KERBELÂ VAKASINDAN SONRA HZ. ALİ EVLÂDININ EMEVİ HALİFELERİYLE İLİŞKİLERİ (680-720)
HZ. HÜSEYİN’İN EMEVÎ HALÎFELERİYLE
İLİŞKİLERİ VE KERBELÂ VAKASI
Cahiliye’den beri süregelen bir rekabet ve
ihtilâfın içerisinde bulunan Ümeyyeoğulları ile Hâşimoğulları arasındaki
ilişkiler,[1] vahyin nâzil olması ile farklı
bir sürece girmiştir. Bu süreç, öncekilerden farklı olarak -Mekke’nin fethiyle
birlikte- iki tarafın da üstünlüğünü kabul ettiği vahye teslimiyet arz etmiş,
Hz. Peygamber’in vefatından Hz. Osman’ın (Ö.35/656) hilâfetinin son altı yılına
kadar ciddi bir problem yaşanmamış; bu yıllardan sonra belli başlı ihtilâflar
ve eskiye dayanan siyâsî rekabet tekrar ortaya çıkmıştır.
Ümeyyeoğullarından olan Hz.
Osman’ın hilâfetinin son altı yılında iç krizlerle uğraşan İslâm devleti,
halifenin evinin kuşatılarak asiler tarafından şehid edilmesiyle[2] idâresi daha zor bir kerteye
girecektir. Bundan sonraki süreç daha içinden çıkılmazdır zira
Ümeyyeoğullarından olan Şam valisi Muaviye b. Ebû Süfyan (Ö.60/680), Hz.
Osman’dan sonra hilâfet işini üstlenen Hz. Ali’den (Ö.40/661), Osman’ın
katillerinin bulunup cezalandırılmasını isteyecek; Osman’ın kâtillerini
bulmadığı sürece de kendisine biat[3] etmeyeceğini beyân edecektir.[4] Diğer yandan; Hz. Ali’ye
Medine’de Hicri 19 Zilhicce 35 (18 Haziran 656) tarihinde[5]
biat edildiğinde, Ümeyyeoğullarının diğer önde gelen fertleri biatten
kaçınmışlar, örneğin Mervan b. Hakem (Ö.65/685) Medine’den kaçmıştı.[6] Bu durum bize Ümeyyeoğullarının
Hz. Ali’nin hilâfetine yönelik baştan itibaren mesafeli olduklarını
göstermektedir.
Hz. Ali; Muaviye’ye gönderdiği
elçilerle onu kendisine biat etmeye çağırmış[7]
lakin Muaviye’nin çeşitli nedenler ileri sürerek buna yanaşmaması, Sıffin’de
iki orduyu karşı karşıya getirmiş;[8] iki taraftan -rakamlar farklı
olmakla birlikte- içerisinde sahabilerin de bulunduğu binlerce kişi ölmüştür.
Savaşın sonucunda ciddi bir kazanım sağlanamamış; tarihe “Tahkim” olarak
geçecek olan hakemlerin kararına bağlanacak bir süreç iki tarafın Kurraları’nın[9] meşveretleri ile başlatılmış;
Hz. Ali, Abdullah b. Abbas’ın kendi hakemi olmasını istediği halde bu kabul
edilmemiş, Ebû Musa el-Eşarî (ö.42/662-663), Hz. Ali’nin, Ümeyyeoğullarından
olan Amr b. el-Âs (ö.43/664) ise Muaviye’nin hakemi olmuştur. Ebû Musa el-Eşarî
Hz. Ali’yi halifelikten azlederek ümmetin şûra yoluyla yeni bir halife tayin
etmesi gerektiğini beyân edince durumdan istifadeyle hileye başvuran Amr b.
el-Âs, Muaviye’yi halife tayin ettiği cevabını vermiş[10]
ve hakemler, işi bir çözüme kavuşturamamıştır. Hz. Ali’nin de bu hileli karara
uymadığı, Muaviye ve Amr’a beddua okuduğu rivayet edilir.[11]
Tahkîm olayından sonra Hârici
isyânları ile ilgilenen ve Nehrevân savaşını yapan Hz. Ali, Kûfe’de sabah
namazı için Mescid’e giderken İbn Mülcem (ö.40/661) isimli bir hârici
tarafından başına vurulan zehirli[12] bir kılıç darbesiyle (40/661)
Ramazan ayında şehid edilmiştir.[13] Hz. Ali’nin şehâdetinden sonra
Kûfe halkı aynı sene[14] Hz. Hasan’a (ö.49/669) biat
etmiştir.[15] Hz. Hasan’a biat edildiğini
duyan Muaviye, ordusuyla Kûfe yakınlarında bulunan Meskîn’e doğru gelmiş ve
anlaşılan o ki; durumu siyâset yoluyla çözerek avantaj elde etmek istemiştir.
Bu esnada Hz. Hasan’ın ordusunun komutanı olarak görevlendirdiği Kays b.
Sa’d’ın (ö.60/680) öldürüldüğüne dair ordu içinde haber yayılınca askerler, Hz.
Hasan’a saldırmışlar ve ona zarar vermeye çalışmışlardır.[16]
Öyle anlaşılıyor ki bu olay ve
Kûfelilerin yapısı nedeniyle motivasyonu bozulan, savaşa sıcak bakacak bir
fıtratı olmayan ve ordusundaki savaşa isteksizliği gören Hasan; barış yollarını
aramaya başlamış ve Muaviye’ye bu meyânda mektup yazmıştır. Bu mektuba olumlu
cevap gelmiş, Hz. Hasan isteklerini içeren bir antlaşma ile şartlı[17] olarak Hicri 41 (Milâdî 661)
yılında hilâfeti Muaviye’ye bırakmıştır.[18]
Hz. Hasan ile gerçekleştirilen
sulh anlaşmasından sonra Muâviye b. Ebî Süfyân, siyâsî zemini oluşturduktan
sonra işlerini düzene koymak ve onun için çok önemli bir hamle olan oğlu
Yezid’i (Ö.64/683) veliaht olarak tayin etmek niyetindeydi. Bu niyetini izhar
için en uygun zamanı beklemekteydi. Duhatu’l-Arab’tan[19]
olan Mugîre b. Şu’be’nin (Ö.50/670) telkîniyle[20]
oğlu Yezîd’i veliaht tayin etmeye karar veren Muaviye, bunun için çeşitli
girişimlere başlamış; başta Şam’daki kabileleri ikna etmişti. Muğîre’nin
valiliği kaybetmek korkusuyla Muaviye’ye siyâseten yaranmak amacına matuf
olarak bu teklifte bulunduğu, aktarılan haberler arasındadır.[21]
Kerbelâ Öncesi Hz. Hüseyin’in Siyâsî Konumu ve
Kûfe’ye Dâvet Edilişi
Belâzürî, Hz. Hüseyin
(Ö.61/680) ve Hz. Ali taraftarlarının, Hz. Hasan’ın Muaviye ile yaptığı sulhten
oldukça memnuniyetsiz olduklarını ve bu durumu çözmek isteyen Ali
taraftarlarının Muâviye yönetimine baş kaldırmak için çeşitli görüşmeler
yaptığını nakleder.[22] Hucr b. Adi (Ö.51/671) de bu
yönde, Hz. Hasan’ın sulhuna karşı çıkan ilk kişiydi.[23]
Hz. Hasan’a Muaviye ile yaptığı sulhten ötürü de ağır bir şekilde konuşmuş ve
Hz. Hüseyin’i isyâna davet etmiştir.[24]
Muâviye yönetimine karşı bu katılığı nedeniyle de ilerleyen süreçte
öldürülmüştür. Hz. Hasan vefat ettikten sonra Kûfe halkından Hz. Hüseyin’e
isyân etmesi yönünde teşvik edici mektuplar gelmeye başlamış fakat Hz. Hüseyin,
Muaviye hayatta olduğu müddetçe bir isyâna girişmeyeceği cevabını vermiştir.[25]
Hz. Hüseyin’in ve muhalif
unsurların Medîne’de durumunu gözleyen Mervan, Muâviye Medine’deyken ona bir
mektup yazarak Hüseyin hakkında işlerin kötüye gittiği istihbaratını vermiştir.[26] Muaviye bunun üzerine Abdullah
b. Abbas (Ö.68/687-688), Abdullah b. Ca’fer (ö. 80/699-700), Saîd b. el-As
(Ö.59/679), Abdullah b. Zübeyr (ö.73/692) gibi ileri gelen zâtlara yazdığı gibi[27] Hz. Hüseyin’e de isyan
düşüncesini sorgulamak ve eğer böyle bir hedefi varsa vazgeçirmek amacıyla hem
uyarı hem de tehdit içerikli bir mektup yazmıştır.[28]
Yazdığı mektubu şu şekilde bitirmiştir: “Fitneyi seven bazı sefih kişiler seni
(isyan hususunda) körüklemesinler.”[29]
Hz. Hüseyin ise bu uyarı içerikli mektuba cevap olarak biatında sâdık olduğunu,
kendisine isyân etmek gibi bir emelinin bulunmadığını, onun (Muaviye) ümmetin
başına gelmiş büyük bir imtihan olduğunu ifade etmiştir.[30]
Bunlara ek olarak Muaviye’ye sahabenin faziletlilerinden olan[31] Hucr’u[32]
öldürdüğü, babası Hz. Ali’ye âsî olduğu günden beri fitne çıkardığını beyan
etmiş ve mektubu şu şekilde sonlandırmıştır: “Ne istiyorsan onu yap!”[33] Bu bir nevi restleşme
sayılabilir. Özellikle Yezîd’in veliaht tayin edildiği süreçten sonra Hz.
Hüseyin, biat etmeme yönündeki düşüncesini daha fazla ciddiye almış ve Kûfe’de
oluşan muhalefeti kontrol edebilmek niyetiyle süreci başlatmıştır diyebiliriz.
Lâkin herhangi bir hareket için Muaviye’nin vefatını beklemektedir. Çünkü ona
biat etmiştir. Ayrıca bu süreçte Hz. Hüseyin’e Kûfe halkından ard arda
mektuplar gelmekte ve kendisini Kûfe’ye çağırmaktadırlar.[34]
İslâm tarihinde veliahtlık
sistemini ikâme eden, müesses hale getiren ilk kişi olan Muâviye’nin[35] vefat etmeden önce oğlu
Yezîd’e kendileriyle mücadelede dikkat etmesi gerektiğini söylediği Hüseyin b.
Ali, Abdurrahman b. Ebubekir, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr gibi ileri
gelen sahabe oğullarının biâtının alınması da hiç şüphesiz yine Muaviye’nin
kendisinin başlattığı bir süreçle olacaktır. Bu nedenle Hicri 50 yılında[36] Medine’ye doğru ikinci kez
yola çıkmış ve Abdurrahman b. Ebubekir de dahil olmak üzere mezkûr zâtlarla
Yezîd’in hilâfetini kabul etmeleri ve kendisinden sonra Yezîd’e biat etmeleri
hususunda görüşmeler yapmış, tartışmış ve onları cebrî bir surette Yezîd’e
biate zorlamıştır. Muâviye’nin beklediği karşılık açısından olumsuz geçen
süreçler, burada zikredemeyeceğimiz önemli ayrıntılarla doludur.[37] İbn Kuteybe’nin nakline göre
Muaviye, ileri gelen bir grup sahabeyi, Yezîd’e biat etmiş gibi göstermiş ve
böyle bir propaganda yapmıştır.[38] Fakat Hz. Hüseyin, Yezîd’e
biatı kabul etmemiştir.
Hz. Hüseyin, Muâviye’nin
Medîne’yi Yezîd’e bîat için ziyaret ettiği günlerde bu durumu hoş görmediğini
ve biat etmediğini hal ve lisân ile ortaya koymuştur. Muaviye, oğlu Yezîd için
halktan ve ashabın ileri gelenlerinden biat almak isteyince, onun hilâfetinin
ilk yıllarında çok ses çıkartacak bir muhalefet ile gündeme gelmeyen Hz.
Hüseyin[39] bu biata karşı çıkan ve
reddedenler arasında yerini almıştır.[40]
Bu nedenle Muaviye ile normal seyreden yol alan ilişkilerin seyri, Yezîd’e biat
meselesinin gündeme gelmesiyle kırılmaya uğramıştır.[41]
Muaviye Hicri 60 (680)[42] yılında vefat etmiş ve Yezîd,
hilâfeti babasından alınca halka kendisine biat edilmesi hususunda çağrı
yapmıştır. Muaviye, yukarıda da zikredildiği üzere sahabe olan ve insanlar
üzerinde ağırlıkları bulunan Hüseyin b. Ali, Abdullah b. Ömer (ö.73/692),
Abdurrahman b. Ebubekir (ö.53/673) ve Abdullah b. Zübeyr konusunda endişesini
oğlu Yezîd’e bildirmiş, onlara nasıl davranması gerektiği hususunda çeşitli
telkinlerde bulunmuştur. Hüseyin b. Ali’yi Iraklıların tahrik edeceğini ve
isyan için yola çıkaracağını, bu durumun karşılığında eğer onu eline geçirirse
bağışlamasını emretmiştir. Abdullah b. Ömer’in âbid bir yapısının olduğunu, bu
işlerde gözünün olmadığını, kendisi için bir tehdit teşkil etmeyeceğini,
Abdurrahman b. Ebubekir’in[43] hilâfet için bir düşüncesinin
olmadığını, insanların da onun için hilâfet taleplerinin bulunmadığını beyân
etmiştir. Bunlardan farklı olarak Abdullah b. Zübeyr’in bir tilki gibi plan
kurup kendisini pusuda beklediğini, hilâfeti ele geçirmek amacıyla herhangi bir
harekete girişirse af dilemediği müddetçe onu derhal öldürmesi gerektiğini,
barış dilerse kabul edebileceğini, kan akmaması için büyük çaba sarf etmesini
vasiyet olarak oğlu Yezîd’e bildirmiştir.[44]
Yezîd’in yaptığı çağrılar öncelikle Hüseyin b. Ali ve Abdullah b. Zübeyr’e
ulaştırılmıştır. Yezîd’in Hz. Hüseyin, Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Ömer ve
Abdurrahman b. Ebubekir’in kendisine biat edecekleri konusunda duyduğu ciddi
bir endişe vardır. Özellikle Hüseyin b. Ali ve Abdullah b. Zübeyr konusunda
Mervan kendisini uyarmıştır.[45]
Yezîd, Medine valisi olan
Velîd b. Utbe’ye (ö.64/684) yazdığı mektupta şunları deklare etmiştir:
“Mektubum sana ulaştığında Hüseyin b. Ali ve Abdullah b. Zübeyr’i hazır et,
ikisinden benim için biat al. Eğer bundan çekinirlerse, boyunlarını vur,
başlarını bana gönder. İnsanlardan biat al. Kim çekinirse, onlara Hüseyin b.
Ali ve Abdullah b. Zübeyr’deki (gerekli) hükmü uygula.”[46]
Yakubî ve İbn A’sem, rivayeti bu şekilde aktarsa da özellikle son kısımdaki
boyunlarının vurulması emrinin Yezid tarafından verilmiş olması, bizi önemli
bir noktaya götürmektedir. Taberî’nin fare kulağı kadar küçük bir kâğıda
yazıldığını söylediği[47] bu mektup, hem verilen emrin
gizliliğini hem de Yezîd’in bu işe verdiği önemi göstermektedir. Ayrıca bu
tavrın, Muaviye’nin yukarıdaki Yezîd’e yönelik tavsiyeleri ile tenakuz teşkil
ettiğinin de görülmesi gerekir. Yezîd’in, işleri siyâset yoluyla çözmek yerine
direkt ceza tatbikine gitmesi uygun bir siyâsî adım olmayacaktır. Bu nedenle
İbn Kuteybe’de ve diğer kaynaklarda karşımıza çıkan biat çağrısı çok daha makul
görünmektedir. O çağrıya göre Yezîd, öncelikle Hüseyin b. Ali, Abdullah b.
Ömer, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Cafer olmak üzere
Medine ehline bir biat çağrısı yapmış ve valisi Velîd b. Utbe’ye[48] bu mektubu
göndermiştir.[49]
Velîd b. Utbe’nin Yezîd’den
aldığı emir gereği Hüseyin b. Ali ve Abdullah b. Zübeyr, Velîd b. Utbe
tarafından biat için hükümet konağına çağrılmıştır. Onlar, halkın kararına göre
bir tavır takınacaklarını, sabahı beklediklerini beyan etmişler,[50] sabah olunca da Yezîd’e biat
etmemek için Mekke’ye doğru yola çıkmışlardır.[51]
Hz. Hüseyin, Mervan’dan sonra Medîne’ye vali olarak tayin edilen Velîd b. Utbe
ile Yezîd’e biat hususunda valinin çağırması nedeniyle görüşmek durumunda
kalmış, halk biat için toplandığında kendisini de çağırabileceklerini
söyleyerek evine gitmiş ve sabahında da Yezîd’e biat etmemek amacıyla otuz
kişiden oluşan[52] ev halkı ve akrabalarının
büyük bir kısmıyla Hicrî 28 Receb 60 (4 Mayıs 680)[53]
yılında birlikte Mekke’ye doğru yola çıkmıştır.[54]
Kerbelâ sürecinde Hz.
Hüseyin’e ilk uyarı, Mekke’ye giderken yolda karşılaştığı Abdullah b. Muti’
(Ö.74/693) tarafından yapılmıştır. Abdullah b. Muti’, ona nereye gittiğini
sormuş, Hz. Hüseyin öncelikli varış yerinin Mekke olduğunu beyân edince,
Mekke’den sonra Kûfe’ye geçmemesi yolunda kendisine ikazlarda bulunmuştur.
Kûfe’nin uğursuz bir şehir olduğunu, babasının orada öldürüldüğünü, kardeşi
Hasan’ın orada yardımsız bırakıldığını, eğer bir hareket başlatacaksa
taraftarlarını yanına çağırmasının daha muvafık bir hareket olduğunu beyan
etmiştir.[55] Bu ikazların ne derece önem
arz ettiği, ileriki süreçlerde daha vâzıh bir şekilde görülecektir. Hz. Hüseyin
Mekke’ye gidince babası Hz. Ali’nin bölgesine yerleşmiş ve bir müddet orada
kalmıştır.
Hz. Hüseyin’in Yezîd’e biat
etmemesinin nedenleri arasında hiç şüphesiz Yezîd’in karakteristik özellikleri
ve davranışları önemli bir rol oynamaktadır. Onun ifadesiyle Yezîd’in karakteri
şu şekildedir: “Yezîd, fâsık bir adamdır, fıskında lânetlenmiştir, içki
içer, köpeklerle oynar, Resulullah’ın geride kalan ailesine buğzeder.”[56]
Bu ibareleri ihtiyatla karşıladığımızı, Hz. Hüseyin’in kişiliğinin bir kimsenin
işlediği kötülüğü gözüyle görmediği müddetçe dile getirmeyeceğini düşündüğümüzü
belirtmekle birlikte; Hz. Hüseyin’in Yezid’i hilâfete ehil görmediği de açık
bir husustur. Biattan kaçınmasının temel nedeni budur. Biatı reddetmesinin
diğer nedenleri arasında zikredilen Hz. Peygamber ve babasının Yezîd’in dedesi
ve babasından üstün oldukları, dolayısıyla hilâfet hususunda kendisini ondan
üstün görmesi[57] ve Ümeyye oğulları ve Hâşim
oğulları arasındaki kabile rekabeti[58]
şeklindeki rivayetlerin doğru sebepler olmadığı kanaatindeyiz. Zira Hz.
Hüseyin; eğer öyle düşünseydi; Muaviye’ye biat etmezdi. Kanaatimizce yukarıda
da belirtildiği gibi Hz. Hüseyin’in Yezîd’e biatten kaçınmasındaki temel ve
yegane husus; hilâfetin verasete dönüştürülmesi ve Yezîd’in bu ağır göreve ehil
olmayışıdır.
Bunun yanında onun Medîne’den
Mekke’ye giderken müstakil bir isyân tertip edip başına geçmek ve siyâsî örgütlenmesini
orada kurmak şeklinde bir düşüncesinin olduğunu düşünmüyoruz. Gelişen
süreçlerin kendisini Kûfe’ye yürümeye zorladığını belirtmek durumundayız.
Medine’den Mekke’ye yol alışın temel hedefinin, Varol’un da aktardığı gibi biat
yönündeki cebrî tavırdan uzaklaşmak olduğu açıktır.[59]
Hz. Ali taraftarlarına
Muaviye’nin ölüm haberi ulaşınca Süleyman b. Surad (ö.65/685), Müseyyeb b.
Necbe, Rufaa b. Şeddad, Hubeyb b. Muhir (Mutahhir) ve Ehl-i Kûfe’den Hüseyin
taraftarları[60] bir mektup kaleme aldılar ve
Hz. Hüseyin’e gönderdiler. Süleyman b. Surad, Hüseyin’e mektup göndererek yola
çıkması yönünde teşvik etmiştir. Ehl-i Kûfe’nin Hüseyin’e mektubunun özeti ise
şudur: Acele et.[61] Bu meyânda mektupların adedi
oldukça artmış ve adeta zamanın geldiğini, artık durmaması ve hedefine
yönelmesi gerektiğini ifade etmişlerdir.[62]
Hz. Hüseyin Kûfe’den gelen
mektupların sıhhatini ve Kûfe halkının kendisine olan biatindeki kararlılığını
kontrol ettirmek ve biat almak amacıyla amca oğlu Müslim b. Akîl’i (Ö.60/680)
gizlice Kûfe’ye göndermiş,[63] ve Müslim’e şöyle demiştir: “Ey
amcamın oğlu! Kûfe’ye gitmeni ve halkın (orada) ne üzere birleştiğine bakmanı
uygun gördüm. Eğer (görüşleri) bana gelen mektuplarındaki gibiyse, sen de
hızlıca bana yaz ki ben de sana doğru yola çıkayım. Fakat durum başka türlü
ise, oradan çabucak ayrıl.”[64]
Hz. Hüseyin’in Kûfe ehline
gönderdiği cevabî mektupta şunları beyan ettiği kayıtlıdır:
”Bismillahirrahmanirrahim. Hüseyin b. Ali’den, Mü’minlerin ileri gelenlerine.
Selâm üzerinize olsun. Hani b. Hani ve Said b. Abdullah mektuplarınızla yanıma
geldiler. Bu bana son gelişleriydi. Yazdıklarınızı, zikrettiklerinizi anladım
ve isteğinizi uzatacak değilim. Size kardeşim, amcaoğlum, Ehl-i beytimden
güvendiğim Müslim b. Akîl b. Ebi Talib’i gönderdim. Ona, bana sizin durumunuzu,
görüşlerinizi, sahip olduğunuz fazilet ve kıymetleriniz hakkındaki görüşünü
yazmasını emrettim. O, size doğru gelmektedir. Vesselâm. Elçilerinize sunduğum
şey üzerine olursanız; Allah’tan başka kuvvet sahibi olmayacaktır.
Mektuplarınızı okudum; amca oğlumla birlikte olun, ona biat edin ve yardım
edin, onu asla yüz üstü bırakmayın! İmam kitapla ve adaletiyle âdil değildir.
Hidayet edemeyen ve hidayet edilmemiş bir hükümle, haktan gayrısıyla hükmeden
gibidir. Allah bizi ve sizi hidâyet üzere birleştirsin. Bize ve size takva
gerektir. O, dileyen için çok lâtiftir. Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi
üzerinize olsun.”[65]
Müslim Kûfe’ye gittiği sırada
Kûfe valisi zayıf bir karakteri olan[66]
Numan b. Beşir el- Ensarî (ö.64/684) idi. İşleri rahatça yoluna koyabildi,
18.000[67] insandan biat aldı[68] ve Hz. Hüseyin’e insanlardan
biat aldığını, acele edip Kûfe’ye gelmesi gerektiğini yazdı. Bu mektup Hz.
Hüseyin’e ulaşınca hazırlık sürecini hızlandırdı ve yola çıktı. Hz. Hüseyin
yolda olduğu için Kûfe’de olan gelişmelerden haber alamamış ve değişen siyâsî
atmosfere göre hareket edememişti. Hüseyin yoldayken Yezîd, Kûfe vilâyetini
Basra’ya bağladı ve Basra valisi olan Ubeydullah b. Ziyad’ı (ö.67/686) da
Hüseyin’in yola çıktığı konusunda uyardı. Baskıcı ve otoriter bir yapıya sahip
olan Ubeydullah, yaptığı gizli çalışmalarla Kûfe’de Müslim b. Akîl’i ve
etrafında Hüseyin’e biat edenleri bulmuş, Müslim’in etrafındaki biat edenler
kaçmış, Müslim çarpışmalardan sonra kaçtığı yerde yakalanarak Ubeydullah b.
Ziyâd’ın yanına getirilmiş ve öldürülmüştü.[69]
Müslim’in Kûfe’deki mücâdelesi, burada aktaramayacağımız uzun
ayrıntılarla doludur.
İpler Kûfe’de Ubeydullah b.
Ziyâd’ın eline geçmişti. Dolayısıyla Hz. Hüseyin siyasî ahvali çok hızlı
değişmiş olan bir Kûfe’ye doğru gidiyordu.[70]
Müslim, Ubeydullah’ın yanında öldürülecekken vasiyette bulunmak istemiş, orada
bulunan Ömer b. Sad’a borcunu ödemesi, cesedine eziyet edilmemesi ve en
önemlisi Hüseyin b. Ali’ye bir elçi göndererek Kûfe ehlinin hıyânetini ve geri
dönmesini bildirmesini istemiştir.[71]
Ubeydullah’ın Kûfe’ye vali
tayin edilmesi ile alâkalı bir ayrıntıya burada değinmenin yararlı olacağını
düşünmekteyiz. Buna göre Yezîd, Ubeydullah b. Ziyâd’ı sevmediği fakat Hz.
Hüseyin’in Kûfe’ye doğru yola çıktığı haberi Şam’da devlet ricâli arasında
yayıldığında kâtibi Sercûn b. Mansur’un, Ubeydullah b. Ziyâd’ı Numan b.
Beşîr’in yerine Kûfe’ye vali tâyin etmesi gerektiği tavsiyesini yapınca ona
uymuş ve artık sürecin ilerleyişi değişmiştir.[72]
Vali tayin etme meselesiyle merbut olarak Ubeydullah’a bir mektup gönderdiği,
ilgili mektupta “Ali neslinden kimseyi sağ bırakmaması”nı istediği de
kayıtlıdır.[73] Kılıç bu emrin, çoğunlukla Şii
kaynaklarda yer alması nedeniyle ihtiyâtla yaklaşılması gerektiğini
belirtmektedir. [74]
Kerbelâ
Vakası’na Doğru
Hz. Hüseyin, yola çıkmak üzere
fikrini çevresine izhâr edince birçok sahabe ve tabiin büyüğü tarafından
gitmemesi yönünde ikaz edilmiştir. Şu şekilde sıralayabiliriz: Abdullah b. Muti
el-Adevî Hz. Hüseyin’e: Uğursuz Kûfe halkına güvenme, onlar babana ihanet etti.[75] Velid b. Utbe, Hz. Hüseyin’i
yolda görmüş ve isyan konusunda uyarmıştır.[76]
Abdullah b. Abbas, Hz. Hüseyin’in yola çıkma haberini alınca sabretmeye
çalıştığını fakat bu mevzuda sabredemediğini, gitmemesi gerektiğini, Irak
ehlinin hainlikleriyle bilindiğini, gidecekse bile hanımlarını ve çocuklarını
yanında götürmemesini istediğini ifade etmiştir.[77]
Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye gitme isteğinden vaz geçirmek konusunda uzun uğraş veren
Abdullah b. Abbas, onunla tartışmış, tüm çabaları sonuç vermeyince de yanından
ayrılmıştır. Yolda oturur vaziyette gördüğü Abdullah b. Zübeyr’e -Hz. Hüseyin’i
isyânında destekliyor olması ve o gidince Mekke’de siyâsî liderin kendisi
olacağını düşünmesi nedeniyle- “Gözün aydın” demiş ve kendisine sitemini bildiren
bir beyit okumuştur.[78]Ayrıca hanımları hakkında İbn
Abbas’ın haklı çıktığını Hz. Hüseyin, Kerbelâ vakasının gününde ikrar
edecektir.
İbn A’sem’in kaydına göre Hz.
Hüseyin, yanında 82 kişi ile birlikte Salı günü Zilhicce ayının 8’inde yola
çıkmıştır.[79] İbn Abbas, Hz. Hüseyin’in yola
çıktığını öğrenince “Vah Hüseyin!”[80]
şeklinde seslenmiş ve üzüntüsünü dile getirmiştir. Yine İbn Ömer’in Hüseyin’e
nereye gitmek istediğini sorduğunu, o da niyetini belirtince oraya gitmemesi
gerektiğini sebebiyle açıkladığını ifade eder. Hüseyin ona biat mektuplarını
gösterir, o da ağlamış ve katledilmekten Allah’ın onu koruması yönünde dua
etmiştir.[81] Ferezdak (ö.114/732), yolda
Hüseyin ile karşılaşmış ve onu uyarmış, Kûfe halkının kendisini kandıracağını
belirtmiştir.[82] Onun Hz. Hüseyin’e “İnsanların
kalpleri seninle fakat; kılıçları Ümeyyeoğulları ile”[83]
diyerek durumu belîğ bir şekilde aktarması, Kûfe ehlinin vaziyetini anlamamıza
yardımcı olacaktır. Muhammed b. El-Hanefiyye (ö.81/700) de Hz. Hüseyin’e
gitmemesi ve isyâna bulaşmaması yolunda telkinlerde bulunmuş ve kendi
oğullarını onunla gitmekten men etmiştir.[84]
İbn Sa’d, Hüseyin’in Kerbelâ’ya gidişinde kendisini uyaran kişileri ve niçin
gitmemesini istediklerini uzunca aktarmaktadır.[85]
Hz. Hüseyin, genel olarak
söylenilenleri dinlemiş lâkin gitmekte ikna olduğu için yola çıkmıştır. Onun bu
kararlılığı, Kûfe ehline olan itimadının yanı sıra, atacak başka bir adımı
olmaması olarak da değerlendirilebilir. Gerçekten; Yezîd’e biat etmek istemeyen
Hz. Hüseyin’in bu kertede yapabileceği en mâkul tercih, desteklendiğini
düşündüğü bölgeye doğru yol almaktı. Şayet Medine’de kalmak
istese, belirli bir süre sonra biat etmesi hususunda baskı yapılacak; Mekke’de
kalmak istese veya Yemen’e gitse, hedeflerini coğrafyanın namüsait oluşu
itibariyle tahakkuk ettiremeyecektir. Onun yola çıkışını bu açıdan
değerlendirmekte yarar vardır. Diğer yandan; Müslim b. Akil’in öldürülme haberi
Hz. Hüseyin’e yolda ulaşınca oğlu Ali el-Ekber dönülmesi gerektiğini söylemiş
fakat Akîl’in oğulları dönmeyeceklerini beyan etmişlerdir. Hz. Hüseyin de
onları yarı yolda bırakmanın uygun olmadığını düşünerek dönmemek üzere karar
kılmıştır.[86]
Hz. Hüseyin Kûfe yakınlarına
gelince, karşısına Kûfe valisi Ubeydullah b. Ziyâd’ın Hurr b. Yezîd et-Temimî
(ö.61/680) komutasındaki bin kişilik süvari birliği çıktı.[87]
Komutan Hurr ve askerleri, Hz. Hüseyin’in arkasında ikindi namazını
kıldılar;[88] namaz bittiğinde Hz. Hüseyin
orduya hitâb ederek, kendisine Kûfe halkı tarafından biat mektupları
gönderildiğini, askerler olarak onların da kendisine biatı ile şehre
girebileceklerini, eğer Kûfe halkında biate dair bir durum yoksa geri
dönebileceğini ifade etmiş ve hatta gönderilen biat mektuplarını da askerlere
göstermiştir. Hurr b. Yezîd, mektuplardan haberinin olmadığını,[89] kendisini alıp Ubeydullah’a
götürmek için emir aldıklarını ifade etmiş; Hz. Hüseyin bunu reddederek[90] onlara biat mektuplarını
göstermiştir. Hurr b. Yezîd liderliğinde olan ordu ise, kendisini alarak
Ubeydullah’a götürmek için görevlendirildiğinde ısrar edince Hz. Hüseyin;
ölümün bundan daha güzel olduğunu ve teslim olmayacağını belirtmiştir.[91] Mes’ûdî’nin nakline göre Hurr
b. Yezîd Hz. Hüseyin’in dönmesine imkân tanımış, o da geri dönmeye niyetlenmiş
fakat öldürülen Müslim b. Akil’in kardeşleri dönmeyi reddedince o da kalmak
durumunda kalmıştır.[92]
Bu, iki grubun ilk
karşılaşmasıdır. Hurr, aldığı emre binaen Hz. Hüseyin’in yanından ayrılmıyor, o
nereye gidiyorsa askerleriyle yanında gidiyor ve Hicaz’a geri dönmesine de
engel oluyordu. Nihayet Gadiriye yakınlarında bulunan Kerbelâ mevkiine gelince
Hurr’a Ubeydullah’tan bir emirname gelmiş ve buna göre bulunduğu yerde Hz.
Hüseyin’i durmaya zorlaması istenmiştir. Hz. Hüseyin Kerbelâ’ya geldikten sonra
Ubeydullah, Hz. Hüseyin’in üzerine 4000 asker daha gönderdi. Ordunun komutası
Ömer b. Sad’ın elindeydi.[93]
İbn Sa’d’ ın aktardığı bir
rivayete göre Hz. Hüseyin ordu ile karşılaşınca kendilerini bırakıp geri
dönmelerine müsaade etmelerini istemiş; kabul etmemişlerdir. Deylemîler’e karşı
cihâd etmek üzere kendisini bırakmalarını istemiş; bunun da mümkün olmadığı
cevabını vermişlerdir. Öyleyse kendisini bırakıp Yezîd b. Muâviye’ye biat
etmesine izin vermelerini isteyince; biat edecekse İbn Ziyâd’a biat etmesine
izin verecekleri cevabını vermişlerdir. Hz. Hüseyin ise bunu asla yapmayacağını
ifade etmiştir.[94]
Belâzüri’nin kaydına göre ise
Hz. Hüseyin, ya Yezîd’e biat etmek üzere Mekke’ye dönüş yapabileceği ya da
kendisinin istediği Müslümanların yaşadığı bir yerde yaşayabileceği konusunda
muhayyer bırakıldı.[95] Hz. Hüseyin’in Medine’ye gitme
isteği üzerine durum mektupla Ubeydullah b. Ziyâd’a bildirilince de o, tek
yolun Yezîd’e biat etmek olduğunu ifade etmiş, Hz. Hüseyin biat etmezse de Ömer
b. Sad’ın onlarla savaşması gerektiğini emretmiştir.[96]
Dîneverî, Hz. Hüseyin’in geri
dönmek isteğini Ömer b. Sad aracılığıyla Ubeydullah’a bildirdiğini,
Ubeydullah’ın, Hz. Hüseyin’den Yezid’e biat etmesini istediğini, Hüseyin’in ise
ölümü bundan daha hoş gördüğü cevabını vererek biat etmekten sert bir şekilde
kaçındığını belirtir.[97]
İbn Kuteybe’nin naklinde Hz.
Hüseyin’in, Ömer b. Sad’a üç teklif yaptığından bahsedilir. Önce kendisine
geldiği gibi geri dönmesi hususunda izin verilmesi, Müslümanlarla savaşan
Türkler’e karşı şehit oluncaya kadar cihada gitmesine izin verilmesi veya
Yezîd’e gidip ondan kendisi hakkında vereceği hükmü beklemesi şeklinde teklif
sundu. Durum Ömer b. Sad aracılığıyla Ubeydullah b. Ziyâd’a bildirilince, o,
Hüseyin’in kendi hükmüne razı olmasını istediğini aktardı. Hz. Hüseyin de “zina
eden bir kadının oğlu”nun hükmüne rıza göstermeyeceğini, bunun ölümden daha
aşağı olduğunu belirterek bu kararı reddetmiştir.[98]
İbn A’sem de Hz. Hüseyin’in Ubeydullah’ın hükmüne razı olmadığını, bu nedenle
ona herhangi bir cevap vermediğini beyân eder.[99]
Taberî, Hz. Hüseyin’in geldiği
gibi gitmesine izin verilmesini, bu kabul edilmezse Yezîd’in yanına gidip
onunla görüşmeyi veya hudut boylarında cihada katılmayı teklif ettiğini,
Ubeydullah b. Ziyad’ın ise kendisine biat etmediği sürece bu teklifleri kabul
etmeyeceği cevabını verdiğini nakleder. Hz. Hüseyin ise bunun asla olmayacağını
ifade etmiştir.[100] Hz. Hüseyin’in Yezîd’e biat
etmeye yanaşmayacağını düşündüğümüz için Dineverî’nin nakline katıldığımızı
ifade etmek yerinde olacaktır.
Emevi ordusu, Hz. Hüseyin ve
ailesini yemek ve sudan men ederek yıldırma politikası izlemiştir.[101] Hüseyin bu durumdayken
Abdullah b. Hısn, suyun kendilerine gökyüzü kadar uzak olduğunu söyleyerek
hafife almak ve kararından vazgeçirmek istedi. Hz. Hüseyin orada onun ömrü
boyunca suya doymaması adına beddua etti. Belâzurî, bedduanın kabul olduğunu,
bu kişinin ömrü boyunca su içse de susuzluğunu yenemediğini, suya aç bir
şekilde öldüğünü ifade eder.[102]
Karşılıklı görüşmelerden
herhangi bir çözüm olmayacağını anlayan Hz. Hüseyin, savaş pozisyonuna geçiş
yapmış, kurduğu çadırları birleştirmiş, hendekler kazarak içerisine odunlar
doldurmuş ve ufak savunma çemberi kurmuştur.[103]
Ayrıca bir ateş yakmış ve sırtını ateşe vererek ordunun kendilerini arkadan
sarmasını engellemeye çalışmıştır. Bu sırada Ubeydullah b. Ziyad gönderdiği
mektupla Ömer b. Sad’a artık gerekeni yapması, ya Hüseyin’i biat ettirmesi ya
da Hüseyin’le savaşması yolunda tâlimat vermiştir.[104]
Emevî ordusunun kumandanı olan
Ömer b. Sa’d, sağındaki birliklerin başına Amr b. el- Haccâc ez-Zübeydî’yi,
soluna Şimr b. Zi’l-Cevşen ed-Dababî’yi, süvarilerin başına da Uzre b. Kays
el-Ahmasi’yi geçirmiş ve onlar da savaş pozisyonuna girmişlerdir.
Ordunun bayrağı Dürey isimli
bir kişiye verilmiştir.[105] Ömer b. Sa’d nida etmiş ve
çarpışma başlamıştır: “Düşmana saldırın!”[106]
Kısa ikili mübarezelerden
sonra Emevî ordusu; sadece 32 süvari, 40 piyade olan, Hz. Hüseyin ile birlikte
73 adamdan müteşekkil eli silah tutan erkekleri abluka altına almış ve çarpışma
başlamıştır.[107] Ya’kubi’ye göre Emevî
ordusunun kumandanı Ömer b. Sa’d’ın emrinde 4000 kişi vardır.[108] Bu ordunun yekûnu için
25000’e varan rakamlar ifade edilse de Hurr b. Yezîd’in emrinde olan 1000
kişilik grup da eklendiğinde Emevî ordusunun mecmuu 5000 kişi veya biraz
fazladır.[109]
Bu sırada Hurr b. Yezîd, Hz.
Hüseyin’in safına geçmiş, onunla beraber Emevî ordusuna karşı savaşmaya karar
vermiştir.[110] Ehl-i beytten ilk şehîd
edilen fert, Hz. Hüseyin’in oğlu Ali el-Ekber b. Hüseyin’dir.[111] Hz. Hüseyin ise en son şehîd
edilenlerdendir. Sinan b. Enes en-Nehaî[112],
bir çeşit okla Hz. Hüseyin’i öldürmüş; Havle b. Yezid el- Asbahî’ye, başını
almasını söylemiş, o bunu yapamayınca kendisi yapmıştır. Hz. Hüseyin’in cesur
savaştığı beyan edilmiştir.[113] Belâzürî, onun ve dava
arkadaşlarının ölümünde pay sahibi olan faillerin isimlerini vermektedir. Hz.
Hüseyin şehid olduğunda vücudunda 33 yara izi sayılmıştır.[114]
Üzerindeki tüm eşyalar, askerler tarafından talan edilmiştir. Hatta öldürülen
askerlerin ve esir olarak muamele gösterilen kadınların üzerlerindekiler de
yağmaya maruz kalmıştır.[115] O, 10 Muharrem 61 (10 Ekim 680)[116] yılında Cuma günü
şehîd edilmiştir.
Şehid olduğunda 56 veya 58
yaşında olduğu beyan edilmiştir.[117]
Taberî ve diğer kaynaklar; isimleriyle birlikte Ehl-i Beyt’ten kimlerin şehîd
olduğunu aktarır.[118] Hz. Hüseyin’in çocuklarından
hayatta kalan tek erkek evlâdının Ali b. Hüseyin (ö.94/712)
(Ali el-Asğar)
olduğu ifade edilse de Dineverî, Ali ile birlikte Ömer isminde 4 yaşında bir
kardeşinin daha Kerbelâ’dan sağ olarak kurtulduğunu beyan eder.[119] Diğer yandan İbn Hibban,
Kerbelâ’dan sonra hayatta kalan Ehl-i beytten başka erkek evlâtların da
olduğunu ekler. Amr b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib’in küçük olduğu için
öldürülmediğini, Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib’in çok ağır yaralı
olduğunu, öldü zannedildiğini fakat bu olaydan sonra yaşadığını aktarmaktadır.[120]
Hz. Hüseyin ile birlikte olan 72 kişi şehîd edilmiştir.[121] Ömer b. Sa’d’ın ordusundan da
toplamda 88 kişi ölmüştür.[122] Hz.
Hüseyin’in naaşı Gadiriye mahalline defnedilmiştir. Başı ise Ubeydullah b.
Ziyâd’a gönderilmiştir.[123]
Kerbelâ’nın sorumluları üzerine bir fikir yürütmek icâp ederse,
öncelikle Hz. Hüseyin’e mektuplar aracılığı ile bîat etmiş olmalarına rağmen
onun yanında durmayıp Emevîler tarafına katılan Kûfeliler, hiç şüphesiz en
büyük sorumluluk sahibidirler. Diğer yandan vali Ubeydullah b. Ziyâd’dan[124] Şimr b. Zi’l-Cevşen ve Ömer b. Sa’d’a kadar olan
komutanların ve yönetimi elinde bulunduran Yezîd’in gerekli önlemleri almamakla
birlikte onun katlini destekleyecek faaliyetlere girişmesi ve vali ve
komutanlara yetki genişliği vermesi sebebiyle sorumlular arasında yer aldığını
beyân edebiliriz. Hiç şüphesiz Yezîd’in siyâsî erk olarak sorumluluğu çok
büyüktür. Hz. Hüseyin’in katlini önleyebilecek bir konumdayken bunu tercih
etmemiş; aksine siyâsî hareket etömiştir.
Hz.
Hüseyin’in Saf Dışı Bırakılmasıyla Oluşan Kerbelâ Vakası Sonrası Vaziyet
Ehl-i
Beyt’in Yezîd’in Yanına Gönderilmesi
Hz. Hüseyin’in ve
şehîd olan Ehl-i beyt’in başları önce Ubeydullah b. Ziyâd’a, sonrasında Şam’a,
Yezîd’e gönderilmiştir. Ubeydullah, Hz. Hüseyin ve şehidlerin başını teşhir
etmiş, bununla Kûfe halkının görmesini temenni etmiş, sonrasında Yezîd’e
göndermiştir. Ubeydullah bir ara elindeki bir odun parçası ile Hz. Hüseyin’in
başı ile oynarken Zeyd b. Erkam (ö.68/688) da kendisine bunu bırakmasını, Hz.
Peygamberin o dudakları öptüğünü gördüğünü ifade etmiştir.[125]
Benzer bir rivayet Yezîd hakkında da aktarılmıştır.[126]
Ubeydullah ile
Zeyneb bt. Ali[127] (ö.62/682) arasında şöyle bir
diyalog geçtiği rivayet edilir: O, yanına getirilen Ehl-i beyt hanımlarından
birinin yerde oturduğunu gördüğünde: “Bu oturan kim?” diye sormuş, oradan biri
onun Zeyneb bt. Ali olduğu cevabını verince: “Sizi rezil eden, öldüren ve
konuştuklarınızı yalanlayan Allah’a hamd olsun” demiş, bunun mukabilinde Zeyneb
bt. Ali’nin cevabı şöyle olmuştur: “Bize Muhammed Aleyhisselam ile lütufta
bulunan ve bizi temiz kılana hamd olsun. O senin dediğin gibi değil, o
fasıkları rezil, fâcir kimseleri yalancı çıkarır.” Buna karşılık Ubeydullah
şöyle demiştir: “Allah’ın ehl-i beytine yaptığını nasıl buldun?” Zeynep’in
cevabı şu olmuştur: “Üzerlerine öldürülmek yazılmış ve yatacakları yere
gittiler. Allah seni ve onları, onunla mücadele eden ve ona düşmanlık yapanları
bir araya getirecek.” Ubeydullah bu cevap üzerine küplere binmiş[128] ve şöyle demiştir: “Allah
senin ve ehl-i beytinin muannid asîlerinin azgınlığından nefsime şifa versin.”
Zeynep karşılık vermiştir: “Sen benim erimi öldürdün ve ehlimi bıraktın.
Kollarımı kestin, köklerimi yok ettin. Şayet bu sana şifa verecekse şifanı
buldun!”[129] demiş fakat Ubeydullah
görüşünden vazgeçmemiştir. Bu tartışma; Ehl-i beyt’in ve Emevî idaresinin olaya
bakışında bizler için önemli ip uçları sunmaktadır.
Yezîd’e vakanın
haberi ulaştığında Ubeydullah’a kızdığı, lanet ettiği, böyle bir şeyi
emretmediği halde bunu yapmasının yanlış olduğunu ifade ettiği, Hz. Hüseyin’e
de rahmet okuduğu aktarılır.[130] Hz. Hüseyin’in başı Yezîd’e
gittiğinde Yezîd’in müteessir olduğu belirtilir. Yezîd, Hz. Hüseyin’in başını
hanımların bulunduğu bölüme göndermiş, başı Ümmü Yezîd b. Abdülmelik almış,
yıkayıp güzel kokular sürmüştür.[131]
Ardından sarayın avlusuna gömüldüğü beyan edilmektedir. Esasen Yezîd’in
hadiseyle ilgili aldığı tavır muğlak bir görünüm arz etmektedir. Ubeydullah’a
kızmış ve lânet okumuş olmasına rağmen ona herhangi bir yaptırım uygulamamış
veya onu görevinden azletmemiştir. Bu durum bize, onun Hz. Hüseyin’in katlini
kınadığı lâkin hilâfetin ve mülkün meşru sahibinin de kendisi ve ailesi olduğu
görüşünü daima muhafaza etmesi nedeniyle, mezkûr hâdiseden zımnen memnuniyet
duyduğu izlenimini vermektedir. Buna ek olarak Ubeydullah b. Ziyâd’ın Kerbelâ
vakasından sonra Basra’dan Şam’a kaçarken kılavuzuna Hz. Hüseyin’i öldürme
emrini Yezid’in verdiğini söylemesi, ilgili hâdisenin faili ile ilgili önemli
bir şüphe içermektedir.[132] Ayrıca Hz. Hüseyin’in başı
kendisine getirildiğinde şu beyti söylemiştir:
“Bizlere karşı pek
asi ve zalim oldukları halde
Bizim için
kıymetli olan adamların kafalarını koparıyorlar”[133]
Muhammed b.
Hüseyin b. Ali’nin aktardığına göre elleri bağlı bir şekilde Ehl-i beyt’ten on
iki kişi, Yezid’in sarayına girdiğinde Yezîd, Şam ehline bu kişiler hakkında ne
yapması gerektiğini sormuş, onlardan bir adam şöyle cevap vermiştir: “Kötü köpekten yavru edinme sakın!”[134] Fakat orada bulunan Numan b.
Beşir, Yezid’e Resulullah’ın bu kişiler hakkında ne yapacağını düşünüyorsa,
kendisinin de onu yapması gerektiğini ifade etti. Bu sırada Fatıma bt. Hüseyin
Yezid’e hitaben şöyle dedi: Ey Yezid! Biz, Resulullah’ın (salla'llâhü aleyhi ve
sellem) kızlarıyız! Bu söz üzerine Yezid ve Ehl-i Şam ağlamış ve onları serbest
bırakıp tüm ihtiyaçlarının karşılanması hususunda emir vermiştir.[135]
Hz. Hüseyin’in
başı saraya getirildiğinde saraydaki Beni Ümeyye’nin kadınları, ağlamaya ve
yüksek sesle bağırmaya başlamışlar, bu sesleri duyan Yezid bir beyit okumuş ve
Hüseyin’in itaat etmiş olsaydı durumun bundan daha iyi olacağını belirtmiştir.[136] Ayrıca Müslim b. Akîl’in Kûfe
ehlinin hıyanet ettiğini ikrar etmesi, Zeyneb bt. Ali’nin Kûfe ehline yönelik
seslenişi ve onları tüm olanlardan sorumlu tutuşu, Ehl-i beytin kimi suçlu
gördüğü konusunda durumu anlamamıza yardımcı olacak bir ayrıntıdır.[137]
Ehl-i Beyt Hanımları ile Yezîd’in Birbirlerine
Yaklaşımı
Yezîd’in huzurunda
bulunan Şam halkından bir adam, Ehl-i beyt hanımlarından Fâtıma bt. Ali’yi
kastederek: “Ey Mü’minlerin emiri! Şu cariyeyi bana bağışla” demiş, bunun
üzerine Yezîd o adama: “Sus!
Yazıklar olsun sana! Böyle bir şey deme. O, Ali ve Fâtıma’nın kızıdır. Onlar
Ehl-i beytten’dir ve bu olay olduğundan beri bize öfkeliler.” diyerek adamı
susturmuştur.[138] Rivayetin farklı bir
varyantında adamın bu isteğine Zeynep bt. Ali karşı çıkmış ve böyle bir şeyin
mümkün olmayacağını belirtince Yezîd öfkelenmiş ve: “Yalan söyledin. Vallahi bu
iş bana aittir. Eğer onu yapmayı dilersem yaparım.” Zeyneb bt. Ali Yezîd’in bu
sözüne karşı: “Asla!
Vallahi sen dinimizden çıkmadıkça, başka bir dine girmedikçe Allah bunu sana
(câiz) kılmaz.”[139]
Yezîd, Zeyneb bt.
Ali’den bu cevabı alınca konuyu değiştirerek karşı saldırıya geçmiş, asıl
dinden çıkanların Hz. Hüseyin ve babası Hz. Ali olduğunu iddia ederek farklı
bir tartışma başlatmıştır. Bunun üzerine Zeyneb bt. Ali şu cevabı vermiştir:
“Allah’ın, babamın, kardeşimin ve dedemin diniyle sen, baban ve deden hidayet
buldunuz.” Yezîd, hitabını sertleştirmiş ve devam etmiştir: “Yalan söyledin Ey
Allah’ın düşmanı!” Buna mukabil Zeyneb: “Sen (insanlara) musallat olmuş bir
emirsin. Zalim gibi kokuyor (insanlara zulmeden fiiller işliyor) ve
saltanatınla boyun eğdiriyorsun.”[140]
Kayaklarda Fâtıma
bt. Hüseyin (ö.110/728) ile Yezîd arasında da bir diyaloğun geçtiği nakledilir.
Fâtıma, Kerbelâ vakasında askerlerin kadınların tüm ziynetlerini almış
olmalarından ötürü Yezid’e seslenerek: “Resulullah’ın kızları esir mi Ey
Yezîd?!”[141] demiş ve sitemini
bildirmiştir. Yezîd buna: “Ey kardeşimin kızı. Ben de bunu hoş görmedim”
şeklinde cevap verince Fatıma: “Vallahi bize bir küpenin halkasını bile
bırakmadılar” demiştir. Yezîd, onlara “Yeğenim! Senden alınandan daha büyüğü,
size gelecek değildir” şeklinde cevap vermiştir.[142]
Sükeyne bt. Hüseyin’in (ö.117/735) Yezîd için “Vallahi Yezîd b. Muaviye’den
daha hayırlı kâfir bir adam görmedim” dediği nakledilmiştir.[143] Bu tartışmadan sonra Yezîd,
Numan b. Beşir’e emir vererek Ehl-i beyt hanımlarını ve Ali b. Hüseyin’i tüm
ihtiyaçlarını sağlayarak Medine’ye göndermiştir.
KERBELÂ SONRASI
HZ. ALİ EVLÂDINDAN İLERİ GELENLERİN EMEVÎ HALİFELERİYLE
İLİŞKİLERİ
Zeynelâbidin Ali b. Hüseyin ve Emevî
Halifeleriyle Gelişen Yeni İlişkiler
İbn Sa’d ismini
Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebî Tâlib olarak nakletmektedir.[144]
Annesinin ismi Selâme olarak rivayet olunmakla birlikte, babası Hz. Hüseyin’dir.[145] İbn İnebe, annesinin ismini
Şahzenan, Şehrbanu bt. Kisra Yezdücerd b. Şehriyâr olarak kaydetmektedir. İbn
Tıktaka da aynı ismi vurgulamaktadır.[146]
Annesinin ismi üzerine pek çok rivayet olduğunu anlaşılmaktadır. Şehriyâr,[147] Hirar[148],
Sülâfe[149] Ğazale[150]
şeklindeki isimleri bunlara eklemek mümkündür. Soyunun anne tarafından
son[151] Sasani kisrası
III. Yezdücerd’e dayandığı yönünde güçlü sayılabilecek iddialar mevcuttur. Bu
iddialara göre Zeynelâbidîn Ali b. Hüseyin, anne tarafından Fars asıllıdır.[152] Fars asıllı olduğu hususu bir
Şii iddiası olarak değerlenedirilebilir.[153]
Nitekim Mohammad Ali Amir Moezzi, bu iddianın ilk olarak Hicri üçüncü
asırda dile getirildiğini kaydetmekte ve annesi ile alâkalı süreci tafsilâtlı
bir şekilde ele almaktadır.[154] Annesinin ismi hususunda çok
farklı rivâyetlerin bulunması; onun Kadisiye harbinin akabinde esir düştükten
sonra isminin değiştirilmiş olabileceği nedeniyle olmalıdır.[155] Nitekim Ya’kubi’nin nakli de
Hz. Hüseyin’in onun ismini değiştirdiği şeklindedir.[156]
Hz. Hüseyin’in soyu, Ali el-Asğar olarak da bilinen Zeynelâbidin Ali b.
Hüseyin’den devam etmiştir.[157] İsim benzerliği dolayısıyla
onunla
karıştırılan
kardeşi Ali el-Ekber b. Hüseyin[158] ise Kerbelâ günü şehit
olmuştur.[159] Zeynelâbidîn,
Hicri 33 (Milâdî 653-654)[160] veya 38’de (Milâdî 658-659)[161] doğmuş; Velîd b.
Abdülmelik’in (ö. 96/715) hilâfet yıllarında,[162]
Hicri 92 (710-711),[163] 94 (712- 713),[164] veya 95 (713-714)[165] senesinde 58 yaşında iken
vefat etmiş,[166] Baki’
mezarlığına
defnedilmiştir.[167] Kanaatimizce vefat yılı Hicri
94 (Milâdî 712)’tür. İleride de belirtileceği üzere onun fakihler senesinde
vefat ettiği kesindir. Bu senenin de Hicri 94’e tekabül ettiği bilindiği için
vefat tarihi netleşmektedir. İmamî Şia’sının dördüncü imamı olarak kabul
edilmektedir.[168] Seccâd[169]
ve Zeynelabidîn,[170] en çok bilinen lakaplarından
olup, birçok lakabı vardır.[171] Zeynelâbidîn lâkabı,
bilinirliği açısından isminin önüne geçmiştir. Ebu Muhammed,[172] Ebu’l-Hasan,[173] Ebu’l-Hüseyin ve Ebu Abdullah[174] şeklinde künye aldığı rivayet
olunmaktadır. En büyük oğlu Muhammed el- Bâkır olması nedeniyle künyesinin Ebu
Muhammed olduğu kanaatindeyiz.
Ümeyye Oğulları Hakkındaki Kanaati
Zeynelâbidîn’in
Emevîlerle ilişkilerine temas etmeden evvel şu rivayeti aktarmak, onun Emevîler
hakkındaki zihin dünyasını anlamamıza yardımcı olacaktır: Ebu Ca’fer Muhammed
b. Ali’den rivayet edildiğine göre Zeynelâbidîn Emevîler için şöyle demiştir: “Şüphesiz ki biz herhangi bir takiyye
olmaksızın onların arkasında namaz kılarız, babamın da onların arkasında
takiyye olmadan namaz kıldığına dair şahitlik ederim.”[175] Bu rivayet bize, onun ve oğlunun
en azından aşırılıklardan uzak bir anlayış çerçevesinde bir ilişki
geliştirdiğini anlatmakta yeterlidir. Diğer yandan Zeynelâbidîn, oğlu Muhammed
el-Bâkır (ö.114/733(?)) ve torunu Cafer Sâdık (ö.148/765), siyâsî bir hareket
üstlenmemiş, katı ve sert anlayıştan kaçınarak aktif siyâsetten uzak durmuşlar;
bunun bir sonucu olarak da Emevî yönetimiyle iyi geçinmişlerdir.[176] Bu yöneliş bir yönüyle;
Kerbelâ acısının bir sonucu olduğu gibi, diğer yönüyle Zeynelâbidîn’in kişiliği
ile alâka arz eden bir durumdur. Bu bilgilere ek olarak Ahmed el-Kâtib,
Zeynelâbidîn’in o günkü taraftarlarına hâkim güce boyun eğmeyi açık bir şekilde
emrettiğini, bunun yanında yönetime başkaldıranları da Emevîlerden kendilerine
doğru gelen zulmün sorumluları olarak gördüğünü Şeyh Saduk’tan nakletmektedir.[177]
Zeynelâbidîn;
Kerbelâ günü hasta olduğu için babasının yanında savaşa katılamamıştır.
Belâzürî, Kerbelâ vakasından sonra Hz. Hüseyin’in maiyetinden erkeklerden
hayatta kalan tek kişinin, hasta olduğu için savaşamayan Ali Zeynelâbidîn
olduğunu[178]nakletse de; dönemi inceleyen
diğer kaynaklar, onunla birlikte hayatta kalanların olduğunu aktarmaktadırlar.[179] Buna ek olarak Şii tarihçi
İbn Şehrâşûb (ö.588/1192), Zeynelâbidîn’in Kerbelâ günündeki hastalığı ile
ilgili önemli bir içerik paylaşmaktadır. Rivayete göre Zeynelâbidîn’in o gün
giydiği zırhında bulunan keskin bir parçayı çıkartmaya çalışınca elini
kesmiştir. Bunun sonucunda kesilen eli onda ciddi bir rahatsızlık husûle
getirmiş ve savaşa katılamamıştır.[180]
Ahmed b. Hanbel’den aktarılarak sunulan bu rivayet, Zeynelâbidîn etrafındaki
Şii paradigmayı anlamada bize destek olacak niteliktedir.
İbn Şehrâşûb’un
-kuvvetle muhtemel- mezhebî kaygılarla aktarmayı ihmal etmediği bu rivayet bize
Zeynelâbidîn’in Kerbelâ günü babasının yanında savaşa girmek üzere hazırlığını
yapıp diğer kardeşleri ve akrabaları gibi savaş pozisyonuna geçiş yapacakken
rahatsızlanıp yatağa düştüğü izlenimini vermektedir. Her ne kadar o gün
savaşmıyor oluşuna bahane teşkil edebilecek bir rivayet gibi görünse de; bu
rivayeti olaya bir mantık örgüsü katıyor olması nedeniyle kabul ettiğimizi
ifade etmeliyiz.
Emevî ordusunun
ileri gelenleri, Kerbelâ vakası esnasında hasta olan ve bu sebeple savaşamayan,[181] yatar vaziyette bulunan
Zeynelâbidîn’in yanına gitmişler; ordu komutanlarından Şimr b. Zi’l-Cevşen,
Zeynelâbidîn’e işaret ederek “Bunu öldürmüyor muyuz?” demiştir. Rivayeti
aktaran Humeyd b. Müslim, Şimr b. Zi’l-Cevşen’e “Çocukları mı öldüreceğiz? O
daha bir sabi!”[182] şeklinde karşılık verir.[183] Zeynelâbidîn Ali b. Hüseyin,
Kerbelâ günü İbn Sa’d, Zübeyrî, İbn Asâkir, İbn Tıktaka ve Zehebî gibi
müelliflerin ekseriyetine göre 23 yaşında kabul edilmektedir.[184] İbn A’sem ise 7[185] yaşında olduğunu
aktarmaktadır.[186] Kanaatimizce o, Kerbelâ vakasında
23 veya 28 yaşında, çocukluk çağını aşmış bir yetişkindir. Doğum tarihleri esas
alındığında bu rakamlar ortaya çıkmaktadır. Hasta ve yatağında uyur bir
vaziyetteyken Şimr b. Zi’l- Cevşen onun öldürülmesini talep etmiş fakat yanında
bulunanlar karşı çıkmıştır. Ömer b. Sa’d nihâî kararı vererek kadın ve
çocuklara[187] ilişilmemesini emretmiştir.[188]
Zeynelâbidîn’in
Kerbelâ günü çocuk yaşta olmadığını destekleyen başka rivayetler de
bulunmaktadır. Müellifler; Zeynelâbidîn’in Kerbelâ vakasındaki durumunu onun ağzından
nakletmektedirler. O, Kerbelâ günü hasta ve yatar bir vaziyetteyken kendisine
bir adamın baktığını ve Emevî ordusundan kendisini gizlediğini beyan eder.
Başından geçenleri şu şekilde aktarır: Bir adam beni onlardan gizledi, beni
kucakladı ve bir yere götürdü, yanıma her girip çıktığında ağlıyordu, ben de
şöyle diyordum: Birinin yanında hayır olacaksa, o kişi budur. İbn Ziyâd’ın
münâdîleri bağırıyordu: “Ali b. Hüseyin’i kim bulursa getirsin! Ona 300 dirhem
vereceğiz!” Yanıma geldi, ağlıyordu, ellerimi boynuma bağlıyor ve şöyle
diyordu: “Korkuyorum!” Beni bağlı bir şekilde onların yanına çıkardı ve onlara
verdi, 300 dirhemi aldı, ben de bakıyordum. İbn Ziyâd’ın yanına getirildim.
Dedi: İsmin ne? Dedim: Ali b. Hüseyin. Dedi: Allah Ali’yi öldürmedi mi? Dedim:
Benim bir kardeşim vardı, ona Ali el -Ekber denirdi. İnsanlar onu öldürdü.
Dedi: Aksine, onu
Allah öldürdü. Dedim: “Allah, ölüm vakitleri geldiğinde insanları vefat
ettirir, ölmeyenleri de uykularında.”[189]
İbn Ziyâd konuşmanın devamında kendisini öldürmek istemiş fakat Zeyneb bt.
Ali’nin “Bu kadar kanımız sana yeter!” diyerek çıkışması üzerine bu isteğinden
vazgeçmek zorunda kalmıştır.[190] Hâdiseleri aktarıldığı gibi
ayrıntılı bir şekilde hatırlayabilen ve İbn Ziyâd’a âyet ile cevap verebilecek
birikimi elde etmiş birisinin Kerbelâ günü çocuk yaşta olduğunu kabul etmek
mümkün görünmemektedir.
Kerbelâ vakasından
sonra Kûfe’ye, Ubeydullah’ın makamına getirilenler arasında Hz. Hüseyin’in
hanımları, kardeşleri ve kadınlardan müteşekkil maiyetiyle birlikte hasta olan
Zeynelâbidîn de bulunmaktadır.[191] Zeynelâbidîn ve Ehl-i beyt
hanımları, sonra Şam’a Yezid’in sarayına gönderilmişlerdir. Zeynelâbidîn,
Ubeydullah b. Ziyâd’ın yanına getirildiğinde yukarıda belirtildiği gibi
Ubeydullah önce onu öldürmek istemiş, Zeynelâbidîn’in: “Şayet senin ve bu
kadınların arasında herhangi bir yakınlık varsa onları bir adamla (Yezîd’e)
gönder”[192] demesi üzerine Ubeydullah,
onu öldürmekten vazgeçmiş ve Ehl-i beytin hanımlarıyla beraber onu da Yezîd’e
göndermiştir.[193]
Kerbelâ Sonrası Yezîd b. Muaviye İle
İlişkileri
Muhammed
b. Hüseyin b. Ali’nin aktardığına göre elleri bağlı bir şekilde Ehl-i beytten
on iki kişi, Yezîd’in sarayına girdiğinde Yezîd’le Ali b. Hüseyin arasında bir
atışmanın olduğunu görmekteyiz. Yezîd: “Ebu
Abdullah’ın[194] isyâna kalkıştığını ve öldürüldüğünü
bilmiyordum” demiş, bunun üzerine Zeynelâbidîn şu âyetle karşılık vermiştir:
“Yeryüzünde vâki olan veya başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki; biz onu
yaratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır.
Bu, kaybettiğinize üzülmemeniz ve size verilen şeylerde şımarmamanız içindir.
Allah kendini beğenip böbürleneni sevmez.”[195]
Yezîd, duyduğu şeylere sinirlenmiş, sakalını karıştırmaya başlamış,[196] sonrasında “Başınıza gelen
her musibet, ellerinizle yapıp ettikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber)
Allah, birçoğunu affeder”[197] âyetiyle cevap vermiştir.[198] Ayrıca Yezîd, huzurunda
bulunan Şamlılar’ı bu duyduklarını nakletmemeleri konusunda uyarmıştır.[199] Onun Şamlılar’ı bu hususta
uyarması; bir suçluluk psikolojisi içerisinde bulunduğunu göstermektedir. Hz.
Hüseyin evlâdından geriye kalan birkaç fertten biri olan Zeynelâbidîn’e karşı
Yezîd, yumuşak bir tavır takınmış; eğer kendileri ile kalmak isterse
kalabileceğini belirtmiş; o ise Medine’ye gitmeyi tercih etmiştir.[200]
İbn A’sem’in
rivayetine göre[201] Zeynelâbidîn ve Yezîd
arasındaki diyalog şu şekilde cereyan etmiştir: Yezîd, sarayına getirilen
Zeynelâbidîn’e bakınca “Sen kimsin Ey genç?” demiş, o da: “Ben; Ali b. Hüseyin”
diyerek mukabelede bulunmuştur. Yezîd konuşmayı devam ettirmiş ve haklılığını
kabul ettirmek istemiştir: “Ey Ali! Baban Hüseyin, akrabalık bağımızı kesti,
hakkımı bilmedi; benimle saltanatım üzerine mücadeleye girdi ve Allah ona
gördüğün şeyi yaptı.” Zeynelâbidîn, onun bu sözlerine karşılık: “Yeryüzünde
vâki olan veya başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki; biz onu yaratmadan önce
bir kitapta yazılmış olmasın.”[202] Yezîd bu cevap üzerine
yanında bulunan oğlu Hâlid’de (ö.85/704(?)) Zeynelâbidîn’e cevap vermesini
istemiş, Hâlid ne cevap vereceğini bilememiş; bunun üzerine Yezîd şöyle cevap
vermiştir: “Başınıza gelen her musibet, ellerinizle yapıp ettikleriniz
yüzündendir. (Bununla beraber) Allah, birçoğunu affeder.”[203]
İbn A’sem,
Zeynelâbidîn ve Yezîd arasındaki tartışmaları uzunca aktarmaya devam eder:
Zeynelâbidîn, Yezid’in yanına yaklaşmış ve şu şiirle bir karşılık vermiştir:
“Siz bizi hor
görürken size kıymet vereceğimizi,
Biz sizden ezâyı
def ederken sizin bize eziyet vereceğinizi,
Sakın ummayınız;
Allah biliyor ki
sizi sevmiyoruz,
Bizi sevmemeniz
(sebebiyle) de sizi kınamıyoruz.”[204]
Yezîd’in bu beyte
karşılığı ise şöyle olmuştur: “Doğru söyledin Ey genç. Fakat baban ve deden
emir (halife) olmak istediler. Onları zelil eden ve kanlarını akıtan Allah’a
hamd olsun.” Zeynelâbidîn bu sözlere mukabil babası ve dedesinin Bedir ve Uhud
günlerinde Hz. Peygamberin emrinde, İslâm sancağı altında bulunduklarını fakat
onun (Yezîd’in) babası ve dedelerinin ise kâfirlerin sancağı altında olduğunu
belirterek ağır bir cevap vermiş ve sonra da şu şiiri söylemiştir:
“Nebî size:
“Siz son ümmetken
akrabalarıma, aileme ne yaptınız?
İçlerinde esirler
ve kanları dökülenler var,
Nasihat ettiğim
için karşılığım bu olmamalıydı;
Beni akrabalarım
içerisinde kötü bir şekilde temsil etmemeliydiniz.” deyince ne diyeceksiniz?!”[205]
Zeynelâbidîn devam
eder: “Sana yazıklar
olsun Ey Yezîd! Sen ki babam, Ehl-i beytim, kardeşim, dayılarım ve amcalarım
konusunda ne yaptığını ve ne suç işlediğini bir bilsen, dağlara kaçar ve
külleri sererdin! Ve sen, yazık ki Fâtıma ve Ali oğlu Hüseyin’in başının Medîne
kapısında asılı olmasını emrettin! O ise size Resulullah’ın emanetiydi. Yarın
insanların toplanacağı, içinde şüphe olmayan gün için (kendi adına) zilleti ve
nedâmeti müjdele![206] Kerbelâ’nın şokunu hala üzerinde
taşıyan Ali b. Hüseyin’in Yezîd’e karşı ağır ithamlar ve hakaretler ihtiva eden
cümleler kurmuş olması, sürecin kendisinde bıraktığı tesirin bir neticesi
olarak değerlendirilmelidir. Mutedil bir yapıda bulunması; onun bu sözleri
söylemesine engel teşkil etmemektedir.
Yezîd’in bir
Yahudi hahamla görüştüğü ve Yahudi hahamın Kerbelâ hadisesi hakkında
fikirlerini aldığı, hahamın bu durumu oldukça kötü bir fiil olduğunu beyan
ederek Peygamberlerinin torunlarını nasıl öldürdüklerini şaşkınlıkla sorduğu da
aktarılan diğer rivayetler arasında yerini almaktadır.[207]
Tüm bu rivayetlere
ek olarak birinci bölümde zikredilen Zeyneb bt. Ali (ö.62/682(?)) ve Yezîd
arasındaki tartışma; Zübeyrî’ye göre Zeynelâbidîn ile Şam halkından bir adam
arasında olmuş; Şamlı: “Onların kadınları bize helaldir” demiş; Zeynelâbidîn
adama İslâm dininden çıkmadıkça böyle bir şeyi yapamayacağı cevabını vermiştir.
Bunun akabinde Yezîd, isterse kendilerini Şam’da misafir edebileceğini veya
Medîne’ye gönderebileceğini belirtmiş; Zeynelâbidîn ise Medine’ye gitmek
istediğini ifade etmiştir.[208]
Şam Hutbesi ve Oluşturduğu Etki
İbn A’sem’deki bir
rivayete göre Zeynelâbidîn; Şam’daki günlerinde propaganda mahiyeti taşıyan bir
hutbe vermiştir. Rivayetin muhteviyatına göre Yezîd, Hz. Hüseyin’in
katledildiğini bildirmek gayesiyle bir hatip çağırtmış ve ona, olanları halka
bildirmesi konusunda emir vermiştir. Hatip minbere çıkmış, Muaviye ve Yezîd’i
ifrata kaçacak derecede övmüş, Hz. Ali ve Hüseyin hakkında ise tenkitlerini
dile getirerek konuşmayı sürdürmüştür. Hatibi dinleyen Zeynelâbidîn: “Sana
yazıklar olsun Ey hatip! Kulların rızasını, Allah’ın hoşnutsuzluğu karşılığında
satın aldın. Ateşte oturacağın yere bak!” diyerek onun söylediklerine
katılmadığını ifade etmiş ve Yezîd’e dönerek: “Ey Yezîd! Bana içinde Allah’ın
ve buradakilerin rızasının, sevabın olduğu bir konuşma yapmak için şu minbere
çıkmama izin verir misin?” Yezîd bunu önce reddetmiş fakat insanlar onu
dinlemek istediğini ifade edince: “O minbere çıkınca beni ve Âl-i Süfyan’ı
rezil etmeden inmez” demiş, buna rağmen yoğun ısrarlara mukavemet edemediği
için Zeynelâbidîn minbere çıkmış, halka hitap etmiştir. Hutbeye başlayınca
cemaat içinde duygusal bir hava oluşmuş, hararetli bir şekilde ağlamaya
başlamışlardır. Zeynelâbidîn şunları söylemiştir:
“Ey insanlar! Beni
bilen bilir. Bilmeyene de hâlim ve nesebim bildirilmiştir. Ey insanlar! Ben
Mekke, Zemzem ve Safa’nın çocuğuyum! Ben Hac, Tavaf, Sa’y ve Telbiye’den
hayırlı olanın oğluyum. Ben Burak’ın[209]
taşıdığı hayırlının[210] oğluyum.
Ben, Mescid-i
Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürülenin oğluyum. Ben, Cebrail’le
Sidretü’l-Münteha’ya ulaşanın oğluyum. Ben, Kab-ı Kavseyn veya daha ötesine
yaklaşan, delil gösterilenin oğluyum. Ben, meleklere semada namaz kıldıranın
oğluyum. Ben Fâtımatü’z-Zehra’nın oğluyum. Ben hanımların efendisinin oğluyum!”[211]
Yezîd, insanların
bu hitâba verdiği yoğun tepkiden ötürü bir fitne çıkacağından endişe etmiş ve
müezzine Ali b. Hüseyin’in sözünü keserek konuşmasını engellemesi emrini
vermiştir.[212] Emri alan müezzin
Zeynelâbidîn’in sözünü kesmek amacıyla “Allahu Ekber”[213]
demiş, Zeynelâbidîn: “Allah’tan daha büyük bir şey yoktur” diyerek mukabele
etmiştir. Müezzin “Eşhedü enlâ İlahe İllâllah”[214]
dediğinde ise “Buna saçım, yüzüm, bedenim, kanım şehadet eder” şeklinde cevap
vermiştir. Müezzin “Eşhedu enne Muhammeden Resulullah”[215]
dediğinde Ali b. Hüseyin minberin üstünden Yezîd’e bakarak şöyle demiştir:
“Muhammed, benim dedem mi yoksa senin mi? Şayet senin deden olduğunu iddia
edersen, yalan atmış ve inkâr etmiş olursun. Eğer benim dedem olduğunu iddia
edersen, öyleyse onun soyunu niçin öldürdün?”[216]
Zeynelâbidîn’i
kaynaklarda karşılaştığımız rivayetlerin kâhir ekseriyetinin aksine farklı bir
surette tavsif eden bu rivayetlerin üretilmiş olabileceği ifade edilmelidir.
Hutbenin Ümeyyeoğulları hakkındaki düşüncelerini yukarıda serdettiğimiz Ali b.
Hüseyin’in fikirlerini yansıtmadığı ve vâkıa ile mütenâsib bir yönünün
olmadığını belirtmek gerekir. Mezkûr rivayetin diğer kaynaklarda görülememesi;
ayrıca İbn A’sem’in bu gibi hususları speküle edebilecek bir yönünün olduğu da
önemli bir husustur. İbn A’sem’e göre yedi yaşında olan bir çocuğun bu tarz
sözler söylemesi ve fevrî olarak nitelenebilecek davranışlar sergilemesi
beklenemeyecektir. Burada İbn A’sem’in bir çelişkisi söz konusudur.
Toplumsal Konumunu Değerlendirmesi
Zeynelâbidîn,
Şam’da bulunduğu sıralarda yolda yürürken Minhal b. Amr es-Sabi isminde biz zât
ile karşılaşmış ve Minhal ona nasıl olduğunu sormuş, Zeynelâbidîn’in cevabı ise
şöyle olmuştur: “Firavun ailesindeki İsrailoğulları gibi. Erkeklerini
boğazlıyorlar, kadınlarını sağ bırakıyorlar Ya Minhal! Muhammed onlardan diye
Araplar acemlere karşı övünüyorlardı. Kureyş, diğer Araplara karşı Muhammed
onlardan diye övünüyordu. Biz; Muhammed’in Ehl-i beyt’i, hakkı gasp edilmiş,
mazlum, ezilmiş, katledilmiş, mahrum, kovulmuş bir hale geldik. Ne halde
olursak (olalım); Allah’tan geldik ve ona gidiciyiz Ya Minhal!”[217]
Harre Vakası’nda Zeynelâbidîn’in Rolü
Harre vakasında
Zeynelâbidîn Ali b. Hüseyin’in rolünü ve nasıl bir siyâset izlediğini
anlayabilmek amacıyla önce Harre vakasının temel hatlarıyla ele alınması
gerekmektedir. Kerbelâ vakasına paralel olarak Yezid b. Muaviye döneminin diğer
önemli olayı da; Harre vakası olarak adlandırılan Hicrî Zilhicce 63 (Ağustos
683)[218] yılında
Medinelilerin isyânı ile tarihe geçen olaydır. Velid b. Utbe’nin[219] (ö.64/684) başarısız yönetimi
sebebiyle azledilmesinin akabinde Yezid b. Muaviye; yeni vâli olarak Osman b.
Muhammed’i tâyin etmiştir. Ona bir mektup göndermiş; halkın şikâyetlerinin
dinlenilmesi ve isteklerin yerine getirilmesi amacıyla Medîne’den Şam’a bir
heyet göndermesini emretmiştir.[220] Bu heyetin içerisinde Münzir
b. Zübeyr, Abdullah b. Ebî Amr el-Mahzumî, Abdullah b. Hanzala başta olmak
üzere Medîne’nin eşrafından ileri gelenler bulunmaktadır.[221]
Heyet, Yezîd’in
yanına geldiğinde iyi karşılanmış ve onlara binlerce dirhem verilerek gönülleri
hoş edilmeye çalışılmıştır.[222] Yezîd’in bunu siyâsetin bir
gereği olarak yaptığı bilinen bir gerçektir. Yezîd’in yanından ayrılıp
Medine’ye geldiklerinde ise Medine halkına şöyle demişlerdir: “Fâsık bir adamın
yanından geldik. İçki içer, tambur çalar, cariyelerle eğleşir, köpeklerle
oynar.”[223] Bu sözleri duyan Medine
halkı, dini sâikler nedeniyle biatını bozmuş[224]
ve Yezîd’in iktidardan düşürülmesi için Abdullah b. Hanzala el-Gâsilî’ye
(ö.63/683) biat etmiştir.[225]
Medine halkı, vâli
Osman b. Muhammed’i ve Ümeyyeoğulları’nı Medine’den çıkartmış, onlarla ilişkisi
olanları da şehirden uzaklaştırmıştır.[226]
Yezîd’e Medinelilerin kendisine biat etmekten vazgeçtiği haberi ulaştığı sırada
Medine halkı Mervan’ın evini kuşatmıştır.[227]
Zor durumda kalan Mervan, Yezîd’den yardım istemiş,[228]
Yezîd de Müslim b. Ukbe’yi Medine üzerine gönderdiği orduya komutan tayin etmiş
ve onu şöyle uyarmıştır: “İnsanlara üç defa çağrı yap, eğer cevap verirlerse
(onlarla) konuş, fakat cevap alamazsan savaş. Halka, Ali b. Hüseyin
(Zeynelâbidîn) ile öğüt ver. Asla Ali b. Hüseyin’e kötülük yapma.”[229]
Medineliler,
Yezîd’e yönelik çeşitli hakaretler ve aşağılamalar ihtiva eden şiirler yazıyor
ve bunları açıkça söylüyorlardı. Komutan Müslim b. Ukbe, bu işten vazgeçmeleri
yönünde telkinde bulunduysa da cevapları olumsuz olmuştur. Ona karşı da kötü
cümleler kullanmışlar ve savaşacaklarını, vazgeçmeyeceklerini dile
getirmişlerdir.[230] Medîne halkına kendileriyle
savaşmak istemediğini, Mekke’de bulunan “mülhid” Abdullah b. Zübeyr’e doğru
yönelmek istediğini, işi büyütmezler ve barışa yanaşırlarsa her şeyin daha iyi
olacağı ikazlarını yapan Müslim b. Ukbe, Medine halkından savaşmak istedikleri
cevabını alınca savaş sürecine girilmiştir.[231]
Savaş başlayınca
bidâyette Medine halkı bir üstünlük elde etmiş fakat Mervan b. Hakem’in bulduğu
bir yolla Medine’nin kapısını tutan bir kabile ikna edilerek Şam ordusu şehre
giriş yapmış; böylece Müslim b. Ukbe, savaşı kısa süre içerisinde kazanmıştır.
Medine halkından içinde hâfız, sahabî ve Müslümanların ileri gelen
kimselerinden olan 300’den 10.000’e kadar aktarılan sayıda kişi öldürülmüştür.
Kılıç, 10.000’e kadar çıkartılan rakamların abartılı olduğunu belirtmektedir.[232]
Putperest olması
sebebiyle Medineliler’e koyu bir düşmanlık beslediği şeklinde iddiaların hedefi
olan[233] ve Müslümanlar’a karşı
acımasızlığı nedeniyle bu tarihten sonra “Müsrif” lakabıyla anılan Müslim b.
Ukbe, şehri ele geçirince halktan sert bir usûlle biat almış, keyfî kararlarla
idam hükmü vermiştir.[234] Diğer yandan Şam ordusunun üç
gün boyunca şehri yağmaladığı, sahabeleri korkuttukları ve saygısız
davrandıkları, Medine halkının mallarına el koyup insanları rahatsız ettikleri,
ezan okutulmasına izin vermedikleri, cemaatle namaza müsaade etmedikleri,
kadınlara ve kızlara yönelik çirkin fiiller yaptıkları nakledilen haberler
arasında yer almaktadır.[235]
İbn Sa’d, isyâna
Ebu Tâlib’in soyundan hiç kimsenin katılmadığını ifade etmektedir.[236] Hz. Ali evlâdı,
Zeynelâbidîn ve İbnü’l-Hanefiyye, isyândan uzak durmuşlardır. Kerbelâ
hâdisesinin etkilerinin daha çok taze olması ve bundan kaynaklanan temkinli
siyâset, bunun temel nedeni olarak kabul edilebilir. Mervan b. el-Hakem,
Medinelilerin isyân ettiği gün ailesini emanet edecek bir yer aramış, Ali b.
Hüseyin ile bu konuda konuşmuş ve Ali b. Hüseyin onları himaye etmiştir.[237] Mervan, Ali b. Hüseyin’in bu
tavrından ötürü ona minnettar olmuştur.[238]
İbn Kuteybe’nin
nakline göre Harre günü Medine’deki isyâncılar harekete geçince
Ümeyyeoğullarından olanların hayatı tehlike arz etmiş; bu saikle ailelerini
koruyacak veya onlara eman verebilecek biriyle şehrin dışına göndermek için bir
çözüm bulmaya çalışmışlardır.[239] Mervan b. el-Hakem bu saikle
Abdullah b. Ömer’le görüşmüş, onun Mekke’ye gideceğini duyduğunu, ailesini de
kendisiyle gönderme niyetinde olduğunu aktarmıştır. Abdullah b. Ömer, böyle bir
risk alamayacağını, bu durumun kendi ailesine de zarar getirebileceğini ifade
etmiştir. Mervan, Zeynelâbidîn’e aynı teklifte bulunmuş; o ise bunu kabul
etmiştir. Zeynelâbidîn, olaylar nedeniyle Medine’den çıkarttığı ailesiyle beraber
Mervan’ın ailesini de göndermiş ve Mervan’a da emân vermiştir.[240] Onun, Şam
ordusunun fiillerini hoş görmediği, onların bulunduğu yerden bu nedenle
ayrıldığı, Aişe bint Osman b. Affan’ı himaye ettiği ve Mervan’a da emân[241] verdiği bilinmektedir.[242] Ayrıca el-İrbilî’nin İbn
Arabî’den aktardığı nakle göre Harre vakasında Zeynelâbidîn, Abdümenaf
oğullarından 400 kadını himâyesine almış; Şam ordusu Medîne’den ayrılana kadar
onların ihtiyaçlarını temin etmiştir.[243]
Nakledilen rivayette sayı biraz abartılı görünmektedir fakat onun cömertliği,
insanlarca da bilinen bir hakikattır. Zeynelâbidîn’in Harre günü nasıl bir
sürecin içerisinde olduğunu anlayabilmek amacıyla temel kaynaklardan durumu
aktarmak yerinde olacaktır:
Belâzürî’nin
nakline göre Mervan b. Hakem ve Abdülmelik b. Mervan, kendilerine Harre günü
emân veren Zeynelâbidîn’i Müslim b. Ukbe’nin yanına götürerek Müslim’den onun
için emân istemiş, Müslim ona şöyle demiştir: “Şâyet Mü’minlerin Emiri (Yezîd)
senin iyiliğini emretmeseydi ve ikinizin (Abdülmelik ve Mervan) şefaati
olmasaydı (ben) ne yapacağımı bilirdim.”[244]
Görüşmenin
Taberî’deki versiyonu şu şekilde aktarılabilir: Müslim’in yanına emân verilmesi
için gidilince ikram edilen içecekten Zeynelâbidîn’e de getirilmiştir. Müslim,
Zeynelâbidîn’e ikram edilen içeceği onun içmesini istemeyerek “İçeceğimizden
içme” diyerek bağırmıştır. Zeynelâbidîn; onun tepkisi karşısında elindeki
kadehi ne yapacağını bilememiş; onu ne yere koyabilmiş ne de elinden
bırakabilmiştir. Buna ek olarak Müslim, Yezîd’in emri olmasaydı Zeynelâbidîn’i
öldürmeyi düşündüğünü fakat bu konuda kesin emir olduğu için ona
dokunmayacağını açıkça ifade etmiştir.[245]
Ya’kubî’deki kayda
göre Müslim; Harre vakası sonunda Medineliler’i mağlup ettikten sonra halktan
“Yezîd’in köleleri”[246] oldukları üzerine bîat almış;
bunu ikrar ederek bîat etmeyenin de öldürülmesi talimâtını vermiştir.[247] Ancak Zeynelâbidîn, bu
şekildeki bir biatten -Yezîd’in emriyle- istisna tutulmuştur. Rivayetin
devamında Zeynelâbidîn Müslim’in yanına gelerek Yezîd’in kendisine ne üzere
bîat emrinin olduğunu sormuş, Müslim bu soruya “Kardeş ve amca oğlu olman
üzere” cevabını vermiştir. Bu cevabı alan Zeynelâbidîn, isterse kölelik üzere
biat edebileceğini ifade etmiş; Müslim ise, onu bununla mahcub etmek
istemediğini söylemiştir.[248] Zeynelâbidîn’in bu biatını
gören insanlar da ondan etkilenerek Müslim’in istediği şekilde biat
etmişlerdir.[249] Bu rivayetin son kısmında Ali
b. Hüseyin’in köle olarak biat edebileceğini söylemesi, kanaatimizce uzak bir
ihtimaldir. Herhangi bir isyân faaliyetine iştirak etmemiş, aksine
Ümeyyeoğullarından ileri gelenlere emân vermiş olan Ali b. Hüseyin’in Emevîler
nezdindeki izzetli mevkiini tahfif ederek böyle bir teklifte bulunmayacağı
kanaatindeyiz.
Mes’ûdî’nin
naklettiği rivayete göre Zeynelâbidîn, Müslim’in yanına geldiğinde Müslim ona
ihtiyaçlarını sormuş; o da öldürülmesi planlananların affedilmesini istemiş ve
başka herhangi bir talepte bulunmamıştır.[250]
Sonra da onun yanından ayrılmıştır. Müslim’in yanındayken dudaklarını neden
hareket ettirdiğini soranlara ise, bu görüşmede Müslim’in şerrinden korktuğu
için dua okuduğu cevabını vermiştir.[251]
İbn Kuteybe,
olumsuz bir görüşmenin olduğu izlenimini veren rivayetlerin aksine Müslim b.
Ukbe ile Zeynelâbidîn arasındaki diyaloğu şu şekilde aktarmaktadır: “Müslim b.
Ukbe, Medine’den ayrılmadan önce “Ali b. Hüseyin burada mıdır?” diye sordu. Ona
“Evet” denildi. Ali b. Hüseyin ve iki oğlu ona (doğru) geldi. Onu hoş bir
şekilde karşıladı, yakın ve mülayim davrandı. Ve (şöyle) dedi: “Mü’minlerin
Emiri, senin için bana tavsiyede bulundu.” Ali b. Hüseyin de (şöyle) dedi:
“Allah Mü’minlerin Emîri’ne yardım etsin ve ona hüsn-ü mukabelede bulunsun.”
Sonra oradan ayrıldı.”[252]
İbn A’sem’in
aktardığı haber İbn Kuteybe’yi destekler niteliktedir. Zeynelâbidîn; Abdülmelik
b. Mervan ve Mervan b. Hakem’in arasında Müslim’in yanına gelmiş; Müslim onu
yanına buyur etmiş, Yezîd’in kendisine selâmının olduğunu, herhangi bir
sıkıntıya maruz kalmayacağını, Abdullah b. Zübeyr yüzünden nafakasını vermekte
geciktiğini ve bu yüzden onu kınamamasını ifade ederek ona bin dirhem
vermiştir.[253] Bu rivayetin bir benzeri
Taberî ve Meclisî’de de yer almaktadır.[254]
Müslim, ailesinin kendisini merak edebileceği nedeniyle belli bir müddet sonra
onu evine göndermiştir.[255]
Harre günü Benî
Hâşim’in savaşa katılmadığı, evlerinde sessiz kaldıkları bilinmektedir.
Onlardan üç kişi hariç, isyana kimse katılmamış, bu üç kişi de öldürülmüştür.[256] Diğer yandan yukarıda da
değinildiği üzere Müslim’in Medine halkından olan herkesten Yezîd’in kölesi
olmak üzere biat alırken Zeynelâbidîn’i bu hususta zorlamaması ve herhangi bir
baskı yapmaması da dikkat çeken bir ayrıntıdır.[257]
Bu tavır, isyâna iştirak etmemiş olmasından ötürü onun hoş görülmesi şeklinde
değerlendirilebilir. Çünkü onun Beni Hâşim ile isyâna katıldığında savaşın
tablosunun değişeceği, Yezîd’in işinin daha da zorlaşacağı muhakkaktır. Bunun
yanında Yezîd’in Müslim b. Ukbe’ye Zeynelâbidîn’e iyi davranması hususundaki
verdiği nasihatleri, Zeynelâbidîn’in Emevîler nezdinde ciddi bir değeri haiz
olduğu, onu inciterek Medine’deki muhalifleri arttırıp bölgedeki otoritesini
kırmak istemediği şeklinde değerlendirmek mümkündür ve Uyar’ın bu
değerlendirmesini yerinde bulduğumuzu belirtmek durumundayız.[258]
Zeynelâbidîn’in
Harre günü isyancılara neden katılmadığı ile ilgili son olarak önemli bir etken
olarak gördüğümüz Zehebî’deki kaydı ileri sürmek gerekir: İlgili kayda göre
Yezîd, Zeynelâbidîn Şam’da iken ona Medine halkının isyân ettiği bilgisini
vermiş ve onu isyân faaliyetlerine iştirak etmemesi hususunda uyarmıştır.
Kanatimizce bu ön tedbir, ileride onun aldığı tavır hususunda etkili olmuştur.[259] Ancak bu ön uyarı olmasa da
Ali b. Hüseyin’in yapısının; bu isyâna iştirak edecek izler taşımadığını
belirtmek gerekir.
Mervan b. Hakem İle İlişkileri
Zeynelâbidîn Ali
b. Hüseyin’in Mervan oğullarının icraatları hakkındaki düşüncelerini
anlayabilmek amacıyla Belâzürî’deki bir rivayeti aktarmak yerinde olacaktır:
Rivayete göre Kûfe ehlinden bir adam Zeynelâbidîn’e gelerek ondan Mervan
oğullarının işleri hakkında neler söyleyebileceğini sormuş; o ise şöyle cevap
vermiştir: “Benden daha hayırlı olanın, onlardan daha şerli olanlar hakkında
dediğini derim: Şâyet onlara azâb edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır.
Şâyet onları affedersen, şüphesiz ki sen Aziz ve Hakîm’sin”[260]
şeklinde cevap vermiştir.[261]Ali b. Hüseyin’de görülen bu
mutedil anlayış, şüphesiz onun siyâsî ilişkilerini temellendiren esas etken
olmuştur.
Mervan b. Hakem
ile halifeliğinin öncesinde kurulan temaslar, yukarıda Harre vakası ile ilgili
bölümde aktarılmıştır. Bu temasların yanında karşımıza çıkan diğer bir durum,
Zeynelâbidîn’in, Mervan’ın teklifiyle ondan 4000 dirhem almış olmasıdır.
Mervan, Hz. Hüseyin’in kendisinden Kerbelâ öncesinde 4000 dirhem istediğini
fakat alamadığını, eğer isterse onu Zeynelâbidîn’e verebileceğini dile
getirmiş; Zeynelâbidîn de bunu uygun görerek kabul etmiştir.[262] Ayrıca İbn Asakîr’de geçen şu
rivayet de aralarındaki diğer bir borç ilişkisini açığa kavuşturması yönüyle
önemlidir: Rivayete göre Mervan b. Hakem, Zeynelâbidîn’e: “Babanın neslinin
kesildiğini görüyorum; eğer cariyelerden (almak) istersen; belki Allah seni
onlarla (evlat yoluyla) rızıklandırır” diyerek neslinin ilerlemesi yönünde bir
teklifte bulunmuş; Zeynelâbidîn bu teklife: “Cariye alabilecek bir şey (para,
mal) yanımda bulunmuyor” cevabını vererek bunu gerçekleştirmeye ekonomik
gücünün yeterli olmadığını belirtmek istemiştir. Bu cevap üzerine Mervan b.
el-Hakem ona 1000 dirhem borç verme teklifinde bulunmuş; o da bunu kabul
etmiştir. Mervan vefat edeceği sırada bu borcun Zeynelâbidîn’den alınmamasını
yanındakilere vasiyet etmiştir.[263] Bunun yanında bu borcun
Kerbelâ vakası akabinde Zeynelâbidîn’in Şam’dan Medine’ye geri dönebilmesi için
kendisine verilen 6000 dinar olduğu da kaydedilmektedir.[264]
Ayrıca Zührî,
Mervan b. el-Hakem ve Abdülmelik b. Mervan’ın; Zeynelâbidîn’i, ailesinin en
güzel ve en sevimlisi olarak gördüklerini aktarmaktadır.[265]
Abdülmelik
b. Mervan ile İlişkileri
Abdülmelik’in
Hz. Ali Evlâdına Yönelik Tavrı
Abdülmelik ile
kurulan ilişkilerde ilk olarak Abdülmelik’in Haccâc’a gönderdiği bir mektupla
karşılaşmaktayız. Abdülmelik b. Mervan’ın Hz. Ali evlâdı ile çatışmak
istemediği, onlarla arasında siyâsî müzâkerenin ilerletilmesinden yana olduğu
gibi hususlar; ilgili mektuptan çıkarım yapılabilmektedir. Haccâc Hicaz valisi
iken Abdülmelik ona şöyle yazmıştır: “Ebu Tâlib ailesinin kanını (akıtmayı)
benden uzak tut. Çünkü ben, harb ehlinin (onlara) saldırdığında, onlara (harb
ehline) hiçkimsenin yardım etmediğini gördüm.” Bu mektubun hemen sonrasında
Zeynelâbidîn, bir mektup kaleme alarak Abdülmelik’e göndermiş ve şunları
söylemiştir: “Ben Resulullah’ı şu ayın şu gecesinde (rüyamda) gördüm, şöyle
diyordu: “Abdülmelik, Haccâc’a bu gece şunu ve şunu yazdı; ona billdir (ki);
Allah ona bunun için teşekkür etti ve mülkündeki süresini arttırdı.””[266] Meclisî’de kayıtlı olan başka
bir rivayet, Abdülmelik’in Haccâc’a bu mektubu yazma sebebini açıklayıcı bir
mahiyettedir. Rivayetin içeriğine göre Haccâc, Abdülmelik’e; eğer saltanatının
devamlı olmasını istiyorsa; Zeynelâbidîn’i öldürmesi gerektiğini ifade etmiş;
Abdülmelik de cevâbî mektubunda yukarıdaki ifadeleri serdetmiştir.[267] Abdülmelik’in bu siyâsetini,
tamamen reel politik içerisinde okumak gereklidir. Devrinde birçok siyâsî
problem ve isyânla uğraşmış; bunlara bir yenisini daha eklemeyi zâid görmüştür.
Zeynelâbidîn’in Muhtar es-Sakafî’ye Olan
Yaklaşımı
Abdülmelik
döneminin Emevîler için diğer bir problemi de Kerbelâ’nın intikamını almak için
isyân başlatan Muhtar b. Ebu Ubeyd es-Sakafî’dir. (ö.67/687) Muhtar, -
muhtemelen kendi siyâsî hareketine muarız bir tavır almaması için-
Zeynelâbidîn’e 100.000 dirhem miktarında para göndermiştir. Zeynelâbidîn, bu
parayı almayı uygun görmemiş fakat Muhtar’dan çekindiği için de geri
göndermemiş, Muhtar öldüğü zaman Abdülmelik b. Mervan’a durumu bir mektupla
açıklayarak parayı kendisinden alabileceğini ifade etmiştir. Abdülmelik ise
cevabında parayı alıp kullanmasında bir beis bulunmadığını belirtmiştir.[268] Buna ek olarak İbn Sa’d; Zeynelâbidîn’in Muhtar’a lânet
ettiğini, onu Allah ve Resulü hakkında yalan söyleyen biri olarak andığını
aktarır.[269]
Câriye Nikâhı Odaklı Tartışmaları
Ali b. Hüseyin’in,
kendisine ait olan bir cariyeyi azâd etmesinin akabinde nikâhladığı
aktarılmaktadır. Bu, Cahiliye örfünün etkisini hâlâ üzerlerinde taşıyan Araplar
arasında hoş görülen bir âdet değildir. Kendisiyle denk olmayan birisini
nikahına almasını hoş görmeyen Abdülmelik b. Mervan; Zeynelâbidîn’i bu konuda
ayıplamış ve ona şöyle demiştir: “Ey Ali b. Hüseyin. Sen ailendeki yerini ve
insanlara göre kıymetini galiba bilmiyorsun? Bir köleyle evlendin.”[270] Zeynelâbidîn ise, bunun
yanlış bir tercih olmadığını, Hz. Peygamber’in de savaşta esir düşmüş bir
Yahudi olan Safiyye bt. Huyey’i âzad edip sonrasında nikâhlayarak bunu yaptığı
cevabını vermiştir.[271]
Resul Caferiyan,
Abdülmelik’in bu konudaki tavrını Zeynelâbidîn ile alay etmek ve onu hafife
almak şeklinde değerlendirse de[272] mezkûr tavrın bununla alâkalı
olmadığı, yerleşik bir Arap örfünün bulunduğu ve bu örfün o dönem Emevîler
arasında hâlâ müessir bir yapısının olması nedeniyle Abdülmelik’in bu şekilde
bir tepki verdiği açıktır. Yani Abdülmelik, içerisinde bulunduğu Arap örfünü
aşamamış olması nedeniyle Zeynelâbidîn’i değil; cariyeyle nikâh kıymayı
küçümseyen bir tavır içerisindedir. Bunun yanında Zeynelâbidîn’in geleneksel
köle algısını değiştirmek amacıyla bu eylemi gerçekleştirdiği yorumu mâkul bir
çıkarımdır.[273]
Abdülmelik’in Bizans Kralı İle
Mektuplaşmasında Zeynelâbidîn’in Rolü
Abdülmelik’in
diplomatik temaslarında da muhaliflerinden veya rakiplerinden faydalandığı
görülmektedir. İbn Asâkir’deki bir nakle göre Bizans kralı, Abdülmelik’e onun
üzerine büyük ordu göndereceğini içeren bir tehdit mektubu göndermiştir.
Abdülmelik, bu tehdide bir cevap vermenin gerekliliğini hissederek durumu
Haccâc’a bildirmiş ve Zeynelâbidîn’i sert bir şekilde tehdit etmesini ve
vereceği cevabı da kendisine iletmesini istemiştir. Haccâc emredileni yapmış,
Zeynelâbidîn’in ona verdiği cevap şöyle olmuştur: “Allah’ın her gün üç yüz
altmış bakışı (lahza) vardır, dilerim ki bu bakışlardan ilkinde seni
kefenlesin.” Zeynelâbidîn, Haccâc’ın tehditlerine karşı onu edebî bir şekilde
tenkitte bulunmuş ve ona beddua etmiştir. Haccâc, kendisine ulaşan bu cevabı
Abdülmelik b. Mervan’a göndermiş; o da mezkûr cevabı, kendisini tehdit eden
Bizans kralına bir mektupla göndermiştir. Bizans kralının, mektuptaki beliğ
ifadeleri okuduktan sonra cevabı şu olmuştur: “Bu, onun (Abdülmelik) sözü
değil, bilâkis nübüvvet ehlinin (ehlinden olan birinin) kelâmıdır.”[274] Ayrıca Abdülmelik b.
Mervan’ın; Bizans kralına sikke ve nişanlar hususunda vereceği cevap için de
Zeynelâbidîn’e danıştığı zikredilir.[275]
Abdülmelik’le Olan Karşılıklı Görüşmeleri
Meclisî’nin kaydı,
Zeynelâbidîn’in Abdülmelik b. Mervan’la yüz yüze görüştüğünü dile
getirmektedir. Görüşme esnasında orada hazır bulunan Zührî’nin (ö.124/742)
nakline göre Abdülmelik, Zeynelâbidîn’in alnındaki secde izini gördüğünde
bundan çok etkilenmiş ve onu methetmiştir.[276]
Kendisinin erdemli bir kişi, ailesinin de çok kıymetli bir aile; ilim, din ve
Allah’tan korkmak (takva) gibi hususlarda çok ileride olduğunu ifade ederek
onunla ilgili fikirlerini beyân etmiştir.[277]
Hakkındaki bu kanaat ve düşüncelere karşılık Zeynelâbidîn, zikredilen
özelliklerin Allah’tan bir ihsan olduğunu belirterek Hz. Peygamber’in
yaşamından örnekler sunmuştur. Zeynelâbidîn’in bu mezkûr düşüncelere yönelik
cevabı bir vaaz şeklinde olmuştur. Konuşması bittiğinde ise duygulanarak
Abdülmelik’le ağlaşmışlardır. Ayrıca rivayetlerde dikkate değer bir ayrıntı;
Zeynelâbidîn’in Abdülmelik’e “Emîrü’l-Mü’minîn” (Mü’minlerin Emîri) olarak
hitap ediyor oluşudur.[278]
Farklı bir
rivayete göre Zührî, Zeynelâbidîn’in Medîne’den Şam’a elleri ve ayaklarının
bentler ve zincirlerle bağlı bir halde götürüldüğünü[279]
gördüğünü aktarmaktadır.[280] Onun bu haline
üzüldüğü için yanına giderek onunla görüşmek istemiş; kendisine izin verilince
Zeynelâbidîn’e ağlayarak şöyle demiştir: “Senin yerinde ben olsaydım da sen de
rahat (bir halde) olsaydın.”[281] Zeynelâbidîn’in ise:
“Üzerimde gördüğün şeyin bana eziyet verdiğini mi sanıyorsun?” diyerek kilitli
olan bent ve zincirleri sühuletle el, ayak ve boynundan çıkarttığı rivayet
edilir.[282] Kendisini Şam’a götüren
muhafızlarla artık aynı mekânda bulunmayı uygun görmediğini de eklemiştir. Onu
Şam’a götürmekle görevli olan muhafızların, uyumadıkları ve onu sürekli
gözetledikleri halde nasıl olduysa belli bir vakit sonra yerinden kaybolduğunu
ifade ettikleri aktarılmaktadır.[283]
Rivayetin aktarmaya devam eden Zührî, Abdülmelik b. Mervan’ın yanına
gittiğini ve onun Zeynelâbidîn için şöyle dediğini ifade eder: “O, bana bir
topluluk ile geldi. Görevliler ise onu kaybetti. (Daha sonra) yanıma geldi ve
şöyle dedi: “Ben kimim sen kimsin?”, “Yanıma gel” dedim. “İstemiyorum” dedi.
Sonra çıktı. (Şu bir gerçek ki) Vallahi kalbim, korkuyla doldu.”[284] Zühri, Zeynelâbidîn’in sadece
nefsiyle meşgul bir kişi olduğunu ifade edince[285]
Abdülmelik’in: “Ne iyi meşguliyet onunki. Ne güzel meşguliyet” şeklinde cevap
verdiği nakledilir.[286] Bu rivayet; içeriği
itibariyle bir kurguyu andırması ve Şii kaynakların imamlar hakkında ifade
ettiği dili taşıması yönüyle ihtiyatla karşılanmalıdır.
Zeynelâbidîn’in
Abdülmelik b. Mervan ile hac ibadeti esnasında da bir teması olmuştur.
Abdülmelik Kâbe’yi tavaf ederken önünde de Zeynelâbidîn tavaf etmektedir fakat
onun kim olduğunu konusunda bir bilgisi yoktur. Yanındakilere: “Şu önümüzde
tavaf edip de bize (hiç) bakmayan kimdir?” şeklinde soru yönelttiğinde onun
Zeynelâbidîn olduğu cevabını almış; akabinde ona şöyle seslenmiştir: “Ey Ali b.
Hüseyin! Babanın katili ben değilim. Seni bana doğru gelmende engelleyen
nedir?” Zeynelâbidîn: “Muhakkak ki babamın katili, yaptığı şeyle dünyasını
fesada uğrattı. Böylece babam onun ahiretini de ifsat etti. Eğer sen de onun
gibi olmak istiyorsan; ol” cevabını vermiştir. Bu sert cevap karşılığında
Abdülmelik: “Asla. Lâkin bize doğru gel ki dünyamızdakilere nail olasın”
diyerek ona ihsanda bulunmak istemiş; Zeynelâbidîn önce oturmuş ancak sonra bu
ihsanlara ihtiyaç duymadığını ifade etmiştir.[287]
Diğer bir rivayete
göre ise Abdülmelik b. Mervan; hac için geldiği bir sırada - muhtemelen tavafta
iken- Zeynelâbidîn’i görmüş, onu tanımış; küçümsemek isteyen bir tavırla kim
olduğunu sorduğunda şair Ferezdak[288]:
“Bu, Allah’ın
kullarının en hayırlısının oğludur,
Bu, müttakî,
temiz, pâk ve alemdir” beytini söyleyerek cevap vermiştir.
Ferezdak’ın
Zeynelâbidîn’i kendi yanında övmesi Abdülmelik’in hoşuna gitmemiş; bu nedenle
ona her yıl düzenli olarak verdiği 1000 dinarı artık kesme kararı almıştır.
Zeynelâbidîn’e durum şikâyet edilince, o kendisi bu ücreti karşılayabileceğini
söylemiştir. Ancak Benî Haşim’in cömertlerinden olan Muaviye b. Abdullah b.
Ca’fer, Ferezdak’a “Kaç yıl ömrünün kaldığını düşünüyorsun?” sorusunu sormuş,
Ferezdak bu soruyu “20 yıl” olarak cevaplayınca ona her yıla 1.000 dinar olmak
üzere toplamda 20.000 dinar hediye ettiği rivayet olunmaktadır.[289]
Hz. Peygamber’in kılıcının
Zeynelâbidîn’in yanında olduğunu öğrenen Abdülmelik b. Mervan’ın, bir ihtiyacı
mukabilinde onu kendisine vermesini talep ettiği;[290]
Zeynelâbidîn’in ise bu isteği reddettiği rivayet olunmaktadır. Talebi
geri çevrilen Abdülmelik, onu devletten aldığı aylığı kesmekle tehdit etmiş;
Zeynelâbidîn, rızkın Allah’tan geldiğini ifade ederek ona “Muhakkak ki Allah;
hiçbir hain ve nankörü sevmez”[291] âyetiyle karşılık vermiş ve
Abdülmelik’in talebini geri çevirmiştir.[292]
Velîd b. Abdülmelik ile İlişkileri
Medîne Valisi İle Yaşadığı Problem ve Velîd’in
Etkisi
Velîd b. Abdülmelik dönemi,
Zeynelâbidîn’le ilişkilerde muhtelif rivayetlerle
karşılaştığımız bir dönemdir. Bu nedenle
rivayetlerin değerlendirilmesinin yapılması önem arz etmektedir. Hişam b. İsmail Medine’de valilik görevini yürütürken,
Zeynelâbidîn ve
Ehl-i beyt’e karşı rahatsız edici davranışlar sergiliyor; Hz. Ali’yi
aşağılıyordu. Durumdan haberdar olan Velid b. Abdülmelik, bir emirname ile
Hişam b.
İsmail’i azletmiş
ve Zeynelâbidîn’e karşı takındığı davranışlarından ötürü de onu insanların
önünde ayakta durdurmak suretiyle cezalandırmıştır.[293]
Aldığı cezadan olacak ki sonrasında “Sadece Ali b. Hüseyin’den korkarım”
demiştir. Zeynelâbidîn’i gördüğünde ise “Allah, risâlet görevini kime
vereceğini en iyi bilendir” âyetiyle[294]
onu tahrik etmeye çalışmışsa da, herhangi bir karşılık alamamıştır.[295] Hişam görevden alındıktan
sonra Zeynelâbidîn, yanlış bir davranışta bulunulmaması için ev halkını uyarmış
ve onlara Hişam hakkında söz söylemeyi yasaklamıştır.[296]
Keşfu’l-Gumme müellifinin aktardığı habere göre Hişâm görevden alındıktan sonra
Zeynelâbidîn onun yanına giderek: “Sana yapılan (bu iş) beni kötü etti. Bizi,
sana (da) güzel gelecek bir şekilde bırak” diyerek onun gönlünü almaya
çalışmış;[297] bunun üzerine Hişâm
yukarıdaki mezkûr âyet ile mukabelede bulunmuştur.
Velîd,
Zeynelâbidîn’den daha faziletli birini tanımadığını, onun salih bir kimse
olduğunu ifade etmiştir. Buna ek olarak Zeynelâbidîn, hapiste bulunan amca oğlu
Ebû Hâşim Abdullah b. Muhammed’in serbest bırakılması için Velid b. Abdülmelik
ile görüşmüş ve Velîd onun bu isteğini yerine getirmiştir.[298]
Bu mevzuya ilgili bölümde ayrıntılı bir şekilde temas edilecektir.
Velîd’in Zeynelâbidîn’i Zehirlettiği İddiası
Zeynelâbidîn Ali
b. Hüseyin’in vefatına dair ekseriyet itibariyle Şii kaynaklarda yer alan bir
iddia zikredilmektedir. Bu iddiaya göre Zeynelâbidîn, Velîd b. Abdülmelik
tarafından zehirletilmiş ve bu onun ölümüne neden olmuştur.[299]
Bu iddianın geçtiği kaynaklar, muahhar dönem Şii kaynaklarında yer almakla
birlikte “Velîd b. Abdülmelik onu zehirledi” veya “Ölüm sebebi, Velîd b.
Abdülmelik’in zehirlemesi” gibi ibarelerle sunulmaktadır. Ayrıntı
içermemektedir. Kanatimizce bu iddia, tartışmaya açık ve problemlidir.
Zeynelâbidîn’e rahatsızlık veren Hişam b. İsmail’i akrabalığı bulunmasına
rağmen azleden, Ebû Hâşim’i onun ricasıyla serbest bırakan Velîd’in, açık bir
tehdit unsuru taşımadığı ve hiçbir siyâsî amaç gütmediği halde onu
zehirleteceği iddiası, bizâtihi Velîd’in siyâsî kariyeri açısından
değerlendirildiği takdirde doğru bir siyâsî adım olmayacaktır.
Veliaht Hişâm b. Abdülmelik ile Hacc’da
Karşılaşması
Yukarıda
Abdülmelik b. Mervan’ın hac ibadeti sırasında zikredilen rivayetin bir benzeri
de veliaht Hişam b. Abdülmelik adına nakledilmektedir. Hişam b. Abdülmelik’in
halifeliğinden evvel hac ibadetini ifâ ettiği rivayet edilmektedir. Bu haccı
sırasında Hacerü’l-Esved’i istilâm etmek istemiş ve aniden bir izdiham olmuş,
selamlamakta zorlanmıştır. Ancak Zeynelâbidîn Hacerü’l-Esved’i selâmlamak için
aynı yere geldiğinde insanlar ona olan hürmetinden yolunu açmışlar ve
selâmlamasını kolaylaştırmaya çalışmışlardır.[300]
Bunu gören Hişam b. Abdülmelik: “Bu (da) kim? Ben tanımıyorum”[301] diyerek öfkeyle sormuş, orada
bulunan Ferezdak ise onun bu sorusuna Zeynelâbidîn’i öven uzun bir şiirle cevap
vermiştir:
“Bu, Bathâ’nın
ayak basışını bildiği kişidir;
Beyt de onu tanır,
harem de, Hil de,
Bu, Allah’ın
kullarının en hayırlısının oğludur,
Bu, müttakî,
temiz, pâk ve alemdir;
Bu, Fatıma’nın
oğludur
Eğer bilmiyorsan
(bil ki);
Dedesiyle peygamberler
sonlandırılmıştır.”[302]
Hişâm, Ferezdak’ın
okuduğu bu şiiri işitince çok öfkelenmiş[303]
ve onun hapsedilmesi emrini vermiştir.[304]
Meclisî, Hişâm’ın bu şiire çok öfkelendiğini belirterek “Dedem dedesi gibi,
babam babası gibi, annem de annesi gibidir” dediğini, aralarında herhangi bir
farkın bulunmadığını anlatmaya uğraştığını nakletmektedir.[305]
Zeynelâbidîn, bu şiirinden dolayı hapsedilen ve geçimini sağladığı geliri
kesilen Ferezdak’a 12.000 dirhem göndermiştir. Ferezdak, gelen hediyeyi görünce
önce reddetmiş ve şöyle demiştir: “Bunu Allah’ın ve Resulu’nün öfkesinden başka
niyetle söylemedim.” Zeynelâbidîn’in ısrarı neticesinde verilen hediyeyi kabul
etmek durumunda kalmış ve şu şiiri söylemiştir:
Medîne ile
insanların tevbekâr kalplerinin
Kendisine
yöneldiği yer arasında beni hapis mi edecek?
Efendi başı
olmayan bir başı,
Ve ayıpları aşikâr
olan şaşı iki gözü,
Çevirip duruyor.[306]
Muhammed
b. El-Hanefiyye ve Emevî Halifeleriyle İlişkileri
Annesi Havle bt.
Cafer el-Hanefiyye, babası Hz. Ali’dir.[307]
Doğumu ve ölümüne dair farklı rivayetler mevcuttur. Buna göre Muhammed
İbnü’l-Hanefiyye 65 yıl yaşamış, hicri 80 (699Z700),[308]
81 (700Z701),[309] 82 (701/702)[310] veya 83’te (702/703),[311] milâdî 699-703’te Medine’de
vefat etmiştir. Baki’ mezarlığına defnedilmiştir.[312]
Vefat ettiği yere dair rivayetler ihtilâflıdır. Abdülmelik b. Mervan döneminde
Eyle’de, Medine’de veya Taif’te vefat ettiğine dair rivayetler söz konusudur.[313] Medine’de vefat ettiği
yönündeki rivayetler ağırlıktadır. Künyesi Ebu’l-Kasım’dır.[314]
Ebu Abdullah da denilmiştir.[315] İsminin Muhammed olarak
verilmesinde Hz. Ali’nin Hz. Peygamber’e: “Senden sonra çocuğumu senin isminle
isimlendirmemi ve senin künyen ile künyelendirmemi uygun görür müsün?” sorusunu
sorarak izin istemesi; Hz. Peygamber’in de buna “Evet” diyerek izin vermesi
etkili olmuştur.[316] Diğer yandan Hz. Ali’ye bunu
Hz. Peygamber’in öğütlediği de, aktarılan haberler arasında yer almaktadır.[317]
Ümeyye Oğulları Hakkındaki Kanaati
Muhammed b.
El-Hanefiyye’nin Emevilerle ilişkilerine giriş yaparken onun bu iki büyük Arap
ailesi hakkındaki görüşünü zikretmek yerinde olacaktır: Onun iki ailenin
ilişkileri ve insanların bunu anlayış biçimi hakkında şöyle dediği
nakledilmiştir: “Araplardan iki aile vardır ki insanlar onları Allah’a ortak
koşuyor: Biz (Benî Haşim) ve bu amcamızın oğulları: (Benî Ümeyye)”[318]
Bu rivayete ek
olarak yukarıda Zeynelabidin Ali b. Hüseyin için aktarılan bir haberin
benzerini Muhammed b. el-Hanefiyye hakkında da aktarıldığını görmekteyiz:
Rivayete göre bir adam Muhammed b. el-Hanefiyye’ye gelerek halini sormuş, o da:
“Siz nasılsınız? Bizim zaten nasıl olduğumuzu bilirsiniz” diyerek şu şekilde
eklemiştir: “Bizim bu ümmetteki örneğimiz; Âl-i Firavun’daki İsrailoğullarının
durumu gibidir. (Onlar) erkeklerini boğazlıyorlar, kadınlarını sağ bırakıyorlardı.
(İşte) bunlar da erkeklerimizi boğazlıyorlar, rızamız olmadan kadınlarımızı
nikahlıyorlar. Araplar, acem üzerinde üstünlüğünün olduğunu iddia etti. Acem
şöyle dedi: Bu nedir? Dediler: Muhammed Arap’tı. Dediler: Doğru dediniz.
Dediler: Kureyş, Araplar üzerinde üstünlüğünün olduğunu iddia etti. Dediler: Bu
neyle? Dediler: Şüphesiz Muhammed Kureyşliydi. Bu topluluk doğru söyledi. Bizim
(de) insanlar üzerinde üstünlüğümüz vardır.”[319]
Emevî hilâfetine
bakışıyla alâkalı karşımıza çıkan bir haber, onun Ümeyye oğullarının hilâfete
liyâkati hakkındaki düşüncesini izhâr eder: Buna göre Abdülmelik b. Mervan,
Muhammed b. El-Hanefiyye’ye bir mektup yazmış, İbnü’l-Hanefiyye mektubun
başındaki “Mü’minlerin emiri Abdülmelik’ten Muhammed b. Ali’ye” ibaresini görünce
şöyle demiştir: “Şu işe bak! Tulekâ[320]
ve Allah Resulü’nün lânetlediği kimseler, (bugün) minberdeler.[321] Canımı elinde tutana yemin
olsun ki bunlar yerine oturmamış işlerdir.”[322]
Bu mektuptaki ibareye yönelik Muhammed b. el-Hanefiyye’nin tavrı, Benî Mervan’ı
hilâfete dînen uygun görmediği şeklinde değerlendirilebilir. Abdülmelik
özelinde aktarılan bu rivayet, onun Emevîler’in elindeki hilâfet ve bunun
-itikadî değil fıkhî olarak- caiziyeti ile alâkalı görüşlerine yer açması
nedeniyle ciddi önemi haizdir. Bu da Ümeyyeoğulları hakkındaki kanaatini iyice
anlamamız hususunda bize yol gösterecek bir husustur. Buna ek olarak Zehebî,
onu halifelik iddiasında bulunanlar içerisinde zikretmektedir.[323] Bu görüşün ne kadar doğru ve
tutarlı olduğu; ileriki rivayetler ele alındığında görülücektir.
Yezid
b. Muaviye ile İlişkiler
Yezîd’in Dâvetiyle Ona Biat Etmesi
Belâzürî’nin
kaydına göre herhangi bir baskı veya zorlama olmadan Muhammed b. Hanefiyye
Yezid’e biat etmiştir. Muaviye İbnü’l-Hanefiyye’den ilim ve fazilet yönünde
övgüyle bahseder. Mervan b. Hakem de ondan övgüyle bahsetmiştir. Bunlara ek
olarak Yezîd de onun hakkında övgüyle söz etmiş ve İbnü’l-Hanefiyye ile
görüşmek istemiştir.[324] Bu görüşme isteğini Yezîd,
bir mektup yazarak şu şekilde dile getirmiştir:
“Ben, Allah’tan
senin ve benim için onun razı olacağı salih amel işlemeyi talep ederim.
Şüphesiz ki ben, Benî Hâşim içinde ilim ve anlayış olarak senden daha iyisini,
hikmet ve kavrayışta daha genişini, tüm pis ve sefîh şeylerde senden daha
uzağını bilmiyorum. Kimse, Allah’ın ahlâklı kıldığı gibi hayırlı bir şekilde
ahlaklanamaz ve Allah’ın şereflendirdiği gibi hayırlı bir şekilde şereflenemez.
Biz bunu eski ve yeni, görünür ve görünmez bir şekilde sende bildik. Böylece
ziyâretini ve görüşüp görüşlerinden nasibimizi almak istedik. Mektubumu
aldığında, emîn ve mutmain bir şekilde bize yönel. Allah işini rast getirsin ve
günahlarını affetsin. Allah’ın rahmeti, bereketi ve selâmı senin üzerine
olsun.”[325]
Muhammed b.
el-Hanefiyye mektubun içeriğinden haberdar olunca Yezîd’in yanına gitmek
konusunda oğlu Ca’fer ve Abdullah ile görüşmüş ve istişare etmiştir.[326] Oğlu Abdullah, Yezîd’e
güvenmemesi ve bu yüzden gitmemesi gerektiğini beyân etmiş, Ca’fer de Yezîd’in
kendisine zarar veremeyeceğini, gitmesinde bir beis olmadığını söylemiştir.
Muhammed b. el-Hanefiyye de Allah’a tevekkül ettiğini beyân ederek Yezîd’in
yanına gitme kararı almıştır.[327] Görüşme teklifini kabul eden
Muhammed b. el- Hanefiyye, Yezîd’e doğru yola çıkmıştır. Yezîd’in yanına
varınca Yezîd onu karşılamış, kendisine yaklaştırmış, yanına oturtmuş ve ona
şöyle hitap etmiştir:
“Ey Ebu’l-Kasım!
Allah sana ve bize Ebu Abdullah Hüseyin b. Ali hakkında karşılığımızı versin.
Vallahi, eğer (bir şey) sana bir fayda verirse; bana da fayda verir. Eğer sana
acı verirse; bana da acı verir. Eğer ben onun katledilişinde bir hüküm sahibi
olsaydım; onu katletmezdim ve katlini engellerdim. Onun gidişinde bir kontrolüm
olsaydı; sahip olduğum her şeyi (uğruna) feda ederdim. Şu bir gerçek ki o bana
zulmetti, akrabalık bağımı kesti ve hakkım olan şey hususunda benimle mücadele
etti. Fakat Ubeydullah b. Ziyad da bu işte benim görüşümle iş yapmadı. Onu
öldürmekte acele etti ve öldürdü. Ne ki artık telâfi edilemeyecek. Onun için
hakkımız olan şeyde diyete razı olmamız gerekmez. Ancak kardeşine düşen -Allah
ona rahmet etsin- hakkımız ve Allah’ın sadece bize has kıldığı şey konusunda
bizimle çekişmektir. Onun başına gelenlere üzgünüm. Vesselâm. Şimdi yanında ne
varsa getir, ey Ebu’l-Kasım!”[328]
Yezîd’in bu
birtakım cümle ve kelime farklılıklarıyla aktarılan hitabına ek olarak
Belâzürî, Yezîd’in artık bunların hesabını yapmadığını fakat Hüseyin’i
kınadıklarını, bunda amacının bir münazaa değil, Hüseyin’in yaptıklarından razı
olmadıklarını insanlara bildirmek olduğunu nakletmektedir.[329]
Muhammed b. el-Hanefiyye
Yezîd’in bu sözlerine şöyle mukabele etmiştir:
“Şüphesiz
sözlerini duydum. Allah sana rahmetini ulaştırsın, Hüseyin’e de rahmet etsin.
Ve onu, kavuştuğu Rabbinin sevabı ve Melîk ve Celîl olanın katındaki daimî,
ebedî kalışını mübarek kılsın. Şunu kesin bildik ki: Sana kusur eden bize kusur
etmiştir; seni sevinçte ve üzüntüde kim suçlarsa; bizi de suçlamış olur. Öyle
zannediyorum ki sen, buna şahit olmuş olsaydın; en güzel görüşü ve işi
benimser; en kötü görüş, fiil ve hatadan da kaçınırdın. Şimdi benim isteğim;
senden onun (Hüseyin) hakkında ikrâh edeceğim bir şey duymamaktır. Çünkü sen ne
kadar onun sana zulmettiğini ve demene göre düşman olduğunu iddia etsen de, o
benim kardeşim ve babamın oğludur.”[330]
Muhammed b.
el-Hanefiyye’nin bu sözlerini işiten Yezîd şu cevabı vermiştir: “Sen onun
hakkında hayırdan başka bir şey işitmeyeceksin. Hadi artık bana biat et. Ödemen
gereken borcunu da söyle ki ben de onu yerine getireyim!” Biat isteği üzerine
Muhammed b. el-Hanefiyye: “Biata gelince, sana biat ettim. Borç hakkında ise
bir şey demem çünkü Elhamdülillah üzerime bir borç yoktur. Ben Allah’tan
şükrünü edâ edemeyeceğim bol nimetlerle nimetlendirildim.” Yezîd, aldığı
cevaptan memnun olmuş olacak ki oğlu Halid’e bakmış ve: “Ey oğulcuğum! Şu
amcanın oğlu tüm kınama, pislik ve yalanlardan uzaktır. Eğer (onun yerinde)
senin tanıdığın başkaları olsaydı malımızdan alabilmek için “Ali ^dindendir
şöyle böyle” derdi.” demiştir. Sonra Muhammed bi el-Hanefiyye’ye yönelerek “Ey
Ebu’l-Kasım, bana biat et” demiş, o da cevaben: “Evet Ey Mü’minlerin emiri”
diyerek biat ettiğini onaylamıştır. Bunun akabinde Yezîd 300 bin dirhem hediye
vermiş, Muhammed b. el-Hanefiyye önce almak istememiş fakat ısrar üzerine bu
parayı kabul etmiştir.[331]
Muhammed b.
el-Hanefiyye Medîne’yi terk etmek istediği zaman Yezîd’in yanına gelmiş, durumu
arz etmiş ve Yezîd gidebileceğini beyân ederek ona 100 bin dirhem daha vermiş
ve şöyle demiştir: “Ey Ebu’l-Kasım! Ben, yeryüzünde helâl ve haram konusunda
senden daha bilgili, senin gibi birisi var mı bilmiyorum. Benden ayrılmamanı,
kararlarımda ve yolumda bana öğüt ve emir vermeni isterim. Vallahi ahlâkımdan
herhangi bir şeyle beni kınar bir şekilde benden ayrılmanı istemem.”[332]
Sarayın
yakınlarında Yezîd’in değer verdiği bir misafiri olarak ikâmet eden, onun
sorduğu dinî suallere cevaplar veren ve Yezîd’in yanından ayrılmasını
istemediği
Muhammed b. el-Hanefiyye, onun
yukarıdaki isteğine oldukça iddialı sayılabilecek bir cevapla mukabele
etmiştir:
“Hüseyin’e yaptıklarına
gelince; bu telafi edilemeyecek bir şeydir. Ama şu anda; ben sana geldiğim
zamandan beri (sende) hayırdan başka bir şey görmedim. Eğer sende ikrah
edeceğim bir haslet görseydim; seni uyarmadan susmazdım. Allah’ın ulemadan
ilimlerini gizlemeyeceğine dair almış olduğu söze dayanarak sana Allah hakkı
için bunu haber verirdim. Senden de insanlara ancak hayır aktaracağım. Ne var
ki senden şu sarhoşluk veren içkiyi sakındırıyorum. Çünkü o, şeytanın işi bir
pisliktir. Ümmetin işlerini üstlenen ve minberde halife diye çağırılan bir
kimseye diğer insanlar gibi olması yakışmaz. Nefsin hakkında Allah’tan kork ve
geride kalanları telafi et. Vesselâm.[333]
Burada Yezîd’in, Muhammed
İbnü’l-Hanefiyye’nin yanında veya onun göreceği şekilde içki içtiği anlamına
gelen bu rivayete ihtiyâtla yaklaştığımızı belirtmek durumundayız. Bunun
birinci nedeni, Yezîd’in yanına çağırdığı ve Hâşimoğulları’nın ileri
gelenlerinden biri olan İbnü’l-Hanefiyye’nin karşısında, onun göreceği bir
şekilde bu tavrı takınmayacağı, takınmasının onun siyâsî istikbaline mâtuf
mâkul bir hamle olmayacağı; ikinci nedeni ise, ileride de görüleceği üzere
İbnü’l-Hanefiyye’nin Harre vakası evvelinde Yezîd’e isyân etmesi için kendisine
gelen heyetin Yezîd’in içki içtiğini iddia etmesine karşı, onun Yezîd’in
yanındayken ondan böyle bir davranış görmediğini ikrar etmesidir.
Belâzurî’nin kaydına göre aynı
şekilde Yezîd, kendisinde yanlış bir davranış görürse Muhammed b. Hanefiyye’ye
bu konuda kendisini uyarmasını istemiş, o ise cevabında kendisinde hayırdan
başka bir şey görmediğini belirtmiştir.[334]
Yezîd, aldığı cevaptan ötürü
ileri derecede neşelenmiş ve şöyle demiştir:
“Bana ne emredersen
kabulümdür. Ve yine akrabalar veya taraftarlarından sana isabet eden her türlü
ihtiyacında benimle mektuplaşmanı istiyorum.” Muhammed b. el- Hanefiyye de şu
cevabı vermiştir: “Bunu yaparım İnşallah. Ve istemediklerinin yanında da
olmam.”[335] Muhammed b. el-Hanefiyye bu
görüşmeden sonra Şam’dan Medine’ye doğru yola koyulmuş, Yezîd’in verdiği
malları kendi ev ehli, Benî Hâşim ve Kureyş ile pay etmiştir. İleriki süreçte
Medine’den de Mekke’ye doğru geçmiştir.[336]
Medinelilerin İsyân Girişimine Karşı Tavrı ve
Yezîd Hakkındaki Düşünceleri
Abdullah b. Zübeyr (ö.73/692),
Yezid’e karşı hareket başlatmış ve gizli bir şekilde biat almaya başlamıştı.[337] Ona biat edenler,
Muhacirlerden ve Ensar’dan ileri gelenler Abdullah b. Muti el-Adevî (Ö.74/693),
Abbas b. Sehl el-Ensarî önderliğinde Muhammed b. Hanefiyye’ye gelerek onu
Yezid’e isyan etmek hususunda ikna etmek istediler.[338]
Bu; Harre vakası öncesi süreçti.[339]
Durumu anlayan Muhammed b. el- Hanefiyye, böyle bir şey yapamayacağını çünkü
ona biat ettiği cevabını vermiştir. Gelen heyet, ona niçin biat ettiğini
sorunca; tercümesini aktarmakta önem gördüğümüz, içinde bulunduğu şartları göz
ardı etmeyerek gerçekçi bir tavırla şu cevabı vermiştir:
“Kendim, çocuklarım ve ehl-i
beytimden geriye kalanlar hakkında ondan korktuğum için. Çünkü ben kardeşim
Hüseyin’in (Allah ondan razı olsun) öldürüldüğünü gördüm ve Yezîd bana emân
vermedi. Aynı şekilde kardeşim Hasan’ın Muaviye’ye biat ettiğini ve mükâfatını
aldığını gördüm. Hasan benden daha faziletliydi. Ben Yezid’e biat ettim, çünkü
kardeşim Hasan[340] benim için bir örnekti.”[341]
Muhammed b. el-Hanefiyye’nin
bu sözlerinden sonra bulundukları mecliste bir tartışma yaşandığı
aktarılmaktadır. Bu tartışmayı şu şekilde aktarmak yerinde olacaktır: Gelen
heyet, Yezîd’in maymunlarla oynadığını, küfre düştüğünü, içki içtiğini, fıska
bulaştığını, bu nedenle isyân etmek istediklerini aktardılar. Muhammed b. el-
Hanefiyye’nin cevabı şöyle oldu: “Allah’tan korkmuyor musunuz; yaptığını iddia
ettiklerinizi gözünüzle gördünüz mü, ben onunla sizden daha fazla vakit
geçirdim fakat kendisinde böyle bir şey görmedim.” Ona karşılık olarak şöyle
cevap verdiler: O sana yaptıklarını göstermiyor. İbn Hanefiyye ise şöyle cevap
verdi: Size mi gösterdi? Eğer böyle bir şey yaptıysa siz onun (günahta)
ortaklarısınız, fakat yapmadıysa bilmediğiniz şeyleri söylüyorsunuz.[342]
Muhammed b. el-Hanefiyye
sözüne şöyle devam etmiştir: “Nefsinizdeki sebebiyle Allah’tan korkun ey
adamlar! Azmettiğiniz şeyden geri çekilin. Ben haksız olduğunuz bir halde
kanınızın dökülmesinden korkuyorum.”[343]
Burada Yezîd b. Muaviye’nin kendisini Harre vakası öncesi uzlaşı için ziyârete
gelen heyetin yanında içki içtiği, maymunlarla oynadığı ve küfre düşecek işler
yaptığı ile ilgili Feryal bt. Abdullah’ın değerlendirmelerini özetlemek yerinde
olacaktır: Feryal’a göre Yezîd, işlediği kötü fiilleri Mıuhammed b.
el-Hanefiyye’den gizleyecek olsa, bunu öncelikle Medine’den Harre vakası öncesi
kendisini adeta teftişe gelen heyete yönelik yapması gerekirdi. Çünkü bu
kimseler, gördüklerini Medine’de anlatacaktı. Diğer yandan İbn Hanefiyye’nin
-Yezîd’in yanında onlardan daha uzun kalmış olması sebebiyle- bu hususta
şahitliğinin daha makbul olduğunu beyân etmektedir.[344]
Ona; hoş görmese de İbn Zübeyr’e
biat etmesini, İbn Zübeyr’in biate Yezîd’den daha lâyık olduğunu, eğer onun
lider olmasını istemiyorsa kendisine biat edebileceklerini teklif etmişler,[345] o da bu taleplere karşı
cevaben savaş için ne tâbi ne de metbû olacağını, isyan etmeyeceğini belirtmiştir.
İsyan etmeyeceğini söylemesine rağmen Cemel, Sıffin ve Nehrevan’da babası Hz.
Ali’nin yanında savaşa katıldığını, şimdi de katılabileceğini söylediklerinde
babası gibi birisinin bugün yaşıyor olmadığı cevabını vermiş, “Ehl-i kıble”[346] olarak gördüğü insanlarla
çarpışmayacağı üzerine yemin etmiştir.[347]
Kendisine gelen insanları uyarmış ve görüşmeden Abdullah b. Zübeyr’e biat
etmeyerek çıkmıştır.[348] Onun oğulları ile silâhlı bir
şekilde zorla isyâna çıkartıldığı, bu nedenle oğlu Kasım b. Muhammed’in öldürüldüğü,
diğer oğlu Ebu Hâşim’in de kardeşinin katilini öldürdüğü nakledilir.[349] Muhaliflerin yaptıklarını
kabul etmediği için Medineliler tarafından şehirden kovulduğu da aktarılan
haberler arasındadır.[350] Bu haldeyken dahi isyân
edenlere Allah’tan korkmayı ve birbirlerinin kanını akıtmamalarını öğütlediği,
olaylardan sonra Medîne’yi terk ederek Mekke’ye gittiği rivayet edilmektedir.[351] Onun Harre vakası öncesinde
takındığı tutum bu şekildedir.
Muhtar Es-Sakafî Hakkındaki Düşüncesi
Hz. Hüseyin’in intikamını almak
amacıyla onu öldürenlere karşı bir hareket başlatan Muhtar es-Sekafi, Muhammed
b. Hanefiyye nâmına isyan ederek ortaya çıkmış[352]
ve insanlara kendisini İbnü’l-Hanefiyye’nin gönderdiğini, bu işe onun emriyle
girdiğini, mülhitlerle savaşmak için görevlendirildiğini söyleyerek[353] meşruiyet kazanmak
istemiştir. Muhtar’ın destekçileri ve ona biat etmiş olanlar, Mekke’de Muhammed
b. el- Hanefiyye’yi ziyâret etmiş ve Muhtar’ın onun adına bir hareket
başlattığını, Muhtar’ın kendisini onun gönderdiğini söylediğini, isyâna hazır
olduklarını, bu konu hakkında görüşünü sormak ve tabi olun derse tabi
olacaklarını, ondan uzak durun derse uzaklaşacaklarını beyân ederek ne
yapmaları gerektiği konusunda kendisine danışmışlardır.[354]
Adına pek çok fırkanın oluştuğunu[355]
gördüğümüz Muhammed b. el- Hanefiyye’nin onlara Muhtar hakkında cevabı şu
olmuştur: “Allah’ın düşmanlarımıza karşı bizlere dilediği biriyle zafer nasîb
etmesini temenni ederdim.”[356] Bu, zımnen[357] cevaz vermek
olarak değerlendirilebilir. Bunun üzerine grup Muhtar’ın isyanına katılmaya
karar kılmıştır. Wellhausen bu kaçamaklı[358]
cevabı, saf Şiilerin işine yaradığı şeklinde yorumlamaktadır.[359]
Diğer yandan Muhammed b.
Hanefiyye, bu hareketten berî olduğunu, onu desteklemediğini ifade etmiştir.[360] Ayrıca o, insanlara
Muhtar’dan sakınılmasını öğütlemiştir.[361]
Rivayetlerin bu şekilde tenâkuz teşkil eder gibi görünmesi, zannımızca Muhammed
b. el-Hanefiyye’nin gerek Emevî yönetimi, gerek Abdullah b. Zübeyr, gerekse de
Muhtar es-Sekafî arasında bir denge siyâseti izliyor oluşudur. Direkt olarak
her birine karşı çıkamadığı gibi, bütünüyle olumlu bir siyâset de izlememiştir.
Özellikle Abdullah b. Zübeyr’in biat konusundaki baskısı, Muhtar’la ve
Abdülmelik’le olan ilişkilerine etki etmiştir. Konumuzla doğrudan alâkalı
olmadığı için Muhtar bahsi hakkında bu kadar bilgi vermekle yetiniyoruz.
Mervan b. Hakem ile İlişkileri
Mervan b. Hakem ile onun
hilâfet yıllarında bir temasının olduğuna işaret eden herhangi bir bilgiye
rastlamadık. Lâkin hilâfet yıllarından önce onunla çekişmeleri, savaş esnasında
karşı karşıya geldiği gibi haberler mevcuttur. Buna göre Cemel savaşında
babasının yanında savaşa giren Muhammed b. el-Hanefiyye; Mervan b. Hakem’le
karşılaşmış; onu yere yatırmış ve göğsünün üzerine çıkmış;[362]
Mervan ona övücü bir şiir okuyarak öldürülmemek için affını talep etmiş,[363] o da Mervan’ı öldürmemiştir.
Bu konuya Abdülmelik bahsinin sonunda temas edilecektir.
Abdülmelik
b. Mervan ile İlişkileri
Abdullah b. Zübeyr ile İlişkileri ve Onun
Baskısına Karşı Tavrı
Muhammed b. el-Hanefiyye,
siyâsî konumu, İbn Zübeyr isyanını desteklememesi ve ona biat etmemesi
nedeniyle İbn Zübeyr tarafından siyasî baskı altına alınmış, tehdit edilmiş,
bir grup yakınıyla hapse atılmış,[364]
eziyet görmüştür.[365] Muhtar’ın ilerleyişini gören
ve Mekke’de bulunan Abdullah b. Zübeyr, bunun Muhammed b. el- Hanefiyye’nin
teşvîki ve yönlendirmesiyle olduğunu düşünmüş ve ona elçi göndererek insanların
kendisine biat ettiğini, onun da bir an önce artık biat etmesini istediğini
beyân etmiştir.[366] Muhammed b. el-Hanefiyye de
ona cevaben: “İnsanlardan ben hariç sana biat etmemiş bir kişi dahi kalmazsa, o
zaman biat ederim.” demiştir.[367] Bu bir nevi biat etmek
istemediğini ifade etme biçimi olarak algılanabilir. Nitekim geçtiğimiz
bölümlerde Yezîd’e biat hususunda Hz. Hüseyin’in cevabı da bu olmuştur. Bu ilk
biat isteme tarihinin Hicri 64 (Milâdî 683/684)[368]
yılında olduğu nakledilmektedir.
Ömer b. Urve b. Zübeyr,
Muhammed b. el-Hanefiyye’ye gelerek Abdullah b. Zübeyr’in kendisinden biat
etmesini istediğini, eğer biat etmezse kendisini ve ashabını hapsedeceğini
ifade etmiştir. Muhammed b. el-Hanefiyye, sert bir cevap vererek ona asla biat
etmeyeceğini ifade etmiştir.[369] Buna ek olarak Abdullah b.
Zübeyr’in Benî Haşim’i Şi’bu Ebi Talib mevkiine toplayıp yakmak istediği
rivayeti,[370] onun öfkesinin boyutunu anlamamıza
yardımcı olacaktır.[371] Onu ve ehlini, zemzem
kuyusuna hapsetmiştir.[372] Bu gelişmeler neticesinde
Muhammed b. el-Hanefiyye Muhtar’a mektup yazarak yardım talep etmiş, Muhammed
b. el-Hanefiyye’nin yardım talep eden mektubu Muhtar’a ulaşınca o ağlamış,[373] Kûfe’den de taraftarlarını
toplayıp Ebu Abdullah el-Cedelî’ye “Eğer uçabilirsen uç”[374]
emrini vererek durumun âciliyetini beyân etmiş; yardımına göndermiştir.[375] Bu yardım neticesinde
İbnü’l-Hanefiyye’nin kuşatılmaktan veya zemzem kuyusu etrafındaki esaretten
kurtulduğu nakledilir.[376] Diğer yandan Muhtar’ın
gönderdiği 4.000 adamın Abdullah b. Zübeyr’i ortadan kaldırmak istedikleri
fakat Muhammed b. el-Hanefiyye Allah’ın hareminde kan akıtmak istemediği için
onları engellemiştir.[377] Abdullah b. Zübeyr, Muhtar’ın
bir nevi himayesi altında bulunan Muhammed b. el-Hanefiyye’ye karşı daha
dikkatli olmuştur. Fakat bu süreç uzun sürmeyecektir.
Muhtar öldükten sonra Abdullah
b. Zübeyr, Muhammed b. el-Hanefiyye’ye tekrar bir adam göndermiş ve ondan
derhal biat etmesini istemiştir. O, bu teklifi yine reddetmiştir. Urve b.
Zübeyr’e (ö.94/713) şöyle dediği nakledilir: “Abdülmelik b. Mervan’ın
yakınlığı, kardeşinin (Abdullah b. Zübeyr) yakınlığından daha hayırlıdır.”[378]
Biât Öncesi Abdülmelik’in Dâvetine İcâbeti
Abdülmelik b. Mervan’a
Abdullah b. Zübeyr’in Muhammed b. el-Hanefiyye’ye baskı yaptığı haberi ulaşmış
ve ona mektup göndererek şöyle demiştir: “Bana, senin Abdullah b. Zübeyr’in
ehliyle beraber olmadığın ulaştı. Ben onun üzerine az bir zamanda yürüyeceğim
İnşallah. Yüce ve büyük olan Allah’tan başka kuvvet sahibi yoktur. Mektubumu
okuduğunda yanındakilerle birlikte bana doğru yönel. Emîn ve mutmain bir
şekilde, insanların işlerine uygun olarak Şam topraklarında dilediğin gibi
yerleş. Neyi arzu edersen amâdeyiz. Vesselâm.”[379]
Muhammed b. el-Hanefiyye,
Abdullah b. Zübeyr’in siyâsî baskısı nedeniyle Şam’a gitmeye niyetlenmiştir. Bu
süreçte Abdullah b. Abbas, durumu Abdülmelik b. Mervan’a iletmek için şöyle bir
mektup kaleme almıştır: “Bizden senin memleketine, kötülüğe bulaşmamış bir adam
yönelmiştir. Zulmü ödüllendirmez. Aceleci ve cahil değildir. Hakta hızlıdır.
Batıldan arınmıştır. Adalete niyetlidir ve zulmü hoş görmez. Yanında ehl-i
beytinden bir grup ve taraftarlarından birçok adam var. Evlere izinsiz
girmezler, ücretini vermeden (herhangi bir şey) yemezler, geceleri ibadet
halinde, gündüzleri yiğittirler. Allah sana rahmet etsin, bizi koru. İbn Zübeyr
bizi bıraktı, biz de onu düşmanlıkla bıraktık. Vesselâm.”[380]
Abdülmelik b. Mervan ile olan
mektuplaşma süreci Belâzûrî’nin aktarmasına göre şu şekildedir: Abdullah b.
Abbas, Abdülmelik b. Mervan’a bir mektup yazarak ondan Muhammed b.
Hanefiyye’nin Şam’a gelmek istediğini ve ona yardımda bulunup güzel
karşılamasını, ikramda bulunmasını istemiştir. Abdülmelik de bu mektuba olumlu
cevap vermiş ve İbn Hanefiyye Şam’a doğru yola çıkmıştır. Süreçle birlikte
Abdülmelik, Muhammed b. Hanefiyye’nin gelişinden pişman olmuştur. Bunun nedeni
ise İbn Hanefiyye ve ehlinden olanların hiçbirinin Abdülmelik’e biat etmemiş
olmaları ve halkın İbn Hanefiyye’ye olan yoğun teveccühüdür. Bunu İbn
Hanefiyye’ye yazdığı mektubunda dile getirmiş ve kendisine büyük miktarda para
vermiştir. İbn Hanefiyye de, Abdülmelik’e cevaben kendisinin izniyle
geldiklerini, eğer isterse yerleştikleri bölgeyi terk edebileceklerini ifade
etmiştir.[381]
İbn Sa’d’ ın aktardığı habere
göre ise durumu şu şekilde özetleyebiliriz: Muhammed b. el-Hanefiyye,
Abdülmelik b. Mervan’a Şam’a yerleşme talebinde bulunmuş; Abdülmelik b. Mervan
da İbnu’l-Hanefiyye’ye oldukça lütufkâr bir cevap vermiştir: “İbn Zübeyr’in
seni sıkıştırdığı, ona biat edene dek akrabalığı kestiği ve hakkını hafife
aldığı bana ulaştı. Sen nefsine ve dinine sahip çıkarsın. Sen yaptıklarına göre
ne yapacağını ondan daha iyi bilirsin. İşte Şam. Nasıl istersen buraya gel. Biz
sana karşı ikramda bulunur, akrabalığı kavuşturur, hakkını biliriz.” Mektubu
aldıktan sonra İbnü’l- Hanefiyye, yanındaki kimselere Şam’a doğru yola
çıkılacağını söylemiştir.[382]
Muhammed b. el-Hanefiyye’ye
yönelik yazılan yukarıdaki mektubun tesiri çok uzun süre devam etmeyecek ve
Abdülmelik’in etrafındaki bürokrasi, İbnü’l-Hanefiyye’nin kendisine biat
etmeden Şam topraklarında rahat bir şekilde meskûn bulunmasının onun iktidarını
zedeleyen bir husus olacağını, derhal bu durumun değiştirilmesi gerektiğini salık
verecektir. Bunun üzerine Abdülmelik, yeni bir mektupla İbnü’l-Hanefiyye’ye
hitaben kendisine biat etmesini, biat ederse vereceği dirhemi daha da
arttıracağını, rahat bir şekilde topraklarında meskûn olabileceğini fakat biat
etmeyecekse, kendi idaresi altında olmayan başka bir toprağa gitmesi
gerektiğini yazmıştır.[383]
İbnü’l-Hanefiyye bu mektuba
cevaben Şam topraklarında yerleşmesi için kendisinin ona mektup yazdığını fakat
şimdi farklı bir mektup yazdığını, biat etmeyeceğini, maiyetiyle birlikte
bulunduğu bölgeyi terk edeceğini yazmış[384]
ve Mekke’ye doğru yola çıkmıştır.[385]
Muhammed b. el-Hanefiyye
Abdülmelik’in yanından Mekke’ye döndüğünde kendisini Mekke’de yine Abdullah b.
Zübeyr beklemektedir ve bir adam göndererek biatını istemiştir. Muhammed b.
el-Hanefiyye, bu sefer daha sert bir cevap vererek ne isterse yapabileceğini,
biat etmeyeceğini açıkça dile getirmiştir.[386]
Bunun üzerine tekrar gelen Urve b. Zübeyr, Muhammed b. el-Hanefiyye’den
Mekke’yi terk etmesini, eğer bunu yapmazsa Abdullah b. Zübeyr’in kendisinin
üzerine gelerek onu cezalandıracağını haber vermiştir.[387]
Bunun üzerine Allah’ın haremi olan Mekke’de kan akıtmak istemediğini ifade edip
İbn Zübeyr’e beddua ederek[388] Taife doğru yola koyulmuştur.[389]
Abdülmelik b. Mervan’a Biat Süreci
Abdülmelik, İbnü’l-Hanefiyye
Taifteyken Haccac’a biat etmesini istemiş, o da tüm insanlar ona biat ederse
ancak o zaman biat edeceğini aksi halde biat etmeyeceğini ifade etmiştir.[390] Hicri 72 (Milâdî 691/692)
yılında Haccac, Abdülmelik’e biat etmesi için Mekke’de bulunan İbn Hanefiyye’ye
haber göndermiş, İbnü’l-Hanefiyye de insanların hepsi eğer Abdülmelik etrafında
toplanırsa kendisinin de biat edeceğini beyan etmiş ve biatı reddetmiştir.[391]
Diğer bir nakle göre Muhammed
b. el-Hanefiyye Taif’te mukim ve Abdullah b. Zübeyr’in baskısından uzakken,
Abdülmelik b. Mervan ona bir mektup yazmış ve şunları söylemiştir: “Mektubum
sana geldiği ve elçilerim sana ulaştığı zaman, valim olan Haccac b. Yusuf’a
git, biat et ve dosdoğru ol. Çünkü insanlar ona biat etti ve müstakîm oldular.
Eğer bunu yaparsan; beni malın, ehlin ve çocuklarından men etmiş olursun. Şâyet
yapmaz, reddeder, durumu gözler, kuşkuda kalır, ayak diretir ve ertelersen;
seni İbn Zübeyr’in çanağıyla sular ve nefsinle olduğun bir mekâna
yerleştiririm. Vesselâm.”[392]
Muhammed b. el-Hanefiyye’nin
bu mektuba cevabı oldukça sert olmuştur: “Beni tehdit ettiğin ve korkuttuğun
mektubun bana geldi. İnsanların biat ettiği ve dosdoğru olduğundan
bahsediyorsun. İnsanlar tek bir kişiye biat etmediği müddetçe biat etmek benim
işim değildir. Sen veya senden başkası; insanların razı olduğu birine biat
ederim. Bu benim sınırımdır; bunun hâricinde Allah; ben ve bana kötü iş yapmak
isteyen arasında hüküm verir. O, en güzel hüküm verendir. Beni İbn Zübeyr’in
çanağıyla yıkama sözüne gelince, ben dosdoğru olmasam ve biat etmesem de; bunu
sen yapamazsın. Şüphesiz ki Allahu Teala her gün üç yüz nazar eder. Diriltir ve
öldürür; yüceltir ve zelil eder; yükseltir ve alçaltır; istediğini yapar ve
istediği gibi hükmeder.
Ümit ederim ki bazı
nazarlarına seni de eklesin, benim hakkımdaki tuzak, azgınlık ve zulmüne bir
cevap olsun. Vesselâm.”[393]
Abdülmelik b. Mervan bu cevabı
alınca kızmış, Muhammed b. el-Hanefiyye’nin öldürülmesi konusunda çevresiyle
istişare etmiştir. Muhammed b. el-Hanefiyye, muhtemelen bu durumun iyi bir yere
gitmediğini fark etmiş olacak ki bir mektup kaleme alarak Abdülmelik’e biat
ettiğini bildirmiş ve yakınlarından olan Ebu Abdullah Cedelî’yi eman talebi
doğrultusunda Abdülmelik’e göndermiştir.[394]
Bu süreç içerisinde Haccac’la da bir sürtüşme yaşamışlar, Haccac ona
“Müminlerin emirine şartlar koşuyorsun” diyerek öfkelenmiştir.[395]
Karşılıklı restleşme ifade
eden rivayetlerin varlığı, ilişkilerin seyrini ele almamız açısından bizim için
pusula teşkil edebilecek bir kıvamda olsa da; İbn Zübeyr tarafından baskı
altına alınan Muhammed b. el-Hanefiyye’nin Abdülmelik’e bu şekilde karşılık
vermeyeceği veya veremeyeceğini, diğer yandan Ebû Tâlib ailesinin kanını
akıtmaktan imtina eden Abdülmelik’in[396]
de böyle bir üslup kullanarak mektup kaleme alacağı ihtimalinin kanaatimizce
çok zayıf olduğunu belirtmeliyiz.
Biat süreci hakkında Muhammed
b. el-Hanefiyye’nin oğlu Hasan b. Muhammed durumu şu şekilde aktarmaktadır:
“Babam Haccâc’a biat etmemişti. İbn Zübeyr öldürülünce Haccâc, ona “Allah’ın
düşmanı öldü” haberini gönderdi. O şöyle cevap verdi: İnsanlar biat ederse, ben
de biat ederim. (Haccâc) ise şöyle dedi: Vallahi seni öldüreceğim. O ise şöyle
cevap verdi: Allah’ın her gün üç yüz altmış nazarı vardır. (Her nazarda 360
kaziyye (hüküm) vardır.) Umarım ki bu senin için bize yeter. (Hükümlerinden bir
hükümde.)”[397] Muhammed b. el-Hanefiyye, bu
cevabıyla Haccâc’ı tehdit ediyordu. Haccâc, kendisine verilen bu cevabı
Abdülmelik b. Mervan’a gönderdi. Abdülmelik b. Mervan da kendisini tehdit eden
Bizans kralına aralarında bulunan husumete bir cevap teşkil etmesi amacıyla İbn
Hanefiyye’nin cevabını göndermiştir.[398]
Haccâc, ileriki süreçte İbn
Hanefiyye’yi biat etmesi konusunda sıkıştırmış ve tehdit etmişse de İbn
Hanefiyye bunu kabul etmemiştir. İbn Hanefiyye, İbn Zübeyr’in öldürülmesinden
sonra[399] insanların Abdülmelik’e biat
ettiğini görünce, ihtilaf oluşturmamak için bir mektupla Abdülmelik’e biat
ettiğini bildirmiştir.[400] Onun biatında Abdullah b.
Ömer’in biat etmesi ve şu tavsiyesi etkili olmuştur: “Artık herhangi bir şey
kalmadı, biat et.”[401] Mektubunda biatını şu şekilde
dile getirmiştir: “Ben ümmeti ihtilâf içinde gördüğümde onlardan ayrıldım. İş
sana ulaşınca ve insanlar da biat edince, ben de onlardan biri oldum. Sana biat
ettim, Haccâc’a senin için biat ettim. Biz, bizi güvende kılmanızı, vefa
üzerine söz vermenizi isteriz. İhanette hayır yoktur.”[402]
İbn Abdirabbih’in nakline göre İbnü’l-Hanefiyye “Herkes kendi mizaç ve
karakterine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi
bilendir”[403] ayetini yazarak biat ettiğini
nakleder.[404] Bu biat Hicri 73 (Milâdî 692)
yılında olmuştur.
Abdülmelik de cevabî
mektubunda: “Sen bizim yanımızda övülen bir kimsesin. Bize İbn Zübeyr’den
akrabalık cihetiyle daha sevilen ve yakın olansın. Sana ve ashabına ikrah
edeceğin bir şey gelmemesi için ahd ve misak, Allah ve Resulü’nün zimmetidir.
Beldene dön ve nereye istersen git. Hayatta oldukça senden irtibatı ve yardımı
kesecek değilim.” demiş, ayrıca Haccâc’a İbnü’l-Hanefiyye’ye yönelik hüsnü
muamelede bulunmasını emretmiş, İbnü’l-Hanefiyye de Medine’ye dönmüştür.[405] Bunun yanında Haccâc’ı
uyararak İbnü’l-Hanefiyye’ye veya onun yakınında bulunan herhangi bir kimseye
rahatsızlık vermemesini istediğini, Abdulmuttalib oğullarının kanını
kendisinden uzak tutmasını, yani onların kanını akıtmak istemediğini, bunda bir
faydanın olmadığını beyân etmiştir.[406]
Yukarıda Abdülmelik’in
Zeynelâbidîn Ali b. Hüseyin ile olan ilişkilerinde karşımıza çıkan bir
rivayetin benzeri, Mes’ûdî’de de yer almış fakat bu sefer Muhammed b. el-
Hanefiyye’nin de rivayetin içerisinde yer aldığı görülmüştür. Buna göre
Muhammed b. el-Hanefiyye, Haccâc’dan duyduğu rahatsızlığı Abdülmelik’e bir
mektup yoluyla bildirmiş ve Haccâc’ın kendi işlerine karışmasını istemediğini
belirtmiştir. Abdülmelik bu istek üzerine Haccâc’a İbnü’l-Hanefiyye’ye herhangi
bir rahatsızlık vermemesi yönünde talimatını bildirmiştir. Haccac gerekli
talimatı almış fakat tavaf esnasında Muhammed b. el-Hanefiyye’yi görünce ona
şöyle demiştir: “Mü’minlerin emiri senin hakkında bana izin vermiyor.” Bu sözü
duyan İbnü’l-Hanefiyye: “Sana yazıklar olsun Ey Haccâc! Allah Tebareke ve
Teala’nın her gün ve gecede üç yüz altmış bakışı vardır. Umulur ki ondan sana
bir bakışla nazar eder de, elin ve dilinle seni üzerime musallat etmeyerek bana
merhamet eder.” Haccâc bu cevabı Abdülmelik’e yazmış, Abdülmelik de Bizans
kralını korkutmak için bunu ona göndermiştir. Bu sözü okuduktan sonra Bizans
kralının cevabı ise şu olmuştur:
“Bu senin veya babalarının
tabiatından (gelen bir söz) değil. Bunu peygamber veya peygamberin ailesinden
olan biri söylemiştir.”[407] Rivayet; Bizans kralı
tarafından tehdit edilen Abdülmelik’in bu tehdide bir cevap verebilmek amacıyla
Haccâc’ı Muhammed b. el-Hanefiyye’yi kışkırtması ve vereceği cevabı kendisine
göndermesi şeklinde de aktarılmaktadır.[408]
Biat Sonrası Abdülmelik’in Dâvetine İcâbeti
İbn A’sem’in nakline göre
Abdülmelik ile İbnü’l-Hanefiyye arasındaki mektuplaşmalardan sonra İbn
Hanefiyye ona mektupla biat edince Abdülmelik cevabında onu Şam’a çağırmış ve
görüşmek istemiştir. İbnü’l-Hanefiyye de bu teklifi kabul ederek Haccâc b.
Yusuf üzerinden Abdülmelik’e biat etmiş ve Haccâc’la birlikte yola çıkmıştır.[409]
Muhammed b. el-Hanefiyye
Abdülmelik’in yanında iken Abdülmelik b. Mervan, Muhammed b. Hanefiyye’ye tüm
ihtiyaçlarını karşılayabileceği konusunda söz vermiş, ihtiyaçlarını kendisine
iletmesini istemiştir.[410] Muhammed b. el-Hanefiyye,
Medine’ye gelince Baki’de bir ev inşa etmiş ve sonra Abdülmelik’in yanına
giderek Hicri 78 (Milâdî 697/698) yılında onu ziyaret etmiştir.[411] Borçlarını, çocuklarının atıyyelerini
ve kölelerinin ihtiyaçlarını gidermek konusunda Abdülmelik’ten yardım istemiş,
Abdülmelik bunların hepsine olumlu cevap vermiş ve ihtiyaçları karşılamıştır.[412] Zehebî’nin de kaydıyla
İbnü’l-Hanefiyye Abdülmelik ile görüşmüş, ihtiyaçlarını ve borcunu arz etmiş,
ihtiyaçları karşılanmış ve borçları da ödenmiştir.[413]
Muhammed b. El-Hanefiyye,
Abdülmelik ile beraberken Abdülmelik, ondan Hz. Peygamber’in kılıcını istemiş;
kılıca bakınca onu çok beğenmiş ve kendisine vermesi hususunda ısrar etmiştir.
İbnü’l-Hanefiyye, kılıca kim daha lâyıksa onda kalsın diyerek vermek
istemediğini imâ etmesine rağmen Abdülmelik, herkes için bir hak ve yakınlığın
olabileceği şeklinde cevap vermiştir. Muhammed b. el-Hanefiyye de isteği
üzerine kılıcı Abdülmelik’e hediye etmiştir.[414]
Rivayetin devamında İbn Sa’d,
İbn Hanefiyye’nin Haccâc’ın kendisine olan muamelesinden ötürü Abdülmelik’e
şikayetçi olduğundan, Abdülmelik’in de Haccâc’a İbnü’l-Hanefiyye üzerinde
emirlik hakkı olmadığı şeklinde cevap verdiğinden bahsetmektedir. Muhammed b.
el-Hanefiyye bulundukları ortamdan gidince Abdülmelik Haccâc’a, onun yanına
gitmesini ve öfkesini gidermesi için onunla konuşmasını istemiştir. Haccâc,
kendi hakkındaki öfkesini gidermek için İbnü’l- Hanefiyye’nin yanına geldiğinde
İbnü’l-Hanefiyye şöyle veciz bir söz söylemiştir: “Yazık sana Ey Haccâc!
Allahtan kork ve sakın! Kulların sabahladığı hiçbir sabah yoktur ki Allah’ın
olmasın. Kullarından her bir kul için üç yüz altmış bakışı vardır. Onu alırsa,
kuvveti ile alır. Eğer affederse hilmiyle affeder. Allah’tan sakın!” Haccâc, bu
sözler üzerine kendisinden ne isterse yapacağını söyleyince İbnü’l-Hanefiyye de
kendisinden ömür boyu uzak olmasını istemiştir.[415]
Durumu Abdülmelik’e anlatan Haccâc, İbn Hanefiyye’nin söylediği veciz sözü
Abdülmelik’e aktarınca Abdülmelik, bu sözü Yahudi cemaatinin liderine
aktarmıştır. O kişi bu sözü duyduğunda şöyle cevap demiştir: “Bu söz, nübüvvet
evinden başka bir yerden çıkmaz.”[416]
Muhammed b. el-Hanefiyye ve
iktidar arasındaki ilişkilerde defaatle rivayet olunan, birkaç farklı varyant
ile birlikte Zeynelâbidîn bölümünde aktarılan ve ileride diğer Ehl -i beyt
mensupları hakkında da aktarılacak olan bu veciz söz; dikkat çekici bir ayrıntı
olarak durmaktadır. Kanaatimizce bu; kendilerine yönelik bir tehdit
gördüklerinde Ehl-i beyt’in ileri gelenlerinin bu tehdidi def etmek amacıyla
kendilerinin peygamber ailesinden olduğunu, dolayısıyla korunduklarını
belirtmek gayesiyle kurdukları özel bir cümledir.
Haccâc ile Muhammed b.
el-Hanefiyye Abdülmelik’in yanından çıkınca yola koyulmuşlar; bu esnada Haccâc
Muhammed b. el-Hanefiyye’ye şöyle bir soru yöneltmiştir: “Babanın kunutu
bitirdikten sonra güzel bir söz söylediği bana ulaştı. Onu öğrenmek istedim,
hatırlıyor musun?” İbn Hanefiyye “Hayır” diyerek cevap verince Haccâc: “Subhanallah.
Ne kötü görüşmeniz, ne berbat konuşmanız (var), hınzırlığınız şiddetlenmiş,
insanları köle sayıyorsunuz. Fitnenin içerisine bir dalış dalmışsınız; (öyle
ki) Ensar’ı ve Muhacir’i de (sayıca) azalttınız.”[417]
Haccâc’ın kendisine ve ailesine yönelik kin dolu sözlerini duyan Muhammed b.
el-Hanefiyye, bu sözleri inkâr etmiş fakat bunun bir karşılığının olması
gerektiğini düşündüğü için yoldan geri dönerek Abdülmelik b. Mervan’ın sarayına
doğru gitmiştir. Abdülmelik’in kapısına gelince izin istemiş; izin verilince
Abdülmelik’e Haccâc’ın kendisine yönelik takındığı çirkin tavırdan bahsetmiş,
Abdülmelik de güvenlik güçlerine Haccâc’ı çağırtarak durumun ne olduğunu
öğrenmeye çalışmıştır.[418]
Haccâc Abdülmelik’in kapısına
getirilince girmek için izin istemiş, izin verilmiş ve girince Abdülmelik ona
şu beyti okumuştur:
“Öfkeli bir selâmlaşma ile
karşılaştığımızda;
Allah Amr’ı göz ile
nimetlendirmedi”
Abdülmelik şöyle devam etti:
“Ey aşağılık (herif), sığır değneği! Sen kimsin, Muhammed b. el-Hanefiyye kim?”
Haccâc şöyle cevap vermiştir: “Ey Mü’minlerin emiri, (bu) hayırdan başka bir
şey değildi.” Abdülmelik: “Yalan dedin. Vallahi o senden daha doğru sözlü ve
daha iyidir. O ve babası hakkında konuştun. Vallahi aramızda onun babasından
daha hayırlı bir baba yoktur. Aranızda ne geçti?” Haccâc: “Ona babasının
kunuttan sonra ne dediğini sordum Ey Müminlerin emiri. Onu bilmiyordum. (Fakat)
bize ve devletimize karşı kötü bir şey olduğunu anladım.” Abdülmelik: “Kötü
ettin ve alçaklık yaptın. Vallahi eğer babası ve amcasının oğlu olmasaydı; biz
dalâlet ve dehşet içinde olurduk. Onlar ve Allah dilemedikçe başlarımızda kıl
bitmezdi. Ve onların rahmeti ve güzel kokusu olmadan gördüğün gibi izzetli
olamazdık. Vallahi ya onun rızasıyla, kinini gidermiş bir şekilde gelirsin, ya
da seninle ebediyen tek kelime kurmam.”[419]
Haccâc hızlıca Muhammed b.
el-Hanefiyye’nin yanına gitmiş; yanındakilerle birlikte yemek yerken yanlarına
girmeye çalışmış fakat izin verilmemiştir. Bunun üzerine Haccâc: “Müminlerin
emiri beni kinini gidermem için gönderdi. Senin rızanı almadan benimle
konuşmamak üzere yemin etti. Ben Resulullah’ın merhametinden beni bağışlamanı
diliyorum. Eğer olduysa; günahım için istiğfar ettim.” Muhammed b. el- Hanefiyye
onu affedeceğini lâkin bir şartının olduğunu beyân edip bu şartının da sonsuza
dek kendisinden uzak olmasını istediğini ifade etmiştir. Haccâc bunu kabul
etmiş ve Abdülmelik’in yanına gidince Abdülmelik ne yaptığını sormuş, cevabı şu
olmuştur: “Rızasıyla geldim. Kinini giderdim. Bana istediğim cevabı verdi.
Çünkü o, şunun ehlidir.” Abdülmelik aralarında ne geçtiğini sorunca, onun
sonsuza kadar uzak olma şartını koştuğunu dile getirmiş, bunun üzerine
Abdülmelik: “Ahzem’den bildiğim bir huydur bu”[420]
demiştir.[421]
İleriki günlerde
İbnü’l-Hanefiyye Abdülmelik’in yanına gelince Abdülmelik ona Haccâc hususunda
razı olup olmadığını sormuş, o da razı olduğunu aktarmıştır. Bunun üzerine
Abdülmelik ona babasının ettiği duayı hatırlayıp hatırlamadığını sormuş,
hatırladığı cevabını verince oğlu Süleyman’a Hz. Ali’nin ettiği duayı yazmak
amacıyla bir kalem ve kâğıt getirmesini emretmiştir. İbnü’l-Hanefiyye duayı
söylemiş ve Abdülmelik de bu şekilde not almıştır.[422]
Abdülmelik’le Mervan b. Hakem Hakkındaki
Konuşmaları
Sadece ikisinin bulunduğu bir
odada Abdülmelik, İbn Hanefiyye’ye şunu sormuştur: “Yevmu’d-Dâr’ı (Dâr gününü)
hatırlıyor musun?” Muhammed b. El-Hanefiyye bu soruya karşılık şu cevabı
vermiştir: “Allah aşkına (bu konuda bir şey) söyleme Mü’minlerin emiri.” Abdülmelik
de şöyle cevap vermiştir: “Ne bir şey söyledim ne de bir şey söylerim.”[423] Dâr Günü, Hz. Osman’ın
öldürüldüğü gündür. İbnü’l-Hanefiyye o gün, Mervan b. Hakem’i yakasından tutup
çekiştirmiştir. Haberin İbn Sa’d’da geçen versiyonunda Abdülmelik, İbnü’l-Hanefiyye’nin
giderken arkasından seslenerek ona Dâr Günü’nü hatırlatmıştır. Abdülmelik, o
gün babası Mervan b. el-Hakem’e yaptığının zulüm olduğunu Allah’ın bildiğini
bilmez misin? diye sorarak ondan bir cevap istemiş, İbnü’l-Hanefiyye de o gün
gözlerinin önünde kâkülünün olduğunu, yani bugün olsa yapmayacağını imâ eden
bir cevap vermiştir.[424]
Muhammed b. el-Hanefiyye ile
Mervan b. el-Hakem arasındaki bu sürtüşme, birkaç kez yaşanmıştır. Diğer bir
rivâyette durum şöyle anlatılır: Muhammed b. el-Hanefiyye ve Mervan b. Hakem,
Cemel savaşı’nda birbirine girmiş, Muhammed b. el-Hanefiyye Mervan’ın göğsünün
üzerine çıkmış, onu zor durumda bırakmış fakat öldürmemiştir. İbnü’l-Hanefiyye
Abdülmelik’in yanına gelince Abdülmelik bu hareketini ona hatırlatmış,[425] o da o gün yaptığı hareketten
dolayı özrünü beyan etmiştir. Abdülmelik ise ona şu cevabı vermiştir: “Vallahi
ben bunu sana hatırlatmak istemedim, sana mükafatını vermek istiyorum lâkin
bunu bildiğimi de bilmeni istedim.”[426]
Abdülmelik,
İbnü’l-Hanefiyye’ye 300.000 dirhem vermiş, bir kısmını yakınları, bir kısmını
Mekke ve Medine, bir kısmını da ehl-i beyti için ayırarak pay etmiştir. Sonra
İbn Hanefiyye Medîne’ye gitmek amacıyla Abdülmelik’ten izin istemiş ve izin
verince Medine’ye doğru yola çıkmıştır. Medine’de[427]
üç ay ikâmet ettikten sonra vefat ettiği ifade edilmektedir.[428]
Hz. Ali
Evlâdından İkinci Derecede İsimlerin Emevî Halifeleriyle İlişkileri
Ömer b. Hüseyin ve Yezîd’le Kerbelâ Vakası
Sonrasındaki Diyaloğu
Yukarıda da belirttiğimiz gibi
Kerbelâ vakası’ndan sonra Hz. Hüseyin’in oğullarından sağ kalanlar Ali b.
Hüseyin ve dört yaşındaki Ömer b. Hüseyin olmuştur.[429]
Ali b.
Hüseyin hasta ve yatar
vaziyette olduğu için, Ömer b. Hüseyin de çocuk olduğu için öldürülmemiştir.
Ehl-i beyt, Ubeydullah b. Ziyad’ın yanından Yezîd’e gönderilmiş, Yezîd de
onlara siyâsetin bir gereği olarak iyi muamelede bulunmaya çalışmıştır. Yezîd
bir gün Ömer b. Hüseyin’e: “Benim şu oğlumla güreşebilir misin?” diye sordu.
Oğlu Halid’i (ö.85/704(?)) kastediyordu. Halid, Ömer’in akranıydı. Ömer b. Hüseyin
şöyle cevap verdi: “Yok, bana ve ona bir kılıç ver ki çarpışalım. O zaman sen
de hangimizin dayanıklı olduğunu görürsün.” Bu cevap üzerine onu göğsüne basmış
ve şu atasözünü söylemiştir: “Ahzem’den bildiğim bir huydur bu;[430] yılandan, başka bir şey mi doğar?”[431] Bu rivayet; Yezîd’in zihin
yapısını yansıtması, Hz. Ali ve evlâdı hakkındaki duyduğu kine dair düşüncesini
izhâr etmesi yönünden ciddi önemi haizdir.
Ömer b. Ali ve Velîd b. Abdülmelik ile
Görüşmesi
Annesi, Ümmü Habîb bt. Rebia
b. Yahya[432], babası Hz. Ali’dir. Muhtar
ile Musab’ın savaştığı günlerde Hicri 67’de vefat etmiştir.[433]
Künyesi Ebu’l-Kasım’dır.[434] Hz. Ali’nin son evlâdı[435] olan Ömer b. Ali’nin Eban b.
Osman (ö.105/723) ve Hasan b. Hasan b. Ali (ö.97/715-716) ile birlikte Velid b.
Abdülmelik’in makamına giderek babasının hakkı olan maddi kaynağı istediği
rivayet edilir. Velîd, kendisinin bu isteğine cevap olarak bağış ve borç
hakkındaki hükümleri arz etmiş, Ömer b. Ali ise bunlara gerek olmadığını,
sadece babası üzerinden hakkı olan payı almak için geldiğini, hakkı olan şeyi
yazmasını isteğini ifade etmiştir. Velid ise ona Rebi’ b. Ebi’l-Hukayk en-
Nadarî’nin şu beyitlerini yazmıştır:
“Biz,
hevaya davet eden sebepler meylettiğinde,
Dinleyen,
konuşana lâl kesildiğinde,
Toplum,
görüşleriyle kavgaya tutuştuğunda;
Hükmü
adil ve ayırıcı bir şekilde veririz.
Bâtılı hak ile karıştırmaz,
Hakkı
terk edip bâtıla sarılmayız,
Hayallerimizin
küçük düşürülmesinden
Ve
aşağılık kimseler gibi yaşamaktan korkarız.”
Ardından bu şiiri Eban b.
Osman’a vererek onu Ömer b. Ali’ye vermesini, Fâtıma’nın çocuklarının işine
başka birisinin karışamayacağını söylemiş ve isteğini reddetmiştir. Ömer,
Velid’in yanından öfkeli bir şekilde ayrılmıştır.[436]
Belâzürî ve İbn Abdirabbih aynı rivayeti Abdülmelik b. Mervan ile yaşandığını
belirterek aktarır.[437] Abdülmelik de aynı Yahudi
şairin şiiri ile cevap vermiş ve Ömer’in isteğini geri çevirmiştir.
Hz. Hüseyin, Kûfe’ye doğru
yola çıkarken Ömer b. Ali’yi kendisi ile beraber gelmesi için çağırmış fakat
Ömer kabul etmemiş, kardeşi Hüseyin’in şehid edildiği haberi kendisine ulaşınca
muhtemelen pişman olmuş ve ise şu şekilde söylenmiştir: “Ben dirayetli gencim.
Şayet onlarla birlikte gitseydim; bana da (öldürülen) akrabalar arasında dua
edilecekti.”[438] Ömer b. Ali, Muhtar
es-Sekafi’ye karşı Musab b. Zübeyr’in (ö.72/691) yanında yer almış ve girdiği
savaşta öldürülmüştür.[439]
Hasan
b. Hasan ve Abdülmelik b. Mervan ile İlişkileri
Abdülmelik b. Mervan ile Görüşme
Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi
Talib’in annesi Benî Fezâre’den Havle bt. Manzur b. Zebban b. Seyyâr, babası
Hz. Hasan’dır.[440] Babası ile aynı isme sahip
olması nedeniyle daha çok Hasan el-Müsenna olarak tanınmaktadır.[441] Hasan b. Hasan b. Ali,
babasından dedesi Hz. Ali’nin hakkı olan payı almak konusunda vasiyet almıştır.
Haccâc, bir gün merkebiyle gezinirken onu görmüş ve “Ali’nin malı konusunda
kendinle birlikte Ömer b. Ali’yi getir, çünkü o senin amcan ve ehlinden hayatta
kalandır” demiştir. Haccâc’ın bu teklifi, maddi durumun konuşulması ve amcasını
da bu paya eklemek üzerinedir. Lâkin Hasan b. Hasan, dedesi Ali’nin şartını
değiştirmeyeceğini belirterek bu teklifi reddetmiştir. Haccâc, Ömer ile gelmesi
konusunda Hasan’ı zorlamış, lâkin Hasan kabul etmemekte ısrar etmiştir.
Mezkûr konuyla alakalı olarak
Hasan, Abdülmelik b. Mervan ile görüşmeye gitmiş[442];
Abdülmelik’in makamına varınca Hasan b. Hasan’a Abdülmelik: “(Pek) hızlı
yaşlanmışsın” demiş; taaccübünü gizleyememiştir. Hasan odaya girerken kendisine
isteği hususunda yardım edeceğini söyleyen meclisteki Yahya b. Hakem söze
atılarak: “Mü’minlerin emiri, onu (yaşlanmaktan) engelleyecek ne ola ki? Onu
Irak ehlinin istekleri yaşlandırdı. Her yıl bir kafile geliyor ve hilâfet
hususunda onu sınıyor.” demiştir. Bu sözlere karşılık Hasan b. Hasan: “Ne kötü
bir yardım! Vallahi ne de yardım ettin! Dediğin gibi değil, fakat (şu bir
gerçek ki) bizi Ehl-i beyt yaşlandırdı” diyerek mukabelede bulunmuştur.
Abdülmelik, Hasan’a isteğini ve niçin geldiğini sorunca, Haccâc’ın kendisini
Ömer b. Ali’yi yanına getirmekte zorlamasından bahsetmiş; Abdülmelik cevaben:
“Bunun onunla bir alakası yok. Ona bunun uygun olmadığını belirten bir mektup
yazacağım.” demiş ve Haccâc’a Hasan’ı zorlamaması yönünde emir içeren mektubu
yazmıştır.[443]
Abdülmelik b. Mervan’ın İleri Gelen Aileler
Hakkındaki Emri
Abdülmelik b. Mervan, çok
sinirli olduğu bir gün, Medine valisi Hişam b. İsmail’e, Hz. Ali’nin ailesinin
Hz. Ali’ye, Abdullah b. Zübeyr’in ailesinin de Abdullah b. Zübeyr’e zorla
sövdürmesini istemiştir. Aileler bu durumu reddetmiş; Hişam’ın kız kardeşi
yanına gelerek ona bu konuda şöyle seslenmiştir: “Ey Hişam! Aşiretini eliyle
yok ettiği (kişi) sana görünmüyor mu? Mü’minlerin emirine dön!” Hişam, bunu
yapamayacağı cevabını vermiştir. Hişam’ın kardeşi ise ona, eğer bunu
yapamayacaksa, Ali ailesini Zübeyr ailesine, Zübeyr ailesini de Ali ailesine
sövdürmesinin kendisi için diğer durumdan daha uygun olacağını belirtmiştir.
Hişam da Hasan b. Hasan b. Ali’yi Zübeyr ailesine sövmesi konusunda zorladıysa
da Hasan, aralarında bir bağ olduğunu ifade ederek bunu reddetmiş ve Gafir
suresinin 41. ayetiyle[444] karşılık vermiştir. Hişam,
yanındaki bekçisine ona vurmasını söylemiş, o da gömleğinin üzerinden bir kere
vurunca bu vuruşun sertliğinden ötürü gömleği yırtılmış ve kan akmaya
başlamıştır. Vaziyeti gören Muhammed b. el-Hanefiyye’nin oğlu Ebu Hâşim Abdullah
b.
Muhammed, onu bırakmasını ve
kendisini almasını istemiş; Zeynelâbidîn Ali b. Hüseyin de hasta olduğunu
söylemesi nedeniyle Hişam’ın bulunduğu ortama gelmemiştir. Abdullah b.
Zübeyr’in oğlu Amir b. Abdullah b. Zübeyr de Hişam’ın karşısına çıkmamıştır.
Hişam, dediklerini yapmamaları nedeniyle onları öldürmekle tehdit etmiştir.[445]Ayrıca Hişam, küfür hakkındaki
yargılarını ve sözlerini ayetlerle delillendirmeye çalışmış ve bu hususta
çeşitli âyetler ileri sürmüştür.[446]
Abdülmelik b. Mervan; Hişam b.
İsmail’e bir mektup yazarak Hasan b. Hasan’ın Irak ehliyle siyâsî niyetle
mektuplaştığı için[447] ona yüz celde vurmasını ve
onu insanların arasında bir gün boyunca bekletmesini emretmiştir. Bu cezaya
karşılık Zeynelâbidin Ali b. Hüseyin; amca oğluna bir dua öğreterek onu okumak
suretiyle ferahlamasını öğütlemiştir.[448]
Bu rivayet, farklı varyantlarla Velid b. Abdülmelik dönemi için de
aktarılmaktadır.[449]
Hasan b. Hasan b. Ali’nin,
kendileri hakkında haddi aşanlar için şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Size
yazıklar olsun! Bizi Allah için sevin! Eğer Allah’a itaat edersek, bizi sevin;
eğer ona isyan edersek, bize buğz edin! Eğer Allah, itaati olmaksızın
Resulullah’a yakınlık konusunda bir kimseye yardım edecek olsaydı, onun anne
babasına da yardım ederdi. Bizim hakkımızda hak olanı söyleyin. Şu gerçek ki bu
murâd ettiğiniz şeyler konusunda size daha çok fayda verecektir. Biz de böylece
sizden razı oluruz.”[450] Kanaatimizce bu
söz; kendileri için sevgide aşırıya giden Ehl-i beyt taraftarlarına yönelik
söylenmiştir.
Abdullah b. Hasan ve Emevî Halifeleriyle
İlişkileri
Abdülmelik b. Mervan ile Mektuplaşması
Yukarıda bir örneğini
Zeynelâbidîn bölümünde, diğer bir örneğini de İbnü’l-Hanefiyye ile alakalı
bölümde gördüğümüz bu rivayet, Ikdü ’l-Ferîd’te tekrar karşımıza
çıkmıştır. Buna göre Velîd b. Abdülmelik Şam’daki kiliseyi yıktıktan sonra
Bizans kralı ona bir mektup gönderir. Mektubun içeriği şöyledir: “Sen babanın
(yıkmadan) bıraktığı bir kiliseyi yıktın. Eğer (bu yaptığın) doğruysa baban
(yıkmayarak) yanlış yaptı. Fakat (yaptığın şey) bir hataysa; özrü olmayacak.”[451] Bu cevabın üzerine Velîd, Rum
kralına şu âyetle cevap vermiştir: “Davud ve Süleyman’ı da (an). Bir zaman bir
ekin konusunda hüküm veriyorlardı: Bir grup insanın koyun sürüsü, geceleyin
başıboş bir vaziyette bu ekinin içine dağılıp ziyan vermişti. Biz onların
hükmünü görüp bilmekte idik. Böylece bunu Süleyman’a biz kavrattık.”[452]
Sert yazışmalardan sonra Rum
kralı Abdülmelik b. Mervan’a mektup yazıp bir konu ile ilgili olarak yanlış bir
iş yaptıklarını, kendilerine yüz binlerce ordu göndereceğini ifade ederek
Abdülmelik’i tehdit etmiştir. Bunun üzerine Abdülmelik, Haccâc’a bir mektup
yazarak Abdullah b. Hasan’ı korkutmasını ve kendisine verdiği cevabı yazmasını
emretmiş, Haccâc da gerekli emri yerine getirmiştir. Haccâc’ın tehditlerine
karşı Abdullah b. Hasan şöyle cevap vermiştir: “Allah Azze ve Celle’nin Levh-i
Mahfuz’u vardır. Onunla her gün üç yüz kez nazar eder. (Bu bakışlarında)
diriltmediği veya öldürmediği bir nazarı yoktur. Aziz kılar, zelil eder. Ne
istiyorsa yapar. Ben ümit ederim ki seni (bu nazarlardan) bir nazarda
kefenlesin.”[453] Haccâc, Abdullah’tan aldığı
bu cevabı Abdülmelik’e yazmış; Abdülmelik de bunu Rum kralının tehdidine cevap
olarak göndermiştir. Bu ibareleri okuyan Rum kralı, bu sözlerin ancak
Peygamber’in sözlerinden olabileceğini beyân etmiştir.[454]
Süleyman b. Abdülmelik ile İlişkileri
Süleyman b. Abdülmelik
(ö.99/717), maiyetiyle birlikte haccetmiş, hacdan döneceği sırada yolda
Rumlardan alınan 400 esir ile karşılaşmışlardır. Süleyman bir köşeye oturmuş,
yanına da Abdullah’ı almıştır. Esirlerin komutanı, Süleyman’ın yanına
getirilince o, Abdullah’tan komutanın boynunu vurmasını istemiş; Abdullah b.
Hasan, Süleyman’ın emrini yerine getirip komutanın boynunu vurunca, Süleyman
bunu çok beğenmiş, kılıcın değil vuruşun güzel olduğunu ifade ederek onu
övmüştür.[455]
Zeyd b. Hasan ve Velid b. Abdülmelik ile
İlişkileri
Zeyd b. Hasan’ın babası Hz.
Hasan, annesi Ümmü Beşîr bint Ebî Mes’ud’dur.[456]
İbn Asâkîr’in rivayetine göre Zeyd b. Hasan, amca oğlu Ebû Hâşim ile
Medîne’deki mallar hususunda problem yaşamış, bu nedenle Velîd b. Abdülmelik
ile görüşmüştür.[457] Velîd’e ileride
zikredileceği üzere amcaoğlu Ebû Hâşim’in siyâsî faaliyetlerinden de bahseden
Zeyd, Velîd’in kendisini doğrulaması neticesinde Ebû Hâşim tutuklatmış, halifeyle
yakın ilişkiler kurmuş[458] ve kızı Nefîse de halife
Velîd ile evlenmiştir.[459]
Ebû Hâşim Abdullah b. Muhammed ve Emevî
Halifeleriyle İlişkileri
Muhammed b. el-Hanefiyye’nin
en büyük oğludur, künyesi Ebu Hâşim’dir.[460]
Belâzürî, Şiilerin Hz. Ali’den sonra Muhammed b. el-Hanefiyye’yi imam olarak
gördüğünü, o vefat edince de karizmatik bir yapıya sahip olan[461] oğlu Ebû Hâşim’i imam olarak
benimsediklerini beyân eder.[462]
Velid b. Abdülmelik ile İlişkileri
Yezîd ve Abdülmelik b. Mervan
döneminde de yer yer adının dolaylı olarak geçtiği görülen Ebû Hâşim’in asıl ve
doğrudan etkin olduğu sürecin babası Muhammed b. el- Hanefiyye’nin vefat
etmesiyle başladığını görmekteyiz. Bu nedenle Velîd b. Abdülmelik dönemi bizim
için ciddi önemi haizdir.[463] Velid b. Abdülmelik, Şiilerin
Muhammed İbnü’l-Hanefiyye’den sonra Irak’ta Ebû Hâşim Abdullah b. Muhammed’e
biat ettiği ve onu “Mü’minlerin Emîri” kabul ettikleri şeklindeki haberi
aldığında Ebû Hâşim’i siyâsî bir tedbir olarak hapsettirmiş,[464] Zeynelâbidîn Ali b.
Hüseyin’in rica ve açıklamaları neticesinde serbest bırakmıştır.[465] İbn Asâkir’deki şu rivayet;
Velîd’e bu haberi kimin verdiğini açıklar niteliktedir: Rivayete göre Hz. Ali,
kendisine miras olarak kalan malların idaresini, soyundan yaşça büyük
olanların, ilim ve fazilet sahibi kimselerin üstlenmesini istemiştir. Buradan
hareketle Ebû Hâşim ve Zeyd b. Hasan arasında bir problem ortaya çıkmış; Ebû
Hâşim Zeyd’e yönelik şu sözleri söylemiştir: “Fâtıma beni değil, seni doğurmuş
olsa da; sen ve benim nesepte dedemiz Ali olması sebebiyle eşit olduğumuzu
biliyorsun. Bu mallar; Fâtıma’ya değil; Ali’ye aittir. Ben (de) senden kitap ve
sünnet konusunda daha fakih ve bilginim.” Ebû Hâşim ile dedesi Hz. Ali’den
kalan mallar hususunda münakaşaya girişen Zeyd b. Hasan, Medine’den çıkarak
konuyu halife Velîd b. Abdülmelik’e açmış; buna ek olarak Ebû Hâşim’in Irak’ta
şiasının (taraftar) bulunduğunu, onu imam kabul ettiklerini ve imamlık hedefi
güttüğünü belirterek Velîd’e istihbarat vermiştir. Durumu kendi lehine çeviren
Velîd, Medine’deki valisine talimat vererek Ebû Hâşim’in kendisine
getirilmesini emretmiş; sonra da onu hapsettirmiştir.[466]
Zeynelâbidîn’in ricasıyla hapsedildiği yerden çıkartılan Ebû Hâşim; bir müddet
Velîd’in sarayında misafir olarak kalmıştır.[467]
Velîd’le beraber yemek yediği, ortak vakit geçirdikleri aktarılan rivayetler
arasında yer almaktadır. Birgün Velîd ona: “(Pek de) hızlı yaşlanmışsın Ey
Ebu’l-Benât!”[468] demiş; bunu duyan Ebû Hâşim:
“Beni kızlarla mı ayıplıyorsun? Lût, Şuayb ve Muhammed peygamberler de kız
babalarıydı” şeklinde cevap vermiştir. Velîd bu cevabı alınca çok kızmış: Ebû
Hâşim’in kendisi için hasîs bir düşman olduğunu söylemiştir. Akabinde Velîd’in
isteğiyle[469] onun yanından ayrılan Ebû
Hâşim’in Balka’ya varınca hastalanıp Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas’a
vasiyet ederek vefat ettiği rivayet edilmektedir.[470]
Ahbarü’d-Devleti’l-Abbasiyye müellifine göre ise Ebû Hâşim, “Ebu’l-
Benât” hitabına cevap verince Velîd kendini küçük düşürülmüş hissetmiş ve Ebû
Hâşim’i kovmuş; Ebû Hâşim de “Vallahi burası bana mesken (vatan) değildir”
diyerek orayı terk etmiştir.[471]
Velîd’le olan ilişkilerinde
karşımıza çıkan diğer bir hususu şu şekilde aktarmak mümkündür: Hacc ibadetini
edâ etmek için Mekke’ye giden Velîd; ibadeti yerine getirdikten sonra Medine’ye
uğramıştır. Medine’de Ebû Hâşim ve Zeyd b. Hasan görüşmüş; aralarında şu
şekilde bir diyalog geçmiştir: Velîd, Ebû Hâşim’e: “(Pek de) hızlı
yaşlanmışsın”[472] demiş, o da yaşının ilerlemiş
olmasından dolayı yaşlanmış gözükebileceğini ifade etmiştir.[473] O sırada Ebû Hâşim ile
husumeti bulunan Zeyd söze girmiş ve “Kûfe’den kendisine hediye edilen Galiye[474] nedeniyle örtünüp gizleniyor
Ey Mü’minlerin Emîri!” demiş, bu sözden sonra Velîd’in yanında tartışma ileri
seviyeye taşınmıştır. Zeyd’in jurnaliyle Velîd muhtemelen tedbirli olması
gerektiğini düşünmüş olacak ki Medine’ye doğru yola çıkarken Ebû Hâşim’i de
kendisiyle birlikte Şam’a götürmüş ve onu orada hapsetmiştir.[475] Akabinde Zeynelâbidîn,
Velîd’in yanına giderek Ebû Hâşim’in serbest bırakılmasını rica etmiş ve
Zeyd’in söylediklerinin iftira niteliği taşıdığını açıklamıştır.[476]
Velîd’in ve diğer Ümeyye
oğullarının Ebû Hâşim’i şahsiyet olarak çok beğendiği nakledilen haberler
arasındadır: Buna göre Velîd’in yanında bulunduğu sırada birgün Ebû Hâşim,
Hişâm b. Abdülmelik ve Hâlid b. Yezîd olduğu halde Velîd’in yanına gelmiş,
biraz kaldıktan sonra çıkmış; onun arkasından Velîd yanındakilere şöyle
demiştir: “Benî Hâşim içinde onun dengi bir adam görmedim. O tüm musibetlere
karşı tam bir ahlâk sahibidir. Eğer onu hapse koymak istesem; orası ona ölene
kadar mesken olur.” Sonra Hâlid b. Yezîd’e dönerek, onda kendilerine yönelik
problem teşkil edecek bir şey görüp görmediğini sormuş; Hâlîd de böyle bir şey
görmediğini, ayrıca onun kendilerinden korkar bir halinin de olmadığını fakat
kendi adına gizli bir yılandan çekindiğini beyân etmiş; Velîd bu yılanın kim
olduğunu sorunca o da bu yılanın Ali b. Abdullah b. Abbas’ın çocuğu olduğu
cevabını vermiştir. Velîd ile Hâlid’in diyaloglarının devamında Velîd
isyânlarının ne zaman olacağını sormuş; o da kendi zamanında olacağını
düşünmediğini, belli birtakım alâmetleri sayarak onlara bağlı bir şekilde
ortaya çıkabileceği yorumunu dile getirmiştir.[477]
Süleyman b. Abdülmelik ile İlişkileri
İbn Kuteybe, Heysem b. Adî’den
rivayet ederek Hz. Hasan’ın Muaviye ile sulhünden sonra Muhammed b.
El-Hanefiyye’ye hilâfet için Şiilerin geldiğini ve biat ettiğini, ayrıca
zekâtlarını da ona vermek istediklerini, onunla bu konu hakkında görüştüklerini
nakleder. Rivayete göre Muhammed b. el-Hanefiyye bu teklifleri kabul etmiş, her
bölgeyle ilgilenecek bir kişi tayin etmiş, isyan edilecek vakte kadar da bu
sırrın açıklanmamasını onlara salık vermişti. Rivayetin devamında Muhammed b.
El- Hanefiyye’nin oğlu Ebû Hâşim Abdullah, Muhammed b. el-Hanefiyye’den sonra
babasının yerine geçmiş; siyâsî bir rol üstlenmiştir.[478]
Ebu Hâşim’den Abbasî Muhammed b. Ali’ye geçecek olan bu imâmet,[479] Abbasi ihtilâlinin
çekirdeğini oluşturacaktır. Onun bu şekilde siyâsî bir görevi üstlendiğini
öğrenen Süleyman b. Abdülmelik ise rivayete göre onu öldürmek için bir plan kurmuş
ve kendisiyle görüştükten sonra onu zehirletmek suretiyle bir muhalifini ekarte
etmenin yolunu bulmuştu.[480] Abdullah b. Muhammed’in
Süleyman b. Abdülmelik ile olan görüşmesinde bu mesele ile alâkalı olarak
aralarında geçen diyaloğu şu şekilde aktarmamız yararlı olacaktır:
Süleyman: “Bana, Şiilerin sana
bu iş üzerine (hilâfet) biat ettiği ulaştı.”
Abdullah: “Sana yanlış bir
haber gelmiş. Bizim hâlâ düşmanlarımız vardır. Senden önce de sana ulaşan
haberler gibi bizim hakkımızda imamlara onları bize karşı tahrik etmek için (bu
haberleri) ulaştırırlardı. Allah bize karşı düşmanlık edenlerin bu oyununu def
eder. Benim geçimimle uğraşmam lâzımken, bu işlerle beni meşgul ediyorlar.”[481]
Bu görüşmeden sonra havanın
sıcak olduğu bir vakitte yola çıkan Abdullah; yolda kendisine Süleyman’ın
yerleştirdiği adamlar tarafından sunulan içecek ve yiyecekleri zehirli
olabileceği nedeniyle kabul etmedi. Fakat son yola girince uzatılan sütü kabul
etti. Bu tabloyu el-Imame ve ’s-Siyâse müellifi şu şekilde aktarır:
“Son yola doğru geldiğinde
çadırından bir adam elinde bir testiyle ona doğru çıktı ve şöyle dedi: Süt
ister misin Ey Resulullah’ın kızının oğlu? Sütün zehirlenemeyecek şeylerden
olduğunu düşündü, içti ve yoluna devam etti. Birden zehirlendiğini
hissediverdi. Humeyme’ye doğru gitmeye karar verdi. Orada Abbasoğulları’ndan
bir grup vardı. Yanında bulunanlara da şöyle dedi: Şayet ölürsem; bu iş benim
ehlimdedir. (Onların üzerindedir.) Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas’ın
yanına geldi, ona durumu haber verdi ve şöyle dedi: benden sonra hilâfet
talebi, bu iş şendedir. Ve onu tayin etti. Şiilerden (oradaki) adamları da
şahit kıldı. Sonra da vefat etti.”[482]
Belâzürî, Ebû Hâşim’in
Süleyman b. Abdülmelik’i ziyâret ettiğini, ihtiyaçlarını karşılamak için ondan
yardım aldığını, yanından ayrıldıktan sonra Süleyman’ın onunla bir rehberi
gönderdiğini, yolda bir bedevî ile karşılaştığını veya Süleyman’ın planıyla yol
üzerinde çadırdaki bir bedevînin ikramı olan bir rivayette suyu, diğer bir
rivayete göre ise sütü içtiğini, bu şekilde zehirlendiğini ve Humeyme’de vefat
ettiğini beyân etmektedir.[483] Ya’kubî de; Ebû Hâşim’in
Süleyman’ı ziyâret ettiğini, Süleyman’ın onun ve yanında kim var ise
ihtiyaçlarını karşıladığını, hatta “Kureyş’ten bunun gibi kimseyle konuşmadım”
diyerek onu övdüğünü, Ebû Hâşim yanından ayrıldıktan sonra ise peşinden yanında
zehirli içecekler bulunduran adamlar göndererek onu zehirletmek suretiyle
öldürttüğünü kaydeder.[484]
Hicri I. asrın sonlarına doğru
bütün Şia’nın imamı olduğu kabul edilen Ebû Hâşim’in,[485]
imamlığı Humeyme toplantısında Abdullah b. Abbas’ın torunu[486] Abbasî Muhammed b. Ali’ye
bıraktığı ve bu sürecin Abbasî ihtilâlinin çekirdeğini oluşturduğu yukarıda
belirtilmiştir. Buna ek olarak Ebû Hâşim’in şahsında Hâşimiyye isimli bir
fırkanın teşekkül ettiği, imâmetin onda olduğuna dair inancı bulunan bir grup
Şii’nin var olduğunu belirtmeliyiz.[487]
Bu grubu Keysânîye olarak anmak yerinde olacaktır.[488]
İbn Sa’d’ın nakline göre Ebû Hâşim, Humeyme’de vefat edecekken Muhammed b. Ali
b. Abdullah b. Abbas’a[489] imamet ile alâkalı olarak:
“Bu iş sende ve çocuklarında” demiş ve imameti ona tevdi etmiştir.[490] İbn Kuteybe Şam’da vefat
ettiğini aktarır.[491] Doğru olanın Humeyme olduğu
kanaatindeyiz. Ahbarü’d-Devletü’l-Abbasiyye sahibinin beyânına göre ise
Ebû Hâşim, kendisine biat etmiş Horasan ehlinin ondan sonra kimi imam olarak
göreceklerini sormaları üzerine, Muhammed b. Ali’yi tavsiye etmiştir. Onu neden
tavsiye ettiğini sorduklarında ise ondan daha bilgin ve hayırlı birisini
tanımadığı cevabını vermiştir.[492] Ayrıca yine aynı eserin
nakline göre Ebû Hâşim vefat etmeden; Muhammed b. Ali’ye kendisinden sonra
siyâsî ve sosyal düzlemde izleyeceği yol için bir rehber niteliği taşıyacak
“sarı sahife”yi[493] vermiş; o sahifenin
muhteviyatına göre Abbasi ihtilâli gerçekleştirilmiştir.[494]
Bu vasi tayininin Hicri 98 (Miladi 716) dolaylarında olduğunu beyân etmemiz
gerekir.[495]
Ebû Hâşim’in vefatı hususunda
muhtelif pekçok rivayetin var olduğunu beyân etmek durumundayız. Yukarıda
tafsilâta girmiş olmaları nedeniyle aktardığımız kaynaklarla birlikte onun
Süleyman b. Abdülmelik devrinde ölümüyle ilgili iki türlü ihtilâfın olduğunu
görmekteyiz: Buna göre o ya eceliyle ölmüştür[496]
veya Süleyman’ın planı doğrultusunda zehirletilmek suretiyle suikasta kurban
gitmiştir.[497] Câbirî’ye göre babasından
siyâsî görevi üstlenen Ebû Hâşim; zehirlendiğini anlayarak Ali b. Abdullah b.
Abbas’a ihtilâl görevini devretmiştir.[498]
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm ansiklopedisindeki ilgili maddenin müellifi Onat da
onun zehirlenerek öldürüldüğünü ifade eder.[499]
Yiğit; Şiilerin Ebû Hâşim’i babasının halefi olarak kabul ettiğini belirtmekle
birlite ölümü hakkında herhangi bir görüş aktarmaz. Ayrıca Ebû Hâşim’in vasi
tayininin de Abbasiler tarafından bir meşruiyet zemini olarak kullanıldığını da
aktarmaktadır.[500] Faruk Ömer[501] bu konuda net bir görüş
belirtmemekle birlikte Güneş[502] ve Sarıçam;[503] Ebû Hâşim’in zehirletilerek
öldürüldüğü iddiasını reddederek eceliyle vefat ettiğini kabul ederler. Bizim
de düşüncemiz bu yöndedir. Bu hususta babası Abdülmelik b. Mervan tecrübesini
görmüş ve onun Ebû Tâlib oğullarının kanının akıtılmaması hususundaki net
beyânından şüphesiz haberi olan Süleyman’ın, devletin muhaliflere karşı ezici
bir güçle iktidarı elinde bulundurduğu bir kertede, bu şekilde bir siyâsî hamle
yapmayacağı kanaatindeyiz.
Yukarıdaki açkıklamalara ek
olarak ikinci bölümde de izâh etmeye çalıştığımız üzere Emevî idâresi ile iyi
geçinmeye çalışmış, Yezîd ve Abdülmelik bin Mervan’a biât etmiş, insanların
Ümeyye ve Hâşim oğulları hakkında aşırıya kaçtıklarını ikrar etmiş olan
Muhammed b. el-Hanefiyye’nin, oğlu Ebû Hâşim’e siyâsî bir ödev bırakacağını ve
Ebû Hâşim’in başarısız siyâsî isyân tecrübelerini gördüğü halde Emeviler’e
karşı bu görevi yürüteceğini ihtimal dahilinde görmediğimizi belirtmek
durumundayız. Ayrıca Ebû Hâşim’in kendisine yapılan siyâsî isnâtları reddettiği
de malumumuzdur.[504] Bu konuda Wellhausen’un
Abbasîler’in İbnü’l-Hanefiyye ve oğlu Ebû Hâşim’e taraftar olan Şiileri
yanlarına çekmek gayesiyle Hâşimîler’e bağlandığı şeklindeki yorumu,[505] isabetli görünmektedir.
Abbasî ihtilâlini yürütenler için Hz. Alî evlâdı meşruiyet zemini olmuş ve
buradaki taraftarlar çeşitli siyâsî yakınlaşmalarla ihtilâlin içerisine
çekilmiştir. W. Montgomery Watt’a göre Abbasî ihtilâlini yürütenler için, Ebû
Hâşim’in tanınırlığı büyük önem arz etmekte olup, Hâşimoğulları nezdindeki
siyâsî liderliğin ve bunun etrafında kümelenen sempatizanların bölünüp
gitmesini önlemek amacıyla onlar tarafından bu şekilde bir vasilik anlayışı
oluşturulmuştur.[506] Diğer bir yerde Watt, eğer
Abbasi halifelerinin toplum nezdinde Hâşimoğullarının hepsinin meşru lideri
olarak tanınırsa; ilk Şiilere yakın olan kişilerce de imam olarak
görülebileceğini beyân eder.[507] Bize göre işte bu
durum; onları yukarıdaki siyâsî hamleye iten temel unsurdur. Bunlara ek olarak
Watt; gerek İbnü’l-Hanefiyye’nin gerekse oğlu Ebû Hâşim’in Emeviler’e karşı
politik bir organizasyona girmediklerini belirtmektedir.[508]
BÖLÜM 3: ÖMER B.
ABDÜLAZÎZ’İN İCRAATLARIYLA BAŞLAYAN YENİ DÖNEM İLİŞKİLERİ
Hz. Ali ve Evlâdı Hakkında Düşünceleri ve Hz.
Ali’ye Sövme Âdetini Kaldırması
Ömer b. Abdülazîz’in
(Ö.101/720) Ehl-i beyt ve Hz. Ali’ye bakış açısının şekillenmesinde etkili
olduğunu düşündüğümüz bir beyânını Belâzurî şu şekilde aktarmaktadır: Ömer b.
Abdülazîz şöyle demiştir: “Ali’ye buğz etmekten başka bir şey bilmediğim bir
ortamda büyüdüm. Babam hutbe verirdi, konu Ali’ye geldiğinde ise sözü geveleyip
dururdu. Babama şöyle dedim: Baba, sen hutbene devam ediyorsun (fakat) konu
Ali’ye gelince, sende bir kusur görüyorum. Dedi ki: Sen bunu anladın mı? Cevap
verdim: Evet. Şöyle dedi: Ey oğulcuğum! Etrafımızdakilere Ali’nin (hakiki)
halini bildirsek, bilemiyorum, bizden ayrılırlar.”[509]
Diğer bir beyânı da
İbnü’l-Esîr aracılığıyla bize ulaşmıştır. Ömer b. Abdülâziz Hz. Ali hakkındaki
yanlış sözlerinden şu şekilde vazgeçmiştir: “Medîne’de ilim öğreniyordum.
Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mes’ud’a da ihtiyaç duyuyordum. (Ali’yi
kötülediğime dair) bir şey ona ulaşmıştı. Bir gün yanına gittim, namaz
kılıyordu. Namazı uzattı. Bitirmesini bekleyerek oturdum. Namazı bitirince bana
baktı ve şöyle dedi: “Allah’ın onlardan razı olduktan sonra Bedir ve Rıdvan
biatı ehline gazap ettiğini nereden öğrendin?” Dedim: “Böyle bir şey duymadım”
Dedi: “(Öyleyse) senin hakkında Ali ile ilgili bana ulaşan şey nedir?” Dedim:
“Allah’a ve sana mazeretim var; üzerinde olduğum şeyi terk ettim.”[510]
Yine Ömer b. Abdülazîz’e Hz.
Ali, Hz. Osman, Cemel ve Sıffin hakkında görüşleri sorulduğunda şöyle cevap
verdiği nakledilir: “Bu meseleler kandır ve Allah benim elimi bunlardan çekti.
Ben de dilimi bu işe bulaştırmayı hoş görmüyorum.”[511]
Bilindiği üzere Emevîler,
Muaviye’nin valileri aracılığıyla hakaret politikası kurmuş, Hz. Ali’ye sövme
işini hutbelerden icra etmiş ve artık bu iş; kimi bölgelerde bir âdete
bürünmüştü.[512] Ömer b. Abdülazîz de hoş
görmediği bu sövme ve lanetleme işine son vermiştir.[513]
Ebu Mihnef’ten nakille Belâzurî, Ümeyye oğullarının yöneticilerinin Hz. Ali’ye
sövmeyi ve lanet etmeyi bir adet haline getirdiklerini fakat Ömer b.
Abdülazîz’in bu adeti bıraktırdığını aktarır.[514]
Benî Ümeyye’nin minberlerden Hz. Ali’ye sövdüğünü aktaran İbn Tıktaka, yukarıda
beyân ettiğimiz Ömer b. Abdülazîz’in babasıyla olan diyaloğunu naklettikten
sonra onun Hz. Ali’ye sövme işini bıraktırdığını ve bunun yerine “Muhakkak ki
Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin işleri, fenalık
ve azgınlığı da yasaklar. O düşünüp tutasınız diye sizlere öğüt veriyor”[515] ayetini
koydurduğunu aktarmaktadır.[516]
Kûfe valisi Adî b. Artae’nin
Hz. Ali’ye küfrettiği, Hasan Basri’nin (ö.110/728) yazdığı bir mektup
aracılığıyla Ömer b. Abdülazîz’e bildirilir. Ömer b. Abdülazîz buna mukabil
Adî’ye bir mektup yazmış ve şunları ifade etmiştir: “Bana, senin hakkında
Ali’ye sövdüğün ve lanet ettiğinin haberi geldi. Ne kötü adamsın sen! Eğer bunu
yapar ve yapmaya devam edersen, Allah seni çirkinleştirsin ve sana rahat yüzü
göstermesin. Yemin ederim ki şayet bu fiile tekrar dönersen seni (çetin) bir
cezayla cezalandıracağım, sonra seni azledeceğim.”[517]
Ayrıca Ömer b. Abdülazîz’in valilerine emirnameler göndererek Hz. Ali’ye
yönelik hakaret politikasını tamamen sonlandırdığı bilinmektedir.
Haşimoğulları’na Beytülmâl’den Ödeneklerin
Yeniden Tahsisi
Hz. Ali hakkındaki
düşüncelerine ek olarak onun, Beni Hâşim hakkında da şöyle dediği aktarılır:
“Haşimoğulları’ndan olan amca oğullarımızla bazen lehimize, bazen de aleyhimize
risâletin güneşi doğana kadar ihtilâf edip durduk. (Risâlet güneşi ne zaman ki
doğdu) tüm konuşanları lâl kıldı, susturdu.”[518]
Ömer b. Abdülazîz,
halifeliğinde Ebubekir b. Hazm’a (ö.120/738(?)) toplam 10.000 dinarlık bir
paranın Haşimoğulları’na verilmesi emrini verdi. Bu paranın kadın, erkek, çocuk
ve büyüklerin eşit tutularak dağıtılmasını söyledi. Paranın eşit şekilde
dağıtılacağını duyan Zeyd b. Hasan, kendisinin çocuklarla eşit tutulduğuna
kızdı ve içerisinde halifeye küfre varacak hakaretler etti. Ömer bu hakaretleri
duyduysa da aldırış etmemiştir. Kendilerine verilen bu ihsandan ötürü son
derece memnun olan Fatıma bt. Hüseyin ise, memnuniyetini dile getiren bir
mektubu Ömer b. Abdülazîz’e göndermiş, halife de bu duruma çok sevinmiştir.
Fâtıma, mektupta Ömer’e çokça dua ediyor ve onu hayırla anıyordu.[519]
Ömer
b. Abdülazîz, Zi’l-Kurba için ayrılan maddi payı Abdülmuttaliboğulları arasında
taksim etmiştir. Bundan Ehl-i beyt de faydalanmıştır.[520] Sadece
Abdülmuttaliboğulları’ndan
olan kişilere bu payları aktarmıştır. Diğer yandan Ömer b. Abdülazîz,
Ketibe’nin geliri olan malı, Beni Haşim’in erkeklerine ve kadınlarına
dağıtmıştır. Muttalib oğullarına verilip verilmeyeceği yazıldığında, cevap
olarak onların da Beni Hâşim’den olduğunu ve verilmesi gerektiğini belirtmiştir.[521]
Benî Hâşim, Ömer b.
Abdülazîz’in kendilerine yönelik akrabalık ve yakınlığa önem vererek işler
yapmasından ötürü duydukları teşekkürü bildiren bir mektup yazdılar. Ömer b.
Abdülazîz cevabî mektubunda kendi görüşünün hep bu meyânda olduğunu, hatta
Velid ve Süleyman b. Abdülmelik ile bu mevzu üzerine görüştüğünü lâkin onların
kabul etmediğini, artık kendisi yönetimi ele alınca bu şekilde karar kıldığını
belirtmiştir.[522]
Onun dağıttığı ilk malın Ehl-i
Beyt’e gönderdiği mal olduğu kabul edilmektedir. Bu mal, kadın, erkek, çocuk,
her birine eşit miktarda dağıtılmıştır. Bir rivayette Ehl -i Beyt’e 3.000 dinar
dağıtıldığı ifade edilmektedir. Ömer b. Abdülazîz’in Ehl-i Beyt’e olan tüm
hakkını vermekte gayretli olduğu da aktarılmaktadır.[523]
Ayrıca Ömer b. Abdülazîz, Beni Abdulmuttalip’ten olan herkese humustan hakkını
verilmesi konusunda Ebubekir b. Hazm’ı uyarmıştır.[524]
Mal ve paranın Emevîlerin hassas sinir uçlarından biri olduğu[525] bir dönemde Ömer b.
Abdülazîz’in bu doğrultuda kararlar alması; küçük görülemeyecek bir durumdur.
Fedek Arazisinin İadesi
Fey[526]
arazilerinden olan Fedek;[527] Hz. Peygamberin vefatından
sonra Beytü’l-Mâl’e devredilmiş ve Ehl-i beyt, Emevîler dönemine kadar buradan
hissesini alabilmiştir. Mauviye’nin Mervan b. Hakem’e ikta olarak verdiği Fedek
arazisi,[528] zamanla Mervan’ın mülkü gibi
kullanılmıştır. Ondan oğulları Abdülazîz (Ö.86/705) ve Abdülmelik’e, akabinde
Süleyman ve Velid’in Ömer b. Abdülazîz’e vermesiyle de arazi, Ömer b.
Abdülazîz’e geçmiştir. Ömer b. Abdülazîz, hilâfet görevini üstlenince Mervan
oğullarını toplamış ve onlara Fedek arazisinden gelen gelir hususunda Hz.
Peygamber’in, Hz. Ebubekir’in ve Hz. Ömer’in Allah’ın rızası doğrultusunda
hareket ettiğini fakat bunun dedesi Mervan b. Hakem’den sonra değiştirildiğini,
mülkünün ve ödeneklerin hakkı olmayan kişilere; yani Ümeyye ailesinden ileri
gelenlere devredildiğini, kendisinin bu uygulamayı yanlış bulduğunu ve aslına
muvafık olacak surette değiştirdiğini beyân etmiştir.[529]
Meclisine topladığı yakınlarını Fedek arazisini asıl hüviyetine döndürdüğüne
dair şahit tutmuştur.[530]
Fedek arazisi konusunda
Ebubekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm’a mektup yazarak Fedek arazisinin işlevini
aslına döndürmek istediğini, bunu derhal uygulamasını gerektiği talimatını
vermiştir.[531] Yakubi’nin beyanına göre Ömer
b. Abdülazîz, Fedek arazisinin tasarrufunu Fâtıma evlâdına vermiştir.[532] Wellhausen da Belâzürî’den
nakille bu yoruma katılarak Fedek arazisinin mülkünün halifelerden alınarak Hz.
Peygamber’in mülkü olma saikiyle Ali oğullarına verildiğini kaydeder.[533]
Hz. Ali
Evlâdından İleri Gelen İsimler İle İlişkiler
Yukarıda
aktardığımız üzere Medîne valisiyken Zeynelâbidîn’e rahatsızlık veren Hişam b.
İsmail’in yerine vali olarak Ömer b. Abdülazîz tayin edilmiş ve azledilen vali
Hişam’ı halkın önünde bekletmek suretiyle verilen cezayı uygulayan zât ise Ömer
b. Abdülazîz olmuştur.[534] Ayrıca Ömer b. Abdülazîz, Ali
b. Hüseyin’in vefatı hususunda şunları ifade etmiştir: “Dünya’nın kandili
(siracu’d-dünya), İslâm’ın güzelliği (cemâlu’l-islam) ve âbidlerin süsü
(zeyne’l-âbidîn) gitti.”[535]
Diğer yandan Şii
orijinli eserlerin aktardığı bir rivayeti burada nakletmek ve tahlil etmek
gerekecektir. Abdullah b. Ata et-Temimî’nin nakline göre kendisi Ali b. Hüseyin
ile mescitte bulunduğu sırada önlerinden genç bir delikanlı olan Ömer b.
Abdülazîz ayak giyeceğinde gümüşten bir takı olduğu halde, metnin aktarımına
göre lâubali[536] bir şekilde geçtiği, bunun
üzerine ona bakan Zeynelâbidîn’in ise “Ey Abdullah b. Ata, şu şımarığı görüyor
musun? O, insanlara zulümle hükmedene kadar ölmeyecek.” dediği nakledilir.
Rivayetin devamında Abdullah b. Ata’nın Ömer b. Abdülazîz için fasık demesi
üzerine Zeynelâbidîn Ali b. Hüseyin’in: “Evet. Ölene kadar kolaylık üzere
olacaklar. O öldüğünde sema ehli ona lanet eder; yeryüzündekiler ise affı için
istiğfar ederler.”[537] cümlelerini eklediği
belirtilmiştir. Zeynelâbidîn’in ifrata kaçmayan ve çevresindekileri de ifrattan
çeken bir yapısının oluşu, bizde aktarmış olduğumuz ilgili rivayetleri
ihtiyâtla karşılamak gerektiği kanısını oluşturmaktadır. Yukarıda zikrettiğimiz
üzere Emevî halifelerinin arkasında namaz kılmayı dinen caiz görmesi ve bunu
engellememesi,[538] onun o dönemde genç bir
delikanlı olan Ömer b. Abdülazîz’e yönelik mezkûr cümleleri kurması noktasında
kanaatimizce bir engel teşkil etmektedir.
Ya’kubî’de geçen
bir rivayet; Ömer b. Abdülazîz’in Şia’nın beşinci imamı olarak kabul edilen
Muhammed el-Bâkır (ö.114/733(?)) ile arasındaki ilişkinin seyrine tesir etmesi
açısından mühimdir. Buna göre Ömer b. Abdülazîz, Ebu Cafer Muhammed’i sınamak
amacıyla bir mektup kaleme almış, o da ona karşılık cevap olarak sert üslup
içeren bir mektup yazmıştır. Daha yumuşak bir cevap bekleyen Ömer b. Abdülazîz,
Ebu Ca’fer Muhammed’in Süleyman b. Abdülmelik’e önceden gönderdiği mektupların
incelemiş; aradaki üslup farkını bulmuştur. Bu mektupları görünce içeriğinde
Süleyman’ı övücü ifadelerin olduğunu fark etmiş, bunun üzerine halifenin
memuru, onun adalet ve ihsanına rağmen Ömer b. Abdülazîz’e neden sert bir
üslupla karşılık verdiğini anlamak için Ebu Ca’fer’i çağırmıştır. Ebu Ca’fer
Muhammed ise şu şekilde bir cevap vermiştir: “Süleyman sert bir kişiliğe
sahipti, o yüzden ona sert olan kişilere nasıl yazılması gerekirse o şekilde
yazdım. Fakat sahibinin (Ömer b. Abdülazîz) durumu belli. Ona da gerektiği
şekilde yazdım.” Ömer bu cevabı duyunca şöyle karşılık vermiştir: “Şüphesiz ki
bu Ehl-i beyt, Allah’ın faziletinden mahrum kalmaz.”[539]
Yahya b. Şibl, Ali
b. Abdullah b. Abbas ve Ebu Ca’fer Muhammed b. Ali ile birlikte otururken,
yanlarına bir adamın geldiğini, Ömer b. Abdülazîz’i ayıpladığını, onların da bu
adamı böyle konuşmaktan men ederek Muaviye’den beri kendilerine humustan pay
verilmediği halde Ömer b. Abdülazîz’in bunu verdiğini söylediklerini
aktarmaktadır.[540]
Ebu Ca’fer Muhammed
b. Ali’ye Mehdî’nin kendi içlerinde olduğuna dair insanların bir iddiasının
olduğunu, bu hususta ne düşündüğü sorulunca o, Mehdî’nin Abduşems oğullarından
olacağını, onun da kendisine göre Ömer b. Abdülazîz olduğu cevabını vermiştir.[541] Bu rivayet şekli itibariyle
Hâşim oğullarına karşı siyâsî ve dinî alanda mücadele veren Abdüşems
oğullarının, yani Emevîlerin, aralarındaki rekabeti kendi adlarına güçlendirmek
için ortaya attığı bir iddia olarak gözükebilir. Bu anlayış haklı bir kanı
olarak değerlendirebilir. Fakat Said b. Müseyyeb (ö.94/713), Tâvûs (ö.106/725)
ve Vehb b. Münebbih (ö.114/732) gibi tabiinin ileri gelen âlimlerinin
kanaatlerinin bu yönde olduğuna dair rivayetlerin varlığı;[542]
Ömer b. Abdülazîz’in toplumdaki pozitif imajının, onu Mehdî olarak görmeye
yetecek bir düzeyde olduğunu göstermesi açısından önem arz etmektedir.
Ömer b. Abdülazîz
hilâfete geldiğinde fakihleri çağırtarak kendileriyle toplantı düzenlemek
istemiştir. Bu toplantıya çağırılanlar arasında aynı zamanda iyi bir fakih olan
Ebu Ca’fer Muhammed b. Ali de çağırılmıştır. Ebu Ca’fer bu davete iştirak
etmiş, Ömer b. Abdülazîz ile görüşmesinde de şu anekdot etkili olmuştur:
Meclise giren Ebu Ca’fer Muhammed b. Ali’yi Ömer b. Abdülazîz’in hacîbi “Ebu
Ca’fer nerede?” diyerek çağırmış, üç kere seslenmiş lâkin bir cevap alamadığı
için hacîb, Ömer b. Abdülazîz’e onun gelmediğini rapor etmiştir. Ömer b.
Abdülazîz ise, onun geldiğini haber aldığını, onu çağırırken “Ebu Ca’fer”
olarak değil; “Muhammed b. Ali nerede?” diyerek çağırmasını emretmiş; hacîb
böyle yapınca Muhammed b. Ali de Ömer b. Abdülazîz’in yanına gelerek onunla
görüşebilmiştir.[543]
Bu görüşmede Ömer
b. Abdülazîz ile Ebu Ca’fer Muhammed b. Ali arasında şöyle bir diyalog
geçmiştir:
Ebu Ca’fer:
“(Sana) veda etmek istiyorum Mü’minlerin emîri.”
Ömer b. Abdülazîz:
“Bana öğüt ver ey Ebu Ca’fer.”
Ebu Ca’fer: “Sana
Allah’tan korkmanı, büyüğünü baban, küçüğünü çocuğun, yetişkinleri de kardeşin
olarak görmeni öğütlerim.”
Ömer b. Abdülazîz:
“Allah sana rahmet etsin. Eğer (ki öğüt olarak) almazsak; Allah’ın bizi helâk
edeceği şeyleri bir araya getirdin. Hayır üzerine istikamet sahibi olalım
İnşallah.”
Ebu Ca’fer, Ömer
b. Abdülazîz’in yanından ayrılınca; Ömer yolculukta onunla tekrar görüşmek
istemiş, bir araya gelince birbirlerine sarılmışlar, Ömer ağlamış ve bu
görüşmeden sonra bir daha görüşememişlerdir.[544]
Ebu Ca’fer’in kendisine Emevîler’in arkasında namaz kılma ile ilgili görüşleri
sorulduğunda “Arkalarında kıl, biz de kılıyoruz.” dediği; bu cevabın bir
takiyye unsuru taşıyıp taşımadığı eklendiğinde ise “O minberden inene kadar
Hüseyin ona sövüyorsa; Hasan ve Hüseyin Mervan’ın arkasında namaz kılıyorlar ve
saf tutuyorlardı. Bu takiyye midir?” dediği bilinmektedir.[545]
Ebu Ca’fer
Muhammed el-Bâkır’ın ayrıca Ömer b. Abdülazîz hakkında şöyle dediği nakledilir:
“Her kavmin necibi vardır; Benî Ümeyye’nin necibi de Ömer b. Abdülazîz’dir. O,
kıyamet günü tek bir ümmet olarak diriltilir.”[546]
Ömer b.
Abdülazîz’in hilâfete gelmeden evvel siyâsete etki edecek icraatleri vakidir.
Bu icraatler; özellikle Süleyman b. Abdülmelik devrinde ağırlık kazanmış ve
artık kendisi halifeyi yönlendirici bir müsteşâr konumunu taşımıştır. Mezkûr
icraatlerden biri de Hz. Ali evlâdından olan Zeyd b. Hasan b. Ali b. Ebî Tâlib
ile ilgilidir. İbn Abdilhakem’de geçen bir rivayet, iki taraf arasındaki siyâsî
ilişkilerin boyutunu göstermesi ve Ömer b. Abdülazîz’in fonksiyonel siyâsetini
ortaya çıkarması açısından mühim bir yer teşkil etmektedir. Rivayete göre Velid
b. Abdülmelik, Zeyd b. Hasan b. Ali’ye bir mektup göndermiş; mektupta
kendisinden sonra Abdülazîz b. Velid’e biat etmesini ve Süleyman b.
Abdülmelik’e olan biatını da bozmasını istemiştir. Zeyd, Velid’den korktuğu
için onun isteğine muvafık bir cevap vermiş; Süleyman b. Abdülmelik hilâfete
gelince ilgili yazışmaları görmüş ve konuyla ilgili soruşturma başlatmıştır.[547]
Süleyman, Medîne
valisi Ebubekir b. Hazm’a, Zeyd’e Velid’le aralarında bu şekilde bir yazışmanın
vuku bulup bulmadığını sormasını, durumu soruşturmasını emretmiştir. Zeyd b.
Hasan, kendisine mektubun gerçekliği sorulduğunda, bu cevabı vermeseydi
canından emin olamayacağı için Velid’e olumlu cevap verdiğini, zaruret halinde
verilmiş bir cevap olduğunu belirtmiştir. Ebubekir b. Hazm vasıtasıyla Zeyd’in
cevabı Süleyman’a aktarılınca Süleyman ona yüz kırbaç vurulmasını ve zırh
giydirilip yalın ayak yürütülerek cezalandırılmasını emretmiştir.[548] O sırada Süleyman’ın
danışmanlık görevini üstlenen Ömer b. Abdülazîz, bu emrin verildiği elçiye
Süleyman b. Abdülmelik’le konuşmadan çıkıp emri ulaştırmamasını, bu işi daha
güzel bir şekilde neticelendirebilme ihtimalinin bulunabileceğini ve halifenin
belki verdiği emirden vazgeçebileceğini beyân ederek elçiyi hapsetmiş; bir süre
sonra Süleyman b.
Abdülmelik
rahatsızlanmış, ardından vefat etmiş; Ömer b. Abdülazîz de verilen mektubu
yakmıştır.[549] Bu şekilde muhtemel bir
kargaşanın önüne geçmeyi başarmıştır.
Abdullah b. Hasan
(Ö.145/762); henüz gençken maddî ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Süleyman b.
Abdülmelik’in yanına uğrar ve ondan destek görürdü. Süleyman b. Abdülmelik’in
danışmanı olarak görevini icra eden Ömer b. Abdülazîz de onun ihtiyaçlarını
karşılamak amacıyla geldiğini, kendi kapısında beklediğini ve bu durumun
tekrarlandığını görünce; onu kapısında bekletmeyi kendisi için hoş görmediğini,
uygun gördüğü bir vakitte gelebileceğini, Abdullah b. Hasan’a beyân etmiştir.[550] Bu hususta aşağıda benzer bir
rivayetin bulunması, Ömer b. Abdülazîz’in Ehl-i beyt’i devlet kapısında
bekletmekten çekindiğine ve diğer halifelerden de bu yönüyle ayrıldığına işaret
etmektedir.
Fâtıma bt. Ali,
Ömer b. Abdülazîz Medine valisiyken de onunla iyi ilişkiler kurmuş; olumlu
kanaatler geliştirmiştir. Fâtıma bt. Ali, Ömer b. Abdülazîz Medine valisi iken
onun huzuruna çıktığını, bu esnada Ömer’in yanında bulunan tüm hizmetçileri
dışarıya çıkarttığını ve kendisine: “Ey Ali’nin kızı! Allah’a yemin ederim ki
yeryüzünde sizin ehl-i beytiniz kadar bana sevimli gelen başka bir ev halkı
yoktur. Siz bana kendi evimdekilerden daha sevimlisiniz.” dediğini ifade
etmiştir.[551]
Ayrıca Fâtıma,
Ömer’e duyduğu saygıyı şu şekilde belirtmiştir: “Eğer bize kalsaydı; ondan
sonra kimseyle mücadeleye girişmezdik.”[552]
Diğer yandan Ömer, kapısında bekleyen Hz. Hüseyin oğullarından birine kapısında
beklemesinin doğru olmadığını, Resulullah’ın ehl-i beytinden bir kimsenin onun
kapısında beklemesi ve girmesi için izin istemesi hususunda, kendisinin hicâb
ettiğini belirtmiştir.[553]
SİYÂSETİ YÖNLENDİREN AİLELERİN EVLİLİKLERİ:
ÜMEYYE OĞULLARI VE HZ. ALİ EVLÂDI
İncelediğimiz
sürecin içerisinde yer almasa da önemli bir şahsiyet olması nedeniyle Hz.
Hüseyin’in yapmış olduğu evliliği burada aktarmayı uygun gördük. Hz. Hüseyin de
Ümeyyeoğullarından evlilik yapmıştır. Zübeyrî, onun Leyla bt. Ebi Murre ile
evlendiğini ve kendisinden Ali el-Ekber isminde oğlu olduğunu aktarmaktadır.
Ali el- Ekber, Kerbelâ vakasında şehit düşmüştür. Leyla’nın babası Ebu Murre b.
Urve b. Mesud, annesi Lübabe bt. Ebi’l-As b. Ümeyye’dir. Yani Leyla, anne yolu
ile Ümeyyeoğullarından sayılmaktadır.[554]
Remle bt. Ali b.
Ebî Tâlib, öncesinde Ebu’l Hayyâc künyesinde olan Abdullah b. Ebî Süfyân b.
Hâris b. Abdulmuttâlib ile evliydi. Abdullah vefat edince Muaviye b. Mervan b.
El-Hakem ile evlenmiştir.[555]
İbn Hazm, bu
bilgilere ek olarak Abdülmelik’in öz kardeşi olan ve kendisinde ahmaklık eseri
olduğunu beyan ettiği Muaviye’nin Remle bt. Ali b. Ebî Tâlib ile evlendiğini
aktarmaktadır.[556]
Fâtıma bt. Hüseyin
b. Ali’nin (ö.110/728) annesi Ümmü İshak bt. Talha b. Ubeydullah, babası Hz.
Hüseyin’dir.[557] Fatıma bt. Hüseyin, önce amca
oğlu Hasan b. Hasan ile evlenmiş, o vefat edince Ümeyyeoğullarından olan ve
yakışıklılığı nedeniyle “mutraf” olarak lakab alan[558]
Abdullah b. Amr b. Osman b. Affan ile evlenmiştir.[559]
Fâtıma bt. Hüseyin, Abdullah ile evlenmeyi evvelinde kabul etmemiş, bunun
üzerine Abdullah, Fatıma’nın annesi Ümmü İshak’ın eşi olan İbn Atîk ile
görüşmüştür. İbn Atîk, eşi Ümmü İshak’a durumu aktarınca, o da kızı Fatıma’ya
Abdullah ile evlenmesi hususunda baskı yapmış, eğer bu evliliği kabul etmezse
güneşin altında bekleyip duracağı üzerine yemin etmiştir. Annesinin güneşin
altında iki saat boyunca beklediğini gören Fatıma, onun ısrarı üzerine bu
evliliği kabul etmiştir.[560]
Bu evlilik
hakkında nakledilen diğer bir rivayet ise Hasan b. Hasan’ın vefat etmeye yakın
hanımı Fâtıma’ya, onun istenilen bir kadın olduğunu, kendisinin vefatından
sonra Abdullah b. Amr b. Osman’ın giyinip kuşanmış bir şekilde at üzerinde
olduğu bir halde gelerek evlenme isteğini izhar edebileceğini, bu hususta
kendisini muhayyer bıraktığını beyân etmiştir. Abdullah b. Amr, Hasan’ın tavsif
ettiği şekilde gelmiş ve düşüncesini beyân etmiştir.[561]
Abdullah da Fâtıma ile evli iken vefat etmiştir. Abdullah’tan Kâsım, Muhammed
ve Rukiyye isminde çocukları olmuştur. Ömer b. Abdülazîz’e Fatıma bt. Hüseyin
hakkında “Kötü şeyler hakkında bir şey bilmez” denildiğinde onun bunu: “Kötü
şeyi (şer) bilmemesi, onu şerden uzak tutar” diyerek cevaplandırdığı
nakledilir.[562] Çalıştığımız
dönemin tarihî olarak sınırlarına girmeyen fakat ilişkilere mühim bir örnek
olması nedeniyle burada bir hadiseyi aktarmak yerinde olacaktır:
II. Yezid
tarafından Medine’ye vali tayin edilen Abdurrahman b. Dahhak b. Kays el- Fihrî,
Fâtıma’ya evlilik teklif etmiş, Fatıma da böyle bir düşüncesi olmadığını,
çocukları ile ilgilendiği cevabını vermiştir. Abdurrahman, bu evliliği kabul
etmez ise Fatıma’nın büyük oğlu Abdullah b. Hasan’a içki içtiğini öne sürerek
celde vuracağı şeklinde tehdit etmiş olması nedeniyle Fâtıma, bu durumu İbn
Hürmüz vasıtasıyla Yezîd b. Abdülmelik’e şikâyet etmiş ve ona tehdit edildiğini
beyan eden bir de mektup yazmıştır. Durumu haber alan Yezîd, o esnada Taif’te
olan Abdülvahid b. Abdullah en-Nasrî’ye şu şekilde bir mektup yazmıştır: “Seni
Medine’ye vali olarak görevlendirdim. İbn Dahhak’a 40.000 dinar ceza kes ve ona
öyle işkence et ki şu yatağımda sesini duyayım” İbn Dahhak’a haber ulaşınca
Şam’a Mesleme b. Abdülmelik’in yanına kaçmış ve Yezid’ten kendisini korumasını
istemiştir. Mesleme bunu kabul etmedi ve onu Abdülvahid b. Abdullah en-Nasrî’ye
gönderdi. Yeni vali olan Abdulvahid ona 40.000 dinar para cezası keserek yünden
bir cübbe içinde insanların içinde dolaştırmıştır.[563]
Sükeyne bt.
Hüseyin’in (Ö.117/735) annesi Rebab bt. İmruülkays b. Adî, babası Hz.
Hüseyin’dir.[564] Sükeyne önce Musab b. Zübeyr,[565] sonra Abdullah b. Osman ile
evlenmiş; ardından Ümeyyeoğulları’ndan olan Zeyd b. Amr b. Osman b. Affan ile
nikahlanmıştır. Sükeyne’nin Musab b. Zübeyr öldürüldükten sonra Kûfe’ye
geldiğinde Kûfe ehline: “Size esenlikler olmasın Ey Kûfe ehli! Beni küçükken
yetim, büyüdüğümde ise dul bıraktınız.” dediği rivayet edilir.[566] Bu sitem; Kerbelâ vakasını da
yaşayan biri olan Sükeyne bt. Hüseyin’in vaka hakkında Kûfelileri sorumlu
tuttuğunu göstermektedir. Küçüklüğünde Kerbelâ’yı görmüş; babası Hz. Hüseyin’in
şehid edilmesi üzerine yetim kalmış, evliliğinde Mus’ab b. Zübeyr’in Emevî
ordusu tarafından mağlup edilmesi neticesinde de dul kalmıştır. Kûfe ehline
olan sitemini de bu şekilde dile getirmiştir.
Zeyd b. Amr b.
Osman ile evliliğinde karşımıza çıkan önemli bir detay Sükeyne’nin Zeyd’e
sunduğu evlilik şartlarıdır. Sükeyne Zeyd’e, üzerine evlenmemesi, cariye
edinmemesi, hanımlarıyla ve cariyeleriyle buluşmaması hususunda kefareti
olmayacak bir surette yemin ettirmiş ve Zeyd de mezkûr şartları kabul etmiştir.[567] Sükeyne, şartları kabul eden
eşini ettiği yeminine sâdık olup olmadığı hususunda takip etmesi için birini
görevlendirmiş, daha sonra sunduğu şartların uygulanamayacağını kavramış ve bu
şartlardan vazgeçmiştir.[568]
Yine Sükeyne’nin
Ümeyyeoğulları’ndan olan el-Esbağ b. Abdülazîz b. Mervan ile evlilikleri de
bilinmektedir.[569] Sükeyne’nin evlilik yaptığı
Esbağ b. Abdülazîz b. Mervan, Ömer b. Abdülazîz’in kardeşidir.[570] Bu nikâhın tamamlanmadığı
aktarılmaktadır. İbn Hazm, böyle bir evliliğin varlığına işaret etmekle
birlikte tafsilât aktarmamıştır.[571]
İbn Kuteybe’nin
nakline göre Sükeyne bt. Hüseyin, önce Musab b. Zübeyr ile evlenmiş, o vefat
edince Abdullah b. Osman b. Abdullah ile evlenmiş, ondan çocukları olmuştur.
Sonrasında Esbağ b. Abdülazîz b. Mervan ile evlenmiş, evlilik gerçekleşmeden
Esbağ, ondan ayrılmıştır. Abdülmelik b. Mervan, Esbağ’ı bu evlilikten men
ettiği için ayrılmak durumunda kalmışlardır.[572]
Bundan sonra Zeyd b. Ömer b. Osman b. Affan ile evlenmiş fakat Süleyman b.
Abdülmelik Zeyd’e onu boşamasını söyleyince Zeyd de denileni yapmıştır. Hişam
b. Abdülmelik zamanında Medine’de vefat etmiştir.[573]
Farklı bir kayda göre İbn Kuteybe, Sükeyne’nin önce Amr b. Hakim b. Hizan ile
evli olduğunu, sonrasında Amr b. Osman b. Affan, daha sonra da Musab b. Zübeyr
ile evlendiğini nakletmektedir.[574]
İbn Kelbi’nin
(ö.204/819(?)) rivayetine göre Sükeyne’nin ilk evliliği Ömer b. Abdülazîz’in
kardeşi Esbağ b. Abdülazîz’le olmuştur.[575]
Lâkin Sükeyne’nin Esbağ’la evliliği gerçekleşmeden ayrıldığı beyan
edilmektedir.[576] İbn Hazm da, Zeyd b. Amr b.
Osman’ın Sükeyne ile olan evliliğini doğrulamaktadır.[577]
Buna ek olarak Abdullah b. Osman ile evlendiğini ve ondan Osman isminde
çocuğunun olduğunu aktarmaktadır.[578]
Ayrıca Abdülmelik
b. Mervan’ın Sükeyne bt. Hüseyin’e evlilik teklifinde bulunduğu fakat
Sükeyne’nin bunu reddettiği bilgisi, Belâzüri’nin aktardığı haberler arasında
yer almaktadır.[579] Bu haberi İbn Habîb de
doğrulamaktadır.[580] Mezkûr haber Sıbt İbnü’l-
Cevzi tarafından da aktarılmıştır. Buna göre Abdülmelik onu kendisi ile nişanlamış
fakat Sükeyne çok sert bir tepki vererek bu evliliğin asla olmayacağı cevabını
vermiştir.[581]
Sükeyne, Zeyd’den
sonra İbrahim b. Abdurrahman b. Avf ile evlenmiş fakat Abdülmelik b. Mervan
ikisini ayırmıştır.[582] Esbağ ile evliliğinden sonra
Mısır’a gitmiş, orada Hişam b. Abdülmelik devrinde[583]
vefat etmiştir. Abdülmelik b. Mervan ve Süleyman b. Abdülmelik’in Sükeyne’nin
evlilikleri üzerinde otorite kurarak müdahale ettikleri anlaşılmaktadır. Bu,
onların güç ve iktidarını her alana uygulayabilecek bir pozisyona geldiklerini,
bunun Hz. Ali evlâdı üzerinde de etkili olduğunu göstermektedir. Şer’î olarak
bir mani olmamasına rağmen halifeler evlenmek isteyenleri ayıracak veya
evliliğine engel olabilecek yetki taşıdıklarını düşünmüşler; bu otoritelerini
kullanmakta da bir beis görmemişlerdir. Diğer yandan Abdülmelik’in Sükeyne’yi
-ona sormaya gerek duymadan- nişanlamış olması; rekabet halinde olan eski iki
aile etrafında yorumlanacak olursa, o bu tavrıyla; Hz. Ali evlâdına güç ve
iktidarını göstermek istemiş olabilir. Bunlara ek olarak diğerleri ile olan
evliliğini engellediği Sükeyne bint Hüseyin; onun soyluluk cihetiyle ancak
kendisine denk gördüğü, bu nedenle yalnız kendisinin onunla evlenebileceğini
düşündüğü şeklinde de yorumlanabilir.
Annesi Fâtıma bt.
Hüseyin b. Ali b. Ebî Tâlib, babası Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebî Tâlib’tir.[584] Zübeyrî, Zeyneb’in halife
olan Velid b. Abdülmelik ile evli olduğunu kaydeder.[585]
İbn Hazm da böyle bir evliliğin olduğunu aktarmaktadır.[586]
İbn Hazm, Zeyneb bt. Hasan’ın, Muaviye b. Mervan b. Hakem’in oğlu olan Velîd b.
Muaviye’nin annesi olduğunu nakletmektedir.[587]
Bu nedenle Muaviye b. Mervan’ın da Zeyneb bt. Hasan ile evlendiği çıkarımı
yapılabilir. Bu evlilikten Velîd isminde bir oğlu olmuştur. Velid, Dımaşk’ta
vali olarak görev yapmıştır.[588]
İbn Sa’d, Zeyneb
bt. Hasan’ın Velîd b. Abdülmelik ile evli olduğunu, ancak Velîd’in onu bir süre
sonra boşadığını kaydetmektedir.[589]
Nefîse bt. Zeyd b.
Hasan’ın annesi, Lübâbe bt. Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttâlib, babası Zeyd b.
Hasan’dır.[590] İbn İnebe, Zeyd’in sadece bir
kızı olduğunu, onu da Velîd b. Abdülmelik ile evlendirdiğini aktarmaktadır.
Nefîse, Mısır’da vefat etmiş, orada sürekli ziyaret edilen bir kabir inşa
edilmiştir. Mısır ehlinin kendisini “Sitte Nefîse” olarak andığını
eklemektedir. Onun Abdülmelik b. Mervan ile evli olduğu, öldüğünde ondan hamile
olduğu da aktarılmaktadır.[591] Belâzürî, Nefise’nin
Velîd’den çocuğunun olmasını çok istediğini, Velîd’den hamile olduğunu, çocuğun
karnında hareket etmeye başlayınca Velîd’in çocuğu öldürmeyi düşündüğünü fakat
bunu yapmadan Nefise’nin vefat ettiğini kaydeder. Belâzürî ayrıca, Nefîse’nin
ismini, Nefise bt. Zeyd b. Hüseyin b. Ebî Tâlib olarak belirtmektedir. Yani
Belâzürî, kendisinin Hz. Hüseyin’in torunu olduğunu kabul etmektedir.[592] Zübeyrî, Nefîse’nin Velîd b.
Abdülmelik ile olan evliliğini doğrular ve Velîd’in ondan ayrıldığını ifade
eder.[593]
Zübeyrî, Fatıma
bt. Muhammed’in, Abdülmelik b. Mervan’ın oğlu Ebubekir ile evlendiğini
kaydetmektedir.[594]
Ümmü Kâsım bt. (Hasan) b. Hasan
Zübeyrî, Ümmü
Kasım’ın Mervan b. Ebân b. Osman ile evli olduğunu ve ondan Muhammed isminde
bir çocuğunun olduğunu zikreder.[595]
İbn Hazm ve İbn Habîb, ismini Ümmü Kâsım bt. Hasan b. Ali b. Ebî Tâlib olarak
kaydeder.[596]
Ümmü Gülsüm,
Ümeyyeoğullarından İsmail b. Abdülmelik b. Hâris b. Hakem ile evlenmiş,
Mesleme, İshak, Mervan, Muhammed ve Hüseyin isminde çocukları olmuştur.[597]
Zübeyrî ve İbn
Hazm, Nefise ve Abdullah b. Hâlid b. Yezîd b. Muaviye’nin evli olduğunu,
Nefîse’nin Abdullah’tan Ali ve Abbas isminde çocuklarının olduğunu beyan
ederler.[598]
Hatice,
Ümeyyeoğullarından İsmail b. Abdülmelik b. Haris b. Hakem ile evlenmiş, ondan
Muhammed el-Ekber, Hüseyin, İshak ve Mesleme isminde çocukları olmuştur.[599]
Hammâde’nin de
Ümeyyeoğullarından İsmail b. Abdülmelik b. Haris b. Hakem ile evlendiği ve
Muhammed el-Asğar, Velîd ve Yezîd isminde çocuklarının olduğu kayıtlıdır.[600]
Lübâbe, önce
Ubeydullah b. Ali b. Muhammed b. Ali b. Ebi Tâlib ile evlenmiş, Ubeydullah
vefat edince Ümeyyeoğulları’ndan Saîd b. Abdullah b. Amr b. Saîd b. As ile
evlenmiştir. Ondan çocuğu olmadığı kaydedilmektedir.[601]
Abdülmelik b. Mervan ve Hz. Ali’nin Bir Kızı
ile Olan Evliliği
Taberî, Medainî’den
Abdülmelik b. Mervan’ın Hz. Ali’nin bir kızıyla evli olduğunu aktarır fakat bu
hanımı hakkında herhangi bir bilgi vermemiştir.[602]
Aynı kaydı, Belâzurî’de de görmekteyiz. Belâzüri, “Abdülmelik b. Mervan, Ali b.
Ebî Tâlib’in bir kızıyla evlendi.” der ve bu kızı hakkında tafsilât içeren bir
bilgi aktarmaz.[603] Bu kızın Sükeyne bt. Hüseyin
olma ihtimali bulunmaktadır fakat bunu evlilik hayatı yaşanmayan bir nişan
olarak algılamak yerinde olacaktır. Kanaatimizce Abdülmelik; güç ve hakimiyet
unsuru olarak Sükeyne’yi kendisine nişanlamış; o bunu reddetmiştir. Nitekim
Sükeyne gibi tanınan ve örnek alınan bir kadın eğer Abdülmelik’le evlenseydi bu
kesinlikle bilinecekti. Yukarıda Sükeyne’nin bu evliliği sert bir şekilde
reddettiği ifade edilmiştir. Evliliklerde Hüseyin b. Ali hariç Hz. Ali
evlâdının hep kız vermiş olması da gözden kaçmayan bir unsurdur.
SONUÇ
Zeynelâbidîn Ali
b. Hüseyin; itidalli bir siyâsî duruş tercih etmiş; Kerbelâ vakasından sonra
ailesinin geleceğini düşünerek mevcut konjönktürün nereye evrildiğini görmüş;
iktidarla ilişkilerine buna göre yön vermiştir. Siyâsî hedef gütmediği için bu
ilişkiler daha yumuşak ilerleyebilmiş; özellikle Hz. Ali evlâdı için zarar
görmeyecekleri bir sürecin hâmisi olmuştur. İktidarlarına yönelik herhangi bir
tehdide karşı sert yaptırımlarıyla bilinen Emevîler; onun bu tavrını görerek
-istisnalar haricinde- Hz. Ali evlâdı için süreci geren bir tavır
izlememişlerdir. Ayrıca Zeynelâbidîn’in Yezîd b. Muaviye ve Abdülmelik b.
Mervan’a yönelik “Mü’minlerin Emîri” olarak hitap edişi; Şii düşüncedeki
imâmet-siyâset ön kabulünün sorgulanması gerektiğini ortaya çıkarmaktadır. Bu
durum ayrıca bizi Zeynelâbidîn’in; Emeviler’in hilâfetini meşru addediyor
olmasa da; onları isyân edilecek bir idâre olarak görmediği sonucuna
götürmektedir. Onun Emevî idaresini yok saymadığı; bilâkis tanıdığı bir
gerçektir. Hz. Hüseyin’in intikamı üzerine çalışan Muhtar’a da destek vermemiş;
hatta aleyhine sözler serdetmiştir. Onun bu tavrı; siyâsî bir gayeye mâtuf
olarak icra edilen fiilleri hoş görmediği, mevcut arızaların isyân ederek
halledilemeyeceği anlayışını benimsediğini göstermektedir. İktidardan hakkı
olan maddi desteği aldığı ve retorikten kaçınarak realist bir siyâset güttüğü
farkına varılan bir gerçektir. Yezîd b. Muaviye’nin, babası Hz. Hüseyin’e karşı takip ettiği siyâsî
anlayışı uygun görmeyip yeri geldiğinde sert bir dille tenkit etmiştir. Emevî idâresine
yakınlaşmasını engelleyen, sakladığı bir sitemi bulunmakla birlikte bu sitem;
onları tekfir eden bir görünüm arz etmemektedir. Siyâsî baskı altında olduğu
açıkça görülmekle birlikte onun takip ettiği siyâsî menhec, insanları fitneden
berî kılmak amacıyla fıtratı ve dinî tefekkürü gereği izlediği bir sükûnet
siyâsetidir.
Çalışmanın
devamında Hz. Ali’nin hayatta bulunan ve kendisine biat edilen, üzerine çeşitli
inanışlar inşa edilen oğlu Muhammed b. el-Hanefiyye de çok önemli bir tarihî
kişilik olarak belirmiştir. Bu nedenle onun hayatı ve özellikle siyâsî
ilişkileri, ayrıntılı bir şekilde ele alınmaya değerdir. Muhammed b.
el-Hanefiyye, Zeynelâbidîn Ali b. Hüseyin’in aksine siyâsî görüşlerini daha
açık bir şekilde ortaya koymuş, baskılara veya tehditlere karşı dirençli bir
tavır sergilemiş; kendi muvafık gördüğü görüşe uymayı tercih etmiştir. Onun
Kerbelâ vakasının akabinde Yezîd’in yanına gidip ona biat etmiş olması ve Yezîd’i ilgili olayda suçunu açıkça
söylememesi, siyâsî adımlar attığını kanaati oluşturmaktadır. İsyân ve huruç
yoluyla bir çözüm üretilemeyeceğine inanması, Harre vakasının evvelinde isyân
edecek olan Medine ehline karşı Yezîd’i adeta savunması ve Abdullah b. Zübeyr’e
biat etmemesi, kendi başına yaptığı siyâsî çözümlemelere katı bir şekilde bağlı
olduğunu göstermektedir. Harre vakasını desteklememesini, ailenin başına yeni
bir Kerbelâ hâdisesi gelmesini önlemek olarak yorumlamak da mümkündür.
O,
Hâşimoğulları’nın görünen yüzü olmuş ve siyâsetle ilişkileri yumuşak iklimde
götürmeyi tercih etmiştir. Onun geliştirdiği bu tavır, toplum psikolojisine
katılarak değil, kendi iz’ân ve yakîniyle problemleri ele aldığını
göstermektedir. Adına oluşturulan büyük ve kitlesel hareketler olmasına; hatta
Mehdi görülerek kendisine biat edilmesine rağmen bu hareketlere ihtiyâtla
karşılamış; siyâsî erk’e karşı genel anlamda sessiz muhalefet veya karizmatik
bir biat görüntüsü vermiştir. İhtimal o ki onun hadiseleri bu şekilde ele
alışı, Emevîlerin siyâsî taassubunun fazlasıyla güçlü olduğunu fark etmiş
olmasındandır. Bu nedenle zaten kendisiyle diyalog kurmaya çalışan iktidara
karşı o da sert bir imaj çizmemiş, çözüm taraftarı olduğu izlenimini vererek
ılımlı bir politika izlemiştir. Kendi süreci içerisinde onun uyguladığı
siyâsetin büyük ölçüde tutarlı olduğunu belirtmek gerekir.
Hz. Ali evlâdından
ileri gelen diğer şahıslar olarak kategorize ettiğimiz isimler incelendiğinde
görülen; özellikle babaları Hz. Ali’den kalan malları dolayısıyla Emevî
halifeleriyle iletişim kurmaları ve kabul veya red cevabı almaları, önemli bir
husus teşkil etmektedir. Buna ek olarak burada Ebû Hâşim hakkında kaynakların
aktardığı ve ona biçilen siyâsî misyon, Abbasî ihtilâline sebep olacak bir
çekirdek teşkil etmesi açısından önemsenmelidir. Kanaatimizce Ebû Hâşim’in
toplumdaki bu rolü, Abbasî ihitilalini tertip edenlerce kullanılmış ve kendi
siyâsi emellerine yaklaşmaları amacıyla bir araç haline getirilmiştir. Gizliden
olarak ihtilâli destekleyen bir tavır içerisinde olması da ihtimal
dahilindedir. Lâkin kanaatimiz aksi yöndedir. Zeyd b. Hasan’ın amcaoğlu Ebû
Hâşim hakkında Velîd’e istihbarat vermesi de aradaki siyâsî râbıtanın bazen ne
kadar yükselebildiğini göstermektedir.
Ömer b. Abdülâziz
dönemi, Hz. Ali evlâdı hakkındaki gelişmelerin yoğunluğu ve fazlalığı nedeniyle
müstakil olarak ele alınmıştır. Menfî sayılacak adımların silinmesi ve müsbet
faaliyetlerin ortaya çıkarılması nedeniyle pekçok samimi temasın vuku bulduğu
gözlenmiştir. Ümeyyeoğulları ve Hz. Ali evlâdı arasında yapılan evliliklerde
halifenin yeri geldiğinde Hz. Ali evlâdından olan kadınların evliliğini
engellemesi, zorla evlenmek istemesi ise; gücün kötüye kullanıldığını gösteren
önemli bir husustur.
Yoğunlaşılan
dönemde Kerbelâ vakasının Hz. Ali evlâdının zihninde acı bir tecrübe olarak
yorumlandığı, Ümeyyeoğulları nezdinde de siyâsî bir fırsat olarak görüldüğü
anlaşılmıştır. Ayrıca bu vaka, Hz. Ali evlâdını siyâsî arenadan veya herhangi
bir siyâsî iddiadan geri çekmiştir. Günümüz tabiriyle aktif siyâsetten el etek
çeken Ehl-i Beyt, sessiz muhalefetini korumuş ve bu sessiz muhalefet Ebû Hâşim
ile kendini açığa çıkarmıştır. Ebû Hâşim tecrübesi de şüphesiz Abbasî siyâsî
aklının bir ürünü olarak değerlendirilmelidir.
Kerbelâ vakası;
siyâsetin Hz. Ali evlâdı tarafından daha temkinli olunması gereken bir alan
olarak benimsenmesine neden olmuş ve çalışma alanımızı kaplayan kırk yıllık
süreç, daha pasif siyâsî rollerin üstlenildiği bir dönem olarak müşahede
edilmiştir. Hayatın devam ediyor oluşu nedeniyle Hz. Ali evlâdının da ihtiyaç
ve gereksinimleri olmuş; onların da bu hususta realist davranarak otoriteden
haklarını talep ettikleri, kızlarını halifeler ve yakınları ile evlendirdikleri
ve Zeyd b. Hasan örneğinde olduğu gibi bundan çeşitli menfaatler elde ettikleri
görülmüştür. İki taraf arasında kurulan dil bu şekilde olduğu için, bu menfaat
tabiri menfi bir imaj çizmemelidir. İlişkiler Kerbelâ’dan sonra donuk ve silik
bir hal almamış, yer yer nabzın yükseldiği; yer yer ise sükûnetin hâkim olduğu
süreçler yaşanmıştır. Ayrıca halifelerin hassasiyetleri ve siyâset tarzları da
ilişkilerin seyrini ileri derecede etkileyen bir faktör olarak
değerlendirilmelidir. Şii ve Sünni kaynaklar etrafında yaptığımız bu çalışmada;
özellikle muahhar dönem Şii kaynakların bazı bölümlerde aşırı tarafgir bir
tavır sergileyerek gerçeğin sapmasına neden olabilecek rivayetler
barındırdığını belirtmek isteriz. Bu saikle rivayetler birbiri arasında
mukayese edilerek ele alınmaya çalışılmıştır.
Ahbarü’d-Devleti’l-Abbasiyye
ve fi Ahbâri’l-Abbas ve Veledih, Müellifi Meçhul, Tahkik: Abdülâziz Dûrî,
Abdülcebbâr Muttalibî, Beyrut: Dâru’t-Talîa, 1971.
El-Bağdadî,
İbn Ebi’s-Selc, (ö. 325/937), Târihu’l-Eimme,
Mecmuatü’n-Nefise fi
Târihi ’l-Eimme, Beyrut:
Dâru’l-Kâri, 2002.
El-Belâzürî,
Ebu’l-Hasen Ahmed b. Yahya b. Câbir (ö. 279/892-893), Ensâbu’l-Eşrâf, Tahkik:
Süheyl Zekkâr, Riyad Zirikli, I-XIII, Beyrut: Daru’l-Fikr, 1996.
Ebû Mihnef, Lût b.
Yahya b. Saîd (ö. 157/773-774), Maktelü’l-Hüseyn ve Masrau Ehli Beytih Ve
Ashabih fiKerbelâ, Kuveyt: Mektebetü’l-Elfeyn, 1987.
Ed-Dineverî, Ebû
Hanife Ahmed b. Davud (ö. 282/895), el-Ahbâru’t-Tıvâl, Tahkik:
Abdu’l-Mun’îm Âmir, Kahire: Dâru İhya Kütübi’l-Arabiyye, 1960.
Ferezdak, Ebû
Firas Hemmâm b. Gâlib b. Sa’saa et-Temimî (ö. 114/732), Divânu’l- Ferezdak,
Tahkik: Ali Faur, Beyrut: Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, 1987.
Halife b. Hayyat,
Ebû Amr (ö. 240/854-855), Tarih, Tahkik: Ekrem Ziya el-Ömerî, Riyad:
Dâru Taybe, 1985.
, Kitâbu’t-Tabakât,
Tahkik: Ekrem Ziya el-Ömerî, Bağdat: Matbaatü’l- Meâni, 1967.
İbn Abdirabbih,
Ebû Ömer Ahmed b. Muhammed (ö. 328/940), el-İkdü’l-Ferid, Tahkik: Müfîd
Muhammed Kamihe, I-IX, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1983.
İbn Abdülhakem,
Ebu Abdillâh Muhammed (ö. 268/882), Siretü Umer b. Abdülâziz Alâ ma Verahu
İmam Malik b. Enes ve Ashabuh, Tahkik: Ahmed Ubeyd, Mektebetü Vehbe,
Tarihsiz.
İbn Asâkir,
Ebu’l-Kâsım Ali b. el-Hasan, (ö. 571/1176), Târihu Medineti Dımaşk, Tahkik:
Muhibuddin Ebû Saîd Ömer b. Garame el-Amrevî, I- LXXX, Beyrut: Daru’l- Fikr,
1995.
İbn A’sem, Ebû
Muhammed Ahmed (ö. 320/932), Kitâbu’l-Fütûh, Tahkik: Ali Şirî, I- VIII,
Beyrut: Daru’l-Edva, 1991.
İbnü’l-Esîr,
Ebu’l-Hasen İzzüddin Ali b. Muhammed b. Muhammed (ö. 630/1233), el-
Kâmilfi’t-Târîh, Tahkik: Ebu’l-Fida Abdullah el-Kâdî, I-XI, Beyrut:
Daru’l-Kütübi’l- İlmiyye, 1987.
İbn Habîb, Ebû Ca’fer
Muhammed (ö. 245/860), Kitâbu’l-Muhabber, Neşir: Ilse Lichtenstadter,
Beyrut: Dâru’l-İfâki’l-Cedîde, 2009.
İbn Hazm, Ebu
Muhammed Ali b. Ahmed b. Saîd (ö. 456/1064), Cemheretü Ensâbi’l- Arab,
Tahkik: Abdusselâm Muhammed Harun, Kahire: Daru’l-Mearif, 1962.
İbn Hibban, Ebî
Hâtim Muhammed (ö. 354/965) es-Sîretü’n-Nebeviyye ve Ahbâru’l- Hulefa,
Tahkik: Sad Kerim el-Fakı, İskenderiye: Daru İbn Haldun, Tarihsiz.
İbn İnebe,
Ebu’l-Abbas Cemâlüddin Ahmed b. Alî el-Hasenî ed-Dâvudî (ö. 828/1424), Umdetu’t-Tâlibi’s-Suğra
fî Nesebi Âl-i Ebî Tâlib, Tahkik: Seyyid Mehdi Er-Recâfî, Kum: Mektebetü
Ayetullah el-Uzma el-Mar’aşî en-Necefî, 2009.
İbnü’l-Kelbî,
Ebu’l-Münzir Hişâm b. Muhammed b. Sâib (ö. 204/819), Cemheretü’n- Neseb,
Tahkik: Naci Hasan, Beyrut: Mektebetü’n-Nahdati’l-Arabiyye, 1981.
İbn Kesîr,
Ebü’l-Fida İsmail (ö. 774/1373), el-Bidâye ve’n-Nihâye, Tahkik:
Muhyiddin Dib Misto, I-XX, Beyrut: Dâru İbn Kesîr, 2010.
İbn Kuteybe, el-İmâme
ve ’s-Siyâse, Tahkik: Ali Şirî, I-II, Beyrut: Dâru’l-Edva, 1990.
, Ebû Muhammed
Abdullah b. Müslim (ö. 276/889), el-Meârif, Tahkik: Servet Ukkâşe,
Kahire: Dâru’l-Meârif, Tarihsiz.
İbn Manzur,
Ebu’l-Fazl Cemâlüddin Muhammed b. Mükerrem er-Rüveyfî (ö. 711/1311), Lisânu
’l-Arab, Kahire: Dâru’l-Mearif, Tarihsiz.
İbn Sabbağ, Ali b.
Muhammed b. Ahmed el-Mâlikî, el-Füsûlü’l-Mühimme fî Ma’rifeti’l-Eimme,
Tahkik: Sâmi el-Garirî, I-IV, Kum: Dâru’l-Hadîs, 2002.
İbn Sa’d, Ebû
Abdullah Muhammed (ö. 230/845), Kitâbu’t-Tabakâti’l-Kebîr, Tahkik: Ali
Muhammed Ömer, I-XI, Kahire: Mektebetü’l-Hanci, 2001.
İbn Şehrâşûb, Ebû
Ca’fer Muhammed b. Ali (ö. 588/1192), Menâkibu Âl-i Ebî Tâlib, Tahkik:
Yusuf el-Bukaî, I-V, Beyrut: Dâru’l-Edva, 1991.
İbn Tıktaka, Ebû
Ca’fer Safiyüddîn Muhammed b. Ali (ö. 709/1309), el-Fahr fı’l-
Âdâbi’s-Sultâniyye ve ’d-Düveli ’l-Islâmiyye, Beyrut: Dâru Sâdır, Tarihsiz.
, el-Asîl fi
Ensâbi’t-Tâlibiyyin, Tahkik: Seyyid Mehdi Er-Recâfî, Kum: Mektebetü
Ayetullah el-Uzma el-Mar’aşî en-Necefî, Tarihsiz.
İbn Tolun,
Şemsüddin Muhammed (ö. 953/1546), el-Eimmetü İsna Aşer, Tahkik: Salahaddin
Müncid, Kum: Menşurâtu’r-Ridâ, Tarihsiz.
El-İrbilî,
Ebu’l-Hasen Ali b. İsa b. Ebu’l-Feth (ö. 692/1293),
Keşfu’l-Ğumme fî
Ma’rifeti’l-Eimme, Tahkik: Ali Âl-i
Kevser, I-IV, Beyrut: Dâru’t-Tearüf, 2012.
El-Meclisî,
Muhammed Bâkır (ö. 1110/1698-1699), Bihâru’l-Envâr, I- XXV, Kum: İhyau’l
-Kütübü’l -İslâmiyye, Tarihsiz.
El-Mes’udî,
Ebu’l-Hasan Ali b. el-Hüseyn b. Ali (ö. 345/956), Mürucü’z-Zeheb ve
Meadinu’l-Cevher, Tahkik: Kemal Hasan Mer’î, I-IV, Beyrut:
Mektebetü’l-Asriyye, 2005.
El-Ömerî,
Necmüddin el-Hasan Ali b. Muhammed b. Ali b. Muhammed (ö. 387/997), el-Mecd
fî Ensâbi’t-Tâlibiyyin, Tahkik: Ahmed Mehdî ed-Dâmeğânî, Kum: Mektebetü
Ayetullah el-Uzma el-Mar’aşî en-Necefî, 2002.
Sıbt İbnü’l-Cevzî,
Ebu’l-Muzafer Şemsüddin Yusuf (ö. 654/1256), Tezkîretü’l-Havas, Tahran:
Mektebetü’n-Ninova, Tarihsiz.
Et-Taberî, Ebû
Ca’fer Muhammed b. Cerir (ö. 310/923), Târîhu’t-Taberî Târîhu’r- Rusül
ve’l-Mülûk, Tahkik: Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, I-XI, Kahire: Dâru’l-
Meârif, 1967.
Et-Taberî, Ebû
Ca’fer Muhammed b. Cerîr b. Rüstem, Delâilü’l-İmâme, Tahkik:
Kısmu’d-Dirâseti’l-İslâmiyye, Tahran: Müessesetü’l-Ba’s, 1993.
Et-Tabersî,
Ebû Alî Emînüddin el-Fazl b. Hasan (ö. 548/1154),
Tâcu’l-Mevâlîd,
Mecmuatu’n-Nefîse
fî Târihi’l-Eimme, Beyrut: Dâru’l-Kâri, 2002.
Et-Tûsî, Ebû Ca’fer
Muhammed b. Hasan (ö. 460/1067), İhtiyâru Ma’rifeti’r-Ricâl, Tahkik:
Cevâd el-Kayyumî el-İsfahânî, Kum: Müessesetü’n-Neşri’l-İslâmî, 2007.
Ya’kubî,
Ebu’l-Abbas Ahmed b. Ebî Ya’kub b. Ca’fer, (ö. 292/905), Târîhu’l-Ya’kubî, Tahkik:
Abdülemir Mehna, I-II, Beyrut: Şirketü’l-Âlem li’l-Matbuat, 2010.
Ez-Zehebî, Ebû
Abdillah Şemsuddin Muhammed (ö. 748/1348), Siyerü A’lâmi’n- Nübelâ,
Tahkik: Şuayb Arnavut, Hüseyin el-Esed, I-XXV, Beyrut: Müessesetü’r-Risâle,
1996.
, Ebû Abdillah
Şemsuddin Muhammed, “Halifelik İddiasında Bulunanlar (Esmaü’l-lezîne Râmû
el-Hilâfe ve Harebu Aleyha Beni Ümeyye)”, Çev.: Abdurrahman Acar, Dicle
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: I, Diyarbakır 1999, s.
205-220.
Ez-Zübeyrî, Ebu
Abdullah Mus’ab (ö. 236/851), Kitabu Nesebi Kureyş, Tahkik: Levi
Provençal, Kahire: Daru’l-Mearif, Tarihsiz.
Araştırma Eserleri
Altun, İsmail,
“Hz. Ebubekir ve Hz. Fâtıma Arasında Yaşanan Fedek Meselesine Sünnî ve Şiî
Yaklaşımların Analizi”, İslam Araştırmaları Dergisi, Sayı: XXVII,
İstanbul 2012, s. 1-27.
Avcı, Casim,
“Kûfe”, DİA, C. XXVI, İstanbul 2002, s. 339-342.
Aycan, İrfan, Saltanata
Giden Yolda Muaviye Bin Ebî Süfyan, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2010.
, “Muaviye b. Ebû
Süfyân”, DİA, C. XXX, İstanbul 2005, s. 332-334.
Aycan, İrfan-
Sarıçam, İbrahim, Emevîler, Ankara: TDV Yayınları, 2014.
Azimli, Mehmet, X.
yy ’a Kadar Şiî Karakterli Hareketler, Öykü Kitabevi, 2006.
Bozkurt, Nebi,
“Eman”, DİA, C. XI, İstanbul 1995, s. 75-77.
Büyükkara, Mehmet
Ali, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet-Musa Kâzım ile Ali Rıza Dönemi Şiiliği ve
Abbasiler, İstanbul: MİFAV Yayınları, İstanbul 2010.
El-Câbirî,
Muhammed Âbid, Arap-îslâm Siyasal Aklı, Çev.: Vecdi Akyüz, İstanbul:
Kitabevi Yayınları, 2001.
Caferiyan,
Hüccetü’l-İslâm Resul, Masum İmamların Fikrî ve Siyâsî Hayatı, I-II,
Çev.: Cafer Bayar, İstanbul: Kevser Yayınları, 1994.
Çelmeli, Memduh, Hz.
Muhammed Döneminde Eman, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir: Dokuz
Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2013.
Çubukçu, Asri,
“Fâtıma bint Hüseyin”, DİA, C. XII, İstanbul 1995, s. 226-227.
Dalkıran, Sayın,
“Muhammed b. el-Hanefiyye ve Adına Oluşan Fırkalar”, Dini Araştırmalar
Dergisi, VII, 2004, s. 139-158.
Demircan, Adnan, İslâm
Tarihinin îlk Asrında İktidar Mücâdelesi, İstanbul: Beyan Yayınları, 1996.
, Adnan, Emevîler,
İstanbul: Beyan Yayınları, 2015.
Demirci, Mustafa,
“İlk Devir İslâm Tarihinde “Fey” Kavramının Gelişimi Bağlamında İktisâdî
Kaynakların Paylaşımı Tartışmaları”, İslâm Araştırmaları Dergisi, Sayı:
XVI/IV, İstanbul 2003, s. 596-606.
Dûrî, Abdülazîz, İlk
Dönem İslam Tarihi, Çev.: Hayrettin Yücesoy, Endülüs Yayınları, İstanbul
1991.
Ergin, Ali Şakir,
“Ferezdak”, DİA, C. XII, İstanbul 1995, s. 373-375.
Fayda, Mustafa,
“Fey”, DİA, C. XII, İstanbul 1995, s. 511-513.
Fığlalı, Ethem
Ruhi, “İlk Şii Olaylar”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXVI,
S. 335-352.
, “Şiiliğin Doğuşu
ve Gelişmesi”, Milletlerarası Tarihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu,
İslami İlimler Araştırma Vakfı, İstanbul 1993, s. 33-46.
, “Ali”, DİA,
C. II, İstanbul 1989, s. 371-374.
, “Ali el-Ekber”, DİA,
C. II, İstanbul 1989, s. 390.
, “Hüseyin”, DİA,
C. XVIII, İstanbul 1998, s. 518-521.
, “Hasan”, DİA,
C. XVI, İstanbul 1997, s. 282-285.
Görgün, Hilal,
“Sükeyne bint Hüseyin”, DİA, C. XXXVIII, İstanbul 2010, s. 45-46.
Güneş, Hüseyin,
Dinî, Siyâsî ve Sosyal Etkisi Açısından Muhammed b. Hanefiyye ve Hayatı, (Yayınlanmamış
Doktora Tezi), Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009.
, “Ebû Hâşim
Abdullah’ın Siyâsî Etkinliği”, İSTEM Dergisi, Sayı: XVIII, Konya 2011,
263-288.
El-Işş, Yusuf,
“Emevi Yönetimine Genel Bakış”, Çev.: Ömer Aras, Abant İzzet Baysal
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, V/X, 177-188.
Kallek, Cengiz,
“Biat”, DİA, C. VI, İstanbul 1992, 120-124.
Kapar, M. Ali,
“Hz. Hasan’ın Halifeliği ve Hasan-Muaviye Andlaşması”, Selçuk Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, VII, Konya 1997, 67-80.
El-Kâtib, Ahmed, Şiada
Siyasal Düşüncenin Gelişimi, Çev.: Mehmet Yolcu, Ankara: Otto Yayınları,
2016.
Kaya, Büşra
Sıdıka, İslâm Öncesi Arap Toplumunda Emân Uygulamaları, (Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi), Sakarya: Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, 2007.
Kaya, Remzi,
“Kur’an-ı Kerim’de Fey Gelirleri ve Dağılımı”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Sayı: X/II, Bursa 2001, 67-86.
Kazancı, Ahmet Lütfi,
“Hakem b. Ebi’l-Âs ve Sürgün Olayı”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, Sayı: VI, Cilt: VI, Bursa 1996, s. 41-51.
Kılavuz, Ahmet
Saim, “Zeynelâbidîn”, DİA, C. XLIV, İstanbul 2013, s. 365-366.
Kılıç, Ünal, Tartışmaların
Odağındaki Halîfe Yezîd, İstanbul: Kayıhan Yayınları, 2016.
Kister, M. J., îlk
Dönem İslam Tarihi Üzerine Makaleler, Ankara Okulu Yayınları, Derleyen:
Prof. Dr. Ali Aksu, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2014.
Koyuncu, Mevlüt, İkinci
Hazreti Ömer (Ömer bin Abdülazîz), İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1996.
Köksal, Mustafa
Asım, Hz. Hüseyin ve Kerbelâ Faciası, Köksal Yayıncılık, Tarihsiz.
Moezzî, Mohammad
Ali Amir, The Spirituality of Shi’i İslam, London: The Enstitute of
Ismaili Studies, 2011.
Onat, Hasan, “Ebû
Hâşim Abdullah b. Muhammed”, DİA, C. X, İstanbul 1994, s. 146.
Ömer, Faruk,
“Abbasîlerin Siyâsî Emellerinin Tarihi Kökleri”, Selçuk Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, Çev.: Cem Zorlu, Sayı: XIII, Konya 2002,
193-210.
Önkal, Ahmet,
“Velîd b. Utbe”, DİA, C. XLIII, İstanbul 2013, 36-37.
Öz, Mustafa,
“Muhammed b. Hanefiyye”, DİA, C. XXX, İstanbul 2005, 537-539.
Öz, Şaban, Sahabe
Sonrası İktidar Mücadelesi, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2015.
Özkan, Halit,
“Zeyneb bint Ali”, DİA, C. XLIV, İstanbul 2013, s. 356-357.
Özkan, Mustafa,
“Emevi İktidarının İşleyişinde Biat Kavramına Yüklenen Anlam ve Biatın
Fonksiyonu”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, VII/XIII,
2008, 113128.
Sandıkçı, Kemal,
“Tulekâ”, DİA, C. XLI, İstanbul 2012, 361-362.
Sarıçam, İbrahim, Emevî-Hâşimî
İlişkileri-İslâm Öncesinden Abbâsîlere Kadar, Ankara: TDV Yayınları, 2011.
Savaş, Rıza, İslâm’ın
İlk Asrında Kadın, İstanbul: Siyer Yayınları, 2017.
Sezikli, Abdullah,
İslâm Tarihinde Hz. Peygamber Döneminde Siyer Kaynaklarına Göre İslâm’a Giriş
Şekilleri (Örnekleri), (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara: Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006.
Söylemez, M.
Mahfuz, “Hz. Hasan’ın Hilâfeti Muaviye’ye Devrinin Arka Planı”, Journal Of
Islamic Research, Sayı: XIV/III-IV, 2001, 456-468.
, “Emevi
İktidarına Karşı Kûfe’den İlk Sivil Muhalefet: Hucr b. Adiy Hareketi”, Çorum
ilahiyat Fakültesi Dergisi, III/VI, 2004, 31-48.
Tabatabaî, M.
Hüseyin, Tüm Boyutlarıyla İslâm’da Şia, Çev.: Kadir Akaras, Abbas Akyüz,
İstanbul: Kevser Yayınları, 2016.
Tüz, Tayyip,
“Emevîler Dönemi Siyasi Şiir “Ferezdak” Örneği”, Bingöl Üniversitesi
SsosyalBilimler Enstitüsü Dergisi, V/IX, 2015, 259-272.
Uslu, Recep,
“Hasan b. Hasan b. Ali”, DİA, XVI, İstanbul 1997, 324.
Uyar, Gülgün, Ehl-i
Beyt-İslâm Tarihinde Ali-Fatıma Evlâdı, İstanbul: MİFAV Yayınları, 2011.
Watt, W.
Montgomery, “Emevîler Devrinde Şiilik”, Çev.: İsa Doğan, Ondokuz Mayıs
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: X, Samsun 1998, 35-48.
, İslam
Düşüncesinin Teşekkül Devri, Çev.: Ethem Ruhi Fığlalı, İstanbul: Şa-To
İlahiyat Yayınları, 2001.
Wellhausen,
Julius, Arap Devleti ve Sukutu, Çev.: Fikret Işıltan, Ankara: Ankara
Üniversitesi Basımevi, 1963.
, İslâmiyetin
İlk Devrinde Dinî-Siyâsî Muhalefet Partileri, Çev.: Fikret Işıltan, Ankara:
TTK Basımevi, 1989.
, İslâmın En
Eski Tarihine Giriş, Çev.: Fikret Işıltan, İstanbul: İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1960.
Varol, M.
Bahaüddin, Siyasallaşma Sürecinde Ehli Beyt, Konya: Yediveren Kitap,
2004.
, Ehli
Beyt-KavramsalBoyut, Konya: Yediveren Kitap, 2004.
,
“Emevîlerin Hz. Ali ve Taraftarlarına Hakaret Politikası Üzerine”, İSTEM
Dergisi, Sayı: VIII, Konya 2006, s. 83-107.
, “Harre Vakası (Sebep-Sonuç
Değerlendirmesi)”, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: VII,
Konya 1997, s. 513-534.
Vloten, Gerlof Van, Emevî Devrinde Arap
Hâkimiyeti, Şia ve Mesih Akideleri Üzerine Araştırmalar, Çev.: Mehmed S.
Hatiboğlu, Ankara: AÜİF Yayınları, 1986.
Yıldız, Abdullah, “Tulaka Sahabîler ve
Hadis Rivayeti Olanlar”, Harran Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi,
Sayı: XX, Şanlıurfa 2008, s. 71-102.
Yiğit, İsmail, Emevîler
(41-132/661-750), İstanbul: İSAM Yayınları, 2017.
Yüksel, Ahmet Turan, “Ubeydullah b.
Ziyâd”, DİA, C. XLII, İstanbul 2012, s. 29-30.
Yüksel, Mücahit, “Duhâtu’l-Arab (Arab’ın
Dâhileri) ve Hz. Ali’ye Karşı Konumları”, İSTEM Dergisi, Sayı: XXVIII,
Konya 2016, s. 349-368.
Ez-Zuhaylî, Vehbe, “Eman”, DİA, C.
XI, İstanbul 1995, s. 79-81.
[1] Cahiliye
sürecindeki ilişkiler için bkz.: İbrahim Sarıçam, Emevî-Hâşimîİlişkileri,
s. 33-100.
[2] İbn
Kuteybe, el-İmâme, I, 56-64.
[3] İleriki
bölümlerde karşımıza çok çıkacak olan bu kavram için bkz.: Mustafa Özkan,
“Emevî İktidarının İşleyişinde Biat Kavramına Yüklenen Anlam ve Biatın
Fonksiyonu”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, VII/XIII, 113128,
Cengiz Kallek, “Biat”, DİA, VI, 120-124.
[4] İrfan
Aycan, Saltanata Giden YoldaMuaviye Bin EbîSüfyan, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara 2010, s. 107.
[5] Belâzürî,
Ensâb, VI, 206.
[6] İbn
Kuteybe, el-İmame ve ’s-Siyâse, I, 73.
[7] Belâzürî, Ensâb,
III, 65-67.
[8] İbn
A’sem, Fütûh, III, 14.
[9] Kur’an
hâfızları.
[10] Belâzürî,
Ensâb, III, 125.
[11] Taberî, Târih,
V, 71.
[12] Ethem
Ruhi Fığlalı, “Ali”, DİA, II, 374.
[13] Belâzürî,
Ensâb, III, 253.
[14] Taberî, Târih,
V, 158.
[15] İbn
Kuteybe, el-İmame, I, 183-184.
[16] Taberî, Târih,
V, 159, Ethem Ruhi Fığlalı, “Hasan”, DİA, 282.
[17] Bu istek ve şartları şu
şekilde özetleyebiliriz: 1 -Muaviye’den sonra halifenin Hz. Hüseyin olması. (Bu
iddia genel olarak kabul görmez.) 2-Dâr Ebcerd haracının ve Kûfe beytülmalinin
kendisine verilmesi. 3-Babası Hz. Ali’ye sövülmemesi. Genel olarak kabul edilen
şartlar bu şekildedir. Ayrıntılı bilgi için bkz.: Adnan Demircan, İslâm
Tarihinin İlk Asrında İktidar Mücâdelesi, Beyan Yayınları, İstanbul 1996,
s. 75-86, M. Ali Kapar, “Hz. Hasan ’ın Halifeliği veHasan-Muaviye
Andlaşması”, SÜİFD, VII, Konya 1997, s. 76, M. Mahfuz Söylemez, “Hz.
Hasan ’ın Hilâfeti Muaviye ’ye Devrinin Arka Planı ”, Journal Of Islamic
Research, XIV/III-IV, 2001, s. 466-468.
[18] Taberî, Târih,
V, 159-163.
[19] Kelime
anlamı olarak “Arab’ın Dâhileri” anlamına gelen bu terkîb, İslâm sonrası Arap
siyâsî dehaları için kullanılmaktadır. Diğer dâhiler ise şunlardır: Muaviye b.
Ebû Süfyan, Ziyâd b. Ebîh, Amr İbnü’l-Âs. Ayrıntılı bilgi için bkz.: Mücahit
Yüksel, “Duhâtu ’l-Arab (Arab ’ın Dâhileri) ve Hz. Ali’ye Karşı Konumları”,
İstem, XXVIII, s. 349-368.
[20] İbn
Kuteybe, el-İmâme, I, 187.
[21] Adnan
Demircan, İslâm Tarihinin İlk Asrında İktidar Mücâdelesi, Beyan
Yayınları, İstanbul 1996, s. 162.
[22] Belâzürî,
Ensâb, III, 363-365.
[23] Belâzürî,
Ensâb, III, 365.
[24] Dineverî,
Ahbâr, s. 220.
[25] Dineverî,
Ahbâr, s. 221.
[26] Belâzürî,
Ensâb, III, s. 367, îbn Sa’d, Tabakât, VI, 423.
[27] îbn
Kuteybe, el-İmâme, I, 200-203.
[28] îbn
Sa’d, Tabakât, VI, 423, Ethem Ruhi Fığlalı, “Hüseyin”, DİA,
XVIII, 518.
[29] Dineveri,
Ahbâr, s. 225.
[30] Dineveri,
Ahbâr, s. 225.
[31] Ethem
Ruhi Fığlalı, “îlk Şii Olaylar”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, XXVI, 337.
[32] Hucr b. Adî, Kûfe’de Emevî
yönetimine karşı muhalefetiyle bilinen bir sahabidir. Bu muhalefeti nedeniyle
sürgün edilmiş, hapis cezasına çarptırılmış; ardından birkaç arkadaşı ile
birlikte şehid edilmiştir. Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Mehmet
Azimli, X. Yy’a Kadar Şiî Karakterli Hareketler, Öykü Kitabevi, 2006, s. 20-21,
Mehmet Mahfuz Söylemez, “Emevi İktidarına Karşı Kûfe’den îlk Sivil Muhalefet:
Hucr b. Adiy Hareketi”, Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, III/VI, 31-48,
Nebi Bozkurt, “Hucr b. Adî”, DİA, XVIII, 277-278, Casim Avcı, “Kûfe”, DİA,
XXVI, 340.
[33] Belâzürî,
Ensâb, III, 367.
[34] îbn
Sa’d, Tabakât, VI, 422.
[35] Ünal Kılıç, Halife
Yezîd, s. 71.
[36] İbn
Kuteybe, el-İmâme, I, 194.
[37] Ayrıntılı
bilgi için bkz: İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 194-196.
[38] İbn
Kuteybe, el-İmâme, I, 212-213, Halife b. Hayyat, Târih, s. 214.
[39] Adnan
Demircan, İktidar Mücâdelesi, s. 160.
[40] İbn
Sa’d, Tabakât, VI, 422.
[41] M.
Bahaüddin Varol, Ehli Beyt, s. 131.
[42] Dineveri,
Ahbâr, s. 225, Taberî, Târih, V, 323, İrfan Aycan, “Muaviye”, DİA,
XXX, 333-334.
[43] Abdurrahman
b. Ebubekir, Muaviye’den önce vefat etmiştir. Bu nedenle Demircan’ın ilgili
rivayete ihtiyatla yaklaşılması gerektiği fikrine katılmaktayız. Bkz.: Adnan
Demircan, İktidar Mücadelesi., s. 176.
[44] Dineveri,
Ahbâr, s. 226, Taberî, Târîh, V, 322-323.
[45] Dineveri,
Ahbâr, s. 227.
[46] Ya’kubî, Tarih,
II, s. 154, İbn A’sem, Fütûh, V, 9-10.
[47] Taberî, Târîh,
V, 338.
[48] Metinde Hâlid
b. El-Hakem olarak geçmektedir.
[49] İbn
Kuteybe, el-İmâme, I, 225-226, Taberî, Târîh, V, 338-339.
[50] Zübeyrî,
Neseb, s. 133, İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 226.
[51] İbn
Sa’d, Tabakât, VI, 424.
[52] İbn
A’sem, Fütûh, V, 13.
[53] Belâzüri,
Ensâb, V, 315.
[54] Dineveri,
Ahbâr, s. 227-228.
[55] Dineveri,
Ahbâr, s. 228-229.
[56] İbn
A’sem, Fütûh, V, 12.
[57] M.
Bahaüddin Varol, Ehli Beyt, s. 133.
[58] Adnan
Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 171.
[59] M.
Bahaüddin Varol, EhliBeyt, s. 135.
[60] Belâzüri,
Ensâb, III, 369, İbn Hibban, Ahbâru ’l-Hulefa, s. 327, İbn
Kuteybe, el-İmâme, II, 7, İbn A’sem, Fütûh, V, s. 27-28, Taberî, Târîh,
V, 352.
[61] Belâzürî,
Ensâb, s. 370.
[62] Ya’kubî, Târîh,
II, 155.
[63] İbn
Kuteybe, el-İmâme, II, 8, İbn A’sem, Fütûh, V, 30, Mes’ûdî, Mürûc,
III, 51, Halife b. Hayyat, Târih, s. 231, Taberî, Târih, V, 347.
[64] Dineveri,
Ahbâr, s. 230.
[65] Taberî, Târih,
V, 353, Dineveri, Ahbâr, s. 230, İbn A’sem, Fütûh, V, 30-31.
[66] Taberî, Târih,
V, 348.
[67] İbn
Hibban, Ahbâru ’l-Hulefa, s. 327, Mes’ûdî, Mürûc, III, 51.
[68] Müslim’in biat aldığı
insanların sayısı hakkında farklı rivayetler aktarılmıştır. Buna göre 12.000,
18.000, 30.000 veya 80.000 kişinin kendisine biat ettiğine dair rivayetler
mevcuttur. Kaynaklarda çoğunluk olarak 18.000 kişinin biat ettiği beyân
edildiği için kanaatimiz bu yöndedir. Bu rivayetler için bkz.: Taberî, Tarih,
V, 348, Mes’ûdî, Mürûc, III, s. 51, İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 8,
Ebu Mihnef, Maktel, s. 33.
[69] Mes’ûdî, Mürûc,
III, 54-55.
[70] İbn Sa’d,
Tabakât, VI, 431-432.
[71] Dineveri,
Ahbâr, s. 241, İbn A’sem, Fütûh, V, 57, Taberî, Târih, V,
376-377.
[72] Ebu
Mihnef, Maktel, s. 34-35.
[73] Ebu
Mihnef, Maktel, s. 35.
[74] Ünal
Kılıç, Halife Yezîd, s. 212.
[75] Belâzürî,
Ensâb, III, 368.
[76] Belâzürî,
Ensâb, III, 369.
[77] Belâzürî, Ensâb,
III, 374, Taberî, Târih, V, 383-384.
[78] Dineveri,
Ahbâr, s. 244, İbn A’sem, Fütûh, V, 66-67, Mes’ûdî, Mürûc,
III, 52.
[79] İbn
A’sem, Fütûh, V, s. 69.
[80] Belâzurî,
Ensâb, III, 374.
[81] Belâzürî,
Ensâb, III, 375, İbn A’sem, Fütûh, V, 25-26.
[82] Belâzüri,
Ensâb, III, s. 377.
[83] Taberî, Târih,
V, 386.
[84] İbn Sa’d,
Tabakât, VI, 428-429.
[85] İbn Sa’d,
Tabakât, VI, 424-425.
[86] Dineveri, Ahbâr,
s. 247, İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 11.
[87] Dineveri,
Ahbâr, s. 249, İbn A’sem, Fütûh, V, 76.
[88] Taberî, Târih,
V, 402.
[89] Taberî, Târih,
V, 402.
[90] Dineveri,
Ahbâr, s. 249, Taberî, Târîh, V, 402.
[91] Belâzürî,
Ensâb, III, 380, Taberî, Târih, V, 402.
[92] Mes’ûdî, Mürûc,
III, 56.
[93] İbn Sa’d, Tabakât,
VI, 435.
[94] İbn Sa’d,
Tabakât, VI, 436.
[95] Belâzürî,
Ensâb, III, 390.
[96] Belâzürî,
Ensâb, III, 390-391.
[97] Dineveri,
Ahbâr, s. 254.
[98] İbn Kuteybe, el-İmâme,
II, 11-12.
[99] İbn
A’sem, Fütûh, V, 80.
[100] Taberî,
Târih, V, 389.
[101] Dineveri,
Ahbâr, s. 255, İbn A’sem, Fütûh, V, 92.
[102] Belâzürî,
Ensâb, III, 389.
[103] Belâzürî,
Ensâb, III, 395, Dineveri, Ahbâr, s. 256.
[104] Dineveri,
Ahbâr, s. 255.
[105] Belâzürî,
Ensâb, III, 395.
[106] Dineveri,
Ahbâr, s. 255.
[107] İbn
A’sem, Fütûh, V, 101.
[108] Ya’kubî,
Tarih, II, 156.
[109] Adnan
Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 260-261.
[110] Dineveri,
Ahbâr, s. 256, İbn A’sem, Fütûh, V, 101.
[111] Belâzürî,
Ensâb, III, 406, Dineveri, Ahbâr, s. 256.
[112] Taberî, Târîh,
V, 468, İbn Kuteybe, el-Mearif, s. 213, Zübeyri, Neseb, s. 40,
Dineveri, Ahbâr, s. 257, İbn Hibban, Ahbâru ’l-Hulefa, s. 328,
Mes’ûdî, Mürûc, III, 57.
[113] İbn
Sa’d, Tabakât, VI, 439.
[114] Belâzürî,
Tabakât, III, 409, İbn Sa’d, Tabakât, VI, 441, Mes’ûdî,
Mürûcü’z-Zeheb, III, 57.
[115] Adnan
Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 278.
[116] Zübeyri,
Neseb, s. 40, Halife b. Hayyat, Tabakât, s. 5, İbn Hibban, Ahbâru
’l-Hulefa, s. 328, Halife b. Hayyat, Tarih, s. 231.
[117] İbn
Sa’d, Tabakât, VI, 441, İbn Kuteybe, el-Mearif, s. 213, Ya’kubî, Tarih,
II, 159.
[118] Taberî,
Târih, V, 468.
[119] Dineveri,
Ahbâr, s. 259.
[120] İbn
Hibban, Ahbâru ’l-Hulefa, s. 329.
[121] İbn
Sa’d, Tabakât, VI, 441.
[122] İbn
Sa’d, Tabakât, VI, 441.
[123] Belâzürî,
Tabakât, III, 411.
[124] Ubeydullah
b. Ziyâd’ın Kerbelâ vakasındaki rolü için bkz.: Ahmet Turan Yüksel, Kerbelâ
Vak’ası’nda
Ubeydullah b. Ziyâd’ın Önemli
Rolü, Çeşitli Yönleriyle Kerbelâ Sempozyumu, I, 317-323, Ahmet Turan
Yüksel, “Ubeydullah b. Ziyad”, DİA, XLII, 29-30.
[125] Belâzürî,
Ensâb, III, 412.
[126] Ya’kubî,
Tarih, II, 159.
[127] Hz.
Ali ve Hz. Fâtıma’nın en büyük kızlarıdır. Kerbelâ hâdisesini yaşamış; ailenin
yaşça en büyüğü olduğu için Ehl-i beyt’e, özellikle Ehl-i beyt hanımlarına
orada sahip çıkmaya çalışmıştır. Hayatı için bkz.: Halit Özkan, “Zeyneb bint
Ali”, DİA, XLIV, 356-357.
[128] Taberî,
Târîh, V, 457.
[129] Taberî,
Târîh, V, 457.
[130] Taberî,
Târîh, V, 460, Dineveri, Ahbâr, s. 261.
[131] Belâzurî,
Ensâb, III, 416.
[132] Mustafa Asım
Köksal, Hz. Hüseyin ve Kerbelâ Faciası, Köksal Yayıncılık, Tarihsiz, s.
238.
[133] Taberî,
Târîh, V, 460, İbn Abdirabbih, el-İkd, V, 131.
[134] İbn
Abdirabbih, el-İkd, V, 131.
[135] İbn
Kuteybe, el-İmâme, II, 12-13.
[136] Belâzurî,
Ensâb, III, s. 419.
[137] İbn
A’sem, Fütûh, V, 121.
[138] İbn A’sem, Fütûh,
V, 131, Taberî, Târih, V, 461.
[139] Taberî,
Târih, V, 461.
[140] Taberî,
Târih, V, 462.
[141] İbn
Abdirabbih, el-İkd, V, 132.
[142] Taberî,
Târih, V, 464.
[143] Taberî,
Târih, V, 464.
[144] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 209.
[145] Halife
b. Hayyat, Tabakât, s. 238, İbn Asakîr, Târîh, XLI, 361.
[146] İbn
Tıktaka, Ensâb, s. 143.
[147] İrbilî,
Keşf, III, 24.
[148] Ya’kubî,
Târîh, II, 160.
[149] Zehebî,
A’lâm, IV, 386.
[150] Sıbt
İbnu’l-Cevzî, Tezkire, s. 324.
[151] İbn
Tolun, el-Eimme, s. 75.
[152] İbn
İnebe, Umde, s. 109. (Zeynelâbidîn’in annesinin İran’dan getiriliş
hikâyesi için ayrıca bkz.: İbn Tolun, el-
Eimme, s. 75-76.)
[153] Bu
iddianın bir örneği için bkz.: Ahmed el-Kâtib, Şiada Siyasal Düşüncenin
Gelişimi, Otto Yayınları, Çev.: Mehmet Yolcu, Ankara 2016, s. 476.
[154] O
ayrıca bu husustaki ilk olarak rivayetin dil âlimi Muhammed b. Yezîd
el-Müberred’in el-Kâmilfi ’l-Lüğâ isimli eserinde geçtiğini, sonrasında
bu hikâye üzerine kurgulamanın yapıldığını belirterek ayrıntılı bir şekilde
rivayetleri incelemektedir. Bkz.: Mohammad Ali Amir Moezzi, Shi’iİslam,
s. 48-100.
[155] Meclisî,
Bihâr, XI, 9-11, Ya’kubî, Târîh, II, 160.
[156] Ya’kubî,
Zeynelâbidîn’in annesinin isminin Hirar olduğunu, Hz. Hüseyin’in ona Gazale
verdiğini; bu şekilde ismini değiştirdiği beyân etmektedir. Bkz.: Ya’kubî, Târîh,
II, 160.
[157] İbn
Hazm, Cemhere, s. 52, Ahmet Saim Kılavuz, “Zeynelâbidîn”, DİA,
XLIV, 365.
[158] Ali
el-Ekber hakkında bilgi için bkz.: Ethem Ruhi Fığlalı, “Ali el-Ekber”, DİA,
II, 390.
[159] İbn
Sa’d, Tabakât., VII, 209.
[160] İbn
Asakîr, Târih, XLI, 361.
[161] İbn
Tıktaka, Ensâb, s. 144.
[162] Mes’ûdî,
Mürûc, III, 133, Halife b. Hayyat, Târih, s. 304, Meclisî, Bihâr,
XI, 70.
[163] Halife
b. Hayyat, Tabakât, s. 238, Halife b. Hayyat, Târih, s. 304, İbn
Sa’d, Tabakât., VII, 219, İbn Asâkir, Târih, XLI, 361, Sıbt
İbnu’l-Cevzî, Tezkire, s. 332, Zehebî,A’lâm, IV, 400.
[164] Halife
b. Hayyat, Tabakât, s. 238, Halife b. Hayyat, Târih, s. 304,
Zübeyrî, Neseb, s. 58, İbn Kuteybe, el-Mearif, s.
215, İbn Sa’d, Tabakât.,
VII, 219, İbn Asâkir, Târih, XLI, 361, Sıbt İbnu’l-Cevzî, Tezkire,
s. 332, İbn Tolun, el-
Eimme, s. 78, İrbilî, Keşf,
III, 23, Zehebî,A’lâm, IV, 400.
[165] İbn
Tıktaka, Ensâb, s. 144, İrbilî, Keşf III, 23, Zehebî,A’lâm,
IV, 400.
[166] Zehebî,
A’lâm, IV, 400, İbn Sa’d, Tabakât., VII, 219, İbn Kuteybe, el-Mearif,
s. 215, s. 304, İbn Asâkir, Târih, XLI, 361-363, Sıbt İbnu’l-Cevzî, Tezkire,
İbn Tolun, el-Eimme, s. 78, İrbilî, Keşf, III, 23.
[167] İbn
Tıktaka, Ensâb, s. 145, Mes’ûdî, Mürûc, III, 133, İbn Tolun, el-Eimme,
s. 78, İbn Asâkir, Târih, XLI, 361-363.
[168] Ethem
Ruhi Fığlalı, “Şiiliğin Doğuşu ve Gelişmesi”, Milletlerarası Tarihte ve
Günümüzde Şiilik Sempozyumu, İslami İlimler Araştırma Vakfı, İstanbul 1993,
s. 41.
[169] Mes’ûdî,
Mürûc, III, 133.
[170] Yakubi,
Târih, II, 228, Meclisî, Bihâr, XI, 7.
[171] Meclisî,
Bihâr, XI, 7.
[172] Halife
b. Hayyat, Tabakât, s. 238, İbn Asakîr, Târih, XLI, 361.
[173] El-Ömerî,
el-Mecd, s. 282.
[174] Zehebî,
A’lâm, IV, 386.
[175] Zehebî,
A’lâm, IV, 397.
[176] M. Bahaüddin
Varol, Ehlibeyt, s. 164.
[177] Ahmed
el-Kâtib, Siyasal Düşünce, s. 39.
[178] Belâzürî,
Ensâb, III, 412.
[179] Ayrıntılı
bilgi için bkz: Dineveri, Ahbâr, s. 259, İbn Hibban, Ahbâru ’l-Hulefa,
s. 329.
[180] İbn
Şehrâşûb, Menâkıb, IV, 155.
[181] Zehebî,
A’lâm, IV, 388.
[182] 2
3 yaşında olan bir erkeğin çocuk olarak görünmesi mümkün değildir. Bu nedenle
mezkûr rivayetin Zeynelâbidîn’i -savaşmadığı için- töhmet altında bırakacak
görüşlerin önüne geçmek amacıyla üretilmiş olabileceği akla gelmektedir.
[183] Taberî,
Târih, V, 454, İbn Sa’d, Tabakât, VII, 210.
[184] Zübeyri,
Neseb, s. 58, İbn Tıktaka, Ensâb, s. 144, Zehebî, A’lâm,
IV, 386, İbn Asâkir, Târih, XLI, 366.
[185] Şii bir tarihçi olduğu
bilinen İbn A’sem’in Zeynelâbidîn’in 7 yaşında olduğunu aktarması ve onu çocuk
olarak göstermesi; doğrudan savaşa katılamamasını aklamak amacıyla geliştirdiği
bir yöntem olabilir. Onun doğum tarihleri esas alındığı takdirde Kerbelâ
vakasında 7 yaşında olması mümkün görünmemektedir. Kerbelâ’da 23 veya 28
yaşlarında olduğu kabul edilmektedir. Bu nedenle savaşmamasının veya
savaşamamasının tek mâkul ve açıklayacı sebebi vardır, o da hasta olmasıdır.
[186] İbn
A’sem, Fütûh, V, 115.
[187] Rivayetler
defaatle onun çocuk olduğu için öldürülmediği üzerinde durmaktadırlar. Bunun
nedeni hastalığından ötürü yattığı yerde yaşından oldukça küçük görünmesi
olmalıdır.
[188] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 210, İbn Asakîr, Târih, XLI, 366.
[189] Ez-Zümer/42.
[190] Zübeyri,
Neseb, s. 58, İbn Sa’d, Tabakât, VII, 210, Taberî, Târih, V,
458, İbn A’sem, Fütûh, V, 123.
[191] Taberî,
Târih, V, 455.
[192] Burada
Ehl-i Beyt’in hanımlarının velisi olarak onlarla beraber Kûfe’den Şam’a
kendisinin gitmesi gerektiğini ifade etmek istemiştir.
[193] Taberî,
Târih, V, 457.
[194] Hz.
Hüseyin’i kastetmektedir.
[195] El-Hadîd/22-23.
[196] İbn
Abdirabbih, el-İkd, V, 131.
[197] Eş-Şûra/30.
[198] İbn
Kuteybe, el-İmame, II, 12-13, Taberî, Târih, V, 464, İbn
Abdirabbih, el-İkd, 131.
[199] İbn
Abdirabbih, el-İkd, V, 131.
[200] Belâzürî,
Ensâb, III, 417. İbn Sa’d, Tabakât, VII, 210, Zübeyri, Neseb,
s. 58.
[201] İbn
A’sem, Fütûh, V, 130-131.
[202] El-Hadîd/22.
[203] Eş-Şûra/30.
[204] İbn A’sem, Fütûh,
V, 131.
[205] İbn
A’sem, Fütûh, V, 131-132.
[206] İbn
A’sem, Fütûh, V, 132.
[207] İbn A’sem, Fütûh,
V, 132.
[208] Zübeyrî,
Neseb, 58.
[209] Rivayetlerde
Mi’rac gecesinde Hz. Peygamber’i yedi kat semaya çıkarken taşıdığı aktarılan
binek.
[210] Hz.
Peygamber’i kastediyor.
[211] İbn A’sem, Fütûh,
V, 132-133.
[212] İbn
A’sem, Fütûh, V, 133.
[213] “Allah
en büyüktür.”
[214] “Allah’tan
başka İlâh yoktur.”
[215] “Muhammed’in,
Allah’ın resulü olduğuna şehadet ederim.”
[216] İbn
A’sem, Fütûh, V, 133.
[217] İbn A’sem, Fütûh,
V, 133.
[218] Taberî,
Târih, V, 494.
[219] Valiliği
hakkında bilgi için bkz.: Ahmet Önkal, “Velîd b. Utbe”, DİA, XLIII,
36-37.
[220] Belâzürî,
Ensâb, V, 337.
[221] Belâzürî,
Ensâb, V, 337, Taberî, Târih, V, 480, İbn Abdirabbih, el-İkd,
V, 136.
[222] Taberî,
Târîh, V, 480.
[223] Belâzürî,
Ensâb, V, 338, Taberî, Târih, V, 480.
[224] Belâzürî,
Ensâb, V, 338, Taberî, Târih, V, 480.
[225] Taberî,
Târîh, V, 482.
[226] Belâzürî, Ensâb,
V, 339, Taberî, Târîh, V, 482.
[227] Belâzürî,
Ensâb, V, 340.
[228] Taberî,
Târîh, V, 483.
[229] Belâzürî,
Ensâb, V, 340.
[230] Belâzürî,
Ensâb, V, 343, Taberî, Târîh, V, 487.
[231] Belâzürî,
Ensâb, V, 342.
[232] Ünal
Kılıç, Halife Yezîd, s. 308.
[233] Mezkûr
iddialar ve değerlendirmeler için bkz.: Wellhausen, Arap Devleti, s.
74-76.
[234] Taberî,
Târih, V, s. 493, İbn Abdirabbih, el-İkd, V, 138.
[235] Ünal
Kılıç, Halîfe Yezîd, s. 310-311, Ayrıca vakanın sebep ve sonuçları
üzerine değerlendirmeler için bkz.: M. Bahaüddin Varol, “Harre Vakası
(Sebep-Sonuç Değerlendirmesi), Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, VII, 513-534.
[236] İbn
Sa’d, Tabakât., VII, 213.
[237] Taberi,
Târih, V, 485.
[238] Taberi,
Târih, V, 485.
[239] İbn
Kuteybe, el-İmâme, I, 230-231.
[240] İbn
Kuteybe, el-İmâme, I, 230-231, Taberi, Târih, V, 485.
[241] Lügatte “emîn
olmak, güvende kalmak” gibi mânâlara gelen emânın, ıstılahta bir savaş hukuku
terimi olduğu bilinmektedir. İslâm topraklarında canı, malı emniyet ve güvende
olarak yaşayabilmek veya savaşta Müslüman orduya teslim olmak isteyen
gayrimüslimler için kullanılan fıkhî bir yönü bulunmaktadır. Buna ek olarak
nübüvvet öncesi Arap örfünde emânı kaldırılan kimselerin güvende kalmak isteyen
kimselerin başkasının emânına girmek suretiyle başvurduğu bir yoldur. Bu kabule
göre bir bölgede canının emîn olmasını isteyen kişi, orada siyâseten sözü geçen
birinin emânını talep eder; o kişi eğer emân verirse, emân verilen şahsa
diğerleri tarafından zarar verilemez.
Emân hakkında ayrıntılı bilgi için
bkz.: Büşra Sıdıka Kaya, İslâm Öncesi Arap Toplumunda Emân Uygulamaları, SÜSBE,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dan.: Doç Dr. Levent Öztürk, Sakarya 2007,
Memduh Çelmeli, Hz. MuhammedDöneminde Eman, DEÜSBE, Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Dan.: Prof. Dr. Rıza Savaş, İzmir 2013, Nebi Bozkurt, “Eman”, DİA,
XI, 75-77, Vehbe ez-Zuhayli, “Eman”, DİA, XI, 79-81.
[242] Belâzürî,
Ensâb, V, 340.
[243] İrbilî,
Keşf, III, 63.
[244] Belâzürî,
Ensâb, V, 348, Taberî, Târîh, V, 493.
[245] Taberî,
Târîh, V, 493.
[246] Ya’kubî,
Târîh, II, 165, Mes’ûdî, Müruc, III, 63.
[247] Ya’kubî,
Târîh, II, 165.
[248] Ya’kubî, Târîh,
II, 165.
[249] Ya’kubî,
Târîh, II, 165.
[250] Mes’ûdî,
Müruc, III, 64.
[251] Mes’ûdî,
Müruc, III, 64.
[252] İbn
Kuteybe, el-İmâme, I, 241.
[253] İbn
A’sem, Fütûh, V, 162-163.
[254] Taberî, Târîh,
V, 493-494, Meclisî, Bihâr, XI, 57.
[255] İbnü’l-Esîr,
el-Bidâye, III, 461.
[256] İbn
Kuteybe, el-İmâme, I, 241.
[257] İbnü’l-Esîr,
el-Bidâye, III, 461.
[258] Gülgün
Uyar, Ali-Fatıma Evlâdı, s. 98.
[259] Mustafa
Asım Köksal, Kerbelâ, s. 237.
[260] El-Maide/118.
[261] Belâzürî,
Ensâb, II, 320.
[262] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, s. 213-214.
[263] İbn
Asâkir, Târih, XLI, s. 374.
[264] Gülgün
Uyar, Ali-Fâtıma Evladı, s. 99.
[265] İbn
Asâkir, Târih, XLI, s. 372.
[266] Ya’kubi,
Târîh, II, 231, Meclisî, Bihâr, XI, 25.
[267] Meclisî,
Bihâr, XI, 18.
[268] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 211, Zehebî, A’lâm, IV, 391, İbn Asâkir, Târîh,
XLI, 377, Sıbt İbnu’l-Cevzî, Tezkire, s.
327.
[269] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 211.
[270] Meclisî,
Bihâr, XI, 65.
[271] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 212, İbn Kuteybe, el-Mearif, s. 215, İbn
Abdirabbih, el-İkd, VII, 140, Meclisî, Bihâr, XI, 65, İbn Asakîr,
Târîh, XLI, 399, İbn Tolun, el-Eimme, s. 78, İbn Kesîr, el-Bidâye,
IX, 286.
[272] Resul
Caferiyan, Masum İmamların Fikrî ve Siyâsî Hayatı, çev.: Cafer Bayar,
Kevser Yayınları, İstanbul 1994, s.
181.
[273] Resul
Caferiyan, Masum İmamlar, s. 181.
[274] Ya’kubi,
Târîh, II, 230, îbn Şehrâşûb, Menâkıb, IV, 174.
[275] îbn
Asâkir, Târîh, XLI, 360.
[276] Meclisî,
Bihâr, XI, 30.
[277] Meclisî,
Bihâr, XI, 30.
[278] Meclisî,
Bihâr, XI, 30.
[279] Ekseriyet
itibariyle Şii kaynaklarda rastladığımız bu haberle alakalı olarak, Ali b.
Hüseyin’in neden Şam’a bir suçlu gibi götürüldüğü konusunda yeterli bilgi
bulamadık.
[280] îbn
Şehrâşub, Menâkib, IV, 144.
[281] Sıbt
îbnu’l-Cevzî, Tezkire, s. 325.
[282] İbn Asâkir, Târîh,
XLI, 372.
[283] Sıbt
İbnu’l-Cevzî, Tezkire, s. 325, İbn Asâkir, Târîh, XLI, 373.
[284] Sıbt
İbnu’l-Cevzî, Tezkire, s. 325.
[285] İrbilî,
Keşf, III, 11.
[286] İbn
Şehrâşub, Menâkıb, IV, 145, İbn Asâkir, Târîh, XLI, 373, İrbilî, Keşf
III, 11.
[287] Meclisî,
Bihâr, XI, 56-57, İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 286-288.
[288] Emevîler
devrinde Cahiliye üslubuyla şiir yazmayı devam ettiren büyük hiciv şairi.
Ferezdak’ın hayatı ve şiirinin siyâsî işlevi hakkında bkz.: Tayyip Tüz,
“Emevîler Dönemi Siyasi Şiir “Ferezdak” Örneği”, Bingöl Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, V/IX, 259-272, Ali Şakir Ergin, “Ferezdak”, DİA,
XII, 373-375.
[289] Meclisî,
Bihâr, XI, 61.
[290] İbn
Şehrâşûb, Menâkıb, IV, 179.
[291] El-Hac/38.
[292] Meclisî,
Bihâr, XI, 45, İbn Şehrâşûb, Menâkıb, IV, 179.
[293] Taberî,
Târih, VI, 428.
[294] El-En’am/124.
[295] Taberî,
Târih, VI, 428, Ya’kubi, Târih, II, 205, Meclisî, Bihâr,
XI, 29-30.
[296] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 218.
[297] İrbilî,
Keşf, III, 51.
[298] Belâzürî,
Ensâb, III, 466.
[299] Bu
iddiayı aktaran kaynaklar için bkz.: İbn Şehrâşûb, Menâkıb, IV, 189,
Meclisî, Bihâr, XI, 11, İbn Sabbağ el- Mâlikî, Marifetü ’l-Eimme,
II, 874, Rüstem et-Taberî, Delâilu ’l-İmâme, s. 192.
[300] Halkın
bu tutumu, Ehl-i Beyt ileri gelenlerinin halk nezdinde ciddi bir ağırlığının
olduğunu göstermesi açısından önem arz eder.
[301] İbn
Asâkir, Târih, XLI, 400.
[302] Şiirin
tamamı değil; içerisinden yedi mısra aktarılmıştır. Şiir için bakınız: Dîvanu
’l-Ferezdak, Tahkik: Ali Faur, s. 511.
[303] İbn
Asâkir, Târîh, XLI, 403.
[304] İrbilî,
Keşf, III, 17, Meclisî, Bihâr, XI, 59.
[305] Meclisî,
Bihâr, XI, 59.
[306] Sıbt
İbnu’l-Cevzî, Tezkire, s. 330, Zehebî, A’lâm, IV, 398-399,
Meclisî, Bihâr, XI, 58.
[307] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 93, Zübeyrî, Neseb, s. 41, Zehebî, A’lâm,
IV, 110, İbn Tıktaka, Ensâb, s. 322, Halife b.
Hayyat, Tabakât, s. 230)
[308] Zehebî,
A’lâm, IV, 128.
[309] Belâzürî,
Ensâb, III, 488, İbn Kuteybe, El-Mearif, s. 216, Mes’ûdî, Mürûc,
III, 99, İbn Asâkir, Târîh, LIV, 321, Zehebî, A’lâm, IV, 128.
[310] Belâzürî,
Ensâb, II, 423.
[311] Zehebî,
A’lâm, IV, 128-129.
[312] Mes’ûdî,
Mürûc, III, 99.
[313] Sıbt
İbnu’l-Cevzî, Tezkire, s. 299.
[314] Halife
b. Hayyat, Tabakât, s. 230, Zehebî, A’lâm, IV, 115, İbn İnebe, Umde,
s. 214, İbn Asâkir, Târîh, LIV, 320, Sıbt İbnu’l-Cevzî, Tezkire,
s. 292.
[315] Sıbt
İbnu’l-Cevzî, Tezkiretü ’l-Havas, s. 292.
[316] İbn
Asâkir, Târîh, LIV, 328, Mustafa Öz, “Muhammed b. Hanefiyye”, DİA,
XXX, 537.
[317] İbn
Asâkir, Târîh, LIV, 328.
[318] Zehebî,
A’lâm, IV, 116.
[319] İbn
Asâkir, Târîh, LIV, 348.
[320] Mekke’nin
fethi esnâsında Müslüman olmayı seçerek Hz. Peygamber’in esir etmeyip serbest
bıraktığı Kureyşliler. Kelime anlamı olarak “âzât edilmiş, serbest bırakılmış,
salıverilen esir” anlamlarına gelmektedir. Hz. Peygamber Mekke’nin fethi günü
Mekke ahalisine “İzhebû fe-entümü’t-Tulekâ” (Gidiniz! Artık siz serbestsiniz)
demiş; onlara esir muamelesi uygulamamış, bu nedenle o gün orada bulunan
Mekkeliler “Tulekâ” olarak isimlendirilmişlerdir. Tulekâ hakkında geniş bilgi
için bkz.: Abdullah Yıldız, “Tulaka Sahabîler ve Hadis Rivayeti Olanlar”,
HÜİFD, Sayı: XX, s. 71-102, Abdullah Sezikli, İslâm Tarihinde Hz. Peygamber
Döneminde Siyer Kaynaklarına Göre İslâm’a Giriş Şekilleri (Örnekleri),
GÜSBE, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dan.: Yrd. Doç Dr. Ramazan Karaman,
Ankara 2006, s. 56-67, Kemal Sandıkçı, “Tuleka”, DİA, XLI, 361-362.
[321] Mervan b. Hakem’in babası
Hakem b. As, Tuleka’dan ve Hz. Peygamber’in lânet ettiği kişilerdendi. Hz.
Peygamber yaptıkları nedeniyle Hakem’le birlikte ailesine de beddua etmiştir.
Muhammed b. el-Hanefiyye de dedesine nisbeten Abdülmelik b. Mervan için bu
cümleleri kurmuştur. Konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Ahmet Lütfi
Kazancı, “Hakem b. Ebi’l-Âs ve Sürgün Olayı”, UÜİFD, Sayı: VI, Cilt: VI,
Bursa 1996, s. 41-51, Ünal Kılıç, Mervan b. el-Hakem, MÜSBE,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dan.: Prof. Dr. Ziya Kazıcı, İstanbul 1995,
s. 59.
[322] Zehebî,
A’lâm, IV, 116.
[323] Zehebî,
“Halifelik İddiasında Bulunanlar (Esmâü’l-lezîne Râmû el-Hilâfe ve Harebu
Aleyha Beni Ûmeyye)”, Çev.: Abdurrahman Acar, Dicle Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, I, 206.
[324] Belâzürî,
Ensâb, III, 469.
[325] İbn A’sem, Fütûh,
V, 138.
[326] Hüseyin
Güneş, Muhammed b. Hanefiyye ve Hayatı, s. 130.
[327] İbn
A’sem, Fütûh, V, 138.
[328] İbn
A’sem, Fütûh, V, 138.
[329] Belâzürî,
Ensâb, III, 470.
[330] İbn A’sem, Fütûh,
V, 138-139.
[331] İbn
A’sem, Fütûh, V, 138-139., Belâzurî, Ensâb, III, 470.
[332] İbn
A’sem, Fütûh, V, 140.
[333] İbn A’sem, Fütûh,
V, 140.
[334] Belâzürî,
Ensâb, III, 470-471.
[335] İbn
A’sem, Fütûh, V, 140.
[336] İbn
A’sem, Fütûh, V, 140.
[337] Belâzürî ve İbn
A’sem gibi tarihçiler, Harre vakasının bidâyetinde İbn Zübeyr’in dahlinin
olduğunu, onun Mekke’de hurucundan sonra yukarıda ismi zikredilen şahısların
onun adına biat aldığını ifade etmektedirler. Bu rivayetleri değerlendiren Öz,
İbn Zübeyr’in hilâfet biatı alışının I. Mekke kuşatmasından sonra olması nedeniyle,
İbn Zübeyr’in böyle bir girişiminden söz etmenin zor olacağını beyân eder. Bu
görüşlere katılmak mümkündür. Bununla birlikte eklememiz gereken bir husus;
Muhammed b. el-Hanefiyye’ye Harre vakası evvelinde onu isyâna teşvik için bir
grubun geldiği ve iknaya çalıştığı, tarihen sabit olduğudur. Şaban Öz’ün
değerlendirmeleri hususunda ayrıca bkz.: Şaban Öz, İktidar Mücadelesi,
s. 260-261.
[338] İbn
A’sem, Fütûh, V, 141.
[339] Harre
vakası süreci Zeynelâbidîn Ali b. Hüseyin’in Emevî Halifeleriyle İlişkileri
bölümünde ele alınmıştır. Burada takrar etmemek amacıyla yeniden
aktarılmamıştır.
[340] Hasan
b. Ali b. Ebu Tâlib.
[341] İbn
A’sem, Fütûh, V, 141.
[342] Belâzürî,
Ensâb, III, 471, İbn A’sem, Fütûh, V, 141.
[343] İbn
A’sem, Fütûh, V, 141.
[344] Ünal
Kılıç, Halife Yezîd, 285.
[345] İbn
A’sem, Fütûh, V, 141.
[346] Lügavî
olarak “Kâbe’ye doğru yönelerek namaz kılan Müslümanlar” anlamına gelen bu
terim, ıstılahta dini, farklı anlayışlarla ele alan, aynı din içerisindeki
farklı itikadî mezheplere bağlı olan Müslümanları kapsayan bir tabirdir.
[347] Belâzürî,
Ensâb, III, 471, İbn A’sem, Fütûh, V, 141.
[348] İbn
A’sem, Fütûh, V, 142.
[349] Belâzürî,
Ensâb, III, 471.
[350] Hüseyin
Güneş, Muhammed b. Hanefiyye ve Hayatı, s. 136.
[351] Belâzürî,
Ensâb, III, 471.
[352] İbn
A’sem, Fütûh, VI, 208.
[353] Taberi,
Târîh, V, 580.
[354] İbn
A’sem, Fütûh, VI, 227.
[355] Muhammed b.
el-Hanefiyye, Hz. Ali’nin oğlu olması ve karizmatik bir lider portresi çizmesi
nedeniyle; rızası ile veya rızası olmayarak pek çok Hz. Ali taraftarı, onun
etrafında toplanmıştır. Onun, bizâtihi insanları davet ederek bir eyleme
giriştiğini görmüyoruz fakat sürecin, insanları onun yanına ittiği noktasında
bir gerçekliği de görmek icâp etmektedir. Bu konu hakkında müstakil bir çalışma
için bkz.: Sayın Dalkıran, “Muhammed b. el-Hanefiyye ve Adına Oluşan
Fırkalar”, Dini Araştırmalar Dergisi, VII, 139-158.
[356] İbn
A’sem, Kitabu ’l-Fütûh, VI, 228.
[357] Şaban
Öz, İktidar Mücadelesi, s. 401.
[358] Wellhausen,
Muhalefet Partileri, s. 125.
[359] Wellhausen,
Muhalefet Partileri, s. 125.
[360] Belâzürî,
Tabakât, III, 477.
[361] İbn Sa’d, Tabakât,
VII, 101-102.
[362] İbn
Asâkir, Târih, LIV, 319, Zehebî,A’lâm, IV, 111.
[363] M.
Bahaüddin Varol, Ehlibeyt, s. 167.
[364] Sıbt
İbnu’l-Cevzî, Tezkire, s. 293.
[365] Zehebî,
A’lâm, IV, 118, Halife b. Hayyat, Târih, s. 262.
[366] İbn
A’sem, Fütûh, VI, 247.
[367] İbn
A’sem, Fütûh, VI, 250.
[368] Zehebî,
A’lâm, III, 372.
[369] İbn
A’sem, Fütûh, VI, 250.
[370] Sıbt
İbnu’l-Cevzî, Tezkire, s. 294.
[371] Ya’kubî,
Târih, II, 178, İbn Asâkir, Târih, LIV, 341.
[372] Ya’kubî,
Târih, II, 178.
[373] Sıbt
İbnu’l-Cevzî, Tezkire, s. 295.
[374] Ahbarü
’d-Devleti’l-Abbasiyye ve fi Ahbâri’l-Abbas ve Veledih, Müellifi Meçhul,
Tahkik: Abdülâziz Dûrî, Abdülcebbâr Muttalibî, Dâru’t-Talîa, Beyrut 1971, s.
102.
[375] Muhammed
b. el-Hanefiyye’yi kurtarmaya gelenlere daha sonra Haşebiyye veya Keysaniyye
denilmiştir. Bu konu hakkında geniş bilgi için bkz.: Şaban Öz, İktidarMücadelesi,
s. 126-127.
[376] Halife
b. Hayyat, Târih, s. 262, İbn Asakîr, Târih, LIV, 339.
[377] Ya’kubî,
Târih, II, 179, Ahbârü ’d-Devleti’l-Abbasiyye, s. 105, İbn
Asâkir, Târih, LIV, 340.
[378] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 107.
[379] İbn A’sem, Fütûh,
VI, 318.
[380] İbn
A’sem, Fütûh, VI, 319.
[381] Belâzürî,
Ensâb, III, 480-481.
[382] İbn Sa’d, Tabakât,
VII, 108.
[383] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 108-109.
[384] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 109.
[385] İbn
A’sem, Fütûh, VI, 321.
[386] İbn
A’sem, Fütûh, VI, 321-322.
[387] İbn A’sem, Fütûh,
VI, 322.
[388] Belâzürî,
Ensâb, III, 482.
[389] İbn
A’sem, Fütûh, VI, 323.
[390] Belâzürî,
Ensâb, III, 483.
[391] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 110-111.
[392] İbn
A’sem, Fütûh, VI, 344.
[393] İbn A’sem, Fütûh,
VI, 345.
[394] İbn
A’sem, Fütûh, VI, 346.
[395] İbn
A’sem, Fütûh, VI, 346.
[396] Ya’kubi,
Târîh, II, 231.
[397] Zehebî,
A’lâm, IV, 127, Sıbt İbnu’l-Cevzî, Tezkire, s. 296, İbn Asâkir, Târîh,
LIV, 351.
[398] Zehebî,
A’lâm, IV, 128.
[399] İbn Abdirabbih, el-İkd,
V, 149.
[400] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 112, Sıbt İbnu’l-Cevzî, Tezkire, s. 293.
[401] Zehebî,
A’lâm, IV, 128.
[402] Zehebî,
A’lâm, IV, 128.
[403] El-İsra/84.
[404] İbn
Abdirabbih, el-İkd, V, 149.
[405] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 112, Zehebî,A’lâm, IV, 128.
[406] İbn
Abdirabbih, el-İkd, V, 149.
[407] Mes’ûdî, Mürûc,
III, 99, Sıbt İbnu’l-Cevzî, Tezkire, s. 296.
[408] İbn
Asâkir, Târih, LIV, 332.
[409] İbn
A’sem, Fütûh, VI, 346-347.
[410] Belâzürî,
Ensâb, III, 484.
[411] İbn
Asakîr, Târih, LIV, 320.
[412] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 112-113.
[413] Zehebî, A’lâm,
IV, 111-112.
[414] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 113, Zehebî,A’lâm, IV, 125.
[415] Zehebî,
A’lâm, IV, 126.
[416] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 113-114, İbn A’sem, Fütûh, VI, 347.
[417] İbn Asâkir, Târîh,
LIV, 352.
[418] İbn
Asâkir, Târîh, LIV, 352.
[419] İbn
Asâkir, Târîh, LIV, 353.
[420] Bir atasözüdür.
Rivayete göre Ahzem isminde bir adam ölmüş ve gerisinde birçok erkek çocuk
bırakmıştır. Bu erkek çocuklar, büyüdüklerinde kendilerine bakan dedelerine
saldırmış ve onu yaralamışlardır. Bunun üzerine Ahzem’in babası ve çocukların
dedesi Ebû Ahzem, bir şiir içerisinde “Ahzem’den bildiğim bir huydur bu” sözünü
söylemiş ve bu söz Araplar arasında darb-ı mesel olarak kullanılmaya
başlamıştır. Aslında Abdülmelik burada kurduğu cümleyle Muhammed b.
el-Hanefiyye için onu tanıdığını, soyuna benzediğini bildirmek istemiştir.
Atasözü için bkz.: Ebu’l-Fazl Cemâlüddin Muhammed b. Mükerrem er-Rüveyfî İbn
Manzur (ö. 711/1311), Lisânu ’l-Arab, “h- z-m” maddesi, s. 1153.
[421] İbn
Asâkir, Târîh, LIV, 353.
[422] İbn
Asâkir, Târîh, LIV, 354.
[423] Belâzürî, Ensâb,
III, 484.
[424] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 113.
[425] İbn
Asâkir, Târih, LIV, 319.
[426] Zehebî,
A’lâm, IV, 111.
[427] Ayrıca
vefat ettiği yer hakkındaki farklı görüşler için bkz.: Sıbt İbnu’l-Cevzî, Tezkire,
s. 299.
[428] İbn
Asâkir, Târih, LIV, 356.
[429] Dineveri,
Ahbâr, s. 259.
[430] Bu
sözün anlamı yukarıda dipnot olarak izâh edilmiştir. Yezîd, bu atasözünü
kurarak onun tıpkı babası gibi olduğunu ifade etmek istemiştir.
[431] Dineverî,
Ahbâr, s. 261.
[432] İbn
Tıktaka, Ensâb, s. 331.
[433] Halife
b. Hayyat, Tabakât, s. 230.
[434] İbn
İnebe, Umde, s. 224.
[435] İbn
Tıktaka, Ensâb, s. 332.
[436] Zübeyri, Neseb,
s. 42-43.
[437] Belâzüri,
Ensâb, VII, 230-231, İbn Abdirabbih, el-İkd, V, 150.
[438] İbn
Tıktaka, Ensâb, s. 332.
[439] Dineverî,
Ahbâr, s. 306.
[440] Halife
b. Hayyat, Tabakât, s. 239, İbn Sa’d, Tabakât, VII, 313.
[441] Recep
Uslu, “Hasan b. Hasan b. Ali”, DİA, XVI, 324.
[442] İbn Asâkir, Târih,
XIII, 61.
[443] Zübeyrî,
Neseb, s. 46-47.
[444] “Ey
kavmim! Nedir bu hal? Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum; siz beni ateşe
çağırıyorsunuz.”
[445] Zübeyrî, Neseb,
s. 47-48.
[446] Zübeyrî,
Neseb, s. 49.
[447] İbn
Asâkir, Târih, XIII, 66.
[448] İbn
Asâkir, Târih, XIII, 66-67.
[449] Ayrıntılı
bilgi için bkz.: İbn Asâkir, Târih, XIII, 61-67.
[450] Zübeyrî,
Neseb, s. 49.
[451] İbn Abdürabbih, el-İkd,
II, 72.
[452] El-Enbiyâ/78-79.
[453] İbn
Abdirabbih, el-İkd, II, 73.
[454] İbn
Abdirabbih, el-İkd, II, 73.
[455] Taberî,
Târih, VI, 547-548.
[456] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 313.
[457] İbn
Asâkir, Târih, XIX, 374.
[458]Ahbarü’d-Devleti’l-Abbasiyye,
s. 175.
[459] İbn
Asâkir, Târih, XIX, s. 376,Ahbarü’d-Devleti’l-Abbasiyye, s. 175.
[460] Sıbt
İbnu’l-Cevzî, Tezkire, s. 299, İbn Sa’d, Tabakât, VII, 321.
[461] Hüseyin
Güneş, “Ebû Hâşim Abdullah ’ın Siyâsi Etkinliği”, İstem, Sayı: XVIII,
Konya 2011, s. 284.
[462] Belâzürî,
Ensâb, III, 465.
[463] Yezîd
b. Muaviye ve Abdülmelik b. Mervan dönemindeki süreç için ayrıca bkz.: Hüseyin
Güneş, “EbûHâşim”, s. 264-267.
[464] Belâzürî,
Ensâb, III, 465-466.
[465] Zeynelâbidîn,
Ebû Hâşim’in siyâsî bir hedef gütmediğini, Zeyd ile aralarında husumet olduğu
için bu şekilde söylentilerin dile getirildiğini açıklamış ve Velîd’den Ebû
Hâşim’in serbest bırakılması hususunda ricacı olmuştur. Bkz.: İbn Asâkir, Târih,
XIX, 376.
[466] İbn
Asakîr, Târih, XIX, 375-376, Ahbarü ’d-Devleti’l-Abbasiyye, s.
174.
[467] Belâzürî,
Ensâb, III, 466.
[468] Ebu’l-Benât,
“Kızlar babası” anlamına gelmekle birlikte; kız çocuğu fazla olan Ebû Hâşim’e
hitâben, Velîd tarafından onu küçümsemek amacıyla kullanılmıştır.
[469] İbn
Asâkir, Târih, XIX, 377.
[470] Belâzürî,
Ensâb, III, s. 466, İbn Asâkir, Târih, XIX, 377.
[471]Ahbarü’d-Devleti’l-Abbasiyye,
s. 177.
[472] Hüseyin
Güneş’in Ebû Hâşim ile alâkalı müstakil çalışmasında bu ibâreyi “Saçlarınız
beyazlamış” şeklinde tercüme ettiğini gördük. Biz, bu ibârenin “hızlıca
yaşlanmak” şeklinde çevrilmesinin daha uygun olacağını düşündüğümüz için bu
şekilde tercüme ettik. Bkz.: Hüseyin Güneş, “EbuHâşim”, s. 268.
[473] Ahbarü’d-Devleti’l-Abbasiyye,
s. 174.
[474] Şiilerin
aşırılarına verilen isimdir. Bu sözle Zeyd Velîd’e, Ebû Hâşim’in siyâsî
faaliyetler içerisinde olduğunu anlatmak istemiştir.
[475]Ahbarü’d-Devleti’l-Abbasiyye,
s. 175.
[476]Ahbarü’d-Devleti’l-Abbasiyye,
s. 176.
[477]Ahbarü’d-Devleti’l-Abbasiyye,
s. 179.
[478] İbn Kuteybe, el-Imâme,
II, 148, Ahmed el-Kâtib, Siyasal Düşünce, s. 44.
[479] Abdülâziz
Dûrî, İlk Dönem Islâm Tarihi, Çev.: Hayrettin Yücesoy, Endülüs
Yayınları, İstanbul 1991, s. 122.
[480] İbn
Kuteybe, el-İmâme, II, 148, Sıbt İbnu’l-Cevzî, Tezkire, s. 299.
[481] İbn
Kuteybe, el-İmâme, II, 149.
[482] İbn
Kuteybe, el-İmâme, II, 148-149, İbn Abdirabbih, el-İkd, V,
218-219.
[483] Belâzürî,
Ensâb, III, 466-468.
[484] Ya’kubi,
Târîh, II, 221.
[485] Ahmed
el-Kâtib, Siyasal Düşünce, s. 44-45.
[486] Gerlof
Van Vloten, Araştırmalar, s. 56.
[487] Gerlof
Van Vloten, Araştırmalar, s. 55.
[488] İbn
Asâkir, Târîh, XIX, s. 377, Hüseyin Güneş, “Ebu Hâşim”, s. 278, Ahmed
el-Kâtib, Siyasal Düşünce, s. 61-62.
[489] Wellhausen,
Ebû Hâşim’in Abbasî Muhammed b. Ali’ye vasiyetiyle ilgili rivayetin uydurma
olduğunu düşünmekle birlikte, ilgili rivayette doğru yanın, Abbasîlerin
Haşimîler’i, yani Ebû Hâşim taraftarlarını kendileri için kazanmak amacına
binâen Ebû Hâşim’e bağlandıklarını kabul eder. Bkz.: Julius Wellhausen, Arap
Devleti ve Sukutu, s. 239.
[490] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 322, Belâzürî, Ensâb, III, 466, İbn Kuteybe, El-Mearif,
s. 216-217.
[491] İbn
Kuteybe, El-Mearif, s. 217.
[492]Ahbarü’d-Devleti’l-Abbasiyye,
s. 173.
[493] Sahifenin
içeriği hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Ahbaru ’d-Devletü ’l-Abbasiyye,
s. 184, (Abdülâziz Durî, zikrettiğimiz eserin yazma nüshasına ulaştığında bu
vasiyeti önemsemiş ve hadisenin yaşanmışlığına dikkat çekmiştir: Bkz.: Faruk
Ömer, “Abbasîlerin Siyâsî Emellerinin Tarihi Kökleri”, SÜİFD, Çev.: Cem
Zorlu, Sayı: XIII, Konya 2002, s. 197.)
[494] Sarı
sahife hakkındaki değerlendirmeler için bkz.: Faruk Ömer, Abbasîlerin Siyâsî
Emellerinin Tarihi Kökleri, s. 194-210.
[495] W.
Montgomery Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, Çev.: Ethem Ruhi
Fığlalı, Şa-To İlahiyat Yayınları, İstanbul 2001, s. 67.
[496] Onun
suikastla öldürüldüğü konusunda herhangi bir haber zikretmeyen kaynaklar için
bkz.: Ahbarü ’d-Devleti’l- Abbasiyye, s. 183, İbn Kuteybe, el-Mearif,
s. 217, Zübeyrî, Neseb, s. 75, Halîfe b. Hayyat, Târîh, s. 316,
İbn Sa’d, Tabakât, VII, 322.
[497] Zehirlenerek
öldürüldüğü ile ilgili başlıca kaynaklar için bkz.: Belâzürî, Ensâb,
III, 466-468, Ya’kubi, Tarih, II, 221, İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi
’t-Târîh, IV, 316, İbn Tıktaka, el-Fahr, s. 143 (İbn Tıktaka, Ebû
Haşim’i Hişâm b. Abdülmelik’in zehirlettiği iddiasındadır), İbn Hallikan, Vefâyât,
IV, 188, İbn Asâkir, XXXII, 273-275 (İbn Asâkir, Velîd döneminde eceliyle vefat
ettiği hususundaki rivayetleri de zikreder), İbn Kuteybe, el-İmame ve
’s-Siyâse, II, 148-149. (İbn Kuteybe’nin el-İmameAe olayı detaylı
bir şekilde aktarırken; el-Mearifte onun suikastle öldürüldüğüne dair hiçbir
şey zikretmemesi, uzun süredir tartışılagelen el-İmame ve’s-Siyâse adlı eserin
ona ait olup olmadığı meselesinde düşünülmesi gereken bir noktayı teşkil eder.)
[498] Muhammed
Âbid el-Câbirî, Arap-İslâm Siyasal Aklı, Kitabevi Yayınları, Çev.: Vecdi
Akyüz, İstanbul 2001, s. 341.
[499] Hasan
Onat, “Ebû Hâşim Abdullah b. Muhammed”, DİA, X, 146.
[500] İsmail
Yiğit, Emevîler (41-132/661-750), İsam Yayınları, İstanbul 2017, s. 89.
[501] Faruk
Ömer, “Abbasîlerin Siyâsî Emellerinin Tarihi Kökleri”, s. 203.
[502] Hüseyin
Güneş, “EbuHâşim”, s. 274.
[503] İbrahim
Sarıçam, Emevî-Hâşimîİlişkileri, s. 369.
[504] Bkz.:
İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 149.
[505] Julius
Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu, s. 239.
[506] W.
Montgomery Watt, Teşekkül Devri, s. 67.
[507] W.
Montgomery Watt, Teşekkül Devri, s. 192.
[508] W.
Montgomery Watt, “Emevîler Devrinde Şiilik”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, Çev.: İsa Doğan, X, 43.
[509] Belâzürî,
Ensâb, VIII, 195, İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 315.
[510] İbnü’l-Esîr,
el-Kâmil, IV, 315.
[511] Belâzürî,
Ensâb, VIII, 176.
[512] Bu
konu hakkında geniş bilgi için bkz: Bahaüddin Varol, “Emevîlerin Hz. Ali ve
Taraftarlarına Hakaret Politikası Üzerine”, İstem, Sayı: VIII, 83-107.
[513] İbn Sa’d, Tabakât,
VII, 382, Ya’kubî, Târih, II, 231.
[514] Belâzürî,
Ensâb, VIII, 161.
[515] En-Nahl/90.
[516] İbn
Tıktaka, el-Fahr, s. 129.
[517] Belâzürî,
Ensâb, VIII, 159.
[518] İbn
Asâkir, Târih, XLV, 222.
[519] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 378-379.
[520] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 379.
[521] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 379-380.
[522] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 380, İbn Abdürabbih, el-İkd, V, 182.
[523] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 380.
[524] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 380.
[525] Yusuf
el-Işş, “Emevi Yönetimine Genel Bir Bakış”, Çev.: Ömer Aras, Abant İzzet
Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, V/X, 179.
[526] İslâm devletinin, gayri
Müslimlerin yaşadığı bir bölgeye harp, hile, baskın veya öldürme olmaksızın
hükmünü geçirerek, onlardan aldığı ganimet, cizye, haraç veya mallara verilen
genel isimdir. Fey hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Mustafa Demirci, “İlk
Devir İslâm Tarihinde “Fey” Kavramının Gelişimi Bağlamında İktisâdı Kaynakların
Paylaşımı Tartışmaları”, İslâm Araştırmaları Dergisi, Sayı: XVI/IV,
İstanbul 2003, s. 596-606, Remzi Kaya,
“Kur’an-ı Kerim’deFey Gelirleri
ve Dağılımı”, UÜİFD, Sayı: X/II, Bursa 2001, s. 67-86, Mustafa Fayda,
“Fey”, DİA, XII, 511-513.
[527] Üzerinde
oldukça fazla rivayetin olduğu ve birçok tartışmanın yapıldığı Fedek arazi
hakkında geniş bilgi için bkz: İsmail Altun, “Hz. Ebubekir ve Hz. Fâtıma
Arasında Yaşanan Fedek Meselesine Sünnî ve Şiî Yaklaşımların Analizi”, İslam
Araştırmaları Dergisi, Sayı: XXVII, 1-27.
[528] Mevlüt
Koyuncu, İkinci Hazreti Ömer (Ömer bin Abdülazîz), Boğaziçi Yayınları,
İstanbul 1996, s. 48.
[529] İbn
Asâkir, Târih, XLV, 178-179, İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 18.
[530] İbnü’l-Esîr,
el-Kâmil, IV, 329.
[531] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 377-378.
[532] Ya’kubî,
Târîh, II, 232.
[533] Julius
Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu, s. 140.
[534] Taberî, Târîh,
VI, 428.
[535] Ya’kubî,
Târîh, II, 231.
[536] İbn
Şehrâşûb, Menâkıb, IV, 155.
[537] İbn
Şehrâşûb, Menâkıb, IV, 155.
[538] Zehebî,
A’lâm, IV, 397.
[539] Ya’kubî, Târîh,
II, 231.
[540] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 379.
[541] İbn
Asâkir, Târîh, XLV, 188.
[542] Ayrıntılı
bilgi için bkz: İbn Asâkir, Târîh, XLV, 189, İbn Kesîr, el-Bidâye,
X, 18.
[543] İbn Asâkir, Târîh,
LIV, 270.
[544] İbn
Asâkir, Târîh, LIV, 270.
[545] İbn
Asâkir, Târîh, LIV, 290.
[546] İbnü’l-Esîr,
el-Kâmil, IV, 328.
[547] İbn
Abdülhakem, Sîretü Umer b. Abdülâziz Alâ ma Verahu İmam Malik b. Enes ve
Ashabuh, Tahkik: Ahmed Ubeyd, Tarihsiz, s. 101.
[548] İbn
Abdülhakem, Sîretü Umer, 101.
[549] İbn Abdülhakem, Sîretü
Umer, 102.
[550] İbn
Asâkir, Târîh, XXVII, 366.
[551] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 327.
[552] İbn
Asâkir, Târîh, XLV, 196.
[553] İbn
Asâkir, Târîh, XLV, 222.
[554] Zübeyrî, Neseb,
s. 126.
[555] Zübeyrî,
Neseb, s. 45.
[556] İbn
Hazm, Cemhere, s. 87.
[557] Asri
Çubukçu, “Fâtıma bint Hüseyin”, DİA, XII, 226.
[558] Asri
Çubukçu, “Fâtıma bint Hüseyin”, DİA, XII, 227.
[559] Zübeyrî,
Neseb, s. 51, İbn Kuteybe, el-Mearif, s. 213, İbn Tıktaka, Ensâb,
s. 65, Sıbt İbnu’l-Cevzî, Tezkire, s. 278.
[560] İbn Tıktaka, Ensâb,
s. 65.
[561] İbn
Asâkir, Tarih, LXX, 17.
[562] İbn
Abdirabbih, el-İkd, II, 328.
[563] İbn
Sa’d, Tabakât, X, 439-440, Taberî, Târih, VII, 12-13, Sıbt
İbnu’l-Cevzî, Tezkire, s. 280.
[564] Hilal Görgün,
“Sükeyne bint Hüseyin”, DİA, XXXVIII, 45.
[565] İbn
Abdirabbih, el-İkd, V, 155.
[566] El-Ömerî,
el-Mecd, s. 282, İbn Abdürabbih, el-İkd, VII, 277.
[567] Rıza
Savaş, İslâm’ın İlk Asrında Kadın, Siyer Yayınları, İstanbul 2017, s.
387.
[568] Rıza
Savaş, Kadın, s. 387.
[569] İbn
Sa’d, Tabakât, X, 440-441.
[570] Sıbt
İbnu’l-Cevzî, Tezkire, s. 278.
[571] İbn
Hazm, Cemhere, s. 105.
[572] Belâzürî, Ensâb,
II, 416.
[573] İbn
Kuteybe, el-Mearif, s. 214.
[574] İbn
Kuteybe, el-Mearif, s. 214.
[575] İbn
Kuteybe, el-Mearif, s. 214.
[576] İbn
Habîb, Muhabber, s. 438.
[577] İbn
Hazm, Cemhere, s. 86.
[578] İbn
Hazm, Cemhere, s. 121.
[579] Belâzürî,
Ensâb, II, 416.
[580] İbn
Habîb, Muhabber, s. 438.
[581] Sıbt
İbnu’l-Cevzî, Tezkire, s. 278.
[582] Zübeyri,
Neseb, s. 59.
[583] Sıbt
İbnu’l-Cevzî, Tezkire, s. 278.
[584] İbn Asâkir, Târih,
LXIX, 168.
[585] Zübeyri,
Neseb, s. 52.
[586] İbn
Hazm, Cemhere, s. 42.
[587] İbn
Hazm, Cemhere, s. 108.
[588] İbn
Hazm, Cemhere, s. 108.
[589] İbn
Sa’d, Tabakât, VII, 314.
[590] Belâzürî,
Ensâb, VIII, 65.
[591] İbn İnebe, Umde,
s. 51.
[592] Belâzürî,
Ensâb, VIII, 65.
[593] Zübeyrî,
Neseb, s. 32.
[594] Zübeyrî,
Neseb, s. 53.
[595] Zübeyrî,
Neseb, s. 53.
[596] İbn
Hazm, Cemhere, s. 85, İbn Habîb, Muhabber, s. 438.
[597] Zübeyrî,
Neseb, s. 51.
[598] Zübeyrî,
Neseb, s. 79, İbn Hazm, Cemhere, s. 112.
[599] İbn Hazm, Cemhere,
s. 109.
[600] İbn
Hazm, Cemhere, s. 109.
[601] Zübeyrî,
Neseb, s. 76.
[602] Taberî,
Târih, VI, 420.
[603] Belâzürî,
Ensâb, VII, 199.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar