhallid de biat etmeyip, Hz. Osman’ın kanını talep etmeye
başladı. Kays b. Sa’d, Mesleme’ye haber göndererek şöyle dedi: “Sana
yazıklar olsun! Bana karşı mı geliyorsun? Allah’a yemin ederim ki, Şam’dan
Mısır’a kadar olan her yerin benim olması karşılığında bile seni öldürmek
istemem. ”[195]
Muâviye bütün
Şam bölgesinin itaatini sağladı. Hâkimiyeti, Bizans sınırlarına, deniz kıyısına
ve Kıbrıs Adası’na kadar uzandı. Cezire beldelerinden Harran, Urfa ve Karkisya
gibi yerlerin hâkimiyetini sağladı. Cemel savaşında cepheden kaçan Hz. Osman
taraftarı olan bazı kimseler de Muâviye’nin saflarına katıldılar. Eşter bu
beldeleri Muâviye’nin adına yöneten valilerin elinden almak istediyse de
Muâviye, Abdurrahman b. Halid’i Eşter’in üzerine göndererek Eşter’in kaçmasını sağlamıştır. Böylece Muâviye bu bölgelerde hâkimiyeti sağlamlaşmıştır.[196] [197]
Muâviye’nin
Hilesi
Muâviye ve Hz.
Ali kendi aralarındaki mücadelede Mısır birliklerinin kendi taraflarında yer
almalarının öneminin farkındaydılar. Muâviye hilâfetin başına geçebilmesi için
Mısır’ın en büyük mihenk taşlarından biri olduğunun farkındaydı. Bu yüzden
Mısır’ı çok iyi bilen Amr b. el-Âs’ın kendi safında yer almasını sağladı. 165
Muâviye,
Mısır’ın Hz. Ali’nin kontrolünde olması ve buranın Kays b. Sa’d gibi komutanlık
ve idarecilik sahasında çok kabiliyetli biri tarafından yönetilmesini geleceği
açısından tehlikeli görüyordu. Şayet Hz. Ali, Irak halkı ile Kays b. Sa’d Mısır
halkıyla Şam üzerine yürüyecek olursa, Muâviye iki ateş arasında kalacaktı ve
bu da onun felaketi anlamına gelecekti.[198]
Muâviye, iki
ateş arasında kalmamak için Mısır sınırını güvenli hale getirmesi gerekiyordu.
Muâviye, Kays b. Sa’d’ın Mısır’da düzeni sağlamasından rahatsız oldu.[199] Mısır için planların
yapılması kaçınılmazdı. Bu yüzden Muâviye, Kays’a meylederek onu elde edip,
zafer kazanmayı hedefledi. Tabi ki Kays’ı Hz. Ali’nin yanından ayırmak o kadar
kolay değildi. Muâviye’nin hedefi, Kays ile Hz. Ali arasındaki samimi ilişkiyi
fesat çıkartarak onları birbirine düşürmekti.[200]
Bunun için Muâviye, Mısır valisi Kays b. Sa’d’ı siyasi oyunlarla belki de kendi
tarafına çekebilirdi, bu olmazsa en azından onu Mısır valiliğinden azlettirip,
yerine daha güçsüz ve yeteneksiz birinin geçmesini sağlayabilirdi.[201] [202]
[203] Kays b. Sa’d, akıllı bir kişiydi. Nitekim Muâviye onun
için: “Eğer Kays b. Sa’d, Kureyş’ten olsaydı, Arap ona biat eder ve onu
halîfe yapardı”110 demiştir. Muâviye, Mısır’a hakim olan ve
kendisini Mısır halkına sevdiren Kays b. Sa’d’ın oradan azledilmesi için iki
aşamalı bir plan hazırladı.
Mısır valisi Kays b. Sa’d’a her türlü tavizi verecekti.
Eğer Kays b. Sa’d’ı Hz. Ali’nin yanından ayırıp kendi tarafında yer almasını
sağlayabilirse, kendisi için 171
arzu ettiği şeyleri elde etmesi daha kolay olacaktı.
Planın ikinci safhası, eğer Kays b. Sa’d’ı Hz. Ali’nin
yanından ayırmayı başaramazsa, bu sefer Kays b. Sa’d hakkında yalan haberler
ortaya atıp, fitne çıkararak, Kays’ı Mısır valiliğinden uzaklaştırmaktır.[204]
Bunun için
Muâviye, Mısır valisi Kays b. Sa’d’a mektup yazarak şöyle dedi: “Allah’ın
selamı üzerine olsun. Sizler Hz. Osman’ın birine kamçı vuruşunu, birine hakaret
etmesini, birini sefere çıkarmasını, Benî Ümeyye’den genç birisini vali tayin
etmesini uygun görmeyip ona karşı çıktınız. Bütün bunlara rağmen onun kanının
helal olmadığını biliyorsunuz. Bunun için sizler büyük bir günah işleyip, ağır
bir yük yüklendiniz.
Ey Kays!
Senin Hz. Osman üzerine gönderilen adamlardan olduğunu biliyorum. Bu yüzden
Allah’a tövbe et. Hz. Ali’ye gelince, onun da Hz. Osman’ı öldürmek için adamlar
gönderdiğini biliyoruz. Bundan dolayı mensup olduğun topluluktan kimse kendini
kurtaramayacaktır.
Ey Kays!
Hz. Osman’ın kanını talep edenlerle birlikte ol ve bizlere katıl. Eğer bize
katılır ve ben zafere ulaşırsam Irakeyn (Kûfe-Basra) valiliğini sana vereceğim
ve ben hayatta olduğum sürece de sen bu görevin başında kalacaksın. Ayrıca
halifeliğim devam ettiği müddetçe senin arzu ettiğin birine de Hicâz valiliği
vereceğim. Eğer başka isteklerin de varsa onları bana bildir ki ben de onları
sana ,,173 vereyim.
Bu konu hakkında bana görüşlerini bıldır.
Fitne
ortamındaki havayı iyi teneffüs eden, Şam’ın kuvvetini ve zafiyetini çok iyi
bilen Muâviye, öncelikle bu mektubunda Kays’ı hatasından dönmesi konusunda
uyarıyordu. Muâviye, Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra, kanını talep etmesi,
zamanla insanlara Hz. Osman’ın kanının koruyucusu gibi göründü. Hz. Osman’ın
öldürülmesinden Kays’ı sorumlu tutarak ona büyük bir günah yüklemeyi
hedeflemekteydi. Muâviye, Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra kısası talep
ederek, insanların hislerine tercüman olarak onların kafasını karıştırmayı
başardı.[205] [206]
Muâviye, Kays
b. Sa’d’ın kanını talep etmedi, ondan bu büyük günahtan temizlenmesi için tövbe
edip, Hz. Osman’ın kanını talep edenlerle birlikte olmasını istedi. Muâviye
için Kays b. Sa’d’ın bu günahtan ötürü tövbe edip etmemesi değil, önemli olan
onun kendisine itaat etmesi idi. Çünkü Kays devlet uğruna hareket ediyor ve Hz.
Ali adına çalışıyordu. Muâviye, Kays b. Sa’d’ı, onu vali yapanları ve
destekçilerini tuzağa düşürmek için cömert davrandı. Muâviye, Hz. Ali’ye karşı
üstünlük sağlayabilmek için Amr b. el-Âs’a diplomatik güvence vererek Mısır’ı
ona vermeyi vaat etti. Şam, kendi kontrolünde ve onu halîfe olunca devletin başkenti
yapma düşüncesi, Muâviye’ye, Kays b. Sa’d’a Irak valiliğini vermekten başka
çare bırakmıyordu.[207] Muâviye’nin bu teklifi, onun
Kays b. Sa’d’a ne kadar önem verdiğini ve onun karşı tarafta bulunmasından da
son derece endişe ettiğini açıkça göstermektedir.[208]
Mısır valisi
Kays b. Sa’d, Muâviye’den almış olduğu bu mektubu okuyunca, kendisine bir oyun
tertip edildiğinin farkına varmıştı. Akıllı bir adam olan Kays, öncelikle
Muâviye’ye ne meyletti, ne de Muâviye’nin kendisine muhalefette 177 bulundu. Aksine onu nezaketle
geçiştirmeye çalışıp durumu idare etmeye çalıştı.
Kays b. Sa’d,
Muâviye’nin mektubuna karşılık şöyle cevap verdi:
“Hz.
Osman’ın katli konusundaki söylediklerini anladım, ancak benim bu konuyla
ilgili hiçbir alakam yoktur. Ben Hz. Osman’a yapılanları kabul etmiyorum ve en
az senin kadar bu olaya üzülüyorum. Hz. Ali için, Hz. Osman’ın öldürülmesine
çalıştığını ve insanları bu yolda aldattığını belirtiyorsun. Bu konuda hiçbir
bilgim yoktur. Benim akrabalarımın da Hz. Osman’ın kanından kendi kemiklerini
kurtaramayacağını söylüyorsun. Oysa Hz. Osman’ın kanını ilk talep edecek olan
benim akrabalarım ve kabilem olacaktır. Sana biat etmem konusunda
söylediklerine gelince, teklif ettiğin işte seninle işbirliği yapmam pek önemli
bir meseledir. Bu söylediklerinde acele edilmemesi, etraflıca düşünülmesi lazım
gelir. Benim sana ihtiyacım yoktur ve benim tarafımdan da hoşuna gitmeyecek
hiçbir davranışta bulunulmayacaktır .”[209]
[210]
Kays b. Sa’d,
göndermiş olduğu bu mektuptan Muâviye’nin hoşnut kalmasını hedeflemekteydi ve
bu yüzden ona Mısır’dan hoşnut olmayacağı hiçbir şeyin gelmeyeceğine dair ona
garanti verdi. Hz. Ali Irak’tan, Kays b. Sa’d Mısır’dan Şam üzerine yürüyecek
olurlarsa, Muâviye o ikisinin arasından kurtulmanın mümkün olmadığını çok iyi
bilmekteydi. Bu yüzden Kays b. Sa’d’ın Mısır valisi olması, Kays’ı Muâviye
tarafından korkulan yönetici durumuna itmekteydi. Aynı zamanda Muâviye, Mısır
halkının kendisine beklenmedik bir anda saldıracağına inanmaktaydı. Bu da onun
Hz. Ali ile savaş yapmaksızın mücadelenin yarısını kaybetmesi anlamına
geliyordu. Bu yüzden Muâviye, Kays’ın kendine göndermiş olduğu bu mektuptan
hoşnut olmadı. Çünkü Muâviye, Kays’tan daha fazlasını bekliyordu. Yani
Muâviye’nin Kays’a güvenebilmesi için Kays’ın kendisine daha yakın olmasını istiyordu.[211]
Kays b.
Sa’d’ın göndermiş olduğu bu mektup, Hz. Ali’nin yanında, Muâviye’yi tasdik eden
diplomatik bir belge niteliğindeydi. Kays, Muâviye’nin göndermiş olduğu
mektupta, kendisine yöneltmiş olduğu suçları şayet kabul etmiş olsaydı, Muâviye
can alıcı noktadan hedefe isabet ettirmiş olacaktı ve böylece Hz. Ali ve
arkadaşlarının ümitlerini boşa çıkarmış olacaktı.[212]
Ama Kays tam tersine Muâviye’ye ne yaklaştığını ne de ona uzak olduğunu ortaya
koyan bir cevap vermişti. Yani Kays, Muâviye’nin kendisi için ortaya koyduğu
oyuna karşılık o da Muâviye’ye karşı kendi oyununu sergiliyordu. Başka bir
ifade ile hilenin silahı hileydi.[213]
[214]
Muâviye, Kays
b. Sa’d’ın maksadını ve neler düşündüğünü anlayınca ona ikinci bir mektup
göndererek şöyle dedi:
“Mektubunu
okudum ve bu mektupta bana yaklaştığını görmedim ki benimle barış halinde
olduğunu kabul edeyim. Senin benden uzak olduğunu düşünmedim ki senin benimle
savaşma halinde olduğunu göreyim. Ancak benim gibi, her türlü hile ve entrika
yapabilecek birinin hile ve tuzağa düşmesi mümkün değildir. Savaşa hazır müthiş
bir kuvvet hazırladım. Elinde her türlü adamı, atları ve silahları olan bir
kimsenin mağlup olması mümkün değildir.'”12
Böylece Kays,
Muâviye’nin tehtidiyle yüz yüze kalmış oldu. Muâviye daha önce göndermiş olduğu
mektupta Kays’a nazik davranıp ona rüşvet teklif etmişti. Lakin Muâviye,
Kays’tan istediğini alamayınca, entrikasını ortaya koyarak, Kays’ı savaşa davet
ederek, eğer Mısır’da kendisiyle birlikte olmazsa Kays’ın Mısır’da vali olarak
kalmasının mümkün olamayacağını bildiriyordu.[215]
Şüphe yok ki
Kays, Muâviye’nin ortaya koymuş olduğu hileyi çok iyi biliyordu. Zaten bu
Muâviye’nin birçok sözünden anlaşılmaktadır ve bu hile Muâviye’nin hedefine
varıncaya kadar da devam edecekti. Kays, Mısır’dan Muâviye’ye herhangi bir
tehdidin gelmeyeceğini garanti ederek, Muâviye’nin hilesini kendi eliyle
bertaraf etmeyi hedeflemektedir.[216]
Kays b. Sa’d,
Muâviye’nin göndermiş olduğu bu mektupdan sonra, onunla cedelleşmenin ve ona
karşı kendini koruyup sözü daha fazla uzatmanın hiçbir fayda vermeyeceğini
anladı[217] [218]
ve bunun üzerine düşüncelerini açıkça ifade eden bir mektup yazarak Muâviye’ye
gönderdi:
“Beni
aldatmak istemene, bana tamah etmene ve beni tuzağa düşürmek istemene hayret
ediyorum. Beni insanların en hayırlısı, emirliğe en layık olanı, hakkı en iyi
söyleyen, en doğru yolda olan ve Hz. Peygamber’e en yakın olan bir insana
itaatten çıkarıp kötülüğe mi düşürmek istiyorsun? Sana itaat etmek demek
insanlar arasında zihniyetçe en uzak olan, insanlara zorla şahitlik ettirmeye
çalışana, sapık ve Hz. Peygamber’e en uzak olan birisine itaat etmek demektir.
Sen yoldan çıkaranların ve yoldan çıkmış olanların torunlarındansın. Sen
İblissin, tağutlardan bir tağutsun. Senin, benim üzerime gelip Mısır’ı atlarla
ve adamlarla dolduracağın ve burayı istila edeceğine dair sözlerine gelince,
vallahi eğer seni kendinden başka bir şeye önem vermeyecek şekilde kendinle
uğraştırmazsam, belki söylediklerini yapabilirsin.”136
Muâviye,
Kays’ın mektubunu okuyunca ondan ümidi kesip hazırlamış olduğu hilenin başarıya
ulaşmadığını gördüğünde çok kızmıştı. Muâviye, birinci planının başarıya
ulaşmadığını görünce, ikinci planını sahneye sürdü. Muâviye, ne yapıp edip
Mısır valisi Kays b. Sa’d’ın Hz. Ali’nin yanından koparması gerektiğini ve bu
yüzden Hz. Ali, Kays’tan şüphelenmeli ve ona güvenmemeliydi. Böylece hilesini
Hz. Ali üzerinden başarıya ulaştırmayı hedefledi.[219]
Muâviye, Hz.
Ali’nin Şam’da casusları olduğunu, orada olup biten her şeyden kendisine haber
verdiklerini çok iyi bilmekteydi. Bunun üzerine Muâviye, Şam halkına şöyle
dedi:
“Sakın Kays
b. Sa’d’a küfretmeyiniz, ona karşı gelmeyiniz ve ona karşı halkı gazâ ve sefere
hazırlamayınız, çünkü o bizim yandaşmızdır ve onun mektupları ve nasihatleri
bize gizlice ulaşmaktadır. Hıribta bölgesinde bulunan sizin kardeşlerinize
nasıl davrandığını görmüyor musunuz? Onların azıklarını temin ediyor ve her
türlü iyilikle onlara muamelede bulunuyor. [220]
Yukarıda da
zikrettiğimiz gibi, Kays b. Sa’d’ın daha önce göndermiş olduğu mektuplar, Mısır
valiliğinin bu mektuplar altında mührü bulunduğu için diplomatik belge niteli
taşımaktaydı.[221] Muâviye, daha sonra güya
bizzat Kays’tan gelmiş gibi bir mektup uydurdu ve onun Hz. Osman’ın kanını
talep ederek kendisiyle aynı görüşte olduğunu ve kendisiyle beraber hareket
ettiğini söyleyerek bu uyduruk haberlerin Şam’da yayılmasını sağladı.[222]
Muâviye’nin
hilesinin hedefi Hz. Ali’ye biat etmeyen, Hz. Osman’ın kanını talep edip,
katillerinin derhal cezalandırılması isteyen Hıribta’daki bir takım kimselere
Kays’ın hoşgörülü davranmasını kendine kalkan yaparak, bu haberlerin Hz. Ali’ye
ulaşmasını hedefliyordu.[223]
Hz. Ali’nin
casusları bu haberi Hz. Ali’ye bildirdiklerinde, Hz. Ali bu habere çok
şaşırmıştı ve bu haberi doğru kabul etmek istemedi. Daha sonra Hz. Ali, Hz.
Hasan, Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Cafer’i çağırarak bu durumu onlarla tartıştı.[224]
Abdullah b.
Cafer şöyle dedi:
“Ey
müminlerin emîri! Şüphelendiğin şeyi bırak ve şüphe etmediğin şeye yapış. Kays
b. Sa’d’ı Mısır’dan azlet. ”
Hz. Ali buna
karşılık:
“Vallahi
ben Kays için söylenen bütün söylentileri doğru kabul etmek istemem” dedi.
Abdullah b.
Cafer:
“Onu
Mısır’dan azlet, şayet söylenenler doğru ise o, azlini kabul etmeyecektir”
diyerek bunda ısrar etti.[225]
Onlar bu
durumu tartışırlarken Hz. Ali, Mısır valisi Kays b. Sa’d’dan bir mektup aldı.
Kays şöyle diyordu:
“Ey
müminlerin emîri! Allah seni şereflendirsin ve güçlendirsin. Yukarı Mısır’da
(Hıribta bölgesi) bazı insanların sana biat etmediklerini haber veriyorum. Ben
bunun sebebini araştırdıktan sonra onların diğer insanlar gibi samimi olarak
halîfeyi tanıyıncaya kadar onları kendi hallerine bırakarak onlardan vazgeçtim.
Benim görüşüm onları kendi hallerinde bırakmak ve onlarla savaşma konusunda
aceleci olmamaktır ve düşünüyorum ki bu tavır Mısır’ı birleştirmektedir. Umarım
ki Allah onların kalplerine hatalarını görmeleri konusunda yardımcı olur.”[226]
Hz. Ali bu
mektubu okuyunca, onun Kays’a şüphesi arttı ve bunun üzerine Abdullah b. Cafer,
“İşte beni korkutan budur. Bunları öldürmesi için Kays b. Sa’d’a emir ver”
deyince Hz. Ali, Kays’a mektup yazarak Hıribta bölgesindeki kendisine biat
etmeyen insanları öldürmesini istedi.[227]
Bunun üzerine Kays b. Sa’d, Hz. Ali’den gelen mektuba şu cevabı verdi:
“Hayret
doğrusu! Sana saldırmaktan uzak durup, düşmanlarına karşı yanında yer
alabilecek bir kitleyi nasıl oluyor da öldürme mi emrediyorsun? Eğer biz onlara
karşı kılıçlarımızı çekecek olursak ve onları kışkırtırsak şunu iyi bil ki sana
karşı düşmanına yardım ederler. Bu konuda benim dediklerime uy ve bundan
vazgeç! Doğru olan görüş onları kendi hallerine terk etmendir."”'9'[228]
[229]
Kays b.
Sa’d’ın mektubu Hz. Ali’ye ulaşınca, Hz. Ali Şam’dan gelen haberlere iyice
inandı ve Hz. Ali, Kays b. Sa’d’ı Sıffîn savaşından önce geri çağırarak onu
Mısır valiliğinden azletti ve yerine Muhammed b. Ebî Bekir’i Mısır’a 197 vali olarak atadı.
Kays b.
Sa’d’ın Mısır’dan azledilmesiyle, Muâviye’nin Hz. Ali tarafının bütünlüğünün
bozulması, en azından zayıflatılmasına yönelik ilk teşebbüsleri olumlu netice
vermiş oldu. Mısır’da her yönüyle Muâviye’ye denk ve onunla baş edebilecek
kapasitedeki Kays’ın azledilmesi, onun yerine yirmi altı yaşında tecrübesiz bir
genç olan Muhammed b. Ebi Bekir’in tayin edilmesi, Şam tarafının Hz. Ali
karşısında elde ettiği önemli bir siyasi başarıdır.[230]
Abdullah b.
Cafer, Muhammed b. Ebi Bekir’in anne bir kardeşiydi. Abdullah b. Cafer,
Muhammed’in vali olmasını, böylece güç ve otorite kazanacağını düşünüyordu. Bu
yüzden Şam’da Kays hakkında yanlış haberler çıkartıldığında; Abdullah b. Cafer,
Kays’ın oradan azledilip yerine Muhammed b. Ebi Bekir’in atanması için Hz. Ali
üzerinde etkili oldu.[231] Lakin görevden alınmak
istenen Kays b. Sa’d, halefi Muhammed b. Ebi Bekir ile eşi vasıtasıyla
akrabaydı. Kays b. Sa’d’ın eşi Kureybe binti Ebi Kuhâfe, Hz. Ebu Bekir’in
kızkardeşi, Muhammed’in halasıydı.[232]
[233]
Muhammed b.
Ebi Bekir, Hz. Ali’nin kendisini Mısır valiliğine atadığı mektubu beraberinde
götürerek Mısır’a vardı ve mektubu Kays b. Sa’d’a gösterdiğinde Kays ona şöyle
dedi:
“Müminlerin
emîrine ne oldu, onu ne değiştirdi? Acaba benimle onun arasına birisi mi
girdi?”
Muhammed b.
Ebi Bekir, Kays’a:
“Hayır! Bu
hakimiyet bizim hakimiyetimizdir” dedi.
Bunun üzerine
Kays b. Sa’d:
Vallahi ben
burada bir dakika bile duracak değilim!
Kays b. Sa’d,
Hz. Ali’nin Muâviye’nin oyununa geldiğini anladı ve buna çok kızdı.[234] Daha sonra Kays b. Sa’d,
halefi Muhammed’a şu tavsiyeyi yaptı:
“Ey
kardeşimin oğlu! Mısır halkına karşı uyanık ol. Muâviye kendi güvenliği için
seni öldürmeye çalışacaktır. ” Mamafih daha sonraki olaylar Kays’ın bu
tavsiyesini haklı çıkartmıştır.[235]
Kays b. Sa’d,
Mısır valiliğinden azledildikten sonra haksız yere görevden alındığını
düşündüğü için Hz. Ali’ye çok kızar. Bu sebeple o, Kûfe’ye Hz. Ali’nin yanına
değil de kendi yurdu Medine’ye döner. Kays b. Sa’d, Medine’ye gelince, Hz.
Osman’ın kanını talep eden Hasan b. Sâbit, Kays’ın döndüğünü duyunca ona
gelerek şöyle dedi:
“Görüyorum
ki Hz. Osman’ı öldürmene rağmen, Hz. Ali seni azletmiş, unutma ki Hz. Osman’a
karşı günahın devam ediyor, Hz. Ali’nin sana olan şükran borcu bu olmamalıydı.”
Kays b. Sa’d,
onu azarlayarak şöyle dedi:
“Ey gözleri
ve kalbi kör olan kişi! Keşke senin boynunu vurmak için benim topluluğumla
senin topluluğun savaşta karşılaş saydı. ”[236] [237]
Kays b. Sa’d,
Medine’de iken Mervan b. Hakem ve Esved b. Buhtâri, Kays’ı öldüreceklerine dair
onu tehdit ettiler. Bunun üzerine Kays b. Sa’d, Sehl b. Huneyf ile birlikte
Kûfe’de bulunan Hz. Ali’nin yanına gitti. Bu haber Muâviye’ye ulaşınca Muâviye,
Mervan ve Esved’e mektup yazarak öfkesini şu şekilde dile getirdi:
“Kays b.
Sa’d gibi görüş sahibi ve savaşta hileyi çok iyi bilen birisini korkutarak Hz.
Ali’nin yanına gitmesine vesile olmakla Hz. Ali’ye büyük bir yardım ettiniz.
Keşke Hz. Ali’nin yanına Kays’ı değil de yüz binlerce savaşan asker
gönderseydiniz, beni bu kadar öfkelendirmezdiniz”20
Muhammed b.
Ebi Bekir, Mısır’a vardığında mektubu halka okudu ve Hz. Ali adına biat aldı.
Daha sonra Muhammed b. Ebi Bekir, Kays b. Sa’d zamanında Hz. Ali’ye biat
etmeyen Hıribta bölgesine haber göndererek, “bize tam olarak ya itaat ediniz
ya da şehrimizden çıkıp gidiniz” dedi. Hıribta halkı da: “Biz şimdilik
biat etmeyeceğiz. Bizi kendi halimize bırak. Bizimle savaşma konusunda da acele
etme”[238]
dediler. Mısır’ın yeni valisi Muhammed, Hıribta bölgesinde Hz. Osman
taraftarlarına selefi Kays’ın aksine çok sert davranarak, onların
düşmanlıklarını kazanmıştı. Onun bu tavırları Mısır’daki muhalefet grubunu daha
aktif bir duruma getirmişti.[239]
Kaynaklar,
Eşter’in Mısır’a vali olarak ne zaman gönderildiği hususunda ittifak halinde
değillerdir. Yâkubî ve Taberi’nin ravilerinden olan Ebu Mihnef, Eşter’in
Muhammed b. Ebi Bekir’in üzerine vali olarak tayin edildiğini söylemiştir.[240] Taberi’nin diğer ravisi Zühri
ise Eşter’in Kays b. Sa’d’ın Mısır’dan azledilmesinden sonra vali olarak tayin
edildiğini söylemektedir.[241] Üçüncü bir görüş ise,
Eşter’in Muhammed b. Ebi Bekir’in öldürülmesinden sonra vali olarak atandığı
şeklindedir.[242] Bu rivâyetler arasında en
meşhuru, Eşter’in Muhammed vali iken oraya gönderilmiş olduğu bilgisidir.[243]
Hz. Ali,
Muâviye üzerine yürümekten vazgeçip, işi hakem olayına havale edince,
Mısırlılar, Muhammed b. Ebi Bekir’e karşı ayaklandılar ve açıkça onu
düşmanlıklarını gösterdiler. Bunun üzerine Muhammed, Hıribta üzerine Hars b.
Cümhân’ı gönderdi. Çarpışmalarda ölen Hars’ın yerine İbn Müdahim el-Kelbî’yi
gönderdiyse de Hıribta halkı onu da öldürdü.[244]
Hz. Ali,
Sıffin savaşından sonra Mısırlıların yirmi altı yaşında genç vali oluşu
yüzünden Muhammed b. Ebi Bekir’i hafife aldıklarını ve otoritesini
tanımadıklarını duyunca, Kays’ı oradan azlettiğine pişman olmuştu. Çünkü Kays,
her yönüyle Mısır’da Muâviye’ye denk bir şahsiyetti. Mısır’a tayin edilen
Muhammed hem genç hem de tecrübesizliğiyle orada Muâviye’ye karşı zayıf
kalmıştı. Bu yüzden Hz. Ali, Muhammed’in yerine daha dirayetli bir vali tayin
etmeyi düşündü, fakat bu görev için Kays ve Eşter arasında karar veremiyordu.
Neticede Eşter’i Mısır’a vali olarak tayin etti. Hz. Ali, Kays’a da, “Bir
müddet benim yanımda kal, bu durumlar düzelince Azerbaycan’a vali olarak
gidersin”[245]
dedi.
Muâviye, Mısır
valiliğine Muhammed b. Ebi Bekir’in yerine Eşter’in atandığını duyunca çok
öfkelendi. Çünkü Mısır’ı Muhammed’in elinden alabileceğini düşünüyordu ama
Eşter’in akıllı ve bahadır biri olması, onun Mısır’ı kendisine karşı iyi
savunacağını biliyordu. Bu nedenle Muâviye ondan kurtulmanın çarelerini
arıyordu. Muâviye, Kalzum’da haraç görevlisi olan Çaystar’a haber göndererek,
şayet Eşter’i ortadan kaldırırsa, kendisinden bir daha haraç almayacağını
söyledi. Eşter Kalzum’a geldiği zaman Gaystar onu karşıladı ve misafir etti,
yemek esnasında Eşter’e şerbetli bal içirerek onu öldürdü. Muâviye bu haberi
aldığında “Allah’ın baldan askerleri vardır”[246] [247] dedi.
Hz. Ali, yiğit
ve yetenekli bir yöneticisini kaybetmekten dolayı Eşter’in ölümüne çok üzüldü.
Bunun üzerine Hz. Ali, Muhammed b. Ebi Bekir’e mektup yazarak Mısır valiliğine
devam etmesini ve düşmanla savaşmak için hazırlık ... 215 yapmasını emretti.
Muâviye,
Hıribta bölgesinde Hz. Osman’ın kanını talep edenlerin liderleri konumunda olan
Muâviye b. Hudeyc ve Mesleme b. Muhallid’e haber göndererek, göndermiş olduğu
orduya yardımcı olmalarını istedi. Amr b. el-Âs, Mısır’a altı bin kişiyle
vardığında, Hıribta bölgesindeki on bin kişi ona katıldı.[248]
Amr b. el-Âs, Muhammed b. Ebi Bekir’e mektup yazarak, onun Mısır’daki
yönetimine karşı bir hoşnutsuzluğun olduğunu; oradan uzaklaşması gerektiğini,
eğer oradan kendi isteğiyle ayrılmazsa onun öldürüleceğini bildirdi. Aynı
zamanda Muâviye de Muhammed b. Ebi Bekir’e mektup göndererek, kendisinin Hz.
Osman’ın en büyük muhalifi olduğunu, Mısır’da kendisinin çok taraftarı olduğunu
ve kendisinin de kısasa tutulacağını bildirdi.
Muhammed b.
Ebi Bekir, Hz. Ali’ye mektup göndererek, Amr b. el-Âs’ın ordusuyla Mısır’a
geldiğini bildirdi ve sonra da “Eğer Mısır diyarına ihtiyacın varsa, bana
mal ve adam gönder” dedi. Hz. Ali de mektubunda, Muhammed’in sabırlı
olmasını, düşmanla savaşmasını, elden geldiğince takviye birlikler
göndereceğini bildirdi.[249] [250]
Muhammed b.
Ebi Bekir, halîfenin emriyle Kinâne b. Bişr’in komutasında iki bin kişilik
orduyu Amr’ın üzerine gönderdiyse de Amr, ordunun komutanlarını da öldürerek bu
orduyu dağıtmıştır.[251] Kinâne kuvvetlerinin yok
edildiği haberi ulaşınca, Muhammed b. Ebi Bekir’in etrafında toplanan askerler
dağıldı.[252]
Muhammed b.
Ebi Bekir’in öldürülmesiyle ilgili değişik rivâyetler vardır. Muhammed, ordusu
dağıldığında oradan kaçarak bir mağaraya sığındı ve daha sonra Muâviye b.
Hudeyc tarafından öldürüldü.[253]
Vakıdî, Kinâne
öldürüldüğü zaman Muhammed kaçarak Cebâle b. Mesruk’un yanına gizlendiğini,
daha sonra Cebâle onu Muâviye b. Hudeyc’e ihbar ettiğini ve Muâviye de onun
evini çembere alarak öldürdüğünü bildirir.[254]
Muhammed b. Ebi Bekir’in öldürülmesi h. 38. yılında vuku bulmuştur.[255]
B.
Cemel Savaşı
Hz. Ali, Hz.
Osman döneminde devletin içinde bulunduğu huzursuzluğun temel sebebi olarak
valileri görmekteydi.[256] Hz. Ali halîfe olduktan sonra
h. 36. yılın başında Hz. Osman’ın valilerini azlederek kendi valilerini atadı.[257]
Hz. Ali,
Muâviye’nin itaata yanaşmaması üzerine, Şam üzerine sefer yapmaya karar verdi.
Mısır valisi Kays b. Sa’d’a mektup göndererek, Muâviye ile savaşmak üzere
askeri hazırlamasını emretti. Aynı şekilde, Kûfe valisi Ebu Mûsâ el- Eş’arî ile
Basra valisi Osman b. Huneyf’e aynı mealde mektuplar göndermiştir.[258]
Bu sırada Hz.
Aişe, Talha ve Zübeyr’in Hz. Osman’ı şehid edenleri cezalandırmak gayesiyle,
askeri güç hazırlamak üzeri Basra’ya doğru gittiklerini öğrenen Hz. Ali, Şam’a
gitmekten vazgeçip Basra’ya doğru hareket etti.[259]
Hz. Ali, önden
Hz. Hasan, Abdullah b. Abbas, Ammar b. Yâsir ve Kays b. Sa’d’ı -Mısır valisi
olan Kays bu dönemde Medine’de Hz. Ali’nin yanında bulunuyordu- Kûfe valisi Ebu
Mûsâ el-Eş’arî’nin yanına gönderdi. Hz. Ali’nin göndermiş olduğu bu önemli
şahsiyetler Ebu Mûsâ’nın askeri yardım etmesi konusunda kendisine telkinde
bulundular. Kays b. Sa’d, Ebu Mûsâ el-Eş’arî’nin isteksiz olduğunu gördüğünde,
Kûfe halkına şu konuşmayı yaptı:
“Ey
insanlar! Eğer şûra ehli, Hz. Ali’yi halîfe tayin ettiyse, sizlerin onun
yanında yer almanızı istemesi Hz. Ali’nin hakkıdır. Hz. Ali’nin hilâfetini
tanımayan kişilerle savaşmak helaldir. Nitekim buna delil olarak ta, Talha ve
Zübeyr kendi arzularıyla biat ettikten sonra, kıskançlıkları yüzünden ondan
vazgeçmeleridir. Bu yüzden Ensâr ve Muhacir olarak sizlere geldik.”'2'23
H. 36/656 yılı Cemâziyelâhir
ayında iki ordu karşı karşıya geldi. Manzara, bir taraftan Bedir kahramanları,
diğer taraftan Uhud kahramanları karşı karşıya gelmiş, 229
birbirine kılıç
çekmiş bulunuyorlardı.
Said b. Ebi Ucre, Kays b.
Sa’d’ın şöyle dediğini rivâyet etti. Cemel savaşında Hz. Ali oğlu Hasan’a şöyle
dedi:
“Ey Hasan! Keşke baban bundan
yirmi sene önce ölmüş olsaydı. ”
Hz. Hasan:
“Babacığım! Ben seni bu işten
vazgeçirmeye çalıştım. Ama sen beni dinlemedin” dedi.
Hz. Ali:
“Ben bu işin buraya varacağını
düşünmedim”[260]
[261] [262] dedi.
Cemel savaşı,
Hz. Aişe’nin ordusunun mağlubiyetiyle sonuçlandı. Savaş alanında başta Talha ve
Zübeyr olmak üzere her iki taraftan on bin kişi ölmüştür.[263]
Cemel savaşı
Hz. Ali’nin lehine sonuçlanınca Basralılar ona biat etti.[264]
Böylece Şam hariç Basralılar, Kûfeliler, Mısırlılar ve Hicâzlılar Hz.
Ali’nin hilâfetini benimsedi.[265] Hz. Ali Basra’dan Kûfe’ye
geçmiş ve 36/656 yılından itibaren Kûfe şehri, Hz. Ali’nin hakimiyetindeki
yerlerin idare merkezi haline gelmiştir.[266]
Sıffin
Savaşı
Hz. Ali, Cemel
olayından sonra Kûfe’ye geldi ve Şam problemiyle meşgul oldu. Hz. Ali, Hz.
Osman’ın Hemedân valisi Cerîr b. Abdullah el-Becelî ile yine Hz. Osman
tarafından tayin edilmiş Azerbaycan valisi Eş’as b. Kays’a mektup göndererek
kendisine biat etmelerini istemiş ve her iki vali de Kûfe’ye gelerek Hz. Ali’ye
biat etmişti.
Hz. Ali,
Muâviye’den biat alması için ona birini göndermeyi düşünüyordu. Cerîr, “Muâviye’ye
beni gönder, onunla bir yakınlığım ve arkadaşlığım vardır” deyince, Hz.
Ali, onunla Şam’a bir mektup gönderdi. Hz. Ali bu mektubunda Muhacir ve
Ensâr’ın kendisine biat ettiklerini, Talha ve Zübeyr’in bu biata uymayıp
kendisiyle savaştığını ve Muâviye’nin de kendisine uyup biat etmesini istedi.[267]
Muâviye, Hz.
Osman’ın kanını kullanarak, Şam halkını Hz. Ali ve Iraklılar aleyhine
kışkırtıyordu. Numan b. Beşir Medine’den Hz. Osman’ın kanlı gömleğini ve hanımı
Naile’nin kesilmiş parmaklarını getirerek bunları Şam Camii’nde sergileterek
halkı tahrik ediyordu. Bunun üzerine Şam halkı, Hz. Osman’ın kanını dökenlerle
savaşıncaya kadar cünüplükten yıkanmanın dışında asla vücutlarına su
değdirmeyeceklerine, yatağa yatmayacaklarına dair yemin ettiler.[268]
Hz. Ali’ye
karşı stratejisini belirleyen Muâviye, Cerir’e olumsuz cevap vererek onu geri
gönderdi.[269] Cerir b. Abdullah Şam’dan
geri döndüğünde, Hz. Ali’ye durumu şu şekilde anlattı: “Muâviye’nin Şam
halkıyla kendisine karşı savaşmak üzere anlaştığını, Şamlıların, Hz. Ali’nin
Hz. Osman’ı öldürttüğüne ve onu öldüren kişileri himaye ettiğine inandıklarını,
Hz. Ali’yi öldürmedikçe ya da Hz. Ali kendilerini öldürmedikçe bu davadan
vazgeçmeyeceklerini aktardı.”'233
Hz. Ali,
kendisine biata yanaşmayan, üstelik kendisine karşı Şam halkını kışkırtan
Muâviye üzerine sefer düzenlemeye karar verdiğinde, kendisiyle birlikte hareket
eden Ensâr ve Muhacir’in ileri gelenlerini toplayarak bu düşüncesini onlarla
istişare etti.[270] [271]
Bu istişarede
Kays b. Sa’d, ayağa kalkarak Allah’a hamd ve senâ ettikten sonra kendi
düşüncelerini şöyle dile getirdi:
“Ey
müminlerin emîri! Düşmanlarımıza karşı çabuk davranmalıyız. Allah’a yemin ederim
ki cihat etmek için ağır davranmamalıyız. Şu anda onlarla cihat etmemiz, Bizans
ve Türklerle cihat etmemizden bana daha sevimli gözüküyor. Çünkü Bizans ve
Türkler Allah’ın dininde ikiyüzlü değillerdir. Onlar Ensâr, Muhacir ve iyilikle
biat eden, Hz. Peygamber’in ashabından olan Allah’ın destekçilerini
kandırdılar. Onlar, halîfeye kızarak onu engellemeye kalktılar, onunla kavga
ettiler, onu mahrum bırakarak onun üzerine harekete geçtiler. Bizler, onları
köle sandığımız takdirde onların kanları bizlere helaldir.”[272] [273]
Ensâr’ın önde
gelenlerinden Ebu Eyyub el-Ensârî ve Huzeyme b. Sâbit ayağa kalkarak: “Ey
Kays! Bizler senin faziletini ve şanının yüceliğini bilmekteyiz. Lakin sen
kendi kabilenin görüşlerini zikrederken, biz senin sinendeki kini gördük”234
dediler.
İki ordu
Zilhicce’nin ilk günlerinde (Zilhicce 36/656 Mayıs) Sıffin’de[274] karşı karşıya geldi. Muâviye,
Fırat suyolunu kontrol ederek buraya Ebu A’ver komutasında askeri bir birlik
yerleştirdi. Iraklıların su ihtiyacını karşılamalarına müsaade etmediler, bunun
sonucundu meydana gelen çatışmalarda Irak tarafının galip gelmesiyle, Hz. Ali,
Şam tarafının su ihtiyacını karşılamasına müsaade ederek bu mesele
halledilmiştir.[275]
Hz. Ali,
Şamlılara itaate davet etmeleri için Ebu Amr b. Beşir, Said b. Kays ve Şebes b.
Rib’i’yi elçi olarak gönderdi. Muâviye, amacının Hz. Osman’ın kanını talep
etmek olduğunda ısrar edince elçiler ile Muâviye arasında tartışma çıktı ve
anlaşma olmadan ayrıldılar.[276]
Görüşmelerden
bir sonuç alınamayınca ilk çarpışmalar başladı. Hz. Ali’nin ordusunda, Kûfe
süvarilerinin başında el-Eşter bulunuyordu. Kûfe piyadelerini Ammâr b. Yâsir
idare ederken, Basra piyadelerine Kays b. Sa’d komutanlık ediyordu. Şam
ordusunun sağ kanadına Zü’l-Kilâ el-Himyerî, sol kuvvetlerine Habib b. Mesleme,
öncülere Ebu’l-A’ver es-Sülemî komuta ediyordu. Dımaşk süvarilerinin başında
Amr b. el-Âs vardı. Dahhâk b. Kays ise bütün orduyu idare ediyordu.[277]
Hz. Ali
Muharrem ayında (h. 37/657 m.) Adiy b. Hâtim, Yezid b. Kays, Şebes b. Rib’i ve
Ziyad b. Hasafa’yı Muâviye’ye gönderdi. Muâviye, Hz. Osman’ın öldürülmesine
yardımcı olan birine biat etmeyeceklerini, Hz. Ali’nin, Hz. Osman’ı öldürmemiş
olduğu düşüncesini reddetmediklerini, fakat onun halîfenin katillerini
barındırmaya devam ettiğini söyledi. Ayrıca katillerin kendilerine verilmediği
müddetçe ona itaat etmeyeceklerini söyledi. Hz. Ali’nin elçileri yine bir sonuç
alamadan geri döndüler.[278]
Sefer ayının
birinci günü taraflar tekrar savaşa başladı.[279]
Muâviye, önde gelen komutanlarından Amr b. el-Âs, Busr b. Ertat, Ubeydullah b.
Ömer b. Hattab ve Abdurrahman b. Halid b. Velid’i çağırarak, Hz. Ali’nin
komutanlarından Said b. Kays, Eşter, Mirkal, Hatim b. Adim ve Kays b. Sa’d’dan
kendisini korumalarını istedi ve ayrıca savaşta yaşamlarını devam ettirdikleri
müddet her birinin karşı taraftan savaşacağı komutanı belirlemelerini istedi.
Bunun üzerine Muâviye, Said b. Kays’ın komutasındaki askerler ile
çarpışacağını, Amr b. el-Âs’ın Mirkâl ile, Busr’un Kays b. Sa’d ile,
Ubeydullah’ın Eşter ile, Abdurrahman’ın Adiy b. Hâtim’in komutasındaki
askerlerle çarpışmalarını istedi.[280]
Savaşın üçüncü
günü, Busr b. Ertat ile Kays b. Sa’d karşılaştıklarında, Kays şu şiiri okuyarak
Busr’u mübarezeye davet etti:
“Ben:
ibadetleriyle güzelleşen;
Hazrec’in
efendisi, Sa’d b. Ubâde’nin oğluyum.
Ben kavgadan
kaçacak biri değilim,
Bir gencin
savaştan kaçması, gerdanlığı boynuna geçirmesi demektir.
Ya Rabbi!
Beni şehâdetle onurlandır; şehadet, mutluluğa tabi olmaktır.
Öldürülmek,
kendilerine ihtimam gösterilen hayızlı ve doğurgan
Genç
oğlaklardan daha hayırlıdır.
Tâ ki sen
beni yastık gibi iki büklüm yapıncaya kadar.”'[281]
Busr b. Ertat,
Kays’a şu şiiri okuyarak mübareze için karşısına çıktı:
“Ben Gâlib
İbn Fihr b. Mâlik b. Nadr b. Kinâne kabilesinden
Kudretiyle
şerefli olan İbn Ertat’ım. Düşmanımı öldüreceğim
Busr bugün
kavmini yalnız bırakıp kaçacak karakterde değildir,
Kays b. Sa’d,
atını Busr b. Ertat’ın üzerine doğru sürüp, kılıcıyla ona vurdu. Kays, Busr’u
yaralayarak ona üstünlük sağladı. Onu Muâviye’nin yanına dönmeye 251 mecbur etti. Daha sonra
Kays da kendi askerlerinin yanına döndü.[282]
[283]
Hz. Ali
askerlerini sabah erken saatlerde savaşa hazırlarken Ensâr, onun sancağının
kontrolü altında en öndeydi. Muâviye, “O sadakatiyle çıkanlar kimler?” dediğinde
oradakiler, “Onlar Ensâr’dır” dediler.[284]
Bunun üzerine
Muâviye, kendisiyle birlikte hareket eden Ensâr’dan Numan b. Beşir ve Mesleme
b. Muhallid’i çağırdı. -Bu ikisi dışında Ensâr’dan hiç kimse onun yanında yer
almamıştır- O ikisine şöyle dedi: “Hazrec ve Evs kabilesinden siz içinizden
başkası niçin benimle beraber olmadı? Şüphesiz ki onlar kılıçlarını omuzlarına
koyup bizleri savaşa davet ediyor. Savaşa ara verip hurma ve tefeyşel[285]
yemeye giderken Ensâr, Şam süvarilerinden filancayı öldürdü denildiğinde
Iraklılar istediklerini elde etmiş olurlar. ”[286]
Numan,
Muâviye’nin bu sözlerine kızarak şöyle dedi: “Ey Muâviye! Ensâr’ın savaş
için hızlı hareket etmesini kınama. Keza bizler cahildik, Ensâr savaşa davet
edildiğinde, Ensâr’ı Hz. Peygamber ile beraber görürsün. Hz. Ali ile
karşılaştığında ondan sakın, çünkü onların çoğunluğu da Kureyş'tendir.
Kureyşliler bizlerle karşılaştığında hurma ve tefeyşeli bizden öğrendi. Evet,
hurma bizimdir ve biz sizinle onu paylaştık. Doğrusu tefeyşel, Yahudilerin
yemeğiydi, ne zaman ki biz onu yediğimizde, nasıl ki Kureyş sahîne[287]
üzerinde Yahudilere galip geldiyse, biz de onlara tefeyşel üzerinde galip
geldik.”[288]
Sonra Mesleme şöyle dedi: “Ey Muâviye! Ensâr’a hürmette kusur bulup onları
ayıplama, onların üzüntülerinden sakın. Allah’a yemin olsun ki onların
üzüntüleri bizim üzüntümüzdür. Bizler onlardan ayrıldığımız için hoşnutsak,
onlar da bizden ayrıldıkları için hoşnutturlar. Ne zaman ki Hz. Ali ’ye
kabilesi muhalefet edip, Hicâz onunla dostluğunu bitirdiğinde, Iraklılar onun
yanında yer aldı. Lakin biz seni ona tercih ettik ve onun bedelini de senden
istiyoruz. Hurma ve tefeyşele gelince, senin kabilenin sahîne ve harnûb[289]
[290]
[291]
[292]
üzerindeki metodunu bizler takip ettik.”25
Kays b. Sa’d,
Ensâr’ı toplayarak onlara şöyle dedi: “Şüphesiz ki Muâviye’nin söyledikleri
bizlere ulaştı, sizler ve sizlerin arkadaşları (Numan-Mesleme) onun bu
sözlerine karşılık cevabını verdiniz. Hayatım üzerine yemin olsun ki dün olduğu
gibi bugün de ona bir darbe vurup onu yere sereceksiniz. Şüphesiz ki sizler
Muâviye ’nin İslâm’a girdiğini gördünüz ve şimdi de onu şirkte görüyorsunuz. Lakin
sizlerin bu dine desteğiniz onun günahlarından daha fazladır. Dün olduğu gibi
bugün de onların sizi terk ettiğini görüyorsunuz, yarın da onların sizi terk
ettiğini göreceksiniz. Bugün bu sancakta sağ tarafınızda Cebrail, sol
tarafınızda Mikail, sizlerle birlikte savaşıyor. Onlar ise Ebu Cehil ve onun
arkadaşlarıyla beraber savaşıyor. Hurmaya gelince, bizler onu dikmedik fakat
dikilmiş hurma ağaçlarına üstünlük sağladık. Tefeyşel bizim yemeğimiz olmuş
olsaydı, Kureyş’in sahîne yemesinden ötürü şişman olduğu gibi bizler de şişman
olurduk.”
Bunun üzerine
Ensâr:
“Ey
Hazrec’in efendisi Sa’d’ın oğlu! Bizler senin kontrolünde senin emrine
itaatkârız’266 dediler.
Daha sonra
Kays b. Sa’d, Muâviye için şu şiiri okudu:
“Ey Hind’in
oğlu! Bizler savaş yerine süvarilerimizle geldiğimizde
Karşımıza
çıkmaktan vazgeç
Bizler
yakın bir zamanda sabah erken bir vakitte sana yaklaşacağız ve
Bizim
askerlerimiz seninle karşılaşıncaya kadar at üzerinde gidecektir
Sen kimi
zaman bizlere kulak verdin,
Kimi zaman
da bizlerle savaş halinde olmayı tercih ettin
Bizler
orduyu ortaya çıkardığımızda,
Sen yumuşak
bir şekilde gelmemizi istesen de
Orda sana
kıvılcım gibi parlayacak
Bizler
kalabalıkta karşılaştığımızda;
Hazrec
senin üzerine kıvılcım gibi parlayacaktır,
Bizler
sessiz ve yavaş yürüyerek seni gafil avlayacağız
Keşke sen
bizim sabah erken vakitte gelmemizi talep etmeseydi;
Allah
bizlerin üzerine şehadeti ihsan edecektir
Bizler;
sizlere karşı öfkemizi ortaya çıkarıncaya değin,
Sizler
duman bulutundan yerinizden çıkamayacaksınız
Bizler
fetih günü en öndeydik ve Bedir’den sonra
Hayber ve
Huneyn savaşına da şahit olduk
Ahzâb günü
nasıl bir musibet olduysa;
Bir öğlen o
musibet tekrarlayacaktır,
gün bizler
nasıl sizden önce şifa bulduysak,
Bu gün de
sizden önce şifa bulacağız-”26
Kays b. Sa’d,
şiiri bitirince, Hz. Ali kendisiyle beraber olan Ensâr’ın önde gelenlerinden
Berâ b. Azîb, Zeyd b. Erkam, Abdurrahman b. Ebi Leyla, Hazîme b. Sâbit ve
Haccâc b. Amr’ı Muâviye’ye gönderdi. Muâviye, gelen bu kişilere Kays b.
Sa’d’dan şikâyetçi oldu. Daha sonra bu kişiler Kays b. Sa’d’a gelerek şöyle
dediler: “Muâviye, bizim ona sövmememizi, ondan uzak durmamızı ve onu
zikretmememizi istiyor”. Bunun üzerine Kays: “Allah’a ulaşıncaya kadar,
ona sövmekten asla uzak [293]
durmayacağım’”26'2 dedi.
Muâviye yönünden
bir atlı yöneldiğinde Kays b. Sa’d, bunu Muâviye zannederek onun atına ansızın
atıldı ve oradakiler de ona doğru saldırıya geçti. Kays b. Sa’d, ona kılıcıyla
vurduğunda hâlâ onu Muâviye zannediyordu. Kays ona son bir hamleyle üçüncü kez
vurduğunda onu öldürdü ve insanlar oradan uzaklaştı. Muâviye bağırarak şöyle
dedi: “Ey Şam ehli! Kays b. Sa’d’ın savaşta nasıl biri olduğunu gördünüz, bu
yüzden ona karşı uyanık olun. Allah’a yemin olsun ki kurt puslu havaları
sever””[294]
[295]
Daha sonra Kays b. Sa’d, askerlerin yanına dönerken şu şiiri okudu:
“Dediler ki
o (Kays) Muâviye’ye sövüyor,
Şayet
yapılan her şey rüzgârlı havada göz korkutmaksa
Ey geçmişi
günahkâr olan kimsenin oğlu,
Kavminin
bize köpek gibi uluması bizi korkuttu
Kış
gecelerinde çıkan buluta ulumak için hızlı giden
Dişi
köpekler gibi hızlı gidiyorsun. ”[296]
Bunun üzerine
Muâviye, “Ey ehl-i Şam! Kays b. Sa’d’la karşılaştığınızda onun
söyledikleriyle aynı değerde onunla konuşun” dediğinde Numan b. Beşir ve
Mesleme b. Muhallid bu söze kızdı. Muâviye, bu ikisinin kavmine karşı yüz
çevirmesinden dolayı onların tedirginliklerini anlayışla karşılayıp, onları hoş
tutmaya gayret sarfetti. Muâviye, Kays b. Sa’d’ı söylediklerinden ötürü onu
ayıplaması için Numan b. Beşir’i Kays’a gönderdi. Numan onunla karşılaştığında:
“Ey Kays! Ben Numan b. Beşir’im” dedi. Bunun üzerine Kays b. Sa’d: “Ey İbn
Beşir! Senin sıkıntın nedir?”[297]
Dediğinde Numan b. Beşir:
“Ey Kays!
Ali’nin kendisi için istemiş olduğu halifeliğe sizleri davet ettiğinde, sizler
bu davete icabet edip, onu elde etmesi için de ona yardımda bulundunuz. Ey
Esnan topluluğu! Osman’ın kendi evinde muhasara altındayken onu yalnız
bırakmanız sizin hatanızdır. Cemel olayında Osman’a yardım edenleri öldürdünüz.
Bugün de (onun kanını talep eden) Şam ehline saldırıyorsunuz. Sizler Osman’ı
terk ettiğiniz gibi, onlar da Ali’yi terk etti. Sizler hakkı terk edip batıla
yardım ediyorsunuz. Osman’ın kanını talep edenlerden razı olmadınız, hatta
onları kışkırtarak savaşa davet ettiniz. Allah’a yemin olsun ki sizin savaş
davetinize, Şam ehlinden karşılık verip, savaşan adamları kötü buldunuz. Aksine
savaşı kışkırtan sizlersiniz. Ali bu işten asla vazgeçmeyecek ve sizler için de
onun üzerindeki musibette bir ehemmiyet taşımamaktadır. Onun sizlere vaadi
zaferdir ancak Allah’a yemin olsun ki Ali’yi halîfe yapamayacaksınız. Allah’tan
korkun. Umutsuzluk üzerine zelil olacaksınız. Savaşta kendi şiddetinizden onu
(Ali) tek başına bırakacaksınız. Sizin gücünüz çokluğunuzdandır. Ancak sizler
savaştan başka bir şey görmediğiniz için Şam ehli üzerine hakir ve zelil
kişiler oldunuz. Sizler sayı bakımından ve yardımcı kuvvet olarak fazlasınız.
Lakin Allah’a yemin olsun ki sizin çokluğunuz önemli değildir. Şayet onlar (Şam
ehli) çoklukta size denk olsaydı nasıl olurdu? Allah’a yemin olsun ki Şam ehliyle
birlikte olmazsanız; savaştan sonra ebediyen hakir ve zelil olacaksınız.
Savaşta bizlerin sonuç kazanacağını sizler de göreceksiniz. Bizler arta kalan
insanların en iyileriyiz ve zafer bize daha yakındır ve Allah’tan korkun.”'166
Kays b. Sa’d
gülerek şöyle cevap verdi:
“Ey Numan! Sizler bu makamda hakkı ikiye bölerek cesur
olmak istiyorsunuz. Muâviye kendi çıkarı için kendisine destek verenlere
nasihatte bulunmayarak hıyanet eden durumundadır. Allah’a yemin olsun ki sen de
onun çıkarı için hıyanet edenlerdensin. Muâviye’nin dışındaki görüşleri ne diye
abes kabul ettin. Sizler Hz. Osman’ı zikrederek, onun hakkındaki dedikodular
sizin için yeterli oldu. Bizlerden Hz. Osman’ı öldüren kişi ondan hayırlı
değildir ve onu azleden kişi sizden hayırlıdır. Cemel ashabı biatlerini
bozdukları için onlarla savaştık. Allah’a yemin olsun ki eğer Muâviye Arapları
kendisine biat etmeleri için topladıysa Ensâr onları öldürecektir. Senin sözüne
gelince, ben insanların düşüncelerine tercüman oldum. Bizler bu [298] savaşta Hz.
Peygamber ile beraber olduğumuz zamanki gibiyiz. Allah’ın emri ortaya çıkıp,
hak gelinceye kadar bizler mızrakla boğazlarını, kılıçlarla suratlarını
vuracağız. Onlar gönülsüzdürler. Lakin ey Numan! Bir bak, Muâviye ile birlikte
olanlar, ayartılmış Yemenliler ve azat edilmiş Araplar olduğunu görmüyor musun?
Allah’ın kendilerinden razı olduğu ve onlar da Rablerinden razı olduğu, ihsanla
tabi olan Muhacir ve Ensâr kimin yanında? Onunla (Muâviye) beraber olanlar
İslâm’da arkada olanlardır. Ayrıca Kur’an’da onunla ilgili ayet de nazil
olmamıştır.”261
Numan b. Beşir
oradan ayrılıp askerlerinin yanına dönerken, “Ey İbn Sa’d b. Ubâde!
Sözlerinde şiir okur gibiydin” dediğinde Kays b. Sa’d, askerlerinin
bulunduğu yere giderken şu şiiri okudu:
“Rakkaselerin
tamamı; tozlu darmadağınık saçlarla
Kafileyi
teşvik ettiğinde, gözlerin içi batık batık oldu
İbn
Muhallid, onunla savaştığımızda kılıçlarımızı unutmuş değildir,
Aynı
zamanda Numan da unutmuş değildir
ikisi açık
bir beyanla terk etti ve onların bu beyanı da yeterlidir,
Sen açık
bir beyanla arkadaşımdan uzaklaştın
ikisi
Muâviye ’yi benzer bir suçta buldular,
Onun
beyanatı bir ehemmiyet taşımamakta
ikisi Hz.
Osman’ı zikretti, hanesini dile getirdi,
Siz ikiniz
sefih kişilersiniz ancak Hz. Osman sefih değildi
Ensâr bir an
bile değişikliğe uğramadı, Ensâr’da burhan (delil) haktır
Bu
olaylarda Kureyş’in bu suçludur deyişlerini gördük,
Mervan
evlilik yoluyla onunla akrabadır
Yardım için
ölümü zikretmediniz; hayır, hayır,
Ellerinizi
onun üzerine sararak da bağlamadınız.”[299] [300]
Muâviye, Harb
olarak hitap ettiği çocuğa yaklaşarak şöyle dedi:
“Ey Harb!
Ben senin yürekli bir kahraman olduğunu biliyorum. Ali’nin arkadaşlarına
saldırıya geçtiğimizde bize yardımcı olduğunda, şayet ben senden memnun
kalırsam, sana özgürlüğünü vereceğim” Savaş şiddetlendiği sırada Muâviye,
çocuğu teşvik etti; Kanber, çocuğa (Harb) saldırarak, kılıç darbeleriyle onu
öldürdü. Muâviye bu olaydan büyük bir üzüntü duymuştu. Busr b. Ertat, ona
gelerek şöyle dedi: “Benim isteğim savaş esnasında metanetli olmamızdır yani
savaşı unutup bir şeylerle teselli olmayı bırakmalıyız ve bizler sabır ve
şecaatle çalışmalıyız. Şüphesiz ki sen Hz. Peygamber’in vahiy kâtibiydin, Hz.
Ömer’in amili ve mazlum halîfe Hz. Osman’ın valisiydi. ” Bunun üzerine
Muâviye şöyle dedi: “Doğru söyledin lakin Ali’nin karakteri benden daha
üstündür, onun akrabalığı Hz. Peygamberdedir. İslâm’a girmede en öndedir ve
savaşta yiğitliği benden fazladır. ” Daha sonra Amr b. el-Âs şöyle dedi: “Evet
baktığımızda onun faziletleri pek çoktur, onun babası Benû Hâşim’in efendisiydi
ve annesi Benû Hâşim’in önde gelenlerindendir. O (Hz. Ali) Kur’an’da fakih
birisidir, Ensâr ve Muhacir ona biat etmiştir lakin bizler onunla mücadele
halindeyiz ve hakarete ve zillete dayanıklı olmalıyız.”[301] [302]
Bu haber, Hz.
Ali ve arkadaşlarına ulaştığı zaman Kays b. Sa’d, ayağa kalkarak şöyle dedi: “Ey
müminlerin emîri! Biz seni Muâviye ve onun taraftarlarının emirliğiyle
korkutmayacağız. Bizler işlerimizde doğruluğu ve dinimizin basiretini öğretmek
için bizden bir kimse kalmayıncaya kadar savaşmaya devam edeceğiz. Busr b.
Ertat’ın sözlerini yükseltmeyeceğim, Allah onun sözlerini çirkinleştirsin ve
onu cehennem ateşine koysun.”226 Bunun üzerine Hz. Ali, Kays b.
Sa’d’ın Ensâr üzerindeki liderliğinden ötürü onu hayırla övdü. Daha sonra Kays
b. Sa’d şu şiiri okudu:
“Allah’ın
kısmetsizliğini uzatmasıyla Busr’u yendim,
Şiirin
davet ettiği yaşama batıl söz dedi
Şam
ehlinden olanların hepsi kadavra sahibidir,
Şecaatimin
yanında yazım da kuvvetlidir
Onların bir
istekleri olmamasına rağmen işlerinde serbesttirler,
Ancak istek
sahipleri ahlaksızlıktan yüz çevirmek şartıyla serbesttir
Rakkaseler,
ileri gelenlerinizin başlarını deve yumurtası gibi kel traş ettiler
Çalılıktaki
arslan ve sık ağaçlıklar arasındaki engerek yılanı gibi,
Hz. Ali Şam
ehline tamahkâr değildir
Ceninin
sıvıdan beslendiği gibi,
Şam ehli
için öldürülenlerden kaç kişinin elbisesini gasb ettin
Iraklılar
Hz. Ali ’ye saygı duyulmasını ümit etti,
Sadakat
ehli, Hz. Ali ile karı-koca, birbiri üzerine istif edilmiş tuğlalar gibidir Ey
Hind’in oğlu! Sa’d b. Vakkas gibi insanların düşmanlım hesaba katmadık Şayet
sen beni hesaba çekiyorsan,
Allah’ın
kulları gibi askerlerde Hz. Ali’ye dost olarak biat ettiler
İbn Mesleme
gibi onun şüphesi de beni memnun etti,
Allah ile
asi olanın rabbi birbiriyle mücadele halindedir
Ensâr’ın
meşalesini kıskanmasından dolayı savaş için yanıp tutuşmaktadır,
Aksine
samimi insanlar geri durdu. ”[303]
[304] [305]
Hz. Ali’nin
ordusu savaşı kazanmak üzere iken, Şam ordusu, Amr b. el-Âs’ın tavsiyesi
üzerine mızrakların ucuna Kur’an sahifelerini takarak, karşı tarafı Kur’an’ın
hakemliğine davet etti. Hz. Ali bunun hile olduğunu derhal sezdi, ordusuna buna
aldanmamalarını söyledi. Bu hileyi hazırlayanları çok iyi tanıdığını belirterek
onları şöyle değerlendirdi: “... Muâviye, Amr, İbn Ebi Muayt ve İbn Ebi Serh
din ve Kur’an ehli değillerdir. Ben onları sizden iyi tanırım. Onların
çocukluklarını bilirim; yetişkin iken onlarla beraberdim. Onlar küçükken
çocukların şerlisi, büyüklüklerinde de yetişkinlerin en kötüsü idiler. Mushafların
kaldırılması tuzak ve hiledir...
Hezimete
uğramaya yüz tutmuş Muâviye ordusunun hilesi, karşısında kendi kabilesinden
olan dindaşlarına kılıç çekmekte tereddüde düşmüş “üstelik oldukça
disiplinsiz ve mutaassıp dindar"'3 kimselerden oluşan Hz.
Ali’nin ordusundaki ön saflarda çarpışan kurrâ’nın üzerinde etkisini
gösterdi.[306] Hz. Ali ise onlara savaşmaya
devam etmeleri hususundaki emirlerini dinletemedi. Böylece Hz. Ali, meselenin
hallini hakemlerin kararına bırakmaya razı oldu.[307]
Eşter ve Kays
b. Sa’d, barış görüşmelerine en büyük muhalefeti yapıp tahkimi kabul etmeyen
kişilerdi.[308] [309]
[310] Tahkim olayında hakemler
belli olmadan evvel Muâviye taraftarlarının önde gelenleri kendisine gelerek,
Hz. Ali’nin hakem olarak kimi seçeceğini sorduklarında, kendi hakeminin Amr b.
el-Âs olduğunu söyledikten sonra şöyle devam etti:
“Ali’nin
güvendiği beş adamı vardır. Bunlar Abdullah b. Abbas, Kays b. Sa’d, Şureyh b.
Hânî, Adiy b. Hâtim ve Ahnef b. Kays’tır. Abdullah b. Abbas, hakemlikte Amr b.
el-Âs’tan daha üstün değildir. Adiy b. Hâtim, sorularıyla Amr’a karşı çıkar ve
Amr’ın sorduğu sorulara cevap verebilecek yetenektedir. Şureyh b. Hânî’nin
hakemliği Amr için kolay olmaz. Ahnef b. Kays ise düşünce ve sezgisi yüksek
olan bir kişidir. Kays b. Sa’d gelince, Kureyş’ten olsaydı Arap ona biat
ederdi. Onunla birlikte olup savaşa koşan insanlar muttakilerden razı oldular.
İsimlerini saydığım bu kişiler savaşa koşan insanlar için muttaki değildir. Hz.
Peygamber’in ashabından olan adamın nerede olduğuna bakın, ona Şam ehli itimat
edecektir ve aynı zamanda Irak ehli ondan razı olacaktır. ’’Tn
Utbe b. Ebi Süfyan “Bu kişi Ebu Mûsâ el-Eş'arî'dir"222
dedi. Muâviye, Irak’ın hakeminin Ebu Mûsâ olacağını dolaylı bir şekilde ortaya
koymuştur.
Hz. Ali kendi hakemi olarak Amr b. el-Âs’ın karşısına
Abdullah b. Abbas’ı göndermeyi düşündüğünü söylediği zaman Kays b. Sa’d, Eş’as
b. Kays, Şureyh b. Hânî ve beraberlerinde Ebu Mûsâ el-Eş’arî olmak üzere onun
yanına geldiler ve şöyle dediler: “Ey müminlerin emîri! Ebu Mûsâ, Yemen
ehliyle Hz. Peygamber’e gelenlerdendir. Aynı zamanda Hz. Ebu
Bekir’in ganimet arkadaşı ve Hz. Ömer’in valilerindendir. Şüphesiz ki bizler
hakem olarak Abdullah b. Abbas’ı teklif ettik fakat insanlar senin
akrabalarından en yakının olan Abdullah b. Abbas’ın senin emirlerinden taviz
vermeyeceğini iddia ettiler, şayet sen Abdullah b. Abbas ’ı hakem olarak onun
karşısına çıkartırsan Amr’ın düşüncesinin ne olduğunu anlarsın. Lakin Şam ve
Irak ehli dindarlığına güvendiğini Ebu Mûsâ el-Eş’arî’den razı oldu. ” Daha
sonra Şebib b. Rabia ve İbn Kâvâ Ebu Mûsâ’ya karşı çekincelerini belirttiler.[311]
Tahkime
şiddetle karşı çıkan Kays b. Sa’d, IraklIların ısrarla hakem olarak Ebû
Mûsa’nın atanmasını istemeleri üzerine, Ebû Mûsa’nın islamdaki mevkisinden
ötürü onun hakemliğine destek vermiştir.[312]
[313]
Tahkim
taraftarları, Hz. Ali’nin hakemlik için İbn Abbas önerisini onun halîfeye
akrabalığı, Eşter’i de savaşa olan hırsı sebebiyle kabul etmeyip, kendilerini
fitneden alıkoymaya çalışan Ebu Mûsâ’dan başka birinin hakem olmasına razı
olmayacaklarını ısrarla söylemelerinden ötürü, Hz. Ali hakem olarak Ebu Mûsâ’yı
281 kabullenmiştir.
Hakemler
38/659 yılında Erzuh’ta toplanmışlardı. Hakem olayı, Hz. Ali’nin hilâfetini
kaybetme, Muâviye’nin de onun yerini alma hareketinin son perdesi oldu. Amr,
Hz. Ali’yi azledip, Muâviye’yi halîfe seçtiğini açıkladı. Ebu Mûsâ ve Hz. Ali
taraftarları buna itiraz edip kabul etmediler.[314]
Haber Hz. Ali’ye ulaştığında onun, bu olaya sebebiyet veren Muâviye, Amr b.
el-Âs, Ebu Mûsâ, Habib b. Mesleme, Dahhâk b. Kays, Velid b. Ukbe ve Abdurrahman
b. Hâlid b. Velid’e öğle ve ikindi namazlarından sonra lanet etmiştir. Bu
haber, Muâviye’ye ulaştığında o da Hz. Ali’ye İbn Abbas’a, Hz. Hasan’a, Hz.
Hüseyin’e ve Kays b. Sa’d’a lanet etmiştir.[315]
Nehrevân
Savaşı
Sıffin
savaşında çatışmaların yoğunlaştığı ve Hz. Ali tarafının büyük bir taarruzla
saldırıp savaşı kazanmak üzere olduğu sırada, Amr b. el-Âs, Muâviye’ye
mızrakların ucuna Kur’an sahifelerini takmak suretiyle Iraklıları Kur’an’ın
hakemliğine davet etmesini istedi. Muâviye bu tavsiyeye uyarak Iraklılar
arasında karışıklık yarattı. Hz. Ali, Şamlıların bu teklifinin samimi
olmadığını, önerilenin bir hile olduğunu söylediyse de; Hâriciler, Hz.Ali’yi
tahkime zorladılar hatta onu Hz. Osman’ı öldürdükleri gibi öldürmekle tehdit
ettiler. Tahkimi kabul etmesi için baskı yapan Hâriciler, daha sonra tahkimi
kabul etmenin küfür olduğunu söyleyerek Hz. Ali’den kendileri gibi tövbe edip
tahkimden vazgeçmesini istediler.[316]
Hâriciler,
Abdullah b. Vehb er-Râsibi’nin evinde toplandılar. Abdullah Hâricilere, dünyada
zahid bir şekilde yaşamalarını, iyiliği emredip, kötülükten sakınmaları
gerektiğini teşvik ederek, bu beldeden çıkarak, etraftaki şehirlere yerleşip,
bid’atçilerden kurtulmalarını tavsiye etti.[317]
Hamza b.
Sinan, düşüncelerin doğru olduğunu, işleri yürütecek birini başlarına
getirmelerini tavsiye ettiğinde,[318]
Hâriciler Abdullah b. Vehb’i emîr olarak seçtiler.[319]
Şureyh b. Elfa
el-Absî’nin evinde toplanıp nereye gideceklerini tartıştıktan sonara Nehrevan
köprüsünün bulunduğu yerde toplanma fikri benimsenince, Abdullah b. Vehb,
Basra’daki Hâricilere mektup yazarak kendilerine katılmalarını istedi.287 [320]
Hz. Ali,
tahkim olayında halîfelikten azledilince, bunu kabul etmedi. Bunun üzerine Kûfe
mescidinde halka şöyle hitap etti: “Bu iki kişiyi sizler hakem olarak
seçtiniz; bunlar Kur’an’ın hükmünü terk edip heveslerine tâbi oldular. Onların
ikisi hükümlerinde ihtilafa düşüp doğru yolu göstermediler. Bu yüzden Şam
üzerine hareket için hazırlıklarınızı tamamlayın.”[321]
Daha sonra Hz.
Ali, Hâricilere mektup göndererek, hakemlerin uygulamalarıyla kendisinin
ilgisinin bulunmadığını ve yaptıkları işin hakemlerce reddedildiğini,
kendisininse Şam’a gidip savaşmaya niyetli olduğunu, isterlerse Şamlılarla
savaşmak üzere kendisine katılmalarını istedi. Hâriciler ona şöyle cevap verdi:
“Sen kendi
nefsin için gazaplanmışsın. Senin küfre girdiğine şahit olduk eğer tövbe
edersen o zaman aramızdaki ilişkileri gözden geçirebiliriz. Aksi takdirde
seninle savaşırız. ”[322]°
Hz. Ali,
Hâricilerin mektubunu okuyunca onlardan ümidi kesip, savaşmak üzere Şam üzerine
gitmeye karar verdi. Kûfe’den altmış bin kişilik bir orduyla Nâhile’ye vardı.
Abdullah b. Abbas da Basralılardan toplam üç bin süvari gönderdi. Daha sonra
Hz. Ali bir konuşma yaparak askerlerini cihada, düşmanla karşılaştıkları zaman
sabırlı olmaya teşvik etti ve Şam üzerine gitmeye kararlı olduğunu söyledi.[323]
Hz. Ali,
Hâricilerin yeryüzünde fesat işlere giriştiklerini, kan akıttıklarını, yol
kestiklerini, haramları hiçe saydıklarını öğrendi. Aynı zamanda Hâricilerin
öldürdüğü kişilerden biri Hz. Peygamber’in sahâbelerinden Abdullah b. Habbâb
idi.[324]
Hz. Ali,
Hâricilerin Abdullah’ı öldürdüklerini duyunca olayın araştırılması için Haris
b. Mürce el-Abdi’yi görevlendirmişti. Hâricilerin Haris’i öldürdüğü haberi Hz.
Ali’ye ulaşınca oradaki insanlar şöyle dedi: “Bize bu şekilde muhalefet
edip, çoluk çocuğumuza ve mallarımıza el uzatan bu adamları arkamızda bırakıp
nasıl gideriz. Şimdi onların üzerine yürüyelim, eğer onları bertaraf edersek,
Şam’daki düşmanlarımız üzerine sefer düzenleyelim.""[325]
Hz. Ali,
Nehrevan’daki Hâricilerin yanına vardığında onlara haber göndererek şöyle dedi:
“Bizim kardeşlerimizi öldürenleri bize verin, bizler Şam ehliyle savaşıncaya
kadar sizlere dokunmayalım...” Hâriciler’in cevabı: “Biz hep birlikte
onları öldürdük aynı zamanda sizlerin ve onların kanları helaldir. ”[326]
Daha sonra Hz.
Ali, Hâricilere Kays b. Sa’d ve Ebu Eyyûp el-Ensâri’yi gönderdi. Kays b. Sa’d,
onlara şöyle dedi:
“Ey
Allah’ın kulları! Sizlerden istemiş olduğumuz kardeşlerimizin katillerini
çıkarıp bize gönderin, siz de ayrılıp gittiğiniz bu cemaate gelin katılın.
Ortak düşmanımız üzerine gidip üstümüze düşeni yerine getirelim. Böyle
davranmakla büyük bir vebali yüklenmiş bulunuyorsunuz. Bizi müşrik olduğumuzu
söyleyip de Müslümanların kanlarını akıtmak mı istiyorsunuz?"[327]
Bunun üzerine Abdullah b. Şecere es-Sülemî: “Hak ve gerçek bize apaçık
olmuştur. Size tâbi olacak değiliz..
Böyle bir
olayı halletmek üzere bize Hz. Ömer’i getirecek değilsiniz. ”229
En son olarak bizzat Hz. Ali’nin kendisi Hâricilere gelerek öğüt verdi, onları
korkutup sakındırmaya çalıştı ve onları uyarıp tehdit etti.[328]
[329]
Hâriciler
köprüyü aşarak savaş vaziyetini durumuna geçtiler. Sağ kuvvetlerine Zeyd b.
Hısn et-Tâî’yi, sol kuvvetlerin başına Şureyh b. Evfâ’yı, süvarilerin başına
Hamza b. Sinan’ı, piyadelerin başına Hurkûs b. Züheryr’i komutan olarak tayin
ettiler.[330]
Hz. Ali, kendi
ordusunun sağ kuvvetlerine Hucr b. Adiy’i, sol kuvvetlerin başına Şebes b.
Rib’i’yi, süvarilerin başına Ebu Eyyup el-Ensâri’yi, piyadelerin başına Ebu
Katade el-Ensâri’yi, yedi yüz veya sekiz yüz kişiden oluşan Medinelilerin
üzerine de Kays b. Sa’d’ı komutan olarak tayin etti.[331]
Hz. Ali, Ebu
Eyyup el-Ensâri’ye emân sancağını vermişti. Ebu Eyyup el- Ensâri onlara şöyle
seslendi: “Kim bu sancağın altına girerse güvendedir. Sizlerden kim
savaşmayıp, taarruza geçmezse güven içindedir. Ayrıca Kûfe ve Medâin’e gidecek
olanlar da güvendedir. Aranızda bulunan kardeşlerimizin kanını akıttıktan ve
onları öldürdükten sonra artık herhangi bir şey söylemeye gerek kalmayacaktır.
”[332]
Hâricilerden
Ferve b. Nevfal el-Eşcâi komutasında beş yüz süvari ayrıldı. Onlara tâbi olan
başka bir grup Kûfe’ye gitti ve yüz kişilik bir grup ise Hz. Ali’ye gelip
tekrar biat ederek ona katıldılar. Hâriciler başta dört bin kişi iken, daha
sonra
Abdullah b.
Vehb’in etrafında bin sekiz yüz kişi kalmıştı.[333]
Hz. Ali,
ordusundan onlar saldırmadıkça savaşa başlanılmamasını istedi. Hâriciler
saldırınca, Hz. Ali’nin süvarileri iki kısma ayrılarak onların sağ ve sol
kanatları üzerine hücum etti. Okçular da onların okçularıyla karşılaştı. Hz.
Ali’nin süvarileri sağ ve sol taraftan onları kuşattı, geri kalan askerler
mızrak ve kılıçlarıyla saldırdı.[334]
Muâviye b. Kays, Hâricilerin komutanlarından Şureyh b. Evfâ’ya saldırarak bir
ayağını koparmıştı, fakat o bazı taşlamalarda bulunarak çarpışmaya devam
ediyordu. Daha sonra Kays b. Sa’d ona saldırarak onu öldürdü.[335] Hâricilerin komutanlarından
Abdullah b. Vehb, Hurkûs b. Züheyr, Abdullah b. Şecere öldürüldü.[336]
HZ. HASAN DÖNEMİNDE KAYS b. SA’D
Hz. Ali, İbn
Mülcem tarafından yaralandığı zaman Cündeb b. Abdullah, onun yanına gelerek: “Senden
sonra Hz. Hasan’a biat edelim mi?” diye sorduğunda Hz. Ali: “Size bunu
ne emrederim, ne de sizi bundan men ederim”[337] diye cevap verdi.
Başka bir
rivayete göre Hz. Ali, İbn Mülcem tarafından yaralandığında bir grup Müslüman
onun yanına gelerek: “Ey müminlerin emîri! Yerine birisini halîfe tayin et”
dediklerinde Hz. Ali:
“Hayır!
Nasıl ki Allah’ın Resûlü hiç kimseyi yerine tayin etmediyse, ben de yerime hiç
kimseyi halîfe tayin etmeyeceğim. Eğer Allah, size hayır dilerse,
Resûlullah’tan sonra en hayırlınızı halîfe seçme konusunda ittifak ettiğiniz
gibi, benden sonra da en hayırlınızı halîfe seçmekte ittifak ediniz”[338]
diye cevap verdi.
Hz. Ali’nin
vefatından iki gün sonra halk yeni halîfeyi seçmek üzere Kûfe mescidinde
toplandı. O ana kadar halîfenin kim olacağı konusunda halk arasında bir ittifak
oluşmamıştı. Kays b. Sa’d, ayağa kalkıp bir konuşma yaparak Hz. Ali’nin
faziletlerini ve Hz. Hasan’ın meziyetlerini zikretti ve Hz. Hasan’a biat
edilmesi konusunda Kûfelilere telkinde bulundu ve hiç zaman kaybetmeden Hz.
Hasan’a biat etti. Kays b. Sa’d’ın Hz. Hasan’a biat etmesiyle Kûfeliler de Hz.
Hasan’a biat etmeye başladı.[339]
Taberî ise,
Hz. Ali’nin defin işi tamamlandığında Kays b. Sa’d, Hz. Hasan’a gelerek:
“Elini uzat
Allah’ın Kitabı ve Peygamber’in sünneti üzerine seninle biatleşeyim” dedi.
Hz. Hasan Kays’a cevap vermeyerek, Kays, Hz. Hasan’la biatleşti. Daha sonra
halk gelip Hz. Hasan’a biat etti. Bu biatleşme Hz. Ali’nin vefat ettiği gün
olmuştur.[340]
İsfahânî ise,
Hz. Hasan babasının vefatından sonra bir hutbe irad etti. Abdullah b. Abbas
ayağa kalkarak insanları Hz. Hasan’a biat etmeye davet etti[341]
Şiiler ise,
Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hasan’a yazdığı bir vasiyetname ile veliaht tayin ettiğini
savunurlar.[342]
Burada
üzerinde durulması gereken başka husus ise Hz. Hasan’a biatin şekli ile
ilgilidir. Kaynaklar bu konuda birbirinden farklı iki rivâyet zikretmektedir.
Taberi, Kays
b. Sa’d’ın Muâviye ile savaşmak şartıyla biat etmek istediğini, ancak Hz.
Hasan’ın bu şartı kabul etmediğini söylemektedir.[343]
İbn Kuteybe ise eserinde konu ile ilgili şunları aktarmaktadır. Kûfelilerden
bazısı Hz. Ali’nin vefatından sonra Hz. Hasan’ın yanında yer alarak, Hz.
Hasan’a Muâviye ile savaşması şartıyla biat etmek istediler. Ancak Hz. Hasan
söz konusu grubun bu şekilde biatini kabul etmedi. Bunun üzerine Hz. Hasan’dan
ayrılarak Hz. Hüseyin’e gidip ona biat etmek istediler. Fakat Hz. Hüseyin
ağabeyi dururken kendisinin biat almasının mümkün olmadığını belirtince, onun
yanından ayrılıp, tekrar Hz. Hasan’a gelerek, ona biat ettiler.
İkinci rivâyet
ise, Hz. Hasan’ın barışı sağlamak veya kendisine bir takım çıkarlar elde etmek
amacıyla hilâfete gelmek istediğini, hilâfete seçilirken “barış yaptığım ile
barış, savaş yaptığım ile savaş şartıyla biat aldığını" böylece
hilâfeti Muâviye’ye devretmek için hazırlık yaptığını söylemektedir. Nitekim bu
rivâyetler Hz. Hasan’ın Muâviye ile savaşma niyetinde olmadığını, tek amacının
kendisine bir takım çıkarlar sağladıktan sonra hilâfeti Muâviye’ye teslim etmek
olduğunu belirten rivâyetler Zührî kanalıyla gelmektedir.[344]
[345]
Hz.
Hasan’ın Muâviye ile Mücadelesi
İbn Mülcem’in
kısas edilmesinden sonra, Hz. Hasan, Muâviye ile başlayacağı mücadelede
Kûfelilerin desteğini almak için harekete geçerek askerlerin maaşlarını yüz
dirhem artırdı.[346] Hz. Hasan biatten sonra,
babasının öldüğünü, kendisinin onun yerine halîfe seçildiğini, babasının
valilerine bildirerek onlardan biat istedi. Babasının atadığı valilerin tamamı
ona biat ettiler. Hz. Hasan babasının atamış olduğu valilerden hiç birini
değiştirmemişti. Böylece kendisine sadece Muâviye’nin kontrolünde bulunan Mısır
ve Suriye hariç diğer bölgelerin tamamı biat etmiş oldu.[347]
Hz. Hasan,
Muâviye’ye mektup yazarak biat istedi. Hz. Hasan, Muâviye’ye yazdığı mektupta
onun hilafet makamına ehil olmadığını, bu makama göz dikmesini hayretle
karşıladığını, İslâm’da bilinen bir faziletinin ve övülen bir eserinin
bulunmadığını, İslâm’a karşı mücadele eden bir kitlenin ve Resûlullah’ın
Kureyşli baş düşmanının oğlu olduğunu belirtti.[348]
Muâviye, Hz. Hasan’a verdiği cevapta onun hilafete layık olduğunu kabul etmekle
birlikte kendisinin idari tecrübesinin fazla, siyasi bakımdan tecrübeli ve
yaşının büyük olduğunu ileri sürerek Hz. Hasan’ın kendisine biat etmesini
istedi. Şayet kendisinin bu teklifini kabul ederse Irak Beytü’l-Mal’inde
bulunan parayı ve istediği bölgenin haracını tahsis edeceğini bildirdi.[349]
Hz. Hasan,
Muaviye’nin bu talebini reddetti ve mektubu getiren Cündeb b. Abdillah,
Şamlıların kendisine karşı savaşmak için bir ordu hazırlamakta olduklarını
bildirerek, bu ordunun gücü hakkında bilgi verdi.[350]
Bu hadiseden kısa bir süre sonra Muaviye’nin altmış bin kişilik bir ordunun
başında Şam’dan Irak’a doğru hareket ettiği ve yerine vekil olarak Dahhâk b. Kays
el-Fihrî’yi atadığı haberi geldi.[351]
Suriye
ordusunun Cisru Menbic’e geldiği haberi üzerine Hz. Hasan, başta Kays b. Sa’d,
Hucr b. Adiy ve Abdullah b. Abbas olmak üzere danışmanlarının uyarılarını
dikkate alarak orduyu hazırlamak için harekete geçmişti. Kûfe mescidinde bir
konuşma yaparak, Muaviye’ye karşı halkı savaşa çağırıp bunun cihad olduğunu
söyledi.[352] [353]
Hz. Hasan,
Muaviye ile savaşma hedefinde olmasına rağmen Kûfeliler onunla birlikte savaşma
konusunda ağır davrandılar. Nitekim İsfehânî, Kûfe mescidinde Hz. Hasan’ın
Kûfelileri cihada davet ettiğinde olumlu cevap vermediklerini, susup 321 kaldıklarını söylemektedir.
Hz. Hasan,
asker toplamakta zorlandığında Kays b. Sa’d, Adiy b. Hâtim, Ziyad b. Sa’sa
et-Teymî, Mâkil b. Kays er-Riyâhî, mescitte halka konuşma yaparak, Kûfelileri
halifeye destek olmaya davet ettiler. Özellikle bu konuşmalarda halifeyi yalnız
bırakmamaları üzerinde durdular.[354]
Bunun üzerine
Hz. Hasan valilere mektup yazarak tedbirli olmalarını ve kendisine savaşmak
için asker göndermelerini emretti.[355]
Kûfe ve yerleşim yerlerinden kırk bin askeri birlik toplandı. Hz. Hasan, Muğîre
b. Nevfel b. el-Hâri’i Kûfe’de vekil bıraktı.[356]
Hz. Hasan’ın
Muaviye’ye karşı harekete geçmeden önce, barışla ilgili düşüncelerini
gerçekleştirmek için bazı tedbirler aldığı söylenmektedir. Bir rivâyete göre
Hz. Hasan, Kays b. Sa’d’ın barış konusundaki fikirlerine muvafakat etmeyeceğini
biliyordu. Bunun için onu ordu komutanlığından azlederek yerine Ubeydullah b.
Abbas’ı atadı.[357] Ancak başka bir rivâyete göre
Hz. Hasan, Ubeydullah’ı on iki bin kişilik bir ordunun başında göndermiş;
kendisinin arkasından geleceğini söylemiştir. Bu arada durumu her gün kendisine
bildirmesini, Kays b. Sa’d ve Said b. Kays ile müşavere etmesini, iki ordu
karşılaştığında Muaviye savaşa başlamadan onunla savaşmamasını; kendisine bir
şey olması halinde orduya Kays b. Sa’d’ın, ona da bir şey olması halinde Said
b. Kays’ın komuta etmesini istemiştir.[358]
Bu rivâyet göstermektedir ki Hz. Hasan, Kays b. Sa’d’ın barış hususunda
muvafakat etmemesinden korktuğu için değil, belki kendi sözünü daha iyi dinler
düşüncesiyle amcazâdesi Ubeydullah’ı göreve getirmiştir.[359]
Öncü
kuvvetlerin arkasından hareket eden Hz. Hasan, Medâin’e yöneldi, oradan Sebat’a
gelerek orada günlerce kaldı.[360] Yolculuk esnasında Hz. Hasan
ordusuna bir konuşma yaptı: “Ey insanlar! Sizler benim barış yaptığımla
barış yapmayı ve savaş halinde olduğum kişiyle savaşmayı kabul ederek bana biat
ettiniz. Bu ümmetten herhangi biri üzerine muhtemel kinin doğuşunu net olarak
görüyorum ve sizler doğruluktan, barıştan, hayırla birlikte olmaktan
hoşlanmadınız, bilakis sizler korku, nefret ve husûmetten hoşlandınız. ”[361]
Hz. Hasan’ı
ordusuna böyle bir konuşmaya iten sebep, o Sebat’a gelirken ordusunu sürekli
gözlemlemiş ve aynı amaca sahip olmayan böyle bir ordu ile savaşmanın kendisini
başarıya götürmeyeceği sonucuna varmış olmasıdır diyebiliriz.[362]
Taberi, Kays
b. Sa’d’ın öldürüldüğüne dair bir haberin askerleri arasında yayılması üzerine
askerlerden ayaklananlar olduğunu ve bunların Hz. Hasan’ın çadırına kadar
geldiklerini, onun altındaki sergiyi çekip aldıklarını, mallarını yağmalayıp,
nihayetinde onu yaraladıklarını bildirmektedir.[363]
Hz. Hasan’ın
bu konuşmasını duyan askerler arasında huzursuzluk meydana geldi. Bu sebeple
askerler Hz. Hasan’ın mallarına ve cariyelerine el koydular.[364]
Hz. Hasan’ın
küfrüne hükmeden Abdurrahman b. Ci’al el-Ezdî, Hz. Hasan’a saldırarak onu
öldürmeye çalışmıştır.[365]
Hz. Hasan’ın
yakında bulunan askerler ona zarar gelmesini engellemeye çalıştılar. Hz. Hasan
oradan uzaklaşmak isterken Cerrah b. Sinan adındaki bir şahıs Hz. Hasan’ın
atının yularına yapışarak babası gibi dinden çıktığını, bununla da yetinmeyip,
Hz. Hasan’a saldırarak, onu atından düşürüp kılıcıyla onu öldürmeye yeltendiyse
de Hz. Hasan oradakilerin yardımıyla bu suikast girişiminden yaralı olarak
kurtulmuştur.[366]
Muaviye’nin
Irak’a gelmesi, zaten bir arada zor duran Hz. Hasan’ın ordusunu iyice zor
durumda bırakmıştır. Hz. Hasan’ın birbirinden farklı düşünen ordusunu dağıtmak
için Muaviye öncelikle onun öncü kuvvetlerin komutanı Ubeydullah b. Abbas’ı
kendi tarafına çekmeyi hedeflemişti. Muaviye, Ubeydullah’a yarısı peşin, yarısı
Kûfe’de ödenmek üzere bin dirhem teklif ederek kendi safına çekmeyi
başarmıştır.[367]
İsfehânî ise,
Ubeydullah’ın tek başına ve gizlice Muaviye’ye gece katıldığını, sabahleyin
ordusunun sabah namazına kalktığında kendilerine imamlık yapmak üzere onu
aradıklarını, ancak bulamadıklarını bunun sonucunda da Muaviye’ye katıldığını
askerlerin anladığını, bunun üzerine askerlere Kays b. Sa’d’ın imamlık edip namaz
kıldırdığını bildirmektedir. Daha sonra Kays b. Sa’d, askerlere hitaben şöyle
bir konuşma yaptı:
“Takvayı ve
sevgiyi işlemeyen biri, sizler üzerinde kudretli değildir ve sizleri
korkutamaz- Ubeydullah, babası ve kardeşi asla hayırlı bir güne gelmediler. Onun
babası Hz. Peygamber’in amcasıdır. Bedir’e Hz. Peygamber ile savaşmak üz.ere
geldi. Kâb b. Amr el-Ensâri onu esir aldı ve onu Hz. Peygamber’in huzuruna
götürdü. Hz. Peygamber onun fidyesini Müslümanlar arasında paylaştırdı. Onun
kardeşi (Abdullah b. Abbas) Hz. Ali’nin Basra valisiydi, Allah’ın ve
Müslümanların mallarını çalıp, onları satarak haddi aştı ve kardeşi onun
yaptığın işin helal olduğunu iddia etti. Ubeydullah, Yemen valisi oldu. Daha
sonra Busrr b. Ertat’tan kaçarak oğlunu ölüme terk etti. Onun şimdiki tavrı
daha önceki tavırlarıyla aynıdır. ” Kays, konuşmasını şöyle tamamladı: “Allah’a
hamd olsun ki Allah onu bizim aramızdan çıkarttı ve bizleri düşmana karşı ayağa
kaldırdı.”[368]
Ubeydullah’ın
Muaviye’nin ordusuna katılması, Hz. Hasan’ın ordusundaki çözülmeyi
hızlandırmıştır. Ubeydullah, Hz. Hasan’ın yakın akrabası ve komutanıydı, Hz.
Ali’nin amcasının oğluydu. Yakın akrabasının Hz. Hasan’a ihanet edip saf
değiştirmesi, gönülsüz olarak bu mücadelede yer almış olan, fakat kaçmanın
yollarını arayan kitle üzerinde etkili olmuştur. Ya’kûbî’nin Ubeydullah ile
beraber sekiz bin kişinin Muaviye’ye katıldığını söylemesi bu çözülme ile
alakalıdır. Çünkü kaynaklar Kays ile beraber dört bin kişinin kaldığını
söylemektedir.[369] Kays b. Sa’d, bütün
gelişmelere rağmen ordudaki çözülmeyi durduramamıştır. İbn A’sem de bu durumu
Kays b. Sa’d’ın bir mektupla Hz. Hasan’a bildirdiğini söylemektedir.[370]
Kays b.
Sa’d’dan gelen bu mektup Hz. Hasan’ın moralini daha da bozdu ve Kûfelilere
aşağıdaki şu konuşmayı yaptı:
“Ey İraklılar!
Siz benimle ne yapmak istiyorsunuz. İşte Kays’ın mektubu, sizin ileri
gelenlerinizin Muaviye’ye katıldığını bildiriyor. Vallahi bu sizin tek
kötülüğünüz değildir. Babamı tahkime zorlayanlar yine sizlerdiniz. Bunu kabul
edince de ona muhalefet ettiniz. Sizi Muaviye ile ikinci kez savaşmaya
çağırınca buna yanaşmadınız. Sonra ona, Allah’ın kendisine uygun gördüğü şey
oldu. Sonra bana itaat edip isyan etmeyeceğinize dair biat edenler yine sizlerdiniz.
Biatınızı aldım ve bu amaçla hareket ettim. Bu hareketimde neyi amaçladığımı
Allah biliyor ama olan yine sizden oldu. Ey İraklılar! Sizden çektiğim yeter.
Bana dinim hususunda eziyet etmeyiniz, ben Müslüman bir kimseyim ve hilafeti
Muaviye’ye devrediyorum”[371]
dedi.
Öte yandan
Ubeydullah’ı kendi tarafına çeken Muaviye, Hz. Hasan’ın ordusuna son darbeyi
vurmak için Busr b. Ertat komutasında bir orduyu Kays b. Sa’d’ın üzerine
gönderdi.[372] Busr b. Ertat, Kays b.
Sa’d’ın ordusuyla karşılaştığı zaman onlara şöyle dedi:
“Sizin
emîriniz Hz. Hasan, Muaviye ile sulh yapıp ona biat etti, sizlerin savaşmak
istemesi kendi nefislerinizi öldürmek istemenize bir alamet değil mi?”[373]
Kays b. Sa’d,
askerlerine imamsız savaşmaya veya delalet üzerine biat etme seçeneklerinden
birini seçmelerini, askerler de savaşmak istediklerini belirtince, Kays’ın
askerleriyle Busr ordusu arasında çarpışmalar başladı ve Şam ehlinden pek çok
kimse öldürüldü.[374]
Bunun üzerine
Muaviye, Ubeydullah b. Abbas’ı saflarına kattığı metotla, Kays b. Sa’d’ı da
kendisine bağlamak istedi ve ona da Ubeydullah’a yaptığı teklifin aynısını
yaptı. Ancak Kays b. Sa’d bu teklifi kabul etmeyip şiddetle reddetti.[375]
Kays b. Sa’d’ı
kendi tarafına çekmeyi başaramayan Muaviye, onun komutasında dört bin kişilik
kuvveti, büyük bir ordu ile kuşattı. Dineverî, Muaviye’nin Kays b. Sa’d’ı
kuşattığı esnada, Abdullah b. Âmir’in de Medâin’de bulunan Hz. Hasan’ı
kuşattığını, Hz. Hasan’ın kuşatmayı yarmak amacıyla harekete geçmek istediğini,
ancak askerlerini savaşa gönderemediğini ve onların isteksizliğini gördükten
sonra Abdullah b. Âmir’e Muaviye ile sulh yapmak istediğini bildirmektedir.[376] Bağdâdî ise, Hz. Hasan’ın
bütün bu olanlara rağmen bu zor kararı yalnız başına vermediğini ordusunun
ileri gelenleriyle istişarede bulunduktan sonra Muaviye ile barış yapmanın hem
kendisi, hem de askeri için daha doğru olacağı neticesine vardığını ve onunla
anlaşmak için harekete geçtiğini söylemektedir.[377]
Miskeveyh, Hz.
Hasan’ın arkasındaki desteği yitirmesi kadar Kûfe’de kalanlara da güvenmemesini
gerekçe olarak zikretmektedir. Ona göre; Hz. Hasan hilafeti Muaviye’ye teslim
etmeden kısa bir süre önce ordusuna yapmış olduğu aşağıdaki konuşma da bunu
ortaya koymaktadır: “Ey Iraklılar! Sizden gördüğüm üç şey beni yaralamıştır.
Babamı öldürmeniz, beni yaralamanız ve malımı zorla gasp etmeniz.”[378]
Muaviye’ye
Biat
Kays b. Sa’d,
Hz. Ali ile birlikte hareket edip, onun en yakınında bulunan biriydi. Hz. Ali,
şehit edildiğinde Kays b. Sa’d, emrinde bulunan beş bin askerle birlikte, onun
öcünü almaya yemin edip başlarını traş ettirmişlerdi. Hz. Ali’nin vefatından
sonra Kays b. Sa’d, Hz. Hasan’a biat ederek onun emrine girdi.[379] Hz. Hasan, Muaviye ile sulh
yaptığında Kays, Muaviye’nin halifeliğini kabul etmeyerek ona biat etmedi. Daha
sonra Kays, arkadaşlarına şöyle dedi:
“Sizler ne
istiyorsunuz. Eğer savaşmak istiyorsanız., acele davranıp o helak oluncaya
kadar savaşalım. Eğer emân isterseniz sizin için emân alırım. ” Oradakiler
Kays’a: “Bizim için emân al” dediler. Bunun üzerine Kays kendi adına
özel bir şey istemeksizin onlar için Muaviye’den emân aldı ve ona biat etti.[380]
Taberi ise
Kays’ın Muaviye’ye biat etmesini şu şekilde aktarmaktadır: Kays ve askeri,
Muaviye ile Hz. Ali’nin taraftarlarına kanlarını ve mallarını bağışlamayı kabul
ettirene kadar savaşacaklarına ahdetmişlerdi. Kays, Muaviye’nin hilafetini
kesinlikle reddediyor ve bunu hoş karşılamıyordu. Hz. Hasan, Muaviye ile
anlaştığını duyunca etrafındakilerle bir araya gelerek, Muaviye ile bu hususta
sonuna kadar savaşacaklarına söz vermişlerdi. Muaviye, Kays b. Sa’d’a mektuplar
yazıp kendisine itaat etmeye davet etmiş ve arkasından altını imzaladığı boş
bir belgeyi göndererek şöyle dedi: “Bu boş kağıda istediğini yaz, sana
vereyim. ” Ancak Amr b. el-Âs, Muaviye’ye: “Ona vaat ettiklerini verme
ve onunla savaş” dediğinde Muaviye: “Yavaş ol, bakalım. Onlarla savaşa
tutuştuğumuz takdirde Şamlılardan kendi adetlerince adam öldürmedikçe bu işten
kurtulamayız. Bu kadar ölü verdikten sonra da yaşamanın ne manası var? Vallahi
savaşmaktan başka bir çare kalmayıncaya kadar ben onunla asla savaşma yoluna
gitmeyeceğim.”
Muaviye,
Kays’a bu altı imzalı ve mühürlü boş belgeyi gönderdiğinde Kays kendisi ve Hz.
Ali’nin taraftarları için kanlarının ve mallarının emânından başka hiçbir şeyi
şart koşmamış ve mal talebinde bulunmamıştır.[381]
[382]
Kays b. Sa’d,
yanındaki bir grup Ensârla Muaviye’ye biat etmek üzere huzuruna çıktığında
Muaviye: “Ey Ensâr topluluğu! Öncelikle benden talebiniz nedir? Sizlerin
çoğunluğu Hz. Ali’yi tercip edip, onunla birlikte hareket ettiniz. Sıffin
gününde benim kılıcımı körelttiniz, hatta sizin yaşlılarınızda alevlenen
ölümleri gördüm. Sizler Hz. Ali’nin eğilimini gerçekleştirmesini isterken,
Allah onu halifelikten edinceye kadar, sizler matkabın delmesinden daha acı
birşekilde beni eleştirdiniz. Sizler, bizim hakkımızda Hz. Peygamber’in
vasiyetini gözetmemizi istediniz. Ne gariptir ki, süt kabı özür göstermekten
kaçınıyor. ” Bunun üzerine Kays b. Sa’d ona şöyle cevap verdi: “Bizler
Allah’ın İslâm’ı mükâfatlandırmasını istiyoruz ki sen o zaman Hz. Ali’ye denk
olursun. Senin taraftarlarının ona akrabalık bağı yoktur ve sizler bize
düşmanlık ettiniz. Eğer bizleri kontrol altında tutmak istiyorsan bizleri
hicvetmekten vazgeçip hak üzerinde sarsılmaz bir şekilde durmalısın. Bizler
Sıffin gününde Allah’a tam bir itaatla bağlı olan Hz. Ali ile beraber olduğumuz
için senin kılıcını körelttik. Hz. Peygamber’in bize yönelik vasiyetine
gelince, ona kim inanırsa, biz onu gözetiriz. ‘Süt kabı özür dilemekten
kaçıyor’ sözüne gelirsek, Allah’tan başka engel olacak bir el yoktur. Ey
Muaviye! Artık durumun ortadadır” deyince Muaviye: “Bunlar iyi şeyler
değil. O halde ne istiyorsanız onu söyleyin” 350dedi.
İbn Âsem ise,
Muaviye Kûfe’ye gelip insanlardan biat almak isteğinde Hz. Hasan ile birlikte
hareket eden Kays b. Sa’d ve Hz. Hüseyin hariç diğer insanlar ona biat etmişti.
Muaviye, Hz. Hüseyin’i kendisine biat etmesi için çağırdığında Hz. Hüseyin biat
etmeyi reddetti. Hz. Hasan, Muaviye’ye biat konusunda onu zorlamamasını, biat
etmediği için onu öldürmeye teşebbüs ederse, onu öldürmesi için öncelikle onun
ailesini öldürmesi gerektiğini, onun ailesini öldürmesi için de Şam ehlinden
adamların ölmesi gerektiğni söylediğinde Muaviye, Hz. Hüseyin’i biat etmesi
konusunda zorlamamışt.
Muaviye, daha sonra kendisine
biat etmesi için Kays b. Sa’d’ı çağırdığında Kays, ona biat etmeyi reddetti.
Hz. Hasan, Kays b. Sa’d’ı çağırarak ondan Muaviye’ye biat etmesini istediğinde
Kays ona: “Ey Allah’ın Rasûlünün kızının oğlu! Sana etmiş olduğum biati sen
bozmadıkça ben onu asla bozmayacağım ” dediği zaman Hz. Hasan ona: “Bana
etmiş olduğun biatten artık sen özgürsün” dediğinde Kays, Hz. Hasan’ın
yanında Muaviye’ye biat etti. Muaviye, Kays’a şöyle dedi: “Ey Kays!
İnsanların, benim etrafımda toplanmalarını sağladım, sen de biat için aceleci
davran” dediğinde Kays b. Sa’d ona şöyle cevap verdi: “Ey Muaviye!
Allah’a yemin olsun ki hayatta olduğum müddetçe seni bu halifelikten, eski
duruma dönmen için çabalayacağım. ”[383]
[384] [385]
Kays b. Sa’d,
Muaviye’ye biat ettikten sonra Medine’ye döndü. Medine’de 353 kendini siyasi olaylardan
uzak tutarak, vefat edinceye kadar ibadetle meşgul oldu.
Kays b. Sa’d,
Muaviye’nin hilafetinin son zamanlarında vefat etmiştir. Kaynaklar, Kays b.
Sa’d’ın vefat tarihi ile ilgili değişik rivâyetler aktarmakta, onun vefat tarihi
olarak H. 58, 59, 60 tarihleri zikredilmektedir.[386]
İbn Hibbân ise, Kays b. Sa’d’ın H. 85 tarihinde vefat ettiğini zikretmektedir.[387]
İKİNCİ BÖLÜM
KAYS B. SA’D’IN KİŞİLİĞİ VE İLMİ YÖNÜ
KAYS B.
SA’D’IN KİŞİLİĞİ
Kişilik
bireyin kendine özgü ve ayırıcı davranışlarının bütünü biçimde tanımlanır.
Başka bir ifade ile bir insanı başkalarından ayıran bedensel, zihinsel ve
ruhsal özelliklerinin bütünü olarak tanımlanmaktadır. Yine bir tanımda kişilik
insanı nesnel (objektif) ve öznel (subjektif) yanlarıyla diğerlerinden farklı
kılan duygu, düşünce, tutum ve davranış özeliklerinin tümü olarak
belirlenmektedir.[388] Kişilik, bireye özgü duygu,
düşünce ve davranışların örgütlenip bütünleşmesi biçiminde de ifade edilebilir.[389]
Görüldüğü gibi
kişilik tanımı, içine bir insanın sadece günlük hayattaki kendine özgü davranış
özellikleri girmemektedir. Bu tanıma, beden yapısı, görünüş, zeka, yetenekler
ve karakter özellikleri gibi kişilikte rolü olan etmenlerde girmektedir.[390]
Kişiliği
başlıca oluşturan öğeler, duygu, düşünce, yetenek, ilgi, tutum ve davranıştır.
Bu öğeler, insanın görünüşü, hareketleri, jest ve mimikleri ve çevreye uyumuyla
dışarıya yansır. Her insanın diğerlerinden farklı özellikleri vardır.[391]
Biz burada
Kays b. Sa’d’ın tesbit edebildiğimiz bazı özelliklerini sırasıyla
inceleyeceğiz. Bahsedeceğimiz bu özellikler şüphesiz birbirleriyle bağlı,
karmaşık yapılardır, birini diğerinden ayırmak mümkün değildir. Bu nedenle Kays
b. Sa’d’ın kişilik özelliklerini bir bütün olarak görmeliyiz. Ancak konunun
daha sistematik aktarılabilmesi için ve Kays b. Sa’d’ı daha iyi
algılayabilmemiz için onun kişilik özeliklerini tek tek incelemeyi uygun
bulduk.
Kays b. Sa’d,
iri cüsseli[392] uzun boylu[393] başı ufak[394]
yakışıklı biriydi.[395] [396]
Kays, uzun boyundan dolayı eşeğe bindiği zaman ayakları yere sürterdi.9 Kays’ın yüzünde sakal yoktu
yani köseydi.[397] Ensar’ın, “Kays b. Sa’d’ın
kendi malıyla sakal satın alma gibi bir imkanı olabilseydi, bunu mutlaka
yapardı” dedikleri bildirilmiştir.[398]
Kays b. Sa’d, Ensar’dan bir heyetle Muaviye’nin yanına geldi. Kays, heyetle
birlikte Muaviye’nin yanında iken Bizans Hükümdarından Muaviye’ye bir mektup
geldi. Mektupta Muaviye’ye: “Araplar arasında en uzun boylu adamın pantolonunu
bana gönder.” diye yazıyordu. Muaviye de Kays’a: “Herhalde senin pantolonunu
göndermemiz gerekecek” dedi.
Kays,
gerçekten cok uzun boylu idi, en uzun boylu adamın başı dahi onun göğsüne
ulaşmıyordu. Kays, kalkıp meclisin bir kenarına çekildi, sonra pantolonunu
çıkarıp Muaviye’nin önüne attı. Muaviye Kays’a: “Evine gidip sonra bu pantolonunu
bize gönderseydin olmaz mıydı?” deyince, Kays cevaben ona şu şiiri okudu:
“Böyle
yapmakla insanların, bu pantolonunun Kays’ın pantolonu olduğunu bilmelerini
heyet huzurunda tespit etmek istedim
İnsanlar ve
Semud kabilesi; Kays kayboldu ve bu gübre yiyenin pontolonudur, demesinler
Ben, Yemen
kabilesindenim, liderim, zaten insanaların bir kısmı lider, bir kısmıda
teba’adır;
Benim
gibiler onlara karşı tuzak kurar, benim gibi kimseler onlara karşı çok sert ve
şiddetlidir
İnsanlar arasında benim boyum çok uzundur
Benim soyum, babam ve atam, insanlar arasında beni üstün
kıldı;
Şşerefim
beni onlara karşı yüceltti, ben diğer adamlara karşı çok yükseğim,uzun
boyluyum.
Kays’ın
pantolonunu eline alan Muaviye, mecliste bulunan en uzun boylu adama bu
pantolonu alıp ucunu burnuna tutarak yere sarkıtmasını emretti. Adam pantolonu
alıp burnunun ucuna tuttuğunda, pantolonun ucu yere değdi.[399] [400]
[401]
Başka bir
rivayette anlatıldığına göre, Bizans hükümdarı ordusundan Muaviye‘ye iki adam
gönderdi. Hükümdar, adamlardan birinin Bizanslıların en kuvvetlisi, diğerinin
de en uzun boylusu olduğunu iddia ediyordu. Bunları gönderirken Muaviye’ye şu
haberi de göndermişti:
“Milletine bak, milletin arasında bunlardan daha güçlü ve
daha uzun boylu bir kimse var mı? Eğer halkın arasında bunlardan daha güçlü ve
daha uzun boylu biri varsa sana şu kadar esir, şu kadar da armağan
göndereceğim. Eğer halkın arasında bunlardan daha güçlü ve daha uzun boylu biri
yoksa üç yıl süreyle benimle barış antlaşması yap. ”
Bizans
hükümdarının gönderdiği iki kişi Muaviye’nin yanına geldiklerinde o,
etrafındaki adamlara şöyle sordu: “Şu Bizanslı adam kadar kuvvetli bir kimse
var mı?” Dediğinde yanındakiler: “Bunun kadar güçlü olan ya Muhammed b.
Hanefiyye’dir ya da Abdullah b. Zübeyr’dir” dediler. Hz. Ali’nin oğlu Muhammed
b. Hanifiyye getirildi. Halk toplandığı zaman Muaviye, yanına gelerek ona şöyle
dedi: “Seni buraya niçin çağırdığımı biliyor musun?” O da: “Hayır” dedi.
Muaviye,
yanına gelen Bizanslı adamın durumunu ve son derece güçlü olduğunu ona anlattı,
oda gelen Bizanslı adama dönüp şöyle dedi: “İstersen sen yere oturup elini bana
uzat ya da ben yere oturayım ve elimi sana uzatayım. Hangimiz yerde oturanı
yerden kaldırabilirse, onu mağlup etmiş olur, aksi takdirde kendisi mağlup
olur. Şimdi söyle bakalım, ben mi yere oturayım yoksa sen mi yere
oturacaksın?’Bizanslı:’Sen otur’ dedi
Muhammed b.
Hanefiyye yere oturdu, elini Bizanslı adama uzattı. Bizanslı olanca gücüyle onu
yerinden kaldırmaya veya kımıldatmaya çabaladı, ama beceremedi. Bizanslı
beraberinde gelen diğer kişiler de arkadaşlarının yenildiğini gördüler, sonra
Muhammed b. Haneffiyye ayağa kalkıp Bizanslıya sen otur dedi ve elini ona
uzattı. Bizanslının elini havaya kaldırınca Muaviye bu manzaraya çok sevindi.
Öte yandan
Kays b. Sa’d meclisten kalkıp kenara çekildi, sonra şalvarını indirip o uzun
boylu Bizanslıya verdi o da şalvarını giyince uçkuru göğsüne kadar ulaştı.
Şalvarın paçaları da yerde sürünüyordu. Buna göre Bizanslı yenildiğini itiraf
etti. Hükümdarları da Muaviye’ye vaad ettiği şeyleri gönderdi. Ensar şalvarını
halkın huzurunda çıkardığı için Kays b. Sa’d’ı kınadığında, Kays onlara
yukarıda zikrettiğimiz şiiri okuyarak kendini savundu. Bunu Bizanslıları
susturmak ve mağlup etmek için yaptığını söyledi.[402]
Dehanın meydana
gelmesi için veraset ve çevre ile birlikte, şahsiyetin, ilhama açık ruhi güce
sahip olması gerekir. Gerçekte bu üç faktör şahsiyetin gelişmesi bakımından
bütün insanlar için söz konusudur. Ancak bu etkinliklerin oranlarında, ilhama
açık ruhi güç ağırlık kazandığı zaman karşımıza çıkan tip dâhidir.[403]
Dâhi olan
kimse için belli başlı ve birbirine bağlı üç özellikten bahsetmemiz mümkündür.
Bunlar, yaratıcılık, muhakeme ve problem çözme kabiliyetleridir. Yaratıcılık;
önceden kestirilemeyen veya sonuç çıkarılamayan, fert için yeni, orijinal ve
nadir olan, hünerli ve zekice yapılan iştir. Yaratıcı düşünen kişi, yeni
alanları araştıran, yeni gözlemleri yapan yeni koşturmalarda bulunan ve yeni
çıkarım yapan kişidir.[404]
Dehanın ikinci
özelliği olan muhakeme yeteneği; sebep-sonuç ilişkilerini en iyi şekilde
kavrama kabiliyetidir.[405]
Bu gözlenmiş
bir sebebe dayanılarak, bir olayın kestirilmesi veya gözlenmiş bir olaydan
bunun sebebinin çıkarılması anlamına gelir. Muhakemenin başarılı olup olmadığı,
verilen kararın isabetine bağlıdır.[406]
Problem çözme,
yaratıcı düşünce ile muhakemenin içinde yer aldığı çerçevedir. Buna göre
problem çözme bu iki özelliğinin birleşiminden meydana gelir. Başarılı problem
çözücüler; bir probleme karşılaştıklarında, işe nerden başladıklarını çok iyi
bilirler; çözülmesi gereken bir sorunla karşılaştıklarında, teferruatı bir
tarafa koyup, asıl üzerinde dururlar. Probleme yaklaşım şekilleri
sistematiktir. Problem çözmeye karşı tavırları objektiftir.[407]
İmam Zühri,
Arap dâhilerini kabilelerine göre sınıflandırarak beş kişinin ismini sayar.
Bunlar Kureyş’ten Muaviye b. Ebi Süfyan ve Amr b. As, Ensar’dan Kays b. Sa’d,
Sakif’ten Muğire b. Şube ve Muhacirlerden Abdullah b. Büdeyl b. Verkâ’dır.21 İbn Şihab ez-Zühri, Fıtne
zuhur ettiği zaman bu beş kişinin Arapların dâhileri olduklarını, bunların
isabetli rey sahibi ve bu durumda insanları iknada mahir kişiler olduklarını
söyler. O, fitne zuhur ettiğinde Kays b. Sa’d ve Abdullah b. Büdeyl’in Hz.
Ali’nin yanında yer aldığını, Amr b. Âs’in Muaviye ile birlikte hareket
ettiğini, Muğıre b. Şube’nin ise Ezruh’ta hakemlerin toplanmasına kadar Taif’te
tarafsız kalmayı yeğlediğini belirtir.[408]
[409]
Kays b. Sa’d,
Mısır’a vali olunca Hz. Ali adına halktan bey’at almıştı. Fakat Hıribta’da
yaşayan halk, Hz. Osman’ın şehadetini kalkan yaparak, onun öcünü almadıkça
bey’at etmeyeceklerini bildirdiler. Kays b. Sa’d, Hıribta halkına itiyatlı
davranarak vergilerini verme şartıyla onları bey’at etme konusunda
zorlamamıştı.[410] Daha sonra Hz.
Ali, Kays’a mektup yazarak onların bey’at etmeleri konusunda zorlanmalarını,
eğer etmezlerse onları öldürmesini istediğinde[411]
[412], Kays, kendisine saldırmaktan
uzak duran, düşmanlarına karşı yanında yer alabilecek bir kitlenin
öldürülmesinin istenmesinin yanlış olduğunu, eğer onlara karşı kılıçlarını çekecek
25 olurlarsa onlarında
düşmanlarına yardım edeceklerini bildirdi.
Kays’ın bu
düşüncesinin doğruluğu, halefi Muhamed b. Ebi Bekir’in onları bey’ata zorlayıp,
kılıcını çektiğinde konunun içinden çıkılmaz hale gelmesinden anlaşılmıştır.
Esasında Kays, Hıribta problemine sistematik olarak yaklaşıp sonucunu şansa
bırakmadan kendi lehine olacak bir şekilde çözmüştü.[413]
Kays’ın yerine Mısır’a vali olarak atanan Muhammed b. Ebi Bekir, Hıribta
halkını cezalandırmaya kalkışmış[414]
ve sonucunu kendi canıyla ödemiştir.[415]
[416] Hz. Ali, Muhammed b. Ebi
Bekir’in öldürüldüğünü öğrendiği zaman, Kays b. Sa’d’ın ne kadar itiyatlı ve
akıllı bin olduğunu anlamış oldu.
Kays b. Sa’d
kendi yerine vali olarak atan Muhammed b. Ebi Bekir’e Mısır halkına karşı
uyanık olmasını, Muaviye’nin Şam’da kendi güvenliğini sağlamlaştırabilmesi için
kendisini öldürmeye çalışacağını ve bu yüzden tetikte olması gerektiğini
tavsiye etmesi,[417] Kays’ın öngörüsünün ne kadar
kuvvetli olduğunu göstermektedir.
Komutanlık ve
idarecilik sahasında mahir olan Kays b. Sa’d’ın, Mısır’da düzeni sağlaması
Muaviye’yi rahatsız etmişti. Geleceği açısından Mısır’ın öneminin farkında olan
Muaviye, Kays b. Sa’d’ın kendi yanında yer almasını sağlayabilmek için
öncelikle ona bir mektup gönderdi. Muaviye mektubunda öncelikli onu suçlayarak
Hz Osman’ı öldürenler arasında olduğunu daha sonra ona yol göstererek, onun
tövbe edip Hz. Osman’ın kanını talep edenlerle birlikte olmasını tavsiye etti.
Eğer Kays b. Sa’d, Hz Osman’ın kanını talep edenlerle birlikte olursa, Muaviye
hedeflerine ulaştığında Kays’a Irakeyn (Küfe-Basra) valiliğini vereceğini ve
aynı zamanda arzu etmiş olduğu birine Hicaz valiliğini vereceğini bildirerek
ona cömert bir teklif sundu.[418] Neticede Kays b. Sa’d, bu
mektubu okuyunca Muaviye tarafından kendisine bir oyun oynandığını ve
kendisinin kandırılmak istendiğini anlamıştır. Kays b. Sa’d, Muaviye’ye karşı
kendini korumaya karar verip onun hilesine karşılık kendi hilesini ortaya koyan
bir mektup gönderdi.[419] Muaviye, Kays b. Sa’d’ın
kendi hilesinin bir parcası olmayacağını anladığında ona tehditvari bir mektup
gönderdi. Muaviye göndermiş olduğu bu mektupla esas hedefinin ne olduğunu
açıkça bildirerek, ilk mektubundaki vaadlerinin de hedefinin ne olduğunu açıkça
ortaya koymuş oluyordu.[420] Kays b. Sa’d’ın, bu hilenin
farkına vararak, kendi hamlesini yapması onun olayları önceden kestirmesi ve
olaylardan sonuç çıkarmada ne kadar başarılı olduğunu göstermektedir.
Kays b. Sa’d,
Hz. Peygamber’in şöyle dediğini rivayet etti: “Hile ve hilekarcı
cehennemliktir.” Daha sonra Kays’ın, “Bu ümmetin hile yapacak olan kişilerinin
ilkiyim.[421] Eğer İslam hileyi
yasaklamamış olsaydı, Arapların tahammül edemeyeceği hileler yapardım.” dediği
rivayet edilir.[422]
Muaviye’nin
çabaları sonucu Kays b. Sa’d, Hz Ali tarafından Mısır valiliğinden uzaklaştırıldığında,
Kays’ın, “İslam, şayet hileyi yasaklamasaydı, Şam halkı ile onların efendileri
arasında görüş ayrılığı yaratmak için hileye ilk ben başvururdum” dediği
bildirilir.[423]
İbn Kesir, Hz
Ali’nin defin işi tamamlandığı zaman dönemin önde gelenlerinden Kays b.
Sa.’d’ın, Hz Hasan’a gelerek bey’at ettiğini bildirir.[424]
Kays b. Sa’d’ın, bey’at etme konusunda bu kadar acele davranmasının nedeni
Küfe’nin yapısında aranmalıdır.
Çünkü Küfe çok
farklı etnik unsurları bir arada barındırmaktaydı.[425]
Kays b. Sa’d bey’at etmede acele davranarak hilafet tartışmasıyla bu etnik
grupların karşı karşıya gelmelerini önleyerek bu meseleyi halletmeyi
hedeflemişti. Zira Hz. Hasan hem kuzey Arapları hem de güney Arapları
tarafından kabul gören biri olması,[426]
Kays’ın bu hedefinin doğru olduğunu ortaya koymaktadır.
Cömertlik,
başa kakmaksızın vermek ve düşünmeksizin ihtiyaç sahibinin ihtiyacını gidermek,
karşı taraftan bir istek olmaksızın verdiğini anımsamak şartıyla vermek,
isteyeni hoş karşılamak ve mümkün olanı gönülden vermektir. Aynı zamanda
cömertlik, malın Allah için olduğunu Allah’ın kulu, Allah’ın malını veriyor
zihniyeti ile ve fakirliği düşünmeksizin vermek demektir.[427]
Malın bir kısmını veren, bir kısmını da kendisine bırakan cömerttir. Malın
çoğunu veren azını bırakan daha cömerttir. Meşakkate göğüs geren, başkasına mal
sarf etmek hususunda nefsine tercih eden ‘İsar’ sahibidir.[428]
Bu bakımdan
cömertlik, Allah’ın ahlakından biridir. İsar ise cömertlik derecelerinin en
yücesidir. İsar ahlakı Hz. Peygamberin edebindendir.[429]
Kaynaklara
baktığımızda Kays b. Sa’d’ın kişilik özelliklerinden birinin de onun cömertliği
olduğunu görürürz. Birçok kaynak onun bu güzel hasletinden bahsetmektedir. Kays
b. Sa’d’ın cömertliğinin sosyal içeriği yanında[430]
bir de islam sancaktarlığının bekası için savaş sırasında ordu için yaptığı
infakı görmekteyiz.[431]
Heysem b.
Adiy’in, Kays b. Sa’d’ın dönemin en cömert kişilerinden biri olduğu hakkında
özetle şöyle dediği rivayet edilir: Kâbe’nin avlusunda hurma satan üç kişi,
dönemin en cömert kişilerinin kim olduğu konusunda ihtilafa düştüler. Onlardan
biri en cömert kişinin Abdullah b. Cafer, diğeri Kays b. Sa’d, öteki de Arâbe
el Evsi olduğunu iddia etti. Bu üç kişi arasındaki tartışma büyüdükçe
bağrışmalar etraftan duyuluyordu. Bu esnada içleriden biri herkes iddia ettiği
adamın yanına gitsin ve onun verdiği mala bakarak iddiasının doğruluğunu
kanıtlasın dedi.[432]
Abdullah b.
Cafer’in en cömert olduğunu iddia eden kişi onun yanına vardığında, onu
tarlasına gitmek üzere, binek hayvanını hazırlamış, ayağını üzengi kayışına
koymuş halde buldu. Adam ona: “Ey Allah’ın Resul’unun amcaoğlu! Ben yolda
kalmış bir yolcuyum, bana yardım et” dediğinde Abdullah b. Cafer ayağını
üzengi kayışından çekerek şöyle dedi: “Ey yolcu! Benim yerime sen gel, şu
üzengi kayışının üzerine koy, bineğime bin ve bineğim, yükü ile birlikte senin
olsun. Heybedeki malda senindir, yalnız şu kılıç hakkında seni aldatmasınlar
çünkü bu kılıç Hz. Ali’nin kılıçlarındandır.”
Adam binek
hayvanı alarak onun yanından ayrılıp arkadaşlarının yanına gitti. Heybeyi açıp
baktıklarında içinde dört bin dinar ve ipekten bir şalvar gördüler ayni zamanda
Hz Ali’nin kılıcına da çok değer biçtiler.[433]
Zamanlarındaki
en cömert adamın Kays b. Sa’d olduğunu iddia eden kişi, Ka- ys’a geldiğinde o
uyuyordu, Kays’ın cariyesi gelen bu adama sıkıntısının ne olduğunu sorduğunda
adam da yolda kalmış bir yolcu olduğunu söyledi. Kays’ın cariyesi efendisini
uyandırmaktan bu sıkıntının daha kolay olduğunu, adama para kesesini göstererek
içinde yedi yüz dinar olduğunu, bu gün Kays’ın evindeki malın tamamının bu
olduğunu söyledi. Aynı zamanda havuz başında develerin bulunduğu yere gitmesini
ve orada bulanan hizmetçiden de bir deve ve köle almasını söylediğinde adam,
bunları alarak oradan ayrılıdı. Kays b. Sa’d, uyandığı zaman cariyesi yolda
kalmış adama verdiği şeyleri bildirince, Kays cariyesinin kendi adına yapmış
olduğu cömertlikten dolayı ona teşekkür edip, onu azat etti. Sonra Kay’s b.Sa’d
cariyesine şöyle dedi: “Keşke beni uyandırsaydın da o adama ömrünün sonuna
kadar yetecek mal verseydim. Umarım ona verdiğin mallar, onun ihtiyacını
gidermesine yardımcı olmuştur. ’’[434]
Arâbe
el-Evsi’nin zamanın en cömert kişisi olduğunu iddia eden kişi ona geldiğinde,
âma olduğu için hizmetçilerin yardımıyla namaz kılmak için evinden çıkmak üzereyken
ona rastladı. Adam: “Ya Arâbe! Ben yolda kalmış bir yolcuyum” dedi.
Bunun üzerine
Arâbe hizmetçilerin yardımından vazgeçerek sol elini sağ eline çırparak derin
bir ah çekti. “Allah’a yemin olsun ki her sabahı ettiğimde ve akşama
vardığımda malımla ilişkimi kesip onları ihsan ettim. Ama benim hizmetçilerimi
alabilirsin ve bunlardan başka sana verebilecek başka bir şeyim yok” dedi.
Adam hizmetçileri almayacağını bildirince Arâbe: “Eğer bu iki hizmetçiyi
almazsan, ben bunları azad ederim ve ikisi de hür olurlar. Dilersen sen al,
azad et, dilersen sen köle olarak çalıştır” dedi. Arâbe el yardımıyla
duvarı aramaya başladı ve adam da köleleri alıp arkadaşlarının yanına döndü.[435]
Bu hadise
üzerine insanlar, Abdullah b. Cafer’in bol miktarda mal vererek cömertlik
yaptığını ve bunun ondan beklenmedik bir şey olmadığını, yalnız verdiği mal
arasında en kıymetli şeyin Hz. Ali’nin kılıcı olduğunu söylediler. Kays b.
Sa’d’a gelince kendi bilgisi dışında cariyesi malını vermiş, ne kadar bağışta
bulunacağına cariyesi hükmetmişti. Kendisi de uyandığında cariyesinin yaptığı
bağışı güzel bulması ve bu iyi davranışından dolayı onu azad etmesinden,
insanlar onun da zamanın en cömert kişilerinden biri olduğuna hükmettiler.
İnsanlar bu üç kişiden en cömert şahsın Arabe el-Evsi olduğuna kara verdiler.
Çünkü o bu hadisede bütün malını kullanmıştı.
Kays b. Sa’d’ın Sosyal İçerikli Cömertliği
Düleym her yıl
Menat putuna on deve kurban ederdi. Düleym vefat edince oğlu Ubâde babasının bu
kurban kesme âdetini devam ettirdi. Sad da müslüman olmadan evvel babasının
kurban kesme âdetini devam ettirmişti. Kays b. Sa’d, Müslüman olduğu zaman
atalarının Menat putuna kurban kesme geleneğini değiştirip, bu kurbanı Kâbe’de
Allah adına kestirmiştir.[436] [437]
İbn Düleym,
Medine’de yüksek bir bina yaptırmıştı. İbn Ömer ve İbn Düleym bu binadan
tellalın şöyle bağırmasını istedi: “Kim et, tirit yemeği yemek isterse İbn
Düleym’in evine gitsin.” İbn Ömer, İbn Düleym vefat edince oğlu Ubâde’nin aynı
şekilde bu binada tellal bağırtarak insanları kendi evine et ve tirit yemeğe
davet ettiğini, daha sonra onun oğlu Sa’d b. Ubâde’nin bu geleneği
sürdürdüğünü, ondan sonra da en cömert insanlardan biri olan Kays b. Sa’d’ın bu
geleneği devam ettirdiğini belirtir.[438]
Hz. Peygamber
Medine sokaklarında dolaşarak Müslümanların durumunu gözlerdi. Kays b. Sa’d da
Hz. Peygamber ile dolaşır ve fakir Müslümanlara yemek dağıtırdı. Bu sırada Kays
b. Sa’d yanında tabak taşır, evi olamayan Müslümanlara bu tabaklarla yemek
yedirirdi. Kays, yemek dağıtacak durumu kalmadığında borç para alarak yemek
dağıtma işine devam ederdi. Kays aynı zamanda boş gezen insanları kendi evine
davet edip yemek yedirirdi.[439] Ensar’dan yaşlı bir kadın
Kays b. Sa’d’a gelerek: “Evimdeki farelerin açlığını sana şikâyet ediyorum”
dedi. Bu yaşlı kadının şikâyetini dile getirmedeki kinaye Kays’ın çok hoşuna
gitti ve bu kadının evine et, balık ve hurma gönderdi.[440]
Kays b. Sa’d
bir arazisini doksan bin dirhem karşılığında Muaviye’ye sattı. Kays, borç para
isteyenin evine gelmesini Medine sokaklarında duyurması için bir tellal
görevlendirmişti. Kays bu paranın kırk veya elli bin dirhemini borç olarak
verip, bunu da yazılı bir belegeye döktü. Geriye kalan parayı da Müslümanlara
sadaka olarak dağıtmıştı. Kays b. Sa’d, bu olaydan kısa bir süre sonra
hastalanır ve günler geçtikçe Kays’ı ziyarete gelen insanaların sayısında
azalma olunca, Kays bu duruma çok üzülmüştü. Kays b. Sa’d eşi Kureybe bint Ebi
Kuhâfe’ye şöyle dedi: “Ey Kuruybe Beni ziyarete gelen insanların sayısındaki
azalmayı görmüyor musun?” Bunun üzerine Kureybe eşine şöyle cevap verdi: “Ey
Kays! İnsanların sana olan borcu, onların seni ziyarete gelmelerine engel
teşkil etmektedir. ”
Kays eşiyle
geçen bu konuşmadan sonra bir tellal tutarak kendisine borcu olup aralarında
kontrat imzaladığı kişilerin artık kendisine borcu olmadığını Medine
sokaklarında ilan ettirdi. Kays daha sonra şöyle dedi: “Allah’ım bana mal,
hayır ve hasenat nasip et, doğrusu hayır ve hasenat ancak mal ile olur. ”54
Bu duyurudan
sonra insanlar, Kays b. Sa’d’ı ziyaret etmek için adeta birbirleriyle
yarıştılar. Ogün Kays’ı ziyaret edenlerin çokluğundan ötürü evin merdiveni
kırılmıştı.[441] [442]
Sa’d b. Ubâde,
vefat etmeden önce malını çocukları arasında paylaştırıp Şam’a yerleşti ve daha
sonra orada vefat etti. Sa’d b. Ubâde, vefat etmezden evvel hanımı hamileydi
fakat Sad’ın ve eşinin bundan haberi yoktu. Sa’d b. Ubâde vefat ettikten sonra
çocuk dünyaya geldi.[443] Çocuğun dünyaya gelmesinden
sonra Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir ile karşılaştığında ona şöyle dedi: “Ey Ebu
Bekir! Sa’d b. Ubâde ’nın ölümünden sonra dünyaya gelen yeni çocuğuna, miras
olarak hiçbir şeyin bırakılmamasından dolayı geceleri uyuyamıyorum”
Hz. Ebu Bekir,
Hz. Ömer bu dertten kendisinin de muzdarip olduğunu, aynı şekilde geceleri
kendisinde gözüne uyku giremediğim söyledi.
Hz. Ebu Bekir
ve Hz. Ömer aralarındaki bu konuşmadan sonra Kays ve diğer kardeşlerine gidip
bu konuyu görüştüler. O ikisi Kays’a: “Görmekteyiz ki sizler yeni doğan çocuğu
reddetmektesiniz” deyince, Kays, onlara kendisinin yeni doğan çocuğu
reddetmediğini fakat babasının vefat etmeden önce yapmış olduğu taksimi
değiştirmeye gücü yetmeyeceğini, değiştirmeye çalışsa da zaten kardeşlerinin
buna razı olamayacağını söyledi. Kays konuşmaya şöyle devam etti: “Babamın
mirasından bana düşen payı yeni doğan bu çocuğa vereceğim ve ikinizi de buna
şahit tutuyorum.”[444] [445]
Kays b. Sa’d
konuşmasını tamamladıktan sonra mescide giderek ellerini açarak Allah’a dua
etti.[446]
Kesir b. Salt,
Muaviye’den belli bir mal satın almıştı. Borcunu ödeme zamanı geldiğinde
Muaviye, Mervan b. Hakem’e mektup yazarak Kesir’den bu borcu temin etmesini
istedi ve eğer Kesir bu borcu ödeyemezse kendisine babasından miras kalan evi
borcuna karşılık ondan almasını istedi. Muaviye, Mervan’a ikinci bir mektup
yazarak eğer Kesir borcunu öderse evi ona iade etmesini istedi. Bunun üzerine
Mervan, Muaviye’den almış olduğu bu haberi Kesir b. Salt’a bildirdi. Mervan,
Kesir’e: “Sana borcunu ödemen için üç gün mühlet tanıyorum. Şayet bu zaman
diliminde borcunu ödersen bende sana evini geri vereceğim” dedi. Kesir,
Muaviye’den almış olduğu malın ücretini otuz bin dinar eksikle topladı. Bundan
sonra Kesir, Medine sokaklarında eksik kalan otuz bin dinarı kendisine borç
olarak verecek birisini aramaya başladı. Bunu duyan Kays b. Sa’d, Kesir’in
istemiş olduğu otuz bin dinarı ona borç olarak verdi. Kesir b. Salt parayı
tamamladıktan sonra Mervan’a borcunu ödemek istediyse de Mervan, Kesir’den
parayı almayı reddedip, ona evini geri iade etmedi. Bu olaydan sonra borç almış
olduğu otuz bin dinarı geri vermek üzere Kays’ın yanına gitti. Kesir borç
olarak almış olduğu parayı Kays’a geri vermek istediyse de Kays, parayı geri
almadı.[447]
Bir başka
rivayete göre ise, Kays b. Sa’d’dan bir adam otuz bin dinar borç almıştı. Adam
Kays’tan almış olduğu borcu ödemeye geldiğinde, Kays adamdan bu parayı almayı
reddetti ve ona şöyle dedi: “Biz bir kimseye bir şey verdiğimizde, verdiğimiz
malı geri alan bir kavim değiliz.”[448]
Hz. Hasan,
Muaviye ile sulh yapınca Kays b. Sa’d, Küfe’den Medine’ye dönmeye karar
vermişti. Bunu duyan arkadaşları Kays’ın daha önce kendilerine karşı göstermiş
olduğu cömertlikten ötürü onlar da, Kays Sırar’a[449]
ulaşıncaya kadar her gün kendisine deve kestiler.[450]
Kays b.Sad’a
senden daha cömert birini gördün mü? Diye sorulduğunda: “Evet” dedi[451] ve şu hadiseyi anlattı: “Bir
gün arkadaşlarımla beraber Şam’dan bir kadının çadırına misafir olmuştuk. Biraz
sonra kadının kocası geldiğinde ona: “Misafirlerin geldi deyince adam hemen bir
deve getirip kesti ve eti pişirip bizlere ikram etti. Ertesi gün adam aynı
şekilde bir deve daha kesip bizlere ikram etti. Bu durum karşısında ben de
adama: “Biz daha dün kesilen devenin bir kısmın yedik, buna luzum yoktu”
dediğimde adam: “Ben misafirlerime üzerinden bir gece geçen taze olmayan et
yedirmem” demişti. Şiddetli yağmurlardan dolayı orada üç gün kalmış, her gün
aynı muameleyi görmüştük. Adam çadırda bulunmadığı bir sırada oradan ayrılırken
kadına dört yüz dinar bırakmış ve kadına kocandan bizim için özür dile, deyip
oradan ayrılıp yola çıkmıştık. Bir müddet gidip epey yol aldıktan sonra
arakamızdan bir adamın: “Ey namert kervan sahipleri! Durunuz
misafirperverliğimin fiyatını ve faturasını ödediniz; keremimi satın alıp
gittiniz” diye bağırdığını duyduk ve yavaşladık, adam bize yetiştiğinde derhal
şu paraya alacaksınız aksi halde şu mızrağımı size saplarım deyince vermiş
olduğum parayı alamaya mecbur oldum”. Daha sonra adam, şu şiiri söyleye söyleye
geri döndü:
“İhsan
ettiğim şeyin karşılığını alırsam, ihsana nail olanın bu yüzden duyacağı keder
kafidir. ”65
Sa’d b. Ubâde,
Hz. Peygamberin göndermiş olduğu seriyyelere bir yıl kendisi çıkar ve bir yıl
da oğlu Kays b. Sa’d’ı çıkartırdı. Sa’d b. Ubâde, Müslümanlarla beraber
seriyyedeyken Hz. Peygamber’e birçok Müslüman misafir olarak gelmişti. Sa’d b.
Ubâde orduyla beraber seriyyedeyken bu haberi duymuştu. Bunun üzerine yanındaki
arkadaşlarına şöyle dedi: “Benim oğlum Kays, kölem Nestas’a gidip, deponun
(kiler) anahtarlarını vermesini Hz. Peygamber için lazım olan ihtiyacı depodan
alacağını söyleyecektir. Kölem Nestas da Kays’a anahtarları vermem için
babandan yazılı belge getir diyecektir. Bunun üzerine Kays da Nestas’ın
suratının ortasına vuracaktır.”
Sa’d b.
Ubâde’nin söylediği gibi Kays b. Sa’d, babasının kölesi Nestas’a geldi ve Hz.
Peygamber’in ihtiyacını depodan almak için anahtar istediyse de Nestas
anahtarları vermesi için Kays’ın babasından yazılı bir kağıt getirmesini
istedi. Bunun üzerine Kays, Nestas’ın suratına vurarak ondan deponun
anahtarlarını aldı ve Hz. Peygamber için depodan yüz vesk hurma çıkardı ve Hz.
Peygambere götürdü.[452] [453]
Kays b. Sa’d
borç para alıp insanlara yemek yedirdi. İnsanlar arasında bulunan Hz. Ebu Bekir
ve Hz. Ömer: “Eğer bu genç bu huyunu terk etmezse babasının malını bitirecek”
dediler.
Sa’d b.Ubâde,
namaz kılan Hz. Peygambere gelerek: “Kim bana İbn Kuhâfe ve İbn Hattab hakkında
mazeret gösterir? Çünkü onlar oğlumu bana karşı cimrileştiriyorlar”[454] dedi.
Kays b. Sa’d’ın
Askeri Harcamalar Konusundaki Cömertliği
Hz. Peygamber
Ebu Ubeyde b. El-Cerrah’ın komutasında Muhacir ve Ensar’dan müteşekkil üç yüz
kişilik bir biriliği, deniz sahilinde “el-Kabeliyye’de”[455]
bulunan Cüheyne kabilesinin bir koluna gönderdi.[456]
Medine’den hareket eden birlik, sahile doğru ilerlerken azıkları bitme
noktasına geldi ve askerler şiddetli bir açlıkla karşı karşıya geldiler. Ordu
komutanı Ebu Ubeyde, askerlerdeki bütün yiyeceklerin bir araya toplanmasını
emretti ve yiyecekler toplanınca Ebu Ubeyde ellerinde iki dağarcık hurma
kaldığını gördü. Onları Mücahidlere her gün azar azar verdi. O da tükenmeye yüz
tutunca, birer birer dağıtmaya başladı.[457]
Mücahidler her gün aldıkları bir hurmayı küçük çocuğun emişi gibi emiyor, sonra
da üzerlerine su içiyorlar bu da onların geceye kadar günlük gıdalarının yerine
geçiyordu. Sonra bir tek hurma da bölüştürülmeye başlandı.[458]
Ebu Ubeyde ve
beraberindeki İslam biriliği yiyecek hiçbir şeyleri kalmayınca ağaç yaprakları
düşürüp yemeğe başladılar.[459] Hadis eserlerinde yer alan
rivayetlerde düşürülen bu yaprakların kuru olduğu ve bunları su ile ıslatıp
yumuşattıktan sonra yedikleri zikredilir.[460]
Fakat Vakidi’nin Meğazi’sinde ki rivayetlerde ise yaprakların yaş olduğu ve bu
yüzden askerlerin yaş yaprak yemekten avurtlarının diken yiyen develerin
avurtlarına döndüğü, ağızlarının ve diş etlerinin iltihaplandığı zikredilir.[461]
Mücahitler bu
şekilde açlıklarını bastırmaya çalışırken gün geçtikçe hareket edebilme
kabiliyetlerini yitirmekteydiler. Bu durum mücahitlerde düşmanla
karşılaştıklarında hiçbir şey yapamama endişesi doğurmuştu. Askerler arasında
bulunan Kays b. Sa’d, mücahidlere sirayet eden bu açlığı gidermek için kesimlik
deve aramaya başladı ve kesimlik deve satacak kişiye Medine’deki hurmalarını
vereceğini taahhüt etti. Bunu duyan Hz. Ömer, Kays b. Sa’d’ın malı olmadığını
mallarının tamamının babasının olduğunu ve bu yüzden Kays’ın borçlanıp böyle
bir alışverişe girmek istemesini garip karşıladı ve bu alışverişe karşı çıktı.
Kays b. Sa’d, bu aramanın sonunda Medine’deki hurmalara karşılık Cüheyneli bir
adamdan beş kesimlik deve satın alma konusunda anlaştılar.[462]
Cüheyneli:
“Ben bu
alışverişi yaparım ama vallahi ben seni hiç tanımıyorum, sen kimsin?” dedi.
Kays:
“Ben Kays
b. Sa’d b. Ubâde’yim” dedi.
Cüheyneli:
“Sen bana
nesebini, Sa’d b. Ubâde’nin oğlu olduğunu ne diye önceden bildirmedin. Yesrib
halkının efendisi olan o Sa’d’la aramızda dostluk ve kardeşlik vardır”
dedi.
Bunun üzerine
Kays b. Sa’d, her deveye iki vesk (deve yükü) hurma vermek üzere beş deveyi
aldı. Cüheyneli hurmaların Düleym hanedanına ait kuru hurmalardan olmasını şart
koştu.
Kays:
“Olur”
dedi.
Cüheyneli:
“Sen
bunları kabul ettiğine ve yerine getireceğine dair, bana şahit göster"
dedi.
Kays b.
Sa’d’ın yanında Ensar’dan ve Muhacirler’den bazı zatlar vardı. Hz. Ömer onların
arasındaydı.
Kays:
“Bunlardan
istediğini şahit tut” dedi.
Hz. Ömer:
“Ben bu
antlaşmaya şahit olmam! Çünkü bunun ne ödeme gücü ne de malı vardır. Mal ancak
babasına aittir”[463] dedi.
Cüheyneli:
“Vallahi,
Sa’d, oğlunun taahhüt ettiği on deve yükü hurma hakkında herhalde bana karşı
ahdini yerine getirmezlik etmez. Ben karşımdakinde güzel bir yüz ve şerefli
işler görüyorum” dedi.
Hz. Ömer, Kays
hakkında ileri geri sözler söyledi.[464]
Aynı şekilde Kays, Hz Ömer’e karşı sert ve ağır konuştu. Kays b. Sa’d,
Ensar’dan bir askeri şahit göstererek, Cüheyneli adamdan beş kesimlik deve
aldı. Kays, Cüheyneli’den aldığı develerden üç yerde üç gün kesip etini askerlere
dağıttı. Dördüncü gün develerden kesip askerlere dağıtmak istediği zaman,
kumandan Ebu Ubeyde, Hz Ömer ile birlikte Kays’ın yanına gelip:
“Artık bunları
kesmemeni sana tavsiye ederim. Senin ödeyecek şahsi bir malın bulunmadığına
göre, sen taahhüdünü yerine getirmemek mi istiyorsun?”dedi.
Kays:
“Ey Ubeyde!
Babam halkın borcunu öder, yorulanların yük ve ağırlıklarını taşır, açlık
zamanlarında da yemekler yedirir iken, Allah yolunda cihada çıkmış bir cemaat
için borçlanmış olduğum bu on deve yükü hurmayı ödemeyeceğini mi sanırsın?”
dedi.
Ebu Ubeyde
yumuşayıp onu kendi haline bırakmak üzere iken Hz. Ömer:
“Onun
üzerine düş! Develeri kesmekten vazgeçir” dedi.
Ebu Ubeyde
ısrar edince, Kays da kalan develeri kesmekten vazgeçti.[465]
Kays, yolda kesip mücahidlere yediremediği iki deveyi Medine’ye getirmişti.
Kays, babası Sa’d’ın yanına varınca Sa’d b. Ubâde oğluna:
“Askerler
açlığa uğradığında, açlıklarını gidermek için sen ne yaptınT’diye sordu.
Kays:
“Develer
boğazladım” dedi.
Sa’d b. Ubâde:
“Deve
boğazlamakla iyi etmişsin” dedi.
Daha sonra
Kays, babasına deve boğazlamaktan men edildiğini söylediğinde Sa’d:
“Seni
bundan kim men etti?” diye sordu.
Kays:
“Komutan
Ebu Ubeyde” dedi.
Sa’d:
“Niçin men
etti?” diye sordu.
Kays:
“Benim
malımın bulunmadığını söyledi ve o mal ancak babana aittir” dedi. Ben de:
“Babam
kendisine en uzak olanların borcunu bile öder, yorulanların yüklerini taşır,
açlığa uğrayanları yedirir iken, bana gelince mi bunu yapmayacak? Dedim”
diye söyledi.
Sa’d:
“Dört hurma
bahçesi senindir”19 dedi.
Bu hususta
Kays için bir de tapu senedi yazdı. Senedi Ebu Ubeyde ‘ye götürdü ve onu senede
şahit yazdı. Hz. Ömer’e de gitti. Hz. Ömer şahit yazılmaktan kaçındı. Bu bahçe
ve bostanlardan en az beş deve yükü hurma çıkardı. Cüheyneli, Kays ile birlikte
Medine’ye gelmişti. Kays ona borçlu olduğu hurma yüklerini yükledi ve sırtına
bir de elbise giydirdi. Hz. Peygamber, Kays b. Sa’d’ın bu tutum ve davranışını
işitince:
“Muhakkak
ki, onun kalbinde ve onun ev halkında cömertlik vardır"8 buyurdu.
[466]
Ebu Ubeyde,
Kays’ın deve boğazlaması yasaklanınca seriyyedeki müslümanlar tekrar açlıkla
karşı karşıya kalmışlar, açlıklarını yine yaprak yiyerek gidermeye
başlamışlardı. Bir müddet sonra sahile, Allah mücahitler için denizden
dalgalarla bir balık çıkartmıştı. Bu kum tepesi gibi kocaman bir balıktı.
Mücahidler yanına varınca onun “anber” diye anılan kocaman bir balık olduğunu
gördüler. Ebu Ubeyde ölü balığı görünce ilk önce onun ölü balık olduğunu,
dolayısıyla onu yememeleri gerektiğini öne sürdü. Daha sonra Ebu Ubeyde:
“Hayır” muhakkak
ki, biz Resülullah’ın elçileriyiz. Peygamber’in askerleriyiz. Allah yolunda
cihada çıkmış ve açlıktan güç duruma düşmüş bulunuyoruz. Bundan yiyiniz[467] [468]dedi.
Orada kaldıkları sürece, ondan karınlarını doyurdular, açlıklarını giderdiler,
yağından da yararlandılar. Bedenleri semizlendi ve güçleri yerine geldi.[469]
Mücahitler,
deniz dalgalarının sahile attığı balığı ve ondan komutanın emriyle yiyip
yararlandıklarını anlatarak onu yedikiklerinden dolayı ne yapmak gerektiğini Hz
Peygamber’e sordular. Hz Peygamber: “Yiyiniz! O Allah’ın sizin için denizden
çıkardığı bir rızıktır. Yanınızda onun etinden az çok bir şey varsa, bize de
yedirseniz olmaz mı?” buyurdu.
Hz Peygambere
balığın etinden verdiklerinde Hz Peygamber’de ondan yedi[470]
Kays b. Sa’d, Hz Peygamber’in göndermiş olduğu seriyye de bulunuyordu.
Kays bu seriyyede borç para alarak mücahitlere yemek yediriyordu. Seriyyede
buluna Hz Ömer, mücahitlere Kays’ın vermiş olduğu yemeği yemekle dürüst
davranmadıklarını çünkü Kays’ın malının olmadığını, yapmış olduğu bu
borçlanmanın tamamen babasının malı ile yapıldığını belirtmişti. Mücahitler bu
seriyyeden döndüğünde Hz Ömer’in bu tavrı Sa’d b.Ubâde’ye ulaştı. Bunun üzerine
Sa’d b. Ubâde, Hz Ömer’e gelerek “Bizim kendi malımızı kullanmamıza engel mi
olmak istiyorsun? O mal bizimdir ve biz o malı istediğimiz gibi kullanırız”
deyip ona serzenişte bulundu.[471] [472]
Kays b.
Sa’d’ın Hz Peygamber ve Hulefa-i Raşidin dönemlerindeki faaliyetlerinin tümü
onun cesaretini belgelemektedir. Hz Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde
arkadaşlarıyla beraber Kays, Hz Peygamber’in korumalığını üstlenmiştir. Hz
Peygamber’in katılmış olduğu bütün savaşlarda yer almış, seriyyelerde bulunmuş,
genç yaşta olmasına rağmen Suda halkı üzerine gönderilen serriyede ve Mekke’nin
fethinde komutanlık yapmıştır. Nihavent savaşında, Mısır’ın fethinde, Cemel,
Sıffın ve Nehrevan savaşlarında, en son oalarak da Hz Hasan’ın Muaviye ile
mücadelesinde yer alması, onun, hayatının büyük bir kısmını harp meydanlarında
geçirdiğini göstermektedir. Bu yüzden Kays b. Sa’d’ın en cesur arap
savaşçılarından biri olduğunu kabul etmemiz gerekir.
Gerek Hz
Peygamber gerekse Hulefa-i Raşidin dönemindeki savaşlarda galibiyet elde
edilebilmesi için ordu komutanlarının bazı özelliklere sahip olması
gerekiyordu. Bunlardan en önemlisi ani taktikler uygulaması için komutanın
aklını 85 kullanabilme
yeteneği ile kılıç kullanma kabiliyeti ve bilek gücüydü.
Kılıç kullanma
yeteneği ve bilek gücüne gelince bu da söz konusu dönemlerde yaşayan
komutanlarda bulunması gereken vazgeçilmez özeliklerden birisidir. Zira o zaman
ki komutanlar savaş öncesi düşman askerleriyle mübareze usulü karşı karşıya
mücadele etmekte ve galip geldikleri takdirde askerlere büyük bir moral
vermekte idiler.[473]
Kays b.
Sa’d’ın kılıç kullanmadaki maharetine bakacak olursak, Sıffın gününde Muaviye
komutanlarından Amr b. As, Busr b. Ertat, Ubeydullah b. Ömer b. el-Hattab ve
Abdurrahman b. Halid b. Velid’i çağırarak Hz Ali’nin komutanlarıyla kendi
komutanlarının tek tek eşleşmelerini, kendi komutanlarının eşleştikleri
komutanlarla ve birlikleriyle savaşmalarını istedi.[474]
Busr b. Ertat, Hz Ali’nin komutanlarından Kays b. Sa’d ile eşleşerek, iki
komutanın birbirleriyle karşı karşıya geldiklerinde iki komutan mübareze için
ortaya çıktıklarında Kays b. Sa’d, Busr b. Ertat’ı yaralayarak ona üstünlük
sağlamıştır.[475]
Liderlerin öne
çıkan en önemli özelliklerinden birisi, onların cesaretleri ve riske girme
özellikleridir. Zira başarılı bir liderden beklenen en zor iş, tehlikeli
anlarda bile kendisini riske atabilmesidir.[476]
Hz. Hasan
döneminde Busr b. Ertat yaklaşık yirmi beş bin kişiden oluşan ordusuyla kat kat
sayısı az olan Kays b. Sa’d’ın birlikleriyle karşılaştıklarında, Kays,
komutanlıktaki maharetini gösterip, cesaretini ortaya koyarak Şam ehline büyük
bir zayiat verdirerek Busr b. Ertat’ın ordusunu mağlup etmiştir.[477]
Kays b.
Sa’d’ın komutan olarak diğer bir özelliği, askeri savaşa teşvik etmesiydi. Hz
Hasan, Muaviye ile savaşmak için Küfe meclisinde halka konuşma yaptı, Kays b.
Sa’d, insanların savaş konusunda ağır davrandıklarını gördüğünde, ayağa
kalkarak insanları azarlayıp, mücadelede imamlarını yalnız bırakmamalarını
onlara söylemiş ve onları savaşa teşvik etmiştir[478]
Kays b. Sa’d
zekâsıyla, güvenilirliğiyle ve komutanlıktaki maharetiyle Hz Ali’nin Mısır
valisi olmuştu.[479] Oradan azledildikten sonra
meydana gelen olaylar, onun haklılığını ortaya koymuştur.[480]
Hz Ali, bu hatanın telefisi olarak Kays b. Sa’d’ı daha sonra Azerbaycan valisi
olarak atamış, ancak Hz Ali, Kays b. Sa’d’a komutan olarak ihtiyaç duyduğunda,
ondan yerine vekil olarak Abdullah b. Süheyl el- Ahmesi’yi bırakmasını isteyip[481] onu Irak ordusunun
başkomutanlığına ve yeni ihdas edilen “Şurtatü’l-Hamis” teşkilatının başına
getirmiştir.[482]
Kays b.
Sa’d’ın Hz Peygamber döneminde başlayan siyasi hayatı, Hz. Ali ve Hz. Hasan
dönemlerinde en zirveye çıkmış, Muaviye’ye bey’at ettikten sonra, vefat
edinceye kadar yaklaşık yirmi yıl boyunca, siyasetten uzak durmayı yeğleyip
dünya nimetlerine meyletmeyerek, hayatını zühd ve takva içerisinde geçirmeye gayret
göstermiştir.[483]
Kays b.
Sa’d’ın Allah korkusu ve Allah’a itaati konusundaki büyük yerini anlatabilmek
için aşağıdaki şu olay anlatılır. Kays b. Sa’d, bir gün mescitte namaz
kılarken, secdeye vardığında, tam secde yapacağı yerde bir yılanın olduğunu gördü.
Bunun üzerine Kays yılanın yanına secde etti ve bu esnada yılan boynuna halka
şeklinde dolandıysa da Kays namazına devam etti ve namazda da herhangi bir
kısaltmaya gitmeyip yılana da müdahale etmedi. Kays, namazı bitirdiğinde,
boynuna dolanan yılanı oradan alarak attı.[484]
Kays b.
Sa’d’ın en önemli özelliklerinden biri onun dünya malına meyletmeyişiydi. Kays,
hayatı boyunca vermeyi kendisine şiar edinmişti. Hz Peygamber onun ailesini
cömertlik konusunda överek, Sa’d ailesine dua etmiştir.[485]
Kays bir gün hastalanmıştı ve evine gelen ziyaretçi sayısında azalma
gördüğünde bunun sebebini eşine sordu. Eşi de ona insanların kendisine borçlu
olduklarından gelmeye utandıklarını söylediğinde Kays:
“Arkadaşlarımın
ziyaretini engelleyen malı Allah kahretsin” diyerek üzüntüsünü ortaya koyar ve
borçları siler.[486] Kays b. Sa’d, insanlara
devamlı yardım etmeye gayret sarf etmiş[487]
borç olarak verdiği parayı, geri getirdiklerinde, ben onu geri almak için
vermedim[488] diyebilmeyi başarmış bir
insandır. Hizmetçisi yardım edince ona özgürlüğünü vermesi[489]
ve Muaviye’ye bey’at edeceği zaman kendisine ne isterse verileceği söylenmesine
rağmen onun sadece kendisiyle birlikte hareket edenlerin canlarının korunmasını
istemesi[490], onun dünya malına
meyletmediğini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Ensar’ın
efendilerinden olan Kays b. Sa’d, idarecilikte ve komutanlıkta en üst mevkiye
gelmesine rağmen kibrin kendi nefsine hükmetmesine mani olmuş zamanın en cömert
kişilerinden olmasına rağmen, kendisine senden daha cömert biri var mı diye
sorulduğunda Şam’dan dönerken çadırına misafir olmuş olduğu adamı tereddüt
etmeden söylemiştir.[491]
Arap şiirinin
ilk defa nasıl teşekkül ettiği tam olarak bilinmese de miladi altıncı. yüzyıl
başlarında bütün Kuzey Arabistan’da hemen hemen bütün kabilelerce bilinen ortak
şiir dili mevcuttur. Bu şiir dili belki her yıl otlak bulmak için yapılan
göçler, hac veya ticaret maksadıyla muhtelif panayır yerlerine gidilmesi
suretiyle teşekkül etmiş, geniş kelime hâzinesini de bu yolla yapılan temaslar sonunda
muhtelif Arap lehçelerinden almıştır.[492]
Sami kavimleri
hayale tutkun toplumlar olduklarından, şiir alanında diğer milletlerden ileri
gitmişlerdir. Araplar da Sami kavimlerinden olmalarından dolayı, şiir söylemede
fitri kabiliyetlere sahiptirler. Aynı zamanda Arap dilinde aynı anlama gelen
kelimelerin çok olması da onların bu kabiliyetini desteklemektedir.[493]
Söz, gerektiği
şekilde ahenkli olarak veya normal olarak söylendiği zaman dinleyeni çeken bir
kudrete sahiptir. Bunun içindir ki Araplar tabiatüstü bir sihir bilgisine malik
saydıkları şaire, şair yani “bilen” demişlerdir. Onun sanatına yalnız hayatın
bir süsü gözüyle bakılmaz ondan öldürücü bir silah gibi korkulurdu. Şiir öyle
bir silahtır ki bir hasma yönetildiği zaman sert hicivlerle o hasmı yalnız
utandırmakta kalmaz, doğrudan doğruya onun iş görme gücünü de felce uğratır.[494]
Cahiliye
devrinde şairler Arap toplumunun en saygın kişileriydi.[495]
Araplar hitabet sanatını çeşitli gayeler için kullanırlardı. Onlar, soyları,
babalarının övülecek halleri ve geçmişlerine ait iyi şeyleri sayma konusunda
hitabet sanatından yararlanırlardı.[496]
Arap
yarımadasında okuma yazma oranı pek az olmasına rağmen nazım, nesir, belağat,
gece toplantıların da herkesin arasında anlatılan hikâye gibi edebi sanatlara
pek fazla alaka göstermişlerdir. Kâbe’nin iç kısmında, Arapların en güzel telif
ettiği şiirler, hayallerdeki en güzel mükâfat olarak asılı bulundurulurdu.[497]
Kays b. Sa’d
tarafından söylenen şiirler gerek tarih gerekse edebiyat eserleri vasıtasıyla
günümüze kadar gelmiştir. Biz burada örnek olsun diye birkaç şiirini aktarmak
istiyoruz. Kays b. Sa’d, Siffin gününde Ensar’ı savaşa teşvik etmek için
aşağıdaki şiiri okumuştur.
“Bu
Cebrail’in bize yardım ederken, Peygamber ile birlikte etrafını çevirdiğimiz
sancaktır.
Ensar’ın kendisine
sırdaş ve özel cemaat olduğu kimsenin yanında onlardan başkasının olmaması
önemli değildir.
kavimle
çarpıştıklarında onların ellerindeki beldeyi fethedinceye kadar Ensar’ın
elindeki kılıç uzun olur. ”111
Kays b. Sa’d, halifelik seçiminde Ensar’ın Sa’d b.Ubade’yi
terk edişini ve o gün Kureyş’ten bir grubun davranışını şu şiirle dile getirdi:
“Hz.
Peygamber vefat ettiğinde içinizden birinin halife olması için bir araya
gelmeniz haber verildiğinde,
sizler
kabilenin şereflileri olarak Benü Saide örtmenliğine geldiğiniz gibi aynı
zamanda hilafetin de önde gelenleriydiniz.
Niçin ahidlerinizin ve dileğinizin aksine birini halife
seçtiniz
gün Sa’d
istiska hastalığına yakalanmıştı, ama oraya yürüyerek gelip konuşmaktan sakınan
başkanlar istiska hastası değildi”[498] [499]
Kays b. Sa’d,
Sıffin gününde Muaviye’yi şu şiirle çok sert bir şekilde eleştirmişti:
Sen bize
düşman olduğunu söylediğinde, bizler Rabbimizin ne kadar güzel bir vekil
olduğunu hesaba kattık,
Zafere,
düne ve uzun konuşmalara da hükmeden Rabbimizi hesaba kattık.
O’na şükür,
o’nu hesaba katmaktır. Bu da ona olan az (küçük) bir şükürdür.
Ali bizim
önderimizdir ve Kur’an’da onun hakkında inen ayetler de o (Hz. Ali) ona
(Muaviye) denk değildir.
Hz.
Peygamber, ‘kim benim dostumsa Hz. Ali de onun dostudur. ’ demesi buna bir
delildir.
Ne olursa
olsun Hz. Peygamberin sözü ümmetini bağlamaktadır.
Ey Hind’in
oğlu! Ölümden nereye kaçacaksın, dağların arasında da yolun sonunda da ölüm
vardır.
Bu,
Cebraîl’in bize yardım ederken hz. Peygamberle birlikte etrafını çevirdiğimiz
sancaktır.
Hazreç’in
ataları düğüne gider gibi ona (sancağa) havada süzülerek uçtu.
Onun
(Hz.Ali) halifeliği hakkındaki görüş açıktır, orada bundan başka bir yol
yoktur.
Kays b.Sa’d’ın
nesir alanında da maharetini görmekteyiz. Kays b. Sa’d’ın belagatta maharetini
gösteren metinlerden biri, Hz. Hasan, Muaviye ile sulh yaptığı zaman, Kays ona
bey’at etmeyi reddedince Muaviye kendisine şu mektubu yazdı.
“Sen Yahudi
babanın Yahudi oğlusun! Şayet senin istemediğin taraf zaferi elde ederse, seni
cezalandırıp öldürecektir. Senin baban yayına kiriş takmış ve onu amacının
dışında atmıştı. Aynı zamanda zamanın çoğunda da ayrıntıda hata yaptığı için
kavmi o gün onu terk ederek halifelikten azletti. Daha sonra senin baban
kovulmuş bir şekilde Havran’da öldü. ”[500] [501]
Kays b. Sa’d’ın Muaviyye ‘ye cevabı:
“ Ey puta
tapan adamın putperest oğlu! İslam ’a gönülsüz bir şekilde girdin ve ayrılık
yaratarak itaatten çıktın. Senin Müslümanlığın kuvvetli olmayıp, ikiyüzlülüğünü
ortaya çıkartarak, Allah seni İslam dininde nasipli kılmadı. Hala Allah ve
Resul’u ile savaş halindesin. Sen müşrik grupların başındasın ve aynı zamanda
sen Allah’ın, Hz. Peygamber’in ve Müslümanların düşmanısın. Babam hakkında
zikrettiklerine gelince, hayatımın üzerine yemin ederim ki babam ve biz, din
düşmanlarından yüz çeviren ve İslam dininin yanında yer alan Ensar’ız. ”115
Hz. Hasan
hilafeti Muaviye’ye devredince Kays b. Sa’d, Muaviye’ye bey’at etti. Bundan
sonra kurradan olan Kays kendisini siyasetten uzak tutarak kendisini ilme ve
ibadete vererek hayatını geçirmeye çalışmıştır.[502]
[503] Ebu Davud’dan aktarıldığına
göre, Hammad b. Seleme’nin elinde Kays b. Sa’d’a ait bir hadis risalesi
bulunduğu ve Hammad’ın bu hadisleri ezberinden rivayet ederken bundan başka bir
metin bulunmadığı kaydedilir.[504] Kays b. Sa’d, bizzat Hz
Peygamberden hadis rivayet etmiştir.[505]
Kendisinden Hadis rivayetinde bulunanlar şunlardır: Ebu Ammar, Ureyb b. Humeyd
b. Şurahbil, Ebu Necih Yesar, Meymune b. Ebi Şebib, Velid b. Abde es-Sehemi, Abdullah
b. Malik el-Ceyşani, Bekir b. Sevade, Sa’lebe b. Ebi Malik, Yerim Ebu Ala’dır.[506]
Kays b.
Sa’d’ın Hz Peygamber’den Rivayet Ettiği Hadisler
Kays b. Sa’d,
Hz Peygamber’in şöyle dediğini haber verdi: “Şüphesiz ki Allah bana şarabı,
kübeyi(davulu), kınnini (tamburu) haram kıldı. El-Gıbeyra’dan (darıdan yapılan
içki) sakının. Çünkü o dünya içkisinin üç de biridir.”[507]
Kays b. Sa’d
şöyle demiştir: “Hz Peygamber hayatta iken ne oldu ise ben muhakkak hepsini
gördüm, yalnız bir şey görmedim (o da şudur) Bayram günü ona Taklis[508] yapılırdı.”[509] [510]
Fitne zuhur
ettiği zaman, Habib b. Mesleme at üzerinde Kays b. Sa’d’a geldi. Kays, Habib b.
Mesleme’nin attan inmesine engel olmaya çalışsa da başaramadı. Kays, Habib’in
ata binmesini istese de Habib ata binmeyi redetti. Daha sonra Kays,
Hz.Peygamber’in kendisine şöyle dediğini söyledi:
“Binek
hayvanın sahibi hayvanın ön tarafına binsin”
Habib b.
Mesleme, Kays b. Sa’d’a Hz Peygamberin sözünden habersiz olmadığını, fakat
kendisinden çekindiğini söyledi
Kays b. Sa’d,
Hz Peygamber’in bir gün kendilerine geldiğini, kendisine gusül etmesi için su
getirildiğini bildirdi. Hz Peygamber gusül ettikten sonra kendisine versle
boyalı bir örtü getirildiğinde, Hz Peygamber onu vücuduna örttü. Biraz sonra Hz
Peygamber’in karnının kıvrımları üzerindeki boya izine baktı. Kays, Hz
Peygamber evden ayrılacağı zaman kendisine merkep getirdiğinde, Hz Peygamber
ona şöyle dedi:
“Merkebin ön
kısmına binmesi, onun sahibinin hakkıdır.” Kays b. Sa’d: “Ey Allah’ın Resulü!
Merkep senindir” dedi.[511]
Kays b. Sa’d,
Hz Peygamber’in kendilerini evlerinde ziyaret ettiğini Hz Peygamber, eve girmek
için selam verdiğinde, Kays’ın babası Sa’d b. Ubâde bu selama çok sessiz bir
şekilde cevap vermişti. Hz Peygamber vermiş olduğu selamına bir cevap
duyamayınca oradan ayrıldı, arkasından Sa’d, koşarak geldi ve şöyle dedi:
“Ya
Rasulallah! Sesinizi duyuyordum, fakat mübarek ağzınızdan selam sözlerinin çok
çıkmasını istiyordum, onun için senin selamına çok yavaşça cevap verdim.” Hz
Peygamber daha sonra eve Sa’d b. Ubâde ile birlikte geldi ve gusül için su
istedi. Hz Peygamber gusül ettikten sonra versle boyalı bir örtü getirildi ve
Hz. Peygamber ona büründü. Daha sonra Hz Peygamber ellerini açarak şöyle dedi:
“Allah’ım! Sa’d ve ehline rahmet ve ihsan eyle” Hz Peygamber, yemek yedikten
sonra evden ayrılmak istediğinde Sa’d b. Ubâde Hz Peygamber’in evine gitmesi
için bir merkep getirtti ve Hz Peygamber’in ona binmesi için tüylü ve saçaklı
keçe koydurttu. Hz. Peygamber merkebe bindiğinde Sa’d, oğlu Kays’ın Hz
Peygamber ile gitmesini istedi. Kays b. Sa’d, Hz. Peygamber’in kendisine ata
binmesini emrettiğini ama kendisinin bunu kabul etmediğini, bunun üzerine Hz.
Peygamber ya ata binersin ya da benimle gelmekten vazgeçersin dediğinde Kays da
kendisinin Hz Peygamber ile gitmediğini söyledi.[512]
Kays b. Sa’d’ı
babası Hz Peygamber’in hizmetine vermişti. Hz Peygamber evine geldiğinde Kays
namaz kılıyordu. Kays iki rekat namazı bitirdikten sonra Hz Peygamber kendisini
ayaklarıyla dürtüp ona şöyle dedi: “Sana cennet kapılarından birini söyleyeyim
mi?” Kays da: “Evet” dedi. Bunun üzerine Hz Peygamber: “Allah’tan başkasında
güç ve kudret yoktur[513] diyeceksin” dedi.
Kays b. Sa’d,
Hz Peygamber’in şöyle dediğini rivayet etti:
“Günahı kim
güç olarak kullanırsa, Allah kıyamet gününde onun hilesini zayıf düşürecektik’[514] Bize Hasan b. Musa, o İbn
Lehya’dan o da İbn Hubeyre’den merkebe binmiş yaşlı birinden ona da Ebu Temim
el-Ceyşâni’nin Mısır’da Kays b. Sa’d’ın şöyle dediğini haber verdi. Kays, Hz
Peygamber’in şöyle dediğini işittim: “Kim ki bir yalanı bilerek bana isnad
ederse cehennemdeki döşeğini ya da evini hazırlamış olur.’[515]
Kays b. Sa’d,
Hz Peygamber’in şöyle dediğini rivayet etti: “Kim şarap içerse, Allah’ın
huzuruna susuz bir şekilde getirilecek, bu yüzden sarhoş edici her türlü
içecekten ve Gıbeyra’dan (darıdan yapılan içki) uzak durunuz.” Tabarani, bu
hadisi şu şekilde rivayet etmiştir: “Her sarhoş edici şey içkidir. Aynı zamanda
her sarhoş edici şey haramdır.”[516] [517]
[518]
Kays b. Sa’d,
şöyle dedi: Hz Peygamber Ramazan ayı farz kılınmadan evvel, Aşure’de oruç
tutmamızı emrederdi. Ramazan orucu farz kılındığında, Hz Peygamber Aşure’deki
bu orucu ne tutmamızı emretti ne de bizi bu oruçtan nehyetti. 130
Biz de bu
orucu tutmaya devam ettik.
Ebu Ammar,
Kays b. Sa’d’a fıtır sadakasını sordum. O da şöyle dedi: “Zekât farz kılınmadan
evvel, Hz. Peygamber bizlerin fıtır sadakası vermemizi emrederdi. Ne zaman
bizlere zekât farz kılındı, Hz. Peygamber ne fıtır sadakası vermemizi emretti
ne de bizi 131 vermemiz
konusunda nehyetti. Bizler yine fıtır sadakası vermeye devam ettik.
Sehl b. Huneyf
ile Kays b. Sa’d, Kadisiye mevkinde bir yerde beraber oturuyorlardı. Ora halkı
bunların yanından bir cenaze geçirdiler. Kays ile Sehl hemen ayağa kalktılar.
Kendilerine bu cenaze bu arazilerin ehlindendir denildi. Bunun üzerine Kays ve
Sehl şöyle dediler: “Hz Peygamber’in yanından bir Yahudi cenazesi geçmişti de
Hz Peygamber hemen ayağa kalkmıştı.” Hz. Peygamber’e de: “Bu bir Yahudi
cenazesidir” denilmişti de Hz Peygamber: “Bu da (yaşayıp ölen) bir insan değil
mi? diye cevap vermişti”[519] dediler.
Kays b. Sa’d
şöyle dedi: “Hîre’ye[520] vardığımda onların
önderlerine secde ettiklerini gördüm. Ben kendi kendine; “Hz Peygamber secde
edilmeye daha layıktır” dedim. Hz Peygamber’e geldim: “Ey Allah’ın Resulu!
Bizim sana secde etmemize sen daha layıksın” dedim. Resulüllah: “Sakın bana
(kabrime) secde etmeyin; eğer bir kimsenin diğer bir kimseye secde etmesini
emretseydim, Allah’ın kadınlar üzerinde erkekler için yarattığı haktan dolayı
kadınların kocalarına secde etmelerini emrederdim” buyurdu.[521]
Kays b. Sa’d,
Hz. Peygamber’in şöyle dediğini duydum dedi: “Bir adam diğer Müslüman kardeşine
hakareti (sövme) uzatarak ölçüyü aştı. En büyük günahlardan birisi de budur.
Bir adam diğer bir adama söverse sövmüş olduğu kişinin ana- babasına da sövmüş
olur” İnsanlar Hz Peygamber’e: “Bu insan nasıl onun ana- babasına sövmüş olur”
dediler. Hz Peygamber: “Bir adama sövdüğün zaman onun ana-babasına da sövmüş
olursun”[522] diye buyurdu.
Kays b. Sa’d
Hz Peygamber’in şöyle dediğini bildirdi: “İman servete bağlı olsaydı; Arap,
Farisi (İran) birinin cömert davrandığı kadar cömert davranmazdı[523]
Kays b. Sa’d,
Hz Peygamber’in sancaktarlığını yapmış bahadır komutanlarındandı. Kays
haccetmek istediği zaman, saçlarının bir tarafını taramış diğer tarafını
taramamıştı. Kays’a yol gösteren çocuk bunu Kays’a söylediği zaman, hilali
gören Kays, saçının diğer tarafını taramadı.[524]
SONUÇ
Kays b. Sa’d,
Hazrec’in efendilerinden olan Sa’d b. Ubâde’nin oğludur. Hz. Peygamber
Medine’ye hicret ettiğinde Hazrec’den Sa’d b. Ubâde, Evs’ten Sa’d b. Muaz
kabilelerinin önde gelen kişileri olmaları hasebiyle Ensâr’ın siyasi
kararlarını belirlemede etkin rol almışlardır.
Kays b. Sa’d,
Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde genç bir delikanlı olmasına rağmen,
Ensâr’dan yirmi arkadaşıyla birlikte, Hz. Peygamber’in korumalığını
üstlenmişti. Bu görevin tehlikeli olmasından, babası Hz. Peygamber’e rica edip
oğlunun bu görevden uzaklaştırılmasını istediğinde, Hz. Peygamber Kays’ı bu
mevkiinden alarak, onu sadaka toplama işinde görevlendirmişti. Kays b. Sa’d,
Hz. Peygamber’in yer aldığı bütün savaşlara katılıp, Mekke’nin fethinde
Ensâr’ın sancağını taşıma şerefine nâil olmuştur. Ayrıca Hz. Peygamber’in
Yemen’de bulunan Sudalılar üzerine gönderdiği seriyyenin komutanlığını da
üstenmişti. Habat seriyyesinde mücahitler açlıkla baş başa kaldıklarında, Kays
b. Sa’d mücahitlere sirayet eden bu açlığı gidermek için kesimlik deve aramaya
başladı, satın aldığı develeri mücahitler için kestirerek onların açlığını
gidermeye çalışmıştır. Ordu Medine’ye döndüğünde, Hz. Peygamber seriyyede
Kays’ın yapmış olduğu cömertliği duyduğunda, onun bu güzel hasletini övmüştü.
Hz. Peygamber
vefat ettiğinde Ensar, Sa’d, b. Ubâde’yi halife seçtirmek için Benû Saide
örtmeliğinde toplandığında, Kays, babası hasta olduğundan onun konuşmalarını
yüksek sesle halka duyuruyordu. Ensâr’ın babasının arkasında sağlam bir şekilde
durmadığını görünce, o toplantıda halife seçilen Hz. Ebu Bekir’e biat etmiştir.
Kays b. Sa’d, Mısır fethinde bulunan önde gelen sahâbilerdendi. Amr b. el-
Âs’ın Mukavkıs’a gönderdiği elçiler arasında yer almıştı. Mukavkıs’ın İslâm
hakkında sorduğu sorulara cevap vererek, onun İslâm hakkındaki düşüncesinin
müspet yönde gelişimine etkin rol oynamıştır.
Arap
dâhilerinden kabul edilen Kays b. Sa’d, Hz. Ali döneminde siyasi rolüyle İslâm
Tarihi’ne damgasını vurmuştur. Mısır’a vali olarak gittiğinde, halkın ikiye
bölündüğünü gördü. Kays, Mısır’da sükûneti sağlayabilmek için Hz. Osman’ın
şehadetini kalkan yapan Hıribta bölgesini, devlete karşı gelmemek şartıyla, Hz.
Ali’ye biat konusunda zorlamamı ştır. Muaviye, Mısır’ın Hz. Ali’nin kontrolünde
olması ve buranın Kays b. Sa’d gibi komutanlık ve idarecilik sahasında çok
kabiliyetli biri tarafından yönetilmesini geleceği açısından tehlikeli
görüyordu. Bunun için Muaviye Mısır valisi Kays b. Sa’d’ı siyasi tavizlerle
kendi yanına çekebilmeyi, bu olmazsa en azından onu Mısır valiliğinden
azlettirip yerine daha güçsüz birinin geçmesini hedefledi. Bu yüzden Muaviye
öncelikle Kays’ı kendi tarafına alabilmek için ona Irakeyn (Kûfe-Basra)
valiliğini teklif etti. Kays b. Sa’d, Muaviye’nin bu siyasi hilesine mağlup
olmayınca, Muaviye, daha sonra güya bizzat Kays’tan gelmiş gibi bir mektup
uydurdu ve onun Hz. Osman’ın kanını talep ederek kendisiyle aynı görüşte
olduğunu ve kendisiyle birlikte hareket ettiğini söyleyerek bu haberin Şam’da
yayılmasına gayret etti. Bu haberler Hz. Ali’nin kulağına gittiğinde Hz. Ali,
Kays b. Sa’d’ı Mısır valiliğinden azlederek yerine Muhammed b. Ebi Bekir’i vali
olarak atadı. Kays b. Sa’d’ın Mısır’dan azledilmesiyle, Muaviye’nin Hz. Ali
tarafının bütünlüğünün bozulması, en azından zayıflatılmasına yönelik ilk
teşebbüsleri olumlu netice vermiş oldu. Kays’ın Mısır’dan azledilmesi, Şam
tarafının Hz. Ali karşısında elde ettiği önemli bir siyasi başarıdır. Hz. Ali
Kays b. Sa’d’ın üzerine vali olarak atadığı Muhammed b. Ebi Bekir’in
öldürüldüğünü öğrendiği zaman, Kays’ın ne kadar ihtiyatlı ve akıllı biri
olduğunu anlayarak, onu Mısır’dan azlettiğine pişman olmuştu.
Sıffin
savaşında Hz. Ali’nin komutanlarından olan Kays b. Sa’d, Hz. Ali’ye sadâkatını
açıkça göstermiş oldu. Sıffin’de Kays b. Sa’d, Muaviye’yi eleştiren şiirler
söyleyerek psikolojik yönden Muaviye’yi rahatsız ederek onu yıpratmayı
başarmıştı. Aynı zamanda tahkime en fazla karşı çıkanlardan biri olmuştur.
Fakat Hz. Ali ordusundaki bölünmüşlük yüzünden tahkimi kabul etmek zorunda
kalmıştır.
Hz. Ali’yi
Sıffin savaşında yarı yolda bırakan, tahkime zorlayan, daha sonra tahkimi kabul
ettiği için dinden çıkmakla suçlayan Hâriciler, hakemler Erzuh’a gittiklerinde
Kûfe’den çıkıp Nehrevan’a yerleştiler. Hz. Ali, Hâricilerin yeryüzünde fesat
işlere giriştiklerini, kanlar akıttıklarını, yollar kestiklerini, haramları
hiçe saydıklarını öğrendiğinde, onların üzerine sefer yapmaya karar verdiğinde,
Nehrevan’da Hz. Ali’nin komutanlarından biri yine Kays b. Sa’d idi. Hz. Ali,
savaştan önce Kays b. Sa’d’ı Hâricilere göndermişti. Kays; Hâricilere,
Müslümanları öldüren kişileri kendilerine teslim ederek, ayrılmış oldukları
cemaate tekrar geri dönmeleri konusunda telkinde bulundu.
Kays b. Sa’d,
Hz. Ali’nin şehit edilmesiyle oğlu Hz. Hasan’a biat edip, onun en büyük
destekçisi olmuştu. Hz. Hasan’ın öncü komutanı Ubeydullah b. Abbas, gizlice
Muaviye ile anlaşıp onun tarafına geçtiğinde, onun yerine komutanlığa Kays b.
Sa’d geçerek, Şam ordusuna en büyük darbeyi vurmuştur. Hz. Hasan, ordusundaki
disiplinsizliği gördüğünde, hilafeti Muaviye’ye devretti. Kays b. Sa’d da Hz.
Ali taraftarlarının canlarını ve mallarını güvence altına alarak Muaviye’ye
biat etti.
Hz.
Peygamber’in sahâbilerinden olan Kays b. Sa’d, Hz. Peygamber’den yirmiye yakın
hadis rivâyet etmiştir. Hz. Peygamber’e on yıl hizmet eden Kays b. Sa’d,
kişiliğinin gelişiminde Hz. Peygamber’i kendine rehber edinmiştir.
ABDULLAH REŞİD,
-İslam’da Ordu ve Komutan, (çev. Enver
Günenç-Seraceddin Emre), İstanbul, 1992.
ABDÜLKERİM el-HÂTİP,
-Ali b. Ebî Tâlib Bakiyyetû’l-Nûbüvve ve Hâtimü’l-Hilâfe,
Beyrut, 1985.
ABDÜLKERİM KUŞEYRÎ (376/986),
-Kuşeyrî Risalesi, (hzr. Süleyman
Uludağ), İstanbul, 1991.
ABDURREZZAK, Ebû Bekr Abdurrezzak b. Nafi (211/828),
-Musannef, (thk. Habibü’r- Rahman el-Âzamî),
I-XI, Beyrut, 1972.
APAK, ADEM,
-İslâm Siyâset Geleneğinde Amr b.
el-Âs, Ankara, 2001.
AHMET CEVDET PAŞA,
-Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ, İstanbul,
1966.
AHMED B. HANBEL, Ebû Abdillah (281/855),
-Müsned, I-VI Beyrut, 1696.
AKBULUT, Ahmet,
-Sahabe Dönemi İktidar Kavgası,
byy. trs
AKKÂD, Abbas Mahmud,
-el-Abkariyyetü’l-İslâmiyye,
Kahire, 1994.
ALGÜL, Hüseyin,
-İslâm Tarihi, I-IV, İstanbul, 1986.
ALTUN, İsmail,
-Ebu Mûsâ el-Eş’arî’nin Hayatı ve Kişiliği,
(Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum, 2002.
ÂMİLİ, MUHSİN el-Emin el-Hüseyni,
-A’yanü’ş-Şia, (thk. Hasan Emin),
I-IX, Beyrut, 1983.
ARIK, Alev,
-Yaratıcılık, Ankara,1987.
AYCAN, İrfan,
-Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Ebî Süfyan,
Ankara, 1990.
BAKIR, Abdülhâlık,
-“Kays b. Sa’d” DİA, XXV, 93, Ankara,
2002.
BELÂZURÎ, Ahmed b. Yahya (279/892),
-Ensâbu’l-Eşraf, (thk.Mahmud Ferdus
el-Azemi), I-XXV, Dimaşk, 2006.
BESEVÎ, Ebû Yûsuf Ya’kûb b. Süfyân (277/890),
-Kitâbü’l - Ma’rife ve’t-Târîh, (nşr. Ekrem Ziya
el-Ömeri), I-III, Bağdat, 1974-1976.
BEYHAKÎ, Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn (458/1065),
-es-Sünenü’l- Kübrâ, I-X, Haydarabad, 1344.
BİLGİSEVEN, Amiran Kurktan,
-Eğitim Sosyolojisi, İstanbul, 1987.
BUHÂRÎ, Muhammed b. İsmail (256/870),
-Sahîhü’l-Buhârî, I-VIII, İstanbul, 1979.
-Sahîhü’l-Buhârî, ( trc.Kamil Miras), I-XII,
Ankara, 1978.
-Târihu’l-Kebîr, (nşr. Muhammed Özdemir),
I-IX, Diyarbakır, trs.
BUHL, F. ,
-“Muhammedb. EbîBekir”, İA., VIII, 475, Ankara,
1997.
CEVAD ALİ,
-el-Mufassalfî Tarihi’l-Arab Kable’l-İslâm,
I-X, Beyrut, 1993.
CÂHIZ, Amr b. Bahr (255/869),
-Resâilü’l- Câhız, Kahire, trs.
-el-Bursân ve’l- Urcân ve’l-Umyân ve’l-Hulân,
Beyrut, 1990.
ÇAĞATAY, Neş’et,
-İslâm Öncesi Arab Tarihi ve Cahiliye Çağı,
Ankara, 1989.
DAYF, Şevki,
-el-Asru’l-Câhilî, Kahire, 1960.
DEMİRCAN, Adnan
-“Ali bi. Ebi Tâlib’i Tahkime Kabule Zorlayanlar Üzerine”,
İstem, S, VI, 51-59, Konya, 2006.
DÎNEVERÎ, Ebû Hanife Ahmed b. Dâvûd (282/895),
-el-Ahbâru’t-Tıvâl, (nşr. Abdülmün’im Âmir),
Kahire, 1960.
EBÛ DÂVÛD, Süleymân b. el-Eş’as es- Sicistânî (275/888), -es-Sünen,
(trc.İbrahim Kocaşlı), I-IV, İstanbul, 1983.
EBU’L-A’LÂ MEVDÛDÎ,
-Tefhîmu’l-Kur’ân, (trc. Dr. Ahmed Asrar),
I-VII, İstanbul, 1997.
EBU’L- FİDÂ, İmamüddin İsmail b. Ali b. Mahmud el-Eyyûbî
(732/1331), -el-Muhtasar, I-IV, İstanbul, 1236.
FIĞLALI, E. Ruhi,
-“İslâm Tarihinde Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin
Dönemleri”, AÜİFD., XXVI,
353-370, Ankara,1983,
-İmamiye Şiası, İstanbul,
1984.
GARNETT, Harry,
-Psikolojiye Giriş, (çvr.Fevzi Ertem-Remzi
Öncül), İstanbul,1969.
GAZZÂLÎ, Ebû Hâmid Muhammed b.Muhammed (111/505),
-İhya’u Ulûm’id-Din, (trc. Ali Arslan), I-IV,
İstanbul, trs.
GÜVENÇ, Bozkurt,
-Kültür Kuramında Bütüncül Sorunu Üzerine Bir Deneme,
Ankara, 1970.
el-HATÎB el-BAĞDÂDÎ, Ebû Bekir Ahmed b. Ali (463/1071), -Tarihu
Bağdâd, I-XIV, Beyrut, trs.
HALEBÎ, Nûreddîn Ebû’l-Ferec Ali b. Burhâneddîn (1044/1635),
-İnsânü’l-Uyun fi Sîreti’l-Emîni’l-Memûn:
es-Sîretü’l-Halebiyye, I-III, Beyrut,1980.
HALİFE B. HAYYAT, (240/854),
-Kitâbu’t-Tabakât, (thk.Ekrem Ziya el- Ömerî),
Riyad, 1982, -Târih, (nşr. Ekrem Ziyâ el-Ömerî), Riyad,1985.
HAMİDULLAH, Muhammed,
-İslâm Peygamberi, (trc. Salih
Tuğ), I-II, İstanbul, 1993.
HESEMÎ, Nureddîn Ali b. Bekr (807/1405),
-Mecmâ’ü’z-Zevâ’id ve Menba’ü’l-Fevâ’id, I-X,
Beyrut, 1967.
ISFAHÂNÎ, Ebu’l- Ferec Ali b. Hüseyn, (356/967),
-Mekâtilü’t- Talibiyyîn, (thk. es- Seyyid Ahmed
Sakr), Beyrut, 1987.
HİTTİ, Philip,
-Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi,
(çev. Saliğ Tuğ), I-II, İstanbul, 1995.
İBN ABDİLBER, İbn Ömer b. Yûsuf b. Abdillah b. Muhammed
(463/1071), -el-İstî’âb fiMa’rifeti’l- Ashâb, I-IV,
Kahire, trs.
İBN ABDİLHÂKEM, Ebu’l- Kasım Abdurrahman b. Abdillah
(257/870), -Fütûhu Mısır ve Ahbâruha, (thk. Ali Muhammed Ömer ),
Kahire, 1995.
İBN ABDİRABBİH, Ebû Ömer b. Ahmed b. Muhammed (327/939), -el-Ikdu’l-
Ferîd, I-VIII, Beyrut, trs.
İBN ARABÎ, Kadı Ebû Bekir (543/1148),
-el- Avasım Mine’l-Kavâsım fi Tahkiki Mevâkifi’s- Sahabe
Ba’de Vefâti’n- Nebi, (thk. Huhibbuddin el-Hatib), Kahire, 1978.
İBN ASÂKİR, Ebu’l- Kasım Ali b. el- Hasan (751/1175),
-Tarihu Medîneti Dımaşk, ( nşr. Ali Şîrî),
I-LXX, Beyrut, 1996.
İBN A’SEM, Ebû Muhammed b. Ahmed (245/926),
-Kitâbu’l- Fütûh, I-IV, Beyrut, 1986.
İBN EBÎ HÂTİM, Muhammed b. İdris el-Münzir et-Temîmî
(327/939), -Kitâbü’l-Cerh ve’t-Ta’dil, I-VII, Beyrut, 1952.
İBN EBİ’L HADÎD, Abdülhamîd b. Hibetullah (665/1257), -Şerhü
Nechi’l-Belâğa, I-IV, Beyrut, trs.
İBN HABİB, Ebû Cafer Muhammed (245/859),
-Kitâbu’l-Muhabber, (thk. Eliza Lictenstater ),
Beyrut, trs.
İBN HACER, Şihabuddin Ahmed b. Ali el-Eskalânî (852/1448),
-Tehzîbü’t-Tehzîb, I-XII, Hadarabat, 1325,
-el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe,
I-IV, Mısır, 1939.
-Fethü’l-Bârî bi Şerhi Sahîhî- Buhârî,
Beyrut, 1991.
İBN HACER, el-Heytemî Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed
(973/1566),
-es-Sevâku’l-Muhrika alâ Ehli’r-Rafd ve’d-Dalâl
ve’z-Zendaka, (nşr.Abdurrahman b. Abdullah et- Türkî Kamil Muhammed el-
Harrât), I-II, Beyrut, 1997.
İBN HALDUN, Abdurrahman b. Muhammed (808/1405),
-Kitâbu’l-İber ve Dîvâni’l-Mübtedei
ve’l-Haber, I-V, Beyrut, 1971.
İBN HALLİKÂN, Ebu’l-Abbas Şemsuddîn (681/1282), -Vefeyâtü’l-A’yân
ve Enbâu Ebnâi’z-Zemân, I-VII, Beyrut,trs.
İBN HAZM, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Saîd el-Endelüsî
(456/1064), -Cemheretü Ensâbi’l- Arab, (nşr. E.Levi Provençal),
Mısır, 1948. -el-Muhallâ (nşr.Ahmed Muhammed Şakir), I-XIII,
Mısır, 1967-70.
İBN HİBBÂN, Muhammed b. Hibbân b. Ahmed b. Ebî Hatim
(354/965), -Kitâbu’s-Sikât, I-II, Haydarabat, 1975.
-es-Sîretü’n-Nebeviyye, Beyrut, 1987.
İBN HİŞÂM, Ebû Ahmed b. Abdilmelik (218/833), -es-Sîretü’n-Nebeviyye,
(nşr. Muhammed Ali el-Kutub-Muhammed ed-Dâlî Belta), I-IV, Beyrut,992.
İBN KESÎR, Ebu’l-Fidâ (774/1372),
-el-Bidâye ve’n-Nihâye, I-XV, Beyrut, 1407, -es-Sîretü’n-Nebeviyye,
(thk. Mustafa Abdulvahid), I-IV, Beyrut, 1976.
-Câmi’u’l-Mesânid
ve’s-Sünen el-Hâdî li Akvami’s-Sünen, (thk. Kal’aci, Abdu'mu’ti Emin
Kal’acî), I-XXXVII, Beyrut, 1994.
İBN KUTEYBE, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889),
-el-İmame ve’s-Siyâse, (Tâhâ
Muhammed ez-Zeynî), I-II, Beyrut, trs.
-el-Meârif, (tercüme: Hasan Ege), İstanbul, trs.
İBN MÂCE, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid (273/887), -es-Sünen,
I-II, byy.,1952.
İBN MANZUR, Ebu’l Fadl Cemalüddin Muhammed b. Mükrim
(771/1369), -Lisânu’l-Arab, I-XV, Beyrut, 1955.
İBN SA’D, Muhammed (230/845),
-et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut, trs.
İBN SEYYİDİNNÂS, Fethuddin b. Seyyidinnas el-Yamuri
(743/1342), -Uyunu’l-Eser, I-II, Beyrut, trs,
İBN TAĞRİBERDÎ, Ebu’l-Mehasin Cemalüddin Yûsuf (874/1469), -en-Nücûmü’z-Zahire
fî Mülûki Mısır ve’l-Kâhire, I-XX, Kahire, 19291949.
İBNÜ’L-CEZVÎ, Cemalüddin Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali
Muhammed (597/1201),
-el-Muntazam, (thk.Muhammed Abdulkadir
Ata-Mustafa Abdulkadir Ata), I-XVIII, Beyrut, 1992.
-Sıfatü’s-Safve, (nşr. Mahmud
Fâhûrî-Muhammed Kal’acî), I-IV, Beyrut,1979.
İNBÜ’L-ESÎR, İzzüddin Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed (630/1232),
-el-Kâmilfî’t-Târih, (nşr.C.J. Tomberg ), I-XII,
Beyrut, 1965,
-Üsdü’l-ĞâbefîMa’rifeti’s-Sahâbe,
I-VII, byy., 1970.
KALKAŞANDÎ, Ahmet b. Ali (821/1418),
-Subhu’l-A’şa fî Sınâati’l-İnşa,
I-XIV, (şrh. ve thk. Muhammed Huseyn
Şemsüddin), Beyrut, 1987.
-Meâsirü’l-İnâfefîMeâlimi’l-Hilâfe,
I-III, Beyrut, 1980.
KALLEK, Cengiz,
-“Hîre”, DİA., XVIII, 122, Ankara, 1998.
KEHHÂLE, Ömer Rıza,
-Mu’cemu Kabâili’l-Arabi’l-Kadîme ve’l-Hadîse,
I-V, Beyrut, 1982.
KOÇYİĞİT, Talat,
-Hadis Usûlü, Ankara, 1997.
KİNDÎ, Ebû Ömer Muhammed b. Yusuf (350/961),
-Kitâbu’l-Vulât ve Kitâbu’l-Kudât, (thk.
Rhuvan Guest), Beyrut, trs.
KÖKNEL, Özcan,
-Kaygıdan Mutluluğa Kişilik,
İstanbul, trs.
KUTLUAY, Yaşar,
-İslâmiyette İtikadi Mesheplerin Doğuşu,
Ankara 1959.
KÜTÜKOĞLU, Mubahat,
-Tarih Araştırmalarında Usul,
İstanbul, 1991.
MAHMÛD ŞÂKİR,
-Hz. Âdem’den Bugüne İslâm Tarihî, (cev. Mehmet S.
Kahraman), I-VIII, byy. 1993.
MAKDİSÎ, Mutahhar b. Tâhir (355/964),
-Kitabü’l-Bed’ ve’t-Târih, I-V, Beyrut, trs.
MAKRÎZÎ, Takıyyuddin Ahmed (845/1442),
-Kitabu’l-Mevâiz ve’l-İ’tibar. I-IV,
Bulak, 1270.
-Hıtat, I-II, Beyrut, trs.
MES’ÛDÎ, Ebü’l-Hasen Ali b. Hüseyn (345/959),
-Mürûcü’z-Zeheb ve Me’ âdinü’l-Cevher,
(nşr. M. Muhyiddin Abdilhamid), I-IV, Mısır, 1958.
MEVLANA ŞİBLÎ,
-Asr-ı Saâdet (İslâm Tarihi), (çvr. Ö. Rıza
Doğrul), I-IV, İstanbul, 1978.
MİNKARÎ, Nasr b. Müzâhim (212/827),
-Vak’atü’s-Sıffîn, (nşr. Abdüsselam Harun),
Kahire, 1962.
MİSKEVEYH, Ebû Ali Ahmed b. Muhammed b. Yâkûb (421/1030), -Tecâribü’l-Ümem,
(thk. Kâsım Emâni), I-VIII, Tahran, 1379.
MUHAMMED FEREÇ,
-el-Medresetü’l-Askeriyyetü’l-İslâmiyye,
byy, trs.
MUHİBB et-TABERÎ, Ebû Cafer Ahmed (694/1295),
-er-Riyâdu’n-Nâdire fi Menâkıbi’l-Aşera,
I-IV, Beyrût, 1982.
MİZZÎ, Yûsuf b. Abdirrahmân (742/1341),
-Tehzîbü’l-Kemâl
fî Esmâi’r-ricâl, (nşr. Beşşar ‘Avvâd Ma’rûf), I-XXXV, Beyrut, 1983.
-Tûhfetü’l-Eşrâf, I-XIV, Beyrut, 1983.
MÜBERRED, Ebü’l Abbâs Muhammed b. Yezîd (285/898),
-el-Kâmilfî’l-Lüğa ve'l-Edeb,
I-IV, Beyrut, 1999,
-Nesebü Adnân ve Kahtân, Hind, 1936.
NESÂÎ, Ahmed b. Şu’ayb (303/915),
-Sünen, I-IX, Beyrut, 1988.
NEVEVÎ, Yahyâ b. Şeref (676/1277),
-Tehzîbü’l-esma’ ve’l-lüğat, I-II,
(Birinci Kısım), Tahran, tsz.
NÜVEYRÎ, Ahmed b. Abdilvehhâb (733/1333),
-Nihâyetü’l-Ereb
fi Fünûnî’l-Edeb, I-XVIII, Kahire, tsz., (Vezerâtü’s- Sekafe
ve’l-İrşâd), XIX-XXVII, (nşr. Muıhammed Rıf’at Fettullah), Kahire, 1975-85.
ÖZAYDIN, Abdülkerim,
-“Eşler”, DİA., XI, 486-487, Ankara, 1998.
SAFADÎ, Salâhuddin Halil b. Aybek,
-Kitâbû’l-Vâfîbi’l-Vefeyât, I-XVII, Beyrut,
1970-1981.
SAFİ, Lüey,
“Liderlik ve
îtaat, ” (çev. F. Mehveş Kayani), İslâmi Sosyal Bilimler Dergisi,
S. 3, İstanbul, 1995.
SARIÇAM, İbrahim,
-Emevî-Haşimî İlişkileri,
Ankara, 2001.
SAVAŞ, Rıza,
-Siyer ve Kaynakları, İzmir, 1995.
-“İslâm’dan Önce Hicaz Bölgesinde Araplarda Tarih.”DEUİFD.,
VIII, 257268, İzmir, 1992.
SEYF B. ÖMER el-Esedî ( 200/815),
-el-Fitnetü ve Vak’atü’l-Cemel, (nşr. Ahmed
Râtib Armûş), Beyrut, 1986.
SEZGİN, Fuat,
-Târihu’t-Turasi’l-Arabi, (Araçaya çvr. Mahmud
Fehmi Hicazi-Fehmi
Ebu’l-Fadl), I, Mısır, 1977.
SÖYLEMEZ, M. Mahfuz,
-Bedevilikten Hadariliğe Kûfe, Ankara,
2001.
SUYÛTÎ, Celâleddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr (911/1506),
-Hüsnü’l-Muhadara fî Tarihi Mısır ve’l-Kahire,
Mısır, 1967.
ŞÂMİ, ŞemseddinMuhammed b. Yûsuf Ali (942/1536),
-Subülü’l-Hüda ve’r-Reşadfî Sîreti Hayri’l-İbad,
(Mahmûd Zeyad), I-VIII, Kâhire, 1990.
TABARÂNÎ, Hâfız Ebî Kâsım Süleymân b. Ahmed (360/971),
-Mu’cemu’l-Kebîr, Kâhire, trs.
TABERÎ, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr (310/922),
Târîhu’l-Ümem
ve’l-Mülû, (nşr. Muhammed Ebü’l-Fadl), I-XI, Beyrut, trs. TÂHÂ HÜSEYN,
-el-Fitnetü’l-Kübrâ, I-II,byy., tsz.
TEZCAN, Mahmud,
-Kültür ve Kişilik, Ankara, 1987.
TİRMİZÎ, Ebû İsâ Muhammed b. İsâ (279/892),
-Sünen (thk.Muhammed Fevâri Abdülbâkî), I-IV,
İstanbul, 1981.
TOGON, A. Z. Velidi,
-Tarihte Usûl, İstanbul, 1985.
VÂKIDÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. Ömer (207/823),
-Kitabü'l-Meğâzî, (nşr. M. Jones), I-III,
Beyrut, 1984.
WELLHAUSEN, Julius,
-Arap Devleti ve Sükutu, (çev. Fikret Işıltan),
Ankara, 1963.
YA’KÛBÎ, Ahmed b. Ebî Ya’kûb b. Ca’fer (292/904),
-Târîhu’l-Ya’kûbî, I-II, Beyrut, trs.
YÂKÛT EL-HAMEVÎ, Şihabüddîn Ebû Abdillâh b. Abdillah
(626/1228),
Mu’cemü’l-Bülân, I-VI, İran, 1965.
ZEHEBÎ, Şemseddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân (748/1347),
-Siyerü A'lâmi'n-Nübelâ' (nşr. Şuayb el-Arnaût
v.dğr.), I-XXIII, Beyrut, 1985.
-Tarihu'l İslâm ve Vefeyâtü'l-Meşahir
ve A'lam, (thk. Ömer Abdülselam Tedmüri), Beyrut, 1987.
ZERKÂNÎ, Muhammed b. Abdilbâki el-Malikî (1222/1807),
-Şerhu Mevâhibi'l-Ledunniye, I-VIII,
Beyrut, 1973.
ZEYDAN, Corci, İslâm Medeniyeti Tarihi, I-V,
(çev. Komisyon), İstanbul, 1992.
ZİRİKLİ, Hayreddîn,
-el-A'lâm: Kâmûsü Teracim, I-XI, Beyrut, 1969.
[1] İbn
Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, I-V, (Thk. Ömer Abdüssellâm Tedmûrî),
Kahire, 1987.
[2] Vakidî,
Kitâbü’l-Meğazi, I-III, (Thk. Marsden Jones), Beyrut, 1984.
[3] Halebî,
İnsânü’l-Uyûn, I-III, Mısır, 1964.
[4] İbn
Seyyidinnâs, Uyûnu’l-Eser, I-II, Beyrut, trs.
[5] İbn
Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut, trs.
[6] Halîfe
b. Hayât, Kitâbü’t-Tabakât, (nşr. Süheyl Zekkâr), I-II, Dımaşk, 1966.
[7] İbn
Abdilberr, el-İstî’âb fi Ma’rifeti’l-Ashâb, I-IV, Kahire, trs.
[8] İbnü’l-Esir,
Üsdü’l-Gâbe fi Ma’rifeti’s-Sahâbe, I-VIII, byy., 1970.
[9] Zehebî,
Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, I-XXIII, Beyrut 1985.
[10] İbn Hacer, el-İsâbe fi Temyîzi’s-Sahâbe, I-VI, Mısır, 1328.
[11] Belâzurî, Ensâbü’l-Eşrâf, (thk. Mahmud Ferdus el-Azem),
I-XXV, Dımaşk, 2004.
[12] Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, (thk. Muhammed Ebu’l-Fadl
İbn Rahîm), I-XI, Beyrut trs.
[13] İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târîh, I-X, Beyrut, 1965.
[14] İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, I-XIV, Beyrut-Riyad, 1407.
[15] Dineveri Ahbâru’t-Tivâl, (nşr. Abdülmün’im Âmir), Kahire,
1960.
[16] Ya’kûbî, Târîh, I-II, Beyrut, 1960.
[17] Mes’ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, I-IV, (thk. Muhammed Muhyiddin
Abdülhamid), Mısır, 1964.
[18] İbn Haldun, Kitâbü’l-Iber ve Divâni’l-Mübtedei ve’l-Haber,
I-V, Beyrut, 1971.
[19] İbn A’sem, el-Fütûh, I-V, Beyrut, 1986.
[20] Vakidî, Fütûhu’ş-Şâm, I-II, Mısır, 1373.
[21] Minkari, Vak’atü’s-Sıffin, (nşr. Abdusselâm Muhammed Hârûn),
I-II, Kahire, 1981.
[22] İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, (nşr. Ahmed Emin v. Dğr.),
I-VIII, Beyrut, trs.
[23] el-Müberred, el-Kâmil fi’l-Lüğa ve’l-Edeb, I-IV, Beyrut,
1999.
[24] İsfahanî, Mekâtilü’t-Tâlibiyyîn, Kahire, 1949.
[25]Neş’et Çağatay, İslâm Öncesi
Arap Târîhi ve Câhiliye Çağı, s. 95-96.
[26] Abbas Şüşteri Mehrin, Hâtemü’n-Nebiyyîn,
Tahran, 1324, s. 75; Neş’et Çağatay, İslâm Öncesi
Arap Târihi ve
Câhiliye Çağı, s. 95.
[27]Neş’et
Çağatay, İslâm Öncesi Arap Târîhi ve Câhiliye Çağı, s. 95.
[28]
İbn Hişam, Sîre, IV, 286.
[29]İbn
Hişam, Sîre, IV, 287; İbn Sa’d, Tabakât, I, 147.
[30] Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, (çev.
Salih Tuğ), İstanbul, 1993/1414, I, 184.
[31] Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, (çev. Salih Tuğ),
İstanbul, 1993/1414, I, 186.
[32] Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, (çev. Salih Tuğ),
İstanbul, 1993/1414, I, 186.
[33] Belazûri, Ensâb, XX, 210; îbn Kesir, es-Sîretu’n-Nebeviyye,
(nşr. Mustafa Abdülvahid), Kahire, IV, 664; A’milî, A’yânu’ş-Şia, VIII,
404.
[34] Taberî, Târîh, IV, 555; Miskeveyh, Tecâribü’l-Ümem, I,
511; îbn Kesir, Câmi’u’l-Mesânid ve’s- Sünen, (thk. Kal’aci, Abdulmu’ti
Emîr), X, 435.
[35] îbnü’l-Kesir, Üsdü’l-Gâbe fi
Ma’rifeti’s-Sahâbe, Kahire, II, 470.
[36] Hüseyin Algün, İslâm Târîhi,
İstanbul, 1986, II. 539.
[37] îbnü’l-Kelbî, Nesebü Ma’add ve’l-Yemeni’l-Kebîr (nşr. Nâci
Hasan), Beyrut, s. 187; Halîfe b. Hayât, Kitâbü’t-Tabakât (thk. Ekrem
Ziya el-Ömerî), Riyad, s. 97; îbn Asâkir,Târîhu Dımaşk, XLIX, 396;
Kehhâle, Mu’cemu Kabâili’l-Arab, III, 971-972; Hazrec’in Nesebi, Hârise
b. Sa’lebe b. amr b. Amir b. Hârise b. îmriu’l-Kays b. Mazin b. Ezd b. Gevs b.
Nebt b. Mâlik b. Zeyd b. Kehlân b. Sebe b. Yeşcûb, Ya’rûb b. Kahtân’dır. İbn
Kuteybe, el-Meârif, (trc. Hasan Ege), s. 80; Müberrid, Nesebü Adnân
ve Kahtân, s. 18,21; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 655.
[38] İbn Asâkir, Târihu Dımaşk,
XLIX, 400.
[39] Belazûri, Ensâb, XX, 183.
[40] İbn Sa’d, Tabakât, III, 613, İbn Kuteybe, el-Meârif, (trc.
Hasan Ege), s. 175; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, I, 260; Zehebî, Siyeru
A’lâm, I, 278; İbn Asâkir, Târihu Dımaşk, XX, 241.
[41] Halîfe b. Hayât, Tabakât, s.
356; Zehebî, Siyeru A’lâm, I, 270.
[42] İbn Sa’d, Tabakât, III, 613; İbn
Kuteybe, el-Meârif, s. 176.
[43]İbn
Hişam, Sîre, II, 91; İbn Sa’d, Tabakât, III, 614; Zehebî, Siyeru
A’lâm, I, 270.
[44] İbn Hişam bu kişinin As b. Vâil olduğunu, Benû Sehm’den birinin de
bu kişinin Adiy b. Kays olduğunu bildirdi. İbn Hişan, Sîre, I, 449-450.
[45] İbn Hişam, Sîre, II, 91-92; İbn Sa’d, Tabakât,
I, 223.
[46]İbn
Sa’d, Tabakât, III, 614; İbn Asâkir, Târîhu Dımaşk, XX, 241.
[47]
Berkü’l-Gımad, Mekke’nin güneyinde 600 km. uzaklıkta, sahile bakan bir yerdir.
Ayrıca buranın Yemen’de bir yer olduğu ve Abdullah b. Cüd’an’ın burada gömülü
olduğu söylenmektedir. Bk. el- Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân, I, 399.
[48]Ahmed
b. Hanbel, Müsned, III, 220; Zehebî, Siyeru A’lâm, I, 273;
[49] İbn Hâcer, İsâbe, III, 239; Zehebî, Siyeru
A’lâm, I, 273; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 368.
[50] îbn Kuteybe, el-Meârif, (trc. Hasan
Ege), s. 178; îbn Sa’d, Tabakât, III, 614.
[51] Vakıdî, Meğazî, I, 101; Bu rivâyet sadece Meğazî’de
geçmektedir. îbn Sa’d, bu yüzden bu rivâyete ihtiyatlı yaklaşılması gerektiğini
bildirir. Bk. îbn Sa’d, Tabakât, III, 614.
[52]Zehebî,
Siyeru A’lâm, I, 274; îbn Asâkir, Târîhu Dımaşk, XX, 251.
[53] Bedir harbinin ganimetleriyle ilgili olarak
onların nasıl taksim olunacağı hususunda Müslümanlar arasında anlaşmazlık
olmuştu. Muhâcir ve Ensâr ilk defa îslâm sancağının altında bir savaşa
katılmışlardı. îslâm’ın “Savaş kültürü” henüz oluşmamış ve bu yüzden
Câhiliye kavramlarına bağlılık devam ediyordu. Enfâl Sûresi’nin bu âyetleri
ganimetler ve onların dağıtım problemini ortadan kaldırdı. Bk. Ebu’l-A’lâ
Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, (trc. Dr. Ahmed Asrar), II, 142-143.
[54] îbn Sa’d, Tabakât, III, 614; îbn Asâkir,
Târîhu Dımaşk, XX, 241-242.
[55] Taberî, Târîh, II, 407.
[56] Vakıdî, Meğazî, I, 239.
[57] Vakıdî, Meğazî, I, 407.
[58] Vakıdî, Meğazî, II, 458; Taberî, Târîh, II, 571-573.
[59] Vakıdî, Meğazî, II, 498-500.
[60] Vakıdî, Meğazî, II, 573.
[61] Vakıdî, Meğazî, II, 653.
[62] Vakıdî, Meğazî, II, 822; İbn Kesîr, el-Bidâye, VI, 295.
[63] Vakıdî, Meğazî, III, 895.
[64] Zehebî, Siyaru A’lâm, I, 270.
[65] İbn Asâkir, Târîhu Dımaşk, 237.
[66] İbn Sa’d, Tabakât, V, 383.
[67] Talat Koçyiğit, Hadis Târîhi, s. 67.
[68] Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 285.
[69] Tirmîzî, Sünen, III, 627.
[70] Buhârî, Târîhu’l-Kebîr, II, 1, 456.
[71] İbn Sa’d, Tabakât, III, 214; Zehebî, Siyeru A’lâm, I,
271.
[72] Zehebî, Siyeru A’lâm, I, 276; İbn Asâkir, Târîhu Dımaşk,
XX, 236.
[73] İbn Sa’d, Tabakât, III, 610; Ahmed b. Hanbel, Müsned,
VI, 7.
[74] İbn Sa’d, Tabakat, III, 610.
[75] Vakidî, Meğazî, II, 547; İbn Asâkir, Târîhu Dımaşk,
XX, 257-258.
[76] Vakidî, Meğazî, III, 1095; îbn Asâkir, Târîhu
Dımaşk, XX, 258.
[77] Benû Saide, Hazrec’ten Saide oğullarının oturduğu bir mahalledir.
Orada, mahalle sakinlerinin oturduğu ve dinlendikleri bir güneşlik vardı ki,
ona Benû Saide örtmesi (Sakîfetu Benû Saide) denirdi. Bu örtmenin yanında
“Budâa” adında meşhur bir kuyu vardı. Bu kuyu ile hem hurmalıklar sulanır, hem
de diğer ihtiyaçlar giderilirdi. Yâkût Hamevî, Mu’cem, I, 524.
[78] îbn Sa’d, Tabakât, III, 616; Zehebî, Siyeru
A’lâm, I, 276.
[79] îbn Kuteybe, İmâme ve’s-Siyâse, I, 12; Taberî, Târih,
III, 218; îbn Ebi’l-Hadid, Şerhu Nehcü’l- Belâğa, II, 3.
[80]Vakidî,
Kitâbu’r-Ridde, s. 35; îbn Abdirabbih, Ikdü’l-Ferîd, V, 11.
[81]
îbn Kuteybe, İmâme, I, 15; Zikirlî, el-A’lâm, II, 163.
[82]Vakidî,
Ridde, s. 41; îbn Hişam, Sîre, II, 659; îbn Kuteybe, İmâme,
I, 16; îbn Hâcer, es-Sevâiku’l-
Muhrika alâ
Ehli’r-Refd ve’d Dalâl ve’z-Zendaka, I, 32.
[83]
îbn Kuteybe, İmâme, I, 16; îbn Ebi’l-Hadid, Şerhu Nechü’l-Belağa,
II, 3.
[84]Vakidî,
Ridde, s. 42; îbn Hişam, Sîre, II, 660; îbn Kesîr, el-Bidâye,
V, 216.
[85] îbn Hişam, Sîre, II, 660; îbn Sa’d, Tabakât, II, 269.
[86] Muhibb et-Taberî, er-Riyâdu’n-Nâdire fi Menâkıbi’l-Aşera, I,
241.
[87] îbn Kuteybe, İmâme, I, 16.
[88] Câhız, Resâil, IV, 293.
[89] İbn Sa’d, Tabakât, III, 616; İbn Kuteybe, İmâme, I,
17; Belazûrî, Ensâb, XX, 182.
[90] İbn Sa’d, Tabakât, III, 616-617; Ziriklî, el-A’lâm,
III, 85.
[91] İbn Sa’d, Tabakât, III, 617; Belazûrî, Ensâb, XX,
182-183.
[92] İbn Sa’d, Tabakât, III, 617; İbn Kuteybe, el-Meârif, (trc.
Hasan Ege), s. 178; İbn Abdilberr, İstî’âb, II, 599.
[93] İbn Sa’d, Tabakât, III, 617; Belazûrî, Ensâb, XX, 182;
Zehebî, Siyeru A’lâm, I, 277; Ziriklî, el- A’lâm, III, 85.
[94] İbn Sa’d, Tabakât, VIII, 373.
[95] İbn Sa’d, Tabakât, III, 616.
[96] İbn Asâkir, Târihu Dımaşk, XX, 237;
Zehebî, Siyeru A’lâm, I, 270.
[97] İbn Hacer, İsâbe, III, 44.
[98] İbn Sa’d, Tabakât, V, 80-81.
[99] İbn Hacer, İsâbe, III, 44; Tehzîb,
IV, 37; İbn Asâkir, Târihu Dımaşk, XLIX, 402.
[100] İbn Hâcer, Tehzîb, IV, 69; Fuat Sezgin,
Târihu’t-Türasi’l-Arabi, (Arapça’ye çev. Mahmûd Fehmi Hicâzî-Fehmi
Ebu’l-Fadl), I, 443.
[101] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V,
222.
[102] Fuat Sezgin, Târihu’t-Türas,
I, 443.
[103] Taberî, Târih, I, 113-114; Ayrıca Said b. Sa’d hakkında daha
geniş bilgi için Bkz. Rıza Savaş, Siyer ve Kaynakları, s. 27-28.
[104] İbn Sa’d, Tabakât, VIII, 249; İbn Kuteybe, el-Meârif,
(trc. Hasan Ege), s. 116. Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, I, 178.
[105] İbn Sa’d, Tabakât, VIII, 249.
[106] Vakıdî, Meğâzî, II, 824.
[107] îbn Hazm, Cemheru Ensâbi’l-Arab, (nşr.
E. Levi Provençal), Mısır, s. 366.
[108] Benû Ahmer devletinin kurucusu,
Muhammed b. Yusuf b. Muhammed b. Ahmed b. Humeys îbn Nasr’ın nesebi Kays b.
Sa’d’a dayandırılmaktadır. Bk. îbnü’l-Hatîb, el-İhâta fi Ahbâri Târîhi
Gırnata, s. 92; Kalkaşandî, Subhu’l-A’şâ, VII, 412.
[109]Talat
Koçyiğit, Hadis Târihi, s. 678.
[110]îbnü’l-Cezvî,
Sıfatü’s-Safve, I, 75; îbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, IV, 425;
Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, XV, 314; Zehebî, Siyeru A’lâm,
III, 103; îbn Asâkir, Târihu Dımaşk, XLIX, 406; îbn Hacer, Tehzîb,
VIII, 396; İsâbe, III, 239; Ziriklî, el-A’lâm, VI, 56.
[111] Buhârî, Sahih, (trc. Kamil
Miras), V, 367.
[112] Îbnü’l-Kesîr, es-Sîretü’n-Nebeviyye,
IV, 664.
[113] Îbnü’ül-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, IV,
425.
[114] Îbn Abdilberr, İstî’âb, III, 1289; Zehebî, Siyeru
A’lâm, III, 103; Îbn Asâkir, Târîhu Dımaşk, XLIX, 406; Îbn Kesîr, el-Bidâye,
VIII, 103.
[115]Îbn Abdilberr, İstî’âb,
III, 1289; Zehebî, Siyeru A’lâm, III, 104; Îbn Kesîr, el-Bidâye,
VIII, 103.
[116]Besevi, Târih ve Mâ’rife,
I, 82; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, XV, 314; Zehebî, Siyeru A’lâm,
III, 104; Îbn Asâkir, Târîhu Dımaşk, XLIX, 405.
[117] Buhârî, Târîhu’l-Kebîr,
VII, 141; Zehebî, Siyeru A’lâm, III, 104; Îbn Asâkir, Târîhu Dımaşk,
XLIX, 409.
[118]Îbnü’l-Cezvî, Sıfatü’s-Safve,
I, 75; Îbnü’ül-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, IV, 425; Zehebî, Siyeru A’lâm,
III, 103.
[119] Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, I,
178; îbn Asâkir, Târîhu Dımaşk, XLIX, 404.
[120] Belâzûri, Ensâb, XX,163-164;
Abdilberr, İstî’âb, III, 1289; Îbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, II, 425.
[121] Îbnü’ül-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, IV,
425; îbn Asâkir, Târîhu Dımaşk, XLIX, 416.
[122] Amilî, A’yânü’ş-Şia, VIII, 402. Makdisî, Kays’ın Bedir
savaşında Ensâr’ın sancağını taşıdığını söylemektedir. Makdisî, Kitâbü’l-Bed,
IV, 115. Zehebî, Sıffîn savaşında Hz. Ali ile birlikte olup, Bedir’de
bulunmayanlar arasında Kays’ı zikretmektedir. Zehebî, Târîhu’l-İslâm,
(Hulefâ-i Râşidîn Dönemi) s. 545.
[123] îbn Sa’d, Tabakât, I, 326; îbn
Seyyidinnâs, Uyûnu’l-Eser, II, 255; Şâmi, Subulü’l-Hüdâ, VI, 322.
[124] îbn Abdilberr, İstî’âb, III,
1289; Belazûrî, Ensâb, XX, 184.
[125]Cirâne, Mekke ile Medine
arasında bulunan bir şehirdir. Burası Mekke’ye daha yakındır. Şâmi, Subülü’l-Hüdâ,
VI, 323, dipnot, 1.
[126] Sudâ, Yemen bölgesinde bir kabilenin
adıdır. îbn Hazm, Ensâb, s. 388.
[127] Yemen bölgesinde bir kabilenin
adıdır. Şâmi, Subülü’l-Hüdâ, VI, 323.
[128] İbn Sa’d, Tabakât, I, 326; Şâmi, Subulü’l-Hüdâ, VI,
322; İbn Seyyidinnâs, Uyûnu’l-Eser, II, 254255.
[129] İbn Sa’d, Tabakât, I, 326;
Şâmi, Subulü’l-Hüdâ, VI, 322; İbn Seyyidinnâs, Uyûnu’l-Eser, II,
255.
[130] İbn Seyyidinnâs, Uyûnu’l-Eser,
II, 255.
[131] İbn Sa’d, Tabakât, I, 326;
Şâmi, Subulü’l-Hüdâ, VI, 322.
[132] İbn Sa’d, Tabakât, I, 326; Şâmi, Subulü’l-Hüdâ, VI,
322; İbn Seyyidinnâs, Uyûnu’l-Eser, II, 255.
[133] İbn Sa’d, Tabakât, I, 326; İbn Seyyidinnâs, Uyûnu’l-Eser,
II, 255.
[134] İbn Sa’d, Tabakât, I, 327; İbn Seyyidinnâs, Uyûnu’l-Eser,
II, 255-256.
[135] Vakıdî, Meğazî, II, 783.
[136] Halebî, İnsânü’l-Uyûn, III, 4.
[137] İbn Hişam, Sîre, IV, 32; İbn Seyyidinnâs, Uyûnu’l-Eser,
II, 165.
[138] İbn Hişam, Sîre, IV, 37; Taberî, Târîh, III, 111.
[139] İbn Hişam, Sîre, IV, 37; İbn Seyyidinnâs, Uyûnu’l-Eser,
II, 165.
[140] Vakıdî, Meğazî, II, 786.
[141] Vakıdî, Meğazî, II, 791.
[142] İbn Hişam, Sîre, IV, 37; Halebî, İnsânu’l-Uyûn, III,
16.
[143] İbn Hişam, Sîre, IV, 38.
[144] Halebî, İnsânu’l-Uyûn, III, 17.
[145] İbn Hişam, Sîre, IV, 38; İbn Kesîr, Sîre, III, 352;
Taberî, Târih, III, 112.
[146] İbn Hişam, Sîre, IV, 38; Halebî, İnsânu’l-Uyûn, III,
17.
[147] İbn Hişam, Sîre, IV, 38; Taberî, Târih, III, 112.
[148] Vakıdî, Meğazî, II, 819.
[149] İbn Hişam, Sîre, IV, 42.
[150] İbn Sa’d, Tabakât, I, 126; Ebü’l-Fida, Muhtasar, I,
180.
[151] İbn Hişam, Sîre, IV, 46.
[152] İbn Hişam, Sîre, IV, 26 ; İbn Kesîr, el-Bidâye,
IV, 295.
[153] Abdullah Reşid, İslâm’da Ordu ve Komutan, (çev.
Enver Günenç-Seraceddin Emre), s. 55-59.
[154] M. Ferec, Abkariyye el-Âskariyye, s. 573; Abdullah Reşid,
İslâm’da Ordu ve Komutan, s. 5859.
[155] Abdullah Reşad, İslam’da Ordu ve Komutan,
s. 59.
[156] Hamidullah, İslâm Peygamberi, I,
267-268.
[157] îbn A’sem, el-Fütûh, II, 110.
[158] Ya’kûbî, Târih, II, 148; Markîzî, Hıtat,
I, 288.
[159] îbn Abdilhakem, Fütûhu Mısır, s. 56-57;
Belâzurî, Fütûhu’l-Buldân, s. 298; Ya’kûbî, Târih, II, 148;
Markîzî, Hıtat, I, 289.
[160] Hitti, İslâm Târihi, I, 243-244.
[161] îbn Abdilhakem, Fütûhu Mısır, s. 57; Belâzurî, Fütûhu’l-Buldân,
s. 298; Ya’kûbî, Târih, II, 148; Markîzî, Hıtat, I, 289.
[162] İbn Abdilhakem, Fütûhu Mısır, s. 57-58; Ya’kûbî, Târih,
II, 148; Markîzî, Hıtat, I, 288.
[163] Vakıdî, Fütûhu’ş-Şâm, II, 29-30.
[164] Hac Sûresi, 22/27.
[165] Hac Sûresi, 22/ 36.
[166] Vakıdî, Fütûhu’ş-Şâm, II, 30.
[167] Vakıdî, Fütûhu’ş-Şâm, II, 30.
[168] Vakıdî, Fütûhu’ş-Şâm, II, 30-31.
[169]
Vakıdî, Fütûhu’ş-Şâm, II, 31.
[170] Vakıdî, Fütûhu’ş-Şâm,
II, 51-52.
[171] Vakıdî, Fütûhu’ş-Şâm, II, 52.
[172] Fülfül evleri; Mısır’da süslü, küçük ve daire şeklinde yapılmış olan
evlerdir. İbn Manzur, Lisânü’l Arab, XI, 532.
[173] İbn Abdilhakem, Fütûhu Mısır, s. 123;
Suyûtî, Husnu’l-Muhâdara, I, 582.
[174] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 265; İbn Kesîr, el-Bidâye,
VII, 262; Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, I, 526.
[175] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 265; Ahmed
Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, I, 526.
[176] Hıribta, İskenderiye yakınlarında bir yerleşim
merkezidir. el-Hamevi, Mu’cem, II, 355.
[177] Kindî, Vulât, s. 21-22; İbn Tağriberdî, Nücûm, I,
94-95.
[178] Taberî, Târîh, IV, 427; Mes’ûdî, Murûcu’z-Zeheb, II,
359; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 190; îbn Kesîr, el-Bidâye, VII,
237-238.
[179] Îbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 240.
[180] Mahmud Şâkir, Hz. Âdem’den Bugüne İslâm
Tarihî, (cev. Ferid Aydın), III, 18-19.
[181] Taberî, Târîh, IV, 438; Îbn Hibbân, es-Sîretü’n-Nebeviyye,
s. 525-526; Îbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 240.
[182]îbn
Hibbân, es-Sîretü’n-Nebeviyye, s. 526; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 197-198.
[183] Seyf b. Ömer, Vak’atü’l-Cemel, s. 246; Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl,
s. 141; îbn Hibbân, es- Sîretü’n-Nebeviyye, s. 526.
[184] Taberî, Târîh, IV, 442; îbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 202.
[185]Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl,
s. 141; Taberî, Târîh, IV, 442; îbn Hibbân, es-Sikât, II, 273;
îbnü’l- Esîr, el-Kâmil, III, 201.
[186] Taberî, Târîh, IV, 547-548; îbnü’l-Esîr,
el-Kâmil, III, 268; Nüveyrî, Nihâyetü’l-Ereb, XX, 191.
[187] Taberî, Târîh, IV, 548; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III,
268; Nüveyrî, Nihâyetü’l-Ereb, XX, 191;
Amili, A’yânü’ş-Şîa,
VIII, 453.
[188] Abdülkerim el-Hatîb, Ali b. Ebî Tâlib, s. 410.
[189] Taberî, Târîh, IV, 442; Îbn Hibbân, es-Sîretü’n-Nebeviyye,
s. 527; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 201;
Suyûtî, Husnu’l-Muhâdara,
I, 582.
[190] Taberî, Târîh, IV, 548-549; îbn Kesîr, el-Bidâye,
VII, 262-263; el-Amilî, A’yânü’ş-Şîa, VIII, 453.
[191] Belâzurî, Ensâb, II, 280;Taberî, Târîh, IV, 549;
Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 269; el-Amilî, A’yânü’ş-Şîa, VIII,
453.
[192] Belâzurî, Ensâb, II, 280; Taberî, Târîh, IV, 549;
Miskeveyh, Tecâribü’l-Ümem, I, 507; Îbnü’l-
Esîr, el-Kâmil, III, 269; Nüveyrî, Nihâyetü’l-Ereb, XX, 192;
Suyûtî, Husnu’l-Muhâdara, I, 582.
[193] Kindî, Vulât, s. 23.
[194] Taberî, Târîh, IV, 549; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 269.
[195] Belâzurî, Ensâb, II, 280; Taberî, Târîh,
IV, 549-550; Suyûtî, Husnu’l-Muhâdara, I, 582.
[196] îbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 263.
[197] Abdülkerim el-Hatîb, Ali b. Ebî Talib,
s. 410.
[198]Taberî,
Târîh, IV, 550; Miskeveyh, Tecâribü’l-Ümem, I, 509; Nüveyrî, Nihâyetü’l-Ereb,
XX, 192; îbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 263; îbn Haldun, Kitâbü’l-İber,
II, 167; îbn Tağriberdî, Nücûm, I, 98.
[199] Belâzurî, Ensâb, XX, 186; Taberî, Târîh,
IV, 550; îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 269.
[200] Abdülkerim el-Hatîb, Ali b. Ebî Talib,
s. 410.
[201] Belâzurî, Ensâb, XX, 186; Taberî, Târîh,
IV, 550.
[202] îbn Kuteybe, el-İmâme, I, 112.
[203] Belâzurî, Ensâb, XX, 186; Taberî, Târîh, IV, 550;
îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 269-270; îbn Kesîr, el-Bidâye, VII,
263; îbn Tağriberdî, Nücûm, I, 98-99.
[204] Belâzurî, Ensâb, II, 281-282; Taberî, Târîh, IV, 553;
Kindî, Vulât, s. 23-24; Nüveyrî, Nihâyetü’l- Ereb, XX, 194; îbn
Tağriberdî, Nücûm, I, 100; Amilî, A’yânu’ş-Şîa, VIII, 454.
[205] Taberî, Târîh, IV, 500-501; Îbnü’l-Esîr, el- Kâmil,
III, 269-270; Nüveyrî, Nihâyetü’l-Ereb, XX, 192-193; Îbn Tağriberdî, Nücûm,
I, 99; Amilî, A’yânu’ş-Şîa, VIII, 453-454.
[206] Abdülkerîm el-Hatîb, Ali b. Ebî Talib,
s. 411.
[207] Abdülkerîm el-Hatîb, Ali b. Ebî Talib, s.
411-412.
[208]Adem
Apak, İslâm Siyaset Geleneğinde Amr b. el-Âs, s. 143.
[209] Taberî, Târîh, IV, 551; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III,
270; Nüveyrî, Nihâyetü’l-Ereb, XX, 193; îbn Kesîr, el-Bidâye,
VII, 263; îbn Tağriberdî, Nücûm, I, 99.
[210] Taberî, Târîh, IV, 551; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III,
270; Nüveyrî, Nihâyetü’l-Ereb, XX, 193; îbn Tağriberdî, Nücûm, I,
99; Amilî, A’yânu’ş-Şîa, VIII, 454.
[211] Abdülkerîm el-Hatîb, Ali b. Ebî Talib,
s. 413.
[212] Abdülkerîm el-Hatîb, Ali b. Ebî Talib,
s. 413.
[213] Taberî, Târîh, IV, 551; Miskeveyh, Tecâribü’l-Ümem, I,
508; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 270; îbn Tağriberdî, Nücûm, I,
100.
[214] Taberî, Târîh, IV, 551; Miskeveyh, Tecâribü’l-Ümem, I,
508; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 270; Nüveyrî, Nihâyetü’l-Ereb,
XX, 194, îbn Tağriberdî, Nücûm, I, 100; Amilî, A’yânu’ş-Şîa,
VIII, 454.
[215] Abdülkerîm el-Hatîb, Ali b. Ebî Talib,
s. 413-414.
[216] Abdülkerîm el-Hatîb, Ali b. Ebî Talib,
s. 414.
[217] Taberî, Târîh, IV, 551; Miskeveyh, Tecâribü’l-Ümem, I,
508; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 270; îbn Tağriberdî, Nücûm, I,
100.
[218] Taberî, Târîh, IV, 551-552; Miskeveyh, Tecâribü’l-Ümem,
I, 509; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 270, 271; Nüveyrî, Nihâyetü’l-Ereb,
XX, 194; îbn Tağriberdî, Nücûm, I, 100; Amilî, A’yânu’ş- Şîa,
VIII, 454.
[219]Belâzurî,
Ensâb, II, 281-282; Taberî, Târîh, IV, 552; Kindî, Vulât,
23-24; Miskeveyh,
Tecâribü’l-Ümem, I, 509; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 271; îbn
Haldun, Kitâbu’l-İber, II, 167.
[220] Taberî, Târîh, IV, 552; Miskeveyh, Tecâribü’l-Ümem,
I, 509; Îbnü’l-Cezvî, el-Muntazam, V, 99; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 271; Nüveyrî, Nihâyetü’l-Ereb, XX, 194-195; îbn Kesîr, el-Bidâye,
VII, 253; Makrizî, Hıtat, I, 300; îbn Tağriberdî, Nücûm, I, 100.
[221] Abdülkerîm el-Hatîb, Ali b. Ebî Talib,
s. 413.
[222] Taberî, Târîh, IV, 552; Kindî, Vulât,
24; îbn Tağriberdî, Nücûm, I, 101.
[223] Taberî, Târîh, IV, 552; Kindî, Vulât,
24; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 271.
[224] Taberî, Târîh, IV, 552; Îbnü’l-Cezvî, el-Muntazam, V,
99; Makrizî, Hıtat, I, 300; îbn Tağriberdî, Nücûm, I, 101.
[225] Taberî, Târîh, IV, 554; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 271; îbn
Kesîr, el-Bidâye, VII, 253; îbn Haldun, Kitâbu’l-İber, II,
167-168; îbn Tağriberdî, Nücûm, I, 101.
[226] Taberî, Târîh, IV, 554.
[227] Taberî, Târîh, IV, 554; Miskeveyh, Tecâribü’l-Ümem,
I, 510; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 271; Nüveyrî, Nihâyetü’l-Ereb,
XX, 195.
[228]Belâzurî, Ensâb, II,
282; Taberî, Târîh, IV, 554; Miskeveyh, Tecâribü’l-Ümem, I, 510;
Îbnü’l- Esîr, el-Kâmil, III, 271.
[229] Belâzurî, Ensâb, II, 282; Taberî, Târîh,
IV, 554; Miskeveyh, Tecâribü’l-Ümem, I, 510.
[230] Yaşar Kutluay, İslâmiyette İtikadi Mezheplerin Doğuşu, s. 43;
Hüseyin Algül, İslâm Târîhi, II, 503; Îrfan Aycan, Muâviye b. Ebi
Süfyan, s. 141.
[231]Belâzurî, Ensâb, II,
282; Taberî, Târîh, IV, 555; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 272;
Amilî, A’yânü’ş- Şîa, VIII, 454.
[232] Belâzurî, Ensâb, II, 282; Amilî, A’yânü’ş-Şîa,
VIII, 454.
[233] Taberî, Târîh, IV, 555; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III,
272.
[234]Belâzurî, Ensâb, II,
282; Taberî, Târîh, IV, 555; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 272; Îbn
Haldun, Kitâbu’l-İber, II, 168.
[235] Kindî, Vulât, s. 28.
[236] Belâzurî, Ensâb, II, 282; Taberî, Târîh, IV, 555;
Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 272; Amilî, A’yânü’ş- Şîa, VIII, 454.
[237] Taberî, Târîh, IV, 555; Miskeveyh, Tecâribü’l-Ümem, I,
511; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 272;
Îbn Haldun, Kitâbu’l-İber, II,
168.
[238] Taberî, Târîh, IV, 557; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III,
273; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 273.
[239] Kindî, Vulât, 28-29.
[240] Ya’kûbî, Târîh, II, 193; Taberî, Târîh, V, 95.
[241] Taberî, Târîh, V, 553.
[242] Taberî, Târîh, V, 553; Mes’ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II,
420.
[243] Buhl F., “Muhammed b. Ebi Bekir”, İ.A, VIII, 476;
Hüseyin Algül, İslâm Târîhi, II, 552.
[244] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 273.
[245] Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 352.
[246] Ya’kûbî, Târîh, II, 193; Taberî, Târîh, V, 96;
Mes’ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 420-421; Ebu’l- Fidâ, el-Muhtasar,
I, 188; Abdülkerim Özaydın, “Eşter”, DİA., XI, 486-487.
[247] Taberî, Târîh, V, 96.
[248] Taberî, Târîh, V, 96--97; Îbn Kesîr, el-Bidâye,
VII, 315.
[249] Belâzurî, Ensâb, II, 285; Taberî, Târîh, V, 100-101;
Îbnü’l-Cezvî, el-Muntazam, V, 150; îbn Kesîr, el-Bidâye, VII,
314-315.
[250] Taberî, Târîh, V, 102.
[251] Taberî, Târîh, V, 108-109; Îbnü’l-Cezvî, el-Muntazam,
V, 150-151.
[252] Taberî, Târîh, V, 105; Mes’ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II,
179-180.
[253] Taberî, Târîh, V, 105; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III,
357.
[254] Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 358.
[255] Taberî, Târîh, V, 105; Mes’ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II,
420; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 352.
[256] îbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 740.
[257] Seyf b. Ömer, Vak’atü’l-Cemel, s. 246; Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl;
s. 141; îbn Hibbân, es- Sîretü’n-Nebeviyye, s. 526.
[258] Seyf b. Ömer, Vak’atü’l-Cemel, s. 251; Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl;
s. 145; îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 223.
[259] îbn Kuteybe, el-İmâme, I, 53-62;
Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl; s. 144. Hz. Ali, devlet başkanı olunca Talha
ve Zübeyr, onu ziyaret ederek, yönetime ortak olmayı isteyerek halîfeden Basra
ve Kûfe valiliklerini istediler. îbn Kuteybe, el-İmâme, I, 52; Akkad, Abkariye,
s. 65; Şiblî, Asr-ı Saâdet, V, 179. Hz. Ali, onların isteklerini
kabul etmedi. Bu duruma kırılan Talha ve Zübeyr, umre yapmak için Hz. Ali’den
izin alarak Mekke’ye gittiler. Burada Hz. Aişe ile birleşerek, Hz. Ali’ye cephe
oluşturdular. Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl; s. 143; Ya’kûbî, Târîh,
II, 156; Mes’ûdî, Mürûcü’z- Zeheb, II, 366 .
[260] îbn Kuteybe, el-İmâme, I, 63-64.
[261] Şiblî, Asr-ı Saâdet, III, 347.
[262] îbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 251.
[263] îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 131; îbn Kesîr, el-Bidâye,
VII, 244.
[264] Taberî, Tarîh, IV, 541; îbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 256- 257.
[265] Minkarî, Vak’atü Sıffin, s. 12; Ya’kûbî,
Târih, II, 187.
[266] Taberî, Târîh, IV, 543; îbn Kesîr, el-Bidâye,
VII, 257.
[267] Taberî, Târîh, IV, 561; îbnü’l-Esîr,
el-Kâmil, III, 276; îbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 264.
[268] Taberî, Târîh, IV, 561; îbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 276; Ebu’l-Fidâ, el-Muhtasar, I, 180.
[269] Taberî, Târîh, IV, 562; îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III,
277; îbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 254; Tâhâ Hüseyin, el-Finnetü’l-Kübrâ,
II, 63.
[270] Taberî, Târîh, IV, 562; Mes’ûdî, Mürcûcü’z-Zeheb, II,
381-382; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 277; îbn Kesîr, el-Bidâye,
VII, 265.
[271] Minkarî, Vak’atü Sıffin, s.92; îbn
A’sem, el-Fütûh, I, 559.
[272] Minkarî, Vak’atü Sıffin, s. 93; îbn
A’sem, el- Fütûh, I, 559.
[273] Minkarî, Vak’atü Sıffin, s. 93; îbn
A’sem, el-Fütûh, I, 560.
[274] Sıffin, Rakka ve Balis yerleşim merkezleri arasında ve Fırat Nehri
kenarında yer alan geniş bir arazidir. Yâkût el-Hamevî, Mu’cem, VI,
414-415.
[275] Minkarî, Vak’atü Sıffin, s. 162-167; İbn Kuteybe, el-İmâme,
I, 94-95; Taberî, Târîh, IV, 572; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III,
284-285.
[276] Taberî, Târîh, IV, 573; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 285; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 266-267.
[277] Belâzurî, Ensâb, II, 212; Taberî, Târîh, V, 12;
İbnü’l-Cezvî, el-Muntazam, V, 118; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III,
294.
[278] Belâzurî, Ensâb, II, 211; Taberî, Târîh,
V, 5-6; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 289-290; İbn Kesîr, el-
Bidâye, VII, 268-269.
[279]Belâzurî, Ensâb, II,
211; Mes’ûdî, Mürûcu’z-Zeheb, II, 387; Ebu’l-Fidâ, el-Muhtasar,
I, 185; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 272.
[280] Minkarî, Vak’atü Sıffin, s. 426-427.
[281] Minkarî, Vak’atü Sıffin, s. 428; İbn
A’sem, el-Fütûh, II, 38-39.
[282] Minkarî, Vak’atü Sıffin, s. 429; îbn
A’sem, el-Fütûh, II, 39.
[283] Minkarî, Vak’atü Sıffin, s. 429; îbn
A’sem, el-Fütûh, II, 39.
[284] îbn A’sem, el-Fütûh, II, 109.
[285] Tefeyşel, eti döverek ondan elde edilen su ile yapılan bir çorba
türüdür. Minkarî, Vak’atü Sıffîn, s. 445, Dipnot, 4.
[286] Minkarî, Vak’atü Sıffin, s. 445; îbn
A’sem, el-Fütûh, II, 109; Amilî, A’yânu’ş-Şîa, VIII, 455.
[287] Sahîne, unu süt veya su ile karıştırarak yapılan çorbadır. Bu
hurmayla birlikte yenirdi ya da yudumlanarak içilirdi. îbn Manzûr, Lisânu’l-Arab,
XIII, 206.
[288] Minkarî, Vak’atü Sıffin, s. 446; İbn
A’sem, el-Fütûh, II, 109; Amilî, A’yânu’ş-Şîa, VIII, 455.
[289] Harnûp, kolları uzun, elmaya benzeyen bir bitkidir. Ekşimiş oluğu
için güçlükle yenilir ancak soğuk suya tutulup sertleştiğinde tatlılaşırdı. İbn
Manzûr, Lisânu’l-Arab, I, 350.
[290] Minkarî, Vak’atü Sıffin, s. 446; Amilî, A’yânu’ş-Şîa,
VIII, 455-456.
[291] Minkarî, Vak’atü Sıffin, s. 446-447; İbn A’sem, el-Fütûh,
II, 109; Amilî, A’yânu’ş-Şîa, VIII, 455.
[292] İbn A’sem, el-Fütûh, II, 109.
[294] Minkarî, Vak’atü Sıffin, s. 477-478; îbn A’sem, el-Fütûh,
II, 110.
[295] Minkarî, Vak’atü Sıffin, s. 448; îbn A’sem, el-Fütûh,
II, 110.
[296] Minkarî, Vak’atü Sıffin, s. 448.
[297] Minkarî, Vak’atü Sıffin, s. 448; îbn A’sem, el-Fütûh,
II, 164.
266 Minkarî, Vak’atü Sıffin, s. 448-449; îbn
Kuteybe, el-İmâme, I, 97-98; îbn A’sem, el-Fütûh, II, 164; Amilî,
A’yânu’ş-Şîa, VIII, 456.
[299] Minkarî, Vak’atü Sıffin, s. 49; îbn Kuteybe, el-İmâme,
I, 98; îbn A’sem, el-Fütûh, II, 164-165;
Amilî, A’yânu’ş-Şîa,
VIII, 456.
[300] îbn A’sem, el-Fütûh, II, 164- 165.
[301] İbn A’sem, el-Fütûh, II, 125.
[302] İbn A’sem, el-Fütûh, II, 125.
[303] İbn A’sem, el-Fütûh, II, 126.
[304] Taberî, Târîh, V, 49; İbn A’sem, el-Fütûh, II, 187;
Mes’ûdî, Mürcûcü’z-Zeheb, II, 401; İbrahim Sarıçam, Emevî-Hâşimî
İlişkileri, s. 273.
[305] Welhausen, Arap Devleti, 26; İbrahim
Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 273.
[306]E. Ruhi Fığlalı, “İslâm
Târîhinde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Dönemleri”, AÜİFD., XXVI, 353370;
İbrahim Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 273.
[307] Taberî, Târîh, V, 51; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 317.
[308] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 112.
[309] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 112.
[310] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 113.
[311] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 113.
[312] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 112-113.
[313] Tâhâ Hüseyn, el-Fitnetü’l-Kübrâ, II, 83.
[314] Minkarî, Vak’atu Sıffîn, s. 544-545; Mes’ûdî, Mürûcü’z-Zeheb,
II, 412; Makdisî, Kitâbu’l-Bed, V, 229; Zehebî, Târîhu’l-İslâm,
III, 552.
[315] Minkarî, Vak’atu Sıffîn, s. 552;
Belâzurî, Ensâb, II, 246.
[316] Minkarî, Vak’atu Sıffîn, s. 478-518;
Taberî, Târîh, V, 48-53. Adnan Demircan ise, Tahkim hadisesinde etkin
olan Eş’as b. Kays’ın Hâricilerle birlikte hareket ettiğine dair rivâyetler
olmasına rağmen, hadisenin akışında bunun doğru olmasının mümkün olmadığını,
çünkü Eş’as b. Kays, Güney Arapların Kinde kabilesinin lideriydi. Oysa ilk
hariciler Kuzey Araplarıdır. Hakem olarak da Güney Araplarından Ebu Mûsâ’nın
seçilmesi onların etkinliğini ortaya koymaktadır. Oysa bu hadisede Hâriciler
etkin olmuş olsaydı, herhalde hakem belirlemede etkin rol oynamaları gerekirdi.
Bu durumda tarafsız biri değil, kendilerine yakın birisini hakem olarak
seçtirmeye çalışırlardı. Burada Hâricileri etkin gibi gösterilmesinin amacı
tahkim tecrübesinin başarısız olması ve Iraklıların çok şey bekledikleri Hz.
Ali’yi eski konumundan daha gerilere götürmesidir. Eğer tahkim başarılı olmuş
olsaydı pek çok kimse sahiplenebilecekti. Hakemlerin aldığı karar, daha sonra
Hz. Ali tarafından reddedilince onu taraftarları, sorumluluğu düşmanlarına ve
Hz. Ali’nin katlinden sorumlu olan Hâricilere yükleme yoluna gitmiştir. Adnan
Demircan, “Ali bi. Ebi Tâlib’i Tahkime Kabule Zorlayanlar Üzerine”,
İstem, S, VI, s. 55-57.
[317] îbn Kuteyb, el-İmâme, I, 121; Taberî, Târîh,
V, 74; Nüveyrî, Nihâyetü’l-Ereb, XX, 166.
[318] îbn Kuteyb, el-İmâme, I, 121; Taberî, Târîh,
V, 74; îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 335-336.
[319] Taberî, Târîh, V, 75; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 336;
Nüveyrî, Nihâyetü’l-Ereb, XX, 166-167; îbn Haldûn, Kitâbu’l-İber,
II, 179.
[320] Taberî, Târîh, V, 75; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 336; Nüveyrî, Nihâyetü’l-Ereb, XX, 178-179.
[321] îbn Kuteyb, el-İmame, I, 123; Taberî, Târîh,
V, 76; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 338.
[322] Taberî, Târîh, V, 78-79; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 338-339; Nüveyrî, Nihâyetü’l-Ereb, XX, 170.
[323] Taberî, Târîh, V, 78; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 339-340; îbn Haldûn, Kitâbu’l-İber, II, 179.
[324] Belâzurî, Ensâb, II, 262; Taberî, Târîh,
V, 82; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 342.
[325] Belâzurî, Ensâb, II, 262; Taberî, Târîh,
V, 82; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 342.
[326] Îbn Kuteybe, el-İmame, I, 127; Belâzurî, Ensâb, II,
263; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 343; Îbn Kesîr, el-Bidâye, VIII,
299.
[327] Belâzurî, Ensâb, II, 264; Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s.
207; Taberî, Târîh, V, 83; Îbnü’l-Esîr, el- Kâmil, III, 343.
[328] Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 343; Dineverî bu kişinin Abdullah
b. Sehbâr olduğunu bildirmiştir. Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s. 207.
[329] Belâzurî, Ensâb, II, 264-265; Taberî, Târîh, V, 84-85;
Nüveyrî, Nihâyetü’l-Ereb, XX, 175; Îbn Kesîr, el-Bidâye, VIII,
299.
[330] Taberî, Târîh, V, 85; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 345; Îbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 299.
[331]Îbn Kuteybe, el-İmâme,
I, 128; Belâzurî, Ensâb, II, 265; Taberî, Târîh, V, 85; Îbn
Kesîr, el- Bidâye, VIII, 299.
[332] Îbn Kuteybe, el-İmâme, s. 128; Taberî,
Târîh, V, 86; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 346; Îbn Kesîr, el- Bidâye,
VIII, 299.
[333] Belâzurî, Ensâb, II, 265; Taberî, Târîh, V, 86;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 346.
[334] Taberî, Târîh, V, 86; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 346;
İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 300.
[335] Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s. 210.
[336] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 346-347; İbn Kesîr, el-Bidâye,
VIII, 300.
[337] Taberî, Târîh, V, 146-147; Mes’ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 425.
[338] İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 16.
[339] Belâzurî, Ensâb, II, 278; Taberî, Târîh, V, 158.
[340] Taberî, Târîh, V, 158; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III,
462; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 299.
[341] İsfahânî, Mekâtil, 62.
[342] Tâhâ Hüseyn, Finnetü’l-Kübrâ, II, 195; E. Ruhi Fığlalı, İmâmiyye
Şîası, s. 85.
[343] Belâzurî, Ensâb, II, 379; Taberî, Târîh, V, 158.
[344] İbn Kuteybe, el-İmâme, s. 140.
[345] Taberî, Târîh, V, 158; İbn Cezvî, Muntazam,
III, 4. İbn Arabî, Müslümanlar arasında bir savaşın meydana gelmemesi için Hz.
Hasan’ın hilâfeti Muâviye’ye devrettiğini söyleyerek, sulh yapmasına dinî bir
veche kazandırmıştır. Hz. Peygamber’in “Benim oğlum seyyiddir. Allah bununla
iki Müslüman kitlenin arasını bulacaktır. İbn Arabi, Avâsım, s. 207-
208.
[346] İsfahânî, Mekâtil, 64.
[347] İsfahânî, Mekâtil, 64; Ahmed Cevdet
Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, I, 594.
[348] İsfahânî, Mekâtil, 64; Ayrıca, İbrahim Sarıçam, Emevi-Haşimi
İlişkileri, s. 281.
[349] İsfahânî, Mekâtil, 64; Ayrıca, İbrahim Sarıçam, Emevi-Haşimi
İlişkileri., s. 281.
[350] Belâzurî, Ensâb, II, 380.
[351] Belâzurî, Ensâb, II, 380.
[352] Belâzurî, Ensâb, II, 380; Bağdâdî, Târîhu’l-Bağdâd, I,
208.
[353] Belâzurî, Ensâb, II, 380; İsfahânî, Mekâtil, 69-70.
[354] Belâzurî, Ensâb, II, 380; Îsfahânî, Mekâtil,
70.
[355] Belâzurî, Ensâb, II, 380-381; Îbn A’sem,
el-Fütûh, II, 289; Îsfahânî, Mekâtil, 69.
[356] Belâzurî, Ensâb, II, 381; Îbn A’sem, el-Fütûh, II,
289. Kalkaşandi ise, Ammar b. Hasan’ın vekil bıraktığını bildirmektedir.
Kalkaşandi, Meâsiru’l-İnâfe, s. 180.
[357] Ya’kûbî, Târîh, II, 214; Ahmet Akbulut, Sahâbe
Dönemi İktidar Kavgası, s. 46.
[358] Îsfahânî, Mekâtil, 71.
[359]Ahmet
Akbulut, Sahâbe Dönemi İktidar Kavgası, s. 47.
[360] îbn A’sem, el-Fütûh, II, 289.
[361] îbn A’sem, el-Fütûh,II, 381-382.
[362] îbn A’sem, el-Fütûh, II, 381- 382.
[363] Belâzurî, Ensâb, II, 381-382; Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl,
s. 216.
[364] îbn A’sem, el-el-Fütûh, II, 290.
[365] Belâzurî, Ensâb, II, 381-382; Ya’kûbî, Târîh, II, 214.
[366] Belâzurî, Ensâb, II, 382; Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s.
217.
[367] Belâzurî, Ensâb, II, 382; Ya’kûbî, Târîh, II, 214;
İsfahânî, Mekâtil, 73.
[368] İsfahânî, Mekâtil, 73.
[369] Ya’kûbî, Târîh, II, 214; İsfahânî, Mekâtil, 73.
[370] İbn A’sem, el-Fütûh, II, 291.
[371] İbn A’sem, el-Fütûh, II, 291.
[372] Belâzurî, Ensâb, II, 383.
[373] Îsfahânî, Mekâtil, 73.
[374] Îsfahânî, Mekâtil, 73.
[375] Belâzurî, Ensâb, II, 383; Ya’kûbî, Târîh, II, 214;
Îsfahânî, Mekâtil, 74.
[376] Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s. 218.
[377] Bağdâdi, Târîhu Bağdâd, I, 139.
[378]
Miskeveyh, Tecâribu’l-Ümem, I, 388.
[379]îbn
Abdilberr, İstî’âb, III, 1291; îbni Asâkir, Târîhu Dımaşk, XLIX,
429.
[380] îbn Abdilberr, İstî’âb, III, 1291; îbni
Asâkir, Târîhu Dımaşk, XLIX, 429.
[381] Taberî, Târîh, V, 163-164; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 408-409.
[382] Belâzurî, Ensâb, XX, 188; İbni Asâkir, Târîhu Dımaşk,
XLIX, 430-431; Zehebî, Siyeru A’lâm, III, 111-112.
[383] İbn A’sem, el-Fütûh, II, 294.
[384] İbn A’sem, el-Fütûh, II, 294.
[385] Belâzurî, Ensâb, XX, 184.
[386] İbn Sa’d, Tabakât, VIII, 174; Halîfe b. Hayât, Tabakât,
s. 227; Belâzurî, Ensâb, XX, 184; Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, I, 179;
İbn Abdilberr, İstî’âb, III, 1290; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, IV,
426; Zehebî, Siyeru A’lâm, III, 112; İbn Askâkir, Târîhu Dımaşk,
XLIX, 403; İbn Hâcer, İsâbe, III, 239.
[387] İbn Hibbân, es-Sikât, III, 339.
[388] Özcan Köknel, Kişilik, s. 19; Mahmud Tezcan, Kültür
ve Kişilik, Ankara, 1987 s. 17.
[389] Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür, Ankara, 1970, s.
347.
[390] Henry Garrett, Psikoloji ‘ye Giriş, (çvr. Fevzi
Ertem-Remzi Öncül), İstanbul, 1969, s. 224.
[391] Özcan Köknel, Kişilik, s. 24.
[392] îbn Kutuybe, el Meârif, (trc. Hasan
Ege), s. 420; Bağdâdî, Tarihu Bağdâd, III, 178; Îbnü’l-Cevzî,
Muntazam, V, 316; Zehebi, Tarihu’l-İslam, I, 289; îbn Hacer, İsâbe,
III, 239; îbn Hecer el- Askalani, Tezhibü’t Tezhip, VIII, 396.
[393] îbn Kutuybe, el-Meârif, (trc. Hasan
Ege), s. 420; Zehebi, Tarihu’l-İslam, I, 289; îbn Kesîr, es- Siretü’n
-Nebeviyye, IV, 664; îbn Hacer, İsâbe III, 329.
[394] Bağdâdî, Tarihu Bağdad, I, 178; îbnü’l-Cevzî, Muntazam,
V, 316; Zehebi, Tarihu’l-İslam, I, 289.
[395] îbn Abdilberrr, İstî’âb, III,
1292;Nüvevi, Tehzîbü’l-Esma’ ve’l-Lügat, s. 62; îbn. Hacer, İsâbe, III,
239;
[396]Bağdâdî,
Tarihu Bağdâd, I, 178; îbnü’l-Cevzî, Muntazam, V, 136; Zehebi,
Tarihu’l-İslam, I, 289; îbn Kesîr, Cami’ü’l-Mesanid ve’s-Sünen, X,
429; îbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, VIII, 396; îbn Hacer, İsâbe, III,
329.
[397]
Cahîz, el-Bursan ve ‘l-Urcan, s. 516; Besevi, el-Ma’rife ve’t-Tarih,
II, 812; îbn Abdilberr , İstî’âb, III, 1292; Bağdâdî , Târihu Bağdad,
I, 289; Nevebi, Tehzîbü’l Esma’, I,62; îbn Hallikan, Vefeyâtu’l-A’yan,
II, 461; Zehebi, Siyeru A’lam, I, 289;îbn Asâkir, Tarihu Dımaşk,
XLIX, 431; îbn Kesîr, el-Bidaye, VIII, 106.
"Besevi
, el-Ma’rife, II, 812; îbn Abdilberrr, İstî’âb, III, 1292;
Nevevi, Tehzîbü’l Esma’, I, 62; îbn Hacer, İsâbe, III, 239.
[399] Zehebi, Siyeru A’lam, III, 112; Zehebi, Târihul-İslam, I,
391; îbn Asâkir, Târihu Dımaşk, XLIX, 432; îbn Kesîr, el-Bidâye,
VIII, 105.
[400] îbn Kesîr, el-Bidâye, VIII,
105.
[401] îbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 105; îbn Asâkir, Târihu Dimaşk,
XLIX, 432; Zehebi, Siyeru A’lam, III, 112.
[402] İbn Hallikan, Vefeyâtü’l-
A’yan, IV, 171; İbn Asâkir, Târihu Dimaşk, XLIX, 433; İbn Kesîr, el-
Bidâye, VIII, 106; Ebu Ömer, Kays’ ın Muaviye yanındaki şalvar olayının
yalan, isnadının uydurma olduğun söyler. Bu olayın ne Kays’ın karakterine
uyduğunu ne de Muaviye’nin böyle bir şeyi teklif etmesinin mümkün olduğunu
söyler. İbn Abdilberrr, İstî’âb, III, 1293.
[403] Emirhan Kurtkan Bilgiseven, Eğitim Sosyolojisi, s.
23.
[404] Alev Arık, Yaratıcılık, s. 22.
[405] Alev Arık, Yaratıcılık, s. 22-23.
[406] Alev Arık, Yaratıcılık, s. 22-23.
[407] Alev Arık, Yaratıcılık, s. 112-113.
[408] İbn Habib, Muhabber, s. 184; İbn Abdilberrr, İstî’âb,
IV, 1446; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, V, 248; Zehebi, Siyeru A’lam,
III, 108.
[409] Abdürrezzak, Musannef, V, 463; İbn
Asâkir, Tarihu Dımaşk, XLIX, 423; Zehebi, Siyeru A’lam, III, 108;
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, III, 498; İbn Hecer, İsâbe, V, 475; İbn
Abdilberrr, İstî’âb, III, 1290, Mizzi, Tezhibü’l-Kemâl fi
Esmai’r-Rical, XXIV, 44, 45.
[410]Taberî, Tarih, V, 549;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 269; Makrizi, Hıtat, I, 300;
İbnü’l-Cevzî, el- Muntazam, V, 97.
[411] Taberî, Târih, V, 554; Nüveyrî, Nihâyetü’l Ereb, XX,
195; Miskeveyh, Tecâribu’l-Ümem, I, 510.
[412] Taberî, Târih, V, 554;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil., III, 271. Miskeveyh, Tecaribu’l-Ümem, I,
510.
[413] Taberî, Târih, V,
557;îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 273; Nüveyrî, Nihâyetü’l Ereb,
XX, 192.
[414] Taberî, Târih, V, 557;
îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 273; îbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 273.
[415] Taberî, Târih, V, 557; îbn
Kesîr, el-Bidâye, VII, 316.
[416] Miskeveyh, Tecâribü’l-Ümem, I,
511.
[417] Kindî, Kitâbü’l-Kudât ve’l-Vulât,
s. 28.
[418] Taberî, Târih, V, 500-501; îbnü’l- Esîr, el-Kâmil,
III, 269-270; Nüveyrî, Nihâyetü’l Ereb, XX, 192-193; îbn Tağriberdî, Nücûm,
I, 99.
[419] Taberî, Târih, V, 500-501; İbnü’l- Esîr, el-Kâmil,
III, 270; Nüveyrî, Nihâyetü’l Ereb, XX,193; İbn Kesîr, el-Bidâye,
VII, 263; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 99.
[420] Taberî, Târih, V,551; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III,
270; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 99; Âmili , A’yan, VIII, 454.
[421] Mizzi, Tehzîbü’l-Kemâl, XXIV,44; Zehebi, Siyeru
A’lami’n-Nübela, III, 107-108; Zehebi, Tarihu’l-İslam, I, 290; İbn
Asâkir, Tarihu Dımaşk, XLIX, 423; İbn Hacer, İsâbe, III, 239.
[422] İbn Abdilberr, İstî’âb, III, 290; Zehebi, Siyeru
A’lami’n-Nübela, III, 108; Safedî, Vefeyât, XXIV, 284.
[423] İbn Asâkir, Tarihu Dımaşk,
XLIX, 424.
[424] İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 16.
[425] Söylemez, Mahfuz, Bedevilikten
Hadeliğe Küfe, s. 171.
[426] İbn Asâkir, Tarihu Dimaşk, XIII,
261.
[427] Gazâlî, İhya, (trc.Ali
Arslan), III, 571.
[428] Gazâlî, İhya, III, 571.
[429] Gazâlî, İhya, III, 571.
[430] İbn Habib, Muhabber, s. 155;
İbn Abdilberrr, İstî’âb, III, 1289; Bağdâdî, Tarihu Bağdâd, I,
178; İbnü’l Esîr, Üsdü’l-Gâbe, III, 497; Nevevi, Tehzîbü’l-Esma’,
s. 21; Zehebi, Siyeru A’lam, III, 107; Zehebi, Tarihu’l-İslam, I,
290; İbn Asâkir, Tarihu Dımaşk, XLIX, 419; İbn Kesîr, Bidaye, VIII,
104, Kalkaşendi, Subhu’l-A’şa, I, 451.
[431] Vakıdî, Meğâzi, II, 774-775, İbn Sa’d , Tabakat , II,
132, Buhari, Meğâzi 65; Müslim, Sahih, Sayd ve Zebaih 19;
İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, I, 515-517; Müzzi, Tehzîbü’l-Kemâl,
XXIV, 32-33; İbn Asâkir, Târihu Dımaşk, XLIX, 413; İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzip,
VIII, 396; Âmili , A’yanü’ş-Şia, s. 403.
[432] Belâzurî, Ensâb, II, 51-52; İbn Asâkir, Târihu Dımaşk,
XLIX, 419-420; İbn Kesîr, el-Bidaye, VIII, 104.
[433] Belâzurî, Ensâb, II, 52-53;
İbn Asâkir, Târihu Dımaşk, XLIX, 42; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII,
104.
[434] Belâzurî, Ensâb, II, 53; İbn Asâkir, Târihu
Dımaşk, XLIX, 420; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 104.
[435] Belâzurî, Ensâb, II, 53; İbn Asâkir, Târihu
Dımaşk, XLIX, 420; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 104.
[436] Belâzurî, Ensâb, II, 53; İbn
Asâkir, Târihu Dımaşk, XLIX, 420; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII,
104.
[437] İbn Asâkir, Târihu Dımaşk,
XLIX, 416-417.
[438] Zehebi, Siyeru A’lam, III,
106; İbn Asâkir, Târihu Dımaşk, XLIX, 417.
[439] Zehebi, Siyeru A’lam, III,
106; İbn Asâkir, Târihu Dımaşk, XLIX, 416.
[440] Belâzurî, Ensâb, XX, 186; İbn
Abdirrabbih, Ikdu’l-Ferid, I, 175; İbn Abdilberrr, İstî’âb, III,
1292; İbn Hallikan, Vefeyâtü’l A’yan, II, 20; Zehebi, Siyeru A’lem III,
106; İbn Asâkir, Tarihu Dımaşk, XLIX, 415; İbn Tağriberdî, Nücûm,
I, 96; Safadî, Vefeyât, XXIV, 284.
[441]
Bağdâdî, Tarihu Bağdad, I, 178-179; Îbnü’l-Cevzî, Muntazam, V,
318; Zehebi, Siyeru A’lam, III, 107; Îbn Asâkir, Tarihu Dimaşk, XLIX,
418; Îbn Kesîr, el-Bideye, VIII, 103-104.
[442]Îbn
Habib, Muhabber, s. 155; Gazâlî, İhya, III, 553; Îbn Kesîr, el-Bidâye,
VIII, 104.
[443] Îbn Abdilberrr, İstî’âb,
III, 1292; Mizzi, Tehzîbü’l -Kemâl, XXIV, 44; Zehebi, Siyaru A’lam,
III, 108; Îbn Asâkir, Târihu Dımaşk, XLIX, 422.
[444] İbn Asâkir, Târihu Dımaşk,
XLIX, 422; Taberânî, Mu’cemu’l-Kebir, XVIII, 347.
[445] İbn Abdilberr, İstî’âb, III, 1292; Mizzi, Tehzîbu’l-Kemâl,
XXIV, 44; Zehebi, Siyeru A’lam, III, 108; İbn Asâkir, Târihu Dımaşk,
XLIX, 422; Taberânî, Mu’cem, XVIII, 347-348.
[446] Mizzi, Tehzîbu’l-Kemâl, XXIV, 44; Zehebi, Siyeru
A’lam, III, 108; Taberânî, Mu’cem, XVIII, 348.
[447] Balâzurî, Ensâb, XX, 185-186;
îbn Abdilberr, İstî’âb, III, 1291.
[448] îbn Abdilberrr, İsti’âb, III,1291; Mizzi, Tehzîbu’l-Kemâl,
XXIV, 43-44; îbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 104.
[449] Sırar, Irak yolu üzerinde Medine’den üç mil uzakta buluna
bir yerdir. Bkz. Zehebi, Siyaru A’lam, Dipnot, III, 111.
[450] Zehebi, Siyaru A’lam, III,
110-111; îbn Asâkir, Târihu Dımaşk, XLIX, 417.
[451] Kuşeyri, Risale, (trc.
Süleyman Uludağ ) s. 413.
[452] İbn Asâkir, Târihu Dımaşk,
XLIX, 419; Kuşeyri, Risâle, (trc. Süleyman Uludağ), s. 413.
[453] İbn Asâkir, Târihu Dımaşk,
XLIX, 416.
[454] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, III, 498; Zehebi, Siyeru
A’lam, III, 106; Zehebi, Tarihu’l-İslam, I, 106; İbn Asâkir, Târihu
Dımaşk, XLIX, 41.
[455] el-Kabaliyye, Medine’nin kuzeyinde Medine ile Yenbu
arasında yüksekçe bir yerdir. Bkz. Yakut, Mu’cem, IV, 307.
[456] İbn Sa’d, Tabakat, II, 132;
İbn Seyyidinnas, Uyunü’l-Eser, II, 216.
[457] Vakıdî, Meğâzi, II, 774; İbn Hişam, es-Sire,
II, 632-633; Buhari, Sahih, V, 113-114 ; Meğâzi, 65; Ahmed b.
Hanbel, Müsned, III, 306.
[458] Müslim, Sahih, Sayd ve Zebaih 17;
Ebu Davut, Sünen, Et’ime 46; Nesai, Sünen, Sayd 35.
[459] İbn Hacer, Fethü’l-Bâri, IX,
141; Zürkâni, Şerhu’l-Mehavibi’l-Ledünniye, II, 281.
[460] Ahmed b.Hanbel, Müsned, III, 303-311; Müslim, Sahih,
Sayd ve Zebaih, 17; Nesai, Sünen, Sayd 35.
[461] Vakıdî, Megâzi, II, 275.
[462] Vakıdî, Megâzi., II, 779; îbn
Sa’d , Tabakât, II, 132.
[463] Vakıdî, Megâzi., II, 776; İbn
Sa’d, Tabakât., II, 132; İbn Asâkir, Târihu Dımaşk, XLIX, 411.
[464] İbnü’l-Cevzî, Muntazam, V,
137; İbn Seyyidinnâs, Uyûnu’l Eser, II, 159.
[465] Vakıdî, Meğâzî, II, 774; İbn Sa’d, Tabakât,
II, 132; İbnü’l- Cevzî, Muntazam, V, 317; İbn Seyyidinnâs, Uyûnu’l
Eser, II, 159-160; İbn Asâkir, Târihu Dımaşk, XLIX,411-412.
[467] îbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, I, 718; îbn Asâkir, Târihu
Dımaşk, XLIX, 412.
[468] Vakıdî , Meğâzî, II, 776; îbn Hişam, es-Sire,
II, 632-633; îbn Sa’d, Tabakât, III , 411; Buhari,
Sahih, Magazi, 65; Müslim, Sahih, Sayd ve Zebaih 17; Ahmed b.
Hanbel, Müsned, III, 331.
[469] îbn Sa’d, Tabakât, III, 411.
[470] îbn Hişam, es-Sîre, II, 633;
îbn Sa’d, Tabakât, III, 41; Buhari, Sahih, Magazi, 65;
Müslim, Sahih, Sayd ve Zebaih, 17; Ebu Davut, Sünen, Et’ime, 46;
Ahmed b.Hanbel, Müsned, III, 311; Nesai, Sünen, Sayd, 35.
[471] îbn Asâkir, Târihu Dımaşk, XLIX, 416.
[472] İsmail Altun , Ebu Mûsâ el-Eş’âri’nin Hayatı ve
Kişiliği, s. 221.
[473]îsmail
Altun , Ebû Mûsâ el-Eş’âri’nin Hayatı ve Kişiliği., s. 221.
[474] Minkari, Vak’atü Siffîn, s.
426-427.
[475] Minkari, Vak’atü Siffîn, s.
429; îbn A’sem, el-Futuh, II, 39.
[476] Lüey Safi, “ Liderlik ve İtaat”, (cev. F.
Mehveş Kayani), îslami Sosyal Bilimler dergisi, İstanbul, 1995, S., III, 41.
[477] îsfahani, Mekatil, s. 73.
[478] Belâzurî; Ensâb, II, 380;
îsfahani, Makatil, s. 70.
[479]Dineveri, Ahbaru’t-Tivâl,
s. 141; Taberî, Târih, IV, 440; îbn Asâkir, Târihu Dımaşk, XLIX,
425.
[480] Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III,352
;. Zehebi, Tarihu’l-İslam, I, 291.
[481] Belâzurî, Ensâb, II, 344.
[482] Îbn Asâkir, Târihu Dımaşk,
XLIX, 429.
[483] Belâzurî , Ensâb, XX, 184; Îbn
Abdilberrr, İstî’âb, III,1290; Safedi, Vefayat, XXIV, 284.
[484] Mes’udi, Murucü’z-Zeheb, III,
26.
[485] Belâzurî, Ensâb., XX, 185; Îbn Abdilberrr, İstî’âb,
III, 1290; Mizzi, Tehzîbu’l-Kemâl, XXIV, 43; Îbn Asâkir, Târihu
Dımaşk, XLIX, 412.
[486] Bağdâdî, Târihu Bağdâd,
I, 178-179, Gazâlî, İhya, III, 553; îbn Asâkir, Târihu Dımaşk,
XLIX, 418; îbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 103-104.
[487]Zehebi, Siyeru A’lam,
III, 106; îbn Asâkir, Târihu Dımaşk, XLIX, 416-417.
[488] îbn Abdilberrr, İstî’âb, III, 1291-1292;
îbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 104.
[489] Belâzurî, Ensâb, II, 53; îbn Asâkir,.Târihu
Dımaşk, XLIX, 420; îbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 104.
[490] Taberî, Târih, V, 163-164; îbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 408-409.
[491] Kuşeyri, Risale, s. 413.
[492]
Neşat Çağatay, İslam Öncesi Dönemi Arap Tarihi, s. 149.
[493]Corci
Zeydan, İslam Mediniyeti Tarihi, II, 43.
[494] Neşet Çağatay, İslam Öncesi Arab Tarihi, s. 149-150.
[495] Şevki Dayf, el-Asru’l-Cahili, s. 183-184.
[496] Rıza Savaş, "İslâm’dan Önce Hicaz Bölgesindeki Arablarda
Tarih”, DEÜİFD. , VII, 257-268.
[497] Hamidullah, İslam Peygamberi, (çev. Salih Tuğ) I, 25.
[498] Belâzurî, Ensâb, XX, 189; İbn Abdilberrr. İstî’âb,
III, 1292; Safadî,Vefayat, XXIV, 284-285.
[499] Cahîz, Resâil, IV, 293-294.
[500] îbn A’sem, el-Fütûh, II, 38.
[501] Müberred, el-Kâmil, II, 117; Mes’udi, Mürûzü’z Zeheb,
III, 25; îbn Abdirrabbih, Ikdü’l-Ferid, V, 81.
[502]Müberred, el-Kâmil, II,
117; Mes’udi, Mürûcü’z Zeheb, III, 26; İbn Abdirrabbih, Ikdü’l-Ferid,
V, 81.
[503] Belâzurî, Ensâb, XX, 184; İbn
Abdilberrr, İstî’âb, III, 1290.
[504] Zehebî, Siyeru A’lam, VII, 451;
Abdülhalık Bakır, “Kays b. Sa’d”, DİA., XXV, 93.
[505] Zehebî, Siyeru Â’lam,III,102; İbn
Asâkir,Tarihu Dımaşk, XLIX, 397.
[506] İbn Asâkir, Tarihu Dimaşk, XLIX, 397.
[507] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 422;
Taberânî, Mucem, XVIII, 352; îbn Kesîr, Câmi, X, 430; Heysemî, Mecmau,
V, 54; Bu hadisin ravilerinden Abdullah b. Zehr’i, Ebu Zer’a ve Nesai,
güvenilir bir kişi kabul ederken cumhur bu raviyi zayıf kabul eder. Heysemî, Mecmau,
V, 54.
[508] Taklis: Def çalmak ve teganni etmektir. îbn
Mâce, Sünen, (trc. Haydar Hatipoğlu), IV, 71.
[509]îbn
Mace, Sünen, 1303;Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 422; îbn Kesîr, Câmi’,
X, 430; Taberânî, Mucem., XVIII, 352; îbn Mace, bu hadisin, israiliyyat
hadislerinden olduğunu rivayet eder. Bkz. îbn Kesîr, Câmi, X, 430.
Kays’ın bu hadisinin senedinin sahih ve ricalinin sikâ olduğu bildirilir. Bkz.
Mizzi, Tuhfetü’l-Eşraf, VIII, 826; Heysemî, Mecmau, VIII, 107.
[510] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 422; îbn
Kesîr, Câmi’, X, 430-431; Heysemî, Mecmau, VIII, 107; Taberânî, Mu’cem,
XVIII, 450-451.
[511] Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 6, 7;
Heysemî, Mecmau., VIII, 107.
[512] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 421; îbn
Kesîr, Câmi’, X, 431-432; Heysemî, Mecmau, X, 98.
[513] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 422; îbn
Kesîr, Câmi’, X, 432; Bezzar, bu hadisin ricalini, Meymün b. Ebi Şebib
dışında sahih olduğunu ve onun sika olduğunu söyler Heysemî, Mecmau., X,
98; Tirmizi ve Nesai bu hadisin hasen/ garip olduğunu bildirir. îbn Kesîr, Câmi’,
X, 432-433.
[514] Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 6; İbn
Kesîr, Câmi’, X, 433.
[515] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 422; İbn
Kesîr, Câmi’, X, 433; Bu yaşlı zat, Abdullah b. Amr’ın da Kays’tan
rivayet edilen hadisin aynısını duyduğunu söylemiştir. İbn Abdilhakem, Fütûhu
Mısır, s. 303; Ahmed b. Hanbel, Müned, III, 422; İbn Kesîr, Câmi’,
X, 433.
[516] Taberânî, Mu’cem, XVIII, 352. Heysemî, bu hadisde ravi
olarak İbn Lehya’yı zikretmemektedir ve bu hadisin ricalinin sika olduğunu
bildirmektedir. Heysemî, Mecmau, V, 56.
[517]Ahmed b. Hanbel, Müsned,
III, 421, 422; Taberânî, Mu’cem, XVIII, 249; İbn Kesîr, Câmi’, X,
433.
[518]İbn Mace, Sünen, I,
585, H. No:1828; Ahmed b. Hanbel, Müsned,VI, 6; Nesai, Sünen, V,
49; Beyhaki, Sünen, IV, 159; İbn Kesîr, Câmi’, X, 434; Taberânî
bu hadiste ek olarak Hz Peygamber’in her hür insanın fitir sadakası olarak
yarım sa vermesini emrettiğini bildirdi. Taberânî, Mu’cem, XVIII, 349;
İbn Hazm, Muhallâ, VI, 118.
[519] Buhari, Sahih, II, 87; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 6;
İbn Hazm, Muhallâ, V, 153; İbn Kesîr, Câmi’, X, 435.
[520] Kûfe’nin beş kilometre güneyinde bulunan bir yerleşim merkezidir.
Cengiz Kallek, “Hîre”, DİA., XVIII, 122.
[521] Ebu Davut, Sünen, III, 158, H. No: 2126; Tirmizi, Sünen,
III, 465, H. No: 1159; Beyhaki Sünen , VII, 291; Mizzi, Tuhfetü’l-Eşref,
VIII, 286; İbn Kesîr, Câmi’, X, 435.
[522] Taberânî, Mu’cem., XVIII, 353; İbn
Kesîr, Câmi’, X, 436; Heysemî, Mecmau. VIII, 73.
[523] Taberânî, Mu’cem, XVIII, 353; İbn Kesîr, Câmi’, X, 436;
Heysemî, Mecmau, X, 64-65.
[524] Taberânî, Mu’cem, XVIII, 347; Mizzî Tuhfetü’l-Eşraf,
VIII, 285
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar