KABÎLECÎLÎK ANLAYIŞININ HZ. ALÎ DÖNEMİ SÎYASÎ GELİŞMELERİNE ETKÎSÎ
Hazırlayan: Yasemin BARLAK
Toplumların gelişmesi bilime gereken değerin verilmesi ile
mümkündür. Sosyal bilimler ise bir milletin diğer milletlere karşı özgüvenini
oluşturması açısından oldukça önem taşımaktadır. Biz İslâm tarihi alanında
yaptığımız bu araştırmamızla kendi kültür ve düşünce yapımızın temelinde var
olan dini değerlerimizin doğduğu ortamı ve insanlarını çeşitli yönleriyle
tanımayı amaçlıyoruz. Bunun bize dinî değerlerimizi daha doğru tanıma, yanlış
kanaatlerimizi değiştirme ve geleceğimizi daha güçlü temellere oturtma imkânı
vereceğine inanıyoruz.
İslâm tarihçileri tarafından, özellikle Hz. Peygamber ve ilk
dört halife dönemi çok farklı yönleriyle ele alınmış ve değerlendirilmiştir.
Arap toplumu içinde Hz. Peygamber'in ölümünün ardından çok uzun bir süre
geçmeden yaşanan ve İslâm inancı ile bağdaşmayan siyasi olaylarda Arap
kabilecilik anlayışının oynadığı rol, Hz. Ali dönemi açısından münferit olarak
ele alınmamıştır. Biz bu çalışmamızda İslâm dünyasında ve ülkemizde Hz.
Peygamber'den sonra çok özel bir yerde tutulan Hz. Ali'nin iktidarı döneminde
gerçekleşen talihsiz olayların sebeplerini doğru anlayabilmek açısından bu
dönemi kabilecilik yönüyle değerlendirmeye çalıştık. Sosyal olayları tek bir
sebebe dayandırmanın çok kısır bir bakışı ifade edeceği ve asla gerçeği tam
olarak yansıtmayacağının bilincinde olmakla birlikte, çalışmamızın konusu
gereği olayları kabile ilişkileri yönü ile görmeye çalıştık.
Araplar için kabile bağları özellikle İslâm'dan önce oldukça
önem taşımaktaydı. Asabiyet adı verilen ve fert ile akrabalarını sıkı bir
şekilde birbirine bağlayan bu güçlü duygu, Araplar için yaşam sigortası
gibiydi. Coğrafi imkânsızlıklar Araplar arasında manevi değerlerin ön plana
çıkmasına neden olmuştu. Soy ile övünmek, kahramanlık, cömertlik, fedakârlık;
bununla birlikte kan davaları ve basit nedenlerle çatışmalara girmek Araplar
için hayati konular arasında yer alıyordu.
İslâm
inancının topluma yerleşmesiyle birlikte Hz. Peygamber'in gözetiminde özellikle
kabilecilik anlayışının olumsuz yönleri kırılmaya çalışıldı. Dinin getirdiği
kardeşlik, eşitlik ve barış mesajları bu insanlar üzerinde etkili oldu. Hz.
Peygamber'in ardından ilk iki halifenin de eski geleneklere dönmeme konusunda
oldukça hassas davrandıkları görülmektedir. Ancak üçüncü halifenin iktidara
geliş şekli ve uygulamaları, ayrıca toplumda İslâm inancının ilk dönemlerdeki
etkilerinin zayıflaması, tamamen olmasa da kabile kültürünün olumsuz yönlerini
yeniden canlandırdı. Böyle hassas bir ortamda yönetimi eline alan Hz.
Peygamber'in sadık yardımcısı ve yakın akrabası Hz. Ali'yi bekleyen siyasi
meseleler, kabilecilik yönüyle oldukça dikkat çekici olayları beraberinde
getirdi.
Hz. Ali dönemini kabile yönü ile değerlendirdiğimiz
çalışmamızın giriş bölümünü Arap soyları, asabiyet kavramı ve Hz. Peygamber
döneminde kabilecilik konularına ayırdık. Birinci bölümde ilk üç halife
döneminde kabilecilik açısından yaşanan gelişmeleri değerlendirdik.
Araştırmamızın ikinci bölümünde Hz. Ali'ye karşı gelişen muhalefet
hareketlerinde kabile faktörünü inceledik. Ayrıca iç savaşlara katılan Arap
kabilelerinin siyasi beklentilerini ve siyasi tercihlerinin arka planında yer
alan kabile faktörünü, edindiğimiz bilgiler ışığında değerlendirdik.
Araştırmamızın üçüncü bölümü ise Haşimoğulları'nın lideri Hz. Ali ile
Ümeyyeoğulları'nın lideri Muaviye arasında geçen liderlik çekişmesi ve Sıffîn
Savaşı ile bu savaşın ardından yaşanan siyasi gelişmelerden oluşmaktadır.
İSLÂM'DAN ÖNCE ARAPLARDA KABİLE HAYATI
Arap Kabilelerine Toplu Bir Bakış
Samî kavimlerin sayı ve yayılış olarak en geniş kitlesi olduğu
ifade edilen Araplar'ın,[1] tarihi geçmişleriyle ilgili bu
günkü yapılan çalışmalarda genel olarak kabul edilen görüş, vatanlarının
Arabistan bölgesi olduğudur. Kendileriyle ilgili elde edilen en eski bilgiler
komşu devletlerin onlar hakkında yazdıkları belgelerden oluşmaktadır.[2] Asurlular'a ve
Babilliler'e karşı çeşitli savaşlarla mücadele ettikleri ve bazı dönemlerde
onlara vergi verdikleri yine bu devletlere ait metinlerde ifade edilmektedir.
Yaşadıkları coğrafyanın istilaya müsait olmaması nedeniyle Persler'den
korundukları, ancak bir dönem Büyük İskender'in bu bölgeyi sınırlarına kattığı
da tarihi bilgiler arasında yer alır. Roma İmparatorluğu, Mısır, Suriye ve
Filistin'e hâkim olduğu dönemlerde Nabatî ve Palmira krallıklarıyla iletişime
girmiş ancak yine de Arabistan'ın içlerine nüfuz edememiştir. [3]
İslâm'dan önce Araplar çeşitli devletler
kurmuşlardır. Bunlardan bilinenleri şunlardır: Main Krallığı (m.ö. 1400-650),
Sebe Krallığı (m.ö. 750-115), Himyerî Krallığı (m.ö. 115-m.s. 525), Nabatî
Krallığı (m.ö. IV. Yüzyıl-m.s. 106), Palmira (Tedmür) Krallığı (m.ö.3000-m.s.
273), Gassânî Krallığı (m.ö. III. Yüzyıl-m.s. 634), Hîre (Lahmî) Krallığı (m.s.
III. Yüzyıl-634), Kinde Krallığı (m.s. V-VI. Yüzyıl). [4]
Arap geleneğinde Araplar temel olarak iki büyük kısma
ayrılmışlardır.[5] Arab-ı bâide; tarihin eski
devirlerinde yaşamış ve çeşitli nedenlerle yok olmuş Araplardır. Bu Arapların
başlıca kavimleri Âd, Semud, Medyen, Tasm, Amâlika, Casim, Abdi Dahm, Ubeyl,
Hadûra, Cedis ve Birinci Cürhüm kavimleri olarak ifade edilmişlerdir.[6] Arab-ı bakiye ise soyları devam
eden Araplardır. Bu da kendi içinde Arab-ı âribe ve Arab-ı müsta'ribe olmak
üzere ikiye ayrılır.
Arab-ı âribe; Tevrat'ta geçen bilgilere göre Yekta'nın ( diğer
adıyla Kahtan) neslinden gelen güney Araplarıdır.[7]
Geleneksel olarak Yemenliler ya da Kahtanîler diye anılmaktadırlar. Bunlar eski
dönemlerde yok olan Araplardan sonra onların yerini alan gerçek Araplar olarak
da ifade edilirler.[8] Cürhüm ve Ya'rub, Kahtanîler'in
iki büyük koludur. Ya'rub'dan meydana gelen Kehlân ve Himyer kabileleri ise
birçok kabilelere ayrılmış ve değişik sebeplerle Arabistan'ın çeşitli
bölgelerine yerleşmişlerdir. Kehlânîler'den Hicaz tarafına giden Sa'lebe b. Amr
buradan Medine'ye göç etmiş, Evs ve Hazreç kabileleri de bunlardan oluşmuştur.
Hârise b. Amr (Huzaa) ise Cürhümlüler'i kovarak Mekke'ye yerleşmiştir. Ezd
kabilesi ise kuzeye gitmiştir. İmrân b. Amr Uman'a, Cefne b. Amr Suriye'ye,
Lahm ve Cüzâm Hîre'ye, Tay kabilesi Ecâ ve Selmâ dağlarına, Kinde kabilesi
çeşitli bölgelerden sonra Necid'e yerleşmiştir.[9]
Arab-ı musta'ribe ise sonradan Araplaşmış olarak ifade edilen
Arap kabileleridir. Bunlar Kahtanî asıllı olan ve Mekke'ye yerleşen Cürhümlüler'le,
Hz. İsmail'in soyundan türemiş olan Araplardır. Bu kabileler Adnanîler olarak
ifade edilmekle birlikte İsmâilîler, Meaddîler, Nizârîler olarak da
isimlendirilmişlerdir.[10] Palmira'lılar, Nabatî'ler,
Necd'liler ve Hicaz'lılar Adnanî kabilelerdir.[11]
Hz. Peygamber'in atası Adnân'a bağlı olan başlıca Arap kabileleri ve kolları
şunlardır: Adnân, Mead, Nizar (İyâd, Enmar, Rebîa, Mudar), Rebîa
(Esed, Aneze, Abdülkays, Vâil), Mudar (Kays-ı Aylân, İlyâs),
Kays-ı Aylân (Süleym, Hevâzin, Gatafân), Gatafân (Abs, Zübyân), İlyâs
(Temîm, Hüzeyl, Esed, Kinâne), Kinâne (Kureyş), Kureyş (Cemûh,
Sehm, Adî, Mahzûm, Teym, Zühre, Kusay), Kusay (Abdüddâr, Esed b.
Abdüluzzâ, Abdümenâf), Abdümenâf (Abduşşems, Nevfel, Muttalib, Hâşim).[12]
Adnanîler nüfusları çoğalınca Mekke'den çeşitli bölgelere
dağılmışlardır. Başlangıçtan itibaren Mekke ve civarında yerleşik bir hayat
yaşayan Kureyş dışındaki kabileler Tihâme, Necid ve Hicaz'da göçebe ya da yarı
göçebe olarak yaşamaya devam etmişlerdir.[13]
İslam öncesi dönemde güney Arapları ile kuzey
Arapları arasında çeşitli yönlerden farklılıklar olduğu ifade edilmektedir.
Güney Arapları göçebe olmayan medenileşmiş bir toplum olarak yaşıyorlardı.
Kuzey Arapları ise çoğunlukla göçebe olmak üzere kısmen de yerleşik yaşayan
Araplardı. Buna bağlı olarak nüfus yoğunluğu kuzey Araplarında yayvan bir
görünüme sahipken güney Araplarında daha yoğundu. Güney Arapları ortak bir
kültüre sahipken, kuzeyliler heterojen bir görünüme sahiptiler.[14] Dil özellikleri açısından da
birbirinden farklılık göstermekteydiler. Kuzeyliler Kur'an'da yer alan mükemmel
Arapçayı konuşurlarken güneyliler ise kendilerine has Habeşçe ve Akkâd dili ile
konuşmaktaydılar.[15] Tüm bu özelliklerin etkisiyle
iki bölge Arapları arasında fikir ve kültür seviyeleri de farklılık göstermekteydi.[16]
Araplarda
Kabilecilik Anlayışı ve Asabiyet
K-b-l kökünden gelen ve Arapça bir kelime olan kabile,
sözlükte bir babanın çocukları, bir ağacın dalları,[17]
karşılıklı duran ve birbirine geçmiş kafatası kemiklerinin her birinin ismi[18] anlamlarına gelmektedir. Terim
anlamı ise, üyelerini ortak bir soy altında birleştiren topluluk[19] veya aynı atadan gelen ve
birbirine kan bağıyla bağlı olan insan topluluklarına verilen addır.[20]
Araplar kabilelerini şa'b, kabile, imâre, batn, fahz gibi
isimlerle büyükten küçüğe doğru sıralamışlardır.[21]
Ancak ister en küçük ister en büyük soy birliği olsun, kabile kelimesi bunlara
ortak ad olarak da kullanılmaktadır.[22]
Araplarda kabile kavramı ile alakalı olarak kullanılan diğer
bir kavram da asabiyettir. A-s-b kökünden gelen bu kelime, eklem bağları
anlamına gelmekle beraber kişinin çocukları ve baba tarafından akrabaları
anlamında da kullanılmaktadır.[23] İslâm'dan önceki
devirde asabiyet, bir kimsenin asabesini yani baba tarafından akrabalarını ya
da çoğunlukla kabilesini, haklı olsun veya olmasın her konuda müdafaa etmeye
hazır olması ve kabile fertlerinin, gerek kendi mal ve mülklerini korumak ve
gerek başkalarının mal ve mülklerini zaptedmek için, bir söz üzerine, derhal
birleşmesi demekti.[24]
Kabile üyelerinin birbirlerine nesep yoluyla bağlı olmaları
kabile asabiyetini doğurmuştur. İslâm'dan önce düzenli bir siyasî birliğe ve
hukuka sahip olmayan Arap kabilelerini, kendi kabilelerinden olan bir kişiyi
her ne sebeple olursa olsun diğer kabilelerin saldırılarından korumaya veya yapılan
saldırın maddi ve manevî zararını telafi için harekete geçmeye sevk eden etken
asabiyet duygusuydu. İslâm'dan önce Araplar arasında sıkça yapılan savaşların
temelinde de bu duygu yatmaktaydı.[25]
Araplarda asabiyet veya diğer adı ile kabilecilik anlayışı, "Bizim
en kötümüz başkalarının en iyisinden daha iyidir."[26],
“Ben ve kardeşim amcaoğluna karşıyız, ben ve amcaoğlu yabancıya karşıyız."[27] sözlerinde yerini bulmaktadır.
Asabiyet anlayışı özellikle zor zamanlarda kabilelerin imdadına yetişen en
doğal bağ olarak da değerlendirilebilir. Kabileler arasında akrabalık bağının
kuvvetliliği oranında yardımlaşma eğilimlerinin de arttığı görülmektedir.[28] Bununla birlikte kabilecilik
anlayışı, en büyük soy birliklerinden başlayarak gittikçe daralabilmekte,
amcaoğullarının birliğine, kardeşler birliğine ve hatta şahsın kendi ailesine
kadar indirgenebilmektedir. Bu anlayış bir yandan ayrılmaz bir birliği, diğer
yandan ise en yakın akrabalardan en uzak akrabalara kadar oluşabilecek
çekişmeleri de beraberinde getirmektedir. Zira Araplar asabesini müdafaada tam
bir taraflılık içerisinde olmalarının yanı sıra saf bir ferdiyetçiliğe de
sahiptirler.[29]
Araplarda asıl nesep baba tarafından kabul edilse de anne ve
dolayısıyla dayı tarafı da onlar için önemli bir bağ sayılabiliyordu. Bu,
Arapların hısımlık yoluyla başka bir kabilenin desteğini alma ve yardımlaşma
ihtiyacından kaynaklanmaktaydı. Örneğin Hz. Peygamber'in Mekkelilerin baskıları
karşısında Medineliler tarafından yardım ve destek görmesinin sebeplerinden
biri olarak, annesinin Beni Neccar'dan olması gösterilmektedir.[30]
İslâmiyet'ten önce Araplar yaşayışlarına göre iki gruba
ayrılmaktaydılar; bedevîler ve şehirliler. Çöl ve vahalarda develeriyle beraber
konargöçer olarak çadırlarda yaşayanlara bedevî; köy, kasaba ve şehirlerde yerleşik
hayat yaşayanlara da hadarî denilmekteydi.[31]
O dönemdeki Arap şehirlerinin en tanınmış olanları Hicaz'da Mekke, Medine, Taif
ve Yemen'de Me'reb ve San'a şehirleriydi. Bu şehirlerde yaşayan halk,
geçimlerini daha çok ticaretle sağlarlardı. Bedevîler ise Arapların çoğunluğunu
oluşturmaktaydı. Kendilerini belirli bir bölgeye bağlı kılacak ve refah
düzeyini artıracak hiçbir varlığın olmadığı bu çöl hayatında, onları
birbirlerine bağlayan ve varlıklarını hissettiren en önemli unsurlar ise kabile
ve dil birliği idi.[32]
Bedevî kabileler kendi içlerinde özel toprak mülkiyeti
tanımazlar, otlaklar ve su kaynakları onlar için hayatî önem taşıdığından ortak
mal kabul edilirdi. Kabilelerin önemli gelir kaynaklarından biri de diğer
kabilelere karşı düzenledikleri yağma ve baskınlardan elde ettikleri
ganimetlerdi.[33] Yaşadıkları coğrafyanın ağır
hayat şartları, onlar için yağmacılığı zorunlu bir geçim yolu yapmıştı.
Özellikle reislik, şeref, çıkar çatışmaları gibi nedenlerle aynı kabile
içerisinde de şiddetli savaşlar yaşanabilmekteydi. Adnanîler ile Kahtanîler
arasında asırlarca yaşanan düşmanlık bu açıdan önemli bir örnektir. Aynı
düşmanlığın uzantıları, aslen Yemenli Medine'li Evs ve Hazreç kabileleriyle
aslen Adnanî olan Mekkeliler arasında İslam'dan sonra da yaşanmaya devam
etmiştir.[34] Yine Evs ile Hazreç,
Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları ve Mudar ile Rebia mücadeleleri[35] bu çeşit kabile çatışmalarının
önemlilerindendir.
Arap geleneğinde yabancı bir kabilenin arazisinde dolaşan veya
her hangi bir malına zarar veren kimse düşman sayıldığından, ölüm ve soyulma
tehlikesini göze almış olurdu. Bununla beraber farklı bir kabileden sığınma
isteyen kimse himaye edilebilir, bir kabile azası bir yabancıyı kendi
kabilesine dâhil edebilirdi. Böylece birkaç nesil sonra bu kabile bütün
akrabalık haklarına sahip olurdu.[36]
Arapların kendi kabilelerini -haklı olsun veya olmasın-
desteklemek zorunda olduklarına inanmaları, kuşkusuz sadece koyu bir taassupla
açıklanamaz. Onlar, hayatta kalabilmek, diğer kabileler arasında nüfuz elde
edebilmek ve dışarıdan gelecek baskınlara karşı mücadele edebilmek amacıyla
birbirlerini korumak ve birbirlerinin çıkarlarını gözetmek zorundaydılar. Bu
onların yaşam mücadelelerinin önemli bir kuralıydı. Bir kabilenin büyük, küçük,
kuvvetli veya zayıf oluşu o kabile mensuplarının sayısına, nüfuzuna ve mal
varlığına göre ölçülmekteydi. Bu nedenle kabileler arasında yardımlaşma,
dayanışma ve antlaşmalar yapılmakta, çeşitli ittifaklar kurulmaktaydı. Yapılan
bu antlaşmalara "hilf" adı verilmekteydi. Hilf yapacak olan kabileler
törenlerle ve yeminlerle birlikte, tek bir kabile gibi düşmanlara karşı hareket
etmek üzere anlaşırlardı. Artık içlerinden birine yapılacak her hangi bir
saldırı diğerlerine karşı yapılmış gibi mütalaa edilir ve öylece savunmaya
geçilirdi.[37] Örneğin Mekke'de İslâm'dan
önce "Ahlâf" ve "Mutayyebûn" adı verilen karşılıklı iki
ittifak yapılmış, [38] bu ittifakların etkileri, Hz.
Peygamber'e karşı yönelimlerde bir ölçüde belirleyici olmuştur.
Kabileler reisler tarafından idare ediliyordu. Şahsî
meziyetleri veya servetleri nedeniyle reis seçilen kimselerin, genel olarak
yapılan müzakerelerde her ne kadar sözleri geçerliyse de bu reislerin hukuki
bir hakları yoktu ve idarecilik vazifesi emretmekten çok hakemlik yapmaktı.[39] Ancak vazifeleri yetkilerinden
çok daha fazlaydı. Kendilerinden harp zamanı hayatlarını, barışta ise
servetlerini ortaya koymaları beklenirdi. Kabile reislerinin cinayetler
konusunda da hukukî kaide uygulamaları mümkün değildi. Katil olayının
intikamını almak, maktulün en yakın akrabasının hakkıydı. Bunun sonucu olarak
nesillerce devam eden kan davaları ortaya çıkardı.[40]
Çeşitli sebeplerle aynı kabilenin alt
birimlerinde uzun süreli düşmanlıkların da yaşanabildiğini yukarıda ifade
etmiştik. İşte bu özelliklere bağlı olarak Adnanîlerin iki kolu olan Mudar ile
Rebia arasında ortaya çıkan ve asırlarca devam eden rekabet, yine Yemenliler
ile Mudarlılar arasındaki düşmanlık özellikle Sıffin Savaşı'nda safların
belirlenmesinde ve daha sonra meydana gelen hakem seçimi olayında kendilerini
göstermiştir. Mekke'de Kureyş kabilesinin iki kolu Ümeyyeoğulları ile
Haşimoğulları arasındaki mücadele ise Arap İslam devletinin yönetim kadrosunu
belirleyici iki temel unsur olmuş, devrin siyasi gelişmeleri bu iki kabilenin
iktidar mücadeleleri ile şekillenmiştir.
Mekke'nin
Kabile Yapısı
Mekke şehrinin bulunduğu bölgede çok eski dönemlerde Amâlika,
Ad ve Semud kavimlerinin bir uzantısı olan Cürhümlüler yaşamaktaydı.[41] Cürhümlüler döneminden kalan
toplum burada yaşamaktayken Hz. İbrahim, oğlu İsmail ve eşi Hacer'i buraya
yerleştirdi.[42] Anlatılanlara göre Hz. İsmail
burada Cürhüm kabilesinden bir kızla evlendi. Böylece Adnanîler adı verilen
yeni bir topluluk ortaya çıktı. Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] 'in
atası olan Kureyşliler de bu topluluktan meydana geldi.[43]
Cürhümlülerden sonra, Huzaa, Kinâne ve Kureyş kabilelerinin
Mekke'yi yönettiği anlaşılmaktadır.[44]
Mekke'de yaşayan ve Kâbe ile ilgili yönetimi elinde bulunduran Cürhümlüler,
görevlerini suiistimal etmeye başlayınca Kinane'den Benû Bekr ve Huzaa'dan Ğubşân
yaptıkları savaş sonucunda onları Mekke'den sürdüler.[45]
Bunun ardından Huzaalılar, Benû Bekr kabilesini katmaksızın zulmen
Beyt'in işlerini üstlendiler.[46] Kureyş ise o dönemlerde
dağınık cemaatler halinde birtakım aileler olarak yaşamaktaydı.[47] Huzaalılar Kâbe'nin işlerini
ve Mekke'nin yönetimini nesilden nesile sürdürmekte iken onların sonuncusu
Huleyl b. Hubşiyye kızını Kusay b. Kilâb ile evlendirince Kusay bu aileye dünür
oldu. Daha sonra Kusay'ın Abduddâr, Abdumenaf, Abduluzza ve Abdukusay adlı
çocukları dünyaya geldi. Çocuklarının büyüdüğü, malının çoğaldığı ve şerefinin
arttığı bir zamanda ise kayınpederi Huleyl öldü. Bunun ardından Kusay, Kâbe'nin
yönetimini eline geçirdi ve Huzaa ve Benû Bekr'i Mekke'den çıkardı.[48] Böylece kuzey Arap
kabilelerinden olan Kureyş kabilesi Kusay'ın büyük başarısıyla birlikte,
İslâm'dan kısa bir dönem önce Mekke'yi işgal etmiş ve Kâbe yönetimini ele
geçirmiş oldu.[49]
Kusay, Kureyşliler'i, Hz. İsmail'in soyundan geldikleri ve
Araplar'ın en şereflileri oldukları konusunda ikna etmişti.[50]
Onların Kâbe'nin yakın çevresini mesken edinmelerini sağladı. Kâbe'ye karşı
saygılarından dolayı Cürhüm, Huzaa ve Kinâne kabileleri daha önce bu bölgeye
yerleşmemişlerdi.[51] Kureyş kabilesinin Mekke'deki
yerleşimi iki şekilde oldu. Birincisi Kureyş el-Bitah yani Kâbe'nin hemen
yakınına yerleşenler, ikincisi ise Kureyş ez-Zevahir yani dış mahallelerde
oturanlar.[52] Bir de ehabiş denilen ve
Mekke'nin dış çevresinde özellikle kuzey ve güney bölgelerinde yaşayan
kabileler vardı ki bunlar Kureyş ile ittifak halindeki kabilelerdi.[53] Kusay'ın amacı, Kâbe'nin
kutsallığından da istifade ederek Araplara karşı Kureyş'in manevî bir saygınlık
kazanmasını sağlamaktı.[54] Böylece Kusay, Kureyş'i
kendine itaat ettirerek Mekke'de otoritesini kurmuş oldu. Sonra da Kureyş'i Arapların
itaat ettiği lider kavim durumuna getirdi.
Kâbe'nin kutsallığı, Kureyş'e üstünlük sağlıyordu. Bu
ayrıcalığını ticarette de kullanan Kureyş, böylece diğer Araplar'a karşı
imtiyazlı bir konuma geldi.[55] Öyle ki Kureyş ayrı, Arap ayrı
anlamları ifade eder olmuştu.[56] Kusay'ın liderliği sonrasında
onun soyundan meydana gelen kabileler Hz. Peygamber'in yaşadığı döneme
gelinceye kadar bu özel konumu sürdürmüştü.
Mekke, Kureyş'e mensup on kişinin yönetime katılmasıyla oluşan
ve "Mele" adı verilen bir senato tarafından idare edilmekteydi. Ancak
bu senato yürütme organı olmaktan ziyade danışma kurulu olarak görev
yapmaktaydı. Her kabilenin kendi içinde bağımsızlığını korumaya özellikle
dikkat ettiği[57] bu ortam içerisinde, Mekke
bilinen değerlerde bir devlet modeline geçmeye yatkın görünmemekteydi. Yine de
Mekke'nin yönetim anlayışını bedevilerinkinden ayrı tutmak gerekmektedir.
Çöllerdeki bedevi hayatına göre, oldukça gelişmiş olan Mekke'de yönetim
bedevilere göre daha uygar bir görüntü arzediyordu.[58]
İslâm'ın ortaya çıkışından kısa bir süra önce Bizans İmparatoru Jüstinyen,
Mekke'yi Bizans İmparatorluğuna bağlı bir krallık yapmak için bir girişimde
bulunmuştu. Justinyen, Hıristiyanlık dinine girmiş olan Esedoğullarından Osman
b. Huveyris'e taç giydirmiş, kendisini Mekke kralı tayin ettiğini bildirdiği
bir mektupla birlikte Mekke'ye göndermişti. Osman b. Huveyris durumu
Kureyşlilere bildirdiğinde ona ilk karşı çıkanlar kendi ailesinin ileri
gelenleri olmuştu. Ona Mekke'nin özgürlüğüne düşkün olduğunu ve asla krallıkla
idare edilemeyeceğini söylemişlerdi.[59]
Kusay dört oğlundan biri olan Abduddâr'a Kâbe görevlerini
vererek öldü. Onun ölümünün ardından Kusay'ın diğer oğlu olan Abdumenaf'ın
oğulları Abduşems, Haşim, Muttalib ve Nevfel, Abduddâroğulları'ndan hicabe,
liva, sikaye ve rifadeyi almak istediler. Abdumenafoğulları ile
Abduddaroğulları arasında Kâbe görevlerinin paylaşımı konusundaki anlaşmazlık
iki kardeş kabilenin ve buna bağlı olarak diğer kabilelerin karşılıklı gruplara
ayrılmalarına neden oldu. Abdumenafoğulları ve müttefikleri kendilerini
Mutayyebûn olarak isimlendirdiler. Abduddâroğulları ve müttefikleri ise
kendilerini Ahlâf olarak isimlendirdiler. Her iki grup içinde yer alan
kabilelerin, müttefiklerini çeşitli dönemlerde de gözetmeye devam ettikleri anlaşılmaktadır.
Bu iki grubun yanı sıra, tarafsızlığı seçen kabileler de bulunmaktaydı.[60] Mutayyebûn grubuna dâhil
olanlar, Esedoğulları, Zühreoğulları, Teymoğulları, Hâris b. Fihroğulları
idiler. Ahlâf grubunda yer alanlar ise Mahzumoğulları, Sehmoğulları, Cumahoğulları,
Adiyyoğulları idiler. Âmir b. Luayy ve Muhârib b. Fihroğulları ise her iki
gruba da dâhil olmayarak dışarıda kalmıştı.[61]
Abdumenafoğulları ile Abduddâroğulları, Kâbe görevlerini aralarında
paylaştılar. Kureyş içerisinde bir savaş gerçekleşmedi.[62]
Ancak bu ittifakların ileriki dönemlerde kabileler arası ilişkilere yansıdığı,
bir kısım Kureyşlinin zihninde sürekli bu kutuplaşmanın devam ettiği
belirtilmektedir.[63]
Abdumenafın oğullarından Haşim, Kureyş kabilesi içinde Şam ve
Yemen'e ilk seferleri düzenleyen,[64] Kureyş'in yaz ve kış
yolculuklarını ilk defa gerçekleştirerek adet haline getiren kişiydi.[65] Kâbe görevlerinden rifade ve
sikaye de Haşim'in elindeydi.[66] Kendisi Medine'nin
soylu ailelerinden olan Adiyy b. Neccaroğulları'ndan Amr'ın kızıyla evlenmiş,
bu eşinden Şeybe adında bir oğlu olmuştu. Haşim bir Şam seferi sırasında
Gazze'de vefat ettiğinde, dul eşi oğlu Şeybe'yi Medine'de kendi yanında bakmaya
başladı. Şeybe'nin Amcası Muttalib, kendilerinin Mekke'deki şerefli konumlarını
ifade ederek bu çocuğun aşireti içerisinde kalmasının kendisi için daha hayırlı
olacağına Selma binti Amr'ı ikna etti. Muttalib, Şeybe'yi annesinden alarak
Mekke'ye getirdiğinde onu Muttalib'in kölesi zannederek Abdulmuttalib olarak
isimlendirdiler. Muttalib'in, yeğenine böyle denilmesinden şiddetle rahatsız
olduğu ifade edilmektedir.[67]
Haşim'in başka çocukları olduysa da neslinin yalnızca
Abdülmuttalib ile devam ettiği, dolayısıyla Haşimoğulları denildiğinde
Abdülmuttalib'in soyunun kasdedilmiş olduğu ifade edilmektedir.[68] Kaynaklarda belirtildiğine
göre Ali b. Ebî Talib Haşimî bir baba ve Haşimî bir anneden dünyaya gelen ilk
kişidir.[69]
Muttalib'in ölümünün ardından Abdülmuttalib'in diğer amcası
Nevfel'in, babasından kalan araziyi onun elinden almaya çalıştığı ifade
edilmektedir. Abdülmuttalib, bu olay üzerine Yesrib'deki dayıları
Neccaroğulları'ndan yardım istedi. Neccaroğulları seksen kişilik atlı bir grup
halinde ona yardım için Mekke'ye geldiler. Bu durum üzerine Nevfel'in Abduşems
ile Abdülmuttalib'e karşı anlaştığı da rivayet edilmektedir. Nevfel,
Neccaroğulları'nın yeğenlerine sahip çıkmaları üzerine Abdülmuttalib'e
arazisini geri verdi.[70]
Abdulmuttalib amcasının ölümünden sonra sikaye ve rifâde işini
üstlendi. Kendisi hem baba hem de anne tarafından asaletliydi. Yeri kaybolmuş
olan zemzem kuyusunu o ortaya çıkardı. Bu sırada Kureyş'in kendisine zorluk
çıkardığı ifade edilmektedir. Zemzemin ortaya çıkışının ardından ise Kureyş
onda ortaklık iddia etmişti.[71] Tüm bu olaylara karşı
Abdülmuttalib Kureyş'in kendisine saygı duymasını başardı. Kişiliği ve
erdemliliği ile kavmi içinde çok şerefli bir konuma geldi.[72]
Ancak bu gelişmeler sırasında sürekli olarak gözümüze çarpan Abdülmuttalib
sonrasında Kureyş'in, özellikle Ahlâf birliğinin sürekli Haşimoğullarına baskı
uygulama girişimlerinde bulunduğudur.[73]
Abdülmuttalib'in on evladı olursa birini Kâbe'ye kurban edeceğini söyleyerek
meydan okuması da onun çeşitli çevrelerden baskı gördüğünü kanıtlamaktadır.[74]
Haşim ile Muttalib'in, Şeybe (Abdülmuttalib)'nin Medine'den
Mekke'ye getirtilmesi ve onun korumasını üstlenmesi konusunda anlaşmasının
ardından Abduşşemsoğulları ve Nevfeloğulları'nın, Haşim ve Muttaliboğulları'na
karşı bir düşmanlık içerisine girdikleri belirtilmektedir.[75]
Kardeş kabileler arasındaki bu ayrılmanın Mekke içinde ticari anlamda yapılacak
haksızlıkların giderilmesi amacıyla Mutayyebûn'un bir uzantısı olarak kurulan
Hılfu'l-Fudul'a Abduşşemsoğulları ile Nevfeloğulları'nın katılmamasıyla devam
ettiği görülmektedir.[76] Zannediyoruz kardeşler
arasındaki bu uzaklaşmanın sebeplerinden biri de Abdülmuttalib'in anne
tarafından Medine'li oluşudur.
Abdülmuttalib'in ölümünden sonra rifade ve sikaye görevini
oğlu Zübeyr aldı. Onun ardından Ebû Talib yürütmekteyken,[77]
kendisinin diğer kardeşi Abbas'a borçlanarak bu borcunu ödeyememesi nedeniyle
bu görevler Abbas'a geçti.[78] Diğer bir rivayete göre rifade
Ebû Talib'te kalmış, sikaye görevi de Abbas'a devredilmiştir.[79] İslâm'ın gelişinin ardından
Hz. Peygamber Kâbe görevlerinden birçoğunu kaldırmakla birlikte Abbas'ın
görevini onda bıraktı.[80]
Hz. Peygamber döneminde Haşimoğullar'nın genel anlamda lideri
Ebû Talib idi. O dönemde kendisi pek varlıklı olmamakla birlikte onun ölümü ile
Haşimoğulları'nın Mekke'deki nüfuzunu doğal olarak azaltmıştı.[81]
Abbas'ın oğulları babalarına ait olan sikâye görevini devam
ettirdiler. Söylenenlere göre Hz. Ali'nin oğlu Muhammed b. Hanefiyye bu görevi
Abdullah b. Abbas'dan almak istemiş, o ise " Sen kim, sikaye kim?
Cahiliyet devrinde de, İslâmiyet devrinde de biz bu işe senden daha
liyakatliyiz. Senin baban da bu konuda ileri geri konuşarak hak iddia etmişti,
fakat ben onu, deliller göstererek susturmuş; ayrıca Talha b. Ubeydullah, Âmir
b. Rebia, Ezher b. Abd b. Avf ve Mahzeme b. Nevfel'i de şahit göstermiştim.
Cahiliyet devrinde de babam Abbas b. Abdülmuttalib babasından sonra sikâye
işini elinde bulundurmuştu. Hâlbuki senin deden Ebû Talib o zaman çölde, Urene
denilen yerde develeri ile meşgul oluyordu. Mekke fethedilince Resulullah bu
görevi, Abdülmuttalib’in diğer oğullarına vermeyip yalnız Abbas’a verdi."
demiştir.[82] Abbasoğullarının
yönetim işindeki iddialı yaklaşımları da bu tarihi geçmişten geliyor olmalıdır.
Hz. Ali döneminde halifenin en yakın idari çevresini onlar oluşturmuştur.[83] Zaman zaman Hz. Ali
ile Abdullah b. Abbas'ın anlaşmazlıklar yaşadıkları, İbn Abbas'ın Hz. Ali'nin
yönetim anlayışını eleştirdiği, Hz. Ali'nin de İbn Abbas'ı yönetici olarak
hesaba çektiği dönemler olmuştur. Bu konuya sonraki bölümlerimizde ayrıca
değineceğiz.
Bu iki kardeş oğullarından Abbasoğulları'nın akıllıca bir
taktik ve uzun bir çalışmanın ardından asırlarca sürecek olan Abbasî
hanedanlığını kurdukları görülmektedir.[84]
Haşim, kardeşi Abduşşems seferlere fazla çıktığı için Kâbe
görevlerinden rifade ve sikaye görevini üzerine almıştı.[85]
Kıyâde görevi ise Abduşşems'e verildi.[86]
Abduşşems çok çocuk sahibiydi. Buna karşılık Haşim oldukça zengindi. Hacca
gelenlere bol bol ikramda bulunurdu.87 [87]
Abduşşems'in çocukları olan Ümeyyeoğulları'nın[88]
savaşlardaki liderlik konumu da bu paylaşımdan gelmektedir.[89]
Hatırlanacak olursa Ebu Süfyan da Mekkeliler'in Hz. Peygamber'e karşı
mücadelelerinde onlara öncülük etmişti.[90]
Böylece Kureyş Ümeyyeoğulları'nı komutanlık yönü ile benimsemiş oluyordu.
Haşimoğulları'nın aldıkları görevlerin ise daha çok erdemlilik içerdiği
görülmektedir. Kanaatimizce bu görev dağılımı sayesinde Haşimoğulları'nın
Kureyş içindeki saygınlığı korunmuş, Ümeyyeoğulları'nın ise siyasi anlamda
girişkenlikleri artırmıştır. Bu durum ise Ümeyyeoğulları için ileriye dönük bir
avantaj olmuştur.
Haşim ile Abduşşems arasında bir çatışma söz konusu olmamasına
karşın, zamanla Abduşşems'in oğullarının, Mekke'deki gözde konumları nedeniyle
Haşim ve onun oğullarını çekememeye başladıkları görülür. Anlatılanlara göre
Ümeyyeoğulları Haşim'in rifade ve sikaye görevini başarı ile yapmasını,
Haşim'in oğlu Abdülmuttalib'in zemzem kuyusunu bulmuş olmasını, kendilerini
Kureyş'e karşı övünme vesilesi yapar, olayı Abdumenaf'a bağlayarak bu
üstünlükleri Haşimoğulları'nda özelleştirmezler, kendilerini de bu duruma ortak
ederlerdi.[91]
Haşim ile yeğeni Ümeyye arasında çıkan anlaşmazlık
Emevî-Haşimî çekişmesinin kaynağını oluşturur. Haşim Mekkeliler'e ve özellikle
de Hacılara yaptığı çeşitli ikramlarla insanların takdirini kazanmıştı. Onun
insanlar nezdindeki konumunu kıskanan Ümeyye, zenginliğini de ortaya koyarak
ihsanlarda bulunmak istedi. Böylece aralarında sürtüşme başladı. Ümeyye
amcasını hakeme gitmeye davet etti. Kureyşliler de bu işi yakından takip
etmekteydiler. İddiaya göre kaybeden Mekke'den on yıl boyunca uzaklaşacak,
kazanan ise elli deve keserek insanlara yedirecekti. Huzaalı bir Kâhine
gittiler. Kâhin Haşim lehine karar verdi. Ümeyye anlaşma şartı gereği Mekke'yi
terk ederek Şam'a gitti. Haşim ise develeri keserek halka ikram etti.[92] Bu olay Ümeyyeoğulları ile
Haşimoğullarının arasını açan ilk çekişme olarak ifade edilmektedir.
Ümeyyeoğulları zenginlik ve nüfuz açısından
Hz. Peygamber döneminde Haşimîlere karşı daha avantajlı duruma gelmişlerdir.
Kendileri mal ve çocuklar açısından Haşimoğulları'na kıyasla daha
kalabalıktılar.[93] Bu dönemde Ümeyyeoğulları ve
özellikle Ebû Süfyan ticarî hayatta söz sahibiydiler. Gerek diğer kabilelerle
yapılan anlaşmalarda, gerekse komşu ülkelerle ticarî ilişkilerde oldukça saygın
bir yere sahiptiler.
HZ.
MUHAMMED [SALLA’LLÂHÜ ALEYHİ VE SELLEM]
salla'llâhü aleyhi ve sellem DÖNEMİ VE KABİLECİLİK
Kendisi Haşimoğulları'ndan olan Hz. Muhammed [salla’llâhü
aleyhi ve sellem] , [94] Peygamber olduğunu ifade
ettiğinde Kureyş'in bu duruma daha çok Haşimoğulları açısından yaklaştığı
görülmektedir. Şayet Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] Peygamber olarak kabul edilirse bunun
sonucunda Haşimoğulları Kureyş içerisinde çok üstün bir konuma gelmiş olacaktı.
Hatta bu üstünlüğün başka bir kabileye geçmesi bir daha mümkün olmayabilirdi.
Bu nedenle, Mekke'de Haşimoğulları ile müttefiki olan kabileler bu yeni oluşumu
daha çabuk kabullenirlerken, başta Haşimoğulları'nın rakibi Ümeyyeoğulları ve
Mahzûmoğulları olmak üzere onların müttefiki olan diğer kabilelerin
rahatsızlıkları ve düşmanlıkları ise uzun yıllar devam ettiği görülmektedir.[95]
Hz. Muhammed [salla'llâhü aleyhi ve sellem]
peygamberlik görevini aldığında Kur'an-ı Kerim'de emredildiği üzere,[96] İslâm'ı tebliğe ilk olarak
yakın akrabalarından başlamayı uygun gördü.[97]
Ancak akrabalarının onun davetini kısa zamanda kabul ettiklerini söylememiz mümkün
değildir. Buna rağmen kabile dayanışması gereği Ebû Talib başta olmak üzere
Haşimoğulları onu himaye etmekten de uzak durmamışlardır.[98]
Bilindiği gibi Ebû Talib o dönemde Haşimoğulları'nın lideriydi. Kaldı ki Hz.
Peygamberle küçük yaşlarından itibaren o ilgilenmişti.
Diğer bir amcası Ebû Leheb ise ona karşı muhalefet edenlerin
yanında yer almakla kalmayıp, bu konuda aşırıya varan bir düşmanlık
sergilemiştir. Bu çeşit çıkışlar Arap kabilecilik anlayışı içerisinde
rastlanılmayan bir durum değildi. Nihayet, Haşim ile kardeşi Abduşşems'in oğlu
Ümeyye arasında ve daha birçok kabilede aynı durumlar yaşanmıştı. Câbirî'nin
ifadesine göre Ebû Leheb'in, yeğeni Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]
'e muhalefetinin en önemli sebebi; eşi Ümmü Cemîl'in Ümeyyeoğullarının önde
gelen isimlerinden Ebû Süfyan'ın kız kardeşi olmasıydı. Diğer bir sebep de Ebû
Leheb ve Abbas'ın Hz. Peygamber'in babası Abdullah ile ana-baba bir değil, baba
bir kardeş olmaları gösterilmiştir.[99]
Bu durumda Ebû Leheb, menfaatleri gereği daha güçlü gördüğü hısımlarıyla yakın
ilişkiler içinde olmayı yeğenine tercih etmiş olmalıydı.
Ebû
Talib'in Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] 'i himayesi, onun İslâm'a
girmesi nedeniyle olmamıştı. Onun İslam'ı din olarak seçmeyişinde de, yeğenini
diğer kabilelerin baskılarına karşı müdafaa etmesinde olduğu gibi kabilevî
faktörler rol oynamıştır.[100]
Öyle ki bir yandan ölünceye kadar Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve
sellem] 'i Kureyş'in baskılarına karşı korurken, bir yandan da iki grubu
uzlaştırmaya çalışmış, fakat Hz. Peygamber'in kararlarına asla olumsuz bir
müdahalede bulunmamıştı.[101]
Ebû Talib'in bu davranışları her ne kadar çelişik gibi görünüyorsa da, öyle
zannediyoruz ki kabile asabiyeti açısından tutarlı bir yaklaşımdı.
Ebû Talib'in Hz. Peygamber'e karşı asabiyet duygularını
belirgin şekilde yansıtan şu olay gerçekten dikkat çekicidir: Ebû Seleme,
Habeşistan'a hicretinin ardından Mekke'ye dönebilmek için, Ebû Talib'den
kendisini himaye etmesini ister. Kendisi Mahzumoğulları'ndandır. Bunun üzerine Mahzumoğulları'ndan
birkaç kişi gelerek Ebû Talib'e, kardeşinin oğlu Muhammed'i korumasını
anladıklarını, ancak neden kendilerinden bir kişiyi himaye ettiğini
anlayamadıklarını söylerler. Ebû Talib onun kız kardeşinin oğlu olduğunu ifade
eder ve şöyle söyler: "Eğer ben kız kardeşimin oğlunu
koru-ya-mazsam, erkek kardeşimin oğlunu da koru-ya-mam." Ebû
Talib'in bu sözünün ardından Ebû Leheb duruma müdahale eder ve: "Ey
Kureyş topluluğu, Allah'a yemin olsun ki, bu ihtiyarın üzerine çok gittiniz.
Kabilesinden olan kimseleri ahd ve emanına alması nedeniyle sürekli ona karşı
geliyorsunuz. Allah'a yemin olsun ki, ya ondan uzak durursunuz veya onun
yapmakta olduğu her şeyde onunla birlikte oluruz ve o, istediğine
kavuşur."[102]
Dikkat edilirse bu olayda Ebû Leheb'in bir şekilde Hz. Muhammed [salla’llâhü
aleyhi ve sellem] 'i koruduğu görülmektedir. Ancak asıl müdafaa ettiği Ebû
Talib'in ve dolayısıyla Haşimoğulları'nın Mahzumoğulları'na karşı pozisyonudur.
Haşimoğulları'nın atası geçmişte yapılan ittifaka göre Mutayyebûn grubunda yer
alırken, Mahzumoğulları Ahlâf grubunda yer almışlardı.[103]
Bu ise unutulmayacak bir düşmanlık sebebiydi.
Kureyş'in diğer Arap kabileleri arasında saygın bir yeri
vardı. Birçok Arap kabileleri Mekke'ye gelerek Kutsal Kâbe'yi ziyaret
ediyorlar, alış verişle ilgileniyorlar, Kureyş ise onlara ev sahipliği
yapıyordu. Kureyş suresinde hatırlatılan Mekkelilerin bu konumu onların uzun
ticarî yolculuklarda yağmaya uğramasını engelliyor ve kervanlarıyla Yemen'den
Şam'a kadar geniş bir sahada güvenle yolculuk yapabilmelerini sağlıyordu.[104] Ebû Süfyan ve Velid b. Muğire
gibi özellikle Mekke'nin önde gelen tüccarları, gerek Mekke'de, gerekse diğer
Arap kabileleri arasında Kureyş'in bu konumu ve itibarının, dolayısıyla
menfaatlerinin, bu yeni din ile birlikte ellerinden gideceği endişesine
kapılmışlardı.[105] Ayrıca bu durum Arapların
artık Kureyş'i tanımamaları ve saldırılara açık bir duruma düşmelerine de sebep
olabilirdi.[106] Bu durum onların Hz. Muhammed
[salla’llâhü aleyhi ve sellem] 'e ve Müslüman olan her Kureyşli'ye karşı cephe
almalarına neden olmuştu. Müslümanlar'dan arkasında güçlü kabile bağları
bulunanlara eziyet edememekle beraber, özellikle konumu daha zayıf olanlara
karşı işkenceye varan davranışlarda bulunmuşlardı.[107]
Habeşistan'a hicret fikri de böyle bir durumda ortaya çıkmıştı.[108] Kureyş kabileleri arasında
Haşimoğulları ile Muttaliboğulları'na karşı alınan ve yaklaşık üç yıl süren
boykot kararını da hatırlamak gerekmektedir. Bu karar Müslüman olup olmamaları
ayırt edilmeksizin tüm kabile üyelerine karşı alınmıştı.[109]
Mekke dönemi, Kureyş'in istenilen desteği vermemesi nedeniyle
Hz. Peygamber'in istediği başarıya ulaşma çabaları açısından verimli olmamıştı.
Peygamber'in hedefi Mekkeliler'in tahminlerinin çok üstünde ve ötesindeydi. O,
bütün Arap kabilelerine ulaşmak ve tek bir çatı altında onları toplamak
arzusundaydı. Bu ise Arapların o günün şartlarında tahayyül edemeyeceği bir
düşünceydi. Artık Hz. Peygamber'in diğer Arap kabilelerine ulaşmasını
engelleyen Kureyş baskısından bir şekilde kurtulması, hatta kendisine her
açıdan destek olacak güçlü bir topluluktan himaye görmesi gerekmekteydi. Bu
nasıl olacaktı? Sadece Hz. Peygamber'in kendisi değil, onunla birlikte diğer
Müslümanlar'ın da destek göreceği, sayıca kalabalık, genel Arap kültüründen
farklı olarak peygamber olgusuna tanıdık[110]
bir topluluğa ihtiyaç duyulmaktaydı. İşte tüm bu alt yapıyı içerisinde
barındıran Medine halkı böyle bir zamanda Hz. Peygamber'e kucak açmıştı. Bu
yeni gelişme, Hz. Peygamber'in Taif'ten aradığı desteği bulamamasının ardından,[111] Kureyş'in baskısından
kurtularak diğer Arap kabileleriyle irtibat kurabilmesi ve rahat hareket
edebilmesi açısından büyük bir fırsat olmuştu. Taifliler, Hz. Peygamber'den
önceki dönemde ortaya çıkan Ahlâf-Mutayyebûn çekişmesinde, Hz. Peygamber'in
soyunun karşısında yer alan Ahlâf grubunun müttefikiydi.[112]
Taifliler'in Hz. Peygamber'e gösterdikleri büyük tepkinin ardında yatan
sebepler arasında bu ittifakın da etkileri olabilir.
Medine'de aynı dönemlerde Hazreç, Evs ve Yahudiler arasında
çekişme ve kan davaları vardı. Özellikle Evs ve Hazreç kabileleri, Yahudiler
karşısında gittikçe nüfuz kaybetmekteydiler. Kabile asabiyeti onların birlik
oluşturmalarını engellemekteydi. Hz. Peygamber'in ise Medinelilerle kan bağı
vardı. Böyle bir durumda, iki kabileyi birbirine bağlayacak, yine kendilerinden
kabul edebilecekleri saygın bir kişinin ortaya çıkması onlar için
değerlendirilmesi gereken bir olaydı. Kabilecilik anlayışı her iki yönüyle de
Medine'de Hz. Peygamber'e istediği ortamın oluşmasında yardımcı olmuştu.[113]
Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] Medine'ye geldiğinde, gerçekleştirmeyi
plânladığı devlet bilincinin oluşmasına büyük bir engel olan, kabilecilik
duygularını kontrol altına almak için, çeşitli önlemler almıştır. Zira Hz.
Peygamber'in getirdiği din ve onun kutsal kitabı olan Kur'an, sadece Araplara
değil tüm insanlığa yönelik genel ifadeler içermekte,[114]
emirleri ve yasakları tüm Müslümanlar için genellemekteydi. Buna bağlı
olarak din, yalnızca Arap kabileciliğinin değil, Arap milliyetçiliğinin dahi
ötesinde bir yapıya sahipti. Hz. Peygamber'in en yakın akrabalarından
başlayarak Kureyş'e, ardından diğer Arap kabilelerine[115]
ve sonuçta gönderdiği davet mektuplarıyla farklı milletlere yönelmesi ise bunun
göstergeleridir.[116]
Kur'an'ın ve dolayısıyla Hz. Peygamber'in otoritesini kesin
olarak kabul etmek durumunda olan Müslümanlar arasında artık şahsi yönelimler
ve kabile birliklerinin yavaş yavaş silinmek durumunda kaldığı görülmektedir.
Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] 'in İslâm Dini'ni
insanlara öğretme gayreti içinde olduğu müddetçe, sürekli din temelli bir
topluluğa vurgu yaparak[117] kardeşlik bilincini
oluşturmaya çalıştığını, kabileci yaklaşımları kırma mücadelesi yaparken bunu
bir süreç olarak değerlendirdiğini; uyguladığı siyasetinde insanların genel kabullerinden
faydalanmayı ve kabilecilik anlayışından olumlu yönde istifade etmeyi tercih
ettiğini görmekteyiz. Böylelikle, kan bağlarının birleştirici bir unsur
olmasının yanı sıra rekabeti de körüklediği Arap dünyasında, Hz. Peygamber
uyguladığı başarılı siyasetiyle kendi vefatından önce bütün Arapları İslâm dini
anlayışı ile bir araya toplamıştır.[118]
Hasan İbrahim Hasan, Hz. Peygamberin bu başarısını şöyle
değerlendirmektedir: '"Islâm'la gelen bu eşitlik, Hz. Peygamberin
Arapları birleştirmesine yardımcı olmuş, Arapların birliğini parçalayan
kabilecilik duygularına bağlı ayrılıklar bu eşitliğin önünde eriyip
gitmiştir."[119]
Gerçekten de Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] 'in
getirdiği bu din sadece Arapları değil bütün insanları eşitliyor ve üstünlüğü
yaratıcıya saygıdaki hassasiyetle sınırlandırıyordu.[120]
Hz. Peygamber son olarak veda hutbesinde; tüm insanların Hz. Âdem'den
geldiğini ifade ederken Araplar arasında oldukça yaygın olan üstünlük
mücadelelerine köktenci bir çözüm getirme amacını taşıyordu. Arap olsun Acem
olsun insanların eşit olduğuna yaptığı vurgunun ardından kan davalarını
kesinlikle kaldırdığını ifade eden sözleri,[121]
Hz. Peygamber'in uzun yıllar süren bu büyük gayretinin son göstergeleri
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Her şeye rağmen, asırlardır Arap düşünce alt yapısına
yerleşmiş olan kabilecilik anlayışının kökünün tamamen kurutulmasının, sonraki
dönemlerde de asla mümkün olamadığı görülecektir.
İLK ÜÇ HALİFE DÖNEMİNDE KABİLECİLİK
HZ. EBÛ BEKİR DÖNEMİ
Hz. Peygamber kendisinden sonra idareyi ele alacak kişiyi
belirlemediği bir halde vefat etti.[122]
Peygamber'in yakınları olan Hz. Ali, amcası Abbas ve onun oğulları defin
işlemleri yerine getirdiler.[123] Bu arada Araplar için oldukça
hassas bir konu olan idarecilik problemi ortaya çıktı. Ensar bu iş için en
erken davranmaya çalışanlardandı. Onlar muhtemelen geçmişten gelen konumları
nedeniyle bu işi Kureyş'in ele almak isteyeceğini ve bu konuda ısrarlı
olacaklarını biliyorlardı.[124] Ensar'dan bir grup Benû Saide
çardağında bir araya geldiler. Büyük çoğunluk Hazreç'den Sa'd b. Ubade'nin
halife olmasında karar kılmışlardı.[125]
Bu istekleri kabul görmediği takdirde ise ikinci bir seçenek olarak
Kureyşliler'e '"Sizden ve bizden birer emir seçelim bunun dışında bir
karara razı olmayız' demişlerdi.[126]
Bu sırada Hz. Peygamber'in yakınları Hz. Ali, Zübeyr b. Avvam
ve Talha b. Ubeydullah Hz. Fatıma'nın evinde toplanmışlardı.[127] Hz. Peygamber vefat etmeden
kısa bir süre önce Abbas b. Abdülmuttalib'in Hz. Ali'nin yanına geldiği ve
kendisine; Hz. Peygamber'in vefat edeceğini fark ettiğini, onun yanına giderek
kendisinden sonra idarecilik işinin Hz. Peygamber'in akrabaları olmaları
nedeniyle kendilerinde mi yoksa başkalarında mı olması gerektiğini ona sormayı
teklif ettiği belirtilmektedir. Hz. Ali ise buna kesinlikle yanaşmadı. Onun
korkusu İslâm ile birlikte bir takım kabile geleneklerinin yasaklanması
nedeniyle bu konuda da bir yasaklanmaya maruz kalmak olmalıdır ki şayet
Peygamber'in ağzından bu ifadeler çıkarsa Kureyşliler'in bir daha asla onların
idareci olmasına müsaade etmeyeceğini düşünüyordu.[128]
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer ise Ensar'ın
yönetici belirleme ile ilgili yaptığı toplantıyı haber aldıklarında derhal bu
toplantının yapıldığı yere geldiler. Yanlarında Ebû Ubeyde b. Cerrah da vardı.
İfade edildiğine göre ilk andan itibaren Hz. Ömer Hz.
Ebû Bekir'in halife olmasını teklif etmek için kararlıydı. Hz.
Ebû Bekir ise Ensar'ı ikna etmek üzere konuşmayı üzerine almıştı.[129] Şu durumda bu iki sahabinin
halifenin kimin olması gerektiği konusunda aralarında bir anlaşmaya varmış
oldukları düşünülebilir.
Benû Saîde çardağında gerçekleşen toplantıda yoğun tartışmalar
yaşandı. Muhacirler idareyi almak için kendi argümanlarını ortaya koyarken
Ensar da kendilerini ön plana çıkarma gayretini taşıyorlardı. Ancak görünen bir
gerçek vardı ki yalnız Medine'de değil tüm Arabistan'da idareyi eline
alabilecek ve Arapları bir merkezde toplayabilecek kabile Kureyş'ti.[130] [131]
Hz. Ebû Bekir toplantı sırasında: "Ey Ensâr! Sizler söylemiş olduğunuz
hayır ve iyiliklerin sahibisiniz. Fakat bütün Araplar bu işi sadece Kureyş
kabilesinin hakkı olarak tanırlar. Kureyş'e boyun eğerler. Çünkü onlar, yurt ve
soy sop açısından Arapların en üstünüdürler ve akrabalık açısından da Hz.
Peygamber’e en yakın olanlardır."122 diyerek bu duruma
dikkat çekmeye çalışmıştı.
Benû Saîde çardağında geçen konuşmalarda muhacirler Hz.
Peygamber'in aşireti olmaları konusuna sürekli vurgu yapmaktaydı. Ensar ise
İslâm'a hizmetlerini gündeme getiriyordu. Toplantı sonunda Evs ve Hazrec'in
birbirleri ile geçmişten gelen rekabetlerinin de etkisiyle halife Kureyş'ten
seçildi.[132] İslâm'daki önceliği ve Hz.
Peygamber'e yakınlığı açısından Müslümanlar arasında oldukça saygın bir konuma
sahip olan Hz. Ebû Bekir'in halife olarak teklif edilmesi Ensar'ın muhalefetini
önlemede etkili olmuş olmalıdır. Çünkü Hz. Ebû Bekir'in kabilesi güçlü bir
kabile değildi.[133] Bu yönü ile olay kabileler
arası bir üstünlük mücadelesinden ziyade İslâmî bir görünüm arzediyordu. Hz.
Peygamber'in vefat etmeden önce namaz kıldırmak üzere onu tayin etmiş olması da
insanları ikna etmek konusunda etkili oldu.[134]
Hz. Ebû Bekir'in halife seçilmesinden başta
Hz. Ali kanadı olmak üzere Ümeyyeoğulları ve özellikle Ebû Süfyan rahatsız
oldular. Ebû Süfyan Ümeyyeoğulları'nın o dönemdeki konumu itibariyle hilafet
için bir girişimde bulunmalarının imkânsızlığının farkında olması nedeniyle bu
defa aralarındaki tarihi düşmanlığa rağmen hilafet konusunda amcaoğulları olan
Haşimoğulları'nı tercih ettiği anlaşılmaktadır. Kendisinin Hz. Ali'ye: "Uzat
elini bey'at edeyim." dediği, Hz. Ali'nin ise bunu kabul etmeyerek "Yemin
olsun ki, sen bu davranışınla fitneyi amaçladın" dediği rivayet
edilmektedir.[135]
Hz. Ali'nin kendisinin hiç
gündeme getirilmeden halife seçilmesinden şiddetle rahatsız olduğu, hatta
halifeliğin kendi hakkı olmasına karşın elinden alındığını düşündüğü
bilinmektedir. Bu nedenle bir müddet halifeye bey'at etmemiştir.[136] Ancak bütün bu gelişmelere
rağmen bir fitnenin çıkmasını da istemediği için duruma rıza gösterdiği
görülmektedir.
Halife seçimi sırasında gerçekleşen konuşmalarla ilgili olarak
dikkatimizi çeken nokta, Ensar'ın yönetimin Kureyş'ten birinin eline geçeceğini
hissettiklerinde Hz. Ali'yi tercih etmeyi düşünmemeleri veya bunu gündeme
getirmemeleridir. Bilindiği gibi Ensar ile Haşimoğulları arasında yakın bir
hısımlık söz konusudur.[137] Ayrıca Hz. Osman döneminden
itibaren Ensar'ın Hz. Ali'nin etrafında kenetlendiği görülmektedir.
Zannediyoruz Hz. Ali'nin yaşının oldukça genç olması ve o dönemde toplum içinde
çok etkili bir konumda bulunmaması, ayrıca Evs ve Hazreç'in rekabeti de göz
önüne alındığında halifenin bir şekilde birliği sağlamış olması Ensar'ın böyle
bir tercihi düşünmemelerinde etkili olmuştu.
Bu gelişmelerin yaşandığı sıralarda, hatta henüz Hz.
Peygamber'in vefatından önce pek çok Arap kabilesi geleneksel anlamda bir
devlet bilincine sahip olmamalarının etkisiyle tekrar bağımsızlıklarına
kavuşmak üzere irtidat etmeye başladılar. Bu durum Arapların Kureyş merkezli
bir devleti tanımak istemedikleri anlamına da gelmekteydi.[138]
Bir takım bölgelerde sahte peygamberler ortaya çıkmıştı.[139]
Bu irtidat hareketlerinin yaşanmadığı bölgeler ise Mekke, Medine, Taif ve Benû
Abdülkays çevreleriydi. Hz. Ebû Bekir dinden dönenlerin ve devlet otoritesine
baş kaldırı niteliği taşıyan zekât vermeme girişiminde bulunan kabilelerin
üzerine büyük bir kararlılıkla gitti. Halifelik yaptığı kısa bir dönem içinde
Kureyş idaresindeki devletin otoritesini tüm Arap dünyasına kabul ettirmeyi
başardı.[140]
Halifenin atadığı komutanları yalnızca irtidat
olaylarını önlemekle kalmayıp Sasani ve Bizans devletlerine karşı da Irak ve
Suriye'de başarılar elde ettiler. Gerek ridde olaylarında, gerekse fetih
hareketlerinde yer alan komutanların önemli bir bölümü Ümeyyeoğulları'ndandı.
Hz. Peygamber döneminden itibaren Ümeyyeoğulları'na idari görevler verilmiş, bu
Hz. Ebû Bekir döneminde de devam etmiştir. Bunun sebebi yalnızca
Ümeyyeoğulları'nın İslâm öncesinden gelen siyasi ve ekonomik nüfuzları
olmamalıdır. Kanaatimizce Kureyş içindeki hareketli görüntüleri nedeniyle
onları devlete kazandırma amacına yönelik olarak böyle bir uygulamaya
gidilmiştir. Hz. Ebû Bekir zamanındaki savaşlarda büyük ün kazanan Hâlid b.
Velid ise Haşimoğulları'nın rakiplerinden olan Mahzumoğulları kabilesindendir.[141] Hz. Ebû Bekir'in Hz. Ali'ye
ve diğer Haşimoğulların'na ise bu tür görevler verdiğini görmemekteyiz.
Muhtemelen Hz. Ebû Bekir hanedanlık endişesi ile onları dışlamış görünmekteydi.
Onlar uzun bir müddet Medine'de, siyaseti uzaktan izlemek durumunda
kalmışlardır.[142]
HZ. ÖMER
DÖNEMİ
Hz. Ömer Hz. Ebû Bekir'in tayini ile yönetime gelmiştir.[143] Hz. Ebû Bekir, ölümüne yakın
günlerde önde gelen sahabesi ile görüş alış-verişinde bulunarak Hz. Ömer'in
halife olmasına karar verdi.[144] Böylece ikinci halife iktidar
konusunda bir polemik yaşanmaksızın atanmış oldu.
Bilindiği gibi ilk halife Kureyş'in güçlü kabilelerinden
olmayan Teymoğulları'ndandı. Hz. Ömer ise Adiyoğulları'na mensuptur.[145] Bu kabile de Kureyş içinde
nüfuz açısından önde gelen kabilelerinden değilse de Kureyş yönetimine katılan
itibarlı kabilelerdendi. İslâm'dan önce bu kabile sefaret görevi yapmaktaydı.
Ahlâf- Mutayyebûn çekişmesinde Hz. Peygamber'in kabilesinin karşısında yer alan
Ahlâf içerisine katılmışlardı.[146] Hz. Ömer'in İslâm'ı kabulde
yaşadığı ikilem ve Müslüman oluşunun Kureyş içerisinde büyük etki
uyandırmasında[147] bu durumun etkisi olmalıdır.
Onun hilâfete atanması daha çok İslâmî konumu ile alakalı görülmektedir.[148] Bununla beraber Hz. Ömer'in
Kureyş içerisinde İslâm öncesine dayanan bir ağırlığı da bulunmaktaydı.
Kendisinin İslâm'dan önce sefaret görevini üstlendiği, Kureyş'in her hangi bir
anlaşmazlık durumunda komşu krallıklara onu gönderdiği ve onun kararlarına
itibar ettikleri belirtilmektedir.[149]
Zannediyoruz kendisinin hilâfet görevindeki başarısında bu tecrübelerinin de
etkisi olmuştur.
Hz. Ömer'in hilafeti döneminde Kureyş kabilelerine
yaklaşımı Hz. Ebû Bekir'in yönetim anlayışından farklı değildi. O kendi
kabilesine idari görevler konusunda imtiyazlar tanımadı. Bütün kabilelere eşit
muamelede bulunmaya dikkat etti.[150]
Böylece kabileler arasında İslâmdan önce yoğun şekilde yaşanan asabiyet
duygularının su yüzüne çıkmasını engellemeye gayret gösterdi. Hz. Ömer vali ve
komutan atamalarında da kabileler arasında dengeyi korumaya çalıştı. Bu
atamalarında özellikle nitelikli elemanları tercih etmeye çalıştı.[151] [152]
Ancak bu atamalarda Haşimoğulları'nın yönetimden uzak tutulduğu görülmektedir.
Bu uygulama ise ileriki dönemlerde Ümeyyeoğulları'na , 153
yaramıştır.
Hz. Ömer'in Kureyş'in diğer Araplar arasındaki konumunu da
yüceltmemeye dikkat ettiği anlaşılmaktadır.[153]
O bu sayede hilâfeti boyunca ülkeyi birlik içerisinde tutmayı başarmıştır. Onun
hilafetinin son dönemlerinde büyük vilayetlerde görev yapan valileri şunlardı:
Kûfe'de Sakîf (Kays) kabilesinden Muğîre b. Şu'be,[154] Basra'da Eş'ar (Yemen)
kabilesinden Ebû Musa el-Eş'arî,[155] Mısır'da Sehm (Kureyş)
kabilesinden Amr b. el-Âs,[156]
Şam'da Benî Ümeyye (Kureyş) kabilesinden Muaviye b. Ebî Süfyan.[157]
Hz. Ömer'in yönetim anlayışı açısından en dikkat çekici
uygulamalarından biri divanü'l-atâ'yı kurması ve maaş dağıtımını belirlerken
farklı kıstaslar ortaya koymasıdır. Hz. Ömer'in sistemine göre Hz. Peygamber'e
yakınlık, İslâm'ı kabulde öncelik, yapılan yararlı faaliyetler ve benzeri
nedenler onun maaş dağıtım düzeninde belirleyici etkenler olmuştur. Onun ortaya
koyduğu bu düzen İslâm'ı kabuldeki öncelikleri nedeniyle doğal olarak Muhacir
ve Ensar'ı diğer Araplara göre oldukça ileri bir seviyeye çıkarmıştır. Ayrıca
fethedilen toprakların ganimet olarak dağıtımının yerine o, askerine atâ ve
rızık tahsis etmekle yetinerek bu toprakları beytü'l-mâl'e aktarmayı uygun
bulmuştur. Bu uygulamanın dirayetli yönetimi nedeni ile Hz. Ömer döneminde
ortaya çıkmayan rahatsızlıkları, Hz. Osman döneminde Araplar ile yönetim
arasında meydana gelen problemlerin kaynağını oluşturmuştur.[158] Hz. Ömer'in bu uygulaması her
ne kadar eleştiriye açık olsa da kanaatimizce onun amacı devletin bekası için
bu devletin kurulmasına katkıda bulunan ve onu en üst düzeyde sahiplenen Ensar
ve Muhacir'i daima önde tutarak diğer Araplar'ın zenginlik ve nüfuz açısından
güçlenmelerine ve buna bağlı olarak merkezden bağlarını koparmalarına engel
olmaktı. Hz. Ebû Bekir ise ganimetleri eşit bir şekilde dağıtmıştı. Ancak o
irtidat edip sonradan tekrar devlete bağlanan Arapları fetih hareketlerine
katmazken Hz. Ömer bütün Araplara bu konuda hak tanımıştır.[159]
Fetihler ile birlikte çok önemli ordu
şehirlerini kuran halife, Emsar adı verilen şehirlerde yeni bir kabile
yapısının ortaya çıkmasını sağlamıştır.[160]
Bu şehirler Arap kültürünün gelişmesinde de büyük rol oynamışlardır.[161] Ayrıca Hz. Ömer'in şehirlere
kabile yerleşimi konusundaki iskân politikası ile birlikte kabilecilik anlayışı
bağlamında İslâm öncesi dönemden farklı olarak daha büyük kabile bağları
oluşmuştur ki; bu gelişmeler Arapların iktidara karşı çeşitli nedenlerle açık
itirazlarda bulunmaları açısından güç kazanmalarına neden olmuştur.
HZ. OSMAN
DÖNEMİ
Hz. Ömer h. 23 / m. 644 yılında Hristiyan bir köle tarafından
saldırıya uğradı ve ağır yaralandı. Üç gün yaralı yatan halifeden kendisi
yerine bir halife tayin etmesi istendi. O bu konuyu değerlendirdi ve atamak
üzere aradığı niteliklerde bir kişi bulamadı. Hz. Ömer kendisinden sonraki
halife için yeni bir yönteme başvurdu. Hz. Ömer halifelik işini o günün kamuoyu
temsilcileri[162] olarak isimlendirebileceğimiz
altı kişiden oluşan bir "şûra"ya havale etti. Bu şûra Ali b. Ebî
Talib, Osman b. Affan, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkas, Zübeyr b. Avvam
ve Talha b. Ubeydullah'tan oluşan altı kişilik bir kuruldu.[163]
Bu üyelerin hepsi Kureyş
kabilesindendi. Ümeyyeoğulları'ndan Osman b. Affan ile Haşimoğulları'ndan Ali
b. Ebî Talib şûranın en kuvvetli halife adaylarıydılar. Zira bu iki kabile
Kureyş'in en güçlü iki koluydu. Rivayetlere göre şûra heyetine katılacak
olanlar Hz. Ömer tarafından açıklandığında Abbas b. Abdülmuttalip Hz. Ali'den
şûraya katılmamasını istedi. Hz. Ali, "Muhalefet etmeyi hoş
bulmuyorum." deyince Abbas, "Öyleyse hoşlanmayacağın bir şeyle
karşılaşacaksın." diyerek bu işin sonucunun Ümeyyeoğulları lehine
sonuçlanacağı mesajını verdi.[164]
Haşimoğulları'na yakın isimler
Hz. Ali'yi, Ümeyyeoğulları'na yakın isimler ise Hz. Osman'ı desteklediler.
Ayrıca Kureyş'in diğer kolları da idarenin Haşimoğulları'na geçmemesi için
gayret göstermişlerdi.[165]
Gerçekten de şûranın yaptığı seçim ile birlikte Hz. Osman halife oldu. Onun
halife olması aynı zamanda Ümeyyeoğulları'nın da galibiyeti anlamına geliyordu.
Böylece Ümeyyeoğulları İslâm'ın gelişinden itibaren kaybetmiş oldukları siyasi
güce tekrar kavuşmuş oluyorlardı.[166]
Hz. Osman halife seçildikten kısa bir zaman sonra valilerini
çeşitli nedenlerle değiştirmeye başladı. Halife yeni valilerini akrabaları olan
Ümeyyeoğulları'ndan atamaktaydı.[167]
Kûfe'ye, Sa'd b. Ebî Vakkas azledilerek halifenin ana bir kardeşi Velîd b. Ukbe
b. Ebî Muayt atandı.[168] Bir süre sonra Velid Kûfe
valiliğinden alınarak yerine yine Ümeyyeoğulları'ndan Saîd b. el-As tayin
edildi.[169] Hz. Osman'ın sütkardeşi[170] Abdullah b. Sa'd
b. Ebî Serh ise Sehmoğulları'ndan Amr b. el-As'ın yerine Mısır valiliğine
atandı.[171] Halifenin dayısının oğlu olan
Abdullah b. Âmir de Basra valisi Ebû Mûsa el-Eş'arî'nin görevinden alınması ile
onun yerine atandı.[172] Bu tayin nedeniyle Hz. Ali,
Talha ve Zübeyr'in Hz. Osman'a "Ömer sana Ümeyyeoğulları'nı insanların
boyunlarına yük etmemeni vasiyet etmemiş miydi?" diyerek kınadıkları,
halifenin ise onlara herhangi bir cevap vermediği belirtilmektedir.[173] Bu değişikliklerin yanında
Ümeyyeoğulları'ndan Muaviye b. Ebî Süfyan görevinde bırakıldı. Ayrıca yetkileri
daha da genişletildi.[174] Halife devlet kâtipliğine ise
amcasının oğlu Mervan b. Hakem'i getirdi. [175]
Hz. Osman'ın hilâfet dönemi iki kısımda ifade edilmektedir.
İlk altı yıl sorunsuz olan dönem, ikinci altı yıl ise çeşitli nedenlerle ülkede
problemlerin ortaya çıktığı dönemdir. Hz. Ömer döneminde kurulan askerî
şehirlere yerleştirilen Araplar için tahsis edilen maaşların yetersiz oluşu[176] ve fetihlerin durmasıyla
ganimet gelirlerinin de bitmesi üzerine ülkede ekonomik sorunlar yaşanmaya
başladı. Yönetimin Ümeyyeoğulları'nın tekeline geçmesine ilk tepkiler Kûfe'de
bulunan Yemenli Ezd ve Temim kabilesinden geldi. Onlar hilâfet de dâhil olmak
üzere tüm değerlerin, İslâm adına savaşan bütün Müslümanlar için eşit olması
gerektiğini düşünüyorlardı.[177]
Bunların yanı sıra Kureyşlilerin ticari başarılarının da
etkisiyle zenginleşmesi ise gün geçtikçe Arap kabilelerinin dikkatlerini
çekmeye başladı. Hz. Osman akrabalarını sadece yönetime getirmekle kalmamış,
onlara beytülmalden de çeşitli yardımlar yapmıştı.[178]
Bu da eleştirilere neden oluyordu.
Hz. Osman'a karşı yöneltilen eleştirilerin bir kısmı da
dini içerikliydi. Halifenin Kur'an'ı Kureyş lehçesine göre düzenletmesi ve
çoğalttırması sırasında Abdullah b. Mes'ûd'un kıraatinin kabul edilmemesi
Kûfe'deki Kurra'yı rahatsız etti.[179]
Müslümanlar arasında manevi
saygınlığı olan Ebû Zer'in halifeyi ve idarecilerini ideal anlamda İslâm'ı
yaşamamaları konusunda kınaması[180]
nedeniyle halifenin onu Rebeze'ye sürgün etmesi,[181] halifeyi
uyguladığı politikaları nedeniyle eleştiren Ammar b. Yasir'i dövdürtmesi[182]
Arap kabilelerinin Ümeyyeoğulları'na ve dolayısıyla Kureyşlilere karşı
muhalefete geçmelerine neden oldu.
Kûfe valisi Saîd b. el-As'ın Kûfe eşrafı ile konağında yaptığı
bir sohbet sırasında "Sevad arazisi Kureyş'in bahçesidir."
sözü Hz. Osman'a ve Kureyş'e karşı duyulan muhalefetin hareket boyutu
kazanmasına sebep oldu. Saîd b. el-As'a karşı en şiddetli tepki gösteren Neha' kabilesinden
Malik el-Eşter idi. Bu oturumda bulunan diğer kabile önderleri de valiyle
tartıştılar.[183] İlk olarak Kûfe'de ortaya
çıkan bu hareket gittikçe büyümeye başlayınca muhalifler Şam'a sürüldüler.[184]
Bu sürgün olaylarını yaşayan kişiler bazı kaynaklarda Kurra adıyla
anılmaktadır.[185]
Şam valisi Muaviye onlara ısrarla Kureyş kabilesinin üstünlüğünü anlatıyor,
onların bugünkü konumlarını da Kureyş'e borçlu olduklarını söylüyordu.[186]
Bu yaklaşım doğal olarak Kureyş'e karşı tepkileri de artırıyordu.
Vilayetlerde gittikçe büyüyen kabile hareketleri üzerine Hz.
Osman valileriyle toplantılar düzenledi.[187]
Fakat toplantılardan alınan kararlar problemleri yatıştırmak için yeterli
olmadı.[188] Ümeyyeoğullarına muhalefetin
sesi Mısır'da iki Kureyşli olan Muhammed b. Ebî Huzeyfe ve Muhammed b. Ebî
Bekir aracılığı ile gittikçe hareket kazandı.[189]
Muhtemelen onlar devlet gelirlerinden ve idari görevlerden yeterince istifade
edememenin huzursuzluğu ile halkı halifeye karşı kışkırtıyorlardı. Muhammed b.
Ebî Huzeyfe ve Muhammed b. Ebî Bekir'in iki büyük sahabînin çocuğu olmalarının
da etkisiyle farklı kabilelerden birçok kişi onlara katıldı.[190] Hz. Osman'a karşı muhalefet
oluşturarak Medine'ye gelen gruplardan biri de Basralılardı.[191] Hz. Osman'a karşı Muhacir ve
Ensar da Medine'de muhalefet etmekteydiler.[192]
H.35 (m. 655-656) yılında Kûfe, Basra ve Mısır'dan üç grup
Medineye geldiler. İsyancılar arasında Yemen kökenli kabile mensupları
ağırlıktaydı. Hz. Ali isyancılar ile Halife arasında anlaşma ortamı sağlamaya
çalıştıysa[193] da başarılı olamadı.
Ümeyyeoğulları'nın dikkatlerini
üzerine çektiği gibi problemlere bir çözüm de getiremedi.[194]
Hz. Osman Arap kabilelerinin bu isyanı sonucunda öldürüldü. [195]
HZ. ALİ'NİN İKTİDARA GELİŞİNDE VE CEMEL OLAYINDA KABİLECİLİK
HZ. ALİ'NİN HALİFE SEÇİLMESİ
Hilâfetinden
Önce Hz. Ali
Hz. Peygamber'in vefatı ile birlikte kendisini halife adayı
olmaktan ziyade bu göreve getirilmesi gereken en liyakatli kişi olarak gören
Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir'in halife seçilmesinden oldukça rahatsızlık duymuş, bu
nedenle ona belirli bir müddet bey'at etmekten kaçınmıştı. O, halifelik
hakkının elinden alındığını düşünmekteydi.[196]
Onun bu şekilde düşünmesinin sebeplerinden birinin Arap kabileciliğinde yerini
bulan bir anlayıştan kaynaklandığını düşünüyoruz. Bilindiği gibi Kureyş
içerisinde, Kâbe'nin yönetimini elinde bulundurması nedeniyle Kusay'ın oğulları
liderliği elden ele taşıyarak nesillerce devam ettirmişlerdi. Ayrıca Mekke
şehir devletinde görevler kabilelere göre belirlenmekte ve her kabile bu
görevini veraset yoluyla kendinden sonraki üyelerine bırakmaktaydı.[197] İslâm'dan hemen önceki
dönemde en itibarlı görevler Ümeyyeoğulları ile Haşimoğulları arasında
paylaştırılmıştı.[198] Hz. Peygamber'in vefatı
nedeniyle yerine geçecek olan devlet başkanı adaylığı Haşimoğulları'na göre Hz.
Peygamber'e en yakın kişi olması nedeniyle Hz. Ali'de kilitlenmekteydi. Bu Hz.
Ali'nin ve Haşimoğulları'nın konuya karşı en doğal yaklaşımıydı.[199]
Ancak bilindiği gibi olay onların düşüncelerine göre
gelişmemiş, ilk üç halife farklı kabilelerden seçilmişti.[200]
Bu da Arap kabileciliğine yabancı bir tercih değildi. İslâm'dan önce Arap
kabileleri, kendi kabileleri içerisinde lider seçerken liderlerini farklı
kriterlere göre değerlendirirlerdi. Liderlik babadan oğula geçmek zorunda
değildi. Kabile reisleri, şahsi başarıları, zenginlik ve ihsanları ile
kabilelerinin kendilerini lider kabul etmelerini sağlayabiliyorlardı.[201] Bu durumda özellikle ilk
halife seçimi de geleneksel Arap anlayışına aykırı olarak gerçekleşmiş değildi.[202]
Hz. Ömer'in Araplar arasında kabilecilik
anlayışından kaynaklanabilecek sürtüşmeleri önlemek amacı ile verdiği
mücadeleden söz etmiştik. Üçüncü halife Hz. Osman'ın halife seçilişine
geldiğimizde ise dengelerin değiştiği görülmektedir. Bu seçim Ümeyyeoğulları'nı
temsil eden Hz. Osman ile Haşimoğulları'nı temsil eden Hz. Ali'nin rekabeti
içerisinde gerçekleşti.[203] Seçimden Hz. Osman'ın galip
çıkmasının ardından Ümeyyeoğulları halife üzerine büyük ölçüde baskı kurarak
yönetimi istekleri doğrultusunda şekillendirdiler. Bu gelişmeler nedeniyle,
özellikle yönetimin en üst birimlerinde siyasi anlamda başlayan kabilecilik
ruhu, diğer Arap kabileleri arasında da siyasi sahada gittikçe belirleyici bir
etkiye sahip olmaya başladı.[204] Hz. Ali döneminden itibaren
bu cereyanın devam eden tesiriyle birlikte Haşimoğulları'na karşı
Ümeyyeoğulları iktidar mücadelesi içine girdiler. Olaylara diğer kabilelerin de
katılımıyla ülke içinde iç savaşların meydana geldiği görülmektedir.
Hz.
Ali'nin İktidara Gelişi
Hz. Osman'ın şehit edilişinin hemen ardından, Muhacirler'den
ve Ensar'dan oluşan bir grup insan toplanarak Hz. Ali'nin yanına geldi. Bu
topluluğun arasında Talha ve Zübeyr'in de bulunduğu belirtilmektedir. Bu
kişiler Hz. Ali'ye, insanların bir imama ihtiyacı olduğunu ve en kısa zamanda
halifenin seçilmesi gerektiğini belirttiler. Hz. Ali ise kendisinin halife
seçimi ile ilgili olarak bir iddiasının bulunmadığını, ayrıca bu konuda her
hangi bir müdahalede bulunmayacağını, kimi seçerlerse onu kabul edeceğini
söyledi.[205] Onlar Hz. Ali'yi halife
seçmekte kararlı görünmekteydiler. Bu dönem içinde o, Medine'de en saygı
duyulan kişiydi.[206] [207]
Hz. Ali'ye gelenler düşüncelerini: "Biz bu işe senden daha liyakatli ve
daha hak sahibi birini görmüyoruz. Ayrıca Hz. Peygamber'e olan yakınlığın ve
onunla olan akrabalığın herkesten üstündür. "208 diyerek ifade ettiler. Hz.
Ali daha önceki dönemlerin aksine bu defa halifelik konusunda istekli
görünmüyordu. Kanaatimizce kendisini kaygılandıran konu halifeliğinin,
isyancılardan oluşan bir grup insanın isteği sonucunda meşruiyet kazanamayacağı
gerçeğiydi. Böyle bir konumda halife olduğunu ilan etmek birçok sahabeyi ve
onların arkasında bulunan birçok insanı karşısına almak olurdu ki bu şartlar
içinde ülkede yeniden bir birlik sağlanması pek mümkün görünmemekteydi.
Halifenin Bedir ashabı ile şûra üyeleri tarafından seçilmesi gerektiğini
söyledi.[208] İsyancılar ise duruma kendi
açılarından bakıyorlar ve bir an önce ve kendi kontrolleri içerisinde bir
halife seçmek istiyorlardı. Hz. Ali Hz. Ömer'in şûrasında en kuvvetli ikinci
adaydı.[209] Halife ile isyancılar arasında
uzlaştırıcı bir görev üstlenmiş, bazen de halifeye karşı onların sesi olmuştu.[210] Bu nedenle Hz. Ali konusunda
ısrarlı ve bey'atin gerçekleşmesinde de aceleciydiler.[211]
Özellikle Mısır'dan gelen topluluğun halife olmasını arzuladıkları kişi
Hz. Ali idi.[212] Basralılar ve
Kûfelilerin en büyük destekçileri Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam[213] olmasına karşın onların
arkasında güçlü kabile bağları yoktu. Ayrıca halife hakkındaki sürekli
eleştirileri ile halkı kışkırtmış olmaları[214]
ve Mısırlılar tarafından da olsa sonuçta halifenin öldürülmüş olması onlara
gelen halifelik teklifini kabul etmelerini engelleyen nedenlerden olmalıdır.
Sonuç olarak bu gayrimeşru ortamda hilâfete bir an önce getirilebilecek meşru
kişi Hz. Ali kalıyordu. Hz. Ali daha fazla itiraz etmedi, fakat kendisine
yapılacak bey'atlerin özellikle halka açık bir ortamda gerçekleşmesini istedi.[215] Mescitte gerçekleşen bu
bey'at merasimi ile h. 35 yılı, 18 Zilhicce Cumartesi günü Hz. Ali dördüncü
halife olarak görevine başlamış oldu[216]
Hz. Ali'ye ilk bey'at eden kişilerin isyancılar arasında
önde gelenlerden Mâlik el- Eşter[217] ile Sahabîlerden Talha b.
Ubeydullah olduğu söylenmektedir.[218] Rivayetlere göre
Talha b. Ubeydullah'ın bir elinin çolak[219]
olması nedeniyle onun bey'atini görenlerden bir kısmı bu bey'ate ilk başlayanın
çolak bir el olmasını uğursuzluk olarak nitelendirdiler.[220]
Bu yorum Hz. Ali'nin hilafetinin ve sonrasında meydana gelecek olayların
insanlar arasında endişeyle takip edildiğini göstermektedir. Onun ardından
Zübeyr b. Avvam bey'at etti. Hz. Ali onların şûra üyeleri olduğunu ve
arkalarında bir taraftar kitlesinin bulunduğunu göz önüne alarak her ikisine
de: '"İsterseniz ben size bey'at edeyim" demişti. Onlar ise
böyle bir isteklerinin olmadığını ifade ettiler. Fakat Mekke'ye giderek oraya
yerleşmelerinin ardından yaklaşık dört ay gibi bir süre sonunda, Hz. Ali'ye
karşı isyan hareketine giriştiklerinde, bu bey'atlerinin zoraki gerçekleştiğini
ifade edeceklerdi.[221]
Bir başka rivayette ise Talha ve Zübeyr'in Hz. Ali'ye
kerhen bey'at ettikleri belirtilmiştir. Bu rivayete göre isyancılar katl
olayının ardından kendilerine bir halife arayışına geçmişlerdi. Mısırlılar Hz.
Ali'ye gelmiş, fakat Hz. Ali onları geri çevirmişti. Kûfeliler Zübeyr'e,
Basralılar da Talha'ya bey'at teklifinde bulunmuşlardı. Onların cevabı da
olumsuzdu. Sa'd b. Ebî Vakkas'a teklif getirdiklerinde ise o: "İbn
Ömer'in ve benim halifelik konusunda asla bir isteğimiz yoktur"
demişti. Bu durumda isyancılar Medinelileri, eğer kısa zamanda bir halife
seçmezlerse Ali'yi, Talha'yı ve Zübeyr'i öldürürüz diyerek tehdit etmişlerdi.
Bu tehditten dolayı korkuya kapılan Medine halkı Hz. Ali'ye bey'at kararı
vermişler ve kendisinin halife olmayı istememesine rağmen onu buna
zorlamışlardı. Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam ise ölüm tehdidiyle ve
kılıç zoruyla bey'at etmişlerdi.[222]
Bu ikinci rivayette isyancıların Medinelileri tehditle halife
seçimine zorladıkları ifade edilmektedir. Ancak bu anlatımdan gerek Medine
halkını, gerek Hz. Ali'yi, gerekse Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam'ı Hz.
Osman'ın şahadetine kadar giden süreçle ilgili olarak her hangi bir zan altında
bırakmama gayreti taşındığı ve tüm gidişattan sadece isyancıların sorumlu
tutulmak istendiği izlenimini almaktayız. Bilindiği gibi Hz. Osman'ın
yönetiminden sadece Mısır, Kûfe ve Basra halkından bir grup değil, aynı zamanda
sahabenin önde gelenleri, özellikle idareden sürekli el etek çektirilmiş olan
Ensar da rahatsızdı. Onun öldürülmesini değil ancak görevden ayrılmasını Emevî
sülalesi dışında, Medine halkı da dâhil birçok insan arzuluyordu.[223]
İfade edildiğine göre Medine'de bulunan Müslümanların
özellikle önde gelenlerinden bey'at alınma işlemi isyancı grubunun gözetiminde
gerçekleşti.[224] Bu gaye ile bey'ati oldukça
önem taşıyan diğer bir isim olan Sa'd b. Ebî Vakkas'ı[225]
da Hz. Ali'nin yanına getirdiler. O, herkes bey'at ettikten sonra bey'at
edeceğini, ayrıca kendisinin her hangi bir tepki davranışında bulunmayacağını
ifade etti. Bu iş için zorlanmaya kalkıldığında Hz. Ali buna karşı çıkarak onun
salıverilmesini istedi. İbn Âmir de Sa'd b. Ebî Vakkas gibi herkes bey'at
ettikten sonra bey'at edeceğini söyledi. Hz. Ali onun bu sözüne karşılık
kendisinden kefil istedi. İbn Âmir kefilinin olmadığını belirtti. El-Eşter[226]
bunun üzerine Hz. Ali'ye onun boynunu uçurmayı teklif etti. Fakat Hz. Ali : "Onu
bırakın, onun kefili ben olayım" [227] diyerek bu hassas günler
içinde bir skandal daha yaşanmasına engel oldu.
Hz. Ali'ye Medine'de bulunan büyük bir
çoğunluk bey'at etti veya ettirildi. Ensardan ise az bir grup bey'at etmedi.
Hassân b. Sâbit, Ka'b b. Mâlik, Mesleme b. Muhallid, Ebû Sa'id el-Hudrî,
Muhammed b. Mesleme,[228] Nu'mân b. Beşîr, Zeyd b.
Sâbit, Râfi' b. Hudeyc, Fudâle b. Ubeyd, Ka'b b. Ucra bu kişilerdendir. İfade
edildiğine göre bu kişilerin hepsi Hz. Osman taraftarıydı. Zeyd b. Sabit
özellikle bey'ate karşı çıkmış ve Ensara da bey'ate karşı olmaya teşvik edici
sözler sarf etmişti. Kendisi Hz. Osman döneminde divan ve beytülmal başkanıydı.
Ka'b b. Mâlik de Hz. Osman zamanında zekât memuru olarak atanmış, topladığı
zekâtlar Hz. Osman tarafından kendisine bağışlanmıştı.[229]
Dolayısıyla Hz. Osman'a akrabalık bakımından yakın olanların yanı sıra,
Ensar'dan Hz. Osman döneminde çeşitli görevlere tayin edilmiş olan kişiler de
Hz. Ali'yi desteklemek istememiş, özellikle bundan kaçınmışlardır. Bu durum
ekonomik ve siyasi çıkarların da gruplaşmalarda etkili olduğunu göstermektedir.
Muğire b. Şu'be, Üsame b. Zeyd, Kudâme b. Maz'ûm da Hz. Ali'ye bey'at
etmeyenler arasında belirtilmektedir.[230]
Muğire'nin, hilafetinin ardından Hz. Ali ile diyalogları göz önüne alındığında,
kendisinin halifeye bey'at etmiş olabileceği düşünülebilir.
HZ. ALİ'NİN HALİFELİĞİNE KARŞI YAKLAŞIMLAR
Hz.
Ali'nin Halife Seçilmesine Kureyş'in Yaklaşımı
Hz. Osman'a karşı ortaya çıkan başkaldırı, sonucu itibarıyle
halifenin şahsına yapılmış bir saldırı gibi görünüyorsa da, bu saldırının
Ümeyyeoğulları'na ve dolayısıyla Kureyş'e yönelik bir tepki olduğu açıktır.[231] Hz. Osman döneminde çıkan
karışıklıkların bir sebebi de halifenin Kureyş'i gözetmesiydi.[232] Dolayısıyla Kureyş'in kendi
içlerinde Hz. Osman'ı yönetimi Ümeyyeoğulları hanedanlığına çevirmesi endişesi
ile eleştirmiş olmalarına rağmen,[233]
Hz. Ali'nin halife olmasının ardından bu defa isyancıların karşısında yer
aldıkları görülmektedir. Hz. Ali'nin "Eğer kavmim bana itaat etseydi /
Düşmanın kafasını bunaltacak emirler verirdim" sözünü, kendisini
isyancıların yanında olmakla suçlayan Kureyşlilere karşı söylediği ifade
edilmiştir.[234] Hz. Ali'nin isyancılara
müdahale edemediği şeklindeki yakınmalarından,[235]
kendisinin Kureyş tarafından destek görmediği ve bu yakınmaların halifenin
haklı duygularını yansıttığı anlaşılmaktadır.
Kureyş Hz. Osman'ın şahsında gerçekleşen isyanı, muhtemel
olarak Araplar üzerindeki egemenliklerine karşı bir başkaldırı şeklinde
değerlendirmiş olmalıdır.[236] Bilindiği gibi
Kureyş kabilesi İslam'dan önce de sonra da Araplar arasında ayrı ve üstün bir
konuma sahipti. Gerek ticarî güçleri, gerekse birçok Arap kabilesi için büyük
önem taşıyan kutsal mabedin hamileri olmaları, Kureyş'in önemini artırmış ve
onları özel bir konuma getirmişti. İslâm'dan sonra her ne kadar din kardeşliği
ve Arap birliği kavramları ön plana çıkmışsa da İslâm Peygamberi'nin kendi
içlerinden çıkmış olması onların itibarının daha da artmasını sağlamıştı.[237] Bu durumda, Hz. Osman'ın
yönetimine karşı meydana gelen ve gittikçe kontrolden çıkan bu isyanın
istenilmeyen bir sonla bitmiş olması, Kureyş'e karşı bir tehlike unsuru olarak
değerlendirilmiş olabilir. Kendileri İslâm'ın önderleri olarak bilinen
Kureyş'in seçkin kişileri ise, daha sonra İslam'ın ortaya koyduğu hukuki
bağları zedeleyecek şekilde gerçekleştirdikleri savaşlarda sık sık İslâmî
söylemlerle, davranışlarının İslâm'ın gereği olduğuna vurgu yaparak kendilerini
savunma yoluna gideceklerdir.
Kureyşliler, gerek isyancıları gerekse isyancıların kendisine
sığındığı Hz. Ali'yi ve hilafetini kabul edememişlerdi.[238]
Ayrıca ilk üç halifenin seçiminde ve yönetim kadrosunun oluşumunda dikkati
çeken önemli bir konu, Haşimoğulları'nın ve çeşitli nitelikleriyle onların
temsilcisi konumunda olan Hz. Ali'nin idareden uzak tutulmasıdır.[239] Önce Hz. Ebû Bekir, sonra Hz.
Ömer, daha sonra da şûrada halife seçiminin yönlendiricisi olan Abdurrahman b.
Avf, Hz. Ali'yi halife adayı olarak görmüşlerse de, bu makama gelmesini tercih
etmediler. Böyle bir durumda eski Arap geleneğine göre şeyhin yaşlı kimselerden
tercih edilmesinin[240] halife seçimlerini de
etkilemiş olabileceğini düşünmemiz imkân dâhilinde olsa bile yeterince ikna
edici değildir. Bu tercihlerin oluşumunda Hz. Ali'nin şahsına karşı da bazı
tereddütlerin rol oynadığı anlaşılmaktadır. Câbirî Hz. Ali'nin Kureyş
içerisindeki dezavantajlı yönlerini açıklarken onun Hz. Peygamber'e akraba
olmasının Kureyş için hilâfetin Haşimoğulları'na geçmesi konusunda yeterli
sebep görülmediğini, zira Kureyş'in hilâfetin onlarda devretmesi ihtimalinden
zaten rahatsız olduklarını, hatta böyle bir duruma ilk muhalefet edeceklerin
başta kendi amcaoğulları olabileceğini, Hz. Ali'nin İslâmî mücadeleler
döneminde pek çok Kureyşlinin yakınlarını öldürdüğünü ve bu nedenle kendisine
kin duyulduğunu, ayrıca gerek Hz. Ali ve gerekse eşi Fatıma'nın
Haşimoğullarından olması nedeniyle Arap kabilelerinde çok önemli bir yeri olan
akraba çevresini genişletme imkânı bulamamış olmasını gündeme getirmektedir. [241]
Kureyş içerisinden seçilen ilk iki halifenin devlet politikası
Haşimiler'i resmi görevlere atamamak şeklinde kendisini göstermişti. Bu duruma
dini veya siyasi gerekçeler gösterilmekle birlikte,[242]
Haşimoğulları'nın kabile
olarak konumlarından endişe duyulduğu anlaşılmaktadır. Hz. Ömer'in bir gün İbn
Abbas ile görüştüğünde ona: "Kavminizin Muhammed’den sonra sizden neyi
men ettiğini biliyor musun? Nübüvvetin ve hilafetin sizde toplanmasından
hoşlanmıyorlar" dediği rivayet edilmektedir. [243]
Kureyş'in Haşimoğulları iktidarına bir tepki
olarak, her ne kadar siyasi karışıklık içerisinde acele bir şekilde seçilmişse
de, sonuçta Müslümanların dördüncü halifesi makamına gelen Hz. Ali'ye karşı,
Mekke'de, Talha, Zübeyr ve Hz. Aişe önderliğinde isyan ettikleri görülmektedir.[244] Daha sonra gerçekleşecek olan
Sıffîn savaşında ise Kureyş'i siyasi anlamda Muaviye, Arapları da Hz. Ali
temsil edecektir.[245] Olayın iman mücadelesi
üzerine yoğunlaşması nedeniyle, sahabeden birçok kişi Hz. Ali'nin yanında
olmayı tercih ederken, Muaviye'nin ordusunu ise daha çok farklı kabilelerden
oluşan Şam askerlerinin ve Muaviye'nin Hz. Ali'ye karşı çeşitli vaat ve
anlaşmalarla yanına aldığı Kureyş'in bazı seçkinlerinin oluşturduğu
görülecektir.[246] [247]
Mehmed Said Hatipoğlu Kureyş
içindeki kabilevi bölünmeleri şöyle dile getirmektedir: "Hz.
Peygamber'in vefatıyla hilafeti ele geçiren Kureyş kabilesi, Hz. Osman'ın devri
boyunca zahiren bir bütünlük arz etmişse de onun şahadetiyle birlikte, dahilen
parçalanmaya başladı. Aile kavgası durumundaki Emevı-Haşimı
mücadelesi kılıçlı harblere dönüştü....
Görüldüğü gibi Hatipoğlu da Hz. Ali döneminde
yaşanan kutuplaşmaları Kureyş içerisindeki Emevî-Haşimî mücadelesi olarak
değerlendirmektedir.
Hz.
Ali'nin Hilâfetine Ümeyyeoğulları'nın Bakışı
Hz. Ali'nin halife seçilmesini takip eden günlerde, Medine ve
diğer vilayetlerde bulunan Ümeyyeoğulları'nın bir telâş içine girdikleri
görülmektedir.[248] Şûra olayında hilafetin
kendilerine geçmesini büyük bir fırsat olarak değerlendiren ve bundan sonra da
hilafeti ellerinden çıkarmamak üzere kadrolaşan Ümeyyeoğulları için bu
beklenmedik gelişme, kendilerinin hedef belirleme konusunda bir şaşkınlık
dönemi geçirmelerine neden olmuş olabilir. Bilindiği gibi Ümeyyeoğulları'ndan
belli şahıslar, Hz Osman döneminde büyük vilayetlerin valiliklerine getirilmiş
ve böylece idarede söz sahibi tek sülâle haline gelmişlerdi.[249] Askerî sahadaki başarıları ve
bazı Emevî valilerinin müspet uygulamaları onlara itibar kazandırmıştı. Fakat
genel olarak Ümeyyeoğullarına ait ekonomik ve politik icraatlar halkın bazı
kesimlerinin yönetime karşı rahatsızlık duymalarına neden olmuştu.[250] Bu konuda özellikle fetih
hareketlerine katılan farklı kabile öncülerinin ganimetlerin dağıtımı konusunda
gösterdikleri tepkileri hatırlamak gerekmektedir.[251]
Ümeyyeoğulları'nın Hz. Ali'den istekleri, isyancıların
beklentilerini yerine getirmemesi ve Kureyş'in ve Ümeyyeoğulları'nın itibarını
ve özel durumlarını muhafaza ederek alışılan düzeni bozmamasıydı. Bu görüntüyü
sağlayacak ilk girişim ise özellikle Araplara bir uyarı olması açısından
halifeyi şehit edenlerin kısa zamanda cezalandırılmalarıydı.[252] Bu katiller, Hz. Osman'ı
öldürmekle beraber özellikle Ümeyyeoğulları'nın otoritesine de başkaldırmış ve
onların yönetimini reddetmiş oluyorlardı. Böyle bir durumda Ümeyyeoğulları, Hz.
Ali'nin kendisinden beklenilenin aksine kendilerinden yana olmayacağını, aksine
alt tabakanın lehinde bir düşünceye sahip olduğunu ve ileride uygulamaya
koyacağı iktisadî politikanın bu yönde gerçekleşeceğini tahmin etmekteydiler.[253]
Halife seçilişinin ardından Hz. Ali'nin çizeceği siyaset
merakla bekleniyordu. İş bu durumda iken şûra olayında Abdurrahman b. Avf'ın
Hz. Ali'ye ve Hz. Osman'a yönelttiği hassas soru akla gelmektedir. O,
"bundan önceki ilk iki halifenin kararlarına mı uyacaksın yoksa kendi
rey'ine göre mi hareket edeceksin?" diye sorduğunda kendisi kesin bir
cevap vermemiş farklı bir siyaset çizebileceğini imâ etmişti. Şimdi yönetim
sırası kendisine geldiğinde, ilk üç halife döneminde yerleşmiş ilişkileri
zedeleyecek değişiklikler yapmak isteyebilir, Kitaba ve sünnete uygun olma
kararlılığı onu Kureyş'e karşı farklı bir siyaset uygulamaya yöneltebilirdi.
Hz. Ali'nin bu yönü akla gelmekte ve bu durum Kureyş adına bir tedirginlik
oluşturmaktaydı.[254] Böyle bir durumda Hz. Ali'nin
siyaseti oldukça önem taşıyor, ancak bir değerlendirmede bulunulması da henüz
mümkün görünmüyordu. O, önceki üç halife döneminde siyasi anlamda her hangi bir
yöneticilikte bulunmamış,[255] daha öncesinde ise Kureyş
içerisinde ticari veya siyasi işlerde bir etkinlik göstermemişti. Ekonomik arka
planı zayıftı, bu nedenle Hz. Peygamber'in himayesinde büyümüştü.[256] Hz. Peygamber'in ve
Haşimoğulları'nın kendisine getirdiği itibara karşın, özellikle Ümeyyeoğulları
ve İslâm'a geç dönemde girmiş olan Kureyşliler tarafından olumsuz anılarla
hatırlanıyordu. Çünkü Hz. Ali, özellikle Kureyş'e karşı yapılan mücadelelerin
hemen hepsine katılmış, o dönemde yapılan savaşlarda Ümeyyeoğulları'ndan önemli
şahısları öldürmüştü.[257] Bununla birlikte Hz. Ali ile
anlaşabileceklerini düşünen valiler de bulunmaktaydı. Çok istekli olmasa da
kendisine biat eden Velid b. Ukbe bunlardandır. Velid b. Ukbe'nin Hz. Ali ile
anne tarafından akraba olması[258] [259]
onun Hz. Ali'ye bey'ati için geçerli bir sebep görüntüsü vermektedir. Ancak
Velid b. Ukbe babası tarafına yapılan düşmanlığı da unutmamıştır.
Ümeyyeoğulları adına Hz. Ali'ye söyledikleri bu açıdan oldukça önem
taşımaktadır. O, Hz. Ali'nin
halife seçildiği dönemde Medine'de kalmış ve beyat sırasında Hz. Ali'ye: "Ey
Ali! Sen hepimize zarar verdin. Bedir savaşında babamı kolları bağlı olduğu
halde öldürdün, Said'in babasını da aynı savaşta öldürdün. Mervan'ın babasına
ise hakaret ettin ve onu Medine'ye getiren Osman'ı da bu davranışından dolayı
ayıpladın. Daha önce biriktirdiğimiz mallar ile şu anda elimizde bulunan
servetimize dokunmayacağına ve Osman'ı öldüren şahısları cezalandıracağına söz
verirsen sana bey’at ederiz' demiş ve Ümeyyeoğulları'nın
kendisinden rahatsızlığını, bununla beraber belli şartlarla anlaşabileceklerini
ima etmişti. Kanaatimizce o dönemlerde Ümeyyeoğulları'nın kendi
içlerinden bir halife seçilmesi konusunda bir iddiaları ve de bu yönde bir
ümitleri bulunmamaktaydı. Hz. Peygamber'e yakınlığı ve İslâm'ı kabulde önceliği
bilinen çok az Ümeyyeli'den biri olan Hz. Osman'ın yönetimi beğenilmemiş ve
sonuçta öldürülmüştü.
Ayrıca bu kabilenin halk ile araları açılmış, özellikle
Kureyş'in önde gelenlerince de defalarca eleştirilmişlerdi. Doğal olarak bu
şartlar içinde ulaşabilmeyi arzuladıkları en büyük hedefleri, valiliklerde
kalabilmek, gelirlerinin ve mallarının ellerinden alınmamasını sağlamaktı.
Muaviye b. Ebî Süfyan'ın konumu ise ileride ayrı bir başlık altında ifade
edilecektir.
Bu arada Ümeyyeoğulları'ndan önemli isimler
Medine'den kaçmışlar, Sa'id b. El-As, Velid ve Mervan Mekke'de birleşmişlerdi.[260]
HZ.
ALİ'NİN İLK SİYASİ KARARLARI
Dördüncü halife Hz. Ali'ye bey'atin gerçekleşmesinin hemen
ardından, Hz. Ali halka karşı geleneksel olarak bir hutbe okudu. Bu hutbe,
halifenin yapacağı icraatları açıklamaktan ziyade halkı yatıştırıcı ve öğüt
verici ifadeler içermekteydi. Halife, yüce Allah'ın Müslümanların kanını gerekli
haller dışında birbirine haram kıldığını, Müslümanların birbirine samimiyetle
kenetlenmek zorunda olduklarını ifade ediyordu. Hz. Ali hutbesini '"Düşünün
ki siz bir zamanlar az idiniz, yeryüzünde müstaz’aflar idiniz."[261]
ayetini okuyarak bitirdi.[262] Bu konuşmanın içeriği ve
seçilen ayet, isyancıları yatıştırmak ve kardeşliği ön plana çıkarmak amacını
taşıdığı görülmektedir. Ayrıca bu konuşmada Hz. Osman'ın kanını isteyenlere de
bir gönderme yapıldığı düşünülebilir. Hz. Ali hutbesinde, bu olayı en azından bir
süre gündem etmemek ve kan dökmemek isteğini yansıtmakta, dağınık ve güçsüz
kabileler halinde yaşıyorken bir araya gelerek güçlendikleri ve bu birliği
çeşitli sebeplerle parçalamamak gerektiğini vurgulamaktadır.
Bey'atin gerçekleşmesi ve hutbenin okunmasının ardından
halifenin Hz. Osman'ı öldürenlere karşı bir soruşturma ve infaz
gerçekleştirmeyeceğini anlamış olan Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam ve
ashabdan bazı kişiler bu durumdan şiddetle rahatsız oldular. Konunun
aydınlatılması talebiyle Ali'nin evine geldiler.[263]
Hz. Ali'nin bu davranışı, kendi kadrosunu bir şekilde isyancıların oluşturduğu
ve onların beklentileri doğrultusunda hareket edeceği izlenimi vermekteydi.
Kısas uygulanması konusunda ısrar eden bu kişilere karşı Hz. Ali; kendisinin de
şu anki durumdan memnun olmadığını, ancak isyancıların ortama hâkim
olduklarını, bedevî Arapların ve kölelerin de bu topluluğa katılmış olup,
kısasın gerçekleştirilmesinin bu şartlar altında mümkün olmadığını söyledi. En
azından şimdilik böyle bir girişimde bulunmanın uygun olmayacağını ifade etti.
Bu konuda Müslümanlar harekete geçirilecek olsalar her bir grubun konuya farklı
açıdan yaklaşacaklarını, bir grubun görüşünü diğer bir grubun kabul
etmeyeceğini sözlerine ekledi.[264] Hz. Ali'nin bu sözleri ortam
hakkında bize bilgi vermektedir. Anlaşılan sahabe içinde de farklı görüşler
ileri sürülüyordu. Hz. Osman'a karşı ayaklananlar içerisinde farklı Arap
kabilelerinden insanlar mevcuttu. Bu kabileler azımsanmayacak topluluklardan
oluşmaktaydı. Halifeye göre, onların buraya gelmiş olan temsilcilerini
cezalandırmak, kalabalık bir gurup olmaları nedeniyle belki ilk etapta mümkün
görülmemekte, belki de Arap devleti içerisinde irtidat olaylarında olduğu gibi
büyük kırılmalara yol açabileceği ihtimali düşünülmekteydi. Ayrıca Hz. Ali'yi
iktidara getirenler de büyük çoğunlukla yine bu isyancılardı. Bununla birlikte
halifenin Hz. Osman'ın eşi Naile ile katiller hakkında konuştuğu, onun katl
olayını gerçekleştirenlerle ilgili kesin bir bilgi sahibi olmadığını söylediği
ifade edilmektedir. Hz. Ali, Muhammed b. Ebî Bekir'i[265]
de sorguya çekmiş, o ise öldürmeye teşebbüs etmekle birlikte halifeyi
öldürmediğini hatta bu davranışından da pişman olduğunu söylemişti.[266] Taha Hüseyin, Hz. Ali'nin
Muhammed b. Ebî Bekir'in sorgulanması ile ilgili olarak biraz tarafgir
davranması, İbn Ebî Bekir'in halifeyi öldürmek kastıyla odasına kadar girmiş
olmasını göz ardı etmesi, buna karşılık Hz. Ömer'in öldürülmesinin ardından
Ubeydullah b. Ömer'in babasının kanını alma girişimi sonunda yeni halifeye çözülmesi
gereken ilk mesele olarak onun kısas ile cezalandırılmasını gündeme getirmesi
ve bu konuda Hz. Osman'a baskı yapması nedeniyle Hz. Ali'nin eleştirildiğini
gündeme getirmiştir.[267] Olaya kabile
bağlantıları açısından baktığımızda Hz. Ömer'in kabilesi olan Adiyoğulları'nı,
İslâm'dan önce Haşimoğulları'na karşı grupta yer aldığını görmekteyiz. Hz. Ali
Hz. Ömer'in oğluna kabileci bir mantık ile mi sert çıkış göstermişti? Bunu
söylemek gerçekten büyük bir iddia olur. Çünkü bu olayda açık bir kısas
gerekliliği görülmektedir. Hz. Ali Hz. Osman'ın öldürülmesinde ise, muhtemelen
halifenin yönetim açısından isyancıları tahrik edecek olaylara vesile olduğunu
düşünmektedir.
Hz. Ali'nin halife seçimini takip eden günlerde
uygulamalarından bir de Kureyş'in önde gelenlerinin Medine'den çıkmalarına
engel olmak oldu. Yine de Ümeyyeoğulları'nın bir kısmı şehir dışına kaçmayı
başardılar.[268] Hz. Ali, Müslümanların
çeşitli gruplara bölünmesinden endişelenmekteydi. Çünkü Kureyş'in büyük
çoğunluğu Hz. Ali'nin isyancılar hakkındaki siyasî kararından memnun değildi.
Bir an önce gerekenlerin yapılmasını ve asla geciktirilmemesini istiyorlardı.
Hz. Ali'nin halife sıfatıyla vermiş olduğu bu karara gereken saygıyı
göstermemenin yanı sıra: "Ali düşüncesini kendine saklasın ve Kureyş'e
karşı bir başkasından daha otoriter davranmaya kalkmasın" diyorlardı.[269] Daha önce de ifade ettiğimiz
gibi Kureyş, Hz. Ali'yi desteklememekle beraber onun karşısına geçmiş
görünmekteydi.
Hz. Ali'nin isyancılardan rahatsız olmasının yanı sıra
Kureyş'e de güvenemediği görülmektedir. Onun üzerine çok rahat bir şekilde
geliyorlar, yaşanan gelişmelerle ilgili olarak farklı değerlendirmeler
yapıyorlardı. Durumun kontrolü oldukça güç görünmekteydi. Talha b. Ubeydullah: "Bana
izin ver Basra'ya gideyim, kısa bir müddet içinde asker toplayarak geleyim"
derken, Zübeyr b. Avvam da Kûfe'ye giderek ordu hazırlamayı teklif ediyordu.[270] Amaç isyancıları
cezalandırmak gibi görünse de, bu girişim halifenin yönetimine ortak olma
isteğini de yansıtmaktadır.
Halifenin valilerle ilgili olarak uygulamasının ne şekilde
gerçekleşeceği de önemli bir merak konusuydu. Muğire b. Şu'be, Hz. Ali'nin
yanına gelerek ona bu konuda bazı tavsiyelerde bulundu. Ona, Hz. Osman'ın
seçtiği valileri şu an için yerinde bırakmasını ve bu şekilde onların bey'atlarını
almasını, ileride istediği değişiklikleri yapabileceği bir ortamın oluşacağını,
bu nedenle acele etmesinin yanlış olduğunu söyledi. Hz. Ali bu tavsiyeye
karşılık, dünya menfaati için dininin aleyhine olarak kimseye dalkavukluk
yapmayacağını söylemekle yetindi. Bu durumda Muğire en azından Muaviye b. Ebî
Süfyan'a dokunmamasını, onun Şam halkı üzerinde köklü bir otoritesinin
olduğunu, aynı zamanda da mücadeleci bir kişiliğe sahip olduğunu ifade etti.
Hz. Ali bu konuda kesinlikle tavsiye kabul etmedi. Aksine, özellikle Muaviye'yi
iki gün dahi görevde bırakmayacağını söyleyerek[271]
[272] valilikler konusunda
stratejisini çoktan çizmiş olduğunu gösterdi. Muğire Hz. Ali'nin kendi bildiğinden şaşmayacağını
anlamıştı. Bu konuşmadan kısa bir müddet sonra Hz. Ali'nin yanına tekrar geldi
ve bu defa: "Sana birkaç gün önce bazı tavsiyelerde bulunmuştum ve sen
bu görüşlerime muhalefet etmiştin. Daha sonra düşündüm ve anladım ki senin
onlar içinden dilediğini azletmen ve onların yerlerine güveneceğin kişileri
ataman daha isabetli olacaktır. Gerçekten de onların yerine atayacağın kişiler
kesinlikle onlardan daha hayırlı kimseler olacaktır.""'12
diyerek ilk konuşmasında yaptığı uyarılardan tamamen vazgeçti. Muğire,
Hz. Ali'ye bey'at etmeyenler arasında gösterilmektedir. Buna rağmen ona
tavsiyelerde bulunmayı tercih etmişti. Şu durumda kendisinin Hz. Ali'ye bir
şekilde bey'at edip, sonra karar değiştirenlerden biri olması da mümkündür. Bu
davranışından, halifenin tutumuna göre taraf belirlemeyi planlamakta olduğu
anlaşılmaktadır. Muğire, yeni iktidar içerisinde bir görev alabilme amacı ile
Hz. Ali'ye yaklaşmayı denemiş olmalıdır. Kendisi İslâm'dan önce önemli
merkezlerden biri olan Taifin[273] Sakîf kabilesindendir.[274] Ümeyyeoğulları Sakîf kabilesi
ve Mahzumoğulları ile İslâm'dan önce ittifak halindeydi. Bu nedenle Sakfliler
de Ümeyyeoğulları gibi İslâm'a geç girmiş, fakat riddet olaylarında yine bu
ittifakın gereği olarak İslâm'dan ayrılmamış ve Müslümanların yanında yer
almışlardı.[275] Kanaatimizce Muğire, Hz.
Ali'nin yanına gelerek ona Ümeyyeoğulları'ndan olan eski valileri hemen
değiştirmemesini söylerken bir yandan ülke içinde bir karışıklık çıkması
endişesi taşımakta, bir yandan da eski müttefikleri olan Ümeyyeoğulları'nı
gözetmektedir. Kendisinin Arap dâhilerinden biri olarak gösterildiği
hatırlanacak olursa,[276] yaşanan gelişmeler
doğrultusunda Hz. Ali'ye yaptığı bu tavsiyelerin oldukça önem taşıdığını
söylemek yerinde olacaktır.
Hz. Ali'nin kendisine güvenebileceği en yakın akrabalarından
biri olan İbn Abbas'ın da Muğire b. Şu'be'nin Hz. Ali'ye yaptığı tavsiyelerin
doğruluğunu ifade ettiği görülmektedir. Ayrıca durumu Haşimoğulları kanadından
değerlendirerek Muaviye ve arkadaşlarının dünyalığa düşkün olduklarını,
hilafete kim gelirse gelsin buna aldırmayacaklarını, ancak görevlerinden
azledilirlerse hilafet olayının şûraya bırakılması gerektiğini savunarak Hz.
Osman'ın öldürülme olayını kabilecilik söylemleriyle canlandıracaklarını,
böylece Şam ve Irak'ı da onun aleyhine geçireceklerini ifade etti. Abdullah b.
Abbas, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam'ın da Hz. Ali'ye itaat
etmeyeceklerini ve muhtemelen buna göre bir davranış sergileyeceklerini
belirtti. İbn Abbas'ın halifeye önerisi ise ilginçti. Ona, şayet tavsiyelerini
değerlendirmeyecekse işi kendisine bırakmasını, onların hakkından hiç
ummadıkları şekilde gelebileceğini ifade etti. İbn Abbas Hz Ali'nin konuyu
büyük ölçüde İslâmcı bir yaklaşımla değerlendirdiğini düşünüyordu. Görünüşe
göre İbn Abbas'ın amacı ise Haşimoğulları'nın eline geçen ve Hz. Ali'nin
değerlendiremeyeceğinden korktuğu bu yönetim işini kendisi fiilen üstlenmekti. İleriye
doğru bu amacını Abbasoğulları adına hilafete doğru da taşıyabilirdi. Hz. Ali
ise İbn Abbas'ın bu önerilerinden pek hoşlanmadı. Ona: "Ben ne senin ne
de Muaviye'nin yardımına muhtacım" diyerek tavrını koydu.[277]
Konuşmalar değerlendirildiğinde burada gündem edilen ve kaygı
duyulan konuların birden fazla olduğu anlaşılmaktadır. Birinci mesele Kureyş
içerisindeki muhalefetin önlenmesi, ikincisi Ümeyyeoğulları muhalafetinin
durdurulması, diğeri ise Arapların emir altına alınabilmeleri ve bir fikir
etrafında toparlanabilmeleridir. Zira rivayete göre İbn Abbas Araplar konusunda
da şöyle diyordu: "Bedeviler ve Araplar da (şu pozisyonda) sana
muhtaçtırlar. Ancak sen onlara uyarak Muaviye'yi azletmeye kalkışırsan yarın
Osman'ın kanını da sana yüklerler."[278]
(yani onları memnun edemezsin) Görüldüğü kadarı ile İbn Abbas'ın tercihi,
kabile bağları olarak kendilerine uzak olan Arapları yandaş edinmek yerine,
birbirlerinin rakibi de olsalar amcaoğulları olan Ümeyyeoğulları ile anlaşma
yoluna gitmek ve Kureyşi karşılarına almamaktır.
Durî Hz. Ali ile ilgili olarak yazarlar tarafından çokça
eleştirilen valilerin görevden alınma kararını[279]
İslâmi bir girişim olarak değerlendirmekte ve bunu acele verilmiş bir karar
olarak görmemektedir. Ona göre siyasî şartlar bu davranışı gerekli kılmış,
hilâfet gelenekleri de bunu desteklemişti.[280]
Nitekim isyanın önemli bir nedeninin, bu valilere karşı duyulan
rahatsızlıkların olduğu göz önüne alındığında, valilerin görevlerine devam etmelerinin
de birçok kesimi memnun etmeyeceği açıktır.
Halife, iktidara gelişinde daha çok yönetime karşı mağdur
kesimi temsil etmekteyken, böyle bir karar verdiği takdirde gerginliklerin daha
da artmasına neden olma ihtimali de bulunmaktaydı.
Hz. Ali, İbn Abbas'a Şam valiliğini teklif etti. İbn Abbas ise
bu teklifi reddetti. Gerekçe olarak kendisinin Hz. Ali'ye yakınlığını
göstererek, Muaviye'nin Hz. Osman adına kendisini öldürmek isteyebileceğini, en
azından tutuklanabileceğini söyledi. Muaviye'yi yerinde bırakarak göndereceği
mektuplar aracılığı ile ona vaatlerde bulunmasını önerdi.[281]
Belki Muaviye ile bire bir çatışma pozisyonuna geçmek de istemiyordu. Hz. Ali
ise, halife seçilmeden çok önce Ümeyyeoğulları'na karşı tavrını belirlemiş
olmalıdır ki, yukarıda ifade ettiğimiz gibi Hz. Osman'ın valileri ve özellikle
Muaviye b. Ebî Süfyan ile kesinlikle anlaşmayı düşünmemiş, bu yöndeki önerilere
kapalı kalmayı tercih etmişti.
Hz. Ali'nin, ilk anda gerçekleştirdiği icraatları
değerlendirdiğimizde Medine'de bulunan bir kısım sahabenin beklentilerine cevap
verecek girişimlerde bulunmadığını görmekteyiz. Halife, Hz. Osman döneminde
Arapların itirazlarına neden olan gelir dağılımına bir tepki olarak ana
hazinede biriken malları, Arap ve mevali, erkek kadın ayırmaksızın eşit olarak
Medineliler'e dağıttı.[282] Abdulhalik Bakır'ın da
ifadesine göre, Hz. Ali Medineliler'in görüş ve çıkarlarına göre davranmayıp,
onların Hz. Osman dönemindeki konumlarını sarsacak kararlar aldı. Talha b.
Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam başta olmak üzere, daha önceki dönemde yüksek
maaş alan önemli kişiler bu karardan rahatsız olmaya başladılar.[283] Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr
b. Avvam'ı oldukça rahatsız eden diğer bir konu da atanan valiliklerde bu iki
şahsın adının geçmemesi oldu.[284] Oysa kendileri bunu halifeden
bizzat istemişlerdi.[285] Bu rahatsızlık Mekke'de Hz.
Aişe, Talha ve Zübeyr'in Hz. Ali'ye karşı Ümeyyeoğulları ile iş birliği
yapmalarına neden oldu.[286]
Hz. Ali'nin başta Ümeyyeoğulları'nı rahatsız
eden diğer bir icraatı da Hz. Osman'ın bazı Müslümanlar'a hazineden vermiş
olduğu arazileri devlet adına geri almasıydı. Halifenin idari yetkileri eline
almasının hemen ardından, Hz. Osman'ın akrabalarına dağıttığı toprakları tekrar
geri aldığı belirtilmektedir.[287]
Hz.
Ali'nin Vali Seçimlerinin Kabilecilik Açısından Değerlendirilmesi
Hz. Ali'nin Hz. Osman döneminde Ümeyyeoğulları'nın elinde
bulunan yönetimden oldukça rahatsız olduğu ve bu durumu Hz. Osman'a çeşitli
vesilelerle ifade ettiği bilinmektedir.[288]
Bu rahatsızlığının en önemli nedenlerinden biri, halkın tepkilerine de neden
olan, idarede gerçekleşen kabileci yaklaşımlardı.[289]
Hz. Ali'nin olaylara bakışında geçmişten gelen Ümeyyeoğulları ile Haşimoğulları
arasındaki rekabetin de etkili olduğu görülmektedir. Hz. Ali'nin
Ümeyyeoğulları'ndan hiç birini görevde bırakmama arzusu bize bu izlenimi
vermektedir.[290] Yirmi yıla yakın bir dönem
bulunduğu bölgeyi başarılı bir şekilde yöneten ve halkı ile hiçbir sorunu
olmayan Muaviye b. Ebî Süfyan'ın[291]
görevden alınmasındaki acelecilik de bu düşüncemizi desteklemektedir. Bu
durumda Hz. Osman döneminden itibaren kabileci yaklaşımların yoğun olarak
Ümeyyeoğulları'ndan geldiği, Hz. Ali'nin ise Ümeyyeoğulları'na karşı geçmişten
gelen antipatisi nedeniyle onların bu yaklaşımına şiddetle tepki gösterdiği
düşünülebilir. Zira Hz. Ali hilafete daha önceki dönemlerde doğrudan kabileci
bir yaklaşımla bakmamıştı. O, ilk başta bazı itirazlarda bulunmuş olsa bile
sonuç olarak Ebû Bekir'e bey'at etmiş, diğer halifelerin seçim şekline de bir
itiraz göstermemişti. Kendisinden önceki halifeler ile fikir alış verişinde
bulunarak, dini ve siyasi konularda yardımlaşmadan geri durmamıştı.[292] Hz. Osman'ın şehit
edilmesinin ardından gelen halifelik teklifine ise temkinle yaklaşmıştı.[293]
Hicrî 36 yılı başında Hz. Ali, daha önce planladığı üzere yeni
valilerini İslâm devletinin büyük vilayetlerine atadı. Kusem b. Abbas'ı Mekke,
Ubeydullah b. Abbas'ı Yemen, Kays b. Sa'd'ı Mısır, Osman b. Huneyf el-Ensarî'yi
Basra,[294] Umare b. Şihâb'ı Kûfe, Sehl
b. Huneyfi de Şam valisi olarak görevlendirdi.[295]
Sehl b. Huneyf Şam'a dahi ulaşamadan, henüz Tebük'e gelmişti
ki bir grup atlı tarafından geri çevrildi.[296]
Bu pek de sürpriz bir olay değildi.
Kays b. Sa'd ise, Eyle'ye ulaştığında yine bir grup atlı
tarafından karşılanmış, ancak Mısır'ın Hz. Ali taraftarlarının merkezi olması
nedeniyle bu vilayete ulaşmakta problem yaşamamıştı.[297]
Mısır'da "Harenbe" denilen bölgeye çekilmiş olan Hz. Osman taraftarı
bir cemaat, halife adına tehlike oluşturmaktaydı. Kays'ın çizdiği mükemmel
politika sayesinde bu kişiler ile bir müddet sulh içinde yaşandı. Bu vali
döneminde Mısır kontrol altında tutulmuş oldu. [298]
Osman b. Huneyf Basra'ya gittiğinde o da her hangi bir engelle
karşılaşmaksızın görevine başladı. Ancak Basralıların tamamının halifeye bey'at
etmedikleri ve Medine'nin durumuna göre hareket edeceklerini söyledikleri
rivayet olunmaktadır.[299] Hz. Ali'nin
amcasının oğlu Ubeydullah b. Abbas da halife tarafından Yemen valisi olarak
atanmıştı. Kendisi her hangi bir direniş görmeksizin görevine başladı.[300]
Umare b. Şihab ise, Kûfe'ye gitmekteyken şehre ulaşamadan geri
çevrildi. Tuleyha b. Huveylid adlı Hz. Osman taraftarı bir kişi tarafından geri
çevrildiği belirtilen Umare'ye, Kûfeliler'in valilerinden memnun olduğu,
dolayısıyla başka bir vali istemedikleri söylendi.[301]
Bu durum Kûfeliler'in, Hz. Osman'a olduğu gibi Hz. Ali'ye de siyasi açıdan
rahatlıkla itirazda bulunabildiklerini göstermiş oldu.[302]
Hz. Ali'nin ilk atamalarına dikkat edildiğinde, bu atamalarda
sadece tek bir kabileyi veya kendi yakınlarını tercih ettiğini söylemek mümkün
değildir. Ancak Haşimoğulları'na ve Ensar'a daha fazla hak tanıdığı da açıktır.
Ensar'a çeşitli yöneticiliklerin verilmesinde gerekçe olarak geçmiş dönemlerde
yöneticilik konusunda ihmal edilmiş olmaları gösterilebilirse de, Hz. Ali'nin
dedesi Abdülmuttalib'in Medineliler'in yeğeni olması dikkatlerden
kaçmamaktadır. Çalışmamızın birinci bölümünde de ifade ettiğimiz gibi
Haşimoğulları ile Medineliler arasında geçmişten gelen bir dirsek temasının
olduğu bilinmektedir. Bu yakınlık Hz. Peygamber döneminde de artarak devam etmişti.[303] Hz. Ali'nin Şam'a vali olarak
atamak istediği Sehl b. Huneyf'in de halifeye geçmişten gelen bir yakınlığı
olduğu görülmektedir. Sehl b. Huneyfin Hazreç'ten olduğu belirtilmektedir.[304] Abdülmuttalib'in annesi de
Hazreç'in Neccaroğulları kolundandır.[305]
Bir rivayete göre Medine'ye hicretin ardından Ensar ve Muhacir'i kardeşleştirme
olayı gerçekleşirken, Hz. Peygamber Sehl b. Huneyf'i Hz. Ali ile
kardeşleştirilmişti.[306] Bu bağlantı da Hz. Ali ve
Huneyfler için önemli bir yakınlık sebebi olmalıdır. Hz. Ali'nin Basra'ya tayin
ettiği Osman b. Huneyf ise Sehl b. Huneyf 'in kardeşidir.[307]
Burada şunu da belirtmek gerekir ki Sehl b. Huneyf Hz. Ali'nin hilâfetinden
önce de idari görevler almış, bir dönem Medine valiliği yapmıştı.[308]
İlk atamaların ardından çeşitli sebeplerle değiştirilen
valiler ise bizlere Haşimoğulları'nın kadrolaştığı izlenimini vermektedir.
Halifenin bu defa yaptığı tecihler Hz. Osman için eleştiri konusu olan akraba
düşkünlüğünü aratmayacak niteliktedir.[309]
Örneğin Cemel Savaşı'na giderken Medine'de kendi adına Temmam b. Abbas'ı
vekil olarak bırakan halife, Mekke ve Taife Kusem b. Abbas'ı, [310] Yemen'e ise Ubeydullah b.
Abbas'ı vali olarak atadı.[311] Cemel Savaşı sonrasında
Abdullah b. Abbas'ı da Basra'ya tayin etti.[312]
Hz. Ali, üvey oğlu Muhammed b. Ebî Bekir'i de, Hz. Osman'ın katlinde etkin bir
rol oynamış olmasına rağmen Kays b. Sa'd gibi başarılı bir idarecinin yerine
Mısır'a vali olarak gönderdi.[313] Hz. Ali'nin sağ kolu olarak
tanıdığımız, ayrıca isyan hareketinde faal olarak rol alan Yemenli Malik
el-Eşter,[314] Hz. Ali'nin zaman geçtikçe
valilik konusunda akrabalarına daha fazla görev vermesi üzerine: "Biz
Şeyhi (Osman'ı) niçin öldürdük? Abdullah Basra'da, Ubeydullah Yemen'de, Kusem
de Mekke'de görevli bulunuyorlar. Hepsi Abbasoğulları."[315] diyerek tepkisini dile getirdiği
ifade edilmektedir.
Hz. Ali, idareyi ele alırken şüphesiz Hz. Osman'ı eleştirdiği
konularda hassas davranmayı ve özellikle zayıf duruma düşmüş Arapları gözetmeyi
düşünüyordu. Kendisinin ilk siyasi kararlarında bunu açıkça görmekteyiz. Ancak
yöneticilik konusunda bu ideallerinin gerçekleşmesi mümkün olmadı. Özellikle
toprakların oldukça geniş olduğu, halkın farklı niyet ve isteklerle idareye
karşı rahatlıkla ayaklanabildiği, kabilecilik anlayışının gittikçe depreştiği
bu dönemde, halifenin sadakatine güvenebileceği insanlarla işbirliği yapmak
istemesini doğal buluyoruz.
Hz. Ali'nin, halifeliği döneminde en belirgin
özelliği, dışa açılamamanın ve kaynak azlığının da etkisi ile para konusunda
hassasiyet göstermesi; hazineyi, kendisine cimri dedirtecek derecede titizlikle
kullanmasıdır. İfade edildiğine göre o, valilerini bu konuda sık sık uyarmakta
ve hesaba çekmekteydi.[316] Hatta bu tutumu valileri için
bıkkınlık yaratmıştı. Zannediyoruz kendisinin gittikçe akrabalarına
yönelmesinin bir nedeni de, akrabalık nedeniyle sıkı kurallar altında onunla
çalışmaya tahammül gösterebilecek kimseler olmaları nedeniyledir. Ancak Hz.
Ali'nin bu yaklaşımı da, siyasî açısından müspet sonuçlar elde etmesine imkân
vermedi. Hz. Ali'nin bu yönetim kadrosu, özellikle Muaviye'nin Sıffîn sonrası
Hz. Ali'nin yönetimindeki bölgelere uyguladığı sürekli baskın politikaları[317] ile yıprandı. Sonuçta Hz.
Ali'nin hilâfeti döneminde valilerin parlak başarılarından söz edememekteyiz.[318]
Yemenli
Kabilelerin Hz. Ali Yönetimine Etkileri
Arab-ı âribe olarak bilinen ve Kahtanîler diye de
isimlendirilen Yemenliler İslâm'dan önce çeşitli devletler kurmuşlardır.
Dolayısıyla bedevi Arapların aksine geçmişten gelen bir kültür ve medeniyete
sahip idiler. Adnanîler ve Kahtanîler arasında çok eskilere dayanan bir
düşmanlığın olduğu, savaşlarda birbirlerine benzememek amacı ile farklı
alametler kullandıkları belirtilmektedir. Adnanilerden olan Mudarlılar kırmızı
sarık ve bayraklar, Yemenliler ise sarı sarık kullanırlardı.[319] Mudarlıların yakın akrabaları
olan Rebia kabilesinin Yemenlilere karşı konumu ise Mudara göre biraz
farklıdır. Mudar ve Rebia rekabeti Rebia ile Yemenliler ittifakını beraberinde
getirmiş, Rebialılar onlara karşı savaşırken Yemenliler'in desteğini almıştır.[320] Bu ittifakın etkilerinin
Sıffîn Savaşı'nda yoğun bir şekilde yaşandığı görülecektir.
Yemenlilerin, Kureyş kabilesinin Arab-ı musta'ribe'den
(Adnanî) oluşu, daha da önemlisi Mudarlı olmasının da etkisi ile Kureyş'i
ticari ve kültürel olarak kendilerine rakip kabul ediyor olmaları muhtemeldir.
Adnanî-Kahtanî mücadelesi burada da kendini göstermektedir.[321]
İslâm'dan önce Yemenliler, yine bu rekabet nedeniyle, Kureyş'in Araplar
arasındaki saygınlığından ve Kutsal Mabed'in Mekke'de oluşundan rahatsızlık
duymaktaydılar. Çünkü bu durum Kureyş'i diğer Araplar arasında itibarlı
kılıyordu.[322] Ayrıca birçok Arap
kabilesini yılın belli zamanlarında Mekke'ye çekiyordu. Yemenlilerin kendi
bölgelerinde Kâbe'ye rakip olarak Yemen Kâbesi ya da Zulhalasa adını verdikleri
bir tapınak edinmiş olmaları,[323] Kureyş'in Araplar arasındaki
dini ve ticari merkez olma konumuna karşı duyulan rekabeti yansıtmaktadır.
Birçok Yemenli kabile, Hz. Peygamber'in vefatına yakın bir dönemde ve daha çok
siyasi nedenlerle Müslüman olmuştu. Hz. Peygamber'in vefatının ardından Araplar
arasındaki siyasi ve dini misyonuna karşı yalancı peygamberler ortaya çıkmıştı
ki bunların arasında Yemenlilerden Esved el-Ansî de bulunmaktaydı.[324] Peygamber'in vefatının
ardından irtidat eden birçok Yemenli kabile ise Hz. Ebû Bekir'in aldığı siyasi
kararı neticesinde yapılan savaşlar ile tekrar devlete bağlı hale getirildiler.
Yemenliler'in ekonomik, dini ve siyasi nedenlerle Kureyş
iktidarından kısmen rahatsız olduğu anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi Hz. Osman'a
karşı isyanın çıkmasında önemli bir isim olarak gündeme gelen ve Abdullah b.
Sebe adı verilen kişinin de Yemen asıllı bir Yahudi olduğu rivayet
edilmektedir.[325]
Hz. Ali'nin, gerek vali seçimleri ve gerekse siyasi tercihleri
bakımından dikkat çekici olan önemli bir konu ise halifenin Yemenli kabileler
ile iş birliği içerisinde olmasıdır. Bilindiği gibi Medineliler Yemen
asıllıdırlar.[326] Hz. Ali'nin atamalarında
tercih ettiği kişilerden bazıları ise yukarıda belirttiğimiz gibi
Medineliler'dendir. Hz. Ali'nin giriştiği mücadelelerde kendisine en çok destek
verenler de Yemenli kabilelerdir. Kûfe valisi olarak atanan Umare b. Şihab
Güney Araplarından'dı.[327] Hz. Ali, Kûfe'ye yerleşen
Yemen kabilelerinden önemli bir isim olan Malik el-Eşter'i ise önce Cezire,[328] daha sonra gelişen olaylar
nedeniyle de Mısır'a vali tayin etti.[329]
Çoğunluğu Yemenli kabilelerden oluşan Kûfeliler'in de özellikle Hz. Osman
döneminden itibaren, kabileci yaklaşımları ile yönetime karşı direkt
müdahalelerde bulundukları ve bu girişimleri sonucunda Hz. Ali'yi desteklemekle
birlikte, halifeyi kendi siyasi hedefleri doğrultusunda yönlendirdikleri
görülmektedir.[330]
Kureş'i kendilerine rakip olarak gören Yemenliler ile Hz. Ali
arasında nasıl böyle bir münasebet oluşmuştur? Yukarıda ifade ettiğimiz gibi
Haşimoğulları ile Yemenliler arasında kabile yönüyle bir bağlantının
varlığından söz etmememiz mümkündür. Buna bağlı olarak bu yakınlığın temelinde
asabiyet duygularının yer aldığını söyleyebiliriz. Tarihi kaynakların
belirttiğine göre hicretin onuncu yılında Hz. Peygamber Halid b. Velid'i,
Yemenlileri İslâm'a davet etmek göreviyle Yemen'e gönderdiğinde de olumlu bir
sonuç elde edilememiş, onu geri çağırarak yerine Ali b. Ebî Talib'i
göndermişti. Hz. Ali Yemen'e vardığında onlara Hz. Peygamber'in mektubunu
okudu. Bütün Hemedan kabilesi bir günde Müslüman oldular. Ardından Yemen halkı
peş peşe İslâm dinine girdi.[331] Halid b. Velid Kureyş'in
önemli kabilelerinden ve Haşimoğulları'nın rakiplerinden olan
Mahzumoğulları'ndandı. Ali b. Ebî Talib ise Hz. Peygamber'in amcazadesiydi ve
Haşimoğulları'ndandı. Bu durumda Yemenliler, kendilerine dayılık yönüyle
akrabalığı bulunan, gerektiğinde ittifak
kurdukları ve ticari ilişkilerde bulundukları Haşimoğulları'nı
kendilerine daha yakın bulmuşlardı. Bu münasebet Hz. Ali'nin iktidarı boyunca
da devam etti.
Bununla birlikte, başta Yemenliler'in ve bir
kısım Arap kabilelerinin haksız yönetime karşı bir baş kaldırı olmak üzere
çeşitli bölgelerden Medine'ye gelerek, Hz. Osman'ın öldürülmesine neden
olmalarının ardından, her şeye rağmen yine Kureyş'ten bir halife seçme
zorunluluğunu hissetmeleri, her ne kadar bu kabilelerin Kureyş egemenliğinden
rahatsızlık duyuyor olsalar bile, halifelerin Kureyş'ten seçilmesine
alıştıklarını da göstermektedir.[332]
Temelde yönetime karşı gerçekleşen mücadelede özellikle Kûfe Yemenlileri ile
diğer Arap kabilelerinin hareketi, Kureyş'e karşı Kureyş dışı Arapların
mücadelesi gibi görünüyorsa da,[333] bu kabilelerin siyasi
tercihlerinin yine Kureyş ekseninde gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bazı Arap
kabileleri Cemel ashabını, bazıları Hz. Ali'yi, bazıları da Muaviye'yi taraf
olarak seçmişler, hatta olayların seyrine göre taraf değiştirebilmişlerdir.[334] Esasen birçok Arap kabilesi
iktidara karşı yoğun bir muhalefet geliştirmekle birlikte, farklı bölgelerde
yaşayan aynı kabile üyeleri dahi, farklı siyasi kararlar alarak, gerçekleşen iç
savaşlarda karşı karşıya mücadele etmekten kaçınmamışlardır.[335] Halifenin öldürülmesinden
sonra Arap kabilelerinin ortaya koydukları bu siyasi tercihlere baktığımızda,
onların bir merkezden yönlendirilmediklerini, dolayısıyla her kabilenin yine
geçmişten gelen ilişkilerine göre hareket ettiklerini ve planlı bir isyan
girişiminde bulunmadıklarını görmekteyiz.[336]
HALİFEYE KARŞI İLK MUHALEFET GİRİŞİMLERİNDE
KABİLECİLİĞİN ETKİSİ
Talha
b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam Ve Hz. Aişe'nin Muhalefeti
Hz. Ali, Kûfe ve Şam'a gönderdiği valilerin geri çevrilmeleri
üzerine Muaviye b. Ebî Süfyan ve Ebû Mûsâ el-Eş'ari'ye birer mektup göndererek
içerisinde bulunulan durumu ve diğer vilayetlerdeki gelişmeleri açık bir dille
her ikisine de bildirerek bey'atlerini istedi. Ebû Mûsâ, az bir grup dışında
kendilerinin halife'ye itaat ettiklerini bildirerek olumlu bir mesaj gönderdi.[337] Malik el-Eşter'in de etkisi
ile Hz. Ali, Ebû Mûsâ'nın valiliğini kabul etti.[338]
Ancak Muaviye b. Ebî Süfyan'dan olumlu bir karşılık görmediği gibi kendisine
karşı savaş hazırlıklarına başladığı mesajını aldı.[339]
Muaviye b. Ebî Süfyan, daha önce de tahmin edildiği üzere kendisinin valilikten
alınması kararının ardından siyasi mücadelesini Hz. Osman'ın kanını talep
üzerinden gerçekleştirme yoluna gidecekti. Öyle ki, kendisi Hz. Ali'nin
gönderdiği mektuba, ona boş bir sahife göndererek karşılık vermiş,[340] yeni halifeye bey'atini
bildirmek yerine bir cevap verme gereğini dahi duymaksızın intikam şiirleri ve
savaş nameleri okumayı tercih etmişti.[341]
Bu ise halifeye karşı açık bir başkaldırı davranışıydı.
Medineliler Hz. Ali ile Muaviye b. Ebî Süfyan arasındaki bu
haberleşmelerin halifedeki etkisini öğrenebilmek amacıyla halifenin yanına
Ziyâd b. Hanzala'yı gönderdiler. Hz. Ali Ziyad'a Şam seferine hazırlanmasını
söylediğinde, halifenin Muaviye b. Ebî Süfyan'a karşı bir savaş düşündüğü kesin
olarak ortaya çıkmış oldu. Ziyad durumu Medineliler'e bildirdiğinde Talha ve
Zübeyr Hac yapma isteği ile Mekke'ye gitmek için halifeden izin almış
bulunuyorlardı.[342] Hz. Ali izni verirken
onlardan Mekke dışında bir yere yönelmemek, Basra'ya veya Şam'a gitmemek
konusunda söz almıştı.[343]
Halife Medineliler'den kendisine tabi olanlarla birlikte
Muaviye'ye karşı savaş hazırlıklarına giriştiği sıralarda Talha b. Ubeydullah,
Zübeyr b. Avvam ve Hz. Aişe Mekke halkı ile birlikte Hz. Ali'nin de tahmin
ettiği şekilde ona muhalefet etmek üzere yeni bir grup oluşturmuşlardı. Bu
haber halifenin kulağına geldiğinde Hz. Ali onlara karşı aşırı bir tepki
göstermeyerek, şayet onlardan bir saldırı gelmezse kendisinin de onlara bir
zararının dokunmayacağını bildirdi.[344]
Zannediyoruz Hz. Ali Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam ve Hz. Aişe'nin
muhalefetini kendisi için bir tehlike olarak düşünmüşse de, halife bu grubu
kendisine Muaviye b. Ebî Süfyan'dan daha yakın görmekteydi.
Hz. Ali ile Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam ve Hz. Aişe
arasındaki kabile bağlantılarını tahlil ettiğimizde şu şekilde bir sonuç ortaya
çıkmaktadır. Huveylid b. Esed b. Abdiluzzâ b. Kusayoğulları'ndan olan Zübeyr b.
Avvam'ın,[345] annesi Safiye bint.
Abdülmuttalip'tir.[346] Zübeyr Hz. Peygamber'in,
dolayısıyla Hz. Ali'nin halasının oğlu olduğundan anne tarafından
Haşimoğulları'na bağlıdır.[347] Ayrıca Zübeyr'in babası
Avvam, Hz. Peygamber'in eşi Hz. Hatice'nin kardeşidir.[348]
Talha b. Ubeydullah ise Hz. Ebû Bekir'in de kabilesi olan Teymoğullarından'dır.[349] Bu kabile İslâm öncesi kabile
çekişmelerinde Mutayyebûn grubunda yer almış, bu nedenle Haşimoğulları'na yakın
bir kabiledir.[350] Hz. Aişe ise hem mü'minlerin
annesi, hem de Hz. Ebû Bekir'in kızı olması nedeniyle, Hz. Ali'nin kendisine
hasım kabul edeceği bir konuma sahip değildir.
Şu durumda Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam neden
halife'ye baş kaldırdılar? Bunun birden fazla nedeni olmalıdır. Öyle ki, bu iki
şahsın Hz. Osman'ın gerçekleştirdiği bir kısım olumsuz karar ve davranışlar
konusundaki şikâyetleri,[351] kendilerinin
idarede pay sahibi olma arzularının gerçekleşmemesi açısından, Hz. Ali'nin
siyasi kararlarında da onlar adına geçerliliğini korumaktaydı. Yeni halife de
şûrada halife adayı olmuş bu iki önemli şahsa idari anlamda istediklerini
sunmamıştı. Bu durum onların düşünceleri açısından büyük bir hayal kırıklığı
doğurmuş olmalıdır. Esasen Talha b. Ubeydullah ve Zübeyir b. Avvam'ın şûra
olayından itibaren hilafeti arzulamaları da oldukça mümkündür.[352] Zira dönemin başarılı
halifesi Hz. Ömer, kendisinden sonra halife adayı olarak veya en azından bu
konuda söz sahibi olmak üzere bu önemli kurula onları da dâhil etmişti.[353]
Şûranın gerçekleştirdiği seçimde, Talha b. Ubeydullah ve
Zübeyr b. Avvam yukarıda ifade ettiğimiz kabilevi bağlantıların da etkisiyle
Ümeyyeoğulları'ndan Hz. Osman'ın yerine Hz. Ali lehinde karar vermişlerdi.[354] Hz. Osman'ın yönetimi
sırasında, halifenin uygulamaları ile ilgili olarak yoğun eleştiriler yaparak,
halkı bu konuda destekleyen ve halifeye karşı kamuoyu oluşturanlar da yine bu
üç önemli isim olarak karşımıza çıkmaktadır ki bu durum bir tesadüf olmasa
gerektir.[355] Hz. Osman'a yönelik olarak,
Hz. Ali, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam'ın bu muhalefetinin siyasi bir taktik
sonucu gerçekleştiğini düşünmek hiç şüphesiz büyük bir iddia olur. Ancak
geçmişten gelen kabile geleneğinin bir yansıması olarak, idarede akrabayı söz
sahibi kılma eğiliminin her ne sebeple olursa olsun Hz. Osman'ın halifeliği
döneminde bariz bir şekilde ortaya çıkmış olması ve kendilerini belli yerlerde
görmek isteğinde olan önemli şahsiyetlerin bu açıdan pasifize edilmiş olmaları,
onların muhalefetini körükleyen nedenler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hz. Osman'ın ölümü ile sonuçlanan muhalefet hareketlerinin, ne
Hz. Ali'nin ne Talha b. Ubeydullah'ın ve ne de Zübeyr b. Avvam'ın kontrolünde
son şeklini almış olmadığı, yaşanılan süreç itibariyle anlaşılmaktadır.[356] Bununla beraber sonuç,
yönetimi ele almak bakımından Hz. Ali'ye yaramış oldu. Talha ve Zübeyr'in ise
bu şartlar altında halifelik umutları gerçekleşememişti. Bütün bu
olumsuzlukların yanı sıra, kendilerinin şûrada desteklemiş oldukları Hz.
Ali'den de vali atamaları konusunda umduklarını bulamamış olmaları,
kendilerinin halifeyle çatışma içerisine girmelerinde, psikolojik bir ön
hazırlık meydana getirmiştir. Şimdi akla şöyle bir soru gelmektedir. Neden
Hz. Ali bu iki önemli kişiye valilik vermedi? Düşünülecek olursa Hz. Ebû Bekir,
Hz. Ömer ve Hz. Osman döneminde de bu halifeler birbirlerinin fikirlerine çokça
danışmakla birlikte,[357]
resmî görevler vermemişlerdi. Bunu siyasi bir anlayış ve bir geleneğin
yansıması olarak görüyoruz. Vilayetlere vali olarak atandığı takdirde, halife
ile eşdeğer saygınlığı olan bu insanların, yeri geldiğinde amir memur ilişkisini
koruyamayarak itaat etmeme tehlikesi gündeme gelebilir, yine bu insanların
etrafında toplanacak olan sempatizanlarının etkisiyle, ülke içinde birliği
bozacak hareketler yaşanabilir veya bölünmeler gerçekleşebilirdi. Ayrıca bu
önemli kişilerin halifenin danışmanı ve destekleyicisi olarak yanında
bulunmaları, rakip olma ihtimalini engellemenin yanı sıra halifeye güç katan ve
insanlara birlik mesajı veren bir görüntü oluşturacaktır. Nitekim Hz. Ali'nin
valilik isteklerine cevap olarak onlara: "Siz ikiniz, otorite ve
strateji konusunda
ortağım, meşakkat ve sıkıntılı anlarımda yardımcılarım olmalısınız. demiş
olması bu düşünceyi yansıtmaktadır. Böyle bir durum içerisinde halife,
Muaviye'nin isyanına hazır olmakla birlikte, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b.
Avvam'ın onun tercihine saygı duymalarını arzu ediyor, kendisini
desteklemelerini istiyordu. Onları vali tayin ettiği takdirde yönetimi ele
almak konusunda daha da hırslı hale gelebileceklerini tahmin ediyordu.
Hz. Aişe, Hz. Osman'ın muhasara altında olduğu dönemde hac
yapmak üzere Medine'den ayrılmış ve Mekke'ye gitmişti. Bilindiği gibi Hz.
Osman'ın hilafeti döneminde, kendisi Müslümanlar'ın annesi sıfatıyla yönetimin
hatalı uygulamalarına karşı halkın şikâyetleriyle muhatap olmakta, kendisinin
de eleştirdiği yönetime ait bir takım icraatları açık seçik dile getirmekteydi.[358] [359]
Bu nedenle Hz. Aişe kendisini ister istemez siyasetin içinde bulmuştu.[360] Yaşlı halifenin görevini
yapamadığı ve Ümeyyeoğulları'nın etkisi altında yanlış kararlar aldığı
düşüncesi onda da hâkimdi.
Hz. Osman'ın öldürülmesi sonrasında Talha b. Ubeydullah ve
Zübeyr b. Avvam'ın Mekke'ye gelmeleri Hz. Aişe ile birlikte yeni bir grup
oluşturmalarına olanak sağlamış oldu. İfade edildiğine göre Hz. Aişe'nin
gönlünde yatan Talha b. Ubeydullah'ın halife olmasıydı.[361]
Onlar Hz. Aişe'nin enişteleri olmakla birlikte[362]
Talha b. Ubeydullah, Teymoğulları'ndan olması nedeniyle kabile bağları
açısından Hz. Aişe'ye daha yakın olan isimdi.[363]
İslâm öncesinde ve sonrasında Ümeyyeoğulları'nın nüfuzu daima mevcuttu.
Haşimoğulları'nın ise Kureyş içindeki özel konumu yine herkes tarafından
bilinmekteydi. Hal böyleyken ilk halifenin Hz. Ebû Bekir olması, kendisinin Hz.
Peygamber ile birlikte yaptığı mücadele ve halifelik döneminde Arapların
parçalanmasını engelleyen siyasi başarısı Teymoğulları'nı geçmişte hiç olmadığı
şekilde onurlandırmıştı. Bu durum göz önüne alındığında yine Teymoğulları'ndan
İslâm'da seçkin bir yeri olan Talha b. Ubeydullah'ın halife olmasını Hz.
Aişe'nin yoğun bir şekilde arzulaması oldukça mümkün görünmektedir. Talha'nın
Halife Osman'a karşı muhalefetinin, Hz. Aişe'nin de aynı şekilde görüşler beyan
etmesinin ardındaki amaç, halkın Ümeyyeoğulları'na tepkilerinden de
yararlanarak Hz. Osman'ın hilafetinin sona ermesinin ardından Teymoğulları adına
halifeliğe zemin hazırlamak olmalıdır.[364]
Mekke'de bulunan Kureyşliler'in ve hac nedeniyle buraya
gelmiş olan Hz. Osman yanlılarının, diğer bir ifadeyle Hz. Ali karşıtlarının,
özellikle Ümeyyeoğulları'nın yoğun baskısı, Hz. Aişe'yi Hz. Ali'ye karşı fiili
bir girişimde bulunmaya itti. Buradan görülen manzara İslâm'ın
önderlerinden olan Kureyş'in mümtaz bir insanının bedevilerin isyanı ile
öldürülmüş olduğudur. Bu şahıs halifeliği döneminde yakın akrabalarının yanı
sıra Kureyş'i de gözetmiş, onların maaşlarını yükseltmiş, kendilerine çeşitli
ihsanlarda bulunmuştu. Hz. Ali ise Kureyş'e ve Ümeyyeoğulları'na karşı tam aksi
bir politika gütmüştü. Bu durum, bir kısım sahabinin de zaten halifeliğine rıza
göstermemiş olduğu Hz. Ali'ye ve onun etrafında toplanan isyancılara karşı
savaşmak için yeterli duygu ve düşünceyi oluşturmuş olmalıdır.
Hz. Aişe'nin halife Ali'nin hilafetinden
rahatsız olma sebebinin, geçmişte bu iki kişi arasında geçen çeşitli
tatsızlıklarla[365] [366]
açıklanabilmesi bizce mümkün görülmemektedir. Hz. Aişe'nin içinde sakladığı bu
küskünlüğün, Cemel Savaşı'nda binlerce insanı karşı karşıya getirecek bir hırsa
dönüşmesinin yeterince ikna edici bir yönü yoktur. Yukarıda ifade ettiğimiz
gibi sanırız durum daha çok siyasi idi ve hesaplar daha büyüktü. Ayrıca Taha
Hüseyin'in belirttiği "ona evinde oturmasının yakışacağı"261 ifadesini
ve bu yoldaki görüşleri direkt olarak Hz. Aişe'nin bayan olmasına yapılan
talihsiz bir vurgu olarak değerlendiriyoruz. Hz. Aişe'nin Cemel Savaşı'nda
şahsi konumu nedeniyle taraftar toplamış olması doğaldır. Ancak onun dışında bu
savaşa iştirak eden birçok sahabi de bulunmaktaydı. Şunu da belirtmek gerekir
ki, bu savaşın öncesinde ve özellikle de sonrasında gerçekleşen birçok iç savaş
ve çatışmada, başta Hz. Aişe olmak üzere bayanların direkt olarak siyasi bir
etkisinin olmadığı malumdur. Şu durumda Hz. Aişe'nin hatası belki yanlış siyasi
tercih yapmış olması olarak gösterilebilir ancak bu siyasi hata kadınlıkla
bağdaştırılmamalıdır düşüncesindeyiz.
Muaviye
b. Ebî Süfyan ve Ümeyyeoğulları'nın Halifeye Başkaldırısı
Hz. Peygamber döneminden itibaren
Ümeyyeoğulları, İslâm'a ve Müslümanlar'a gösterdikleri tepkiler nedeniyle,
Müslümanlar nezdinde itibar kaybetmeye başlamışlardı. Buna rağmen İslâm'dan
önce var olan Kureyş içindeki ve dışındaki sosyal itibarları ve geçmişten gelen
siyasi maharetleri nedeniyle, İslâmiyet'i kabul etmelerinin ardından Hz.
Peygamber ve ardından gelen ilk iki halife döneminde, çeşitli fetihlerde
komutanlık görevleri alarak ve valiliklere atanarak devletin belli kademelerinde
yerlerini almayı başarmışlardı.[367] İslâmî yönü ile
Ümeyyeoğulları'nı hilâfete taşıyabilecek tek isim olan Hz. Osman'ın devlet
başkanlığına seçilmesi ise onlar için siyasi arenada dönüm noktalarından birini
oluşturmuştu.[368] Kendisine karşı girişilen
suikast olayı nedeniyle yaralanmasının ardından[369]
şûra üyelerini seçen Hz. Ömer, Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları arasında
tarihi bir rekabetin ortaya çıkabileceğini fark etmiş olmasına karşın,
geçmişten gelen idarecilik beceri ve donanımının, ayrıca bütün Arapları bir
arada tutabilecek karizmatik şahsiyetlerin bu kabileler içerisinde olduğunu
bilmesi, onu böyle bir kurul oluşturmaya sevketmişti.[370]
Oluşturulan bu kurulda dikkati çeken, kurul içerisindeki dengeler itibariyle
Haşimoğulları'nın dezavantajlı bir pozisyonda bulunmasıdır.[371]
Şayet kurulu seçen Halife Ömer ve seçimde son kararı vermiş olan Abdurrahman b.
Avf'ta direkt olarak Ümeyyeoğulları tarafgirliği yoksa ki olmadığı
kanaatindeyiz,[372] onların bu tercihlerinin
belli sebepleri olmalıdır. Durumu elimizdeki bilgiler ışığında değerlendirdiğimizde,
Ümeyyeoğulları'nın çeşitli görevlerle devlet kademelerinde yer almaları ile
onların Arap İslâm devleti adına iyi işler başarabileceklerini, ancak
küstürüldükleri takdirde ülke için büyük bir tehdit oluşturabileceklerini
düşünmüş olduklarını tahmin ediyoruz. Şayet Haşimoğulları iktidara gelirse,
aralarında uzun yıllardır devam eden rekabet nedeniyle büyük ihtimalle görev
dağılımlarında Ümeyyeoğulları'na şans tanımayacaklardır. Bu da gerek
yöneticilerin yetenekli kişilerden seçilmesi konusunda, gerekse ülke birliğinin
korunması açısından kurulan dengeleri alt üst edebilecek bir sonuç ortaya
çıkaracaktır. Şu halde Ümeyyeoğulları'nın aynı zamanda potansiyel bir tehdit
olarak da görüldüğü anlaşılmaktadır. Çünkü bu kabile, asırlardır sürdürdükleri
Emevî-Haşimî mücadelesini Hz. Peygamber döneminde alınan yaralarla doruk
noktaya ulaştırmış ve Haşimoğulları'ndan gelen bir Peygamber karşısında yenik
düşmeleri sonucunda bu dine girmişlerdi.[373]
Hz. Peygamber'in İslâm ile getirdiği kardeşlik ve ümmet bilincini tamamen
kabileciliğin yerine koymaları ise sosyolojik süreç açısından mümkün değildi.
Hz. Ömer esasen hilafete en yakın kişi olarak Hz. Ali'yi görmekteydi.[374] Ancak bu hassas dengeyi
korumak adına onu atamaya cesaret edememiş olmalıydı. Bu şartlar altında
Haşimoğulları'nın idarecilik konusunda dışarıda tutulması ülke için çok daha
fazla güven oluşturmaktaydı. Ne de olsa Hz. Peygamber'in yakınlarıydılar ve
kesinlikle onun kurduğu devleti sadece kabile dürtüleriyle bozabilecek bir
konumda değillerdi.[375]
Muaviye b. Ebî Süfyan Emevî-Haşimî mücadelesinin bir devamı
olarak, devletin bölünme tehlikesi açısından korkulanı gerçekleştirmeye bilfiil
cesaret eden kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Mekke'li putperestlerin Hz.
Peygamber dönemindeki lideri Ebû Süfyan'ın oğlu olan Muaviye, İslâm'ı babası
gibi Mekke'nin fethiyle kabul eden ve "tuleka" olarak da ifade edilen
Müslümanlardan'dır. Kendisinin okuma yazma bildiği ve bu nedenle Hz. Peygamber
tarafından çeşitli yazışmalarda görevlendirdiği bilinmektedir. Muaviye b. Ebî
Süfyan'ın Hz. Peygamber zamanındaki yaşantısının çoğunun İslâm'dan önceki Arap
düşünce ve kültürünün etkisi altında geçtiği anlaşılmaktadır. Ebû Süfyan'ın
oğlu olması onun bir aristokrat olarak yetişmesine neden olmuş, bunun yanında
kendisinin siyasi bir kimlik kazanmasını da sağlamıştır.[376]
Hz. Ömer döneminde ağabeyi Yezid b. Ebî Süfyan'ın bir veba
salgını nedeniyle vefatı üzerine Şam valiliğine getirilen Muaviye b. Ebî
Süfyan,[377] aynı görevini yetkileri daha
da genişletilmiş bir şekilde Hz. Osman döneminde de devam ettirmiş,[378] gerçekleştirdiği
çeşitli fetihlerle idarecilik açısından yerini ve Şam halkına karşı konumunu
iyice sağlamlaştırmıştı. Ermenistan'ın, Kıbrıs'ın, Rodos adasının fethi,
Bizans'a karşı Anadolu içlerine kadar yapılan yaz ve kış baskınları Şam'ın
ganimetlerle birlikte oldukça zenginleşmesine neden oldu. Halife Osman'ın emri
ile sahipsiz toprakların Araplar tarafından işlenmesine müsaade edilmesinin
ardından Muaviye, Temimoğulları'nı Rabiye denilen bölgeye yerleştirdi. Kays,
Esed ve diğer kabilelerden birbirine karışmış olan grupları da Mazihin ile
Mudaybire'ye yerleştirdi. Bunlar Mudar'lı kabilelerdi. Rebialıları da kendi
topraklarında sistemli bir şekilde iskân ettiren Muaviye, şehirleri ve köyleri
korumak üzere maaşlı askerler yerleştirdi ve buralara yöneticiler atadı.[379] Böylece Şam düzenli ve
sistemli bir yaşayış içerisine girdi. Muaviye, gücünü sağlamlaştırmak için
buradaki güçlü kabilelerle, özellikle Kelb kabilesiyle yakın ilişkiler içine
girdi. Bu kabileden bir kadınla evlenerek, Hz. Osman'ın da aynı kabileden bir
kadınla evlenmesine aracı oldu. Böylece hısımlığa dayanan güçlü bir bağ
oluşturdu.[380] Hz. Osman zamanında
fetihlerin durmasıyla başlayan iç karışıklıklar bu bölgeyi hiç etkilemedi.
Muaviye Şam'ın zenginlikleriyle bölge halkının gözünü ve gönlünü doyurmaktaydı.
Ayrıca Şam'ın Kûfe ve Basra'dan ayrı bir yapısı vardı. Burada yaşayan Arapların
büyük bir kısmı buraya göç yoluyla gelmemiş yerleşik kabilelerdi. Dolayısıyla
uzun yıllardan beri Grek-Roma nüfuzunda kalmışlar, İslâm'dan önce Gassaniler'e
mensup olarak yaşamışlardı. Nizam ve itaate alışıktılar. Buradaki Arap
kabilelerinin diğer bölgelerde yaşayan akrabalarını destekleyerek bir Ümeyyeli
olan Muaviye b. Ebî Süfyan'a isyan etmemelerinin sebeplerinden biri de bu
olmalıdır.[381]
H. 35 yılında iç karışıklıkların masaya yatırılması amacıyla
Hz. Osman valilerini Medine'ye çağırarak onlarla genel durum hakkında bir
toplantı yapmıştı. Bu toplantıda valiler tarafından farklı görüşler ortaya
konulmakla birlikte, sonuçlar muhaliflerin yatıştırılmasının aksine olayların
daha da kızışmasına neden oldu. Medineliler de dâhil birçok kesimden insanlar
Hz. Ali aracılığı ile halifeye karşı şikâyetlerini dile getiriyorlardı.
Özellikle Medine halkı halifenin azlini istiyordu. Hz. Ali bu şikâyetleri
halifeye aktaran kişi olarak gittikçe ön plana çıkmaya başladı. Bu durum
Ümeyyeoğulları'nın da gözünden kaçmıyordu. Neredeyse, halifeye karşı halkı onun
kışkırttığını düşünmeye ve söylemeye başlamışlardı.
Muaviye b. Ebî Süfyan halifenin en güçlü adamı olarak durumu
yakından takip ediyordu. Halife ile yapılan görüşmenin ardından durumun
vahametini ifade ederek halifenin öldürülebileceğini, şayet öldürülürse bunun
sorumlularının Hz. Ali başta olmak üzere Talha b. Ubeydullah ile Zübeyr b. Avvam
olacağını ifade eden tehditkâr bir konuşma yaptı. Bu sözlere karşı Hz. Ali de
onunla atıştı.[382] Muaviye b. Ebî Süfyan ile Hz.
Ali arasında resmen ilk sürtüşme başlamış oldu.
Muaviye b. Ebî Süfyan, Hz. Peygamber'in yakın akrabası ve
halkın yönetime karşı samimi temsilcisi konumundaki Hz. Ali'yi, Hz. Osman'ın
ardından gelecek olan iktidara giden yoldan bir şekilde kaydırarak, idareyi
Ümeyyeoğulları'nda baki kılmayı daha Hz. Osman öldürülmeden önce tasarlamış
olmalıdır. Hz. Ali'nin yavaş yavaş hilafete doğru ilerlediği bu hassas
günlerde, Muaviye b. Ebî Süfyan başta olmak üzere Ümeyyeoğulları durumu fark
etmiş, gelecekte öne sürecekleri argümanları bir ön hazırlık olarak Hz. Ali'ye
tehditkâr ifadelerle bildirmişlerdi. Mısırlılar'ın mektup olayı üzerine Hz. Osman'ı
mescitte şiddetle dövmelerinin ardından Hz. Ali'nin yanına toplanan
Ümeyyeoğulları "Ey Ali, bizi perişan ettin ve Mü'minlerin Emirine
yapılanı sen yaptırdın. Eğer istediğin şeye ulaşırsan dünya başına
yıkılacak" diye gözdağı vermişlerdi.[383]
Hz. Osman, oldukça yaşlanmıştı. Gittikçe büyüyen ve üzerinde
yoğunlaşan problemleri çözebilecek bir durumda değildi. Valileri ise kendileri
ile ilgili problemler nedeniyle halifenin düştüğü bu durumdan onu kurtarma
gayretlerinden çok uzaktılar. Gelinen aşamada daha halife öldürülmeden
öldürülmesi üzerine senaryolar kurulmaya ve müsebbipler aranmaya başlanmıştı.
Bu, onların halifeyi ne pahasına olursa olsun müdafaa edecekleri yerde kanının
hesabını sormaya daha hazır olduklarını gösteriyordu.[384]
Siyasetin içinde yetişen ve siyaset hilelerini hayatının her aşamasında
kullanmayı bilen Muaviye'nin de hamasi duygulardan ziyade durum itibariyle
kendisine en çok yarayacak olanı tercih ettiği anlaşılmaktadır. Muaviye,
halifeye onu korumak amacıyla Şam'a götürmeyi teklif etti. Bu teklifi kabul
etmeyince Şam'dan kendisi için asker göndermeyi önerdi. Halife bu teklifi de
kesinlikle reddetti.[385] Muhtemelen Muaviye kendisinin
ve Ümeyyeoğulları'nın elde ettiği mevkii güçlendirmek istiyordu.[386] Şayet halife bu
teklifleri kabul etmiş olsaydı her iki durumda da Muaviye b. Ebî Süfyan halkın
gözünde halifeden daha yetkin bir konumda olacak, belki de ileride halife
olması daha mümkün hale gelebilecekti. Halifenin muhasara altına alındığı
dönemde ise halifenin isteği üzerine kendisinin Medine'ye bir birlik gönderdiği
ancak bunu yaparken ağır davrandığı, birlik Medine'ye ulaşamadan halifenin
ölümünün gerçekleşmesi üzerine askerlerin geri döndüğü ifade edilmektedir.[387]
Ahmet Cevdet Bedir muharebesinin ardından Kureyş büyüklerinin
ölmesi ile Ebû Süfyan'ın Kureyş'in reisi olduğunu hatırlatarak Muaviye'nin de
Hz. Osman'ın ardından Ümeyyeoğullarının ve dolayısıyla Mü'minlerin emiri olmak
emeline düştüğünü ve bu vesile ile Hz. Osman'ın kanını bahane ettiğini
belirtmektedir.[388] Wellhausen'e göre
ise Muaviye'nin ilk etapta hilafet için bir iddiası yoktu. O, Hz. Osman'ın
öldürülmesi ile bulunduğu eyalette görevinin sona erdiğini de düşünmüyordu.
Meşru hükümete sadakatini bildirebilirdi. Ancak kendisinin öldürülen halifenin
yeğeni olması, Arap geleneğince onun intikamını alma hak ve görevine sahip
olması ve bu görevi üstlenmek için konumu ve gücü en müsait kişi olması onu Hz.
Ali'ye karşı isyana sürüklemişti.[389]
Gelişmeleri değerlendirdiğimizde Wellhausen'in görüşünü
yeterince tutarlı göremiyoruz. Şayet Muaviye'nin tek amacı valilikte kalabilmek
olsaydı bunu Ebû Mûsâ'nın yaptığı gibi halifeye bildirir, kendisini dördüncü
halife olarak tanıdığını ifade ederdi. Muaviye olumlu konuşmak istediğinde
halifeyi ikna edemeyecek bir idareci değildi. İkincisi Muaviye isyancıların
kendilerine teslim edilmesini istemenin yanı sıra hilafetin şûraya bırakılması
gibi direkt olarak halifenin azli üzerinden bir teklif getirmezdi.[390] Üçüncüsü, daha halife
öldürülmeden Hz. Ali'ye karşı tavrını ortaya koyan Muaviye Hz. Ali'nin halife
olacağını ve halifeye karşı kendi yerini muhafaza etmesi gerektiğini düşünseydi
onu tehdit etmez, daha ılımlı ifadelerle geleceğe yatırım yapma yoluna giderdi.
Anlaşılan o ki Şam ordusuna ve buradaki iktidarına oldukça güvenen Muaviye b.
Ebî Süfyan halife olabileceğini düşünmekte, düşündüğünden çok daha fazla ise
arzulamaktaydı.
Halifenin öldürülmesinin hemen ardından Hz. Osman'ın kanlı
gömleği ve eşi Naile'nin onu müdafaa ederken kesilen parmakları Muaviye'nin kız
kardeşi Ümmü Habibe binti Ebî Süfyan tarafından Ensar'dan Nu'man b. Beşir
aracılığı ile Şam'a gönderildi.[391] Muaviye halkın görmesi için
bu kanlı gömleği ve kopan parmakları minberin üzerine koydu. Burada yine
Muaviye'nin yaptırdığı propagandalarla birlikte bir yıl boyunca halk başta Hz.
Ali olmak üzere isyancılara karşı azmettirildi.[392]
Muaviye Şam halkını intikama teşvik ederken, halkın hem dini duygularını hem de
kabilecilik duygularını kullandı. Bilindiği gibi Hz. Osman Şam halkına Hz.
Ali'den daha yakındı. Çünkü o, kendisine gönülden bağlı oldukları valileri
Muaviye b. Ebî Süfyan'ın akrabasıydı. Daha da önemlisi onu korumaya çalışırken
kopan parmakların sahibi Muaviye'nin halifeyi sıhriyyet kurmak amacıyla
evlendirdiği, Suriye'de yaşayan Arap kabilelerinin en önemlilerinden olan Kelb
kabilesinden Naile'ye aitti.[393] Şu durumda Şamlıların
kabilecilik duyguları kullanılarak intikam hisleriyle doldurulmaları çok
kolaydı.
Hz. Osman'ın öldürülmesinden kısa bir müddet önce Muaviye b.
Ebî Süfyan'ın Ammar b. Yasir'e Şam halkı ile ilgili olarak söylediği şu sözler
bu insanları tanımak açısından oldukça önemlidir: "Eba’l Yakzan; Şam'da
Hicaz ehlinden daha çok kimse bıraktım, hepsi kahraman, hepsi atlı. Hepsi namaz
kılıyor, zekâtı veriyor, beyti tavaf ediyor. Onlar Ammar veya ondan öncekileri
bilmezler, Ali veya akrabalarını da bilmezler."[394] Bu sözler Şam
halkının dini duygularla savaş konusunda yönlendirilebilecek, savaş için
donanımları tam, savaşacakları Müslümanlara karşı ise her hangi bir duygusal
yakınlık hissetmeyecek derecede sahabeden uzak kimseler oldukları ifade edilmektedir.
Kısacası Muaviye'nin ordusunun, o düşmanını nasıl tanıtırsa öyle algılayacak ve
emirlerine itaat edecek bir topluluk olduğu anlaşılmaktadır.
Muaviye b. Ebî Süfyan, beklenildiği gibi Hz.
Ali'nin halife olmasının ardından Suriye'deki propaganda faaliyetlerini
hızlandıracak, önemli şahsiyetlere gönderdiği çeşitli mektuplar aracılığı ile
gelişmeleri lehine olarak etkileyecek, olayların akışını istediği yöne doğru
çevirecek siyasi girişimlerde bulunacaktır. Bu aşamaları kendi adına
değerlendirme aşamasındayken Cemel grubunun ortaya çıkması ise Hz. Ali ile
giriştiği mücadelede onun ekmeğine yağ sürmüş olacaktır.
CEMEL SAVAŞI'NDA KABİLECİ YAKLAŞIMLAR
Hz.
Aişe, Talha Ve Zübeyr İle Ümeyyeoğulları'nın Bir Araya Gelişi
Hz. Ali, Muaviye b. Ebî Süfyan'a karşı savaş hazırlıklarına
başlayarak, komutanlarını tayin etmişti. Mısır, Kûfe ve Basra valilerine durumu
bildiren mektuplar yazarak ordu hazırlamalarını emreden halife, özellikle
Medine halkından da kendisine destek vermelerini isteyerek, bu desteğin İslâm'ın
ve ümmetin bekası için gerekli olduğunu ifade etti.[395]
Ancak onun planlarını bozan Mekke'de kendisine karşı oluşturulan diğer
muhalefet grubu oldu. Bu gelişme, önceliğin bu konuya verilmesi gerekliliği
ortaya çıkarmıştı.[396]
Bilindiği gibi Hz. Osman'ın muhasara edildiği günlerde hac
mevsimi olması nedeniyle Hz. Aişe Mekke'ye gitmeyi uygun bulmuştu. Hac
mevsiminin sona ermesiyle Medine'ye dönerken "Serif" denilen yere
ulaştığında Benû Leys'ten, yani kendi dayılarından Ubeyd b. Selime ile
karşılaştı. Hz. Aişe ona
Medine'deki gelişmeleri sorduğunda Ubeyd Hz. Osman'ın öldürüldüğünü bildirdi.
Bunun üzerine Hz. Aişe daha sonra ne yapıldığını, yani halifenin kim olduğunu
sordu. Hz. Ali'ye bey'at edildiği cevabını aldığında ise büyük bir rahatsızlık
duydu. Hatta "Senin sözünü ettiğin bu adama bey'at edileceğine keşke
gökyüzü yerin üzerine çöküp düşseydi." diyerek Hz. Ali’ye karşı
tepkisini dile getirdiği rivayet edilmektedir. Bu gelişme üzerine Hz. Aişe
Medine'ye gitmekten vazgeçerek tekrar Mekke'ye döndü.[397]
Hz. Aişe, Hz. Ali'nin halife olmasını kesinlikle arzu
etmiyordu. Ayrıca o, isyancıları ve dolayısıyla Hz. Ali'nin arkasında olan gücü
çeşitli vilayetlerden gelenler, su ehli (çiftçiler) ve Medinelilerin
köleleriden oluşan "ayak takımı" olarak değerlendirmektedir.[398] Bu durumda Hz. Aişe asıl
olarak Hz. Ali'yi halife kabul etmemekle birlikte, onun yandaşları olan ve
Kureyş dışından olarak bilinen Arapların Hz. Osman’ı öldürmüş olmalarından da
rahatsız olduğu anlaşılmaktadır. Böylece isyancılara karşı bir harekete girişmek
direkt olarak Hz. Ali'ye ve onun halifeliğine karşı çıkmak anlamına da gelmiş
oluyordu. Hz. Aişe bu düşüncesini şöyle ifade etmekteydi: "Muhakkak ki
Osman mazlum olarak öldürüldü. Ve ben sizi onun kanını talep etmeye ve işi
şûraya iade etmeye çağırıyorum."[399]
Hz. Osman'ın Mekke valisi Abdullah b. Amir el-Hadremî Hz.
Aişe'ye ilk katılanlardan oldu. Arkasından Ümeyyeoğulları'ndan Mekke'ye kaçmış
olan önemli bir grup Hz. Aişe'ye katıldılar.[400]
Mekke'de toplanan bu grup arasında Ümeyyeoğulları'ndan Saîd b. el-As b. Saîd b.
el-As b. Ümeyye, Mervan b. Hakem b. ebi'l As b. Ümeyye, Abdurrahman b. Attab b.
Esîd b. ebi'l As b. Ümeyye,[401] Velid b. Ukbe,[402] Ebân b. Osman, Velîd b.
Osman, Abdullah b. Halid b. Esîd, Yahya b. Hakem,[403]
Basra'dan yüklü miktarda mallarla gelen Abdullah b. Amir, Hz. Osman'ın Yemen
valisi Ya'la b. Ümeyye de bulunmaktaydı.[404]
Ayrıca Sakîf kabilesinin önemli bir ismi olan Muğire b. Şu'be de Hz. Osman'ın
kanı adı altında Ümeyyeliler'e katıldı.[405]
Ya'la b. Ümeyye[406] Yemen'den altı yüz deve ile
altı yüz bin dirhem getirmiş ve bu iş için kullanılmak üzere teslim etmişti.
Talha b. Ubeydullah ile Zübeyr b. Avvam da Mekkeye gelmiş ve katılımın
çerçevesi böylece genişlemişti.[407] Cemel Savaşı'na ad olan
deveyi Hz. Aişe'ye hediye eden, ayrıca savaşa büyük miktarda maddi yardım
sağlayan Ya'la b. Ümeyye'nin Zübeyr b. Avvam'ın damadı olması da bu yardımlaşma
açısından dikkat çekicidir.[408]
Aslında oluşan bu muhalefet grubu heterojen bir gruptu.
Hedeflenen kişi tek olmasına rağmen amaçlar farklı farklıydı.[409] Ancak Hz. Ali'ye karşı güçlerini
birleştirmek zorunda olduklarını biliyorlardı. Bu aşamada ortak payda Hz.
Osman'ın kanını talep olmalıydı. Burada dikkat çekici olan nokta bu amaç ile
bir araya gelinmiş olunmasıydı ki bu davranış İslâm dininin kısas hükmünün çok
ötesinde, Arap kabilecilik anlayışında oldukça yaygın olan kan davası görüntüsü
sergiliyordu.[410] Bir sonraki basamak gündeme
getirildiğinde ise herkesin içinde ayrı bir isteğin olduğu ortaya çıkacaktı.
Esasen Ümeyyeoğulları ile Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr arasında belirgin bir
yakınlık yoktu. Onlar Hz. Osman'ın aldığı kararlara karşı muhalefet eden ve
halka bu yönde destek verenler arasındaydılar. Ümeyyeoğulları bu iki kişiden
birini halife görmek yerine Hz. Ali'yi görmeyi tercih edebilirlerdi. En azından
Hz. Ali Abdumenafoğulları'ndandı. Hatırlanacağı üzere ilk halife Hz. Ebû Bekir
seçildiğinde Ebû Süfyan ona karşılık Hz. Ali'nin halife olmasını istemiş ve
kendisine bu konuda destek vermeyi teklif etmişti.[411]
Ümeyyeoğulları'nın rastgele bu topluluğa katıldıklarını
düşünmek mümkün değildir. Aksine topluluğun lider tabakasında önemli bir yer
oluşturmaktaydılar. Onların, o günkü şartlarda Ümeyyeoğulları'nın liderleri
pozisyonunda olan Muaviye b. Ebî Süfyan ile haberleşmeksizin bir girişimde
bulunmaları da pek akla yatkın görünmemektedir. O halde burada
Ümeyyeoğulları'nın kendilerine ait bir planı veya planları olduğunu düşünmek
durumundayız. Onlar birinci aşamada Hz. Ali'nin gücünü kırmak, ikinci aşamada
ise Muaviye b. Ebî Süfyan'ın şansını artırmak istiyor olmalıdırlar. Şayet durum
böyle değilse bu planı yapan en azından Muaviye'nin kendisidir.[412] Çünkü sürekli gönderdiği
mektuplarla bu topluluğu Hz. Ali'ye karşı tahrik etmekle birlikte kendinden de
uzak tutmaya çalışıyordu.[413] Bu mektuplaşmalarda
Ümeyyeoğulları'nın iktidarı bırakmak istemedikleri, Muaviye'yi önderleri olarak
kabul ettikleri, şayet iktidar Hz. Ali'de kalırsa yönetimle hiçbir bağlantıları
kalmayacağı gibi ülke içindeki üst düzey konumlarını kaybedecekleri, bu durumu
önlemek için ise ellerinden gelen gayreti göstermeleri gerektiği ifade
edilmekteydi.
Oluşan topluluk daha ilk aşamada hedef seçilecek vilayet
konusunda tereddüte düştüler. Hz. Aişe Hz. Peygamber'in diğer hanımlarının da
desteğini alarak Medine'ye yöneldi. Talha b. Ubeydullah ile Zübeyr b. Avvam ise
Şam'a giderek güçlerini Muaviye b. Ebî Süfyan ile birleştirmeyi düşündüler. Hz.
Ali'ye karşı topyekün oluşturulan muhalefetin başarıya ulaşabilmesi için en
mantıklı olan da buydu. Ancak İbn Amir onların bu yönelimini uygun bulmayarak
hedef değiştirtmeyi başardı. Onlara Basra'ya gitmelerini teklif etti.[414] Burası Abdullah b. Amir'in
valilik yaptığı vilayetti. İbn Amir Hz. Osman döneminin başarılı
valilerindendi. Bu nedenle valilik yaptığı Basra şehrini iyi tanıyor,
Basralılar ise ona yakınlık duyuyorlardı.[415]
Ayrıca Talha b. Ubeydullah’ı da benimsiyorlardı. Basralılar Hz. Ali'ye ve onun
valisine bey’at etmişlerdi. Ancak onlar Mekke'yi Hz. Ali'ye karşı savaşmakta
ikna ettikleri gibi Basralılara da bey'atlerini bozdurabileceklerini
düşündüler. Böylece Basra'ya doğru ilerleme kararı verilmiş oldu. Tüm bu
gelişmeleri Medine’de bulunan Hz. Ali’ye Abdullah b. Abbas’ın annesi Cüheyna
kabilesinden birisini ücretli tutarak gönderdiği mektup aracılığı ile bildirdi.[416]
Basra'ya gitme kararı verildiğinde Abdurrahman b. Ebî Bekir'in
de bu gruba katıldığı rivayet edilmektedir.[417]
Anlaşılan kardeşi Muhammed b. Ebî Bekir'in aksine o Teymoğulları adına
kızkardeşi Hz. Aişe ve Talha b. Ubeydullah'ı desteklemeyi tercih etmişti.
Bilindiği gibi Muhammed ise yanında evlatlık olarak büyüdüğü Hz. Ali ile birlikte
hareket etmeyi siyasi geleceği için daha uygun bulmuştu. Çeşitli nedenlerle
gerçekleştirilen bu ilginç ittifaklar Araplar arasında zaman zaman yaşanmakta
ve anormal karşılanmamaktaydı. Bu da Arap kabilecilik anlayışının farklı bir
görüntüsüydü. Nitekim Sıffîn savaşında da Hz. Ali'nin kardeşi Akil b. Ebî
Talib'in Muaviye tarafında yer alacağı görülecektir.
Ümeyyeoğulları'nın halifelik adına Talha ve Zübeyr ile ilgili
olarak taşıdıkları endişe daha yola çıkmadan kendini gösterdi. Hz. Osman
döneminde yönetimde doğrudan etkili olan ve bu konudaki ihtirasını çeşitli
ifadeleriyle daha önce de dile getiren Mervan b. Hakem, namaz kılınmak üzere
hazırlığa geçildiğinde Talha ve Zübeyr’e “Emirlik ve namaz kıldırmak üzere
hanginize selam vereyim?” şeklinde sorduğu soru oluşturulan bu topluluğun
farklı zihniyetlerle bir araya getirildiğini gözler önüne sermekteydi. Böyle
hassas bir soruya verilecek cevaplar herkesin içindeki düşüncelerini ortaya
koyacak nitelikteydi. Abdullah b. Zübeyr kendi babasını, Muhammed b. Talha
kendi babasını öne sürdü. Hz. Aişe ise duruma daha akıllıca yaklaşarak,
Mervan’a “Sen bizim birliğimizi bozmak mı istiyorsun?” sözleriyle ilk
anda ortaya çıkabilecek problemi önleme yoluna gitti. Namazı bir rivayete göre
Abdullah b. Zübeyr’e,[418] başka bir rivayete göre ise
yaşça en büyükleri olduğunu belirterek Zübeyr'e kıldırttı.[419]
[420] Bu karışık ortamı Muaz b.
Ubeyd "Eğer biz zafere ulaşmış olsaydık mutlaka kendi aramızda iki grup
olup çarpışacaktık. Çünkü ne Zübeyr emirliği Talha’ya bırakıyordu, ne de Talha
Zübeyr’e bırakmaya göz yumuyordu" şeklinde dile getirmiştir.
Mervan’ın bir bakıma problem olarak dillendirdiği aynı soruyu
Zat-ı ırk denilen bölgeye ulaştıklarında Saîd b. El-As, Talha b. Ubeydullah ve
Zübeyr b. Avvam’a yöneltti. “Eğer zafere ulaşırsanız hilafet görevini kime
devredeceksiniz?” sorusuna onlar: “Bu işi Müslümanların aramızda
seçeceği birine devredeceğiz” şeklinde politik bir cevap verdiler. Bu cevap
Talha ve Zübeyr arasında uzlaşmacı bir yaklaşım sergiliyor olsa da
Ümeyyeoğulları'nın temeldeki sıkıntılarını da depreştirmiş oluyordu. Onlar
kabile bağları açısından ne Talha ve ne de Zübeyr uğruna savaşmayacak kadar
onlardan uzak, iktidara yönelik olarak ise hırslıydılar. Saîd Hz. Ali’ye karşı
isyan nedeni olarak ortaya çıkardıkları söylemleri hatırlatacak şekilde “Siz
Osman’ın kanını almaya çıkmışsınız. Dolayısıyla bu görevi onun çocuklarından
birine devretmeniz gerekir” dedi. Talha ve Zübeyr ise bu ifadeyi
değerlendirmeye dahi değer görmeyerek kesin bir yanıtla "Muhacirlerin
ileri gelenlerini bırakalım da bu işi bir iki yetime mi devredelim"
diye karşılık verdiler. Saîd yaptığı bu konuşmanın ardından onlarla birlikte
hareket ettiği takdirde hilafetin Abdumenafoğullarının dışına çıkması için
mücadele etmiş olacağını düşünerek bu gruptan ayrılmayı tercih etti.[421] Abdullah b. Halid b. Esîd ve
Muğire b. Şu’be de geri dönmeyi uygun buldular. Muğire, kabilesini de geri
dönmek üzere çağırmıştı.[422] Muğire b. Şu’be Sakif
kabilesinin önemli isimlerinden olmasının yanı sıra siyasi zekâsı oldukça güçlü
bir kişidir. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi kendisi Arap dâhilerinden biri
olarak da gösterilmektedir.[423] Talha ve Zübeyr’in iktidar
için mücadele edeceği ve Ümeyyeoğulları'nın farklı niyetler taşıdığı bu
toplulukta, kendisi ve kabilesi yararına bir sonuca ulaşmanın mümkün
olmayacağını anlamış olmalıdır.
Durum bu aşamaya geldiğinde Ümeyyeoğulları
farklı yönelimlere geçmiş oldular. Saîd b. El-As, Hz. Osman’ın öldürülmesinde
Talha ve Zübeyr’in de parmağı olduğu düşüncesiyle önce onlarla savaşılması
gerektiğini, Talha ve Zübeyr ile birlikte Hz. Ali’ye karşı savaşılmasının ise
Hz. Ali'ye olan kabilevi yakınlık nedeniyle anlamsız ve yanlış bir tercih
olacağını düşünüyordu. Bir kısmı da bu ordu içerisinde yer alarak Hz. Osman ve
dolayısıyla Ümeyyeoğulları'nın düşmanlarını bertaraf edebileceklerini
savunuyorlardı.[424] [425]
Mervan b. Hakem’in amacı da onlar ile birlikte hareket ederken hem karşı
düşmanları ile mücadele etmek, hem de Talha ve Zübeyr’den ilk fırsatta
intikamını almaktı. Onun bu gruptan ayrılmayı teklif eden Saîd'e karşı şöyle
dediği rivayet edilmektedir: '"Hayır, aksine onları birbirine karşı
tahrik edeceğiz. Geriye kalanlar zaten zayıf düşmüş olurlar. Böylece onların
hakkından geliriz."4,26 Mervan bu sözleri ile Talha, Zübeyr
ve Hz. Ali arasında gerçekleşecek savaşın ardından bu durumu kendi
menfaatlerine olacak şekilde değerlendirmenin Ümeyyeoğulları için daha akıllıca
olacağını ifade etmektedir. Esasen Mervan bu hareket öncesi yani Hz. Ali'ye
yeni bey'at edildiği dönemlerde Medine'de bulunmaktaydı. Hatta kendisinin Hz.
Ali'ye Cemel Savaşı sonrası bey'at ettiği rivayet edilir.[426]
Cemel Savaşı'nda Hz. Aişe'nin yanında yer alması ise gerçekten ilginçtir. Bu
davranışında Muaviye'nin henüz her hangi bir harekete geçmemesinin etkisi
olabileceği gibi Mervan ile Muaviye arasında Ümeyyeoğulları içerisinde bir
liderlik çekişmesinin olması da imkân dâhilindedir. Çünkü Mervan en az Muaviye
kadar kendisini idarecilikte nitelik sahibi görmektedir.[427]
Nitekim bu yönü ile Hz. Osman döneminde ön plana çıkmıştı.[428] Muaviye b. Yezîd'in ardından
hilâfete geçmesi de onun bu konudaki ihtirasını yansıtmaktadır.[429] Yaşanan bu gelişmeler
neticesinde Talha, Zübeyr, Hz. Aişe ile Ümeyyeliler’in orada bulunan bir kısmı,
Mervan b. Hakem, Abdurrahman b. Attab ve onlarla birlikte gelen Kureyşliler Cemel
Savaşı'na katılmayı tercih ederlerken[430]
bir rivayete göre Hz. Osman'ın iki oğlu Ebân b. Osman ve Velid b. Osman'ın ise
geri dönenler arasında yer almışlardır. [431]
Gruplaşmalara
Karşı Tarafsız Kalanlar a. Hicaz Grubu
Hz. Ali Kûfeliler'i Cemel ordusuna karşı kendi saflarına
katılmaya davet ettiği günlerde, Kûfe'nin ileri gelenlerinden Abdulhayr
el-Hayranî ismindeki bir kişi; Ebû Mûsâ el-Eş'ârî'nin Kûfelilere yaptığı
konuşma esnasında Hz. Ali döneminde insanların siyasi yönelişlerini şöyle ifade
etmekteydi: '"Halk şimdi dört fırkadır. Ali, Kûfe’nin arkasında, Talha
ile Zübeyr Basra’da, Muaviye Şam'dadır. Bir fırka da Hicaz'da vardır.
Kendilerinden vazgeçilemez, hiç bir düşman da onlarla dövüşmez.'" Ebû
Mûsâ "İşte insanların en hayırlısı onlardır" şeklinde karşılık
verdi.[432] Bu konuşma Hz. Ali döneminde
genel olarak insanların siyasi tercihleri konusunda bizi aydınlatmaktadır.
Hz. Ali'nin halife seçildiği ve bey'atleri kabul ettiği ilk
günlerde, sahabilerden bir kısmı ona bey'at etmemişti. Sa'd b. Ebî Vakkas, Abdullah
b. Ömer, Usâme b. Zeyd, Muhammed b. Seleme,[433]
Ebû Mûsâ el-Eş'ârî, ve Ebû Hureyre gibi özellikle Hicaz bölgesinde önemli bir
kamuoyu oluşturan bir kısım önde gelen sahabi, gelişmeler karşısında tarafsız
kalmayı tercih ederek her hangi bir mücadele içine girmeyi uygun görmediler.[434] Onlar, gelinen noktada siyasi
olaylara katılmamakla birlikte, çeşitli grupların yapacağı mücadelenin bir iç
savaş olacağını, sadece iktidar hırsıyla gerçekleşeceğini, bunun ne ümmetin
menfaatine ve ne de İslâm adına bir anlam taşımayacağını belirtmiş oldular.
Kanaatimizce onların bu tercihlerinin altında yatan sebep bu mücadelelerin
sağlam bir dini argüman taşımadığı düşüncesidir. Onlar, Hz. Osman'ın
öldürülmesine kadar varan yoğun eleştirilerinin ardından, onun kanını öne sürerek
iktidar hırsı ile savaşan Cemel grubu adına savaşmayı ne kadar tutarsız
görüyorlarsa, Hz. Osman'ın ölümünü gerçekleştiren ve daha çok Kureyş dışı
Araplar'dan oluşan isyancıların desteğini alarak iktidara gelen, bu nedenle
iktidarını şaibeli gördükleri yeni halife için savaşmayı da o kadar anlamsız
bulmuş olmalıdırlar.[435]
Hz. Ali'ye bey'at etmemekle birlikte ona karşı fiili bir
mücadeleyi de doğru bulmayan bu grup daha çok dindarlar grubu olarak
görülmektedir.[436] Onlar, yaşanılan çatışmaları
fitne olarak değerlendiriyorlar, fitneye ortak olmamayı ise İslâm'a göre en
doğru tercih olarak kabul ediyorlardı.[437]
Ya da en azından gösterdikleri tavırlarının sebebini bu şekilde izah
ediyorlardı. Fakat yüzyılımızın önde gelen İslâm tarihçilerinin çoğu Hz. Ali
ile ona rakip olan gruplar arasındaki mücadeleyi İslâmî akım ile kabileci akım
arasında geçen bir mücadele olarak yorumlamaktadırlar.[438]
Şu durumda Hz. Ali'nin gerek halife seçilmesinden önce, gerekse halifeliğinin
ardından gerçekleştirdiği yönetim ve söylemlerinin İslâm düşüncesine dayalı
olduğu görülmektedir. O halde neden Hz. Ali tarafında yer almak bu kişilerce
İslâm'a aykırı görülmüştür doğrusu şaşırtıcıdır. Eğer bu tercihi yapanlar İslâm
anlayışını temsil etmekteyseler neden Hz. Ali için bu ifade kullanılmaktadır? Anlaşılan
o ki başlangıçta Hz. Ali ve Haşimoğulları ile Muaviye b. Ebî Süfyan
önderliğindeki Ümeyyeoğulları'nı görüntü olarak aynı kefeye koyan bu gurup,
ilerleyen dönemlerde İslâmî hassasiyetlerine uygun düşmeyen gelişmelerin
yaşanması nedeniyle bir ölçüde Hz. Ali'ye haksızlık yaptıkları kanaatine
ulaşmışlardır. Örneğin Talha, Zübeyr ve Hz. Ali'nin dışında Hz. Ömer'in
şûrasında yer almış olan diğer isimlerden biri olan Abdullah b. Ömer, Cemel
Savaşı'nın ardından gerçekleşen Sıffin Savaşı'na da katılmamakla beraber,
birbirlerine karşı oluşturulmuş bu gruplar arasında, özellikle de Muaviye'ye
karşı İslâmî misyonu taşıyan kişi olarak yalnızca Hz. Ali'yi görmüş olacak ki,
ömrünün son yıllarında yaşanan gelişmeler üzerine Hz. Ali'nin tarafında
savaşmadığına pişman olduğunu dile getirmiştir.[439]
Sa'd b. Ebî Vakkas ise kesinlikle fitneye bulaşmamak düşüncesiyle köşesine
çekilmişti.[440] Kendisi Hz.
Ömer'in şûrasına katılmış önemli bir isimdi.[441]
Hz. Osman'ın şehit edilişinin ardından oğlu Ömer ve kardeşi Utbe b. Haşim onu halife
olmak için girişimde bulunmasını teklif ettiler fakat o kabul etmedi.[442] Muaviye de onun bu özelliğini
kullanarak kendisini Hz. Ali aleyhine tahrik etmeye çalışmasına rağmen o, Hz.
Ali'ye karşı her hangi bir siyasi girişimde bulunmadığı gibi, Muaviye'ye karşı
Hz. Ali lehinde konuşmayı da ihmal etmemişti.[443]
Gerçekten de Abdullah b. Ömer, halife olma konusunda kabileci
dürtülere kulak vermeyen nadir insanlar arasında görülmektedir.[444] Onun bu tutumunda yoğun İslâm
bilgisine sahip olması, idari anlamda bir hırsının olmaması, babasının
kendisine daha önce bu konuda biçmiş olduğu rol,[445]
ayrıca kendisinin bu tür bir girişimde bulunacak güçlü bir arkasının o dönemde
bulunmaması etkili olmuş olabilir. İbn Ömer daha önce de aktif siyasete
katılmış bir şahıs değildi. Kendisine Hz. Osman'ın öldürülmesinin ardından
halifelik teklif edilmiş, o ise Sa'd b. Ebî Vakkas ile birlikte bu teklifi geri
çevirmişti.[446] Hz. Ali ona Şam valiliğini
teklif ettiğinde de kesinlikle kabul etmedi. Hakem olayında Ebû Mûsâ'nın Hz.
Ali'nin hakemi olması üzerine, İbn Ömer Ebû Mûsâ tarafından Muaviye b. Ebî
Süfyan'ın hakemi Amr b. el-Âs'a halife adayı olarak teklif edilmişti. Muaviye
tarafına bu teklifin yapılmasında Abdullah b. Ömer'in seçkin kişiliğinin yanı
sıra Ebû Mûsâ el-Eş'ârî'nin damadı olmasının etkisi olduğunu düşünmek
mümkündür.[447] İbn Ömer Ebû Mûsâ'ya olan
yakınlığını bir avantaj olarak değerlendirerek kendisine yakın olabilecek
kabileler ile birleşip, Hicaz grubunun desteğini de alarak siyasi bir girişimde
bulunmayı tercih edebilirdi. Bu konuda en az Talha ve Zübeyr kadar şans
sahibiydi. Ne de olsa o ikinci halife Hz. Ömer'in oğluydu. Ayrıca farklı bir
görevle de olsa Hz. Ömer'in şûrasında yer almıştı. Buna göre halk nazarında en
az diğer adaylar kadar seçkin bir kimliğe sahipti. Ancak bu durumda Hz.
Osman'ın kanı da bahane olmaktan çıkar, durum tam bir iktidar mücadelesi
şeklini alırdı ki İbn Ömer Müslümanlar arasında böyle bir kaos oluşturmaktan
şiddetle kaçınmıştır.[448]
Sa'd b. Ebî Vakkas'ın konumu ise İbn Ömer'den
daha hassas görünmektedir. O, baba tarafından Hz. Peygamber'in annesinin soyuna
bağlıdır. Annesi ise Ebû Süfyan'ın kızıdır, yani Ümeyyeoğullarından'dır.
Bilindiği gibi Ümeyyeoğulları'nın büyük bir kısmı Hz. Muhammed [salla’llâhü
aleyhi ve sellem] 'in peygamberliğini kabul etmekte zorlanmıştı. Oysaki Sa'd
ilk Müslümanlardan'ı.[449] Dolayısıyla Arap kabile
geleneğinde yerini bulan baba tarafından nesebin daha ön planda tutulması olayı
Sa'd'ın Ümeyyeoğulları'nın genel tercihlerine katılmasını engellemiş olabilir.
Ayrıca Muaviye'nin yeğeni olmasına karşın onun saflarına katılmaması ki şayet
katılmış olsa Muaviye Hz. Ali'ye karşı haklılık gerekçesi olarak eline önemli
bir koz geçirmiş olabilirdi. Sa'd b. Ebî Vakkas'ın böyle bir gelişmeye meydan
vermeme amacını taşımaktadır. Esasen kendisi siyasetin içinde yer almış olan
önemli bir ordu kumandanıdır. Hz. Ömer'in emriyle Kûfe şehrini o kurmuş[450] ve bir dönem
burada valilik yapmıştı. Kûfe'de bütün Arap kabilelerince seviliyor ve
sayılıyordu. Hz. Osman döneminde bir müddet daha Kûfe'de valilik yapmış, ancak
Hz. Osman ana bir kardeşi Velid b. Ukbe'yi buraya vali atayarak onu azletmişti.[451] Bu vali değişiminin ardından
Hz. Osman'ın öldürülmesine kadar Kûfe'deki olaylar durulmamış, Kûfeliler kendi
valilerini kendileri seçme girişiminde bulunacak kadar olayı büyütmüşlerdi.[452] Sa'd b. Ebî Vakkas'ın
Ümeyyeoğulları'nın yanında yer almayışı, onun uygulamalarından bizzat zarar
gördüğü Hz. Osman'ın halife seçilmesini desteklemiş olmasının pişmanlığından
kaynaklanabileceği ihtimalinin yanında, daha önce ifade ettiğimiz gibi olayı
Müslümanların birlik ve beraberliğini bozacak şekilde gelişen bir fitne olarak
değerlendirmiş olmasından da kaynaklanmış olabilir. Biz, bu karışık dönemde
Sa'd b. Ebî Vakkas'ın böyle bir siyasi tercihte bulunmasının nedenini,
kendisini Hz. Ali, Talha ve Zübeyr ile eşdeğer bir kimliğe sahip olduğunu
düşünerek onlardan birinin yanında yer almayı konumuna uygun görmemesine
bağlıyoruz. Muaviye için çalışmak ise Sa'd b. Ebî Vakkas için hiç isabetli
değildi. Muaviye Hz. Ali karşısında sözde İslâm'ın hükümlerini yerine getirmek
amacı ile ayaklanmıştı. Ancak Hz. Ali gibi İslâm'ı çok erken yaşlarda kabul
etmiş ve bu mücadelenin kahrını her yönüyle çekmiş bir şahsiyet karşısında,
İslâm'a girişi bir mağlubiyet ve bunun sonucunda oluşan bir mecburiyet ile
gerçekleşen Muyaviye'nin, söylemleri ne olursa olsun dini temsil eden bir
başkaldırıda bulunduğunu veya bu söylemlerinde gerçek anlamda samimiyet
taşıdığını söylememiz mümkün görünmemektedir. Zannediyoruz Sa'd b. Ebî Vakkas
İslâm dini anlayışına ilk dönemlerde katılmış seçkin bir şahıs olarak, durumu
böyle değerlendiriyordu. Bazı kaynaklarda Sa'd b. Ebî Vakkas kendisini hilâfete
en layık kişi olarak görmediğini, bununla beraber kendisinden daha layık
birisini görmüş olsa da onun arkasında savaşabilmesi için kendisine Müslüman'ı
kâfiri ayırt edecek bir silâh getirmesinin gerekeceğini, yani böyle bir mesele
uğruna Müslüman kanı akıtılmasından imtina ettiği için bu konuda savaşmayı
uygun bulmadığını belirtmiştir.[453] O bu sözleri sarfederken
hilafet konusunda Hz. Ali'yi haklı gördüğünü belirtmeyi de ihmal etmemiştir.[454]
Ebû
Mûsâ el-Eş'arî'nin Kûfeliler'e Etkisi
Hz. Ali Cemel grubuna karşı Basra'ya yöneldiğinde Kûfe'den
yardım alma ihtiyacı duydu. Kûfe, kalabalık nüfusu ile Hz. Ali için önemli bir
merkezdi. Her ne kadar Hz. Ali'nin gönderdiği valiyi kabul etmemişlerse de
Kûfeliler'in büyük bir kısmı Ebû Mûsâ el-Eş'âri'nin[455]
yönetiminde halifeye bey'atlerini bildirmişlerdi. Bu bölgenin önde gelen
kabilelerinin Yemen kökenli olmaları nedeniyle[456]
Ebû Mûsâ'nın sözü oldukça geçerlilik taşıyordu. Hz. Ali Cemel ordusuna karşı
şiddetle desteğe ihtiyaç duymasına rağmen Ebû Mûsâ'ya bir yaptırımda
bulunamıyor, onu ve Kûfeliler'i elçiler aracılığı ile ikna etmeye çalışıyordu.
İlk olarak Kûfe'ye Muhammed b. Ebî Bekir ve Muhammed b. Ca'fer'i gönderdi.
Olumlu cevap alamadı. Hz. Ali gerek Yemen kökenli vali Ebû Mûsâ, gerekse Kûfe
halkı üzerinde etkili olmaları için gönderdiği elçilerini daha dikkatli seçmesi
gerekiyordu. İlk iki elçi Hz. Ali'nin kendi yakınlarıydı. Bu nedenle Kûfe'de
pek olumlu karşılanmadı. İkinci olarak biri yine kendi akrabası İbn Abbas,
diğeri ise Yemen'in önemli bir kabilesinden ünlü bir isim olan Malik el-Eşter'i
gönderdi.[457] Hz. Ali'nin Malik el-Eşter'i
Ebû Musa'ya gönderirken özellikle ona yakınlığını hatırlatarak bu işi
düzeltmesini salık vermişti.[458] Onlar da olumlu bir yanıt
alamayınca üçüncü olarak yine biri kendi oğlu ve Hz. Peygamber'in torunu olarak
etkili bir isim olan Hz. Hasan, diğeri de Yemenli bir sahabi olan Ammar b.
Yasir'i[459] gönderdi. Ancak
gönderilen bu elçiler Ebû Mûsâ'nın fikrini değiştirememekle birlikte Yemen
asıllı Kûfelileri Ebû Mûsâ'nın etkisinden kurtarmakta da istenilen sonuca
ulaşamadılar.[460] Kûfe'den yalnızca dokuz bin
kadar asker toplanabildi.[461] Ebû Mûsâ'nın Kûfe halkına
yaptığı konuşmaların beklenilen sayıda asker toplanamamasında büyük etkisi
olduğu anlaşılmaktadır. O Kûfeliler'e şöyle demekteydi: '"Bugünkü fitne
insanların canını acıtan şiddetli bir fitnedir. Kuzeyden ve güneyden, doğudan
ve batıdan eser durur ve son derece kifayetli kişileri dahi sanki dünkü çocuk,
acemi bir kişi gibi geride bırakır. Kılıçlarınızı kınına sokun, silâhlarınıza
bırakın. Yaylarınızı kırıp atın. Ve evlerinizde oturun, Kureyş’i kendi haline
bırakın. Eğer onlar hicret yurdundan çıkar oranın ilim sahibi olan kişilerinden
ayrı düşerlerse işte benden nesihat beklerler. Fakat siz bu durumda beni
aldatmayın. Bana itaat edin ki dininiz ve dünyanız kurtulmuş olsun. Böylece
fitne denizi kendi sorumlusunu boğar. [462]
Ebû Mûsa gerek halifenin gerekse muhaliflerinin iç savaşlarla ülkeyi zayıf
düşürdüğünü görmektedir. İktidara kim gelirse gelsin bunun Kureyş önderlerinden
bir olacağı ortadadır. Savaşlarda zayi olacak olanlar ise Kureyş dışından
binlerce Arap'tır. Kendisi bu şartlar içerisinde olaylardan uzak durmayı tercih
ederken[463] Arap halkına da bunu salık
vermektedir. Ebû Mûsâ'nın aynı tutumunun Sıffîn Savaşı'nda da değişmediği
görülmektedir. Hz. Ali Ebû Musa'nın kendisine karşı bu yaklaşımından şiddetle
rahatsız oldu. Onu Kûfe valiliğinden azlederek yerine Ensar'dan Karaza b. Ka'b'ı
kısa bir dönem için Kûfe valiliğine getirdi. Ebû Musa bu haberi alınca Kûfe'den
ayrıldı.[464]
Ebû Mûsâ'nın Hz. Osman döneminden itibaren gelişmeler
karşısında çizdiği strateji oldukça ilgi çekicidir. Kendisi Kûfe halkı
tarafından Hz. Osman'ın isteği olmamasına rağmen vali olarak seçtirildi.[465] Yine Hz. Ali'nin bir
başkasını vali olarak buraya göndermesine karşın görevine devam etti. Ancak Hz.
Ali'ye bey'atini bildirdi. Hz. Osman'ın öldürülmesinden şiddetle rahatsız
olmasıyla birlikte[466] yeni halifeye bağlılığını
ifade etmekten kaçınmadı. Ancak halifeye her hangi bir destek de vermedi. Ne
Cemel Savaşı'na katıldı, ne Sıffîn Savaşı'nda bulundu,[467]
ne de halkının iradesini bu konuda tam olarak serbest bıraktı. İlginç olan şu
ki sonunda Hz. Ali adına hakem olmayı kabul etti. Hakem olayının neticesinde
ise Hz. Ali'nin hilafetinin şaibeli bir konuma gelmesine kendi ifadeleriyle
ortak oldu.[468] Ebû Mûsâ'nın bu iç
karışıklıklar döneminde uyguladığı siyaseti tutarsız gibi bir görüntü
sergilemekteyse de esasen kendine göre kararlı bir yapıya sahip olduğu
anlaşılmaktadır. Kendisi İslâm inancını ve devlete bağlılığını düzenli olarak
ön planda tutmuş bir yönetici olarak, ülke içerisinde iç karışıklıklar ortaya
çıktığında bu olayların içinde yer almayı doğru bulmamıştır. Cemel grubuna
karşı savaşmak, aynı zamanda Basra'nın büyük bir kısmını düşman safları olarak
görmek anlamına gelmektedir. Hz. Peygamber döneminden itibaren ülke
topraklarını genişletmek ve imar etmek amacı ile gayret gösteren, Basra'da ve
Kûfe'de yıllarca idarecilik yapmış olan başarılı bir yönetici için bu oldukça
anlamsız bir davranış olacaktır. Ayrıca bu savaş Kureyş liderlerinin bir
iktidar kavgası görünümündedir ki duruma Kureyş dışından bakıldığında olaylara
bir şekilde karışmak veya bir tarafın yanında yer almak, şayet maddi çıkarlar
gözetilmiyorsa mantık açısından bir anlam taşımamaktadır.
Bizim Arap kabileciliği açısından burada dikkatimizi çeken bir
diğer konu devlet başkanı ile memurları, yine devlet başkanı ile halkı
arasındaki münasebetlerdir. Kanaatimizce halifenin asker toplamadaki bu büyük
mücadelesi ve valisi ile diyaloglarındaki bu ikna gayretleri, geçmişte
kabileler halinde yaşayan Arapların, henüz devlet bilincini tam olarak
benimseyemediklerini göstermektedir. Kabileler kendilerini hala bir parça bağımsız
görmekte, kendi kabilelerinden olan liderlerinin tercihlerine daha bağımlı bir
görüntü sergilemekte, yönetimin onlara istediğini yaptırabilmesi için ise
yerine göre ya bir takım vaadlerde bulunması, ya da zor kullanması
gerekmektedir.
Basra'lı
Kabilelerin Tutumu
Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr grubu Basra'ya yaklaştıklarında
"el-Mirbed" denilen yerde konakladılar.[469]
Hz. Ali'nin Basra valisi Osman b. Huneyf ve şehrin ileri gelenleriyle
haberleşmişler, Basra'nın önde gelenlerinden bir kısmı Osman b. Huneyfin
yanında yer alırken bir kısmı da Talha ve Zübeyr ile görüşmeyi tercih
etmişlerdi. Basra şehrine yakın bölgelerde konaklayan Cemel grubu karşısında
Osman b. Huneyf de kendi adamlarını yanına alarak bir saf oluşturdu. Gerek
Talha, Zübeyr, gerekse Hz. Aişe yaptıkları konuşmalarla kabileleri kendi
lehlerine ikna etmeye çalışıyorlardı. Bu konuşmalar sırasında Sa'doğulları'ndan
tepkili cevaplar geldiği rivayet edilmektedir.[470]
Cemel grubu ez-Zebuka adı verilen bölgede Osman b. Huneyf ve adamları ile
ufak bir çatışmaya girdiler.[471] Amaç valinin görevini
bırakması idi. Basra valisi olan Osman b. Huneyf, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr
b. Avvam'ın Hz. Ali'ye bey'at etmiş olmalarını onların davalarındaki
haksızlıklarına delil olarak sunarken, şayet söyledikleri gibi zorla bey'at
ettirilmişlerse ancak bu takdirde direnmeyeceğini ifade etti.[472] Aralarında yapılan bir
anlaşma neticesinde bu konunun aydınlatılması için Ka'b b. Süver Medine'ye
gönderildi. Sonuç Talha ve Zübeyr'in dediği gibi ise Osman b. Huneyf makamını
ve Basra'yı terk edecek, ancak bu iki sahabinin kendi istekleri ile bey'at
ettikleri anlaşılırsa bu durumda onlar Basra'dan çekileceklerdi. Ka'b
Medinelilerden oluşan kalabalık bir gruba Talha ve Zübeyr'in bey'atlerini zorla
mı yoksa kendi istekleriyle mi yaptıklarını sordu. Soruya cevap veren yalnızca
Usame b. Zeyd oldu. Usame, her ikisinin de zorla bey'at ettirildiklerini
söyledi. Bu cevap üzerine Hz. Ali'nin amcasının oğlu Temam b. Abbas ve Sehl b.
Huneyf Üsame'nin üzerine atıldılar. Ebû Eyyub el-Ensarî ve Muhammed b.
Mesleme'nin Üsame'ye zarar verileceği endişesi ile olaya müdehale ettikleri,
hatta Muhammed b. Mesleme'nin Üsame'nin sözünü destekleyerek onun öldürülmesini
engellediği rivayet edilmektedir.[473]
Dikkat edilecek olursa bu sahabiler Hz. Ali'ye bey'at etmeyen Hicaz
grubundandırlar. Onların Talha ve Zübeyr hakkındaki Taberî'de ve İbnü'l Esîr'de
geçen ifadeleri şayet doğru ise kendilerinin de Hz. Ali'ye bey'at etmekten
kaçındıkları göz önüne alındığında, Hz. Ali yanlılarının ve onu iktidara
taşıyanların gerçekten büyük çoğunlukla isyancılar olduğu ve Medine'de terör
estirdikleri, bu nedenle Hz. Ali'nin hilafetinin şaibeli olduğu sonucu akla
gelmektedir. Ka'b geri dönerek Hz. Ali'ye durumu haber verdiğinde Hz. Ali'nin
yorumu ise ilginçtir. Hz. Ali onların belirli bir grup tarafından
zorlanmadıklarını ancak ashabın önde gelen saygın insanları tarafından
zorlanmış olduklarını ifade etmiştir.[474]
Bu bilgilere göre Talha ve Zübeyr'in bey'at etmelerinde bir zorlama olduğu
anlaşılmaktadır. Ancak Hz. Ali'ye göre onlar fazilet sahibi insanlardır,
sahabenin bir kısmına göre ise onlar isyancılardır.
Hz. Ali Osman b. Huneyf'in kendisine danışmaksızın Talha ve
Zübeyr ile yaptığı anlaşmadan şiddetle rahatsız oldu ve ona Ka'b aracılığı ile
bir mektup gönderdi. Osman b. Huneyf görevini bırakmadı. Bir yatsı namazı vakti
mescid içerisinde Cemel grubu ile tekrar bir çatışma başladı. Yaklaşık kırk
kişi bu çarpışmada öldü. Osman b. Huneyf'in ise onların elinden güçlükle
kurtulduğu hatta Hz. Ali'nin yanına saçı ve sakalı yolunmuş bir halde ulaştığı
belirtilmektedir.[475]
Bu olayın ardından Talha ve Zübeyr Basra'ya tamamen hâkim
oldular. Beytülmalı ve emniyet kuvvetleri ele geçirildi. Basra halkı da onlara
uymak durumunda kaldılar.[476] Durum bu aşamaya geldiğinde
Talha ve Zübeyr Basra üzerinde yoğun bir etki oluşturmuş oldu. Esasen bu etki
daha önceden de mevcuttu. Hatırlanacak olursa Hz. Ali'nin vali olduğu ve
kendisinden Hz. Osman'ı öldürenlerin cezalandırılması istendiği ilk günlerde
de, Talha b. Ubeydullah kendisine Basra'dan bu iş için ordu toplayabileceğini
ifade etmişti. Ayrıca Hz. Osman öldürüldüğünde yerine Basralılar'ın Talha b.
Ubeydullah'ı halife seçmek istediklerini de daha önce ifade etmiştik. Böyle bir
durumda Basralılar'ın Hz. Ali'ye bey'at etmiş olsalar da, Talha b.
Ubeydullah'ın da içerisinde bulunduğu Cemel grubuna muhalefet etmekte
zorlandıkları anlaşılmaktadır.
Basra, 636 / 637 m. yılında Utbe b. Gazvan tarafından
kurulmuştur.[477] Bu yeni şehre öncelikle,
şehrin kuruluşundan önce de bu bölgede yaşıyor olan Temîm ve Bekr kabileleri yerleştirildiler.[478] Ezd ve Abduşşems kabileleri
ise daha sonra getirildiler.[479] Buraya
yerleştirilen kabileler şu şekilde sıralanmaktadır: Temîm, Dabbe, Ribab,
Abdülkays, Bekr b. Vâil, Ezd,[480] Ehlü'l-Âliye[481], Kinâne, Becîle, Has'am,
Müzeyne ve Esed kabileleri. Bu bölgeye hâkim kabileler daha önce de bu civarda
yaşayan Temîm ve Bekr b. Vâil'in çeşitli kollarıydı. Hicaz'dan gelmiş ve buraya
yerleşmiş olan Kureyş, Kinâne ve Kays Aylan kabileleri ise bu kabilelere göre
daha azınlıktaydı. Doğu Arabistan ve Uman'dan gelerek Basra'ya yerleşen
Abdülkays ve Ezd kabileleri ise ilerleyen dönemlerde siyasi anlamda daha
hareketli bir görüntü sergilemiştir.[482]
Basra'ya yerleşen hâkim kabileler görüldüğü kadarıyla daha çok
aslen Nizar kabileleridir. Nizar'ın önemli iki kolu olan Mudar ve Rebia'dan
Mudar burada sayıca daha çoktur. Başlangıçta Yemen kabileleri ise buraya
yerleşmeyi pek tercih etmemişlerdir.[483]
Basralılar'ın direkt olarak Hz. Ali'nin karşısında yer almamakla birlikte onun
tam olarak yanında olmamalarında her iki rakip tarafın da Mudarlı oluşlarının
etkisi olmalıdır. Bu durum onları kararsızlığa sürüklemekteydi Daha önce ifade
ettiğimiz gibi Hz. Ali'nin en güçlü kanadını Mudarlılar'ın rakibi olan
Yemenliler oluşturmaktaydı. Bu da Hz. Ali'ye karşı tedirginlik oluşturuyordu.
Yemenliler'in İslâm'dan önce müttefiki olan Rebialılar'ın ve onların bir kolu
olan Abdükaysoğulları'nın daha çok Hz. Ali'nin tarafında yer aldığı
görünmektedir.[484] Hz. Ömer Basra ve Kûfe
karargâh şehirlerini kurduğunda ise, Medine'de sorun çıkaran Haşimoğulları'nı
Kûfe'ye, düşmanlarını da Basra'ya göndermişti.[485]
Şu durumda Basra Hz. Ali için idaresi zor bir şehir görünümündeydi.
Basra, Cemel Savaşı'nda farklı gruplara ayrıldı. Bir kısım
kabileler Hz. Ali'nin tarafında yer alırken bir kısmı Cemel grubuna katılmış,
bir kısmı da tarafsızlığı tercih etmişti.[486]
Savaşa katılmayarak tarafsız kalanlar her iki grup için ayrıca önem arz
ediyordu. Çünkü bu kabileler kendi kabilelerinden olan ve her hangi bir grupta
yer alan diğer üyelerini de tarafsızlığa sevk edebilmekteydiler. Hz. Aişe
önemli kabilelere konuşmalar yaparak onları kendi yanına almaya çalışıyordu.[487] Ancak Ahnef b. Kays[488] ve onun kabilesi Temim'in
Sa'doğulları kolunu bir türlü yanına alamamıştı.[489]
Hz. Ali Şam için hazırlamış olduğu ordusu ile Cemel grubunun Basra'da fiilî
harekete geçtiğini öğrenmesinin ardından Kûfe'den destek alarak Basra'ya
yöneldiğinde, Celhâ denilen yere gelmişti. Burada el-Ahnef ile aralarında bir
anlaşma gerçekleşti. El-Ahnef, Hz. Ali'ye '"Benden şu iki şeyden birini
yapmamı iste, ya seninle birlikte onlara karşı savaşayım, ya da sana karşı
çarpışmaya hazır olanlardan on bin adamı kılıçları ile birlikte savaş alanından
çekeyim." dedi. Hz. Ali ise karşı tarafta yer alan adamlarını
çekmesini uygun buldu.[490] el-Ahnef Hz. Aişe yanında yer
alan askerlerini savaştan çekmek suretiyle Hz. Ali'ye verdiği sözü yerine
getirmişti.[491] Bu durum, Araplar arasında
gerçekleşen iç savaşlarda kabilelerin önemini ve özellikle kabile önderlerinin
etkisini göstermektedir. Kabileler arasındaki ezelî rekabet ve yine kabileler
arasında kurulan ittifaklar, İslâm öncesinde olduğu gibi bu dönemde de
belirleyici bir etkiye sahip olmuştur. Hz. Ali'nin Temim kabilesinin Hz. Aişe
tarafından çekilmesini ve kendi tarafında da savaşmamasını savaş stratejisi
açısından daha uygun çözüm olarak görmesinde, Bekr b. Vâil kabilesinin de
tesiri olduğunu düşünüyoruz. Zira Bekr b. Vâil kabilesi ile Temim kabilesi
İslâm'dan önce komşu kabileler olup, birbirleri ile mücadele halindeydiler.[492] Her iki kabile de Basra'da
büyük bir çoğunluk oluşturmaktaydılar ve bu savaşta Bekr b. Vâiloğulları da
ikiye ayrılmıştı.[493] Hz. Ali Temim'in bir kısmının
Hz. Aişe tarafında olduğu halde Bekr b. Vâiloğulları ile karşı karşıya
geldiklerinde, kendi yanındaki Temimliler'in karşı taraftaki kabiledaşları ile
birleşme tehlikesini önlemeyi düşünmüş veya savaş esnasında düşmanlığın daha da
artarak zayiatın büyümesinden çekinmiş olabilir.
Hz. Ali henüz Rebze'de iken Yemen asıllı kabilelerden olan
Tayy Kabilesi'nden bir topluluk gelerek ona katılmıştı. Aynı kabileden bir grup
insan ise sadece kendisini ziyarete geldiklerini ve savaşa iştirak etmek
istemediklerini söylediklerinde Hz. Ali: "Allah her iki gruptan da razı
olsun. Yüce Allah cihad için çıkanları yerinde oturanlardan çok daha üstün
tutmuş ve onlara büyük mükâfat vaat etmiştir" diyerek onların
tercihlerine saygı göstermişti.[494]
Hz. Ali'nin savaş taktiklerinde kabileler arasındaki dengeyi
korumaya çalıştığı ve kabilelerdeki asabiyet duygusundan kaynaklanabilecek
olumsuzlukları önlemek amaçlı tedbirler aldığı bilinmektedir. Onun iç
savaşlarda uyguladığı en dikkat çekici taktiği her iki grupta yer alan
kabileleri birbirlerine karşı savaştırmayı tercih etmesidir. Böylece farklı
kabileler arasında çıkabilecek olan kan davaları veya büyük zayiatlar
önlenebilecektir. Rakip tarafta da olsa kendi kabilesinin zarar görmesine
dayanamayacak olan Araplar'ın saf değiştirmesine de engel olunacaktır. Hz. Ali,
Cemel Savaşı'nda safların dizilişi açısından buna dikkat etmiştir. Örneğin
Mudar kabilesine mensup olanlar diğer tarafta bulunan Mudarlılar'a karşı,
Rebiaoğulları Rebiaoğulları'na karşı, Yemenliler de karşı tarafta yer alan
Yemenliler'e karşı saf tutmuşlardı. Bu kabileler iki grup arasında sulh ortaya
çıkmasını ümit ederek savaşa girdiler.[495]
Anlatılanlara göre, savaş esnasında Kûfe tarafındaki Yemenliler Basra
tarafındaki Yemenliler'le ok yağmuruna tutuşmuş, Basra'lı Rebia kabilesi
Kûfe'li Rebia kabilesine karşı savaşmıştı.[496]
Bu yöntemi Hz Ali, çok sayıda aynı kabilenin iki karşı grupta yer almaları
nedeniyle en belirgin şekilde Sıffîn Savaşı'nda uygulamıştır.[497]
Taraflar gittikçe belirlenerek savaş pozisyonuna geçildiğinde
iki kardeş kabile olan Mudar ve Rebia başta olmak üzere birçok kabilenin barış
umutları taşıdığı ve kendi kardeşleri ile çatışmak istemedikleri ifade
edilmektedir. Hz. Ali ise gerek karşı tarafa olan duygusal ve kabilevi bağlar
nedeniyle, gerekse Şam için hazırladığı ordusunun bölünerek güç kaybetmesi
endişesiyle savaşa girmekten kaçınıyordu. Ayrıca Hz. Ali'nin savaş
prensiplerinden birisi de son ana kadar anlaşma yapabilmek için elçiler
aracılığı ile mektuplaşmak suretiyle gerekli zemini hazırlamak,[498] ilk harekete geçen taraf
olmamak,[499] böylece savaş için istekli
bir görüntü çizmemekti.[500]
Cemel Savaşı'nda Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr grubunun
çoğunluğunu Basralılar'ın oluşturduğu otuz bin kişilik ordularına karşılık, Hz.
Ali'nin çoğunluğunu Kûfeliler'in oluşturduğu yirmi bin kişiden oluşan bir
ordusu bulunmaktaydı.[501] Kûfe'den gelen Kinâne, Esed,
Temîm, Rübâb, Müzeyne, Kays, Bekir, Tağlib, Müzhic, Eş'ar, el- Mâr, Cus'am ve Ezd
kabileleri Zîkâr denilen bölgede Hz. Ali'ye katılmışlardı.[502]
Basra'dan ise daha çok Rebia'dan olan ve Basra'nın güçlü kabilelerinden
Abdükays kabilesi Hz. Ali yanında yer almıştı.[503]
Hz. Aişe'nin yanında ise Yemen halkından olan Teym, Adiyy, Sevr, Ukel kabileleri
ile Mudar kabilesinin bir kısmı, Temîmoğulları, Hanzalaoğulları, Ezd kabilesi,
Süleym kabilesi, Âmiroğulları, Gatafanoğulları, Bekroğulları, Naciyeoğulları
yer almışlardı.[504] Görüldüğü gibi bu kabileleri
karşı karşıya getirenler Kureyş'in önderleri olmuştur. Savaşa iştirak eden
kabileler ise savaş sonrasında yönetim ile aralarının iyi olması açısından daha
çok galip olacağını tahmin ettikleri tarafı seçmiş olmalıdırlar.
İki ordu karşı karşıya geldiğinde Hz. Ali, Talha ve Zübeyr ile
son defa konuşmayı denedi. Savaş kıyafetleri giyinmiş, atları üzerinde ve
ordularının önünde hazır bulundukları halde onların yanına gitti. Bey'atten
sonra neden birliği bozduklarını sordu. Talha, insanları Hz. Osman aleyhine
kışkırtmış olmasını delil gösterdi. Ayrıca kendisine kılıç zoruyla bey'at etmiş
olduğunu söyledi. Bu defa Hz. Ali kendisine akrabalık açısından daha yakın olan
Zübeyr'e yöneldi. Zübeyr ise onun karşısında olma sebebini kendisini halifeliğe
ehil görmemesine bağladı. "Halifeliğe bizden daha hak sahibi değilsin"
dedi. Hz. Ali: "Ben Osman'dan bu işe daha yetkin değil miyim? Biz seni
Abdülmuttalip'in evlatlarından sayarken senin şu kötü huylu oğlun çıkıp aramıza
tefrika soktu”"[505]
diyerek Zübeyr'in anne tarafından Haşimoğulları'na yakınlığını hatırlattı. Hz.
Ali'nin babasını tahrik etmekle suçladığı Abdullah b. Zübeyr'in annesi Hz. Ebû
Bekir'in kızı Esma olması nedeniyle anne tarafından Teymoğulları'ndandır.[506] Abdullah b. Zübeyr'i siyasi
olaylarda oldukça hırslı görmemizin nedenlerinden biri babasının şûrada yer almasının
yanı sıra kendisinin ilk halife Hz. Ebû Bekir'e yakınlığı olmalıdır. Anlaşılan
o ki, İbn Zübeyr, başta babasını ve ardından da kendisini bu iş için herkes
kadar hak sahibi görmektedir.
Hz. Ali, Hz. Peygamber ile aralarında geçen
bir konuşmayı da hatırlatarak Zübeyr'i kendisine karşı gösterdiği düşmanlıktan
vazgeçirmeye çalıştı. İfade edildiğine göre neredeyse Zübeyr b. Avvam'ı ikna
ediyordu.[507] Zübeyr ordusunun içine geri
döndüğünde Hz. Ali'nin işaret ettiği gibi oğlu Abdullah, Zübeyr'in bu durumundan
şiddetle rahatsız oldu. "...korktun ve Ebû Talib'in ordusundaki o
sancaklarla onları taşıyan gencecik adamları ve bunun arkasında dehşet verici
bir ölümün olduğunu gördün de dehşete kapıldın değil mi?...." diyerek
onu tahrik etmek suretiyle tekrar savaşmaya karar vermesine neden oldu.[508]
Cemel
Savaşı'nın Sonuçları
Cemel savaşı h. 36 yılının Cemaziyelâhir ayının onunu müteakip
Cuma günü Basra'nın ez-Zâviye bölgesinde meydana geldi.[509]
Bu savaşta Talha b. Ubeydullah kendi saflarında savaşa katılan Ümeyyeoğulları'ndan
Mervan b. Hakem tarafından öldürüldü.[510]
Rivayete göre Mervan, savaş esnasında Talha'ya baktı ve: "Bu günden
sonra intikamımı almam imkânsızdır" diyerek attığı ok ile onu
öldürmüştü.[511] Zübeyr b. Avvam'ı ise Amr b.
Curmûz el-Mucaşi adlı bir bedevi öldürdü.[512]
Böylece Hz. Aişe tarafı ile birlikte Ümeyyeoğulları'nın bu gruba katılmış olan
kanadı da yenilgiye uğramış oldu.[513]
Hz. Ali savaş meydanını gezerken Talha b. Ubeydullah'ın yere yığılmış cesedinin
yanına geldiğinde onun durumuna çok üzüldüğü ve: "Vallahi hiçbir
Kureyşli'nin bu şekilde yere serilmesine ne sebeple olursa olsun gönlüm razı
olmazdı" dediği rivayet edilmektedir. Halifenin Araplardan diğer ölen
kimseler için de üzüntülerini dile getirdiği, Basra ve Kûfe ahalisinin cenaze
namazlarını ayrı ayrı kıldırdığı, Kureyşliler'in namazlarına ise ayrıca imamlık
yaptığı belirtilmektedir.[514]
Hz. Ali'nin galibiyeti ona belirgin bir fayda sağlamış
değildi. Her ne kadar Cemel Savaşı galibiyetle sonuçlanmış olsa da asıl hedefi
Muaviye b. Ebî Süfyan önderliğindeki Şam kuvvetlerini bertaraf etmek olan
halife ordusu için, bu savaş genel anlamda yıpratıcı oldu. Savaşın merkezi
konumunda olan Basra halkı ile Hz. Ali
arasında tamiri mümkün olmayan bir kırgınlık ortaya çıktı.[515] Daha da önemlisi iki Müslüman
ordunun ilk kez karşı karşıya gelmiş ve savaşmış olmaları, ardı gelmeyecek
siyasi kargaşaların ve çatışmaların ilk örneği oldu. Birbirlerine kardeş
kabilelerin siyasi nedenlerle birbirlerini öldürmeleri psikolojik açıdan
yıpratıcı bir etki gösterdi. Ayrıca İslâm'dan önceki kabile ittifaklarını ve
savaşlarını hatırlatan bir görüntü ortaya çıktı. Dolayısıyla bu durum bir takım
kelâmî tartışmaları da beraberinde getirdi.[516]
Savaş sonrasında ganimetler konusu gündeme geldiğinde
özellikle ordu ile Halife arasında bir problem oluştu. Hz. Ali Cemel grubunu
kendilerine karşı çıkmış olan din kardeşleri, Müslümanlar olarak tanımlıyordu.[517] Bu nedenle askerlerine savaş
sonrasında ganimet toplamayı yasakladı. Bununla birlikte savaşa katılanlara
beytülmaldan ücretlerini verdi. Ancak bu durum Hz. Ali'nin ordusunda
hoşnutsuzluk çıkmasına engel olamadı. Savaşa katılan kabileler ganimetlerden de
faydalanmak istiyorlardı.[518] Arap geleneğinde bir savaşın
kazanılmasında ganimet elde etme düşüncesi oldukça önem taşımaktaydı. İslâm'dan
önce kabilelerin birbirlerine yaptığı baskınlarla ganimet elde etme geleneği,
İslâm'dan sonra diğer devletlere karşı alınan zaferlerle büyük boyutlara
ulaşmış ve orduları memnun etmişti.[519]
Oysa Hz. Osman döneminin sonlarından itibaren bu gelirler durmuş, halifeye
karşı muhalefetin başlamasında bu durumun etkisi olmuştu.[520]
Cemel Savaşı'nda ise, Araplar kendileri ile yakından ilgili olmamakla beraber
Kureyş içindeki iktidar kavgasına ortak edilmekle birlikte, ortak oldukları
mücadelede bekledikleri ölçüde maddi bir sonuç alamamışlardı. Zannediyoruz Hz.
Ali'nin ve daha sonraki savaşlar için ordu toplamakta zorlanmasının
nedenlerinden birisi de onun ganimetler konusundaki bu tutumu olmuştur. Hz.
Ali'nin ganimetlerin dağıtımında farklı uygulamaları daha önce Hz. Peygamber
döneminde yapılan Yemen seferinde de sorun oluşturmuştu.[521]
HZ. ALİ - MUAVİYE MÜCADELESİNDE KABİLECİLİK
EMEVÎ-HAŞİMÎ MÜCADELESİNİN DÖNEME YANSIMASI
Cemel Savaşı'nın ardından hicri 36 yılı Receb ayında Hz. Ali
Kûfe'ye döndü.[522] Asıl hedefi
Muaviye b. Ebî Süfyan'ın yetkilerini elinden almak olan halife, daha görevine
başladığı ilk anlardan itibaren Muaviye ile haberleşmeye başlamış, kendisine
bey'at etmesinin yanı sıra bir an önce Şam valiliğini de terk etmesini
istemişti. Daha önceki konularımızda da işaret ettiğimiz gibi Hz. Ali'nin Hz.
Osman'ın iktidarı altındaki Ümeyyeoğulları yönetiminden duyduğu rahatsızlık
bilinen bir gerçekti. İktidara gelir gelmez vali atamalarında bunu açıkça
göstermişti. Halife Ali, siyasetini açıklık ve netlik üzerine kurmuştu. Ayrıca muhalefet
grupları ile diyaloglarından anlaşıldığına göre, uzlaşmayı kendi doğrularında
birleşmek olarak görmekteydi. Bu nedenle gerek Talha ve Zübeyr'in gerekse
Muaviye'nin ve diğer Ümeyyeoğulları'nın valilik durumlarına olumlu bakmadığını
tereddüt etmeksizin ifade etmişti. Buna karşılık Muaviye de Hz. Osman vefat
etmeden önce stratejisini çizmiş görünmektedir. Birincisi Hz. Osman'ın kanını
istemekte ikincisi Hz. Ali'nin hilafetini gayri meşru olarak göstermektedir. Bu
iki ilkesini bir arada sunarak sürekli kendisini destekleyecek önemli
taraftarlar toplamaktadır. Bunu muhataplarına bazen İslâm'ı öne sürerek, bazen
kabileci gelenekten yararlanarak, bazen de çeşitli vaatlerle sunmaktadır.
Muaviye kendisini sürekli Hz. Osman'ın velisi olarak
gösteriyor ve ısrarla Hz. Osman'ın kanını arama görev ve sorumluluğunun
kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. Bunu yaparken de Kur'an'da geçen "Allah'ın
haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin. Kim haksız yere öldürülürse, onun
velisine (hakkını alması için) yetki verdik. (Fakat o da) öldürülmede
aşırı gitmesin. Çünkü kendisine yardım edilmiş (yetki verilmiş)tir."[523] ayetini delil
olarak gösteriyor ve kendi iddiasını bu şekilde desteklemeye çalışıyordu.[524] Oysa ki Hz. Osman
için kısas isteme hakkına sahip olan kendi oğulları vardı. Muaviye ise Hz.
Osman'ın amcazadelerinden biriydi. Ayetin verdiği mesaja göre bu konudaki
sorumluluk ona düşmemekteydi. Ayrıca Ümeyyeoğulları ile Haşimoğulları
arasındaki düşmanlığı bir tarafa bırakırsak akrabalık açısından Hz. Ali'nin de
Hz. Osman'a yakınlığı bulunmaktaydı. Muaviye, Ümeyyeoğulları'nın temsilî lideri
pozisyonunda olduğunu düşünerek kendisini veli konumunda göstermekteydi. Onun
bu şekilde davranması eski Arap kabileciliğindeki kan davalarını
çağrıştırmaktadır. İslâm'dan önce Araplar arasında kan davası gütmek,
öldürülene karşılık katili veya kabilesinden birini, ya da o kabilenin
müttefiklerinden birini öldürme geleneği vardı. Böyle bir durumda kabilenin
reisi olayın peşine düşerdi ve bu olay kabileler arası kan davasına dönüşürdü.[525] Oysaki suçluyu bulma ve
cezalandırma artık akrabaların değil devletin göreviydi.[526]
Muaviye'nin kendisini Hz. Ali ile kıyasladığı ve halife olma
konusunda en az onun kadar liyakat sahibi olduğunu düşündüğü belirtilmektedir.
Sıffîn Savaşı için daha henüz Şam'dan ayrılmadan arkadaşlarına şöyle söylediği
rivayet edilir: "Bu işe Ali b. Ebî Talib'in benden daha layık olup
olmadığını söyleyiniz. Allah'a yemin olsun ki ben Hz. Peygamber'in kâtibiyim.
Kızkardeşim onunla evli idi. Ömer'in ve Osman'ın valisiydim. Annem Hind bt.
Utbe, babam Ebû Süfyan b. Harb'dır. Ali'ye Hicaz halkı bey'at ettiyse bana da
Şam halkı bey'at etti. Bütün bu mevzular bu işe adaylığımız konusunda onunla
eşit olduğumuzu göstermektedir. Kim galip olursa bu iş ona aittir."[527]
Görünen o ki iki rakip kabilenin o dönemdeki
temsilcileri olan Hz. Ali ile Muaviye b. Ebî Süfyan, birbirlerine karşı
yapacakları mücadeleye çok daha öncesinden hazırdılar. Her şeye rağmen Hz. Ali
Muaviye'nin nabzını yoklamak ve iki grup arasında meydana gelmesi artık
kaçınılmaz olan bu savaşta haklılığını perçinlemek amacı ile Muaviye'ye elçiler
gönderdi. Ayrıca iki taraf arasında mektuplaşmalar gündeme geldi. Bu mektuplar
bize iki rakibin birbirine yaklaşımında sadece o güne ait problemlerin
belirleyici olmadığını, olayın geçmişe dönük kabilevi bir yönünün de olduğunu
göstermektedir.
Hz. Ali
İle Muaviye Arasındaki Yazışmalarda Kabile Unsuru
Hz. Ali ülkenin en önemli vilayetlerinden birinde idareci olan
Muaviye b. Ebî Süfyan'a, kendisine bey'ate çağıran çeşitli mektuplar yazmış,
buna karşılık Muaviye isyanını haklı gösteren gerekçelerle bunu reddetmişti. Bu
mektupların birinde Hz. Ali halifeliğinin meşruluğunu ifade etmenin yanında,
kendisine Muhacir ve Ensar'dan hatırı sayılır sahabenin bey'at ettiğini,
böylelikle hilafetinin tıpkı Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'da olduğu
gibi geçerli olduğunu, bu nedenle şayet bey'at etmezse isyankâr durumunda
olacağını ve haklı olarak kendisiyle savaşacağını bildirdi. Hz. Osman konusunda
suçsuz olduğunu ifade eden halife, Muaviye'ye düşen görevin önce ona bey'at
etmesi, ardından bu konuda isteklerini dile getirmesi olduğunu, bunun bey'at
ile ilgisinin bulunmadığını söyledi.[528]
Zaten Hz. Ali'nin bildiği Muaviye'nin de bahanelerle üzerini örttüğü gerçek,
hangi şartlar altında olursa olsun Muaviye'nin iktidarı Hz. Ali'ye kaptırmak
istemeyeceği idi. Hz. Osman'ın öldürüldüğü ilk anlardan itibaren Ümeyyeoğulları
iktidarın Haşimoğulları'na geçmesinden korkuyordu. Muaviye başta olmak üzere
Ümeyyeoğulları'nın en büyük tedirginliği bu konudaydı. Daha önce sözünü
ettiğimiz, Ümeyyeoğulları'nın kendi aralarındaki mektuplaşmalarında da pek çok
defa bunu dile getirmişlerdi.
Muaviye b. Ebî Süfyan, Hz. Ali'ye cevap niteliğinde gönderdiği
mektubunda onun hilafetinin şaibeli olduğunu öne sürerek, ona bey'at eden Muhacir
ve Ensar'ı Hz. Osman'a karşı daha önceden cesaretlendirmiş ve yönlendirmiş
olduğunu iddia ediyordu. Böylece sahabenin bu kanadının bey'atlerini de
geçersiz göstermeye çalışıyordu. Hz. Ali'ye Arapların daha çok cahil ve güçsüz
olanlarını destekleyerek bu sonucu hazırlamış olduğunu ifade eden mektubunda,
Şamlılar'ın kendisiyle savaşmak üzere hazır olduklarını, halifeyi ise
oluşturulacak bir şuranın seçmesi gerektiğini bildirdi.[529]
Bu durumda Muaviye başlangıçtan itibaren Hz. Ali'nin halifeliğini kesinlikle
tanımadığını ifade etmiş oluyordu. Muaviye zihninde ülkeyi zaten ikiye
bölmüştü. Şu durumda o Şamlılar'ın reisiydi, Hz. Ali de Iraklılar'ın. İki ayrı
devlet gibi savaşa hazır haldeydi ve doğal olarak Cemel Savaşı'ndaki gruplar
için söz konusu olan kararsızlık ve çözüm arama gayretlerini de taşımıyordu.
Hz. Ali ile Muaviye b. Ebî Süfyan arasında
geçen yazışmalarda Hz. Peygamber döneminde Haşimoğulları'na yapılan baskı ve
mücadeleler konusunda, gerek Kureyş'e gerekse Muaviye nezdinde
Ümeyyeoğulları'nın büyük bir bölümüne karşı Hz. Ali'nin duygu ve düşüncelerini
yansıtan en dikkat çekici mektuplarından biri Abdulhalik Bakır'ın İbn
Ebî'l-Hadîd (ö. 1257)'in Şerhu Nehci'l-Belâğa adlı eserinden tercüme etmiş
olduğu şu mektuptur:
" Allah'ın kulu, Mü'minlerin Emîri Ali'den Muaviye b.
Ebî Süfyan'a.
Muhammed'i [salla'llâhü aleyhi ve sellem] ve Allah'ın ona
bahşettiği doğru yolu ve vahyi anlattığın mektubun bana ulaştı. Onun zaferini
tamamlayan ve vadini doğrulayan, kendisini memleketlere ve ona karşı düşmanca
tavır takınan kavminin kötüleri üzerine hâkim kılan Allah 'a hamd ederim. Kavmi
(Kureyş) ona (Hz. Peygamber'e) buğz ettiler ve onu yalanladılar. Ona
açıktan düşmanlık yaptılar ve onu, arkadaşlarını ve yakınlarını
memleketlerinden uzaklaştırmaya çalıştılar. Arapları, ona karşı kışkırttılar,
savaşmak için topladılar, sonra onu etkisiz hale getirmek maksadıyla her yola
başvurdular ve önüne türlü türlü engeller çıkardılar ta ki Allah, istemedikleri
halde onları yüzüstü bıraktı, emelleri kursaklarında kaldı. Ona
(Hz. Peygamber'e) karşı en fazla olumsuz davranışta bulunanlar kendi ailesi
olmuştur, sonra da diğer akrabaları, bu işe sadece Allah'ın
kendilerini korumak istediği kişiler bulaşmadılar
Ey Hind oğlu (Muaviye)!
Allah eğer insanlara Islâm'daki
faziletleri ve Allah ve Resûlü için çalışmaları nispetinde ecir ve sevap
verecekse, bütün kalbimle isterim ki, bizim payımızı da büyük kılsın. Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), Allah'a iman etmeye ve O'nu birlemeye çağırdığında, ona,
herkesten önce iman eden ve getirdiklerini doğrulayan biz (Ehl-i Beyt) olduk.
Çok kötü günler yaşadık. Arapların hiçbir bölgesinde bizden başka, Allah'a
tapan yoktu. Kavmimiz, Peygamberimizi öldürmek ve kökümüzü kazımak istediler.
Bizi üzüntülere boğdular ve bize çok kötü muamelelerde bulundular. Bizi
toprağımızdan attılar, susuz bıraktılar, çeşitli yollarla tehdit ettiler,
üzerimize gözcüler ve casuslar gönderdiler. Sonra bizi sarp bir dağa yerleşmeye
zorladılar ve bize karşı savaş açtılar. Daha sonra aralarında bir antlaşma
imzalayarak bize yiyecek ve içecek vermemeye, bizimle evlenmemeye, alış veriş
yapmamaya ve Peygamber'i (salla'llâhü aleyhi ve sellem), öldürmeleri için
kendilerine teslim etmeden can güvenliğimizi sağlamamaya karar verdiler. Onlara
ancak hac mevsiminde güvenebiliyorduk. Allah, onu (Hz. Peygamber'i) korumamız,
ondan kötülükleri defetmemiz, yanında savaşmamız ve gece gündüz korku
anlarımızda bile kılıçlarımızla çevresinde nöbet tutmamız için bize güç ve
dayanıklılık verdi. Bunu yaparken, Mü'minimiz mükâfatı, kâfirimiz ise aşiretini
korumayı amaçlıyordu. Kureyş'e mensup olup da sonradan Müslüman olanlar bizim
neler çektiğimizi bilemezler. Onların bazıları başka kabilelerle birleşerek
kendilerini korudular. Bazıları da kendilerini koruyabilecek aşirete sahiptiler
ve onlar, kavmimizin bize karşı yaptıkları kötülükler kadar kötülük görmediler.
Zira onlar, ölüm korkusundan
uzaktaydılar ve güven içinde
yaşıyorlardı. Bu böyle sürüp gitti, sonra Allah, Elçisi'ne hicret etmeyi
emretti, arkasından da müşriklerle savaşması için izin verdi. Bu sırada meydana
gelen savaşlarda ve mübarezelerde akrabalarını ön saflara yerleştirdi,
sahabilerini ise, kılıç ve mızraklardan korudu. Ubeyde Bedir, Hamza Uhud,
Ca'fer ve Zeyd Mu'te savaşlarında şehit düştüler. O da -ismini söylememi
istersen söylerim- (Hz. Ali, burada kendini kastediyor) onlar gibi, Peygamberle
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) şehit olmayı defalarca istedi, fakat onların
ölümü çabuklaştı, onun (Hz. Ali'nin) ölümü ise, gecikti.......................................................................................................................................
Halifelere olan kıskançlığımı,
onlara bey'at konusunda ağır davranmamı ve kendilerine karşı çıkmamı
belirtmişsin. Onlara karşı çıkmak mı? Böyle bir şeyden Allah'a sığınırım,
bey'at konusunda ağır davranmam ve bu husustaki hoşnutsuzluğum meselesine
gelince, ben bunun için kimseden özür dilemem. Zira Allah Azze ve Celle,
Peygamber'inin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ruhunu kabzedince, Kureyş
mensupları "halife bizden olsun" dediler. Ensar da "halife
bizden olsun" dedi. Sonra Kureyş "Allah'ın Elçisi Muhammed bizdendir,
bu sebepten dolayı da devlet yönetimi hususunda biz daha haklı sayılırız"
dedi. Ensar, onların bu teklifini kabul ederek devlet idaresini onlara teslim
etti. Muhacirler, eğer hilafeti, Ensar dışında Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
sayesinde elde ettilerse, ona, akrabalık yönünden daha yakın olanlar daha da
layıktırlar. Aksi takdirde arkadaşlarım hakkımı gasp etme konusunda doğru mu
hareket etmişlerdir. Yoksa Ensar'a mı zulüm yapılmıştır. Fakat ben
hakkımın elimden alındığına inanmıştım
Yukarıda Hz. Ali'ye ait olduğu ifade edilen,
en azından Hz. Ali'nin konumunu değerlendirmesi bakımından önemli açıklamalar
içeren sözlerde İslâm dininin gelişinden itibaren o güne kadar yaşanılan
süreçte Hz. Ali'nin, kavmine ve yönetime karşı duygu dünyasının nasıl
şekillendiğini açık bir şekilde görmekteyiz. Çok küçük yaşlarda Müslüman olan
ve Kureyş'e karşı varlığını bu yönü ile kabul ettiren Hz. Ali, kabilesinin
Ümeyyeoğulları ile İslâm öncesinden gelen husumetini farklı bir noktada ve
derinden yaşamıştır. Görüldüğü gibi gerek Kureyş'in gerekse Ümeyyeoğulları'nın
Müslümanlar'a ve özellikle Haşimoğulları'na uyguladıkları şiddetli baskı,
hilafet sırası kendisine geldiğinde Ümeyyeoğulları'nı ülkenin yönetiminden
çekme konusunda Hz. Ali'yi tavizsiz bir yaptırıma itmiş, bu konuda kendisini
tamamen haklı pozisyonda görmesine neden olmuştur. Konuyu duygusal anlamda
değerlendirerek, Hz. Peygamber Hz. Ali'nin Şam üzerine yürüdüğü ve Fırat nehri
kenarlarına geldiğinde, Muaviye'ye yazdığı şu mektubu ise direkt olarak
Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları'nı kıyaslamakta ve özellikle İslâm öncesi
dönemde kabileler arasında sık sık geçen atışmaları hatırlatmaktadır:
"...Hâşim b. Abdimenaf bizden, Ümeyye
sizdendir. Şeybetü'l-Hamd (Abdülmuttalib) bizden, yalancıların yalancısı
sizdendir. Câfer Tayyâr bizden, Islâm'ın ve sünnetin düşmanı sizdendir.
Allah'ın arslanı bizden, Hz. Peygamber'in kovduğu sizdendir. Kadınların
efendisi bizden, "Hammâletü'l-Hatab" sizdendir. Hz. Peygamber'e
akraba olmam ve onun kızı Fatıma ile evlenmiş olmam benim için yeterlidir 'aramızda kılıçtan başka bir şey yok'
diyorsun.
Ey ciğer yiyen kadının oğlu! Beni
ağladıktan sonra güldürdün kardeşinden, dayından, dedenden ve diğer
geçmişlerinden tanıdığın kılıçlar sana ulaşacak "[530]
Hz. Ali Ümeyyeoğulları'nın özellikle İslâm'a ve Hz. Muhammed
[salla’llâhü aleyhi ve sellem] 'e düşmanlıklarını dile getirerek onları
kınayıcı sözler sarf ederken buna mukabil Muaviye kendi akrabalarından İslâm
düşmanı olanları müdafaa etmeksizin kendileri ile Haşimoğulları arasındaki
akrabalıklarını hatırlatarak Hz. Ali ile bu konuda denklik kurmayı tercih
ediyordu.[531] Hz. Ali ise geçmişte
kendilerine yapılan yoğun baskıları kesinlikle göz ardı etmeye yanaşmaksızın
" Abdümenâfoğulları
olduğumuzu ifade eden sözüne gelince, andolsun ki durum öyledir. Ancak Ümeyye,
Hâşim gibi değildir. Harb, Abdülmüttalib gibi değildir. Ebû Süfyan, Ebû Talib
gibi, Tâlik (Muaviye), Muhacir (Ali) gibi ve batılı savunan hakkı savunan gibi
değildir. Haşimoğulları olarak bizim elimizde peygamberlik fazileti vardır ki,
onunla zelil aziz olur, aziz de zelil olur."[532] sözleri ile asla
Ümeyyeoğulları ile her hangi bir ortak noktalarının olamayacağını, kendi
kabilelerinin çok özel bir üstünlüğe sahip olduklarını vurguluyordu.
Hz. Ali ile Muaviye b. Ebî Süfyan arasındaki
mektuplaşmalarla ilgili olarak Adnan Demircan'ın yorumu da dikkate değer
görünmektedir. O Muaviye'nin Hz. Ali'ye karşı bakışını şöyle değerlendiriyor: "Hz.
Muaviye ile Hz. Ali arasında, Sıffin Savaş ’ndan önce meydana gelen mektuplaşma
sırasında ve bazı diyaloglarda, Bedir savaşında Hz. Ali tarafından öldürülen
Hz. Muaviye'nin akrabalarına göndermede bulunması dikkate alınarak,
birbirlerine karşı besledikleri duygularda, Bedir'de öldürülenlerin hatırasının
da kısmen etkili olduğunu söylemek büyük bir iddia sayılmamalıdır. Zira kabile
toplumunda kabilenin ve kabile bireylerinin çıkarlarını savunmak bir erdem
sayılmaktadır. Temel belirleyici etken olmasa da, aradan yıllar geçtiği halde
Hz. Muaviye’nin Hz. Ali'ye karşı iç burukluğu duymasında bu olayın etkisi
olduğu söylenebilir. "535
Görülen o ki Hz. Ali ile Muaviye b. Ebî Süfyan arasında geçen diyaloglar
onları kesinlikle uzlaşmaya yaklaştırmamakla birlikte geçmişten gelen
problemleri ve iki kabile arasındaki rekabeti daha da artırmış, bu iki önemli
şahsiyetin Sıffîn Savaşı'na bir hesaplaşma psikolojisi ile girmelerine neden
olmuştur.[533] [534]
Muaviye'nin
Taraftar Toplama Politikasında Kabileciliğin Yeri
Muaviye b. Ebî Süfyan Cemel Savaşı'ndan galip çıkan Hz. Ali'ye
karşı destek arayışına geçti. Bu amaçla çeşitli propaganda faaliyetlerine
başladı.[535] Öncelikle Hz. Ali'nin yanında
yer alan sahabenin önde gelenlerini ve kabile reislerini kendi yanına çekmeye
çalışıyordu. Muaviye daha halife ölmeden Hz. Ali'nin iktidar olma ihtimaline
karşı olumsuz söylemlerine başlamıştı. Halifenin ölümünün ardından ise
Naile'nin kopan parmaklarını ve Hz. Osman'ın kanlı gömleğini Şam halkına
sergiledi. Etkileyici şiirler ve hutbeler okutarak onları Hz. Ali ve onun
taraftarlarına karşı intikam arzuları ile dolu hale getirdi.[536] Muaviye, Cemel Savaşı öncesi
Ümeyyeoğulları'ndan Mervan b. Hakem, Abdullah b. Amir, Said b. el-Âs, Velid b.
Ukbe, Ya'la b. Ümeyye, ayrıca Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam ile
mektuplaşarak onları kendi pozisyonlarına göre destekleyici ifadeleriyle Hz.
Ali'ye isyana teşvik etmişti.[537] Cemel Savaşı'nda yaşanan
mağlubiyetin ardından Ümeyyeoğulları'nın bir kısmı Hz. Ali'ye karşı güç birliği
etmek üzere derhal Şam'a giderek Muaviye ordusuna katıldılar.[538] Ancak Hz. Osman'ın Kûfe
valisi Said b. el-Âs, Hz. Osman'ın oğulları Ebân ve Velid, Cemel savaşına
katılacakken vaz geçmişlerdi. Muaviye'nin amcasının oğlu Mervan b. Hakem'in ise
Cemel savaşının ardından Muaviye'nin saflarına katıldığı rivayet edilmektedir.[539]
Muaviye Sa'd b. Ebî Vakkas, Abdullah b. Ömer, Muhammed b.
Mesleme el- Ensarî, Ubeydullah b. Ömer, gibi önde gelen sahabilere mektuplar
yazarak destek istedi.[540] Medinelilere yazdığı
mektubunda, onları Hz. Ali'ye muhalefet etmenin, hatta gerekirse savaşmanın
Müslümanlar üzerine bir görev olduğu ve Hz. Osman'ın mazlum olarak öldüğü
konusunda iknaya çalışıyor, Hz. Ali'yi Hz. Osman'ı öldürtmekle suçluyordu.
Ardından asıl maksadını ortaya koyarak sözü Hz. Ali'nin halifeliğine getiriyor,
bu işi Hz. Ömer'in yaptığı gibi şûraya bırakmak gerektiğini söylüyordu.[541] Muaviye'nin sık
sık dile getirdiği bu ifadelerde şûranın kimler tarafından seçileceği veya
şûrâda kimlerin bulunacağı konusuna değinilmiyor, sanki dikkatler sadece Hz.
Ali'nin hilafetinin geçersizliğine çekilmek isteniyordu. Sa'd b. Ebî Vakkas ve
Abdullah b. Ömer Muaviye b. Ebî Süfyan'a kesin red cevabı verirken,[542] Ubeydullah b. Ömer olumlu
cevap vermeyi tercih etti.[543] Ubeydullah'ın bu tercihinde
kendisinin daha önce babasının katil zanlılarını öldürmüş olması ve Hz. Ali'nin
Hz. Osman'dan bu olayda kısas uygulanmasını talep etmesinin etkili olduğu
belirtilmektedir.[544] Hz. Osman dönemi amillerinden
olan[545] ve İslâm'dan önce
Ümeyyeoğulları'nın müttefiki[546] olarak bilinen
Mahzumoğulları'ndan[547] Halid b. Velid'in oğlu
Abdurrahman da Sıffîn Savaşı'nda Muaviye'nin tarafında yerini almıştır.[548]
Bu siyasi kutuplaşma içerisinde dikkat çeken bir nokta da Hz.
Ali'nin kardeşi Akîl b. Ebî Talib'in Muaviye'nin daveti üzerine Şam'a giderek
ona katılmasıdır.[549] Akîl'in Arap
kabile geleneğinde az da olsa rastlanılan bu davranışı maddi sebeplerle
gerçekleştirdiği belirtilmektedir.[550]
Hatiboğlu hilafetin Kureyşliliği konusunda yapmış olduğu çalışmasında, bir
yandan Kureyşin diğer Arap kabilelerine karşı uyguladığı psikolojik ve sosyal
baskısını yererken bir yandan da Akîl'in Muaviye tarafında yer almasının
nedenini şu şekilde ifade etmektedir: "... Fakat Kureyş'i iktidar
koltuğunda ebedileştirmek için girişilmiş faaliyetlerdeki densizlikler, kendi
adamlarını bile infi'ale sevk edecek derecede idi. Bu zâtlar arasında en bariz
isim, Hz. Ali'nin yirmi yaş büyük ağabeyi Akîl (ö. 61?/680) olmuş
görünmektedir. Ebû Tâlib'in bu oğlu Bedir gazvesinde esir düşmüş, fakir olduğu
için fidyesini, amcası Abbâs ödemişti. Hudeybiye'den önce Müslüman olup
Medine'ye hicret etti. Kureyş'in nesebini ve geçmişini en iyi bilenlerdendi.
Mescid-i Nebevi'de kendisine mahsus kilimine oturur, bu sâhalarda cemaate bilgi
verir, Kureyş'in mesâlibini, yâni ayıb ve düşüklüklerini geniş geniş anlatırdı.
Bu sebebdendir ki, pek çok düşman kazandı, hakkında yalanlar uyduruldu. Adavetin
bir diğer kaynağı, kardeşi Ali'yi bırakıp, borçları yüzünden Mu'âviye'nin
yanında, Şam'a gitmiş olmasıdır. Sıffîride, kezâ, Mu'âviye tarafında olduğu
mervidir."[551]
Bu ifadelere göre Akîl, geçmişten gelen maddi kaynaklı psikolojik
rahatsızlıkları nedeniyle Arap kabile geleneğine aykır bir yaklaşımla
kabilesine karşı tepkili davranışlar sergilemiştir.
Buna benzer diğer bir kutuplaşma da Abdurrahman b. Ebî Bekir
ile Muhammed b. Ebî Bekir arasında yaşanmıştır. Abdurrahman Cemel Savaşı'nda
Hz. Aişe gurubunda savaşmıştı. Daha sonra siyasi tercihini yine kardeşine karşı
olan taraftan yana kullandı. Zannediyoruz Abdurrahman, Muhammed'in Hz. Ali ile
olan yakınlığı sonucu elde edeceği siyasi üstünlüğünü, kendisinin Muaviye'nin
yanında yer almakla bir ölçüde kazanabileceğini düşünmüştü. Abdurrahman'ın,
Muaviye'nin Mısır'a gönderdiği ordu içerisinde Mısır valisi Muhammed b. Ebî
Bekir'in karşısında savaştığı görülmektedir.[552]
Hz. Ali henüz Medine'deyken Muaviye'ye bir elçi göndermiş ancak olumlu
bir yanıt alamamıştı. Sıffîn Savaşı öncesinde Hz. Ali'nin elçi olarak
gönderdiği[553] Cerir b. Abdullah b.
Becelî'yi[554] Muaviye planlı bir şekilde üç
ay gibi uzun bir müddet yanında tuttuktan sonra geriye gönderdi.[555] Cerîr, Hz. Osman dönemi
idarecilerindendi.[556] Bu nedenle Hz. Ali'nin yanında
Muaviye'ye karşı savaşmak için çok da geçerli sebepleri yoktu. Ayrıca Hz. Ali
halife olduğunda onu valilikten azletmişti. Bu şartlar altında Hz. Ali'nin
elçisi olarak Muaviye'ye gitmek ise onun kendi fikriydi. Malik el-Eşter onun bu
durumu nedeniyle elçi olarak gönderilmesine karşı çıktı.[557]
Buna rağmen Hz. Ali onu göndermeyi uygun bulmuştu. Hz. Ali Muaviye'nin ikna
olmayacağını zaten biliyordu.[558] Ancak elçilerini
formalite olarak Şam'a göndermeye başlamıştı. Abdullah b. Becelî üç ay aradan
sonra Kûfe'ye döndüğünde, Muaviye'ye yakınlık duyduğu şüpheleri sonucu
Muaviye'nin idaresi altında bulunan Karkısıya şehrine kaçtı. Ardından Hz.
Ali'nin onun ve onunla kaçan yakınlarının evlerini yıktırdığı rivayet edilir.[559] Böylece Hz. Ali, Cerîr b.
Abdullah gibi Hz. Peygamber döneminden itibaren devlet adına mücadele eden
samimi bir lideri de elinden çıkarmış oldu. Anlaşılan el-Eşter'in telkinleri
Halife üzerinde etkili olmuştu.
Becelî'nin Şam'da bulunduğu ve Hz. Ali'nin Muaviye'den cevap
beklediği süre içinde Muaviye farklı girişimlerde bulundu. Yezid b. Esed, Büsr
b. Ertât, Amr b. Süfyan, Muharık b. el-Haris ez-Zebîdî, Hamza b. Malik ve Hâbis
b. Sa'd et-Tâî'yi yanına davet etti. Bunlar Kahtanîler'in ve Yemenliler'in
önderleriydiler. Suriye'de yaşayan ve Arap kabileleri üzerinde büyük etkinliği
olan Kinde kabilesi reisi Şurahbil b. Sımt ile görüşerek Hz. Osman'ın kanını
talep konusunda onun da desteğini aldı. Şurahbil'in Suriye bölgesinin çeşitli
bölgelerini gezerek Hıms'da bulunan Yemenliler ile görüştü.[560]
Yaptığı konuşmalar ile Muaviye için asker topladı. Bu konuşmalarında Hz. Ali'yi
Hz. Osman'ın ölümüne sebep olmak, ülkeyi bölmek ve Basralılar'ı katletmekle
suçladığı, Hz. Ali'nin Şam için de büyük bir tehdit oluşturduğu konusunda
insanları ikna etmeye çalıştığı rivayet edilir.[561]
Bu arada Basra ve Kûfe gibi şehirlerde yaşayan Hz.
Osman tarafarları da Muaviye'nin hâkimiyeti altında bulunan
Cezîre bölgesine kaçmışlardı.[562]
Apak, Muaviye'nin kendisine taraftar toplama politikasında
Arap kabilecilik anlayışından yararlandığını, Hz. Ali'nin ise bunu ihmal
ettiğini ifade etmektedir. Apak iki lideri bu yönü ile şöyle değerlendiriyor:
''Hz. Ali hilafeti
döneminde kabileler arası çekişmelerin ve asabiyet mücadelelerinin
problemleriyle uğraşırken, onunla siyasî mücadeleye girişen Muaviye ise,
kabileler arasındaki rekabetle uğraşmaktan ziyade, onların asabiyet
potansiyellerini kendi lehine harekete geçirmeye çalışmıştır. Muaviye maktul
halifenin kanını talep ederek hareketine hukukî görünümlü bir gerekçe
bulmasının ardından, merkeze Kureyş’i almak suretiyle bir taraftan Kelb
(Kahtân), diğer taraftan da Kays (Adnân) asabiyetinin desteğini
sağlamış ve geniş tabanlı bir meşruiyet elde etmiştir.'[563]
Sonuç olarak Muaviye'nin hilafet mücadelesinde Hz. Ali'den
farklı olarak İslâm geleneğinden ziyade kabileci bir mantık ile hareket
ettiğini görmekteyiz. Bu yaklaşım onun siyasi hedeflerini gerçekleştirmesinde
olumlu bir etki yapmıştır. O, Arap mantığını iyi kavramış, kabilelerin ve
kabile liderlerinin zaaflarından istifade etmeyi bilmiştir.
Muaviye'nin yine bu zaman dilimi içinde Hz. Ali'ye karşı
gerçekleştirdiği en önemli hamlelerden biri Mısır valiliğini kendisine vermek
üzere yaptığı anlaşma ile Amr b. el-Âs'ı yanına almış olmasıdır.[564] Burada kısaca Amr b. el-Âs ve
kabilesinden söz etmemiz yerinde olacaktır. Zira Amr b. el-Âs Arap siyaset
geleneği içinde çok önemli bir yere sahiptir. Hz. Ali'nin Muaviye'ye karşı
galibiyet elde etmek üzereyken kaybetmesinde onun büyük rolü olmuştur. Amr b.
el-Âs Kureyş'in güçlü soylarından biri olan Sehmoğulları kabilesindendir.[565] Bu kabile Ahlâf-Mutayyebûn
çekişmesinde Ahlâf grubuna dâhil olan Mahzumoğulları'nın müttefikiydi.
Dolayısıyla bu kabile de Abdumenafoğullarına rakip tarafta yer alıyordu.[566] Amr'ın babası Âs b. Vâil ise
Mekke'nin tanınmış tüccarlarındandı. Âs b. Vâil, alış veriş konusunda Yemenli
bir tüccara haksızlık yapmış, bu haksızlığın ve benzeri haksızlıkların
önlenmesi amacıyla Haşimoğullarının da içerisinde bulunduğu bir grup kabile
Hılfu'l-Fudûl derneğini kurmuştu.[567]
Bu nedenle Sehmoğulları ile Haşimoğulları'nın arasındaki düşmanlık daha da
artmış durumdaydı. Ancak Ümeyyeoğulları'nın Hılfu'l-Fudûl'a katılmamış olması
Sehmoğulları'nı Haşimoğulları'ndan ziyade bu kabileye yaklaştırmış olmalıdır.[568] Sehmoğulları Mekke
toplumu içinde söz sahibi olan, bu nedenle Kureyş kabileleri arasında siyasi
yönü ile tanınan bir kabileydi.[569] Hiç şüphesiz Amr b. el-Âs da
kabilesinin bu özellikleri içerisinde yetişmiş önemli bir siyaset adamıydı.
Hz. Osman döneminde yetkileri sınırlanan ve sonuçta Mısır
valiliğinden alınan Amr, bundan aşırı derecede rahatsız oldu. Bu rahatsızlığını
her türlü ortamda dile getireceğini, Hz. Osman aleyhinde yoğun propagandalarda
bulunacağını söyledi.[570] Mısır gibi bir
vilayetin, Arap dâhilerinden biri olan Amr'ın elinden alınması ile bu şahsın
sessizce bu durumu kabullenmesi imkân dâhilinde görünmemektedir. Amr'ın
Mısır'da önemli bir mevkii vardı. Mısır'daki memnuniyetsizliklerin Amr'ın
valilikten alınmasının ardından başladığı göz önüne alındığında,[571] Hz. Osman'a karşı gerçekleşen
isyan olaylarında Muhammed b. Ebî Bekir ve Muhammed b. Huzeyfe'nin[572] etki sahibi oldukları kadar
Amr'ın da etkili olduğu anlaşılmaktadır.[573]
Muaviye'nin Hz. Ali'ye karşı Amr ile anlaşması
ise dikkat çekici diğer bir noktadır. Zira Muaviye Hz. Osman'ın kanı için
mücadele ettiğini öne sürerken, Amr Hz. Osman'ın aleyhinde bulunuyordu. Bu
birlikteliğin ortaya çıkması muhtemelen politik bir tercihtir. Siyaset
arenasındaki bu iki profesyonel insan, ortak çıkarları için Hz. Ali'ye karşı
güç birliği oluşturmayı başarmışlardır. Anlaşılan Amr Muaviye'nin yanında
olmanın kendisi için daha kârlı olduğunu düşünmüştü. Ayrıca kendisinin Hz.
Ali'den hoşlanmadığı ve Muaviye'ye yakınlık duyduğu belirtilmektedir.[574] Sanırız kabilesinin
Haşimoğullarına karşı duyduğu geçmişten gelen serinlik ve Amr'ın daha önce Ebû
Süfyan ile birlikte Müslümanlara karşı ortak hareket etmiş olması da bu
tercihinde etkili olmuştur.[575] Amr'ın Hz. Ali ile Muaviye
arasında tercih yaparken oğullarına da danıştığı ifade edilmektedir.[576] Sonuç olarak bu tercihin her
ikisine de büyük menfaatler getirdiği açıktır. Ayrıca Hz. Ali'nin siyasi
tercihlerinde Muaviye'den daha tutucu olması, hoşlanmadığı bir kişiyi idari
makamlarda görevlendirmemesi ve menfaate dayalı anlaşmaları sevmemesi, başka
bir deyişle kurallarına uygun siyaset yapamaması Hz. Ali'nin Muaviye ile olan
mücadelesinde Amr gibi bazı önemli kişileri değerlendirememesine neden olduğu
anlaşılmaktadır. Muğire b. Şu'be'nin ve Abdullah b. Abbas'ın Ümeyyeoğulları ile
problem yaşanmaması açısından valilikler konusundaki uyarılarına karşı
halifenin tepkisinden daha önce söz etmiştik. Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b.
Avvam ile Hz. Ali'nin aralarının açılması da yine bu tür beklentilerden
kaynaklanmıştı. Yine bir kısım rivayete göre Velid b. Ukbe Halife ile anlaşmak
isteğini dile getirmiş, bununla ilgili bir takım beklentileri olduğunu
söylemişti.[577] Oysaki halife bir takım
teklifleri yerine getiremezse de anlaşmalara daha açık olsaydı hilafetini
sağlama almış olabilirdi. Muaviye'nin ise bu yöntemi her fırsatta kullandığı
görülmektedir.
Muaviye'nin
Mısır'ı Ele Geçirmesi
Muaviye b. Ebî Süfyan'ın Hz. Ali'ye karşı Sıffîn öncesinden
temelini atarak Sıffîn sonrasında sonuca ulaştırdığı siyasi başarılarından
birisi de Kays b. Sa'd'ın Mısır valiliğinden azline sebep olması ve bunun
ardından Mısır'ı ele geçirmesidir. Zira Mısır zenginliği ve gücü ile Muaviye'yi
tehdit edecek bir konumdaydı. Irak bölgesinin yanı sıra Mısır'ın da Hz. Ali'nin
elinde olması Muaviye için büyük bir dezavantajdı.[578]
Bu nedenle Kays b. Sa'd'ın bu bölgeyi problemsiz bir şekilde idare etmesi
Muaviye'yi tedirgin etmekteydi. Muaviye'nin asıl hedefi Kays'ı kendi tarafına
çekmek olmakla birlikte en azından Mısır valiliğinden azline sebep olması da
burayı elde edebilmek açısından önemli bir aşama olacaktı.
Mısır Hz. Ömer döneminde h. 18 (m. 639) / h. 22 (m. 642-643)
yılları arasında yapılan savaşlarla fethedilmişti.[579]
Müslümanların yaptığı fetih hareketleriyle birlikte genelde buraya gelip
yerleşenler Yemenli kabilelerden oluşmaktaydı.[580]
Bilindiği gibi Hz. Osman'ı öldürmek üzere gelen Mısırlılar da Yemenli
kabilelerdendiler.[581] Sanıyoruz Hz. Osman'a karşı
rahatlıkla kışkırtılmış olmalarında Mısır'a yerleşen Arapların Kahtanilerden
olmalarının etkisi olmuştur. Bu topluluk isyan günlerinde de Hz. Ali'ye
yakınlık duymuş, onun halife olmasını istemişlerdi.[582]
Hz. Ali vali atamalarını yaparken yaptığı en isabetli
atamalarından biri Mısır valiliğine Kays b. Sa'd b. Ubade'yi getirmesi olmuştu.[583] Mısır'da Hz. Osman taraftarı
az bir grubun dışında herkes Hz. Ali'ye bey'at etmişti. Sadece Haribta köyüne
çekilen on bin kişilik bir grup Hz. Osman'ın kanını talep ettiklerini
söylüyorlardı.[584] Bunların başında Kinane
kabilesinden bir adamla Benû Müdlic kabilesinden olan Yezid b. el- Hars
bulunmaktaydı. Hz. Osman tarafında yer alanlardan biri de Ensar'dan Mesleme b.
Muhalled'di. Kays, özellikle Ensar'dan olması nedeniyle onu kendisine karşı
geldiği için kınamış, Mesleme ise Mısır'da vali olduğu sürece ona karşı her
hangi bir girişimde bulunmayacağını ifade etmişti. Kays b. Sa'd gerçekten
akıllı ve stratejik davranmayı bilen bir idareciydi. Haribta bölgesine
yerleşmiş olan Hz. Osman taraftarlarını, onları bey'ate zorlamaksızın idaresi
altına almayı başarmıştı.[585] Muaviye bu şartlar
altında Mısır'a sahip olamayacağının farkındaydı. Bu durumda Hz. Ali ile Kays
b. Sa'd'ın arasını açacak planlar kurmaya başladı. Öncelikle Kays'ı kendi
yanına çekmek üzere onunla mektuplaşmayı denedi. Muaviye Kays'a Hz. Ali'nin
yanında yer alanların Hz. Osman'ın katilleri olduğunu, dolayısıyla onun valisi
olarak suçlu duruma düştüğünü söylüyor, şayet kendi tarafına katılırsa hem
suçlamalardan kurtulmuş olacağını hem de kendisine Irakeyn valiliğini
vereceğini, dilerse akrabalarını da Hicaz valiliğine getireceğini söylüyordu.[586] Muaviye gerek tehdit gerekse
vaatlerle yanına çekmeye çalıştığı Kays b. Sa'd'dan olumlu bir cevap
alamayınca, bu defa Kays'dan kendisine gönderildiğini iddia ettiği ve Hz. Osman
konusunda aynı fikirde olduklarını belirten bir mektubu Şam halkına okudu.
Böylece çeşitli bölgelere Kays ile anlaşmalı olduğunu ifade eden söylentiler
yayarak ortamı bulandırmayı başardı.[587]
Bu haberleri Muhammed b. Ebî Bekir ve Muhammed b. Ca'fer b. Ebî Talib Halifeye
ulaştırdılar. Hz. Ali ise bu gelişmeler karşısında gerçekten tereddüt içerisine
düşmüştü. Onun kendisine bağlılığını sınamak amacıyla Harbita bölgesinde
yaşayan Hz. Osman yanlıları ile savaşması emrini verdi. Kays ise doğal olarak
bu emre itiraz etmek durumunda kaldı. Çünkü böyle bir davranış Mısır'da
kurulmuş olan sukûneti bozacak yanlış bir tercihti.[588]
Bu durum üzerine Abdullah b. Cafer'in halifeyi Kays konusunda olumsuz anlamda
etkilediği rivayet edilmektedir.[589]
Hz. Ali Kays'ın yerine Mısır valiliğine Abdullah b. Cafer'in anne bir kardeşi
ve kendisinin de üvey oğlu olan Muhammed b. Ebî Bekir'i atadı.[590] Rivayetlere göre
Muhammed Mısır'a geldiğinde Kays ona halifenin niçin kendisinden rahatsız
olduğunu yoksa birilerinin onunla halife arasına mı girdiğini sormuş, Muhammed
ise ona: "Hayır bu hâkimiyet bizimdir” şeklinde talihsiz bir yanıt
vermiştir.[591] Hz. Osman döneminde
Ümeyyeoğulları iktidarına karşı bilenmiş olan Muhammed b. Ebî Bekir'in yine
iktidar hırsı ile hareket ettiği görülmektedir.
Kays b.Sa'd Hazrec kabilesindendir.[592]
Kendisi Hz. Ali'ye bağlılığını Hz. Ali'nin onu görevden almasının ardından da
devam ettirmiş, Halifenin yanında Sıffîn Savaşı'na katılmıştır.[593] Muaviye Kays'ın siyasi
basiretini çok iyi bilidiği için onu elde etmeye çalışmıştı. Onu kendi
saflarına çekmeyi başarabilseydi, bu durum büyük çoğunlukla Hz. Ali'nin yanında
yer alan Ensar içerisinde de Muaviye adına olumlu bir etki yapabilirdi. Bununla
beraber İbn Sa'd'ın Mısır valiliğinden alınması da Muaviye için bir başarı
kabul edilebilir. Çünkü Muhammed b. Ebî Bekir'in Mısır valiliğine atanmasının
ardından yaşanan gelişmelerle birlikte bu zengin topraklar Hz. Ali'nin elinden
çıkıştır. Tüm bu ayrıntıları tek tek hesap eden Muaviye'nin karşısında Hz.
Ali'nin dikkatsizce verilmiş bu kararları ise gerçekten şaşırtıcıdır.
Amr b. el-Âs Muhammed b. Ebî Bekir idaresindeki Mısır'a altı
bin kişilik bir orduyla yürüdü.[594] Muaviye'nin adamlarına karşı
halifeden destek isteyen Muhammed b. Ebî Bekir ise sadece dört bin kişi
toplayabilmişti.[595] Muhammed b. Ebî Bekir'in
Mısırlılar'la problem yaşamasında Hiribta bölgesindekilere uyguladığı yanlış
tutumunun yanı sıra Sıffîn Savaşı'nın sonunda hakem olayının gündeme gelmesinin
de etkisi olmuştur.[596] Hz. Ali bu durumu haber
aldığında Mısır'a Cezire valiliği yapan Malik el- Eşter'i atadı.[597] Rivayete göre Malik el-Eşter
Mısır'a gitmekteyken Muaviye'nin kendisinden haraç almayacağı şeklinde
anlaştığı bir çiftçi tarafından zehirlenerek öldürüldü.[598]
Eşter'in Mısır'a ulaşamaması Muaviye için son derece önemliydi. Çünkü o Mısır'a
gidebilmiş olsaydı muhtemelen karışıklıkları giderebilecek, çoğunluğu Yemenli
olan Mısır halkını tekrar itaat altına alabilecekti.
Mısır bu gelişmenin ardından kanlı olaylara
sahne oldu. Çatışmalar sonucunda Muhammed b. Ebî Bekir, Muaviye b. Ebî
Süfyan'ın yine vaatlerle kendisine bağladığı[599]
Muaviye b. Hudeyc tarafından korkunç bir şekilde öldürüldü.[600] Sonuçta Amr b. el-Âs ile
Muaviye'nin anlaştığı şekilde Mısır gibi önemli bir merkez Hz. Ali'nin elinden
çıkarak h. 38 yılında[601] Muaviye tarafında geçti ve
Amr'ın idaresi altına girdi.[602]
Kûfe'nin
Kabile Yapısı Ve Hz. Ali Dönemine Etkisi
H. 17 (m. 638) yılında halifenin emriyle Kûfe şehrini kuran
Sa'd b. Ebî Vakkas[603] Yemenli kabileleri şehrin
doğusuna yerleştirirken, Nizarlılarlar'ı batı kısmına yerleştirmişti.[604] Kûfe'de başlangıçta Yemen
asıllı kabileler Nizar kabilelerine göre çoğunluktaydı.[605]
Daha sonra Yemenli kabilelerle birlikte Mudar ve Rebialıla'ın da bu şehre
yerleştirilmeleri kabileler arasındaki siyasi rekabeti artırdı.[606] Bu bölgeye kabilelerin tam
manasıyla yerleşimi Cemel Savaşı'ndan kısa bir süre önce tamamlandı. Kûfe'ye
yerleşen kabileler şöyledir:
Hemdan, Himyer, Mezhic, Eş'ar, Tay, Kureyş, Kinâne, Esed,
Temîm, Dabbe, Ribab, Kays, Abdülkays, Kinde, Hadramut, Kudaa, Mehre, Ezd
Becile, Has'am, Huzaa, Ensar.[607] Kûfe'ye farklı ırklardan
insanların yanı sıra birçok nesebten Arap kabileleri yerleşti.[608] Şehrin nüfusu Hz. Ali'nin
başkenti buraya taşıması sonucunda hızla artış göstermiş olmalıdır. Ancak
Sıffîn Savaşı'nda Hz. Ali'nin tahkimi kabul etmesi yüzünden başta Temîm
kabilesinden Araplar olmak üzere binlece Kûfeli ondan ayrıldı. Ziyad'ın Irak
valiliği döneminde ise Kûfeli savaşçı sayısının altmış bin dolayında olduğu
belirtilmektedir.[609]
Hz. Ali Medine'nin siyasal hareketleri açısından kendisi için
uygun bir yer olmadığını düşünerek,[610]
Cemel Savaşı'nın ardından hilafetin merkezini Kûfe'ye taşımıştı.[611] Hz. Ali için bir gereklilik
olarak atılan bu adım zannediyoruz Kûfe halkı için bambaşka şeyler ifade
ediyordu. Muhtemelen onlar hilafet merkezinin Kûfe olması ile devletinin
yönetim mekanizmasının da artık Kûfeliler'de olduğunu düşünmeye başladılar. Bu
aynı zamanda Hz. Osman döneminden itibaren Kureyş'e karşı duyulan tepkilerin
meyvelerinin alınmaya başlanması,[612]
sonuç olarak da Kureyş otoritesine karşı kazanılan büyük bir zafer anlamına
geliyordu.[613]
Hz. Ali siyasi egemenliğini kurmak için Kûfelilere oldukça
güveniyordu. Daha önceki yönetimin aksine, Kureyş'i göz ardı edecek şekilde
Araplar ile işbirliği haline girmişti.[614]
Sıra Hz. Ali'nin muhaliflerini bertaraf ederek ülke yönetiminde kendi
hâkimiyetini kurma mücadelesine geldiğinde, öncelikle Cemel Savaşı'nda ve sonra
Sıffîn Savaşı'nın ilerleyen aşamalarında ne yazık ki Kûfeliler'in halifeye tam
anlamıyla destek verdiklerini görememekteyiz. Oysa Hz. Ali'nin hilafeti boyunca
en güvendiği vilayet Kûfe şehriydi. Şu halde Hz. Ali'nin, savaşlarda
kazanırken, masada kaybetmesi bizim için beklenmedik bir gelişme olmamalıdır.
Kûfe'nin idare açısından oldukça problemli yapıya sahip bir vilayet olduğu
görülmektedir. Çok farklı bölgelerden getirilen farklı kabilelerin bir araya
gelmesiyle meydana gelen Kûfe şehri, aynı zamanda İslâm devletinin siyasi,
ekonomik ve kültürel merkezlerinden biri idi.[615]
Durî Kûfeliler ile Hz. Ali'nin ilişkisini kabilecilik yönü ile
şu şekilde değerlendirmiştir: "Irak'ta Ali'nin otoritesi sıkıntıya
girdi. Irak'ta kabilevi gelenekler ve buna bağlı olarak eğilimler ve güçlü
çekişmeler bulunuyordu. Örneğin Kufe sakinlerinin dağılımına varıncaya kadar
kabilevi bir özellik taşıyordu. Kabileler henüz bedevi geleneklerini koruyor,
diğer halklara karışmıyor, medeni geleneklerden etkilenmiyor ve devlet
düşüncesini anlayamıyordu. Böyle bir ortamda, imam Ali Kufe'de Islami
eğilimlere uygun olarak hareket etti. Bu da kendi çıkarlarını ve bölgelerin
çıkarını düşünüp her şeyden yalnız başlarına faydalanmak isteyen Kufeliler'e
uygun düşmüyordu. Bunun için Ali'nin eğiliminin her açıdan onların eğilimiyle
çarpıştığını görüyoruz."613
Hz. Ali'nin taraftarları farklı ve iddialı
Arap kabilelerinden oluşmaktaydı. Her bir kabile girişecekleri mücadelelerden
kendi lehlerine faydalanmak arzusundayılar. Bu nedenle olayların seyrine göre
farklı tavırlar sergilemekte ve yine Kureyş'li bir halife olan Hz. Ali'ye
bağlılıklarını kesin olarak göstermemekteydiler. Zira Hz. Ali çıkar guruplarını
besleyecek veya lider konumundaki kişilerin idari anlamda isteklerini
karşılayacak bir yapıya sahip değildi. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi bu tür
yaklaşımlar o dönemde daha çok Muaviye'nin tarzı idi. Bu durum halifeyi oldukça
bunaltmıştır. Kureyş'in Hz. Osman dönemindeki maddi ve manevi otoritesine tepki
gösteren güneyli Araplar, bir yandan Kureyş'e altarnatif bir yaklaşım
sergileyen Hz. Ali'yi desteklerlerken, bir yandan da özellikle Ebû Musa'nın
etkisi ile Cemel ve Sıffîn Savaşı'nı yine Kureyş'in bir iktidar mücadelesi
olarak değerlendirerek, zaman zaman geri adım atmayı tercih etmişlerdir.[616] [617]
Bundan sonraki gelişmelerde ise yavaş yavaş kontrolün Hz. Ali'nin elinden
çıktığı, özellikle Sıffîn Savaşı ve sonrasında halifenin zor anlar yaşadığı
görülecektir.
Hz.
Ali'nin ve Muaviye'nin Ordusunda Yer Alan Kabileler
Hicri 37 yılının Safer ayında meydana geldiği belirtilen[618] Sıffîn Savaşı'na Hz. Ali'nin
doksan bin, Muaviye'nin ise yetmiş bin kişi ile katıldığı belirtilmektedir.[619] Hz. Ali'nin ordu komutanları
Haşimoğulları, Ensar ve Kûfe Yemenileri'nden oluşuyordu. Halifenin en önemli
adamları Malik el-Eşter, Hucr b. Adî, Şebes b. Rib'î et-Temimî, Eş'as b. Kays
el-Kindî, Halid b. Muammer es-Sedusî, Sehl b. Huneyf el-Ensârî, Ziyad b. Nard
el-Harisî, Sa'd b. Kays el-Hemdanî, Makil b. Kays er-Riyahî, Sa'sa'a b. Sühan,
Kays b. Sa'd b. Ubade el-Ensârî idi.[620]
Halife atlı birliklerin başına Yemen asıllı sahabi Ammar b. Yasir'i,
piyadelerin başına Huzaalılardan Abdullah b. Budeyl b. Verkâ'yı tayin etti.
Ordunun sağ kanadında el-Eş'as b. Kays, sol kanadında Hz. Ali'nin amcasının
oğlu Abdullah b. Abbas görev almıştı. Sağ kanat piyade kuvvetlerine Süleyman b.
Surad el-Huza'î, sol kanat piyade kuvvetlerinde el-Hâris b. Mürre el Abdî
komutan olarak görevlendirilmişti. Sancak ise Haşim b. Utbe b. Ebî Vakkas
ez-Zührî'de bulunuyordu.[621] Kureyş, Esed, Kinâne
kabilelerine Abdullah b. Ca'fer b. Ebî Talib kumanda ediyordu. Merkezde Basra
ve Kûfe Mudar'ı, sağ kanatta Yemenliler, sol kanatta Rebia yer almıştı.[622] Orduda yer alan diğer
kabileler ve komutanları ise şu şekilde sıralanıyordu; Basra Temîmi'ne el-Ahnef
b. Kays komutanlık ederken, Huzaa'ya Amr b. el-Hamk, Kûfe Bekroğulları'na
Nu'aym b. Hübeyre, Sa'd ve er-Rebab'a Cariye b. Kudâme, Becîle'ye Rifâ'a b.
Şeddâd, Kûfeliler'e Rüveym b. el-Hâris, Basra Amr ve Hanzala'sına A'yen b.
Dubey'a el-Mücâşi'î, Kuda'a ve Tayy'a Adiyy b. Hâtim, Kûfe Lehâzim'ine Abdullah
b. Hicil el-İclî, Kûfe Temîm'ine Muhammed b. Utârid, Yemen Ezd'ine Cündüb b.
Züheyr, Kûfe Amr ve Hanzala'sına Şebes b. Rib'î, Hemdan'a Sa'îd b. Kays, Basra
Lehâzim'ine Hureys b. Câbir el-Hanefî, Kûfe Sa'd ve er-Rebab'ına et Tufeyl b.
Şübrüme, Mezhic'e el-Eşter b. el-Hâris, Kûfe Abdülkays'ına Sa'sa'a b. Suhan,
Kûfe Kays'ına Abdullah b. Tufeyl el-Kinânî, Basra Abdulkays'ına Amr b. Cebele,
Basra Kureyş'ine el-Hâris b. Nevfel el-Hâşimî ve Basra Kays'ına Kabîsa b.
Şedded el-Hilâlî komutan tayin edilmişti.[623]
Hz. Ali'nin askerlerinin bir kısmı Medine'den Irak'a onunla
beraber gelenlerden oluşuyordu. Ordunun büyük bir bölümü ise yukarıda görüldüğü
gibi Basra ve Kûfe'ye yerleşmiş farklı kabilelerden meydana gelmişti. Ordudaki
Iraklıların bir kısmı da İslâm'dan önce buraya gelip yerleşmiş olan Hîreli
Araplar'dı. Muhacir ve Ensar'ın yanı sıra savaş esnasında halifeye bağlılık
gösterenlerden birçoğu da bu Hîreli Araplar'dı. Çünkü onlar diğer Arapların
aksine hükümdara tabi olma geleneğine sahiptiler. Askerlerin bazıları ise Cemel
Savaşı'nda Hz. Ali'ye muhalif olan taraftan veya o tarafta akrabalarını
kaybetmiş kişilerdendi.[624]
Muaviye b. Ebî Süfyan Sıffîn Savaşı için komutanlarını
belirlerken tercihini Ümeyyeoğulları'ndan yana kullanmamaya dikkat ettiği
görülmektedir. Muaviye, Cemel Savaşı öncesinden itibaren Ümeyyeoğulları ile
birlik içerisinde hareket ediyor görüntüsü vermemeye ve kendisini geri planda
tutmaya gayret göstermişti. Apak, Muaviye'nin Hz. Ali ile girdiği mücadelede
uyguladığı politikayı kabilecilik yönü ile Hz. Ömer'in politikasına
benzetmektedir. Hz. Ömer seçtiği valilerinin Kureyş'in önemli kabilelerinden
olmasının yanında kendi kabilesi dışından olmalarına özellikle dikkat etmişti.[625] Zannediyoruz Arapların Hz.
Osman döneminde Ümeyyeoğulları'na karşı duydukları şiddetli rahatsızlık,
Muaviye'yi de bu şekilde bir önlem almaya yönlendirmişti. Kureyş'in önde gelen
kabilelerinden seçtiği komutanlar başta olmak üzere, kuzey Arabistanlılar
(Adnanîler) ve güney Arabistanlılar (Kahtanîler)'dan seçilen idareciler
aracılığı ile her kesimi girilecek olan mücadeleye ortak etmişti.[626] Özellikle Şam Yemenîleri ile
sıkı bir ilişki halindeydi. Onlara bağlılığını göstermek amacıyla savaş için
Şurahbil b. Sımt el-Kindî, İbnu Zi'l Kelâ el-Himyerî gibi Kahtanî asıllı
komutanlar tayin etti.[627] Kureyşli komutanlar ise
ordunun merkezinde bulunuyordu. Piyadelerin başında Müslim b. Ukbe el-Mürrî,
atlı birliklerin başında Adiyoğulları'ndan Ubeydullah b. Ömer, ordunun sağında
Sehmoğulları'ndan Abdullah b. Amr b. el-Âs, sol tarafta Fihroğulları'ndan Habib
b. Mesleme el-Fihrî, merkezde ise Dahhak b. Kays el- Fihrî görevlendirildi.
Ordunun sancağı da Mahzumoğulları'ndan Abdurrahman b. Halid b. Velid'e verildi.[628] Bu isimler arasında
Ümeyyeoğulları'ndan kimsenin bulunmaması dikkat çekicidir. Seçilen bu
komutanların kabilelerinin geçmişte Ümeyyeoğulları'na yakınlıkları ve Hz.
Peygamber'e düşmanlıkları ile tanınmaları da diğer bir önemli noktadır.[629] Muaviye ordunun içerisinde
Muhacir ve Ensar'dan pek fazla kişi olmasa da Kureyş'ten seçtiği bu
komutanlarla onların da desteğinin kendisi ile birlikte olduğu mesajını vermeye
çalışmaktadır.
Muaviye, Humuslular'a Zü'l-Kilâ, Kınnesrinliler'e Züfr b.
el-Hâris, Ürdünlüler'e Mesleme b. Muhalled, Dımaşklılar'ın piyade kuvvetlerine
Büsr b. Ertat, Humuslular'ın piyade kuvvetlerine Tarîf b. el-Hashas el-Hilâlî,
Ürdünlüler'in piyade kuvvetlerine el- Hâris b. Abdu'l-Ezdî, sağ kanat piyade
kuvvetlerine Habis b. Sa'd et-Tâî sol kanat piyade kuvvetlerine Bilâl b. Ebî
Hüreyre ed-Dûsî'yi kumandan olarak görevlendirmişti. Muaviye tarafında yer alan
diğer komutanlar ve kabileleri ise şöyle sıralanıyordu;
Dımaşk Kays'ına Hassân b. Bahdel el-Kelbî,
Dımeşk Kinde'sine Yezîd b. Hübeyre es- Sekûnî, Hadremî ve Himyerîler'e İbn
Afîf, Ürdün Kudaa'sına Hubeyş b. Delece, Filistin Kinane'sine Şerîk el-Kinânî,
Ürdün Mezhic'ine Muhârik b. el-Hâris ez-Zebîdî, Filistin Cüzam'ı ve Lahm'ına
Nâtil b. Kays el-Cüzâmî, Ürdün Hemdan'ına Hamza b. Mâlik, Ürdün Has'am ve
Lefhas'ına Fülân b. Abdullah el-Has'am ve Ürdün Gessan'ına Yezîd b. Ebî'n-Nems
başkanlık yapıyordu.[630] Görüldüğü gibi Muaviye'nin
ordusu daha çok yerleşik kabilelerden oluşmaktadır. Bunun dışında Mudar ve
Rebia kabileleri ile Yemenli kabilelerden buraya daha sonradan göç etmiş
olanlar da orduda yer almaktadırlar. Bu bölgelerin daha önce yine
Ümeyyeoğulları önderliğinde fethedilmiş olması, ordunun itaatkâr ve düzenli bir
ordu oluşu, bu kabilelerin Ensar ve Muhacir'e uzaklıkları nedeniyle farklı
cereyanların etkisinden de korunmuş olmaları Muaviye için ideal bir ortam
sağlamıştır.
Sıffin
Savaşı'nda Kabilecilik Görüntüleri
Sıffîn Savaşı, Iraklılarla Şamlılar arasında gerçekleştiği
ifade edilen, gerçekte Hz. Osman'ın öldürülmesiyle başlayan iç karışıklıkların
neticesinde ve daha çok İslâm merkezli olarak gösterilen, ancak siyasi bir
bölünmenin sonucu olarak ortaya çıkmış olan bir iç savaş görünümündedir. Öyle
ki, savaş için iki ayrı ordu karşı karşıya geldiklerinde bunların birçoğunun
aynı kabilelerin fetihlerle birlikte farklı bölgelere yerleşmiş olan kolları
olduğu görüldü. Kabileler arasındaki bu bağlantı savaşın ilerleyen safhalarında
her iki tarafta ve özellikle Hz. Ali tarafında etkisini gösterdi. Bu durumdan
Hz. Ali'nin daha fazla etkilenmesi iki liderin konumları ve ordu yapıları ile
alakalıdır. Hz. Ali ve ordusu arasındaki ilişki ile Muaviye ve ordusu arasındaki
ilişkiyi karşılaştırdığımızda Muaviye'nin daha şanslı bir konuma sahip olduğunu
belirtmiştik. Muaviye, yönetimdeki başarısı ve saygınlığı Araplar arasında
ittifakla kabul görmüş olan Hz. Ömer'in atamış olduğu bir valiydi. Dolayısıyla
yönetimdeki meşruiyeti Hz. Ali'nin konumuna karşı daha sağlamdı. Ayrıca
Suriyeliler onu uzun yıllardan beri tanıyor ve ona itaat ediyorlardı.[631] Kendisinin ve Hz. Osman'ın
Suriyenin güçlü kabilelerinden Kelb kabilesi ile hısımlık bağlarının olması ise
Hz. Osman ile hiçbir problemi olmayan Suriyeliler için halifenin öldürülmesine
karşı duyulan bir intikam sebebi olmuştu.[632]
Naile'nin kopan parmakları durumu daha da dramatik bir hale getirmişti. Öyle ki
Suriyeliler intikam alıncaya kadar cünüplükten yıkanmanın dışında vücutlarına su
değdirmeyeceklerine, yatağa yatmayacaklarına ve kendilerine karşı çıkacak
herkesi öldüreceklerine dair yemin etmişlerdi.[633]
Bu yeminin Arap geleneklerinde yerini bulan bir intikam yemini olduğu açıktır.
Dolayısıyla Suriyeliler ne için savaştıklarını biliyor ve bu konuda her hangi
bir tereddüt taşımıyordu. Muaviye b. Ebî Süfyan Hz. Ali'ye karşı Şam ordusunu
hazırlarken zannediyoruz halifenin İslâmî kişiliğini de gizlemeyi başarmış,
Irak ordusunu olduğundan çok farklı gösteren propagandalar yapmıştı. Savaş esnasında
yaşandığı belirtilen bir olay bize bu izlenimi vermektedir.
Hâşim b. Utbe b. Ebî Vakkas Irak ordusunu cesaretlendirmek
amacıyla heyecanlı sözler söylediği bir sırada, Gassanoğulları'ndan bir Şam
askeri elindeki kılıçla birlikte etrafına saldırarak önüne gelenlere lanetler
okumakta, Osman'ı öldürenin Ali olduğu şeklinde sözler sarf etmekteydi. Hâşim
b. Utbe ona söylediği sözlerin düşmanlık unsurları taşıdığını, düşmanlık
nedeniyle savaşma konusunda Allah'tan korkması gerektiğini ifade etti. Bu genç asker
ise sonuna kadar savaşacağını çünkü Hz. Ali'nin ve askerlerinin namaz kılan
insanlar olmadığını söyledi. Ayrıca sizin halifeniz bizim halifemizi öldürdü ve
siz de ona yardım ettiniz diyerek savunma yaptı. Hâşim bunun üzerine
düşüncelerinin doğru olmadığını, Hz. Osman'ın ölümüne sebep olanların da namaz
kılan, Kur'an'ı iyi bilen kimseler olduğunu, Hz. Ali'nin ise Resulullah'a en
yakın, dinde ise en fakih kimse olduğunu söyledi. Bunun üzerine genç ikna oldu,
tevbe etti. Şam halkının yanına döndüğünde ise arkadaşları ona Hâşim'in onu
aldattığını söylüyorlardı.[634] [635]
Bu olay bize Muaviye b. Ebî Süfyan'ın Hz. Ali'ye isyanı konusunda da ifade
ettiğimiz Muaviye'nin Ammar b. Yasir'e yaptığı şu uyarıyı hatırlatmaktadır: "Ey
Eba'l Yakzan; Şam'da Hicaz ehlinden daha çok kimse bıraktım, hepsi kahraman,
hepsi atlı. Hepsi namaz kılıyor, zekâtı veriyor, beyti tavaf ediyor. Onlar
Ammar veya ondan öncekileri bilmezler, Ali veya akrabalarını da
bilmezler."62'1 Gerçekten Şam halkı Muaviye'nin
söylediği gibi Hz. Ali'yi tanımıyordu. Bu durum ise Muaviye'nin istediği
şekilde halkını yönlendirmesi konusunda çok işine yaramıştı. Bunun yanında Hz.
Ali'nin ordusu gerçekten kendi içinde büyük problemler
yaşıyordu. Bir taraftan İslâm inancı ile birlikte Kur'an'ın gelişmeler
karşısında yorumlanmasında ortaya çıkan problemler, bir taraftan geçmişten
gelen kabileci yaklaşımlar, bir taraftan da çatışmaların siyasi sonuçları ile
ilgili duyulan endişeler, Irak ordusunun ne için savaştıkları ve savaşın
sonunda neyi elde edecekleri konusunda kesin bir kanaat taşıyamamaları
açısından etkili olmuştu. Kabileler için savaş sebebi olabilecek unsurlar
alışageldiklerinin dışında siyasi sebeplere dayanıyordu. Savaş sırasında öc
alma gibi motivasyon sağlayıcı geleneksel bir etki yaşanamazken, bunun bir fetih
hareketi olmaması da durumu daha sorunlu bir hale getiriyordu.[636] Hz. Ali'nin ordusunu
Muaviye'ye karşı harekete geçirecek ortak ideal "İslâm" olmalıydı.
Halife Hz. Peygamber'e olan yakınlığı ve savunduğu fikirleri ile Muaviye'ye
karşı İslâmcı bir imaj çiziyordu. Hz. Ali Muaviye'yi ve ordusunu İslâm'ın
emirlerine karşı Arap geleneklerini savunan çıkarcı bir grup olarak
tanımlıyordu.[637] Bu savaş Ammar b. Yasir başta
olmak üzere savaşa katılan birçok sahabeye göre büyük bir cihattı.[638] Hicretten önce Mekke'de ve
hicretten sonra özellilikle Bedir Savaşı'nda yaşanan zor anların müsebbipleri
ile karşı karşıya idiler. Medine'den gelen dindarlar grubu Sıffîn Savaşı'na bu
psikoloji ile girerlerken Kûfe ve Basralıların da aynı anlayış ve kararlılıkla
kendilerini desteklemelerini beklediler. Savaş esnasında ise beklenilen olmadı.
Bedir'de yaşananlar diğer Arapları belki de hiç ilgilendirmiyordu. Veya aynı
heyecanı duymaları mümkün değildi. Kûfeliler içinde ise daha sonra halifeye baş
kaldıracak olan Hâriciler yer alıyordu ki bunların Kurra denilen ve Kur'an ile
yakından ilgilenen bir grup içerisinden çıktığı belirtilmektedir.[639] Onlar da kendilerine göre
İslâm'ın emirleri üzere hareket ettiklerini ifade ediyorlardı. Ancak onların
Medinelilerden farkı ilk dönemin heyecanını yaşamamış olmalarıydı. Kureyşin ilk
Müslümanlara karşı uyguladığı yoğun baskıya karşı verilen mücadeleden bire bir
etkilenmiş değillerdi. Onların rahatsızlık duydukları konu toplumda özellikle
Hz. Osman döneminden sonra ortaya çıkan Kureyş aristokrasisi idi ve İslâm ile
birlikte itaat altına alınmış olan kabileler yine İslâm ile birlikte eşit imkân
ve eşit muamele görmek istiyorlardı. Çeşitli vesilelerle ifade ettiğimiz gibi
onlar Hz. Ali'nin mücadelesine farklı bir açıdan bakıyorlardı ve İslâm adına kendilerini
haklı görmekteydiler. İşte bu ortam içinde Hz. Ali saflarında yer alan Kureyş
dışından iki güçlü kabile; Yemenliler ve Rebialılar Kureyş için savaştıklarını,
sonuç her ne olursa olsun kendileri için değişen bir şeyin olmayacağını
düşünmeye başladılar.[640]
Hz. Ali'nin girdiği savaşlarda, kabileler ile ilgili
uyguladığı stratejilerinden daha önce söz etmiştik. Özellikle Sıffîn Savaşı'nda
aynı kabilelerin karşı cephelerde yer alması nedeniyle halife Şam askerleri
içinde bulunan kabilelerin yerlerini öğrenerek, bu kabileleri yine kendi
kabilelerine karşı savaştırmayı uygun görmüştü. Örneğin Ezd kabilesini
Ezdlilere karşı, Has'amlıları Has'amlılara karşı konuçlandırmış, Şam askerleri
arasında aynı kabileden adamı olmayan kabileleri de diğer kabilelere yardımcı
olarak sevk etmişti. Örneğin Buceyle kabilesinden Şam tarafında çok az kimse
bulunduğundan Hz. Ali bu kabileyi Lahm kabilesine katmıştı.[641]
Hz. Ali ordusunu bu şekilde yerleştirerek kabileler arası bir çatışmanın ortaya
çıkmasını engellemeyi hedeflemişti. Bilindiği gibi Araplar kendi kabileleri
içinde rakip duruma gelebiliyorken, başka bir kabilenin müdehalesi söz konusu
olduğunda asabiyet duygusu onları çok çabuk bir şekilde bir araya
getirebiliyordu. Ancak Hz. Ali'nin bu savaş taktiğinin olumsuz yönleri de
ortaya çıkmıştı. Halifenin kendilerini karşı taraftaki kabiledaşlarına
yönlendirdiğini öğrenince bundan şiddetle rahatsız olan Yemenli Ezd kabilesinin
liderlerinden biri, duyduğu rahatsızlığı "...ellerimizi ellerimizle
kesiyoruz, kanatlarımızı kılıçlarımızla yoluyoruz. Böyle davranırsak şerefimizi
ayaklar altına almış oluruz" diyerek ifade etti.[642]
Savaş sırasında da her iki taraftan kendi yakınları ile karşı karşıya gelen
bazı askerlerin çatışmayı bıraktıkları görüldü. Örneğin Irak askerlerinden
Ziyad b. Nadr Müntefik kabilesinden ana bir kardeşi olan Amr b. Muaviye ile
teke tek vuruşmaya girişmiş, ancak iki kişi karşı karşıya geldiklerinde
birbirlerini tanımışlar ve geri çekilmişlerdi. Onlar ile birlikte
etrafındakiler de geri çekilmişlerdi.[643]
Muaviye tarafına kaçan Kays b. Yezîd, savaşmak üzere ortaya atıldığında Ebû
Amarrata b. Yezîd ona karşı çıktı. Karşılıklı mücadeleye başlamadan önce
birbirleri ile tanıştılar ve çarpışmadan vazgeçtiler. Geriye döndüklerinde ise
arkadaşlarına durumu anlattılar.[644]
Iraklı Has'am kabilesinin lideri Ebu Ka'b'ı öldüren Muaviye'nin bir
askerinin ise ağlayıp feryad ederek şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Ey
Ebû Ka'b, Allah sana rahmet eylesin. Bir kavme itaat uğruna seni öldürdüm. Sen
benim en yakınlarımdan ve en sevdiklerimden birisi idin. Anlaşılan Kureyş bizi
oyuncak yapmış."[645]
Bu ve benzeri olaylar iki taraf arasında üzüntü verici hadiseler olarak
yaşanırken, zaman zaman savaş hakkında her iki tarafın kendilerini
sorgulamalarına neden olmaktaydı.
Muaviye, iki ordu karşı karşıya geldiğinde yine boş durmuyor,
önemli kabileleri kendisine çekebilmek için çeşitli vaatlerde bulunuyordu.
Rebia kabilesi askeri gücü ile birlikte oldukça önem taşıyordu. Muaviye, Ziyad
b. Hasafa'ya haber göndererek onunla konuşmak istedi. Ona "Ey Rebiaoğulları'nın
evladı! Ali bizim aramızdaki akrabalık bağlarını kopardı. İmamımızı öldürdü ve
onun katillerini himaye etti. Seni aşiretinle birlikte bize yardım etmeye davet
ediyorum. Vallahi şayet zafere erecek olursam sana kesinlikle söz veriyorum ki
dilediğin en büyük iki vilayetten birine vali tayin ederim." dedi.
Ziyad ise Muaviye'nin bu sözlerinden etkilenmemiş bir şekilde geri döndü.
Muaviye kabilelerin özelliklerini iyi tanıyan bir kişi olarak Amr'a: "Biz
bunun aşiretinden tek bir kişiye bile teklifte bulunmayalım, çünkü onların
kalbi tek bir adamın kalbi gibidir ve onlar bu konuda bize olumlu bir şey
söylemezler" [646] dedi.
Sıffîn Savaşı'nda kabileler içinde zaman zaman liderlik
konusunda da problemler yaşanmaktaydı. Âmir b. Kays el-Hizmirî et-Tâî ile Adiyy
b. Hatem et-Tâî arasında sancağı taşıma konusunda ihtilâf çıkmıştı. Bu iki
kabile arasında geçen tartışmalarda Arap kabilecilik anlayışında meşhur olan
kabileler arası üstünlük mücadelesini ve kabile ile övünme geleneğini canlı
olarak görmekteyiz. Hizmir aşireti Adiyy'den daha kalabalıktı. Abdullah b.
Halîfe el-Bevlânî Hz. Ali'nin de bulunduğu bir ortamda Hizmiroğullarına karşı
şöyle demişti: "Ey Hizmiroğulları sizler Adiyyoğullarına üstünlük mü
taslıyorsunuz? Sizde ve sizin babalarınız arasında Adiyy ve babası gibi bir
adam var mıdır acaba? Reviye günü kasaba halkını ve kasabanın suyunu koruyan o
değil midir? Onun babası kabile reisi değil miydi? Arapların en cömerdinin
oğlu, o kendi malları talan edilirken komşusunun mallarını koruyan, o
gadretmeyen, kötülük yapmayan, cimrilik etmeyen, yaptığı iyilikleri başa
kakmayan ve pintilik etmeyen adam değil miydi? Söyleyin bakalım, babalarınız
arasında onun babası gibi var mıydı? Var mıydı onun gibisi, getirin bakayım bir
benzerini. Islâm'da sizden daha faziletli olup Resulullah’a giderken heyet
başkanınız olan o değil miydi? O Nuhayle, Kadisiyye, Medâin, Celûle, Nihavend
ve Tuster savaşlarında sizin reisiniz değil miydi?" Hz. Ali bu
sözlerin üzerine daha fazla dayanamayarak bu kişiyi susturmuş ve olayı çözmek üzere
müdehale etmiş, ancak anlatıldığına göre olay uzayıp gitmişti.[647] Muaviye tarafında da komutan
tayini konusunda sıkıntılar yaşanmıştı. Özellikle Yemenliler'le Mudarlılar
geçmişten gelen bir asabiyet mücadelesi içerisindeydiler. Sıffîn'de Muaviye
Mudarlıları Yemenliler'e komutan tayin ettiğinde Yemenliler bundan şiddetle
rahatsız olmuşlardı. Muaviye bu durum üzerine Mudarlı komutanları görevden
almıştı.[648] Yemenliler'in Amr b. el-Âs'ın
komutanlığından dahi rahatsız oldukları ifade edilmektedir.[649]
Araplar için savaşmak üzere kendileri
ile eşleşilen kabileler asabiyet açısından önem taşıyordu. Mubarezelere
çıkılırken de denkliğe önem veriliyordu. Örneğin Ubeydullah b. Ömer b.
el-Hattab, Hz. Ali'nin oğlu Muhammed b. el-Hanefiyye'yi teke tek çarpışmaya
davet etmişti. Babası Muhammed'e müsaade etmedi. Kendisi oğlunun yerine
çarpışmayı istediğinde Ubeydullah geri çekildi. Muhammed b. el-Hanefiyye'nin
babasının onunla karşılaşmak istemesini Arap geleneklerine göre yadırgadğıı ve
ona: " Ey mü'minlerin emiri!
Nasıl oluyor da bu fasığa karşı kendin teke tek çarpışmaya
çıkıyorsun? Sen onun babasından
üstünsün."[650]
dediği belirtilmektedir.
KABİLECİLİK
ANLAYIŞININ HAKEM OLAYINA ETKİSİ
Sıffîn Savaşı'nda, özellikle Malik el-Eşter'in büyük
gayretleri ile Hz. Ali tarafının galibiyete yaklaştığı ifade edilen bir aşamaya
gelindiği sıralarda, Amr b. el- Âs'ın ortaya attığı Kur'an'ın hakemliği
fikriyle birlikte mücadelenin seyri Muaviye lehine değişti. Amr, Muaviye'ye: "Sana
bir şey söyleyeyim ki o bizim aramızı birleştirirken onların arasına ayrılık
soksun ve onları bölsün" dedi. Muaviye bu fikrin ne olduğunu
sorduğunda: "Kur'an sayfalarını havaya kaldıralım ve onları Kur'an'ın
hakemliğine davet ederek aramızda onun hakem olmasını isteyelim. Onların bir
kısmı bunu kabul etmezse de bir kısmı kabul eder. Böylece aralarına tefrika
girmiş olur, savaş için de en azından bir müddet nefes almış oluruz'
diyerek önerisini ortaya koydu.[651] Bu kararın üzerine Şam
askerleri mızrakların ucuna takılmış Mushaflarını Iraklı askerlerin arasında
dolandırırlarken bir yandan da "Ey Araplar! Tükenmek üzeresiniz. Yarın
eşlerinizi ve çocuklarınızı Fars ve Bizanslılar'dan kim koruyacaktır? işte
Allah'ın kitabı sizin ve bizim aramızda hakem olsun" diye çağrıda
bulundular.[652] Plan uygulamaya
geçirildiğinde gerçekten de Hz. Ali'nin ordusunda iki farklı düşünce ortaya
çıktı.[653] Ordunun bir kısmı
bunun Şamlılar'ın bir hilesi olduğunu ve savaşa devam etmek gerektiğini
düşünürken,[654] içerisinde Kurra denilen bir
grubun da bulunduğu azımsanmayacak bir kısım asker bu çağrıya olumlu cevap
vermek gerektiği konusunda ısrar ettiler.[655]
Halife askerlerini ikna etmek amacıyla; Muaviye'yi Amr'ı, İbn Ebî Muayt'ı,
Habîb'i, İbn Ebî Serh'i ve Dahhâk'ı çok iyi tanıdığını, söylemlerinde samimi
olmadıklarını, Kur'an'la ilgilerinin bulunmadığını, onları aldatmak için Kur'an
sahifelerini tuzak olarak kullandıklarını, zaten Allah'ın emrine karşı
geldikleri için onlarla savaştıklarını ifade ediyordu. Ancak savaşın
durdurulmasını isteyen bu grup Allah'ın kitabına davet edildikleri halde bunu
kabul etmemelerinin kendileri için doğru bir davranış olmayacağını söylediler. Mis'ar b. Fedekî et-Temimî, Zeyd b. Husayn et- Tâî ve onlara tabi olan bir
kısım Kur'an hafızları: "Ey Ali, Allah'ın kitabına icabet et. Sen buna
davet edildiğin halde icabet etmezsen biz seni şu karşımızdaki kavmin arasına
katıncaya kadar oraya sürükler ve Osman b. Affan'a yaptığımızın aynısını sana
da yaparız." diyerek Hz. Ali'yi tehdit ettiler.[656]
Sahabenin Hz. Osman'nın öldürülmesi nedeniyle suçluların
cezalandırılması konusunda Hz. Ali'nin üzerine gelmesine karşı; halifenin çok
kalabalık olduklarını bu nedenle cezalandıramayacağını ifade ettiği, bedeviler
olarak değerlendirilen bu topluluk, şimdi de Hz. Ali'nin başına sıkıntı olmuştu
ve o bu kişilerin söz ile ikna olmayacaklarını artık iyice biliyordu. Hz.
Ali'ye karşı baskı uygulayan bu insanların dışında olaya gerçekten İslâmî
hassasiyetle yaklaşan ve Şam ordusu içinde kendi kabilelerinden insanların
bulunması nedeniyle savaşmakta tereddüt içinde olan askerler de bulunmaktaydı.
Zannediyoruz halife bu durumu da göz önünde bulundurarak savaşı bitirme
kararını uygulamaya koydu. Irak ordusu komutanlarından Eş'as b. Kays savaşın
derhal durdurulması isteğinde bulunanlar arasındaydı.[657]
Diğer komutanlardan Adiy b. Hâtim ve Amr b. el-Hamk kararı Hz. Ali'ye
bıraktılar.[658] Savaşın durdurulmasına
şiddetle karşı çıkan Malik el-Eşter'in Irak askerlerine yaptığı uyarıları ise
fayda vermedi.[659] O andan itibaren yapılacaklar
Halifenin kontrolünden tamamen çıkmış bir şekilde tahkimi isteyenlerce
belirlenmeye başlandı. Alınacak kararlar savaşma nedenlerine uygun olarak
belirlenmiş olsaydı belki yine problem olmayacaktı. Ancak halife bir bakıma
devreden çıkarılarak iş kabilelerin isteklerine göre şekillenmeye başladığında
kabileler arasındaki asabiyet anlayışı yeniden canlanmaya başladı.
Hakem olayı ile ilgili olarak savaşın derhal durdurulmasını
isteyenlerin başında gelen ve seçilecek hakem konusunda halifeye yoğun bir
şekilde baskıda bulunan Eş'as b. Kays[660]
üzerinde biraz durmak gerekmektedir. Eş'as, Irak ordusu içinde yer almış olan
önemli bir liderdir. Daha önce ifade ettiğimiz gibi Yemen'in önemli
kabilelerinden Kinde kabilesinin reisi olan Eş'as, Hz. Ali halife seçildiğinde
kendisi Hz. Osman'ın Azerbaycan valisiydi. Ayrıca Eş'as ile Hz. Osman arasında
hısımlık bulunduğu, onun kızı ile Hz. Osman'ın oğlu Amr'ın evli olduğu
belirtilmektedir. Hz. Ali onu Azerbaycan valiliğinden azletmiş,[661] bir rivayete göre o, buradaki
malları alarak Muaviye'ye katılmayı düşünmüş olmasına rağmen kabilesinin isteği
ile halifeye bey'at etmek durumunda kalmıştır.[662]
Sıffîn Savaşı sırasında Hz. Ali Eş'as'ı Kinde ve Rebia
kabilelerinin komutanı iken azletti. Onun yerine Hassan b. Mahduc ez-Zühelî'yi
tayin etti. Bu durum iki kabile arasında büyük bir problemin çıkmasına neden
oldu. Hatta Eş'as gibi Yemenli olan Malik el-Eşter ile Adiy b. Hâtim, Zühr b.
Kays ve Hani' b. Urve bu kararı doğru bulmadıklarını halifeye ifade etmek
gereğini duydular. Onların bu davranışı bu defa Rebia kabilesini rahatsız etti.
Olayın büyümesi üzerine her kabilenin kendi bayrağını taşıması önerildi. Bu
öneri de Kinde kabilesi tarafından kabul edilmeyince Hz. Ali Eş'as'a, savaşta
ordunun sağ kanadına kumandan olacağı taahhüdünü vererek olayı çözüme
kavuşturdu.[663]
Eş'as'ın Halife ile aralarında geçen bu
talihsiz olayın dışında savaşın en şiddetli yaşandığı "Leyletü'l
Herîr" denilen gecede kendi kabilesine, Muaviye ve Ümeyyeoğulları'nın
siyasetini destekler mahiyette savaşın durdurulması gerektiği, aksi takdirde
Araplar'ın tükeneceği, kadın ve çocukların savunmasız kalacağı yönünde bir
konuşma yaptığı belirtilmektedir.[664]
Eş'as b. Kays'ın bu dikkat çekici hareketleri nedeniyle kendisinin Muaviye ile
gizli bir anlaşma yapmış olabileceği iddia edilmektedir.[665]
Taha Hüseyin ise Amr b. el-As ile Eş'as b. Kays'ın tahkim olayını birlikte
planlayarak Hz. Ali'ye karşı ortaklaşa bir komplo hazırladıkları ihtimalini öne
sürmektedir.[666] Eş'as b. Kays'ın halife ile
savaş sırasındaki farklı etkileşimini ve savaşın durmasına ilişkin görüşlerinin
sebebini bu şahsın siyasî anlayışına bağlamak mümkündür. Çünkü Eş'as Muaviye
tarafına da geçmemiştir.[667] Böyle bir anlaşmaya gerek
olmaksızın Eş'as'ın Hz. Ali ile yaşadığı bu tatsızlıklar neticesinde halifenin
karşısında sözü geçen bir kişi olarak kendisini kanıtlamak veya kabilesine
karşı itibarını yükseltmek isteği ile heyecanlı davranışlarda bulunmuş olması
da imkân dâhilindedir. Hakem olarak Ebû Mûsâ'da ısrar etmesi ise artık iktidar
mücadelesini göğüsleyen kabileler olarak Kureyş'in yanı sıra kendilerinin de
ciddi anlamda söz sahibi olmaları arzusundan kaynaklanmış olabilir. Bilindiği
gibi Eş'as Hz. Ebû Bekir döneminde İslâm'a ve dolayısıyla Kureyş otoritesine
baş kaldırarak irtidat eden Kinde kabilesinin önderiydi. Müslümanlar'a karşı
savaşmış, yenilgiye uğramaları üzerine teslim olmak zorunda kalmıştı.[668]
Yemenliler'in Kureyş'e bakışından daha önce söz etmiştik.
Yemenli kabileler bu karışık durum içerisinde karakteri, İslâmî bilgi ve
otoritesi nedeniyle Ebû Mûsâ el- Eş'arî'nin vereceği kararın kendileri adına
daha isabetli olacağını düşünmüş olmalıdır. En azından bu tarihi olayda
Yemenliler'in de söz sahibi olması, Yemenliler'in diğer kabilelere üstünlüğünü
yansıtmakla birlikte Kureyş'in geri adım atması anlamına da gelebilirdi. Bu da
siyasi anlamda ileriye dönük olarak önemli bir aşamaydı. Mahfuz Söylemez, Eş'as
ve beraberindekilerin bu çıkışla Güney Araplarına hilafet yolunu açmayı, hatta
bunu Ebû Mûsâ ile gerçekleştirmeyi düşünüyor olabileceklerini söylemektedir.[669] Nitekim Hz. Peygamber
döneminden beri Ebû Mûsâ Araplar üzerinde idarecilik açısından önemli bir yere
sahipti.
Burada Ammar b. Yasir'den de söz etmek yerinde olacaktır.
Ammar b. Yasir Yemenli kabilelerden Mezhic kabilesinin Ans koluna mensuptur.[670] Hz. Osman'a karşı
geliştirilen muhalefetten itibaren Sıffîn Savaşı'na gelinceye kadar
Ümeyyeoğulları'na karşı aktif bir mücadeleye giren Ammar b. Yasir,[671] bu savaşta Muaviye'nin
askerleri tarafından öldürülmüştür.[672]
Onun Hz. Peygamber dönemindeki özel konumu ve Hz. Peygamber'in onun ölümü ile
ilgili olarak söylediği ifade edilen sözü samimi Müslümanlar için oldukça önem
taşıyordu.[673] Esasen onun bu savaşta
öldürülmesi mücadeledeki haklılık anlamında karşı taraf ile çatışma konusunda
Hz. Ali tarafına olumlu bir etkide bulunması gerekirdi. Ancak durum tam tersine
gelişmiştir. Zannediyoruz bu aşamada Eş'as'ın Hz. Ali'ye karşı etkinliğinin
artmasında tabiri caizse Eş'as'ın meydanı boş bulmasının da etkisi olmuştur.
Hakem olması isteği ile Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin şiddetle gündeme getirilmesinde
ise özellikle Yemenliler üzerinde Ammar'dan sonra ortaya çıkan manevi boşluğun
doldurması kaygısı etkili olmuş olabilir.
Eş'as'ın hakem olayında bu heyecanlı çıkışının sebebi olarak
aklımıza takılan bir ihtimali de söylemeden geçmek istemiyoruz. Bilindiği gibi
Malik el-Eşter'de tıpkı Eş'as b. Kays gibi Yemen kökenli önemli kabilelerden
birinin lideri idi. Kendisi İslâmi hassasiyeti ve Hz. Ali ile siyasi hedefler
konusundaki ortak hareketleri nedeniyle halifenin sağ kolu konumundaydı. Sıffîn
Savaşı'nda Eş'as ile halifenin yaşadığı komutanlıktan azil meselesi Eş'as'ı
oldukça huzursuz etmişti. Çünkü Eş'as b. Kays da siyasi sahada iddialı bir
kişiydi. Malik el-Eşter'in savaş sırasında ipi göğüslemeye yaklaştığı bir anda
Eş'as'ın ısrarla hakem olayını kabul etme gayreti acaba Eşter ile Hz. Ali
yakınlığını kıskanmış olmasından mı kaynaklanmıştı? Bu yakınlık Eşter'i valilik
makamına getirirken Eş'as Hz. Ali tarafından hem valilikten azledilmiş, hem de
savaş sırasında komutanlığı elinden alınmıştı. Ayrıca kendisi Hz. Osman'ın
sadık amillerinden biri olarak Hz. Ali'den çok Muaviye ile görüş birliğine
sahipti. Bilindiği gibi savaşın durmasından itibaren Eş'as yine girişken
tavırlarda bulunmuş, hakem kararı ile ilgili olarak Muaviye ile görüşmeyi
istemiş,[674] iki taraf arasında anlaşma
metni yazılırken Şamlılar'ca Hz. Ali'nin ismine "Emîrü'l Mü'minîn"
ibaresinin yazılmaması istenildiğinde halifeyi bunu kabule zorlamış,[675] yazılan anlaşma metnini
anlaşmayı isteyen ve istemeyen kabileler arasında gezdirerek okuyarak çeşitli
rahatsızlıklara sebep olmuş,[676] daha da ilginç
olanı Hz. Ali'nin Malik el-Eşter'i hakem seçmek istemesine de şiddetle karşı
çıkanlar arasında yer almıştı.[677] Eş'as'ın Hz. Ali ile Malik
el-Eşter'i çekemediği veya en azından onların konumlarına karşılık ön plana
geçmek istediği şeklinde bir senaryo oluşturmak mümkündür. Arap kabilelerinde
bu tür kıskançlıkların yaşandığını birçok örneğiyle bilmekteyiz. Eş'as'ın,
kendi kabilesinin yönelişinin aksine davranamayarak Hz. Ali'nin saflarına
katılmış olduğu, ancak ileriki dönemlerde Muaviye'nin Hz. Ali'ye galip gelmesi
halinde önemli mevkiler elde edebilmek için ona yaranmaya çalışmak amacı ile bu
şekilde davrandığı da düşünülebilir. Zira Muaviye'nin kendi saflarına geçmesi
için vaatlerde bulunmadığı lider yok gibidir. Bununla birlikte Demircan,
Eş'as'ın gerçekten barış için gayret gösterdiği yorumunu yapmakta, kendisinin
hakem konusundaki yaklaşımını samimi bulmaktadır.[678]
10 Safer h. 37 tarihinde sulh gerçekleşti.[679]
Şimdi sıra hakemlerin seçimine gelmişti. Muaviye Şam hakı ile anlaşarak kendisi
için temsilci olarak Amr b. el-Âs'ı seçti.[680]
Hz. Ali ise kendi temsilcisini kendisi seçmek istese de halifeyi tahkime
zorlayan büyük bir grup Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin halifenin temsilcisi olmasında
direttiler. Bu istekte bulunanların başında Eş'as b. Kays gelmekle birlikte,
bunlardan bir kısmının da Zahidler diye de ifade edilen Kurra'dan oldukları,[681] daha sonra bunların Hâriciler
olarak isimlendirildikleri belirtilmektedir.[682]
Halifenin Amr b. el-Âs'ın Ebû Mûsâ'yı siyasi sahada yanıltabileceğini,
dolayısıyla temsilci olarak Abdullah b. Abbas'ın seçilmesi gerektiğini ifade
etmesi üzerine onlar: "Vallahi sen de olsan, İbn Abbas da olsa bizi
asla ilgilendirmez. Senin ya da Muaviye ’nin yakını olabilecek kimseyi de kabul
etmeyiz. Her şeyden önce senin ve Muaviye'nin dışında bir
kimse bu işi halletmelidir." dediler.[683]
Eş'as b. Kays ve yanındakilerin: "Bizim hakkımızda iki Mudarlı karar
veremez" dediği de rivayetler arasındadır. Bu rivayette iki Mudarlı
sözü ile Amr b. el-Âs ve Hz. Ali'nin seçmek istediği İbn Abbas'ın kastedilmiş
olduğu, orada bulunanların ise çoğunlukla Kahtanîler'den oldukları
belirtilmektedir. Ancak ilginç olan Hz. Ali'nin yine bir Kahtanlı olan
el-Eşter'i teklif ettiğinde karşı çıkmalarıdır. "Bu sonucu ortaya
çıkaran o değil mi?" diyerek onu da seçeneklerin dışına itmişlerdir.[684] Onlar halifenin değil esasında
kendilerinin temsilcisini seçmişlerdi. Sonucun Hz. Ali lehine olup olmayacağı
çok da dikkate alınmış değildi ya da Irak tarafının kesinlikle tahkimden galip
çıkacağı, dolayısıyla her hangi bir olumsuzluğun ortaya çıkmayacağı
zannediliyordu. Aksi takdirde bunca mücadelenin ardından durum Iraklılar'ın
galibiyete çok yaklaştığı bir aşamaya geldiğinde bu şekilde bir davranış
içerisine girmeleri gerçekten mantıksız görünmektedir.
Wellhausen Kûfeliler'in Ebû Mûsâ'yı tercih etmelerini onun
daha önce halkına bu savaşlara karışmamaları konusundaki uyarılarından
kaynaklandığını düşünmektedir. Ona göre Kûfeliler Ebû Mûsâ'nın uyarılarında
haklı çıktığını düşünmüşlerdir.[685] Ayrıca Wellhausen
Iraklılar'ın Kur'an sahifelerinin mızrakların ucuna takılması ile Hz. Ali ve
Muaviye b. Ebî Süfyan arasındaki mücadelenin seyrinin değişmesini şu şekilde
yorumlamaktadır: "Olay için hâinler aramak beyhude ve de tümüyle
gereksizdir. En büyük tehlike ânında Kur'an'ın yukarı kaldırılmasının, geleceği
parlak görünen Amr b. Âs tarafından düşünülüp uygulandığı hususu hiç de
inanılmaz bir şey değildir. Düşünce pekiyi idi ve belki de önceden de buna
benzer uygulamalarda bulunulmuştu; mızrak her zaman bayrak gönderi olarak
kullanılırdı ve Kur'an da Islâm'ın bayrağıydı. Iraklılar'ın böylece duygularına
hitap olunmak isteniyordu: Sizler, sancakları sizinkilerden hiç de daha az
değerli olmayan Allah'ın Kelâmı bulunan kimselere karşı savaşıyorsunuz.
Iraklılar'ın bunu anlamaları için beyinlerinin özel olarak yıkanmış bulunmasına
hacet yoktu ve bu davranışın onlar üzerinde etkili oluşuna şaşmak
gerekmez." diyen Wellhausen, Osman'a Aişe'ye ve Basralılar'a karşı da
zaten hakkı yerine getirmek için mücadele edildiği fikriyle savaştıklarını
düşünen Iraklılar'ın; Sıffin Savaşı'nda Mushafları mızrakların ucuna takılmış
gördüklerinde kendi mücadeleleri açısından tereddüte kapılarak dinî açmazın
etkisinde kalmış olabileceklerini söylemektedir.[686]
Amr b. el-Âs'ın bu yöntemi kullanarak savaşı durdurmayı başarması ve
özellikle de Kurra'nın bu çağrıyı derhal kabul etmesi bu düşünceyi
desteklemektedir. Adnan Demircan da aynı yöndeki kanaatlerini ifade ederken,
Sıffîn Savaşı'nın sürekli ve yoğun bir çatışma içerisinde geçmediğini, küçük
taarruzlar halinde seyrettiğini, bu durumun kabileler arasında karşılıklı mektuplaşmalarına
imkân sağladığını belirtmektedir. Demircan, kırk gün süren çatışma boyunca
savaşın en şiddetli olduğu anlarda ise Kur'an'ın hakemliğine başvurulduğunu
söylemektedir. Dolayısıyla Iraklılar'ın tahkimi hemen kabul etmelerini çok
şaşırtıcı bulmamaktadır. Zaten Kurra'dan dörtyüz kişilik bir grubun daha önce
savaşa katılmayarak sınır boylarında görevlendirilmek istediklerini belirten
Demircan savaş konusunda başından beri Kurra'nın isteksiz olduğunu
vurgulamaktadır.[687] Savaş sırasında kabilelerin
kendi kabilelerine karşı savaşmaları sonucu yaşadıkları çelişkilerden söz
etmiştik. Bu durumda kabilelerin savaşı bitirme isteğinde bulunmaları
psikolojileri açısından akla uygun görülmektedir.
Câbirî, hakem olayının kabulüne tamamen kabilecilik örüntüsü
içerisinde yaklaşmaktadır. Hz. Ali'nin ordusunda çok az sayıda Kureyşli
olduğunu ifade eden yazar, halifenin Rebia, Mudar ve Yemenli kabileleri aynı
anda yönetmeye çalıştığından ve bunun zorluğundan söz etmektedir. Yemenliler
ile Rebia kabilesinin İslâm'dan önceki ittifakı sağlamak üzere hareket
ettiklerini, böylece Hz. Ali'nin ordu içerisinde bir uyum sağlamaya
çalıştığını, ancak Mudarlılar'ın Yemenliler ile uyum sağlamayı kesinlikle
reddettiğini[688] [689]
ifade eden Câbirî sözlerine şu şekilde devam etmektedir: "Bu, hezimetinin
sebeplerinden biri oldu. Gerçekten de, Ali bin Ebî Talib tarafının ünlü hakem
(tahkim) olayı dolayısıyla bölünmesi, esasen bu tarafın karşı karşıya olduğu
kabile çelişkileriyle ilgilidir. Bu çelişkilere hakim olmak ve onları gidermek,
ancak hileci bir siyasî dehayla olabilirdi, bu da Ali bin Ebî Talib'in
niteliklerinden değildi."69 Câbrî savaş öncesinde
Mudarlılar'dan Temîm ve Gatafan kabilelerinin savaş için acele etmemesi
konusunda halifeyi uyardıklarını, bunun sebebinin Muaviye tarafındaki kabiledaşları
ile savaşmak istememelerinden kaynaklandığını, ancak bu savaşı Yemenliler'in
şiddetle istediklerini söylemektedir.[690]
Yazarın Mudar-Rebia, Yemen uyumsuzluğu konusundaki sözleri gerçekten dikkat
çekicidir. Ancak bu durumda Yemenliler'den Eş'as'ın savaşı durdurmada öncülük
etmesi, Yine Yemenliler'den olan Ebû Mûsâ'nın hakemliğinin büyük çoğunlukla
tercih edilmesi ve tahkimi kabul etmeyen Hâriciler'in genelde Yemenliler
arasından çıkmaması nasıl izah edilecektir? Acaba tahkim kararı Mudarlılar ve
Yemenliler tarafından olumlu karşılanırken hakem tayini ve alınacak
kararlardaki Eş'as'ın etkin rolü mü durumu gerginleştirmiştir? Eş'as'ın
Mudarlıları hakem olarak kabul etmeyecekleri sözünü Kureyş bağlamında ifade
etmemiş olması ve daha geniş bir anlam içermesi de bunu akla getirmektedir.
Temimoğulları'nın lideri Ahnef b. Kays ise bir Mudarlı olarak Hz. Ali'yi
yakinen desteklemekle birlikte onun için hakem olmayı istemiş, bir Yemenli olan
Ebû Mûsâ'nın seçilmesinden şiddetle rahatsız olmuştu. O da Hz. Ali gibi Ebû
Mûsâ'nın onu savunmayacağından emindi ve bu nedenle gelişmelerden kaygı
duymaktaydı. Ahnef'in Ebû Mûsâ'nın hakem seçilmesine karşı halifeye şöyle
dediği ifade edilmektedir: '"Vallahi sen bir taş attın. Bu kavmi ancak
kendilerinden biri olan bir adam barıştırır, onlara yaklaşır, öyle ki
avuçlarına girer, sonra onlardan uzaklaşır, öyle ki yıldızlar kadar yükselir.
Eğer beni hakem tayin etmek istemiyorsan, bari beni ikinci ya da üçüncü hakem
yap. Çünkü bu anlaşmada herhangi bir düğüm atılırsa, ben o düğümü mutlaka
çözerim. Benim attığım düğüm çözülecek olursa önceki gibi, senin lehinde veya
daha sağlam başka bir düğüm atarım."[691]
Şayet bu ifadeler doğru ise tıpkı Eş'as'ın Mudarlılar'dan rahatsız olması gibi
Ahnef'in de Yemenliler'den rahatsız olduğunu söylememiz mümkündür. Söylediği
sözlerde geçen "bu kavmi ancak kendilerinden biri olan bir adam
barıştırır" ifadesinde Ahnef, iki Mudarlı olan Muaviye ve Hz. Ali'yi
bir kavim olarak görmekte, kendisi de bir Mudarlı olarak duruma kabileci bir
mantıkla yaklaşmakta, haklı olarak Yemenliler'in bu meseleye ortak olmaması
gerektiğini düşünmektedir. Zira Eş'as b. Kays da kabileci söylemlerle hakem
belirleme yoluna gitmişti. Bu durum asabiyetin geçmişte olduğu gibi o dönemde
de kabileler arasında hâkim bir zihniyet oluşturduğunu göstermektedir. Eş'as'ın
Temimoğulları'nın arasına girerek yapılan anlaşma metnini okuması ve bunun
üzerine onların da Eş'as'a öfkelenmeleri[692]
Mudarlılar ile Yemenliler arasındaki rekabeti sergileyen dikkat çekici diğer
bir örnektir. Câbirî'nin ifade ettiği Yemen ile Rebia arasındaki ittifak ise
Sıffîn Savaşı'nın durdurulması konusu gündeme geldiğinde yine kendini
göstermiştir. Rebia kabilesinde etkin bir kişi olan Halid b. el-Muammer, bu
konuda Eş'as ile birlikte hareket etmiştir. Hatta bu kişinin Muaviye tarafına
geçme eğilimi gösterdiği ve bu amaçla onlar ile mektuplaştığı belirtilmektedir.[693] Hz. Ali onu bu isteğinden
vazgeçirmek için bütün Rebia kabilesinin başına getirmek zorunda kalmıştır.[694]
Iraklılar'ın temsilcisi (Hz. Ali'nin temsilcisi diyemiyoruz.
Çünkü o Hz. Ali lehine temsilcilik yapmamış, Amr b. el-Âs'ın aksine tarafsız
bir yaklaşım sergilemiştir.)[695] Ebû Mûsâ el-Eş'arî ile
Muaviye'nin temsilcisi Amr b. el-Âs, savaşın gerçekleştiği yılın Ramazan ayında
bir araya gelerek müzakerede bulunmak üzere anlaştılar.[696]
Belirlenen tarihte Dûmetü'l Cendel'de veya buraya yakın bir yer olan Ezruh'ta
toplanıldı.[697] Toplantıya Hz. Ali
ve Muaviye b. Ebî Süfyan katılmazken her iki taraftan 400'er kişi hakemlere
eşlik etmekteydi. Hz. Ali Ebû Musa ile birlikte amcasının oğlu Abdullah b.
Abbas'ı da gözcü olarak göndermişti. Hatta namazları da ibn Abbas
kıldırmaktaydı. Hakemlerin toplandığı Ezruh'ta durumu yakından
değerlendirebilmek amacı ile Arapların seçkin şahsiyetlerinden Abdullah b.
Ömer, Abdullah b. Zübeyr, Muğire b. Şu'be, Abdurrahman b. Haris b. Hişam
el-Mahzumî, Abdurrahman b. Abdi Yağus ez- Zührî, Ebu Cehm b. Huzeyfe de hazır
bulunmuşlardı. Hz. Ömer'in seçtiği şûra üyelerinden Sa'd b. Ebî Vakkas'ın, oğlu
Ömer b. Sa'd'ın kendisini uyararak onun halife olmaya en layık kişi olduğunu
ifade ettiği ve bu nedenle orada bulunması gerektiğini söylediği halde bu
ortama katılmadığı, rivayet edilmektedir.[698]
Toplantı ortamı ve toplantı sebebi değerlendirildiğinde Hz. Ali'nin
halifelikten azledilebileceği hatta toplantı kararı alınan belgede
"halife" ibaresinin bulunmaması[699]
nedeniyle bu azlin çoktan gerçekleştiğini düşünenler zannederiz çoğunluktaydı.
Nitekim Ebû Mûsâ kesinlikle Hz. Ali'nin halifeliğinde ısrar etmemiş ve
toplantının başından itibaren derhal yeni halife isimleri önermeyi tercih
etmişti. Bu tercihlerinin ilki ise kendi damadı Abdullah b. Ömer'di. Amr b.
el-Âs ise başlangıçta temsil ettiği lideri olan Muaviye'yi önermesine karşı,
Ebû Mûsâ'nın bu yaklaşımı nedeniyle kendi oğlu Abdullah b. Amr'ı önerdi.[700] Böylece Amr Ebû Mûsâ'nın
önünü, onun yakını olan bu önemli şahsiyete karşılık kendi yakını olan ve
İslâmî hassasiyeti tartışma götürmez biri ile kesmişti. Dolayısıyla kabileci
yaklaşım burada da kendini göstermişti. Ezruh'a şahitler gelmiş bulunan diğer
önde gelen şahsiyetler de zannediyoruz halife olma ümitleri taşımaktaydılar.
Çünkü Amr b. el-Âs'ın ve Şam heyetinin dışında kimse Muaviye'yi hâlâ halife
adayı olarak düşünmüyordu. Ancak şu durumda Muaviye'nin başından beri ifade
ettiği "halife görevini bıraksın, olay şûraya devredilsin"
isteği çoktan gerçekleşmiş oluyordu.[701]
Kaynaklarda Ezruh'ta gerçekleşen toplantı
sonunda net bir karara ulaşılamadığı, aksine her iki tarafın birbirlerine
öfkeli ve tartışmalı olarak toplantıyı terk ettikleri ifade edilmektedir.[702] Gelinen bu noktada fiili
olarak Şam'da emirlik yapmakta olan Muaviye toplantı neticesinde konum
açısından Hz. Ali ile eşitlenmiş en azından hilafete eşit uzaklığa getirilmiş
oluyordu.[703] Bu durum Hz. Ali için geri
adım atmak, Muaviye için ise bir adım daha ilerlemek anlamına geliyordu.[704] Muaviye'yi bu konuma layık
görmeyen birçok insan sonuçta durumu onun istediği yere getirmişti. Zira
başından beri tarafsızlar olarak bilinen Medineliler dahi Muaviye'nin
girişimlerini ve şûra teklifini oldukça ters karşılamakta ve onu hilâfete
kesinlikle aday görmemekteydiler.[705]
Bu sonuç belki de Muaviye'nin dahi hayal edemeyeceği bir başarıydı. Öyle ki
Haşimoğulları'na karşı Ümeyyeoğulları'nın İslâm ile birlikte değişen konumu,
geleneksel bakışın tekrar dirilişi ve kabile oyunlarının etkisiyle eski yerini
bulmuş, idealist Müslümanlar da farkında olmadan Muaviye'nin ekmeğine yağ
sürmüşlerdi.
Hârici
Çıkışının Kabile Boyutu
Şam ordusunun yenilme tehlikesini gördüğünde, Amr b. el-Âs'ın
ortaya attığı tahkim fikri, Irak ordusu içinde farklı görüşlerin ortaya
çıkmasına neden oldu. Hz. Ali de dâhil olmak üzere ordunun bir kısmı bu isteği
kesinlikle reddetme taraftarı iken, bir kısmı hemen kabul edilmesini istedi.
Ayrıca yine ordu içinde halifenin kararı ne olursa olsun bunu kabul ederiz
şeklinde düşünenler de mevcuttu. Halifeyi tahkime zorlayanların başında
Eş'as b. Kays ve onun etkisi altındaki kabilelerin olduğu bilinmektedir. Ancak
daha sonra isimleri Hâriciler olarak ifade edilen ve Kurra'dan oldukları
söylenen bir kısım insanın, halifeyi tehdit edercesine tahkime zorladıkları
görülmektedir. Bu kişilerin halifeye karşı söyledikleri belirtilen tehdit
ifadelerinde Hz. Osman'ın öldürülüşü hatırlatılmakta ve yapılan bu davranış
konusunda hiçbir endişe duyulmaksızın aynı akibete Hz. Ali'nin de uğratılabileceği
gayet rahatlıkla ifade edilmektedir. Bu kişilerin tahkimi isteme nedenleri daha
çok İslâmî kaygılar ve Kur'an hakkındaki hassas tutumları olarak
gösterilmektedir. Ancak olayın bir basamak sonrasında yani tahkim ile ilgili
ayrıntıların masaya yatırılması gündeme geldiğinde işler değişmeye ve yine
karşı çıkışlar ortaya çıkmaya başlar. Önce Hz. Ali'nin istememesine rağmen Ebû
Mûsâ'nın hakem olmasını arzu eden insanlar, daha sonra karşı tarafın Hz.
Ali'nin halifelik görevini tanımayarak bu ifadeyi kullanmaması konusunda
yaptırım uygulamaları üzerine bu durumu ayaklanma sebebi olarak görürler.
Burada birbirine tezat görülen fakat her seferinde halifeye karşı duruşu
sergileyen bu davranışların Hâriciler'e ait olduğu ifade edilmektedir.[706]
Hârici zihniyetinin ortaya çıktığı ortam olarak belirtilen
Basra ve Kûfe Kurrası, çoğunlukla Abdullah b. Mes'ud'un yetiştirmiş olduğu
talebelerden meydana gelmiş geniş bir halk kitlesidir.[707]
Bunlar Kur'an'ı ezberleyen, onun ayetleri ile yakından meşgul olan ve
ibadetlerine oldukça düşkün olan insanlar olarak bilinmektedirler. İfade
edildiğine göre bu grup daha çok kuzey ve doğu Arabistan çöllerinden Kûfe ve
Basra gibi şehirlere yerleştirilen Araplardan oluşmaktaydılar.[708] Farklı kabilelerden olmakla
birlikte çoğunluğu Bekr (Rebia'nın bir koludur) ve Temîm (Mudar'ın bir koludur)
kabilelerindendi.[709] Ancak Hz. Osman döneminde bu
insanlar, özellikle Ümeyyeoğulları'nı ön plana çıkarması nedeniyle
yönetimlerinden gittikçe şikâyetçi olmaya başladıkları halifeye ve valilerine
karşı İslâmî söylemlerle birlikte muhalefet hareketine başladılar. Asıl olarak
toplumda sorun yaratan Hz. Osman'ın hilafetinin ikinci altı yılıydı ki bu
dönemde fetihler durmuş fakat devletin sınırları kontrolü zorlaştıracak ölçüde
genişlemişti. Bu nedenle ganimetler de azalmış, gelir dengeleri bozulmaya
başlamıştı. Bu içe dönüş döneminde geçmişin tahlilini yapmak, bedevilerin hayat
tarzında yaşanan değişikliklerin ve şehir hayatına geçişin olumsuz yönlerini
irdelemek ve toplumun gelir dağılımındaki farklılıklarını gözlemlemek daha
mümkün hale gelmişti.[710] Özellikle bedevi Araplar çöl
hayatının özgür ortamından sistemli bir hayata geçişin gerginliğini
üzerlerinden atamamışlardı.[711] Bedeviler için üst-as
ilişkisi de söz konusu değildi. Hz. Osman'ın Kûfe valisi Saîd b. Âs, Velîd b.
Ukbe'nin Kûfeliler'ce halifeye şikâyet edilmesinin ardından onun görevini
devraldığında, halifeye Kûfe'yi değerlendirirken Kûfeliler'deki bu tehlikeli
yönü bildirdiği belirtilmektedir. Saîd, Kûfeliler'in ızdırap içinde
olduklarını, şerefli ve üstün insanların kahredilip İslâm'ın ileri gelen
şahsiyetlerinin zillete uğratıldıklarını, buraya hâkim olanların ise daha sefil
kimseler ve bedevî Araplar olduğunu, üstün ve şerefli insanlara itibar
edilmediğini ifade etmiştir.[712] Saîd'in dikkat çektiği Kûfe
halkının bu yaklaşımları, gittikçe Kureyş aleyhinde şekillenmeye başladı ve
kesinlikle haklı oldukları düşüncesi ile birlikte Hz. Osman'ın öldürülmesine
kadar vardı. Onlar Kureyş'i özelleştirmek istemiyor fakat muhtemelen
kendilerini dine bağlılıkları nedeniyle daha üstün görmek istiyorlardı.[713] Halife ise Allah'ın
kitabından, Peygamber'in sünnetinden ve ilk iki halifenin uygulamalarından
sapmakla birlikte İslâm'a aykırı hareket etmiş oluyordu.[714]
Dolayısıyla Allah'ın emrine uyan ve doğru davrananlar onlardı. Onlar
basit bedevi mantığıyla birlikte olayları değerlendiriyorlar, Kur'an ayetlerini
de bu mantıkla okuyor ve uyguladıklarını düşünüyorlardı.[715]
Hz. Ali'nin onları cezalandıramayışı ve bunun sonucunda suçlu bir pozisyona
düşmemiş olmaları onları daha da cesaretlendirmiş olmalıydı. Ancak Kurra
içerisinden çıktıkları ifade edilen bu insanların topluca ve tek bir bakışla
hareket ettiklerini söylemek mümkün görünmemektedir. Kendisine kesin olarak
bağlandıkları her hangi bir önderleri olmayan bu insan topluluklarının, olaylar
karşısında zaman zaman ortak hareket etseler de zaman zaman farklı tercihlerde
bulunabildikleri anlaşılmaktadır.
Hârici düşüncesini temsil eden insanları ve görüşlerini
değerlendirdiğimizde şüphesiz onların İslâm ile yeni bir bakış kazandıklarını,
yaşantılarını ve fikirlerini bu inanç etrafında şekillendirmeye çalıştıklarını
söylemek durumundayız. Ancak Hz. Peygamber'in getirdiği İslâm anlayışından
farklı bir sistem geliştirmeleri ve özellikle Kureyş'in İslâm modelinden aşırı
derecede saparak İslâmî öğretiler konusunda oldukça keskin bir yaklaşım
içerisine girmiş olmalarında, eski bedevi yaşantılarının ve kabile kültürünün
yoğun bir şekilde etkisinin olduğunu görmekteyiz.[716]
Hâriciler'in bu kabileci kültürünün üzerine kurulmuş olan Kur'an bilgisi
onların geleneklerine dönme düşüncesini tamamen yok etmiş olmakla birlikte
İslâm öncesi kültürlerinin etkilerini kendilerinin dahi farkında olmadıkları
bir şekilde Kur'an'ın yorumlanmasında uygulamalarına neden olmuştur. Bu durumu
çok da yadırgamamalıdır; zira onlar daha çok göçebe Araplar olan kuzey ve doğu
Araplarının Hz. Ömer döneminde şehirlere yerleştirilmesi ile göçebelikten
kurtulmuş olan Araplardı.[717] Basra, Kûfe gibi merkezlerin
kurulmasıyla, bu merkezlere kabilelerin yerleştirilmesinin üzerinden bir
kültürün değişmesi açısından çok uzun bir süre geçmemişti. Muhtemelen onlar
çöldeki özgür kimliklerini bu defa İslâm ideolojisi ile yakalamaya
çalışmışlardı. Çünkü İslâm'da eşitlik ön planda tutulmakta, dinin emirleri her
konumdaki insanı aynı ölçüde bağlamaktaydı.[718]
Günaltay, Hâriciler'in İslâmdan önce daha çok Necd ve Hicaz
çevresinde yaşayan Rebia kabilelerinden çıktıklarını ifade etmektedir. Onların
sert karakterli, savaşçı, cesur ve çöl hayatına aşırı bağlı olduklarını
belirten Günaltay, ne adla olursa olsun hiçbir otoriteye boyun eğecek bir
yapıya sahip olmadıklarını vurgulamaktadır. Bir yandan özgürlüklerine aşırı
düşkünlük, bir yandan kendi değer yargılarına duydukları koyu taassubun onların
savaşçı kimliklerini İslâmî dönemde de devam ettirmelerine neden olduğunu
söylemektedir. Günaltay, Hz. Peygamber döneminde ortaya çıkan yalancı Peygamber
Müseylemetü'l Kezzab'ın da Rebia kabilesinin kollarından Benû Hanife, Benû Al,
Benû Şeybân ve Benû Tağlib arasında yetiştirilmiş olduğuna dikkat çekmektedir.[719]
Hz. Peygamber döneminde, ona karşı saygısızca hareket etmeleri
nedeniyle ayetlerle uyarılan bedevilerin durumu da bize Hârici zihniyetini ve
onların kültürlerini yansıtmaktadır. İfade edildiğine göre Uyeyne b. Hısn ile
Akra b. Hâbis, Temimoğulları'ndan yetmiş kişilik bir heyetle öğle vakti Hz.
Peygamber'e gelmişlerdi. O ise odasında uyumaktaydı. Kendisine "Ya
Muhammed dışarı çık, yanımıza gel!" diye bağırmışlardı. Bu uygunsuz
davranışlarının ardından oldukça dikkat çekici şu ayetler nazil oldu: "Ey
iman edenler! Allah'ın ve Resulünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz
Allah işitendir, bilendir. Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin
üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle
bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir (Resûlüm!)
Sana odaların arka tarafından bağıranların çoğu aklı ermez
kimselerdir.""2,2
Bu bağırmalar üzerine Hz. Peygamber uyandı ve onların yanına
çıktı. Bu kişiler Benû Temîm'in hatiplerini yanlarında getirmişlerdi. Hz.
Peygamber onlara kendisinin şiir ile emrolunmadığını söyledi. Onlarla şiirsel
anlamda mücadele etmek üzere Sâbit b. Kays'ı hatip seçti. Karşılıklı söyleşi
sonucunda Akra b. Hâbis, zaman zaman Hz. Peygamber'in Kur'an ayetleri ile
desteklediği Sâbit'in daha güzel sözler sarfettiğini itiraf etmek durumunda
kaldı. Hz. Peygamber ise onlara bundan önce söylediklerinin bir günahı
olmadığını, bundan sonra ise söylediklerine dikkat etmeleri gerektiğini
söyledi.[720] [721]
Zannediyoruz ayette "aklı ermez kimseler" olarak nitelendirilenler,
kaba bir kültüre sahip olan bir kısım bedevi Araplar'dır.
Hâriciler'in çokça Kur'an okumaları ve onun ayetlerini
tartışmalarında sürekli gündeme getirme becerisine sahip olmaları,[722] bedevi Araplardaki söz
sanatlarına duyulan ilgiyi bizlere hatırlatmaktadır. Bu durum Hz. Peygamber'in
yaşadığı yukarıdaki olayda adı geçen Temîmliler'in davranışlarında da kendini
göstermektedir. Ancak Müslüman olmaları ile birlikte bu defa Kur'an'ın edebi
üslubunun onları cezbettiği ve onu ezberleyerek diyalektik anlamda kullanmayı
tercih ettikleri anlaşılmaktadır.
Hâriciler'in önderlerine mutlak itaat duygusu taşımamaları,
liderlerine rahatlıkla itiraz edebilmeleri ve sert yaklaşımlar içerisine
girebilmeleri ise zannediyoruz İslâm'dan önce Araplar'ın şeyh anlayışı ile
ilgilidir. Araplar, kendilerine seçtikleri şeyhi kabilenin ihtiyaçlarını
gözetmesi gereken, ancak gerektiğinde rahatlıkla kendisine karşı çıkabildikleri
ve onu aralarında daha çok hakem kabul ettikleri bir konumda görmekteydiler.
Şeyhin daha fazla bir yaptırım gücü yoktu.[723]
[724] Hâriciler'in halifeliğe
bakışlarında bu anlayış etkili olmuş olabilir. İslâm'ın eşitlik ve adalet
prensibi ise onların halifeyi rahatlıkla yargılamalarında önlerini daha da
açmıştır.
Bildiğimiz gibi Araplar kendi kabileleri ile övünmeyi
severler, diğer kabileler ile bu anlamda sürekli bir mücadele yaşarlardı.
Hâriciler'in Kureyş'in otoritesinden rahatsız olmalarında, halifenin Kureyş'ten
çıkışına gösterdikleri tepkilerde de bu düşüncenin izlerinin olduğu
söylenebilir. Muhammed Ebû Zehra Hâriciler'in başkaldırılarında asıl nedenin
itikadi değil asabiyet anlayışı nedeniyle olduğunu söylemektedir. O, bu
görüşünü şöyle ifade ediyor: "Hz. Ali'ye karşı gelmelerine sebep,
sadece Hakk'a inanmaları değildi, başka sebepler de vardı. Bunların en başta
geleni de, Haricîye mezhebine mensup olanların, hilâfeti tekelinde bulunduran
Kureyş'i çekememeleriydi. Bunun delili, Haricîler'in çoğu Rabia
kabilelerindendi. Rabia kabileleri ile Mudar kabileleri arasında cahiliyet
devri kinleri devam ediyordu. Her ne kadar Islâm bu kinleri hafiflettiyse de
tamamen silememişti. insanların nefislerinde bu hislerin kalıntıları
mevcuttu.'"126 Ancak bize göre burada Kureyş'e karşı sadece
kabilevi bir tepkiden söz etmek yanlış olur. Çünkü onlar Kureyşli olmaları ile birlikte
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in yönetiminden memnundular. Hz. Osman'ın ilk altı
yılından da memnundular.[725] Onların tepkileri daha çok
yönetimin kendilerine karşı değişen yaklaşımlarından veya fetih hareketlerinin
durması ile ortaya çıkan ekonomik krizden etkilenmeleri üzerine ortaya
çıkmıştı.[726] Bu problemlere
Ümeyyeoğulları'nın söz ve fiilleri ile asabiyeti körüklemeleri eklenmiş, Hz.
Osman'ın İslâmî anlamda gerçekleştirdiği bir kısım ferdi farklılıklar ise
halifeye gösterilecek tepki için vicdani ortamı hazırlamıştı.[727] Düşüncelerini ilerleyen
dönemlerde daha sistematik hale getiren bu grup, halifenin Kureyş'ten
olabileceği gibi, başka bir kabileden hatta Arap olmayanlardan da
seçilebileceği görüşünü savunmuşlardır.[728]
Hz.
Ali'nin Hâriciler'le Mücadelesi
Hâricile'in ilk sloganik çıkışları, ifade edildiğine göre
Eş'as b. Kays'ın tahkim kararını kabileler arasında dolandırarak okurken Temîm
kabilesinden Urve b. Udeyye adında bir kişinin bu hakem kararından şiddetle
rahatsızlık duyarak "Siz Allah’ın emrine ve verdiği hükümlere ortak mı
koştunuz? Hayır, vallahi hüküm yalnızca Allah'ındır ve ondan başkası hüküm
veremez" demesiyle gündeme geldi.[729]
Urve daha sonra öfkesini yenemeyerek Eş'as'ın atına vurdu ve onun sendelemesine
neden oldu. Bunun üzerine Eş'as'ın adamları duruma müdehale ettiler. Bu Temîmli
gruba bir kısım Yemenliler de katılınca olayın büyümesi endişesiyle birlikte
Ahnef b. Kays, Mis'ar b. Fedekî ve Temîmliler'den bir grup Eş'as'tan özür
dilediler.[730]
Hz. Ali ve beraberindekiler anlaşma tarihinin belirlenmesinin
ardından Sıffîn'den geri dönmek üzere hareket ettiklerinde Hâriciler ilk isyan
hareketini gerçekleştirerek hakem olayını reddettiler ve yaklaşık on iki bin
kişi Kûfe'ye dönmeyerek Harura'ya çekildiler.[731]
Kendilerine savaş emiri olarak Şebes b. Rıb'î et-Temîmi'yi, namaz emiri olarak
Abdullah b. el-Kevvâ el-Yeşkürî'yi seçtiler. Kendilerini Hz. Ali ve Muaviye b.
Ebî Süfyan'ın ardından üçüncü bir grup olarak gören Hâriciler'in amacı halifeyi
kendi aralarında şûra ile seçmekle birlikte İslâm devleti sınırlarında kendi
hâkimiyetlerini kurmaktı. Başlangıçta savaşın durdurulması arzu edilirken
anlaşma metni gündeme geldiğinde bu insanlar neden rahatsız olmuşlardı? Bunun
cevabını kendileri oldukça ilginç bir şekilde izah etmektedirler. Hâriciler
Allah'ın hükmüne insanları karıştırmamak ve böylece küfre düşmemek üzere bu
tercihi yaptıklarını ifade ediyorlardı.[732]
Onlara göre Hz. Ali ve Muaviye b. Ebî Süfyan kendi nefislerini ön plana
çıkardıkları ve Allah'ın hükmünü çiğnedikleri için küfür içine düşmüşlerdi.
Hâriciler'e göre onların amacı Allah'ın emrini yerine getirmek değil, kendi
isteklerini gerçekleştirmekti.[733]
Hz. Ali'ye tabi olarak Muaviye'ye karşı savaşa giren bu
adamlar Hz. Ali'ye neden düşman oldular? Bu söylemlerinin arka planında yatan
siyasi endişeleri neydi? Biz bunun sadece itikadi sebeplere dayanmadığı
kanaatindeyiz. Çünkü insanlar toplumsal istekleri veya rahatsızlıkları
nedeniyle oluşturdukları bakış açıları doğrultusunda kolayca bir felsefe
oluşturabilmekte ve kendi haklılıklarını delillendirme yoluna
gidebilmektedirler. Onlar iki taraf arasındaki anlaşmazlığın savaş
yapılmaksızın sonuca bağlanmasının daha doğru olduğunu düşünmüşlerse,
zannediyoruz kendi taraflarının haklılıklarından emin bir şekilde anlaşmadan
kazançlı çıkacaklarını ümit etmekteydiler. Anlaşma metni oluşturularak
meselenin değerlendirilmesi için uzun bir süre belirlenmesi ve Hz. Ali'nin
pozisyonunu risk altına sokacak şekilde "Halife" ibaresinin metinde
yer almaması Hz. Ali'yi kendilerine önder seçerek onunla birlikte hareket etmiş
olmalarından pişmanlık ve endişe duymalarına neden olmuş olabilir. Zaten
kendileri de sık sık ''Biz davranışımızdan pişman olduk, tevbe ettik, sen de
pişman ol, tevbe et ve yeniden savaşalım'' şeklindeki ifadeleriyle,
verdikleri karardan vazgeçmiş olduklarını dile getiriyorlardı.[734]
Hâriciler'in bildiğimiz anlamda politik bir grup olmamaları,[735] onların Muaviye ile bir
anlaşma içine girmelerini de engellemişti.[736]
Muaviye'nin Hz. Osman'ın kanını talep ediyor olması ve kendilerinin Hz.
Osman'ın idaresinden rahatsız olarak baş kaldırmış olmaları Hz. Ali'nin
anlaşmadan mağlup ayrılması durumunda onların pozisyonunu daha da sıkıntılı bir
hale getirecekti.[737] Aynı kabilenin iki kolundan
olan iki liderin anlaşma ihtimali de onlar için tehlike arzediyordu. Zira
Hâriciler'in Habbab b. Eret'i ve eşini öldürmelerinin ardından halifenin askeri
birlikle buraya gelmesi ve Ebû Eyyub'un kendi yanında toplananların emniyette
olacağını bildirmesi üzerine bir kısım Hârici endişelerini dile getirerek: "Eğer
bu gün size uyacak olursak yarın bizim hakkımızda hakem olayına
başvurursunuz" demişti.[738]
Bu sözler bizlere onların Hz. Ali ile Muaviye arasındaki hakem meselesinde de
Hz. Osman'a muhalefetlerinden dolayı yargılanmaktan korktukları izlenimini
vermektedir.
Hakemlerin tekrar bir araya gelmek için bir tarih
belirlemelerinin ardından, Hâriciler Hz. Ali'ye karşı baskı uygulamaya
başladılar. Hz. Ali gerek bizzat kendisi, gerekse gönderdiği elçilerle onları
ikna etmeye çalışmaktaydı. Ancak onlar bir an önce Muaviye'ye karşı tekrar
savaşa girmek istiyorlar, Hz. Ali'yi de buna zorluyorlardı. Halifenin anlaşmayı
bozmayacağı anlaşıldığında Hâriciler isteklerini tehdit ifadelerine çevirmeye
başladılar. Hâriciler'den biri Hz. Ali'ye: "Ey Ali! Şayet sen bu hakem
olayından vazgeçmezsen kesinlikle seninle savaşırız. Onun için Allah'ın emrine
sarıl ve onun rızasını iste" dedi. Bu ifadeler Hâriciler'in Hz. Ali'yi
de artık düşman olarak gördüklerini göstermekteydi. Halife de onlara aynı
sertlikle karşılık verince bu defa Yezîd b. Âsım el-Muhâribi adında bir adamın
halifeyi öldürmekle tehdit ettiği rivayet edilmektedir.[739]
Hâriciler'in bir grubu yapılan konuşmalarla ikna edilmiş ve
geri dönmüşlerdi. Geride kalan dört bin kadar Hârici ise h. 37'de Yemenli
kabilelerin önde gelenlerinden biri olan Ezd kabilesinden[740]
Abdullah b. Vehb er-Râsîbi'ye bey'at ettiler ve Basralı Hâriciler ile anlaşarak
Nehrevan'da toplanmaya karar verdiler.[741]
Basra'dan da Mis'ar b. Fedeki et-Temimî komutasında beşyüz kişilik Hârici grubu
da Nehrevan'a geldi.[742]Bu gelişmeler hakemlerin
toplanmasının ardından gerçekleşmekteydi. Hz. Ali anlaşmanın adil bir şekilde
geçekleşmediği düşüncesi ile Şam üzerine gitmek üzere bir ordu hazırlıyordu.
Kûfeliler'den altmış beş bin kişilik bir ordu hazırlanmış, Basra'dan ise sadece
üç bin kişi toplanabilmişti.[743] Bu sırada Abdullah b. Habbab
b. Eret ve hamile eşine karşı yapılan saldırı[744]
ve ardından Hz. Ali'nin bu mesele üzerine gönderdiği el- Hâris b. Mürre'nin de
öldürülmesi Şam üzerine hazırlanan ordu içinde tedirginlik yarattı. Güvenlik
açısından önce Nehrevan'a yönelmek uygun görüldü.[745]
Hz. Ali'nin Hâricilere savaşa girmeyenlerin emniyette olacağını vaadetmesi
üzerine, geride bir rivayete göre bin kadar kişi kalmıştı.[746]
Savaşın sonunda bu kişilerden birkaç yaralı haricinde kurtulan olmadı.[747]
Hz. Ali onların eşyalarını ganimet olarak askerlerine
dağıtmadı. Silahların ve atların dışındaki eşyaları sahiplerinin ailelerine
geri verdirtti.[748] Zaten Hâriciler'in birçoğu
Basra ve Kûfe halkının evladıydılar. Çarpışmaların sonunda Adiyy b. Hâtem
öldürülenler arasında kendi oğlunu görünce onu defnetmişti. Diğer Müslümanlar
da yakın akrabalarını defnetmeye kalkıştıklarında Hz. Ali buna da müsaade
etmedi.[749] Burada Hâriciliğin
Kûfe ve Basra halkının içinden çıkan ve topyekün kabileleri bağlamayan ferdi
tercihler olduğu anlaşılmaktadır. Muhtemelen Hz. Osman hilâfet anlayışlarındaki
geniş çaplı yaklaşımları da farklı kabilelerden insanların bu birliği
oluşturmaları nedeniyledir.
Hz. Ali Nehrevan savaşının ardından Şam
üzerine gitmek istiyordu. Ancak ordu içinde isteksizlikler ortaya çıktı. Eş'as
b. Kays'ın da Şam'a gitmek istemeyenler arasında olduğu belirtilmektedir.
Nuhayle denilen mevkide konaklayan halife ordusunun karargâhtan ayrılmamasını
ve savaş psikolojisinden çıkmamalarını istediyse de başarılı olamadı. Halife
Şam için bir daha ordusunu toparlayamadı.[750]
SIFFÎN SAVAŞI SONRASINDA YAŞANAN DİĞER SİYASİ
GELİŞMELERDE KABİLE FAKTÖRÜ
Muaviye'nin
Basra Üzerine Yönelmesi
Tahkim hadisesinden politik anlamda kârlı çıkmış olması,
Muaviye'nin Hz. Ali'nin üzerine daha cesur bir şekilde gelmesine neden oldu.
Zira Amr b. el-Âs Ebû Mûsâ ile birlikte Hz. Osman'ın masum olarak öldürüldüğü
ve Hz. Ali'nin halifeliğinin meşru olmadığı noktasında ortak görüşler ifade
etmişler ve konuşmalarının seyri yeni halife arayışı üzerinde gerçekleşmişti.
Hakemlik için bir araya gelerek tartışmalı bir şekilde ayrılmış olsalar da bu
netice Muaviye'nin halifelik konusunda daha etkin davranışlar içerisine
girmesine yetti. Şu durumda o kendisini halife olmaya daha layık görüyordu.
Suriye'yi zaten itaatine almış olan Muaviye, Şimdi de Iraklılar'ı baskı altına
almaya çalışıyordu.[751] H. 38 yılına gelindiğinde Amr
b. el-Âs ile birlikte Mısır Muaviye'nin eline geçmişti.[752]
Muaviye Basra'yı elde etmek için ise Abdullah b. el- Hadramî'yi görevlendirdi.
İfade edildiğine göre Muaviye, İbn el-Hadramî'yi Basra'ya gönderirken kabileler
ile kurulacak ilişkiler açısından ona çeşitli taktikler verdi. Ona şöyle dediği
rivayet edilmektedir: '"Basra halkının önde gelenleri ile büyük
çoğunluğu Osman konusunda bizimle aynı görüşe sahipler ve onun kanını talep
etmeleri nedeniyle öldürüldüler. Bu nedenle onlar oldukça öfkelidirler.
Kendilerini birleştirecek, intikam alacak ve imamlarının kanını talep edecek
birini beklemektedirler. Önce Mudarlılar'ın yanına git, onların arasında
konakla. Ardından Ezd kabilesine sevgi göster. Bu iki kabile tamamen senin
yanında yer alacaklardır. Sonra Rebia kabilesini de davet et, çünkü Rebia'dan
başka sana karşı çıkacak güç yoktur. Onlar tamamen Ebû Turâb (Hz. Ali) 'dan
yanadır."155
İbn el-Hadramî Basra'ya ulaştığında Basra valisi Abdullah b.
Abbas Kûfe'ye gitmiş, yerine Ziyad b. Ebîhi'yi vekil bırakmıştı. İbn el-Hadramî
Temîm kabilesine misafir oldu. Gerçekten de onlardan yakınlık gördü. Ancak Hz.
Ali'ye Cemel ve Sıffîn Savaşları'nda destek olan Ahnef b. Kays onların içinden
yer almadı. Bu durum Ziyad b. Ebihi'nin kulağına gidince Bekir b.
Vâiloğulları'ndan destek istedi. Ancak her kabile içinden kabilenin genelinin
aksine karşı tarafa sempati duyanlar da çıkmaktaydı. Bekir b. Vâiloğulları
Rebia kabilesindendir. Muaviye'nin korktuğu gibi onların çoğunluğu Hz. Ali
taraftarıydılar. Ancak Mâlik b. Misma diğer Rebialılar'ın aksine Hz. Ali'ye
destek konusunda biraz geri adım atmış bir görüntü verince Ziyad b. Ebihi
Rebialılar arasında bu konuda bir ihtilâf çıkmaması için olayın üzerine
gitmemeyi tercih etti. [753] [754]
Ezdliler güney Araplarındandı ve Basra'nın güçlü
kabilelerindendi. Ziyad, bu defa Ezdliler'den yardım istedi. Sabra b. Şeyman
el-Huddânî'den kendisini ve Beytül malı korumasını istedi. Sabra b. Şeymân bu
teklifi kabul edince beytülmal Hüddân denilen yere taşındı.
Temîm kabilesi Muaviye tarafında yer almış, Ezdliler ise
Halife'nin vekilini korumak üzere Temîmoğulları'na karşı andlaşmışlardı. Ziyad
b. Ebihi durumu Hz. Ali'ye bildirdi. Halife savaşlarda da uyguladığı takdik ile
Temîmliler'i sindirmek üzere yine kendi kabilesinden birini A'yen b. Dabîa
el-Mucâşiî et-Temîmi'yi gönderdi. Ancak A'yen öldürüldü. Bu durum üzerine Ziyad
onlarla çarpışma kararı aldı. Ancak Temîm ve Ezd kabileleri birbirklerine karşı
dikkatli olmaya çalışıyorlardı. Ziyad b. Ebihi bu gelişmeleri de Hz. Ali'ye
bildirdi. Bu defa Hz. Ali Temîmoğulları'nın üzerine Temîmin Sa'doğulları
kolundan Câriye b. Kudâme'yi bir grup adamla birlikte gönderdi. Çatışmalar
sonucunda Câriye, İbn el-Hadramî'yi mağlup etti. İbn el-Hadramî Sünbil es-
Sa'dî'nin köşküne sığınmıştı. Ancak ifade edildiğine göre Câriye onu ve
beraberindekileri bu köşk içinde ateşe verdi. [755]
Abdullah
b. Abbas'ın Hz. Ali'den Ayrılışı
İbn Abbas Hz. Ali'nin halife oluşundan itibaren onun en yakın
akrabası oluşu ve kendisinin siyasete yakınlığı nedeniyle Hz. Ali'nin
muhaliflerine karşı onunla birlikte mücadele etmişti. Kendisi idari anlamda Hz.
Ali'nin her kararını beğeniyor değildi. Ancak İbn Abbas'ın, Haşimoğulları adına
iktidar açısından yakalanan bu fırsatı değerlendirmek ve bu yolda verilen
mücadelede halifeyi daha fazla yıpratmamak için onun emirlerine düzenli olarak
itaat ettiği görülmektedir. Hz. Ali'nin ise İbn Abbas'a karşı yaklaşımlarında
bir parça sertlik olduğunu sezinlemekteyiz. Onunla ilk vali atamaları sırasında
yaptığı konuşmada olsun, Hâriciler'e elçi olarak göndermesi üzerine olsun
halifenin onu eleştirdiği görülmektedir.[756]
Muaviye'nin Basra'ya akın düzenlediği sıralarda İbn Abbas'ın
Basra valisi olduğu halde Hz. Ali ile yaşadığı anlaşmazlık nedeni ile Basra'yı
terk ettiği bildirilmektedir. İfade edilenlere göre Ebu'l Esved İbn Abbas'ı
haksız olarak zimmetine para geçirmekle suçlar. Ardından onu Hz. Ali'ye şikâyet
eder. Hz. Ali bu durum karşısında İbn Abbas'a meselenin iç yüzünü bildirmesini
ister. İbn Abbas Ebu'l Esved'in suçlamalarını reddeder. Hz. Ali, İbn Abbas'a
ona ait olan mallar ile ilgili olarak kendisine hesap vermesini isteyince, İbn
Abbas bu durumdan şiddetle rahatsız olur ve görevinden istifa eder.
İbn Abbas dayıları olan Benû Hilâl b. Âmir'i kendisine destek
olmaları için yanına çağırır. Ayrıca Kays kabilesi de tümüyle onlara katılır.
İbn Abbas Basra'dan ayrılırken yanına birçok mal alarak Mekke'ye doğru hareket
eder. Basralılar İbn Abbas'ın yanına yüklü miktarda mal almalarından rahatsız
olarak etrafını çevirirler. Ancak Yemen kabilelerinden olan Ezdliler Kays
kabilesi ile çeşitli durumlarda yardımlaştıklarını ve birbirlerine dost
olduklarını ifade ederek onları bırakırlar. Ancak Ahnef b. Kays'ın tüm uzlaşı
çabalarına karşın Temimliler İbn Abbas tarafına saldırırlar. Sonuçta büyük bir
problem ortaya çıkmaz ve İbn Abbas Mekke'ye gelir.[757]
İbn Abbas ile Hz. Ali arasında yaşanan bu son hadise de bu iki amcaoğlunun
birbirlerini bir yandan desteklerken bir yandan da anlaşamadıklarını
göstermektedir.
Hırrît
b. Râşid İsyanı
Yemen kabilelerinden olan Naciyeoğulları içerisinden Hırrît b.
Raşid, Cemel ve Sıffîn Savaşları'na Hz. Ali'nin yanında katılmasına rağmen
hakem olayının ardından Hz. Ali'ye gelerek ona itaatten ayrıldığını bildirdi.
Gerekçesi Hâriciler'in de ifade ettiği gibi onun hakemleri kabul etmesiydi. Ona
göre Hz. Ali rakibi karşısında zayıf duruma gelmiş ve halifeliğine gölge
düştümüştü. Hz. Ali'nin uyarılarına rağmen Hırrît ona tabi olmadı ve akrabaları
ile birlikte kendisine yandaşlar bulmak üzere ayrıldı.[758]
Hırrît'in bu çıkışı esasen Ridde olaylarını anımsatmaktadır. Bilindiği gibi Hz.
Peygamber vefat ettiğinde Araplar Hz. Ebû Bekir'i tanımamış, Kureyş'in
kontrolündan çıkmak ve zekât ödememek için irtidat etmişlerdi. Hırrît ve
akrabalarının gayesi de muhtemelen bu fırsat ile birlikte devletin kontrolünden
çıkmak ve bağımsızlık elde edebilmekti. Ne de olsa fetihler durmuş ve Hz. Ömer
devrindeki fetih hareketleri sayesinde ülkeye akan zenginlikler çoktan
kesilmişti. Mısır ve Suriye gibi iki önemli eyaletin gelirleri de Hz. Ali'nin
idaresinde değildi. Hz. Ali Hırrît'in peşine Bekir b. Vâiloğullarından Ziyad b.
Hasafa el-Bekrî'yi kendi kabilesinden seçtiği adamları ile birlikte gönderdi.
Bu arada halifeye, Hırrît'in adamlarının Niffer denilen bölgede Müslüman olmuş
bir İranlı kabile reisini öldürdükleri haberi ulaşmıştı. Durum Abdullah b. Vâil
aracılığı ile Ziyad'a bildirildi. Ziyad bu isyancı grup ile çatışmaya girdi.
Ancak iki tarafın mücadelesi kesin bir sonuç vermedi. Hırrît kaçtı, Ziyad
yaralı arkadaşlarını Basra'ya götürdü.[759]
Halife bu durum üzerine Hırrît'in peşine
Ma'kil b. Kays'ı gönderdi. Bu arada Hırrît Ahfaz halkının ayak takımlarını
etrafına toplamıştı. Farklı gruplardan başıboş Araplar onun etrafında
birleşiyordu. Birleşmenin verdiği cesaretle birlikte devlete haraç ödemekten de
vazgeçmişlerdi. Bu arada Fars illerinin valisi Sehl b. Huneyf'ti. Abdullah b.
Abbas başkaldırıları önlemesi için bu bölgeye Ziyad b. Ebihi'nin atanmasını
teklif etti. Halife Ziyad b. Ebihi'yi büyük bir ordu ile Fars'a gönderdi. Ziyad
bölge insanını tekrar itaat altına aldı ve haraca bağladı. Bu arada Ma'kil b.
Kays Ahfaz üzerine gönderilmişti. Ma'kil, Basra'dan gelen yardım kuvvetleriyle
birlikte Hırrît üzerine saldırdı. Bu defa Hırrît'in yanında Türkler de yer
alıyordu. Hırrît kabilesinin ve kendisinin Araplar arasında çok itibarlı
olmadığını biliyordu. Bu nedenle etrafına gayrımüslimleri çekmeye çalışıyordu.
Çünkü onlar devlete haraç ödüyorlardı ve isyanlarında başarıya ulaşırlarsa bunu
ödemeyeceklerdi. Hırrît yenilgiye uğradı ancak yine kaçmayı başardı. Israrla
insanları Hz. Ali aleyhine kışkırtmaya devam ediyordu. Araplardan
Abdikaysoğulları da bu gruba katıldılar. Hırrît insanları Sıffîn Savaşı'nın
ardından devlete zekât ödemeye gerek olmadığına ikna ediyordu. Bu bölgede
yaşayan Hıristiyanlıktan İslâm'a geçmiş bir grup insan da gelişmeler karşısında
tekrar kendi dinlerine dönmeye karar vermişlerdi. Ma'kil bu kişilere şayet
İslâm'a tekrar girer ve direnişte bulunmazlarsa canlarının emniyette olacağını
söyledi. Bunun üzerine bu isyancıların arasından pek çok kişi ayrıldı. Geriye
kalanlardan Hırrît de dâhil yüz yetmiş civarında insanın öldürülerek bu isyanın
bastırıldığı bildirilmektedir.[760]
Muaviye'nin
Diğer Bölgelere Yaptırdığı Akınlar
Muaviye, Hz. Ali'ye karşı yıpratıcı akınlarına devam etti. H.
39 yılında Ensar'dan Nu'man b. Beşîr'i bin atlı ile birlikte Aynu't-Temr'e
gönderdi. Hz. Ali ise düşman gücüne karşı eşit sayıda askerle Malik b. Ka'b'ı
görevlendirdi. Ancak Ma'lik askerlerine Kûfe'ye gitmeleri için izin vermişti.
Hazırlıksız yakalanan Ma'lik'e Kûfe'den destek gelmedi. Abdurrahman b. Mihnefin
elli kişilik desteği ile birlikte Şamlılar'ın geri çekilmesini başardılar.
Ancak Kûfeliler'in bu isteksizliğinden halife şiddetle rahatsız oldu.[761]
Şamlılardan bir grup asker de Hît şehrine, burayı yağmalamak
üzere girdiler. Muaviye'nin bu akınları tıpkı düşman ülkelere düzenlenilen
akınlar gibi kanın ve malın helal sayıldığı akınlardı. Bu nedenle Şamlılar
rahatlıkla Hz. Ali'nin yönetimi altındaki beldelere giriyor ve yaptıkları
akınlardan kârlı çıkıyorlardı. Muaviye'nin yaptırdığı baskınlar Hz. Ali'nin
sınırları içerisinde yaşayan kabileleri ise rahatsız etmekteydi. Bölgenin
valisi Kümeyl b. Ziyad, daha önce Karkisîye tarafından buraya saldırı olacağını
duymuş ve burayı boşaltmıştı. Enbar'da ise sadece Hz. Ali'nin görevlendirdiği
beş yüz kadar adam bulunmaktaydı. Süfyan b. Avf, Enbar'da girdiği çatışmada Hz.
Ali'nin adamlarına galip geldi. Birliğin reisi Eşras b. Hassân'ın öldürülmesi
ile Hz. Ali'nin adamları dağıldı. İbn Avf ise Enbâr'dan alabileceği
ganimetlerle birlikte Şam'a döndü.[762]
Muaviye, Abdullah b. Mes'ade b. Hakeme b. Mâlik b. Bedr b.
el-Fezâre'yi yedi yüz adamı ile Teymâ'ya gönderdi. Bunların görevi buradan
geçen bedevîlerin zekâtlarının toplanması ve zekât vermeyenlerle
savaşılmasıydı. Abdullah b. Mes'a Mekke ve Medine yakınlarına kadar yaklaşarak
söylenilen faaliyetleri yerine getirdi. Hz. Ali ona karşı yine Fezârîlerden
Müseyyeb b. Necebe önderliğinde iki bin kişilik orduyu Teymâ'ya gönderdi. Aralarında
geçen çarpışmada Müseyyeb, Abdullah b. Mes'ade'yi öldürmek kastı olmaksızın
yaraladı. Abdullah b. Mes'ade yanındaki adamları ile kaleye çekildi. Müseyyeb
üç gün boyunca kaleyi kuşatma altında tuttu. Kalenin içindekiler yine Fezâre
kabilesindendiler. Ardından kaleyi ateşe verdi. Belirtildiğine göre Müseyyeb'e:
"Ey Müseyyeb kavmin helâk oluyor" diyerek feryad ettiler.
Müseyyeb kavmine acıyarak ateşin söndürülmesini emretti.[763]
Şam'dan Dahhak b. Kays önderliğinde üç bin kişilik bir ordu
daha yola çıktı. Görevleri bedevilerden Hz. Ali'ye itaat edenlerin üzerlerine
akınlar yapmaktı. Dahhak b. Kays bu şekilde Sa'lebiyye'ye kadar ilerledi.
Burada Hz. Ali'nin görevlilerini öldürdürerek el-Kutkutânâ'ya ulaştı. Hz. Ali
Dahhâk'ın üzerine Hucr b. Adiyy'i gönderdi. Dahhak Tedmîr'e girerek burada on
dokuz kişiyi öldürdü. Kendi adamlarından da bir kaçı ölmüştü. Dahhak olaydan
sonra kaçıp gidince Hucr b. Adiyy de beraberindekilerle birlikte geri döndü. [764]
Şamlılar Cezire bölgesine akın düzenlediler.
Burada Hz. Ali'nin adamları üstün geldi. Hz. Ali Muaviye'nin aksine girilen
bölgelerde Müslümanlara zarar verilmesini istemiyor, onların mallarına da
dokunulmasını yasaklıyor, ancak savaş malzemelerinin alınmasına müsaade
ediyordu.[765] Muaviye ise yaptırdığı
akınları görüldüğü gibi tam olarak İslâm'dan önceki kabileler arasında
gerçekleşen yağmalamalar şeklinde gerçekleştirmekteydi. Bu durum Müslümanlar'ın
İslâm ile gelen devlet anlayışını, büyük ölçüde sarsıntıya uğratıyordu. Muaviye
tamamen eski sisteme göre hareket ediyor, Hz. Ali ise kurallarını İslâm'ı esas
alarak uygulamaya çalışıyordu. Sıffîn sonrası yaşanan bu gelişmeler hangi
tarafın İslâmcı hangi tarafın kabileci mantığa sahip olduğunu gün geçtikçe daha
net bir şekilde ortaya çıkarmış oluyordu. Gerçekten de İslâm Tarihinde yerini
alan "Raşid halifeler" ifadesinin manası bundan sonra yaşanan
gelişmelerle anlam kazanmıştı. Rayyis bu durumu şu şekilde ifade etmiştir: "Siyasa'nın
yüce değerlere boyun eğdiği bir siyasal gidiş, Sakife toplantısından sonra
Medine'de uygulanagelen numune toplum yaşamı da Hz. Ali ile birlikte ortadan
kalktı. O, bu yüce ülküsel tutumun son savunucusuydu."[766]
Hz. Ali
İle Muaviye Arasında Yaşanan Hac Polemiği
Hicri 39 yılının Hac mevsimi geldiğinde Müslümanlar hac
emirinin gözetiminde ibadetlerini yerine getirmeleri gerekiyordu. Hac ibadeti
bütün Müslümanlar için ortak bir görev olduğundan Mekke'ye her bölgeden insan
gelmek durumundaydı. Muaviye için bu durum, kendi nüfuzunu tüm bölgelerde kabul
ettirmek anlamında önemli bir fırsattı. Yaptırdığı akınlarla zaten kendisine
karşı direnişi psikolojik anlamda epeyce kırmıştı. Şimdi Araplar'ın yönetiminde
Hz. Ali kadar hatta gücüyle ondan daha fazla etkin olmaya çaba sarfederken Hac
emirliğini onun tarafına kaptırmak istemiyordu. Muaviye Yezid b. Şecere er-Ruhavî'yi
Mekke'ye gönderirken[767] burada Müslümanlar'dan bey'at
elmasını da istedi.
Mekke valisi o dönemde Kusem b. Abbas'dı. O, Yezid b.
Şecere'nin Mekke'ye yöneldiğini öğrenince Mekke halkını toplayarak onlara bir
konuşma yaptı. Gerekirse onlarla çarpışmalarını istedi. Ancak isteğine olumlu
bir cevap alamadı. Yalnızca Şeybe b. Osman el-Abdârî ona itaat etmek üzere söz
verdi. Kusem bu durumda yanındaki kabilelerle birlikte Mekke'den ayrılıp,
durumu Hz. Ali'ye bildirmeye karar verdi. Kendisini bu fikirden vazgeçiren Ebû
Saîd el-Hudrî oldu. Şamlılar Mekke'ye ulaştıklarında her hangi bir saldırıda
bulunmadılar. Yezîd b. Şecere Mekkeliler'e kendilerine karşı bir girişimde
bulunmadıkları takdirde kimseye zarar verilmeyeceğini bildirdi. Yezîd, Kusem'in
bir yönetici olarak zayıf yapılı olduğunu düşünüyordu.[768]
Ebû Saîd el-Hudrî'den çıkacak anlaşmazlığı önlemek için Kusem ile aralarında
diyalog kurmasını istedi. Kendisinin Müslümanlara namaz kıldırmayacağını aynı
şekilde bunu onun da bunu yapmamasını istedi. Kusem bu teklifi kabul etti.
Aralarında ortak bir isimi hac emiri yapma konusunda anlaştılar. O yıl hac
emîri Şeybe b. Osman oldu. [769]
Yezid b. Şecere ve beraberindekiler Şam'a geri
dönerken Ma'kil b. Kays Hz. Ali'nin emriyle bunların peşine düştü. Onlardan bir
kısmını mallarıyla birlikte esir aldı. İbn Şecere Şam'a Muaviye'nin yanına
ulaştığı sıralarda Muaviye el-Hâris b. Nimre et- Tenûhi'yi el-Cezire'ye
göndererek Hz. Ali'nin itaati altındaki insanları alarak Şam'a getirmesini
istedi. El-Hâris de Tağliboğulları'ndan birkaç kişiyi rehin aldı. Burada
bulunan Tağliboğulları'ndan bir grup Muaviye tarafına geçtiler ve akrabalarının
serbest bırakılmasını istediler. Ancak bu istekleri kabul edilmedi. Onlar da
tekrar Hz. Ali tarafına geçtiler. Muaviye Hz. Ali'ye Ma'kil'in aldığı esirlere
karşılık Tağliboğulları'nı teklif etti. Bu şekilde esirler değiş-tokuş
edildiler. Ancak Tağlibliler Hz. Ali'nin Musul tarafını kontrol için gönderdiği
Cesam kabilesinden Abdurrahman'ın birliğine rastladılar. Karşılıklı
küfürleşmenin ardından Tağliboğulları Abdurrahman'ı öldürdüler. Hz. Ali bu
durumu haber alınca onların üzerine asker göndermek istedi. Ancak Rebialılar
olaya müdehale ettiler. Onların düşman tarafında olmadıklarını ve yanlışlıkla
Abdurrahman'ı öldürdüklerini söyleyerek Hz. Ali'yi ikna ettiler. Tağliboğulları
Rebia kabilelerinin en önemlilerindendir.[770]
Bu nedenle Kûfe'deki Rebialılar halifenin onların üzerine gitmesini
istememişler ve kendi kabilelerinden olan Tağliblileri savunmuşlardı.
Yemen
Seferi Ve Haşimoğulları'na Gözdağı
Muaviye ve Hz. Ali arasında kabileleri kendi taraflarına
geçirme mücadelesi görüldüğü üzere Hz. Ali'nin vefatına kadar devam etti. Daha
çok Muaviyenin yaptırdığı baskınları önleme ile meşgul olan Hz. Ali için en
yıkıcı olaylardan biri de Kureyş kabilesinin Âmir b. Lüeyoğulları'ndan Busr b.
Ertât'ın Yemen seferiydi. Hicrî 40 yılında üç bin kişilik bir orduyla Hicaz'a
doğru yola çıkan Şamlılar, dönemin Medine valisi Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin
onların gelişini haber alarak Kûfe'ye kaçması üzerine Medine'ye girdiler. Rivayet
edildiğine göre Busr Medine'ye girdiğinde direkt olarak mescide gitti ve
Ensar'ın kabilelerine gözdağı verecek şekilde şöyle seslendi: "Ey
Dinâr, ey Neccâr, ey Züreyk'' (bu isimler Ensar'ın büyüklerinin
isimleriydi) Devamında ise Hz. Osman'ı kastederek: "Ey ceddim, ey
ceddim! Dün sana burada bey’at etmiştim, ama bu gün neredesin?"[771] dediği rivayet edilmektedir.
Medine halkı Muaviye'ye bey'at ettirildiler. Busr gözü pek ve merhametsizliği
ile tanınan bir kişiydi.[772] Cemel Savaşı öncesi Hz. Ali
tarafında olduğunu bizzat ifade eden Ümmü Seleme'nin dahi Busr'un isteğine
uyarak bey'at ettiği belirtilmektedir.[773]
Büsr Medine'de bazı evleri yıktı ve ardından Mekke'ye yöneldi.
İfade edildiğine göre Ebû Mûsâ el-Eş'arî Büsr'ün kendisine zarar vereceğinden
korkmuştu. Muhtemelen hakem olayında Iraklılar'ı temsil ettiği için korkmuştu.
Ancak direkt olarak Hz. Ali taraftarlığı yapmadığı için de Büsr ona bir zarar
vermeyi düşünmemişti. Zannediyoruz böyle bir direktif de almamıştı. Mekke'deki
Müslümanlar da zorla bey'ate çağırıldıktan sonra Büsr b. Ertât Yemen'ye gitti.
Asıl katliamlar Yemen'de gerçekleşti. Yemen valisi Ubeydullah b. Abbas, Büsr'ün
onların üzerine geldiğini öğrenince Yemen'den kaçarak Kûfe'ye geldi. Hz. Ali
Yemen'e Abdullah b. Abdu'l-Meddân el-Hârisî'yi vekil olarak bıraktı. Ancak Busr
onu ve oğlunu öldürdü. Bununla birlikte Hz. Ali'nin yeğenleri, Ubeydullah b.
Abbas'ın Abdurrahman ve Kusam adında iki oğlunu da öldürttü. Bu davranış
Haşimoğullarına karşı yapılmış büyük bir meydan okumaydı. Ubeydullah bu iki oğlunu
çölde yaşayan Kinane kabilesinden bir adama emanet etmişti. Ancak Busr bu iki
çocuğu öldürürken onları korumaya çalışan Kinaneli adamı da öldürdü. Kinaneli
bir kadının bu durum üzerine: "Ey adam! Erkekleri öldürdün, fakat bu
iki çocukcağızı neden öldürüyorsun? Vallahi, bu yaştaki çocuklar ne cahiliye
döneminde ne de Islâm'da öldürülmüyorlardı. Ey Ebî Ertât'ın oğlu! Küçük
çocukları öldürten, ihtiyarların canına kıyan, acıma duygusunu insanların
kalplerinden söken ve akrabalar arasındaki hukuku gözetmeyen bir iktidar son
derece kötü ve zalim bir iktidardır." dediği ifade edilir. Büsr'ün bu
seferinde çok sayıda Hz. Ali taraftarını öldürdüğü belirtilmektedir.[774]
Bu olaylar üzerine Hz. Ali Cariye b. Kudama es-Sâdî'yi iki bin
kişiyle birlikte Yemen'e gönderdi. Ardından Vehb b. Mes'ud'u da yine iki bin
kişiyle birlikte bu bölgeye gönderdi. Busr bu haberi aldığında adamları ile
birlikte Yemen'den kaçtı.[775] Ubeydullah b.
Abbas da Yemen'e geri döndü. Hz. Ali'nin ölümüne kadar Yemen'de görevine devam
etti.[776]
Hz.
Ali'nin Şehid Edilmesi
Muaviye’nin, üzerine gönderdiği sürekli akınlar ile mücadele
etmek zorunda kalan Hz. Ali’nin h. 40 yılına Muaviye ile bir anlaşma yaptığı
rivayet edilir. Bu anlaşmaya göre Irak Hz. Ali'nin, Şam da Muaviye'nin olacak
ve hiçbiri diğerinin topraklarına girmeyecekti.[777]
İki lider arasında bu anlaşma yapılırken Hâriciler'den üç kişi, Abdurrahman b.
Mülcem el-Murâdî, Burek b. Abdullah et-Temîmî es-Suraymî ve Amr b. Bekr
et-Temîmî bir araya gelerek Nehrevan'da ölen akrabalarının öcünü almak ve
dalalet içinde gördükleri reislerden Müslümanlar'ı kurtarmak amacı ile Hz.
Ali'yi, Muaviye b. Ebî Süfyan'ı ve Amr b. el-Âs'ı öldürmeye karar verdiler.[778] İbn Mülcem Hz. Ali'yi, Burek
b. Abdullah Muaviye'yi, Amr b. Bekr de Amr b. el-As'ı öldürmek üzere
sözleştiler. [779]
H. 40 (m. 661) yılı Ramazan ayının on yedinci günü, Hz. Ali
namaz için evinden çıktığı bir anda Basralı Hâriciler'den Abdurrahman b. Mülcem
el-Murâdî tarafından başına indirilen darbelerle öldürüldü.[780]
Burek b. Abdullah da Muaviye'ye pusu kurmuştu. Muaviye sabah namazına giderken
Burek ona kılıçla saldırdı. Fakat hamlesi başarısız oldu. Amr b. Bekr ise aynı
gece Amr b. el-As'a pusu kurdu ancak Amr b. el-As o gece rahatsızlığı nedeniyle
camiye gidemeyince, yerine yanlışlıkla namaz kıldırmakla görevlendirdiği Hârice
b. Ebî Habîbe'yi öldürdü.[781]
Hz. Ali halifeliği döneminde bitmek bilmeyen iç karışıklıklar
nedeniyle fetih hareketlerinde bulunamamamış,[782]
özellikle Sıffîn Savaşı'nın ardından hilâfetinin sonuna kadar önü alınmaz
problemlerle uğraşarak ülkeyi birlik içinde tutma mücadesi vermiştir.
Kendisinin halife olarak seçildiği ortam göz önüne alındığında Hz. Ali'nin
talihsiz bir dönemi kendi yöntemleri ile aşmaya çalıştığı, ancak rakiplerinin
buna fırsat vermedikleri görülmektedir. Gerek Kureyş içinde, gerekse Arap
kabileleri arasında yaşanan gruplaşmalar halifeyi oldukça zor bir duruma
sokmuştur. Muaviye'nin başarıya ulaşmak için her türlü siyasi oyuna
başvurmasının[783] Hz. Ali iktidarını
ciddi ölçüde yıprattığı görülmektedir. Hz. Osman'ın öldürülmesi ile başlayan Haşimoğulları
ile Ümeyyeoğulları'nın tarihi rekabeti ise bu aşamada Hz. Ali'nin geri adım
atmasıyla bir parça duraklamıştır. Ancak henüz finale gelinmiş değildir.
Muaviye b. Ebî Süfyan’ın kurduğu Emevî hanedanlığı bu defa Haşimoğullarının
Abbas b. Abdülmuttalipoğulları kanadıyla yıkılacaktır.[784]
SONUÇ
İslâm'dan önce Araplar kabileler halinde yaşıyorlardı. Kabile
bireyleri kendi içlerinde büyük bir dayanışma halindeydiler. Bu anlayışa
"asabiyet" adı verilmekteydi. Kabileler arasında ise sürekli bir
mücadele yaşanmakta, bazı durumlarda çeşitli kabileler rakip kabilelere karşı
güç birliği elde edebilmek için aralarında ittifaklar yapmaktaydılar. Bu katı
kabile kuralları nedeniyle Araplar İslâm dinine girinceye kadar bir araya
gelememişler ve bir devlet oluşturamamışlardı.
Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] ile birlikte bu anlayışta büyük çaplı bir
değişiklik yaşandı. Araplar, Hz. Peygamber'in siyasi mücadeleleri ve İslâm
dininde yerini bulan din kardeşliği duygusunun da etkisi ile birlikte
birleşmeyi başardılar. Böylece güçlerini dış dünyaya karşı birleştirmiş
oldular. Bu durum devletin güçlenmesine, halkın göçebeler halinde ve oldukça
zor şartlar altında yaşamaktayken yerleşik hayata geçmelerine ve
zenginleşmelerine neden oldu. Bu büyük değişim başlangıçta her kesimi memnun
etti.
Yeni kurulan askeri vilayetlere yerleştirilen kabileler yine
kabileler halinde tasnif edildiler. Ancak bu defa aynı ortamı paylaşması
gereken onlarca kabile grupları ortaya çıktı. Yeni ortamlarında birbirlerine
karşı siyasi üstünlük elde edebilmek için bu defa daha üst düzeyli ve daha
güçlü kabile bağları kurulmaya başlandı. Bu durum ilerleyen yıllarda
Adnanî-Kahtanî, Rebia-Mudar boyutlarında daha büyük kitleleri etkileyen siyasi
çekişmeleri beraberinde getirdi.
Merkezde ise ilk halifenin seçiminden itibaren iktidar
çekişmeleriyle birlikte kabileler arası bir rekabetin canlandığı görüldü.
Başlangıçta Ensar ve Muhacir arasında yaşanan bu rekabet, özellikle üçüncü
halifenin seçimi sırasında Kureyş içerisinde İslâm'dan önce tüm canlılığı ile
yaşanan Emevî-Haşimî çekişmesini gündeme getirdi. Şûra düzeyinde gerçekleşen,
henüz halka aksetmemiş olan bu mücadeleyi Hz. Osman ile birlikte Ümeyyeoğulları
kazandı.
Hz. Osman'ın kendi kabilesi ile olan gönül bağı akrabalarını
kayırdığı noktasında Kureyş içinde ve diğer vilayetlerde yaşayan Araplar
nezdinde tepki toplamaya başladı. Ümeyyeoğulları'nın İslâm dinini geç bir
dönemde kabul etmiş olmaları, bu nedenle dini anlamda bir saygıdeğerlilik
taşımamaları ve Araplara karşı geleneksel bir yaklaşım içine girmeleri, bu
tepkinin gittikçe büyümesine neden oldu. Vilayetlerde ortaya çıkan bu
kıpırdanışlar fetihlerin durması ve maddi kaygıların artması ile daha da
belirginleşmeye başladı. Arap kabileleri yönetime karşı isyan ederek üçüncü
halife Hz. Osman'ı öldürdüler.
Hz. Osman'ın ölümü ile birlikte o güne kadar iktidardan
sürekli uzak tutulan Hz. Ali ve Haşimoğulları kanadı Arap kabilelerinin ve
çoğunluğunu Ensar'ın oluşturulduğu Medineliler'in desteği ile iktidara geldi.
Hz. Ali, iktidardan büyük skandallarla birlikte düşürülen Ümeyyeoğulları için
hedef tahtası haline gelmişti. İktidar olma mücadelesi sadece Ümeyyeoğulları'nı
değil ilk halife Hz. Ebû Bekir'in akrabaları olan Teymoğulları'ndan Talha ile
Hz. Ebû Bekir'in kızı ve Hz. Peygamber'in eşi Hz. Aişe'yi de harekete geçirdi.
Hz. Ömer'in seçtiği halife adaylarından Zübeyr b. Avvam'ın da bu gruba
katılımıyla Hz. Ali'ye karşı Kureyş içinde muhalefet başlatılmış oldu. Hz. Ali
Kureyş'ten destek bulamayınca Haşimoğulları'na hısımlık yolu ile akraba olanYemenli
kabilelerle işbirliğine girdi. Özellikle Hz. Osman yönetimine karşı ön planda
yer alan Malik el-Eşter Hz. Ali'nin sağ kolu görünümündeydi. Halifenin ilk iş
olarak Ümeyyeoğulları'nı idari görevlerden alması tepkileri üzerine çekti.
Bununla birlikte halife Hz. Osman'ın katillerini de cezalandırmamıştı.
Kendisine karşı güç birliği eden Ümeyyeoğulları-Talha ve
Zübeyr grubu ile yapılan savaştan Hz. Ali galip çıktı. Bu arada Basra ve
Kûfe'de yaşayan aynı kabile üyeleri birbirlerine karşı savaşmaktan oldukça rahatsızlık
duydular.
Hz. Ali hilafet merkezini Kûfe'ye taşıdı. Kûfe daha çok Yemen
kökenli kabilelerden oluşuyordu. Bunlar Kahtanîler de denilen Araplar'dı ki
Kureyş'in de içinde bulunduğu Adnanîlere karşı asırlar öncesine dayanan bir
rekabet içerisindeydiler. Hz. Ali bir yönüyle Kureyş'e diğer yönüyle
Yemenliler'e yakındı. Bu durum da kabilelerin ona yaklaşımını etkiliyordu.
Özellikle Yemenli kabileler için önemli bir isim olan Ebû Mûsâ el-Eş'arî,
Kûfeliler'i bu olaylara karışmamak konusunda uyarıyor, yaşanan gelişmelerin
Kureyş'in bir iç mücadelesi olduğunu savunuyordu.
Hz. Ali ikinci aşamada Ümeyyeoğulları'ndan Şam valisi Muaviye
ile karşı karşıya geldi. Muaviye yaklaşık yirmi yıldır Şam valiliği
yapmaktaydı. Buradaki kabilelere karşı güçlü bir otorite kurmuş, onları maddi
açıdan da tatmin ederek kendisine bağlamıştı. Hz. Osman'ın velisi olduğunu
iddia ederek onun kanını talep ediyordu. Şam bölgesinin önde gelen
kabilelerinden Kelb kabilesiyle kendisi ve Hz. Osman'ın daha önce kurmuş olduğu
hısımlık, Şamlılar'ın bu işi benimsemesinde etkili olmuştu.
Haşimoğulları'nın temsilcisi Hz. Ali ile Ümeyyeoğulları'nın
temsilcisi Muaviye b. Ebî Süfyan arasında gerçekleşen Sıffîn Savaşı'nda Hz. Ali
tarafının galibiyete yaklaştığı bir anda Kureyş'in önemli siyaset adamlarından
Amr b. el-Âs'ın Muaviye'ye getirdiği Kur'an'ın hakemliği konusundaki teklifi
savaş için bir dönüm noktası oldu. Farklı kabilelerden oluşan Irak ordusunda
bölünmeler meydana geldi. Yemen kökenli kabilelerden Kinde kabilesi reisi Eş'as
b. Kays ve daha sonra Hâriciler adı verilen aşırı İslâmcı bir grup savaşın
durdurulması konusunda halifeye baskı yaptılar. Sonuçta iki taraf için birer
temsilci seçilmesine ve bu temsilciler aracılığı ile gelinen noktanın
değerlendirilmesine ilişkin karara varıldı. Eş'as b. Kays ve Yemenliler'in
baskısı ile Iraklılar'ın temsilcisi Ebû Mûsâ el-Eş'arî seçildi. Şamlılar'ın
temsilcisi ise Amr b. el-Âs oldu.
Bu aşamadan sonra Hz. Ali'yi gittikçe büyüyen problemler
bekliyordu. Hakem olayını kabul etmeyen çoğunluğunu kuzey ve doğulu bedevilerin
oluşturduğu Hâriciler, Hz. Ali ile anlaşamayarak tamamen ayrı bir grup
oluşturdular. Hakemler ise hilafet ile ilgili durum değerlendirmesi yapmak için
bir araya geldiklerinde net bir sonuca ulaşamadılar. Böylelikle Hz. Ali'nin
halifeliği de tartışılır bir duruma gelmiş oldu.
Muaviye Hz. Ali'nin hâkimiyeti altındaki bölgelere akınlar
düzenlemeye başladı. Mısır Hz. Ali'nin elinden çıktı, yer yer küçük çaplı
isyanlar oluştu. Hz. Ali Şam üzerine gitmek üzere tekrar ordu hazırlamıştı ki
Hârici katliamları ortaya çıkınca bunlar ile savaşmak durumunda kaldı. Halife
yine Hâriciler tarafından düzenlenen bir saldırı sonucunda öldürüldü.
Hz. Ali döneminde yaşanan siyasi olaylarda da görüldüğü gibi,
kabilecilik anlayışı kendi içerisinde fertlerini birbirine bağlarken, toplum
halinde yaşama söz konusu olduğunda toplumda bölücü bir etki yapabilmektedir.
Bu gerçeği İslâm öncesi dönemde küçük gruplar halinde yaşayan Arap
kabilelerinin Müslümanlıkla birlikte yaşadıkları değişimin ardından bir devlet
görüntüsüne bürünebilmelerinde de açık bir şekilde görmekteyiz. Bu başarıya
ulaşılmasında Hz. Peygamber’in uyguladığı hassas politikayı göz ardı etmemiz
mümkün değildir. İlerleyen dönemlerde yavaş yavaş asabiyeti çağrıştıran
problemlerin ortaya çıktığı ve bunun en belirgin şekilde Hz. Osman döneminde
yaşandığı anlaşılmaktadır.
Hz. Ali hilafete gerçekten çok karışık bir dönemde gelmiştir.
Kabilecilik hareketlerinin yeniden hayata geçmeye başladığı bu ortamda ilk defa
Müslüman gruplar karşı karşıya geldiler. Hz. Ali'nin halifeliği döneminde
Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları arasında yaşanan iktidar mücadelesi Arap
kabileleri arasında gruplaşmaları meydana getirdi ve eski ittifakların
canlanmasına neden oldu. Arap kabileleri İslâm öncesi dönemdeki gibi birbirleri
ile savaşmak zorunda kalmışlardı. Bu ise dinin getirdiği prensiplerin bir
ölçüde çiğnendiği görüntüsünü vermekteydi. Muhtemelen bu durum vicdani
sorgulamayı da beraberinde getirdi ve kabilelerin siyasi yöneliş açısından
bocalamalarına neden oldu. Yaşanan gelişmeler aynı zamanda yönetim ile halkın
arasının açılmasına da neden olmuştur. Hz. Ali'den sonra Muaviye'nin iktidarı
ile kurulan Emevî devletinin, yönetim ile halk münasebetleri açısından daha
büyük çekişmelere sahne olmasının ve kabilecilik anlayışının daha üst boyutlara
ulaşmasının temelinde bu duygusal kopuşun etkisi olduğu kanaatindeyiz.
BİBLİYOGRAFYA
AHMET CEVDET, Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hûlafa, haz.
Mahir İz, T. C. Kültür Bakanlığı yay., Ankara 2000.
AKBULUT, Ahmet, Sahabe Dönemi
İktidar Kavgası, Ankara 2001.
ALGÜL, Hüseyin, İslâm Tarihi,
Gonca yay., İstanbul 1986.
APAK, Adem, Asabiyet ve Erken Dönem İslâm Siyasî
Tarihindeki Etkileri, Düşünce Kitabevi yay., İstanbul 2004.
,Hz.
Osman Dönemi Devlet Siyaseti, İnsan yay., İstanbul 2003.
,İslâm
Siyaset Geleneğinde Amr b. el-Âs, Ankara Okulu yay. Ankara 2001.
ATEŞ, Ahmed, "Asabiyet",
İA, Eskişehir 1997.
AVCI, Casim, ŞENTÜRK Recep, "Kabile",
DİA, İstanbul 2001.
,"Kûfe",
DİA, Ankara 2002.
AYAR, Kenan, "Ebû Mûsâ el-E'şarî'nin İdaresi Ve Siyasi
Faaliyetleri", Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, www.dinbilimleri.com/dergi,
Yıl I, Sayı 3,
2001.
,"Sahabe Dönemi iktidar
Mücadelesinde Arap Dâhilerinden Kays b. Sa'd”, OMÜİFD, Sayı 20-21,
ss. 115-169, Samsun 2005.
,"Mâlik b. el-Hâris
el-Eşter’in İlk Dönem Siyasi Hadiselerdeki Rolü", Din Bilimleri
Akademik Araştırma Dergisi, www.dinbilimleri.com/dergi,
Yıl 5, Sayı 4, 2005.
AYCAN, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye bin Ebî Süfyan,
Ankara Okulu yay., Ankara 2001.
BAKIR, Abdulhalik, İktisadi ve
İdari Yönden Hz. Ali Dönemi, Ankara 1991.
,"Basra",
DİA, İstanbul 1992.
,Hz.
Ali Ve Dönemi, Bizim Büro Basımevi, Ankara 2004.
BALCI, İsrafil, "Bir Yalnız Sahabi Ebû Zer
el-Gıfarî", OMÜİFD, Sayı 10, ss. 351-386, Samsun 1998.
BELÂZURÎ, Ahmed b. Yahya b. Câbir (öl. 279/892), Ensâbü'l-Eşrâf,
thk. Süheyl Zekkâr, Riyâd Ziriklî, Dâru'l-Fikr, Beyrut 1996.
,Futûhu'l-Buldân, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye,
Beyrut 1978.
,Fütûhu'l-Büldân, çev. Mustafa
Fayda, T.C. Kültür Bakanlığı yay., Ankara
2002.
BROCKELMANN, C., İslâm
Milletleri ve Devletleri Tarihi, çev. Neş'et Çağatay, AÜİF yay., Ankara
1964.
BUHL, F., "Abdiilmuttalib",
İA, Eskişehir 1997.
CÂBİRÎ, Muhammed Âbid, İslâm’da
Siyasal Akıl, çev. Vecdi Akyüz, Kitabevi yay., İstanbul 1997.
ÇAĞATAY, Neşet, İslâm Öncesi
Arap Tarihi Ve Cahiliye Çağı, AÜİF yay., Ankara 1982.
ÇELİKKOL, Yaşar, İslâm Öncesi
Mekke, Ankara Okulu yay. Ankara 2003.
DEMİRCAN, Adnan, Ali Muaviye
Kavgası, Beyan yay., İstanbul 2002.
,Hz. Ali'nin
Hilafet Hakkı Meselesinde Gadîr-i Hum Olayı, Beyan yay., İstanbul 1996.
,Hâricîler'in
Siyasî Faaliyetleri, Beyan yay., İstanbul 1996.
DİNEVERÎ, Ebî Hanife Ahmed b. Davud
(öl. 282/895), Ahbâru't-Tıvâl, thk. Abdulmün'im Amir-Cemalettin
eş-Şeyyâl, Kahire ty.,
DURÎ, A. Aziz, İlk Dönem İslâm
Tarihi, çev. Hayrettin Yücesoy, Endülüs yay., İstanbul 1991.
,İslam
İktisat Tarihine Giriş, çev. Sabri Orman, Endülüs yay., İstanbul 1991.
EBÛ ZEHRA, Muhammed, İslâm'da
Siyasî İtikadî ve Fıkhî Mezhepler Tarihi, çev.
Hasan Karakaya, Kerim Aytekin,
Hisar yay., İstanbul t.y.
EMîN, Ahmed, Fecrü’l-İslâm, Dâru'l
Kitabi'l-Arabî, Beyrut 1969.
EZRAKÎ, Ebu'l-Velid (öl. 223/837), Kâbe
ve Mekke Tarihi, çev. Y. Vehbi Yavuz, Feyiz yay., İstanbul 1974.
FAYDA, Mustafa, İslâmiyetin Güney
Arabistan'a Yayılışı, AÜİF yay., Ankara 1982.
,Allah'ın
Kılıcı Halid b. Velid, Çağ yay., İstanbul 1992.
,"Âişe",
DİA, İstanbul 1991.
,"Cerîr
b. Abdullah", DİA, İstanbul 1993.
FAZLUR RAHMAN, İslâm, çev.
Mehmed Dağ, Mehmet Aydın, Ankara Okulu yay., Ankara 2000.
FERRUH, Ömer, Tarihu
Sadri'l-İslâm ve'd-Devletü'l-Emeviyye, Beyrut 1976.
FIĞLALI, Ethem Ruhi, "Abdullah
b. Sebe" , DİA, İstanbul 1988.
,Çağımızda
Îtikadî İslâm Mezhepleri, Selçuk yay., Ankara 1990.
,İbâdiye'nin
Doğuşu ve Görüşleri, AÜİF yay., Ankara 1983.
"Cemel
Vak'ası", DİA, İstanbul 1993.
"Haricîler",
DİA, İstanbul 1997.
GİBB, Hamilton A. R., İslam
Medeniyeti Üzerine Araştırmalar, çev. Kadir Durak ve diğerleri, Endülüs
yay., İstanbul 1991.
GÜNAL, Mustafa, Hz. Ali Dönemi
Ve İç Siyaset, İnsan yay. İstanbul 1998.
GÜNALTAY, Şemseddin, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, Sadeleştirenler:
M. Mahfuz Söylemez, Mustafa Hizmetli, Ankara Okulu yay., Ankara 1997.
HALİFE, b. Hayât (öl. 240/854), Tarihu Halife b. Hayyât
Halife b. Hayyât Tarihi, çev. Abdulhalik Bakır, Ankara 2001.
HASAN, İbrahim Hasan, Tarîhu'l-İslâm, es-Siyâsî
ve'd-Dînî ve’s-Sekâfî ve'l-İctimâî, Kahire 1979.
HATİBOĞLU, Mehmed Said, Hilafetin Kureyşliliği İslam'da İlk
Siyasi Kavmiyetçilik, Kitâbiyât yay., Ankara 2005.
HAMİDULLAH, Muhammed, İslâm Peygamberi, çev., Salih
Tuğ, İrfan yay.,İstanbul 1993.
HİTTİ, Philip K., Siyâsî ve Kültürel İslâm Tarihi, çev.
Salih Tuğ, MÜİF yay., İstanbul 1995.
HİZMETLİ, Sabri, İslâm Tarihi,
AÜİF yay. Ankara 1991.
,"Tarihî
Rivayetlere Göre Hz. Osman'ın Öldürülmesi", AÜİF Dergisi, Cilt:
XXVII, ss. 149-176, Ankara 1985.
İBN A'SEM, Ebû Muhammed Ahmed (öl.
314/926), el-Futûh, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1986.
İBN AL KALBÎ (öl. 204/819), Putlar
Kitabı, çev. Beyza (Düşüngen) Bilgin, Pınar yay., İstanbul 2003.
İBN HACER, Şihâbüddin Ebu'l-Fadl
Ahmed b. Ali el-Askalânî (öl. 852/1448), Tehzîbü't-Tehzîb, Dâru Sadr,
Beyrut 1968.
İBN HALDUN (öl. 808/1405), Mukaddime,
çev. Zakir Kadirî Ugan, MEB yay., İstanbul 1989.
İBN HAZM, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed
(öl. 456/1063), Cemheretu Ensâbi'l- Arab, thk. ve tlk. Abdüsselâm
Muhammed Harun, Dâru'l-Mearîf, Kahire, t.y.
İBN HİŞÂM, Ebû Muhammed Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb
el-Himyerî (öl. 218/833), es-Sîretu'n-Nebeviyye, thk. Mustafa es-Saka ve
Diğerleri, Kahire 1936.
İBN İSHAK, Muhammed b. Yesâr (öl. 151/768), Sîretü İbn
İshak, thk. ve ta'lîk: Muhammed Hamidullah, Hayra Hizmet Vakfı, Konya 1981.
İBN KESÎR, Ebû'l-Fida (öl. 774/1372), el-Bidâye
ve'n-Nihaye, Mektebetü'l-Mearif, Beyrut 1974.
İBN KUTEYBE, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî (öl.
276/828), el- İmâme ve's-Siyâse, thk. Taha Muhammed Zeynî, Kahire 1967.
,el-Mearif, tsh., tlk. Muhammed
İsmail Abdullah es-Sâvî, İhyau't-Türasi'l- Arabî, Beyrut 1970.
İBN MANZUR, Ebu'l-Fadl Muhammed b. Mükerrem (öl. 711/1311), Lisânü'l-Arabi'l-
Muhît, Dâr-u Lisâni'l-Arab, Beyrut 1970.
İBN SA'D, Muhammed (öl. 230/844), et-Tabakâtü'l-Kübrâ,
Daru Sadr, Beyrut, t.y.
İBN ŞEBBE, Ebû Zeyd Ömer el-Basrî (öl. 262/876), Tarihu'l-Medineti'l-Münevvere,
thk. Fehim Muhammed Şeltut, Dâru'l-İsfehan, Cidde t.y.
İBNÜ'L CEVZÎ, Ebû'l-Ferec Abdurrahman (öl. 597/1201), El-Vefâ
bi Ahvâli'l- Mustafa, thk. Mustafa Abdülvahid, Dâru'l-Kütübi'l-Hadîse,
Mısır 1966.
İBNÜ'L ESÎR, İzzüddin Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed b.
Abdülkerim (öl. 630/1232, el-Kâmil fî't-Târîh, Dâru Sadr, Beyrut 1965.
,Üsdü'l-Ğâbe fî Ma'rifeti's-Sahâbe,
thk. ve tlk., Muhammed İbrahim el-Bina, Muhammed Ahmet Âşûr, Dâru'ş-Şa'b,
Kahire 1970.
KABBÂNÎ, Abdülaziz, el-Asabiyye
Bünyetü'l-Müctemei'l-Arabiyye, Beyrut 1997.
KANDEMİR, M. Yaşar, ''Abdullah
b. Ömer b. Hattâb", DİA, İstanbul 1988.
KINDERMANN, H., "Tağlib'İA,
Eskişehir 1997.
KUTLU, Sönmez, "’Ehl-i Beyt’ Sembolik Kapitalinin
Tarihî Süreç İçinde Semerelendirilmesi", İslâmiyât, Cilt III,
Sayı 3, ss. 99-120, Ankara 2000.
LAMMENS, H., "Muâviye",
İA, Eskişehir 1997.
,"Muğîre",
İA, Eskişehir 1997.
“Taif,
İA, Eskişehir 1997.
,"Kelb",
İA, Eskişehir 1997.
,"Büsr",
İA, Eskişehir 1997.
LEWİS, Bernard, Tarihte Araplar, çev. Hakkı Dursun
Yıldız, Anka yay., İstanbul
2000.
MAKRİZÎ, Takıyyuddin (öl. 845/1442), Resâilu'l-Makrizî, et-Tenazu'
ve't-Tehâsum Fî ma Beyne Benî Ümeyye ve Benî Hâşim, thk., Ramazan el-Bedrî,
Ahmed Mustafa Kasım, Daru'l-Hadîs, Kahire 1998.
MES'ÛDÎ, Ebû'l-Hasan Ali b. Hüseyin b. Ali (öl. 346/957), Murûcu'z-Zeheb,
thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, Mısır 1964.
MİNKARÎ, Nasr b. Müzahim (öl. 212/827), Vak'atü Sıffîn, thk.
ve şerh, Abdüsselâm Muhammed Harun, el-Müessesetü'l-Arabiyyetü'l-Hadîse, Kahire
1962.
MUSTAFA, Nevin Abdülhâlık, İslâm Düşüncesinde Muhalefet, çev.
Vecdi Akyüz, Ayışığı Kitapları, İstanbul 2000.
NU'AYMÎ, Selîm, "Hâricîlerin Doğuşu", çev.
Harun Yıldız, OMÜİFD, Sayı 10, ss. 513-536, Samsun 1998.
NÜVEYRÎ, Şihabüddin Ahmed b. Abdülvahhab (öl. 732/1332), Nihayetü'l-Ereb
fî Fünîni'l-Edeb, Kahire, t.y.
ÖNKAL, Ahmet, "Tahkim Olayı Üzerine Bir
Değerlendirme" İSTEM İslâm San'at, Tarih, Edebiyat ve Mûsıkîsi
Dergisi, Sayı II, ss. 33-68, Konya 2003.
,"Adî
b. Kâ'b", DİA, İstanbul 1988.
,"Amr
b. Âs", DİA, İstanbul 1991.
RÂĞIB El-İSBEHÂNÎ, Hüseyin b. Muhammed el-Ma'ruf (öl.
502/1108), el-Müfredât Fî Ğarîbi'l-Kur'ân, Kahraman yay., İstanbul 1986.
RAYYIS, Ziyauddin, İslamda Siyasi Düşünce Tarihi, çev.
İbrahim Sarmış, Nehir yay., İstanbul 1995.
RECKENDORF, "Ahnef",
İA, Eskişehir 1997.
,"EŞ'as"
İA, Eskişehir, 1997.
SARIÇAM, İbrahim, Emevî Hâşimî İlişkileri İslâm Öncesinden
Abbâsîlere Kadar, Türkiye Diyanet Vakfı yay. Ankara 1997.
,Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi
ve sellem] ve Evrensel Mesajı,
Diyanet İşleri Başkanlığı yay., Ankara
2001.
SCHLEIFER, J., "Bekrî",
İA, Eskişehir 1997.
SHAHID, İrfan, "Araplar’ın Hâkimiyeti Ve Yükselişi",
çev. İlhan Kutluer, İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, Kitabevi yay.,
İstanbul 1997 .
SÖYLEMEZ, M. Mahfuz, Bedevîlikten
Hadârîliğe Kûfe, Ankara Okulu yay., Ankara 2001.
SUYÛTÎ, Celâlüddin Abdurrahman b.
Ebî Bekr (öl. 911/1505), Tarîhu'l-Hulefâ, thk. Muhammed Muhyiddîn
Abdülhamîd, Metbeetü's-Seade, Mısır 1952.
TABERÎ, Ebû Ca'fer Muhammed b.
Cerîr (öl. 310/922), Târîhu'l-Umem ve'l-Mulûk, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye,
Beyrut 1987.
TAHA, Hüseyin, el-Fitnetü'l-Kübrâ
Osman, Daru'l-Mearif, Kahire 1968.
TERZİ, M. Zeki, Hz. Peygamber ve
Hulefâ-i Râşidîn Döneminde Askerî Teşkilât, Sönmez yay. Samsun 1990.
ÜÇOK, Bahriye, İslâmTarihi
Emevîler Abbasîler, MEB yay., Ankara 1979.
VAGLİERİ, Laura Veccia, "Raşid Halifeler Ve Emevî
Halifeleri" çev. İlhan Kutluer, İslâm Tarihi Kültür Ve Medeniyeti,
Kitabevi yay., İstanbul 1997.
VÂKIDÎ, Muhammed b. Ömer (öl. 207/822), Kitabü'l-Meğâzî, thk.
Marsden Jones, Âlimu'l-Kütüb, Beyrut 1984.
VİDA, G. Levi Della, "Osman",
İA, Eskişehir 1997.
,"Temîm",
İA, Eskişehir 1997.
YA'KUBÎ, Ahmed b. Ebî Ya'kub b.
Ca'fer b. Vehb b. Vâzıh el-Kâtib el-Abbâsî (öl. 292/905), Tarihu'l-Ya'kûbî,
Dâru Sadr, Beyrut t.y.
YAZIR, Elmalı'lı Hamdi, Hak Dini
Kur'an Dili, Eser Neşriyat, İstanbul 1982.
YETKİN, Şerare, "Abbasîler",
DİA, İstanbul 1988.
YILDIZ, Hakkı Dursun (İlmî Müşavir
ve Redaktör), Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Kombassan A. Ş.,
Konya 1994.
,"Arap",
DİA, İstanbul 1991.
,"Abdullah
b. Zübeyr b. Avvâm", DİA, İstanbul 1988.
YILDIZ, Harun, Din Siyaset Ve İdeoloji -Hâricilik
Düşüncesinin Doğuşu-, Sidre yay., Samsun 1999.
WATT, W. Montgomery, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve
sellem] Mekke'de, çev. M. Rami Ayas,
Azmi Yüksel, AÜİF yay., Ankara 1986.
,İslâm Düşüncesinin Teşekkül
Devri, çev. Ethem Ruhi Fığlalı, Şa-to yay., İstanbul 2001.
,İslam'da Siyasal Düşüncenin
Oluşumu, çev. Ulvi Murat Kılavuz, Birey yay., İstanbul 2001.
WELLHAUSEN, Julius, Arap Devleti
ve Sukutu, çev. Fikret Işıltan, AÜİF yay., Ankara 1963.
,İslâmın
En Eski Tarihine Giriş, çev. Fikret Işıltan, İÜEF yay., İstanbul1960
,İslamiyetin
İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, çev. Fikret Işıltan, Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1989.
ZEBÎDÎ, Seyyid Muhammed Murtaza
(öl. 1205/1790), Tâcu'l-Arûs, Dâru'l-Fikr, b.y.y., t.y.
ZETTERSTEEN, K.V., "Küfe",
İA, Eskişehir 1997.
,"Saîd
b. El-As", İA, Eskişehir 1997.
,"Sa'd
b. Abî Vakkâs", İA, Eskişehir 1997.
ZEYDAN, Corci, İslâm Medeniyeti
Tarihi, çev. Zeki Megamiz, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1974.
ZORLU, Cem, İslam'da İlk İktidar
Mücadelesi, Yediveren yay., Konya 2002.
ZÜMRÜT, Osman, İslâm'da Kamu Oyu
Oluşumu, Kazancı yay., Ankara 1977.
[1] Philip K. Hitti, Siyâsî ve Kültürel İslam
Tarihi, çev. Salih Tuğ, MÜİF yay., İstanbul 1995, I, 23.
[2] Hasan İ. Hasan bunun sebebini iki maddede ifade
etmiştir. Ona göre eski Arap tarihi konusunda bilgi yetersizliğinin birinci
sebebi siyasi birliğin olmayışı, ikinci sebep ise okuma yazma bilmemeleridir
bk. Hasan İ. Hasan, Tarîhu'l-İslâm, es-Siyâsî ve'd-Dînî ve’s-Sekâfî
ve'l-İctimâî, Kahire 1979, I, 1.
[3] Hakkı Dursun Yıldız, “Arap”, DİA,
İstanbul 1991, III, 272.
[4] Yıldız, “Arap”, DİA, III, 275.
[5] Ahmed
Emin, Fecrü'l-İslâm, Dâru'l Kitabi'l-Arabî, Beyrut 1964, s. 5; Bernard
Lewis, Tarihte Araplar, çev. Hakkı Dursun Yıldız, Anka yay., İstanbul
2000, s. 36; Yıldız, “Arap”, DİA, III, 273.
[6] Hitti, İslam Tarihi, I, 56; Yıldız, “Arap”,
DİA, III, 273.
[7] İbn
Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed, Cemheretu Ensâbi'l-Arab, thk. ve tlk.
Abdüsselâm Muhammed Harun, Dâru'l-Meârîf, Kahire t.y, s. 8.
[8] Emîn, Fecrü’l-İslâm, s. 5; Hitti, İslam
Tarihi, I, 56.
[9] Yıldız, “Arap”, DİA, III, 273.
[10] Yıldız, “Arap”, DİA, III, 273.
[11] Hitti, İslam Tarihi, I, 56.
[12] Yıldız, “Arap”, DİA, III, 273.
[13] Yıldız, “Arap”, DİA, III, 273.
[14] İrfan Shahid, "Araplar'ın Hâkimiyeti Ve Yükselişi",
çev. İlhan Kutluer, İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, Kitabevi yay.,
İstanbul 1997, I, 33.
[15] Hitti, İslam Tarihi, I, 55; Bernard
Lewis, Tarihte Araplar, s. 36; Emîn, Fecrü’l-İslâm, s. 5.
[16] Emîn, Fecrü’l-İslâm, s. 5.
[17] İbn Manzur, Lisanü'l-Arabi'l-Muhît, Dâr-u Lisâni'l-Arab,
Beyrut 1970, III, 12; Seyyid Muhammed Murtaza Zebîdî, Tâcu'l-Arûs, Dâru'l-Fikr,
b.y.y. t.y., VIII, 72.
[18] Zebîdî, Tâc, VIII, 72.
[19] Hüseyin b. Muhammed Râğıb el-İsbehânî, El-Müfredât Fî
Ğarîbi'l-Kur'ân, Kahraman yay., İstanbul 1986, s. 592; VIII, 72.
[20] Casim Avcı, Recep Şentürk, "Kabile",
DİA, İstanbul 2001, XXIV, 30.
[21] Zebîdî, Tâc, VIII, 72.
[22] Adem Apak, Asabiyet ve Erken Dönem İslâm Siyasî Tarihindeki
Etkileri, Düşünce yay., İstanbul 2004, s. 2.
[23] İbn Manzûr, Lisanü'l-Arab, II, 790-792.
[24] Ahmed Ateş, "Asabiyet", İA,
Eskişehir 1997, I, 663.
[25] Avcı, "Kabile", DİA,
XXIV, 31.
[26] Abdülaziz Kabbânî, el-Asabiyye
Bünyetü'l-Müctemei'l-Arabiyye, Beyrut 1997, s. 40.
[27] Corci Zeydan, İslâm Medeniyeti Tarihi,
çev. Zeki Megâmiz, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1974, s. 22.
[28] İbn Haldun, Mukaddime, çev. Zakir Kadirî
Ugan, MEB yay., İstanbul 1989, I, 323-324.
[29] C. Brockelmann, İslâm
Milletleri ve Devletleri Tarihi, çev. Neş'et Çağatay, AÜİF yay., Ankara
1964, I, 4
[30]
Zeydan, İslâm Medeniyeti, s. 26.
[31] Avcı, "Kabile", DİA,
XXIV, 30.
[32] Zeydan, İslâm Medeniyeti, s.16-17.
[33] Avcı, "Kabile", DİA,
XXIV, 31.
[34] Emîn, Fecrü'l-İslâm, s. 6.
[35] H. İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, I, 88.
[36] Brockelmann, İslâm Milletleri, I, 4.
[37] Avcı, "Kabile", DİA,
XXIV, 31.
[38] İbn Hişam, Sîre, I, 138-40.
[39] Lewis, Tarihte Araplar, s. 43
[40] Brockelmann, İslâm Milletleri, I, 4-5.
[41] İbn Sa'd Muhammed, et-Tabakatü'l-Kübrâ, Dâru Sadr, Beyrut
t.y., I, 51; Neşet Çağatay, İslâm Öncesi Arap Tarihi Ve Cahiliye Çağı,
AÜİF yay., Ankara 1982, s. 82.
[42] Çağatay, Arap Tarihi, s. 82.
[43] Çağatay, Arap Tarihi, s. 85.
[44] İbn Hişam Ebû Muhammed Abdülmelik b. Eyyûb el-Himyerî, es-Sîretu'n-Nebeviyye,
thk. Mustafa es- Saka ve Diğerleri, Kahire 1936, I, 95-96.
[45] İbn Hişam, Sîre, I, 119.
[46] İbn Hişam, Sîre, I, 122.
[47] İbn Hişam, Sîre, I, 123.
[48] İbn Hişam, Sîre, 1,123-124; Ya'kubî Ahmed b. Ebî Ya'kûb b.
Ca'fer b. Vehb b. Vâzıh el-Kâtib el- Abbâsî, Tarihu'l-Ya'kûbî, Dâru
Sadr, Beyrut t.y., I, 239-240.
[49] Lewis, Tarihte Araplar, s, 49.
[50] İbn Hişam, Sîre, I,124.
[51] Ya'kubî, Tarih, I, 239-240.
[52] W. Montgomery Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, çev. Rami Ayas,
Azmi Yüksel, AÜİF yay., Ankara 1986, s. 12.
[53] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi,
çev. Salih Tuğ, İrfan yay., İstanbul 1993, I, 279.
[54] Ya'kubî, Tarih, I, 239-204.
[55] Yaşar Çelikkol, İslâm Öncesi Mekke,
Ankara Okulu yay., Ankara 2003, s. 112.
[56] Muhammed Âbid Câbirî, İslâm'da Siyasal Akıl, çev. Vecdi
Akyüz, Kitabevi yay., İstanbul 1997, s. 152.
[57] Sabri Hizmetli, İslâm Tarihi, AÜİF yay.
Ankara 1991, s. 51.
[58] Osman Zümrüt, İslam'da Kamu Oyu Oluşumu,
Kazancı yay., Ankara 1977, s. 185.
[59] İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed Ve Evrensel
Mesajı, TDV yay., Ankara 2001, s. 13.
[60] İbn Hişam, Sîre, I, 138-140.
[61] İbn Hişam, Sîre, I, 138.
[62] Ibn Hişam, Sîre, I, 140.
[63] Çelikkol, Mekke, s. 216.
[64] Ibn Hişam, Sîre, I, 143.
[65] Nüveyrî, Şihabüddin Ahmed b. Abdülvahhab, Nihayetü'l-Ereb fî Fünîni'l-Edeb,
Dâru'l-Kütüb, Kahire t.y., II, 358.
[66] Ibn Hişam, Sîre, I, 143.
[67] Ibn Hişam, Sîre, I, 145.
[68] İbrahim Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri İslâm Öncesinden
Abbâsîlere Kadar, TDV yay. Ankara 1997, s. 71
[69] Nüveyrî, Nihayetü'l-Ereb, II, 359.
[70] Taberî, Tarih, II, 77-79; F. Buhl, "Abdülmuttalib",
İA, Eskişehir 1997, I, 100.
[71] Ibn Hişam, Sîre, I, 154-155.
[72] Ibn Hişam, Sîre, I, 150.
[73] Çelikkol, Mekke, s. 217.
[74] Ibn Hişam, Sîre, I. 160.
[75] Çelikkol, Mekke, s. 216-217.
[76] Ibn Hişam, Sîre, I, 140-141.
[77] Belâzuri, Ahmed b. Yahya b. Câbir, Ensâbu'l-Eşrâf, thk.
Süheyl Zekkâr, Riyâd Ziriklî, Dâru'l-Fikr, Beyrut 1996, I, 64.
[78] Belâzuri, Ensâbu'l-Eşrâf, I, 64.
[79] Ezrakî Ebu'l-Velid, Kâbe ve Mekke Tarihi, çev. Y. Vehbi
Yavuz, Feyiz yay., İstanbul 1974, s. 100102.
[80] Ezrakî, Mekke Tarihi, s. 102.
[81] Adnan Demircan, Ali-Muaviye Kavgası,
Beyan yay., İstanbul 2002, s, 20.
[82] Ezrakî, Mekke Tarihi, s. 102-103.
[83] Halife b. Hayyât, Tarihu Halife b. Hayyât Halife b. Hayyât
Tarihi, çev. Abdulhalik Bakır, Ankara 2001, s. 249; İbnü'l Esîr, İzzüddin
Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed b. Abdülkerim, el-Kâmil fî't-Tarih, Dâru
Sadr, Dâru Beyrut, Beyrut 1965, III, 222.
[84] Hakkı Dursun Yıldız (İlmî Müşavir ve Redaktör), Doğuştan Günümüze
Büyük İslâm Tarihi, Kombassan A.Ş., Konya 1994, III, 15.
[85] Takıyyuddin el-Makrizî, Resâilu'l-Makrizî, et-Tenazu'
ve't-Tehâsum Fî ma Beyne Benî Ümeyye ve Benî Hâşim, thk., Ramazan el-Bedrî,
Ahmed Mustafa Kasım, Daru'l-Hadîs, Kahire 1998, s. 24-25.
[86] Ezrakî, Mekke Tarihi, s. 101-103.
[87] Makrizî, Resâilu'l-Makrizî, s. 24-25.
[88] İbn Kuteybe Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî,, el-Meârif,
tsh., tlk. Muhammed İsmail Abdullah es-Sâvî, İhyau't-Türasi'l-Arabî, Beyrut
1970, s. 33.
[89] Ezrakî, Mekke Tarihi, s. 104.
[90] Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 85.
[91] İbn Hişam, Sîre, I, 158-159.
[92] Belâzurî, Ensâb'l-Eşrâf, I, 68; Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr
Taberî, Târîhu't-Taberî; Târîhu'l- Umem ve'l-Mulûk,
Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1987, II, 68.
[93] Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 81.
[94] İbn İshak, Muhammed b. Yesâr, Sîretü İbn İshak, thk. ve
Ta'lîk: Muhammed Hamidullah, Hayra Hizmet Vakfı, Konya 1981, s. 1;
İbnü'l-Cevzî, Ebû'l-Ferec Abdurrahman, El-Vefa bi Ahvali'l- Mustafa, thk.
Mustafa Abdülvahid, Dâru'l-Kütübi'l-Hadîse, Mısır 1966, I, 76.
[95] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 171.
[96] Kur'an, Şuara (26): 214.
[97] İbn Hişam, Sîre, I, 280.
[98] İbn Hişam, Sîre, I, 282.
[99] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 160.
[100] İbn Hişam, Sîre, II, 59.
[101] İbn Hişam, Sîre, II, 58-59.
[102] Ibn Hişam, Sîre, II, 10-11.
[103] Ibn Hişam, Sîre, I, 139.
[104] H. İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, I,
83-84.
[105] Cabirî, Siyasal Akıl, s. 194-195, 197
[106] Cabirî, Siyasal Akıl, s. 194.
[107] Ibn Hişam, Sîre, I, 287.
[108] Ibn Hişam, Sîre, I, 344; Watt, Hz.
Muhammed Mekke'de, s. 147.
[109] Ibn Hişam, Sîre, I, 375-379.
[110] Anlatıldığına göre Yahudiler kendilerine bir peygamber
geleceğini ve bu sayede onlarla harb ederek Ad ve İrem topluluklarının
katledildiği gibi onları katledeceklerini söyleyerek Evs ve Hazreçlileri
korkutmaktaydılar. Bu korku Medinelilerin Hz. Muhammed’in [salla’llâhü aleyhi
ve sellem] peygamberliğini kısa zamanda
kabul etmelerinde etkili olmuştur. bk. İbn Hişam, Sîre, II, 70.
[111] İbn Hişam, Sîre, II, 60-61.
[112] H. Lammens, "Tâif', İA,
Eskişehir 1997, II, 672.
[113] A. Aziz Durî, İlk Dönem İslâm Tarihi,
çev. Hayrettin Yücesoy, Endülüs yay., İstanbul 1991, s. 81.
[114] bk. Kur'an, A'raf (7): 158, Yunus
(10): 57; Sebe (34): 28; Nas (114): 1-3.
[115] Vâkıdî Muhammed b. Ömer, Kitabü'l-Meğâzî, thk. Marsden Jones,
Âlimu'l-Kütüb, Beyrut 1984, III, 1030-1031.
[116] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Hamidullah, İslâm
Peygamberi, I, 300-450.
[117] Julius Wellhausen, Arap Devleti ve
Sukutu, çev. Fikret Işıltan, AÜİF yay., Ankara 1963, s. 4.
[118] Welhausen, Arap Devleti Ve Sukutu,
s.11.
[119] H. İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, I,104.
[120] Kur'an, Hucurât (49): 13.
[121] Vâkıdî, Kitabü'l-Meğâzî, III, 1111-1113.
[122] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Cem Zorlu, İslâm'da
İlk İktidar Mücadelesi, Yediveren yay.,
Konya 2002, s. 73-79.
[123] İbn Hişam, Sîre, IV, 312.
[124] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 263; Zorlu, İktidar
Mücadelesi, s. 82.
[125] İbn Hişam, Sîre, IV, 306-307.
[126] Taberî, Tarih, II, 243.
[127] İbn Hişam, Sîre, IV, 307.
[128] İbn Hişam, Sîre, IV, 304; Makrizî, Resâilu'l-Makrizî,
s. 49.
[129] İbn Hişam, Sîre, IV, 309-310.
[130] Zorlu, Kureyş'in diğer Araplar arasındaki özel
yerini şöyle ifade etmektedir: " Gerçekten o günkü şartlar çerçevesinde
meseleye bakıldığı zaman, Kureyş'in diğer kabilelerden iktidara daha yakın
olduğu görülecektir. Çünkü Kureyş'in, o günkü Arap dünyasında siyasî, dinî,
sosyal ve ekonomik açıdan bazı ayrıcalıklara ve özelliklere sahip olduğu
malumdur. Câhiliye döneminde, Mekke'de ikamet etmesi, Ka'be'nin hizmetlerini
üstlenmesi, kültürel ve ticarî hayatın önemli unsurlarından olan panayırlara
sahip olması ve güney ile kuzey arasındaki ticaretin önemli bir miktarını
elinde bulundurması Kureyş'e bu güçlü statüyü kazandırmıştı". bk. Zorlu, İktidar
Mücadelesi, s. 107.
[131] İbn Hişam, Sîre, IV, 310; Suyûtî, Celâlüddin Abdurrahman b.
Ebî Bekr Tarîhu'l-Hulefâ, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdülhamîd,
Metbeetü's-Seade, Mısır 1952, s. 68.
[132] İbn Kuteybe Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî, el-İmâme
ve's-Siyâse, thk. Taha Muhammed Zeynî, Kahire 1967, s. 16-17.
[133] İbn Sa'd, Tabakat, III, 169.
[134] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 11-12; Câbirî,
Siyasal Akıl, s. 264.
[135] Taberî, Tarih, II, 237.
[136] Hz. Ali'nin bey'ati geciktirmesi ile ilgili ayrıntılı değerlendirme
için bk. Zorlu, İktidar Mücadelesi, s. 184-245.
[137] İbn Hişam, Sîre, I, 145.
[138] Durî, İslâm Tarihi, s. 83.
[139] Durî, İslâm Tarihi, s. 84-85.
[140] H. İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, I,
208-209.
[141] Mustafa Fayda, Allah'ın Kılıcı
Halid b. Velid, Çağ yay., İstanbul 1992, s. 37.
[142] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 284.
[143] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 23; Taberî, Tarih,
II, 352-353.
[144] Taberî, Tarih, II, 352-353.
[145] İbn Sa'd, Tabakat, III, 265.
[146] Ahmet Önkal, "Adî b. Kâ'b",
DİA, İstanbul 1988, I, 380.
[147] İbn Hişam, Sîre, I, 267-370.
[148] Durî, İslam Tarihi, s. 92.
[149] Çelikkol, Mekke, s. 235.
[150] Ahmet Akbulut, Sahabe Dönemi İktidar Kavgası,
Pozitif Matbaacılık, Ankara 2001, s. 123.
[151] İbrahim Sarıçam, s. 221.
[152] Apak, Asabiyet, s. 133-134.
[153] Mehmed Said Hatiboğlu, Hilafetin Kureyşliliği İslam'da İlk Siyasi
Kavmiyetçilik, Kitabiyât yay., Ankara 2005, s. 50.
[154] İbn Sa'd, Tabakat, IV, 284.
[155] İbn Sa'd, Tabakat, IV, 105.
[156] İbn Hacer Şihâbüddin Ebu'l-Fadl Ahmed b. Ali el-Askalanî, Tehzîbü't-Tehzîb,
Dâru Sadr, Beyrut 1968, VIII, 56.
[157] Taberî, Tarih, II, 587; İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb,
X, 207.
[158] Durî, İslam Tarihi, s. 100-102.
[159] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 311.
[160] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 312-313.
[161] Lewis, Tarihte Araplar, s. 79.
[162] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 239.
[163] İbn Sa'd, Tabakat, III, 340.
[164] Taberî, Tarih, II, 580; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,
III, 66.
[165] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, Haz.
Mahir İz, T.C. Kültür Bakanlığı yay., Ankara 2000, II, 267.
[166] Apak, Asabiyet, s. 141.
[167] Taberî, Tarih, II, 693.
[168] Taberî, Tarih, II, 595-596; İbnü'l Esîr,
el-Kâmil, III, 82.
[169] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 107.
[170] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 151.
[171] Ya'kubî, Tarih, II, 164; Taberî, Tarih,
II, 656; İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 151.
[172] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 200.
[173] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, VI, 139.
[174] Taberî, Tarih, II, 618-619; İbnü'l Esîr,
el-Kâmil, III, 117.
[175] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 223; Apak, Hz. Osman
Dönemi Devlet Siyaseti, İnsan yay., İstanbul 2003, s. 130.
[176] H. İbrahim Hasan, İslam Tarihi, II, 31.
[177] Ziyauddin Rayyıs, İslamda Siyasi Düşünce Tarihi, çev. İbrahim
Sarmış, Nehir yay., İstanbul 1995, s. 54.
[178] Ya'kubî, Tarih, II, 168-169; İbnü'l
Esîr, el-Kâmil, III, 88.
[179] Brockelmann, İslâm Milletleri, I, 59; Ömer Ferruh, Tarihu
Sadri'l-İslâm ve'd-Devletü'l-Emeviyye, Beyrut 1976, s. 117.
[180] İsrafil Balcı, "Bir Yalnız
Sahabi Ebû Zer el-Gıfarî", OMÜİFD, sayı 10, Samsun 1998, s.
375.
[181] Taberî, Tarih, II, 615-616;
İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 115.
[182] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 35-36.
[183] Taberî, Tarih, II, 637; Ebû'l-Hasan Ali b. Hüseyin b. Ali
Mes'ûdî, Murûcu'z-Zeheb, thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, Mısır 1964,
II, 346.
[184] Taberî, Tarih, II, 635; İbn Kesîr, el-Bidaye,
VII, 165.
[185] İbn Şebbe, Ebû Zeyd Ömer el-Basrî, Târîhu'l-Medîneti'l-Münevvere,
thk. Fehim Muhammed Şeltut, Dâru'l-İsfehan, Cidde t.y., III, 1141;
Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, VI, 152; İbn Kesîr, el-Bidaye, VII,
165.
[186] Taberî, Tarih, II, 635; İbnü'l Esîr, el-Kâmil,
III, 140.
[187] İbn Şebbe, Târîhu'l-Medîne, III, 1095.
[188] G. Levi Della Vida, "Osman",
İA, Eskişehir 1997, IX, 430.
[189] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 161.
[190] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 117-118.
[191] Apak, Hz. Osman Dönemi, s. 146.
[192] Ferruh, Tarihu Sadri'l-İslâm,
s. 118.
[193] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, VI, 176;
Taberî, Tarih, II, 658.
[194] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, VI, 176;
Taberî, Tarih, II, 658.
[195] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 220;
Ya'kubî, Tarih, II, 176; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 179.
[196] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 274.
[197] Ayrıntılı bilgi için bk. Çelikkol, Mekke,
s. 223-245; Günaltay Araplarda kabile teşkilatının ve kabile başkanlığının
babadan oğla geçen bir görüntü arzettiğini belirtmektedir. bk. Günaltay, İslam
Öncesi Araplar, s. 32.
[198] İbn Hişam, Sîre, I, 142-143.
[199] Makrizî, Resâilu'l-Makrizî, s. 49;
Hüseyin Algül, İslâm Tarihi, Gonca yay., İstanbul 1986, II, 362.
[200] Hz. Ebû Bekir Teymoğulları'ndan, bk. İbn Sa'd, Tabakat,
III, 169; Rayyıs, İslamda Siyasi Düşünce, s. 42; Hz. Ömer
Adiyoğullarından, bk. İbn Sa'd, Tabakat, III, 265; Hz. Osman ise
Ümeyyeoğulları'ndandır. bk. İbn Sa'd, Tabakat, III, 53; Halife b.
Hayyât, Halife Tarihi, s. 195.
[201] Çağatay, Arap Tarihi, s. 100.
[202] Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu, s. 17; Câbirî, Siyasal
Akıl, s. 272-273; Zorlu, İktidar Mücadelesi, s. 250.
[203] Apak, Hz. Osman Dönemi, s. 90.
[204] Durî, İslam Tarihi, s. 103-104.
[205] Taberî, Tarih, II, 696-697; İbnü'l Esîr,
el-Kâmil, III, 190.
[206] W. Montgomary Watt, İslâm'da Siyasal Düşüncenin Oluşumu, çev.
Ulvi Murat Kılavuz, Birey yay., İstanbul 2001, s. 64.
[207] Taberî, Tarih, II, 697; İbnü'l Esîr, el-Kâmil,
III, 190.
[208] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 47.
[209] Ya'kûbî, Tarih, II, 162; Taberî, Tarih,
II, 586; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 71.
[210] Laura Veccia Vaglieri, "Raşid Halifeler Ve Emevî
Halifeleri" çev. İlhan Kutluer, İslâm Tarihi Kültür Ve Medeniyeti,
Kitabevi yay., İstanbul 1997, I, 83.
[211] Hz. Ali Hz. Osman'ın öldürülmesinin ertesi günü
halife seçilmiştir. İbn Sa'd, Tabakat, III, 31.
[212] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 159.
[213] Taberî, Tarih, II, 652.
[214] Taberî, Tarih, II, 668-669.
[215] Taberî, Tarih, II, 697; İbnü'l Esîr, el-Kâmil,
III, 190.
[216] İbn Sa'd, Tabakat, III, 31; Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf,
III, 933.
[217] Mâlik el-Eşter'in Hz. Ali'nin halife seçilmesine etkisi ve bu
dönemdeki siyasi etkinliği hakkında ayrıntılı bilgi için bk. "Mâlik b.
Hâris el-Eşter'in İlk Dönem Siyasi Hadiselerdeki Rolü", Din
Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Yıl 5, sayı 4, 2005.
[218] Ya'kubî, Tarih, II, 178.
[219] Talha b. Ubeydullah'ın eli felçli idi. Onun kolundaki sakatlık Uhut
savaşında Hz. Peygamber'i düşmana karşı korurken gerçekleşmişti. İbn Kesîr, el-Bidaye,
VII, 226.
[220] Taberî, Tarih, II, 697; İbn Kesîr, el-Bidaye,
VII, 226.
[221] Belâzurî, Ensabu'l-Eşraf, III, 945;
İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 191.
[222] Taberî, Tarih, II, 700-701; İbnü'l Esîr,
el-Kâmil, 192-193.
[223] Akbulut, İktidar Kavgası, s.
162-163,166.
[224] Basralılarla birlikte Hükeym b. Cebele'nin Zübeyr'i, Malik
el-Eşter'in ise Talha'yı mescide getirerek kılıç altında bey'at ettirdikleri
rivayet edilmektedir. bk. Taberî, Tarih, II, 700.
[225] Sa'd b. Ebî Vakkas'ın kabile yönü ile değerlendirilmesi, Hz. Ali'ye
muhalefette tarafsız kalanlar konusunun Hicaz grubu başlığı altında yapılmıştır.
[226] Malik el-Eşter ve kabile yönü Hz. Ali 'nin vali
seçimlerinin kabilecilik yönü konusunda verilmiştir.
[227] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 191.
[228] Muhammed b. Mesleme kabile olarak Hazreçli'dir.
Esasen Hz. Ali'nin tarafında olması kendisinden beklenendir. Ancak İbn Sa'd'da
geçen bir rivayete göre Hz. Peygamber ona bir kılıç hediye etmiş ve ona bu
kılıç ile yalnızca Allah yolunda cihad etmesini, Müslümanların gruplara
ayrıldığını gördüğünde ise bu kılıcı kırılıncaya kadar taş ile ezmesini
söylemiştir. Hz. Osman öldürüldüğünde İbn Mesleme'nin kılıcını ezdiği ve
olaylara uzak kalmayı tercih ettiği belirtilmektedir. İbn Sa'd, Tabakat,
III, 443, 445; ayrıca bk. Belâzurî, Ensabu'l-Eşrâf, III, 935.
[229] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 191-192; İbn
Kesîr, el-Bidaye, VII, 227.
[230] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 191-192; İbn
Kesîr, el-Bidaye, VII, 227.
[231] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 371-372.
[232] İrfan Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye Bin Ebî Süfyan,
Ankara Okulu yay., Ankara 2001, s. 75.
[233] Wellhausen, Arap Devleti Ve Sukutu, s.
20.
[234] Taberî, Tarih, II, 703.
[235] Taha Hüseyin, el-Fitnetü'l Kübrâ, II,
11.
[236] İsyancılar içerisinde Kureyş'ten ve Ensar'dan
kimsenin bulunmadığı söylenmektedir. Sadece iki Kureyşli bu grubun içinde faal
olarak rol almışlardır ki bunlardan biri Muhammed b. Ebî Bekir, diğeri ise
Muhammed b. Ebî Huzeyfe'dir. bk. Julius Wellhausen, İslâmın En Eski Tarihine
Giriş, çev. Fikret Işıltan, İÜEF yay., İstanbul 1960, s. 119; Demircan, Ali-Muaviye
Kavgası, s, 61-62.
[237] H. İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, I, 47.
[238] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III,
6.
[239] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s, 33;
Apak, Asabiyet, s. 134.
[240] Zeydan, İslâm Medeniyeti, IV, 46; Hitti, İslam Tarihi,
I, 274; Durî, İslâm Tarihi, s. 91; Günaltay, İslâm Öncesi Araplar,
s. 113.
[241] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 282; Hz.
Peygamber döneminde Hz. Ali'nin faaliyetleri için bk. Abdulhalik Bakır, Hz.
Ali Ve Dönemi, Bizim Büro Basımevi, Ankara 2004, s. 135-156; Mustafa Günal,
Hz. Ali Dönemi Ve İç Siyaset, İnsan yay., İstanbul 1998, s. 10-23.
[242] Makrizî, Resâilu'l-Makrizî, s. 57,
62-63.
[243] Taberî, Tarih, II, 578.
[244] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 205.
[245] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 320.
[246] Savaşa katılanlar ile ilgili olarak ayrıntılı
bilgi için bk. Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 241-243.
[247] Hatiboğlu, Hilafetin Kureyşliliği, s.
53.
[248] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, s. 208.
[249] Halife b.Hayyât, Halife Tarihi, s.
122-123.
[250] Wellhausen, Arap Devleti Ve Sukutu, s.
20; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 377.
[251]Hamilton
A. R. Gibb, İslam Medeniyeti Üzerine Araştırmalar, çev. Kadir Durak,
Atilla Özkök, Hayrettin Yücesoy, Kenan Dönmez, Endülüs yay., İstanbul 1991, s.
19; Özellikle Sevad arazisi ile ilgili çıkan tartışma, yönetime başkaldırıyı
tetikleyen en belirgin olay olarak ifade edilmektedir. bk.Taberî, Tarih,
II, 637; Mes'ûdî, Murûc, II, 346; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III,
138-139.
[252] Ya'kubî, Tarih, II,178-179.
[253] Abdulhalik Bakır, İktisadi ve İdari Yönden
Hz. Ali Dönemi, Ankara 1991, s. 20.
[254] Vaglieri, "Raşid
Halifeler Ve Emevî Halifeleri", İslâm Tarihi Kültür Ve Medeniyeti,
I, 81.
[255]İlk
iki halifenin yönetim stratejisi açısından bilinçli bir şekilde Haşimoğullarına
yöneticilik
vermedikleri ifade edilmektedir. bk. Makrizî, Resâilu'l-Makrizî, s.
54-56; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 284.
[256] İbn İshak, Sîre, s. 118.
[257] Hz. Ali'nin katıldığı savaşlar hakkında daha geniş bilgi için bk.
Bakır, Hz. Ali Ve Dönemi, s. 138156.
[258] Velid b. Ukbe'nin annesi Erva bint. Ümmü Hakem b. Abdülmuttalip b.
Hişam'dır. Dineverî, Ebî Hanife Ahmed b. Davud, Ahbâru't-Tıvâl, thk.
Abdulmün'im âmir-Cemalettin eş-Şeyyâl, Kahire ty., s. 139.
[259] Ya'kubî, Tarih, II, 179.
[260] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, III, 23.
[261] Kur'an, Enfâl, (8): 26.
[262] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 50-51; İbn
Kesîr, el-Bidaye, VII, 227-228.
[263] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 51.
[264] Taberî, Tarih, II, 702.
[265] Hz. Ebû Bekir'in Esma bint Umeys'ten olan oğlu
Muhammed b. Ebî Bekir, Esma'nın Hz. Ebû Bekir'in vefatının ardından Hz. Ali ile
evlenmesi nedeniyle onun üvey oğlu olmuştur. Muhammed, Hz. Ali'nin kucağında
büyümüş olduğundan Hz. Ali onu çok sevmekteydi. Bu nedenle Hz. Osman'ın katli
olaylarında adı geçmesine karşın onu korumuş, daha önce Mısır'a vali olarak
atadığı Kays b. Sa'd'ın yerine, onu bu göreve getirmişti. Muhammed Mısır'da Amr
b. el-Âs ile giriştiği mücadelede öldürüldüğünde otuz yaşından küçüktü. bk. İbn
Kesîr, el-Bidaye, VII, 319.
[266] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 47; Taha
Hüseyin, el-Fitnetü'l Kübra, II, 10.
[267] Taha Hüseyin, el-Fitnetü'l Kübra, II,
11.
[268] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, III, 23;
Taberî, Tarih, II, 702.
[269] Taberî, Tarih, II, 702.
[270] Taberî, Tarih, II, 703.
[271] Mes'ûdî, Murûc, II, 364
[273] H. Lammens, "Tâif\ İA, XI,
672.
[274] H. Lammens, "Muğire", İA,
Eskişehir 1997, IIX, 456.
[275] bk. Câbirî, Siyasal Akıl, s. 304, 316;
Apak, Asabiyet, s. 131.
[276] H. Lammens, "Muğire", İA,
IIX, 456.
[277] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 197-198.
[278] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 198.
[279] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III, 9; H. İbrahim Hasan, İslâm
Tarihi, I, 272; Akbulut, İktidar Kavgası, s. 175.
[280] Durî, İslam Tarihi, 105.
[281] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 198.
[282] Mes'udî, Murûc, II, 362; Bakır, Hz.
Ali Dönemi, s. 22.
[283] Bakır, Hz. Ali Dönemi, s. 22; Demircan, Ali-Muaviye
Mücadelesi, s. 69.
[284] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 51.
[285] Ya'kubi, Tarih, II, 180; H. İbrahim
Hasan, İslâm Tarihi, I, 372; Akbulut, İktidar Kavgası, s. 176.
[286] İbn Kuteybe, el-Mearif, s. 90.
[287] Mes’ûdî, Murûc, II, 362.
[288] Taberî, Tarih, II, 644-645; İbnü'l-Esîr,
el-Kâmil, III, 151.
[289] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, II,
323.
[290] Rivayete göre Hz. Osman'ın Kûfe valisi Saîd b.
Âs, bir ara Medine'ye geldiğinde Hz. Ali'ye çeşitli hediyeler getirmiş, Hz. Ali
bu hediyeleri reddetmemenin yanı sıra "Ümeyyeoğulları bana Muhammed'in
Mirasını infak ediyorlar. Eğer Halife olacak olursam kasabın işkembeyi
silkelediği gibi onları görevlerinden ayıracağım" demiştir. İbn Sa'd, Tabakat,
V, 32.
[291] Bahriye Üçok, İslâm Tarihi
Emevîler-Abbasîler, MEB yay. Ankara 1979, s. 21.
[292] Sönmez Kutlu," 'Ehl-i Beyi' Sembolik Kapitalinin Tarihî
Süreç İçinde Semerelendirilmesi", İslâmiyât, cilt III, sayı 3,
Ankara 2000, s. 109.
[293] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 190.
[294] Ya'kubî, Tarih, II, 179.
[295] Taberî, Tarih, III, 3; îbn Kesîr, el-Bidaye,
VII, 229.
[296] Taberi, Tarih, III, 3; îbn Kesîr, el-Bidaye,
VII, 229-230.
[297] îbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 230.
[298] îbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 269.
[299] Taberî, Tarih, III, 3.
[300] Taberî, Tarih, III, 3; îbnü'l Esîr, el-Kâmil,
III, 202.
[301] Taberî, Tarih, III, 3; îbnü'l Esîr, el-Kâmil,
III, 202.
[302] H.17 yılında Sa'd b. Ebî Vakkas tarafından
askerî gayelerle kurulan Kûfe şehri, Halife Ömer'in atamasıyla yine Sa'd b. Ebî
Vakkas tarafından idare edilmiş, arkasından Ammar b. Yasir, ardından da Muğire
b. Şu'be bu şehre vali tayin edilmişti. Hz. Osman döneminde ise Sa'd b. Malik
bu göreve getirildi. Bir süre sonra da bu valinin yerine el-Velid b. Ukbe b.
Ebî Muayt getirilmiştir. Kûfeliler'in itirazı nedeniyle bu defa Said b. el-As
buraya vali olarak gönderildi. Kûfeliler bu valiyi de kabul etmeyerek yerine
kendileri Ebû Mûsa el-Eş'arî'yi vali olarak seçtiler. bk. Bakır, Hz. Ali Ve
Dönemi, s. 325-326.
[303] Zeydan, İslâm Medeniyeti, s. 26.
[304] İbn Sa'd, Tabakat, III, 471.
[305] İbn Hişam, Sîre, I, 112.
[306] İbn Sa'd, Tabakat, III, 471.
[307] İbn Sa'd, Tabakat, III, 471.
[308] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşraf, III, 955.
[309] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 68.
[310] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 249;
İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 222.
[311] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 249.
[312] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 256.
[313] Taberî, Tarih, III, 66-67.
[314] Malik el-Eşter, Kahtanîler'in Mezhic
kabilesinin bir kolu olan Neha' kabilesindendir. Tamamına yakını Kûfe'ye
yerleşen bu kabile, Hz. Peygamber'in vefatına yakın bir dönemde İslâm'a girmiştir.
Hz. Osman dönemi isyan olaylarında etkin bir rol oynamış, Sıffîn Savaşı'nda
topluca Hz. Ali tarafında yer almıştır. El-Eşter bu kabilenin liderliğini
yaparken, kendisinin ölümünden sonra oğlu İbrahim b. Malik liderliği eline
almıştır. bk. M. Mahfuz Söylemez, Bedevîlikten Hadârîliğe Kûfe, Ankara
Okulu yay. Ankara 2001, s. 116-118.
[315] Taha Hüseyin, el-Fitnetü'l Kübra, II,
53.
[316] Taha Hüseyin, el-Fitnetü'l Kübra, II, 147; Câbirî, Siyasal
Akıl, s. 384; Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, s. 600.
[317] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 375-387.
[318] Apak, Asabiyet, s. 161.
[319] Emîn, Fecrü'l-İslâm, s. 6-7.
[320] Emîn, Fecrü'l-İslâm, s. 6-7.
[321] Emîn, Fecrü'l-İslâm, s. 6; Câbirî, Siyasal
Akıl, s. 418.
[322] Günaltay, Araplar ve Dinleri, s. 61.
[323] İbn Al Kalbî, Putlar Kitabı, çev. Beyza
(Düşüngen) Bilgin, Pınar yay., İstanbul 2003, s. 58-59;
Ezrakî, Mekke Tarihi, s.
122; Mustafa Fayda, İslâmiyet'in Güney Arabistan'a Yayılışı, AÜİF yay,
Ankara 1982, s. 20.
[324] Fayda, İslâmiyet'in Güney Arabistan'a
Yayılışı, s. 115; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 419.
[325] Abdullah b. Sebe hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Ethem Ruhi
Fığlalı, "Abdullah İbn Sebe’ Meselesi”, Çağımızda îtikadî İslâm
Mezhepleri, Selçuk yay. Ankara 1990, s. 289-301.
[326] Yıldız, "Arap”, DİA,
İstanbul 1991, III, 273.
[327] Apak, Asabiyet, s. 160.
[328] Halife b. Hayat, Halife Tarihi, s. 248.
[329] Taberî, Tarih, III, 126; İbnü'l Esîr, el-Kâmil,
III, 352.
[330] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 419; Söylemez, Kûfe,
s. 23.
[331] bk. Câbirî, Siyasal Akıl, 424-425.
[332] Durî, İlk Dönem İslâm Tarihi, s.
104-105.
[333] Hüseyin Algül, İslâm Tarihi, II, 413;
Câbirî, Siyasal Akıl, s. 319.
[334] Apak, Asabiyet, s. 153.
[335] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 245-246.
[336] Apak, Asabiyet, s. 150.
[337] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 230.
[338] Ya'kubî, Tarih, II, 179.
[339] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 230.
[340] Belâzurî, Ensabu'l-Eşraf, III, 12-13.
[341] Taberî, Tarih, III, 4.
[342] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 204.
[343] Mes'ûdî, Murûc, II, 366.
[344] Taberî, Tarih, III, 5.
[345] İbn Sa'd, Tabakat, III, 100.
[346] İbn Sa'd, Tabakat, III, 100.
[347] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 249.
[348] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III,
57.
[349] İbn Sa'd, Tabakat, III, 214; İbn Kesîr, el-Bidaye,
VII, 248.
[350] İbn Hişam, Sîre, I, 138.
[351] Algül, İslâm Tarihi, II, 451.
[352] Cemel Savaşı öncesinde Muaviye b. Ebî Süfyan,
Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. el-Avvam'a yazdığı mektuplarla, onların
içlerinde taşıdıkları halife olma arzusunu gün yüzüne çıkaracak ifadeler
kullanarak, Hz. Ali'ye ve Hz. Ali'nin destekçileri olan Hz. Osman'ın
katillerine karşı mücadele etmeleri konusunda onları teşvik etmiş, bu görevin
ümmetin önderleri olarak kendilerine düştüğünü belirten cümlelerle her iki
sahabiyi halifeye karşı tahrik etmiştir. Ayrıca Şam'da bir problemin olmadığı
ve kendisinin onları desteklediğini söylemiştir. Bu da Talha ve Zübeyr'i
halifeye karşı harekete geçme konusunda cesaretlendirici bir etken olmuştur.
bk. Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, s. 193-194.
[353] İbnü’l Esîr,el-Kâmil, III, 66.
[354] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 30.
[355] Akbulut, İktidar Kavgası, s. 160-161.
[356] Sabri Hizmetli, "Tarihi rivayetlere
göre Hz. Osman’ın öldürülmesi" Ankara Üniversitesi İlâhiyat
Fakültesi Dergisi, Ankara 1985, XXVII, 156; Wellhausen Hz. Ali, Talha ve
Zübeyr'in İslâmî konumlarından dolayı direkt olarak olaylara müdehale
etmediklerini, ancak devletin askerî ve malî merkezleri olan eyaletleri
harekete geçirdiklerini ifade etmektedir. Wellhausen, Arap Devleti Ve Sukutu,
s. 21,
[357] Bakır, Hz. Ali Ve Dönemi, s. 173.
[358] Yak'ubî, Tarih, II, 180.
[359] Mustafa Fayda, "Âişe", DİA,
İstanbul 1991, III, 203.
[360] Akbulut, İktidar Kavgası, s. 187.
[361] Taha Hüseyin, Fitnetü'l Kübra, II, 25.
[362] Akbulut, İktidar Kavgası, s. 177.
[363] Talha b. Ubeydullah, Hz. Ebû Bekir'in
vasıtasıyla İslâm davetinin ilk günlerinde Müslüman olmuştu. Anlatıldığına göre
Nevfel b. Hüveylid b. Adeviyye, Hz. Ebû Bekir'le Talha b. Ubeydullah'ı bir ipe
sıkıca bağladı. Benû Temim kabilesi, bu iki kişiyi Nevfel'den kurtaramayınca
onlara iki yakın arkadaş anlamına gelen "karinan" adı vermişlerdi.
İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 247.
[364] Nitekim h. 34 yılı yapılan hac dönüşünde
Medine'de Hz. Osman'ın valileriyle yaptığı toplantının ardından Muaviye'nin Hz.
Ali, Talha ve Zübeyr'in hilâfet için kolları sıvamış olduklarını ima eder
şekilde şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Sizler, Peygamber'in ashabı,
toplumun hayırlıları ve ümmetin önderlerisiniz. Bu ümmetin arasında sizden
başka bu göreve gelecek kimse yoktur. Devlet yönetimine tek aday sizlersiniz.
Hz. Osman'ı sizler seçtiniz. Şimdi yaşlanmış ve ömrü geçmiş bulunuyor. Onun son
günlerini beklerseniz daha iyi olur. Oysaki ortada sizden kaynaklanmış
olduğundan endişe duyduğum bir takım söylentiler dolaşmaktadır. Eğer bu sözleri
sizler söylemişseniz bu size zarar verir. Kendi emirliğiniz konusunda halkı
tahrik ederek halife aleyhine kışkırtmayın...."Taberî, Tarih, II,
649-650; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 157; Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı
Enbiya, II, 343.
[365] Hz. Ali, ifk hadisesi sonrasında Hz.
Peygamber'in içerisinde bulunduğu zor durumu gördüğünde kendisine Hz. Aişe'yi
boşamasına yönelik öneride bulunmuş, bu da Hz. Aişe'yi oldukça üzmüştü. bk. İbn
Hişam, Sîre, III, 313. Hz. Ali'nin, daha önce ağabeyi Cafer b. Ebî Talib
ile evli olup, onun Mute savaşında ölmesi üzerine Hz. Ebû Bekir ile evlenen
Esma bint Umeys, Muhammed b. Ebî Bekir'in annesi, Hz. Aişe'nin de üvey
annesidir. Hz. Ebû Bekir'in ölümünden sonra ise Esma'nın Hz. Ali ile evlendiği
bilinmektedir. Bu durum Hz. Aişe'yi rahatsız etmiş olabilir. bk. İbn Kesîr, el-Bidaye,
VII, 319.
[366] Taha Hüseyin, el-Fitnetü'l Kübra, II, s.
31.
[367] Ümeyyeoğulları'nın Hz. Peygamber ve sonrası dönemlerde devlet
kademelerindeki yükselişi hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Makrizî, Resâilu'l-Makrizî,
s. 40-60.
[368] Lewis, Tarihte Araplar, s. 84.
[369] Taberî, Tarih, II, 559-560; İbnü'l Esîr,
el-Kâmil, III, 49-50.
[370] Taberî, Tarih, II, 580; İbnü'l Esîr, el-Kâmil,
III, 66.
[371] Taberî, Tarih, II, 581; İbnü'l Esîr, el-Kâmil,
III, 67-68.
[372] İbn Sa'd, Tabakat, III, 124.
[373] Ümeyyeoğulları'nın birçoğu Mekke'nin fethi ile İslâm'a girmişlerdir.
Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s.
197-206.
[374] İbnü’l Esîr, el-Kâmil, III, 66; Bakır, Hz.
Ali ve Dönemi, s. 173.
[375] Ahmet Cevdet Paşa konuyu her iki taraf
açısından ele almakta ve şu şekilde değerlendirmektedir: "Hâşimiler,
evvel, âhir halifeliğe Hazret-i Ali'yi, Emeviler ise, Hazret-i Osman'ı seçmek
istiyorlar, öteki Kureyş Kabileleri ise, hilâfet bir kere Hâşimilere geçerse,
onların arasında dolaşır durur, başka kabilelere geçmez diye düşünüyorlardı.
Asıl maksat ise, Müslümanlar arasında bir ayrılık olmadan, herkesin kabul
edebileceği bir halife bulmaktı. Şûradaki Eshâbın da fikirlerinin toplandığı
yer, hep bu merkezdeydi." Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, II,
267-268.
[376] Muaviye b. Ebî Süfyan'ın İslam'dan önceki hayatı hakkında geniş
bilgi için bk. Aycan, Muaviye, s.25- 36.
[377] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 194.
[378] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 223.
[379] Aycan, Muaviye, s. 62-70.
[380] Aycan, Muaviye, s. 72.
[381] Wellhausen, Arap Devleti Ve Sukutu, s.
26.
[382] Taberî, Tarih, II, 649-650; İbnü'l-Esîr,
el-Kâmil, III, 157; Algül, İslâm Tarihi, II, 425.
[383] Taberî, Tarih, II, 661.
[384]Akbulut, İktidar Kavgası,
s. 167; Aycan, Muaviye, s. 87, 88; Demircan, Ali-Muaviye Kavgası,
s. 63.
[385] Taberî, Tarih, II, 650; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,
III, 157.
[386] Apak, Hz. Osman Dönemi, s. 166.
[387] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 170.
[388] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III,
76-77.
[389] Wellhausen, Arap Devleti Ve Sukutu, s.
26.
[390] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 96, 100.
[391] Mes'udî, Murûc, II, 362; İbn Kesîr, el-Bidaye,
VII, 228.
[392] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 228;
Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 113.
[393] H. Lammens, "Kelb", İA,
Eskişehir 1997, VI, 548.
[394] İbn Şebbe, Târîhu'l-Medine, III, 1094.
[395] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 204.
[396] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 205.
[397] Taberi, Tarih, III, 7; İbnü'l Esîr, el-Kâmil,
III, 206-207.
[398] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 207.
[399] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, III, 949.
[400] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 207.
[401] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, III, 949.
[402] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 207.
[403] Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s.
261.
[404] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, III, 947,
Mes'udî, Murûc, II, 366.
[405] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, III, 949.
[406] Ya'la b. Münye olarak da tanınan bu kişi
Temîmoğulları'ndandır. Annesine nispet edilerek bu adı almıştır. Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf,
III, 947. Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde Yemen valiliği yapmıştır. Kendisi
Ümeyyeoğulları'ndan olmamakla birlikte bu kabilenin eski müttefiklerinden
Nevfeloğulları'nın halîfidir. İbnü'l Esîr İzzüddin Ebi'l-Hasan Ali b. Muhammed
b. Abdülkerim el- Cezerî, Üsdü'l-Ğâbe fî Ma'rifeti's-Sahabe, thk. ve
tlk., Muhammed İbrahim el-Bina, Muhammed Ahmet Âşûr, Dâru'ş-Şa'b, Kahire 1970,
V, 532.
[407] Taberî, Tarih, III, 7.
[408] Aycan, Muaviye, s. 94.
[409] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III,
21.
[410] Durî, İslam Tarihi, s. 106; Sarıçam, Emevî-Hâşimî
İlişkileri, s. 261.
[411] Ya'kubî, Tarih, II, 126.
[412] Apak, Asabiyet, s. 154.
[413] Muaviye b. Ebî Süfyan ile Mervan b. el-Hakem,
Abdullah b. Amir, Yemen valisi Ya'la b. Ümeyye, Said b. el-Âs ve Velid b. Ukbe
arasındaki bu mektuplaşmalarla ilgili bk. Bakır, Hz. Ali Ve Dönemi, s.
189-204.
[414] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 208; İbn
Kesîr, el-Bidâye, VII, 231.
[415] Wellhausen, İslâmın En Eski Tarihine Giriş,
s. 122.
[416] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 208-209.
[417] Taberî, Tarih, III, 10.
[418] Taberî, Tarih, III, 10.
[419] Belâzurî, Ensâbu'l -Eşrâf, III, 950.
[420] Taberî, Tarih, III, 10.
[421] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 209; K. V.
Zettersteen, "Saîd b. El-As", İA, Eskişehir 1997, X, 80.
[422] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 209.
[423] H. Lammens, "Mugire", İA,
Eskişehir 1997, VIII, 451.
[424] Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s.
264.
[425] İbn Sa’d, Tabakat, V, 35.
[426] İbn Sa’d, Tabakat, V, 38.
[427] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 102.
[428] H. Lammens, "Mervan ", İA,
Eskişehir 1997, IIV, 777.
[429] İbn Sa'd, Tabakat, V, 41; Lammens, "Mervan",
İA, Eskişehir 1997, IIV, 777-778.
[430] İbn Sa’d, Tabakat, V, 35.
[431] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 209.
[432] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 229-230;
Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III, s. 36.
[433] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 227.
[434] Algül, İslâm Tarihi, II, 483.
[435] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 119.
[436] W. Montgomery Watt, İslam Düşüncesinin
Teşekkül Devri, Şa-to yay., İstanbul 2001, s. 15.
[437] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III,
80-82.
[438] Hamilton A. R. Gibb, İslam Medeniyeti
Üzerine Araştırmalar, s. 21-22; Durî, İslam Tarihi, s. 104
105, 109; Câbirî, Siyasal Akıl,
s. 386-387
[439] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III, 82; M. Yaşar
Kandemir, "Abdullah b. Ömer b. Hattâb", DİA, İstanbul
1988, I, 127.
[440] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III,
83; Zettersteen, "Sa'd b. Abî Vakkâs", İA, X, 19.
[441] İbn Sa'd, Tabakat, III, 340; Ya'kûbî, Tarih,
II, 160; Taberî, Tarih, II, 580.
[442] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 284;
Zettersteen, , "Sa'd b. Abî Vakkâs", İA, X, 19.
[443] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III,
83.
[444] Algül, İslâm Tarihi, II, 422.
[445] Taberî, Tarih, II, 581.
[446] Taberî, Tarih, II, 700-701.
[447] Mes'ûdî, Murûc, II, 408.
[448] Yezid b. Muaviye'nin ölümünün ardından İbn
Ömer'e büyük bir topluluk halife olmasını teklif etmiş, ancak o kendisine
muhalefet eden üç kişinin dahi kanı akacak olsa buna razı olamayacağını
belirtmiştir. Kandemir, "Abdullah b. Ömer b. Hattâb", DİA,
I, 127.
[449] İbn Sa'd, Tabakat, III, 137, 139.
[450] Belâzurî, Futûhu'l-Buldân, çev. Mustafa
Fayda, T.C. Kültür Bakanlığı yay., Ankara 2002, s. 394.
[451] Taberî, Tarih, II, 595-596.
[452] Ya'kûbî, Tarih, II, 147-148.
[453] İbn Sa'd, Tabakat, III, 143.
[454] İbn A'sem Ebû Muhammed Ahmed, el-Futûh, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye,
Beyrut, 1986, I, 440.
[455] Asıl adı Abdullah b. Kays b. Süleym'dir.
Kendisi Yemen kabilelerinden biri olan Eş'ar kabilesindendir. Kabilesi ile
birlikte Medine'ye yerleşen Ebû Mûsâ, Askeri hareketlerde görevler aldı. Hz.
Peygamber ve Hz. Ebû Bekir dönemlerinde hem İslâm'ı öğretmek hem de idarecilik
yapmak üzere Yemen'de görevli olarak bulundu. Hz. Ömer döneminde Basra
valiliğine getirilen Ebû Mûsâ başarılı idareciliğinin yanı sıra fetih
hareketlerine de katıldı. Bir dönem Kûfe'ye vali olarak atanmasına karşın
tekrar Basra valiliğine getirildi. M. Yaşar Kandemir, ''Ebû Mûsâ
el-Eş’arî", DİA, X, İstanbul 1994, 190-192. Osman döneminde
Basra valiliğinden alınan Ebû Mûsâ Kûfe halkının baskısıyla tekrar Kûfe valisi
oldu. Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 176-178. Ebû Mûsâ'nın hayatı
ve siyasi faaliyetleri hakkında geniş bilgi için bk. Kenan Ayar, "Ebû
Mûsa el-Eş'arî’nin İdari Ve Siyasi Faaliyetleri", Din Bilimleri
Akademik Araştırma Dergisi, cilt I, sayı 3, Samsun, 2001.
[456] Belâzuri, Ahmed b. Yahya b. Cabir, Futûhu'l-Buldân, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye,
Beyrut, 1978, s. 276; Taberî, Tarih, III, 25.
[457] Belâzurî Hz. Ali'nin İbn Abbas ile Muhammed b. Ebî Bekir'i
gönderdiğini belirtmektedir. Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, III, 957.
[458] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 226-227.
[459] Ammar b. Yasir Yemen asıllı Mezhic kabilesinin
Ans kolundandır. İbn Sa'd, Tabakat, III, 246.
[460] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, III, 957-958;
Mes'ûdî, Murûc, II, 368.
[461] Ya'kubî, Tarih, II, 181-182; İbnü'l
Esîr, el-Kâmil, III, 231.
[462] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 227.
[463] Durî, İslâm Tarihi, s. 107.
[464] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 260-261.
[465] Taberî, Târîh, II, 642, 644.
[466] Julius Wellhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî
Muhalefet Partileri, çev. Fikret Işıltan, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara 1989, s. 4.
[467] Ayar, ''Ebû Mûsa el-Eşarî", Din
Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi.
[468] Bu konuda ayrıntılı bilgi Sıffîn Savaşı
konusunda verilecektir.
[469] Halife b. Hayât, Halife Tarihi, s. 227; Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf,
III, 951; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 212.
[470] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 213-214.
[471] Halife b.Hayyât, Halife Tarihi, s. 228.
[472] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 214.
[473] Taberî, Tarih, III, 17; İbnü'l Esîr, el-Kâmil,
III, 215.
[474] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 215.
[475] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 215-216.
[476] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, III, 952-953;
Taberî, Tarih, III, 189; Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 218.
[477] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi,
s.156-158.
[478] Belâzurî, Futûh, s. 336.
[479] Belâzurî, Futûh, s. 366-367.
[480]Minkarî Nasr b. Müzahim, Vak'atu
Sıffîn, thk. ve şerh, Abdüsselâm Muhammed Harun, el-
Müessesetü'l-Arabiyyeti'l-Hadîse, Kahire 1962, s. 117.
[481]Ehlü'l-Âliye denilen
kabileler: Kureyş, Kinâne, Becîle, Has'am, Kays Aylân, Müzeyne ve Esed
kabileleridir. Abdülhâlik Bâkır, "Basra", DİA, İstanbul
1992, V, 110.
[482] Bakır, "Basra", DİA, V,
110.
[483] Apak, Asabiyet, s. 176.
[484] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 232.
[485] Ferruh, Tarihu Sadri'l-İslâm, 104.
[486] Üçok, İslâm Tarihi Emevîler-Abbasîler,
s. 20.
[487] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 213.
[488] Temîm kabilesinin Mürre b. Ubeyd soyuna mensup olan el-Ahnef, Basra
Temimileri'nin en büyük adamlarından biri sayılmaktadır. İslâm fetihlerinde Ebû
Mûsâ ve daha sonra Abdullah b. Âmir kumandası altında özellikle İran ve Horasan
bölgelerinde büyük başarılar göstermiştir. Cemel Savaşı'nda tarafsız kalarak
Hz. Ali'ye pasif destek sağlarken, Sıffin Savaşı'nda kabilesiyle birlikte Hz.
Ali tarafında yer almıştır. bk. Reckendorf, "Ahnef", İA,
Eskişehir 1997, I, 223-224.
[489] Ethem Ruhi Fığlalı, "Cemel
Vak'ası", DİA, İstanbul 1993, VII, 321.
[490] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 238-239.
[491] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 246;
Reckendorf, "Ahnef', İA, Eskişehir 1997, I, 224.
[492] G. Levi Della Vıda, "Temim",
İA, Eskişehir 1997, XII/I, 254.
[493] J. Schleıfer, "Bekri", İA,
Eskişehir 1997, II, 458.
[494] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 224-225.
[495] Taberî, Tarih, II, 39; İbnü'l Esîr, el-Kâmil,
III, 241-242.
[496] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 246.
[497] Cabirî, Siyasal Akıl, s. 322.
[498] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 26-29;
İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 242.
[499] Ya'kubî, Tarih, II, 188.
[500] Bakır, Hz. Ali Ve Dönemi, s. 506.
[501] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 240.
[502] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 231-232.
[503] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 232.
[504] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 241.
[505] Taberî, Tarih, III, 41.
[506] Hakkı Dursun Yıldız, , "Abdullah b.
Zübeyr b. Avvâm" DİA, İstanbul 1988, I, 145.
[507] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 68; Taberî, Tarih,
III, 41; Mes'ûdî, Murûc, II, 371-372.
[508] Taberî, Tarih, III, 41.
[509] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 226.
[510] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 231;
İbn Kuteybe, el- İmâme, I, 72.
[511] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 231.
[512] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 234;
Taberî, Tarih, III, 55; Mes'ûdî, Murûc, II, 372.
[513] Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s.
265.
[514] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 255.
[515] Bakır, Hz. Ali Ve Dönemi, s. 315.
[516] Akbulut, İktidar Kavgası, s. 198.
[517] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 237.
[518] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 245.
[519] Watt, İslam'da Siyasal Düşüncenin Oluşumu,
s. 37.
[520] Abdulaziz Durî, İslam İktisat Tarihine Giriş, çev. Sabri
Orman, Endülüs yay., İstanbul 1991, s. 3031.
[521] Yemen seferi sırasında elde edilen ganimetlerin
dağıtımı ile ilgili olarak Hz. Ali ile askerler arasında şiddetli münakaşalar
olduğu ifade edilmektedir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Adnan Demircan, Hz.
Ali'nin Hilafet Hakkı Meselesinde Gadîr-i Hum Olayı, Beyan yay., İstanbul
1996, s. 43-96.
[522] Ya'kubî, Tarih, II, 184.
[523] Kur'an, İsrâ (17): 33.
[524] Minkârî, Vak'atu Sıffîn, s. 32.
[525]Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı
Enbiya, III, 87; Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 78-81.
[526] Durî, İslâm Tarihi, s. 106.
[527] İbn A'sem, Futûh, I/II, 550-551.
[528] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, I, 29-30; İbn
Kuteybe, el-İmâme, I, 84-85.
[529] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 91.
[530] îbn A'sem, Futûh, I, 581-582.
[531] Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s.
272.
[532] îbn Kuteybe, el-İmâme, I, 103-104.
[533] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 77.
[534] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III,
90.
[535] İbn Asem, Futûh, I, 542.
[536] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 74, 92; İbn Asem, Futûh, I,
548-549; Mes'ûdî, Murûc, II, 381; Aycan, Muaviye, 98; İbnü'l
Esîr, el-Kâmil, III, 277.
[537] Bakır, Hz. Ali Ve Dönemi, s. 189-204.
[538] Sarıçam, Emevî -Hâşimî İlişkileri, s.
268.
[539] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 99.
[540] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 89-90; İbn A'sem, Futûh, I/II, 544-546.
[541] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 88-89; İbn A'sem, Futûh, I/II, 542;
Minkari, Vak'atu Sıffîn, 63.
[542] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 89-90; İbn A'sem, Futûh, I/II, 544-546.
[543] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 92; İbn A'sem,
Futûh, I/II, 540.
[544] İbn A'sem, Futûh, I/II, 540.
[545] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 142; İbn
Kesîr, el-Bidaye, VII, 166.
[546] Câbirî, İslâm'da Siyasal Akıl, 304.
[547] İbnü'l Esîr, Üsdü'l-Ğâbe, III, 440.
[548] Minkârî, Vak'atu Sıffîn, s. 426.
[549] İbn Kuteybe, el-İmâme, s. 75.
[550] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 117.
[551] Hatiboğlu, Hilafetin Kureyşliliği, s.
117-118.
[552] Taberî, Tarih, III, 132.
[553] Dîneveri, Ahbâr, s. 156.
[554] Cerîr b. Abdullah aslen Nizarlı olduğu kabul
edilen ancak bir dönem Yemende yerleşmeleri nedeni ile Kahtanîlerden de sayılan
Becile kabilesinin reisidir. Mustafa Fayda, "Becîle (Benî
Becîle)", DİA, V, 287. Hicretin 10. yılında 150 kişi ile
birlikte Hz. Peygamber'in yanına gelerek İslâm'a girdiğini açıkladı. Cerîr, Hz.
Peygamber'in kendi kabilesine karşı Yemen Kâbesi de denilen Zülhalasa
tapınağının yıkılması için hazırladığı seriyye'ye katıldı. Hz. Ebû Bekir
döneminde de irtidat eden Becile ve Has'am kabilesi ile savaştı. Hz. Ömer devri
Irak fetihlerine katıldı. Hz. Ömer'in Cerîr'i oldukça benimsediği ve kendisine
itimat ettiği belirtilir. Nihâvend savaşında üçüncü kumandan tayin edildi.
Hemedan'ı fethetti ve Hz. Osman döneminde buraya vali olarak atandı. Mustafa
Fayda, "Cerîr b. Abdullah", DİA, İstanbul 1993, VII,
411. Hz. Ali ise onu buranın valiliğinden azletti. Ya'kubî, Tarih, II,
184.
[555] İbn A'sem, Futûh, I/II, 534-535.
[556] Mes'ûdî, Murûc, II, 381; Fayda, "Cerîr
b. Abdullah" DİA, VII, 411.
[557] Ya'kubî, Tarih, II, 184; Mes'ûdî, Murûc,
II, 381.
[558] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, s. 218.
[559] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 61.
[560] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 44-45.
[561] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 74; İbn Asem, Futûh,
I/II, 536.
[562] Minkârî, Vak'atu Sıffîn, 12-13.
[563] Apak, Asabiyet, s. 169.
[564] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 38-44; İbn
Kuteybe, el-İmâme, I, 87-88; İbn Sa'd, Tabakat, IV, 254.
[565] Ahmet Önkal, "Amr b. Âs",
DİA, İstanbul 1991, III, 79.
[566] Adem Apak, İslâm Siyaset Geleneğinde Amr b.
el-Âs, Ankara Okulu yay. Ankara 2001, s. 30.
[567] İbn Hişam, Sîre, I, 141-142.
[568] Apak, Amr b. el-Âs, s. 30.
[569] Apak, Amr b. el-Âs, s. 31.
[570]Taberî, Tarih, II, 656.
[571] Apak, Amr b. el-Âs, s. 131.
[572] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 444.
[573] Lewis, Tarihte Araplar, s. 85.
[574] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 275.
[575] Apak, Amr b. el-Âs, s. 56.
[576] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 275.
[577] Ya'kûbî, Tarih, II, 178-179.
[578] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, 269.
[579] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 176-178; Belâzurî, Futûh,
s. 214-232; Ya'kûbî, Tarih, II, 147148.
[580] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 315.
[581] Taberî, Tarih, 652; Ibnü'l Esîr, el-Kâmil,
III, 158-159; Câbirî, Siyasal Akıl, 320.
[582] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 159.
[583] Belâzurî, Futûh, s. 229; Kays b. Sa'd'ın Mısır valiliği
konusunda ayrıntılı bilgi için bk. Kenan Ayar, "Sahabe Dönemi iktidar
Mücadelesinde Arap Dâhilerinden Kays b. Sa'd", OMÜİFD, sayı
20-21, Samsun 2005, s. 124-144.
[584] Ibn Kesîr, el-İmâme, VII, 252.
[585] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, 269.
[586] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, 269-270; Ibn
Kesîr, el-İmâme, VII, 252.
[587] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, 271. Ibn Kesîr; el-İmâme,
VII, 253.
[588] İbn Kesîr; el-İmâme, VII, 253.
[589] Taberî, Tarih, III, 66.
[590] Belâzurî, Futûh, s. 229; İbnü'l Esîr, el-Kâmil,
III, 271-272.
[591] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 272.
[592] İbn Sa'd, Tabakat, III, 613.
[593] Taberî, Tarih, III, 67; İbnü'l Esîr, el-Kâmil,
III, 272.
[594] Taberî, Tarih, III, 130.
[595] Taberî, Tarih, III, 131.
[596] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 273.
[597] Belâzurî, Futûh, s. 229; Ya'kubî, Tarih,
II, 193.
[598] Taberi, Tarih, III, 127.
[599] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 355.
[600] Belâzurî, Futûh, s. 229.
[601] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 352.
[602] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s.
239-240.
[603] Belâzurî, Futûh, s. 274.
[604] Belâzurî, Futûh, s. 275-276.
[605] Belâzurî, Futûh, s. 276.
[606] Apak, Asabiyet, s. 164.
[607] Minkarî Vak'atu Sıffîn, s. 117.
[608] Kûfe'nin demoğrafik yapısı hakkında ayrıntılı
bilgiler için bkz. Söylemez, Kûfe., s. 95-171.
[609] Casim Avcı, "Kûfe", DİA, Ankara
2002, XXVI, 339-340.
[610] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 71-72.
[611] İbn A'sem, Futûh, I, 498.
[612] Durî bu durumu:" Osman'a karşı isyan,
birinci derecede kabilelerin Kureyş'e karşı isyanını ve kabilevi akımın İslamî
akıma galip gelmesini sembolize eder." sözleri ile ifade etmektedir. bk.
Durî, İslam Tarihi, s. 104.
[613] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 71-72,
115.
[614] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 85.
[615] Bakır, Hz. Ali Ve Dönemi, s. 325
[617] Apak, Asabiyet, s. 164.
[618] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 238.
[619] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 240.
[620] Minkârî, Vak'atu Sıffîn, s. 195, 205.
[621] Minkârî, Vak'atu Sıffîn, s. 205.
[622] Halife b. Hayyat, Halife Tarihi, s. 242.
[623] Halife b. Hayyat, Halife Tarihi, s. 242.
[624] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 279;
Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 113-114.
[625] Apak, Asabiyet, s. 156, 162.
[626] Apak, Asabiyet, s. 155.
[627] Minkârî, Vak'atu Sıffîn, s. 206, 213;
İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 287.
[628] Minkârî, Vak'atu Sıffîn, s. 206-207,
426.
[629] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 125.
[630] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 243.
[631] Wellhausen, Arap Devleti Ve Sukutu, s.
27.
[632] Durî, İslam Tarihi, s. 109.
[633] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 277.
[634] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 312-313.
[635] İbn Şebbe, Târîhu'l-Medine, III, 1094.
[636] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 323.
[637] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 316.
[638] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 294-295.
[639] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III, 116-117; Gibb, İslam
Medeniyeti Üzerine Araştırmalar, s. 20.
[640] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 323.
[641] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 296.
[642] Taberî, Tarih, III, 90.
[643] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 295.
[644] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 306.
[645] Minkari, Vak'atu Sıffîn, s. 257.
[646] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 290.
[647] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 292-293.
[648] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 424-425
[649] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 440-442.
[650] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 295.
[651] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 316.
[652] Minkârî, Vak'atu Sıffîn, s. 481.
[653] Minkârî, Vak'atu Sıffîn, s. 478.
[654] ibn Sa'd, Tabakat, IV, 255-256.
[655] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 111.
[656]Taberî, Tarih, III,
101-102; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 316-317.
[657] Taberî, Tarih, III,
102.
[658] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 482.
[659] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 317.
[660] Taha Hüseyin, el-Fitnetü'l Kübrâ, II,
81-82.
[661] Mes'ûdî, Murûc, II, 381.
[662] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 20-21.
[663] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 137-140.
[664] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 480-481.
[665] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Wellhausen, Dinî-Siyasî
Muhalefet Partileri, s. 6-8.
[666] Taha Hüseyin, el-Fitnetü'l Kübrâ, II,
80-81.
[667] Wellhausen, Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, s. 7-8; Ethem
Ruhi Fığlalı, İbâdiye'nin Doğuşu Ve Görüşleri, AÜİF yay., Ankara 1983,
s. 51-52.
[668] Reckendorf, "Eş'as"İA, Eskişehir 1997, IV, 393.
[669] Söylemez, Kûfe, s. 288.
[670] İbn Hişam, Sîre, I, 379.
[671] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 441.
[672] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 310-311.
[673] Hz. Peygamber Medineye hicret ettikten sonra
ilk iş olarak burada bir mescid inşa ettirmişti. Bu mescidin yapımı sırasında
en fazla Ammar'a yüklenildiğini fark eden Hz. Peygamber ona "Yazık ey
Sümeyye'nin oğlu! Onlar seni öldürecek değiller, seni ancak isyancılar
öldürecek demiştir. İbn Hişam, Sîre, II, 142.
[674] Taberî, Tarih, III, 102.
[675] Taberî, Tarih, III, 103; Ibnü'l Esîr, el-Kâmil,
III, 320.
[676] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 321.
[677] Taberî, Tarih, III, 102; Ibnü'l Esîr, el-Kâmil,
III, 318-319.
[678] Adnan Demircan, Hâricîler'in Siyasî
Faaliyetleri, Beyan yay., İstanbul 1996, s. 100.
[679] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 238.
[680] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 112; Ibnü'l
Esîr, el-Kâmil, III, 318.
[681] Aycan, Muaviye, s. 111.
[682] Mes'ûdî, Murûc, II, 402.
[683] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 318-319.
[684] Mes'ûdî, Murûc, II, 402.
[685] Wellhausen, Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri,
s. 5.
[686] Wellhausen, Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri,
s. 8.
[687] Demircan, Hâricîler, s. 94.
[688] Bilindiği gibi Yemenliler Kahtanîler'dendir ve
güney Arapları'dırlar. Rebia ve Mudar ise Adnanîler'in iki önemli koludur ve
kuzey Arapları'dırlar. Adnanîler ve Kahtanîler İslâm'dan önce iki ezeli
rakiptiler. Mudar ve Rebia ise kendi içlerinde sürekli çekişme halinde olan iki
önemli kabiledir. Kureyş kabilesi de Mudar'ın bir koludur. bk. Emîn, Fecrü'l-İslâm,
s, 5.
[689] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 323-324.
[690] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 323-324.
[691] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 319.
[692] Taberî, Tarih, III, 104; Ibn Kesîr, el-Bidaye,
VII, 278-279.
[693] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 287-288.
[694] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 290.
[695] Lewis, Tarihte Araplar, s. 88.
[696] Toplantı tarihi ve toplantının gerçekleştiği
mevki ile ilgili farklı rivayetler konusunda ayrıntılı bilgi için bk. Ahmet
Önkal, "Tahkim Olayı Üzerine Bir Değerlendirme" İSTEM Islâm
San'at, Tarih, Edebiyat ve Mûsıkîsi Dergisi, sayı II, Konya 2003, s. 46-47.
[697] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 238.
[698] Ibn Kesîr, el-Bidaye, VII, 284
[699] Taberî, Tarih, III, 103; Ibnü'l Esîr, el-Kâmil,
III, 320; Ibn Kesîr, el-Bidaye, VII, 277.
[700] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 281.
[701] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 281.
[702] Hakemlerin müzakereleri ve varılan sonuçla ilgili rivayetler
hakkında bk. Önkal, "Tahkim Olayı Üzerine Bir Değerlendirme",
İSTEM, s. 55-65.
[703] Rayyıs, İslamda Siyasi Düşünce, s. 62.
[704] Lewis Tarihte Araplar, s. 89; Bakır, Hz.
Ali ve Dönemi, s. 230.
[705] İbn A'sem, Futûh, I/II, 89.
[706] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, s. 251-252.
[707] Selim Nu'aymî, "Haricîlerin
Doğuşu", çev. Harun Yıldız, OMÜİFD, sayı 10, Samsun 1998, s.
518.
[708] Wellhausen, Dini Siyasi Muhalefet Partileri,
s. 9-10.
[709] Nu'aymî, "Haricîlerin
Doğuşu", OMÜİFD, s. 519.
[710] Lewis, Tarihte Araplar, s. 84-85.
[711] Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri,
s. 13-14.
[712] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 108.
[713] Demircan, Hâriciler, s. 59.
[714] Demircan, Hâriciler, s. 82.
[715] Nu'aymî, "Hâriçlerin
Doğuşu'', OMÜİFD, s. 519; Demircan, Hâriciler, s. 62-63.
[716] Muhammed Ebû Zehra, İslâm'da Siyasi İtikâdi Ve Fıkhi Mezhepler
Tarihi, Çev. Abdülkâdir Şener, Hisar yay., İstanbul bty., s. 75.
[717] Wellhausen, Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, s. 10; Harun
Yıldız, Din Siyaset Ve İdeoloji -Hâricilik Düşüncesinin Doğuşu-, Sidre
yay., Samsun 1999, s. 88.
[718] Nu'aymî, "Hâricîlerin
Doğuşu", OMÜİFD, s. 519; Demircan, Hâricîler, s. 58.
[719] Günaltay, İslâm Öncesi Araplar, s. 50.
[720] Kur'an, Hucurât (49): 1, 2, 4.
[721] İbn Hişam, Sîre, I, 284; Elmalı'lı Hamdi Yazır, Hak Dini
Kur'an Dili, Eser Neşriyat, İstanbul 1982, VI, 4453-4455.
[722] Demircan, Hâricîler, s. 61.
[723] Demircan, Hâricîler, s. 58; Mustafa
Fayda, "Bedevi", DİA, İstanbul 1992, V, 314.
[724] Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, s. 76.
[725] Emîn, Fecrü'l-İslâm, s. 258; Nevin Abdülhâlık Mustafa, İslâm
Düşüncesinde Muhalefet, çev. Vecdi Akyüz, Ayışığı yay., İstanbul 1990, s.
237.
[726] Ethem Ruhi Fığlalı, "Hâricîler",
DİA, İstanbul 1997, XVI, 169.
[727] Demircan, Hâricîler, s. 59.
[728] Emîn, Fecrü'l-İslâm, s. 258-259; Ebû
Zehra, Mezhepler Tarihi, s. 76-77.
[729] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 321.
[730] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 321.
[731] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 322-325.
[732] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 327-328.
[733] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 327.
[734] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil,
III, 328-329, 344; Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, s. 72.
[735]Rayyıs;
Islâm toplumunda ilk siyâsî partinin, tahkim hadisesinden sonra Hâricîler
tarafından kurulduğunu ifade etmiş. bk. Muhammed Ziyau'd-Din Reyyis, en-Nazariyetu's-Siyâsiyyetu'l-
İslâmiyye, Kahire 1976, s. 62'den naklen Ahmet Akbulut, Sahabe dönemi
iktidar Kavgası s. 214. Bizim burada ifade etmeye çalıştığımız ise Hâricilerin
keskin çıkışları ve sonrasında gerçekleştirdikleri saldırganlıklar nedeniyle
parti olmaktan öte terörist bir görüntü sergiledikleridir.
[736]Burada politik bir grup
olmadıkları sözümüzden kasdettiğimiz, Hâriciler'in kurallı bir siyaset
gütmedikleri ve saldırgan bir yapı sergilemiş olduklarıdır.
[737] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, s. 255-256.
[738] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 343.
[739] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 334-337.
[740] Günaltay, İslâm Öncesi Araplar, s. 113.
[741] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 337.
[742] Ibnu'l Esîr, el-Kâmil III, 338.
[743] Ibn Kesîr, el-Bidaye, VII, 287-288.
[744] Mesudî, Murûc, II, 415; Ibnü'l Esîr, el-Kâmil,
III, 342.
[745] Mesûdî, Murûc, II, 415; Ibnü'l Esîr, el-Kâmil,
III, 342.
[746] Ibn Kesîr, el-Bidaye, VII, 289.
[747] Halife b. Hayyat, Halife Tarihi, s. 245.
[748] Ibn Kesîr, el-Bidaye, VII, 289-290.
[749] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 348.
[750] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 349-350.
[751] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 320.
[752] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 313.
[753] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 360.
[754] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 360-364.
[755] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 244.
[756] Taha Hüseyin Hz. Ali ile Abdullah b. Abbas'ın eskiye dayanan bir
görüş ayrılığına sahip olduğunu belirtmiştir. bk. Taha Hüseyin, el-Fitnetü'l
Kübrâ, II, 132, 133.
[757] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 386-387.
[758] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 364-365.
[759] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 365.
[760] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 369.
[761] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 375; İbn Kesîr,
el-Bidaye, VII, 320.
[762] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 376; İbn
Kesîr, el-Bidaye, VII, 320.
[763] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 376-377.
[764] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 377.
[765] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 379.
[766] Rayyıs, İslâmda Siyasi Düşünce, s. 62.
[767] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 245.
[768] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 378.
[769] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s.
245-246; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 378-379.
[770] Daha önce Hıristiyan oldukları bilinen bu
kabile ile Hz. Ömer döneminden beri Hz. Ali arasında bir rahatsızlık olduğu
ifade edilmektedir. Söylentiye göre Tağlibliler Müslüman olduktan sonra
çocuklarını vaftiz etmeye devam etmişler. Bu nedenle Hz. Ali onların kökünü
kazımak arzusu taşıyormuş. bk. H. Kındermann, "Tağlib" İA,
Eskişehir 1997, XI, 620, 625.
[771] Ibn Kesîr, el-Bidaye, VII, 322.
[772] H. Lammens, "Büsr", İA,
Eskişehir 1997, II, 841.
[773] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 322.
[774] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 383-384; İbn
Kesîr, el-Bidaye, VII, 322-323.
[775] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 383-384.
[776] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 246.
[777] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 385-386.
[778] Hâriciler Ebû Musa'nın hakemliğinden rahatsızlık duysalardı onu da
olayın müsebbiblerinden sayarak öldürmek isteyeceklerdi. Anlaşılan Hâriciler
Kureyş'i hedef almışlardı.
[779] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 389.
[780] İbn Sa'd, Tabakat, III, 23-25.
[781] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 389-393.
[782] Mustafa Zeki Terzi, Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn Döneminde
Askerî Teşkilât, Sönmez yay., Samsun 1990.
[783] Aycan, Muaviye, s. 134.
[784] Şerare Yetkin, "Abbâsîler",
DİA, İstanbul 1988, I, 31.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar