Print Friendly and PDF

HİCRÎ ÜÇÜNCÜ ASIRDA ŞİÎ-MU’TEZİLÎ İMAMET TARTIŞMALARI VE İSKÂFÎ’NİN YERİ

 

 


Hazırlayan: Mehmet ÜMİT

 İMAMET TARTIŞMALARINA GENEL BAKIŞ

E-me-me kökünden türemiş olan “imam” kelimesi lugatta\ ister doğru yolda ister dalalette olsun toplumun kendisini takip ettiği, kendisine uyulan kimsedir.[1]

Istılahta ise; ümmet üstünde velayet hakkı olan, onların işlerinde en büyük güç olarak tasarruf hakkına sahip bulunan kişiye verilen isimdir.[2] Dolayısıyla günümüzdeki devlet başkanını ifade etmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de, devlet yapısını ve idari teşkilatı, tanzim eden açık hükümler yoktur.[3] Ancak, nass ile açıkça bildirilmemiş meselelerin müşavereye bırakılması,[4] emanetle­rin ehline verilmesi,[5] insanlar arasında adaletle hükmetmek,[6]Allah’a, Peygambere ve mümin emirlere itaat etmek,[7] ihtilaf halinde Allah’a ve Peygambere başvurmak,[8] bilinmeyen şeyin desteklenmemesi[9] gibi siyasi düstur mahiyetinde emirler mevcuttur.[10]

İmamet tartışmalarına girmeden, Hz.Peygamberin vefatından önce gelişen olayla­ra yön veren üç ana faktörü zikretmemiz, bu tartışmaları değerlendirme açısından faydalı ola­caktır.[11]

a.                                    Arap siyasi hayatının çekirdeği durumundaki kabîlecilik anlayışı,

b.                                    Kökleşme mücadelesini sürdüren,Kur’an’ın takdim ettiği dînî-siyâsî anlayış,

c.                                    Yukarıdakilere paralel olarak devamlı yenilenen içtimâi yapı.

Hz. Peygamberin vefatından Hicrî H. yüzyılın ortalarına kadar olan imamet tar­tışmalarım verirken bunları uzun uzun anlatmak yerine önemli hususları belirtmekle yetine­ceğiz.

Hz. Peygamber’in vefatım müteakip müslümanların arasında çıkan ilk ihtilaf i- mâmete kimin geleceği meselesi olmuştur.[12] Ensâr, imam tayini için Benî Saide avlusunda toplandığı ve Hazreç kabilesinin lideri Sa’d b. Ubâde’yi halife seçmek üzere iken durumu haber alan Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer ve Ebu Ubeyde b. Cerrâh ile birlikte toplantı yerine git­ti. Onları dinledikten soma, faziletlerinin inkar edilemeyeceğini, ancak Arapların, reislik işin­de sadece Kurcyş’ten birisine itaat edeceklerini, ayrıca ilk müslümanların, İslâmî yaymak için can ve malı ile hizmet edenlerin Muhacirler olduğunu belirtti.[13] Bunun üzerine, Ensar’dan, biri Kureyş’ten, diğeri Ensar’dan olmak üzere ikili başkanlık teklifi geldi. Hz.Ömer, bunun mümkün olmadığım, Arapların, Hz. Peygamberin içinden çıktığı kabileden birinin liderliğim kabul edeceğini belirtti. Tartışma devam ederken, Ensar’ın Evs kabilesinden Beşir b. Sa’d da Hz. Ömer’i destekler tarzda fikrini beyan etti. Neticede Hz.Ebu Bekr’e biat edildi. Ona ilk biat eden Beşir b. Sa’d, sonra Hz.Ömer oldu.[14] Evs kabilesi; bir tarafta kendilerinden olan Beşir b. Sa’d’ın Kureyş’e çağası ve biatim, diğer tarafta da Hazrec’in Sa’d b. Ubade’yi hali­fe yapma isteklerini gördüklerinde, birbirleriyle Hazrec’ten biri kendilerine bir defa imam oldumu bu üstünlüğün geçilemeyeceğini ve onların kendilerine imamette yer vermeyecekle­rini konuştular. Daha sonra kalkıp Hz. Ebu Bekr’e biat ettiler. Böylece Hazrec’in mukave­meti kırıldı. Ertesi gün de mescidde umumi biat oldu; sadece Sa’d b. Ubade, Hz. Ebu Bekr ölünceye dek biat etmedi..[15]

Söz konusu biatte imâmette gözetilen hususlar şunlardır:

a- Hz. Peygamber’in bir halef bırakmaması,

b- Müslüman olmadaki kıdem ve İslam uğruna yapılan hizmetler,

c- Kureyş’in üstünlüğü ve diğer kabilelerin Kureyş’in idaresi altında birleşebilmesi hususunun gündeme gelmesi, ancak bu temellendirilirken “Hilafet Kureyş’tedir” diye bir hadis rivayetinden söz edilmemiş olması,[16]

d-Evs ve Hazreç olarak iki kabile arasında cahiliye döneminde mevcut olan asabiyyetin bu biatte de tezahür etmesi.

Hz. Ebû Bekr’e biat haberini duyan Umeyyeoğullarının lideri Ebu Süfyan b. Harb, “Ey Abdülmenaf Oğulları! İşlerinizin idaıesinin Temim Oğullarından bir kimseye geç­mesine nasıl razı oluyorsunuz?”[17] “Ey Hasan’ın babası! Uzat elini sana biat edeyim, isterseniz onun üzerine her taraftan süvari ve piyadeler gönderirim.” dediğinde Hz. Ali, “ Ben asla böyle birşey istemedim. Ey Ebu Süfyan! Vallahi sen bununla ancak fitne ve fesat çıkarmak istiyor, İslamiyete ve müslümanlara düşmanlığı sürdürüp duruyorsun. Senin nasihatin bize gerekmez. Biz, Ebu Bekr’i layık bulduk.” diyerek Ebu Süfyan’ı azarladı.[18]

Hâşimoğulları, Hz. Ebu Bekr’e ilk gün biat etmeyip daha sonra biat ettiler. An­cak Hz. Ali, altı ay sonra biat etti. Biat ederken de Hz. Ebu Bekr’e “Geç kalmamızın sebebi, faziletinizi inkar ettiğimizden veya Allah’ın size ihsan ettiği hayrı kıskandığımızdan değil; bu görevin bizim hakkımız olduğu ve sizin bunu keyfi bir şekilde ve baskı yoluyla elimizden al­dığınızı düşündüğümüzden dolayı idi.” dedi. Soma da Hz. Peygamber’e yakınlığını ifade et­ti.[19]

Hz. Ömer’in hilafeti döneminde İbn Abbas’a söylediği “Kureyş, nübüvvet ve hi­lafetin sizde toplanmasını istemedi.” ifadesi adeta Hz. Ali’nin dile getirdiği Haşimoğullarının imamet konusundaki düşüncelerine bir cevap teşkil etmektedir.[20]

Bu konuşmalardan anlaşılmaktadır ki Hz. Ebu Bekr’e biatte herhangi bir nass iddiası yoktur. Hatta; Hz. Ali’nin imâmetinden ziyade Haşimoğullarının imamet iddiaları söz konusudur. Hz. Ali’nin adaylığı meselesi onların iç meselesidir.[21]

Hz. Ömer’in imameti ise, Hz. Ebu Bekr’in sahabenin ileri gelenleri ile istişaresi sonucu onu halife olarak aday göstermesiyle olmuştur. Hilafete gelmesi konusunda sadece mizacının sert olması hususuna itiraz edilmiştir.[22]

Hz. Ömer (V. 24/644), azadlı bir köle tarafından yaralandığında halife seçimini şûraya havale etmiştir.[23] Şûrada, diğerlerinin adaylıktan çekilmesi sonucu Hz. Ali ile Hz. Os­man’ın karşı karşıya kalmaları, Haşimoğulları ve Ümeyyeoğulları arasındaki tarihi kabilecilik çekişmesinin bazı çevrelerde tekrar su yüzüne çıkmasına vesile olmuştur. Hz. Osman’ın öldü­rülmesine yol açan fitne hadisesi[24] İslâmî değerlerin kökleşme mücadelesini sürdürdüğü genç İslam toplumunda bu çekişmenin yeniden alevlenmesi ve içtimâi hayatta yer bulmasına imkan hazırlamıştır. Durumun böyle olmasının asıl nedeni, Ümeyyeoğullarının Hz. Peygamber za­manında kaybettikleri eski nüfuzlarını tekrar elde edebilme hırsına düşmüş olmalarıdır.[25]

Hz. Osman’ın akrabalarına düşkünlüğü sebebiyle valiliklerin çoğuna tayin ettiği yakın akrabalarının görevlerini suistimal etmeleri ve Kureyş dışındaki insanları ikinci sınıf in­sanlar olarak görmeleri toplumda rahatsızlıklara yol açmıştır. Bu konuda o kadar ileriye git­mişlerdir ki, Küfe valisi Said b. el-As, “Küfe Kureyş’in çiftliğidir”[26] diyebilirken bir başkası, Medine’de yolda yürürken insanları tahkir ederek “savulun yoldan”[27] diyebilmiştir. Bu ve buna benzer durumlara ilave olarak, mevcut siyasi içtimâi durum ve bununla ilgili olarak “önceleri bedevi olanların hayat tarzlarındaki toplu değişiklik” de[28] Hz. Osman’ın öldürülme­siyle sonuçlanan olaylara sebeb olmuştur.

Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra Hz. Ali’ye biat edilmiş, ancak Suriye va­lisi, Muaviye b. Ebi Süfyan biat etmemiştir. O, “Hz. Osman’ın kanım talep” perdesi altında hilafet arzusunu, Amr b. el-As’ın da desteğiyle sonuna kadar götürmüştür.[29] [30] [31] Neticede Hz. Ali ve Muaviye arasında vuku bulan Siftin Savaşı’nda hakeme başvurulması sonucu, önceleri hakeme başvurulmasını desteklerken daha soma “la hükme illa lillah” diyerek karşı çıkan Ha­riciler, Hz. Ali’den ayrıldılar. İki taraf arasında yapılan müzakereler bir sonuç vermeyince^3 Hz. Ah önce Nehrevan sonra da Nuhayle’de onların çoğunu öldürdü. Bu savaşlardan sonra Hariciler, İslam’ı kendi anlayışları doğrultusunda yaşayabilmek için Hz. Ali, Muaviye ve Amr b. As’ı öldürmeye karar verdiler. Ancak bunlardan sadece Hz. Ali’yi öldürmede başardı olabildiler(40/661).3'

Hz. Ali’nin şehid edilmesinden sonra kendisine biat edilen Hz. Hasan, askerleri­nin savaşmaya isteksizliği, müslümanlar arasında kan akmaması gibi sebeplerle hakkından fe­ragat etti ve hilafeti Muaviye’yc bıraktı.[32] Muaviye dönemiyle birlikte başlayan Emeviler devrinde toplum; Müslüman Araplar, Mevâli (Arap olmayan müslümanlar), Zımmîler ve Köleler olarak dört tabakadan oluşmaktaydı.[33]

Hz. Ebu Bekr dönemi Ridde harblerinde Arablar arasında, Kureyş’in hakimi­yetine duyulan tepki, Hz. Osman dönemine varıldığında -valilerin kendileri dışındakileri ikinci sınıf insan olarak görmeleri sonucu- toplumda kökleşmiş, Emeviler döneminde ise yelpaze A- raplarm üstünlüğü şeklinde genişlemiş ve Arap olmayan müslümanlara ikinci sınıf insanlar o- larak bakılmıştır. Hatta Hişam b. Abdilmelik zamanında başlayan, yeni müslüman olanlardan müslüman değillermiş gibi vergi alınması uygulaması, ancak Ömer b. Abdülaziz döneminde kaldrılmıştır.[34] Bu durum, mevâlinin, iktidara karşı hareketlerin yanında yer almalarına neden olmuştur.

Bu dönemde görülen bir diğer önemli husus da, iktidara sahip olanların yaptıkları zulümleri insanlara, Allah’ın takdiri gibi empoze etmeleridir. Bu da, alimler arasında tepkilere yol açmıştır. Konu ile ilgili olarak Hasanü’l-Basrî’nin Halife Abdülmelik b. Mervan’a yazdığı mektup, günümüze kadar ulaşmıştır.[35]

Emeviler döneminde ilk ayaklananlar Hariciler olmuş ve bu ayaklanmaları onların iktidarları süresince devam etmiştir.[36] Bu dönemde Şiî motifleri taşıyan ilk hareketler, Muğire b. Said ve Ebu Mansur el- İclî’nin hareketleridir.[37]


I. BÖLÜM

ŞİÎ- MUTEZİLÎ İMAMET TARTIŞMALARI

 

A. ŞİÎ İMAMET TARTIŞMALARI

1.                                   Zeydî İmamet Anlayışı

Zeydijye, Zeyd b. Ali b. el-Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib’e tabi olanlar olup, onlar imâmetin, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’dan olan evladına ait olduğunu ve onlardan adalet sahibi, a- lim, cesur olan her kini isyan edip imâmeti ele geçirirse, imam olduğunu kabul edenlerdir.[38]

Zeydî alim Sahib b. Abbâd, Zeydiyye’nin genel bir tarifini vermeyip savunduk­ları görüşleri ortaya koymaktadır. Ona göre Zeydiyye’nin görüşleri şunlardır:

a)            Zeydiyye’nin çoğunluğuna göre imâmet aklen değil, dînen vâcibtir.

b)           İmâmet makamı sıradan bir makam olmayıp, o makama gelen kişinin imâme- tini ve ona itaati gerektirecek özel hasletlerin olması ve imam olduktan sonra da bu hasletle­rini kaybetmemesi gerekir.

c)             Zeydiyye’nin çoğunluğuna göre imam, peygamber gibi masum değildir.

d)             İmâmet; ne îmâmiyye’nin dediği gibi açık nass ve mucizelerlerine Mutezile’nin dediği gibi ihtiyar ve akd ile, ne de soy yönünden ve amellerin karşılığı olarak elde edilir. İmâmete iki yol vardır; Bili Hz. Peygamber’in, Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin hakkındaki nassı gibi kendisine nazar edildiğinde, onun kasdedildiği anlaşılan Hz. Peygamber’den bir nass, di­ğeri de Hz. Fatıma evladından imâmet için gerekli özellikleri taşıyan birinin imâmetini ilan ve huruç etmesidir. Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin’den sonra imam, imâmet için gerekli vasıfları kendinde taşıyıp imâmetine ilk çağıran Zeyd b. Ali, sonra oğlu Yahya b. Zeyd, sonra Hz. Hasan ve Hüseyin evladından, imamet vasıflarını taşıyıp, zalimlere engel olmak ve el-Emru bi’l- Ma’ruf ve’n-Nehyu ani’l-Münker için imametini ilan edip huruç edendir.[39]

Zeydî fırkatan konusunda Makâlât türünden eserler farklı tasnifler yapmaktadır­lar. Mes’ûdî’nin naklettiğine göre, Ebu İsa el-Varrâk (v. 247/861), Zeydiyye’yi, Cârudiyye, Süleymâniyye, Butriyye, Nuaymiyye, Yâkubiyye, Yemâniyye, Mürsediyye, Ebrakıyye olarak toplam sekiz fırkaya[40], Nâşi el-Ekber, Cârudiyye, Butriyye ve Süleymâniyye olarak üç fırka­ya[41] Eş’arî, Cârudiyye, Süleymâniyye, Butriyye, Nuaymiyye, Yâkubiyye ve Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer’den tebenî edip, ölülerin kıyametten önce döneceğini reddetmeyen grup olarak altı firkaya[42]ayınr. Zeydiyye’yi dört fırkaya ayıran Malatî, Bağdat Mutezilesini, Zeydiyye’nin bir kolu olarak[43] [44], Cârudiyye ’yi ise Zeydiyye içinde değil, İmamiyye içinde bir grup olarak sa- 47 yar.

Biz VIII. asrın ortalarından  IX. asrın ortalarına kadar olan dönemi Zeydî imâmet tartışmalan açısından değerlendirirken, önderleri bu dönemde yaşamış ve bütün Makâlât türünden eserlerin kendilerinden ve imâmet görüşlerinden bahsettiği Zeydiyye’nin önemli alt gruplan olan Cârudiyye, Butriyye ve Süleymâniyye fırkalarını esas alacağız. Çün­kü bu fırkaların liderlerinden olan Ebu Cârud Ziyad b. Münzir [Cârudiyye),Hicrî II. asrın yansından sonra[45], Hasan b. Salih b. Hayy, 168/784 yılında ve Kesiru’n-Neva, 169/785 (Butriyye) yılında,[46] Süleyman b. Cerir (Ceririyye) de muhtemelen Di./ IX.asrın başlarında vefat etmişlerdir.[47] Dolayısıyla Zeydiyye’nin görüşleri bakımından önem kazanması ve müs­takil bir itikadi bünyeye kavuşması da bu dönemde rastlar.

Bu dönemdeki Zeydî imâmet anlayışı genel hatlan ile şu şekilde tespit edilebilir:

a.                                     Efdal-Mefdûl Mes’elesi

Zeyd b. Ali, Hz. Ali’nin, Hz. Peygamber’in ashabının en üstünü (efdali) olduğu­nu kabul etmekle birlikte Hz. Ebu Beki' ve Hz. Ömer’in imametlerini ( mefdûlün) de kabul eder.[48] Bu konuda şöyle der:

“Şüphesiz Hz. Ali Sahabe’nin en üstünü idi, dolayısıyla Hz. Ebu Bekr’den de üstündü. Ancak ashab, hilafeti gördükleri bir maslahat, acil birtakım menfaatler se­bebiyle Hz. Ebu Bekr’e tevdi etmişlerdi. Gördükleri bu maslahat ve acil menfaat, do­ğabilecek fitneyi bertaraf etmek ve herkesin gönlünü birleştirmekti; Hz. Peygamber’in hayatında vuku bulan savaşların üzerinden fazla zaman geçmemişti. Üstelik Hz. Ali, bu savaşlarda çok sayıda müşrik öldürmüştü. Kılıcında, akıttığı müşrik kanlan kurumamış ve dolayısıyla onların akrabalan ve çocuklarının kalblerindeki öfke ve kin duygusu he­nüz silinip gitmemişti. Bu sebebten onlar, Hz. /Ali'ye rahatça meyledemiyor ve ona gö­nül hoşluğuyla tabi olamıyorlardı. Eğer sahabe, Rasulullah’ın vefatından hemen sonra Hz. Ali’yi hilafet mevkiine getirmiş olsaydı, halkın bir kısmı ona uymayabilir ve sahabe arasında yumuşaklığı, dost yüzlülüğü, yaşlılığı, tecrübesi ve halkın sevgisini kazanma­sıyla olduğu kadar Rasulullah’a yakınlığı ve İslam’daki kıdemiyle de önde gelen Hz. Ebu Bekr’in etrafında toplandıktan gibi Hz. Ali’nin etrafında toplanmayabilirlerdi. İşte Müslümanlar, Hz.Ebu Beki’de bulunan bu vasıfları gözönünde bulundurmuşlardır...”[49] [50] [51]

Cârudiyye, sadece efdalin imametinin geçerliliğini kabul eder. Ebu Cârud Ziyad Münzir’in lideri olduğu Cârudiyye, imamet konusunda Hz. Peygamberin kendinden son­ra Hz. Ali’yi isim olarak değil de vasfederek imamete tayin ettiği ve sahabenin Hz. Peygam­berden soma Hz. Ali’ye beyatı terkettikleıinden dolayı dalalete ve küfre girdikleııni iddia e- derler. Yine onlar Hz. Ali’den soma, Hz. Hasan’ın ardından, kardeşi Hz. Hüseyin’in nass ile imam olduğunu iddia ettiler.5

Cârudiyye, Hz. Ali’den sonra Hz.Hasan ve Hz. Hüseyin’in imameti hakkındaki nass konusunda ikiye ayrıldılar: Bir grup, onlaıın imametine Hz. Peygamber’in hükmettiğini, diğeriyse, Hz. Peygamber’in Hz. Ali’nin, onun Hz. Hasan’ın, onun da Hz. Hüseyin’in ima­metine hükmettiğini iddia etti. Ayrıca her iki grup da, Hz. Hüseyin’den sonra imameti Hz. Hasan ve Hüseyin evladına hasredip, onlardan alim ve faziletli olmak şartıyla kılıcım çekip imamlığını iddia eden kişinin, imamlığının sahih olduğunu iddia ettiler.5' Bu anlayış üzere on­lar Hz. Hüseyin’den sonra Zeyd b. Ali b. el-Hüseyin (122/740),akabinde Yahya b. Zeyd (126/744), sonra İsa b. Zeyd, sonra Muhammed b. Abdillah b. el-Hasan’(Nefsu’z-Zekiyye, v. 145/762)m imâmetlerini benimsediler.[52]

Ebu Cârud Ziyad b. Münzir, imamların, helal kıldığının helal, haram kıldığının haram olduğunu ve onlann yanında Hz. Peygamber’den gelen ümmetin bütün ihtiyaçlarına cevap veren ilmin bulunduğunu, dolayısıyla onlann ilminin ilham yoluyla olduğunu ve Hz. Fatıma evladının üstünlük ve ilimde eşit olduğunu,, aksi taktirde ümmetin imam seçerken Hz. Fatıma evladından imameti hak eden en üstünü bulmasının mümkün olmayacağım iddia et­ti.[53]

Süleyman b. Cerir nass ve ta’yin konusunda, Hz.Peygamber’in kıble ve namaz hakkında hükmettiği gibi Hz. Ali’nin imametine hükmetmediğini; fakat Hz. Ali’nin imametini onun faziletini zikrederek teşvik ettiğini, imamette yolun nass ve ta’yin değil ictihad olduğunu belirtti.[54]

Efdal-mefdûl konusunda, Süleyman b. Cerir, imametin şûrâ işi olduğu ve üm­metten iki kişinin uyuşmalarıyla gerçekleştirilebileceği fikrindedir.[55] Hz. Ali’nin, Hz. Pey­gamber’den soma sahabenin en üstünü ve imamete en layık olduğunu kabul eder. Sahabenin Ebu Bekr’i seçmekle hata ettikleri, ancak bu hatalarının küfrü ve fasıklığı gerektiren bir hata olmadığı; ictihad ettiklerini, dolayısıyla ictihad illetinin onları küfre ve dalalete götürmeyece­ğini iddia eder.[56] Süleyman, Hz.Osman’dan teberrî eder ve intikamcıların kendisinden öçlerini aldıkları bid’atlerinden ötürü tekfir eder.[57] Hz. Ali ile harbedenleri, küfürle itham eder. İlim konusunda, imamların da diğer insanlar gibi olduğunu savunur ve Cârudiyye gibi il­hamı kabul etmez.

Yine Süleyman b. Cerir, “günümüzde imamet, Hz. Peygamber’in ‘Ben size ona temessük ettiğiniz müddetçe dalalete düşmeyeceğiniz bir emanet bırakıyorum; Allah’ın Kita­bı, Itretim ve Ehl-i Beytim’ sözü sebebiyle ancak Fatıma evladında olur” diye iddia etti. Ayrı­ca o, Itret’in Hz. Fatıma evladı olduğunu isbata girişti.[58]

Bu konuda Watt’ın “...Zeydîlerin imameti Hz. Fatımanın soyuna hasrettikleri id­diası, muahhar yazarların muhtemelen Zeydı yaflalı isyanların önderi olan şahıslardan çıkar­dıkları bir sonuçtur. Hakikatte Süleyman b. Cerir gibi ihtilalci olmayan bir Zey dînin, Abbasi- leri desteklediği hususu kesindir.”[59] iddiasını yukardaki ifadeler çerçevesinde ve bu ifadeleri nakledenin nisbeten erken döneme mensup Nâşi el-Ekber olması sebebiyle temkinle karşılı­yoruz.

Efdal-Mefdûl konusunda Butriyye; Hz. Ali’nin Hz. Peygamberden sonra ümme­tin en üstünü ve imamete en layık olanı olduğunu, Hz. Ebu Bekr ve Ömer’e biatin, Hz. Ali’nin hakkım onlara vermesi Sebebiyle hatalı olmadığım iddia ettiler. Hz. Osman hakkında sükût ettiler.[60] Yine, Hz. Ali’nin imâmetinin ancak biat edildiği dönem olduğunu ifade ederler.[61]

İlim konusunda, Süleymâniyye gibi Hz. Ali evladı ile, Arab ve Arab olmayanların müşterek olduklarım, yani Hz. Ali evladının ilminin ilhamla olmadığını belirtti.[62] İlk dönem kaynaklarında Butriyye'nin, imameti Hz. Ali evladına tahsisiyle ilgili bir bilgi bulunmamak­tadır. Ancak, Butriyye’nin liderlerinden olan Hasan b. Salih b. Hayy’ın, Kitâbıı İmâmeti ve­ledi Ali min Fûtuna isimli kitabı bu hususu hatıra getirmektedir[63]. Ayrıca İbn Hazm, Hasan b. Salih’in, imâmeti, Hz. Ali evladına hasrettiğini nakleder.[64]

Bu dönemde imamette efdal mefdûl mes’elesinde, Ali b. İsmail b. Mîsem İbnu’t- Temmar’ın fikirleri de dikkat çekicidir. O, Harun Reşid’in veziri Yahya b. Halid’in[65] ve Me’mun’un huzurunda, imamet ve diğer konularda düzenlenen münazara meclislerine ka­tılmıştır.[66]

Ali b. Mîsem, Hz. Ali’nin, Hz. Peygamber’den sonra insanların en üstünü olması sebebiyle imamete hak sahibi olduğunu, ancak ümmetin Hz. Ebu Bekr ve Ömer’e biati ile günah derecesinde değilse de, en üstünü terketmek suretiyle hataya düşmüş olduğu düşünce­sindedir.[67] Onun bu fikri Zcydiyye’den Süleymâııiyye'nin fikrine çok yakındır.

Zeydî fırkaları içerisinde, üstün (efdal) olduğu halde daha az üstünün (mefdûl) imâmeti anlayışı, daha çok Süleymaniyye için geçerlidir. Çünkü, Cârudiyye efdalin imametini meşru görmekte, mefdûlün imametini kabul etmemektedir. Bulriyye de ise mefdûlün imame­tinden ziyade Hz. Ali’nin imamet hakkım devretmesi ve görevlendirmesi sözkonusudur. Sü­leyman b. Cerir’ e gelince; o, Hz. Peygamber’den sonra imamete en layık Hz. Ali olduğunu belirtir; sahabenin, Hz. Ebu Bekr’e biatinin hatalı olmasına rağmen ictihadi bir mesele olması sebebiyle bu hatalarının onları küfre ve dalalete götürmeyeceği kanaatindedir.

Câhız, efdal-mefdûl meselesiyle ilgili olarak, Hz. Ali’nin en üstün olduğuna dair Zeydiyye’nin delillerini dört ana grupta toplamaktadır:[68]

a-Hz. Ali’nin müslüman olmadaki önceliği,

b-însanların en zahidi olması,

c-İnsanların dinî ve dünyevî meselelerinin çözümünde en fakih olması, 

d-İslamı kılıçla müdafada gösterdiği kahramanlık.

Yine Câhız, bu dönemde Zeydiyye’nin mefdûl’ün imametinin meşruluğuna dair getirdikleri izahı şöyle naklediyor:

“Bazen insanların en üstünü yerine, fazilet yönünden daha düşük olan kimse, ya maslahat yönünden, ya fitneden korunmak gayesiyle, ya da mükellefiyeti ve imtihanı zorlaş­tırmak için imam olabilir. Böylece Allah, mefdûle itaat etmekle sorumlu kılar ve onu öne ge­çirir. Mesela, Allahu Teâlâ “Meleklere ‘Adem’e secde edin demiştik’, hepsi secde ettiler yal­nız iblis kaçındı...”[69] [70] demiştir. Melekler, Hz. Adem’den üstündür. Ancak Allah, melekleri sı­kıntıların en ağın ve musibetlerin en şiddetlisiyle mükellef kılmıştır.

Yine Cenab-ı Hak, Beni İsrail’e, içlerinde onlara gönderilen peygamberleri Davud (a.s.) olduğu halde, Talut’u onlara melik yaptı. Bu, Kur’an’da belirtilmektedir; “Onlara peygamberleri dedi; ‘Allah size Talut’u hükümdar gönderdi’...”[71]

Sonra Hz. Peygamber, Mute günü, Zeyd b. Harise’yi, Ca’fer-i Tayyar üzerine kumandan kılmış ve Üsame’yi içlerinde Hz. Ebu Bekr, Ömer, Said b. Zeyd b. Amr b. Nufeyl, Sa’d b. Ebi Vakkas gibi muhacirlerin ileri gelenlerinin, Bedir ehlinin bulunduğu bir topluluğa komutan tayin etmiştir.”[72]

b.                                    İmamın İmâmetini İlanı ve Hurûcu

Zeyd b.Ali, zalim imama karşı hurûcu gerekli görmektedir. Bunu, Hişam b. Abdülmelik’e fiilen hurûc ederek göstermiştir.75

Süleymâniyye ve Butriyye’nin imanım imametini ilan edip hurûc etmesini benim­sediğine dair ilk dönem kaynaklarında bir bilgi tespit edemedik. Bu konuda sadece Nevbahtî, Butrıyye'Fm. Hz. Ali evladıyla hurûcu benimsediklerini nakletmektedir.[73] Muahhar kaynak­lardan Bağdâdî’nin el-Fark beyne ’l-Fırak, İsferâyinî’nin et-Tabsir fi ’d-Dîn, Şehristânî’nin el-Milel ve’n-Nihal’ınde de Süleymâniyye ve Butriye’nin,imamın imametini ilan edip huruç etmesini benimsediklerine dair bir bilgi rastlayamadık. İbn Hazm’ın el-Fasl’mâa, Hasan b. Salih’in ve bütün Zeydiyye’nin, imâmetin Hz. Ali evladında olduğu ve onlardan her kim Kitap ve Sünnet’e çağınp hurûc ederse, onunla birlikte kılıç sallamanın vacip olduğunda itti­fak ettiklerini nakleder.[74]

Cârudiyye ise imâmeti, Hz.Fatıma evladına hasredip onlardan her kim hurûc edip imametini kabul etmeye davet ederse ona biat ve onunla birlikte mücadelenin şart oldu­ğunu savunur.[75] Cârudiyye bu konuda, “Ali b. Ebi Talib, insanları imâmetini tanımaya davet etti, sonra Hüseyin, öldürülene dek imamdı. Daha soma sırasıyla, (Kufe’de öldürülen) Zeyd b. Ali b. Hüseyin, (Horasan’da öldürülen) Yahya b. Zeyd, îsa b. Zeyd, Muhammed b. Abdillah b. el-Hasan (Nefsu’z-Zekiyye) imam idiler. Bunlardan soma ise, Allah’a itaat ko­nusunda Âli Muhammed’ten kendine itaate çağınp, hurûc eden her kimse imamdır” diyor­lar.[76]

Bu dönemde Ali oğullarının huruçlarında, Zeydiyye’den Cârudiyye^Butriyye ve Süleymâniyye gruplarının durumlarına gelince;

a)                                    Zeyd b. Ali’nin (v. 122/740) Emevilere karşı hurûcuna, Cârudiyye’nin lideri Ebu Cârud Ziyad b. Münzir katılmıştır.[77]

b)                                     Halife Me’mun döneminde, Muhammed b. Ca’fer b. Muhammed’in hurûcnda (200/815), Zeydiyye’nin Cârudiyye kolu onunla birlikte görülmektedir.[78]

c)                                     Halife Mu’tasım döneminde, Zeydiyye’den Cârudiyye kolunun anlayışım benimseyen Muhammed b. Kasım’ın Talekan’da hurûcuna (219/834) şahid oluyoruz. Onun yanında Zeydiyye’nin ileri gelenlerinden Yahya b. el-Hasan b. el-Furat, Abbad b. Yakub el- Revacinî de vardı.81 [79]

d)                                     Halife Mu’tez döneminde, Kufe’de, el-Hüseyin b. Muhammed b. Hamza hurûc etti. Onunla birlikte Zeydiyye’nin Cârudiyye kolundan üçyüz kişi bulunuyordu.[80]

Kaynaklarda, Zeydiyye’nin Butriyye kolu mensuplarının bu dönemdeki Ali oğul­larının ayaklanmalarından birine katıldığıyla ilgili yeterli bir bilgi tespit edemedik. Bu konuda sadece Hüseyin b. Ali isyanından kurtulan Yahya b. Abdullah, Deylem’e gitmek için yola çıktığında ona Zeydiyye’nin Butriyye kolu liderlerinden Hasan b. Salih b. Hayy’ın oğlunun eşlik ettiği; fakat onun, Yahya’ya muhalefet edip ashabı arasında bozgunculuk yaptığıyla ilgili bir rivayet tespit ettik.[81]

Süleyman b. Cerir ise yukarda da ifade etmiş olduğumuz gibi idareyle iyi ilişkiler içinde olduğundan, onun ve ashabının bu hareketlerde bulunması mümkün görülmemektedir. Bu düşüncemizi, kaynaklarda hurûc hareketlerine katıldıklarına ilişkin bir bilgi tespit edeme­memiz de güçlendirmektedir.

Sonuç olarak, Zeydiyye’den imamet konusunda, imamın imametini ilan edip hurûc etmesi anlayışı net olarak sadece Cârudiyye'te mevcuttur. Bunu Ali Oğullarından a- yaklananlar arasında genellikle Cârudiyye mensuplarının bulunması da desteklemektedir.

Bu dönemde, tespit edebildiğimiz kadarıyla, Zeydiyye’den imamet ile ilgili kitap yazanlar ve eserleri şunlardır:

a)                                      Hasan b. Salih b. Hayy (v. 168/784):

İmamet konusundaki fikirlerini yukarda ifade etmiş olduğumuz Hasan b. Salih’in Kitâbu İmameti Veledi Ali min Fûtuna isimli bir eseri vardır.[82] Bu eseri onun imameti, Hz. Fatıma evladına hasrettiğini hatıra getirmektedir; ancak bu husus kesin değildir.

b)                                      Kâsun er-ResSî, (v.246/860):

Zeydiyye’nin ileri gelenlerinden el-Kasmı b. İbrahim b. İsmail b. İbrahim b. el- Hasan b. el-Hasan b. Ali b. Ebi Talib er-Ressi, imamete, Hz. Peygamber’den sonra Hz. A- li’nin, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’nin, ardından da Hz. Hasan ve Hüseyin evladından imamet için gerekli özellikleri taşıyan, kıyam edip Allah’a itaate çağıranın layık olduğu düşüncesin­dedir.[83] Bu görüşlerine rağmen Abbasilere karşı silahlı mücadeleye girmemiştir.[84]

Kasım er-Ressî’nin imamet konusundaki eserleri şunlardır[85];

1-                                      Kitâbü, ’l-Imâme

2-                                      Kitâbu ’r-Redd ale ’r-Râfıda

Aynca onun, Zeydî imâmet anlayışını ortaya koyduğu Tesbitü ’l-İmâme isimli bir eserinin olduğu da nakledilmektedir.[86]

c)                                      Abbâd b. Yâkub er-Revâcinî (v. 250/864):

Abbad b. Yâkub’un imâmet konusunda Kitâbu Ahbâri’l-Mehdi isimli bir eseri vardır.[87] Aynca Fafe/a’dan Hasan b. Muhammed b. Semmâ’atü’l-Kûfî(v. 263/896)’nin Kitâbu ’l-Gaybe isimli bir eserinin bulunması[88] bize bu dönemde “Mehdî-Kâim imam” anla­yışının yoğun olarak tartışıldığım göstermektedir.

2.                                      İmâmî İmâmet Anlayışı

Şia, İmamet meselesini, siyasi alandan itikadı alana taşıyarak yeni bir dönem başlatmıştır. Bu tartışmalar, en yoğun bir şekilde, Hicrî II. yüzyılın ortalarından III. yüzyılın ortalarına kadarki dönemde yaşandı. Söz konusu tartışmalara geçmeden önce, bu konuda ö- nemli bir rol oynayan Şia'nın imâmet anlayışının ortaya konulması gerekir.

îmâmiyye mezhebinde imâmet vacib olup, her zaman hakkında açık nass bulu­nan, masum, kamil bir imamın bulunması gerekir. Aynca imâmet, Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve ondan sonra Hz. Hüseyin’in çocuklarına münhasır olup, bunlar içinde Mûsa b. Ca’fer’in oğlu Ali b. Mûsa (Ali er-Rızâ) ile devam eder.[89]

îmâmiyye Mezhebinin İmâmet anlayışında önemli hususlar şunlardır:

a)                                       İmâmiyye'ye göre imamet vacib olup,[90] sadece nass ve tevkif yolu ile olur.[91] imamet, halkın görüşüne ve seçimine bırakılabilecek meselelerden olmayıp dinin bir rüknü ve temelidir. Hz. Peygamber’in bu mes’eleyi ihmal etmesi ve ümmetin ihtiyarına bırakması caiz değildir. Onun ümmetine bir imam tayin etmesi gerekir.[92]

b)                                     İnsanlann en üstünü (efdal) imam olur.[93] Zeydiyye’nin aksine mefdûlun ima­metini caiz görmezler. Hz. Peygamber, kendisinden sonra insanların en üstünü olan Ali b. Ebi Talib’i ismi ve nesebi ile beyan ederek halef bıraktı.[94] Hz. Ali’nin imameti açık bir nass iledir.[95]

c)                                     Dünyada her zaman hakkında açık nass bulunan hata yapmayan ve günah iş­lemeyen masum bir imamın bulunması gereklidir.[96]

d)                                     imam, insanların ihtiyacı olan herşeyi (bütün ilimleri) bilir. Ona hiçbir şey gizli kalmaz.[97] O, dünyada insanların en zahid olanı, zorluklara en çok göğüs gereni ve idare sa­natım en iyi bilenidir.[98]

e)                                     İmamet, Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve daha soma Hz. Hüseyin evla­dında olup, Mûsa b. Ca’fer’den sonra Ali er-Rızâ ile devam eder.[99] İmamların sayısı

onikidir, onlar, hata ve yanlışlardan korunmuşlardır. Onlan sevmek iman; nefret küfürdür. Emirleri Allah'ın emri; yasaklan da Allah'ın nehyidir. Onlara itaat Allah’a itaat; itaatsizlik Allah’a karşı gelmektir. Dostlan, Allah'ın dostu (velî) ; düşmanlan da Allah'ın düşmandan­dır.102 [100]

f)                                     Ali b. Ebi Talib, Hasan, Hüseyin, Selman, Mikdad ve bunlarla beraber birkaç sahabe dışında, Sahabe’nin çoğunluğu, Hz. Peygamberin vefatmdan sonra hakkında açık nass bulunan, Hz. Peygamber’in ismini belirtip, ilan ederek halef bıraktığı Hz. Ali’ye itaati terkettiklerinden dolayı küfre girmişlerdir.[101]

Yukarda ifade ettiğimiz şekilde, Hz. Ali’nin imametinin nass ve tayin yoluyla ol­duğunu benimseyen her şahıs, Şia’ya diğer hususlarda muhalefet etse de Şiî sayılır. Ancak imâmet mes’elesinde muhalefet etse diğer konularda Şia gibi düşünse Şiî -özellikle İmami- sayılmaz. Şeyh Müfîd, buna Hişam b. el-Hakem’i misal veriyor ve diyor; “Hişam b. el- Hakem, Allah'ın isim ve sıfatlan konusunda Şia’ya tamamen muhalefet ettiği halde, imamet konusunda nass ve ta’yini esas kabul ettiği için Şiî’dir.[102] Burada Şeyh Müfîd’in imâmette nass ve ta’yin anlayışım Usulu’d-Din içinde mütalaa ettiğini görmekteyiz.

Sonuç olarak, İmâmiyye için imametin nass ve ta’yin ile Hz. Ali, Hasan, Hüseyin, bilahare Hz. Hüseyin evladında olması ve Mûsa b. Ca’fer’den sonra, Ali b. Mu­sa'da devamı zorunlu şartıdır. Dolayısı ile İmâmiyye Mezhebi’nin tarihte ortaya çıkışım tespit için imâmette nass ve ta’yin anlayışının ortaya çıktığı dönemin tesbiti gerekir. Biz, Hicrî n. asrm ortalarından IH. asnn ortalarına kadar olan dönemdeki imâmet tartışmalarına katılan ve imâmet konusunda kitap te’lif edenlerden,//««rnıjye’nin kendi ricali arasında kabul ettikleri şahıslarda, özellikle nass ve ta’yin konusuna dikkat edeceğiz. Zaten bu dönemde imâmet ile en çok ilgilenenler ve bu konuda eser te’lif edenler Şiî’ler olmuştur. Tespit edebilğimiz Şiî yazarlar, eserleri ve fikirleri şunlardır:

a)                                      Ebû Cafer el-Ahvel Muhammed b. Ali b. en-Nu’man:

Sünnî kaynaklar, Şeytanu’t-Tak, Şiî kaynaklar ise ona Mü’minu’t-Tak lakabım verirler. Ölüm tarihini kesin olarak bilemediğimiz Ebû Ca’fer el-Ahvel, Ebû Abdullah Ca’fer b. Muhammed (148/765)’in ashabından olup, Zeyd b. Ali ile görüşmüş ve onunla Ebu Ab­dullah Ca’fer b. Muhammed’in imameti konusunda tartışmıştır. Ali b. Hüseyin ile de karşı­laşmıştır. Aynca Ebû Ca’fer el-Ahvel, hnam-ı A’zam Ebû Hanife’nin çağdaşı olup onunla çeşitli konularda münazaraları vardır.[103]

Ebû Ca’fer el-Ahvel, Ca’fer b.-Muhammed’den sonra onun oğlu Mûsa’nın i- mâmetini benimser. Ebû Ca’fer el-Ahvel’in ashabına, adına nisbetle Nû ’mâniyye[104] [105] ve şeytaniyye denilmiştir.

Ebû Ca’fer el-Ahvel, imâmet konusunda Hz. Peygamber’in, ümmetine, ismi ve nesebiyle açıkça belirttiği birisini halef bıraktığını, ancak ümmetin çok az bir grubu dışındaki­lerin Hz. Peygamber’e muhalefet ederek, öne geçirdiği bu kimseyi hilafette sona bıraktıklarım ve yerine başkasını getirdiklerini iddia eder.[106] İmâmet konusundaki eserleri şunlardır:[107]

1.                                    Kitâbu’l-İmâme\ İbn Hazm, Onun bu eserinde Hz. EbuBekr’in üstünlüğüne delil olarak kullanılan Tevbe Suresi kırkıncı ayetteki “...iki kişiden biri olduğu halde ikisi ma­ğarada iken arkadaşına: Üzülme! Allah bizimle beraberdir diyordu.” kısmım Allah’ın kesinlik­le söylemediğini ifade ettiğini naklediyor.[108]

2.                                     Kitâbu’r-Redd ala’l-Mu’tezile fi İmâmeti’l-Mefdûl'. Bu eserin isminden, onun mefdûlün imâmetini meşru kabul eden Bağdat Mu’tezilesi’ne karşı yazıldığını, o dönemde Efdal-Mefdûl İmâmet tartışmalarının yoğun olduğunu ve Ebu Ca’fer el-Ahvel’in sadece efdalin imâmetini benimsediğini anlamaktayız.

3.                                    Kitabım fi Emri Talha ve ’z-Zübeyr ve Aişe: Bu eserinde, muhtemelen Hz. Aişe,Talha ve Zübeyr’i eleştirmektedir.

b)                                    Ebu Muhammed Hişam b. el-Hakem eş-Şeybûni (v. 190/805):

Kûfe’de doğan, Vasıfta yetişen ve Bağdat’a yerleşen[109] Hişam b. el-Hakem, Ca’fer b. Muhammed’in ashabmın ileri gelenlerinden olup, onun ölümünden soma Musa b. Ca’fer’in imâmetini kabul etmiştir.[110] Kat’iyye fırkasının imâmet anlayışı üzere olanların ön- cülerindendir.[111] Hişam’a tabi olanlara Hişamiyye adı verilir.[112]

Hişam b. el-Hakem, Yahya b. Halid el-Bermekî’nin sohbet meclislerine devam eder[113] ve onun meclisinde, imâmetin nass veya seçimle olması ve diğer konularda tartışırdı. Onun dışında tartışmaya katılanlardan bazdan şunlardır: Şiî kelamcılanndan, Ali b. Mîsem, Haricîler’den EbuMalik el-Hadramî,Mu’tezile'tenEbuHuzeyl el-Allâfve İbrahim b. Yesâr en-Nazzâm.[114]

Hişam b. el-Hakem’in ölüm tarihi ihtilaflıdır. Şiî meyilli Bermekî’lerin vezirlikten düşüşünden kısa bir müddet sonra saklandığı sırada ölmüştür. Aynca Me’mun’un hilafeti döneminde öldüğü de söylenir.[115] Ziriklî, onun yaklaşık 190/805’te öldüğünü nakleder.[116] Hişam’m Bermekî’lerin vezirlikten düşüşünden kısa bir müddet sonra öldüğü hakkındaki ri­vayet Ziriklî’nin rivayeti ile de uyuşmaktadır. Çünkü Bermekîler, 187/803’te vezaretten düş­müşlerdir. Dolayısıyla Hişam’ın 190/805 civarında ölmüş olması kuvvetle muhtemeldir.

Hişam b. el-Hakem, Hz. Peygamber’in hayatında Hz. Ali’nin imametine, “Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır”, Hz. Ali’ye “Senin, benim yanımdaki konumun, Hârun’un, Mûsa yanındaki konumu gibidir.” “Benim Kur’an’ın tenzili için savaştığım gibi sen de te’vili için savaşacaksın” ve Hz. Ali için “Ben ilmin şehri, Ali ise kapısıdır.” sözleriyle hükmettiğini, onun Hz. Peygamber’in zürriyeti, vasîsi, ümmetinin en üstünü ve en âlimi ol­duğunu belirtir. Yine Hişam, Hz. Ali’nin hata yapmasının, cahillik ve acizliğinin mümkün olmadığım; masum olduğunu ve imameti hakkındaki nassın kıble ve diğer farzlardaki hüküm gibi kesin olduğunu söyler.[117] O, Hz. Peygamber’in Hz.Ali’yi ümmetine ismi ve nesebini be lirterek halef bıraktığını[118] ve ondan sonra da imametin, Allah’tan ve Hz. Peygamberden bir nass ile çocukları Hasan ve Hüseyin gibi evladında olduğunu savunur.[119]

Hişam, sahabenin büyük bir çoğunluğunun Hz. Ali’yi bırakıp Hz. EbuBekr’e biat ettikleri için dalalete düştükleri ve dinden çıktıklarım iddia eder.[120]

Hişam b. el-Hakem’in imamet konusundaki eserleri şunlardır:[121]

1.                                      Kitâbu’r-ReddalâMen Kale bi İmâmeti’l-Mefdûk Bu kitabın isminden onun Zeydiyye ve Bağdat Mu ’tezilesi ’ne reddiye olarak yazıldığı, Hişam’ın, efdalin imâmeti fikrini benimsediği anlaşılmaktadır.

2.                                      Kitâbu İhtilafi’n-Nâsifi’l-İmâme: Hişam’ın bu kitabı adından da anlaşıldığı ü- zere imamet konusunda Arkalatın anlayışlarım ele almaktadır.

3.                                      Kitâbu’l-Hakemeyrv. Muhtemelen Hakem olayında, Hz Ali’nin haklı, karşı ta­rafın ise haksız olduğundan bahsetmektedir.

4.                                      Kitâbu’l-Vasiyye ve’r-Reddalâ men Enkereha'. İmametin, Hz. Peyygamber’in vasıyyeti ile Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin’in olduğu hakkında bahsettiği kuvvetle muhtemeldir.

5.                                      Kitâbu ’r-Redd ala’l-Mu ’tezile fi Talha ve ’z-Zübeyr

6.                                      Kitâbu ’l-İmâme

c)                                     Ebu’l-Hasan Ali b. Hasan et-Tatarîeb-Kufi(v. 220/835)

et-Tatarî, Mûsa b. Cafer’in ashabındandır. İmamet konusunda, Vâkıfa[122] [123] anlayı­şım benimsemiş ve mezhebinde fanatik davranmıştır. Mezhebi hakkında çok kitabı vardır. İ- mâmet ile ilgili olanları şunlardır:

1.                                     Kitâbu’l- İmame?16 Tatarî bu eserinde, muhtemelen Mûsa b. Ca’fer’in “el-İmâmu’l-Kâim” olduğu ve ondan başka imam olmadığını isbata girişmiştir.

Aşağıdaki iki eserin isimleri, Tûsî’nin Fihrisfmte nakledilmiştir.[124]:

2.                                     Kitâbu Fedâili Emiri’l-Mü "mimin

3.                                     Kitâbu ’l-Velâye

d)                                     Ali b. İsmail b. Mîsem et-Temmar (v. ?):

İbnu’n-Nedim ve Tûsî, Ali b. Misem’in, Hz. Ali ashabının ileri gelenlerinden ve İmâmiyye mezhebinin anlayışım ilk dile getirenlerden birisi olduğunu nakleder.[125] O, imame­tin nass ve ta’yin ile mi yoksa seçimle mi olduğu ve bunun gibi pekçok konunun tartışıldığı Harun er-Reşid’in veziri Yahya b. Halid el-Bermelâ’nin sohbet meclislerine devam etmiş ve burada Harici Ebu Mâlik el-Hadramî, Mu’tezilî Ebu’l-Huzeyl el-Allâf, İbrahim b. Yesar en- Nazzâm ve Imâmî Hişam b. el-Hakem ile tartışmıştır.[126] [127] Aynca, İbnu’t-Temmar ile Ebu’l- Huzeyl’in ashabından Aliyyu’l-Esvârî arasmda imamet konusunda münazara meclisleri ol muştur.

Ali b. Misem’in İmâmiyye anlayışını ilk dile getiren olduğu söylenmesine rağmen Taberî’de anlatılan bir olayda onun, Zeydî olduğu ve 205/820 yılında Me’mun’un huzurun­da, Mu’tezilî Sümame b. Eşres, İmâmî Muhammed b. Ebi’l-Abbas ve Bişr b. Gıyas el- Merisi’nin içinde bulunduğu bir grupla teşeyyü’ konusunda tartıştığını nakletmektedir.[128] Bu olay Eğanfde, Muhammed b. el-Abbas es-Suli ile Ali b. Misem’in imamet konusunda tartış­tıkları şeklinde geçmektedir.[129] Ali b. Misem’in Zeydî olmasını, imamet konusundaki görüşü de desteklemektedir:

Ali b. Mîsem’e göre Hz. Ali, imâmete hak sahibi idi. Çünkü O, Hz. Peygam- ber’den sonra insanların en üstünü (efdali) idi. Ancak;imâmet konusunda ümmet Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer’i seçmekle günah derecesinde değilse de, en üstünü terketmek suretiyle hataya düşmüştür.[130] İmâmet konusundaki bu fikri onun İmâmîlikten daha çok Zeydîliğe ya­kın. olduğunu göstermektedir. Ali b. Misem’in bu fikirleri, Zeydî Süleyman b. Cerir’in imâ­met hakkındaki fikrine çok benzemektedir;

Süleyman b. Cerir’e göre, Hz. Ali, Hz. Peygamber’den sonra ümmetin en üstü­nü (efdali) ve imâmete en çok layık olanıdır. Ümmet, Hz. Ebu Bekr’i seçmekle kendilerini küfre ve dalalete götürmeyen bir hataya düşmüşlerdir; çünkü onlar, içtihad etmişlerdir, içtihad illeti ise onlan küfre ulaştırmaz.[131]

Ali b.Mîsem’in imâmet konusundaki kitapları şunlardır:

1.         el-Kamil', Tûsî, İbnu’t-Temmâr’ın bu eserini imâmet konusunda tasnif ettiğini belirtmektedir.[132] [133]

2.                                      Kitâbu’l-İstihkâkVİ6

3.                                      Kitâbu ’l-İmâme[134]

e)                                      Muhammed b. Çelil es-Sekkâk (v. ?):

Sekkâk, llişam b. el-llakem’in ashabından olup, onunla arkadaşlık elli. AncakHişam’a imametin kaynağı dışındaki konularda muhalefet etti. Ölüm tarihini kesin ola­rak bilmediğimiz Sekkâk, Ca’fer b. Harb’in çağdaşı olup onunla Allah’ın, ilmi konusunda[135], İskâfî ile de pekçok konuda tartışmıştır. îskâfî ile tartışmaları hakkında kimin yazdığı bilinme­yen Kitabım fi Mecalisin Dâret beyne’s-Sekkâk ve Ebî Ca’fer el-İskâfi isimli bir eserden bahsedilmektedir.[136]

Sekkâk, imâmet konusunda, Hz. Peygamber’in, Hz. Ali’yi ismi ve nesebini belir­terek halef bıraktığı, ancak ümmetin Hz. Peygamber’e muhalefet edip başkasını getirdiği dü­şüncesindedir.[137]

Sekkâk’ın imâmet konusundaki eserleri şunlardır[138]:

1.                                      Kitâbun alâ men Ebâ Vücûbe’l-İmâmeti bi’n-Nass\ Onun bu eserinden imâ- mette nass fikrini savunduğu ve Hişam’a imâmet konusunda muhalefet etmediği anlaşılmak­tadır. Aynca, imamete geliş yolunun nass ile mi yoksa seçim ile mi olduğu konusunun bu dö­nemde yoğun olarak tartışıldığım göstermektedir.

2.                                    Kitâbu İ-İmâme

f)                                      Ebu Ahmed Muhammed b. Ebu Urneyr (v. 217/832):

Ali er-Rızâ ve Muhammed el-Cevad’ın ashabından olup, onlardan rivayetlerde bulundu. Onun imamet konusundaki kitapları şunlardır:1'12

1.                                    Kitâbu’l-İmame

2.                                    Kitâbu ’l-Bedâ

g)                                     Hişam b. Salim el-Cevalikî (v. ?):

Hişam, Rafizâ’dan olup Hişam b. el-Hakem’in çağdaşıdır. Biz bunu Hişam b. el- Hakem’in, Hişam b. Salim’e reddiye olarak yazdığı Kitâbu ’r-Redd alâ Hişam el-Cevalikî i- simli kitabından anlıyoruz.[139] [140]

Aynca Hişam b. Salim, Ebu Abdullah Ca’fer b. Muhammed’in ashabından olup onun ölümünden sonra,Musa b. Cafer’in imametini kabul etmiştir.[141] Hişam’a tabi olanlara Hişamiyye adı verilir.[142]

Hişam b. Salim imamet konusunda; Hz. Peygamber’in Hz. Ali’yi ismi ve nese­bini belirterek ümmetine halef bıraktığı, fakat ümmetin ondan başkasını seçerek Hz. Pey- gamber’e muhalefet ettiği düşüncesindedir.[143]

h)                                      Ebû Isa Muhammedb. Harun b. Muhammedel-Varrâk (247/861):

Kelamcılann ileri gelenlerinden olup, Îbnu’r-Râvendî’ye hocalık ve arkadaşlık etmiştir.146 [144] Mes’ûdî onun 247/861 yılında vefat ettiğini nakleder.[145]

Imâmette Hz. Ali hakkında nass bulunduğunu iddia edip buna ayet ve hadisler­den delil getirdi. Kadı Abdulcebbar imamette bu derece ileri bir iddiaya ondan önce Hişam b. el-Hakem’in bile teşebbüs etmediğini belirtir.[146]

Ebû îsa el-Varrâk’ın imamet ile ilgili eserleri şunlardır[147]:

1.                                     Kitâbu ’l-Makâlât fi ’l-İmâme

2.                                     Kitâbu İmameti ’l-Kebir

3.                                     Kitâbu İmameti ’s-Sağir

Hicrî II. asrın ortalarından IH. yüzyılın ortalarına kadar olan dönemde Şia ricali i- çerisinde temayüz etmiş olan ve bizim burada anlattığımız şahısların, temel hususiyetleri şun­lardır:

1)                                       îdare ile bir zıtlaşma ve ona karşı mücadele içerisine girmemişler, hatta vezir Yahya b. Halid el-Bermekî ve Halife Me’mun’un sarayında çeşitli konularda düzenlenen tar­tışma meclislerine katılmışlardır.

2)                                       Bu dönemde imamette, nass konusunda en çok üzerinde durulan Hz. Ali’nin imametinin Hz. Peygamber tarafından nass ve tayin ile olduğudur. Hz. Ali evladı hakkında nass olduğu ve imamet zinciri konusunda bir netlik yoktur. Bu konuda sadece Mes’ûdî’de geçen bir rivayette, Hişam b. el Hakem’in Hz. Ali ile beraber, Hz. Hasan ve Hüseyin gibi evladının imâmetinin, Allah ve Hz. Peygamber tarafından bir nass ile olduğuna dair bir riva­yet ve Hişam b. el-Hakem’in ashabından Sekkâk’ın Nass ile imâmetin gerekliliğini Kabul Etmeyene Reddiye adında bir eseri vardır.

3)                                     Bu dönem içerisinde, imâmetin nass ile olması konusunda ayet ve hadislerden deliller getirmede en ileri noktaya Ebu İsa el-Vaırak ( v. 247/861) gitmiştir..

4)                                     Ali b. Misem’in dışındakiler, imâmetin.Hz. peygamberin vefatından sonra nass ile Hz. Ali’nin hakkı olduğu kanaatindedirler. Dolayısıyla,ondan önce gelen Hz. Ebu Bekr, Ömer ve Osman’ı kabul etmemekte, hatta onlan dalaletle suçlamaktadırlar.

5)                                     Sahabenin büyük bir çoğunluğunun Hz. Peygamber’den sonra Hz. Ali’ye biat etmedikleri için küfre girdikleri kanaatindedirler. Sadece Ali b. Mîsem, ümmetin hata yaptı­ğı fakat bu hatanın günah derecesinde bir hata olmadığı düşüncesindedir. Dolayısıyla O, sahabeyi küfürle suçlamamıştır.

6)                                     Bu dönemde, imâmette efdal-mefdûl mes’elesinin Hicrî II. asım oltalarında veya az sonrasından itibaren yoğun olarak tartışıldığı, Şeytanu’t-Tak’ın ve Hişam b. el- Hakem’in bu konuda yazmış oldukları kitaplardan, imâmette nass konusunun ise Hicrî H. as­ım sonlarına doğru ve üçüncü asrın başlarında tartışıldığını,Mes’ûdî’nin Mürûcu ’z-Zeheb'tetâ. ifadeleri ve. Sekkâk’ın bu konudaki kitabından anlamaktayız.

7)                                     Bu dönemde İmâmî imâmet zincirinde netlik oluşmamıştır. Bizi bu anlayışa, Ca’fer b. Muhammed’in ölümünden sonra İmamjyye'mn. esas olarak Abdullah b. Ca’fer ve Musa b. Ca’fer’e uyanlar tarzında ayrılması, Musa b. Ca’fer’in ölümünden sonra da onun ölmediği “Imamu’l-Kâim” olduğu anlayışını benimseyen Vâkıfa diye bir grubun çıkması; bunun uzun süre varlığını devam ettirmesi ve Mûsa b. Ca’fer’in öldüğü, imametin oğlu Ali er-Rızâ’da devam ettiğini savunan Kat’iyye grubunun ortaya çıkması gibi amillerdir. Dolayısı ile imamette bir ittifak yoktur.

3.                                    İsmaili İmâmet Anlayışı

İsmâiliyye, Cafer b. Muhammcd’dcn sonra imâmclin, İsmail b. Cafer ve onun evladında devam ettiğini iddia eden fırkaya denil'. Bu fırkanın kuruluş ve yayılmasında Cafer es-Sâdık’ın hizmetinde bulunan Meymun el-Kaddah ve oğlu Abdullah b. Meymûn’un büyük etkisi olduğu ve asıl kurucularının da bu iki zat olduğu iddia edilmektedir.[148]

Bu firka, Bâtıniyye, Tâlimiyye, Seb ’iyye vb. isimlerle de anılır.[149] İsmâiliyye, do­ğuşunda genel olarak iki firkaya ayrılabilir:

Birincisi, Cafer b. Muhammed’in (v. 148/765) ölümünden sonra imamın İsmail b. Cafer (v. 142/759) olduğunu söyleyenlerdir. Bunlar İsmail’in babası hayatta iken öldüğünü inkar ettiler ve babasını onun hakkında insanlardan korktuğu için İsmail’i onlardan gizlediğini söylediler. Bunlara göre Cafer b. Muhammed, kendinden sonra İsmail’in imametine işaret et­tiğini ve onun sahibi olduğunu haber verdiği için İsmail, insanların idaresini eline alıp yeryü­züne sahip oluncaya (yeryüzü adaletle doluncaya) kadar ölmeyecek olan “er-Kâim”dir. Çün­kü imam, gerçek dışı birşey söylemez. Bu firkaya “Halis İsmâiliyye” denir.

İkincisi: Bunlara göre, Cafer b. Muhammed’den sonra imam, torunu Muhammed b. İsmail b.Cafer (v. 193/808)’dir. Bunlar, babasının hayatında imametin, İsma­il’in (hakkı) olduğunu, fakat babasından önce öldüğünden, Cafer b. Muhammed’in imâmeti torunu Muhammed b. İsmail’e bıraktığını iddia ederler. Onlara göre bunun dışında bir durum da meşru olmayıp hak da onun idi. Çünkü Hz. Hasan ve Hüseyin’den sonra imametin kar­deşten kardeşe geçmesi meşru değildir. İmamet sadece İsmail evladında devam eder. Muhammed b. el-Hanefiyye’nin, Ali b. Hüseyin’e rağmen imamet hususunda bir hakkı ol­madığı gibi, İsmail’in kardeşleri Abdullah ve Mûsa’nın da haklan yoktur. Bu gruba reisleri o- lan ve İsmail b. Cafer’in mevlası olan el-Mübarek’e nisbetle Mübârekiyye denilmiştir.[150]

İsmâiliyye’nm doğuşundan Fatımî Devleti’nin kuruluşuna (297/909) kadar yak­laşık bir buçuk asır süren gizlilik döneminde İsmailî imandan, gizli kaldılar.[151] Bu dönem pek çok meçhullerle doludur. Muhammed b. İsmail (v.l93/808)’den sonra imam olan pek çok kimselerin tarihi şahsiyetler mi yoksa hareketin kuruculan tarafından yaratılmış hayali şahıslar mı olduklan kesin olarak bilinememektedir. Fırka bu devrede daha çok dâiler tarafından yö­netilmiştir.[152]

B-MU’TEZİLÎ İMAMET TARTIŞMALARI

1-                                   Basra Mu’tezilesi İmamet Anlayışı

Mu’tezile’ınn ilk doğduğu yer Basra’dır.[153] Biz Basra Mu'tezileşi’nin imamet anlayışını, Basra Mu ’tezilesi mensuplarından imâmet konusunda orjinal görüşü olanları tek tek ele ahp, imâmet konusundaki fikirlerini ve eserlerini belirterek ifade etmeye çalışacağız.

a)                                    Vâsıl b. Ata (v. 131/748)

Vâsıl, mefdûl’ün imâmetini meşru kabul eder.[154] Hulefa-i Raşidin’in efdaliyyet sırasım,Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Osman olarak kabul eder. Hz. Ali’yi, Hz. Osman’ın önüne geçirdiğinden dolayı Şiî olarak isimlendirilmiştir.[155]

Hz. Osman döneminin son altı yılındaki olaylarla ilgili olarak fikir beyan etme­mekte ve bu işi Allah’a bırakmaktadır.[156]

Aynca Vâsıl, Hz. Ali ve taraftarları ile Hz. Aişe, Talha, Zübeyr’in harpleri hak­kında da susmaktadır. Bu konuda her iki gruptan bilinin haklı; diğerinin hatalı olduğunu, an­cak kendi yanında kimin haklı kimin haksız olduğunun tebeyyün etmediğini ifade etmiştir.[157] Bu sebeble iki ayn gruptan birer kişinin herhangi bir konudaki şahadetini kabul etmemiş an­cak; aym gruptan iki kişinin şahadetini kabul etmiştir.[158] Vâsıl, Hz. Ali ile Muaviye arasındaki savaşta ise Hz. Ali’nin haklı, Muaviye ve taraftarlarının hatalı olduğu anlayışım benimsemiş ve onlardan teberrî etmiştir.[159]

b)                                     Amr b. Ubeyd (v. 144/761)

Abbasi halifesi Ebu Ca’fer el-Mansur’un kendisine saygı duyup takdir ettiği Amr b. Ubeyd[160], imâmetin döneminin en üstününün hakkı olduğu fikrini savunmuş dolayısıyla mefdûl’ün imâmetini meşru görmemiştir.[161] Fazilet sırasının Hulefâ-i Raşidin’in hilafete geliş sıralan olduğu[162] ve imametin nass ve tayin ile değil ümmetin seçimi ile olduğu düşüncesin­dedir.[163]

Hz. Ali dönemindeki Cemel ve Sıfiin Savaşlan hakkında Amr b. Ubeyd, Vâsıl b. Ata ile aynı düşüncededir.[164]

c)                                     Dırar b. Amr (v. ?)

îmam-ı Azam Ebû Hanife ile arkadaşlık etmiş olan Dırar b. Amr’ın Ahmed b. Hanbel ile münazaraları olmuştur. Hanın er-Reşid’in hilafeti döneminde vefat etmiştir.[165]

Dırar, sadece efdal olanın imâmetini ve Hülefa-i Raşidin’in imâmete geliş sırala­rının fazilet sırası olduğunu kabul etmektedir. Buna delil olarak da Hz. Peygamber’den : “Ümmetim dalalet üzerine birleşmez” hadisini göstermektedir.[166]

Fazilette müsavi bir Kureyşli ile Küreyşli olmayan birinin imameti hususunda Kureyşli olmayanı tercih etmiştir. Gerekçesi ise, imamın, imamet şartlarım kaybetmesi duru­munda, Kureyşli’ye nazaran aşiretinin zayıf olması sebebiyle azledilebilmesinin daha kolay olmasıdır.[167] Onun imamet anlayışındaki en bariz husus budur.

Hz. Ali ile Talha, Zübeyr ve Hz. Aişe arasında olan savaşta iki taraftan birinin haklı, diğerinin ise haksız olduğu; fakat haklı ve haksızın kimler olduğunu bilmediğini ifade etmiş ve onlardan her iki grubu birlikte değil de her bir grubu tek başına dost edinmiştir.[168] Muaviye ile olan savaşında ise Hz. Ali’nin haklı olduğu düşüncesindedir.[169]

Imâmet konusundaki eserleri şunlardır[170]:

1.                                    Kitâbü’l-İmâme

2.                                     Kitâbu ’r-Red ale ’l-Râfıda ve ’l-Haşviyye

3.                                     Kitâbu’l-Vasıyye

4.                                      Kitâb alâ men Zeame enne ’n-Nebiyye Tereke mine ’d-Dini şey ’en ve ennehu Kane Ya ’lemu ’l-Gayb

5.                                      Kitâbu’r-Redd ale’l-Muğiriyye ve’l-Mansııriyye Ji Kavliha enne’l-Arda la Yehlû min Nebiyyin Ebeden

6.                                     Kitâbu ’r-Redd ale ’l-Vâkıfa ve ’l-Cehmiyye ve ’l-Gaylâniyye

7.                                     Kitâbu ’l-Hakemeyn

8.                                     Kitâbun ala’l-Ezârika ve ’n-Necedâd ve ’lMürcie

d)                                     Ebu’l-Huzeyl Muhammedb. el-Huzeyl el-Allâf (235/849)

Mu ’tezile’ınn Usulu Hamse’sini sistemleştiren Basra Mu ’tezile’si şeyhlerinden Ebu’l Huzeyl, 235/849 yılında[171] vefat etmiştir.

Ebu’l-Huzeyl el-Allâf, Harun er-Reşid’in veziri Yahya b. Halid el-Bermekî’ınn münazara meclislerinde tartışmıştır. Bu konuların içerisinde imametin nass ile mi yoksa seçim ile mi olduğu da vardır.[172]

Ebu’l-Huzeyl, efdalin imametini kabul etmiş ve mefdûlün imametini ise meşru görmemiştir. Ona göre; imamet makamı, nübüvvet makaramdan sonra en üstün makamdır. Hz. Peygamber, zamanının en üstünü olduğu gibi, imamet makamına getirilen kişinin de za­manının en üstünü olması gerekir. Aynca imam, ümmete dini öğreten ve onlan terbiye eden olduğu için, terbiye olunanın terbiye edenden daha üstün olması caiz olmaz. Ebu’l-Huzeyl, bu anlayışı ile Hülefa-i Raşidin’in seçildikleri zaman ümmetin efdali olduğunu ifade etmiş­tir.[173]

Hz. Osman ve katilleri hakkında susmuştur. Çünkü onun yaranda Hz. Osman’ın selametini gösteren özrü ve tazim ve tevelliyi gerektiren durumu açıklık kazanmadığı gibi bu olaylardan dolayı Hz. Osman’dan teberrî edilmesi gerektiği de açıklık kazanmamıştır.[174]

Ebu’l-Huzeyl’in imâmetle ilgili olarak Hişam b. Hakem’e karşı yazmış olduğu Kitâbu ’l-İmâme ale ’l-Hişam isimli bir eseri vardır.[175] Rafızî imamet tartışmalarında ifade et­tiğimiz gibi Hİşam, imametin nass ve tayin ile önce Hz. Ali, sonra Hz. Hasan ve Hüseyin gibi Hz. Ali evladında olduğunu iddia etmiştir. Ebu’l-Huzeyl ise imamette nass’ı kabul et­memektedir. Dolayısıyla onun bu eserinin imâmette nass iddiasının reddine dair olması kuv­vetle muhtemeldir.

e)                                    Ebu İshak İbrahim b. Seyyar en-Nazzâm (v. 220/835)

Ebu’l-Huzeyl el-Allâfın ashabından olan Nazzâm, hocasıyla ve Hişam b. Ha- kem’le tartışmış[176] ve Yahya b. Halid el-Bermekî’nin, imâmet ve diğer konularda düzenlenen münazara meclislerine devam etmiştir. Zehebî, Nazzâm’ın 220/835’li yıllarda vefat etliğini nakletmektedir.[177]

Nazzâm, hocası Ebu’l-Huzeyl gibi efdalin imâmetini benimsemiş/ Hulefa-i Raşidin’in seçildikleri zaman ümmetin en üstünü olduklarım ifade etmiş ve imameti belli bir zümreye tahsis etmemiştir. [178] Bu konuda Şehristânî, Nazzâm’ın imâmetin sadece açık nass ve ta’yin ile olacağı, Hz. Peygamber’in Hz. Ali’nin imametine hükmettiği ve şeriatte hüccetin masum imamın sözünde olduğu anlayışım benimsediğini nakletmektedir.[179] Ancak, biz Nazzâm’a atfedilen böyle bir fikri başka bir kaynakta tespit edemedik.

Sahabeden kendi re’yi ile hüküm verenlerin kendilerim dinden çıkarmayan ve dalalete sürüklemeyen bir hata ettikleri kanaatindedir.[180]

Hz. Ali’nin harblerinde haklı, onunla savaşan Hz. Aişe, Talha, Zübeyr, Muaviye ve diğerlerinin ise hatalı olduğu fikrine sahiptir.[181] Hakem olaymda ise Nazzâm, Hz. Ali’nin haklı, Ebû Mûsa el-Eş’ârî’nin hatalı olduğunu söylemektedir.[182]

j) Ebû Bekr Abdurrahman b. Keysan el-Asamm (200-201/816-817)

Hişam b. el-Hakem ve Ebu’l-Huzeyl ile münazaralarda bulunan185 [183] Asamm’a göre imâmet vacip değildir.[184] Bu konuda şöyle der; “Ümmet haccı eda edip gerektiğinde cihadım yeıine getirdiği, aralarında adaletle muamele ettiği, hak-hukuka riayet ettiği, ganimet, sadaka ve vergileri ehline verdikleri ve haddleri hak edenlere uyguladıkları takdirde imâmet dinde ge­rekli değildir.”[185]

Asamm, imâmetin ancak ümmetin icmaı ile olacağı fikrini savunur. O, Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın imametini kabul eder, ancak Hz. Ali’nin imâmetinde icma olmadığım idda ederek[186] ve çağdaşlarının biat etmeyip onunla harb ettiklerini ileri sürerek i- mâmetini kabul etmez. Muaviye’nin hilafetim ise, ümmetin icma ettiğini belirterek kabul e- der.[187]

Ebu Bekr el-Asamm, mefdûlün imâmetini kabul eder. Ancak onun mefdûlün i- mâmetini meşru görme illeti diğerlerininkinden farklıdır. Ona göre; “Ümmetin imamete ge­tirdiği birisi biat edildiği anda ümmetin efdali olabilir. Ancak, daha soma ümmet içinde ondan daha üstün olan biri çıkabilir; insanlar fazilette bir birini izlerler. Bu gün mefdûl olan yann efdal, bu gün cahil olan yann alim olabilir. Bu durumda, insanların imamlarım hal’ etmeleri doğru değildir. Çünkü imamdan efdal olan bir insan her zaman çıkabilir. Şayet bu durumda imamlarını değiştirgeler, imamlarını her gün değiştirmeleri gerekebilir. Bu durumu din tasvip etmediğine göre mefdûlün imameti meşrudur.”[188]

Efdaliyyet konusunda; Hz. Ebu Bekr’in Hz. Peygamber’den sonra ümmetin en üstünü olduğu, ondan sonra Hz. Ömer’in daha sonra da Abdurrahman b. Avfrn en üstün olduğunu kabul eder ve onun şûrâda kendini imâmete adaylıktan çekmesini buna delil olarak ileri sürer.[189] Dolayısıyla o, Hz. Osman’ın imâmetini mefdûlün imâmeti olarak kabul eder.

Aynı anda insanlar, bir imama biat edebilecekleri gibi birden fazla imama da biat edebilecekleri fikrini de savunur. İnsanlar için bir imam aslah olduğu takdirde, Hz. Ebu Bekr, Ömer ve Osman’da birleşildiği gibi bir imama biat edilebileceği, ancak bunun her za­man doğru olmayacağı ve içinde yaşadığı asırda olduğu gibi, bazen salâhın birden fazla ima­ma biatte olabileceği fikrini savunmakta ve bu imamların birbirlerine yardımcı olmalarım da gerekli görmektedir.[190]

Ebu Bekr el-Asamm’ın imamet konusundaki eserleri şunlardır[191]:

1.                                     Kitâbu ’l-İmâme

2.                                      Kitâbu İftirakı ’l-Ümme ve İhtilaftı ’ş-Şiya ’

3.                                      Kitâbu ’l-Câmi ’ ale ’l-Râfida

g) Hışam b. Amr el-Fuvâtî (v. 218/833)

Önceleri Ebu’I-Huzeyl’in ashabındanken daha sonra ondan ayrılmıştır.[192]

Kasım ed-Dımeşki ile birlikte efdalin imameti anlayışını benimser.[193] İmâmetin insanların ihtilafı ve fitne günlerinde akdolunamayacağı, imâmete akdin ittifak ve selamet günlerinde meşru olduğunu savunur.[194] Bu fikriyle Hz. Ali’nin imâmetinin, meşru olmadığını ifade etmektedir.

Talha ve Zübeyir’in Hz. Ali’yle harb için çıkmalarım ve Hz.Osman’ın, Muhacir ve Ensar’dan sahabenin hazır olduğu bir durumda muhasara edilip öldürülmesini kabul et­memektedir. Bu konuda şöyle der: “ Talha, Zübeyr ve Hz. Ali’nin toplanması müşavere i- çindi, savaş herhangi bir kasıt olmaksızın patlak verdi.” Hz. Osman’ın öldürülmesi hakkında da “Bir cemaat Medine’de toplanmış, Hz. Osman’a valilerini şikayet ediyorlardı. Bu ortamda süfehâdan bir topluluk, ansızın Hz. Osman’ı öldürdü” dedi.[195] Hişam bu fikriyle sahabe hak­kında hüsn-ü zan ettiğini ifade etmektedir. Cemel vak’asında bulunan her iki tarafi da dost edinntiş, onlardan teberrî etmemiştir.[196]

h) Ebu Osman Amr b. Bahr el-Cûhız (255/869)

Rafiza’ya karşı sözleriyle meşhur olan Câhız, Nazzâm’ın talebesidir. Çok sayıda kitap telif etmiş olan Câhız’ın, tasnif ettiği kitapları bililerine arzedip bunun karşılığında para alması[197] fikirlerindeki samimiyet konusunda şüphe uyandırmaktadır.

imamet anlayışım Kitâbü ’l-Osmaniyye adlı eserinde ifade etmiştir.[198]

Ona göre İmamet vacip olup ümmetin imama itaat etmesi gerekmektedir.[199]

İmamın müslümanlann efdali olması gerektiği düşüncesindedir. Mefdûlün ima­metini kabul etmez. Hz.Peygamber’den sonra ümmetin en üstünü Hz. Ebu Bekr olup, efdaliyyet sırasını Hulefâ-i Raşidin’in hilafete geliş sıralan olarak kabul eder.[200]

Câhız’a göre, imam ta’yini nass ve vasiyetle değil, seçim ile olur.[201] Imâmete yo­lun amellerin çokluğu ve bu amellerde Hz. Peygamber’in yoluna olan yakınlık olduğunu ifa­de eder.[202] [203] İmamların bilgisinin ilham yoluyla olması anlayışını çürütmek için bir kitap yazmıştır.

Câhız, imamın sahip olması gereken belli vasıflar olmakla birlikte Kureyşlilik ve­ya Hz. Peygamber’e akrabalığın imâmetin şartlarından olmadığı fikrini savunur.[204]

Ona göre, imam tayini insanlardan âmmeye değil, hassaya vaciptir. Bu konuda âmme, hassaya tabi olur. Aynı şekilde imamı görevinden almak da hassanın görevidir; ancak âmmede onlara yardım eder.[205]

Câhız’ın imâmetle ilgili eserleri şunlardır[206]:

1.                                      Kitâbu İmameti Beni Abbas\ Hilafetin, Abbas b. Abdülmuttalib’in soyundan gelenlerin hakkı olduğunu iddia edenlerin görüşlerini konu edinir. Sendûbi, tarafindan Resâil içerisinde neşredilmiştir.

2.                                     Fadiletüİ-Mu’tezile-. Bu eserinde,sadece Mu’tezileyi övmekle kalmayıp aynı zamanda Râfıza’yı reddediyor ve onlann kötülüklerini anlatıyor.[207]

3.                                     Kitâbu’l-İmame alâMezhebi’ş-Şia: Şia’nın imamet anlayışını tenkit etmekle­dir.

4.                                     Kitâbu’r-Redd alâ Ashabi’l-İlham: Bu eserini, ilhamı bilgi vasıtalarından biri olarak kabul edenleri reddetmek için yazmıştır.[208]

5.                                      TasvîbuAli fi Tahkimi 1-Hakemeyn: Hakem Olayı’nda,Haricilere karşı Hz. A- li’yi savunur ve onun bu olayda en uygun yolu takip ettiğini isbata çalışır.[209] [210]

6.                                      Resâilu Câhız3 İmamet ile ilgili bölümler şunlardır:

Faslun fi İstihkaki’l-İmâme (c. IV, s.207-215): Hz. Ali’nin, insanların en üstünü olduğuna dair Zeydiyye ’nin ortaya koyduğu delilleri zikreder. Câhız, zikrettiği Zeydiyye'râsı bu delillerini Kitâbü ’l-Osmaniyye'sinde nakzeder.

Resâil’inin c. IV, 285-307 sayfalan arasında imametin vacip olması, birden fazla imamın meşru olması, imâmetin Kureyş’te olması konularım ele alır.

Yine o, Resâil’inin c. IV, 311-324 sayfalan arasındaki Râfıza ve Zeydiyye ile il­gili makalede, Zeydiyye'’tim,Hz. Ali’nin en üstün olduğuna ve mefdûlün imâmetine dair zik­rettikleri delilleri nakleder.

7.                                     Kitâbu ’r-Redd ale ’l-Osmaniyye

8.                                     Kitâbu İmameti Muaviye

9.                                     Kitâbu Vucubi ’l-İmâme

10.                                     Kitâbu ’n-Zukire ma beyne Zeydiyye ve ’r-Râfıda

11.                                     Kitâbu Delaleti alâ erine İ-İmamete Far dun

12.                                     Kitâbu Hikayeti Kavli Esnafi ’z-Zeydiyye

13.                                     Kitâbu’l-Osmaniyye

'B>n&x3tMu ’ tezde1 ^tim imâmetle ilgili görüşlerini, genel olarak şöyle toplayabiliriz:

İmamet vaciptir. Bu konuda, sadece Ebu Bekr el Asamın,insanların zulümden ko­runabildikleri, hak-hukuka riayet edebildikleri takdirde, imam tayin etmelerinin gerekli olma­dığı görüşünü savunur.

İmametin ta’yin ve nass ile değil seçim ile olacağı fikrini savunun .

Sadece efdalin imametinin meşru olduğu fikrini savunur ve efdaliyyet sırasını Hulefa-i Raşidin’in hilafete geliş sıralan olarak kabul eder. Bu konuda Vasıl b. Ata ve Ebu Bekr el-Asamm mefdûlün imametini de meşru görmüşlerdir.

. Vasıl b. Ata, Hz. Ali'nin,Hz. Osman’dan üstün olduğunu kabul etmiş, ancak Hz. Osman’ın imâmete gelmesini de meşru gömüştür.

Ebû Bekr el-Asamm ise, Hz. Ömer’den sonra en üstün kişinin, Abdurrahman b. Avf olduğunu savunmakta ve Hz. Osman’ın imametini mefdûl’ün imameti olarak kabul et­mektedir. Aynca onun,mefdûlün imametini kabul ediş sebebi de diğerlerinden farklıdır. Ona göre., ümmetin imamete getirdiği birisi biat edildiği anda efdal olabilir. Ancak daha sonra ümmet içinde ondan daha üstün olan birisi çıkabilir-. Bu gün mefdûl olan birisi yann efdal, bu gün cahil olan birisi yann alim olabilir. Bu durumda,insanlann imamlarım hal’ etmeleri doğru değildir. Çünkü imamdan efdal olan bir insan, her zaman çıkabilir. Şayet onlar, bu durumda i- mamlannı değiştirseler,o zaman onlann her gün imamlarım değiştirmeleri gerekebilir. Bu da makul olmadtğına göre, mefdûl’ün imameti meşrudur.

Aynca Asamın, insanlar için bir imama biat aslah olduğu taktirde Hz. Ebu Bekr, Ömer ve Osman’da birleşildiği gibi bir imama biat edilebileceği, ancak bunun her zaman doğru olamayacağı, bazen salahın birden fazla imama biatte olabileceği fikrini savunmaktadır.

Basra Mu’tezilesi, Ebu Bekr el-Asamm ve Hişam el-Fuvâfi dışında Hulefa-i Raşidin’in imametlerini kabul ederler. Ancak onlar, Hz Ali’nin imâmetinde icma olmadığım delil getirerek, onun imâmetini kabul etmezler.

2.                                    Bağdat Mu’tezilesi İmamet Anlayışı

«. Ebû Sehl Bişr b. d-Mu ’temir el-Hilâlî (v. 210/825)

Bağdat Mu’tezilesi içerisinde,mefdûlun imâmeti fikrini ilk olarak benimseyen Bişr b. el-Mu’temir’e göre, Hz. peygamberden sonra insanların en üstünü Hz. Ali, ondan sonra da,Hz. Ebû Bekridir. Ancak Kureyş, Hz. Peygamberim gazvelerinde onlardan pek çok kimse öldürmesinden dolayı Hz. Ali’ye sıcak bakmıyor, Hz. Ebû Bekr’e meylediyorlardı. Bunun üzerine, Hz. Peygamberin ashabı ihtilaf çıkmasından korkarak, imamet konusunda, fazilette Hz. Ali’den daha aşağı olduğu halde Hz. Ebû Bekr’i seçtiler.Bu sebepten o zaman Hz. Ebû Bekr’e biat,ümmet için aslah idi.[211]

Harun Reşid, Rafızî ithamından dolayı kendisini hapse attırdığında Bişr, bunu bir Şiirle dile getirmiş ve Gulat Râfizâ’dan aşın Mürcie’den ve müfridlerden olmadığını, sa­dece Hz. Ali’yi sıddık, mukaddem, (ilk müslüman olan) ve Murtaza’l-Faruk olarak gördüğü­nü ifade etmiştir. Yine bu şiirinde, Amr b. As ve Muâviye’den teberrî ettiğini belirtmiştir.[212]

Hakem olayında, Hz. Ali’nin haklı olduğunu, Ebû Mûsâ el-Eş’ârî ve Amr b. As’ın ise Kitap ve sünnete göre hükmetmeleri gerekirken bunu yapmayıp muhalefet ettikleri düşüncesindedir.[213]

Bişr el-Mu’temir’in imamet konusunda nesir tarzında yazdığı eserleri şunlardır:[214]

1.                                     Kitâbu’l-İmâme

2.                                      Kitâbu ’r-Redd ala ’l-Havâric

3.                                      Kitâb ala ’n-Nazzâm

4.                                      Kitâbu ’r-Redd alâ Ebi ’l-Huzeyl

Nazım tarzında yazdıkları ise şunlardır:[215]

1.                                      .Kitâbu’r-Redd ala’l-Asamm fi’l-İmâme: Muhtemelen bu eserinde,Hz. A- li’nin imameti, icma ile olduğunu isbata girişir.

2.                                      Kitâbu’r-Redd ala’r-Râfıda

3..Kitâbu ’r-Redd ala ’l-Havâric

4..Kitâbu ’r-Redd ala’l-Mürcie

5.               Kitâbu ’r-Redd alâ Hafs el-Ferd

ö.Kitâbu ’r-Redd alâ Hişam b. el-Hakem

7.                                     Kitâbu ’r-Redd alâ Dırar

8.                                     Kitâbu ’r-Redd alâ Ebi’l-Huzeyl

9.                                     Kitâbu ’r-Redd ala ’n-Nazzâm

10.                                     Kitâb JîKıtâliAli ve Talha

Bu eserlerden hiçbirisi, günümüze ulaşmamıştır.

b.                                     Ebû Mûsâ İsâ b. Subeyh el-Murdar (v.226/841)

î’tizal fikrini Bağdat’da ilk yayan, el-Murdar da hocası Bişr b.el-Mu’temir gibi Mefdûlün imametini meşru kabul etmiştir.[216]

Hz. Osman hakkında bir fikir beyan etmedi. Ancak onun katilleri ve onu terkedenlerden teberrî etti ve onlann cehennemde olduklarım söyledi. Murdar, aynı şekilde Amr b. el-As, Muaviye ve onlann taraftarlarından da teberrî etdi.[217]

c.                                      Ca’fer b. Mübeşşir (v. 234/849) ve Ca’fer b. Harb (v. 236/851)

Ca’fer b. Mübeşşir ve Ca’fer b. Harb genellikle ikisi birlikte ele alındıklan ve fi­kirleri de birbirine çok yakın olduğu için biz de onlan birlikte ele aldık.

Onlara göre, Hz. Peygamberden sonra insanların en üstünü Hz. Ali’dir. Ancak onlar, hocaları Ebû Mûsâ el-Murdar gibi mefdûlün imâmetini meşru kabul ederler.[218] Buna da Hz. peygamberin, Amr b. el-As’ı,Zâtü Selâsil gazvesinde, içinde Muhacir ve Ensar’dan seç­kin kişilerin bulunduğu bir orduya komutan olarak atamasını, namaz imamlığında İlmî sevi­yesi yüksek olan birinin, kendinden daha düşük olan birisi arkasındaki namazının meşru ol­masını delil getirmekte ve Hz. Ali’den önceki halifelerin imâmetini mefdûlün imameti olarak kabul etmektedirler.[219]

Onlar,Ebû Mûsâ el-Eş’ârî, Mugîre b. Şu’be ve Muaviye’yle birlikte Hz. Ali’ye düşmanlıkta birleşenlerden ve Hz. Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali ve bütün Aşere-i Mübeşşere’den teberrî edenlerden uzaklaştılar.[220] Hayyât, Hz. Osman’ın katilleri hakkında Ca’fer b. Mübeşşir’in, hocası Ebû Mûsâ gibi düşündüğünü nakleder.[221]Aynca Ca’fer b. Mübeşşir ve Ca’fer b. Harb, Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr’in tevbe ettiklerini söyleyip onları dost edindiler.[222]

İmamet konusunda Ca’fer b. Mübeşşir ve Ca’fer b. Harb’in te’lif ettiği bir kitap tespit edemedik. Ancak Ca’fer b. Harb’e imâmet konusunda,reddiye olarak yazılmış iki eser ulaştık:[223]

1.                                    Kitâbu ’n-Nakd el-İmâmez Hicrî IV. asrın başlarında yaşamış olan Şiî kelâmcısı Hasan b. Mûsâ en-Nevbahtî (v. 313/925) tarafından yazılmıştır.

2.                                    Kitâbu ’n-Nakd el -İmame alâ Ca’fer b. Harb-, Eser, Şiî kelâmcısı Şeyh Müfîd (v. 413/1022) tarafından yazılmıştır.

Yukarıda zikrettiğimiz şahıslar dışında Bağdat Mu'tezilesi’naı meşhurlarından Sümâme b. Esres (v. 234/848), Ahmed b. Ebî Duad (v. 240/854) ve İsa b. Heysem es-Sûfî de, Hz. Ali’yi, Hz. Peygamberden sonra,en üstün kabul etmiş; ancak ondan önce gelen, Hz. Ebû Bekr, Ömer ve Osman’ın imâmetleıini de Mefdûlün imâmeti olarak kabul etmişlerdir.


II. bölüm

İMAMET TARTIŞMALARINDA İSKÂFÎ’NIN YERİ

A. İSKÂFÎ’NÎN HAYATI VE ESERLERİ

1.                                   îskâfi’nin Yaşadığı Döneme Genel Bakış

Ebu Ca’fer Muhammed b. Abdillah el-İskâfî’nin yaşadığı dönem, Abbasi halife­lerinin imparatorluğun işlerine bütün sahalarda hakim bir rol oynayarak, politikayı ferden ve doğrudan doğruya yönettikleri dönem olan, II./VII. yüzyılın ortalan ile DL/DC yüzyılın ortala­rına[224] tesadüf eder.Bu dönemde her ne kadar çok sayıda ayaklanma çıkmışsa da, devlet bu ayaklanmalan bastırma konusunda zaafa uğramamıştır.

Bu dönemde,,devlet kademesinde Me’mun’un kardeşi Emin ile hilafet mücadele­leri[225] ve halife olduktan sonra Me’mun’un, Emin’i destekleyenlerin Bağdat’ta olması se­bebiyle ve Fars asıllı veziri Fazl b. Sehl’in etkisiyle,hilafet merkezini Merv’e nakletmesi ve yine Fazl b. Sehl’in valile ri kendi akrabalarından ve mevâliden ataması, Araplar arasında rahatsızlıklara ve ayaklanmalara yol açtı.[226] Fakat bu kıpırdanmalar kısa sürede bastırılmıştır. Aynca, özellikle Abbasi halifelerinden Me’mun (198-218/813-833), Mu’tasım(218-227/833- 842) ve Vâsık (227-232/842-847) dönemlerinde Mu ’tezitej esaslarını teoriden pratik sahaya aktarabilmiş ve devletin resmî mezhebi olmuştur.

Bu dönemde mezheplerin durundan da genel olarak şöyledir:

Şia’yı, Ali Oğullarından Abbasilere karşı ayaklananlar ve bu ayaklanmalara katd- mayan, îsna Aşeriyye’nin imandan arasında saydığı4Hz. Hüseyin evladına tâbi olanlar olarak ikiye ayırabiliriz.

Bu dönemde Ali oğullarından pek çok ayaklanan olmuştur. Bu ayaklanmaların sebepleri şunlardır:

a.                                    Emcvi Devleti’nin yıkılıp, Abbasi Devleti’nin kurulmasıyla neticelenen ayak­lanmada çağn, “er-Rıza min Âli Muhammed”şeklinde yapılmıştı.[227] Bilerek seçilen bu slogan, halkın nazarında mazlum bir konumu olan ve onların etrafında halkın hızla toplanabildiği, Hz. Ali evladım da kapsıyordu. Yani Abbasi daveti, Haşimoğullan adma yapılıyordu. Bu da­vet esnasında, Abbasiler daima perde arkasında kalıyor ve hareketi daileri aracılığıyla yönlendiriyordu. Abbas Oğullan, zafer emareleri görülmeye başladıktan sonra ön plana çıktı­lar ve iktidan ele geçirdikten sonra da, Ali oğullarına karşı -iktidar rekabetinden dolayı- menfi tavır sergileyerek yönetimden pay vermediler.[228] Bu durum karşısında, Ali Oğullan da, hilafet­teki haklarım elde etmek için,firsat buldukça ayaklandılar. Bunlara misal olarak, Halife Ebu Ca’fer el-Mansur döneminde meydana gelen Muhammed b. Abdullah en-Nefsu’z-Zekiyye (v. 145/762) ve kardeşi İbrahim’in (146/763) ayaklanmalan gösterilebilir.[229]Aynca bu anlayış, genel olarak Hz Ali evladmdan ayaklananların hepsi için geçerlidir.

b.                                     Abbasi halifelerinin, Hz. Ali evladından çekindikleri için onlara sert davranma­ları, zulmetmeleri ve bazılarım hapse atmalan sonucu, Ali Oğullan ayaklanmışlardır. Halife Hadi döneminde (169-170/785-786), Hüseyin b. Ali’nin 169/785-86 yılında ayaklanması buna misal olarak verilebilir. Bu ayaklanmada Hüseyin b. Ali’nin öldürülmesi sonucu taraftarları dağılmışlardır.[230] Aynca 219/834’de Halife Mu’tasım döneminde, Talekan’da Muhammed b. Kasım’ın ayaklanması da bu gruba girer.[231] Bu ayaklanmadan kurtulan Yahya b. Abdullah ile İdris b. Abdullah, Harun Reşid döneminde isyan etmişlerdir. Devleti zor du­rumda bırakan bu isyanlar da, liderlerinin öldürülmesi ile son buldu. Ancak îdris b. Abdul­lah'ın Tunus’ta kurduğu İdrîsiler Devleti (172/788), varlığını bir müddet devam ettirdi.[232]

c.                                     Abbasi Devleti ile ters düşen bazı ileri gelenler ve ordu komutanları, tek başlarına bir varlık gösteremeyeceklerini bildiklerinden, sıkça takibata maruz kaldıkları için kamuoyunun nazarında mazlum konumunda olan ve toplumun kendilerine sevgi beslediği Ali Oğullarım teşvik etmeleri sonucu ayaklanmalar meydana gelmiştir. Buna misal olarak Muhammed b. İbrahim’in, Halife Me’mun döneminde 199/815’de eski bir Abbasi ordusu komutam Ebu’s-Serâyâ ile ayaklanması verilebilir. Bu ayaklanma da uzun mücadelelerden soma bastırılmıştır.[233]

Abbasi halifelerinden Mehdi, Me’mun, Mu’tasım ve Vâsık dönemlerinde (198- 232/813-847), amcaoğullan Hz. Ali evladına karşı daha müsamahakar davranmışlardır. Hatta halife Me’mun, 201/815 yılında Ali er-Rıza’yı veliaht tayin etmiş, 212/827 yılında da Hz. A- li’nin sahabenin en üstünü olduğunu devletin her yanında benimsenmesi gereken fikir olarak ilan etmiştir.[234]

Bu dönemdeki ilim meclislerinde, Halife Harun Reşid’in veziri Yahya b. Halid el-Bermekî’nin tartışma meclislerine, Şia’dan Hişam b. el-Hakem ve Ali b. Misem katılmış­lardır.[235]

205/820 yılında Me’mun’un huzurunda, Imâmî Muhamed b. Ebi’l-Abbas ve Zeydî Ali b. Mîsem,teşeyyü konusunda tartışmışlardır.[236]

Yine Me’mun’un huzuıunda, Zeydiyye'vûn. Bulriyye kolu anlayışına sahip Ebu’l- Atâhiyye ile Sümame b. Esres, daha sonra Bişr b. el-Mu’temir ile tartışmışlardır.[237]

Ayrıca Ca’fer-i Sadık ve Mûsa b. Ca’fer’in ashabından olan Ali b. Yaktin b. Mûsa el-Bağdâdî (v. 182/798), Seffah ve Ebu Ca’fer el- Mansur’un hizmetlerinde bulun­muş,[238] Hafs b. Gıyas el Kâdî, Harun Reşid’in, önce Şark-ı Bağdat, sonra da Küfe kadılığını yapmıştır.[239] Halife Mehdi döneminde,veziri Yâkub b. Davud’un etkisiyle Zeydiyye'den bir­çok kimseyi önemli görevlere getirmiştir.[240]

Bütün bunlar bize o dönemde Şia’dan hurûc edenler olduğu gibi, hurûcu gerekli görmeyip, devlet erkanının münazara meclislerine devam edecek kadar devletle yakın ilişki içersinde olanların, hatta devlet kademelerinde görev alanların olduğunu gösterir.

Bu dönemde Haricîler, varlıklarım devam ettirmişler ve bir çok ayaklanma çıkarmışlardır. Bunlardan Harun Reşid döneminde çıkan Harici isyanları şunlardır:

a- Kays b. Sa’lebe’nin mevlâsı Husayn el-Hârici’nin Horasan’da 175/791’de çı­kardığı isyandır. Bu isyan 177/793’ de bastırılabilmiştir.[241]

b- el-Velid b. Tarif eş-Şari el-Hârici’nin Cezîrc’de 178/794 yılında çıkardığı is­yandır. Velid, kısa sürede el-Cezire’ye hakim oldu. Velid şöyle diyordu: “Ben Velid b. et- Tarif eş-Şari ! Beni evimden sizin zulmünüz çıkardı.” Halife, devrin önde gelen komutanla­rından Yezid b. Mezyed eş-Şeybâni’yi Hâriciler üzerine gönderdi. Yapılan savaşta Yezid, Velid’i öldürdü ve ayaklanma bastırıldı.[242] Yine bu sıralarda Harun Reşid, Hariciler, Musul surlarına sığındıklarından dolayı surları yıktırdı.[243]

c- Hamza b. Abdullah eş-Şari liderliğinde Horasan bölgesinde, Kirman’da çıkan isyan (179/795): Hamza’ya tabi olanlara Hamziyye denmektedir.[244] Hamza gelen orduları bir bir yendi. Bunun üzerine Horasan valisi Ali b. İsa, oğlu Lsa b. Ali’yi Hamza’nın üzerine gönderdi. Hamza hezimete uğradı, ashabı öldürüldü ve sadece kırk kişi kaldılar. Bunun üzerine Hamza, Kuhistan’a kaçtı.

İsa, adamlarım Cüveyn’e gönderdi. Oradaki Hâricileri öldürttükten sonra, Hamza’ya yardım eden köylere yöneldi. Oralan yaktırdı ve bu bölgede otuz bin kişiyi öldürt­tü. Ardından bu bölgeye, Abdullah b. el-Abbas en-Nefsî’yi bıraktı. Abdullah, Haricilerin mallarına el koydu ve yoluna devam etti. Esfuziar’da (Herat taralında Sicistan yakınlarında bir kent),Hamza ile karşılaştı, onunla savaştı ve onu hezimete uğrattı. Hamza’nın ashabından pek çoğu öldürülürken Hamza da yüzünden yaralandı. Bunun üzerine Hamza ve sağ kalanlar gizlendiler. Daha sonra ortaya çıktılar ve köyleri basıp herkesi öldürdüler. Ali b. İsa, Boşenc’e Tahir b. Hüseyin’i vali atamıştı. Hamza oraya gidip bir okula girdi ve otuz çocuğu hocalarıyla birlikte öldürdü. Bu haberin Tahir’e ulaşması üzerine/) da savaşmayan Haricilerin (Kaade’nin) oturduğu bir köye gidip onlan öldürdü ve mallarına el koydu. Bunun üzerine Kaade, Hamza’dan yardım istedi. Mektubu alan Hamza, Tahir ile anlaştı ve insanlar bir müddet güvenli bir yaşam sürdüler. İlanıza b. Abdullah cş-Şâri ve Ali b. İsa arasında pek çok harp olmuştur. Bu isyan,ancak Me’mun döneminde basünlabilmiştir.[245]

Yukarıdaki olaylar, bize bu dönemde, Haricilerin devleti ciddi bir şekilde sıkıntıya sokabilecek güçte olduklarını, Horasan bölgesinde bulunmalarda mevali arasında yayılma imkanı bulduğunu gösteriyor. Aynca kendi anlayışları gibi bir İslam anlayışı olmayanların, kadınlarının ve çocuklarının kanlarını, mallarını helal kabul eden Haricî grubunun ve kendi dışındaki müslümanlan muvahhid kabul edip onların sadece savaşanlarının kanlarım ve savaş meydanındaki mallanın helal kabul eden kadınlan ve çocuklarının kanlarım helal kabul et­meyen Kaade’nin var olduğunu görüyoruz.

d.               Me’mun döneminde 214/831’de Horasan valisinin, Babek el- Hurremi ile savaşmaya gitmesini fırsat bilen Hariciler, Horasan’da Nişabur’un el-Hamim köyüne saldırdılar ve onlardan pekçoğunu öldürdüler. Bunun üzerine Hariciler’e gönderilen Abdullah b. Tahir komutasındaki bir ordu bu isyanı bastırdı.[246]

Hâricilerden savaşanların olması ile birlikte, Ebu Malik el-Hadramî el-Haricî, Yahya b. Halit el-Bennekî’nin münazara meclislerine devam etmişitir.[247]

Bu dönemde,kabile asabiyetine dayanan ayaklanmalar da olmuştur. Harun Reşid döneminde, Dımaşk’ta Mudariler ve Yemenliler arasındaki tarihi kabile asabiyetine dayanan bir mücadeleye şahit oluyoruz.[248]

Me’mun döneminde,veziri Fazl b. Sehl’in, kardeşi Hasan b. Sehl’i bütün batı e- yaletlerine vali olarak tayin etmesi, Arapların çoğunlukta olduğu batı eyaletlerinde devletin yüksek kademelerine, Iranh kişilerin getirilmesi, muhtelif bölgelerde isyanların patlak vermesi­ne sebep oldu. Bunların en tehlikelisi,el-Cezire Araplannı etrafında toplayan Nasr b. Sebes’in 813 yılındaki isyanıdır. Bu isyan,uzun mücadelelerden sonra 825 yılında bastınlabilmiştir.[249]

Mu’tezile’nin durumuna gelince, Mu’tezile’nin DI/IX.yüzyıhn başlamasına kadar yönetimde net bir hakimiyeti yoktu. Bu dönemde ilişkiler genelde ikili münasebetler şeklindedir. Mesela, Ebu Cafer el-Mansuı, Amr b. Ubeyd’e saygı göstermiş ve hürmet etmiştir.[250]Hatta Amr b. Ubeyd ölene kadar Mu’tezile’nin üzerine gitmediğini belirtmiştir.[251]

Sümâme b. Eşres’in, Halife Harun er-Reşid ile iyi bir diyaloğu vardır.[252] H- I/IX.yüzyıhn başlatma, Me’mun’un hilafeti dönemine gelindiğinde Mu’tezile, kendini hisset­tirmeye başlamıştır. Bu dönemden Mütevekkil’in (232/842) hilafetine kadar olan dönem Mu’tezile’nin en parlak dönemi olmuş, Mu’tezile mensuplan devlet kademelerinde önemli görevlere getirilmişlerdir. Mesela, Memun, Mutasım ve Vasık dönemlerinde önce Ahmed b. Ebî Duad, sonra oğlu Ebü’l-Velid Muhammed b. Ahmed, Mütevekkil döneminde görevi Yahya b. Eksem’e verilene değin Başkadıhk görevini üstlenmişlerdir.[253]

Halife Mutasım, Ebu Cafer el-Iskâfî’yi Mu’tezile doktrininin propagandası işi ile görevlendirdi. Oğlunu da divanlardan birinin başına getirdi.[254]

Halife Vâsık, İbn Ebi Duad’ın tavsiyeleriyle, Ebu Yakub Yusuf b. Abdullah b. İshak es-Şahham’ı divanların başına getirdi.

Memun’un itizal fikirlerinin hocası olan Sümâme b. el-Eşres (v.213/828), vezirlik teklifini nazikçe reddetti.

Bununla beraber i’tizal fikirlerini benimseyen Memun 212/827 tarihinde Mu’tezile’yi resmen mezheb edinerek Halku’l-Kur’an[255]’ı, her yerde benimsenmesi gereken fikir olarak ilan etti.[256] Bununla da yetinmeyip, bunun öncelikle ulemâ tarafından benimsen­mesi için onları imtihana tabi tuttu.[257] Memun’un bu sorgulama ve cezalandırma işlemi, kar­deşi Mutasım’a yazdığı vasiyetnamesi ile[258] [259] onun dönemi (212-227/82726Z-842) ve oğlu Vâsık döneminde (227-232/842-847) hiç taviz verilmeden uygulanmıştır.

Mütevekkil döneminde ise, bu işleme son verilmiş ve Mu’tezile rahat hareket edebilme imkanım kaybetmiştir.

Bu dönemdeki devlet erkanının tartışma meclislerinde ana gı“up,Mu’tezile olmuş­tur. Bunlardan; vezir Yahya b. Halid el-Bermekî’nin tartışma meclislerine Ebü’l-Huzeyl el- Allâf ve İbrahim en-Nazzâm da devam etmişlerdir.

Memun’un meclisinde,Cafer b. Harb ve Ebü’l-Huzeyl, bir senevi ile münazaraya girişmiştir.[260] Sümame b. el-Eşres, Memun’un huzurunda yapılan tartışma meclislerine ka­tılmıştır.[261]

Memun’un huzurunda, Ebü’l-Huzeyl ve Bişr el-Merisi, müneccimleri red için tartışmışlardardır.[262]

İskâfî, halife Mutasım’m meclislerinde saygın bir yere sahiptir.[263] Bu dönemdeki tartışma meclislerine, müslüman olan ve müslüman olmayan ilim ehli devam ediyor ve çeşitli konularda tartışıyorlardı. Bu, serbest tartışma ortamı bakımından oldukça güzel bir faaliyetti. Ancak sonradan bu anlayış kaybolmuş ve bir fikri benimsemesi için,insanlar işkenceye tâbi tutulmuşlardır.

2.                                    İskâfî’nin Hayatı

Ebu Cafer Muhammed b. Abdillah el-İskâfî, Semerkant’h olup, doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir.[264] Geçimini terzilik yaparak temin eden İskâfî, Kelâm konuları­na ilgi duymakta; fakat anne ve babası, onun çalışmasına ihtiyaçları olduğunu öne sürerek, ilme yönelmesine engel olmaktaydılar. Bunun üzerine Cafer b. Harb, onu yanına aldı ve şöh­ret sahibi oluncaya kadar, çalışmasının karşılığı olarak, ailesine her ay yirmi dirhem gönder­di.[265]

Kelâm ilmini,hocası Cafer b. Harb’den alan İskâfî,[266] pek çok sahada geniş bilgi­si, zekası ve üstün ahlaki özelliklere sahip olması sayesinde, Abbasi halifesi el-Mu’tasım’ın yanında temayüz etti. Mu’tasım, ona büyük hayranlık duyar, öne geçirir ve bol ikramda bu­lunurdu. İskâfî, Mu’tasım’ın meclisinde konuştuğunda, orada bulunanların hepsi, susup onu dinler ve o,konuşmasını bitirinceye kadar sözünü kesmezlerdi.[267]

İskâfî’nin içinde bulunduğu ilmi ortam hakkında fikir yürütebilmek için, konuşup görüştüğü kimselerin bilinmesi gerekir. Yukanda zikrettiklerimiz haricinde, tespit edebildiğimiz şahıslan ve İskâfî ile ilişkilerini şu şekilde sıralayabiliriz:

Mu’tezile’nin Murdâriye kolunun lideri olan İsa b. Subeyh’in talebesi olmuş­tur.[268]

Hişam b. el-Hakem’in ashabından Sekkâk ile münazara meclislerinde bulunmuş­tur.[269]

Mücebbire’den Hüseyin b. Ali el-Kerâbîsî ile çeşitli konularda pek çok münaza- ralan olmuştur.[270] Muhtemelen onlar imâmet konusunda tartışmışlardır. Çünkü, Hüseyin el- Kerâbisî’nin, Hz. Ali’yi kötülediği, ona iftirada bulunduğu Kitâbu ’l-İmâme adını verdiği bir eseri vardır.[271]

Mutezilî İbn Ebî Duad’ın meclisinde,kelamcı Ebu Alfan Abdurrahman b. Müs­lim cl-Farukî ile mütevvelled fiiller ve diğer konularda tartışmışlardır.[272]

îskâfî “Allah’ın zulüm ve yalan üzerindeki kudreti” konusunun tartışıldığı bir toplantıya katılmıştır. Bu toplantıya İskâfî haricinde İbrahim en-Nazzâm, Aliyyü’l-Esvâıi, Ebu’l-Huzeyl el-Allâf, İsa b. Subeyh el-Murdar, Bişr b. el-Mu’temir, Cafer b. Harb gibi Mu’tezile’nin ileri gelenleri katılmışlardır.[273]

İskâfî, Semerkant’lı olmasına rağmen, Halife Mu’tasım’ın meclisinde bulunması, Câfer b. Harb’ın talebesi olması,[274] Ahmed b. Ebî Duad’ın meclisinde bulunması ve dö­neminin ilmi tartışmaların en önemli merkezinin Bağdat olması sebebiyle, hayatının büyük bir kısmım burada geçirmiş olması kuvvetle muhtemeldir. 240/854 yılında vefat etmiştir.[275]

3.                                     İskâfî’nin Eserleri

İskâfî’nin bir bütün halinde bize kadar ulaşmış bir eserine rastlayamadık. Onun kelâm ilmi konusunda bir rivayette yetmiş ,[276] diğer bir rivayette de doksan kadar kitap tasnif ettiği nakledilmektedir.[277] Îbnü’n-Nedim bunlardan yirmi iki tanesinin ismini Fihrist’inde zik­reder:[278]

1.                                     Kitabü ’l-Bedel

2.                                     Kitâbvnale’n-Nazzâm fi enne Tab’ayni’l-Muhtelifeyn Yufalu bihiına Fi’len Vahiden-. Bu kitabında îskâfî, çoğu fikirlerinden dolayı Nazzâm’ı küfürle suçlar.[279]

3.                                      Kitâbu İsbati Halkı ’l-Kur 'an

4.                                      Kitâbu ’r-Reddale’l-Müşebihe

5.                                      Kitâbu’l-Mahluk âle’l-Mücbîre

6.                                      Kitâbu Beyani’l-Müşkil alâBurğus

7.                                      Kitâbu 't-Temvihi Nakzı Kitabi Hafz

8.                                      Kitâbu ’n-Nakzi li Kitabi ’l-Hüseyin en-Neccar

9.                                      Kitâbu ’r-Redd alâ men Enkere Halka ’l Kur ’an

10.                                      Kitâbu’ş-Şerh li ekâvili’l-Mücbire

11.                                      Kitâbu İbtali Kavli men Kale bi Ta’zibi’l- Etfâl

12.                                      Kitâbu ’l-Cümeli Kavli Ehli’l-Hak

13.                                      Kitâbu ’n-Na ’îm

14.                                      Kitâbunma ihtelefe fihi el-Mütekellimun

15.                                      Kitab alâ Hüseyin fi’l-İstitâa

. 16. Kitâbu Fedâili Ali

17.                                      Kitâbu’l-Eşribe

18.                                      Kitâbu 'l- ’Atab

19.                                      Kitab alâ Hişam

20.                                      Kitâbu Nakzi Kitabi İbn Şebîb fi’l-Va’îd

21.                                      Kitâbu’l-Latif. îskâfî bu eserinde, îbn Fur.ek’in,Mücerred Makâlât el- Eş’ârî'sindeki ifadelere göre “Tecvir ve Ta’dil”[280] ve buna bağlı olarak “Ta’lîlu’l-Ef’al”,[281] “İnsan ve onun tanımı”ndan bahsetmektedir.[282]

22.                                      Kitabü’l-Makamâtfî TafdîliAir, Kadı Abdülcebbar, Muğni’sinde bu kitaptan bazı kısımları iktibas etmiştir. Bu kısımlarda, Hz. Osman’ın ölümünden sonra, Hz. Ali’ye olan biat’ın keyfiyyetini[283], Hz. Aişe, Zübeyr, Talha ve diğer sahabenin, Hz. Ali’ye karşı tutumlarını ve kendisinin onlar hakkındaki fikirlerini zikreder. Aynca burada,Hz. Ali’ye olan biatin herkesin icmaı ile olduğunu isbata girişir.[284] [285]

İskâfî’nin bunların dışında tespit edebildiğimiz eserleri ise şunlardır:

23.                                      Kitâbu ’l-Muzahaf83

24.                                      el Kadi beyne ’l-Muhtelife', iskâfî’nin bu eseri, hükümlerde esas alınan delil­lerden sünnet hakkındadır.[286]

25.                                     Münakadât. îskâfî’nin günümüze kadar ulaştığı tespit edilebilen bu eseri Câhız’ın Kitâbu ’l-Osmaniye 'sine yazdığı “Münakadâf’ıdır.[287] Onun bu eseri toplam yirmidokuz maddeden oluşmakta olup, İbn Ebî’l-Hadid’in Şerhu Nehci’l-Belağa’sında dağı­nık bir şekilde bulunmaktadır. Onun bu eseri, Abdusselam Muhammed Harun tarafından to­parlanıp,yine aynı şahıs tarafından tahkik edilen Câhız’ın Kitâbu ’l-Osmaniye ’sinin arkasına konulmuştur.[288] Bu eser, Hz. Ali’nin Sahabe’nin en üstünü olduğu tezinden hareket ederek Câhız’ın Kitâbu ’l-Osmaniye ’de;Hz. Ebu Bekr’in efdâl oluşuyla ilgili ileri sürdüğü delilleri ve Hz. Ali’nin efdal olmadığıyla ilgili delillerini eleştirir. Ancak mevcut Münakadât, Kitabü ’l- Osmaniyye ’nin tamamına bir reddiye olmayıp ilk yüzsekiz sahifesine yöneliktir.

Ayrıca “el-Mi’yâr ve’l-Müvâzene” isimli Hz. Ali’nin Hz. Peygamber’den sonra Sahabe’nin efdali olduğundan bahseden eser de,İskâfî’ye nisbet edilmektedir. Ancak bu gö­rüş, eserin ifadelerinin çok bozuk olması ve dağınıklığı yönünden ihtiyatla karşılanmalıdır. Zaten İbnü’n-Nedim de bu kitabı,Îskâfî’nin oğluna nisbet etmiştir.[289]

İskâfî’ye reddiye yazanlardan tespit edebildiğimiz şahıslar ve eserleri şunlardır:

a) Ebu Affan Abdurrahman b. Müslim el-Faruki

Abdurrahman b. Müslim ile İskâfî, Ahmed b. Ebi Duad’ın meclisinde çeşitli meseleleri tartışmışlardır. Önde gelen kelamcılardan birisidir.[290] İskâfî’ye karşı yazdığı eserler şunlardır:[291]

1.                                     Kitâbu ’l-Mesâyîl elletî Cer et beynehû ve beyne ’l-İskâfî Meclis-i İbn Ebî Duad

2.                                      Kitâbu ’t-Tevellüd alâ’l İskâfi

b) el-Fadl b. Şâzân (v.260/874)

el-Fadl294 [292] [293], Iskâfî’ye cisim konusundaki anlayışından dolayı reddiye yazmıştır. O- nun kitabının ismi: Kitâbu ’n-Nakdi alâ’l-İskâfîFi’l-Cism36’dir.

c. Ebu’l Hasan Ali b. İsmail el-Efarî (v. 324/936)

el-Eş’ârî’nin,İskâfî’ye karşı yazmış olduğu eserler şunlardır:

1.                                      Kitâbu Nakdi’l-Latîf ala’l-İskâfi :[294] [295] [296] Ebu’l Hasan el-Eş’arî’nin eserinde, İskâfî’nin “Tecvîr ve Ta’dîl”, “Ta’lîlü’l-Ef âl ve “İnsan ve Onun Tanımı”konulanndaki fikir­lerini çürüttüğünü, İbnu Furek’in Mücerred Makâlâti’l-Eş’ârî’sindeki ifadelerden anlıyo-

298 ruz.

2.                                      Kitâbu’n-Nakdi’l-Muzâhât alâ’l-İskâfi Fi’t-Tesmiyeti bi’l-Kaderfi9

B. İSKÂFÎ’NİN FİKİRLERİ

1.                                      Genel Görüşleri

İskâfi, hocası Câfer b. Harb’in fikirlerini genel olarak paylaşır, bazı fer’i konular­da ondan aynhr. İskâfî’nin fikirlerinden bazdan şunlardır:

a. Allah Anlayışı

1-                                       İskfllî'yc göre,Hâlık (yaratan) alet kullanmayan ve organlan olmayan bir yara­tıcıdır.[297]

2-                                       O, her yerdedir. Yani Allah her yerde hâkimdir ve tedbiri her yerde geçerli- dir.[298]

3-                                       Allah'ın “vech”inden murat kendisidir.[299]

4-                                       Sıfatlan konusundaki görüşü şudur: Kadîm,sadece Allah’dır. Eğer Allah için sıfatlar kabul ederselçbu sıfatlar da kadîm olur. Kadîmlerin çokluğu (taaddüdü Kudema) ise, birden fazla ilahlar manasına gelir ki, bu imkansızdır.[300]

5-                                       Allah ilmiyle âlimdir, O’nun ilmi kendisidir {zâtıdır). Kudreti ile kâdirdir, O’nun kudreti kendisidir.[301] O, burada Allah'ın sıfatlarım zâtı kabul ediyor ve ondan ayn olarak sıfat kabul etmiyor.

6-                                       Allah, ezelde işiten ve görendir. Bunun manası; “O, işitilen şeyleri {mesmuat) ve görülen şeyleri (mubsarat) bilir. Bu, “onlar Allah’a gizli kalmaz.”demektir.[302]

8-                                      Allah hayy (diri)'dır demek; O, kâdirdir demektir.[303]

9-                                     Allah’ın kerim olması iki manaya yorulabilir. Biri, fiili bir sıfattır, zenginliğe delalet eder. Diğeri de zâti bir sıfattır, O’nun eşyaya göre Refiu ’l-A ’lcı ’da olduğuna delalet e- der.[304]

10-                                     Allah, mükellim (kullarına doğrudan hitab eden) dir, mütekellim (karşılıklı konuşan )değildir. Mütekellim, kelamın kendinde doğduğunu hatıra getirir, tekelleme sigası da hulul telkin eder. Mükellim sigası isç, böyle bir şeye işaret etmez. Tıpkı hareket ede­nin {müteharrik), kendisinde hareketin doğmasını gerekli kılışı gibi konuşanda {mütekellim^ konuşmanın kendisinde doğmasını gerekli kılar. Allah açısından konuşma fiili, bizatihi fiilin kendisidir; insan açısından ise durum böyle değildir.[305]

11-                                      Allah’a abes, kötülük ve zulüm fîileri atfedilemez.[306] Hayyât, İskâfî’nin, Al­lah’ın zulme kadir olduğu fakat akıl ve nimetler verdiği cisimlerin, O’nun zulmetmeyeceğinin delili olduğu, çünkü zulüm ve nimetlerin bir arada bulunamayacağı; eğer zulüm olsaydı cisim­lerin akıl ve nimetlerden uzak olması gerekeceği düşüncesine sahip olduğunu, bize nakle­der.[307] Bu düşüncesinden dolayı İskâfî’nin, Allah’ın, deli ve çocuklara zulmetmeye kâdir, a- kıllılara ise zulmetmeye kâdir olmadığı görüşünde olduğu ileri sürülmüştür.[308] İskâfî’nin bu konudaki düşüncesi hakkında, Hayyât’ın zikrettiğine yakın ifadeleri, onun hakkında Eş’ârî de, nakleder.[309] Hayyât, Allah’ın, deli ve çocuklara zulmetmeye kâdir, akıllılara ise zulmetmeye kâdir olmadığı fikrinin, İskâfî’yi kötülemek için ona atılan bir iftira olduğunu belirtmesine rağmen[310] Eş’ârî’den sonra gelen, Mezhepler Tarihi yazarları, İskâfî’nin bu konudaki fikrini “Allah delilere ve çocuklara zulmetmeye kadir, akıllılara zulmetmeye ise kadir değildir” şek­linde nakletmişlerdir.[311] [312]

12-                                     Mu’tezile’nin ve kendisinin savunduğu, “Allah’a hiçbir şekilde kötülük isnad edilemeyeceği” tarzındaki düşünceyle fasıklann cehennemde cezalandırılmaları ve dünyada lanet edilmeleri anlayışı arasında bir çelişki olduğu iddiasını ileri sürenlere karşı çıkan îskâfî, Allah’ın, kullarını dünyada iken küfürden uzak tutmak ve inanmayanları uyarmak için bazı kafirleri ahirette cezalandırdığını, bundan dolayı cehennem azabının iyi, faydalı ve şefkatli bir uygulama olduğunu iddia etmiştir.313 Fakat o, bu görüşü ile bililerinin uyarılması için diğer­lerinin cezalandırılması gibi bir başka çelişkiye düşmüş görünmektedir.

b. Kelamullah

1-                                     Allah'ın kelamı, mahluk ve ârazdır. O, aym anda okunur, dinlenir ve yazılı o- larak pek çok yerde bulunabilir. Okuyan ondan ancak yaptığı fiili (okuduğunu) işitir.[313] Kur’an’ın kıraati için “lâfaza” fiili kullanılmaz.[314]

2-                                    Herhangi birinin Kur’an’dan okuduğu, bizzat Allah’m kelamı ve fiilinin aynı­sıdır.[315]

3-                                     Kur’an, Levh-i Mahfuz’da varolduğu gibi, yazıldığı her bir mushafta da var­dır. Bununla beraber O, bir tek şeydir. Şayet katipler, onu, yeryüzünde ve gökyüzünde çeşitli yerlerde sayısız mushaflara yazmış olsa, tümüyle yazıldığı her bir mushafta noksansız bulu­nur ve bozulan her mushaftan da yok olur. Bununla birlikte O, mushaflann çoğalmasıyla artmaz, onlann azalmasıyla azalmaz ve onlann bozulmasıyla da bozulmaz.318 [316]

4-                                     Kur’an’ın muhkem ayetleri, bir anlama sahip olan ayetlerdir; müteşâbih ayet­leri ise iki veya daha fazla anlama sahip olabilirler.[317]

e.                                   Cennet, Cehennem ve Onların İçindekiler

Cennet, Cehennem ve bunların içindekiler bakidir, sona erip yokolmazlar. Bu konuda İskâfi, “Bir şey sonu itibariyle ebedî ise başlangıcı itibariyle de ezeli olması mümkün olur. Bu durumda da cismin hudûsunu ve dolayısıyla muhdîsini tespit etmemiz mümkün ol­maz. Çünkü muhdiş,ancak fiilleriyle bilinir.” iddiasma iki kısımdan oluşan bir cevap verir:

Birincisi, eşyanın başlangıcı sonundan değil, evvelinden tespit edilir. Herbir şeyin kendinden başladığı başlangıç noktası olmazsa, başka şeylerin ondan suduru imkansız olur. Başlangıç noktasının “el-Ewel” bulunduğunu söylemek, her şeyin kendinden başladığı birşeyin varlığını kabul etmeyi gerekli kılar. Bu, eşyayı başlatan kendisi için değişme söz ko­nusu olmayan bir varlıksa; onun eşyanın varlığım sonsuza kadar, kesintiye uğratmaksızın sür­dürmesi de mümkündür.

İkincisi, evveli olmayan bir hareketten önce başka bir hareketi gerekli kılmak/âi- lin fiiline önceliği olmadığım ve fiilinden evvel mevcut olmadığım gerekli kılar ki, bu da im­kansızdır. Sonu olmayan bir fiilden soma başka bir fiili gerekli kılmak, fiiline tekaddüm et­meyen ve ondan önce olmayan faili gerekli kılmak gibi değildir.[318]

d.                                    Cisimler

1-                                     Cisim, birbiriyle uyum içinde en az iki veya daha fazla parçadan oluşur. O parçalatın herbiıi cisim değildir; fakat cisim parçalatın hepsidir. Herbir parça, terkip dışındaki renk, koku, tat, vb. bütün arazları taşır.[319]

2-                                     İskâfî cisim ile kelâm arasındaki farkı da şöyle açıklamaktadır; Kelamın aynı anda iki ve daha fazla mekanda bulunması mümkündür. Cisimlerin ise iki veya daha fazla mekanda bulunması mümkün değildir. İskâfî bu fikrini şu şekilde isbata girişiyor:

Kelâm herhangi bir yerde -bizzat- zatı ile bulunamaz. Onun bir yerde bulunabil­mesi için ya okuma, ya yazma, ya da hıfz gibi illetlerden birine ihtiyaç vardır. Bu illetlerden biıi bulunduğu zaman kelâm ortaya çıkar. Aynı şekilde cisim de bir mekanda bulunduğu za­man o da zatıyla bulunamaz. Ancak varoluş (el-Kevn) illetiyle bulunur. Cismin “el-kevn” il­leti nerede ortaya çıkarsa cisim de orada var olur. Ancak bir cismin, bir anda iki mekanda bulunması mümkün değildir. Çünkü onun varlığının illeti sadece bir tanedir; o da “el- kevn”dir. “El-Kevn”in iki mekanda bulunması ise birbirine zıt durumlardır. Dolayısıyla cis­min aynı anda iki mekanda varolması, “el-kevn”in aynı anda iki mekanda olmasının mümkün olmaması sebebiyle imkansızdır. Kelamın birden fazla mekanda aynı anda bulunması ise4 illet­lerinin birbirine zıt olmaması ve bir araya gelip toplanmalarına bir engel olmamasından dolayı mümkündür. Çünkü bir anda toplu olarak kıraatlaım (okumaların), hıfzların ve yazmaların varolması mümkündür.[320]

e.                                    Arazlar

1-                                      Hareket-sükun, oturma-kalkma, toplanma-aynlık, uzunluk-genişlik, renkler, tatlar, kokular, sesler, sözler, sükut, taât-mâsiyet, küfur-iman ve insanın diğer tüm fiilleri ile sıcaklık-soğukluk, nemlilik-kuruluk, sertlik-yumuşakhk arazdırlar, cisim değildirler.[321]

2-                                      Arazlardan baki olanın tekran mümkün, baki olmayanın tekran ise mümkün değildir.

f.                                      Fiiller

1-                                      Meydana gelmesi herhangi bir kasıt ve irade olmaksızın, hatadan kaynaklanan her fiil mütevelledfiildir. Meydana gelmesi kasta bağlı olan, her bir parçası yenilenmeye, ka­rarlılığa, kendisine yönelinmesine ve kendisine yönelik iradeye bağlı olan her fiil tevellüd ta­nımının dışında olup mübâşir fiil tanımına dahildir.[322]

2-                                       Yaratılan hareket ile, doğrudan doğruya insanın hür iradesi sonucu meydana gelen hareket arasında açık farklılık vardır. Bu görüşü ile İskâfî, insanın irade hürriyetini orta­ya koymaya çalışır.[323]

3-                                     İsteta’a, bakidir, hem fiilden önce gelir hem de onunla birliktedir.[324]

4-                                      İskâfî, “Cihâtu’l-Fiil” konusunda, fiillerin durumlara göre değişen manalarının olmadığını savunur.[325] Meselâ, taatten olan; “el-Hüsn” zatı itibariyle hüsn (güzel), “el-kubh” da zatı itibariyle kabih (çirkin) dir. Her ikisinin de illeti yoktur.[326]

g.                                     İrade

İradenin murad ettiği şey, hemen iradenin peşi sıra gelirse irade muradını mûcib olur. İskâfî, bazen muradım gerektirici olmayan iradenin bulunabileceğini iddia etmiştir.[327]

h.                                      İskâfî, “Biı- şey bir anda varlığının zıddı ile bir durumda bulunabilir mi?” soru­suna şöyle cevap veriyor:

“Eğer kafirler, küfürlerine karşılık inkar hallerinde iman ederlerse vakıa, onlar i- çin hayır olur denilir. Ancak biz, onların kütür hallerinde iman etmeleri caiz oluı; demiyo­ruz...”[328]

2.                                     İmamet Meselesine Bakışı

a. Sahabeye Bakışı

İskâfî’nin sahabe hakkındaki fikrini bizzat kendi ifadelerinden takip edelim:

“Biz, sahabenin fazileti ve büyüklüğünü (makamlarını) inkar etmiyoruz, yine biz,hevânın kendilerini, bilinen durumları bilerek inkar a götürdüğü İmâmiyye gibi de değiliz. Fakat biz,sahabeden birinin Ali b. Ebî Tâlib’e üstünlüğünü kabul etmiyo­ruz. Bunun dışındakileri ise kabul ediyoruz. Yine biz, Câhız’ın Osmaniyye’deki tassubunu ve Hz. Ali’nin faziletlerini ve yaptığı iftihara layık işlerini red ve iptale yönelmesini inkar ediyoruz. Hamza’ya gelince; o, yanımızda büyük fazilet sahibi ve makamı yüce olan biri ve Hz. Peygamber döneminde şehit edilenlerin seyyîdidir.

Ömer’in faziletine gelince, bu inkar edilemez. Saad ve Zübeyr’de aynı şekil­dedir. Ancak zikrettiğimiz bütün konularda Ali’nin onlara veya onlann dışındakilere

mefdûl olmasını gerektiren birşey yoktur...”

İskâfî, Hz.Ebu Bekr hakkında da şöyle diyor;

“ Biz Ebu Bekr’in ihlası ve imanının sahih ve selim olduğuna ve bütün fazilet­lerine inanıyoruz. Ancak biz onun hakkında, Câhız gibi aslı olmayan deliller getir­miyoruz. Yine bizim, suçlandığımız Şia’nın iftiraları ve kötülemeleriyle de bir ala­kamız yoktur.”[329]

Burada İskâlî’nin, Hz. Ali’nin efdâliyyeti şartıyla sahabenin tüm faziletlerini ka­bul ettiğini görmekteyiz. Yine o, Hz. Ebu Bekr hakkındaki iftiralar ve haksız kötülemeler ile bir ilişkisinin olmadığının ve onlan tasvip etmediğinin altını çiziyor.

O, hocası Cafer b. Harb gibi Hz. Osman’ı dost edinir, katillerinden de uzaklaşır. Hz. Aişe, Zübeyr, Talha’nın, Hz. Ali’ye karşı huruçlarının hatalı olduğunu ve bundan dolayı tevbe ettiklerini söyler ve bu yüzden onlan da hayırla yâd eder.[330]

İskâfî, hocası Câfer b. Harb ve Câfer b. Mübeşşir ile birlikte, Hz. Peygamber’in “On kişi cennettedir” ve “Dünyadaki hanımlarım, ahirette de hanımlanmdır” hadislerini delil göstererek; Hz. Ebu Bekr, Hz.Ömer, Hz. Osman, Hz.Ali, Talha, Zübeyr, Aişe, Sa’d, Said, Abdurrahman b. Avf, Ebu Ubeyde ve Hz. Peygamber’in eşleri de dahil, hepsinin cennetlik olduğuna inanır ve bütün sahabeyi dost edinir.. Ancak Ebu Musa el-Eş’ârî, Muğire b. Şube, Velid b. Ukbe ve Muâviye’nin yanısıra Hz. Ali’ye düşmanlıkta birleşen kişilerden uzaklaşmış­lardır.[331]

İskâfî, Allah tarafından “Muhammed Allah’ın Peygamberi’dir. Onunla beraber bulunanlar, kafirlere karşı pek şiddetli, kendi aralarında ise pek merhametlidirler. Onlan rükû ediciler, secde ediciler olarak görürsün...”[332] ayetiyle vasfedilen sahabenin kötü vasıflardan insanların en uzak olanları olduğunu beyan eder.[333]

b. Efdal - Mefdül Meselesi

Hilafette “ efdal” tartışması, Hz. Ebu Bekr’in imameti için biat günlerinde baş­lamış, Hz. Ömer’in bıraktığı altı kişilik şûrâ içerisinde, Hz. Osman ile Hz. Ali’den hangisine biat edileceği konusunda daha geniş boyutlu tartışılmış, bu tartışmalar Emeviler döneminde devam etmiş, Abbasilerin kuruluşundan kısa bir süre sonrasından Hicrî 250’li yıllara kadar ise gündemde zirvede olmuş, halife ve vezirler huzurunda tartışılmıştır. Bu dönemde yaşayan, Halife Mu’tasım’ın yanında önemli bir konuma yükselen ve efdal-mefdûl tartışmalarının merkezinde olan îskâfî’nin, bu konudaki fikirlerinin tespitinin/) dönemdeki imamet tartışma­larım değerlendirmemizde ayn bir yeri olacağı açıktır.

İskâfî, Mu’tezile’nin Bağdat koluna mensup olup[334] kendi adıyla anılan îskâfîyye okulunun lideridir.[335] Kâdı’l- Kudât, onu Mu’tezile’nin yedinci tabakasında saymıştır. O bu tabakayı şöyle sıralamaktadır: Sümâme b. Eşres en-Nümeyrî, Ebu Osman Amr b. Bahri’l- Câhız, Ebu Musa îsa b. Subeyh (el-Murdar), Ebu Mûyis b. Imran, Muhammed b. Şebîb, Muhammed b.îsmail el-Askerî, Abdulkerim b. Revh el-Gıfari el-Askerî, Yusuf b. Abdillah eş-Şahham, Aliyyu’l-Esvarî, Ebu’l-Hüseyn es-Salihî, Salih Kıbbe, Cafer b. Harb, Cafer b. Mübeşşir, Ebu hnran er-Rakkâşî, Ebu Said Ahmed b. Said el-Esedî, Abbad b. Süleyman, Ebu Cafer el-İskâfî, Yahya b. Bişr el-Ercaî, Zurkan, Ebu Salih, İsa b. Heysem es-Sufî.[336]

Mu’tezilî olmasına rağmen imamet konusundaki fikirlerinden dolayı Malatî[337] ve Sâhib b. Abbâd[338] Zeydiyye içersinde saymıştır. Ancak O, bu konuda Zeydiyye’den farklı düşünmektedir; Zeydiyye gibi imâmeti, Hz. Fatıma evladına hasretmemekte ve mefdûlün i- mâmetinin meşruiyyetine getirdiği delille de Zeydiyye’den ayrılmaktadır.[339]

İskâfî, “efdaf’i sevab olarak, daha çok olan diye tarif eder.[340]

Hz. Ali’nin Hz. Peygamber’den sonra insanların en üstünü olduğu fikrini Câhız’ın Kitabü ’l-Osmaniye 'sine yazmış olduğuMünakadat’mda. geniş olarak ele almakta ve bununla ilgili deliller ortaya koymaktadır. Bu düşüncesini isbat için esas olarak iki yol takip e- der.

1.                                    Amellerin ve Faziletlerin Dengesi:

Burada Hz. Ali ve Hz. Ebu Bekr’in tek tek amel ve faziletlerini karşılaştırıp Hz. Ali’nin üstünlüğünü ileri sürer. Bunu, ya faziletlerinin niceliği yada niteliği yoluyla yapar. Aynca Câhız tarafından, Hz. Ali’nin fazilet açısından düşük bulunan yönlerini cevaplandırır ve Hz. Ebu Bekr’in efdal olduğu iddia edilen yönlerini reddeder.

2.                                    İskâfî’nin Hz. Ali’nin Hz. Peygamber’den sonra insanların en üstünü olduğu­nu isbatta takip ettiği ikinci yol ise; Hz. Peygamber’den onun efdaliyyetine dair nakledilen haberlere dayanır. Hz. Ebu Bekr’in efdaliyyetine delil getirilen haberlerle, Hz. Ali hakkındaki haberleri karşılaştım- ve Hz. Ali hakkındakilerin isnatlarının daha güvenilir ve meşhur olduğu­nu oltaya koymaya çalışır. Aynca Câhız’ın bu haberlerle ilgili yorumlarını tenkit eder.

îskâfî, Münâkadât"'mda Hz. Ali’nin efdaliyyetine dair ortaya koyduğu delilleri, şu şekilde tespit etmektedir:

1. Hz. Ali’nin Erkeklerden İlk Müslüman Olması:

îskâfî, reddiyesi’nin girişinde, Hz. Ali’nin efdaliyyetine delil olarak, onun ilk müslüman olmasını zikrediyor ve bunu isbat için pek çok haber ortaya koyuyor. Bunlardan bazdan şunlardır:

...Abdullah b. Mes’ud şöyle dedi; Hz. Peygamber ile ilgili bildiğim ilk şey, ben, amcalarım ve kavmimden insanlarla Mekke’ye vardığımızda bizimle Abbas b. Muttalib ilgilendi. O zemzemin yatımda oturuyordu. Biz onun yatımda otururken Safa kapısından gür sakallı, beyaz elbiseli, heybetli bir adam girdi. Yanında büluğa ermiş bir çocuk ve zinetini gizlemiş bir kadm vardı. Onlar Hacerü’l-Esved’e yöneldi­ler, adam Hacerü’l-Esved’i selamladı. Sonra genç, sonra da kadm selamladı. Sonra adam, Kabe’yi yedi defa tavaf etti, çocuk ve kadm da onunla birlikte tavaf ettiler. Ardından adam,Hacerü’l-Esved’e döndü, ellerini kaldırdı ve tekbir getirdi. Bunun üzerine çocuk yanma, kadm arkasına durup onlarda tekbir getirdiler. Derken adam rukuya gitti, onlar da gittiler. Akabinden adam başım kaldırıp doğruldu, biraz durup secdeye gitti. Onunla birlikte kadm ve çocuk da aynısını yaptı. Onlar, adam ne ya­parsa onu yapıyorlardı. Mekke’de şu ana kadar hiç görmediğûniz ve yadırgadığımız bir şeyi yaptılar. Bildiğimiz dinden farklı şeyi gördüğümüzde Abbas’a yöneldik ve: “Ey Ebî’l Fadl! Bu din, sizde bildiğimiz bir şey değil."dedik. O da, “Allah’a yemin ederim ki bu dediğiniz doğrudur” dedi. Bunun üzerine biz de, bunların kim olduğu­nu sorduk. O da/‘Şu kardeşimin oğlu Muhammed b. Abdillah, şu da kardeşimin oğlu Ali b. Ebî Tâlib, şu kadm ise, Muhammed’in hanımı Hatice binti Huveylid. Allah’a yemin olsun ki yer yüzünde bu dini benimseyen sadece bu üçü var." dedi.[341] Hz. Ali’nin ilk müslüman olduğuyla ilgili bir başka rivayet:

“...Câfer b. Muhammed, atalarından rivayet etti. Hz. Peygamber, Fatıma’yı evlendirdiğinde kadınlar onun yanına girdi ve: “Ey Allah Rasulünün kızı, seni falan falan istedi, fakat o seni malı mülkü olmayan fakir biriyle evlendirdi.” dediler. Bu konuşmanın peşi sıra onlann yanına Hz. Peygamber girdiğinde, Fatıma’nın yüzün­deki ifadeyi gördü ve üzüntüsünün sebebini sordu. O da kadınların ona dediklerini söylediğinde Hz. Peygamber, “Ey Fatıma! Allah bana emretti, bunun üzerine ben, seni müslüman olma yönünden onlann önde geleni, ilim sahibi olarak, onlann en üstünü ve hilm yönünden de en üstünü ile evlendirdim. Ben, seni ancak ilahi bir e- mirle evlendirdim. Sen de biliyorsun ki o, benim dünya ve ahirette kardeşim­dir, "dedi.”[342]

Bir başka rivayet,

“... Ebu Râfi rivayet etti ki, Rasullullah, ilk namazı pazartesi sabah namazı vakti kıldı. Hz. Hatice, o günün sonunda kıldı, Hz. Ali de, ilk namazı salı gününün sabah namazı vaktinde kıldı.[343]

îskâfî, kitabında Hz. Ali’nin ilk müslüman olduğuyla ilgili pek çok rivayet zikre­der.

Câhız’ın Hz.Peygamber’in,“Bana hür ve köle tabi oldu” hadisinden kasdın,Hz. Ebu Bekr ve Bilal olduğuna dair yorumunu şöyle reddeder:

“Hz. Peygamber, bu hadise, Bilal ve Ebu Bekr’i katmadı. Hz. Ebu Bekr, Bilal’i İslam’ın Mekke’de zuhurundan soma satın aldı. Bilal, müslümanlığını izhar ettiğinde Ümeyye b. Halef ona işkence etti. O dönem,İslamın ve Hz. Peygamberin davetinin gizlilik dönemi değildi. Dolayısıyla, yukarıdaki hadiste geçen hürden kastın Ali b. Ebî Tâlib, köleden kastın da Zeyd b. Harise olduğu rivayet edilir...”[344]

Îskâfî, şiirlerden de Hz. Ali’nin ilk müslüman olduğuna dair delil getirir.[345]

Îskâfî, Câhız’ın “En doğrusu, her ikisinin birden müslüman olduğunu kabul etmemizdir” sözüne şöyle cevap verir.

Câhız bu şekilde hareketiyle, Ebu Bekr’in imâmetine getirdiği delili iptal etti. Çünkü O, Ebu Bekr’in İslam’daki önceliğini delil getirdi, şimdi ondan döndü.[346] Hz. Ali’nin müslüman olmadaki önceliğini isbat için, sadece sizin topladıklarınız bize yeter. Sizin onun çocuk yaşta müslüman olduğuna dair iddianız, ancak delille kabul edilir. Onun müslüman olması, sizin de ikrarınızla sabit oldu. Şayet çocuk olsa, hakikatta gayri müslim olur. Çünkü, “İman, İslam, Küfür, Taat, Ma’siyct” isimleri mecnun ve çocuklar dışında ancak, büluğ çağına ermişler hakkında kullanılır. Eğer siz ve biz Ali’yi,İslam ile isimlendirdiysek, isimlendirmede, asıl hakikattir. Hem sizin bu iddianız, Hz. Peygamber’in, Ali’ye söylediği “Sen bana ilk inanan ve beni ilk tasdik edensin” sözüyle ve Hz. Fatıma’ya söylediği “Seni onlann İslam olma bakı­mından önde geleni ile evlendirdim” sözüyle nasıl uyuşur?[347]

2)                                     Îskâfî, Câhız ’ın “Ali diğer çocukların taniştığı gibi eğitim ve öğretim yoluyla çocukken İslam’la tanışmıştır. Bizzat İslam’ı teklifle kabul etmemiştir” iddiasına şöyle ce­vap verir:

Sizin söylediğiniz bu durum, Ali’nin ailesi arasında, İslam yerleşmiş olsaydı veya doğup büyüdüğü dönemde olsaydı, mümkün olurdu. Özellikle, İslam, araların­da bilinmeyen ve mutad olmayan şirk memleketine gelince durum böyle olmaz. Hz. Ali için İslam,beslendiği ve kulağına devamlı tekrar edilen bir şey olmadığı halde Hz. Ali’nin, Hz. Peygambere alışmış ve sevmiş olduğu ve bunun için müslümanlığı seçtiği sözünüze gelince, eğer O, Hz. Peygambere alışmış ve onu seviyorsa, onu sevmesi anne, babası, kardeşleri, amcalan ve ailesine olandan daha fazla değil­dir...[348]

îskâfî, bu bağlamda Câhız’ın,Hz. Ali’nin yaşını azaltanlara göre, onun 5 yaşında çoğaltanlara göre ise, 9 yaşında müslüman olduğuna dair iddiasına cevap verir ve onun en az 10 yaşında müslüman olabileceğini isbata girişir.[349]

Aynca bu konuda Câhız’ın, “kıyas iki rivayetin ortasını almamızdır” sözüne şu misallerle cevap verir. Bu şekilde bir kıyasla şöyle hüküm olunur: Bir şahısta, bili 10 dirhemi olduğunu iddia ediyor. O şahısta, bunu inkar ediyor ve onun kendi yanında 4 dirhemi olduğu­nu söylüyor. Yukarıdaki mantığı uyguladığımızda, iddia edenin o şahısta 7 dirhemi olduğu hükmüne varmamız gerekir. Bir başka misalde de; Ebu Bekr hakkında bir topluluk “o kalır idi”, diğer bir topluluk da “adil bir imamdı” dediklerinde, bizim sözlerin ortasını almamız so­nucu, onun fasık ve zalim biri olduğunu söylememiz gerekir. Aynı şekilde bu durum pek çok muhtelif hallerde böyledir.[350]

İskâfî, Hz. Ali’nin çocuk yaşta müslüman olmadığını, bir başka misalle isbata gi­rişir:

Hz. Peygamber, Hz. Ali’yi İslam’a davet etti ve tasdikle mükellef kıldı, İslam davetinin başında, Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye biı- ziyafet hazırlamasını ve Abdülmuttalip oğullarını çağırmasını istedi. Bunun üzerine Hz. Ali, ziyafeti hazırla­yıp Hz. Peygamber için onlan çağırdı. [...] Bu nasıl çocuk ki, yakın akrabalarına muhalefet edip, müslüman olmasından sonra, akranlarıyla birlikte olmadı, çocuklarla beraber görülmedi, bilakis yemek hazırlamak ve Abdülmuttalip oğullarım çağırmakla görevlendirildi... ”[351]

3)                                     İskâfî, Câhız’ın Hz. Ebu Bekr’m malının çok olması, es-Sıddık olması, şöh­ret ve namının yayılması ve yaşının büyüklüğünü, Hz. Ali’ye karşı birer üstünlük sebebi saymasına} “Bütün bunlar onun lehine değil, aleyhinedir” diyerek cevap verir ve ekler:

Ali b. Ebî Tâlib’in şayet yaşı ve şöhreti yoksa, onun nesebi, Benî Haşim’den kaynaklanan konumu vardır. Her ne kadar onun nâmı, insanlarla karşılaşma ve pek çok yolculuk yapmak ile yayılmadı ise de,babası Ebu Tâlib ile yayıldı. Sizde biliyor­sunuz ki; Teym Kabilesine mensup biri bir Haşimî gibi, Ebu Kuhâfe’de,Ebu Tâlib gibi değildir. Buna göre, gencin (Ali’nin) namı, yaşlıya (Ebu Bekr’e) göre daha yaygındır.”3

Câhız’ın,“Hz. Ali’nin, Ebu Talip gibi bir destekçisi, Benî Haşim gibi bir zırhı var, bunun için Ebu Beki- ve Bilal’in çektiği zorluk, güçlük ve onlann sevapları ve İslam olma bakımından faziletleri, Ali’den daha büyüktür” iddiasına îskâfî şöyle cevap verir; Buna göre, Ebu Bekr’in fazilet yönünden Resulullah’tan daha büyük olması gerekir. Çünkü, Ebu Tâlib, Hz. Peygamberin desteği, Benî Haşim, onun zırhıdır. İnad edenin cahilliği olarak bu sana ye­ter. Hz. Ali’nin seviyesini düşürmeye kimsenin gücü yetmez. Çünkü, onun seviyesi, ancak Hz. Peygamberin seviyesi ile birlikte düşer. Hz. Peygambere ve Hz. Ali’ye, Ebu Leheb, Ebu Leheb’in hanımı, amcasıoğlu Ukbe b. Muayt ve yine amcaoğju Nadr b. Haris gibi en yakın akrabalarından daha şiddetli olan olmadı.[352] [353]

4)                                     Câhız’ın “Mekke döneminde,Ali herhangi bir tehlike ile karşı karşıya değil­di... ” iddiasına îskâfî şöyle cevap veriyor:

Sahih haberler ve müsned hadislerle onun müslüman olduğu gün, tam baliğ olduğu, kalbi ve lisanı ile Kureyş müşriklerini terk ettiği, onlann kalplerine ağır ol­duğu, toplumun ambargo altına alınmasıyla Ebu Bekriden ziyade onun daha ilgili olduğu ve o zorlu, sıkıntılı anlarda Hz. Peygamber yalnızken onunla arkadaşlık etti­ği, Ebû Cehil, Ebû Leheb ve onlann dışındakilerden, Ali’nin daha çok sıkıntı çektiği, Hz. Peygamberim her sıkıntısına ortak olduğu ortadayken, Câhız böyle bir söze nasıl cesaret eder.

Ambargo günlerinde Ali kendini gizleyerek, şahsiyetini küçük düşürerek bir hırsız gibi, milletinden geceleyin çıkan, Ebu Tâlib’in gönderdiği,Mut’im b. Adiyy ve onun dışındaki Kureyş’in ileri gelenlerine giden ve sırtında Haşimoğullan için un ve buğday taşıyan, o idi. Ali, o dönemde, Ebû Cehil ve onun dışındaki düşmanların­dan her an gelebilecek büyük bir tehlike altındaydı. Şayet onu yakalarlarsa öldürür­lerdi.

Müslümanlar için, ambargo günlerinde bunlan yapan Ali mi, yoksa Ebu Bekr miydi?[354]

Hz. Peygamber için kendini feda edip, onun yatağında yatan, onu canıyla koru­yan ve kılıçların tehlikesini göze alan Hz. Ali iken, Câhız onun hakkında “Hicretten önce, Ali güvenlik ve bolluk içindeydi. O, bir tehlike altoda olmadı...” diye söylemeyi kendine nasıl yakıştırdı.”[355] îskâfî, Hz. Ali’nin Hz. Peygamber’in yatağında yatması olayım onun üstünlü­ğüne bir delil olarak uzun uzun anlatmaktadır.

Câhız’ın, Ebû Bekr’e,Mekke’de azap edildiği sözüne gelince, îskâfî bu iddiayı da doğru bulmayarak, bu dönemde; köleler, zayıflar ve yardım edecek aşireti olmayanlar dışında azap edilen kişi bilmiyoruz der. Ayrıca bu sözlerle Câhız’ın bir çelişkiye düştüğünü de ileri sürerek, onun, Ebû Bekr hakkında iki görüş arasında gidip geldiğini söyler. Çünkü ona gö­re, Câhız, bazen Ebû Bekr’i zayıf, güçsüz, düşük, vb. olarak niteliyor, bazen de, reis, kendi­ne tâbi olunan, kendine itaat edilen bir büyük olarak niteliyor.[356]

5)                                      Câhız’ın “Ebû Bekr’ri? evinin bahçesinde nıescidinşâ edip, ibadetini açıktan yapması... ” iddiasına îskâfî şöyle cevap verir:

“Nasıl olurda Cümeyhoğullan, onlar içinde güç ve satvet sahibi olduğu halde, Osman b. Maz’un’a ezâ verirler ve kötülük ederler de, Ebû Bekr’i böyle bir durum­da rahat bırakırlar. Sizjbn Mes’ud’tan “ Biz, Ömer b. Hattab müslüman olana ka­dar açıktan namaz kılmadık” sözünü rivayet ettiniz. Halbuki zikrettiğiniz mescidin yapımı ise Ömer’in müslüman olmasından öncedir. Bu nasıl oluyor?”300

6)                                     Câhız’ın,Ebu Beki' için, davette yumuşak olduğu ve güzel delil getirdiği ve müslüman olduğu gün, ev halkından pek çok kimsenin müslüman olduğu, takib eden gün­lerde Sa’d, Zübeyr, Abdurrahman gibi sahabelerin onun vasıtasıyla müslüman olduğu[357] [358] iddiasınajskâfî şöyle cevap veriyor;

“Ebû Bekr’in müslüman olduğu gün hanımı, oğlu Abdurrahman, babası Ebu Kuhafe ve kızkardeşi Ümmü Ferve müslüman olmadı ise, kim müslüman oldu? Aişe, o zaman doğmamıştı. Çünkü o, Hz. Peygamber'e peygamberlik geldikten beş yıl sonra doğdu. Muhammed b. Ebî Bekr, Veda Haccı yılında doğdu. Esma b. Ebî Beki; Hz. Peygamberb peygamberlik gönderildiği zaman dört yaşında idi. İki yaşında olduğunu söyleyen rivayette vardır...

Sa’d, Zübeyr, Abdurrahman, Ebû Bekr’in yakın akrabaları, yaşıtlan, birlikte oturup kaltığı arkadaşlan değil iken ve müslüman olmalarından önce bir arkadaşlık ve dostluk yok iken, nasıl onun davetiyle müslüman oldular. Sizin söylediğinize gö­re, Ebû Bekr’in yanında ilmi ve güzel konuşması için oturan Utbe b. Rebîa ve Şeybe b. Rebîa, onun yumuşaklığı ve güzel davetiyle niçin müslüman olmadı? Ve yine sizin söylediğinize göre,, ensab ilmini Hz. Ebu Bekriden alan onun tarafından terbiye edilen Cübeyr b. Mut’im neden onun vasıtasıyla İslam’a girmedi?[359] İslama’a daveti ile, oğlu, babası, hanımı, kızkardeşi müslüman olmayanın durumu, davette yumuşaklık ve güzel üslup ile vasıflandınlamaz...[360] Bilal ve Amir b. Fuheyre’ye ge­lince, onlan da Resululah (A.S) azad etti...[361]

7)                                     Câhız’ın, Ebu Bekr ’in servetini Allah yolunda infak ettiği iddiasına, îskâfî şöyle cevap verir:

“Ebû Bekr’in,malmı İslam’ın hangi musibetine ve nasıl infak ettiğini bize ha­ber veriniz. O, Medine’ye Hicreti anında, Hz. Peygambere satmış olduğu iki deve­nin ücretini bile ondan aldığı halde, onun için büyük infak yaptığım nasıl iddia edi­yorsunuz. Bunu, bütün muhaddisler rivayet etti... Siz yine rivayet ettiniz ki Allah, “Ey iman edenler! Peygamberle gizli bir şey konuşacağınız zaman, bu konuşmanız­dan önce bir sadaka veriniz. Bu sizin için daha hayırlıdır...”[362] ayetini indirdiğinde, bu ayetle, sizin de ikrarınızla fakir ve az mal sahibi olmasına rağmen sadece Ali b. Ebî Tâlib, amel etti. Ebû Bekr ise, söylediğinize göre zengin olmasına rağmen bu ayetle amel etmedi ve Allah bu durumdan dolayı müminleri kınadı... Hz.Ebû Bekr, bir anda kırk bin dirhem infak ediyor ve nefsini halis kılıyor ve Resul’le konuşmak için bir kaç dirhemi infakta cimrilik ediyor. Bu nasıl mümkün olur?...[363]

Allah’m “... elbette içinizden (Mekke)’nin fethinden önce (hak yolunda) har­cayanlar bir olmaz...”[364] ayetine gelince; Ebû Bekr’in infakı ile ilgili olarak onların iddialarından yanımızda bulunanları zikrettik. Yine Allahu Teâlâ sadece mal infakını müfred olarak zikretmedi. Onunla birlikte cihadı da zikretti. Ebû Bekr, savaş ve harp ehli olmadı. Bunun için ayet ona teşmil edilmez. Hz. Ali ise, fetihden önce sa­vaş ve infak ehli idi. Onun savaşlardaki mücadelesi apaçıktır. înfakı ise,kendi hali ve fakirliğine göredir. O, sevdiği taamlarla miskinleri, yetim ve esirleri doyuran idi. Dört dirhem sahibi olup geceleyin onlardan bir dirhemini gizli, birini açık olarak infak et­ti, sonra gündüz de onlardan bir dirhem gizli bir dirhem de açıktan infak etti. Bunun üzerine, onun hakkında Allah’ın ayeti indi; “mallarım gece-gündüz gizli ve açık Allah yolunda verenler...”[365] Ayrıca hiçbir mülümanın amel etmediği “Ey İman edenler, Peygamber’le gizli bir şey konuşmak istediğiniz zaman bunu yapmadan önce fakir­lere bir sadaka veriniz...”[366] ayetindeki sadakayı veren O idi. Yine “Sizin dostunuz, önce Allah, sonra O’nun elçisi, sonra da iman etmiş olanlardır ki, namaza devam e- der ve rükû halinde zekat verirler.”[367] ayetiyle amel edende O idi. Çünkü O, rükû halindeyken yüzüğünü tasadduk etmişdir.[368]

8-Hz. Ali’nin Savaşlarda Gösterdiği Kahramanlıklar:

İskâfî, Hz.Ali’nin efdaliyyetine bir delil olarak, İslam’ı savunmak ve onun yayıl­ması için Bedir-, Uhud, Hendek, Huneyn günlerinde gösterdiği kahramanlıkları ve Hz. Pey­gamber’den sonra müslümanlann en cesuru olduğunu uzun uzun anlatır.[369] Bu kahramanlık­lardan bazısını o şöyle sıralar:

Bedir günü mübareze için çıkanlar, Hz. Ali, Hamza ve Ebu Ubeyde...[370]

Uhud günü müslümanlar dağıldıklarında, Hz. Peygamber’in etrafında sadece Hz.Ali, Talha, Zübeyr ve Ebu Dücane kaldı...[371]

Hendek günü, düşmanın en tehlikeli, en cesur ve harb ilmini en iyi bileni Amr b.Abd Vedd’e karşı mübareze için çıkıp onu öldüren,Hz. Ali idi.[372]

Huneyn günü, Hz. Peygamber’in yanında onun ehli ve yakınlarından hepsi da­ğılmış, sadece dokuz kişi kalmıştı. Onlardan biri Hz. Ali, Hz. Peygamber’! koruyor, bir diğeri Hz. Abbas, Hz. Peygamber’in atının gemini tutuyordu.[373]

İskâfî, Hz. Ebû Bekr’in savaştaki durumu hakkında da şöyle der: “O,kalb yönün­den müslümanlann en zayıfı, mevki olarak en düşüğü, asla bir ok atmayan, kılıç sallamayan, kan akıtmayan,önemli ma’ruf ve meşhur olmayan,sıradan insanlardan bilidir. Onun hükmü, Abdurrahman b. Avf, Osman b. Alfan ve bu ikisi dışındakilerin hükmü gibidir. Hatta Os­man, ondan daha meşhur, düşman nazarında Ebu Bekr’den daha çok tehlikelidir.”[374]

Mefdûl konusundaki anlayışına gelince:

Bağdat Mu’tezile’sine mensup olanlar, Hz. Ali’den öncekilerin imametini, “Mefdûl’ün İmameti” yani daha faziletli olan dururken, ondan daha aşağı olanın imameti ola­rak kabul ederler.[375] İskâfî’nin mefdulün imâmeti hakkındaki görüşünü tespit için öncelikle sahabe hakkındaki fikirlerini ortaya konması gerekmektedir. Fakat onun bu konudaki düşün­celerini daha önce aktardığımız için[376] doğrudan “mefdûl” konusuyla ilgili görüşlerine geçiyo­ruz.

Malatî, İskâfî’nin,hocası Cafer b. Harb ve Cafer b. Mübeşşir gibi efdal olduğu halde Mefdûl’ün imametini kabul ettiklerini ve buna şöyle delil getirdiklerini nakleder; “Hz. Ali, Hz. Peygamber’den sonra insanların en üstünü olup, ümmetten üstünlükte onu geçen yoktur. Bununla birlikte Hz. Peygamber, Zatu’s-Selâsil gazvesinde Ensar ve Muhacirunun faziletlerinin başına Amr b. As’ı tayin ettiği gibi[377] en üstün (efdal) olduğu halde mefdûlun i- mâmeti de meşrûdur.” Onlar mefdûlün imâmetine diğer bir delil daha getiriyorlar. “Şayet bir toplulukta, iki kişiden bili daha âlim ve kıraati daha güzel, diğerinin ilim ve kıraatta durumu ondan daha düşük olduğu halde öne geçse ve üstün olan ona tâbi olduğu halde mefdûlün onlara kıldırdığı namaz caiz olduğu gibi, imamet için biat olunduğunu bildiği mefdûle fâdıhn biati de meşru olur. Hz. Peygamber’in ashabı da aynen bunun gibi, Hz. Ali en üstün olduğu halde Hz. Ebû Bekr’e biat etmişlerdi. Hz. Ali’de onlara rıza göstermiş, tâbi olmuş, onların arkasında namaz kılmıştır...”[378]

İskâfî, Hz. Ebû Bekr’in imameti konusunda,Hz. Ali’nin birçok kimseyi öldür­mesinden dolayı halkın ona buğz ettiği onun imametini istemeyip Hz. Ebû Bekr’e beyat et­tikleri iddialarım reddeder. Ona göre,Hz. Ebû Bekr’e bey’at edenler,Hz. Ali’ye gizli veya açık düşmanlık beslemeyen fazilet ve emanet ehli kimselerdir. Bu kimseler Hz. Ebû Bekr’in çağırdığı şeyde (imâmette), ümmetin ona meyil ettiğini ve onda birleştiğini müşahade ettikleri için, Hz. Ali’ye gizli ve açık bir düşmanlık olmaksızın,Hz. Ebû Bekr’e biat etmişlerdir. Hz. Ali’ye düşmanlık, Hz. Peygamber’in zikrettiği üzere Allah’a düşmanlık olduğuna göre[379] bu onlar için nasıl mümkün olur. Şayet Hz. Ali’ye düşmanlık etseler, Hz. Peygamber’in söyle­diği üzere, Allah’a düşmanlık etmiş olurlar. İskâfî, bunun, özellikle sahabe için mümkün ol­madığım bir ayetle delilendiriyor; “Muhammed, Allah’ın peygamberidir. Onunla beraber bu­lunanlar kafirlere karşı pek şiddetlidendi aralarında ise pek merhametlidirler. Onlan ruku e- diciler, secde ediciler olarak görürsün...”[380] Allah tarafından bu şekilde vasfedilen Peygam­ber’in ashabı, bu durumdan en uzak olanlardır.[381] Görüldüğü gibi İskâfî, Zeydiyye’nin mefdûlün imâmetinin meşruluğuna getirdiği delilleri reddetmektedir.

Aynca Îskâfî, Kitabu’l-Makâlât isimli eserinde, Hz. Ali’nin imâmetinin, Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra icma ile olduğunu belirtmekte; o, Hz. Ali’nin icma ile i- mam olmadığım iddia edenlere karşı, Hz. Ömer’in bıraktığı şûrada diğerlerinin imametten çekilmesi sonucu,Hz. Osman ve Hz. Ali’nin kaldığım; Hz. Osman öldürüldüğünde de Şûra­daki hükme binaen,Hz. Ali’nin imam olması gerektiği fikrini savunmakta ve Medine’de ona herkesin biat ettiğini ispata girişmektedir.[382]

îskâfî’ye göre efdaliyyet sırası şöyledir:

Hz. Ali, Hz. Peygamber’den soma insanların en üstünüdür. Soma Hz. Ebû Bekr Hz. Ömer’den daha üstün, soma da Hz.Ömer, Hz.Osman’dan daha üstündür.[383]

Sonuç olarak, Îskâfî, efdal-mefdûl konusunda:

a- Sahabe’nin en üstünü olarak, Hz. Ali’yi kabul eder. Üstünlük sıralamasında daha soma,Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer ve Hz. Osman gelmektedir.

b- Sahabe’den herhangi birinin, faziletini,Hz. Ali’nin en üstün olması şartıyla in­kar etmemektedir.

e- Sahabe’den herhangi birini,küfürle itham etmemektedir.

d- Ebu Musa el-Eş’ârî, Muğire b. Şu’be, Velid b. Ukbe ve Muaviye ile beraber Hz. Ali’ye düşmanlıkta birleştiklerini iddia ettiği gruptan uzaklaşmaktadır.

e- Hulefâ-i Râşidin’den,Hz. Ali’den önce gelen Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer ve Hz.Osman’ı gâsıp olarak nitelendirmemektedir. Dolayısıyla fazilet yönünden Hz. Ali’den dü­şük olmalarına rağmen onlann halifeliklerini mefdûlün imameti olarak kabul etmektedir. Bu­nun meşruluğunu da, Hz. Peygamber döneminden ve namazdaki imamlıktan misaller vererek isbata girişmektedir. O, bu konuda Zeydiyye’den ayrılmaktadır.

e- Sahabe hakkındaki fikirlerinde, îmâmiyye ile bir ilgisinin olmadığı ve Şia’nın sahabe hakkındaki iftira ve haksız kötülemelerini tasvip etmediğinin altım çizmektedir.

f- Hz. Ali evladının imamete daha layık olduğuna dair bir iddia öne sürmemek­tedir. İskâfî, bu konuda da Zeydiyye’den ayrılmaktadır.

3.                                    İskâfî’nin İmamet Tartışmalarına Getirdiği Yeni Boyut

İskâfî, bir önceki bölümde izah ettiğimiz gibi, efdalin imameti ile birlikte mefdûlün imametini de meşru görmektedir. Ancak, İskâfî’nin mefdûlün imâmetini meşru görmesinin illeti, kendisinden önce mefdûlün imâmetini meşru görenlerin illetlerinden farklı­dır. Onun imamet anlayışına getirdiği yeni boyut, bu husustadır. Öncelikle konu ile ilgili ola­rak, İskâfî dışındaki mefdûlün imâmetini meşru görenlerin illetlerini kısaca hatırlatacak olur­sak;

Zeyd b. Ali’ye göre; sahabe, Hz. Peygamber döneminde gazvelerde pek çok müşrik öldürdüğünden dolayı, onların akrabalarının kalplerinden Hz. Ali’ye karşı olan kin ve nefret duygusunun henüz silinip gitmemiş olması sebebiyle,doğabilecek fitneyi bertaraf etmek için mefdûl olan; fakat insanların kendisinde birleşebilecekleri,Hz. Ebû Bekr’e biat etmişler­dir. Dolayısıyla fitne ateşini söndürmek, birlik ve beraberliği sağlamak için mefdûlün imâmeti meşrudur.

Zeydiye’den Süleymaniye’ye göre efdal dururken mefdûlü seçmek, seçenlerin küfrünü ve dalaletini gerektirmeyen içtihadı bir hatadır.

Butriyye’yc göre, efdal imâmete en çok layık olandır. Ancak o hakkını mefdûle verirse, mefdûle biat meşru olur. [384]

Asamm’a göre, imam, ilk seçilirken insanlann efdali olabilir; ancak daha son­ra çeşitli amillerle mefdûl konumuna düşebilir. Bu durumda, imâm e t için gerekli diğer husus­larda imamın meşruiyyetini ortadan kaldıran bir durum olmadığı takdirde, mefdûlün imameti meşrudur.[385]

Îskâfî ise bu konuda, Hz. Peygamber, Zatü’s-Selasil gazvesinde, Ebû Ubeyde b. el-Cerrah, Hz.Ebû Bekr ve Ömer gibi Ensar ve Muhacirunun faziletlilerinin başına Amr b. As’ı tayin etmesi ve âlim birinin, ilim seviyesi düşük olan bir imamın arkasında namaz kılması caiz olduğu gibi, mefdûlün imametinin de meşru olduğu fikrini savunmuştur.[386]

Bununla ilgili olarak îskâfî, Hz.Ebû Bekr’in imameti konusunda, Hz. Ali’nin birçok kimseyi öldürmesinden dolayı halkın ona buğz ettiği ve onun imametini istemeyip Hz.Ebû Bekr’e beyat ettikleri iddiasını reddeder. Ona göre, Hz.Ebû Bekr’e beyat edenler, Hz. Ali’ye gizli veya açık düşmanlık beslemeyen fazilet ve emanet ehli kimselerdir. Bu kimse­ler, Hz.Ebû Bekr’in imametine ümmetin meylettiğini ve onda birleştiğini müşahede ettikleri için -Hz.Ali’ye gizli ve açık bir düşmanlık olmaksızın- Hz.Ebû Bekr’e biat etmişlerdir. Hz.Ali’ye düşmanlık, Hz.Peygamberin zikrettiği üzere Allah’a düşmanlık olduğuna göre on­lar için bu mümkün değildir[387]. Görüldüğü gibi Iskâfî’nin mef'dulun imametinin meşru oldu­ğuna dair getirdiği delil, diğerlerinin getirdiği delillerden farklıdır.

Aynca Iskâfî’nin imâmet tartışmalarına getirdiği yeni boyut ile ilgili olarak zik- redilebilecek diğer bir husus da, Câhız’ın Kitabü’l-Osmaniye 'sine yazdığı reddiyesiyle Câhız’m şahsında Hz.Ali’nin efdaliyetini çürütmek için ortaya konulan delilleri, -tespit ede­bildiğimiz kadarıyla- sistematik olarak ilk reddeden olması ve Hz.Ali’nin kendisine biat edil­diği dönemde icma ile imam olduğunu, Kitabü ’l-Makâlât isimli eserinde[388] isbata girişmesi­dir.

SONUÇ

Kur’an-ı Kerim’de devlet yapısı ve idari teşkilatı tanzim eden açık hükümler yoktur. Ancak, emanetin ehline verilmesi, nass ile açıkça belirtilmemiş mes’etelerin müşave­reye bırakılması, insanlar arasında adaletle hükmedilmesi, Allah’a, Peygamber’e ve Mü’min emirlere itaat edilmesi, ihtilaf halinde Allah’a ve Peygambere başvurulması gibi temel prensip­ler yeralnuştır. İmam olacak kişinin, Kur’an’da ve Peygamber’in ifadelerinde belirtilmemesi sebebiyle, Hz. Peygamber’in ölümü üzerine ortaya çıkan kimin devlet başkam olacağı prob­lemi etrafında, bazı tartışmalar başlamış ve bunlar günümüze kadar devam etmiştir. Konunun en yoğun olarak tartışıldığı dönem, II./VIII. asnn ortalarından III./IX. asım ortalarına kadar olan dönemdir. Şii, Mu’tezdi, Harici, Mürcii alimler vezir ve halifenin hazır bulunduğu mec­lislerde, bu önemli mes’eleyi tartışmışlardır.

Bu dönemde, Hz. Peygamber’in halifesinin nass ve ta ’yin ile mi yoksa ihtiyar ve akd ile mi olacağı hakkındaki tartışma, Kur’an ve hadislerin ulema tarafından mı yoksa bilgi kaynağı ilham olan imam tarafından mı tefsir edilmesi gerektiği hakkındaki tartışma ile sıkı sıkıya alakalıdır.

Bu dönemde, İmamiyye’den II./VII. asnn yansından sonra vefat eden Ebu Ca’fer el-Ahvel (Şeytanu’t-Tak)’de, Hz. Peygamberden sonra, Hz. Ali’nin açık nass ve ta’yin ile imam olduğu anlayışı; bu asnn son çeyreğinde vefat eden Hişam b. el-Hakem’de i- se, imametin nass ve ta’yin ile Hz. Ali, ondan sonra Hz. Hasan, Hüseyin ve ikisinin evladında olduğu anlayışı bulunmaktadır. Hişam’ın bu anlayışı, talebesi Sekkâk tarafından geliştirilmiş ve Ebu İsa el-Varrak tarafından ayet ve hadislerden delil getirme hususunda en ileri noktaya taşınmıştır. Onlar, imamette nass ve ta’yin anlayışına bağlı olarak,imamın masum olduğu ve bilgi kaynağının ilham olduğunu iddia ederler.

Bu dönemde,ZeyJrjye’den Butriyye ve Süleymaniyye, efdal ile birlikte mefdûlün imametininde geçerli olduğu fikrini savunur ve Hz. Ali’den önceki üç halifenin imametini, mefdûlün imameti olarak benimserler. Onlar,imameti, Hz. Fatıma evladına hasretmekle bir­likte, nass ve ta’yin anlayışını, imamların masum olması ve bilgilerinin ilham yolu ile olması iddialarım reddederler. Bu anlayışlarında, muhtemelen başta ilk üç halife olmak üzere saha­benin büyük çoğunluğunu küfürle suçlamaktan kaçınma gayreti etkili olmuştur.

Carudiyye, Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin’in imametinin nass ve ta’yin ile olduğu, onlardan sonra ise,Hz. Fatıma evladından imametini ilan edip huruç edenin imam olduğu fikrini benimserler. Onlar imamiyye gibi imamların bilgi kaynağı olarak ilhamı kabul ederler.

Mu ’tezile'mn Basra kolu,genel olarak efdalin imametini benimserler. Onlara gö­re fazilet sırası, Hulefa-i Raşidin’in hilafete geliş sıralandır.

Bağdat Mu’tezilesi^fdal'ûe birlikte mefdûlün imametini de benimser. Onlara gö­re,Hz. Peygamber’den sonra sahabenin en üstünü Hz. Ali’dir.

Ebu Ca’fer el-İskafi de, Hz. Peygamber’den sonra insanların en üstünü olarak Hz. Ali’yi kabul eder. O, Hz. Ali’nin sahabenin efdali olmadığına dair iddialan sistematik olarak ilk reddedendir. Hulefa-i Raşidin’i fazilette, Hz. Ali, Ebu Bekir, Ömer ve Osman olarak sıralar. İskâfî, imamete yolun, nass ve ta’yin değil, ihtiyar ve akd olduğunu belirtir. Hz. A- li’nin biat edildiği dönemde icma ile efdal imam olduğunu savunur. Hz. Ali’den öncekileri ise, mefdûl imam olarak kabul eder.

Iskafî, sahabe hakkındaki fikirlerinde İmamiyye ile bir ilgisinin olmadığı ve Şi­a’ma sahabeye karşı iftira ve haksız kötülemelerini tasvib etmediğini, özellikle belirtmektedir. O, sahabeden Amr b. el-As, Muğire b. Şu’be, Muaviye gibi Hz. Ali’ye düşman olanların dı­şındakileri dost edinmektedir.

Aynca bu dönemde, içinde bulunulan fiili durumun da etkisiyle -Endülüs Emevi Devleti ve Abbasi Devleti’nin bir arada varlığı- aynı zamanda iki imamın olup olmayacağı hususu da tartışılmıştır.

Sonuç olarak; bu dönemde İmamiyye, imamet mes’elesini siyasi alandan itikadi alana taşımış ancak, imamet zincirinde netlik oluşmamıştır. Zeydiyye’rna Butriyye ve Süleymaniyye kolu ile Bağdat Mu’tezilesi, efdal ile birlikte mefdûlün imametini de benimse­mişlerdir. Onlar bu fikirleriyle toplumsal bir uzlaşma gayreti içerisinde görünmektedirler.

Bağdat Mu 'tezilesine mensub olan Ebu Ca’fer el-îskafi, Hz. Ali’yi sahabenin en üstünü ve önceki halifelerin imametini de mefdûlün imameti olarak kabul etmesinden dolayı bazdan tarafından Zeydî olarak isimlendirilmiştir. Ancak o mefdûlün imametinin meşruluğu­nun illeti ve imameti sadece Hz. Fatıma evladına hasretmeme hususunda Zeydiyye'den. ayrı lır.


BİBLİYOGRAFYA

Ayçan, İrfan, Hilafete Giden Yolda Muaviye b. Ebi Süfyan, Ankara, 1990.

Ahmed Mahmud Subhi, cz-Zeydiyye, Mısır, 1984.

Bağdâdî, Abdülkahir b. T ahir b. Muhammed, Mezhepler Arasındaki Farklar (el-Fark bey- ne’l-Fırak), çev.Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara, 1991.

-------- ? Kitabu Usuli’d-Din, Beyrut, 1981.

Câhız, Ebu Osman Amr. b.Bahr (v. 255/869), Resâil, I-IV, thk. Abdusselam Muhammed Harun, Mısır, 1979.

-------- , Kitâbu’l-Osmaniyye, thk. AbdusselamMuhammedHarun, Beyrut. 1991.

el-Cürcanî, es-Seyyid Şerif Ali b. Muhammed, (V.816/1413), Şerhu’l-Mevâkıf, I-VIII, Kum, 1907.

el-Cüveyni, İmamü’l-Harameyn Ebu’l-Meali Abdülmelik b. Abdullah b. Yusuf (v. 478/1085), el-Akidetü’n-Nizâmiyye fi Erkâ niİ-İslamiyye, thk., Ahmet Hicazi, Kahire, t.y.

Çağatay, Neşet, İbrahim Agah Çubukçu, İslam Mezhepleri Tarihi, Ankara, 1985.

ed-Dineverî, Ebu Hanife Ahmed b. Davud, (v. 282/895), el-Ahbaru’t-Tıval, thk. Abdü’l- Mün’ım Amir, Beyrut, ty.

Ebu’l Ferec el İsfehanî (356/967), Makatilu ’t-Talibiyyin, thk. Seyyid Ahmed Sakar, Beyrut,

1987.

Ebu’l-Ferec el İsfehanî, Eğani, I-XXTV, thk. Abdü’s-Selam Muhammed Harun, Mısır, 1993.

Eş’arî, Ebü’l-Hasan Ali b. İsmail (v.324/936), Makalâtn’l-İslamiyyin ve İhtilafuİ-Musallin, I-H, thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, Beyrut, 1990.

--------- s el-İbane an Usuli'd-Diyane, thk. Beşir Muhammed Uyun, Riyad, 1993.

Fahreddin Razi (v. 606/1209), Kelâm’a Giriş (el-Muhassal), çev. Hüseyin Atay, Ankara, 1978.

Fığlah, Ethem Ruhi, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, Ankara, 1990.

--------- s İbadiyye ’nin Doğuşu ve Görüşleri, Ankara, 1983.

G.      Levi Della Vida, “Emeviler” maddesi, İslam Ansiklopedisi, e. VHI, İstanbul, 1979..

Gazzali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed (v. 505/1111), Batıniliğin İçyüzü, çev. \

Avni İlhan, Ank.1993.

Gerlof Van Vloten, Emevi Devrinde Arap Hakimiyeti, Şia ve Mesih Akideleri Üzerine A- raştırmalar, (Çev. M. Sait Hatipoğlu), Ankara, 1986.

H.       Lammens, “Muaviye” maddesi, İslam Ansiklopedisi, o. VIH, İstanbul, 1979.

Hatipoğlu, Mehmet Said, “Hilafetin Kureyşliliği ”, A. Û.İ.F.D., Ankara, 1978, c.XXJH.

el-Hayyât, Ebu’l-Hüseyn Abdurrahim b. Muhammed b. Osman (v.298/910), Kitabu’l- İntisar ve’r-Red alâ ibni Ravendi el-Mülhid, thk.Mûhammed Hicazı, Kahire,

1988.

Hizmetli, Sabri, “Tarihi Rivayetlere Göre Hz. Osman’ın Öldürülmesi”, A.Ü.İ.F.D., Ankara, 1985, c. XXVH

--------- 5 “Kitâbü’l-Osmaniyye’ye göre Cahız’ın İmamet Anlayışı”, A.Ü.İ.F.D., o. XXVI

İbn Asakir ed-Dımaşkî, Tebyinu Kezibi ’l- Müfteri, Beyrut, 1991.

İbn Ebi’l-Hadid, Abdülhamid b. Hibetillah el-Medaini, (V. 656/1258), Şerhu Nehci’l- Belağa, I-XX, Beyrut, 1995.

İbn Fürek, Ebu Bekr, MücerredMakalâti’ş-Şeyh Ebi’l-Hasan Ali b. İsmail el-Eş’ârî, thk.Danİel Gımaret, Beyrut, 1987.

İbn Hacer el-Askalanî, Ebu’l-Fadl Ahmed b. Ali, (v. 852/1448), Lisânü ’l-Mîzân, I-VII Bey­rut, 1987.

-------- > Tehzibü’t Tehzib, I-VI, Beyrut, 1993.

-------- 5 Takribu’t-Tehzih, Takdim, Muhammd Avvâme, Haleb, 1992.

İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b.Ahmed, (v. 456/1064), el-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehva ve’n- Nihal, thk.: Muhammed Rahim Nasr, Abdurrahman Umeyra, Beyrut, t.y.

İbn Hişam, es-Siretü. ’n-Nebeviyye, I-IV, thk. Mustafa es-Sekâ, İbrahim el-Ebrârî, Abdülaziz eş-Şelebî, I-IV, Beyrut, ty.

İbn Kuteybe, Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dineveri (v. 276/889) el-İmame ve ’s- Siyase, thk. Tâhâ Muhammed Zeynî, Beyrut ty.

İbn Manzur, Ebu Fadl Cemalüddin Muhammed b. Mükerrem el-Ifrikî el-Mısrî, Lisanü 'l- Ardb, I-XV, Beyrut, 1990.

İbn Sa’d, Ebu Abdillah Muhammed(230/844), Tabakatü, ’l-Kübra, I-VDI, Beyrut, ty.

İbnü’l-Esir, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Abdülkeıim b. Abdülvahid eş-Şeybani (630/1233) el-Kamil Fi’t-Tarih, thk. Ebu’l-Fidâ Abdullah el-Kâdî I-X, Beyrut, 1987,

İbn -Kesir ed-Dımeşkî, İmaduddin Ebu’l-Fidâ İsmail b. Ömer (v. 774/1372), el-Bidaye ve ’n-Nihaye, I-XIV, Beyrut, 1988.

İbnü’l-Murtaza, Ahmed b. Yahya, Tabakâtu ’l-Mu ’tezile, thk. Susatma Dıwald Wılzer, Bey­rut, t.y.

İbnu Haldun, Ebu Zeyd Abdurrahman b. Muhammed (v. 808/1406), Mukaddime çev. Zakir Kadiri Ugan, İstanbul, 1989.

el-îcî, Adududdin Abdurrahman b. Ahmed, (V.756/1355) el-Mevâkıffi İlmi Kelâm, Beyrut, t.y.

Kadı Abdu’l-Cebbar, Ebu’l-Hasan el-Esedabâdî, (415/1023), MuğnifiEbvabi’t-Tevhidve'l- Adl, thk. Abdulhalim Mahmud, Süleyman Dünya, İbrahim Medkur. Tâhâ Hüseyin, y.y., t.y., c. XX/Ü.

-------- s Şerhu Usuliİ-Hamse, Thk.Abdülkerim Osman, Kahire, 1988.

el-Kummî, Ebu Ca’fer Muhammed b. Ali b. Babeveyh (v.381/991), Risaletü’l-İ’tikadati’l- İmamiyye ( Şn-İmamiyye'nin inanç Esaslan) çev. Ethem Ruhi Fığlah, Ankara, 1978.

Bemard Levis, “İsmâililer” Maddesi, İslam Ansiklopedisi, c. VZII, İstanbul, 1968..

Makdisi, Mutahhar b. Tahir, Kitabu ’l-Bed’ ve ’t-Tarih, I-VI, Beyrut, t.y.

Malatî, Ebu’l-Hüseyin Muhammed b. Ahmed b. Abdirrahman (v.377/987), et-Tenbih ve ’r- Red alâ ehli’l-Ehva ve’l-Bid’a, thk. Muhammed Zâhid b. el-Hasan el-Kevserî, Kahire, t.y.

Mes’ûdî, Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyin (346/957), Murucu 'z-Zeheb ve Meâdinu ’l-Cevher,I- IV, thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Beyrut, t.y.

Nâşi el-Ekber (209/905), Mesailüİ-İmame veMuktetefât mine’l-Kitâbi’l-Evsatfi’l-Makâlât (Usulu’n-Nihal), thk. JosefVanEss, Beyrut, 1971.

Neşeli, Ebu’l-Mu’inMeymun b. Muhammed (508/1115), Tabsıratü’l-Edillefi Usuli’d-Din, thk. Hüseyin Atay, Ank., 1993.

-------- > Tabsıratu ’l-Edille, I-ü, thk. Claude Salame, Dımeşk, 1993.

Nevbahtî, Ebu Muhammed el-Hasan b. Musa (v.300/912), Fıraku’ş-Şia, thk. Hellmut Ritter, İstanbul, 1931.

Onat, Hasan, Şii İmamet Nazariyesi (Kummî, Tusî ve Kuleyni’nin Görüşleri Çerçevesinde)

A.Û.İ.F.D., c. XXXII, Ankara, 1992.

-------- s Emeviler Devri Şii Hareketleri ve Günümüz Şiiliği, Ankara, 1996.

Öz, Mustafa, “İsmailiyye Mezhebi”, Milletlerarası Tarihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyu­mu, İstanbul, 1993.

Philip Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, I-IV, İstanbul, 1980 .

Robert Mantran, İslam 'ın Yayılış Tarihi, Çev. İsmet Kayaoğlu, Ankara, 1981.

Sahib b. Abbâd (V. 385/995), Nusratu Mezâhibi’z-Zeydiyye, thk. Naci Hasan, Beyrut, 1981.

es-Sem’ânî, Sa’d b. Abdülkerim b. Muhammed b. Mansur et-Temimî (v.562/1066), el- Ensâb, I-X, thk. Abdurrahman Yahya el-Muallimî el-Yemenî, Beyrut, 1980.

es-Sübkî, Ebü’n-Nasr Abdülvehhab b. Ali b. Abdülkafi (v.771/1369), Tabakatü’ş- Şafiiyyeti’l-Kübra, Thk.Abdülfettah Muhammed el-Hulv, Mahmud Muhammed et-Tanahi, Cîze, 1992.

eş-Şami, AbdiU Emir, Tarihu ’l-Fırkati 'z-Zeydiyye beyne ’l-Karneyni ’s-Sani ve 's-Salis, Necef, 1974.

Şehristânî, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdilkerim (v. 548/1153), el-Milel ve’n-Nihal, I-m, thk. Ahmed Fehmi Muhammed, Beyrut, 1948.

Şeşen, Ramazan, “Cahız” maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.VH, İstan­bul, 1993.

ŞeyhMüfid, Muhammed b. Nu’man el-Ukberi (413/1028), Evâilu’l-Makalât, y.y., t.y.

Taberî, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Tarihu ’r-Rusul ve ’l-Muluk, I-X, Thk. Muhammed Ebu’l-Fad İbrahim, Kahire, ty.

Tûsî, Nasîruddin Muhammed b. Muhammed b. el-Hasan(v. 672/1274), “İmâmet Risalesi”, çev. Hasan Onat, A.Ü.İ.F.D., Ankara, 1996, c. XXXV.

Tûsî, Şeyhu’t-Taife Ebu Ca’fer Muhammed b. el-Hasan (460/1068), el-Fihrist, thk. Seyyid Muhammed Sadık, Neccf, 1960

Watt, William Montgomery, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, Çev. Ethem Ruhi Fığlah, Ankara, 1981.

Ya’kubî, Ahmed b. Ebu Yakub b. Cafer b. Vehb b. Vâdıh, Târihu’l-Ya’kûbî, 1-11,Beyrut, 1995.

ez-Zehebî, Muhammed b. Ahmed b. Osman (v. 748/1374), Siyeru A'lanıi’n-Nübela, I- XXV, thk. Şuayb Arnavut, Ahmet Naim el-Irksûsî, Beyrut, 1993.

Zıriklı, Hayruddin, el-A’lcbn (Kâmûsu’t-Terâcim), I-VII, Beyrut, 1992.

Zühdî Carullah, Mu ’tezile, Beyrut, 1990.



[1]  İbn Manzur. Ebu Fadl Cemalûddin Muhammed b. Mükerrem el-Ifrikî el-Mısri, Lisarri) 1-Arab, I-XV, Beyrut.

1990, c. XI, s. 24-25.

[2] Kadı Abdülcebbar b. Ahmed (v.415/1024), Şerhu Usûli 1-Hamse. llık.Abdülkerinı Osman, Kahire, 1988, s.

750.

' Bkz. Mehmet Said Hatipoğlu, “Hilafetin Kureyşliliği”, A.Ü.İ.F.D., Ankara, 1978, c.XXIH, s. 141-142.

[4]  Şura: 42/38; Al-i İmran 3/159.

[5] Nisa: 4/58.

[6] Nisa: 4/58.

Nisa: 4/59.

’’ Nisa: 4/59.

13  îsra. 17/36.

[10] Mehmet Said Hatipoğlu, a.g.m., s. 142.

[11] Haşan Onat, Emeviler Devri Şii Hareketleri ve Günümüz Şiiliği, Ankara, 1996, s. 26.

[12] el-Eş’ârî, a.g.e., c. I, s. 39.

[13] İbn Hişam, es-Siretü ’n-Nebeviyye, thk. Mustafa es-Sekâ, İbrahim el-Ebrârî, Abdülaziz eş-Şelebî, I-IV, Bey­rut. ty. c. IV, s. 658-659.

[14] Taberî, Ebu Cafer Muhammet! b. Cerir, Tarihu ’r-Rusul ve ’l-Muhık, Hık. Muhammed Ebu’l-Fazl İbrahim, Kahire, ty. c. III, s. 220-222; krş. İbn Hişam, a.g.e. c. IV, s. 256-260; Ya’kubî, Ahmed b. Ebu Yakub b. Cafer b. Vehb b. Vâdıh, Tarihu’l-Yâkubî, Beyrut, 1995, c.II, s. 123-126; İbn Kuteybe, Ebu Muhammed Ab­dullah b. Müslim ed-Dineverî (v. 276/889) el-İmâme ve ’s-Siyâse, thk. Tâhâ Muhammed Zeynî, Beyrut ty. c. I, s. 12-17; İbnü’l-Esîr, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Abdülkerim b. Abdülvahid eş-Şeybani (630/1233) el-KâmilFi ’t-Tarih, thk. Ebu’l-Fidâ Abdullah el-Kâdî I-X, Beyrut, 1987, c. II, s. 188-194.

[15]  Krş. İbn Hişam, a.g.e., c. IV, s.256-260; Yâkubî, a.g.e. c.II, s. 123-126; İbn Kuteybe, a.g.e. c. I, s. 12-17; İbnü’l-Esîr, a.g.e. c. II, s. 188-194.

[16] Mehmet Said Hatipoğlu, a.g.m., s. 156 vd.

[17]  Câhız, Ebu Osman Anır. b.Balır (v. 255/869) Kitâbu 'l~Osmaniyye, tlık. Abdusselam Muhammed Harun, Beyrut. 1991, s. 60.

[18] Taberî, a.g.e., e. III, s. 209.

[19] Taberî, a.g.e., c. III, s. 208.

[20] Taberî, a.g.e., c. IV, s. 223.

[21]  Haşan Onat, a.g.e., s. 28.

[22] Taberî, a.g.e., c. III, s. 428 vd.; İbn Ebi’l-Hadid, Abdülhamid b. Hibetillah el-Medâini, (V. 656/1258), Şerhu Nehci ’l-Belâğa, I-XX, Beyrut, 1995, c. I, s. 127 vd.; Îbnü’l-Esîr,a.g.e., c. II, s. 272 vd.

[23] Taberî, a.g.e., e. IV, s. 227 vd.; Yâkubî, Tarih, c. II, s. 162; İbnü'l-Esîr, a.g.e., c. II, s. 459 vd.; İbni’l-Ebi’l- Hadîd, a.g.e., s. 144 vd.

[24]  Fitne hadisesi ve sebebleri hakkında geniş bilgi için bkz. Ethem Ruhi Fığlah, İbâdiyye ’nin Doğuşu ve Gö­rüşleri, Ankara, 1983, s. 34 vd.; Sabri Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre Hz. Osman’ın Öldürülmesi”, A.Ü.İ.FD., Ankara, 1985, c. XXVII, s. 150 vd.; Haşan Onat, a.g.e., s. 31-35.

[25]  Haşan Onat, a.g.e., s. 29-30.

[26]  İbn Sa’d, Ebu Abdillah Muhammed(230/844), Tabakatü 'l-Kübra, 1-VIII, Beyrut, ty., c.V, s. 32-33; Ayrıca bkz. Haşan Onat, a.g.e., s. 31.

[27] Neşet Çağatay, İbrahim Ağalı Çubukçu, İslam Mezhepleri Tarihi, Ankara, 1985, s. 8.

[28] Watt, a.g.e., s. 13.

[29]  Ethem Ruhi Fığlah, a.g.e., s. 140; H. Lammens, “Muaviye” maddesi, İA., c. VIII, s. 439; ed-Dineverî, Ebu Hanife Ahmed b. Davud, (V. 282/895), el-AhbârıTt-Ttval, tlık. Abdü’I-Mün’ım Âmir, Beyrut, ty., s. 157- 159.

[30] Bu müzakereler için bkz.; Ethem Ruhi Fığlah, a.g.e., s. 58-66.

[31] Taberî, a.g.e., c. V, s. 143 vd.; Mes’udî, a.g.e, c. II, s. 423 vd.

[32] Taberî, a.g.e., c. V, s. 160. Aynca Muaviye’nin iktidarı ele geçirmek için Hz. Ali’ye karşı giriştiği mücadele­nin safhaları için bkz.; İrfan Ayçan, Hilafete Giden Yolda Muaviye b. EbîSilfyan, Ankara, 1990, s. 181.

[33]  Philip Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, I-IV, İstanbul, 1980, c. II, s. 363.

[34]  Haşan Onat, a.g.e., s. 10; G. Levi Della Vida, “Emeviler” maddesi, İA., c. VIII, s. 245 vd.

[35]  Söz konusu mektup Lütfi Doğan ve Yaşar Kutluay tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Bkz.; Ethem Ruhi Fığlah, Çağımızda İtikadî İslam Mezhepleri, Ankara, 1990, s. 302 vd.

[36] Harici ayaklanmaları için bkz.; Ethem Ruhi Fığlalı, İbâdiye ’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 69 vd.

[37]  Emeviler dönemi Şiî hareketleri ve değerlendirmesi için bkz.; Haşan Onat, a.g.e., s. 115-137.

Şeyh Müfid, Muhammed b. Nu’man el-ükberi (413/1028), Evâilu’l-Makalât, yy, ty, s. 39; Şehristânî, a.g.e., c. I, s. 249-250

[39]  Salıib b. Abbâd (V. 385/995), Nusratu Mezâhibi ’z-Zeydiyye, İlık. Naci Haşan, Beyrut, 1981.

[40]   Mes’ûdî, Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyin b. Ali (346/957), Mürûcu’z-Zeheb ve Meâdinu’l-Cevher, thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Beyrut, t.y., c. III, s.220.

[41]  Nâşi el-Ekber (209/905), Mesâilü’l-İmâme ve Muktetefât mine’l-Kitâbi’l-Evsat fil-Makâlât (Usûlu’n- Nihal), thk. Josef Van Ess, Beyrut, 1971, s. 42-45.

[42]  Eş’arî, a.g.e., c. I, s. 140-145. Bağdadî ve Şefuistânî de aynı şekilde üçe ayım. Bkz. Bağdâdî, Abdülkahir b. Tahir b. Muhammed, Mezhepler Arasındaki Farklar (el-Fark beyne’l-Fırak), çev.Ethem Ruhi Fığlalı, Ank., 1991, s. 26-30; Şehristânî, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdilkerim (v. 548/1153), el-Milel ve’n-Nihâl, thk. Ahmed Fehmi Muhammed, Beyrut, 1948, c. I, s. 255-265.

[43]  Malatî, Ebu’l-Hüseyin Muhammed b. Alırned b. Abdirralıman (v.377/987), et-Tenbîh ve'r-Red alâ ehli'l- Ehva ve ’l-Bid’a, thk. Muhammed Zâhid b. el-Haşan el-Kevserî, Kahire, t.y., s. 33-34.

[44]  Malatî, a.g.e., s. 23-24

[45]  îbn Hacer el-Askalânî, Şihabuddin Ebu’l Fadl Alımed (v. 852/1448;, Takrîbu 't-Tehzîb, Takdim, Muhammd Avvâme, Haleb, 1992, s. 221.

[46]  İbnu’n-Nedim, Fihrist., s. 227.

[47]  Süleyman b. Cerir hakkında fazla bir bilgi yoktur. Ancak, Hayyât’ın İntişar ında “Anat’ta (Fırat üzerinde Rakka’nın güneydoğusu) Süleyman b. Cerir’e uyanlardan tümü Ca’fer b. Mübeşşir (v. 234/848) tarafından Mutezilileştirildi.” diye bir ifade vardır. (Hayyât, a.g.e., s. 141.) Aynca Ebu’l Ferec el Îsfehanî, Mağrib’te isyan eden îdris b. Abdillah b. el-Hasan’ı (v. 175/791) Harun Reşid’in veziri Yahya b. Halid el-Bermeki’nin emri ile Süleyman b. Cerir; ona sığınmış görünüp onun güvenini kazandıktan sonra onu zehirleyerek öldürdüğü ile ilgili bir rivayet nakletmektedir. (Ebu’l Ferec el Îsfehanî (356/967), Makatilu’t-Tâlibiyyin, thk. Seyyid Ahmed Sakar, Beyrut, 1987, s. 407-408. krş. Taberî, a.g.e., c. VIII, s. 198-199; Îbnü’l-Esîr, a.g.e., c. V, s. 268.) Biz bu rivayeti şüphe ile karşılamakla birlikte onun Harun Reşid döneminde yaşadığını, önceki rivayetten ise onun muhtemelen Ca’fer b. Mübeşşir’den önce vefat ettiği kanaatine ulaşıyoruz. Ayn­ca Ebu’l Ferec el İsfehanî’nin rivayeti, bize Süleyman b. Cerir’in Abbasi Devleti ile iyi ilişkiler içersinde ol­duğunu gösterir. Bundan dolayı öldürme olayı ona iftira olarak yakıştırılmış olabilir.

[48] Eş’arî, a.g.e., c.I, s. 137.

[49]  Şehristânî, Ebu’l-Fetlı Muhammed b. Abdilkeriın (v. 548/1153), ei-Milel ve'n-Nihal. thk. Ahmed Fehmi Muhammed, Beyrut, 1948, c. 1, s. 250-251.

”Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 42; Eş’arî, a.g.e., c.I, s. 140-141; Bağdadî,, a.g.e. s. 26; Şelıristânî, a.g.e., c. I, s. 255.

[51] Eş’arî, a.g.e., c. I, s. 141; Bağdadî, a.g.e., s. 27.

[52] Nevbahtî, Ebu Muhammed el-Hasan b. Musa (v.300/912), Firaktı ’ş-Şia, Hık. Helhnut Ritter, İstanbul, 1931, s. 51-52. Nevbahtî, Cânıdiyye liderlerini akviyâ, diğerlerini dııafâ diye isimlendirmektedir, bkz. a. g.y. Bu onlann sayılarının çok olmasından kaynaklanabileceği gibi huruç hareketlerinde daha çok onlann bulunma­sından da kaynaklanabilir.

[53] Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 43; Nevbahtî, a.g.e., s. 49.

[54]  Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 44. Süleyman b. Cerir'in bu ifadelerinden Hişam b. el-Hakem’in “...Hz. Ali'nin i- mâmeti hakkındaki nass,kıble ve diğer farzlardaki nasslar gibi kesindir” (Malatî, a.g.e., s. 25) ifadelerine ce­vap olduğunu veya onunla bu konularda tartışmış olabileceklerini ya da Hişam’ın bu ifadelerinin Süleyman b. Cerir’e cevap olabileceğini anlıyoruz. Bu kanaatimizi Hişam’ın mefdul’ün imametini savunanlara yazdığı reddiyye de kuvvetlendirmektedir. Onun bu kitabuun ismi Kitâbu’r-Redd alâ men kale bi İmameti’l- Mefdul’dür.( İbnu’n-Nedim, a.g.e., s. 224; Tûsî, Şeyhu’t-Taife Ebu Ca’fer Muhammed b. el-Hasan (460/1068), el-Fihrist, tlık. Seyyid Muhammed Sadık, Necef, 1960, s. 204)

[55] Eş’ari, a.g.e., s. 143; Bağdadî, a.g.e., s. 28.

55 Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 44; Nevbahtî, a.g.e., s. 9.

150 Eş’arî, a.g.e., c. I, s. 143; Bağdadî; a.g.e., s. 28.

[58] Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 44-45.

[59] Watt, a.g.e., s. 208-209.

[60] Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 43-44; Eş’arî, a.g.e., c. I, s. 144; Nevbahtî, a.g.e., s. 9; Bağdadî, a.g.e., s. 28. Nâşi el- Ekbe^Bw/nxyp’nin,Hz. Osman’ın ilk altı yılını benimsedikleri, ikinci altı yılında ondan teberrî ettiklerini ve bu sebebten Bifr/vjye olarak isimlendirildiklerini nakleder. (Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 43-43). Eş’arî de, Haşan b. Salih b. Hayy’ın, Hz. Osman’m son altı yılından dolayı ondan teberri ettiğinin anlatıldığına dair ikinci bir rivayet vardır. ( Eş’ârî, a.g.e., c. I, s. 145)

[61] Eş’arî, a.g.e., c. I, s. 144.

[62] Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 44; Nevbahtî, a.g.e., s. 50.

w İbnu’n-Nedim, a.g.e., s. 227.

[64]  İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b.Ahmed, (v. 456/1064), el-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehva ve’n-Nihâi, thk.: Muhammed Rahim Nasr, Abdurrahman Umeyra, Beyrut, t.y., s. 157.

[65] Mes’ûdî, a.g.e.c. III, s. 379-380.

[66] Taberî, a.g.e., c. VIII, s. 577; Ebu’l-Ferec el İsfehanî, Eğani, thk. Abdii’s-Selam Muhammed Harun, Mısır, 1993, c. XV, s. 234.

7(1 Nevbahtî, a.g.r., s. 9.

[68]  Câhız, Ebu Osman Anır b. Bahr. Resâil. thk. Abdıısselaın Muhannned Hanın, Mısır, 1979. c.IV, s. 217-215 (Faslım fi İstihkakı 'l-İmame'ı.

[69]  Bakara, 2/34; Taha, 20/116

[70]  Bakara, 2/147

[71]  Eş’arî, a.g.e., c. I, s. 137; Kadı Abdülcebbar, Tabakat, s. 228.

[72] Câhız, Resâil, s. 317-318 (Makajâtu’z-Zeydiyye ve ’r-Râfiza bölümü)

[73]  Nevbahtî, a.g.e., s. 51. Aynca İbn Hacer, Haşan b. Salih b. Hayy’rn imâmet konusunda zalim imama karşı hurûcun gerektiği ve onun arkasında Cuma namazının kılınamayacağı fikrini savunduğunu nakletmektedir. Bkz. İbn Hacer el-Askalanî, Şihabuddin Ebu’l Fadl Alımed (v. 852/1448), Tehzîbü ’t Tehzib, Beyrut, 1993, c. I, s. 493-495.

[74]  İbn Hazm, a.g.e., s. 157.

[75]  Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 42; Hayyât, a.g.e., s. 198; Eş’arî, a.g.e., c. I, s. 141; Nevbahfi, a.g.e., s. 51; Bağdâdî, a.g.e., s. 27.

[76] Nevbahtî, a.g.e., s. 51-52

[77] Ebu’l Ferec el Îsfehanî (356/967), Makâtilu ’t-Talibiyyin, thk. Seyyid Ahmed Sakar, Beyrut, 1987, s. 133.

[78] Ebu’l Ferec el İsfehanî,Makâtil, s. 439-440; İbn Şadkam, Tuhfetü’l-Ezhâr, c. III, varak 8’den nakleden eş- Şâmi, Abdül Emir, Tarihu ’l-Fırkati ’z-Zeydiyye beyne ’l-Kameyni ’s-Sani ve ’s-Salis, Necef, 1974, s. 211. Bu ayaklanma hakkında geniş bilgi için bkz.; Taberî, a.g.e., c. VIII, s. 537 vd. ; İbnu’l-Esîr, a.g.e., c.V, s. 422 vd., Mes’ûdî, a.g.e., e. IV, s. 26-27.

[79] Ebu’l Ferec el İsfehanî, Makâtil., s. 465 vd. Cârudiyye, Muhammed b. Kasım’ı imamlar arasında saymak­tadır. bkz.; Eş’aıî, a.g.e., e. I, s. 141. Aynca bu ayaklanma hakkında bkz.; Taben, a.g.e., c. IX, s. 7-8; Yaku- bî, a.g.e.,c.II, s. 471-472; Mes’ûdî, a.g.e., c. IV, s. 52.

[80] Taberi, a.g.e., c. IX, s. 328.

[81] Ebu’l Ferec el İsfehânî,A4a£ân7, s. 392.

[82]  İbnü’n-Nedim, a.g.e., s. 227.

[83] Ahmed Mahmud Subhi, ez-Zeydiyye, Mısır, 1984, s. 137.

[84] eş-Şami, a.g.e., s. 208.

[85] İbnü’n-Nedim, a.g.e., s. 244.

39 Hamid Muhallâ, el-Hadâihı’l-Verdiyye fi Menâkıbt Eimmeti’z-Zeydiyye (yazma), c. II, s. l’den nakleden Ahrned Mahmud Subhi, a.g.e., s. 115.

[87] Tûsî, a.g.e., s. 145.

[88] Tûsî, a.g.e., s. 77.

[89]  Şeyh Müfîd, a.g.e., s.38

[90]  Şeyh Müfîd, a.g.e., s.38; Tusi, Nasîruddin Muhammed b. Muhammed b. el-Hasan(v. 672/1274), “İmamet Risalesi”, çev. Haşan Onat, A.Ü.İ.F.D. Ankara, 1996, c. XXXV, s. 182,187.

[91] Eş’arî, a.g.e., c.I, s.89

[92]  Şehıistânî,a.g.e, c. I, s. 265.

[93] Eş’arî, a.ğ.e., c. I, s. 89

[94] Eş’arî, a.g.e., e. I, s. 89.

[95]  Eş’arî, el-İbâne an Usûli’d-Diyâne, thk. Beşir Muhammed Uyun, Riyad, 1993, s. 170; Nevbahti, a.g.e., s.

16; Şehıistânî, a.g.e., c. I, s. 265

[96] Hayyât, a.g.e., s.234; Nevbahlî, a.g.e., s. 17; Eş’arî, a.g.e., e. II, s. 150; el-Kummî, Ebu Ca’fer Muhammed b. Ali b. Bâbeveyh (v.381/991), Risaleîü’l-Î’tikâdâti’l-İmâmiyye ( Şü-İmâmiyye'mn inanç Esaslan) çev. Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara, 1978, s. 111; Şeyh Müfîd, a.g.e., s. 38

[97]   Hayyât, a.g.e., s. 235; Nevbahö, a.g.e., s. 16

[98]   Hayyât, a.g.e., s. 235

[99]   Şeyh Müfîd, a.g.e., s. 38

[100] el-Kummî, a.g.e., s. 109-110

[101] Eş’ari, a.g.e., c. 1, s. 89; Hayyât, a.g.e., s. 235; Şehristânî, a.g.e., c. I, s. 267. İmâmiyye'İmamet Nazariyyesi hakkında daha geniş bilgi için bkz. Haşan Onat, §ii İmâmet Nazariyesi (Kummî, Tûsî ve Kuleyni’nin Görüşleri Çerçevesinde) A.Ü.İ.F.D., Ankara, 1992, c. XXXII, s. 88-110

[102] Şeyh Müfîd, a.g.e., s.38

[103] İbnu’n-Nedim, a.g.e., s. 224;Tûsî, a.g.e., s. 157-158.

[104] Şehristânî, a.g.e., c. I, s. 313.

[105] Bağdâdî, a.g.e., s. 52.

[106] Hayyât, a.g.e., s. 36-38,

[107] İbn. Nedim, a.g.e., s. 224, Tûsî, a.g.e.., s. 158.

[108] İbn Hazm, a.g.e., cN, s. 39.

[109] Zıriklî, Hayruddin, el-A 'lam(Kâmûsu ’t-Terâcim), Beyrut, 1992, c.VII, s. 85.

[110] Nevbahlî, a.g.e., s. 66

[111] Mes’ûdî, a.g.e. e. III, s. 204. Kat’iyye firkası, Musa b. Ca’fer’in öldüğünü ve ondan sonra imâmetin Ali er- Rızâ ile devam ettiğini savunur. Onlara “el-İsnâ Aşeriyye” de denir, bkz. Şehristânî, a.g.e., c. I, s. 280-281; Bağdadî, a.g.e., s. 48.

[112] Şehristânî, a.g.e., c. I, s. 307.

[113] İbn Nedim, a.g.e., s. 223; Tûsî, a.g.e., s. 204.

1,7 Mes’ûdî, a.g.e., c. III, s. 379-380.

[115] îbn Nedim, a.g.e., s. 224; Tûsî, a.g.e., s. 204-205.

[116] Ziriklî, a.g.e., c. VIII, s. 85.

[117] Malatî, a.g.e, s. 25.

[118] Hayyât, a.g.e., s. 38.

[119] Mes’ûdî, a.g.e., c. IV, s. 105

[120] Hayyât, a.g.e., s. 38,208; Malafi, a.g.e., s. 25.

[121] İbnu’n-Nedim, a.g.e., s. 224; Tûsî, a.g.e., s. 204

[122] Vâkıfa; Musa b. Cafer’i “el-İmâmu’l-Kâim” kabul edip ondan sonra imam olmadığı anlayışına sahib olan Şiî Arkasına denir. Bkz. Nevbahtî, a.g,e,, s. 68; Eş’arî, a.g.e., c. I, s. 103.

12S İbn Nedim, a.g.e., s. 226.

[124] Tûsî, a.g.e., s. 118

[125] îbn Nedim, a.g.e., s. 223: Tûsî, a.g.e., s. 113.

[126] Mes’ûdî, a.g.e., c. III, s. 379-380.

[127] Hayyât, a.g.e., s. 155.

[128] Taberî, a.g.e., e. VIII, s. 577.

[129] bkz. Ebu’l-Ferec el- İsfehânî, Eğâni, c. XV. s. 234.

[130] Nevbahti, a.g.e., s. 9.

[131] Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 44.

[132] Tûsî, a.g.e., s. 213.

[133] Îbnu’n-Nedim, a.g.e., s. 223; Tûsî, a.g.e., s. 113.

[134] İbnu’n-Nedim, a.g.e., s. 223.

[135] Hayyât, a.g.e., s. 169-170.

[136] Hayyât, a.g.e., s. 212.

[137] Hayyât, a.g.e., s. 37-38

[138]  Îbnu’n-Nedim, a.g.e., s. 225. Tûsî, Muhammed b. Halil, ismi altında onun eserlerini nakleder. Bkz. Tûsî, a.g.e., s. 158.

[139] Tûsî, a.g.e., s. 168-169.

[140] İbn Nedim, a.g.e., s. 224; Tûsî, a.g.e., s. 204.

[141] Nevbahtî, a.g.e., s. 66; Cafer b. Muhammed’in vefatından sonra Şia’dan bir kısmı büyük oğlu Abdullah’a diğer kısmı da Musa b. Ca’fer’e biat ederler. Ancak Abdullah el-Eftah’ın babasının ölümünden yetmiş gün sonra vefat etmesi üzerine Abdullah’a biat edenler, Musa b. Ca’fer’e biat ederler, bkz. Nevbahtî, a.g.e., s.

65. Burada dikkati çeken husus, Şiî imâmet zincirinde Hz. Haşan ve Hz. Hüseyinden sonra ilk defa imametin kardeşten kardeşe geçmesi hususudur.

[142] Eş’arî, a.g.e., c.I, s. 107; Bağdadî, a.g.e., s. 51

[143] Hayyât, a.g.e., s. 38. Râfiza’dan Ali b. Mansur’dan aynı düşüncededir.

[144] İbnu’n-Nedim, a.g.e., s. 216; Hayyât, a.g.e., s. 149-150.

[145] Mes’ûdî, a.g.e., c. IV, s. 105; Aynca bkz., Ziriklî, a.g.e, c. VII, s. 128.

[146]  Kadı Abdu’l-Cebbar, Muğni fi Ebvabi ’t-Tevhid ve ’l-Adl, thk. Abdulhaliın Mahmud, Süleyman Dünya, İbrahim Medkur. Tâhâ Hüseyin, y.y., t.y., e. XX/II, s. 273.

[147] İbnu’n-Nedim, a.g.e., s. 216; Ziriklî, a.g.e., c. VII, s. 120

[148] İbnü’n-Nedim, el-Fihrist, Beyrut 1994, s.232 vd.

[149]  Gazzali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed (v. 505/1111), âtmiliğin İçyüzü, çev. Avni İlhan, Ank.1993, s.7-10.

[150] Nevbahti, a.g.e. s. 57-58; krş.Eş’an, a.g.e. c.I, s.100-101; Bağdâdî, a.g.e. s.47-48; eş-Şehıistânî, a.g.e., c.I, s. 330; İsfereyini, a.g.e. s. 35-36.

[151] Bemard Levis, “İsmaâililer” Maddesi, 1. A. c.V/II, s. 1121

[152] Mustafa Öz, “İsmailiyye Mezhebi” /Milletlerarası Tarihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu, İst.1993, s.604

[153] Malafi, a.g.e., s. 38

[154] Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 52.

[155] Kadı Abdülcebbar, Şerhu Usuli ’l-Hamse, s. 776; Muğni, c. XX/II, s. 114. Bu durum bize o dönem toplu- mundaki Şiî anlayışı hakkında bilgi vermektedir.

[156] Hayyât, a.g.e., s. 151.

[157] Hayyât, a.g.e., s. 151-152; Nevbahfi, a.g.e., s. 12; Bağdadî, a.g.e., s.87; Şeyh Müfîd, a.g.e., s. 43.

165   Bağdâdî, a.g.e., s. 87; Şehristânî, a.g.e., c. I, s. 85-86.

[159] Hayyât, a.g.e., s. 152.

[160] Mes’ûdî, a.g.e., c. III, s. 313-314; İbnü’n-Nedim, a.g.e., s. 203.

[161] Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 51.

[162] Mes’ûdî, a.g.e., c. IV, s. 105.

[163] Kadı Abdülcebbar, Şerhu Usuli ’l-Hamse, s. 766-767; Muğni, c. XX/II, s. 114; Mes’ûdî, a.g.e., c. IV, s. 105.

[164] Hayyât, a.g.e., s. 151-152; Şeyh Müfîd, a.g.e.. s. 43; Bağdâdî, Amr’ın, Cemel vak’asındaki her iki grubu da fasıkhkla itham ettiğini nakletmektedir. Ancak biz bunu başka bir kaynakta tespit edemedik. Bkz. Bağdâdî, a.g.e., s. 87-88.

[165] ez-Zehebî, Muhammedb. Ahmed b. Osman (v. 748/1374), Siyenı A’lami’n-Nübela, tlık. Şuayb Arnavut, Ahmet Naim el-Irksûsî, Beyrut, 1993, c. X, s. 545.

[166] Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 51-52.0, Hz. Osman’ın ilk altı yılını benimsemektedir. Bkz. a.g.y.

[167] Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 55; Eş’ârî, a.g.e., c. II, s. 153-154; Nevbahti, a.g.e., s. 10.

[168]  Eş’ârî, a.g.e., c. II, s. 145; Nevbahtî, a.g.e., s. 12-13. Bu konuda Nâşi el-Ekber, Dırar b. Amr ve Hafe el- Ferd’in Cemel vakasına katılanlardan bir grubun fasık olması ve bunun bilinmemesi sebebiyle bu fasık gru­ba dostluk edebilme endişesinden dolayı herhangi birini tek başına veya toplu olarak ne dost edindiklerini ne de ondan teberri ettiklerini nakletmiştir. Bkz. Nâşi el-Ekber, a. g. e. , s. 54-55. Bu da bize Mu 'tezile'rm. “el Menzile beyne’l-Menzileteyn” esasım hatırlatmaktadır.

[169] Eş’ârî, a.g.e., c. II, s. 145.

[170] İbnü’n-Nedim, a.g.e., s. 215.

[171] Şehristânî, a.g.e., c. I, s. 71; İbnü’l-Murtaza, Ahmed b. Yahya, Tabakâtu ’l-Mu ’tezile, thk. Susanna Dnvald Wılzer,Beyrut, t.y., s. 48.

[172] Mes’ûdî, a.g.e., c. III, s. 379-380.

[173] Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 51; Kadı Abdülcebbar, fazilet konusunda Ebu’l-Huzeyl’in Hz. Ebu Bekr, Ömer ve Ali hakkında tevakkuf ettiğini nakleder, bkz. Kadı Abdülcebbar, Muğni, c. XX/II, s. 115; Malafi de onun fazilette Hz Ebu Bekr ve Ali’yi müsavi tuttuğunu, sonra Hz. Ömer ve arkasından Hz. Osman’ı üstün gördünü nakleder. Bkz. Malatî, a.g.e., s. 41; Bu konuda İbnü’l-Murtaza, Ebu’l-Huzeyl’in Hz. Ali’yi, Hz. Osman’a tafdil ettiği ve bu yüzden Şiî olarak isimlendirildiğini nakleder. Bkz. İbnü’l-Murtaza, a.g.e., s. 48. Ancak Ebu’l-Huzeyl hakkındaki bu bilgi sadece İbnü’l-Murtaza tarafından nakledilmiştir.

[174] Kadı Abdülcebbar, Muğni, c. XX/II, s. 58.

[175] İbnü’n-Nedim, a.g.e., s. 204.

[176] Kadı Abdülcebbar, Tabakatü ’l-Mu 'iezile, s. 254.

[177] Zehebi, a.g.e., c. X, s. 542.

[178] Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 52-53; Nevbahfi, a.g.e., s. 10-11. Bu konuda Kadı Abdülcebbar, Nazzam’ın Hz. A- li’nin sahabenin efdali olduğu fikrini savunduğunu nakleder, bkz. Mugni, c. XX/II, s. 133.

[179] Şehristânî, a.g.e., c. I, s. 76-77.

[180] Hayyât, a.g.e., s. 154.

[181] Eş’ârî, a.g.e., c. II, s. 145.

[182] Nevbahfi, a.g.e., s. 14.

[183] İbnü’n-Murtazâ, Tabakât, s. 57.

[184] Eş’ârî, a.g.e., e. II, s. 149; Fahreddin Razi (v. 606/1209), Kelam 'a Giriş (el-Muhassal), çev. Hüseyin Atay, Ankara, 1978, s. 247.

[185] el-Cüveyni, İmamü’l-Harameyn Ebu’l-Meali Abdülmelik b. Abdullah b. Yusuf (v. 478/1085), el-Akidetü ’n- Nizâmiyye fi Erkâani ’l-lslamiyye, thk., Ahmet Hicazi, Kahire, t.y., s. 127.

[186] Kadı Abdulcabbar, c. XX/II, s. 65.

[187] Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 59-60; Eş’ârî, a.g.e., c. II, s. 144-145,149.

[188] Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 59.

[189] Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 59.

[190] Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 60-61.

[191] İbnü’n-Nedim,a.g.e., s. 214.

[192] İbnü’n-Nedim, a.g.e., s. 214.

[193] Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 55.

[194] Bağdadî, a.g.e., s. 120, Şehristânî, a.g.e., c. I, s. 98.

[195] Hayyât, a.g.e., s. 110-111; Kadı Abdülcebbar, Tabakatu ’l-Mu ’tezile, s. 72.

[196] Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 55.

[197] İbnü’n-Nedim, a.g.e., s. 209-210.

[198] Bu kitap Abdüsselam Muhammed Harun tarafından tahkik edilip Beyrut’ta 1991 yılında basılmıştır. Kitâbü’l-Osmaniyye’de Câhız’ın imamet anlayışı hakkında daha geniş bilgi için bkz. Sabri Hizmetli, “Kitâbü’l-Osmaniyye’ye göre Câhız’ın İmamet Anlayışı”, AÜ.İ.F.D., c. XXVI, s. 680-716.

[199] Cahız, Kitâbü ’l-Osmaniyye, s. 257-266,Resâil, s. 285-307.

[200] Cahız, Kitâbü ’l-Osmaniyye, s. 2-153.

[201] Cahız, Kitâbü ’l-Osmaniyye, s. 154-202.

[202]  Kadı Abdülcebbar, Şerhu Usuli ’l-Hamse, s. 754.

[203] İbnü’n-Nedim, a.g.e., s. 210. Kitabın ismi, Kitâbu’r-Redd alâ Ashabi’l-ilham’âs. Bu kitap bize o dönem­de imamların bilgi kaynağının ilham olup olmadığının ciddi olarak tartışıldığını göstermektedir.

[204] Cahız, a.g.e., s. 203-258. Bununla birlikte o Resâil’in’de imâmetin Kureyş’te olması anlayışım kabul edi­yor. bkz. Resâil, s. 285-307.

[205] Cahız, Kitâbü ’l-Osmaniyye, s. 266 vd.

[206] İbnü’n-Nedim, a.g.e., s. 210-211.

[207] Zühdi Carullah, Mu ’tezile, s. 42.

[208]  Ramazan Şeşen, “Cahız” maddesi, D.İA. c. VII, s. 22.

[209] Ramazan Şeşen, “Cahız” maddesi, D.İA., c. VII, s. 21.

[210] Bu kitap, Abdüsselam Muhammed Harun tarafindan tahkik edilip Mısır’da 1979 yılında basılmıştır, basıl­mıştır

[211] Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 56.

2,5 Kadı Abdü’l-Cebbar, Tabakatu ’l-Mu ’tezile, s. 265.

[213] Eş’ârî, a.g.e., c.II, s. 142; Nevbahfi; a.g.e., s. 14.

[214]  İbnu’n-Nedim, a.g.e., s. 205.

[215]  İbnu’n-Nedim, a.g.e., s. 184-185.

[216] Nâşi, a.g.e., s. 52, 61.

[217] Hayyât, a.g.e., s. 152; Ahmed Emin,Z)w/za ’l-İslâm, I-III, Beyrut, 1993, s. 141.

[218]  Şehıistânî, a.g.e., c. I, s. 259,260.

[219]  Malâfi, a.g.e., s. 34,35.

[220] Malâfi, a.g. ,e., s. 35.

[221] Hayyât a.g.e., s. 153.

[222]  Hayyât, a.g.e., s. 153.

[223] Ess Josef Van, Theologie und Gesellschat im 2. und 3 Jahrhundert Hidschra Berlin, New york, 1995, c. VI, s. 289.

[224]  Robert Mantran, İslamın Yayılış Tarihi, Çev. İsmet Kayaoğlu, Ankara, 1981, s. 121.

[225] Geniş bilgi için bkz. Ya’kubi, a.g.e., c. II, s. 436 vd; Taberî, a.g.e., c. VIII, s. 374 vd; Mes’ûdî, a.g.e., c. III, s. 398, İbnü’l-Esîr,a.g.e., cN, s. 366 vd.

[226]  Yâkubi, a.g.e., e. II, s. 445; Taberî, a.g.e., c. VII, s. 527; İbnü’l-Esîr, a.g.e., c.V, s. 143.

[227] Taben, a.g.e., c. VII, s. 421;Ebu’l-Ferec el-İslehâni, A7afa2//7, s. 207.

Z31Ebu’l-Ferec el-İsfehani, Makâtil, s. 207; Gerlef Van Vloten, Emevi Devrinde Arap Hakimiyeti, Şia ve Me­sih Akideleri Üzerine Araştırmalar, (Çev. M. Sait Hatipoğlu), Ankara, 1986, s.80.

[229]  Geniş bilgi için bkz. Ya’kubi, a.g.e., c. II, s. 374 vd; Taberî, a.g.e., c. VII, s. 552 vd; Mes’ûdî, a.g.e., e. IN, s. 306 vd.Ebu’l-Ferec el-İsfehani, Makâtil, s. 257 vd; Makdisi, Mutahhar b. Tahir^Kitabu’l-Bed’ ve’t-Tarih I-VI, Beyrut, t.y., c. VI, s. 84 vd.

[230] Geniş bilgi için bkz. Yâkubî, Tarih, c. II, s. 404 vd; Taberî, a.g.e., c. VIII, s. 192 vd; Mes’ûdî, a.g.e., c. III, s. 336;Ebu’l-Ferec el-İsfehani,Makâtil, s. 435 vd; Makdisi, a.g.e., c.VI, s. 99.

[231] Yâkubî, a.g.e., c. II, s. 471-472; Taberî, a.g.e., c. IX, s. 5,7,8; Mes’ûdî, a.g.e., c. IV, s. 52-53;Ebu’l-Ferec el- İsfehâni, Makâtil, s. 464-473.

[232] Mes’ûdî, a.g.e.,c. III, s. 353 vd; Makdisi, a.g.e., c. VI, s.99-100; Ebu’l-Ferec el-İsfehani,Makâtil, s. 338 vd.

[233] Taberî, a.g.e., c. VIII, s. 535; Ya’kubi, a.g.e., c. II, s. 447; Mes’ûdî, a.g.e., c. IV, s. 27; Ebu’l-Ferec el- İsfehani, Makâtil., s. 444-445.

[234] Taberî, a.g.e., c. VIII, s. 619; İbnü’l-^sîr ed-Dımeşkî, İmaduddin Ebu’l-Fidâ İsmail b. Ömer (v. 774/1372), el-Bidaye ve’n-Nihaye, I-XIV, Beyrut, 1988, c. X, s. 266-67.

[235] Mes’ûdî, a.g.e., c. III, s.379,380.

[236] Taberî, a.g.e., c. VIII, s. 577; Ebu’l-Ferec el-İsfehaııi, Eğanî, c. XV, s. 234.

[237]  Ebu’l-Ferec el-İsfehani, Eğanî, e. VII, s. 6,7.

[238] Tûsî, a.g.e., s. 116-117.

[239] Tûsî, a.g.e., s. 86.

[240] Taberî, a.g.e., c. VII, s. 117 vd; Îbnü’l-Esîr, a.g.e., c.V, s. 229,250 vd.

[241]   Îbnü’l-Esîr, a.g.e., c.V, s.289

[242] Taberî, a.g.e., c.8, s.256, 261; Makdisi, a.g.e., c.VI, s. 101-102; Îbnü’l-Esîr, a.g.e., c.V, s.302; İbnü’l-Esîr, a.g.e., c.X, s. 171-172

[243]  Taberî, a.g.e., c.VIII, s.266; Îbnü’l-Esîr, a.g.e., c.V, s.310; İbnü’l-KEsîr, a.g.e. c. X, s.175

[244] Eş’ârî, Makâlât, c.I, s.165; Şehristani, a.g.e., c.I, s.174; Bağdâdî, Mezheplen Arasındaki Farklar , s.58; İsferâyîni, a.g.e., s.55

[245] Taberî, Tarih, c.VIII, s.273 vd.; Makdisi, a.g.e., c.VI, s.102-104; Îbnü’l-Esîr, a.g.e., c.V, s.309 vd. İbnü’l- Kasîr, c.X, s.l86vd.

[246] İbnü’l-Esîr, a.g.e. c.V, s.492; İbnüT-Esîr, a.g.e. c.X, s.268.

[247]  Mes’ûdî, a.g.e. c.III, s.380.

[248] Tabeıî, a.g.e. c.III, s.251, vd; İbnü’l-Esîr, a.g.e. c.V, s. 292 vd.

[249]  Tabeıî, a.g.e., c.VIII, s.598 vd; İbnü’l-Esîr, a.g.e., c.V, s.412-413, 457 vd.; îbnu Haldun , Ebu Zeyd Abdurrahman b. Muhammed (v. 808/1406), Mukaddime çev. Zakir Kadiri Ugan, İstanbul, 1989. c.III, s.310.

[250]  Kadı Abdülcebbar, Tabakatu ’l-Mu ’tezile, s.242,247-249.

[251]  Kadı Abdülcebbar, a.g.e. s.228.

[252] ibn Nedim, a.g.e. s.207

[253]  Mes’ûdî, a.g.e. c.IV, s.96-97.

[254]  İbn Nedim,a.g.e. s.213; îbn Murtaza, a.g.e, s.123; E.I.(2), s. 126.

[255] Bu konuda bkz. Kemal Işık, Mu ’tezile ’nin Doğuşu ve Kelamı Görüşleri, Ank. 1967, s.67-68

[256] Taberî, a.g.e. c.VIII, s.619; İbnü’l-Esîr, a.g.e. c.V, s.487-488.

[257] Taberî, a.g.e. c.VIII, s.637; Îbnü’l-Esîr, a.g.e. c.VI, s.3; es-Sübki,Ebü’n-Nasr Abdülvehhab b. Ali b. Abdülkafi (v.771/1369), Tabakatü’ş-ŞafiiyyetiT-Kübra, Thk.Abdülfettah Muhammed el-Hulv, Mahmud Muhammed et-Tanahi, Gize 1992, c.II, s.39

[258] Memun’un ulemayı sorgulamak için Bağdat’taki naibi İshak b. İbrahim’e gönderdiği mektuplar ve vasiyet­namenin metni için bkz.Taberî, a.g.e. c.VIII, s.631-645; es-Sübki, a.g.e, s.37-61.

[259]  Mes’ûdî, a.g.e. c.3, s.380.

[260] İbnü’l-Murtaza, Tabakat, s.74-75.

[261] Taberi, a.g.e. e.VIII, s.577; Ebu’I-Ferec el-İsfehani, Eğemi, c.VII. s.6-7.

[262]  Kadı Abdülcebbar, Tabakat, s.259-260.

[263]  İbnü’n-Nedim, a.g.e. s.213.

[264]  İbnü’n-Nedim, a.g.e., s. 213; ez-Zehebî, a.g.e, c. X, s. 550, (Burada İskâfî’nin tam adını verirken önce Semerkandî sonra İskâfî diye veriyor.); İbn Hacer el-Askalanî, Ebu’l-Fadl Ahmed b. Ali, (v. 852/1448), Lisânü’l-Mîzân, Beyrut, 1987, c. V, s. 250.

[265]  İbnü’n-Nedim, a.g.e., s. 213; ez-Zehebî, a.g.e, c. X, s. 551, EI2, s. 126.

[266]  îbn Hazin,a.g.e., c. III, s. 178; İsferânî, a.g.e.s. 72; îbn Hacer, a.g.e., c.V, s. 25C.

[267]  İbnü’n-Nedim, a.g., s. 213; ez-Zehebî, a.g.e., c. X, s. 551, Els. 126; İbnü’l-Murtaza, Tabakâtü’l- Mu’tezile,s. 123.

[268]  Şehristânî, a.g.e., c. I, s. 36.

[269]  el-Hayyât, a.g.e. s. 212 (Hayyât, İskâfî’nin her defasında Sekkâk’ı susturduğunu söylüyor.)

[270] es-Sem’anî, Sa’d b. Abdülkerim b. Muhammed b. Mansur et-Temimî (v.562/1066), el-Ensâb, thk. Abdurrahman Yahya el-Muallimî el-Yemenî, Beyrut, 1980, c.I, s. 245; İbn Hacer, Lisanü ’l-Mizan, c.V, s. 250.

[271] İbnü Nedim, a.g.e., s.231.

[272] İbn Nedim, a.g.e., s.220; el-Kerabisî’nin imamet konusunda “Kitabu’l-İmâıııe” adlı bir kitap yazmıştır. İbn Nedim, el-Kerabisî’nin bu eserinde Hz. Ali hakkında iftiraya varan sözler ettiğinden bahseder. Bkz. İbn Nedim, a.g.e., s.231.

[273]  Bağdâdî, a.g.e., s. 145-146

[274] Câfer b. Harb’in babasına nisbetle Bağdat’ın batı tarafı “Babu Şari’i Harb” diye isimlendirilmiştir. Mes’udî, a.g.e. e. IV, s. 103. Buradan Câfer b. Harb’in Bağdat’ta yaşadığı fikri kuvvet kazanmaktadır.

[275]  Hayyât, a.g.e., s.81; Mes’udî, a.g.e., c.III, s.254; İbnü’n-Nedim, a.g.e., s.213; Sem’anî, a.g.e.c. I, s. 245; Zehebî, a.g.e., c.X, s.551; İbnü’l-Murtaza, a.g.e., s.78.

[276]  İbnü’l-Murtaza, a.g.e., s.78; İbn Ebi’l-Hadid, a.g.e., e. 17, s. 133.

[277]   Kâdî Abdulcebbar, Tabakatu ’l-Mu ’tezile, s. 276.

[278]  İbn Nedim, a.g.e., s. 213.

[279]  Bağdâdî, a.g.e., s. 97; İsferayinî, a.g.e., s. 73.

[280] İbn Fürek, Ebu Beki, Mücerred Makalâti'ş-Şeyh Ebi’l-Hasan Ali b. İsmail el-Eş’ârî, thk. Daniel Gımaret, Beyrut, 1987, s. 139.

[281]  îbn Fürek, a.g.e., s. 141.

[282]  İbn Fürek, a.g.e., s. 147,215; İskâfî’ye göre, insan kâdir, memur, bütündür (el-Cümle)

[283] Kadı Abdülcebbar, el-Muğni fi ebvabi’t-Tevhid, c. XX/II, s. 65-69. Muhtemelen onun bu eseri, Ebu Bekr el-Asamm ve Hişam el-Fuvâtî gibi Hz.Ali’nin imametinde icma olmadığım iddia ederek onun imametini reddedenlere karşı yazılmıştır.

[284] Kadı Abdülcebbar, a.g.e., c. XX/II, s. 65-69,80-82.

[285]  İbn Asakir ed-Dımaşkî, Tebyinu Kezibi ’l-Müfteri, Beyrut, 1991, s. 132, 135.

[286]  Kadı Abdülcebbar, Tabakatü ’l-Mu ’teziie, s. 195.

[287] Ebu Câfer el-İskâfî Kitâbu ’l-Osmaniyye’yi eleştirdiğinde bu haber Câhız’a ulaştı. O bir gün Bağdat’ta kitabcılar çarşısına girdiğinde “kitablanmızı nakzetmek için muaraza ettiği bize ulaşan siyah çocuk kim”dedi. İskâfî orada oturmasına rağmen Câhız görmesin diye gizlendi, bkz. Kâdî Abdulcebbar, Tabakatu ’l-Mu ’tezile, s.276.

[288]  Bkz. s. 281-343.

[289]   İbnu’n- Nedim, a.g.e., s.213.

[290] İbn Nedim, a.g.e., s. 220.

[291]  İbn Nedim, a.g.e., s. 220, İskâfî’nin mütevelled fiiller hakkındaki fikirleri için bkz. “İskâfî’nin Fikirleri” kısmı.

[292]  El-Fadl fakih ve kelâmcı olup , Tûsî, O’nun el-Hâdî ve’l-Askerî’nin ashabından olduğunu söylemektedir. Tûsî, a.g.e., s. 150.

[293] Tûsî, a.g.e., , s. 150.

[294]  İbn Furek, a.g.e., s. 147,216; İbn Asâkîr, a.g.e.s. 132.

[295] İbn Furek, a.g.e., ss. 139-147,2215-217.

[296]  İbn Asâkîr, a.g.e., s. 135.

[297]  Eş’âlî, a.g.e, c. II, s. 218.

[298]  Eş’âri, a.g.e., c. I, s. 236.

[299]  Eş’ân, a.g.e., c. I, s. 166.

[300]  Nesefi, Ebu’l-Mu’in Meyimin b. Muhammed (508/1115), Tabsıratü ’l-Edille fi Usuli ’d-Din, thk. Hüseyin Atay, Ank., 1993, c. I, s. 301-302.

[301]  eş-Şehrestani, a.g.e., c. I, s. 33-35.

[302]   Eş’ân, a.g.e, c. I, s. 249-255, c. II, s. 193.

[303]  Eş’âıî, a.g.e, c. I, s. 256.

[304]  Eş’ârî, a.g.e., c. I, s. 258.

[305]  Eş’ârî, a.g.e., c.I, s.263; Bağdadî, a.g.e., s. 124; el-İsferâyinî, s.79; eş-Şehristani, a.g.e., c. I, s. 99.

[306]  Eş’ârî, a.g.e., c.I, s.249; İbn Hazm, a.g.e., c. I, s. 69, c. III, s. 86,178.

[307]  Hayyât, a.g.e., s. 68-69; Eş’ârî, a.g.e., c. I, s. 276-277; Kadı Abdülcebbar, el-Muğni, c.VI/I, s. 128.

[308]  Hayyât, a.g.e., s.69.

[309]  Eş’ârî, a.g.e., c.I, s.276-277

[310] Hayyât, a.g.e., s.69.

[311] Bağdadî, a.g.e., s. 124, 146; el-İsferayinî, a.g.e., s.79; eş-Şehristânî, a.g.e., c. I, s. 80; Sem’ani, a.g.e., c.I, s. 246; el-İcî, Adududdin Abdurrahman b. Ahmed, (V.756/1355) el-Mevâktffi İlmi Kelâm, Beyrut, t.y.. s. 416; el-Cürcanî, es-Seyyid Şerif Ali b. Muhammed, (V.816/1413), Şerhu’l-Mevâkıf, Kum, 1907, c. VIII, s. 381. Buradan da herhangi bir mezhebin veya şahsın fikirlerini değerlendirirken bir kez daha, fikirleri nakle­denlerin mezhebi temayüllerini dikkate almanın ve bu fikirleri, varsa, o mezhebin kendi mensuplarından ve­ya o şahsın kendi eserlerinden öğrenmenin gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

[312]  Eş’âri, a.g.e., c.I, s.315.

[313] Eş’âri, a.g.e., c. I, s. 269, 295; Kadı Abdülcebbar, Ebu’l-Hasan el-Esedabâdî, (415/1023), Muğni fi Ebvabi ’t-Tevhid ve ’l-Adl, thk. Muhammed Mustafa Hilmi, Ebu’l-Vefa el-Ganimi, y.y., t.y., c. 7 s. 191.

[314]  Eş’âri, a.g.e., c.I, s. 295, c.II, s.271.

[315] Nesefî, c. I, s. 375.

[316] Neşeli, a.g.e., c. I, s. 340, 378; İskâfi’den bu görüşü Ebu Ali el-Cubbaî alınıştır.

[317]  Bağdadî, Kitabu Usuli’d-Din, Beyrut, 1981, s. 222; Eş’ârî, a.g.e., c. 1, s. 294.

[318] Hayyât, a.g.e., s. 47-49.

[319] Eş’ârî, a.g.e.t, c. II, s. 5.

[320] Nesefî, a.g.e., c. I, s. 379.

[321] Eş’âri, a.g.e., c. II, s. 37.

[322] Eş’âri, a.g.e., c. II, s. 93.

[323]  Hayyât, a.g.e., s. 19; E.I., s. 126.

[324]  el-Eş’âıî, a.g.e., c. I, s. 303.

[325]   Nesefi, Tabsıratu’l-Edille, thk. Claude Salaıne, Dımeşk, 1993, c.II, s.670, İskâfî bu fikri hocası Cafer b.

Harb’den almıştır. Onlar bu konuda kitaplar telif etmişlerdir.

[326]  Eş’ân, a.g.e., c. II, s. 45

[327] Eş’ârî, a.g.e., c. II, s. 100, 103.

[328]  el-Eş’ârî, c. I, s. 311.

[329] İskâfî, Münâkadât, s. 318,342 (İskâfî’nin Münâkadâfı Cfânz'm Kitaba’l-Osmaniyye'smm arkasına ilave edildiğinden verilen sayfa numaralan bu eserin sayfa numaralandır.)

[330] Hayyât, a.g.e., s. 153.

[331] Malaö, a.g.e., s. 35.

[332] Feth, 48/29

[333] Hayyât, a.g.e., s. 157.

[334]  Mes’udî, a.g.e., c. III, s. 253-254; Malatî a.g.e., s. 34.

[335]  Bağdadî, Mezhepler Arasındaki Farklar.,s. 123-124.

[336]  Kadı Abdülcebbar, Tabâkâtu’l-Mu’tezile, s. 272-286.

[337]  Malatî, a.g.e., s. 34.

[338]   Sahib b. Abbad (v.385/995), a.g.e., s. 172.

[339]  Bkz. çalışmamız, s. 94-95.

[340] İskâfî,Münâkadât, s. 230.

[341] Îskâfî, Münâkadât, s. 287-288.

[342] îskâfî, a.g.e., s. 289-290.

[343]  îskâfî, a.g.e., s. 291.

[344] îskâfî, a.g.e., s. 292.

[345] îskâfî, a.g.e. s. 293-294.

[346] îskâfî, a.g.e., s. 294.

[347]  îskâfî, a.g.e. s. 294,298.

[348]  îskâfî, a.g.e.,s. 295.

[349] İskâfî, a.g.e., s. 295-297.

[350] İskâfî, a.g.e. s. 295-298.

[351] İskâfî, a.g.e. s. 302-308.

[352] îskâfî, a.g.e., s. 309.

[353]İskâfî., a.g.e. s. 308-309.

[354] îskâfî, a.g.e., s. 310.

[355]  îskâfî, a.g.e., s. 311,321-326.

[356] îskâfî, a.g.e. s. 311-312.

[357]  İskâfi, a.g.e. s. 312-313.

[358] İskâfi, a.g.e., s. 313-317.

[359] İskâfi, a.g.e., s. 315.

[360] İskâfi, a.g.e., s. 317.

[361]  İskâfi, a.g.e. s. 313-317.

[362]  el-Mücadele, 12.

[363] îskâfî, a.g.e., s. 317-318.

[364] el-Hadid, 10.

[365] Bakara, 2/274.

[366] Mücadele, 58/12.

[367] Maide, 5/55.

[368] İskâfî, a.g.e. s. 317-319. İskâfî,bu bölümde Hz. Ali, Hz. Fatana ve iki oğlu Haşan ve Hüseyin hakkında Kur’an’da tam bir Sure nazil olduğunu iddia ediyor. Bu ise, büyük bir iftiradır. Biz bu sözü İskâfî’nin söy­lediğini, temkinle karşılıyoruz.

[369]  İskâfî, a.g.e., s. 327-340.

[370] İskâfî, a.g.e., s. 331-332.

[371] İskâfî, a.g.e., s. 339-340.

[372] İskâfî, a.g.e., s. 332-339.

[373] İskâfî, a.g.e., s. 339-340.

[374] İskâfî, a.g.e., s. 329-330.

[375] Nâşi el-Ekber, a.g.e., s. 51-52; Malatî, a.g.e., s. 34-35.

[376] Bkz. bu çalışmanın “İskâfî’nin Sahabeye Bakışı” adlı bölümü.

[377] Bu gazveye Ebu Ubeyde b. el-Cerrah, Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer de katılmışlardır. Geniş bilgi için bkz. Taberî, a.g.e., c. III, s. 32; İbnü’l-Esîr, a.g.e., c. II, s. 110.

[378] Malafî, a.g.e., s. 34-35

[379]. Burada, Hz. Peygamberden rivayet edilen “Allah’ım ona dost olana dost, düşman olana düşman ol” ha­disine işaret edilmektedir.

[380]  Feth, 48/29.

[381]  Hayyât, a.g.e., s. İ56-157

[382] Kadı Abdulcebbar,A/wğn/, c. XX/II, s. 63-67.

[383] Malafi, a.g.e., s.41.

[384]   Bkz. Zeydiyye’de Efdal-Mefâul Meselesi

[385]  Bkz. 45-47.

[386]  Malafi, a.g.e. s.34-35.

[387]  Hayyât, a.g.e., s. 256-257.

[388] Kadı Abdulcebbar,Afz/ğwi, c.XX/II, s.63-67.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar