MUS’AB B. ZÜBEYR’İN (v.72/691) HAYATI VE ŞAHSİYETİ
HAZIRLAYAN: FATİH AKKOCA
Son peygamber
Hz. Muhammed’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) 610 yılında Mekke’de risalet
vazifesiyle görevlendirilmesi, insanlık tarihi açısından çok önemli bir
olaydır. Zira o zamana kadar merkezi bir idareden mahrum olarak belli şehir ve
kabile idareleri halinde yaşayan Araplar, kendilerini büyük bir medeniyetin ilk
mümessilleri haline getirecek önemli bir tarihi sürece girmişlerdi.
Rasulullah’ın (salla'llâhü aleyhi ve sellem) tebliğine icabet ederek Müslüman
olanlar, insanlık tarihi boyunca başka hiçbir topluluğa nasip olmayan bir
saygı, hürmet ve şükrana mazhar olmuşlardır. Bugün dahi müslümanların dini,
sosyal ve kültürel hayatlarında hayırla yadedilmektedirler. Sahabe-i Kiram
olarak adlandırılan bu ilk müminler, kendilerinden sonra gelen bütün
Müslümanlar tarafından ideal nesil olarak tavsif edilmiş ve örnek
alınmışlardır. Sahabe nesli, Peygamber Efendimiz’in (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) dilinde insanların en hayırlıları olarak zikredilirken, Tabiîn ve
Tebe-i Tabiîn’de sırasıyla en hayırlı ikinci ve üçüncü nesil sayılmıştır.
Peygamberimiz’in
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) davetine ilk icabet edenlerden biri olan Zübeyr
b. Avvâm ve oğulları, Rasulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hulefâ-i
Râşidîn ve Emevîler dönemlerinde çok önemli olaylara katılmış ve mühim
vazifeler üstlenmişlerdir. Zübeyr b. Avvâm, Rasulullah’ın havarisi lakabıyla
meşhurdur. Büyük oğlu Abdullah 64/683 yılında Şam’da küçük bir grup dışındaki
bütün İslam beldelerini tek idare altında birleştirmiş ve dokuz yıl
yönetmiştir. Küçük oğlu Mus’ab ise ağabeyi Abdullah’ın Irak valiliğini yapmış
ve onun en önemli destekçisi olmuştur.
İslam
tarihinin, etkisi günümüze kadar devam eden ilk ve en kanlı fitnelerinin vuku bulmasının
hemen sonrasında, bir fitne merkezi konumundaki Irak topraklarında kesintisiz
beş yıl valilik yapan Mus’ab b. Zübeyr, Tabiîn neslinin küçüklerindendir. İlk
dönem kaynaklarımızda hakkında bir çok bilgi bulunan ve önemli faaliyetler
gerçekleştirmiş bir devlet adamı olan Mus’ab b. Zübeyr hakkında bugüne kadar
Türkçe hiçbir akademik çalışma yapılmamıştır.
Mus’ab b. Zübeyr Öncesi Döneme Genel Bir Bakış
Bir hak-batıl
mücadelesi şeklinde devam edegelen insanlık tarihinde, Hz. Muhammed’in
(salla'llâhü aleyhi ve sellem) Mekke’de 610 yılında[1]
son peygamber sıfatıyla insanlığa yeni bir davetçi olarak gönderilmesiyle,
unutulmaya yüz tutan Allah’ın dinini tebliğ süreci tekrar başlamıştır.
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yaklaşık 13 yıl boyunca en yakın
akrabalarından başlamak üzere bütün Mekkelileri İslam’a davet etmiştir.[2] Mus’ab’ın babaannesi Safiyye
bint Abdülmuttalib ile babası Zübeyr b. Avvam ve amcası Saib’le birlikte birçok
Mekkeli, Efendimizin davetine icabet ederek Müslüman olmuş, canlarıyla,
mallarıyla ve gayretleriyle İslam’ın güç kazanması için çalışmışlardır.
Efendimiz, İslam’ı tebliğ sürecinde müşriklerin çetin bir şekilde direnişiyle
karşılaşmış, nihayet kendisine inanan, davetine icabet eden müslümanlarla
birlikte 622 yılında Medine’ye hicret etmek zorunda kalmıştır.[3]
Yaklaşık 10
yıl süren Medine döneminin sonunda 11/632 yılında Peygamberimiz (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) vefat etmiştir. Bu dönemde İslam dininin bütün unsurları
tamamlanmış, müşriklerle ve diğer düşmanlarla mücadelede büyük başarılar elde
edilmiş, Bizans ve Sasani imparatorları başta olmak üzere komşu yönetici ve
hükümdarlara İslam’a davet mektupları gönderilmiş,[4]
8/630 yılında Mekke’nin fethedilmesinin ardından[5]
Arap yarımadasının tamamı İslam egemenliğini tanımış ve çoğunluğu müslüman
olmuş, devletin temelleri sağlamlaştırılmıştır. Bununla beraber Peygamberimizin
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) son günlerinde, yeni Müslüman olan bazı
kabileler muhtelif sebeplerle yeni dinlerinden dönmüşler ve bazı yalancı
peygamberler zuhur etmiştir.[6]
Hz.
Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) olmadığı bir hayata hazır olmayan
İslam toplumu O’nun vefatından sonra birçok sorunla yüzleşmek durumunda kaldı.
Kimin yönetici olması gerektiğinin konuşulduğu Beni Saîde Sakifesi’nde Hz. Ömer’in
delaletiyle Efendimiz’in en yakın dostu ve kayınpederi Hz. Ebû Bekir halife
seçildi. Hz. Ebû Bekir’in iki yıl süren hilafetinde kurulan bir komisyon
marifetiyle dağınık halde bulunan Kur’an ayetleri bir araya toplanmış ve
Kur’an, Mushaf haline getirilmiştir. Yalancı peygamberlerin bertaraf
edilmesiyle iki kol halinde başlayan fetih hareketleri sonucu Suriye ve Irak
topraklarının büyük kısmı fethedildi. Halife Hz. Ebû Bekir, 13/634 yılında
yerine Hz. Ömer’i yönetici olarak bıraktıktan sonra vefat etti.[7]
Hz. Ömer’in
(r.a) yaklaşık 10 yıl süren hilafeti döneminde, daha önce başlayan fetih
hareketlerinin genişlemesi sonucunda Bizans ve Sasani İmparatorluklarına ait
birçok toprak fethedilmiştir.[8] Medine’de 23/644 yılında sabah
namazını kıldırırken bir köle tarafından hançerlenerek ağır yaralanan Hz. Ömer,
Zübeyr b. Avvam’ın da içinde bulunduğu Aşere-i Mübeşşereden[9]
hayatta olan altı kişiyi, üç gün içinde içlerinden birini halife seçmekle
görevlendirdikten sonra vefat etti.[10]
Hz. Ömer (r.a.) vefat ettiğinde, geriye yönetim birimlerine ayrılarak mükemmel
bir şekilde teşkilatlandırılmış idari yapısıyla, kadılarla ve atadığı diğer
görevlilerle oluşturduğu adalet teşkilatıyla, tahsisatların kaydedildiği
divanlarıyla, gelir ve giderin kaydedilerek harcamaların yapıldığı beytülmal
denilen devlet hazinesiyle, Kûfe ve Fustat gibi yeni kurdurduğu şehirlerle
kurumsal hale getirilmiş kuvvetli bir devlet bırakmıştır.[11]
Hz. Ömer’in
belirlediği süre dolmadan Hz. Osman (r.a.) halife seçildi. Yaklaşık on iki yıl
süren Hz. Osman’ın hilafetinde, Hz. Ömer dönemindeki fetihler daha da ilerilere
taşındı. Oluşturulan donanma ile 28/649 yılında Kıbrıs barış yoluyla
fethedildi. Bizans donanmasına karşı 34/655 yılında kazanılan Zatü’s-Savari
muharebesi neticesinde Doğu Akdeniz hakimiyeti İslam devletine geçti.[12]
Hz. Osman
döneminde devam eden fetihler vesilesiyle devlet gelirleri artmış, halk
zenginleşmişti. Bu zenginleşmeyle birlikte halkın refah seviyesi yükseldi ve
toplum yapısında yeme, içme, giyim-kuşam vb. konularda önemli değişikler yaşanmaya
başladı. Ganimet gelirlerinin bol olduğu ilk yıllarda halk genel olarak Hz.
Osman’ın yönetiminden memnundu. Yönetim aleyhinde bazı şikayetler olmakla
birlikte bu şikayetler büyük sorun haline gelmeden çözülüyordu. Devletin doğal
sınırlarına ulaştığı ilerleyen yıllarda fetihlerin durması ekonomik durgunluğa
ve krize sebep oldu. 17/638 yılında Suriye bölgesinde etkili olan Amvas
vebasında birçok sahabenin hayatını kaybetmesi ve Hz. Osman’ın hilafeti
döneminde kanaat önderi durumundaki birçok sahabenin yaşlanması veya vefatı
kaht-ı ricale yani topluma önderlik yapacak şahsiyetlerin azalmasına yol
açmıştır.[13]
Hz. Osman’ın
valiliklere ve önemli devlet görevlerine Ümeyyeoğullarını ataması başta olmak
üzere halifenin bazı icraatları halkta rahatsızlıkların ortaya çıkmasına sebep
olmaya başladı.[14] Söz konusu sıkıntılara kalıcı
çözüm bulunamaması 35/656 yılında Mısır, Kûfe ve Basra’dan gelerek Medine’de
toplanan isyancıların halifenin evini kuşatmasıyla sonuçlandı. Tam bir
kargaşanın yaşandığı Medine’de halkın çoğunluğu evlerine kapanarak fitneden
uzak kalmaya çalıştı. Başkentte halifeyi koruyacak askeri bir birlik
bulunmadığı için Hz. Hasan ve Hüseyin başta olmak üzere, Abdullah b. Zübeyr,
Abdullah b. Selam gibi ashabın ileri gelenleri halifenin evini koruma altına
aldı.[15] Bu cılız koruma önlemine
rağmen yirmi gün veya iki ay devam ettirdikleri muhasaranın sonunda İsyancılar,
Hz. Osman’ı evinde şehid ettiler.[16] Hz. Osman’ın şehid edildiği
35/656 yılına “Hüzünyılı” denir. [17]
Hz. Osman’ın
şehid edilmesiyle sonuçlanan iç karışıklıklar, İslam tarihinde ilk büyük fitne
olarak isimlendirilmektedir. Zira bu olaylar neticesinde Müslümanlar fırkalara
ve gruplara bölünmüşler,[18] asırlar boyu devam eden bu
fikri ayrılık zaman ilerledikçe derinleşmiş ve günümüzde kapanmaz hale gelmiştir.
Diğer taraftan bu büyük fitne neticesinde Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) risaleti boyunca, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in de hilafetleri
döneminde aldıkları birçok tedbir sayesinde etkisiz hale getirdikleri kabile
asabiyeti yeniden faaliyete geçmiş, Kureyş kabilesi içinde cahiliye dönemine
dayanan rekabet tekrar canlanmış, bu rekabet Kureyşli-Kureyşli olmayan
mücadelesini de beraberinde getirmiştir.[19]
İktidarın ve otoritenin kimin hakkı olduğu sorunu kılıçla çözülmeye başlanmış,[20] güçlü olan taraf iktidarı
hakkettiğini iddia ederek meşruiyet kazanmanın yollarını aramıştır. Bu siyasi
rekabet ve hizipleşmeler dini hizipleşmeleri tetiklemiş, İslam toplumu dini,
siyasi, ictimai ve iktisadi olarak birçok değişimler geçirmiştir. Bütün bu fitne
olaylarının ve sonrasındaki çok yönlü değişimlerin sonucunda Müslümanlar,
aralarındaki ümmet birliğini kaybetmişler, zamanla derinleşen rekabet,
hiziplerin arasına düşmanlık girmesine, zaman ilerledikçe de bu düşmanlığın
artarak devam etmesine sebep olmuştur.
Hz. Osman’ın
ansızın şehid edilmesiyle Müslümanlar büyük bir sıkıntıyla karşı karşıya
kaldılar. Medine’de asayiş ve emniyet kalmamış, hakimiyet tamamen isyancıların
eline geçmişti. Ortaya çıkan otorite boşluğunu doldurmak isteyen isyancılar,
ashabın ileri gelenlerinden birinin halife olması için girişimlere başladılar.
Fakat muhtemel halife adaylarından hiçbiri halkı temsil etmeyen isyancıların
yöneticilik teklifini kabul etmedi. Ashabın ileri gelenleri hilafet için en
kuvvetli aday olan Hz. Ali’ye hilafet görevini kabul etmesini teklif ettiler.
Hz. Ali bu görevi halkın desteği ve temsili olmadığı gerekçesiyle kabul etmek
istemedi. Ancak yaşanan krizin daha fazla büyümesinden endişe ederek ve otorite
boşluğunun bir an önce doldurulması gayesiyle, Mescid-i Nebevî’de bütün halkın
açık bir şekilde bey’at etmesini şart koşarak halifelik görevini kabul etti.[21]
Hz. Ali’nin
ilk icraatı, şikayetlerin ve Hz. Osman’ın şehadetinin en önemli sebebi olarak
kabul ettiği valileri değiştirmek oldu. Valilerin değişimi büyük oranda
gerçekleşmiştir. Ancak Şam valisi Muâviye, valilikten azledilmesine rağmen
görevini bırakmamıştır. [22]
Hz. Ali’nin
karşılaştığı ilk problem Hz. Osman’ın katillerinin tespit edilerek
cezalandırılması meselesiydi.[23] Bu konuda fikri anlaşmazlığa
düştüğü Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvâm, Abdullah b. Zübeyr ve Hz. Âişe
ile Hz. Osman’ın şehadetinden yaklaşık 8 ay sonra 36/656 yılında Basra
yakınlarında karşı karşıya geldi. İki taraf arasında doğrudan görüşmeler
yapılmış, Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması konusunda anlaşmaya
varılmışken, durumun aleyhlerine döndüğünü anlayan katiller tarafından
hazırlanan bir komplo neticesinde iki taraf çatışmaya girmiş, başta Talha b.
Ubeydullah ile Mus’ab’ın babası Zübeyr b. Avvâm olmak üzere birçok Müslüman
hayatını kaybetmiştir.[24] Cemel vakası olarak anılan bu
kanlı olay, Peygamberimizin vefatından sonra iki Müslüman gücün karşı karşıya
gelerek çarpıştığı ilk muharebe olmuş, o gün için sebep olduğu acı ve üzüntünün
ötesinde devamında gelecek diğer olaylarla birlikte İslam tarihi boyunca ortaya
çıkardığı etki çok büyük ve yıkıcı olmuştur.[25]
Hz. Ali Cemel
vakasından sonra Medine’ye dönmemiş ve başkenti Kûfe’ye taşımıştır.[26] Muâviye’nin azledilmesine
rağmen görevini bırakmaması üzerine Hz. Ali elçiler vasıtasıyla bey’at etmesini
istemiş, Muâviye ise kabul edilmesi imkansz şartlar öne sürerek bey’attan
kaçınmıştır. Bunun üzerine Hz. Ali, Muâviye üzerine yürümüş, iki ordu Sıffin’de
karşı karşıya gelmiştir. 37/657 yılı içinde cereyan eden Sıffin savaşı yüz on
iki gün sürmüş ve iki taraftan hakemlerin tayin edilmesiyle sona ermiştir.[27] Sıffin savaşı Müslümanlar
arasında cereyan eden ikinci büyük iç savaştır. Bu savaş, İslam toplumunun
geleceğini en fazla etkileyen olaylardan biri, belki en müessir olanıdır.[28]
İki tarafça
tayin edilen hakemler yaklaşık 6 ay sonra 37/658 yılında görüşmeye başlamışlar,
uzayan görüşmelerden hilafet konusunda bir çözüm ve sonuç çıkması şöyle dursun
hilafet meselesi iyice içinden çıkılmaz hale gelmiştir. Hz. Ali hakemlerin
kararını tanımamış, bu durumu fırsat bilen Muâviye, Şam’da kendisini halife
ilan edince İslam devleti fiilen ikiye bölünmüştür.[29]
Hakem olayı aynı zamanda üçüncü bir muhalif grup olan Hâricîlerin ortaya
çıkmasına sebep olmuştur.[30]
Sıffin
savaşının sonunda önce hakem tayin edilmesini isteyen, sonra halifelik
meselesini hakemlerin kararına bırakmayı büyük günah sayan Hâricîler, Hz.
Ali’nin ordusundan ayrılarak Kûfe yakınlarındaki Harûrâ’da toplandılar. Hz.
Ali’nin birçok vesileyle gönderdiği elçilerin ikna etmesiyle bazıları bu gruptan
ayrılsa da önemli bir kısım Hâricî Nehrevan’da toplandı. Hâricîler kendileri
gibi düşünmeyen Müslümanları katletmeye başlayınca halife bütün gücüyle
üzerlerine yürüdü ve 39/658 yılında Nehrevan’da Hâricîlerin neredeyse tamamı
temizlendi.[31] Hz. Ali’nin Hâricîlerle etkin
bir şekilde mücadele etmesi onları bitme noktasına getirmesinin yanı sıra
halifeye karşı intikam hissiyle dolmalarına da sebep oldu. Hâricîler 40/661
yılında Hz. Ali, Muâviye ve Amr b. Âs’a suikast planladılar. 17 Ramazan sabahı
Hz. Ali’yi takip eden suikastçı halifeyi ağır yaraladı. Zehirli bir hançerle
yaralanan Hz. Ali iki gün sonra vefat etti ve Necef’e defnedildi.[32]
Hz. Ali’nin
yaklaşık 5 yıl süren hilafeti, iç karışıklıklıklarla mücadele ederek geçmiştir.
Müslümanlar arasında yaşanan iç savaşlar, halifelik müessesesinin saygınlığını
olabildiğince sarsmış, İslam toplumunda halifeye kılıç çekip isyan
edilebileceği, gerektiğinde halifenin öldürülebileceği hatta öldürülmesi
gerektiği kanaati yerleşmeye başlamıştır. İslam ümmeti bu savaşlar sebebiyle o
güne kadar yaşamadığı boyutta siyasi, ekonomik ve sosyal bir dağılmayla karşı
karşıya kalmıştır. Ayrıca bu iç savaşlar neticesinde fikri ve itikadi yeni
fırka ve gruplar ortaya çıkmış, yeni kelami meseleler zuhur etmiştir.
Müslümanların izahında zorlandıkları bütün bu olaylar İslam düşmanlarına ve
müsteşriklere İslam aleyhine kullanacakları bulunmaz malzemeler sunmuştur.
Hz. Ali’nin
yaralanması, ardından şehid olması üzerine Kûfe’de büyük oğlu Hz. Hasan’a
halife olarak bey’at edilmiştir.[33] Hz. Hasan, Muâviye’nin
kendisine itaat etmeyi reddederek hilafetin kendi hakkı olduğunu iddia etmesi,
ordusunun ve en büyük destekçisi konumundaki Iraklıların sadakat ve itaatten
uzak, kozmopolit yapılı, iç bütünlüğü bulunmayan bir kalabalığı andırması ve
askerlerinin canına kastetmesi gibi sebeplerle Muâviye ile barış yapmak için
girişimlerde bulunmuş ve 41/661 yılı başlarında bazı şartlar çerçevesinde
yapılan anlaşma neticesinde hilafeti Muâviye’ye devretmiş ve Müslümanların tek
idare altında toplanmalarına öncülük etmiştir. İslam ümmetinin yeniden tek
idare altında toplanması sebebiyle 41/661 yılına “Âmu’l-Cemaa” birlik ve
beraberlik yılı denmiştir.[34] Hz. Hasan, yakın geçmişte
meydana gelen Cemel ve Sıffin gibi kanlı iç savaşlardan ibretler almış, bu
savaşlarda olduğu gibi birçok Müslümanın kanının akmasına müsaade etmemiş,
hilafetten ferağat ederek ortaya koyduğu fedakarlıkla İslam toplumunda büyük
bir memnuniyet uyandırmıştır.[35]
Hz. Hasan’ın
hilafeti Muâviye’ye devretmesiyle Raşit Halifeler dönemi sona ermiş,[36] Muâviye’nin halife olarak
yönetime gelmesi ve ardından oğlu Yezîd’i veliaht tayin etmesi ile fiilen
saltanat yönetimi başlamıştır.
Muâviye
iktidara geldikten sonra uzun süredir bozulan devlet otoritesini tekrar
sağlamak, Irak ve Fars topraklarında faaliyet gösteren Hâricîlerle mücadele
etmek durumundaydı. Hz. Ali taraftarı olan Iraklılar ise bitkin bir
haldeydiler. Siyasi tercihlerini ve hislerini kuvvetle ifade etmek yerine bir
adım geri çekilerek gönüllerinde gizlemeye başladılar.
Muâviye, tayin
ettiği valilerle bozulan idari otoriteyi yeniden sağladı. Yeni valilerin
tayiniyle birlikte, iç mücadeleler sebebiyle yaklaşık on yıldır terkedilen dış
seferlere üç ayrı cephede yeniden başlandı.[37]
Muâviye döneminde gerçekleştirilen fetihler daha önceki fetihler gibi her zaman
karlı neticeler ortaya koymamıştır. Zira bu dönemde, eski günleri kadar güçlü
olmasa da organize bir güç ve büyük bir devlet olan Bizans hala etkin ve
kuvvetli bir düşmandı. Özellikle Anadolu ve İstanbul üzerine yapılan seferlerde
kazanmanın yanında kaybetmek de söz konusuydu ve kayıpların yaşandığı seferler
devlet
hâzinesine
büyük meblağlara mal oluyordu.[38]
Duhâtu’l-Arab’dan[39] biri olan Muâviye, uzun
diplomatik uğraşların ardından oğlu Yezîd’i veliaht ilan etti.[40] İslam ümmetinin çoğunluğundan
daha sağlığındayken oğlu adına bey’at aldı ve yaklaşık yirmi yıllık iktidarının
ardından 60/680 yılında vefat etti.[41]
Hz. Osman’ın
şehadeti ve devamında yaşanan hadiseler İslam toplumunun politize olmasını
hızlandırmış ve toplumda gergin bir atmosferin oluşmasına sebebiyet vermiştir.
Muâviye döneminde İslam ümmeti bu sosyal şartlar içinde din ve siyasetin
birlikteliği anlayışından, siyasetin dine nazaran ön plana geçtiği sosyal
değişimlere maruz kalmıştır. Muhalif ve gelecek için tehlikeli görülen
rakiplerin kiralanan katiller eliyle bertaraf edildiği siyasi cinayetler,[42] idari ve mali görevlere
yapılan tayinlerde liyakatin yerini mutlak itaat ve belli bir aileye
mensubiyetin alması, Cuma hutbelerinde Hz. Ali’nin şahsında Ehl-i beyt’ine
lanet okunması,[43] yöneticiler tarafından baskı
ve şiddet kullanmanın yaygınlaşması ve idarenin ayrılmaz bir parçası haline
gelmesi, bey’at usulünün farklılaşarak yöneticiye bey’at etmeyenin potansiyel
tehlike olarak kabul edilip bir düşman gibi davranılması ve yöneticilerin
devlet hazinesinden, istedikleri kimselere bol miktarda atiyye ve bahşişler
vermeleri Muâviye döneminde İslam ümmetinin ilk defa tanıştığı ve ilerleyen
süreçte kanıksamaya başladığı hoş olmayan uygulamalardır.[44]
Yezîd b.
Muâviye İslam tarihinde veliaht tayin edilerek iktidara gelen ilk yöneticidir.[45] Yezîd, iktidara gelir gelmez
Medine’de yaşayan sahabe çocuklarından bey’at alması için valiye mektup
gönderir. Valinin Yezîd adına bey’at talebini Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr
oyalayıcı cevaplar vererek geri çevirirler ve ikisi de aynı gece birbirlerinden
ayrı bir şekilde Mekke’ye doğru yola çıkarlar.[46]
Yezîd’in ve valilerinin bey’at alma hususunda kararlı, ısrarcı, bunaltıcı ve
bıktırıcı tavrı toplunum bir anda gerilmesine sebep olmuştur.
Geçmişte Hz.
Ali’ye destek vererek iktidar mücadelesi başlatan Iraklılar, Muâviye
önderliğindeki Suriyeliler karşısında bu mücadeleyi kaybetmişler, onun ölümüyle
tekrar mücadele fırsatı yakalamış ve Hz. Hüseyin’i şehirlerine davet ederek
kendilerine halife olmasını, dağınık vaziyetteki halkı Yezîd’e karşı toplayıp
birleştirmesini istediler ve sancağı altında Yezîd’e karşı savaşacaklarına dair
sözler verdiler.[47] Hz. Hüseyin, Kûfeliler’den
gelen ısrarlı davet mektupları üzerine Kûfe’ye doğru yola çıktı. Hz. Hüseyin,
Iraklıların sözlerine ve davetine güvenerek oraya gitmemesi konusunda kendisine
yapılan onlarca uyarıyı dikkate almamış[48]
ve maalesef Kerbelâ’da Iraklılardan müteşekkil Emevî ordusu tarafından 10
Muharrem 61/681 Cuma günü beraberinde bulunan birçok aile efradıyla birlikte
hunharca şehid edilmiştir.[49] Bu üzücü hadise Yezîd ile
Emevî hanedanına karşı toplumda büyük bir infial ve nefretin doğmasına, onların
Müslüman kamuoyu desteğini önemli ölçüde yitirmelerine sebep olmuştur. Kerbelâ
hadisesi, Emevîlerin yıkılışına kadar yönetim aleyhtarı faaliyetlerin en önemli
propaganda malzemesi haline gelmiştir. Bundan dolayı Hz. Hüseyin’in acımasızca
şehid edilmesi, İslam tarihçileri tarafından Emevî devletinin yıkılma sebepleri
arasında zikredilmektedir.[50]
63/683 yılında
Kerbelâ faciasından etkilenen Medineli bir heyetin Yezîd’in uygunsuz bir
yaşantısı olduğunu iddia ederek bey’atlarını bozmaları ve şehir halkının da
onlara katılması neticesinde tarihe Harre Vakassı olarak geçen ikinci bir facia
daha yaşandı ve Medine büyük bir yıkıma uğradı. Daha Kerbelâ faciasının acıları
Müslümanların zihinlerinde ve kalplerinde tazeliğini korurken Yezîd ve
askerleri tarafından ortaya konulan bu tarifsiz facia, Emevîlere ve özellikle
Yezîd’e karşı oluşan nefretin daha da artmasına sebep olmuştur.[51]
Medine’yi şiddet ve yıldırma
politikasıyla itaat altına alan Emevî ordusu, ikinci hedef olarak Mekke’ye
sığınan Abdullah b. Zübeyr’i itaat altına almak gayesiyle harekete geçti. Ordu
Mekke’ye 64/683 yılı Muharrem ayında ulaştı ve Kabe’ye sığınan şehir halkını
muhasara altına aldı. Yaklaşık kırk gün devam eden Kabe muhasarası Yezîd’in 14
Rebiülevvel 64/683 günü öldüğü haberinin Mekke’ye ulaşması üzerine kaldırıldı.[52]
Üç buçuk yıl halifelik makamında
kalan Yezîd, bu kısa saltanatına, etkisi bugüne kadar devam eden büyük acılar,
facialar ve fitneler sığdırmıştır. Babasının vasiyetine aykırı hareket ederek
muhaliflerinden bilâ kaydu şart bey’at almak istemesi, teenni ile hareket
edebilecekken şiddeti tercih etmesi bütün bu acı hadiselerin yaşanmasına sebep
olmuştur. Hz. Hüseyin ve ailesinin Kerbelâ’da hunharca şehid edilmesi, Harre
vakasında Medinelilerin canına, malına, ırz ve namusuna kastedilmesi, Mekke’nin
muhasara altına alınması ve Kabe’nin mancınıklarla ateş ve taş yağmuruna
tutularak büyük hasar görmesine sebebiyet verilmesi gibi bir Müslümanın
yapamayacağı faaliyetlerin asıl sorumlusu olan Yezîd, İslam ümmetine yaşattığı
büyük acılar ve sebep olduğu felaketler nedeniyle İslam tarihi boyunca hiçbir
zaman rahmetle anılmamıştır.[53]
Diğer taraftan
Yezîd’in ortaya koyduğu şiddete dayalı faaliyetleri İslam ümmetinin arasına
büyük fitne ve anlaşmazlıklar sokmuştur. Asırlar boyunca Müslümanların
Şiî-Sünnî olarak temelde iki ayrı fırkaya ayrılmalarının en önemli kırılma
noktasını Kerbelâ faciası oluşturmuş, bu facianın akabinde fikir ayrılığına
düşen ümmet, hiçbir zaman bir araya gelememiş ve bir daha aynı fikir etrafında
toplanamamıştır.
Yezîd’in ölümü
üzerine II. Muâviye olarak anılan oğlu aynı gün hilafet makamına geçmiştir.[54] Muâviye 40 gün veya iki ay
hilafet makamında kalmış, bu süre zarfında hiçbir idari ve askeri icraatta
bulunmamış ve hastalığı sebebiyle evinden çıkmamıştır.[55]
Kendisine yapılan ısrarlı müracaatlara rağmen yerine hiç kimseyi veliaht
tayin etmeyen Muâviye, halife seçme işini toplumun istişaresine bırakmış[56] ve süregelen hastalığı
sebebiyle vefat etmiştir.[57] Muâviye’nin hangi ayda vefat
ettiği kaynaklarda zikredilmemektedir. Ancak 14 Rebiülevvel’de halife olduğunu
40 gün veya iki ay sonra öldüğünü bildiğimiz Muâviye’nin, Cemaziyelevvel ayının
ilk yarısında vefat ettiği ortaya çıkmaktadır.
Abdullah b.
Zübeyr, Yezîd’e bey’at etmeyip Mekke’ye sığındıktan sonra şehirden hiç çıkmamış
ve kendisini “ÂizüBeytillah” Kabe’ye sığınan mülteci vasfıyla
niteleyerek Mekke’de bir sığınmacı gibi yaşamaya başlamıştı.[58] Yezîd tarafından yapılan bütün
bey’at tekliflerini onun hilafete layık olmadığı gerekçesiyle geri çevirmiş ve
hiçbir şekilde bey’at etmeyeceğini açıklamıştır.[59]
Yezîd ise, 61/681 yılında Abdullah b. Zübeyr üzerine Amr b. Zübeyr komutasında
bir ordu gönderdiyse de Amr ve ordusu hezimete uğramıştı.[60]
Bu hezimetten sonra 63/683 yılında, Medine üzerine gönderilen Müslim b. Ukbe
komutasındaki orduya, Mekke üzerine yürümesi emrini de veren Yezîd,[61] Abdullah’ın
muhakkak bey’at etmesi için her yolu denemiştir. Abdullah b. Zübeyr’de şehirde
savunma tedbirleri almış, Kâbe’nin yakınlarına çadırlar kurdurmuş ve halkı
savunmaya dayanabilmesi için düzene sokmuştu.[62]
Şam ordusunun
Mekke üzerine hareket ettiği haberi etrafa yayıldığı zaman Harre vakasından
kurtulabilen bazı Müslümanlar Mekke’ye sığınmış, Necde b. Amir liderliğindeki
Hâricîler ile Muhtar es-Sekafî de Mescid-i Haram’ı ve Kabe’yi muhafaza etmek
için Abdullah b. Zübeyr’e yardıma koşmuştu.[63]
Bunlardan başka ve ilginç bir grup ise Habeş Necaşisi’nin savunmaya yardımcı
olmak amacıyla gönderdiği askeri birliktir. İlk Müslümanların 617 yılında
gerçekleştirdikleri ikinci Habeşistan hicreti sırasında ülkenin durumu karışık
bir haldeydi ve Necaşi’ye karşı isyan başlamıştı. Zübeyr b. Avvam, bu
karışıklığın ve isyanın bastırılmasında Necaşi'ye yardımcı olmuş ve ona üstün
hizmetleri geçmişti. Mekke muhasarası günlerinde iktidarda olan Necaşi,
Zübeyr’in bu unutulmaz hizmetlerinden dolayı bir vefa eseri olarak zor
durumdaki oğlu Abdullah’a iki yüz kişilik bir askeri kuvvet gönderdi.[64] Abdullah, mızrak kullanmada
mahir olan bu askeri birliği kardeşi Mus’ab’ın komutasında istihdam etti.[65] Mus’ab, muhasara boyunca emri
altındaki bu askerlerle kahramanca mücadele etti ve önemli yararlılıklar
gösterdi. Bu komutanlığı, Mus’ab’ın ilk askeri tecrücesi olması bakımından
önemlidir.
Şam ordusu,
Ebu Kubeys ve Ahmer dağı başta olmak üzere bütün hakim tepelere kurduğu
mancınıklarla Kabe’yi şiddetli bir şekilde ateş altına almış, mancınıklarla
attıkları taş ve tutuşturulmuş yağlı paçavraların isabet etmesiyle Kabe’nin
örtüsü parçalanmış, ahşap kısımları yanmış ve duvarları da büyük oranda hasar
görmüştür. Yezîd’in ölüm haberinin Mekke’ye ulaşmasıyla, Şam ordusu muhasarayı
kaldırmış fakat Kâbe’ye büyük zararlar vermiştir.[66]
Muhasaranın
kaldırılması ve ordunun geri çekilmesiyle Abdullah b. Zübeyr, gücünü ve ününü
bütün İslam dünyasına duyurdu.[67] Husayn b. Numeyr, muhasarayı
kaldırdıktan sonra Abdullah’a haber göndererek halife olmasını ve kendisiyle
beraber Şam’a gelmesini teklif etmiş, gelirse bey’at ederek kendisini destekleyeceğini,
Şam’da halifeliği için müsait bir ortam olduğunu ifade etmiş, fakat Abdullah
yanındaki şura arkadaşlarıyla istişare ettikten sonra gitmemeye karar
vermiştir.[68] Abdullah’ın Şam’a gitmemesini,
büyük bir fırsatı kaçırması, dolayısıyla uzak görüşlü olmaması olarak
değerlendirmek mümkün olmakla beraber, Abdullah’ın, Suriyeliler’in Emevîler’e
sadakatini bildiği ve akıbetinden emin olmadığı için böyle bir maceraya
atılmayarak aslında en doğru olanı yaptığını söyleyebiliriz.
64/683 yılı
Rebiülevvelinde Yezîd’in ve yaklaşık iki ay sonra Cemaziyelevvel ayının ilk
yarısında II. Muâviye’nin vefat etmesinin ardından Abdullah b. Zübeyr, 7 Receb
64/683 günü Mekke’de hilafetini ilan etmiş ve halktan kendi adına bey’at almaya
başlamıştır.[69] Abdullah’ın hilafetini ilan
etmesiyle çok kısa bir zaman içinde Şam’da küçük bir grup hariç,[70] bütün İslam beldeleri
Abdullah’a halife olarak bey’at etmiş, böylece İslam ümmetinin tek idare
altında birliği yeniden sağlanmıştır. Böylece Abdullah, daha önce ümmet içinde
tefrika çıkarmak istemediği gibi, halifenin yokluğu sebebiyle oluşacak kargaşa
ve fitneyi bertaraf etmek istemiş, bunda da kısmen başarılı olmuştur.
Abdullah b.
Zübeyr, her ne kadar Muâviye b. Yezîd’in vefatının ardından kendisi adına
bey’at almaya başlamışsa da, bazı çağdaş müellifler onun daha önce gizlice
bey’at aldığını iddia ederek birtakım faaliyetlerini de delil olarak
kullanmışlardır. Bunlar arasında, Abdullah’ın, halifeliğe Yezîd’den daha layık
olduklarını ifade etmesi,[71] Abdullah’ın 61/681
yılı hac mevsiminde Medine valisi Amr b. Saîd’le beraber haccetmelerine rağmen
haccın bütün menasikini kendi başına yapması ve namazlarda valiye ittiba
etmemesi,[72] Amr b. Saîd’in Mekke’deki
naibi olan Haris b. Halid el- Mahzumî’yi Mekkeliler’e namaz imamlığından men
etmesi ve yerine Mus’ab b. Abdurrahman b. Avf’ı imam olarak cemaatin önüne
geçirmesi,[73] 63/683 yılı hac mevsiminde,
Abdullah’ın Mekke valisini engelleyerek Müslümanlara kendisinin hac yaptırması[74] ve liderlik vasıflarına sahip
bir kişi olması sebebiyle bazı sahabe çocuklarının ona bey’at ettiklerinin
düşünülmesi[75] sayılabilir. Fakat bunlar
Abdullah’ın, Yezîd’in hilafeti günlerinde Mekke’de bir yönetim oluşturduğu, bu
idarenin lideri olduğu ve kendisine gizlice bey’at aldığı anlamına gelmez.
Bilakis Yezîd’e hiçbir şekilde bey’at etmediğini, onu tanımadığını ve Mekke’de
müstakil bir şekilde yaşadığını gösterir.[76]
Abdullah, kendisine bey’at almaya başladığı 7 Recep 64/683 tarihinden
önce devlet idaresinin şûra usulüyle yürütülmesi gerektiğini[77] ifade etmiş, hiç kimseyi kendisine
bey’at etmeye çağırmamıştır. Abdullah b. Zübeyr, İslam ümmetinin aynı anda iki
halifeye bey’at etmesini yasaklayan ve böyle bir durum yaşandığında bey’at
edilen halifelerden birinin öldürülmesini emreden hadis-i şerifi çok iyi
bilecek ve anlayacak bir insandır.[78]
Ayrıca Yezîd ve oğlu Muviye halife iken, insanları kendisine bey’ate
davet etmesinin, kendisini fitne çıkaran bir isyancı durumuna düşüreceğini ve
insanları da mevcut yönetime isyana çağırması anlamına geleceğini biliyor
olmalıdır. Dolayısıyla Abdullah b. Zübeyr’in, isyancı değil, bir halifenin
bulunmadığı 64/683 yılında hilafetini ilan ederek, ümmeti büyük kargaşalardan
kurtaran bir devlet adamı olarak kabul edilmesi gerektiği kanaatindeyiz.
Abdullah b.
Zübeyr’in kurduğu ve yöneticiliğini yaptığı devlet aynı zamanda Mus’ab b.
Zübeyr’in de bir görevlisi olduğu İslam devletidir.
BİRİNCİ BÖLÜM
MUS’AB B. ZÜBEYR’İN DOĞUMU, AİLESİ VE GENÇLİĞİ
Tabiîn
neslinin ikinci tabakasından ve Medine ehlinden[79]
[80] olan Mus’ab b. Zübeyr’in doğum
tarihi ile ilgili kaynaklarımızdan sadece İbn Hacer’in Ta’cîlu’l- Menfa’a
isimli eserinde tarih verilmekte[81] ve Mus’ab b. Zübeyr’in, Hz.
Osman’ın halifeliği döneminde 33/653 yılında doğduğu kaydedilmektedir. Vefat
tarihini ve yaşını zikreden kaynaklarla karşılaştırdığımızda anılan yılda
doğduğu bilgisinin doğru olduğunu söyleyebiliriz. Mus’ab’ın babası, aşere-i
mübeşşereden Zübeyr b. Avvâm ve annesi de, Rebab bt. Uneyftir.[82]
Mus’ab b.
Zübeyr’in nesebi, Mus’ab b. Zübeyr b. Avvâm[83]
b. Huveylid b. Esed b. Abdüluzzâ b. Kusay b. Kilab[84]
b. Mürre b. Ka’b b. Lüey b. Galib’dir.[85]
Mus’ab b.
Zübeyr, Kureyş kabilesinin[86] Esed b. Abdüluzza koluna
mensuptur. Kureyş “toplanmak, bir araya gelmek” manalarına gelir. Kureyş
kabilesi ismini Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onbirinci
göbekten dedesi olan Fihr b. Malik’ten alır ve Adnânîlerin Mudar koluna
mensuptur. Kureyş kabilesi, uzun süre Mekke dışında çadırlarda yaşadı. Kusay b.
Kilab’ın liderliğinde Huzaalıları yenilgiye uğratarak Mekke hakimiyetini ve Kâbe
hizmetlerini ele geçirdiler. Kusay, dağınık halde yaşayan Kureyşlileri bir
araya topladı ve Kabe’nin çevresine iskan etti. Kusay, Mekke yönetimini ve Kabe
hizmetlerini (Nedve, Kıyâde, Liva, Sidane, Hicabe, Sikaye ve Rifade) belli
kollar arasında dağıttı. Kusay’dan sonra bu hizmetlerin yerine getirilmesi
konusunda anlaşamayan Kureyşliler Mutayyebûn ve Ahlaf ismiyle ikiye bölündü.
İki fırka arasında varılan anlaşma neticesinde söz konusu görevler belli kollar
arasında dağıtıldı ve bu durum İslam’ın doğuşuna kadar böyle devam etti.[87]
Mus’ab’ın
mensubu olduğu Esedoğulları, Kusay b. Kilab’ın, Abdüluzza isimli oğlundan
gelmektedir. Abdüluzza’nın Esed isimli bir oğlu olmuş, Esed’in de Nevfel ve
Huveylid isimli çocukları dünyaya gelmiştir. Huveylid’in Hatice ve Avvâm isimli
iki çocuğu olmuştur. Hatice bint Huveylid, iki evlilik yaptıktan sonra kırk
yaşında iken Peygamberimiz’le (salla’llâhü aleyhi ve sellem) evlenmiştir. Avvâm
ise, Peygamberimiz’in halası Safiyye bint Abdülmuttalib ile evlenmiş ve bu
evliliklerinden Zübeyr, Saib[88] [89]
ve Abdülka’be isimli çocukları dünyaya gelmiştir. Mus’ab b. Zübeyr’in soyu,
büyük halası Hz. Hatice ve babaannesi Hz. Safiyye’nin karşılıklı evlilikleri
vesilesiyle ana ve baba tarafından, Kusay b. Kilab’da da nesep olarak
Peygamberimizin soyuyla birleşmektedir. Hz. Hatice ve Hz. Safiyye’nin
evlilikleri, iki ailenin daha İslam’dan önce birbirleriyle yakın ilişkiler
geliştirmelerine ve Zübeyr b. Avvâm ile annesinin erken dönemde müslüman
olmalarına vesile olmuştur. İlerleyen süreçte Peygamberimiz’in (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) en önemli yardımcıları arasında Zübeyr b. Avvâm da bulunmuş,
fakat amcası Nevfel Müslümanlara karşı daima düşmanlık etmiş ve Bedir’de kafir
olarak öldürülmüştür.[90] Nevfel’in soyu devam etmediği
için[91] Esedoğulları kolu, Zübeyr b.
Avvâm’ın oğullarıyla devam etmiş, daha sonraki nesillere Zübeyroğulları veya
Zübeyrî nisbesi verilmiştir.
Mus’ab b.
Zübeyr’in nisbelerini zikretmeden önce nisbenin ne anlama geldiğini izah etmek
faydalı olacaktır. Nisbe; bir şeyin veya bir kimsenin bir yere, bir aile,
kabile veya topluluğa, bir din yahut mezhebe, bir meslek veya sanata, bir
sıfata bağlanması demektir.[92] Kaynaklarımızda Mus’ab b.
Zübeyr’in ez-Zübeyrî,[93] el-Kuraşî,[94]
el- Esedî[95] ve el-Medenî[96] nisbeleriyle anıldığı
zikredilmektedir. Bunlardan ez-Zübeyrî nisbesi, Zübeyr b. Avvâm’ın oğlu olması
ve Zübeyr’in ilk Müslümanlardan meşhur bir şahsiyet olması sebebiyle; el-Kuraşî
nisbesi, Kureyş kabilesine mensubiyetinden dolayı; el-Esedî nisbesi, Kureyş
kabilesinin Esedoğulları koluna mensup olduğundan ve el- Medenî nisbesi de,
Medine’de doğup hayatının büyük bölümünü burada geçirmesinden dolayı
verilmiştir.
Künye, Arap
toplumlarında şahıslar için kullanılan tanıtıcı ifadedir. Künye kız veya erkek
ayrımı yapılmaksızın ilk doğan çocuğa izafe edilme anlamına gelir.[97] Kaynaklarımızda
Mus’ab b. Zübeyr’in üç farklı künyesinden bahsedilir ki bunlar; babası
Zübeyr’in de künyesi olan Ebu Abdullah,[98]
Ebu Abdurrahman[99] ve Ebu İsa’dır.[100]
Mus’ab’ın
künyesinin Ebu Abdullah olduğunu rivayet eden kaynaklarda, her ne kadar bu
künye ile anılsa da Musab’ın bu şekilde anılamayacağı, zira onun Abdullah
isminde bir oğlunun olmadığı zikredilir.[101]
Fakat İbn Sa’d Tabakât isimli eserinde, Deyrulcâselik savaşında Mus’ab b.
Zübeyr’in yanında olup onunla beraber öldürülenler arasında Abdullah isimli bir
oğlunun da olduğunu kaydeder.[102] Aynı zamanda Mus’ab’ın İsa
isminde bir oğlu olduğu ve Deyrulcâselik savaşında babasıyla beraber savaşırken
öldürüldüğü kaynakların ekserisinde geçmektedir.[103]
Mus’ab’ın niçin Ebu Abdurrahman künyesiyle anıldığı konusunda ise kaynaklarda
herhangi bir açıklama bulunmamaktadır. Bu bilgilerden hareketle, Musab’ın İsa
ve Abdullah isminde iki oğlunun olduğu anlaşılmaktadır. Bu oğullarından
hangisinin büyük hangisinin küçük olduğu konusunda bir yargıya varmak zor
olmakla beraber, kaynaklardaki Deyrulcâselik savaşıyla ilgili rivayetlerden
anladığımıza göre İsa’nın büyük olma ihtimali daha kuvvetlidir. Zira ilgili
rivayetlerde İsa’nın babasıyla birlikte ortaya koyduğu mücadele, kahramanlık ve
fedakarlık ayrıntılı bir şekilde anlatılmasına rağmen Abdullah’tan sadece tek
kaynakta bahsedilmektedir. Ayrıca Arap toplumunda birden fazla evladın ismine
izafeten künyelenme adeti mevcut olduğu için Mus’ab da iki oğluna izafe
edilerek iki künye ile anılmıştır.
Lakap; bir
kimseye asıl isminden ayrı olarak sonradan takılan ikinci bir isim, övgü veya
yergi ifade eden isim veya sıfat, şeref payesi, halife veya sultanların
hakimiyet alametlerine denilmektedir. İslam ahlakına göre bir kişiye, aynı ismi
taşıyan başka kişilerden ayırt etmek ve sahip olduğu bir özelliğini vurgulamak
amacıyla lakap takmakta bir sakınca yoktur.[104]
Fakat kişinin hoşlanmadığı çirkin bir lakapla çağrılması Kur’an-ı Kerim’de
yasaklanmıştır.[105]
Kaynaklarda,
Mus’ab b. Zübeyr hakkında üç farklı lakap zikredilmektedir. Bunlardan biri,
cömertliği ve ikram sahibi olması sebebiyle bal küpü anlamına gelen “Âniyetu’n-Nahl”
dir.[106]
İkincisi, Mus’ab b. Zübeyr’in 67/686 yılında Basra valiliğine atanması üzerine
şehre gelip görevi devralmasının ardından halka yaptığı ilk hitabesinde kendisi
için kullandığı deve kasabı anlamına gelen “Cezzâr” lakabıdır.[107] Üçüncüsü ise; eşlerinden
Sükeyne bt. Hüseyin’in kocasını vasfettiği halkın kralı/idarecisi veya halkın
adamı manasına gelen “Melikü’ş-Şa’b” dır.[108]
Mus’ab b.
Zübeyr Tabiin neslinin ikinci tabakasından yani küçüklerinden olduğundan, onu
daha iyi tanımak için ailesini de biraz tanımamız gerekmektedir. Çünkü
Mus’ab’ın ailesi, kendisinden önce iki nesildir müslümandır ve İslam’a büyük
hizmetleri geçmiş öncü şahsiyetlerdir. Ayrıca, Esedoğulları’nın soyu, Zübeyr b.
Avvâm ve çocuklarıyla devam etmiştir. Bizde bu sebeple Musab b. Zübeyr’in
ailesini dedesinden itibaren ele alıp teferruata girmeden inceleyeceğiz.
Avvâm b.
Huveylid hakkında kaynaklarda çok az bilgi mevcuttur. Zübeyr b. Avvâm küçük
yaşlardayken Ficar harbinde Ukaz’da öldürüldüğü zikredilmektedir.[109] Avvâm’ın Zübeyr,
Saib, Abdurrahman, Ümmü Habib ve Zeynep ismli çocukları dünyaya gelmiş; nesli
ise Zübeyr ile devam etmiştir.[110]
Babannesi Safiye bint Abdülmuttalib
Mus’ab’ın
babannesi olan Safiyye bt. Abdülmuttalib, Peygamberimiz’in (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) halasıdır.[111] İslam’ın ilk günlerinde oğlu
Zübeyr’le beraber müslüman olmuş, hayatı boyunca Peygamberimiz’in hep en yakınında
bulunmuş ve her zaman ona destek olmuştur. Çeşitli gazvelere katılan Safiyye,
gazaya çıkan ilk Müslüman kadındır. Ayrıca Hendek savaşında bir yahudiyi
öldürdüğü için İslam’da bir kafiri öldüren ilk Müslüman kadın olma özelliğine
sahiptir. Safiyye, başta Peygamberimiz olmak üzere yeğenlerinin ve diğer bazı
yakınlarının yanında bazen başını örtmemiş, böylece Müslüman hanımların
kimlerin yanında örtünmeyebileceğim fiilen göstermiştir. Safiye, 20/641 yılında
Medine’de vefat etmiş, cenaze namazını Hz. Ömer kıldırmış ve Baki kabristanına
defnedilmiştir.[112]
Babası
Zübeyr b. Avvâm[113]
Mus’ab’ın
babası Zübeyr b. Avvâm 589[114] veya 5 92[115]
yılında Mekke’de doğdu. Babası Hz. Hatice’nin kardeşi Avvâm b. Huveylid, annesi
ise Peygamberimizin halası Safiyye bt. Abdülmuttalib’dir.[116]
Babası, Zübeyr çok küçükken vefat etti. Zübeyr, yetim olarak amcası Nevfel’in
evinde bir müddet kaldı.[117] Safiyye, kocası vefat edince
oğlunu alarak akrabalarının yanına taşındı ve oğlunun terbiyesiyle bizzat
ilgilendi.[118] Safiyye oğlunun terbiyesinde
ve yetişmesinde çok titiz davranmış, bazen şiddet dahi uygulamıştır. Bu terbiye
metoduna Nevfel başta olmak üzere birçokları karşı çıkmasına rağmen Safiyye,
oğlunun dayanıklı ve kuvvetli bir erkek olarak yetişmesini istediğini
söyleyerek aldırmamış,[119] ona yüzücülük, atıcılık ve
kılıç kullanmayı öğretmiştir.[120] Zübeyr putlara hiç tapmamış, Hz. Ebû Bekir’in delaletiyle
İslam’ın ilk günlerinde onaltı yaşında Müslüman olmuştur. Amcası
Nevfel’in Müslümanlara karşı aşırı düşmanlığı sebebiyle en çok işkenceyi
amcasından görmüştür.[121] Zübeyr, İslam tebliğinin ilk
yıllarında müşriklerden bir grubun Peygamberimize suikast düzenleyeceğini
duymuş, kılıcını kuşandığı gibi evinden çıkmış ve müşriklerin üzerine
yürümüştür. Bu hareketiyle o, Mekke döneminde İslam adına kılıç çeken ilk kişi
olmuştur.[122] İki defa Habeşistan’a hicret
etti.[123] Medine’ye hicretten kısa süre
önce Mekke’ye döndü ve Esma bt. Ebî Bekir ile evlendi. Medine’ye annesiyle
birlikte hicret etti. Peygamberimiz tarafından Ka’b b. Malik ile kardeş ilan
edildi. Medine’de bir yandan çiftçilik bir yandan da kasaplık yaptı.
Zübeyr,
Peygamberimizin daima en yakınında yaşadı ve onunla birlikte bütün gazvelere
katıldı. Hendek gazvesinde müşriklerin cengaverlerinden Nevfel b. Abdullah’ı
öldürdü. Bu gazvedeki yararlılıklarından ötürü Peygamberimiz Zübeyr hakkında “Her
peygamberin bir havarisi vardır. Benim havarim de Zübeyr b. Avvâm ’dır. ”[124] buyurdu. Hudeybiye
anlaşmasında bulundu. Mekke’yi fetheden ordunun komutan ve sancaktarlarından
biridir. Hz. Ebû Bekir döneminde irtidat edenlere karşı mücadele etti. Hz.
Ömer’in en yakınında bulundu ve idari konularda danışmanlık yaptı. Hz. Ömer’in,
vefat etmeden önce halife seçimiyle görevlendirdiği altı kişilik heyette
Zübeyr’de vardı. Hz. Osman’ın evi asiler tarafından kuşatıldığında oğullarını
halifeyi korumakla görevlendirdi.[125]
Hz. Osman’ın şehadetinden sonra Hz. Ali’ye bey’at etti. Hz. Ali’den umre yapmak
için izin isteyerek Mekke’ye gitti. Hz. Âişe ve Talha b. Ubeydullah’la Hz.
Osman’ın katillerini cezalandırmak için ordu topladılar ve Basra’ya gittiler.[126] Burada meşhur Cemel savaşında
Hz. Ali’nin ikna etmesi üzerine savaştan çekildi ve geri dönerken Vadi’s-Siba
denilen yerde Amr b. Cürmüz isimli biri tarafından 36/656 yılında şehid edildi.[127] Zübeyr, kahramanlık ve
cömertliğiyle meşhur olmuştur.[128] Peygamberimize
vahiy katipliği yapmış ve onsekiz hadis rivayet etmiştir.[129]
Kaynaklarımızda
Mus’ab’ın annesi Rebab bt. Uneyf’e dair verilen bilgiler oldukça sınırlıdır.
Söz konusu kaynaklarda Rebab bt. Uneyf’in nesebi; Rebab bt. Uneyf b. Ubeyd b.
Husayn b. Rabi’ b. Munkız b. Habib b. Alim b. Hubab b. Abdullah b. Kinane b.
Bekir b. Avf b. Uzra b. Kelb b. Vebre[130]
olarak kaydedilir. Rebab bt. Uneyf’in, şehrin civar mahallelerinden birinde
yaşadığı ve bu mahallin ileri gelenlerinden biri olduğu zikredilmektedir.[131] Kaynaklardaki bu bilgilerin
dışında Rebab bt. Uneyf’in hayatıyla ve yaptıklarıyla ilgili doğrudan bir
malumatımız bulunmamaktadır. Ancak Zübeyr b. Avvâm’ın vefat etmeden önce oğlu
Abdullah’a yaptığı vasiyeti sonucu Rebab bt. Uneyf e de mirasından pay
verildiği anlaşılmaktadır. İlgili rivayetten Zübeyr b. Avvâm’ın çok zengin
olduğu ve diğer varislerinin dışında dört hanımına yüklü miktarda miras kaldığı
görülmektedir. Abdullah b. Zübeyr, 36/656 yılından itibaren dört yıl boyunca her
hac mevsiminde Mekke ve Medine’de babasından alacağı olanların alacaklarını
tahsil etmek üzere kendisine gelmesini ilan ettirerek babasının bu vasiyetini
yerine getirmiştir. Dört yılın sonunda alacaklı kimse kalmadığını gören
Abdullah, babasının geri kalan mirasını varisler arasında paylaştırmıştır.[132] Bu mirastan, Zübeyr’in eşi
olarak Rebab bt. Uneyfin de pay aldığını düşünmekteyiz.
Rebab bt.
Uneyf vefat ettiğinde cenazesine Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr ve Abdullah
b. Abbas da katılmış, cenazenin ardından kabristana kadar yürümüşler ve mevtaya
karşı son vazifelerini yerine getirmişlerdi.[133]
Bu rivayetten Rebab’ın 65/685 yılından daha erken bir tarihte vefat ettiğini
anlıyoruz. Zira cenazeye katılan Abdullah b. Amr 65/685 yılında Mısır’da vuku
bulan ve Abdullah b. Zübeyr’in Mısır eyaletini kaybetmesyle sonuçlanan Terviha
savaşı sırasında vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir.[134]
[135]
Zübeyr b.
Avvâm’ın çocuklarına isim koymasıyla ilgili şöyle bir rivayet nakledilir: Talha
b. Ubeydullah’ın yeni doğan çocuklarına peygamber isimlerini verdiğini duyan
Zübeyr, şöyle demiştir: “Talha’nın yeni doğan çocuklarına peygamber
isimlerini verdiğini duydum. Bilindiği üzere Muhammed’den (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) sonra peygamber gelmeyecektir. Bende çocuklarıma şehidlerin
isimlerini vereceğim ki; çocuklarım da şehadet mertebesine ulaşsınlar.”™5
Zübeyr’in oğullarının hayatlarını, mücadelelerini ve akıbetlerini göz önüne
aldığımızda, gerçekten de Zübeyr’in oğullarından çoğunun şehid olarak bu
dünyayı terk ettiğini, isimleriyle müsemma bir hayat sürdüklerini görürüz.
Dolayısıyla yukarıdaki rivayetten Zübeyr’in çocuklarına isim koymadaki
hassasiyetini anladığımız gibi, çocuklarını isimlerine layık olacak şekilde
yetişmeleri için gayret sarfettiği sonucunu da çıkarabiliriz.
Abdullah b. Zübeyr: Hicretten sonra Medine’de
Müslüman olarak doğan ilk Muhacir çocuğudur. Onun doğumuyla Müslümanlar çok
sevinmişler, doğumunu tekbirlerle karşılamışlardır.[136]
Medine’de İslam toplumu içinde büyüyen Abdullah b. Zübeyr her yönüyle İslami
kültürü hazmetmiş birisi idi.[137] Peygamberimiz (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) Abdullah’a tahnik yapmış[138]
ve ismini koymuştur.[139] Zübeyr’in en büyük oğlu
olduğu için babasının şehadetinden sonra ailesini bir arada tutmaya gayret
göstermiştir. Annesi, Hz. Ebû Bekir’in kızı Esma’dır.[140]
Abdullah, genç yaşta Peygamberimiz’e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bey’at
etmiştir. Yermük savaşına katılmış, Abdullah b. Sa’d komutasındaki İslam
ordusuyla çıktığı İfrikye seferinde Bizans komutanı Cercir’i öldürülerek
Müslümanların büyük bir zafer kazanmasına vesile olmuştur.[141]
Bu zaferdeki katkısı sebebiyle halife Hz. Osman kızı Âişe’yi Abdullah’la
evlendirmiştir.[142] Abdullah b. Zübeyr, 64/683
tarihinde Mekke’de halifeliğini ilan etmiştir.[143]
Bu devletin Irak valiliğini de uzun süre Mus’ab b. Zübeyr deruhte etmiştir.
Abdullah b. Zübeyr, Mekke’nin Emevî ordusu tarafından ikinci defa kuşatıldığı
73/692 yılı Cemaziyelahirinde şehid edilmiş, bedeni günlerce teşhir edildikten
sonra defnedilebilmiştir.[144]
Urve b. Zübeyr: Babası ona Taif halkı tarafından
şehid edilen Urve b. Mes’ud’un ismini verdi.[145]
Fukaha-ı Seb’a’dan biri olarak kabul edilir. Annesi, Hz. Ebû Bekir’in kızı
Esma’dır. Medine yakınlarında tatlı suyu olmayan bir bölgede su kuyusu açtırmış
ve bu kuyu “Bi’r-i Urve” ismiyle anılmıştı. 94/713 yılında Medine yakınlarında
bulunan bir köyde vefat etti. Bu yılda birçok fakih vefat ettiği için
“Senetü’l-Fukaha” olarak adlandırılır.[146]
Münzir b. Zübeyr: Bi’ri Maûne’de şehid edilen Münzir
b. Amr’ın ismine izafeten bu isim verildi.[147]
Annesi, Hz. Ebû Bekir’in kızı Esma’dır. Ebû Osman künyesiyle tanınırdı. Halim
ve beyefendi bir tabiatı vardı. [148]
Abdullah’la beraber Mekke
muhasarasında
şehid edildi.[149]
Âsım b. Zübeyr: Reci’ olayında ihanete uğrayıp şehid
edilen Asım b. Sabit’in hatırasını yaşatmak gayesiyle bu isim verildi. Annesi,
Hz. Ebû Bekir’in kızı Esma’dır.[150]
Muhacir b. Zübeyr: Tuster Savaşı’nda şehid olan
Muhacir b. Ziyad’ın ismine izafeten bu isim verildi. Annesi, Hz. Ebû Bekir’in
kızı Esma’dır.[151]
Halid b. Zübeyr: Babası ona, Mercu’s-Sufer’de şehid
olan Halid b. Saîd’in ismini verdi. Abdullah’ın kurduğu devletin Yemen valisi
idi. Annesi, Emeh bint Halid b. Saîd’dir.
Amr b. Zübeyr: Babası ona Ecnadeyn’de şehid olan
Amr b. Saîd’in ismini verdi. Ağabeyi Abdullah’a muhalifti ve Emevî saflarında
yer almıştı. Yezîd b. Muâviye tarafından Mekke’de bey’at etmeden yaşayan
Abdullah üzerine gönderilen bir orduya komutan olarak atanmış, bu sefer sonunda
hezimete uğramış ve Abdullah b. Zübeyr tarafından öldürülmüştür. Annesi, Emeh
bt. Halid b. Saîd’dir.
Hamza b. Zübeyr: Babası ona Uhud savaşında şehid
olan dayısı Hz. Hamza’nın ismini verdi. Annesi, Rebab bint Uneyf
el-Kelbiyye’dir.[152]
Ubeyde b. Zübeyr: Babası ona, Bedir savaşında şehid
olan Ubeyde b. Haris’in ismini verdi. Annesi, Zeyneb Ümmü Cafer bint Mürşid b.
Amr’dır.
Cafer b. Zübeyr: Babası ona Mute savaşında şehid
olan Cafer b. Ebî Talib’in ismini verdi. Abdullah’ın kurduğu devletin Medine
valiliğini yürütmüştü. Annesi, Zeynep Ümmü Cafer bint Mürşid b. Amr’dır.
Hatice el-Kübrâ bint Zübeyr: Annesi, Hz. Ebû
Bekir’in kızı Esma’dır.
Ümmü-l Hasan bint Zübeyr: Annesi, Hz. Ebû Bekir’in
kızı Esma’dır.
Âişe bint Zübeyr: Annesi, Hz. Ebû Bekir’in kızı
Esma’dır.
Habibe bint Zübeyr: Annesi, Emeh bint Halid b.
Saîd’dir.
Sevde bint Zübeyr: Annesi, Emeh bint Halid b.
Saîd’dir.
Hind bint Zübeyr: Annesi, Emeh bint Halid b.
Saîd’dir.
Ramle bint Zübeyr: Annesi, Rebab bint Uneyf
el-Kelbiyye’dir. Ramle, Osman b. Abdullah b. Hakîm b. Hizam’la, daha sonra
Halid b. Yezîd b. Muâviye ile evlendi.[153]
Zeynep bint Zübeyr: Annesi, Ümmü Gülsüm bint Ukbe
b. Ebî Muayt’tır.
Hatice es-Suğra bint Zübeyr: Annesi, Helal bint
Kays’tır.
Görüldüğü gibi
Mus’ab b. Zübeyr’in on erkek, dokuz kız toplam on dokuz kardeşi vardır.[154]
Kaynaklarımızda
Mus’ab b. Zübeyr’in hanımı olarak Âişe bint Talha, Sükeyne bint Hüseyin ve
Fatıma bint Abdullah’ın isimleri geçmektedir. Bunlardan Fatıma’nın ilk hanımı
olması kuvvetle muhtemeldir. Zira Mus’ab’ın en büyük oğlu olan İsa’nın annesi
Fatıma’dır.[155] Mus’ab, Âişe ve Sükeyne ile
evlenebilmek için Kabe’de dua etmiştir. Konuyla ilgili kaynaklarımızda şu
hadise nakledilir: “Bir gün Zübeyr’in oğulları Abdullah, Urve ve Mus’ab ile
Abdullah b. Ömer Kabe’nin bitişiğinde bulunan Hicr-i İsmail’de oturmuş sohbet
ediyorlardı. İçlerinden biri; “Kalkalım ve şurada dua edip Rabbimizden istekte
bulunalım” dedi. Bunun üzerine ilk önce Abdullah b. Zübeyr: “Ben bu
ümmete halife olmayı Rabbimden diliyorum. ” dedi. İkinci olarak Urve b.
Zübeyr: “Ben alim olmayı ve benden ilim alınmasını Rabbimden istiyorum.”
dedi. Üçüncü olarak Mus’ab b. Zübeyr: “Ben Rabbimden Irak valisi olmayı,
Âişe bt. Talha ve Sükeyne bt. Hüseyin’le evlenmeyi nasib etmesini istiyorum. ”
dedi. Son olarak Abdullah b. Ömer de: “Ben de Rabbimden beni affetmesini
niyaz ediyorum.” dedi. Hadiseyi aktaran Abdurrahman b. Zinad: “Allah’a
yemin olsun ki, ben Zübeyr’in oğullarının yaptığı duaların kabul olduğuna
yaşayarak şahit oldum. Umuyorum ki Allah, Abdullah b. Ömer’in de duasını kabul
edecek ve onu bağışlayacaktır. Zira yanında dua eden arkadaşlarının duaları
kabul oldu.”[156]
dedi. Tarihi süreç bize Abdullah ve Urve’nin dualarının kabul edildiğini ve
isteklerine nail olduklarını göstermiştir. Abdullah b. Ömer’in ahiret ahvaliyle
ilgili isteğine kavuşmasını niyaz ediyoruz. Bu duanın bir neticesi olarak
Mus’ab da Basra valiliğine atanmasından çok kısa süre sonra bu iki soylu, eşsiz
ve alime kadınla arzu ettiği evliliği gerçekleştirmiştir. Aşağıda Mus’ab’ın
hanımlarıyla ilgili bilgi verilecektir.
Mus’ab’ın bu
hanımlarından başka Muhtar es-Sekafî ile girdiği mücadeleden galip çıkmasının
ardından öldürdüğü rakibinden intikam almak için hanımlarından biri olan
Humeyde bint Numan b. Beşir’le nikahlandığı kaydedilmekteyse de[157] bu bilgi birçok çelişkiyi
bünyesinde barındırmaktadır. Öncelikle bu bilgi ulaşabildiğimiz kaynakların
hiçbirinde bulunmamaktadır. Makalede verilen kaynakta ise Numan b. Beşir’in
edebi yönü ve şiirdeki şöhreti tanıtıldıktan sonra ailesinden edebiyat ve
şiirle ilgilenenlerden bahsedilirken Humeyde isimli kızının şairliği ve
kocalarını hicvetmesi anlatılmakta, Humeyde’nin ilk olarak Haris b. Halid
el-Mahzumi ile, daha sonra Ravh b. Zinba’ ve ardından alkol bağımlısı biri olan
Feyz b. Ebu Ukayl ile nikahlandığı belirtilmektedir. [158]
Görüldüğü gibi, Humeyde’nin evlendiği kişiler arasında Muhtar es- Sekafî
bulunmamaktadır. İlerleyen bölümlerde zikredileceği üzere Muhtar öldürüldüğünde
iki hanımından birisinin ismi Amrâ bint Numan b. Beşir’dir ve Mus’ab bu kadınla
nikahlanmamış, bilakis Amrâ, kocası hakkında hüsnü şehadette bulunduğu için
öldürülmüştür.[159] Dolayısıyla Mus’ab, ne iddia
edildiği gibi Humeyde ile ne de Amrâ ile herhangi bir evlilik
gerçekleştirmemiştir.
Diğer taraftan
Mervan b. Muhammed’in, aslen cariye olan annesinin de Mus’ab’ın nikahında
olduğu ve onun şehadetinin ardından Muhammed b. Mervan tarafından
nikahlandığıyla ilgili bir haber bulunmakta ise de[160]
kanaatimizce bu zayıf bir ihtimaldir. Zira Mervan b. Muhammed’in annesiyle
öncelikle İbrahim b. Eşter’in nikahlı olduğu kaydedilmekte, zayıf bir rivayet
olduğu ihsas ettirilerek Mus’ab ve Müslim b. Amr’ın da isimleri verilmektedir.
Mus’ab b.
Zübeyr’in bu hanımlarının dışında yedi cariyesinden daha çocukları olmuş ve bu
cariyeler ümmü veled[161] stasüsü kazanmıştır. Fakat bu
cariyelerin isimlerine kaynaklarda yer verilmemektedir.
Mus’ab b.
Zübeyr’in, kadınlara karşı aşırı düşkünlüğü, onlarak karşı büyük teslimiyet
gösterdiği, hanımları uğrunda bütünüyle savurgan ve müsrif davrandığı ve hatta
bu müsrifliği sebebiyle ağabeyi Abdullah tarafından Basra valiliğinden
azledildiği iddia edilmekte, bu iddiayı ispat sadedinde, Sükeyne’den olan kızı
Fatıma yeni doğduğunda üzerine inciler saçtığı, bunu kızının güzelliği
karşısında incilerin sönük kaldığını göstermek için yaptığı, bir defasında Âişe
uyurken üzerine inciler serptiği dile getirilmektedir.[162]
Kanaatimizce bu iddiaların doğruluk payı yoktur. Zira ispat için dile getirilen
hususlar, zengin bir insan için israf olarak nitelenebilecek türden büyük
harcamalar değildir. Aşağıda açıklanacağı üzere hanımlarına yüksek miktarlarda
mehir ödeyen birisinin inci sahibi olup bunları hanımı ve kızı için harcaması
normal bir durum olmalıdır. Diğer taraftan incilerin miktarının belirtilmemesi
de ayrıca düşündürücüdür. Bir sahil şehri olan Basra’nın inci gibi denizden
çıkarılan değerli mücevherat açısından zengin bir yer olabileceği de nazar-ı
dikkatten uzak tutulmamalıdır.
Mus’ab b.
Zübeyr, asil bir sondan gelen, heybetli, değerli ve saygın bir kadının daha iyi
ve daha üstün olduğunu söyler; kısır kadının ise en şerli insan olduğunu dile
getirirdi.[163] Bu sözünden Mus’ab’ın niçin
asil kadınlarla evlenmek istediğini ve neden bu gayeye ulaşmak için çaba
sarfettiğini anlayabiliriz.
Mus’ab b.
Zübeyr’in evlenmek için Kabe’de dua ettiği hanımlarından biri Âişe bt.
Talha’dır. Âişe, aşere-i mübeşşere’den Talha b. Ubeydullah ve Ümmü Gülsüm bt.
Ebû Bekir’in kızıdır.[164]
Mus’ab’la
67/686 yılında Basra valiliğine atanmasının ardından 500 bin dirhem mehir
karşılığında evlenmiş[165] ve bu evliliklerinden
Muhammed ve Abdullah isimli iki çocukları olmuştur.[166]
Mus’ab daha vali olmazdan önce Âişe’ye güvendiği biriyle evlenme isteği
göndermiş, fakat o kabul etmediği gibi; “Eğer Mus’ab’la evlenecek olursam, o
bana babamın sırtı gibi olsun”[167]
diyerek zıhar[168] sözleriyle yemin etmiş ve
Mus’ab’la evlenmek istemediğini ifade etmişti. Mus’ab Basra valiliğine atandıktan
sonra yine evlilik teklifi göndermiş, bu defa da; “O bedeviyi benden uzak
tutun!”[169]
diyerek Mus’ab’ı hakir görmüş ve teklifini ikinci defa geri çevirmişti. Aradan
kısa bir müddet geçtikten sonra söylediklerine ve yaptıklarına pişman olmuş
olmalı ki, söylediği sözlerin hükmünü Medine ulamasından bir çoklarına
sormuştu. Âişe’ye yeminini bozarak bir köle azat etmesi ve Mus’ab’la da
evlenmesi gerektiği söylendi. O da verilen hükmü yerine getirerek iki bin
dirhem değerindeki bir köleyi azat etti ve Mus’ab’la evlendi.[170] Bu evlilikleri Mus’ab’ın
şehadetine kadar devam etti ve çevrelerine her konuda örnek olan mutlu ve
huzurlu bir aile yaşantısı ortaya koydular.[171]
Âişe bt.
Talha, Mus’ab’la evli olduğu dönemde çoğu zaman yüzünü kimseye karşı örtmezdi.
Bir defasında Mus’ab, bu durumundan dolayı Âişe’yi suçlayarak yüzünü
kapatmasını istedi. Mus’ab’ın bu isteği dînî olmaktan ziyade kıskançlıkla
ilgili olmalıdır. Çünkü Âişe, o dönemin en güzel kadınlarından biridir ve
onunla evlenmek isteyen pek çok insan bulunmaktadır. Âişe, kocasının bu
suçlamasına karşılık “Allah Teâlâ beni güzel yaratmış. Ben de bu güzelliği
insanların görmesini ve benim onlar üzerindeki üstünlüğümü tanımalarını
istiyorum. Bu yüzden yüzümü kapatmadım. Allah’a yemin ederim ki, bende
insanların zikredecekleri hiçbir kusurum yoktur” karşılığını verdi.
Hanımını yüzünü kapatma konusunda ikna edemeyen Mus’ab, onunla bu konuda
tartışmayı sürdürmesine rağmen herhangi bir sonuç elde edememiş ve nihayet; “Siz
Teym kabilesi kadınları, Allah ’ın yarattığı insanlar arasında en mücadeleci ve
kocaları nezdinde en itibar sahibi olanlarısınız” diyerek mücadelesinden
vazgeçti.[172]
Mus’ab’ın
şehadetinden sonra Bişr b. Mervan’dan evlilik teklifi alan Âişe, bu teklif
üstüne daha tercih edilebilir bir teklifte bulunan Ömer b. Ubeydullah’la yine
500 bin dirhem mehirle evlenmiştir. [173]
Böyle evlilik teklifi üzerine başka bir teklifin gelmesi ise hiçbir zaman hoş
karşılanmayan bir uygulama olmuştur. Ömer’in ölümünden sonra Âişe’ye Urve b.
Zübeyr’den evlilik teklifi gelmiş fakat o bu teklifi kabul etmeyerek dul bir
şekilde yaşamayı tercih etmiştir.[174]
Âişe bt.
Talha, Ömer b. Ubeydullah’ı önceki kocası Mus’ab’la mukayese eder, onu hem
kıskandırır hem de kızdırırdı. Bir defasında, Ömer sıcak ve tozlu bir havada
eve gelmiş, Âişe’den yüzündeki teri ve toprağı temizlemesini istemişti. Âişe,
mendille yüzünü sildi ve toprağı temizledi. Ardından Ömer’i kızdırmak için de “Ben,
yüzü toz toprak içinde olduğu halde Mus’ab’dan güzel görünen hiç kimseyi
görmedim” dedi.
Ömer, bu söz
karşısında kıskançlığından ve öfkesinden ölecek hale gelmişti.[175]
Âişe, metanet
ve dirayet sahibi ve kendinden son derece emin bir kadındı. Asil bir soydan
gelmesinin yanında Araplar tarafından kadındaki mevcudiyeti son derece takdir
edilen nadir bir güzellik, vakar ve yüksek bir ruh yapısı şeklinde üç vasıfla
mücehhez idi. Onun hiç bir rica ve arzusu kolay kolay reddedilmezdi.[176] Teyzesi Hz. Âişe’den hadis
rivayet etmiş, kendisinden de başta yeğenleri olmak üzere birçok kişi hadis
nakletmiştir. Rical kaynaklarında sika ve güvenilir raviler arasında sayılmış,
yaşadığı dönemde çok değerli, fazilet ve edep sahibi bir alim olarak çevresinde
temayüz etmiştir. Âişe, 101/719 yılında vefat etmiştir.[177]
Sükeyne bint Hüseyin b. Ali b. Ebî Talib
Mus’ab b.
Zübeyr’in, evlenmek için dua ettiği diğer hanımı da Sükeyne bt. Hüseyin’dir.
Sükeyne, Peygamberimizin torunu Hz. Hüseyin’in kızıdır. Annesi Rebab bint
İmruu’l-Kays b. Adiy b. Evs’tir.[178]
Sükeyne 47/667 yılında Medine’de doğdu. Çocukluğunu burada geçirdi ve ilk dini
bilgilerini bu seçkin ortamda öğrendi. Hz. Hüseyin Kûfe’ye doğru yola
çıktığında Sükeyne babasıyla beraber bulunuyordu. Babası Kerbelâ’da şehid
edildikten sonra ailenin geri kalan fertleriyle birlikte esir alınarak önce
Şam’a, sonra da Medine’ye gönderildi. Mus’ab’la 67/686 yılında Basra valisi
olarak atanmasının ardından evlendi.[179]
Mus’ab, bu evlilik için Sükeyne’ye o dönemin belki de en yüksek meblağı olan
bir milyon dirhem mehir vermiştir. Bu yüksek miktardaki mehrin verilmesine
ağabeyi Abdullah karşı çıksa da durum değişmemiştir.[180]
Bu evliliğinden bir kızı dünyaya gelmiştir. Bu kızlarına, her ikisinin de
annesinin ismi olan Rebab ismini verdiler. Sükeyne, Mus’ab’ın 72/691 yılında
şehid edilmesinin ardından Medine’ye döndü. İlerleyen yıllarda başka evlilikler
de yaptı. Mısır’da uzun bir dönem yaşadıysa da ömrünün sonrarına doğru
Medine’ye döndü ve 117/735 yılında vefat etti.
Hz. Hüseyin,
Sükeyne ile hanımı Rebab bt. İmruu’l-Kays’a olan sevgi ve muhabbetini bir
şiirinde şöyle dile getirmiştir.
Ömrüme
yemin olsun ki ben çok seviyorum evimi...
Sükeyne ve Rebab’ı misafir ettiği için.
Çok seviyorum Sükeyne ve Rebab’ı da...
Feda ediyorum bundan sonra onlar için bütün malımı.
Kınanacak bir tarafı yok bu yaptığım işin.
Kınarlarsa eğer onlara aldıracak da değilim,
Ömrüm
boyunca ya da toprak olana değin...[181]
Yaşadıkları
dönemin en güzel iki kadını olmalarının yanı sıra birbirlerinin kuması olan
Sükeyne ile Âişe arasında bir defasında tartışma yaşanmış, her ikisi de
kendisinin daha güzel olduğunu iddia etmişti. Aralarındaki rekabet sebebiyle
iyice çıkmaza sürüklenen Sükeyne ve Âişe, dönemin meşhur şairi Ömer b. Ebî
Rebîa’ya giderek aralarında hüküm vermesini istediler. Ömer de; “Ey Sükeyne!
sen ondan daha alımlı, hoş ve tatlısın. Ey Âişe, sen de ondan daha güzelsin”
diyerek aralarındaki rekabeti yatıştırdı. Sükeyne, Ömer’in verdiği bu hükme
sevindi.[182]
Zamanının en
dikkate değer şahsiyetlerinden biri olan Sükeyne, yaşadığı dönemde eşine az
rastlanan zeki, asaletli, duygulu ve değerli bir kadındı.[183]
Yaşadığı dönemde, kadınların efendisi olarak nitelenmiş, hem ahlak hem de
güzellik bakımından çağdaşı kadınların en güzeli kabul edilmiş ve bu güzelliği
dillere destan olmuştu.[184] Sükeyne, babasından hadis
rivayetinde bulunmuş, evini hadis öğrenimine tahsis etmiş, ilim ve şiirde
otorite kabul edilmiş alim bir hanımdır.[185]
Fâtıma bint
Abdullah hakkında kaynaklarda, Esed b. Abdüluzza kabilesinden olduğu, Mus’ab b.
Zübeyr’le evlendiği, bu evliliklerinden İsa, Ukkaşe,[186]
Mus’ab ve Sükeyne isimli çocuklarının doğduğu bilgileri verilmektedir.[187] Fakat Mus’ab’ın ilk çocuğu
olan İsa’nın annesi olması sebebiyle Fatıma’nın, Mus’ab’ın ilk hanımı olduğu
kanaatindeyiz. Mus’ab’ın 67/686 yılında dönemin en meşhur iki kadınıyla
evlenmesi sebebiyle Fatıma’yı bu tarihten önce veya sonra boşamış olması da
ihtimal dahilindedir.
İsa b. Mus’ab: Annesi, Fatıma bint Abdullah b.
Saib’dir. İsa, babasıyla beraber Meskin’de Deyrulcâselik savaşına katıldı.
Kendisine yapılan eman tekliflerini reddederek babasını terketmedi ve bu
savaşta babasıyla birlikte şehid oldu.[188]
Genç yaşta vefat ettiği için çocuğu olmadı ve nesli devam etmedi.
Ukkaşe b. Mus’ab: Annesi, Fatıma bint Abdullah b.
Saib’dir.[189] Ukkaşe uzun yıllar yaşamış ve
Zübeyrî ailesinin ileri gelenlerinden hatırı sayılır bir kişi olmuştur.[190]
Abdullah b. Mus’ab: Annesi, Âişe bint Talha b.
Ubeydullah’tır.
Muhammed b. Mus’ab: Annesi, Âişe bt. Talha b.
Ubeydullah’tır.
Hamza b. Mus’ab: Annesi, ümmü veled bir cariyedir.
Hamza ve oğlu Umare, Harûrâ savaşında şehid düşmüşlerdir.
Âsım b. Mus’ab: Annesi, ümmü veled bir cariyedir.
Ömer b. Mus’ab: Annesi, ümmü veled bir cariyedir.
Basra’da doğmuştur.[191] Hamza, Âsım ve
Ömer aynı annenin çocuklarıdır.
Hudayr b. Mus’ab (Mus’ab b. Mus’ab): Annesi, ümmü
veled bir cariyedir. Hudayr, babasının vefatından sonra doğmuştur. Kendisinden
sonra soyu devam etmiştir. Hudayr, Ehli Beyt’ten Muhammed b. Abdullah’ın isyanı
sırasında onun en yakın adamlarından biri olmuş ve bu isyanın bastırılması
sırasında öldürülmüştür.[192]
Sa’d b. Mus’ab: Annesi, ümmü veled bir cariyedir.
Münzir b. Mus’ab: Annesi, ümmü veled bir cariyedir.
Cafer b. Mus’ab: Annesi, ümmü veled bir cariyedir.
Cafer, Hz. Ömer’i takib eder, her hareketinde onu örnek alırdı. Babası gibi Hz.
Hüseyin’e damat olmuş ve kızı Müleyke ile evlenmiştir. Medine’ye yerleşmiş ve
soyu uzun yıllar burada devam etmiştir. Kudeyd savaşında oğluyla beraber
öldürülmüştür.[193]
Rebab bt. Mus’ab: Annesi, Sükeyne bint Hüseyin b.
Ali’dir.[194]
Sükeyne bt. Mus’ab: Annesi, ümmü veled bir
cariyedir.
Sükeyne bt. Mus’ab: Annesi, Fatıma bint Abdullah b.
Saib’dir.[195]
Görüldüğü gibi
Mus’ab b. Zübeyr’in onbiri erkek, üçü de kız olmak üzere toplam ondört çocuğu
olmuştur. Mus’ab b. Zübeyr’in Sa’d, Muhammed ve Mus’ab isimli oğullarından soyu
devam etmiştir. Muhammed ve Mus’ab çok sayıda evlilik yapmışlar ve bu
evliliklerinden birçok çocukları olmuştur.[196]
Mus’ab b.
Zübeyr’in 33/653 yılında doğduğunu ve babası Zübeyr b. Avvâm’ın da 36/656
yılında şehid edildiğini ifade etmiştik. Babası şehid olduğunda Mus’ab 3
yaşında yetim kalmış ve babasından sonra ailenin en büyüğü olan ağabeyi
Abdullah, onun himaye ve bakımını üstlenmiştir. Zira Mus’ab’ın gençlik
yıllarına dair kaynaklarda zikredilen rivayetlerin birçoğu aynı zamanda
Abdullah’la ilgili bilgileri de içermektedir.
Mus’ab’ın
annesi Rebab bt. Uneyfin, kocası şehid edildikten sonraki hayatı hakkında
kaynaklarda herhangi bir bilgi bulamadığımızdan bu konuda iki ihtimalden söz
edebiliriz: İlki, Rebab bt. Uneyfin bir başkasıyla evlenmiş olabileceğidir. Bu
durumda Mus’ab’ın bütün bakımı, himayesi ve eğitimi ağabeyi Abdullah ve Esma
bt. Ebî Bekir tarafından karşılanmıştır. Diğeri de Rebab’ın bir başkasıyla
evlenmeyip Mus’ab’ın yetişmesiyle meşgul olmasıdır. Bu durumda ise, muhtemel
ki, Mus’ab ve annesinin geçimini yine Abdullah temin etmiş, terbiyesi ve
eğitimiyle de annesi Rebab ilgilenmiştir. Bu iki ihtimal arasında tercih
yapmamızı sağlayacak herhangi bir karine bulunmadığı için bu konuda sağlıklı
bir sonuca ulaşamıyoruz. Fakat bildiğimiz gerçek, Abdullah’ın annesi Esma’nın
yeme, içme, giyinme ve barınma gibi en temel ihtiyaçlarını karşıladığı gibi
Mus’ab’ın da bütün ihtiyaçlarını karşıladığı ve toplum içerisindeki mevkiine
uygun bir hayat yaşamasını sağladığıdır.[197]
Bu sayede Mus’ab, ağabeyinin himaye ve gözetiminde büyümüştür. İlk eğitimini de
bu mümtaz şahsiyetlerin oluşturduğu ortamda alan Mus’ab, içinde yetiştiği
ailenin sunduğu mükemmel ilim ve terbiye fırsatını sonuna kadar değerlendirerek
İslam terbiyesiyle bezenmiş güzel ahlaklı bir fert olarak büyümüştür.
Mus’ab b.
Zübeyr, çocukluk ve gençlik yıllarında çevresindeki insanların, güzel ahlakını
takdir ettiği ve fiziki güzelliğini beğendiği bir insan olmuştur. Mütebessim
çehresi, yakışıklı oluşu ve yüz güzelliği sebebiyle yaşadığı dönemin en güzel
insanı olarak nitelenmiş, cömertliğine ve cesaretine insanları hayran bırakmış;[198] fakat bu üstün
meziyetlerinden dolayı insanlar tarafından devamlı hased edilmiştir.[199] Bir hac mevsiminde Arafat’ta
vakfe yapan Müslümanların arasında Mus’ab’da vardır ve üzerindeki ihram
elbisesi sebebiyle Mus’ab’ın güzelliğini gören Cemil isimli birisi şöyle
demiştir: “Burada öyle yakışıklı ve güzel bir delikanlı var ki, Besîne’nin
onu görmesini istemem”.[200] Bu sözüyle Cemil, Besîne’nin
hasetçiliğini ifade etmiş, güzelliği sebebiyle Mus’ab’ı kıskanabileceğini ve
belki de bir kötülük yapabileceğini ima etmiştir.
Mus’ab b.
Zübeyr, Abdülmelik b. Mervan’la çocukken ve gençlik döneminde çok samimi
arkadaş olmuştur.[201] Bu arkadaşlıkları uzun yıllar
devam etmiş, iki dost ilerleyen yıllarda birbirlerine rakip olmuşlar ve özelde
Irak toprakları üzerindeki rekabetleri, genelde de Abdülmelik’in hilafet
üzerindeki hırsı ve iştiyakı onları karşı karşıya getirmiştir. Yaklaşık 5-6 yıl
devam eden bu rekabet, iki candan dostu Deyrulcâselik savaşında karşı karşıya
getirmiş ve Mus’ab’ın şehadetiyle neticelenmiştir. Bu dostluğun bir eseri
olarak Mus’ab, Deyrulcâselik’te ihanete uğrayıp yalnız kaldığında Abdülmelik
O’na eman vermiş, fakat Mus’ab bu emanı kabul etmemiştir.[202]Abdülmelik,
bu dostluklarını daha sonra devamlı hatırlamış ve her defasında; “insanlar
içinde en çok Mus’ab’ı severim. Onunla çok sıkı ve samimi bir dostluğum vardı.
Fakat şu hükümdarlık ne kadar uğursuz ki aramıza girip bizi birbirimize düşman
etti.[203]
diyerek siyasetin insanları hatta dostları dahi birbirine düşman ettiğini dile
getiriyordu.
Mus’ab b.
Zübeyr, geleceğe dönük önemli hedefler belirleyen, bu hedeflerine ulaşmak için
gayretle çalışarak duayı da ihmal etmeyen ideal ve ufuk sahibi, ilmi
şahsiyetleriyle tanınan kişilerle arkadaşlık yapmış, kendisi de geleceğe
yönelik hedefler belirleyerek bu hedefler uğruna çalışıp gayret gösteren bir
genç olarak yetişmiştir. Büyük alim Şa’bi’den gelen bir rivayette daha önce
kaydettiğimiz rivayete benzer bir hadise nakledilir ki bu defa Abdullah b.
Ömer, Abdullah b. Zübeyr, Mus’ab b. Zübeyr ve Abdülmelik b. Mervan’ın Kabe’nin
avlusunda toplanıp sohbet ettikleri, ardından Rükn-ü Yemânî’ye giderek dua
etikleri zikredilir. Burada da hicretten sonra ilk doğan Müslüman çocuğu olduğu
için öncelikle Abdullah b. Zübeyr kalkar ilkine benzer bir duada bulunur.
Ardından rükne giden Mus’ab, Allah’a hamd ve sena ettikten sonra Irak
valiliğini ve Sükeyne ile evlenmeyi diler. Üçüncü olarak duaya kalkan
Abdülmelik b. Mervan, Allah’a hamd ve sena ettikten sonra, şarktan garba bütün
dünyaya hakim olmayı, hiç kimsenin kendisine karşı duramamasını ve rakiplerine
karşı muzaffer olmayı dileyerek yerine oturur. Son olarak Abdullah b. Ömer
önceki duasınını tekrarlar ve Allah’tan günahlarını affetmesini ister. Hadiseyi
nakleden Şa’bi, tıpkı önceki ravi Abdurrahman gibi Allah’ın yukarıdaki dua
sahiplerinin dileklerini gerçekleştirdiğini ve Abdullah’ın da inşallah affa
mazhar olacağını belirtmiştir.[204]
Yukarıda
aktardığımız birbirine benzer iki hadisenin tarihi bir vakıa olarak Muâviye’nin
hilafeti döneminde gerçekleştiği kanaatindeyiz. Zira Muâviye’nin Yezîd’in
veliahtlığı için bey’at almaya başlamasıyla Abdullah b. Zübeyr bir muhalif
olarak öne çıkmaya, halife veya veliaht seçiminin nasıl olması ve halifede
hangi özelliklerin bulunması gerektiği gibi konularda fikir beyan etmeye
başlamıştır. Kanaatimizce bu hadiseler işte bu zamanlarda vukua gelmiş,
Abdullah, kendisinin de halife olabileceğini düşünmeye başlamıştır.
Yezîd’in
hilafeti günlerinde gerçekleşmediğini düşünmemizin sebebi ise şudur: Yezîd
yönetime geçtiği andan itibaren herkesin kesinlikle kendisine bey’at etmesini
istemiş, bey’attan çekinenlere hayat hakkı tanımamış, adeta kendi elleriyle
düşmanlar ortaya çıkarmıştır. Bu durum da ümmet içindeki huzursuzlukların
artmasına ve Abdullah ile Hüseyin’in açıktan muhalif tavır takınmalarına sebep
olmuştur. Yezîd’in yönetimiyle birlikte Mekke’ye sığınan Abdullah, burada
hilafete geçmek için müsait bir ortam varken halife olmak için sadece dua
etmekle yetinmez, fiili olarak da bu emelini gerçekleştirmeye çalışırdı. Diğer
taraftan Yezîd’in hilafet günlerinde Abdullah ve Mus’ab’ın, Abdülmelik’le bir
arada ve arkadaş olmaları pek mümkün görünmemektedir.
Yukarıdaki söz
konusu hadiselerde ilk olarak Mus’ab’ın Kabe’de Allah’tan Irak valiliğini ve
Sükeyne ile evlenmeyi iki defa istemesi dikkat çekmektedir. Mus’ab’ın
Sükeyne’yi güzelliği, iffeti ve ilmiyle meşhur olması sebebiyle istediğini
düşünebiliriz. Fakat niçin Irak valiliğini istediği konusu izaha muhtaçtır.
Birçok eyaleti bulunan İslam devletinin başka bir eyaleti değil de karışıklığın
ve istikrarsızlığın hüküm sürdüğü adeta bir fitne kazanını andıran Irak
eyaletini yönetmeye niçin talip olmuştur? Bu konuda net bir bilgi olmamakla
birlikte bazı değerlendirmelerde bulunmamız mümkündür.
Şöyle ki;
Mus’ab b. Zübeyr’in çocukluk dönemi Hz. Osman’ın şehadeti, asilerin Medine’de
sebep oldukları huzursuzluklar, Cemel vakası, ardından babasının şehadeti,
başkentin Kûfe’ye nakli, Sıffin ve ardından gelişen hadiseler, Hâricîlerle
mücadeleler, Hz. Ali’nin şehadeti ve Hz. Hasan’ın hilafetten çekilerek
Muâviye’nin yönetime gelmesi gibi çok kısa zaman içinde gelişen ve herbiri ayrı
bir travma yaratan olayların gölgesinde geçmiştir. Mus’ab, bu hadiselerin bir
kısmını anlatanlardan dinlemiş, bir kısmını da bizzat yaşamıştır. Bu
hadiselerden belki de en onulmazı Iraklıların fitne ve fesada kapı aralayan
bitmek tükenmek bilmez faaliyetleridir. Hiçbir yönetici tarafından tam olarak
itaat altına alınamayan Irak bölgesi, idari kabiliyeti ve şiddetli tutumu
sayesinde Ziyad b. Ebîh tarafından tam bir itaate alınmıştır. Mus’ab da Ziyad’ın
idaresini bizatihi görmüş, bu hususta anlatılanları dinlemiştir. Kendisi de
cesaret ve kahramanlığıyla meşhur olduğundan Ziyad’ı örnek almış ve onları adil
bir şekilde yöneteceğine kanaat etmiş olabilir.
Diğer taraftan
Abdullah b. Zübeyr’in hilafete nail olmaya yönelik duasından haberdar olan
Mus’ab’ın, ağabeyi halife olunca onun Irak valisi olmak istediğini de tahmin
etmemiz mümkündür. Zira tarihi süreç bu yönde şekillenmiştir.
Son olarak
Sükeyne ile Irak arasında bir bağlantı kurabiliriz. Zira Sükeyne’nin dedesi
olan Hz. Ali başkenti Medine’den Kûfe’ye nakletmiş, 6 yıllık hilafetini burada
geçirmiş ve Iraklılar tarafından şehid edilmiştir. Amcası Hz. Hasan, yine
Kûfe’de halife olmuş, Iraklıların güvenilmez oluşları karşısında hilafetten
çekilmiştir. Babası Hz. Hüseyin ise Iraklıların ısrarlı davetine icabet etmek
üzere içinde Sükeyne’nin de bulunduğu bütün aile efradını toplayarak Irak
yollarına düşmüş ve Kerbelâ’da onların ihanetiyle karşılaşarak, Iraklılarca
şehid edilmiştir. Bu hadiselerin birçoğuna şahit olan Mus’ab, Sükeyne’ye bunca
acıları yaşatanlardan hesap sormak istemiş olabilir. Veya Hz. Ali yârânı olarak
bilinen Iraklılara yönetici olmanın Sükeyne nazarında tercih sebebi olacağını
ve Sükeyne ile evlenmesini mümkün kılacağını düşünmüş olabilir.
Yukarıdaki
rivayetlerle ilgili dikkatimizi çeken bir diğer husus ise, Abdülmelik b.
Mervan’ın dile getirdiği taleple Abdullah b. Zübeyr ile kardeşi Mus’ab’ın
dualarındaki isteklerinin birbiriyle zıt olmasına karşın yapılan duaları
reddetmeyen Rabbimizin, bu üçünün Kabe’de yaptıkları duaları da kabul
etmesidir. Zira, yukarıda izah ettiğimiz gibi Abdullah 64/683 yılında halife
olarak Mekke merkezli İslam devletini kurmuş ve böylece duası kabul olmuştur.
Mus’ab b. Zübeyr, 67/686 yılında ağabeyi tarafından Basra valiliğine atanmış,
ilerleyen yıllarda Kûfe valiliğinin de uhdesine verilmesiyle Irak valisi olmuş,
Âişe bt. Talha ve Sükeyne bt. Hüseyin ile evlenmiş ve böylece duası kabul
olmuştur. Abdülmelik b. Mervan 65/685 yılında babasının ölümü üzerine Suriye ve
Mısır’ın yönetimini üstlenmiş, rakip haline geldikleri Mus’ab ve Abdullah’ı
şehid ettirerek 72/693 yılında İslam dünyasının halifesi olarak şarktan garba
büyük bir coğrafyanın idarecisi olmuştur. Tarihi bir vakıa olarak karşısına
çıkan hiçbir rakibi Abdülmelik’e galip gelememiştir. Böylece Allah,
Abdülmelik’in de duasını kabul buyurmuştur.
Yukarıda
kaydettiğimiz iki rivayetin ihtiyatla karşılanması ve tahlile tabi tutulması
gerektiği kanaatindeyiz. Her ne kadar bu rivayetler ana kaynaklarımızın
ekserisinde bulunsa da tarafgirlik ve başka birçok sebeple uydurularak ana
kaynaklarımıza dahil edilme ihtimali her zaman göz önünde bulundurulmalıdır.
Medine’nin
gençlerinden olan Amr b. Saîd, Abdülmelik b. Mervan, Mus’ab b. Zübeyr ve
Abdurrahman b. Ümmü Hakem, halifeliği dönemide Muâviye’yi ziyaret etmişti.
Şam’da güzel bir şekilde karşılanan bu Kureyşli gençler, üst düzey bir ilgiyle
misafir edildiler. Muâviye o sırada Şam dışında buluyordu. Onun en önemli
yardımcısı konumundaki vali Ziyad b. Ebîh de o günlerde Şam’da bulunuyordu ve
Medine’den gelen Kureyşli genç misafirleri yakından tanıma fırsatı buldu.
Muâviye, Şam’a döndükten sonra Ziyad’a, kendisini ziyarete gelen gençleri
yakından tanımasını, onlarla sohbet ederek sorular sormasını, bilgi ve
birikimlerini tecrübe etmesini, daha sonra da onları isim vermeden kendisine
tarif etmesini istedi. Ziyad, gençleri yakından tanıdı ve gelip Muâviye’ye
onları tek tek tarif etti.
Ziyad, Amr b.
Saîd’i basit ve anlaşılır bir dile, etkileyici ve mükemmel bir akla sahip,
herhangi bir kibir ve gurur alameti olmayan ve verilen işi en güzel şekilde
yapacak kapasitede biri olarak vasfetti. Abdülmelik’i Amr’dan iki kat daha
akıllı, güzel ve etkileyici konuşan, iffetli ve itibarlı, kendisine hedef koyan
ve bu hedefine ulaşmak için çalışan biri olarak niteledi. Abdurrahman’ı da
şairliğin galebe çaldığı biri olarak gödüğünü ifade etti. Mus’ab’ı ise, örtünüp
gizlenen genç kızlardan daha iffetli ve haya sahibi biri olarak vasfetmiş ve
onun kendisine daha sevimli geldiğini söyleyerek Mus’ab’a iyilik yapmasını
tavsiye etmişti. Ziyad isim vermeden vasıflarıyla misafirlerini anlattıkça
Muâviye her birini tanımış ve isimlerini söylemişti. Misafirleriyle ilgili
doğru değerlendirmeleri sebebiyle Muâviye Ziyad’ı övmüştü.[205]
Bu rivayetten de anlaşılacağı üzere Mus’ab b. Zübeyr gençliğinde Medine’nin
saygın insanlarından biridir. Arkadaşları arasında, Medine’nin ilim ve siyaset
alanında önde gelen isimleri bulunmaktadır.
Mus’ab b.
Zübeyr, ağabeyi Abdullah’ın 61/681 yılında Yezîd’e bey’at etmeden Mekke’ye gitmesinden
kısa süre sonra Mekke’ye gitmiştir. Mekke kuşatmasında ağabeyi Abdullah’ın en
önemli yardımcıları arasında bulunmuş ve emrine verilen Habeşli askerlerle
kahramanca mücadele etmiştir. Yezîd’in ve oğlunun hilafeti boyunca Mekke’de
bulunan Mus’ab, bu süreçte meydana gelen olaylarda ağabeyinin yanında yer
almış, bütün sıkıntılı zamanlarda en önemli destekçisi olmuş ve vefatına kadar
onun davasına sadakatle hizmet etmiştir.[206]
Muâviye b. Yezîd’in vefatından sonra ve bir halifenin kalmadığı zamanda Abdullah’ın
Mekke’de hilafetini ilan etmesinin ardından aktif olarak siyasi ve askeri
faaliyetlerin içine girmiştir. Bu kapsamda Mus’ab’ın katıldığı askeri
faaliyetlerin ikincisi Filistin muharebesidir. Bu muharebeyi daha iyi anlamak
için Abdullah’ın hilafeti döneminde Mısır ve Suriye bölgesiyle ilgili
gelişmelere kısaca göz atmamız gerekmektedir.
Abdullah b.
Zübeyr’in hilafeti, Şam’da küçük bir grup hariç bütün Müslümanlar tarafından
hüsn-ü teveccühle karşılanmış ve kendisine Emiru’l-Mü’minin olarak bey’at edilmiştir.[207] Ardından Abdullah, her
eyalete kendi valilerini tayin etmiş, bu arada Mısır’a Abdurrahman b. Cahdem’i[208] ve Medine’ye kardeşi Ubeyde
b. Zübeyr’i atamıştır.[209]
Mervan b.
Hakem ise, Şam’da önemli bir yönetim kriziyle karşı karşıya kalan Ümeyye
ailesinin en yaşlı üyesi olarak 65/684 yılında Cabiye toplantıları sonunda
Suriye’de dağılan Ümeyye ailesini toparlamak amacıyla ailenin riyasetine ve
Ümeyye hanedanının başına yönetici seçilmişti.[210]
Mervan yönetime gelince otoritesini yerleştirmek ve elden çıkan bölgeleri
tekrar itaat altına almak amacıyla önce Mercirahıt’ta Dahhak b. Kays ve
beraberindekileri bertaraf etmiş,[211]
ardından Mısır üzerine yürümüştü. Mısır üzerin yürürken beraberinde oğlu
Abdülaziz b. Mervan ve Amr b. Saîd el-Eşdak da bulunmaktaydı. Mısır’da
karşılaşan iki ordu arasında büyük bir savaş meydana geldi. Sonunda iki taraf
anlaşma yoluna gitti. Yapılan anlaşmaya göre, Mervan, Abdurrahman’ı valilikten
azlederek oğlu Abdülaziz’i vali tayin etti.[212]
Böylece Mısır Abdullah’ın idaresinden çıkan ilk bölge oldu.
Mervan’ın
Mısır’a doğru yürüdüğü haberi ulaştığında Abdullah, kardeşi Mus’ab’ı bir askeri
birliğin başında hem Mısır’a yardım etmek hem de Mervan’ın yönetiminde bulunan
Şam bölgesini fethetmek üzere Suriye üzerine gönderdi. Mervan b. Hakem Mısır’ın
yönetimini düzene koyarak 65/685 yılında Şam’a hareket etti. Yolda Mus’ab’ın
Suriye üzerine yürüdüğünü haber alınca Amr b. Saîd’i, Mus’ab’ı karşılamak üzere
gönderdi. İki ordu Filistin’de karşılaştı. Bu savaşta Mus’ab büyük
kahramanlıklar göstermesine rağmen Amr b. Saîd karşısında yenildi ve Medine’ye
geri döndü.[213] Bu savaşın kaybedilmesiyle
birlikte Suriye ve Mısır toprakları kesin bir şekilde Abdullah’ın idaresinden
çıktı ve tüm çabasına rağmen buraları tekrar ele geçiremedi.[214]
64/683 yılında
bütün Müslümanlarca hilafeti hüsnü teveccüh gören Abdullah, İslam devletinin
başında bulunduğu bir ortamda Mervan b. Hakem’in Şam’da Emevî yönetimini tekrar
canlandırmasının meşru olmadığı kanaatindeyiz. Zira Şam Emevî hilafeti II.
Muâviye’nin yerine veliaht bırakmadan vefat etmesiyle fiilen son bulmuş, ortaya
çıkan otorite boşluğunu da Abdullah b. Zübeyr hilafetini ilan ederek
doldurmuştur. Abdullah’ın halife olmasından aylar sonra Mervan’ın hilafetini
ilan etmesi, meşru halifeye bir baş kaldırı mesabesinde bulunmaktadır.
Mervan b.
Hakem’in, meşruiyetini halkın bey’atinden almayan yönetimi on ay devam
etmiştir. Mervan’ın ölümünün ardından yerine geçen oğlu Abdülmelik, Mus’ab’ı ve
Abdullah’ı bertaraf ederek kurdukları devleti yıkmış ve kendi idaresini daha da
güçlendirmiştir. İslam toplumunun başındaki meşru halifeye rağmen Şam’da yeni
bir iktidar kurduğu için Mervan b. Hakem’in bütün idaresi boyunca; yerine geçen
oğlu Abdülmelik’in de, Abdullah’ı şehid ettirip İslam devletine son verdiği
tarihe kadar, meşru devlete ve meşru halifeye isyan eden iki asi durumunda
olduklarını değerlendirmekteyiz.
Mus’ab’ın
katıldığı üçüncü askeri faaliyet ise Medine yakınlarındaki Rebeze’de meydana
gelen savaştır. Bu savaşla ilgili gelişmeler şu şekilde cereyan etmiştir:
Mervan b. Hakem, 65/685 yılında vefatından kısa bir süre önce Ubeydullah b.
Ziyad komutasında bir orduyu el-Cezîre bölgesindeki Züfer b. Haris üzerine
göndermiş ve iki ordu Karkisiya’da karşılaşmıştı. Yine aynı yıl Hubeyş b. Dülce
komutasındaki başka bir orduyu da Medine üzerine göndermiş, bu ordu Medine’ye
yaklaştığı sırada Mervan vefat etmişti. Abdullah b. Zübeyr, Hubeyş üzerine
Abbas b. Sehl komutasında bir askeri birlik gönderdi ve iki ordu Rebeze’de
karşılaştı. Abdullah b. Zübeyr, Abbas’ın kuvvetlerine yardımcı olmak üzere
Mus’ab’ı görevlendirmişti. Rebeze savaşında yardımcı kuvvetlerin başında
bulunan Mus’ab’ın cesaret ve gayretiyle Abbas b. Sehl komutasındaki ordu galip
gelmiş ve Medine’yi işgale gelen Hubeyş komutasındaki Emevî ordusunu bertaraf
etmiştir.[215]
Rebeze savaşında
Mus’ab’ın yerine getirdiği görevle ilgili farklı bir rivayette olay şu şekilde
aktarılmaktadır: Hubeyş b. Dülce, ordusuyla yola çıktıktan sonra durumdan
haberdar olan halife Abdullah, Kûfe ve Basra valilerinden asker yardımı ister.
Bu iki vilayetten gönderilen askerler ile Şam ordusu arasında Medine
yakınlarında şiddetli bir savaş yaşanır ve Irak ordusu hezimete uğrayarak geri
çekilir. Ardından Şam ordusu Medine’ye girer ve şehre hakim olur.[216] Bu defa halife, Hantef b.
es-Sicf komutasında bir birliği Medinelilerin yardımına gönderir. Gelen
birliğin haberini alan Hubeyş, ordusunu Rebeze’ye konuşlandırır. Medineliler de
halife tarafından gönderilen birliğe katılarak Rebeze’ye gelirler. Rebeze’de
iki ordu arasında cereyan eden savaşta Şam ordusu yenilir ve komutanlarıyla
birlikte önemli bir kısmı ölür.[217] Sekiz yüz civarında da esir
alınır ve akıbetleri halifeye sorulur. Halife esirlerin öldürülmesi maksadıyla
kardeşi Mus’ab’ı Medine’ye gönderir. Mus’ab öncelikle esirleri sorgulamış ve
onlardan önemli bilgiler elde etmiştir. Ardından esirlerin, Harre savaşında
Muslim b. Ukbe tarafından katledilen Medinelilerin infaz edildiği yere
götürülmelerini ve burada öldürülmelerini emreder. Komutanlarını ise halka
yaşattıklarına karşılık olarak kırbaçlanarak öldürülmeleri emrini verir.[218] Mus’ab’ın esir askerleri,
Muslim b. Ukbe tarafından infaz edilen Medinelilerin öldürüldüğü yerde infaz
ettirmesi, bir bakıma Harre savaşının intikamının alınması anlamına geliyor ve
bu savaşta maddi-manevi büyük bir yıkıma uğrayan şehir halkının intikam
hislerinin soğumasına imkan sağlıyordu.
Rebeze
savaşında Şam ordusu içinde Yusuf b. Hakem ve oğlu Haccac da bulunmaktaydı.
Haccac ordunun bayraktarlığını yapıyordu. Hezimet emarelerini gördüğü anda
babasıyla firar etmişlerdi. Mus’ab, ordu içinde önemli görevleri olan bu iki
şahsı yakalayıp getiren için yüklü miktarda ödül vaad etmiş, fakat hiç kimse
onları yakalamaya muvaffak olamamıştı.[219]
Mus’ab esirleri infaz ettirip Medine’de bozulan devlet otoritesini yeniden
sağladıktan sonra Mekke’ye geri döndü.[220]
Böylece
Filistin seferinde Amr b. Saîd karşısında cesareti ve gayretine rağmen başarılı
olamayan Mus’ab, Rebeze savaşındaki gayreti ve katkısıyla hem Abdullah b.
Zübeyr’in büyük bir zafer kazanmasına yardımcı olmuş hem de daha önceki
başarısızlığının verdiği moral bozukluğunu gidererek idarî, askerî ve siyasî
kabiliyetini geliştirecek gerekli tecrübeyi kazanmıştır.
İKİNCİ BÖLÜM
VALİLİĞİ DÖNEMİNDE MUS’AB B. ZÜBEYR
Bu bölümde
Mus’ab b. Zübeyr’in, Medine valiliğinden başlayarak Basra ve Kûfe valiliklerini,
Muhtar es-Sekafî ve Hâricîlere karşı yürüttüğü mücadeleleri Deyrulcâselik
savaşını ve bu savaştaki şehadetini etraflı bir şekilde incelemeye gayret
göstereceğiz.
Yukarıda ifade
ettiğimiz gibi Abdullah b. Zübeyr, 64/683 yılında hilafetini ilan ettikten
hemen sonra Medine’ye kardeşi Ubeyde’yi vali tayin etmişti. Ubeyde iki yıla
yakın bir zaman yürüttüğü valiliği sırasında bazen halkı incitecek ve
şikayetlere sebep olacak derecede ağır ifadeler kullanırdı. Yine bir
konuşmasında halkın tepkisini çekecek sözler kullanmış, valiye öfkelenen şehir
halkı durumu halifeye intikal ettirmiştir. Durumu tedkik ettiren halife,
gereksiz yere halkla polemiğe giren Ubeyde’yi 65/685 yılında valilik görevinden
azletmiş ve yerine diğer kardeşi Mus’ab’ı atamıştır.[221]
Mus’ab’ın Medine valiliğine atanmasında cesaret ve kahramanlığının, çocukluk ve
gençlik yıllarını ağabeyinin gözetiminde geçirmesi sebebiyle iyi bir eğitim
almasının yanında muhtemelen Kabe muhasarası, Filistin seferi ve Rebeze
savaşında kazandığı idari ve askeri tecrübenin de etkisi olmuştur. Diğer yandan
Abdullah’ın öteden beri tanıdığı, kabiliyetlerinin farkında olduğu ve sonuna
kadar kendisine ve davasına sadakat gösterecek birisini seçtiğini söylemek
mümkündür.
Mus’ab b.
Zübeyr, Medine valiliğini 2 yıl kadar yürütmüştür. Mus’ab’ın 66/686 yılında
Filistin üzerine bir sefer yaptığı zikredilmekle birlikte[222]
bunun bir önceki yıl gerçekleştirilen ve Mus’ab’ın başarısız olduğu sefer
olması vakıaya daha uygundur. Zira, Mervan b. Hakem’in 65/685 yılında vefatının
ardından Emevî tahtına oğlu Abdülmelik geçmiştir. Filistin seferinin Mervan’ın
Mısır üzerine yürümesi sebebiyle başlatıldığını hatırladığımızda, bu seferin
65/685 yılı içinde gerçekleştiği ortaya çıkmaktadır.
Diğer taraftan
öncelikli tehlike olan Hâricî faaliyetleri Abdülmelik ve Abdullah b. Zübeyr’in
dikkatlerini Irak’a teksif etmelerine neden olmuştu. Çünkü Filistin
yenilgisiyle Suriye ve Mısır topraklarının idaresini Emevîlere terk etmek
zorunda kalan Abdullah, artık bu bölgelerin geri alınmasının mümkün olmadığını
görmüş, bütün mesaisini idaresinde bulunan bölgelerin adaletli ve huzurlu bir
şekilde yönetilmesine, halkın rahatının sağlanmasına ve vergilerin düzenli
toplanarak yatırımların gereği gibi yapılmasına teksif etmiştir. Abdülmelik ise,
en kuvvetli rakibi ve İslam topraklarının neredeyse tamamının idarecisi olan
Abdullah’la mücadeleye girip elindeki askeri ve ekonomik imkanları tüketmek
yerine, Şam’daki otoritesini sağlamlaştırmak, ekonomik imkanlarını artırmak ve
gerekli güvenlik tedbirlerini alarak Irak’taki Hâricî isyanları başta olmak
üzere bütün gelişmeleri uzaktan izlemeyi uygun bulmuştu.
67/686 yılına
kadar Medine valiliği görevinde bulunan Mus’ab’ın bu görevdeki faaliyetleri
hakkında kaynaklarımızda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bu yılda Kûfe’de
başgösteren Muhtar’ın isyanını bastırabilmek için Mus’ab, Medine valiliğinden
alınarak Basra valiliğine atanmıştır.
Mus’ab b.
Zübeyr’in Basra valiliğine atanmasını zikretmeden önce bölgedeki mevcut durumu
ana hatlarıyla hatırlamamız, onun Basra’ya atanmasının amacını anlamamız ve
konu bütünlüğünü sağlayabilmemiz açısından yerinde olacaktır.
Abdullah b.
Zübeyr’in 64/683 yılında Mekke’de halifeliğini ilan etmesiyle Emevîlere muhalif
olan unsurlardan Hâricîler ve Muhtar es-Sekafî, Abdullah’ın etrafında
toplanmış, ve Mekke kuşatmasında onunla birlikte mücadele etmişlerdi.[223] Hâricîler, 65/685 yılına
kadar Mısırlıları Abdullah b. Zübeyr’e bey’ata davet etmişlerdi.[224] Fakat bu tarihlerde
Abdullah’ın kendileri gibi düşünmediğini anladılar ve etrafından dağılarak bir
kısmı Necid ve Bahreyn taraflarına, diğer kısmı da Irak ve Fars bölgesine
yerleştiler. Irak taraflarına çekilen Hâricîler Abdullah’la mücadeleye
başladılar.[225] Yıkıcı faaliyetleri ve sebep
oldukları anarşiyle halkı ve idareyi tehdit etmeye başlayan Hâricîlerle
Mühelleb b. Ebî Sufra Horasan ve çevresinde çetin ve etkili mücadeleler yürütse
de Hâricî anarşi ve tehlikesi Kûfe ve Basra’yı tehdit etmeye başlamıştı.[226]
Diğer taraftan
Muhtar b. Ebî Ubeyd es-Sekafî’de, Abdullah’tan yüz bulamamış ve 65/685 yılı
Ramazan ayında, Abdullah tarafından Kûfe’ye vergi memuru olarak tayin edilen
Talha b. Ubeydullah’ın torunu İbrahim b. Muhammed’le birlikte Mekke’den Kûfe’ye
gelmişti.[227] Bu sırada Hz. Hüseyin’in
şehadetinde kendi ihmalleri olduğunu düşünenler, pişmanlıklarını izhar ederek
Süleyman b. Surad liderliğinde Tevvâbûn[228]
hareketini başlatmışlar ve Hz. Hüseyin’in intikamını almak için bir araya
gelmişlerdi. Muhtar, bu harekete katılmadığı ve destek vermediği gibi,
Kûfelileri kendi safında Hz. Hüseyin’in katillerine karşı mücadele etmeye
çağırdı. Süleyman b. Surad ve taraftarlarının harekete geçerek Aynu’l-Verde’ye
gelmeleri karşısında dahi bu harekete destek vermeyen Muhtar, Tevvâbûn
mensuplarının Ubeydullah b. Ziyad karşısında yenilip şehid olmaları[229] neticesinde daha rahat
hareket etmeye başladı.[230] Hz. Hüseyin’in intikamını
almak ve katillerini cezalandırmak gayesiyle ortaya çıkanların Aynu’l- Verde’de
bertaraf edilmesiyle ortada bu davayı sürdüren sadece Muhtar kalmıştı. O,
kendisinin Mehdî olarak vasfettiği Muhammed b. Hanefiyye tarafından
görevlendirildiğini iddia ederek yanına çok sayıda taraftar topladı.[231] İlerleyen süreçte Abdullah’la
cılız bir şekilde devam eden ilişkilerini kopararak Kûfe’de kendi başına buyruk
bir mütegallibe gibi hareket etmeye başlaması[232]
ve isyankar faaliyetlerinden dolayı vali tarafından tutuklandı. Fakat eniştesi
Abdullah b. Ömer’in araya girmesi ve isyankar davranışlarda bulunmayacağına
dair söz vermesi neticesinde hapisten kurtuldu.[233]
Muhtar,
Muhammed b. Hanefiyye tarafından gönderilmiş süsü verdiği bir mektupla İbrahim
b. Eşter’i kendi yanında Ehli Beyt adına mücadele yürütmeye davet etti.[234] Zira İbrahim’in babası Eşter
en-Nehaî, Hz. Ali ve Ehl-i beyt taraftarı olarak tanınıyordu. İbrahim’in
saflarına katılmasıyla daha da güçlenen Muhtar, 13 Rebiüevvel 66/685’te Hz.
Hüseyin’in intikamını almak maksadıyla Abdullah’a isyan etti ve kısa sürede
Kûfe’yi ele geçirdi.[235] Kûfe’ye tamamen hakim olan
Muhtar, İbrahim b. Eşter’i, Hz. Hüseyin’in katillerinin en önde geleni olarak
nitelediği Ubeydullah b. Ziyad üzerine gönderdi. Fakat bu sırada şehirde
Mevâlînin kendileriyle eşit tutulmasına tepki gösteren Arap eşrafı ayaklandı.
Durumdan haberdar olan İbrahim’in aniden şehre geri dönmesiyle ayaklanma
bastırıldı. Zilhicce 66/686’da Kerbelâ faciasına karışarak Ehl-i beyt’e zarar
veren
Kûfelilerin tamamı Muhtar tarafından öldürüldü ve evleri yaktırıldı.[236]
Abdullah b.
Zübeyr, 66/686 yılı Zilhicce ayında Mekke’ye hacca gelen Muhammed b.
Hanefiyye’yi kendisine beyat etmeye davet etmiş, Muhammed’in kabul etmemesi
üzerine onu Ebu Talib mahallesinde bir eve hapsetmişti.[237]
Muhammed’in durumu bir mektupla Muhtar’a haber vermesi üzerine Muhtar, Abdullah
el-Cüdeli komutasındayüz elli kişilik bir süvari birliğini Mekke’ye gönderdi.
Abdullah, halifeyi İbn Hanefiyye’yi serbest bırakması konusunda ikna etmeye
çalıştıysa da başarılı olamadı. Bunun üzerine, süvariler, bir gece baskınıyla
Muhammed b. Hanefiyye ve beraberindekileri kaçırdı.[238]
Muhammed b. Hanefiyye, Muhtar öldürülene kadar sekiz ay Kufe’de kalmış, bu süre
boyunca kendisini kurtaran askerler hizmetinde bulunmuş, Muhtar’ın
öldürülmesinden sonra ise Şam’a Abdülmelik b. Mervan’ın yanına gitmiştir.[239] 09-10 Zilhice
67/686’da İbrahim b. Eşter komutasındaki Muhtar’ın ordusu Musul yakınlarındaki
Hazir suyu mevkiinde,[240] Emevî ordusunu büyük bir
bozguna uğrattı ve komutan İbn Ziyad ile Husayn b. Numeyr başta olmak üzere Hz.
Hüseyin’in katili olan birçok askeri öldürdüler.[241]
Böylece Muhtar, Hz. Hüseyin’in katillerini cezalandırma gayesinin en önemli iki
ayağını gerçekleştirmiş oluyordu.
Muhammed b.
Hanefiyye’yi hapisten kurtarması, Hz. Hüseyin’in bütün katillerini öldürmesi ve
bütün bunları yaparken bir takım olağanüstü güçlerinin olduğunu iddia etmesi
gibi sebeplerle[242] Kûfe’de şöhreti iyice artan
Muhtar, artık bölgesel bir sorun ve büyük bir tehlike haline gelmişti.[243]
Muhtar
es-Sekafî’nin bu tehlikeli yükselişi ve Mekke’den Muhammed b. Hanefiyye’yi
kaçırması karşısında Muhtar’a iyice öfkelenen ve tedbir almaya mecbur kalan
Abdullah b. Zübeyr, hızlı davranarak 67/686 yılında Basra valisi Haris b.
Abdullah el-Mahzûmî’yi[244] görevinden azlederek, yerine
Medine’de vali olan kardeşi Mus’ab’ı atamıştır.[245]
Mus’ab’ın valiliğinden en önemli beklenti Muhtar’ı bertaraf ederek mevcut
isyanı bastırması ve halka verdiği zararların karşılanması olmalıdır. Abdullah
b. Zübeyr, Basra’ya Muhtar’la başa çıkabilecek bir vali atamak istemiş, bunun
için de cesaret ve tecrübesine güvendiği kardeşi Mus’ab’ı bu göreve uygun
görmüştür. Böylece Muhtar’ın karşısına, ona denk ve emsal olan bir vali ve komutan
çıkarmıştır.[246]
Mus’ab b.
Zübeyr, valilik görevini devralmak için Basra’ya geldiğinde, şehre girerken
yüzünü bir peçeyle örtmüş ve onu hiç kimse tanıyamamıştı. Şehre gelir gelmez,
namaz vaktinde doğruca mescide gitmiş ve namazın sonunda minbere çıkmıştı.
Mus’ab minbere çıkınca yeni valinin geleceğinden haberdar olanlar '“vali!
vali!” diyerek hayret ve merakla konuşmasını beklediler. Eski vali Haris de
minberin yanına geldi. Mus’ab yüzündeki peçeyi açınca onu tanıdılar. Mus’ab,
Haris’i minbere yanına çağırdı ve kendisinden bir basamak aşağıya oturtu.
Mus’ab ayağa kalktı ve Allah’a hamdu sena ettikten sonra Firavun’un Mısır’da
Müslümanlara karşı zalimce davranışlarından, kibirlendiğinden ve halkını
gruplara ayırarak bir kısmına zulmettiğinden ve bozguncu kimselerden olduğunu
haber veren ayetleri[247] okudu. "Bozguncular’”
kısmını teleffuz ederken eliyle Şam tarafını işaret etti.[248]
Allah’ın mazlumları lütuf ve ikramıyla önderler kıldığını ve onlara varisler
vereceğini belirttiği ayeti[249] okurken de eliyle Hicaz tarafını
işaret etti. Allah’ın verdiği kuvvetle yeryüzünde kudretli hale gelenlerin
Firavun ve Hâmân’a musallat edilerek onların bertaraf edileceğini haber veren
ayetin[250] [251]
akabinde de; “Ey Basralılar! Ben sizlerin başınızdaki emir ve yöneticilere
lakaplar taktığınızı haber aldım. Bilmiş olun ki, ben kendime “Cezzâr” lakabını
takıyorum.”30 diyerek konuşmasını tamamladı ve minberden indi.
Mus’ab’ın
şehir halkına yaptığı bu ilk konuşmasından valiliği boyunca uygulayacağı
siyasetinin ana başlıklarını rahatlıkla tespit edebiliriz.
Öncelikle
Mus’ab, Şam yönetimini bir bozguncu ve isyancı olarak görmekte ve onlarla
mücadele edileceğini ihsas ettirmektedir. Yezîd idaresindeki Şam yönetiminin
Firavun yönetimiyle kıyaslanabilecek kadar zalimce davranışlar sergilediğini,
Allah’ın onları bertaraf ederek mazlum durumundaki Hicaz ehline hilafeti ve
hükümranlığı bahşettiğini, onların da zalim ve bozgunculara karşı Allah yolunda
mücadele edeceğini deklare etmektedir. Fakat burada öncelikli tehlikenin Muhtar
olduğu, daha sonra da Abdülmelik yönetimiyle mücadele edileceği
belirtilmektedir. Mus’ab’ın deve kasabı manasına gelen “Cezzar” lakabını
kullanacağını ilan etmesi davasındaki kararlılığını, cesaretini ve düşmanına
karşı acımasız olacağını akla getirmektedir.
Diğer taraftan
Mus’ab’ın göreviyle ilgili hedeflerini Kur’an ayetlerini adeta konuşturarak
ifade etmesi ve ayetleri güncel karşılıklarıyla, muhtemelen bağlamından
kopararak dilediği gibi müşahhaslaştırması dinin siyasete ne kadar alet
edildiğinin ibretlik bir göstergesidir. Bu hitabe o dönemde din ile siyasetin
ne kadar iç içe girdiğinin de tipik bir göstergesidir.
Muhtar b. Ebî Ubeyd es-Sekafî ile Mücadelesi
Mus’ab b.
Zübeyr, Basra’ya yukarıda değindiğimiz şekilde gelerek valilik görevini Haris
b. Abdullah’tan devraldıktan sonra ilk iş olarak Muhtar’ı bertaraf etmek için
hazırlıklara başladı. Hatırlanacağı üzere Muhtar, Kerbelâ faciasına karışan
Kûfelilerin tamamını öldürtmüş ve evlerini yaktırmış, muhaliflerine karşı da
sert tedbirler almıştı. 13 Rebiülevvel 66/685’teki isyanının başarıya
ulaşmasında önemli katkıları olan mevaliye büyük yakınlık gösteren Muhtar,
onları Arap asıllı Müslümanlarla eşit tutmuş ve askerlerinin çoğunu mevalîden
seçmişti.[252] Bu yüzden, Kûfe’nin Arap
asıllı sakinlerinden büyük bir topluluk, Muhtar’ın, Allah’ın kendilerine
ganimet olarak verdiği insanları ganimetlerine ortak ettiğini söyleyerek
Basra’ya gitti. Bu iki olay Sebi’ vakası[253]
olarak anılır ki, Muhtar’ın icraatlarından şikayetçi olarak Basra’ya
gelen Kûfeliler, Mus’ab’ı Muhtar’ın üzerine yürümeye teşvik etmişlerdi.
Konuyla ilgili
rivayetleri birleştirdiğimizde olayların akışı şöyle özetlenebilir: Sebi’
vakası sebebiyle Şebes b. Rib’i başkanlığındaki kalabalık bir grup Kûfe’den
kaçarak Basra’ya sığınmıştı. Şebes, kendine acındırmak için kuyruğunu kesip
kulağını yardığı bir katırın üzerinde ve cübbesi parçalanmış bir halde şehre
girdi. Onu perişan haliyle görenler etrafına toplanıp halini anlamaya
çalışırken Şebes; “Ah şu savaşta başımıza gelenler” diye feryat ederek
etrafındakilerden yardım istedi. Toplanan gruptan bazıları, Şebes’in durumunu
Mus’ab’a iletince vali onu huzuruna çağırdı. Şebes, Mus’ab’ın huzuruna çıkınca,
Kûfe eşrafı da huzura girip validen kendilerine yardım etmesini ve Muhtar’ın
üzerine yürümesini istediler. Böylece hem Muhtar bertaraf edilmiş olacak hem de
Kûfelilerin intikamı alınmış olacaktı. Mus’ab’ı savaşa teşvik eden bu
Kûfelilerin dışında Muhammed b. Eş’as da,[254]
Muhtar’a yakalanmaktan Basra’ya kaçarak kurtulabilmiş ve o da aynı şekilde
Mus’ab’ı Muhtar’ın üzerine yürümeye teşvik etmişti. Mus’ab, Muhammed’i
çevresinde tutmuş ve maiyetine alarak ona ikramda bulunmuştu.[255]
Mus’ab, bütün
bu teşviklere rağmen yine de ihtiyatlı davranarak ordusunu olabildiğince
kuvvetlendirmek istemiş, diğer vilayetlerden asker isteyerek bütün ordusunun
toparlanmasını beklemiştir. Kûfelilere de ordu toparlanıp hazırlıklar
tamamlanmadan sefere çıkmayacağını kesin bir dille haber vermiştir.[256]
Mus’ab ilk
olarak Fars valisi Mühelleb b. Ebî Sufra’ya bütün birlikleriyle gelerek
ordusuna katılması için bir mektup gönderdi. Fakat Mühelleb, böyle bir savaşın
içine girmek istemediği için hazırlıklarını biraz ağırdan aldı. Mühelleb’in
gelmesi gecikince Mus’ab, Mühelleb’e yazdığı ikinci bir mektubu Muhammed b.
Eş’as’la gönderdi. Muhammed’i hakaretvari bir şekilde karşılayan Mühelleb,
kendisine gönderilen bu son mektubu okurken Muhammed de Kûfe’deki mevcut mevali
isyanını ve zulümlerini açıkladı. Ardından Mühelleb, kalabalık bir ordu, bol
miktarda silah ve mühimmatla birlikte Basra’ya gelerek Mus’ab’ın emrine girdi.[257]
Mühelleb b.
Ebî Sufra’nın katılımıyla daha da güçlenen Mus’ab, Kûfe’de Muhtar’a karşı bir
cephe oluşturabilmek amacıyla daha önce kendisine sığınmış olan Abdurrahman b.
Mihnefi, gizlice Kûfe’ye gönderdi. Eşraftan olan Abdurrahman, Kûfe’de
olabildiğince fazla miktarda asker toplayacak ve bunları gizlice Basra’ya
ulaştıracaktı. Ayrıca Kûfelileri Muhtar’dan uzaklaştırmak amacıyla propaganda
yapacak ve Abdullah b. Zübeyr adına gizlice bey’at alacaktı.[258] Abdurrahman’ın Kûfe’deki
gayretleri netice vermiş ve birçok kişi Mus’ab’ın saflarına katılmıştır. Daha
önce Muhtar’dan kaçarak Basra’ya gelenlerle birlikte on bin civarında Kûfeli
Muhtar’a karşı savaşmıştır.[259]
Mus’ab b.
Zübeyr, sefer için son hazırlıklarını tamamlayarak Rebiülahir veya
Cemaziyelevvel 67/686’da ordusunun başında Basra’dan Kûfe’ye doğru hareket
etti.
Mus’ab b.
Zübeyr, bütün hazırlıklarını tamamlayarak ordusunun başında Basra’dan Kûfe’ye
doğru karadan ve nehirden ilerlemeye başladı.[260]
Mus’ab’ın Kûfe’ye doğru yaklaştığını haber alan Muhtar, yakın arkadaşlarına ve
komutanlarına durumu bildirerek ne yapacakları konusunu istişare etti. Neticede
Ahmer b. Şumayt komutasında bir orduyu Mus’ab üzerine göndermeye karar verdi.
Ahmer, askerlerini alarak Hammam A’yun denilen mevkide karargah kurdu ve kendisine
katılacak birlikleri beklemeye başladı. Muhtar, İbrahim b. Eşter’in de içinde
bulunduğu küçük birlik komutanlarını Ahmer’in emrine verdi. Ahmer, birliklerine
gerekli tayinleri yaptı ve ordusunun başında Mezâr mevkiine[261]
gelerek karargah kurdu. Ahmer’in Mezâr’da karargah kurmasını ve Mus’ab’la
burada savaşmasını Muhtar emretmişti. Çünkü Muhtar, daha önce Sakifli birisinin
Mezâr’da çok büyük bir zafer kazanacağını haber almış, kendisi de Sakifli
olduğu ve daha önce de büyük zaferler kazandığı için bu kişinin kendisi
olduğuna kanaat getirmişti. Fakat burada ordusu ağır bir yenilgi alacak ve
büyük çoğunluğu bertaraf edilecekti. Muhtar’ın Mezâr’daki zaferle ilgili
aldığını iddia ettiği gayb haberi başka bir Sakifli olan Haccac tarafından,
Muhammed b. Eş’as’ın oğlu Abdurrahman’a karşı kazanılacak ve Abdurrahman bu
çetin savaşta öldürülecekti.[262]
Mus’ab b.
Zübeyr de, Mezâr’a yakın bir mevkiye gelerek karargah kurdu. Abbad b. Hüseyin
et-Temimî’yi öncü birliklere, Ömer b. Ubeydullah b. Mamer’i sağ kanada, Mühelleb
b. Ebî Sufra’yı sol kanada komutan tayin etti. Ardından her kabileye de birer
komutan tayin ederek muharebe düzenine geçti. Ahmer b. Şumayt’te askerlerini
harp düzenine geçirdi. İbn Kamil eş-Şâkir’i sağ kanada, Abdullah b. Vüheyb
el-Cuşemî’yi sol kanada ve Ebu Amrâ’yı da mevaliye komutan tayin etti.[263]
İki ordu bu
düzenle savaşmaya hazırdılar. Savaş başlamadan az önce, Ahmer’in sol kanat
komutanı olan Abdullah, süvarilerin bir ihanet içinde olabileceğinden
şüphelenmiş ve onların atlarından inerek piyade olarak savaşmalarını Ahmer’e
teklif etmiş ve bu teklifi kabul görmüştü. Fakat bu yaptıkları değişiklik, daha
sonra Ahmer’in ordusunun savaşı kaybetmesinde etkisi olan bir hata idi.
Mus’ab’ın öncü
birlikleri, Ahmer’in ordusuna yaklaşınca o, Abbad b. Hüseyin’e barış teklifinde
bulunarak şöyle seslendi: “Bizler sizleri Allah ’ın Kitabı’na, Rasulü’nün
sünnetine, Muhtar’a bey’at etmeye ve yönetim işini Rasulüllah’ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) soyundan gelenler arasında oluşturulacak bir şuraya
devretmeye çağırıyoruz.”[264]
Abbad, bu teklifi kendi başına kabul edemeyeceğini söyleyerek Mus’ab’ın
huzuruna geldi ve Ahmer’in teklifini iletti. Mus’ab ise, hemen geriye dönüp
Ahmer’e karşı hamle yapmasını emretti. Abbad geri geldi ve askerleriyle
birlikte Ahmer’in üzerine hücuma geçtiler. Mühelleb birliğiyle İbn Kamil
üzerine, Ömer b. Ubeydullah’ta Abdullah b. Enes üzerine saldırıya geçti. Mus’ab
savaşın ilerleyen saatlerinde Muhammed b. Eş’as’ı Kûfeli süvarilerin başında,
bozulup kaçışan askerlerin üzerine gönderdi ve onlara şunları söyledi: “işte
almak istediğiniz intikamınız önünüzde! Bugün aldığınız bütün esirleri öldürün.
” Bu emri alan Kûfeli askerler, Muhtar’ın askerlerinden yakaladıklarını
öldürdüler. Hatta Muhtar’ın askerlerine olan kinleri sebebiyle Basralı askerlerden
daha şiddetli davrandılar.
Bu şekilde
cereyan eden savaş akşama doğru bitti. Savaşın sonunda Mus’ab b. Zübeyr ve
ordusu büyük bir zafer kazanmıştı. Mus’ab’ın yukarıdaki emrini sonuna kadar
uygulayan askerleri, Muhtar’ın ordusundan yakaladıkları bütün askerleri
öldürdüler. Kaçabilen bir grup hariç hiç kimseyi sağ bırakmadılar. Savaşta
ölenlerin başında, Ahmer b. Şumayt bulunuyordu.[265]
Mezâr zaferi,
Mus’ab’ın Basra valiliğinde elde ettiği ilk ciddi başarısıdır. Mus’ab, bu
savaşla birlikte Muhtar’a karşı hem maddi hem de psikolojik üstünlüğü ele
geçirmiştir. Kûfe’de Muhtar’ın prestiji sarsılmış, kurmaya çalıştığı otoritesi
önemli bir darbe almış ve Abdullah b. Zübeyr’in Irak topraklarındaki hakimiyeti
biraz daha sağlamlaşmıştır.
Mus’ab b. Zübeyr,
Mezâr savaşı neticelendikten sonra o günlerde henüz inşa edilmemiş olan Vâsıt
tarafından Kûfe’ye doğru ilerlemeye devam etti. Piyade askerlerini ve ordusunun
bütün mühimmatını gemilere yükletti. Gemileri, Fırat nehri yoluyla Kûfe’ye
gönderdi. Kendisi de ordusuyla birlikte Fırat’ı aşarak Kûfe’ye iyice yaklaştı.
Muhtar
es-Sekafî ise, Ahmer b. Şumeyt komutasında gönderdiği ordunun Mezâr’da yok
edildiğini haber alınca yanında bulunan askerlerini teskin etmek ve onları
mücadeleye teşvik etmek için ölümün kaçınılmaz olduğunu ve kendisinin de savaş
meydanında bütün gücüyle mücadele ederken ölmek istediğini söyledi. Muhtar’ın
yanındakiler bu konuşmasından onun sonuna kadar mücadele edeceğini ve eğer
kazanamazsa bu uğurda ölene kadar savaşacağını anladılar. Bu onların moralini
yükseltti ve mücadele azimlerini kamçıladı.
Muhtar,
Mus’ab’ın karadan ve nehirden Kûfe’ye doğru ilerlediğini haber alınca, onu
durdurabilmek için Selhin, Kadîsiye ve Yusuf kanallarının birleştiği yere
geldi. Burada Fırat nehrinin suyunu bu kanallara çevirip dağıtarak nehrin geri
kalan kısmında su seviyesinin azalmasını sağladılar. Böylece Mus’ab’ın
askerlerini taşıyan gemiler çamura saplandı. Mus’ab’ın gemilerdeki askerleri
suyun çevrildiği yere çok yaklaşmışlardı. Kanalların birleştiği yere gelerek
nehrin suyunu eski haline getirdiler.[266]
Mus’ab,
ordusunun büyük kısmını söz konusu mevkide toplamıştı. Geri kalan birliklerin
de orduya katılmasının ardından Kûfe’ye doğru ilerlemeye başladılar. Nihayet
Kûfe yakınlarındaki Harûrâ’ya[267] ulaşan Mus’ab, burada
karargah kurmaya karar verdi. Mus’ab’ın ordusuyla Harûrâ’ya ulaştığını ve
karargah kurduğunu haber alan Muhtar, Kûfe’de Abdullah b. Şeddad’ı yerine vekil
bırakarak emrine şehri koruyacak ve savunacak miktarda asker vermişti.[268] Geri kalan ordusunu toplayıp,
Harûrâ’nın Kûfe tarafına karargah kurdu.
Mus’ab b.
Zübeyr, ordusunun sağ kanadına Mühelleb b. Ebî Sufra’yı, sol kanadına Ömer b.
Ubeydullah’ı ve süvarilerin başına Abbad b. Hüseyin’i komutan tayin etti.
Muhtar es-Sekafî ise sağ kanada Süleym b. Yezîd’i, sol kanada Saîd b. Munkiz’i
komutan tayin etti. Muhammed b. Eş’as’ta, Kûfe’den kaçarak Basra’ya
sığınanların başında Harûrâ’ya gelerek iki ordu arasında yerini aldı. Bu
şeklide iki ordu da son hazırlıklarını tamamlayarak harp nizamına geçti.
Muhtar, Muhammed’in Kûfelilerle birlikte gelip
Mus’ab’ın
ordusuna katıldığını görünce, onun her birliğine karşı kendi ordusundan bir
birliğin saldırması emrini verdi. Muhtar’ın hücumuyla başlayan savaşın
ilerleyen saatlerinde iki ordu arasında şiddetli çarpışmalar meydana geldi.
Mus’ab, Mühelleb’e saldırı emri gönderdi fakat Mühelleb temkinli davrandı ve: “Ben
başarı sağlayacağım fırsatı elime geçirinceye kadar askerlerimi Kûfeliler’e
boğazlatmam. ” diyerek uygun zamanı kolladı. Aradan fazla zaman geçmeden
Mühelleb’in beklediği fırsat eline geçmiş, askerleriyle Muhtar’ın üzerine hücum
etmiş ve onları darmadağın ederek geri püskürtmüştü. Bir ara Mus’ab’ın
askerleri bozulma emaresi göstermişler, Muhtar’ın askerleri onun yanına kadar
sokulabilmişlerdi. Fakat Mus’ab’ın yerinde müdahelesiyle askerleri toparlandı
ve saldırıya geçerek taarruzu geri püskürttü.[269]
Muhtar’ın
ordusu akşama doğru ateşe verilmiş bir orman gibi kırılmış ve dağılmaya yüz
tutmuştu. Muhtar’ın süvari birliklerinin komutanı ve Sıffin savaşına da
katılmış tecrübeli bir asker olan Amr b. Abdullah, savaşırken şöyle dua
ediyordu: “Allah ’ım! Bana Sıffin’de bulunduğum hali nasib et.” Savaşın
şiddetinden kaçanları gördüğünde ise; “Allah’ım! Ben bu askerlerin düştüğü
durumdan uzağım. ”, Mus’ab ve ordusunu kastederek; “Allah’ım! Ben
onların nefislerinden uzağım.” diyordu. Amr, bu hali üzere bir süre daha
savaştı ve en sonunda öldürüldü.[270]
Muhtar’ın
piyadelere komutan tayin ettiği Malik b. Amr, emrindeki az sayıda askerle,
Muhammed b. Eş’as’ın birliğine şiddetli bir saldırı gerçekleştirdi. Bu
saldırının ardından Muhammed ve bütün askerleri öldürüldü.[271]
[272]
Muhtar’ın
yanında cesaretli ve maharetli askerler bulunuyordu ve bunlarla gece boyu
savaşmaya devam etti. Fakat, Muhtar’ın ordusundan sadece Hemdanlı askerler
kalmış ve onunla beraber şiddetli bir şekilde savaşmışlardı. Muhtar’ın diğer
askerleri ise etrafından dağılıp kaçtılar. Yanında kalan askerlerden biri: “Ey
Muhtar! Sen bize burada zafer kazanacağımızı vaat etmemiş miydin? Bak dağıldık,
herkes canının derdine düşmüş kaçışıyor. Bu halimiz nedir?” dediğinde,
Muhtar: “Sen Yüce Allah ’ın Kitabı’nda “Allah dilediğini silip yok eder,
dilediğini de sabit bırakır. Ümmü’l Kitap O ’nun yanındadır. '”3' buyurduğunu
duymadın mı?” diyerek cevap vermiştir.[273]
Sabah
olduğunda artık savaş sona ermiş, Mus’ab, Muhtar es-Sekafî karşısında kesin ve
büyük bir zafer elde etmişti. Muhtar, savaştan arta kalan bir grup askeriyle
birlikte Kûfe’ye doğru zorlukla çekilmeyi başardı.[274]
Harûrâ’ya hareket etmeden önce Kûfe’nin güvenliğini sağlaması için bıraktığı
askerleriyle birlikte valilik konağında bir savunma hattı oluşturmaya çalıştı.
Muhtar’ı artık çetin ve meşekkatli bir savunma bekliyordu. Mus’ab ise,
ortalığın ağarmasıyla birlikte Muhtar’ı ve beraberindekileri yakalayıp imha
etmek için arkalarından takibe koyulmuş vr Kûfe’ye kadar peşlerini
bırakmamıştı.[275]
Harûrâ savaşı,
Irak’ta dengelerin tamamen değişmesine neden olmuştur. Mus’ab, Muhtar
karşısında askerî, siyasî ve ekonomik her türlü üstünlüğü ele geçirmiş, Basra
ve Kûfe yönetimini birleştirmiştir. Mus’ab, Kûfe’ye girerek halkın bey’atını
almış, böylece halkın çoğunluğunun desteğini temin etmiştir. Diğer yandan
Muhtar, elinde kalan bir avuç askerle çekildiği konakta ümitsiz bir şekilde
savunmaya geçmiş, ardındaki halk desteğini önemli oranda kaybetmiştir.
Harûrâ
savaşının bir diğer önemli neticesi ise Muhtar’ın bir yalancı olduğunun kesin
bir şekilde ortaya çıkmış olmasıdır. Zira Kûfe’de Hz. Hüseyin’in intikamını
almak gayesiyle ortaya çıktığı gün kendisinin, Mehdî olarak nitelediği Muhammed
b. Hanefiyye tarafından görevlendirildiği yalanını söylemesi ile başlayan
yalancılığı, bu savaşa kadar devam etmiştir. Hâzir savaşında ordusunu
Ubeydullah b. Ziyad üzerine gönderirken askerlerini ve taraftarlarını zaferle
müjdelemiş, bu adeti Harûrâ savaşına kadar devam ettirmiştir. Bu arada
kendisine Cebrail’in vahiy getirdiğini iddia ederek peygamberlik davası gütmeye
dahi başlamıştır.[276]
Son olarak
Harûrâ’ya gelirken ordusuna zafer müjdesi vermesine rağmen ağır bir yenilgi
alması ve ordusunun neredeyse tamamının dağılması üzerine geri kalan
askerlerinin, zafer müjdesini hatırlatması üzerine “Allah dilediğini silip
yok eder, dilediğini de sabit kılıp bırakır. ”[277]
ayetini delil getirerek, aslında Allah’ın kendisine zaferi vaat ettiğini, fakat
daha sonra bu değişik neticenin zahir olduğunu iddia etmiş ve Beda[278] fikrini ilk defa ortaya
atmıştır.[279] İşte Harûrâ savaşının Muhtar
açısından en olumsuz neticesi yalancılığının ortaya çıkması ve bunu gören
insanların etrafından dağılarak onu yardımsız bırakmasıdır. Mus’ab’ın kuşattığı
Muhtar’ın halk desteğinden mahrum kalması, kuşatmayı yararak kurtulmasının
önündeki en büyük engeli oluşturmuştur.
Harûrâ
savaşında, her iki tarafın kayıpları ağır olmuştur. Muhtar nerdeyse ordusunun
tamamını kaybetmiş, kalanlarıyla da Kûfe’de savunma hattı oluşturmuştur. Mus’ab
ise Muhammed b. Eş’as ve Hz. Ali’nin oğlu Ömer[280]
başta olmak üzere bir çok askerini kaybetmiştir. Bu kayıplarına rağmen
Muhtar’ın ardına düşüp onu Kûfe’ye kadar takip etmiş ve sığındığı valilik
konağında kuşatmıştır.[281]
Harûrâ
savaşının tarihi konusunda sarih bir rivayet bulunmadığı için, gününü kesin
olarak tayin edemiyoruz. Fakat Muhtar’ın, Kûfe’de dört ay savunma yaparak
direndiği ve Ramazan ayında öldürüldüğünü[282]
kaydeden rivayetleri esas aldığımızda bu kanlı savaşın 67/687 yılı,
Cemaziyelevvel ayının ilk on günü içinde meydana geldiğini söyleyebiliriz.
Muhtar es-Sekafî’nin Öldürülmesi
Harûrâ
savaşında kesin ve büyük bir yenilgi alan Muhtar, elinde kalan askerleriyle
birlikte Kûfe’de valilik konağına sığınmış ve bir savunma hattı oluşturmuştu.
Muhtar’ın savunma yapan askerlerinin sayısı ile ilgili birbirinden farklı
rivayetler bulunmaktadır. Askerlerin sayısını yirmi bin olarak veren
rivayetlerin yanında,[283] daha makul sayılar da
zikredilmektedir.[284] Muhtar’ın ölümünden sonra teslim
olan askerlerinin sayısını esas alırsak,[285]
askerlerin 7-8 bin civarında olduğunu söyleyebiliriz. Mus’ab b. Zübeyr’in ise,
Muhtar’la kıyaslanamayacak kadar çok askeri olduğunu tahmin ediyoruz, fakat
asker sayısını tam olarak bilemiyoruz.
Mus’ab’ın, ordusuyla
birlikte Kûfe’ye girmesi, Muhtar için sonun başlangıcı anlamına geliyordu.
Mus’ab, kuşatma için gerekli tertibi almış, askerlerini kritik mevkilere
yerleştirerek şehirde düzen ve asayişi sağlamıştı. Halkın Muhtar’a yiyecek ve
içecek temini gibi lojistik desteğini yasaklayarak onu teslim olmaya zorladı.
Bu emir doğrultusunda, Muhtar ve askerleri gıda temini için konaktan
çıktıklarında, halk evlerinin çatılarından ve yüksek yerlerden onların
üzerlerine taşlar atıyor ve pis sular döküyorlardı.
Yer yer de
sıcak çatışmaya girerek Muhtar’a ve askerlerine kayıplar verdiriyorlardı.[286]
Diğer taraftan
Muhtar ve askerlerinin moralleri giderek bozuluyor ve düştükleri bu sıkıntılı
durumdan bir çıkış yolu bulmaya çalışıyorlardı. Yiyecek ve içecek temini için
konaktan her çıktıklarında saldırıya uğruyor, kayıplar veriyorlardı. Özellikle
su temininde çok zorlanıyorlardı. Bütün bu olumsuzluklara bir de kuşatmanın
şiddeti eklenince moraller daha çok bozuluyor, ümitler tükeniyordu.
Muhtar’ın
sığındığı konak, dönemin şehir yapısına uygun olarak savunma amaçlı yapılmış,
çevresi surlarla çevrili, içinde şehir halkından bir kısmının yaşadığı,
mescidi, çarşısı ve evleri bulunan suriçi mevkii olmalıdır. Zira Mus’ab b.
Zübeyr, ordusuyla gelerek bu surların çevrelediği yapıyı kuşatmış, burada
yaşayanların çıkarak ailelerine yiyecek ve içecek temin etmelerine izin
vermiştir.
Mus’ab’ın
bütün engellemelerine rağmen şehir halkından Muhtar’a yardım edenler de vardı.
Özellikle kadınlar Muhtar’ın askerlerine su ve yiyecek taşımaya gayret ediyorlardı.
Kadınlar, suriçinden dışarı çıkar, ailelerine ve çocuklarına götürmek üzere bir
miktar yiyecek ve su alırlar, içeri girdikten sonra da bu yiyecek ve suyun bir
bölümünü savunma yapan askerlere verirlerdi. Fakat kadınların bu şekilde
askerlere erzak taşıdığını fark eden Mus’ab, kadınları bundan men etmiştir. Bu
yasağın ardından askerler arasındaki erzak ve su kıtlığı daha da arttı.
Suriçinde bulunan kuyulardan çıkardıkları suya bal karıştırarak hararetlerini
gidermeye çalışan askerler bu şekilde de susuzluklarını gideremeyince ciddi bir
susuzluk tehlikesiyle karşılaştılar. Mus’ab b. Zübeyr, askerlerine konağa daha
fazla yaklaşmalarını emretti ve böylece muhasara bir kat daha arttı.[287]
Muhtar ve
askerleri açlık, susuzluk, şiddetli kuşatma ve yiyecek temin edememe gibi
sıkıntı ve zorluklara yaklaşık dört ay kararlılıkla dayandılar. Fakat Ramazan
ayının girmesiyle zorluklara tahammül etmek çok zorlaşmıştı. Ramazanın
ortalarına doğru Muhtar, askerlerini bir huruç hareketiyle kuşatmadan
kurtulmaya veya bu yolda şerefle ölmeye teşvik amacıyla konuşmalar yaptıysa da
askerler kendilerinde huruç için güç bulamadıklarından onun sözleri tesirsiz
kaldı. Askerlerinin bitkin ve ümitsiz halini gören Muhtar, yanındakilere nihai
olarak şöyle hitab etti: “Askerlerim! Allah ’ayemin olsun ki, ben kesinlikle
teslim olmayacağım. Sizi de benim hakkımda hüküm vermek zorunda bırakmayacağım.
Eğer ben çıkıp öldürülecek olursam, bu sizin zayıflık ve zilletinizin
artmasından başka bir işe yaramayacak. Diğer taraftan, düşmanınızın sizin
hakkınızda vereceği hükmü kabul ederek teslim olur ve düşmanınıza böyle bir
imkan verirseniz, onlar muhakkak sizi birbirinizin gözü önünde öldüreceklerdir.
işte o zaman; ‘Keşke Muhtar ’a itaat etseydik! ’ diyeceksiniz. Benimle çıkıp
çarpışacak olursanız, zafer elde edemeseniz bile şerefinizle ölürsünüz.”[288]
Muhtar’ın, ölümünden sonra olacaklarla ilgili tahmini gayet isabetlidir. Zira
teslim olan bütün askerler öldürülecek ve içlerinden pişmanlık izhar edenler
çıkacaktır. Ayrıca Muhtar’ın böyle bir tahminde bulunmasının bir sebebi de,
Kûfe yönetimini ele geçirdiğinde insaflı davranmadığı kişilerce kendisinden
intikam alınacağını bilmesi olmalıdır.
Muhtar’ın bu
sözlerine, içlerinde Saib b. Malik el-Eş’arî’nin[289]
de bulunduğu sadece 19 asker itibar etti. Diğer askerlerin kayıtsız ve
ümitsizliğinin farkında olan Muhtar, güzel kokular süründü ve beraberindeki 19
kişiyle birlikte konaktan dışarı çıkıp çarpışmaya başladı. Muhtar, son
hazırlıklarını yaparken Saib b. Malik’le aralarında geçen konuşmada kendisinin
Arapların eşrafından olduğunu, Abdullah’ın Mekke’de, İbn Necde’nin Yemâme’de ve
Mervan’ın Şam’da hilafetlerini ilan ettikleri gibi, kendisinin de herkesin
unuttuğu bir zamanda Ehl-i beyt’in intikamını almak amacıyla Kûfe’de bu işe
giriştiğini ve diğerleri kadar haklı olduğunu iddia etmiştir. Bu haklılığına
dayanarak kendi adına savaşmasını istemiş, şayet bunun için savaşmayacaksa
kendi soyu ve şerefi için savaşmasını söyleyerek yoluna devam etmiş, Saib ise,
hangi niyetle savaşırsa savaşsın, sonucun değişmeyeceğini ifade etmiştir.[290] Bu son sözlerinden Muhtar’ın
son anına kadar haklı bir dava üzere olduğuna inandığı ve yaptıklarından dolayı
hiçbir pişmanlık duymadığı anlaşılmaktadır.
Muhtar, bu
minval üzere 14 Ramazan 67/687 günü, deniz gibi ordunun içine yanındaki 19
askeriyle beraber umutsuzca, adeta acı akıbetini bilerek dalmıştır. Beni
Hanîfe’den Abdullah b. Decace’nin Tarîf ve Tarrâf isimli[291]
iki oğlu Muhtar’ı tanımışlar ve onu öldürmek için üzerine hamle yapmışlardı.
İki kardeşin hamleleriyle iyice yorulan Muhtar güçsüz kalmış ve nihayet iki
kardeşin kılıç darbeleriyle ölmüştü.[292]
Tarîf ve Tarrâf Muhtar’ın başını gövdesinden ayırdılar ve Mus’ab’a getirdiler.[293] Bu büyük ve mühim
hizmetlerinden dolayı Mus’ab, Tarif ve Tarrâfa 30 bin dirhem mükafat
verilmesini emretti.[294] Muhtar’ın kesik başını da
Kûfe’de halka teşhir ettikten sonra, ileri gelen komutanlarının kesik
başlarıyla birlikte Mekke’ye Abdullah b. Zübeyr’e gönderdi.[295]
Mus’ab b.
Zübeyr, halifeye isyan etmeme hususunda ibret olması ve insanların emre
itaatsizlikten kaçınmaları amacıyla Muhtar’ın bir elinin Kûfe mescidinin
duvarına asılmasını emretti. Muhtar’ın eli bu duvarda Haccac’ın valiliğine
kadar asılı kaldı. Haccac, Kûfe’ye gelince elin bulunduğu yerden indirilerek
gömülmesini emretti.[296] Mus’ab’ın,
öldürdüğü rakibinin naşından bir parçayı bu şekilde uzun süre sergileyerek
halka gözdağı vermesi kısa vadede belli faydalar sağlasa da ilerleyen zaman
içerisinde eski hatıraların zihinlerde canlı tutulması ve halka karşı en ufak
bir hoşnutsuzluğun bu hatıralar sebebiyle kırgınlığa, daha sonra da ihanete
dönüşmesini hiçbir zaman engelleyememiştir. Ayrıca camiye ibadet etmek ve ilim
öğrenmek maksadıyla gelen halka, böyle acı hadiseleri hatırlatmak ve temiz
duygularını bulandırmak da camilerin dini yaşantıdaki yeriyle bağdaşmamıştır.
Mus’ab’ın bu uygulamasında da yine din ile siyaset kurumunun ne kadar iç içe
bir hale getirildiğini görmek mümkündür.
Muhtar’ın
öldürülmesinden sonra askerleri hâlâ kuşatma altında bulunuyordu. 15 Ramazan
günü Muhtar’ın komutanlarından Bahir b. Abdullah kuşatma altındaki askerleri
benzer şekilde kuşatmayı yarmaya çağırdı fakat ona da itibar eden olmadı.[297]
Muhasara
altında komutansız ve çaresiz kalan askerler, Mus’ab b. Zübeyr’e elçi gönderip
eman istediler, fakat bu istekleri kabul edilmedi. Bunun üzerine Mus’ab b.
Zübeyr’in kendileri hakkında vereceği hükme boyun eğeceklerini bildirerek
teslim oldular. Askerler onları elleri ve kolları bağlı olarak konaktan dışarı
çıkardılar. Böylece kuşatma sona erdi. Bu kuşatmada her iki taraftan 700 kişi öldü.[298]
Mus’ab b.
Zübeyr’in, eman vermediği bu askerler huzura getirildiler. Askerlerin önde
gelenlerinden Bahîr b. Abdullah, Mus’ab’la karşı karşıya gelince şöyle
yalvardı: “Bizleri esirlikle, seni de bizleri affedip affetmemekle imtihan
eden Allah ’a hamdolsun. Affetmek ve affetmemek iki ayrı yoldur. Birisinde
Allah ’ın rızası, diğerinde ise Allah ’ın gazabı vardır. Affedeni Allah da
affeder ve değerine değer, izzetine izzet katar. Fakat cezalandıran kişi de
aynı şekilde kısas edilip cezalandırılmaktan emin olamaz. Ey Mus’ab! Sizinle
aynı kıbleye yöneliyor ve sizinle aynı inanç yolunda yürüyoruz. Müslüman
olmayan Türklerden veya Deylemlilerden değiliz. Her ne kadar kendi şehrimizin
halkından olan kardeşlerimize karşı muhalefet etsek de bizim yanılmamız veya onların
yanılmaları mümkündür. Bu bakımdan biz kendi aramızda çarpıştık. Şimdi sizlere
mülk ve saltanat verilmiştir. Artık bizleri affedin.” Bahir sözlerine biraz
daha devam etti ve onu dinleyenlerin kalpleri yumuşadı. Mus’ab da onları
öldürmekten vazgeçmişti ki, Harûrâ’da babası öldürülen Abdurrahman b. Muhammed
b. Eş’as ayağa kalkarak; “Bunları serbest bırakmayı mı düşünüyorsun? Ya
bizleri seç, ya da onları.” diyerek Mus’ab’ı her biri onulmaz riskler
barındıran iki seçenekten birini tercih etmeye zorladı. Ardından şehrin ileri
gelenleri de aynı sözleri tekrar ettiler. Esirleri serbest bırakmakla Kûfe ve
Basralıların desteği arasında tercihte bulunmak zorunda kalan Mus’ab, esirlerin
öldürülmelerine karar verdi. Mus’ab’ın bu emrini duyan esirlerden bazıları ona,
öldürülmemelerini ve Abdülmelik’e karşı girişeceği savaşta öncü birlik olarak
orduya alınmalarını, böylece asker ihtiyacını da belli seviyeye kadar
karşılamış olacaklarını, savaş esnasında öldürülseler bile Şam ordusunu
zayıflatmış ve işe yaramış bir şekilde öleceklerini, zafer kazanması durumunda
da hayatlarıyla ilgili kararın yine kendisinde olduğunu söylediler.[299] Fakat bu teklifi de haklı
olarak Mus’ab kabul etmedi. Zira onların düşmanlıklarından ve ihanetlerinden
emin olamazdı.
Mus’ab’ın
kendileri hakkındaki ölüm emrini duyan Misafir b. Saîd; “Ey İbn Zübeyr!
Kendileri hakkında seni hakem kabul eden ve vereceğin karara boyun eğen çaresiz
bir Müslüman topluluğu öldürdüğün için Rabbine ne cevap vereceksin? Siz bizden,
bizim sizden öldürdüğümüz asker kadar esir öldürün. Fazlasını bağışlayın.
Ayrıca, şu anda aramızda bir gün bile sizinle savaşmamış askerler vardır. Onlar
burada tarlalarında çalışıyorlar, haraç topluyorlar ve yolları koruyorlardı. ”[300] dedi ama onu da dinleyen
olmadı.
Mus’ab b.
Zübeyr, esirlerin ne yapılmasıyla ilgili Ahnef b. Kays’a[301]
fikrini sormuş, Ahnef de; Ey Emir! Ben, esirleri affetmen gerektiği
kanaatindeyim. Çünkü affetmek takvaya en yakın olandır.” demiştir.[302] Fakat bu konuşmayı duyan
Kûfeliler, esirlerin öldürülmelerini şiddetle taleb etmeye devam ettiler.
Meselenin bu şekilde çıkmaza girmesi üzerine Mus’ab b. Zübeyr esirlerin
öldürülmelerini emretti ve sayıları 57 bin civarında olan esirlerin hepsi
öldürüldü.[303]
Esirler
öldürüldükten sonra Ahnef b. Kays, Kûfelilere: “ Bu esirleri öldürmekle siz
onlardan intikam almış olmuyorsunuz. inşallah bu öldürme kıyamet gününde sizin
boynunuza bir vebal olarak yüklenmez!” diyerek serzenişte bulundu. Âişe bt.
Talha da esirlerin öldürülmemeleri için kocası Mus’ab’a haber göndermiş fakat
elçi Mus’ab’ın yanına geldiğinde esirler infaz edilmeye başlanmıştı.[304] [305]
Esirlerin
öldürülmesinin üzerinden çok zaman geçmeden Mus’ab, bir vesileyle Mekke’ye
gitmiş ve burada yaşayan Abdullah b. Ömer’le karşılaşmıştı. Eski dostluk ve
muhabbetlerinden dolayı Mus’ab, Abdullah’ın yanına uğramış, gözleri görmediği
için kim olduğunu sorduğunda; “Kardeşinin oğlu Mus’ab’ım” diyerek
kendisini tanıtmıştı. Ardından; “Ey Amca! İtaatten çıkan ve mağlup olup
kaleye sığınıncaya kadar savaşan, sonra eman isteyen, kendilerine eman verildikten
sonra tekrar savaşan bir kavmin durumunu sana soruyorum. Bunlara ne yapılması
gerekir?” diye teslim olan askerlere yaptığı muamele ile ilgili fikrini
sormuştu. Abdullah onların kaç kişi olduğunu sormuş, Mus’ab 5 bin kişi
olduklarını söyleyince Abdullah b. Ömer’in dilinden istirca[306]
dökülüvermiş ve ardından şu benzetmeyle fikrini beyan etmişti: “Bir
adam baban Zübeyr’in davar sürüsüne dalsa ve bir sabahta bu davarlardan beş bin
tanesini boğazlasa, sen o adamı müsrif ve aşırı giden birisi saymaz mısın?”.
“Evet” cevabını alınca şu karşılığı vermişti: “Sen bunu davarlar
hakkında aşırı gitmek ve israf kabul ediyorsun da tevbe etmelerini ümid ettiğin
insanlar hakkında aşırı gitmek ve israf olarak kabul etmiyor musun? Ey
kardeşimin oğlu! Elinden geldiği kadar dünyadayken bu günahından dolayı
müstehak olacağın ateşini söndürmek için üzerine soğuk su dök!”[307] diyerek, Mus’ab’ın
esirleri öldürmesinin yanlış olduğunu ifade etmişti.
Mus’ab’ın esir
aldığı askerleri öldürtmesiyle ilgili yukarıdan beri zikrettiğimiz Ahnef b.
Kays’ın, hanımı Âişe’nin ve Abdullah b. Ömer’in düşüncelerinin daha isabetli
olduğu kanaatindeyiz. Zira esirlerin de belirttiği gibi cezalandıran kişi aynı
şekilde cezalandırılmaktan emin olamaz. Abdullah’ın belirttiği gibi kıble ehli
birer Müslüman olan bunca insanın, tevbe etme ihtimali bulunmasına rağmen
öldürülmesi, insaf ve vicdanları kanatacak büyük bir israftır. Hiç silah
kullanmamış askerlerin de öldürülmesi adalet anlayışına sığmadığı gibi,
akrabaları ve kabileleri nezdinde yönetime karşı bir düşmanlığı beraberinde
getirmiştir. Bu düşmanlık diğer askerlerin akraba ve kabileleri tarafından
beslenen kin ve düşmanlıkla birleşince kısa bir zaman sonra Mus’ab’a ihanet
olarak ortaya çıkmıştır. İleride bahsedileceği üzere Mus’ab’ı Deyrulcâselik
savaşında öldüren katil; “Ya lesarati’l-Muhtar” yani “Yaşasın
Muhtar’ın intikamı” derken aynı zamanda burada öldürülen esir askerlerin de
intikamını aldığını ima ediyordu. Eğer Mus’ab esirlerin arasında silah
kullanmayanları bir tahkikat neticesinde belirleseydi, bu esirleri daha hafif
cezalar vererek serbest bıraksaydı ve silah kullananları cezalandırsaydı daha
adil hareket etmiş olurdu. Onun böyle bir tahkikat yaptırması çok yerinde
olacak, insanlardaki adalet duygusu zedelenmeyecekti. Fakat Mus’ab acele davrandığı
için böyle bir tahkikat yaptırmamış ve insanların iç dünyasında kırgınlık ve
kızgınlıklara sebep olmuştur.
Diğer taraftan
Mus’ab’ın Iraklıların desteği ile esirlerin öldürülmesi arasında bir tercihte
bulunmak zorunda kaldığını ifade etmiştik. Bu tercihte bulunurken Mus’ab’ın çok
zorlandığı yukarıdaki rivayetlerden açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Hatta
Mus’ab’ın, esirleri istemeye istemeye öldürttüğü dahi söylenebilir. Fakat
burada altı çizilmesi gereken asıl noktanın Mus’ab’ın iyi bir siyaset izleyemediği
ve kısa vadede karlı çıkacağı Iraklıların desteğini seçtiğidir. Şayet Mus’ab
sabırla hareket etse ve Kufelileri teskin edecek tedbirler alabilseydi
muhtemelen her iki tarafı da üzmeyecek bir tercihte bulunabilirdi. Böylece
bütün taraflar kazanır, hiç kimse zarar görmezdi. Ancak Muhtar’ın isyanı
neticesinde zarar görenlerin aceleye getirerek esirleri öldürme taleplerine
Mus’ab çok fazla dayanamamış ve bu meşum hadise meydana gelmişti. Özetle
Mus’ab’ın iki taraftan birini tercih etmek zorunda bırakılması kanaatimizce
Mus’ab’ın Irak’taki yönetimi için kötü bir başlangıç olmuş, daha yönetimi
devralır almaz birçok düşman edinmiştir. Bu hadise, bize Mus’ab’ın başarılı,
cesur ve kahraman biri olmasına rağmen aynı başarıyı siyasette her zaman
gösteremediğini ve bazı uygulamalarında isabetli davranamadığını gösteren bir
ibret vesikasıdır. Kendisinden eman isteyenleri affetmesi onu bütün halkın
gözünde yüceltebilecekken, o bu fırsatı değerlendirememiş, Kûfelilerin acele
ettirmeleri neticesinde iki dünyada da hesabı çok ağır bir vebalin altına
girmiştir.
Muhtar
es-Sekafî isyanının yaklaşık bir yıl içinde ve iki büyük savaşla dört aylık bir
kuşatmanın neticesinde bastırılabilmesi Abdullah ve Mus’ab adına bir başarı ve
kazanç olmuştur. Bu başarıyla Irak-Hicaz siyasi bütünlüğü sağlanmış, bölgeyi
tehdit eden diğer unsurlarla mücadele etme imkanı doğmuştur. Fakat Muhtar
taraftarlarından teslim olan binlerce askerin merhamet edilmeden öldürülmesi
Irak’ta yönetim aleyhine yürütülecek faaliyetlerin de fitilini ateşlemiştir. Ayrıca
birbiriyle anlaşma ve birlikte hareket etme imkanına sahip olan Abdullah ve
Muhtar’ın birbirleriyle mücadele etmeleri en çok Abdülmelik b. Mervan’ın işine
yaramış, yönetimi için büyük tehlike olan bu iki düşmanı karşısında o,
bekle-gör taktiğiyle hiçbir zahmete katlanmadan ve herhangi bir güç harcamadan
Muhtar’dan kurtulmuştur. Muhtar’ı bertaraf edebilmek için önemli ölçüde güç
sarfeden Abdullah b. Zübeyr, maddi ve manevi olarak büyük ölçüde yıpranmıştır.
Mus’ab b.
Zübeyr, vali konağına gelip yerleştikten ve şehirde asayişi tam olarak
sağladıktan sonra, Muhtar’ın hanımları Ümmü Sabit bt. Semüre b. Cündüb ile Amrâ
bt. Numan b. Beşir’i huzuruna çağırttı. Bu hanımlar huzuruna geldiklerinde
onlara Muhtar hakkındaki düşüncelerini sordu. Ümmü Sabit, Muhtar’a rahmet
dileyerek iyi bir insan olduğunu ve hak bir dava üzere bulunduğunu ifade edince
hapsedildi. Amrâ bu şehadetiyle, Muhtar’ın yaptığı bütün işleri kabul ettiğini
ve taraftarlarından biri olduğunu ikrar etmiş oluyordu. Mus’ab, Amrâ’nın
Muhtar’ın peygamber olduğuna inandığını ve onun hakkındaki kararını sorunca
halife Abdullah, onun öldürülmesini emretti. Bu emir üzerine Amrâ bir gece
şehir dışında bir yerde pişmanlık iniltileriyle işkence edilerek öldürüldü.[308] Amrâ’nın işkence görürken
birçok sözle pişmanlığını dile getirmesi de öldürülmekten kurtulmasına yetmedi.
Mus’ab .
Zübeyr, Muhtar isyanını ve esirleri bu şekilde bertaraf ettikten sonra,
Kûfe’nin çevre yerleşim yerlerine ve diğer bölgelere zekat ve vergi toplama
memurları ile yöneticiler göndererek buraları da itaat altına aldı. Daha sonra
Muhtar’ın Musul valisi olan İbrahim b. Eşter en-Nehaî’ye mektup göndererek, onu
kendisine itaat etmeye davet etti. Mus’ab mektubunda şunları söylüyordu: “Eğer
bana itaat edersen, Şam toprakları, süvarilerin komutası ve batı tarafından
elde edeceğin topraklar, Zübeyr soyundan gelenlerin hakimiyeti devam ettikçe
senindir.” Mus’ab, bu konuda ayrıca İbrahim’e Allah adına ahid ve teminat
vermişti. Abdülmelik b. Mervan da, İbrahim’e Irak topraklarının idaresini
vermek vaadiyle, kendisine itaat edip saflarına katılması için mektup
göndermişti. İbrahim yakın arkadaşlarıyla durumu değerlendirmiş, fakat
herkesten farklı bir fikir çıkmıştı. Nihayet İbrahim, Ubeydullah b. Ziyad ve
askerleri ile bazı Şam ileri gelenlerini öldürmüş olması sebebiyle hayatı
konusunda Emevî yönetimine güvenemediğinden Mus’ab’ın itaatine girmiş ve
Abdullah’a bey’at etmiştir.[309] Bunun üzerine Mus’ab,
İbrahim’in yanına gelmesini emretmiş, İbrahim’den boşalan Musul, el- Cezire,
Ermeniye ve Azerbaycan valiliklerine de Mühelleb b. Ebî Sufra’yı tayin
etmiştir.[310]
Mus’ab b.
Zübeyr, Muhtar es-Sekafî ile mücadele etmek için Basra’dan ayrılırken yerine
Ubeydullah b. Abdullah b. Mamer’i vekil bırakmıştı. Muhtar’ı bertaraf edip
Kûfe’yi ele geçirince her iki eyaleti buradan yönetmeye başladı. Fakat 67/687
yılı sona ermeden halife Abdullah, Mus’ab’ı valilikten azlederek Mekke’ye
yanına gelmesini emretti.[311] Mus’ab’ın yerine Basra’ya
oğlu Hamza’yı tayin etti.[312]
Mus’ab b.
Zübeyr, Mekke’ye şehrin ileri gelenlerinden bir grupla beraber gelmişti.[313] [314]
Mekke’de halifenin huzuruna vardıklarında Mus’ab, Basra ve Kûfe’deki
icraatlarını anlatmış, atadığı valiler ve diğer görevlilerle ilgili ağabeyi
Abdullah’a bilgi vermişti. Abdullah, İbrahim b. Eşter’in vali olarak atanmasını
asla kabul etmeyeceğini söylemiş, vücudundaki yaralara babası Eşter’in sebep
olduğunu hatırlatmıştı.364 Basralılara hitaben de; “Allah’a yemin
ederim ki, sizden iki kişinin yerine Şam ahalisinden bir kişinin bana bey ’at
etmesini daha çok isterdim.” demişti. Abdullah’ın bu sözüne heyette bulunan
Ebu Hazir el-Esedî şöyle bir teşbihle cevap verdi: “Ey Müminlerin Emiri!
Bizimle sizin durumunuz A’şâ’nın şu beytinde anlattığı durum gibidir: “Ben ona
enlemesine takıldım. O da benden başka bir erkeğin ayağına takıldı. Başka bir
erkek de ayağını ona taktı.”
Bende
diyorum ki: “Biz Leyla ile kendimizden geçtik; Leyla ise başkalarıyla kendinden
geçti. Başkası ise -kendisini istemediğimiz halde- bizimle kendinden geçti.”
Ey
Müminlerin Emiri! Biz sana gönül bağladık; sen ise Şamlılar’a gönül bağladın.
Şamlılar da gönüllerini Mervan’a ve soyuna bağladılar. Şimdi biz ne yapacağız.”[315]
[316]
Abdullah b.
Zübeyr, yukarıdaki sözüyle menfaatlerine göre hareket eden, duruma göre vaziyet
alan, çıkar ve menfaatten başka davaları olmayan Basralıların ne kadar kaypak
insanlar olduklarını, Şamlıların ise istikrarlı ve birlik içinde mücadele
yürüttüklerini anlatmak istemişti. Abdullah’ın bu sözlerinin anlamını,
Mus’ab’ın şehid edildiği haberi Mekke’ye ulaştığı zaman yaptığı konuşmasında
daha iyi anlıyoruz.[317]
Diğer taraftan
Abdullah’ın özelde Basra halkına, genelde de Iraklılara pek güvenemediğini,
Şamlıları beğendiğini ve tebası olmasını istediğini, Basra halkının kerhen
Abdullah’a bey’at ettiğini en ufak olumsuz bir durumda ihanet edebileceklerini
yukarıdaki karşılıklı konuşmadan çıkarabiliyoruz.
Hamza b.
Abdullah, cesur, şecaatli, cömert ve halkın arasına karışan bir kimse idi.
Bazen insanlara o kadar ikramlarda bulunurdu ki, adeta yanında hiçbir şey
bırakmazdı. Bazen de hiçbir şey vermez, görülmemiş bir cimrilik yapardı. Şehir
halkı çoğu zaman hafifliğine, aceleciliğine ve uçarılığına şahit olurlardı.
Ahnef b. Kays, hacca gittiğinde Hamza’nın durumunu babası Abdullah’a haber
vermiş ve Abdullah da oğlunu Ramazan ayında valilikten azlederek, yerine tekrar
Mus’ab’ı tayin etmiştir.[318] Fakat Mus’ab’ın bu ikinci
valiliği sadece Basra ve Kûfe ile sınırlı kalmamış, Irak genel valiliği de
uhdesine verilmiştir.[319]
Valilikten
azledildiğini duyan Hamza, beytülmâlden yüklü miktarda mal ve parayı yanına
alarak Hicaz’a doğru hareket etmişti. Durumu öğrenen Malik b. Misma’ yolunu
kesti ve ödedikleri vergilerini yanına alıp götürmesine müsaade etmeyeceğini
söyledi. Hamza’ya kardeşi Ubeydullah kefil oldu ve Hamza yanındaki mallarla
birlikte Medine’ye ulaştı. Hamza yanında getirdiği malları bazı kimselere
emanet olarak bıraktıysa da ehli kitaptan olan bir kişi dışında hiç kimseden
emanetlerini geri alamadı. Abdullah b. Zübeyr, olanları haber alınca; “Allah
Hamza’yı kahretsin! Ben onun cesareti ve cömertliğiyle övünmek ve iftihar etmek
istedim fakat o, buna imkan vermedi ve bu fırsatı tepti.” dedi.[320] Hamza b.
Abdullah’ın Basra valiliği tam bir yıl sürmüştür.
Hamza’nın,
babası Abdullah tarafından Basra valiliğinden azledilip, yerine Mus’ab’ın
tekrar atanması ve Irak genel valiliğinin Mus’ab’ın uhdesine verilmesi ile
birlikte, sıra bölgede anarşi ve terör faaliyetleri yürüten Hâricîlerle
mücadele etmeye gelmişti. Basra, Kûfe ve Şam arasındaki istikrarsızlık ve sürüp
giden mücadeleden dolayı Hâricîler, özellikle Fars eyaletinde iyice
güçlenmişler ve bölge halkına zarar vermeye başlamışlardı.
Mus’ab’ın
Muhtar’la daha kuvvetli bir mücadele yürütmek için yardımına çağırdığı Fars
valisi Mühelleb b. Ebî Sufra, 14 Ramazan 67/687’de Muhtar es-Sekafî’nin
öldürülmesi ve ardından askerlerinin bertaraf edilmesinden sonra Mus’ab
tarafından Musul, el-Cezire, Ermeniye ve Azerbaycan valiliklerine tayin
edilmiş,[321] fakat kısa süre sonra tekrar
Fars valiliğine atamıştı.[322] Mühelleb, yaklaşık iki yıl
Fars valisi olarak
Hâricîlerle
mücadeleye devam etmişti.
Mus’ab b.
Zübeyr, 68/687 yılında Irak genel valiliğine atanmasıyla birlikte kendisiyle
Abdülmelik arasında güçlü bir set oluşturmak ve Hâricîlerle mücadeleye ağırlık
vermek maksadıyla Mühelleb’i tekrar Musul, el-Cezire, Ermeniye ve Azerbaycan
valiliğine atadı. Mühelleb’in yerine de Ömer b. Ubeydullah’ı atadı ve onu
Hâricîlerle mücadele etmekle görevlendirdi.[323]
Ömer b.
Ubeydullah, Fars’a ulaşıp valilik görevini devraldıktan sonra Hâricîlerle
mücadele için hızlıca hazırlık yapmaya başladı. Bu arada Hâricîler, 65/685
yılında Ubeydullah b. Mâhuz’un öldürülmesinden sonra kardeşi Zübeyr’e bey’at
etmişler ve onun liderliğinde mücadelelerini sürdürmüşlerdi. Ömer’in vali
olarak atanmasından pek hoşlanmayan Hâricîler, İstahr bölgesine çekilmişler,
burada kuvvet toplayarak yeni vali ile mücadeleye girişmişlerdi.
Ömer b.
Ubeydullah, ilk olarak Hâricîlerin üzerine oğlu Ubeydullah’ı göndermiş, fakat
Ubeydullah yenilmiş ve öldürülmüştü. Bunun üzerine Zübeyr b. Mâhuz, ileri
harekatını sürdürerek Ömer b. Ubeydullah’la karşılaşmak istiyordu. Fakat
Ömer’in kahramanlık ve cesareti, savaşlardaki atılganlığı dillerde dolaştığı
için Hâricîler, onunla karşılaşmaktan çekindiler. İbn Mahuz, askerlerinin
hiçbir uyarısını dikkate almayarak Ömer b. Ubeydullah’la savaşa girişti.
Bozguna uğrayan Hâricîler, Sabur tarafına kaçtılar. Hâricîleri takip eden Ömer
Sabur’da onlarla tekrar savaşa tutuştu ve onlara büyük kayıplar verdirdi. [324] Böylece hem oğlunun
intikamını aldı hem de Hâricîlere büyük bir darbe vurmuş oldu.
Bu savaştan
sonra Hâricîler, İsfahan’a çekildiler. Burada kısa sürede toparlandılar ve
savaş için hazırlık yaptılar. Bütün hazırlıklarını tamamladıktan sonra Fars’a
doğru harekete geçtiler. Ömer’e yakalanmadan Fars’tan geçip Sabur üzerinden
Ahvaz’a ulaştılar.
Hâricîlerin
Fars’ı aşarak Irak topraklarına yaklaşmaları üzerine Mus’ab b. Zübeyr, Ömer’i
gafletinden dolayı azarladı ve Hâricîlerin Irak’a girmeden durdurulması emrini
verdi. Ömer b. Ubeydullah aldığı emir üzere Hâricîleri Irak’a girmeden
durdurmak, mümkünse yok etmek gayesiyle hızlıca Fars’tan çıkarak Hâricîler
üzerine yürüdü. Mus’ab da Hâricîlerin Kûfe ve Basra şehirlerine saldırıp halka
zarar vermesinden endişe ederek, ordusunun başında Basra’dan çıkmış ve Cisr
el-Kebir denilen mevkide karargah kurmuştu.
Ehvaz’da
bulunan Hâricîler, bir taraftan Ömer’in, diğer taraftan Mus’ab’ın üzerlerine
geldiğini öğrendiklerinde, bir durum değerlendirmesi yaptılar. Hâricîlerin
komutanı Zübeyr askerlerine, üzerlerine gelen iki orduyla savaşmanın doğru
olmayacağını ve telafisi mümkün olmayacak kayıplar vereceklerini hatırlatarak
Medain bölgesine çekilip tek cepheden mücadele etmeyi teklif etti. Bunun
üzerine Hâricîler, Basra üzerine yürümekten vazgeçtiler ve Nehrevan’ı geçerek
Medain’e ulaştılar. Böylece Mus’ab’la savaşmayan Hâricîler, Fars bölgesinde
terör estirmeye, her tarafta fitneler çıkarıp insanlara zarar vermeye devam
ettiler.[325]
Hâricî
tehlikesini savaşsız bir şekilde kısa süreliğine halleden Mus’ab b. Zübeyr,
Hâricîlerle bundan sonra valileri vasıtasıyla mücadele etmiştir.[326] İlk olarak Kûfe valisi Haris
b. Ebî Rebîa’yı bu mücadelede görevlendirmiş, emrine de İbrahim b. Eşter ve
Şebes b. Rib’i gibi komutanları vermiştir. Haris, Hâricîlerle mücadele
yürütürken Mus’ab’a yazdığı bir mektupta Hâricîlerle en iyi mücadele edebilecek
kişinin Mühelleb olduğunu dile getirmişti. Çünkü Mühelleb, daha önce de Fars’ta
valilik yapmış, bu görevi sırasında Hâricîlerle devamlı ve etkili mücadele
yürütmüştü. Mektubu okuyan Mus’ab, Mühelleb’i son defa Fars valiliğine atamış
ve onu Hâricîlerle mücadele etmekle görevlendirmiştir. Mus’ab’ın emrini alan
Mühelleb, Basra’ya gelerek kendisiyle birlikte mücadele edecek askerlerini
seçmiş ve Sûlaf mevkiinde Hâricîlerle karşılaşıncaya kadar yoluna devam
etmiştir. Mühelleb, Sûlafta Hâricîlerle 8 ay kadar savaşmıştır.[327] Bu mücadele devam ederken
Deyrulcâselik savaşı gerçekleşmiş, neticesinde Mus’ab öldürülmüştür. Bu haber
Mühelleb’e ulaştığında o askerleriyle birlikte Abdülmelik’e bey’at etmiştir.[328]
Ubeydullah b. Hürr’ün Öldürülmesi
Mus’ab b.
Zübeyr’in 68/687 yılında Irak genel valiliğine atanmasının ardından en büyük
mücadelesi Hâricîlerle olmuş, bu sorunu belli bir merhaleye kadar hallettikten
sonra başka problemlerle de uğraşmak zorunda kalmıştır. Söz konusu problemlerin
en önemlilerinden birisi Ubeydullah b. Hürr’ün Irak ve Fars topraklarında
ortaya koyduğu
terör
faaliyetleridir.
Ubeydullah b.
Hürr, Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonra Muâviye b. Ebî Süfyan’ın yanına
gitmiş ve onun saflarında Sıffin savaşına katılmıştı.[329]
Hz. Ali şehid edilene kadar Şam’da kalmış, daha sonra Kûfe’ye gelerek buraya
yerleşmişti. Hz. Hüseyin’in şehid edildiği Kerbelâ’da bulunmamıştı. 64/684
yılından itibaren Şam, Irak ve Fars topraklarında karışıklıklar çıkınca
Ubeydullah, daha önce yaptığı bey’atını açıktan açığa bozmuş ve bey’atını bozan
herkes onun etrafında toplanmaya başlamıştı. Ubeydullah, beraberindekilerle
Medain’e gitmiş, burada her önüne gelenden haraç toplamış ve karşılığında da
kendi adına düzenlenmiş bir belge vermişti. Ubeydullah, gün geçtikçe gücünü
arttırmıştı. Muhtar es-Sekafî’nin 66/685 yılında Kûfe’yi ele geçirip çevre
şehirlere valiler ataması da Ubeydullah’ı durduramamış, bu valilerden
yakalayabildiklerinden yine haraç toplamıştı.[330]
Ubeydullah,
aralarındaki rekabetten dolayı, Mus’ab b. Zübeyr’in saflarında Muhtar’a karşı
savaşmıştı.[331] 68/687 yılında Mus’ab’ın
ikinci defa Basra valiliğine atanmasının ardından Kûfe ve Basra halkının,
Ubeydullah’ın, ibn Ziyad ve Muhtar kadar tehlikeli olduğunu ve kendilerine
zulmetmesinden korktuklarını iletmeleri üzerine Mus’ab, Ubeydullah’ı yakalatıp
hapsetmiş fakat Mezhic ileri gelenlerinin araya girmesiyle serbest bırakmıştı.
Ubeydullah serbest kaldıktan sonra ona da açıkça isyan etmiş, Kûfe dışına
çıkarak askerlerle çarpışmalara girmişti. Mus’ab b. Zübeyr, Ubeydullah’a bir
elçi göndererek itaat etmesi karşılığında bir çok vaatte bulunduysa da o, bu
tekliflerin hiçbirini kabul etmedi.[332]
Ubeydullah
sulhe yanaşmayınca Mus’ab, onun üzerine asker sevk etti fakat Ubeydullah, her
defasında gelen askerleri bozguna uğrattı. Mus’ab, istediği şehre vali tayin
etmek üzere kendisine eman verdiğini ve iyi mumelede bulunacağını bildirdiyse
de yine kabul etmedi. Ubeydullah’ın Tikrit’i ele geçirmesi üzerine Mus’ab
kalabalık bir orduyu üzerine göndermiş, fakat bu orduda yenilmekten kurtulamamıştı.[333]
Ubeydullah b.
Hürr, Tikrit’ten Abdülmelik b. Mervan’ın yanına gitmek üzere yola çıkmış,
yolunun üzerindeki şehirlerin beytülmâllerini tamamen ele geçirerek ilerlemiş,
Mus’ab’ın üzerine gönderdiği birlikleri yine bozguna uğratmıştı. Ubeydullah,
yolunu değiştirerek Sevad topraklarına gelmiş, burada üzerine gönderilen bütün
orduları yenmiş ve Sevad topraklarına yerleşerek bölgenin haracını toplamaya
başlamıştı. Daha sonra Abdülmelik’in yanına giderek ona bey’at etmiş,
Abdülmelik’ten Mus’ab b. Zübeyr’in üzerine yürümek için kendisine bir ordu
vermesini istemişti. Abdülmelik, bu kadar başarılı olmasına rağmen onu
hizmetine almamış, sadece bir takım hediyeler vererek gönlünü kazanmaya
çalışmış, Sevad bölgesinde eşkıya faaliyetlerine devam etmesini istemiş ve
kendisini askeri ve lojistik bakımdan destekleyeceğini vaat etmişti.[334] Ubeydullah’ın,
kısa zamanda elde ettiği başarısına ve yenilmezliğine güvenerek Abdülmelik’ten
ordu istemiş olması kuvvetle muhtemeldir. Abdülmelik’in ise elindeki güç
sebebiyle Ubeydullah’a güvenemediğini ve Irak bölgesinde terör faaliyetlerini
devam ettirmesi noktasında onu teşvik ettiğini söyleyebiliriz.
Ubeydullah,
Abdülmelik’ten aldığı destekle 68/688 yılında Kûfe üzerine yürümeye karar verdi
ve Enbar yakınlarına gelerek bir kasabada konakladı. Yanındaki askerler Kûfe’ye
gitmek için izin istemişler, Ubeydullah izin verince de gitmişlerdi.[335] Ubeydullah, izin
verdiği askerlerine, kendisinin Enbar’da olduğunu söylemelerini ve Kûfe’den
asker toplamalarını emretti. Fakat Ubeyydullah’ın az sayıdaki askerle Enbar’da
bulunduğunu haber alan Kûfe valisi, Ubeydullah’ın üzerine kalabalık bir ordu
gönderdi. Bu ordu, az sayıdaki askeriyle çarpışmaya girişen Ubeydullah’ı
yakalayıp öldürdüler.[336] Böylece Mus’ab b.
Zübeyr’in üzerine gönderdiği 11 askeri birliği her defasında yenilgiye uğratan
ve Irak ile Fars bölgesinde büyük karışıklıklara sebep olan Ubeydullah b. Hürr
ortadan kaldırılmış oldu. Ubeydullah 68/688 yılında öldürülmüştü.[337]
Ubeydullah b.
Hürr’ün, Kûfe ordusundan kaçmaya çalışırken Fırat nehrinde boğulduğu ve
cesedinin bulunamadığı,[338] Mus’ab’ı ve Kays kabilesini
aşırı derecede hicvetmesi üzerine bu kabilenin mensupları tarafından
öldürüldüğü[339] veya Abdülmelik b. Mervan
tarafından yardım vaadiyle Kûfe üzerine gönderildiği, sonra da Kûfe valisine haber
verilerek öldürülmesinin sağlandığı ve başının önce Kûfe’ye daha sonra da
Basra’ya gönderildiği[340] yönünde farklı rivayetler
bulunmaktadır. Bu rivayetlerden herhangi birini tercih etmemizi sağlayacak bir
karine de bulunmamaktadır. Sonuç olarak Ubeydullah bir vesileyle öldürülmüş,
böylece insanlar onun canlarına ve mallarına verdiği zararlardan
kurtulmuşlardır.
Mus’ab’ın Valiliğinde Meydana Gelen Diğer
Olaylar
68/688 yılı
Hac mevsiminde Arafat’ta hacılar dört ayrı sancak altında ibadetlerini yerine
getirmişlerdi. Bu dört sancaktan ilki Muhammed b. Hanefiyye’ye, ikincisi
Abdullah b. Zübeyr’e, üçüncüsü Abdülmelik b. Mervan’a ve dördüncüsü de Yemâme
bölgesinde bağımsız bir şekilde hareket eden Necde el-Harûrî’ye aitti. İslam
dünyasının parçalanmışlığını tüm açıklığıyla gösteren bu manzaraya rağmen bu
dört zümrenin arasında herhangi bir çatışma meydana gelmemiştir.[341]
69/688-689
yılında Abdülmelik b. Mervan, Irak üzerine yürümeye karar vererek Şam’dan
hareket etmiş, fakat Amr b. Saîd el-Eşdak’la aralarında çıkan anlaşmazlıklar
sebebiyle geri dönmek zorunda kalmış, aralarındaki anlaşmazlıkları çözemeyince
Amr’ı öldürmüştür.[342]
70/689-690
yılı hac mevsiminde Mus’ab b. Zübeyr, yanına bol miktarda mal ve binek hayvanı
alarak Mekke’ye bir ziyaret gerçekleştirmiş, bu mal ve hayvanları Mekke halkına
ve kabile reislerine dağıtmış, onlara bağışlarda bulunmuştur. Bu ziyareti
esnasında hac farizasını da eda etmiştir.[343]
Aynı yıl
içinde Bizans askerleri Şam üzerine harekete geçmiş ve yerli birçok unsurun da
katılmasıyla önemli bir tehlike haline gelmişti. Bu unsurların en
önemlilerinden biri ise Ceracime denilen bölge halkıdır. Abdülmelik, Ceracime
halkı ile bir anlaşma imzalamış ve haftalık bin dinar ödemek şartıyla onların
taarruzundan emin olmuş, ardından Mus’ab’la savaşmak üzere Irak üzerine
harekete geçmiştir.[344] Fakat, Halid b. Abdullah
Abdülmelik’ten bir miktar asker isteyerek Basra üzerine gidip burayı Abdülmelik
adına zapdedebileceğini söyledi. Abdülmelik, Halid’e istediği kadar asker
vererek onu Basra üzerine gönderdi. Kendisi de Şam’a geri döndü. Halid iki oğlu
ve yakınlarıyla beraber gizlice Basra’ya girdi. Malik b. Misma’, Halid’i
himayesine aldı. Etrafına toplanan insanlarla daha da güçlenen Halid b.
Abdullah, Mus’ab’ın ordusuyla savaşacak duruma geldi. Mus’ab b. Zübeyr’de,
Halid üzerine İbn Ma’mer komutasında bir ordu gönderdi. İki taraf yirmi dört
gün süreyle çarpıştılar fakat bir sonuç alamadılar. İki tarafta savaşmaktan
usanınca karşılıklı elçilerin girişmileriyle, Halid b. Abdullah’ın Basra’dan
kayıtsız şartsız çıkması şartıyla barış yapıldı. Savaşın devam ettiği günlerde
Mus’ab savaş meydanına hareket etmişti. Fakat geldiğinde barış yapılmış, Halid
b. Abdullah Basra’yı terk etmişti. Mus’ab Halid’in tarafında savaşan
Basralılara çok kızdı ve türlü hakaretler ederek her birine ağır cezalar verdi.
Malik b. Misma’ cezalandırılanların başında geliyordu.[345]
Yine aynı yıl
içinde Kays ve Tağlib kabileleri arasında kanlı bir mücadele başladı. İki taraf
defalarca karşı karşıya gelip çarpıştılar ve ağır kayıplar verdiler. Bu mücadeleden
biri olan ilk Sersar çarpışmasında Ubeydullah b. Ziyad b. Zabyan’ın, Kays
kabilesine yardımcı olmak için gelmesine Mus’ab çok kızmış, akabinde
Ubeydullah’ın kardeşi Nabi b. Ziyadı ödürtmüştü.[346]
Nabi b.
Ziyad’ın öldürülmesiyle ilgili farklı bir rivayet şu şekildedir: Nabi,
beraberindeki birkaç kişiyle eşkiyalık yaparak yol kesmiş, nihayet yanında
bulunan bir başka şahısla birlikte yakalanarak Mus’ab’ın şurta görevlisi olan
Mutarrif b. Sîdan’a teslim edilmişti. Nabi, yapılan yargılama neticesinde öldürülmüş,
diğer kişi ise sopa cezası tatbik edildikten sonra serbest bırakılmıştı. Bu
olaydan sonra Mutarrif Ehvaz’a vali tayin edilmiş ve Ubeydullah b. Ziyad b.
Zabyan bir ordu toplayarak Mutarrif üzerine harekete geçmişti. Neticede
Mutarrif öldürüldü. Mus’ab, Ubeydullah üzerine Mutarrifin oğlu Mükrem’i
gönderdi fakat Ubeydullah uzun mücadelelerin sonunda gidip Abdülmelik’e
sığınmıştı.[347] Daha sonra Abdülmelik’le
birlikte Mus’ab’a karşı harekete geçmiş ve Deyrulcâselik’e kadar gelmiştir.
İbn Zabyan,
kardeşi Nabi öldürülünce kardeşinin öldürülmesine karşılık Kureyş’ten 100
kişiyi öldürerek intikamını alacağına dair yemin etmişti. Bu yemini sebebiyle
de Deyrulcâselik savaşında Mus’ab’ı şehid etmiştir. Mus’ab’ı öldürdüğü güne
kadar da 80 kişinin kanına girmişti.[348]
Abdülmelik b.
Mervan, 69/688 yılında kendisine muhalefet eden Amr b. Saîd’i bertaraf ettikten
sonra, Şam’da kendisine muhalif gördüğü diğer kişileri de ortadan kaldırmıştı.
Bizans imparatoruyla da bir barış anlaşması imzalayan Abdülmelik, Şam’da
otoritesini sorunsuz ve muhalefetsiz bir şekilde yerleştirmişti. 71/691 yılına
geldiğinde, artık Irak üzerine yürüme ve burayı da idaresi altına alma
zamanının geldiğine inanıyordu.[349] Daha önce iki defa Irak
üzerine yürümüş, elverişsiz hava şartları sebebiyle hiçbir şey elde edemeden
geri dönmek zorunda kalmıştı.[350] Mus’ab b. Zübeyr ise,
Muhtar’ın Kûfe’de gerçekleştirdiği isyanı bastırmış, Hâricîlerin Kûfe ve Basra
topraklarına yaptıkları saldırıları engellemiş ve onları Fars bölgesine kaçmak
zorunda bırakmış, Irak ve Fars topraklarını birkaç sene boyunca kasıp kavuran
Ubeydullah b. Hürr’ü etkisiz hale getirerek Irak bölgesindeki sorunları
olabildiğince azaltmıştı. Irak üzerinde otoritesini iyice yerleştiren, ekonomik
ve idari yapıyı güçlendiren Mus’ab da artık Şam üzerine yürüyerek Abdülmelik’in
yönetimine son verme zamanının geldiğine inanıyordu.
Görüldüğü gibi
iki komutan da birbirlerini hedef almışlardı. Zaten daha önceki senelerde de
birbirlerinin üzerine yürümeye teşebbüs etmişler; Abdülmelik b. Mervan
ordusuyla Butnan Habib’e,[351] Mus’ab b. Zübeyr’de Meskin[352] yakınlarındaki Bâcumeyra’ya[353] kadar gelmiş, burada her iki
ordu birbirlerini görecek kadar birbirlerine yaklaşmış, fakat bastıran kış,
soğuk, kar, çamur vb. elverişsiz hava koşulları sebebiyle birbirleriyle sıcak
bir çatışmaya girmeden geri dönüp gitmişlerdi.[354]
71/691 yılının
sonlarına doğru Abdülmelik b. Mervan, Irak üzerine yürümek, Mus’ab’ın
yönetimine son vererek bu sorunu kökten çözmek istediğini çevresindeki devlet
adamlarına açıkladı ve her birinin tek tek fikrini sordu. Amcası Yahya b. Hakem,
Şam ve çevresinin yönetimiyle yetinmesini ve Irak yönetimini de Mus’ab b.
Zübeyr’e bırakmasını tavsiye etti.[355]
[356] Fakat Abdülmelik; “Bir
işin doğrusunu bulmak isteyen Yahya’nın görüşünün aksini yapsın.”401
diyerek bu fikri beğenmediğini ifade etti. Zira Yahya bir çok nedenden dolayı
mevcut durumun korunmasını isteyen statükocu bir siyaset izlenmesi
taraftarıydı. Abdülmelik ise, şartların değiştiğini, Irak topraklarında birlik
ve huzuru sağlayan Mus’ab’ın Şam üzerine yürüyeceğini ve mevcut durumun
değişeceğini görebiliyordu. Yeni bir düzenin kurulacağını bilen revizyonist bir
düşünceyle kazançlı çıkacağı bir siyaset takip etme niyetindeydi.
Kardeşi
Muhammed b. Mervan, doğru olanın hakkını talep etmek ve Irak üzerine yürümek
olduğunu, zaferin bu defa müyesser olacağını ümid ettiğini söyledi. Bazıları,
son iki senedir Irak üzerine yürüdüğü halde hiçbir sonuç elde edemediğini, bu
yılın da kıtlık yıllarından biri olduğunu ifade ederek yerinden ayrılmamasını
tavsiye ettiler. Abdülmelik ise; “Şam, malı ve geliri az olan bir
memlekettir. Bu mal ve gelirlerin bitmeyeceğinden emin olamam. Irak’ın ileri
gelenlerinden pek çok kişi de bana mektuplar yazarak beni Irak üzerine yürümeye
davet ediyor.” diyerek bu görüşü de beğenmedi.[357]
Diğerleri ise, kendisinin bizzat sefere çıkmayıp akrabalarından birisinin
komutasında ordusunu göndermesini tavsiye ettiler. Bu görüşü de; “Bu işi
ancak aslen Kureyş’ten ve keskin görüş sahibi bir kimse yoluna koyabilir. Ben
kahraman birisini bulup ordunun başında gönderebilirim, fakat onun isabetli bir
görüşü olmayabilir. Gerçekten ben, savaşmayı iyi bilen ve gerek duyduğuuda
kılıç kullanmaktan çekinmeyen bir kahramanım. Mus’ab da kahramandır ve kahraman
bir aileye mensuptur, fakat savaşmayı pek bilmez ve yumuşak huyludur. Üstelik
Mus’ab’ın yanında, ondan farklı düşünen adamları bulunuyor. Benim yanımda ise,
bana doğru yolu gösterecek ve nasihat edecek bilgin kimseler bulunmaktadır.”[358]
diyerek reddetti. Nihayet Abdülmelik, Mus’ab b. Zübeyr üzerine yürümeye kesin
karar vererek savaş hazırlıklarına girişti.
Mus’ab b.
Zübeyr, Abdülmelik’in savaş hazırlıkları yaptığını haber aldığında Basra’da
bulunuyordu. Mus’ab, muhtemel savaş için alınması gereken tedbirler konusunda
fikrini sorduğunda Mühelleb, Abdülmelik’in Irak ileri gelenleriyle karşılıklı
mektuplaştığını, Irak ehlinin ihanet içinde olabileceğini ve kendisini yanından
ayırmamasının çok isabetli olacağını söyledi.[359]
Fakat Mus’ab; “Basralılar seni Haricîlerle mücadele etmek için göndermedikçe
benimle savaşa çıkmaktan imtina ediyorlar. Zaten Haricîlerde Ahvaz’a kadar
ilerleyerek şehre zarar verdiler. Eğer Abdülmelik bizim üzerimize gelecek
olursa, benim onun üzerine yürümekten başka yolum yoktur. Senin Hâricîleri
bertaraf etmen benim için yeterlidir.”[360] diyerek Mühelleb’i
Hâricîlerle mücadele etmekle görevlendirdi. Mühelleb de aldığı emir üzere
faaliyetlerine devam etti. Basra halkının savaşmak için Mühelleb’in Hâricîler
üzerine gönderilmesini şart koşmalarından, onların Abdülmelik’le
mektuplaştıklarını ve ihanet içinde olduklarını anlamamız mümkündür. Zira
Mus’ab Mühelleb’in varlığıyla olabildiğince güçlü iken Şam ordusu karşısında
başarılı olma ihtimali çok yüksektir. Diğer taraftan Abdülmelik’i Irak üzerine
yürümeye teşvik edenler, Mus’ab’ı olası bir savaş öncesinde mümkün olduğunca
zayıflatma karşılığında Abdülmelik’ten makam mevki talebinde bulunmuş
olmalıdır.
Abdullah’ın
Horasan valisi Abdullah b. Hazim, Mus’ab’ın Abdülmelik’le savaşmak üzere yola
çıktığını haber aldığında, Ömer b. Ubeydullah’ın, Mühelleb b. Ebî Sufra’nın ve
Abbad b. Husayn’ın Mus’ab’ın yanında olup olmadığını sormuş; Ömer’in Fars’te,
Mühelleb’in Hâricîlerle mücadelede görevlendirildiğini, Abbad’ın da Basra’da
vekil bırakıldığını öğrenmişti. Kendisi de Horasan’da bulunduğu için “Ey
kaplan! Bugün yardımcıları olmayan adamın etlerini ye ve bu ziyafet sana müjde
olsun.”[361]
demiş ve Mus’ab’ın sadık komutanlarından mahrum olarak savaşa gittiğini ve
sonucunun hezimet olacağını anlatmaya çalışmıştı.
Abdülmelik b.
Mervan, öncü kuvvetlerinin başına kardeşi Muhammed’i ve Halid b. Abdullah’ı
getirerek, Mus’ab’dan daha önce harekete geçti.[362]
İlk önce Karkisiya’ya gelerek karargah kuran Abdülmelik, buranın yöneticisi
bulunan ve Abdullah b. Zübeyr’e bey’at eden, insanları da ona bey’ata çağıran
Züfer b. Haris’i muhasara altına aldı. Kuşatmanın uzamasıyla daha fazla
dayanamayacağını anlayan Züfer, bu kuşatmadan kurtulmak için Abdülmelik’e
bey’at ederek onunla barış yaptı.[363]
Oğlu Huzeyl’i de Abdülmelik’in ordusuyla daha önce bağlı bulunduğu Mus’ab b.
Zübeyr üzerine gönderdi. Fakat Huzeyl, savaş esnasında Mus’ab’ın ordusuna
katılarak İbrahim’in öncü kuvvetleriyle birlikte mücadele etti.[364]
Abdülmelik’in
Karkisiya seferi bazı kaynaklarda Mus’ab b. Zübeyr’le olan mücadelesinden
bağımsız olarak 71/690-691 yılı olayları arasında zikredilmektedir. Fakat biz
bu olayı konu bütünlüğünü sağlama açısından Deyrulcâselik savaşından hemen önce
zikredilmesinin daha uygun olacağı düşüncesiyle burada ana hatlarıyla bu olayı
zikrettik.
Züfer b.
Haris, Ürdün ve Karkisiya gibi Şam’a yakın bir bölgede 65/685 yılından 72/691
yılına kadar, halife Abdullah’ın adeta bir uç beyi gibi yöneticilik yapmış,
birçok askeri müdaheleye kararlılık ve metanetle dayanmış, fakat ne yazık ki bu
savunmalarında halifeden gerekli askeri ve lojistik desteği alamamıştır. Diğer
taraftan Züfer b. Haris el- Kilâbî’nin de Abdülmelik’e bey’at etmesiyle,
Abdullah b. Zübeyr’in Ürdün bölgesindeki hakimiyeti son bulmuştur. Abdülmelik
ise hakimiyet sahasını daha da genişletmenin yanında, hemen yanıbaşında bulunan
bir tehditten kurtulmuş oluyor, Mus’ab’ın üzerine yürürken idare merkezi olan
Şam’ı koruma altına alıyordu.
Abdülmelik b.
Mervan ileri harekatına devamla Muhtar es-Sekafî’nin intikamını almak isteyen
ve onun davasını sürdürmeye çalışanları da itaat altına aldı.[365] Yaklaşık iki bin süvariden
oluşan bu grup “Düşmanımın düşmanı dostumdur.” düşüncesiyle hareket ederek
Abdülmelik’in ordusuna katılmış[366] ve Mus’ab’a karşı savaşarak
Muhtar’ın intikamını almaya çalışmıştır.
Abdülmelik’in
71/691 yılı sonlarında çıktığı Karkisiya seferi yaklaşık altı ay sürmüş, Mus’ab
ise bu zaman zarfında yaklaşan savaş için hazırlıklarını tamamlamış ve
72/691 yılı Rebîülâhir ayının sonu veya Cemaziyelevvel ayının başında,
yanına tecrübeli bir komutan olan Ahnef b. Kays’ı alarak Basra’dan hareket
etmişti. Mus’ab ve ordusu Kûfe’ye ulaştığında Ahnef b. Kays burada vefat etti.[367] Bunun üzerine Mus’ab b.
Zübeyr, Musul ve el-Cezire valisi İbrahim’i yanına çağırdı. İbrahim’i öncü
kuvvetlerin komutanlığına getirerek, ordusuna hareket emri verdi ve önceki
senelerde yaptığı gibi Meskin’e[368] gelerek burada karargah
kurdu.[369]
Mus’ab b.
Zübeyr’in ordusuyla beraber Meskin’de karargah kurmasından kısa bir zaman sonra
Abdülmelik de Meskin’e geldi ve karargahını kurdu. Abdülmelik, geride kendisini
endişeye sevk edecek hiçbir sorun bırakmadan Meskin’e gelmişti. Burada da, daha
önce Abdullah’a olan bey’atlarını bozarak itaatten çıkan ve kendisine itaat
etmek üzere mektuplaşan Irak ileri gelenleriyle tekrar iletişim kurdu. Hatta
daha önce iletişim kurmadığı bazı kimselere bir takım vaadlerde bulunarak
diğerleri gibi onları da Mus’ab’a ihanet etmeye teşvik etti. Abdülmelik, her an
ihanet etmeye hazır hale getirdiği Iraklılara, durumlarına ve mevkilerine göre
Isfahan gelirlerinden vermeyi, Isfahan valiliğini veya Irak’ta bazı yerlerin
yöneticiliğini vermeyi vaat etmişti.[370]
Fakat Iraklıların çoğu Abdülmelik’ten Isfahan valiliğini talep edince o; “Bu
Isfahan dedikleri nasıl bir yer! Altını ve gümüşü mü var ki bana mektup yazan
en az kırk kişi orayı istiyor?”[371]
diyerek hem şaşkınlığını hem de Iraklıların açgözlülüğünü ve tamahkarlığını
dile getirmişti.
Abdülmelik
Meskin'de, Irak ileri gelenlerine ve Mus’ab b. Zübeyr’in bütün komutanlarına
mektuplar yazmış, mektubu alanlar ise bu durumu herkesten gizlemişlerdi. Sadece
İbrahim b. Eşter, kendisine gelen mektubu mührünü açmadan ve okumadan Mus’ab’a
getirmişti.[372] Mus’ab mektubu açıp
okuduğunda, Abdülmelik’in İbrahim’i kendisine itaat etmeye çağırdığını ve
karşılığında Irak valiliğini vaad ettiğini gördü. Mus’ab İbrahim’e mektupta
neler yazdığını bilip bilmediğini sormuş, bilmediği cevabını alınca biraz
rahatlamıştı. Mus’ab, okuduğu mektubun içeriğini İbrahim’e şöyle haber
vermişti: “Seni kendisine itaat etmeye ve bunun karşılığında Irak valiliğini
vermeye davet ediyor. Gerçekten bunlar, ele geçirilmesi çok arzu edilen büyük
nimetlerdir.” Mektubun içeriğini Mus’ab’ın dilinden öğrenen İbrahim, daha
önce verdiği sözü bozmayacağını ve ihanet etmeyeceğini, Abdülmelik’in sunacağı
mal-mülk, şan-şöhret ve makamlarda asla gözü olmadığını, Abdülmelik’in Irak
ordusundaki bütün komutanlara benzer vaadlerde bulunduğunu ve bu komutanların
ihanetinden korktuğunu belirtti ve muhtemel bir ihanete karşı bir tedbir olarak
bütün komutanların boynunu vurdurmasını tavsiye etti. Bu hayati uyarı
karşısında Mus’ab; “Eğer senin dediğini yaparsam, onların aşiretleri de bana
karşı samimi davranmaz ve ihanetleri daha çabuk olur.” cevabını vererek
onları idam edemeyeceğini belirtti. İbrahim ise başka bir tedbir olarak onları
zincire vurarak Medain’deki Kisra’nın Beyaz sarayına hapsetmesini, eğer
yenilecek olursa, onları idam edecek cellatlar görevlendirmesini, şayet zafer
kazanırsa onları affederek serbest bırakmasını, böylece hem aşiretlerini
sevindirmiş hem de ihanetten korunmuş olacağını söylemişti.[373]
Mus’ab b. Zübeyr, İbrahim’in uyarılarını ve tedbir alma konusundaki hayati
tavsiyelerini dinlememiş daha önemli işleri olduğunu söyleyerek hiçbir tedbir
almamış ve komutanlarını cezalandırmamıştı. Ardından, daha yeni vefat etmiş
olan yakın dostu Ahnef b. Kays’a rahmet dileyerek, onun kenisini Iraklıların
ihanetine karşı uyanık olması konusunda devamlı uyardığını ve Iraklılar için “Bunlar,
sıkıldıklarında başka bir vali istemekle, her gün başka bir koca arzulayan
fahişe kadınlara benzerler. ”[374]
diyerek ihanetlerinden korumaya çalıştığını söylemişti. Mus’ab b. Zübeyr’e
ihanet eden komutanların önde gelenleri Attâb b. Verkâ, Ziyad b. Amr ve Malik
b. Misma’ gibi daha önce Mus’ab’la bazı sorunlar yaşayan kimselerdi.[375]
Mus’ab b.
Zübeyr’in, komutanlarının ihanetine karşı kendisini uyaran ve tedbir alması
gerektiğini söyleyen İbrahim b. Eşter’in sözünü dinlememesi, Mus’ab’ın
tedbirsizlik yaptığı şeklinde yorumlanabilir. Fakat biraz düşünüldüğünde
Mus’ab’ın yaptığının daha isabetli olduğu anlaşılır. Zira, uzun zamandır
Abdülmelik’le mektuplaşan ve onu Irak üzerine yürümeye davet eden Irak ileri
gelenlerinin, Mus’ab’ın ihanetlerini anlaması durumunda ne yapacaklarına dair
de bir planları olmalıdır. Ya da Abdülmelik’in kendilerine vaad ettiği makam ve
mevkiye güvenen liderler, emirleri altındaki askerlerine de birtakım vaadlerde
bulunmuş olmalıdırlar. O günün toplum yapısı aşiret örgütlenmesi şeklinde
olduğu için, liderleri tutuklanan ve belki de öldürülen aşiret mensupları savaş
meydanında olduklarına bakmadan, bu yapılanlara karşı durur ve isyan
edebilirlerdi. Böylelikle savaş başlamadan isyan sebebiyle bitmiş olur ve belki
de İbrahim b. Eşter ile Mus’ab b. Zübeyr kendi askerleri tarafından
öldürülürlerdi. Bu ihtimaller olmasa bile, savaş düzeni alındıktan sonra,
bırakın komutanların değiştirilip tutuklanmasını veya öldürülmesini, daha küçük
bir hoşnutsuzluk bile orduda kargaşanın yaşanmasına sebebiyet verecek ve anında
bozgun meydana gelecekti ki bunun birçok örneği tarihte yaşanmıştır. Mus’ab b.
Zübeyr, komutanlarının ihanet edeceklerini savaş meydanına çıkana kadar
öğrenememişse, zaten iş işten geçmiştir. Savaşmak için meydana çıktıktan sonra,
eğer İbrahim b. Eşter’in teklif ettiği tedbirleri alsaydı, zaten mukadder olan
yenilginin ve ardından gelen şehadetinin biraz öne alınmasından başka bir sonuç
ortaya çıkmayacaktı. Diyebiliriz ki; İbrahim b. Eşter’in teklif ettiği tedbir
olağanüstü şartlarda, Mus’ab b. Zübeyr’in tedbir almaması ise, alınan tedbirin
fayda yerine zarar getireceği zamanlarda geçerlidir.
Abdülmelik b.
Mervan’ın makam-mevki vaadlerine inanarak Mus’ab b. Zübeyr’e ihanet eden
Iraklıların yanında, ihanet etmeyen kimseler de bulunuyordu. Kays b. Haysem,
Mus’ab b. Zübeyr’e ihanet eden hemşehrilerini görünce; “Yazıklar olsun size!
Şamlıları topraklarınıza sokmayın. Allah ’a yemin ederim ki, onlar sizin
ürünlerinizden yiyecek olurlarsa sizi evlerinizde sıkıştırırlar. Yemin olsun
ben, Şamlıların efendisinin halifenin kapısında bekleyip, kendisini bir işe
göndermesiyle sevindiğini gördüm. Yaz mevsiminde çıktığımız seferlerde bizden
birinin azığının birkaç hayvan yükünden oluştuğunu, buna rağmen Şamlılardan
birinin ise tek atıyla sefere çıkıp azığını arkasına aldığına defalarca şahit
oldum.”[376] diyerek valilerine ihanet
etmekten vazgeçmeleri için çaba sarfetmişse de sözünü hiç kimseye
dinletememişti.
İki ordu
karşılıklı harp düzeni alıp birbirlerine yaklaşmaya başladıkları bir sırada
Abdülmelik, Kelb kabilesinden birini barış teklif etmek ve savaşı engellemek
üzere Mus’ab’a gönderdi. Abdülmelik barış yapmak için, Mus’ab’ın halkı ağabeyi
Abdullah’a bey’ata davet etmekten vazgeçmesini, kendisinin de halifelik
davasından vazgeçeceğini ve halife seçiminin şuraya bırakılmasını teklif
etmişti.[377] Abdülmelik’in kabul edilmesi
pek mümkün görünmeyen bu teklifini Mus’ab, aralarında kılıcın hüküm vereceğini
söyleyerek reddetmiştir. Abdülmelik’in önce davranarak hasmına barış teklifi
göndermesi, bir adeti yerine getirmenin ötesinde bir anlam taşımamaktadır.
Zaten bu teklif Mus’ab’a da inandırıcı gelmemiş olmalı ki, hiç düşünmeden
teklifi reddetmiştir. Diğer taraftan Abdülmelik de teklifinin kabul görmeyeceğini
biliyor olmalı ki, kabul edilemeyecek derece ağır şartlar ileri sürmüştür.
Abdülmelik adeta Mus’ab’dan Irak valiliğini bırakmasını ve kayıtsız şartsız
muharebe meydanını terk etmesini istemiştir. Kendisinin hilafetten vazgeçmesi
ve halife seçiminin şuraya bırakılması ise gerçekleşmesi imkan dahilinde
olmayan bir sözdür.
İki tarafın da
gerçekleşmesine ihtimal vermediği barış girişimi başarısız olunca Abdülmelik
öncü kuvvetlerinin başına kardeşi Muhammed’i, Mus’ab b. Zübeyr de İbrahim b.
Eşter’i atadı. Öncü birliklerin karşılıklı saldırılarıyla savaş fiilen başlamış
oldu.[378] Saatler ilerledikçe aradaki
çarpışmalar şiddetlenmeye başladı ve her iki tarafta öncü birliklerine asker
takviyesinde bulundular. Mus’ab’ın İbrahim’in yardımına gönderdiği birliğin başında
Attab b. Verkâ bulunuyordu. Attab daha önce Abdülmelik’le iletişim kuran ve ona
bey’at ederek Mus’ab’a ihanet edenlerden birisiydi. İbrahim, Attab’ın ihanet
içinde olduğunu bildiği için yardımına gelmesinden pek memnun olmadı. Zira
kendisini en kritik zamanda yardımsız bırakmasından korkuyordu. Öncü birlikler
karşılıklı olarak akşama kadar savaştı. Karanlık bastırınca İbrahim’in
askerleri savaşa ara vermek istediyse de İbrahim bunu kabul etmedi. Karanlığın
çökmesini fırsat bilen Attab, emrindeki askerlerle birlikte firar ederek
İbrahim’i düşmanı karşısında yalnız bıraktı. Attab’ın birliğiyle firar etmesi,
ihanetini fiili olarak ortaya çıkarmıştır ve İbrahim’in korkusunda ne kadar
haklı olduğunu kanıtlamıştır. İbrahim, Muhammed’in şiddetli hücumlarına bir
müddet daha dayanabildi. Fakat bir süre sonra askerleri bozguna uğradı ve
kaçışmaya başladılar. İbrahim ise, etrafını saran askerlerin kılıç ve mızrak
darbeleriyle iyice zayıflatıldıktan sonra Ubeyde b. Meysere isimli bir azatlı
köle tarafından öldürüldü.[379] Başı gövdesinden ayrılarak
Abdülmelik’e sunuldu. Cesedi de Husayn b. Numeyr’in kölesi tarafından, etrafına
odun toplanarak yakıldı.[380]
İbrahim’in
bütün askerleriyle birlikte yok edilmesi, Mus’ab için adeta sonun başlangıcı
demekti. Mus’ab bir yandan İbrahim’in şehid edilmesine üzülürken diğer yandan
da Attab’ın emrindeki askerlerle firar ederek ihanet etmesine öfkeleniyor,
zamanında komutanlarının ihanetine karşı tedbir alamamanın acı sonuçlarıyla
yüzleşiyordu.
Sabah olup
ortalık aydınlandığında Abdülmelik, ordusuna hareket emri vererek Meskin’den
Deyrulcâselik’e[381] getirdi ve burada karargah
kurdu. Yolda REbîa kabilesinden bir grup Abdülmelik’in ordusuna katıldı. Bu
askerlerin içinde Ubeydullah b. Ziyad b. Zabyan da bulunuyordu. Mus’ab da
ordusunu Deyrulcâselik’e getirdi ve iki ordu karşılıklı harp nizamı alarak son
hazırlıklarını tamamladılar. Ordusunu birlikler halinde konumlandıran Mus’ab,
savaşın başlamasından hemen önce komutanlarına son taktiklerini verdi ve
verdiği emirler doğrultusunda askerlerini ilerletmelerini emretti. Askerlerini
cesaretlendirmek amacıyla en ön safta bulunan Mus’ab, savaşın fiilen
başlamasıyla komutanlarına ilerlemelerini emretti. Fakat komutanlar, bir hiç
uğruna kendilerini ve askerlerini tehlikeye atamayacaklarını söyleyerek bu emri
dinlemediler.[382] Mus’ab’ın her
türlü teklifine ve ısrarına red cevabı veren komutanlar daha önce Abdülmelik’le
anlaştıkları gibi askerleriyle birlikte savaş alanını terk ettiler ve Mus’ab’ı
düşmanı karşısında yalnız bıraktılar. Komutanlarının ve ordusunun alandan
ayrılmasıyla Mus’ab’ın yanında 70 civarında askeri kalmıştı.[383] Mus’ab, bu can yakıcı manzara
karşısında İbrahim’in bu komutanların ihanetlerine karşı kendisini uyardığını
hatırladı ve; “Ahh İbrahim ah! Fakat bugün benim İbrahim’im yok!”
diyerek uyarılarını dikkate almadığı için iç geçirdi. Yanında kalan askerlerden
biri olan Muğire b. Şu’be’nin oğlu Urve’yi yanına çağırdı. Urve yanına gelince
ondan Hz. Hüseyin’in, Ubeydullah’ın hükmünü kabul etmeyip savaşa karar vermesi
olayını anlatmasını istedi. Urve hadiseyi anlatınca, hüzünlü ve iç yakıcı bir
şiir söyledi. Urve, Mus’ab’ın söylediği bu şiirden ve o ana kadar gördüğü
kararlılığından, onun öldürülene kadar savaşacağını ve teslim olmayacağını
anlamıştı.[384]
İki taraf
birbiriyle savaşmaya başlamış, fakat mücadele daha kızışmamıştı. Bu sırada
Abdülmelik, kardeşi Muhammed’i eman verdiğini bildirmek üzere Mus’ab’a
gönderdi. Muhammed, Mus’ab’a adamlarının ihanet ettiğini, müminlerin emiri olan
Abdülmelik’in kendisine eman verdiğini ve savaşmadan sağ salim meydandan
ayrılabileceğini söyledi. Mus’ab ise müminlerin emirinin halen Mekke’de
olduğunu, kendisi gibi cesur ve kahraman kişilerin çıktıkları bu meydandan ya
galip ve muzaffer olarak ya da mağlup ve öldürülmüş olarak ayrılabileceğini
söyleyerek eman teklifini
reddetti.[385]
Mus’ab’dan
umduğunu bulamayan ve sözünü dinletemeyen Muhammed, bu defa oğlu İsa’ya
seslenerek yanına yaklaşmasını istedi. Mus’ab oğluna görüşme izni verince
Muhammed, İsa’ya babasıyla ikisinin iyiliğini istediğini, kurtulmaları için
çabaladığını ve verilen emanı kabul edip sağ salim gitmelerini arzu ettiğini
belirtti. İsa konuştuklarını haber verince Mus’ab oğluna; “Oğulcuğum!
Abdülmelik’in sana verdiği eman sözünde duracağını düşünüyorum. Arzu ediyorsan
buradan ayrılıp gidebilir, kendini kurtarabilirsin.” dedi. Hiçbir şekilde
emanı kabul etme niyetinde olmayan İsa; “Kureyş kadınlarının seni düşmanın
karşısında yalnız ve yardımsız bırakıp ölüme terk ettiğimi ve kendimi
kurtardığımı dillerine dolayarak konuşmalarını istemem.”[386] diyerek babasına sonuna kadar
yanında kalarak mücadeleye devam edeceğini söyledi. Daha sonra Mus’ab oğlunu
Mekke’ye amcası Abdullah’ın yanına göndermek istediyse de İsa yine aynı
gerekçelerle gitmedi. Diğer taraftan İsa, babasına Basra’ya gitmesini, şehir
halkının hala kendisine itaat ettiğini veya Mekke’ye gitmesini teklif etti, bu
defa da Mus’ab kabul etmedi.[387] Baba-oğul öldürülünceye kadar
mücadele etmeye karar verince Mus’ab oğlunu ileri geçirdi ve İsa emrindeki
askerlerle birlikte öldürülünceye kadar savaştı. Hasımları karşısında iyice
hırpalanan ve yorulan İsa, en sonunda öldürüldü. Başını kesmek için üzerine
çullananlara Mus’ab hamleler yaparak engel oldu.[388]
Oğlunun
gözlerinin önünde şehid edildiğini gören Mus’ab b. Zübeyr, çadırına giderek
bedenini ve elbiselerini temizledi, abdest aldı, çadırından çıktı ve çadırını
yıktı. Artık bütün gücü ve yanında kalan bir avuç askeriyle savaşmaya başladı.
Karşısına Ubeydullah b. Ziyad b. Zabyan çıktı ve Mus’ab’ı mübarezeye[389] davet etti. Mus’ab, kendisine
yapılan bu cüretkar teklifi kabul etti ve hasmının üzerine hamle yaparak onu
yaraladı.[390] Bu sırada Mus’ab’ın yanında
sadece 7 kişi kalmış, birçok yerlerinden de yaralanmışlardı. Mus’ab da
yaralarının ağırlaşmasından ve kan kaybından halsiz düşmeye başladı. Bunu gören
Ubeydullah, bir grup askerle Mus’ab’ın üzerine hücum etti. Mus’ab’ı iyice
yorduktan sonra Ubeydullah son darbeyi indirerek onu öldürdü.[391] İbn Zabyan, Mus’ab’ın başını
gövdesinden ayırarak Abdülmelik’e getirdi ve Abdülmelik sevincinden Allah’a
şükür secdesi yaptı.[392]
Daha sonraları
bu hadiseyi hatırlayan Ubeydullah; “O an Abdülmelik’i secde halinde öldürmek
içimden geçti. Eğer o gün onu öldürseydim, aynı gün içinde Arapların iki
hükümdarını öldürmüş ve insanları onların fenalıklarından kurtarmuş olurdum.
Bunu yapmadığıma hala çok pişmanım.”[393] diyerek hayıflanır ve
üzüntüsünü dile getirirdi. Abdülmelik de Mus’ab’ın kanlar içindeki kesik başını
Ubeydullah’ın elinde gördüğü an, kadim dostu olan Mus’ab’ın ölümüne üzülmüştü.
İbn Zabyan’a çok hiddetlenmiş ve insanların en hayırlısını öldürmesine
karşılık, insanların en şerlisi olarak nitelediği bu katili öldürmeyi içinden
geçirmişti.[394] Abdülmelik, Ubeydullah’a bin
dinar hediye verilmesini emretmiş, fakat Ubeydullah; “Ben Mus’ab’ı sana
itaat ettiğim için değil, kardeşim Nabi’nin intikamını almak için öldürdüm.”
diyerek bu hediyeyi kabul etmemiştir.[395]
Her ne kadar
yukarıdaki rivayette Abdülmelik’in kadim dostu Mus’ab’ın ölümüne üzüldüğü ve
onu öldüren katili öldürmeyi düşündüğü zikredilse de Mus’ab’ın katili olan İbn
Zabyan’ı öldürmeyip bağışlaması ve bir miktar hediyeyle taltif ederek yaptığı
iş sebebiyle onu ödüllendirmesi, üzüntüsünde ve düşüncesinde hiç de samimi
olmadığını göstermektedir. Abdülmelik eğer gerçekten Mus’ab’ın ölümüne
üzülseydi katilini hiç düşünmeden öldürerek yaptığı kötü işin cezasını
gecikmeden verirdi.
Abdülmelik b.
Mervan, savaş bittikten sonra savaş meydanına gelmiş, Mus’ab ile oğlunun
cesetlerini buldurmuş ve gömülmelerini emretmişti.[396]
Ardından Kûfe’ye
gelerek halkın
bey’atını kabul etmiş ve şehre vali tayin ederek Şam’a geri dönmüştür.[397]
Deyrulcâselik
savaşının meydana geldiği tarihle ilgili farklı rivayetler mevcuttur. Fakat
kaynakların çoğunun naklettiği ve tercihe şayan olanı 15 Cemaziyelevvel 72/691
Perşembe günüdür. [398] Savaşın kaç gün sürdüğü ile
ilgili kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmamakla birlikte, yukarıda
aktardığımız olayların seyrinden 2 veya 3 gün devam ettiği anlaşılmaktadır.
Mus’ab b.
Zübeyr, 67/686 yılında başladığı Basra valiliğini 1 yıl yürütmüştür. Bu süre
içinde Muhtar es-Sekafî isyanını bastırarak onu bertaraf etmiştir. 68/687
yılından itibaren Kûfe ve Basra valilikleri birleştirilerek uhdesine verilmiş,
bu görevi yürütürken Hâricîlerle ve Ubeydullah b. Hürr’ün terör ve fitne
hareketiyle başarılı bir şekilde mücadele etmiştir. En önemli rakibi
Abdülmelik’e karşı giriştiği savaşta askerlerinin ihanet etmesi sebebiyle
başarı sağlayamamış ve 72/691 yılında hayatını kaybetmiştir. Böylece 5 yıldır
yürüttüğü Irak valiliği de sona ermiştir.
Deyrulcâselik
savaşında, Abdullah b. Zübeyr, Irak valisi olan kardeşi Mus’ab ile oğlu İsa ve
önde gelen komutanlarından İbrahim b. Eşter’i kaybetmiş, Abdülmelik b. Mervan
ise bu savaşın kazanan tarafı olmuştur. Savaşın sonucunda Irak ve doğusunda
bulunan bütün topraklar Abdülmelik’in denetimine geçmiş, Abdullah’ın idaresinde
ise sadece Mekke ve Medine’den oluşan Hicaz toprakları kalmıştır. Takip eden
bir sene içinde bu topraklar da Abdullah’ın elinden çıkacak ve o, 73/692
yılında Mekke’de kuşatılacak ve nihayetinde şehid edilecektir. Böylece 64/683
yılından beri Suriye ve Mısır Hâricîndeki bütün İslam topraklarını idare eden
Abdullah b. Zübeyr’in hilafeti sona erecek, Abdülmelik b. Mervan, siyasi
birliği sağlayarak bütün İslam topraklarını yönetmeye başlayacaktır.
Mus’ab’ın
Deyrulcâselik savaşını kaybetmesinin en önemli sebebi hiç şüphesiz Kûfe ileri
gelenlerinin Abdülmelik’e bey’at ederek ihanet etmeleri ve onu savaş alanında
yalnız başına bırakarak firar etmeleridir. Bunun yanında yaklaşık bir yıl
boyunca Abdülmelik’le iletişim halinde olan Iraklıların tespit edilememesi de
Mus’ab’ın istihbarat konusundaki bir zaafıdır. Şayet ihanet edenlerin durumu
savaş meydanına gelmeden önce tespit edilmiş olsaydı savaşın sonucunun tam
tersi istikamette olması kuvvetle muhtemeldi. Zira askeri ve lojistik bakımdan
Şam ve Irak askerleri arasında ciddi bir fark olduğu anlaşılmaktadır.
Savaşın
sonucuna etki eden bir diğer faktör Mus’ab’ın en iyi ve tecrübeli
komutanlarından yoksun olarak savaşa girişmesidir. Mühelleb b. Ebî Sufra,
Abdullah b. Hazim ve Ömer b. Ubeydullah gibi kendisine sadakat gösteren
tecrübeli komutanları uyarıların aksine görevleri başında bırakmış ve onların
tecrübelerinden mahrum kalarak yenilen taraf olmuştur. Böyle bir sonucun ortaya
çıkmasında Mus’ab’ın daha önce yaşanmış tecrübelerden ders çıkar(a)mamasının da
büyük etkisi olmuştur. Zira daha önce Muhtar’ın en önemli komutanlarından
yoksun olarak girdiği Harûrâ savaşını kaybettiğini ve Kûfe’deki savunmasında
yine komutanlarının istişaresinden ve askeri kuvvetinden mahrum kaldığı için
hezimete uğrayarak öldürüldüğünü gördüğü halde Meskin’e doğru yola çıkmadan
önce en önemli komutanlarını Hâricîler üzerine göndererek aynı hatayı tekrar
etmiş ve hezimete uğramıştır.
Öte yandan
Kûfelilerin menfaatlerine göre hareket etmeleri, Mus’ab’ın tamamen göz ardı
ettiği bir durumdur. Hatırlayacak olursak Muhtar isyanı patlak verdiğinde zarar
gören Kûfe eşrafı Basra’ya Mus’ab’dan yardım talep etmeye gelmiş ve Muhtar’a
saldırması için ellerinden gelen bütün gayreti göstermişlerdir. Muhtar bertaraf
edilip şehir geri alındıktan sonra da Mus’ab’ı kendileriyle esir askerler
arasında tercihe zorlayarak ona belki de valiliğinin en büyük hatasını
işleterek teslim olan bütün esirleri öldürtmüşlerdir. Kendilerine ikramda
bulunmayan ve hakaretvari bir muamele gördükleri halifeye ilk fırsatta ihanet
etme yoluna gitmişler, Abdülmelik’i sevmemelerine rağmen onu Irak üzerine
sefere çıkmaya teşvik etmişlerdir. Bu ihanetlerinden Kûfelilerin şartların
ortaya çıkardığı zorunluluk sebebiyle Abdullah’a bey’at ettikleri, zorunluluğun
ortadan kalkmasıyla bey’atlarını bozdukları anlaşılmaktadır. Ayrıca onların
gönülleri sevdikleri insanlara bağlı olsa da kılıçları daima güçlüden yana
olmuş ve hiçbir zaman sevgi ve muhabbetlerinin gereğini yaparak gönül
verdikleri uğruna mücadeleye girişememişlerdir. Gönül verdikleri kimseler,
onların ihmalleri sebebiyle katledilince de mağdur edebiyatı yaparak
kendilerini aklamaya çalışmışlardır.
Deyrulcâselik
savaşıyla ilgili bir diğer nokta ise, Mus’ab’ın Kûfelilerce maruz bırakıldığı
ihanetin, Hz. Hüseyin’in yine Kûfelilerce maruz bırakıldığı ihanet ve vahşete
oldukça benzemesidir. Zira her ikisini de önce destekleyen, fakat en çok
ihtiyaç duyulan zamanda desteksiz bırakarak düşman karşısında yapayalnız terk
eden Kûfe ahalisidir. Hz. Hüseyin’i, Ubeydullah b. Ziyad’ın zulmünden
korktukları için terkeden Kûfeliler, Mus’ab’ı da Abdülmelik’ten elde etmeyi
umdukları makam, mevki, mal ve para
karşılığında
düşmanına terketmişlerdi. Nasıl ki, Hz. Hüseyin’i yardımsız bırakmak Kûfelilere
sancılı bir pişmanlıktan ve ahirette altından kalkılması ağır bir vebalden
başka bir şey kazandırmadıysa, Mus’ab’a ihanet etmeleri karşılığında da
umdukları hiçbir menfaate sahip olamamışlar, ihanetleri ve veballeri yanlarına
kâr kalmıştır. Zira Abdülmelik Irak’ı yönetimine dahil ettikten sonra Kûfelilere
yaptığı hiçbir vaadini yerine getirmemiştir. Öte yandan Mus’ab’ın da yanında
Hz. Hüseyin’in yanındaki Ehl-i beyti kadar insan kalmış ve bu askerlerin hepsi
tıpkı Kerbelâ’da olduğu gibi şehid olmuştur. Hz. Hüseyin’in savaştığı
Kûfelilerden oluşan ordunun aksine Mus’ab’ın savaştığı ordu, Şam askerlerinden
oluşmaktadır. Savaş demenin dahi zor olduğu bu güçler dengesi bulunmayan
mücadelenin sonunda Şamlılar, tıpkı Hz. Hüseyin’in başını gövdesinden ayırarak
teşhir etmek suretiyle reva gördükleri vahşi muameleyi Mus’ab’a da reva
görmüşler ve başını bir çok mekanda dolaştırmışlardır.
Mus’ab b.
Zübeyr’in vefat ettiği Deyrulcâselik savaşını yukarıda ayrıntılarıyla
aktardığımız için, burada tekrar savaşın safahatına girmeyecek, sadece onun
şehid edilirken başına gelenlere değinecek ve vefatıyla ilgili hadiseleri
zikredeceğiz.
Hatırlanacağı
üzere, 72/691 yılı Cemaziyelevvel ayında Mus’ab b. Zübeyr Irak’tan, Abdülmelik
ise Şam’dan ordularıyla birlikte harekete geçerek önce Meskin’de, ardından
Deyrulcâselik’te karşılaşmışlardı. Bu karşılaşmanın hemen öncesinde Abdülmelik,
Iraklılardan Mus’ab üzerine sefere çıkmak için davet mektupları almış, kendisi
de mevki, makam, para ve mal vaad ederek onları Mus’ab’a ihanet etmeye teşvik
etmişti. Yaptıkları
anlaşma gereği Kûfeli komutanların ve askerlerinin ihaneti neticesinde Mus’ab
b. Zübeyr, savaş meydanında 70 kadar askeriyle yapayalnız kalmıştı. Mus’ab,
İbrahim b. Eşter’in, Meskin’de komutanların ihanetini haber vermesine rağmen
fiilen savaş ortamında olması sebebiyle gerekli tedbirleri almakta geç kalmış,
neticede İbrahim b. Eşter ve oğlu İsa’nın şehadetleriyle daha da umutsuz bir
duruma düşmüştü. Çok gayretli, cesurca ve kahramanca mücadele etmesine rağmen,
düşmanlarının çok olması ve toplu bir şekilde üzerine hücum etmeleri
neticesinde ağır yaralar almış ve Ubeydullah b. Ziyad b. Zabyan tarafından
şehid edilmişti. Ubeydullah b. Ziyad, Mus’ab’ın başını gövdesinden
ayırarak Abdülmelik’in huzuruna getirmiş, Abdülmelik, savaşın neticelenmesinden
dolayı şükür secdesine kapanmış, beraber büyüdüğü, dünyada herkesten çok
sevdiği dostunun, bu şekilde öldürülmesine üzülmüştü. “Ey Mus’ab! Kureyş
kadınları senin gibi bir kahramanı acaba bir daha ne zaman doğurur? Mus’ab,
Kureyş gençlerinin seyyidi ve efendisiydi.” diyerek üzüntüsünü dile
getirmiş ve Mus’ab’la oğlunun naaşlarını buldurarak gömülmesini emretmiştir.[399] Mus’ab ve oğlunun kabirleri
bölge halkı tarafından bilinmekte ve ziyaret edilmektedir.[400]
Mus’ab’ın karargah olarak kullandığı mevki ve savaştığı mevziler ile şehid
edildiği yer bilinmekte ve buralarda hiçbir bitkinin yetişmediğine
inanılmaktadır.[401]
Abdülmelik,
Mus’ab’ın kesik başını Kûfe’ye gelirken yanında getirmiş, ardından Mısır valisi
bulunan kardeşi Abdülaziz b. Mervan’a göndermiş, Abdülaziz, onun kesik başını
görünce; “Allah sana merhamet buyursun! Vallahi, sen İraklıların en
ahlaklısı, en iyisi, en güçlüsü, en kudretlisi ve en cömertiydin.” diyerek
ahlakî meziyetlerini saymıştı. Abdülaziz, Mus’ab’ın başını Şam’a göndermiş,
burada Abdülmelik’in hanımı Atike, ona daha fazla işkence etmelerine razı
olmadığından onun başını yıkamış, kefenlemiş ve defnetmiştir.[402] Konuyla ilgili farklı bir
rivayette Abdülmelik’in, Horasan valisi Abdullah b. Hazim’i kendisine bey’at
etmesi yönünde teşvik ettiği, talep ve vaatlerini içeren mektubuyla birlikte
Mus’ab’ın kesilen başını Horasan’a gönderdiği, Abdullah’ın tehdit içeren bu
harekete aldırış etmeyerek ona bey’at etmediği ve Mus’ab’ın başını temizleyip
yıkayarak kefenlediği ve defnettiği[403]
kaydedilmektedir.
Mus’ab Meskin’e
doğru yola çıkmadan önce son defa evine gitmiş, üzerindeki elbiseleri
değiştirip ince elbise giymiş, kemerini bağlamış ve kılıcını kuşanarak
hazırlığını tamamlamıştı. Mus’ab’ın ince elbiseler giyinerek hazırlandığını
gören Sükeyne, kocasının çıktığı seferden geri dönme niyetinde olmadığını
anlamış ve çığlık atarak yüksek sesle ağlamaya başlamıştı. İşittiği çığlıkla
irkilen Mus’ab, Sükeyne’nin niyetini anladığını fark etti. Sükeyne ve Mus’ab’ın
arasında karşılıklı niyet okumaların dışında herhangi bir konuşma geçmedi.
Mus’ab bu minval üzere evinden çıkıp Meskin’e doğru yola koyuldu ve bir daha da
geri dönmedi.[404] Mus’ab b. Zübeyr, Meskin’e
hanımı Sükeyne bt. Hüseyin’i de getirmişti. Savaşın sonunda Mus’ab şehid
olunca, Sükeyne cesetler arasında kocasını aradı. Nice zaman sonra kocasını
vücudundaki bir izden tanıyabilen Sükeyne; “Ey Mus’ab! Allah sana rahmet
eylesin. Vallahi sen, Müslümanların dostuydun. Evet, benim kocam hâlâ ne kadar
da güzeldir! ”[405] diyerek bir süre Mus’ab’ın
cesedinin başında ağıt yaktı.
Sükeyne bt.
Hüseyin, kocasını şehadetinden sonra da unutmadı. Mus’ab’a benzeyen birini
gördüğünde hemen çevresindekilere onun cesaret ve cömertliğini anlatır ve
ağlardı.[406] Mus’ab’ın vefatının ardından
Kûfe’de yapayalnız kalan Sükeyne, Medine’ye gitmek üzere yola çıktığında
etrafına şehir halkından bazıları toplanmış, sanki kocasına ihanet etmemişler
gibi; “Ey Rasulüllah’ın kızı! Allah senin dostun ve kocan olan Mus’ab’a
rahmetiyle ve iyiliklerle muamele buyursun!” diyerek taziyelerini sundular.
Sükeyne ise; “Allah sizden razı ve hoşnudolmasın ve bu beldenin insanları
benden sonra hiçbir hayır görmesin. Siz benim babamı, dedemi, amcamı ve kocamı
öldürdünüz. Beni küçükken yetim, büyükken de dul bıraktınız. ”[407] diyerek Iraklıların Hz.
Ali’nin halifeliğinden beri yaptıkları ihanetleri yüzlerine haykırmıştı.
Mus’ab b.
Zübeyr ile Abdülmelik, gençlik yıllarında Medine’de Hubbâ isimli dostlarının
yanına gidip sohbet eder, dertleşirlerdi. Hubbâ’ya Deyrulcâselik savaşı ve
sonucunda Mus’ab’ın şehid olduğu haber verildiği zaman Hubbâ, Mus’ab’ı öldürene
lanet okumuş ve beddua etmişti. Mus’ab’ı öldürenin Abdülmelik olduğunu duyunca
ise Hubbâ buna inanamamış ve; “Vay başıma gelen! Öldürülene de öldürene de
babam feda olsun!” demişti.[408]
Mus’ab’ın
vefatından sonra Abdülmelik hacca gitmiş, dönüşte de Medine’ye uğramıştı. Eski
dostu Hubbâ’yla görüşüp hasret gidermek istedi. Abdülmelik’in geldiğini gören
Hubbâ; “Sen gerçekten kardeşin Mus’ab’ı öldürdün mü?” diye sormuş,
Abdülmelik ise şiirler söyleyerek kendini savunmuştu.[409]
Mus’ab’ın en
yakın dostlarından biri olan Abdullah b. Ebî Ferve, en değerli dostu Mus’ab
öldürüldükten hemen sonra Mekke’ye gitmiş ve halife Abdullah b. Zübeyr’le
görüşmüştü. Abdullah Irak ahvaliyle ilgili haber almak isteyince o, Mus’ab’la
son konuşmalarını anlatmış ve uğradığı ihanet karşısında kaçıp kurtulmasını
teklif ettiğini, fakat onun kabul etmeyerek tek başına sonuna kadar mücadele
ederek öldürüldüğünü anlatmıştı. Hadiseyi dinleyen halife hem üzülmüş hem de
kardeşinin son anlarında gösterdiği kahramanlığından dolayı sevinmiş ve
gururlanmış, ardından kardeşine dua
etmiştir.[410]
Abdullah b.
Zübeyr, kardeşi Mus'ab'ın şehid edildiğini haber aldığında, bir müddet
konuşamamış, yüzü renkten renge girmişti. Çevresindekiler, hiç alışık
olmadıkları bu halini anlayamadılar. Nihayet üzüntüsü biraz hafifleyince kalkıp
minbere çıktı ve insanlara şöyle bir konuşma yaptı: "Yaratmak da,
emretmek de yalnız kendisinin olan Allah'a hamd ederim. O, mülkü dilediğine
verir ve dilediği kimseden de çekip alır. Dilediğini aziz kılar, dilediğini de
zelil kılar. Haberiniz olsun ki Allah, haklı olan kimseyi tek başına bile olsa
zelil etmez. Şeytanı dost edinen kimseyi ise -isterse bütün insanlar onunla
birlikte olsunlar- aziz kılmaz. Biliniz ki, Irak'tan bizi hem üzen hem de
sevindiren bir haber aldık. Kardeşim ve Irak valim Mus'ab öldürülmüş. Allah ona
rahmet etsin, bizi sevindiren, onun bu ölümünün şehidlik olduğunu bilmemizdir.
Bizi üzen şey ise, sevilen birisinden ayrılan kimsenin, bu ayrılık sırasında bu
musibetle karşı karşıya kaldığı zamanda hissettikleridir. Sağlam görüş sahibi
kimse, güzel sabır gösteren ve teselli olandır. Her ne kadarMus'ab'ın
öldürülmesi musibetine maruz kalsam da daha önce ben babam Zübeyr'in de
öldürülmesi musibetine maruz kalmıştım. Halife Osman b. Affan, nasıl musibetten
kurtulamadıysa ben de kurtulamıyorum. Mus'ab da Allah'ın kullarından bir kuldu.
Benim yardımcılarımdan biri idi.
Bilesiniz
ki Iraklılar, hain ve münafık kimselerdir. Mus'ab ’ı az bir paraya satıp
düşmanına teslim ettiler. Mus'ab öldürüldü de ne oldu sanki? Allah'a yemin
ederim ki, biz Ebu’l-As'ın oğulları gibi yataklarımızda ölmeyeceğiz. Andolsun,
onlardan herhangi birisi, ne cahiliye savaşında ne de Islâm dönemindeki
savaşlarda ölmüş değildir. Biz ancak yaralarıyla ve kılıçların gölgesi altında ölürüz.
Bilesiniz ki dünya, hakimiyeti asla yok olmayan, mülkünün sonu asla gelmeyen,
en büyük Melik'in verdiği bir emanettir. Düçar olduğum musibet sebebiyle
söyleyeceklerim bunlardır. Kendim için de sizin için de Allah'tan mağfiret
dilerim."[411]
Mus’ab b. Zübeyr’in
vefat ettiği tarihle ve yaşıyla ilgili kaynaklarda farklı bilgiler mevcuttur.
Deyrulcâselik savaşının 71/691 yılında meydana geldiğini haber veren
rivayetlerin yanında[412] 72/691 yılında vuku bulduğunu
haber veren rivayetler de[413] bulunmakta ve bu haberler
çağdaş müelliflerce önceki rivayete göre daha çok kabul görmektedir.
Deyrulcâselik savaşıyla ilgili ay ve gün ismi veren kaynaklar ittifakla 15
Cemaziyelevvel Perşembe gününü zikretmektedir.
Mus’ab b.
Zübeyr’in şehid olduğunda 35,[414]3 6,[415]6 3 9,[416]
[417] 4 0468 veya 45[418]
yaşında olduğu kaydedilmektedir. Kaynakların bir çoğu bu birbirinden farklı
rivayetleri bir arada vermek suretiyle herhangi bir tercihte
bulunmamaktadırlar.[419] Fakat biz Mus’ab’ın, 33/653
yılında doğduğunu nakleden rivayetten hareketle,[420]
onun 72/691 yılında 39 yaşında vefat ettiği sonucuna ulaşıyoruz.
Mus’ab ve oğlu
İsa’nın kabirleri, daha sonra bir ziyaretgah haline getirilmiş ve üzerine bir
türbe inşa edilmiştir. Bu türbe her dönemde halk tarafından bilinen ve çokça
ziyaret edilen bir mekan olagelmiştir.[421]
Irak
topraklarında yaklaşık 10 yıl içinde ne denli kanlı, korkunç ve dehşet verici
mücadeleler yaşandığını gösteren bir anekdotla bu bölümü bitirmek istiyoruz.
Abdulmelik b. Umeyr, Kûfe'de Hz. Hüseyin'in kesik başının bir kalkan içinde
Ubeydullah b. Ziyad'ın önünde gördüğünü ve Ubeydullah'ın tahtında oturduğunu,
daha sonra Ubeydullah'ın başının bir kalkan içinde Muhtar’ın önünde durduğunu,
bir süre sonra Muhtar’ın başının bir kalkan içinde Mus'ab’ın önünde durduğunu,
nihayet Mus'ab'ın başının bir kalkan içinde Abdülmelik’in önünde durduğunu
gördüğünü anlatmaktadır.[422]
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MUS’AB B. ZÜBEYR’İN FİZİKÎ, AHLÂKÎ VE
İLMÎ ÖZELLİKLERİ
Yukarıda
hayatını ve faaliyetlerini ayrıntılı bir şekilde aktarmaya gayret ettiğimiz
Mus’ab b. Zübeyr’in fiziki özellikleri ile ilgili bilgi veren eserlerde onun,
insanların en güzeli ve yakışıklısı olduğu,[423]
iyilik yapmayı sevdiği, güzel yüzlü, selim tabiatlı, heybetli, yüz ve beden
bakımından kamil yaratılışlı olduğu[424]
zikredilmektedir. Bu meziyetlerinden ve güzelliğinden dolayı bazı insanlar
tarafından kıskanılmıştır [425]
Valiliği
döneminde de Mus’ab güzelliği, yakışıklılığı ve güzel ahlakıyla dillere destan
olmuş bir yöneticiydi. Mus’ab, halka hitap ettiği veya hutbe irad ettiği
zamanlarda bir çokları onu hayran hayran dinler ve minberin üzerinde, onun
kadar yakışıklı ve güzel bir insan görmediklerini dile getirirlerdi.[426] Yine valiliği döneminde Ebu
Hilâl, Hasan el- Basrî’ye Basra’nın en güzel insanının kim olduğunu sormuş,
Hasan ise hiç tereddüt etmeden; “Mus’ab” cevabını vermişti.[427] Mus’ab, Irak’ta valilik
yapanlar arasında şehir halkı tarafından en çok sevilen kişi olmuştur. O, sakin
olması ve yumuşak konuşması gereken yerde suhuletle hareket etmiş, sert
konuşması ve şiddete başvurması gereken zamanda ise sert olmuş ve şiddete
başvurmaktan çekinmemiştir.[428]
Mus’ab b.
Zübeyr, kaynaklarda zühd ve takva sahibi biri olarak zikredilmektedir.[429] Abdülmelik b. Mervan’a,
çocukluk ve gençlik yıllarından dostu olduğu için çok iyi tanıdığı, fakat Irak üzerindeki
rekabetleri sebebiyle en büyük rakibi haline gelen Mus’ab’ın nebiz[430] içtiği söylenmişti.
Abdülmelik, fiili olarak savaştığı rakibi hakkındaki bu söze inanmamış ve; “Mus’ab
mı nebiz içiyormuş! Kesinlikle inanmam. Vallahi, eğer o, su içmeyi terk etmenin
mürüvvet ve takva olduğunu bilse, muhakkak su içmeyi terk ederdi.”42
diyerek Mus’ab’ın zahidane ve müttaki bir şekilde yaşadığına işaret etmişti.
Irak
ahalisinden bir heyet Mekke’ye gitmiş ve halife Abdullah’la görüşmek
istemişlerdi. Abdullah b. Zübeyr, Iraklıları bir Cuma günü huzuruna kabul etmiş
ve onlara valileri olan kardeşi Mus’ab’ın idaresinden memnun olup olmadıklarını
sormuştu. Heyette bulunanlar Mus’ab’ın, insanların en güzeli olduğunu, doğruluk
ve adaletle hüküm verdiğini söylemişler ve idareden memnun olduklarına dair
hüsn-ü şehadette bulunmuşlardı. Abdullah, Iraklılardan aldığı bu güzel
karşılığın ardından hazır bulunan cemaate Cuma namazını kıldırmıştı. Namazın
ardından minbere çıkmış ve cemaate; “Ey insanlar! Irak ’tan gelen bu heyete,
valileri olan kardeşim Mus’ab’ın faaliyetlerini ve halkına karşı davranışlarını
sordum. Hepsi de onun güzel işler yaptığını ve onu çok sevdiklerini,
icraatlarını beğenip takdir ettiklerini söylediler. Muhakkak Mus’ab, insanların
kalbini kazanmada dengi olmayan, çok sevilip hiç çekinilmeyen, dilini sadece
iyilikleri zikretmek için kullanan, kalbi sağlam ve dosdoğru, gönlü muhabbetle
dolu olan ve bu sıfatlarıyla insanlar tarafından çok sevilen güvenilir bir
insandır.”43 diyerek Mus’ab’ın güzel ahlakını anlatmış ve
insanlar tarafından sevilip güvenilmesinin sebeplerini açıklamıştı. Mus’ab’ın
sahip olduğu meziyetlerden bir kısmını Kasım b. Muhammed; “Mus’ab, çok
akıllı, cana yakın, tam bir lider ve harika yaratılışlı biridir.”44
sözleriyle dile getirmişti.
Mus’ab b.
Zübeyr’in kaynaklarda zikredilen bir diğer özelliği, mütevazı oluşudur. Basra
valiliği sırasında, yanına kibirli ve hiç kimseyi beğenmeyen birisi gelmişti.
Adamın tavır ve davranışlarının iticiliğinden hiç hoşlanmayan Mus’ab; “Ademoğlunun
büyüklük taslamasına hayret ediyorum. Oysa kendisi, iki kez idrar kanalından
geçmiştir. 486 diyerek insanın aciz yatalışına rağmen nasıl
kibre kapılabildiğine, böbürlenerek insanları küçük gördüğüne hayret ettiğini
beyan etmiş, kendisinin bulunduğu makama rağmen [431]
[432] [433]
[434]
kibir ve
böbürlenme içinde olmadığını ihsas ettirmiştir.
Mus’ab b.
Zübeyr, gayet cesur ve kahramandı ve bu özellikleri övgüye layıktı.[435] Bir defasında
Abdülmelik, meclisinde bulunanlara Arapların ve Rumların en cesurunun ve en
yiğidinin kim olduğunu sormuş, yanındakiler ise Hâricîlerin cesur dâî ve
savaşçılarından Şebîb, Katarî b. Fücâe gibi kimselerin cesaret ve
kahramanlıklarından bahsetmişlerdi. Fakat Abdülmelik verilen cevapları
beğenmemiş ve doğru olmadığını söylemişti. “insanların en yiğit ve cesuru,
Sükeyne bt. Hüseyin ve Âişe bt. Talha ile evlenen, Rebab bt. Uneyf el-Kelbiyye
’nin oğludur. Badiyenin efendisi olarak 5 yıl Irak valiliği yapan, bu süre
içinde milyonlarca dinara, sayılamayacak kadar mala ve binek hayvanına sahip olmasına
rağmen zahidane bir hayat yaşayandır. Bütün bu servetinden ve zenginliğinden el
çekerek kılıcıyla düşmanının üzerine yürüyen, hiçbir zaman geri dönüp mal-mülk
sevdasına düşmeyendir. Kendisi insanlara eman ve güven verip canlarını ve
mallarını bağışladığı halde, kendisi verilen emanı kabul etmeyerek hor, hakir
ve alçaltılmış bir şekilde düşmanı tarafından öldürülmeyi tercih edendir. Savaş
meydanında askerleri ihanet ederek kendisini terk edip düşmanı karşısında
yalnız bıraktıklarında bir adım bile geri atmayan, verilen emanı kabul
etmektense ölümü tercih edendir. Bütün bu özelliklere sahip olan Mus’ab b.
Zübeyr’dir. Komutanları onu yardımsız bırakıp yalnız başına terk ettiklerinde
o, tek başına savaşmış ve öldürülmüştür. Sözünü ettiğim bu yiğit ve kahraman,
insanların malına ve canına kasteden Şebib ve Katari gibi eşkıyalarla nasıl bir
tutulup kıyaslanabilir? Allah’ın rahmeti Mus’ab’ın üzerine olsun.”[436]
diyerek, sorduğu soruyla Irak toprakları üzerindeki rekabetleri sebebiyle
öldürdüğü kadim dostu Mus’ab’ı kastettiğini söylemiş ve uzun uzadıya onun
özelliklerini, cesaret ve kahramanlığını anlatmıştı.
Abdullah b.
Ömer’in oğlu Salim’e, Zübeyr b. Avvâm’ın oğulları Abdullah ve Mus’ab’dan
hangisinin daha cesaretli ve kahraman olduğu sorulmuş, Salim ikisinin de cesur
ve kahraman olduğunu, zira kendilerine ölüm gelmesine rağmen onların hiçbir
şekilde korkmadan ölümü beklediklerini ifade etmişti.[437]
[438]
Mus’ab b.
Zübeyr, savaşa çıktığında her zaman ordunun en ön safında bulunur, savaşa
başlarken de “Askerlerim ileri! Artık komutanın emrine itaat yoktur.”49
der, askerlerinde cesaretsizlik ve yılgınlık gördüğünde gereği gibi onları
mücadeleye teşvik ederdi.
Mus’ab b.
Zübeyr, cesaret ve kahramanlıktaki şöhretini vefat edene kadar korumuş,[439] [440]
ölümünün ardından düşmanlarının dahi cesareti ve kahramanlığıyla kendisini
hatırlamasını sağlamıştır. Deyrulcâselik savaşında kendisini şehid eden
Ubeydullah b. Ziyad b. Zabyan, kesik başını Abdülmelik’in huzuruna
getirdiğinde, Mus’ab’ın son anlarında şahit olduğu manzarayı şöyle tasvir
etmişti: “Ey Müminlerin emîri! Allah’a yemin ederim ki Mus’ab’ı bir
görmeliydin. Elinde bazen mızrak, bazen de kılıç görüyordum. Mızrağıyla
hasımlarının vücutlarını delip yaralıyor, kılıcıyla da boyunlarını uçuruyordu.
Gözü ve gönlü cesaretle dopdoluydu. Fakat askerleri ve komutanları ona ihanet
edip yalnız bıraktıklarında üzerine hücum edenler de çoğaldı. Deniz gibi düşman
karşısında yalnız başına kalmasına rağmen kendisini öven ve cesaretlendiren
şiirler söyleyerek savaşmaya devam etti. Üzerine saldıranlara daha fazla
dayanamayarak zayıf düştü ve öldürüldü.” Eski dostu Mus’ab’ın öldürülüşünü
dinleyen Abdülmelik, Mus’ab’ın kesinlikle doğru söylediğini, onun aynen
kendisini vasfettiği gibi cesur ve kahraman olduğunu, insanlar arasında en çok
Mus’ab’ı sevdiğini ve çocukluk arkadaşı olduğunu, fakat hükümdarlığın uğursuz
bir şekilde onları birbirlerinden ayırdığını ve hükümdarlık yüzünden iki düşman
haline geldiklerini[441] söyleyerek, hem Mus’ab’la
eskiden beri olan dostluklarını hem de onun cesaret ve kahramanlığını
hatırlatmıştı.
Mus’ab b.
Zübeyr, cesareti, kahramanlığı ve cömertliğiyle meşhur olmuş şehid bir babanın
oğlu olarak büyümüştür. Aynı zamanda ağabeyi Abdullah da cesaret ve
kahramanlığıyla meşhur bir sahabîdir. Hal böyle olunca Mus’ab da çocukluğundan
itibaren, başta babası Zübeyr b. Avvâm ve büyük dayısı[442]
Hz. Hamza olmak üzere kahramanlığı dillere destan olmuş sahabenin menkîbelerini
dinleyerek büyümüş olmalıdır. Zira yukarıda Deyrulcâselik savaşını zikrederken
bahsettiğimiz üzere askerlerinin ihanet ederek kendisini yardımsız bırakıp terk
ettikleri anda Muğîre b.
Şu’be’nin oğlu
Urve’den, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehid edildiğinde nasıl cesaretle
savaştığını anlatmasını istemiş, bu sayede en olumsuz şartlarda dahi mücadele
azmini bileyerek savaşmaya devam etmiştir. Zaten büyük kahramanların cesaret ve
kahramanlık hikayeleri öteden beri anlatılagelmiş, özellikle yeni yetişen
nesillerin bu kahraman kişileri örnek almaları, onların güzel ahlaklarıyla
ahlaklanmaları hedeflenmiştir. Mus’ab b. Zübeyr için de aynı eğitim metodunun
uygulanmış olması kuvvetle muhtemeldir.
Mus’ab b.
Zübeyr’in cömertliği ile ilgili kaynaklarda bir çok bilgi mevcuttur. Bu konuda
öncelikle Mus’ab’ın babası Zübeyr b. Avvâm’ın da cömertliği ile meşhur olduğunu
zikretmemiz gerekmektedir. Mus’ab b. Zübeyr’in cömertlik vasfına sahip oluşunu,
babasının cömertliği ile ilgili dinlediği hatıraların geliştirmiş olması gözden
uzak tutulmaması gereken önemli bir husustur.
Mus’ab b.
Zübeyr, gençliğinde ve valilik yıllarında insanların en cömerdi ve en çok
bağışta bulunanı olarak tanınmıştı.[443]
İnsanlara verdiğini çok görmez, verdiği şeylerin değeri çok olsa da bunu
önemsemez, güçlü-zayıf ayırmadan herkese ihsanlarda bulunurdu. Çevresindekiler
ona' cömertliğinden ve insanlar arasında ayrım gözetmeden bol bol vermesinden
dolayı bal küpü manasına gelen “Âniyetu’n-Nahl” lakabını vermişti.[444]
Mus'ab b.
Zübeyr, bir defasında bir adama işlediği bir suçtan dolayı öfkelenmiş ve
öldürülmesini emretmişti. Adam da kalkıp; “Ey vali, Allah senin şanını yüceltsin.
Benim gibi bir adamın kıyamet gününde gelip senin şu güzel yakana yapışması ve
şu aydınlık saçan yüzünü tırmalaması, sonra da “Ya Rab, Mus'ab'a beni niçin
öldürdüğünü sor!" demesi ne kadar çirkin olur.” diyerek ve durumunu
ajite ederek haksız yere öldürüleceğini ifade etmişti. Adamın bu sözleri
üzerine Mus'ab, onu affetmişti. Affedilmesi karşısında sevinen adam, Mus’ab’a; “Allah,
valinin şanını yüceltsin.'Ey Vali! Bana hayatımı bağışladığın gibi bu fakiri
refaha kavuştur." diyerek teşekkürünü ve ihtiyaç içinde olduğunu ifade
edince Mus’ab, ona yüz bin dinar verilmesini emretti. Bu ihsan ve cömertlik
karşısında daha çok sevinen adam; “Ey vali! Şahid ol ki, bana vermiş olduğun
bu paranın yarısını İbn Kays er-Rakiyyât'a vereceğim. Çünkü o, senin hakkında
şöyle demiştir:
"Mus'ab,
Allah tarafından gönderilen bir ateş korudur.
Onun
sayesinde karanlıklar aydınlığa kavuşur.
Onun
valiliği rahmet ve merhamet yönetimidir. insanlara acır,
Onun
hükümdarlığında zorbalık ve kibir yoktur. İşlerinde Allah'tan korkar.
Tasası
Allah'tan korkmak olan kimse, kurtuluşa ermiştir." diyerek hediyesini
almış ve gitmişti.[445]
Mus’ab b.
Zübeyr’in valiliği süresince en yakınında bulundurduğu alim ve fazıl kişilerden
biri olan büyük hadis alimi Âmir eş-Şa’bî, bir gün yolda Mus’ab’la karşılaştığını
ve kendisini davet ederek evine götürdüğünü, yemek ve diğer ikramların ardından
başladıkları sohbet esnasında hanımı Âişe bt. Talhâ'nın içeri gelerek
kendisiyle tanıştığını anlatmıştır. Âmir Mus’ab’ın evinden ayrılırken Âişe’nin
tavsiyesiyle kendisine on bin dirhem hediye edildiğini ve bu kadar büyük
miktarda paraya ilk defa sahip olduğunu ifade etmiştir.[446]
Mus’ab b.
Zübeyr’e valiliği sırasında, Fars topraklarında alınan ganimetlerden biri olan,
meyveleri altından ve kıymetli taşlardan imal edilmiş hurma ağacı şeklinde bir
mücevher hediye edilmişti. Bu mücevherin değeri yaklaşık iki milyon dinardı.
Mus'ab, bu mücevheri hanımı Âişe’ye hediye etmişti.[447]
Bir defasında ise Âişe kocasına kızmış ve ona küsmüştü. Mus'ab da barışmak ve
hanımının gönlünü almak maksadıyla bir kadını Âişe’ye göndermişti. Kadının
gayretleri netice vermiş ve Mus’ab hanımına dört yüz bin dirhem vererek gönlünü
almış ve barışmıştı. Âişe ise, bu parayı, kendisi ile Mus'ab'ı barıştıran
kadına hediye etmişti.[448]
Meşhur sahabi
Numan b. Mukarrin’in oğlu Ömer, güzel Kur’an okuyan bir kimseydi. Ramazan
ayının yaklaştığı bir zamanda Mus’ab b. Zübeyr, Ömer’e ihtiyaçlarını
karşılaması ve Ramazan ayını rahat bir şekilde geçirmesi için iki bin dirhem
göndermişti. Fakat Ömer, valinin gönderdiği paranın okuduğu Kur’an’ın bir
karşılığı olarak hediye edildiğini düşünmüş ve Kur’an’ı dünya nimetlerini talep
etme niyetiyle okumadığını ifade ederek hediyeyi nazikçe geri çevirmişti.[449]
Abdullah b.
Zübeyr, kardeşine bir kişiyi göndermiş ve bin dirhem hediye vererek onu
mükafatlandırmasını emretmişti. Mus’ab ise o kişiye yüz bin dirhem vermek
suretiyle bu emri yerine getirmişti.[450]
Mus’ab’ın,
Muhtar’ı bertaraf etmesinin ardından Basra valiliğinden azledilerek yerine
Hamza b. Abdullah’ın atandığını yukarıda zikretmiştik. Mus’ab’ın yönetiminden
ve kendilerine yönelik davranışlarından memnun olan şehir halkı halifeye
müracat ederek Mus’ab’ın tekrar vali olarak atanmasını sağladılar. Mus’ab bu
ikinci valilik döneminde şehir halkının tamamına maaş bağlamış ve yılda iki kez
atıyyeler dağıtmıştır.[451]
Yukarıda
aktardığımız rivayetlerden de anlaşılacağı üzere Mus’ab b. Zübeyr, israfa ve
cimriliğe kaçmadan, çevresindeki insanlara ihsanlarda bulunmuş, cömertliğini
dost-düşman herkesin kabul ettiği bir yönetici olmuştur ve idaresi altındaki
halk tarafından çok sevilmiştir.
Diğer taraftan
Mus’ab’ın cömertliğini ifade etme sadedinde serd edilen rivayetlerde yüksek
meblağların zikredilmesi dikkati celb etmektedir. Söz konusu rivayetlerdeki
yüksek miktarlar bir taraftan Mus’ab’ın cömert oluşunu abartılı bir şekilde
ifade ederken bir taraftan da Irak bölgesinin zenginliğini nazara vermektedir.
Rivayetlerde dirhemle dinarın, binli rakamlarla on binli veya yüz binli
rakamların birbirine karıştırılma ihtimalini ve abartılı anlatımın Arap
kültürüne ait bir söz sanatı olduğunu gözden uzak tutmayarak abartılı rakamlar
ifade eden rivayetlerin ihtiyatla karşılanması gerektiği kanaatine
ulaşmaktayız.
Mus’ab’ın
babası Zübeyr b. Avvâm, 36/656 yılında vuku bulan Cemel vakasında, muhalifler
safında yer almış, Hz. Ali ile yaptığı bir dizi görüşme sonrasında muhalif
olarak Basra’ya geldiğine pişman olmuş, hiç kimseyle vuruşmadan geri dönüp
Medine’ye doğru yola çıkmıştı. Zübeyr’in yola çıktığını gören Amr b. Cürmüz
isimli Iraklı bir asker, Zübeyr’i Vadi’s-Siba’ denilen yere kadar takip etti.
Burada Zübeyr namaz kılmaya başladığı anda arkasından yaklaşarak onu şehid
etti. Kılıcını ve kesik başını alıp Hz. Ali’ye getiren Amr b. Cürmüz, Hz.
Ali’den iltifat beklerken halifenin; “Ben Rasulullah’ın; ‘Safiyye ’nin
oğlunu öldüren katile cehennemi müjdeleyin!’ dediğini işittim.” sözüyle ne
kadar yanlış bir iş yaptığını anladı. Ardından Hz. Ali’nin üzgün bir şekilde
Zübeyr’in kılıcına bakarak: “Bu kılıç birçok defa Rasulullah’ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) yüzündeki ağır bulutları dağıttı.” diyerek Zübeyr’in
Peygamberimize yaptığı hayırlı hizmetleri yadettiğini işitti ve yaptığı işe çok
pişman oldu. İslam’a bu kadar değerli hizmetler sunan güzide bir sahabiyi şehid
ettiği için Hz. Ali, bu talihsiz katili huzurundan kovdu. İltifat beklerken
cehennem ateşine gireceği müjdelenen Amr talihsizce yaptığı işi ve beklentisini
şu şiirle dile getirdi:
Zübeyr’in kesik başıyla Ali ’nin huzuruna geldim...
Ondan mevki-makam ve yakınlık bekleyerek!
Fakat o beni ateşle müjdeledi daha zamanı gelmeden!
Ne kötüdür bu müjdesi izzet ikram sahibi birinin!
Ben de dedim: ‘Keşke yerine bu külfetli haberinin
Hoşnut olsaydın Zübeyr’i öldürmemden,
Zira Zübeyr’in ölümü nazarımda benim.
Farksızdır Cuhfe’deki devenin yellenmesinden[452]
Amr b. Cürmüz,
bu olaydan sonra Hz. Ali’nin ordusundan ayrılarak Basra’ya gelip yerleşmiş ve
Mus’ab’ın valiliğine kadar burada yaşamıştı. Zübeyr’in oğlunun Basra’ya
geldiğini duyunca intikam hissiyle öldürüleceğinden korkarak saklanmıştı. Bu
hadiseyi bilen bazıları Mus’ab’a babasının katilinin şehirde yaşadığını fakat
korktuğu için saklandığını haber verdiler ve isterse yakalayıp huzuruna
getirebileceklerini ifade ettiler. Halkın bu kısas teklifine Mus’ab; “Hayır!
ona söyleyin de ortaya çıksın, ona dokunmayacağım. O güvendedir. Çünkü ona eman
verdim. Allah'a yemin ederim ki ben, babam Zübeyr’in öcünü ondan almayacağım ve
ona kısas tatbik etmeyeceğim. Çünkü o, kendisini babam Zübeyr'e denk
tutamayacağım kadar basit ve alçak biridir'”[453] [454] diyerek Amr’ı affetmişti.
Daha sonra huzura çağrılan İbn Cürmüz gelmekten çekinmiş ve “Zübeyr’i
öldürdüğüm gün cennete girmekten ümidimi kestim””501 demiştir.
Muhtar
es-Sekafî’nin Kûfe’de kuşatıldığı sırada öldürülmesinin ardından direnmeye
devam eden askerler teslim olduklarında Mus’ab b. Zübeyr, onları affetmek
istemiş, özellikle Kûfe eşrafının karşı çıkması ve bey’atlarını bozmakla tehdit
etmeleri üzerine bu isteğini gerçekleştirememişti. Mus’ab, askerleri affetme
konusunda Ahnef b. Kays’la istişare etmiş, bazı girişimlerde bulunmuş, fakat
neticede kendilerine dayanıp güvendiği, her faaliyetinde desteklerini gördüğü
İraklıların ısrarıyla karşılaşmış ve esir askerlerin öldürülmelerini
emretmişti.[455]
Mus’ab b.
Zübeyr, tabiin neslinin ikinci tabakası olan “Sığar-ı Tabiîn”dendir.[456] Tabiîn; sahabe-i
kiramdan herhangi birisiyle kısa veya uzun görüşüp Müslüman olarak vefat eden
kimsedir. Tabiin rivayet ettikleri hadislerin kaynağına göre iki gruba ayrılır.
Hadislerin çoğunu sahabeden, az kısmını da tabiînden alanlara Kibar-ı Tabiîn;
hadislerin çoğunu tabiînden, az kısmını da sahabeden alanlara ise Sığar-ı
Tabiîn denir.[457]
Mus’ab b.
Zübeyr’in doğduğu ve gençliğini geçirdiği şehir, Peygamberimiz (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) ve Mekkeli ilk Müslümanların hicret ederek İslam devletinin
ve medeniyetinin temelini attıkları Medine’dir. Medine, Peygamberimiz
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) ve Hulefa-i Raşidin döneminde İslam devletine
başkentlik yapmıştır. Bu dönemde Medine, İslamî ilimlerin de merkezi olmuş,
İslam teşriînin büyük bir kısmı burada oluşmuş, Peygamberimiz (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) hadislerinin bir çoğunu burada dile getirmiştir. Şehrin her
köşe bucağında Peygamberimiz’den (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir hatıraya
rastlamak mümkündü. Hadis ve fıkıh sahasında şöhret kazanmış pek çok sahabi
Medine’de yaşadığı için burası, Peygamberimiz’i (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
yaşarken görememiş, fakat hadislerini en yakın arkadaşlarından işitip
ezberlemek isteyen hadis aşığı tabiînin devamlı uğradığı bir ziyaretgah olmuş,
bir ticaret merkezi gibi, hadis almaya gelenlerle dolup taşmıştır.[458] Hz. Ali’nin hilafet merkezini
Kûfe’ye taşıması ve daha sonra Muâviye’nin Şam’ı başkent olarak kullanması
Medine’nin değerinden pek fazla bir şey eksiltmemiştir. İlk inşa edildiği günden
itibaren bir medrese gibi eğitim ve öğretim faaliyetlerinin merkezi konumundaki
Mescid-i Nebevî, bu dönemde de ilmî faaliyetlerin merkezi olmuş, hadis ve fıkıh
sahasında şöhret bulmuş sahabilerin tabiinden olan öğrecileri sayesinde ilmî
canlılık devam etmiş ve Medine, hadis işitmek ve hadis toplamak isteyenlerin
ziyaretgahı olmaya devam etmiştir. Yine bu dönem, İslam ümmetini kasıp kavuran
fitnelerin kısmen bitmesi ve Emevî devletinin teşekkülüyle birlikte fetih
hareketlerinin tekrar başladığı ve Müslümanlar arasında birlik ve beraberliğin
sağlandığı istikrarlı bir zaman dilimidir.
İşte böyle bir
ortam ve zamanda yetişen Mus’ab b. Zübeyr’in en yakınındaki isimler hep ilmiyle
temayüz etmiş nadide şahsiyetlerdir. Mus’ab b. Zübeyr’in ilmi sahadaki
seviyesini daha iyi tespit edebilmemiz için çevresinde ilişki kurduğu
arkadaşlarından biraz bahsetmemiz gerekmektedir.
Mus’ab b.
Zübeyr’in himayesinde büyüdüğü ağabeyi Abdullah, hadis rivayetiyle ve fetva
vermekle meşhur olan Abadile’den[459]
biridir. Mus’ab’ın bir diğer ağabeyi Urve, “Fukahay-ı Seb’a” diye bilinen
meşhur yedi Medine fakihinden birisidir. Mus’ab’ın büyüyüp yetiştiği evin en
önde gelen sakinlerinden birisi de, Abdullah’ın ilmi ve cesaretiyle meşhur
annesi Esma’dır. Ümeyyeoğullarının ilmi sahada en meşhurlarından birisi olan ve
halifeliğinden önce Medine fakihlerinden biri kabul edilen Abdülmelik b.
Mervan,[460] Mus’ab’ın çocukluğundan
itibaren en sevdiği dostlarındandır. Mus’ab’ın Kabe’de yaptığı duada evlenmeyi
istediği Sükeyne bt. Hüseyin, ilmi, şiire olan aşinalığı ve şiirdeki
otoritesiyle meşhurdur. Sükeyne’nin oturduğu evler her zaman şairlerin ve şiir
severlerin uğrak yerlerinden biri olmuştur.[461]
Diğer hanımı Âişe bt. Talha da hadis rivayetiyle tanınmış meşhur bir kadındı.[462] Kanaatimizce, ilmi
kariyerleri herkes tarafından takdir edilecek derecede yüksek olan iki hanımla
evlenmek isteyen birinin en az onlar kadar ilimde bir payesinin olması gerekir.
Evlilikte eşlerin birbirlerine denk olmaları gerektiğinden hareketle güzellik,
nesep, sosyal statü, zenginlik ve yaş itibariyle birbirlerine denk olan Mus’ab,
Sükeyne ve Âişe’nin ilmi seviyelerinin de birbirine denk olduğunu
söyleyebiliriz.
Mus’ab b.
Zübeyr, meşhur sahabi Ebû Hureyre’nin meclisinde bulunup onunla sohbet etmiş ve
ondan hadis rivayet etmişti.[463] Mus’ab b. Zübeyr’in, Abdullah
b. Ömer’le en az iki defa görüştüğünü, gençlik yıllarında Muâviye b. Ebî
Süfyan’ın ziyaretine gittiğini ve onunla görüştüğünü ve Ahnef b. Kays’ın,
valiliği sırasında Kûfe’de vefat ettiğini yukarıda ifade etmiştik. Yaşadığı
dönem göz önüne alındığında onun daha fazla sahabi ile görüşmüş olması kuvvetle
muhtemeldir. Fakat kaynaklarda bu konuda herhangi bir isim zikredilmemiştir.
Mus’ab’ın, tabiînden bir çok kişiyle görüşüp ilim ve bilgi alışverişinde
bulunduğunu söyleyebiliriz. Fakat onun tabiînden herhangi bir hadis rivayeti
bulunmamaktadır. Özellikle Irak valiliği döneminde onun, tabiînin büyüklerinden
Şa’bi ve Hasan el-Basri ile görüştüğünü biliyoruz.[464]
[465] [466]
Bu ilim sahibi şahıslarla, ilmi sohbetlerde bulunmuş ve valiliği döneminde onlara
maddi yardımlarda bulunmuştur.
Mus’ab b.
Zübeyr, peygamberimizin hadisleri okunduğu vakit dinleme ve gereği gibi amel
etme konusunda çok titiz davranmış, Nebevi nasihat ve tavsiyeleri sorgulamadan
kabul etmiş ve hassasiyetle tatbik etmiştir. Bir defasında Arifu’l-Ensarî’nin
kendisi hakkında bazı kötü sözler sarf ettiğini duyduğunda Mus’ab öfkelenmiş ve
onu cezalandırmak istemişti. O esnada Enes b. Malik Mus’ab’ın yanına gelerek
Rasulüllah’tan (salla’llâhü aleyhi ve sellem) işittiği bir hadisi şöyle aktarmıştı:
“Ensâr’a iyi davranın. İyilik yapanlarının iyiliklerini kabul edin, kötülük
yapanlarının da kötülüklerini affedin.” Enes daha sözünü bitirir bitirmez
Mus’ab, kendini oturduğu sedirden yere attı ve yüzünü yere yapıştırarak; “Rasulullah’ın
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) emri başım gözüm üstüne.” dedi ve Arifi
cezalandırmaktan vazgeçti.579 Bu rivayetten Mus’ab b.
Zübeyr’in, peygamberimize 10 yıl hizmet etmiş olan ve valiliği sırasında
Basra’da yaşayan Enes b. Malik’le görüştüğünü ve ondan hadis aldığını
anlıyoruz. Ayrıca Mus’ab’ın bu davranışı, ondaki Peygamber sevgisi ve
saygısının en üst seviyede olduğuna da delalet etmektedir.
Mus’ab, hadis
ravilerini inceleyen Cerh ve Ta’dil ilminde birer otorite olan Ebu Hâtim
er-Razî, İbn Hacer ve İbn Hibban tarafından sika yani güvenilir raviler
arasında zikredilmektedir.[467]
Mus’ab b.
Zübeyr, hukuki meselelerde karar verirken sahabinin anlayış, kavrayış ve idrak
derecesine sahip olmak istemiş ve sahabe uygulamalarını örnek almıştır.
Valiliği döneminde Abdukays kabilesinden bir adam, yalnız olduğu zamanlarda bir
kadının evine girip çıkıyordu. Kadının kocası bunu öğrenince, o adamı hanımının
yanına gitmemesi konusunda sert bir şekilde uyardı ve çevresinde bulunanları da
bu olaya şahit tuttu. Bir gün kadının kocası evine geldiğinde daha önce
uyardığı adamı evinde gördü ve onu öldürdü. Bunun üzerine mesele, Mus’ab’a
haber verildiğinde o; “Keşke Ömer b. Hattab’ın aklı ve ince kavrayışı burada
olsaydı da bende o akıl ve kavrayışla düşünüp bu konuda hüküm verseydim ”
dedi ve öldürülen kişinin diyetinin verilmesini emretti.”[468]
Mus’ab b.
Zübeyr, ilimle ve cömertlikle temayüz etmiş bir ailenin ferdi olarak,
Medine’nin ilim öğrenmeye çok müsait ortamında, dönemin şartları içinde iyi
derecede eğitim alarak yetişmiş, bilgili ve alim kişilerden arkadaş ve dostlar
edinerek hayatını ilmin kuşattığı bir ortamda geçirmeye gayret etmiş, evlendiği
hanımların güzelliğinin yanında ilim sahibi olmalarına dikkat etmiş, hadis
rivayetinde bulunmuş tabiîn neslinin sika ravilerinden birisidir. Fakat
idarecilik vasfının ön planda olması ve genç yaşta ölmesi onun ilmiyle temayüz
etmesine imkan vermemiştir.
Mus’ab b.
Zübeyr’in, babası Zübeyr b. Avvâm’dan, Ömer b. Hattab’dan,[469]
ağabeyi Abdullah’tan,[470] Ebu Hureyre’den, Sa’d b. Ebî
Vakkas’tan ve Ebu Saîd el- Hudri’den[471]
hadis rivayetinde bulunduğu zikredilmektedir. Fakat Ömer b. Hattab ile Sa’d b.
Ebî Vakkas daha o doğmadan vefat ettikleri için onun bu büyük sahabilerden
rivayette bulunması mümkün görünmemektedir.
Mus’ab b.
Zübeyr’den ise, Hakem b. Uteybe,[472]
Amr b. Dinar el-Cumahi ve İsmail b. Halid hadis rivayet etmişlerdir.[473]
Mus’ab b.
Zübeyr’in sahabe ve tabiinden hadis rivayet ettiği ve ondan da başkalarının
rivayette bulundukları zikredilmekle birlikte bu hadislerin sayısıyla ilgili
kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Ulaşabildiğimiz eserlerde
Mus’ab’ın isminin senedinde zikredildiği sadece bir hadis bulunmaktadır.
Şehitlikten bahseden söz konusu hadisin tercümesi şudur: “Beş şey vardır ki,
her kim onlardan birine mübtela olursa o şehittir. Bunlar, Allah yolunda
öldürülen kişi, Allah yolunda mücadele ederken boğulan kişi, Allah yolunda
kahramanlık yapan kişi,[474]
Allah yolundayken vebaya yakalanan kişi ve Allah yolundayken doğum yapan ve
lohusa iken vefat eden kişi... ”[475] Kendisi de
savaş meydanında öldürülmüş bir kimse olan Mus’ab’ın senedinde yer aldığı tek
hadisin şehidlikle ilgili olması ne kadar da manidardır.
Mus’ab b.
Zübeyr’in, iyi bir hatip olduğu da zikredilmektedir.[476]
Fakat ilim sahibi kişilerin yanında fazla konuşmaz, alimlerin dilinden inci
gibi dökülen bilgi ve tecrübeleri dinlemeyi tercih ederdi. Nitekim valiliği
sırasında halka irad ettiği hutbeleri ve diğer konuşmalarını, ilmiyle ve
hitabetiyle meşhur olan Hasan el-Basrî mescide gelene kadar sürdürür, onun
gelmesiyle konuşmasını tamamlardı.[477]
Mus’ab b.
Zübeyr, o dönemde etkili bir iletişim ve propaganda vasıtası olan şiiri ve
şairleri de etkili bir şekilde kullanmaya gayret göstermiş, bu yolda hiçbir
fedakarlıktan kaçınmamıştır. Kendisi, ihtiyaç duyduğu her zaman ve durumda
şiirler söyleyerek kendisini ve çevresindekileri cesaretlendirmiş, dönemin ünlü
şairleri Abdullah b. Kays er-Rakiyyât ve Ferazdak’ a hediyeler takdim ederek,
yönetimini güçlendirmek için onların şiirlerinden istifade etmeye çalışmıştır.[478]
Mus’ab b.
Zübeyr, 67/687 yılında vefat eden Ahnef b. Kays’ın cenaze namazını kıldırmış ve
kabrine kadar cenazesinin arkasından yürümüştür. Bu yürüyüşü esnasında üzerinde
rida olmadığı için, bir cenazenin arkasından kabrine kadar ridasız yürüyen ilk kişi
olmuştur.[479]
Onun, Kûfe’yi
bir şehir olarak yabancılara tanıtan ilk kişi olduğu zikredilmektedir.[480]
Mus’ab kıldığı
bütün namazların ardından yüksek sesle tehlil okumayı adet haline getirmişti.
Böyle bir uygulamaya ilk defa şahit olan bazı kimseler söylediği sözlerin bidat
olduğunu dile getirerek duruma tepki göstermişti. Fakat zaman ilerledikçe
yüksek sesle tehlil okuma, güzel bir adet halini almış ve Irak bölgesinde
yaygınlaşmıştı.[481] Dolayısıyla Irak bölgesinde
bu güzel adeti ilk başlatan da Mus’ab b. Zübeyr olmuştur.
Mus’ab, ilk
özgün İslam paralarının darbettirilmesine önemli katkı sunan bir devlet
adamıdır. İlk İslam parasının tedavüle girme sürecini 5 evreye ayırarak
inceleyen Mehmet Şimşir’e göre Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
ölçü ve tartı miktarlarını tespit etmiş ve para değişimleri konusunda standart
getirerek paranın İslamîleşmesi adına önemli bir adım atmış, Hz. Ömer, Bizans
ve Sasani paralarının üzerine Kelime-i Tevhid vb. İslamî simgeler ekleterek
para darbettirmiş, Muaviye de iktidarında “Kara Dirhem” ismiyle meşhur olan
düşük kaliteli ve halk nezdinde kabul görmeyen paralar bastırmıştır. Emevî
iktidarının inkıtaya uğradığı 64/683 yılından itibaren hilafet makamında
bulunan Abdullah b. Zübeyr, iktidarını tahkim etmek amacıyla para
darbettirmişti. Bu paralar daha önce basılan biçimsiz, kalın, kısa, yamrı yumru
ve silik paralardan farklı olarak düzgün ve tam yuvarlak bir şekilde
basılmıştı. Üzerlerinde ise “Muhammedün Rasulullah”,“Emerallahu bi’l-Vefâ
ve’l-Adl” ibareleri kazınmıştı. Abdullah’ın bastırdığı bu paralar Irak
bölgesinde darbedilmiş, bu işle de Basra valisi Haris b. Abdullah ile Irak
genel valisi Mus’ab görevlendirilmişti.[482]
Mus’ab’ın
70/690 yılında halife Abdullah b. Zübeyr’in emriyle darbettirdiği paraların bir
yüzünde “Allah”, diğer yüzünde ise “Bereke/Bereketullah” yazılmıştı. Bu
paralar, Mus’ab’ın valiliği süresince ve Irak’ın, Abdülmelik’in idaresine girip
Haccac vali olarak atanıncaya kadar tedavülde kalmıştır. 74/694 yılında Irak’a
vali tayin edilen Haccac, “...münafık ve fâsık adamın eseri olarak ortada
hiçbir şey bırakmak islemeyiz... ” diyerek anî ve şiddetli bir kararla bu
paraları halifenin emriyle bastırdığı yeni dinar ve dirhemlerde değiştirtmiş,
söz konusu paraları piyasadan toplattırılıp imha ettirmiştir.[483]
Diğer taraftan
Cahiliye döneminde Bizans’ın Hirakl dinarları ve Sasanilerin Bağliye
dirhemlerinin Mekke’ye geldiği, insanların bu paralarla alışverişlerini
yaptıkları, ölçüsü ve miktarı belli olan bu paralarla ölçü ve tartı
miktarlarının İslam döneminde de kullanılmaya devam edildiği, Peygamberimiz
(salla’llâhü aleyhi ve sellem), Raşit Halifeler, Muâviye ve Yezîd dönemlerinde
bu miktarların aynen korunduğu rivayet edilmekte ve Abdullah b. Zübeyr’in
hilafetini ilan ettikten sonra Basra’ya vali tayin ettiği Mus’ab döneminde Irak
bölgesinde ilk İslam parası sayılabilecek dinarlar ve dirhemler darbettirdiği
zikredilmektedir.[484] Böylece Mus’ab b. Zübeyr’in,
Abdülmelik’ten en az beş yıl önce ilk İslam parası sayılabilecek bu dinar ve
dirhemleri darbettirmek suretiyle ilk İslam parasının bastırılmasında katkısı
bulunan bir devlet adamı olduğu ortaya çıkmaktadır.[485]
SONUÇ
Bu araştırmada
Mus’ab b. Zübeyr’in hayatı, şahsiyeti, idarî ve askerî faaliyetleri ele
alınmaya çalışılmıştır. Mus’ab’ın hayatına dair önemli tespitlerde bulunulmuştur.
Onun, hem hayatı hem de idarî ve askeri faaliyetlerine dair ortaya konulan
temel tespitler aktarıldığında Mus’ab’ın şahsiyeti, faaliyetleri ve yaşadığı
dönem daha iyi anlaşılacaktır.
Mus’ab b.
Zübeyr, Hz. Osman’ın hilafeti döneminde 33/653 yılında, Zübeyr b. Avvâm ile
Rebab bt. Uneyfin oğlu olarak Medine’de doğmuştur. Güzelliği, ilmi ve ahlakıyla
temayüz eden hanımlarla evlilik yapmış ve bu evliliklerinden ondört çocuğu
dünyaya gelmiştir. Henüz 3 yaşında babasını ve genç yaşlarda annesini kaybeden
Mus’ab ağabeyi Abdullah’ın himayesinde büyümüş, dönemin şartlarına göre iyi bir
eğitim almış ve ahlaki açıdan da ailesine yaraşır bir terbiye ile yetişmiştir.
Mus’ab, yaşadığı dönemde insanların en güzeli ve Kureyş gençlerinin efendisi
olarak anılmıştır. Güzelliği, cesareti, affediciliği, cömertliği ve zahidane
yaşantısıyla şöhret bulmuştur. Cerh ve Ta’dil alimleri tarafından Medineli
tabiîn neslinin ikinci tabakasından sika bir kişi olarak kabul edilmiştir.
Mus’ab b. Zübeyr’in çocukluğu ve gençliği Medine’de geçmiş, bu yıllarda İslam
toplumunun maruz kaldığı fitne hareketleri ile siyasi ve dini fikir
ayrılıklarının sebep olduğu içtimai ve kültürel değişimlere tanıklık etmiştir.
Mus’ab b.
Zübeyr, ağabeyi Abdullah’ın Mekke’ye gitmesinden sonra her zaman onun en
yakınında bulunmuş ve Abdullah’ın en önemli destekçilerinden biri olmuştur. Bu
sebeple Mus’ab’ın ilk siyasi faaliyeti, 63/683 yılında meydana gelen Kâbe
muhasarasında bulunması, ilk askeri faaliyeti de bu muhasara esnasında emrine
verilen Habeşli askeri birliği sevk ve idare etmesidir. İkinci olarak Filistin
seferine katılan Mus’ab, bu seferde Amr b. Saîd karşısında başarısız olmuş,
daha sonra Rebeze savaşına katılarak savaşın kazanılmasında önemli katkılar
sunmuştur.
64/683 yılında
Emevî halifesi II. Muaviye’nin yerine veliaht bırakmadan vefat etmesi, İslam
toplumunun bir yönetim krizine girmesine sebep olmuş, ümmeti düştüğü bu derin
krizden hilafetini ilan ederek ve Şam hariç bütün eyaletlerin bey’atını alarak
Abdullah b. Zübeyr çıkarmıştır. İslam toplumunun neredeyse tamamının olurunu
alarak yönetime gelen Abdullah’ın bir asi değil -halifeler tarihini konu alan
bir çok eserde olduğu gibi- meşru bir İslam halifesi sayılması gerektiği, İslam
toplumunun başındaki meşru halifeye rağmen Şam’da yeni bir iktidar kurduğu için
Mervan b. Hakem’in bütün
Dergisi, y.2017, sy.18, s.267-293;
Erkoçoğlu, Fatih, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan,
TDV Yayınları, Ankara, 2011.
idaresi
boyunca; yerine geçen oğlu Abdülmelik’in de, Abdullah’ı şehid ettirip İslam
devletine son verdiği tarihe kadar, meşru devlete ve meşru halifeye isyan eden
iki asi konumunda bulundukları değerlendirilmektedir.
Mus’ab b.
Zübeyr’in, 65/685 yılından 72/691 yılına kadar devam eden valiliği döneminde
halkın gönlünü kazanma, görev yaptığı bölgede iktisadi ve ekonomik
istikrarsızlığa sebep olan karışıklık ve isyanları bastırma, halkın refah ve
gelir seviyesini yükseltme, eyaletin güvenlik, asayiş ve huzurunu sağlama,
gerekli yatırımların yapılmasını katkı sunma, ölçü, tartı ve mali
standardizasyonu sağlama vb. konularda başarılı olduğu değerlendirilmektedir.
Bu bağlamda, Medine’yi işgal etmek üzere Rebeze’ye gelen Emevî ordusunun
yenilgiye uğratılması, Kûfe’de Hz. Hüseyin’in kanını talep ve katillerini
cezalandırmak iddiasıyla isyan eden Muhtar es-Sekafî’yi bertaraf etmesi, birkaç
yıl içinde yerel bir zorbaya ve başa çıkılamayan bir soruna dönüşen Ubeydullah
b. Hürr’ün yıkıcı terör faaliyetlerini onu bertaraf ederek sonlandırması, Irak
ve Fars topraklarında anarşi ve kargaşaya sebep olan Hâricî tehdidinin
bitirilmesi, halka yılda bir veya iki kez maaş bağlanması, ilk İslam parası
sayılabilecek dinar ve dirhemler darbettirmesi, ölçü ve tartı miktarlarının
belirlenmesi gibi faaliyetler sayılabililir.
Mus’ab’ın
yönetimi boyunca başarı yakalayamadığı veya hata olarak değerlendirilebilecek
icraatları da olmuştur. Bu çerçevede Basra’ya geldiği ilk gün halka yaptığı
konuşmada kendi siyasi davasının haklılığını, Abdülmelik’in de haksızlığını
dile getirmek için Kur’an ayetlerini kullanarak dinî değerleri siyasete alet
etmesi, Muhtar isyanını bastırdıktan sonra teslim olan askerlerin hiçbir
tahkikat yapılmadan ve suçlu- suçsuz ayırt edilmeden sırf Kûfelilerin intikam
hislerine kurban edilerek öldürülmeleri, Muhtar’ın bir elinin kesilerek mescidin
bir duvarına asılması ve uzun yıllar olduğu yerde asılı bir şekilde
sergilenmesi, kendisine ihanet eden Irak ileri gelenlerinin ve komutanların
ihanetinin uzun bir zaman tespit edilememesi vb. hususlar sayılabilir.
Başarılı ve
başarısız icraatları birlikte değerlendirildiğinde Mus’ab b. Zübeyr’in cesur
bir komutan, halkının gönlünü kazanan ve görevinin hakkını vermeye çalışan bir
vali, belli noktalarda zaafları olsa da ihtiyatlı ve geleceği görebilen bir
devlet adamı olduğu kanaatine ulaşmaktayız.
Mus’ab b.
Zübeyr, 15 Cemaziyelevvel 72/691 tarihinde Meskin’e yakın Deyrulcâselik
mevkiinde vuku bulan savaşta komutanlarının ihanet etmeleri sebebiyle yenilmiş
ve savaş meydanında öldürülmüştür. Mus’ab’ın bu savaşta yenilmesinin en önemli
sebebi komutanlarının ihanet etmesi ve Mus’ab’ın bu ihaneti savaşın hemen
öncesinde haber alması sebebiyle gereken tedbirleri alamamasıdır. Bu ihanetin
sefere çıkmadan önce tespit edilememesinin, Mus’ab’ın istihbarat alanındaki
zafiyetinin bir göstergesi olduğu düşünülmektedir.
Mus’ab b.
Zübeyr’in valilik yılları, bölgenin en karmaşık toplum yapısına sahip olduğu
döneme rast gelmektedir. Irak, kozmopolit bir yapıda olması sebebiyle her zaman
fitnenin vücut bulabildiği, beğenilmeyen veya faaliyetlerinden zarar görülen
yöneticilere çok çabuk ihanet edilen ve sadece kendi menfaatini düşünerek kısa
vadedeki kazançlarının peşinde koşanların yaşadığı sıkıntılı bir bölgedir. Hz.
Osman’ın şehid edilmesinde önemli paya sahip olan Iraklılar, Hz. Ali’yi de
şehid etmişler, söz ve davranışlarını beğenmedikleri Hz. Hasan’a fiili olarak
saldırarak yaralamışlar, Hz. Hüseyin’i önce kıyama davet edip ardından ihanet
ederek şehid etmişler, nihayet valileri ve Hz. Hüseyin’in damadı olan Mus’ab’a
da ihanet edebilmiş ve savaş meydanında onu yalnız bırakarak terketmişlerdir.
Cömertliği,
güzelliği ve ahlakıyla meşhur olan Mus’ab b. Zübeyr, ilk İslam parası
sayılabilecek dinar ve dirhemlerin bastırılmasında önemli görevler üstlenmiş,
Ahnef b. Kays’ın cenazesinin ardından ridasız bir şekilde yürüyerek bir cenazenin
ardından ridasız yürüyen ilk kişi olmuş ve namazlardan sonra yüksek sesle
tesbih ve tehlil okuma uygulamasını Irak bölgesinde ilk defa o başlatmıştır.
Mus’ab b.
Zübeyr’in hayatını ve faaliyetlerini daha iyi anlamak için bu dönem olaylarıyla
ilgili yazılmış akademik tezleri de incelemek ve akademisyenlerce yapılan
farklı değerlendirmeleri de görmek daha münasip olacaktır. Özellikle Muhtar
es-Sekafî, Abdülmelik b. Mervan, Abdullah b. Zübeyr gibi dönemin en önemli
şahıslarıyla ilgili çalışmalar mütala edilmelidir.
Çalışmamızla
ilgili ulaşabildiğimiz bütün kaynaklardaki bilgileri toplamaya ve
değerlendirmeye gayret gösterdik. Fakat ulaşamadığımız kaynaklar, rivayetler,
çağdaş değerlendirmeler vardır. Ulsştığımız kaynaklar ve bilgiler içerisinde
bulunan farklı anlamaya ve yorumlamaya müsait olan rivayetleri değerlendirmede
isabet edememiş olabiliriz. Önümüzdeki yıllarda özellikle şiir ve edebiyat
kaynaklarının araştırılması ve akademik çalışmalara konu olmasıyla bu döneme
dair bilgiler gün yüzüne çıkacaktır.
Diğer taraftan
ana kaynaklardan faydalanırken para miktarları, asker sayıları vb. konulardaki
rivayetlerle ileri tarihlerde gerçekleşecek olayların gaybi bilgi olarak haber
verildiği fiten rivayetlerine ihtiyatla yaklaşmak ve bu rivayetleri çok iyi araştırmak
gerekmektedir.
KAYNAKÇA
Abdülğanî, Muhammed
İlyas, Büyutu’s-Sahabe Havle’l-Mescidi ’n-Nebevi, 4. Baskı, Medine,
1999.
Abdurrezzak
b. Hemmâm es-San’âni (v.211/826-27), el-Musannef, Thk.
Habiburrahman
el-A’zami, 2. Baskı, Beyrut, 1403.
Aksu, Ali,
“Emevîler Döneminde Kadının Durumu”, CÜÎFD, 2001, c.V, sy.1, s.95-102.
Apak, Adem,
Anahatlarıyla İslam Tarihi -3 “Emevîler Dönemi”, 7. Baskı, İstanbul,
2013.
,
“Emevîlerin Irak Siyaseti”, UÜÎFD, 2009, c.XVIII, s.103-128.
,
“Hz. Osman’ın Halifeliği Döneminde Meydana Gelen Siyasi Problemler ve Sebepleri
Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, Usul İslam Araştırmaları Dergisi, 2005,
sy.4, s.157-170.
,
“Hz. Osman’ın Hilafeti Döneminde Ümeyyeoğulları’nın Devlet İdaresindeki Yeri”, UÜÎFD,
1998, c.7, sy.7, s.487-521.
Atçeken, İsmail
Hakkı, “Hz. Osman Dönemi İç Olaylarında Mervan b. Hakem’in Rolü”, SÜÎFD,
2000, sy.9, s.315-348.
,
“Muâviye b. Yezîd Üzerine Bir Araştırma”, SÜÎFD, Konya, 1997, sy.7,
s.411- 430.
Avcı, Casim,
“İslam’ın Doğuşu ve Mekke Dönemi”, Îslam Tarihi ve Medeniyeti-I, Edt.
Mustafa Sabri Küçükaşçı, Anadolu Üniversitesi Yayınları, 2. Baskı, Eskişehir,
2012.
,
“İslam’ın Medine Dönemi”, Îslam Tarihi ve Medeniyeti-I, Edt. Mustafa
Sabri Küçükaşçı, Anadolu Üniversitesi Yayınları, 2. Baskı, Eskişehir, 2012.
,
“Kuruluşundan Abdülmelik b. Mervan’a Kadar Emevîler”, Îslam Tarihi ve
Medeniyeti-I, Edt. Mustafa Sabri Küçükaşçı, Anadolu Üniversitesi Yayınları,
2. Baskı, Eskişehir, 2012.
,
“Kureyş” DİA, Ankara, 2002, XXVI, 442.
,
“Nisbe”, DİA, İstanbul, 2007, XXXIII, 142-144.
Aycan, İrfan,
Saltanata Giden Yolda Muâviye b. Ebî Süfyan, Ankara, 2014.
,
“Emevîler Döneminde Bir İktidar Mücadelesi Örneği: Abdullah b. Zübeyr”, AÜÎFD,
2000, c.XLI, s.99-115.
,
“Emevîler Dönemi Îç Siyasi Gelişmeleri (41-132/661-750)”, AÜÎFD, 1999,
c.XXXIX, s.147-174.
,
“Mus’ab b. Zübeyr”, DİA, İstanbul, 2006, XXXI, 227.
,
“Urve b. Zübeyr”, DİA, Ankara, 2012, XXXXII, 183-185.
Aydın, Mehmet
Akif- Hamidullah Muhammed, “Köle”, DİA, İstanbul, 2002, XXVI,
241.
Aydınlı, Abdullah-
Çakan, İsmail L., “Aşere-i Mübeşşere ” DİA, İstanbul, 1991, III,
547. Belâzurî, Ahmed b. Yahya b. Câbir (v.279/892), Ensâbu’l-Eşrâf,
Thk. Süheyl Zekkâr - Riyad Zirikli, 1. Baskı, Beyrut, 1996.
,
Fütûhu’l-Büldân - Ülkelerin Fetihleri, Ter. Prof. Dr. Mustafa Fayda,
Siyer Yayınları, İstanbul, 2013.
Beykunî, Ömer
b. Muhammed (v.1080/1669), Şerhu Manzûmetü’l-Beykuniyye fi
Mustalahi’l-Hadis, Düzenleyen: Abdulfettah Ebû Gudde, Halep, 2009.
Bozkurt, Nebi,
“Künye”, DİA, İstanbul, 2002, XXVI, 558-559.
,
“Lakap”, DİA, İstanbul, 2003, XXVII, 65-67.
Buharî, Muhammed
b. İsmail (v.256/870), Târihu’l-Kebir, Trh.
Çiçek, Mustafa, “Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidin
Döneminde Zübeyr b. Avvâm”, İstem,
y.4, sy.7, s.135-158.
Dârekutnî, Ebu’l-Hasan Ali b. Ömer b. Ahmed
(v.385/915), es-Sünen, Thk. Şuayb Arnavut, 1. Baskı, Beyrut, 2004.
Dîneverî, Ebu Hanife, Ahmet b. Davud (v.282/895), el-Ahbâru’t-Tıvâl,
Matbaatu’s- Saade, 1. Baskı, Mısır, 1330.
Ebu’l-Ferec, Ali b. Hüseyin el-Isfehânî (v.356/967), el-Eğânî,
Thk. Dr. İhsan Abbas, Beyrut, 2008.
Ebu Hâtim er-Râzî, Muhammed b. İdris b. Münzir
(v.277/890), Kitabu’l-Cerh ve’t- Ta’dil, Beyrut, 1952.
Ebu Hilâl, Hasen b. Abdullah b. Sehl el-Askerî
(v.400/1009) el-Evâil, Thk. Dr. Velid Kassab-Muhammed el-Mısri, Riyad,
1981.
Ecer, A. Vehbi (v.2014), “Abdullah b. Zübeyr’in Halifeliği
ve Kurduğu Devlet”, EÜİFD, 1998, sy.10, s.153-162.
Efendioğlu, Mehmet, “Zübeyr b. Avvâm”, DİA,
İstanbul, 2013, XXXXIV, 522-524. en-Nesâî, Ebu Abdurrahman Ahmed b.
Şuayb (v.303/915), Sünenü’l-Kübrâ, Thk. Hasan Abdülmün’im, 1. Baskı, Beyrut,
2001.
Ed-Dûrî, Abdülaziz,
“Deyrulcâselik”, DİA, İstanbul, 1994, IX, 270.
Erkoçoğlu, Fatih,
Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan, TDV Yayınları,
Ankara, 2011.
Fayda, Mustafa,
“Hulefa-yi Raşidin Dönemi-I”, İslam Tarihi ve Medeniyeti-I, Edt. M.
Sabri Küçükaşçı, Anadolu Üniversitesi Yayınları, 2. Baskı, Eskişehir, 2012.
Fiğlalı, Ethem
Ruhi, İmam Ali, TDV Yayınları, 12. Baskı, Ankara, 2017.
Gömbeyaz, Melek
Yılmaz, “Muâviye b. Ebî Süfyan’ın Muhaliflerini Bertaraf Etme Yöntemleri”, UÜİFD,
2010, c.XIX, sy.1, s.301-332.
Gönen, Metin,
Ezârika’nın Doğuşu ve Görüşleri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Ankara, 2006.
Görgün, Hilal,
“Sükeyne bt. Hüseyin”, DİA, İstanbul, 2010, XXXVIII, 45-46.
Hadislerle
İslam, “Peygamberler; İnsanlığın Kutlu Rehberleri, Edt. Mehmet Emin
Özafşar vd., 2. Baskı, Konya, 2015.
Hamidullah,
Muhammed (v.2002), “Akdeniz Çevresi Müslümanlarının Tarih İlmine
Kazandırdıkları”, Çev. İhsan Süreyya Sırma, Diyanet Dergisi, Ankara,
1974, c.III, sy.6, s.362-369.
Halîfe bin
Hayyât, Ebu’l-Amr el-Usfurî, (v.240/854), Târihu Halîfe b. Hayyât,
Thk. Süheyl Zekkâr, Beyrut, 1993.
,
Kitabu’t-Tabakât, Thk. Ekrem Ziya el-Ömerî, Bağdat, 1967/1387.
Hasan İbrahim
Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, Çev. İsmail Yiğit,
İsanbul, 1991.
Hatîb
el-Bağdâdî, Hafız Ebû Bekir Ahmet b. Ali b. Sabit (v.463/1071), Târih-u
Bağdâd, Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, Trh.
Heyet, Dini
Kavramlar Sözlüğü, Edt. İsmail Karagöz, Ankara, 2007.
Hitti, Philip
K. (ö.1978), Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, Çev. Salih Tuğ, İstanbul, 1980.
İbn
Abdirabbih, Ahmed b. Muhammed el-Fakîh (v.328/940), el-İkdu’l-Ferîd,
Thk. Abdülaziz er-Râhinî, Beyrut, 1983/1404.
İbn Asâkir,
Ebu’l-Kasım Ali b. Hasan b. Hibetullah b. Abdullah eş-Şâfiî, (v.571/1175) Târihu
Medîneti Dımeşk, Thk. Ömer b. Ğarame el-Amrî, Beyrut, 1997/1418.
İbnü’l-Cevzî,
Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali b. Muhammed (v.597/1201), el- Muntazam fî
Târihi’l-Mülûki ve’l-Ümem, Thk. Muhammed Abdülkadir Ata-Mustafa Abdülkadir
Ata, Beyrut, 1992/1412.
İbnü’l-Esîr,
İzzeddün Ebu’l-Hasan Ali bin Muhammed, (v.630/1232) el-Kâmil fi’t-
Târih, Thk. Ebu’l-Fidâ Abdullah el-Kadı, Beyrut, 1987.
İbn Ebî
Şeybe, Abdullah b. Muhammed b. İbrahim b. Osman b. Ebû Bekir (v.235/849),
Kitabu’l-Musannef, Thk. Kemal Yusuf el-Hut, 1. Baskı, Riyad, 1409.
İbn Hacer, Şihabüddin
Ebu’l-Fazl Ahmed b. Ali b. Muhammed b. Muhammed b. Ali el- Askalanî
(v.852/1449), el-İsâbe fî Temyizi’s-Sahabe, Mısır, 1328.
,
Ta’cîlu’l-Menfa’a, Thk. İkramullah İmdad el-Hak, Beyrut, 1996/1417.
İbn
Hallikân, Ebu’l-Abbas Şemseddin Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekir
(v.681/1282), Vefeyâtu’l-A ’yân ve Enbâu Ebnâi’z-Zaman, Thk. Dr. İhsan
Abbas, Beyrut, 1978.
İbn Hibban,
Ebu Hâtim Muhammed (v.354/965), Takrîbu’s-Sikât, Beyrut, 2007.
,
Kitabu’s-Sikât, Beyrut, 2007.
İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ
İmâdüddîn İsmail b. Şihabüddîn Ömer b. Kesîr (v.774/1373), el- Bidâye
ve’n-Nihâye, Mektebetü’l-Meârif, Beyrut, 1990.
İbn Kuteybe
ed-Dîneverî, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim, (v.276/889), el-Meârif, Beyrut,
1970/1390.
İbn Sa’d, Ebû
Abdullah Muhammed (v.230/845), et-Tabakâtü ’l-Kübrâ, Beyrut, Trh.
İbn
Tağriberdî, Cemaleddin Ebu’l-Mehâsin Yusuf el-Atabeyî (v.874/1470), en-
Nücûmu’z-Zâhira
fiMulûki Mısra ve’l-Kâhire, Beyrut, 1992
İlhan, Avni,
“Bedâ”, DİA, İstanbul, 1992, V, 290-291.
Kapar, Mehmet Ali, “İslam’da Bey’at (Seçim Usulü)”, SÜİFD,
1991, sy.4, s.73-83.
,
“Hz. Hasan’ın Halifeliği ve Hasan-Muâviye Andlaşması”, SÜİFD, 1997,
sy.7, s.67-80.
Kazancı, Ahmet
Lütfi, “Âişe bt. Talha b. Ubeydullah”, DİA, İstanbul, 1989, II, 206-207.
Koçyiğit, Talat,
Hadis Tarihi, TDV Yayınları, Ankara, 2010.
Kurt, Hasan,
“Süfyani Emevîler Sonrasında Horasan ve Maveraünnehr’de İç Mücadeleler
(64-85/683-704)”, AÜİFD, 2001, c.XLII, s.273-304.
Mes’ûdî, Ebu’l-Hasan
Ali b. Hüseyin b. Ali (v.346/957),Mürûcu’z-Zeheb veMeâdînu’l- Cevher,
Thk. Kemal Hasan Mer’i, Mektebetü’l-Asriyye, 1. Baskı, Sayda, 2005.
Muhammed b.
Şakir el-Kütübî (v.764/1362), Fevâtü’l-Vefeyât, Thk. Dr. İhsan
Abbas, Beyrut, Trh.
Namık Kemal
(v.1306/1888), Büyük İslam Tarihi, Uyr: İhsan Ilgar, İstanbul, 1975.
Önkal, Ahmet,
“Ahnef b. Kays”, DİA, İstanbul, 1989, II, 174.
Refik,
Ahmet, Büyük Tarih-i Umûmi, İstanbul, 1328.
Sallâbî, Dr.
Ali Muhammed, Hilafetu Emiru’l-Mü’minin Abdullah b. Zübeyr, Müessesetü
İkra, 1. Baskı, Kahire, 2006/1427.
Sarıçam, İbrahim
(v.2017), Hz. EbûBekir, TDV Yayınları, Ankara, 2013.
,
Hz. Ömer, TDV Yayınları, 4. Baskı, Ankara, 2012.
,
Hz. Osman, TDV Yayınları, 3. Baskı, Ankara, 2017.
,
“Muhammedb. Eş’as”, DİA, İstanbul, 2005, XXX, 528.
,
Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,
Ankara, 2005.
Sarıçam, İbrahim-Aycan,
İrfan, Emevîler,
Ankara, 1993.
Sırma, İhsan
Süreyya, İslam ve Tarih, Beyan Yayınları, 9. Baskı, İstanbul, 2014.
,
“İslam Tarihine Giriş-2”, Diyanet Dergisi, Ankara, 1977, c.XVI, sy.5,
s.290- 299.
,
Hilafetten Saltanata Emevîler Dönemi, Beyan Yayınları, 21. Baskı,
İstanbul, 2016.
Şakir, Mahmut,
Târihu’l-İslamî, 8. Baskı, Beyrut, 2000.
Şimşir, Mehmet,
“Cahiliye Dönemi Araplarında Para ve İlk İslâm Paralarının Tedavüle Giriş
Süreci” Tarihin Peşinde-Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi,
y.2017, sy.18, s.267-293
Taberî, Ebû
Cafer Muhammed b. Cerîr (v.310/923), Târihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, Thk.
Muhammed Ebu’l-Fazl İbrahim, Mısır, 1964.
Taberânî, Hafız
Ebu’l-Kasım Süleyman b. Ahmed (v.360/971), Kitabu’l-Evâil, Thk.
Muhammed Şekûr
b. Mahmud, Beyrut, 1983.
,
Mu’cemu’l-Evsat, Thk. Tarık b. Avdullah, Kahire, Trh.
Tok, Mustafa
Sami, Hz. Peygamber Dönemi Sonrası Siyasi Olaylarında Zübeyr b. Avvâm ve
Talha b. Ubeydullah, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Sivas, 2009.
Uraler, Aynur,
“Safiyye bint Abdülmuttalib”, DİA, İstanbul, 2008, XXXV, 475-476.
Üçok, Bahriye
(v.1990), İslam Tarihi Emevîler-Abbasiler, Ankara, 1968.
Varol, M.
Bahaüddin, Hz. Hasan, TDV Yayınları 2. Baskı, Ankara, 2013.
Wellhausen, Julius (Ö.1918), Arap
Devleti ve Sükutu, Çev. Fikret Işıltan, Ankara, 1963. ---------------- , İslamiyetin İlk
Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, Çev. Fikret Işıltan, Ankara,
1989.
Yâkut, Şihabüddin
Ebu Abdullah Yakut b. Abdullah el-Hâmevî (v.626/1229), Mu’cemu’lBüldân,
Thk. Ferîd Abdülaziz el-Cündî, 1. Baskı, Beyrut, 1990.
Yıldız, Hakkı
Dursun “Abdülmelik b. Mervan”, DİA, İstanbul, 1988, I, 266-270.
Yiğit, İsmail,
“Hulefa-yi Raşidin Dönemi-II”, İslam Tarihi ve Medeniyeti-I, Edt.
Mustafa Sabri Küçükaşçı, Anadolu Üniversitesi Yayınları, 2. Baskı, Eskişehir,
2012.
,
“Muhtar es-Sekafî”, DİA, İstanbul, 2006, XXXI, 54-55.
Yüksel, Ahmet
Turan, “Emevîler Döneminde Abdullah b. Ömer”, İSTEM, 2006, y.4, sy.8,
s.21-42.
Zehebî, Şemseddîn
Muhammed b. Ahmed b. Osman (v.748/1347), Siyeru A’lami’n- Nübelâ, thk.
Şuayb Arnavut, Beyrut, 1990.
,
Târihu’l-İslâm ve Vefeyâtü’l-Meşâhiri ve ’l-A’lâm, Beyrut, 1990.
, el-İber li-Haberi men Ğaber,
Thk. Ebu Hacir Muhammed es-Saîd b. Beysûnî Zağlûl, Beyrut, 1985.
Zübeyr b. Bekkâr, Ebû Abdullah el-Kureşî el-Esedî
ez-Zübeyrî, (v.256/870), Cemheratu Nesebi Kureyş ve Ahbâruhû, Thk. Abbas
Hanî, Beyrut, 2010.
, el-Ahbâru’l-Muvaffakiyyât,
Thk. Dr. Sami Mekkî, Beyrut, 1996.
ez-Zübeyri, Ebu Abdullah Mus’ab b. Abdullah b. Mus’ab
(v.236/851), Kitabu Nesebi Kureyş, Kahire, 3. Baskı, 1953.
[1] Sarıçam,
İbrahim (v.2017), Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara, 2005, 82;
Avcı, Casim, “İslam’ın Doğuşu ve Mekke Dönemi”, İslam Tarihi ve
Medeniyeti-I, Edt. Mustafa Sabri Küçükaşçı, 2. Baskı, Eskişehir, 2012, 33.
[2] Sarıçam,
Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, 85; Avcı, “İslam’ın Doğuşu ve Mekke
Dönemi”, 34.
[3] Halîfe,
Târih, 54; Avcı, “İslam’ın Doğuşu ve Mekke Dönemi”, 45.
[4] Halîfe,
Târih, 79.
[5] Halîfe,
Târih, 87.
[6] Halîfe,
Târih, 101-110.
[7] Halîfe,
Târih, 121; Sarıçam, Hz. Ebû Bekir, TDV Yayınları, Ankara, 2013,
52.
[8] Halîfe,
Târih, 152.
[9] Aşere-i Mübeşşere: Hz. Peygamber
tarafından daha hayattayken cennete gidecekleri müjdelenen on sahabe için
kullanılan özel bir terimdir. Genel kabule göre bu on sahabi şu kimselerdir:
Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Talhâ b. Ubeydullah, Hz.
Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf Sa ’d b. Ebî Vakkas, Ebû Ubeyde b. Cerrâh
ve Saîd b. Zeyd’dir. Bazı kaynaklarda Ebû Ubeyde b. Cerrah yerine Abdullah b.
Mes’ud bu sahabiler arasında sayılmaktadır. Aydınlı, Abdullah-Çakan, İsmail
L., “Aşere-i Mübeşşere”, DİA, İstanbul, 1991, III, 547.
[10] Sarıçam, İbrahim, Hz. Osman, Ankara, 2017, 44; Üçok,
Bahriye, İslam Tarihi, Emeviler-Abbasiler, Ankara, 1968, 1.
[11] Halîfe, Târih, 152-156.
[12] Halîfe, Târih, 168.
[13] Sarıçam, Hz. Osman, 86.
[14] Hz. Osman ’ın şikayete konu olan icraatıyla ilgili geniş bilgi
için Bkz. Gönen, Metin, Ezârika ’nın Doğuşu ve Görüşleri,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006, s. 12; Üçok, İslam Tarihi,
9-13.
[15] Halîfe, Târih, 174.
[16] Üçok, İslam Tarihi, 15.
[17] Yiğit, İsmail, “Hulefa-yi Raşidin Dönemi-II”, İslam Tarihi ve
Medeniyeti-I, Edt. Mustafa Sabri Küçükaşçı, Anadolu Üniversitesi Yayınları,
2. Baskı, Eskişehir, 2012, s.127; Apak, Adem, “Hz. Osman’ın Halifeliği
Döneminde Meydana Gelen Siyasi Problemler ve Sebepleri Üzerine Bazı
Değerlendirmeler”, Usul İslam Araştırmaları Dergisi, 2005, sy.4, s.157;
Atçeken, İ.Hakkı, “Hz. Osman Dönemi İç Olaylarında Mervan b. Hakem’in Rolü”, SÜİFD,
2000, sy.9, s.341.
Hz.
Osman ’ın şehadetine sebep olan karışıklık ve isyanlarla ilgili ayrıntılı bilgi
için Bkz. Sarıçam, Hz. Osman, 74-92; Apak, Adem, “Hz. Osman’ın
Hilafeti Döneminde Ümeyyeoğullan’nın Devlet İdaresindeki Yeri”, UÜİFD,
1998, c.7 sy.7, 495-511; Atçeken, “Hz. Osman Dönemi İç Olaylarında Mervan b.
Hakem’in Rolü”, 318-343; Yiğit, “Hulefa-yi Raşidin Dönemi-II”, 127-132.
[18] Yiğit, Hulefa-yi Raşidin Dönemi-II, 126; Atçeken, “Hz. Osman
Dönemi İç Olaylarında Mervan b. Hakem’in Rolü”, 338; Üçok, İslam Tarihi,
15.
[19] Apak, “Hz. Osman’ın Halifeliği Döneminde Meydana Gelen Siyasi
Problemler ve Sebepleri Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, 165.
[20] Üçok, İslam Tarihi, 15.
[21] Yiğit, “Hulefa-yi Raşidin Dönemi-II”, 5.134; Fiğlalı, İmam
Ali, 61; Gönen, Ezârika’nın Doğuşu, 12; Üçok, İslam Tarihi,
16.
[22] Yiğit, “Hulefa-yi Raşidin Dönemi-II”, 134; Varol, M. Bahaüddin, Hz.
Haşan, TDV Yayılan, Ankara, 2013, 94.
[23] Fiğlalı, İmam Ali, 62; Gönen, Ezârika ’nın Doğuşu, 12;
Üçok, İslam Tarihi, 16.
[24] Fiğlalı, İmam Ali, 65; Varol, Hz.
Haşan, 95; Üçok, İslam Tarihi, 17; Gönen, Ezârika ’nın Doğuşu,
13-14.
[25] Yiğit, “Hulefa-yi Raşidin Dönemi-II”, 136; Varol, Hz. Haşan,
95.
[26] Fiğlalı, İmam Ali, 66; Varol, Hz.
Haşan, 94.
[27] Varol, Hz. Hasan, 98; Gönen, Ezârika ’nın Doğuşu, 14;
Üçok, İslam Tarihi, 22.
[28] Yiğit, “Hulefa-yi Raşidin Dönemi-II”, s. 138.
[29] Fiğlalı, İmam Ali, 79; Varol, Hz.
Hasan, 98.
[30] Gönen, Ezârika ’nın Doğuşu, 15.
[31] Fiğlalı, İmam Ali, 78. Üçok’a göre bu savaş 37/657yılında
gerçekleşmiştir. Üçok, İslam Tarihi, 24.
[32] Fiğlalı, İmam Ali, 81; Varol, Hz. Hasan, 100; Üçok, İslam
Tarihi, 25; Gönen, Ezârika’nın Doğuşu, 22.
[33] Kapar, Mehmet Ali, “Hz. Hasan’ın Halifeliği ve Hasan-Muâviye
Andlaşması”, SÜİFD, Konya, 1997, sy.7, s.67.
[34] Üçok, İslam Tarihi, 26; Kapar, “Hz. Hasan’ın Halifeliği”, 68;
Aycan, “Emeviler Dönemi İç Siyasi Gelişmeleri”, 147.
[35] Kapar, Hz. Hasan ’ın Halifeliği, 75.
[36] Sırma, İhsan Süreyya, Hilafetten Saltanata Emeviler Dönemi,
21. Baskı, İstanbul, 2016, 27.
[37] Avcı, “Kuruluşundan Abdülmelik b. Mervan’a Kadar Emeviler”, 149.
[38] Aycan, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muâviye b. Ebî Süfyan, 4.
Baskı, Ankara, 2014, 222.
[39] Duhâtu’l-Arab; Arap milletinin dört dâhisi demektir. Bunlar, Muâviye
b. Ebî Süfyan, Muğire b. Şube, Amr b. As ile Ziyad b. Ebîh’tir. Refik, Ahmet, Büyük
Tarih-i Umûmî, İstanbul, 1328, 101.
[40] Apak, Adem, Anahatlarıylaİslam
TarihiIIIEmevilerDönemi, 7. Baskı, İstanbul, 2013, 81; Apak, Adem, “Emevilerin Irak Siyaseti”, UÜİFD,
2009, c.XVIII, s.108.
[41] Refik, Büyük Tarih-i Umûmî, 100; Aycan, Saltanata
Giden Yolda Muâviye b. Ebî Süfyan, 204.
[42] Sırma, Emeviler Dönemi, 29.
[43] İbn Abdirabbih, el-İkdu’l-Ferîd, V, 115.
[44] Muâviye b. Ebî Süfyan ve idari faaliyetleri hakkında geniş bilgi
için Bkz. Gömbeyaz, Melek Yılmaz, “Muâviye b. Ebî Süfyan’ın Muhaliflerini
Bertaraf Etme Yöntemleri”, UÜİFD, 2010, c.XIX, sy.1, s.301- 332.
[45] Sırma, Emeviler Dönemi, 65; Apak, İslam
Tarihi III, 82.
[46] Refik, Büyük Tarih-i Umûmî, 103; Aycan, İrfan, “Emeviler
Döneminde Bir İktidar Mücadelesi Örneği: Abdullah b. Zübeyr”, AÜİFD,
2000, c.XLI, s.107; Sarıçam, İbrahim-Aycan, İrfan, Emeviler, TDV
Yayınları, Ankara, 1993, 28.
[47] Apak, İslam Tarihi III, 84; Sarıçam-Aycan,
Emeviler, 28.
[48]Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye gitmemesi
konusunda uyaranların başında Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Zübeyr, şair
Ferazdak, Abdullah b. Ömer ve Muhammed b. Hanefiyye gelmektedir . Ayrıntılı
bilgi için bkz. Belâzurî, Ensabu ’l-Eşrâf III, 373 vd.; Dîneverî, Ebû
Hanife, Ahmet b. Davud (v.282/895), el-Ahbâru ’t- Tıvâl, Mısır, 1330,
243-244; Taberî, Târih, V, 383-388; Sallâbî, Dr. Ali Muhammed, Hilâfetu Emiru’l-
Mü ’minin Abdullah b. Zübeyr, Müessesetü İkra, 1. Baskı, Kahire, 2006/1427,
43.
[49] İbn Abdirabbih, el-İkdu ’l-Ferîd, V, 125-134; Dîneverî, Ahbâru
’t-Tıvâl, 256; Ecer, A. Vehbi (v.2014), “Abdullah b. Zübeyr ve Kurduğu
Devlet”, EÜİFD, 1998, sy.X, s.156; Sallâbî, Abdullah b. Zübeyr,
43; Sırma, Emeviler Dönemi, 51; Üçok, İslam Tarihi, 36; Wellhausen,
Arap Devleti ve Sükutu,69; Sarıçam- Aycan, Emeviler,
30.
[50] Apak, İslam Tarihi III, 99.
[51] Sırma, Emeviler Dönemi, 59-60; Avcı,
“Kuruluşundan Abdülmelik b. Mervan’a Kadar Emeviler”, 152.
[52] Halîfe, Târih, 255; İbn Abdirabbih, el-İkdu
’l-Ferîd, V, 141; Atçeken İsmail Hakkı, “Muâviye b. Yezid Üzerine Bir
Araştırma”, SÜİFD, Konya, 1997, sy.7, 414; Sarıçam-Aycan, Emeviler,
34.
[53] İbn Abdirabbih, el-İkdu’l-Ferîd, V, 140; Zehebî, Târih,
V, 20; Refik, Büyük Tarih-i Umûmî, 112; Wellhausen, Arap Devleti ve
Sükutu, 79; Sırma, Emeviler Dönemi, 65.
[54] İbn Abdirabbih, el-İkdu ’l-Ferîd, V, 140; Refik, Büyük
Tarih-i Umûmî, 112; Atçeken, Muâviye b. Yezid, 416; Sarıçam-Aycan,
Emeviler, 35.
[55] Zehebî, Târih, V, 36; Atçeken, Muâviye b. Yezid, 417.
[56] İbn Abdirabbih, el-İkdu ’l-Ferîd, V, 140; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VI, 32; Atçeken, Muâviye b. Yezid, 423; Apak, İslam Tarihi III,
121; Sarıçam-Aycan, Emeviler, 36.
[57] Halîfe, Târih, 255; İbn Abdirabbih, el-İkdu ’l-Ferîd,
V, 140; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 32; Refik, Büyük Tarih-i
Umûmî, 113; Atçeken, Muâviye b. Yezid, 424.
[58] Zehebî, Siyer, III, 372; Hasan İbrahim
Hasan, İslam Tarihi, I/II, 100; Sallâbî, Abdullah b. Zübeyr, 47.
Welhausen Abdullah b. Zübeyr’in, Hz. Hüseyin’in şehid edilmesinden istifade
etmek düşüncesiyle Kufeliler ve Yezid hakkında ithamlarda bulunduğunu, ardından
ününün iyice arttığı için kendi adına gizlice bey’at aldığını zikretmektedir.
Fakat ilerleyen satırlarda görüleceği üzere onun bu iddiası isabetli değildir.
Wellhausen, Arap Devleti ve Sükutu, 70.
[59] Halîfe, Târih, 252; Zehebî, Siyer, III, 372; Sallâbî,
Abdullah b. Zübeyr, 47.
[60] İbn Abdirabbih, el-İkdu’l-Ferîd, V, 126; Sallâbî, Abdullah
b. Zübeyr, 49; Aycan, Abdullah b. Zübeyr, 109; Üçok, İslam
Tarihi, 35; Refik, Büyük Tarih-i Umûmî, 110; Wellhausen, Arap
Devleti ve Sükutu, 71.
[61] Halîfe, Târih, 254; İbn Abdirabbih, el-İkdu’l-Ferîd,
V, 139.
[62] İbn Abdirabbih, el-İkdu ’l-Ferîd, V, 141.
[63] Wellhausen, Arap Devleti ve Sükutu,
78; Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan,
108.
[64] Sarıçam-Aycan, Emeviler, 33.
[65] Aycan, Abdullah b. Zübeyr, 112-113.
[66] Halîfe, Târih, 255; İbn Abdirabbih, el-İkdu’l-Ferîd,
V, 141; Gönen, Ezârika’nın Doğuşu, 36; Refik, Büyük Tarih-i Umûmî,
112; Namık Kemal (v.1306/1888), Büyük İslam Tarihi, İstanbul, 1975, 185.
[67] Ecer, Abdullah b. Zübeyr’in Halifeliği, 156; Sallâbî, Abdullah
b. Zübeyr, 55.
[68] Dîneverî, Ahbâru ’t-Tıvâl, 264; İbn
Abdirabbih, el-İkdu ’l-Ferîd, V, 142; Zehebî, Siyer, III, 374;
Sallâbî, Abdullah b. Zübeyr, 55-56; Wellhausen, Arap Devleti ve
Sükutu, 79.
[69] Halîfe, Târih, 253, 255, 257; Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf,
VI, 341; İbn Hallikân, Vefeyâtü ’l-A ’yân, III, 71; Zehebî, Târih,V,
35; Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan, 33.
[70] Bu grubun başında Ümeyye ailesinin en yaşlı üyesi olam Mervan b.
Hakem bulunuyordu. Esasında Mervan da Mekke’de hilafetini ilan eden Abdullah’a
bey’at etmeye ve Hicaz’a gitmeye karar vermişti. İşte bu esnada Basra’dan
kaçarak Şam’a sığınan Ubeydullah b. Ziyad Mervan’ın niyetinden haberdar oldu ve
onu Ümeyye iktidarını tahkim etmesi için teşvik etti. Böylece etrfına
toplanlarla güçlenen Mervan Ümeyye iktidarının devam etmesini sağlamış oldu.
Apak, “Emevilerin Irak Siyaseti”, 111; Üçok, İslam Tarihi, 40; Aycan,
“Emeviler Dönemi İç Siyasi Gelişmeleri”, 161; Refik, Büyük Tarih-i Umûmî,
113.
[71] Sallâbî, Abdullah b. Zübeyr, 44; Aycan, “Abdullah b.
Zübeyr”, 110.
[72] Sallâbî, Abdullah b. Zübeyr, 47.
[73] Aycan, “Abdullah b. Zübeyr”, 109; Wellhausen, Arap Devleti ve
Sükutu, 71.
[74] Halîfe, Târih, 251.
[75] Sallâbî, Abdullah b. Zübeyr, 48.
[76] Sallâbî, Abdullah b. Zübeyr, 48.
[77] Halîfe, Târih, 258; Zehebî, Târih,
IV, 35.
[78] Kapar, “İslam’da Bey’at”, 82-83.
[79] Halîfe, Tabakât, 241; İbn
Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 214.
132
Halîfe, Tabakât, 241; Hatîb, Târihu Bağdâd, XIII, 105; İbn
Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 210
[83] Muhammed b. Şakir, Fevâtu ’l-Vefeyât, IV, 143.
[84] Hatîb, Târihu Bağdâd, XIII, 105; İbn Kesîr, el-Bidâye ve
’n-Nihâye, VIII, 322.
[85] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 210.
[86] Hatîb, Târihu Bağdâd, XIII, 105; İbn Asâkir, Târihu
Medîneti Dımeşk, XVI, 210-214; İbn Kesîr, el- Bidâye ve ’n-Nihâye,
VIII, 322.
[87] Avcı, Casim, “Kureyş”, DİA, İstanbul, 2002, XXVI, 442.
[88] Saib b. Avvâm,
ilk davet günlerinde Müslüman olmuş, Yemame savaşında da şehid olmuştur. Mus’ab
[90] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, VII,
230.
[91] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, VII,
236.
[92] Avcı, Casim, “Nisbe”, DİA, İstanbul,
2007, XXXIII, 142.
[93] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 210.
[94] Hatîb, Târihu Bağdâd, XIII, 105; İbn
Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 214; İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye,
VIII, 317; Zehebî, Siyer, IV, 140; İbn Hacer, Ta ’cîlu ’l-Menfaa,
II, 263.
[95] Buhârî, Târih, VII, 350; İbn Hacer, Ta ’cilu ’l-Menfaa,
II, 263.
[96] Zehebî, Târih, V, 524.
[97] Bozkurt, Nebi, “Künye”, DİA, Ankara, 2002, XXVI, 558.
[98] İbn Sa’d, Tabakât, VIII, 182; Halîfe, Tabakât,
241; Buhârî, Târih, VII, 350; Hatib, Târihu Bağdâd, XIII, 105;
İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 210-215; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, VIII, 322.
[99] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 214.
[100] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 210; Zehebî, Târih,
V, 524.
[101] İbn Sa’d, Tabakât, VIII, 182; İbn Asâkir, Târihu Medîneti
Dımeşk, XVI, 214.
[102] İbn Sa’d, Tabakât, VIII, 183.
[103] Hatîb, Târihu Bağdâd, XIII, 105; İbn Asâkir, Târihu
Medîneti Dımeşk, XVI, 250; İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VIII,
316; Zehebî, Siyer, IV, 145; Zehebî, Târih, V, 305.
[104] Bozkurt, Nebi, “Lakap”, DİA, Ankara, 2003, XXVII, 65-67.
[105] Hucurât Suresi, 49/11.
[106] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 212.
[107] İbn Abdirabbih, el-İkdu ’l-Ferîd, V, 152; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih,
IV, 64.
[108] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 245.
[109] Zübeyr b. Bekkâr, Cemheratu Nesebi Kureyş,
I, 221; İbn Kuteybe, el-Meârif, 219; Çiçek, Mustafa, “Hz. Peygamber ve
Hulefa-i Raşidin Döneminde Zübeyr b. Avvâm”, İSTEM, y.4, sy.7, 135.
[110] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, 235.
[111] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, 20.
[112] Uraler, Aynur, “Safiyye bintAbdülmuttalib”, DİA, İstanbul,
2008, XXXV, 474-475.
[113] Zübeyr b. Avvam’la ilgili daha geniş bilgi için şu iki çalışmaya
bakılabilir: Tok, Mustafa Sami, Hz. Peygamber Dönemi Sonrası Siyasi
Olaylarında Zübeyr b. Avvâm ve Talha b. Ubeydullah, Basılmamış Y.Lisans
Tezi, Sivas, 2009; Çiçek, Mustafa, “Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidin Döneminde
Zübeyr b. Avvâm”, İSTEM, 135.
[114] Mus’ab ez-Zübeyrî, Zübeyr b. Avvâm’ın 67 yaşında şehid edildiğini
kaydetmektedir. İlgili kayıttan Zübeyr’in 589 yılında doğduğu anlaşılmaktadır.
Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, 235.
[115] İbn Kuteybe, el-Meârif, 219.
[116] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, 20; Ebû Hilâl Askerî, Evâil,
I, 298; Abdülgani, Muhammed İlyas, Büyûtu’s-Sahâbe Havle’l-Mescidi’n-Nebevi,
Medine, 1999, 129; Çiçek, “Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidin Döneminde Zübeyr
b. Avvâm”, 135.
[117] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, 230.
[118] Çiçek, “Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidin Döneminde Zübeyr b.
Avvâm”, 136.
[119] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, 230; Tok, “Hz. Peygamber
Dönemi Sonrası Siyasi Olaylarında Zübeyr b. Avvâm ve Talha b. Ubeydullah”, 14.
[120] Çiçek, “Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidin Döneminde Zübeyr b.
Avvâm”, 136.
[121] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, 230.
[122] Taberânî, Evâil, 54; Abdülgani, Büyûtu
’s-Sahâbe, 129.
[123] Şakir, İslam Tarihi, IV, 132.
[124] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, 20; Ebû Hilâl Askerî, Evâil,
I, 298; Abdülgani, Büyûtü ’s-Sahabe, 129; Çiçek, “Hz. Peygamber ve
Hulefa-i Raşidin Döneminde Zübeyr b. Avvâm”, 139.
[125] Çiçek, “Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidin Döneminde Zübeyr b.
Avvâm”, 147.
[126] Abdülgani, Büyûtu ’s-Sahâbe, 129.
[127] İbn Kuteybe, el-Meârif 220; Ebû Hilâl Askerî, Evâil,
I, 298; Abdülgani, Büyûtu ’s-Sahâbe, 129; Çiçek, “Hz. Peygamber ve
Hulefa-i Raşidin Döneminde Zübeyr b. Avvâm”, 156.
[128] Abdülgani, Büyûtu’s-Sahâbe, 129; Ebû
Hilâl Askerî, Evâil, I, 298.
[129] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VII,
249-251; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 545-546; Şakir, İslam Tarihi, IV,
132; Efendioğlu, Mehmet, “Zübeyr b. Avvâm”, DİA, İstanbul, 2013, XXXXIV,
522-524.
Abdülgani, Zübeyr ’in Sahihayn ’da 38
hadis rivayet ettiği bilgisini vermektedir. Abdülgani, Büyûtu ’s- Sahâbe,
129.
[130] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, 236; Halîfe, Tabakât,
241; İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 212.
İbn
Sa ’d, Tabakât ’ta Mus ’ab ’ın annesinin nesebini şöyle verir: Rebab bt. Üneyf
b. Ubeyd b. Mesad b. Ka ’b b. Uleym b. Cenab b. Kelb. İbn Sa’d, Tabakât,
VIII, 182.
[131] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VII, 220.
[132] İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VII, 250.
[133] İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Muhammed b. İbrahim b. Osman b. Ebû
Bekir (v.235/849), Kitabu’l- Musannef, Thk. Kemal Yusuf el-Hut, 1.
Baskı, Riyad, 1409, II, 482.
[134] Zehebî, Târih, IV, 42; İbn Tağriberdi, en-Nücûmu
’z-Zâhira, I, 216.
[135] Şakir, Mahmut, İslam Tarihi, IV, 137.
[136] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, IX, 435; Zehebî, Siyer,
III, 365; İbn Hacer, el-İsâbe, II, 309; Sallâbî, Abdullah b. Zübeyr,
9; Aycan, “Abdullah b. Zübeyr”, 99.
[137] Gönen, Ezârika ’nın Doğuşu, 36.
[138]T ahnik; hurma ezmesi veya bal
gibi tatlı bir maddenin yeni doğan çocuğun damağına sürülmesi demektir.
Peygamberimiz (s.a.s), ağzında yumuşattığı hurmayı, yeni doğan çocuğun
damaklarına sürer, çocuğa hayır duada bulunur ve ismini koyardı. Güler,
Zekeriya, “Tahnik”, DİA, İstanbul, 2010, XXXVIIII, 416.
[139] Taberânî, Evâil, 98-99; Ebû Hilâl Askerî, Evâil,
310-311; İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, XII, 187; Şakir, İslam
Tarihi, IV, 132-133.
[140] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, 237.
[141] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, 238-239; Şakir, İslam
Tarihi, IV, 133; Üçok, İslam Tarihi, 4.
[142] İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, XII, 213; Aycan, “Abdullah
b. Zübeyr”, 102-103.
[143] İbn Hallikân, Vefeyâtü ’l-A ’yân, III, 71.
[144] İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 139
[145] Şakir, İslam Tarihi, IV, 137.
[146] İbn Kuteybe, el-Meârif, 222; Aycan, İrfan, “Urve b.
Zübeyr”, DİA, Ankara, 2012, XXXXII, 184.
[147] Şakir, Mahmut, İslam Tarihi, IV/137.
[148] İbn Kuteybe, el-Meârif, 221, 223.
[149] Şakir, İslam Tarihi, IV, 137.
[150] Şakir, İslam Tarihi, IV, 137.
[151] Şakir, İslam Tarihi, IV, 137.
[152] Şakir, İslam Tarihi, IV, 137-138.
[153] Zübeyr b. Bekkâr, Cemheratu Nesebi Kureyş, I, 220; İbn
Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 214.
[154] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, IX, 435;
Şakir, İslam Tarihi, IV, 139;
Zübeyr
b. Avvâm’ın çocukları hakkında ayrıntılı bilgi için Bkz. Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi
Kureyş, 236250.
[155] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, 221.
[156] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VII, 22; İbn Asâkir, Târihu
Medîneti Dımeşk, XVI, 219; İbnü’l-Cevzî, el- Muntazam, VI, 134;
Muhammed b. Şakir, Fevâtu’l-Vefeyât, IV, 143; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, VIII, 320.
[157] Aksu, Ali, Emeviler Döneminde Kadının Durumu, CÜİFD, 2001,
c.V, sy.1, s.268.
[158] Isfehâni, Eğânî, XVI, 38.
[159] İbn Abdirabbih, el-İkdu’l-Ferîd, V, 155;
Taberî, Târih, VI, 112; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, IV, 70.
[160] İbn Abdirabbih, el-İkdu ’l-Ferîd, V, 211; Mes’ûdî,Mürûcu
’z-Zeheb, III, 194; Aksu, Emeviler Döneminde Kadının Durumu, 277.
[161] Ümmü Veled, efendisinden çocuk doğuran cariyeye denir. Cariye
efendisinden çocuk doğurmakla hürriyeti garanti etmiş olur ve cariye olarak
kaldığı sürece diğer kölelerden hukuken ve fiilen farklı bir statüde bulunur.
Bu cariye artık satılamaz, hukukî işlemlere konu olamaz. Efendisinin ölümünden
sonra da başka bir işleme gerek kalmaksızın hürriyetini kazanır. Ayrıntılı
bilgi için Bkz. Aydın, Mehmet Akif- Hamidullah Muhammed, “Köle”, DİA,
İstanbul, 2002, XXVI, 241.
[162] Refik, , Büyük Tarih-i Umûmî, 115.
[163] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, IX, 447.
[164] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, 278-283; Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf
VII, 20; Refik, Büyük Tarih-i Umûmî, 115.
[165] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 19;
Aksu, Emeviler Döneminde Kadının Durumu, 269.
[166] İbn Abdirabbih, el-İkdu ’l-Ferîd, V, 155.
[167] Abdurrezzak b. Hemmam es-San’ani (v.211/826-27), el-Musannef,
Thk. Habiburrahman el-A’zami, 2. Baskı, Beyrut, 1403, VI, 444; Dârekutnî,
Ebû’l-Hasan Ali b. Ömer b. Ahmed (v.385/915), es-Sünen, Thk. Şuayb
Arnavut, 1. Baskı, Beyrut, 2004, IV, 495.
[168] Zıhar; erkeğin eşine, onu kendisine haram kılmak maksadıyla “Sen
bana anamın sırtı gibisin” demesidir. Zıhar, cahiliye döneminde erkeklerin
hanımlarını boşamak için kullandıkları bir usuldü. Fakat İslam bu konuda yeni
bir düzenleme getirmiş ve zıhar yapan kişinin kefaret ödemeden eşine dokunması,
öpmesi veya eşiyle cinsel ilişkide bulunmasını yasaklamıştır. Zıharın kefareti
imkan dahilinde köle azad edilmesi veya 60 gün oruç tutulması ya da 60 fakirin
doyurulmasıdır. Mücadele Suresi, 58/3-4; Dini Kavramlar Sözlüğü, 715.
[169] Abdurrezzak, Musannef, VI, 444.
[170] Abdurrezzak, Musannef, VI, 444;
Dârekutnî, Sünen, IV, 495.
[171] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf VII, 22.
[172] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf VII, 22-23; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, IX, 314; Aksu, Emeviler Döneminde Kadının Durumu, 271.
[173] Aksu, Emeviler Döneminde Kadının Durumu, 268.
[174] Aksu, Emeviler Döneminde Kadının Durumu,
270-271.
[175] Isfehâni, Eğânî, XVI, 42; Aksu, Emeviler Döneminde Kadının
Durumu, 275.
[176] Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, II, 375; Aksu, Emeviler
Döneminde Kadının Durumu, 275.
[177] İbn Sa’d, Tabakât, VIII, 467; İbn Abdirabbih, el-İkdu
’l-Ferîd, V, 155; Kazancı, Ahmet Lütfi, “Âişe bt. Talha b. Ubeydullah”,
DİA, İstanbul, 1989, II, 206.
[178] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, 59; İbn Hallikân, Vefeyâtu’l-A
’yân, II, 397; Abdülgani, Büyûtu’s- Sahâbe, 130.
[179] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, 59; Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf
VII, 18; İbn Abdirabbih, el-İkdu’l- Ferîd, V, 155; İbn Hallikân, Vefeyâtu’l-A
’yân, II, 394.
[180] Aksu, Emeviler Döneminde Kadının Durumu, 269.
[181] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, 59.
[182] Aksu, Emeviler Döneminde Kadının Durumu, 275.
[183] İbn Abdirabbih, el-İkdu ’l-Ferîd, V,
155; Abdülgani, Büyûtu ’s-Sahâbe, 130; Hitti, Siyasi ve Kültürel
İslam Tarihi, II, 374.
[184] İbn Hallikân, Vefeyâtu ’l-A ’yân, II, 394; Hitti, Siyasi
ve Kültürel İslam Tarihi, II, 375; Aksu, Emeviler Döneminde Kadının
Durumu, 274-275.
[185] İbn Sa’d, Tabakât, VIII, 475; Görgün, Hilal, “Sükeyne bt.
Hüseyin”, DİA, İstanbul, 2010, XXXVIII, 45; Abdülgani, Büyûtu ’s-Sahâbe,
130.
[186] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 105.
[187] İbn Sa’d, Tabakât, V, 182.
[188] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, 221, 249; Belâzurî, Ensâbu
’l-Eşrâf IX, 447.
[189] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, 248.
[190] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, 221; Belâzurî, Ensâbu
’l-Eşrâf, IX, 447.
[191] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, IX, 447.
[192] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, IX, 448.
[193] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, IX, 448.
[194] Mus’ab ez-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, 59.
[195] İbn Sa’d, Tabakât, V, 182.
[196] Zübeyr b. Bekkâr, Cemheratu Nesebi Kureyş, I, 223.
[197] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 227.
[198] Hatîb, Târihu Bağdâd, XIII, 105; İbn Kesîr, el-Bidâye ve
’n-Nihâye, VIII, 317.
[199] Zehebî, Siyer, IV, 141.
[200] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 216; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve ’n-Nihâye, VIII, 317.
[201] Zehebî, Siyer, IV, 141.
[202] İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VIII, 322.
[203] İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VIII, 321.
[204] İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 134-135.
[205] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 211-212.
[206] Ebû Hilâl el-Askerî, Evâil, II, 53.
[207] Taberî, Târih, V, 610; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VI, 30.
[208] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 285.
[209] İbn Tağriberdi, Nücûmu ’z-Zâhira, I, 215.
[210] Avcı, “Kuruluşundan Abdülmelik b. Mervan’a Kadar Emeviler”, 155.
[211] Zehebî, el-İber, I, 52; Refik, Büyük
Tarih-i Umûmi, 113.
[212] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 286; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VI, 37.
[213] Üçok, İslam Tarihi, 41; Wellhausen, Arap
Devleti ve Sükutu, 87; Sarıçam-Aycan, Emeviler, 40-41;
Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b.
Mervan, 41.
Filistin Seferi’nde Mus ’ab ’ın korkarak kaçtığı ve geri
dönüp Medine’ye gittiği rivayetiyle ilgili Bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye ve
’n-Nihâye, VIII, 287.
[214] İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI/37; Zehebî, Târih, V,
44; İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VIII, 287; İbn Tağriberdi, en-Nücûmu’z-Zâhira,
I, 215.
[215] İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 13; Aycan, İrfan, “Mus’ab
b. Zübeyr” DİA, XXXI, 227; Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası
Abdülmelik b. Mervan, 54.
[216] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 290.
[217] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 292.
[218] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf VI, 292-293; Sarıçam-Aycan, Emeviler,
40; Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan, 55.
[219] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI,
293; Erkoçoğlu, Emevi Devleti ’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan,
55.
[220] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 294.
[221] Taberî, Târih, V, 622; İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk,
XVI, 218; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 41.
Mus’ab’ın
Medine valiliğine atanma süreciyle ilgili farklı rivayetler için Bkz. Belâzurî,
Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 342-343.
[222] Mes’ûdî, Mürûcu’z-Zeheb, III, 105.
[223] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf VI, 379;
Zehebî, Târih, V, 37; Wellhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dinî-
SiyasîMuhalefet Partileri, 122; Aycan, “Emeviler Dönemi İç Siyasi
Gelişmeleri”, 162.
[224] Zehebî, Târih, V, 39.
[225] Üçok, İslam Tarihi, 41.
[226] Zehebî, Târih, V, 44.
[227] Wellhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet
Partileri, 123.
[228] Tevvabun hareketiyle ilgili ayrıntılı bilgi
için Bkz. Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan,
43-51.
[229] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 370, 379-381; Namık Kemal, Büyük
İslam Tarihi, İstanbul, 1975, 190; Üçok, İslam Tarihi, 41; Sarıçam-Aycan,
Emeviler, 44.
[230] Zehebî, Târih, V, 46-47.
[231] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 384; Üçok, İslam Tarihi,
42.
[232] İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 26.
[233] Wellhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet
Partileri, 124; Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b.
Mervan, 108.
[234] Taberî, Târih, VI, 16-17; Wellhausen, İslamiyetin İlk
Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, 126; Erkoçoğlu, Emevi
Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan, 109.
[235] Halîfe, Târih, 202; Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI,
393-394; Wellhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dinî- Siyasî Muhalefet
Partileri, 127; Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b.
Mervan, 110.
[236] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 401, 454; Taberî, Târih,
VI, 38; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 53-55; Zehebî, Târih, V,
52; Yiğit, İsmail, “Muhtar es-Sekafî”, DİA, İstanbul, 2006, XXXI, 54;
Wellhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri,
136-137; Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan,
115-116.
[237] Müsteşrik müelliflerden bir çoğu Abdullah’ın İbnu’l-Hanefiyyeyi
belirlediği süre sonunda bey’at etmezse öldüreceğini iddia etmektedirler. Fakat
ana kaynakların verdiği tercihe şayan rivayetlerde öldüreceğine dair herhangi
bir kayıt bulunmamaktadır.
[238] Taberî, Târih, VI, 76; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI,
60.
[239] Taberî, Târih, VI, 77; Zehebî, Târih,
V, 57.
[240] Hazir suyu, Musul yakınlarında, Cilipta dağı ile Ümaniye arasından
doğar. Erbil ile Mevsıl arasından akıp, Büyük Zap suyu ile Musul arasından
yoluna devam ederek, Şuş hisarına bağlı olan Merc bölgesinde Dicle ile
birleşir. Ayrıntılı bilgi için Bkz. Yâkut el-Hâmevi, Mu ’cemu ’l-Büldân,
II, 386.
[241] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 427; İbn Abdirabbih, el-îkdu
’l-Ferîd, V, 152; Zehebî, Târih, V, 55; Namık Kemal, Büyük İslam
Tarihi, 194;
[242] Muhtar’ın iddia ettiği olağanüstülükler için
Bkz. İbn Abdirabbih, el-îkdu ’l-Ferîd, V, 153-154; Taberî, Târih,
VI, 82-84; Zehebî, Târih, V, 51-53; Namık Kemal, Büyük İslam Tarihi,
195.
[243] Yiğit, “Muhtar es-Sekafî”, DİA, XXXI, 55; Avcı, “Kuruluşundan
Abdülmelik b. Mervan’a Kadar Emeviler”, 156.
[244] Haris b. Abdullah el-Mahzûmî, Kubba’ lakabıyla meşhur olmuştur.
Taberî, Târih, VI, 93; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, IV, 63;
İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VIII, 292.
[245] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 429;
Aycan, “Emeviler Dönemi İç Siyasi Gelişmeleri”, 163.
[246] Hatîb, Târihu Bağdâd, XIII, 105; Zehebî, Târih, V, 57;
İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VIII, 292;
Namık Kemal, Büyük
İslam Tarihi, 195; Sarıçam-Aycan, Emeviler, 45.
[247] Kasas Suresi, 28/1-4.
[248] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 15.
[249] Kasas Suresi, 28/5.
[250] Kasas Suresi, 28/6.
[251] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VII, 18, IX, 447; Taberî, Târih,
VI, 93; İbn Abdirabbih, el-İkdu’l-Ferîd, V, 152; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VI, 63; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 63; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n- Nihâye, VIII, 293.
Ayet
mealleri için Bkz.; Altuntaş, Halil- Şahin, Muzaffer, Kur’an-ı Kerim Meali,
Ankara, 2009, Kasas, 28/1-6, 385.
[252] Üçok, İslam Tarihi, 43.
[253] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 405-406;
İbn Abdirabbih, el-İkdu ’l-Ferîd, V, 152; Zehebî, Târih, V, 52;
Yiğit, İsmail, “Muhtar es-Sekafî”, DİA, , XXXI, 55; Erkoçoğlu, Emevi
Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan, 116.
[254]Muhammed b. Eş’as, Kinde
krallarının soyundan olup Hz. Peygamber’e (s.a.s) gelerek Müslüman olan Eş’as
b. Kays’ın oğludur. Yezid b. Muâviye’nin ölümünün ardından Kûfe halkı ile
beraber Abdullah b. Zübeyr’e bey’at etmiş, Abdullah tarafından 64/684 yılında
Musul valiliğine atanmıştır. Muhtar es- Sekafî’nin Kufe’yi ele geçirip Musul’a
kendi valisini atamasının ardından Musul’dan ayrılıp Tikrit’e gitmiş, buradan
Kufe’ye geçerek Muhtar’a bey’at etmiştir. Muhtar’ın Hz. Hüseyin’in katillerini
ortadan kaldırmaya başlamasıyla Basra’ya Mus’ab’ın yanına kaçtı. Çünkü Hz.
Hüseyin’in katilleri arasında sayılıyordu. Muhammed, Mezar savaşında Mus’ab’ın
saflarında savaştı ve savaşın sonunda öldürüldü. Sarıçam, İbrahim, “Muhammedb.
Eş’as”, DİA, İstanbul, 2005, XXX, 528.
[255] Taberî, Târih, VI, 38,94; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VI, 64; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 64; Zehebî, Târih,
V, 52.
[256] Taberî, Târih, VI, 94; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI,
64; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 64.
[257] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI,
428; Taberî, Târih, VI, 95; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV,
65; Zehebî, Târih, 58; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VIII,
287; Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası
Abdülmelik b.
Mervan, 125.
[258] Taberî, Târih, VI, 95; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih,
IV, 65.
[259] Yiğit, “Muhtar es-Sekafî”, XXXI/54.
[260] İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VIII, 288.
[261] Mezâr; Vasıt ile Basra şehirleri arasında bir beldenin adıdır.
Mezar’la Basra arası, yaklaşık dört günlük mesafedir. Halîfe, Târih,
203.
[262] Taberî, Târih, VI, 115; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih,
IV, 71.
[263] Taberî, Târih, VI, 95-96; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil
fi’t-Târih, IV, 65.
[264] Barış teklifinin ilk önce Abbad b. Husayn tarafından geldiği ile
ilgili rivayet için Bkz. Taberî, Târih, VI, 96.
[265] Halîfe, Târih, 203; ; Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VI,
430-431; Taberî, Târih, VI, 97İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih,
IV, 66; İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VIII, 288; Namık Kemal, Büyük
İslam Tarihi, 195.
[266] Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan,
126.
[267] Harûrâ, Kûfe’ye iki mil mesafede bulunan bir köyün adıdır. Hz.
Ali’ye muhalefet ederek ondan ayrılan Hâricîler, bu köyde toplanmışlardı. Bu
sebeple onlara Harûrî denilmiştir. Yâkut , Mu ’cem, II, 283.
[268] İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VIII, 288.
[269] Taberî, Târih, VI, 99; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI,
65; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 67; İbn Kesîr, el-Bidâye ve
’n-Nihâye, VIII, 288.
[270] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 438.
[271] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 438; Wellhausen, îslamiyetin
İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, 140.
[272] Ra’d Suresi, 13/39.
[273] Taberî, Târih, VI, 100; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih,
IV, 67; Zehebî, Târih, V, 57; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye,
VIII, 288.
[274] Üçok, İslam Tarihi, 43; Sarıçam-Aycan, Emeviler,
46.
[275] İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 67; Zehebî, Târih,
V, 58.
[276] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 454.
[277] Ra’d Suresi, 13/39.
[278] Beda, Şia fırkalarına göre Allah'ın
ilim, irade ve tekvin sıfatlarında değişmeler meydana gelebileceğini ifade eden
kelam terimidir. Ayrıntılı bilgi için Bkz.
İlhan, Avni, “Bedâ”, DİA, İstanbul, 1992, V, 290-291.
[279] Taberî, Târih, VI, 104.
[280] Taberî, Târih, VI, 101.
Belâzurî Hz. Ali’nin oğlunun ismini Ubeydullah olarak
vermektedir. Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 452. Halîfe, Ömer’in Mezar
savaşında öldüğünü belirtmektedir. Halîfe, Târih, 203.
[281] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fı’t-Târih, IV, 67; Zehebî, Târih,
V, 60; İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VIII, 288.
[282] Zehebî, Târih, V, 59.
[283] Zehebî, Târih, V, 61.
[284] Zehebî, Târih, V, 61; İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye,
VIII, 288.
[285] Zehebî, Târih, V, 58; İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye,
VIII, 318.
[286] Taberî, Târih, VI, 105; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI,
65; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 67-68; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve ’n-Nihâye, VIII, 288-289; Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası
Abdülmelik b. Mervan, 128.
[287] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 440;
Taberî, Târih, VI, 105.
[288] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 440;
Taberî, Târih, VI, 106-107.
[289] Saib b. Malik el-Eş’arî, Ebû Musa el-Eş’arî’nin kızı Amrâ ile
evliydi. Bu hamından Muhammed isimli bir çocuğu olmuştu. Muhtar öldürülüp
valilik konağı ele geçirilince, henüz küçük bir çocuk olduğu için Muhammed’e
dokunulmadı. İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 68.
[290] Taberî, Târih, VI, 107; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI,
65; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 68; İbn Kesîr, el-Bidâye ve
’n-Nihâye, VIII, 289.
[291] Bu iki kardeşin isimleri bazı kaynaklarda Tarrâf ve Tarrâfe olarak
geçmektedir. Belâzurî, Ensâbu ’l- Eşrâf, VI, 441; Taberî, Târih,
VI, 108; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 68; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n- Nihâye, VIII, 288; Sançam-Aycan, Emeviler, 46.
[292] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 433, 441; Namık Kemal, Büyük
İslam Tarihi, 195.
[293] İbn Sa’d, Tabakât, V, 183; İbn Abdirabbih, el-İkdu
’l-Ferîd, V, 154; Taberî, Târih, VI, 108; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil
fi’t-Târih, IV, 68; Zehebî, Târih, V, 58-524; Zehebî, Siyer,
IV, 141; İbn Kesir, el-Bidâye ve’n- Nihâye,VIII, 288; Üçok, İslam
Tarihi, 43.
[294] Halîfe, Târih, 203; İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk,
XVI, 238; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fı ’t-Târih, IV, 68; Zehebî, Târih,
V, 58; İbn Kesir, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VIII, 288; Erkoçoğlu, EmeviDevleti’ninDönüm
Noktası Abdülmelik b. Mervan, 129.
[295] İbn Sa’d, Tabakât, V, 183; Belâzurî, Ensâbu
’l-Eşrâf, VI, 444; İbn Abdirabbih, el-İkdu ’l-Ferîd, V, 154.
[296] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 444; Taberî, Târih, VI,
110; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 65 .
[297] Taberî, Târih, VI, 108.
[298] Taberî, Târih, VI, 108-109; Zehebî, Târih,
V, 58.
[299] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 441-442; Taberî, Târih, VI,
116.
[300] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 442; Taberî, Târih,
VI, 109.
[301] Ahnef b. Kays, Tabiindendir. Peygamberimiz (s.a.s) hayattayken
Müslüman olmuş, fakat O’nunla görüşememişti. Mus’ab b. Zübeyr’le aralarında
samimi bir dostluk vardı. Ahnef, 67/687 yılında Kufe’de Mus’ab’ın yanında iken
vefat etti. İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Tarih, IV, 69; Önkal, Ahmet, “Ahnef
b. Kays”, DİA, İstanbul, 1989, II, 174 .
[302] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 19.
[303] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 433, 442; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil
fi’t-Târih, IV, 69; İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VIII, 288.
Zehebî,
Mus’ab’ın esirlere eman verdiğini fakat bu emanına rağmen daha sonra hepsini
öldürdüğünü zikretmektedir. Zehebî, Târih, V, 58.
Öldürülen
askerlerin sayısını İbn Abdirabbih 3 bin olarak vermektedir. İbn Abdirabbih, el-İkdu
’l-Ferîd, V, 154.
[304] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 442; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih,
IV, 69.
356
İstirca; bir musibete uğrayan, bir ölüm haberini duyan kimsenin, “İnna
lillah ve innâ ileyhi râciûn” (Biz
Allah’ın
kuluyuz. O bizi varetti ve biz tekrar O’na döneceğiz.) cümlesini söylemesine
denir. Dini Kavramlar Sözlüğü, 338.
[307] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 452;
Taberî, Târih, VI, 113; Ebû Hilâl el-Askerî, Evâil, II, 52; İbn
Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 229; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VI, 66; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fı’t-Târih, IV, 72; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, VIII, 289,318; Yüksel, “Emeviler Döneminde Abdullah b. Ömer”,
34.
[308] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf VI, 443;
Taberî, Târih, VI, 112; îbn Abdirabbih, el-İkdu ’l-Ferîd, V, 155.
[309] Namık Kemal, Büyük İslam Tarihi, 196;
Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan, 131.
[310] Taberî, Târih, VI, 111; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI,
66; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 69-70; Zehebî, Târih, V,
63; İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VIII, 292;.
[311] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 433.
Ahmet
Refik, Mus’ab’ın aşırı derecede müsrif olması sebebiyle azledildiğini iddia
etmektedir. Refik, Büyük Tarih-i Umûmî, 116.
[312] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 434; Taberî, Târih, VI,
116-117; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 66; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil
fi’t-Târih, IV, 72; Zehebî, el-İber, I, 55; Zehebî, Târih, V,
63; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VIII, 292; Namık Kemal, Büyük
İslam Tarihi, 196.
Mus’ab
b. Zübeyr’in Basra valiliğinden azledildiği fakat Kûfe valiliğinin bu yılda
Mus’ab’ın uhdesinde olduğu, Mus’ab’ın Kûfe’den bir heyetle Abdullah’ı ziyarete
gittiği ve bu günlerde Hamza’nın azledilerek Basra valiliğinin tekrar Mus’ab’ın
uhdesine verildiği rivayetleri için Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, IV,
73; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VIII, 293.
[313] Mus’ab’ın Irak
valiliği süresince üç defa Mekke’yi ziyaret ettiği, ilkinin Muhtar’ın
öldürülmesinin
hemen ardından İbrahim b. Eşter’le birlikte,
ikincisinin valilikten azledilmesinin ardından Irak vergileriyle birlikte
Basra’dan gerçekleştirdiği haber verilmektedir. Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf,
VI, 444.
[316] İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VIII, 319.
[317] İbn Abdirabbih, el-İkdu’l-Ferîd, V, 155; İbn Asâkir, TârihuMedînetiDımeşk,
XVI, 246-247; İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VIII, 322-323.
[318] Taberî, Târih, VI, 117; îbn Asâkir, Târihu Medîneti
Dımeşk, XVI, 211-219; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 67;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 73; îbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, VIII, 292-293; Namık Kemal, Büyük İslam Tarihi, 196;
Refik, Büyük Tarih-i Umûmî, 116.
[319] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 86; Taberî, Târih, VI,
117; îbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 211-214; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih,
IV, 73; îbn Kesîr, el-Bidâyeve’n-Nihâye, VIII, 292; Refik, Büyük
Tarih-i Umûmî, 116.
îbn
Kuteybe, Irak’ta Kufe ve Basra şehirlerine aynı anda vali olarak atanan
kişileri şöyle sıralamaktadır: 1. Ziyad b. Ebîh, 2. Ubeydullah b. Ziyad, 3.
Mus’ab b. Zübeyr, 4. Bişr b. Mervan, 5. Haccac b. Yusuf, 6. Yezid b.
Mühelleb... Bu valiler, Irak topraklarının doğusunda kalan bütün eyalet
valilerinin bağlı bulunduğu genel vali konumundadır. îbn Kuteybe el-Meârif
248-249.
[320] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 435; Taberî, Târih,
VI, 118; îbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 67; îbn Kesîr, el-Bidâye ve
’n-Nihâye, VIII, 293.
[321] Wellhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet
Partileri, 54.
[322] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 83; îbnü’l-Esîr, el-Kâmil
fi’t-Târih, IV, 74.
[323] Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan,
135.
[324] İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 74-75; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, VIII, 313; Wellhausen, îslamiyetin İlk Devrinde
Dinî-SiyasîMuhalefet Partileri, 56.
[325] Taberî, Târih, VI, 119; Namık Kemal, Büyük İslam Tarihi,
196.
[326] İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VIII, 293.
[327] İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 70; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil
fi’t-Târih, IV, 78; İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n- Nihâye, VIII, 294.
[328] Kurt, Hasan, “Süfyani Emeviler Sonrasında
Horasan ve Maveraünnehr’de İç Mücadeleler (64-85/683- 704)”, AÜÎFD,
2001, c.XLII, 286.
[329] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 30.
[330] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, IV, 80; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve ’n-Nihâye, VIII, 294.
[331] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 35.
[332] Namık Kemal, Büyük İslam Tarihi, 197; Erkoçoğlu, Emevi
Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b.
Mervan, 136.
[333] İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfı’t-Târih, IV, 82-83.
[334] Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan,
138-139.
[335] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 37.
[336] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 39-40.
[337] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, IV, 85.
[338] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, IV, 84; Namık Kemal, Büyük
İslam Tarihi, 197; Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik
b. Mervan, 139.
[339] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, IV, 85.
[340] Taberî, Târih, VI, 128-130; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, VIII, 294.
[341] Taberî, Târih, VI,138; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih,
IV, 85.
[342] Amr b. Saîd’in öldürülmesiyle ilgili diğer rivayetler için Bkz.
Taberî, Târih, VI, 140; İbnü’l-Cevzî, el- Muntazam, VI, 89-93;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, IV, 86-90.
[343] Taberî, Târih, VI, 150; İbn Asâkir, Târihu Medîneti
Dımeşk, XVI, 248; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 101; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil
fi’t-Târih, IV, 92; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VIII, 313.
İbn
Abdirabbih, Mus’ab’ın yanındaki Irak ileri gelenleriyle beraber hacca
geldiğini, Abdullah’ın ise Iraklı heyete kötü davranıp onları küstürdüğünü ve
Iraklılar’ın bu tarihten itibaren Abdülmelik’le mektuplaşmaya başladıklarını
kaydetmektedir. İbn Abdirabbih, el-İkdu’l-Ferîd, V, 155.
[344] Belâzurî Fütûhu ’l-Büldân - Ülkelerin Fetihleri, Ter. Prof.
Dr. Mustafa Fayda, Siyer Yayınları, İstanbul,
2013, 185-186.
[345] Taberî, Târih, VI, 155; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VI, 110; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 92-93.
[346] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, IV, 95.
[347] Belâzurî Fütûhu ’l-Büldân, Ter. Prof.
Dr. Mustafa Fayda, 440; Taberî, Târih, VI, 160.
[348] Belâzurî Fütûhu ’l-Büldân, Ter. Prof. Dr. Mustafa Fayda, 440;
Yâkut, Mu ’cem, V, 149-150.
[349] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf VII, 87.
[350] Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru ’l-Muvaffakiyyât,
424.
[351] Butnan Habib; Kinnesrin’de Habib b. Mesleme’ye nisbetle bu isimle
anılan bir mevkiin adıdır. Habib b. Mesleme, burada bulunan bir kaleyi, İyad b.
Ğanem’in kendisini Ebû Ubeyde b. Cerrah’a yardımcı kuvvet olarak gönderdiği
zaman fethetmişti. Yâkut, Mu ’cem, I, 531.
[352] Meskin; Dicle nehri üzerinde Evana’ya yakın Deyrulcâselik’te bir
yerin ismidir. Halîfe, Târih, 205; Yâkut, Mu’cem, V, 149; Zehebî,
Târih, V, 302.
[353] Bâcumeyra; Tikrit ve Evana’ya yakın bir mevkiin adıdır ve Evana
sınırları içindedir. Yâkut, Mu ’cem, II, 373; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfı’t-Târih,
IV, 69.
[354] Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru ’l-Muvaffakiyyât, 425;
Taberî, Târih, VI, 153; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 110; İbn
Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VIII, 314; Wellhausen, Arap Devleti ve
Sükûtu, 89.
[355] Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan,
148.
[356] Zübeyr b. Bekkâr, Abdülmelik’in 72/691 yılında Şam’dan hareket
ettiğini kaydetmektedir. Zübeyr b.
Bekkâr, Ahbâru
’l-Müvaffakiyyât, 424.
[357] Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru’l-Muvaffakiyyât,
424; Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan,
148.
[358] Zübeyr b. Bekkâr, Ahbaru ’l-Muvaffakiyyât,
424; Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 87-88; Taberî, Târih, VI,
156-157; İsfahânî, el-Eğânî, XIX, 129-130; Îbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VI, 111İbnü’l-Esîr, el-Kâmil
fi’t-Târih,
IV, 104; ; Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan,
148-149.
[359] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 85; Namık Kemal, Büyük
İslam Tarihi, 200.
[360] Zübeyr b. Bekkâr,Ahbâru’l-Muvaffakiyyât,
425; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, IV, 105.
Bu
hadisenin, Mus’ab b. Zübeyr’in Muhtar’ı bertaraf ederek Kufe’ye hakim olması
sonrasında veya ikinci defa Basra valiliğine atandığı 67/688 yılında
gerçekleşmiş olması gerektiği kanaatindeyiz. Zira, Hâricîler bu yılda Ehvaz’a
saldırmışlar, Mühelleb’de yine bu yılda Hâricîlerle mücadele etmekle
görevlendirilmişti.
[361] Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru ’l-Muvaffkiyyât, 440; Taberî, Târih,
VI, 158; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, IV, 109; Zehebî, Siyer,
IV, 145.
[362] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 88.
[363] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 87; Namık Kemal, Büyük
İslam Tarihi, 200; Wellhausen, Arap Devleti ve Sükutu, 90;
Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan, 147.
[364] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf VII, 106; Erkoçoğlu, Emevi
Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan, 155.
[365] Mes’ûdî, Murûcu’z-Zeheb, III, 108-109; İsfahânî, el-Eğânî,
XIX, 131; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 105; Wellhausen, Arap
Devleti ve Sükûtu, 91.
[366] Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan,
147.
[367] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 84.
Ahnef b. Kays’ın daha önce vefat ettiği ile ilgili
rivayetler için Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 69;
Önkal, Ahmet, “Ahnef b. Kays”, DİA II, 174.
[368] Mus’ab b. Zübeyr’in ordusuyla gelip karargah kurduğu yer,
kaynakların çoğunda Meskin olarak zikredilmektedir. Fakat İbnü’l-Esîr gibi bazı
tarihçiler buranın Bacumeyrâ olduğunu kaydetmektedirler. Mes’ûdî, Murûcu
’z-Zeheb, III, 108; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 105;
Zehebî, Târih, V, 302; Zehebî, Siyer, IV, 143; Zehebî, İber,
I, 59; Avcı, Kuruluşundan Abdülmelik b. Mervan ’a Kadar Emeviler, 157.
[369] Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru ’l-Müvaffakiyyât, 426; Belâzurî, Ensâbu
’l-Eşrâf, VII, 88; İbnü’l -Esîr, el- Kâmil fi’t-Târih, IV, 105.
[370] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 89; Sarıçam-Aycan, Emeviler,
47.
[371] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf,
VII, 89; Taberî, Târih, VI, 157; İsfahânî, el-Eğânî, XIX,
131-132; ; İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 241; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil
fi’t-Târih, IV, 105İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n- Nihâye, VIII, 314.
Zübeyr b. Bekkâr, İsfahan valiliğini
talep edenlerin kırk kişi olduğunu zikreder. Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru
’l-Muvaffakiyyât, 426.
[372] Namık Kemal, Büyük İslam Tarihi, 200-201.
[373] Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru ’l-Muvaffakiyyât, 426; Belâzurî, Ensâbu
’l-Eşrâf, VII, 89-90; Namık Kemal, Büyük İslam Tarihi, 201;
Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan,
150-151.
[374] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VII, 91; Mes’ûdî, Murûcu’z-Zeheb,
III, 109; İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 231; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih,
IV, 105; Zehebî, Târih, V, 303; Zehebî, Siyer, IV, 143; Zehebî, İber,
I, 59.
[375] İbn Abdirabbih, el-İkdu ’l-Ferîd, V, 158; İsfahânî, el-Eğânî,
XIX, 132; Zehebî, Târih, V, 303; İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye,
VIII, 315; Wellhausen, Arap Devleti ve Sükûtu, 93.
[376] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 99; Taberî, Târih, VI,
157; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, IV, 105-106; Wellhausen, Arap
Devleti ve Sükûtu, 93.
[377] Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru’l-Muvaffakiyyât,
426; Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VII, 91; İsfahânî, el-Eğânî, XIX,
132; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 111; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih,
IV, 106.
[378] Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru’l-Muvaffakiyyât, 427.
[379] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 91-92; Namık Kemal, Büyük
İslam Tarihi, 201.
[380] Taberî, Târih, VI, 158; Mes’ûdî, Murûcu’z-Zeheb, III,
111; İsfahânî, el-Eğânî, XIX, 133; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih,
IV, 106; Zehebî, Târih, V, 303; İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye,
VIII, 315.
[381] Deyrulcâselik, binası oldukça eski, bahçesi geniş bir kilisenin ve
bulunduğu yerin ismidir. Herba topraklarında, Bağdat’a yakın ve Düceyl nehrinin
kenarındadır. Sevad ile Tikrit arasındaki sınırın başlangıcıdır. Halîfe, Târih,
205; Yâkut,Mu’cem, II, 571.
Deyrulcaselik’le
ilgili daha geniş bilgi için Bkz. ed-Dûrî, Abdülaziz, “Deyrulcâselik”,
DİA, İstanbul, 1994, IX, 270.
[382] Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan,
152.
[383] Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru’l-Muvaffakiyyât, 428.
[384] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 99; Taberî, Târih,
VI, 159; Mes’ûdî, Murûcu ’z-Zeheb, III, 111; Ebû Hilâl el-Askerî, Evâil,
II, 52; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, IV, 106.
[385] Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru ’l-Muvaffakiyyât, 428 Belâzurî, Ensâbu
’l-Eşrâf VII, 92; Ebû Hilâl el-Askerî, Evâil, II, 52; Erkoçoğlu, Emevi
Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan, 152.
[386] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 92; Namık Kemal, Büyük
İslam Tarihi, 201-202.
[387] Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan,
152-153.
[388] Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru’l-Muvaffakiyyât, 428; Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf
VII, 93; Taberî, Târih, VI, 158-159; Mes’ûdî, Murûcu’z-Zeheb,
III, 112; İsfahânî, el-Eğânî, XIX, 133; Ebû Hilâl el-Askerî, Evâil,
II, 52; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 112; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih,
IV, 107; Zehebî, Târih, V, 304; İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye,
VIII, 315.
[389] Mübareze teke tek çarpışma demektir. Bedir ve Uhut savaşları başta
olmak üzere bir çok meydan savaşı iki taraftan çıkan cesur ve kahraman
askerlerin karşılıklı teke tek vuruşmasıyla başlamıştır. Vuruşan askerlerden
biri öldükten sonra iki ordu birbirine saldırır ve böylece savaş fiilen
başlardı.
[390] Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru’l-Muvaffakiyyât, 428.
[391] Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru ’l-Muvaffakiyyât, 429; Belâzurî, Ensâbu
’l-Eşrâf, VII, 94; Taberî, Târih, VI, 160; İbn Abdirabbih, el-İkdu
’l-Ferîd, V, 158; İsfahânî, el-Eğânî, XIX, 133; Ebû Hilâl el-Askerî,
Evâil, II, 52; Hatîb, Târihu Bağdâd, XIII, 105; İbn Asâkir, Târihu
Medîneti Dımeşk, XVI, 242; İbnü’l-Cevzî, el- Muntazam, VI, 112;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 107.
Mus’ab
b. Zübeyr’in, Zaide b. Kudame tarafından öldürüldüğü de zikredilmektedir. Bu
rivayetlere göre Zaide Mus’ab’ı, “Ey Muhtar’ın intikamı” diyerek öldürmüş, Ubeydullah
b. Ziyad’da başını gövdesinden ayırarak Abdülmelik’e götürmüştür. Zehebî, Târih,
V, 304.
[392] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 85.
[393] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 94; Ebû Hilâl el-Askerî, Evâil,
II, 53.
[394] Mes’ûdî, Murûcu’z-Zeheb, III, 113; İbn Abdirabbih, el-İkdu’l-Ferîd,
V, 159; İsfahânî, el-Eğânî, XIX, 134; 305; Hatîb, Târihu Bağdâd,
XIII, 108; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 107; Zehebî, Târih,
V, İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VIII, 316.
[395] Taberî, Târih, VI, 160; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI,
112; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 108; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve ’n-Nihâye, VIII, 316.
[396] Taberî, Târih, VI, 160; Mes’ûdî, Murûcu’z-Zeheb, III,
114; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, IV, 107; Zehebî, Târih, V,
305.
[397] Refik, Büyük Tarih-i Umûmî, 116; Üçok, İslam Tarihi,
44; Apak, “Emevilerin Irak Siyaseti”, 113; Aycan, “Emeviler Dönemi İç Siyasi
Gelişmeleri”, 160;.
[398] İbn Sa’d, Tabakât, V, 183; İbn Asâkir, Târihu Medîneti
Dımeşk, XVI, 249; Zehebî, Târih, V, 527; İbn Kesîr, el-Bidâye ve
’n-Nihâye, VIII, 320.
[399] Taberî, Târih, VI, 161; İbn Abdirabbih, el-Ikdu
’l-Ferîd, V, 159; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, IV, 110.
[400] Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan,
153.
[401] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 106.
[402] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, IV, 110; Erkoçoğlu, Emevi
Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan, 155.
[403] Kurt, “Süfyani Emeviler Sonrasında Horasan ve
Maveraünnehr’de İç Mücadeleler”, 284.
[404] İsfahânî, el-Eğânî, XIX, 136; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VI, 114-115.
[405] Hatîb, Târihu Bağdâd, XIII, 108; İbn Asâkir, Târihu
Medîneti Dımeşk, XVI, 242; İbnü’l-Cevzî, el- Muntazam, VI, 115; İbn
Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VIII, 321.
[406] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 245.
[407] İbn Abdirabbih, el-İkdu ’l-Ferîd, V, 160.
[408] Taberî, Târih, VI, 161; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih,
IV, 108.
[409] Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan,
155.
[410] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 86.
[411] Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru ’l-Muvaffakiyyât, 435-436; Belâzurî,
Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 102-103.
[412] Halîfe, Tabakât, 241; Buhârî, Târih, VII, 350; Râzi, Kitabu’l-Cerh,
VIII, 303; Taberî, Târih, VI, 161; İbn Hibban, Takrîb, 1160; İbn
Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 215; Muhammed b. Şakir, Fevâtu’l-
Vefeyât, IV, 143.
[413] İbn Sa’d, et-Tabakât, V, 183; Halîfe, Tabakât, 241;
Halîfe, Târih, 205; Mes’ûdî, Murûcu’z-Zeheb, III, 109; İsfahânî, el-Eğânî,
XIX, 129; İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 214; Zehebî, Târih,
V, 305,527; Zehebî, Siyer, IV, 143.
[414] Hatîb, Târihu Bağdâd, XIII, 108; İbn Asâkir, Târihu
Medîneti Dımeşk, XVI, 250; İbnü’l-Cevzî, el- Muntazam, VI, 116; İbn
Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VIII, 321.
[415] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 101; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil
fi’t-Târih, IV, 110.
[416] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 250.
[417] Halîfe, Târih, 206; Hatîb, Târihu Bağdâd, XIII, 108;
İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 234; İbn Kesîr, el-Bidâye ve
’n-Nihâye, VIII, 321.
[418] Hatîb, Târihu Bağdâd, XIII, 108; İbn Asâkir, Târihu
Medîneti Dımeşk, XVI, 250; İbnü’l-Cevzî, el- Muntazam, VI, 116.
[419] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 211-225; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve ’n-Nihâye, VIII, 320-322.
[420] İbn Hacer, Ta’cîlu’l-Menfa’a, II, 263.
[421] Hatîb, Târihu Bağdâd, XIII, 107; İbn Asâkir, Târihu
Medîneti Dımeşk, XVI, 216.
[422] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 244; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VI, 116; Zehebî, Siyer, IV, 142; Zehebî, Târih, V, 527; İbn
Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VIII, 322; Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin
Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervan, 156.
[423] Ebû Hilâl el-Askerî, Evâil, II, 52; Hatîb, Târihu Bağdâd,
XIII, 105; Zehebî, Târih, V, 525; İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye,
VIII, 317; Aycan, “Mus’ab b. Zübeyr” DİA, XXXI, 227.
[424] Mes’ûdî, Murûcu ’z-Zeheb, III, 113; İbn Hacer, Ta ’cîlu
’l-Menfa ’a, II, 264.
[425] Zehebî, Siyer, IV, 141; Zehebî, Târih, V, 525.
[426] İbn Sa’d, Tabakât, V, 183; Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf
VII, 15; İbn Asâkîr, TârihuMedînetiDımeşk, XVI, 216-217; Zehebî, Siyer,
IV, 141; Muhammed b. Şakir, Fevâtu’l-Vefeyât, IV, 143; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n- Nihâye, VIII, 317.
[427] İbn Asâkîr, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 217; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, VIII, 318.
[428] Ebû Hilâl el-Askerî, Evâil, II, 52.
[429] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, IX, 447.
[430] Nebiz, hurmadan yapılan bir içecektir. İslam fıkhında nebizin Hicaz,
Şam ve Irak bölgelerinde farklı değerlendirildiği bilinen bir gerçektir. Nebiz,
Hicaz ve Şam bölgesinde sarhoş edici özellikte bir içki olarak kabul edilirken
Irak bölgesinde içilmesi mubah olan bir içecek türü olarak kabul edilmiştir.
Rivayette Abdülmelik’in nebizi sarhoş edici özelliğiyle düşündüğü ve dostu
Mus’ab’ın zahidane yaşantısına yakıştıramadığı anlaşılmaktadır. Mus’ab yukarıda
bahsedildiği şekilde gerçekten nebiz içmişse bunun Irak bölgesinde üretilen ve
hurma suyunun sarhoş edici özelliğe dönüşmeden önceki hali olduğu kanaatindeyiz.
[431] Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru ’l-Muvaffakiyyât, 449; Belâzurî, Ensâbu
’l-Eşrâf, VII, 16; İbn Abdirabbih, el- İkdu’l-Ferîd, V, 159.
Fatih
Erkoçoğlu, Mus’ab’ın içtiği nebizi sarhoş eden bir içki olarak kabul etmekte ve
Abdülmelik’in huzurunda Mus ’ab ’ın bu sebeple yerildiğini zikretmektedir.
Fakat biz Mus ’ab ’ın içki içmediği kanaatindeyiz. Zira onun içki içtiğine dair
hiçbir rivayet bulunmamaktadır. Erkoçoğlu, Emevi Devleti’nin Dönüm
Noktası Abdülmelik b. Mervan, 103.
[432] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 221.
[433] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 223.
[435] Ebû Hilâl el-Askerî, Evâil, II, 52; Hatîb, Târihu Bağdâd,
XIII, 105.
[436] Hatîb, Târihu Bağdâd, XIII, 107; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih,
IV, 110; Zehebî, Târih, V, 527.
[437] İbn Asâkir, TârihuMedîneti Dımeşk, XVI,230; Zehebî, Siyer,
IV, 142; İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VIII, 320.
Zübeyr
b. Bekkâr, bu kişinin Abdullah b. Ömer olduğunu zikreder. Zübeyr b. Bekkâr,
Ahbâru ’l- Muvaffakiyyât, 449.
[440] Aycan, “Mus’ab b. Zübeyr” DİA, XXXI, 227.
[441] Hatîb, Târihu Bağdâd, XIII, 107; İbn Asâkir, Târihu
Medîneti Dımeşk, XVI, 234; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VIII,
321.
494 Hz. Hamza ile Mus’ab b. Zübeyr’in babannesi olan
Safiyye bt. Abdülmuttalib, anne-baba bir kerdeştir.
Uraler, “Safiyye
bint Abdülmuttalib ”, DİA, XXXV, 474.
[443] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, IX, 447; Ebû Hilâl el-Askerî, Evâil,
II, 52; Aycan, “Mus ’ab b. Zübeyr” DİA, XXXI, 227.
[444] Zehebî, Siyer, IV, 140; İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye,
VIII, 321.
[445] Hatîb, Târihu Bağdâd, XIII, 106; İbn Asâkir, Târihu
Medîneti Dımeşk, XVI, 223; İbnü’l-Cevzî, el- Muntazam, VI, 115;
Muhammed b. Şakir, Fevâtu’l-Vefeyât, IV, 144; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, VIII, 321.
[446] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 20; İbn Asâkir, Târihu
Medîneti Dımeşk, XVI, 227.
[447] Zehebî, Siyer, IV, 142; Zehebî, Târih,
V, 526.
Mus’ab
’ın bu mücevheri katibi Abdullah b. Ebî Ferve ’ye hediye ettiği ile ilgili bkz.
İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 225.
[448] İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VIII, 321.
[449] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 23-24; İbn Asâkir, Târihu
Medîneti Dımeşk, XVI, 226.
[450] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 17; Zehebî, Siyer, IV,
142; Zehebî, Târih, V, 526.
[451] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VI, 453.
[452] Ebû Hilâl el-Askerî, Evâil, 298.
[453] İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VII, 250.
[455] İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VIII, 318;İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih,
IV, 72.
[456] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 214.
[457] Beykûnî, Ömer b. Muhammed, Manzûmetü’l-Beykûniyye, Halep,
2009, 69; Dini Kavramlar Sözlüğü, 625.
[458] Koçyiğit, Talat, Hadis Tarihi, TDV Yayınları, Ankara, 2004,
91.
[459] Abadile, Abdullah’ın çoğuludur. İlimleri ve özellikle verdikleri
fetvalarla meşhur olan Abdullah isimli dört sahabi hakkında kullanılmaktadır.
Bunlardan Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr’in
abadile’den olduğu konusunda alimler ittifak halinde olup, Hanefiler Abdullah
b. Mes’ud’u, diğerleri ise Abdullah b. Amr’ı Abadile’nin dördüncüsü kabul
etmektedirler. Halîfe, Târih, 159; Dini Kavramlar Sözlüğü, 3.
[460] Yıldız, Hakkı Dursun “Abdülmelik b. Mervan ”, DİA, İstanbul,
1988, I, 270.
[461] Görgün, “Sükeyne bintHüseyin”, DİA, XXXVIII, 46.
[462] Kazancı, “Âişe bint Talha b. Ubeydullah”, DİA, II, 206.
[463] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 216; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, VIII, 317.
[464] İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye, VIII, 321.
[465] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf,
VII, 15-16;İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 221; İbn Kesîr, el-
[467] Razî, el-Cerh ve ’t-Ta ’dîl, VIII, 303; İbn Hibbân, Kitabu
’s-Sikât, V, 410; İbn Hibbân, Takrîb, 1160; İbn Hacer, Ta’cîlu’l-Menfa’a,
II, 264.
[468] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 211.
[469] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI. 210.
[470] İbn Hacer, Ta ’cîlu ’l-Menfa ’a, II, 264.
[471] İbn Kesîr, el-Bidâye ve ’n-Nihâye,
VIII/317; Aycan, “Mus’ab b. Zübeyr” DİA, XXXI, 227.
[472] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 211-216; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, VIII, 317.
[473] İbn İbn Asâkir, Târihu Dımeşk, XVI, 216; Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, VIII, 317; Aycan, “Mus’ab b. Zübeyr” DİA, XXXI, 227.
[474] Taberânî, Süleyman b. Ahmed b. Eyyub (v.360/971)Mu’cemu’l-Evsat,
Thk. Tarık b. Avdullah, Kahire, Trh., I, 76
[475] en-Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb (v.303/915), Sünenü
’l-Kübrâ, Thk. Hasan Abdülmünim, 1. Baskı, Beyrut, 2001, IV, 297.
[476] Aycan, “Mus’ab b. Zübeyr” DİA, XXXI, 227.
[477] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 218.
[478] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 228-229.
[479] Halîfe, Târih, 203; Ebû Hilâl el-Askerî,
Evâil, II, 51.
[480] İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, XVI, 228.
[481] Belâzurî, Ensâbu ’l-Eşrâf, VII, 24; Ebû Hilâl el-Askerî, Evâil,
II, 51.
[482] Şimşir, Mehmet, “Cahiliye Dönemi Araplarında Para ve İlk İslâm
Paralarının Tedavüle Giriş Süreci” Tarihin Peşinde-Uluslararası Tarih ve
Sosyal Araştırmalar Dergisi, y.2017, sy.18, s.280.
[483] Belâzurî, Fütûhu ’l-Büldân, Ter. Prof. Dr. Mustafa Fayda,
535.
[484] Belâzurî, Fütûhu ’l-Büldân, Ter. Prof. Dr. Mustafa Fayda,
532-533; Aycan, “Mus ’ab b. Zübeyr” DİA,
XXXI, 227.
[485] Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için Bkz.
Şimşir, Mehmet, “Cahiliye Dönemi Araplarında Para ve İlk İslâm
Paralarının Tedavüle Giriş Süreci” Tarihin
Peşinde-Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar