YA’KÛBÎ’NİN TARİHİNE GÖRE HZ. OSMAN DÖNEMİ
Hazırlayan:
Selim YAZICI
Biz
de bu noktadan hareketle Ya’kûbî’nin Hz. Osman’ın hilafet dönemini nasıl ele
aldığını, burada geçen rivayetlerin diğer İslam tarihlerinde geçen rivayetlerle
örtüşüp örtüşmediğine bakarak değerlendirmelerde bulunduk. Ya’kûbî’nin Tarifindeki
Hz. Osman dönemini ele almamızın temel nedeni, onun Şiâ’ya mensup bir tarihçi
olduğu söylentisidir. Bu bağlamda onun bu döneme bakış açısını ele alarak
Şiâ’ya mensubiyetini eserine yansıtıp yansıtmadığı hususunu değerlendirmeyi
amaçladık. Hiç şüphe yok ki bu döneme ait birçok rivayetlerde tarihçiler görüş
birliğine varamamışlardır. Hatta her bir tarihçinin mensubu bulunduğu fikrî
düşünceye meylederek dönemi ele aldığını söyleyebiliriz. Bizim bu
araştırmada ana hedefimiz Şiâ yanlısı olduğu söylenen bir tarihçinin kaleminden
Hz. Osman dönemini incelemeye çalışmaktır.
Çalışmamızı
yaparken Ya’kûbî’nin, Hz. Osman dönemine ait rivayetlerini konu başlıklarına
ayırdık. Böyle bir tasnif yapmaktaki amacımız, rivayetlerin daha anlaşılır
olmasını ve diğer kaynaklarda yer alan rivayetlerin değerlendirilmesinde
kolaylık sağlamaktır. Ya’kûbî, Tarihi’m kronolojik sıraya göre telif
ettiğinden rivayetleri de aynı tertip üzerine değerlendirmek, hem araştırmacıya
hem de okuyucuya bıkkınlık verebileceğini düşündük. Bu nedenle kronolojik
sırayı takip etmedik. Konu başlıklarını oluşturduktan sonra öncelikle konu ile
ilgili Ya’kûbî’nin rivayetlerine yer verdik. Daha sonra da diğer İslam tarihi
kaynaklarına başvurarak bu rivayetlerle örtüşüp örtüşmediğine bakıp genel
değerlendirmelerde bulunduk.
YA’KÛBÎ’NİN
HAYATI, ESERLERİ VE TARİHÇİLİĞİ
Ya’kûbî’nin
adı kaynaklarımızda şu şekilde geçmektedir:
Ahmed
b. Ebû Ya’kûb b. Ca’fer b. Vehb b. Vâzıh el-Kâtib el- Ya’kûbî el- Abbâsî.[5] [6]
Ya’kûbî’nin doğum tarihi hakkında kaynaklarımızda bir rivayete ulaşamadık;
ancak onun, devlette nüfûz sahibi bir aileye mensup olduğu bilinmektedir. Zira
onun büyük dedesi Vâzıh’ın, Abbâsi devletinin önemli kademelerinde görev
aldığı, kendi 47
kitabında
ve diğer kaynaklarda yer almaktadır. Ya kûbı nin babasının ise Berıd (posta)
teşkilatında önemli, tanınmış bir postacı olduğu bilgileri yer almaktadır.[7]
Ya’kûbî,
Bağdat’ta doğmuştur. Küçük yaşlardan itibaren seyahatlara başlamış, gençliğinde
Ermenistan ve Horasan’da Tâhirîler devletinde görev almıştır.[8] Bu görev
nedeniyle sık sık değişik coğrafyalara yapmış olduğu seyahatler[9] onun,
tarih ve coğrafya’ya ilgi duymasına neden olmuştur.[10]
Tâhirîler devletinin yıkılışından sonra Mısır’a gelerek Tolunoğulları
devletininin hizmetine girmiştir.[11]
Ya’kûbî’nin
vefatı ile ilgili tarihçiler farklı rivayetlere yer vermiştir. Tarihçilerin
çoğunluğuna göre, 284/897 yılında Mısır’da vefat etmiştir.[12]
Onun vefatı hakkında bir takım şüpheler mevcuttur. Zira Ya’kûbî, Kitabu’l-Buldân
adlı eserinde Tolunoğulları devletinin yıkılışına üzüldüğünü ve bu devlette
yaşadığı güzellikleri zikretmiştir.[13] Tolunoğulları
devletinin 292/905 tarihinde yıkıldığı dikkate alınırsa onun bu tarihlerde veya
sonrasında vefat ettiği konusundaki ihtilaflar daha da artmaktadır.[14]
Ya’kûbî’nin
günümüze ulaşan, Hz. Âdem’in yaratılışıyla başlayıp, Abbasi halifesi Ahmed
el-Mu’temid (H.257) dönemine kadar devam eden zaman dilimini ihtiva eden,
eseridir.[15]
Kitabın başlangıç kısmının kayıp olduğunu, ilk satırlarının noktalarla
belirtilmesinden anlamaktayız. Eser ilk olarak M. T. Houstma tarafından
Cambridge yazması dikkate alınarak Leiden 1883 yılında dipnotlu ve fihristli
şekliyle yayınlandı. Cambridge yazmasının dışında bir el yazması da İstanbul
Topkapı Sarayında 4,2403 (RSO IV,708) nolu kayıtta yer almaktadır.[16] Daha
sonra eser bu baskıyı esas alarak Muhammed Sadık Bahrululum tarafından Necef’te
1964 yılında basılmıştır. Ve bizde adı geçen eserin Abdülemir Mühenna
tarafından tahkiki yapılıp ilk defa 1993 yılında neşredilen[17],
Beyrut 2010 tarihli baskısını kullandık.
Ya’kûbî,
eserinin birinci cildinde Hz. Âdem’den itibaren sırasıyla peygamberleri, Beni
İsrail ve onlara gönderilen Nebîleri, Kralları, Süryani, Babil, Asur[18], Hint[19], Çin[20], Yunan
ile Rum,[21] Fars
kralları, Türkler de dâhil kuzey kavimleri[22]
Mısırlılar[23],
Berberiler, Habeşliler[24], hakkında
bilgiler aktarır. Hz. Peygamber’in doğumuyla birlikte[25]
İslam tarihini ele alır ve ilk cildin sonu, Hz. Peygamber’in vefatı ve nesebi
ile sona ermektedir.[26]
Eserin ikinci cildi bir önsözle
başlamıştır. Yazar bu önsözünde kitabını kaleme alırken takip ettiği metodu
uslûbu, kaynakları ifade edip, ilmin, âlimin özelliklerinden ve ehemmiyetinden
bahsederek kitaptaki konuları özetlemiştir.[27]
Ya’kûbî, önsözden sonra ikinci cilde Hz. Ebûbekir’in halifeliği ile başlar Abbasi
halifesi Ahmed el Mu’temid’in halifeliğiyle sona erer.[28]
Bu
eser Müslümanlar tarafından yazılmış ilk coğrafya kitabı olarak kabul
edilmektedir. Müellif, yoğun ve uzun seyahatlerden elde ettiği bilgi ve
tecrübelerini değerlendirerek kitabı kaleme aldığını ifade etmektedir. Ya’kûbî,
eserini nasıl meydana getirdiğini kitabının giriş bölümünde şu şekilde ifade
etmektedir; “Gençlğimin ilk yıllarında, zekâmın parlaklığı ve inceliği
sayesinde ülkelerin tarihini ve coğrafi durumlarını öğrenmek için büyük bir
gayret içerisindeydim. Çocukluğumdan beri uzun yolculuklar yaparak ülkeler ve
şehirler geziyordum. Seyahatim esnasında ne zaman bir adamla karşılaşsam ona
ülkesini, şehrini, oturduğu yeri, neler ekip diktikleri, giyim- kuşam, din ve
dillerine varıncaya kadar herşeyi sorardım. Kendimce doğruluğuna güvendiğim
kişilerin bilgilerini kaydederdim. İşte topladığım bütün bu bilgilerle uzun bir
zamanda bu eseri yazdım. Herşeyi kapsamasını istemediğimden ülkelerle ilgili
teferruatlı bilgileri kitabıma almadım.”[29]
Eserini, 278/891 tarihinde tamamladığını ve Tarih’inde olduğu gibi bunu
da kaleme alırken konuları özetleme metodunu kullandığını görmekteyiz. Corci
Zeydan bu eser hakkında, “coğrafya alanında kitapların anası” ifadesini
kullanmıştır.[30]
Kitabu’l-Buldan’ın
ilk neşri Abraham W.T.Juynbol tarafından 1861 de gerçekleştirilmiş, daha
sonraları Muhammed Sadık Bahrululum (Necef 1952) yılında ve Muhammed Emin
Dinnâvi tarafından, (Beyrut 2002) tarihinde neşredilmiştir. Eser, Murat Ağarı tarafından da Türkçeye çevirisi yapılarak Ülkeler
Kitabı adıyla, İstanbul’da yayınlanmıştır.
Müşâkeletü’n-Nâs li-Zamânihim
ve Mâ Yağlibu Aleyhim fi Kulli Asrîn
Ya’kûbî’nin,
Hz. Ebûbekir’in halifeliği ile başlayıp Abbasi halifesi Mu’tezid Billah’a kadar
devam eden olayları ele alan risalesidir. Bu dönemlerdeki halifelerin hayat
tarzlarını, ahlâki durumlarını, halkla olan ilişkilerini anlatır, valilerin ve
devlet çalışanlarının halifeye karşı tutumlarını nakleder. Eser, W. G. Millward
tarafından ilk neşri, Beyrut 1962 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Ya’kûbî’nin
bu eserinin yazma nüshası, İstanbul-Fatih Murat Molla Kütüphanesinde 1433/3
numarada kayıtlıdır.[31]
Onun
günümüze ulaşan bu eserlerinin yanında kaybolup günümüze ulaşamayan eserleri de
mevcuttur. Buldan’ında zikrettiği “Biz Afrika’nın fethini ve bununla
ilgili haberleri müstakil bir kitabımızda zikretmiştik”[32]
ifadesinden anlaşılacağı üzere, Afrika fetihleri ve bölgenin İslamlaşması
hakkında yazdığı Fethu Ifrıkıyye adlı eser günümüze ulaşamamıştır.
Tahirîler dönemini ihtiva eden Tahirîler[33],
Yakut el- Hamavi’nin ismini zikrettiği, Ahbâru’l-Ümemi’s-Sâlife[34]si,
yine Kitab-ı Buldan’ında zikrettiği coğrafya’ya yönelik el-Mesâlik ve
’l-Memalik[35]
adlı eseri maalesef çağımıza ulaşamamıştır.
YA’KÛBÎ’NİN TARİHÇİLİĞİ
Ya’kûbî,
ilk dönem İslam tarihçilerinin aksine Tarıh"\n\ isnadsız bir
şekilde yazmıştır. Onun çağdaşları ya da ondan sonraki gelen tarihçilerin hemen
hemen tamamı kitaplarını kaydederken, rivayetleri senetleriyle birlikte
aktarmışlardır. Ya’kûbî’nin senedsiz şekilde rivayetleri aktarmasının birkaç
nedeni düşünülebilinir. O faydalandığı kaynakları daha başlangıçta zikretmiş
senet zincirlerini kitabına almamıştır. Bunu eserinin akıcılığını bozma
endişesiyle açıklayabiliriz. Onun, sık sık seyahat etmesi ve nice insanlarla
karşılaşıp onlardan bilgiler edinmesi, rivayet senedini zikretmeyi zorlaştıran
diğer bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ya’kûbî,
bu eserini kaleme alırken dikkat ettiği hususları şu şekilde zikretmiştir: “
Biz bizden önceki tarihçilerin, siyer müelliflerinin, ravilerin ve âlimlerin
rivayetlerinden istifade ederek özet bir kitap yazdık. Geçmişten bize kadar
gelen çalışmalardan oluşan detaylı kitap yazımından kaçındık. Zira öncekilerin
rivayet ve haberlerinde yıllara ve uygulamara göre, azalıp çoğalan
farklılıklarını gördük. Bu yüzden gerek şiir gerekse uzun rivayetleri
kısalttık.[36]
Ya’kûbî’nin
Tarih'im yazarken hangi kaynakları kullandığına dair ayrıntılı bilgi
ifade eden bir bölüm bulunmamaktadır. Kitabın birinci cildinin başlangıç
kısmının eksik olduğu düşünülünce, muhtemelen ikinci cildin başlangıcında ifade
ettiği uslûp ve azda olsa faydalandığı kaynakları söylemesi, birinci cildin
önsözünde bu hususları daha ayrıntılı ifade ettiği ihtimalini
güçlendirmektedir. Ancak onun istifade ettiği kaynakları kitabın muhtevasından
genel manada çıkarmak mümkündür. Bu bağlamda onun kullanmış olduğu kaynakları
şu şekilde ifade edebiliriz.
Ya’kûbî,
özellikle önceki milletlerle ilgili aktarmış olduğu bilgileri ayetlerle tezyîn
etmiştir. Öyle ki o, ayetleri yazarken kendi kurmuş olduğu cümlelere ekleyerek
anlama ve okuma akıcılığını sağlamıştır. Kitabın genel uslûbu olan özetleme
metodunu âyet ve sûreler de de uygulamıştır. Husûsen peygamberler tarihi ile
ilgili bölümlerde onun kullandığı temel kaynak Kur’an-Kerim olmuştur.
Örneğin, Hz. Nuh ile ilgili olarak, “Allah
yeryüzünde kaynaklar fışkırttı her iki su takdir edilmiş bir iş olması için
birleştirilmişti.”[37]
İfadesine yer vermiştir.
Ya’kûbî,
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in hayatını yazarken onun hadislerini
uslûbu gereği senetsiz bir şekilde çoğu zaman hadis olduğu anlaşılmayacak
biçimde cümle içerisinde kullanmıştır. Zaman zaman “Resûlullah’tan şöyle dediği
rivayet edilmiştir” veya “Resülullah’dan rivayet edildiğine göre”[38] gibi
ifadelerle senetsiz bir aktarımda bulunmuştur.
Ya’kübî, Hz. Peygamber’in ahlak, terbiye ve
güzel hasletlerini ayrı bir bölüm olarak ele almıştır.[39] [40]
Bu bölümde yüz elli civarında Hz. Peygamberin hadisine işaret 81 etmiştir.
Ya’kübi,
kitabını yazarken birçok müslüman müelliften de yararlanmıştır. Bunu gerek
eserinin birinci cildin de kitabın tahkikini yapan Abdülemir Mühenna ve ikinci
cildin önsözünde bizzat kendisi zikretmiştir. Kitabın geneline baktığımızda da
her ne kadar senet zinciri kullanmasa da zaman zaman bazı ravilerin isimlerine
yer vermiştir.
Onun, Ca’fer es-Sadık’tan gelen rivayetleri
Ebu’l Buhterî Vehb b. Vehb b. Kesîr el-Kâdi el-Kureyşî vasıtasıyla aldığını
görmekteyiz. Bunun yanısıra Ya’kübî’nin Ebân b. Osman, Ebü Abdullah b. Ca’fer,
el-Vâkidî[41],
Ebü’l-Münzir Hişam el-Kelbî[42]
gibi yirmiye yakın müellifin ya da râvinin doğrudan rivayetlerini aldığı
görülmektedir.
Ya’kübî’nin
kullandığı kaynaklardan biri de mektuplardır. Hz. Peygamber’in devlet
başkanları ya da krallara gönderdiği mektuplardan bahsetmekle beraber, Onun,
bazı mektuplarını doğrudan aktardığını görmekteyiz.[43]
Yine halifelerin valilerine gönderdiği mektuplar, valilerin yazışmaları gibi
birçok haberleşme niteliği taşıyan vesikalardan da bahsetmektedir. Özellikle
Hz. Ali’nin valilerine yazdığı hemen hemen bütün mektuplarından[44]
bahsederken, Hz. Osman’ın valilerine gönderdiği mektuplardan ve vilayetlere
gönderdiği müfettişlerden bahsetmemesi doğrusu onun şiâ’ya mensup bir tarihçi
olma hususunu akla getirmektedir.
Ya’kûbî’nin
kitabını yazarken kullandığı üslûbunu kendi ağzından aktardığımız üzere
teferruata girmeden birçok hususu kısalttığı, hatta bu hazifleri arasına
şiirleri de dâhil ettiğini ifade etmiştik.[45]
Gerçekten de onun kitabına aldığı pek çok şiir yer almasına rağmen, hacimleri
oldukça kısadır. Örneğin çalışmamızda esas aldığımız Hz. Osman döneminde yer
alan Hürmüzan’ın öldürülmesini anlatırken aşağıdaki beyti aktarmıştır:
“Amr’ın babası ve Ubeydullah rehindir, sen
Hürmüzan’ın katlinden şüpheye düşmeyesin.”[46]
Ya’kûbî,
peygamberlerin tarihlerini anlatırken Yahûdî ve Hrıstiyan topluluklarını sıkça
kitap ehli olarak nitelendirir.[47] Yahûdî
kaynaklarından birçok alıntı yaparak[48]
bazende Tevrat’taki bilgileri, kendi ifadesiyle kitabına aktarır. Yahûdîler’in
bir diğer mukaddes kitabı olan Zebur’dan da bahsederek, bazen ondan doğrudan
alıntı yapmış, zaman zaman da özetle kendi ifadeleri arasına dâhil edecek
şekilde faydalanmıştır.[49] Hrıstiyanlıkla
ilgili bilgiler verirken onların mukaddes kitabı İncil’e sık sık müracaat
ettiğini görürüz.[50]
Ya’kûbî’nin,
yukarıda zikrettiğimiz kaynakların dışında Yunan, Hint kaynaklarını da
kullandığını görmekteyiz. Diğer yandan önemli tarihi verileri aktarırken
burçları da kullandığına tanık oluruz. Hz. Osman’ın, halife seçildiği tarihle
ilgili olarak “Güneş o gün Akrep burcunda ve on üçüncü derecedeydi . Zühal
yıldızı yirmibir derece otuz dakika Koç burcundaydı. Venüs Akrep burcunda on
birinci derecede dönüyordu” diyerek dönemin astronomik bilgilerini aktarmaktadır.[51] Burçlarla
ilgili bilgiyi Hint ülkesine yaptığı yolculuklardan ve Hint kaynaklarından
öğrendiğini görmekteyiz.
Kıtabu s-Sind
adıyla meşhur olan eserden bu manada bilgiler aktarmaktadır.
Yunanlılarla
ilgili bilgiler verirken onların önemli felsefe, tıp, matematik, astronomi ve
mantık alanındaki meşhur müelliflerini zikrederek çalışmalarını
HZ. OSMAN DÖNEMİ SİYASİ, SOSYAL, KÜLTÜREL,
İDARİ VE ASKERİ
FAALİYETLER
HZ. OSMAN DÖNEMİNDEKİ SİYASİ FAALİYETLER
Şûra
Heyetinin Toplanması ve Hz. Osman’ın Halife Seçilmesi
Hz.
Osman’ın halifeliğe seçilmesi ile ilgili Ya’kûbî şu rivayete yer vermektedir:
“Abdurrahman
b. Avf ez-Zührî’nin de olduğu grup, Hz. Ömer’in vefatından sonra şûra için
toplandılar. Abdurrahman, onlardan kendisinin halife adaylığı seçiminden
çıkarılmasını talep etti ve diğer şûra üyeleri de bu teklifi kabul ettiler. Üç
gün boyunca şûra toplantıları devam etti. Abdurrahman, Ali ile baş başa kaldı.
Ona: “Eğer halifeliği üstlenirsen Allah adına, Allah ’ın Kitabı, Resûlullah’ın
sünneti, Ebûbekir ve Ömer’in yolu üzerine gideceğine dair söz veririr misin?”
dedi. Hz. Ali, “gücüm yettiğince Allah ’ın Kitabı ve Resûlullah’ın sünneti
üzerinde yürüyeceğim” diyerek cevap verdi. Abdurrahman, Osman’la baş başa kaldığında
ona da; “şayet halifeliği üstlenirsen, Allah’ın Kitabı, Resûlullah’ın sünneti,
Ebûbekir ve Ömer’in yolu üzerine gideceğine dair Allah adına söz verir misin?”
dedi. Osman; “eğer halifeliği üstlenirsem Allah’ın Kitabı Resûlullah’ın
sünneti, Ebûbekir ve Ömer’in yolu üzerine gideceğime dair söz veriyorum”
karşılığını verdi. Abdurrahman, yeniden, Ali ile baş başa kaldı ve önceki
sözlerini tekrarlayarak aynı suâli sordu. Ali de önceki verdiği cevabı
yineledi. Sonra. Osman ile baş başa kaldığında ona da önceki sorduğu soruyu
yöneltti. Osman da önceki sözlerinini tekrarladı. Üçüncü kez Ali ile bir araya
geldi ve önceki sorduğu soruyu, “Şayet halifeliği üstlenirsen, Allah ’ın
Kitabı, Resûlullah’ın sünneti, Ebûbekir ve Ömer’in yolu üzerine gideceğine dair
Allah adına söz verir misin?”dedi. Ali’de “Allah ’ın Kitabı ve Nebî’nin sünneti
dışında başka bir şeye ihtiyaç yoktur. Sen bu işten beni uzaklaştırmaya
çalışıyorsun” dedi. Abdurrahman üçüncü kez Osman ile görüştüğünde ona da aynı
sözleri yineledi. Osman da önceki cevaplarının aynısını tekrarladı. Bunun
üzerine Abdurrahman, Osman’ın elini tuttu ve ona biat etti.[52]
Osman
dışarı çıktığında insanlar onu tebrik ediyorlardı. Onun hilafeti üstlenmesi
hicretin 24. yılı Muharrem ayının başlangıcı pazartesi günüydü. Acem aylarından
Teşri’nil-Âhir’di. Güneş o gün, Akrep burcunda ve on üçüncü derecedeydi. Zühal
yıldızı, yirmibir derece otuz dakika Koç burcundaydı. Müşterî yıldızı, oğlak
burcunda dört derece kırk dakika da idi. Venüs, Akrep burcunda on birinci
derecede dönüyordu.[53]
Osman minbere çıktı ve Resulullah’ın
durduğu basamağa oturdu. Oysa o basamağa ne Ebûbekir ne de Ömer oturmuştu.
Ebûbekir Resûlullah’ın oturduğu basamağın bir basamak altına, Ömer de
Ebûbekir’in oturduğu basamağın altındaki basamağa oturmuşlardı. Hilafet
konusunda insanlara birtakım açıklamalar yaptı. Hatta bazıları, “Bugün şerrin
doğduğu gündür” dediler. Osman hayâ sahibi biriydi. Üzgün bir şekilde
konuşmaksızın bekledi ve sonra; “Ebûbekir ve Ömer bu konuda
hazırlıklıydılar. Sizler adil bir emîre hitabeti güzel olandan daha fazla
ihtiyaç duymaktasınız. Yaşarsanız o güzel sözlerde size söylenecektir” dedi
ve minberden indi.
Bazıları,
Osman’ın hilafeti üstlendiği gece, yatsının son vaktinde elinde mum ile dışarı
çıktığını ve Mikdad b. Amr’la karşılaştığını, Mikdad’ın ona bu bid’at da nedir?
dediğini rivayet etmektedirler. Bir topluluk da Ali b. Ebû Tâlib’in tarafına
geçerek Osman’a sözlü sataşmada bulundu.[54]
Buraya
kadar Ya’kûbî’nin, Hz. Osman’ın halife seçimi ile ilgili rivayetlerini
aktardık. Dikkat edilirse Hz. Osman’ın halife seçimi ile ilgili şûra heyetinin
zikredilmediğini görmekteyiz. Ancak Ya’kûbî, Hz. Ömer’in şûra heyetinin
oluşturulması ile ilgili rivayetleri onun, hilafeti döneminde aktardığından
dolayı şûra heyetini bir kez daha zikretmemiştir.[55]
Hz. Ömer’in şûra heyetini, Aşere-i Mübeşşere’den, Ali b. Ebû Tâlib, Osman b.
Affan, Abdurrahman b. Avf, Zübeyir b. Avvâm, Talha b. Ubeydullah, Sa’d b. Ebû
Vakkas’tan müteşekkil altı kişiden oluşturmuştu. Aşer-i Mübeşşere’den olan
Sa’id b. Zeyd’i kendisine akrabalık bağından dolayı çıkardığını belirtmektedir.
Oğlu Abdullah’ı da aynı gerekçeyle birlikte hanımını dâhi güzelce boşamaktan
aciz birisi olduğunu ifade ederek, seçilmemek kaydıyla şûrada bulunmasını şart
koşmuştur. Bu altı kişinin içlerinden birisini halife seçmelerini, dörde karşı
iki ihtilaf halinde ikisinin boynunun vurulması üçe üç olması halinde
Abdurrahman’ın bulunmadığı üçlünün boynunun vurulmasını aralarında birisini üç
gün içerisinde halife seçemedikleri takdirde hepsinin boynunun vurulmasını talep
ettiğine dair rivayetleri aktardığını görmekteyiz.[56]
Ya’kûbî’nin
halife seçimi ile ilgili aktarmış olduğu bütün bu rivayetlerin diğer
kaynaklarla birebir örtüşmese de benzerliklerini görmekteyiz. Yani bazı
rivayetlerde metin farklılığına rağmen mefhumun aynı olduğunu müşahade ettik.
Ya’kûbî’nin rivayetleri arasında yer almayan, farklı rivayetlere göre, Hz.
Ali’nin Hz. Osman’a en son biat eden kişi olduğu rivayet edilmektedir.[57] Bununla
birlikte, Hz. Ali’nin ilk biat edenler arasında olduğunu zikredenlerin de
mevcut olduğu bilinmektedir.[58] Ayrıca
Ya’kûbî, birçok kaynakta yer alan, şûra heyetinin başkanlığını yürüten
Abdurrahman b. Avf’ın üç gün boyunca çok sayıda ileri gelen sahâbe ve
komutanlarla görüştüğüne dair rivayetlere de yer vermemiştir.[59] Her ne
kadar onun çok ayrıntılara girmeden Tarihi’m yazdığını bilsek de böylesi
önemli hususa yer vermemiştir. Böylece Ya’kûbî, kafalarda Abdurrahman b. Avf’ın
sadece kendi kanaati neticesi halife seçimine doğrudan etki ettiği şüphelerini
akla getirmekle, kendi düşüncesini yansıttığı izlenimini vermektedir. Ancak ‘bu
düşünceyi şu hususlar zayıflatmaktadır’ diyenlere göre; ‘Abdurrahman b. Avf’ın
kendisini halife seçilmesinden muaf tutarak, şûraya başkanlık yapma teklifine,
Hz. Ali dışında, diğer şûra üyeleri tereddütsüz kabul etmişlerdir. Hz. Ali’nin
ise, adaletli davranıp, ümmetin menfaatini dikkate alacağına, nefsine göre ve
akrabalık bağlarına göre hareket etmeyeceğine dair söz vermesi halinde
hakemliğini kabul edeceğine dair rivayetler[60]
yer almaktadır.’ Doğrusu bu rivayetler Ebû Mihneften aktarılmaktadır.
Hadisçiler Ebû Mihnefin rivayetlerine şüphe ile bakılmasını zikretmişlerdir.[61] Ya’kûbî,
şûra heyetinde bulunan kişilerin birbirleri ile olan akrabalık bağlarına da yer
vermemiştir. Dolayısıyla onun Hz Osman’a menfi bakışının olamayacağı
anlaşılmaktadır denilebilir. Halbuki şûrada yer alan üyelerin Hz Osman’a
sıhriyetlerinden bahsedilse de üyelerin çoğunun Hz Ali’ye neseb yönünden daha
yakındır diyenlerin mevcudiyetini de dikkate almamız gerekmektedir.
Hz.
Osman’ın halife seçilmesinden sonraki rivayetlere baktığımızda, Ya’kûbî’nin
kitabında yer almayan bazı farklı rivayetleri görmekteyiz. Hz. Osman hilafete
seçilip insanların kendisine biat etmesinden sonra orada bulunanların en
tasalısı ve en kederlisi görünümünde[62]
minbere çıktı. Resulullah’ın oturduğu basamağa oturarak, Allah’a hamdü senâ
ettikten sonra: “Ey İnsanlar zor bir görevi yüklendim. Eğer yaşarsam sizlere
daha sonra hitap edeceğim, Allah zorluktan sonra kolaylık versin” dediği ve
minberden indiği[63] ayrıca
Yakubi’nin rivayet ettiği, Hz. Osman’ın minberde irad ettiği hutbenin benzeri,
diğer kaynaklarda da yer aldığını görmekteyiz.[64]
İnsanların yüzer kişilik gruplar halinde Hz. Osman’a biat ettikleri, hatta
Medine dışındaki değişik şehirlerden de gruplar halinde insanların gelerek biat
ettiklerine[65] dâir
rivayetlerin Ya’kûbî’de yer almadığını görmekteyiz.
Ya’kûbî’nin
aktardığı rivayetlerle temel İslam tarihi kaynaklarında konu ile ilgili
rivayetleri mukayese ettiğimizde onun, Hz. Osman aleyhine ya da Hz. Ali lehine
doğrudan sayabileceğimiz aksi rivayetlerin olmadığını görmekteyiz. Ancak şûra
heyeti başkanı ve üyelerinin halife seçimi ile ilgili görüş ve çalışmaları
hakkında bilgi vermeyerek doğrudan şûraya başkanlık yapan Abdurrahman b. Avf
tarafından Hz Osman’ın halife seçildiğini aktarması Ya’kubî’nin, Hz Osman’ın
halife seçimine menfi baktığı anlamına gelecek soruları zihinlerde bırakmıştır.
Hz. Osman’ın Halife Seçilmesinden Sonra Bazı
Sahabilerin Tutumu
Ya’kûbî,
Hz. Osman’ın halife seçilmesine karşı sahabilerin tutumu konusunda şu
rivayetleri aktarmaktadır.
“Bir
grup insan da Hz. Ali’nin halife seçilmesini istediler. Osman hakkında ileri
geri konuştular. Bazı kimseler: Ravinin şöyle dediğini rivayet ettiler;
Mescid-i Nebî’ye girdim ve dünya’ya arzu duyup da dünyası elinden alınmış bir
adamın durumuna benzeyen, dizleri üzerine çökmüş sanki dünyası elinden uçup
gitmiş, hayıflanan ve şöyle diyen bir adam gördüm:
“Şu Kureyşe hayret doğrusu!
Resulullah’ın ehli beytinden bu işi (hilafeti) uzaklaştırdılar. Hâlbuki onlar
mü’minlerin ilklerindendi. Resulullah’ın amcasının oğlu, Allah’ın dinini en iyi
bilen, insanların fakihi, Islamı en iyi bilen ve onları doğru yola ençok ileten
kişiydi. Allah ’a yemin olsun ki ince nazif bir hidayetçinin hidayetinden
alıkoydular. Ümmetin ıslahını, görüşte isabet etmesini istemediler. Ancak onlar
dünya hayatını ahiret hayatına tercih ettiler. Zalim kavimler helak olsun ”
dedi. Ona yaklaştım ve Allah sana rahmetiyle muamele etsin sen kimsin? Ve
söylediğin adam kimdir? dedim. Bana şöyle dedi: Ben Mikdad b. Amr’ım o adam da
Ali b. Ebû Tâlib’dir. Ravi şöyle devam etti.
Sana
bu işte (Hilafeti Ali’nin üstlenmesi hususunda) yardım edeyim mi? dedim. Bana:
“Ey kardeşimin oğlu bu iş (hilafet) bir iki adamın yapacağı iş değildir” dedi
ve ben ayrıldım.
Sonra Ebû Zer ile karşılaştım ve bu
durumu ona da anlattım. Ebû Zer bana: “Kardeşim Mikdad doğru söylemiş” dedi.
Sonra Abdullah b. Mes’ûd’a geldim aynı şeyleri ona da söyledim ve bize haber verildi
fakat aldırmadık, dedi. ”
Hz.
Osman’ın halife seçimine karşı çıkanların başında Mikdâd b. Amr gelmektedir.
Mikdâd b. Amr ile birlikte Ammar b. Yâsir ve bir grup sahabi de Hz. Ali’nin
halifeliğe seçilmesi yönünde görüş bildirmişlerdir. Mikdâd b. Amr, Hz. Ömer
tarafından şûranın toplanması için görevlendirilmiş ve Hz. Ömer’in vefatından
sonra da şûra heyetini toplamıştır.[66]
[67]
İbnü’l-
Esîr, şûra heyeti çalışmaları ile ilgili ayrıntılı bilgi verirken halifenin
seçildiği andaki olayları şöyle aktarmıştır; “sabah namazından sonra mezkûr
şûra heyeti bir araya gelmiş, arkasından muhacirlerden ve müslümanların ileri
gelenlerinden, ensârın faziletli şahsiyetlerinden ve bölge valilerinden birçok
kimseler çağırıldı. Hepsi Mescid’te toplandılar. Bunun üzerine Abdurrahman b.
Avf şöyle bir hutbe okudu: «Ey Nas! İnsanlar burada toplanmış bulunmaktalar. Şu
vilayet yöneticilerinin şehirlerine bir an evvel gitmesi gerekir. Onun için
bana nasihat ediniz de bu işi bitirelim.» Bunun üzerine Ammâr b. Yâsir:
«Müslümanların ihtilâfa düşmesini istemiyorsan Hz. Ali'ye bey'at et.»
Arkasından Mikdâd b. el-Esved kalkıp: «Ammâr doğru söyledi, eğer Ali'ye bey'at
edecek olursan biz de işittik ve itaat ettik» demiştir. Sonra İbn Ebû Serh
ayağa kalkarak şöyle der: «Eğer Kureyşin ihtilâfa düşmesini istemiyorsak
Osman'a bey'at et.» Abdullah b. Ebû Rabîa ise şöyle demekteydi: «Evet, doğru
söyledin; eğer Osman'a bey'at edecek olursan biz de işittik ve itaat ettik.» Bu
sözleri duyan Ammâr, Abdullah b. Ebû Serh'i aşağılayarak ona; «Sen ne zaman
müslümanlara nasihat etmeye başladın?» dedi. Arkasından Hâşimoğulları ile
Ümeyyeoğulları karşılıklı sözler söylemeye başladılar. Nihayet Ammâr: «Ey
insanlar! Cenabı Allah sizi peygamberiyle aziz kıldı, diniyle yüceltti, bu
görevi nasıl olur da peygamberimizin ehl-i beytinden uzak tutarsınız?» Bu
sözden sonra Mahzûmoğullarından birisi: «Ey Sümeyye'nin oğlu! Sen haddini
aştın, sen kim oluyorsun da Kureyş'in seçeceği emîri tayin etmeye
kalkışıyorsun?» diye Ammâr'a bağırdı. Daha sonra Sa'd b. Ebû Vakkâs,
Abdurrahman b. Avfa hitaben şöyle dedi: «Ey Abdurrahman! İnsanlar arasında
fitne zuhur etmeden ve aramızda fitne yayılmadan bu işi bitir artık. Bu
olayların arkasından Mikdâd şöyle dedi: «Ey Abdurrahman! Vallahi adaletle ve
hak ile hüküm vereceklerden ve insanları yöneteceklerden birisini terketmiş
bulunuyorsun.» Abdurrahman: «Ey Mikdâd! Vallahi ben müslümanlar adına daha
hayır olur diye böyle içtihadda bulundum.» diye cevap verdi. Mikdâd: «Eğer sen
bu içtihadınla Allah'ın rızasını gözetmiş isen mutlaka All ah sana sevabını
verecektir.» dedi ve devamla: «Peygamberlerinden sonra bu ehl-i beytin başına
gelenlerin hiç kimsenin başına geldiğini görmedim ben. Şu Kureyş'e hayret
ediyorum ki, gerçekten adaletle hükmedecek, aralarında adaleti en mükemmel bir
şekilde uygulayacak bir adamı terketmiş bulunuyorlar. Eğer bana yardım edecek kimse
bulursam...» deyince Abdurrahman b. Avf ona: «Ey Mikdâd! Allah'tan kork. Ben
senin ilk fitne çıkaran ve fitnenin başı olmandan korkuyorum,» diye karşılık
verdi. Bunun üzerine orada hazır bulunanlardan birisi Mikdâd'a: «Ey Mikdâd!
Allah sana merhamet etsin. Bu ehl-i beyt dediğin kimseler kimlerdir? Ve bu
kasteddiğin adam da kimdir?» diye sorunca, Mikdâd: «Bu ehl-i beytten kasıt,
Abdülmuttaliboğulları’dır ve söz konusu ettiğim kişi de Ali b. Ebû Tâlib'dir”
diye cevap vermiştir.[68] Bu
rivayette de görüldüğü üzere Halife seçimi yapılırken birtakım sürtüşmelerin
yaşandığı ve Mikdâd b. Amr ve Ammar b. Yâsir, Hz. Osman’ın halife seçilmesine
itiraz etmişlerdir. Ancak halife seçimi için Mescid-i Nebî’de toplanmış olan
gerek Medine dışından gelen ordu komutanları gerekse ashabın ileri gelenleri
Abdurrahman b. Avfın Hz. Osman’a biat ederek halife seçmesine açıktan muhalefet
etmemişler bilakis Hz. Osman’a biat ettiklerini görmekteyiz. Yani Hz. Osman’ın
halife seçilmesine zâhiren Mikdâd b. Amr ve Ammar b. Yâsir belki isimleri
zikredilmeyen birkaç sahabi haricinde açıktan itiraz edilmediğini görmekteyiz.
Ya’kûbî de esasen bu iki isim üzerinde durmuştur. Çalışmamızda Hz. Osman’ın
eleştirildiği hususlar başlığı altında, Ammar b. Yâsir, Ebû Zer el-Gıfârî,
Abdullah b. Mes’ûd hatta şûra heyetinin başkanı olan ve Hz. Osman’a biat ederek
halife seçen Abdurrahman b. Avfın, Hz. Osman’a açıktan muhalefet etmelerini
ayrı bir başlık halinde ayrıntılı bir şekilde sunmaya çalışacağız.
HZ. OSMAN DÖNEMİ SOSYAL VE KÜLTÜREL
FAALİYETLER
Kur’an’ı
Kerim’in Tek Lehçe Haline Getirtilip Çoğaltılması
Ya’kûbî,
Kur’anı Kerim’in te’lifi ve çoğaltılması ile ilgili şu rivayetleri
aktarmaktadır.
“Osman,
Kur’an-ı Kerim’i topladı ve tek bir lehçe halinde te ’lif ettirdi. Uzun
sûreleri uzun sûrelerle, kısa sûreleri kısa sûrelerle birlikte oluşturdu.
Medine dışındaki Mushafların tamamının toplatılmasını emretti. Toplatılan bu mushaflar sıcak sirkeli su ile kaynatılarak yok edildi veya
yakıldığı da söylendi.
Ibn Mes’ûd’un mushafı dışındaki bütün mushaflar aynı işleme tabi
tutuldu. Ibn Mes’ûd Kûfe valisi Ibn Âmir’e nüshasını vermeyi reddetti.
Bir
nüsha Ensar ’a (Medine ’de), bir nüsha Kûfe’ye, bir nüsha Basra’ya, bir nüsha
Şam’a, bir nüsha Bahreyn’e, bir nüshayı da Cezire ’ye göndertti ve insanların
bu tek nüshadan okumalarını emretti. Osman’ın bu şekilde yapmasının sebebi,
insanların bu falanın Kur’an’ı demeleridir. Bu sebepten Kur’an’ı tek bir nüsha
haline getirmek istedi .[69]
Kur’an-ı
Kerim’in tek bir nüsha haline getirilerek çoğaltılıp çeşitli İslam şehirlerine
gönderilmesine dair Ya’kûbî’nin rivayetleri ile İslam tarihi kaynaklarındaki
konu ile ilgili rivayetler arasında tenakuz sözkonusu değildir. Birçok temel
İslam tarihi kaynaklarında benzer rivayetler yer almaktadır. Ancak konu ile
ilgili Ya’kûbî’nin rivayetleri sınırlı olup bunu da onun, Tarihi’ni özet
halinde yazma uslûbuyla ifade edebiliriz. Birçok kaynakta Hz. Osman’ın Kur’an-ı
Kerim’i tek bir nüsha halinde çoğaltarak değişik şehirlere gönderme sebepleri
daha ayrıntılı bir şekilde yer almaktadır. Konu ile ilgili rivayetleri diğer
kaynaklarla mukayese etmeden şunu ifade etmemiz gerekir; Ya’kûbî, İbn Mes’ûd
ile Hz. Osman arasındaki münaferetin temel sebepleri arasında bunu
zikredecektir.
Ya’kûbî’nin
kitabında kaydetmediği ancak birçok kaynakta yer alan rivayetlere göre, Hz.
Osman’ın, Kur’an-ı Kerim’in farklı nüshalarını toplatıp tek kıraat üzerine
telif ettirip çoğaltma sebepleri şu şekilde ifade edilmektedir:
İslam
coğrafyasının hızla genişlediği bu dönemde fetihler süratle devam etmekte iken
bu fetih hareketlerine beraber katılan Şam ve Irak askerlerinin Kur’an’ı farklı
kıraatlerde okudukları ve her bir grubun kendi okudukları kıraatin daha güzel
ve doğru olduğu tartışmaları yaşanmıştır. Kûfe’de bulunan İslam ordusu 25/646
yılında Ermenistan ve Azerbaycan’a fethe çıktılar. Fetih ordusunda Huzeyfe b.
Yeman da yer almaktadır. Bu orduya Şam’dan takviye kuvvetler gelmiş, birlikte
savaşmışlardı. Ancak farklı okudukları kıraatlerden kaynaklanan tartışmalar
fitneye sebep olmuştu. İşte, Huzeyfe de yaşanan bu olumsuzluğu seferden
döndükten sonra Hz. Osman’a anlatarak ümmeti bu fitneden kurtarmasını, aksi
halde bu fitnenin daha da büyüyeceğini ifade etmiştir.[70]
Bunun üzerine Hz. Osman, konu ile ilgili olarak başta Hz. Ali olmak üzere
sahâbilerle istişareler yapmış, hatta konu ile ilgili şehirlere mektuplar
göndererek halkın görüşlerini almıştır.
Ya’kûbî,
Hz. Osman’ın Kur’an’ı tek bir nüsha haline getirip çoğaltılmasında görev
alanlarla ilgili bilgilere de yer vermemiştir.
Kur’an’ın
tek nüsha haline getirilip çoğaltılarak altı büyük merkeze gönderildiğine dair
Ya’kûbî’nin aktardığı rivayete karşın Hitti, bu nüshaların üç tane olduğunu ve
bunların da Şam, Basra ve Kûfe’ye gönderildiğini bildirmektedir.[71]
Çağdaş
İslam tarihçilerinden olan Abdulaziz ed-Dûri konu ile ilgili şu
değerlendirmelerde bulunmaktadır. “İlk önce mushafların tamamının
yakılmadığını belirtelim, İbn Mes’ûd’un mushafı da yakılmadı. Yazılar harekesiz
ve noktasızdı. Buna bir de Arap lehçelerinin farklılığını eklersek Kurra’nın
kıraatte değişiklik yapma alanını kavrarız. Bu durum da bazı ihtilaflara yol
açtı. Kurra’ya mahalli güçlü bir nüfuz kazandırdı. Bölge asabiyeti burada her
eyaletin kendi kurrasının desteklemesinde etkin bir rol oynamıştır.[72]
Kur’an’ın tek bir nüsha haline getirilip
çoğaltılması ile ilgili Ya’kûbî’nin aktardığı rivayetler diğer bütün İslam
tarihi kaynaklarıyla örtüşmektedir. Ancak o, Hz Osman’ın bu meselede Hz Ali
ile istişare etmesini ve Hz Ali’nin Kur’an’ın tek lehçe haline getirilip
çoğaltılmasına destek verdiğini aktarmamıştır. Bu meselede Hz. Osman’a
muhalefet edenler arasında Hz. Ali,’nin olmaması, Ya’kûbî’nin Kur’an’ın te’lifi
ve çoğaltılmasına muhalefet edenler arasınada sadece İbn Me’ud’u zikretmekle
yetinmesinde etkili olmuştur.[73]
Mescid-i
Haram ve Mescid-i Nebî’nin Genişletilmesi
Hz.
Osman döneminde fetihlerle İslam coğrafyası genişlemiş, Müslümanların sayısı da
doğal olarak artmıştır. Hac ibadeti için Mekke’ye oradan da Resûlullah’ın
kabrini ziyaret için Medine’ye gelen Müslümanlar için Mescid-i Haram ve
Mescid-i Nebî yetersiz gelmeye başlamıştır. Bu sıkıntıyı gidermek için Hz.
Osman bu iki Mescit’i genişleterek restore ettirmiştir. Bu konu ile ilgili
gelişmeleri Ya’kûbî Tarih’inde şu şekilde aktarmaktadır:
“Osman
26/648’ de Mescid-i Haram ’ı genişletti. Genişlettiği alandaki evleri istimlak
etti. Genişletme alanı içerisinde evleri kalan bazı kimseler buna karşı çıktı.
Onların evlerini de yıktı. Ev sahiplerine evlerine karşılık verilmek üzere
ayrılan paraları da beytulmalda bıraktı. Evlerinin yıkılmasına karşı çıkanlar
Osman’a bağırıp çağırdılar. Osman da onların hapsedilmelerini emrederek şöyle
seslendi; “Yumuşaklığım size cesaret verdi. Ömer de bunu yaptı ama ona hiçkimse
sesini çıkaramadı.” Bu çalışmalar esnasında Mescid-i Haram ’ı belirleyen nişan
taşlarını yeniletti.
Ya’kûbî’nin
aktardığı rivayetler kaynaklarımızda şu şekilde yer almaktadır. Mescid-i
Haram’ın genişletilmesi Hz. Ömer zamanında da yapılmıştır. Hz. Ömer de
genişletecek sahanın içinde kalan evleri istimlak etmiş, karşı çıkanların
evlerini yıktırmış kıymetlerini mal sahiplerine ödemiştir. Bu genişletmede
Kâbe’nin etrafı 1,5 metre yüksekliğinde duvarlarla çevrilmiştir.[74] [75] Hz. Osman
da 26/648 yılında nüfusun artması ve Mescitin yetersiz kalması nedeniyle
Mescid-i Haram’ın genişletilmesi için Hz. Ömer’in yaptığı gibi genişletmede
içeride kalacak evlerin istimlak bedellerini hak sahiplerine ödemiş, ancak bazı
ev sahipleri evlerinin yıkılmasına karşı çıkmışlardır. Hz. Osman bunların da
evlerini yıktırmış ve bedellerini beytulmalda bırakmıştır. Evlerinin
yıkılmasına razı olmayanlar Hz. Osman’ın Kâbe’de bulunduğu bir sırada evlerinin
yıkılmasını protesto etmişlerdi. Hz. Osman’da Ya’kûbî’de geçen rivayette olduğu
gibi, “Hilm sahibi olmam size cesaret verdi. Ömer de size bunu
yaptı ama ona hiçbir kimse bağırmadı. Hâlbuki ben de onun yaptığı şeyi
yapıyorum, bana tepki gösteriyorsunuz” diye karşılık vermiştir.[76] Halife
Hz. Osman kendisine aşırı tepki gösterip taşkınlık yapanları hapse attırdı.
Daha sonra Abdullah b. Halid b. Esed’in araya girip Hz. Osman’ı ikna etmesi
neticesinde hapse atılanları serbest bırakmıştır. Nihayetinde Hz. Osman,
Mescid-i Haram’ı genişleterek güzelleştirmiştir.[77]
Ancak Ya’kûbî, Hz Osman’ın bir müddet sonra ev sahiplerinin paralarını
ödediğine dair rivayetlere yer vermemesi zihinleri sanki mal sahiplerinin
hakkının gasbedildiği düşüncesine sevketmektedir.
Ya’kûbî
Mescid-i Nebî’nin genişletilip restore edilmesi ile ilgili rivayetleri ise şu
şekilde aktarmaktadır:
“Osman
29/651 yılında Mescid-i Nebî’yi genişletti, oranın taşlarını Batn-ı Nahle’den
getirtti ve direklerini kurşundan yaptırdı. Mescid’in uzunluğunu 160 zira’
genişliğini ise 150 zira’ya ulaştırmış, kapıların sayısı ise Ömer zamanındaki
gibi altı kapı olarak bırakmıştır ”[78]
Mescid-i
Haram’da olduğu gibi, İslamın yayılması ve nüfusun artmasıyla Mescidi Nebî
yetersiz gelmeye başlamıştır. Bu gerekçeyle, Hz. Osman burayı da genişleterek
restore etmiştir. Hatta genişletilen alanın içerisinde Hz. Hafsa’nında evinin
olduğu Hz. Osman’ın ona sana bundan daha güzel bir ev yaptırırız. Mescite
gidebilmen için de yol bırakırız, güvencesiyle Hz. Hafsa’nın da evinin Mescit’e
dâhil edildiği, hattta kendi malından da onbin dirhem bağışladığı, taşlarını
Batn- Nahle’den[79]
gitirttiği, genişletme ve tadilatın bir sene sürdüğü genişliğinin 150 zira’
uzunluğunun da 180 zira’ya ulaştığı şeklinde rivayetler kaynaklarımızda yer
almaktadır.[80] Ya’kûbî,
Hz Osman’ın akrabalarına bol atiyye verdiğini dile getirirken onun
cömertliğinden bahsetmemesi manidardır.
Gerek
Mescid-i Haram gerekse Mescid-i Nebî’nin genişletilip tadilatının yapılması ile
ilgili Ya’kûbî’nin aktarmış olduğu rivayetlerle diğer İslam tarihi
kaynaklarımızdaki rivayetler arasında bir çelişki olmasa da onun, olayların
neticesine dair bütün rivayetleri değerlendirmediğini olumsuz tarafları daha
ziyade ön plana çıkardığını görmekteyiz.
HZ. OSMAN DÖNEMİ EYÂLETLERİN YÖNETİMİ
Bu
başlık altında Ya’kûbî’de yer alan Hz. Osman dönemine ait vilayetlerde bulunan
valileri ve bunların azledilip yerlerine atanan valilerle ilgili rivayetler yer
almaktadır. İşte bu rivayetleri diğer kaynaklarda yer alan rivayetlerle
mukayesesini yaparak değerlendirmede bulunacağız. Bu anlamda Hz. Osman’ın büyük
vilayetlerde birçok valiyi azlederek yerine atamalar
yaptığını göz önünde bulundurarak büyük vilayetleri alt başlıklar halinde
verdik.
Kûfe
Ya’kûbî,
Kûfe vilayetine atanan ve azledilen valilerle ilgili şu rivayetlere yer
vermektedir:
“Kûfe’ye,
Sa’d. b. Ebû Vakkas’ınyerine Velid b. Ukbe b. Ebû Muayt’ı vali olarak atadı.
Velid, insanlara sabah namazını sarhoş olarak dört rekât olarak kıldırarak
mihraba kustu. Arkasına döndü ve “daha artırayım mı?” diyerek Mescitin bir
kenarına geçip oturdu ”[81]
Kûfe,
Hz. Osman zamanında doğudaki fetihler için karargâh olarak kurulmuştur. Daha
sonra güneyden gelen Araplar buraya yerleşti. Bu şehir, Hz. Osman döneminden
itibaren Emeviler ve Abbasiler döneminde kozmopolit yapısından dolayı sürekli
sıkıntılı süreçler yaşamıştır. Hz. Ömer döneminde Kûfe valisi Muğire b.
Şu’be’dir.[82] Ya’kûbî’de
yer almayan fakat birçok kaynakta yer alan Hz. Osman’ın Muğire b. Şu’be’yi
azletme sebebi şu şekilde aktarılmaktadır:
Hz.
Ömer zamanında Muğire b. Şu’be hakkında birçok rüşvet dedikoduları Halife
Ömer’e iletilmiş, Hz. Ömer de Kûfe’ye konunun incelenmesi için müfettiş
göndermiştir.[83] Bu sırada
Hz. Ömer ağır yaralı olduğundan onun azledilmesinin doğru olmayacağı
düşüncesiyle Muğire’nin durumunu şûranın seçeceği halifeye bırakmıştır.[84]
Hz.
Osman hilafete geçtikten sonra Hz. Ömer’in vasiyetine uyarak 24/644 yılında
Muğire b. Şu’be’yi azletmiş ve yerine Sa’d b. Ebû Vakkas’ı tayin etmiştir.
Muğire’yi azlederken de “Ben onu bir kötülük veya hıyanetten dolayı değil,
benden önceki halifenin vasiyeti üzerine azledip yerine Sa’d’ı tayin ettim”
diyerek sorumluluğu vefat etmiş olan Hz. Ömer’e yüklemiştir. Ya’kûbî, Muğire b.
Şu’be hakkında hiçbir bilgi vermeden Sa’d’ın yerine atanan Velid b. Ukbe’den ve
azledilme sebeplerinden bahsetmektedir. Kaynaklarımızda Sa’d b. Ebû Vakkas’ın
valiliği ve azledilmesi ile ilgili Ya’kûbî’de yer almayan şu bilgiler yer almaktadır.
Hz.
Osman Sa’d b. Ebû Vakkas’ı valiliğinin henüz birinci yılında şikâyetler üzerine
azlederek yerine ana bir kardeşi olan Velid b. Ukbe’yi vali olarak tayin
etmiştir.[85]
Sa’d
b. Ebû Vakkas’ın valilikten azledilme sebebi olarak, onun Kûfe beytülmal
sorumlusu olan Abdullah b. Mes’ûd’tan borç alması, borcun ödenme zamanı
geldiğinde İbn Mes’ûd’un, vali’ye verdiği borcu ödemesini talep etmesi, ancak
Vali Sa’d’ın, bu parayı ödeyememiş olması yatmaktadır. Sorun Hz. Osman’a
aksettirilmiş Halife de, Sa’d b. Ebû Vakkas’ı valilikten azletmiştir.[86] Bu
hususta Çağdaş İslam tarihçilerinden Adem Apak, Sa’d b. Ebû Vakkas’ın
valilikten azledilme sebebinin gerçekçi olmadığını, Halife seçiminde Sa’d’ın
Hz. Ali’yi desteklemesinin etkili olduğunu ifade etmektedir.[87] Apak’ın
bu görüşünün isabetli olmadığı kanaatindeyiz. Halife Hz. Osman’ın Sa’d b. Ebû
Vakkas’a karşı menfi bir tutumu olsaydı, Muğire b. Şu’be’nin yerine onu vali
olarak tayin etmezdi. Hâlbuki onu Kûfe’ye vali olarak atamış ancak bazı
sıkıntılardan dolayı azletmiştir.
Halife
Hz. Osman, Sa’d b. Ebû Vakkas’ın yerine anne bir kardeşi Velid b. Ukbe’yi vali
olarak atamıştır.[88] Velid b.
Ukbe valiliğinin ilk beş yılında problem yaşamamış, sonraki yıllarda onun
valilikten azledilmesine neden olan çeşitli rivayetler aktarılmaktadır.
Ya’kûbî’nin
de aktardığı Velid’in Kûfe valiliğinden azledilmesi ile ilgili birçok kaynakta
yer alan rivayete göre, sabaha kadar içki içen Velid, sabah namazını iki yerine
dört rekât olarak kıldırmış arkasına dönerek cemaata, “daha artırayım mı?”
demiş, Kûfe eşrafından Ebû Zeyneb ve Cündeb b. Zübeyr, Velid’in üzerine
yürümüştür.[89] Ya’kûbî’de
yer almayan fakat diğer kaynaklarda ayrıca şu rivayetler aktarılmaktadır.
Kûfe’nin
ileri gelenlerinden Zübeyr b. Cündeb, Müverrî b. Ebû Müverrî ve Şubeyi b. el-Ubeyy
adlı gençler, İbnü’l-Heysuman el-Huzâi’ye saldırarak onu öldürdüler. Olaya Ebû
Şureyh el-Huzâi ve oğlu tanık olur. Bu ikisini de aleyhlerine tanıklık yapma
endişesinden dolayı öldürdüler. Bu durum Kûfe valisi Velid tarafından Halife
Hz. Osman’a bildirildi. Halife de katillerin kısas edilmesini emretti. Velid de
halifenin emri üzerine katilleri idam ettirdi. İdam edilenlerin yakınları
valiyi Halife’ye şikâyet için fırsat kollamaya başladılar.[90]
Velid’e düşmanlık besleyen bu kişiler, Beni Tağlib kabilesinden Ebû Zübeyd
adında bir şâir ile valinin içki içtiği ve bu şâirin Hristiyan olduğu yönünde
iddialar ortaya attılar. Sonra da Abdullah b. Mes’ûd’a gelerek bu durumu haber
verdiler. İbn Mes’ûd da kişinin gizli hallerinin araştırılmasının doğru olmadığını
söyleyerek iddiaları dikkate almadı. Vali Velid aleyhine bir şeyler
bulabilmenin fırsatını arayan kısas edilen gençlerin yakınlarından olan Ebû
Zeynep ve Ebû Müverrî, bir gün valinin sohbetlerine katılmışlardır. Vali’nin
uyukladığı bir anda parmağından mührünü/yüzüğünü çıkarıp halife’nin yanına
gelerek, Velid’in içki içtiğini delilinin de Velid’in yüzüğünü göstererek
sarhoş iken yüzüğünü parmağından çıkarıp aldıklarını söylerler. Halife Osman,
Velid’i çağırarak, içki içtiği ithamında bulunanlara şahitlik yapmalarını ister
ve Velid’i içki içerken gördünüz mü? diye sorar. İddiada bulunanlar; “hayır
ancak onun sakalından şarap damladığını gördük” derler. Bunun üzerine Hz. Osman
Velid b. Ukbe’yi valilikten azletmiştir.[91]
Ya’kûbî’nin
Velid’in azledilme sebepleri arasında zikrettiği bir diğer sebep de sihirbaz
Tarva olayıdır ve bu olayıda Ya’kûbî, şu şekilde aktarır:
“Kûfe’ye
Tarva diye çağrılan bir sihirbaz geldi. insanlar onun etrafında toplandılar.
Tarva, devenin dübüründen girip ağzından çıkıyor ve acayip şeyler yapıyordu.
Derken Cündeb b. Ka’b el-Ezdi yapılanları görünce kılıç yapılan dükkânlara
yöneldi ve eline bir kılıç alıp sakladığı kılıcı ile kalabalığa geri döndü.
Sihirbaz Tarva’nın boynuna vurarak öldürdü ve “Eğer doğru söylüyorsan, hadi
kendini dirilt bakalım “ dedi. Velid Cündeb’i tutuklattı ve katilinde boynunun
vurulmasını emretti. Fakat Cündeb ’in kabilesi Ezdîler ayaklanarak; o bizim
efendimizdir, onu sakın öldürme dediler. Bunun üzerine Velid onun cezasını
hapse çevirdi. Cündeb gecenin tamamını namaz kılarak geçiriyordu. Onun bu
halini izleyen Ebû Sinan künyeli zindan görevlisi “Velid’in seni hapsederek
öldürmesinde benim bir mazeretim olamaz” diyerek Cündeb’i serbest bıraktı.
Cündeb Medine’ye kaçtı. Velid zindan görevlisi Ebû Sinan’ı tutuklattı ve ona
ikiyüz sopa vurdurttu. Ayrıca Cerir b. Abdullah, Adiyy b. Hâtem, Huzeyfe b.
Yeman, Eş’as b. Kays da Ebû Sinan’ın üzerine saldırdılar. Bu durum Osman’a
bildirildi. Osman da Velid’i valilikten azletti ve yerine Sa’d b. el-Âs’ı tayin
etti. Velid, Medine’ye gelince Osman, Velid’e kimin had uygulayacağını sordu.
insanlar Osman ile yakın akrabalığından dolayı bu işten uzak durdular. Zira
Velid, Osman’ın anne bir kardeşiydi. Ali, kalktı ve Velid’e içki içmesi
nedeniyle had’i uyguladı. Sonra Osman, Velid’i Kelb kabilesine zekât toplamaya
memur etti.[92]
Ya’kûbî’nin
aktardığı bu rivayet kaynaklarımızda farklı ad altında ve farklı bir olay
olarak anlatılmıştır.
Bu
sihirbazın Kûfe’nin bir köyünde yaşadığı isminin ise Zürâre olduğudur.[93] Onun,
Kûfe’ye geldiği ve bir takım sihirbazlıklarda bulunduğu, yaptığı bu işler Vali
Velid’e bildirilmiştir. Velid’in de kendisine getirilen sihirbazı Mescitte
tutarak, hakkında uygulanması gereken cezayı Abdullah b. Mes’ûd’a
sordurtmuştur. İbn Mes’ûd da sihirbaz hakkında, öldürme cezası gerektiğini
bildirmiştir. Bu arada Cündeb b. Ka’b b. El-Ezdî’nin de aralarında bulunduğu
bir grup sihirbazı öldürmüştür. Velid’de bu cürüm nedeniyle Cündeb’i hapsedip
durumu Hz. Osman’a bildirmiştir.[94] Birçok
kaynakta ise sihirbazın ismi geçmemektedir.
İlgili
eserlerin büyük çoğunluğu Velid’in içki içmesi ve Halife Osman’a bu durumun
bildirilmesi üzerine Hz. Osman’ın Velid’ e Ali b. Ebû Tâlib ya da Abdullah b.
Ca’fer tarafından had cezası uygulandığı[95]
ve Kûfe valiliğinden azledildiği şeklindedir.
Ya’kûbî’de,
Kûfe valiliğinde bulunanlar ve azledilmeleri ile ilgili şahıslar hakkında
herhangi bir ihtilaf yoktur. Ancak valilikten azledilmeleri ile ilgili farklı
rivayetlerin olduğunu aktardık. Özellikle Velid b. Ukbe’nin azil sebebini
Ya’kûbî içki meselesi ve sihirbaz olayına dayandırıyor ki, sözkonusu
rivayetlerin benzeri , diğer kaynaklarlarca da zikredilmiştir. Kûfe valileri ve
azledilip yerine atananlarla ilgili Ya’kûbî’nin yer verdiği rivayetlerle diğer
kaynaklarda konu ile ilgili rivayetlerin uyuştuğu görülmekle
beraber, diğer kaynaklarda yer alan Velid’e Hz Ali tarafından had uygulandığı
rivayetine yer vermemesi manidardır.
Basra
vilayetine atanan ve azledilen valilerle ilgili Ya’kûbî şu rivayetleri
aktarmaktadır:
“Osman,
Ebû Musa el- Eşâ ’ri’yi Basra valiliğinden azletti ve yerine Abdullah b. Âmir
b. Kureyz’i atadı. Ibn Âmir valiliğe atandığında yirmi beş yaşındaydı. Onun
Basra valiliğine atandığını duyan Ebû Musa, Allah ’a hamd ve sena etti,
peygambere salâtü selam getirdi ve sonra insanlara şöyle seslendi; “mallarınıza
mal katacak, Kureyşte teyzeleri, halaları nineleri çok olan bir çocuk geliyor
”[96]
Basra,
Halife Hz. Ömer zamanında Utbe b. Gazvan tarafından kurulmuş tarıma elverişli
olması hasebiyle kısa sürede nüfusu artmış gelişip zenginleşmiş bir şehirdi.
Burada vali olan Mûsa el-Eş’âri Hz. Osman tarafından azledilmiştir (29/649).
Ebû Mûsa, Hz Osman’ın hilafet döneminde Basra’da altı yıl valilik yapmıştır.[97] Ancak
onun üç yıl valilik yaptığı da rivayetlerde yer almaktadır. İslam Tarihçileri
tarafından birinci görüş tercih edilmiştir.[98]
Ya’kûbî,
Basra valisi Ebû Musa el-Eş’âri’nin neden azledildiğine dair rivayetlere yer
vermemiştir. Kaynaklarda Ebû Musa el-Eş’âri’nin Basra valiliğinden azledilme
sebebi şu şekilde ifade edilmektedir.
Fetih
hareketleriyle Müslümanların hâkimiyeti altına giren İzeç[99]
halkı ve Kürtler Hz. Osman’ın halifeliğinin üçüncü yılı isyan ederler. İsyanı
bastırmak üzere hazırlıklara başlayan vali Ebû Mûsa el- Eşâ’ri, halkı da isyan
edenlere karşı cihada çağırır ve yaya olarak cihada çıkmanın binitli olarak
çıkmaktan daha faziletli olduğunu söyler. Halkın bir kısmı yaya olarak sefere
çıkarken bir kısmı da valinin nasıl hareket edeceğini bekleyip, eğer halife
söylediği gibi davranırsa bizde ona uyarız diyerek, bu şekilde hareket etmeye karar
verirler.
Vali
sefere çıkmak üzere atına binmiş ve 40 binit eşliğinde eşyalarını yükleyerek
sefere çıktığını gören insanlar, herkese yaya olarak sefere çıkmayı tavsiye
ettiği halde kendisinin niçin böyle hareket ettiğini valiye soraralar. Vali Ebû
Musa da onları azarlar. Bütün bu olanları anlatmak üzere Halifeye bir heyet
gönderirler. Valinin azledilerek başka bir vali tayin etmesini halife Hz.
Osman’dan talep ederler. Hz. Osman da kimi vali olarak istediklerini sorar. Ebû
Musa dışında istediğini vali olarak tayin edebileciğini söylerler. Bunun
üzerine Hz. Osman, Abdullah b. Âmir’i Basra’ya vali olarak tayin eder.[100] İbn
Âmir’in Basra’ya vali olarak atanmasını Hz. Ali, Talha ve İbn Zübeyr’in tenkit
ettiği rivayetleri de kaynaklarda yer almaktadır.[101]
Hz.
Osman’ı ileride en çok sıkıntıya sokacak olan Mısır eyaletidir. Hz. Osman,
Halife Hz. Ömer zamanında Mısır’ın fethine memur edilen Amr b. Âs’ı azlederek
yerine Abdullah b. Sa’d b. Ebû Serh’i atamıştır. Konuyla ilgili rivayetleri
Ya’kûbî şu şekilde aktarmaktadır:
“
Osman, Amr b. Âs’ı Mısır valiliğinden azlederek yerine Abdullah b. Sa’d b.
Ebû Serh’i vali olarak atadı. Amr ile Osman arasındaki düşmanlığın sebebi de
budur. Amr, Medine’ye geldiğinde Hz. Osman ona, “ Abdullah b. Sa’d’ı nasıl
terkedip geldin? diye sorunca Amr, “senin sevdiğin gibi” dedi. Osman, “Bu ne
demek oluyor?” diye sorunca Amr, “ o nefsinde kuvvetli fakat Allah’ın katında
zayıf birisidir” cevabını verdi. Osman, ona seni takip etmesini emrettim
deyince Amr, “onu haktan uzak bir şeye mükellef tutmuşsun” dedi.
Abdullah
b. Sa’d, Mısır için oniki milyon dinar haraç takdir etti. Bunun üzerine Osman
Amr’a “devenin sütü çoğaldı ” deyince, Amr’da Osman ’a “ fakat siz onun
yavrusunu zayıflattınız” karşılığını verdi.[102]
Hz.
Osman, Hz. Ömer zamanında da vali olan Amr b. Âs’ı halifeliği döneminde
görevine devam ettirmiştir. Amr b. Âs, Hz. Ömer dönemi de dâhil olmak üzere
Mısır ve Afrika seferleriyle İslam çoğrafyasını genişletmiş hatta Mısır fatihi
olarak adlandırılmıştır. Amr b. Âs hakkında, Hz. Ömer zamanında bir takım
şikâyetler gelmiş, Hz. Ömer de müfettişler göndermiştir. Hz. Ömer, Mısır
gelirlerinin artması için Mısır’ın yönetimini ikiye bölmüş Aşağı Mısır
bölgesine Amr b. Âs’ı Yukarı Mısır bölgesine ise Abdullah b. Sa’d b. Ebû Serh’i
görevlendirmiştir.[103]
Hz.
Osman hilafeti üstlenince Amr b. Âs, Abdullah b. Sa’d’ın görevden alınmasını
istemişti. Hz. Osman’da aksine Mısır’ın idaresini birleştirerek haraç
görevliliği de dâhil olmak üzere ordu komutanlığını da Abdullah b. Sa’d’a
vermiştir.[104]
Amr
b. Âs’ın birkaç kez Halife Osman’dan Abdullah b. Sa’d’ın görevden alınmasını
istediği [105] ve
böylece Abdullah ile aralarının bozulduğu, Amr’ın ısrarlı istekleri kendisinin
azline sebep olduğu neticesini doğurmuştur.[106]
Ya’kubî Amr b. Âs’ın valilikten azledilmesinden sonra Hz Osman ile adâvet
içerisinde olduğunu aktarmıştır. Hâlbuki, Hz Osman h.34’de huzursuzlukların
sebepleri hususunda istişarelerde bulunmak üzere valilerini Medine’ye
çağırmıştır. Bunlar arasında Mısır’ın eski Valisi Amr b. Âs’da mevcuttur. Ki
diğer valilelerle birlikte o da bu toplantıya katılmıştır.[107]
Hz Osman ile Amr b. Âs arasında gözle görülür bir düşmanlık olsaydı Hz Osman
herhalde Amr’ı davet etmezdi. Ya da Amr bu davete icabet etmezdi.
Ya’kûbî’nin
de aktardığı, Hz. Osman’ın, Amr b. Âs’a Mısır haraçlarını azlığını kinaye eden
“senden sonra devenin sütü çoğaldı” sözü ve buna karşın Amr’ın “Ama siz onun
yavrusunu zayıflattınız” sözü birçok kaynakta da yer almaktadır. Hz. Osman ile
Amr b. Âs arasındaki tartışmaları İbn Şebbe ayrıntılı bir şekilde
aktarmaktadır.[108] [109]
Birçok
İslam tarihi kaynağında yer alan Hz. Osman’ın Amr b. Âs’ı azletmesi ve
azledilme nedenlerini, Ya’kûbî ‘de Tarihlinde yer vermiştir. Hz. Osman
da Hz. Ömer gibi Mısır’da umulan gelirlerin elde edilemediğini görünce Amr b.
Âs’ı Mısır valiliğinden azletmiştir. Hz. Osman’ın da anne bir kardeşi olan
Abdullah b. Sa’d b. Ebû Serh her ne kadar birçok fetih hareketlerine katılıp
başarı elde etmiş olsa da geçmişindeki hata ya da yanlışından dolayı her zaman
tartışılan isim olmuştur. Abdullah, Allah Rasulünün kâtipliğini yapmış ancak irtidat
etmiş, Resulullah da onun öldürülmesi fetvasını vermiştir. Fakat Peygamberden
sonra yeniden İslama girmiş ve birçok fetih hareketlerinde bulunmuştur.
Hz.
Osman’ın Amr’ın yerine Abdullah b. Sa’d b. Ebû Serh’i Mısıra vali olarak
görevlendirmesi Mısır’da huzursuzluklara sebep olacak Abdullah ve Amr
taraftarları olarak gruplaşmalar başlayacak hatta bu fitne hareketi Hz.
Osman’ın muhasara edilip öldürülmesine kadar devam edecektir.[110]
Ya’kûbî,
Şam valisi Muaviye ile ilgili olarak onun Anadolu seferlerine çıktığı bilgisini
ayrıntı vermeden hatta birkaç cümle ile aktarmaktadır.[111]
Diğer İslam tarihi kaynaklarında ise, Muaviye’nin ve onun komutanlarınca
yapılan fetih hareketlerine genişçe yer verildiği görülmektedir. Ya’kûbî’nin
Muaviye ve komutanlarınca yapılan Anadolu fetihlerine yer vermemesi onun
Muaviye’ye olan menfi bakışını doğrusu ortaya koymaktadır.
Hz.
Ömer zamanına kadar Şam valisi olan Yezid b. Süfyan’ın ölümünden sonra Şam
valiliğine Muaviye atanmıştır. Hz. Osman döneminde değişikliğe uğramamış tek
vilayettir. Hz. Osman, Muaviye’nin idare bölgesini daha da genişletmiş ve
yetkilerini artırırarak onun, bu bölgedeki nüfûzunu daha da etkinleştirmiştir.[112]
Ya’kûbî,
Şam valisi Muaviye ilgili fazla rivayetlere yer vermemesinin en önemli
sebeplerinden birisi Şam ve civarı ile ilgili, Halife Hz. Osman’a kayda değer
şikâyetlerin gelmemesi ile izah edilebilir dense de Anadolu’da birçok önemli
şehir bu dönemde fethedilmiştir. Ya’kûbî, en azından Kıbrıs’ın fethini kitabına
alabilirdi.
Hz.
Osman döneminde diğer vilayetlerde görev yapan valiler Ya’kûbî’de ve diğer
kaynaklarda şu şekilde aktarılmaktadır:
Ya’kûbî,
Mekke valisi olarak Abdullah b. Amr el-Hadramî ismini zikretmektedir.[113] Bazı
kaynaklar ise, Hz. Osman’ın hilafete geçtikten sonra Âla’ b. Adiyy b. Rebîa’yı
vali olarak atadığına yer vermektedir.[114]
Daha sonra da Hâlid b. el-Âs b. Hişam’ı atamıştır.[115]
Ancak, Ya’kûbî’nin rivayetinde olduğu gibi Abdullah b. Amr el- Hadrami’nin
Mekke valisi olduğu rivayetleri de yer almaktadır.[116]
Taif
valisi olarak Ya’kûbî’nin rivayet ettiği Kâsım b. Rebîa es-Sekâfi diğer
kaynaklarda da yer almaktadır.[117]
Yemen’de
Ya’kûbî’nin ifade ettiği Ya’la b. Münye et-Temîmî[118]
diğer kaynaklarda da zikredilmektedir.[119]
bHemedan
valisi olarak Ya’kûbî, Cerir b. Abdullah el-Becelî’yi zikretmekle beraber
burada Malik b. Habib’in vali olduğu rivayetleri mevcuttur.[120]
Ya’kûbî’nin
Hz. Osman dönem valilerle ilgili rivayetlerin diğer rivayetlerle genelde
örtüştüğü bazı farklı isimlerin nedeni ise, o bölgelerde çıkan isyanların
bastırılması ve söz konusu ordu komutanlarının farklı olmasından dolayıdır.
Zira yeni fethedilen yerlerin komutanı aynı zamanda o şehrin de valisi olarak
görevlendirilmekteydi.
HZ. OSMAN DÖNEMİ ASKERÎ FAALİYETLER (FETİHLER)
Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Mekke’den Medine’ye hicretle yeni bir
devletin temellerini attı. Daha sonra Mekke ve buradan yayılan fetih
hareketleri ile Arap Yarımadasının tamamına İslam devletinin sınırları ulaştı.
Hz. Peygamberin vefatından sonra halife olan Hz. Ebûbekir de ridde
hareketlerini bastırdıktan sonra fetih hareketlerine devam etti. İslam
toprakları Suriye ve Irak topraklarına kadar genişledi. Hz. Ebûbekir’den sonra
hilafete geçen Hz. Ömer zamanında Suriye ve Irak topraklarının tamamı
fethedildi. Bizansın Mısır hâkimiyetine son verildi. Hz. Osman dönemine
gelince, İslam devletinin en geniş sınırlarına ulaşılmış oldu.
Kûfe ve Basra Merkezli
Fetih Hareketleri
Ya’kûbî,
Hz. Osman zamanında gerçekleşen fetihlere oldukça fazla yer vermiştir. Elbette
bu dönemde İslam coğrafyasının genişlemesi, Ya’kûbî’nin bu fetih hateketlerine
daha fazla yer vermesinde etkili olmuştur. Ya’kûbî, Kûfe ve Basra merkezli
fetih hareketlerini şu şekilde aktarmaktadır:
“Abdullah
b. Âmir vali olarak Basra’ya gelince ordusuyla birlikte Iran topraklarına,
Sâbur, Fesâ, Darabcird[121]
ve Istahr’ın[122]
fetih hareketlerine başladı. Ubeydullah b. Ma’mer et-Teymiy’ye Istahar’ın
fethine çıktı. Ubeydullah b. Ma’mer, Istahr önlerinde öldürüldü. Yerine Amr b.
Ubeydullah geçti ve Istahr’ı fethetti. Sonra Abdullah b. Âmir bizzat kendisi
Istahar’a gitti ve Abdullah b. Semüre ’de ona katıldı. Sicistan’a kadar
birlikte gittiler. Daha sonra Serenç[123]
şiddetli çarpışmalardan sonra fethedildi.
Halife
Osman, Abdullah b. Âmir’i Basra’ya, Sa ’d b. el-Âs ’ı da Küfe’ye vali tayin
edince her ikisine de bir mektup yazarak şöyle dedi; “Hanginiz Horasan’a
geçerseniz o oranın emiridir” Bunun üzerine Abdullah b. Âmir ve Sa’d b. el-Âs
Horasan’ın fethine çıktılar.
Horasan’ın
dihkanlarından[124]
biri, Abdullah b. Âmir’e geldi ve eğer seni Horasan’a daha erken götürürsem
bana ne vardır? diye sordu. Abdullah da “senin ve ailenin kıyamate kadar
haraçları (cizye) alınmayacaktır” dedi. Onu Kumus’un kuşatılmasına kadar
yanında tuttu. Abdullah b. Hâzim es-Sülemî komutasındaki birlik, onun
önündeydi. Nisabur ’a vardı ve orada kanakladı. Onu Abdullah b. Âmir karşıladı,
şiddetli çarpışmalardan sonra h.30’da Nisabur[125]
fethedildi.
Tabseyn[126]
halkı yetmiş beş bin dinar karşılığında barış antlaşması yaptı. Sonra ordu
Ebreşşehr’e yöneldi ve aylarca burası kuşatıldı nihayetinde, burada
fethedilerek barış anlaşmaları yapıldı. Herat[127]
halkına şehrin teslim edilmesi hususunda mektup yazdı. Onlar da eğer Ebreşher
fethedilirse isteklerine tabi olacaklarını bildirdiler. Buşenc, Bağde ’a’ o
zaman Herat’a, Tûs ve Nisabur’da Ebreşşehr’e bağlıydı. Sonra buralar
fethedilerek bir milyon dirhem karşılığında barış anlaşmaları yapıldı.
Ahnef
b. Kays’ı Herat ve Merv ’er-Rûz’un fethine gönderdi. Onu, oranın meliki
hediyelerle karşıladı. Sonra Merv ’er-Rûz’a yöneldi ve şiddetli çarpışmalardan
sonra burası da fethedildi. Abdullah b. Âmir, Belh nehrinden su içinceye kadar
fetih hareketlerine devam etti.
Bazı
Horasanlılar rivayet ettiler ki, Abdullah b. Âmir ordusuyla Nisabur’a yönelince
îbn Âmir, Ahnef b. Kays’ı Merv’er-Rûz’a[128], Evs
b. Sa’lebe et-Temîmî’yi Herat’a, Hâtem b. Nûman el-Bâhîlî’yi Merv’e, Abdullah
b. Hâzım es-Sülemî’yi Serahs’a gönderdi. Bu ordular Merv dışındaki yerleri
fethettiler. Merv’liler de iki milyon ikiyüzbin ukiyye karşılığında ve
Müslümanların burada ev yapmaları için yer tahsis etmeleri üzerine barış
anlaşması yapmak zorunda kaldılar.
Abdullah
b. Âmir bu fetihleri yaptıktan sonra Halife Osman’ın yanına gittiğinde Deylem[129]
ve et-Türk bölgeleri isyan ederek ayaklandı. îbn Âmir, Horasan’ı dörde
bölmüştü: Bir kısmına Kays b. Heysem es-Sülemî, bir bölümüne Râşid b. Amr el-
Cüdeydî, bir bölümüne Ûmran b. El-Faysal el-Ûrcumî’yi bir bölümüne de Amr b.
Malik el-Huzâi’yi emir olarak tayin etti.
Halife
Osman, Umeyr b. Ahmed el-Yeşkûrî’yi, Horasan’a takviye kuvvet olarak gönderdi.
El-Yeşkûrî, Merv’de[130]
konaklayarak kışı burada geçirdi. Merv’lilerin kendilerine ani, bir baskın
düzenleyecekleri haberi üzerine Merv halkını kılıçtan geçirdi. Sonra Halife
Osman’ın yanına döndüğünde Osman onu sert bir şekilde uyardı. El-Yeşkûri,
kızarak Halifenin yanından ayrıldı. Halife Osman, Merv halkının katledilmesine
çok üzüldü. Abdullah b. Âmir Basra’ya döndü. Daha sonra Kirman’a sefere çıktı
ve orada konakladı. O yıl, Kirman’da şiddetli bir kıtlıkla karşılaştılar. Öyle
ki bir ekmek bir dinar olmuştu. Sonra Halife Osman’ın muhasara edildiği haberi
geldi. Yerine, Horasan’aKays b. Heysem b. Salt’ı bıraktı ve oradan ayrıldı.
Osman,
Habib b. Mesleme el-Fihrî’yi Ermenistan fethine gönderdi. Sonra takviye kuvvet
olarak Selman b. Rebîa el-Bahîlî’yi gönderdi. Selman, Habib b. Mesleme’nin
ordusuna ulaşınca aralarında anlaşmazlık çıktı. Aralarındaki bu ihtilaf Halife
Osman’ın öldürülmesine kadar devam etti.
Habib
b. Mesleme, Ermenistan’ın bir kısmını fethetti. Halife Osman Selman’a bir
emirnâme ile Ermenistan’a gitmesini yazdı. Selman, Beylekan’a kadar geldi.
Oranın halkı onunla barış anlaşması yaptı ve Berzea’ bölgesine geçti ve bilinen
bir takım şeylerle oranın halkıyla da anlaşma yaptı.
Bazılarıda
şöyle rivayet etti. Habib b. Mesleme Cürzan’ı fethetti. Sonra Şirvan’a geçti ve
oranın Meliki ile anlaşma yaptı. Daha sonra Meskad topraklarına kadar ilerledi
ve oranın halkıylada sulh anlaşması imzaladı. Bunun benzeri anlaşmaları el-
Lekz Meliki ile Sâburan halkı ve Feylan halkıyla da barış anlaşmaları yaptı.
Nihayet onu Hazar Meliki Hakan, Belencer nehri civarında büyük bir ordu ile
karşıladı. Selman ve ordusu büyük bir hezimete uğradı kendisi de öldürüldü. Bu
savaşta Müslümanlar dört bin kayıp verdi. Bunun üzerine Osman, bu bölgeye
Huzeyfe b. Yeman el-Abbasi’yi vali olarak görevlendirdi. Bir müddet sonra onu
da azlederek yerine Muğire b. Şû’be ’yi vali olarak atadı.[131]
İslam
fetihleri ile beraber kurulan üç şehirden birisi olan Kûfe; Irak’ın ve Bâbil
harabelerinin güneyinde, Fırat nehrinin batısı boyunca kurulmuş bir şehirdir.
Müslümanlar bu bölgeyi Kadisiye savaşından sonra ele geçirmişlerdi. Hz. Ömer’in
talimatıyla Sa’d b. Ebî Vakkas tarafından, Haddülezrâ denilen bir yerde Kûfe
şehri kurulmuş ve bu şehir diğer fetihler için karargâh yapılmıştır.[132]
Fetihlerle
beraber kurulan bir diğer şehir olan Basra ise, Dicle ve Fırat nehirlerinin
birleştiği yerin 50 km güneybatısında, Bağdat’ın 420 km güneydoğusunda yer alan
Basra, Arapların Hureybe dediği bölgede[133],
Utbe b. Gazvan tarafından 14 /635, 16/637 veya 17/638 yılında kurulmuştur.
Irak’ın fethinde önemli bir üs görevi yapmıştır. H. 16/ 637 yılından sonra
Müslümanların yerleşimine açılmış, Hz. Osman döneminde en yoğun fetihler için
gönderilen ordular bu merkezden yönlendirilmiştir.[134]
Ya’kûbî’nin
yer verdiği rivayetlerle benzerlik gösteren rivayetler diğer kaynaklarda şu
şekilde aktarılmaktadır. Hz. Osman döneminde Kûfe merkezli ilk fetih
hareketleri Velid b. Ukbe b. Ebû Mu’ayt tarafından başlamıştır. Onun valiliğe
atandığı sırada Azerbaycan halkı isyan etmiş, Hz. Ömer zamanında yapılan
anlaşmayı bozmuşlardır. Bunun üzerine vali 26/647’de Abdullah b. Şibl
el-Ahmesî’yi öncü kuvvet olarak arkasından da kendisi hareket ederek isyan
etmiş olan Mukan[135], Baber[136],
Teylesan[137] [138] gibi
Azerbaycan şehirlerini yeniden itaat altına almakla beraber birçok 181
ganimetler elde etmiştir.
Velid
b. Ukbe’den sonra Kûfe’ye vali olarak atanan Sa’d b. el-Âs’da yoğun fetih
hareketlerine devam etmiş ve büyük başarılar elde etmiştir. Özellikle henüz
Müslümanların
ayak basmadığı Taberîstan[139] [140]
bölgesine beraberinde Abdullah b. Abbas, İbn Zübeyr, Abdullah b. Amr İbnü’l-As
olmak üzere Tamis, Cürcan gibi önemli şehirlere seferler düzenlemiş ve binlerce
dirhem ya da dinar karşılığı sulh anlaşmaları yapmıştır.
Halife
Hz. Osman döneminde en yoğun fetih hareketleri Basra merkezli ordular
tarafından gerçekleştirilmiştir. Basra valisi Ebû Musa el- Eş’ârî, azledilip
yerine Abdullah b. Âmir vali olarak atanınca İbn Âmir, Basra’ya gelir gelmez
fetih hareketlerine başlamıştır. Halife Ömer zamanında barış anlaşmaları yapan
Farslılar ayaklanmışlar ve valileri Ubeydullah b. Ma’mer’i öldürmüşler, onun
ordusunu da büyük bir bozguna uğratmışlardır. Durumu Halife Osman öğrenince
Abdullah b. Âmir’in İran üzerine yürümesini emretmiştir. İbn Âmir de büyük bir
ordu hazırlayarak Farisîler üzerine yürümüş hatta “Şayet burayı fethedersem
onların kanlarını şehir kapısına kadar akıtacağım” diyerek yemin etmiştir.
Ordusunun sağ kanadına Ebû Berze el-Eslemî’yi sol tarafına da Ma’kıl b.
Yesâr’ın kumanda ettiği savaşta isyancılar bozguna uğratılmış ve Istahr şehri
fethedilmiştir. İbn Âmir yaptığı yeminin yerine getirilmesi için akan kanların
üzerine su döktürerek şehrin kapısına kadar suyun ulaşmasını sağlamıştır.[141] Abdullah
b. Âmir daha sonra Gur şehrine yönelmiş daha önce barış anlaşması yapılan
Istahr halkının isyan etmesi üzerine geri dönerek şehri yeniden itaat altına
alarak bu şehrin yakınındaki Darabcird[142]
ve Sâbur’u da fethederek birçok ganimetler elde etmiştir.[143]
Basra
valisi Abdullah b. Âmir öncü kuvvetlerin komutasına Ahnef b. Kays’ı getirmiş ve
Horasanın girişi konumunda olan Tabseyn kalesini kuşatmıştır. Şehir halkı barış
anlaşması yapmak zorunda kalmıştır. Abdullah b. Âmir yapmış olduğu başarılı
fetihler neticesinde Fars, Kirman, Sicistan ve Horasan’ı İslam topraklarına
katmıştır. Ancak şunuda ifade etmek gerekir ki Abdullah b. Âmir‘in fethettiği bazı
toprakların Hz. Ömer zamanında yapılan fetihlerle ele geçirilmiş olsa da bu
bölgede sık sık çıkan isyanlar nedeniyle, İbn Âmir bölgenin tam manasıyla İslam
topraklarına katılmasını sağlamıştır.
Ya’kûbî,
bölgede yapılan fetih hareketleri ile ilgili rivayetlerin ayrıntısına girmeden
önemli merkezlerin fethedilmesini kitabına almış ancak bölgede çıkan
isyanlardan bahsetmemiştir. Aynı şekilde Habib b. Mesleme ile Selman b.
Rebîa’nın Hz. Osman’ın vefatına kadar aralarında münaferetin olduğunu nakletmiş
ancak aralarındaki husumetin sebebini zikretmemiştir. Bu iki ordu komutanı
arasındaki anlaşmazlığın sebebi diğer kaynaklarımızda şu şekilde ifade
edilmektedir:
Osman
b. Affân halife olunca, Şam, el-Cezire ve hudutlarının valisi olan Muaviye’ye
bir mektup yazdı ve onun Habib b. Mesleme el- Fihrî’yi Ermeniyye’ye
göndermesini emretti. Habib, Şam fetihlerinde ve Rum savaşlarında güzel işler
başarmış biriydi. Onun bu kahramanlığını Ömer de Osman da ondan sonra
gelenlerde iyi bir şekilde biliyorlardı. Bir başka rivayete göre, Osman,
doğrudan Habib’e mektup yazdı ve Ermeniyye’ye savaşa gitmesini emretti.
Habib
altı bin, bir başka rivayete göre, sekizbin Şam ve Cezire halkından olan
askerle hareket etti ve Kalikalâ’ya geldi. Şehri kuşattı. Şehir halkı ona karşı
çıktı. Habib onlarla savaştı. Şehir halkının bir kısmı şehri terkederek, Rum
ülkesine sığındı. Şehirde kalanlarda eman istediler. Habib ordusuyla birkaç ay
burada kaldı. Sonra, Patrik Ermenyakos’un Müslümanlara karşı büyük bir ordu
topladığını ve bu orduya el-Lân, Efhaz, Semender ve Hazar halklarından yardımcı
kuvvetlerin katıldığını öğrendi. Osman’a mektup yazarak yardım talep etti.
Bunun üzerine Halife Osman, Kûfe Valisi Sa’id b. el-Âs b. Sa’id’e bir mektup
yazdı ve ona, Selman b. Rebîa el-Bâhilî komutasında, Habib’e yardım
göndermesini emretti. Selman, Kûfe halkından altıbin askerle Habib’e doğru yola
çıktı. Bu sırada Rumlar ile onlarla beraber olanlar ilerlemişler ve Fırat
kenarına inmişlerdi. Habib’e yardım gecikmişti. Müslümanlar Rumlara gece
baskını düzenlediler ve onları mağlup ettiler, ileri gelenlerini öldürdüler.
Selman
cepheye varınca, Müslümanlar düşmanlarını yenmişlerdi. Kûfe’den gelen askerler,
ganimetlerden kendilerine de verilmesini Habib’le birlikte onlardan istediler.
Onlar bunu kabul etmediler. Bazı Müslümanlar, Selman’ı ölümle tehdit ettiler.[144]
Kûfe
ve Basra merkezli fetih hareketleri ile ilgili rivayetlere baktığımızda
Ya’kûbî’nin özet olarak fetih hareketlerine yer verdiğini, fetih hareketlerinde
bazı isimlerin diğer kaynaklarda farklı yer almasının nedeni ise, bu bölgelerde
sık sık isyanların çıkması ve farklı komutanlarca
ayaklanmaların bastırılması olarak açıklayabiliriz. Ya’kûbî’nin bu bölge ile
ilgili rivayetlerinin tamamının diğer kaynaklarda yer aldığını söyleyebiliriz.
Mısır
Merkezli, Mısır ve Afrika Askeri Faaliyetleri
Hz.
Osman döneminde gerçekleştirilen fetihlerin en önemli üslerinden biri de
Mısır’dır. Buradan Afrika fetih hareketleri başlamıştır. Ya’kûbî de bu fetih
hareketlerini eserinde kısaca aktarmaktadır. Mısır’ın fâtihi ünvanını alacak
olan Amr b. Âs, bu bölgenin fetihleri için Halife Hz. Ömer’den izin alarak
büyük bir bölümünü ele geçirmiştir. Halife Hz. Osman döneminde de valilikten
azledilinceye kadar Mısır şehirlerini fethetmeye devam etmiştir. Ya’kûbî, Amr
b. Âs’ın h.25’de İskenderiye’yi fethettiğini aktarmaktadır.[145]
Halife
Hz. Osman, 27/647’de Amr b. Âs’ı azledip yerine Abdullah b. Ebû Serh’i vali
tayin ederek Abdullah’tan Afrika fetihlerine çıkmasını istedi.[146]
Halife’nin bu talimatı gereği Abdullah b. Ebû Serh değişik kabilelerden,
gönüllü askerlerden, Ensâr ve Kureyş’den müteşekkil on bin kişilik takviye
kuvvetle Afrika fetihlerine çıktı.[147]
Kaynaklarımızda, Abdullah b. Sa’d’ın komuta ettiği Ceyşü’l-Abadile[148]
(Abdullahlar ordusu) olarak isimlendirilen ordunun yaptığı Gazvetü’l-Abadile
(Abdullahlar Savaşı) adı verilen savaşı Ya’kûbî şu şekilde aktarmaktadır.
“Abdullah
b. Sa’d, Cercis ile karşılaştı ve onu İslam’a davet etti, aksi halde cizye
ödemesini talep etti. Cercis her iki teklifi de reddetti. Bunun üzerine
Abdullah b. Sa’d, büyük bir orduya sahip olan Cercis’in üzerine yürüdü.
Subeytula önlerine kadar ilerledi ve Cercis de burada öldürüldü. Birçok
ganimetler elde edildi. Hatta bu ganimetler iki milyon beşyüz yirmi bin dinara
ulaştı.[149]
Ya’kûbî’nin,
Cercis diye ifade ettiği kişi, bazı kaynaklarda Georgias[150]
olarak bazı kaynaklarda da Cürcir[151]
olarak aktarılmaktadır. Söz konusu bu ordu 27/647’de sefere çıkarak, önce
Tripoli’deki Rumları itaat altına almıştır. Bu arada Goargias, Ifrıkıyye’nin
merkezi olan Subeytula’ya194 [152]
çekilmiştir. Abdullah b. Sa’d hükümdara ya İslamı kabul etmesi ya da cizye
ödemesi için elçi gönderir; ancak her ikisi de reddedilince Abdullah b. Sa’d,
Subeytula’yı muhasara altına alır. Buranın fethi gecikince, Hz. Osman, Abdullah
b. Zübeyr komutasında takviye kuvvet gönderir. Gelen bu takviye kuvvetle,
Afrikanın en önemli şehirlerinden olan Sübeytula, Müslümanların eline
geçmiştir. Georgias ise, Abdullah b. Zübeyr tarafından öldürülmüştür. Yapılan
bu seferlerde Ya’kûbî’nin ifade ettiği gibi bol ganimetler elde edilmiştir.[153] Öyle ki
her bir süvariye bin veya üç bin dinar pay düşmüştür.[154]
İbnü’l Esir’de geçen bir rivayete göre, Cürcir Abdullah b. Sa’d’a karşı büyük
bir korku duyduğundan Abdullah’ı öldürene yüz bin dinar ve kızıyla
evlendireceğini ödül olarak ordusuna ilan ettirdi. Bu haberi alan Abdullah b.
Sa’d da, Cürcir’in kafasını getirene yüzbin dinar ve onun kızıyla
evlendireceğini va’detmiştir. Cürcir, Abdullah b. Zübeyr tarafından
öldürülmüştür.[155]
Kaynaklarda
yer alan bir başka rivayette ise, Hz. Osman’ın Abdullah b. Sa’d’a Afrika
seferlerinden elde ettiği ganimetlerin daha önce söz verdiği üzere, humusunun
beşte birini kendisine vermişti.[156]
Ancak onun askerleri, bu durumdan rahatsız olmuşlar ve memnuniyetsizliklerini
Hz. Osman’a intikal ettirmişlerdi. Halife Osman da Abdullah’a aldığı humusun
beşte birini kendisiyle beraber savaşanlara dağıtmasını talep etmişti.[157]
Ya’kûbî’de ise, Afrika ganimetlerinden kalan humusun Hz. Osman’ın kızına çeyiz
olmak üzere verildiği ifade edilmektedir.[158]
Ancak birçok kaynakta ise, Afrika ganimetlerinin Mervan b. Hakem tarafından
satın alındığı rivayeti yer almaktadır.[159]
Afrika
seferleri ile ilgili Ya’kûbî’nin aktardığı rivayetler hemen hemen diğer
kaynakalarda benzer rivayetlerle yer aldığını görmekteyiz. Farklı bir rivayet
olarak Hz. Osman’ın kızına çeyiz olarak Afrika ganimetlerini, Mervan b. Hakeme
verdiği rivayeti yer almaktadır. Bazı kaynaklarda ise
kızına çeyiz ifadesi yer almadan Mervan’a Afrika humusundan verdiğine dair
rivayetlerin olduğunu müşahade ettik.[160]
Şam
Merkezli Anadolu’daki Askerî Faaliyetler
Bu
başlık altında özellikle Muaviye b. Süfyan’ın gerçekleştirdiği Anadolu
fetihleri ile ilgili Ya’kûbî’nin rivayetlerini ve diğer kaynaklarda yer alan
rivayetlerin değerlendirmesini yaptık.
Halife
Hz. Ebûbekir zamanında, Şam ve çevresinin fetihleri başlamış, Halife Hz. Ömer
döneminde özellikle Halid b. Velid, Ebû Ubeyde b. Cerrah, Amr b. Âs, gibi
önemli komutanlarca Şam ve bölgesi tamamen fethedilmiştir.[161]
Hz. Ömer zamanında Şam valisi olarak görev yapan Muaviye, Hz. Osman döneminde
azledilmeyen ve yeri değiştirilmeyen tek vali olarak Anadolu’da Rumlar üzerine
fetih hareketlerine devam etmiştir.[162]
Halife
Hz. Osman döneminde idari birçok değişikliğe rağmen değiştirmediği hatta
bölgesini genişletmekle beraber yetkilerini artırdığı Şam valisi Muaviye’dir.
Böylece Muaviye de nüfûzunu daha da etkin hale getirmiştir.[163]
Kaynaklarımızda
Muaviye’nin, Hz. Osman döneminde Bizans toprakları üzerine seferler düzenlemeye
devam ettiği, yaz aylarında Yezid b.Hurr el-Absî komutasındaki orduyu
Anadolu’da Bizans üzerine göndererek, daha sonra da kendi komutasındaki
ordusuyla Malatya önlerine kadar fetih hareketlerine katılmıştır.[164] Hz.
Osman döneminde Muaviye’nin Kıbrıs’ı fethettiği hemen hemen tüm kaynaklarda yer
alırken, Ya’kûbî bu rivayetleri almamıştır. Ya’kûbî’nin Muaviye ve onun ordu
komutanlarınca yapılan Anadolu seferlerine yer vermediğini Muaviye ile ilgili
Hz. Osman’ın kuşatılması esnasında onun zımnen de olsa Hz. Osman’ı yalnız
bıraktığına dair rivayetlere yer vermesi, bir kez daha Ya’kûbî’nin Muaviye’ye
bakış açısının menfi olduğunu ortaya koymaktadır.
HZ. OSMAN DÖNEMİ İÇ KARIŞIKLIKLAR, MUHASARA
EDİLMESİ VE
ÖLDÜRÜLMESİ
HZ. OSMAN’IN ELEŞTİRİLDİĞİ HUSUSLAR
Hürmüzan’ın öldürülmesi ve Ubeydullah b. Ömer
Meselesi
Hz.
Ömer’i öldürmesi gerekçesiyle, oğlu Ubeydullah tarafından Hürmüzan
katledilmişti. Hz. Osman, Ubeydullah’ı tutuklattıktan sonra, diyet karşılığı
onu serbest bırakmıştır. Bu olay, Ya’kûbî’de
şöyle aktarılmaktadır:
İnsanlar,
Hürmüzan’ın öldürülmesi ve Ubeydullah b. Ömer’in Osman tarafından tutuklanması
konusunda ileri geri çok konuştular. Bunu üzerine Osman, minbere çıktı ve
insanlara şöyle hitap etti: “ Ben Hürmüzan’ın kanını üstlendim. Ve onu, Allah
ve Ömer için bağışladım.” Bunun üzerine Mikdâd b. Amr kalktı ve ; “ Hiç şüphe
yok ki, Hürmüzan Allah ve Resûlü ’nün dostudur. Sen nasıl oluyor da, Allah ve
Resûlü adına Hürmüzan’ın kanını hibe edebiliyorsun?” dedi. Sonra Osman,
Ubeydullah b. Ömer’i Medine’den Kûfe’ye gönderdi ve orada ona bir ev yaptırdı.
Bu yüzden buraya Kuveyfe b. Ömer diye nisbet edildi.
Bazıları
bu durumu şu şekilde şiirleştirdiler;
Amr’ın
babası ve Ubeydullah rehindir, sen Hürmüzan’ın katlinden şüpheye düşmeyesin.[165]
Temel
İslam tarihi kaynaklarında bu olayla ilgili rivayetler şu şekilde yer
almaktadır: Hz. Ömer’in oğlu olan Ubeydullah, babasının öldürülmesinde rolü
olduğu düşüncesiyle Hürmüzan, Cüfeyne ve Ebu Lü’lüe’nin kızını, Hz. Ebûbekir’in
oğlu Abdurrahman’ın ihbarı ile öldürmüştü.[166]
Bu üç kişiyi öldürmekle kızgınlığı geçmeyen Ubeydullah, “Medine’de babasının
öldürülmesinden sorumlu olanların tamamını öldürmeden kılıcımı bırakmayacağım”
diye yemin etmişti. Orada bulunan insanların kılıcını bırakması için ikna
çabaları fayda vermediği, daha sonra Amr b. Âs’ın “Ey kardeşimin oğlu kılıcını
bırak” telkiniyle kılıcını bıraktı. Ubeydullah’ın bu şekilde tutuklandığı[167] rivayet
edilmektedir. Bazı kaynaklarda, Sa’d b. Ebî Vakkas tarafından Ubeydullah’ın
kılıcının alınıp kendi evinde hapsedilerek, kendisi hakkında halifenin hüküm
verilmesinin beklendiği yer almaktadır.[168]
Bu
meselenin büyümesi ve sıkıntı vermesi endişesiyle, Hz. Osman’ın, sahabilerle
istişare edip onların görüşlerini dinlediğine dair, Ya’kûbî’de herhangi bir
rivayet yoktur. Konu ile ilgili kaynaklarda şu rivayetlere yer verilmektedir:
Ubeydullah’a uygulanacak hüküm hakkında Hz. Ali ve bazı muhacirler kısas
uygulanarak onun da öldürülmesi gerektiği yönünde görüş belirtmişlerdir. Bazı
insanlar ise, “daha dün Ömer öldürüldü bugün de oğlunun öldürülmesi doğru
değil” diyerek düşüncelerini ifade etmişlerdir. Yine bu hususta Amr b. Âs, Hz.
Osman’a “Allah bu işi senin sorumluluğundan kurtarmıştır. Bu iş senin
halifeliğin zamanında olmuş bir iş değildir. Bu konuda tek hüküm vericinin
kendisi olduğunu ve Ubeydullah’a kısas uygulamaması gerektiğini” söyleyerek bir
an önce hükmünü vermesini istemiştir. Hz. Osman da öldürülenlere karşılık
diyete hükmetmiş, diyeti de kendi malından vereceğini söylemiştir.[169] Böylece
Ubeydullah b. Ömer serbest bırakılmıştır. Hz. Osman’ın verdiği bu hüküm Hz. Ali
tarafından hoş karşılanmamış, hatta onun bu hükme çok kızdığı, Ubeydullah’a “Ey
Fâsık, şayet bir gün bana bir fırsat verilirse, seni mutlaka öldüreceğim
demiştir.[170] Hz Ali,
hilafeti üstlendiğinde Ubeydullah’ı öldürmek istediği, bunun üzerine
Ubeydullah’ın da Şam’a Muaviye’nin yanına sığındığı rivayet edilmektedir.[171]
Doğrusu,
Hz. Osman’ın şer’i bir konuda kişiye has ceza verme anlayışı halifeye karşı
olanlar tarafından eleştirilmiştir.[172]
Ya’kûbî, Hürmüzan ve onunla birlikte öldürülenlerle ilgili rivayetleri oldukça
sınırlı almıştır. Ancak biz, konu ile ilgili birçok kaynakta farklı ya da
benzer rivayetleri aktararak, onun, aktardığı bilgilerin teyit edilmesini ya da
farklılıklarını ortaya konulmasına gayret gösterdik. Tespitlerimizde
Ya’kûbî’nin aktardığı rivayetlerle, diğer kaynaklarda konu ile ilgili rivayetlerin
birebir uyuşmasa da benzer rivayetler olduğunu, Ya’kûbî’nin Hürmüzan
meselesinde, Hz. Osman aleyhinde sayılabilecek rivayetlere yer verdiği şüphesi
akla gelmektedir. O, ne bu konuda Hz. Osman’ın sahabilerle istişare ettiğini,
bu istişarelerde Hz. Ali ve bazı muhacirlerin Ubeydullah’ın öldürülmesi yönünde
görüş belirttiklerine dâir, ne de Ubeydullah’ın öldürülmemesi yönünde görüş
beyan eden sahâbîlerle ilgili rivayetlere yer vermediğini görmekteyiz. Ya’kûbî,
bu hususta yalnızca Mikdâd b. Amr’ın itirazı ve Ziyad b. Lebid’in şiiri[173] ile
iktifa etmiştir.
Ya’kûbî,
bu mesele ile ilgili görüşünü “Hürmüzan’ın kanı heder edildi”[174] demek
suretiyle açıkça kendi düşüncesini ortaya koymuştur. Hz. Osman’ın, hata
yaptığını açıkça ifade etmiştir. Ya’kûbî, Hz. Ali’nin bu husustaki görüşlerini
ihtiva eden rivayetleri almaması, bu işe Hz. Ali’nin karıştırılmaması
izlenimini verdiğini göstermektedir.
Hakem b. Ebû’l Âs’ın Medine’ye Getirtilmesi
Hz.
Peygamber tarafından, Medine’den kovulduğu ileri sürülen Hakem b. Ebû’l- Âs’ın
Hz. Osman tarafından Medine’ye getirtildiği bilinmektedir. Bu konu, Hz. Osman’a
yapılan en sert eleştirilerin başında gelmektedir. Ya’kûbî bu hususu şu şekilde
aktarmaktadır:
Osman, Hakem b. Ebû ’l-Âs’a, Medine'ye
gelmesi yönünde mektup yazdı. Ebûbekir hilafeti üstlendiğinde Osman ve Beni
Ümeyye 'den bazıları Ebûbekir'e gelerek Hakem 'in Medine 'ye gelmesine izin
verilmesini istemiş, Ebûbekir de bu isteği reddetmişti. Ömer halife olunca aynı
şeyi Ömer'den de istediler, Ömer'de izin vermemişti. insanlar, Hakem b. Ebû
'l-Âs'ın Medine'ye gelmesine izin vermesi hususunda, Halife Osman'ı
yadırgadılar. Bazı insanlar, Hakem b. Ebû'l- Âs'ın Medine'ye gelirken yırtık
elbiseler içinde perişan ve yorgun bir şekilde Osman'ın huzuruna çıktığını,
onun bu haline insanların baktığını, sonra Osman'ın yanından ipek bir elbise
ile çıkarken gördük” dediklerini rivayet ettiler.[175]
Birçok
İslam tarihi kaynaklarında, Hakem b. Ebû’l Âs’ın Hz. Peygamber tarafından
Medine’den kovulup sürgün edildiği ve Hz. Osman, halifeliği üstlenmesinden
sonra, amcası Hakem b. Ebû’l Âs’a ve oğlu Mervan’a mektup yazarak yaşadıkları
Taifdeki “Batn-ı Vecih”[176] den
Medine’ye gelebileceklerini söylemiştir. Bunun üzerine baba oğul Medine’ye
gelmişlerdir.
Kaynaklarımızda,
Hz. Peygamber tarafından Medine’den kovulan Hakem b. Ebû’l Âs’la ilgili şu
rivayetlere yer verilmektedir:
İslamın
ilk yıllarında Hz. Peygamberin en azılı düşmanlarından biri olan Hakem,
Mekke’nin fethinden sonra müslüman olmuştur. Hz. Peygambere eziyet ve
hakaretler etmiş, onu gördüğü her yerde kulak ve ağzını oynatarak alay etmiş,
Allah Rasulü de “öyle kal” diyerek aleyhinde beddua etmiş ve yüz felci
geçirmiştir. Mekke fethedildiğinde müslüman olmuştur.[177]
Bir rivayete göre; Hz. Peygamber, hanımlarından bazılarının odasındayken evini
gözetlemiş, bunu farkeden Rasulullah dışarı çıkarak, zehirli başlardan Uzeyrî
kabilesine ait hangi adamdır? Onu yakalasaydım gözlerini oyardım” diyerek
lanetlemiş, nihayetinde onu Taife sürgün etmiştir. Hz. Osman da onu Medine’ye
getirterek 100.000 dirhem bağışta bulunmuştur.[178]
Konu
ile ilgili Ya’kûbî’de yer alan rivayette yalnızca Hakem b. Ebû’l-Âs’ın adı
geçmekte, ancak diğer birçok kaynakta onun oğlu Mervan’ın da kendisiyle beraber
olduğu zikredilmektedir. Ya’kûbî, Hakem b. Ebû’l-Âs’ın gerek müslüman olmadan
önce Hz. Peygambere yaptığı eziyet ve hakaretler gerekse de müslüman olduktan
sonra evini gizlice gözetlediğine dair, kaynaklarda yer alan rivayetlerin
hiçbirisine yer vermemiştir. Bazı tarihçiler Hakem b. Ebû’l Âs’ın sürgün
edilmediğini il eri sürmüşlerdir. Mesela İbn Teymiyye Hakem’in sürgün edilmesi
hususunu oldukça ayrıntılı anlatarak, onun kendi talebiyle Taif’e gittiğini
ifade eder ve birçok muhaddis tarafından sürgün olayı ile ilgili bu rivayetin
ta’n edildiğini aktarır.[179] Ebûbekr
İbnü’l Arâbî de sürgün rivayetini sahih olmadığını belirtmektedir[180]
Netice
olarak Ya’kûbî, birçok tarihçi gibi Hz. Osman’ın eleştirildiği hususlardan biri
olan Hakem b. Ebû’l-Âs’ın Hz Peygamber tarafından sürgün edilmesine rağmen
(doğruluğu şüpheli) Medine’ye getirtmesine dair, bu rivayeti aktarması bu
konudaki bakışını ortaya koymuştur.
Hz. Osman’ın Kızlarına Yüklü Miktarda
Beytulmaldan Çeyiz Vermesi
Ya’kûbî,
Mervan b. Hakem’in, Hz Osman’ın kızı ile evlenmesi neticesinde, halifenin
kızına beytülmaldan yüklü miktarda çeyiz verdiğine dair rivayetlere yer
vermektedir. Kaynaklarda bu konu oldukça farklı anlatılmaktadır. Ya’kûbî bu
rivayeti şu şekilde aktarmaktadır:
Bazıları,
Osman’ın, kızını Mervan b. Hakem ile evlendirdiği ve Abdullah b. Sa’d b. Ebû
Serh komutasında Afrika seferinde elde edilen ganimetlerin beşte birini
Mervan’a verilmesini emrettiği rivayet etmektedir. Abdullah b. Sa’d, Afrika
seferlerinde elde edilen zaferlerin müjdeleyicisi olarak Abdullah b. Zübeyr’i
Osman ’a gönderdi. Abdullah b. Zübeyr yirmi gece süren yolculuktan sonra
Medine’ye ulaştı ve Osman ’a Afrika fetihlerini haber verdi. Osman da minbere
çıktı ve bu fetihleri insanlara duyurdu.[181]
Osman,
kızını Abdullah b. Halid b. Üsyd ile evlendirdi ve Abdullah b. Amir’e Basra
beytülmalından altı yüz bin dirhem ödemesini emretti.[182]
Ya’kûbî’nin,
Mervan b. Hakem’e kızının çeyizi olarak verilen paralarla ilgili olarak
aktardığı rivayeti, kaynaklarda birçok farklı varyantları görmekteyiz. Hz.
Osman’ın Afrika seferlerinden elde edilen ganimetlerin humusu olan beştebirini
Mervan b. Hakem’e atiye olarak verdiğine dair bazı rivayetlerin olduğunu, bu ve
buna benzer rivayetlerin doğru olmadığına dair nakil ve görüşleri, öncelikle
belirtmek isteriz. Şimdi konu ile ilgili rivayetleri aktardıktan sonra, genel
bir değerlendirme yapma imkânı elde edeceğiz. Kaynaklarımızda, Abdullah b. Sa’d
b. Ebû Serh komutasında Afrika fetihlerinden elde edilen ganimetlerin beşte
birinin Medine’ye gönderildiği ve Hz. Osman’ın bunu Mervan b. Hakem’e
bağışladığı kaydedilmiştir.[183] Belâzurî
de, Abdullah b. Zübeyr’den gelen bir nakille, söz konusu ganimetlerin beşte
birinin Mervan’a bağışlandığını, Ebû Mihneften gelen bir rivayette ise, Mervan
b. Hakem’in, Abdullah b. Sa’d b. Ebû Serh ile birlikte Afrika fetihlerine
çıktığını, elde edilen ganimetlerin beşte birinin, Mervan b. Hakem tarafından
yüz bin ya da iki yüz bin dinara satın alındığı yer almaktadır. Ancak bu borcu
ödeyemediğinden dolayı Hz. Osman’ın Mervan’ın borcunu bağışladığı ve insanların
bu durumu yadırgayıp, Hz. Osman’ı eleştirdikleri rivayet edilmektedir.[184] Benzer
rivayetlerin Taberî ve Zehebî de de yer aldığını görmekteyiz.[185]
Aktarmış
olduğumuz bu rivayetlerin yanlış ya da eksik olduğunu ileri süren bazı
tarihçiler de vardır. Afrika fetihlerinden gelen humusun Mervan’a hibe edilmesi
iddiasının doğru olmadığını, bu olayla ilgili meşhur ve doğru rivayetin ise şu
olduğunu bahsetmek isteriz; “Afrika fetihlerinden elde edilen ganimetlerin
beşte biri olan 500 yüz bin dinarın Abdullah b. Sa’d tarafından ayrılarak
Medine’ye gönderilmiştir. Beytulmalın hakkı olan fakat Medine’ye taşınması
mümkün olmayan bir takım mallar kalmıştır. Kalan bu mallar, Mervan b. Hakem
tarafından 100 bin dirheme satın alınmıştır. Mervan’ın borcun büyük bir kısmını
ödediği bir kısmını ise ödeyemediği, Hz. Osman’ın da Afrika fetihleri müjdesi
olarak bu borcu affettiği ve bunu yapmaya da yetkisi olduğu dile
getirilmiştir.”[186] Konu ile
ilgili olarak Ebûbekir İbn Arâbî, savaşta elde edilen ganimetlerin beşte
birinin halifenin kendi içtihadıyla dilediği şekilde harcama yetkisi olduğunu,
bu hususta dini fetvaların verildiğini, ancak Hz. Osman’ın sözkonusu humusu
Mervan b. Hakem’e verdiğine dair rivayetlerin sahih olmadığını söylemektedir.[187] Ayrıca
çağdaş düşünürlerimizden Muhibbuddin el-Hatib de bu olayla ilgili olarak, sahih
olan Hz. Osman’ın Afrika ganimetlerinin humusunun beşte birini Abdullah b.
Sa’d’a fetihlerinin şükranı olarak vermiş olmasıdır, demiştir.[188] Ayıca
bazı çağdaş tarihçiler, Hz. Osman’ın beytülmala ait birtakım malları Mervan b.
Hakem’e verdiği iddaları ve konu ile ilgili rivayetlerin uydurma haberler
olduğunu ifade etmektedirler.[189]
Hz.
Osman’ın diğer bir kızını evlendirdiği Abdullah b. Halid b. Üseyd’e çeyiz
olarak altı yüzbin dirhem verdiği rivayeti de birçok kaynağımızda yer almamakla
beraber, Hz. Osman’ın Abdullah b. Hâlid’e 50 bin dirhem bağışta ya da atiyye
verdiğine dair rivayetler yer almaktadır.[190]
Bütün
bu rivayetleri değerlendirdiğimizde şunları söyleyebiliriz: Herşeyden önce
Ya’kûbî’nin ifade ettiği rakamların oldukça mübalağalı olduğunu görmekteyiz.
Birçok kaynakta yer alan rivayetlerde ifade edilen rakamların örtüşmediği
görülmektedir. Bir diğer husus, Hz. Osman’ın, humusu, Mervan’a bağışladığına
dair rivayetlerin birçoğu, halifenin kızının çeyizi olarak değil de, Afrika
fetihlerinin müjdecisi olarak verdiğidir.
Birçok
rivayette, Hz. Osman’ın miktarlar değişse de Mervan b. Hakem’e bağışta
bulunduğuna dair bilgiler yer almaktadır. Ancak bu bağışların Afrika
seferlerinden elde edilen humusdan mı? Yoksa Hz. Osman’ın kendi malından
verdiği atiyyeler mi? bu konuda birşey söylenemez. Tarihçilerimizden Ömer
Rıza Doğrul, Hz. Osman’ın Mervan’a beytulmala ait olan humusu vermesinin mümkün
olmayacağı kanaatini taşımakta ve bu rivayetlerin isyancılar tarafından
uydurulduğunu ifade etmektedir[191]
Hz. Osman’ın devlet hazinesinden akrabalarına bağışlarda bulunduğu iddialarına
karşı : “ Benim aileme ve akrabalarıma düşkün olduğumu ve onlara mallar
dağıttığımı söylüyorlar. Ben bütün müslümanlarla beraber onların da haklarını
gözetiyorum. Akrabalarıma ne veriyorsam kendi malımdan veriyorum. Bunu gerek
Ebûbekir gerekse Ömer zamanında da yapmaktaydım. Müslümanların mallarını ne
kendim için ne de yakınlarım için helal saymam. Kim ne derse desin beytülmala
gelen ancak humuslardır. Bunları da ne kendim için ne de akrabalarım için helal
görmedim. Ne veriyorsam kendi malımdan veriyorum”[192]
diyerek iddiaları reddetmiştir.
Ya’kûbî’nin
bu konu ile ilgili rivayetlerine ihtiyatla bakmak gerekir. Hz. Osman’ın
Mervan’a vermiş olduğu bağışları ya kendi malından verdiği ya da ifade edilen
miktarlarda olmadığı diğer kaynaklardaki rivayetlerden anlamaktayız. Ayrıca Hz.
Osman’ın kızına çeyiz olarak verdiği rivayetleri doğruysa, bunu kendi malından
verdiği düşüncesinin daha makul olduğu görülmektedir.
Beytülmal Görevlisi İle Hz. Osman Münâkaşası
Bu
anlaşmazlık Hz Osman ile Abdullah b. Erkâm arasında meydana gelmiştir. Abdullah
b. Erkâm bu olay neticesinde beytülmal görevini bırakmıştır. Ya’kûbî bu olayı
şu şekilde rivayet etmektedir:
“
Ebû Ishak, Abdurrahman b. Yesar’dan şöyle dediğini anlattı; Medine çarşısında
müslümanların zekâtlarını toplayan bir zekât memurunu gördüm. Akşam olduğunda
Osman’a geldi. Osman zekât memuruna malları Hakem b. Ebû ’l-Âs ’a vermesini
istedi. Osman ailesinden birisine hediye vermek istediğinde onu beytülmaldan
verirdi. O hediyeyi verirken de Allah’ın dilemesiyle sana veriyoruz derdi.
Beytülmal görevlisi bu isteği geri çevirdi. Bunun üzerine Osman: “Sen bizim ancak hazine memurumuzsun
sana ver dediğimizde ver, sus dediğimizde de sus” deyince, zekât memuru,
“Vallahi yalan söyledin. Ben ne sizin ne de ailenizin hazine görevlisiyim. Ben
ancak müslümanların hazine görevlisiyim” dedi.
Cuma
günü Osman, insanlara hitap ederken beytülmal görevlisi mescide geldi ve: “Ey
insanlar, Osman benim kendisinin ve ailesinin hazine memuru olduğumu iddia
ediyor, hâlbuki ben müslümanların hazine görevlisiyim. İşte bu beytulmalınızın
anahtarlarıdır” dedi ve anahtarları fırlattı. Osman da anahtarları aldı ve Zeyd
b. Sabit’e verdi.[193]
Kaynaklarımızda
bu olayla ilgili şu rivayetler yer almaktadır. Ya’kûbî’nin ismini zikretmediği
beytülmal görevlisi Abdullah b. Erkâm’dır. Hz. Osman Erkâm’dan, Hakem b.
Ebû’l-Âs’a beş bin veya dört bin dirhem vermesini istemiş, Abdullah b. Erkâm’da
bu isteği reddetmiş, anahtarları getirip mescide asmıştır. Hz. Osman da
beytülmal görevini bırakan Abdullah b. Erkâm’ın görevine devam etmesi için üç
bin dirhem göndermiş, ancak Abdullah b. Erkâm bunu kabul etmeyerek görevi
bıraktığını söylemiştir. Hz. Osman bunun üzerine Zeyd b. Sâbit ve Muaykıb b.
Ebû Fâtıma’yı bu göreve tayin etmiştir.[194]
Abdullah
b. Mes’ûd Meselesi
Ya’kûbî’nin,
Hz. Osman dönemi ile ilgili aktardığı en uzun rivayetlerden birisi de Abdullah
b. Mes’ûd ile Hz. Osman arasında, Kur’an’ın tek lehçe haline getirtilerek
çoğaltılmasında İbn Mes’ûd’un mushaflarını komisyona teslim etmemesiyle ilgili
rivayettir. Ya’kûbî, Abdullah b. Mes’ûd ile Hz. Osman arasında geçen olayları
şöyle aktarmaktadır:
Osman, Kur’an’ı toplayıp tek bir nüsha
haline getirtti. Uzun sûreleri uzun sûrelerle, kısa sûreleri kısa sûrelerle
birlikte oluşturdu. Medine dışındaki mushafların tamamının toplatılmasını
valilerine mektupla bildirdi. Abdullah b. Mes’ûd’un mushafı dışında, toplatılan
bu mushaflar sıcak sirkeli su ile kaynatılarak yok edildi ya da yakıldı. Ancak,
Kûfe’de bulunan Abdullah b. Mes’ûd, mushafını Kûfe valisi Abdullah b. Âmir’e
vermeyi reddetti. Bunun üzerine Osman, “ din hususunda ve ümmet hususunda
fitneci ve fesatçı olmaması” yönünde İbn Mes’ûd’a haber göndertti. Birgün
Osman, insanlara hitap ederken Abdullah b.Mes’ûd, Mescid-i Nebî’ye geldi ve
Osman onu görünce hakkında, “ muhakkak ki, size kötü bir canlı geldi ” dedi.
Bunun üzerine İbn Mes’ûd da Osman’a ağır ithamlarda bulundu. Osman, onu
tutuklattı ve İbn Mes’ûdun ayağını ve iki kaburgasını kırdırttı. Bu olay
üzerine Hz. Âişe, Osman’a ağır sözler söyledi.
Halife
Osman’ın, Kur’an’ı tek bir nüsha haline getirmek istemesinin sebebi, insanların
“bu falanın Kur’an’ıdır” demelerindendir. Rivayet edildiğine göre, Osman’ın bu
gerekçeyle İbn Mes’ûd’a mektup yazdığı, İbn Mes’ûd’un da mushafların yakıldığı
haberini duyunca kendi mushafının da yakılmasını istemediğinden mushafını
vermek istemedi.
Yine
rivayetlere göre, Huzeyfe b. Yeman, Kur’an’ı tek kıraat haline getirilme
sebebini İbn Mes’ûd’a bildirdi. Fakat İbn Mes’ûd mushafını vermekten imtina
etti. Bir müddet sonra
Osman, hasta ziyareti için, İbn Mes’ûd’u ziyarete geldiğinde ona, “senin benim
aleyhimde söylediğin sözler nedir?” deyince İbn Mes’ûd; “hatırlarsan sen benim
dövülmemi emrettin de ben bu yüzden öğle ve ikindi namazını eda edemedim. Bana
verilen âtâ’yıda kestirdin” dedi. Bunun üzerine Osman, “Ben kısasa razıyım,
sana yapılanları sende bana yap” dedi. İbn Mes’ûd da, “ben halifelere kısas
uygulamasını açan ilk kimse olmak istemem” dedi. Osman kestirdiği âtâ’yı ona
iade edince İbn Mes’ûd, “ben ona muhtaç iken sen onu benden kestin ve şimdi
âtâ’ya muhtaç değilken bana onu veriyorsun, Hayır ona ihtiyacım yoktur” dedi.
Bunun üzerine Osman, oradan ayrıldı.
Abdullah
b. Mes’ûd’un, Osman’a kızgınlığı ölünceye kadar devam etti. İbn Mes’ûd’un
cenaze namazını Ammar b. Yâsir kıldırdı. Cenaze namazı ve defin işi Osman’dan
gizlenildi.
Birgün Osman, Bâki mezarlığına gidince
Ibn Mes’ûd’un mezarını gördü ve bu kabir kimin? diye sordu. Abdullah b.
Mes’ûd’un kabridir denildi. Bunun üzerine Osman, Benim haberim olmadan nasıl
defnedildi? diye sorunca, bu işi Ammar b. Yâsir üstlendi. Dediler. Abdullah b.
Mes’ûd, ölümünün Osman’a bildirilmemesini vasiyet etmişti. Çok geçmeden Mikdad
da öldü. Onun cenazesini de Ammâr kıldırdı. Bu olaydan sonra Osman’ın Ammar’a
olan kızgınlığı daha da arttı ve onun hakkında Ibn Sevdaya yazıklar olsun dedi.
Ya’kûbî’nin,
İbn Mes’ûd ile ilgili rivayetlerinin, birçok kaynakta benzer şekilde
aktarıldığını görmekteyiz. Ancak bazı kaynaklar da İbn Mes’ûd’un, Hz. Osman
tarafından dövüldüğüne dair rivayetleri göremedik. Örneğin, sahihliğine
bakmaksızın birçok rivayeti aktaran Taberî, konu ile ilgili rivayetlere yer
vermemiştir.
Hz.
Osman’ın, Ya’kûbî’nin rivayetlerinde aktardığı üzere farklı lehçe ve
kıraatlarla okunan Kur’anı Kerim’i tek lehçe haline getirtip çoğaltarak büyük
merkezlere gönderdiği, birçok kaynakta yer almaktadır. Ayrıca, Abdullah b.
Mes’ûd’un kendi yazılı Kur’an nüshalarını Kûfe valisine teslim etmediği gibi,
elinde kendi kıraatine dair yazılı nüshası olanların da nüshalarını teslim
etmemesini istemiştir.[195] [196] İbn
Mesud’tan Kur’an nüshalarını Medine’ye, Zeyd b. Sabit’e göndermesi istendiğinde
o şöyle demiştir;
“Benden
Zeyd b. Sabit kıraatıyla okumam istenmektedir. Nefsim yedi kudret elinde olan
Allah’a yemin olsun ki, yetmiş sûreyi bizzat Allah Resûlü’nden aldım. O sıralar
Zeyd b. Sabit, Kur’andan habersiz, küçük bir çocuk olup oyunla meşguldü”.
Halife
Osman, İbn Mes’ûd’a Kûfe’den Medine’ye gelmesini talep etmiş, Kûfe ehlinden
bazıları, Medine’ye gitmemesini, her zaman kendisinin yanında olacaklarını
söylemişlerdir. Ancak Abdullah b. Mes’ûd, fitnenin kapısını açan ilk kişi
olmak istemediğini, kendisine düşen görevin emre itaat olduğunu söylemiş ve
Medine’ye haraket etmiştir. Bu olaydan dolayı birçok insanın Hz. Osman’a nefret
duyduğu söylenmiştir.[197]
Benzer
rivayetler, Zehebî’nin Tarihi’nde, şu şekilde aktarılmaktadır: Zührî’den rivayetle;
bana Ubeydullah b. Abdullah haber verdi ki; Abdullah b. Mesud, Kur’an
nüshalarının yazma (istinsah) işinin Zeyd'e verilmesini hoş karşılamadı. Bu
yüzden "Ey Müslüman topluluğu! Benim gibi biri Kur’an'ın yazılmasında
görevlendirilmeyecek, bu göreve benden başka birisi getirilecek öyle mi!
Vallahi ben İslama girdiğim zaman Zeyd daha babasının sulbünde gizliydi; ana
rahmine bile düşmemişti, diye serzenişte bulundu. Bu yüzden Abdullah b. Mes’ûd:
"Ey Kûfeliler, ey Irak halkı! Elinizde
bulunan Kur'an parçalarını gizleyin (Zeyd b. Sabit'e yollamayın) ve onları bir
yerde tutun. Zira Allah,"Kim bir şeyi gizleyerek alıp saklarsa Kıyamet
günü o sakladığı şeyle meydana getirilir! buyuruyor. Siz de Allah'a bu Kur’an
sayfalarıyla kavuşmuş olursunuz. Onları yakılmaktan kurtarmış olursunuz”
demiştir.[198]
İbn
Mes’ûd, bu sözü Hz. Osman’ın, Zeyd b. Sâbit'i "Sahifeler halinde bulunan
Kur'an parçalarını derleyip bir nüshaya geçirmek, sahâbilerin ellerindeki diğer
sahifeleri, silmek veya yakmak üzere” görevlendirdiği zaman söylemişti. Bunu
böyle yapması, bu ümmeti ilerde İncil'de olduğu gibi çıkacak nüsha
farklılığından koruyacak bir Kur'an üzere birleştirme sebebiyleydi.[199]
Konu
ile ilgili, Ebû Vâil anlatıyor: İbn Mes’ûd, Kûfe'de bir hutbe okuyup,
"mushaflarınızı saklayın, bana Zeyd b. Sâbit'in kıraatiyle okumam için
nasıl emredebilirler, hâlbuki ben yetmiş küsûr sûreyi bizzat Allah Resûlü’nün
ağzından almış biriyken, Zeyd o sırada başındaki iki kâkülü ile çocuklarla
oynamaya gelirdi.” dedi.[200]
Yukarda
aktardığımız rivayetlerde de ifade edildiği üzere, Hz. Osman’ın, İbn Mes’ûd’a
Medine’ye gelmesini söylemesi üzerine, o kalkıp Medine’ye gelmiştir. Mescid-i
Nebevi’ye girdiğinde Hz. Osman’ın İbn Mes’ûd’u işaret ederek, ”Bakınız kara
böcek geldi” diye hakaret ettiği, İbn Mes’ûd’un da bu söze, “Ben böyle birisi
asla değilim, aksine ben Bedir’de ve Rıdvan beya’tında Resûlullah’ın
arkadaşıyım” diyerek karşılık verdiği rivayetler arasında yer almaktadır.[201]
Hatta bu karşılıklı sert atışmaları Hz. Aişe’nin de odasında duyduğu, İbn
Mes’ûd’a hak verdiği, Hz. Osman’a da ağır sözler söylediği kaynaklarımızda yer
almaktadır.[202] Hz. Osman ile Abdullah b. Mes’ûd
arasındaki bu husûmetin giderek arttığı, hatta İbn Mes’ûd’un Hz. Osman için “
Osman’ın kanı helaldir” dediği,[203]
bu sebeple Hz. Osman’ın İbn Mes’ûd’un atâ’sını iki yıl[204] ya da üç
yıl boyunca kestirdiği ifade edilmektedir.[205]
İbn Mes’ûd’un vefatından sonra Zübeyr b. Avvam’ın Hz. Osman’a gelerek,
Abdullah’ın ata’sını ver, zira onun ata’sı beytulmaldan daha ziyade onun
ailesinin hakkıdır, demesi üzerine, Hz. Osman’ın, yirmi bin veya yirmi beş bin
dirhem atâ’ verdiği, Zübeyir b. Avvam’ın da bu paraları İbn Mes’ûd’un ailesine
teslim ettiği yer almaktadır.[206]
Abdullah
b. Mes’ûd’un kendisine ait Kur’an nüshalarını teslim etmemesinin en büyük
nedenlerinden birisi, kendisinin Kur’an’ın istinsah ve çoğaltma ekibinde
görevlendirilmemesi sebebiyledir. Ayrıca İbn Mes’ûd’un bundan önce, Hz. Osman
ile arasının açılmasının Kûfe Valisi Velid ile aralarında geçen anlaşmazlıkla
başladığını ifade etmemiz gerekir. [207]
İbn
Mes’ûd, İslam’ın ve Kur’an’ın öğretilmesi için bizzat Hz.Ömer tarafından
Kûfe’ye gönderilmiş[208] ve
burada yaptığı eğitim ve öğretim faaliyetlerinden dolayı büyük bir saygınlık
kazanması sebebiyle, etkin bir nüfûz sahibi olmuştur. Bunu İbn Mes’ûd’un
Medine’ye hareket ettiğinde bir grup Kûfe’linin silahları ile Cabbâne’ye kadar
geldikleri ve onun hakkında halifeye güvenmediklerini, canları pahasına İbn
Mes’ûd’u koruyacaklarına dair söz vermelerinden[209]
anlamaktayız. İşte bu nüfuzunu kaybetmek istememesi de onun mushafını teslim
etmemesine neden olmuş olabilir.
İbn
Mes’ûd ile Hz. Osman arasında geçen bir münakaşa da h.29 senesinde yapılan
hacda vukû bulmuştur. Hz. Osman, Arafat ve müzdelifede namazları kısaltmadan
dört rekât olarak kıldırmış, İbn Mes’ûd ve bazı sahabiler Hz Peygamber, Hz
Ebûbekir ve Ömer’in seferi olarak iki rekât kıldırmasını örnek vererk itiraz
etmişler ve aralarında, münakaşanın geçtiği kaynaklarımızda[210]
yer almaktadır. Ya’kûbî, bu rivayetlere de yer vermemiştir.
Abdullah
b. Mes’ûd, cenazesinin Halife Osman tarafından kıldırılmamasını ve Bâki
mezarlığına defnini vasiyet etti. O, Hicri 32. yılda vefat etti. Vasiyetine
binâen, cenaze namazı Ammar b. Yâsir tarafından kıldırıldı.[211]
[212] Bazı
kaynaklar, onun cenaze 255 namazının, Hz. Osman tarafından veya Zubeyr b. Avvam
tarafından kıldırıldığı rivayet edilse de bu rivayetlerin doğruluğu şüphelidir.
Ebû Zer
el-Gıfârî Meselesi
Hemen
hemen bütün İslam tarihi kaynaklarında yer alan Ebû Zer el-Gıfârî ile Hz. Osman
arasındaki ihtilaflar, fetihlerden sonra Ya’kûbî’nin en geniş yer verdiği
bölümdür. Ya’kûbî, Ebû Zer olayını, Hz. Osman döneminde meydana gelmiş siyasi
ve idari olaylardan daha ayrıntılı bir şekilde aktarır. O, Hz. Osman ile Ebû
Zer el-Gıfârî arasındaki anlaşmazlıkları şu şekilde aktarmaktadır:
Osman’a,
Ebû Zer ’in, Mescid-i Nebi ’de oturduğu ve etrafında insanların toplandığı,
kendisi aleyhine birtakım ithamlarda bulunduğu haberi ulaştı. Ebû Zer, mescidin
kapısında durur; “Ey insanlar beni tanıyan bilir, beni tanımayan varsa ben Ebû
Zer el-Gıfârî’yim. Ben Cündeb b. Cünâde er-Rebezî’yim. Muhakkak ki Allah,
Âdem’i, Nuh’u, Âl-i İbrahim’i ve Âl-i imran’ı âlemlere üstün kıldı. Onların zürriyyetleri
birbirindendir. Allah herşeyi işiten ve her şeyi bilendir. Muhammed, Nuh’un
özündendir, onun evveli İbrahim, soyu İsmail’dendir. O onların en şereflisidir.
Yükseltilmiş gökyüzü gibi, örtülmüş Kâbe gibi, işaretlenmiş kıble gibi, ışık
saçan güneş gibi, yürüyen ay gibi, yol gösteren yıldız gibi, yağının
aydınlattığı zeytin ağacı gibi, Peygamberler arasında güzel ahlaki nitelikleri
çoktan haketmiştir. Allah, Âdem’in ilmini Muhammed’e varis kıldı ve onu bütün
nebilere üstün kıldı. Ali b. Ebû Talib de Muhammed’in vasisidir ve onun ilminin
varisidir. Ey peygamberden sonraki şaşkın ümmet, eğer Allah’ın öne geçirdiğini
öne geçirir, geriye bıraktığını geriye bırakır, peygamberin ehli beytini
velayet ve verasetini kabul ederseniz, yerin altından ve üstünden sonsuz
hayırlara ulaşırsınız. Böyle düşünen fakirleşirse, Allah, ona kâfidir. Onun
Allah ’ın hukukundan hiçbirşeyi kaybolmaz. Allah ’ın hükmü konusunda iki kişi
ihtilafa düşerse, bunun bilgisini, Allah’ın kitabı, peygamberin sünneti ve
onlarla amel eden kişilere bakarsınız. Şayet, bunun dışında bir şey yaparsanız,
yaptığınız işin günahını çekersiniz”
Aynı
şekilde Ebû Zer ’in, Osman hakkında, Resûlullah’ın, Ebû Bekir’in ve Ömer’in
sünnetini değiştirdiğine dair haberler ulaşmaya devam etti. Bunun üzerine
Osman, onu Muaviye ’nin yanına Şam ’a sürdü. Şam’da da Mescit ’te oturarak
önceki söylediklerini söylemeye devam etti. insanlar onun etrafında kalabalıklar
oluşturdu ve onu dinlemeye başladılar. Ebû Zer, Mescit ’in Dımaşk kapısında
durur, sabah namazını kıldıktan sonra “ateş taşıyan kervan geldi, Allah iyiliği
emredip onu yerine getirmeyene ve kötülüğü menedip onu yapana lanet etsin ”
derdi.256
Muaviye, Osman’a Ebû Zer’in Şam’da
kendisi aleyhine konuştuğunu ve fitne çıkardığını yazdı. Osman da, onun
semersiz bir binit üzerinde, Medine’ye göndermesini bidirdi.
Ebû Zer, Medine’ye geldi; öyle ki,
dizinin etleri gitmişti. Osman’ın yanında birtakım insanlar olduğu halde, onun
yanına geldiğinde Osman, Ebû Zer’e bana ulaşan haberlere göre şöyle
diyormuşsun;
“Resulullah (salla'llâhü aleyhi ve
sellem) ’den şöyle işittim. Beni Ümeyye otuz kişiye ulaştığında, Allah’ın
beldelerini kendilerine devlet, onun kullarını kendilerine köle, O’nun dinini
de oyuncak edinirler” Ebû Zer,
“evet” dedi.
Resûlüllah’ın bunları söylerken duydum.
Osman orada bulunanlara, “sizler Resûlullah ’ın bu şekilde dediğini duydunuz
mu? ” Ali b. Ebû Talib’i çağırttı. Ona, Ey Ebu’l-Hasan sen Allah Resûlü’nden
Ebû Zer ’in anlattığı şu haberi duydun mu? Dedi. Ali de; Bu Resûlüllah ’ın
sözlerindendir ki, o şöyle buyurdu,
”Yeşiller Ebû Zer ’den daha doğru sözlü
bir kişiyi gölgelememiştir. Yeryüzü de ondan daha doğru sözlü birisini
taşımamıştır.”
Ebû Zer, Medine’de fazla ikamet etmedi
tâki, Osman onu sürgün edinceye kadar. Osman, Ebû Zer ’e Medine ’den
çıkarılacaksın dediğinde; Ebû Zer,
“Allah Resûlünün Hareminden mi
çıkarılacağım?” dedi. Osman “evet, burnun sürtülmüş olarak” dedi. Ebû Zer;
“Mekke’ye mi?” dedi. Osman; “Hayır” dedi. Ebû Zer; “Basra’ya mı?” dedi. Osman;
“Hayır” dedi. Ebû Zer, “Kûfe’ye mi?” dedi. Osman; “Hayır” dedi ve devamla fakat
“ölünceye kadar kalacağın Rebeze ’ye ”
Hz. Osman, Mervan’a “Ey Mervan onu
çıkart ve Medine’den çıkıncaya kadar kimse ile konuşturma” dedi.
Mervan, Ebû Zer ’i eşini ve kızını bir
deve ile Medine ’den çıkarttı. Ebû Zer, Medine ’den çıkarken Ali, çocukları
Hasan ve Hüseyin, Ca’fer, Ammar b. Yâsir ona bakıyorlardı. Ebû Zer, Ali’yi
görünce ona yöneldi ve elini öptü sonra ağlamaya başladı ve şöyle dedi:
“Ben seni ve oğlunu gördüğümde
Resûlüllah’ı hatırlıyorum sabredemedim ağladım.” Ali de, onunla konuşarak
yürümeye başladı. Bunun üzerine Mervan, Emirü ’l-Mü’minin onunla hiç kimsenin
konuşturulmamasını emretti, dedi. Ali elindeki sopa ile Mervan’ın devesinin
yüzüne vurdu ve defol git, Allah seni ateşe atsın dedi ve Ebû Zer’i
uğurladılar.
Aynı şekilde Ebû Zer’in kabilesinden
olanlar da onunla konuştular ve onu uğurladılar. Mervan ’da bu aralarında geçen
kötü hadiseyi mübalağalı bir şekilde Osman’a anlattı. Ebû Zer, vefat edinceye
kadar Rebeze de kaldı.
Ebû Zer’in vefatı yaklaştığında kızı,
Ebû Zer’e; bu yerde yalnız başıma kalacağım. Yırtıcı hayvanların sana
saldırmasından korkuyorum” dedi. Bunun üzerine Ebû Zer; hayır O (Allah) ki,
muhakkak benim için mü’min bir topluluk hazır bulunduracak. Bak bakalım hiçbir
kimseyi görüyor musun? dedi. Kızı, hayır hiç kimseyi görmüyorum dedi. Ölüm anı
yaklaştığında Ebû Zer kızına bir kez daha, bak bakalım kimseyi görüyor musun?
dedi. Kızı, evet, buraya doğru gelen bir kervan görüyorum dedi. Bunun üzerine
Ebû Zer, Allahuekber, Resûlüllah doğru söylemiş, dedi. Kızına, yüzünü kıbleye
çevirmesini, o topluluk geldiğinde kendisinin selamını söylemesini, benim işimi
( cenaze namazı ve defin) bitirdikten sonra şu koyunu kesip, onlara şöyle
dediğimi; “Onlar üzerine yemin ettiğimi ve bu koyunu yemeden ayrılmamalarını
söyle” dedi. Ve ölüm vuku buldu. D
erken o topluluk geldi. Ebû Zer ’in
kızı onlara bu kişi, Allah Resûlü’nün arkadaşı Ebû Zer’dir, vefat etti, dedi.
Yedi kişiden oluşan bu grup bineklerinden indiler. Huzeyfe b. Yeman,
el-Eşter’de bu grubun içinden olanlardandı.
Hıçkırıklarla ağladılar ve onu yıkayıp
kefenlediler, cenaze namazını kıldılar ve defnettiler. Sonra Ebû Zer ’in kızı
onlara sizin hususunuzda babam yemim etti ki, “şu koyunu kesip yemeden
ayrılmasınlar. ” Koyunu kestiler ve yediler, sonra Ebû Zer ’in kızını da
yanlarına alarak Medine’ye geldiler. Osman’a Ebû Zer ’in ölüm haberi
ulaştığında, “Allah Ebû Zer’e rahmet etsin” dedi. Ammar b. Yâsir de
“Bizim ona yaptıklarımızdan sonra Allah Ebû
Zer ’e rahmet etsin” dedi. Osman, bu söze çok kızdı. Bunun dışında Ammar’dan,
Osman aleyhine başka sözler de halifeye ulaştı. Halife, Ammar’ı, Ebû Zer gibi
sürgün etmek istedi. Fakat kabilesi Ben-i Mahzumlular toplanarak Ali’nin yanına
gittiler ve kendilerine yardım etmesini istediler. Ali, Osman’ın düşüncesini
gerçekleştirmesine müsaade etmeyiz dedi. Osman’a, Ben-i Mahzumlular’ın Ammar
hususunda toplanıp konuştukları haberi ulaşınca, Ammar’ı sürgüne göndermekten
vazgeçti.[213]
Ya’kûbî’nin
yukarda aktardığı Ebû Zer ile ilgili rivayetler, İslam tarihi kaynaklarında şu
şekilde yer almaktadır:
Ebû
Zer el-Gıfârî, Suriye’de bulunduğu sıralarda Muaviye’nin bazı harcamalarını ve
müslümanların ihtiyaç fazlası mallarını Allah yolunda sarf etmeyip
biriktirdiğini şiddetle eleştirdi. Eleştirilere kulak veren halkın sayısı
günden güne arttı. Muaviye, Ebû Zer’in bu eleştirilerine karşılık kendisi ile
konuştu, ancak bir sonuç alamayınca, durumu Hz. Osman’a bir mektupla bildirdi.
Hz. Osman Muaviye’den, onu Medine’ye göndermesini istedi. Böylece Ebû Zer
Medine’ye geldi ve burada da benzer eleştirilerini yapmaya devam etti. Daha
sonra da, Medine’ye yakın bir yer olan Rebeze’ye yerleşerek burada vefat etti.
Bütün kaynaklarda buna benzer rivayetler nakledilmektedir.[214]
Rivayetlere
göre, Ebû Zer el-Gıfârî, Muaviye ile beraber, Anadolu, Kıbrıs fetihlerine
katılmış, Muaviye ve yakınlarının şatafatlı yaşamlarından rahatsız olmaya
başladı. Hem Muaviye’ yi hem de Şam halkını uyararak “Tevbe sûresi 34.” ayeti okuyarak,
ihtiyaç fazlası malların Allah yolunda harcanması gerektiğini söylerdi.[215] Muaviye,
Hz. Osman’a Ebû Zer ile ilgili olarak Şam’da fitne çıkardığını bildirmesi
üzerine, Hz. Osman, onun Medine’ye gönderilmesini istedi. Ebû Zer Medine’ye
geldiğinde Hz. Osman’ın ona serzenişte bulunduğu, Ebû Zer’in halife’den
kendisinin Rebeze’de ikamet etmesi için izin istediği ve Halife’nin izin
verdiği, kaynaklarda yer almaktadır.[216]
Hatta
bazı rivayetlerde, birtakım grupların Ebû Zer’e gelerek Halife Osman’a karşı
kendisini lider kabul edeceklerini söyledikleri belirtilmektedir. Ebû Zer ise
halifeye bağlı olduğunu ve bey’atini asla bozmayacağını, kendisine düşenin
itaat ve sabır olduğunu, gelenlere de bu manada nasihatlerde bulunduğunu
görmekteyiz.[217]
Rivayetler
arasında, Ebû Zer’in Medine’ye geldiğinde insanların; ‘bu Ebû Zer’dir’ diye
seslendikleri, Ebû Zer’in Mescide gelerek iki rekât namaz kıldığı, Hz. Osman’ın
da Mescite gelerek Ebû Zer’e çıkıştığı, Ebû Zer’in’de sesini yükselterek
insanları sadece hayra çağırdığını tevbe ayetini okuyarak münakaşa ettikleri ve
Halife Osman’ın onu Rebeze’ye sürgün ettiği rivayetleri yer almaktadır.[218]
Ancak söz konusu kaynakların birçoğunda Hz. Osman’ın Ebû Zer’i sürgün ettiğine
dair rivayetlerin yanı sıra, halife tarafından değil, kendi isteğiyle Rebeze’ye
gittiğine dair rivayetlerin de olduğunu görmekteyiz.[219]
İbnü’l-Esîr
ise, konu ile ilgili şu rivayetlere yer vermektedir. Ebû Zer, Şam’da Muaviye ve
yandaşları ile ihtilafa düştü ve onların lüks harcamaları karşısında gerek
ayetlerle gerekse Hz. Peygamberin tavsiyeleri ile nasihat etti. Muaviye’ nin
Ebû Zer hakkında Şam’da hem kendisi hemde halife adına fitne çıkardığını
bildirmesi üzerine Medine’ye gönderilmesini, Hz.Osman taleb etti. Ebû Zer
Medine’ye geldiğinde Hz. Osman’ın, Ebû Zer’e “Şam halkının senin dilinin
uzunluğundan bahsediyorlar” diyerek, insanların kazandıkları mallarla
ilgili harcama ve iktisatlarının kendi tercihleri olduğunu, insanları zühd
halinde yaşamaya zorlamaması gerktiğini ifade etmişti. Hatta orada hazır
bulunan Ka’b b. Ahbar’ın da Hz. Osman lehinde konuya müdahil olduğu, Ebû
Zer’in, ona karşı ‘ey Yahudi, sana ne oluyor?’ diye çıkıştığı yer alır. Netice
olarak Ebû Zer, Halife Osman’dan Rebeze’ye gitmek için izin aldığı,
Resûlüllah’ın kendisine “Medine’deki evlerin Sel dağına ulaştığında buradan
ayrılmasını istediğini” söylediği ve Halife Osman’ın da izin verdiği
kaynaklarda yer almaktadır.[220] Hatta
Hz. Osman’ın, kendisine a’tasını vermeye devam ettiği ve beraberinde iki
hizmetçi verdiği de rivayetler arasında zikredilmektedir.[221]
Ebû
Zer el-Gıfârî’nin kendi isteği ile Rebeze’ye gittiğine dair, İbn Kesir’ de
yukardaki rivayetlere benzer rivayetler aktarmakta; Hz. Peygamber’in kendisi
hakkında “Medine’deki evlerin sel dağına ulaşması halinde şehri terketmesini
istediği” buna binaen Rebeze’de kalmak için Halife’den izin istediği ve
halife’nin de izin verdiğini aktamaktadır.[222]
Ya’kûbî’nin,
Ebû Zer el-Gıfârî’nin vefatına ilişkin aktarmış olduğu rivayetler genel manada
diğer ilk dönem kaynakların hemen hemen tamamında benzer şekilde yer almakla
beraber onun, kitabında yer vermediği, Hz. Osman aleyhine sayılabilecek bazı
rivayetlerle de karşılaştık. Ebû Zer’in vefatı esnasında, Abdullah b.
Mes’ûd’un, Kûfe’den Medine’ye[223] dönerken
Rebeze’den geçtiği ve beraberinde bulunan Hacer b. el-Edibber, Mâlik b. Hâris
b. el-Eşter ve Ensardan birtakım gençlerle birlikte cenaze ve tekfin işinin
yapıldığı zikredilmektedir.[224] Ebû Zer’in kefenlenmesi için
orada bulunan Ensar’dan birinin, onun elbisesiyle kefenlendiği[225], bir
başka rivayette eşinin ağladığı, kendisine niçin ağladığı sorulunca onu
kefenleyecek bir bezlerinin dahi olmadığı rivayeti yer almaktadır.[226] Bu
rivayetlerin hiçbirisine Ya’kûbî kitabında yer vermemiştir. Onun yer vermediği
bir başka rivayette; İbn Mes’ûd’un Ebû Zer’in vefatı nedeniyle ağladığı ve Hz.
Peygamber doğru söylemiş; “Yalnız doğdu yalnız diriltilecek” dediği
zikredilmektedir.[227]
Kaynaklarda
yer alan, Ebû Zer ile ilgili rivayetleri özetle aktarmış olduk. Ya’kûbî’nin yer
verdiği, Ebû Zer’i semersiz bir binite bindirip öyle Medine’ye gönderdiği ve
bundan dolayı onun, Medine’ye geldiğinde dizlerinde yaralar oluştuğuna dair bir
rivayetle karşılaşmadık. Hemen hemen bütün kaynaklarda Muaviye’nin yaptığı
harcamalarla ilgili Ebû Zer ile münakaşa ettiği ve Muaviye’nin bu durumu Halife
Hz. Osma’a bildirdiği, halife tarafından Medine’ye gönderilmesinin istendiği ve
Ebû Zer’in’de Medine’ye geldiği sabittir. Bütün bu rivayetlerle beraber Ebû
Zer’in sıkıntılı bir yolculuğun ardından Medine’ye geldiğine dair hiçbir
rivayetle karşılaşmadık. Ya’kûbî acaba bu rivayetleri nereden aldı? Hz. Osman
aleyhine söyleyebileceğimiz bu konuda birçok rivayete rağmen bu rivayete yer
vermesi rivayetin doğruluğunda şüphe uyandırmaktadır.
Ayrıca
Ebû Zer’in, Rebeze’de ikamet etmesi hususunda tarihçiler ikiye ayrılmıştır. Bir
kısmının Ebû Zer’in kendi isteği ile Rebeze’ye geldiği, bir kısmı ise Halife
Hz. Osman tarafından Rebeze’ye sürgün edildiğini ifade etmekteler. Bütün
rivayetleri genel manada değerlendirdiğimizde her iki tarafında tamamen haklı
olduğunu söylemek mümkün değildir. Ebû Zer, İbn Mes’ûd gibi siyasi bir
başkaldırı yapmamış, tamamen inandığı dini yaşantının eleştirisini yaparak,
insanları iyiliğe ve kötülükten nehyetmeye çalışmıştır. Elbette bu
eleştirilerden en başta devletin imkânlarını kullanan Ümeyyeoğulları ve Hz.
Osman’ın da rahatsız olduğu bir gerçektir.
Ammar
b. Yâsir Meselesi
Hz.
Osman’ın eleşetirildiği hususlardan birisi de, Ammar b. Yâsir ile aralarındaki
hâdiselerdir. Ammar’ın, Hz. Osman’ın, İbn Mes’ûd’a ve Ebû Zer’e karşı menfi
tutumu ve onlara gösterdiği olumsuz davranışlarından sonra halife ile araları
daha da açılmıştır. Ya’kûbî bu hususları şu rivayetlerle aktarmaktadır.
Osman’a,
Ebû Zer ’in ölüm haberi geldiğinde, Halife ”Allah Ebû Zer’e rahmet etsin” dedi.
Ammar b. Yâsir de “Bizim ona yaptıklarımızdan sonra Allah Ebû Zer’e rahmet
etsin” dedi. Osman bu söze çok kızdı. Bunun dışında Ammar’dan Osman aleyhine
bazı sözlerde Osman’a ulaştı. Ammar’ı da Ebû Zer gibi sürgün etmek istedi.
Fakat Ben-i Mahzumlular toplanarak Ali’nin yanına geldiler ve kendilerine
yardım etmesini istediler. Ali ’de Osman’ın düşüncesini gerçekleştirmesine
müsaade temeyeceğini söyledi. Halife Osman’a, Ben-i Mahzumlular’ın Ammar
hususunda konuştukları haberi ulaşınca, Ammar’ı sürgüne göndermekten vazgeçti
ve yanında tuttu.
Ammar
b. Yâsir ile Hz. Osman arasında geçen anlaşmazlıklarla ilgili kaynaklarımızda
birçok rivayetler yer almaktadır. Ya’kûbî, Hz. Osman ile Ammar arasında geçen
tartışmaların ana kaynağı olarak Ebû Zer’e karşı tutumunu belirtmektedir. Ancak
o, diğer kaynaklarda yer alan rivayetleri; “Ammar’dan Hz. Osman aleyhine bazı
sözler de halifeye ulaştı” cümlesini aktarmakla yetinmiştir. Kaynaklara
baktığımızda, Hz. Osman ile Ammâr b. Yâsir arasındaki anlaşmazlıkların tek bir
sebebe bağlı olmadığı, birçok nedenin olduğu görülmektedir.
Halife
Osman ile Ammâr b. Yâsir arasında Ebû Zer hakkında yaptıkları konuşma ile
ilgili rivayetleri Belâzurî şöyle aktarmaktadır; Ebû Zer h.32 yılında vefat
edince, Ammâr b. Yâsir’in, “Ebû Zer konusunda Allah hepimizi affetsin”
demesine, Halife Osman çok öfkelendi. Ammâr’ı da sürgün etmek istedi, ancak
Ammâr’ın eski halifleri olan Mahzumoğulları, Hz. Ali’ye gelerek durumu
anlatmışlar ve ondan yardım istemişlerdir. Hz. Ali de, Halife Osman’a gelerek, “Ey
Osman Allah’tan kork sen muttakî bir mü’mini sürgüne gönderdin. (Ebû Zer’i
kastedmiştir.) Ve o da orada vefat etti. Bu defa da onun benzerine aynısını
yapmak istiyorsun” dedi. Hz. Osman da ona sert sözlerle; “Sen sürgüne
gönderilmeye ondan daha layıksın” karşılığını verdi. Hz. Ali de “o halde bunu
yap” karşılığını vermiştir. Bu sırada orada bulunanlar Hz. Ali’yi
destekleyerek, Hz. Osman’a “Senin aleyhine her konuşanı sürgüne göndermen hiç
hoş değil” diyerek, Halife Osman’a karşı çıkmışlardır. Bütün bu olanlardan
sonra da Halife Osman, Ammâr b. Yâsir’i sürgüne göndermekten vazgeçti.[228] [229]
Esasen
Hz. Osman’ın, Ammâr’a karşı menfi tutumunu, halife seçiminde Ammâr’ın Hz.
Ali’yi desteklemesi ile başlatmak mümkündür. Zira şûra heyetinin başkanı olan
Abdurrahman b. Avf, muhâcir ve ensârın önde gelenlerinin görüşlerini alırken,
Ammâr b. Yâsir, Abdurrahman b. Avf’a; “ Müslümanların parçalanmasını
istemiyorsan Ali’ye biat et”[230] diyerek
tarafını net bir şekilde ortaya koymuştur. Hatta bir başka rivayette “Ey
Kureyşliler, siz peygamberin ehli beytini bu işten uzak tutarsanız, Allah’ın bu
işi sizden alıp bir başkasına vermesinden korkarım” [231]
diyerek Hz. Ali’den taraf olduğunu ifade etmişti.
Halife
Hz. Osman ile Ammâr b. Yâsir arasında meydana gelen anlaşmazlıklardan birisi de
Ammâr’ın Halife tarafından müfettiş olarak Mısır’a gönderilme meselesidir.
Ya’kûbî’nin yer vermediği bu mesele ile ilgili kaynaklarımız şu rivayetlere yer
vermektedir: Halife Hz. Osman, vilayetlerden gelen şikâyetlerin incelenmesi
için Medine’de nüfûzlu, itibar sahibi kişileri vilayetlere müfettiş olarak
göndermişti. Bu bağlamda, Kûfe’ye Muhammed b. Mesleme, Basra’ya Üsâme b. Zeyd,
Şam’a Abdullah b. Ömer’i ve Mısır’a da Ammâr b. Yâsir’i göndermişti.[232]
Vilayetlere görevlendirilen bu kişiler görevlendirildikleri vilayetlere giderek
gerekli inceleme ve araştırmaları yapmışlardı. Mısır’a giden Ammâr b. Yâsir’den
önce, diğer müfettişler Medine’ye geri dönmüşlerdir. Yaptıkları araştırmalar
neticesinde herhangi bir olumsuzluğun bulunmadığına, şikâyetlerin yersiz
olduğuna dair halife Hz. Osman’a rapor sunmuşlardı. Ammâr b. Yâsir,
Mısır’dayken Vali Abdullah b. Ebû Serh, Halife Hz. Osman’a bir mektup yazmıştı.
Mektubunda, Mısır’a gerekli inceleme ve araştırma için göndermiş olduğu Ammâr
b. Yâsir’in kendisine muhalif olan, Abdullah b. Sebe’,[233]
Kinane b. Bişr, Halid b. Mülcem, Sevdan b. Humran ‘ın da içinde bulunduğu bir
grupla hareket ettiğini,[234] emri
olması halinde Ammâr’ı ve beraberindeki muhalifleri öldürebileceğini
bildirmişti.[235] Mısır’ın
teftişini yapan Ammâr, kendisi hakkında söylenenlerden Halife Hz. Osman’ın
sorumlu olduğunu söylemiş, Sa’d b. Ebû Vakkas’la aralarında tartışma çıkmıştır.
Sa’d, Ammâr’ı toplumda fitne çıkarmakla suçlayınca Ammâr, başındaki sarığı
çıkararak aynı şekilde Hz. Osman’a yaptığı bey’a’ttan vazgeçtiğini söylemiştir.[236]
Ya’kûbî’nin
yer vermediği ancak kaynaklarda yer alan bir diğer rivayet ise, Ammâr b.
Yâsir’in Halife Osman tarafından dövdürülmesi olayıdır. Rivayete göre, Ammâr
ile Utbe b. Ebû Leheb arasında meydana gelen anlaşmazlık, Halife Osman’a
intikal ettirilmiş, Halife de her ikisini dövdürmek suretiyle cezalandırmıştı.[237] Başka
bir rivayette ise, Halife Hz. Osman’ın yakınlarına beytülmaldan yardımlarda
bulununca insanlar bunu yadırgamaya başladılar. Halife, beytülmal
görevlisi olan Ammâr b. Yâsir’den, bu manada beytülmaldan ödeme taleblerinde
bulununca Ammâr, Halife Osman’ın taleplerini geri çevirmiş ve aralarında
münakaşalar geçmişti. Daha sonra Ukbe b. Amir’e, Ammâr’ı bayıltıncaya kadar
dövdürdü. Hatta baygın bir halde, insanların onu
Resûlüllah’ın eşi Ümmü Seleme’nin evine taşımışlardı. Bu arada Cuma namazı ve
ikindi namazı vakitlerini geçirdiği, tâki Akşam namazında kendisine
gelebilmişti. Bu olaydan Hz. Âişe’nin de haberdar olduğu hatta kızarak
Resûlüllah’ın saçı, elbisesi ve ayakkabısını çıkararak, “ Allah’a yemin olsun
ki Allah’ın Resûlü’nün bıraktığı saçı, elbisesi ve ayakkabısı eskimedi. Fakat
Osman, onun sünnetini eskitti” diyerek tepkisini ortaya koymuştu.[238] Ammâr’ın
dövüldüğü haberini alan Mahzumoğullarının, Halife Osman’a gelerek Ammâr’ın
ölmesi halinde mutlaka Ümeyyeoğullarından birisini öldüreceklerini söyleyerek
açık açık Hz. Osman’ı tehdit ettikleri[239]
rivayetler arasında dikkat çekmektedir.
Genel
olarak temel İslam tarihi kaynaklarımızda Hz. Osman ile Ammâr b. Yâsir arasında
münakaşa ve münaferete sebep olan olayları aktarmaya çalıştık. Aktardığımız
rivayetler konu ile ilgili bütün rivayetleri ihtiva etmemektedir. Biz genel bir
değerlendirme açısından, Yakû’bî’nin kitabında yer verdiği ve diğer kaynaklarda
yer alan farklı bazı rivayetleri aktarmakla iktifa ettik.
Abdurrahman
b. Avf Meselesi
Hz.
Osman’ın halife seçildiği şûraya başkanlık yapan ve içtihadını Hz. Osman lehine
kullanan Abdurrahmen b. Avf, Halife Hz. Osman’ın bazı uygulamalarından rahatsız
olmuştu. Bu yüzden aralarında birtakım anlaşmazlıklar meydana gelmiştir. Ya’kûbî
bu ikili arasında geçen anlaşmazlıklarla ilgili rivayetleri şu şekilde ifade
etmektedir:
Halife
Osman, şiddetli bir hastalığında Humran b. Eban’ı çağırır ve kendisinden sonra
gelecek halife ile ilgili bir vasiyet mektubu yazar. isim yerini ise boş bırakır.
Sonra boş olan yere Abdurrahman b. Avf’ı bizzat kendisi yazar. Mektubu yapıştırır ve
Ebu Süfyân’ın kızı peygamberimizin hanımlarından Ümmü Habibe ’ye verilmek üzere
gönderir. Humran, bu mektubu yolda açar ve okur. Akabinde Aburrahman’ın yanına
gelir ve mektubun içeriğinden ona bahseder. Abdurrahman bunu öğrenince çok
kızar ve şunları söyler; “Ben onu açık açık hilafete getirdim. O ise bu işi
benden gizleyerek yapıyor.” Bu haber Medine’de kısa sürede yayılır.
Ümeyyeoğulları da Osman’ın bu vasiyetine çok kızarlar. Osman, Humran’ı
çağırtarak ona yüz sopa vurdurur ve Basra’ya sürgün olarak gönderir.
Abdurrahman
b. Avf, oğlunu Osman’a gönderir ve oğluna; Osman’a deki, ondan şu üç hususta
üstün olmama rağmen ona biat ettim. Ben Bedir ’de bulundum, fakat o orada
yoktu. Ben Rıdvan biatında varken, o orada yoktu. Ben Uhud günü dimdik
dururken, O o gün kaçmıştı. Bu mektubu Abdurrahman’ın oğlu Osman’a getirip
verdi.Mektubu alıp okuduktan sonra Abdurrahman’ın oğluna, babasına söylemek
üzere şunları söyle:. Benim Bedir’de
olmayışımın sebebi Resûlüllah’ın evinde ikamet etmemdir. Resûlüllah o gün elde
edilen ganimetlerden payıma düşen hisseyi vermiştir. Rıdvan biatına gelince,
Resûlüllah sağ elinin üzerine benim adıma sol elini koymuştur. Resûlüllah’ın
sol eli sizin sağ ellerinizden daha hayırlıdır. Uhud gününe gelince, evet
senin dediğin gibidir. Ancak nice davranışlarda bulunuyoruz da Allah’ın bizi
affedip affetmediğini bilmiyoruz. Fakat Allah bu hususta bizi affetmiştir. [240]
Bu
konuda temel İslam tarihi kaynaklarımızda Ya’kûbî’nin aktardığı rivayetlerle
tenâkuz oluşturan birçok rivayetin yer aldığını görmekteyiz. Ya’kûbî’nin
anlattığı Humran meselesi diğer kaynaklarda oldukça farklı anlatılmaktadır.
Rivayetlere
göre, Kûfe’de vali olan Velid b. Ukbe hakkında şikâyetler artınca Hz. Osman,
azadlı mevlası Humran’ı gerekli incelemeyi yapmak üzere Kûfe’ye göndermiştir.
Humran Medine’ye dönünce şikâyetlerin yersiz ve asılsız olduğunu söylemiştir.
Ancak kısa zaman sonra Humran’ın gerçekleri söylemediği Halife’yi aldattığı anlaşılınca,
Halife Hz. Osman’ın Humran’ı Basra’ya sürdüğü, Halife’nin yeniden gözüne
girebilmek için burada da Halife’nin icraatlarını tenkit eden kişileri
ispiyonladığı, hatta bunlar arasında Âmir b. Kays et-Temîmî’nin de bulunduğu
rivayet edilmektedir.[241]
Kaynakların
hiçbirisinde, Ya’kûbî’nin Humran meselesi ile örtüşen benzer rivayetle
karşılaşmadık. Humran meselesi, kaynaklarda yukarıda aktardığımız şekilde
rivayet edilmekte olup, ne Halife Osman’ın yazdığı mektup ne de Abdurrahman b.
Avf ile alakası vardır. Bu nedenle Ya’kûbî’nin aktardığı bu rivayetlere
ihtiyatla bakmamız gerekir. Ya’kûbî’nin rivayetini dikkate aldığımızı bir
an düşünelim. Hz. Osman kendisinden sonra halife ile ilgili vasiyetinde
Abdurrahman b. Avf’ın ismine yer vermesi Abdurrahman tarafından sevinilecek bir
durumdur. Abdurrahman neden buna kızsın ki? Kaldı ki Hz. Ömer’in şûra heyetine
dâhil ettiği Abdurrahman, halife seçimindeki şûra üyelerine, kendisinin halife
seçilmesinden feragat ettiğini söylemiştir.
Ya’kûbî’nin
aktardığı Abdurrahman b. Avf ile Hz. Osman arasındaki mektuplaşma rivayetleri
birçok kaynakta yer almaktadır.[242] Farklı
bir rivayette, Abdurrahman b. Avf’ın, Velid b. Ukbe ile karşılaştığı Velid’in
“Sana ne oluyor da mü’minlerin emirine (halifeye) karşı gelip, ona karşı
öfkeleniyorsun?” dediği, Abdurrahman’ında bu söze karşılık, halife’ye haber
ver, ben Bedir’deyken o yoktu, Uhud’ta kaçan ben değildim” Velid’in de bu
sözleri Hz. Osman’a ulaştırdığı[243] yer
almaktadır.
Yukarıda
aktardığımız rivayetleri tamamen doğru kabul etmemiz mümkün değildir. Zira
Abdurrahman b. Avf kendisinin, Hz. Osman’dan daha üstün meziyetlere sahip
olduğunu düşünseydi halife seçimi adaylığından çekilmezdi. Sonra Abdurrahman b.
Avf, Hz. Osman’ın Bedir ve Rıdvan biatına mazeretleri nedeniyle katılamadığını
elbette biliyordu. Böyle bir suâli Hz. Osman’a yönelttiğine dair rivayetlere,
ihtiyatla bakmak gerektiğini düşünmekteyiz. Abdurrahman b. Avf ile Hz. Osman
arasındaki anlaşmazlıkların nedeni, Ya’kûbî’nin ifade ettiği meseleden farklı
olarak kaynaklarda, Hz. Osman’ın valileri ile ilgili gelen şikâyetlerine kulak
asmaması, akrabalarına bol bol hediye ve ata’ vermesi ve Abdurrahman’ın bu
hususlarda, Hz Osman’ı uyarması ve eleştirmesi gelmektedir.
Abdurrahman
b. Avf, Hz. Ali’yi de yanına alarak Hz. Osman’a gelerek, atamış olduğu
valilerin akrabası ya da Ümeyyeoğullarından olduğu ve bu valilerle ilgili
halkın hoşnutsuzluğu ve birtakım şikâyetlerinin olduğunu bildirmişdi. Ayrıca
gerek valilerine gerekse akrabalarına beytülmal’dan bol atiye ve hediyelerin
verildiği, bunlarla ilgili birtakım hoşnutsuzluklarını da Hz. Osman’a haber
vermişdi. Bu hususlarda gerekli tedbir ve uygulamaları yapmasını ondan
istemişti. Hz. Osman da onlara, bütün yaptığı işlerin Allah rızası için
olduğunu söylemişti. Hatta Hz. Osman’ın yanlış uygulamalarını görenlerin
Abdurrahman’a gelerek onun Halife olmasına kendisinin sebep olduğu
serzenişlerinde bulunmuşlardı.[244]
Abdurrahman b.Avfın, birçok kez Hz. Osman’ı uyarmasına rağmen sonuç alamadığı
ve onunla konuşmayacağına dair yemin ettiği ve konuşmadığı da rivayetler
arasında yer almaktadır.[245] Bütün bu
sebeplerden dolayı, vefatı halinde cenaze namazının Halife Osman tarafından
kıldırılmamasını da vasiyet etmiştir.[246]
Bazı kaynaklarımızda onun namazını Hz. Osman’ın kıldırdığı ve cenazesinin Sa’d
b. Ebî Vakkas tarafından kılındığı ve Bakî mezarlığına defnedildiği
geçmektedir.[247] [248]
Ya’kûbî’nin
rivayetleri ile diğer kaynaklardaki rivayetleri karşılaştırdığımızda bir takım
farklılıkların olduğunu görmekteyiz. Abdurrahman b. Avfın vefatından önce, Hz.
Osman’ın icraatlarından hoşnut olmadığını ve bu hususta Hz. Osman ile
aralarının açıldığı gerçeğini ifade etmeliyiz.
Ya’kûbî’nin, Abdurrahman b. Avf ile ilgili rivayetlerini dikkate aldığımızea,
Hz. Osman’ın en önemli destekçisinden bile yoksun bir hale geldiğine işaret
etmektedir. Gerek Ya’kûbî’nin gerekse diğer kaynaklardaki bu konu ile ilgili
rivayetleri ihtiyatla karşılamak gerektiğini çağdaş tarihçilerimiz de ifade 293
etmektedirler.
HZ OSMAN’IN MUHASARA EDİLMESİ
İslam
tarihi kaynaklarımızda Hz. Osman’ın muhasara edilmesi ile ilgili birçok
rivayetler yer almaktadır. Öyleki bu dönemle ilgili İslam tarihçilerinin
birçoğu rivayetler arasında bağ kurmak için kendi düşüncelerini de ortaya
koyduğunu görmekteyiz. Ya’kûbî de Hz. Osman’ın evinin muhasara edilmesini,
vilayetlerden gelen isyancılarla başlatarak şu şekilde aktarmaktadır.
Vilayetlerden
isyancı gruplar gelerek Osman ile konuşurlar. Mısır’dan da silahlı bir grubun
geldiği Osman’a haber verildiğinde, onlarla konuşmak üzere Amr b. Âs’ı
gönderir. Amr onlara ‘Halife sizin isteklerinizi kabul etti ’ der ve onların
isteklerinin yazılı olduğu ve Osman ’ın bu hususları kabul ettiğine dair yazılı
bir vesika verir. Vilayetlerden gelen âsiler bunun üzerine Medine’den
ayrılırlar. Halife Osman, kendisinin onaylamadığı bu anlaşmanın geçersiz
olduğunu ifade etmesi için Amr’a “Çık insanların yanında benden özür dile ”
der. Amr minbere çıkarak insanların toplanması için seslenir. insanlar
toplandığında Allah ’a hamd ve Hz. Muhammed’e senâdan sonra şöyle devam eder;
Allah Azze ve Celle, Resûlullah’ı rahmet ve ülfet için gönderdi de, o da
risaleti tebliğ etti. Güzellikle, öğütle ve hikmetle Allah yolunda mücahade de
bulundu. Bu böyle değil midir? dedi. Orada bulunanlar “evet” dediler. Amr,
Allah bu ümmetten dolayı Nebîsi olarak mükâfatların en hayırlısıyla karşılığını
versin, diyerek şöyle devam etti; sonra halka olabildiğince adaletli olan hak
ile hükmeden adil bir adam ondan sonra hilafeti üstlendi. Böyle olmadı mı?
Orada bulunanlar, “Evet, Allah onu hayırla mükâfatlandırsın” dediler. Amr
devamla; Toprağın onun için bitkileri ve gizli olan hazineleri açığa çıkardığı
kimse (Ömer b. Hattab) halifeliği üstlendi. O dünyadan göçtü fakat kılıcı hala
dosdoğru, bu böyle değil mi? dedi. Oradakiler, “ Evet, Allah onu da hayırla
mükâfatlandırsın” dediler. Amr devamla, sonra Osman halifeliği üstlendi, sizler
onunla konuştukça (yanlış işleri ile ilgili olarak) o da konuştu
(uygulamalarını savundu) onun hakkında artık sabredin. Zira nice küçük şeyler
vardır ki, büyümüştür. Ve nice zayıflar da vardır ki semizlenmiştir. Umulur ki
bir işin geciktirilmesi öne alınmasından daha hayırlıdır. dedi ve minberden
indi. Bunun üzerine bir grup Ümeyyeoğulları Osman’ın huzuruna çıktılar ve “
Amr’ın seni ayıplamasından daha çok seni ayıplayan kim vardır?” dediler. Amr,
Osman’ın huzuruna çıktığında Osman ona, “ Ey Nabiğanın oğlu, Allah’a yemin
olsun ki insanların bana karşı olan nefretini daha da artırdın” dedi. Amr’da, “
Vallahi senin hakkında bildiğim güzel şeyleri söyledim. insanların sırtına yük
oldun, insanlar da senin yükünü taşıdılar. Şayet adaletli olmayacaksan
halifeliği bırak” dedi. Bunun üzerine Halife Osman, “ Ey Nabiğanın oğlu, seni
Mısır valiliğinden aldığım günden beri zırhın bitlenmiş” diyerek karşılık
verdi.[249]
Mısır’dan
gelen muhalif gruplar geri döndüler. Bir müddet gittikten sonra deve ile
yolculuk yapan tuhaf birisini gördüler, şüphelenip onu aradılar. Halife
Osman’dan Abdullah b. Sa’d’a, “Bu grup senin huzuruna çıktığında onların
ellerini ve ayaklarını kes” yazılı bir mektup buldular. Bunun üzerine Mısır’a
giden bu muhalif grup, Medine’ye geri dönerek, Osman’ı hilafetten
uzaklaştıracaklarına dair yemin ettiler. Bu muhalif grubun başını, Muhammed b.
Ebû Bekr, Muhammed b. Ebû Huzeyfe, Kinane b. Bişr, ibn Udeys el-Belvî
çekmekteydi.
Ya’kûbî,
Hz. Osman ile görüşmek üzere büyük vilayetlerden gelen gruplar hakkında, onun
evinin kuşatılması ve öldürülmesi ile ilgili rivayetleri oldukça kısıtlıdır.
Hâlbuki vilayetlerden gelen muhalif gruplar ve halife’nin bu gruplarca evinin
muhasara edilmesi nihayetinde onun katledilmesi ile ilgili; Vâkidî, Ebû Mihnef
ve Seyf b. Ömer gibi ravilerin pekçok rivayeti yer almaktadır. Bunlarla beraber
daha sonraki müelliflerden Belâzurî, İbn Sa’d, Taberî, Zehebî, İbn Ebû Bekr,
İbn Kesir, İbnü’l-Esir gibi tarihçilerin de konu ile ilgili, pek çok rivayete
yer verdiğini görmekteyiz.
Şunu
da belirtmek gerekir ki, Hz. Osman’ın, kargaşa ile geçmeye başlayan ve
öldürülmesine kadar geçen zaman dilimi ile ilgili Seyf b. Ömer, Ebu Mihnef,
Vâkidî gibi rivayetçilerin aktardığı rivayetler, hadis âlimleri tarafından
eleştirilmiş hatta zayıf, zındık demelerine kadar cerh ettikleri de bir
vakıadır.[250]
Dolayısıyla, Ya’kûbî’nin rivayetlerini diğer rivayetlerle mukayese etmeden önce
şunu ifade etmeliyiz ki Hz. Osman’ın son dönemleri ile ilgili birçok muhtelif
rivayetlerin olduğu ve hangi rivayetin sahih ya da sahih olmadığına dair birçok
tereddüttün olduğu bilinmelidir.
Vilayetlerden
gelen muhalifler ve Hz. Osman’ın bu durum ile ilgili icraatları kaynaklarımızda
şu şekilde yer almaktadır.
Hemen
hemen bütün kaynaklarımızda, birtakım grupların Mısır’dan, Basra’dan ve
Kûfe’den, Hz. Osman’ın icraatları ile ilgili şikâyetler için Medine’ye
gelmeleri yer almaktadır. Bu grupların sayıları ile ilgili farklı rakamların
olduğu yer alsa da, Medine’de bulunan ashâbın ve onların tebasının Hz. Osman’ı
şehadete götürecek muhasarayı engelleyebilecek gücünü ortadan kaldırmamaktadır.
Mısır’dan
gelen muhaliflerin elebaşlılarının Ebû Amr İbn Büdeyl, İbn Udeys el- Belviyyi,
Sevdan b. Humran, Muhammed b. Ebubekr’den oluştuğu, Mısır valisi İbn Ebû
Serh’in bir mektupla bu grubun umre niyetiyle yola çıktıklarını ancak asıl
gayenin umre değil halife’ye isyan olduğunu, altıyüz binitliden oluştuğunu
haber verir. Hz. Osman’ın da Medine’ye girmeden Hz. Ali’ye yanına Ammâr’ı da
alarak, bu muhalif grupla görüşüp şehre girmemelerini talep etmiş, ancak Ammâr
daha önce aralarında geçen münafereden dolayı bunu kabul etmemiştir. Hz.
Ali’nin yalnız başına Cuhfe’de bulunan muhaliflerle görüştüğü onların isyan
sebeplerini sorduğu, muhaliflerin Hz. Osman’ın akrabalarına rağbet etmesi,
hacda namazları cem etmemesi, mushafları yaktırması vilayetlere atadığı valiler
hakkındaki şikâyetler olmak üzere birçok sebep ortaya koymuşlar, Hz. Ali’de
bütün bu şikâyetlere cevap vererek onların memleketlerine geri dönmelerini
talep etmiştir.[251] Bunun
üzerine, Hz. Ali’nin, sürgüne gönderilenlerin geri gelmeleri, haksızlığa
uğrayanların haklarının verilmesi, fetihlerde elde edilen ganimetlerin adaletli
dağıtılması gibi konularda muhaliflerin isteklerini kabul şartıyla onları ikna
ettiği de rivayetler arasında yer almaktadır.[252]
Muhaliflerin böylece Medine’den memleketlerine geri döndükleri aktarılmaktadır.[253] Bir
başka rivayette Hz. Osman’ın Medine yakınlarına kadar gelen muhaliflerin şehre
girmeden dönmeleri için Ammâr b. Yâsir, Sa’d b. Ebî Vakkas’ tan da talep de
bulunduğu Ammâr’ın bu teklifi aralarındaki münaferetten dolayı reddettiği yer
almaktadır.[254]
Ya’kûbî’nin,
Hz. Osman tarafından muhaliflere Amr b. Âs’ı gönderdiği ve Amr’ında muhaliflere
Hz. Osman adına isteklerinin kabul edildiğine dair vesika verdiği rivayetini,
araştırdığımız kaynaklarda bulamadık. Ancak Amr b. Âs ile Hz. Osman arasında
anlaşmazlıkların olduğu birçok kaynakta yer almaktadır. Ya’kûbî’nin aktardığı
rivayetle birebir uyuşmasa da Amr b. Âs’ın Hz. Osman’a “ İnsanların sırtına
ağır bir yük oldun. İnsanlar da bu ağır yükü taşıdılar. Artık Allah’a tövbe et”
dediği, Hz. Osman’ın ve yanında bulunanların ellerini açarak “Allahım sana
tövbe istiğfarda bulunuyorum” dediği rivayet edilmektedir.[255]
Böylece başta Mısır’dan gelen isyancılar olmak üzere Medine’ye gelen bu
grupların geliş sebepleri ve neticelerini farklı kaynaklardan aktarmış olduk.
İsyancıların Medine’ye geri dönmelerine neden olan bir ikinci farklı rivayet
ise Mısır’a geri dönen bu grubun Halife tarafından Mısır valisine götürülen bir
mektubun bulunma hadisesidir.
Ya’kûbî’ninde
aktardığı mektup meselesi ile ilgili hemen hemen tüm İslam tarihi kaynaklarında
rivayetler yer almakla beraber rivayetler arasında bir takım farklılıkların
olduğu görülmektedir. Kaynaklarımızda mektupla ilgili rivayetler şu şekilde yer
almaktadır. Muhaliflerin isteklerini kabul eden Hz. Osman, Mısır valisi olarak
da muhaliflerin içinde yer alan Muhammed b. Ebûbekir’i görevlendirmiştir. Bu
muhalifler Mısır’a dönerken Medine’ye üçgünlük bir mesafede yer alan bir
bölgede oldukça hızlı koşan bir devenin üstünde, siyah bir köleye rastlarlar.
Tuhaf davranışlarda bulunan bu adam Mısır’lıların yanından geçer ve geri
dönerek tekrar bu gurubu geçer. Hatta bu guruba kötü sözle dalaşır. Mısır’lılar
da bu köleyi yakalayıp ona “sen kimsin?” diye sorarlar köle, “Ben halifenin
kölesiyim o beni Mısır’a gönderdi” deyince, Mısırlılar, Muhammed b. Ebû Bekr’i
göstererek işte Mısır valisi budur dediler. Adam “Bu benim aradığım adam
değildir.” der. Bu köle Muhammed b. Ebû Bekr tarafından sorguya çekilir önce
Halife’nin sonra da Mervan’ın kölesiyim diyerek cevap verir. Sonra da Mısır
valisine bir mektup götürdüğünü ancak mektubun yanında olmadığını söyler.
Mısırlılar adamı ve deveyi araştırmaları sonunda su matarasına saklanmış, Mısır
valisi Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’ e gönderilen bir mektup bulurlar. Mektupta
“Muhammed b. Ebû Bekr ve falan falan kişiler sana geldikleri zaman onları
öldür. Seni şikâyet için bana gelenleri hapset” ifadelerinin yer aldığını görürler.[256]
Başka bir rivayette bu grubun asılması öldürülmesi, el ve ayaklarının kesilmesi
cezalarının istendiği yer almaktadır.[257]
Sözkonusu mektubu okuyan Mısır’lı grup tekrar Medine’ye dönerek Hz.
Ali’nin yanına gelirler ve ona “Bizim hakkımızda şunları şunları yazan Allah’ın
düşmanını görüyor musun? Allah onun kanını helal kılmıştır. Haydi, kalk bizimle
beraber gel demelerine karşılık Hz. Ali, “Vallahi sizinle gelmem” demesi
üzerine Mısır’lılar, “O halde bize neden mektup yazdın” diye sorduklarında Hz.
Ali “vallahi ben size mektup yazmadım. Mısır’lı muhalifler, “bu adam için mi
savaşıyor, yoksa öbürüne mi kızıyorsunuz?” diyerek Hz. Ali’nin yanından
ayrılarak Hz. Osman’ın evini kuşatmışlardır.[258]
Bu
rivayette görüldüğü üzere Mısır’lı grubun kendilerine, Hz. Ali tarafından
mektup yazıldığı yer almaktadır. Tarihçiler bu mektupların uydurma mektuplar
olduğunu, Ya’kûbî’nin’de bu rivayetlere yer vermediğini görmekteyiz. Ayrıca
Ya’kûbî’nin vilayetlerden gelen muhaliflerin sayısı ve bunların bazı sahabilere
giderek onlara biat etmek istedikleri ve bu sahabilerin bu teklifi
reddettiklerine dair şu rivayetlere de yer vermediğini görmekteyiz.
İbn
Sa’d, gelen muhalif grupların sayısından bahsetmese de, Mısır’dan gelen gruba
Hz. Osman’ın Muhammed b. Mesleme’yi kırk süvari ile baraber göndererek ona,
“neyi talep ediyorlarsa onu ver ve kimden razılarsa onları işlerin başına
geçireceğini söyle” diyerek Zû-Huşub’a gönderdiği, Muhammed b. Mesleme’nin
Mısır’dan gelen bu muhalif grupla görüşüp onları geri göndermeye ikna ettiği,
bu muhaliflerin baş aktörlerinin Abdurrahman b. Udeys el-Belviyyi, Sevdan b.
Humran el-Muradi, İbnü’l- Beyya’, Amr İbnü’l-Hamık el-Huzâi’nin olduğunu
aktarmaktadır. Mısır valisi Abdullah b. Sa’d’a gönderilen malum mektup
olayından sonra bu grubun dönerek Hz. Osman’ın evini kuşattığına yer
vermektedir.[259] İbn
Sa’d, Medine’ye geri dönen bu grupla yeniden görüşmek üzere Muhammed b.
Mesleme’yi göndermek istediği, ancak Muhammed b. Mesleme’nin bunu reddettiğini
aktarır. Vilayetlerden gelen muhaliflerin sayısı ile ilgili olarak da Mısır’dan
yüz altmış, Kûfe’den başlarında Eşter olmak üzere iki yüz, Basra’dan Hukeym b.
Cebele el-Abdi başlarında olmak üzere yüz kişiden oluştuğunu bildirmektedir.[260] Hz.
Osman’ın Kûfe’den gelen grubun başkanlığını yapan Eşter’le de görüştüğü ona
insanların kendisinden ne istediğini sorduğu Eşter’in de “hiçbirisinin
reddedilmeyeceği üç şeyi talep ediyorlar birincisi senin halifelikten
çekilmeni.. .."diyerek bir takım talepleri ifade ettiği Hz. Osman’ın başta
halifelikten çekilmek olmak üzere bütün teklifleri reddettiğini görmekteyiz.[261]
İbn
Kesîr ise, konu ile ilgili şu rivayetlere yer vermektedir. İbn Sa’d’ın yer
verdiği Mısır’dan gelen grubun liderliğini üstlenenler arasına Muhammed b. Ebû
Bekr’i de dâhil ederek aynı isimlere yer verirken, altı yüz kişilk bir grubun
Umre niyetiyle Medine’ye hareket ettiklerini, Mısır valisi Abdullah’ın bir
mektupla Hz. Osman’a gelen grubun umre niyetiyle değil isyan gayesiyle yola
çıktıklarını haber verir.[262] İbn
Kesir devamla, İbn Sa’d’ın rivayetinin aksine bu grup ile konuşmak üzere Hz.
Ali’ye, Ammâr b. Yâsir’e ve Sa’d b. Ebû Vakkas’a gelerek muhaliflerle
konuşmalarını talep etmiş, Ammâr b. Yâsir bu teklifi reddetmiştir. Muhaliflerin
Osman’a karşı gelme sebeblerini, akrabalarını himaye edip bol atiye vermesi, Mushafları
yaktırması, Arafat’da namazı tam kıldırması, vilayetlere vali atamalarındaki
rahatsızlıklar, sahâbenin ileri gelenlerine karşı tutumu, Hz. Peygamberin Taife
sürgün ettiği Hakem b. Ebû’l-Âs’ın Medineye getirilmesi olarak aktarmaktadır.[263]
Mes’ûd’i
ise, Murucuz-Zeheb’inde, Kûfe’den iki yüz, Basra’dan yüz, Mısır’dan yüz kişilik
grubun Medine’ye geldiğini bu grubla Hz. Ali’nin görüşüp onları ikna ederek
geri dönmelerini sağladığını kaydetmektedir. Fakat Mısır valisine gönderilen
mektup nedeniyle geri döndüklerini ve Hz. Osman’ı evinde muhasara ettikleri
hatta onu sudan bile mahrum ettiklerine dair rivayetlere yer vermektedir.[264]
Konu
ile ilgili sahihliğine bakmaksızın birçok rivayeti aktaran Taberî’de, Seyfden
rivayetle, Mısır’dan gelenlerin sayısının altı yüz veya bin kişi olduğunu, bu
grubun içinde İbn Sevda’nında (Abdullah ibn Sebe) yer aldığını Kûfe’den ve
Basra’dan da Mısır’dan gelen grubların sayısı kadar muhaliflerin Medine’ye
geldiklerini, geliş istikametine göre farklı yerlerde konakladıklarını bu muhalif
gruplardan Mısır’lıların Hz. Ali’ye, Kûfe’den gelenlerin Zübeyr b. Avvam’a,
Basra’dan gelenlerin de Talha b. Ubeydullah’a biat etmek istedikleri ancak bu
tekliflerin teklif edilenler tarafından kabul edilmediğini ifade eden
rivayetleri aktarmaktadır.[265]
Ya’kûbî’nin
aktardığı Hz. Osman’ın muhalif gruplarla görüşmek üzere Amr b. Âs’ı gönderip
Amr’ında muhaliflerle görüşüp Hz. Osman’ın onların bütün şartlarını kabul
ettiğine dair onlara yazılı bir vesika verip muhaliflerin de geri dönmesine
dair rivayeti, araştırdığımız kaynaklarda bulamadık. Ya’kûbî, bu rivayetle, Hz.
Osman’ın Mısır valiliğinden azlettiği Amr b. Âs’a muhtaç olduğunu, onun ne
kadar acziyet içerisinde olduğunu mu göstermek istemiştir. Bu soru akla
gelmekle beraber başka bir açıdan, bu rivayeti şu şekilde de değerlendirmek
gerekir. Amr b. Âs uzun süre Mısır valiliği yapmıştı. Muhalif grupların
liderliğini de Mısır’dan gelenler yapmaktaydı. Dolayısıyla onlarla
uzlaşabilecek onları en iyi tanıyan ve Mısır’da etkili bir nüfûzu olan Amr b.
Âs olabilirdi ki, Hz. Osman da bu düşünceyle Amr’ı onlarla görüşmek üzere
göndermiş olabilir. Ancak Ya’kûbî’nin, Amr ile Hz. Osman arasında geçen
münakaşaların bazı kaynaklarda da yer aldığını görmekteyiz.[266]
Medine’ye
gelen bu muhalif gruplar ve Hz. Osman’ın evini kuşatmaları ile ilgili birçok
rivayetler mevcuttur. Bu rivayetlerin birçoğunu Ya’kûbî kitabında yer
vermemiştir. Muhalif grupların birçok kişi ile görüştükleri, Hz. Osman’ın
bunlarla görüşmek üzere birtakım kimseleri gönderdiği hatta kendisinin bu
muhalif gruplarla görüştüğüne dair rivayetlerin yer aldığını göz önüne alırsak
hangi rivayetlerin doğru hangilerinin yanlış olduğunun tespiti oldukça zordur.
Zira bütün bu rivayetlerin hangilerinin doğru olduğunun tesbiti rivayetleri
aktaranların bağlı olduğu düşünce ve inanca göre değişmekte olduğu da bir
gerçektir. Dolayısıyla Ya’kûbî de herkes gibi kendi siyasi ve içtimai
temayüllerine uygun rivayetleri kitabına almış olduğunu düşünmek yanlış
olmayacaktır.
Ya’kûbî’nin
Hz. Osman’ın vilayetlerden gelen şikâyetlerin araştırılması için göndermiş
olduğu müfettişlerle de ilgili herhangi bir rivayete yer vermediğini
görmekteyiz. Kaynaklarımızda Hz. Osman’ın vilayetlerdeki şikâyetleri incelemek
üzere, Abdullah b. Amr’ı Şam’a, Muhammed b. Mesleme’yi Kûfe’ye, Usâme b. Zeyd’i
Basra’ya ve Ammâr b. Yâsir’i de Mısır’a gönderdiği yer almaktadır.[267]
Muhaliflerin
Hz. Osman’ın evini kuşatmaları ile ilgili Ya’kûbî şu bilgileri vermektedir; “İbn
Udeys el-Belvi, Osman’ı evinde muhasara etti. Sonra hâzinelerin (Beytülmal’ın)
anahtarlarını Talha b. Ubeydullah ’a verdiler. Osman’a karşı nefrette en ileri
gidenler, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam ile Âişe ’ydi. Muhasara altında
olan Osman, Muaviye ’ye acele olarak yardım getirmesini bildirdi. Muaviye de
oniki bin askerle Medine ’ye hareket etti. Daha sonra askerlerine Halifenin
emrinin doğruluğu hakkında kesin bir bilgisinin olmadığını bu yüzden orduya Şam
sınırında kalmalarını emretti. Kendisi de Osman’ın yanına geldi ve muhasaranın
ne kadardır devam ettiğini sorarak şunları söyledi. Senin bizim Medine’ye gelip
gelmeme hususundaki görüşünü bilmediğimizden yalnız geldim. Fakat dönüp
birliklerimi getireceğim. Bunun üzerine Osman, “Hayır, hayır, ben senin
intikamının velisiyim diyerek benim öldürülmemi istedin. Şimdi dön ve
askerlerinle gel” dedi. Muaviye birliğinin yanına gitti. Fakat Osman
öldürülünceye kadar Medine’ye gelmedi.
Mervan,
Âişe ’nin yanına gelerek “Eğer sen olaylara müdahale edersen Osman ile bu
insanların arasını bulursun” dedi. Âişe’de “Ben hacca niyet ettim, hazırlığımı
da yaptım Medine ’den ayrılıyorum ” dedi. Bunun üzerine Mervan, Aişe’ye “Osman
sana bir dirheme karşılık iki dirhem ödüyor” diyerek serzenişte bulununca Âişe
de” Görmüyor musun? Senin arkadaşın hakkında şüphe içerisindeyim” diyerek
karşılık verdi.[268]
Osman
ile Âişe arasında nefretleşme vardı. Bunun sebebi Ömer b. Hattab’ın verdiği
ata’nın Osman tarafından azaltılarak peygamberin diğer eşlerine verilen ata’ya
eşitlemesidir. Osman birgün insanlara hitap ederken Âişe, Resûlüllah’ın
gömleğiyle gelmiş, gömleği işaret ederek, “Ey Müslümanlar, bu Allah Resûlünün
gömleğidir henüz eskimedi. Fakat Osman onun sünnetini eskitti.” dedi. Bunun
üzerine Osman, “Ey Rabbim, kadınların tuzaklarından beni koru! Çünkü onların
tuzakları çok büyüktür.” diye karşılık verdi.[269]
Mısır,
Kûfe ve Basra’dan Medine’ye gelen muhaliflerin Hz. Osman’ın en nihayetinde
Halifelikten çekilme talepleri Hz. Osman tarafından reddedilince isyancılar Hz.
Osman’ın evini kuşatmışlardır. Hz. Osman’ın evinin kimler tarafından kaç gün
kuşatıldığına dair kaynaklarımız farklı rivayetleri barındırmaktadır. Bahisle
ilgili Ya’kûbî’nin kitabında yer verdiği rivayetlerin tamamı birçok kaynakta
yer almaktadır. Bununla beraber konu ile ilgili Ya’kûbî’nin birçok rivayete de
yer vermediğini görmekteyiz.
Hz.
Osman’ın evini kuşatıp onu susuz bırakanların elebaşlısının Malik b. Eşter
olduğu ifade edilmektedir.[270]
Beytülmalın anahtarlarının Talha b. Ubeydullah’a verilmesi ile ilgili
kaynaklarımızda farklı bilgiler mevcuttur. Talha’nın kapıyı kırarak beytulmalda
ne varsa insanlara dağıttığını bu haberi Hz. Osman duyunca onu Allah’a havale
ettiğini ifade eden rivayetin[271] yanında,
Hz. Osman öldürüldükten sonra asiler tarafından yağmalandığı[272] şeklinde
rivayet de vardır. Ya’kûbî, Hz. Osman’a karşı nefrette en ileri gidenlerin
arasında Talha b. Ubeydullah’ı da işaret etmiştir. Talha b. Ubeydullah’ın
muhaliflerle işbirliği yaptığına dair kaynaklarımızda birçok rivayet yer
almaktadır. Ya’kûbî’nin Talha ile İbn Udeys’ bağlantısını kuvvetlendiren şu
rivayet dikkat çekicidir. Rivayete göre, Abdullah b. I’yaş b. Ebû Rebîa şöyle
anlatmaktadır; muhasara günlerinden birinde Hz. Osman beni çağırdı ve elimden
tutup kapının arkasından bazı şeyleri dinlettirdi. Onlardan bazıları ne
bekleyip duruyorsunuz? Bazıları da, “bekleyin o şimdi gelmek üzeredir.” diyorlardı.
Biz bu hal üzere kapının arkasında dururken Talha geldi ve şöyle dedi: “ İbn
Udeys nerede?” Bunun üzerine İbn Udeys, Talha’nın yanına gitti ve o ikisi
birşeyler konuştu. İbn Udeys geri döndüğünde arkadaşlarına, “Osman’ın yanına
hiçbir kimseyi sokmayın ve evden çıkmak isteyenlere de izin vermeyin” dedi.
Bunun üzerine Hz. Osman bana, “ İşte Talha’nın yaptıkları bunlardır. Allah’ım
Talha’nın yaptıklarından sana sığınırım. O bu adamları getirip evimin önüne
yığdı ve onları bana karşı kışkırttı. Allah’tan kendisininde böyle bir şey ile
karşılaşmasını ve kanının akıtılmasını temenni ederim.” dedi.[273] Bu
rivayette görüldüğü üzere Ya’kûbî’nin aktardığı Talha’nın Hz. Osman aleyhine
fiili olarak çalıştığı rivayetleri örtüşmektedir. Onun, Hz. Osman aleyhine faaliyette
bulunduğuna dair birçok rivayetler bulunmaktadır.[274]
Ya’kûbî’nin,
muhasara altında bulunan Hz. Osman’ın Şam valisi Muaviye’den yardım istediği
rivayetine gelince, kaynaklarımızda bu hususla ilgili Ya’kûbî’nin aktardığı
rivayetlere benzer rivayetlerin var olduğunu görmekteyiz. Bu rivayetlere göre
Muaviye’nin önce birlik göndermeyi geciktirdiği[275]
daha sonra da gönderdiği birliğin Medine dışında beklemesini emrettiği yer
almaktadır. Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra Şair Ebû’t-Tufeyl, Muaviye’ye
Halife’ye neden yardım etmediğini sorduğunda Muaviye’nin “ Ona yardımı kanını
talep etmekle yaptım”[276] demesi
mânidardır. Muaviye’nin, Hz. Osman’ın muhasara esnasında birtakım ince hesaplar
içerisinde olduğu kuşkusunu vermektedir. Muaviye’nin birlikleri ile değil yalnız
olarak Hz. Osman’ın yanına geldiğini ve onunla birtakım konuşmalar yaptığına
dair rivayetler daha mâkuldür. Zira durumun vehâmetini gören Muaviye’nin, Halid
b. Abdullah el- Kasrî’nin dedesi olan Yezid b. Esed el-Kasrî’yi bin kişilik bir
birlikle gönderdiği, bu birliğin Vadi’l-Kur’a denilen yere geldiklerinde Hz.
Osman’ın öldürüldüğü haberi ulaşınca geri döndükleri yer alır.[277]
Ya’kûbî,
Hz. Osman’ın Muaviye’den yardım talep etmesi ve Muaviye’nin Hz. Osman’a gerekli
desteği vermemesi, onun en önemli valisinden bile gerekli desteği alamadığına
işaret ederek, Hz. Osman’ın düştüğü durumu gözler önüne sermekten geri
kalmamıştır. Ancak Ya’kûbî, birçok kaynakta yer alan Hz. Osman’ın diğer
vilayetlerdeki valilerden de yardım talep ettiğine dair rivayetlere ise, yer
vermemiştir. Kaynaklara göre Hz. Osman, Şam gibi, Mısır, Kûfe ve Basra
vilayetlerinden de yardım istemiş bunun üzerine, Basra valisi İbn Âmir, Mücaşi’
b. Mes’ûd es-Sülemî komutasında birlik göndermiş, Rebeze’ye ulaştıklarında Hz.
Osman’ın öldürülmesi haberi üzerine geri dönmüştür.[278]
Yine Mısır valisi Abdullah b. Sa’d, Muaviye b. Hudeyc komutasında bir birlik
göndermiş, Kûfe’den de Ka’ka b. Amr bir birlik göndermiştir.[279] Ancak
bütün bu birlikler Medine’ye ulaşmadan Hz. Osman şehid edilmiştir.
Ya’kûbî’nin,
Mervan b. Hakem’in, Hz. Âişe’den Hz. Osman’a yardım etmesini istediğine dair
rivayete gelince, bazı kaynaklarda Mervan’ın Zeyd b. Sabit ve Abdurrahman b.
Attab’la birlikte Hz. Âişe’ye geldikleri ve halife hususunda ondan yardım
istedikleri yer almaktadır.[280] Ancak
Ya’kûbî’nin aktardığı rivayette, Mervan’ın Hz. Âişe’den halifeye yardım
talebindeki “Osman sana bir dirhem yerine iki dirhem ödüyor” ifadesi “Hz.
Osman’ın Hz. Âişe’ye verilen ata’nın diğer eşlere eşitlenmesi” ile tenakuz
oluşturmaktadır.
Birçok
İslam tarihi kaynaklarımızda Hz. Âişe’nin, Hz. Osman’ın halife seçilmesini
onayladığı yer almaktadır. Hz. Osman’ın özellikle halifeliğinin ilk altı
yılından sonra yaptığı birtakım icraatlardan dolayı sahâbenin ileri gelenleri
bu icraatlardan dolayı Hz. Osman’ı uyardıkları hatta Halife’den desteklerini
çektiklerini gördüğümüz gibi muhtemelen Hz. Âişe’nin de aynı gerekçelerle Hz.
Osman’dan desteğini çektiğini düşünebiliriz.[281]
Konu
ile ilgili Ya’kûbî’nin aktarmış olduğu rivayetleri ve diğer kaynaklardaki
rivayetleri birlikte düşündüğümüzde Ya’kûbî’nin Halifelik seçiminde kendisine
destek verenlerden birer birer mahrum kaldığını öne çıkararak Hz. Osman’ın
halifeliğe devam etmesi hususundaki meşruiyetini adeta sorgulamıştır. Ammâr
olayında açıkladığımız üzere Hz. Âişe, Hz. Osman’ın Ammâr’a karşı yaptıklarını
şiddetle eleştirmişti. Yine İbn Mes’ûd, Sa’d b. Ebû Vakkas ve Ebû Zer gibi
sahâbenin ileri gelenlerine karşı Hz. Osman’ın tutum ve davranışlarına sert
tepki gösterdiğini aktarmıştık.[282] Hz.
Âişe’nin Halife Osman’a karşı menfi tutumana sebep olacak bir diğer durumun da
Ya’kûbî’nin rivayet ettiği üzere ata’sının Hz. Peygamber’in diğer eşlerine
eşitlemesidir.[283] Bütün bu
rivayetleri dikkate aldığımızda Ya’kûbî’nin, Hz. Âişe’nin Hz. Osman’a karşı
menfi tutumuna dair aktarmış olduğu rivayetleri birbiriyle çelişmektedir.
Ya’kûbî’nin,
Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam da Hz. Âişe gibi Hz. Osman’a şiddetle
muhalefet edenler arasında zikrettiğini görmekteyiz. Birçok kaynakta Talha ve
Zübeyr’in Halife Hz. Osman’ın bazı icraatlarından hoşnut olmadıklarını ve
Halife’yi bu icraatları hususunda uyardıklarını görmekteyiz. Halifelik
seçiminde bu iki ismin Hz. Ali tarafına meyilli olduklarını düşünürsek Hz.
Osman’ın icraatlarından memnun olmayanların ya da bir şekilde Hz. Osman’a muhalif
olanların doğrudan müracaat edecekleri ilk kişilerin de bunlar olması doğaldır.
Ya’kûbî’de buna işaret etmiştir. Ancak Ya’kûbî’nin burada objektifliğini
kaybetmesi Hz. Osman’a muhalif olanların en çok müracaat ettiği isim olan,
vilayetlerden gelen muhaliflerle belki de en çok görüşen, muhasara esnasında
Hz. Osman’ın korunması için çocukları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i görevlendirmiş
olan Hz. Ali’den hiç bahsetmemesi manidardır. Kaldı ki bu hususlarda Ya’kûbî
hariç hemen hemen tüm kaynaklar bu konuda birçok rivayeti ihtiva etmektedir.
Ya’kûbî bütün bu olaylardan Hz. Ali’yi uzak tutarak olayların hiçbirisinden Hz.
Ali’nin sorumlu olmadığını ortaya koymaya çalışmıştır. Böylesi bir tutumuyla
mensubu bulunduğu Şiâ’nın düşüncelerini kitabında hissettirdiğini açıkça
göremekteyiz. Bizler, rivayetlerde yer aldığı şekliyle Hz. Âişe, Talha ve
Zübeyr’in Hz. Osman’a muhalif olduklarını düşünsek bile asla bu kişilerin Hz.
Osman’ın öldürülmesini ne istemişler, ne de öldürülmesini temenni etmişlerdir.
Onların bu düşüncesini, Taberî şu şekilde aktarmaktadır. “Biz sadece Halifenin
daha iyi bir siyaset takip etmesini istiyorduk. Asla onu öldürmeyi aklımızdan
bile geçirmedik. Ancak sefih ve ahmak adamlar sabırlı insanlardan daha baskın
çıktı ve onu öldürdü”[284] Hz.
Osman’ın evinin günlerce kuşatılması buna karşın Medine’li Müslümanların bu
kuşatmaya adeta sessiz kalması gerçekte Hz. Osman’ın gerektiği ölçüde
korunamadığını ortaya koymaktadır. Hatta Hz. Osman’ın öldürülmesi konusunda yer
vereceğimiz üzere cenazesinin dahi üç gün kaldıralamaması ve nihayetinde gece
yarısı defnedilmesi gerçekten Hz. Osman adına ve Müslümanlar adına trajedi
olarak tarihte yerini almıştır.[285]
HZ. OSMAN’IN ÖLDÜRÜLMESİ
Bu
bölümden önce Hz. Osman’ın çeşitli vilayetlerden gelen muhaliflerce evinin
kuşatılmasına dair rivayetleri ele aldık. Günlerce süren olan muhasara
neticesinde, asiler tarafından Hz. Osman’ın evine girilerek şehid edilmesi ve
onun na’şının kaldırılması, cenaze namazının kılınıp kılınmadığına dair
rivayetleri bu bölümde ele alacağız. Ya’kûbî, Hz. Osman’ın öldürülmesi ve
sonraki süreçle ilgili şu bilgilere yer vermektedir:
“Osman
kırk gün muhasara edildikten sonra seksen üç (bir rivayete göre seksen altı)
yaşında Zilhicce ayının bitimine on iki gece kala, 35/656 yılında öldürüldü.
Onun öldürülmesini üstlenenler, Muhammed b. Ebû Bekr, Muhammed b. Ebû Huzeyfe,
Ibn Hazm bir rivayete göre, Kinâne b. Et-Tecîbî, Sevdan b. Humran’dı. Üç gün
cenaze defnedilmedi. Onu defnedenler, Hâkim b. Huzaym, Cerir b. Mut’ım,
Huveytıb b. Abdülûzzâ ve Osman’ın oğlu Amr’dır. Bunlar tarafından geceleyin
Medine Baki mezarlığına defnedildi. Onun cenaze namazını da bu dört kişi kıldı.
Bir rivayete göre ise cenaze namazı kılınmamıştır. Osman’ın halifeliği on iki
sene sürdü. Osman hilafete geçtiği ilk yıl hacca gidemedi. Yerine Abdurrahman
b. Avf’ı hac emîri olarak tayin etti. Ve bir de öldürüldüğü sene gidemedi
yerine Abdullah b. Abbas’ı tayin etti. ”331
Ya’kûbî’nin,
Hz. Osman’ın öldürülmesi ile ilgili aktardığı rivayetler birçok kaynakta da
benzer şekilde yer almaktadır. Diğer kaynaklarda da Hz. Osman’ın Zilhicce
ayının 17 veya 18.gecesi 35/656 yılında seksen üç yaşında katledilmiştir.[286] [287] Ya’kûbî,
Hz. Osman’ın öldürülmesi ile ilgili rivayetleri de kısıtlı tutmuştur. Hz.
Osman’ın evinin kuşatılması ile başlayıp öldürülmesine kadar geçen süreçle
ilgili kaynaklarımızda birçok rivayetler yer almaktadır. Hatta bu son döneme
dair rivayet kargaşası o kadar çoktur ki tarihçiler bile hangi rivayetin daha
sahih olduğunda uzlaşamamışlardır.
Ya’kûbî’nin,
yer vermediği ancak kaynaklarda yer alan rivayetlerde, Hz. Osman’ın öldürülme
haberi Medine’de kısa sürede yayılmış, Hz. Ali, Hz. Osman’ın evine gelerek
evlatları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e “ Siz buradayken Mü’minlerin emiri nasıl
öldürüldü?” diyerek azarladığı hatta Hasan’ı tokatladığı, Hüseyin’i de sarstığı
ve orada bulunanları azarladığı yer almaktadır.[288]
Bir başka kaynakta kendisinden Hz. Osman hususunda yardım talep edilen Hac
vazifesi ifa eden Hz. Âişe’ye Hz. Osman’ın öldürülme haberi ulaştığında :
"Onu öldürdüler ha! Vallahi o, akrabayı en çok gözeten ve Allah'tan en çok
korkan kimseydi. Hz.. Peygamber'in, kendilerinden hoşnut olarak öldüğü altı
kişiden ve yine cennetle müjdelenen on kişi (aşere-i mübeşşere)’den biriydi”[289] demesi
manidardır.
Hz.
Osman’ın cenaze namazı, defin, tekfin işleri ile ilgili Ya’kûbî’nin aktardığı
rivayetler diğer kaynaklardaki rivayetlerle kısmen örtüşmektedir. Halife Hz.
Osman’ın öldürülme haberi bütün Medine’de duyulmasına rağmen Halifeyi kimse
defnetmeye cesaret edememiştir. Üzerinden üçgün
geçtikten[290] sonra bu
durumdan rahatsız olan Resûlüllah’ın eşlerinden Ümmü Habibe, Mescid-i Nebî’ye
gelip “Ya bu adamı defnedersiniz ya da gidip, Resûlüllah’ın örtüsünü kaldırıp
açacağım” demesiyle İbn Ebû Âmr, Cübeyr b. Mut’ım, Niyar b. Mukrime, Hukeyim b.
Huzaa, Ebu Cehm b. Huzeyfe[291],
Abdurrahman b. Ebû Bekr, Misver b. Mahreme[292],
Abdullah b. Hısl, Abdullah b. Zübeyr, Ma’bet b. Ma’mer, Hz. Hasan ve
Mervan’ında aralarında bulunduğu bir grubun defin için Hz. Osman’ın evine
geldikleri[293] ve
cenazeyi zorlukla dışarı çıkardıkları, Bakî mezarlığının doğusunda “Haşkevkeb”
diye isimlendirilen yere defnettikleri rivayet edilmektedir.[294] Hatta
rivayetler arasında muhaliflerin Hz. Osman’ı defnetmek için gelenleri taşlamak
üzere yol kenarlarını dizildikleri[295]
bununla kalmayıp gerçekten cenazeyi çıkaranları taşladıkları da rivayetler
arasında yer almaktadır.[296] Hatta
Hz. Ali’nin âsilerin bu yaptıklarını engellemeye çalıştığı yer almaktadır. Hz.
Osman’ın cenaze namazının kılınması ve defnedilmesi ile ilgili farklı
rivayetler vardır. İçlerinde Misver b. Mahreme, Hukeym, Ebu Cehm, Niyâr b.
Mukrim’in, bir rivayete göre, Huveytıb b. Abduluzza, Hz. Osman’ın hanımları
Naile ve Ümmü binti U’yeyne’nin de bulunduğu bir gruba Cübeyr b. Mut’ım’in
imamlık yaptığı[297], Taberî
de geçen bir başka rivayette ise, cenaze namazını Mervan b. Hakem’in kıldırdığı
yer almaktadır.[298] İbnü’l-
Esîr’de geçen rivayete göre, Hz. Osman’ın ailesinden bazılarıyla birlikte
Hasan, Zübeyr, Ebû Cehm b. Huzeyfe ve Mervan olduğu halde Cübeyr’in veya Hukeym
b. Hızam tarafından ya da Mervan’ın cenaze namazını kıldırdığı
zikredilmektedir.[299] Yine
aynı müellifin bir başka rivayetine göre, Hz. Ali, Zeyd b. Sabit, Ka’b b.
Malik’ten oluşan bir grubun cenazeye katılarak, Hz Osman’ın yıkanmadan
elbiseleriyle defnedildiği aktarılmaktadır.[300]
Bütün
bu rivayetler bağlamında Ya’kûbî’nin, Hz. Osman’ın defin ve cenaze işleri ile
ilgili aktardığı rivayetlerin diğer kaynaklarda kısmen yer aldığını ancak onun
üslûbu gereği belki de kendince en sağlam gördüğü tek bir rivayetle yetindiğini
söyleyebiliriz.
HZ OSMAN’IN NESEBİ
Ya’kûbî,
Hz. Osman’ın halifelikten önceki hayatı ile ilgili fazla bir bilgi
aktarmamıştır. Hz. Osman’ın nesebi, çocuklarını ve kısaca hilyesini vermekle
yetinmiştir. Ya’kûbî, Hz. Osman’ın nesebi ve çocukları ile ilgili şu
rivayetleri aktarmaktadır.
Osman
b. Affan b. Ebû ’l As b. Ümeyye b. Abdişems, annesi Erva bint Kureyz b. REbûa
b. Habib b. Abdişems’ dir.[301]
Osman’ın
Amr, Ömer, Halid, Eban, Velid, Saî’d ve Abdülmelik adında yedi erkek çocuğu
vardır.[302]
Ya’kûbî,
Hz Osman’ın halifelik öncesi hayatından bahsetmemiştir. Yalnızca nesebini ve
coçuklarını zikretmekle yetinmiştir. Kaynaklarımızda, Hz. Osman’ın Fil
Vak’asın’dan yaklaşık altı yıl sonra M.577 yılında Taif’de doğmuştur.[303] Arap
yarımadasının büyük kabilelerinden sayılan Kureyş kabilesinin iktisâdi ve nüfûz
açısından, etkili kolu olan Ben-i Ümeyye’ye mensuptur. Babası Ümeyye’nin torunu
Affan b. Ebû’l Âs’dır. Nesebi şu şekildedir: Osman b. Affan b. Ebû’l Âs b.
Ümeyye b. Abdüşems b. Abdümenaf b. Kusay b. Kilâb b. Mürre b. Kâb b. Lüey b.
Galib b. Fihr b. Malik b. Nadr b. Kinâne’dir. Görüldüğü üzere beşinci ceddi
Abdümenaf ile Hz. Peygamberin soyu ile birleşmektedir.
Anne
tarafından nesebi ise; Ervâ bint Kureyz b. Rebîa b. Habib b. Abdüşems b.
Kusay’dır. Anne tarafından da Hz. Osman Hz. Peygamberle akrabadır. Hz. Osman’ın
annesi Ervâ bint Kureyz, Hz. Peygamber’in halası Ümmü Hâkim Beyza bint
Abdülmuttalib’in kızıdır. [304]
Hz.
Osman’ın çocukları ile ilgili kaynaklar farklı rivayetler aktarmaktadır. On
erkek ve sekiz kızının[305], on
erkek altı kızının[306], dokuz
erkek ve altı kızının[307] olduğuna
dair rivayetler vardır.
Ya’kûbî,
Hz. Osman’ın kız çocuklarından hiç bahsetmemiştir. Diğer kaynaklarda yer alan
coçukların sayısı hakkındaki farklılık, muhtemelen bazılarının küçük yaşlarda
vefat etmiş olmasıyla izah edilebilir.
SONUÇ
Çalışmamızın
ilk bölümünde Ya’kûbî’nin hayatı, eserleri ve tarihçiliğini kısaca ele aldık.
Onun ilk dönem tarihçiler arasında önemli bir yere sahip olduğunu gördük. Yine
onun iyi bir gözlemci ve bu gözlemlerini akıcı bir üslupla eserlerine
yansıttığını ifade etmemiz gerekir. Onun sadece bir tarihçi olmadığı,
tarihçiliği kadar, coğrafya’ya da meraklı olduğunu yazdığı “Kitabı Buldan”
adlı eserinden anlamaktayız. Bizim bu çalışmayı yapmaya sevk eden temel etken;
içerisinde çağdaş tarihçilerinde bulunduğu birçok İslam tarihçisi ve
şarkiyatçının Ya’kûbî’yi Şiâ mensubu bir tarihçi olarak ifade etmeleri
olmuştur. Onun bu dönemi nasıl ele aldığı, eserini telif ederken, mensubu
bulunduğu şiî’liğin etkisinde kalıp kalmadığı, tarihçiliğin en önemli unsuru
olan objektifliği mi esas aldığı gibi sorulara cevap bulmaya çalıştık.
Çalışmamız sonucunda, Ya’kûbî’nin Hz. Osman dönemine dair bakışının, aktarmış
olduğu birçok rivayetle, menfi tutum sergilediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Dolayısıyla
bu döneme ait rivayetlerinin tamamının objektiflik kriterlerine haiz olmadığı
kanaati bizde oluşmuştur.
Çalışmamızın
birinci bölümünde Ya’kûbî’nin rivayetlerini esas alarak Hz. Osman dönemini ele
aldık. Bu bölümde Ya’kûbî’nin Hz Osman ile ilgili siyasi, idari, sosyal ve
askeri olaylar eksenindeki rivayetleri ele aldık. Ya’kûbî’nin bu çerçevede, Hz.
Osman’ın halifeliğe seçilmesi ile ilgili rivayetleri, diğer kaynaklarda yer
alan ilgili rivayetlerle çoğunlukla örtüştüğünü görsek de o, konu ile ilgili
olarak, halifelik seçimi sürecinde yapılan görüşmeleri zikretmemiştir. Hz
Osman’ın Abdurrahman b. Avf tarafından halife seçilmiş intibasını yansıtmıştır.
Kur’an-ı
Kerim’in cem edilmesi ve çoğaltılıp önemli merkezlere gönderilmesi, Mescid-i
Haram ve Mescid-i Nebî’nin genişletilerek güzelleştirilmesi rivayetlerine
gelince, onun Kur’an’ı Kerim’in bütün nüshalarını toplatması ile ilgili farklı
rivayetleri olsa da genellikle İslam tarihi kaynaklarıyla örtüştüğünü müşahede
ettik. Hz. Osman aleyhinde propagandaya sebep olan, mushafların toplatılıp
yakılması konusunda, Hz. Ali’nin Hz. Osman’a destek vermesi bu konuya müsbet
bakmasında etkili olmuştur denilebilir. Haremeyn’in genişletilmesi rivayetleri
de diğer kaynaklarla benzerlik arzetmektedir.
Hz.
Osman dönemine ait idari faaliyetlerle ilgili, vilayetlere vali atamaları ve
azillerine dair kullandığı rivayetleri diğer kaynaklardaki rivayetlerle
örtüşmekle birlikte, o bazı rivayetleri farklı şekilde aktarmıştır. O, bazı
valilerin görevden alınma sebeplerini zikretmemiştir. Dolayısıyla bu hususlar
kapalı kalmış, sanki Hz Osman keyfi olarak valileri görevden alıp akrabalarını
vali olarak atadığı izlenimini vermeye çalışmıştır.
Ya’kûbî’nin
Hz. Osman dönemindeki fetihlerle ilgili rivayetleri oldukça geniş yer tutmaktadır.
Ya’kûbî de diğer İslam tarihi müellifleri gibi bu dönemde gerçekleştirilen
fetihleri ve komutanlarını, elde edilen ganimetlerin miktarlarına varıncaya
kadar detaylı rivayetlere yer vermiştir. Ancak yer verdiği, fetihlerde görev
alan bazı komutanlar diğer kaynaklarda zikredilmemiştir. Bunun sebebi bizim
kanaatimize göre, o bölgelerde sık sık isyanların çıkması ve farklı
komutanların farklı zamanlarda görevlendirilmesidir. Ya’kûbî, elde edilen
ganimetlerle ilgili devletin kasasına konulacak olan humusun Hz. Osman
tarafından Mervan b. Hakem’e satıldığı ya da bağışlandığına dair rivayetlere
yer vermemiş olsa da o kitabına aldığı rivayetlerle fetihlerden elde edilen
ganimetlerin damatlarına ata’ olarak verdiği izlenimini hissettirmiştir. Yine
Muaviye ve onun ordu komutanlarınca yapılan Anadolu fetihlerine, Kıbrıs’ın
fethine yer vermemesi de onun bu döneme menfi bakışlarına örneklik teşkil
etmektedir..
Çalışmamızın
ikinci bölümünde, Ya’kûbî’nin Hz. Osman dönemindeki iç karışıklıklar, evinde
muhasara edilmesi ve öldürülmesi ile ilgili rivayetleri ele aldık. Bu bölüme
Hz. Osman’ın eleştirildiği rivayetler arasında sayılan Hürmüzan ile ilgili
rivayetlerle başladık. Ya’kûbî, Hürmüzan konusunda, “Hürmüzan’ın kanı heder
edildi” rivayetiyle Hz. Osman’ın yanlış hüküm verdiğini açıkça ifade etmiştir.
Aynı şekilde Hz. Peygamber tarafından Medine’den kovulduğu söylenen Hakem b.
Ebû’l Âs’ın Hz. Osman tarafından Medine’ye getirtilmesini de eleştirerek Hz.
Osman’a muhalefet sebepleri arasında zikretmiştir.
Hz.
Osman’ın kızını Mervan b. Hakem ile evlendirmesi ve ona çeyiz olarak yüklü
miktarda beytülmaldan mal vermesi ile ilgili rivayetleri diğer kaynaklarda yer
alan rivayetlerle farklılık arzetmektedir. Ya’kûbî, beytülmal görevlisi ile Hz
Osman arasında geçen münakaşa ile ilgili rivayeti aktararak Hz. Osman’ın
beytülmalı kendi malı gibi harcadığını imâ etmesi, bizde Ya’kûbî hakkında soru
işaretleri bırakan hususlar arasında yerini almıştır. Esasen birçok kaynak
Ya’kûbî’nin aktardığı rivayetlere benzer rivayetler aktarmakla beraber Hz.
Osman’ın kendi malından verdiği birçok hediyeyi de beytülmaldan verilmiş gibi
sunması, bu rivayetlerin daha hassas ele alınıp değerlendirilmesi gerektiğini
bir kez daha ortaya çıkarmıştır.
Ya’kûbî’nin
en fazla yer verdiği rivayetlerden birisi de Hz. Osman ile Abdullah b. Mes’ûd
arasındaki anlaşmazlık ve münakaşalardır. O, Hz. Osman ile İbn Mes’ûd
arasındaki anlaşmazlıkların sebebini mushafların toplatılmasına bağlamaktadır.
Ancak diğer kaynaklarda aralarındaki anlaşmazlıkların bir sebebinin de İbn Me’sûd’un
valilerle anlaşamadığına dair rivayetleri görmekteyiz. Ya’kûbî’nin İbn
Mes’ûd’un Hz. Osman’a karşı münafere içinde bulunmasını Kur’an’ın Cem’i ile
açıklaması bu meseleye tam olarak objektif bakmadığı izlenimini oluşturmuştur.
. zYa’kûbî’nin
en fazla ve daha mufassal rivayetleri arasında hiç şüphe yok ki Ebû Zer
meselesi gelmektedir. Ya’kûbî’nin bu konu hakkında geniş malumat vermesi onun,
Ebû Zer hakkında Hz. Osman’ın hüküm vermesindeki yanlışlığa dikkat çekmesiyle
izah edebiliriz. Fakat şunu da ifade edelim ki Ebû Zer meselesi birçok kaynakta
oldukça geniş bir şekilde anlatılmaktadır. Bu kaynakların önemli bir kısmı Ebû
Zer’in Hz Osman tarafından sürgün edilmediği rivayetlerini kapsamaktadır.
Ya’kûbî bu rivayetlerin hiçbirisini kitabına almamış, açıkça Hz Osman’ın Ebû
Zer’i haksızca sürgün ettiğini ortaya koyarak, Hz Osman’a bu konu da da menfi
tutum sergilediği görülmektedir.
Ya’kûbî’ye
göre, Hz. Osman’ın, menfi tutum ve davranışlarda bulunduğu bir diğer sahabi de
Ammâr b. Yâsir’dir. Ya’kûbî, Hz. Osman’ın Ammâr’a karşı tutumunun nedeni
olarak, Ebû Zer’in ölümü üzerine söylediği “Bizim yaptıklarımızdan sonra Allah
Ebû Zer’e rahmet etsin” sözü ve İbn Mes’ûd’un cenazesini kıldırması olarak
göstermiştir. Hâlbuki birçok kaynakta Ammâr’ın bunların haricinde Hz. Osman’a
karşı menfi tutum almasına sebep olan ve böylece Hz. Osman ile aralarının
açıldığına dair rivayetleri ifade ettik. Ya’kûbî’nin diğer kaynaklarda yer alan
Ammâr’ı dövdürdüğüne dair rivayetlere yer vermediğini görmekteyiz. Belki de
Ya’kûbî kendince bu rivayetlerin doğru olmadığı kanaatinden dolayı almamış ya
da bu rivayetler kendisine ulaşmamıştır. Şayet doğru olmadığı kanaatiyle bu
rivayetlere yer vermediğini düşünürsek Hz. Osman dönemine tamamen olumsuz
yaklaştığı izlenimini az da olsa geri plana ittirmiştir.
Hz.
Osman ile münafere içerisinde bulunan bir diğer sahâbi de onun halife seçildiği
şûraya başkanlık yapan Abdurrahman b. Avftır. Hz. Osman’ın halifeliğinin
altıncı yılından sonra onun yanlış icraatlarından dolayı aralarında bir takım
anlaşmazlıkların çıktığını, diğer kaynaklar gibi Ya’kûbî’de zikretmiştir.
Hilafet seçiminde Hz. Osman’ı destekleyen Abdurrahman’ın desteğini çekmesi,
hatta Hz. Osman’ın halifeliğinin meşruiyetini sorgulaması, bu işe kendisinin
daha layık olduğu halde kendisini ona tercih ettiğini söylemesinden
anlamaktayız. Ya’kûbî de bunları gözler önüne seren rivayetleri ele alarak Hz.
Osman’ın en önemli destekçisinden bile yoksun olduğunu ortaya koymuştur. Birçok
tarihçinin de benzer rivayetleri aktarması bu hususta Ya’kûbî’nin yanlı
davrandığı düşüncesini berteraf etmektedir.
Ya’kûbî’nin,
Hz. Osman’ın vilayetlerden gelen muhalif gruplar tarafından kuşatılması ile
ilgili rivayetleri oldukça sınırlıdır Diğer kaynaklarda bu muhalif gruplarla
ilgili birçok ayrıntılı bilgiler yer almaktadır. Hz Osman’ın evinin muhasarası
esnasında meydana gelen olaylar hakkında da fazla bilgiye yer vermemiştir.
Burada Hz. Âişe, Zübeyr ve Talha’nın büyük rol oynadığını söylemesine rağmen
Hz. Ali’yi hiçbir şekilde zikretmemekle bu olaylardan tamamen onu soyutlamış ve
herhangi bir sorumluluk yüklemekten kaçınmıştır. Ya’kûbî’nin, Hz. Osman’ın
kuşatılması esnasında Hz. Ali ile olan diyaloglara yer vermemesi de onun bu
döneme menfi baktığı iddialarına en önemli mesnet teşkil etmiştir.
Hz.
Osman’ın öldürülmesi rivayetlerine gelince, bazı isim farklılıkları haricinde
diğer kaynaklardaki rivayetlerle benzerlik görmekle beraber Hz Ali’nin
çocuklarıyla birlikte Hz Osman’ı korumak için gösterdiği çabalara yer vermemesi
onun eserine gölge düşüren hususlar arasında yerini almıştır.. Ya’kûbî son
olarak Hz. Osman’ın nesebi ve çocukları ile ilgili rivayetleri aktararak bu
dönemi sonlandırmaktadır. Bu rivayetlerde Hz. Osman’ın kız çocuklarından hiçbir
şekilde bahsetmemektedir. Ayrıca, onun erkek çocuklarının sayıları ile ilgili
rivayetleri diğer kaynaklarda farklı sayılarda ifade edilmiştir.
Ya’kûbî,
birçok kaynakta yer alan ve Hz Osman’ın eleştirilmesine neden olan, onun Arafat
ve Müzdelife’de namazları seferi değil tam olarak kıldırması, Hz peygamber’e
ait ve vefatından sonra halifelere intikal eden mühür yerine kullanılan yüzüğü
Eris kuyusuna düşürmesi bazı arazilerin kamulaştırılması gibi rivayetlere de
yer vermemiştir.
Ya’kûbî’nin,
Hz.Osman dönemiyle ilgili rivayetlerinin genel değerlendirilmesinden sonra
onun, Tarihi’ni yazarken mensubu bulunduğu Şiî düşüncesine yakın rivayetleri
aldığını açıkçası birçok rivayette gördük. O rivayetleri alırken kendi çağdaşı
veya kendisinden sonraki tarihçiler gibi konularla ilgili bütün rivayetleri
aktarmak yerine belki de kendince en sahih olan rivayetleri almıştır denilse de
kitabında yer alan birçok rivayetin hadisçiler tarafından zayıf ya da merdud
sayıldığı dikkatlerden kaçmamaktadır. Onun halifelerin dönemini anlatırken
ana başlıklarda Ebubekir dönemi, Ömer dönemi derken Hz Ali ve Hz Hasan’ın
halifelik döneminin ana başlığını halifelik ibaresiyle aktarması dahi onun
Şiaya mensubiyetini ortaya koymuştur. Ya’kûbî’nin yaşadığı dönemin
Abbasiler dönemi olduğu da dikkate alınırsa eserini yazarken açık bir şekilde
şii düşünceleri ifade edemediğini görmekteyiz. Bunun ötesini düşünmek niyet
okuyuculuğundan öteye geçmeyecektir. Ancak onun sonraki şii tarihçilere göre
oldukça mutedil olduğunu ifade etmeliyiz. Ne var ki, bizim onu mezkûr konularda
eleştirmemiz ne onun eserinin kıymetini ortadan kaldırmakta ne de İlk dönem
İslam tarihçileri arasındaki kıymetini azaltmaktadır.
KAYNAKÇA
Muhammed Abdüllatif, A. el-Alemü'l-Islami
fi'l-Asri'I-Ümevi, Kahire 1984.
Abbot,
Nabıa, Hz. Muhammed’in Sevgili Eşi Ayşe, çev. Tuba Arsak Hasdemir,
Ankara 1999.
Hilmi, Ahmed, İslam Tarihi,
İstanbul, 2011.
Akarsu,
Murat, Hz. Osman ve Hilafeti, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2001.
Akbulut,
Ahmet, Sahâbe Devri Siyasi Hadiselerin Kelâmi Problemlere Etkisi,
İstanbul 1992.
Algül, Hüseyin, İslam Tarihi,
İstanbul 1986.
Altun,
İsmail, Ebû Musa El-Eş’ari’nin Hayatı ve Kişiliği, (Yayımlanmamış
Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 2002.
Apak, Adem, İslam Siyaset Geleneğinde
Amr b. Âs, Ankara 2001.
, Hz. Osman
Dönemi Devlet Siyaseti, İstanbul 2003.
,
Hz. Osman'ın Halifeliği Döneminde Meydan Gelen Siyasî Problemler ve
Sebepleri Üzerine Bazı Değerlendirmeler, Usûl İslam Araştırmaları, sayı 4,
s. 157-170.
Arı,
Mehmet Salih, Tarihçi ve Coğrafyacı olarak Ya’kûbî, İslami İlimler
Dergisi, Sayı: II, 2008, 161-173.
, İmamiye
Şiası Kaynaklarına Göre İlk Üç Halife, İstanbul 2011.
Atçeken,
İsmail Hakkı, Hz. Osman Dönemi İç Olaylarında Mervan b. Hakem’in Rolü, SÜİFD,
Konya 1999.
Aycan,
İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Süfyân, Ankara 2001.
, İdeolojik
Tarih Okumaları, Ankara 1998.
Belâzuri,
Ahmed b. Yahya b. Cabir (279/892) Ensabu’l-Eşrâf, thk. Süheyl Zekkar, I-
XIII, Beyrut 1996.
, Futuhu
’l-Buldan, Beyrut 1988.
, Futuhu
’l-Buldan, Çev. Mustafa Fayda, Ankara 2002.
Buhari, Muhammed b. İsmail.(256/870) Kitabu
Târihü’l-Kebîr, Daru’l-Fikr, tsz.
, Sahihu’l-Buhari,
İstanbul 1992.
Câhız, Ebû Osman Amr b. Bahr, Kitâbü’l-Beyân
ve’t-Tebyin, thk. Abdüsselâm Hârûn, (I-IV), Beyrut 1992.
Carl, Brockelmann, Tarihu’l-EdEbû’l-
Arâbi, Arapçaya çev. Halim en-Neccar, I-VI, Kahire 1977.
Cevdet Paşa, Ahmet, Kısas-ı Enbiya,
I-II, İstanbul tsz.
Zeydan, Corci, Tarihu ’l-EdEbû
’l-Luğati ’l-Arâb, I-IV, Mısır tsz.
Çamyar, Selahattin, Ya’kûbî ve
Tarihçiliği (Y.Lisans Tezi) Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Ankara 1998.
Çınar, Mahmut, Ammâr b. Yâsir,
İstanbul 1998.
Demir, Halis, Devlet Gücünün
Sınırlanması(Raşit Halifeler Dönemi), İstanbul 2004.
Demircan, Adnan, Ali-Muaviye Kavgası,
İstanbul 2000.
, İslam
Tarihinin İlk Döneminde Arap- Mevla İlişkisi, İstanbul 1996.
, İktidar
Mücadelesi/İslam Tarihine İlk Defa, İstanbul, 2014.
, RaşidHalifeler,
İstanbul, 2015.
, İslam
Tarihi ’nin İlk Döneminde Önderler ve İhtilafları, İstanbul, 2015.
Dûrî, Abdulaziz, Bahsün fi Neş’eti I’lmi’t-Tarih
I’ndel-Arab, Beyrut 1960
Ebu Nuaym el- İsfehani, Ma’rifetü’s-Sahâbe,
I-II, Riyad 1988.
Ebû Ubeyd, Kasım b. Sellam, Kitabu’n-Neseb,
thk. Süheyl Zekkar, Daru’l-Fikr, 1989.
Ebû Zehra, Muhammed, İslam’da İtikadi,
Siyasi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi, çev. Sıbgatullah Kaya, Ankara 2004.
Ekinci, Muhammed Salih, Ashâb-ı Kirâmın
Etrafındaki Şüpheler, çev. Ali Arslan, İstanbul 1986.
Ezraki, Kâbe ve Mekke Tarihi, trc.
Vehbi Yavuz, İstanbul 1980.
Fayda, Mustafa, “Ammâr b. Yâsir”
DİA, İstanbul 1992,V, 325-326.
, ”Hulafafâ’yi-Râşidîri\
DİA, İstanbul, 1998, XVIII, 324-328.
Fidan, Celal, Hz. Osman ’ın Öldürülmesi
Olayında Sahâbenin Tavrı, (Yayımlanmamış Lisans Tezi) Cumhuriyet
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas 2005.
Sezgin, Fuad, Tarihu’t-Turâsi’l-Arabî,
Riyad 1991.
Goldziher, Ignace, KlasikArap
Literatürü, Çev. Azmi Yüksel-Rahmi Er, Ankara 1993.
Yıldız, Hakkı Dursun (Editör), Doğuştan
Günümüze İslam Tarihi, İstanbul 1992.
Halife b. Hayyât, Ebû Amr (240/854), Kitâbü’t-Tabakât,
thk. Süheyl Zekkar, Beyrut 1993.
, Tarih,
thk. Ekren Ziyael-Umrî, Riyad 1985.
Hamavî, Yâkut, Mu ’cemu’l-Buldan,
thk. Ferid Abdülaziz el-Cündî, Beyrut 1990.
, Mu’cemu’l-Udebâ,
Beyrut I-IIIV, 1993.
Hamidullah, Muhammed, İslam Tarihine
Giriş, İstanbul, 2007.
Hasan, İbrahim Hasan, Tarihu ’l İslam,
Beyrut 1992.
Hasan el-Askerî, Ehadisi Ümmü’l-Mü ’mine
Âişe, Kahire 1994.
Hatiboğlu, Mehmed Said, İslamda ilk
Siyasi Kavmiyetçilik: Hilafetin Kureyşliliği, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Ankara 1978, Sayı: XXIII, 121213.
Hitti, Phlip, K. Siyasi ve Kültürel
İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, Boğaziçi, I-IV, İstanbul 1980.
Hilmi, Ahmet, İslam Tarihi, İstanbul
1979.
Hizmetli, Sabri, Başlangıçtan İlk Dört
Halife Sonuna Kadar İslam tarihi, Ankara 1999.
Houtsma, “Abdullah b. Sebe’”, İA, İstanbul
1965, I, 40.
İbn Abdilberr, Ebû Ömer Yusuf b. Abdillah
b. Muhammed( 463/1071), el-İstiâb fi Ma’rifeti’l-Ashâb, thk. Ali
Muhammed Mauz, Beyrut 1995.
İbn Asâkir, Ebu’l-Kasım Ali b. Hasan, Târihu
Medîneti Dımaşk, thk. Ali Şîrî, Beyrut 1996.
İbn A’sem, Ebû Muhammed Ahmed b. A’sam el-
Kûfî (314/926), Kitabü’l-Fütûh, Beyrut 1986.
İbnü’l-Arâbî, el-Kadı Ebubekr(638/1240), el-Avâsım
Mine’l-Kavasım Fi Tahkîki Mevkıfı’s-Sahâbeti Ba’de Vefâti-Nebî, thk.
Muhubiddin el-Hatib, Kahire 1970.
İbnü’l-Esîr, İzzüddin Ebü’l-Hasan Ali b.
Muhammed (630/1232), Üsdü’l-Ğabe fi Ma’rifeti’s-Sahâbe, Beyrut 1989.
İbn Hacer, Ebû’l-Fazl Ahmed b.
Ali(852/1448), Tehzîbü’t-Tehzîb, thk. Mustafa Abdulkadir Ata, Beyrut
1994.
, el-Isabe
fi Temyizi ’s-Sahâbe, thk. Ali Muhammed Bicavî, Beyrut 1992.
, el-Metâlibu’l-Âliye
bi Zevaidi ’l-Mesânidi’s-Semâniyye, thk. Habiburrahman el-A’zami, Kuveyt
1973.
İbn Haldun, Abdurrahman, Tarihu Ibn
Haldun, Darul Fikr, I-VIII, Beyrut 2000.
İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed Said b.
Hazm el-Endülüsî, Cemheretü Ensâbu’l-Arab, Beyrut 1983.
İbn
Hişam, Ebû Muhammed Abdülmelik(218/833), es-Sîretü’n-Nebeviyye, Kahire
1996.
İbn İshak, Muhammed b. İshak b.
Yesar(151/768), Sîretü Ibn Ishak (Kitabü’s-Siyer ve ’l -Meğazi) thk:
Muhammed Hamidullah, Konya 1981.
İbn Teymiyye, Minhâcü
’s-Sünnetü’n-Nebeviyye, I-VIII, Mısır 1322.
İbn Kesir, Ebu’l-Fida el-Hâfız (774/1372) el-
Bidâye ven-Nihâye, thk. Ahmed Ebû Müslim, Beyrut 1966, çev. Mehmet Keskin,
İstanbul 1994.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b.
Müslim(276/889), Kitabü’l-Maârif, thk. Servet Ukkâşe, Mısır 1992.
, Uyûnu’l-Ahbâr,
thk. Taha Muhammed ez-Zübna, Beyrut tsz.
İbn Manzur, Muhammed b. Mükrim, Lisanu
’l-Arab, Beyrut 1955.
İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed (230/844), et-Tabakâtü’l-Kübra,
thk. İhsan Abbas, Beyrut 1985.
İbn Şebbe, Ebû Zeyd Ömer,(262/876), Târihu’l-Medinetü’l-Münevvere,
Cidde 1973.
Kandemir, M. Yaşar, “Abdullah b. Amr b.
El-Âs” DİA, , İstanbul 1998, I, 85.
Kılıç, Ünal, Hz. Peygamber ve Dört
Halife Günlerinde Şehir Yönetimi ve Valilik, Konya 2004.
, “Küfelilerin
Hz. Osman’a Muhalefet Etmelerinin Sebepleri”, Cumhuriyet Üniversitesi
ilahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: II, Sivas 2002, 240-260.
Krachkovski, Ignaty, Tarihu’l-Edebi
’l-Coğrafi, çev. Selahaddin Osman Haşim, Kahire 1963.
Kehhâle, Ömer Rıza, A’lâmu’n-Nisa fî
A’lemi’l-Arabî ve ’l-Islam, I-XV, Beyrut 1991.
Mahmud, Şakir, Dört
Halife(Hulâfâi-Râşidin), çev. Ferit Aydın, İstanbul 1994.
Makdisi, Mutahhar b. Tahir, Kitabü’l-Bed’
ve ’t-Târih, I-VI, Beyrut tsz.
Makrizî, Takıyüddin, Emevi-Haşimi
Çekişmesi, İstanbul 1993.
Maverdi, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b.
Habib, A’lâmün’n-Nübüvve, thk. Muhammed el-Mu’tasım bil’llah el-Bağdâdî,
Beyrut 1987.
Mes’üdî, Hüseyin b. Ali(346/957), Murûcu’z-Zeheb,
thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamit, I-VI, Beyrut 1998.
, Işbâtü’l-Vasiyye,
Beyrut 1988.
Özaydın, Abdülkerim, “Eşter”, DİA,
İstanbul 1995, XI,486-487.
Razi, Fahreddin, Mefatihu’l-Gayb,
çev. Suat Yıldırım, Lütfullah Cebeci, Sadık Kılıç, C. Sadık Doğru, Ankara
I-XVI, 1995.
Rosenthal, F. Ilmü’t-Tarih
I’ndel-Müslimin, Arapçaya çev. Salih Ahmet, Bağdat 1963.
Sadreddin, Şerefüddin, Ammâr b. Yâsir,
çev. Ayşe Nihal Özsoy, İstanbul 1996.
Söylemez, Mahfuz, Bedevilikten
Hadâriliğe Kûfe, Ankara 2001.
, Güç ve
iktidar Kufe'de iktidar Mücadelesi, Ankara 2011.
, Kûfe ’nin
Siyasi Tarihi, Ankara 2015
Suyütî, Ebü'l-Fadl Celaleddin Abdurrahman
b. Ebü Bekr, Tarihu'l-Hulefa, Da’rul- Minhac, 2002.
Şakir, Mustafa, Tarihu’l-Arabî
ve’l-Müerrihûn, I-IV, Beyrut 1983.
Taberî,
Ebû Cafer Muhammed b. Cerir (310/922), Târihu’t-Taberî,
Beytü’l-Efkâri’d- Devliyye, tsz.
Tâhâ
Hüseyin, Fitnetü’l-Kübra “Osman”, Beyrut 1991.
Topaloğlu,
Fatih, Hz. Ali’nin Hz. Osman Devri Siyasi Olaylarına Yönelik Tutumu, (Y.Lisans
Tezi) Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir 2001.
Vâkidî,
Muhammed b. Ömer(207/823), Kitâbü’l-Meğâzi, thk. Marsden Jones, Beyrut
1984.
Ya’kûbî,
Ahmed b. Ebî Ya’kûb (294/1229), Târihu’l-Ya’kûbi, thk. Abdü’l-Emir
Mühenna, Beyrut 2010.
,
Kitabü’l-Buldan, Lieden, Birill 1988.
,
Müşakeletü’n-Nas Lizamânihim ve Mâ Yağlıbu Aleyhim Fi Kulli Asrin, Mecelletül
Ma’hedi’l-Mahtûtâti’l-Arabiyye, XXVI/I, 123-165, Kahire 1980.
Zehebî,
Muhammed b. Ahmed b. Osman(748/1374), Târihu’l-îslam, I-XXV, Beyrut
1990.
Ziriklî,
el-A’lam-Kâmus ve Terâcim, thk. Ali Muhammed, I-VIII, Beyrut 1992.
Zorlu,
Cem, îslamda îlk îktidar Mücadelesi, Konya 2002.
Zührî,
İmam Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah, el-Meğâzi en-Nebeviyye, thk.
Süheyl Zekkar, Dımaşk 1981.
[5] Ya’kûbî,
Tarih, I, 5; Brockelmann, Tarihu ’l-Edebi’l-Arabî, IV, 236; Murat
Ağarı, “Ya ’kûbF DİA, XL, 287; Brockelmann, “Ya’kûbî” İA, XIII,
35; Ignaty, Krachkovsky, Tarihu’l-Edebi’l-Arabî, çev. Selahaddin Osman
Haşim, Kahire 1963, I, 157.
[6] Ya’kûbî, Tarih, II, 338; Ziriklî,
Hayrettin, Kâmusu ’l-Â’lâm, I-VIII, Beyrut 1992, I, 91.
[7] Krachkovski, Tarihu’l-Edebi’l-Arabî,
I, 157; Ayr. Bkz. Arı, Tarihçi ve Coğrafyacı Olarak Ya’kûbî, 163.
[8] Brockelmann, Tarihu ’l-Edebi ’l-Arabî,
IV, 236; Ziriklî, Kâmus, I, 91.
[9]Ahmed Ramazan Ahmed, er-Rihletü
ve’r-Râhilatü’l- Müslimin, Cidde tsz, 71; C. Zeydan, Tarihu’l-
Edebi’l-Lügati’l-Arabî, II, 201 Çamyar, Ya ’kubî ve Tarihçiliği, s.
9 naklen.
[10] Ya’kûbî, Tarih, I, 6.
[11] Brockelmann, Tarihu ’l-Edeb, IV, 236.
[12] Yakut el- Hamavî, Mu ’cemü ’l-Üdeba,
Mısır 1937, II, 156-157.
[13] Ya’kûbî, el-Buldân, 382; Tarih,
I, 5, (Ya’kûbî’nin Tarihi’nin tahkikini yapan Abdülemir Mühenna’ da müellifin
hayatını aktarırken söz konusu ihtilafı belirtmektedir.); Ziriklî, Kâmus,
I, 90-91.
[14] Nadir Özkuyumcu, “Tolunoğulları”, DİA,
İstanbul 2013, XLI, 236; Bkz: Arı, Tarihçi ve Coğrafyacı olarak Ya ’kûbî,
164.
[15] Ya’kûbî, Tarih, I-II, thk; Abdülemir Mühenna, Beyrut
2010 ( Eseri tanıtırken bu baskı esas alınmıştır. Abdülemir Mühanna’nın tahkiki
dışındaki baskılarda ikinci cild genelde Hz Peygamber’in doğumuyla
başlamaktadır.)
[16] Brockelmann, ,IV, 238; Murat Ağarı, “Ya’kûbî”, DİA,
İstanbul 2013, XXXXIII, 287; Şakir Mustafa, Tarihu ’l-Arabî ve’l-Müerrihûn,
Beyrut 1983, I, 250.
[17] Brockelmann, Tarihu ’l-Edeb, IV, 238;
Murat Ağarı, “Ya’kûbî”, DİA, İstanbul 2013, XXXXIII, 287.
[18] Ya’kûbî, Tarih, I, 112.
[19] Ya’kûbî, Tarih I, 114.
[20] Ya’kûbî, Tarih I, 224.
[21] Ya’kûbî, Tarih, I, 183.
[22] Ya’kûbî, Tarih, I, 199.
[23] Ya’kûbî, Tarih I, 229
[24] Ya’kûbî, Tarih, I, 235.
[25] Ya’kûbî, Tarih, I, 327.
[26] Ya’kûbî, Tarihi, 452.
[27] Ya’kûbî, Tarih, II, 5-6.
[28] Ya’kûbî, Tarih II, 473.
[29] Ya’kûbî, Buldan, 3.
[30] C. Zeydan, Tarihu ’l-Edebi’l-Luğati’l-Arâb,
I-IV, Mısır, tsz, II, 208.
[31] Çamyar, Ya ’kûbî ve Tarihçiliği, 21;
Arı, Tarihçi ve Coğrafyacı olarak Ya ’kûbî, 169.
[32] Ya’kûbî, Buldan, 352.
[33] Ya’kûbî, Tarih, II, 394.
[34] Ya’kût el- Hamavî, Mu ’cem, II, 156.
[35] Ya’kûbî, Buldan, 361.
[36] Ya’kûbî, Tarih, II, 6.
[37] Ya’kûbî, Tarih, I, 38, ( Kamer /12.âyet)
[38] Ya’kübî, Tarih, I, 263.
[39] Ya’kübî, Tarih, I, 413-438
[40] Çamyar, Ya ’kûbî ve Tarihçiliği, 37.
[41] Ya’kübî, Tarih, II, 49.
[42] Ya’kübî, Tarih, II, 6.
[43] Ya’kubî, Tarih, I, 404
[44] Ya’kübî, Tarih, II, 103-111
[45] Ya’kûbî, Tarih, II, 6.
[46] Ya’kûbî, Tarih, II, 57.
[47] Ya’kûbî, Tarih, I, 29, 30, 39, 42.
[48] Ya’kûbî, Tarih, I, 39.
[49] Ya’kûbî, Tarih, I, 83, 809.
[50] Ya’kubî, Tarih, I, 97-111.
[51] Ya’kûbî, Tarih, II, 56.
[52] Ya’kûbî, Tarih, II, 55-56.
[53] Ya’kûbî, Tarih, II, 56.
[54] Ya’kûbî, Tarih, II, 56.
[55] Ya’kûbî, Tarih, II, 53.
[56] Ya’kûbî, Tarih, II, 53.
[57] İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 213.
[58] İbn Sa’d, Tabakât, III, 59.
[59] Zührî, el-Meğazi, 168-169; İbn Sa’d, Tabakât, III,
57-58; Belâzurî, V, 500-501; Taberî, Tarih, 717; İbn Kesîr, el-Bidâye,
X, 209; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 462-465; Mesû’dî, İsâbetü’l-Vasiyye,
156; Mahmud, Şakir, Tarihu’l-İslam, III, 219-221; İbn Haldun,
Abdurrahman, Tarihu İbn Haldun, II, 569570; Hasan İbrahim Hasan, İslam
Tarihi, IV, 25.
[60] Taberî, Târih, IV, 231; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 68.
[61] İbn Hacer, Tehzibü ’t-Tehzîb, I-IV, tsz., II, 144. ( İbn
Hacer, ebu mihnef naklattiği hadislere şüphe ile bakılması hususunda
hadisçilerin görüşlerini genişçe aktarmaktadır ki; zayıf, merdud, metruk hatta
zındıklıkla itham edildiğini nakleder.)
[62] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 84.
[63] Belâzurî, Ensâb, V, 502; İbn Şebbe, Târihu
Medine, III, 958; Câhız, Ebû Osman
Amr b. Bahr,
Kitâbü ’l-Beyân ve ’t-Tebyin, thk: Abdüsselâm Hârûn,
(I-IV) I, 345, Beyrut, 1992.
[64] İbn Sa’d, Tabâkât, III, 60.
[65] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 84.
[66] Ya’kûbî, Tarih, II, 57.?
[67] Taberî, Tarih, IV, 230; İbn Haldun, Tarih,
II, 569.
[68] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 463-464.
[69] Ya’kûbî, Tarih, II, 66.
[70] İbn Şebbe, Târihu ’lMedine, III, 992.
[71] Phlip. K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam
Tarihi, I, 184.
[72] Dûri, İslam Tarihi, 99-100.
[73] İbn Kesîr, el- Bidâye, VII, 283.
[74] Ya’kûbî, Tarih, II, 58-59.
[75] Belâzurî, Futûh, 62.
[76] Belâzurî, Futûh, 62.
[77] Halife b. Hayyat, Tarih, 159; Belâzurî,
Futûh, 62; Taberî, Tarih, IV, 251; îbnü’l- Esîr, el-Kâmil, II,
481;İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 224; Ezrâki, Kâbe ve Mekke Tarihi,
trc. Vehbi Yavuz, İstanbul 1980, 357.
[78] Ya’kûbî, Tarih, II, 60-61.
[79] Medine- Basra yolu üzerinde bir yerleşim yeridir.
el-Hamavî, Mu ’cem, 667.
[80] Halife b. Hayyât, Tarih, 163; Belâzurî, Ensâb, V, 38-Futûh,
7; İbn Kuteybe, el-Maârif, 245; Taberî, 731; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
II,493;İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 230.
[81] Ya’kûbî, Tarih, II, 60-61.
[82] İbn Kesîr, Bidâye, X, 218.
[83] Müfettişlerin raporları ile alakalı herhangi
bir bilgiye ulaşamadık
[84] İbn Sa’d, Tabakât, V, 177; İbnü’l-Esîr,
el-Kâmil, II, 475; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 218.
[85] İbn Sa’d, Tabakât, V,177; İbnü’l Esîr, el-Kâmil,
II, 475; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 218.
[86] İbn Sa’d, Tabakât, V, 177; İbnü’l Esîr,
el-Kâmil, II, 475; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 218.
[87] Adem Apak, Hz Osman Dönemi Devlet Siyaseti,
98-99.
[88] Velid b. Ukbe; Kureyş şairlerinden olup Hz Osman’ın anne bir
kardeşidir. Mekke’nin fethinde Müslüman olmuştur. Hz Peygamber onu Ben-i
Mustalik kabilesine zekât toplamak üzere gönderilmiş oraya vardığında daha önce
aralarındaki husumetten dolayı kendisini karşılamaya gelenlerin kendisini
öldürmeyi kasdettiğini zannederek geri dönmüş ve Hz Peygambere gelerek “ onlar
zekât vermeyi reddediyor” zannına kapılmış ve hakkında Hucurat, 6. Ayeti kerime
nazil olmuştur denilmektedir. (bkz, Fahreddin er-Razi, Mefatihu ’l-Gayb,
trc. Suat Yıldırım, Lütfullah Cebeci, Sadık Kılıç, C. Sadık Doğru, Ankara,
1995, XX,205; Mehmet Efendioğlu, “Velid b. Ukbe”, DİA, İstanbul 2013,
XXXXIII, 35—36; İbn Sa’d, Tabakât, VI, 177.
[89] Mesû’dî, Murûc, III, 345; İbn Kesîr, el-Bidâye,
X, 233.
[90] Taberî, Tarih, 733; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 3-4.
[91] Taberî, Tarih, 733; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 4.
[92] Ya’kûbî, Tarih, II, 59.
[93] Hasan el-Askerî, Ehâdîsü Ümmi’l-Mü
’mineÂişe, Kahire 1994, I, 129.
[94] Belâzurî, Ensâb, V, 32; Taberî, Tarih,
734; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 4;
[95] İbn Şebbe, Târihu’l-Medine, III, 973; İbn
Abdirabbih, el-‘Ikdü’l-Ferîd, VI, 348. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III,
4.
[96] Ya’kûbî, Tarih, II, 61.
[97] Taberî, Tarih, IV, 264; İbnü’l-Esîr, el-Kamil, III,
99; İbn Kesîr, el-Bidâye VII, 153.( naklen; İsmail Altun, Ebû Musa
El-Eş’ari’nin Hayatı ve Kişiliği, (Basılmamış Doktora Tezi), Atatürk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 124-125.
[98] Ayrıntılı bilgi için bkz.; İsmail, Altun Ebû
Musâ el-Eş’ari’nin Hayatı ve Kişiliği, 123-124.
[99] İzeç; Horasan ile İsbahan arasında yer
alan bölgenin en büyük şehridir. Bkz. Yakut el-Hamâvi, Mu’cem, I, 288-289.
[100] Taberî, Tarih, 730; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 491;
Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, II, 139-140; İsmail Altun, Ebû Musa
El-Eş’ari’nin Hayatı ve Kişiliği, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Atatürk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 2002, 123-125.
[101] Belâzurî, Ensâb, V, 30.
[102] Ya’kûbî, Tarih, II, 58.
[103] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 482;İbn
Kesîr, el-Bidâye, X, 225.
[104] Halife, Tarih, 159.
[105] Belâzurî, Futûh, 320; İbnü’l-Esîr,
el-Kâmil, II, 482.
[106] Belâzurî, Futûh, 321.
[107] İsmail Altun Ebû Mûsa el-Eş’arî’nin Hayatı ve
Kişilği, 128.
[108] İbn Şebbe, Tarihu ’l-Medine, III,
1088-1089; Belâzurî, Futûh, 314-315.
[109] Mustafa Fayda, “Abdullah b. Sa ’d b. Ebû
Serh ”, DİA, İstanbul 1988, I, 130.
[110] Taberî, 778-779; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
II, 482-483; İbn Kesîr, el- Bidâye, X,283-284.
[111] Ya’kûbî, Tarih, II, 64-65.
[112] Taberî, Tarih,723; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
II, 470.
[113] Ya’kûbî, Tarih, II, 74.
[114] Halife, Tarih, 178; İbn Hazm, Cemheretü
Ensâbu ’l-Arab, 78.
[115] Halife, Tarih, 178.
[116] Taberî, Tarih,789; H. İbrahim Hasan, Tarihu’l-İslam,
II, 154.
[117] Taberî, Tarih, 789.
[118] Ya’kûbî, Tarih, II, 74.
[119] Taberî, Tarih, 789.
[120] Taberî, Tarih, 789.
[121] İran’ın Fars eyaletlerinde bulunan ve önemli
merkezleri Fesa ve Yazd Huast olan bölgesidir. İbn Hurdazbih, Kitabu’l-Mesâlik,
4, 6, 47, 52-53, 242; Huart, Cl., “Darabgird”, İA, III, 532.
[122] İran topraklarında bulunan en eski şehirlerden
biridir. Hamevî, Mu ’cem, I, 211.
[123] Sicistan’da bir kasabanın adıdır. Hamevî, Mu
’cem, III, 138.
[124] Sâsânîler’le Ortaçağ’daki bazı İslâm
devletlerinin idarî teşkilâtında köy reisi, şehir ve yöre beyi anlamına gelen
bir tabirdir. Faruk Sümer, “Dihkan”, DÎA, IX, 289-290.
[125] Horasan’ın dört baş şehrinin (Nisabur, Merv, Herat ve Belh’dir) en
önemlisi ve Orta Çağ İran’ında da önemli şehirlerinden birisidir. İbn
Hurdazbih, Kitabu’l-Mesâlik, 23, 29, 35;Hamevî, Mu’cem, V, 331-
333;Honigmann, “Nisapur”, İA, IX, 302.
[126] Horasan'ın iki kapısı vardır; Birincisi, Tâbesü’l-Unnâb, diğeri ise
Tâbesü’t-Temr’dir. İkisine tesniye isim olarak Tâbesan(Tabeseyn) ismi
verilmiştir. İbn Hurdazbih, Kitabu’l-Mesâlik, 35, 52, 243; Hamevî, Mu
’cem, IV, 20.
[127] Afganistan’ın kuzey batısında yer alan tarihi
bir Horasan şehridir. Yâkut el-Hamevî, Mu ’cem, V, 396397; Togan, Z.
Velidi, —Herat” İA, V, 429; Recep Uslu, —Herat”, DÎA, İstanbul
1998, XVII, 215.
[128] Merv’e yakın bir şehirdir. İbn Hurdazbih, Kitabu
’l-Mesâlik, 3; Yâkut el-Hamevî, Mu ’cem, V, 112.
[129] İran’ın kuzeyinde Gîlân eyaletinin bir bölümünü
teşkil eden, Hazar deniziyle Kazvin arasındaki dağlık bölgenin adıdır. Tahsin
Yazıcı, “Deylem”, DÎA, İstanbul 1994, IX, 263.
[130] Horasan’ın en meşhur ve en önemli şehirlerinden
birisidir. Hamevî, Mu ’cem, V, 112; Yakubovsky, A., —Merv”, ÎA,
VII, 773-777.
[131] Ya’kûbî, Tarih, II, 63-64.
[132] Casim Avcı, “Kûfe”, DİA, XXVI, 339;
Zettersten, K.V, "Küfe". İA, VI, 964; Hamavî, Mu’cem,
IV, 492.
[133] Abdülhâlik Bakır, “Basra”, DİA, İstanbul
1992, V, 108-109; R. Hardman, “Basra”, iA, II, 320.
[134] Mes’ûdî, Muruc, II, 328-329; Hamavî, Mu
’cem, I, 432-433.
[135] V, Minorsky, “Mukan”, iA, VIII, 447.
[136] İbn Hurdazbih, Kitabu ’l-Mesâlik ve
’l-Memâlik, Leyden, 1967, 57.
[137] İbn Hurdazbih, Kitabu ’l-Mesâlik, 119.
[138] Belâzurî, Futûh, 457-459.
[139] Belâzurî, Futûh, 467-468; Taberî, Tarih,
732; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 54-55.
[140] Belâzurî, Futûh, 467-468; Taberî, Tarih,
732; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 54-55.
[141] Halife, Tarih, 162; Belâzurî, Futûh,
564.
[142] Halife, Tarih, 162;İbnü’l-Esîr, II, 493.
[143] Halife, Tarih, 161-162; Taberî, Tarih,
731; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 492-493.
[144] Belâzurî, Futûh, 283-284; İbnü’-Esîr, el
-Kâmil, II, 478-479.
[145] Ya’kubî, Tarih, II, 58.
[146] Ya’kubî, Tarih, II, 57.
[147] Belâzurî, Futûh, 317; Taberî, Tarih,
727; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II.
[148] Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Sa’d, Abdullah
b. Ömer, Abdullah b. Mes’ud, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ca’fer’in de
içinde bulunduğu ordu. Belâzurî, Futûh, 339; Zehebî, Tarih, VI,
318.
[149] Ya’kûbî, Tarih, II, 60.
[150] Yakut el-Hamavî, Mu ’cem, III,186-187.
[151] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 483; Zehebî,
VI, 318.
[152] Subeytula: Kayravan nahrine 70 mil uzaklıkta bulunan ve
Georgias’a izafe edilen Kuzey Afrika şehridir. İbn Hurdazbih, Kitâbü’l-Mesâlik
ve’l-Memâlik, 87; Hamavî, Mu’cem, III, 186-187; Halife Hayyat, Tarih,
159; Wyedemann."‘Sübeytila”, İA, X, 77.
[153] Halife Hayyat, Tarih, 160; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
II, 483; Kudame b. Ca’fer, el-Haraç, 344-345.
[154] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 484.
[155] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 483-484.
[156] Taberî, 726; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II,
484; Zehebî, Tarih, VI, 318.
[157] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 484; Taberî, Tarih,
726.
[158] Ya’kûbî, Tarih, II, 60.
[159] Zehebî, Tarih, VI, 318.
[160] İbnü’l -Esîr, el-Kâmil, II, 484.
[161] Belazuri, Futûh, 149-150.
[162] Belazuri, Futûh, 193;İbnü’l -Esîr,
el-Kâmil, II, 480.
[163] Belazuri, Futûh, 193;İbnü’l -Esîr, el-Kâmil,
II, 480.
[164] Taberî, Tarih, 728.
[165] Ya’kûbî, Tarih, II, 57.
[166] İbn Sa’d, Tabakât, III, 350; İbn Kesîr,
el-Bidâye, VII, 244.
[167] Zührî, el-Meğazi, 170; İbnü’l -Esîr, el-Kâmil,
II, 466-467.
[168] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 466.
[169] Zührî, El-Meğazi, 170; İbnü’l -Esîr, el-Kâmil,
II, 467; İbn Haldun, Tarih, II, 570.
[170] Belâzurî, Ensâb, V, 24; İbn Kesîr, el-Bidâye,
X, 217.
[171] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 468.
[172] Ahmet Akbulut, Sahabe Devri Siyasi
Hâdiselerin Kelami Problemlere Etkileri, İstanbul 1992, 159.
[173] Ya’kûbî’de şiiri söyleyenin ismi verilmemiş
"bazıları” diye ifade edilmiştir. Şiirin Ziyad b. Lebid tarafından
söylendiği rivayet edilir. Bkz; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 217.
[174] Ya’kûbî, Tarih, II,58.
[175] Ya’kûbî, Tarih, II, 58.
[176] Belâzurî, Futûh, I, 151; Makrizî, Emevi-Haşimi
Çekişmesi, İstanbul 1993, s.17
[177] İbn Sa’d, Tabakât, VI, 36.
[178] Belâzurî, Futûh, I, 151; İbn Kuteybe, el-Maârif
154; Makrizî, Emevi-Haşimi Çekişmesi, 17; Selman, Başaran, —Hakem b.
Ebû’l Âs” DİA, İstanbul 1997, XV, 175-176.
[179] İbn Teymiyye, Minhâcü ’s-Sünnetü
’n-Nebeviyye, I-IIIV Mısır, 1322, III, 196.
[180] İbnü’l- Arâbî, el-Avâsım, 89.
[181] Ya’kûbî, Tarih, II, 60.
[182] Ya’kûbî, Tarih, II, 64.
[183] İbn Kuteybe, Maârif, 112.
[184] Belâzurî, Ensâb, V, 25-28.
[185] Taberî, Tarih, V, 255; Zehebî, Tarihu
’l-İslam, (Ahdi’l-Hulafair-Raşidin), 432.
[186] Muhibbiddin et-Taberî, er-Rıyâdu'n-Nâdıra,
lll, 91.
[187] Ebûbekr İbnu’l-Arabi, el-Avâsım, s.
111-112.
[188] Muhibbuddin el-Hatib, el-Avasım ta ’likı,
111.
[189] A. Muhammed Abdüllatif, el-Alemü'l-İslami
fi'l-Asri'I-Ümevî, Kahire 1984, 62; Ömer Rıza Dogrul, Asr-ı Saadet,
İstanbul 1975, V, 319.
[190] İbn Tiktaka, el-Fahri fi Adabi's-Sultâniyye,
Beyrut trs, 97-98.
[191] Ömer Rıza Doğrul, Asr-ı Saadet, İstanbul
1975, V, 319.
[192] Taberî, Tarih, V, 356.
[193] Ya’kûbî, Tarih, II, 64.
[194] Belâzurî, Ensâb, V, 58-59.
[195] Ya’kûbî, Tarih, II, 66-67.
[196] İbn Şebbe, Târihu ’l-Medine, III, 1005.
[197] İbn Şebbe, Târihu ’l-Medine, III, 1049;
İbn Abdil’l-Berr, el-İstia’b, III, 992; İbn Hacer el-Askalâni, el- Isâbe,
VI, 376-377.
[198] Zehebî, Tarih VI, 270.
[199] Zehebî, Tarih, VI, 270.
[200] Zehebî, Tarih, VI, 270.
[201] Belâzurî, Futûh, V, 36.
[202] Belâzurî, Futûh, V, 36;Murtaza
el-Askerî, Ehadisi Ümmü ’l-Mü 'minine Aişe, I, 117.
[203] Belâzurî, Futûh, V, 37; İbn Şebbe, III,
1049.
[204] İbn Sa’d, Tabakât, III, 148.
[205] İbn Şebbe, Târihu ’l-Medine, III, 1049.
[206] İbn Sa’d, Tabakât, III, 147-148; İbn
Şebbe, Târihu ’l-Medine, III, 1050.
[207] Belâzurî, Futûh, V, 36.
[208] İbn Hacer, el-İsâbe, VI, 376.
[209] İbn Şebbe, Târihu ’l-Medine, III, 1049.
[210] Taberî, Tarih, 731.
[211] İbn Şebbe, Tarihu ’l-Medine, III, 1045.
[212] İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 252; İbn
Abdi’l-Berr, el-İstiâb, II, 994.
[213] Ya’kûbî, Tarih, II, 69-70.
[214] Taberî, Tarih, 746; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 27; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 257.
[215] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 212.
[216] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 213.
[217] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 212-213;
Belâzurî, Ensâb, V, 53-54.
[218] İbn Şebbe, Târihu ’l-Medine, III, 1035.
[219] İbn Şebbe, Târihu ’l-Medine, III, 1037;
İbn Sa’d, Tabakât, IV, 213.
[220] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 12.
[221] Taberî, Tarih, IV, 737.
[222] İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 234.
[223] İbn Abdilberr, el-İstia ’b, I, 253.
[224] Taberî, Tarih,746.
[225] İbn Abdilberr, el-İstia ’b, I, 253.
[226] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 219; el-İsbahânî,
Ma ’rifetü ’s-Sahabe, II, 564.
[227] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 27.
[228] Ya’kûbî, Tarih, II, 70.
[229] Belâzurî, Ensâb, V,53-55.
[230] Taberî, Tarih, 717.
[231] Mes’ûdî, Murucu ’z-Zeheb, II, 252.
[232] İbn Şebbe, Târihu ’l-Medine, III, 1122;
Taberî, Tarih, 759; Îbnü’l-Esîr, El-Kâmil, III, 47.
[233] Abdullah b. Sebe; Kûfe’deyken, Basra’ya oradan
da Mısır’a şehrin Valileri tarafından muhalif tavırlarından dolayı sürgün
edilmiştir. Bkz; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 36.
[234] Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 47
[235] İbn Şebbe, Târihu ’l-Medine, III,
1122-112; Belâzurî, Ensâb, V, 51; Taberî, Tarih, 759.
[236] İbn Şebbe, Târihu’l-Medine, III, 1124.
[237] İbn Şebbe, Târihu ’l-Medine, III, 1100.
[238] İbn Şebbe, Târihu ’l-Medine, III,
1122-112; Belâzurî, Ensâb, V, 49.
[239] Belâzurî, Ensâb, V, 49.
[240] Ya’kûbî, Tarih, II, 65.
[241] Belâzurî, Futûh, V, 57-58; Makdisi, el-Bed’,
V, 202.
[242] Belâzurî, Ensâb, I, 201; Vâkidî, Meğazi,
I, 101; İbn Sa’d, Tabakât, II, 12; îbn Kuteybe, el-Maarif V,
54-55; İbn Şebbe, Târihu’l-Medine, III, 1031.
[243] İbn Şebbe, Târihu’l-Medine, III, 1033.
[244] Belâzurî, Ensâb, V, 54-55.
[245] İbn Â’sem, Kitabu ’l- Futûh, I, 370.
[246] Belâzurî, Ensab, V, 57; İbn Kuteybe, Maârif,
239.
[247] İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 256.
[248] Çağdaş tarihçilerden Muhammed b. Abdullah Gabban, İbn Asâkir'in
aktarmış olduğu bu rivayetle Rafızîlerin sahabeyi sanki aralarında çekişme
varmış gibi göstermeye çalıştıklarını söylerek bu rivayetlere ihtiyatla bakmak
gerekir demiştir. Fitnetu Makteli Osman b. Affân, I-II, Riyad 1999, II,
544.
[249] Ya’kûbî, Tarih, II, 72.
[250] İbn Hacer el- Askalânî, Tehzibu ’t-Tehzib,
Haydarabat, I-XII, IV, 295-296.
[251] İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 271-272.
[252] Halife b. Hayyât, Tarih, 182-183;
Zehebî, Tarih, II, 129.
[253] Belâzurî, Ensâb, V, 61; İbnü’l- Arabî, el-Avâsım,
132-133.
[254] İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 271.
[255] İbn Sa’d, Tabakât, III, 66-67.
[256] Belâzurî, Ensâb, V, 66-69.
[257] Taberî, Tarih, 764: İbn Hacer, el-Metâlibu’l-Âliye bi
Zevaidi’l-Mesânidi’s-Semâniyye, thk.
Habiburrahman el-A’zami, Kuveyt 1973, IV, 284.
[258] Taberî, Tarih,764; Muhibbiddin
et-Taberî, er-Riyadu’n-Nadıra, III, 59.
[259] İbn Sa’d, Tabakât, III, 61.
[260] İbn Sa’d, Tabakât, III, 67-68.
[261] İbn Sa’d, Tabakât, III, 69.
[262] İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 271.
[263] İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 271.
[264] Mes’ûdî, Murûc, 472.
[265] Taberî, Tarih,762-763.
[266] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 54.
[267] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 47.
[268] Ya’kûbî, Tarih, II, 73.
[269] Ya’kûbî, Tarih, II, 72.
[270] Belâzurî, Ensâb, V, 70-76; Taberî, Tarih,
773; Zehebî, Tarih, II, 135.
[271] İbn Şebbe, Târihu ’l-Medine, III, 1199.
[272] İbn Sa’d, Tabakât, III, 71.
[273] Taberî, Tarih, 773;İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 64.( İbnü’l-Esîr; anlatan kişinin Abdullah b. Abbas b. Ebî Rebîa olarak
aktarır).
[274] Ebu Talha, Hz Âişe, Zübeyr b. Avvam’ın Hz Osman’ın kuşatılması
esnasındaki tutumları hakkında ayrıntılı biligi için bkz. Celal, Fidan, Hz
Osman ’ın Öldürülmesinde Sahabe’nin Tutumu (Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi), CÜSBE, Sivas 2006.
[275] İbn Şebbe, Tarihu ’l-Medine, IV,
1288-1289; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 61.
[276] İbn Abdirabbih, el- ‘Ikdü ’l-Ferîd,
IV,30; Mesu’dî, Murûc, III, 25.
[277] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 61. Aynı kaynakta Muaviye’nin
Habib b. Mesleme komutasında dört bin kişiden oluşan bir birlik gönderdiği de
yer almakatadır.
[278] İbnü’l-Esîr, El-Kâmil, III, 61;
Belâzurî, Ensâb, V, 72.
[279] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 61.
[280] İbn Sa’d, Tabakât, III, 36-37. Muhtemelen Abbott ‘da
Tabakât’dan aldığı bu rivayeti kitabında yer vermiştir. Nabıa Abbott, Hz
Muhammed’in Sevgili Eşi Ayşe, Çev. Tuba Arsak Hasdemir, Ankara 1999,
124-125.
[281] Taberî, Tarih, 776.
[282] İbn Kuteybe, el- İmame, I, 47; Ahmed
Cevdet Paşa, Kısası Enbiya, I, 503; Welhausen, İslam’ın En Eski
Tarihine Giriş, 112.
[283] Abbot, HzMuhammed’in Sevgili Eşi Ayşe,
s.105.
[284] Taberî, Tarih, 777.
[285] Hz Osman’ın evinin kuşatılması ve katledilmesi hususu için ayrıntılı
bilgi; Sabri Hizmetli, "Tarihi Rivayetlere Göre Hz Osman’ın Öldürülmesi”, AÜİFD,
XXVII, 149-176; Adem Apak, Hz. Osman'ın Halifeliği Döneminde Meydan Gelen
Siyasî Problemler ve Sebepleri Üzerine Bazı Değerlendirmeler, Usûl İslam
Araştırmaları, Sayı 4, 157-170.
[286] Ya’kûbî, Tarih, II, 71-74.
[287] İbn Sa’d, Tabakât, III, 77; Îbnü’l-Esîr,
el-Kâmil, III, 69-70; İbn Hacer el-Askalâni, el-Isâbe, VII, 106107.
[288] Belâzurî, Ensâb, V, 70; Mesu’dî, Muruc,
II, 354;İbn Kuteybe, el-Imame, I, 45.
[289] İbn Hacer, el-tsâbe, IV, 223.
[290] Taberî, Tarih,785.
[291] İbn Sa’d, Tabakât, III, 77-78; Taberî,
785.
[292] Belâzurî, Ensâb, V, 84.
[293] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 69-70.
[294] İbn Şebbe, Târihu ’l-Medine, I, 113.
[295] İbn Şebbe, Târihu ’l-Medine, I, 113.
[296] Belâzurî, Ensâb, V, 84.
[297] İbn Sa’d, Tabakât, III, 75.
[298] Taberî, Tarih, 786.
[299] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 70.
[300] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 70.
[301] Ya’kûbî, Tarih, II, 55.
[302] Ya’kûbî, Tarih, II, 74.
[303] İbn Sa’d, Tabakât, III, 51; İbn Hişam, Sîre,
I, 267; İbn Abdilber, el-İstiâb, II, 11; İbn Hacer, el-îsâbe, IV, 102.
[304] İbn Sa’d, Tabakât, III, 51; İbn
Abdilber, el-İstiâb, II, 11; İbn Hacer, el-lsâbe, IV, 102; İsmail Yiğit,
“Osman” DİA, İstanbul 2007, XXXIII, 438.
[305] İbn Kuteybe, el-Maârif, 85.
[306] Taberî, Tarih, 788.
[307] İbn Sa’d, Tabakât, III, 52.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar