Print Friendly and PDF

MÂLİK EL-EŞTER ( HAYATI VE ŞAHSİYETİ)

Bunlarada Bakarsınız

 

 

Hazırlayan: Yusuf YILMAZ

HÛLEFÂİ RÂŞİDİN’DEN ÖNCE MÂLİK EL-EŞTER

Doğumu, Nesebi ve Lakabı

Mâlik el-Eşter’in tam ismi Mâlik b. Hâris b.Abdi Yeğus b. Seleme b. Rebîa b. Hâris b. Cezîme en-Nehaî’dir. Mâlik el-Eşter, kavminin ileri geleni ve reislerindendir.1 Doğum tarihi hakkında herhangi bir bilgi yoktur.

Mâlik b. Hâris, el-Eşter lakabıyla meşhur olmuştur.[1] [2] el-Eşter lakabı isminden daha meşhurdur.[3] Mâlik b. Hâris en-Nehaî Yermük savaşında Mâhan ile olan mübarezesinde gözünün birini kaybetmesinden dolayı Eşter lakabını almıştır.[4] Eşter, göz kapakları ters çevrilmiş, ya da gözü akmış gibi anlamlara gelmektedir. Bundan dolayı da Mâlik b. Hâris’e bu lakap verilmiştir.[5]

“Eşter” kelimesi Mâlik b. Harise lakap olmanın yanında başka anlamlarda da kullanılmıştır. Aşağıda da ifade edeceğimiz gibi “Eşter” kelimesi yer ismi olarak ya da başka şahıslar tarafından isim olarak kullanılmıştır. Bunlardan bazılarına kısaca değinmek istiyoruz.

“Eşter” yer ismi olarak kullanılmıştır. Bu bağlamda “Eşter” Nihavend yakınlarında bir mevkinin ismidir. Sâbur şehrine on fersahlık bir mesafede, aynı şekilde Nihavend’e ise on fersahlık bir mesafededir. [6]

“Eşter” ismini kullanan şahıslar da olmuştur. Bunlardan birisi Danişment el- Eşter’dir. Şemsi’l-Melik Nasr b. İbrahim döneminde yaşamıştır. Fakih birisidir.[7] [8]

Mansur döneminde yaşamış Abdullah b. Muhammed yani Ebu Muhammed de “Eşter” lakabı ile tanınmaktadır. Muhammed ve İbrahim isminde iki tane oğlu vardır. Bunlar Mansur’un önemli muhaliflerindendir.8 Mansur, Sind valisi Ömer b. Hafs b. Osman b. Kabîsa b. Ebî Safra’yı görevden alıca yerine Hişam b. Amr et-Tağlebî’yi vali yapmıştı. Onu da Afrika valiliğine tayin etti. Valinin azil sebebi ise Zeydiyye hareketinin yani Muhammed b. Abdullah el-Eşter’in baskısı altında kalmasıdır.[9] Burada yine Muhammed b. Abdullah’ın Eşter lakabını kullandığını görmekteyiz. Bu olayı nakletmemizin sebebi ise Eşter lakabını kullanan kişiyi zikretmek içindir.

Mâlik el-Eşter, Yemen bölgesinden Mezhic diye isimlendirilen bir yerdendir.[10] Mezhic ise Yemen’de bir kalenin adıdır.[11] Bu açıdan Eşter de Yemenli sayılmaktadır.

Mâlik el-Eşter Bisetten önce dünyaya gelmesine rağmen Hz. Peygamber’i görememiştir.[12] Bu açıdan sahabîler arasında sayılmamaktadır.

Yine aynı şekilde bazı kaynaklar Mâlik el-Eşter’in cahiliyye dönemini gördüğünü nakleder.[13] Bu da İslamiyet gelmeden önce hayatta olduğuna işaret eder. Kavmindeki konumuna yani saygınlığına ve ölüm tarihine baktığımız zaman da bunu açıkça anlamaktayız. Durum böyle olunca niçin peygamberimizi görmediği sorusu insanın aklına geliyor. Mezhic kabilesi hicretin on birinci yılı muharrem ayının ortalarında Hz. peygamber döneminde İslâm’la tanışş, Hz. peygambere elçiler göndermiş bir kabiledir.[14]

Mâlik el-Eşter’in Ailesi

Mâlik el-Eşter’in babasının adı Hâris b. Abdi Yeğus’tur.[15] Eşter ve ailesi Yemenli olup Neha’ kabilesine nisbet edilmektedirler. Eşter’in ailesinden öne çıkan bazı isimler vardır. Bu isimleri hatırlatmakla yetineceğiz.

Eşter’in Abdullah isminde bir kardeşini biliyoruz. O, Eşter kadar aktif ve meşhur olmasa da İslâm’ın yücelmesi için çeşitli yerlerde mücadele etmiştir. Muhtar döneminde yaşamış, Muhtar’ın ilk sancaktarlarından birisidir. Daha çok Ermenistan bölgesinde savaşlar yapmıştır.[16]

Eşter’in iki tane oğlundan bahsedilmektedir. Hali hazırda tespit edebildiğimiz bunlardır. Birincisi; Abdullah, diğeri ise İbrahim’dir. Abdullah da Ermenilerle önemli mücadeleler yapmıştır.[17]

İbrahim b. Mâlik, Eşter’den sonra en önemli şahsiyetlerden birisidir. Ayrıca en az babası kadar kahramandır. İbrahim b. Eşter birçok savaşta babası ile birlikte bulunmuş, babası öldürülünce kendisi İslâm’a hizmete devam etmiştir. O’nu daha çok Kûfelilerle beraber görmekteyiz.[18] Babası öldürüldükten sonra Neha’ kabilesinin reisi olmuştur.[19] Babası gibi o da kabilesinde seçkin bir yere sahiptir.[20] O da soylu bir aile çocuğu olduğu için babası gibi hak ettiği saygı ve itibarı kabilesine reis olmakla görmüştür.

İbrahim, babası gibi ehl-i beyt sevgisi ile yanıp tutuşmakta idi. Bunun için daha sonraki mücadelesini Allah’ın kitabına hizmet ve ehl-i beytten öldürülen kişilerin intikamını alma istikametine doğru yönlendirmiştir.[21]

Bu amaçla bazı insanlar Kûfe’ye, İbrahim b. Eşter’in evine gelerek Hüseyin b. Ali’nin intikamının alınması için kendilerine yardım etmesini istemişlerdir. Eş-Şa’bî bu olayı şöyle rivayet eder: “Ben ve babamın da içinde bulunduğu bir grup insan Kûfe’ye gelerek bir evin önünde durduk. Önce nereye gittiğimizi bilmiyordum. Sonra İbrahim b. Eşter’in evinin önünde durduk. Eve girmek için izin istedik. İzin aldıktan sonra eve girdik. Muhtar ile beraber oturduk ve İbrahim’i, Hüseyin’in intikamını almak için yardım etmesi hususunda ikna ettik” dedi.[22]

Konuşma bittikten sonra Muhtar evden çıkarken elindeki mektubu İbrahim’e verdi. O da bir ışık getirilmesini istedi. Işık gelince mektubu açtı. Mektupta:

Bismillahirrahmanirrahim, Muhammed Mehdî’den İbrahim b. Eşter’e, Allah’ın selamı üzerine olsun. Muhakkak ben bir olan Allah’a hamd ediyorum. Sana güvenilir, necip vezirimi gönderdim. Ben ondan razıyım ve ona düşmanlarımızla savaşmayı, ehl-i beytin intikamını almayı emrettim diyordu. Aslında mektup Muhammed Mehdî imzasıyla yazılmış, düzmece bir mektuptur ve Muhtar, mektupta kendisini Muhammed’in komutanı olarak takdim etmiş, böylece sürdürdükleri gizli harekete İbrahim’i de dahil etmek istemişlerdi.

Daha sonra İbrahim de onlara katıldı. Beraber meyve yediler ve bal şerbeti içtiler. İbrahim b. Eşter de Muhammed Mehdî adına Muhtar’a beyat etti.[23] Abbasî taraftarları bir başka bir ifade ile Emevi muhalifleri İbrahim’in kendilerine katılması ile başlattıkları hareketin daha da güçleneceğini düşünüyorlardı.[24] [25] Neticede durum öyle olacak ve birçok mücadele neticesinde Abbasî Devleti’nin kuruluşu gerçekleşecektir.

Muhtar diye bahsedilen kişi Muhtar b. Ubeyd es-Sekafî (1-67/622-687)’dir. Bir taraftan Abbasî hareketi içinde yer alırken diğer taraftan da Kûfe’de Sebeiyye hareketi 25 mensupları ile savaşş ve onları yenilgiye uğratmıştır.

Emevi devletinin zulümleri ve baskıları neticesinde bir çok insan gibi Muhtar da, Kerbela faciasından etkilenerek Emevî’lerden intikam almak amacıyla Emevî devletini yıkıp yerine Abbasî devletini kurmak için çalışan isyancılardan birisidir.[26]

İbrahim, Muhtar’ın hareketine katıldıktan sonra onunla beraber birçok savaşlara katılmıştır.[27] Özellikle Musul civarında önemli görevler üstlenmiş ve başarılı savaşlar yapmıştır.[28]Ubeydullah b. Ziyâd ile Husayn b. Nümeyr Abbasi muhalefetinin önünde engel olarak duran önemli kişilerden ikisi idi. İbrahim b. Eşter 67/687 senesinde bunları ortadan kaldırarak bu engelleri bertaraf etmiştir.[29]

HZ. EBÛ BEKİR VE HZ. ÖMER DÖNEMLERİNDE MÂLİK EL-EŞTER

HZ. EBÛ BEKİR DÖNEMİNDE MÂLİK EL-EŞTER

Yemen’den Medine’ye Gelişi

Vâkıdî’nin bir rivayetine göre; Hz.Ömer, Hz. Ali ve bazı ileri gelenlerin oturup, Rumlarla savaşın sürdüğü sırada ve beraber istişare yaptıkları bir toplantıda Yemen’den bir topluluk geldi. Bunların içinde Amr b. Ma’dikerb ez-Zübeydî ve ailesi ile birlikte Mâlik el-Eşter de bulunuyordu. Amr savaşa gitmek istiyordu. Mâlik el-Eşter geldi ve ailesi ile birlikte Hz. Ali’nin yanına oturdu. Eşter, Hz. Ali’yi çok seviyordu. Birçok olayda onunla beraber bulunmuştu. Mâlik el-Eşter Rasûlullah zamanında müslümanlara karşı çeşitli mücadelelere katılmıştı. Bundan dolayı içinde büyük bir pişmanlık vardı. Buna karşılık müslüman olduktan sonra Medine’ye gelmiş Rumlara karşı müslümanlarla cihada katılmak istiyordu ve Amr b. Ma’dikerb gibi o da Şam’a gitmeyi arzuluyordu.30

Bir başka anlatıma göre Mâlik el-Eşter bir gurup insan ile Hz. Ömer’in yanına gelince Hz. Ömer gelenlerin kimler olduğunu sordu. Bunların Yemenliler olduğu söylendi. Hz. Ömer dikkatlice Eşter’e baktı. O’na bu kavmin reisi sen misin? diye sordu. Eşter de evet dedi. Bu karşılaşma esnasında Hz. Ömer’in ‘kötü, sıkıntılı günde ümmet-i Muhammed’e Onun şerrinden korunmak için Allah kafi gelir.’ dediği nakledilmektedir.[30] [31] Her ne kadar bazı kaynaklarda Hz. Ömer’in Eşter hakkında böyle bir düşüncesinin bulunduğu nakledilse de ben Hz. Ömer’in Eşter hakkında böyle bir kanaat taşıyacağına kuşku ile yaklaşıyorum. Gerçekten Eşter kötü birisi olsaydı Hz. Ali bunu rahatlıkla anlayabilir ve O’na bu kadar güvenmezdi.

Buradan anlaşılıyor ki: Mâlik el-Eşter Hz. Ebû Bekir zamanında müslüman idi. Mesâil’de bir gözü kör olan tâbiler sayılırken Malik el-Eşter de sayılmıştır. Dolayısıyla buradan da anlaşılıyor ki ulema Mâlik el-Eşter’i tâbiin zümresinden saymışlardır.[32]

Benzer bir anlatıma göre de Mezhic kabilesinden bir grup elçi olarak Hz. Ömer’in yanına geldi. Yanlarında el-Eşter de bulunuyordu. Bu rivayete baktığımızda Mâlik el-

Eşter’in Hz. Ömer ile ilk defa karşılaşmasına rastlıyoruz.[33] Fakat bu görüşmenin tarihi ve yeri hakkında herhangi bir bilgi verilmemektedir. Yine ayrıca Mâlik el-Eşter Hz. Ömer’in Cabiye hutbesinde hazır bulunmuştur.[34]

Şam Fethine Katılması

Müslümanlar Şam bölgesinde Hâlid b. Velid komutasında savaşmakta, fetihlerde bulunmakta idiler. Durum böyle olunca zaman zaman Medine’de toplantılar yapılır, fetih faaliyetlerinde bulunan bu müslümanlara destek için asker toplanır ve toplanan bu askerler fetih faaliyetlerinin yapıldığı yerlere sevk edilirdi. İslâm’a yeni giren müslümanlar hemen fetihlere katılıp, başka toplumlara da bu dini ulaştırma çabası içinde idiler. İşte bu amaçla halifenin ve sahabenin ileri gelenlerinin bulunduğu bir toplantı yapıldı ve bu toplantıda dokuz bin civarında asker toplandı. Gerekli hazırlıklar tamamlandı. Bu toplanan askerler Şam bölgesinde savaşanlara takviye kuvvet olarak gönderilecekti. Hz. Ebû Bekir Şam’daki ordunun komutanı Hâlid b. Velid’e iletilmek üzere bir mektup yazdı. Mektubu bu grupla gönderdi.

Mektubunda şöyle diyordu:

Bismillahirrahmanirrahim,

Rasûlullah’ın Halifesi Ebû Bekir’den Hâlid b. Velîd ve beraberindeki Müslümanlara dedikten sonra : ben kendisinden başka ilah olmayan, bir olan Allah’a hamd ediyor ve onun nebisi Muhammed (sav)’e salavat getiriyorum. Sizlere nasihatte bulunuyorum. Gizli ve açık her işlerinizde Allah’tan korkmanızı emrediyorum. Allah’ın, kafirleri helak etmesinden ve Müslümanlara da yardımını bahşetmesinden çok sevindim. Sizin Şam’a girmenizi ve buranın fethinin Allah’ın izni ile sizin elinizle olacağını size bildiriyorum. Şam fethi tamamlandıktan sonra Humus’a ve Antakya’ya gidin. O tarihte Antakya’da melik heraklius bulunuyordu. Mektubun devamında ‘Eğer sizinle savaşırlarsa siz de savaşın barış yaparlarsa siz de barış yapın. Allah’ın selamı, bereketi ve rahmeti sizin ve sizinle beraber olan Müslümanların üzerine olsun. Yemen’in ve Mekke’nin büyükleri sizin yanınıza yardıma geliyor. Sana Ma’dikerb ve Mâlik el-Eşter yeter.[35] Bu mektupta dikkatimizi çeken ya da bizi ilgilendiren kısmı Eşter’in bu tarihte askerlere ve Şam fethine katılması ile birlikte de Rumlarla mücadelesinin başlamış olmasıdır.

Yukarıdaki mektuptan da anlaşılıyor ki Mâlik el-Eşter askerlere katıldığı zaman Halid b. Velid Şam bölgesinde fetihlerde bulunmakta idi. Dokuz bin civarında askerle beraber Mâlik el-Eşter Şam bölgesine intikal etti. Müslümanlar Dımaşk’e girdikleri zaman Hz. Ebû Bekir vefat etti.[36]

Şam fethedildikten sonra Rumlar çok büyük bir üzüntüye kapıldılar. Ebû Ubeyde ve yanındaki Müslümanlar Halid b. Velid’in yanındaki askerlerin gecikmesinden dolayı endişeye kapılmışlardı. Büyük bir tereddüt içinde idiler. Halid b. Velid ise başka bir yerde bazı Müslümanlarla savaşa devam ediyordu. Halid b. Velid arkadaşları ile dönünce Müslümanlar onları karşılamaya çıktılar. Birbirleri ile selamlaştıktan sonra Halid b. Velid Şam’da yanındakilerle Amr b. Ma’dikerb ve Mâlik el-Eşter’i buldu. Halid b. Velid Ebû Ubeyde’nin yanına geldi. Ebû Ubeyde’ye savaşta olanları anlattı.[37]

Halid b. Velid Şam fethinden dönünce ona Halife Ebû Bekir’n vefatını söylememişlerdi. O da Şam’ın fethini ve ele geçirilen ganimetleri bildirmek için Halife Ebû Bekir adına bir mektup yazdı. Mektubu Abdullah b. Kart’a verdi. O da mektubu götürüp Hz. Ömer’e verince Hz. Ömer mektupta Ebû Bekir’in ismini görünce ‘Müslümanlar hâlâ Ebû Bekir’in öldüğünü bilmiyorlar mı? dedi.[38]

Şam fethinde Mâlik el-Eşter’in Hanteriyye isminde büyük ve güzel bir atı var idi. Bu atı hiçbir at geçemezdi.[39]

HZ. ÖMER DÖNEMİNDE MÂLİK EL-EŞTER

Yermük Savaşı ve Mâlik el-Eşter

Müslümanlar Şam bölgesinde fetihlerde bulununca Rumlar bundan rahatsız oldular. Büyük bir ordu hazırlayarak Müslümanlar üzerine saldırıya geçtiler. Rumların hazırlamış olduğu ordunun sayısı yüz kırk bin civarında idi.[40]

Yermük’te Müslümanlar ile Rumlar arasında patlak veren bu savaş İslâm tarihi açısında büyük öneme haizdir. Birçok Müslüman bu savaşa katılmış kimisi yaralanmış kimisi şehit olmuştur. Mâlik el- Eşter de bu savaşa katılanlardan birisidir.[41]

Corcis isminde birisi fasih bir Arapça ile mübareze için çağrıda bulundu. Arapça’yı çok güzel konuşuyordu. Bundan dolayı Araplar onu Arap sandılar. Cercis’in karşısına Dırar b. el-Ezver çıktı. Mübarezeye başlamadan üzerindeki ağırlıkların savaşmasını engelleyeceğini düşündü ve çadıra girdi, üstündeki zırhını çıkardı. Müslümanlar ise onun korkup kaçtığını sandılar. Dırar kılıcını ve yayını aldı. Tekrar dönünce kendi yerine mübareze için Mâlik el-Eşter’in çıktığını gördü. Eşter heybetli idi. Ata bindiği zaman ayakları yerde sürünürdü.

Bu konudaki rivayete göre Eşter rakibinin atını yaraladı. At hareketsiz kalınca Dırar Mâlik’ten önce ortaya çıktı. Corcis’in hayatına son verdi. Bunun üzerine Ebû Ubeyde, Mâlik el-Eşter ve Dırar’ı kastederek “yemin olsun ki bu insanlar kendilerini Allah için feda etmişlerdir” dedi.[42] Burada Eşter’in fedakarlığından ve kahramanlığından hayranlıkla bahsettiklerini görmekteyiz.

Corcis’in öldürülmesi Rumlar arasında büyük bir şok etkisi yaptı. Herkes ne yapacağını şaşırdı. Durum böyle olunca en önemli kişilerini mübarezeye çıkardılar. O kişi ise Mâhân idi. Mâhân’ın karşısına ilk olarak Evs kabilesinden bir genç çıktı. Mâhân onu şehit etti. Sonra tekrar mübarezeye başka birisini çağırdı. Müslümanlar Allah’ım ölümü benim elimden olsun diye birden saldırmak istediler. En önce fırlayan Mâlik el-Eşter idi. İkisi meydanın ortasında karşılaştılar Mâlik el-Eşter ona : “Öldürdüğünün hesabını vereceksin. Ben rabbime, sahibime kavuşmayı çok özlüyorum. Bizim hepimiz cenneti özlüyoruz ya kelime-i şahadeti getir, müslüman ol ya da cizye ver. Eğer bunları da kabul etmez isen ölüme hazırlan. Başka kurtuluşun yok” dedi. Mâhân da “sen arkadaşım Halid b. Velid misin?” Diye sordu. Mâlik el- Eşter de : “Hayır, ben Allah’ın Rasûlünün arkadaşıyım” dedi. Mâhân: “Ben seninle savaşmam” dedi ise de Mâlik el -Eşter üzerine hücum etti. Eşter çok kahraman birisi idi. Mâhân elindeki sırığı Eşter’in başına vurdu ve gözünü çıkardı. Eşter yere düştü. O da Eşter’in öldüğünü sandı.

Mâlik el- Eşter’den kanlar akıyordu. Mâhân döndü gidiyordu. Mâlik el-Eşter arkasından sessizce gidip vurmayı düşündü ve arkasını dönmesini bekledi. Arkasını dönünce Eşter hemen fırladı. Müslümanlar da: “Ey Mâlik! Allah’tan yardım iste. Allah’a sığın, düşmanına karşı Allah sana yardım eder” diye hep bir ağızdan bağırdılar.[43]

Eşter düşündüğü gibi yaptı. Mâhân arkasını dönünce hemen yerinden fırladı. Onu çadırına girmeden yakaladı ve kılıcı ile ona vurdu. Sonrasını ise kendisi şöyle nakleder: “Allah’tan yardım istedim Rasûlüne salavat getirdim ve şiddetli bir şekilde vurdum. Kılıcım onu parçaladı. Anladım ki eceli sağlam oldu. Darbeyi hissettiği zaman ise çadırına girmişti.”der.[44]

Mâhân, Mâlik el Eşter tarafından yenilince Halid b. Velid : “Ey Müslümanlar! Onların bu kötü zamanlarında var gücünüzle saldırın” diye bağırdı. Halid b. Velid, yanında bulunan emirler ve onlara tabi olan askerler hep beraber tekbirler, tehliller getirerek hücum ettiler gün batıncaya kadar savaştılar. Rumların dayanacak gücü kalmamış az bir sabırla direnmeye çalışıyorlardı. Hava kararınca Rumlar yenildi. Müslümanlar onları takip ederek kimisini öldürüyor kimisini de esir alıyorlardı. Binlerce ölü ve esir var idi. Kimileri vadilere kimileri de dağlara dağıldılar Müslümanlar da onları takip etti. Ayrıca Müslümanlar bu savaşta birçok ganimet, altın ve gümüş eşyalar ele geçirdiler.[45]

Bu savaşın kazanılmasında yine Mâlik el-Eşter’in büyük rolü olmuştur. Kendisi yaralanıp hatta gözünü birini kaybetmesine rağmen cesaretini, gücünü yitirmemesi ve düşmana son bir hamle ile öldürücü darbeyi vurması; hem düşmanın moralini bozmuş hem de müslümanların cesaretini kamçılamıştır. Mâhân’ın karşısına kendisi çıkmayabilirdi kendisinden önce nice sahabeler büyük insanlar vardı. Fakat onun cesareti, onun ölüme meydan okuması, Rasûlullaha olan sevgisi, şehadet şerbetine olan iştihası; onun yerinde duramayıp hep en ön saflarda savaşmasına sebep olmuştur.

Hatta Yermük Savaşı’nda bir gün Rumlardan birisi meydana çıkarak benimle kim mübareze eder deyince karşısına Mâlik el-Eşter çıktı. Ben Naha’ kabilesinin bir genciyim dedi.[46] Rum askeri; Eşter’in savaşmasına hayran kalarak “Allah benim kavmime de senin gibi kuvvetli adamlar versin. Sen bizden olsaydın Rumlar kazanırdı.”dedi[47]

Eşter bu kahramanlıkları ve cesareti sebebi ile Ebû Ubeyde b. Cerrah’ın kumandasında Bizans’a karşı yapılan bu savaşlarda kendini iyice göstermiş oldu[48] bundan sonra hep ön saflarda savaşacak ve önemli görevler üslenecektir.

Yermük Savaşı’nda Eşter Rumlarla yaptığı bütün mübarezeleri kazanmış ve onlardan bir çok önemli kişiyi öldürmüştür. Rumlar yenilince Halid b. Velid ile beraber Rumları takip etmiş. Dımaşk yakınlarında büyük bir Rum ordusu ile karşılaşşlardı. Rum ordusu Müslümanlardan mevki olarak biraz yukarda idi ve buradan Müslümanlara taş atıyorlardı. Mâlik el-Eşter Müslümanların arasından hemen fırladı. Rum askerinin önünde büyük kuvvetli bir asker var idi. Mâlik el-Eşter ona hücum etti. İkisi bir taşın üzerinde karşılaştılar. Birbirlerine kılıç salladılar Eşter onu omzundan yaraladı. Fakat o Eşter’e isabet ettiremedi. Daha sonra ikisi bir birleri ile boğuşmaya başladı. Eşter onu taşın üzerinden aşağıya attı. Sonra yanına indi. Orada da boğuşmaya devam ettiler. Mâlik el- Eşter bu esnada, “ De ki: benim namazım da, her türlü ibadetlerim de, hayatım da ölümüm de hep Rabbülalemin olan Allah’a aittir. O’nun eşi, ortağı yoktur. Bana verilen emir budur. O’na ilk teslim olan da benim”[49] ayetini okuyor ve yakaladığı yeri de bırakmıyordu. Bir taraftan da yuvarlanmaya devam ediyorlardı. Yuvarlana yuvarlana aşağıda düz bir yere indiler. Durduklarında Eşter Rum’un üzerine atladı ve onu öldürdü.[50]

Nitekim Ebû Ubeyde Halep dolaylarında savaşırken Eşter de Rumlarla başka yerlerde mücadele edecektir.[51]

Resten’in Fethi

Resten, sağlam kalesi olan, suları bol olan ve nüfus yönünden de kalabalık bir şehir idi. Nakîtas isminde bir melikleri var idi.[52] Ebû Ubeyde kalenin zorluğunu görünce arkadaşları ile istişareye karar verdi ve şöyle dedi: “Görülüyor ki kale çok muhkem ancak hile ile kaleyi alabiliriz. Onun için yirmi tane sandık hazırlayın, bu sandıklar için de yirmi tane adam hazırlansın. Adamlar içine girsin Sandıklar da içinden kilitlensin. Şehrin içine girdikleri zaman Allah’ın adıyla hep beraber çıkın”. Halid b. Velid : “Eğer böyle yapmaya kararlı isen kilitleri açıkta ve sandıkların altında olsun, içindekiler sandıktan çıkınca da tekbir getirsinler. İşte o zaman zafer yakındır.” deyince Ebû Ubeyde kabul etti. Sandığın içine çeşitli yiyeceklerle beraber askerleri gizlediler. Bu tehlikeli görevi üstlenenlerin başında ise Mâlik el-Eşter, Amr b. Ma’dikerb, Zü’l-Kela’ el- Hımyerî gibi kahramanlar bulunuyordu. Sandıklar kaleye gönderildi ve kalenin içine yerleştirildi. Akşam olunca Ebû Ubeyde kalenin yakınında bir köye yerleşti. Halid b. Velid de askerlerin arasından gizlice Resten’e vardı. İçerde gelecek mesajı beklemeye başladı. Rumlar Müslümanlardan kurtulduklarını düşünerek şükür için İncil okuyup dua ederken bir anda sandıktakiler çıktılar Nakîtas’ın hanımını esir aldılar. Kalenin kapılarının anahtarlarını istediler. Anahtarları ele geçirince kapıyı açtılar ve yüksek sesle tekbirler ve tehliller getirmeye başladılar. Kapı açılıp dışarıdakiler de yardıma gelince Nakîtas ve halkı bir anda karşılarında Müslümanları gördüler böylece bu kale de 13/635 tarihinde fethedildi.[53]

Kınnesrin Kalesi’nin Fethi

Şam fethedildikten sonra çevredeki kaleler de fethedilmeye başlandı. Bunlardan birisi de Kınnesrin kalesinin fethidir. Burada da şiddetli bir savaş olmuştur. Ebû Ubeyde’nin komutasında müslümanlar her taraftan Rumlara saldırıyorlardı. Mâlik el-Eşter, Amr b. Ma’dikerb, Abdurrahman b. Ebî Bekir, Rebîa b. Âmir ve diğerlerinin bulunduğu bir grup şiddetli bir şekilde saldırınca Rumlar geri çekilmek zorunda kaldılar. Kaçıp kalelerine sokuldular.[54] Neticede burası da fethedildi. Burada maksat teferruatlı bir şekilde kale ve çevresinde cereyan eden olayları anlatmak değildir. Bizim için önemli olan Mâlik el- Eşter’in buradaki mücadelesi ve gösterdiği çabalardır.

Malik’in bu fetih esnasındaki mücadele ve çabasına gelince; O, kendi kabilesinden olan askerlerin başına komutan olmak istiyordu. O’nun bu isteği Ebû Ubeyde’ye iletildi. Ancak Ebû Ubeyde : Mâlik el-Eşter’in bulunmadığı bir sırada Naha’ kabilesinin başına birisini komutan olarak tayin etmişti. Bu kişi Mâlik’in amcasının oğlu idi. Mâlik el-Eşter onun reis tayin edilmesini kabullenemedi ve onunla tartıştı. Durum böyle olunca Ebû Ubeyde Naha’ kabilesine ‘Bu ikisinin hangisi sizdendir? diye sordu . Onlar da: “ikisi de bizim kabiledendir” diye cevap verdiler. “Peki komutan olmaya hangisi daha layıktır?” diye sorunca da onlar: “ikisi de bizim yanımızda şereflidir, dürüsttür” diye cevap verdiler. Sonra Ebû Ubeyde: “O zaman bu meseleyi nasıl halledelim?” dedi. Sonra Ebû Ubeyde, Mâlik el-Eşter’e: “O komutan olduğunda yani ben sancağı ona teslim ettiğimde sen neredeydin?” diye sordu. O da “şehrin emirinin yanında idim. Şimdi geldim” diye cevap verdi.

Ebû Ubeyde de “Sen geldiğin zaman o arkadaşlarının başına Komutan olarak atanmıştı. Senin amcanın oğluyla mücadele etmene gerek yoktu. Bilakis sen gelmeden senin kabilen onun komutanlığını da kabul etti” dedi. Eşter de: “Tamam O şerefli birisidir fakat ben de riyaset ehliyim, dolayısıyla benim komutan olmam gerekirdi.” şeklinde cevap verince. Ebû Ubeyde de: “O zaman bu savaşta hanginiz şehit olmayı ister, arzu ederse onu kabilenizin başına komutan olarak tayin edeceğim. Eğer ikiniz de isterseniz sırası gelen komutan olur. O şehit olmaz ise ondan sonra seni komutan olarak tayin ederim” diyerek Mâlik el-Eşter’in isteğine cevap verdi. Fakat Mâlik el-Eşter “Ben ondan önce bu savaşta şehit olmayı kabul etmiştim” deyince Ebû Ubeyde de bundan dolayı Eşter’i kabilesine komutan olarak tayin etti.[55] Burada Eşter’in komutanlık için hırs göstermesinin nedeni ise babasının kabile reisi olmasıdır. Kendisi dururken ve sıra kendisinin iken başkasının bu hakkı almasını arzu etmemiş ve bunu kendisi için bir zül görmüştür.

Mâlik el-Eşter’in kabilesinin başına komutan olarak tayinindeki başka bir görüş ise; Mâlik el-Eşter kavminde en mücadeleci, en savaşçı, en kahraman en güçlü kişi olmasıdır.

Mâlik el-Eşter, Ebû Ubeyde’ye : “Benim yanıma biraz atlı asker ver. Ben onlar ile Rumları takip etmek istiyorum” dedi. Ebû Ubeyde de “Allah seni sanki hayırlı işler için yaratmış deyip. İnsanlara karşı davranışında fazla ileri gitme” diye de ona tavsiyelerde bulundu. Ebû Ubeyde, Eşter’i bir miktar asker ile Rumların peşinden gönderdi

Sonra destek olarak Ebû Ubeyde Meysere b. Mesruk’u emrine iki bin süvari vererek Rumları takip etmesini istedi. Ebû Ubeyde’nin Meysere’yi de gönderdiği haberi Eşter’e ulaşınca Eşter de ona destek olmak için harekete geçti. Rumlar sayı olarak oldukça fazla idiler. Meysere arkadaşlarına karşı çok şefkatli olduğundan onların başına bir şey gelir, onlar zayi olur diye korkuyordu. Eşter üç yüz atlı ile onlara yardıma gelince Meysere ve arkadaşları onları tekbirler ile karşıladılar. Onlar da aynı şekilde tekbirler ile cevap verdiler.[56]

Hep beraber Rumlara karşı saldırıya geçtiler. Rumlar yüksek bir yere sığındılar. Bulundukları yüksek yerden Müslümanlara oklar atıyorlardı. Rumlardan büyük ve kuvvetli birisi müslümanlara saldırdı. Bu adamın karşısına kimse çıkabilir mi? diye gururlanmaya başladılar. Müslümanlardan kimseden ses çıkmadı. Mâlik el-Eşter hemen atından indi başında miğferi ve üzerinde zırhı bulunuyordu. Aynı şekilde Rum askeri de tam teçhizatlı idi. Bir birlerine yaklaştılar ve kılıçla birer hamle yaptılar. Rum askerinin kılıcı Eşter’in başına isabet etti. Miğferi kesti az kalsın yaralıyordu. Eşter ise omzuna çok sert vurdu. Vuruşun şiddeti Rum’u korkuttu ve sadece omzunun ağrıttı. Sonra geri ayrıldılar Eşter baktı ki bu kılıçla bir şey yapması çok zor idi.

Eşter geri çekildi bu esnada sakalından kanlar akıyordu. Bu kılıç beni utandırdı dedi. Yarası sarıldı.daha iyi bir kılıç alarak tekrar saldırıya geçti. Arkadaşları : Allah sana o düşmana karşı yardım etsin dediler. Eşter de ya o beni öldürecek ya da ben onu öldüreceğim dedi. Bir birlerine birer kılıç salladılar Eşter’in zırhı parçalandı Rum ise Eşter’in tek kılıç darbesi ile öldü.

Bu başarı müslümanları cesaretlendirdi ve hep beraber tekbirler getirerek Rumlara saldırıya geçtiler. Rumlar yer olarak yukarda olduklarından kendilerini daha kolay savunuyorlar, müslümanlara ok atarak kendilerini korumaya çalışıyorlardı. Bu şekilde savaşarak akşam oldu. Sabah olunca Eşter arkadaşları ile beraber ayrıldı. Meysere ise Rumları takip etmeye devam etti. Antakya’ya kadar onların peşinden gitti.[57]

Ebû Ubeyde merak içinde iken Eşter’in gelişini müjdelediler. Eşter de olup bitenlerin hepsini anlattı. Fakat Rum ile olan mübarezesini anlatmadı. Ebû Ubeyde Meysere’yi sordu o da Rumların peşinden gittiğini söyledi. Ebû Ubeyde, Eşter’in yardım etmesinden dolayı memnun oldu ve Eşter’e teşekkür etti.

Hîre’nin Fethi ve Kadisiye Savaşı

Bu arada Mâlik el-Eşter’in Hîre’nın fethine de katıldığını düşünmekteyiz. Hîre savaşı Kâdisiye’den hemen önce olmuş ve Hîre ile Kadisiye savaşları arsında fazla zaman farkı da yoktur. Her ikisi de peş peşe olmuştur. Hire’de Naha’ kabilesinin savaşğından bahsedilmektedir. Hatta şehit olanların çoğu bu kabiledendir.[58] Eşter’den özel olarak bahsedilmemiş olmalı. Ancak Naha’ kabilesi ile bu fethe iştirak etmiş olduğunu söyleyebiliriz.

Mâlik el-Eşter’inYermük savaşına katıldığına dair elimizde net bilgiler varken Kadisiye savaşına katıldığı konusunda ise bazı ihtilaflar vardır. Buradaki bilgiler tam net değildir.

Taberî ve başka bazı kaynaklara göre Mâlik el-Eşter Kâdisiye savaşına katılmamıştır.[59] Fakat bunun aksini ortaya koyan kaynaklar da vardır. Hîre savaşından sonra Rüstem yanında bazı önemli kişilerle beraber Kadisiye’ye gelmiştir. Burada durum değerlendirmesi yaptıktan sonra savaşmak için hazırlıklara başlamıştır. Orduyu savaş düzenine getirmiş, kendisi ortada bulunmakta, soluna Deylemlileri, sağına ise Farslıları yerleştirmişti.

Bu arada Ebû Mûsa el-Eş’arî elçi olarak gidip. Rüstem’e: “Ya İslâm’a gir ya da cizye ver, eğer bunları da kabul etmez isen kılıç en güzel şahittir demiştir. Sonra da arkadaşlarının yanına dönmüştür.[60] Bu sırada müslümanların başında ise Sa’d b. Ebî Vakkas bulunmaktadır.[61]

Yapılan savaşta Rüstem öldürülmüş, Farslılar ve Deylemliler yenilmiştir. müslümanlar ise benzeri görülmemiş bir çok malı ganimet olarak ele geçirmişlerdir.

Mâlik el-Eşter bu savaşa katılmış, savaş bittikten sonra Said b. Nezzâr ve başkalarının da bulunduğu grupla beraber buradan ayrılmıştır.[62] Nitekim Kadisiye nehrinin üzerindeki köprüde bir tane düşman öldürülüyor ve burada Kays b. Mekşuh el-Murâdî ve Mâlik el- Eşter’in de olduğu rivayet edilmektedir.[63] Bir başka anlatıma göre de Talâk b. Ğannem dedesinin Mâlik el-Eşter’i Kadisiye’de gördüğünü haber vermiştir.[64]

Âmid’in Fethi

Bu konudaki rivayetlere göre Âmid’de sağlam bir kale bulunuyordu. Malik el-Eşter emrinde bir grup asker ile buraya ulaştı. Fakat kalenin sağlam olmasından fethinin zor olacağını biliyordu. Bunun için ne yapacağını kendi kendine düşünmeye başladı. Sonra sayılarının çok olduğu kanısına varılsın diye askerlere hep bir ağızdan ve yüksek sesle tekbir getirmelerini emretti. Müslümanlar hep bir ağızdan ve yüksek sesle tekbir getirince kale halkı müslümanları on bin kişinin üstünde sanarak korkularından kaleyi teslim etmek istediler. Bunun için sulh isteğini bildirmek üzere bir adamı Mâlik el-Eşter’e gönderdiler. Eşter de onların sulh isteğini beş bin dinar nakit her kişi için de yıllık dört dinar cizye karşılığında kabul etti. Bu anlaşma halk tarafından da kabul edilince kale kapıları açıldı.

Bir Cuma sabahı müslümanlar kaleye girdiler bir süre burada kaldılar sonra Eşter malları alarak Meyyâfârikîn’e doğru hareket etti.[65]

Meyyâfârikîn’in Fethi

Mâlik el-Eşter, Meyyâfârikîn denilen yere varınca şehrin patriği ona sulh için bir adam gönderdi. Peşin olarak üç bin dinar ile miktarı ayrıca tespit edilmek kaydı ile cizye vermeyi kabul ediyordu. Eşter de onun bu isteğini uygun buldu. Malları aldıktan sonra ona bir eman- nâme yazdı. Sonra malları alarak Nusaybin’e geldi. Nusaybin’de Iyaz bulunuyordu. O da oranın fethi ile meşgul idi. Almış olduğu malları ona teslim etti.[66]

Ebû Ubeyde Antakya’ya yöneldiği zama Heraklius’un askerleri ile ilk karşılaşan Mâlik el- Eşter idi.[67] Görülüyor ki Mâlik el-Eşter özellikle Rumlar ile mücadelesi kapsamında birçok yerde Rumlar ile savaşş ve birçok yerin fethinde başarılı hizmetleri ifa etmiştir. Ayrıca müslüman askerleri cesaretlendirmesi konusunda da takdire şayan kahramanlıkları olmuştur. Eşter’in mücadelesi sadece Şam bölgesi ile sınırlı değildir. Neredeyse döneminde müslümanların ayak bastığı her yerde Mâlik el-Eşter de bulunmuştur.

Azaz’ın Fethi

Azaz’ın[68] fethi konusundaki rivayete göre, fetihten önce Ebû Ubeyde ikna edici bir konuşma yaptı. Konuşması bittikten sonra etrafında yüz tane atlı toplandı. Onlara Rum kıyafeti giydirildi. Askeri kabile kabile gruplara ayırdı. Her kabilenin başına bir nakib tayin etti. Onlara şöyle hitap etti: “Ey insanlar! Biliniz Allah size acısın ve merhamet etsin. Sizin başınıza kendisini Allah ve Rasûlu için feda edecek kişiler tayin ettim. Sizi kabilelere ayırdım. Sonra her kabilenin başına bir nakib tayin ettim. Allah’ın rızası doğrultusunda hareket ettikleri sürece itaat edin” dedi. Onlar gittikten sonra bunların arkasından Mâlik el- Eşter komutasında bin atlı daha gönderdi. Mâlik el-Eşter’e şöyle dedi: “Bu ordunun arkasından git. Bu salih kulun işinin ne durumda olduğuna bak. Kaleye yaklaşğın zaman seher vaktine kadar gizlen. Sonra Müslüman kardeşlerine görün. Şimdi haydi git. Allah muvaffak etsin” dedi. Mâlik el-Eşter hemen gitti akşam olunca kalenin yakınında kimsenin oturmadığı, terkedilmiş bir köye gizlendi. Azaz’ı kendisinin fethetmesini istiyordu. Onun için başka bir yoldan gitmişti.

Azaz fethine giden grubun arkasından giderken Mâlik el-Eşter ile beraber olan el- Akvâ b. Ibâd’ın ifadesine göre. Köye vardığımızda sabahın olmasını bekliyorduk. Köyün yakınında arkamızda bir ordu vardı. Mâlik el-Eşter kaleye doğru gitti. Bir süre sonra gözden kayboldu. Sonra yanında Araplardan bir adamla geldi. Onu yanımıza getirdi . Sonra şöyle dedi ey gençler, beni dinleyin! Bakın bu adam ne diyor? Biz de dedik ki ne diyormuş? Söylesin. Eşter de: “Siz sorun o da cevap versin” dedi. Adama, kim ve nereli olduğunu sordular O da Gassanlı, Târık b. Şeybân olduğunu söyledi. Ondan düşmanla ilgili bazı bilgiler aldılar. Tarık b. Şeybân düşmanın kuvvetli olduğunu ve ona göre tedbir almaları gerektiğini söyledi. Ayrıca Râvendetlilerin de gelmekte olduğunu haber verdi.[69]

Allah’ın ihsanındandır ki Azaz reisinin gönderdiği casus gerekli bilgileri Mâlik el- Eşter’in engellemesi ile gerekli yerlere ulaştıramadı. Mâlik el-Eşter, bir casus daha yakaladı.böylece düşmanları hakkında yeterince bilgiye ulaştılar.

Daha sonra onların elbiselerini çıkardılar ve onları giydiler. Haçlarını ve bayraklarını, işaretlerini taktılar. Tıpkı onlar gibi oldular. Sonra Mâlik casusun birisine : “Eğer sen Allah’ın ve onun Rasûlü’nün dinine girersen Allah da küfürden imana girmenle geçmiş günahlarını bağışlar. Biz de seninle kardeş oluruz.” dedi? casus da, “kalbim ve aklım sizindir. Fakat Allah benim bu dine girmemle bana hayırla muamele etmez. Biz hz. Ömer sayesinde Müslüman olan ilk kabilelerdendik. Hem biz Rasûlullah’ın ‘kim dininden dönerse onu öldürün’ sözünü de biliyoruz” diyerek tereddüdünü dile getirdi. Mâlik el-Eşter de: “sözünde doğrusun, fakat peygamberin la ilâhe illallah sözü ile başlayan hadisi bu hadisi nesh etmiştir. Allah cc. Buyurdu. “Dikkat edin kim tövbe eder ve salih amel işlerse Allah o kişinin kötülüklerini iyiliklere dönüştürür.”[70] Hem Rasulullah amcası Hamza’yı öldüren Vahşi’nin de tevbesini kabul etmiştir. Bu ayetin de iniş sebebi bu olaydır” dedi. Gassanlı bu müjdeleri duyunca sevindi. Kelime-i şehâdeti getirerek müslüman oldu. Mâlik el-Eşter’e “Ey Mâlik! Kalbim tertemiz oldu. Kisrayı Allah senin elinle alsın ve Allah seni kıyamet gününde korusun” dedi. Mâlik el-Eşter de onun Müslüman olmasından çok sevindi. “Allah muvaffak etsin” diye dua etti.

Mâlik el-Eşter, müslüman olan Gassanlıya : “Yapacağın güzel bir işle geçmiş günahlarının bağışlanacağı bir işi sana söyleyeyim mi?” dedi. O da “emir benden ne yapmamı istiyor?” diye sordu. Mâlik el-Eşter de ona yeni bir görev verdi.

Gece kararmıştı, kapı da kilitli idi. Gassanlı içindeki hırsla ve imanın heyecanı ile birlikte yanına Mâlik el-Eşter’in amcasının oğlunu da alarak gizlice kaleye gitti. Onlar yola çıkmadan önce Mâlik el- Eşter amcasının oğluna uyanık ve dikkatli olması konusunda uyardı. Onlar kaleye yaklaştıklarında kalede büyük gürültü patırtı duydular. Sanki savaş çığlıkları atılıyordu. Mâlik el-Eşter’in amcasının oğlu bu hal nedir?diye sordu. Gassanlı da bu babamın savaşı, vurması kırması ve dövmesidir dedi. Kaleye vardıklarında da durumun böyle olduğunu gördüler. Kalede bazı karışıklıklar var idi.

Azaz’ın o günkü reisinin adı Dıras’dır. Onun da Lâvan ve Yokna isminde cesur iki oğlu var idi. Babası ile oğulları arasında çıkan bir anlaşmazlık yüzünden araları açılmıştı.Dıras’ın oğlu Müslümanlarla gizlice anlaşıp babasını öldürmeye karar vermiş fakat babasını ondan önce diğer kardeşi öldürmüştü. Lâvan da anlaşğı müslümanları gizlice çağırıp kaleyi içten fethetmeye çalışıyordu. Durumu gören Mâlik el-Eşter’in casusu Tarık, derhal olayı Mâlik el-Eşter’e haber verdi. Onlarda hemen kaleye geldiler. Kaleye yaklaştıklarında Yokna, Lâvan’a müslümanların göründüğünü söyledi. Lâvan, müslümanları yani Mâlik el-Eşter ve askerlerini görünce hemen kale kapısını açtı. Mâlik el-Eşter Azaz kalesinin içine girince yanındaki Müslümanlarla beraber tekbir getirerek bağırmaya başladılar. Allah’ın yardımı ile Azaz böylece fethedildi. Kale halkı bu durumu görünce silahlarını bıraktılar teslim oldular. Hepsi esir olarak alındı. Yokna, Mâlik el- Eşter’e Azaz’ın fethi için yaptıklarını anlatınca Mâlik el-Eşter ‘Allah bir şeyin olmasını istediği zaman sebeplerini de yaratır’ dedi.[71]

Savaş bittikten sonra Mâlik el-Eşter; esirleri, malları, elbiseleri, altınları, gümüşleri, kapları bir araya topladı. Bunların kaleden çıkarılmasını istedi. Ganimetlerin başına Kays b. Sa’d’ı vekil tayin etti. Kays b. Sa’d, Mâlik el-Eşter ile savaşırken gözüne ok isabet etmiş bir gözü kör olmuştu.

Eşter tekrar kaleye döndü. Dıras’ı öldürülmüş olarak buldu. “Bu mel’unu kim öldürdü?” diye sordu. Lâvan “kardeşim Yokna öldürdü. O benim büyüğümdür” dedi. Eşter Yokna’nın getirilmesini emretti. Yokna’ya “onu niçin öldürdün, o senin baban değil mi?” Diye sordu. Eşter, senden başka Rumlardan babasını öldüren bir başkasını duymadım dedi. O da Eşter’e, “sizin dininizin sevgisi bunu bana yaptırttı” dedi. Sebeplerini de detaylı olarak anlattı.

Eşter: “Ey genç! Babanı niçin öldürdün?” dedi. O da “sizin dininize olan sevgim ve bağlılığımdan dolayı babamı öldürdüm” diye cevap verdi. Sonra ben şahadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. Yine şahadet ederim ki Hz. Muhammed O’nun rasûlüdür. Diyerek müslüman olduğunu izhar etti. Eşter de Allah kabul ve muvaffak etsin dedi.

Sonra Mâlik el-Eşter, Azaz’a Saîd b. Amr’ı vali tayin ederek kaleden ayrıldı. Onun yanında kaleye yüz asker bıraktı. Bu esnada Ravendetliler geldi. Eşter onları İslâm’a davet etti. Onlar kabul etmediler. Eşter de onları yenilgiye uğrattı.

Görülüyor ki Dıras’ın öldürülmesi kalenin fethi içerden alınan yardımla olmuş ve Eşter’in kaleyi içten fethetme fikri meyvesini vermiştir.

Mâlik el- Eşter, Azazlıları islâm’a davet etti fakat onlar kabul etmediler. Bunun neticesi olarak Eşter onları esir alıdı. Esirler; Bin tane genç kadın ve erkek, iki yüz elli dört tane ileri gelen ve din adamı, iki bin tane kadın ve kız çocuğu, yüz seksen tane yaşlıdan oluşmaktaydı.

Mâlik el-Eşter genç yakışıklı heybetli bir din adamına , Loka ve kardeşi Lâvan’ın anlattıklarını sordu. O da doğruları gizleyemem çünkü ben bir alimim dedi. Mâlik el-Eşter onu İslam’a davet itti. O da sizin dininize girmeyeceğim. Ancak İncil’de rastladığım bazı meseleleri soracağım dedi. O esnada birilerinin gelmekte olduğu haber verildi. Yapılan araştırma neticesinde gelenlerin müslüman askerleri olduğunu gördüler. O sırada da Müslümanlar ele geçirdikleri, esirleri ganimetleri Şam bölgesi komutanı Ebû Ubeyde’ye götürüyorlardı.[72]

Fazl, Eşter’e Azaz’ın durumunu sordu o da: “Allah’ın inayeti ile Azaz fethedildi. Allah içindekileri rezil ve zelil etti” dedi. Sonra Mâlik el-Eşter Yokna’nın hikayesini anlattı. Eşter benim de burada olmamın sebebi şu din alimi ve sorusu idi dedi. Fazl: “Ey adam! Ne sorarsan sor” dedi. Merak ettiği bazı soruları sordu ve ikna edici cevapları aldıktan sonra kelime-i şehâdeti getirerek müslüman oldu ve arkasından: “Allah’ın nebi kullarının etkisi altında kaldıkları gerçek ilim budur” dedi.’ Azaz halkı da bu alimin müslüman olduğunu görünce topluca müslüman oldu.[73] gerek buranın fethedilmesinde ve gerekse halkının müslüman olmasında Mâlik el-Eşter’in hafife alınamayacak kadar önemli rolünün olmuştur.

Azaz fethedildikten sonra Mâlik el-Eşter; Haleb şehrine gitti. Ebû Ubeyde’ye askerlerinin selamette olduğunu ve Azaz kalesinin fethedildiğini müjdeledi.

Ebû Ubeyde, Mâlik el-Eşter’e Yokna’yı sordu. O da aralarında geçeni anlattı. Mâlik el-Eşter Antakya’ya Rumlara karşı savaşmaya gitmek istiyordu. Onu bu kararından döndürmek zor idi.

Ebû Ubeyde, Halife Hz. Ömer’e Azaz’ın ve diğer kalelerin fethi ile ilgili bilgi vermek için bir mektup yazdı. Ayrıca mektubunda Halep şehrinin sahibinin müslüman oluşundan bahsetti. Bundan sonraki hedeflerinin Antakya olduğunu bildirdi[74]

Mısır Fethi ve Mâlik el-Eşter

Hz. Ömer, Şam bölgesinde savaşan müslümanlara bir mektup yazmıştı. Mektupta Şam fethi tamamlandıktan sonra, Mısır’ın fethi için harekete geçilmesini emrediyordu. Hz. Ömer’in bu mektubu, Ebû Ubeyde’ye ulaşınca, onu müslümanlara okudu. Hâlid b. Velid’e: “Ya Ebâ Süleyman! Mektubun içeriği, yani mektuptaki emir hakkında görüşün nedir?” dedi. O da: “Mü’minlerin emîri emretmiş ise yerine getirilmelidir” dedi. Ebû Ubeyde: “Mısır’ın yolu uzun ve meşakkatlidir, zordur. Böyle zorluğu olan bir yola askerleri göndermekten çekinirim” dedi. Halid b. Velid de “Senin ne kadar askerin var ?” diye sordu. Ebû Ubeyde de “dört bin civarında atlı askerim var” dedi. Halid b. Velid: “O halde sana bu kadar asker yeter” deyince Ebû Ubeyde “nasıl olur, bu kadar asker nasıl yeterli olur ?” dedi. Halid b. Velid de: “Eğer sen azimli olursan, sana dört kişi yine yeterli olur. O dört kişi senin dört bin askerin kadar kuvvetlidir, cesaretlidir” dedi. Ebû Ubeyde: “onlar kimdir?” dedi. Halid b. Velid de: “Dördün birincisi benim diğerleri de; Mikdâd b. El- Esved, Ammâr b. Yâsir ve Mâlik b.Hâristir” dedi.[75]

Ebû Ubeyde, Halid b. Velid’in bu cesaret dolu sözlerini duyunca tehlil getirdi ve ona döndü: “Ya Ebâ Süleyman ! Senin dediğin gibi olsun” karşılığını verdi. Halid b. Velid diğer üç kişiyi yanına çağırdı. Onlara, hazırlanın, bu gece yola çıkıyoruz dedi. Ebû Ubeyde de askerlere akşam namazını kıldırdı. Sonra bu üç kişi, Halid b. Velid’in yanında toplanıp atlarına bindiler. Ebû Ubeyde ve müslümanlara ise arkalarından gelmelerini söylediler ve ardından Mûsa vadisine girerek Mısır’ın yolunu tuttular.

Burada da görüyoruz ki Mâlik el-Eşter İslâm’ın ilk yıllarında müslümanlar arasında büyük bir güven kazanmış ve en ön saflarda mücadele etmeye başlamıştır. Yerine göre kendisinde bir ordu kadar cesaret bulunmakta idi. Hz. Ömer’in Mısır’a gidin emri ile Mâlik el-Eşter üç arkadaşı ile birlikte ordunun önünde yüksek sesle tekbir ve tehlil getirerek Mısır’a doğru yollarına devam etmişlerdir.

Mısır’da Mukavkıs ile mücadelelerinde Halid b. Velid arkadaşlarına, Mısırlıların elbiselerini çıkarıp onları kendi zırhlarının üzerine giymelerini emretmiş ve onları casus gibi kullanmak istemiştir. O Mısırlı elbiselerini giyenler ise; Rifâa b. Kays Beşşâr b. Avn Mikdâd, Ammâr ve Eşter idi.

Halid b. Velid el Kubid denilen yere askerlerle varınca Beşşâr ve Rifâa’ya kendinizi Hıristiyan askeri gibi gösterin bunda sizin için bir sorumluluk, kötülük yoktur. Biz Hz.İsa ve Meryem validemize zaten saygı duyuyoruz, ancak biz Hz. Muhammed’in ümmetiyiz. Sadece onlar sizi kendilerinden zannetsinler. Siz Allah için cihad edin. Bütün işlerinizde de Allah’a tevekkül edin, O’ndan yardım isteyin dedi. Onlar da Halid b. Velid’in dediklerini yaptılar.

Halid b. Velid’in casusları bir manastıra vardılar. Manastırdaki rahipler onlara kim olduklarını sorunca onlar da Şam meliki Heraklius’un arkadaşları olduklarını söylediler. Sizin kıralınıza yardım için geldik, O bizden Araplara karşı yardım istemişti dediler. Rahipler de bu sözü duyunca çok sevindiler. Onların dini liderleri ise ihtiyar birisi idi.

Mısırlılar, gelen kişilerin müslüman casuslar olduğunu tahmin edince; Aralarında uzun süren bir tartışma geçti. Mısırlılar onların Gassanlı olmadıklarını, Şam’dan gelmediklerini’ onların hicaz bölgesinden müslüman Araplar olduğunu iddia ettilerse de Mâlik el- Eşter ve arkadaşları bunu kabul etmek istemediler şayet müslümanlardan olsaydık, gizlice gelirdik ve gündüz gelmezdik diye cevap verdiler. Ne söyledilerse karşılarındakini ikna edemediler. Sonra Mısırlılar siz dininiz konusunda ne derseniz deyin, ne düşünürseniz düşünün, ister Muhammed’in dininden olun, ister olmayın önemli değil. Zaten biz yardım da istemedik, biz harbi de savaşmayı da bilmeyen bir toplumuz dediler.

Sonra Mâlik el-Eşter onlara: “O zaman ey kavim! Anlaşmamız, barış yapmamız konusunda ne düşünüyorsunuz?” diye sordu. Sonra şöyle devam etti: “Biz gerçekleri saklamamak ve yalan söylememek, yalana razı olmamak üzere emir olunduk. Bizim çirkin gördüğümüz bir şey özellikle İslâm’ın çirkin gördüğü şeydir. İslâm çirkin olanı bize men etmiştir. Biz de onun için o işi yapmaktan kaçınırız. Kılıçla başımıza dikilseler de doğrulardan vazgeçmeyiz. Dinimizle ilgili bir şey sorulduğu zama Allah’ın birliğinden işe başlarız. Biz Hz. Muhammed’in ashabıyız. Emân konusuna gelince; emânı Allah ve rasûlü verir.” dedi. Papaz Mâlik el-Eşter’den bu sözleri duyunca hemen kapıyı açtı. Onlara selam verdi.[76]

İçlerinden birisi Şam fethi esnasında Şam’dan kaçıp Mısır’a sığınmıştı. İçindeki kinden dolayı da barış yapılmasını engelliyordu. Ancak diğerleri ise barış yapma taraftarı idi.

Halid b. Velid’in yanında bulunan Âmir b Hibbar bu durumu şöyle anlatır: Kilisede bulunan din adamları bizim yanımıza geldiler. Bize yemekler ve hediyeler getirdiler. O yiyecekleri yedik onlarla birlikte geceye kadar kaldık.’ Onların yaşlıları Halid b. Velid’e : Efendim ben sizde büyük bir kahramanlık gördüm. Bunun kaynağı Allah’a yemin ederim ki sizin Muhammedî olmanızdandır. Halid b. Velid de: Ben Halid b. Velid el-Mahzûmî’yim deyince; Papaz da senin ve dinim hakkı için söylüyorum, sen Şam’ı fethettin, melikini de rezil etin. Senin özelliklerin benim yanımda deyip kiliseye girerek oradan bir çanta getirdi. Üzerinde; Hz. Ömer’in, Ebû Ubeyde’nin ve Halid b.Velid’in sıfatları ve resimleri bulunan kağıtları O’na gösterdi Ben sizinle ilgili haberleri hep duyuyordum, niçin Hz. Ömer seni azletti başkasını senin yerine vali yaptı dedi. Halid b. Velid de : Hz. Ömer bizim imamımız, bizim halifemizdir. O bize bir şey emretse biz ona muhalefet etmeyiz. Çünkü Allah cc. Kuran’da ‘Allah’a ve rasûlüne itaat edin ve sizden olan idarecilere de itaat edin’ buyuruyor. Bundan dolayı müslüman olan idareciye itaat etmek farzdır dedi. Çünkü o bize adaletli davranır, iyiliği emreder, kötülükten de nehyeder diye cevap verdi. Karşılıklı konuşmalar münazaralar devam etti gitti. Konumuzun dışında olduğu için fazla detaylara girmeyeceğiz. Ancak Mâlik el-Eşter ile ilgili bölümler üzerinde duracağız.

Şurahbil b. Hasene, Halid b. Velid’i toplum içinde gördüm. Onu sarığı, şapkası ve Traplus’un fethinde giydiği elbisesinden tanıdım dedi. Zeyd b. Ebî Süfyan; “Allah’a yemin olsun ki Mâlik el-Eşter’i gördüm onu boyunun uzunluğundan, heybetinden ve ata binişinden tanıdım” der.[77] Çünkü o ve onun gibi önemli kişiler bazı vasıfları ile insanlar arasında nam salmış kişiler idi. Dolayısı ile papazın bu tür bilgileri toplaması normaldir.

Ashab ve müslümanlar önemli kişilerin gerek fiziki yapısına, gerekse hal ve hareketlerine öyle aşina olmuşlar, bu önemli insanlar alemlerinde öyle yer etmiş ki o kişiyi görmeseler de hakkında sanki görmüş, tanışş gibi malumat sahibi idiler. Ayrıca bu ilgi o şahıslara duydukları sevgiden ve güvenden de kaynaklanır. Tabi ki bu kişiler içinde bulunduğu coğrafyaya ve topluma yön vermiş kişiler idi.

el-Kubid denilen yerde yapılan savaşta müslümanlar Allah’ın inayeti ile galip geldi. Birçok gayrimüslim savaş esnasında, bir kısmı da kaçarken denizde boğularak öldü. Götüremedikleri malları da müslümanlara ganimet olarak kaldı. Sabah olunca Halid b. Velid müslüman askerleri topladı ve askerlerle beraber güvenli bir şekilde Mısır’a girdiler. Mısır kıralı Mukavkıs’ın kardeşi Ercânus b. Râil müslümanların yanına geldi ve müslümanlara şöyle hitap etti: “Ey Arap gençleri! Biliniz ki Allah size çok yardım etti ve savaşı kazandınız. Bunun yanında ben de size yardım etmeseydim sizin için zafer biraz zor olacaktı. Fakat şu anda siz emelinize ulaşş durumdasınız. Bizim size bazı şartlarımız olacak” diyerek ve şu şartları koştu.

Bizi hedef yapmayacaksınız

Kötü niyetle bize elinizi uzatmayacaksınız

Bizden isteyen eski dininde kalır cizye öder, isteyen de sizin dininize girebilir.

Muaz b. Cebel bunları duyunca; “iyi niyetimizden, hakka tabi olmamızdan ve salih amelimizden dolayı Allah inanmayanlara karşı bize yardım etti. Ben ahdimize vefalı olacağımızı ve asla aldatmayacağımızı söylerim. Sizin nefisleriniz, mallarınız, kadınlarınız, ve çocuklarınız için size eman veriyoruz. Dileyen dininde kalır, dileyen de müslüman olur” dedi. Ercânus böyle bir cevap alınca şehrin anahtarlarını teslim etti.

Şurahbil b. Hasene, biz onlara Allah’ın emrettiğini yaptık. Onlara iyi, hoş davrandık. Böyle davrandığımız için, bu davranışımız başka şehir halklarına örnek; bizim için de kolaylık oldu dedi. Aynı şekilde Muâz b. Cebel, Halid b. Velid, Mikdâd, Ammâr, Mâlik el-Eşter, Rebîa, Zeyd de yapılanın doğru olduğunu, Kuran’a uygun olduğunu söylediler. [78]

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Mâlik el-Eşter, Mısır’ın fethinde büyük çaba göstermiş, sahabenin büyükleri ile en ön saflarda mücadele etmiştir. Ebû Ubeyde’nin Hz. Ömer’in Mısır fethi ile ilgili emrinde tereddüt etmesine karşılık Halid b.Velid’in dört kişi bana yeter demesi ve bu dört kişinin içinde Eşter’in de olması onun İslâm tarihindeki yeri ve Mısır’ın fethindeki rolünü açıkça ortaya koymaktadır.

Mısır, İskenderiye ve çevresindeki şehirler ve köyler ile beraber fethedildikten sonra; yapılan fetihleri haber vermek ve bundan sonra nereye yönelineceği, nerelerin fethedileceği konusunda istişare etmek için Amr b. el-Âs Halife Hz. Ömer’e bir mektup yazdı. Onun da görüşünü almak istiyordu. [79]

Hz.Ömer de yanındaki ensar ve muhacirler ile istişare yaptıktan sonra Amr b. el- Âs’a şöyle bir cevap yazdı: “Yanındaki ensar, muhacirler ve askerlere selam ettikten sonra; mektubunu aldım ve ne demek istediğini anladım. Bulunduğun yerde dur. Fethettiğin şehirlere emirler, alimler gönder. İslâm dinini oralarda sağlamlaştır, İslâm’ın hükümlerini oradaki insanlara iyice öğret ve Sen Mısır’da vali olarak kal” diyerek O’nu Mısır’a vali olarak atadı.[80]

Mektubun devamında; Halid b. Velid’in komutasında içinde Mâlik el Eşter, Zübeyr b. Avvâm, Mikdad b. el-Esved’in de bulunduğu on bin atlı askeri Medain şehrinin fethi için gönder. Oranın halkını İslâm’a çağırsınlar. Kabul ederlerse ne ala, kabul etmezler ise cizye istesinler onu da kabul etmezler ise, o zaman savaşsınlar. Bana ulaştı ki Mısır’da iki öneli şehir bulunuyormuş bunlardan birisi Ehnâs, diğeri de Behnesâ. Burada Batlayus diye isimlendirilen azgın, kan dökücü, zalim bir patrik var. O Mısır patriklerinin en büyüğüdür. Bu iki şehri fethetmeden buraya güvenli bir şekilde yaklaşamazsın. Sana gizli ve açık her halinde Allah’a karşı takvalı olmanı, zalim ile mazlumu ayırt etmeni, iyiliği emretmeni, kötülüğü men etmeni, zayıfın hakkını kuvvetliden almanı, Allah’ın emrini yerine getirme konusunda kınayıcının kınamasından korkmamanı tavsiye ederim diye Amr b.el-Âs’a tavsiyelerde bulundu.[81]

Medain şehrine sevk edilen ordunun başında Halid b. Velid bulunuyordu. Ordu ellişer kişilik gruplara ayrıldı. Her grubun başına bir komutan tayin edildi. Her komutana da bir sancak verildi. Bu komutanlardan birisi de Mâlik el-Eşter idi.[82]

Mısır fethedildikten sonra civar yerler de fethedilmeye başlandı. Buralarda Rum ve zenci askerleri ile savaşılmıştır. Buralardaki savaşlarda da Eşter yine bir grup asker’in başında komutan idi. Bir savaş esnasında askerlerin tam zor durumda kaldığı bir zamanda onları cesaretlendirmek için askerlerine şöyle seslenmiştir: “Ey askerler! Ölümden kaçmayın. Savaştan kaçtığınız için Arap milletinin yanında ayıplanmak hoşunuza gider mi? Yarın Allah Rasûlünün yanına varınca özrünüz ne olacak Ey iman edenler! Ordu halinde kâfirlerle savaşmak için karşılaşğınız zaman onlara arkanızı dönüp kaçmayın. Her kim böyle bir günde - savaş icabı dönüp hücum etmek için bir tarafa çekilmek ve ya diğer bir birliğe katılmak gibi taktik bir maksat dışında - düşmana arka çevirirse Allah’tan bir gazaba uğrar; Onun varacağı yer cehennemdir, o ne kötü bir akıbettir![83] [84] Ayetini ve “Cennet kılıçların gölgesindedir.” hadisini hatırlatarak” askerlerin cesaretini arttırmaya çalışştır. 84

Halid b. Velid, Ehnâs şehrine vardı. Sulh yoluyla şehri teslim etmelerini istedi ise de kabul etmediler. Sonra O da askerleri biner kişilik gruplar halinde Ehnâs’ın üzerine gönderdi. Mâlik el-Eşter de biner kişi ile hücum eden bin kişilik bir askeri grubun başında komutan idi.[85]

Ehnâs savaşı süresince Halid b. Velid her gün değişik taktikler uygulamıştır. Bu savaşta da diğer savaşlarda olduğu gibi Mâlik el-Eşter çok yararlık göstermiştir. Yine bir gün ensar ve muhacirlerin içinde bulunduğu beş yüz süvariyi sevk ve idare etmiştir.[86]

Ehnâs savaşı tam üç ay devam etmiştir. Allah’ın inayeti ile Rum askerleri bilinmeyen bir sebepten dolayı düşüp ölüyorlardı. Rumlar bu durumu görünce kaçmaya başladılar. Onlar kaçınca da müslümanlar onları takip edip kimisini öldürüyor, kimisini de esir alıyorlardı. O gün onlardan binlerce kişi öldürüldü.

Savaş uzadıkça uzadı. Artık müslümanların sabrı da tükenmeye başlamıştı. Bu sırada yeni müslüman olmuş bir Farslı; biz fethinde zorlandığımız kaleleri sandıklara zeytin yağı doldurur kale kapısının yanında yakınca ateşi çok çıktığından dolayı surdaki askerler ateşin şiddetinden yanır. Biz de kaleye kolayca yaklaşırdık deyince bu fikri uygulamaya koydular. Neticede Farslı müslüman’ın tavsiyesi işe yaradı ve kale fethedildi.[87]

Behnesâ Savaşı

Behnesâ,[88] Rumlarla mücadelenin yapıldığı önemli yerlerden birisidir. Hz. Ömer’in hilafeti döneminde bu bölgede mücadele edilmiştir.[89]

Behnesâ, önemli bir mevki büyük bir kaledir. Kalenin; Cebel, toma, kundus diye isimlendirilen üç tane kapısı vardı.[90] Deniz tarafındaki kapısına kundus kapısı denirdi. Ortadaki kapı ise Toma diye isimlendirilmişti.

Müslüman askerlerin başında komutan olarak Iyaz b. Ğanem bulunuyordu. Behnesâ şehrine vardıkları zaman Iyaz, Ebû Zer, Ebu Hüreyre, Mâlik el-Eşter, Muâz b. Cebel ve diğer komutanları topladı nasıl hareket edecekleri konusunda onlarla istişarede bulundu. Onlara kalenin doğu tarafından inmelerinin daha uygun olduğunu söyledi. Eğer sizinle savaşırlar ise siz de savaşın dedi. lyaz yanında önemli kişilerle kalenin deniz tarafından indi ve kaleyi kuşattılar.[91]

Müslümanlar bu kapılardan hücum ederek kaleyi fethetmek için gayret sarf ediyorlardı. Burada savaşan önemli şahsiyetler ya da komutanlar ise; Amr b. el-Âs, Halid b. Velid ve Ebu Ubeyde’dir.[92]

Tam savaşın şiddetlendiği bir anda Mâlik el- Eşter’in de önemli çabaları göze çarpmaktadır. Şehrin dağ tarafından Müslümanların bir kısmı alaca karanlıkta indi. Ebû Zer, Ebu Hüreyre, Muâz b. Cebel, Seleme b. Hâşim, Mâlik el-Eşter burada bulunuyordu. Bunlar Rumların yanına iyice yaklaştılar ve orada gecelediler. Sabah olunca düşman askerleri, Müslümanlara saldırmak için harekete geçti. Bu sırada Mâlik el-Eşter: “Ey arkadaşlar! Düşman size saldırmak için harekete geçti. Savaş ateşini yaktı. Biraz insan gönderin köprüyü tutsun. Allah’tan yardım isteyin” şeklinde telkinlerde bulundu. Merzuban ismindeki Farslı Müslüman üç yüz atlı ile köprüyü tuttu. Burada yedi gün savaştılar ve köprüyü kurtardılar. Bu sayede önemli bir üstünlük sağlandı. [93] Bu da Mâlik el-Eşter’in çabaları ve tavsiyesi ile oldu.

Feyyûm Şehrinin Fethi

Müslümanlar Feyyûm [94] şehrine ulaştılar. Orayı bir süre muhasara ettiler sonra bu şehri de bir aydan kısa bir sürede fethettiler. Fetihten sonra çeşitli ganimetlerle Halid b. Velid’in yanına döndüler. Ebû Zer el- Gıfarî, Ebû Hureyre ed-Devsî, Zül Kela’ el-Hımyerî, Mâlik el-Eşter en-Nahaî, gibi bazı kişilerin öncülüğünde kale yirmi gün süreyle kuşatıldı. Bu süre zarfında çok şiddetli savaş oldu. Bu olayları Eşter’in yanındaki kişilerden olan Ebû Minhal şöyle anlatır: ‘Ben Eşter’in yanında savaşıyordum. Biz kaleyi kuşattığımız bir zamanda gece ay ışığının olduğu bir gece idi. Sabah olmaya başladığında bir tozun yükseldiğini gördük. Bu esnada hemen atlarımıza koştuk ve onlara bindik. Sonra sabah oldu. Bir de ne görelim yirmi tane haçlı ve her haçlının emrinde bin tane atlı var. Bu kadar kalabalığın sebebi ise patrik Tahazet ve Rumların Araplardan korkup kaleye sığınmak istemeleriydi.

Müslümanlar kalenin yakınındaki nehri kayıklar ve köprü kurarak geçtiler ve kaleyi doğu kapısından kuşattılar. Bu esnada Ziyad komutasındaki Müslümanlar da orada idiler. Bu sırada Mâlik el-Eşter : “Ey Müslümanlar! Nehri arkanıza alın, ondan sonra düşmanla savaşın. Allah’tan, yaratandan yardım isteyin” dedi. Rumlar ise kendi dillerinde kalenin surlarında bağırıp çağırıyorlar, ne dedikleri de anlaşılmıyordu. Davullar, çanlar çalıyorlar, ayrıca da müslümanlara saldırıyorlardı. Burada şiddetli savaşlar oldu ve bu savaşta komutan Ziyad ile birlikte bir çok müslüman şehit oldu. Geri kalan müslümanlar savaşmaya devam ettiler, savaşın şiddetine karşılık müslümanlar büyük sabırlar gösterdi.[95]

Sonra düşmanlar ne yapacakları konusunda kendi aralarında fikir alışverişinde bulundular. Kaleyi terk etmek istiyorlardı. Orada Kerâkir denilen bir yol var idi. Sonra kiliselerine gittiler, incili açıp dua ettiler. Batlayus kapısına geldiler. Müslümanların gaflette olduğunu düşünerek onlara saldırmak istiyorlardı. Kapıcıya kale kapısını açmasını emrettiler. Bu kapıya ise Kunduz kapısı denirdi. Kapıda bin tane atlı asker bulunuyordu. Ayrıca kapıda üç tane burç ve her burçta da bir kapı ve şerefeler var idi.

şman hazırlıklarını tamamlamıştı. Müslümanlar ise o esnada gaflette idiler. Rumların saldıracağından habersiz idiler. Müslümanların Kunduz kapısı tarafındaki bekçileri ise Zeyd b. Sâbit, Ubeydullah b. Abbas, Abdullah b. Muakkil, Berâ b. Âzib, Mâlik el-Eşter ve Zü’l-Kela’ el Hımyerî idi.

Mâlik el-Eşter bu geceyi şöyle anlatır: ‘Gece boyunca hiç uyumamıştık. Ordu da uyuyabilmek için bir yerler arıyordu, çünkü gece çok soğuktu. Silahlarını bırakmışlar kimisi virdlerini okuyor, kimisi de namazını kılıyordu. Tam bu sırada kale kapısı açıldı. Kapıdan, elinde lamba gibi yanan bir ateşle önden uzun boylu bir adam ve arkasından da düşman askeri çıktı. Müslümanlara saldırmaya başladı. Çabucak müslümanların yanına vardık ve Rumlarım gelmekte olduğunu haber verdik. Müslümanlar bizim sesimizi duyunca yerlerinden fırladılar, kimisi kılıçlarını alıyor, kimisi oklarını alıyor, kimisi üstünü başını giymeye dahi fırsat bulamıyor üzerlerine örtüp hemen askerlerin arasına koşuyorlardı. Düşmanlar bazı müslümanların arkasından yetiştiler. Bazılarında ok, bazılarında da kılıç bulunuyordu. Yapılan şiddetli savaşta Rumların ileri gelenlerinden bir çok kişi öldürüldü ve yaralandı. Müslümanlar, Rumlardan bin iki yüz elli kadar kişiyi esir alarak harp meydanına topladılar. Müslümanlardan da bir miktar kişi şehit olmuştu. Onları kanlı elbiseleri ile birer ikişer üçer defnettiler.[96] Böylece Feyyûm şehrinin fethi ile Mısır fethinde önemli bir mesafe alınmış oldu.

İKİNCİ BÖLÜM

HZ. OSMAN VE HZ. ALİ DÖNEMLERİNDE MÂLİK EL-EŞTER

HZ. OSMAN DÖNEMİNDE MÂLİK EL-EŞTER

Kûfe’ye Gelip Yerleşmesi

Kûfe, günümüzde Irak sınırları içinde bulunan bir şehirdir. Eski Babil Şehri harabelerinin güneyinde ve Fırat’ın batı yakasındadır. Bu şehir Hz. Ömer’in emri üzerine askeri karargah olarak kurulmuştur. Hz. Ömer döneminde ve daha sonraki tarihlerde İran ve Rumlar üzerine yapılan fetih hareketlerinde askerî bir üs olarak önemli katkıları 97 olmuştur.

Mâlik el-Eşter, Hz. Ömer döneminin son yıllarında Kûfe’de oturmaya başladı.[97] [98] Zamanla şehrin en nüfuzlu kişilerinden birisi oldu.[99] Hz. Osman döneminde Velid b. Ukbe Kûfe valisi iken şarap içtiği görülünce vali Hz. Osman tarafından azledildi ve yerine Hz. Osman tarafından Saîd b. el-Âs Kûfe’ye vali tayin edildi. Saîd b. el-Âs, Kureyş kabilesinden birisidir.[100] Saîd, Kûfe’ye gelince halifenin emri gereği Velid b. Ukbe’yi halifeye gönderdi.[101]

Said b. el-As Kûfe’ye vali olarak geldiği zaman yanında bazı kişiler de bulunuyordu. Bunlar: Mâlik el-Eşter, Ebû Hayseme el-Ğıfarî, Cündeb b. Abdillah, İbn Mus’ab b. Cesâme idi. Sonra bu kişilerden bazıları içki içmek gibi bir suç ile suçlanan vali Velid b. Ukbe ile beraber geri döndüler.[102]

Saîd b. el-Âs’ın bazı uygulamaları, zamanla Kûfeliler arasında rahatsızlık meydana getirdi. Mesela Saîd b. el-Âs Kûfe’ye geldiği zaman hemen minbere çıkıp hutbe okumaktan çekindi. Önce gusül abdesti aldı. Sonra minbere çıktı. Bu şekildeki davranışına karşılık şöyle bir açıklama yaptı ve açıklamasında “Velid geldiğinde pis idi” dedi. Bu ve benzeri olaylar zamanla vali hakkında hoş olmayan hareketlerin ortaya çıkmasına sebep oldu.[103]

Yeni vali daha sonra minbere çıktı ve Kûfe halkını tehdit eder gibi sert bir konuşma yaptı. Şehirde Hz. Osman’a karşı yeşermekte olan muhalefet filizlerini de böylece uyarmış oldu.[104]

Saîd b. el-Âs, bazı geceler şehrin ileri gelenleri ile sohbetler yapar, onlarla ilmî münazaralarda bulunurdu. Bu kişilerden bazıları; Mâlik b. el-Ka’b el-Erhabî, Esved b. Yezid, Alkame b. Kays, Mâlik el- Eşter’dir.[105]

Bir defasında Kûfe’de Saîd b. el-Âs bir grup insanla toplanmış ova mı daha iyi yoksa dağlık yer mi daha iyi onun müzakeresini yapıyorlardı. Hassan b. Mahduç: “Bizim ovamız tahıl açısından dağdan daha iyidir. Ovalar sulak arazilerdir ve hurma için daha elverişlidir” dedi. bir başkası da dağlık yerlerin meyve bahçesi için daha uygun olduğunu söyledi. Abdurrahman b. Huneys de “Doğru söylediniz, buranın valimizin olmasını ne kadar çok isterdim. O Sizden ona daha çok layıktır.” deyince Eşter de “Bu vali için çok şey istiyorsun fakat oraya, mallarımıza yaklaşamazsınız” deyince O da “Senin elinde değil, eğer vali almak istese orayı alır” dedi. Eşter de “Şimdi yalan söyledin, eğer istese de böyle bir şeye karar veremez” diye cevap verdi. Bu arada vali Saîd b. el-Âs araya girerek “Allah’a yemin olsun ki bu bahçe Kureyşindir, dilersek alırız, dilersek bırakırız” deyince Mâlik el-Eşter: “Bunu sen mi söylüyorsun? Allah seni ıslah etsin, burası bizim fey’imizdir” dedi. Mâlik el-Eşter’in bu tepkisi karşısında oradakiler Abdurrahman b. Huney’si güzelce dövdüler.[106]

Burada iki durum ortaya çıkıyor bazıları arazinin valinin olmasını isterken vali de arazinin Kureyşlilerin olmasını istiyor. Birilerinin bu arazi üzerinde planlar kurması Kûfe’nin ileri gelenlerini rahatsız etmiştir. Böyle değerli bir arazi de elbette herkesin iştahını kabartmaktadır. Hal böyle olunca da Kûfelilerden arazi üzerinde planları olana karşı bir muhalefet ya da bir soğukluk olacaktır. İleriki konularımızda Hz. Osman’a karşı başlayan hareketle bu konuyu ilişkilendirmemiz gerekebilir. Onun için bu tartışmada öne çıkan isimlerle Hz. Osman’ın şehit edilmesine kadar varan olaylarda rolü olan insanların irtibatını tekrar irdelememiz gerekecektir.

Bu arazi için, Hz. Osman mı? böyle bir istekte bulundu yoksa valinin mi? fikridir tam olarak bilinmiyor fakat vali bir toplantıda bu arazi Kureyşlilerindir, deyince ileri gelenlerin valiye tepkisi artmış ve bu konuda epeyce tartışma olmuştur. Hatta bazıları da güzel düşünüyorsun demişler ve valiye destek çıkmışlar hatta Abdurrahman b. Huneys “Ben bu arazinin senin olmasını ne kadar isterdim” deyince bazıları da çok güzel söyledin biz de senin gibi düşünüyoruz diyerek onu desteklediler.[107]

Valinin bu sözlerine karşı Mâlik el-Eşter: “Ey vali! Allah’ın kılıçlarımızın mükafatı olarak bize bağışladığı ve bizim geçim kaynağımız olan, hurmalarımızın merkezi olan bu araziyi elimizden mi? alıyorsun” dedi. Eşter böyle karşı çıkınca yanındakiler de Eşter’i desteklediler. [108] “Ağzına sağlık çok güzel söyledin” dediler. Şimdi biz sana gösteririz deyince de aralarından bir genç, onu cezalandırmayın deyince onlar da: O bizim arazimiz hakkında böyle olumsuz bir fikre sahip dediler.[109]

Mâlik el-Eşter’in bu sözlerine karşı o zaman Saîd b. el-Âs’ın polis şefi olan Abdurrahman el-Esedî : “Sen valinin sözüne karşı mı geliyorsun? böyle bir davranış çirkin olur” dedi. Mâlik el-Eşter de sen de kim oluyorsun diye ona çıkışınca oradakiler İbn Zi’l- habeke, Cündeb, Sa’saa, İbn Kevâ, Kumeyl b. Ziyad, Umeyr b. ed-Dâbî gibi bazı şahıslar,[110] polis şefinin üzerine çullandılar. Ayaklarından sürüdüler suya attılar. Aslında bu insanlar her zaman Saîd b. el-Âs’ın sohbetinde olan insanlar idi. Olup bitenler karşısında vali de ne yapacağını şaşırdı.[111] Babası oğlunu kurtarmaya çalıştı, fakat daha önce zikrettiğimiz gibi onu da dövdüler.

Eşter, polis şefinin vali için böyle bir talepte bulunmasına çok kızmış, bunun sebebini de valiye yaranmak, ona daha yakın olmak isteğinin yattığını düşünmüştür. Hatta valiye yaranmak için bizim bahçemizden başka bir şey bulamadın mı? demiş ve onu fasıklıkla, günahkârlıkla suçlamıştır.[112]

Vali, Mâlik el-Eşter’in böyle tepki göstermesine karşılık “Ey Eşter! Kızmanı gerektirecek bir durum yok, bu arazinin tamamı Kureyş’indir. Oraya bizden başka birisini sokmayız, uzanan eli de keseriz” deyince Eşter de bunu sen mi? yoksa bir başkası mı? söylüyor dedi. Saîd b. el-Âs da kimin söylediği önemli değil deyince Mâlik el-Eşter de eğer böyle yaparsanız sadece Iraklıların değil bütün müslümanların öfkesini üstünüze çekersiniz dedi.[113]

Bu arazi ise İranlIlardan alınmış, Fırat nehrinin kenarında sulak verimli bir bahçedir. Kûfelilere aittir.[114]

Kûfe valisine karşı böyle bir muhalefet olması, oradaki insanların birbirleri ile kavga etmeleri hatta polis şefini ve oğlunu dövmeleri, Kûfe’de huzuru epeyce bozmuştur. Vali de huzursuzluğun sebebinin bazı insanlardan kaynaklandığını görmektedir. Zaten bu insanlarda valiye karşı bir muhalefet oluşmuş, valiye olan muhalefet bir nevi halifeye karşı bir muhalefet olarak değerlendirileceği için halife de olaya ister istemez karışştır.

Burada üstünde durulması gereken diğer bir husus ise halifenin validen ismi geçen arazi için bir talepte bulunabileceği ihtimalidir. Yani bahsi geçen bu arazinin halifenin talimatı ile Kûfelilerin elinden alınma arzusu olup olmadığı tam olarak bilinmiyor. Belki halife böyle bir yönlendirmede de bulunmuş olabilir.

Şehirde böyle bir huzursuzluk ortaya çıkınca vali bir mektup ile bu kişileri halifeye şikayet etmiştir. Mektubun metni şöyledir: “On kişilik bir grup gizlice bir araya geliyorlar, senin ve dinimiz hakkında zararlı düşünceler, görüşler ortaya atıyorlar. Onların bu faaliyetlerinden endişe ediyorum. Ayrıca sayılarının artmalarından da korkuyorum” dedi.[115] Yine vali bu kişileri sefihlikle suçlamış ve polis şefini de dövdüklerini bildirmiştir.[116]

Taberî, Kûfe’de bazı kişilerin ara sıra toplanıp, Halife Hz. Osman aleyhinde faaliyetlerde bulunduklarını aktarmaktadır. Bu kişiler daha sonra kendilerini Hz. Osman’a karşı yapılan hareketin içinde bulmuşlar ve bunların içinde Eşter de bulunmakta idi.[117] Ancak cereyan eden olaylara, bu olaylarda rol alan aktörlerin bazılarına ve valinin de tutumlarına baktığımızda, valinin konuyu biraz abarttığını hissetmekteyiz. Vali kendisine olan muhalefeti halifeye yapılan bir muhalefet imiş gibi göstermeye çalışştır.

Şam’a Sürgün Edilmesi

Mâlik el-Eşter, Hz. Osman zamanında halkı halife aleyhine isyana teşvik ettiği ve Kûfe’de sükuneti bozduğu gerekçesi ile vali Saîd b. el-Âs tarafından birkaç arkadaşı ile beraber halifenin emri doğrultusunda 33/ 653 tarihinde Dımaşk’e, Muaviye b. Ebî Süfyan’ın yanına gönderildi.[118]

Vali Saîd b. el-Âs’ın mektubu neticesinde Kûfe’de kargaşaya sebep olan bu kişilerin sürgün kararından sonra Halife Hz. Osman, Mâlik el-Eşter’e bir mektup yazdı. Mektubunda şöyle diyordu: “Sen kötü şeyler söylüyormuşsun sana yazıklar olsun. Sen açığa vursan da senin gizli işler çevireceğini zannetmiyordum. Sen fitneden kendini uzak tutmazsan Allah’ın gazabı senin üzerine olacaktır. Bu mektubum sana gelinceye kadar bekle. Mektubumu okuyunca emrim gereği, Şam’a git. Bir daha ki emrime kadar orada kal, bil ki senin bozgunculuğundan dolayı seni oraya sürgüne gönderiyorum.”[119]

Hz. Osman’ın mektubu Mâlik el-Eşter’e gelince, onu okudu sonra Kûfe’den ayrılmaya karar verdi. Saîd b. el-Âs Eşter’e: “Sen ve senin gibi düşünen arkadaşlarınla beraber Kûfe’den gidin. Gideceğiniz yerde sana ve arkadaşlarına oradaki insanlar bahçe, arazi vermeyecekler. Bundan sonra görün başınıza neler gelecek.” diyerek kendisinin galip geldiğini onlara ifade etti. İstediğine ulaşğını da açıkça ortaya koymuştur.[120] Valinin bu ifadeleri, muhalefet fitilini fazlasıyla ateşlemiş, belki ileride başına geleceklerin de sebebi olacaktır.

Bu arada halife, Saîd b. el-Âs’ın mektubuna bu kişilerin Şam’a, Muaviye’nin yanına sürülmesini emreden bir cevap yazdı. Muaviye ise o dönemlerde Şam valisidir. Halifenin bu emrine mukabil aşağıda isimleri geçen dokuz ya da on kişi[121] Şam’a sürüldü. Bu kişiler ise şunlardır: Mâlik el-Eşter, Sâbit b. Kays, Kümeyl b. Ziyad en-Nehaî, Sa’saa b. Sûhan[122] , Amr b. Zürâra, Harkus b. Hübeyra, Şürayh b. Evfâ, Yezid b. Mükeffef, Cündeb b. Abdullah’dır.[123]

Sonra Mâlik el-Eşter arkadaşlarını da yanına alarak Kûfe’den ayrıldı. Kûfe’deki muhalifler böylece dağıtıldı. Muhalifler sadece Şam’a gitmedi. Farklı kişiler farklı yerlere gönderildi. Eşter ile Şam’a gidenler ise; Sa’saa b. Sûhan ve kardeşi Zeyd, Aiz b. Hamele, Cündeb b. Züheyr, Hâris b. Abdila’ver, Yezid b. Mükeffef, Sâbit b. Kays b. Münka, Kümeyl b. Ziyad’dır.[124]

Hz. Osman, Muaviye’ye bir mektup yazarak Kûfe’den bir grup insanın kendine gelmekte olduğunu haber verdi. Bu kişilerin Kûfe’de fitne çıkardıklarını, onları takip etmesini ve Şam’da tutmasını istedi. Yine söz dinlemeseler geri göndermesini de söyledi.[125]

Bu kişiler Meryem kilisesi diye isimlendirilen bir kiliseye vardılar. Bu kişilerin geldiğini haber alan Muaviye onlara birisini gönderdi ve onları yanına çağırttı. Onlar geldiler ve selam verdiler ve oturdular. Muaviye onlara şöyle dedi: “Ey topluluk! Allah’tan korkun diyerek ‘Kendilerine kesin delillerin gelmesinden sonra bölünüp ihtilafa düşenler gibi olmayın. Onlar için büyük bir azap vardır.”[126] ayetini okudu. Sonra sustu. Kümeyl b. Ziyad: “Ey Muaviye! “Allah da onların hakkında ihtilaf ettikleri gerçeği izni ilahisi ile bildirdi....[127] ayetini okudu ve işte biz Allah’ın hidayete erdirdiği o insanlarız” dedi. Muaviye de “hayır, asla siz onlardan değilsiniz. Orada bahsedilen Allah’a, Rasûlüne ve ulü’l-emre itaat edenlerdir” dedi. Kümeyl de: “Eğer Hz. Osman senin yerinde olsaydı, bu söylediğin doğru olurdu” dedi. tartışma uzayınca Mâlik el-Eşter bu tartışmadan rahatsız oldu ve Kümeyl’i uyarak tartışmayı bitirmesini istedi.[128]

Muaviye, konuşmasının bir bölümünde : “Siz müslüman olma şerefine ermişsiniz. Diğer ümmetlere galip gelmiş, onların miraslarına konmuşsunuz. Onların iktidarlarını ele geçirmişsiniz. Kulağıma geldiğine göre Kureyş’ten öç almak istermişsiniz. Halbuki Kureyş olmasaydı siz bundan önce olduğu gibi zillet içinde olacaktınız. Size bu güne kadar önderlik edenleri kalkan olarak kabul edin. Binaenaleyh kalkanınız ile arama set çekmeyin. İmamlarınız size eziyet etmemek için kendilerini zorluyorlar ve bu davranışlarınızdan vazgeçmenizi bekliyorlar. Vallahi ya bu işten vazgeçersiniz, yahut da Allah, size azab edecek biriyle başınızı derde sokar. Onlar size sabırlı davranmayabilir. Sağğınızda da öldükten sonrada adınız halka zulmedenlerle birlikte anılır.” Onlar Muaviye’nin sözlerine kulak asmayıp bildiklerini yapmaya devam edince Muaviye sertleşti ve ilerde olabilecekleri de düşünerek onlara şiddetli bir şekilde çıkıştı.[129]

Muaviye yine bu gruba ;

“Vazgeçin bu işten, burası Kûfe değil, Şamlılar eğer sizin yaptığınızı görürse ben onların valisi iken sizi onların elinden kurtaramam ve neticede sizi öldürürler. Yeminle söylüyorum ki sizin huyunuz, suyunuz birbirinize benziyor.” şeklinde hitap etti. Durum böyle olunca Muaviye de artık onları ıslah edemeyeceğini anladı.[130]

Mâlik el-Eşter; “Allah taalâ bu ümmete Hz. Muhammed’i ikram etti. O’na kitap verdi ve O’nunla birlikte marziyyatını insanlara bildirdi. O, dilediği kadar insanların arasında kaldı. Sonra O’nun ruhunu aldı ve Cennetinde razı olduğu yere koydu. Sonra onun yerine Allah’ın kitabıyla amel eden ve peygamberinin sünnetine uyan kişiler halife oldular. Mü’minler onları Allah’a itaatkâr gördüler. Onlar zulmü çirkin gördüler ve hakkı söylediler. Eşter, “biz onların arkasındayız. Onlara karşı muhalefet etmeyiz.” dedi. ‘Vaktiyle Allah ehl-i kitaptan ‘‘ o kitabı mutlaka insanlara açıklayıp anlatacaksınız’’ diye teminat aldı. Fakat onlar bu ahdi önemsemeyerek kulak ardı ettiler, onu az bir bahaya sattılar. Bu yaptıkları ne kötü bir alış veriştir.[131] ayetini okudu. Ayrıca Eşter, “Biz Allah’ın ayetlerini gizlemeyiz, emirlerini de terk etmeyiz. Allah’ın kitabını ihmal eden imamlara karşı biz de hilekâr davranırız,” dedi.[132]

Muaviye de: Ey Eşter! Ben, seni bize olan muhalefetini izhar ettiğini ve bize karşı düşmanlığa razı olduğunu görüyorum. Seni tutmayı ve hapsetmeyi sürdüreceğim. Buna karşılık Amr b. Zürâra da: Ey Muaviye! Eğer sen onu hapsedersen, ona zulmedersen bilmelisin ki onun kabilesi geniştir diye cevap verince; Muaviye de: “Ey Amr ! Boynunun vurulmasını ister misin?” dedi ve O’nu hapsedin diye emretti.[133]

Sonra Sa’saa b. Sûhan, Muaviye’ye : Mâlik el-Eşter ve Amr b. Zürâra dinde faziletli insanlardır. Toplumlarında güzel haslet sahibi insanlardır. Sen onları hapsettin. Benim görüşüme göre onların salınmalarını emret, diye telkinde bulundu. Muaviye de onlarla ilgili kararı ben veririm dedi. Sonra hapisten çıkarılıp getirildiler.[134]

Hapisten çıktıktan sonra, bir süre Şam’da kaldılar. Kötü bir halleri görülmeyince de onların başka yerlere gitmelerin izin verildi.[135] Muaviye onlara: “Ey Iraklılar! Hapsedilmeyi hak ettiğiniz halde cahilliğinizden sonra sizi affetmemi nasıl buldunuz?” diye sordu. Sa’saa da: “Onlar senden daha hayırlıdır. Sizin cahilliğiniz ve sefihliğiniz halim selimliğinizden daha fazladır,” dedi. Muaviye de Allah senin canını alsın diye mukabelede bulundu.[136]

Muaviye, Kûfe’den sürgün edilen bu grupla görüştükten sonra halifeye onların durumunu bildiren bir mektup yazdı. Mektubunda şöyle diyordu: Muaviye’den Mü’minlerin emiri Halife Hz. Osman’a,

“Ey mü’minlerin Emiri!

Bize gönderdiğin bu topluluk konuştukları zaman şeytanın ağzı ile konuşuyorlar. Onlar konuştukları zaman insanlar onların bu konuşmalarını Kuran’dan sanıyor. Lakin gerçek fikirlerinin ne olduğunu da bilemiyorlar. Bunlar ayrı bir grup olmayı istiyor ve fitneye yaklaşıyorlar. İslâm’î bilgileri zayıf ve kalplerinde şeytanın efsunu, büyüsü var. İnsanlar arasında epeyce bozgunculuk yapmışlar. Şam’da kaldıkları süre zarfında insanları saptırmayacaklarından emin değilim. Onları Mısır’a gönder orada yerleşsinler. Çünkü onların kaynağı Mısır’da, onlar Mısır’dan doğdu. Vesselam.”[137]

Yine Muaviye başka bir ifadesinde onların akıllarının ve dinlerinin olmadığını, İslâm’î bilgilerinin de çok zayıf olduğunu söylemekte ve Allah rızasını gözetmediklerinden delille konuşmadıklarından ve ehli zimmenin mallarına ilgi duyduklarından bahsetmektedir.[138]

Hz. Osman da Muaviye’nin bu mektubundan dolayı onların Saîd b. el-Âs’ın yanına geri gönderilmesini istedi. Kûfe valisi olan Saîd b. el-Âs da onları kabul etmeyince o zaman Hıms valisi olan Abdurrahman b. Halid b. Velid’in yanına gönderilmesini emretti. Sonra Hz. Osman, Mâlik el-Eşter ve arkadaşlarına bir mektup yazdı ve onların Hıms’a gitmelerini emretti. Siz İslâm’a değer vermiyorsunuz mektubumu alınca derhal Hıms’a gidin dedi.[139]

Muaviye sürgün olarak gelenleri geri göndermek isteyince, onlar da: Ne Şam ne de Irak bizim yerimiz değil biz Cezire’ye gidelim dedi. Mâlik el-Eşter yaptıklarına karşı tövbe etti, pişman olduğunu söyledi. Çünkü kendisini Hz. Osman’a muhalefet etmekle ve fitne çıkarmakla itham etmişlerdi. böyle bir şeyin olmadığını söylemek için, Hz. Osman’a görüşmek istediğini bildirdi.[140]

Daha önce Eşter ve arkadaşları Muaviye’nin telkinleri neticesinde pişman oldular ve tövbe ettiler.[141] Muaviye de onlara isterseniz burada kalın ya da kalmak istemez iseniz istediğiniz yere gidebilirsiniz demişti. Onlar da “Ne Irak ne de Şam bizim mekan tutacağımız yer değil, biz Cezire’ye gidelim” dediler.[142]

Buna karşılık Mâlik el-Eşter pişmanlığını bildirmek ve affını istemek için Hz. Osman’a gitti. Kendisinin ve arkadaşlarının çıkardığı olaylardan dolayı pişmanlığını bildirdi. Hz. Osman da onun pişmanlığından memnun oldu ve ona istediği yere gidebileceğini söyledi. Eşter de Abdurrahman b. Hâlid’in yanına gitmek istediğini söyledi.[143] Çünkü Eşter’e göre Abdurrahman, faziletli birisi idi. Hz. Osman da onun bu isteğini kabul etti. Eşter ve bazı arkadaşları da Abdurrahman’ın yanına gittiler.[144]

Bu kişiler Abdurrahman’ın yanına varınca, Abdurrahman bunların gelişini hoş karşılamadı. Onlara niçin geldiniz? sizin gelmenizden dolayı Allah beni hüsrana uğratacak dedi.[145] Bu hoşnutsuzluğunun sebebi Cezire valiliğinden alınması mı? yoksa bu kişilerin adının kötüye çıkması mıdır? tam olarak bilinmemektedir . Ayrıca elimizdeki rivayetleri incelediğimiz zaman bu grubun içinde Eşter’in olup olmadığını tam olarak bilmiyoruz. Çünkü başka rivayetlere baktığımızda Abdurrahman b. Hâlid. Eşter ve arkadaşlarına daha iyi davranacaktır. Bir başka anlatımda da Eşter’in Kûfe’ye gittiğinden bahsedilir.

Muaviye, Hz. Osman’a Şam’a sürgün olarak gelenler hakkındaki görüşlerini beyan eden bir mektup yazmıştı. Bu mektubu yukarda da zikretmiştik. Bu mektubun içeriğine baktığımız zaman valilerin bu kişiler hakkında nasıl bir kanaate sahip olduklarını da açıkça görmekteyiz. Muaviye mektupta şu ifadelere yer veriyordu: Ey Mü’minlerin emiri! Bu insanlar şeytanın ağzı ile konuşuyorlar. İnsanlar da onu Kuran’dan sanıyor. İnsanlara kurandan örnekler veriyorlar. Fakat insanlar onların asıl niyetlerini ve ne demek istediklerini anlayamıyorlar. Onlar ayrı bir fırka olmak istiyorlar ve fitneye sebep oluyorlar. Onların dini yönleri de zayıf. Kalpleri şeytan tarafından efsunlanmış. İnsanlar arasında çok fitne fesat çıkardılar. Bunlar Şamlılar arasında kalırlarsa buraları da bozarlar. Onları merkezleri olan Mısır’a göndermelisin dedi. [146]

Muaviye onların kaynağının Mısır olduğunu belirtmekle, bu hareketin de Mısır kaynaklı olduğunu ifade etmektedir. Burada muhtemelen Mısır’dan talimat aldıklarını ifade etmek istemektedir. Ancak Muaviye’nin bu tavsiyesine rağmen halife, Muaviye’ye Mâlik el-Eşter ve arkadaşlarını tekrar Kûfe’ye Saîd b. el-Âs’ın yanına göndermesini emretti.[147] Muaviye de onları Kûfe’ye geri yolladı.[148]

Fakat Mâlik el-Eşter’in Kûfe’ye gitmesi ile ilgili birbirleri ile çelişen rivayetler de bulunmaktadır. Çelişen derken acaba Eşter’i Kûfe’ye Muaviye mi gönderdi? Yoksa Kûfeliler mi davet etti? neticede kendi rızası ile mi gitti?. Bunu şunun için söyleme gereği duyduk Kûfe’deki hareket sadece Eşter’in başının altından çıkmamaktadır halk da Eşter’i teşvik ediyor, O’na destek veriyor ve ondan medet umuyordu.

Eşter’in bu dönemde bir süre Kûfe’de kaldığını biliyoruz. Hatta daha önce Hz. Osman Mûsa el-Eşarî vasıtasıyla Eşter’e bir mektup yazdığını da ifade etmiştik.

Daha sonra Saîd b. el- Âs, Mâlik el-Eşter ve arkadaşlarına dayanamadığını bildiren bir mektup yazdı. Halife de Saîd’e onları Hıms’a göndermesini emreden bir mektup yazdı. O tarihte Hıms emiri ise Abdurrahman b. Hâlid idi.[149] Demek ki Eşter Abdurrahman’ın yanına gitmeden önce tekrar Kûfe’ye geri dönmüş. Sonra Abdurrahman’ın yanına gitmiştir.

Halife aleyhindeki faaliyetleri neticesinde Hz. Osman,[150] Eşter’e bir mektup yazarak arkadaşları ile beraber Hıms’a gitmelerini emretti. Mektubunda şu ifadelere yer veriyordu. Bu mektup size ulaşınca hemen Hıms’a Abdurrahman’ın yanına gidin. Siz İslâm’a önem vermiyorsunuz. Bilakis zarar veriyorsunuz dedi. Eşter mektubu okuyunca durumdan hoşlanmadı ve beddua etti. Sonra Eşter ve arkadaşları Hıms’a vardı. Abdurrahman onları sahilde bir yere yerleştirdi. Onlara iaşe yardımında bulundu.[151]

Eşter’in yanında ise Sâbit b. Kays el-Hemdânî, Kümeyl b. Ziyad, Zeyd b. Sûhan ile Zeydin kardeşi Sa’saa, Cündeb b. Züheyr el-Ğamidî, Cündeb b. Ka’b el-Ezdî, Urve b. Ca’d, Amr b. Hamik el-Huzaî ve ibnü’l-Keva bulunuyordu.[152]

Abdurrahman b. Hâlid ise o sırada Cezire valisi idi. Daha sonra sürgün edilen bu grubun gelmesi esnasında Hıms’a vali olmuştur.[153]

Kûfelilerin Vali Saîd b. el-Âs’ın Azlini İstemeleri

Kûfe’den bir grup insan vali Saîd b. el-Âs’ın azledilmesi için halife Hz. Osman’a gittiler. Bunlar: Mâlik b. Hâris el-Eşter, Yezid b. Mükeffef, Sâbit b. Kays, Kümeyl b.Ziyad en-Nahaî, Zeyd b. Sa’saa, Suhan’ın iki oğlu, Hâris b. Abdullah el-A’ver, Cündeb b. Züheyr, Ebû Zeyneb el-Ezdî, Askar b.Kays el-Hârisî’dir.[154]

Halife Hz. Osman, vali Saîd b. el-Âs’ı Kûfe’ye doğru gönderirken Kûfelilere iletilmek üzere bir mektup yazdı ve mektubu Abdurrahman b. Ebu Bekir vasıtası ile gönderdi. Mektubunda şöyle diyordu.

Bismillahirrahmenirrahim,

Allah’ın kulu, Mü’minlerin emiri Osman b. Affan’dan Mâlik el-Eşter ve arkadaşlarına: Biliniz ki halifeye itiraz ve onun aleyhine konuşmak büyük bir suçtur ve insanı isyana götürür. Sonuçları ise kötü olur. Neticesinde ceza olarak azap ve felaket vardır. Sizin yüzünüzden valimin başına gelenleri öğrendim. Yaptığınız zulmün neticesini göreceksiniz. Allah’ın gazabını kendinize çektiniz. İnsanlara fitne kapısını açtınız ve ahdi bozdunuz. Siz ayrılığa sebep oldunuz ve ilk isyanı çıkardınız. Bundan sonra bu yoldan gidenlerin de sebebi siz olacaksınız. Ey Allah’ın kulları! Allah’tan korkun, hakka dönün ve yaptığınız hatalardan dolayı tövbe edin. Umulur ki kurtulursunuz. Sizin böyle davranmanızı gerektiren hangi sebepler var ise onları bana yazın. Size gönderdiğim validen razı olmazsanız bana yazın, ben o kişiyi azledeyim başka bir kişiyi size vali olarak göndereyim dedi.[155]

Halifenin mektubu Kûfe’ye ulaşınca Abdurrahman mektubu Kûfe’lilere okudu. Kûfeliler de Mâlik el-Eşter’den halifenin mektubuna bir cevap yazmasını istediler. Bu cevapta hem halifenin suçlamalarına cevap verecekler hem de kendilerini savunacaklardı.[156]

Mâlik el-Eşter Hz. Osman’ın mektubuna şöyle bir cevap yazdı:

Allah’ın adıyla

Bu mektup, Mâlik el-Eşter ve müslümanlardan Hz. Peygamberin sünnetini takip eden müslümanların halifesinedir. Bil ki mektubunu aldım. İçeriğinden bahsetmeyeceğim. Fakat halife adil olduğu sürece, işleri hak üzere devam ettiği sürece; halifeye itiraz, Müslümanların arasını bölme ve imamlara kusur bulmak, onları ayıplamak büyük bir iş ve açık bir hüsrandır. Ancak halifenin işleri hak üzere olmaz ise, o halde halifeye itiraz Allah’a yaklaşma vesilesi olur. Vali hakkındaki söylediklerine gelince, biz ona hürmetsizlik ve zulüm etmedik. Bilakis biz zulmü ondan defettik. O Allah’ın kullarına zulmetti. Biz ise zulmetmesini engelledik. Bizim de sana itaat etmemiz ve hak yolda sana yardımcı olmamız için düşmanlığı ve zulmü kendinizden ve valilerinizden uzaklaştırmanız gerekir. Valiye zulmedilmesi konusu ise hatalı bir görüştür. İnsanı zarara götürür. Muhakkak siz adaleti, zulüm olarak tanımlıyorsunuz. İnsaflı olmayı zulüm olarak görüyorsun. Biz iyi insanların yolunda olduğumuzdan ve doğru yolda olduğumuzdan dolayı Allah’a hamd ediyoruz. Bunda asla şüphe yoktur. Konumumuzu asla değiştirmeyeceğiz. Her kim hak üzere bizi taklit ederse hidayete, O’nun yoluna ulaşır. Dünyada da ahirette de aziz olur. Kim feraizin ve sünnetin yaşanmasında münafıklık ederse zalimlere yardım etmiş olur. Bizden tövbe etmemizi ve hak yola dönmemizi istemenize gelince; eğer biz sana itaat edersek zalimlerden olur ve o zaman takvadan uzaklaşırız. Yazmamızı istediğin bizim isteklerimize gelince: ilk isteğimiz sizin başımıza vali olarak atadığınız kişilerin, bize ailemize ve evlatlarımıza yaptığı zulümlerden dolayı sizin tövbe ve istiğfar etmenizdir. Siz kendinizi düzeltir, Allah’ın ve Rasûlünün emrine uyarsanız biz de size itaat edeceğiz ve emrinize gireceğiz. Yoksa bizi kendinize asi ve muarız olarak göreceksiniz. Allah hükmünü aramızda beli edinceye kadar böyle devam edecek. Eğer nasihatlerimizi kabul ederseniz biz de yaptığımız yanlış işlerden dolayı tövbe edeceğiz ve size tarafımızdan bir adam göndereceğiz. Sizin tavrınızı bize gelip bildirinceye kadar size anlattığımız durum üzere kalacağız. Bize Abdurrahman b. Kays’ı gönder. İnsanlar arasında adaleti sağlasın ve İslâm’ın şartlarını insanlar arasında ikame etsin. Huzeyfe b. el-Yeman haraç mallarını ve Beytü’l-Mâlın hakkını alsın.

Mektubun devamında Vali Saîd b. el-Âs, Velid b. Ukbe ve benzerleri sizin akrabalarınız ve ailenizdendir. Bunlar insanlara zulmü caiz gördüler, nefis ve hevalarına tabi oldular. Bunları siz kendi ellerinizle korudunuz. Bu gibi yanlışları önlerseniz emirlerinize itaat ederiz. Yoksa Allah’tan korkun bilin ki her hayır ve şer kıyamet gününde karşılığını bulacaktır. Kötülük yapan cezasını, iyilik yapan da mükafatını en iyi şekilde alacaktır. Vesselam.

Mâlik el-Eşter mektubunu bitirdikten sonra güvenilir birkaç kişi çağırdı mektubu onlara verdi. Bu mektubu Medine’ye ulaştırın, halifeye verin dedi.

Mâlik el-Eşter’in elçisi Medine’ye varınca doğruca halifenin makamına çıktı. Bazıları halifeyi selamladı bazıları da selamlamadılar. Halife niçin selam vermediklerini sorunca Kümeyl b. Ziyad valinin yaptığı zulümlerden ve hatalarından dolayı diye cevap verdi. Eğer hatalarından döner, yaptığı yanlışlardan dolayı tövbe eder ve doğru yolda devam ederse o bizim emirimizdir yoksa onun emirliğini kabul etmeyiz dedi. Sonra Kümeyl’e hedeflerinin, isteklerinin ne olduğu, vali ile sorunlarını ne olduğu soruldu. O da detaylı olarak anlattı. Burada detaylarına girmeye lüzum görmüyoruz. Çünkü konuşulan konuların içeriği zaten mektuplardan açıkça anlaşılmaktadır.

Bundan sonra halife Kûfe halkına olayların kendine yanlış aksettirildiğine, kendisinin yanıltıldığına ve onların da mağdur edildiğine dair bir mektup daha yazdı. Mektupta halife aslında Kûfelilerin doğru yaptığını ve bu cesaretlerinden dolayı da onların bu cesaretlerine hayran kaldığını belirtiyordu. Ayrıca onlara fitneye alet olmamaları konusunda nasihatlerde bulundu. Mektubu Ebû Mûsa el-Eşarî’ye vererek Kûfelilere götürmesini istedi.

Ebû Mûsa, Kûfe’ye vardı. Halife’nin mektubunu onlara okudu. Mâlik el-Eşter ve ver arkadaşları halifenin bu ılımlı tavrından dolayı yanındaki askerler ile beraber kırk gün kadar kaldıktan sonra dağıldılar.

Buradan anlaşılıyor ki Eşter yanında toplanan bir grup asker ile Kûfe’de bir isyan hareketi başlatmıştır. Fakat bu hareket halifenin yumuşak tavrı ve ılımlı yaklaşımı sayesinde ortadan kaldırılmıştır.

Ebû Mûsa mektupla Kûfe’ye gelince ilk önce Eşter’in yanına uğramış, durumu ona izah etmiştir. [157]

Kûfe’deki sorun sadece Kûfe ile sınırlı değil idi. Hz. Osman’ın valilerinin olduğu her yerde bu ve benzeri olaylar zuhur etmeye başlamıştır. Bu hareketin asıl sebepleri ise:

İslam’ı hazmedemeyen grupların faaliyetleri. Burada Sebeiyye hareketinin faaliyetleri ön plana çıkmaktadır. Bu konu ile ilgili geniş malumatı sebeiyye hareketinde ortaya koymaya çalışacağız.

Hz. Osman’ın vali atamalarında tarafgir davranması. Kayırmaların ya da kavmiyetçiliğin, kabileciliğin ön plana çıkması. Bu da özellikle Kureyş kabilesine karşı bir antipatinin doğmasına sebep olmuştur. Kûfe valisi Said b. As’ın Kureyş’i hep ön plana çıkarmasından bunu açıkça anlamaktayız.

Atanan valiler halkı memnun edememişlerdir. Bu da gerek valilere ve gerekse halifeye karşı bir tepki olarak isyan hareketlerini başlatmıştır.

Bazı şikayetlerden dolayı Hz. Osman valilerini toplamış onlarla şikayet konularını görüşş, azledilmesi için şikayette bulunulan valilerin şikayete konu olan meseleleri konuşulmuş ve azledilenler ile yerinde kalacak valiler bu toplantıda belirlenmiştir. Bu sırada azledilmesi istenen valilerden birisi de Kûfe valisi Said b. el-As’tır.

Toplantıda gündeme gelen şikayet konuları ise genel olarak:

Tebaadan fazla haraç alınması.

Sınırlarda düşmanla savaşın uzun sürmesi.

Şehirlerdeki halkın şikayetlerinin değerlendirilmesi.

Bu ve benzeri konuların görüşülmesi için aralarında Şam valisi Muaviye, Kûfe valisi Saîd b. el-Âs, Mısır valisi Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh ve Basra valisi Abdullah b. Âmir’in bulunduğu valilerle Medine’de bir toplantı yapıldı. Her şehrin halklarından bazı gruplar da bu toplantının neticesini izliyorlardı. Kûfe’den ise Mâlik el-Eşter’in de aralarında bulunduğu bir grup da vali Said b. el-As’ın akıbetini bekliyorlardı. Aradan birkaç gün geçmesine rağmen Said hakkında henüz bir karar çıkmadı. Sonuçta ise halife Said’in azledilmesini uygun bulmadı. Tekrar Kûfe’ye vali olarak iade etti. [158] [159]

Bu esnada Mâlik el-Eşter Talha ve Zübeyr’in yanına geldi. Talha ve Zübeyr ona sizin valiniz azledilmedi tekrar Kûfe’ye vali olarak görevlendirildi dedi. Eşter ise “Allah’a yemin olsun ki biz onun kötü davranışlarını şikayet etmiştik. Elimde fırsatım olursa ben onu Kûfe’ye sokmam” diye cevap verdi. Onlar da, biz senin ihtiyaçlarını temin edelim, ne gerekirse sana verelim dediler. O da onlardan yüz bin dirhem istedi. onlar da ellişer bin dirhem verdiler. Mâlik el- Eşter de bu parayı arkadaşları arasında taksim etti. Hemen Kûfe’ye yola çıktılar. Vali Saîd’den önce Kûfe’ye vardılar. Eşter hemen minbere çıkarak Boynunda da kılıcı asılı olduğu halde, ahaliye: Muhakkak sizin sevmediğiniz, kabul etmediğiniz amiliniz tekrar size vali olarak gönderildi. Halife de yapılan savaşlar için sizin bir ordu hazırlamanızı emretti. Onu şehre sokmamak için bana beyat edin şeklinde bir

159

konuşma yaptı.

Halk, Eşter’in bu sözlerini duyunca on bin kişi ile ona katıldı. Said b. el-As’ı engellemek için atlara binerek yola çıktılar. Bu esnada Mâlik el-Eşter Hz. Osman’a bir mektup yazarak valiyi şehre sokmayacaklarını bildirdi. Bunun sebebi olarak da ahalinin nazarında valinin kötü birisi olarak bilinmesini, icraatları ile halka zarar verdiğini ve ayrıca Kûfelilerin bu valiyi sevmemelerini gösterdi.[160]

Ceraa Olayı

Ceraa[161] olayı 34/656 senesinde vuku bulmuştur.[162] Daha önce de bahsettiğimiz gibi Kûfeliler defalarca vali Saîd b. el-Âs’ın azlini istemişlerse de halife Saîd b. el-Âs’ın valiliğinde ısrarcı olmuştur. Mâlik el-Eşter’in de başını çektiği Kûfelilerin büyük bir çoğunluğu ise valiyi değiştirmekte kararlı idi. Eşter ve Kûfelilerin valiyi azil için ortaya koydukları çabaları netice vermeyince işi kaba kuvvete dökmüşlerdir.

Mâlik el-Eşter Şam’da[163] bulunduğu sırada O’nu Kûfe’ye davet eden aşağıdaki mektubu yazdılar.

Bismillahirrahmanirrahim,

Kûfe halkından Mâlik el-Eşter’e selam sana, sana doğru bir şekilde haber veriyoruz ki kardeşlerinin çoğu toplandılar. Yapılan zulümleri, sonradan ortaya çıkan bidatları ve senin başına gelenleri konuştular ve gördüler ki Müslümanlardan kimse bunları bilmiyor ve kimse de bu olanlara razı değil. Biz de Said Kûfe’den arkadaşının (halifenin) yanına gittiği zaman onu Kûfe’ye ebedi sokmamak üzere Allah’a söz verdik. Şimdi ikinci defa gitti yapacağımız işleri anlamak ve görmek istiyorsan acele gel. Vesselam.[164]

Eşter Kûfelilerin mektubunu okuyunca Kays b. Hazım el-Ensarî’nin şu sözünü söylemeye başladı: ‘Harbi gördüğüm zaman harp şiddetlendi. Ben iki soğukta savaşların elbisesiyle kaldım.’[165]

Sonra Eşter arkadaşlarına hemen hazırlanıp yola çıkmalarını emretti. On iki günde ya da yedi[166] , on gecede,[167] bir pazartesi günü öğleden önce Kûfe’ye vardılar. Eşter şehre girer girmez en büyük mescide geldi. Halk da etrafında toplandı. Eşter hutbeye çıktı, Allah’a hamdü senadan sonra şu konuşmayı yaptı: “Ey insanlar! Allah teberake ve tealâ size Hz. Muhammed’i müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdi. O’nunla beraber içinde haramları, helâlleri, Feraizi ve sünnetleri bildiren bir kitap indirdi. Sonra O’nun ruhunu aldı. Fakat o görevini yaptı. Sonra Ebû Bekir halife oldu. O da bazı icraatlarda bulundu.Peygamberin sünnetini yerine getirdi. Sonra onun yerine Hz. Ömer halife oldu. O da aynı şekilde devam etti. Fakat Osman b. Affan ise halife olunca yanlış uygulamalar, çirkin işler yaptı. Biz şu anda Allah’ın kitabını okuduğumuz zaman Allah’ın dinini anladığımız zaman Allah’ın dinini değiştirmemizi istiyor, peygamberin sünnetini değiştirmemizi istiyor. Hayır asla bunu yapmayacağız. Dikkat edin yarın sabah herkes Ceraa’da olacak. Ben de askerle beraber Allah’ın izni ile orada olacağım güç yalnız Allah’ındır.”[168] Bize kılıç çeken bize kılıcımızı doğrultan bizim şehrimize giremez dedi.[169]

Eşter mescidin kapısına gelince: “Ey insanlar! Ben Mü’minlerin emirinin yanından geliyorum. Valiyi azletmedi. Tekrar geri gönderdi. O da sizin yüz dirhem karşılığında kadınlarınızın azalmasını istiyor. İki yüz dirhem karşılığında bunlar sizin başınıza bela oldu. Yüz ile iki yüz arasında bir fiyat olacaktır.”[170] Burada kastedilen her halde Kûfelilerin vermesi gereken vergiler olsa gerektir. Çünkü fütuhat epeyce genişlemiş ve Beytül-Malde para azalmış, bu masrafların karşılanması gerekmektedir. Bu da müslüman şehirlerinden karşılanacaktır. Teçhiz edilen her ordu yeni masraf demektir. Halifenin valiler ile yaptığı toplantıda her valinin bir miktar asker hazırlaması için talimat verildiğini daha önce söylemiştik. Durum böyle olunca Kûfeliler de bu vergi ya da masrafa itiraz etmektedirler.

Eşter Kûfe’ye gelir gelmez söylediği bir diğer şey ise valinin arazilerini ellerinden alacağına dair düşüncesi idi. Onlara “sizin araziniz elinizden gidecek, zaten vali de arazinin Kureyş’e ait olduğunu söylüyordu. Fakat ben bir süre onu bu emeline ulaşmasından alıkoydum. Yazıklar olsun benim hakkımda kötü düşünen insanlara sanki ben kötü birisiyim de bunu insanlardan gizliyorum. Bazı ileri gelenler de bu kötülüğümü bertaraf ediyorlarmış” dedi.[171] Böylece kendisi hakkında kötü düşünenlere cevap vermiş oluyordu. Zaten vali de her defasında yazdığı mektuplarda Eşter ve arkadaşlarının kötü ve zararlı olduklarını dile getirmekteydi.

Sonra Yezid b. Kays birisini çağırdı ve ona dileyen Saîd’in Kûfe’ye sokulmaması için kendisine katılabileceğini, istemeyenin de katılmayacağını ilan ettirdi. İnsanların bazıları katılmadılar, mescitte beklediler.[172]

Eşter Kûfelilere minberden durumu bildirince halk da onu desteklemişti. Fakat konuşmasını bitirince Kabîse b. Câbir el-Esedî Eşter’e itiraz etti. “Ey Eşter! Kanın dökülsün, neslin tükensin, Allah gözünü kör ettiği gibi dinini de yok etsin. Ben anladım ki sen insanlar arasında fitneyi, Halifeye olan bey’

atı bozmayı, halifeyi de düşürmeyi emrediyorsun. Allah’a yemin olsun sana itaat edersek birliğimiz bozulacak” dedi.[173]

Sonra bir taş aldı ve onları attı. Oradaki insanlar onun ellerine vurdular. Taşların Eşter’e ulaşmasını engellediler. Eşter de ona sana ne oluyor deve diye bağırdı. Herkesin kabul ettiği bir şeyde sana söz düşmez dedi. Senin kavmine kerhen teslim oldum. Onlar fakirliklerinden dolayı ülkelerini terk ettiler. Sonra oradakiler Kabîsa’yı dövdüler, kovdular veşarı attılar. O da evine gitti. Eşter minberden indi. İnsanları namaza çağırdı ve onlara namaz kıldırdı. Namaz bittikten sonra valinin yerine halife olarak bıraktığı Sâbit b. Kays b. El-Hâzım el-Ensarî’nin vali konağından atılmasını emretti. İnsanlar da onu konaktan çıkardılar.[174] Yukarda geçen “senin kabilene kerhen teslim oldum” ifadesi kabileciliğin ne kadar ileri boyutlara ulaşğını açıkça göstermektedir.

Sonra Yezid b. Kays ve Eşter kendilerine katılanlarla beraber Ceraa denilen yere gittiler. O esnada da Said Kûfe’ye geliyordu. Geri dönmemek istese de Eşter’in sert çıkması ve vurması sonucu geri dönmeye mecbur kaldı. Medine’ye Hz. Osman’ın yanına varıp başına gelenleri anlattı. Hz. Osman da sana itaatsizlik etmelerindeki gayeleri nedir? dedi. O da bedel istiyorlar dedi. Halife de neyin bedelini istiyorlar dedi. Halife de ben Ebû Musa’yı onlara bırakmıştım. Allah’a yemin olsun onlar için bir mazeret kalmadı dedi.[175] Burada sanki halife ile Ebû Mûsa arasında bazı problemlerin olduğu hissediliyor lakin konumuzu ilgilendirmediği için üzerinde durmaya gerek duymuyoruz. Burada bir diğer husus da sanırım Kûfeliler Saîd’in yerine Ebû Mûsa’yı vali olarak istiyor olabilirler. Bunun için de daha önce halifeden talepte bulunmuşlardı fakat halife onların bu taleplerini geri çevirmişti.[176] Buradaki bedel kelimesi de sanki bu anlamı desteklemektedir.

Sonra Mâlik el-Eşter etrafında toplanan askerlerle beraber Ceraa denilen yerde toplanmak üzere Cerea’ya doğru hareket etti. Bunun yanında; Aiz b. Hamele’yi beş yüz atlı ile Basra yoluna, Hazm b. Sinan el-Esedî’yi Şam’dan gelebilecek tehlikelere karşı beş yüz atlı ile Aynü’t-Temir denilen mevkiye gönderdi. Amr b. Hunne el-Vedâî’yi bin tane atlı ile Hulvan’a gönderdi. Yezid b. Haciyye et-Teymî’yi yedi yüz atlı ile Medain’e gönderdi. Ka’b b. Mâlik el-Erhabî’yi beş yüz atlı ile Azib denilen mevkiye gönderdi. Ona şu tembihlerde bulundu: “eğer Saîd b. el-Âs Kûfe’ye vali olarak gelecek olursa, onun Kûfe’ye girmesine izin verme. Onun yanındaki mallara el koy, onları Velid b. Ukbe’nin Kûfe’deki evine emanet olarak götür dedi.[177]

Ele geçirilen mallar Velid b. Ukbe’nin evine konunca Mâlik el-Eşter üç yüz atlı ile evin önüne geldi. Evdeki malları arkadaşları arasında taksim edilmesini emretti. Sonra yanındakiler eve girdiler ne buldularsa hepsini aldılar sonra kapıyı kapattılar ve evi ateşe verip yaktılar.[178]

Bütün bu olup bitenleri Hz. Osman duyunca kalbi daraldı. Acaba bu olaylar Hz. Ali’nin kışkırtması sonucu olabilir mi diye düşündü. Sonra hayır Ali’nin insanlar arasındaki güzel hali bütün herkes tarafından biliniyor böyle bir şey olamaz dedi. sonra Said b. As’ı çağırdı. “Tekrar Kûfe’ye git. Oraya varınca insanlara iyilikle yaklaş. Sonra Eşter’e: Sen bu işleri bırakırsan fitne olmaz diye söyle. Bana göre insanlar seni aralarında görürse Eşter’in yanından ayrılır, senin etrafında toplanır” dedi.[179]

Saîd b. el-Âs, Hz. Osman’ın emrettiği şekilde yola çıktı. Âzib denilen yere yaklaşğı zaman Mâlik el-Eşter, Abdullah b. Kinâne b. Abdî (Hattab) Yezid b. Kays el- Erhabî’yi Saîd b. el-Âs’ı karşılaması için gönderdi. Bunların her ikisi de cesur savaşçılardan idi. Her ikisinin yanında da beşer yüz atlı asker bulunuyordu. Onlara şu talimatı verdi: “Gidin Said’i karşılayın, ona arkadaşının yanına dönmesini söyleyin, dönmezse onun boynunu vurun. Bana başını getirin,” onlar da gittiler Said’i karşıladılar. Abdullah b. Kinane valiye : “Ey Allah’ın düşmanı nereye gidiyorsun? Geldiğin yere dön. Sana Fırat’ın suyundan bir damla su içirtmeyeceğiz. Nereden içersen iç” dedi ve askerler ile beraber üzerine hücum etti. Saîd b. el-Âs ise durumun ciddiyetini anladı ona: “Beni bırakın birkaç gün hayvanlarımı yemleyeyim, ihtiyaçlarımı satın alayım, azığımı da alıp geri döneyim” dediyse de onlar hayır ya geri dönersin ya da boynunu vururuz dediler. O da kendisinin şehre sokulmayacağını anlayınca ve onlardaki ciddiyeti de görünce geri dönmek zorunda kaldı.[180]

Umeyr b. Sa’d en-Nehaî Ceraa ile ilgili bir olayı şöyle nakleder: “Ben, Mâlik b. Hâris el-Eşter’e bakıyordum. Yüzü hep tozlar içinde idi. Bir taraftan da boynunda kılıcı takılı olduğu halde: Allah’a yemin olsun ki bizim kılıçlarımızı taşıyan, bizim şehrimize giremez diyordu.” Yani burada kastettiği kişi ise Said b. As idi.[181]

Kûfe’de Vali Değişimi ve Ebû Mûsa el-Eş’arî’nin Kûfe Valiliğine Getirilmesi

Vali geri dönünce onlar da Eşter’in yanına geldiler ve valinin geri döndüğünü ona söylediler. Eşter de Ceraa’dan ayrıldı. Kûfe’ye gitti. Kûfe’ye gelince Minbere çıktı. Allah’a hamd ve senadan sonra şöyle hitap etti: “Ey Kûfeliler, Ey halk! Bütün öfkem sadece Allah rızası ve sizin içindir. Biz bu adamı arkadaşının yanına gönderdik. Bundan sonra Ebû Mûsa el-Eşarî’yi size vali tayin ettim. Namazınızı o kıldıracak. Huzeyfe b. El- Yeman da vergileri toplayacak dedi ve minberden indi. Sonra Ebû Mûsa’nın minbere çıkmasını emretti. O da minbere çıktı. Bu işi kendim için yapacak değilim, ancak mü’minlerin emiri Hz. Osman adına sizden beyat alıyorum dedi.[182] Sonra ahali de onun valiliğini kabul etti ve halife adına ona beyat ettiler. Halife adına beyat yenilenmesini halife duyunca bu duruma çok şaşırdı.[183] Çünkü Eşter’in kendisi için böyle bir atama yapacağını tahmin bile edemezdi.

Ebû Mûsa vali olunca, halka bir konuşma yaptı ve bazı nasihatlerde bulundu. Nefret ettirmeyin, acelecilikten kaçının, itaatkar olun, sabırlı olun dedi. Halk da bize namaz kıldır ve biz sana ancak halife Osman için itaat ediyoruz dediler.[184] Ebu Musa el-Eşarî’nin valiliği 34/656 tarihinde gerçekleşmiştir.[185]

Hz. Osman’ın Muhasarası ve Mâlik el-Eşter

Mâlik el-Eşter’in, Hz. Osman’a muhalefeti Eşter’in Kûfe hayatı boyunca valinin yanlış icraatlarına itiraz ekseninde devam etmiştir. Bununla birlikte İslâm ülkesinin her tarafında halife aleyhinde bir hareket başlamıştır. Bunda da en büyük rolü planlı bir şekilde hareket eden ve halkı kendi istekleri doğrultusunda yönlendirebilen Abdullah b. Sebe ve arkadaşları üstlenmiştir.

Eşter ve bazı arkadaşları bu hareketin üyeleri ile bilinçli veya bilinçsiz olarak temas halinde bulunmuşlardı. Abdullah b. Sebe ve Eşter ilişkisini daha sonraki bölümlerde ele alacağımızdan burada bu ilişki üzerinde durmayacağız, sadece Hz. Osman’a karşı ortaya çıkan muhalif harekette Eşter’in fonksiyonu üzerinde durmaya çalışacağız. Eşter Kûfe’de ikamet ettiği sürece halifeye karşı her zaman asi bir tutum içindedir. Fakat Ebû Mûsa el- Eşarî’ vali olunca, halife adına beyat alması ve Eşter’in buna itiraz etmemesi, Hz. Ömer zamanındaki fütuhatlarda gösterdiği yararlılıklar, Şam sürgününde halife ile görüşmesi ve tövbe etmesi, her fırsatta halifeye valinin hatalı icraatlarını dile getirmesi ve valinin azlini istemesi Mâlik el-Eşter’in muhalefetinin halifenin şahsına ve hilafet makamına karşı olmadığı düşüncesini desteklemektedir.

Hz. Osman döneminde muhalifler birbirleriyle sürekli temas halinde idiler. Özellikle hac mevsimleri onlar için toplantı yapmaları açısından büyük bir fırsat idi. Bu çerçevede yine böyle bir hac mevsiminde Mâlik el-Eşter, Mısırlılarla görüşme fırsatı bulmuştur. Aynı şekilde onlar da amillerinden şikayetçi idiler.[186]

Kûfe’de Hz. Osman’a Muhalefet ve Mâlik el-Eşter

Diğer bir çok şehirde olduğu gibi Kûfe’de de halifeye karşı muhalif bir grup bulunuyordu. Bunların gerekçeleri bir olsa da amaçları farklı idi. Bazıları İslâm’ı tam olarak benimseyemedikleri için muhalif iseler de bazıları halifenin atadığı valinin halka karşı tutumundan dolayı, hem valiye hem de halifeye karşı öfkeli idiler. Bu hareketin hedefinde Kûfe valisinin azli bulunmakta idi.[187] Bazı art niyetliler de bu hareketi kışkırtmakta ve bu kişilerin haklı davalarını art niyetlerine alet etmekte idiler.

Kûfe’deki hareketin önde gelenleri; Mâlik el-Eşter, Sâbit b. Kays en-Nehaî, Kümeyl b. Ziyad en-Nehaî, Zeyd b. Sûhan el-Abdî, Cündeb b. Züheyr el-Ğamidî, Cündeb b. Ka’b el-Ezdî, Urve b. Ca’d, Amr b. Hamik el-Huzâî[188] Esved b Zeyd b. Alkame, Ka’b b. Mâlik el-Evsî, Sa’saa b. Sûhan’dır.[189]

Bu şahısların özellikle Eşter’in daha önce İslâm’a yaptığı hizmetlere bakıldığı zaman kötü bir niyet ya da yıkıcı bir tutum içinde olmasını iddia etmek, biraz ön yargılı bir yaklaşım olabilir. Kendisi her zaman haksızlıkların karşısında olmuş birisidir. Sürgüne gittiğinde rezil ve perişan olmuş, akrabalarından tecrid edilmiş, ancak buna rağmen halifeden özür dilemesi ve tövbe etmesi samimiyetine bir kanıt olabilir.

Hz. Osman ile Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b Avvam arasında geçen bir konuşmaya baktığımızda, kullandığımız kaynağın Şii tandanslı olduğunu dikkate almaz isek, halife ve valilerin Mâlik el-Eşter’in üzerine biraz fazla gittiği kanaati bizde oluşmaktadır. Konuşma ise şöyledir: Zübeyir, Hz. Osman’a peygamberin sevgili arkadaşı Ebû Zer’in kabahati ne idi ki onu yalnızlığa terk ettin ve garip bir şekilde ölmesine sebep oldun? Hz. Osman da: O insanlar arasında bozgunculuk yaptı. Halkı bana karşı kışkırttı dedi. Zübeyr: Eşter ve arkadaşlarını neden Şam’a sürdün, onları ailelerinden ve evlatlarından ayırdın? dedi. halife de: Eşter, halkı benim valim Saîd b. el-Âs’a karşı kışkırttı. Kûfe’de bana karşı muhalefet ateşini yaktı dedi. Talha b. Ubeydullah da: Ya Osman! Seni Ümeyye oğulları helak etti dedi.[190] Aralarında geçen bu konuşmadan anlaşılacağı üzere o dönemde kabilecilik muhalif harekette önemli bir etken idi. Bu dönem ile ilgili anlatılan olayların çoğunun düzmece, belge olarak öne sürülen delillerin de düzmece olduğunu düşünürsek bu konuşmaya da kuşku ile yaklaşmak lazımdır.

Eşter ile Kûfe valisi Saîd b. el-Âs’ın arasının açılmasında Hz. Osman’ın telkinlerinin de önemli bir rolü olmuştur. Vali Hz. Osman’a mektup yazarak Mâlik el- Eşter’i şikayet etmiş, onu ve arkadaşlarını sefihlikle ve yaptığı güzel işleri ayıplamakla suçlamış, polis şefi ile olan bir tartışmada Eşter’i, şehrin ileri gelen şerlilerini ve sefih insanları polis şefine karşı kışkırtmakla itham etmiştir. Ona saldırarak onu dövdüklerini bildirmiş ve bu konuda talimatını beklediğini ifade etmiştir.[191] Bu mektupta da görüldüğü gibi halife olayları hep valinin ağzıyla değerlendirmiştir. Bu tutum hakkaniyet açısından ne kadar doğrudur bunu bilemeyiz.

Hz. Osman döneminde bir çok sahabe görevinden alınmış bunların yerine Ümeyye oğullarından ve halifenin akrabası olan insanlar bu görevlere getirilmiştir.[192] Bu tutum sadece Mâlik el-Eşter’i değil daha başka bir çok sahabeyi rahatsız etmiş ve onların muhalif olmasına sebep olmuştur.

Kûfe’de ortaya çıkan bu muhalif hareket, kendisini daha sonra Halife Hz. Osman’ın muhasarasına ve şehit edilmesine kadar varan olayların içinde bulacaktır.

Hz. Osman’ın Muhasarası ve Mâlik el-Eşter ile Görüşmesi

Daha önceki konularda da bahsettiğimiz gibi her şehirden elçiler özellikle hac mevsiminde Medine’ye gelip şikayetlerini halifeye arz ediyorlardı. Halife de onların istek ve şikayetlerini dinler onlara gereken cevabı verirdi. Fakat bu defasında organizeli ve kararlı bir şekilde daha önce belirledikleri bir tarihte Medine’de buluşmak üzere Mısır, Kûfe ve Basra’dan bazı gruplar halifeye şikayetlerini iletmek üzere 35/657 tarihinde yola çıktılar.[193]

Kûfe’den de iki yüz kişi gelmiş, onların başında da Mâlik el Eşter bulunuyordu.[194] Mâlik el-Eşter’den başka Zeyd b. Suhan, Ka’b b. Zi’l-Habeke, Ebû Zeyneb, Ebû Müverri’, Kümeyl b. Ziyad, Ümeyr b. Dâbî, . Bunlar Hz. Osman başımızda olduğu sürece başımız dik olmayacak demişlerdi.[195] Adiy b. Hâtem et-Tâî [196]dikkate değer bazı isimlerdir.

Zilka’de ayında, Kûfeliler A’vas denilen yerde konakladılar. Basra’dan Hakîm b. Cebele yönetiminde gelen yüz kişi[197] Zi Huşub denilen yerde, Mısırlılar da Abdurrahman b. Udeys el-Belevî başkanlığında Zi’l-Merve denilen yerde konakladılar. Medine’ye ilk gelenler, Zilka’de ayının başında Çarşamba gecesi Mısırlılar idi.[198] Hepsi aynı anda Medine’ye girmediler ve aynı yerde bulunmadılar. Ziyad b. Nasr ve Abdullah b. Esam Mısırlılar ve Basralılar arasında gidip geliyordu. Hep bir arada bulunsalar Medineliler askerî bir hareket olacak diye endişe edeceklerdi.[199]

Gurubun birisi muhtemelen Mısırlıların içinde bulunduğu bir gurup, halife ile görüştü. Dertlerini ona anlattılar. Halife de onların gönlünü aldı ve onları ensardan elli kişilik bir atlı ile Zi Huşub denilen yere kadar uğurlattı. Zi Huşub denilen yer Medine’ye bir fersahlık bir mesafededir.[200]

Bu topluluk Büveyb denilen bir yere vardıkları zaman orada Hz. Osman’ın kölesinin birisi ile karşılaştılar. Üzerinde Abdullah b. Sa’d’a iletilmek üzere bir mektup buldular. Abdullah b. Sa’d o sırada Mısır valisi idi. Mektupta şu emir bulunuyordu: “Bu topluluk sana gelince onların boyunlarını vur.” Onlar mektupta bu ibareyi görünce şaşırdılar. Mâlik el-Eşter ve Hakim b. Cebele ile tekrar geri döndüler, mektubu Hz. Osman’a gösterdiler. Hz. Osman da mektubun kendisine ait olduğunu kabul etmedi. Kendisinin böyle bir şeyden haberinin olmadığını ve böyle bir şey emretmediğini söyledi. Mektup senin katibinin mektubu değil mi? dediler. Halife de evet cevabını verdi. Fakat katip benden habersiz yazmış diye cevap verdi. Onlar da üzerinde mektup bulduğumuz elçi senin elçin, kölen değil mi? diye sordular. Halife de evet cevabını verdi. Fakat benden izinsiz çıkmış dedi. Onlar da elindeki deve senin deven değil mi? dediler. Halife de evet ancak benden habersiz almış dedi. Onlar da sen ya yalan söylüyorsun ya da doğru söylüyorsun. Eğer yalan söylüyorsan haksız olarak bizim kanımızın dökülmesini emrettiğin için hilafetten indirilmeyi hak ettin. Yahut doğru söylüyorsan zaafından, gafletinden ve sırdaşını saklamaktan, korumaktan dolayı yine hilafetten alınmayı hak ettin dediler.

Onlar, Hz. Osman’dan katibini görevden almasını istedilerse de halife kabul etmedi. Böyle bir şey için katibin azlinin ve boynunun vurulmasının gereksiz olduğunu söyledi. Onlar da sen Peygamberin arkadaşlarının ve diğerlerinin haksız yere ve adalet istemeleri neticesinde boynunu vurmayı emrettin o halde sen zalimsin dediler. Halife de imam hata da yapabilir. Doğru karar da verebilir dedi. başkaları onu dizginleyemez iyi de yapsa hata da yapsa kendindendir dedi. Onlar da sen çok büyük bir hata, bidat yaptın ve bundan dolayı hilafetten indirilmeyi hak ettin dediler.[201]

Halife isteklerinizi bitirdiniz mi? Dedi. Onlar da evet dediler. Halife: Allah’a hamd ve senadan sonra Rasülünü övdü ve şöyle dedi: Siz mantık olarak doğru düşünmüyorsunuz ve hükmünüzde de insaflı değilsiniz. Hilafetten ayrılmama gelince Allah’ın bana lutfettiği ve giydirdiği hilafet gömleğini çıkaramam. Çünkü başkalarına karşı beni seçti. Fakat ben tövbe ettim. Müslümanların ayıplamasından dolayı onu iade etmem. Ben Allah’a karşı fakirim ve ondan korkarım dedi. Onlar da bu yaptığın senin ilk hatan olsa sonra da tövbe etsen üzerinde durulmaz. Bunu da mazur görürüz. Seni de bırakırız. Fakat bundan önce de senden böyle hatalar tezahür etti. Daha önce onların üzerinde durmadık bize yazmandan da korkmadık. Ancak bütün bunlardan sonra senin tövbeni nasıl kabul edelim dediler.[202]

Hz. Osman halifeliği bırakmamakta kararlı görünüyordu. Bunun için de: Sizin boynumu vurmanız bana halifeliği bırakmamdan daha sevimlidir diyordu. Eğer beni katlederseniz beni sevenler kısas yaparlar ve eğer beni öldürürseniz sizsi hiç kimse sevmez diyordu.[203]

Hz. Osman katibini azletmemesinden ve hilafet makamını bırakmamasından dolayı Mısırlılar, Basralılar ve Kûfeliler tarafından muhasara altına alındı.[204] Mısır’dan gelen grubun başında Abdurrahman b. Udeys el-Belevî, Basralıların başında Hakim b. Cebele el- Abdî, Kûfelilerin başında ise Mâlik el-Eşter bulunuyordu.[205]

Muhasara esnasında Mâlik el-Eşter, Hz. Osman ile görüşş. Bu görüşme şöyle nakledilir: Hz. Osman Eşter’i çağırttı ve ona: Ey Eşter! Onlar benden ne istiyorlar? dedi. O da: “Senin hilafetten ayrılmanı ya da dövdüğün, cezalandırdığın ve hapsettiğin insanlar için fitye vermeni istiyorlar, yoksa seni öldürecekler. Başka bir anlatımda ise şehirlerdeki valileri azletmeni ve onların istediği kimseleri vali yapmanı istiyorlar, ya da Mervan b. Hakem’i cezalandırılması için onlara teslim etmeni istiyorlar. Çünkü Mervan b. Hakem Hz. Osman’ın katibi idi.[206] Rivayete göre Mısırlıların ölüm emrini de o vermişti. En azından Mısırlılar öyle düşünüyordu.

Hz. Osman öldürmelerinden korktuğu için Mervan b. Hakem’i onlara vermedi. Çünkü O, ölümü hak edecek bir iş yapmamıştı. Eğer teslim etse yapmadığı bir işten dolayı müslüman bir kişinin öldürülmesine izin vermiş olacaktı. Onların bu kısas yapma isteğini kabul etmedi. O zayıf bir adam fakat bedeli yani gerekçesi ise yaşından çok büyük dedi. Hilafetten ayrılmama gelince ise bunu yapmam Allah’ın giydirdiği bu gömleği çıkarmam dedi. eğer valileri değiştirirsem ümmetin bazılarını bazılarına tercih edersem insanlardan sefih olanlar da seçilir kargaşalık çıkar işler bozulur ve Ümmet de bozulur. Onlara eğer beni öldürürlerse benden sonra kimse birbirini sevmez, artık ebedi olarak insanlar toplu olarak namaz kılamazlar, ebedi olarak düşmana karşı birlikte cihat yapamazlar dedi.[207]

Aynı olayın başka bir anlatımı ise: Hz. Osman, Abdurrahman b. Abbas’ı hac emiri olarak tayin etti. Abdurrahman b. Abbas Müslümanlara haccı yaptırdı. Sonra ona Mâlik el- Eşter’i çağırmasını emretti. Eşter geldi. Hz. Osman ona ey Eşter! İnsanlar benden ne istiyorlar, niçin beni Muhasara altına aldılar? Dedi. Eşter de Ona şöyle cevap verdi: insanlar senden üç şey istiyor. Bunların birisi yerine gelmezse, şartlardan birini kabul etmezsen olmaz dedi ve şartları şöyle sıraladı: 1- halifelikten ayrılacaksın. 2- kendinden kısas yapacaksın. Eğer bu ikisi olmazsa insanlar seni öldürecek dedi. Hz. Osman da halifelikten ayrılmama gelince boynumun vurulması bundan bana daha sevimli gelir dedi.[208]

Mektup olayı halifeyi büyük ve çirkin bir töhmet altında bırakmış. Ayrıca vermiş olduğu kararlar ve cezalar tam yerini bulamamış, görevden aldığı valileri iade etmemiş, bir bu sözde mektup ve halifenin öne sürülen şartları merhametli olmasından dolayı kabul etmemesi, Mâlik el-Eşter ile arasının iyice açılmasına sebep olmuştur. Bunun için Eşter hilafeti bırakmadan sana itaat etmeyeceğiz diye kararlı bir şekilde düşüncelerini halifeye aktarmıştır.[209]

Mâlik el-Eşter’in Hz. Osman ile görüşmesi bir çok kaynakta detaylı olarak aktarılmıştır. Eşter sadece elçi olarak gelmiş ve dışarıda evi muhasara eden insanların ne düşündüklerini halifeye aktarmıştır. Burada Eşter durumun vahametini aslında açık bir şekilde ortaya koymuştur. Halife de durumun farkındadır ve dışarıda azgın bir toplum bulunmaktadır. Ne istediklerini de açık bir dil ile söylemişlerdir. Ancak halife tercih noktasına gelince kendisini feda etmiştir.

Halife de burada zor durumdadır. Dış dünya ile irtibatı kesilmiştir. Hz.Safiye Hz. Osman’a yiyecek ve içecek götürüyordu. Yolda Mâlik el-Eşter ile karşılaştı. Eşter atına vurunca at kaçtı. Safiye de bana dokunma beni engelleme dedi sonra kendi evi ile Hz. Osman’ın evine bir ağaç uzattı oradan yiyecek ve su aktarıyordu. [210]

Muhasara esnasında halifeyi sıkıştırmak için onu her türlü yiyecek ve içecekten men ettiler.. Ancak halife onlara iyi davranıyor onların ıslahı için dua ediyordu. Allah size acısın, benim bir kuyu aldığımı bilmiyor musunuz? ben onu bütün insanların hizmetine sundum. Niçin benim ondan içmemi engelliyorsunuz? deniz suyu ile iftar ediyorum. Sonra ben bir arazi satın alıp bunu mescit için bağışladığımı bilmiyor musunuz? onlar da evet dediler. Peki orada bir kişinin namaz kılmasının engellendiğini bilmiyor musunuz? dedi. Ancak saydığı bu meziyetler onları ikna edemedi.[211]

Muhasara uzadıkça insanlar arasında halifenin durumu da merak konusu olmaya başladı. Herkes halifenin muhasara altında olduğunu bilmeye başladı. Muhasara edenler de durumdan memnun değillerdi. Mâlik el-Eşter de arkadaşlarına bu gün yada başka bir zaman onun ya da sizin ne olacağınız belli değil dedi arkadaşlarına nasihat etmek istedi ancak onlar anlamak istemediler. Hz. Osman dışarıda bulunanları muhasaradan vazgeçiremeyince Mushaf’ı ellerinin arasına aldı. Rüyasında Rasûlüllahın “akşam olunca orucunu aç” dediğini gördü.[212]

Sa’d b. Ebi Vakkas bir gün Hz. Osman’ın yanına girmişti. Bir müddet sonra yanından ayrıldı. Dışarı çıkınca, dışarıda; Mâlik el-Eşter, Hakim b. Cebele ve Abdurrahman b. Udeys’i gördü. Onlar ellerini birbirlerine vuruyorlardı. Onlara döndü “Allah’a yemin olsun ki bu olay var ya bütün kötülüklerin başıdır” dedi.[213]

Halife yaralanınca Talha: “Allah’ım! Hz. Osman’ı senin razı olacağın şekilde, bizim aramızdan al” diye dua etti. Yaralayanlar için farklı isimler zikredilmektedir. bunlardan bazıları Ammâr b. Yasir ile Mâlik el-Eşter üzerinde dursalar da tam olarak kesin değildir. Bu şüphe ise Hz. Osman’a en çok bunların öfkeli olmasından kaynaklanmaktadır.[214] Ancak başka isimler de zikredilmektedir. Neyyar b. Iyad el-Eslemî gibi.[215]

Bir gün Mâlik el-Eşter, Hz. Osman’ın odasına girmek istemiş fakat bazı kişiler engellemeye çalışş ise de Eşter odaya girmeyi başarmış ve Hz. Osman ile karşı karşıya kalmış ancak bu hareketi sonucu pişmanlık duymuş, utanmış ve geri dönmüştür. Hatta bu esnada Kûfe’li olan Mesleme b. Kesir isminde birisi: Ey Eşter! Yazık sana, odasına girdin öldürmek istiyordun. Ona baktığın zaman geri döndün, vazgeçtin dedi.[216]

Muhasara devam ettiği sırada Mâlik el-Eşter ve Hakim b. Cebele muhasaradan vazgeçmiştir. İbn Udeys ve arkadaşları beş yüz kişi ile muhasaraya devam etmişlerdir.[217]

Hz. Osman’ın Şehit Edilmesi

Muhasara kırk dokuz gün sürdü. 10 Zilhicce 35/657 Cuma gecesi Hz. Osman şehit oldu.[218] Hz. Osman’ın şehit edilmesinde sorumlu çoktur. Bence en büyük sorumluluk ise kötü yönetim sergileyen valilerdir. Hz. Osman halim selim ve çok merhametli olmasından dolayı valilerini ve özellikle kötü yönetim sergileyen memurları muhafaza yoluna meyletmiştir. Fakat asıl şehit edenlere gelince; Umeyr b. ed-Dâbî ve Kümeyl b. Ziyad onu biz öldürdük demişlerdir.[219] Ancak Umeyr bu işten kaçınmış, Kümeyl ise daha kararlıdır. Osman’a bana çok acı verdiniz dedi.[220]

Hz. Osman’ın öldürüldüğü gün Hz. Osman, Sa’d b. Ebi Vakkas’ı çağırttı. Onunla bir süre konuştu. Sa’d O’na, Hz. Ali’ye haber gönder gelsin. O araya girerse, bu işi sulh ile halleder dedi. Hz. Osman da sen benim elçim ol ve Ali’ye git dedi. O da Ali’ye gitti ve durumu ona anlattı. İkisi Kûfelilerin, Mâlik el-Eşter’in yanına uğradılar meseleyi onlara anlattılar. Eşter bunu kim istedi dedi. Onlar da Hz. Osman istedi dediler. Hz. Osman böyle bir talepte bulununca Eşter bir an tereddüt geçirdi. Sonra Mısırlılara istiyorsanız siz öldürün dedi. Onlar da odasına girdiler ve halifeyi öldürdüler. [221]

Şa’bî’nin haber verdiğine göre Mesruk, Mâlik el-Eşter ile karşılaşş Mesruk Eşter’e: “O’nu öldürdünüz mü? dedi. O da: evet, cevabını verdi. Mesruk da “Allah’a yemin olsun siz onu oruçlu iken öldürdünüz” dedi.[222]

Hz. Osman’ı Sûdân b. Hamran’ın öldürdüğü rivayet edilir. Bunu Hz. Osman’ın kölesinin birisi görünce ona hücum etmiş ve o da onu öldürmüştür.[223] Konunun detayı bizi ilgilendirmemektedir. Hz. Osman’ın şehid edilmesi konusunda yeterince çalışma yapılmıştır. Detaylarını onlara havale etmek uygun olacaktır. [224]

Muaviye, Hz. Osman şehit edildiği sırada Şam valisi idi. Muaviye, Haccac b. Huzame b. Nehhân : “Yazık, aldığım habere göre Halife öldürülmüş, lakin Medine buna şahit olmadı mı? dedi. O da “evet Medine buna şahit olmuştur” diye cevap verdi. Muaviye: O’nu kimin öldürdüğünü bana söyler misin? diye sordu. O da: “Kays b. Murâdî orada bulunuyordu. Hakim b. Cebele öldürülmesine hükmetti. Muhammed b. Ebi Bekir, Eşter en-Nahaî, Ammar b. Yasir, Amr b. el-Hamik el-Huzaî, Sudan b. Hamran, Kenane b. Bişr’in de aralarında bulunduğu isimlerini saymadığım bir grup ona hücum etti. İsimlerini söylemek istemediğim iki kişi de onu öldürdü.”diye cevap verdi.[225] Burada bu isimlerin niçin gizlendiği insanda kuşku meydana getirmektedir ve kimden çekindiği sorusu insanın aklına gelmektedir.

Hz. Aişe, Kubbetü’l-Hamra’da Ümmü Haccac ile oturuyordu. Bu esnada Mâlik el- Eşter geldi. O’na: Ya Aişe! Hz. Osman’ın öldürülmesi konusunda ne düşünüyorsun diye sordu. O da müslümanların imamının kanının akıtılmasını emretmekten Allah’a sığınırım dedi.[226]

Hz. Aişe’ye halifenin ölümü soruldu. O da mazlum olarak öldürüldü. Öldürenlere lanet olsun dedi. Muhammed b. Ebî Bekir, İbn Büdeyl ve Mâlik el-Eşter’in buna sebep olduğunu düşünerek onlara beddua etti.[227]

Mâlik el-Eşter ve İbn Abbas Hz. Ali’ye gelerek Hz. Osman’ın şehit edildiğini haber verdi. Hz. Ali de oğlu Hasan ve Ammar b. Yasir’i Kûfe’ye gönderdi. Yolda Mesruk b. Ecda’ ile karşılaştılar. Mesruk onlara: “Ya Ebal Yakazan! Hz. Osman’ı öldürdünüz dedi. Hz. Ali böyle bir suçlama ile karşı karşıya kalınca çok zoruna gitti ve “Allah’a yemin olsun, bunun gibi bir ceza ile daha cezalandırılmamıştık. Eğer sabrederseniz bu sabredenler için daha hayırlıdır” dedi.[228]

Alkame, Mâlik el-Eşter’e: “Seni Basra’dan çıkarmasından dolayı Hz. Osman’ın öldürülmesini çirkin mi görüyorsun” dedi.[229] Muhtemelen sürgünlerden dolayı Eşter’in içinde intikam hırsının olduğu düşüncesi ile böyle bir soru sormuş olabilir.

Bazı kaynaklar Mâlik el-Eşter’i katiller arasında saysalar da[230] bu husus kesin olarak doğru değildir. Yukarda da anlattığımız gibi ortama büyük bir kargaşa hakimdir. Ancak olayın boyutları çok yönlüdür. Böyle önemli bir olayda dahi birileri birilerinin sırtından pay kapma çabası içine girmişlerdir. Birilerini katillikle suçlamışlar konumlarını güçlendirmişlerdir. Birilerini hedef göstermişler kendilerine taraftar toplamışlardır. Böylece çarkı kendi lehlerine çevirmeyi başarmışlardır

HZ. ALİ DÖNEMİNDE MÂLİK EL-EŞTER

1.Hz. Ali’nin Halîfe Olması ve Mâlik el-Eşter’in Katkısı

Hz. Peygamber’den sonra seçilen halifeler farklı şekillerde halife seçilmişlerdir. Hz. Osman şehit edilince Medine sokaklarında insanlar halife seçme telaşına düştüler. Hz. Ali de: Ey insanlar! Acele etmeyin, Muhakkak Ömer mübarek birisi idi. Kendisi şûrayı vasiyet etti. İnsanlar da kendi aralarında istişare ettiler, o zaman insanlar beni seçmediler. Diyerek bu ateşten gömleği giymek istemedi. Ancak insanlar; Hz. Osman katledildiği için bu görevden kaçınırlar. İşte o zaman ümmet ihtilafa düşer, ümmet dağılır dediler sonra tekrar Hz. Ali’ye vardılar, O’nun halife olması için ısrar ettiler. Mâlik el-Eşter: Ey Ali! Elini uzat sana bey’at edeyim dedi. Elini tuttu, Hz. Ali de elini çekmek istedi. Eşter de üç defa tekrar etti. Kabul etmezsen hakkımı helal etmem dedi. Sonra bey’at etti arkasından Kûfe’den gelenler de bey’at ettiler. Kûfeliler Hz. Ali’ye ilk bey’at eden kişinin Mâlik el- Eşter olduğunu naklederler. Böylece 35/657 senesinde Hz. Ali halife oldu. [231]

Hz. Ali ilk başta kabul etmek istememiştir çünkü halife olunca halifeliğini herkes kabul etmesi gerekir. Bölünmeler olmaması için umumun kabul edeceği kıstaslara göre bu makama oturmak lazımdır. Aksi takdirde umuma şamil bir temsil olmaz. Bunun için kendine göre bazı kıstaslar geliştirmek istemiş ancak o sırada yanında bulunanların beklemeye tahammülleri yoktur. Çünkü Hz. Osman yeni şehit edilmiş ve büyük bir kargaşa kapıdadır. Bu sebepledir ki derhal bu işin çözülmesi gerekmektedir. Bundan dolayı Hz. Ali de bazı şartlar ileri sürmek istemiş ve bunun için de bedir ehli kimi kabul ederse o halife olmalıdır demiştir.. Bedir ehlinin hepsi Hz. Ali’ye Bey’at etmek istediklerini bildirdi. Ancak Hz. Ali yine bu görevi almaktan imtina etti. Bu sırada Mâlik el-Eşter en-Nahaî gelerek: Ey Ali! bu insanların bey’at etmek istemelerinden seni kaçındıran sebep nedir? Niçin onların isteklerini kabul etmiyorsun dedi. Hz. Ali de hayır bunu ancak şura kararı ile kabul edebilirim dedi. Bu esnada Mısırlılar geldi Ey Ali! Uzat elini sana bey’at edelim, Allah’a yemin olsun ki Hz.Osman Allah rızası için öldürüldü dediler. Ali de hayır yalan söyledin O’nu haksız yere katlettiler dedi.[232] Hz. Ali, Hz. Osman’ın öldürülmesine bu şekilde tepki gösterirken, bazıları O’nu katillikle suçlama cesaretini göstermişlerdir. Sanki talimatı Hz. Ali vermiş gibi insanlar arasında bir imaj oluşturmaya çalışşlardır.

Hz. Ali’ye bey’at eden ilk kişi Talha b. Ubeydullah’tır. Benî Esed kabilesinden bir adam Talha’yı kastederek Hz.Ali’ye ilk bey’at eden eksik bir el idi diyerek hakaret etmek istemiştir. Eşter ayağa kalktı Ey mü’minlerin emiri! Muhacirlerin adına sana bey’at edebilir miyim? dedi. Sonra Ebû Heysem Ukbe b. Amr ve Ebû Eyyub ayağa kalkarak Ensar ve sair Kureyş adına bey’at ettiler.[233]

Bey’at etmesi için Eşter tarafından Talha getirilince beni bırakın insanlar ne yapacak bakayım, eğer bey’at ederlerse ben de bey’at ederim dedi. Fakat onu bırakmadılar. Eşter kılıcını kınından çıkardı ya bey’at edersin ya da boynunu vururum dedi. Talha da senden kaçış yok dedi ve [234] sonunda Eşter’in baskısı ile O da bey’at etti. [235]

Bazıları ise Hz. Ali’ye bey’at eden ilk kişinin Mâlik el-Eşter olduğunu söylemişlerdir.[236]

Hucr b. Adiy ayağa kalktı ve insanlara: “Ey insanlar! Mü’minlerin emirinin davetine topluca, hemen icabet edin, ben de ilk icabet eden olacağım” dedi. Sonra Eşter ayağa kalktı ve cahiliyye döneminden ve insanlara olan zararlarından, İslâm’ın güzelliklerinde kazançlarından ve Hz. Osman’ın başına gelenlerden bahsetti. Başka kişiler de söz alarak insanları Hz. Ali’ye bey’at için teşvik ettiler.[237]

Ayrıca Mâlik el-Eşter sözlerini şöyle sürdürdü: “Ey insanlar! Bu vasiyet edilen birisidir, büyük nebilerin ilmine varis olmuştur. Allah’ın kitabı imanına şahadet etmiş, Rasûlü de onu cennetle müjdelemiştir. Onun faziletinde, ilminde, geçmişinde ve geleceğinde bir şüphe yoktur” dedi.[238]

Sonra Abdullah b. Ömer getirildi ve bey’at et dediler. O da insanlar bey’at etsin ben de bey’at edeyim dedi. Sonra bir kefil bul dediler o da bana kefil olacak kimse göremiyorum deyince Mâlik el-Eşter hemen fırlayarak onu bana verin de boynunu vurayım dedi. Buna karşılık Hz. Ali de bırakın onu, O’nun kefili benim dedi. Hz. Ali de Eşter’e küçükken de büyükken de sen hep kötü ahlaklısın dedi.[239] Bazı insanlar ise bey’at etmek istemediler ve Şam’a kaçtılar. [240]

Hz. Ali halife olduktan sonra birçok yerden elçiler geliyor yeni halifeye bağlılıklarını bildiriyorlar, onu tebrik ediyorlar ve ona bey’at ediyorlardı. Yine Yemen’den bir grup insanın geldiği haberi halifeye ulaşınca Mâlik el- Eşter’i çağırdı. O’na şehre çıkıp gelen insanları karşılamasını emretti. O da dışarı çıktı. Onlarla selamlaştı ve onlara hoş geldiniz dedi. Hayırlı bir amaç için size geldim, sizin onları, onların da sizi sevdiği bir toplumun, adaletli faziletli bir halifenin yanından geliyorum, Müslümanlar ondan razı oldular. Ensar ve muhacirler ona bey’at ettiler dedi. Bu topluluk Hz. Ali’ye geldiler Eşter de oraya geldi. Şiir okuyarak onları yeni halifeye bey’ata çağırdı.[241]

Hz. Ali, halifeliği kabul edince Kûfe halkından Hz. Ali adına bey’at alması için oğlu Hasan ve Ammar b. Yasir’i göndermişti. Ammar ve Hz. Hasan Ebû Mûsa’yı ikna edemedi. Ebû Mûsa ile tartıştılar. Ebû Mûsa, Hz. Osman’a bey’atı boynuma karşılık yaptım. Onun katilleri bulununcaya kadar sizi desteklemeyeceğim dedi. Ebû Mûsa’yı ikna edemeyeceklerini anlayınca Medine’ye döndüler. Durumu Hz. Ali’ye anlattılar. [242]

Mâlik el-Eşter de Halife’nin yanına vararak: “Ey Mü’minlerin Emiri! Ben bunlardan önce Kûfe’ye bir adam gönderdim, onları ikna edemedi. Bunların da ikna edeceğini sanmıyorum, eğer beni de gönderirsen onlardan kimse bana muhalefet etmez” dedi. Buna karşılık Hz. Ali de: sen de onlara katıl cevabını verdi.[243]

Hz. Ali, Kûfe’ye çok önem veriyordu. Bundan dolayı Eşter’i Ebû Mûsa ile arasına elçi olarak tayin etti. O’na Abdullah b. Abbas ile git. Bozulan durumu düzelt dedi.[244] İkisi Kûfe’ye gittiler. Kûfe’ye vardıkları zaman Ebû Mûsa mescitte insanları toplamış onlara bir konuşma yapıyordu. Eşter Mescide girmeden oradaki insanlara benimle beraber gelin dedi. Hep beraber valinin sarayına gittiler ve saraya girdiler. Sarayda Ebû Mûsa’nın oğlu bulunuyordu. Eşter ona Ey anasız! Burayı terk et, Allah seni buradan dışarı atsın dedi. Bu geceliğine bana izin ver dediyse de Eşter bu gece burada kalmayacaksın dedi. Eşter’in yanındaki insanlar sarayı yağmalamak istedi fakat Eşter izin vermedi. Ben onun komşusuyum onlara dokunmayın dedi insanlar da bıraktılar.[245]

Bu esnada Ebû Mûsa mescitte konuşmasına devam ediyordu. Konuşmasında şunları söylüyordu: Ey insanlar! Bu fitne çok derin ve ciddidir. Fitneye bulaşmamanın önemine değinerek fitneden uzaklık açısından uyuyan uyanık olandan, uyanık olan ayakta olandan, ayakta olan yürüyenden, yürüyerek giden koşandan, koşan da binitli olandan daha hayırlıdır. Daha önce başımıza geldiği gibi fitne insanın içini dondurur. Ey Peygamberin arkadaşları! Ben fitneyi bilirim, geldiği zaman karıştırır. Ortadan kalktığı zaman da ortalık durulur dedi.[246]

Hz. Ammar ve Hz. Hasan Ebû Mûsa’ya: “Ey anasız! valiliği bırak, minberimizden in” diye bağırıyordu. Bunları peygamberden mi işittin? Ammar da: Bunları Rasûlüllah sana özel olarak mı söyledi? dedi. Ebû Mûsa ile Ammar tartışırken Eşter’in saraydan attığı genç geldi. Şiddetli bir şekilde bağırıyordu. Ey Ebû Mûsa! Eşter saraya girdi ve beni dövüp kovdu dedi. Ebû Mûsa hemen minberden indi doğruca saraya gitti. Eşter, O’na Ey anasız! sarayımızdan çık, Allah seni buradan çıkarsın, Allah’a yemin olsun ki sen eski bir münafıksın dedi. Ebû Mûsa da bu gecelik kalayım dedi. onlar ise burada gecelemeyeceksin dediler. Halk Ebû Mûsa’nın mallarını almak istedi ise de Eşter onları men etti ve onlara ben onu saraydan çıkardım dedi böylece insanlar ondan ayrıldılar.[247] Ebû Mûsa bu tutumundan dolayı Eşter tarafından Kûfe valiliğinden azledilmiş oldu.

Eşter, Ebû Mûsa ile konuşup O’nu ikna edemeyince. Kûfelilerden Ebû Mûsa’nın iknası konusunda yardım istedi. İnsanları topladı onlara bir konuşma yaptı Ey insanlar! Ceraa günü ben sizin yanınızda değimliydim eskiden onlara verdiği desteği hatırlattı aynı desteği şimdi kendisinin istediğini söyledi. Kûfeliler Eşter’den bu sözleri duyunca Hz. Ali’nin hilafetini kabul ettiler ve dokuz bin kişi ile Hz. Ali’ye katılmak üzere Hz. Hasanla yola çıktılar.[248] Böylece Kûfelilerin desteği de alınmış oldu.

Cemel Savaşı ve Mâlik el-Eşter

Cemel savaşı İslâm Tarihi’nde müslüman kardeş kanının aktığı ve fitnenin doruk noktasına çıktığı savaşlardan birisidir. Savaşın bir cephesinde Hz. Ali diğer cephesinde ise Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz.Zübeyir bulunuyordu. Hz. Aişe bu savaşta bir deve üzerinde savaşğı için bu savaş İslâm tarihine Cemel Savaşı olarak geçmiştir.

Bu savaşın bizim konumuz için önemi ise Mâlik el-Eşter’in bu savaşta Hz. Ali’nin yanında yer alması ve O’nunla beraber savaşmasıdır.[249] Bu savaşın niçin yapıldığını da tam olarak anlamak zor. Ancak bazı karanlık emelleri olanlar her iki tarafa da sızarak iki taraf arasında bir savaşın çıkmasını sağlamışlardı. Neticede kârlı çıkan yine karanlık güçler olmuştur. Savaşın baş aktörü ise Abdullah b. Sebe ve arkadaşlarıdır. Çünkü savaştan önce sulh yolu aranmış tam sulh yapılacak iken Abdullah b. Sebe ve arkadaşları sulhu sabote etmişlerdir. Çünkü sulh görüşmeleri yapılırken Abdullah b. Sebe arkadaşları ile bir toplantı yapmış. Toplantıda Abdullah b. Sebe şunları söylemiştir: “Bu sulh gerçekleşirse bizim sonumuz olur. Hz. Osman’ın kanına karşılık bizim kanımız istenecektir. Öyleyse bu sulhun gerçekleşmemesi için bir hile düşünmeliyiz. Bizim gücümüz insanların aralarının bozulup karışmasındadır. Öyleyse hile yaparak insanların aralarını bozun, yarın insanlar karşı karşıya geldiğinde düşünmelerine fırsat vermeden harbi başlatın böylece beraber olduğunuz kimse harpten kaçınmaya fırsat bulamayacaktır. Allah da Hz. Ali, Hz.Talha ve Hz. Zübeyr’i istemediğimiz anlaşmayı yapamayacak kadar meşgul edecektir dedi[250] Buradan her iki taraf da adamlarını yerleştirdiğini ve müslümanlar arasında büyük bir fitnenin çıkmasına sebep olduklarını açıkça görmekteyiz.

Savaş devam ederken Muhammed b. Ebi Bekir, Ammar b. Yasir ve arkalarından da Mâlik el-Eşter mübareze meydanına çıktı. Bunlar grup halinde Mübareze meydanına çıkınca Hz. Aişe’nin askerlerinden birisi kim olduklarını ve isimlerinin ne olduğunu sordu. sonra bunların karşısına şiir okuyarak Osman ed-Dâbbî çıktı. Ammar da şiir okuyarak ona cevap verdi ve ikisi mübarezeye başladılar. Ammar O’na bir hamle yaparak yendi.

Bu defa mübarezeye şiir okuyarak Eşter çıktı, aslan gibi kükrüyordu. Karşısına ise Âmir b. Şeddat el-Ezdî isminde birisi çıktı. O da Eşter’e önce şiirle cevap verdi. Sonra Eşter, Âmir’e ani bir hamle yaptı ve O’nu öldürdü. Sonra Cemel ehlinden kendisi ile mübareze edecek birisini mübareze meydanına davet etti. Ancak karşısına kimse çıkamadı. O da yerine döndü.[251]

Sonra mübareze meydanına şiir okuyarak Ka’b b. Sevr el-Ezdî isminde birisi geldi. O’nun karşısına ise Mâlik el-Eşter çıktı. Yapılan mübarezede Eşter O’nu yendi. Ka’b’ın arkasından genç birisi, Ezd kabilesinden Vâil b. Kesir Eşter’in karşısına mübarezeye çıktı. Eşter onu da yendi. Yine arkasından Cemel ehlinden Amr b. Hanfer isminde birisi çıktı Eşter O’nu da yendi. Eşter’in bu başarısı Cemel ehlini iyice kızdırdı. Abdurrahman b. Attâb isminde birisi Eşter ile mübarezeye çıktı. Kılıcının ağzını yalıyordu. O da şiir okuyordu. Eşter ile mübarezeye başladılar. Eşter kılıcını sallayınca sağ kolunu kopardı. Sonra ikinci bir darbe ile O’nu da öldürdü. Mübareze meydanında bir süre bekledi karşısına kimse çıkmayınca da yerine geri döndü.[252]

Savaş süresince bir çok kişi mübareze için savaş meydana çıkmış ve bu mübarezelerde ekseriyetle Hz. Ali taraftarlarının galip geldiklerini görüyoruz. Eşter ise

mübareze meydanına çıkarak en yüksek sesi ile bağırarak kendisi ile mübareze edecek birisini ardıysa da Cemel ehlinden kimse karşısına çıkamamıştır.[253]

Bir olayı Eşter şöyle nakleder: “Abdurrahman b. Hakim b. Hizam’la karşılaştım elinde de Kureyş’in sancağı bulunuyordu. Bunlar Hâtem et-Tâî ile dövüşüyorlardı. Hâtem onu yendi. Kendisi ise bir gözünü kaybetti”.[254]

Savaş iyice şiddetlenmişti. Bu esnada Hâtem gözünü kaybettiğinden savaşmaktan çekiniyordu. Eşter hemen yanına geldi. Hâtem et-Tâî’ye yardım etti. Abdurrahman b. Attab’ı yere serdi.[255]

Cemel savaşında, iki taraf savaşırken mübareze usulü savaşıyorlardı. Mübarezeye çıkacak olan kişi Hz. Aişe’nin devesinin yularını tutar ben falan oğlu falanım der kendini tanıtır. Ondan sonra mübarezeye çıkardı. Bir defasında Abdullah b. Zübeyr geldi. Ben kardeşinin oğluyum dedi. Sonra karşısına Eşter çıktı. Önce Eşter’i Abdullah b. Hakim karşıladı. Eşter O’nu yendi. Sonra karşısına Abdullah b. Zübeyr çıktı. Eşter kılıçla bir hamle yaptı. Kılıç şiddetli bir şekilde Abdullah’ın başına dokundu ve başında büyük bir yara açtı. Abdullah b.Zübeyr ise etkisizbir vuruş yaptı. İkisi de geri çekildi. Arkadaşlarının yanına geldi. Abdullah b. Zübeyr “Beni ve Mâlik’i öldürün” diye bağırıyordu. Bu sözün ne anlama geldiğini de kimse anlamamıştı. Abdullah b. Zübeyr, Mâlik yerine Eşter dese idi herkes anlayacaktı. Oradaki insanlar araya girdiler, birbirlerinden ayırdılar ve onların tekrar savaşmasını önlediler.[256] Abdullah b. Zübeyr ile Eşter’in savaşğı gün savaş iyice şiddetini arttırmıştı ve kırkın üzerinde insan yaralanmıştı.[257]

Burada beni ve Mâliki öldürün demesi fJ l^luıjli                      Id^'j j J^'

buradaki^b^l kelimesinin anlamı çekip almak manasında olup cümleyi tam olarak düşündüğümüz zaman beni ve Mâlik’i ayırın anlamına gelmektedir.[258] Bu kelimenin bir diğer anlamı ve ya Abdullah b. Zübeyr’in bu kelimeden kastı Mâlik ile ben ayrılınca Mâlik’i öldürün demektir.[259]

Abdullah b. Zübeyr savaştan şöyle bir not aktarır: “Cemel savaşında Hz. Ali tarafından birisi ey Kureyş’li gençler! Kendinizi koruyun ve savaşı bırakın dedi. Eğer böyle yapmaz iseniz iki kişiden başınıza geleceklerden korkun dedi. O iki kişiden birisi Cündeb b.Abdullah el-Ğamidî, diğeri ise uzun boylu birisi idi. Aynı şekilde mızrağı da uzun idi. O kişi ise Mâlik b. Hâris el-Eşter idi.[260]

Cemel savaşında bir gün Ka’kaa ile Mâlik el-Eşter karşı karşıya geldi. Ancak Ka'kaa savaşmadan geri döndü. Eşter ise: “Niçin geri dönüyorsun da savaşmıyorsun?” diye sordu. O da: “Ey Eşter! Bizim bir çoğumuz savaşmayı sizin çoğunuzdan daha iyi biliriz” dedi. Eşter ise onlara hücum ederek onlardan orada kimseyi bırakmadı.[261]

Abdurrahman b. Attâb b. Esîd, Hz. Aişe’nin tarafında Cemel Savaşına katılmıştı. Savaşırken Eşter ile karşılaştı. Bir birleri ile savaşırken Eşter onun hayatına son verdi.[262]

Şâ’bî’; Cemel savaşında Kureyş’ten yetmiş civarında insanın hayatını kaybettiğini, bir çok insanın da yaralandığını nakleder.[263]

Savaş esnasında bazı insanlar Hz. Ali’ye gelerek bu savaşı doğru bulmadıklarını, böyle bir savaşın caiz olmadığını, müslüman’ın kanının ve malının diğer bir Müslüman’a helal olmadığını söylemişlerdi. Hz. Ali kendisinin de onlar gibi düşündüğünü, kendisinin de bu savaştan hoşnut olmadığını söylemiştir. Ancak daha önce de ifade ettiğimiz gibi savaşa sebep olan ve savaşı körükleyenler fitneci çevreler olduğu için gerek Hz. Ali ve gerekse Hz. Talha ve Hz. Zübeyr yazılan senaryoyu oynamak zorunda kalmışlardır.[264]

Mâlik el-Eşter, Hz. Aişe’nin huzuruna çıktı. Hz. Aişe O’na : “Ey Eşter! Sen benim kardeşimin oğlunu öldürmek istedin, bu maksatla O’nun başına vurdun” dedi. Eşter de öldürmek isteseydim öldürebilirdim dedi.[265]

Cemel savaşı sona erdikten sonra Mâlik el-Eşter, Ebû Âsım’a “git bir deve satın al ve onu Hz. Aişe’ye götür” dedi. Ebû Âsım da yetmiş dirhem karşılığında besili bir deve satın aldı. Mâlik el-Eşter, bu deveyi Hz. Aişe, Basra’dan Medine’ye giderken kullanması için hediye etmek istemişti. Ebû Asım deveyi satın alarak Hz. Aişe’nin yanına getirdi ve Bunu sana Eşter gönderdi. “Bu deveyi götür. Hz. Aişe’ye hediye et” diye söyledi.’ dedi. Hz. Aişe de: “kardeşimin oğluna yaptıklarından dolayı O’nun selamını kabul etmiyorum diyerek, Eşter’in yaptıklarından dolayı ona öfkeli olduğunu ifade ederek deveyi de Eşter’e iade etti. Hz. Aişe kardeşinin oğlunu çok seviyordu. Eşter’in O’nu yaralaması Hz. Aişe’ye çok ağır gelmişti.[266] Abdullah b. Zübeyr b. Avvam Hz. Aişe’in kız kardeşinin oğludur.

Dolayısıyla Hz. Aişe O’nun teyzesidir.[267] Aralarında böyle bir akrabalık bağı bulunmaktadır.

Cemel savaşından sonra Mâlik el-Eşter Hz. Aişe’nin yanına geldi ve aralarında şöyle bir konuşma geçti. Hz. Aişe, Eşter’e: “Sen benim yeğenimi öldürmek istedin” dedi. Eşter de: “O da beni öldürmek istemişti” dedi. Buna karşılık hz. Aişe de; Hz. peygamber müslüman’ın, müslüman’a öldürme kastı ile taarruz etmesini yasakladı.’diyerek. Bu manaya işaret eden üç hususun dışında müslüman’ın kanı müslüman’a helal olmaz delilini hatırlattı.[268]

Hz. Ali Cemel savaşı bittikten sonra elli gece Basra’da kaldı. Daha sonra Basra’ya İbn Abbas’ı vali tayin etti. Kendisi de Kûfe’ye gitti. Eşter de Hz. Ali’den önce Hz. Ali’nin emri ile Kûfe’ye gitti.[269]

Hz. Ali’nin Muaviye’yi Kendisine Bey'ata Daveti

Hz. Ali, halife olunca hilafetini sağlamlaştırmak için İslâm devletinin valilerini de bey’ata davet etti. Medine, Mısır, Kûfe valileri Hz. Ali’ye beyat ettiler. Önemli bir şehir olan Şam ise henüz Hz. Ali’ye beyat etmemişti. Hz. Ali halife olunca Muaviye Şam valisi idi. İslâm birliğinin sağlanması için bütün şehirler bağlılığını bildirmesi gerekmekte idi. Bunun için Hz. Ali Şam valisi Muaviye’yi bey’ata çağırmak istiyordu. Bu düşüncesini ortaya koyunca Cerir b. Abdullah elçi olarak gitmek istediğini Hz. Ali’ye bildirdi. “Beni elçi olarak gönder, onları sana itaate davet edeyim” deyince, Mâlik el-Eşter de orada bulunuyordu. Eşter ise Cerir’in elçi olarak gitmesini istemiyordu. Bunun için Hz. Ali’ye: “Cerir’i elçi olarak gönderme o hevâsına düşkün birisidir, bu işi yapamaz dedi. Hz. Ali ise: “Bırak gitsin, ne yapacağını görelim, bakalım bize nasıl bir netice ile dönecek” dedi. Hz. Ali, Ensar’ın ve Muhacirinin kendilerini desteklediğini ve beyat ettiğini bildiren ve Şamlıları da bey’ata davet eden bir mektup yazarak Cerir’e verdi ve onu gönderdi.[270]

Burada Eşter, Cerir’in elçi olarak gitmesini engellemeye çalışştır. Çünkü Cerir’e güvenmemektedir. Onun içinde düşmanlık olduğunu sezmekte ve O’na karşılık kendisinin gitmesinin Hz. Ali için daha hayırlı olacağını düşünmekte idi. Her yolu denedi ise de bunu başaramamıştır.

Cerir b. Abdullah, Muaviye’ye gitti, Hz. Ali’nin mektubunu O’na iletti. Sonra tekrar Medine’ye döndü. Şam’da olup bitenleri anlattı. Şamlıların Muaviye’nin etrafında toplandıklarını ve Hz. Osman’ın intikamını almak istediklerini, savaşa hazırlandıklarını, Hz. Osman’ın vefatına ağladıklarını, O’nun ölümünün sebebini Hz. Ali gördüklerini, Hz. Ali’nin O’nun öldürülmesini engellemediğini ve öldürenlerin de Hz. Ali’ye sığındığını iddia ettiklerini söyledi.[271] Durum gösteriyor ki Şamlılar Hz. Ali’yi Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sorumlu görmektedirler.

Bu sırada Cerir’in gelmesiyle, Muaviye Cerir’den aldığı izlenimlerle bir durum değerlendirmesi yapmak istedi. Bir süre düşündü Amr b. As ile bir durum değerlendirmesi yaparak Hz. Osman’ın intikamını almaya karar verdi.[272]

Cerir, böyle bir cevap ile gelince Mâlik el-Eşter Hz. Ali’ye: “Ben sana O’nu gönderme demiştim ve sana olan düşmanlığını da hatırlatmıştım, keşke ben gitseydim, onlara açık kapı bırakmazdım, bütün kapıları kapatırdım” dedi. Buna karşılık Cerir de: “Sen gitseydin seni öldürürlerdi. Çünkü seni Hz. Osman’ın katillerinden biri olarak biliyorlar” dedi. Eşter de Cerir’e: “Ey Cerir! Allah’a yemin olsun, oraya ben gitseydim onların o sözüne karşılık ağzını payını verirdim. Eğer Mü’minlerin emiri bana yetki verse seni ve senin gibileri bu iş düzelinceye kadar hapse tıkardım” diye Cerir’e çıkıştı.[273] Sonra Cerir, Medine’yi terk etti karkisya denilen yere yerleşti.[274]

Cerir’in elçi olarak gönderilmesi kararı doğru bir karar mıydı tartışılabilir. Acaba Eşter’in Cerir b. Abdullah hakkındaki endişeleri yerinde miydi. Hz. Ali’nin bu kararı isabetli miydi. Neticesine baktığımızda Eşter haklı çıkmaktadır. Muhtemelen Cerir kimin tarafında olduğunu tam olarak belli etmemiştir. Muaviye’ye verdiği bilgilerle İslâm tarihindeki en büyük bölünmenin fitilini ateşlemiştir. Şamlıların Eşter konusundaki düşüncelerini de kanaatimce biraz abartmıştır. Gerçi Muaviye’nin Eşter hakkındaki düşüncesini Şam sürgününden biliyoruz fakat Muaviye’ye elçi olarak gönderilen kişinin biraz daha dirayetli olması yerinde olurdu. Belki dirayetli, güçlü bir kişinin gönderilmesi ilerde olacak büyük savaşları, bölünmeleri ve çıkabilecek fitneleri önleyebilirdi. Cerir hakkında böyle bir kanaatimizin olmasının sebebi ise Sıffîn savaşı başlamadan önce Hz. Ali, Cerir b. Abdullah el-Becelî’ye bir mektup yazdı. Cerir b. Abdullah o Tarihte Hemedan valisi idi. Cerir’den kendisine katılmasını istedi.[275] Cerir bu daveti kabul etmedi. bundan dolayı da valilikten alınındı.

Hz. Ali Basra’dan Kûfe’ye doğru yola çıktıktan sonra 36/658 senesinin Recep ayında Kûfe’ye ulaştı. O tarihte Cerir b. Abdullah Hemedan’da vali idi ve onu azletti.[276] Elbette valilikten azledilmesi Cerir b. Abdullah’ın hoşuna gitmemiştir.

Cezire Halkı ile Eşter’in Savaşı

Cezire halkı Hz. Osman’ı destekliyordu. Hz. Osman şehit olunca Muaviye’ye be’yat ettiler ve O’nun emrine girdiler. Cezire halkının Muaviye’yi desteklediği haberi Hz. Ali’ye ulaşınca Hz. Ali, Eşter’i çağırttı. O’nu cezire ve civar beldelere vali olarak görevlendirdi. Dahhak b. Kays el-Fihrî de o tarihlerde Haran’da vali idi. O da Muaviye tarafını desteliyordu. Dahhak’a, Eşter’in yola çıktığı haberi ulaşınca Rakka halkını Eşter’i karşılamak için görevlendirdi. Onların başında da bir grup askerle Semmâk b. Mehrame bulunuyordu.[277]

Eşter bir grup Kûfeli askerle beraber harekete geçti. Onlarla Harran şehri yakınlarında karşılaştı. Akşama kadar kısa süreli bir çatışma oldu. Gece yarısına kadar süren savaşta Dahhak ve arkadaşları yenilip Harran şehrine sığındılar. Eşter de onları takip etti ve Harran ‘a geldi, şehri kuşattı. Harran’ın kuşatıldığı haberi Muaviye’ye ulaşınca büyük bir ordu ile Abdurrahman b. Halid b. Velid’i Haran’a gönderdi. Abdurrahman’ın yolda olduğu haberi Eşter’e ulaşınca onları Rakka’nın dışında bir yerde karşıladı ve onları fena bir şekilde yendi. Sonra Rakka’ya dönüp şehri tekrar kuşattı.

Dahhak b. Kays, Eşter ile karşılaşmak ve Rakka’dan onları uzaklaştırmak için Harran’dan yola çıktı. Eymen b. Harim el-Esedî de büyük bir ordu ile Şam’dan Dahhak’a yardım etmek için geldi. Eşter ve askerlerini kuşattılar. Eşter ve askerleri ise büyük bir sabır ve kahramanlık göstererek Muaviye’nin göndermiş olduğu orduyu yendiler. Bundan sonra Mâlik el-Eşter Cezire ve havalisini sağlam bir şekilde güvenlik altına aldı. Baş kaldıranları da itaati altında topladı.

Mâlik el-Eşter’in Ceziredeki başarıları Hz.Ali’ye ulaşınca Hz. Ali hemen hutbeye çıktı. Allah’a hamd ve senadan sonra, “bütün mahlukatı Allah yaratmıştır ve O herhangi bir kişinin yaptığı haksızlığa razı olmaz. Bizim işimiz sağlam bir şekilde devam etmektedir. Bizler ecdadımıza sövmeyiz” diyerek uzunca bir hutbe okudu ve halka Mâlik el-Eşter’in başarılarını haber verdi.[278]

Erbit Olayı

Artık Hz. Ali ile Muaviye arasında kılıçlar çekilmişti. Savaş hazırlıklarının hızla sürdüdüğü bir anda Hz. Ali halkı savaşa teşvik ederken Fezâra kabilesinden Erbid diye isimlendirilen bir adam Hz. Ali’ye: “Sen bizi daha önce Basra’da olduğu gibi Şam’a kardeşlerimize karşı savaşa, birbirimizi öldürmeye mi gönderiyorsun? Vallahi asla bunu yapmayacağız” diye itiraz edince. bu sırada Eşter bu cahil de kimdir diye bağırdı. Oradaki insanlar ona hücum etti. Fizârî kaçtı arkasından insanlar kovaladı ve O’nu yakaladılar, tokatladılar, tekmelediler ve ayaklarıyla çiğnediler. O da bu itirazın bedelini canı ile ödedi. Bu haber halifeye ulaşınca: “O’nu kim öldürdü?” dedi. Halk da: Hemedanlılar ile bir grup insanın öldürdüğünü söyledi. Hz. Ali de bunu öldüren kimi öldüreceğini bilmeyen kör birisiymiş diyerek diyetini ödedi.[279]

Mâlik el-Eşter ayağa kalktı ve “Ey Mü’minlerin emiri! Bu gördüğün insanların hepsi seni çok seviyorlar. Kendilerini sana feda ederler. Senden başka kimseyi sevmezler. Eğer bizi düşmanlarına karşı gönderirsen vallahi ölümden kaçmayız. Muhakkak biz Hz. Ali’nin Allah’ın yanında büyük bir makamının olduğuna inanıyoruz. Yoksa biz toplumlarla nasıl savaşırdık, mü’minler ayaklarını nasıl sağlam basardı. Öldürdükleri insanlardan dolayı gazaba uğrar, yapılan işlerden dolayı yer onları karanlıkta bırakır. Onlar da dünyayı tercih ederlerdi.” diyerek Hz. Ali’yi övmüş, O’nun davasının haklı olduğunu ve bu yüzden de insanların O’nu desteklediğini aksi takdirde etrafında toplanmayacaklarını ifade etmek istemiştir.

Hz Ali de: “Ey Eşter! Doğru söyledin, yol müşterektir, hakikatte insanlar eşittir. Görüşlerin en iyisi insanların maslahatına uygun olandır. Kişiye niyet ettiğinin karşılığı vardır. Başına kaderinde ne varsa o gelir.”diyerek O’na cevap verdi.[280]

Bir defasında savaşla ilgili görüşler ileri sürülürken Mâlik el-Eşter: “Ey Ali! Bana söz düşerse biz doğrudan Şam’a saldırırsak, bu kadar askere onlar karşı koyamazlar, eğer böyle yaparsan da en zor yere beni görevlendir” dedi.[281]

Muaviye Şamlılara bir hutbe okudu. Hutbede: Haklı bir gerekçe olmaksızın Allah’ın muhterem kulunun canına kıymayın. Bir kimse zulmen öldürülürse onun velisine (mirasçısına) bir yetki vermişizdir; artk o da kısas hususunda aşırı davranmasın, meşrû hakla yetinsin. Zaten kendisine yetki verilmekle gerekli destek sağlanmıştır.[282]’ ayetini okudu. Hz. Osman’ın mazlum olarak öldürüldüğünü söyleyip yukarıdaki ayeti delil göstererek ben O’nun velisiyim dedi. Halk da intikam konusunda hepimiz senin yanındayız diye beyat ettiler.[283]

Bu haber Hz. Ali’ye ulaşınca Hz. Ali acele olarak Şam üzerine hareket etmek istediyse de Kûfe Halkı, Hz. Ali’nin Kûfe’de kalıp onları Kûfe’de karşılamasını istedilerse de beş kişi; Eşter en-Nehaî, Adiy b. Hatim et-Tâî, Amr b. El-Hamik el-Huzaî, Said b. Kays el-Hemdanî ve Hânî b. Urve el-Mezhicî gibi şahıslar Hz. Ali’ye; Kûfeliler için “Bunlar Şamlılarla savaşmaktan korkuyorlar, onlarla savaşmak ölümden daha korkunç değildir. Biz onlarla savaşarak ölmeyi istiyoruz . Bizi onlara gönder. Allah seni sevdiğin ve razı olduğun şeyde muvaffak kılsın” dediler. Hz. Ali bir süre düşündü sonra şehrin dışına çıkmaya karar verdi. Bu kararı Necaşi b. Hâris bir şiirle şöyle tenkit etti:

İnsanlar kurtuluş yerini işaret etti.

Adiy ve Mâlik muhalefet etti.

Şurayh ve Hânî de onlara uydu.

Korkaklar da Şam’a gitmekten korktu. [284]

Sıffîn Savaşı

Sıffîn [285] Savaşı, Hz. Ali ile Muaviye arasında iktidar mücadelesine sahne olan bir savaştır. Bu savaş tarihte kardeş müslüman kanının aktığı önemli savaşlardan birisidir. Mâlik b. Hâris el-Eşter en-Nehaî de Hz. Ali’nin yanında savaşa katılmıştır.[286]

Hz. Ali Muaviye ile Sıffîn’de karşılaşmaya karar verince Neha’ kabilesinden bir grup insan Mâlik el-Eşter’in evinde toplandılar. Mâlik el-Eşter onlara Naha’ kabilesinin haricinde kimsenin olup olmadığını sordu. Onlar da kendi kabilelerinin dışında başka kimsenin olmadığını söylediler. Eşter de: “Muhakkak bu millet hayırlı bir işe kalkıştı. Biz daha önce Basralılarla Hz. Ali’ye bey’at konusunda savaştık. Siz de yine aynı şekilde bize bey’at etmeyen bir topluluğa karşı savaşa gidiyorsunuz. Herkes kılıcını nasıl kullandığına dikkat etsin” dedi.[287]

Hazırlıklar tamamlandıktan sonra iki ordu da Sıffîn’de buluşmak üzere yola çıktılar. Muaviye Fırat’ın doğu tarafına geçerek Sıffîn’e geldi ve suyun başını tuttu. Hz. Ali ve askerlerinin suya ulaşmasını engelledi. İnsanlar Muaviye’ye vararak: “İnsanları susuzluktan öldürme, orada Allah’ın kulları, Hz. peygamberin ümmeti vardır” deyince. Muaviye de suyun başından ayrıldı. Muaviye’nin süvarilerinin başında Ebu’l-A’ver es- Sülemî bulunuyordu. [288]

Hz. Ali, Şam tarafına kolayca geçmek için Rakka yakınlarında Rakka halkına Fırat nehrinin üzerine bir köprü yapılmasını emretti. Fakat arkadaşları buna karşı çıktı. Onlar nehrin tekneler ile geçilmesini istiyorlardı. Hz. Ali yüksek bir köprü yapmayı kararlaştırdı. Eşter de Hz. Ali gibi yüksek bir köprü yapılması taraftarı idi. Bunun için Rakkalılara şöyle seslendi: “Ey kale halkı! Dikkat edin, ben sizin için Allah’a yemin ettim. Eğer Mü’minlerin Emirinin geçmesi için köprü yapmaya yardım etmezseniz kılıcımı çeker, erkeklerinizi öldürür, yurdunuza harp açar, mallarınızı da alırım” dedi. Birbirleri ile bakıştılar, Eşter’den kendilerine bir kötülük gelmesinden korktular. Sonra köprü için yardım etmeye karar verdiler. Ağır eşyalar ile adamların bir çoğunu karşı tarafa geçirdiler. Eşter de üç bin atlı ile herkes geçinceye kadar bekledi, sonra onlar da geçtiler.[289]

Bu kadar kalabalık ordu köprüden geçerken bir birlerini sıkıştırıp kendilerine zarar vereceği hesaba katılmamıştı. Bundan dolayı köprüden düşme neticesinde bir miktar zayiat verildi.[290]

Hz. Ali Fırat’ı geçince önden bir grup asker ile Ziyad b. Nadr ve Şurayh b. Hânî’yi Fırat nehrinin kıyısını kontrol etmek için göndermişti. Onlar bir süre gittikten sonra Rum kalelerine geldiler. Bu esnada Ebu’l-A’ver ve Amr b. Süfyan’ın büyük bir ordu ile gelmekte olduğunu öğrendiler. Derhal Hz. Ali’ye haber göndererek: “Onları bize katılmaya davet ettik, ancak onlar bu daveti kabul etmediler. Bize ne yapmamız gerektiğini bildir.” diye haber gönderdiler.[291]

Hz Ali de Eşter’e haber göndererek “Derhal buraya gel. Şurayh ve Ziyad, Ebu’l- A’ver’ın gelmekte olduğunu haber veriyorlar. Onlar şu anda karşılamak için hazır bekliyorlar. Onları arkadaşlarınla sen durdurabilirsin. Gelirsen seni onlara yardım için göndereceğim. Sağ tarafına Ziyad’ı, sol tarafına da Şurayh’ı koy. Sen de ortada dur. Şamlılardan kimseyi bırakma. Ben de senin arkandan takviye olarak geleceğim” dedi.[292] O gece Eşter, Hz. Ali ile beraber kaldılar. Sabah olunca da yanındaki askerler ile Muaviye’ye doğru hareket ettiler.[293]

Hz. Ali, Ziyad ve Şurayh’a verilmek üzere bir mektup yazarak elçiye verdi. Mektupta, Mâlik el-Eşter’i onlara komutan tayin ettiğini, O’nu dinlemelerini ve O’na itaat etmelerini, herhangi bir kusur etmemelerini emrediyordu.[294]

Hz. Ali, Eşter’i dört bin kişililik süvari ve yayadan oluşan bir ordunun başına komutan olarak atadı. Yanında ise Eş’as b. Kays sancağı taşıyordu.[295] Eşter askerler ile beraber yola çıktı. Ziyad ve Şurayh ile buluştular. Hz. Ali’nin verdiği talimatları yerine getirdiler.[296]

Akşam olunca iki ordu arasında kısa süreli, ancak şiddetli bir çatışma oldu. Şamlılar geri çekilmek zorunda kaldılar. Ertesi gün iki ordu tekrar savaş durumuna geçti. Bu defa Hâşim b. Utbe süvari ve yayalardan oluşan bir grup asker ile hücuma geçti. Onun karşısına da Şamlılardan Ebu’l-A’ver çıktı. Şiddetli bir şekilde savaştılar sonra ayrıldılar.[297]

Eşter şiddetli bir hücumda bulundu ve Abdullah b. Münzir’i öldürdü. Abdullah b. Münzir Şam atlılarından birisiydi.[298] Sonra Eşter: “Size yazıklar olsun, bana Ebu’l-A’ver’ı gösterin” diye bağırdı. A’ver askerlerin arka tarafından göründü. Eşter, askerlerini sıra halinde yerleştirdi. Sonra O’nu mübarezeye çağırması için Sinan b.Mâlik en-Nehaî’yi gönderdi. “Karşısına ister sen çık, istersen beni çıkar” diye ona talimat verdi. Sinan, Eba’l- A’ver’ın yanına geldi. “Eşter seni mübarezeye çağırıyor” dedi. Ebu’l-A’ver bir süre sustu. Sonra şöyle cevap verdi: “Muhakkak Eşter’den korku, Hz. Osman’ın kölesine ve Hz. Osman’a yaptıklarından dolayıdır. O’nun kötü davranışları içindir. Bunlar O’nun imajını çirkinleştiriyor. O, Hz. Osman’ı evinde öldürdü, onunla mübarezeye gerek duymuyorum.” diye karşılık verince Sinan, “Sen konuştun ben dinledim. Şimdi de ben konuşayım sen dinle, sana cevap vereyim” deyince; Ebu’l-A’ver, “Benim senin cevabına ihtiyacım yok seni de dinleyemem” diye Sinan’ı başından savdı. Sonra arkadaşlarına bağırarak Sinan’ın uzaklaştırılmasını istedi. Sinan durumu gelip Eşter’e anlattı. “Seninle mübarezeyi kabul etmedi” dedi. Ebu’l-A’ver ise kendi kendine “akşam olunca gizlice orayı terk ederim” diye düşündü.[299]

Hz. Ali karargah için kendisine bir yer bulunmasını istedi. Yer ayarlanınca ağır eşyaları oraya koydular. Sonra genç askerler kaçan Şam askerlerini takibe başladılar. Onları suyun kenarında yakaladılar. Mâlik el-Eşter ise Hz. Ali’ye Şamlıların daha iyi bir yer tuttuğunu söyledi. Hz. Ali’ye “uygun görürsen onları oradan çıkaralım” dedi ise de Hz. Ali bu fikre karşı çıktı.[300]

Amr b. el-Âs çok sayıda asker ile Ebu’l-A’ver ve Yezid b. Esed’e yardım etmek için savaş meydanına çıktı. Eşter, Amr’ın Eba’l-A’ver’a yardım ettiğini görünce O da Eş’as b. Kays ve Şibs b. Rib’î’ye yardım etmek için Hz. Ali tarafından büyük bir ordu ile savaş meydanına geldi. Aralarında şiddetli bir savaş oldu.[301] Iraklılardan Eşter,

Şamlılardan ise Amr b. el-Âs karşı karşıya geldi. Aralarında Sıffin savaşının en şiddetli anı yaşandı.[302]

Hz. Ali her kavimden bir kişiyi kavminin başına komutan olarak görevlendirmişti. Mâlik el-Eşter ise bu komutanların en büyüğü idi. Bazı komutanlar ise; Hucr b. Adiy, Şeb’es b. Rib’î, Halid b. Mu’temir, Ziyad b. Nadr, Ziyad b. Hafsa, Muakkil b. Kays, Kays b. Sa’d’dır. Komutanlar sırası ile ya da şartların gereğine göre savaşa çıkarlardı.[303] Hz. Ali her gün farklı birisini komutan tayin eder o gün o kişi savaşırdı. Fakat en çok Mâlik el- Eşter’i komutan olarak tayin etmiş ve en çok Eşter savaşştır.[304]

Mâlik el-Eşter cesurca savaşması neticesinde Ebu’l-A’ver’i geri çekilmeye mecbur etmiştir. Böylece su yolunu kontrol altına almıştır.[305]

Bir defasında sabah olunca Hz. Ali Kûfelileri ve Basralıları süvari ve yaya gruplara böldü. Basralı süvarilerin başına Sehl b. Huneyf, Kûfeli yaya askerlerin başına Ammar b. Yasir, süvarilerin başına ise Mâlik el-Eşter, Basralı yaya askerlerin başına ise sancakla beraber Kays b. Sa’d, Hâşim b. Utbe ve Mü’sir b. Fedekî et-Temimî’yi getirdi.[306] Kendisi de kalan askerler ile beraber onları arkadan destekliyordu[307]

Safer ayının ilk Pazartesi günü Iraklılardan komutan Kays b. Sa’d, Şamlılardan ise İbn Zü’l-Kela idi. Bunlar şiddetli bir şekilde savaştılar. sonra yerlerine döndüler.

Savaşın yedinci günü, Safer ayının ilk Salısı Kays’dan sonra Kûfelilerden Mâlik el-Eşter, Şamlılardan ise karşısına Habib b. Mesleme çıktı. Bunlar da gün boyu şiddetli bir şekilde savaştılar[308]

Iraklılar on bir saf halinde Sıffin’de toplandılar. Çatışmaya ilk olarak Kûfeliler başladı. Komutan olarak Kûfelilerin Başında Mâlik el-Eşter, Şam askerlerinin başında ise Habib b. Mesleme bulunuyordu. Tarih ise Safer ayının ilk Çarşambası idi. Şiddetli bir şekilde savaştılar. Sonra öğlen olunca iki ordu da karargâhlarına geri çekildi[309]

Savaş anında Şamlılar ilerlemeye başladılar bu esnada bazı Hz. Ali taraftarı kişiler telaşa kapıldılar. Mesela Hz. Ali’nin oğlu Hüseyin ve Muhammed Hanefi gibi. İbn Büdeyl ise yanında üç yüz kişilik bir asker ile Şamlılara saldırıyordu ancak Eşter İbn Büdeyl’e: “Yerinde bekle, acele etme, bu senin için daha hayırlı olur. Arkadaşlarınla burada bekle” diye söylemişse de İbn Büdeyl Eşter’in emrine uymayıp yanında bir miktar asker ile Şamlılara saldırıya geçti. Bir süre sonra İbn Büdeyl ve arkadaşları Muaviye ile karşılaştılar. Etrafları Muaviye’nin askerleri tarafından kuşatıldı. İbn Büdeyl bu çatışmada hayatını kaybetti. Birçok kişi de yaralandı.[310]

Şamlılar bu çatışmada komutanın kim olduğunu bilmiyorlardı. Muaviye: komutanları kim? diye sorunca askerler kim olduğunu bilemedi. Sonra Muaviye Abdullah b. Büdeyl olduğunu gördü. Bunun akabinde Eşter bazı cesur kişileri ve yenilip kaçan askerleri yanına alarak bir grup askerle saldırıya geçti. Çok şiddetli bir çatışma oldu. Muaviye’nin askerlerinden dört safı dağıtıldı. Eşter Muaviye ile burun buruna geldi. Aralarında bir sıra (saf) asker kalmıştı. Bu askerler kaçmamaya söz vermişlerdi. Ancak onlardan sadece bir kısım asker dayanabildi. Onlar da Muaviye’nin etrafını sarmış, O’nu korumaya çalışıyorlardı. Eşter, Muaviye için “O’nu gördüm küçük birisi idi. Az kalsın benim cesaretli olmam O’nu korkutup kaçıracaktı” dedi.[311]

İbn Büdeyl’in öldürülmesinden sonra Perşembeyi Cumaya bağlayan gece, Hz Ali kabileleri savaşa hırslandırmaya çalışıyor, onlara sabırlı olmayı, sağlam durmalarını, emrediyordu. Kendisi ordunun ortasında, Eşter sağında, solunda ise İbn Abbas bulunuyordu. İbn Büdeyl’in intikamını almak için şiddetli bir şekilde saldırdılar.[312]

Sıffîn savaşında Hz. Ali tarafından Şamlılara karşı en çok mübarezeye çıkan kişi Mâlik el-Eşter idi. Ezd Kabilesinden birisi Eşter için “Allah’a yemin olsun ki ya o beni öldürür ya da ben onu öldürürüm” deyip Eşter’e hücum etti. Eşter de ona hücum etti. Eşter ona vurunca atın ayakları arasında kaldı. Sonra arkadaşları koşup onu yaralı olarak kurtardılar.[313]

Komutanlar sırası ile savaşıyorlardı. Aynı şekilde savaşın yedinci günü önce Kays b. Sa’d, ile İbn Zü’l-Kelâ savaştılar. Onlar ayrılınca Mâlik el-Eşter savaşmaya başladı.[314]

Her iki ordu karargâhlarını kurduktan sonra küçük çaplı çatışmalar ve birbirlerini sınama taktikleri ile bir biri güçlerini deniyorlardı. Hz. Ali ve taraftarları arasında karargah yeri konusunda bir ihtilaf çıkmış askerlerin ısrarları neticesinde yer değiştirilmişti. Akşam olunca Muaviye askerleri ile beraber Hz. Ali’nin değiştirdiği yere gizlice geldi. Ertesi gün sabah olunca askerler Muaviye’nin askerlerini orada görünce şaşırdılar Hz. Ali de yerin değiştirilmesinden pişman oldu. Sonra yanına Mâlik el-Eşter ve Eş’as b. Kays’ı çağırdı.

Onlara, siz düşüncenizde bana galip geldiniz. Muaviye ise suyun kenarını tutmuş. Siz onları daha önce sudan uzak tuttuğunuz gibi şimdi de onlar sizi sudan men edecekler deyince. Eş’as da : “Ey mü’minlerin emiri! Bozduğum işi düzelteceğim, ben seninleyim. Elim de senin elinden önce o kavmin üzerinde olacaktır” dedi.

Sonra Eş’as, kabilesine yüksek sesle : “Ey topluluk! Bugün beni utandırmayın, beni üzmeyin sizinle Şamlılara karşı kahramanlar gibi savaşacağım.” dedi. Halk da hemen O’nun çağrısına cevap verdiler. Zırhlarını giyip, miğferlerini taktılar; ellerine kılıçlarını, oklarını alarak hemen yola çıktılar. Eşter de kendi arkadaşlarına haykırdı. Aynı şekilde onlar da silahlanarak hemen hazırlandılar ve Eşter’in çağrısına icabet ettiler.

Derhal Şamlılara hücum ettiler. Bu arada Şamlılarda Firuz b. Akkî isminde birisi şiir okuyarak öne atıldı. Buna Eşter hücum ederek karnından yaraladı. Sonra Şamlılara haykırarak; “Kim benimle mübareze edecek?” dedi. Karşısına Mâlik b.Edhem isminde birisi çıktı. Bu kişi Şam süvarilerinden idi. Sonra Eşter ona hücum etti ve onu yendi.

Eşter tekrar: “Kim benimle mübareze edecek?” diye haykırdı . Karşısına Ziyad b. Ubeyd el-Kinanî çıktı. Eşter onu da yendi. Sonra tekrar haykırdı: “Kim benimle mübareze edecek?” Bu defa karşısına Zâmil b. Ubeyd el-Harâmî çıktı. Eşter ona saldırınca Şamlı hiçbir şey yapamadı. Eşter onu okla yaralayınca ok darbesi ile yere yıkıldı.

Sonra karşısına Mâlik b. Ravza çıktı. Şöyle diyordu:

Senin yada benim ölmem önemli değil,

Senden önce beş kişiyi öldürdüm,

Hepsi de senin gibi kahramandı.

Sonra Eşter ona da saldırdı ve onun da hayatına son verdi. Harp iki grup arasında iyice şiddetlenmişti. Şamlılardan harb meydanına Zü’z-Zalim ve Zü’l-Kela’ çıktı onların da karşısına Eş’as ve Eşter çıktı. O iki Şamlıyı da yendiler.

Mübarezelerden sonra Hicazlılar ve Iraklılar bir birlerine bağırarak hep beraber hücum ettiler. Şamlılardan bir miktar asker hayatını kaybetti. Akşam olunca da herkes mevzilerine geri çekildi. Eş’as, Hz. Ali’ye gelerek, “Savaşımızdan memnun musun?” diye sordu. Hz. Ali de: “Evet sizin savaşınızdan razıyım” diye cevap verdi. Sonra Hz. Ali, Eşter ve Eş’as’a gelerek gösterdikleri kahramanlıktan dolayı onları taltif etti.[315]

Bir Cuma günü savaş çok şiddetli idi. O gün Eşter ordunun sağ tarafında savaşıyordu. Kazanmaya çok yaklaşştı. Şamlılar telaşa kapılarak: “Ey Arap topluluğu size ne oluyor? Allah için, kadınlarınız ve çocuklarınız için durmayın savaşın.” diyorlardı.[316]

Hz. Ali Said b. Kays, Beşir b. Amr ve Şeb’es b. Rib’î’yi Muaviye’ye elçi olarak gönderdi. Muaviye’den savaşı bırakmasını, kendisine bey’at etmesini ve onlardan bu konuda Muaviye’nin düşüncesinin ne olduğunu öğrenmelerini istedi. Ancak Muaviye bu isteğe olumsuz cevap verdi. “Biz, Hz. Osman’ın kanının bedelini istiyoruz. Arkadaşınıza söyleyin aramızdaki meseleyi ancak kılıç halleder” dedi.[317]

Savaş süresince defalarca mübarezeler yapılmıştır. Yine bir gün Abdurrahman b. Halid b. Velid mübareze meydanına çıkmıştı. Hz. Ali taraftarlarını mübarezeye davet etti, karşısına da Mâlik b. Hâris el-Eşter çıktı. Eşter kılıcını sallayınca Abdurrahman’ın başına isabet etti. Abdurrahman, Muaviye’nin yanına vararak: “Nedir bu bizim başımıza gelenler? Hz. Osman’dan da kan aktı. Bizden de kan akıyor, kanımız durmuyor. Bu kanlar aktığı sürece bizden hiç kimse sağ kalmayacak” diye şikayette bulundu. Muaviye de: “Ey kardeşimin oğlu! Sıkıntıya düşmek için koşmuyoruz. Dinin ve nefsin için savaşğın sürece sana isabet eden şey, herkesin başına gelebilir” diye cevap verdi. Abdurrahman b. Halid: “Ey Muaviye! Siz niçin savaşmıyorsunuz?” deyince. Muaviye de: “Ey kardeşimin oğlu! Ben de savaşacağım” şeklinde cevap verdi.[318]

Muaviye atı ile meydana çıktı. Mübareze edecek birisini çağırdı. Karşısına Said b. Kays çıktı. Muaviye onu kabul etmedi ve geri döndü. Said de yerine dönünce bu defa mübareze meydanına Hz. Ali geldi. Kendisi ile mübareze yapacak birini çağırdı. Karşısına Abdullah b. Ömer çıktı. Hz. Ali, İbn Ömer’e: “Yazık sana, baban sağ olsaydı benimle savaşmazdı. Sen Hz.Osman’ın kanını mı istiyorsun?”dedi. Sonra Eşter’e onun karşısına çık mübareze et diye emretti.[319] Abdullah, Eşter’e yaklaştı. Eşter’in kim olduğunu bilmiyordu. Sen kimsin? dedi. Eşter de “ben, Mâlik b. Hâris en-Nehaî’yim, ben Eşter’im, Irak’ın erkek yılanıyım. Sen ise Hz. Ömer’in oğlu, Kureyş’in hayırlılarındansın” deyince,[320] Abdullah da: “Sen benim dengim değilsin deyip bir süre düşündü biraz bekledikten sonra “Sen olduğunu bilseydim karşına çıkmazdım. Uygun görürsen çekileceğim” dedi. Eşter de: “Benimle mübarezeden kaçınmaktan utanmıyor musun? Ben Yemenli bir adamım sen ise Kureyş’li bir gençsin” dedi. Abdullah da: “Hayır, vallahi seninle mübarezeden ayrılmaktan utanmıyorum” deyince, Eşter de “git ama bir daha tanımadığın kişilerle mübarezeye çıkma” dedi.[321] .

Abdullah b. Ömer, özrünü beyan ederek Muaviye’nin yanına geldi. Muaviye bu halin nedir? deyince, Abdullah da: “Bana bir şey sorma, kara aslanın pençesi, Eşter en- Nehaî ile mübareze etmedim” dedi. Muaviye de “niçin mübareze etmedin? O senin dengin idi, karşısına çık mübareze et” dedi. Abdullah da “O şimdi orada duruyor olsa çıkarım fakat O şimdi orada değildir” diye cevap verdi. Muaviye, “Bak! Ben Said b. Kays ile mübareze ettim. O da aynı O’nun benzeri gibiydi” dedi. Abdullah da, doğru söyledin ancak sen de O’nu yenemedin diye karşılık verdi. Muaviye de “O’nu önemsemedim. Hz. Ali olsa onunla mübareze yaparım, benim dengim O’dur” dedi. Bu arada Hz. Ali meydana çıktı: “Ey Muaviye! Gel mübareze yapalım, kim kazanırsa hak onun olsun” diye meydan okuyunca. Muaviye, karşısına çıkmaya cesaret edemedi. Abdullah ise “Ne bekliyorsun? Bak! İşte arzuladığın an geldi” dedi ise de Muaviye, Onun karşısına çıkmaya cesaret edemedi.[322]

Savaş esnasında Iraklıların sağ tarafı yenilmek üzere iken Hz. Ali sol tarafa geldi. Eşter ile karşılaştı. Ali O’na: “Ey Eşter!” dedi. Eşter de: “Buyur” diye mukabelede bulundu. “Şu insanların yanına git, onlara ölümü dünyada aciz bırakmadan ölümden nereye kaçıyorsunuz? Sizin için dünya baki değil” diye söyle dedi. Eşter onların yanına vardı ve onlara: Ey İnsanlar! Bana bakın, ben Mâlik b. Hârisim, dedi. Sonra insanların kendisini Eşter olarak bildikleri aklına gelince “Ben Eşter’im, Ey insanlar! Beni dinleyin, benim yanıma gelin” dedi. Bazıları geldi bazıları gelmedi. Ayrıca onlara şöyle hitap etti: “Bugün sizin çirkin gördüğünüz savaşta babalarınız çok sabırlı idi. -Eşter’in çağrısına Mezhicliler hemen cevap verdiler.- O devamla şöyle diyordu: “Siz de çok sabırlı idiniz ve bundan dolayı da rabbiniz sizden razı idi. Hal böyle iken size ne oluyor da düşmanlarınızdan kaçıyorsunuz. Üstelik siz savaşçı bir milletin evladısınız ve siz cesur bir milletin arkadaşlarısınız, siz aydınlık yarınların çocuklarısınız, siz atla savaşan bir milletsiniz ve siz çağ kapatan bir toplumsunuz” dedi. Mezhiclilere hitap ederek: “Niçin düşmana hücum etmiyorsunuz? Bugün kavminiz üzerinde kötü bir imaj bırakmaktan kaçının, düşmanla karşılaşma konusunda dürüst olun kaçmayın. Allah doğrular ile beraberdir. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki bunların ( Şamlıları kastederek) sinek kanadı kadar değeri yoktur” deyince, onlar da nerede istersen orada savaşırız dediler. Eşter de onları önemli bir kanat olan sağ tarafa yerleştirdi. [323]

Bu savaşta üç tane kardeş sancağı sıra ile aldılar ve öldüler. Sonra birisi bu kavmin hepsi helak olacak dedi ve sancağı başkasının taşımasını istedi. Şamlıların sancağı birkaç tane el değiştirdi Onlar: “Ya hep öleceğiz ya da zafer kazanacağız” diyorlardı. Onların bu sözünü Mâlik el-Eşter duyunca hemen harekete geçti. Onlara: “Ya zafer kazanacağım ya da öldürüleceğim, bunun dışında asla savaşı terk etmeyeceğim” dedi.[324]

Sonra Eşter sağ tarafa gitti. İnsanlar da vefa ve sabır üzere onun yanına toplandılar. Askerlerin güçlenmesi için, kazanmak için bir araya geldiler. Ziyad b. Nadr askerlere yardım ediyordu. Eşter: Bu kim? dedi. Ziyad b. Nadr dediler. O, Abdullah b. Büdeyl ve arkadaşlarına yardım etmişti. Hemen oraya geldi. Sağ tarafın sancağını eline aldı ve yere düşünceye kadar savaşmaya devam etti. Sonra Eşter Ziyad b. Kays’ın yanına geldi. O da düşmanla savaşıyordu. Bu kim? diye sordu. Oradakiler Ziyad b. Kays dediler. Mâlik el- Eşter onların böyle kahramanca savaşmalarını görünce hayran kaldı ve “Bu ne güzel bir sabır, ne büyük bir iş, insan bunlarla beraber savaşmayı terk edip, öldürmekten ve öldürülmekten kaçarsa utanç duymaz mı?” dedi.[325]

Savaş devam ederken bir gün akşam oldu ve ordular birlerinden ayrıldılar. Ertesi günün sabahı Hz. Ali askerlerini cesaretlendirmek için bir konuşma yaptı. Onların kaçmamalarını, biraz daha sabırlı olmalarını istedi. Kuran’dan bazı ayetler okuyarak onların morallerini yükseltmeye çalıştı.[326]

Sonra Mâlik el-Eşter ise: “Ey insanlar! Allah’ın nimetlerine ve lütuflarına karşı hamd ediyoruz. Savaşmakla hayırlı bir sonuca ulaşmayı ve cezadan da kurtulmayı ümit ediyoruz. Yanımızda Hz. Peygamberin amcasının oğlu var. O seyfullah’tır ve Hz. peygamber ile ilk namaz kılan kişidir. O hiç namaz geçirmemiştir. O’nun bir kusuru, suçu ve bir eksiği yoktur. O dinde fakihtir, Allah’ın koyduğu sınırları bilen birisidir. O güzel sabır, hilim ve iffet sahibidir. Allah’tan korkun. Size sabretmek ve doğru olmak yaraşır. Muhakkak siz hak üzeresiniz” diyordu. Sonra başkaları da söz alarak bu mahiyette çeşitli konuşmalar yaptılar.[327]

Savaş birbirlerinin moralini bozma amacıyla mübarezeler ile devam ediyordu. Şamlılardan Yezid b. Ziyad isminde birisi mübareze meydanına çıkarak mübareze edecek birini çağırdı. Karşısına Mâlik el-Eşter çıktı. Birbirleri ile karşılıklı vuruştular ve neticede Eşter O’nu yendi.[328]

Sonra mübarezeye Amr b. el-Âs çıktı. Amr, Mâlik el-Eşter’in kabilesini küçük düşürücü şiirler okuyordu. Bu sebepten dolayı herkesin sabrı iyice taşmaya başladı. Eşter, üç yüz atlının arasından hemen fırladı ve Amr b. el-Âs ile savaşmaya başladı. İkisi arasında savaş iyice kızışştı. Birbirlerine üstünlük sağlayamıyorlardı. Eşter bu esnada şöyle mülahaza ediyordu. Kim galip gelirse onun tarafı üstünlük sağlayacak ve daha fazla hırslanacaktır. Aynı şeyleri Amr da mülahaza ediyordu. Eşter ve arkadaşları Amr’ın tahrik edici davranışları sonucu şiddetli bir şekilde saldırdılar, onları Muaviye’nin çadırına kadar kovaladılar. O gün onlardan seksen kadar kişi hayatını kaybetti. Birçoğu da yaraladı. Amr da o yaralılar arasında idi. Muaviye durumu görünce dehşete kapıldı.[329]

Savaş esnasında Mâlik el-Eşter, sadece Bedir Ehli’nin bulunduğu bir grup askerle özel bir görev için Şamlıları aldatmak maksadıyla Şamlılara bir taarruzda bulunmuştur.[330]

Bir defasında Şamlılardan mübarezeye Âmir b. Nevze isminde birisi çıktı. Hucr b. Adiy O’nu yaralamayı düşündü, fakat Eşter ondan önce davranarak şiddetli bir darbe ile onu yaraladı. Sonra Şamlılardan başka birisi çıktı. Eşter onu da yendi. Sinan isminde birisi geldi. Konuşma fırsatı vermeden Eşter onu da yendi.

Bu olay Muaviye’ye çok ağır geldi. Mervan b. Hakem’in yanına geldi: “Ey Mervan! Yazık, bu durum beni çok üzüyor. Karşısına bizden kim çıkıyorsa bunun bedelini hayatı ile ödüyor” dedi. Mervan b. Hakem de “karşısına Amr b. el-Âs’ı çıkaralım, O senin için büyük bir kahramandır.” Muaviye de: “Sen de benim için önemli birisin, senin yerinde olsam karşısına çıkardım” dedi. Fakat Mervan b. Hakem kabul etmedi.

Sonra Muaviye, Amr b. el-Âs’a geldi: “Ey Abdullah’ın babası! Eşter’e karşı atınla beraber senin çıkmanı istiyorum, O’nun yaptığı işler beni çok üzdü, bize çok zarar verdi. Bu gün bir sürü Şam atlısı O’nun yüzünden hayatını kaybetti” deyince Amr da: “Ben onun karşısına çıkarsam Mervan gibi demem” dedi. Muaviye de: “Sana öncelik verdim, erteledin. Ben seni dahil ettim, sen çıkardın. Sana ikram ettim, sen ise kendine haram kıldın” deyince Amr da: “Hayır, sen beni yardımcı olarak getirdin” diye cevap verdi.[331] Burada Amr, Muaviye’ye vermiş olduğu desteği çekmekle tehdit etmiştir.

Sonra Amr seçkin dört yüz Şam askeri ile Eşter’e doğru yola çıktı. Mezhicliler Amr’ın askerlerle Eşter’e doğru yürüdüğünü görünce Eşter de Neha’ kabilesinden iki yüz askerle onlara hareket etti.[332]

İki grup karşı karşıya gelince bir birlerine saldırdılar. Amr ile Eşter karşı karşıya gelince yaralamak için Eşter, Amr’a vurdu. Amr O’nu aldatmak istedi, fakat başaramadı. Sonunda eğeri kesildi, mızrağı kırıldı ve yere düştü. Çenesi yere çarpınca bazı dişleri kırıldı. At ise Amr ile Eşter arasında kaldı. Mervan da: “Ey Ebû Abdullah! Nedir bu halin? deyince, Amr da “Ne olduğunu görüyorsun” dedi. Mervan da: “Sen bu halinle mi? Mısır’ı aldın” dedi.

Bir genç Amr’ın bu halini görünce kızdı. Sonra şiir okuyarak Eşter’in yanına doğru geldi. Eşter O’na baktı o daha çok gençti. Eşter onunla savaşmayı kendine yediremeyerek: “Ey Genç! Bu gençle savaş, o senin dengindir” diyerek oğlu İbrahim b. Eşter’e gönderdi. İbrahim onu yaraladı. Bu her iki taraf arasındaki savaş çok şiddetli oldu ve birçok Şamlı öldü.[333]

Bir başka mübarezede Bisr b. Ertâe meydana çıktı. Bisr, Amr b. el-Âs’ın düşğü duruma çok gülmüştü. Daha sonra Amr da ona gülecektir. Bisr savaş meydanına gelince hemen karşısına Mâlik el-Eşter çıktı. Eşter bir hamlede omurgasını kırdı. Bisr de attan yere düştü ve bir süre acı çektikten sonra hayatını kaybetti.

Sonra Eşter, Eş’as b. Kays, Adiy b. Hâtim, Said b. Kays, Amr b. Hamik, Süleyman b. Sured, Hârise b. Kudâme, Iraklılar ve Hicazlılardan oluşan yaklaşık bin kişilik bir asker ile Şamlılara şiddetli bir şekilde saldırdılar. Onları yerlerini terk etmek zorunda bıraktılar.[334]

Bir gece Muaviye’nin askerleri arasından Şamlı Esba’ b. Dırar isminde birisi gizlice casusluk yapmak amacıyla ayrıldı. Hz. Ali onu yakalamak için Mâlik el-Eşter’i görevlendirdi. “Eğer onu bulursan öldürme bana getir” dedi. Eşter onu buldu, esir olarak aldı ve onu gece atının yanına getirerek sıkıca bağladı. sabahın olmasını beklemeye başladı. Adam öldürüleceğini düşünerek şiir söylüyor kötü sonu hatırlamak istemiyordu.[335]

Eşter onun şiir okumasını duyunca kendi kendine mırıldanıyor sanmıştı. Sabah olunca onu Hz. Ali’ye götürdü. “Ey Mü’minlerin Emiri! Bu adamı esir ettim, öldürmedim, Allah’a yemin olsun senin için öldürülmesi daha iyi olsaydı onu öldürürdüm, sabaha kadar benim yanımda kaldı, gece boyu şiir okudu. Eğer uygun görürsen onu bana ver” dedi. Hz. Ali de: “Ey Eşter: Ehli kıble öldürülmez, fidyesi de olmaz” deyince Eşter de ona iyi muamele de bulundu ve onu çözdü.[336]

İki ordu arasında savaşın en şiddetli anında Hz. Ali, Eşter’e haykırdı. Eşter Kûfeliler ile, Abdullah b. Abbas’a, O da Basralılara haykırarak, askerleri ile beraber top yekün saldırıya geçtiler. Şam askerleri ise bozulup dağılma noktasına geldi. Bir birlerine bakıyorlar fakat söyleyecek bir şey bulamıyorlardı, dehşet ve korku içinde idiler. İnsanlar sancaklarını bırakmışlardı. Hz. Ali, Rebîa’nın sancağının yanına gitti, beraber tutuyorlardı. Sonra Mâlik el-Eşter geldi, yaralanmıştı ateşler içinde idi. Hz. Ali’yi Rebîa’nın sancağını tutarken gördü, tekbir getirdi. “Ey Ali, Ey Mü’minlerin Emiri! Atlar, at gibi, insanlar insan gibi, Allah’a hamd olsun üstünlük bu saatte bizimdir. Sen olman gereken yere git. İnsanlar seni orada görmek istiyorlar” dedi. Sonra Hasan, Hüseyin ve Muhammed Hanefi ile ehl-i beytin diğer üyeleri de geldi.[337]

Hz. Ali on bin kişi ile saldırıya geçti. Şamlılar yenilmenin eşiğine geldiler. Artık umutlarını da kesmeye başladılar. Atların ayakları hep kan oldu. Muaviye, Amr b. Âs’a döndü: “Ey Ebû Abdullah! Bugün sabır günü yarın da gurur günü” dedi. Amr: “Doğru söyledin, bu gün hak, ancak hayatta kalmak şüpheli, eğer Hz. Ali saldırırsa sonu kötü olacak” dedi.[338]

Bu esnada Eşter amcasının oğlunun yanına geldi. Onları savaşa teşvik ediyor ve şöyle diyordu: “Ey Mezhicliler! Kaya gibi sert olun, sabırlı olun, dişinizi sıkın, eğer siz rabbinizden gelene, rabbiniz de sizden razı olursa düşmanınıza üstün gelirsiniz. Siz Arapların çocukları, savaşçıların arkadaşları, avcıların çocuklarısınız. Siz hücumu seversiniz, ölümden korkmazsınız” dedi. Mezhicliler ile beraber Eşter büyük bir saldırıya geçti. Şamlılar ise tereddüde düştüler. Eşter o gün yağız bir at üzerinde idi ve elinde Yemen’e ait genişçe bir tabak bulunuyordu. Parlak bir şey idi. Kaldırdığı zaman insanın gözünü alırdı. Onunla kendini oklara ve kılıç darbelerine karşı koruyordu[339]

Savaş gün boyu şiddetli bir şekilde devam etmiş hatta gece sabaha kadar sürmüştü. Soğuk bir gece idi. Savaşırken mızraklar kırılmıştı. Hz. Ali de bir o tarafa bir bu tarafa gidiyor, savaşı idare ediyor, askerlere emirler vererek gerekli önlemleri alıyordu. Eşter ise o gün sağ tarafta savaşıyor bir taraftan da arkadaşlarını Şamlılara karşı motive ediyordu. “Onlar mızrak kullanırsa, siz de mızrak kullanın. Onlar ok kullanırsa, siz de ok kullanın” diyordu. Askerler de aynısını yaptılar. Eşter baktı ki netice alınamıyor sonra atını getirtti.

Sancağı ise Hayyan b. Hevze en-Nahaî’ye teslim edip atına bindi ve askerlerin arasında atını hızla sürerek “Kim canını Allah’a satmak istiyorsa gelsin, Eşter ile savaşsın” diye bağırmaya başladı. Halk Eşter’i bu şekilde görünce hepsi etrafında toplandı. Sonra Eşter yanına toplanan bu askerler ile sağ tarafta savaşmaya başladı. “Durmayın saldırın, amcam ve dayım size feda olsun, Allah onlardan razı oldu. Onlar dini yüceltmek için savaştılar” diyordu. Sonra atını sürdü, yanındaki askerler de onunla beraber saldırıya geçti. Şamlıları karargâhlarına kadar sürdüler.[340]

Askerlerden birisi Hz. Ali’ye gelerek “Eşter gösteriş için savaşıyor, Allah rızası için savaşmıyor” dedi. Adamın bu sözleri Eşter’e ulaşınca Eşter buna çok üzüldü. Sonra o kişi böyle düşündüğü için pişman oldu.[341]

Cündeb b. Züheyr bir gün Hulde b. Hâlid el-Ensarî’nin karşısına mübarezeye çıkmıştı. Yapılan mübarezede Cündeb b. Züheyr hayatını kaybetti. Eşter, O’nun ölümüne çok ağladı. Hz. Ali O’na “Seni ağlatan nedir? Allah senin gözlerini ağlatmasın” dedi. Eşter de: “Ey Mü’minlerin! Ben görüyorum ki insanlar senin elinle savaşıyorlar, ölüyorlar. Ancak ben şehit olamadım, bu feyze nail olamadım” deyince Hz. Ali de ağzını hayırdan aç dedi.[342]

Abdullah b. Âmir, bana kavmimden bir adam: -Sıffin savaşında savaş tüm şiddeti ile devam ederken- “Mâlik el-Eşter durmadan bazen atlı olarak, bazen de yaya olarak savaşıyordu. Bizim karşımıza bir adam çıktı ki daha önce bu büyüklükte bir adam hiç görmemiştik. Kendisi ile mübareze edecek birini çağırdı. Karşısına Eşter’den başka hiç kimse çıkamadı. Birbirlerine birer kılıç salladılar ancak Eşter ilk vuruşta onu yendi” diye nakleder.[343]

Eşter’in yaptıklarını gören Ezd kabilesinden birisi intikam almak için Eşter’e saldırdı. Vallahi ya öldüreceğim ya da öleceğim dedi ancak o da Eşter’e mağlup oldu.[344] Eşter Sıffîn savaşında onlarca mübareze yapmıştır. Ancak biz bir kısmını anlatmakla yetindik. Bunları da Eşter’in Sıffîn savaşında ne kadar önemli birisi olduğunu ifade etmek için nakletme gereği duyduk.

Leyletülherirde Muaviye savaşı kazanamayacağını anlayınca hileye başvurdu. Maksat Hz.Ali taraftarlarının savaşma azmini kırmak, savaş neticelenmeden savaşı durdurmaktı, yoksa anlamışlardı ki kendileri yenileceklerdi. Bunun için mızrakların ucuna Kuran sahifelerini bağladılar ve Hz. Ali ile taraftarlarını Allah’ın kitabına çağırıyorlardı. “Allah’ın kitabı aramızda hakem olsun” diyorlardı.[345]

Ancak bu çağrı ile yapılan hile yerini bulmuş ve neticesinde Mü’sir b. Fedekî ve Ziyad b. Husayn et-Taî bir grup adamla Hz. Ali’ye gelerek “Ey Ali! Bu çağrıya kulak ver, Hz. Osman’ın başına gelenleri biliyorsun. Osman b. Affan’ı biz öldürdük. O, bize Allah’ın kitabına göre hükmetmekten kaçınmıştı. Onun için onların, Allah’ın kitabına uyma çağrısına cevap vermen gerekiyor. Yoksa seni onlarla baş başa bırakır ya da seni Hz. Osman gibi öldürürüz” diye tehdit ettiler.[346]

Hz. Ali de bu olayın bir hile olduğunu tahmin etmişti.Çünkü bu işi tezgâhlayanlar; Amr b. Âs, İbn Ebî Muayt, İbn Ebi Serh ve Dahhak idi. Hz. Ali de bunların dine ve Allah’ın kitabına olan samimiyetlerine inanmıyordu.[347]

Hz. Ali bir süre düşündü, sonra: “İlk defa Allah’ın kitabına onları ben çağırmıştım, niçin kabul etmediler? dedi. Durum böyleyken onların davetine benim icabet etmem yakışık almaz. Akşam halife olarak yatan birisinin memur olarak uyanması uygun olmaz. Bu gün nehyeden birisi iken nehyedilen birisi olamam. Siz hayatta kalmayı seviyorsunuz harpten de kaçıyorsunuz. O halde sizin çirkin gördüğünüz bir şeye sizi sevk etmem Eşter’e haber gönderin gelsin” dedi. Eşter ise o sırada Muaviye’nin askerlerini yenmek üzere idi.[348]

Hz. Ali Mâlik el-Eşter’e savaşı bırakıp gelmesi için bir elçi gönderdi. Eşter de elçiye “Şimdi buradan ayrılacak zaman değil” diye cevap verdi. Eşter’in yanından sesler yükselmeye başladı. Hz. Ali’nin böyle bir tuzağa alet olmasını kendilerine yedirememişlerdi ve çağrıya cevap vermediler. Eşter gelmeyince Hz. Ali’ye tekrar “Biz senden Eşter’in savaşı bırakıp gelmesini istedik. Ona savaşmayı emretmeni istemedik” dediler. Hz. Ali de: “Nasıl böyle bir şey yapabilirim, hep sizin yanınızdaydım” deyince, onlar da: “Ya Eşter savaşı bırakır gelir ya da seni halifelikten azlederiz” dediler. Sonra Hz. Ali güvenilir bir arkadaşına, Yezid b. Hânî’ye Eşter’e git fitne çıktığını söyle dedi.[349]

Elçi birkaç defa Hz. Ali ile Eşter arasında gidip gelmişti. Bundan maksat Mâlik el- Eşter’e zaman kazandırmak idi. Hz. Ali ise Eşter’e bu durumu elçi ile haber vermiş, “Allah sana fethi nasip edinceye kadar yerinden ayrılma” demiştir.[350]

Hz. Ali’nin elçisi Yezid b. Hânî bu defa Eşter’e bir mektupla gelince, Eşter: “Muhakkak halife beni havaya kaldırılan bu Mushaflar için çağırıyor” dedi. Elçi de: “Evet, onun için savaşı bırak, halifenin yanına git” dedi. Eşter de: “Bu Mushaflar havaya kaldırılınca, Amr b. el-Âs’ın araya fitne sokmak için başvurduğu bir hile olduğunu anlamıştım” dedi. Sonra elçiye dönerek: “Bana az bir zaman verin, görmüyor musun? zafere çok yaklaştım” dediyse de. Elçi Eşter’e: “Senin zafer kazanman Mü’minlerin Emirinin hayatından daha mı önemli?” diye cevap verdi. Eşter de: “Hayır, Allah’ı tenzih ederim ki böyle bir şeyi asla sevmem” diye cevap verdi. Elçi de: “O zaman hemen halifenin yanına dön, bazıları: Ya Eşter’i getirirsin ya da Hz. Osman’ı öldürdüğümüz gibi seni de öldürürüz” diyerek halifeyi tehdit ettiklerini söyledi.[351]

Sonra Eşter kızarak ayrıldı ve : “Ey Iraklılar, ey alçaklar, korkaklar! Yazıklar olsun size. Onlara üstünlük sağlamıştım, onları yenecektim. Böyle bir zamanda Mushafları yukarı kaldırarak sizleri aldatacaklarını biliyorlardı. Siz de bu hileyi anlayamadınız. Sonra da sizi Kuran’ın hükmüne çağırdılar. Siz de buna aldandınız.”diyordu.[352]

Eşter onlara: “Yazık, bana azıcık bir zaman verseydiniz fethi hissetmiştim zafere inanıyordum, zafer yakındı” deyince. Âsiler de: “Yalan söylüyorsun” dediler. Eşter ise: “Bana biraz süre verin, ben üstünüm” dediyse de onlar: “Hayır, senin hatana ortak olamayız, onlar bizi Allah’ın kitabına çağırdılar. Biz de bu çağrıya icabet etmeliyiz” şeklinde cevap verdiler. Eşter ise: “Sizin gibiler öldürüldü, ancak adi ve soysuzlarınız kaldı. Sizin hayırlılarınız öldü, ancak batıl yolda olanlar kaldı” dedi. Bu defa âsiler: “Ey Eşter! Bizden uzak dur, sana da arkadaşına da itaat etmeyeceğiz, biz mızrakların başında Mushafları gördük Mushaf’ın hükmüne çağrılıyoruz” diyerek karşı çıktılar.[353] Mâlik el- Eşter de: “Hayır, Allah’a yemin olsun, aldatıyorsunuz ve aldanıyorsunuz. Savaşı bırakmaya çağrıldınız ve savaşı bıraktınız deyip isyan eden gurubun yanına geldi ve onlara: “Ey korkaklar topluluğu! Sizin namazınızın ahirete olan özleminizden dolayı olduğunu sanırdık. Sizin savaştan kaçmanızın sebebini, dünyaya olan sevginizden olduğunu görüyorum. Zalim kavimler gibi Allah’ın rahmetinden uzak kalasınız” dedi. Bir birlerine hakaretler ettiler Hz. Ali’nin araya girmesi ile kavga önlendi ve sonra sakinleştiler.[354]

Hz. Ali’nin arkadaşlarından birisi, “Mü’minlerin Emiri kabul etti, Kuran’ın hükmüne razı oldu. Kendinizi tehlikeye atmayın” dedi. Buna karşılık Eşter, “Hz. Ali kabul ediyorsa, Mü’minlerin Emiri razı ise ben de kabul ediyorum” diyerek O da Hz. Ali’nin kararına uydu.[355] Gerçi halife asilerin dayatması sonucu savaşı sona erdirmek zorunda kalmıştı. Maksat ise fitnenin daha fazla büyümesini ve müslümanların bölünmesini önlemekti. Ancak bunda da başarılı olunamamıştır.

Muaviye, “Mushafları kaldırınca Eşter bizden vazgeçti. O gün Hz. Ali’den benim için bir eman alınmasını isteyecektim. Hatta firar etmeyi dahi düşünmüştüm” dedi.[356]

Savaş sona ermişti. Barış anlaşması yapılacaktı, bazı insanlar Muaviye’nin temsilcisi olurken bazıları da Hz. Ali’nin temsilcisi oldular. Hz. Ali’nin temsilcileri: Eş’as b. Kays, Abdullah b. Abbas, Said b. Kays, Verkâ el-Becelî, Abdullah el-Iclî, Hucr b. Adiy el-Kindî, Abdullah b. Tufeyl, Ukbe b. Ziyad, Yezid b. Huciyye, Mâlik b. Ka’b, idi. Ancak barış metni yazıldıktan sonra küçük bir anlaşmazlık çıktı. Sahifenin adının sulh anlaşması diye yazılmasına Eşter kızdı ve “Ben savaşı kazanıyordum, ancak bazıları baskı ile engellediler” diyerek itiraz etti. Eş’as b. Kays ise: “Evet, sen zaferi görmüştün. Ancak senin sözünü dinleyen olmadı. Allah benim kılıcımla o insanların kanını heder etsin” dedi.[357]

Sahife yazıldıktan sonra Eşter, bu sahife kabul edilmez aramızdaki husumeti ancak kılıç halleder diye itiraz edince; Hz. Ali kendisinin de memnun olmadığını ancak önceden kabul ettiği bir anlaşmayı reddetmeyi yada değiştirmeyi kendisine yakıştıramayacağını söyledi.[358]

Sıffîn savaşında Şamlılardan birçok kişi hayatını kaybetmişti. Eğer hile ile savaşı durdurmasalardı. Şamlıların savaşı kaybetme ihtimalleri çok fazla idi.[359]

Savaş artık durmuştu. Şimdi sıra diğer aldatmalara geldi. Ancak Mâlik el-Eşter her defasında savaşın devam ettirilmesi taraftarı idi. Çünkü daha savaş neticelenmemişti. Bu şartlarda bir anlaşma yapılması Iraklıların yani Hz. Ali’nin aleyhine olacaktı. Bir başka ifade ile Şamlılar bu durumu rahatlıkla kendi lehlerine çevirebileceklerdi. Bunun farkında olmayan Hz. Ali’nin etrafındaki bazı insanlar savaşın bitmesini istiyorlar ve şiddetle Eşter’in görüşlerine muhalefet ediyorlardı. Bu kişiler ise başta Eş’as olmak üzere Eşter’den başka savaş isteyen yok diye onlara tepki gösteriyorlardı.[360]

Aralarından birisi, “Biz, Eşter’in emri ile hareket edecek değiliz” deyince Hz. Ali de Eşter’in emri nedir? diye sordu. O da: “Senin ve O’nun istekleri yerine gelinceye kadar bize kılıçla bir birimizin boyunlarını vurmamızı emrediyor” dedi.[361]

Her iki taraf da işi hakemlere bırakma konusunda anlaştılar. Hakem tayini konusunda da Hz. Ali taraftarları arasında ihtilaf çıktı. Hz. Ali, ısrarla Mâlik el-Eşter’i kendi hakemi olarak tayin etmek istemişse de bazıları da şiddetle bu fikre karşı çıkmış. Hz. Ali’yi bu kararından vazgeçirmeye çalışş ve O’nun yerine Ebû Mûsa el-Eş’arî’yi hakem tayin etmesini istemişlerdir. Bunun görünen sebepleri ise Mâlik el-Eşter’in yukarıda bahsettiğimiz savaş hakkındaki düşüncesi ve Hz. Osman’ın öldürülmesi olayına katılanlardan olmasıdır. Ayrıca herkes biliyordu ki Eşter kolay kolay kaybetmezdi. [362]

Bu noktadan hareketle eğer Eşter hakem olursa küçük bir anlaşmazlıkta savaş tekrar başlayabilir endişesi insanlar arasında hakim idi. Bu kişilerin öne sürdükleri bir diğer gerekçe ise Eşter’in mizacı idi. İşte bütün bunlar için Eşter’in hakemliğine şiddetle karşı çıkılmıştır. Ebû Mûsa el-Eş’arî ise belki en son düşünülecek kişi idi. Çünkü Kûfe valiliğinden azli sürecine bakıldığında onun isabetli birisi olduğu konusunda ciddi endişeler bulunmakta idi. Çünkü Hz. Ali’nin aleyhine bir karar çıktığı zaman ne kadar mücadele edebileceğini kestirmek mümkün değildi.

Hz. Ali, Mâlik el-Eşter’i hakem olarak tayin etmek istemişse de bazıları Ebû Mûsa’nın hakem olmasını istemişler ve “Eşter’den başka yeryüzünde adam kalmadı mı?” demişlerdi. Hz. Ali, Ebû Mûsa’nın güvenilir olmadığını söylemiş ise de söz geçirememiş, sonra Abdullah b. Abbas’ı teklif etmiş, ancak yine kabul ettirememiştir. Söz dinletemeyince de “Gidin istediğinizi hakem yapın” demek zorunda kalmıştır. Bu esnada Eşter de oraya gelmişti. Hz. Ali’nin yanında Ebû Mûsa’nın hakemliği konusunda kısa bir tartışma daha yaptılar.[363] Ancak netice değişmedi. Ebû Mûsa Hz. Ali’nin hakemi oldu.

Eşter, şiddetle kendisinin hakem olmasını istiyordu. Çünkü Muaviye’nin hakemi Arapların ünlü siyasi dehalarından birisi, Amr b. el-Âs idi. Bunun için Eşter Hz. Ali’den Amr’ın karşısına kendisini çıkarmasını istiyordu ve “Eşi ve benzeri olmayan Allah’a yemin olsun ki onunla dövüşmenin hasretini çekiyorum” diyordu. Çünkü Amr ile görülecek bir hesabı bulunuyordu.[364]

Mâlik el-Eşter ise zaferi kazanmak üzere olduğu halde, savaşın bıraktırılmasını bir türlü hazmedemiyordu. Anlaşma metni yazılmış, Eşter’e getirilmiş ancak sahifede Hz. Ali’nin isminin yanında halife ya da Mü’minlerin Emiri unvanını görmemesi yine onu çok kızdırmıştır.[365] Bir süre de bu konuda tartışıldı.

Bazıları Hz. Ali’ye gelerek: “Eşter’in bu sahifede iki toplumun savaşmasından başka bir şey görmüyorum” dediğini söylediler. Hz. Ali ise buna karşılık; “Ben de esasında buna razı değilim ve bu şartları sevmiyorum. Bir şeyi kabul ettikten sonra değiştirilmesini istemek, Allah’a isyan gibidir. Şüphesiz Allah’ın kitabında: ‘Allah’ın emrini terk edenler ile savaşın’ diye emredilmektedir. Bunun için söz verdikten sonra dönmek doğru değildir” dedi.[366]

Bütün bu olaylar Eş’as ile Eşter arasında büyük bir tartışmaya sebep oldu. Az kalsın ikisi arasında harp çıkacaktı. Durum böyle olunca Hz. Ali arkadaşları arasında kavga çıkıp, arkadaşlarını kendisini terk etmesinden korktu.[367]

Kısacası, 37/659 tarihinde 13 Safer Salı günü Muaviye ile Hz. Ali arasında savaşın bittiğine ve aradaki anlaşmazlığı hakemler yolu ile çözüleceğine dair bir anlaşma metni hazırlandı.[368] Mâlik el-Eşter sahifenin yazımı konusunda da itiraz etmiştir. Buradaki anlaşmazlık iki taraflı olmuştur. Asıl sorun ise anlaşma metnine nasıl başlanacağı konusundadır. Ebu’l A’ver ile Mâlik el-Eşter arasında bu konu da yine önemli tartışma olmuştur. Ebu’l-A’ver; Hz. Ali’nin isminin başa yazılmasına itiraz edince Hz. Ali taraftarları değiştirmek istememiş ve bunun için yumruklaşşlardır. Ebu’l-A’ver ise değiştirmek isteyince Mâlik el-Eşter: “Ey Eba’l-A’ver! Kılıcımla seni deşmemi ister misin? Şimdiye kadar birçok insan öldürdüm hiç birisinin senin kadar suçu yoktu. Sen insanları birbirine düşürerek aralarında fitne çıkarmak istiyorsun. Sen dünya için çalışıyorsun, insanları âhiretten saptırıyorsun” dedi. [369]

Ayrıca Eşter, her zaman Hz. Ali’nin taviz verdiği düşüncesindedir. O’na göre bu kadar teslimiyetçi olunmaması gerekirdi[370]

Mâlik el-Eşter, Adiy b. Hâtim et-Taî, Amr b. Hamik, Şurayh b. Hânî, E’as b. Kays ve bazı kişiler Muaviye’ye gelerek “Bizim adalete ne kadar aşık olduğumuzu bilirsin. Siz Mushafları mızrakların ucuna takıp kaldırarak bizi aldattınız ve bizi Allah’ın kitabına davet ettiniz. Biz de kabul ettik. Eğer hakemler doğru hüküm verirlerse ne ala yoksa kanımızın son damlasına kadar sizinle savaşacağız” dediler. Muaviye ise “Canınız ne isterse onu yapın” dedi.[371]

İki grup arasında sulh olması beklenirken bölünme daha da derinleşti. Hariciler adıyla yeni bir gurup ortaya çıktı. Bunlar Hz. Ali’yi terk ederek İslâm tarihindeki yerlerini aldılar. Hz. Ali ve Eşter yine kendi nüfuz bölgelerinde yollarına devam ettiler.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

VEFATI ve ŞAHSİYETİ

VEFATI

Mâlik el-Eşter Mısır’a vali olarak atandıktan sonra hazırlıklarını tamamlayıp yola çıktı. Kulzüm denilen yere gelince, Dihkanlı Câyester onu karşıladı. Eşter’e, ben haraç ehlinden birisiyim diyerek O’na saygılı bir şekilde hürmet etti. Eşter’e önce yemek mi yoksa soğuk bir içecek mi? istediğini sordu. Sonra O’na önce yemekler ikram etti. Arkasından hangi içecekten hoşlandığını sordu. Ancak elinde buz gibi bal şerbeti bulunduğunu söyledi. Daha önce zehirli bal şerbeti hazırlamıştı. Yemekten sonra soğuk bir bal şerbetinin iyi geleceğini söyleyerek kapta getirmiş olduğu zehirli şerbetini Eşter’e ikram etti. Eşter zehirli bal şerbetini içmeye başlayınca zehirli olduğunu anladı. Ancak yapacak bir şey kalmamıştı. Mısır’a ulaşamadan 38/ 659 tarihinde Kulzüm denilen yerde vefat etti.[372]

Bazı kaynaklar Mâlik el-Eşter’in kabrinin Süleyman peygamberin kabrinin yanında Ba’lebek’te olduğunu nakletseler de kanaatimizce bu doğru değildir. Böyle olsa bir çok kaynak tarafından nakledilirdi. Ölüm yeri bellidir, Kulzüm’de ölmüştür. Daha sonra buradan alınıp Medine’ye götürülmüş ve oraya defnedilmiştir.[373]

Eşter’in öldürüldüğü haberi Hz. Ali’ye ulaşınca yerine Muhammed b. Ebî Bekir’i Mısır’a vali olarak atadı. Ancak Muhammed, Muaviye ve Amr’ın çalışmaları neticesinde istenen başarıya ulaşamadı ve Mısır’ın idaresi Muaviye’nin kontrolüne geçti.[374] Daha sonra Muhammed b. Ebi Bekir de hunharca öldürüldü.[375]

Mâlik el-Eşter’in ölümü Şam ve Irak cephesinde farklı yankılar meydana getirmiştir. Eşter’in ölümü, Muaviye, Amr ve Şamlılar tarafından sevinçle karşılanmıştır. Amr b. Âs, bal şerbetini Allah’ın bir askeri diye sena etmiştir.[376]

Muaviye, Şamlılara: “Hz. Ali, Eşter’i Mısır’a vali olarak göndermişti. Onun işinin bitirilmesi için Allah’a dua ediyorum” dedi. Bir çok Şamlı, Eşter’e karşı beddua ediyordu. Bu esnada Eşter’i zehirleyen kişi Eşter’in öldüğü haberini getirdi.[377] Şamlılar ve Muaviye bu habere çok sevindiler, çünkü Eşter’in öldürülmesi ile Hz. Osman’ın intikamının alındığını düşünüyorlardı.[378] Bize göre sevinmelerinin bir diğer sebebi ise Hz. Ali’nin kolunun biraz daha zayıflaması idi. Böylece Muaviye’nin nüfuzu biraz daha artacaktı.

Muaviye Dımaşk camiinde hutbeye çıkarak Şamlılara bir konuşma yaptı. Konuşmasında: Allah’a hamd ve senadan sonra, “Hz. Ali’nin iki tane sağ kolu bulunuyordu. Birini Sıffin’de kestim. Buradaki bahsettiği kişi Ammar b. Yasir’dir. Diğerini de bu gün kestim” diyerek Mâlik el-Eşter’i öldürttüğünü ilan etmiştir.[379]

Hz. Ali, Eşter’in ölümünü duyunca, “Allah’tan geldik. Allah’a döneceğiz” dedi. O’nun ölümü Hz. Ali’ye çok acı geldi. Önce inanmak istemedi. Tahkik ettirince doğru olduğu kesinleşti. Elleri ve ağzı kendine çok ağır geldi. Kelimeler boğazında düğümlendi. “Böyle sonuçlanacağını bilseydim O’nu Mısır’a göndermezdim” dedi.[380] O’nun ölümünden dolayı çok üzüldü, çok acı çekti.[381] şöyle dua ediyordu: “Mâlik, Allah’ın yanına gitti. Acaba onun bir benzeri daha bulunur mu? Onun karşısında demir olsa erir itaat ederdi. Taş olsa toz olurdu. Onun için yas tutun.” [382]

II. ŞAHSİYETİ

I.Fizikî Özellikleri

Mâlik el-Eşter, uzun boylu, iri vücutlu birisi idi. Bu yapısı ile de meşhur olduğu için Yezid b. Ebî Süfyan “O’nu gördüğüm zaman, fiziki yapısından onu hemen tanırdım” diye nakleder.[383] Eşter çok heybetli birisi idi. Ata bindiği zaman ayakları yerde sürünürdü.[384] Bu yapısı ile düşmana korku salmış dostlarına da güven kaynağı olmuştur.

Kahramanlığı

Mâlik el-Eşter kabilesinin reislerinden idi. Bundan dolayı kabilesinde sözü geçen birisi idi. Araplarda kabile reisi olmak çok yönlü olmayı gerektirir. Çünkü kabile reisi o kabilenin göstergesidir ve iyi bir şekilde kabileyi temsil etmesi icab eder.

Eşter kahraman birisidir. Belki Arapların en kahramanlarından birisidir. Hayatını incelediğimizde İslâm tarihinde kahramanlık yönünden bir sıralama yapmak istesek Hz. Peygamberden sonra Hz. Ömer, Hz. Ali, Hâlid b. Velid gibi bazı kahramanlardan sonra herhalde Mâlik El-Eşter gelirdi. Burada sadece kahramanlık açısından konuyu değerlendiriyoruz. Yoksa genel manada Hz. Peygamberden sonra sahabe, onlardan sonrada tâbiîler şeklinde sıralanır. Ancak bazı insanlar cüz’î bir konuda maharet kazanmış olabilir.

Mâlik el-Eşter, İnandığı davaya hiç çekinmeden canını dahi verebilirdi. Bunu Rumlara karşı mücadelesinde gözünün birisini kaybetmesinden de açıkça anlıyoruz. Bazıları da: “O’nun gibi kahraman sahabeden sonra görülmemiştir” diyerek ne kadar büyük birisi olduğunu veciz bir şekilde ifade etmişlerdir. [385]

Mâlik el-Eşter, iyi bir binicidir. Ömrünün çoğu at sırtında geçmiş ve onun için her zaman süvarilerin komutanlığını yapmıştır.[386] Hz. Ali kahramanlığı sebebiyle O’na seyfullah lakabını vermiştir.[387] Savaşlarda kimse Mâlik el-Eşter’in karşısında duramıyor, mübarezeye çıksa dahi bunu çoğunlukla hayatı ile ödüyordu. Özellikle Rumlarla mübarezelerinde en önemli Rum reisleri karşısında dayanamayıp Eşter’in karşısına mübarezeye çıkmalarının bedelini hayatları ile ödemişlerdir.

Aynı şekilde müslümanlar arasında çıkan iç savaşlarda da Eşter kahramanlığını, gücünü, en şiddetli bir biçimde ortaya koymuş, karşısına çıkanlar Eşter’in kılıcı altında hayatlarını kaybetmişlerdir. Bu sebeple Eşter birçok müslümanın ölüm fermanını yazmıştır. Eşter’in kılıcı ile hayatını kaybeden insanların bazıları: Muhammed b. Talha,[388] Hâris b. Cabir,[389] Ka’b b. Müdlic,[390] Ka’b b. Sevr el-Ezdî, Vâil b. Kesîr’dir.[391]

Eşter, yapmış olduğu bütün mübarezeleri muhakkak kazanmıştır. Öldürülmekten ya da ölmekten hiçbir zaman korkmamıştır. Yine bütün savaşlarda hep en ön saflarda savaşştır.

Bir gün Mâlik el-Eşter, Şurahbil b. Sımt’ın idaresinde bir grup askerle beraber bir yere giderlerken namaz vakti gelmişti. Can güvenlikleri olmadığı için Şurahbil guruba namazı binek üzerinde kılmalarını emretti. Ancak Eşter cesaretinden dolayı Şurahbil’i dinlemeyerek atından indi ve namazı yerde kıldı. O’nun cesaretini anlamayanlar fitneye sebep oluyor diye Eşter’i suçlamak istemişlerdir. [392] Ancak O’nun bu hareketi âmire itaatsizlik değil cesaretinin bir göstergesidir.

Ayrıca kahramanlıkları sebebiyle destanlara dahi konu olmuştur. Muhammed b. Hüsam’ın kaleme aldığı Hâverânnâme adlı destanın konusunu Hz. Ali’nin Eşter ve Ebu’l - Mihcen’le birlikte doğu ülkesi hükümdarı Kubat’a karşı yaptığı savaşlar oluşturur. Ayrıca bu eser adı bilinmeyen bir mütercim tarafından kısaltılarak Hâverzemin ismiyle Türkçe’ye çevrilmiştir.[393]

İdareciliği

Mâlik el-Eşter’in Cezire Valiliği

Aslında bu konu kronolojik olarak Sıffîn savaşından önce anlatılması gerekirdi. Ancak takip ettiğimiz konu tertibi sonucu burada anlatmayı uygun bulduk. Bu sadece tertip anlayışından kaynaklanmaktadır.

Cezire, halkı Hz. Osman’a bağlı bir bölge idi. Hz. Osman şehit edildikten sonra da yine Hz. Osman taraftarlığı ile ön plana çıkmıştır. Hatta halk Muaviye’ye bey’at etmiş ve onun emrine girmiştir. Hz. Ali, bu bölgeyi nüfuz altına almak için, Mâlik el-Eşter’i buraya vali tayin etmiştir. Eşter, bölgenin hakimiyetini ele geçirmek için Cezire bölgesinde önemli savaşlar yapmıştır.

Cezire, daha çok Mudar halkının yaşadığı bölgeyi içine almakta ve en önemli şehri ise Harran’dır. Dahhak b. Kays el-Fihrî, Harran’da Muaviye adına şehri idare etmektedir. Sıffîn savaşından önce Eşter buraların kontrolünü eline almak için hareket etmiş, Rakka yakınlarına geldiği zaman Dahhak, Semmak b. Mahreme’yi Eşter’i karşılaması için büyük bir ordu ile görevlendirmiştir.

Mâlik el-Eşter Kûfelilerden oluşan büyük bir ordu ile Harran yakınlarına geldi. Burada Dahhak’ın ordusu ile karşılaştı. Aralarında akşama kadar şiddetli bir savaş oldu. Gece yarısına doğru Dahhak ve askerleri yenildi ve Harran şehrine sığındılar. Eşter Harran’a gelerek burayı muhasara altına aldı. Eşter’in buradaki faaliyetleri Muaviye’ye ulaşınca derhal Abdurrahman b. Hâlid komutasında bir orduyu buraya gönderdi. Eşter Abdurrahman’ın gelmekte olduğunu öğrenince onları Rakka’nın dışında karşıladı. Aralarında yapılan savaşta Eşter, Abdurrahman ve askerlerini büyük bir yenilgiye uğrattı. Kalanlar da Şam’a kaçarak hayatlarını kurtardılar. Sonra Eşter, Rakka’ya gelerek şehri 394

tekrar kuşatma altına aldı.

Bu arada Dahhak, Eşter’i Rakka’dan uzaklaştırmak için büyük bir ordu ile Harran’dan harekete geçti. Eymen b. Harim el-Esedî de büyük bir ordu ile Şam’dan gelerek Dahhak’a katıldı. İki ordu birleşerek Eşter’i kuşatma altına aldı. Eşter ve askerleri büyük bir sabır ve kahramanlık göstererek Dahhak ve askerlerini yendi. Bundan sonra Eşter, civar beldeleri kontrolü altına almak için faaliyetlere başladı. Yapılan bir çok savaş neticesinde Eşter bölgedeki Şam hakimiyetini sona erdirerek Cezire bölgesinin tamamını Hz. Ali’ye bağladı.[394] [395]

Mâlik el-Eşter’in Ceziredeki başarısı Hz. Ali’ye ulaşınca Hz. Ali, bu başarıdan çok memnun oldu ve bu memnuniyetini halkla paylaşmak için hemen halka bir konuşma yaptı. Hz. Ali o sırada Kûfe’de bulunuyordu. Konuşmasında Allah’a hamd ve senadan sonra, “Ey İnsanlar! Muhakkak bütün mahlukatı Allah yaratmıştır. O yarattığı her şeyden hak, adalet ölçüsünde razı olur. Bizim işlerimiz iyi bir şekilde devam etmektedir. Atamız evladımıza evladımız da atamıza sövmemektedir,” diyerek uzunca bir konuşma yaptı ve Mâlik el-Eşter’in başarılarını halka duyurdu.[396]

Mâlik el-Eşter’in Cezire valiliği Mısır valisi olarak atanıncaya kadar devam etmiştir. Ancak ileride de değineceğimiz üzere Mısır’da işlerin yolunda gitmemesi sonucu Hz. Ali, Eşter’i Cezire valiliğinden alarak Mısır valiliğine atadı.

Mâlik el-Eşter’in Mısır Valiliği

Mısır, Hz. Ali’ye bağlı bir bölge idi. Bir süre Muhammed b. Ebî Huzeyfe b. Utbe b. Rebîa tarafından idare edildi. Hz. Ali onu görevden aldı ve yerine Kays b. Sa’d b. Ubâde’yi vali olarak atadı O da bir süre idare etti. Fakat istenilen düzen tutturulamadı. Zamanla buranın idaresi bozulmaya başladı. Kays hakimiyeti iyice kaybetmeye başlayınca Hz. Ali ona bir mektup yazarak bu kötü gidişten kendisinin sorumlu olduğunu ve burada başarılı olamadığını söyledi. Kays da Hz. Ali’ye bir mektup yazarak; “Beni töhmet altında bırakma. Durumdan memnun değilsen ve benim idaremden hoşnut olmuyorsan beni azlet ve yerime dilediğin kişiyi tayin et.” diye bildirdi.[397] [398]

Hz. Ali, Kays’dan böyle bir cevap alınca onu azletmeye karar verdi. Onun yerine atamayı düşündüğü iki isim bulunuyordu. Bunlardan birisi Mâlik el-Eşter diğeri de Muhammed b. Ebî Bekir idi. Ancak Eşter’in atanması fikri daha ağır basıyordu.

Sıffin savaşı sona erdikten sonra Mâlik el-Eşter görev yeri olan Cezireye döndü. Bir süre görevine burada devam ettikten sonra Hz. Ali’den gelen bir mektupla buradaki görevi 398 sona erdi.

Hz. Ali’nin Mısır’daki valilerinin zayıf olması ve bundan dolayı burada nüfuzun zayıflaması sonucu derhal Mâlik el-Eşter’e bir mektup yazdı. Mâlik el-Eşter o esnada Nusaybin’de bulunuyordu. Mektubunda: “Muhakkak sen dinin ikamesi konusunda kendini ispatladın. Günahkarları yola getirdin. Düşmanlara karşı daha şiddetlisin. Bunun için seni Mısır’a vali tayin etmek istiyorum. Ancak Muhammed b. Ebî Bekir’e bu görevi vermek istemiştim fakat O daha çok genç ve tecrübesiz. Haricilere karşı yaptığı mücadelede bu tecrübesizliğini açıkça gösterdi. Bunun için seni tercih etmem gerekmektedir. Yerine arkadaşlarından güvenilir birini vali olarak bırak ve derhal buraya gel” dedi.[399] Muhammed b. Ebî Bekir o tarihte gerçekten böyle bir görev için epeyce gençti ve yaşı da henüz yirmi dokuzlarında idi.[400]

Eşter mektubu alınca vakit kaybetmeden Hz. Ali’nin yanına gelerek huzuruna çıktı ve O’na selam verdi.[401] Hz. Ali, Mısır’daki durumu O’na anlattı. “Bu işi senden başkası çözemez, hemen hazırlan ve yola çık, sana nasihat etmeme gerek yok, senin görüşlerin sana yeter, her zaman Allah’a sığın ve ondan yardım iste. Şiddet ile yumuşaklığı karıştır yumuşak davranman gerektiği zaman yumuşak ol. Şiddetten başka çaren kalmaz ise o zaman da ölçülü ol.” diyerek bazı önemli gördüğü konuları hatırlattı.[402] Ayrıca düşmanlara karşı savaşmayı, halkına karşı da sulh yolunu seçmesini, şehri imar etmesini, Allah’a karşı takvalı olmasını, O’na itaat etmesini ve kitabında emrettiklerine uymasını, O’nun peygamberinin yolundan gitmesini tavsiye etti.[403] [404] Böylece Mâlik el-Eşter’i Mısır’a vali 404 olarak atamış oldu.

Eşter halifenin huzurundan ayrıldıktan sonra hemen yol hazırlıklarına başladı. Atını ve yiyeceklerini hazırladı ve derhal yola çıktı.

Mısır’ın karışmasında Muaviye’nin önemli rolü bulunuyordu. Bunun için bir taraftan Hz. Ali’nin Haricilerle mücadelesini takip ediyor, bir taraftan da Mısır’ı nasıl ele geçirebilirim diye planlar yapıyordu. Tam bu sırada Mâlik el-Eşter’in Mısır’a vali olarak atandığı haberi ulaştı. Muaviye bu atamadan çok tedirgin oldu. Eşter, Mısır’a ulaşmamalıydı. Çünkü Eşter’in,Mısır’ın kontrolünü sağlayacağından emin idi. Muhammed b. Ebî Bekir’den daha şiddetli olduğu için de bu iş Eşter için daha kolay olacaktı.[405]

Bunu için Eşter’in Mısır’a ulaşması engellenmeliydi. Bu görevi de kendisine haraç veren müslüman olmayan Dihkanlılara mensup olan Kulzüm ya da Ariş Emiri Câyester’e haber gönderdi. Ona: “Eşter, Mısır’a vali oldu. Onu ortadan kaldırırsan senden bundan sonra (bazı kaynaklarda yirmi yıl) haraç almayacağım dedi. Ceyester bunu duyunca hemen işe koyuldu, hazırlıklar yaptı ve Kulzüm denilen yerde Eşter’i beklemeye başladı.[406]

Bazı kaynaklar Mısır’a önce Muhammed b. Ebi Bekir’in ondan sonra Eşter’in vali olduğunu, bazıları ise Önce Eşter’in sonra Muhammed’in vali olduğunu ileri sürmüşlerdir.[407] Bazılarına göre ise Hz. Ali önce Muhammed’i vali tayin etti. Sonra O’nu azletti ve yerine Eşter’i tayin etti. Eşter de öldürülünce sonra tekrar Muhammed b. Eb.

Bekir’i Mısır valisi olarak görevlendirdi.[408] Vakidî’nin bildirdiğine göre ise Muhammed öldürüldükten sonra Eşter vali olarak atanmıştır.[409] Bizim kanaatimize göre ise önce Muhammed b. Ebi Bekir Mısır’a vali olarak atanmış, Ancak mücadele yeteneği Hz. Ali’yi tatmin etmemiştir. Bunu da haricilerle yaptığı savaşta üstünlük sağlayamamasından anlıyoruz. O’na göre Mısır’a vali olacak kişinin daha güçlü ve muktedir olması gerekirdi. Halife, bu görevi de Eşter’in başaracağı kanaatinde idi. Taberî de bu görüşü destekler mahiyette rivayette bulunmuştur.[410] Bunu içindir ki halife Muhammed’e karşı Eşter’i tercih etmiştir. Önce Muhammed’i tayin ettiyse de bu fikrinden vazgeçip Eşter’i Mısır valisi yapmıştır.

Mısır’ın idaresi iyice bozulup, bu durum Hz. Ali’ye ulaşınca “ Mısır’da ancak iki adamdan biri azlettiğimiz, dostumuz Kays ya da Mâlik b. Hâris el-Eşter bulunmalı” diyerek ancak bu iki kişinin Mısır’ı kontrol altında tutabileceğini söylemiştir. Yine burada ilk aklına gelen isim Muhammed’den önce Eşter olmuştur.[411] Kays’ı alternatif olarak düşünmesi muhtemelen bölgeyi ve halkı daha iyi tanımasından olsa gerektir. Daha sonra Eşter’i Mısır valisi yaparken, Kays’ı da polis şefi yapmıştır.[412]

Hz. Ali Eşter’den sonra O’nun yerine Mısır’a Muhammed b. Ebî Bekir’i vali olarak tayin etti.[413] Bu arada Muhammed b. Ebi Bekir’e bir mektup yazdı ve mektubunda şu ifadelere yer veriyordu: Eşter’i senin yerine gönderdiğimden dolayı hissettiğin kızgınlığı duydum. Bunu seni cihattan geri bırakmak, tarafımdan rızkını arttırmak için yapmadım. Şayet elindeki gücü çekip alsaydım, rızk konusunda seni en bol, saltanat bakımından da en rahat olana tayin ederdim. Şüphesiz Mısır’a gönderdiğimiz zat bize nasihatkâr, düşmana karşı da güçlü idi. Günlerini tamamlayarak sonunda eceli ile karşılaştı. Biz ondan hoşnut olduk. Allah da ondan razı olsun ve sevaplarını kat kat arttırsın ve sonunu iyi etsin.[414] Bu mektuptan da anlaşılıyor ki Eşter Muhammed’e alternatif olarak atanmıştır.

Hz. Ali, ben Rasûlullah’ın yanında nasıl isem Eşter de benim yanımda öyle idi diyerek Eşter’in kendisi için ne kadar önemli birisi olduğunu ifade etmiştir.[415]

Fudayl b. Hudeyç, Mâlik el-Eşter’in bir kölesinden şu bilgileri aktarır: Eşter öldürülünce sakalının arasında Hz. Ali tarafından Mısırlılara iletilmek üzere yazılmış bir mektup bulduk. Mektubunda şöyle diyordu: Allah’ın kulu, mü’minlerin emiri Ali’den âsilere Allah için kızan, zalimleri yerle yeksan eden, facirleri ortadan kaldıran müslüman ümmetine, Allah’ın selamı üzerinize olsun. Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a hamd ederek mektubuma başlıyorum. Size Allah’ın kullarından birisini gönderiyorum. O, korkulu günlerde uyumaz, o düşman’a karşı ateşin yakmasından daha şiddetlidir. O Mâlik b. Hâris’tir. Mezhiçlilerin kardeşidir. Onu dinleyin ve itaat edin. O Allah’ın kılıçlarından biridir. Biz birinin boynunu vurmaktan kaçınmayız. Haddi uygulamada zayıf kalmayız. Bir şeyde O size öne çıkmanızı emrederse derhal emrini yerine getirin. Bir şeyden de kaçınmanızı emrederse emrine uyun. O ancak benim talimatım ile hareket eder. Allah sizi düşmanınıza galip kılsın. Allah sizi hidayetinden ayırmasın ve dini üzere ayaklarınızı sabit kılsın.[416]

Muhammed b. Ebi Bekir ile Eşter aynı senede ve bir birine yakın tarihte öldürülmüştür. Bundan dolayı tarihçiler hakkında gerek valilikleri ve gerekse ölüm tarihleri konusunda tam bir fikirliği yoktur. Hişam b. Muhammed’e göre Muhammed öldürüldükten sonra Eşter vali olarak tayin edilmiştir.[417] Ancak yukarda incelediğimiz rivayetlere ve Hz. Ali’nin, Muhammed’e yazdığı mektuba baktığımızda Eşter Muhammed ölmeden Mısır valisi olmuştur. Eşter öldürülünce ise Muhammed tekrar vali olarak atanmıştır. Kaynaklarda bir birine zıt gibi görülen bilgiler ise her müellifin kendi ilgi alanına giren kısmı nakletmesinden kaynaklanmaktadır.

Şairliği

Eşter kahramanlığının yanında, şairliği ve fesahati ile meşhur birisidir.[418] Döneminin güçlü şairlerinden birisidir.[419] Bu şairliğini mübarezelerde ve düşmanla savaşlarda çok iyi kullanmış gerek kendisini ve gerekse arkadaşlarını şiirleri ile çok iyi motive etmeyi başarmıştır. İslâm ve Arap edebiyatında şairliğinin önemli olduğunun ifade edilmesi ve bizim nakletmeye çalışğımız şiirleri kıyaslandığı zaman, O’nun şiirlerinin çok azına ulaşabildiğimizi tahmin ediyoruz.. Aşağıda şiirlerine bazı örnekler verilmiştir.

Süslü kılıcımla göreni hayrete düşüren bir vuruş yapmadan dönmeyeceğime, yemin ettim.

Ben Mezhiçlilerin en hayırlı, süvari bir evladıyım. Ben onların kişi olarak, nesep olarak en hayırlısıyım.[420]

Evet, evet şehit olmayı istiyorum

Yanımda demiri bile kıran keskin bir kılıç var.

Vadi kenarlarındaki biçilmiş ekinler gibi

Bir çok orduyu harp meydanında bozguna uğrattı.[421]

mekanda senin karşına Eşter çıktı.

Savaş için hazırlanmış bir süvari olarak

Ormanın kurumuş sık bitkileri gibi

Onu çatık kaşlı yiğit birisi dövüşe çağırdığında

Çekinmeden, korkuya meyletmeden ona karşılık verdi.[422]

Sana mızrak ihanet etti ama hain olmadı

kişi cesurdu ama süvarileri öldürüyordu

Kahramanları ve yiğitleri helak ediyordu

Yaşlıları ve gençleri mahrum bırakıyordu.[423]

Her gün sessiz ve ağır başlıyım

Vurmakla neticesinde güç istiyorum

Zırh, ipek elbiseden daha hayırlıdır

Ey rabbim beni isyan yolundan uzaklaştır

Beni takva ve iyilik mükafatından uzaklaştırma

Vefat ederken beni küfürden uzak eyle.[424]

Ya ilahi! Rahmetini umuyorum

Günahımdan korkuyorum

Hiçbir şey Rabbimin affı gibi değildir

Hindin oğluna söyle

Sizin buğzunuz kalbimdedir

Uhuttan daha büyüktür

Örtünün Rabbine and olsun.[425]

İbn Harp sefaheti arzular bir halde yürüdü.

Ali’nin çarpışması atlarla ve yaya iledir

Biz onların üzerine, onların beldelerinde aşikar bir şekilde yürüdük Onların üzerine kılıçlarla ve oklarla yürüdük.[426]

İlmi yönü ve Hadis İlmindeki Yeri

Mâlik el-Eşter, iyi bir hatiptir.[427] Savaşlarda kaç defa askerler kaçmaya başlayınca Eşter’in konuşması ile tekrar savaş meydanına dönmüşlerdir. Özellikle Sıffîn’de savaş kaybedilmek üzere iken Eşter’in konuşması ile askerlerin cesareti artmış Şamlılar geri püskürtülmüştür.

Mâlik el-Eşter alim birisi idi.[428] İslâm dininin bütün inceliklerine vakıf birisiydi. Rumlarla yapılan savaşlarda İslâm’ı hem kılıçla hem de ilimle savunmuştur.

Mâlik el-Eşter, Hz. Peygamber dönemini görmesine rağmen sahabi olduğunu ileri süren ya da iddia eden olmamıştır. Dolayısıyla tabiinden kabul edilmektedir. Ayrıca sahabenin büyükleri ile de görüşş onlarla sıkı bir bağı olmuştur. Hz. Ali’nin sağ kolu olmuştur. Hatta O’nun yanında Eşter vazgeçilmez birisi idi. Ancak Hz. Ömer ve Ebû Bekir ile bu şekilde yakın bir ilişkisinden bahsetmek zordur. Çünkü o yıllarda cephede fetihlerle uğraşmakta idi. Hz. Osman ile ilişkisi ise oldukça zayıf ve olumsuzdur. Eşter açısından bakılınca; Eşter çok haksızlığa uğramıştır. Ancak Hz. Osman ve taraftarları tarafından bakılınca da halifeye muhalefetin başını çekmektedir.

Konuya yakınlığı açısından baktığımız zaman Eşter’in en çok Hz. Ali’den hadis rivayet etmesi gerekir. Ancak Eşter’in Hz. Osman’ın şehit edilmesi olayına katılması O’nun hadis ilmine katkısını ön plana çıkarmamıştır. Çünkü Hz. Osman’ın şehadetinin acısı daha insanların içinden çıkmamıştır. Onun için bu olay hadisçilerin Mâlik el-Eşter’e iltifat etmemesine sebep olmuştur.

Bütün bunlara rağmen Mâlik el-Eşter Hz. Ömer, Hz. Ali, Hâlid b. Velid ve Ümmü Zer’ den hadis almıştır.[429]

Eşter, töhmet altında olduğundan Hz. Osman’ı seven ve kendilerini O’nun varisi sayan Emevî’ler döneminde Eşter’in rivayet ettiği hadislere itibar edileceğini ve onun rivayetlerinin ilgi göreceğini düşünmek büyük bir hayal olacaktır. Onun için Eşter’e ilgi bu dönemde çok sınırlı kalmıştır. Belki Şia tarafından benimsenmiş ve büyük bir değer verilmiştir. Ancak bu ilgi bizim hadis literatürümüze yeterince yansımamıştır. Bundan dolayı Eşter’den hadis rivayet edenlerin sayısı çok azdır.[430]

Eşter’den hadis alanların başında oğlu İbrahim gelmektedir. Diğerleri ise Ebû Hasan el-A’reç, Abdurrahman b. Yezid, Alkame b. Kays ve diğer bazı kişilerdir.[431]

Her ne kadar Eşter’e ön yargı ile bakılsa da Iclî’ye göre Eşter sika bir ravidir. [432]

Rivayet ettiği bazı hadisler ise şunlardır:

Ali b. Mahreviyye İbn Ebî Hayseme’den, O da Amr b. Merzuk’tan, O da Şu’be’den, O da Seleme b. Küheyl’den, O da Muhammed b. Abdurrahman b. Yezid’den, O da babasından yaptığı rivayette Eşter Şöyle anlatır: Cabir ve Ammar’ın arasında bir konuda bir tartışma oldu. Cabir de Hz. Peygamber’e bu meseleyi şikayet etti. Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Kim Ammar’dan uzaklaşırsa Allah da ondan uzaklaşsın, kim Ammar’a Buğz ederse Allah da ona buğz etsin. Kim de Ammar’a kötü söylerse Allah da ona kötü baksın.”[433]

Hüseyin b. Hasan el-Mervezî, Süfyan b. Uyeyne’den peygamberin şu benim ve benden önceki peygamberlerin en çok yaptığı dua olan: Allah’tan başka ilah yoktur. O’nun ortağı yoktur. Mülk de hamd de O’nundur. O her şeye Kadîrdir hadisinin tefsirini sordum. Bu duaya benzemiyor sanki senadır. Süfyan da Mansur’un Mâlik el-Eşter’den naklettiği “Allah Taala buyurdu ki bir kul bir işinden ya da benden bir isteğinden dolayı bana senada bulunursa onun senasından daha fazla bir şekilde onun istediğini veririm” işte bu hadisin tefsiri budur dedi.[434]

Ebû Meşhur En-Nehaî isminde birisi İbn Ömer’den Arafat orucunu sordu. O da: “Ben Rasûlullah ile hacca gittim. O bu orucu tutmadı. Ebû Bekir ile hacca gittim. O da böyle bir oruç tutmadı. Hz. Ömer ile hacca gittim. Hz. Ömer de böyle bir oruç tutmadı. Hz. Osman ile de hacca gittim O da böyle bir oruç tutmadı. Dolayısıyla ben de tutmuyorum ve kimseye de tut diye emretmiyorum. Hiç kimseyi de tutmaktan nehyetmiyorum” dedi. Ebû meşhur bu hadisi İbn Eşter’den O da babasından almıştır. Ancak hadis uleması bu hadisi zayıf görmüşler, Eşter’in nesebini de tenkit etmişlerdir.[435]

Burada bir hususu da aktarmakta fayda ittihaz ediyoruz. Hz. Ali bir şeyin yapılmasını istediği zaman Allah ve Rasûlü doğru söyledi demeyi emrederdi. Bu durum Eşter’in dikkatini çekmişti. Hz. Ali’ye şöyle sordu: “Bunu Hz Peygamberin insanlardan gizli olarak verdiği şeyden dolayı mı yapıyorsun? Çünkü insanlar Hz. Peygamberin sana böyle gizli bir şey verdiğinden bahsediyorlar” dedi. Hz. Ali de: “Hz. Peygamber kılıcımın kılıfındaki sahifeden başka bir şey vermedi” dedi ve sahifeyi Eşter’e gösterdi.[436]

Ebû Zer’in Vefatı ve Mâlik el-Eşter

Bir yaklaşıma göre Ebû Zer, Hz. Osman’a ters düşğü için anlaşamamışlar, halife de onu Rebeze denilen yere sürgün etmiş, orada tek başına yaşamaya mahkum etmişti. İnsanlardan uzak, ailesi ile beraber burada yaşarken de iyice fakir düşştü. Ebû Zer’in vefatından burada bahsetmemizin iki sebebi vardır. Bunlardan birincisi Mâlik el-Eşter’in Ebû Zer’i defneden grubun içinde olması, diğer sebep ise bu vazife vesilesi ile Eşter’in Ümmü Zer’den hadis almasıdır.

Ebû Zer’in vefatını bize İbrahim b. Eşter babasından nakletmektedir. Buna göre, Ebû Zer hastalanmıştı ve artık ölmek üzere idi. Hanımı ağlamaya başladı. Ebû Zer niçin ağladığını sordu. O da yalnız bir yerde olduklarını, eğer kendisi ölürse kefen için kullanabilecekleri bir şeylerinin dahi olmadığını, onun için ağladığını söyleyince Ebû Zer: “Hayır, ağlama ben Rasûlullah’ın şöyle dediğini işittim. Bir gün üç kişi ile Rasûlullah’ın yanında oturuyorduk. Sizden biriniz kimsenin olmadığı bir yerde, yalnız başına ölecektir. Sonra onun ölümüne mü’minlerden bir grup şahit olacak. O zaman benim yanımda bulunanların hepsi toplum içinde ve şehirde vefat etti. Benden başka şu anda o insanlardan kimse kalmadı. Ben ise şimdi kimsenin olmadığı bir yerde, ölmek üzereyim. Sen de benim söylediklerimin doğru olduğunu göreceksin. Allah’a yemin olsun ki, ben yalan söylemiyorum” dedi. Ümmü Zer: “Artık hac mevsimi değil, buralara kim gelir” dedi ise de yine de gözü yolda idi.[437]

Ebû Zer Hz. peygamberin bu mucizesinin gerçekleşeceğini biliyordu. Onun için hanımına hazırlık yapmasını söyledi. Bu esnada da: gelen var mı? diye soruyordu. Hanımı, bir grup insanın gelmekte olduğunu söyleyince “Allhu ekber Rasûlullah doğru söyledi” dedi. Ebû Zer, vefat edince de yolda onları beklemeye başladı. İnsanlar gelince; “Sizlere müjdeler olsun! Hz. Peygamberin haber verdiği insanlar sizlersiniz deyip peygamberin hadisini onlara anlattı. Ebû Zer’in de öldüğünü onlara söyledi.[438]

Ebû Zer ölmeden önce hanımına bir koyun hazırlamasını emretmişti. O, 32/654 senesinde vefat etti. O’nun defin işlerini yapan gurup ise; Ahnef b. Kays et-Temimî, Sa’saa b. Sûhan, İbnü’s-Salt et-Temimî, Abdullah b. Mesleme et-Temimî, Bilal b. Mâlik el- Mâzinî, Cerir b. Abdullah el-Becelî, Esved b. Yezid b. Kays b. Kays b. Yezid en-Nehaî, Alkame b. Kays b. Kays b. Yezid en-Nehaî, dokuzuncu kişi ise Mâlik b. Hâris el-Eşter idi. Bu topluluğun tamamı Yemenlidir.[439] Ümmü Zer’e baktılar yolun üzerinde oturuyordu. Kendileri için bir şey soracak sandılar. Kadına yaklaştıkları zaman kadın ayağa kalktı ve: “Ey İnsanlar! Bu Hz. Peygamberin arkadaşı Ebu Zer’dir. Ecel vaki oldu ve O Rabbine kavuştu. O’nu defnedemedim. Ne yapacağımı da bilmiyorum” dedi.[440]

Oradakiler Ebû Zer’in düşğü bu duruma daha fazla dayanamayıp ağlamaya başladılar. Allah Ebû Zer’e merhamet etsin, diye dua ettiler. Atlarından indiler. O’nu yıkadılar. Sonra kefenlemek için bir şeyler buldular ve kefenlediler. O’na bir mezar kazarak defnettiler. Bu esnada Eşter ayağa kalkarak; Allah’a hamd ve senadan sonra, Hz. Peygambere salat ve selam getirdi ve şöyle dedi: “Allah’ım! Bu Ebû Zer’dir. Rasûlullah’ın arkadaşıdır. Senin indirdiğin kitaba tabi oldu. Senin yolunda savaştı. Hiçbir şeyi değiştirmedi. Çirkin bir şey gördüğü zaman dili ve kalbi ile onu inkar etti, reddetti. Bunun için hakir görüldü horlandı. Bundan dolayı da fakirleşti. Herkesten uzak bir yerde, garib bir şekilde öldü. Ey Allah’ım! O’nu razı olacağın şekilde cennetine koy.” [441]

insanlar o gün akşama kadar orada kaldılar. Ümmü Zer onlara hazırladığı koyunu keserek ikram etti. Yemeklerini yediler akşam olunca Zer ailesini de yanlarına alarak Medine’ye doğru gittiler. Ebû Zer’in vefatı Hz. Osman’a ulaşınca “Allah Ebû Zer’e rahmet eylesin” diye dua etti.[442]

Abdullah b. Sebe ile İlişkisi

Abdullah b. Sebe, Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinde aktif olan ve sapık görüşleri olan bir kişidir. Özellikle bu iki halife döneminde filizlenmeye başlamış fitne olaylarında en büyük rolü oynamıştır.

Abdullah b. Sebe ve hareketi Mısır kaynaklı bir akımdır. Bunlar İslâm ülkesindeki bazı huzursuzlukları ve kırgınlıkları lehlerinde iyi bir şekilde kullanmışlardır. Onun için hiç tahmin edemeyeceğimiz kişileri kendi amaçları doğrultusunda sinsice kullanmışlar bununla birlikte içlerindeki kötü niyetlerini de her zaman gizlemeyi başarmışlardır.[443]

Abdullah b. Sebe ve etrafındaki insanların karakterini anlayabilmek için Muaviye’nin Hz. Osman’a yazdığı şu mektubu dikkatle irdelemekte fayda vardır. Kûfe’de halife aleyhine gelişmekte olan hareketi etkisiz kılmak için buradaki muhalifleri daha kolay ıslah eder düşüncesi ile halifenin emri gereği Kûfe valisi Said, Muaviye’nin yanına Şam’a sürgüne göndermişti. Ancak Muaviye onlarla yaptığı görüşmelerde onların ıslah edilecek bir topluluk olmadığını anlayarak halife Osman’a aşağıdaki mektubu yazdı.

Ey Mü’minlerin Emiri! Bize gönderdiğin bu topluluk konuştukları zaman şeytanın ağzı ile konuşuyorlar. Onlar konuştukları zaman insanlar onların konuşmalarını Kuran’dan sanıyor. Lakin insanlar onların gerçek fikirlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunlar ayrı bir grup olmayı istiyor ve fitneye yaklaşıyorlar. İslâm’î bilgileri zayıf ve kalplerinde de şeytanın efsunu, büyüsü var. İnsanlar arasında epeyce bozgunculuk yapmışlar. Şam’da kaldıkları sürece insanları saptırmayacaklarından emin değilim. Onları Mısır’a gönder orada yerleşsinler. Onların kaynağı Mısır’da, onlar Mısır’dan doğdu. Vesselam.[444]

Her ne kadar Muaviye mektubunda onların farklı bir grup olduğunu, İslâm ile alakalarının olmadığını söylese de hepsi için aynı kanaati taşımak yanlış olur. Her muhalif Abdullah b. Sebe için çalışmamaktadır. Mesela Hz. Osman’ın hilafeti döneminde birçok şehirde halifeye karşı çeşitli muhalif hareketler olmuştur. Ancak bu harekette bulunanların hepsi Abdullah b. Sebe hareketine mensup değildir. Kötü yönetimler neticesinde birçok kişi gerek halifeye gerekse valilerine karşı isyan etmiştir. Dolayısıyla muhalefetin birçoğu da masumdur. Çünkü özellikle Hz. Osman döneminde fitnenin içinde bulunan insanlara baktığımız zaman fitne öncesi ve sonraki tarihlerde İslâm’a büyük yararlılıklar göstermişlerdir. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Abdullah b. Sebe bu kişileri iyi bir şekilde kullanmıştır.

Kûfeliler, Hz. Osman’ın hilafetten indirilmesi için başlattıkları harekette nazar itibariyle masum yani haklı olsalar da çünkü validen şikayetçidirler, vali haksızlık yapmış, zulmetmiştir. Bununla beraber aynı hareketin içinde Abdullah b. Sebe’nin olması ve ortada da bir şehidin bulunması, bu muhalifleri haksız duruma düşürmektedir.

Kûfe’deki fitnecilere ya da muhaliflere baktığımız zaman en önemli ismin Mâlik el- Eşter olduğunu görüyoruz. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi O’nun davası Kûfe’deki haksızlığın giderilmesi ekseninde idi.

Abdullah b. Sebe, Hz. Osman’ın şehit edilmesi ile neticelenen harekette önemli rol oynamıştır. Çeşitli illerdeki muhaliflerle sürekli yazışmalarda bulunmuş, onlarla sürekli toplantılar yaparak hareketi kontrol altında tutmaya ve idare etmeye çalışştır. Kendisi Medine’de iken özellikle Mısır gibi şehirlere elçiler göndermiş masraflarını da kendisi 445 karşılamıştır.

Abdullah b. Sebe’nin bir diğer ismi (lakabı) İbnü’s-Sevda’dır. Hz. Osman’ın hilafetinin son altı senesinde Müslüman olmuştur. Aslen Yahudi birisidir. Mekke ve Medine’de fikirlerini insanlar arasında yayma imkanı bulamayınca Basra’ya geldi bir süre orada Abdikays oğullarının yanında kaldı. Burada kaldığı süre zarfında İsrail oğullarının kıssalarını insanlara anlatıp onları sapıtmaya başlayınca Said duruma müdahale etti. Aralarında “ Yahudiler yer yüzünde iki defa fesat çıkardılar” ayetinden dolayı tartışma çıktı. Abdullah b. Sebe burada da tutunamayacağını anlayınca oradan Şam’a, sonra oradan da Mısır’a gitti. Mısır’da kendisine epeyce taraftar topladı. Buradan diğer şehirlerdeki arkadaşları ile sürekli mektuplaştı. Basra’da bulunduğu sürede Eşter, Ebû Zeyneb ve Ebû Mûri’ ile tanışştır.[445] [446] Ancak burada Eşter’i fikri yönden ne kadar etkilediğini bilmiyoruz. Fakat ileriki yıllarda birbirleri ile iletişimleri devam etmiştir.

Hz. Osman’ın muhasarasından önce İbnü’s- Sevda ile Eşter Kelb kabilesinden Bu’sur isminde birisinin vasıtası ile mektuplaşşlardır. Yezid b. Kays, Hz. Osman’ın azlini istiyordu. Bunlar Medine’de mescitte toplandılar. Kendi aralarında istişare yapıyorlardı. Bu toplantıda İbnü’s-Sevda, Ka’kaa, Yezid b. Kays ve başka kişiler de bulunuyordu. Burada Kûfe valisi Said hakkında ileri geri konuştular. İbnü’s- Sevda, Bu’sur’un masraflarını karşılayarak ona; para, binmesi için binek ve bir mektup verdi. Bu mektubu elinden hiç bırakma, Kûfe’den gelenlere ver dedi. Mektup Eşter’e iletilince Eşter mektubu getirene ismin nedir? diye sordu O da Bu’sur dedi. Hangi kabiledensin? dedi. Elçi: Kelb kabilesinden dedi. Eşter ve yanındakiler elçiye istenen cevabı vermediler ve “bizim sana ihtiyacımız yok” dediler. Eşter, Kûfelilerden ayrılıp süratli bir şekilde Kûfe’ye döndü. Bu mektuplaşma Ceraa öncesi olmuştur.[447]

Yukarıda da belirttiğimiz gibi mescitte toplananların niyeti halifeyi azletmek idi. Ancak Eşter’in orada bulunmasının sebebi ise Kûfe valisi Said b. As’ın azledilmesi idi. İbnü’s-Sevda’nın Bu’sur’a mektupla beraber büyük miktarda para da vermesi insanın aklına Kûfe halkının ayaklanmasının finansmanını acaba O mu? karşıladı sorusu geliyor. Çünkü Eşter Kûfelileri Ceraa’da toplamak için maddi olarak çok fedakarlıkta bulunmuştur.

Akla gelen bir diğer husus ise Eşter onları halifenin azli konusunda kararlı görünce onlara muhalefet ederek ayrılmıştır. O sadece valinin azlini gerçekleştirme yoluna gitmiştir. Halifeye karşı bir tavır ortaya koymamıştır. Bizi bu düşünceye sevk eden olay ise Eşter’in Kûfe valisini azlettikten sonra Ebû Mûsa el-Eş’ari’yi vali tayin etmiş olması O’nun da halife Hz. Osman adına Kûfelilerden bey’at almasıdır. Eşter’in halifeye karşı herhangi bir tavrı olsaydı bu duruma derhal müdahale eder, Ebû Mûsa’nın valiliğini onaylamazdı. Ya da Hz. Osman adına bey’at aldırmazdı. Durum böyle olunca halifeye düşmanlığını iddia etmemiz zor olacaktır.

Abdullah b.Sebe ve etrafındakiler her ne kadar Hz. Osman’a muhalefet olarak doğmuşsa da Hz. Ali aleyhine de faaliyetlerde bulunmuş ve Hz. Ali’yi de kötülemeye başlamışlardır.[448] Burada dikkatimizi çeken husus ise bu tarihte Eşter, Hz. Ali ile beraber hareket etmekte ve O’nun sağ kolu konumundadır. Böyle bir ortamda Eşter’in Abdullah b. Sebe için çalışğını söylemenin pek yerinde bir değerlendirme olmayacağı kanaatini taşımaktayız.

Bu insanlar Hz. Osman döneminde çok kuvvetlenmiştir. Bunda valilerin ya da idarecilerin de muhakkak hatası olmuştur. Onlar adaletli bir yönetim ortaya koysalardı. Haksızlığa uğrayan insanlar illegal yollardan hak arama derdine düşmeyeceklerdi. Fitneciler de kendilerine yandaş bulmakta zorlanacaktı.

Abdullah b. Sebe’nin başını çektiği bu hareket inanç konusunda çok sapık fikirleri olan bir zümre idi. Onlar Hz. Ali’ye: “Sen bizim ilahımızsın, alemleri sen yarattın, bizim yaratanımızsın, bizim rezzakımızsın. Sen bize hayat da verirsin, bizim canımızı da alırsın” derlerdi. Birbirlerine ateşe girmelerini emrederler ve kendilerini ateşe atarlar, ateşe giderken de gülerek giderlerdi. Şu anda senin, ilahımız olduğunu anladık ve inandık, ancak ateşin rabbi ateşle azab eder derlerdi. Sanki İbrahim (as.)’a dokunan serinlik onlara dokunuyordu.[449]

Eşter ile Abdullah b. Sebe’yi Cemel savaşı öncesi yine birlikte görmekteyiz. Cemel savaşı öncesi taraflar arası sulh yolları araştırılırken bazı kişiler kendi aralarında bir toplantı yaptılar. Toplantının ana teması sulhu engellemekti. Eğer sulh gerçekleşirse Hz. Osman’ın katillerinden hesap sorulacağını düşünüyorlardı. Bunun için de sıranın kendilerinde olduğunu iddia ediyorlardı. En azından böyle bir hava oluşturmaya çalışıyorlardı. Bu toplantıya katılanlar ise; Mâlik el-Eşter en-Nehaî, Şurayh b. Evfâ, Abdullah b. Sebe, Sâlim Sa’lebe ve Ğulem b. Heysem gibi bazı ileri gelen kişiler idi. Bu toplantıya katılanların içinde hiç sahabi bulunmuyordu. Bunlar Hz. Ali’nin, Hz. Osman’ın katillerinin peşinde olduğunu söylediler. Bunun Allah’ın kitabına göre hükmedeceğini söylediler. Eşter bu arada söz alarak Talha ve Zübeyr’in ne düşündüğünü biliyoruz ancak Hz. Ali’nin ne düşündüğünü, ne yapmak istediğini bilmiyoruz. Eğer bunların arasında barış olursa bu barış bizim kanımızın akması üzerine olacaktır. Eğer biz Hz. Ali tarafına katılırsak bize bir şey söyleyen olmaz ve yaptıklarımıza da göz yumarlar dedi.[450] Eşter’in bu sözlerinin üzerinde dikkatle düşünülmesi gerekir, çünkü Eşter her zaman Hz. Ali’nin yanında idi. Eşter’in iki taraflı oynaması Hz. Ali’nin gözünden asla kaçmazdı.

Abdullah b. Sebe ise düşünülebilecek en kötü, zararlı düşünceyi söyledi. Her iki tarafa da binlerce kişi yerleştirelim onların haberi olmadan savaşı başlatalım dedi. Sonra İbnü’s-Sevda’nın dediği gibi oldu her iki taraf da ne olduğunu anlayamadan kendini savaşın içinde buldu. [451]

Burada bu konuya değinmemizin sebebi ise Eşter ile Sebeiyye’nin ilişkisini biraz daha irdelemekti. Ancak konu net olarak ortaya çıkmamaktadır. Mâlik el-Eşter için söylenenler ile Eşter’in davranışları ya da İslâm’a hizmetleri karşılaştırıldığında aralarında büyük tezat bulunmaktadır. Bir tarafta Eşter’i katillikle suçlayanlar diğer tarafta ise Eşter’in İslâm’ın yücelmesi için yerine göre hayatını feda etmesi işte bütün bunlar birbirleri ile taban tabana zıt iki davranış olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun için Eşter’i Sebeiyye’den kabul etmek ya da sebeiyye için çalışğını söylemek sorumsuzca bir iddia olur.

Belki ilk etapta farkında olmadan yakın temasları olmuştur. Ancak daha sonra saflar iyice belli olduktan sonra, yani fikir olarak Abdullah b.Sebe ve etrafındakiler bütün açıklığı ile teşhir olduktan sonra Eşter’i sürekli Hz. Ali’nin yanında görmekteyiz. Abdullah b. Sebe ile bir bağlantısına rastlamıyoruz.

SONUÇ

Mâlik el-Eşter müslüman olduktan sonra kabilesi ile beraber derhal müslüman askerlerinin saflarına katılmış, İslâm’ın ihyası için özellikle Rumlara karşı önemli mücadeleler vermiştir. Ayrıca Şam ve Mısır’ın fethinde önemli yararlılıklar göstermiştir. Yermük Savaşı’nda gösterdiği kahramanlık ve gözünün birini feda etmesi ile Eşter lakabını almış, bu lakapla düşmana korku salmış, mü’minler için de medar-ı iftihar olmuştur.

Bir süre Kûfe’de yaşamış, daha sonra Hz. Osman’a muhalefeti sebebi ile Şam başta olmak üzere çeşitli yerlere sürgün edilmiştir.

Ayrıca Hz. Osman’ın muhasarasına katılmış, Hz. Osman şehit edilmeden muhasara eden grup arasından ayrılmış, buna rağmen Hz. Osman’ın katili olmakla suçlanmıştır. Bu vesile ile de bazı çevrelerin hedefi haline gelmiştir.

Hz. Osman şehit edildikten sonra Hz. Ali’nin halife olarak seçilmesinde önemli katkıları olmuştur. Hz. Ali’yi çok seven birisidir. Bu sebeple hep O’nun yanında bulunmuş, gerektiğinde hayatını dahi feda etmekten çekinmemiştir.

Rumlarla mücadelelerin yanında Sıffin, Cemel gibi müslümanların kendi aralarındaki mücadelelere tanıklık etmiş ve bu mücadelelerde Hz. Ali’nin yanında, hep ön saflarda savaşştır.

Hz. Ali’ye olan bu bağlılığı neticesinde O’nun sağ kolu olarak bilinmiş, bunun neticesi olarak önce Cezire’ye sonra da Mısır’a vali olarak tayin edilmiştir. Ancak Muaviye’nin planı ile Mısır’a ulaşamadan yolda zehirlenerek öldürülmüştür.

Mâlik el-Eşter sahabeden sonra İslâm aleminde gerek kahramanlığı ve gerekse dindarlığı yönünden başka benzerine az rastlanan, büyük bir şahsiyettir.

Sevmeyen bazı kişiler tarafından Abdullah b. Sebe hareketine mensup olmakla suçlansa da kanaatimizce bu kabul edilemez bir görüştür. Çünkü gerek Hz. Osman’a muhalefette ve gerekse Hz. Osman’ın şehit edilmesine kadar devam eden olaylarda bazı önemli sahabiler de bulunmuştur. Sadece Hz. Osman’a muhalefetinden dolayı O’nun Abdullah b. Sebe hareketine mensup olmakla suçlanılmaması icab eder. Ancak şunu söyleyebiliriz: Bu dönem fitnenin kol gezdiği, karanlık bir dönemdir. Kimin ne tür sinsice planlar peşinde olduğu belli değildir. Böyle bir kişiye bu tür bir ithamda bulunmak ve İslâm’ın ihyası için yaptığı mücadeleleri görmemek yüzeysel bir değerlendirme olacaktır.

Sonuç olarak Eşter kahramanca yaşamış, kahramanlığı dillere destan olmuş, bunun neticesinde destan kahramanı dahi olmuş, ancak mazlum olarak öldürülmüştür.

BİBLİYOGRAFYA

Ahmed b. Muhammed b. Hanbel b. Hilâl b. Esed b. İdris (266/879), Mesâilu’l-İmâm Ahmed, Thk. Fadlurrahman Deyn Muhammed, 1. bsk., Delhi, 1988.

el-Bekrî, Abdullah b. Abdülazîz el-Endelüsî (487/1094), Mu’cemu Mesta’cem min Esmâi’l-Bilâdi ve’l-Mevâdi’, Thk.Mustafa es-Sakkâ, 3. bsk., Beyrut, 1403/1982,

el-Belâzurî, Ahmed b. Yahyâ b. Câbir (279/892), Fütûhu’l-Büldân, Thk. Rıdvân Muhammed Rıdvân, Beyrut, 1403/1983.

Bozkurt, Nahide, Oluşum Sürecinde Abbasi İhtilali, Ankara, 2000.

el-Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail b. İbrâhim el-Cûfî (256/870), et- Târîhu’l-Kebir, Thk. Seyyid Hâşim en-Nedvî, bsk. yeri yok, Trs.

Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Red. Hakkı Dursun Yıldız, Konya, 1994.

el-Endelüsî, Süleyman b. Mûsa el-Kelâî (634/1235), el-İktifâ bimâ Tedammenahu min Meğâzî Rasûlillahi ve’s-Selâseti’l-Hulefâi, Thk. Muhammed Kemâleddîn Izzüddîn Ali, 1. bsk., Beyrut, 1997.

el-Hakîm en- Neysâburî, Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah (405/1014), Müstedrek Ala Sahîhayn, Thk. Mustafa Abdulkâdir Atâ, 1.bsk., Beyrut, 1411/1990.

Halîfe b. Hayyât el-Asferî (240/854), et-Tabakât, Thk. Ekrem Ziyâ el-Umerî, 2. bsk. Riyad, 1402/1982. (et-Tabakât)

Târîhu Halîfe b. Hayyât, Thk. Ekrem Ziyâ el-Umerî, 2. bsk., Dımaşk, 1397/1976. (Târîh)

Hasan, İbrâhim Hasan, İslâm Târihi, Trc. İsmail Yiğit, Sadrettin Gümüş, İstanbul, 1991.

el-Hatib el-Bağdâdî, Ahmed b. Ali Ebû Bekr (463/1071), Târîhu Bağdâd, Thk. Mustafa Abdülkâdir Atâ, Beyrut, 1417/1997.

el- Heysemî, Ali b. Ebî Bekr (807/1404), Mecmau’z-Zevâid, Beyrut, 1407/1987.

el-Iclî, Ebu’l-Hasen Ahmed b. Abdillah b. Salih el-Kûfî (261/874), Ma’rifetü’s-Sikât, Thk. Abdulalim Abdulazim el-Bestevî, 1. bsk., Medine, 1405/1985.

el-Isbahânî, Ebû Nuaym Ahmed b. Abdillah (430/1038), Hılyetü’l-Evliyâ ve Tabakâtü’l-Esfiyâ, 4. bsk., Beyrut, 1405/1984.

İbn Abdilber, Ebû Ömer Yusuf b. Abdillah b. Muhammed (463/1071), el-İstîâb fî Ma’rifeti’l-Ashâb, Thk. Ali Muhammed el-Becâvî, 1. bsk., Beyrut, 1412/1992.

İbn A’sem, Ebû Muhammed Ahmed el-Kûfî (314/926), Kitâbu’l-Fütûh, 1. bsk., Beyrut, 1406/1986.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed (235/849), Musannefü İbn Ebî Şeybe, Thk. Kemâl Yusuf el-Hût, 1. bsk., Riyad, 1409/1989.

İbn Hacer, Ebu’l-Fadl Ahmed b. Ali el-Askalânî (852/1448), el-İsâbe fî Temyîzi’s- Sahâbe, Thk. Ali Muhammed el-Becâvî, 1. bsk., Beyrut, 1412/1992. (İsâbe)

Fethu’l-Bârî, Thk. Muhammed Fuad Abdûlbâkî, Beyrut, 1379/1960. (Fethu’l-Bârî)

İbn Hallikân, Şemsüddîn Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr ( 681/1282), Vefeyâtü’l- A’yân ve Enbâu Ebnâi’z-Zaman, Thk. İhsan Abbas, Beyrut, 1347/1968.

İbn Hemmâm, Ebû Bekr Abdürrezzak b. Hemmâm es-San’ânî ( 211/826), Musannef, thk. Habîbu’r-Rahman el-A’zamî, 2. bsk., Beyrut, 1403/1992.

İbn Hıbbân, Ebû Hâtim Muhammed b. Hıbban b. Ahmed el-Büstî(354/965), es-Sikât, Thk. Şerâfeddîn Ahmed, 1. bsk., Beyrut, 1390/1975.

İbn Kayyım el-Cevziyye, Şemsüddîn Ebû Abdillah Muhammed b. Ebî Bekr (751/1350), Zâdü’l-Meâd fi Hedyi Hayri’l-Ibâd, Thk. Şuayb Arnaûd, 14. bsk., Beyrut, 1407/1987.

İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2. bsk., Beyrut, 1410/1990.

İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî (276/889), el-Maârif, Thk. Servet Ukkâşe, 4.bsk. Kâhire, 1401/1981.

İbn Mâkûlâ, Ali b. Hibbetillah b. Ebî Nasr b. Mâkûlâ (475/1069), el-İkmâl li İbn Mâkûlâ, 1. bsk., Beyrut, 1411/1991.

İbn Manzûr, Muhammed b. Mükerrem (711/1311), Lisânu’l-Arab, 1.bsk., Beyrut, Trs. (Lisânu’l-Arab)

Muhtasaru Târîhi Dımaşk, Thk. Heyet, 1. bsk., Beyrut, 1984-1990. (Muhtasar)

İbn Mübârek, Ebû Abdirrahîm Abdullah b.Mübârek el-Hanzalî (181 /795), el-Cihâdü li İbn Mübârek, Thk. Nezîh Hammâd, Tunus, 1972.

İbn Sa’d, Muhammed b. Sa’d b. Menîh Ebû Abdillah el-Basrî ez-Zührî (230/844), et- Tabakâtü’l-Kübrâ, Beyrut, Trs.

İbn Tağriberdî, Cemâlüddîn Ebu’l-Mehâsin Yusuf el-Atabekî (874/1470), en- Nücûmu’z-Zâhire fî Mülûki Mısır ve’l- Kâhire, Mısır, 1390-1392/1970-1972

İbnü’l-Adîm, Ömer b. Ahmed b. Ebî Cerâde (660/1261, Buğyetü’t-Taleb fî Târîhi Haleb, Thk Süheyl Zekkâr, 1. bsk., Beyrut, 1998.

İbnü’l- Cevzî, Ebu’l-Ferac Abdurrahman b. Ali b. Muhammed (/597/1200), Sıfatü’s- Safve, Thk. Mahmut Fâhûrî, 2. bsk., Beyrut, 1399/1979. (Sıfatü’s-Safve)

el-Muntazam fî Târîhi’l-Ümemi ve’l-Mulûk, Thk. Muhammed Abdülkâdir Atâ Mustafa Abdülkâdir Atâ, 1. bsk., Beyrut, 1412/1992. ( el-Muntazam)

İbnü’l-Esîr,Izzuddîn Ebu’l-Hasen (630/1232), el-Kâmil fi’t-Târîh, Beyrut, 1965­1966.

İbnü’l-Imâd, Ebu’l-Felâh Abdülhay el-Hanbelî (1089/1678), Şezerâtü’z-Zeheb fî Ahbâri Men Zeheb, Beyrut, Trs.

İbnü’n-Nedîm, Muhammed b. İshak (386/996), el-Fihrist, Beyrut, 1398/1978.

İbrahim, Muhammed Ebu’l-Fazl, Eyyâmü’l-Arab fi’l-İslâm, Beyrut,

el-İsfahânî, Ebu’l-Ferac Ali b. Hüseyin, (356/967), el-Eğânî, Şrh.. Yusuf Ali Tavil- Abdu Ali Mühennâ, 2.bsk., Beyrut, 1415/1995.

Kâdî Ebû Bekr b. el-Arabî (543/1148), el-Avâsım mine’l-Kavâsım, Thk. Muhammed Cemîl Ğâzî, 2. bsk., Beyrut, 1407/1987.

el-Kalkaşendî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Abdillah ( 821/1418), Meâsiru’l-İnâfe fî Meâlimi’l-İnâfe, Thk. Abdüssettâr Ahmet Ferrâc, 2. bsk., Kuveyt, 1405/1985.

el-Kazvînî, Ebû Ya’la, el-Halîl b. Abdillah b. Ahmed (446/1054), el-İrşâd fî Ma’rifeti Ulemâi’l-Hadîs, Thk. Muhammed Saîd Ömer İdris, 1. bsk., Riyad, 1409/1988.

el-Makdisî, Mutahhir b. Tâhir (387/997), Kitâbü’l-Bed’ ve’t-Târîh, Kâhire, Trs.

el-Malakî, Muhammed b. Yahyâ b. Ebî Bekr (741/1310), et-Temhîd ve’l-Beyân fî Makteli’ş- Şehîd Osman, Thk. Mahmud Yusuf Zâyed, 1. bsk., Katar, 1405/1984.

el-Mes’ûdî, Ebu’l-Hasen Ali b. Hüseyin b. Ali (346/957), Murûcu’z-Zeheb ve Maâdinü’l-Cevher, Thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, Beyrut, 1988.

el-Mizzî, Cemâluddîn Ebu’l-Haccac Yusuf (742/1341), Tehzîbu’l-Kemâl, Thk. Beşşar Ayyâd Ma’ruf, 1. bsk., Beyrut, 1400/1980.

en- Neseî, Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şuayb (303/915), es-Sünenü’l-Kübrâ, Thk. Abdul Ğaffar Süleyman el-Bendârî, 1.bsk., Beyrut, 1411/1990.

Nizâmülmülk (485/1092) Siyâset Nâme, Thk.Yûsuf Hüseyn Bekkâr, 2. bsk, Katar,1407/1987.

Özaydın, Abdülkerim, “Eşter”, DİA, İstanbul 1995, XI, 486-487.

er-Rib’î, Ebû Süleyman Muhammed b. Abdillah b. Ahmed (379/989), Târîhu Mevlidi’l-Ulemâ ve Vefayâtihim, Thk. Abdullah Ahmed Süleyman el -Hamîd, 1.bsk., Riyad, 1410/1989.

Seyf b. Ömer el-Esedî (200/815), el-Fitnetü ve Vakâtu’l-Cemel, Thk. Ahmed Râtib Urmûş, 1. bsk., Beyrut, 1391/1971.

eş-Şeybânî, Ebû Bekr Ahmed b. Amr b. Ebî âsım (287/900), el Âhad ve’l-Mesânî, Thk. Bâsım Faysal Ahmet el Cevâbira, 1. bsk., Riyad, 1991/1411.

et-Taberânî, Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb Ebu’l-Kâsım (360/971), el-Mu’cemu’l- Kebîr, Thk.Hamdî b. Abdilmecid es-Selefî, 2.bsk., Mevsıl, 1404/1983.

et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerir (310/922), Târîhu’l-Ümem ve’l-Mulûk, 1. bsk., Beyrut, 1407/1986.

et-Tahâvî, Ebû Ca’fer Ahmed b. Muhammed. b. Selame b.Abdilmelik b. Seleme (321/933), Şerhu Meâni’l-Âsâr, Thk. Muhammed Zührî en-Neccâr, 1. bsk. Beyrut, 1399.

et-Tayâlesî, Ebû Davud Süleyman b. Davud el-Fârisî el-Basrî (204/819), Müsnedü et-Tayâlesî, Beyrut, 1978.

et-Tenûhî, Ebû Ali Hüseyin b. Ali (384/994), Kitâbu’l-Ferac Ba’de’ş-Şidde, Thk.Abbûd es-Sâlicî, Beyrut, 1978.

et-Tirmizî, Ebû abdillah Muhammed b. Ali b. el-Hasan, Nevâdiru’l-Usûl fî Ehâdîsi’r- Rasûl, Thk. Abdurrahman Amîra, 1.bsk., Beyrut, 1992.

el-Vâkıdî, Ebu Abdullah b. Ömer (207/822), Futûhu’ş-Şam, Beyrut, Trs.

Ya’kûbî, Ahmet b. Ebî Ya’kûb b. Cafer b. Vehb (292/905) Târîhu’l-Ya’kûbî, 7. Bsk., Beyrut,1995.

Yâkût el-Hamevî, Şihâbuddîn Ebû Abdullah er-Rûmî el-Bağdâdî (626/1228), Mu’cemü’l-Büldân, Beyrut, 1415/1995.

Yazıcı, Tahsin, “Destan” DİA, İstanbul, 1994, IX, 205-208.

ez-Zehebî, Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b.Osman (748/1348), Siyeru A’lami’n- Nübelâ, Thk Şuayb el-Arnavud, 9. bsk., Beyrut, 1413/1993. (Siyer)

el-Iber fî Haberi men Ğaber, Thk. Salâhuddîn el-Müneccid, 2. bsk., Kuveyt, 1948. (el-Iber)

el-Kâşif, Thk. Muhammed Avâme, 1. bsk., Cidde, 1413/1993. (el-Kâşif) ez-Zemahşerî, Ebu’l-Kâsım Cârullah Muhammed b. Ömer (538/1144), el-Fâik fi Garîbi’l-Hadîs, Thk. Ali Muhammed el-Becâvî- Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Lübnan, Trs.

ez-Ziriklî, Hayruddîn, el- A’lâm, 2.bsk., 1968

Zorlu, Cem, Abbasilere Yönelik Dini ve Siyasi İsyanlar, Ankara, 2001.



[1]  İsfahânî, el-Eğânî, Şrh., Yusuf ali Tavil- A. Ali Mühennâ, 2. bsk., Beyrut, 1415/1995, XII, 166.

[2] Halîfe b. Hayyât, et-Tabakât, Thk. Ekrem Ziyâ el-Umerî, 2. bsk., Riyad, 1982, s. 148; İsfahânî, XII, 166; İbnü’l-Adîm, Buğyetü’t-Taleb fî Târîhi Haleb, Thk. Süheyl Zekkâr, 1. bsk, Beyrut, 1998, IV, 1875; Ziriklî, el- A’lam, 2. bsk., Beyrut, 1968, VI, 131.

[3]  İbnü’l-Adîm, IV, 1875.

[4]  Vâkıdî, Futûhu’ş-Şam, Beyrut, Trs., I, 225; İbn Kuteybe, el- Maârif , Thk. Servet Ukkâşe, 4. bsk., Kâhire, 1981, s.586; Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, Thk. Şuayb el-Arnavud, 9. bsk., Beyrut, 1413/1993, IV, 34; Ziriklî, VI, 131.

[5]  Abdulkerim Özaydın, “Eşter” DİA, İstanbul, 1995, XI, 486.

[6]  İbn Manzûr, Muhtasaru Târîhi Dımaşk, Thk. Heyet, 1. bsk., Dımaşk, 1984-1990, II, 470; V,313.

[7]  Nizâmülmülk, Siyâset Nâme, Thk. Yûsuf Hüseyn Bekkâr, 2. bsk., Katar, 1407/1987, s. 135-136.

[8]  İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, Beyrut, 1965-1966, V, 140.

[9]  İbnü’l-Esîr, V, 193-194.

[10]  İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, Beyrut, Trs, VI, 213; Halîfe b. Hayyât, Tarih, 1.bsk., Beyrut, 1995, s. 195.

[11] Yâkût el- Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân 1415/1995, V, 409.

[12]  Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486-487.

[13]  Tenûhî, Kitabü’l- Ferac Ba’de’ş-Şidde, Thk. Abbûd es-Sâlicî, Beyrut, 1978, V, 60; Ziriklî, , VI, 131.

[14]  İbn Sa’d, V, 531.

[15] İsfahânî, XII, 166; İbnü’l-Adîm, IV, 1875; Ziriklî, VI, 131.

[16]  Taberî, Târîhu’l- Ümem ve’l- Mülûk, 1. bsk., Kahire, III, 448; İsfahânî, XVII, 144-146; İbnü’l-Esîr, IV,

36.

[17] Vâkıdî, II, 114.

[18] Taberî, III, 437.

[19] İbnü’l-Imâd, Şezerâtü’z-Zeheb, Beyrut, Trs., I, 74.

[20] Zehebî, Siyer, IV, 35.

[21] Taberî, III, 437.

[22] Taberî, III, 438; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2. bsk., Beyrut, 1410/1990, VIII, 266.

[23] Taberî, III, 438.

[24] İbn Kesîr, VIII, 265.

[25]  Cem Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, Ankara, 2001, s. 28.

[26]  Zorlu, s. 34.

[27] Taberî, III, 482

[28] Taberî, III, 482; Bekrî, Mu’cemu Mesta’cem, Thk. Mustafa es-Sakkâ, 3. bsk., Beyrut, 1403/1982, II, 484.

[29] Rib’î, Târîhu Mevlidi’l-Ulemâi ve Vefeyâtihim, Thk. Abdullah Ahmed Süleyman el-Hamîd, 1.bsk., Riyad, 1410/1990, I, 181; İbn Abdilber, el-İstîâb fî Ma’rifeti’l- Ashâb, Thk., Ali Muhammed el-Becâvî, 1.bsk., Beyrut, 1412/1991, I, 397.

[30]  Vâkıdî, I, 68; Mizzî, Tehzîbu’l-Kemal, Thk.Beşşar Ayyâd Ma’ruf, 1. bsk., Beyrut, 1400/1980, XXVII, 128.

[31] Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, Thk. Abdurrahman Amîra, 1. bsk., Beyrut, 1992, III, 87.

[32]  Ahmed b. Hanbel, Mesâil, Thk. Fadlurrahman Deyn Muhammed, 1. bsk., Delhi, 1998, I, 325.

[33] Hatib el- Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, Thk. Mustafa Abdülkâdir Atâ, Beyrut, 1417/1997, VII, 120.

[34]  İsfahânî, XII, 166.

[35]  Vâkıdî, I, 69.

[36]  Vâkıdî, I, 83.

[37]  Vâkıdî, I, 91.

[38]  Vâkıdî, I, 92.

[39]  İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Thk. Ali Muhammet el-Becâvî,1. bsk., Beyrut, 1412/1992, II, 181.

[40] Hasan, İslâm Tarihi, Trc. İsmail Yiğit ve diğerleri, İstanbul, 1991, I, 292.

[41] Taberî, II, 338; İsfahânî, XII, 166; Zehebî, el-Kâşif, Thk. Muhammed Avâme, 1. bsk., Cidde, 1413/1993, II, 234.

[42] Vâkıdî, I, 224.

[43] Vâkıdî, I, 225.

[44] Vâkıdî, I, 225.

[45]  Vâkıdî, I, 225.

[46]  Endelüsî, el-İktifâ bima Tedammenehu min Meğâzi Rasûlillahi ve’s-Selâseti’l- Hulâfâi, thk. Muhammed Kemâleddîn İzzüddîn Ali, 1. bsk., Beyrut, 1997, III, 287.

[47]  Taberî, II, 338.

[48]   Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486.

[49] Enâm 4:162-163.

[50] Endelüsî, III, 275.

[51] Ya’kûbî, Târîh, 7. bsk., Beyrut, 1995, II, 142.

[52]  Vâkıdî, I, 150.

[53]  Vâkıdî, I, 151-152.

[54]  Vâkıdî, I, 135.

[55]  Endelüsî, III, 272.

[56]  Endelüsî, III, 275.

[57]  Endelüsî, III, 276.

[58]  Vâkıdî, II, 187.

[59]  Taberî, II, 338; Endelüsî, III, 287.

[60]  Vâkıdî, II, 188.

[61]  Vâkıdî, II, 189.

[62]  Vâkıdî, II, 192.

[63]  İsfahânî, XV, 208.

[64]  İbn Sa’d, VI, 405.

[65] İbn A’sem, Kitabu’l- Futûh, 1. bsk., Beyrut, 1406/1986, I, 258.

[66] İbn A’sem, I, 259.

[67]  Belâzurî, Futûhu’l-Büldân, Thk. Rıdvân Muhammed Rıdvân, Beyrut, 1403/1993, I, 168; İbnü’l-Adîm, I, 152.

[68] Haleb şehrine beş fersahlık bir mesafede, önemli bir kaledir. (Yâkût el-Hamevî, II, 518; İbnü’l-Imâd, II, 238.)

[69]  Vâkıdî, I, 274 -276.

[70] Furkan, 25:70.

[71] Vâkıdî, I,276- 278.

[72]  Vâkıdî, I, 278 - 279.

[73]  Vâkıdî, I, 279-280.

[74]  Vâkıdî, I, 283.

[75]  Vâkıdî, II, 60.

[76] Vâkıdî, II, 60- 65.

[77] Vâkıdî, II, 66.

[78] Vâkıdî, II, 68- 69.

[79] Vâkıdî, II, 220.

[80] Vâkıdî, II, 221.

[81] Vâkıdî, II, 223 .

[82] Vâkıdî, II, 227.

[83] Enfal 8:15-16.

[84] Vâkıdî, II, 240.

[85] Vâkıdî, II, 251.

[86] Vâkıdî, II, 254.

[87] Vâkıdî, II, 256.

[88] Mısır’ın aşağı tarafında; büyük, serin ve yüksekçe bir yerde kurulmuş, Nil Nehri’ne yakın tarihi bir köydür.

(Yâkût el-Hamevî, I, 73-516.)

[89] Vâkıdî, II, 291.

[90] Vâkıdî, II, 295-296.

[91] Vâkıdî, II, 270.

[92] Vâkıdî, II, 297.

[93] Vâkıdî, I, 304 - II, 272.

[94] Mısır’da Fustat’a dört günlük mesafede olan bir şehirdir. (Yâkût el-Hamevî, IV, 286.)

[95] Vâkıdî, II, 285.

[96] Vâkıdî, II, 288-290.

[97] Nahide Bozkurt, Oluşum Sürecinde Abbasi İhtilali, Ankara, 2000, s. 35.

[98]  Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486.

[99]  Ziriklî, VI,131.

[100] İbnü’l-Esîr , III, 5.

[101]  Taberî, II, 612.

[102]Taberî, II, 612; Malakî, et-Temhîd ve’l-Beyân fi Makteli’ş- Şehîd Osman, Thk. Muhammed Yusuf Zâid,

I. bsk., Katar, 1405/1984, I, 59.

[103]  Mes’ûdî, Mürûcu’z-Zeheb ve Meâdinül Cevher, Thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, Beyrut, 1988,

II,  346.

[104]  Taberî, II, 612.

[105]  Taberî, , II, 637.

[106]  İsfahânî, XII, 166.

[107]  Taberî, , II, 634.

[108] Taberî, II, 637; Mes’ûdî, II, 346.

[109]  Taberî, II, 637.

[110]  Seyf b. Ömer, el- Fitnetü ve Vakâtü’l - Cemel, Thk. Ahmed Râtib Urmûş, 1. bsk., Beyrut, 1391/1971, s.

36; Taberî, II, 637.

[111] Taberî, II, 637.

[112]  İbn A’sem, I, 383.

[113] İbn A’sem, I, 383.

[114]  Taberî, II, 633-634

[115]  Taberî, II, 637.

[116]  İsfahânî, XII, 166.

[117]  Taberî, II, 639.

[118]  Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486.

[119] İbn A’sem, I, 384.

[120] İbn A’sem, I, 384.

[121] İbn A’sem, I,385.

[122] Taberî, II, 637; İbn A’sem, I, 385.

[123] İsfahânî, XII, 166.

[124] İbn A’sem, I, 385.

[125] Taberî, II, 635.

[126] Âli İmran 3:105.

[127] Bakara 2:213.

[128] İbn A’sem, I, 385.

[129] Taberî, II, 635-636.

[130] Taberî, II, 636.

[131] Âli İmran 3:187.

[132] İbn A’sem, I, 386.

[133] İbn A’sem, I, 386.

[134] İbn A’sem, I, 386.

[135] İsfahânî, XII, 167-168.

[136] İbn A’sem, I, 386.

[137]  Taberî, II, 638-639.

[138]  Taberî, II, 639.

[139]  Taberî, II, 638-639.

[140]  Taberî, II, 641; Malakî, I, 72.

[141]  Seyf b. Ömer, s. 40-41.

[142]  Seyf b. Ömer, s. 44.

[143] İbnü’l-Esîr , III, 34.

[144] Taberî, II, 636; İbn Kesîr, VII, 166.

[145] Taberî, II, 636-637.

[146] Taberî, II, 638.

[147] Taberî, II, 638

[148]  Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486

[149] Taberî, II, 638.

[150]  Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486.

[151] Taberî, II, 638-639; İbn Kesîr, VII, 166.

[152]  İbnü’l-Esîr, III, 36.

[153]  İbn Kesîr, VI, 166.

[154]  İbn Sa’d, V, 32-33.

[155] İbn A’sem, I, 398.

[156] İbn A’sem, I, 399.

[157] İbn A’sem, I, 399-402.

[158]          Mes’ûdî, II, 346.

[159]          Mes’ûdî, II, 347.

[160]          Mes’ûdî, II, 347.

[161] Medine ile Kûfe yolu üzerinde (Taberî, II, 644.), Kadisiye yakınlarında Kûfe ile Hîre arasında bir yerdedir. (Ibn Sa’d, V, 33.)

[162] Ibnü’l- Cevzî, el-Muntazam, Thk. Muhammed-Mustafa Abdülkâdir Atâ, 1. bsk., Beyrut, 11412/1992, V,

44.

[163] Kaynakta Şam’da olduğu sırada diye ifade edilmiştir. Sanırım burada bir hata vardır. O esnada Eşter, Şam’da değil Medine’de olması gerekir.

[164] İbn A’sem, I, 395.

[165] İbn A’sem, I, 396.

[166]          Malakî, I, 73.

[167]  İbn Manzûr, Muhtasar, IX, 307.

[168] İbn A’sem, I, 396; İsfahânî, XII, 168-169.

[169]  İbn Kesîr, VII, 167.

[170]  Seyf b. Ömer, s. 45-46; Taberî, II, 642; İbnü’l-Esîr , III, 40.

[171]  İbn Sa’d, V, 33;Taberî, II, 642.

[172]  Taberî, II, 642.

[173] İbn A’sem, I, 396.

[174] İbn A’sem, I, 397.

[175] Seyf b. Ömer, s. 46; Taberî, II, 642; Malakî, I, 74.

[176]  Halîfe b. Hayyât, Târih, s. 168.

[177] İbn A’sem, I, 397.

[178] İbn A’sem, I, 397.

[179] ibn A’sem, I, 398.

[180] İbn A’sem, I, 398; İbnü’l-Esîr , III, 40; İbn Manzûr, Muhtasar, IX, 306-307.

[181]  Taberî, II, 644.

[182]  İbn Sa’d, V, 33; İsfahânî, XII, 168-169.

[183]  İbn Sa’d, V, 33.

[184]  Taberî, II, 642.

[185]  Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 168.

[186] İbn A’sem, I, 402.

[187] İbn Manzûr, Muhtasar, IX, 307.

[188] Taberî, II, 634.

[189]  İbn Kesîr, VII, 166-167.

[190] İbn A’sem, I, 393.

[191] İbn A’sem, I, 384.

[192]  İbn Kesîr, VII, 166-167.

[193]  Kâdî Ebû Bekr, El-Avâsım mine’l-Kavâsım, Thk. Muhammed Cemil el-Gâzî, 2. bsk., Beyrut, 1407/1987,

I, 132.

[194]          Mes’ûdî, II, 352; Kâdî Ebû Bekr, I, 132,124;. Ziriklî, vı, 131.

[195]  Taberî, II, 652

[196]  İbn Hıbbân, es- Sikât, thk. Şerafeddîn Ahmed, 1. bsk., Beyrut, 1975, II, 260.

[197]          İbn Hıbbân, II, 260.

[198] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 168.

[199] Taberî, II, 652.

[200] Makdîsî, el-Bed’ü ve’t-Târîh, Kâhire, Trs., V, 203.

[201]  îbn Kuteybe, s. 196., Taberî, II, 664.,

[202]  Taberî, II, 664-665.

[203]  Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 170.

[204]  îbn Sa’d, III, 71.

[205]  Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 168.

[206]  îbn Kesîr, VII, 180.

[207] İbn Sa’d, III, 72; Halîfe b. Hayyât, s. 170; Taberî, II, 664 - 665; İbn Kesîr, VII, 180; Malakî, s. 134.

[208] Taberî, II, 664; İbn Hıbbân, II, 262; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, Beyrut, 1407/1987, V, 231.

[209]  Taberî, II, 665.

[210] İbn Sa’d., VIII, 128; Zehebî, Siyer, VIII, 181; İbn Hacer, İsâbe, VII, 741.

[211] Malakî, s. 134.

[212] Taberî, II, 671.

[213] Malakî, s. 132; İbn Manzûr, Muhtasar, XVI, 220.

[214] Malakî, s. 167.

[215]  İbn Kuteybe, s.196.

[216] İbn A’sem, I, 425.

[217]  Taberî, II, 668.

[218]  Taberî, II, 682.

[219]  Taberî, II, 682.

[220]  Seyf b. Ömer, s. 82; Malakî, s. 78.

[221]  İbn Manzûr, Muhtasar, XVI, 213-214.

[222] Isbahânî, Hılyetü’l-Evliyâ, 4. bsk. Beyrut, 1405/1984, I, 57.

[223] Malakî, s. 218.

[224] Bu çalışmalara Sabri Hizmetli’nin bu konudaki makalesini örnek gösterebiliriz

[225] İbn A’sem, I, 444.

[226]  İbn Sa’d, VIII, 485.

[227]  Malakî, s. 193.

[228]  İbrahim, Eyyâmü’l-Arab fi’l-İslâm, Beyrut, Trs. s. 345.

[229] Taberî, III, 47.

[230]  Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486.

[231]  Taberî, II, 700; İbnü’l-Cevzî, el- Muntazam, V, 62

[232]  İbn Hıbbân, II, 267.

[233]  Ya’kûbî, II, 178.

[234]  Taberî, II, 697; İbnü’l-Esîr , III, 84.

[235]  Seyf b. Ömer, s. 94.

[236]  Kalkaşendî, Meâsirü’l-İnâfe fî Meâlimi’l-Hılâfe, Thk. Abdüssettâr, Ahmet Ferraç, 2. bsk., Kuveyt, 1985, III, 341.

[237]  Seyf b. Ömer , s. 143; Taberî, III, 27.

[238] Ya’kûbî, II, 179.

[239] İbnü’l-Esîr, III, 82.

[240] Taberî, II, 697; İbrâhim, s. 322.

[241] İbn A’sem, I, 438.

[242] Taberî, III, 25.

[243] Taberî, III, 28; Hakîm en-Neysâburî, , Müstedrek, Thk. Mustafa Abdûlkâdir Atâ, 1. bsk., Beyrut, 1411/1990, III, 126.

[244]  Seyf b. Ömer, s. 138-139.

[245] Taberî, III, 28; İbnü’l-Esîr, II, 121-122.

[246]  Taberî, III, 28.

[247]  Taberî, III, 28.

[248]  İbn Kesîr, VII, 237.

[249] Ziriklî, VI, 131.

[250] Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Red. Hakkı Dursun yıldız, Konya, 1994, II, 235.

[251] İbn A’sem, I, 482.

[252] İbn A’sem, I, 485-486.

[253] İbn A’sem, I, 488.

[254] Taberî, III, 48; Seyf b. Ömer, s. 164.

[255] Taberî, ııı, 50.

[256] Seyf b. Ömer, s. 169; Taberî, III, 50; Mes’ûdî, II, 376; Zemahşerî, el-Fâik fi Garîbi’l-Hadîs, Thk. Ali Muhammed el-Becâvî, Lübnan, Trs., II, 118; İbnü’l-Esîr, III, 138; İbn Kesîr, VII, 244.

[257] İbn Kesîr, VIII, 336.

[258] İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, 1. bsk., Beyrut, trs., IX, 138.

[259] İbn Tağriberdî, en-Nücûmu’z-Zâhire, Mısır, 1390-1392/1970-1972, I,105.

[260]  İbn Manzûr, Muhtasar, VI, 121

[261]  İbnü’l-Esîr, III, 139.

[262]  İbn Hacer, İsâbe, V, 43.

[263] Taberî, III, 53.

[264] Taberî, III, 59.

[265]  Zemahşerî, II, 118.

[266] Taberî, III, 59; İbn Kesîr, VIII, 336.

[267] İbn Hallikân, Vefayâtü’l-A’yân ve Enbâu Ebnâi’z- Zaman, Thk. İhsan Abbas, Beyrut, 1347/1968, VII, 195; Hakîm en-Neysâburî, IV, 393.

[268] Tahâvî, Şerhu Meani’l-Âsâr, thk. Muhammed Zührî en-Neccâr, 1. bsk., Beyrut, 1399/1419, III, 161.

[269]  Zehebî, Siyer, III, 357.

[270] Taberî, III, 70; İbrahim, s. 351; Mes’ûdî, II, 381. İbn Kesîr, VII, 254.

[271] Taberî, III, 71.

[272] İbnü’l-Esîr , III, 161.

[273] Mes’ûdî, II, 381; İbrahim, s. 352.

[274] Taberî, III, 71; İbnü’l-Esîr, III, 161.

[275] İbn A’sem, I, 508.

[276] Ya’kûbî, II, 184.

[277] Ya’kûbî, II, 187; İbn A’sem, I, 500.

[278] İbn A’sem, I, 500.

[279] İbn A’sem, I, 507.

[280] İbn A’sem, I, 508.

[281] İbn A’sem, I, 497.

[282] İsra 17:33

[283] İbn A’sem, I, 519.

[284] İbn A’sem, I, 519-520.

[285]Sıffîn, Şam ile Irak arasında, Fırat Nehrine yakın Fırat’ın kıyısında bir yerin adıdır. ( Makdîsî, V, 217.)

[286]  İbn Sa’d, VI, 213; Ziriklî, VI, 131.

[287] İbn Ebî Şeybe, Musannef, Thk. Kemal Yusuf el-Hût, 1. bsk., Riyad, 1409/1989, VI, 194; Hakîm en- Neysâburî, III, 115.

[288]  Ya’kûbî, II, 188; Mes’ûdî, II, 386

[289]  Taberî, III, 72.

[290]  Taberî, III, 72.

[291]  İbn Kesîr, VII, 256.

[292] Taberî, III, 73; İbnü’l-Esîr, III,, 165; İbn Kesîr, VII, 256.

[293] İbnü’l-Esîr , III, 166.

[294]Taberî, III, 73; İbnü’l-Esîr , III, 165.

[295]  Ya’kûbî, II, 188; Mes’ûdî, II, 386

[296]  Taberî, III, 73; İbn Kesîr, VII, 256.

[297]  Taberî, III, 73.

[298]  İbn Kesîr, VII, 256.

[299] Taberî, III, 74; İbnü’l-Esîr , III, 166; İbn Kesîr, VII, 256.

[300]  Taberî, III, 74.

[301]  Taberî, III, 75.

[302]  İbn Kesîr, VII, 256.

[303]  İbn Kesîr, VII, 257.

[304]  İbn Kesîr, VII, 260.

[305]  Makdîsî, V, 217.

[306]  Taberî, III, 82; Mes’ûdî, II, 386; İbrahim, s. 359-360.

[307] Mes’ûdî, II, 386; İbnü’l-Esîr , III, 175; İbn Kesîr, V, 261.

[308] Taberî, III, 83; İbn Kesîr, VII, 262.

[309] Taberî, III, 82; Mesûdî, II, 387-389; İbnü’l-Esîr, III, 176-177; İbn Kesîr, VII, 262.

[310] İbnü’l-Esîr, III, 181.

[311] İbn Kesîr, VII, 265.

[312] İbn Kesîr, VII, 272.

[313] Taberî, III, 77.

[314] Taberî, III, 83.

[315] İbn A’sem, II, 13-15.

[316] Mes’ûdî, II, 400.

[317] Taberî, III, 76; İbn A’sem, II, 17.

[318] İbn A’sem, II, 40.

[319] Mes’ûdî, II, 390.

[320] Makdîsî, V, 218.

[321] İbn A’sem, II, 41

[322] İbn A’sem, II, 42.

[323]Taberî, III, 87; İbnü’l-Esîr , III, 179-180; İbrahim, s. 362.

[324] İbnü’l-Esîr III, 180.

[325] Taberî, III, 87; İbnü’l-Esîr , III, 181;.

[326] İbn A’sem, II, 45.

[327] İbn A’sem, II, 46.

[328] İbn A’sem, II, 49.

[329] İbn A’sem, II, 61-62.

[330] İbn A’sem, II, 70.

[331] İbn A’sem, II, 89.

[332] İbn A’sem, II, 89-90.

[333] İbn A’sem, II, 90-91.

[334] İbn A’sem, II, 105.

[335] İbn A’sem, II, 114.

[336] İbn A’sem, II, 115.

[337] İbn A’sem, II, 133-134.

[338] İbn A’sem, II, 173.

[339] Taberî, III, 88; İbn A’sem, II, 173.

[340] Taberî, III, 100; İbnü’l-Esîr , III, 192.

[341] İbn A’sem, II, 174.

[342] İbn A’sem, II, 177.

[343] Taberî, III, 77-78.

[344] Taberî, III, 77-78.

[345] İbn Kesîr, VII, 274.

[346] Taberî, III, 101; İbn A’sem, II, 183; İbnü’l-Esîr , III, 193.

[347] İbnü’l-Esîr , III, 1 93.

[348] Taberî, III, 101; İbn A’sem, II, 183.

[349] Taberî, III, 101; İbn A’sem, II, 183; İbnü’l-Esîr , III, 193; İbn Kesîr, VII, 274.

[350] İbn Kesîr, VII, 274.

[351] Taberî, III, 101; İbn A’sem, II, 184; İbnü’l-Esîr, III, 193; İbn Kesîr, VII, 274.

[352] Taberî, III, 101-102; İbn A’sem, II, 184; İbn Kesîr, VII, 274.

[353] İbn A’sem, II, 184.

[354] İbn A’sem, II, 184; İbn Kesîr, VII, 274-275.

[355] İbn A’sem, II, 185

[356] İbn A’sem, II, 185.

[357] Taberî, III, 104.

[358] Taberî, III, 106.

[359] İbn A’sem, III, 91.

[360]  Taberî, III, 102.

[361] Taberî, III, 102.

[362] Özaydın , “Eşter”, DİA, XI, 486.

[363] Taberî, III, 102; İbn A’sem, III, 194; Mes’ûdî, II, 402.

[364] Taberî, III, 102; İbnü’l-Esîr, III, 194.

[365] Taberî, III, 104.

[366] Taberî, III, 106; İbnü’l-Esîr, III, 196.

[367] Ya’kûbî, II, 189.

[368] İbrahim, s. 369.

[369] Ya’kûbî, II, 189.

[370] Ya’kûbî, II, 189; İbn A’sem, III, 200-201.

[371] İbn A’sem, III, 204.

[372] İbn Sa’d, VI, 213; Halîfe b. Hayyât, Târih, s. 192; Taberî, III, 65; İbn Hıbban, II, 298; Mes’ûdî, II, 420­421; İbn Abdilber, III, 1366; İbnü’l-Esîr , III, 226; Malakî, I, 218; Zehebî, Siyer, III, 109; Zehebî, el-Iber fî Haberi men Ğaber, Thk. Salâhuddîn el-Müncîd, 2. bsk., Kuveyt, 1948, I, 45 İbn Kesîr, VII, 253; Kalkaşendî, I, 103; İbnü’l- Imâd, I, 48 ; Ziriklî, VI, 131 Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486;.

[373] Yâkut el- Hamevî, I, 454.

[374]Taberî, III, 127; İbn Kesîr, VII, 253.

[375] İbn Kesîr, VIII, 101.

[376]  Taberî, III, 65; Makdîsî, I, 1711; Zehebî, Siyer, IV, 35.

[377]  Taberî, III, 127.

[378]  İbn Kesîr, VII, 313.

[379]Taberî, III, 127; İbnü’l-Esîr, III, 227.

[380] İbnü’l-Esîr, III, 227; Malakî, I, 218.

[381] Ya’kûbî, II, 194.

[382]  Zehebî, Siyer, IV, 34.

[383] Vâkıdî, II, 66.

[384] Vâkıdî, I, 224.

[385] Tenûhî, V, 60; İbn Kesîr, IX, 21; Ziriklî, VI,131.

[386] Zehebî, el-Iber, I, 45.

[387] Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486.

[388] İbn Manzûr, Muhtasar, XXII, 151.

[389] İbn Abdilber, II, 473.

[390] İbn Abdilber, III, 1372.

[391] İbn A’sem, II, 485.

[392] İbn Mübarek, el-Cihâdü li İbn Mübârek, Thk. Nezîh Hammâd, Tunus, 1972, I, 179; İbn Hacer, Fethu’l- Bârî, Thk. Muhammed Fuad Abdulbâkî, Beyrut, 1379, II, 437.

[393]  Tahsin Yazıcı, “Destan”, DİA, İstanbul, 1994, IX, 208.

[394] İbn A’sem, I, 500.

[395] İbn A’sem, I, 500.

[396] İbn A’sem, I, 500.

[397] Taberî, III, 65; Kalkaşendî, I, 103; İbn Manzûr, Muhtasar, XXII, 86.

[398]  Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486.

[399]  Taberî, III, 126.

[400]  İbn Kesîr, VII, 313.

[401]  Tenûhî, V, 60.

[402] Taberî, III, 127; İbnü’l-Esîr, III, 226.

[403] Kalkaşendî, III, 6

[404] Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr, Thk. Seyyid Hâşim en-Nedvî, VII, 311; Zehebî, el-Kâşif, II, 234; Ziriklî, VI, 131.

[405] Taberî, III, 127; Malakî, I, 218

[406] Taberî, III, 127. Makdîsî, V, 226.

[407] İbn Hemmâm, Musannef, Thk. Habîbü’r-Rahman el-A’zamî, 2. bsk., Beyrut, 1403/1992, V, 460; Malakî, I, 218; İbnü’l- Cevzî, el-Muntazam, V, 99.

[408] Belâzurî, I, 229.

[409] İbn Kesîr, , VII, 316.

[410] Taberî, III, 126-127.

[411]  Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Târihi, II, 258.

[412]  Taberî, III, 126.

[413]  Makdîsî, V, 226.

[414]Taberî, III, 127; İbnü’l-Esîr, III, 227.

[415]  Tenûhî, V, 60; Ziriklî, VI, 131.

[416]  Taberî, III, 127.

[417]  Taberî, III, 65

[418] Tenûhî, V, 60.

[419]  Ziriklî, VI, 131.

[420] İbn A’sem, II, 13.

[421] İbn A’sem, II, 14.

[422] İbn A’sem, II, 14.

[423] İbn A’sem, II, 15.

[424] İbn A’sem, II, 40.

[425] İbn A’sem, II, 41.

[426] İbn A’sem, II, 49.

[427] Zehebî, El-Iber, I, 45.

[428] Ziriklî, VI, 131.

[429] İbnü’l-Adîm, VII, 3137; İbnü’l-Esîr, ııı, 227; Malakî, ı, 218; Zehebî, el-İber, IV, 34; Mizzî, Tehzîbü’l- Kemâl, Thk. Beşşar Ayyâd Ma’rûf, 1. bsk, Beyrut, 1400/1980, XXII,183, XXV,365.

[430] Malakî, I, 218.

[431]  Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486.

[432]  Iclî, Ma’rifetü’s-Sikât, Thk. Abdulalîm Abdulazîm el-Bestevî, 1. bsk., Medine, 1405/1985, II, 259; İbnü’l-Esîr, III, 227

[433]  Kazvînî, el-İrşâd fî Ma’rifeti Ulemâi’l-Hadîs Thk. Muhammed Said Ömer İdris,1. bsk., 1409/1988 II, 558; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, Thk. Abdul Gaffar Süleyman el-Bendârî, 1.bsk. Beyrut, 1411/1991, V, 74; Tayâlesî, Müsned, Beyrut, 1978, I, 158;Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, Thk. Hamdî b. Abdilmecid es-Selefî, 2. bsk., Mevsıl, 1404/1983, IV, 113.

[434]  İbn Manzûr, Muhtasar, V, 49.

[435] İbn Manzûr, Muhtasar, XXV, 129.

[436]  İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, I, 205.

[437] İbn Sa’d, IV, 233; Şeybânî, el-Âhad ve’l-Mesânî, Tthk. Bâsım Faysal Ahmet el-Cevâbira, 1.bsk. Riyad, 1411/1991, II, 229; İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd fî hedyi Hayri’l- İbâd, Thk. Şuayb Arnaûd, 14. bsk., Beyrut, 1407/1987, III, 535; İbn Manzur, Muhtasar, XXVIII, 315; Zehebî, Siyer, II, 76-77. Isbahânî, I, 170. İbn Kesîr, VI, 207; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, Thk. Mahmud Fâhûrî, 2. bsk. Beyrut, 1399/ 1979, I, 599. İbn Abdilber, I, 253.

[438] İbn Sa’d, IV, 233.

[439] İbn Sa’d, IV, 234.

[440] İbn A’sem, I, 376; İbnü’l-Esîr, III, 28.

[441] İbn A’sem, I, 377.

[442] Ya’kubî, II, 173; İbn A’sem, I, 377.

[443] Taberî, II, 638-639.

[444] Taberî, II, 638-639.

[445] Seyf b. Ömer, s. 45.

[446] Seyf b. Ömer, s. 67.

[447] Seyf b. Ömer, s. 73; Taberî, II, 641.

[448] Taberî, III, 59.

[449] Makdîsî, V, 525.

[450] Taberî, III, 32; İbnü’l-Esîr, III, 125; İbn Kesîr, VII, 239.

[451] Seyf b. Ömer, s. 148; Taberî, III, 32; İbnü’l-Esîr, III, 125; İbn Kesîr, VII, 239.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar