Print Friendly and PDF

KABÎLECÎLÎK ANLAYIŞININ HZ. ALÎ DÖNEMİ SÎYASÎ GELİŞMELERİNE ETKÎSÎ

Bunlarada Bakarsınız



Hazırlayan:  Yasemin BARLAK

Toplumların gelişmesi bilime gereken değerin verilmesi ile mümkündür. Sosyal bilimler ise bir milletin diğer milletlere karşı özgüvenini oluşturması açısından oldukça önem taşımaktadır. Biz İslâm tarihi alanında yaptığımız bu araştırmamızla kendi kültür ve düşünce yapımızın temelinde var olan dini değerlerimizin doğduğu ortamı ve insanlarını çeşitli yönleriyle tanımayı amaçlıyoruz. Bunun bize dinî değerlerimizi daha doğru tanıma, yanlış kanaatlerimizi değiştirme ve geleceğimizi daha güçlü temellere oturtma imkânı vereceğine inanıyoruz.

İslâm tarihçileri tarafından, özellikle Hz. Peygamber ve ilk dört halife dönemi çok farklı yönleriyle ele alınmış ve değerlendirilmiştir. Arap toplumu içinde Hz. Peygamber'in ölümünün ardından çok uzun bir süre geçmeden yaşanan ve İslâm inancı ile bağdaşmayan siyasi olaylarda Arap kabilecilik anlayışının oynadığı rol, Hz. Ali dönemi açısından münferit olarak ele alınmamıştır. Biz bu çalışmamızda İslâm dünyasında ve ülkemizde Hz. Peygamber'den sonra çok özel bir yerde tutulan Hz. Ali'nin iktidarı döneminde gerçekleşen talihsiz olayların sebeplerini doğru anlayabilmek açısından bu dönemi kabilecilik yönüyle değerlendirmeye çalıştık. Sosyal olayları tek bir sebebe dayandırmanın çok kısır bir bakışı ifade edeceği ve asla gerçeği tam olarak yansıtmayacağının bilincinde olmakla birlikte, çalışmamızın konusu gereği olayları kabile ilişkileri yönü ile görmeye çalıştık.

Araplar için kabile bağları özellikle İslâm'dan önce oldukça önem taşımaktaydı. Asabiyet adı verilen ve fert ile akrabalarını sıkı bir şekilde birbirine bağlayan bu güçlü duygu, Araplar için yaşam sigortası gibiydi. Coğrafi imkânsızlıklar Araplar arasında manevi değerlerin ön plana çıkmasına neden olmuştu. Soy ile övünmek, kahramanlık, cömertlik, fedakârlık; bununla birlikte kan davaları ve basit nedenlerle çatışmalara girmek Araplar için hayati konular arasında yer alıyordu.

İslâm inancının topluma yerleşmesiyle birlikte Hz. Peygamber'in gözetiminde özellikle kabilecilik anlayışının olumsuz yönleri kırılmaya çalışıldı. Dinin getirdiği kardeşlik, eşitlik ve barış mesajları bu insanlar üzerinde etkili oldu. Hz. Peygamber'in ardından ilk iki halifenin de eski geleneklere dönmeme konusunda oldukça hassas davrandıkları görülmektedir. Ancak üçüncü halifenin iktidara geliş şekli ve uygulamaları, ayrıca toplumda İslâm inancının ilk dönemlerdeki etkilerinin zayıflaması, tamamen olmasa da kabile kültürünün olumsuz yönlerini yeniden canlandırdı. Böyle hassas bir ortamda yönetimi eline alan Hz. Peygamber'in sadık yardımcısı ve yakın akrabası Hz. Ali'yi bekleyen siyasi meseleler, kabilecilik yönüyle oldukça dikkat çekici olayları beraberinde getirdi.

Hz. Ali dönemini kabile yönü ile değerlendirdiğimiz çalışmamızın giriş bölümünü Arap soyları, asabiyet kavramı ve Hz. Peygamber döneminde kabilecilik konularına ayırdık. Birinci bölümde ilk üç halife döneminde kabilecilik açısından yaşanan gelişmeleri değerlendirdik. Araştırmamızın ikinci bölümünde Hz. Ali'ye karşı gelişen muhalefet hareketlerinde kabile faktörünü inceledik. Ayrıca iç savaşlara katılan Arap kabilelerinin siyasi beklentilerini ve siyasi tercihlerinin arka planında yer alan kabile faktörünü, edindiğimiz bilgiler ışığında değerlendirdik. Araştırmamızın üçüncü bölümü ise Haşimoğulları'nın lideri Hz. Ali ile Ümeyyeoğulları'nın lideri Muaviye arasında geçen liderlik çekişmesi ve Sıffîn Savaşı ile bu savaşın ardından yaşanan siyasi gelişmelerden oluşmaktadır.

İSLÂM'DAN ÖNCE ARAPLARDA KABİLE HAYATI

Arap Kabilelerine Toplu Bir Bakış

Samî kavimlerin sayı ve yayılış olarak en geniş kitlesi olduğu ifade edilen Araplar'ın,[1] tarihi geçmişleriyle ilgili bu günkü yapılan çalışmalarda genel olarak kabul edilen görüş, vatanlarının Arabistan bölgesi olduğudur. Kendileriyle ilgili elde edilen en eski bilgiler komşu devletlerin onlar hakkında yazdıkları belgelerden oluşmaktadır.[2] Asurlular'a ve Babilliler'e karşı çeşitli savaşlarla mücadele ettikleri ve bazı dönemlerde onlara vergi verdikleri yine bu devletlere ait metinlerde ifade edilmektedir. Yaşadıkları coğrafyanın istilaya müsait olmaması nedeniyle Persler'den korundukları, ancak bir dönem Büyük İskender'in bu bölgeyi sınırlarına kattığı da tarihi bilgiler arasında yer alır. Roma İmparatorluğu, Mısır, Suriye ve Filistin'e hâkim olduğu dönemlerde Nabatî ve Palmira krallıklarıyla iletişime girmiş ancak yine de Arabistan'ın içlerine nüfuz edememiştir. [3]

İslâm'dan önce Araplar çeşitli devletler kurmuşlardır. Bunlardan bilinenleri şunlardır: Main Krallığı (m.ö. 1400-650), Sebe Krallığı (m.ö. 750-115), Himyerî Krallığı (m.ö. 115-m.s. 525), Nabatî Krallığı (m.ö. IV. Yüzyıl-m.s. 106), Palmira (Tedmür) Krallığı (m.ö.3000-m.s. 273), Gassânî Krallığı (m.ö. III. Yüzyıl-m.s. 634), Hîre (Lahmî) Krallığı (m.s. III. Yüzyıl-634), Kinde Krallığı (m.s. V-VI. Yüzyıl). [4]

Arap geleneğinde Araplar temel olarak iki büyük kısma ayrılmışlardır.[5] Arab-ı bâide; tarihin eski devirlerinde yaşamış ve çeşitli nedenlerle yok olmuş Araplardır. Bu Arapların başlıca kavimleri Âd, Semud, Medyen, Tasm, Amâlika, Casim, Abdi Dahm, Ubeyl, Hadûra, Cedis ve Birinci Cürhüm kavimleri olarak ifade edilmişlerdir.[6] Arab-ı bakiye ise soyları devam eden Araplardır. Bu da kendi içinde Arab-ı âribe ve Arab-ı müsta'ribe olmak üzere ikiye ayrılır.

Arab-ı âribe; Tevrat'ta geçen bilgilere göre Yekta'nın ( diğer adıyla Kahtan) neslinden gelen güney Araplarıdır.[7] Geleneksel olarak Yemenliler ya da Kahtanîler diye anılmaktadırlar. Bunlar eski dönemlerde yok olan Araplardan sonra onların yerini alan gerçek Araplar olarak da ifade edilirler.[8] Cürhüm ve Ya'rub, Kahtanîler'in iki büyük koludur. Ya'rub'dan meydana gelen Kehlân ve Himyer kabileleri ise birçok kabilelere ayrılmış ve değişik sebeplerle Arabistan'ın çeşitli bölgelerine yerleşmişlerdir. Kehlânîler'den Hicaz tarafına giden Sa'lebe b. Amr buradan Medine'ye göç etmiş, Evs ve Hazreç kabileleri de bunlardan oluşmuştur. Hârise b. Amr (Huzaa) ise Cürhümlüler'i kovarak Mekke'ye yerleşmiştir. Ezd kabilesi ise kuzeye gitmiştir. İmrân b. Amr Uman'a, Cefne b. Amr Suriye'ye, Lahm ve Cüzâm Hîre'ye, Tay kabilesi Ecâ ve Selmâ dağlarına, Kinde kabilesi çeşitli bölgelerden sonra Necid'e yerleşmiştir.[9]

Arab-ı musta'ribe ise sonradan Araplaşmış olarak ifade edilen Arap kabileleridir. Bunlar Kahtanî asıllı olan ve Mekke'ye yerleşen Cürhümlüler'le, Hz. İsmail'in soyundan türemiş olan Araplardır. Bu kabileler Adnanîler olarak ifade edilmekle birlikte İsmâilîler, Meaddîler, Nizârîler olarak da isimlendirilmişlerdir.[10] Palmira'lılar, Nabatî'ler, Necd'liler ve Hicaz'lılar Adnanî kabilelerdir.[11] Hz. Peygamber'in atası Adnân'a bağlı olan başlıca Arap kabileleri ve kolları şunlardır: Adnân, Mead, Nizar (İyâd, Enmar, Rebîa, Mudar), Rebîa (Esed, Aneze, Abdülkays, Vâil), Mudar (Kays-ı Aylân, İlyâs), Kays-ı Aylân (Süleym, Hevâzin, Gatafân), Gatafân (Abs, Zübyân), İlyâs (Temîm, Hüzeyl, Esed, Kinâne), Kinâne (Kureyş), Kureyş (Cemûh, Sehm, Adî, Mahzûm, Teym, Zühre, Kusay), Kusay (Abdüddâr, Esed b. Abdüluzzâ, Abdümenâf), Abdümenâf (Abduşşems, Nevfel, Muttalib, Hâşim).[12]

Adnanîler nüfusları çoğalınca Mekke'den çeşitli bölgelere dağılmışlardır. Başlangıçtan itibaren Mekke ve civarında yerleşik bir hayat yaşayan Kureyş dışındaki kabileler Tihâme, Necid ve Hicaz'da göçebe ya da yarı göçebe olarak yaşamaya devam etmişlerdir.[13]

İslam öncesi dönemde güney Arapları ile kuzey Arapları arasında çeşitli yönlerden farklılıklar olduğu ifade edilmektedir. Güney Arapları göçebe olmayan medenileşmiş bir toplum olarak yaşıyorlardı. Kuzey Arapları ise çoğunlukla göçebe olmak üzere kısmen de yerleşik yaşayan Araplardı. Buna bağlı olarak nüfus yoğunluğu kuzey Araplarında yayvan bir görünüme sahipken güney Araplarında daha yoğundu. Güney Arapları ortak bir kültüre sahipken, kuzeyliler heterojen bir görünüme sahiptiler.[14] Dil özellikleri açısından da birbirinden farklılık göstermekteydiler. Kuzeyliler Kur'an'da yer alan mükemmel Arapçayı konuşurlarken güneyliler ise kendilerine has Habeşçe ve Akkâd dili ile konuşmaktaydılar.[15] Tüm bu özelliklerin etkisiyle iki bölge Arapları arasında fikir ve kültür seviyeleri de farklılık göstermekteydi.[16]

Araplarda Kabilecilik Anlayışı ve Asabiyet

K-b-l kökünden gelen ve Arapça bir kelime olan kabile, sözlükte bir babanın çocukları, bir ağacın dalları,[17] karşılıklı duran ve birbirine geçmiş kafatası kemiklerinin her birinin ismi[18] anlamlarına gelmektedir. Terim anlamı ise, üyelerini ortak bir soy altında birleştiren topluluk[19] veya aynı atadan gelen ve birbirine kan bağıyla bağlı olan insan topluluklarına verilen addır.[20]

Araplar kabilelerini şa'b, kabile, imâre, batn, fahz gibi isimlerle büyükten küçüğe doğru sıralamışlardır.[21] Ancak ister en küçük ister en büyük soy birliği olsun, kabile kelimesi bunlara ortak ad olarak da kullanılmaktadır.[22]

Araplarda kabile kavramı ile alakalı olarak kullanılan diğer bir kavram da asabiyettir. A-s-b kökünden gelen bu kelime, eklem bağları anlamına gelmekle beraber kişinin çocukları ve baba tarafından akrabaları anlamında da kullanılmaktadır.[23] İslâm'dan önceki devirde asabiyet, bir kimsenin asabesini yani baba tarafından akrabalarını ya da çoğunlukla kabilesini, haklı olsun veya olmasın her konuda müdafaa etmeye hazır olması ve kabile fertlerinin, gerek kendi mal ve mülklerini korumak ve gerek başkalarının mal ve mülklerini zaptedmek için, bir söz üzerine, derhal birleşmesi demekti.[24]

Kabile üyelerinin birbirlerine nesep yoluyla bağlı olmaları kabile asabiyetini doğurmuştur. İslâm'dan önce düzenli bir siyasî birliğe ve hukuka sahip olmayan Arap kabilelerini, kendi kabilelerinden olan bir kişiyi her ne sebeple olursa olsun diğer kabilelerin saldırılarından korumaya veya yapılan saldırın maddi ve manevî zararını telafi için harekete geçmeye sevk eden etken asabiyet duygusuydu. İslâm'dan önce Araplar arasında sıkça yapılan savaşların temelinde de bu duygu yatmaktaydı.[25]

Araplarda asabiyet veya diğer adı ile kabilecilik anlayışı, "Bizim en kötümüz başkalarının en iyisinden daha iyidir."[26], “Ben ve kardeşim amcaoğluna karşıyız, ben ve amcaoğlu yabancıya karşıyız."[27] sözlerinde yerini bulmaktadır. Asabiyet anlayışı özellikle zor zamanlarda kabilelerin imdadına yetişen en doğal bağ olarak da değerlendirilebilir. Kabileler arasında akrabalık bağının kuvvetliliği oranında yardımlaşma eğilimlerinin de arttığı görülmektedir.[28] Bununla birlikte kabilecilik anlayışı, en büyük soy birliklerinden başlayarak gittikçe daralabilmekte, amcaoğullarının birliğine, kardeşler birliğine ve hatta şahsın kendi ailesine kadar indirgenebilmektedir. Bu anlayış bir yandan ayrılmaz bir birliği, diğer yandan ise en yakın akrabalardan en uzak akrabalara kadar oluşabilecek çekişmeleri de beraberinde getirmektedir. Zira Araplar asabesini müdafaada tam bir taraflılık içerisinde olmalarının yanı sıra saf bir ferdiyetçiliğe de sahiptirler.[29]

Araplarda asıl nesep baba tarafından kabul edilse de anne ve dolayısıyla dayı tarafı da onlar için önemli bir bağ sayılabiliyordu. Bu, Arapların hısımlık yoluyla başka bir kabilenin desteğini alma ve yardımlaşma ihtiyacından kaynaklanmaktaydı. Örneğin Hz. Peygamber'in Mekkelilerin baskıları karşısında Medineliler tarafından yardım ve destek görmesinin sebeplerinden biri olarak, annesinin Beni Neccar'dan olması gösterilmektedir.[30]

İslâmiyet'ten önce Araplar yaşayışlarına göre iki gruba ayrılmaktaydılar; bedevîler ve şehirliler. Çöl ve vahalarda develeriyle beraber konargöçer olarak çadırlarda yaşayanlara bedevî; köy, kasaba ve şehirlerde yerleşik hayat yaşayanlara da hadarî denilmekteydi.[31] O dönemdeki Arap şehirlerinin en tanınmış olanları Hicaz'da Mekke, Medine, Taif ve Yemen'de Me'reb ve San'a şehirleriydi. Bu şehirlerde yaşayan halk, geçimlerini daha çok ticaretle sağlarlardı. Bedevîler ise Arapların çoğunluğunu oluşturmaktaydı. Kendilerini belirli bir bölgeye bağlı kılacak ve refah düzeyini artıracak hiçbir varlığın olmadığı bu çöl hayatında, onları birbirlerine bağlayan ve varlıklarını hissettiren en önemli unsurlar ise kabile ve dil birliği idi.[32]

Bedevî kabileler kendi içlerinde özel toprak mülkiyeti tanımazlar, otlaklar ve su kaynakları onlar için hayatî önem taşıdığından ortak mal kabul edilirdi. Kabilelerin önemli gelir kaynaklarından biri de diğer kabilelere karşı düzenledikleri yağma ve baskınlardan elde ettikleri ganimetlerdi.[33] Yaşadıkları coğrafyanın ağır hayat şartları, onlar için yağmacılığı zorunlu bir geçim yolu yapmıştı. Özellikle reislik, şeref, çıkar çatışmaları gibi nedenlerle aynı kabile içerisinde de şiddetli savaşlar yaşanabilmekteydi. Adnanîler ile Kahtanîler arasında asırlarca yaşanan düşmanlık bu açıdan önemli bir örnektir. Aynı düşmanlığın uzantıları, aslen Yemenli Medine'li Evs ve Hazreç kabileleriyle aslen Adnanî olan Mekkeliler arasında İslam'dan sonra da yaşanmaya devam etmiştir.[34] Yine Evs ile Hazreç, Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları ve Mudar ile Rebia mücadeleleri[35] bu çeşit kabile çatışmalarının önemlilerindendir.

Arap geleneğinde yabancı bir kabilenin arazisinde dolaşan veya her hangi bir malına zarar veren kimse düşman sayıldığından, ölüm ve soyulma tehlikesini göze almış olurdu. Bununla beraber farklı bir kabileden sığınma isteyen kimse himaye edilebilir, bir kabile azası bir yabancıyı kendi kabilesine dâhil edebilirdi. Böylece birkaç nesil sonra bu kabile bütün akrabalık haklarına sahip olurdu.[36]

Arapların kendi kabilelerini -haklı olsun veya olmasın- desteklemek zorunda olduklarına inanmaları, kuşkusuz sadece koyu bir taassupla açıklanamaz. Onlar, hayatta kalabilmek, diğer kabileler arasında nüfuz elde edebilmek ve dışarıdan gelecek baskınlara karşı mücadele edebilmek amacıyla birbirlerini korumak ve birbirlerinin çıkarlarını gözetmek zorundaydılar. Bu onların yaşam mücadelelerinin önemli bir kuralıydı. Bir kabilenin büyük, küçük, kuvvetli veya zayıf oluşu o kabile mensuplarının sayısına, nüfuzuna ve mal varlığına göre ölçülmekteydi. Bu nedenle kabileler arasında yardımlaşma, dayanışma ve antlaşmalar yapılmakta, çeşitli ittifaklar kurulmaktaydı. Yapılan bu antlaşmalara "hilf" adı verilmekteydi. Hilf yapacak olan kabileler törenlerle ve yeminlerle birlikte, tek bir kabile gibi düşmanlara karşı hareket etmek üzere anlaşırlardı. Artık içlerinden birine yapılacak her hangi bir saldırı diğerlerine karşı yapılmış gibi mütalaa edilir ve öylece savunmaya geçilirdi.[37] Örneğin Mekke'de İslâm'dan önce "Ahlâf" ve "Mutayyebûn" adı verilen karşılıklı iki ittifak yapılmış, [38] bu ittifakların etkileri, Hz. Peygamber'e karşı yönelimlerde bir ölçüde belirleyici olmuştur.

Kabileler reisler tarafından idare ediliyordu. Şahsî meziyetleri veya servetleri nedeniyle reis seçilen kimselerin, genel olarak yapılan müzakerelerde her ne kadar sözleri geçerliyse de bu reislerin hukuki bir hakları yoktu ve idarecilik vazifesi emretmekten çok hakemlik yapmaktı.[39] Ancak vazifeleri yetkilerinden çok daha fazlaydı. Kendilerinden harp zamanı hayatlarını, barışta ise servetlerini ortaya koymaları beklenirdi. Kabile reislerinin cinayetler konusunda da hukukî kaide uygulamaları mümkün değildi. Katil olayının intikamını almak, maktulün en yakın akrabasının hakkıydı. Bunun sonucu olarak nesillerce devam eden kan davaları ortaya çıkardı.[40]

Çeşitli sebeplerle aynı kabilenin alt birimlerinde uzun süreli düşmanlıkların da yaşanabildiğini yukarıda ifade etmiştik. İşte bu özelliklere bağlı olarak Adnanîlerin iki kolu olan Mudar ile Rebia arasında ortaya çıkan ve asırlarca devam eden rekabet, yine Yemenliler ile Mudarlılar arasındaki düşmanlık özellikle Sıffin Savaşı'nda safların belirlenmesinde ve daha sonra meydana gelen hakem seçimi olayında kendilerini göstermiştir. Mekke'de Kureyş kabilesinin iki kolu Ümeyyeoğulları ile Haşimoğulları arasındaki mücadele ise Arap İslam devletinin yönetim kadrosunu belirleyici iki temel unsur olmuş, devrin siyasi gelişmeleri bu iki kabilenin iktidar mücadeleleri ile şekillenmiştir.

Mekke'nin Kabile Yapısı

Mekke şehrinin bulunduğu bölgede çok eski dönemlerde Amâlika, Ad ve Semud kavimlerinin bir uzantısı olan Cürhümlüler yaşamaktaydı.[41] Cürhümlüler döneminden kalan toplum burada yaşamaktayken Hz. İbrahim, oğlu İsmail ve eşi Hacer'i buraya yerleştirdi.[42] Anlatılanlara göre Hz. İsmail burada Cürhüm kabilesinden bir kızla evlendi. Böylece Adnanîler adı verilen yeni bir topluluk ortaya çıktı. Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] 'in atası olan Kureyşliler de bu topluluktan meydana geldi.[43]

Cürhümlülerden sonra, Huzaa, Kinâne ve Kureyş kabilelerinin Mekke'yi yönettiği anlaşılmaktadır.[44] Mekke'de yaşayan ve Kâbe ile ilgili yönetimi elinde bulunduran Cürhümlüler, görevlerini suiistimal etmeye başlayınca Kinane'den Benû Bekr ve Huzaa'dan Ğubşân yaptıkları savaş sonucunda onları Mekke'den sürdüler.[45] Bunun ardından Huzaalılar, Benû Bekr kabilesini katmaksızın zulmen Beyt'in işlerini üstlendiler.[46] Kureyş ise o dönemlerde dağınık cemaatler halinde birtakım aileler olarak yaşamaktaydı.[47] Huzaalılar Kâbe'nin işlerini ve Mekke'nin yönetimini nesilden nesile sürdürmekte iken onların sonuncusu Huleyl b. Hubşiyye kızını Kusay b. Kilâb ile evlendirince Kusay bu aileye dünür oldu. Daha sonra Kusay'ın Abduddâr, Abdumenaf, Abduluzza ve Abdukusay adlı çocukları dünyaya geldi. Çocuklarının büyüdüğü, malının çoğaldığı ve şerefinin arttığı bir zamanda ise kayınpederi Huleyl öldü. Bunun ardından Kusay, Kâbe'nin yönetimini eline geçirdi ve Huzaa ve Benû Bekr'i Mekke'den çıkardı.[48] Böylece kuzey Arap kabilelerinden olan Kureyş kabilesi Kusay'ın büyük başarısıyla birlikte, İslâm'dan kısa bir dönem önce Mekke'yi işgal etmiş ve Kâbe yönetimini ele geçirmiş oldu.[49]

Kusay, Kureyşliler'i, Hz. İsmail'in soyundan geldikleri ve Araplar'ın en şereflileri oldukları konusunda ikna etmişti.[50] Onların Kâbe'nin yakın çevresini mesken edinmelerini sağladı. Kâbe'ye karşı saygılarından dolayı Cürhüm, Huzaa ve Kinâne kabileleri daha önce bu bölgeye yerleşmemişlerdi.[51] Kureyş kabilesinin Mekke'deki yerleşimi iki şekilde oldu. Birincisi Kureyş el-Bitah yani Kâbe'nin hemen yakınına yerleşenler, ikincisi ise Kureyş ez-Zevahir yani dış mahallelerde oturanlar.[52] Bir de ehabiş denilen ve Mekke'nin dış çevresinde özellikle kuzey ve güney bölgelerinde yaşayan kabileler vardı ki bunlar Kureyş ile ittifak halindeki kabilelerdi.[53] Kusay'ın amacı, Kâbe'nin kutsallığından da istifade ederek Araplara karşı Kureyş'in manevî bir saygınlık kazanmasını sağlamaktı.[54] Böylece Kusay, Kureyş'i kendine itaat ettirerek Mekke'de otoritesini kurmuş oldu. Sonra da Kureyş'i Arapların itaat ettiği lider kavim durumuna getirdi.

Kâbe'nin kutsallığı, Kureyş'e üstünlük sağlıyordu. Bu ayrıcalığını ticarette de kullanan Kureyş, böylece diğer Araplar'a karşı imtiyazlı bir konuma geldi.[55] Öyle ki Kureyş ayrı, Arap ayrı anlamları ifade eder olmuştu.[56] Kusay'ın liderliği sonrasında onun soyundan meydana gelen kabileler Hz. Peygamber'in yaşadığı döneme gelinceye kadar bu özel konumu sürdürmüştü.

Mekke, Kureyş'e mensup on kişinin yönetime katılmasıyla oluşan ve "Mele" adı verilen bir senato tarafından idare edilmekteydi. Ancak bu senato yürütme organı olmaktan ziyade danışma kurulu olarak görev yapmaktaydı. Her kabilenin kendi içinde bağımsızlığını korumaya özellikle dikkat ettiği[57] bu ortam içerisinde, Mekke bilinen değerlerde bir devlet modeline geçmeye yatkın görünmemekteydi. Yine de Mekke'nin yönetim anlayışını bedevilerinkinden ayrı tutmak gerekmektedir. Çöllerdeki bedevi hayatına göre, oldukça gelişmiş olan Mekke'de yönetim bedevilere göre daha uygar bir görüntü arzediyordu.[58] İslâm'ın ortaya çıkışından kısa bir süra önce Bizans İmparatoru Jüstinyen, Mekke'yi Bizans İmparatorluğuna bağlı bir krallık yapmak için bir girişimde bulunmuştu. Justinyen, Hıristiyanlık dinine girmiş olan Esedoğullarından Osman b. Huveyris'e taç giydirmiş, kendisini Mekke kralı tayin ettiğini bildirdiği bir mektupla birlikte Mekke'ye göndermişti. Osman b. Huveyris durumu Kureyşlilere bildirdiğinde ona ilk karşı çıkanlar kendi ailesinin ileri gelenleri olmuştu. Ona Mekke'nin özgürlüğüne düşkün olduğunu ve asla krallıkla idare edilemeyeceğini söylemişlerdi.[59]

Kusay dört oğlundan biri olan Abduddâr'a Kâbe görevlerini vererek öldü. Onun ölümünün ardından Kusay'ın diğer oğlu olan Abdumenaf'ın oğulları Abduşems, Haşim, Muttalib ve Nevfel, Abduddâroğulları'ndan hicabe, liva, sikaye ve rifadeyi almak istediler. Abdumenafoğulları ile Abduddaroğulları arasında Kâbe görevlerinin paylaşımı konusundaki anlaşmazlık iki kardeş kabilenin ve buna bağlı olarak diğer kabilelerin karşılıklı gruplara ayrılmalarına neden oldu. Abdumenafoğulları ve müttefikleri kendilerini Mutayyebûn olarak isimlendirdiler. Abduddâroğulları ve müttefikleri ise kendilerini Ahlâf olarak isimlendirdiler. Her iki grup içinde yer alan kabilelerin, müttefiklerini çeşitli dönemlerde de gözetmeye devam ettikleri anlaşılmaktadır. Bu iki grubun yanı sıra, tarafsızlığı seçen kabileler de bulunmaktaydı.[60] Mutayyebûn grubuna dâhil olanlar, Esedoğulları, Zühreoğulları, Teymoğulları, Hâris b. Fihroğulları idiler. Ahlâf grubunda yer alanlar ise Mahzumoğulları, Sehmoğulları, Cumahoğulları, Adiyyoğulları idiler. Âmir b. Luayy ve Muhârib b. Fihroğulları ise her iki gruba da dâhil olmayarak dışarıda kalmıştı.[61] Abdumenafoğulları ile Abduddâroğulları, Kâbe görevlerini aralarında paylaştılar. Kureyş içerisinde bir savaş gerçekleşmedi.[62] Ancak bu ittifakların ileriki dönemlerde kabileler arası ilişkilere yansıdığı, bir kısım Kureyşlinin zihninde sürekli bu kutuplaşmanın devam ettiği belirtilmektedir.[63]

Abdumenafın oğullarından Haşim, Kureyş kabilesi içinde Şam ve Yemen'e ilk seferleri düzenleyen,[64] Kureyş'in yaz ve kış yolculuklarını ilk defa gerçekleştirerek adet haline getiren kişiydi.[65] Kâbe görevlerinden rifade ve sikaye de Haşim'in elindeydi.[66] Kendisi Medine'nin soylu ailelerinden olan Adiyy b. Neccaroğulları'ndan Amr'ın kızıyla evlenmiş, bu eşinden Şeybe adında bir oğlu olmuştu. Haşim bir Şam seferi sırasında Gazze'de vefat ettiğinde, dul eşi oğlu Şeybe'yi Medine'de kendi yanında bakmaya başladı. Şeybe'nin Amcası Muttalib, kendilerinin Mekke'deki şerefli konumlarını ifade ederek bu çocuğun aşireti içerisinde kalmasının kendisi için daha hayırlı olacağına Selma binti Amr'ı ikna etti. Muttalib, Şeybe'yi annesinden alarak Mekke'ye getirdiğinde onu Muttalib'in kölesi zannederek Abdulmuttalib olarak isimlendirdiler. Muttalib'in, yeğenine böyle denilmesinden şiddetle rahatsız olduğu ifade edilmektedir.[67]

Haşim'in başka çocukları olduysa da neslinin yalnızca Abdülmuttalib ile devam ettiği, dolayısıyla Haşimoğulları denildiğinde Abdülmuttalib'in soyunun kasdedilmiş olduğu ifade edilmektedir.[68] Kaynaklarda belirtildiğine göre Ali b. Ebî Talib Haşimî bir baba ve Haşimî bir anneden dünyaya gelen ilk kişidir.[69]

Muttalib'in ölümünün ardından Abdülmuttalib'in diğer amcası Nevfel'in, babasından kalan araziyi onun elinden almaya çalıştığı ifade edilmektedir. Abdülmuttalib, bu olay üzerine Yesrib'deki dayıları Neccaroğulları'ndan yardım istedi. Neccaroğulları seksen kişilik atlı bir grup halinde ona yardım için Mekke'ye geldiler. Bu durum üzerine Nevfel'in Abduşems ile Abdülmuttalib'e karşı anlaştığı da rivayet edilmektedir. Nevfel, Neccaroğulları'nın yeğenlerine sahip çıkmaları üzerine Abdülmuttalib'e arazisini geri verdi.[70]

Abdulmuttalib amcasının ölümünden sonra sikaye ve rifâde işini üstlendi. Kendisi hem baba hem de anne tarafından asaletliydi. Yeri kaybolmuş olan zemzem kuyusunu o ortaya çıkardı. Bu sırada Kureyş'in kendisine zorluk çıkardığı ifade edilmektedir. Zemzemin ortaya çıkışının ardından ise Kureyş onda ortaklık iddia etmişti.[71] Tüm bu olaylara karşı Abdülmuttalib Kureyş'in kendisine saygı duymasını başardı. Kişiliği ve erdemliliği ile kavmi içinde çok şerefli bir konuma geldi.[72] Ancak bu gelişmeler sırasında sürekli olarak gözümüze çarpan Abdülmuttalib sonrasında Kureyş'in, özellikle Ahlâf birliğinin sürekli Haşimoğullarına baskı uygulama girişimlerinde bulunduğudur.[73] Abdülmuttalib'in on evladı olursa birini Kâbe'ye kurban edeceğini söyleyerek meydan okuması da onun çeşitli çevrelerden baskı gördüğünü kanıtlamaktadır.[74]

Haşim ile Muttalib'in, Şeybe (Abdülmuttalib)'nin Medine'den Mekke'ye getirtilmesi ve onun korumasını üstlenmesi konusunda anlaşmasının ardından Abduşşemsoğulları ve Nevfeloğulları'nın, Haşim ve Muttaliboğulları'na karşı bir düşmanlık içerisine girdikleri belirtilmektedir.[75] Kardeş kabileler arasındaki bu ayrılmanın Mekke içinde ticari anlamda yapılacak haksızlıkların giderilmesi amacıyla Mutayyebûn'un bir uzantısı olarak kurulan Hılfu'l-Fudul'a Abduşşemsoğulları ile Nevfeloğulları'nın katılmamasıyla devam ettiği görülmektedir.[76] Zannediyoruz kardeşler arasındaki bu uzaklaşmanın sebeplerinden biri de Abdülmuttalib'in anne tarafından Medine'li oluşudur.

Abdülmuttalib'in ölümünden sonra rifade ve sikaye görevini oğlu Zübeyr aldı. Onun ardından Ebû Talib yürütmekteyken,[77] kendisinin diğer kardeşi Abbas'a borçlanarak bu borcunu ödeyememesi nedeniyle bu görevler Abbas'a geçti.[78] Diğer bir rivayete göre rifade Ebû Talib'te kalmış, sikaye görevi de Abbas'a devredilmiştir.[79] İslâm'ın gelişinin ardından Hz. Peygamber Kâbe görevlerinden birçoğunu kaldırmakla birlikte Abbas'ın görevini onda bıraktı.[80]

Hz. Peygamber döneminde Haşimoğullar'nın genel anlamda lideri Ebû Talib idi. O dönemde kendisi pek varlıklı olmamakla birlikte onun ölümü ile Haşimoğulları'nın Mekke'deki nüfuzunu doğal olarak azaltmıştı.[81]

Abbas'ın oğulları babalarına ait olan sikâye görevini devam ettirdiler. Söylenenlere göre Hz. Ali'nin oğlu Muhammed b. Hanefiyye bu görevi Abdullah b. Abbas'dan almak istemiş, o ise " Sen kim, sikaye kim? Cahiliyet devrinde de, İslâmiyet devrinde de biz bu işe senden daha liyakatliyiz. Senin baban da bu konuda ileri geri konuşarak hak iddia etmişti, fakat ben onu, deliller göstererek susturmuş; ayrıca Talha b. Ubeydullah, Âmir b. Rebia, Ezher b. Abd b. Avf ve Mahzeme b. Nevfel'i de şahit göstermiştim. Cahiliyet devrinde de babam Abbas b. Abdülmuttalib babasından sonra sikâye işini elinde bulundurmuştu. Hâlbuki senin deden Ebû Talib o zaman çölde, Urene denilen yerde develeri ile meşgul oluyordu. Mekke fethedilince Resulullah bu görevi, Abdülmuttalib’in diğer oğullarına vermeyip yalnız Abbas’a verdi." demiştir.[82] Abbasoğullarının yönetim işindeki iddialı yaklaşımları da bu tarihi geçmişten geliyor olmalıdır. Hz. Ali döneminde halifenin en yakın idari çevresini onlar oluşturmuştur.[83] Zaman zaman Hz. Ali ile Abdullah b. Abbas'ın anlaşmazlıklar yaşadıkları, İbn Abbas'ın Hz. Ali'nin yönetim anlayışını eleştirdiği, Hz. Ali'nin de İbn Abbas'ı yönetici olarak hesaba çektiği dönemler olmuştur. Bu konuya sonraki bölümlerimizde ayrıca değineceğiz.

Bu iki kardeş oğullarından Abbasoğulları'nın akıllıca bir taktik ve uzun bir çalışmanın ardından asırlarca sürecek olan Abbasî hanedanlığını kurdukları görülmektedir.[84]

Haşim, kardeşi Abduşşems seferlere fazla çıktığı için Kâbe görevlerinden rifade ve sikaye görevini üzerine almıştı.[85] Kıyâde görevi ise Abduşşems'e verildi.[86] Abduşşems çok çocuk sahibiydi. Buna karşılık Haşim oldukça zengindi. Hacca gelenlere bol bol ikramda bulunurdu.87 [87] Abduşşems'in çocukları olan Ümeyyeoğulları'nın[88] savaşlardaki liderlik konumu da bu paylaşımdan gelmektedir.[89] Hatırlanacak olursa Ebu Süfyan da Mekkeliler'in Hz. Peygamber'e karşı mücadelelerinde onlara öncülük etmişti.[90] Böylece Kureyş Ümeyyeoğulları'nı komutanlık yönü ile benimsemiş oluyordu. Haşimoğulları'nın aldıkları görevlerin ise daha çok erdemlilik içerdiği görülmektedir. Kanaatimizce bu görev dağılımı sayesinde Haşimoğulları'nın Kureyş içindeki saygınlığı korunmuş, Ümeyyeoğulları'nın ise siyasi anlamda girişkenlikleri artırmıştır. Bu durum ise Ümeyyeoğulları için ileriye dönük bir avantaj olmuştur.

Haşim ile Abduşşems arasında bir çatışma söz konusu olmamasına karşın, zamanla Abduşşems'in oğullarının, Mekke'deki gözde konumları nedeniyle Haşim ve onun oğullarını çekememeye başladıkları görülür. Anlatılanlara göre Ümeyyeoğulları Haşim'in rifade ve sikaye görevini başarı ile yapmasını, Haşim'in oğlu Abdülmuttalib'in zemzem kuyusunu bulmuş olmasını, kendilerini Kureyş'e karşı övünme vesilesi yapar, olayı Abdumenaf'a bağlayarak bu üstünlükleri Haşimoğulları'nda özelleştirmezler, kendilerini de bu duruma ortak ederlerdi.[91]

Haşim ile yeğeni Ümeyye arasında çıkan anlaşmazlık Emevî-Haşimî çekişmesinin kaynağını oluşturur. Haşim Mekkeliler'e ve özellikle de Hacılara yaptığı çeşitli ikramlarla insanların takdirini kazanmıştı. Onun insanlar nezdindeki konumunu kıskanan Ümeyye, zenginliğini de ortaya koyarak ihsanlarda bulunmak istedi. Böylece aralarında sürtüşme başladı. Ümeyye amcasını hakeme gitmeye davet etti. Kureyşliler de bu işi yakından takip etmekteydiler. İddiaya göre kaybeden Mekke'den on yıl boyunca uzaklaşacak, kazanan ise elli deve keserek insanlara yedirecekti. Huzaalı bir Kâhine gittiler. Kâhin Haşim lehine karar verdi. Ümeyye anlaşma şartı gereği Mekke'yi terk ederek Şam'a gitti. Haşim ise develeri keserek halka ikram etti.[92] Bu olay Ümeyyeoğulları ile Haşimoğullarının arasını açan ilk çekişme olarak ifade edilmektedir.

Ümeyyeoğulları zenginlik ve nüfuz açısından Hz. Peygamber döneminde Haşimîlere karşı daha avantajlı duruma gelmişlerdir. Kendileri mal ve çocuklar açısından Haşimoğulları'na kıyasla daha kalabalıktılar.[93] Bu dönemde Ümeyyeoğulları ve özellikle Ebû Süfyan ticarî hayatta söz sahibiydiler. Gerek diğer kabilelerle yapılan anlaşmalarda, gerekse komşu ülkelerle ticarî ilişkilerde oldukça saygın bir yere sahiptiler.

HZ. MUHAMMED [SALLA’LLÂHÜ ALEYHİ VE SELLEM]  salla'llâhü aleyhi ve sellem DÖNEMİ VE KABİLECİLİK

Kendisi Haşimoğulları'ndan olan Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] , [94] Peygamber olduğunu ifade ettiğinde Kureyş'in bu duruma daha çok Haşimoğulları açısından yaklaştığı görülmektedir. Şayet Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  Peygamber olarak kabul edilirse bunun sonucunda Haşimoğulları Kureyş içerisinde çok üstün bir konuma gelmiş olacaktı. Hatta bu üstünlüğün başka bir kabileye geçmesi bir daha mümkün olmayabilirdi. Bu nedenle, Mekke'de Haşimoğulları ile müttefiki olan kabileler bu yeni oluşumu daha çabuk kabullenirlerken, başta Haşimoğulları'nın rakibi Ümeyyeoğulları ve Mahzûmoğulları olmak üzere onların müttefiki olan diğer kabilelerin rahatsızlıkları ve düşmanlıkları ise uzun yıllar devam ettiği görülmektedir.[95]

Hz. Muhammed [salla'llâhü aleyhi ve sellem] peygamberlik görevini aldığında Kur'an-ı Kerim'de emredildiği üzere,[96] İslâm'ı tebliğe ilk olarak yakın akrabalarından başlamayı uygun gördü.[97] Ancak akrabalarının onun davetini kısa zamanda kabul ettiklerini söylememiz mümkün değildir. Buna rağmen kabile dayanışması gereği Ebû Talib başta olmak üzere Haşimoğulları onu himaye etmekten de uzak durmamışlardır.[98] Bilindiği gibi Ebû Talib o dönemde Haşimoğulları'nın lideriydi. Kaldı ki Hz. Peygamberle küçük yaşlarından itibaren o ilgilenmişti.

Diğer bir amcası Ebû Leheb ise ona karşı muhalefet edenlerin yanında yer almakla kalmayıp, bu konuda aşırıya varan bir düşmanlık sergilemiştir. Bu çeşit çıkışlar Arap kabilecilik anlayışı içerisinde rastlanılmayan bir durum değildi. Nihayet, Haşim ile kardeşi Abduşşems'in oğlu Ümeyye arasında ve daha birçok kabilede aynı durumlar yaşanmıştı. Câbirî'nin ifadesine göre Ebû Leheb'in, yeğeni Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] 'e muhalefetinin en önemli sebebi; eşi Ümmü Cemîl'in Ümeyyeoğullarının önde gelen isimlerinden Ebû Süfyan'ın kız kardeşi olmasıydı. Diğer bir sebep de Ebû Leheb ve Abbas'ın Hz. Peygamber'in babası Abdullah ile ana-baba bir değil, baba bir kardeş olmaları gösterilmiştir.[99] Bu durumda Ebû Leheb, menfaatleri gereği daha güçlü gördüğü hısımlarıyla yakın ilişkiler içinde olmayı yeğenine tercih etmiş olmalıydı.

Ebû Talib'in Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] 'i himayesi, onun İslâm'a girmesi nedeniyle olmamıştı. Onun İslam'ı din olarak seçmeyişinde de, yeğenini diğer kabilelerin baskılarına karşı müdafaa etmesinde olduğu gibi kabilevî faktörler rol oynamıştır.[100] Öyle ki bir yandan ölünceye kadar Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] 'i Kureyş'in baskılarına karşı korurken, bir yandan da iki grubu uzlaştırmaya çalışmış, fakat Hz. Peygamber'in kararlarına asla olumsuz bir müdahalede bulunmamıştı.[101] Ebû Talib'in bu davranışları her ne kadar çelişik gibi görünüyorsa da, öyle zannediyoruz ki kabile asabiyeti açısından tutarlı bir yaklaşımdı.

Ebû Talib'in Hz. Peygamber'e karşı asabiyet duygularını belirgin şekilde yansıtan şu olay gerçekten dikkat çekicidir: Ebû Seleme, Habeşistan'a hicretinin ardından Mekke'ye dönebilmek için, Ebû Talib'den kendisini himaye etmesini ister. Kendisi Mahzumoğulları'ndandır. Bunun üzerine Mahzumoğulları'ndan birkaç kişi gelerek Ebû Talib'e, kardeşinin oğlu Muhammed'i korumasını anladıklarını, ancak neden kendilerinden bir kişiyi himaye ettiğini anlayamadıklarını söylerler. Ebû Talib onun kız kardeşinin oğlu olduğunu ifade eder ve şöyle söyler: "Eğer ben kız kardeşimin oğlunu koru-ya-mazsam, erkek kardeşimin oğlunu da koru-ya-mam." Ebû Talib'in bu sözünün ardından Ebû Leheb duruma müdahale eder ve: "Ey Kureyş topluluğu, Allah'a yemin olsun ki, bu ihtiyarın üzerine çok gittiniz. Kabilesinden olan kimseleri ahd ve emanına alması nedeniyle sürekli ona karşı geliyorsunuz. Allah'a yemin olsun ki, ya ondan uzak durursunuz veya onun yapmakta olduğu her şeyde onunla birlikte oluruz ve o, istediğine kavuşur."[102] Dikkat edilirse bu olayda Ebû Leheb'in bir şekilde Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] 'i koruduğu görülmektedir. Ancak asıl müdafaa ettiği Ebû Talib'in ve dolayısıyla Haşimoğulları'nın Mahzumoğulları'na karşı pozisyonudur. Haşimoğulları'nın atası geçmişte yapılan ittifaka göre Mutayyebûn grubunda yer alırken, Mahzumoğulları Ahlâf grubunda yer almışlardı.[103] Bu ise unutulmayacak bir düşmanlık sebebiydi.

Kureyş'in diğer Arap kabileleri arasında saygın bir yeri vardı. Birçok Arap kabileleri Mekke'ye gelerek Kutsal Kâbe'yi ziyaret ediyorlar, alış verişle ilgileniyorlar, Kureyş ise onlara ev sahipliği yapıyordu. Kureyş suresinde hatırlatılan Mekkelilerin bu konumu onların uzun ticarî yolculuklarda yağmaya uğramasını engelliyor ve kervanlarıyla Yemen'den Şam'a kadar geniş bir sahada güvenle yolculuk yapabilmelerini sağlıyordu.[104] Ebû Süfyan ve Velid b. Muğire gibi özellikle Mekke'nin önde gelen tüccarları, gerek Mekke'de, gerekse diğer Arap kabileleri arasında Kureyş'in bu konumu ve itibarının, dolayısıyla menfaatlerinin, bu yeni din ile birlikte ellerinden gideceği endişesine kapılmışlardı.[105] Ayrıca bu durum Arapların artık Kureyş'i tanımamaları ve saldırılara açık bir duruma düşmelerine de sebep olabilirdi.[106] Bu durum onların Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] 'e ve Müslüman olan her Kureyşli'ye karşı cephe almalarına neden olmuştu. Müslümanlar'dan arkasında güçlü kabile bağları bulunanlara eziyet edememekle beraber, özellikle konumu daha zayıf olanlara karşı işkenceye varan davranışlarda bulunmuşlardı.[107] Habeşistan'a hicret fikri de böyle bir durumda ortaya çıkmıştı.[108] Kureyş kabileleri arasında Haşimoğulları ile Muttaliboğulları'na karşı alınan ve yaklaşık üç yıl süren boykot kararını da hatırlamak gerekmektedir. Bu karar Müslüman olup olmamaları ayırt edilmeksizin tüm kabile üyelerine karşı alınmıştı.[109]

Mekke dönemi, Kureyş'in istenilen desteği vermemesi nedeniyle Hz. Peygamber'in istediği başarıya ulaşma çabaları açısından verimli olmamıştı. Peygamber'in hedefi Mekkeliler'in tahminlerinin çok üstünde ve ötesindeydi. O, bütün Arap kabilelerine ulaşmak ve tek bir çatı altında onları toplamak arzusundaydı. Bu ise Arapların o günün şartlarında tahayyül edemeyeceği bir düşünceydi. Artık Hz. Peygamber'in diğer Arap kabilelerine ulaşmasını engelleyen Kureyş baskısından bir şekilde kurtulması, hatta kendisine her açıdan destek olacak güçlü bir topluluktan himaye görmesi gerekmekteydi. Bu nasıl olacaktı? Sadece Hz. Peygamber'in kendisi değil, onunla birlikte diğer Müslümanlar'ın da destek göreceği, sayıca kalabalık, genel Arap kültüründen farklı olarak peygamber olgusuna tanıdık[110] bir topluluğa ihtiyaç duyulmaktaydı. İşte tüm bu alt yapıyı içerisinde barındıran Medine halkı böyle bir zamanda Hz. Peygamber'e kucak açmıştı. Bu yeni gelişme, Hz. Peygamber'in Taif'ten aradığı desteği bulamamasının ardından,[111] Kureyş'in baskısından kurtularak diğer Arap kabileleriyle irtibat kurabilmesi ve rahat hareket edebilmesi açısından büyük bir fırsat olmuştu. Taifliler, Hz. Peygamber'den önceki dönemde ortaya çıkan Ahlâf-Mutayyebûn çekişmesinde, Hz. Peygamber'in soyunun karşısında yer alan Ahlâf grubunun müttefikiydi.[112] Taifliler'in Hz. Peygamber'e gösterdikleri büyük tepkinin ardında yatan sebepler arasında bu ittifakın da etkileri olabilir.

Medine'de aynı dönemlerde Hazreç, Evs ve Yahudiler arasında çekişme ve kan davaları vardı. Özellikle Evs ve Hazreç kabileleri, Yahudiler karşısında gittikçe nüfuz kaybetmekteydiler. Kabile asabiyeti onların birlik oluşturmalarını engellemekteydi. Hz. Peygamber'in ise Medinelilerle kan bağı vardı. Böyle bir durumda, iki kabileyi birbirine bağlayacak, yine kendilerinden kabul edebilecekleri saygın bir kişinin ortaya çıkması onlar için değerlendirilmesi gereken bir olaydı. Kabilecilik anlayışı her iki yönüyle de Medine'de Hz. Peygamber'e istediği ortamın oluşmasında yardımcı olmuştu.[113]

Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  Medine'ye geldiğinde, gerçekleştirmeyi plânladığı devlet bilincinin oluşmasına büyük bir engel olan, kabilecilik duygularını kontrol altına almak için, çeşitli önlemler almıştır. Zira Hz. Peygamber'in getirdiği din ve onun kutsal kitabı olan Kur'an, sadece Araplara değil tüm insanlığa yönelik genel ifadeler içermekte,[114] emirleri ve yasakları tüm Müslümanlar için genellemekteydi. Buna bağlı olarak din, yalnızca Arap kabileciliğinin değil, Arap milliyetçiliğinin dahi ötesinde bir yapıya sahipti. Hz. Peygamber'in en yakın akrabalarından başlayarak Kureyş'e, ardından diğer Arap kabilelerine[115] ve sonuçta gönderdiği davet mektuplarıyla farklı milletlere yönelmesi ise bunun göstergeleridir.[116]

Kur'an'ın ve dolayısıyla Hz. Peygamber'in otoritesini kesin olarak kabul etmek durumunda olan Müslümanlar arasında artık şahsi yönelimler ve kabile birliklerinin yavaş yavaş silinmek durumunda kaldığı görülmektedir.

Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] 'in İslâm Dini'ni insanlara öğretme gayreti içinde olduğu müddetçe, sürekli din temelli bir topluluğa vurgu yaparak[117] kardeşlik bilincini oluşturmaya çalıştığını, kabileci yaklaşımları kırma mücadelesi yaparken bunu bir süreç olarak değerlendirdiğini; uyguladığı siyasetinde insanların genel kabullerinden faydalanmayı ve kabilecilik anlayışından olumlu yönde istifade etmeyi tercih ettiğini görmekteyiz. Böylelikle, kan bağlarının birleştirici bir unsur olmasının yanı sıra rekabeti de körüklediği Arap dünyasında, Hz. Peygamber uyguladığı başarılı siyasetiyle kendi vefatından önce bütün Arapları İslâm dini anlayışı ile bir araya toplamıştır.[118] Hasan İbrahim Hasan, Hz. Peygamberin bu başarısını şöyle değerlendirmektedir: '"Islâm'la gelen bu eşitlik, Hz. Peygamberin Arapları birleştirmesine yardımcı olmuş, Arapların birliğini parçalayan kabilecilik duygularına bağlı ayrılıklar bu eşitliğin önünde eriyip gitmiştir."[119]

Gerçekten de Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] 'in getirdiği bu din sadece Arapları değil bütün insanları eşitliyor ve üstünlüğü yaratıcıya saygıdaki hassasiyetle sınırlandırıyordu.[120] Hz. Peygamber son olarak veda hutbesinde; tüm insanların Hz. Âdem'den geldiğini ifade ederken Araplar arasında oldukça yaygın olan üstünlük mücadelelerine köktenci bir çözüm getirme amacını taşıyordu. Arap olsun Acem olsun insanların eşit olduğuna yaptığı vurgunun ardından kan davalarını kesinlikle kaldırdığını ifade eden sözleri,[121] Hz. Peygamber'in uzun yıllar süren bu büyük gayretinin son göstergeleri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Her şeye rağmen, asırlardır Arap düşünce alt yapısına yerleşmiş olan kabilecilik anlayışının kökünün tamamen kurutulmasının, sonraki dönemlerde de asla mümkün olamadığı görülecektir.

BÖLÜM

İLK ÜÇ HALİFE DÖNEMİNDE KABİLECİLİK

HZ. EBÛ BEKİR DÖNEMİ

Hz. Peygamber kendisinden sonra idareyi ele alacak kişiyi belirlemediği bir halde vefat etti.[122] Peygamber'in yakınları olan Hz. Ali, amcası Abbas ve onun oğulları defin işlemleri yerine getirdiler.[123] Bu arada Araplar için oldukça hassas bir konu olan idarecilik problemi ortaya çıktı. Ensar bu iş için en erken davranmaya çalışanlardandı. Onlar muhtemelen geçmişten gelen konumları nedeniyle bu işi Kureyş'in ele almak isteyeceğini ve bu konuda ısrarlı olacaklarını biliyorlardı.[124] Ensar'dan bir grup Benû Saide çardağında bir araya geldiler. Büyük çoğunluk Hazreç'den Sa'd b. Ubade'nin halife olmasında karar kılmışlardı.[125] Bu istekleri kabul görmediği takdirde ise ikinci bir seçenek olarak Kureyşliler'e '"Sizden ve bizden birer emir seçelim bunun dışında bir karara razı olmayız' demişlerdi.[126]

Bu sırada Hz. Peygamber'in yakınları Hz. Ali, Zübeyr b. Avvam ve Talha b. Ubeydullah Hz. Fatıma'nın evinde toplanmışlardı.[127] Hz. Peygamber vefat etmeden kısa bir süre önce Abbas b. Abdülmuttalib'in Hz. Ali'nin yanına geldiği ve kendisine; Hz. Peygamber'in vefat edeceğini fark ettiğini, onun yanına giderek kendisinden sonra idarecilik işinin Hz. Peygamber'in akrabaları olmaları nedeniyle kendilerinde mi yoksa başkalarında mı olması gerektiğini ona sormayı teklif ettiği belirtilmektedir. Hz. Ali ise buna kesinlikle yanaşmadı. Onun korkusu İslâm ile birlikte bir takım kabile geleneklerinin yasaklanması nedeniyle bu konuda da bir yasaklanmaya maruz kalmak olmalıdır ki şayet Peygamber'in ağzından bu ifadeler çıkarsa Kureyşliler'in bir daha asla onların idareci olmasına müsaade etmeyeceğini düşünüyordu.[128]

Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer ise Ensar'ın yönetici belirleme ile ilgili yaptığı toplantıyı haber aldıklarında derhal bu toplantının yapıldığı yere geldiler. Yanlarında Ebû Ubeyde b. Cerrah da vardı. İfade edildiğine göre ilk andan itibaren Hz. Ömer Hz.

Ebû Bekir'in halife olmasını teklif etmek için kararlıydı. Hz. Ebû Bekir ise Ensar'ı ikna etmek üzere konuşmayı üzerine almıştı.[129] Şu durumda bu iki sahabinin halifenin kimin olması gerektiği konusunda aralarında bir anlaşmaya varmış oldukları düşünülebilir.

Benû Saîde çardağında gerçekleşen toplantıda yoğun tartışmalar yaşandı. Muhacirler idareyi almak için kendi argümanlarını ortaya koyarken Ensar da kendilerini ön plana çıkarma gayretini taşıyorlardı. Ancak görünen bir gerçek vardı ki yalnız Medine'de değil tüm Arabistan'da idareyi eline alabilecek ve Arapları bir merkezde toplayabilecek kabile Kureyş'ti.[130] [131] Hz. Ebû Bekir toplantı sırasında: "Ey Ensâr! Sizler söylemiş olduğunuz hayır ve iyiliklerin sahibisiniz. Fakat bütün Araplar bu işi sadece Kureyş kabilesinin hakkı olarak tanırlar. Kureyş'e boyun eğerler. Çünkü onlar, yurt ve soy sop açısından Arapların en üstünüdürler ve akrabalık açısından da Hz. Peygamber’e en yakın olanlardır."122 diyerek bu duruma dikkat çekmeye çalışmıştı.

Benû Saîde çardağında geçen konuşmalarda muhacirler Hz. Peygamber'in aşireti olmaları konusuna sürekli vurgu yapmaktaydı. Ensar ise İslâm'a hizmetlerini gündeme getiriyordu. Toplantı sonunda Evs ve Hazrec'in birbirleri ile geçmişten gelen rekabetlerinin de etkisiyle halife Kureyş'ten seçildi.[132] İslâm'daki önceliği ve Hz. Peygamber'e yakınlığı açısından Müslümanlar arasında oldukça saygın bir konuma sahip olan Hz. Ebû Bekir'in halife olarak teklif edilmesi Ensar'ın muhalefetini önlemede etkili olmuş olmalıdır. Çünkü Hz. Ebû Bekir'in kabilesi güçlü bir kabile değildi.[133] Bu yönü ile olay kabileler arası bir üstünlük mücadelesinden ziyade İslâmî bir görünüm arzediyordu. Hz. Peygamber'in vefat etmeden önce namaz kıldırmak üzere onu tayin etmiş olması da insanları ikna etmek konusunda etkili oldu.[134]

Hz. Ebû Bekir'in halife seçilmesinden başta Hz. Ali kanadı olmak üzere Ümeyyeoğulları ve özellikle Ebû Süfyan rahatsız oldular. Ebû Süfyan Ümeyyeoğulları'nın o dönemdeki konumu itibariyle hilafet için bir girişimde bulunmalarının imkânsızlığının farkında olması nedeniyle bu defa aralarındaki tarihi düşmanlığa rağmen hilafet konusunda amcaoğulları olan Haşimoğulları'nı tercih ettiği anlaşılmaktadır. Kendisinin Hz. Ali'ye: "Uzat elini bey'at edeyim." dediği, Hz. Ali'nin ise bunu kabul etmeyerek "Yemin olsun ki, sen bu davranışınla fitneyi amaçladın" dediği rivayet edilmektedir.[135] Hz. Ali'nin kendisinin hiç gündeme getirilmeden halife seçilmesinden şiddetle rahatsız olduğu, hatta halifeliğin kendi hakkı olmasına karşın elinden alındığını düşündüğü bilinmektedir. Bu nedenle bir müddet halifeye bey'at etmemiştir.[136] Ancak bütün bu gelişmelere rağmen bir fitnenin çıkmasını da istemediği için duruma rıza gösterdiği görülmektedir.

Halife seçimi sırasında gerçekleşen konuşmalarla ilgili olarak dikkatimizi çeken nokta, Ensar'ın yönetimin Kureyş'ten birinin eline geçeceğini hissettiklerinde Hz. Ali'yi tercih etmeyi düşünmemeleri veya bunu gündeme getirmemeleridir. Bilindiği gibi Ensar ile Haşimoğulları arasında yakın bir hısımlık söz konusudur.[137] Ayrıca Hz. Osman döneminden itibaren Ensar'ın Hz. Ali'nin etrafında kenetlendiği görülmektedir. Zannediyoruz Hz. Ali'nin yaşının oldukça genç olması ve o dönemde toplum içinde çok etkili bir konumda bulunmaması, ayrıca Evs ve Hazreç'in rekabeti de göz önüne alındığında halifenin bir şekilde birliği sağlamış olması Ensar'ın böyle bir tercihi düşünmemelerinde etkili olmuştu.

Bu gelişmelerin yaşandığı sıralarda, hatta henüz Hz. Peygamber'in vefatından önce pek çok Arap kabilesi geleneksel anlamda bir devlet bilincine sahip olmamalarının etkisiyle tekrar bağımsızlıklarına kavuşmak üzere irtidat etmeye başladılar. Bu durum Arapların Kureyş merkezli bir devleti tanımak istemedikleri anlamına da gelmekteydi.[138] Bir takım bölgelerde sahte peygamberler ortaya çıkmıştı.[139] Bu irtidat hareketlerinin yaşanmadığı bölgeler ise Mekke, Medine, Taif ve Benû Abdülkays çevreleriydi. Hz. Ebû Bekir dinden dönenlerin ve devlet otoritesine baş kaldırı niteliği taşıyan zekât vermeme girişiminde bulunan kabilelerin üzerine büyük bir kararlılıkla gitti. Halifelik yaptığı kısa bir dönem içinde Kureyş idaresindeki devletin otoritesini tüm Arap dünyasına kabul ettirmeyi başardı.[140]

Halifenin atadığı komutanları yalnızca irtidat olaylarını önlemekle kalmayıp Sasani ve Bizans devletlerine karşı da Irak ve Suriye'de başarılar elde ettiler. Gerek ridde olaylarında, gerekse fetih hareketlerinde yer alan komutanların önemli bir bölümü Ümeyyeoğulları'ndandı. Hz. Peygamber döneminden itibaren Ümeyyeoğulları'na idari görevler verilmiş, bu Hz. Ebû Bekir döneminde de devam etmiştir. Bunun sebebi yalnızca Ümeyyeoğulları'nın İslâm öncesinden gelen siyasi ve ekonomik nüfuzları olmamalıdır. Kanaatimizce Kureyş içindeki hareketli görüntüleri nedeniyle onları devlete kazandırma amacına yönelik olarak böyle bir uygulamaya gidilmiştir. Hz. Ebû Bekir zamanındaki savaşlarda büyük ün kazanan Hâlid b. Velid ise Haşimoğulları'nın rakiplerinden olan Mahzumoğulları kabilesindendir.[141] Hz. Ebû Bekir'in Hz. Ali'ye ve diğer Haşimoğulların'na ise bu tür görevler verdiğini görmemekteyiz. Muhtemelen Hz. Ebû Bekir hanedanlık endişesi ile onları dışlamış görünmekteydi. Onlar uzun bir müddet Medine'de, siyaseti uzaktan izlemek durumunda kalmışlardır.[142]

HZ. ÖMER DÖNEMİ

Hz. Ömer Hz. Ebû Bekir'in tayini ile yönetime gelmiştir.[143] Hz. Ebû Bekir, ölümüne yakın günlerde önde gelen sahabesi ile görüş alış-verişinde bulunarak Hz. Ömer'in halife olmasına karar verdi.[144] Böylece ikinci halife iktidar konusunda bir polemik yaşanmaksızın atanmış oldu.

Bilindiği gibi ilk halife Kureyş'in güçlü kabilelerinden olmayan Teymoğulları'ndandı. Hz. Ömer ise Adiyoğulları'na mensuptur.[145] Bu kabile de Kureyş içinde nüfuz açısından önde gelen kabilelerinden değilse de Kureyş yönetimine katılan itibarlı kabilelerdendi. İslâm'dan önce bu kabile sefaret görevi yapmaktaydı. Ahlâf- Mutayyebûn çekişmesinde Hz. Peygamber'in kabilesinin karşısında yer alan Ahlâf içerisine katılmışlardı.[146] Hz. Ömer'in İslâm'ı kabulde yaşadığı ikilem ve Müslüman oluşunun Kureyş içerisinde büyük etki uyandırmasında[147] bu durumun etkisi olmalıdır. Onun hilâfete atanması daha çok İslâmî konumu ile alakalı görülmektedir.[148] Bununla beraber Hz. Ömer'in Kureyş içerisinde İslâm öncesine dayanan bir ağırlığı da bulunmaktaydı. Kendisinin İslâm'dan önce sefaret görevini üstlendiği, Kureyş'in her hangi bir anlaşmazlık durumunda komşu krallıklara onu gönderdiği ve onun kararlarına itibar ettikleri belirtilmektedir.[149] Zannediyoruz kendisinin hilâfet görevindeki başarısında bu tecrübelerinin de etkisi olmuştur.

Hz. Ömer'in hilafeti döneminde Kureyş kabilelerine yaklaşımı Hz. Ebû Bekir'in yönetim anlayışından farklı değildi. O kendi kabilesine idari görevler konusunda imtiyazlar tanımadı. Bütün kabilelere eşit muamelede bulunmaya dikkat etti.[150] Böylece kabileler arasında İslâmdan önce yoğun şekilde yaşanan asabiyet duygularının su yüzüne çıkmasını engellemeye gayret gösterdi. Hz. Ömer vali ve komutan atamalarında da kabileler arasında dengeyi korumaya çalıştı. Bu atamalarında özellikle nitelikli elemanları tercih etmeye çalıştı.[151] [152] Ancak bu atamalarda Haşimoğulları'nın yönetimden uzak tutulduğu görülmektedir. Bu uygulama ise ileriki dönemlerde Ümeyyeoğulları'na ,   153

yaramıştır.

Hz. Ömer'in Kureyş'in diğer Araplar arasındaki konumunu da yüceltmemeye dikkat ettiği anlaşılmaktadır.[153] O bu sayede hilâfeti boyunca ülkeyi birlik içerisinde tutmayı başarmıştır. Onun hilafetinin son dönemlerinde büyük vilayetlerde görev yapan valileri şunlardı: Kûfe'de Sakîf (Kays) kabilesinden Muğîre b. Şu'be,[154] Basra'da Eş'ar (Yemen) kabilesinden Ebû Musa el-Eş'arî,[155] Mısır'da Sehm (Kureyş) kabilesinden Amr b. el-Âs,[156] Şam'da Benî Ümeyye (Kureyş) kabilesinden Muaviye b. Ebî Süfyan.[157]

Hz. Ömer'in yönetim anlayışı açısından en dikkat çekici uygulamalarından biri divanü'l-atâ'yı kurması ve maaş dağıtımını belirlerken farklı kıstaslar ortaya koymasıdır. Hz. Ömer'in sistemine göre Hz. Peygamber'e yakınlık, İslâm'ı kabulde öncelik, yapılan yararlı faaliyetler ve benzeri nedenler onun maaş dağıtım düzeninde belirleyici etkenler olmuştur. Onun ortaya koyduğu bu düzen İslâm'ı kabuldeki öncelikleri nedeniyle doğal olarak Muhacir ve Ensar'ı diğer Araplara göre oldukça ileri bir seviyeye çıkarmıştır. Ayrıca fethedilen toprakların ganimet olarak dağıtımının yerine o, askerine atâ ve rızık tahsis etmekle yetinerek bu toprakları beytü'l-mâl'e aktarmayı uygun bulmuştur. Bu uygulamanın dirayetli yönetimi nedeni ile Hz. Ömer döneminde ortaya çıkmayan rahatsızlıkları, Hz. Osman döneminde Araplar ile yönetim arasında meydana gelen problemlerin kaynağını oluşturmuştur.[158] Hz. Ömer'in bu uygulaması her ne kadar eleştiriye açık olsa da kanaatimizce onun amacı devletin bekası için bu devletin kurulmasına katkıda bulunan ve onu en üst düzeyde sahiplenen Ensar ve Muhacir'i daima önde tutarak diğer Araplar'ın zenginlik ve nüfuz açısından güçlenmelerine ve buna bağlı olarak merkezden bağlarını koparmalarına engel olmaktı. Hz. Ebû Bekir ise ganimetleri eşit bir şekilde dağıtmıştı. Ancak o irtidat edip sonradan tekrar devlete bağlanan Arapları fetih hareketlerine katmazken Hz. Ömer bütün Araplara bu konuda hak tanımıştır.[159]

Fetihler ile birlikte çok önemli ordu şehirlerini kuran halife, Emsar adı verilen şehirlerde yeni bir kabile yapısının ortaya çıkmasını sağlamıştır.[160] Bu şehirler Arap kültürünün gelişmesinde de büyük rol oynamışlardır.[161] Ayrıca Hz. Ömer'in şehirlere kabile yerleşimi konusundaki iskân politikası ile birlikte kabilecilik anlayışı bağlamında İslâm öncesi dönemden farklı olarak daha büyük kabile bağları oluşmuştur ki; bu gelişmeler Arapların iktidara karşı çeşitli nedenlerle açık itirazlarda bulunmaları açısından güç kazanmalarına neden olmuştur.

HZ. OSMAN DÖNEMİ

Hz. Ömer h. 23 / m. 644 yılında Hristiyan bir köle tarafından saldırıya uğradı ve ağır yaralandı. Üç gün yaralı yatan halifeden kendisi yerine bir halife tayin etmesi istendi. O bu konuyu değerlendirdi ve atamak üzere aradığı niteliklerde bir kişi bulamadı. Hz. Ömer kendisinden sonraki halife için yeni bir yönteme başvurdu. Hz. Ömer halifelik işini o günün kamuoyu temsilcileri[162] olarak isimlendirebileceğimiz altı kişiden oluşan bir "şûra"ya havale etti. Bu şûra Ali b. Ebî Talib, Osman b. Affan, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkas, Zübeyr b. Avvam ve Talha b. Ubeydullah'tan oluşan altı kişilik bir kuruldu.[163] Bu üyelerin hepsi Kureyş kabilesindendi. Ümeyyeoğulları'ndan Osman b. Affan ile Haşimoğulları'ndan Ali b. Ebî Talib şûranın en kuvvetli halife adaylarıydılar. Zira bu iki kabile Kureyş'in en güçlü iki koluydu. Rivayetlere göre şûra heyetine katılacak olanlar Hz. Ömer tarafından açıklandığında Abbas b. Abdülmuttalip Hz. Ali'den şûraya katılmamasını istedi. Hz. Ali, "Muhalefet etmeyi hoş bulmuyorum." deyince Abbas, "Öyleyse hoşlanmayacağın bir şeyle karşılaşacaksın." diyerek bu işin sonucunun Ümeyyeoğulları lehine sonuçlanacağı mesajını verdi.[164] Haşimoğulları'na yakın isimler Hz. Ali'yi, Ümeyyeoğulları'na yakın isimler ise Hz. Osman'ı desteklediler. Ayrıca Kureyş'in diğer kolları da idarenin Haşimoğulları'na geçmemesi için gayret göstermişlerdi.[165] Gerçekten de şûranın yaptığı seçim ile birlikte Hz. Osman halife oldu. Onun halife olması aynı zamanda Ümeyyeoğulları'nın da galibiyeti anlamına geliyordu. Böylece Ümeyyeoğulları İslâm'ın gelişinden itibaren kaybetmiş oldukları siyasi güce tekrar kavuşmuş oluyorlardı.[166]

Hz. Osman halife seçildikten kısa bir zaman sonra valilerini çeşitli nedenlerle değiştirmeye başladı. Halife yeni valilerini akrabaları olan Ümeyyeoğulları'ndan atamaktaydı.[167] Kûfe'ye, Sa'd b. Ebî Vakkas azledilerek halifenin ana bir kardeşi Velîd b. Ukbe b. Ebî Muayt atandı.[168] Bir süre sonra Velid Kûfe valiliğinden alınarak yerine yine Ümeyyeoğulları'ndan Saîd b. el-As tayin edildi.[169] Hz. Osman'ın sütkardeşi[170] Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh ise Sehmoğulları'ndan Amr b. el-As'ın yerine Mısır valiliğine atandı.[171] Halifenin dayısının oğlu olan Abdullah b. Âmir de Basra valisi Ebû Mûsa el-Eş'arî'nin görevinden alınması ile onun yerine atandı.[172] Bu tayin nedeniyle Hz. Ali, Talha ve Zübeyr'in Hz. Osman'a "Ömer sana Ümeyyeoğulları'nı insanların boyunlarına yük etmemeni vasiyet etmemiş miydi?" diyerek kınadıkları, halifenin ise onlara herhangi bir cevap vermediği belirtilmektedir.[173] Bu değişikliklerin yanında Ümeyyeoğulları'ndan Muaviye b. Ebî Süfyan görevinde bırakıldı. Ayrıca yetkileri daha da genişletildi.[174] Halife devlet kâtipliğine ise amcasının oğlu Mervan b. Hakem'i getirdi. [175]

Hz. Osman'ın hilâfet dönemi iki kısımda ifade edilmektedir. İlk altı yıl sorunsuz olan dönem, ikinci altı yıl ise çeşitli nedenlerle ülkede problemlerin ortaya çıktığı dönemdir. Hz. Ömer döneminde kurulan askerî şehirlere yerleştirilen Araplar için tahsis edilen maaşların yetersiz oluşu[176] ve fetihlerin durmasıyla ganimet gelirlerinin de bitmesi üzerine ülkede ekonomik sorunlar yaşanmaya başladı. Yönetimin Ümeyyeoğulları'nın tekeline geçmesine ilk tepkiler Kûfe'de bulunan Yemenli Ezd ve Temim kabilesinden geldi. Onlar hilâfet de dâhil olmak üzere tüm değerlerin, İslâm adına savaşan bütün Müslümanlar için eşit olması gerektiğini düşünüyorlardı.[177]

Bunların yanı sıra Kureyşlilerin ticari başarılarının da etkisiyle zenginleşmesi ise gün geçtikçe Arap kabilelerinin dikkatlerini çekmeye başladı. Hz. Osman akrabalarını sadece yönetime getirmekle kalmamış, onlara beytülmalden de çeşitli yardımlar yapmıştı.[178] Bu da eleştirilere neden oluyordu.

Hz. Osman'a karşı yöneltilen eleştirilerin bir kısmı da dini içerikliydi. Halifenin Kur'an'ı Kureyş lehçesine göre düzenletmesi ve çoğalttırması sırasında Abdullah b. Mes'ûd'un kıraatinin kabul edilmemesi Kûfe'deki Kurra'yı rahatsız etti.[179] Müslümanlar arasında manevi saygınlığı olan Ebû Zer'in halifeyi ve idarecilerini ideal anlamda İslâm'ı yaşamamaları konusunda kınaması[180] nedeniyle halifenin onu Rebeze'ye sürgün etmesi,[181] halifeyi uyguladığı politikaları nedeniyle eleştiren Ammar b. Yasir'i dövdürtmesi[182] Arap kabilelerinin Ümeyyeoğulları'na ve dolayısıyla Kureyşlilere karşı muhalefete geçmelerine neden oldu.

Kûfe valisi Saîd b. el-As'ın Kûfe eşrafı ile konağında yaptığı bir sohbet sırasında "Sevad arazisi Kureyş'in bahçesidir." sözü Hz. Osman'a ve Kureyş'e karşı duyulan muhalefetin hareket boyutu kazanmasına sebep oldu. Saîd b. el-As'a karşı en şiddetli tepki gösteren Neha' kabilesinden Malik el-Eşter idi. Bu oturumda bulunan diğer kabile önderleri de valiyle tartıştılar.[183] İlk olarak Kûfe'de ortaya çıkan bu hareket gittikçe büyümeye başlayınca muhalifler Şam'a sürüldüler.[184] Bu sürgün olaylarını yaşayan kişiler bazı kaynaklarda Kurra adıyla anılmaktadır.[185] Şam valisi Muaviye onlara ısrarla Kureyş kabilesinin üstünlüğünü anlatıyor, onların bugünkü konumlarını da Kureyş'e borçlu olduklarını söylüyordu.[186] Bu yaklaşım doğal olarak Kureyş'e karşı tepkileri de artırıyordu.

Vilayetlerde gittikçe büyüyen kabile hareketleri üzerine Hz. Osman valileriyle toplantılar düzenledi.[187] Fakat toplantılardan alınan kararlar problemleri yatıştırmak için yeterli olmadı.[188] Ümeyyeoğullarına muhalefetin sesi Mısır'da iki Kureyşli olan Muhammed b. Ebî Huzeyfe ve Muhammed b. Ebî Bekir aracılığı ile gittikçe hareket kazandı.[189] Muhtemelen onlar devlet gelirlerinden ve idari görevlerden yeterince istifade edememenin huzursuzluğu ile halkı halifeye karşı kışkırtıyorlardı. Muhammed b. Ebî Huzeyfe ve Muhammed b. Ebî Bekir'in iki büyük sahabînin çocuğu olmalarının da etkisiyle farklı kabilelerden birçok kişi onlara katıldı.[190] Hz. Osman'a karşı muhalefet oluşturarak Medine'ye gelen gruplardan biri de Basralılardı.[191] Hz. Osman'a karşı Muhacir ve Ensar da Medine'de muhalefet etmekteydiler.[192]

H.35 (m. 655-656) yılında Kûfe, Basra ve Mısır'dan üç grup Medineye geldiler. İsyancılar arasında Yemen kökenli kabile mensupları ağırlıktaydı. Hz. Ali isyancılar ile Halife arasında anlaşma ortamı sağlamaya çalıştıysa[193] da başarılı olamadı.

Ümeyyeoğulları'nın dikkatlerini üzerine çektiği gibi problemlere bir çözüm de getiremedi.[194] Hz. Osman Arap kabilelerinin bu isyanı sonucunda öldürüldü. [195]

BÖLÜM

HZ. ALİ'NİN İKTİDARA GELİŞİNDE VE CEMEL OLAYINDA KABİLECİLİK

HZ. ALİ'NİN HALİFE SEÇİLMESİ

Hilâfetinden Önce Hz. Ali

Hz. Peygamber'in vefatı ile birlikte kendisini halife adayı olmaktan ziyade bu göreve getirilmesi gereken en liyakatli kişi olarak gören Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir'in halife seçilmesinden oldukça rahatsızlık duymuş, bu nedenle ona belirli bir müddet bey'at etmekten kaçınmıştı. O, halifelik hakkının elinden alındığını düşünmekteydi.[196] Onun bu şekilde düşünmesinin sebeplerinden birinin Arap kabileciliğinde yerini bulan bir anlayıştan kaynaklandığını düşünüyoruz. Bilindiği gibi Kureyş içerisinde, Kâbe'nin yönetimini elinde bulundurması nedeniyle Kusay'ın oğulları liderliği elden ele taşıyarak nesillerce devam ettirmişlerdi. Ayrıca Mekke şehir devletinde görevler kabilelere göre belirlenmekte ve her kabile bu görevini veraset yoluyla kendinden sonraki üyelerine bırakmaktaydı.[197] İslâm'dan hemen önceki dönemde en itibarlı görevler Ümeyyeoğulları ile Haşimoğulları arasında paylaştırılmıştı.[198] Hz. Peygamber'in vefatı nedeniyle yerine geçecek olan devlet başkanı adaylığı Haşimoğulları'na göre Hz. Peygamber'e en yakın kişi olması nedeniyle Hz. Ali'de kilitlenmekteydi. Bu Hz. Ali'nin ve Haşimoğulları'nın konuya karşı en doğal yaklaşımıydı.[199]

Ancak bilindiği gibi olay onların düşüncelerine göre gelişmemiş, ilk üç halife farklı kabilelerden seçilmişti.[200] Bu da Arap kabileciliğine yabancı bir tercih değildi. İslâm'dan önce Arap kabileleri, kendi kabileleri içerisinde lider seçerken liderlerini farklı kriterlere göre değerlendirirlerdi. Liderlik babadan oğula geçmek zorunda değildi. Kabile reisleri, şahsi başarıları, zenginlik ve ihsanları ile kabilelerinin kendilerini lider kabul etmelerini sağlayabiliyorlardı.[201] Bu durumda özellikle ilk halife seçimi de geleneksel Arap anlayışına aykırı olarak gerçekleşmiş değildi.[202]

Hz. Ömer'in Araplar arasında kabilecilik anlayışından kaynaklanabilecek sürtüşmeleri önlemek amacı ile verdiği mücadeleden söz etmiştik. Üçüncü halife Hz. Osman'ın halife seçilişine geldiğimizde ise dengelerin değiştiği görülmektedir. Bu seçim Ümeyyeoğulları'nı temsil eden Hz. Osman ile Haşimoğulları'nı temsil eden Hz. Ali'nin rekabeti içerisinde gerçekleşti.[203] Seçimden Hz. Osman'ın galip çıkmasının ardından Ümeyyeoğulları halife üzerine büyük ölçüde baskı kurarak yönetimi istekleri doğrultusunda şekillendirdiler. Bu gelişmeler nedeniyle, özellikle yönetimin en üst birimlerinde siyasi anlamda başlayan kabilecilik ruhu, diğer Arap kabileleri arasında da siyasi sahada gittikçe belirleyici bir etkiye sahip olmaya başladı.[204] Hz. Ali döneminden itibaren bu cereyanın devam eden tesiriyle birlikte Haşimoğulları'na karşı Ümeyyeoğulları iktidar mücadelesi içine girdiler. Olaylara diğer kabilelerin de katılımıyla ülke içinde iç savaşların meydana geldiği görülmektedir.

Hz. Ali'nin İktidara Gelişi

Hz. Osman'ın şehit edilişinin hemen ardından, Muhacirler'den ve Ensar'dan oluşan bir grup insan toplanarak Hz. Ali'nin yanına geldi. Bu topluluğun arasında Talha ve Zübeyr'in de bulunduğu belirtilmektedir. Bu kişiler Hz. Ali'ye, insanların bir imama ihtiyacı olduğunu ve en kısa zamanda halifenin seçilmesi gerektiğini belirttiler. Hz. Ali ise kendisinin halife seçimi ile ilgili olarak bir iddiasının bulunmadığını, ayrıca bu konuda her hangi bir müdahalede bulunmayacağını, kimi seçerlerse onu kabul edeceğini söyledi.[205] Onlar Hz. Ali'yi halife seçmekte kararlı görünmekteydiler. Bu dönem içinde o, Medine'de en saygı duyulan kişiydi.[206] [207] Hz. Ali'ye gelenler düşüncelerini: "Biz bu işe senden daha liyakatli ve daha hak sahibi birini görmüyoruz. Ayrıca Hz. Peygamber'e olan yakınlığın ve onunla olan akrabalığın herkesten üstündür. "208 diyerek ifade ettiler. Hz. Ali daha önceki dönemlerin aksine bu defa halifelik konusunda istekli görünmüyordu. Kanaatimizce kendisini kaygılandıran konu halifeliğinin, isyancılardan oluşan bir grup insanın isteği sonucunda meşruiyet kazanamayacağı gerçeğiydi. Böyle bir konumda halife olduğunu ilan etmek birçok sahabeyi ve onların arkasında bulunan birçok insanı karşısına almak olurdu ki bu şartlar içinde ülkede yeniden bir birlik sağlanması pek mümkün görünmemekteydi. Halifenin Bedir ashabı ile şûra üyeleri tarafından seçilmesi gerektiğini söyledi.[208] İsyancılar ise duruma kendi açılarından bakıyorlar ve bir an önce ve kendi kontrolleri içerisinde bir halife seçmek istiyorlardı. Hz. Ali Hz. Ömer'in şûrasında en kuvvetli ikinci adaydı.[209] Halife ile isyancılar arasında uzlaştırıcı bir görev üstlenmiş, bazen de halifeye karşı onların sesi olmuştu.[210] Bu nedenle Hz. Ali konusunda ısrarlı ve bey'atin gerçekleşmesinde de aceleciydiler.[211] Özellikle Mısır'dan gelen topluluğun halife olmasını arzuladıkları kişi Hz. Ali idi.[212] Basralılar ve Kûfelilerin en büyük destekçileri Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam[213] olmasına karşın onların arkasında güçlü kabile bağları yoktu. Ayrıca halife hakkındaki sürekli eleştirileri ile halkı kışkırtmış olmaları[214] ve Mısırlılar tarafından da olsa sonuçta halifenin öldürülmüş olması onlara gelen halifelik teklifini kabul etmelerini engelleyen nedenlerden olmalıdır. Sonuç olarak bu gayrimeşru ortamda hilâfete bir an önce getirilebilecek meşru kişi Hz. Ali kalıyordu. Hz. Ali daha fazla itiraz etmedi, fakat kendisine yapılacak bey'atlerin özellikle halka açık bir ortamda gerçekleşmesini istedi.[215] Mescitte gerçekleşen bu bey'at merasimi ile h. 35 yılı, 18 Zilhicce Cumartesi günü Hz. Ali dördüncü halife olarak görevine başlamış oldu[216]

Hz. Ali'ye ilk bey'at eden kişilerin isyancılar arasında önde gelenlerden Mâlik el- Eşter[217] ile Sahabîlerden Talha b. Ubeydullah olduğu söylenmektedir.[218] Rivayetlere göre Talha b. Ubeydullah'ın bir elinin çolak[219] olması nedeniyle onun bey'atini görenlerden bir kısmı bu bey'ate ilk başlayanın çolak bir el olmasını uğursuzluk olarak nitelendirdiler.[220] Bu yorum Hz. Ali'nin hilafetinin ve sonrasında meydana gelecek olayların insanlar arasında endişeyle takip edildiğini göstermektedir. Onun ardından Zübeyr b. Avvam bey'at etti. Hz. Ali onların şûra üyeleri olduğunu ve arkalarında bir taraftar kitlesinin bulunduğunu göz önüne alarak her ikisine de: '"İsterseniz ben size bey'at edeyim" demişti. Onlar ise böyle bir isteklerinin olmadığını ifade ettiler. Fakat Mekke'ye giderek oraya yerleşmelerinin ardından yaklaşık dört ay gibi bir süre sonunda, Hz. Ali'ye karşı isyan hareketine giriştiklerinde, bu bey'atlerinin zoraki gerçekleştiğini ifade edeceklerdi.[221]

Bir başka rivayette ise Talha ve Zübeyr'in Hz. Ali'ye kerhen bey'at ettikleri belirtilmiştir. Bu rivayete göre isyancılar katl olayının ardından kendilerine bir halife arayışına geçmişlerdi. Mısırlılar Hz. Ali'ye gelmiş, fakat Hz. Ali onları geri çevirmişti. Kûfeliler Zübeyr'e, Basralılar da Talha'ya bey'at teklifinde bulunmuşlardı. Onların cevabı da olumsuzdu. Sa'd b. Ebî Vakkas'a teklif getirdiklerinde ise o: "İbn Ömer'in ve benim halifelik konusunda asla bir isteğimiz yoktur" demişti. Bu durumda isyancılar Medinelileri, eğer kısa zamanda bir halife seçmezlerse Ali'yi, Talha'yı ve Zübeyr'i öldürürüz diyerek tehdit etmişlerdi. Bu tehditten dolayı korkuya kapılan Medine halkı Hz. Ali'ye bey'at kararı vermişler ve kendisinin halife olmayı istememesine rağmen onu buna zorlamışlardı. Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam ise ölüm tehdidiyle ve kılıç zoruyla bey'at etmişlerdi.[222]

Bu ikinci rivayette isyancıların Medinelileri tehditle halife seçimine zorladıkları ifade edilmektedir. Ancak bu anlatımdan gerek Medine halkını, gerek Hz. Ali'yi, gerekse Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam'ı Hz. Osman'ın şahadetine kadar giden süreçle ilgili olarak her hangi bir zan altında bırakmama gayreti taşındığı ve tüm gidişattan sadece isyancıların sorumlu tutulmak istendiği izlenimini almaktayız. Bilindiği gibi Hz. Osman'ın yönetiminden sadece Mısır, Kûfe ve Basra halkından bir grup değil, aynı zamanda sahabenin önde gelenleri, özellikle idareden sürekli el etek çektirilmiş olan Ensar da rahatsızdı. Onun öldürülmesini değil ancak görevden ayrılmasını Emevî sülalesi dışında, Medine halkı da dâhil birçok insan arzuluyordu.[223]

İfade edildiğine göre Medine'de bulunan Müslümanların özellikle önde gelenlerinden bey'at alınma işlemi isyancı grubunun gözetiminde gerçekleşti.[224] Bu gaye ile bey'ati oldukça önem taşıyan diğer bir isim olan Sa'd b. Ebî Vakkas'ı[225] da Hz. Ali'nin yanına getirdiler. O, herkes bey'at ettikten sonra bey'at edeceğini, ayrıca kendisinin her hangi bir tepki davranışında bulunmayacağını ifade etti. Bu iş için zorlanmaya kalkıldığında Hz. Ali buna karşı çıkarak onun salıverilmesini istedi. İbn Âmir de Sa'd b. Ebî Vakkas gibi herkes bey'at ettikten sonra bey'at edeceğini söyledi. Hz. Ali onun bu sözüne karşılık kendisinden kefil istedi. İbn Âmir kefilinin olmadığını belirtti. El-Eşter[226] bunun üzerine Hz. Ali'ye onun boynunu uçurmayı teklif etti. Fakat Hz. Ali : "Onu bırakın, onun kefili ben olayım" [227] diyerek bu hassas günler içinde bir skandal daha yaşanmasına engel oldu.

Hz. Ali'ye Medine'de bulunan büyük bir çoğunluk bey'at etti veya ettirildi. Ensardan ise az bir grup bey'at etmedi. Hassân b. Sâbit, Ka'b b. Mâlik, Mesleme b. Muhallid, Ebû Sa'id el-Hudrî, Muhammed b. Mesleme,[228] Nu'mân b. Beşîr, Zeyd b. Sâbit, Râfi' b. Hudeyc, Fudâle b. Ubeyd, Ka'b b. Ucra bu kişilerdendir. İfade edildiğine göre bu kişilerin hepsi Hz. Osman taraftarıydı. Zeyd b. Sabit özellikle bey'ate karşı çıkmış ve Ensara da bey'ate karşı olmaya teşvik edici sözler sarf etmişti. Kendisi Hz. Osman döneminde divan ve beytülmal başkanıydı. Ka'b b. Mâlik de Hz. Osman zamanında zekât memuru olarak atanmış, topladığı zekâtlar Hz. Osman tarafından kendisine bağışlanmıştı.[229] Dolayısıyla Hz. Osman'a akrabalık bakımından yakın olanların yanı sıra, Ensar'dan Hz. Osman döneminde çeşitli görevlere tayin edilmiş olan kişiler de Hz. Ali'yi desteklemek istememiş, özellikle bundan kaçınmışlardır. Bu durum ekonomik ve siyasi çıkarların da gruplaşmalarda etkili olduğunu göstermektedir. Muğire b. Şu'be, Üsame b. Zeyd, Kudâme b. Maz'ûm da Hz. Ali'ye bey'at etmeyenler arasında belirtilmektedir.[230] Muğire'nin, hilafetinin ardından Hz. Ali ile diyalogları göz önüne alındığında, kendisinin halifeye bey'at etmiş olabileceği düşünülebilir.

HZ. ALİ'NİN HALİFELİĞİNE KARŞI YAKLAŞIMLAR

Hz. Ali'nin Halife Seçilmesine Kureyş'in Yaklaşımı

Hz. Osman'a karşı ortaya çıkan başkaldırı, sonucu itibarıyle halifenin şahsına yapılmış bir saldırı gibi görünüyorsa da, bu saldırının Ümeyyeoğulları'na ve dolayısıyla Kureyş'e yönelik bir tepki olduğu açıktır.[231] Hz. Osman döneminde çıkan karışıklıkların bir sebebi de halifenin Kureyş'i gözetmesiydi.[232] Dolayısıyla Kureyş'in kendi içlerinde Hz. Osman'ı yönetimi Ümeyyeoğulları hanedanlığına çevirmesi endişesi ile eleştirmiş olmalarına rağmen,[233] Hz. Ali'nin halife olmasının ardından bu defa isyancıların karşısında yer aldıkları görülmektedir. Hz. Ali'nin "Eğer kavmim bana itaat etseydi / Düşmanın kafasını bunaltacak emirler verirdim" sözünü, kendisini isyancıların yanında olmakla suçlayan Kureyşlilere karşı söylediği ifade edilmiştir.[234] Hz. Ali'nin isyancılara müdahale edemediği şeklindeki yakınmalarından,[235] kendisinin Kureyş tarafından destek görmediği ve bu yakınmaların halifenin haklı duygularını yansıttığı anlaşılmaktadır.

Kureyş Hz. Osman'ın şahsında gerçekleşen isyanı, muhtemel olarak Araplar üzerindeki egemenliklerine karşı bir başkaldırı şeklinde değerlendirmiş olmalıdır.[236] Bilindiği gibi Kureyş kabilesi İslam'dan önce de sonra da Araplar arasında ayrı ve üstün bir konuma sahipti. Gerek ticarî güçleri, gerekse birçok Arap kabilesi için büyük önem taşıyan kutsal mabedin hamileri olmaları, Kureyş'in önemini artırmış ve onları özel bir konuma getirmişti. İslâm'dan sonra her ne kadar din kardeşliği ve Arap birliği kavramları ön plana çıkmışsa da İslâm Peygamberi'nin kendi içlerinden çıkmış olması onların itibarının daha da artmasını sağlamıştı.[237] Bu durumda, Hz. Osman'ın yönetimine karşı meydana gelen ve gittikçe kontrolden çıkan bu isyanın istenilmeyen bir sonla bitmiş olması, Kureyş'e karşı bir tehlike unsuru olarak değerlendirilmiş olabilir. Kendileri İslâm'ın önderleri olarak bilinen Kureyş'in seçkin kişileri ise, daha sonra İslam'ın ortaya koyduğu hukuki bağları zedeleyecek şekilde gerçekleştirdikleri savaşlarda sık sık İslâmî söylemlerle, davranışlarının İslâm'ın gereği olduğuna vurgu yaparak kendilerini savunma yoluna gideceklerdir.

Kureyşliler, gerek isyancıları gerekse isyancıların kendisine sığındığı Hz. Ali'yi ve hilafetini kabul edememişlerdi.[238] Ayrıca ilk üç halifenin seçiminde ve yönetim kadrosunun oluşumunda dikkati çeken önemli bir konu, Haşimoğulları'nın ve çeşitli nitelikleriyle onların temsilcisi konumunda olan Hz. Ali'nin idareden uzak tutulmasıdır.[239] Önce Hz. Ebû Bekir, sonra Hz. Ömer, daha sonra da şûrada halife seçiminin yönlendiricisi olan Abdurrahman b. Avf, Hz. Ali'yi halife adayı olarak görmüşlerse de, bu makama gelmesini tercih etmediler. Böyle bir durumda eski Arap geleneğine göre şeyhin yaşlı kimselerden tercih edilmesinin[240] halife seçimlerini de etkilemiş olabileceğini düşünmemiz imkân dâhilinde olsa bile yeterince ikna edici değildir. Bu tercihlerin oluşumunda Hz. Ali'nin şahsına karşı da bazı tereddütlerin rol oynadığı anlaşılmaktadır. Câbirî Hz. Ali'nin Kureyş içerisindeki dezavantajlı yönlerini açıklarken onun Hz. Peygamber'e akraba olmasının Kureyş için hilâfetin Haşimoğulları'na geçmesi konusunda yeterli sebep görülmediğini, zira Kureyş'in hilâfetin onlarda devretmesi ihtimalinden zaten rahatsız olduklarını, hatta böyle bir duruma ilk muhalefet edeceklerin başta kendi amcaoğulları olabileceğini, Hz. Ali'nin İslâmî mücadeleler döneminde pek çok Kureyşlinin yakınlarını öldürdüğünü ve bu nedenle kendisine kin duyulduğunu, ayrıca gerek Hz. Ali ve gerekse eşi Fatıma'nın Haşimoğullarından olması nedeniyle Arap kabilelerinde çok önemli bir yeri olan akraba çevresini genişletme imkânı bulamamış olmasını gündeme getirmektedir. [241]

Kureyş içerisinden seçilen ilk iki halifenin devlet politikası Haşimiler'i resmi görevlere atamamak şeklinde kendisini göstermişti. Bu duruma dini veya siyasi gerekçeler gösterilmekle birlikte,[242] Haşimoğulları'nın kabile olarak konumlarından endişe duyulduğu anlaşılmaktadır. Hz. Ömer'in bir gün İbn Abbas ile görüştüğünde ona: "Kavminizin Muhammed’den sonra sizden neyi men ettiğini biliyor musun? Nübüvvetin ve hilafetin sizde toplanmasından hoşlanmıyorlar" dediği rivayet edilmektedir. [243]

Kureyş'in Haşimoğulları iktidarına bir tepki olarak, her ne kadar siyasi karışıklık içerisinde acele bir şekilde seçilmişse de, sonuçta Müslümanların dördüncü halifesi makamına gelen Hz. Ali'ye karşı, Mekke'de, Talha, Zübeyr ve Hz. Aişe önderliğinde isyan ettikleri görülmektedir.[244] Daha sonra gerçekleşecek olan Sıffîn savaşında ise Kureyş'i siyasi anlamda Muaviye, Arapları da Hz. Ali temsil edecektir.[245] Olayın iman mücadelesi üzerine yoğunlaşması nedeniyle, sahabeden birçok kişi Hz. Ali'nin yanında olmayı tercih ederken, Muaviye'nin ordusunu ise daha çok farklı kabilelerden oluşan Şam askerlerinin ve Muaviye'nin Hz. Ali'ye karşı çeşitli vaat ve anlaşmalarla yanına aldığı Kureyş'in bazı seçkinlerinin oluşturduğu görülecektir.[246] [247] Mehmed Said Hatipoğlu Kureyş içindeki kabilevi bölünmeleri şöyle dile getirmektedir: "Hz. Peygamber'in vefatıyla hilafeti ele geçiren Kureyş kabilesi, Hz. Osman'ın devri boyunca zahiren bir bütünlük arz etmişse de onun şahadetiyle birlikte, dahilen parçalanmaya başladı. Aile   kavgası durumundaki Emevı-Haşimı mücadelesi kılıçlı harblere dönüştü....

Görüldüğü gibi Hatipoğlu da Hz. Ali döneminde yaşanan kutuplaşmaları Kureyş içerisindeki Emevî-Haşimî mücadelesi olarak değerlendirmektedir.

Hz. Ali'nin Hilâfetine Ümeyyeoğulları'nın Bakışı

Hz. Ali'nin halife seçilmesini takip eden günlerde, Medine ve diğer vilayetlerde bulunan Ümeyyeoğulları'nın bir telâş içine girdikleri görülmektedir.[248] Şûra olayında hilafetin kendilerine geçmesini büyük bir fırsat olarak değerlendiren ve bundan sonra da hilafeti ellerinden çıkarmamak üzere kadrolaşan Ümeyyeoğulları için bu beklenmedik gelişme, kendilerinin hedef belirleme konusunda bir şaşkınlık dönemi geçirmelerine neden olmuş olabilir. Bilindiği gibi Ümeyyeoğulları'ndan belli şahıslar, Hz Osman döneminde büyük vilayetlerin valiliklerine getirilmiş ve böylece idarede söz sahibi tek sülâle haline gelmişlerdi.[249] Askerî sahadaki başarıları ve bazı Emevî valilerinin müspet uygulamaları onlara itibar kazandırmıştı. Fakat genel olarak Ümeyyeoğullarına ait ekonomik ve politik icraatlar halkın bazı kesimlerinin yönetime karşı rahatsızlık duymalarına neden olmuştu.[250] Bu konuda özellikle fetih hareketlerine katılan farklı kabile öncülerinin ganimetlerin dağıtımı konusunda gösterdikleri tepkileri hatırlamak gerekmektedir.[251]

Ümeyyeoğulları'nın Hz. Ali'den istekleri, isyancıların beklentilerini yerine getirmemesi ve Kureyş'in ve Ümeyyeoğulları'nın itibarını ve özel durumlarını muhafaza ederek alışılan düzeni bozmamasıydı. Bu görüntüyü sağlayacak ilk girişim ise özellikle Araplara bir uyarı olması açısından halifeyi şehit edenlerin kısa zamanda cezalandırılmalarıydı.[252] Bu katiller, Hz. Osman'ı öldürmekle beraber özellikle Ümeyyeoğulları'nın otoritesine de başkaldırmış ve onların yönetimini reddetmiş oluyorlardı. Böyle bir durumda Ümeyyeoğulları, Hz. Ali'nin kendisinden beklenilenin aksine kendilerinden yana olmayacağını, aksine alt tabakanın lehinde bir düşünceye sahip olduğunu ve ileride uygulamaya koyacağı iktisadî politikanın bu yönde gerçekleşeceğini tahmin etmekteydiler.[253]

Halife seçilişinin ardından Hz. Ali'nin çizeceği siyaset merakla bekleniyordu. İş bu durumda iken şûra olayında Abdurrahman b. Avf'ın Hz. Ali'ye ve Hz. Osman'a yönelttiği hassas soru akla gelmektedir. O, "bundan önceki ilk iki halifenin kararlarına mı uyacaksın yoksa kendi rey'ine göre mi hareket edeceksin?" diye sorduğunda kendisi kesin bir cevap vermemiş farklı bir siyaset çizebileceğini imâ etmişti. Şimdi yönetim sırası kendisine geldiğinde, ilk üç halife döneminde yerleşmiş ilişkileri zedeleyecek değişiklikler yapmak isteyebilir, Kitaba ve sünnete uygun olma kararlılığı onu Kureyş'e karşı farklı bir siyaset uygulamaya yöneltebilirdi. Hz. Ali'nin bu yönü akla gelmekte ve bu durum Kureyş adına bir tedirginlik oluşturmaktaydı.[254] Böyle bir durumda Hz. Ali'nin siyaseti oldukça önem taşıyor, ancak bir değerlendirmede bulunulması da henüz mümkün görünmüyordu. O, önceki üç halife döneminde siyasi anlamda her hangi bir yöneticilikte bulunmamış,[255] daha öncesinde ise Kureyş içerisinde ticari veya siyasi işlerde bir etkinlik göstermemişti. Ekonomik arka planı zayıftı, bu nedenle Hz. Peygamber'in himayesinde büyümüştü.[256] Hz. Peygamber'in ve Haşimoğulları'nın kendisine getirdiği itibara karşın, özellikle Ümeyyeoğulları ve İslâm'a geç dönemde girmiş olan Kureyşliler tarafından olumsuz anılarla hatırlanıyordu. Çünkü Hz. Ali, özellikle Kureyş'e karşı yapılan mücadelelerin hemen hepsine katılmış, o dönemde yapılan savaşlarda Ümeyyeoğulları'ndan önemli şahısları öldürmüştü.[257] Bununla birlikte Hz. Ali ile anlaşabileceklerini düşünen valiler de bulunmaktaydı. Çok istekli olmasa da kendisine biat eden Velid b. Ukbe bunlardandır. Velid b. Ukbe'nin Hz. Ali ile anne tarafından akraba olması[258] [259] onun Hz. Ali'ye bey'ati için geçerli bir sebep görüntüsü vermektedir. Ancak Velid b. Ukbe babası tarafına yapılan düşmanlığı da unutmamıştır. Ümeyyeoğulları adına Hz. Ali'ye söyledikleri bu açıdan oldukça önem taşımaktadır. O, Hz. Ali'nin halife seçildiği dönemde Medine'de kalmış ve beyat sırasında Hz. Ali'ye: "Ey Ali! Sen hepimize zarar verdin. Bedir savaşında babamı kolları bağlı olduğu halde öldürdün, Said'in babasını da aynı savaşta öldürdün. Mervan'ın babasına ise hakaret ettin ve onu Medine'ye getiren Osman'ı da bu davranışından dolayı ayıpladın. Daha önce biriktirdiğimiz mallar ile şu anda elimizde bulunan servetimize dokunmayacağına ve Osman'ı öldüren şahısları cezalandıracağına söz verirsen sana bey’at ederiz' demiş ve Ümeyyeoğulları'nın kendisinden rahatsızlığını, bununla beraber belli şartlarla anlaşabileceklerini ima etmişti. Kanaatimizce o dönemlerde Ümeyyeoğulları'nın kendi içlerinden bir halife seçilmesi konusunda bir iddiaları ve de bu yönde bir ümitleri bulunmamaktaydı. Hz. Peygamber'e yakınlığı ve İslâm'ı kabulde önceliği bilinen çok az Ümeyyeli'den biri olan Hz. Osman'ın yönetimi beğenilmemiş ve sonuçta öldürülmüştü.

Ayrıca bu kabilenin halk ile araları açılmış, özellikle Kureyş'in önde gelenlerince de defalarca eleştirilmişlerdi. Doğal olarak bu şartlar içinde ulaşabilmeyi arzuladıkları en büyük hedefleri, valiliklerde kalabilmek, gelirlerinin ve mallarının ellerinden alınmamasını sağlamaktı. Muaviye b. Ebî Süfyan'ın konumu ise ileride ayrı bir başlık altında ifade edilecektir.

Bu arada Ümeyyeoğulları'ndan önemli isimler Medine'den kaçmışlar, Sa'id b. El-As, Velid ve Mervan Mekke'de birleşmişlerdi.[260]

HZ. ALİ'NİN İLK SİYASİ KARARLARI

Dördüncü halife Hz. Ali'ye bey'atin gerçekleşmesinin hemen ardından, Hz. Ali halka karşı geleneksel olarak bir hutbe okudu. Bu hutbe, halifenin yapacağı icraatları açıklamaktan ziyade halkı yatıştırıcı ve öğüt verici ifadeler içermekteydi. Halife, yüce Allah'ın Müslümanların kanını gerekli haller dışında birbirine haram kıldığını, Müslümanların birbirine samimiyetle kenetlenmek zorunda olduklarını ifade ediyordu. Hz. Ali hutbesini '"Düşünün ki siz bir zamanlar az idiniz, yeryüzünde müstaz’aflar idiniz."[261] ayetini okuyarak bitirdi.[262] Bu konuşmanın içeriği ve seçilen ayet, isyancıları yatıştırmak ve kardeşliği ön plana çıkarmak amacını taşıdığı görülmektedir. Ayrıca bu konuşmada Hz. Osman'ın kanını isteyenlere de bir gönderme yapıldığı düşünülebilir. Hz. Ali hutbesinde, bu olayı en azından bir süre gündem etmemek ve kan dökmemek isteğini yansıtmakta, dağınık ve güçsüz kabileler halinde yaşıyorken bir araya gelerek güçlendikleri ve bu birliği çeşitli sebeplerle parçalamamak gerektiğini vurgulamaktadır.

Bey'atin gerçekleşmesi ve hutbenin okunmasının ardından halifenin Hz. Osman'ı öldürenlere karşı bir soruşturma ve infaz gerçekleştirmeyeceğini anlamış olan Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam ve ashabdan bazı kişiler bu durumdan şiddetle rahatsız oldular. Konunun aydınlatılması talebiyle Ali'nin evine geldiler.[263] Hz. Ali'nin bu davranışı, kendi kadrosunu bir şekilde isyancıların oluşturduğu ve onların beklentileri doğrultusunda hareket edeceği izlenimi vermekteydi. Kısas uygulanması konusunda ısrar eden bu kişilere karşı Hz. Ali; kendisinin de şu anki durumdan memnun olmadığını, ancak isyancıların ortama hâkim olduklarını, bedevî Arapların ve kölelerin de bu topluluğa katılmış olup, kısasın gerçekleştirilmesinin bu şartlar altında mümkün olmadığını söyledi. En azından şimdilik böyle bir girişimde bulunmanın uygun olmayacağını ifade etti. Bu konuda Müslümanlar harekete geçirilecek olsalar her bir grubun konuya farklı açıdan yaklaşacaklarını, bir grubun görüşünü diğer bir grubun kabul etmeyeceğini sözlerine ekledi.[264] Hz. Ali'nin bu sözleri ortam hakkında bize bilgi vermektedir. Anlaşılan sahabe içinde de farklı görüşler ileri sürülüyordu. Hz. Osman'a karşı ayaklananlar içerisinde farklı Arap kabilelerinden insanlar mevcuttu. Bu kabileler azımsanmayacak topluluklardan oluşmaktaydı. Halifeye göre, onların buraya gelmiş olan temsilcilerini cezalandırmak, kalabalık bir gurup olmaları nedeniyle belki ilk etapta mümkün görülmemekte, belki de Arap devleti içerisinde irtidat olaylarında olduğu gibi büyük kırılmalara yol açabileceği ihtimali düşünülmekteydi. Ayrıca Hz. Ali'yi iktidara getirenler de büyük çoğunlukla yine bu isyancılardı. Bununla birlikte halifenin Hz. Osman'ın eşi Naile ile katiller hakkında konuştuğu, onun katl olayını gerçekleştirenlerle ilgili kesin bir bilgi sahibi olmadığını söylediği ifade edilmektedir. Hz. Ali, Muhammed b. Ebî Bekir'i[265] de sorguya çekmiş, o ise öldürmeye teşebbüs etmekle birlikte halifeyi öldürmediğini hatta bu davranışından da pişman olduğunu söylemişti.[266] Taha Hüseyin, Hz. Ali'nin Muhammed b. Ebî Bekir'in sorgulanması ile ilgili olarak biraz tarafgir davranması, İbn Ebî Bekir'in halifeyi öldürmek kastıyla odasına kadar girmiş olmasını göz ardı etmesi, buna karşılık Hz. Ömer'in öldürülmesinin ardından Ubeydullah b. Ömer'in babasının kanını alma girişimi sonunda yeni halifeye çözülmesi gereken ilk mesele olarak onun kısas ile cezalandırılmasını gündeme getirmesi ve bu konuda Hz. Osman'a baskı yapması nedeniyle Hz. Ali'nin eleştirildiğini gündeme getirmiştir.[267] Olaya kabile bağlantıları açısından baktığımızda Hz. Ömer'in kabilesi olan Adiyoğulları'nı, İslâm'dan önce Haşimoğulları'na karşı grupta yer aldığını görmekteyiz. Hz. Ali Hz. Ömer'in oğluna kabileci bir mantık ile mi sert çıkış göstermişti? Bunu söylemek gerçekten büyük bir iddia olur. Çünkü bu olayda açık bir kısas gerekliliği görülmektedir. Hz. Ali Hz. Osman'ın öldürülmesinde ise, muhtemelen halifenin yönetim açısından isyancıları tahrik edecek olaylara vesile olduğunu düşünmektedir.

Hz. Ali'nin halife seçimini takip eden günlerde uygulamalarından bir de Kureyş'in önde gelenlerinin Medine'den çıkmalarına engel olmak oldu. Yine de Ümeyyeoğulları'nın bir kısmı şehir dışına kaçmayı başardılar.[268] Hz. Ali, Müslümanların çeşitli gruplara bölünmesinden endişelenmekteydi. Çünkü Kureyş'in büyük çoğunluğu Hz. Ali'nin isyancılar hakkındaki siyasî kararından memnun değildi. Bir an önce gerekenlerin yapılmasını ve asla geciktirilmemesini istiyorlardı. Hz. Ali'nin halife sıfatıyla vermiş olduğu bu karara gereken saygıyı göstermemenin yanı sıra: "Ali düşüncesini kendine saklasın ve Kureyş'e karşı bir başkasından daha otoriter davranmaya kalkmasın" diyorlardı.[269] Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Kureyş, Hz. Ali'yi desteklememekle beraber onun karşısına geçmiş görünmekteydi.

Hz. Ali'nin isyancılardan rahatsız olmasının yanı sıra Kureyş'e de güvenemediği görülmektedir. Onun üzerine çok rahat bir şekilde geliyorlar, yaşanan gelişmelerle ilgili olarak farklı değerlendirmeler yapıyorlardı. Durumun kontrolü oldukça güç görünmekteydi. Talha b. Ubeydullah: "Bana izin ver Basra'ya gideyim, kısa bir müddet içinde asker toplayarak geleyim" derken, Zübeyr b. Avvam da Kûfe'ye giderek ordu hazırlamayı teklif ediyordu.[270] Amaç isyancıları cezalandırmak gibi görünse de, bu girişim halifenin yönetimine ortak olma isteğini de yansıtmaktadır.

Halifenin valilerle ilgili olarak uygulamasının ne şekilde gerçekleşeceği de önemli bir merak konusuydu. Muğire b. Şu'be, Hz. Ali'nin yanına gelerek ona bu konuda bazı tavsiyelerde bulundu. Ona, Hz. Osman'ın seçtiği valileri şu an için yerinde bırakmasını ve bu şekilde onların bey'atlarını almasını, ileride istediği değişiklikleri yapabileceği bir ortamın oluşacağını, bu nedenle acele etmesinin yanlış olduğunu söyledi. Hz. Ali bu tavsiyeye karşılık, dünya menfaati için dininin aleyhine olarak kimseye dalkavukluk yapmayacağını söylemekle yetindi. Bu durumda Muğire en azından Muaviye b. Ebî Süfyan'a dokunmamasını, onun Şam halkı üzerinde köklü bir otoritesinin olduğunu, aynı zamanda da mücadeleci bir kişiliğe sahip olduğunu ifade etti. Hz. Ali bu konuda kesinlikle tavsiye kabul etmedi. Aksine, özellikle Muaviye'yi iki gün dahi görevde bırakmayacağını söyleyerek[271] [272] valilikler konusunda stratejisini çoktan çizmiş olduğunu gösterdi. Muğire Hz. Ali'nin kendi bildiğinden şaşmayacağını anlamıştı. Bu konuşmadan kısa bir müddet sonra Hz. Ali'nin yanına tekrar geldi ve bu defa: "Sana birkaç gün önce bazı tavsiyelerde bulunmuştum ve sen bu görüşlerime muhalefet etmiştin. Daha sonra düşündüm ve anladım ki senin onlar içinden dilediğini azletmen ve onların yerlerine güveneceğin kişileri ataman daha isabetli olacaktır. Gerçekten de onların yerine atayacağın kişiler kesinlikle onlardan daha hayırlı kimseler olacaktır.""'12 diyerek ilk konuşmasında yaptığı uyarılardan tamamen vazgeçti. Muğire, Hz. Ali'ye bey'at etmeyenler arasında gösterilmektedir. Buna rağmen ona tavsiyelerde bulunmayı tercih etmişti. Şu durumda kendisinin Hz. Ali'ye bir şekilde bey'at edip, sonra karar değiştirenlerden biri olması da mümkündür. Bu davranışından, halifenin tutumuna göre taraf belirlemeyi planlamakta olduğu anlaşılmaktadır. Muğire, yeni iktidar içerisinde bir görev alabilme amacı ile Hz. Ali'ye yaklaşmayı denemiş olmalıdır. Kendisi İslâm'dan önce önemli merkezlerden biri olan Taifin[273] Sakîf kabilesindendir.[274] Ümeyyeoğulları Sakîf kabilesi ve Mahzumoğulları ile İslâm'dan önce ittifak halindeydi. Bu nedenle Sakfliler de Ümeyyeoğulları gibi İslâm'a geç girmiş, fakat riddet olaylarında yine bu ittifakın gereği olarak İslâm'dan ayrılmamış ve Müslümanların yanında yer almışlardı.[275] Kanaatimizce Muğire, Hz. Ali'nin yanına gelerek ona Ümeyyeoğulları'ndan olan eski valileri hemen değiştirmemesini söylerken bir yandan ülke içinde bir karışıklık çıkması endişesi taşımakta, bir yandan da eski müttefikleri olan Ümeyyeoğulları'nı gözetmektedir. Kendisinin Arap dâhilerinden biri olarak gösterildiği hatırlanacak olursa,[276] yaşanan gelişmeler doğrultusunda Hz. Ali'ye yaptığı bu tavsiyelerin oldukça önem taşıdığını söylemek yerinde olacaktır.

Hz. Ali'nin kendisine güvenebileceği en yakın akrabalarından biri olan İbn Abbas'ın da Muğire b. Şu'be'nin Hz. Ali'ye yaptığı tavsiyelerin doğruluğunu ifade ettiği görülmektedir. Ayrıca durumu Haşimoğulları kanadından değerlendirerek Muaviye ve arkadaşlarının dünyalığa düşkün olduklarını, hilafete kim gelirse gelsin buna aldırmayacaklarını, ancak görevlerinden azledilirlerse hilafet olayının şûraya bırakılması gerektiğini savunarak Hz. Osman'ın öldürülme olayını kabilecilik söylemleriyle canlandıracaklarını, böylece Şam ve Irak'ı da onun aleyhine geçireceklerini ifade etti. Abdullah b. Abbas, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam'ın da Hz. Ali'ye itaat etmeyeceklerini ve muhtemelen buna göre bir davranış sergileyeceklerini belirtti. İbn Abbas'ın halifeye önerisi ise ilginçti. Ona, şayet tavsiyelerini değerlendirmeyecekse işi kendisine bırakmasını, onların hakkından hiç ummadıkları şekilde gelebileceğini ifade etti. İbn Abbas Hz Ali'nin konuyu büyük ölçüde İslâmcı bir yaklaşımla değerlendirdiğini düşünüyordu. Görünüşe göre İbn Abbas'ın amacı ise Haşimoğulları'nın eline geçen ve Hz. Ali'nin değerlendiremeyeceğinden korktuğu bu yönetim işini kendisi fiilen üstlenmekti. İleriye doğru bu amacını Abbasoğulları adına hilafete doğru da taşıyabilirdi. Hz. Ali ise İbn Abbas'ın bu önerilerinden pek hoşlanmadı. Ona: "Ben ne senin ne de Muaviye'nin yardımına muhtacım" diyerek tavrını koydu.[277]

Konuşmalar değerlendirildiğinde burada gündem edilen ve kaygı duyulan konuların birden fazla olduğu anlaşılmaktadır. Birinci mesele Kureyş içerisindeki muhalefetin önlenmesi, ikincisi Ümeyyeoğulları muhalafetinin durdurulması, diğeri ise Arapların emir altına alınabilmeleri ve bir fikir etrafında toparlanabilmeleridir. Zira rivayete göre İbn Abbas Araplar konusunda da şöyle diyordu: "Bedeviler ve Araplar da (şu pozisyonda) sana muhtaçtırlar. Ancak sen onlara uyarak Muaviye'yi azletmeye kalkışırsan yarın Osman'ın kanını da sana yüklerler."[278] (yani onları memnun edemezsin) Görüldüğü kadarı ile İbn Abbas'ın tercihi, kabile bağları olarak kendilerine uzak olan Arapları yandaş edinmek yerine, birbirlerinin rakibi de olsalar amcaoğulları olan Ümeyyeoğulları ile anlaşma yoluna gitmek ve Kureyşi karşılarına almamaktır.

Durî Hz. Ali ile ilgili olarak yazarlar tarafından çokça eleştirilen valilerin görevden alınma kararını[279] İslâmi bir girişim olarak değerlendirmekte ve bunu acele verilmiş bir karar olarak görmemektedir. Ona göre siyasî şartlar bu davranışı gerekli kılmış, hilâfet gelenekleri de bunu desteklemişti.[280] Nitekim isyanın önemli bir nedeninin, bu valilere karşı duyulan rahatsızlıkların olduğu göz önüne alındığında, valilerin görevlerine devam etmelerinin de birçok kesimi memnun etmeyeceği açıktır.

Halife, iktidara gelişinde daha çok yönetime karşı mağdur kesimi temsil etmekteyken, böyle bir karar verdiği takdirde gerginliklerin daha da artmasına neden olma ihtimali de bulunmaktaydı.

Hz. Ali, İbn Abbas'a Şam valiliğini teklif etti. İbn Abbas ise bu teklifi reddetti. Gerekçe olarak kendisinin Hz. Ali'ye yakınlığını göstererek, Muaviye'nin Hz. Osman adına kendisini öldürmek isteyebileceğini, en azından tutuklanabileceğini söyledi. Muaviye'yi yerinde bırakarak göndereceği mektuplar aracılığı ile ona vaatlerde bulunmasını önerdi.[281] Belki Muaviye ile bire bir çatışma pozisyonuna geçmek de istemiyordu. Hz. Ali ise, halife seçilmeden çok önce Ümeyyeoğulları'na karşı tavrını belirlemiş olmalıdır ki, yukarıda ifade ettiğimiz gibi Hz. Osman'ın valileri ve özellikle Muaviye b. Ebî Süfyan ile kesinlikle anlaşmayı düşünmemiş, bu yöndeki önerilere kapalı kalmayı tercih etmişti.

Hz. Ali'nin, ilk anda gerçekleştirdiği icraatları değerlendirdiğimizde Medine'de bulunan bir kısım sahabenin beklentilerine cevap verecek girişimlerde bulunmadığını görmekteyiz. Halife, Hz. Osman döneminde Arapların itirazlarına neden olan gelir dağılımına bir tepki olarak ana hazinede biriken malları, Arap ve mevali, erkek kadın ayırmaksızın eşit olarak Medineliler'e dağıttı.[282] Abdulhalik Bakır'ın da ifadesine göre, Hz. Ali Medineliler'in görüş ve çıkarlarına göre davranmayıp, onların Hz. Osman dönemindeki konumlarını sarsacak kararlar aldı. Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam başta olmak üzere, daha önceki dönemde yüksek maaş alan önemli kişiler bu karardan rahatsız olmaya başladılar.[283] Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam'ı oldukça rahatsız eden diğer bir konu da atanan valiliklerde bu iki şahsın adının geçmemesi oldu.[284] Oysa kendileri bunu halifeden bizzat istemişlerdi.[285] Bu rahatsızlık Mekke'de Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr'in Hz. Ali'ye karşı Ümeyyeoğulları ile iş birliği yapmalarına neden oldu.[286]

Hz. Ali'nin başta Ümeyyeoğulları'nı rahatsız eden diğer bir icraatı da Hz. Osman'ın bazı Müslümanlar'a hazineden vermiş olduğu arazileri devlet adına geri almasıydı. Halifenin idari yetkileri eline almasının hemen ardından, Hz. Osman'ın akrabalarına dağıttığı toprakları tekrar geri aldığı belirtilmektedir.[287]

Hz. Ali'nin Vali Seçimlerinin Kabilecilik Açısından Değerlendirilmesi

Hz. Ali'nin Hz. Osman döneminde Ümeyyeoğulları'nın elinde bulunan yönetimden oldukça rahatsız olduğu ve bu durumu Hz. Osman'a çeşitli vesilelerle ifade ettiği bilinmektedir.[288] Bu rahatsızlığının en önemli nedenlerinden biri, halkın tepkilerine de neden olan, idarede gerçekleşen kabileci yaklaşımlardı.[289] Hz. Ali'nin olaylara bakışında geçmişten gelen Ümeyyeoğulları ile Haşimoğulları arasındaki rekabetin de etkili olduğu görülmektedir. Hz. Ali'nin Ümeyyeoğulları'ndan hiç birini görevde bırakmama arzusu bize bu izlenimi vermektedir.[290] Yirmi yıla yakın bir dönem bulunduğu bölgeyi başarılı bir şekilde yöneten ve halkı ile hiçbir sorunu olmayan Muaviye b. Ebî Süfyan'ın[291] görevden alınmasındaki acelecilik de bu düşüncemizi desteklemektedir. Bu durumda Hz. Osman döneminden itibaren kabileci yaklaşımların yoğun olarak Ümeyyeoğulları'ndan geldiği, Hz. Ali'nin ise Ümeyyeoğulları'na karşı geçmişten gelen antipatisi nedeniyle onların bu yaklaşımına şiddetle tepki gösterdiği düşünülebilir. Zira Hz. Ali hilafete daha önceki dönemlerde doğrudan kabileci bir yaklaşımla bakmamıştı. O, ilk başta bazı itirazlarda bulunmuş olsa bile sonuç olarak Ebû Bekir'e bey'at etmiş, diğer halifelerin seçim şekline de bir itiraz göstermemişti. Kendisinden önceki halifeler ile fikir alış verişinde bulunarak, dini ve siyasi konularda yardımlaşmadan geri durmamıştı.[292] Hz. Osman'ın şehit edilmesinin ardından gelen halifelik teklifine ise temkinle yaklaşmıştı.[293]

Hicrî 36 yılı başında Hz. Ali, daha önce planladığı üzere yeni valilerini İslâm devletinin büyük vilayetlerine atadı. Kusem b. Abbas'ı Mekke, Ubeydullah b. Abbas'ı Yemen, Kays b. Sa'd'ı Mısır, Osman b. Huneyf el-Ensarî'yi Basra,[294] Umare b. Şihâb'ı Kûfe, Sehl b. Huneyfi de Şam valisi olarak görevlendirdi.[295]

Sehl b. Huneyf Şam'a dahi ulaşamadan, henüz Tebük'e gelmişti ki bir grup atlı tarafından geri çevrildi.[296] Bu pek de sürpriz bir olay değildi.

Kays b. Sa'd ise, Eyle'ye ulaştığında yine bir grup atlı tarafından karşılanmış, ancak Mısır'ın Hz. Ali taraftarlarının merkezi olması nedeniyle bu vilayete ulaşmakta problem yaşamamıştı.[297] Mısır'da "Harenbe" denilen bölgeye çekilmiş olan Hz. Osman taraftarı bir cemaat, halife adına tehlike oluşturmaktaydı. Kays'ın çizdiği mükemmel politika sayesinde bu kişiler ile bir müddet sulh içinde yaşandı. Bu vali döneminde Mısır kontrol altında tutulmuş oldu. [298]

Osman b. Huneyf Basra'ya gittiğinde o da her hangi bir engelle karşılaşmaksızın görevine başladı. Ancak Basralıların tamamının halifeye bey'at etmedikleri ve Medine'nin durumuna göre hareket edeceklerini söyledikleri rivayet olunmaktadır.[299] Hz. Ali'nin amcasının oğlu Ubeydullah b. Abbas da halife tarafından Yemen valisi olarak atanmıştı. Kendisi her hangi bir direniş görmeksizin görevine başladı.[300]

Umare b. Şihab ise, Kûfe'ye gitmekteyken şehre ulaşamadan geri çevrildi. Tuleyha b. Huveylid adlı Hz. Osman taraftarı bir kişi tarafından geri çevrildiği belirtilen Umare'ye, Kûfeliler'in valilerinden memnun olduğu, dolayısıyla başka bir vali istemedikleri söylendi.[301] Bu durum Kûfeliler'in, Hz. Osman'a olduğu gibi Hz. Ali'ye de siyasi açıdan rahatlıkla itirazda bulunabildiklerini göstermiş oldu.[302]

Hz. Ali'nin ilk atamalarına dikkat edildiğinde, bu atamalarda sadece tek bir kabileyi veya kendi yakınlarını tercih ettiğini söylemek mümkün değildir. Ancak Haşimoğulları'na ve Ensar'a daha fazla hak tanıdığı da açıktır. Ensar'a çeşitli yöneticiliklerin verilmesinde gerekçe olarak geçmiş dönemlerde yöneticilik konusunda ihmal edilmiş olmaları gösterilebilirse de, Hz. Ali'nin dedesi Abdülmuttalib'in Medineliler'in yeğeni olması dikkatlerden kaçmamaktadır. Çalışmamızın birinci bölümünde de ifade ettiğimiz gibi Haşimoğulları ile Medineliler arasında geçmişten gelen bir dirsek temasının olduğu bilinmektedir. Bu yakınlık Hz. Peygamber döneminde de artarak devam etmişti.[303] Hz. Ali'nin Şam'a vali olarak atamak istediği Sehl b. Huneyf'in de halifeye geçmişten gelen bir yakınlığı olduğu görülmektedir. Sehl b. Huneyfin Hazreç'ten olduğu belirtilmektedir.[304] Abdülmuttalib'in annesi de Hazreç'in Neccaroğulları kolundandır.[305] Bir rivayete göre Medine'ye hicretin ardından Ensar ve Muhacir'i kardeşleştirme olayı gerçekleşirken, Hz. Peygamber Sehl b. Huneyf'i Hz. Ali ile kardeşleştirilmişti.[306] Bu bağlantı da Hz. Ali ve Huneyfler için önemli bir yakınlık sebebi olmalıdır. Hz. Ali'nin Basra'ya tayin ettiği Osman b. Huneyf ise Sehl b. Huneyf 'in kardeşidir.[307] Burada şunu da belirtmek gerekir ki Sehl b. Huneyf Hz. Ali'nin hilâfetinden önce de idari görevler almış, bir dönem Medine valiliği yapmıştı.[308]

İlk atamaların ardından çeşitli sebeplerle değiştirilen valiler ise bizlere Haşimoğulları'nın kadrolaştığı izlenimini vermektedir. Halifenin bu defa yaptığı tecihler Hz. Osman için eleştiri konusu olan akraba düşkünlüğünü aratmayacak niteliktedir.[309] Örneğin Cemel Savaşı'na giderken Medine'de kendi adına Temmam b. Abbas'ı vekil olarak bırakan halife, Mekke ve Taife Kusem b. Abbas'ı, [310] Yemen'e ise Ubeydullah b. Abbas'ı vali olarak atadı.[311] Cemel Savaşı sonrasında Abdullah b. Abbas'ı da Basra'ya tayin etti.[312] Hz. Ali, üvey oğlu Muhammed b. Ebî Bekir'i de, Hz. Osman'ın katlinde etkin bir rol oynamış olmasına rağmen Kays b. Sa'd gibi başarılı bir idarecinin yerine Mısır'a vali olarak gönderdi.[313] Hz. Ali'nin sağ kolu olarak tanıdığımız, ayrıca isyan hareketinde faal olarak rol alan Yemenli Malik el-Eşter,[314] Hz. Ali'nin zaman geçtikçe valilik konusunda akrabalarına daha fazla görev vermesi üzerine: "Biz Şeyhi (Osman'ı) niçin öldürdük? Abdullah Basra'da, Ubeydullah Yemen'de, Kusem de Mekke'de görevli bulunuyorlar. Hepsi Abbasoğulları."[315] diyerek tepkisini dile getirdiği ifade edilmektedir.

Hz. Ali, idareyi ele alırken şüphesiz Hz. Osman'ı eleştirdiği konularda hassas davranmayı ve özellikle zayıf duruma düşmüş Arapları gözetmeyi düşünüyordu. Kendisinin ilk siyasi kararlarında bunu açıkça görmekteyiz. Ancak yöneticilik konusunda bu ideallerinin gerçekleşmesi mümkün olmadı. Özellikle toprakların oldukça geniş olduğu, halkın farklı niyet ve isteklerle idareye karşı rahatlıkla ayaklanabildiği, kabilecilik anlayışının gittikçe depreştiği bu dönemde, halifenin sadakatine güvenebileceği insanlarla işbirliği yapmak istemesini doğal buluyoruz.

Hz. Ali'nin, halifeliği döneminde en belirgin özelliği, dışa açılamamanın ve kaynak azlığının da etkisi ile para konusunda hassasiyet göstermesi; hazineyi, kendisine cimri dedirtecek derecede titizlikle kullanmasıdır. İfade edildiğine göre o, valilerini bu konuda sık sık uyarmakta ve hesaba çekmekteydi.[316] Hatta bu tutumu valileri için bıkkınlık yaratmıştı. Zannediyoruz kendisinin gittikçe akrabalarına yönelmesinin bir nedeni de, akrabalık nedeniyle sıkı kurallar altında onunla çalışmaya tahammül gösterebilecek kimseler olmaları nedeniyledir. Ancak Hz. Ali'nin bu yaklaşımı da, siyasî açısından müspet sonuçlar elde etmesine imkân vermedi. Hz. Ali'nin bu yönetim kadrosu, özellikle Muaviye'nin Sıffîn sonrası Hz. Ali'nin yönetimindeki bölgelere uyguladığı sürekli baskın politikaları[317] ile yıprandı. Sonuçta Hz. Ali'nin hilâfeti döneminde valilerin parlak başarılarından söz edememekteyiz.[318]

Yemenli Kabilelerin Hz. Ali Yönetimine Etkileri

Arab-ı âribe olarak bilinen ve Kahtanîler diye de isimlendirilen Yemenliler İslâm'dan önce çeşitli devletler kurmuşlardır. Dolayısıyla bedevi Arapların aksine geçmişten gelen bir kültür ve medeniyete sahip idiler. Adnanîler ve Kahtanîler arasında çok eskilere dayanan bir düşmanlığın olduğu, savaşlarda birbirlerine benzememek amacı ile farklı alametler kullandıkları belirtilmektedir. Adnanilerden olan Mudarlılar kırmızı sarık ve bayraklar, Yemenliler ise sarı sarık kullanırlardı.[319] Mudarlıların yakın akrabaları olan Rebia kabilesinin Yemenlilere karşı konumu ise Mudara göre biraz farklıdır. Mudar ve Rebia rekabeti Rebia ile Yemenliler ittifakını beraberinde getirmiş, Rebialılar onlara karşı savaşırken Yemenliler'in desteğini almıştır.[320] Bu ittifakın etkilerinin Sıffîn Savaşı'nda yoğun bir şekilde yaşandığı görülecektir.

Yemenlilerin, Kureyş kabilesinin Arab-ı musta'ribe'den (Adnanî) oluşu, daha da önemlisi Mudarlı olmasının da etkisi ile Kureyş'i ticari ve kültürel olarak kendilerine rakip kabul ediyor olmaları muhtemeldir. Adnanî-Kahtanî mücadelesi burada da kendini göstermektedir.[321] İslâm'dan önce Yemenliler, yine bu rekabet nedeniyle, Kureyş'in Araplar arasındaki saygınlığından ve Kutsal Mabed'in Mekke'de oluşundan rahatsızlık duymaktaydılar. Çünkü bu durum Kureyş'i diğer Araplar arasında itibarlı kılıyordu.[322] Ayrıca birçok Arap kabilesini yılın belli zamanlarında Mekke'ye çekiyordu. Yemenlilerin kendi bölgelerinde Kâbe'ye rakip olarak Yemen Kâbesi ya da Zulhalasa adını verdikleri bir tapınak edinmiş olmaları,[323] Kureyş'in Araplar arasındaki dini ve ticari merkez olma konumuna karşı duyulan rekabeti yansıtmaktadır. Birçok Yemenli kabile, Hz. Peygamber'in vefatına yakın bir dönemde ve daha çok siyasi nedenlerle Müslüman olmuştu. Hz. Peygamber'in vefatının ardından Araplar arasındaki siyasi ve dini misyonuna karşı yalancı peygamberler ortaya çıkmıştı ki bunların arasında Yemenlilerden Esved el-Ansî de bulunmaktaydı.[324] Peygamber'in vefatının ardından irtidat eden birçok Yemenli kabile ise Hz. Ebû Bekir'in aldığı siyasi kararı neticesinde yapılan savaşlar ile tekrar devlete bağlı hale getirildiler.

Yemenliler'in ekonomik, dini ve siyasi nedenlerle Kureyş iktidarından kısmen rahatsız olduğu anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi Hz. Osman'a karşı isyanın çıkmasında önemli bir isim olarak gündeme gelen ve Abdullah b. Sebe adı verilen kişinin de Yemen asıllı bir Yahudi olduğu rivayet edilmektedir.[325]

Hz. Ali'nin, gerek vali seçimleri ve gerekse siyasi tercihleri bakımından dikkat çekici olan önemli bir konu ise halifenin Yemenli kabileler ile iş birliği içerisinde olmasıdır. Bilindiği gibi Medineliler Yemen asıllıdırlar.[326] Hz. Ali'nin atamalarında tercih ettiği kişilerden bazıları ise yukarıda belirttiğimiz gibi Medineliler'dendir. Hz. Ali'nin giriştiği mücadelelerde kendisine en çok destek verenler de Yemenli kabilelerdir. Kûfe valisi olarak atanan Umare b. Şihab Güney Araplarından'dı.[327] Hz. Ali, Kûfe'ye yerleşen Yemen kabilelerinden önemli bir isim olan Malik el-Eşter'i ise önce Cezire,[328] daha sonra gelişen olaylar nedeniyle de Mısır'a vali tayin etti.[329] Çoğunluğu Yemenli kabilelerden oluşan Kûfeliler'in de özellikle Hz. Osman döneminden itibaren, kabileci yaklaşımları ile yönetime karşı direkt müdahalelerde bulundukları ve bu girişimleri sonucunda Hz. Ali'yi desteklemekle birlikte, halifeyi kendi siyasi hedefleri doğrultusunda yönlendirdikleri görülmektedir.[330]

Kureş'i kendilerine rakip olarak gören Yemenliler ile Hz. Ali arasında nasıl böyle bir münasebet oluşmuştur? Yukarıda ifade ettiğimiz gibi Haşimoğulları ile Yemenliler arasında kabile yönüyle bir bağlantının varlığından söz etmememiz mümkündür. Buna bağlı olarak bu yakınlığın temelinde asabiyet duygularının yer aldığını söyleyebiliriz. Tarihi kaynakların belirttiğine göre hicretin onuncu yılında Hz. Peygamber Halid b. Velid'i, Yemenlileri İslâm'a davet etmek göreviyle Yemen'e gönderdiğinde de olumlu bir sonuç elde edilememiş, onu geri çağırarak yerine Ali b. Ebî Talib'i göndermişti. Hz. Ali Yemen'e vardığında onlara Hz. Peygamber'in mektubunu okudu. Bütün Hemedan kabilesi bir günde Müslüman oldular. Ardından Yemen halkı peş peşe İslâm dinine girdi.[331] Halid b. Velid Kureyş'in önemli kabilelerinden ve Haşimoğulları'nın rakiplerinden olan Mahzumoğulları'ndandı. Ali b. Ebî Talib ise Hz. Peygamber'in amcazadesiydi ve Haşimoğulları'ndandı. Bu durumda Yemenliler, kendilerine dayılık yönüyle akrabalığı bulunan, gerektiğinde ittifak

kurdukları ve ticari ilişkilerde bulundukları Haşimoğulları'nı kendilerine daha yakın bulmuşlardı. Bu münasebet Hz. Ali'nin iktidarı boyunca da devam etti.

Bununla birlikte, başta Yemenliler'in ve bir kısım Arap kabilelerinin haksız yönetime karşı bir baş kaldırı olmak üzere çeşitli bölgelerden Medine'ye gelerek, Hz. Osman'ın öldürülmesine neden olmalarının ardından, her şeye rağmen yine Kureyş'ten bir halife seçme zorunluluğunu hissetmeleri, her ne kadar bu kabilelerin Kureyş egemenliğinden rahatsızlık duyuyor olsalar bile, halifelerin Kureyş'ten seçilmesine alıştıklarını da göstermektedir.[332] Temelde yönetime karşı gerçekleşen mücadelede özellikle Kûfe Yemenlileri ile diğer Arap kabilelerinin hareketi, Kureyş'e karşı Kureyş dışı Arapların mücadelesi gibi görünüyorsa da,[333] bu kabilelerin siyasi tercihlerinin yine Kureyş ekseninde gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bazı Arap kabileleri Cemel ashabını, bazıları Hz. Ali'yi, bazıları da Muaviye'yi taraf olarak seçmişler, hatta olayların seyrine göre taraf değiştirebilmişlerdir.[334] Esasen birçok Arap kabilesi iktidara karşı yoğun bir muhalefet geliştirmekle birlikte, farklı bölgelerde yaşayan aynı kabile üyeleri dahi, farklı siyasi kararlar alarak, gerçekleşen iç savaşlarda karşı karşıya mücadele etmekten kaçınmamışlardır.[335] Halifenin öldürülmesinden sonra Arap kabilelerinin ortaya koydukları bu siyasi tercihlere baktığımızda, onların bir merkezden yönlendirilmediklerini, dolayısıyla her kabilenin yine geçmişten gelen ilişkilerine göre hareket ettiklerini ve planlı bir isyan girişiminde bulunmadıklarını görmekteyiz.[336]

HALİFEYE KARŞI İLK MUHALEFET GİRİŞİMLERİNDE KABİLECİLİĞİN ETKİSİ

Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam Ve Hz. Aişe'nin Muhalefeti

Hz. Ali, Kûfe ve Şam'a gönderdiği valilerin geri çevrilmeleri üzerine Muaviye b. Ebî Süfyan ve Ebû Mûsâ el-Eş'ari'ye birer mektup göndererek içerisinde bulunulan durumu ve diğer vilayetlerdeki gelişmeleri açık bir dille her ikisine de bildirerek bey'atlerini istedi. Ebû Mûsâ, az bir grup dışında kendilerinin halife'ye itaat ettiklerini bildirerek olumlu bir mesaj gönderdi.[337] Malik el-Eşter'in de etkisi ile Hz. Ali, Ebû Mûsâ'nın valiliğini kabul etti.[338] Ancak Muaviye b. Ebî Süfyan'dan olumlu bir karşılık görmediği gibi kendisine karşı savaş hazırlıklarına başladığı mesajını aldı.[339] Muaviye b. Ebî Süfyan, daha önce de tahmin edildiği üzere kendisinin valilikten alınması kararının ardından siyasi mücadelesini Hz. Osman'ın kanını talep üzerinden gerçekleştirme yoluna gidecekti. Öyle ki, kendisi Hz. Ali'nin gönderdiği mektuba, ona boş bir sahife göndererek karşılık vermiş,[340] yeni halifeye bey'atini bildirmek yerine bir cevap verme gereğini dahi duymaksızın intikam şiirleri ve savaş nameleri okumayı tercih etmişti.[341] Bu ise halifeye karşı açık bir başkaldırı davranışıydı.

Medineliler Hz. Ali ile Muaviye b. Ebî Süfyan arasındaki bu haberleşmelerin halifedeki etkisini öğrenebilmek amacıyla halifenin yanına Ziyâd b. Hanzala'yı gönderdiler. Hz. Ali Ziyad'a Şam seferine hazırlanmasını söylediğinde, halifenin Muaviye b. Ebî Süfyan'a karşı bir savaş düşündüğü kesin olarak ortaya çıkmış oldu. Ziyad durumu Medineliler'e bildirdiğinde Talha ve Zübeyr Hac yapma isteği ile Mekke'ye gitmek için halifeden izin almış bulunuyorlardı.[342] Hz. Ali izni verirken onlardan Mekke dışında bir yere yönelmemek, Basra'ya veya Şam'a gitmemek konusunda söz almıştı.[343]

Halife Medineliler'den kendisine tabi olanlarla birlikte Muaviye'ye karşı savaş hazırlıklarına giriştiği sıralarda Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam ve Hz. Aişe Mekke halkı ile birlikte Hz. Ali'nin de tahmin ettiği şekilde ona muhalefet etmek üzere yeni bir grup oluşturmuşlardı. Bu haber halifenin kulağına geldiğinde Hz. Ali onlara karşı aşırı bir tepki göstermeyerek, şayet onlardan bir saldırı gelmezse kendisinin de onlara bir zararının dokunmayacağını bildirdi.[344] Zannediyoruz Hz. Ali Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam ve Hz. Aişe'nin muhalefetini kendisi için bir tehlike olarak düşünmüşse de, halife bu grubu kendisine Muaviye b. Ebî Süfyan'dan daha yakın görmekteydi.

Hz. Ali ile Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam ve Hz. Aişe arasındaki kabile bağlantılarını tahlil ettiğimizde şu şekilde bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Huveylid b. Esed b. Abdiluzzâ b. Kusayoğulları'ndan olan Zübeyr b. Avvam'ın,[345] annesi Safiye bint. Abdülmuttalip'tir.[346] Zübeyr Hz. Peygamber'in, dolayısıyla Hz. Ali'nin halasının oğlu olduğundan anne tarafından Haşimoğulları'na bağlıdır.[347] Ayrıca Zübeyr'in babası Avvam, Hz. Peygamber'in eşi Hz. Hatice'nin kardeşidir.[348] Talha b. Ubeydullah ise Hz. Ebû Bekir'in de kabilesi olan Teymoğullarından'dır.[349] Bu kabile İslâm öncesi kabile çekişmelerinde Mutayyebûn grubunda yer almış, bu nedenle Haşimoğulları'na yakın bir kabiledir.[350] Hz. Aişe ise hem mü'minlerin annesi, hem de Hz. Ebû Bekir'in kızı olması nedeniyle, Hz. Ali'nin kendisine hasım kabul edeceği bir konuma sahip değildir.

Şu durumda Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam neden halife'ye baş kaldırdılar? Bunun birden fazla nedeni olmalıdır. Öyle ki, bu iki şahsın Hz. Osman'ın gerçekleştirdiği bir kısım olumsuz karar ve davranışlar konusundaki şikâyetleri,[351] kendilerinin idarede pay sahibi olma arzularının gerçekleşmemesi açısından, Hz. Ali'nin siyasi kararlarında da onlar adına geçerliliğini korumaktaydı. Yeni halife de şûrada halife adayı olmuş bu iki önemli şahsa idari anlamda istediklerini sunmamıştı. Bu durum onların düşünceleri açısından büyük bir hayal kırıklığı doğurmuş olmalıdır. Esasen Talha b. Ubeydullah ve Zübeyir b. Avvam'ın şûra olayından itibaren hilafeti arzulamaları da oldukça mümkündür.[352] Zira dönemin başarılı halifesi Hz. Ömer, kendisinden sonra halife adayı olarak veya en azından bu konuda söz sahibi olmak üzere bu önemli kurula onları da dâhil etmişti.[353]

Şûranın gerçekleştirdiği seçimde, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam yukarıda ifade ettiğimiz kabilevi bağlantıların da etkisiyle Ümeyyeoğulları'ndan Hz. Osman'ın yerine Hz. Ali lehinde karar vermişlerdi.[354] Hz. Osman'ın yönetimi sırasında, halifenin uygulamaları ile ilgili olarak yoğun eleştiriler yaparak, halkı bu konuda destekleyen ve halifeye karşı kamuoyu oluşturanlar da yine bu üç önemli isim olarak karşımıza çıkmaktadır ki bu durum bir tesadüf olmasa gerektir.[355] Hz. Osman'a yönelik olarak, Hz. Ali, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam'ın bu muhalefetinin siyasi bir taktik sonucu gerçekleştiğini düşünmek hiç şüphesiz büyük bir iddia olur. Ancak geçmişten gelen kabile geleneğinin bir yansıması olarak, idarede akrabayı söz sahibi kılma eğiliminin her ne sebeple olursa olsun Hz. Osman'ın halifeliği döneminde bariz bir şekilde ortaya çıkmış olması ve kendilerini belli yerlerde görmek isteğinde olan önemli şahsiyetlerin bu açıdan pasifize edilmiş olmaları, onların muhalefetini körükleyen nedenler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hz. Osman'ın ölümü ile sonuçlanan muhalefet hareketlerinin, ne Hz. Ali'nin ne Talha b. Ubeydullah'ın ve ne de Zübeyr b. Avvam'ın kontrolünde son şeklini almış olmadığı, yaşanılan süreç itibariyle anlaşılmaktadır.[356] Bununla beraber sonuç, yönetimi ele almak bakımından Hz. Ali'ye yaramış oldu. Talha ve Zübeyr'in ise bu şartlar altında halifelik umutları gerçekleşememişti. Bütün bu olumsuzlukların yanı sıra, kendilerinin şûrada desteklemiş oldukları Hz. Ali'den de vali atamaları konusunda umduklarını bulamamış olmaları, kendilerinin halifeyle çatışma içerisine girmelerinde, psikolojik bir ön hazırlık meydana getirmiştir. Şimdi akla şöyle bir soru gelmektedir. Neden Hz. Ali bu iki önemli kişiye valilik vermedi? Düşünülecek olursa Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman döneminde de bu halifeler birbirlerinin fikirlerine çokça danışmakla birlikte,[357] resmî görevler vermemişlerdi. Bunu siyasi bir anlayış ve bir geleneğin yansıması olarak görüyoruz. Vilayetlere vali olarak atandığı takdirde, halife ile eşdeğer saygınlığı olan bu insanların, yeri geldiğinde amir memur ilişkisini koruyamayarak itaat etmeme tehlikesi gündeme gelebilir, yine bu insanların etrafında toplanacak olan sempatizanlarının etkisiyle, ülke içinde birliği bozacak hareketler yaşanabilir veya bölünmeler gerçekleşebilirdi. Ayrıca bu önemli kişilerin halifenin danışmanı ve destekleyicisi olarak yanında bulunmaları, rakip olma ihtimalini engellemenin yanı sıra halifeye güç katan ve insanlara birlik mesajı veren bir görüntü oluşturacaktır. Nitekim Hz. Ali'nin valilik isteklerine cevap olarak onlara: "Siz ikiniz, otorite ve strateji   konusunda ortağım, meşakkat ve sıkıntılı anlarımda yardımcılarım olmalısınız. demiş olması bu düşünceyi yansıtmaktadır. Böyle bir durum içerisinde halife, Muaviye'nin isyanına hazır olmakla birlikte, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam'ın onun tercihine saygı duymalarını arzu ediyor, kendisini desteklemelerini istiyordu. Onları vali tayin ettiği takdirde yönetimi ele almak konusunda daha da hırslı hale gelebileceklerini tahmin ediyordu.

Hz. Aişe, Hz. Osman'ın muhasara altında olduğu dönemde hac yapmak üzere Medine'den ayrılmış ve Mekke'ye gitmişti. Bilindiği gibi Hz. Osman'ın hilafeti döneminde, kendisi Müslümanlar'ın annesi sıfatıyla yönetimin hatalı uygulamalarına karşı halkın şikâyetleriyle muhatap olmakta, kendisinin de eleştirdiği yönetime ait bir takım icraatları açık seçik dile getirmekteydi.[358] [359] Bu nedenle Hz. Aişe kendisini ister istemez siyasetin içinde bulmuştu.[360] Yaşlı halifenin görevini yapamadığı ve Ümeyyeoğulları'nın etkisi altında yanlış kararlar aldığı düşüncesi onda da hâkimdi.

Hz. Osman'ın öldürülmesi sonrasında Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam'ın Mekke'ye gelmeleri Hz. Aişe ile birlikte yeni bir grup oluşturmalarına olanak sağlamış oldu. İfade edildiğine göre Hz. Aişe'nin gönlünde yatan Talha b. Ubeydullah'ın halife olmasıydı.[361] Onlar Hz. Aişe'nin enişteleri olmakla birlikte[362] Talha b. Ubeydullah, Teymoğulları'ndan olması nedeniyle kabile bağları açısından Hz. Aişe'ye daha yakın olan isimdi.[363] İslâm öncesinde ve sonrasında Ümeyyeoğulları'nın nüfuzu daima mevcuttu. Haşimoğulları'nın ise Kureyş içindeki özel konumu yine herkes tarafından bilinmekteydi. Hal böyleyken ilk halifenin Hz. Ebû Bekir olması, kendisinin Hz. Peygamber ile birlikte yaptığı mücadele ve halifelik döneminde Arapların parçalanmasını engelleyen siyasi başarısı Teymoğulları'nı geçmişte hiç olmadığı şekilde onurlandırmıştı. Bu durum göz önüne alındığında yine Teymoğulları'ndan İslâm'da seçkin bir yeri olan Talha b. Ubeydullah'ın halife olmasını Hz. Aişe'nin yoğun bir şekilde arzulaması oldukça mümkün görünmektedir. Talha'nın Halife Osman'a karşı muhalefetinin, Hz. Aişe'nin de aynı şekilde görüşler beyan etmesinin ardındaki amaç, halkın Ümeyyeoğulları'na tepkilerinden de yararlanarak Hz. Osman'ın hilafetinin sona ermesinin ardından Teymoğulları adına halifeliğe zemin hazırlamak olmalıdır.[364]

Mekke'de bulunan Kureyşliler'in ve hac nedeniyle buraya gelmiş olan Hz. Osman yanlılarının, diğer bir ifadeyle Hz. Ali karşıtlarının, özellikle Ümeyyeoğulları'nın yoğun baskısı, Hz. Aişe'yi Hz. Ali'ye karşı fiili bir girişimde bulunmaya itti. Buradan görülen manzara İslâm'ın önderlerinden olan Kureyş'in mümtaz bir insanının bedevilerin isyanı ile öldürülmüş olduğudur. Bu şahıs halifeliği döneminde yakın akrabalarının yanı sıra Kureyş'i de gözetmiş, onların maaşlarını yükseltmiş, kendilerine çeşitli ihsanlarda bulunmuştu. Hz. Ali ise Kureyş'e ve Ümeyyeoğulları'na karşı tam aksi bir politika gütmüştü. Bu durum, bir kısım sahabinin de zaten halifeliğine rıza göstermemiş olduğu Hz. Ali'ye ve onun etrafında toplanan isyancılara karşı savaşmak için yeterli duygu ve düşünceyi oluşturmuş olmalıdır.

Hz. Aişe'nin halife Ali'nin hilafetinden rahatsız olma sebebinin, geçmişte bu iki kişi arasında geçen çeşitli tatsızlıklarla[365] [366] açıklanabilmesi bizce mümkün görülmemektedir. Hz. Aişe'nin içinde sakladığı bu küskünlüğün, Cemel Savaşı'nda binlerce insanı karşı karşıya getirecek bir hırsa dönüşmesinin yeterince ikna edici bir yönü yoktur. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi sanırız durum daha çok siyasi idi ve hesaplar daha büyüktü. Ayrıca Taha Hüseyin'in belirttiği "ona evinde oturmasının yakışacağı"261 ifadesini ve bu yoldaki görüşleri direkt olarak Hz. Aişe'nin bayan olmasına yapılan talihsiz bir vurgu olarak değerlendiriyoruz. Hz. Aişe'nin Cemel Savaşı'nda şahsi konumu nedeniyle taraftar toplamış olması doğaldır. Ancak onun dışında bu savaşa iştirak eden birçok sahabi de bulunmaktaydı. Şunu da belirtmek gerekir ki, bu savaşın öncesinde ve özellikle de sonrasında gerçekleşen birçok iç savaş ve çatışmada, başta Hz. Aişe olmak üzere bayanların direkt olarak siyasi bir etkisinin olmadığı malumdur. Şu durumda Hz. Aişe'nin hatası belki yanlış siyasi tercih yapmış olması olarak gösterilebilir ancak bu siyasi hata kadınlıkla bağdaştırılmamalıdır düşüncesindeyiz.

Muaviye b. Ebî Süfyan ve Ümeyyeoğulları'nın Halifeye Başkaldırısı

Hz. Peygamber döneminden itibaren Ümeyyeoğulları, İslâm'a ve Müslümanlar'a gösterdikleri tepkiler nedeniyle, Müslümanlar nezdinde itibar kaybetmeye başlamışlardı. Buna rağmen İslâm'dan önce var olan Kureyş içindeki ve dışındaki sosyal itibarları ve geçmişten gelen siyasi maharetleri nedeniyle, İslâmiyet'i kabul etmelerinin ardından Hz. Peygamber ve ardından gelen ilk iki halife döneminde, çeşitli fetihlerde komutanlık görevleri alarak ve valiliklere atanarak devletin belli kademelerinde yerlerini almayı başarmışlardı.[367] İslâmî yönü ile Ümeyyeoğulları'nı hilâfete taşıyabilecek tek isim olan Hz. Osman'ın devlet başkanlığına seçilmesi ise onlar için siyasi arenada dönüm noktalarından birini oluşturmuştu.[368] Kendisine karşı girişilen suikast olayı nedeniyle yaralanmasının ardından[369] şûra üyelerini seçen Hz. Ömer, Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları arasında tarihi bir rekabetin ortaya çıkabileceğini fark etmiş olmasına karşın, geçmişten gelen idarecilik beceri ve donanımının, ayrıca bütün Arapları bir arada tutabilecek karizmatik şahsiyetlerin bu kabileler içerisinde olduğunu bilmesi, onu böyle bir kurul oluşturmaya sevketmişti.[370] Oluşturulan bu kurulda dikkati çeken, kurul içerisindeki dengeler itibariyle Haşimoğulları'nın dezavantajlı bir pozisyonda bulunmasıdır.[371] Şayet kurulu seçen Halife Ömer ve seçimde son kararı vermiş olan Abdurrahman b. Avf'ta direkt olarak Ümeyyeoğulları tarafgirliği yoksa ki olmadığı kanaatindeyiz,[372] onların bu tercihlerinin belli sebepleri olmalıdır. Durumu elimizdeki bilgiler ışığında değerlendirdiğimizde, Ümeyyeoğulları'nın çeşitli görevlerle devlet kademelerinde yer almaları ile onların Arap İslâm devleti adına iyi işler başarabileceklerini, ancak küstürüldükleri takdirde ülke için büyük bir tehdit oluşturabileceklerini düşünmüş olduklarını tahmin ediyoruz. Şayet Haşimoğulları iktidara gelirse, aralarında uzun yıllardır devam eden rekabet nedeniyle büyük ihtimalle görev dağılımlarında Ümeyyeoğulları'na şans tanımayacaklardır. Bu da gerek yöneticilerin yetenekli kişilerden seçilmesi konusunda, gerekse ülke birliğinin korunması açısından kurulan dengeleri alt üst edebilecek bir sonuç ortaya çıkaracaktır. Şu halde Ümeyyeoğulları'nın aynı zamanda potansiyel bir tehdit olarak da görüldüğü anlaşılmaktadır. Çünkü bu kabile, asırlardır sürdürdükleri Emevî-Haşimî mücadelesini Hz. Peygamber döneminde alınan yaralarla doruk noktaya ulaştırmış ve Haşimoğulları'ndan gelen bir Peygamber karşısında yenik düşmeleri sonucunda bu dine girmişlerdi.[373] Hz. Peygamber'in İslâm ile getirdiği kardeşlik ve ümmet bilincini tamamen kabileciliğin yerine koymaları ise sosyolojik süreç açısından mümkün değildi. Hz. Ömer esasen hilafete en yakın kişi olarak Hz. Ali'yi görmekteydi.[374] Ancak bu hassas dengeyi korumak adına onu atamaya cesaret edememiş olmalıydı. Bu şartlar altında Haşimoğulları'nın idarecilik konusunda dışarıda tutulması ülke için çok daha fazla güven oluşturmaktaydı. Ne de olsa Hz. Peygamber'in yakınlarıydılar ve kesinlikle onun kurduğu devleti sadece kabile dürtüleriyle bozabilecek bir konumda değillerdi.[375]

Muaviye b. Ebî Süfyan Emevî-Haşimî mücadelesinin bir devamı olarak, devletin bölünme tehlikesi açısından korkulanı gerçekleştirmeye bilfiil cesaret eden kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Mekke'li putperestlerin Hz. Peygamber dönemindeki lideri Ebû Süfyan'ın oğlu olan Muaviye, İslâm'ı babası gibi Mekke'nin fethiyle kabul eden ve "tuleka" olarak da ifade edilen Müslümanlardan'dır. Kendisinin okuma yazma bildiği ve bu nedenle Hz. Peygamber tarafından çeşitli yazışmalarda görevlendirdiği bilinmektedir. Muaviye b. Ebî Süfyan'ın Hz. Peygamber zamanındaki yaşantısının çoğunun İslâm'dan önceki Arap düşünce ve kültürünün etkisi altında geçtiği anlaşılmaktadır. Ebû Süfyan'ın oğlu olması onun bir aristokrat olarak yetişmesine neden olmuş, bunun yanında kendisinin siyasi bir kimlik kazanmasını da sağlamıştır.[376]

Hz. Ömer döneminde ağabeyi Yezid b. Ebî Süfyan'ın bir veba salgını nedeniyle vefatı üzerine Şam valiliğine getirilen Muaviye b. Ebî Süfyan,[377] aynı görevini yetkileri daha da genişletilmiş bir şekilde Hz. Osman döneminde de devam ettirmiş,[378] gerçekleştirdiği çeşitli fetihlerle idarecilik açısından yerini ve Şam halkına karşı konumunu iyice sağlamlaştırmıştı. Ermenistan'ın, Kıbrıs'ın, Rodos adasının fethi, Bizans'a karşı Anadolu içlerine kadar yapılan yaz ve kış baskınları Şam'ın ganimetlerle birlikte oldukça zenginleşmesine neden oldu. Halife Osman'ın emri ile sahipsiz toprakların Araplar tarafından işlenmesine müsaade edilmesinin ardından Muaviye, Temimoğulları'nı Rabiye denilen bölgeye yerleştirdi. Kays, Esed ve diğer kabilelerden birbirine karışmış olan grupları da Mazihin ile Mudaybire'ye yerleştirdi. Bunlar Mudar'lı kabilelerdi. Rebialıları da kendi topraklarında sistemli bir şekilde iskân ettiren Muaviye, şehirleri ve köyleri korumak üzere maaşlı askerler yerleştirdi ve buralara yöneticiler atadı.[379] Böylece Şam düzenli ve sistemli bir yaşayış içerisine girdi. Muaviye, gücünü sağlamlaştırmak için buradaki güçlü kabilelerle, özellikle Kelb kabilesiyle yakın ilişkiler içine girdi. Bu kabileden bir kadınla evlenerek, Hz. Osman'ın da aynı kabileden bir kadınla evlenmesine aracı oldu. Böylece hısımlığa dayanan güçlü bir bağ oluşturdu.[380] Hz. Osman zamanında fetihlerin durmasıyla başlayan iç karışıklıklar bu bölgeyi hiç etkilemedi. Muaviye Şam'ın zenginlikleriyle bölge halkının gözünü ve gönlünü doyurmaktaydı. Ayrıca Şam'ın Kûfe ve Basra'dan ayrı bir yapısı vardı. Burada yaşayan Arapların büyük bir kısmı buraya göç yoluyla gelmemiş yerleşik kabilelerdi. Dolayısıyla uzun yıllardan beri Grek-Roma nüfuzunda kalmışlar, İslâm'dan önce Gassaniler'e mensup olarak yaşamışlardı. Nizam ve itaate alışıktılar. Buradaki Arap kabilelerinin diğer bölgelerde yaşayan akrabalarını destekleyerek bir Ümeyyeli olan Muaviye b. Ebî Süfyan'a isyan etmemelerinin sebeplerinden biri de bu olmalıdır.[381]

H. 35 yılında iç karışıklıkların masaya yatırılması amacıyla Hz. Osman valilerini Medine'ye çağırarak onlarla genel durum hakkında bir toplantı yapmıştı. Bu toplantıda valiler tarafından farklı görüşler ortaya konulmakla birlikte, sonuçlar muhaliflerin yatıştırılmasının aksine olayların daha da kızışmasına neden oldu. Medineliler de dâhil birçok kesimden insanlar Hz. Ali aracılığı ile halifeye karşı şikâyetlerini dile getiriyorlardı. Özellikle Medine halkı halifenin azlini istiyordu. Hz. Ali bu şikâyetleri halifeye aktaran kişi olarak gittikçe ön plana çıkmaya başladı. Bu durum Ümeyyeoğulları'nın da gözünden kaçmıyordu. Neredeyse, halifeye karşı halkı onun kışkırttığını düşünmeye ve söylemeye başlamışlardı.

Muaviye b. Ebî Süfyan halifenin en güçlü adamı olarak durumu yakından takip ediyordu. Halife ile yapılan görüşmenin ardından durumun vahametini ifade ederek halifenin öldürülebileceğini, şayet öldürülürse bunun sorumlularının Hz. Ali başta olmak üzere Talha b. Ubeydullah ile Zübeyr b. Avvam olacağını ifade eden tehditkâr bir konuşma yaptı. Bu sözlere karşı Hz. Ali de onunla atıştı.[382] Muaviye b. Ebî Süfyan ile Hz. Ali arasında resmen ilk sürtüşme başlamış oldu.

Muaviye b. Ebî Süfyan, Hz. Peygamber'in yakın akrabası ve halkın yönetime karşı samimi temsilcisi konumundaki Hz. Ali'yi, Hz. Osman'ın ardından gelecek olan iktidara giden yoldan bir şekilde kaydırarak, idareyi Ümeyyeoğulları'nda baki kılmayı daha Hz. Osman öldürülmeden önce tasarlamış olmalıdır. Hz. Ali'nin yavaş yavaş hilafete doğru ilerlediği bu hassas günlerde, Muaviye b. Ebî Süfyan başta olmak üzere Ümeyyeoğulları durumu fark etmiş, gelecekte öne sürecekleri argümanları bir ön hazırlık olarak Hz. Ali'ye tehditkâr ifadelerle bildirmişlerdi. Mısırlılar'ın mektup olayı üzerine Hz. Osman'ı mescitte şiddetle dövmelerinin ardından Hz. Ali'nin yanına toplanan Ümeyyeoğulları "Ey Ali, bizi perişan ettin ve Mü'minlerin Emirine yapılanı sen yaptırdın. Eğer istediğin şeye ulaşırsan dünya başına yıkılacak" diye gözdağı vermişlerdi.[383]

Hz. Osman, oldukça yaşlanmıştı. Gittikçe büyüyen ve üzerinde yoğunlaşan problemleri çözebilecek bir durumda değildi. Valileri ise kendileri ile ilgili problemler nedeniyle halifenin düştüğü bu durumdan onu kurtarma gayretlerinden çok uzaktılar. Gelinen aşamada daha halife öldürülmeden öldürülmesi üzerine senaryolar kurulmaya ve müsebbipler aranmaya başlanmıştı. Bu, onların halifeyi ne pahasına olursa olsun müdafaa edecekleri yerde kanının hesabını sormaya daha hazır olduklarını gösteriyordu.[384] Siyasetin içinde yetişen ve siyaset hilelerini hayatının her aşamasında kullanmayı bilen Muaviye'nin de hamasi duygulardan ziyade durum itibariyle kendisine en çok yarayacak olanı tercih ettiği anlaşılmaktadır. Muaviye, halifeye onu korumak amacıyla Şam'a götürmeyi teklif etti. Bu teklifi kabul etmeyince Şam'dan kendisi için asker göndermeyi önerdi. Halife bu teklifi de kesinlikle reddetti.[385] Muhtemelen Muaviye kendisinin ve Ümeyyeoğulları'nın elde ettiği mevkii güçlendirmek istiyordu.[386] Şayet halife bu teklifleri kabul etmiş olsaydı her iki durumda da Muaviye b. Ebî Süfyan halkın gözünde halifeden daha yetkin bir konumda olacak, belki de ileride halife olması daha mümkün hale gelebilecekti. Halifenin muhasara altına alındığı dönemde ise halifenin isteği üzerine kendisinin Medine'ye bir birlik gönderdiği ancak bunu yaparken ağır davrandığı, birlik Medine'ye ulaşamadan halifenin ölümünün gerçekleşmesi üzerine askerlerin geri döndüğü ifade edilmektedir.[387]

Ahmet Cevdet Bedir muharebesinin ardından Kureyş büyüklerinin ölmesi ile Ebû Süfyan'ın Kureyş'in reisi olduğunu hatırlatarak Muaviye'nin de Hz. Osman'ın ardından Ümeyyeoğullarının ve dolayısıyla Mü'minlerin emiri olmak emeline düştüğünü ve bu vesile ile Hz. Osman'ın kanını bahane ettiğini belirtmektedir.[388] Wellhausen'e göre ise Muaviye'nin ilk etapta hilafet için bir iddiası yoktu. O, Hz. Osman'ın öldürülmesi ile bulunduğu eyalette görevinin sona erdiğini de düşünmüyordu. Meşru hükümete sadakatini bildirebilirdi. Ancak kendisinin öldürülen halifenin yeğeni olması, Arap geleneğince onun intikamını alma hak ve görevine sahip olması ve bu görevi üstlenmek için konumu ve gücü en müsait kişi olması onu Hz. Ali'ye karşı isyana sürüklemişti.[389]

Gelişmeleri değerlendirdiğimizde Wellhausen'in görüşünü yeterince tutarlı göremiyoruz. Şayet Muaviye'nin tek amacı valilikte kalabilmek olsaydı bunu Ebû Mûsâ'nın yaptığı gibi halifeye bildirir, kendisini dördüncü halife olarak tanıdığını ifade ederdi. Muaviye olumlu konuşmak istediğinde halifeyi ikna edemeyecek bir idareci değildi. İkincisi Muaviye isyancıların kendilerine teslim edilmesini istemenin yanı sıra hilafetin şûraya bırakılması gibi direkt olarak halifenin azli üzerinden bir teklif getirmezdi.[390] Üçüncüsü, daha halife öldürülmeden Hz. Ali'ye karşı tavrını ortaya koyan Muaviye Hz. Ali'nin halife olacağını ve halifeye karşı kendi yerini muhafaza etmesi gerektiğini düşünseydi onu tehdit etmez, daha ılımlı ifadelerle geleceğe yatırım yapma yoluna giderdi. Anlaşılan o ki Şam ordusuna ve buradaki iktidarına oldukça güvenen Muaviye b. Ebî Süfyan halife olabileceğini düşünmekte, düşündüğünden çok daha fazla ise arzulamaktaydı.

Halifenin öldürülmesinin hemen ardından Hz. Osman'ın kanlı gömleği ve eşi Naile'nin onu müdafaa ederken kesilen parmakları Muaviye'nin kız kardeşi Ümmü Habibe binti Ebî Süfyan tarafından Ensar'dan Nu'man b. Beşir aracılığı ile Şam'a gönderildi.[391] Muaviye halkın görmesi için bu kanlı gömleği ve kopan parmakları minberin üzerine koydu. Burada yine Muaviye'nin yaptırdığı propagandalarla birlikte bir yıl boyunca halk başta Hz. Ali olmak üzere isyancılara karşı azmettirildi.[392] Muaviye Şam halkını intikama teşvik ederken, halkın hem dini duygularını hem de kabilecilik duygularını kullandı. Bilindiği gibi Hz. Osman Şam halkına Hz. Ali'den daha yakındı. Çünkü o, kendisine gönülden bağlı oldukları valileri Muaviye b. Ebî Süfyan'ın akrabasıydı. Daha da önemlisi onu korumaya çalışırken kopan parmakların sahibi Muaviye'nin halifeyi sıhriyyet kurmak amacıyla evlendirdiği, Suriye'de yaşayan Arap kabilelerinin en önemlilerinden olan Kelb kabilesinden Naile'ye aitti.[393] Şu durumda Şamlıların kabilecilik duyguları kullanılarak intikam hisleriyle doldurulmaları çok kolaydı.

Hz. Osman'ın öldürülmesinden kısa bir müddet önce Muaviye b. Ebî Süfyan'ın Ammar b. Yasir'e Şam halkı ile ilgili olarak söylediği şu sözler bu insanları tanımak açısından oldukça önemlidir: "Eba’l Yakzan; Şam'da Hicaz ehlinden daha çok kimse bıraktım, hepsi kahraman, hepsi atlı. Hepsi namaz kılıyor, zekâtı veriyor, beyti tavaf ediyor. Onlar Ammar veya ondan öncekileri bilmezler, Ali veya akrabalarını da bilmezler."[394] Bu sözler Şam halkının dini duygularla savaş konusunda yönlendirilebilecek, savaş için donanımları tam, savaşacakları Müslümanlara karşı ise her hangi bir duygusal yakınlık hissetmeyecek derecede sahabeden uzak kimseler oldukları ifade edilmektedir. Kısacası Muaviye'nin ordusunun, o düşmanını nasıl tanıtırsa öyle algılayacak ve emirlerine itaat edecek bir topluluk olduğu anlaşılmaktadır.

Muaviye b. Ebî Süfyan, beklenildiği gibi Hz. Ali'nin halife olmasının ardından Suriye'deki propaganda faaliyetlerini hızlandıracak, önemli şahsiyetlere gönderdiği çeşitli mektuplar aracılığı ile gelişmeleri lehine olarak etkileyecek, olayların akışını istediği yöne doğru çevirecek siyasi girişimlerde bulunacaktır. Bu aşamaları kendi adına değerlendirme aşamasındayken Cemel grubunun ortaya çıkması ise Hz. Ali ile giriştiği mücadelede onun ekmeğine yağ sürmüş olacaktır.

CEMEL SAVAŞI'NDA KABİLECİ YAKLAŞIMLAR

Hz. Aişe, Talha Ve Zübeyr İle Ümeyyeoğulları'nın Bir Araya Gelişi

Hz. Ali, Muaviye b. Ebî Süfyan'a karşı savaş hazırlıklarına başlayarak, komutanlarını tayin etmişti. Mısır, Kûfe ve Basra valilerine durumu bildiren mektuplar yazarak ordu hazırlamalarını emreden halife, özellikle Medine halkından da kendisine destek vermelerini isteyerek, bu desteğin İslâm'ın ve ümmetin bekası için gerekli olduğunu ifade etti.[395] Ancak onun planlarını bozan Mekke'de kendisine karşı oluşturulan diğer muhalefet grubu oldu. Bu gelişme, önceliğin bu konuya verilmesi gerekliliği ortaya çıkarmıştı.[396]

Bilindiği gibi Hz. Osman'ın muhasara edildiği günlerde hac mevsimi olması nedeniyle Hz. Aişe Mekke'ye gitmeyi uygun bulmuştu. Hac mevsiminin sona ermesiyle Medine'ye dönerken "Serif" denilen yere ulaştığında Benû Leys'ten, yani kendi dayılarından Ubeyd b. Selime ile karşılaştı. Hz. Aişe ona Medine'deki gelişmeleri sorduğunda Ubeyd Hz. Osman'ın öldürüldüğünü bildirdi. Bunun üzerine Hz. Aişe daha sonra ne yapıldığını, yani halifenin kim olduğunu sordu. Hz. Ali'ye bey'at edildiği cevabını aldığında ise büyük bir rahatsızlık duydu. Hatta "Senin sözünü ettiğin bu adama bey'at edileceğine keşke gökyüzü yerin üzerine çöküp düşseydi." diyerek Hz. Ali’ye karşı tepkisini dile getirdiği rivayet edilmektedir. Bu gelişme üzerine Hz. Aişe Medine'ye gitmekten vazgeçerek tekrar Mekke'ye döndü.[397]

Hz. Aişe, Hz. Ali'nin halife olmasını kesinlikle arzu etmiyordu. Ayrıca o, isyancıları ve dolayısıyla Hz. Ali'nin arkasında olan gücü çeşitli vilayetlerden gelenler, su ehli (çiftçiler) ve Medinelilerin köleleriden oluşan "ayak takımı" olarak değerlendirmektedir.[398] Bu durumda Hz. Aişe asıl olarak Hz. Ali'yi halife kabul etmemekle birlikte, onun yandaşları olan ve Kureyş dışından olarak bilinen Arapların Hz. Osman’ı öldürmüş olmalarından da rahatsız olduğu anlaşılmaktadır. Böylece isyancılara karşı bir harekete girişmek direkt olarak Hz. Ali'ye ve onun halifeliğine karşı çıkmak anlamına da gelmiş oluyordu. Hz. Aişe bu düşüncesini şöyle ifade etmekteydi: "Muhakkak ki Osman mazlum olarak öldürüldü. Ve ben sizi onun kanını talep etmeye ve işi şûraya iade etmeye çağırıyorum."[399]

Hz. Osman'ın Mekke valisi Abdullah b. Amir el-Hadremî Hz. Aişe'ye ilk katılanlardan oldu. Arkasından Ümeyyeoğulları'ndan Mekke'ye kaçmış olan önemli bir grup Hz. Aişe'ye katıldılar.[400] Mekke'de toplanan bu grup arasında Ümeyyeoğulları'ndan Saîd b. el-As b. Saîd b. el-As b. Ümeyye, Mervan b. Hakem b. ebi'l As b. Ümeyye, Abdurrahman b. Attab b. Esîd b. ebi'l As b. Ümeyye,[401] Velid b. Ukbe,[402] Ebân b. Osman, Velîd b. Osman, Abdullah b. Halid b. Esîd, Yahya b. Hakem,[403] Basra'dan yüklü miktarda mallarla gelen Abdullah b. Amir, Hz. Osman'ın Yemen valisi Ya'la b. Ümeyye de bulunmaktaydı.[404] Ayrıca Sakîf kabilesinin önemli bir ismi olan Muğire b. Şu'be de Hz. Osman'ın kanı adı altında Ümeyyeliler'e katıldı.[405] Ya'la b. Ümeyye[406] Yemen'den altı yüz deve ile altı yüz bin dirhem getirmiş ve bu iş için kullanılmak üzere teslim etmişti. Talha b. Ubeydullah ile Zübeyr b. Avvam da Mekkeye gelmiş ve katılımın çerçevesi böylece genişlemişti.[407] Cemel Savaşı'na ad olan deveyi Hz. Aişe'ye hediye eden, ayrıca savaşa büyük miktarda maddi yardım sağlayan Ya'la b. Ümeyye'nin Zübeyr b. Avvam'ın damadı olması da bu yardımlaşma açısından dikkat çekicidir.[408]

Aslında oluşan bu muhalefet grubu heterojen bir gruptu. Hedeflenen kişi tek olmasına rağmen amaçlar farklı farklıydı.[409] Ancak Hz. Ali'ye karşı güçlerini birleştirmek zorunda olduklarını biliyorlardı. Bu aşamada ortak payda Hz. Osman'ın kanını talep olmalıydı. Burada dikkat çekici olan nokta bu amaç ile bir araya gelinmiş olunmasıydı ki bu davranış İslâm dininin kısas hükmünün çok ötesinde, Arap kabilecilik anlayışında oldukça yaygın olan kan davası görüntüsü sergiliyordu.[410] Bir sonraki basamak gündeme getirildiğinde ise herkesin içinde ayrı bir isteğin olduğu ortaya çıkacaktı. Esasen Ümeyyeoğulları ile Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr arasında belirgin bir yakınlık yoktu. Onlar Hz. Osman'ın aldığı kararlara karşı muhalefet eden ve halka bu yönde destek verenler arasındaydılar. Ümeyyeoğulları bu iki kişiden birini halife görmek yerine Hz. Ali'yi görmeyi tercih edebilirlerdi. En azından Hz. Ali Abdumenafoğulları'ndandı. Hatırlanacağı üzere ilk halife Hz. Ebû Bekir seçildiğinde Ebû Süfyan ona karşılık Hz. Ali'nin halife olmasını istemiş ve kendisine bu konuda destek vermeyi teklif etmişti.[411]

Ümeyyeoğulları'nın rastgele bu topluluğa katıldıklarını düşünmek mümkün değildir. Aksine topluluğun lider tabakasında önemli bir yer oluşturmaktaydılar. Onların, o günkü şartlarda Ümeyyeoğulları'nın liderleri pozisyonunda olan Muaviye b. Ebî Süfyan ile haberleşmeksizin bir girişimde bulunmaları da pek akla yatkın görünmemektedir. O halde burada Ümeyyeoğulları'nın kendilerine ait bir planı veya planları olduğunu düşünmek durumundayız. Onlar birinci aşamada Hz. Ali'nin gücünü kırmak, ikinci aşamada ise Muaviye b. Ebî Süfyan'ın şansını artırmak istiyor olmalıdırlar. Şayet durum böyle değilse bu planı yapan en azından Muaviye'nin kendisidir.[412] Çünkü sürekli gönderdiği mektuplarla bu topluluğu Hz. Ali'ye karşı tahrik etmekle birlikte kendinden de uzak tutmaya çalışıyordu.[413] Bu mektuplaşmalarda Ümeyyeoğulları'nın iktidarı bırakmak istemedikleri, Muaviye'yi önderleri olarak kabul ettikleri, şayet iktidar Hz. Ali'de kalırsa yönetimle hiçbir bağlantıları kalmayacağı gibi ülke içindeki üst düzey konumlarını kaybedecekleri, bu durumu önlemek için ise ellerinden gelen gayreti göstermeleri gerektiği ifade edilmekteydi.

Oluşan topluluk daha ilk aşamada hedef seçilecek vilayet konusunda tereddüte düştüler. Hz. Aişe Hz. Peygamber'in diğer hanımlarının da desteğini alarak Medine'ye yöneldi. Talha b. Ubeydullah ile Zübeyr b. Avvam ise Şam'a giderek güçlerini Muaviye b. Ebî Süfyan ile birleştirmeyi düşündüler. Hz. Ali'ye karşı topyekün oluşturulan muhalefetin başarıya ulaşabilmesi için en mantıklı olan da buydu. Ancak İbn Amir onların bu yönelimini uygun bulmayarak hedef değiştirtmeyi başardı. Onlara Basra'ya gitmelerini teklif etti.[414] Burası Abdullah b. Amir'in valilik yaptığı vilayetti. İbn Amir Hz. Osman döneminin başarılı valilerindendi. Bu nedenle valilik yaptığı Basra şehrini iyi tanıyor, Basralılar ise ona yakınlık duyuyorlardı.[415] Ayrıca Talha b. Ubeydullah’ı da benimsiyorlardı. Basralılar Hz. Ali'ye ve onun valisine bey’at etmişlerdi. Ancak onlar Mekke'yi Hz. Ali'ye karşı savaşmakta ikna ettikleri gibi Basralılara da bey'atlerini bozdurabileceklerini düşündüler. Böylece Basra'ya doğru ilerleme kararı verilmiş oldu. Tüm bu gelişmeleri Medine’de bulunan Hz. Ali’ye Abdullah b. Abbas’ın annesi Cüheyna kabilesinden birisini ücretli tutarak gönderdiği mektup aracılığı ile bildirdi.[416]

Basra'ya gitme kararı verildiğinde Abdurrahman b. Ebî Bekir'in de bu gruba katıldığı rivayet edilmektedir.[417] Anlaşılan kardeşi Muhammed b. Ebî Bekir'in aksine o Teymoğulları adına kızkardeşi Hz. Aişe ve Talha b. Ubeydullah'ı desteklemeyi tercih etmişti. Bilindiği gibi Muhammed ise yanında evlatlık olarak büyüdüğü Hz. Ali ile birlikte hareket etmeyi siyasi geleceği için daha uygun bulmuştu. Çeşitli nedenlerle gerçekleştirilen bu ilginç ittifaklar Araplar arasında zaman zaman yaşanmakta ve anormal karşılanmamaktaydı. Bu da Arap kabilecilik anlayışının farklı bir görüntüsüydü. Nitekim Sıffîn savaşında da Hz. Ali'nin kardeşi Akil b. Ebî Talib'in Muaviye tarafında yer alacağı görülecektir.

Ümeyyeoğulları'nın halifelik adına Talha ve Zübeyr ile ilgili olarak taşıdıkları endişe daha yola çıkmadan kendini gösterdi. Hz. Osman döneminde yönetimde doğrudan etkili olan ve bu konudaki ihtirasını çeşitli ifadeleriyle daha önce de dile getiren Mervan b. Hakem, namaz kılınmak üzere hazırlığa geçildiğinde Talha ve Zübeyr’e “Emirlik ve namaz kıldırmak üzere hanginize selam vereyim?” şeklinde sorduğu soru oluşturulan bu topluluğun farklı zihniyetlerle bir araya getirildiğini gözler önüne sermekteydi. Böyle hassas bir soruya verilecek cevaplar herkesin içindeki düşüncelerini ortaya koyacak nitelikteydi. Abdullah b. Zübeyr kendi babasını, Muhammed b. Talha kendi babasını öne sürdü. Hz. Aişe ise duruma daha akıllıca yaklaşarak, Mervan’a “Sen bizim birliğimizi bozmak mı istiyorsun?” sözleriyle ilk anda ortaya çıkabilecek problemi önleme yoluna gitti. Namazı bir rivayete göre Abdullah b. Zübeyr’e,[418] başka bir rivayete göre ise yaşça en büyükleri olduğunu belirterek Zübeyr'e kıldırttı.[419] [420] Bu karışık ortamı Muaz b. Ubeyd "Eğer biz zafere ulaşmış olsaydık mutlaka kendi aramızda iki grup olup çarpışacaktık. Çünkü ne Zübeyr emirliği Talha’ya bırakıyordu, ne de Talha Zübeyr’e bırakmaya göz yumuyordu" şeklinde dile getirmiştir.

Mervan’ın bir bakıma problem olarak dillendirdiği aynı soruyu Zat-ı ırk denilen bölgeye ulaştıklarında Saîd b. El-As, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam’a yöneltti. “Eğer zafere ulaşırsanız hilafet görevini kime devredeceksiniz?” sorusuna onlar: “Bu işi Müslümanların aramızda seçeceği birine devredeceğiz” şeklinde politik bir cevap verdiler. Bu cevap Talha ve Zübeyr arasında uzlaşmacı bir yaklaşım sergiliyor olsa da Ümeyyeoğulları'nın temeldeki sıkıntılarını da depreştirmiş oluyordu. Onlar kabile bağları açısından ne Talha ve ne de Zübeyr uğruna savaşmayacak kadar onlardan uzak, iktidara yönelik olarak ise hırslıydılar. Saîd Hz. Ali’ye karşı isyan nedeni olarak ortaya çıkardıkları söylemleri hatırlatacak şekilde “Siz Osman’ın kanını almaya çıkmışsınız. Dolayısıyla bu görevi onun çocuklarından birine devretmeniz gerekir” dedi. Talha ve Zübeyr ise bu ifadeyi değerlendirmeye dahi değer görmeyerek kesin bir yanıtla "Muhacirlerin ileri gelenlerini bırakalım da bu işi bir iki yetime mi devredelim" diye karşılık verdiler. Saîd yaptığı bu konuşmanın ardından onlarla birlikte hareket ettiği takdirde hilafetin Abdumenafoğullarının dışına çıkması için mücadele etmiş olacağını düşünerek bu gruptan ayrılmayı tercih etti.[421] Abdullah b. Halid b. Esîd ve Muğire b. Şu’be de geri dönmeyi uygun buldular. Muğire, kabilesini de geri dönmek üzere çağırmıştı.[422] Muğire b. Şu’be Sakif kabilesinin önemli isimlerinden olmasının yanı sıra siyasi zekâsı oldukça güçlü bir kişidir. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi kendisi Arap dâhilerinden biri olarak da gösterilmektedir.[423] Talha ve Zübeyr’in iktidar için mücadele edeceği ve Ümeyyeoğulları'nın farklı niyetler taşıdığı bu toplulukta, kendisi ve kabilesi yararına bir sonuca ulaşmanın mümkün olmayacağını anlamış olmalıdır.

Durum bu aşamaya geldiğinde Ümeyyeoğulları farklı yönelimlere geçmiş oldular. Saîd b. El-As, Hz. Osman’ın öldürülmesinde Talha ve Zübeyr’in de parmağı olduğu düşüncesiyle önce onlarla savaşılması gerektiğini, Talha ve Zübeyr ile birlikte Hz. Ali’ye karşı savaşılmasının ise Hz. Ali'ye olan kabilevi yakınlık nedeniyle anlamsız ve yanlış bir tercih olacağını düşünüyordu. Bir kısmı da bu ordu içerisinde yer alarak Hz. Osman ve dolayısıyla Ümeyyeoğulları'nın düşmanlarını bertaraf edebileceklerini savunuyorlardı.[424] [425] Mervan b. Hakem’in amacı da onlar ile birlikte hareket ederken hem karşı düşmanları ile mücadele etmek, hem de Talha ve Zübeyr’den ilk fırsatta intikamını almaktı. Onun bu gruptan ayrılmayı teklif eden Saîd'e karşı şöyle dediği rivayet edilmektedir: '"Hayır, aksine onları birbirine karşı tahrik edeceğiz. Geriye kalanlar zaten zayıf düşmüş olurlar. Böylece onların hakkından geliriz."4,26 Mervan bu sözleri ile Talha, Zübeyr ve Hz. Ali arasında gerçekleşecek savaşın ardından bu durumu kendi menfaatlerine olacak şekilde değerlendirmenin Ümeyyeoğulları için daha akıllıca olacağını ifade etmektedir. Esasen Mervan bu hareket öncesi yani Hz. Ali'ye yeni bey'at edildiği dönemlerde Medine'de bulunmaktaydı. Hatta kendisinin Hz. Ali'ye Cemel Savaşı sonrası bey'at ettiği rivayet edilir.[426] Cemel Savaşı'nda Hz. Aişe'nin yanında yer alması ise gerçekten ilginçtir. Bu davranışında Muaviye'nin henüz her hangi bir harekete geçmemesinin etkisi olabileceği gibi Mervan ile Muaviye arasında Ümeyyeoğulları içerisinde bir liderlik çekişmesinin olması da imkân dâhilindedir. Çünkü Mervan en az Muaviye kadar kendisini idarecilikte nitelik sahibi görmektedir.[427] Nitekim bu yönü ile Hz. Osman döneminde ön plana çıkmıştı.[428] Muaviye b. Yezîd'in ardından hilâfete geçmesi de onun bu konudaki ihtirasını yansıtmaktadır.[429] Yaşanan bu gelişmeler neticesinde Talha, Zübeyr, Hz. Aişe ile Ümeyyeliler’in orada bulunan bir kısmı, Mervan b. Hakem, Abdurrahman b. Attab ve onlarla birlikte gelen Kureyşliler Cemel Savaşı'na katılmayı tercih ederlerken[430] bir rivayete göre Hz. Osman'ın iki oğlu Ebân b. Osman ve Velid b. Osman'ın ise geri dönenler arasında yer almışlardır. [431]

Gruplaşmalara Karşı Tarafsız Kalanlar a. Hicaz Grubu

Hz. Ali Kûfeliler'i Cemel ordusuna karşı kendi saflarına katılmaya davet ettiği günlerde, Kûfe'nin ileri gelenlerinden Abdulhayr el-Hayranî ismindeki bir kişi; Ebû Mûsâ el-Eş'ârî'nin Kûfelilere yaptığı konuşma esnasında Hz. Ali döneminde insanların siyasi yönelişlerini şöyle ifade etmekteydi: '"Halk şimdi dört fırkadır. Ali, Kûfe’nin arkasında, Talha ile Zübeyr Basra’da, Muaviye Şam'dadır. Bir fırka da Hicaz'da vardır. Kendilerinden vazgeçilemez, hiç bir düşman da onlarla dövüşmez.'" Ebû Mûsâ "İşte insanların en hayırlısı onlardır" şeklinde karşılık verdi.[432] Bu konuşma Hz. Ali döneminde genel olarak insanların siyasi tercihleri konusunda bizi aydınlatmaktadır.

Hz. Ali'nin halife seçildiği ve bey'atleri kabul ettiği ilk günlerde, sahabilerden bir kısmı ona bey'at etmemişti. Sa'd b. Ebî Vakkas, Abdullah b. Ömer, Usâme b. Zeyd, Muhammed b. Seleme,[433] Ebû Mûsâ el-Eş'ârî, ve Ebû Hureyre gibi özellikle Hicaz bölgesinde önemli bir kamuoyu oluşturan bir kısım önde gelen sahabi, gelişmeler karşısında tarafsız kalmayı tercih ederek her hangi bir mücadele içine girmeyi uygun görmediler.[434] Onlar, gelinen noktada siyasi olaylara katılmamakla birlikte, çeşitli grupların yapacağı mücadelenin bir iç savaş olacağını, sadece iktidar hırsıyla gerçekleşeceğini, bunun ne ümmetin menfaatine ve ne de İslâm adına bir anlam taşımayacağını belirtmiş oldular. Kanaatimizce onların bu tercihlerinin altında yatan sebep bu mücadelelerin sağlam bir dini argüman taşımadığı düşüncesidir. Onlar, Hz. Osman'ın öldürülmesine kadar varan yoğun eleştirilerinin ardından, onun kanını öne sürerek iktidar hırsı ile savaşan Cemel grubu adına savaşmayı ne kadar tutarsız görüyorlarsa, Hz. Osman'ın ölümünü gerçekleştiren ve daha çok Kureyş dışı Araplar'dan oluşan isyancıların desteğini alarak iktidara gelen, bu nedenle iktidarını şaibeli gördükleri yeni halife için savaşmayı da o kadar anlamsız bulmuş olmalıdırlar.[435]

Hz. Ali'ye bey'at etmemekle birlikte ona karşı fiili bir mücadeleyi de doğru bulmayan bu grup daha çok dindarlar grubu olarak görülmektedir.[436] Onlar, yaşanılan çatışmaları fitne olarak değerlendiriyorlar, fitneye ortak olmamayı ise İslâm'a göre en doğru tercih olarak kabul ediyorlardı.[437] Ya da en azından gösterdikleri tavırlarının sebebini bu şekilde izah ediyorlardı. Fakat yüzyılımızın önde gelen İslâm tarihçilerinin çoğu Hz. Ali ile ona rakip olan gruplar arasındaki mücadeleyi İslâmî akım ile kabileci akım arasında geçen bir mücadele olarak yorumlamaktadırlar.[438] Şu durumda Hz. Ali'nin gerek halife seçilmesinden önce, gerekse halifeliğinin ardından gerçekleştirdiği yönetim ve söylemlerinin İslâm düşüncesine dayalı olduğu görülmektedir. O halde neden Hz. Ali tarafında yer almak bu kişilerce İslâm'a aykırı görülmüştür doğrusu şaşırtıcıdır. Eğer bu tercihi yapanlar İslâm anlayışını temsil etmekteyseler neden Hz. Ali için bu ifade kullanılmaktadır? Anlaşılan o ki başlangıçta Hz. Ali ve Haşimoğulları ile Muaviye b. Ebî Süfyan önderliğindeki Ümeyyeoğulları'nı görüntü olarak aynı kefeye koyan bu gurup, ilerleyen dönemlerde İslâmî hassasiyetlerine uygun düşmeyen gelişmelerin yaşanması nedeniyle bir ölçüde Hz. Ali'ye haksızlık yaptıkları kanaatine ulaşmışlardır. Örneğin Talha, Zübeyr ve Hz. Ali'nin dışında Hz. Ömer'in şûrasında yer almış olan diğer isimlerden biri olan Abdullah b. Ömer, Cemel Savaşı'nın ardından gerçekleşen Sıffin Savaşı'na da katılmamakla beraber, birbirlerine karşı oluşturulmuş bu gruplar arasında, özellikle de Muaviye'ye karşı İslâmî misyonu taşıyan kişi olarak yalnızca Hz. Ali'yi görmüş olacak ki, ömrünün son yıllarında yaşanan gelişmeler üzerine Hz. Ali'nin tarafında savaşmadığına pişman olduğunu dile getirmiştir.[439] Sa'd b. Ebî Vakkas ise kesinlikle fitneye bulaşmamak düşüncesiyle köşesine çekilmişti.[440] Kendisi Hz. Ömer'in şûrasına katılmış önemli bir isimdi.[441] Hz. Osman'ın şehit edilişinin ardından oğlu Ömer ve kardeşi Utbe b. Haşim onu halife olmak için girişimde bulunmasını teklif ettiler fakat o kabul etmedi.[442] Muaviye de onun bu özelliğini kullanarak kendisini Hz. Ali aleyhine tahrik etmeye çalışmasına rağmen o, Hz. Ali'ye karşı her hangi bir siyasi girişimde bulunmadığı gibi, Muaviye'ye karşı Hz. Ali lehinde konuşmayı da ihmal etmemişti.[443]

Gerçekten de Abdullah b. Ömer, halife olma konusunda kabileci dürtülere kulak vermeyen nadir insanlar arasında görülmektedir.[444] Onun bu tutumunda yoğun İslâm bilgisine sahip olması, idari anlamda bir hırsının olmaması, babasının kendisine daha önce bu konuda biçmiş olduğu rol,[445] ayrıca kendisinin bu tür bir girişimde bulunacak güçlü bir arkasının o dönemde bulunmaması etkili olmuş olabilir. İbn Ömer daha önce de aktif siyasete katılmış bir şahıs değildi. Kendisine Hz. Osman'ın öldürülmesinin ardından halifelik teklif edilmiş, o ise Sa'd b. Ebî Vakkas ile birlikte bu teklifi geri çevirmişti.[446] Hz. Ali ona Şam valiliğini teklif ettiğinde de kesinlikle kabul etmedi. Hakem olayında Ebû Mûsâ'nın Hz. Ali'nin hakemi olması üzerine, İbn Ömer Ebû Mûsâ tarafından Muaviye b. Ebî Süfyan'ın hakemi Amr b. el-Âs'a halife adayı olarak teklif edilmişti. Muaviye tarafına bu teklifin yapılmasında Abdullah b. Ömer'in seçkin kişiliğinin yanı sıra Ebû Mûsâ el-Eş'ârî'nin damadı olmasının etkisi olduğunu düşünmek mümkündür.[447] İbn Ömer Ebû Mûsâ'ya olan yakınlığını bir avantaj olarak değerlendirerek kendisine yakın olabilecek kabileler ile birleşip, Hicaz grubunun desteğini de alarak siyasi bir girişimde bulunmayı tercih edebilirdi. Bu konuda en az Talha ve Zübeyr kadar şans sahibiydi. Ne de olsa o ikinci halife Hz. Ömer'in oğluydu. Ayrıca farklı bir görevle de olsa Hz. Ömer'in şûrasında yer almıştı. Buna göre halk nazarında en az diğer adaylar kadar seçkin bir kimliğe sahipti. Ancak bu durumda Hz. Osman'ın kanı da bahane olmaktan çıkar, durum tam bir iktidar mücadelesi şeklini alırdı ki İbn Ömer Müslümanlar arasında böyle bir kaos oluşturmaktan şiddetle kaçınmıştır.[448]

Sa'd b. Ebî Vakkas'ın konumu ise İbn Ömer'den daha hassas görünmektedir. O, baba tarafından Hz. Peygamber'in annesinin soyuna bağlıdır. Annesi ise Ebû Süfyan'ın kızıdır, yani Ümeyyeoğullarından'dır. Bilindiği gibi Ümeyyeoğulları'nın büyük bir kısmı Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] 'in peygamberliğini kabul etmekte zorlanmıştı. Oysaki Sa'd ilk Müslümanlardan'ı.[449] Dolayısıyla Arap kabile geleneğinde yerini bulan baba tarafından nesebin daha ön planda tutulması olayı Sa'd'ın Ümeyyeoğulları'nın genel tercihlerine katılmasını engellemiş olabilir. Ayrıca Muaviye'nin yeğeni olmasına karşın onun saflarına katılmaması ki şayet katılmış olsa Muaviye Hz. Ali'ye karşı haklılık gerekçesi olarak eline önemli bir koz geçirmiş olabilirdi. Sa'd b. Ebî Vakkas'ın böyle bir gelişmeye meydan vermeme amacını taşımaktadır. Esasen kendisi siyasetin içinde yer almış olan önemli bir ordu kumandanıdır. Hz. Ömer'in emriyle Kûfe şehrini o kurmuş[450] ve bir dönem burada valilik yapmıştı. Kûfe'de bütün Arap kabilelerince seviliyor ve sayılıyordu. Hz. Osman döneminde bir müddet daha Kûfe'de valilik yapmış, ancak Hz. Osman ana bir kardeşi Velid b. Ukbe'yi buraya vali atayarak onu azletmişti.[451] Bu vali değişiminin ardından Hz. Osman'ın öldürülmesine kadar Kûfe'deki olaylar durulmamış, Kûfeliler kendi valilerini kendileri seçme girişiminde bulunacak kadar olayı büyütmüşlerdi.[452] Sa'd b. Ebî Vakkas'ın Ümeyyeoğulları'nın yanında yer almayışı, onun uygulamalarından bizzat zarar gördüğü Hz. Osman'ın halife seçilmesini desteklemiş olmasının pişmanlığından kaynaklanabileceği ihtimalinin yanında, daha önce ifade ettiğimiz gibi olayı Müslümanların birlik ve beraberliğini bozacak şekilde gelişen bir fitne olarak değerlendirmiş olmasından da kaynaklanmış olabilir. Biz, bu karışık dönemde Sa'd b. Ebî Vakkas'ın böyle bir siyasi tercihte bulunmasının nedenini, kendisini Hz. Ali, Talha ve Zübeyr ile eşdeğer bir kimliğe sahip olduğunu düşünerek onlardan birinin yanında yer almayı konumuna uygun görmemesine bağlıyoruz. Muaviye için çalışmak ise Sa'd b. Ebî Vakkas için hiç isabetli değildi. Muaviye Hz. Ali karşısında sözde İslâm'ın hükümlerini yerine getirmek amacı ile ayaklanmıştı. Ancak Hz. Ali gibi İslâm'ı çok erken yaşlarda kabul etmiş ve bu mücadelenin kahrını her yönüyle çekmiş bir şahsiyet karşısında, İslâm'a girişi bir mağlubiyet ve bunun sonucunda oluşan bir mecburiyet ile gerçekleşen Muyaviye'nin, söylemleri ne olursa olsun dini temsil eden bir başkaldırıda bulunduğunu veya bu söylemlerinde gerçek anlamda samimiyet taşıdığını söylememiz mümkün görünmemektedir. Zannediyoruz Sa'd b. Ebî Vakkas İslâm dini anlayışına ilk dönemlerde katılmış seçkin bir şahıs olarak, durumu böyle değerlendiriyordu. Bazı kaynaklarda Sa'd b. Ebî Vakkas kendisini hilâfete en layık kişi olarak görmediğini, bununla beraber kendisinden daha layık birisini görmüş olsa da onun arkasında savaşabilmesi için kendisine Müslüman'ı kâfiri ayırt edecek bir silâh getirmesinin gerekeceğini, yani böyle bir mesele uğruna Müslüman kanı akıtılmasından imtina ettiği için bu konuda savaşmayı uygun bulmadığını belirtmiştir.[453] O bu sözleri sarfederken hilafet konusunda Hz. Ali'yi haklı gördüğünü belirtmeyi de ihmal etmemiştir.[454]

  Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin Kûfeliler'e Etkisi

Hz. Ali Cemel grubuna karşı Basra'ya yöneldiğinde Kûfe'den yardım alma ihtiyacı duydu. Kûfe, kalabalık nüfusu ile Hz. Ali için önemli bir merkezdi. Her ne kadar Hz. Ali'nin gönderdiği valiyi kabul etmemişlerse de Kûfeliler'in büyük bir kısmı Ebû Mûsâ el-Eş'âri'nin[455] yönetiminde halifeye bey'atlerini bildirmişlerdi. Bu bölgenin önde gelen kabilelerinin Yemen kökenli olmaları nedeniyle[456] Ebû Mûsâ'nın sözü oldukça geçerlilik taşıyordu. Hz. Ali Cemel ordusuna karşı şiddetle desteğe ihtiyaç duymasına rağmen Ebû Mûsâ'ya bir yaptırımda bulunamıyor, onu ve Kûfeliler'i elçiler aracılığı ile ikna etmeye çalışıyordu. İlk olarak Kûfe'ye Muhammed b. Ebî Bekir ve Muhammed b. Ca'fer'i gönderdi. Olumlu cevap alamadı. Hz. Ali gerek Yemen kökenli vali Ebû Mûsâ, gerekse Kûfe halkı üzerinde etkili olmaları için gönderdiği elçilerini daha dikkatli seçmesi gerekiyordu. İlk iki elçi Hz. Ali'nin kendi yakınlarıydı. Bu nedenle Kûfe'de pek olumlu karşılanmadı. İkinci olarak biri yine kendi akrabası İbn Abbas, diğeri ise Yemen'in önemli bir kabilesinden ünlü bir isim olan Malik el-Eşter'i gönderdi.[457] Hz. Ali'nin Malik el-Eşter'i Ebû Musa'ya gönderirken özellikle ona yakınlığını hatırlatarak bu işi düzeltmesini salık vermişti.[458] Onlar da olumlu bir yanıt alamayınca üçüncü olarak yine biri kendi oğlu ve Hz. Peygamber'in torunu olarak etkili bir isim olan Hz. Hasan, diğeri de Yemenli bir sahabi olan Ammar b. Yasir'i[459] gönderdi. Ancak gönderilen bu elçiler Ebû Mûsâ'nın fikrini değiştirememekle birlikte Yemen asıllı Kûfelileri Ebû Mûsâ'nın etkisinden kurtarmakta da istenilen sonuca ulaşamadılar.[460] Kûfe'den yalnızca dokuz bin kadar asker toplanabildi.[461] Ebû Mûsâ'nın Kûfe halkına yaptığı konuşmaların beklenilen sayıda asker toplanamamasında büyük etkisi olduğu anlaşılmaktadır. O Kûfeliler'e şöyle demekteydi: '"Bugünkü fitne insanların canını acıtan şiddetli bir fitnedir. Kuzeyden ve güneyden, doğudan ve batıdan eser durur ve son derece kifayetli kişileri dahi sanki dünkü çocuk, acemi bir kişi gibi geride bırakır. Kılıçlarınızı kınına sokun, silâhlarınıza bırakın. Yaylarınızı kırıp atın. Ve evlerinizde oturun, Kureyş’i kendi haline bırakın. Eğer onlar hicret yurdundan çıkar oranın ilim sahibi olan kişilerinden ayrı düşerlerse işte benden nesihat beklerler. Fakat siz bu durumda beni aldatmayın. Bana itaat edin ki dininiz ve dünyanız kurtulmuş olsun. Böylece fitne denizi kendi sorumlusunu boğar. [462] Ebû Mûsa gerek halifenin gerekse muhaliflerinin iç savaşlarla ülkeyi zayıf düşürdüğünü görmektedir. İktidara kim gelirse gelsin bunun Kureyş önderlerinden bir olacağı ortadadır. Savaşlarda zayi olacak olanlar ise Kureyş dışından binlerce Arap'tır. Kendisi bu şartlar içerisinde olaylardan uzak durmayı tercih ederken[463] Arap halkına da bunu salık vermektedir. Ebû Mûsâ'nın aynı tutumunun Sıffîn Savaşı'nda da değişmediği görülmektedir. Hz. Ali Ebû Musa'nın kendisine karşı bu yaklaşımından şiddetle rahatsız oldu. Onu Kûfe valiliğinden azlederek yerine Ensar'dan Karaza b. Ka'b'ı kısa bir dönem için Kûfe valiliğine getirdi. Ebû Musa bu haberi alınca Kûfe'den ayrıldı.[464]

Ebû Mûsâ'nın Hz. Osman döneminden itibaren gelişmeler karşısında çizdiği strateji oldukça ilgi çekicidir. Kendisi Kûfe halkı tarafından Hz. Osman'ın isteği olmamasına rağmen vali olarak seçtirildi.[465] Yine Hz. Ali'nin bir başkasını vali olarak buraya göndermesine karşın görevine devam etti. Ancak Hz. Ali'ye bey'atini bildirdi. Hz. Osman'ın öldürülmesinden şiddetle rahatsız olmasıyla birlikte[466] yeni halifeye bağlılığını ifade etmekten kaçınmadı. Ancak halifeye her hangi bir destek de vermedi. Ne Cemel Savaşı'na katıldı, ne Sıffîn Savaşı'nda bulundu,[467] ne de halkının iradesini bu konuda tam olarak serbest bıraktı. İlginç olan şu ki sonunda Hz. Ali adına hakem olmayı kabul etti. Hakem olayının neticesinde ise Hz. Ali'nin hilafetinin şaibeli bir konuma gelmesine kendi ifadeleriyle ortak oldu.[468] Ebû Mûsâ'nın bu iç karışıklıklar döneminde uyguladığı siyaseti tutarsız gibi bir görüntü sergilemekteyse de esasen kendine göre kararlı bir yapıya sahip olduğu anlaşılmaktadır. Kendisi İslâm inancını ve devlete bağlılığını düzenli olarak ön planda tutmuş bir yönetici olarak, ülke içerisinde iç karışıklıklar ortaya çıktığında bu olayların içinde yer almayı doğru bulmamıştır. Cemel grubuna karşı savaşmak, aynı zamanda Basra'nın büyük bir kısmını düşman safları olarak görmek anlamına gelmektedir. Hz. Peygamber döneminden itibaren ülke topraklarını genişletmek ve imar etmek amacı ile gayret gösteren, Basra'da ve Kûfe'de yıllarca idarecilik yapmış olan başarılı bir yönetici için bu oldukça anlamsız bir davranış olacaktır. Ayrıca bu savaş Kureyş liderlerinin bir iktidar kavgası görünümündedir ki duruma Kureyş dışından bakıldığında olaylara bir şekilde karışmak veya bir tarafın yanında yer almak, şayet maddi çıkarlar gözetilmiyorsa mantık açısından bir anlam taşımamaktadır.

Bizim Arap kabileciliği açısından burada dikkatimizi çeken bir diğer konu devlet başkanı ile memurları, yine devlet başkanı ile halkı arasındaki münasebetlerdir. Kanaatimizce halifenin asker toplamadaki bu büyük mücadelesi ve valisi ile diyaloglarındaki bu ikna gayretleri, geçmişte kabileler halinde yaşayan Arapların, henüz devlet bilincini tam olarak benimseyemediklerini göstermektedir. Kabileler kendilerini hala bir parça bağımsız görmekte, kendi kabilelerinden olan liderlerinin tercihlerine daha bağımlı bir görüntü sergilemekte, yönetimin onlara istediğini yaptırabilmesi için ise yerine göre ya bir takım vaadlerde bulunması, ya da zor kullanması gerekmektedir.

Basra'lı Kabilelerin Tutumu

Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr grubu Basra'ya yaklaştıklarında "el-Mirbed" denilen yerde konakladılar.[469] Hz. Ali'nin Basra valisi Osman b. Huneyf ve şehrin ileri gelenleriyle haberleşmişler, Basra'nın önde gelenlerinden bir kısmı Osman b. Huneyfin yanında yer alırken bir kısmı da Talha ve Zübeyr ile görüşmeyi tercih etmişlerdi. Basra şehrine yakın bölgelerde konaklayan Cemel grubu karşısında Osman b. Huneyf de kendi adamlarını yanına alarak bir saf oluşturdu. Gerek Talha, Zübeyr, gerekse Hz. Aişe yaptıkları konuşmalarla kabileleri kendi lehlerine ikna etmeye çalışıyorlardı. Bu konuşmalar sırasında Sa'doğulları'ndan tepkili cevaplar geldiği rivayet edilmektedir.[470] Cemel grubu ez-Zebuka adı verilen bölgede Osman b. Huneyf ve adamları ile ufak bir çatışmaya girdiler.[471] Amaç valinin görevini bırakması idi. Basra valisi olan Osman b. Huneyf, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam'ın Hz. Ali'ye bey'at etmiş olmalarını onların davalarındaki haksızlıklarına delil olarak sunarken, şayet söyledikleri gibi zorla bey'at ettirilmişlerse ancak bu takdirde direnmeyeceğini ifade etti.[472] Aralarında yapılan bir anlaşma neticesinde bu konunun aydınlatılması için Ka'b b. Süver Medine'ye gönderildi. Sonuç Talha ve Zübeyr'in dediği gibi ise Osman b. Huneyf makamını ve Basra'yı terk edecek, ancak bu iki sahabinin kendi istekleri ile bey'at ettikleri anlaşılırsa bu durumda onlar Basra'dan çekileceklerdi. Ka'b Medinelilerden oluşan kalabalık bir gruba Talha ve Zübeyr'in bey'atlerini zorla mı yoksa kendi istekleriyle mi yaptıklarını sordu. Soruya cevap veren yalnızca Usame b. Zeyd oldu. Usame, her ikisinin de zorla bey'at ettirildiklerini söyledi. Bu cevap üzerine Hz. Ali'nin amcasının oğlu Temam b. Abbas ve Sehl b. Huneyf Üsame'nin üzerine atıldılar. Ebû Eyyub el-Ensarî ve Muhammed b. Mesleme'nin Üsame'ye zarar verileceği endişesi ile olaya müdehale ettikleri, hatta Muhammed b. Mesleme'nin Üsame'nin sözünü destekleyerek onun öldürülmesini engellediği rivayet edilmektedir.[473] Dikkat edilecek olursa bu sahabiler Hz. Ali'ye bey'at etmeyen Hicaz grubundandırlar. Onların Talha ve Zübeyr hakkındaki Taberî'de ve İbnü'l Esîr'de geçen ifadeleri şayet doğru ise kendilerinin de Hz. Ali'ye bey'at etmekten kaçındıkları göz önüne alındığında, Hz. Ali yanlılarının ve onu iktidara taşıyanların gerçekten büyük çoğunlukla isyancılar olduğu ve Medine'de terör estirdikleri, bu nedenle Hz. Ali'nin hilafetinin şaibeli olduğu sonucu akla gelmektedir. Ka'b geri dönerek Hz. Ali'ye durumu haber verdiğinde Hz. Ali'nin yorumu ise ilginçtir. Hz. Ali onların belirli bir grup tarafından zorlanmadıklarını ancak ashabın önde gelen saygın insanları tarafından zorlanmış olduklarını ifade etmiştir.[474] Bu bilgilere göre Talha ve Zübeyr'in bey'at etmelerinde bir zorlama olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Hz. Ali'ye göre onlar fazilet sahibi insanlardır, sahabenin bir kısmına göre ise onlar isyancılardır.

Hz. Ali Osman b. Huneyf'in kendisine danışmaksızın Talha ve Zübeyr ile yaptığı anlaşmadan şiddetle rahatsız oldu ve ona Ka'b aracılığı ile bir mektup gönderdi. Osman b. Huneyf görevini bırakmadı. Bir yatsı namazı vakti mescid içerisinde Cemel grubu ile tekrar bir çatışma başladı. Yaklaşık kırk kişi bu çarpışmada öldü. Osman b. Huneyf'in ise onların elinden güçlükle kurtulduğu hatta Hz. Ali'nin yanına saçı ve sakalı yolunmuş bir halde ulaştığı belirtilmektedir.[475]

Bu olayın ardından Talha ve Zübeyr Basra'ya tamamen hâkim oldular. Beytülmalı ve emniyet kuvvetleri ele geçirildi. Basra halkı da onlara uymak durumunda kaldılar.[476] Durum bu aşamaya geldiğinde Talha ve Zübeyr Basra üzerinde yoğun bir etki oluşturmuş oldu. Esasen bu etki daha önceden de mevcuttu. Hatırlanacak olursa Hz. Ali'nin vali olduğu ve kendisinden Hz. Osman'ı öldürenlerin cezalandırılması istendiği ilk günlerde de, Talha b. Ubeydullah kendisine Basra'dan bu iş için ordu toplayabileceğini ifade etmişti. Ayrıca Hz. Osman öldürüldüğünde yerine Basralılar'ın Talha b. Ubeydullah'ı halife seçmek istediklerini de daha önce ifade etmiştik. Böyle bir durumda Basralılar'ın Hz. Ali'ye bey'at etmiş olsalar da, Talha b. Ubeydullah'ın da içerisinde bulunduğu Cemel grubuna muhalefet etmekte zorlandıkları anlaşılmaktadır.

Basra, 636 / 637 m. yılında Utbe b. Gazvan tarafından kurulmuştur.[477] Bu yeni şehre öncelikle, şehrin kuruluşundan önce de bu bölgede yaşıyor olan Temîm ve Bekr kabileleri yerleştirildiler.[478] Ezd ve Abduşşems kabileleri ise daha sonra getirildiler.[479] Buraya yerleştirilen kabileler şu şekilde sıralanmaktadır: Temîm, Dabbe, Ribab, Abdülkays, Bekr b. Vâil, Ezd,[480] Ehlü'l-Âliye[481], Kinâne, Becîle, Has'am, Müzeyne ve Esed kabileleri. Bu bölgeye hâkim kabileler daha önce de bu civarda yaşayan Temîm ve Bekr b. Vâil'in çeşitli kollarıydı. Hicaz'dan gelmiş ve buraya yerleşmiş olan Kureyş, Kinâne ve Kays Aylan kabileleri ise bu kabilelere göre daha azınlıktaydı. Doğu Arabistan ve Uman'dan gelerek Basra'ya yerleşen Abdülkays ve Ezd kabileleri ise ilerleyen dönemlerde siyasi anlamda daha hareketli bir görüntü sergilemiştir.[482]

Basra'ya yerleşen hâkim kabileler görüldüğü kadarıyla daha çok aslen Nizar kabileleridir. Nizar'ın önemli iki kolu olan Mudar ve Rebia'dan Mudar burada sayıca daha çoktur. Başlangıçta Yemen kabileleri ise buraya yerleşmeyi pek tercih etmemişlerdir.[483] Basralılar'ın direkt olarak Hz. Ali'nin karşısında yer almamakla birlikte onun tam olarak yanında olmamalarında her iki rakip tarafın da Mudarlı oluşlarının etkisi olmalıdır. Bu durum onları kararsızlığa sürüklemekteydi Daha önce ifade ettiğimiz gibi Hz. Ali'nin en güçlü kanadını Mudarlılar'ın rakibi olan Yemenliler oluşturmaktaydı. Bu da Hz. Ali'ye karşı tedirginlik oluşturuyordu. Yemenliler'in İslâm'dan önce müttefiki olan Rebialılar'ın ve onların bir kolu olan Abdükaysoğulları'nın daha çok Hz. Ali'nin tarafında yer aldığı görünmektedir.[484] Hz. Ömer Basra ve Kûfe karargâh şehirlerini kurduğunda ise, Medine'de sorun çıkaran Haşimoğulları'nı Kûfe'ye, düşmanlarını da Basra'ya göndermişti.[485] Şu durumda Basra Hz. Ali için idaresi zor bir şehir görünümündeydi.

Basra, Cemel Savaşı'nda farklı gruplara ayrıldı. Bir kısım kabileler Hz. Ali'nin tarafında yer alırken bir kısmı Cemel grubuna katılmış, bir kısmı da tarafsızlığı tercih etmişti.[486] Savaşa katılmayarak tarafsız kalanlar her iki grup için ayrıca önem arz ediyordu. Çünkü bu kabileler kendi kabilelerinden olan ve her hangi bir grupta yer alan diğer üyelerini de tarafsızlığa sevk edebilmekteydiler. Hz. Aişe önemli kabilelere konuşmalar yaparak onları kendi yanına almaya çalışıyordu.[487] Ancak Ahnef b. Kays[488] ve onun kabilesi Temim'in Sa'doğulları kolunu bir türlü yanına alamamıştı.[489] Hz. Ali Şam için hazırlamış olduğu ordusu ile Cemel grubunun Basra'da fiilî harekete geçtiğini öğrenmesinin ardından Kûfe'den destek alarak Basra'ya yöneldiğinde, Celhâ denilen yere gelmişti. Burada el-Ahnef ile aralarında bir anlaşma gerçekleşti. El-Ahnef, Hz. Ali'ye '"Benden şu iki şeyden birini yapmamı iste, ya seninle birlikte onlara karşı savaşayım, ya da sana karşı çarpışmaya hazır olanlardan on bin adamı kılıçları ile birlikte savaş alanından çekeyim." dedi. Hz. Ali ise karşı tarafta yer alan adamlarını çekmesini uygun buldu.[490] el-Ahnef Hz. Aişe yanında yer alan askerlerini savaştan çekmek suretiyle Hz. Ali'ye verdiği sözü yerine getirmişti.[491] Bu durum, Araplar arasında gerçekleşen iç savaşlarda kabilelerin önemini ve özellikle kabile önderlerinin etkisini göstermektedir. Kabileler arasındaki ezelî rekabet ve yine kabileler arasında kurulan ittifaklar, İslâm öncesinde olduğu gibi bu dönemde de belirleyici bir etkiye sahip olmuştur. Hz. Ali'nin Temim kabilesinin Hz. Aişe tarafından çekilmesini ve kendi tarafında da savaşmamasını savaş stratejisi açısından daha uygun çözüm olarak görmesinde, Bekr b. Vâil kabilesinin de tesiri olduğunu düşünüyoruz. Zira Bekr b. Vâil kabilesi ile Temim kabilesi İslâm'dan önce komşu kabileler olup, birbirleri ile mücadele halindeydiler.[492] Her iki kabile de Basra'da büyük bir çoğunluk oluşturmaktaydılar ve bu savaşta Bekr b. Vâiloğulları da ikiye ayrılmıştı.[493] Hz. Ali Temim'in bir kısmının Hz. Aişe tarafında olduğu halde Bekr b. Vâiloğulları ile karşı karşıya geldiklerinde, kendi yanındaki Temimliler'in karşı taraftaki kabiledaşları ile birleşme tehlikesini önlemeyi düşünmüş veya savaş esnasında düşmanlığın daha da artarak zayiatın büyümesinden çekinmiş olabilir.

Hz. Ali henüz Rebze'de iken Yemen asıllı kabilelerden olan Tayy Kabilesi'nden bir topluluk gelerek ona katılmıştı. Aynı kabileden bir grup insan ise sadece kendisini ziyarete geldiklerini ve savaşa iştirak etmek istemediklerini söylediklerinde Hz. Ali: "Allah her iki gruptan da razı olsun. Yüce Allah cihad için çıkanları yerinde oturanlardan çok daha üstün tutmuş ve onlara büyük mükâfat vaat etmiştir" diyerek onların tercihlerine saygı göstermişti.[494]

Hz. Ali'nin savaş taktiklerinde kabileler arasındaki dengeyi korumaya çalıştığı ve kabilelerdeki asabiyet duygusundan kaynaklanabilecek olumsuzlukları önlemek amaçlı tedbirler aldığı bilinmektedir. Onun iç savaşlarda uyguladığı en dikkat çekici taktiği her iki grupta yer alan kabileleri birbirlerine karşı savaştırmayı tercih etmesidir. Böylece farklı kabileler arasında çıkabilecek olan kan davaları veya büyük zayiatlar önlenebilecektir. Rakip tarafta da olsa kendi kabilesinin zarar görmesine dayanamayacak olan Araplar'ın saf değiştirmesine de engel olunacaktır. Hz. Ali, Cemel Savaşı'nda safların dizilişi açısından buna dikkat etmiştir. Örneğin Mudar kabilesine mensup olanlar diğer tarafta bulunan Mudarlılar'a karşı, Rebiaoğulları Rebiaoğulları'na karşı, Yemenliler de karşı tarafta yer alan Yemenliler'e karşı saf tutmuşlardı. Bu kabileler iki grup arasında sulh ortaya çıkmasını ümit ederek savaşa girdiler.[495] Anlatılanlara göre, savaş esnasında Kûfe tarafındaki Yemenliler Basra tarafındaki Yemenliler'le ok yağmuruna tutuşmuş, Basra'lı Rebia kabilesi Kûfe'li Rebia kabilesine karşı savaşmıştı.[496] Bu yöntemi Hz Ali, çok sayıda aynı kabilenin iki karşı grupta yer almaları nedeniyle en belirgin şekilde Sıffîn Savaşı'nda uygulamıştır.[497]

Taraflar gittikçe belirlenerek savaş pozisyonuna geçildiğinde iki kardeş kabile olan Mudar ve Rebia başta olmak üzere birçok kabilenin barış umutları taşıdığı ve kendi kardeşleri ile çatışmak istemedikleri ifade edilmektedir. Hz. Ali ise gerek karşı tarafa olan duygusal ve kabilevi bağlar nedeniyle, gerekse Şam için hazırladığı ordusunun bölünerek güç kaybetmesi endişesiyle savaşa girmekten kaçınıyordu. Ayrıca Hz. Ali'nin savaş prensiplerinden birisi de son ana kadar anlaşma yapabilmek için elçiler aracılığı ile mektuplaşmak suretiyle gerekli zemini hazırlamak,[498] ilk harekete geçen taraf olmamak,[499] böylece savaş için istekli bir görüntü çizmemekti.[500]

Cemel Savaşı'nda Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr grubunun çoğunluğunu Basralılar'ın oluşturduğu otuz bin kişilik ordularına karşılık, Hz. Ali'nin çoğunluğunu Kûfeliler'in oluşturduğu yirmi bin kişiden oluşan bir ordusu bulunmaktaydı.[501] Kûfe'den gelen Kinâne, Esed, Temîm, Rübâb, Müzeyne, Kays, Bekir, Tağlib, Müzhic, Eş'ar, el- Mâr, Cus'am ve Ezd kabileleri Zîkâr denilen bölgede Hz. Ali'ye katılmışlardı.[502] Basra'dan ise daha çok Rebia'dan olan ve Basra'nın güçlü kabilelerinden Abdükays kabilesi Hz. Ali yanında yer almıştı.[503] Hz. Aişe'nin yanında ise Yemen halkından olan Teym, Adiyy, Sevr, Ukel kabileleri ile Mudar kabilesinin bir kısmı, Temîmoğulları, Hanzalaoğulları, Ezd kabilesi, Süleym kabilesi, Âmiroğulları, Gatafanoğulları, Bekroğulları, Naciyeoğulları yer almışlardı.[504] Görüldüğü gibi bu kabileleri karşı karşıya getirenler Kureyş'in önderleri olmuştur. Savaşa iştirak eden kabileler ise savaş sonrasında yönetim ile aralarının iyi olması açısından daha çok galip olacağını tahmin ettikleri tarafı seçmiş olmalıdırlar.

İki ordu karşı karşıya geldiğinde Hz. Ali, Talha ve Zübeyr ile son defa konuşmayı denedi. Savaş kıyafetleri giyinmiş, atları üzerinde ve ordularının önünde hazır bulundukları halde onların yanına gitti. Bey'atten sonra neden birliği bozduklarını sordu. Talha, insanları Hz. Osman aleyhine kışkırtmış olmasını delil gösterdi. Ayrıca kendisine kılıç zoruyla bey'at etmiş olduğunu söyledi. Bu defa Hz. Ali kendisine akrabalık açısından daha yakın olan Zübeyr'e yöneldi. Zübeyr ise onun karşısında olma sebebini kendisini halifeliğe ehil görmemesine bağladı. "Halifeliğe bizden daha hak sahibi değilsin" dedi. Hz. Ali: "Ben Osman'dan bu işe daha yetkin değil miyim? Biz seni Abdülmuttalip'in evlatlarından sayarken senin şu kötü huylu oğlun çıkıp aramıza tefrika soktu”"[505] diyerek Zübeyr'in anne tarafından Haşimoğulları'na yakınlığını hatırlattı. Hz. Ali'nin babasını tahrik etmekle suçladığı Abdullah b. Zübeyr'in annesi Hz. Ebû Bekir'in kızı Esma olması nedeniyle anne tarafından Teymoğulları'ndandır.[506] Abdullah b. Zübeyr'i siyasi olaylarda oldukça hırslı görmemizin nedenlerinden biri babasının şûrada yer almasının yanı sıra kendisinin ilk halife Hz. Ebû Bekir'e yakınlığı olmalıdır. Anlaşılan o ki, İbn Zübeyr, başta babasını ve ardından da kendisini bu iş için herkes kadar hak sahibi görmektedir.

Hz. Ali, Hz. Peygamber ile aralarında geçen bir konuşmayı da hatırlatarak Zübeyr'i kendisine karşı gösterdiği düşmanlıktan vazgeçirmeye çalıştı. İfade edildiğine göre neredeyse Zübeyr b. Avvam'ı ikna ediyordu.[507] Zübeyr ordusunun içine geri döndüğünde Hz. Ali'nin işaret ettiği gibi oğlu Abdullah, Zübeyr'in bu durumundan şiddetle rahatsız oldu. "...korktun ve Ebû Talib'in ordusundaki o sancaklarla onları taşıyan gencecik adamları ve bunun arkasında dehşet verici bir ölümün olduğunu gördün de dehşete kapıldın değil mi?...." diyerek onu tahrik etmek suretiyle tekrar savaşmaya karar vermesine neden oldu.[508]

Cemel Savaşı'nın Sonuçları

Cemel savaşı h. 36 yılının Cemaziyelâhir ayının onunu müteakip Cuma günü Basra'nın ez-Zâviye bölgesinde meydana geldi.[509] Bu savaşta Talha b. Ubeydullah kendi saflarında savaşa katılan Ümeyyeoğulları'ndan Mervan b. Hakem tarafından öldürüldü.[510] Rivayete göre Mervan, savaş esnasında Talha'ya baktı ve: "Bu günden sonra intikamımı almam imkânsızdır" diyerek attığı ok ile onu öldürmüştü.[511] Zübeyr b. Avvam'ı ise Amr b. Curmûz el-Mucaşi adlı bir bedevi öldürdü.[512] Böylece Hz. Aişe tarafı ile birlikte Ümeyyeoğulları'nın bu gruba katılmış olan kanadı da yenilgiye uğramış oldu.[513] Hz. Ali savaş meydanını gezerken Talha b. Ubeydullah'ın yere yığılmış cesedinin yanına geldiğinde onun durumuna çok üzüldüğü ve: "Vallahi hiçbir Kureyşli'nin bu şekilde yere serilmesine ne sebeple olursa olsun gönlüm razı olmazdı" dediği rivayet edilmektedir. Halifenin Araplardan diğer ölen kimseler için de üzüntülerini dile getirdiği, Basra ve Kûfe ahalisinin cenaze namazlarını ayrı ayrı kıldırdığı, Kureyşliler'in namazlarına ise ayrıca imamlık yaptığı belirtilmektedir.[514]

Hz. Ali'nin galibiyeti ona belirgin bir fayda sağlamış değildi. Her ne kadar Cemel Savaşı galibiyetle sonuçlanmış olsa da asıl hedefi Muaviye b. Ebî Süfyan önderliğindeki Şam kuvvetlerini bertaraf etmek olan halife ordusu için, bu savaş genel anlamda yıpratıcı oldu. Savaşın merkezi konumunda olan Basra halkı ile Hz. Ali

arasında tamiri mümkün olmayan bir kırgınlık ortaya çıktı.[515] Daha da önemlisi iki Müslüman ordunun ilk kez karşı karşıya gelmiş ve savaşmış olmaları, ardı gelmeyecek siyasi kargaşaların ve çatışmaların ilk örneği oldu. Birbirlerine kardeş kabilelerin siyasi nedenlerle birbirlerini öldürmeleri psikolojik açıdan yıpratıcı bir etki gösterdi. Ayrıca İslâm'dan önceki kabile ittifaklarını ve savaşlarını hatırlatan bir görüntü ortaya çıktı. Dolayısıyla bu durum bir takım kelâmî tartışmaları da beraberinde getirdi.[516]

Savaş sonrasında ganimetler konusu gündeme geldiğinde özellikle ordu ile Halife arasında bir problem oluştu. Hz. Ali Cemel grubunu kendilerine karşı çıkmış olan din kardeşleri, Müslümanlar olarak tanımlıyordu.[517] Bu nedenle askerlerine savaş sonrasında ganimet toplamayı yasakladı. Bununla birlikte savaşa katılanlara beytülmaldan ücretlerini verdi. Ancak bu durum Hz. Ali'nin ordusunda hoşnutsuzluk çıkmasına engel olamadı. Savaşa katılan kabileler ganimetlerden de faydalanmak istiyorlardı.[518] Arap geleneğinde bir savaşın kazanılmasında ganimet elde etme düşüncesi oldukça önem taşımaktaydı. İslâm'dan önce kabilelerin birbirlerine yaptığı baskınlarla ganimet elde etme geleneği, İslâm'dan sonra diğer devletlere karşı alınan zaferlerle büyük boyutlara ulaşmış ve orduları memnun etmişti.[519] Oysa Hz. Osman döneminin sonlarından itibaren bu gelirler durmuş, halifeye karşı muhalefetin başlamasında bu durumun etkisi olmuştu.[520] Cemel Savaşı'nda ise, Araplar kendileri ile yakından ilgili olmamakla beraber Kureyş içindeki iktidar kavgasına ortak edilmekle birlikte, ortak oldukları mücadelede bekledikleri ölçüde maddi bir sonuç alamamışlardı. Zannediyoruz Hz. Ali'nin ve daha sonraki savaşlar için ordu toplamakta zorlanmasının nedenlerinden birisi de onun ganimetler konusundaki bu tutumu olmuştur. Hz. Ali'nin ganimetlerin dağıtımında farklı uygulamaları daha önce Hz. Peygamber döneminde yapılan Yemen seferinde de sorun oluşturmuştu.[521]

BÖLÜM

HZ. ALİ - MUAVİYE MÜCADELESİNDE KABİLECİLİK

EMEVÎ-HAŞİMÎ MÜCADELESİNİN DÖNEME YANSIMASI

Cemel Savaşı'nın ardından hicri 36 yılı Receb ayında Hz. Ali Kûfe'ye döndü.[522] Asıl hedefi Muaviye b. Ebî Süfyan'ın yetkilerini elinden almak olan halife, daha görevine başladığı ilk anlardan itibaren Muaviye ile haberleşmeye başlamış, kendisine bey'at etmesinin yanı sıra bir an önce Şam valiliğini de terk etmesini istemişti. Daha önceki konularımızda da işaret ettiğimiz gibi Hz. Ali'nin Hz. Osman'ın iktidarı altındaki Ümeyyeoğulları yönetiminden duyduğu rahatsızlık bilinen bir gerçekti. İktidara gelir gelmez vali atamalarında bunu açıkça göstermişti. Halife Ali, siyasetini açıklık ve netlik üzerine kurmuştu. Ayrıca muhalefet grupları ile diyaloglarından anlaşıldığına göre, uzlaşmayı kendi doğrularında birleşmek olarak görmekteydi. Bu nedenle gerek Talha ve Zübeyr'in gerekse Muaviye'nin ve diğer Ümeyyeoğulları'nın valilik durumlarına olumlu bakmadığını tereddüt etmeksizin ifade etmişti. Buna karşılık Muaviye de Hz. Osman vefat etmeden önce stratejisini çizmiş görünmektedir. Birincisi Hz. Osman'ın kanını istemekte ikincisi Hz. Ali'nin hilafetini gayri meşru olarak göstermektedir. Bu iki ilkesini bir arada sunarak sürekli kendisini destekleyecek önemli taraftarlar toplamaktadır. Bunu muhataplarına bazen İslâm'ı öne sürerek, bazen kabileci gelenekten yararlanarak, bazen de çeşitli vaatlerle sunmaktadır.

Muaviye kendisini sürekli Hz. Osman'ın velisi olarak gösteriyor ve ısrarla Hz. Osman'ın kanını arama görev ve sorumluluğunun kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. Bunu yaparken de Kur'an'da geçen "Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin. Kim haksız yere öldürülürse, onun velisine (hakkını alması için) yetki verdik. (Fakat o da) öldürülmede aşırı gitmesin. Çünkü kendisine yardım edilmiş (yetki verilmiş)tir."[523] ayetini delil olarak gösteriyor ve kendi iddiasını bu şekilde desteklemeye çalışıyordu.[524] Oysa ki Hz. Osman için kısas isteme hakkına sahip olan kendi oğulları vardı. Muaviye ise Hz. Osman'ın amcazadelerinden biriydi. Ayetin verdiği mesaja göre bu konudaki sorumluluk ona düşmemekteydi. Ayrıca Ümeyyeoğulları ile Haşimoğulları arasındaki düşmanlığı bir tarafa bırakırsak akrabalık açısından Hz. Ali'nin de Hz. Osman'a yakınlığı bulunmaktaydı. Muaviye, Ümeyyeoğulları'nın temsilî lideri pozisyonunda olduğunu düşünerek kendisini veli konumunda göstermekteydi. Onun bu şekilde davranması eski Arap kabileciliğindeki kan davalarını çağrıştırmaktadır. İslâm'dan önce Araplar arasında kan davası gütmek, öldürülene karşılık katili veya kabilesinden birini, ya da o kabilenin müttefiklerinden birini öldürme geleneği vardı. Böyle bir durumda kabilenin reisi olayın peşine düşerdi ve bu olay kabileler arası kan davasına dönüşürdü.[525] Oysaki suçluyu bulma ve cezalandırma artık akrabaların değil devletin göreviydi.[526]

Muaviye'nin kendisini Hz. Ali ile kıyasladığı ve halife olma konusunda en az onun kadar liyakat sahibi olduğunu düşündüğü belirtilmektedir. Sıffîn Savaşı için daha henüz Şam'dan ayrılmadan arkadaşlarına şöyle söylediği rivayet edilir: "Bu işe Ali b. Ebî Talib'in benden daha layık olup olmadığını söyleyiniz. Allah'a yemin olsun ki ben Hz. Peygamber'in kâtibiyim. Kızkardeşim onunla evli idi. Ömer'in ve Osman'ın valisiydim. Annem Hind bt. Utbe, babam Ebû Süfyan b. Harb'dır. Ali'ye Hicaz halkı bey'at ettiyse bana da Şam halkı bey'at etti. Bütün bu mevzular bu işe adaylığımız konusunda onunla eşit olduğumuzu göstermektedir. Kim galip olursa bu iş ona aittir."[527]

Görünen o ki iki rakip kabilenin o dönemdeki temsilcileri olan Hz. Ali ile Muaviye b. Ebî Süfyan, birbirlerine karşı yapacakları mücadeleye çok daha öncesinden hazırdılar. Her şeye rağmen Hz. Ali Muaviye'nin nabzını yoklamak ve iki grup arasında meydana gelmesi artık kaçınılmaz olan bu savaşta haklılığını perçinlemek amacı ile Muaviye'ye elçiler gönderdi. Ayrıca iki taraf arasında mektuplaşmalar gündeme geldi. Bu mektuplar bize iki rakibin birbirine yaklaşımında sadece o güne ait problemlerin belirleyici olmadığını, olayın geçmişe dönük kabilevi bir yönünün de olduğunu göstermektedir.

Hz. Ali İle Muaviye Arasındaki Yazışmalarda Kabile Unsuru

Hz. Ali ülkenin en önemli vilayetlerinden birinde idareci olan Muaviye b. Ebî Süfyan'a, kendisine bey'ate çağıran çeşitli mektuplar yazmış, buna karşılık Muaviye isyanını haklı gösteren gerekçelerle bunu reddetmişti. Bu mektupların birinde Hz. Ali halifeliğinin meşruluğunu ifade etmenin yanında, kendisine Muhacir ve Ensar'dan hatırı sayılır sahabenin bey'at ettiğini, böylelikle hilafetinin tıpkı Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'da olduğu gibi geçerli olduğunu, bu nedenle şayet bey'at etmezse isyankâr durumunda olacağını ve haklı olarak kendisiyle savaşacağını bildirdi. Hz. Osman konusunda suçsuz olduğunu ifade eden halife, Muaviye'ye düşen görevin önce ona bey'at etmesi, ardından bu konuda isteklerini dile getirmesi olduğunu, bunun bey'at ile ilgisinin bulunmadığını söyledi.[528] Zaten Hz. Ali'nin bildiği Muaviye'nin de bahanelerle üzerini örttüğü gerçek, hangi şartlar altında olursa olsun Muaviye'nin iktidarı Hz. Ali'ye kaptırmak istemeyeceği idi. Hz. Osman'ın öldürüldüğü ilk anlardan itibaren Ümeyyeoğulları iktidarın Haşimoğulları'na geçmesinden korkuyordu. Muaviye başta olmak üzere Ümeyyeoğulları'nın en büyük tedirginliği bu konudaydı. Daha önce sözünü ettiğimiz, Ümeyyeoğulları'nın kendi aralarındaki mektuplaşmalarında da pek çok defa bunu dile getirmişlerdi.

Muaviye b. Ebî Süfyan, Hz. Ali'ye cevap niteliğinde gönderdiği mektubunda onun hilafetinin şaibeli olduğunu öne sürerek, ona bey'at eden Muhacir ve Ensar'ı Hz. Osman'a karşı daha önceden cesaretlendirmiş ve yönlendirmiş olduğunu iddia ediyordu. Böylece sahabenin bu kanadının bey'atlerini de geçersiz göstermeye çalışıyordu. Hz. Ali'ye Arapların daha çok cahil ve güçsüz olanlarını destekleyerek bu sonucu hazırlamış olduğunu ifade eden mektubunda, Şamlılar'ın kendisiyle savaşmak üzere hazır olduklarını, halifeyi ise oluşturulacak bir şuranın seçmesi gerektiğini bildirdi.[529] Bu durumda Muaviye başlangıçtan itibaren Hz. Ali'nin halifeliğini kesinlikle tanımadığını ifade etmiş oluyordu. Muaviye zihninde ülkeyi zaten ikiye bölmüştü. Şu durumda o Şamlılar'ın reisiydi, Hz. Ali de Iraklılar'ın. İki ayrı devlet gibi savaşa hazır haldeydi ve doğal olarak Cemel Savaşı'ndaki gruplar için söz konusu olan kararsızlık ve çözüm arama gayretlerini de taşımıyordu.

Hz. Ali ile Muaviye b. Ebî Süfyan arasında geçen yazışmalarda Hz. Peygamber döneminde Haşimoğulları'na yapılan baskı ve mücadeleler konusunda, gerek Kureyş'e gerekse Muaviye nezdinde Ümeyyeoğulları'nın büyük bir bölümüne karşı Hz. Ali'nin duygu ve düşüncelerini yansıtan en dikkat çekici mektuplarından biri Abdulhalik Bakır'ın İbn Ebî'l-Hadîd (ö. 1257)'in Şerhu Nehci'l-Belâğa adlı eserinden tercüme etmiş olduğu şu mektuptur:

" Allah'ın kulu, Mü'minlerin Emîri Ali'den Muaviye b. Ebî Süfyan'a.

Muhammed'i [salla'llâhü aleyhi ve sellem] ve Allah'ın ona bahşettiği doğru yolu ve vahyi anlattığın mektubun bana ulaştı. Onun zaferini tamamlayan ve vadini doğrulayan, kendisini memleketlere ve ona karşı düşmanca tavır takınan kavminin kötüleri üzerine hâkim kılan Allah 'a hamd ederim. Kavmi (Kureyş) ona (Hz. Peygamber'e) buğz ettiler ve onu yalanladılar. Ona açıktan düşmanlık yaptılar ve onu, arkadaşlarını ve yakınlarını memleketlerinden uzaklaştırmaya çalıştılar. Arapları, ona karşı kışkırttılar, savaşmak için topladılar, sonra onu etkisiz hale getirmek maksadıyla her yola başvurdular ve önüne türlü türlü engeller çıkardılar ta ki Allah, istemedikleri halde onları yüzüstü bıraktı, emelleri kursaklarında kaldı. Ona (Hz. Peygamber'e) karşı en fazla olumsuz davranışta bulunanlar kendi ailesi olmuştur, sonra da diğer akrabaları, bu işe sadece Allah'ın kendilerini korumak istediği kişiler bulaşmadılar

Ey Hind oğlu (Muaviye)!

Allah eğer insanlara Islâm'daki faziletleri ve Allah ve Resûlü için çalışmaları nispetinde ecir ve sevap verecekse, bütün kalbimle isterim ki, bizim payımızı da büyük kılsın. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Allah'a iman etmeye ve O'nu birlemeye çağırdığında, ona, herkesten önce iman eden ve getirdiklerini doğrulayan biz (Ehl-i Beyt) olduk. Çok kötü günler yaşadık. Arapların hiçbir bölgesinde bizden başka, Allah'a tapan yoktu. Kavmimiz, Peygamberimizi öldürmek ve kökümüzü kazımak istediler. Bizi üzüntülere boğdular ve bize çok kötü muamelelerde bulundular. Bizi toprağımızdan attılar, susuz bıraktılar, çeşitli yollarla tehdit ettiler, üzerimize gözcüler ve casuslar gönderdiler. Sonra bizi sarp bir dağa yerleşmeye zorladılar ve bize karşı savaş açtılar. Daha sonra aralarında bir antlaşma imzalayarak bize yiyecek ve içecek vermemeye, bizimle evlenmemeye, alış veriş yapmamaya ve Peygamber'i (salla'llâhü aleyhi ve sellem), öldürmeleri için kendilerine teslim etmeden can güvenliğimizi sağlamamaya karar verdiler. Onlara ancak hac mevsiminde güvenebiliyorduk. Allah, onu (Hz. Peygamber'i) korumamız, ondan kötülükleri defetmemiz, yanında savaşmamız ve gece gündüz korku anlarımızda bile kılıçlarımızla çevresinde nöbet tutmamız için bize güç ve dayanıklılık verdi. Bunu yaparken, Mü'minimiz mükâfatı, kâfirimiz ise aşiretini korumayı amaçlıyordu. Kureyş'e mensup olup da sonradan Müslüman olanlar bizim neler çektiğimizi bilemezler. Onların bazıları başka kabilelerle birleşerek kendilerini korudular. Bazıları da kendilerini koruyabilecek aşirete sahiptiler ve onlar, kavmimizin bize karşı yaptıkları kötülükler kadar kötülük görmediler. Zira onlar, ölüm korkusundan

uzaktaydılar ve güven içinde yaşıyorlardı. Bu böyle sürüp gitti, sonra Allah, Elçisi'ne hicret etmeyi emretti, arkasından da müşriklerle savaşması için izin verdi. Bu sırada meydana gelen savaşlarda ve mübarezelerde akrabalarını ön saflara yerleştirdi, sahabilerini ise, kılıç ve mızraklardan korudu. Ubeyde Bedir, Hamza Uhud, Ca'fer ve Zeyd Mu'te savaşlarında şehit düştüler. O da -ismini söylememi istersen söylerim- (Hz. Ali, burada kendini kastediyor) onlar gibi, Peygamberle (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şehit olmayı defalarca istedi, fakat onların ölümü çabuklaştı, onun (Hz. Ali'nin) ölümü ise, gecikti.......................................................................................................................................

Halifelere olan kıskançlığımı, onlara bey'at konusunda ağır davranmamı ve kendilerine karşı çıkmamı belirtmişsin. Onlara karşı çıkmak mı? Böyle bir şeyden Allah'a sığınırım, bey'at konusunda ağır davranmam ve bu husustaki hoşnutsuzluğum meselesine gelince, ben bunun için kimseden özür dilemem. Zira Allah Azze ve Celle, Peygamber'inin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ruhunu kabzedince, Kureyş mensupları "halife bizden olsun" dediler. Ensar da "halife bizden olsun" dedi. Sonra Kureyş "Allah'ın Elçisi Muhammed bizdendir, bu sebepten dolayı da devlet yönetimi hususunda biz daha haklı sayılırız" dedi. Ensar, onların bu teklifini kabul ederek devlet idaresini onlara teslim etti. Muhacirler, eğer hilafeti, Ensar dışında Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sayesinde elde ettilerse, ona, akrabalık yönünden daha yakın olanlar daha da layıktırlar. Aksi takdirde arkadaşlarım hakkımı gasp etme konusunda doğru mu hareket etmişlerdir. Yoksa Ensar'a mı zulüm yapılmıştır. Fakat ben hakkımın elimden alındığına inanmıştım     

 

Yukarıda Hz. Ali'ye ait olduğu ifade edilen, en azından Hz. Ali'nin konumunu değerlendirmesi bakımından önemli açıklamalar içeren sözlerde İslâm dininin gelişinden itibaren o güne kadar yaşanılan süreçte Hz. Ali'nin, kavmine ve yönetime karşı duygu dünyasının nasıl şekillendiğini açık bir şekilde görmekteyiz. Çok küçük yaşlarda Müslüman olan ve Kureyş'e karşı varlığını bu yönü ile kabul ettiren Hz. Ali, kabilesinin Ümeyyeoğulları ile İslâm öncesinden gelen husumetini farklı bir noktada ve derinden yaşamıştır. Görüldüğü gibi gerek Kureyş'in gerekse Ümeyyeoğulları'nın Müslümanlar'a ve özellikle Haşimoğulları'na uyguladıkları şiddetli baskı, hilafet sırası kendisine geldiğinde Ümeyyeoğulları'nı ülkenin yönetiminden çekme konusunda Hz. Ali'yi tavizsiz bir yaptırıma itmiş, bu konuda kendisini tamamen haklı pozisyonda görmesine neden olmuştur. Konuyu duygusal anlamda değerlendirerek, Hz. Peygamber Hz. Ali'nin Şam üzerine yürüdüğü ve Fırat nehri kenarlarına geldiğinde, Muaviye'ye yazdığı şu mektubu ise direkt olarak Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları'nı kıyaslamakta ve özellikle İslâm öncesi dönemde kabileler arasında sık sık geçen atışmaları hatırlatmaktadır:

"...Hâşim b. Abdimenaf bizden, Ümeyye sizdendir. Şeybetü'l-Hamd (Abdülmuttalib) bizden, yalancıların yalancısı sizdendir. Câfer Tayyâr bizden, Islâm'ın ve sünnetin düşmanı sizdendir. Allah'ın arslanı bizden, Hz. Peygamber'in kovduğu sizdendir. Kadınların efendisi bizden, "Hammâletü'l-Hatab" sizdendir. Hz. Peygamber'e akraba olmam ve onun kızı Fatıma ile evlenmiş olmam benim için yeterlidir    'aramızda kılıçtan başka bir şey yok' diyorsun.

Ey ciğer yiyen kadının oğlu! Beni ağladıktan sonra güldürdün kardeşinden, dayından, dedenden ve diğer geçmişlerinden tanıdığın kılıçlar sana ulaşacak "[530]

Hz. Ali Ümeyyeoğulları'nın özellikle İslâm'a ve Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem] 'e düşmanlıklarını dile getirerek onları kınayıcı sözler sarf ederken buna mukabil Muaviye kendi akrabalarından İslâm düşmanı olanları müdafaa etmeksizin kendileri ile Haşimoğulları arasındaki akrabalıklarını hatırlatarak Hz. Ali ile bu konuda denklik kurmayı tercih ediyordu.[531] Hz. Ali ise geçmişte kendilerine yapılan yoğun baskıları kesinlikle göz ardı etmeye yanaşmaksızın

 " Abdümenâfoğulları olduğumuzu ifade eden sözüne gelince, andolsun ki durum öyledir. Ancak Ümeyye, Hâşim gibi değildir. Harb, Abdülmüttalib gibi değildir. Ebû Süfyan, Ebû Talib gibi, Tâlik (Muaviye), Muhacir (Ali) gibi ve batılı savunan hakkı savunan gibi değildir. Haşimoğulları olarak bizim elimizde peygamberlik fazileti vardır ki, onunla zelil aziz olur, aziz de zelil olur."[532] sözleri ile asla Ümeyyeoğulları ile her hangi bir ortak noktalarının olamayacağını, kendi kabilelerinin çok özel bir üstünlüğe sahip olduklarını vurguluyordu.

Hz. Ali ile Muaviye b. Ebî Süfyan arasındaki mektuplaşmalarla ilgili olarak Adnan Demircan'ın yorumu da dikkate değer görünmektedir. O Muaviye'nin Hz. Ali'ye karşı bakışını şöyle değerlendiriyor: "Hz. Muaviye ile Hz. Ali arasında, Sıffin Savaş ’ndan önce meydana gelen mektuplaşma sırasında ve bazı diyaloglarda, Bedir savaşında Hz. Ali tarafından öldürülen Hz. Muaviye'nin akrabalarına göndermede bulunması dikkate alınarak, birbirlerine karşı besledikleri duygularda, Bedir'de öldürülenlerin hatırasının da kısmen etkili olduğunu söylemek büyük bir iddia sayılmamalıdır. Zira kabile toplumunda kabilenin ve kabile bireylerinin çıkarlarını savunmak bir erdem sayılmaktadır. Temel belirleyici etken olmasa da, aradan yıllar geçtiği halde Hz. Muaviye’nin Hz. Ali'ye karşı iç burukluğu duymasında bu olayın etkisi olduğu söylenebilir. "535 Görülen o ki Hz. Ali ile Muaviye b. Ebî Süfyan arasında geçen diyaloglar onları kesinlikle uzlaşmaya yaklaştırmamakla birlikte geçmişten gelen problemleri ve iki kabile arasındaki rekabeti daha da artırmış, bu iki önemli şahsiyetin Sıffîn Savaşı'na bir hesaplaşma psikolojisi ile girmelerine neden olmuştur.[533] [534]

Muaviye'nin Taraftar Toplama Politikasında Kabileciliğin Yeri

Muaviye b. Ebî Süfyan Cemel Savaşı'ndan galip çıkan Hz. Ali'ye karşı destek arayışına geçti. Bu amaçla çeşitli propaganda faaliyetlerine başladı.[535] Öncelikle Hz. Ali'nin yanında yer alan sahabenin önde gelenlerini ve kabile reislerini kendi yanına çekmeye çalışıyordu. Muaviye daha halife ölmeden Hz. Ali'nin iktidar olma ihtimaline karşı olumsuz söylemlerine başlamıştı. Halifenin ölümünün ardından ise Naile'nin kopan parmaklarını ve Hz. Osman'ın kanlı gömleğini Şam halkına sergiledi. Etkileyici şiirler ve hutbeler okutarak onları Hz. Ali ve onun taraftarlarına karşı intikam arzuları ile dolu hale getirdi.[536] Muaviye, Cemel Savaşı öncesi Ümeyyeoğulları'ndan Mervan b. Hakem, Abdullah b. Amir, Said b. el-Âs, Velid b. Ukbe, Ya'la b. Ümeyye, ayrıca Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam ile mektuplaşarak onları kendi pozisyonlarına göre destekleyici ifadeleriyle Hz. Ali'ye isyana teşvik etmişti.[537] Cemel Savaşı'nda yaşanan mağlubiyetin ardından Ümeyyeoğulları'nın bir kısmı Hz. Ali'ye karşı güç birliği etmek üzere derhal Şam'a giderek Muaviye ordusuna katıldılar.[538] Ancak Hz. Osman'ın Kûfe valisi Said b. el-Âs, Hz. Osman'ın oğulları Ebân ve Velid, Cemel savaşına katılacakken vaz geçmişlerdi. Muaviye'nin amcasının oğlu Mervan b. Hakem'in ise Cemel savaşının ardından Muaviye'nin saflarına katıldığı rivayet edilmektedir.[539]

Muaviye Sa'd b. Ebî Vakkas, Abdullah b. Ömer, Muhammed b. Mesleme el- Ensarî, Ubeydullah b. Ömer, gibi önde gelen sahabilere mektuplar yazarak destek istedi.[540] Medinelilere yazdığı mektubunda, onları Hz. Ali'ye muhalefet etmenin, hatta gerekirse savaşmanın Müslümanlar üzerine bir görev olduğu ve Hz. Osman'ın mazlum olarak öldüğü konusunda iknaya çalışıyor, Hz. Ali'yi Hz. Osman'ı öldürtmekle suçluyordu. Ardından asıl maksadını ortaya koyarak sözü Hz. Ali'nin halifeliğine getiriyor, bu işi Hz. Ömer'in yaptığı gibi şûraya bırakmak gerektiğini söylüyordu.[541] Muaviye'nin sık sık dile getirdiği bu ifadelerde şûranın kimler tarafından seçileceği veya şûrâda kimlerin bulunacağı konusuna değinilmiyor, sanki dikkatler sadece Hz. Ali'nin hilafetinin geçersizliğine çekilmek isteniyordu. Sa'd b. Ebî Vakkas ve Abdullah b. Ömer Muaviye b. Ebî Süfyan'a kesin red cevabı verirken,[542] Ubeydullah b. Ömer olumlu cevap vermeyi tercih etti.[543] Ubeydullah'ın bu tercihinde kendisinin daha önce babasının katil zanlılarını öldürmüş olması ve Hz. Ali'nin Hz. Osman'dan bu olayda kısas uygulanmasını talep etmesinin etkili olduğu belirtilmektedir.[544] Hz. Osman dönemi amillerinden olan[545] ve İslâm'dan önce Ümeyyeoğulları'nın müttefiki[546] olarak bilinen Mahzumoğulları'ndan[547] Halid b. Velid'in oğlu Abdurrahman da Sıffîn Savaşı'nda Muaviye'nin tarafında yerini almıştır.[548]

Bu siyasi kutuplaşma içerisinde dikkat çeken bir nokta da Hz. Ali'nin kardeşi Akîl b. Ebî Talib'in Muaviye'nin daveti üzerine Şam'a giderek ona katılmasıdır.[549] Akîl'in Arap kabile geleneğinde az da olsa rastlanılan bu davranışı maddi sebeplerle gerçekleştirdiği belirtilmektedir.[550] Hatiboğlu hilafetin Kureyşliliği konusunda yapmış olduğu çalışmasında, bir yandan Kureyşin diğer Arap kabilelerine karşı uyguladığı psikolojik ve sosyal baskısını yererken bir yandan da Akîl'in Muaviye tarafında yer almasının nedenini şu şekilde ifade etmektedir: "... Fakat Kureyş'i iktidar koltuğunda ebedileştirmek için girişilmiş faaliyetlerdeki densizlikler, kendi adamlarını bile infi'ale sevk edecek derecede idi. Bu zâtlar arasında en bariz isim, Hz. Ali'nin yirmi yaş büyük ağabeyi Akîl (ö. 61?/680) olmuş görünmektedir. Ebû Tâlib'in bu oğlu Bedir gazvesinde esir düşmüş, fakir olduğu için fidyesini, amcası Abbâs ödemişti. Hudeybiye'den önce Müslüman olup Medine'ye hicret etti. Kureyş'in nesebini ve geçmişini en iyi bilenlerdendi. Mescid-i Nebevi'de kendisine mahsus kilimine oturur, bu sâhalarda cemaate bilgi verir, Kureyş'in mesâlibini, yâni ayıb ve düşüklüklerini geniş geniş anlatırdı. Bu sebebdendir ki, pek çok düşman kazandı, hakkında yalanlar uyduruldu. Adavetin bir diğer kaynağı, kardeşi Ali'yi bırakıp, borçları yüzünden Mu'âviye'nin yanında, Şam'a gitmiş olmasıdır. Sıffîride, kezâ, Mu'âviye tarafında olduğu mervidir."[551] Bu ifadelere göre Akîl, geçmişten gelen maddi kaynaklı psikolojik rahatsızlıkları nedeniyle Arap kabile geleneğine aykır bir yaklaşımla kabilesine karşı tepkili davranışlar sergilemiştir.

Buna benzer diğer bir kutuplaşma da Abdurrahman b. Ebî Bekir ile Muhammed b. Ebî Bekir arasında yaşanmıştır. Abdurrahman Cemel Savaşı'nda Hz. Aişe gurubunda savaşmıştı. Daha sonra siyasi tercihini yine kardeşine karşı olan taraftan yana kullandı. Zannediyoruz Abdurrahman, Muhammed'in Hz. Ali ile olan yakınlığı sonucu elde edeceği siyasi üstünlüğünü, kendisinin Muaviye'nin yanında yer almakla bir ölçüde kazanabileceğini düşünmüştü. Abdurrahman'ın, Muaviye'nin Mısır'a gönderdiği ordu içerisinde Mısır valisi Muhammed b. Ebî Bekir'in karşısında savaştığı görülmektedir.[552] Hz. Ali henüz Medine'deyken Muaviye'ye bir elçi göndermiş ancak olumlu bir yanıt alamamıştı. Sıffîn Savaşı öncesinde Hz. Ali'nin elçi olarak gönderdiği[553] Cerir b. Abdullah b. Becelî'yi[554] Muaviye planlı bir şekilde üç ay gibi uzun bir müddet yanında tuttuktan sonra geriye gönderdi.[555] Cerîr, Hz. Osman dönemi idarecilerindendi.[556] Bu nedenle Hz. Ali'nin yanında Muaviye'ye karşı savaşmak için çok da geçerli sebepleri yoktu. Ayrıca Hz. Ali halife olduğunda onu valilikten azletmişti. Bu şartlar altında Hz. Ali'nin elçisi olarak Muaviye'ye gitmek ise onun kendi fikriydi. Malik el-Eşter onun bu durumu nedeniyle elçi olarak gönderilmesine karşı çıktı.[557] Buna rağmen Hz. Ali onu göndermeyi uygun bulmuştu. Hz. Ali Muaviye'nin ikna olmayacağını zaten biliyordu.[558] Ancak elçilerini formalite olarak Şam'a göndermeye başlamıştı. Abdullah b. Becelî üç ay aradan sonra Kûfe'ye döndüğünde, Muaviye'ye yakınlık duyduğu şüpheleri sonucu Muaviye'nin idaresi altında bulunan Karkısıya şehrine kaçtı. Ardından Hz. Ali'nin onun ve onunla kaçan yakınlarının evlerini yıktırdığı rivayet edilir.[559] Böylece Hz. Ali, Cerîr b. Abdullah gibi Hz. Peygamber döneminden itibaren devlet adına mücadele eden samimi bir lideri de elinden çıkarmış oldu. Anlaşılan el-Eşter'in telkinleri Halife üzerinde etkili olmuştu.

Becelî'nin Şam'da bulunduğu ve Hz. Ali'nin Muaviye'den cevap beklediği süre içinde Muaviye farklı girişimlerde bulundu. Yezid b. Esed, Büsr b. Ertât, Amr b. Süfyan, Muharık b. el-Haris ez-Zebîdî, Hamza b. Malik ve Hâbis b. Sa'd et-Tâî'yi yanına davet etti. Bunlar Kahtanîler'in ve Yemenliler'in önderleriydiler. Suriye'de yaşayan ve Arap kabileleri üzerinde büyük etkinliği olan Kinde kabilesi reisi Şurahbil b. Sımt ile görüşerek Hz. Osman'ın kanını talep konusunda onun da desteğini aldı. Şurahbil'in Suriye bölgesinin çeşitli bölgelerini gezerek Hıms'da bulunan Yemenliler ile görüştü.[560] Yaptığı konuşmalar ile Muaviye için asker topladı. Bu konuşmalarında Hz. Ali'yi Hz. Osman'ın ölümüne sebep olmak, ülkeyi bölmek ve Basralılar'ı katletmekle suçladığı, Hz. Ali'nin Şam için de büyük bir tehdit oluşturduğu konusunda insanları ikna etmeye çalıştığı rivayet edilir.[561] Bu arada Basra ve Kûfe gibi şehirlerde yaşayan Hz.

Osman tarafarları da Muaviye'nin hâkimiyeti altında bulunan Cezîre bölgesine kaçmışlardı.[562]

Apak, Muaviye'nin kendisine taraftar toplama politikasında Arap kabilecilik anlayışından yararlandığını, Hz. Ali'nin ise bunu ihmal ettiğini ifade etmektedir. Apak iki lideri bu yönü ile şöyle değerlendiriyor:

 ''Hz. Ali hilafeti döneminde kabileler arası çekişmelerin ve asabiyet mücadelelerinin problemleriyle uğraşırken, onunla siyasî mücadeleye girişen Muaviye ise, kabileler arasındaki rekabetle uğraşmaktan ziyade, onların asabiyet potansiyellerini kendi lehine harekete geçirmeye çalışmıştır. Muaviye maktul halifenin kanını talep ederek hareketine hukukî görünümlü bir gerekçe bulmasının ardından, merkeze Kureyş’i almak suretiyle bir taraftan Kelb (Kahtân), diğer taraftan da Kays (Adnân) asabiyetinin desteğini sağlamış ve geniş tabanlı bir meşruiyet elde etmiştir.'[563]

Sonuç olarak Muaviye'nin hilafet mücadelesinde Hz. Ali'den farklı olarak İslâm geleneğinden ziyade kabileci bir mantık ile hareket ettiğini görmekteyiz. Bu yaklaşım onun siyasi hedeflerini gerçekleştirmesinde olumlu bir etki yapmıştır. O, Arap mantığını iyi kavramış, kabilelerin ve kabile liderlerinin zaaflarından istifade etmeyi bilmiştir.

Muaviye'nin yine bu zaman dilimi içinde Hz. Ali'ye karşı gerçekleştirdiği en önemli hamlelerden biri Mısır valiliğini kendisine vermek üzere yaptığı anlaşma ile Amr b. el-Âs'ı yanına almış olmasıdır.[564] Burada kısaca Amr b. el-Âs ve kabilesinden söz etmemiz yerinde olacaktır. Zira Amr b. el-Âs Arap siyaset geleneği içinde çok önemli bir yere sahiptir. Hz. Ali'nin Muaviye'ye karşı galibiyet elde etmek üzereyken kaybetmesinde onun büyük rolü olmuştur. Amr b. el-Âs Kureyş'in güçlü soylarından biri olan Sehmoğulları kabilesindendir.[565] Bu kabile Ahlâf-Mutayyebûn çekişmesinde Ahlâf grubuna dâhil olan Mahzumoğulları'nın müttefikiydi. Dolayısıyla bu kabile de Abdumenafoğullarına rakip tarafta yer alıyordu.[566] Amr'ın babası Âs b. Vâil ise Mekke'nin tanınmış tüccarlarındandı. Âs b. Vâil, alış veriş konusunda Yemenli bir tüccara haksızlık yapmış, bu haksızlığın ve benzeri haksızlıkların önlenmesi amacıyla Haşimoğullarının da içerisinde bulunduğu bir grup kabile Hılfu'l-Fudûl derneğini kurmuştu.[567] Bu nedenle Sehmoğulları ile Haşimoğulları'nın arasındaki düşmanlık daha da artmış durumdaydı. Ancak Ümeyyeoğulları'nın Hılfu'l-Fudûl'a katılmamış olması Sehmoğulları'nı Haşimoğulları'ndan ziyade bu kabileye yaklaştırmış olmalıdır.[568] Sehmoğulları Mekke toplumu içinde söz sahibi olan, bu nedenle Kureyş kabileleri arasında siyasi yönü ile tanınan bir kabileydi.[569] Hiç şüphesiz Amr b. el-Âs da kabilesinin bu özellikleri içerisinde yetişmiş önemli bir siyaset adamıydı.

Hz. Osman döneminde yetkileri sınırlanan ve sonuçta Mısır valiliğinden alınan Amr, bundan aşırı derecede rahatsız oldu. Bu rahatsızlığını her türlü ortamda dile getireceğini, Hz. Osman aleyhinde yoğun propagandalarda bulunacağını söyledi.[570] Mısır gibi bir vilayetin, Arap dâhilerinden biri olan Amr'ın elinden alınması ile bu şahsın sessizce bu durumu kabullenmesi imkân dâhilinde görünmemektedir. Amr'ın Mısır'da önemli bir mevkii vardı. Mısır'daki memnuniyetsizliklerin Amr'ın valilikten alınmasının ardından başladığı göz önüne alındığında,[571] Hz. Osman'a karşı gerçekleşen isyan olaylarında Muhammed b. Ebî Bekir ve Muhammed b. Huzeyfe'nin[572] etki sahibi oldukları kadar Amr'ın da etkili olduğu anlaşılmaktadır.[573]

Muaviye'nin Hz. Ali'ye karşı Amr ile anlaşması ise dikkat çekici diğer bir noktadır. Zira Muaviye Hz. Osman'ın kanı için mücadele ettiğini öne sürerken, Amr Hz. Osman'ın aleyhinde bulunuyordu. Bu birlikteliğin ortaya çıkması muhtemelen politik bir tercihtir. Siyaset arenasındaki bu iki profesyonel insan, ortak çıkarları için Hz. Ali'ye karşı güç birliği oluşturmayı başarmışlardır. Anlaşılan Amr Muaviye'nin yanında olmanın kendisi için daha kârlı olduğunu düşünmüştü. Ayrıca kendisinin Hz. Ali'den hoşlanmadığı ve Muaviye'ye yakınlık duyduğu belirtilmektedir.[574] Sanırız kabilesinin Haşimoğullarına karşı duyduğu geçmişten gelen serinlik ve Amr'ın daha önce Ebû Süfyan ile birlikte Müslümanlara karşı ortak hareket etmiş olması da bu tercihinde etkili olmuştur.[575] Amr'ın Hz. Ali ile Muaviye arasında tercih yaparken oğullarına da danıştığı ifade edilmektedir.[576] Sonuç olarak bu tercihin her ikisine de büyük menfaatler getirdiği açıktır. Ayrıca Hz. Ali'nin siyasi tercihlerinde Muaviye'den daha tutucu olması, hoşlanmadığı bir kişiyi idari makamlarda görevlendirmemesi ve menfaate dayalı anlaşmaları sevmemesi, başka bir deyişle kurallarına uygun siyaset yapamaması Hz. Ali'nin Muaviye ile olan mücadelesinde Amr gibi bazı önemli kişileri değerlendirememesine neden olduğu anlaşılmaktadır. Muğire b. Şu'be'nin ve Abdullah b. Abbas'ın Ümeyyeoğulları ile problem yaşanmaması açısından valilikler konusundaki uyarılarına karşı halifenin tepkisinden daha önce söz etmiştik. Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam ile Hz. Ali'nin aralarının açılması da yine bu tür beklentilerden kaynaklanmıştı. Yine bir kısım rivayete göre Velid b. Ukbe Halife ile anlaşmak isteğini dile getirmiş, bununla ilgili bir takım beklentileri olduğunu söylemişti.[577] Oysaki halife bir takım teklifleri yerine getiremezse de anlaşmalara daha açık olsaydı hilafetini sağlama almış olabilirdi. Muaviye'nin ise bu yöntemi her fırsatta kullandığı görülmektedir.

Muaviye'nin Mısır'ı Ele Geçirmesi

Muaviye b. Ebî Süfyan'ın Hz. Ali'ye karşı Sıffîn öncesinden temelini atarak Sıffîn sonrasında sonuca ulaştırdığı siyasi başarılarından birisi de Kays b. Sa'd'ın Mısır valiliğinden azline sebep olması ve bunun ardından Mısır'ı ele geçirmesidir. Zira Mısır zenginliği ve gücü ile Muaviye'yi tehdit edecek bir konumdaydı. Irak bölgesinin yanı sıra Mısır'ın da Hz. Ali'nin elinde olması Muaviye için büyük bir dezavantajdı.[578] Bu nedenle Kays b. Sa'd'ın bu bölgeyi problemsiz bir şekilde idare etmesi Muaviye'yi tedirgin etmekteydi. Muaviye'nin asıl hedefi Kays'ı kendi tarafına çekmek olmakla birlikte en azından Mısır valiliğinden azline sebep olması da burayı elde edebilmek açısından önemli bir aşama olacaktı.

Mısır Hz. Ömer döneminde h. 18 (m. 639) / h. 22 (m. 642-643) yılları arasında yapılan savaşlarla fethedilmişti.[579] Müslümanların yaptığı fetih hareketleriyle birlikte genelde buraya gelip yerleşenler Yemenli kabilelerden oluşmaktaydı.[580] Bilindiği gibi Hz. Osman'ı öldürmek üzere gelen Mısırlılar da Yemenli kabilelerdendiler.[581] Sanıyoruz Hz. Osman'a karşı rahatlıkla kışkırtılmış olmalarında Mısır'a yerleşen Arapların Kahtanilerden olmalarının etkisi olmuştur. Bu topluluk isyan günlerinde de Hz. Ali'ye yakınlık duymuş, onun halife olmasını istemişlerdi.[582]

Hz. Ali vali atamalarını yaparken yaptığı en isabetli atamalarından biri Mısır valiliğine Kays b. Sa'd b. Ubade'yi getirmesi olmuştu.[583] Mısır'da Hz. Osman taraftarı az bir grubun dışında herkes Hz. Ali'ye bey'at etmişti. Sadece Haribta köyüne çekilen on bin kişilik bir grup Hz. Osman'ın kanını talep ettiklerini söylüyorlardı.[584] Bunların başında Kinane kabilesinden bir adamla Benû Müdlic kabilesinden olan Yezid b. el- Hars bulunmaktaydı. Hz. Osman tarafında yer alanlardan biri de Ensar'dan Mesleme b. Muhalled'di. Kays, özellikle Ensar'dan olması nedeniyle onu kendisine karşı geldiği için kınamış, Mesleme ise Mısır'da vali olduğu sürece ona karşı her hangi bir girişimde bulunmayacağını ifade etmişti. Kays b. Sa'd gerçekten akıllı ve stratejik davranmayı bilen bir idareciydi. Haribta bölgesine yerleşmiş olan Hz. Osman taraftarlarını, onları bey'ate zorlamaksızın idaresi altına almayı başarmıştı.[585] Muaviye bu şartlar altında Mısır'a sahip olamayacağının farkındaydı. Bu durumda Hz. Ali ile Kays b. Sa'd'ın arasını açacak planlar kurmaya başladı. Öncelikle Kays'ı kendi yanına çekmek üzere onunla mektuplaşmayı denedi. Muaviye Kays'a Hz. Ali'nin yanında yer alanların Hz. Osman'ın katilleri olduğunu, dolayısıyla onun valisi olarak suçlu duruma düştüğünü söylüyor, şayet kendi tarafına katılırsa hem suçlamalardan kurtulmuş olacağını hem de kendisine Irakeyn valiliğini vereceğini, dilerse akrabalarını da Hicaz valiliğine getireceğini söylüyordu.[586] Muaviye gerek tehdit gerekse vaatlerle yanına çekmeye çalıştığı Kays b. Sa'd'dan olumlu bir cevap alamayınca, bu defa Kays'dan kendisine gönderildiğini iddia ettiği ve Hz. Osman konusunda aynı fikirde olduklarını belirten bir mektubu Şam halkına okudu. Böylece çeşitli bölgelere Kays ile anlaşmalı olduğunu ifade eden söylentiler yayarak ortamı bulandırmayı başardı.[587] Bu haberleri Muhammed b. Ebî Bekir ve Muhammed b. Ca'fer b. Ebî Talib Halifeye ulaştırdılar. Hz. Ali ise bu gelişmeler karşısında gerçekten tereddüt içerisine düşmüştü. Onun kendisine bağlılığını sınamak amacıyla Harbita bölgesinde yaşayan Hz. Osman yanlıları ile savaşması emrini verdi. Kays ise doğal olarak bu emre itiraz etmek durumunda kaldı. Çünkü böyle bir davranış Mısır'da kurulmuş olan sukûneti bozacak yanlış bir tercihti.[588] Bu durum üzerine Abdullah b. Cafer'in halifeyi Kays konusunda olumsuz anlamda etkilediği rivayet edilmektedir.[589] Hz. Ali Kays'ın yerine Mısır valiliğine Abdullah b. Cafer'in anne bir kardeşi ve kendisinin de üvey oğlu olan Muhammed b. Ebî Bekir'i atadı.[590] Rivayetlere göre Muhammed Mısır'a geldiğinde Kays ona halifenin niçin kendisinden rahatsız olduğunu yoksa birilerinin onunla halife arasına mı girdiğini sormuş, Muhammed ise ona: "Hayır bu hâkimiyet bizimdir” şeklinde talihsiz bir yanıt vermiştir.[591] Hz. Osman döneminde Ümeyyeoğulları iktidarına karşı bilenmiş olan Muhammed b. Ebî Bekir'in yine iktidar hırsı ile hareket ettiği görülmektedir.

Kays b.Sa'd Hazrec kabilesindendir.[592] Kendisi Hz. Ali'ye bağlılığını Hz. Ali'nin onu görevden almasının ardından da devam ettirmiş, Halifenin yanında Sıffîn Savaşı'na katılmıştır.[593] Muaviye Kays'ın siyasi basiretini çok iyi bilidiği için onu elde etmeye çalışmıştı. Onu kendi saflarına çekmeyi başarabilseydi, bu durum büyük çoğunlukla Hz. Ali'nin yanında yer alan Ensar içerisinde de Muaviye adına olumlu bir etki yapabilirdi. Bununla beraber İbn Sa'd'ın Mısır valiliğinden alınması da Muaviye için bir başarı kabul edilebilir. Çünkü Muhammed b. Ebî Bekir'in Mısır valiliğine atanmasının ardından yaşanan gelişmelerle birlikte bu zengin topraklar Hz. Ali'nin elinden çıkıştır. Tüm bu ayrıntıları tek tek hesap eden Muaviye'nin karşısında Hz. Ali'nin dikkatsizce verilmiş bu kararları ise gerçekten şaşırtıcıdır.

Amr b. el-Âs Muhammed b. Ebî Bekir idaresindeki Mısır'a altı bin kişilik bir orduyla yürüdü.[594] Muaviye'nin adamlarına karşı halifeden destek isteyen Muhammed b. Ebî Bekir ise sadece dört bin kişi toplayabilmişti.[595] Muhammed b. Ebî Bekir'in Mısırlılar'la problem yaşamasında Hiribta bölgesindekilere uyguladığı yanlış tutumunun yanı sıra Sıffîn Savaşı'nın sonunda hakem olayının gündeme gelmesinin de etkisi olmuştur.[596] Hz. Ali bu durumu haber aldığında Mısır'a Cezire valiliği yapan Malik el- Eşter'i atadı.[597] Rivayete göre Malik el-Eşter Mısır'a gitmekteyken Muaviye'nin kendisinden haraç almayacağı şeklinde anlaştığı bir çiftçi tarafından zehirlenerek öldürüldü.[598] Eşter'in Mısır'a ulaşamaması Muaviye için son derece önemliydi. Çünkü o Mısır'a gidebilmiş olsaydı muhtemelen karışıklıkları giderebilecek, çoğunluğu Yemenli olan Mısır halkını tekrar itaat altına alabilecekti.

Mısır bu gelişmenin ardından kanlı olaylara sahne oldu. Çatışmalar sonucunda Muhammed b. Ebî Bekir, Muaviye b. Ebî Süfyan'ın yine vaatlerle kendisine bağladığı[599] Muaviye b. Hudeyc tarafından korkunç bir şekilde öldürüldü.[600] Sonuçta Amr b. el-Âs ile Muaviye'nin anlaştığı şekilde Mısır gibi önemli bir merkez Hz. Ali'nin elinden çıkarak h. 38 yılında[601] Muaviye tarafında geçti ve Amr'ın idaresi altına girdi.[602]

Kûfe'nin Kabile Yapısı Ve Hz. Ali Dönemine Etkisi

H. 17 (m. 638) yılında halifenin emriyle Kûfe şehrini kuran Sa'd b. Ebî Vakkas[603] Yemenli kabileleri şehrin doğusuna yerleştirirken, Nizarlılarlar'ı batı kısmına yerleştirmişti.[604] Kûfe'de başlangıçta Yemen asıllı kabileler Nizar kabilelerine göre çoğunluktaydı.[605] Daha sonra Yemenli kabilelerle birlikte Mudar ve Rebialıla'ın da bu şehre yerleştirilmeleri kabileler arasındaki siyasi rekabeti artırdı.[606] Bu bölgeye kabilelerin tam manasıyla yerleşimi Cemel Savaşı'ndan kısa bir süre önce tamamlandı. Kûfe'ye yerleşen kabileler şöyledir:

Hemdan, Himyer, Mezhic, Eş'ar, Tay, Kureyş, Kinâne, Esed, Temîm, Dabbe, Ribab, Kays, Abdülkays, Kinde, Hadramut, Kudaa, Mehre, Ezd Becile, Has'am, Huzaa, Ensar.[607] Kûfe'ye farklı ırklardan insanların yanı sıra birçok nesebten Arap kabileleri yerleşti.[608] Şehrin nüfusu Hz. Ali'nin başkenti buraya taşıması sonucunda hızla artış göstermiş olmalıdır. Ancak Sıffîn Savaşı'nda Hz. Ali'nin tahkimi kabul etmesi yüzünden başta Temîm kabilesinden Araplar olmak üzere binlece Kûfeli ondan ayrıldı. Ziyad'ın Irak valiliği döneminde ise Kûfeli savaşçı sayısının altmış bin dolayında olduğu belirtilmektedir.[609]

Hz. Ali Medine'nin siyasal hareketleri açısından kendisi için uygun bir yer olmadığını düşünerek,[610] Cemel Savaşı'nın ardından hilafetin merkezini Kûfe'ye taşımıştı.[611] Hz. Ali için bir gereklilik olarak atılan bu adım zannediyoruz Kûfe halkı için bambaşka şeyler ifade ediyordu. Muhtemelen onlar hilafet merkezinin Kûfe olması ile devletinin yönetim mekanizmasının da artık Kûfeliler'de olduğunu düşünmeye başladılar. Bu aynı zamanda Hz. Osman döneminden itibaren Kureyş'e karşı duyulan tepkilerin meyvelerinin alınmaya başlanması,[612] sonuç olarak da Kureyş otoritesine karşı kazanılan büyük bir zafer anlamına geliyordu.[613]

Hz. Ali siyasi egemenliğini kurmak için Kûfelilere oldukça güveniyordu. Daha önceki yönetimin aksine, Kureyş'i göz ardı edecek şekilde Araplar ile işbirliği haline girmişti.[614] Sıra Hz. Ali'nin muhaliflerini bertaraf ederek ülke yönetiminde kendi hâkimiyetini kurma mücadelesine geldiğinde, öncelikle Cemel Savaşı'nda ve sonra Sıffîn Savaşı'nın ilerleyen aşamalarında ne yazık ki Kûfeliler'in halifeye tam anlamıyla destek verdiklerini görememekteyiz. Oysa Hz. Ali'nin hilafeti boyunca en güvendiği vilayet Kûfe şehriydi. Şu halde Hz. Ali'nin, savaşlarda kazanırken, masada kaybetmesi bizim için beklenmedik bir gelişme olmamalıdır. Kûfe'nin idare açısından oldukça problemli yapıya sahip bir vilayet olduğu görülmektedir. Çok farklı bölgelerden getirilen farklı kabilelerin bir araya gelmesiyle meydana gelen Kûfe şehri, aynı zamanda İslâm devletinin siyasi, ekonomik ve kültürel merkezlerinden biri idi.[615]

Durî Kûfeliler ile Hz. Ali'nin ilişkisini kabilecilik yönü ile şu şekilde değerlendirmiştir: "Irak'ta Ali'nin otoritesi sıkıntıya girdi. Irak'ta kabilevi gelenekler ve buna bağlı olarak eğilimler ve güçlü çekişmeler bulunuyordu. Örneğin Kufe sakinlerinin dağılımına varıncaya kadar kabilevi bir özellik taşıyordu. Kabileler henüz bedevi geleneklerini koruyor, diğer halklara karışmıyor, medeni geleneklerden etkilenmiyor ve devlet düşüncesini anlayamıyordu. Böyle bir ortamda, imam Ali Kufe'de Islami eğilimlere uygun olarak hareket etti. Bu da kendi çıkarlarını ve bölgelerin çıkarını düşünüp her şeyden yalnız başlarına faydalanmak isteyen Kufeliler'e uygun düşmüyordu. Bunun için Ali'nin eğiliminin her açıdan onların eğilimiyle çarpıştığını görüyoruz."613

Hz. Ali'nin taraftarları farklı ve iddialı Arap kabilelerinden oluşmaktaydı. Her bir kabile girişecekleri mücadelelerden kendi lehlerine faydalanmak arzusundayılar. Bu nedenle olayların seyrine göre farklı tavırlar sergilemekte ve yine Kureyş'li bir halife olan Hz. Ali'ye bağlılıklarını kesin olarak göstermemekteydiler. Zira Hz. Ali çıkar guruplarını besleyecek veya lider konumundaki kişilerin idari anlamda isteklerini karşılayacak bir yapıya sahip değildi. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi bu tür yaklaşımlar o dönemde daha çok Muaviye'nin tarzı idi. Bu durum halifeyi oldukça bunaltmıştır. Kureyş'in Hz. Osman dönemindeki maddi ve manevi otoritesine tepki gösteren güneyli Araplar, bir yandan Kureyş'e altarnatif bir yaklaşım sergileyen Hz. Ali'yi desteklerlerken, bir yandan da özellikle Ebû Musa'nın etkisi ile Cemel ve Sıffîn Savaşı'nı yine Kureyş'in bir iktidar mücadelesi olarak değerlendirerek, zaman zaman geri adım atmayı tercih etmişlerdir.[616] [617] Bundan sonraki gelişmelerde ise yavaş yavaş kontrolün Hz. Ali'nin elinden çıktığı, özellikle Sıffîn Savaşı ve sonrasında halifenin zor anlar yaşadığı görülecektir.

Hz. Ali'nin ve Muaviye'nin Ordusunda Yer Alan Kabileler

Hicri 37 yılının Safer ayında meydana geldiği belirtilen[618] Sıffîn Savaşı'na Hz. Ali'nin doksan bin, Muaviye'nin ise yetmiş bin kişi ile katıldığı belirtilmektedir.[619] Hz. Ali'nin ordu komutanları Haşimoğulları, Ensar ve Kûfe Yemenileri'nden oluşuyordu. Halifenin en önemli adamları Malik el-Eşter, Hucr b. Adî, Şebes b. Rib'î et-Temimî, Eş'as b. Kays el-Kindî, Halid b. Muammer es-Sedusî, Sehl b. Huneyf el-Ensârî, Ziyad b. Nard el-Harisî, Sa'd b. Kays el-Hemdanî, Makil b. Kays er-Riyahî, Sa'sa'a b. Sühan, Kays b. Sa'd b. Ubade el-Ensârî idi.[620] Halife atlı birliklerin başına Yemen asıllı sahabi Ammar b. Yasir'i, piyadelerin başına Huzaalılardan Abdullah b. Budeyl b. Verkâ'yı tayin etti. Ordunun sağ kanadında el-Eş'as b. Kays, sol kanadında Hz. Ali'nin amcasının oğlu Abdullah b. Abbas görev almıştı. Sağ kanat piyade kuvvetlerine Süleyman b. Surad el-Huza'î, sol kanat piyade kuvvetlerinde el-Hâris b. Mürre el Abdî komutan olarak görevlendirilmişti. Sancak ise Haşim b. Utbe b. Ebî Vakkas ez-Zührî'de bulunuyordu.[621] Kureyş, Esed, Kinâne kabilelerine Abdullah b. Ca'fer b. Ebî Talib kumanda ediyordu. Merkezde Basra ve Kûfe Mudar'ı, sağ kanatta Yemenliler, sol kanatta Rebia yer almıştı.[622] Orduda yer alan diğer kabileler ve komutanları ise şu şekilde sıralanıyordu; Basra Temîmi'ne el-Ahnef b. Kays komutanlık ederken, Huzaa'ya Amr b. el-Hamk, Kûfe Bekroğulları'na Nu'aym b. Hübeyre, Sa'd ve er-Rebab'a Cariye b. Kudâme, Becîle'ye Rifâ'a b. Şeddâd, Kûfeliler'e Rüveym b. el-Hâris, Basra Amr ve Hanzala'sına A'yen b. Dubey'a el-Mücâşi'î, Kuda'a ve Tayy'a Adiyy b. Hâtim, Kûfe Lehâzim'ine Abdullah b. Hicil el-İclî, Kûfe Temîm'ine Muhammed b. Utârid, Yemen Ezd'ine Cündüb b. Züheyr, Kûfe Amr ve Hanzala'sına Şebes b. Rib'î, Hemdan'a Sa'îd b. Kays, Basra Lehâzim'ine Hureys b. Câbir el-Hanefî, Kûfe Sa'd ve er-Rebab'ına et Tufeyl b. Şübrüme, Mezhic'e el-Eşter b. el-Hâris, Kûfe Abdülkays'ına Sa'sa'a b. Suhan, Kûfe Kays'ına Abdullah b. Tufeyl el-Kinânî, Basra Abdulkays'ına Amr b. Cebele, Basra Kureyş'ine el-Hâris b. Nevfel el-Hâşimî ve Basra Kays'ına Kabîsa b. Şedded el-Hilâlî komutan tayin edilmişti.[623]

Hz. Ali'nin askerlerinin bir kısmı Medine'den Irak'a onunla beraber gelenlerden oluşuyordu. Ordunun büyük bir bölümü ise yukarıda görüldüğü gibi Basra ve Kûfe'ye yerleşmiş farklı kabilelerden meydana gelmişti. Ordudaki Iraklıların bir kısmı da İslâm'dan önce buraya gelip yerleşmiş olan Hîreli Araplar'dı. Muhacir ve Ensar'ın yanı sıra savaş esnasında halifeye bağlılık gösterenlerden birçoğu da bu Hîreli Araplar'dı. Çünkü onlar diğer Arapların aksine hükümdara tabi olma geleneğine sahiptiler. Askerlerin bazıları ise Cemel Savaşı'nda Hz. Ali'ye muhalif olan taraftan veya o tarafta akrabalarını kaybetmiş kişilerdendi.[624]

Muaviye b. Ebî Süfyan Sıffîn Savaşı için komutanlarını belirlerken tercihini Ümeyyeoğulları'ndan yana kullanmamaya dikkat ettiği görülmektedir. Muaviye, Cemel Savaşı öncesinden itibaren Ümeyyeoğulları ile birlik içerisinde hareket ediyor görüntüsü vermemeye ve kendisini geri planda tutmaya gayret göstermişti. Apak, Muaviye'nin Hz. Ali ile girdiği mücadelede uyguladığı politikayı kabilecilik yönü ile Hz. Ömer'in politikasına benzetmektedir. Hz. Ömer seçtiği valilerinin Kureyş'in önemli kabilelerinden olmasının yanında kendi kabilesi dışından olmalarına özellikle dikkat etmişti.[625] Zannediyoruz Arapların Hz. Osman döneminde Ümeyyeoğulları'na karşı duydukları şiddetli rahatsızlık, Muaviye'yi de bu şekilde bir önlem almaya yönlendirmişti. Kureyş'in önde gelen kabilelerinden seçtiği komutanlar başta olmak üzere, kuzey Arabistanlılar (Adnanîler) ve güney Arabistanlılar (Kahtanîler)'dan seçilen idareciler aracılığı ile her kesimi girilecek olan mücadeleye ortak etmişti.[626] Özellikle Şam Yemenîleri ile sıkı bir ilişki halindeydi. Onlara bağlılığını göstermek amacıyla savaş için Şurahbil b. Sımt el-Kindî, İbnu Zi'l Kelâ el-Himyerî gibi Kahtanî asıllı komutanlar tayin etti.[627] Kureyşli komutanlar ise ordunun merkezinde bulunuyordu. Piyadelerin başında Müslim b. Ukbe el-Mürrî, atlı birliklerin başında Adiyoğulları'ndan Ubeydullah b. Ömer, ordunun sağında Sehmoğulları'ndan Abdullah b. Amr b. el-Âs, sol tarafta Fihroğulları'ndan Habib b. Mesleme el-Fihrî, merkezde ise Dahhak b. Kays el- Fihrî görevlendirildi. Ordunun sancağı da Mahzumoğulları'ndan Abdurrahman b. Halid b. Velid'e verildi.[628] Bu isimler arasında Ümeyyeoğulları'ndan kimsenin bulunmaması dikkat çekicidir. Seçilen bu komutanların kabilelerinin geçmişte Ümeyyeoğulları'na yakınlıkları ve Hz. Peygamber'e düşmanlıkları ile tanınmaları da diğer bir önemli noktadır.[629] Muaviye ordunun içerisinde Muhacir ve Ensar'dan pek fazla kişi olmasa da Kureyş'ten seçtiği bu komutanlarla onların da desteğinin kendisi ile birlikte olduğu mesajını vermeye çalışmaktadır.

Muaviye, Humuslular'a Zü'l-Kilâ, Kınnesrinliler'e Züfr b. el-Hâris, Ürdünlüler'e Mesleme b. Muhalled, Dımaşklılar'ın piyade kuvvetlerine Büsr b. Ertat, Humuslular'ın piyade kuvvetlerine Tarîf b. el-Hashas el-Hilâlî, Ürdünlüler'in piyade kuvvetlerine el- Hâris b. Abdu'l-Ezdî, sağ kanat piyade kuvvetlerine Habis b. Sa'd et-Tâî sol kanat piyade kuvvetlerine Bilâl b. Ebî Hüreyre ed-Dûsî'yi kumandan olarak görevlendirmişti. Muaviye tarafında yer alan diğer komutanlar ve kabileleri ise şöyle sıralanıyordu;

Dımaşk Kays'ına Hassân b. Bahdel el-Kelbî, Dımeşk Kinde'sine Yezîd b. Hübeyre es- Sekûnî, Hadremî ve Himyerîler'e İbn Afîf, Ürdün Kudaa'sına Hubeyş b. Delece, Filistin Kinane'sine Şerîk el-Kinânî, Ürdün Mezhic'ine Muhârik b. el-Hâris ez-Zebîdî, Filistin Cüzam'ı ve Lahm'ına Nâtil b. Kays el-Cüzâmî, Ürdün Hemdan'ına Hamza b. Mâlik, Ürdün Has'am ve Lefhas'ına Fülân b. Abdullah el-Has'am ve Ürdün Gessan'ına Yezîd b. Ebî'n-Nems başkanlık yapıyordu.[630] Görüldüğü gibi Muaviye'nin ordusu daha çok yerleşik kabilelerden oluşmaktadır. Bunun dışında Mudar ve Rebia kabileleri ile Yemenli kabilelerden buraya daha sonradan göç etmiş olanlar da orduda yer almaktadırlar. Bu bölgelerin daha önce yine Ümeyyeoğulları önderliğinde fethedilmiş olması, ordunun itaatkâr ve düzenli bir ordu oluşu, bu kabilelerin Ensar ve Muhacir'e uzaklıkları nedeniyle farklı cereyanların etkisinden de korunmuş olmaları Muaviye için ideal bir ortam sağlamıştır.

Sıffin Savaşı'nda Kabilecilik Görüntüleri

Sıffîn Savaşı, Iraklılarla Şamlılar arasında gerçekleştiği ifade edilen, gerçekte Hz. Osman'ın öldürülmesiyle başlayan iç karışıklıkların neticesinde ve daha çok İslâm merkezli olarak gösterilen, ancak siyasi bir bölünmenin sonucu olarak ortaya çıkmış olan bir iç savaş görünümündedir. Öyle ki, savaş için iki ayrı ordu karşı karşıya geldiklerinde bunların birçoğunun aynı kabilelerin fetihlerle birlikte farklı bölgelere yerleşmiş olan kolları olduğu görüldü. Kabileler arasındaki bu bağlantı savaşın ilerleyen safhalarında her iki tarafta ve özellikle Hz. Ali tarafında etkisini gösterdi. Bu durumdan Hz. Ali'nin daha fazla etkilenmesi iki liderin konumları ve ordu yapıları ile alakalıdır. Hz. Ali ve ordusu arasındaki ilişki ile Muaviye ve ordusu arasındaki ilişkiyi karşılaştırdığımızda Muaviye'nin daha şanslı bir konuma sahip olduğunu belirtmiştik. Muaviye, yönetimdeki başarısı ve saygınlığı Araplar arasında ittifakla kabul görmüş olan Hz. Ömer'in atamış olduğu bir valiydi. Dolayısıyla yönetimdeki meşruiyeti Hz. Ali'nin konumuna karşı daha sağlamdı. Ayrıca Suriyeliler onu uzun yıllardan beri tanıyor ve ona itaat ediyorlardı.[631] Kendisinin ve Hz. Osman'ın Suriyenin güçlü kabilelerinden Kelb kabilesi ile hısımlık bağlarının olması ise Hz. Osman ile hiçbir problemi olmayan Suriyeliler için halifenin öldürülmesine karşı duyulan bir intikam sebebi olmuştu.[632] Naile'nin kopan parmakları durumu daha da dramatik bir hale getirmişti. Öyle ki Suriyeliler intikam alıncaya kadar cünüplükten yıkanmanın dışında vücutlarına su değdirmeyeceklerine, yatağa yatmayacaklarına ve kendilerine karşı çıkacak herkesi öldüreceklerine dair yemin etmişlerdi.[633] Bu yeminin Arap geleneklerinde yerini bulan bir intikam yemini olduğu açıktır. Dolayısıyla Suriyeliler ne için savaştıklarını biliyor ve bu konuda her hangi bir tereddüt taşımıyordu. Muaviye b. Ebî Süfyan Hz. Ali'ye karşı Şam ordusunu hazırlarken zannediyoruz halifenin İslâmî kişiliğini de gizlemeyi başarmış, Irak ordusunu olduğundan çok farklı gösteren propagandalar yapmıştı. Savaş esnasında yaşandığı belirtilen bir olay bize bu izlenimi vermektedir.

Hâşim b. Utbe b. Ebî Vakkas Irak ordusunu cesaretlendirmek amacıyla heyecanlı sözler söylediği bir sırada, Gassanoğulları'ndan bir Şam askeri elindeki kılıçla birlikte etrafına saldırarak önüne gelenlere lanetler okumakta, Osman'ı öldürenin Ali olduğu şeklinde sözler sarf etmekteydi. Hâşim b. Utbe ona söylediği sözlerin düşmanlık unsurları taşıdığını, düşmanlık nedeniyle savaşma konusunda Allah'tan korkması gerektiğini ifade etti. Bu genç asker ise sonuna kadar savaşacağını çünkü Hz. Ali'nin ve askerlerinin namaz kılan insanlar olmadığını söyledi. Ayrıca sizin halifeniz bizim halifemizi öldürdü ve siz de ona yardım ettiniz diyerek savunma yaptı. Hâşim bunun üzerine düşüncelerinin doğru olmadığını, Hz. Osman'ın ölümüne sebep olanların da namaz kılan, Kur'an'ı iyi bilen kimseler olduğunu, Hz. Ali'nin ise Resulullah'a en yakın, dinde ise en fakih kimse olduğunu söyledi. Bunun üzerine genç ikna oldu, tevbe etti. Şam halkının yanına döndüğünde ise arkadaşları ona Hâşim'in onu aldattığını söylüyorlardı.[634] [635] Bu olay bize Muaviye b. Ebî Süfyan'ın Hz. Ali'ye isyanı konusunda da ifade ettiğimiz Muaviye'nin Ammar b. Yasir'e yaptığı şu uyarıyı hatırlatmaktadır: "Ey Eba'l Yakzan; Şam'da Hicaz ehlinden daha çok kimse bıraktım, hepsi kahraman, hepsi atlı. Hepsi namaz kılıyor, zekâtı veriyor, beyti tavaf ediyor. Onlar Ammar veya ondan öncekileri bilmezler, Ali veya akrabalarını da bilmezler."62'1 Gerçekten Şam halkı Muaviye'nin söylediği gibi Hz. Ali'yi tanımıyordu. Bu durum ise Muaviye'nin istediği şekilde halkını yönlendirmesi konusunda çok işine yaramıştı. Bunun yanında Hz.

Ali'nin ordusu gerçekten kendi içinde büyük problemler yaşıyordu. Bir taraftan İslâm inancı ile birlikte Kur'an'ın gelişmeler karşısında yorumlanmasında ortaya çıkan problemler, bir taraftan geçmişten gelen kabileci yaklaşımlar, bir taraftan da çatışmaların siyasi sonuçları ile ilgili duyulan endişeler, Irak ordusunun ne için savaştıkları ve savaşın sonunda neyi elde edecekleri konusunda kesin bir kanaat taşıyamamaları açısından etkili olmuştu. Kabileler için savaş sebebi olabilecek unsurlar alışageldiklerinin dışında siyasi sebeplere dayanıyordu. Savaş sırasında öc alma gibi motivasyon sağlayıcı geleneksel bir etki yaşanamazken, bunun bir fetih hareketi olmaması da durumu daha sorunlu bir hale getiriyordu.[636] Hz. Ali'nin ordusunu Muaviye'ye karşı harekete geçirecek ortak ideal "İslâm" olmalıydı. Halife Hz. Peygamber'e olan yakınlığı ve savunduğu fikirleri ile Muaviye'ye karşı İslâmcı bir imaj çiziyordu. Hz. Ali Muaviye'yi ve ordusunu İslâm'ın emirlerine karşı Arap geleneklerini savunan çıkarcı bir grup olarak tanımlıyordu.[637] Bu savaş Ammar b. Yasir başta olmak üzere savaşa katılan birçok sahabeye göre büyük bir cihattı.[638] Hicretten önce Mekke'de ve hicretten sonra özellilikle Bedir Savaşı'nda yaşanan zor anların müsebbipleri ile karşı karşıya idiler. Medine'den gelen dindarlar grubu Sıffîn Savaşı'na bu psikoloji ile girerlerken Kûfe ve Basralıların da aynı anlayış ve kararlılıkla kendilerini desteklemelerini beklediler. Savaş esnasında ise beklenilen olmadı. Bedir'de yaşananlar diğer Arapları belki de hiç ilgilendirmiyordu. Veya aynı heyecanı duymaları mümkün değildi. Kûfeliler içinde ise daha sonra halifeye baş kaldıracak olan Hâriciler yer alıyordu ki bunların Kurra denilen ve Kur'an ile yakından ilgilenen bir grup içerisinden çıktığı belirtilmektedir.[639] Onlar da kendilerine göre İslâm'ın emirleri üzere hareket ettiklerini ifade ediyorlardı. Ancak onların Medinelilerden farkı ilk dönemin heyecanını yaşamamış olmalarıydı. Kureyşin ilk Müslümanlara karşı uyguladığı yoğun baskıya karşı verilen mücadeleden bire bir etkilenmiş değillerdi. Onların rahatsızlık duydukları konu toplumda özellikle Hz. Osman döneminden sonra ortaya çıkan Kureyş aristokrasisi idi ve İslâm ile birlikte itaat altına alınmış olan kabileler yine İslâm ile birlikte eşit imkân ve eşit muamele görmek istiyorlardı. Çeşitli vesilelerle ifade ettiğimiz gibi onlar Hz. Ali'nin mücadelesine farklı bir açıdan bakıyorlardı ve İslâm adına kendilerini haklı görmekteydiler. İşte bu ortam içinde Hz. Ali saflarında yer alan Kureyş dışından iki güçlü kabile; Yemenliler ve Rebialılar Kureyş için savaştıklarını, sonuç her ne olursa olsun kendileri için değişen bir şeyin olmayacağını düşünmeye başladılar.[640]

Hz. Ali'nin girdiği savaşlarda, kabileler ile ilgili uyguladığı stratejilerinden daha önce söz etmiştik. Özellikle Sıffîn Savaşı'nda aynı kabilelerin karşı cephelerde yer alması nedeniyle halife Şam askerleri içinde bulunan kabilelerin yerlerini öğrenerek, bu kabileleri yine kendi kabilelerine karşı savaştırmayı uygun görmüştü. Örneğin Ezd kabilesini Ezdlilere karşı, Has'amlıları Has'amlılara karşı konuçlandırmış, Şam askerleri arasında aynı kabileden adamı olmayan kabileleri de diğer kabilelere yardımcı olarak sevk etmişti. Örneğin Buceyle kabilesinden Şam tarafında çok az kimse bulunduğundan Hz. Ali bu kabileyi Lahm kabilesine katmıştı.[641] Hz. Ali ordusunu bu şekilde yerleştirerek kabileler arası bir çatışmanın ortaya çıkmasını engellemeyi hedeflemişti. Bilindiği gibi Araplar kendi kabileleri içinde rakip duruma gelebiliyorken, başka bir kabilenin müdehalesi söz konusu olduğunda asabiyet duygusu onları çok çabuk bir şekilde bir araya getirebiliyordu. Ancak Hz. Ali'nin bu savaş taktiğinin olumsuz yönleri de ortaya çıkmıştı. Halifenin kendilerini karşı taraftaki kabiledaşlarına yönlendirdiğini öğrenince bundan şiddetle rahatsız olan Yemenli Ezd kabilesinin liderlerinden biri, duyduğu rahatsızlığı "...ellerimizi ellerimizle kesiyoruz, kanatlarımızı kılıçlarımızla yoluyoruz. Böyle davranırsak şerefimizi ayaklar altına almış oluruz" diyerek ifade etti.[642] Savaş sırasında da her iki taraftan kendi yakınları ile karşı karşıya gelen bazı askerlerin çatışmayı bıraktıkları görüldü. Örneğin Irak askerlerinden Ziyad b. Nadr Müntefik kabilesinden ana bir kardeşi olan Amr b. Muaviye ile teke tek vuruşmaya girişmiş, ancak iki kişi karşı karşıya geldiklerinde birbirlerini tanımışlar ve geri çekilmişlerdi. Onlar ile birlikte etrafındakiler de geri çekilmişlerdi.[643] Muaviye tarafına kaçan Kays b. Yezîd, savaşmak üzere ortaya atıldığında Ebû Amarrata b. Yezîd ona karşı çıktı. Karşılıklı mücadeleye başlamadan önce birbirleri ile tanıştılar ve çarpışmadan vazgeçtiler. Geriye döndüklerinde ise arkadaşlarına durumu anlattılar.[644] Iraklı Has'am kabilesinin lideri Ebu Ka'b'ı öldüren Muaviye'nin bir askerinin ise ağlayıp feryad ederek şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Ey Ebû Ka'b, Allah sana rahmet eylesin. Bir kavme itaat uğruna seni öldürdüm. Sen benim en yakınlarımdan ve en sevdiklerimden birisi idin. Anlaşılan Kureyş bizi oyuncak yapmış."[645] Bu ve benzeri olaylar iki taraf arasında üzüntü verici hadiseler olarak yaşanırken, zaman zaman savaş hakkında her iki tarafın kendilerini sorgulamalarına neden olmaktaydı.

Muaviye, iki ordu karşı karşıya geldiğinde yine boş durmuyor, önemli kabileleri kendisine çekebilmek için çeşitli vaatlerde bulunuyordu. Rebia kabilesi askeri gücü ile birlikte oldukça önem taşıyordu. Muaviye, Ziyad b. Hasafa'ya haber göndererek onunla konuşmak istedi. Ona "Ey Rebiaoğulları'nın evladı! Ali bizim aramızdaki akrabalık bağlarını kopardı. İmamımızı öldürdü ve onun katillerini himaye etti. Seni aşiretinle birlikte bize yardım etmeye davet ediyorum. Vallahi şayet zafere erecek olursam sana kesinlikle söz veriyorum ki dilediğin en büyük iki vilayetten birine vali tayin ederim." dedi. Ziyad ise Muaviye'nin bu sözlerinden etkilenmemiş bir şekilde geri döndü. Muaviye kabilelerin özelliklerini iyi tanıyan bir kişi olarak Amr'a: "Biz bunun aşiretinden tek bir kişiye bile teklifte bulunmayalım, çünkü onların kalbi tek bir adamın kalbi gibidir ve onlar bu konuda bize olumlu bir şey söylemezler" [646] dedi.

Sıffîn Savaşı'nda kabileler içinde zaman zaman liderlik konusunda da problemler yaşanmaktaydı. Âmir b. Kays el-Hizmirî et-Tâî ile Adiyy b. Hatem et-Tâî arasında sancağı taşıma konusunda ihtilâf çıkmıştı. Bu iki kabile arasında geçen tartışmalarda Arap kabilecilik anlayışında meşhur olan kabileler arası üstünlük mücadelesini ve kabile ile övünme geleneğini canlı olarak görmekteyiz. Hizmir aşireti Adiyy'den daha kalabalıktı. Abdullah b. Halîfe el-Bevlânî Hz. Ali'nin de bulunduğu bir ortamda Hizmiroğullarına karşı şöyle demişti: "Ey Hizmiroğulları sizler Adiyyoğullarına üstünlük mü taslıyorsunuz? Sizde ve sizin babalarınız arasında Adiyy ve babası gibi bir adam var mıdır acaba? Reviye günü kasaba halkını ve kasabanın suyunu koruyan o değil midir? Onun babası kabile reisi değil miydi? Arapların en cömerdinin oğlu, o kendi malları talan edilirken komşusunun mallarını koruyan, o gadretmeyen, kötülük yapmayan, cimrilik etmeyen, yaptığı iyilikleri başa kakmayan ve pintilik etmeyen adam değil miydi? Söyleyin bakalım, babalarınız arasında onun babası gibi var mıydı? Var mıydı onun gibisi, getirin bakayım bir benzerini. Islâm'da sizden daha faziletli olup Resulullah’a giderken heyet başkanınız olan o değil miydi? O Nuhayle, Kadisiyye, Medâin, Celûle, Nihavend ve Tuster savaşlarında sizin reisiniz değil miydi?" Hz. Ali bu sözlerin üzerine daha fazla dayanamayarak bu kişiyi susturmuş ve olayı çözmek üzere müdehale etmiş, ancak anlatıldığına göre olay uzayıp gitmişti.[647] Muaviye tarafında da komutan tayini konusunda sıkıntılar yaşanmıştı. Özellikle Yemenliler'le Mudarlılar geçmişten gelen bir asabiyet mücadelesi içerisindeydiler. Sıffîn'de Muaviye Mudarlıları Yemenliler'e komutan tayin ettiğinde Yemenliler bundan şiddetle rahatsız olmuşlardı. Muaviye bu durum üzerine Mudarlı komutanları görevden almıştı.[648] Yemenliler'in Amr b. el-Âs'ın komutanlığından dahi rahatsız oldukları ifade edilmektedir.[649]

Araplar için savaşmak üzere kendileri ile eşleşilen kabileler asabiyet açısından önem taşıyordu. Mubarezelere çıkılırken de denkliğe önem veriliyordu. Örneğin Ubeydullah b. Ömer b. el-Hattab, Hz. Ali'nin oğlu Muhammed b. el-Hanefiyye'yi teke tek çarpışmaya davet etmişti. Babası Muhammed'e müsaade etmedi. Kendisi oğlunun yerine çarpışmayı istediğinde Ubeydullah geri çekildi. Muhammed b. el-Hanefiyye'nin babasının onunla karşılaşmak istemesini Arap geleneklerine göre yadırgadğıı ve ona: "      Ey mü'minlerin emiri! Nasıl oluyor da bu fasığa karşı kendin teke tek çarpışmaya

çıkıyorsun? Sen onun babasından üstünsün."[650] dediği belirtilmektedir.

KABİLECİLİK ANLAYIŞININ HAKEM OLAYINA ETKİSİ

Sıffîn Savaşı'nda, özellikle Malik el-Eşter'in büyük gayretleri ile Hz. Ali tarafının galibiyete yaklaştığı ifade edilen bir aşamaya gelindiği sıralarda, Amr b. el- Âs'ın ortaya attığı Kur'an'ın hakemliği fikriyle birlikte mücadelenin seyri Muaviye lehine değişti. Amr, Muaviye'ye: "Sana bir şey söyleyeyim ki o bizim aramızı birleştirirken onların arasına ayrılık soksun ve onları bölsün" dedi. Muaviye bu fikrin ne olduğunu sorduğunda: "Kur'an sayfalarını havaya kaldıralım ve onları Kur'an'ın hakemliğine davet ederek aramızda onun hakem olmasını isteyelim. Onların bir kısmı bunu kabul etmezse de bir kısmı kabul eder. Böylece aralarına tefrika girmiş olur, savaş için de en azından bir müddet nefes almış oluruz' diyerek önerisini ortaya koydu.[651] Bu kararın üzerine Şam askerleri mızrakların ucuna takılmış Mushaflarını Iraklı askerlerin arasında dolandırırlarken bir yandan da "Ey Araplar! Tükenmek üzeresiniz. Yarın eşlerinizi ve çocuklarınızı Fars ve Bizanslılar'dan kim koruyacaktır? işte Allah'ın kitabı sizin ve bizim aramızda hakem olsun" diye çağrıda bulundular.[652] Plan uygulamaya geçirildiğinde gerçekten de Hz. Ali'nin ordusunda iki farklı düşünce ortaya çıktı.[653] Ordunun bir kısmı bunun Şamlılar'ın bir hilesi olduğunu ve savaşa devam etmek gerektiğini düşünürken,[654] içerisinde Kurra denilen bir grubun da bulunduğu azımsanmayacak bir kısım asker bu çağrıya olumlu cevap vermek gerektiği konusunda ısrar ettiler.[655] Halife askerlerini ikna etmek amacıyla; Muaviye'yi Amr'ı, İbn Ebî Muayt'ı, Habîb'i, İbn Ebî Serh'i ve Dahhâk'ı çok iyi tanıdığını, söylemlerinde samimi olmadıklarını, Kur'an'la ilgilerinin bulunmadığını, onları aldatmak için Kur'an sahifelerini tuzak olarak kullandıklarını, zaten Allah'ın emrine karşı geldikleri için onlarla savaştıklarını ifade ediyordu. Ancak savaşın durdurulmasını isteyen bu grup Allah'ın kitabına davet edildikleri halde bunu kabul etmemelerinin kendileri için doğru bir davranış olmayacağını söylediler. Mis'ar b. Fedekî et-Temimî, Zeyd b. Husayn et- Tâî ve onlara tabi olan bir kısım Kur'an hafızları: "Ey Ali, Allah'ın kitabına icabet et. Sen buna davet edildiğin halde icabet etmezsen biz seni şu karşımızdaki kavmin arasına katıncaya kadar oraya sürükler ve Osman b. Affan'a yaptığımızın aynısını sana da yaparız." diyerek Hz. Ali'yi tehdit ettiler.[656]

Sahabenin Hz. Osman'nın öldürülmesi nedeniyle suçluların cezalandırılması konusunda Hz. Ali'nin üzerine gelmesine karşı; halifenin çok kalabalık olduklarını bu nedenle cezalandıramayacağını ifade ettiği, bedeviler olarak değerlendirilen bu topluluk, şimdi de Hz. Ali'nin başına sıkıntı olmuştu ve o bu kişilerin söz ile ikna olmayacaklarını artık iyice biliyordu. Hz. Ali'ye karşı baskı uygulayan bu insanların dışında olaya gerçekten İslâmî hassasiyetle yaklaşan ve Şam ordusu içinde kendi kabilelerinden insanların bulunması nedeniyle savaşmakta tereddüt içinde olan askerler de bulunmaktaydı. Zannediyoruz halife bu durumu da göz önünde bulundurarak savaşı bitirme kararını uygulamaya koydu. Irak ordusu komutanlarından Eş'as b. Kays savaşın derhal durdurulması isteğinde bulunanlar arasındaydı.[657] Diğer komutanlardan Adiy b. Hâtim ve Amr b. el-Hamk kararı Hz. Ali'ye bıraktılar.[658] Savaşın durdurulmasına şiddetle karşı çıkan Malik el-Eşter'in Irak askerlerine yaptığı uyarıları ise fayda vermedi.[659] O andan itibaren yapılacaklar Halifenin kontrolünden tamamen çıkmış bir şekilde tahkimi isteyenlerce belirlenmeye başlandı. Alınacak kararlar savaşma nedenlerine uygun olarak belirlenmiş olsaydı belki yine problem olmayacaktı. Ancak halife bir bakıma devreden çıkarılarak iş kabilelerin isteklerine göre şekillenmeye başladığında kabileler arasındaki asabiyet anlayışı yeniden canlanmaya başladı.

Hakem olayı ile ilgili olarak savaşın derhal durdurulmasını isteyenlerin başında gelen ve seçilecek hakem konusunda halifeye yoğun bir şekilde baskıda bulunan Eş'as b. Kays[660] üzerinde biraz durmak gerekmektedir. Eş'as, Irak ordusu içinde yer almış olan önemli bir liderdir. Daha önce ifade ettiğimiz gibi Yemen'in önemli kabilelerinden Kinde kabilesinin reisi olan Eş'as, Hz. Ali halife seçildiğinde kendisi Hz. Osman'ın Azerbaycan valisiydi. Ayrıca Eş'as ile Hz. Osman arasında hısımlık bulunduğu, onun kızı ile Hz. Osman'ın oğlu Amr'ın evli olduğu belirtilmektedir. Hz. Ali onu Azerbaycan valiliğinden azletmiş,[661] bir rivayete göre o, buradaki malları alarak Muaviye'ye katılmayı düşünmüş olmasına rağmen kabilesinin isteği ile halifeye bey'at etmek durumunda kalmıştır.[662]

Sıffîn Savaşı sırasında Hz. Ali Eş'as'ı Kinde ve Rebia kabilelerinin komutanı iken azletti. Onun yerine Hassan b. Mahduc ez-Zühelî'yi tayin etti. Bu durum iki kabile arasında büyük bir problemin çıkmasına neden oldu. Hatta Eş'as gibi Yemenli olan Malik el-Eşter ile Adiy b. Hâtim, Zühr b. Kays ve Hani' b. Urve bu kararı doğru bulmadıklarını halifeye ifade etmek gereğini duydular. Onların bu davranışı bu defa Rebia kabilesini rahatsız etti. Olayın büyümesi üzerine her kabilenin kendi bayrağını taşıması önerildi. Bu öneri de Kinde kabilesi tarafından kabul edilmeyince Hz. Ali Eş'as'a, savaşta ordunun sağ kanadına kumandan olacağı taahhüdünü vererek olayı çözüme kavuşturdu.[663]

Eş'as'ın Halife ile aralarında geçen bu talihsiz olayın dışında savaşın en şiddetli yaşandığı "Leyletü'l Herîr" denilen gecede kendi kabilesine, Muaviye ve Ümeyyeoğulları'nın siyasetini destekler mahiyette savaşın durdurulması gerektiği, aksi takdirde Araplar'ın tükeneceği, kadın ve çocukların savunmasız kalacağı yönünde bir konuşma yaptığı belirtilmektedir.[664] Eş'as b. Kays'ın bu dikkat çekici hareketleri nedeniyle kendisinin Muaviye ile gizli bir anlaşma yapmış olabileceği iddia edilmektedir.[665] Taha Hüseyin ise Amr b. el-As ile Eş'as b. Kays'ın tahkim olayını birlikte planlayarak Hz. Ali'ye karşı ortaklaşa bir komplo hazırladıkları ihtimalini öne sürmektedir.[666] Eş'as b. Kays'ın halife ile savaş sırasındaki farklı etkileşimini ve savaşın durmasına ilişkin görüşlerinin sebebini bu şahsın siyasî anlayışına bağlamak mümkündür. Çünkü Eş'as Muaviye tarafına da geçmemiştir.[667] Böyle bir anlaşmaya gerek olmaksızın Eş'as'ın Hz. Ali ile yaşadığı bu tatsızlıklar neticesinde halifenin karşısında sözü geçen bir kişi olarak kendisini kanıtlamak veya kabilesine karşı itibarını yükseltmek isteği ile heyecanlı davranışlarda bulunmuş olması da imkân dâhilindedir. Hakem olarak Ebû Mûsâ'da ısrar etmesi ise artık iktidar mücadelesini göğüsleyen kabileler olarak Kureyş'in yanı sıra kendilerinin de ciddi anlamda söz sahibi olmaları arzusundan kaynaklanmış olabilir. Bilindiği gibi Eş'as Hz. Ebû Bekir döneminde İslâm'a ve dolayısıyla Kureyş otoritesine baş kaldırarak irtidat eden Kinde kabilesinin önderiydi. Müslümanlar'a karşı savaşmış, yenilgiye uğramaları üzerine teslim olmak zorunda kalmıştı.[668]

Yemenliler'in Kureyş'e bakışından daha önce söz etmiştik. Yemenli kabileler bu karışık durum içerisinde karakteri, İslâmî bilgi ve otoritesi nedeniyle Ebû Mûsâ el- Eş'arî'nin vereceği kararın kendileri adına daha isabetli olacağını düşünmüş olmalıdır. En azından bu tarihi olayda Yemenliler'in de söz sahibi olması, Yemenliler'in diğer kabilelere üstünlüğünü yansıtmakla birlikte Kureyş'in geri adım atması anlamına da gelebilirdi. Bu da siyasi anlamda ileriye dönük olarak önemli bir aşamaydı. Mahfuz Söylemez, Eş'as ve beraberindekilerin bu çıkışla Güney Araplarına hilafet yolunu açmayı, hatta bunu Ebû Mûsâ ile gerçekleştirmeyi düşünüyor olabileceklerini söylemektedir.[669] Nitekim Hz. Peygamber döneminden beri Ebû Mûsâ Araplar üzerinde idarecilik açısından önemli bir yere sahipti.

Burada Ammar b. Yasir'den de söz etmek yerinde olacaktır. Ammar b. Yasir Yemenli kabilelerden Mezhic kabilesinin Ans koluna mensuptur.[670] Hz. Osman'a karşı geliştirilen muhalefetten itibaren Sıffîn Savaşı'na gelinceye kadar Ümeyyeoğulları'na karşı aktif bir mücadeleye giren Ammar b. Yasir,[671] bu savaşta Muaviye'nin askerleri tarafından öldürülmüştür.[672] Onun Hz. Peygamber dönemindeki özel konumu ve Hz. Peygamber'in onun ölümü ile ilgili olarak söylediği ifade edilen sözü samimi Müslümanlar için oldukça önem taşıyordu.[673] Esasen onun bu savaşta öldürülmesi mücadeledeki haklılık anlamında karşı taraf ile çatışma konusunda Hz. Ali tarafına olumlu bir etkide bulunması gerekirdi. Ancak durum tam tersine gelişmiştir. Zannediyoruz bu aşamada Eş'as'ın Hz. Ali'ye karşı etkinliğinin artmasında tabiri caizse Eş'as'ın meydanı boş bulmasının da etkisi olmuştur. Hakem olması isteği ile Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin şiddetle gündeme getirilmesinde ise özellikle Yemenliler üzerinde Ammar'dan sonra ortaya çıkan manevi boşluğun doldurması kaygısı etkili olmuş olabilir.

Eş'as'ın hakem olayında bu heyecanlı çıkışının sebebi olarak aklımıza takılan bir ihtimali de söylemeden geçmek istemiyoruz. Bilindiği gibi Malik el-Eşter'de tıpkı Eş'as b. Kays gibi Yemen kökenli önemli kabilelerden birinin lideri idi. Kendisi İslâmi hassasiyeti ve Hz. Ali ile siyasi hedefler konusundaki ortak hareketleri nedeniyle halifenin sağ kolu konumundaydı. Sıffîn Savaşı'nda Eş'as ile halifenin yaşadığı komutanlıktan azil meselesi Eş'as'ı oldukça huzursuz etmişti. Çünkü Eş'as b. Kays da siyasi sahada iddialı bir kişiydi. Malik el-Eşter'in savaş sırasında ipi göğüslemeye yaklaştığı bir anda Eş'as'ın ısrarla hakem olayını kabul etme gayreti acaba Eşter ile Hz. Ali yakınlığını kıskanmış olmasından mı kaynaklanmıştı? Bu yakınlık Eşter'i valilik makamına getirirken Eş'as Hz. Ali tarafından hem valilikten azledilmiş, hem de savaş sırasında komutanlığı elinden alınmıştı. Ayrıca kendisi Hz. Osman'ın sadık amillerinden biri olarak Hz. Ali'den çok Muaviye ile görüş birliğine sahipti. Bilindiği gibi savaşın durmasından itibaren Eş'as yine girişken tavırlarda bulunmuş, hakem kararı ile ilgili olarak Muaviye ile görüşmeyi istemiş,[674] iki taraf arasında anlaşma metni yazılırken Şamlılar'ca Hz. Ali'nin ismine "Emîrü'l Mü'minîn" ibaresinin yazılmaması istenildiğinde halifeyi bunu kabule zorlamış,[675] yazılan anlaşma metnini anlaşmayı isteyen ve istemeyen kabileler arasında gezdirerek okuyarak çeşitli rahatsızlıklara sebep olmuş,[676] daha da ilginç olanı Hz. Ali'nin Malik el-Eşter'i hakem seçmek istemesine de şiddetle karşı çıkanlar arasında yer almıştı.[677] Eş'as'ın Hz. Ali ile Malik el-Eşter'i çekemediği veya en azından onların konumlarına karşılık ön plana geçmek istediği şeklinde bir senaryo oluşturmak mümkündür. Arap kabilelerinde bu tür kıskançlıkların yaşandığını birçok örneğiyle bilmekteyiz. Eş'as'ın, kendi kabilesinin yönelişinin aksine davranamayarak Hz. Ali'nin saflarına katılmış olduğu, ancak ileriki dönemlerde Muaviye'nin Hz. Ali'ye galip gelmesi halinde önemli mevkiler elde edebilmek için ona yaranmaya çalışmak amacı ile bu şekilde davrandığı da düşünülebilir. Zira Muaviye'nin kendi saflarına geçmesi için vaatlerde bulunmadığı lider yok gibidir. Bununla birlikte Demircan, Eş'as'ın gerçekten barış için gayret gösterdiği yorumunu yapmakta, kendisinin hakem konusundaki yaklaşımını samimi bulmaktadır.[678]

10 Safer h. 37 tarihinde sulh gerçekleşti.[679] Şimdi sıra hakemlerin seçimine gelmişti. Muaviye Şam hakı ile anlaşarak kendisi için temsilci olarak Amr b. el-Âs'ı seçti.[680] Hz. Ali ise kendi temsilcisini kendisi seçmek istese de halifeyi tahkime zorlayan büyük bir grup Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin halifenin temsilcisi olmasında direttiler. Bu istekte bulunanların başında Eş'as b. Kays gelmekle birlikte, bunlardan bir kısmının da Zahidler diye de ifade edilen Kurra'dan oldukları,[681] daha sonra bunların Hâriciler olarak isimlendirildikleri belirtilmektedir.[682] Halifenin Amr b. el-Âs'ın Ebû Mûsâ'yı siyasi sahada yanıltabileceğini, dolayısıyla temsilci olarak Abdullah b. Abbas'ın seçilmesi gerektiğini ifade etmesi üzerine onlar: "Vallahi sen de olsan, İbn Abbas da olsa bizi asla ilgilendirmez. Senin ya da Muaviye ’nin yakını olabilecek kimseyi de kabul

etmeyiz. Her şeyden önce senin ve Muaviye'nin dışında bir kimse bu işi halletmelidir." dediler.[683] Eş'as b. Kays ve yanındakilerin: "Bizim hakkımızda iki Mudarlı karar veremez" dediği de rivayetler arasındadır. Bu rivayette iki Mudarlı sözü ile Amr b. el-Âs ve Hz. Ali'nin seçmek istediği İbn Abbas'ın kastedilmiş olduğu, orada bulunanların ise çoğunlukla Kahtanîler'den oldukları belirtilmektedir. Ancak ilginç olan Hz. Ali'nin yine bir Kahtanlı olan el-Eşter'i teklif ettiğinde karşı çıkmalarıdır. "Bu sonucu ortaya çıkaran o değil mi?" diyerek onu da seçeneklerin dışına itmişlerdir.[684] Onlar halifenin değil esasında kendilerinin temsilcisini seçmişlerdi. Sonucun Hz. Ali lehine olup olmayacağı çok da dikkate alınmış değildi ya da Irak tarafının kesinlikle tahkimden galip çıkacağı, dolayısıyla her hangi bir olumsuzluğun ortaya çıkmayacağı zannediliyordu. Aksi takdirde bunca mücadelenin ardından durum Iraklılar'ın galibiyete çok yaklaştığı bir aşamaya geldiğinde bu şekilde bir davranış içerisine girmeleri gerçekten mantıksız görünmektedir.

Wellhausen Kûfeliler'in Ebû Mûsâ'yı tercih etmelerini onun daha önce halkına bu savaşlara karışmamaları konusundaki uyarılarından kaynaklandığını düşünmektedir. Ona göre Kûfeliler Ebû Mûsâ'nın uyarılarında haklı çıktığını düşünmüşlerdir.[685] Ayrıca Wellhausen Iraklılar'ın Kur'an sahifelerinin mızrakların ucuna takılması ile Hz. Ali ve Muaviye b. Ebî Süfyan arasındaki mücadelenin seyrinin değişmesini şu şekilde yorumlamaktadır: "Olay için hâinler aramak beyhude ve de tümüyle gereksizdir. En büyük tehlike ânında Kur'an'ın yukarı kaldırılmasının, geleceği parlak görünen Amr b. Âs tarafından düşünülüp uygulandığı hususu hiç de inanılmaz bir şey değildir. Düşünce pekiyi idi ve belki de önceden de buna benzer uygulamalarda bulunulmuştu; mızrak her zaman bayrak gönderi olarak kullanılırdı ve Kur'an da Islâm'ın bayrağıydı. Iraklılar'ın böylece duygularına hitap olunmak isteniyordu: Sizler, sancakları sizinkilerden hiç de daha az değerli olmayan Allah'ın Kelâmı bulunan kimselere karşı savaşıyorsunuz. Iraklılar'ın bunu anlamaları için beyinlerinin özel olarak yıkanmış bulunmasına hacet yoktu ve bu davranışın onlar üzerinde etkili oluşuna şaşmak gerekmez." diyen Wellhausen, Osman'a Aişe'ye ve Basralılar'a karşı da zaten hakkı yerine getirmek için mücadele edildiği fikriyle savaştıklarını düşünen Iraklılar'ın; Sıffin Savaşı'nda Mushafları mızrakların ucuna takılmış gördüklerinde kendi mücadeleleri açısından tereddüte kapılarak dinî açmazın etkisinde kalmış olabileceklerini söylemektedir.[686] Amr b. el-Âs'ın bu yöntemi kullanarak savaşı durdurmayı başarması ve özellikle de Kurra'nın bu çağrıyı derhal kabul etmesi bu düşünceyi desteklemektedir. Adnan Demircan da aynı yöndeki kanaatlerini ifade ederken, Sıffîn Savaşı'nın sürekli ve yoğun bir çatışma içerisinde geçmediğini, küçük taarruzlar halinde seyrettiğini, bu durumun kabileler arasında karşılıklı mektuplaşmalarına imkân sağladığını belirtmektedir. Demircan, kırk gün süren çatışma boyunca savaşın en şiddetli olduğu anlarda ise Kur'an'ın hakemliğine başvurulduğunu söylemektedir. Dolayısıyla Iraklılar'ın tahkimi hemen kabul etmelerini çok şaşırtıcı bulmamaktadır. Zaten Kurra'dan dörtyüz kişilik bir grubun daha önce savaşa katılmayarak sınır boylarında görevlendirilmek istediklerini belirten Demircan savaş konusunda başından beri Kurra'nın isteksiz olduğunu vurgulamaktadır.[687] Savaş sırasında kabilelerin kendi kabilelerine karşı savaşmaları sonucu yaşadıkları çelişkilerden söz etmiştik. Bu durumda kabilelerin savaşı bitirme isteğinde bulunmaları psikolojileri açısından akla uygun görülmektedir.

Câbirî, hakem olayının kabulüne tamamen kabilecilik örüntüsü içerisinde yaklaşmaktadır. Hz. Ali'nin ordusunda çok az sayıda Kureyşli olduğunu ifade eden yazar, halifenin Rebia, Mudar ve Yemenli kabileleri aynı anda yönetmeye çalıştığından ve bunun zorluğundan söz etmektedir. Yemenliler ile Rebia kabilesinin İslâm'dan önceki ittifakı sağlamak üzere hareket ettiklerini, böylece Hz. Ali'nin ordu içerisinde bir uyum sağlamaya çalıştığını, ancak Mudarlılar'ın Yemenliler ile uyum sağlamayı kesinlikle reddettiğini[688] [689] ifade eden Câbirî sözlerine şu şekilde devam etmektedir: "Bu, hezimetinin sebeplerinden biri oldu. Gerçekten de, Ali bin Ebî Talib tarafının ünlü hakem (tahkim) olayı dolayısıyla bölünmesi, esasen bu tarafın karşı karşıya olduğu kabile çelişkileriyle ilgilidir. Bu çelişkilere hakim olmak ve onları gidermek, ancak hileci bir siyasî dehayla olabilirdi, bu da Ali bin Ebî Talib'in niteliklerinden değildi."69 Câbrî savaş öncesinde Mudarlılar'dan Temîm ve Gatafan kabilelerinin savaş için acele etmemesi konusunda halifeyi uyardıklarını, bunun sebebinin Muaviye tarafındaki kabiledaşları ile savaşmak istememelerinden kaynaklandığını, ancak bu savaşı Yemenliler'in şiddetle istediklerini söylemektedir.[690] Yazarın Mudar-Rebia, Yemen uyumsuzluğu konusundaki sözleri gerçekten dikkat çekicidir. Ancak bu durumda Yemenliler'den Eş'as'ın savaşı durdurmada öncülük etmesi, Yine Yemenliler'den olan Ebû Mûsâ'nın hakemliğinin büyük çoğunlukla tercih edilmesi ve tahkimi kabul etmeyen Hâriciler'in genelde Yemenliler arasından çıkmaması nasıl izah edilecektir? Acaba tahkim kararı Mudarlılar ve Yemenliler tarafından olumlu karşılanırken hakem tayini ve alınacak kararlardaki Eş'as'ın etkin rolü mü durumu gerginleştirmiştir? Eş'as'ın Mudarlıları hakem olarak kabul etmeyecekleri sözünü Kureyş bağlamında ifade etmemiş olması ve daha geniş bir anlam içermesi de bunu akla getirmektedir. Temimoğulları'nın lideri Ahnef b. Kays ise bir Mudarlı olarak Hz. Ali'yi yakinen desteklemekle birlikte onun için hakem olmayı istemiş, bir Yemenli olan Ebû Mûsâ'nın seçilmesinden şiddetle rahatsız olmuştu. O da Hz. Ali gibi Ebû Mûsâ'nın onu savunmayacağından emindi ve bu nedenle gelişmelerden kaygı duymaktaydı. Ahnef'in Ebû Mûsâ'nın hakem seçilmesine karşı halifeye şöyle dediği ifade edilmektedir: '"Vallahi sen bir taş attın. Bu kavmi ancak kendilerinden biri olan bir adam barıştırır, onlara yaklaşır, öyle ki avuçlarına girer, sonra onlardan uzaklaşır, öyle ki yıldızlar kadar yükselir. Eğer beni hakem tayin etmek istemiyorsan, bari beni ikinci ya da üçüncü hakem yap. Çünkü bu anlaşmada herhangi bir düğüm atılırsa, ben o düğümü mutlaka çözerim. Benim attığım düğüm çözülecek olursa önceki gibi, senin lehinde veya daha sağlam başka bir düğüm atarım."[691] Şayet bu ifadeler doğru ise tıpkı Eş'as'ın Mudarlılar'dan rahatsız olması gibi Ahnef'in de Yemenliler'den rahatsız olduğunu söylememiz mümkündür. Söylediği sözlerde geçen "bu kavmi ancak kendilerinden biri olan bir adam barıştırır" ifadesinde Ahnef, iki Mudarlı olan Muaviye ve Hz. Ali'yi bir kavim olarak görmekte, kendisi de bir Mudarlı olarak duruma kabileci bir mantıkla yaklaşmakta, haklı olarak Yemenliler'in bu meseleye ortak olmaması gerektiğini düşünmektedir. Zira Eş'as b. Kays da kabileci söylemlerle hakem belirleme yoluna gitmişti. Bu durum asabiyetin geçmişte olduğu gibi o dönemde de kabileler arasında hâkim bir zihniyet oluşturduğunu göstermektedir. Eş'as'ın Temimoğulları'nın arasına girerek yapılan anlaşma metnini okuması ve bunun üzerine onların da Eş'as'a öfkelenmeleri[692] Mudarlılar ile Yemenliler arasındaki rekabeti sergileyen dikkat çekici diğer bir örnektir. Câbirî'nin ifade ettiği Yemen ile Rebia arasındaki ittifak ise Sıffîn Savaşı'nın durdurulması konusu gündeme geldiğinde yine kendini göstermiştir. Rebia kabilesinde etkin bir kişi olan Halid b. el-Muammer, bu konuda Eş'as ile birlikte hareket etmiştir. Hatta bu kişinin Muaviye tarafına geçme eğilimi gösterdiği ve bu amaçla onlar ile mektuplaştığı belirtilmektedir.[693] Hz. Ali onu bu isteğinden vazgeçirmek için bütün Rebia kabilesinin başına getirmek zorunda kalmıştır.[694]

Iraklılar'ın temsilcisi (Hz. Ali'nin temsilcisi diyemiyoruz. Çünkü o Hz. Ali lehine temsilcilik yapmamış, Amr b. el-Âs'ın aksine tarafsız bir yaklaşım sergilemiştir.)[695] Ebû Mûsâ el-Eş'arî ile Muaviye'nin temsilcisi Amr b. el-Âs, savaşın gerçekleştiği yılın Ramazan ayında bir araya gelerek müzakerede bulunmak üzere anlaştılar.[696] Belirlenen tarihte Dûmetü'l Cendel'de veya buraya yakın bir yer olan Ezruh'ta toplanıldı.[697] Toplantıya Hz. Ali ve Muaviye b. Ebî Süfyan katılmazken her iki taraftan 400'er kişi hakemlere eşlik etmekteydi. Hz. Ali Ebû Musa ile birlikte amcasının oğlu Abdullah b. Abbas'ı da gözcü olarak göndermişti. Hatta namazları da ibn Abbas kıldırmaktaydı. Hakemlerin toplandığı Ezruh'ta durumu yakından değerlendirebilmek amacı ile Arapların seçkin şahsiyetlerinden Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr, Muğire b. Şu'be, Abdurrahman b. Haris b. Hişam el-Mahzumî, Abdurrahman b. Abdi Yağus ez- Zührî, Ebu Cehm b. Huzeyfe de hazır bulunmuşlardı. Hz. Ömer'in seçtiği şûra üyelerinden Sa'd b. Ebî Vakkas'ın, oğlu Ömer b. Sa'd'ın kendisini uyararak onun halife olmaya en layık kişi olduğunu ifade ettiği ve bu nedenle orada bulunması gerektiğini söylediği halde bu ortama katılmadığı, rivayet edilmektedir.[698] Toplantı ortamı ve toplantı sebebi değerlendirildiğinde Hz. Ali'nin halifelikten azledilebileceği hatta toplantı kararı alınan belgede "halife" ibaresinin bulunmaması[699] nedeniyle bu azlin çoktan gerçekleştiğini düşünenler zannederiz çoğunluktaydı. Nitekim Ebû Mûsâ kesinlikle Hz. Ali'nin halifeliğinde ısrar etmemiş ve toplantının başından itibaren derhal yeni halife isimleri önermeyi tercih etmişti. Bu tercihlerinin ilki ise kendi damadı Abdullah b. Ömer'di. Amr b. el-Âs ise başlangıçta temsil ettiği lideri olan Muaviye'yi önermesine karşı, Ebû Mûsâ'nın bu yaklaşımı nedeniyle kendi oğlu Abdullah b. Amr'ı önerdi.[700] Böylece Amr Ebû Mûsâ'nın önünü, onun yakını olan bu önemli şahsiyete karşılık kendi yakını olan ve İslâmî hassasiyeti tartışma götürmez biri ile kesmişti. Dolayısıyla kabileci yaklaşım burada da kendini göstermişti. Ezruh'a şahitler gelmiş bulunan diğer önde gelen şahsiyetler de zannediyoruz halife olma ümitleri taşımaktaydılar. Çünkü Amr b. el-Âs'ın ve Şam heyetinin dışında kimse Muaviye'yi hâlâ halife adayı olarak düşünmüyordu. Ancak şu durumda Muaviye'nin başından beri ifade ettiği "halife görevini bıraksın, olay şûraya devredilsin" isteği çoktan gerçekleşmiş oluyordu.[701]

Kaynaklarda Ezruh'ta gerçekleşen toplantı sonunda net bir karara ulaşılamadığı, aksine her iki tarafın birbirlerine öfkeli ve tartışmalı olarak toplantıyı terk ettikleri ifade edilmektedir.[702] Gelinen bu noktada fiili olarak Şam'da emirlik yapmakta olan Muaviye toplantı neticesinde konum açısından Hz. Ali ile eşitlenmiş en azından hilafete eşit uzaklığa getirilmiş oluyordu.[703] Bu durum Hz. Ali için geri adım atmak, Muaviye için ise bir adım daha ilerlemek anlamına geliyordu.[704] Muaviye'yi bu konuma layık görmeyen birçok insan sonuçta durumu onun istediği yere getirmişti. Zira başından beri tarafsızlar olarak bilinen Medineliler dahi Muaviye'nin girişimlerini ve şûra teklifini oldukça ters karşılamakta ve onu hilâfete kesinlikle aday görmemekteydiler.[705] Bu sonuç belki de Muaviye'nin dahi hayal edemeyeceği bir başarıydı. Öyle ki Haşimoğulları'na karşı Ümeyyeoğulları'nın İslâm ile birlikte değişen konumu, geleneksel bakışın tekrar dirilişi ve kabile oyunlarının etkisiyle eski yerini bulmuş, idealist Müslümanlar da farkında olmadan Muaviye'nin ekmeğine yağ sürmüşlerdi.

Hârici Çıkışının Kabile Boyutu

Şam ordusunun yenilme tehlikesini gördüğünde, Amr b. el-Âs'ın ortaya attığı tahkim fikri, Irak ordusu içinde farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Hz. Ali de dâhil olmak üzere ordunun bir kısmı bu isteği kesinlikle reddetme taraftarı iken, bir kısmı hemen kabul edilmesini istedi. Ayrıca yine ordu içinde halifenin kararı ne olursa olsun bunu kabul ederiz şeklinde düşünenler de mevcuttu. Halifeyi tahkime zorlayanların başında Eş'as b. Kays ve onun etkisi altındaki kabilelerin olduğu bilinmektedir. Ancak daha sonra isimleri Hâriciler olarak ifade edilen ve Kurra'dan oldukları söylenen bir kısım insanın, halifeyi tehdit edercesine tahkime zorladıkları görülmektedir. Bu kişilerin halifeye karşı söyledikleri belirtilen tehdit ifadelerinde Hz. Osman'ın öldürülüşü hatırlatılmakta ve yapılan bu davranış konusunda hiçbir endişe duyulmaksızın aynı akibete Hz. Ali'nin de uğratılabileceği gayet rahatlıkla ifade edilmektedir. Bu kişilerin tahkimi isteme nedenleri daha çok İslâmî kaygılar ve Kur'an hakkındaki hassas tutumları olarak gösterilmektedir. Ancak olayın bir basamak sonrasında yani tahkim ile ilgili ayrıntıların masaya yatırılması gündeme geldiğinde işler değişmeye ve yine karşı çıkışlar ortaya çıkmaya başlar. Önce Hz. Ali'nin istememesine rağmen Ebû Mûsâ'nın hakem olmasını arzu eden insanlar, daha sonra karşı tarafın Hz. Ali'nin halifelik görevini tanımayarak bu ifadeyi kullanmaması konusunda yaptırım uygulamaları üzerine bu durumu ayaklanma sebebi olarak görürler. Burada birbirine tezat görülen fakat her seferinde halifeye karşı duruşu sergileyen bu davranışların Hâriciler'e ait olduğu ifade edilmektedir.[706]

Hârici zihniyetinin ortaya çıktığı ortam olarak belirtilen Basra ve Kûfe Kurrası, çoğunlukla Abdullah b. Mes'ud'un yetiştirmiş olduğu talebelerden meydana gelmiş geniş bir halk kitlesidir.[707] Bunlar Kur'an'ı ezberleyen, onun ayetleri ile yakından meşgul olan ve ibadetlerine oldukça düşkün olan insanlar olarak bilinmektedirler. İfade edildiğine göre bu grup daha çok kuzey ve doğu Arabistan çöllerinden Kûfe ve Basra gibi şehirlere yerleştirilen Araplardan oluşmaktaydılar.[708] Farklı kabilelerden olmakla birlikte çoğunluğu Bekr (Rebia'nın bir koludur) ve Temîm (Mudar'ın bir koludur) kabilelerindendi.[709] Ancak Hz. Osman döneminde bu insanlar, özellikle Ümeyyeoğulları'nı ön plana çıkarması nedeniyle yönetimlerinden gittikçe şikâyetçi olmaya başladıkları halifeye ve valilerine karşı İslâmî söylemlerle birlikte muhalefet hareketine başladılar. Asıl olarak toplumda sorun yaratan Hz. Osman'ın hilafetinin ikinci altı yılıydı ki bu dönemde fetihler durmuş fakat devletin sınırları kontrolü zorlaştıracak ölçüde genişlemişti. Bu nedenle ganimetler de azalmış, gelir dengeleri bozulmaya başlamıştı. Bu içe dönüş döneminde geçmişin tahlilini yapmak, bedevilerin hayat tarzında yaşanan değişikliklerin ve şehir hayatına geçişin olumsuz yönlerini irdelemek ve toplumun gelir dağılımındaki farklılıklarını gözlemlemek daha mümkün hale gelmişti.[710] Özellikle bedevi Araplar çöl hayatının özgür ortamından sistemli bir hayata geçişin gerginliğini üzerlerinden atamamışlardı.[711] Bedeviler için üst-as ilişkisi de söz konusu değildi. Hz. Osman'ın Kûfe valisi Saîd b. Âs, Velîd b. Ukbe'nin Kûfeliler'ce halifeye şikâyet edilmesinin ardından onun görevini devraldığında, halifeye Kûfe'yi değerlendirirken Kûfeliler'deki bu tehlikeli yönü bildirdiği belirtilmektedir. Saîd, Kûfeliler'in ızdırap içinde olduklarını, şerefli ve üstün insanların kahredilip İslâm'ın ileri gelen şahsiyetlerinin zillete uğratıldıklarını, buraya hâkim olanların ise daha sefil kimseler ve bedevî Araplar olduğunu, üstün ve şerefli insanlara itibar edilmediğini ifade etmiştir.[712] Saîd'in dikkat çektiği Kûfe halkının bu yaklaşımları, gittikçe Kureyş aleyhinde şekillenmeye başladı ve kesinlikle haklı oldukları düşüncesi ile birlikte Hz. Osman'ın öldürülmesine kadar vardı. Onlar Kureyş'i özelleştirmek istemiyor fakat muhtemelen kendilerini dine bağlılıkları nedeniyle daha üstün görmek istiyorlardı.[713] Halife ise Allah'ın kitabından, Peygamber'in sünnetinden ve ilk iki halifenin uygulamalarından sapmakla birlikte İslâm'a aykırı hareket etmiş oluyordu.[714] Dolayısıyla Allah'ın emrine uyan ve doğru davrananlar onlardı. Onlar basit bedevi mantığıyla birlikte olayları değerlendiriyorlar, Kur'an ayetlerini de bu mantıkla okuyor ve uyguladıklarını düşünüyorlardı.[715] Hz. Ali'nin onları cezalandıramayışı ve bunun sonucunda suçlu bir pozisyona düşmemiş olmaları onları daha da cesaretlendirmiş olmalıydı. Ancak Kurra içerisinden çıktıkları ifade edilen bu insanların topluca ve tek bir bakışla hareket ettiklerini söylemek mümkün görünmemektedir. Kendisine kesin olarak bağlandıkları her hangi bir önderleri olmayan bu insan topluluklarının, olaylar karşısında zaman zaman ortak hareket etseler de zaman zaman farklı tercihlerde bulunabildikleri anlaşılmaktadır.

Hârici düşüncesini temsil eden insanları ve görüşlerini değerlendirdiğimizde şüphesiz onların İslâm ile yeni bir bakış kazandıklarını, yaşantılarını ve fikirlerini bu inanç etrafında şekillendirmeye çalıştıklarını söylemek durumundayız. Ancak Hz. Peygamber'in getirdiği İslâm anlayışından farklı bir sistem geliştirmeleri ve özellikle Kureyş'in İslâm modelinden aşırı derecede saparak İslâmî öğretiler konusunda oldukça keskin bir yaklaşım içerisine girmiş olmalarında, eski bedevi yaşantılarının ve kabile kültürünün yoğun bir şekilde etkisinin olduğunu görmekteyiz.[716] Hâriciler'in bu kabileci kültürünün üzerine kurulmuş olan Kur'an bilgisi onların geleneklerine dönme düşüncesini tamamen yok etmiş olmakla birlikte İslâm öncesi kültürlerinin etkilerini kendilerinin dahi farkında olmadıkları bir şekilde Kur'an'ın yorumlanmasında uygulamalarına neden olmuştur. Bu durumu çok da yadırgamamalıdır; zira onlar daha çok göçebe Araplar olan kuzey ve doğu Araplarının Hz. Ömer döneminde şehirlere yerleştirilmesi ile göçebelikten kurtulmuş olan Araplardı.[717] Basra, Kûfe gibi merkezlerin kurulmasıyla, bu merkezlere kabilelerin yerleştirilmesinin üzerinden bir kültürün değişmesi açısından çok uzun bir süre geçmemişti. Muhtemelen onlar çöldeki özgür kimliklerini bu defa İslâm ideolojisi ile yakalamaya çalışmışlardı. Çünkü İslâm'da eşitlik ön planda tutulmakta, dinin emirleri her konumdaki insanı aynı ölçüde bağlamaktaydı.[718]

Günaltay, Hâriciler'in İslâmdan önce daha çok Necd ve Hicaz çevresinde yaşayan Rebia kabilelerinden çıktıklarını ifade etmektedir. Onların sert karakterli, savaşçı, cesur ve çöl hayatına aşırı bağlı olduklarını belirten Günaltay, ne adla olursa olsun hiçbir otoriteye boyun eğecek bir yapıya sahip olmadıklarını vurgulamaktadır. Bir yandan özgürlüklerine aşırı düşkünlük, bir yandan kendi değer yargılarına duydukları koyu taassubun onların savaşçı kimliklerini İslâmî dönemde de devam ettirmelerine neden olduğunu söylemektedir. Günaltay, Hz. Peygamber döneminde ortaya çıkan yalancı Peygamber Müseylemetü'l Kezzab'ın da Rebia kabilesinin kollarından Benû Hanife, Benû Al, Benû Şeybân ve Benû Tağlib arasında yetiştirilmiş olduğuna dikkat çekmektedir.[719]

Hz. Peygamber döneminde, ona karşı saygısızca hareket etmeleri nedeniyle ayetlerle uyarılan bedevilerin durumu da bize Hârici zihniyetini ve onların kültürlerini yansıtmaktadır. İfade edildiğine göre Uyeyne b. Hısn ile Akra b. Hâbis, Temimoğulları'ndan yetmiş kişilik bir heyetle öğle vakti Hz. Peygamber'e gelmişlerdi. O ise odasında uyumaktaydı. Kendisine "Ya Muhammed dışarı çık, yanımıza gel!" diye bağırmışlardı. Bu uygunsuz davranışlarının ardından oldukça dikkat çekici şu ayetler nazil oldu: "Ey iman edenler! Allah'ın ve Resulünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir (Resûlüm!) Sana odaların arka tarafından bağıranların çoğu aklı ermez kimselerdir.""2,2

Bu bağırmalar üzerine Hz. Peygamber uyandı ve onların yanına çıktı. Bu kişiler Benû Temîm'in hatiplerini yanlarında getirmişlerdi. Hz. Peygamber onlara kendisinin şiir ile emrolunmadığını söyledi. Onlarla şiirsel anlamda mücadele etmek üzere Sâbit b. Kays'ı hatip seçti. Karşılıklı söyleşi sonucunda Akra b. Hâbis, zaman zaman Hz. Peygamber'in Kur'an ayetleri ile desteklediği Sâbit'in daha güzel sözler sarfettiğini itiraf etmek durumunda kaldı. Hz. Peygamber ise onlara bundan önce söylediklerinin bir günahı olmadığını, bundan sonra ise söylediklerine dikkat etmeleri gerektiğini söyledi.[720] [721] Zannediyoruz ayette "aklı ermez kimseler" olarak nitelendirilenler, kaba bir kültüre sahip olan bir kısım bedevi Araplar'dır.

Hâriciler'in çokça Kur'an okumaları ve onun ayetlerini tartışmalarında sürekli gündeme getirme becerisine sahip olmaları,[722] bedevi Araplardaki söz sanatlarına duyulan ilgiyi bizlere hatırlatmaktadır. Bu durum Hz. Peygamber'in yaşadığı yukarıdaki olayda adı geçen Temîmliler'in davranışlarında da kendini göstermektedir. Ancak Müslüman olmaları ile birlikte bu defa Kur'an'ın edebi üslubunun onları cezbettiği ve onu ezberleyerek diyalektik anlamda kullanmayı tercih ettikleri anlaşılmaktadır.

Hâriciler'in önderlerine mutlak itaat duygusu taşımamaları, liderlerine rahatlıkla itiraz edebilmeleri ve sert yaklaşımlar içerisine girebilmeleri ise zannediyoruz İslâm'dan önce Araplar'ın şeyh anlayışı ile ilgilidir. Araplar, kendilerine seçtikleri şeyhi kabilenin ihtiyaçlarını gözetmesi gereken, ancak gerektiğinde rahatlıkla kendisine karşı çıkabildikleri ve onu aralarında daha çok hakem kabul ettikleri bir konumda görmekteydiler. Şeyhin daha fazla bir yaptırım gücü yoktu.[723] [724] Hâriciler'in halifeliğe bakışlarında bu anlayış etkili olmuş olabilir. İslâm'ın eşitlik ve adalet prensibi ise onların halifeyi rahatlıkla yargılamalarında önlerini daha da açmıştır.

Bildiğimiz gibi Araplar kendi kabileleri ile övünmeyi severler, diğer kabileler ile bu anlamda sürekli bir mücadele yaşarlardı. Hâriciler'in Kureyş'in otoritesinden rahatsız olmalarında, halifenin Kureyş'ten çıkışına gösterdikleri tepkilerde de bu düşüncenin izlerinin olduğu söylenebilir. Muhammed Ebû Zehra Hâriciler'in başkaldırılarında asıl nedenin itikadi değil asabiyet anlayışı nedeniyle olduğunu söylemektedir. O, bu görüşünü şöyle ifade ediyor: "Hz. Ali'ye karşı gelmelerine sebep, sadece Hakk'a inanmaları değildi, başka sebepler de vardı. Bunların en başta geleni de, Haricîye mezhebine mensup olanların, hilâfeti tekelinde bulunduran Kureyş'i çekememeleriydi. Bunun delili, Haricîler'in çoğu Rabia kabilelerindendi. Rabia kabileleri ile Mudar kabileleri arasında cahiliyet devri kinleri devam ediyordu. Her ne kadar Islâm bu kinleri hafiflettiyse de tamamen silememişti. insanların nefislerinde bu hislerin kalıntıları mevcuttu.'"126 Ancak bize göre burada Kureyş'e karşı sadece kabilevi bir tepkiden söz etmek yanlış olur. Çünkü onlar Kureyşli olmaları ile birlikte Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in yönetiminden memnundular. Hz. Osman'ın ilk altı yılından da memnundular.[725] Onların tepkileri daha çok yönetimin kendilerine karşı değişen yaklaşımlarından veya fetih hareketlerinin durması ile ortaya çıkan ekonomik krizden etkilenmeleri üzerine ortaya çıkmıştı.[726] Bu problemlere Ümeyyeoğulları'nın söz ve fiilleri ile asabiyeti körüklemeleri eklenmiş, Hz. Osman'ın İslâmî anlamda gerçekleştirdiği bir kısım ferdi farklılıklar ise halifeye gösterilecek tepki için vicdani ortamı hazırlamıştı.[727] Düşüncelerini ilerleyen dönemlerde daha sistematik hale getiren bu grup, halifenin Kureyş'ten olabileceği gibi, başka bir kabileden hatta Arap olmayanlardan da seçilebileceği görüşünü savunmuşlardır.[728]

Hz. Ali'nin Hâriciler'le Mücadelesi

Hâricile'in ilk sloganik çıkışları, ifade edildiğine göre Eş'as b. Kays'ın tahkim kararını kabileler arasında dolandırarak okurken Temîm kabilesinden Urve b. Udeyye adında bir kişinin bu hakem kararından şiddetle rahatsızlık duyarak "Siz Allah’ın emrine ve verdiği hükümlere ortak mı koştunuz? Hayır, vallahi hüküm yalnızca Allah'ındır ve ondan başkası hüküm veremez" demesiyle gündeme geldi.[729] Urve daha sonra öfkesini yenemeyerek Eş'as'ın atına vurdu ve onun sendelemesine neden oldu. Bunun üzerine Eş'as'ın adamları duruma müdehale ettiler. Bu Temîmli gruba bir kısım Yemenliler de katılınca olayın büyümesi endişesiyle birlikte Ahnef b. Kays, Mis'ar b. Fedekî ve Temîmliler'den bir grup Eş'as'tan özür dilediler.[730]

Hz. Ali ve beraberindekiler anlaşma tarihinin belirlenmesinin ardından Sıffîn'den geri dönmek üzere hareket ettiklerinde Hâriciler ilk isyan hareketini gerçekleştirerek hakem olayını reddettiler ve yaklaşık on iki bin kişi Kûfe'ye dönmeyerek Harura'ya çekildiler.[731] Kendilerine savaş emiri olarak Şebes b. Rıb'î et-Temîmi'yi, namaz emiri olarak Abdullah b. el-Kevvâ el-Yeşkürî'yi seçtiler. Kendilerini Hz. Ali ve Muaviye b. Ebî Süfyan'ın ardından üçüncü bir grup olarak gören Hâriciler'in amacı halifeyi kendi aralarında şûra ile seçmekle birlikte İslâm devleti sınırlarında kendi hâkimiyetlerini kurmaktı. Başlangıçta savaşın durdurulması arzu edilirken anlaşma metni gündeme geldiğinde bu insanlar neden rahatsız olmuşlardı? Bunun cevabını kendileri oldukça ilginç bir şekilde izah etmektedirler. Hâriciler Allah'ın hükmüne insanları karıştırmamak ve böylece küfre düşmemek üzere bu tercihi yaptıklarını ifade ediyorlardı.[732] Onlara göre Hz. Ali ve Muaviye b. Ebî Süfyan kendi nefislerini ön plana çıkardıkları ve Allah'ın hükmünü çiğnedikleri için küfür içine düşmüşlerdi. Hâriciler'e göre onların amacı Allah'ın emrini yerine getirmek değil, kendi isteklerini gerçekleştirmekti.[733]

Hz. Ali'ye tabi olarak Muaviye'ye karşı savaşa giren bu adamlar Hz. Ali'ye neden düşman oldular? Bu söylemlerinin arka planında yatan siyasi endişeleri neydi? Biz bunun sadece itikadi sebeplere dayanmadığı kanaatindeyiz. Çünkü insanlar toplumsal istekleri veya rahatsızlıkları nedeniyle oluşturdukları bakış açıları doğrultusunda kolayca bir felsefe oluşturabilmekte ve kendi haklılıklarını delillendirme yoluna gidebilmektedirler. Onlar iki taraf arasındaki anlaşmazlığın savaş yapılmaksızın sonuca bağlanmasının daha doğru olduğunu düşünmüşlerse, zannediyoruz kendi taraflarının haklılıklarından emin bir şekilde anlaşmadan kazançlı çıkacaklarını ümit etmekteydiler. Anlaşma metni oluşturularak meselenin değerlendirilmesi için uzun bir süre belirlenmesi ve Hz. Ali'nin pozisyonunu risk altına sokacak şekilde "Halife" ibaresinin metinde yer almaması Hz. Ali'yi kendilerine önder seçerek onunla birlikte hareket etmiş olmalarından pişmanlık ve endişe duymalarına neden olmuş olabilir. Zaten kendileri de sık sık ''Biz davranışımızdan pişman olduk, tevbe ettik, sen de pişman ol, tevbe et ve yeniden savaşalım'' şeklindeki ifadeleriyle, verdikleri karardan vazgeçmiş olduklarını dile getiriyorlardı.[734]

Hâriciler'in bildiğimiz anlamda politik bir grup olmamaları,[735] onların Muaviye ile bir anlaşma içine girmelerini de engellemişti.[736] Muaviye'nin Hz. Osman'ın kanını talep ediyor olması ve kendilerinin Hz. Osman'ın idaresinden rahatsız olarak baş kaldırmış olmaları Hz. Ali'nin anlaşmadan mağlup ayrılması durumunda onların pozisyonunu daha da sıkıntılı bir hale getirecekti.[737] Aynı kabilenin iki kolundan olan iki liderin anlaşma ihtimali de onlar için tehlike arzediyordu. Zira Hâriciler'in Habbab b. Eret'i ve eşini öldürmelerinin ardından halifenin askeri birlikle buraya gelmesi ve Ebû Eyyub'un kendi yanında toplananların emniyette olacağını bildirmesi üzerine bir kısım Hârici endişelerini dile getirerek: "Eğer bu gün size uyacak olursak yarın bizim hakkımızda hakem olayına başvurursunuz" demişti.[738] Bu sözler bizlere onların Hz. Ali ile Muaviye arasındaki hakem meselesinde de Hz. Osman'a muhalefetlerinden dolayı yargılanmaktan korktukları izlenimini vermektedir.

Hakemlerin tekrar bir araya gelmek için bir tarih belirlemelerinin ardından, Hâriciler Hz. Ali'ye karşı baskı uygulamaya başladılar. Hz. Ali gerek bizzat kendisi, gerekse gönderdiği elçilerle onları ikna etmeye çalışmaktaydı. Ancak onlar bir an önce Muaviye'ye karşı tekrar savaşa girmek istiyorlar, Hz. Ali'yi de buna zorluyorlardı. Halifenin anlaşmayı bozmayacağı anlaşıldığında Hâriciler isteklerini tehdit ifadelerine çevirmeye başladılar. Hâriciler'den biri Hz. Ali'ye: "Ey Ali! Şayet sen bu hakem olayından vazgeçmezsen kesinlikle seninle savaşırız. Onun için Allah'ın emrine sarıl ve onun rızasını iste" dedi. Bu ifadeler Hâriciler'in Hz. Ali'yi de artık düşman olarak gördüklerini göstermekteydi. Halife de onlara aynı sertlikle karşılık verince bu defa Yezîd b. Âsım el-Muhâribi adında bir adamın halifeyi öldürmekle tehdit ettiği rivayet edilmektedir.[739]

Hâriciler'in bir grubu yapılan konuşmalarla ikna edilmiş ve geri dönmüşlerdi. Geride kalan dört bin kadar Hârici ise h. 37'de Yemenli kabilelerin önde gelenlerinden biri olan Ezd kabilesinden[740] Abdullah b. Vehb er-Râsîbi'ye bey'at ettiler ve Basralı Hâriciler ile anlaşarak Nehrevan'da toplanmaya karar verdiler.[741] Basra'dan da Mis'ar b. Fedeki et-Temimî komutasında beşyüz kişilik Hârici grubu da Nehrevan'a geldi.[742]Bu gelişmeler hakemlerin toplanmasının ardından gerçekleşmekteydi. Hz. Ali anlaşmanın adil bir şekilde geçekleşmediği düşüncesi ile Şam üzerine gitmek üzere bir ordu hazırlıyordu. Kûfeliler'den altmış beş bin kişilik bir ordu hazırlanmış, Basra'dan ise sadece üç bin kişi toplanabilmişti.[743] Bu sırada Abdullah b. Habbab b. Eret ve hamile eşine karşı yapılan saldırı[744] ve ardından Hz. Ali'nin bu mesele üzerine gönderdiği el- Hâris b. Mürre'nin de öldürülmesi Şam üzerine hazırlanan ordu içinde tedirginlik yarattı. Güvenlik açısından önce Nehrevan'a yönelmek uygun görüldü.[745] Hz. Ali'nin Hâricilere savaşa girmeyenlerin emniyette olacağını vaadetmesi üzerine, geride bir rivayete göre bin kadar kişi kalmıştı.[746] Savaşın sonunda bu kişilerden birkaç yaralı haricinde kurtulan olmadı.[747]

Hz. Ali onların eşyalarını ganimet olarak askerlerine dağıtmadı. Silahların ve atların dışındaki eşyaları sahiplerinin ailelerine geri verdirtti.[748] Zaten Hâriciler'in birçoğu Basra ve Kûfe halkının evladıydılar. Çarpışmaların sonunda Adiyy b. Hâtem öldürülenler arasında kendi oğlunu görünce onu defnetmişti. Diğer Müslümanlar da yakın akrabalarını defnetmeye kalkıştıklarında Hz. Ali buna da müsaade etmedi.[749] Burada Hâriciliğin Kûfe ve Basra halkının içinden çıkan ve topyekün kabileleri bağlamayan ferdi tercihler olduğu anlaşılmaktadır. Muhtemelen Hz. Osman hilâfet anlayışlarındaki geniş çaplı yaklaşımları da farklı kabilelerden insanların bu birliği oluşturmaları nedeniyledir.

Hz. Ali Nehrevan savaşının ardından Şam üzerine gitmek istiyordu. Ancak ordu içinde isteksizlikler ortaya çıktı. Eş'as b. Kays'ın da Şam'a gitmek istemeyenler arasında olduğu belirtilmektedir. Nuhayle denilen mevkide konaklayan halife ordusunun karargâhtan ayrılmamasını ve savaş psikolojisinden çıkmamalarını istediyse de başarılı olamadı. Halife Şam için bir daha ordusunu toparlayamadı.[750]

SIFFÎN SAVAŞI SONRASINDA YAŞANAN DİĞER SİYASİ GELİŞMELERDE KABİLE FAKTÖRÜ

Muaviye'nin Basra Üzerine Yönelmesi

Tahkim hadisesinden politik anlamda kârlı çıkmış olması, Muaviye'nin Hz. Ali'nin üzerine daha cesur bir şekilde gelmesine neden oldu. Zira Amr b. el-Âs Ebû Mûsâ ile birlikte Hz. Osman'ın masum olarak öldürüldüğü ve Hz. Ali'nin halifeliğinin meşru olmadığı noktasında ortak görüşler ifade etmişler ve konuşmalarının seyri yeni halife arayışı üzerinde gerçekleşmişti. Hakemlik için bir araya gelerek tartışmalı bir şekilde ayrılmış olsalar da bu netice Muaviye'nin halifelik konusunda daha etkin davranışlar içerisine girmesine yetti. Şu durumda o kendisini halife olmaya daha layık görüyordu. Suriye'yi zaten itaatine almış olan Muaviye, Şimdi de Iraklılar'ı baskı altına almaya çalışıyordu.[751] H. 38 yılına gelindiğinde Amr b. el-Âs ile birlikte Mısır Muaviye'nin eline geçmişti.[752] Muaviye Basra'yı elde etmek için ise Abdullah b. el- Hadramî'yi görevlendirdi. İfade edildiğine göre Muaviye, İbn el-Hadramî'yi Basra'ya gönderirken kabileler ile kurulacak ilişkiler açısından ona çeşitli taktikler verdi. Ona şöyle dediği rivayet edilmektedir: '"Basra halkının önde gelenleri ile büyük çoğunluğu Osman konusunda bizimle aynı görüşe sahipler ve onun kanını talep etmeleri nedeniyle öldürüldüler. Bu nedenle onlar oldukça öfkelidirler. Kendilerini birleştirecek, intikam alacak ve imamlarının kanını talep edecek birini beklemektedirler. Önce Mudarlılar'ın yanına git, onların arasında konakla. Ardından Ezd kabilesine sevgi göster. Bu iki kabile tamamen senin yanında yer alacaklardır. Sonra Rebia kabilesini de davet et, çünkü Rebia'dan başka sana karşı çıkacak güç yoktur. Onlar tamamen Ebû Turâb (Hz. Ali) 'dan yanadır."155

İbn el-Hadramî Basra'ya ulaştığında Basra valisi Abdullah b. Abbas Kûfe'ye gitmiş, yerine Ziyad b. Ebîhi'yi vekil bırakmıştı. İbn el-Hadramî Temîm kabilesine misafir oldu. Gerçekten de onlardan yakınlık gördü. Ancak Hz. Ali'ye Cemel ve Sıffîn Savaşları'nda destek olan Ahnef b. Kays onların içinden yer almadı. Bu durum Ziyad b. Ebihi'nin kulağına gidince Bekir b. Vâiloğulları'ndan destek istedi. Ancak her kabile içinden kabilenin genelinin aksine karşı tarafa sempati duyanlar da çıkmaktaydı. Bekir b. Vâiloğulları Rebia kabilesindendir. Muaviye'nin korktuğu gibi onların çoğunluğu Hz. Ali taraftarıydılar. Ancak Mâlik b. Misma diğer Rebialılar'ın aksine Hz. Ali'ye destek konusunda biraz geri adım atmış bir görüntü verince Ziyad b. Ebihi Rebialılar arasında bu konuda bir ihtilâf çıkmaması için olayın üzerine gitmemeyi tercih etti. [753] [754]

Ezdliler güney Araplarındandı ve Basra'nın güçlü kabilelerindendi. Ziyad, bu defa Ezdliler'den yardım istedi. Sabra b. Şeyman el-Huddânî'den kendisini ve Beytül malı korumasını istedi. Sabra b. Şeymân bu teklifi kabul edince beytülmal Hüddân denilen yere taşındı.

Temîm kabilesi Muaviye tarafında yer almış, Ezdliler ise Halife'nin vekilini korumak üzere Temîmoğulları'na karşı andlaşmışlardı. Ziyad b. Ebihi durumu Hz. Ali'ye bildirdi. Halife savaşlarda da uyguladığı takdik ile Temîmliler'i sindirmek üzere yine kendi kabilesinden birini A'yen b. Dabîa el-Mucâşiî et-Temîmi'yi gönderdi. Ancak A'yen öldürüldü. Bu durum üzerine Ziyad onlarla çarpışma kararı aldı. Ancak Temîm ve Ezd kabileleri birbirklerine karşı dikkatli olmaya çalışıyorlardı. Ziyad b. Ebihi bu gelişmeleri de Hz. Ali'ye bildirdi. Bu defa Hz. Ali Temîmoğulları'nın üzerine Temîmin Sa'doğulları kolundan Câriye b. Kudâme'yi bir grup adamla birlikte gönderdi. Çatışmalar sonucunda Câriye, İbn el-Hadramî'yi mağlup etti. İbn el-Hadramî Sünbil es- Sa'dî'nin köşküne sığınmıştı. Ancak ifade edildiğine göre Câriye onu ve beraberindekileri bu köşk içinde ateşe verdi. [755]

Abdullah b. Abbas'ın Hz. Ali'den Ayrılışı

İbn Abbas Hz. Ali'nin halife oluşundan itibaren onun en yakın akrabası oluşu ve kendisinin siyasete yakınlığı nedeniyle Hz. Ali'nin muhaliflerine karşı onunla birlikte mücadele etmişti. Kendisi idari anlamda Hz. Ali'nin her kararını beğeniyor değildi. Ancak İbn Abbas'ın, Haşimoğulları adına iktidar açısından yakalanan bu fırsatı değerlendirmek ve bu yolda verilen mücadelede halifeyi daha fazla yıpratmamak için onun emirlerine düzenli olarak itaat ettiği görülmektedir. Hz. Ali'nin ise İbn Abbas'a karşı yaklaşımlarında bir parça sertlik olduğunu sezinlemekteyiz. Onunla ilk vali atamaları sırasında yaptığı konuşmada olsun, Hâriciler'e elçi olarak göndermesi üzerine olsun halifenin onu eleştirdiği görülmektedir.[756]

Muaviye'nin Basra'ya akın düzenlediği sıralarda İbn Abbas'ın Basra valisi olduğu halde Hz. Ali ile yaşadığı anlaşmazlık nedeni ile Basra'yı terk ettiği bildirilmektedir. İfade edilenlere göre Ebu'l Esved İbn Abbas'ı haksız olarak zimmetine para geçirmekle suçlar. Ardından onu Hz. Ali'ye şikâyet eder. Hz. Ali bu durum karşısında İbn Abbas'a meselenin iç yüzünü bildirmesini ister. İbn Abbas Ebu'l Esved'in suçlamalarını reddeder. Hz. Ali, İbn Abbas'a ona ait olan mallar ile ilgili olarak kendisine hesap vermesini isteyince, İbn Abbas bu durumdan şiddetle rahatsız olur ve görevinden istifa eder.

İbn Abbas dayıları olan Benû Hilâl b. Âmir'i kendisine destek olmaları için yanına çağırır. Ayrıca Kays kabilesi de tümüyle onlara katılır. İbn Abbas Basra'dan ayrılırken yanına birçok mal alarak Mekke'ye doğru hareket eder. Basralılar İbn Abbas'ın yanına yüklü miktarda mal almalarından rahatsız olarak etrafını çevirirler. Ancak Yemen kabilelerinden olan Ezdliler Kays kabilesi ile çeşitli durumlarda yardımlaştıklarını ve birbirlerine dost olduklarını ifade ederek onları bırakırlar. Ancak Ahnef b. Kays'ın tüm uzlaşı çabalarına karşın Temimliler İbn Abbas tarafına saldırırlar. Sonuçta büyük bir problem ortaya çıkmaz ve İbn Abbas Mekke'ye gelir.[757] İbn Abbas ile Hz. Ali arasında yaşanan bu son hadise de bu iki amcaoğlunun birbirlerini bir yandan desteklerken bir yandan da anlaşamadıklarını göstermektedir.

Hırrît b. Râşid İsyanı

Yemen kabilelerinden olan Naciyeoğulları içerisinden Hırrît b. Raşid, Cemel ve Sıffîn Savaşları'na Hz. Ali'nin yanında katılmasına rağmen hakem olayının ardından Hz. Ali'ye gelerek ona itaatten ayrıldığını bildirdi. Gerekçesi Hâriciler'in de ifade ettiği gibi onun hakemleri kabul etmesiydi. Ona göre Hz. Ali rakibi karşısında zayıf duruma gelmiş ve halifeliğine gölge düştümüştü. Hz. Ali'nin uyarılarına rağmen Hırrît ona tabi olmadı ve akrabaları ile birlikte kendisine yandaşlar bulmak üzere ayrıldı.[758] Hırrît'in bu çıkışı esasen Ridde olaylarını anımsatmaktadır. Bilindiği gibi Hz. Peygamber vefat ettiğinde Araplar Hz. Ebû Bekir'i tanımamış, Kureyş'in kontrolündan çıkmak ve zekât ödememek için irtidat etmişlerdi. Hırrît ve akrabalarının gayesi de muhtemelen bu fırsat ile birlikte devletin kontrolünden çıkmak ve bağımsızlık elde edebilmekti. Ne de olsa fetihler durmuş ve Hz. Ömer devrindeki fetih hareketleri sayesinde ülkeye akan zenginlikler çoktan kesilmişti. Mısır ve Suriye gibi iki önemli eyaletin gelirleri de Hz. Ali'nin idaresinde değildi. Hz. Ali Hırrît'in peşine Bekir b. Vâiloğullarından Ziyad b. Hasafa el-Bekrî'yi kendi kabilesinden seçtiği adamları ile birlikte gönderdi. Bu arada halifeye, Hırrît'in adamlarının Niffer denilen bölgede Müslüman olmuş bir İranlı kabile reisini öldürdükleri haberi ulaşmıştı. Durum Abdullah b. Vâil aracılığı ile Ziyad'a bildirildi. Ziyad bu isyancı grup ile çatışmaya girdi. Ancak iki tarafın mücadelesi kesin bir sonuç vermedi. Hırrît kaçtı, Ziyad yaralı arkadaşlarını Basra'ya götürdü.[759]

Halife bu durum üzerine Hırrît'in peşine Ma'kil b. Kays'ı gönderdi. Bu arada Hırrît Ahfaz halkının ayak takımlarını etrafına toplamıştı. Farklı gruplardan başıboş Araplar onun etrafında birleşiyordu. Birleşmenin verdiği cesaretle birlikte devlete haraç ödemekten de vazgeçmişlerdi. Bu arada Fars illerinin valisi Sehl b. Huneyf'ti. Abdullah b. Abbas başkaldırıları önlemesi için bu bölgeye Ziyad b. Ebihi'nin atanmasını teklif etti. Halife Ziyad b. Ebihi'yi büyük bir ordu ile Fars'a gönderdi. Ziyad bölge insanını tekrar itaat altına aldı ve haraca bağladı. Bu arada Ma'kil b. Kays Ahfaz üzerine gönderilmişti. Ma'kil, Basra'dan gelen yardım kuvvetleriyle birlikte Hırrît üzerine saldırdı. Bu defa Hırrît'in yanında Türkler de yer alıyordu. Hırrît kabilesinin ve kendisinin Araplar arasında çok itibarlı olmadığını biliyordu. Bu nedenle etrafına gayrımüslimleri çekmeye çalışıyordu. Çünkü onlar devlete haraç ödüyorlardı ve isyanlarında başarıya ulaşırlarsa bunu ödemeyeceklerdi. Hırrît yenilgiye uğradı ancak yine kaçmayı başardı. Israrla insanları Hz. Ali aleyhine kışkırtmaya devam ediyordu. Araplardan Abdikaysoğulları da bu gruba katıldılar. Hırrît insanları Sıffîn Savaşı'nın ardından devlete zekât ödemeye gerek olmadığına ikna ediyordu. Bu bölgede yaşayan Hıristiyanlıktan İslâm'a geçmiş bir grup insan da gelişmeler karşısında tekrar kendi dinlerine dönmeye karar vermişlerdi. Ma'kil bu kişilere şayet İslâm'a tekrar girer ve direnişte bulunmazlarsa canlarının emniyette olacağını söyledi. Bunun üzerine bu isyancıların arasından pek çok kişi ayrıldı. Geriye kalanlardan Hırrît de dâhil yüz yetmiş civarında insanın öldürülerek bu isyanın bastırıldığı bildirilmektedir.[760]

Muaviye'nin Diğer Bölgelere Yaptırdığı Akınlar

Muaviye, Hz. Ali'ye karşı yıpratıcı akınlarına devam etti. H. 39 yılında Ensar'dan Nu'man b. Beşîr'i bin atlı ile birlikte Aynu't-Temr'e gönderdi. Hz. Ali ise düşman gücüne karşı eşit sayıda askerle Malik b. Ka'b'ı görevlendirdi. Ancak Ma'lik askerlerine Kûfe'ye gitmeleri için izin vermişti. Hazırlıksız yakalanan Ma'lik'e Kûfe'den destek gelmedi. Abdurrahman b. Mihnefin elli kişilik desteği ile birlikte Şamlılar'ın geri çekilmesini başardılar. Ancak Kûfeliler'in bu isteksizliğinden halife şiddetle rahatsız oldu.[761]

Şamlılardan bir grup asker de Hît şehrine, burayı yağmalamak üzere girdiler. Muaviye'nin bu akınları tıpkı düşman ülkelere düzenlenilen akınlar gibi kanın ve malın helal sayıldığı akınlardı. Bu nedenle Şamlılar rahatlıkla Hz. Ali'nin yönetimi altındaki beldelere giriyor ve yaptıkları akınlardan kârlı çıkıyorlardı. Muaviye'nin yaptırdığı baskınlar Hz. Ali'nin sınırları içerisinde yaşayan kabileleri ise rahatsız etmekteydi. Bölgenin valisi Kümeyl b. Ziyad, daha önce Karkisîye tarafından buraya saldırı olacağını duymuş ve burayı boşaltmıştı. Enbar'da ise sadece Hz. Ali'nin görevlendirdiği beş yüz kadar adam bulunmaktaydı. Süfyan b. Avf, Enbar'da girdiği çatışmada Hz. Ali'nin adamlarına galip geldi. Birliğin reisi Eşras b. Hassân'ın öldürülmesi ile Hz. Ali'nin adamları dağıldı. İbn Avf ise Enbâr'dan alabileceği ganimetlerle birlikte Şam'a döndü.[762]

Muaviye, Abdullah b. Mes'ade b. Hakeme b. Mâlik b. Bedr b. el-Fezâre'yi yedi yüz adamı ile Teymâ'ya gönderdi. Bunların görevi buradan geçen bedevîlerin zekâtlarının toplanması ve zekât vermeyenlerle savaşılmasıydı. Abdullah b. Mes'a Mekke ve Medine yakınlarına kadar yaklaşarak söylenilen faaliyetleri yerine getirdi. Hz. Ali ona karşı yine Fezârîlerden Müseyyeb b. Necebe önderliğinde iki bin kişilik orduyu Teymâ'ya gönderdi. Aralarında geçen çarpışmada Müseyyeb, Abdullah b. Mes'ade'yi öldürmek kastı olmaksızın yaraladı. Abdullah b. Mes'ade yanındaki adamları ile kaleye çekildi. Müseyyeb üç gün boyunca kaleyi kuşatma altında tuttu. Kalenin içindekiler yine Fezâre kabilesindendiler. Ardından kaleyi ateşe verdi. Belirtildiğine göre Müseyyeb'e: "Ey Müseyyeb kavmin helâk oluyor" diyerek feryad ettiler. Müseyyeb kavmine acıyarak ateşin söndürülmesini emretti.[763]

Şam'dan Dahhak b. Kays önderliğinde üç bin kişilik bir ordu daha yola çıktı. Görevleri bedevilerden Hz. Ali'ye itaat edenlerin üzerlerine akınlar yapmaktı. Dahhak b. Kays bu şekilde Sa'lebiyye'ye kadar ilerledi. Burada Hz. Ali'nin görevlilerini öldürdürerek el-Kutkutânâ'ya ulaştı. Hz. Ali Dahhâk'ın üzerine Hucr b. Adiyy'i gönderdi. Dahhak Tedmîr'e girerek burada on dokuz kişiyi öldürdü. Kendi adamlarından da bir kaçı ölmüştü. Dahhak olaydan sonra kaçıp gidince Hucr b. Adiyy de beraberindekilerle birlikte geri döndü. [764]

Şamlılar Cezire bölgesine akın düzenlediler. Burada Hz. Ali'nin adamları üstün geldi. Hz. Ali Muaviye'nin aksine girilen bölgelerde Müslümanlara zarar verilmesini istemiyor, onların mallarına da dokunulmasını yasaklıyor, ancak savaş malzemelerinin alınmasına müsaade ediyordu.[765] Muaviye ise yaptırdığı akınları görüldüğü gibi tam olarak İslâm'dan önceki kabileler arasında gerçekleşen yağmalamalar şeklinde gerçekleştirmekteydi. Bu durum Müslümanlar'ın İslâm ile gelen devlet anlayışını, büyük ölçüde sarsıntıya uğratıyordu. Muaviye tamamen eski sisteme göre hareket ediyor, Hz. Ali ise kurallarını İslâm'ı esas alarak uygulamaya çalışıyordu. Sıffîn sonrası yaşanan bu gelişmeler hangi tarafın İslâmcı hangi tarafın kabileci mantığa sahip olduğunu gün geçtikçe daha net bir şekilde ortaya çıkarmış oluyordu. Gerçekten de İslâm Tarihinde yerini alan "Raşid halifeler" ifadesinin manası bundan sonra yaşanan gelişmelerle anlam kazanmıştı. Rayyis bu durumu şu şekilde ifade etmiştir: "Siyasa'nın yüce değerlere boyun eğdiği bir siyasal gidiş, Sakife toplantısından sonra Medine'de uygulanagelen numune toplum yaşamı da Hz. Ali ile birlikte ortadan kalktı. O, bu yüce ülküsel tutumun son savunucusuydu."[766]

Hz. Ali İle Muaviye Arasında Yaşanan Hac Polemiği

Hicri 39 yılının Hac mevsimi geldiğinde Müslümanlar hac emirinin gözetiminde ibadetlerini yerine getirmeleri gerekiyordu. Hac ibadeti bütün Müslümanlar için ortak bir görev olduğundan Mekke'ye her bölgeden insan gelmek durumundaydı. Muaviye için bu durum, kendi nüfuzunu tüm bölgelerde kabul ettirmek anlamında önemli bir fırsattı. Yaptırdığı akınlarla zaten kendisine karşı direnişi psikolojik anlamda epeyce kırmıştı. Şimdi Araplar'ın yönetiminde Hz. Ali kadar hatta gücüyle ondan daha fazla etkin olmaya çaba sarfederken Hac emirliğini onun tarafına kaptırmak istemiyordu. Muaviye Yezid b. Şecere er-Ruhavî'yi Mekke'ye gönderirken[767] burada Müslümanlar'dan bey'at elmasını da istedi.

Mekke valisi o dönemde Kusem b. Abbas'dı. O, Yezid b. Şecere'nin Mekke'ye yöneldiğini öğrenince Mekke halkını toplayarak onlara bir konuşma yaptı. Gerekirse onlarla çarpışmalarını istedi. Ancak isteğine olumlu bir cevap alamadı. Yalnızca Şeybe b. Osman el-Abdârî ona itaat etmek üzere söz verdi. Kusem bu durumda yanındaki kabilelerle birlikte Mekke'den ayrılıp, durumu Hz. Ali'ye bildirmeye karar verdi. Kendisini bu fikirden vazgeçiren Ebû Saîd el-Hudrî oldu. Şamlılar Mekke'ye ulaştıklarında her hangi bir saldırıda bulunmadılar. Yezîd b. Şecere Mekkeliler'e kendilerine karşı bir girişimde bulunmadıkları takdirde kimseye zarar verilmeyeceğini bildirdi. Yezîd, Kusem'in bir yönetici olarak zayıf yapılı olduğunu düşünüyordu.[768] Ebû Saîd el-Hudrî'den çıkacak anlaşmazlığı önlemek için Kusem ile aralarında diyalog kurmasını istedi. Kendisinin Müslümanlara namaz kıldırmayacağını aynı şekilde bunu onun da bunu yapmamasını istedi. Kusem bu teklifi kabul etti. Aralarında ortak bir isimi hac emiri yapma konusunda anlaştılar. O yıl hac emîri Şeybe b. Osman oldu. [769]

Yezid b. Şecere ve beraberindekiler Şam'a geri dönerken Ma'kil b. Kays Hz. Ali'nin emriyle bunların peşine düştü. Onlardan bir kısmını mallarıyla birlikte esir aldı. İbn Şecere Şam'a Muaviye'nin yanına ulaştığı sıralarda Muaviye el-Hâris b. Nimre et- Tenûhi'yi el-Cezire'ye göndererek Hz. Ali'nin itaati altındaki insanları alarak Şam'a getirmesini istedi. El-Hâris de Tağliboğulları'ndan birkaç kişiyi rehin aldı. Burada bulunan Tağliboğulları'ndan bir grup Muaviye tarafına geçtiler ve akrabalarının serbest bırakılmasını istediler. Ancak bu istekleri kabul edilmedi. Onlar da tekrar Hz. Ali tarafına geçtiler. Muaviye Hz. Ali'ye Ma'kil'in aldığı esirlere karşılık Tağliboğulları'nı teklif etti. Bu şekilde esirler değiş-tokuş edildiler. Ancak Tağlibliler Hz. Ali'nin Musul tarafını kontrol için gönderdiği Cesam kabilesinden Abdurrahman'ın birliğine rastladılar. Karşılıklı küfürleşmenin ardından Tağliboğulları Abdurrahman'ı öldürdüler. Hz. Ali bu durumu haber alınca onların üzerine asker göndermek istedi. Ancak Rebialılar olaya müdehale ettiler. Onların düşman tarafında olmadıklarını ve yanlışlıkla Abdurrahman'ı öldürdüklerini söyleyerek Hz. Ali'yi ikna ettiler. Tağliboğulları Rebia kabilelerinin en önemlilerindendir.[770] Bu nedenle Kûfe'deki Rebialılar halifenin onların üzerine gitmesini istememişler ve kendi kabilelerinden olan Tağliblileri savunmuşlardı.

Yemen Seferi Ve Haşimoğulları'na Gözdağı

Muaviye ve Hz. Ali arasında kabileleri kendi taraflarına geçirme mücadelesi görüldüğü üzere Hz. Ali'nin vefatına kadar devam etti. Daha çok Muaviyenin yaptırdığı baskınları önleme ile meşgul olan Hz. Ali için en yıkıcı olaylardan biri de Kureyş kabilesinin Âmir b. Lüeyoğulları'ndan Busr b. Ertât'ın Yemen seferiydi. Hicrî 40 yılında üç bin kişilik bir orduyla Hicaz'a doğru yola çıkan Şamlılar, dönemin Medine valisi Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin onların gelişini haber alarak Kûfe'ye kaçması üzerine Medine'ye girdiler. Rivayet edildiğine göre Busr Medine'ye girdiğinde direkt olarak mescide gitti ve Ensar'ın kabilelerine gözdağı verecek şekilde şöyle seslendi: "Ey Dinâr, ey Neccâr, ey Züreyk'' (bu isimler Ensar'ın büyüklerinin isimleriydi) Devamında ise Hz. Osman'ı kastederek: "Ey ceddim, ey ceddim! Dün sana burada bey’at etmiştim, ama bu gün neredesin?"[771] dediği rivayet edilmektedir. Medine halkı Muaviye'ye bey'at ettirildiler. Busr gözü pek ve merhametsizliği ile tanınan bir kişiydi.[772] Cemel Savaşı öncesi Hz. Ali tarafında olduğunu bizzat ifade eden Ümmü Seleme'nin dahi Busr'un isteğine uyarak bey'at ettiği belirtilmektedir.[773]

Büsr Medine'de bazı evleri yıktı ve ardından Mekke'ye yöneldi. İfade edildiğine göre Ebû Mûsâ el-Eş'arî Büsr'ün kendisine zarar vereceğinden korkmuştu. Muhtemelen hakem olayında Iraklılar'ı temsil ettiği için korkmuştu. Ancak direkt olarak Hz. Ali taraftarlığı yapmadığı için de Büsr ona bir zarar vermeyi düşünmemişti. Zannediyoruz böyle bir direktif de almamıştı. Mekke'deki Müslümanlar da zorla bey'ate çağırıldıktan sonra Büsr b. Ertât Yemen'ye gitti. Asıl katliamlar Yemen'de gerçekleşti. Yemen valisi Ubeydullah b. Abbas, Büsr'ün onların üzerine geldiğini öğrenince Yemen'den kaçarak Kûfe'ye geldi. Hz. Ali Yemen'e Abdullah b. Abdu'l-Meddân el-Hârisî'yi vekil olarak bıraktı. Ancak Busr onu ve oğlunu öldürdü. Bununla birlikte Hz. Ali'nin yeğenleri, Ubeydullah b. Abbas'ın Abdurrahman ve Kusam adında iki oğlunu da öldürttü. Bu davranış Haşimoğullarına karşı yapılmış büyük bir meydan okumaydı. Ubeydullah bu iki oğlunu çölde yaşayan Kinane kabilesinden bir adama emanet etmişti. Ancak Busr bu iki çocuğu öldürürken onları korumaya çalışan Kinaneli adamı da öldürdü. Kinaneli bir kadının bu durum üzerine: "Ey adam! Erkekleri öldürdün, fakat bu iki çocukcağızı neden öldürüyorsun? Vallahi, bu yaştaki çocuklar ne cahiliye döneminde ne de Islâm'da öldürülmüyorlardı. Ey Ebî Ertât'ın oğlu! Küçük çocukları öldürten, ihtiyarların canına kıyan, acıma duygusunu insanların kalplerinden söken ve akrabalar arasındaki hukuku gözetmeyen bir iktidar son derece kötü ve zalim bir iktidardır." dediği ifade edilir. Büsr'ün bu seferinde çok sayıda Hz. Ali taraftarını öldürdüğü belirtilmektedir.[774]

Bu olaylar üzerine Hz. Ali Cariye b. Kudama es-Sâdî'yi iki bin kişiyle birlikte Yemen'e gönderdi. Ardından Vehb b. Mes'ud'u da yine iki bin kişiyle birlikte bu bölgeye gönderdi. Busr bu haberi aldığında adamları ile birlikte Yemen'den kaçtı.[775] Ubeydullah b. Abbas da Yemen'e geri döndü. Hz. Ali'nin ölümüne kadar Yemen'de görevine devam etti.[776]

Hz. Ali'nin Şehid Edilmesi

Muaviye’nin, üzerine gönderdiği sürekli akınlar ile mücadele etmek zorunda kalan Hz. Ali’nin h. 40 yılına Muaviye ile bir anlaşma yaptığı rivayet edilir. Bu anlaşmaya göre Irak Hz. Ali'nin, Şam da Muaviye'nin olacak ve hiçbiri diğerinin topraklarına girmeyecekti.[777] İki lider arasında bu anlaşma yapılırken Hâriciler'den üç kişi, Abdurrahman b. Mülcem el-Murâdî, Burek b. Abdullah et-Temîmî es-Suraymî ve Amr b. Bekr et-Temîmî bir araya gelerek Nehrevan'da ölen akrabalarının öcünü almak ve dalalet içinde gördükleri reislerden Müslümanlar'ı kurtarmak amacı ile Hz. Ali'yi, Muaviye b. Ebî Süfyan'ı ve Amr b. el-Âs'ı öldürmeye karar verdiler.[778] İbn Mülcem Hz. Ali'yi, Burek b. Abdullah Muaviye'yi, Amr b. Bekr de Amr b. el-As'ı öldürmek üzere sözleştiler. [779]

H. 40 (m. 661) yılı Ramazan ayının on yedinci günü, Hz. Ali namaz için evinden çıktığı bir anda Basralı Hâriciler'den Abdurrahman b. Mülcem el-Murâdî tarafından başına indirilen darbelerle öldürüldü.[780] Burek b. Abdullah da Muaviye'ye pusu kurmuştu. Muaviye sabah namazına giderken Burek ona kılıçla saldırdı. Fakat hamlesi başarısız oldu. Amr b. Bekr ise aynı gece Amr b. el-As'a pusu kurdu ancak Amr b. el-As o gece rahatsızlığı nedeniyle camiye gidemeyince, yerine yanlışlıkla namaz kıldırmakla görevlendirdiği Hârice b. Ebî Habîbe'yi öldürdü.[781]

Hz. Ali halifeliği döneminde bitmek bilmeyen iç karışıklıklar nedeniyle fetih hareketlerinde bulunamamamış,[782] özellikle Sıffîn Savaşı'nın ardından hilâfetinin sonuna kadar önü alınmaz problemlerle uğraşarak ülkeyi birlik içinde tutma mücadesi vermiştir. Kendisinin halife olarak seçildiği ortam göz önüne alındığında Hz. Ali'nin talihsiz bir dönemi kendi yöntemleri ile aşmaya çalıştığı, ancak rakiplerinin buna fırsat vermedikleri görülmektedir. Gerek Kureyş içinde, gerekse Arap kabileleri arasında yaşanan gruplaşmalar halifeyi oldukça zor bir duruma sokmuştur. Muaviye'nin başarıya ulaşmak için her türlü siyasi oyuna başvurmasının[783] Hz. Ali iktidarını ciddi ölçüde yıprattığı görülmektedir. Hz. Osman'ın öldürülmesi ile başlayan Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları'nın tarihi rekabeti ise bu aşamada Hz. Ali'nin geri adım atmasıyla bir parça duraklamıştır. Ancak henüz finale gelinmiş değildir. Muaviye b. Ebî Süfyan’ın kurduğu Emevî hanedanlığı bu defa Haşimoğullarının Abbas b. Abdülmuttalipoğulları kanadıyla yıkılacaktır.[784]

SONUÇ

İslâm'dan önce Araplar kabileler halinde yaşıyorlardı. Kabile bireyleri kendi içlerinde büyük bir dayanışma halindeydiler. Bu anlayışa "asabiyet" adı verilmekteydi. Kabileler arasında ise sürekli bir mücadele yaşanmakta, bazı durumlarda çeşitli kabileler rakip kabilelere karşı güç birliği elde edebilmek için aralarında ittifaklar yapmaktaydılar. Bu katı kabile kuralları nedeniyle Araplar İslâm dinine girinceye kadar bir araya gelememişler ve bir devlet oluşturamamışlardı.

Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  ile birlikte bu anlayışta büyük çaplı bir değişiklik yaşandı. Araplar, Hz. Peygamber'in siyasi mücadeleleri ve İslâm dininde yerini bulan din kardeşliği duygusunun da etkisi ile birlikte birleşmeyi başardılar. Böylece güçlerini dış dünyaya karşı birleştirmiş oldular. Bu durum devletin güçlenmesine, halkın göçebeler halinde ve oldukça zor şartlar altında yaşamaktayken yerleşik hayata geçmelerine ve zenginleşmelerine neden oldu. Bu büyük değişim başlangıçta her kesimi memnun etti.

Yeni kurulan askeri vilayetlere yerleştirilen kabileler yine kabileler halinde tasnif edildiler. Ancak bu defa aynı ortamı paylaşması gereken onlarca kabile grupları ortaya çıktı. Yeni ortamlarında birbirlerine karşı siyasi üstünlük elde edebilmek için bu defa daha üst düzeyli ve daha güçlü kabile bağları kurulmaya başlandı. Bu durum ilerleyen yıllarda Adnanî-Kahtanî, Rebia-Mudar boyutlarında daha büyük kitleleri etkileyen siyasi çekişmeleri beraberinde getirdi.

Merkezde ise ilk halifenin seçiminden itibaren iktidar çekişmeleriyle birlikte kabileler arası bir rekabetin canlandığı görüldü. Başlangıçta Ensar ve Muhacir arasında yaşanan bu rekabet, özellikle üçüncü halifenin seçimi sırasında Kureyş içerisinde İslâm'dan önce tüm canlılığı ile yaşanan Emevî-Haşimî çekişmesini gündeme getirdi. Şûra düzeyinde gerçekleşen, henüz halka aksetmemiş olan bu mücadeleyi Hz. Osman ile birlikte Ümeyyeoğulları kazandı.

Hz. Osman'ın kendi kabilesi ile olan gönül bağı akrabalarını kayırdığı noktasında Kureyş içinde ve diğer vilayetlerde yaşayan Araplar nezdinde tepki toplamaya başladı. Ümeyyeoğulları'nın İslâm dinini geç bir dönemde kabul etmiş olmaları, bu nedenle dini anlamda bir saygıdeğerlilik taşımamaları ve Araplara karşı geleneksel bir yaklaşım içine girmeleri, bu tepkinin gittikçe büyümesine neden oldu. Vilayetlerde ortaya çıkan bu kıpırdanışlar fetihlerin durması ve maddi kaygıların artması ile daha da belirginleşmeye başladı. Arap kabileleri yönetime karşı isyan ederek üçüncü halife Hz. Osman'ı öldürdüler.

Hz. Osman'ın ölümü ile birlikte o güne kadar iktidardan sürekli uzak tutulan Hz. Ali ve Haşimoğulları kanadı Arap kabilelerinin ve çoğunluğunu Ensar'ın oluşturulduğu Medineliler'in desteği ile iktidara geldi. Hz. Ali, iktidardan büyük skandallarla birlikte düşürülen Ümeyyeoğulları için hedef tahtası haline gelmişti. İktidar olma mücadelesi sadece Ümeyyeoğulları'nı değil ilk halife Hz. Ebû Bekir'in akrabaları olan Teymoğulları'ndan Talha ile Hz. Ebû Bekir'in kızı ve Hz. Peygamber'in eşi Hz. Aişe'yi de harekete geçirdi. Hz. Ömer'in seçtiği halife adaylarından Zübeyr b. Avvam'ın da bu gruba katılımıyla Hz. Ali'ye karşı Kureyş içinde muhalefet başlatılmış oldu. Hz. Ali Kureyş'ten destek bulamayınca Haşimoğulları'na hısımlık yolu ile akraba olanYemenli kabilelerle işbirliğine girdi. Özellikle Hz. Osman yönetimine karşı ön planda yer alan Malik el-Eşter Hz. Ali'nin sağ kolu görünümündeydi. Halifenin ilk iş olarak Ümeyyeoğulları'nı idari görevlerden alması tepkileri üzerine çekti. Bununla birlikte halife Hz. Osman'ın katillerini de cezalandırmamıştı.

Kendisine karşı güç birliği eden Ümeyyeoğulları-Talha ve Zübeyr grubu ile yapılan savaştan Hz. Ali galip çıktı. Bu arada Basra ve Kûfe'de yaşayan aynı kabile üyeleri birbirlerine karşı savaşmaktan oldukça rahatsızlık duydular.

Hz. Ali hilafet merkezini Kûfe'ye taşıdı. Kûfe daha çok Yemen kökenli kabilelerden oluşuyordu. Bunlar Kahtanîler de denilen Araplar'dı ki Kureyş'in de içinde bulunduğu Adnanîlere karşı asırlar öncesine dayanan bir rekabet içerisindeydiler. Hz. Ali bir yönüyle Kureyş'e diğer yönüyle Yemenliler'e yakındı. Bu durum da kabilelerin ona yaklaşımını etkiliyordu. Özellikle Yemenli kabileler için önemli bir isim olan Ebû Mûsâ el-Eş'arî, Kûfeliler'i bu olaylara karışmamak konusunda uyarıyor, yaşanan gelişmelerin Kureyş'in bir iç mücadelesi olduğunu savunuyordu.

Hz. Ali ikinci aşamada Ümeyyeoğulları'ndan Şam valisi Muaviye ile karşı karşıya geldi. Muaviye yaklaşık yirmi yıldır Şam valiliği yapmaktaydı. Buradaki kabilelere karşı güçlü bir otorite kurmuş, onları maddi açıdan da tatmin ederek kendisine bağlamıştı. Hz. Osman'ın velisi olduğunu iddia ederek onun kanını talep ediyordu. Şam bölgesinin önde gelen kabilelerinden Kelb kabilesiyle kendisi ve Hz. Osman'ın daha önce kurmuş olduğu hısımlık, Şamlılar'ın bu işi benimsemesinde etkili olmuştu.

Haşimoğulları'nın temsilcisi Hz. Ali ile Ümeyyeoğulları'nın temsilcisi Muaviye b. Ebî Süfyan arasında gerçekleşen Sıffîn Savaşı'nda Hz. Ali tarafının galibiyete yaklaştığı bir anda Kureyş'in önemli siyaset adamlarından Amr b. el-Âs'ın Muaviye'ye getirdiği Kur'an'ın hakemliği konusundaki teklifi savaş için bir dönüm noktası oldu. Farklı kabilelerden oluşan Irak ordusunda bölünmeler meydana geldi. Yemen kökenli kabilelerden Kinde kabilesi reisi Eş'as b. Kays ve daha sonra Hâriciler adı verilen aşırı İslâmcı bir grup savaşın durdurulması konusunda halifeye baskı yaptılar. Sonuçta iki taraf için birer temsilci seçilmesine ve bu temsilciler aracılığı ile gelinen noktanın değerlendirilmesine ilişkin karara varıldı. Eş'as b. Kays ve Yemenliler'in baskısı ile Iraklılar'ın temsilcisi Ebû Mûsâ el-Eş'arî seçildi. Şamlılar'ın temsilcisi ise Amr b. el-Âs oldu.

Bu aşamadan sonra Hz. Ali'yi gittikçe büyüyen problemler bekliyordu. Hakem olayını kabul etmeyen çoğunluğunu kuzey ve doğulu bedevilerin oluşturduğu Hâriciler, Hz. Ali ile anlaşamayarak tamamen ayrı bir grup oluşturdular. Hakemler ise hilafet ile ilgili durum değerlendirmesi yapmak için bir araya geldiklerinde net bir sonuca ulaşamadılar. Böylelikle Hz. Ali'nin halifeliği de tartışılır bir duruma gelmiş oldu.

Muaviye Hz. Ali'nin hâkimiyeti altındaki bölgelere akınlar düzenlemeye başladı. Mısır Hz. Ali'nin elinden çıktı, yer yer küçük çaplı isyanlar oluştu. Hz. Ali Şam üzerine gitmek üzere tekrar ordu hazırlamıştı ki Hârici katliamları ortaya çıkınca bunlar ile savaşmak durumunda kaldı. Halife yine Hâriciler tarafından düzenlenen bir saldırı sonucunda öldürüldü.

Hz. Ali döneminde yaşanan siyasi olaylarda da görüldüğü gibi, kabilecilik anlayışı kendi içerisinde fertlerini birbirine bağlarken, toplum halinde yaşama söz konusu olduğunda toplumda bölücü bir etki yapabilmektedir. Bu gerçeği İslâm öncesi dönemde küçük gruplar halinde yaşayan Arap kabilelerinin Müslümanlıkla birlikte yaşadıkları değişimin ardından bir devlet görüntüsüne bürünebilmelerinde de açık bir şekilde görmekteyiz. Bu başarıya ulaşılmasında Hz. Peygamber’in uyguladığı hassas politikayı göz ardı etmemiz mümkün değildir. İlerleyen dönemlerde yavaş yavaş asabiyeti çağrıştıran problemlerin ortaya çıktığı ve bunun en belirgin şekilde Hz. Osman döneminde yaşandığı anlaşılmaktadır.

Hz. Ali hilafete gerçekten çok karışık bir dönemde gelmiştir. Kabilecilik hareketlerinin yeniden hayata geçmeye başladığı bu ortamda ilk defa Müslüman gruplar karşı karşıya geldiler. Hz. Ali'nin halifeliği döneminde Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları arasında yaşanan iktidar mücadelesi Arap kabileleri arasında gruplaşmaları meydana getirdi ve eski ittifakların canlanmasına neden oldu. Arap kabileleri İslâm öncesi dönemdeki gibi birbirleri ile savaşmak zorunda kalmışlardı. Bu ise dinin getirdiği prensiplerin bir ölçüde çiğnendiği görüntüsünü vermekteydi. Muhtemelen bu durum vicdani sorgulamayı da beraberinde getirdi ve kabilelerin siyasi yöneliş açısından bocalamalarına neden oldu. Yaşanan gelişmeler aynı zamanda yönetim ile halkın arasının açılmasına da neden olmuştur. Hz. Ali'den sonra Muaviye'nin iktidarı ile kurulan Emevî devletinin, yönetim ile halk münasebetleri açısından daha büyük çekişmelere sahne olmasının ve kabilecilik anlayışının daha üst boyutlara ulaşmasının temelinde bu duygusal kopuşun etkisi olduğu kanaatindeyiz.

BİBLİYOGRAFYA

AHMET CEVDET, Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hûlafa, haz. Mahir İz, T. C. Kültür Bakanlığı yay., Ankara 2000.

AKBULUT, Ahmet, Sahabe Dönemi İktidar Kavgası, Ankara 2001.

ALGÜL, Hüseyin, İslâm Tarihi, Gonca yay., İstanbul 1986.

APAK, Adem, Asabiyet ve Erken Dönem İslâm Siyasî Tarihindeki Etkileri, Düşünce Kitabevi yay., İstanbul 2004.

,Hz. Osman Dönemi Devlet Siyaseti, İnsan yay., İstanbul 2003.

,İslâm Siyaset Geleneğinde Amr b. el-Âs, Ankara Okulu yay. Ankara 2001.

ATEŞ, Ahmed, "Asabiyet", İA, Eskişehir 1997.

AVCI, Casim, ŞENTÜRK Recep, "Kabile", DİA, İstanbul 2001.

,"Kûfe", DİA, Ankara 2002.

AYAR, Kenan, "Ebû Mûsâ el-E'şarî'nin İdaresi Ve Siyasi Faaliyetleri", Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, www.dinbilimleri.com/dergi, Yıl I, Sayı 3,

2001.

,"Sahabe Dönemi iktidar Mücadelesinde Arap Dâhilerinden Kays b. Sa'd”, OMÜİFD, Sayı 20-21, ss. 115-169, Samsun 2005.

,"Mâlik b. el-Hâris el-Eşter’in İlk Dönem Siyasi Hadiselerdeki Rolü", Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, www.dinbilimleri.com/dergi, Yıl 5, Sayı 4, 2005.

AYCAN, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye bin Ebî Süfyan, Ankara Okulu yay., Ankara 2001.

BAKIR, Abdulhalik, İktisadi ve İdari Yönden Hz. Ali Dönemi, Ankara 1991.

,"Basra", DİA, İstanbul 1992.

,Hz. Ali Ve Dönemi, Bizim Büro Basımevi, Ankara 2004.

BALCI, İsrafil, "Bir Yalnız Sahabi Ebû Zer el-Gıfarî", OMÜİFD, Sayı 10, ss. 351-386, Samsun 1998.

BELÂZURÎ, Ahmed b. Yahya b. Câbir (öl. 279/892), Ensâbü'l-Eşrâf, thk. Süheyl Zekkâr, Riyâd Ziriklî, Dâru'l-Fikr, Beyrut 1996.

,Futûhu'l-Buldân, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1978.

,Fütûhu'l-Büldân, çev. Mustafa Fayda, T.C. Kültür Bakanlığı yay., Ankara

2002.

BROCKELMANN, C., İslâm Milletleri ve Devletleri Tarihi, çev. Neş'et Çağatay, AÜİF yay., Ankara 1964.

BUHL, F., "Abdiilmuttalib", İA, Eskişehir 1997.

CÂBİRÎ, Muhammed Âbid, İslâm’da Siyasal Akıl, çev. Vecdi Akyüz, Kitabevi yay., İstanbul 1997.

ÇAĞATAY, Neşet, İslâm Öncesi Arap Tarihi Ve Cahiliye Çağı, AÜİF yay., Ankara 1982.

ÇELİKKOL, Yaşar, İslâm Öncesi Mekke, Ankara Okulu yay. Ankara 2003.

DEMİRCAN, Adnan, Ali Muaviye Kavgası, Beyan yay., İstanbul 2002.

,Hz. Ali'nin Hilafet Hakkı Meselesinde Gadîr-i Hum Olayı, Beyan yay., İstanbul 1996.

,Hâricîler'in Siyasî Faaliyetleri, Beyan yay., İstanbul 1996.

DİNEVERÎ, Ebî Hanife Ahmed b. Davud (öl. 282/895), Ahbâru't-Tıvâl, thk. Abdulmün'im Amir-Cemalettin eş-Şeyyâl, Kahire ty.,

DURÎ, A. Aziz, İlk Dönem İslâm Tarihi, çev. Hayrettin Yücesoy, Endülüs yay., İstanbul 1991.

,İslam İktisat Tarihine Giriş, çev. Sabri Orman, Endülüs yay., İstanbul 1991.

EBÛ ZEHRA, Muhammed, İslâm'da Siyasî İtikadî ve Fıkhî Mezhepler Tarihi, çev.

Hasan Karakaya, Kerim Aytekin, Hisar yay., İstanbul t.y.

EMîN, Ahmed, Fecrü’l-İslâm, Dâru'l Kitabi'l-Arabî, Beyrut 1969.

EZRAKÎ, Ebu'l-Velid (öl. 223/837), Kâbe ve Mekke Tarihi, çev. Y. Vehbi Yavuz, Feyiz yay., İstanbul 1974.

FAYDA, Mustafa, İslâmiyetin Güney Arabistan'a Yayılışı, AÜİF yay., Ankara 1982.

,Allah'ın Kılıcı Halid b. Velid, Çağ yay., İstanbul 1992.

,"Âişe", DİA, İstanbul 1991.

,"Cerîr b. Abdullah", DİA, İstanbul 1993.

FAZLUR RAHMAN, İslâm, çev. Mehmed Dağ, Mehmet Aydın, Ankara Okulu yay., Ankara 2000.

FERRUH, Ömer, Tarihu Sadri'l-İslâm ve'd-Devletü'l-Emeviyye, Beyrut 1976.

FIĞLALI, Ethem Ruhi, "Abdullah b. Sebe" , DİA, İstanbul 1988.

,Çağımızda Îtikadî İslâm Mezhepleri, Selçuk yay., Ankara 1990.

,İbâdiye'nin Doğuşu ve Görüşleri, AÜİF yay., Ankara 1983.

"Cemel Vak'ası", DİA, İstanbul 1993.

"Haricîler", DİA, İstanbul 1997.

GİBB, Hamilton A. R., İslam Medeniyeti Üzerine Araştırmalar, çev. Kadir Durak ve diğerleri, Endülüs yay., İstanbul 1991.

GÜNAL, Mustafa, Hz. Ali Dönemi Ve İç Siyaset, İnsan yay. İstanbul 1998.

GÜNALTAY, Şemseddin, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, Sadeleştirenler: M. Mahfuz Söylemez, Mustafa Hizmetli, Ankara Okulu yay., Ankara 1997.

HALİFE, b. Hayât (öl. 240/854), Tarihu Halife b. Hayyât Halife b. Hayyât Tarihi, çev. Abdulhalik Bakır, Ankara 2001.

HASAN, İbrahim Hasan, Tarîhu'l-İslâm, es-Siyâsî ve'd-Dînî ve’s-Sekâfî ve'l-İctimâî, Kahire 1979.

HATİBOĞLU, Mehmed Said, Hilafetin Kureyşliliği İslam'da İlk Siyasi Kavmiyetçilik, Kitâbiyât yay., Ankara 2005.

HAMİDULLAH, Muhammed, İslâm Peygamberi, çev., Salih Tuğ, İrfan yay.,İstanbul 1993.

HİTTİ, Philip K., Siyâsî ve Kültürel İslâm Tarihi, çev. Salih Tuğ, MÜİF yay., İstanbul 1995.

HİZMETLİ, Sabri, İslâm Tarihi, AÜİF yay. Ankara 1991.

,"Tarihî Rivayetlere Göre Hz. Osman'ın Öldürülmesi", AÜİF Dergisi, Cilt: XXVII, ss. 149-176, Ankara 1985.

İBN A'SEM, Ebû Muhammed Ahmed (öl. 314/926), el-Futûh, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1986.

İBN AL KALBÎ (öl. 204/819), Putlar Kitabı, çev. Beyza (Düşüngen) Bilgin, Pınar yay., İstanbul 2003.

İBN HACER, Şihâbüddin Ebu'l-Fadl Ahmed b. Ali el-Askalânî (öl. 852/1448), Tehzîbü't-Tehzîb, Dâru Sadr, Beyrut 1968.

İBN HALDUN (öl. 808/1405), Mukaddime, çev. Zakir Kadirî Ugan, MEB yay., İstanbul 1989.

İBN HAZM, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed (öl. 456/1063), Cemheretu Ensâbi'l- Arab, thk. ve tlk. Abdüsselâm Muhammed Harun, Dâru'l-Mearîf, Kahire, t.y.

İBN HİŞÂM, Ebû Muhammed Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî (öl. 218/833), es-Sîretu'n-Nebeviyye, thk. Mustafa es-Saka ve Diğerleri, Kahire 1936.

İBN İSHAK, Muhammed b. Yesâr (öl. 151/768), Sîretü İbn İshak, thk. ve ta'lîk: Muhammed Hamidullah, Hayra Hizmet Vakfı, Konya 1981.

İBN KESÎR, Ebû'l-Fida (öl. 774/1372), el-Bidâye ve'n-Nihaye, Mektebetü'l-Mearif, Beyrut 1974.

İBN KUTEYBE, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî (öl. 276/828), el- İmâme ve's-Siyâse, thk. Taha Muhammed Zeynî, Kahire 1967.

,el-Mearif, tsh., tlk. Muhammed İsmail Abdullah es-Sâvî, İhyau't-Türasi'l- Arabî, Beyrut 1970.

İBN MANZUR, Ebu'l-Fadl Muhammed b. Mükerrem (öl. 711/1311), Lisânü'l-Arabi'l- Muhît, Dâr-u Lisâni'l-Arab, Beyrut 1970.

İBN SA'D, Muhammed (öl. 230/844), et-Tabakâtü'l-Kübrâ, Daru Sadr, Beyrut, t.y.

İBN ŞEBBE, Ebû Zeyd Ömer el-Basrî (öl. 262/876), Tarihu'l-Medineti'l-Münevvere, thk. Fehim Muhammed Şeltut, Dâru'l-İsfehan, Cidde t.y.

İBNÜ'L CEVZÎ, Ebû'l-Ferec Abdurrahman (öl. 597/1201), El-Vefâ bi Ahvâli'l- Mustafa, thk. Mustafa Abdülvahid, Dâru'l-Kütübi'l-Hadîse, Mısır 1966.

İBNÜ'L ESÎR, İzzüddin Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed b. Abdülkerim (öl. 630/1232, el-Kâmil fî't-Târîh, Dâru Sadr, Beyrut 1965.

,Üsdü'l-Ğâbe fî Ma'rifeti's-Sahâbe, thk. ve tlk., Muhammed İbrahim el-Bina, Muhammed Ahmet Âşûr, Dâru'ş-Şa'b, Kahire 1970.

KABBÂNÎ, Abdülaziz, el-Asabiyye Bünyetü'l-Müctemei'l-Arabiyye, Beyrut 1997.

KANDEMİR, M. Yaşar, ''Abdullah b. Ömer b. Hattâb", DİA, İstanbul 1988.

KINDERMANN, H., "Tağlib'İA, Eskişehir 1997.

KUTLU, Sönmez, "’Ehl-i Beyt’ Sembolik Kapitalinin Tarihî Süreç İçinde Semerelendirilmesi", İslâmiyât, Cilt III, Sayı 3, ss. 99-120, Ankara 2000.

LAMMENS, H., "Muâviye", İA, Eskişehir 1997.

,"Muğîre", İA, Eskişehir 1997.

“Taif, İA, Eskişehir 1997.

,"Kelb", İA, Eskişehir 1997.

,"Büsr", İA, Eskişehir 1997.

LEWİS, Bernard, Tarihte Araplar, çev. Hakkı Dursun Yıldız, Anka yay., İstanbul

2000.

MAKRİZÎ, Takıyyuddin (öl. 845/1442), Resâilu'l-Makrizî, et-Tenazu' ve't-Tehâsum Fî ma Beyne Benî Ümeyye ve Benî Hâşim, thk., Ramazan el-Bedrî, Ahmed Mustafa Kasım, Daru'l-Hadîs, Kahire 1998.

MES'ÛDÎ, Ebû'l-Hasan Ali b. Hüseyin b. Ali (öl. 346/957), Murûcu'z-Zeheb, thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, Mısır 1964.

MİNKARÎ, Nasr b. Müzahim (öl. 212/827), Vak'atü Sıffîn, thk. ve şerh, Abdüsselâm Muhammed Harun, el-Müessesetü'l-Arabiyyetü'l-Hadîse, Kahire 1962.

MUSTAFA, Nevin Abdülhâlık, İslâm Düşüncesinde Muhalefet, çev. Vecdi Akyüz, Ayışığı Kitapları, İstanbul 2000.

NU'AYMÎ, Selîm, "Hâricîlerin Doğuşu", çev. Harun Yıldız, OMÜİFD, Sayı 10, ss. 513-536, Samsun 1998.

NÜVEYRÎ, Şihabüddin Ahmed b. Abdülvahhab (öl. 732/1332), Nihayetü'l-Ereb fî Fünîni'l-Edeb, Kahire, t.y.

ÖNKAL, Ahmet, "Tahkim Olayı Üzerine Bir Değerlendirme" İSTEM İslâm San'at, Tarih, Edebiyat ve Mûsıkîsi Dergisi, Sayı II, ss. 33-68, Konya 2003.

,"Adî b. Kâ'b", DİA, İstanbul 1988.

,"Amr b. Âs", DİA, İstanbul 1991.

RÂĞIB El-İSBEHÂNÎ, Hüseyin b. Muhammed el-Ma'ruf (öl. 502/1108), el-Müfredât Fî Ğarîbi'l-Kur'ân, Kahraman yay., İstanbul 1986.

RAYYIS, Ziyauddin, İslamda Siyasi Düşünce Tarihi, çev. İbrahim Sarmış, Nehir yay., İstanbul 1995.

RECKENDORF, "Ahnef", İA, Eskişehir 1997.

,"EŞ'as" İA, Eskişehir, 1997.

SARIÇAM, İbrahim, Emevî Hâşimî İlişkileri İslâm Öncesinden Abbâsîlere Kadar, Türkiye Diyanet Vakfı yay. Ankara 1997.

,Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  ve Evrensel Mesajı, Diyanet İşleri Başkanlığı yay., Ankara

2001.

SCHLEIFER, J., "Bekrî", İA, Eskişehir 1997.

SHAHID, İrfan, "Araplar’ın Hâkimiyeti Ve Yükselişi", çev. İlhan Kutluer, İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, Kitabevi yay., İstanbul 1997 .

SÖYLEMEZ, M. Mahfuz, Bedevîlikten Hadârîliğe Kûfe, Ankara Okulu yay., Ankara 2001.

SUYÛTÎ, Celâlüddin Abdurrahman b. Ebî Bekr (öl. 911/1505), Tarîhu'l-Hulefâ, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdülhamîd, Metbeetü's-Seade, Mısır 1952.

TABERÎ, Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr (öl. 310/922), Târîhu'l-Umem ve'l-Mulûk, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1987.

TAHA, Hüseyin, el-Fitnetü'l-Kübrâ Osman, Daru'l-Mearif, Kahire 1968.

TERZİ, M. Zeki, Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn Döneminde Askerî Teşkilât, Sönmez yay. Samsun 1990.

ÜÇOK, Bahriye, İslâmTarihi Emevîler Abbasîler, MEB yay., Ankara 1979.

VAGLİERİ, Laura Veccia, "Raşid Halifeler Ve Emevî Halifeleri" çev. İlhan Kutluer, İslâm Tarihi Kültür Ve Medeniyeti, Kitabevi yay., İstanbul 1997.

VÂKIDÎ, Muhammed b. Ömer (öl. 207/822), Kitabü'l-Meğâzî, thk. Marsden Jones, Âlimu'l-Kütüb, Beyrut 1984.

VİDA, G. Levi Della, "Osman", İA, Eskişehir 1997.

,"Temîm", İA, Eskişehir 1997.

YA'KUBÎ, Ahmed b. Ebî Ya'kub b. Ca'fer b. Vehb b. Vâzıh el-Kâtib el-Abbâsî (öl. 292/905), Tarihu'l-Ya'kûbî, Dâru Sadr, Beyrut t.y.

YAZIR, Elmalı'lı Hamdi, Hak Dini Kur'an Dili, Eser Neşriyat, İstanbul 1982.

YETKİN, Şerare, "Abbasîler", DİA, İstanbul 1988.

YILDIZ, Hakkı Dursun (İlmî Müşavir ve Redaktör), Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Kombassan A. Ş., Konya 1994.

,"Arap", DİA, İstanbul 1991.

,"Abdullah b. Zübeyr b. Avvâm", DİA, İstanbul 1988.

YILDIZ, Harun, Din Siyaset Ve İdeoloji -Hâricilik Düşüncesinin Doğuşu-, Sidre yay., Samsun 1999.

WATT, W. Montgomery, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  Mekke'de, çev. M. Rami Ayas, Azmi Yüksel, AÜİF yay., Ankara 1986.

,İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev. Ethem Ruhi Fığlalı, Şa-to yay., İstanbul 2001.

,İslam'da Siyasal Düşüncenin Oluşumu, çev. Ulvi Murat Kılavuz, Birey yay., İstanbul 2001.

WELLHAUSEN, Julius, Arap Devleti ve Sukutu, çev. Fikret Işıltan, AÜİF yay., Ankara 1963.

,İslâmın En Eski Tarihine Giriş, çev. Fikret Işıltan, İÜEF yay., İstanbul1960

,İslamiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, çev. Fikret Işıltan, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1989.

ZEBÎDÎ, Seyyid Muhammed Murtaza (öl. 1205/1790), Tâcu'l-Arûs, Dâru'l-Fikr, b.y.y., t.y.

ZETTERSTEEN, K.V., "Küfe", İA, Eskişehir 1997.

,"Saîd b. El-As", İA, Eskişehir 1997.

,"Sa'd b. Abî Vakkâs", İA, Eskişehir 1997.

ZEYDAN, Corci, İslâm Medeniyeti Tarihi, çev. Zeki Megamiz, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1974.

ZORLU, Cem, İslam'da İlk İktidar Mücadelesi, Yediveren yay., Konya 2002.

ZÜMRÜT, Osman, İslâm'da Kamu Oyu Oluşumu, Kazancı yay., Ankara 1977.

 



[1]  Philip K. Hitti, Siyâsî ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, MÜİF yay., İstanbul 1995, I, 23.

[2] Hasan İ. Hasan bunun sebebini iki maddede ifade etmiştir. Ona göre eski Arap tarihi konusunda bilgi yetersizliğinin birinci sebebi siyasi birliğin olmayışı, ikinci sebep ise okuma yazma bilmemeleridir bk. Hasan İ. Hasan, Tarîhu'l-İslâm, es-Siyâsî ve'd-Dînî ve’s-Sekâfî ve'l-İctimâî, Kahire 1979, I, 1.

[3]  Hakkı Dursun Yıldız, “Arap”, DİA, İstanbul 1991, III, 272.

[4] Yıldız, “Arap”, DİA, III, 275.

[5] Ahmed Emin, Fecrü'l-İslâm, Dâru'l Kitabi'l-Arabî, Beyrut 1964, s. 5; Bernard Lewis, Tarihte Araplar, çev. Hakkı Dursun Yıldız, Anka yay., İstanbul 2000, s. 36; Yıldız, “Arap”, DİA, III, 273.

[6]  Hitti, İslam Tarihi, I, 56; Yıldız, “Arap”, DİA, III, 273.

[7]  İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed, Cemheretu Ensâbi'l-Arab, thk. ve tlk. Abdüsselâm Muhammed Harun, Dâru'l-Meârîf, Kahire t.y, s. 8.

[8]   Emîn, Fecrü’l-İslâm, s. 5; Hitti, İslam Tarihi, I, 56.

[9]  Yıldız, “Arap”, DİA, III, 273.

[10] Yıldız, “Arap”, DİA, III, 273.

[11]  Hitti, İslam Tarihi, I, 56.

[12] Yıldız, “Arap”, DİA, III, 273.

[13] Yıldız, “Arap”, DİA, III, 273.

[14] İrfan Shahid, "Araplar'ın Hâkimiyeti Ve Yükselişi", çev. İlhan Kutluer, İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, Kitabevi yay., İstanbul 1997, I, 33.

[15] Hitti, İslam Tarihi, I, 55; Bernard Lewis, Tarihte Araplar, s. 36; Emîn, Fecrü’l-İslâm, s. 5.

[16] Emîn, Fecrü’l-İslâm, s. 5.

[17] İbn Manzur, Lisanü'l-Arabi'l-Muhît, Dâr-u Lisâni'l-Arab, Beyrut 1970, III, 12; Seyyid Muhammed Murtaza Zebîdî, Tâcu'l-Arûs, Dâru'l-Fikr, b.y.y. t.y., VIII, 72.

[18] Zebîdî, Tâc, VIII, 72.

[19] Hüseyin b. Muhammed Râğıb el-İsbehânî, El-Müfredât Fî Ğarîbi'l-Kur'ân, Kahraman yay., İstanbul 1986, s. 592; VIII, 72.

[20] Casim Avcı, Recep Şentürk, "Kabile", DİA, İstanbul 2001, XXIV, 30.

[21]  Zebîdî, Tâc, VIII, 72.

[22] Adem Apak, Asabiyet ve Erken Dönem İslâm Siyasî Tarihindeki Etkileri, Düşünce yay., İstanbul 2004, s. 2.

[23] İbn Manzûr, Lisanü'l-Arab, II, 790-792.

[24] Ahmed Ateş, "Asabiyet", İA, Eskişehir 1997, I, 663.

[25] Avcı, "Kabile", DİA, XXIV, 31.

[26] Abdülaziz Kabbânî, el-Asabiyye Bünyetü'l-Müctemei'l-Arabiyye, Beyrut 1997, s. 40.

[27] Corci Zeydan, İslâm Medeniyeti Tarihi, çev. Zeki Megâmiz, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1974, s. 22.

[28] İbn Haldun, Mukaddime, çev. Zakir Kadirî Ugan, MEB yay., İstanbul 1989, I, 323-324.

[29] C. Brockelmann, İslâm Milletleri ve Devletleri Tarihi, çev. Neş'et Çağatay, AÜİF yay., Ankara 1964, I, 4­

[30] Zeydan, İslâm Medeniyeti, s. 26.

[31] Avcı, "Kabile", DİA, XXIV, 30.

[32] Zeydan, İslâm Medeniyeti, s.16-17.

[33] Avcı, "Kabile", DİA, XXIV, 31.

[34] Emîn, Fecrü'l-İslâm, s. 6.

[35] H. İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, I, 88.

[36] Brockelmann, İslâm Milletleri, I, 4.

[37] Avcı, "Kabile", DİA, XXIV, 31.

[38] İbn Hişam, Sîre, I, 138-40.

[39] Lewis, Tarihte Araplar, s. 43

[40] Brockelmann, İslâm Milletleri, I, 4-5.

[41] İbn Sa'd Muhammed, et-Tabakatü'l-Kübrâ, Dâru Sadr, Beyrut t.y., I, 51; Neşet Çağatay, İslâm Öncesi Arap Tarihi Ve Cahiliye Çağı, AÜİF yay., Ankara 1982, s. 82.

[42] Çağatay, Arap Tarihi, s. 82.

[43] Çağatay, Arap Tarihi, s. 85.

[44] İbn Hişam Ebû Muhammed Abdülmelik b. Eyyûb el-Himyerî, es-Sîretu'n-Nebeviyye, thk. Mustafa es- Saka ve Diğerleri, Kahire 1936, I, 95-96.

[45] İbn Hişam, Sîre, I, 119.

[46] İbn Hişam, Sîre, I, 122.

[47] İbn Hişam, Sîre, I, 123.

[48]  İbn Hişam, Sîre, 1,123-124; Ya'kubî Ahmed b. Ebî Ya'kûb b. Ca'fer b. Vehb b. Vâzıh el-Kâtib el- Abbâsî, Tarihu'l-Ya'kûbî, Dâru Sadr, Beyrut t.y., I, 239-240.

[49] Lewis, Tarihte Araplar, s, 49.

[50] İbn Hişam, Sîre, I,124.

[51] Ya'kubî, Tarih, I, 239-240.

[52]  W. Montgomery Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, çev. Rami Ayas, Azmi Yüksel, AÜİF yay., Ankara 1986, s. 12.

[53] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İrfan yay., İstanbul 1993, I, 279.

[54] Ya'kubî, Tarih, I, 239-204.

[55] Yaşar Çelikkol, İslâm Öncesi Mekke, Ankara Okulu yay., Ankara 2003, s. 112.

[56] Muhammed Âbid Câbirî, İslâm'da Siyasal Akıl, çev. Vecdi Akyüz, Kitabevi yay., İstanbul 1997, s. 152.

[57] Sabri Hizmetli, İslâm Tarihi, AÜİF yay. Ankara 1991, s. 51.

[58] Osman Zümrüt, İslam'da Kamu Oyu Oluşumu, Kazancı yay., Ankara 1977, s. 185.

[59] İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed Ve Evrensel Mesajı, TDV yay., Ankara 2001, s. 13.

[60] İbn Hişam, Sîre, I, 138-140.

[61] İbn Hişam, Sîre, I, 138.

[62] Ibn Hişam, Sîre, I, 140.

[63] Çelikkol, Mekke, s. 216.

[64] Ibn Hişam, Sîre, I, 143.

[65] Nüveyrî, Şihabüddin Ahmed b. Abdülvahhab, Nihayetü'l-Ereb fî Fünîni'l-Edeb, Dâru'l-Kütüb, Kahire t.y., II, 358.

[66] Ibn Hişam, Sîre, I, 143.

[67] Ibn Hişam, Sîre, I, 145.

[68] İbrahim Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri İslâm Öncesinden Abbâsîlere Kadar, TDV yay. Ankara 1997, s. 71

[69] Nüveyrî, Nihayetü'l-Ereb, II, 359.

[70] Taberî, Tarih, II, 77-79; F. Buhl, "Abdülmuttalib", İA, Eskişehir 1997, I, 100.

[71] Ibn Hişam, Sîre, I, 154-155.

[72] Ibn Hişam, Sîre, I, 150.

[73] Çelikkol, Mekke, s. 217.

[74] Ibn Hişam, Sîre, I. 160.

[75] Çelikkol, Mekke, s. 216-217.

[76] Ibn Hişam, Sîre, I, 140-141.

[77] Belâzuri, Ahmed b. Yahya b. Câbir, Ensâbu'l-Eşrâf, thk. Süheyl Zekkâr, Riyâd Ziriklî, Dâru'l-Fikr, Beyrut 1996, I, 64.

[78] Belâzuri, Ensâbu'l-Eşrâf, I, 64.

[79] Ezrakî Ebu'l-Velid, Kâbe ve Mekke Tarihi, çev. Y. Vehbi Yavuz, Feyiz yay., İstanbul 1974, s. 100­102.

[80] Ezrakî, Mekke Tarihi, s. 102.

[81] Adnan Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, Beyan yay., İstanbul 2002, s, 20.

[82] Ezrakî, Mekke Tarihi, s. 102-103.

[83] Halife b. Hayyât, Tarihu Halife b. Hayyât Halife b. Hayyât Tarihi, çev. Abdulhalik Bakır, Ankara 2001, s. 249; İbnü'l Esîr, İzzüddin Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed b. Abdülkerim, el-Kâmil fî't-Tarih, Dâru Sadr, Dâru Beyrut, Beyrut 1965, III, 222.

[84] Hakkı Dursun Yıldız (İlmî Müşavir ve Redaktör), Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Kombassan A.Ş., Konya 1994, III, 15.

[85] Takıyyuddin el-Makrizî, Resâilu'l-Makrizî, et-Tenazu' ve't-Tehâsum Fî ma Beyne Benî Ümeyye ve Benî Hâşim, thk., Ramazan el-Bedrî, Ahmed Mustafa Kasım, Daru'l-Hadîs, Kahire 1998, s. 24-25.

[86] Ezrakî, Mekke Tarihi, s. 101-103.

[87] Makrizî, Resâilu'l-Makrizî, s. 24-25.

[88] İbn Kuteybe Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî,, el-Meârif, tsh., tlk. Muhammed İsmail Abdullah es-Sâvî, İhyau't-Türasi'l-Arabî, Beyrut 1970, s. 33.

[89] Ezrakî, Mekke Tarihi, s. 104.

[90] Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 85.

[91] İbn Hişam, Sîre, I, 158-159.

[92] Belâzurî, Ensâb'l-Eşrâf, I, 68; Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr Taberî, Târîhu't-Taberî; Târîhu'l- Umem ve'l-Mulûk, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1987, II, 68.

[93] Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 81.

[94] İbn İshak, Muhammed b. Yesâr, Sîretü İbn İshak, thk. ve Ta'lîk: Muhammed Hamidullah, Hayra Hizmet Vakfı, Konya 1981, s. 1; İbnü'l-Cevzî, Ebû'l-Ferec Abdurrahman, El-Vefa bi Ahvali'l- Mustafa, thk. Mustafa Abdülvahid, Dâru'l-Kütübi'l-Hadîse, Mısır 1966, I, 76.

[95] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 171.

[96] Kur'an, Şuara (26): 214.

[97] İbn Hişam, Sîre, I, 280.

[98] İbn Hişam, Sîre, I, 282.

[99]  Câbirî, Siyasal Akıl, s. 160.

[100] İbn Hişam, Sîre, II, 59.

[101] İbn Hişam, Sîre, II, 58-59.

[102] Ibn Hişam, Sîre, II, 10-11.

[103] Ibn Hişam, Sîre, I, 139.

[104] H. İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, I, 83-84.

[105] Cabirî, Siyasal Akıl, s. 194-195, 197

[106] Cabirî, Siyasal Akıl, s. 194.

[107] Ibn Hişam, Sîre, I, 287.

[108] Ibn Hişam, Sîre, I, 344; Watt, Hz. Muhammed Mekke'de, s. 147.

[109] Ibn Hişam, Sîre, I, 375-379.

[110] Anlatıldığına göre Yahudiler kendilerine bir peygamber geleceğini ve bu sayede onlarla harb ederek Ad ve İrem topluluklarının katledildiği gibi onları katledeceklerini söyleyerek Evs ve Hazreçlileri korkutmaktaydılar. Bu korku Medinelilerin Hz. Muhammed’in [salla’llâhü aleyhi ve sellem]  peygamberliğini kısa zamanda kabul etmelerinde etkili olmuştur. bk. İbn Hişam, Sîre, II, 70.

[111] İbn Hişam, Sîre, II, 60-61.

[112] H. Lammens, "Tâif', İA, Eskişehir 1997, II, 672.

[113] A. Aziz Durî, İlk Dönem İslâm Tarihi, çev. Hayrettin Yücesoy, Endülüs yay., İstanbul 1991, s. 81.

[114]          bk. Kur'an, A'raf (7): 158, Yunus (10): 57; Sebe (34): 28; Nas (114): 1-3.

[115] Vâkıdî Muhammed b. Ömer, Kitabü'l-Meğâzî, thk. Marsden Jones, Âlimu'l-Kütüb, Beyrut 1984, III, 1030-1031.

[116] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 300-450.

[117]          Julius Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu, çev. Fikret Işıltan, AÜİF yay., Ankara 1963, s. 4.

[118]          Welhausen, Arap Devleti Ve Sukutu, s.11.

[119] H. İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, I,104.

[120] Kur'an, Hucurât (49): 13.

[121] Vâkıdî, Kitabü'l-Meğâzî, III, 1111-1113.

[122] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Cem Zorlu, İslâm'da İlk İktidar Mücadelesi, Yediveren yay.,

Konya 2002, s. 73-79.

[123] İbn Hişam, Sîre, IV, 312.

[124] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 263; Zorlu, İktidar Mücadelesi, s. 82.

[125] İbn Hişam, Sîre, IV, 306-307.

[126] Taberî, Tarih, II, 243.

[127] İbn Hişam, Sîre, IV, 307.

[128] İbn Hişam, Sîre, IV, 304; Makrizî, Resâilu'l-Makrizî, s. 49.

[129] İbn Hişam, Sîre, IV, 309-310.

[130] Zorlu, Kureyş'in diğer Araplar arasındaki özel yerini şöyle ifade etmektedir: " Gerçekten o günkü şartlar çerçevesinde meseleye bakıldığı zaman, Kureyş'in diğer kabilelerden iktidara daha yakın olduğu görülecektir. Çünkü Kureyş'in, o günkü Arap dünyasında siyasî, dinî, sosyal ve ekonomik açıdan bazı ayrıcalıklara ve özelliklere sahip olduğu malumdur. Câhiliye döneminde, Mekke'de ikamet etmesi, Ka'be'nin hizmetlerini üstlenmesi, kültürel ve ticarî hayatın önemli unsurlarından olan panayırlara sahip olması ve güney ile kuzey arasındaki ticaretin önemli bir miktarını elinde bulundurması Kureyş'e bu güçlü statüyü kazandırmıştı". bk. Zorlu, İktidar Mücadelesi, s. 107.

[131]  İbn Hişam, Sîre, IV, 310; Suyûtî, Celâlüddin Abdurrahman b. Ebî Bekr Tarîhu'l-Hulefâ, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdülhamîd, Metbeetü's-Seade, Mısır 1952, s. 68.

[132] İbn Kuteybe Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî, el-İmâme ve's-Siyâse, thk. Taha Muhammed Zeynî, Kahire 1967, s. 16-17.

[133] İbn Sa'd, Tabakat, III, 169.

[134] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 11-12; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 264.

[135] Taberî, Tarih, II, 237.

[136] Hz. Ali'nin bey'ati geciktirmesi ile ilgili ayrıntılı değerlendirme için bk. Zorlu, İktidar Mücadelesi, s. 184-245.

[137] İbn Hişam, Sîre, I, 145.

[138]          Durî, İslâm Tarihi, s. 83.

[139]          Durî, İslâm Tarihi, s. 84-85.

[140] H. İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, I, 208-209.

[141]          Mustafa Fayda, Allah'ın Kılıcı Halid b. Velid, Çağ yay., İstanbul 1992, s. 37.

[142] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 284.

[143] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 23; Taberî, Tarih, II, 352-353.

[144] Taberî, Tarih, II, 352-353.

[145] İbn Sa'd, Tabakat, III, 265.

[146] Ahmet Önkal, "Adî b. Kâ'b", DİA, İstanbul 1988, I, 380.

[147] İbn Hişam, Sîre, I, 267-370.

[148]          Durî, İslam Tarihi, s. 92.

[149] Çelikkol, Mekke, s. 235.

[150] Ahmet Akbulut, Sahabe Dönemi İktidar Kavgası, Pozitif Matbaacılık, Ankara 2001, s. 123.

[151] İbrahim Sarıçam, s. 221.

[152] Apak, Asabiyet, s. 133-134.

[153] Mehmed Said Hatiboğlu, Hilafetin Kureyşliliği İslam'da İlk Siyasi Kavmiyetçilik, Kitabiyât yay., Ankara 2005, s. 50.

[154] İbn Sa'd, Tabakat, IV, 284.

[155] İbn Sa'd, Tabakat, IV, 105.

[156] İbn Hacer Şihâbüddin Ebu'l-Fadl Ahmed b. Ali el-Askalanî, Tehzîbü't-Tehzîb, Dâru Sadr, Beyrut 1968, VIII, 56.

[157] Taberî, Tarih, II, 587; İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, X, 207.

[158]          Durî, İslam Tarihi, s. 100-102.

[159] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 311.

[160] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 312-313.

[161]          Lewis, Tarihte Araplar, s. 79.

[162] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 239.

[163] İbn Sa'd, Tabakat, III, 340.

[164] Taberî, Tarih, II, 580; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 66.

[165] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, Haz. Mahir İz, T.C. Kültür Bakanlığı yay., Ankara 2000, II, 267.

[166] Apak, Asabiyet, s. 141.

[167] Taberî, Tarih, II, 693.

[168] Taberî, Tarih, II, 595-596; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 82.

[169] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 107.

[170] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 151.

[171] Ya'kubî, Tarih, II, 164; Taberî, Tarih, II, 656; İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 151.

[172] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 200.

[173] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, VI, 139.

[174] Taberî, Tarih, II, 618-619; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 117.

[175] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 223; Apak, Hz. Osman Dönemi Devlet Siyaseti, İnsan yay., İstanbul 2003, s. 130.

[176] H. İbrahim Hasan, İslam Tarihi, II, 31.

[177] Ziyauddin Rayyıs, İslamda Siyasi Düşünce Tarihi, çev. İbrahim Sarmış, Nehir yay., İstanbul 1995, s. 54.

[178] Ya'kubî, Tarih, II, 168-169; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 88.

[179] Brockelmann, İslâm Milletleri, I, 59; Ömer Ferruh, Tarihu Sadri'l-İslâm ve'd-Devletü'l-Emeviyye, Beyrut 1976, s. 117.

[180]          İsrafil Balcı, "Bir Yalnız Sahabi Ebû Zer el-Gıfarî", OMÜİFD, sayı 10, Samsun 1998, s. 375.

[181]          Taberî, Tarih, II, 615-616; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 115.

[182] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 35-36.

[183] Taberî, Tarih, II, 637; Ebû'l-Hasan Ali b. Hüseyin b. Ali Mes'ûdî, Murûcu'z-Zeheb, thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, Mısır 1964, II, 346.

[184] Taberî, Tarih, II, 635; İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 165.

[185] İbn Şebbe, Ebû Zeyd Ömer el-Basrî, Târîhu'l-Medîneti'l-Münevvere, thk. Fehim Muhammed Şeltut, Dâru'l-İsfehan, Cidde t.y., III, 1141; Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, VI, 152; İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 165.

[186] Taberî, Tarih, II, 635; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 140.

[187] İbn Şebbe, Târîhu'l-Medîne, III, 1095.

[188] G. Levi Della Vida, "Osman", İA, Eskişehir 1997, IX, 430.

[189] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 161.

[190] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 117-118.

[191] Apak, Hz. Osman Dönemi, s. 146.

[192]          Ferruh, Tarihu Sadri'l-İslâm, s. 118.

[193] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, VI, 176; Taberî, Tarih, II, 658.

[194] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, VI, 176; Taberî, Tarih, II, 658.

[195] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 220; Ya'kubî, Tarih, II, 176; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 179.

[196] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 274.

[197] Ayrıntılı bilgi için bk. Çelikkol, Mekke, s. 223-245; Günaltay Araplarda kabile teşkilatının ve kabile başkanlığının babadan oğla geçen bir görüntü arzettiğini belirtmektedir. bk. Günaltay, İslam Öncesi Araplar, s. 32.

[198] İbn Hişam, Sîre, I, 142-143.

[199] Makrizî, Resâilu'l-Makrizî, s. 49; Hüseyin Algül, İslâm Tarihi, Gonca yay., İstanbul 1986, II, 362.

[200] Hz. Ebû Bekir Teymoğulları'ndan, bk. İbn Sa'd, Tabakat, III, 169; Rayyıs, İslamda Siyasi Düşünce, s. 42; Hz. Ömer Adiyoğullarından, bk. İbn Sa'd, Tabakat, III, 265; Hz. Osman ise Ümeyyeoğulları'ndandır. bk. İbn Sa'd, Tabakat, III, 53; Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 195.

[201] Çağatay, Arap Tarihi, s. 100.

[202] Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu, s. 17; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 272-273; Zorlu, İktidar Mücadelesi, s. 250.

[203] Apak, Hz. Osman Dönemi, s. 90.

[204] Durî, İslam Tarihi, s. 103-104.

[205] Taberî, Tarih, II, 696-697; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 190.

[206] W. Montgomary Watt, İslâm'da Siyasal Düşüncenin Oluşumu, çev. Ulvi Murat Kılavuz, Birey yay., İstanbul 2001, s. 64.

[207] Taberî, Tarih, II, 697; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 190.

[208] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 47.

[209] Ya'kûbî, Tarih, II, 162; Taberî, Tarih, II, 586; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 71.

[210] Laura Veccia Vaglieri, "Raşid Halifeler Ve Emevî Halifeleri" çev. İlhan Kutluer, İslâm Tarihi Kültür Ve Medeniyeti, Kitabevi yay., İstanbul 1997, I, 83.

[211] Hz. Ali Hz. Osman'ın öldürülmesinin ertesi günü halife seçilmiştir. İbn Sa'd, Tabakat, III, 31.

[212] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 159.

[213] Taberî, Tarih, II, 652.

[214] Taberî, Tarih, II, 668-669.

[215] Taberî, Tarih, II, 697; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 190.

[216] İbn Sa'd, Tabakat, III, 31; Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, III, 933.

[217] Mâlik el-Eşter'in Hz. Ali'nin halife seçilmesine etkisi ve bu dönemdeki siyasi etkinliği hakkında ayrıntılı bilgi için bk. "Mâlik b. Hâris el-Eşter'in İlk Dönem Siyasi Hadiselerdeki Rolü", Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Yıl 5, sayı 4, 2005.

[218]  Ya'kubî, Tarih, II, 178.

[219]  Talha b. Ubeydullah'ın eli felçli idi. Onun kolundaki sakatlık Uhut savaşında Hz. Peygamber'i düşmana karşı korurken gerçekleşmişti. İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 226.

[220] Taberî, Tarih, II, 697; İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 226.

[221] Belâzurî, Ensabu'l-Eşraf, III, 945; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 191.

[222] Taberî, Tarih, II, 700-701; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, 192-193.

[223] Akbulut, İktidar Kavgası, s. 162-163,166.

[224] Basralılarla birlikte Hükeym b. Cebele'nin Zübeyr'i, Malik el-Eşter'in ise Talha'yı mescide getirerek kılıç altında bey'at ettirdikleri rivayet edilmektedir. bk. Taberî, Tarih, II, 700.

[225]  Sa'd b. Ebî Vakkas'ın kabile yönü ile değerlendirilmesi, Hz. Ali'ye muhalefette tarafsız kalanlar konusunun Hicaz grubu başlığı altında yapılmıştır.

[226] Malik el-Eşter ve kabile yönü Hz. Ali 'nin vali seçimlerinin kabilecilik yönü konusunda verilmiştir.

[227] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 191.

[228] Muhammed b. Mesleme kabile olarak Hazreçli'dir. Esasen Hz. Ali'nin tarafında olması kendisinden beklenendir. Ancak İbn Sa'd'da geçen bir rivayete göre Hz. Peygamber ona bir kılıç hediye etmiş ve ona bu kılıç ile yalnızca Allah yolunda cihad etmesini, Müslümanların gruplara ayrıldığını gördüğünde ise bu kılıcı kırılıncaya kadar taş ile ezmesini söylemiştir. Hz. Osman öldürüldüğünde İbn Mesleme'nin kılıcını ezdiği ve olaylara uzak kalmayı tercih ettiği belirtilmektedir. İbn Sa'd, Tabakat, III, 443, 445; ayrıca bk. Belâzurî, Ensabu'l-Eşrâf, III, 935.

[229] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 191-192; İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 227.

[230] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 191-192; İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 227.

[231]  Câbirî, Siyasal Akıl, s. 371-372.

[232] İrfan Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye Bin Ebî Süfyan, Ankara Okulu yay., Ankara 2001, s. 75.

[233] Wellhausen, Arap Devleti Ve Sukutu, s. 20.

[234] Taberî, Tarih, II, 703.

[235] Taha Hüseyin, el-Fitnetü'l Kübrâ, II, 11.

[236]  İsyancılar içerisinde Kureyş'ten ve Ensar'dan kimsenin bulunmadığı söylenmektedir. Sadece iki Kureyşli bu grubun içinde faal olarak rol almışlardır ki bunlardan biri Muhammed b. Ebî Bekir, diğeri ise Muhammed b. Ebî Huzeyfe'dir. bk. Julius Wellhausen, İslâmın En Eski Tarihine Giriş, çev. Fikret Işıltan, İÜEF yay., İstanbul 1960, s. 119; Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s, 61-62.

[237] H. İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, I, 47.

[238] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III, 6.

[239] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s, 33; Apak, Asabiyet, s. 134.

[240] Zeydan, İslâm Medeniyeti, IV, 46; Hitti, İslam Tarihi, I, 274; Durî, İslâm Tarihi, s. 91; Günaltay, İslâm Öncesi Araplar, s. 113.

[241] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 282; Hz. Peygamber döneminde Hz. Ali'nin faaliyetleri için bk. Abdulhalik Bakır, Hz. Ali Ve Dönemi, Bizim Büro Basımevi, Ankara 2004, s. 135-156; Mustafa Günal, Hz. Ali Dönemi Ve İç Siyaset, İnsan yay., İstanbul 1998, s. 10-23.

[242] Makrizî, Resâilu'l-Makrizî, s. 57, 62-63.

[243] Taberî, Tarih, II, 578.

[244] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 205.

[245] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 320.

[246] Savaşa katılanlar ile ilgili olarak ayrıntılı bilgi için bk. Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 241-243.

[247] Hatiboğlu, Hilafetin Kureyşliliği, s. 53.

[248] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, s. 208.

[249] Halife b.Hayyât, Halife Tarihi, s. 122-123.

[250] Wellhausen, Arap Devleti Ve Sukutu, s. 20; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 377.

[251]Hamilton A. R. Gibb, İslam Medeniyeti Üzerine Araştırmalar, çev. Kadir Durak, Atilla Özkök, Hayrettin Yücesoy, Kenan Dönmez, Endülüs yay., İstanbul 1991, s. 19; Özellikle Sevad arazisi ile ilgili çıkan tartışma, yönetime başkaldırıyı tetikleyen en belirgin olay olarak ifade edilmektedir. bk.Taberî, Tarih, II, 637; Mes'ûdî, Murûc, II, 346; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 138-139.

[252] Ya'kubî, Tarih, II,178-179.

[253] Abdulhalik Bakır, İktisadi ve İdari Yönden Hz. Ali Dönemi, Ankara 1991, s. 20.

[254] Vaglieri, "Raşid Halifeler Ve Emevî Halifeleri", İslâm Tarihi Kültür Ve Medeniyeti, I, 81.

[255]İlk iki halifenin yönetim stratejisi açısından bilinçli bir şekilde Haşimoğullarına yöneticilik
vermedikleri ifade edilmektedir. bk. Makrizî, Resâilu'l-Makrizî, s. 54-56; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 284.

[256] İbn İshak, Sîre, s. 118.

[257] Hz. Ali'nin katıldığı savaşlar hakkında daha geniş bilgi için bk. Bakır, Hz. Ali Ve Dönemi, s. 138­156.

[258] Velid b. Ukbe'nin annesi Erva bint. Ümmü Hakem b. Abdülmuttalip b. Hişam'dır. Dineverî, Ebî Hanife Ahmed b. Davud, Ahbâru't-Tıvâl, thk. Abdulmün'im âmir-Cemalettin eş-Şeyyâl, Kahire ty., s. 139.

[259] Ya'kubî, Tarih, II, 179.

[260] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, III, 23.

[261] Kur'an, Enfâl, (8): 26.

[262] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 50-51; İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 227-228.

[263] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 51.

[264] Taberî, Tarih, II, 702.

[265] Hz. Ebû Bekir'in Esma bint Umeys'ten olan oğlu Muhammed b. Ebî Bekir, Esma'nın Hz. Ebû Bekir'in vefatının ardından Hz. Ali ile evlenmesi nedeniyle onun üvey oğlu olmuştur. Muhammed, Hz. Ali'nin kucağında büyümüş olduğundan Hz. Ali onu çok sevmekteydi. Bu nedenle Hz. Osman'ın katli olaylarında adı geçmesine karşın onu korumuş, daha önce Mısır'a vali olarak atadığı Kays b. Sa'd'ın yerine, onu bu göreve getirmişti. Muhammed Mısır'da Amr b. el-Âs ile giriştiği mücadelede öldürüldüğünde otuz yaşından küçüktü. bk. İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 319.

[266] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 47; Taha Hüseyin, el-Fitnetü'l Kübra, II, 10.

[267] Taha Hüseyin, el-Fitnetü'l Kübra, II, 11.

[268] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, III, 23; Taberî, Tarih, II, 702.

[269] Taberî, Tarih, II, 702.

[270] Taberî, Tarih, II, 703.

[271] Mes'ûdî, Murûc, II, 364

272 Taberî, Tarih, II, 703.

[273] H. Lammens, "Tâif\ İA, XI, 672.

[274] H. Lammens, "Muğire", İA, Eskişehir 1997, IIX, 456.

[275] bk. Câbirî, Siyasal Akıl, s. 304, 316; Apak, Asabiyet, s. 131.

[276] H. Lammens, "Muğire", İA, IIX, 456.

[277] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 197-198.

[278] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 198.

[279] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III, 9; H. İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, I, 272; Akbulut, İktidar Kavgası, s. 175.

[280] Durî, İslam Tarihi, 105.

[281] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 198.

[282] Mes'udî, Murûc, II, 362; Bakır, Hz. Ali Dönemi, s. 22.

[283] Bakır, Hz. Ali Dönemi, s. 22; Demircan, Ali-Muaviye Mücadelesi, s. 69.

[284] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 51.

[285] Ya'kubi, Tarih, II, 180; H. İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, I, 372; Akbulut, İktidar Kavgası, s. 176.

[286] İbn Kuteybe, el-Mearif, s. 90.

[287] Mes’ûdî, Murûc, II, 362.

[288] Taberî, Tarih, II, 644-645; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 151.

[289] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, II, 323.

[290] Rivayete göre Hz. Osman'ın Kûfe valisi Saîd b. Âs, bir ara Medine'ye geldiğinde Hz. Ali'ye çeşitli hediyeler getirmiş, Hz. Ali bu hediyeleri reddetmemenin yanı sıra "Ümeyyeoğulları bana Muhammed'in Mirasını infak ediyorlar. Eğer Halife olacak olursam kasabın işkembeyi silkelediği gibi onları görevlerinden ayıracağım" demiştir. İbn Sa'd, Tabakat, V, 32.

[291] Bahriye Üçok, İslâm Tarihi Emevîler-Abbasîler, MEB yay. Ankara 1979, s. 21.

[292] Sönmez Kutlu," 'Ehl-i Beyi' Sembolik Kapitalinin Tarihî Süreç İçinde Semerelendirilmesi", İslâmiyât, cilt III, sayı 3, Ankara 2000, s. 109.

[293] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 190.

[294] Ya'kubî, Tarih, II, 179.

[295] Taberî, Tarih, III, 3; îbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 229.

[296] Taberi, Tarih, III, 3; îbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 229-230.

[297] îbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 230.

[298] îbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 269.

[299] Taberî, Tarih, III, 3.

[300] Taberî, Tarih, III, 3; îbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 202.

[301] Taberî, Tarih, III, 3; îbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 202.

[302]  H.17 yılında Sa'd b. Ebî Vakkas tarafından askerî gayelerle kurulan Kûfe şehri, Halife Ömer'in atamasıyla yine Sa'd b. Ebî Vakkas tarafından idare edilmiş, arkasından Ammar b. Yasir, ardından da Muğire b. Şu'be bu şehre vali tayin edilmişti. Hz. Osman döneminde ise Sa'd b. Malik bu göreve getirildi. Bir süre sonra da bu valinin yerine el-Velid b. Ukbe b. Ebî Muayt getirilmiştir. Kûfeliler'in itirazı nedeniyle bu defa Said b. el-As buraya vali olarak gönderildi. Kûfeliler bu valiyi de kabul etmeyerek yerine kendileri Ebû Mûsa el-Eş'arî'yi vali olarak seçtiler. bk. Bakır, Hz. Ali Ve Dönemi, s. 325-326.

[303] Zeydan, İslâm Medeniyeti, s. 26.

[304] İbn Sa'd, Tabakat, III, 471.

[305] İbn Hişam, Sîre, I, 112.

[306] İbn Sa'd, Tabakat, III, 471.

[307] İbn Sa'd, Tabakat, III, 471.

[308] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşraf, III, 955.

[309] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 68.

[310] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 249; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 222.

[311] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 249.

[312] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 256.

[313] Taberî, Tarih, III, 66-67.

[314] Malik el-Eşter, Kahtanîler'in Mezhic kabilesinin bir kolu olan Neha' kabilesindendir. Tamamına yakını Kûfe'ye yerleşen bu kabile, Hz. Peygamber'in vefatına yakın bir dönemde İslâm'a girmiştir. Hz. Osman dönemi isyan olaylarında etkin bir rol oynamış, Sıffîn Savaşı'nda topluca Hz. Ali tarafında yer almıştır. El-Eşter bu kabilenin liderliğini yaparken, kendisinin ölümünden sonra oğlu İbrahim b. Malik liderliği eline almıştır. bk. M. Mahfuz Söylemez, Bedevîlikten Hadârîliğe Kûfe, Ankara Okulu yay. Ankara 2001, s. 116-118.

[315] Taha Hüseyin, el-Fitnetü'l Kübra, II, 53.

[316] Taha Hüseyin, el-Fitnetü'l Kübra, II, 147; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 384; Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, s. 600.

[317] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 375-387.

[318] Apak, Asabiyet, s. 161.

[319] Emîn, Fecrü'l-İslâm, s. 6-7.

[320] Emîn, Fecrü'l-İslâm, s. 6-7.

[321] Emîn, Fecrü'l-İslâm, s. 6; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 418.

[322] Günaltay, Araplar ve Dinleri, s. 61.

[323] İbn Al Kalbî, Putlar Kitabı, çev. Beyza (Düşüngen) Bilgin, Pınar yay., İstanbul 2003, s. 58-59;

Ezrakî, Mekke Tarihi, s. 122; Mustafa Fayda, İslâmiyet'in Güney Arabistan'a Yayılışı, AÜİF yay, Ankara 1982, s. 20.

[324] Fayda, İslâmiyet'in Güney Arabistan'a Yayılışı, s. 115; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 419.

[325] Abdullah b. Sebe hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Ethem Ruhi Fığlalı, "Abdullah İbn Sebe’ Meselesi”, Çağımızda îtikadî İslâm Mezhepleri, Selçuk yay. Ankara 1990, s. 289-301.

[326] Yıldız, "Arap”, DİA, İstanbul 1991, III, 273.

[327] Apak, Asabiyet, s. 160.

[328] Halife b. Hayat, Halife Tarihi, s. 248.

[329] Taberî, Tarih, III, 126; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 352.

[330] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 419; Söylemez, Kûfe, s. 23.

[331] bk. Câbirî, Siyasal Akıl, 424-425.

[332] Durî, İlk Dönem İslâm Tarihi, s. 104-105.

[333] Hüseyin Algül, İslâm Tarihi, II, 413; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 319.

[334] Apak, Asabiyet, s. 153.

[335] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 245-246.

[336] Apak, Asabiyet, s. 150.

[337] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 230.

[338] Ya'kubî, Tarih, II, 179.

[339] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 230.

[340] Belâzurî, Ensabu'l-Eşraf, III, 12-13.

[341] Taberî, Tarih, III, 4.

[342] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 204.

[343] Mes'ûdî, Murûc, II, 366.

[344] Taberî, Tarih, III, 5.

[345] İbn Sa'd, Tabakat, III, 100.

[346] İbn Sa'd, Tabakat, III, 100.

[347] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 249.

[348] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III, 57.

[349] İbn Sa'd, Tabakat, III, 214; İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 248.

[350] İbn Hişam, Sîre, I, 138.

[351] Algül, İslâm Tarihi, II, 451.

[352]  Cemel Savaşı öncesinde Muaviye b. Ebî Süfyan, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. el-Avvam'a yazdığı mektuplarla, onların içlerinde taşıdıkları halife olma arzusunu gün yüzüne çıkaracak ifadeler kullanarak, Hz. Ali'ye ve Hz. Ali'nin destekçileri olan Hz. Osman'ın katillerine karşı mücadele etmeleri konusunda onları teşvik etmiş, bu görevin ümmetin önderleri olarak kendilerine düştüğünü belirten cümlelerle her iki sahabiyi halifeye karşı tahrik etmiştir. Ayrıca Şam'da bir problemin olmadığı ve kendisinin onları desteklediğini söylemiştir. Bu da Talha ve Zübeyr'i halifeye karşı harekete geçme konusunda cesaretlendirici bir etken olmuştur. bk. Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, s. 193-194.

[353] İbnü’l Esîr,el-Kâmil, III, 66.

[354] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 30.

[355] Akbulut, İktidar Kavgası, s. 160-161.

[356] Sabri Hizmetli, "Tarihi rivayetlere göre Hz. Osman’ın öldürülmesi" Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1985, XXVII, 156; Wellhausen Hz. Ali, Talha ve Zübeyr'in İslâmî konumlarından dolayı direkt olarak olaylara müdehale etmediklerini, ancak devletin askerî ve malî merkezleri olan eyaletleri harekete geçirdiklerini ifade etmektedir. Wellhausen, Arap Devleti Ve Sukutu, s. 21,

[357] Bakır, Hz. Ali Ve Dönemi, s. 173.

[358] Yak'ubî, Tarih, II, 180.

[359] Mustafa Fayda, "Âişe", DİA, İstanbul 1991, III, 203.

[360] Akbulut, İktidar Kavgası, s. 187.

[361] Taha Hüseyin, Fitnetü'l Kübra, II, 25.

[362] Akbulut, İktidar Kavgası, s. 177.

[363] Talha b. Ubeydullah, Hz. Ebû Bekir'in vasıtasıyla İslâm davetinin ilk günlerinde Müslüman olmuştu. Anlatıldığına göre Nevfel b. Hüveylid b. Adeviyye, Hz. Ebû Bekir'le Talha b. Ubeydullah'ı bir ipe sıkıca bağladı. Benû Temim kabilesi, bu iki kişiyi Nevfel'den kurtaramayınca onlara iki yakın arkadaş anlamına gelen "karinan" adı vermişlerdi. İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 247.

[364]  Nitekim h. 34 yılı yapılan hac dönüşünde Medine'de Hz. Osman'ın valileriyle yaptığı toplantının ardından Muaviye'nin Hz. Ali, Talha ve Zübeyr'in hilâfet için kolları sıvamış olduklarını ima eder şekilde şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Sizler, Peygamber'in ashabı, toplumun hayırlıları ve ümmetin önderlerisiniz. Bu ümmetin arasında sizden başka bu göreve gelecek kimse yoktur. Devlet yönetimine tek aday sizlersiniz. Hz. Osman'ı sizler seçtiniz. Şimdi yaşlanmış ve ömrü geçmiş bulunuyor. Onun son günlerini beklerseniz daha iyi olur. Oysaki ortada sizden kaynaklanmış olduğundan endişe duyduğum bir takım söylentiler dolaşmaktadır. Eğer bu sözleri sizler söylemişseniz bu size zarar verir. Kendi emirliğiniz konusunda halkı tahrik ederek halife aleyhine kışkırtmayın...."Taberî, Tarih, II, 649-650; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 157; Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, II, 343.

[365]  Hz. Ali, ifk hadisesi sonrasında Hz. Peygamber'in içerisinde bulunduğu zor durumu gördüğünde kendisine Hz. Aişe'yi boşamasına yönelik öneride bulunmuş, bu da Hz. Aişe'yi oldukça üzmüştü. bk. İbn Hişam, Sîre, III, 313. Hz. Ali'nin, daha önce ağabeyi Cafer b. Ebî Talib ile evli olup, onun Mute savaşında ölmesi üzerine Hz. Ebû Bekir ile evlenen Esma bint Umeys, Muhammed b. Ebî Bekir'in annesi, Hz. Aişe'nin de üvey annesidir. Hz. Ebû Bekir'in ölümünden sonra ise Esma'nın Hz. Ali ile evlendiği bilinmektedir. Bu durum Hz. Aişe'yi rahatsız etmiş olabilir. bk. İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 319.

[366] Taha Hüseyin, el-Fitnetü'l Kübra, II, s. 31.

[367] Ümeyyeoğulları'nın Hz. Peygamber ve sonrası dönemlerde devlet kademelerindeki yükselişi hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Makrizî, Resâilu'l-Makrizî, s. 40-60.

[368] Lewis, Tarihte Araplar, s. 84.

[369] Taberî, Tarih, II, 559-560; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 49-50.

[370] Taberî, Tarih, II, 580; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 66.

[371] Taberî, Tarih, II, 581; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 67-68.

[372] İbn Sa'd, Tabakat, III, 124.

[373] Ümeyyeoğulları'nın birçoğu Mekke'nin fethi ile İslâm'a girmişlerdir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 197-206.

[374] İbnü’l Esîr, el-Kâmil, III, 66; Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, s. 173.

[375] Ahmet Cevdet Paşa konuyu her iki taraf açısından ele almakta ve şu şekilde değerlendirmektedir: "Hâşimiler, evvel, âhir halifeliğe Hazret-i Ali'yi, Emeviler ise, Hazret-i Osman'ı seçmek istiyorlar, öteki Kureyş Kabileleri ise, hilâfet bir kere Hâşimilere geçerse, onların arasında dolaşır durur, başka kabilelere geçmez diye düşünüyorlardı. Asıl maksat ise, Müslümanlar arasında bir ayrılık olmadan, herkesin kabul edebileceği bir halife bulmaktı. Şûradaki Eshâbın da fikirlerinin toplandığı yer, hep bu merkezdeydi." Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, II, 267-268.

[376] Muaviye b. Ebî Süfyan'ın İslam'dan önceki hayatı hakkında geniş bilgi için bk. Aycan, Muaviye, s.25- 36.

[377] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 194.

[378] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 223.

[379] Aycan, Muaviye, s. 62-70.

[380] Aycan, Muaviye, s. 72.

[381] Wellhausen, Arap Devleti Ve Sukutu, s. 26.

[382] Taberî, Tarih, II, 649-650; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 157; Algül, İslâm Tarihi, II, 425.

[383] Taberî, Tarih, II, 661.

[384]Akbulut, İktidar Kavgası, s. 167; Aycan, Muaviye, s. 87, 88; Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 63.

[385] Taberî, Tarih, II, 650; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 157.

[386] Apak, Hz. Osman Dönemi, s. 166.

[387] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 170.

[388] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III, 76-77.

[389] Wellhausen, Arap Devleti Ve Sukutu, s. 26.

[390] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 96, 100.

[391] Mes'udî, Murûc, II, 362; İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 228.

[392] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 228; Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 113.

[393] H. Lammens, "Kelb", İA, Eskişehir 1997, VI, 548.

[394] İbn Şebbe, Târîhu'l-Medine, III, 1094.

[395] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 204.

[396] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 205.

[397] Taberi, Tarih, III, 7; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 206-207.

[398] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 207.

[399] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, III, 949.

[400] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 207.

[401] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, III, 949.

[402] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 207.

[403] Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 261.

[404] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, III, 947, Mes'udî, Murûc, II, 366.

[405] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, III, 949.

[406]  Ya'la b. Münye olarak da tanınan bu kişi Temîmoğulları'ndandır. Annesine nispet edilerek bu adı almıştır. Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, III, 947. Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde Yemen valiliği yapmıştır. Kendisi Ümeyyeoğulları'ndan olmamakla birlikte bu kabilenin eski müttefiklerinden Nevfeloğulları'nın halîfidir. İbnü'l Esîr İzzüddin Ebi'l-Hasan Ali b. Muhammed b. Abdülkerim el- Cezerî, Üsdü'l-Ğâbe fî Ma'rifeti's-Sahabe, thk. ve tlk., Muhammed İbrahim el-Bina, Muhammed Ahmet Âşûr, Dâru'ş-Şa'b, Kahire 1970, V, 532.

[407] Taberî, Tarih, III, 7.

[408] Aycan, Muaviye, s. 94.

[409] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III, 21.

[410]  Durî, İslam Tarihi, s. 106; Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 261.

[411] Ya'kubî, Tarih, II, 126.

[412] Apak, Asabiyet, s. 154.

[413] Muaviye b. Ebî Süfyan ile Mervan b. el-Hakem, Abdullah b. Amir, Yemen valisi Ya'la b. Ümeyye, Said b. el-Âs ve Velid b. Ukbe arasındaki bu mektuplaşmalarla ilgili bk. Bakır, Hz. Ali Ve Dönemi, s. 189-204.

[414] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 208; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 231.

[415] Wellhausen, İslâmın En Eski Tarihine Giriş, s. 122.

[416] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 208-209.

[417] Taberî, Tarih, III, 10.

[418] Taberî, Tarih, III, 10.

[419] Belâzurî, Ensâbu'l -Eşrâf, III, 950.

[420] Taberî, Tarih, III, 10.

[421] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 209; K. V. Zettersteen, "Saîd b. El-As", İA, Eskişehir 1997, X, 80.

[422] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 209.

[423] H. Lammens, "Mugire", İA, Eskişehir 1997, VIII, 451.

[424] Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 264.

[425] İbn Sa’d, Tabakat, V, 35.

[426] İbn Sa’d, Tabakat, V, 38.

[427] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 102.

[428] H. Lammens, "Mervan ", İA, Eskişehir 1997, IIV, 777.

[429] İbn Sa'd, Tabakat, V, 41; Lammens, "Mervan", İA, Eskişehir 1997, IIV, 777-778.

[430] İbn Sa’d, Tabakat, V, 35.

[431] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 209.

[432] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 229-230; Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III, s. 36.

[433] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 227.

[434] Algül, İslâm Tarihi, II, 483.

[435] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 119.

[436] W. Montgomery Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, Şa-to yay., İstanbul 2001, s. 15.

[437] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III, 80-82.

[438] Hamilton A. R. Gibb, İslam Medeniyeti Üzerine Araştırmalar, s. 21-22; Durî, İslam Tarihi, s. 104­

105, 109; Câbirî, Siyasal Akıl, s. 386-387

[439] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III, 82; M. Yaşar Kandemir, "Abdullah b. Ömer b. Hattâb", DİA, İstanbul 1988, I, 127.

[440] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III, 83; Zettersteen, "Sa'd b. Abî Vakkâs", İA, X, 19.

[441] İbn Sa'd, Tabakat, III, 340; Ya'kûbî, Tarih, II, 160; Taberî, Tarih, II, 580.

[442] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 284; Zettersteen, , "Sa'd b. Abî Vakkâs", İA, X, 19.

[443] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III, 83.

[444] Algül, İslâm Tarihi, II, 422.

[445] Taberî, Tarih, II, 581.

[446] Taberî, Tarih, II, 700-701.

[447] Mes'ûdî, Murûc, II, 408.

[448] Yezid b. Muaviye'nin ölümünün ardından İbn Ömer'e büyük bir topluluk halife olmasını teklif etmiş, ancak o kendisine muhalefet eden üç kişinin dahi kanı akacak olsa buna razı olamayacağını belirtmiştir. Kandemir, "Abdullah b. Ömer b. Hattâb", DİA, I, 127.

[449] İbn Sa'd, Tabakat, III, 137, 139.

[450] Belâzurî, Futûhu'l-Buldân, çev. Mustafa Fayda, T.C. Kültür Bakanlığı yay., Ankara 2002, s. 394.

[451] Taberî, Tarih, II, 595-596.

[452] Ya'kûbî, Tarih, II, 147-148.

[453] İbn Sa'd, Tabakat, III, 143.

[454] İbn A'sem Ebû Muhammed Ahmed, el-Futûh, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1986, I, 440.

[455] Asıl adı Abdullah b. Kays b. Süleym'dir. Kendisi Yemen kabilelerinden biri olan Eş'ar kabilesindendir. Kabilesi ile birlikte Medine'ye yerleşen Ebû Mûsâ, Askeri hareketlerde görevler aldı. Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir dönemlerinde hem İslâm'ı öğretmek hem de idarecilik yapmak üzere Yemen'de görevli olarak bulundu. Hz. Ömer döneminde Basra valiliğine getirilen Ebû Mûsâ başarılı idareciliğinin yanı sıra fetih hareketlerine de katıldı. Bir dönem Kûfe'ye vali olarak atanmasına karşın tekrar Basra valiliğine getirildi. M. Yaşar Kandemir, ''Ebû Mûsâ el-Eş’arî", DİA, X, İstanbul 1994, 190-192. Osman döneminde Basra valiliğinden alınan Ebû Mûsâ Kûfe halkının baskısıyla tekrar Kûfe valisi oldu. Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 176-178. Ebû Mûsâ'nın hayatı ve siyasi faaliyetleri hakkında geniş bilgi için bk. Kenan Ayar, "Ebû Mûsa el-Eş'arî’nin İdari Ve Siyasi Faaliyetleri", Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, cilt I, sayı 3, Samsun, 2001.

[456] Belâzuri, Ahmed b. Yahya b. Cabir, Futûhu'l-Buldân, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1978, s. 276; Taberî, Tarih, III, 25.

[457] Belâzurî Hz. Ali'nin İbn Abbas ile Muhammed b. Ebî Bekir'i gönderdiğini belirtmektedir. Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, III, 957.

[458] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 226-227.

[459] Ammar b. Yasir Yemen asıllı Mezhic kabilesinin Ans kolundandır. İbn Sa'd, Tabakat, III, 246.

[460] Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, III, 957-958; Mes'ûdî, Murûc, II, 368.

[461] Ya'kubî, Tarih, II, 181-182; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 231.

[462] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 227.

[463] Durî, İslâm Tarihi, s. 107.

[464] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 260-261.

[465] Taberî, Târîh, II, 642, 644.

[466]  Julius Wellhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, çev. Fikret Işıltan, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1989, s. 4.

[467] Ayar, ''Ebû Mûsa el-Eşarî", Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi.

[468] Bu konuda ayrıntılı bilgi Sıffîn Savaşı konusunda verilecektir.

[469] Halife b. Hayât, Halife Tarihi, s. 227; Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, III, 951; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 212.

[470] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 213-214.

[471] Halife b.Hayyât, Halife Tarihi, s. 228.

[472] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 214.

[473] Taberî, Tarih, III, 17; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 215.

[474] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 215.

[475] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 215-216.

[476] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, III, 952-953; Taberî, Tarih, III, 189; Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 218.

[477] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s.156-158.

[478] Belâzurî, Futûh, s. 336.

[479] Belâzurî, Futûh, s. 366-367.

[480]Minkarî Nasr b. Müzahim, Vak'atu Sıffîn, thk. ve şerh, Abdüsselâm Muhammed Harun, el- Müessesetü'l-Arabiyyeti'l-Hadîse, Kahire 1962, s. 117.

[481]Ehlü'l-Âliye denilen kabileler: Kureyş, Kinâne, Becîle, Has'am, Kays Aylân, Müzeyne ve Esed kabileleridir. Abdülhâlik Bâkır, "Basra", DİA, İstanbul 1992, V, 110.

[482] Bakır, "Basra", DİA, V, 110.

[483] Apak, Asabiyet, s. 176.

[484] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 232.

[485] Ferruh, Tarihu Sadri'l-İslâm, 104.

[486] Üçok, İslâm Tarihi Emevîler-Abbasîler, s. 20.

[487] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 213.

[488]  Temîm kabilesinin Mürre b. Ubeyd soyuna mensup olan el-Ahnef, Basra Temimileri'nin en büyük adamlarından biri sayılmaktadır. İslâm fetihlerinde Ebû Mûsâ ve daha sonra Abdullah b. Âmir kumandası altında özellikle İran ve Horasan bölgelerinde büyük başarılar göstermiştir. Cemel Savaşı'nda tarafsız kalarak Hz. Ali'ye pasif destek sağlarken, Sıffin Savaşı'nda kabilesiyle birlikte Hz. Ali tarafında yer almıştır. bk. Reckendorf, "Ahnef", İA, Eskişehir 1997, I, 223-224.

[489] Ethem Ruhi Fığlalı, "Cemel Vak'ası", DİA, İstanbul 1993, VII, 321.

[490] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 238-239.

[491] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 246; Reckendorf, "Ahnef', İA, Eskişehir 1997, I, 224.

[492] G. Levi Della Vıda, "Temim", İA, Eskişehir 1997, XII/I, 254.

[493] J. Schleıfer, "Bekri", İA, Eskişehir 1997, II, 458.

[494] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 224-225.

[495] Taberî, Tarih, II, 39; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 241-242.

[496] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 246.

[497] Cabirî, Siyasal Akıl, s. 322.

[498] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 26-29; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 242.

[499] Ya'kubî, Tarih, II, 188.

[500] Bakır, Hz. Ali Ve Dönemi, s. 506.

[501] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 240.

[502] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 231-232.

[503] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 232.

[504] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 241.

[505] Taberî, Tarih, III, 41.

[506] Hakkı Dursun Yıldız, , "Abdullah b. Zübeyr b. Avvâm" DİA, İstanbul 1988, I, 145.

[507] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 68; Taberî, Tarih, III, 41; Mes'ûdî, Murûc, II, 371-372.

[508] Taberî, Tarih, III, 41.

[509] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 226.

[510] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 231; İbn Kuteybe, el- İmâme, I, 72.

[511] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 231.

[512] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 234; Taberî, Tarih, III, 55; Mes'ûdî, Murûc, II, 372.

[513] Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 265.

[514] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 255.

[515] Bakır, Hz. Ali Ve Dönemi, s. 315.

[516] Akbulut, İktidar Kavgası, s. 198.

[517] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 237.

[518] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 245.

[519] Watt, İslam'da Siyasal Düşüncenin Oluşumu, s. 37.

[520] Abdulaziz Durî, İslam İktisat Tarihine Giriş, çev. Sabri Orman, Endülüs yay., İstanbul 1991, s. 30­31.

[521] Yemen seferi sırasında elde edilen ganimetlerin dağıtımı ile ilgili olarak Hz. Ali ile askerler arasında şiddetli münakaşalar olduğu ifade edilmektedir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Adnan Demircan, Hz. Ali'nin Hilafet Hakkı Meselesinde Gadîr-i Hum Olayı, Beyan yay., İstanbul 1996, s. 43-96.

[522] Ya'kubî, Tarih, II, 184.

[523] Kur'an, İsrâ (17): 33.

[524] Minkârî, Vak'atu Sıffîn, s. 32.

[525]Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III, 87; Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 78-81.

[526] Durî, İslâm Tarihi, s. 106.

[527] İbn A'sem, Futûh, I/II, 550-551.

[528] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, I, 29-30; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 84-85.

[529] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 91.

[530] îbn A'sem, Futûh, I, 581-582.

[531] Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 272.

[532] îbn Kuteybe, el-İmâme, I, 103-104.

[533] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 77.

[534] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III, 90.

[535] İbn Asem, Futûh, I, 542.

[536] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 74, 92; İbn Asem, Futûh, I, 548-549; Mes'ûdî, Murûc, II, 381; Aycan, Muaviye, 98; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 277.

[537] Bakır, Hz. Ali Ve Dönemi, s. 189-204.

[538] Sarıçam, Emevî -Hâşimî İlişkileri, s. 268.

[539] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 99.

[540] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 89-90; İbn A'sem, Futûh, I/II, 544-546.

[541] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 88-89; İbn A'sem, Futûh, I/II, 542; Minkari, Vak'atu Sıffîn, 63.

[542] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 89-90; İbn A'sem, Futûh, I/II, 544-546.

[543] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 92; İbn A'sem, Futûh, I/II, 540.

[544]  İbn A'sem, Futûh, I/II, 540.

[545] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 142; İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 166.

[546] Câbirî, İslâm'da Siyasal Akıl, 304.

[547] İbnü'l Esîr, Üsdü'l-Ğâbe, III, 440.

[548] Minkârî, Vak'atu Sıffîn, s. 426.

[549] İbn Kuteybe, el-İmâme, s. 75.

[550] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 117.

[551] Hatiboğlu, Hilafetin Kureyşliliği, s. 117-118.

[552] Taberî, Tarih, III, 132.

[553] Dîneveri, Ahbâr, s. 156.

[554] Cerîr b. Abdullah aslen Nizarlı olduğu kabul edilen ancak bir dönem Yemende yerleşmeleri nedeni ile Kahtanîlerden de sayılan Becile kabilesinin reisidir. Mustafa Fayda, "Becîle (Benî Becîle)", DİA, V, 287. Hicretin 10. yılında 150 kişi ile birlikte Hz. Peygamber'in yanına gelerek İslâm'a girdiğini açıkladı. Cerîr, Hz. Peygamber'in kendi kabilesine karşı Yemen Kâbesi de denilen Zülhalasa tapınağının yıkılması için hazırladığı seriyye'ye katıldı. Hz. Ebû Bekir döneminde de irtidat eden Becile ve Has'am kabilesi ile savaştı. Hz. Ömer devri Irak fetihlerine katıldı. Hz. Ömer'in Cerîr'i oldukça benimsediği ve kendisine itimat ettiği belirtilir. Nihâvend savaşında üçüncü kumandan tayin edildi. Hemedan'ı fethetti ve Hz. Osman döneminde buraya vali olarak atandı. Mustafa Fayda, "Cerîr b. Abdullah", DİA, İstanbul 1993, VII, 411. Hz. Ali ise onu buranın valiliğinden azletti. Ya'kubî, Tarih, II, 184.

[555] İbn A'sem, Futûh, I/II, 534-535.

[556] Mes'ûdî, Murûc, II, 381; Fayda, "Cerîr b. Abdullah" DİA, VII, 411.

[557] Ya'kubî, Tarih, II, 184; Mes'ûdî, Murûc, II, 381.

[558] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, s. 218.

[559] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 61.

[560] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 44-45.

[561] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 74; İbn Asem, Futûh, I/II, 536.

[562] Minkârî, Vak'atu Sıffîn, 12-13.

[563] Apak, Asabiyet, s. 169.

[564] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 38-44; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 87-88; İbn Sa'd, Tabakat, IV, 254.

[565] Ahmet Önkal, "Amr b. Âs", DİA, İstanbul 1991, III, 79.

[566] Adem Apak, İslâm Siyaset Geleneğinde Amr b. el-Âs, Ankara Okulu yay. Ankara 2001, s. 30.

[567] İbn Hişam, Sîre, I, 141-142.

[568] Apak, Amr b. el-Âs, s. 30.

[569] Apak, Amr b. el-Âs, s. 31.

[570]Taberî, Tarih, II, 656.

[571] Apak, Amr b. el-Âs, s. 131.

[572] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 444.

[573] Lewis, Tarihte Araplar, s. 85.

[574] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 275.

[575] Apak, Amr b. el-Âs, s. 56.

[576] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 275.

[577] Ya'kûbî, Tarih, II, 178-179.

[578] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, 269.

[579] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 176-178; Belâzurî, Futûh, s. 214-232; Ya'kûbî, Tarih, II, 147­148.

[580] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 315.

[581] Taberî, Tarih, 652; Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 158-159; Câbirî, Siyasal Akıl, 320.

[582] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 159.

[583] Belâzurî, Futûh, s. 229; Kays b. Sa'd'ın Mısır valiliği konusunda ayrıntılı bilgi için bk. Kenan Ayar, "Sahabe Dönemi iktidar Mücadelesinde Arap Dâhilerinden Kays b. Sa'd", OMÜİFD, sayı 20-21, Samsun 2005, s. 124-144.

[584] Ibn Kesîr, el-İmâme, VII, 252.

[585] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, 269.

[586] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, 269-270; Ibn Kesîr, el-İmâme, VII, 252.

[587] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, 271. Ibn Kesîr; el-İmâme, VII, 253.

[588] İbn Kesîr; el-İmâme, VII, 253.

[589] Taberî, Tarih, III, 66.

[590] Belâzurî, Futûh, s. 229; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 271-272.

[591] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 272.

[592] İbn Sa'd, Tabakat, III, 613.

[593] Taberî, Tarih, III, 67; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 272.

[594] Taberî, Tarih, III, 130.

[595] Taberî, Tarih, III, 131.

[596] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 273.

[597] Belâzurî, Futûh, s. 229; Ya'kubî, Tarih, II, 193.

[598] Taberi, Tarih, III, 127.

[599] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 355.

[600] Belâzurî, Futûh, s. 229.

[601] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 352.

[602] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 239-240.

[603] Belâzurî, Futûh, s. 274.

[604] Belâzurî, Futûh, s. 275-276.

[605] Belâzurî, Futûh, s. 276.

[606] Apak, Asabiyet, s. 164.

[607] Minkarî Vak'atu Sıffîn, s. 117.

[608] Kûfe'nin demoğrafik yapısı hakkında ayrıntılı bilgiler için bkz. Söylemez, Kûfe., s. 95-171.

[609] Casim Avcı, "Kûfe", DİA, Ankara 2002, XXVI, 339-340.

[610] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 71-72.

[611] İbn A'sem, Futûh, I, 498.

[612] Durî bu durumu:" Osman'a karşı isyan, birinci derecede kabilelerin Kureyş'e karşı isyanını ve kabilevi akımın İslamî akıma galip gelmesini sembolize eder." sözleri ile ifade etmektedir. bk. Durî, İslam Tarihi, s. 104.

[613] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 71-72, 115.

[614] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 85.

[615] Bakır, Hz. Ali Ve Dönemi, s. 325

613 Dûrî, İslam Tarihi, s. 106.

[617] Apak, Asabiyet, s. 164.

[618] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 238.

[619] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 240.

[620] Minkârî, Vak'atu Sıffîn, s. 195, 205.

[621] Minkârî, Vak'atu Sıffîn, s. 205.

[622] Halife b. Hayyat, Halife Tarihi, s. 242.

[623] Halife b. Hayyat, Halife Tarihi, s. 242.

[624] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 279; Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 113-114.

[625] Apak, Asabiyet, s. 156, 162.

[626] Apak, Asabiyet, s. 155.

[627] Minkârî, Vak'atu Sıffîn, s. 206, 213; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 287.

[628] Minkârî, Vak'atu Sıffîn, s. 206-207, 426.

[629] Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 125.

[630] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 243.

[631] Wellhausen, Arap Devleti Ve Sukutu, s. 27.

[632] Durî, İslam Tarihi, s. 109.

[633] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 277.

[634] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 312-313.

[635] İbn Şebbe, Târîhu'l-Medine, III, 1094.

[636] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 323.

[637] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 316.

[638] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 294-295.

[639] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, III, 116-117; Gibb, İslam Medeniyeti Üzerine Araştırmalar, s. 20.

[640] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 323.

[641] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 296.

[642] Taberî, Tarih, III, 90.

[643] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 295.

[644] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 306.

[645] Minkari, Vak'atu Sıffîn, s. 257.

[646] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 290.

[647] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 292-293.

[648] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 424-425

[649] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 440-442.

[650] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 295.

[651] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 316.

[652] Minkârî, Vak'atu Sıffîn, s. 481.

[653] Minkârî, Vak'atu Sıffîn, s. 478.

[654] ibn Sa'd, Tabakat, IV, 255-256.

[655] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 111.

[656]Taberî, Tarih, III, 101-102; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 316-317.

[657] Taberî, Tarih, III, 102.

[658] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 482.

[659] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 317.

[660] Taha Hüseyin, el-Fitnetü'l Kübrâ, II, 81-82.

[661] Mes'ûdî, Murûc, II, 381.

[662] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 20-21.

[663] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 137-140.

[664] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 480-481.

[665] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Wellhausen, Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, s. 6-8.

[666] Taha Hüseyin, el-Fitnetü'l Kübrâ, II, 80-81.

[667] Wellhausen, Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, s. 7-8; Ethem Ruhi Fığlalı, İbâdiye'nin Doğuşu Ve Görüşleri, AÜİF yay., Ankara 1983, s. 51-52.

[668] Reckendorf, "Eş'as"İA, Eskişehir 1997, IV, 393.

[669] Söylemez, Kûfe, s. 288.

[670] İbn Hişam, Sîre, I, 379.

[671] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 441.

[672] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 310-311.

[673]  Hz. Peygamber Medineye hicret ettikten sonra ilk iş olarak burada bir mescid inşa ettirmişti. Bu mescidin yapımı sırasında en fazla Ammar'a yüklenildiğini fark eden Hz. Peygamber ona "Yazık ey Sümeyye'nin oğlu! Onlar seni öldürecek değiller, seni ancak isyancılar öldürecek demiştir. İbn Hişam, Sîre, II, 142.

[674] Taberî, Tarih, III, 102.

[675] Taberî, Tarih, III, 103; Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 320.

[676] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 321.

[677] Taberî, Tarih, III, 102; Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 318-319.

[678] Adnan Demircan, Hâricîler'in Siyasî Faaliyetleri, Beyan yay., İstanbul 1996, s. 100.

[679] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 238.

[680] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 112; Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 318.

[681] Aycan, Muaviye, s. 111.

[682] Mes'ûdî, Murûc, II, 402.

[683] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 318-319.

[684] Mes'ûdî, Murûc, II, 402.

[685] Wellhausen, Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, s. 5.

[686] Wellhausen, Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, s. 8.

[687] Demircan, Hâricîler, s. 94.

[688] Bilindiği gibi Yemenliler Kahtanîler'dendir ve güney Arapları'dırlar. Rebia ve Mudar ise Adnanîler'in iki önemli koludur ve kuzey Arapları'dırlar. Adnanîler ve Kahtanîler İslâm'dan önce iki ezeli rakiptiler. Mudar ve Rebia ise kendi içlerinde sürekli çekişme halinde olan iki önemli kabiledir. Kureyş kabilesi de Mudar'ın bir koludur. bk. Emîn, Fecrü'l-İslâm, s, 5.

[689] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 323-324.

[690] Câbirî, Siyasal Akıl, s. 323-324.

[691] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 319.

[692] Taberî, Tarih, III, 104; Ibn Kesîr, el-Bidaye, VII, 278-279.

[693] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 287-288.

[694] Minkarî, Vak'atu Sıffîn, s. 290.

[695] Lewis, Tarihte Araplar, s. 88.

[696] Toplantı tarihi ve toplantının gerçekleştiği mevki ile ilgili farklı rivayetler konusunda ayrıntılı bilgi için bk. Ahmet Önkal, "Tahkim Olayı Üzerine Bir Değerlendirme" İSTEM Islâm San'at, Tarih, Edebiyat ve Mûsıkîsi Dergisi, sayı II, Konya 2003, s. 46-47.

[697] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 238.

[698] Ibn Kesîr, el-Bidaye, VII, 284

[699] Taberî, Tarih, III, 103; Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 320; Ibn Kesîr, el-Bidaye, VII, 277.

[700] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 281.

[701] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 281.

[702] Hakemlerin müzakereleri ve varılan sonuçla ilgili rivayetler hakkında bk. Önkal, "Tahkim Olayı Üzerine Bir Değerlendirme", İSTEM, s. 55-65.

[703] Rayyıs, İslamda Siyasi Düşünce, s. 62.

[704] Lewis Tarihte Araplar, s. 89; Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, s. 230.

[705] İbn A'sem, Futûh, I/II, 89.

[706] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, s. 251-252.

[707] Selim Nu'aymî, "Haricîlerin Doğuşu", çev. Harun Yıldız, OMÜİFD, sayı 10, Samsun 1998, s. 518.

[708] Wellhausen, Dini Siyasi Muhalefet Partileri, s. 9-10.

[709] Nu'aymî, "Haricîlerin Doğuşu", OMÜİFD, s. 519.

[710] Lewis, Tarihte Araplar, s. 84-85.

[711] Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, s. 13-14.

[712] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 108.

[713] Demircan, Hâriciler, s. 59.

[714] Demircan, Hâriciler, s. 82.

[715] Nu'aymî, "Hâriçlerin Doğuşu'', OMÜİFD, s. 519; Demircan, Hâriciler, s. 62-63.

[716] Muhammed Ebû Zehra, İslâm'da Siyasi İtikâdi Ve Fıkhi Mezhepler Tarihi, Çev. Abdülkâdir Şener, Hisar yay., İstanbul bty., s. 75.

[717] Wellhausen, Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, s. 10; Harun Yıldız, Din Siyaset Ve İdeoloji -Hâricilik Düşüncesinin Doğuşu-, Sidre yay., Samsun 1999, s. 88.

[718] Nu'aymî, "Hâricîlerin Doğuşu", OMÜİFD, s. 519; Demircan, Hâricîler, s. 58.

[719] Günaltay, İslâm Öncesi Araplar, s. 50.

[720] Kur'an, Hucurât (49): 1, 2, 4.

[721] İbn Hişam, Sîre, I, 284; Elmalı'lı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Eser Neşriyat, İstanbul 1982, VI, 4453-4455.

[722] Demircan, Hâricîler, s. 61.

[723] Demircan, Hâricîler, s. 58; Mustafa Fayda, "Bedevi", DİA, İstanbul 1992, V, 314.

[724] Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, s. 76.

[725] Emîn, Fecrü'l-İslâm, s. 258; Nevin Abdülhâlık Mustafa, İslâm Düşüncesinde Muhalefet, çev. Vecdi Akyüz, Ayışığı yay., İstanbul 1990, s. 237.

[726] Ethem Ruhi Fığlalı, "Hâricîler", DİA, İstanbul 1997, XVI, 169.

[727] Demircan, Hâricîler, s. 59.

[728] Emîn, Fecrü'l-İslâm, s. 258-259; Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, s. 76-77.

[729] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 321.

[730] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 321.

[731] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 322-325.

[732] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 327-328.

[733] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 327.

[734] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 328-329, 344; Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, s. 72.

[735]Rayyıs; Islâm toplumunda ilk siyâsî partinin, tahkim hadisesinden sonra Hâricîler tarafından kurulduğunu ifade etmiş. bk. Muhammed Ziyau'd-Din Reyyis, en-Nazariyetu's-Siyâsiyyetu'l- İslâmiyye, Kahire 1976, s. 62'den naklen Ahmet Akbulut, Sahabe dönemi iktidar Kavgası s. 214. Bizim burada ifade etmeye çalıştığımız ise Hâricilerin keskin çıkışları ve sonrasında gerçekleştirdikleri saldırganlıklar nedeniyle parti olmaktan öte terörist bir görüntü sergiledikleridir.

[736]Burada politik bir grup olmadıkları sözümüzden kasdettiğimiz, Hâriciler'in kurallı bir siyaset gütmedikleri ve saldırgan bir yapı sergilemiş olduklarıdır.

[737] Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, s. 255-256.

[738] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 343.

[739] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 334-337.

[740] Günaltay, İslâm Öncesi Araplar, s. 113.

[741] Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 337.

[742] Ibnu'l Esîr, el-Kâmil III, 338.

[743] Ibn Kesîr, el-Bidaye, VII, 287-288.

[744] Mesudî, Murûc, II, 415; Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 342.

[745] Mesûdî, Murûc, II, 415; Ibnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 342.

[746] Ibn Kesîr, el-Bidaye, VII, 289.

[747] Halife b. Hayyat, Halife Tarihi, s. 245.

[748] Ibn Kesîr, el-Bidaye, VII, 289-290.

[749] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 348.

[750] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 349-350.

[751] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 320.

[752] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 313.

[753] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 360.

[754] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 360-364.

[755] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 244.

[756] Taha Hüseyin Hz. Ali ile Abdullah b. Abbas'ın eskiye dayanan bir görüş ayrılığına sahip olduğunu belirtmiştir. bk. Taha Hüseyin, el-Fitnetü'l Kübrâ, II, 132, 133.

[757] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 386-387.

[758] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 364-365.

[759] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 365.

[760] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 369.

[761] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 375; İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 320.

[762] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 376; İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 320.

[763] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 376-377.

[764] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 377.

[765] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 379.

[766] Rayyıs, İslâmda Siyasi Düşünce, s. 62.

[767] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 245.

[768] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 378.

[769] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 245-246; İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 378-379.

[770] Daha önce Hıristiyan oldukları bilinen bu kabile ile Hz. Ömer döneminden beri Hz. Ali arasında bir rahatsızlık olduğu ifade edilmektedir. Söylentiye göre Tağlibliler Müslüman olduktan sonra çocuklarını vaftiz etmeye devam etmişler. Bu nedenle Hz. Ali onların kökünü kazımak arzusu taşıyormuş. bk. H. Kındermann, "Tağlib" İA, Eskişehir 1997, XI, 620, 625.

[771] Ibn Kesîr, el-Bidaye, VII, 322.

[772] H. Lammens, "Büsr", İA, Eskişehir 1997, II, 841.

[773] İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 322.

[774] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 383-384; İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, 322-323.

[775] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 383-384.

[776] Halife b. Hayyât, Halife Tarihi, s. 246.

[777] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 385-386.

[778] Hâriciler Ebû Musa'nın hakemliğinden rahatsızlık duysalardı onu da olayın müsebbiblerinden sayarak öldürmek isteyeceklerdi. Anlaşılan Hâriciler Kureyş'i hedef almışlardı.

[779] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 389.

[780] İbn Sa'd, Tabakat, III, 23-25.

[781] İbnü'l Esîr, el-Kâmil, III, 389-393.

[782] Mustafa Zeki Terzi, Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn Döneminde Askerî Teşkilât, Sönmez yay., Samsun 1990.

[783] Aycan, Muaviye, s. 134.

[784] Şerare Yetkin, "Abbâsîler", DİA, İstanbul 1988, I, 31.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar