MÂLİK EL-EŞTER ( HAYATI VE ŞAHSİYETİ)
Hazırlayan:
Yusuf YILMAZ
HÛLEFÂİ RÂŞİDİN’DEN ÖNCE
MÂLİK EL-EŞTER
Mâlik el-Eşter’in tam ismi Mâlik b.
Hâris b.Abdi Yeğus b. Seleme b. Rebîa b.
Hâris b. Cezîme en-Nehaî’dir. Mâlik el-Eşter, kavminin ileri
geleni ve reislerindendir.1 Doğum tarihi hakkında
herhangi bir bilgi yoktur.
Mâlik b. Hâris, el-Eşter lakabıyla meşhur olmuştur.[1]
[2] el-Eşter lakabı isminden daha
meşhurdur.[3] Mâlik b.
Hâris en-Nehaî Yermük savaşında Mâhan ile olan
mübarezesinde gözünün birini kaybetmesinden dolayı Eşter lakabını almıştır.[4]
Eşter, göz kapakları ters
çevrilmiş,
ya da gözü akmış gibi anlamlara
gelmektedir. Bundan dolayı da Mâlik b. Hâris’e bu lakap verilmiştir.[5]
“Eşter” kelimesi Mâlik b.
Harise lakap olmanın yanında başka anlamlarda da
kullanılmıştır.
Aşağıda da ifade edeceğimiz gibi “Eşter” kelimesi yer ismi
olarak ya da başka şahıslar tarafından isim
olarak kullanılmıştır. Bunlardan
bazılarına kısaca değinmek istiyoruz.
“Eşter” yer ismi olarak
kullanılmıştır.
Bu bağlamda “Eşter” Nihavend
yakınlarında bir mevkinin ismidir. Sâbur şehrine on fersahlık bir
mesafede, aynı şekilde Nihavend’e ise on
fersahlık bir mesafededir. [6]
“Eşter” ismini kullanan şahıslar da olmuştur. Bunlardan birisi
Danişment el- Eşter’dir. Şemsi’l-Melik Nasr b. İbrahim döneminde yaşamıştır. Fakih birisidir.[7] [8]
Mansur döneminde yaşamış
Abdullah
b. Muhammed yani Ebu Muhammed de “Eşter” lakabı ile
tanınmaktadır. Muhammed ve İbrahim isminde iki tane
oğlu vardır. Bunlar
Mansur’un önemli muhaliflerindendir.8 Mansur, Sind valisi Ömer
b. Hafs b. Osman b. Kabîsa b. Ebî Safra’yı görevden alıca yerine Hişam b. Amr et-Tağlebî’yi vali yapmıştı. Onu da Afrika valiliğine tayin etti. Valinin
azil sebebi ise Zeydiyye hareketinin yani Muhammed b. Abdullah el-Eşter’in baskısı altında
kalmasıdır.[9] Burada
yine Muhammed b. Abdullah’ın Eşter lakabını kullandığını görmekteyiz. Bu
olayı nakletmemizin sebebi ise Eşter lakabını kullanan kişiyi zikretmek içindir.
Mâlik el-Eşter, Yemen bölgesinden
Mezhic diye isimlendirilen bir yerdendir.[10]
Mezhic ise Yemen’de bir kalenin adıdır.[11]
Bu açıdan Eşter
de Yemenli sayılmaktadır.
Mâlik el-Eşter Bisetten önce
dünyaya gelmesine rağmen Hz. Peygamber’i
görememiştir.[12] Bu açıdan
sahabîler arasında sayılmamaktadır.
Yine aynı şekilde bazı kaynaklar Mâlik
el-Eşter’in cahiliyye
dönemini gördüğünü nakleder.[13] Bu da İslamiyet gelmeden önce
hayatta olduğuna işaret eder. Kavmindeki
konumuna yani saygınlığına ve ölüm tarihine
baktığımız zaman da bunu
açıkça anlamaktayız. Durum böyle olunca niçin peygamberimizi görmediği sorusu insanın aklına
geliyor. Mezhic kabilesi hicretin on birinci yılı muharrem ayının ortalarında
Hz. peygamber döneminde İslâm’la tanışmış, Hz. peygambere elçiler
göndermiş bir
kabiledir.[14]
Mâlik el-Eşter’in babasının adı
Hâris b. Abdi Yeğus’tur.[15] Eşter ve ailesi Yemenli
olup Neha’ kabilesine nisbet edilmektedirler. Eşter’in ailesinden öne
çıkan bazı isimler vardır. Bu isimleri hatırlatmakla yetineceğiz.
Eşter’in Abdullah isminde
bir kardeşini
biliyoruz. O, Eşter kadar aktif ve meşhur olmasa da İslâm’ın yücelmesi için
çeşitli yerlerde mücadele
etmiştir. Muhtar döneminde yaşamış, Muhtar’ın ilk
sancaktarlarından birisidir. Daha çok Ermenistan bölgesinde savaşlar yapmıştır.[16]
Eşter’in iki tane oğlundan bahsedilmektedir.
Hali hazırda tespit edebildiğimiz bunlardır.
Birincisi; Abdullah, diğeri ise İbrahim’dir. Abdullah da
Ermenilerle önemli mücadeleler yapmıştır.[17]
İbrahim b. Mâlik, Eşter’den sonra en önemli şahsiyetlerden birisidir.
Ayrıca en az babası kadar kahramandır. İbrahim b. Eşter birçok savaşta babası ile birlikte
bulunmuş,
babası öldürülünce kendisi İslâm’a hizmete devam
etmiştir. O’nu daha çok
Kûfelilerle beraber görmekteyiz.[18] Babası
öldürüldükten sonra Neha’ kabilesinin reisi olmuştur.[19]
Babası gibi o da kabilesinde seçkin bir yere sahiptir.[20] O da
soylu bir aile çocuğu olduğu için babası gibi hak
ettiği saygı ve itibarı
kabilesine reis olmakla görmüştür.
İbrahim, babası gibi
ehl-i beyt sevgisi ile yanıp tutuşmakta idi. Bunun için
daha sonraki mücadelesini Allah’ın kitabına hizmet ve ehl-i beytten öldürülen
kişilerin intikamını alma
istikametine doğru yönlendirmiştir.[21]
Bu amaçla bazı insanlar
Kûfe’ye, İbrahim
b. Eşter’in evine gelerek
Hüseyin b. Ali’nin intikamının alınması için kendilerine yardım etmesini istemişlerdir. Eş-Şa’bî bu olayı şöyle rivayet eder: “Ben
ve babamın da içinde bulunduğu bir grup insan Kûfe’ye
gelerek bir evin önünde durduk. Önce nereye gittiğimizi bilmiyordum. Sonra
İbrahim b. Eşter’in evinin önünde
durduk. Eve girmek için izin istedik. İzin aldıktan sonra eve
girdik. Muhtar ile beraber oturduk ve İbrahim’i, Hüseyin’in
intikamını almak için yardım etmesi hususunda ikna ettik” dedi.[22]
Konuşma bittikten sonra
Muhtar evden çıkarken elindeki mektubu İbrahim’e verdi. O da bir
ışık getirilmesini istedi.
Işık gelince mektubu açtı.
Mektupta:
Bismillahirrahmanirrahim,
Muhammed Mehdî’den İbrahim b. Eşter’e, Allah’ın selamı
üzerine olsun. Muhakkak ben bir olan Allah’a hamd ediyorum. Sana güvenilir,
necip vezirimi gönderdim. Ben ondan razıyım ve ona düşmanlarımızla savaşmayı, ehl-i beytin
intikamını almayı emrettim diyordu. Aslında mektup Muhammed Mehdî imzasıyla
yazılmış,
düzmece bir mektuptur ve Muhtar, mektupta kendisini Muhammed’in komutanı olarak
takdim etmiş,
böylece sürdürdükleri gizli harekete İbrahim’i de dahil etmek
istemişlerdi.
Daha sonra İbrahim de onlara
katıldı. Beraber meyve yediler ve bal şerbeti içtiler. İbrahim b. Eşter de Muhammed Mehdî
adına Muhtar’a beyat etti.[23] Abbasî
taraftarları bir başka bir ifade ile Emevi
muhalifleri İbrahim’in kendilerine
katılması ile başlattıkları hareketin
daha da güçleneceğini düşünüyorlardı.[24] [25] Neticede
durum öyle olacak ve birçok mücadele neticesinde Abbasî Devleti’nin kuruluşu gerçekleşecektir.
Muhtar diye bahsedilen
kişi Muhtar b. Ubeyd
es-Sekafî (1-67/622-687)’dir. Bir taraftan Abbasî hareketi içinde yer alırken
diğer taraftan da Kûfe’de
Sebeiyye hareketi 25 mensupları ile savaşmış
ve
onları yenilgiye uğratmıştır.
Emevi devletinin
zulümleri ve baskıları neticesinde bir çok insan gibi Muhtar da, Kerbela
faciasından etkilenerek Emevî’lerden intikam almak amacıyla Emevî devletini
yıkıp yerine Abbasî devletini kurmak için çalışan isyancılardan
birisidir.[26]
İbrahim, Muhtar’ın
hareketine katıldıktan sonra onunla beraber birçok savaşlara katılmıştır.[27]
Özellikle Musul civarında önemli görevler üstlenmiş
ve başarılı savaşlar yapmıştır.[28]Ubeydullah
b. Ziyâd ile Husayn b. Nümeyr Abbasi muhalefetinin önünde engel olarak duran
önemli kişilerden
ikisi idi. İbrahim
b. Eşter 67/687 senesinde
bunları ortadan kaldırarak bu engelleri bertaraf etmiştir.[29]
HZ. EBÛ BEKİR
VE HZ. ÖMER DÖNEMLERİNDE MÂLİK EL-EŞTER
HZ.
EBÛ BEKİR DÖNEMİNDE MÂLİK EL-EŞTER
Vâkıdî’nin bir
rivayetine göre; Hz.Ömer, Hz. Ali ve bazı ileri gelenlerin oturup, Rumlarla
savaşın sürdüğü sırada ve beraber istişare yaptıkları bir
toplantıda Yemen’den bir topluluk geldi. Bunların içinde Amr b. Ma’dikerb
ez-Zübeydî ve ailesi ile birlikte Mâlik el-Eşter de bulunuyordu. Amr
savaşa gitmek istiyordu.
Mâlik el-Eşter
geldi ve ailesi ile birlikte Hz. Ali’nin yanına oturdu. Eşter, Hz. Ali’yi çok
seviyordu. Birçok olayda onunla beraber bulunmuştu. Mâlik el-Eşter Rasûlullah zamanında
müslümanlara karşı çeşitli mücadelelere
katılmıştı.
Bundan dolayı içinde büyük bir pişmanlık vardı. Buna karşılık müslüman olduktan
sonra Medine’ye gelmiş Rumlara karşı müslümanlarla cihada
katılmak istiyordu ve Amr b. Ma’dikerb gibi o da Şam’a gitmeyi
arzuluyordu.30
Bir başka anlatıma göre Mâlik
el-Eşter bir gurup insan ile
Hz. Ömer’in yanına gelince Hz. Ömer gelenlerin kimler olduğunu sordu. Bunların
Yemenliler olduğu söylendi. Hz. Ömer
dikkatlice Eşter’e baktı. O’na bu
kavmin reisi sen misin? diye sordu. Eşter de evet dedi. Bu karşılaşma esnasında Hz. Ömer’in
‘kötü, sıkıntılı günde ümmet-i Muhammed’e Onun şerrinden korunmak için
Allah kafi gelir.’ dediği nakledilmektedir.[30] [31] Her ne
kadar bazı kaynaklarda Hz. Ömer’in Eşter hakkında böyle bir
düşüncesinin bulunduğu nakledilse de ben Hz.
Ömer’in Eşter
hakkında böyle bir kanaat taşıyacağına kuşku ile yaklaşıyorum. Gerçekten Eşter kötü birisi olsaydı
Hz. Ali bunu rahatlıkla anlayabilir ve O’na bu kadar güvenmezdi.
Buradan anlaşılıyor ki: Mâlik el-Eşter Hz. Ebû Bekir
zamanında müslüman idi. Mesâil’de bir gözü kör olan tâbiler sayılırken Malik
el-Eşter de sayılmıştır. Dolayısıyla buradan
da anlaşılıyor
ki ulema Mâlik el-Eşter’i tâbiin zümresinden
saymışlardır.[32]
Benzer bir anlatıma göre
de Mezhic kabilesinden bir grup elçi olarak Hz. Ömer’in yanına geldi.
Yanlarında el-Eşter de bulunuyordu. Bu
rivayete baktığımızda Mâlik el-
Eşter’in Hz. Ömer ile ilk
defa karşılaşmasına rastlıyoruz.[33] Fakat bu
görüşmenin tarihi ve yeri
hakkında herhangi bir bilgi verilmemektedir. Yine ayrıca Mâlik el-Eşter Hz. Ömer’in Cabiye
hutbesinde hazır bulunmuştur.[34]
Müslümanlar Şam bölgesinde Hâlid b.
Velid komutasında savaşmakta, fetihlerde
bulunmakta idiler. Durum böyle olunca zaman zaman Medine’de toplantılar
yapılır, fetih faaliyetlerinde bulunan bu müslümanlara destek için asker
toplanır ve toplanan bu askerler fetih faaliyetlerinin yapıldığı yerlere sevk edilirdi.
İslâm’a yeni giren
müslümanlar hemen fetihlere katılıp, başka toplumlara da bu dini
ulaştırma çabası içinde
idiler. İşte
bu amaçla halifenin ve sahabenin ileri gelenlerinin bulunduğu bir toplantı yapıldı
ve bu toplantıda dokuz bin civarında asker toplandı. Gerekli hazırlıklar
tamamlandı. Bu toplanan askerler Şam bölgesinde savaşanlara takviye kuvvet
olarak gönderilecekti. Hz. Ebû Bekir Şam’daki ordunun komutanı
Hâlid b. Velid’e iletilmek üzere bir mektup yazdı. Mektubu bu grupla gönderdi.
Mektubunda şöyle diyordu:
Bismillahirrahmanirrahim,
Rasûlullah’ın Halifesi
Ebû Bekir’den Hâlid b. Velîd ve beraberindeki Müslümanlara dedikten sonra : ben
kendisinden başka ilah olmayan, bir
olan Allah’a hamd ediyor ve onun nebisi Muhammed (sav)’e salavat getiriyorum.
Sizlere nasihatte bulunuyorum. Gizli ve açık her işlerinizde Allah’tan
korkmanızı emrediyorum. Allah’ın, kafirleri helak etmesinden ve Müslümanlara da
yardımını bahşetmesinden çok sevindim.
Sizin Şam’a
girmenizi ve buranın fethinin Allah’ın izni ile sizin elinizle olacağını size bildiriyorum. Şam fethi tamamlandıktan
sonra Humus’a ve Antakya’ya gidin. O tarihte Antakya’da melik heraklius
bulunuyordu. Mektubun devamında ‘Eğer sizinle savaşırlarsa siz de savaşın barış
yaparlarsa
siz de barış yapın.
Allah’ın selamı, bereketi ve rahmeti sizin ve sizinle beraber olan
Müslümanların üzerine olsun. Yemen’in ve Mekke’nin büyükleri sizin yanınıza
yardıma geliyor. Sana Ma’dikerb ve Mâlik el-Eşter yeter.[35] Bu
mektupta dikkatimizi çeken ya da bizi ilgilendiren kısmı Eşter’in bu tarihte
askerlere ve Şam fethine katılması ile
birlikte de Rumlarla mücadelesinin başlamış
olmasıdır.
Yukarıdaki mektuptan da
anlaşılıyor ki Mâlik el-Eşter askerlere katıldığı zaman Halid b. Velid Şam bölgesinde fetihlerde
bulunmakta idi. Dokuz bin civarında askerle beraber Mâlik el-Eşter Şam bölgesine intikal
etti. Müslümanlar Dımaşk’e girdikleri zaman Hz.
Ebû Bekir vefat etti.[36]
Şam fethedildikten sonra
Rumlar çok büyük bir üzüntüye kapıldılar. Ebû Ubeyde ve yanındaki Müslümanlar
Halid b. Velid’in yanındaki askerlerin gecikmesinden dolayı endişeye kapılmışlardı. Büyük bir
tereddüt içinde idiler. Halid b. Velid ise başka bir yerde bazı
Müslümanlarla savaşa devam ediyordu. Halid
b. Velid arkadaşları ile dönünce
Müslümanlar onları karşılamaya çıktılar.
Birbirleri ile selamlaştıktan sonra Halid b.
Velid Şam’da
yanındakilerle Amr b. Ma’dikerb ve Mâlik el-Eşter’i buldu. Halid b.
Velid Ebû Ubeyde’nin yanına geldi. Ebû Ubeyde’ye savaşta olanları anlattı.[37]
Halid b. Velid Şam fethinden dönünce ona
Halife Ebû Bekir’n vefatını söylememişlerdi. O da Şam’ın fethini ve ele
geçirilen ganimetleri bildirmek için Halife Ebû Bekir adına bir mektup yazdı.
Mektubu Abdullah b. Kart’a verdi. O da mektubu götürüp Hz. Ömer’e verince Hz.
Ömer mektupta Ebû Bekir’in ismini görünce ‘Müslümanlar hâlâ Ebû Bekir’in öldüğünü bilmiyorlar mı?
dedi.[38]
Şam fethinde Mâlik el-Eşter’in Hanteriyye
isminde büyük ve güzel bir atı var idi. Bu atı hiçbir at geçemezdi.[39]
HZ. ÖMER DÖNEMİNDE MÂLİK
EL-EŞTER
Yermük
Savaşı ve Mâlik el-Eşter
Müslümanlar Şam bölgesinde fetihlerde
bulununca Rumlar bundan rahatsız oldular. Büyük bir ordu hazırlayarak
Müslümanlar üzerine saldırıya geçtiler. Rumların hazırlamış
olduğu ordunun sayısı yüz
kırk bin civarında idi.[40]
Yermük’te Müslümanlar
ile Rumlar arasında patlak veren bu savaş İslâm tarihi açısında
büyük öneme haizdir. Birçok Müslüman bu savaşa katılmış
kimisi
yaralanmış kimisi
şehit olmuştur. Mâlik el- Eşter de bu savaşa katılanlardan
birisidir.[41]
Corcis isminde birisi
fasih bir Arapça ile mübareze için çağrıda bulundu. Arapça’yı
çok güzel konuşuyordu. Bundan dolayı
Araplar onu Arap sandılar. Cercis’in karşısına Dırar b. el-Ezver
çıktı. Mübarezeye başlamadan üzerindeki ağırlıkların savaşmasını engelleyeceğini düşündü ve çadıra girdi,
üstündeki zırhını çıkardı. Müslümanlar ise onun korkup kaçtığını sandılar. Dırar
kılıcını ve yayını aldı. Tekrar dönünce kendi yerine mübareze için Mâlik el-Eşter’in çıktığını gördü. Eşter heybetli idi. Ata
bindiği zaman ayakları yerde
sürünürdü.
Bu konudaki rivayete
göre Eşter
rakibinin atını yaraladı. At hareketsiz kalınca Dırar Mâlik’ten önce ortaya
çıktı. Corcis’in hayatına son verdi. Bunun üzerine Ebû Ubeyde, Mâlik el-Eşter ve Dırar’ı
kastederek “yemin olsun ki bu insanlar kendilerini Allah için feda etmişlerdir” dedi.[42] Burada Eşter’in fedakarlığından ve kahramanlığından hayranlıkla
bahsettiklerini görmekteyiz.
Corcis’in öldürülmesi
Rumlar arasında büyük bir şok etkisi yaptı. Herkes
ne yapacağını
şaşırdı. Durum böyle olunca
en önemli kişilerini mübarezeye
çıkardılar. O kişi ise Mâhân idi.
Mâhân’ın karşısına ilk olarak Evs
kabilesinden bir genç çıktı. Mâhân onu şehit etti. Sonra tekrar
mübarezeye başka birisini çağırdı. Müslümanlar
Allah’ım ölümü benim elimden olsun diye birden saldırmak istediler. En önce
fırlayan Mâlik el-Eşter idi. İkisi meydanın ortasında
karşılaştılar Mâlik el-Eşter ona : “Öldürdüğünün hesabını
vereceksin. Ben rabbime, sahibime kavuşmayı çok özlüyorum.
Bizim hepimiz cenneti özlüyoruz ya kelime-i şahadeti getir, müslüman
ol ya da cizye ver. Eğer bunları da kabul
etmez isen ölüme hazırlan. Başka kurtuluşun yok” dedi. Mâhân da
“sen arkadaşım
Halid b. Velid misin?” Diye sordu. Mâlik el- Eşter de : “Hayır, ben
Allah’ın Rasûlünün arkadaşıyım” dedi. Mâhân: “Ben
seninle savaşmam” dedi ise de Mâlik
el -Eşter üzerine hücum etti.
Eşter çok kahraman birisi
idi. Mâhân elindeki sırığı Eşter’in başına vurdu ve gözünü
çıkardı. Eşter
yere düştü.
O da Eşter’in
öldüğünü sandı.
Mâlik el- Eşter’den kanlar akıyordu.
Mâhân döndü gidiyordu. Mâlik el-Eşter arkasından sessizce
gidip vurmayı düşündü ve arkasını
dönmesini bekledi. Arkasını dönünce Eşter hemen fırladı.
Müslümanlar da: “Ey Mâlik! Allah’tan yardım iste. Allah’a sığın, düşmanına karşı Allah sana yardım
eder” diye hep bir ağızdan bağırdılar.[43]
Eşter düşündüğü gibi yaptı. Mâhân
arkasını dönünce hemen yerinden fırladı. Onu çadırına girmeden yakaladı ve
kılıcı ile ona vurdu. Sonrasını ise kendisi şöyle nakleder:
“Allah’tan yardım istedim Rasûlüne salavat getirdim ve şiddetli bir şekilde vurdum. Kılıcım
onu parçaladı. Anladım ki eceli sağlam oldu. Darbeyi
hissettiği
zaman ise çadırına girmişti.”der.[44]
Mâhân, Mâlik el Eşter tarafından yenilince
Halid b. Velid : “Ey Müslümanlar! Onların bu kötü zamanlarında var gücünüzle
saldırın” diye bağırdı. Halid b. Velid,
yanında bulunan emirler ve onlara tabi olan askerler hep beraber tekbirler,
tehliller getirerek hücum ettiler gün batıncaya kadar savaştılar. Rumların
dayanacak gücü kalmamış az bir sabırla direnmeye
çalışıyorlardı. Hava
kararınca Rumlar yenildi. Müslümanlar onları takip ederek kimisini öldürüyor
kimisini de esir alıyorlardı. Binlerce ölü ve esir var idi. Kimileri vadilere
kimileri de dağlara dağıldılar Müslümanlar da
onları takip etti. Ayrıca Müslümanlar bu savaşta birçok ganimet, altın
ve gümüş eşyalar ele geçirdiler.[45]
Bu savaşın kazanılmasında yine
Mâlik el-Eşter’in
büyük rolü olmuştur. Kendisi yaralanıp
hatta gözünü birini kaybetmesine rağmen cesaretini, gücünü
yitirmemesi ve düşmana son bir hamle ile
öldürücü darbeyi vurması; hem düşmanın moralini bozmuş
hem de
müslümanların cesaretini kamçılamıştır. Mâhân’ın karşısına kendisi
çıkmayabilirdi kendisinden önce nice sahabeler büyük insanlar vardı. Fakat onun
cesareti, onun ölüme meydan okuması, Rasûlullaha olan sevgisi, şehadet şerbetine olan iştihası; onun yerinde
duramayıp hep en ön saflarda savaşmasına sebep olmuştur.
Hatta Yermük Savaşı’nda bir gün Rumlardan
birisi meydana çıkarak benimle kim mübareze eder deyince karşısına Mâlik el-Eşter çıktı. Ben Naha’
kabilesinin bir genciyim dedi.[46] Rum
askeri; Eşter’in
savaşmasına hayran kalarak
“Allah benim kavmime de senin gibi kuvvetli adamlar versin. Sen bizden olsaydın
Rumlar kazanırdı.”dedi[47]
Eşter bu kahramanlıkları
ve cesareti sebebi ile Ebû Ubeyde b. Cerrah’ın kumandasında Bizans’a karşı yapılan bu savaşlarda kendini iyice
göstermiş oldu[48] bundan
sonra hep ön saflarda savaşacak ve önemli görevler
üslenecektir.
Yermük Savaşı’nda Eşter Rumlarla yaptığı bütün mübarezeleri
kazanmış ve
onlardan bir çok önemli kişiyi öldürmüştür. Rumlar yenilince
Halid b. Velid ile beraber Rumları takip etmiş. Dımaşk yakınlarında büyük bir
Rum ordusu ile karşılaşmışlardı. Rum ordusu
Müslümanlardan mevki olarak biraz yukarda idi ve buradan Müslümanlara taş
atıyorlardı.
Mâlik el-Eşter
Müslümanların arasından hemen fırladı. Rum askerinin önünde büyük kuvvetli bir
asker var idi. Mâlik el-Eşter ona hücum etti. İkisi bir taşın üzerinde karşılaştılar. Birbirlerine
kılıç salladılar Eşter onu omzundan
yaraladı. Fakat o Eşter’e isabet ettiremedi.
Daha sonra ikisi bir birleri ile boğuşmaya başladı. Eşter onu taşın üzerinden aşağıya attı. Sonra yanına
indi. Orada da boğuşmaya devam ettiler.
Mâlik el- Eşter
bu esnada, “ De ki: benim namazım da, her türlü ibadetlerim de, hayatım da
ölümüm de hep Rabbülalemin olan Allah’a aittir. O’nun eşi, ortağı yoktur. Bana verilen
emir budur. O’na ilk teslim olan da benim”[49]
ayetini okuyor ve yakaladığı yeri de bırakmıyordu.
Bir taraftan da yuvarlanmaya devam ediyorlardı. Yuvarlana yuvarlana aşağıda düz bir yere
indiler. Durduklarında Eşter Rum’un üzerine
atladı ve onu öldürdü.[50]
Nitekim Ebû Ubeyde Halep
dolaylarında savaşırken Eşter de Rumlarla başka yerlerde mücadele
edecektir.[51]
Resten, sağlam kalesi olan, suları
bol olan ve nüfus yönünden de kalabalık bir şehir idi. Nakîtas
isminde bir melikleri var idi.[52] Ebû
Ubeyde kalenin zorluğunu görünce arkadaşları ile istişareye karar verdi ve şöyle dedi: “Görülüyor ki
kale çok muhkem ancak hile ile kaleyi alabiliriz. Onun için yirmi tane sandık
hazırlayın, bu sandıklar için de yirmi tane adam hazırlansın. Adamlar içine
girsin Sandıklar da içinden kilitlensin. Şehrin içine girdikleri
zaman Allah’ın adıyla hep beraber çıkın”. Halid b. Velid : “Eğer böyle yapmaya kararlı
isen kilitleri açıkta ve sandıkların altında olsun, içindekiler sandıktan
çıkınca da tekbir getirsinler. İşte o zaman zafer
yakındır.” deyince Ebû Ubeyde kabul etti. Sandığın içine çeşitli yiyeceklerle
beraber askerleri gizlediler. Bu tehlikeli görevi üstlenenlerin başında ise Mâlik el-Eşter, Amr b. Ma’dikerb,
Zü’l-Kela’ el- Hımyerî gibi kahramanlar bulunuyordu. Sandıklar kaleye
gönderildi ve kalenin içine yerleştirildi. Akşam olunca Ebû Ubeyde
kalenin yakınında bir köye yerleşti. Halid b. Velid de
askerlerin arasından gizlice Resten’e vardı. İçerde gelecek mesajı
beklemeye başladı. Rumlar
Müslümanlardan kurtulduklarını düşünerek şükür için İncil okuyup dua ederken
bir anda sandıktakiler çıktılar Nakîtas’ın hanımını esir aldılar. Kalenin
kapılarının anahtarlarını istediler. Anahtarları ele geçirince kapıyı açtılar
ve yüksek sesle tekbirler ve tehliller getirmeye başladılar. Kapı açılıp dışarıdakiler de yardıma
gelince Nakîtas ve halkı bir anda karşılarında Müslümanları
gördüler böylece bu kale de 13/635 tarihinde fethedildi.[53]
Şam fethedildikten sonra
çevredeki kaleler de fethedilmeye başlandı. Bunlardan birisi
de Kınnesrin kalesinin fethidir. Burada da şiddetli bir savaş
olmuştur. Ebû Ubeyde’nin
komutasında müslümanlar her taraftan Rumlara saldırıyorlardı. Mâlik el-Eşter, Amr b. Ma’dikerb,
Abdurrahman b. Ebî Bekir, Rebîa b. Âmir ve diğerlerinin bulunduğu bir grup şiddetli bir şekilde saldırınca Rumlar
geri çekilmek zorunda kaldılar. Kaçıp kalelerine sokuldular.[54] Neticede
burası da fethedildi. Burada maksat teferruatlı bir şekilde kale ve
çevresinde cereyan eden olayları anlatmak değildir. Bizim için önemli
olan Mâlik el- Eşter’in buradaki
mücadelesi ve gösterdiği çabalardır.
Malik’in bu fetih
esnasındaki mücadele ve çabasına gelince; O, kendi kabilesinden olan askerlerin
başına komutan olmak
istiyordu. O’nun bu isteği Ebû Ubeyde’ye
iletildi. Ancak Ebû Ubeyde : Mâlik el-Eşter’in bulunmadığı bir sırada Naha’
kabilesinin başına birisini komutan
olarak tayin etmişti. Bu kişi Mâlik’in amcasının oğlu idi. Mâlik el-Eşter onun reis tayin
edilmesini kabullenemedi ve onunla tartıştı. Durum böyle olunca
Ebû Ubeyde Naha’ kabilesine ‘Bu ikisinin hangisi sizdendir? diye sordu . Onlar
da: “ikisi de bizim kabiledendir” diye cevap verdiler. “Peki komutan olmaya
hangisi daha layıktır?” diye sorunca da onlar: “ikisi de bizim yanımızda şereflidir, dürüsttür”
diye cevap verdiler. Sonra Ebû Ubeyde: “O zaman bu meseleyi nasıl halledelim?”
dedi. Sonra Ebû Ubeyde, Mâlik el-Eşter’e: “O komutan olduğunda yani ben sancağı ona teslim ettiğimde sen neredeydin?”
diye sordu. O da “şehrin emirinin yanında
idim. Şimdi
geldim” diye cevap verdi.
Ebû Ubeyde de “Sen geldiğin zaman o arkadaşlarının başına Komutan olarak
atanmıştı.
Senin amcanın oğluyla mücadele etmene
gerek yoktu. Bilakis sen gelmeden senin kabilen onun komutanlığını da kabul etti” dedi.
Eşter de: “Tamam O şerefli birisidir fakat
ben de riyaset ehliyim, dolayısıyla benim komutan olmam gerekirdi.” şeklinde cevap verince.
Ebû Ubeyde de: “O zaman bu savaşta hanginiz şehit olmayı ister, arzu
ederse onu kabilenizin başına komutan olarak tayin
edeceğim. Eğer ikiniz de isterseniz
sırası gelen komutan olur. O şehit olmaz ise ondan
sonra seni komutan olarak tayin ederim” diyerek Mâlik el-Eşter’in isteğine cevap verdi. Fakat
Mâlik el-Eşter
“Ben ondan önce bu savaşta şehit olmayı kabul etmiştim” deyince Ebû Ubeyde
de bundan dolayı Eşter’i kabilesine komutan
olarak tayin etti.[55] Burada Eşter’in komutanlık için
hırs göstermesinin nedeni ise babasının kabile reisi olmasıdır. Kendisi
dururken ve sıra kendisinin iken başkasının bu hakkı
almasını arzu etmemiş ve bunu kendisi için bir
zül görmüştür.
Mâlik el-Eşter’in kabilesinin başına komutan olarak
tayinindeki başka bir görüş
ise;
Mâlik el-Eşter
kavminde en mücadeleci, en savaşçı, en kahraman en güçlü
kişi olmasıdır.
Mâlik el-Eşter, Ebû Ubeyde’ye :
“Benim yanıma biraz atlı asker ver. Ben onlar ile Rumları takip etmek
istiyorum” dedi. Ebû Ubeyde de “Allah seni sanki hayırlı işler için yaratmış
deyip. İnsanlara karşı davranışında fazla ileri gitme”
diye de ona tavsiyelerde bulundu. Ebû Ubeyde, Eşter’i bir miktar asker
ile Rumların peşinden gönderdi
Sonra destek olarak Ebû
Ubeyde Meysere b. Mesruk’u emrine iki bin süvari vererek Rumları takip etmesini
istedi. Ebû Ubeyde’nin Meysere’yi de gönderdiği haberi Eşter’e ulaşınca Eşter de ona destek olmak
için harekete geçti. Rumlar sayı olarak oldukça fazla idiler. Meysere arkadaşlarına karşı çok şefkatli olduğundan onların başına bir şey gelir, onlar zayi
olur diye korkuyordu. Eşter üç yüz atlı ile
onlara yardıma gelince Meysere ve arkadaşları onları tekbirler
ile karşıladılar.
Onlar da aynı şekilde tekbirler ile
cevap verdiler.[56]
Hep beraber Rumlara karşı saldırıya geçtiler.
Rumlar yüksek bir yere sığındılar. Bulundukları
yüksek yerden Müslümanlara oklar atıyorlardı. Rumlardan büyük ve kuvvetli
birisi müslümanlara saldırdı. Bu adamın karşısına kimse çıkabilir
mi? diye gururlanmaya başladılar. Müslümanlardan
kimseden ses çıkmadı. Mâlik el-Eşter hemen atından indi
başında miğferi ve üzerinde zırhı
bulunuyordu. Aynı şekilde Rum askeri de tam
teçhizatlı idi. Bir birlerine yaklaştılar ve kılıçla birer
hamle yaptılar. Rum askerinin kılıcı Eşter’in başına isabet etti. Miğferi kesti az kalsın
yaralıyordu. Eşter ise omzuna çok sert
vurdu. Vuruşun
şiddeti Rum’u korkuttu ve
sadece omzunun ağrıttı. Sonra geri
ayrıldılar Eşter baktı ki bu kılıçla
bir şey yapması çok zor idi.
Eşter geri çekildi bu
esnada sakalından kanlar akıyordu. Bu kılıç beni utandırdı dedi. Yarası
sarıldı.daha iyi bir kılıç alarak tekrar saldırıya geçti. Arkadaşları : Allah sana o düşmana karşı yardım etsin dediler.
Eşter de ya o beni
öldürecek ya da ben onu öldüreceğim dedi. Bir birlerine
birer kılıç salladılar Eşter’in zırhı parçalandı
Rum ise Eşter’in
tek kılıç darbesi ile öldü.
Bu başarı müslümanları
cesaretlendirdi ve hep beraber tekbirler getirerek Rumlara saldırıya geçtiler.
Rumlar yer olarak yukarda olduklarından kendilerini daha kolay savunuyorlar,
müslümanlara ok atarak kendilerini korumaya çalışıyorlardı. Bu şekilde savaşarak akşam oldu. Sabah olunca Eşter arkadaşları ile beraber
ayrıldı. Meysere ise Rumları takip etmeye devam etti. Antakya’ya kadar onların
peşinden gitti.[57]
Ebû Ubeyde merak içinde
iken Eşter’in
gelişini müjdelediler. Eşter de olup bitenlerin
hepsini anlattı. Fakat Rum ile olan mübarezesini anlatmadı. Ebû Ubeyde
Meysere’yi sordu o da Rumların peşinden gittiğini söyledi. Ebû Ubeyde,
Eşter’in yardım etmesinden
dolayı memnun oldu ve Eşter’e teşekkür etti.
Hîre’nin
Fethi ve Kadisiye Savaşı
Bu arada Mâlik el-Eşter’in Hîre’nın fethine
de katıldığını
düşünmekteyiz. Hîre savaşı Kâdisiye’den hemen
önce olmuş ve
Hîre ile Kadisiye savaşları arsında fazla zaman
farkı da yoktur. Her ikisi de peş peşe olmuştur. Hire’de Naha’
kabilesinin savaştığından bahsedilmektedir.
Hatta şehit
olanların çoğu bu kabiledendir.[58] Eşter’den özel olarak
bahsedilmemiş olmalı. Ancak Naha’
kabilesi ile bu fethe iştirak etmiş
olduğunu söyleyebiliriz.
Mâlik el-Eşter’inYermük savaşına katıldığına dair elimizde net
bilgiler varken Kadisiye savaşına katıldığı konusunda ise bazı
ihtilaflar vardır. Buradaki bilgiler tam net değildir.
Taberî ve başka bazı kaynaklara göre
Mâlik el-Eşter
Kâdisiye savaşına katılmamıştır.[59]
Fakat bunun aksini ortaya koyan kaynaklar da vardır. Hîre savaşından sonra Rüstem
yanında bazı önemli kişilerle beraber
Kadisiye’ye gelmiştir. Burada durum değerlendirmesi yaptıktan
sonra savaşmak
için hazırlıklara başlamıştır. Orduyu savaş
düzenine
getirmiş,
kendisi ortada bulunmakta, soluna Deylemlileri, sağına ise Farslıları yerleştirmişti.
Bu arada Ebû Mûsa el-Eş’arî elçi olarak gidip.
Rüstem’e: “Ya İslâm’a gir ya da cizye
ver, eğer
bunları da kabul etmez isen kılıç en güzel şahittir demiştir. Sonra da arkadaşlarının yanına dönmüştür.[60]
Bu sırada müslümanların başında ise Sa’d b. Ebî
Vakkas bulunmaktadır.[61]
Yapılan savaşta Rüstem öldürülmüş, Farslılar ve
Deylemliler yenilmiştir. müslümanlar ise
benzeri görülmemiş bir çok malı ganimet
olarak ele geçirmişlerdir.
Mâlik el-Eşter bu savaşa katılmış, savaş
bittikten
sonra Said b. Nezzâr ve başkalarının da bulunduğu grupla beraber buradan
ayrılmıştır.[62] Nitekim
Kadisiye nehrinin üzerindeki köprüde bir tane düşman öldürülüyor ve
burada Kays b. Mekşuh el-Murâdî ve Mâlik
el- Eşter’in de olduğu rivayet edilmektedir.[63] Bir başka anlatıma göre de
Talâk b. Ğannem
dedesinin Mâlik el-Eşter’i Kadisiye’de gördüğünü haber vermiştir.[64]
Bu konudaki rivayetlere
göre Âmid’de sağlam bir kale
bulunuyordu. Malik el-Eşter emrinde bir grup
asker ile buraya ulaştı. Fakat kalenin sağlam olmasından fethinin
zor olacağını
biliyordu. Bunun için ne yapacağını kendi kendine düşünmeye başladı. Sonra sayılarının
çok olduğu
kanısına varılsın diye askerlere hep bir ağızdan ve yüksek sesle
tekbir getirmelerini emretti. Müslümanlar hep bir ağızdan ve yüksek sesle
tekbir getirince kale halkı müslümanları on bin kişinin üstünde sanarak
korkularından kaleyi teslim etmek istediler. Bunun için sulh isteğini bildirmek üzere bir
adamı Mâlik el-Eşter’e gönderdiler. Eşter de onların sulh isteğini beş
bin
dinar nakit her kişi için de yıllık dört
dinar cizye karşılığında kabul etti. Bu anlaşma halk tarafından da
kabul edilince kale kapıları açıldı.
Bir Cuma sabahı
müslümanlar kaleye girdiler bir süre burada kaldılar sonra Eşter malları alarak
Meyyâfârikîn’e doğru hareket etti.[65]
Mâlik el-Eşter, Meyyâfârikîn
denilen yere varınca şehrin patriği ona sulh için bir adam
gönderdi. Peşin olarak üç bin dinar
ile miktarı ayrıca tespit edilmek kaydı ile cizye vermeyi kabul ediyordu. Eşter de onun bu isteğini uygun buldu. Malları
aldıktan sonra ona bir eman- nâme yazdı. Sonra malları alarak Nusaybin’e geldi.
Nusaybin’de Iyaz bulunuyordu. O da oranın fethi ile meşgul idi. Almış
olduğu malları ona teslim
etti.[66]
Ebû Ubeyde Antakya’ya
yöneldiği
zama Heraklius’un askerleri ile ilk karşılaşan Mâlik el- Eşter idi.[67] Görülüyor
ki Mâlik el-Eşter özellikle Rumlar ile
mücadelesi kapsamında birçok yerde Rumlar ile savaşmış
ve
birçok yerin fethinde başarılı hizmetleri ifa
etmiştir. Ayrıca müslüman
askerleri cesaretlendirmesi konusunda da takdire şayan kahramanlıkları
olmuştur. Eşter’in mücadelesi sadece
Şam bölgesi ile sınırlı
değildir. Neredeyse
döneminde müslümanların ayak bastığı her yerde Mâlik el-Eşter de bulunmuştur.
Azaz’ın[68] fethi
konusundaki rivayete göre, fetihten önce Ebû Ubeyde ikna edici bir konuşma yaptı. Konuşması bittikten sonra
etrafında yüz tane atlı toplandı. Onlara Rum kıyafeti giydirildi. Askeri kabile
kabile gruplara ayırdı. Her kabilenin başına bir nakib tayin
etti. Onlara şöyle hitap etti: “Ey
insanlar! Biliniz Allah size acısın ve merhamet etsin. Sizin başınıza kendisini Allah ve
Rasûlu için feda edecek kişiler tayin ettim. Sizi kabilelere
ayırdım. Sonra her kabilenin başına bir nakib tayin
ettim. Allah’ın rızası doğrultusunda hareket
ettikleri sürece itaat edin” dedi. Onlar gittikten sonra bunların arkasından
Mâlik el- Eşter
komutasında bin atlı daha gönderdi. Mâlik el-Eşter’e şöyle dedi: “Bu ordunun
arkasından git. Bu salih kulun işinin ne durumda olduğuna bak. Kaleye yaklaştığın zaman seher vaktine
kadar gizlen. Sonra Müslüman kardeşlerine görün. Şimdi haydi git. Allah
muvaffak etsin” dedi. Mâlik el-Eşter hemen gitti akşam olunca kalenin
yakınında kimsenin oturmadığı, terkedilmiş
bir
köye gizlendi. Azaz’ı kendisinin fethetmesini istiyordu. Onun için başka bir yoldan gitmişti.
Azaz fethine giden
grubun arkasından giderken Mâlik el-Eşter ile beraber olan el-
Akvâ b. Ibâd’ın ifadesine göre. Köye vardığımızda sabahın olmasını
bekliyorduk. Köyün yakınında arkamızda bir ordu vardı. Mâlik el-Eşter kaleye doğru gitti. Bir süre sonra
gözden kayboldu. Sonra yanında Araplardan bir adamla geldi. Onu yanımıza
getirdi . Sonra şöyle dedi ey gençler,
beni dinleyin! Bakın bu adam ne diyor? Biz de dedik ki ne diyormuş? Söylesin. Eşter de: “Siz sorun o da
cevap versin” dedi. Adama, kim ve nereli olduğunu sordular O da
Gassanlı, Târık b. Şeybân olduğunu söyledi. Ondan düşmanla ilgili bazı
bilgiler aldılar. Tarık b. Şeybân düşmanın kuvvetli olduğunu ve ona göre tedbir
almaları gerektiğini söyledi. Ayrıca
Râvendetlilerin de gelmekte olduğunu haber verdi.[69]
Allah’ın ihsanındandır
ki Azaz reisinin gönderdiği casus gerekli
bilgileri Mâlik el- Eşter’in engellemesi ile
gerekli yerlere ulaştıramadı. Mâlik el-Eşter, bir casus daha
yakaladı.böylece düşmanları hakkında
yeterince bilgiye ulaştılar.
Daha sonra onların
elbiselerini çıkardılar ve onları giydiler. Haçlarını ve bayraklarını, işaretlerini taktılar.
Tıpkı onlar gibi oldular. Sonra Mâlik casusun birisine : “Eğer sen Allah’ın ve onun
Rasûlü’nün dinine girersen Allah da küfürden imana girmenle geçmiş
günahlarını
bağışlar. Biz de seninle
kardeş
oluruz.”
dedi? casus da, “kalbim ve aklım sizindir. Fakat Allah benim bu dine girmemle
bana hayırla muamele etmez. Biz hz. Ömer sayesinde Müslüman olan ilk
kabilelerdendik. Hem biz Rasûlullah’ın ‘kim dininden dönerse onu öldürün’
sözünü de biliyoruz” diyerek tereddüdünü dile getirdi. Mâlik el-Eşter de: “sözünde doğrusun, fakat peygamberin
la ilâhe illallah sözü ile başlayan hadisi bu hadisi
nesh etmiştir.
Allah cc. Buyurdu. “Dikkat edin kim tövbe eder ve salih amel işlerse Allah o kişinin kötülüklerini
iyiliklere dönüştürür.”[70] Hem
Rasulullah amcası Hamza’yı öldüren Vahşi’nin de tevbesini kabul
etmiştir. Bu ayetin de iniş
sebebi
bu olaydır” dedi. Gassanlı bu müjdeleri duyunca sevindi. Kelime-i şehâdeti getirerek
müslüman oldu. Mâlik el-Eşter’e “Ey Mâlik! Kalbim
tertemiz oldu. Kisrayı Allah senin elinle alsın ve Allah seni kıyamet gününde
korusun” dedi. Mâlik el-Eşter de onun Müslüman
olmasından çok sevindi. “Allah muvaffak etsin” diye dua etti.
Mâlik el-Eşter, müslüman olan
Gassanlıya : “Yapacağın güzel bir işle geçmiş
günahlarının
bağışlanacağı bir işi sana söyleyeyim mi?”
dedi. O da “emir benden ne yapmamı istiyor?” diye sordu. Mâlik el-Eşter de ona yeni bir
görev verdi.
Gece kararmıştı, kapı da kilitli idi.
Gassanlı içindeki hırsla ve imanın heyecanı ile birlikte yanına Mâlik el-Eşter’in amcasının oğlunu da alarak gizlice
kaleye gitti. Onlar yola çıkmadan önce Mâlik el- Eşter amcasının oğluna uyanık ve dikkatli
olması konusunda uyardı. Onlar kaleye yaklaştıklarında kalede büyük
gürültü patırtı duydular. Sanki savaş çığlıkları atılıyordu.
Mâlik el-Eşter’in
amcasının oğlu
bu hal nedir?diye sordu. Gassanlı da bu babamın savaşı, vurması kırması ve
dövmesidir dedi. Kaleye vardıklarında da durumun böyle olduğunu gördüler. Kalede
bazı karışıklıklar
var idi.
Azaz’ın o günkü reisinin
adı Dıras’dır. Onun da Lâvan ve Yokna isminde cesur iki oğlu var idi. Babası ile oğulları arasında çıkan
bir anlaşmazlık
yüzünden araları açılmıştı.Dıras’ın oğlu Müslümanlarla gizlice
anlaşıp babasını öldürmeye
karar vermiş fakat
babasını ondan önce diğer kardeşi öldürmüştü. Lâvan da anlaştığı müslümanları gizlice
çağırıp kaleyi içten
fethetmeye çalışıyordu. Durumu gören
Mâlik el-Eşter’in
casusu Tarık, derhal olayı Mâlik el-Eşter’e haber verdi.
Onlarda hemen kaleye geldiler. Kaleye yaklaştıklarında Yokna,
Lâvan’a müslümanların göründüğünü söyledi. Lâvan, müslümanları
yani Mâlik el-Eşter ve askerlerini
görünce hemen kale kapısını açtı. Mâlik el-Eşter Azaz kalesinin içine
girince yanındaki Müslümanlarla beraber tekbir getirerek bağırmaya başladılar. Allah’ın
yardımı ile Azaz böylece fethedildi. Kale halkı bu durumu görünce silahlarını
bıraktılar teslim oldular. Hepsi esir olarak alındı. Yokna, Mâlik el- Eşter’e Azaz’ın fethi için
yaptıklarını anlatınca Mâlik el-Eşter ‘Allah bir şeyin olmasını istediği zaman sebeplerini de
yaratır’ dedi.[71]
Savaş
bittikten
sonra Mâlik el-Eşter; esirleri, malları,
elbiseleri, altınları, gümüşleri, kapları bir araya
topladı. Bunların kaleden çıkarılmasını istedi. Ganimetlerin başına Kays b. Sa’d’ı vekil
tayin etti. Kays b. Sa’d, Mâlik el-Eşter ile savaşırken gözüne ok isabet
etmiş
bir
gözü kör olmuştu.
Eşter tekrar kaleye döndü.
Dıras’ı öldürülmüş olarak buldu. “Bu
mel’unu kim öldürdü?” diye sordu. Lâvan “kardeşim Yokna öldürdü. O
benim büyüğümdür”
dedi. Eşter
Yokna’nın getirilmesini emretti. Yokna’ya “onu niçin öldürdün, o senin baban değil mi?” Diye sordu. Eşter, senden başka Rumlardan babasını
öldüren bir başkasını duymadım dedi. O
da Eşter’e, “sizin dininizin
sevgisi bunu bana yaptırttı” dedi. Sebeplerini de detaylı olarak anlattı.
Eşter: “Ey genç! Babanı
niçin öldürdün?” dedi. O da “sizin dininize olan sevgim ve bağlılığımdan dolayı babamı
öldürdüm” diye cevap verdi. Sonra ben şahadet ederim ki
Allah’tan başka ilah yoktur. Yine şahadet ederim ki Hz.
Muhammed O’nun rasûlüdür. Diyerek müslüman olduğunu izhar etti. Eşter de Allah kabul ve
muvaffak etsin dedi.
Sonra Mâlik el-Eşter, Azaz’a Saîd b.
Amr’ı vali tayin ederek kaleden ayrıldı. Onun yanında kaleye yüz asker bıraktı.
Bu esnada Ravendetliler geldi. Eşter onları İslâm’a davet etti. Onlar
kabul etmediler. Eşter de onları yenilgiye
uğrattı.
Görülüyor ki Dıras’ın
öldürülmesi kalenin fethi içerden alınan yardımla olmuş
ve Eşter’in kaleyi içten
fethetme fikri meyvesini vermiştir.
Mâlik el- Eşter, Azazlıları islâm’a
davet etti fakat onlar kabul etmediler. Bunun neticesi olarak Eşter onları esir alıdı.
Esirler; Bin tane genç kadın ve erkek, iki yüz elli dört tane ileri gelen ve
din adamı, iki bin tane kadın ve kız çocuğu, yüz seksen tane yaşlıdan oluşmaktaydı.
Mâlik el-Eşter genç yakışıklı heybetli bir din
adamına , Loka ve kardeşi Lâvan’ın
anlattıklarını sordu. O da doğruları gizleyemem çünkü
ben bir alimim dedi. Mâlik el-Eşter onu İslam’a davet itti. O da
sizin dininize girmeyeceğim. Ancak İncil’de rastladığım bazı meseleleri
soracağım
dedi. O esnada birilerinin gelmekte olduğu haber verildi. Yapılan
araştırma neticesinde
gelenlerin müslüman askerleri olduğunu gördüler. O sırada
da Müslümanlar ele geçirdikleri, esirleri ganimetleri Şam bölgesi komutanı Ebû
Ubeyde’ye götürüyorlardı.[72]
Fazl, Eşter’e Azaz’ın durumunu
sordu o da: “Allah’ın inayeti ile Azaz fethedildi. Allah içindekileri rezil ve
zelil etti” dedi. Sonra Mâlik el-Eşter Yokna’nın hikayesini
anlattı. Eşter
benim de burada olmamın sebebi şu din alimi ve sorusu
idi dedi. Fazl: “Ey adam! Ne sorarsan sor” dedi. Merak ettiği bazı soruları sordu ve
ikna edici cevapları aldıktan sonra kelime-i şehâdeti getirerek
müslüman oldu ve arkasından: “Allah’ın nebi kullarının etkisi altında
kaldıkları gerçek ilim budur” dedi.’ Azaz halkı da bu alimin müslüman olduğunu görünce topluca
müslüman oldu.[73] gerek
buranın fethedilmesinde ve gerekse halkının müslüman olmasında Mâlik el-Eşter’in hafife
alınamayacak kadar önemli rolünün olmuştur.
Azaz fethedildikten
sonra Mâlik el-Eşter; Haleb şehrine gitti. Ebû
Ubeyde’ye askerlerinin selamette olduğunu ve Azaz kalesinin
fethedildiğini
müjdeledi.
Ebû Ubeyde, Mâlik el-Eşter’e Yokna’yı sordu. O
da aralarında geçeni anlattı. Mâlik el-Eşter Antakya’ya Rumlara
karşı savaşmaya gitmek istiyordu.
Onu bu kararından döndürmek zor idi.
Ebû Ubeyde, Halife Hz.
Ömer’e Azaz’ın ve diğer kalelerin fethi ile
ilgili bilgi vermek için bir mektup yazdı. Ayrıca mektubunda Halep şehrinin sahibinin
müslüman oluşundan bahsetti. Bundan
sonraki hedeflerinin Antakya olduğunu bildirdi[74]
Hz. Ömer, Şam bölgesinde savaşan müslümanlara bir
mektup yazmıştı. Mektupta Şam fethi tamamlandıktan
sonra, Mısır’ın fethi için harekete geçilmesini emrediyordu. Hz. Ömer’in bu
mektubu, Ebû Ubeyde’ye ulaşınca, onu müslümanlara
okudu. Hâlid b. Velid’e: “Ya Ebâ Süleyman! Mektubun içeriği, yani mektuptaki emir
hakkında görüşün nedir?” dedi. O da:
“Mü’minlerin emîri emretmiş ise yerine
getirilmelidir” dedi. Ebû Ubeyde: “Mısır’ın yolu uzun ve meşakkatlidir, zordur.
Böyle zorluğu
olan bir yola askerleri göndermekten çekinirim” dedi. Halid b. Velid de “Senin
ne kadar askerin var ?” diye sordu. Ebû Ubeyde de “dört bin civarında atlı
askerim var” dedi. Halid b. Velid: “O halde sana bu kadar asker yeter” deyince
Ebû Ubeyde “nasıl olur, bu kadar asker nasıl yeterli olur ?” dedi. Halid b.
Velid de: “Eğer sen azimli olursan,
sana dört kişi yine yeterli olur. O
dört kişi
senin dört bin askerin kadar kuvvetlidir, cesaretlidir” dedi. Ebû Ubeyde:
“onlar kimdir?” dedi. Halid b. Velid de: “Dördün birincisi benim diğerleri de; Mikdâd b. El-
Esved, Ammâr b. Yâsir ve Mâlik b.Hâristir” dedi.[75]
Ebû Ubeyde, Halid b.
Velid’in bu cesaret dolu sözlerini duyunca tehlil getirdi ve ona döndü: “Ya Ebâ
Süleyman ! Senin dediğin gibi olsun” karşılığını verdi. Halid b.
Velid diğer
üç kişiyi yanına çağırdı. Onlara, hazırlanın,
bu gece yola çıkıyoruz dedi. Ebû Ubeyde de askerlere akşam namazını kıldırdı.
Sonra bu üç kişi, Halid b. Velid’in
yanında toplanıp atlarına bindiler. Ebû Ubeyde ve müslümanlara ise arkalarından
gelmelerini söylediler ve ardından Mûsa vadisine girerek Mısır’ın yolunu
tuttular.
Burada da görüyoruz ki
Mâlik el-Eşter
İslâm’ın ilk yıllarında
müslümanlar arasında büyük bir güven kazanmış ve en ön saflarda
mücadele etmeye başlamıştır. Yerine göre
kendisinde bir ordu kadar cesaret bulunmakta idi. Hz. Ömer’in Mısır’a gidin
emri ile Mâlik el-Eşter üç arkadaşı ile birlikte ordunun
önünde yüksek sesle tekbir ve tehlil getirerek Mısır’a doğru yollarına devam etmişlerdir.
Mısır’da Mukavkıs ile
mücadelelerinde Halid b. Velid arkadaşlarına, Mısırlıların
elbiselerini çıkarıp onları kendi zırhlarının üzerine giymelerini emretmiş
ve
onları casus gibi kullanmak istemiştir. O Mısırlı
elbiselerini giyenler ise; Rifâa b. Kays Beşşâr b. Avn Mikdâd, Ammâr
ve Eşter idi.
Halid b. Velid el Kubid
denilen yere askerlerle varınca Beşşâr ve Rifâa’ya kendinizi
Hıristiyan askeri gibi gösterin bunda sizin için bir sorumluluk, kötülük
yoktur. Biz Hz.İsa ve Meryem validemize
zaten saygı duyuyoruz, ancak biz Hz. Muhammed’in ümmetiyiz. Sadece onlar sizi
kendilerinden zannetsinler. Siz Allah için cihad edin. Bütün işlerinizde de Allah’a
tevekkül edin, O’ndan yardım isteyin dedi. Onlar da Halid b. Velid’in
dediklerini yaptılar.
Halid b. Velid’in
casusları bir manastıra vardılar. Manastırdaki rahipler onlara kim olduklarını
sorunca onlar da Şam meliki Heraklius’un
arkadaşları
olduklarını söylediler. Sizin kıralınıza yardım için geldik, O bizden Araplara
karşı yardım istemişti dediler. Rahipler de
bu sözü duyunca çok sevindiler. Onların dini liderleri ise ihtiyar birisi idi.
Mısırlılar, gelen kişilerin müslüman casuslar
olduğunu tahmin edince;
Aralarında uzun süren bir tartışma geçti. Mısırlılar
onların Gassanlı olmadıklarını, Şam’dan gelmediklerini’
onların hicaz bölgesinden müslüman Araplar olduğunu iddia ettilerse de
Mâlik el- Eşter
ve arkadaşları
bunu kabul etmek istemediler şayet müslümanlardan
olsaydık, gizlice gelirdik ve gündüz gelmezdik diye cevap verdiler. Ne
söyledilerse karşılarındakini ikna
edemediler. Sonra Mısırlılar siz dininiz konusunda ne derseniz deyin, ne düşünürseniz düşünün, ister Muhammed’in
dininden olun, ister olmayın önemli değil. Zaten biz yardım da
istemedik, biz harbi de savaşmayı da bilmeyen bir
toplumuz dediler.
Sonra Mâlik el-Eşter onlara: “O zaman ey
kavim! Anlaşmamız,
barış
yapmamız
konusunda ne düşünüyorsunuz?” diye sordu.
Sonra şöyle
devam etti: “Biz gerçekleri saklamamak ve yalan söylememek, yalana razı olmamak
üzere emir olunduk. Bizim çirkin gördüğümüz bir şey özellikle İslâm’ın çirkin gördüğü şeydir. İslâm çirkin olanı bize
men etmiştir.
Biz de onun için o işi yapmaktan kaçınırız.
Kılıçla başımıza
dikilseler de doğrulardan vazgeçmeyiz.
Dinimizle ilgili bir şey sorulduğu zama Allah’ın birliğinden işe başlarız. Biz Hz.
Muhammed’in ashabıyız. Emân konusuna gelince; emânı Allah ve rasûlü verir.”
dedi. Papaz Mâlik el-Eşter’den bu sözleri
duyunca hemen kapıyı açtı. Onlara selam verdi.[76]
İçlerinden birisi Şam fethi esnasında Şam’dan kaçıp Mısır’a sığınmıştı. İçindeki kinden dolayı da
barış
yapılmasını
engelliyordu. Ancak diğerleri ise barış
yapma
taraftarı idi.
Halid b. Velid’in
yanında bulunan Âmir b Hibbar bu durumu şöyle anlatır: Kilisede
bulunan din adamları bizim yanımıza geldiler. Bize yemekler ve hediyeler
getirdiler. O yiyecekleri yedik onlarla birlikte geceye kadar kaldık.’ Onların
yaşlıları Halid b. Velid’e
: Efendim ben sizde büyük bir kahramanlık gördüm. Bunun kaynağı Allah’a yemin ederim
ki sizin Muhammedî olmanızdandır. Halid b. Velid de: Ben Halid b. Velid
el-Mahzûmî’yim deyince; Papaz da senin ve dinim hakkı için söylüyorum, sen Şam’ı fethettin, melikini
de rezil etin. Senin özelliklerin benim yanımda deyip kiliseye girerek oradan
bir çanta getirdi. Üzerinde; Hz. Ömer’in, Ebû Ubeyde’nin ve Halid b.Velid’in
sıfatları ve resimleri bulunan kağıtları O’na gösterdi Ben
sizinle ilgili haberleri hep duyuyordum, niçin Hz. Ömer seni azletti başkasını senin yerine vali
yaptı dedi. Halid b. Velid de : Hz. Ömer bizim imamımız, bizim halifemizdir. O
bize bir şey
emretse biz ona muhalefet etmeyiz. Çünkü Allah cc. Kuran’da ‘Allah’a ve
rasûlüne itaat edin ve sizden olan idarecilere de itaat edin’ buyuruyor. Bundan
dolayı müslüman olan idareciye itaat etmek farzdır dedi. Çünkü o bize adaletli
davranır, iyiliği emreder, kötülükten de
nehyeder diye cevap verdi. Karşılıklı konuşmalar münazaralar devam
etti gitti. Konumuzun dışında olduğu için fazla detaylara
girmeyeceğiz.
Ancak Mâlik el-Eşter ile ilgili bölümler
üzerinde duracağız.
Şurahbil b. Hasene, Halid
b. Velid’i toplum içinde gördüm. Onu sarığı, şapkası ve Traplus’un
fethinde giydiği elbisesinden tanıdım
dedi. Zeyd b. Ebî Süfyan; “Allah’a yemin olsun ki Mâlik el-Eşter’i gördüm onu boyunun
uzunluğundan,
heybetinden ve ata binişinden tanıdım” der.[77] Çünkü o
ve onun gibi önemli kişiler bazı vasıfları ile
insanlar arasında nam salmış kişiler idi. Dolayısı ile
papazın bu tür bilgileri toplaması normaldir.
Ashab ve müslümanlar
önemli kişilerin
gerek fiziki yapısına, gerekse hal ve hareketlerine öyle aşina olmuşlar, bu önemli insanlar
alemlerinde öyle yer etmiş ki o kişiyi görmeseler de
hakkında sanki görmüş, tanışmış
gibi
malumat sahibi idiler. Ayrıca bu ilgi o şahıslara duydukları
sevgiden ve güvenden de kaynaklanır. Tabi ki bu kişiler içinde bulunduğu coğrafyaya ve topluma yön
vermiş
kişiler idi.
el-Kubid denilen yerde
yapılan savaşta müslümanlar Allah’ın
inayeti ile galip geldi. Birçok gayrimüslim savaş
esnasında,
bir kısmı da kaçarken denizde boğularak öldü.
Götüremedikleri malları da müslümanlara ganimet olarak kaldı. Sabah olunca
Halid b. Velid müslüman askerleri topladı ve askerlerle beraber güvenli bir şekilde Mısır’a girdiler.
Mısır kıralı Mukavkıs’ın kardeşi Ercânus b. Râil
müslümanların yanına geldi ve müslümanlara şöyle hitap etti: “Ey
Arap gençleri! Biliniz ki Allah size çok yardım etti ve savaşı kazandınız. Bunun
yanında ben de size yardım etmeseydim sizin için zafer biraz zor olacaktı.
Fakat şu
anda siz emelinize ulaşmış
durumdasınız.
Bizim size bazı şartlarımız olacak”
diyerek ve şu
şartları koştu.
Kötü
niyetle bize elinizi uzatmayacaksınız
Bizden
isteyen eski dininde kalır cizye öder, isteyen de sizin dininize girebilir.
Muaz b. Cebel bunları
duyunca; “iyi niyetimizden, hakka tabi olmamızdan ve salih amelimizden dolayı
Allah inanmayanlara karşı bize yardım etti. Ben
ahdimize vefalı olacağımızı ve asla
aldatmayacağımızı
söylerim. Sizin nefisleriniz, mallarınız, kadınlarınız, ve çocuklarınız için
size eman veriyoruz. Dileyen dininde kalır, dileyen de müslüman olur” dedi.
Ercânus böyle bir cevap alınca şehrin anahtarlarını
teslim etti.
Şurahbil b. Hasene, biz
onlara Allah’ın emrettiğini yaptık. Onlara iyi,
hoş
davrandık.
Böyle davrandığımız için, bu davranışımız başka şehir halklarına örnek;
bizim için de kolaylık oldu dedi. Aynı şekilde Muâz b. Cebel,
Halid b. Velid, Mikdâd, Ammâr, Mâlik el-Eşter, Rebîa, Zeyd de
yapılanın doğru olduğunu, Kuran’a uygun olduğunu söylediler. [78]
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz:
Mâlik el-Eşter,
Mısır’ın fethinde büyük çaba göstermiş, sahabenin büyükleri
ile en ön saflarda mücadele etmiştir. Ebû Ubeyde’nin Hz.
Ömer’in Mısır fethi ile ilgili emrinde tereddüt etmesine karşılık Halid b.Velid’in
dört kişi
bana yeter demesi ve bu dört kişinin içinde Eşter’in de olması onun İslâm tarihindeki yeri ve
Mısır’ın fethindeki rolünü açıkça ortaya koymaktadır.
Mısır, İskenderiye ve
çevresindeki şehirler ve köyler ile
beraber fethedildikten sonra; yapılan fetihleri haber vermek ve bundan sonra
nereye yönelineceği, nerelerin fethedileceği konusunda istişare etmek için Amr b.
el-Âs Halife Hz. Ömer’e bir mektup yazdı. Onun da görüşünü almak istiyordu. [79]
Hz.Ömer de yanındaki
ensar ve muhacirler ile istişare yaptıktan sonra Amr
b. el- Âs’a şöyle bir cevap yazdı:
“Yanındaki ensar, muhacirler ve askerlere selam ettikten sonra; mektubunu aldım
ve ne demek istediğini anladım. Bulunduğun yerde dur. Fethettiğin şehirlere emirler,
alimler gönder. İslâm dinini oralarda sağlamlaştır, İslâm’ın hükümlerini
oradaki insanlara iyice öğret ve Sen Mısır’da vali
olarak kal” diyerek O’nu Mısır’a vali olarak atadı.[80]
Mektubun devamında;
Halid b. Velid’in komutasında içinde Mâlik el Eşter, Zübeyr b. Avvâm,
Mikdad b. el-Esved’in de bulunduğu on bin atlı askeri
Medain şehrinin
fethi için gönder. Oranın halkını İslâm’a çağırsınlar. Kabul
ederlerse ne ala, kabul etmezler ise cizye istesinler onu da kabul etmezler
ise, o zaman savaşsınlar. Bana ulaştı ki Mısır’da iki öneli
şehir bulunuyormuş
bunlardan
birisi Ehnâs, diğeri de Behnesâ. Burada
Batlayus diye isimlendirilen azgın, kan dökücü, zalim bir patrik var. O Mısır
patriklerinin en büyüğüdür. Bu iki şehri fethetmeden buraya
güvenli bir şekilde yaklaşamazsın. Sana gizli ve
açık her halinde Allah’a karşı takvalı olmanı, zalim
ile mazlumu ayırt etmeni, iyiliği emretmeni, kötülüğü men etmeni, zayıfın
hakkını kuvvetliden almanı, Allah’ın emrini yerine getirme konusunda
kınayıcının kınamasından korkmamanı tavsiye ederim diye Amr b.el-Âs’a
tavsiyelerde bulundu.[81]
Medain şehrine sevk edilen
ordunun başında
Halid b. Velid bulunuyordu. Ordu ellişer kişilik gruplara ayrıldı.
Her grubun başına bir komutan tayin
edildi. Her komutana da bir sancak verildi. Bu komutanlardan birisi de Mâlik
el-Eşter idi.[82]
Mısır fethedildikten
sonra civar yerler de fethedilmeye başlandı. Buralarda Rum ve
zenci askerleri ile savaşılmıştır. Buralardaki savaşlarda da Eşter yine bir grup
asker’in başında
komutan idi. Bir savaş esnasında askerlerin tam
zor durumda kaldığı bir zamanda onları
cesaretlendirmek için askerlerine şöyle seslenmiştir: “Ey askerler!
Ölümden kaçmayın. Savaştan kaçtığınız için Arap
milletinin yanında ayıplanmak hoşunuza gider mi? Yarın
Allah Rasûlünün yanına varınca özrünüz ne olacak Ey iman edenler! Ordu halinde
kâfirlerle savaşmak için karşılaştığınız zaman onlara
arkanızı dönüp kaçmayın. Her kim böyle bir günde - savaş
icabı
dönüp hücum etmek için bir tarafa çekilmek ve ya diğer bir birliğe katılmak gibi taktik
bir maksat dışında - düşmana arka çevirirse
Allah’tan bir gazaba uğrar; Onun varacağı yer cehennemdir, o ne
kötü bir akıbettir![83] [84] Ayetini
ve “Cennet kılıçların gölgesindedir.” hadisini hatırlatarak” askerlerin
cesaretini arttırmaya çalışmıştır. 84
Halid b. Velid, Ehnâs şehrine vardı. Sulh yoluyla
şehri teslim etmelerini
istedi ise de kabul etmediler. Sonra O da askerleri biner kişilik gruplar halinde
Ehnâs’ın üzerine gönderdi. Mâlik el-Eşter de biner kişi ile hücum eden bin kişilik bir askeri grubun
başında komutan idi.[85]
Ehnâs savaşı süresince Halid b.
Velid her gün değişik taktikler uygulamıştır. Bu savaşta da diğer savaşlarda olduğu gibi Mâlik el-Eşter çok yararlık
göstermiştir.
Yine bir gün ensar ve muhacirlerin içinde bulunduğu beş
yüz
süvariyi sevk ve idare etmiştir.[86]
Ehnâs savaşı tam üç ay devam etmiştir. Allah’ın inayeti
ile Rum askerleri bilinmeyen bir sebepten dolayı düşüp ölüyorlardı. Rumlar
bu durumu görünce kaçmaya başladılar. Onlar kaçınca
da müslümanlar onları takip edip kimisini öldürüyor, kimisini de esir
alıyorlardı. O gün onlardan binlerce kişi öldürüldü.
Savaş
uzadıkça
uzadı. Artık müslümanların sabrı da tükenmeye başlamıştı. Bu sırada yeni
müslüman olmuş bir Farslı; biz fethinde
zorlandığımız
kaleleri sandıklara zeytin yağı doldurur kale
kapısının yanında yakınca ateşi çok çıktığından dolayı surdaki
askerler ateşin şiddetinden yanır. Biz de
kaleye kolayca yaklaşırdık deyince bu fikri
uygulamaya koydular. Neticede Farslı müslüman’ın tavsiyesi işe yaradı ve kale
fethedildi.[87]
Behnesâ,[88] Rumlarla
mücadelenin yapıldığı önemli yerlerden
birisidir. Hz. Ömer’in hilafeti döneminde bu bölgede mücadele edilmiştir.[89]
Behnesâ, önemli bir
mevki büyük bir kaledir. Kalenin; Cebel, toma, kundus diye isimlendirilen üç
tane kapısı vardı.[90] Deniz
tarafındaki kapısına kundus kapısı denirdi. Ortadaki kapı ise Toma diye
isimlendirilmişti.
Müslüman askerlerin başında komutan olarak Iyaz
b. Ğanem bulunuyordu.
Behnesâ şehrine
vardıkları zaman Iyaz, Ebû Zer, Ebu Hüreyre, Mâlik el-Eşter, Muâz b. Cebel ve diğer komutanları topladı
nasıl hareket edecekleri konusunda onlarla istişarede bulundu. Onlara
kalenin doğu
tarafından inmelerinin daha uygun olduğunu söyledi. Eğer sizinle savaşırlar ise siz de savaşın dedi. lyaz yanında
önemli kişilerle
kalenin deniz tarafından indi ve kaleyi kuşattılar.[91]
Müslümanlar bu
kapılardan hücum ederek kaleyi fethetmek için gayret sarf ediyorlardı. Burada
savaşan önemli şahsiyetler ya da
komutanlar ise; Amr b. el-Âs, Halid b. Velid ve Ebu Ubeyde’dir.[92]
Tam savaşın şiddetlendiği bir anda Mâlik el- Eşter’in de önemli çabaları
göze çarpmaktadır. Şehrin dağ
tarafından
Müslümanların bir kısmı alaca karanlıkta indi. Ebû Zer, Ebu Hüreyre, Muâz b.
Cebel, Seleme b. Hâşim, Mâlik el-Eşter burada bulunuyordu.
Bunlar Rumların yanına iyice yaklaştılar ve orada
gecelediler. Sabah olunca düşman askerleri,
Müslümanlara saldırmak için harekete geçti. Bu sırada Mâlik el-Eşter: “Ey arkadaşlar! Düşman size saldırmak için
harekete geçti. Savaş ateşini yaktı. Biraz insan
gönderin köprüyü tutsun. Allah’tan yardım isteyin” şeklinde telkinlerde bulundu.
Merzuban ismindeki Farslı Müslüman üç yüz atlı ile köprüyü tuttu. Burada yedi
gün savaştılar
ve köprüyü kurtardılar. Bu sayede önemli bir üstünlük sağlandı. [93] Bu da
Mâlik el-Eşter’in
çabaları ve tavsiyesi ile oldu.
Müslümanlar Feyyûm [94] şehrine ulaştılar. Orayı bir süre
muhasara ettiler sonra bu şehri de bir aydan kısa
bir sürede fethettiler. Fetihten sonra çeşitli ganimetlerle Halid
b. Velid’in yanına döndüler. Ebû Zer el- Gıfarî, Ebû Hureyre ed-Devsî, Zül
Kela’ el-Hımyerî, Mâlik el-Eşter en-Nahaî, gibi bazı
kişilerin öncülüğünde kale yirmi gün
süreyle kuşatıldı.
Bu süre zarfında çok şiddetli savaş
oldu.
Bu olayları Eşter’in yanındaki kişilerden olan Ebû Minhal şöyle anlatır: ‘Ben Eşter’in yanında savaşıyordum. Biz kaleyi kuşattığımız bir zamanda gece ay
ışığının olduğu bir gece idi. Sabah
olmaya başladığında bir tozun yükseldiğini gördük. Bu esnada
hemen atlarımıza koştuk ve onlara bindik.
Sonra sabah oldu. Bir de ne görelim yirmi tane haçlı ve her haçlının emrinde
bin tane atlı var. Bu kadar kalabalığın sebebi ise patrik
Tahazet ve Rumların Araplardan korkup kaleye sığınmak istemeleriydi.
Müslümanlar kalenin
yakınındaki nehri kayıklar ve köprü kurarak geçtiler ve kaleyi doğu kapısından kuşattılar. Bu esnada Ziyad
komutasındaki Müslümanlar da orada idiler. Bu sırada Mâlik el-Eşter : “Ey Müslümanlar!
Nehri arkanıza alın, ondan sonra düşmanla savaşın. Allah’tan,
yaratandan yardım isteyin” dedi. Rumlar ise kendi dillerinde kalenin surlarında
bağırıp çağırıyorlar, ne dedikleri
de anlaşılmıyordu.
Davullar, çanlar çalıyorlar, ayrıca da müslümanlara saldırıyorlardı. Burada şiddetli savaşlar oldu ve bu savaşta komutan Ziyad ile
birlikte bir çok müslüman şehit oldu. Geri kalan
müslümanlar savaşmaya devam ettiler, savaşın şiddetine karşılık müslümanlar büyük
sabırlar gösterdi.[95]
Sonra düşmanlar ne yapacakları
konusunda kendi aralarında fikir alışverişinde bulundular. Kaleyi
terk etmek istiyorlardı. Orada Kerâkir denilen bir yol var idi. Sonra
kiliselerine gittiler, incili açıp dua ettiler. Batlayus kapısına geldiler.
Müslümanların gaflette olduğunu düşünerek onlara saldırmak
istiyorlardı. Kapıcıya kale kapısını açmasını emrettiler. Bu kapıya ise Kunduz
kapısı denirdi. Kapıda bin tane atlı asker bulunuyordu. Ayrıca kapıda üç tane
burç ve her burçta da bir kapı ve şerefeler var idi.
Düşman hazırlıklarını
tamamlamıştı.
Müslümanlar ise o esnada gaflette idiler. Rumların saldıracağından habersiz idiler.
Müslümanların Kunduz kapısı tarafındaki bekçileri ise Zeyd b. Sâbit, Ubeydullah
b. Abbas, Abdullah b. Muakkil, Berâ b. Âzib, Mâlik el-Eşter ve Zü’l-Kela’ el
Hımyerî idi.
Mâlik el-Eşter bu geceyi şöyle anlatır: ‘Gece
boyunca hiç uyumamıştık. Ordu da uyuyabilmek
için bir yerler arıyordu, çünkü gece çok soğuktu. Silahlarını
bırakmışlar
kimisi virdlerini okuyor, kimisi de namazını kılıyordu. Tam bu sırada kale
kapısı açıldı. Kapıdan, elinde lamba gibi yanan bir ateşle önden uzun boylu bir
adam ve arkasından da düşman askeri çıktı.
Müslümanlara saldırmaya başladı. Çabucak
müslümanların yanına vardık ve Rumlarım gelmekte olduğunu haber verdik.
Müslümanlar bizim sesimizi duyunca yerlerinden fırladılar, kimisi kılıçlarını
alıyor, kimisi oklarını alıyor, kimisi üstünü başını giymeye dahi fırsat
bulamıyor üzerlerine örtüp hemen askerlerin arasına koşuyorlardı. Düşmanlar bazı
müslümanların arkasından yetiştiler. Bazılarında ok,
bazılarında da kılıç bulunuyordu. Yapılan şiddetli savaşta Rumların ileri
gelenlerinden bir çok kişi öldürüldü ve
yaralandı. Müslümanlar, Rumlardan bin iki yüz elli kadar kişiyi esir alarak harp
meydanına topladılar. Müslümanlardan da bir miktar kişi şehit olmuştu. Onları kanlı
elbiseleri ile birer ikişer üçer defnettiler.[96] Böylece
Feyyûm şehrinin
fethi ile Mısır fethinde önemli bir mesafe alınmış
oldu.
İKİNCİ
BÖLÜM
HZ. OSMAN VE
HZ. ALİ DÖNEMLERİNDE MÂLİK EL-EŞTER
HZ.
OSMAN DÖNEMİNDE MÂLİK EL-EŞTER
Kûfe, günümüzde Irak
sınırları içinde bulunan bir şehirdir. Eski Babil Şehri harabelerinin
güneyinde ve Fırat’ın batı yakasındadır. Bu şehir Hz. Ömer’in emri
üzerine askeri karargah olarak kurulmuştur. Hz. Ömer döneminde
ve daha sonraki tarihlerde İran ve Rumlar üzerine
yapılan fetih hareketlerinde askerî bir üs olarak önemli katkıları 97
olmuştur.
Mâlik el-Eşter, Hz. Ömer döneminin
son yıllarında Kûfe’de oturmaya başladı.[97] [98] Zamanla şehrin en nüfuzlu kişilerinden birisi oldu.[99] Hz. Osman
döneminde Velid b. Ukbe Kûfe valisi iken şarap içtiği görülünce vali Hz.
Osman tarafından azledildi ve yerine Hz. Osman tarafından Saîd b. el-Âs Kûfe’ye
vali tayin edildi. Saîd b. el-Âs, Kureyş kabilesinden birisidir.[100] Saîd,
Kûfe’ye gelince halifenin emri gereği Velid b. Ukbe’yi
halifeye gönderdi.[101]
Said b. el-As Kûfe’ye
vali olarak geldiği zaman yanında bazı kişiler de bulunuyordu.
Bunlar: Mâlik el-Eşter, Ebû Hayseme el-Ğıfarî, Cündeb b. Abdillah,
İbn Mus’ab b. Cesâme idi.
Sonra bu kişilerden
bazıları içki içmek gibi bir suç ile suçlanan vali Velid b. Ukbe ile beraber
geri döndüler.[102]
Saîd b. el-Âs’ın bazı
uygulamaları, zamanla Kûfeliler arasında rahatsızlık meydana getirdi. Mesela
Saîd b. el-Âs Kûfe’ye geldiği zaman hemen minbere
çıkıp hutbe okumaktan çekindi. Önce gusül abdesti aldı. Sonra minbere çıktı. Bu
şekildeki davranışına karşılık şöyle bir açıklama yaptı
ve açıklamasında “Velid geldiğinde pis idi” dedi. Bu
ve benzeri olaylar zamanla vali hakkında hoş olmayan hareketlerin
ortaya çıkmasına sebep oldu.[103]
Yeni vali daha sonra
minbere çıktı ve Kûfe halkını tehdit eder gibi sert bir konuşma yaptı. Şehirde Hz. Osman’a karşı yeşermekte olan muhalefet
filizlerini de böylece uyarmış oldu.[104]
Saîd b. el-Âs, bazı
geceler şehrin
ileri gelenleri ile sohbetler yapar, onlarla ilmî münazaralarda bulunurdu. Bu
kişilerden bazıları; Mâlik
b. el-Ka’b el-Erhabî, Esved b. Yezid, Alkame b. Kays, Mâlik el- Eşter’dir.[105]
Bir defasında Kûfe’de
Saîd b. el-Âs bir grup insanla toplanmış ova mı daha iyi yoksa dağlık yer mi daha iyi onun
müzakeresini yapıyorlardı. Hassan b. Mahduç: “Bizim ovamız tahıl açısından dağdan daha iyidir. Ovalar
sulak arazilerdir ve hurma için daha elverişlidir” dedi. bir başkası da dağlık yerlerin meyve
bahçesi için daha uygun olduğunu söyledi. Abdurrahman
b. Huneys de “Doğru söylediniz, buranın
valimizin olmasını ne kadar çok isterdim. O Sizden ona daha çok layıktır.”
deyince Eşter
de “Bu vali için çok şey istiyorsun fakat
oraya, mallarımıza yaklaşamazsınız” deyince O da
“Senin elinde değil, eğer vali almak istese
orayı alır” dedi. Eşter de “Şimdi yalan söyledin, eğer istese de böyle bir şeye karar veremez” diye
cevap verdi. Bu arada vali Saîd b. el-Âs araya girerek “Allah’a yemin olsun ki
bu bahçe Kureyşindir, dilersek alırız,
dilersek bırakırız” deyince Mâlik el-Eşter: “Bunu sen mi
söylüyorsun? Allah seni ıslah etsin, burası bizim fey’imizdir” dedi. Mâlik el-Eşter’in bu tepkisi karşısında oradakiler
Abdurrahman b. Huney’si güzelce dövdüler.[106]
Burada iki durum ortaya
çıkıyor bazıları arazinin valinin olmasını isterken vali de arazinin Kureyşlilerin olmasını
istiyor. Birilerinin bu arazi üzerinde planlar kurması Kûfe’nin ileri
gelenlerini rahatsız etmiştir. Böyle değerli bir arazi de
elbette herkesin iştahını kabartmaktadır.
Hal böyle olunca da Kûfelilerden arazi üzerinde planları olana karşı bir muhalefet ya da
bir soğukluk
olacaktır. İleriki
konularımızda Hz. Osman’a karşı başlayan hareketle bu
konuyu ilişkilendirmemiz
gerekebilir. Onun için bu tartışmada öne çıkan isimlerle
Hz. Osman’ın şehit edilmesine kadar
varan olaylarda rolü olan insanların irtibatını tekrar irdelememiz
gerekecektir.
Bu arazi için, Hz. Osman
mı? böyle bir istekte bulundu yoksa valinin mi? fikridir tam olarak bilinmiyor
fakat vali bir toplantıda bu arazi Kureyşlilerindir, deyince
ileri gelenlerin valiye tepkisi artmış ve bu konuda epeyce
tartışma olmuştur. Hatta bazıları da
güzel düşünüyorsun
demişler ve valiye destek
çıkmışlar hatta Abdurrahman b.
Huneys “Ben bu arazinin senin olmasını ne kadar isterdim” deyince bazıları da
çok güzel söyledin biz de senin gibi düşünüyoruz diyerek onu
desteklediler.[107]
Valinin bu sözlerine karşı Mâlik el-Eşter: “Ey vali! Allah’ın
kılıçlarımızın mükafatı olarak bize bağışladığı ve bizim geçim kaynağımız olan,
hurmalarımızın merkezi olan bu araziyi elimizden mi? alıyorsun” dedi. Eşter böyle karşı çıkınca yanındakiler
de Eşter’i desteklediler. [108] “Ağzına sağlık çok güzel söyledin”
dediler. Şimdi
biz sana gösteririz deyince de aralarından bir genç, onu cezalandırmayın
deyince onlar da: O bizim arazimiz hakkında böyle olumsuz bir fikre sahip
dediler.[109]
Mâlik el-Eşter’in bu sözlerine karşı o zaman Saîd b.
el-Âs’ın polis şefi olan Abdurrahman
el-Esedî : “Sen valinin sözüne karşı mı geliyorsun? böyle
bir davranış çirkin
olur” dedi. Mâlik el-Eşter de sen de kim
oluyorsun diye ona çıkışınca oradakiler İbn Zi’l- habeke, Cündeb,
Sa’saa, İbn
Kevâ, Kumeyl b. Ziyad, Umeyr b. ed-Dâbî gibi bazı şahıslar,[110] polis şefinin üzerine
çullandılar. Ayaklarından sürüdüler suya attılar. Aslında bu insanlar her zaman
Saîd b. el-Âs’ın sohbetinde olan insanlar idi. Olup bitenler karşısında vali de ne yapacağını şaşırdı.[111] Babası oğlunu kurtarmaya çalıştı, fakat daha önce
zikrettiğimiz
gibi onu da dövdüler.
Eşter, polis şefinin vali için böyle
bir talepte bulunmasına çok kızmış, bunun sebebini de
valiye yaranmak, ona daha yakın olmak isteğinin yattığını düşünmüştür. Hatta valiye
yaranmak için bizim bahçemizden başka bir şey bulamadın mı? demiş
ve onu
fasıklıkla, günahkârlıkla suçlamıştır.[112]
Vali, Mâlik el-Eşter’in böyle tepki
göstermesine karşılık “Ey Eşter! Kızmanı
gerektirecek bir durum yok, bu arazinin tamamı Kureyş’indir. Oraya bizden başka birisini sokmayız,
uzanan eli de keseriz” deyince Eşter de bunu sen mi?
yoksa bir başkası mı? söylüyor dedi.
Saîd b. el-Âs da kimin söylediği önemli değil deyince Mâlik el-Eşter de eğer böyle yaparsanız
sadece Iraklıların değil bütün müslümanların
öfkesini üstünüze çekersiniz dedi.[113]
Bu arazi ise İranlIlardan alınmış, Fırat nehrinin
kenarında sulak verimli bir bahçedir. Kûfelilere aittir.[114]
Kûfe valisine karşı böyle bir muhalefet
olması, oradaki insanların birbirleri ile kavga etmeleri hatta polis şefini ve oğlunu dövmeleri, Kûfe’de
huzuru epeyce bozmuştur. Vali de huzursuzluğun sebebinin bazı
insanlardan kaynaklandığını görmektedir. Zaten
bu insanlarda valiye karşı bir muhalefet oluşmuş, valiye olan muhalefet
bir nevi halifeye karşı bir muhalefet olarak
değerlendirileceği için halife de olaya
ister istemez karışmıştır.
Burada üstünde durulması
gereken diğer
bir husus ise halifenin validen ismi geçen arazi için bir talepte bulunabileceği ihtimalidir. Yani
bahsi geçen bu arazinin halifenin talimatı ile Kûfelilerin elinden alınma
arzusu olup olmadığı tam olarak bilinmiyor.
Belki halife böyle bir yönlendirmede de bulunmuş
olabilir.
Şehirde böyle bir
huzursuzluk ortaya çıkınca vali bir mektup ile bu kişileri halifeye şikayet etmiştir. Mektubun metni şöyledir: “On kişilik bir grup gizlice
bir araya geliyorlar, senin ve dinimiz hakkında zararlı düşünceler, görüşler ortaya atıyorlar.
Onların bu faaliyetlerinden endişe ediyorum. Ayrıca
sayılarının artmalarından da korkuyorum” dedi.[115]
Yine vali bu kişileri sefihlikle suçlamış
ve
polis şefini
de dövdüklerini bildirmiştir.[116]
Taberî, Kûfe’de bazı kişilerin ara sıra
toplanıp, Halife Hz. Osman aleyhinde faaliyetlerde bulunduklarını
aktarmaktadır. Bu kişiler daha sonra
kendilerini Hz. Osman’a karşı yapılan hareketin
içinde bulmuşlar ve bunların içinde Eşter de bulunmakta idi.[117] Ancak
cereyan eden olaylara, bu olaylarda rol alan aktörlerin bazılarına ve valinin
de tutumlarına baktığımızda, valinin konuyu
biraz abarttığını hissetmekteyiz. Vali
kendisine olan muhalefeti halifeye yapılan bir muhalefet imiş
gibi
göstermeye çalışmıştır.
Mâlik el-Eşter, Hz. Osman zamanında
halkı halife aleyhine isyana teşvik ettiği ve Kûfe’de sükuneti
bozduğu gerekçesi ile vali
Saîd b. el-Âs tarafından birkaç arkadaşı ile beraber halifenin
emri doğrultusunda
33/ 653 tarihinde Dımaşk’e, Muaviye b. Ebî
Süfyan’ın yanına gönderildi.[118]
Vali Saîd b. el-Âs’ın
mektubu neticesinde Kûfe’de kargaşaya sebep olan bu kişilerin sürgün kararından
sonra Halife Hz. Osman, Mâlik el-Eşter’e bir mektup yazdı.
Mektubunda şöyle
diyordu: “Sen kötü şeyler söylüyormuşsun sana yazıklar olsun.
Sen açığa
vursan da senin gizli işler çevireceğini zannetmiyordum. Sen
fitneden kendini uzak tutmazsan Allah’ın gazabı senin üzerine olacaktır. Bu
mektubum sana gelinceye kadar bekle. Mektubumu okuyunca emrim gereği, Şam’a git. Bir daha ki
emrime kadar orada kal, bil ki senin bozgunculuğundan dolayı seni oraya
sürgüne gönderiyorum.”[119]
Hz. Osman’ın mektubu
Mâlik el-Eşter’e
gelince, onu okudu sonra Kûfe’den ayrılmaya karar verdi. Saîd b. el-Âs Eşter’e: “Sen ve senin
gibi düşünen
arkadaşlarınla
beraber Kûfe’den gidin. Gideceğiniz yerde sana ve
arkadaşlarına
oradaki insanlar bahçe, arazi vermeyecekler. Bundan sonra görün başınıza neler gelecek.”
diyerek kendisinin galip geldiğini onlara ifade etti. İstediğine ulaştığını da açıkça ortaya
koymuştur.[120]
Valinin bu ifadeleri, muhalefet fitilini fazlasıyla ateşlemiş, belki ileride başına geleceklerin de
sebebi olacaktır.
Bu arada halife, Saîd b.
el-Âs’ın mektubuna bu kişilerin Şam’a, Muaviye’nin yanına
sürülmesini emreden bir cevap yazdı. Muaviye ise o dönemlerde Şam valisidir. Halifenin
bu emrine mukabil aşağıda isimleri geçen dokuz
ya da on kişi[121] Şam’a sürüldü. Bu kişiler ise şunlardır: Mâlik el-Eşter, Sâbit b. Kays,
Kümeyl b. Ziyad en-Nehaî, Sa’saa b. Sûhan[122]
, Amr b. Zürâra, Harkus b. Hübeyra, Şürayh b. Evfâ, Yezid b.
Mükeffef, Cündeb b. Abdullah’dır.[123]
Sonra Mâlik el-Eşter arkadaşlarını da yanına alarak
Kûfe’den ayrıldı. Kûfe’deki muhalifler böylece dağıtıldı. Muhalifler
sadece Şam’a
gitmedi. Farklı kişiler farklı yerlere
gönderildi. Eşter ile Şam’a gidenler ise;
Sa’saa b. Sûhan ve kardeşi Zeyd, Aiz b. Hamele,
Cündeb b. Züheyr, Hâris b. Abdila’ver, Yezid b. Mükeffef, Sâbit b. Kays b.
Münka, Kümeyl b. Ziyad’dır.[124]
Hz. Osman, Muaviye’ye
bir mektup yazarak Kûfe’den bir grup insanın kendine gelmekte olduğunu haber verdi. Bu kişilerin Kûfe’de fitne
çıkardıklarını, onları takip etmesini ve Şam’da tutmasını istedi.
Yine söz dinlemeseler geri göndermesini de söyledi.[125]
Bu kişiler Meryem kilisesi
diye isimlendirilen bir kiliseye vardılar. Bu kişilerin geldiğini haber alan Muaviye
onlara birisini gönderdi ve onları yanına çağırttı. Onlar geldiler ve
selam verdiler ve oturdular. Muaviye onlara şöyle dedi: “Ey topluluk!
Allah’tan korkun diyerek ‘Kendilerine kesin delillerin gelmesinden sonra
bölünüp ihtilafa düşenler gibi olmayın.
Onlar için büyük bir azap vardır.”[126]
ayetini okudu. Sonra sustu. Kümeyl b. Ziyad: “Ey Muaviye! “Allah da onların
hakkında ihtilaf ettikleri gerçeği izni ilahisi ile
bildirdi....[127] ayetini
okudu ve işte
biz Allah’ın hidayete erdirdiği o insanlarız” dedi.
Muaviye de “hayır, asla siz onlardan değilsiniz. Orada
bahsedilen Allah’a, Rasûlüne ve ulü’l-emre itaat edenlerdir” dedi. Kümeyl de:
“Eğer Hz. Osman senin
yerinde olsaydı, bu söylediğin doğru olurdu” dedi. tartışma uzayınca Mâlik el-Eşter bu tartışmadan rahatsız oldu ve
Kümeyl’i uyarak tartışmayı bitirmesini istedi.[128]
Muaviye, konuşmasının bir bölümünde :
“Siz müslüman olma şerefine ermişsiniz. Diğer ümmetlere galip gelmiş, onların miraslarına
konmuşsunuz. Onların
iktidarlarını ele geçirmişsiniz. Kulağıma geldiğine göre Kureyş’ten öç almak istermişsiniz. Halbuki Kureyş
olmasaydı
siz bundan önce olduğu gibi zillet içinde
olacaktınız. Size bu güne kadar önderlik edenleri kalkan olarak kabul edin.
Binaenaleyh kalkanınız ile arama set çekmeyin. İmamlarınız size eziyet
etmemek için kendilerini zorluyorlar ve bu davranışlarınızdan vazgeçmenizi
bekliyorlar. Vallahi ya bu işten vazgeçersiniz, yahut
da Allah, size azab edecek biriyle başınızı derde sokar. Onlar
size sabırlı davranmayabilir. Sağlığınızda da öldükten
sonrada adınız halka zulmedenlerle birlikte anılır.” Onlar Muaviye’nin
sözlerine kulak asmayıp bildiklerini yapmaya devam edince Muaviye sertleşti ve ilerde
olabilecekleri de düşünerek onlara şiddetli bir şekilde çıkıştı.[129]
Muaviye yine bu gruba ;
“Vazgeçin bu işten, burası Kûfe değil, Şamlılar eğer sizin yaptığınızı görürse ben
onların valisi iken sizi onların elinden kurtaramam ve neticede sizi
öldürürler. Yeminle söylüyorum ki sizin huyunuz, suyunuz birbirinize benziyor.”
şeklinde hitap etti.
Durum böyle olunca Muaviye de artık onları ıslah edemeyeceğini anladı.[130]
Mâlik el-Eşter; “Allah taalâ bu
ümmete Hz. Muhammed’i ikram etti. O’na kitap verdi ve O’nunla birlikte
marziyyatını insanlara bildirdi. O, dilediği kadar insanların
arasında kaldı. Sonra O’nun ruhunu aldı ve Cennetinde razı olduğu yere koydu. Sonra onun
yerine Allah’ın kitabıyla amel eden ve peygamberinin sünnetine uyan kişiler halife oldular.
Mü’minler onları Allah’a itaatkâr gördüler. Onlar zulmü çirkin gördüler ve
hakkı söylediler. Eşter, “biz onların
arkasındayız. Onlara karşı muhalefet etmeyiz.”
dedi. ‘Vaktiyle Allah ehl-i kitaptan ‘‘ o kitabı mutlaka insanlara açıklayıp
anlatacaksınız’’ diye teminat aldı. Fakat onlar bu ahdi önemsemeyerek kulak
ardı ettiler, onu az bir bahaya sattılar. Bu yaptıkları ne kötü bir alış
veriştir.[131]
ayetini okudu. Ayrıca Eşter, “Biz Allah’ın
ayetlerini gizlemeyiz, emirlerini de terk etmeyiz. Allah’ın kitabını ihmal eden
imamlara karşı biz de hilekâr
davranırız,” dedi.[132]
Muaviye de: Ey Eşter! Ben, seni bize olan
muhalefetini izhar ettiğini ve bize karşı düşmanlığa razı olduğunu görüyorum. Seni
tutmayı ve hapsetmeyi sürdüreceğim. Buna karşılık Amr b. Zürâra da:
Ey Muaviye! Eğer sen onu hapsedersen,
ona zulmedersen bilmelisin ki onun kabilesi geniştir diye cevap verince;
Muaviye de: “Ey Amr ! Boynunun vurulmasını ister misin?” dedi ve O’nu hapsedin
diye emretti.[133]
Sonra Sa’saa b. Sûhan,
Muaviye’ye : Mâlik el-Eşter ve Amr b. Zürâra
dinde faziletli insanlardır. Toplumlarında güzel haslet sahibi insanlardır. Sen
onları hapsettin. Benim görüşüme göre onların salınmalarını
emret, diye telkinde bulundu. Muaviye de onlarla ilgili kararı ben veririm
dedi. Sonra hapisten çıkarılıp getirildiler.[134]
Hapisten çıktıktan
sonra, bir süre Şam’da kaldılar. Kötü bir
halleri görülmeyince de onların başka yerlere gitmelerin
izin verildi.[135] Muaviye
onlara: “Ey Iraklılar! Hapsedilmeyi hak ettiğiniz halde cahilliğinizden sonra sizi
affetmemi nasıl buldunuz?” diye sordu. Sa’saa da: “Onlar senden daha
hayırlıdır. Sizin cahilliğiniz ve sefihliğiniz halim selimliğinizden daha fazladır,”
dedi. Muaviye de Allah senin canını alsın diye mukabelede bulundu.[136]
Muaviye, Kûfe’den sürgün
edilen bu grupla görüştükten sonra halifeye
onların durumunu bildiren bir mektup yazdı. Mektubunda şöyle diyordu:
Muaviye’den Mü’minlerin emiri Halife Hz. Osman’a,
“Ey mü’minlerin Emiri!
Bize gönderdiğin bu topluluk konuştukları zaman şeytanın ağzı ile konuşuyorlar. Onlar konuştukları zaman insanlar
onların bu konuşmalarını Kuran’dan
sanıyor. Lakin gerçek fikirlerinin ne olduğunu da bilemiyorlar.
Bunlar ayrı bir grup olmayı istiyor ve fitneye yaklaşıyorlar. İslâm’î bilgileri zayıf
ve kalplerinde şeytanın efsunu, büyüsü
var. İnsanlar arasında epeyce
bozgunculuk yapmışlar. Şam’da kaldıkları süre
zarfında insanları saptırmayacaklarından emin değilim. Onları Mısır’a gönder
orada yerleşsinler.
Çünkü onların kaynağı Mısır’da, onlar
Mısır’dan doğdu. Vesselam.”[137]
Yine Muaviye başka bir ifadesinde
onların akıllarının ve dinlerinin olmadığını, İslâm’î bilgilerinin de
çok zayıf olduğunu söylemekte ve Allah
rızasını gözetmediklerinden delille konuşmadıklarından ve ehli
zimmenin mallarına ilgi duyduklarından bahsetmektedir.[138]
Hz. Osman da Muaviye’nin
bu mektubundan dolayı onların Saîd b. el-Âs’ın yanına geri gönderilmesini
istedi. Kûfe valisi olan Saîd b. el-Âs da onları kabul etmeyince o zaman Hıms
valisi olan Abdurrahman b. Halid b. Velid’in yanına gönderilmesini emretti.
Sonra Hz. Osman, Mâlik el-Eşter ve arkadaşlarına bir mektup yazdı
ve onların Hıms’a gitmelerini emretti. Siz İslâm’a değer vermiyorsunuz
mektubumu alınca derhal Hıms’a gidin dedi.[139]
Muaviye sürgün olarak
gelenleri geri göndermek isteyince, onlar da: Ne Şam ne de Irak bizim
yerimiz değil
biz Cezire’ye gidelim dedi. Mâlik el-Eşter yaptıklarına karşı tövbe etti, pişman olduğunu söyledi. Çünkü
kendisini Hz. Osman’a muhalefet etmekle ve fitne çıkarmakla itham etmişlerdi. böyle bir şeyin olmadığını söylemek için, Hz.
Osman’a görüşmek istediğini bildirdi.[140]
Daha önce Eşter ve arkadaşları Muaviye’nin
telkinleri neticesinde pişman oldular ve tövbe
ettiler.[141] Muaviye
de onlara isterseniz burada kalın ya da kalmak istemez iseniz istediğiniz yere gidebilirsiniz
demişti. Onlar da “Ne Irak ne
de Şam bizim mekan tutacağımız yer değil, biz Cezire’ye
gidelim” dediler.[142]
Buna karşılık Mâlik el-Eşter pişmanlığını bildirmek ve affını
istemek için Hz. Osman’a gitti. Kendisinin ve arkadaşlarının çıkardığı olaylardan dolayı pişmanlığını bildirdi. Hz. Osman
da onun pişmanlığından memnun oldu ve ona
istediği
yere gidebileceğini söyledi. Eşter de Abdurrahman b.
Hâlid’in yanına gitmek istediğini söyledi.[143] Çünkü Eşter’e göre Abdurrahman,
faziletli birisi idi. Hz. Osman da onun bu isteğini kabul etti. Eşter ve bazı arkadaşları da Abdurrahman’ın
yanına gittiler.[144]
Bu kişiler Abdurrahman’ın
yanına varınca, Abdurrahman bunların gelişini hoş
karşılamadı. Onlara niçin
geldiniz? sizin gelmenizden dolayı Allah beni hüsrana uğratacak dedi.[145] Bu hoşnutsuzluğunun sebebi Cezire
valiliğinden
alınması mı? yoksa bu kişilerin adının kötüye
çıkması mıdır? tam olarak bilinmemektedir . Ayrıca elimizdeki rivayetleri
incelediğimiz
zaman bu grubun içinde Eşter’in olup olmadığını tam olarak
bilmiyoruz. Çünkü başka rivayetlere baktığımızda Abdurrahman b.
Hâlid. Eşter
ve arkadaşlarına
daha iyi davranacaktır. Bir başka anlatımda da Eşter’in Kûfe’ye gittiğinden bahsedilir.
Muaviye, Hz. Osman’a Şam’a sürgün olarak
gelenler hakkındaki görüşlerini beyan eden bir
mektup yazmıştı. Bu mektubu yukarda
da zikretmiştik.
Bu mektubun içeriğine baktığımız zaman valilerin bu
kişiler hakkında nasıl bir
kanaate sahip olduklarını da açıkça görmekteyiz. Muaviye mektupta şu ifadelere yer
veriyordu: Ey Mü’minlerin emiri! Bu insanlar şeytanın ağzı ile konuşuyorlar. İnsanlar da onu Kuran’dan
sanıyor. İnsanlara
kurandan örnekler veriyorlar. Fakat insanlar onların asıl niyetlerini ve ne
demek istediklerini anlayamıyorlar. Onlar ayrı bir fırka olmak istiyorlar ve
fitneye sebep oluyorlar. Onların dini yönleri de zayıf. Kalpleri şeytan tarafından
efsunlanmış.
İnsanlar arasında çok
fitne fesat çıkardılar. Bunlar Şamlılar arasında
kalırlarsa buraları da bozarlar. Onları merkezleri olan Mısır’a göndermelisin
dedi. [146]
Muaviye onların kaynağının Mısır olduğunu belirtmekle, bu
hareketin de Mısır kaynaklı olduğunu ifade etmektedir.
Burada muhtemelen Mısır’dan talimat aldıklarını ifade etmek istemektedir. Ancak
Muaviye’nin bu tavsiyesine rağmen halife, Muaviye’ye
Mâlik el-Eşter
ve arkadaşlarını
tekrar Kûfe’ye Saîd b. el-Âs’ın yanına göndermesini emretti.[147] Muaviye
de onları Kûfe’ye geri yolladı.[148]
Fakat Mâlik el-Eşter’in Kûfe’ye gitmesi
ile ilgili birbirleri ile çelişen rivayetler de
bulunmaktadır. Çelişen derken acaba Eşter’i Kûfe’ye Muaviye mi
gönderdi? Yoksa Kûfeliler mi davet etti? neticede kendi rızası ile mi gitti?.
Bunu şunun için söyleme gereği duyduk Kûfe’deki
hareket sadece Eşter’in başının altından
çıkmamaktadır halk da Eşter’i teşvik ediyor, O’na destek
veriyor ve ondan medet umuyordu.
Eşter’in bu dönemde bir
süre Kûfe’de kaldığını biliyoruz. Hatta
daha önce Hz. Osman Mûsa el-Eşarî vasıtasıyla Eşter’e bir mektup yazdığını da ifade etmiştik.
Daha sonra Saîd b. el-
Âs, Mâlik el-Eşter ve arkadaşlarına dayanamadığını bildiren bir mektup
yazdı. Halife de Saîd’e onları Hıms’a göndermesini emreden bir mektup yazdı. O
tarihte Hıms emiri ise Abdurrahman b. Hâlid idi.[149]
Demek ki Eşter
Abdurrahman’ın yanına gitmeden önce tekrar Kûfe’ye geri dönmüş. Sonra Abdurrahman’ın
yanına gitmiştir.
Halife aleyhindeki
faaliyetleri neticesinde Hz. Osman,[150]
Eşter’e bir mektup yazarak
arkadaşları
ile beraber Hıms’a gitmelerini emretti. Mektubunda şu ifadelere yer
veriyordu. Bu mektup size ulaşınca hemen Hıms’a
Abdurrahman’ın yanına gidin. Siz İslâm’a önem
vermiyorsunuz. Bilakis zarar veriyorsunuz dedi. Eşter mektubu okuyunca
durumdan hoşlanmadı
ve beddua etti. Sonra Eşter ve arkadaşları Hıms’a vardı.
Abdurrahman onları sahilde bir yere yerleştirdi. Onlara iaşe yardımında bulundu.[151]
Eşter’in yanında ise Sâbit
b. Kays el-Hemdânî, Kümeyl b. Ziyad, Zeyd b. Sûhan ile Zeydin kardeşi Sa’saa, Cündeb b.
Züheyr el-Ğamidî,
Cündeb b. Ka’b el-Ezdî, Urve b. Ca’d, Amr b. Hamik el-Huzaî ve ibnü’l-Keva
bulunuyordu.[152]
Abdurrahman b. Hâlid ise
o sırada Cezire valisi idi. Daha sonra sürgün edilen bu grubun gelmesi
esnasında Hıms’a vali olmuştur.[153]
Kûfelilerin
Vali Saîd b. el-Âs’ın Azlini İstemeleri
Kûfe’den bir grup insan
vali Saîd b. el-Âs’ın azledilmesi için halife Hz. Osman’a gittiler. Bunlar:
Mâlik b. Hâris el-Eşter, Yezid b. Mükeffef,
Sâbit b. Kays, Kümeyl b.Ziyad en-Nahaî, Zeyd b. Sa’saa, Suhan’ın iki oğlu, Hâris b. Abdullah
el-A’ver, Cündeb b. Züheyr, Ebû Zeyneb el-Ezdî, Askar b.Kays el-Hârisî’dir.[154]
Halife Hz. Osman, vali
Saîd b. el-Âs’ı Kûfe’ye doğru gönderirken
Kûfelilere iletilmek üzere bir mektup yazdı ve mektubu Abdurrahman b. Ebu Bekir
vasıtası ile gönderdi. Mektubunda şöyle diyordu.
Bismillahirrahmenirrahim,
Allah’ın kulu,
Mü’minlerin emiri Osman b. Affan’dan Mâlik el-Eşter ve arkadaşlarına: Biliniz ki
halifeye itiraz ve onun aleyhine konuşmak büyük bir suçtur ve
insanı isyana götürür. Sonuçları ise kötü olur. Neticesinde ceza olarak azap ve
felaket vardır. Sizin yüzünüzden valimin başına gelenleri öğrendim. Yaptığınız zulmün neticesini
göreceksiniz. Allah’ın gazabını kendinize çektiniz. İnsanlara fitne kapısını
açtınız ve ahdi bozdunuz. Siz ayrılığa sebep oldunuz ve ilk
isyanı çıkardınız. Bundan sonra bu yoldan gidenlerin de sebebi siz olacaksınız.
Ey Allah’ın kulları! Allah’tan korkun, hakka dönün ve yaptığınız hatalardan dolayı
tövbe edin. Umulur ki kurtulursunuz. Sizin böyle davranmanızı gerektiren hangi
sebepler var ise onları bana yazın. Size gönderdiğim validen razı
olmazsanız bana yazın, ben o kişiyi azledeyim başka bir kişiyi size vali olarak
göndereyim dedi.[155]
Halifenin mektubu
Kûfe’ye ulaşınca
Abdurrahman mektubu Kûfe’lilere okudu. Kûfeliler de Mâlik el-Eşter’den halifenin
mektubuna bir cevap yazmasını istediler. Bu cevapta hem halifenin suçlamalarına
cevap verecekler hem de kendilerini savunacaklardı.[156]
Mâlik el-Eşter Hz. Osman’ın
mektubuna şöyle
bir cevap yazdı:
Allah’ın adıyla
Bu mektup, Mâlik el-Eşter ve müslümanlardan
Hz. Peygamberin sünnetini takip eden müslümanların halifesinedir. Bil ki
mektubunu aldım. İçeriğinden bahsetmeyeceğim. Fakat halife adil
olduğu sürece, işleri hak üzere devam
ettiği sürece; halifeye
itiraz, Müslümanların arasını bölme ve imamlara kusur bulmak, onları ayıplamak
büyük bir iş ve
açık bir hüsrandır. Ancak halifenin işleri hak üzere olmaz
ise, o halde halifeye itiraz Allah’a yaklaşma vesilesi olur. Vali
hakkındaki söylediklerine gelince, biz ona hürmetsizlik ve zulüm etmedik.
Bilakis biz zulmü ondan defettik. O Allah’ın kullarına zulmetti. Biz ise
zulmetmesini engelledik. Bizim de sana itaat etmemiz ve hak yolda sana yardımcı
olmamız için düşmanlığı ve zulmü kendinizden
ve valilerinizden uzaklaştırmanız gerekir. Valiye
zulmedilmesi konusu ise hatalı bir görüştür. İnsanı zarara götürür.
Muhakkak siz adaleti, zulüm olarak tanımlıyorsunuz. İnsaflı olmayı zulüm
olarak görüyorsun. Biz iyi insanların yolunda olduğumuzdan ve doğru yolda olduğumuzdan dolayı Allah’a
hamd ediyoruz. Bunda asla şüphe yoktur. Konumumuzu
asla değiştirmeyeceğiz. Her kim hak üzere
bizi taklit ederse hidayete, O’nun yoluna ulaşır. Dünyada da ahirette
de aziz olur. Kim feraizin ve sünnetin yaşanmasında münafıklık
ederse zalimlere yardım etmiş olur. Bizden tövbe
etmemizi ve hak yola dönmemizi istemenize gelince; eğer biz sana itaat
edersek zalimlerden olur ve o zaman takvadan uzaklaşırız. Yazmamızı istediğin bizim isteklerimize
gelince: ilk isteğimiz sizin başımıza vali olarak atadığınız kişilerin, bize ailemize ve
evlatlarımıza yaptığı zulümlerden dolayı
sizin tövbe ve istiğfar etmenizdir. Siz
kendinizi düzeltir, Allah’ın ve Rasûlünün emrine uyarsanız biz de size itaat
edeceğiz ve emrinize gireceğiz. Yoksa bizi kendinize
asi ve muarız olarak göreceksiniz. Allah hükmünü aramızda beli edinceye kadar
böyle devam edecek. Eğer nasihatlerimizi kabul
ederseniz biz de yaptığımız yanlış
işlerden dolayı tövbe
edeceğiz ve size tarafımızdan
bir adam göndereceğiz. Sizin tavrınızı bize
gelip bildirinceye kadar size anlattığımız durum üzere kalacağız. Bize Abdurrahman b.
Kays’ı gönder. İnsanlar arasında adaleti
sağlasın ve İslâm’ın şartlarını insanlar
arasında ikame etsin. Huzeyfe b. el-Yeman haraç mallarını ve Beytü’l-Mâlın
hakkını alsın.
Mektubun devamında Vali
Saîd b. el-Âs, Velid b. Ukbe ve benzerleri sizin akrabalarınız ve
ailenizdendir. Bunlar insanlara zulmü caiz gördüler, nefis ve hevalarına tabi
oldular. Bunları siz kendi ellerinizle korudunuz. Bu gibi yanlışları önlerseniz
emirlerinize itaat ederiz. Yoksa Allah’tan korkun bilin ki her hayır ve şer kıyamet gününde karşılığını bulacaktır. Kötülük
yapan cezasını, iyilik yapan da mükafatını en iyi şekilde alacaktır.
Vesselam.
Mâlik el-Eşter mektubunu
bitirdikten sonra güvenilir birkaç kişi çağırdı mektubu onlara
verdi. Bu mektubu Medine’ye ulaştırın, halifeye verin
dedi.
Mâlik el-Eşter’in elçisi Medine’ye
varınca doğruca
halifenin makamına çıktı. Bazıları halifeyi selamladı bazıları da
selamlamadılar. Halife niçin selam vermediklerini sorunca Kümeyl b. Ziyad
valinin yaptığı zulümlerden ve
hatalarından dolayı diye cevap verdi. Eğer hatalarından döner,
yaptığı yanlışlardan dolayı tövbe eder
ve doğru yolda devam ederse o
bizim emirimizdir yoksa onun emirliğini kabul etmeyiz dedi.
Sonra Kümeyl’e hedeflerinin, isteklerinin ne olduğu, vali ile sorunlarını
ne olduğu
soruldu. O da detaylı olarak anlattı. Burada detaylarına girmeye lüzum
görmüyoruz. Çünkü konuşulan konuların içeriği zaten mektuplardan
açıkça anlaşılmaktadır.
Bundan sonra halife Kûfe
halkına olayların kendine yanlış aksettirildiğine, kendisinin
yanıltıldığına
ve onların da mağdur edildiğine dair bir mektup daha
yazdı. Mektupta halife aslında Kûfelilerin doğru yaptığını ve bu
cesaretlerinden dolayı da onların bu cesaretlerine hayran kaldığını belirtiyordu. Ayrıca
onlara fitneye alet olmamaları konusunda nasihatlerde bulundu. Mektubu Ebû Mûsa
el-Eşarî’ye vererek
Kûfelilere götürmesini istedi.
Ebû Mûsa, Kûfe’ye vardı.
Halife’nin mektubunu onlara okudu. Mâlik el-Eşter ve ver arkadaşları halifenin bu ılımlı
tavrından dolayı yanındaki askerler ile beraber kırk gün kadar kaldıktan sonra
dağıldılar.
Buradan anlaşılıyor ki Eşter yanında toplanan bir
grup asker ile Kûfe’de bir isyan hareketi başlatmıştır. Fakat bu hareket
halifenin yumuşak tavrı ve ılımlı yaklaşımı sayesinde ortadan
kaldırılmıştır.
Ebû Mûsa mektupla
Kûfe’ye gelince ilk önce Eşter’in yanına uğramış, durumu ona izah etmiştir. [157]
Kûfe’deki sorun sadece
Kûfe ile sınırlı değil idi. Hz. Osman’ın
valilerinin olduğu her yerde bu ve
benzeri olaylar zuhur etmeye başlamıştır. Bu hareketin asıl
sebepleri ise:
İslam’ı hazmedemeyen
grupların faaliyetleri. Burada Sebeiyye hareketinin faaliyetleri ön plana
çıkmaktadır. Bu konu ile ilgili geniş malumatı sebeiyye
hareketinde ortaya koymaya çalışacağız.
Hz.
Osman’ın vali atamalarında tarafgir davranması. Kayırmaların ya da kavmiyetçiliğin, kabileciliğin ön plana çıkması. Bu
da özellikle Kureyş kabilesine karşı bir antipatinin doğmasına sebep olmuştur. Kûfe valisi Said b.
As’ın Kureyş’i
hep ön plana çıkarmasından bunu açıkça anlamaktayız.
Atanan
valiler halkı memnun edememişlerdir. Bu da gerek
valilere ve gerekse halifeye karşı bir tepki olarak isyan
hareketlerini başlatmıştır.
Bazı şikayetlerden dolayı Hz.
Osman valilerini toplamış onlarla şikayet konularını görüşmüş, azledilmesi için şikayette bulunulan
valilerin şikayete
konu olan meseleleri konuşulmuş
ve
azledilenler ile yerinde kalacak valiler bu toplantıda belirlenmiştir. Bu sırada
azledilmesi istenen valilerden birisi de Kûfe valisi Said b. el-As’tır.
Toplantıda gündeme gelen
şikayet konuları ise
genel olarak:
Tebaadan
fazla haraç alınması.
Sınırlarda
düşmanla savaşın uzun sürmesi.
Şehirlerdeki halkın şikayetlerinin değerlendirilmesi.
Bu ve benzeri konuların
görüşülmesi için aralarında Şam valisi Muaviye, Kûfe
valisi Saîd b. el-Âs, Mısır valisi Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh ve Basra valisi
Abdullah b. Âmir’in bulunduğu valilerle Medine’de
bir toplantı yapıldı. Her şehrin halklarından bazı
gruplar da bu toplantının neticesini izliyorlardı. Kûfe’den ise Mâlik el-Eşter’in de aralarında
bulunduğu
bir grup da vali Said b. el-As’ın akıbetini bekliyorlardı. Aradan birkaç gün
geçmesine rağmen Said hakkında henüz
bir karar çıkmadı. Sonuçta ise halife Said’in azledilmesini uygun bulmadı.
Tekrar Kûfe’ye vali olarak iade etti. [158]
[159]
Bu esnada Mâlik el-Eşter Talha ve Zübeyr’in
yanına geldi. Talha ve Zübeyr ona sizin valiniz azledilmedi tekrar Kûfe’ye vali
olarak görevlendirildi dedi. Eşter ise “Allah’a yemin
olsun ki biz onun kötü davranışlarını şikayet etmiştik. Elimde fırsatım
olursa ben onu Kûfe’ye sokmam” diye cevap verdi. Onlar da, biz senin
ihtiyaçlarını temin edelim, ne gerekirse sana verelim dediler. O da onlardan
yüz bin dirhem istedi. onlar da ellişer bin dirhem verdiler.
Mâlik el- Eşter
de bu parayı arkadaşları arasında taksim
etti. Hemen Kûfe’ye yola çıktılar. Vali Saîd’den önce Kûfe’ye vardılar. Eşter hemen minbere
çıkarak Boynunda da kılıcı asılı olduğu halde, ahaliye:
Muhakkak sizin sevmediğiniz, kabul etmediğiniz amiliniz tekrar
size vali olarak gönderildi. Halife de yapılan savaşlar için sizin bir ordu
hazırlamanızı emretti. Onu şehre sokmamak için bana
beyat edin şeklinde
bir
159
konuşma yaptı.
Halk, Eşter’in bu sözlerini
duyunca on bin kişi ile ona katıldı. Said
b. el-As’ı engellemek için atlara binerek yola çıktılar. Bu esnada Mâlik el-Eşter Hz. Osman’a bir
mektup yazarak valiyi şehre sokmayacaklarını
bildirdi. Bunun sebebi olarak da ahalinin nazarında valinin kötü birisi olarak
bilinmesini, icraatları ile halka zarar verdiğini ve ayrıca
Kûfelilerin bu valiyi sevmemelerini gösterdi.[160]
Ceraa[161] olayı
34/656 senesinde vuku bulmuştur.[162]
Daha önce de bahsettiğimiz gibi Kûfeliler
defalarca vali Saîd b. el-Âs’ın azlini istemişlerse de halife Saîd b.
el-Âs’ın valiliğinde ısrarcı olmuştur. Mâlik el-Eşter’in de başını çektiği Kûfelilerin büyük bir
çoğunluğu ise valiyi değiştirmekte kararlı idi. Eşter ve Kûfelilerin
valiyi azil için ortaya koydukları çabaları netice vermeyince işi kaba kuvvete dökmüşlerdir.
Mâlik el-Eşter Şam’da[163] bulunduğu sırada O’nu Kûfe’ye
davet eden aşağıdaki mektubu yazdılar.
Bismillahirrahmanirrahim,
Kûfe halkından Mâlik
el-Eşter’e selam sana, sana
doğru bir şekilde haber veriyoruz
ki kardeşlerinin
çoğu toplandılar. Yapılan
zulümleri, sonradan ortaya çıkan bidatları ve senin başına gelenleri konuştular ve gördüler ki
Müslümanlardan kimse bunları bilmiyor ve kimse de bu olanlara razı değil. Biz de Said Kûfe’den
arkadaşının
(halifenin) yanına gittiği zaman onu Kûfe’ye
ebedi sokmamak üzere Allah’a söz verdik. Şimdi ikinci defa gitti
yapacağımız
işleri anlamak ve görmek
istiyorsan acele gel. Vesselam.[164]
Eşter Kûfelilerin
mektubunu okuyunca Kays b. Hazım el-Ensarî’nin şu sözünü söylemeye başladı: ‘Harbi gördüğüm zaman harp şiddetlendi. Ben iki soğukta savaşların elbisesiyle
kaldım.’[165]
Sonra Eşter arkadaşlarına hemen hazırlanıp
yola çıkmalarını emretti. On iki günde ya da yedi[166]
, on gecede,[167] bir
pazartesi günü öğleden önce Kûfe’ye vardılar.
Eşter şehre girer girmez en
büyük mescide geldi. Halk da etrafında toplandı. Eşter hutbeye çıktı,
Allah’a hamdü senadan sonra şu konuşmayı yaptı: “Ey
insanlar! Allah teberake ve tealâ size Hz. Muhammed’i müjdeleyici ve uyarıcı
olarak gönderdi. O’nunla beraber içinde haramları, helâlleri, Feraizi ve
sünnetleri bildiren bir kitap indirdi. Sonra O’nun ruhunu aldı. Fakat o
görevini yaptı. Sonra Ebû Bekir halife oldu. O da bazı icraatlarda
bulundu.Peygamberin sünnetini yerine getirdi. Sonra onun yerine Hz. Ömer halife
oldu. O da aynı şekilde devam etti. Fakat
Osman b. Affan ise halife olunca yanlış uygulamalar, çirkin işler yaptı. Biz şu anda Allah’ın kitabını
okuduğumuz zaman Allah’ın
dinini anladığımız zaman Allah’ın
dinini değiştirmemizi istiyor, peygamberin
sünnetini değiştirmemizi istiyor. Hayır
asla bunu yapmayacağız. Dikkat edin yarın
sabah herkes Ceraa’da olacak. Ben de askerle beraber Allah’ın izni ile orada
olacağım güç yalnız
Allah’ındır.”[168] Bize
kılıç çeken bize kılıcımızı doğrultan bizim şehrimize giremez dedi.[169]
Eşter mescidin kapısına
gelince: “Ey insanlar! Ben Mü’minlerin emirinin yanından geliyorum. Valiyi
azletmedi. Tekrar geri gönderdi. O da sizin yüz dirhem karşılığında kadınlarınızın
azalmasını istiyor. İki yüz dirhem karşılığında bunlar sizin başınıza bela oldu. Yüz ile
iki yüz arasında bir fiyat olacaktır.”[170]
Burada kastedilen her halde Kûfelilerin vermesi gereken vergiler olsa gerektir.
Çünkü fütuhat epeyce genişlemiş
ve
Beytül-Malde para azalmış, bu masrafların karşılanması gerekmektedir.
Bu da müslüman şehirlerinden karşılanacaktır. Teçhiz
edilen her ordu yeni masraf demektir. Halifenin valiler ile yaptığı toplantıda her valinin
bir miktar asker hazırlaması için talimat verildiğini daha önce söylemiştik. Durum böyle olunca
Kûfeliler de bu vergi ya da masrafa itiraz etmektedirler.
Eşter Kûfe’ye gelir gelmez
söylediği
bir diğer
şey ise valinin
arazilerini ellerinden alacağına dair düşüncesi idi. Onlara
“sizin araziniz elinizden gidecek, zaten vali de arazinin Kureyş’e ait olduğunu söylüyordu. Fakat
ben bir süre onu bu emeline ulaşmasından alıkoydum.
Yazıklar olsun benim hakkımda kötü düşünen insanlara sanki ben
kötü birisiyim de bunu insanlardan gizliyorum. Bazı ileri gelenler de bu kötülüğümü bertaraf ediyorlarmış” dedi.[171] Böylece
kendisi hakkında kötü düşünenlere cevap vermiş
oluyordu.
Zaten vali de her defasında yazdığı mektuplarda Eşter ve arkadaşlarının kötü ve zararlı
olduklarını dile getirmekteydi.
Sonra Yezid b. Kays
birisini çağırdı
ve ona dileyen Saîd’in Kûfe’ye sokulmaması için kendisine katılabileceğini, istemeyenin de
katılmayacağını
ilan ettirdi. İnsanların bazıları
katılmadılar, mescitte beklediler.[172]
Eşter Kûfelilere minberden
durumu bildirince halk da onu desteklemişti. Fakat konuşmasını bitirince Kabîse
b. Câbir el-Esedî Eşter’e itiraz etti. “Ey Eşter! Kanın dökülsün,
neslin tükensin, Allah gözünü kör ettiği gibi dinini de yok
etsin. Ben anladım ki sen insanlar arasında fitneyi, Halifeye olan bey’
atı bozmayı, halifeyi de
düşürmeyi emrediyorsun.
Allah’a yemin olsun sana itaat edersek birliğimiz bozulacak” dedi.[173]
Sonra bir taş
aldı ve
onları attı. Oradaki insanlar onun ellerine vurdular. Taşların Eşter’e ulaşmasını engellediler. Eşter de ona sana ne
oluyor deve diye bağırdı. Herkesin kabul
ettiği bir şeyde sana söz düşmez dedi. Senin kavmine
kerhen teslim oldum. Onlar fakirliklerinden dolayı ülkelerini terk ettiler.
Sonra oradakiler Kabîsa’yı dövdüler, kovdular ve dışarı attılar. O da evine
gitti. Eşter
minberden indi. İnsanları namaza çağırdı ve onlara namaz
kıldırdı. Namaz bittikten sonra valinin yerine halife olarak bıraktığı Sâbit b. Kays b.
El-Hâzım el-Ensarî’nin vali konağından atılmasını
emretti. İnsanlar
da onu konaktan çıkardılar.[174] Yukarda
geçen “senin kabilene kerhen teslim oldum” ifadesi kabileciliğin ne kadar ileri boyutlara
ulaştığını açıkça
göstermektedir.
Sonra Yezid b. Kays ve Eşter kendilerine
katılanlarla beraber Ceraa denilen yere gittiler. O esnada da Said Kûfe’ye
geliyordu. Geri dönmemek istese de Eşter’in sert çıkması ve
vurması sonucu geri dönmeye mecbur kaldı. Medine’ye Hz. Osman’ın yanına varıp
başına gelenleri anlattı.
Hz. Osman da sana itaatsizlik etmelerindeki gayeleri nedir? dedi. O da bedel
istiyorlar dedi. Halife de neyin bedelini istiyorlar dedi. Halife de ben Ebû
Musa’yı onlara bırakmıştım. Allah’a yemin olsun
onlar için bir mazeret kalmadı dedi.[175]
Burada sanki halife ile Ebû Mûsa arasında bazı problemlerin olduğu hissediliyor lakin
konumuzu ilgilendirmediği için üzerinde durmaya
gerek duymuyoruz. Burada bir diğer husus da sanırım
Kûfeliler Saîd’in yerine Ebû Mûsa’yı vali olarak istiyor olabilirler. Bunun
için de daha önce halifeden talepte bulunmuşlardı fakat halife
onların bu taleplerini geri çevirmişti.[176]
Buradaki bedel kelimesi de sanki bu anlamı desteklemektedir.
Sonra Mâlik el-Eşter etrafında toplanan
askerlerle beraber Ceraa denilen yerde toplanmak üzere Cerea’ya doğru hareket etti. Bunun
yanında; Aiz b. Hamele’yi beş yüz atlı ile Basra
yoluna, Hazm b. Sinan el-Esedî’yi Şam’dan gelebilecek
tehlikelere karşı beş
yüz
atlı ile Aynü’t-Temir denilen mevkiye gönderdi. Amr b. Hunne el-Vedâî’yi bin
tane atlı ile Hulvan’a gönderdi. Yezid b. Haciyye et-Teymî’yi yedi yüz atlı ile
Medain’e gönderdi. Ka’b b. Mâlik el-Erhabî’yi beş
yüz
atlı ile Azib denilen mevkiye gönderdi. Ona şu tembihlerde bulundu:
“eğer Saîd b. el-Âs Kûfe’ye
vali olarak gelecek olursa, onun Kûfe’ye girmesine izin verme. Onun yanındaki
mallara el koy, onları Velid b. Ukbe’nin Kûfe’deki evine emanet olarak götür
dedi.[177]
Ele geçirilen mallar
Velid b. Ukbe’nin evine konunca Mâlik el-Eşter üç yüz atlı ile evin
önüne geldi. Evdeki malları arkadaşları arasında taksim
edilmesini emretti. Sonra yanındakiler eve girdiler ne buldularsa hepsini
aldılar sonra kapıyı kapattılar ve evi ateşe verip yaktılar.[178]
Bütün bu olup bitenleri
Hz. Osman duyunca kalbi daraldı. Acaba bu olaylar Hz. Ali’nin kışkırtması sonucu olabilir
mi diye düşündü.
Sonra hayır Ali’nin insanlar arasındaki güzel hali bütün herkes tarafından
biliniyor böyle bir şey olamaz dedi. sonra
Said b. As’ı çağırdı. “Tekrar Kûfe’ye
git. Oraya varınca insanlara iyilikle yaklaş. Sonra Eşter’e: Sen bu işleri bırakırsan fitne
olmaz diye söyle. Bana göre insanlar seni aralarında görürse Eşter’in yanından ayrılır,
senin etrafında toplanır” dedi.[179]
Saîd b. el-Âs, Hz.
Osman’ın emrettiği şekilde yola çıktı. Âzib denilen
yere yaklaştığı zaman Mâlik el-Eşter, Abdullah b. Kinâne
b. Abdî (Hattab) Yezid b. Kays el- Erhabî’yi Saîd b. el-Âs’ı karşılaması için gönderdi.
Bunların her ikisi de cesur savaşçılardan idi. Her
ikisinin yanında da beşer yüz atlı asker
bulunuyordu. Onlara şu talimatı verdi: “Gidin
Said’i karşılayın,
ona arkadaşının
yanına dönmesini söyleyin, dönmezse onun boynunu vurun. Bana başını getirin,” onlar da
gittiler Said’i karşıladılar. Abdullah b.
Kinane valiye : “Ey Allah’ın düşmanı nereye gidiyorsun?
Geldiğin yere dön. Sana
Fırat’ın suyundan bir damla su içirtmeyeceğiz. Nereden içersen iç”
dedi ve askerler ile beraber üzerine hücum etti. Saîd b. el-Âs ise durumun
ciddiyetini anladı ona: “Beni bırakın birkaç gün hayvanlarımı yemleyeyim,
ihtiyaçlarımı satın alayım, azığımı da alıp geri
döneyim” dediyse de onlar hayır ya geri dönersin ya da boynunu vururuz dediler.
O da kendisinin şehre sokulmayacağını anlayınca ve
onlardaki ciddiyeti de görünce geri dönmek zorunda kaldı.[180]
Umeyr b. Sa’d en-Nehaî
Ceraa ile ilgili bir olayı şöyle nakleder: “Ben,
Mâlik b. Hâris el-Eşter’e bakıyordum. Yüzü
hep tozlar içinde idi. Bir taraftan da boynunda kılıcı takılı olduğu halde: Allah’a yemin
olsun ki bizim kılıçlarımızı taşıyan, bizim şehrimize giremez
diyordu.” Yani burada kastettiği kişi ise Said b. As idi.[181]
Kûfe’de
Vali Değişimi ve Ebû Mûsa el-Eş’arî’nin Kûfe Valiliğine Getirilmesi
Vali geri dönünce onlar
da Eşter’in yanına geldiler
ve valinin geri döndüğünü ona söylediler. Eşter de Ceraa’dan
ayrıldı. Kûfe’ye gitti. Kûfe’ye gelince Minbere çıktı. Allah’a hamd ve senadan
sonra şöyle
hitap etti: “Ey Kûfeliler, Ey halk! Bütün öfkem sadece Allah rızası ve sizin
içindir. Biz bu adamı arkadaşının yanına gönderdik.
Bundan sonra Ebû Mûsa el-Eşarî’yi size vali tayin
ettim. Namazınızı o kıldıracak. Huzeyfe b. El- Yeman da vergileri toplayacak
dedi ve minberden indi. Sonra Ebû Mûsa’nın minbere çıkmasını emretti. O da
minbere çıktı. Bu işi kendim için yapacak değilim, ancak mü’minlerin
emiri Hz. Osman adına sizden beyat alıyorum dedi.[182]
Sonra ahali de onun valiliğini kabul etti ve halife
adına ona beyat ettiler. Halife adına beyat yenilenmesini halife duyunca bu
duruma çok şaşırdı.[183] Çünkü Eşter’in kendisi için
böyle bir atama yapacağını tahmin bile
edemezdi.
Ebû Mûsa vali olunca,
halka bir konuşma yaptı ve bazı
nasihatlerde bulundu. Nefret ettirmeyin, acelecilikten kaçının, itaatkar olun,
sabırlı olun dedi. Halk da bize namaz kıldır ve biz sana ancak halife Osman
için itaat ediyoruz dediler.[184] Ebu Musa
el-Eşarî’nin valiliği 34/656 tarihinde gerçekleşmiştir.[185]
Hz.
Osman’ın Muhasarası ve Mâlik el-Eşter
Mâlik el-Eşter’in, Hz. Osman’a
muhalefeti Eşter’in Kûfe hayatı
boyunca valinin yanlış icraatlarına itiraz
ekseninde devam etmiştir. Bununla birlikte İslâm ülkesinin her
tarafında halife aleyhinde bir hareket başlamıştır. Bunda da en büyük
rolü planlı bir şekilde hareket eden ve
halkı kendi istekleri doğrultusunda
yönlendirebilen Abdullah b. Sebe ve arkadaşları üstlenmiştir.
Eşter ve bazı arkadaşları bu hareketin
üyeleri ile bilinçli veya bilinçsiz olarak temas halinde bulunmuşlardı. Abdullah b. Sebe
ve Eşter ilişkisini daha sonraki
bölümlerde ele alacağımızdan burada bu ilişki üzerinde durmayacağız, sadece Hz. Osman’a
karşı ortaya çıkan muhalif
harekette Eşter’in
fonksiyonu üzerinde durmaya çalışacağız. Eşter Kûfe’de ikamet ettiği sürece halifeye karşı her zaman asi bir
tutum içindedir. Fakat Ebû Mûsa el- Eşarî’ vali olunca, halife
adına beyat alması ve Eşter’in buna itiraz
etmemesi, Hz. Ömer zamanındaki fütuhatlarda gösterdiği yararlılıklar, Şam sürgününde halife ile
görüşmesi ve tövbe etmesi,
her fırsatta halifeye valinin hatalı icraatlarını dile getirmesi ve valinin
azlini istemesi Mâlik el-Eşter’in muhalefetinin
halifenin şahsına
ve hilafet makamına karşı olmadığı düşüncesini
desteklemektedir.
Hz. Osman döneminde
muhalifler birbirleriyle sürekli temas halinde idiler. Özellikle hac mevsimleri
onlar için toplantı yapmaları açısından büyük bir fırsat idi. Bu çerçevede yine
böyle bir hac mevsiminde Mâlik el-Eşter, Mısırlılarla görüşme fırsatı bulmuştur. Aynı şekilde onlar da
amillerinden şikayetçi idiler.[186]
Kûfe’de
Hz. Osman’a Muhalefet ve Mâlik el-Eşter
Diğer bir çok şehirde olduğu gibi Kûfe’de de
halifeye karşı muhalif bir grup
bulunuyordu. Bunların gerekçeleri bir olsa da amaçları farklı idi. Bazıları İslâm’ı tam olarak
benimseyemedikleri için muhalif iseler de bazıları halifenin atadığı valinin halka karşı tutumundan dolayı, hem
valiye hem de halifeye karşı öfkeli idiler. Bu
hareketin hedefinde Kûfe valisinin azli bulunmakta idi.[187]
Bazı art niyetliler de bu hareketi kışkırtmakta ve bu kişilerin haklı davalarını
art niyetlerine alet etmekte idiler.
Kûfe’deki hareketin önde
gelenleri; Mâlik el-Eşter, Sâbit b. Kays
en-Nehaî, Kümeyl b. Ziyad en-Nehaî, Zeyd b. Sûhan el-Abdî, Cündeb b. Züheyr el-Ğamidî, Cündeb b. Ka’b
el-Ezdî, Urve b. Ca’d, Amr b. Hamik el-Huzâî[188]
Esved b Zeyd b. Alkame, Ka’b b. Mâlik el-Evsî, Sa’saa b. Sûhan’dır.[189]
Bu şahısların özellikle Eşter’in daha önce İslâm’a yaptığı hizmetlere bakıldığı zaman kötü bir niyet
ya da yıkıcı bir tutum içinde olmasını iddia etmek, biraz ön yargılı bir yaklaşım olabilir. Kendisi her
zaman haksızlıkların karşısında olmuş
birisidir.
Sürgüne gittiğinde rezil ve perişan olmuş, akrabalarından tecrid
edilmiş,
ancak buna rağmen halifeden özür
dilemesi ve tövbe etmesi samimiyetine bir kanıt olabilir.
Hz. Osman ile Talha b.
Ubeydullah ve Zübeyr b Avvam arasında geçen bir konuşmaya baktığımızda, kullandığımız kaynağın Şii tandanslı olduğunu dikkate almaz isek,
halife ve valilerin Mâlik el-Eşter’in üzerine biraz
fazla gittiği
kanaati bizde oluşmaktadır. Konuşma ise şöyledir: Zübeyir, Hz.
Osman’a peygamberin sevgili arkadaşı Ebû Zer’in kabahati ne
idi ki onu yalnızlığa terk ettin ve garip
bir şekilde ölmesine sebep
oldun? Hz. Osman da: O insanlar arasında bozgunculuk yaptı. Halkı bana karşı kışkırttı dedi. Zübeyr: Eşter ve arkadaşlarını neden Şam’a sürdün, onları
ailelerinden ve evlatlarından ayırdın? dedi. halife de: Eşter, halkı benim valim
Saîd b. el-Âs’a karşı kışkırttı. Kûfe’de bana karşı muhalefet ateşini yaktı dedi. Talha b.
Ubeydullah da: Ya Osman! Seni Ümeyye oğulları helak etti dedi.[190]
Aralarında geçen bu konuşmadan anlaşılacağı üzere o dönemde
kabilecilik muhalif harekette önemli bir etken idi. Bu dönem ile ilgili
anlatılan olayların çoğunun düzmece, belge
olarak öne sürülen delillerin de düzmece olduğunu düşünürsek bu konuşmaya da kuşku ile yaklaşmak lazımdır.
Eşter ile Kûfe valisi Saîd
b. el-Âs’ın arasının açılmasında Hz. Osman’ın telkinlerinin de önemli bir rolü
olmuştur. Vali Hz. Osman’a
mektup yazarak Mâlik el- Eşter’i şikayet etmiş, onu ve arkadaşlarını sefihlikle ve
yaptığı güzel işleri ayıplamakla suçlamış, polis şefi ile olan bir tartışmada Eşter’i, şehrin ileri gelen şerlilerini ve sefih
insanları polis şefine karşı kışkırtmakla itham etmiştir. Ona saldırarak onu
dövdüklerini bildirmiş ve bu konuda talimatını
beklediğini
ifade etmiştir.[191] Bu
mektupta da görüldüğü gibi halife olayları
hep valinin ağzıyla değerlendirmiştir. Bu tutum hakkaniyet
açısından ne kadar doğrudur bunu bilemeyiz.
Hz. Osman döneminde bir
çok sahabe görevinden alınmış bunların yerine Ümeyye oğullarından ve halifenin
akrabası olan insanlar bu görevlere getirilmiştir.[192]
Bu tutum sadece Mâlik el-Eşter’i değil daha başka bir çok sahabeyi
rahatsız etmiş ve onların muhalif
olmasına sebep olmuştur.
Kûfe’de ortaya çıkan bu
muhalif hareket, kendisini daha sonra Halife Hz. Osman’ın muhasarasına ve şehit edilmesine kadar
varan olayların içinde bulacaktır.
Hz.
Osman’ın Muhasarası ve Mâlik el-Eşter ile Görüşmesi
Daha önceki konularda da
bahsettiğimiz
gibi her şehirden
elçiler özellikle hac mevsiminde Medine’ye gelip şikayetlerini halifeye
arz ediyorlardı. Halife de onların istek ve şikayetlerini dinler
onlara gereken cevabı verirdi. Fakat bu defasında organizeli ve kararlı bir şekilde daha önce
belirledikleri bir tarihte Medine’de buluşmak üzere Mısır, Kûfe ve
Basra’dan bazı gruplar halifeye şikayetlerini iletmek
üzere 35/657 tarihinde yola çıktılar.[193]
Kûfe’den de iki yüz kişi gelmiş, onların başında da Mâlik el Eşter bulunuyordu.[194] Mâlik
el-Eşter’den başka Zeyd b. Suhan, Ka’b
b. Zi’l-Habeke, Ebû Zeyneb, Ebû Müverri’, Kümeyl b. Ziyad, Ümeyr b. Dâbî, .
Bunlar Hz. Osman başımızda olduğu sürece başımız dik olmayacak demişlerdi.[195] Adiy b.
Hâtem et-Tâî [196]dikkate
değer bazı isimlerdir.
Zilka’de ayında,
Kûfeliler A’vas denilen yerde konakladılar. Basra’dan Hakîm b. Cebele
yönetiminde gelen yüz kişi[197]
Zi Huşub denilen yerde,
Mısırlılar da Abdurrahman b. Udeys el-Belevî başkanlığında Zi’l-Merve denilen
yerde konakladılar. Medine’ye ilk gelenler, Zilka’de ayının başında Çarşamba gecesi Mısırlılar
idi.[198] Hepsi
aynı anda Medine’ye girmediler ve aynı yerde bulunmadılar. Ziyad b. Nasr ve
Abdullah b. Esam Mısırlılar ve Basralılar arasında gidip geliyordu. Hep bir
arada bulunsalar Medineliler askerî bir hareket olacak diye endişe edeceklerdi.[199]
Gurubun birisi
muhtemelen Mısırlıların içinde bulunduğu bir gurup, halife ile
görüştü. Dertlerini ona
anlattılar. Halife de onların gönlünü aldı ve onları ensardan elli kişilik bir atlı ile Zi Huşub denilen yere kadar uğurlattı. Zi Huşub denilen yer Medine’ye
bir fersahlık bir mesafededir.[200]
Bu topluluk Büveyb
denilen bir yere vardıkları zaman orada Hz. Osman’ın kölesinin birisi ile karşılaştılar. Üzerinde Abdullah
b. Sa’d’a iletilmek üzere bir mektup buldular. Abdullah b. Sa’d o sırada Mısır
valisi idi. Mektupta şu emir bulunuyordu: “Bu
topluluk sana gelince onların boyunlarını vur.” Onlar mektupta bu ibareyi
görünce şaşırdılar. Mâlik el-Eşter ve Hakim b. Cebele
ile tekrar geri döndüler, mektubu Hz. Osman’a gösterdiler. Hz. Osman da
mektubun kendisine ait olduğunu kabul etmedi.
Kendisinin böyle bir şeyden haberinin olmadığını ve böyle bir şey emretmediğini söyledi. Mektup
senin katibinin mektubu değil mi? dediler. Halife
de evet cevabını verdi. Fakat katip benden habersiz yazmış
diye
cevap verdi. Onlar da üzerinde mektup bulduğumuz elçi senin elçin,
kölen değil
mi? diye sordular. Halife de evet cevabını verdi. Fakat benden izinsiz çıkmış
dedi.
Onlar da elindeki deve senin deven değil mi? dediler. Halife
de evet ancak benden habersiz almış dedi. Onlar da sen ya
yalan söylüyorsun ya da doğru söylüyorsun. Eğer yalan söylüyorsan
haksız olarak bizim kanımızın dökülmesini emrettiğin için hilafetten
indirilmeyi hak ettin. Yahut doğru söylüyorsan
zaafından, gafletinden ve sırdaşını saklamaktan,
korumaktan dolayı yine hilafetten alınmayı hak ettin dediler.
Onlar, Hz. Osman’dan
katibini görevden almasını istedilerse de halife kabul etmedi. Böyle bir şey için katibin azlinin
ve boynunun vurulmasının gereksiz olduğunu söyledi. Onlar da
sen Peygamberin arkadaşlarının ve diğerlerinin haksız yere ve
adalet istemeleri neticesinde boynunu vurmayı emrettin o halde sen zalimsin
dediler. Halife de imam hata da yapabilir. Doğru karar da verebilir
dedi. başkaları
onu dizginleyemez iyi de yapsa hata da yapsa kendindendir dedi. Onlar da sen
çok büyük bir hata, bidat yaptın ve bundan dolayı hilafetten indirilmeyi hak
ettin dediler.[201]
Halife isteklerinizi
bitirdiniz mi? Dedi. Onlar da evet dediler. Halife: Allah’a hamd ve senadan
sonra Rasülünü övdü ve şöyle dedi: Siz mantık
olarak doğru
düşünmüyorsunuz ve
hükmünüzde de insaflı değilsiniz. Hilafetten
ayrılmama gelince Allah’ın bana lutfettiği ve giydirdiği hilafet gömleğini çıkaramam. Çünkü başkalarına karşı beni seçti. Fakat ben
tövbe ettim. Müslümanların ayıplamasından dolayı onu iade etmem. Ben Allah’a
karşı fakirim ve ondan
korkarım dedi. Onlar da bu yaptığın senin ilk hatan olsa
sonra da tövbe etsen üzerinde durulmaz. Bunu da mazur görürüz. Seni de
bırakırız. Fakat bundan önce de senden böyle hatalar tezahür etti. Daha önce
onların üzerinde durmadık bize yazmandan da korkmadık. Ancak bütün bunlardan
sonra senin tövbeni nasıl kabul edelim dediler.[202]
Hz. Osman halifeliği bırakmamakta kararlı
görünüyordu. Bunun için de: Sizin boynumu vurmanız bana halifeliği bırakmamdan daha
sevimlidir diyordu. Eğer beni katlederseniz
beni sevenler kısas yaparlar ve eğer beni öldürürseniz
sizsi hiç kimse sevmez diyordu.[203]
Hz. Osman katibini
azletmemesinden ve hilafet makamını bırakmamasından dolayı Mısırlılar,
Basralılar ve Kûfeliler tarafından muhasara altına alındı.[204]
Mısır’dan gelen grubun başında Abdurrahman b.
Udeys el-Belevî, Basralıların başında Hakim b. Cebele el-
Abdî, Kûfelilerin başında ise Mâlik el-Eşter bulunuyordu.[205]
Muhasara esnasında Mâlik
el-Eşter, Hz. Osman ile görüşmüş. Bu görüşme şöyle nakledilir: Hz.
Osman Eşter’i
çağırttı ve ona: Ey Eşter! Onlar benden ne
istiyorlar? dedi. O da: “Senin hilafetten ayrılmanı ya da dövdüğün, cezalandırdığın ve hapsettiğin insanlar için fitye
vermeni istiyorlar, yoksa seni öldürecekler. Başka bir anlatımda ise şehirlerdeki valileri
azletmeni ve onların istediği kimseleri vali yapmanı
istiyorlar, ya da Mervan b. Hakem’i cezalandırılması için onlara teslim etmeni
istiyorlar. Çünkü Mervan b. Hakem Hz. Osman’ın katibi idi.[206]
Rivayete göre Mısırlıların ölüm emrini de o vermişti. En azından
Mısırlılar öyle düşünüyordu.
Hz. Osman
öldürmelerinden korktuğu için Mervan b. Hakem’i
onlara vermedi. Çünkü O, ölümü hak edecek bir iş
yapmamıştı. Eğer teslim etse yapmadığı bir işten dolayı müslüman bir
kişinin öldürülmesine izin
vermiş
olacaktı.
Onların bu kısas yapma isteğini kabul etmedi. O
zayıf bir adam fakat bedeli yani gerekçesi ise yaşından çok büyük dedi.
Hilafetten ayrılmama gelince ise bunu yapmam Allah’ın giydirdiği bu gömleği çıkarmam dedi. eğer valileri değiştirirsem ümmetin
bazılarını bazılarına tercih edersem insanlardan sefih olanlar da seçilir kargaşalık çıkar işler bozulur ve Ümmet de
bozulur. Onlara eğer beni öldürürlerse
benden sonra kimse birbirini sevmez, artık ebedi olarak insanlar toplu olarak
namaz kılamazlar, ebedi olarak düşmana karşı birlikte cihat
yapamazlar dedi.[207]
Aynı olayın başka bir anlatımı ise: Hz.
Osman, Abdurrahman b. Abbas’ı hac emiri olarak tayin etti. Abdurrahman b. Abbas
Müslümanlara haccı yaptırdı. Sonra ona Mâlik el- Eşter’i çağırmasını emretti. Eşter geldi. Hz. Osman ona
ey Eşter! İnsanlar benden ne
istiyorlar, niçin beni Muhasara altına aldılar? Dedi. Eşter de Ona şöyle cevap verdi:
insanlar senden üç şey istiyor. Bunların
birisi yerine gelmezse, şartlardan birini kabul
etmezsen olmaz dedi ve şartları şöyle sıraladı: 1-
halifelikten ayrılacaksın. 2- kendinden kısas yapacaksın. Eğer bu ikisi olmazsa
insanlar seni öldürecek dedi. Hz. Osman da halifelikten ayrılmama gelince
boynumun vurulması bundan bana daha sevimli gelir dedi.[208]
Mektup olayı halifeyi
büyük ve çirkin bir töhmet altında bırakmış. Ayrıca vermiş
olduğu kararlar ve cezalar
tam yerini bulamamış, görevden aldığı valileri iade etmemiş, bir bu sözde mektup ve
halifenin öne sürülen şartları merhametli
olmasından dolayı kabul etmemesi, Mâlik el-Eşter ile arasının iyice
açılmasına sebep olmuştur. Bunun için Eşter hilafeti bırakmadan
sana itaat etmeyeceğiz diye kararlı bir şekilde düşüncelerini halifeye
aktarmıştır.[209]
Mâlik el-Eşter’in Hz. Osman ile
görüşmesi bir çok kaynakta
detaylı olarak aktarılmıştır. Eşter sadece elçi olarak
gelmiş
ve dışarıda evi muhasara eden
insanların ne düşündüklerini halifeye
aktarmıştır.
Burada Eşter
durumun vahametini aslında açık bir şekilde ortaya koymuştur. Halife de durumun
farkındadır ve dışarıda azgın bir toplum
bulunmaktadır. Ne istediklerini de açık bir dil ile söylemişlerdir. Ancak halife
tercih noktasına gelince kendisini feda etmiştir.
Halife de burada zor
durumdadır. Dış dünya ile irtibatı
kesilmiştir.
Hz.Safiye Hz. Osman’a yiyecek ve içecek götürüyordu. Yolda Mâlik el-Eşter ile karşılaştı. Eşter atına vurunca at
kaçtı. Safiye de bana dokunma beni engelleme dedi sonra kendi evi ile Hz.
Osman’ın evine bir ağaç uzattı oradan yiyecek
ve su aktarıyordu. [210]
Muhasara esnasında
halifeyi sıkıştırmak için onu her
türlü yiyecek ve içecekten men ettiler.. Ancak halife onlara iyi davranıyor
onların ıslahı için dua ediyordu. Allah size acısın, benim bir kuyu aldığımı bilmiyor musunuz?
ben onu bütün insanların hizmetine sundum. Niçin benim ondan içmemi engelliyorsunuz?
deniz suyu ile iftar ediyorum. Sonra ben bir arazi satın alıp bunu mescit için
bağışladığımı bilmiyor musunuz?
onlar da evet dediler. Peki orada bir kişinin namaz kılmasının
engellendiğini
bilmiyor musunuz? dedi. Ancak saydığı bu meziyetler onları ikna
edemedi.[211]
Muhasara uzadıkça
insanlar arasında halifenin durumu da merak konusu olmaya başladı. Herkes halifenin
muhasara altında olduğunu bilmeye başladı. Muhasara edenler
de durumdan memnun değillerdi. Mâlik el-Eşter de arkadaşlarına bu gün yada başka bir zaman onun ya da
sizin ne olacağınız belli değil dedi arkadaşlarına nasihat etmek
istedi ancak onlar anlamak istemediler. Hz. Osman dışarıda bulunanları
muhasaradan vazgeçiremeyince Mushaf’ı ellerinin arasına aldı. Rüyasında
Rasûlüllahın “akşam olunca orucunu aç”
dediğini gördü.[212]
Sa’d b. Ebi Vakkas bir
gün Hz. Osman’ın yanına girmişti. Bir müddet sonra
yanından ayrıldı. Dışarı çıkınca, dışarıda; Mâlik el-Eşter, Hakim b. Cebele ve
Abdurrahman b. Udeys’i gördü. Onlar ellerini birbirlerine vuruyorlardı. Onlara
döndü “Allah’a yemin olsun ki bu olay var ya bütün kötülüklerin başıdır” dedi.[213]
Halife yaralanınca
Talha: “Allah’ım! Hz. Osman’ı senin razı olacağın şekilde, bizim aramızdan
al” diye dua etti. Yaralayanlar için farklı isimler zikredilmektedir. bunlardan
bazıları Ammâr b. Yasir ile Mâlik el-Eşter üzerinde dursalar da
tam olarak kesin değildir. Bu şüphe ise Hz. Osman’a en
çok bunların öfkeli olmasından kaynaklanmaktadır.[214]
Ancak başka
isimler de zikredilmektedir. Neyyar b. Iyad el-Eslemî gibi.[215]
Bir gün Mâlik el-Eşter, Hz. Osman’ın
odasına girmek istemiş fakat bazı kişiler engellemeye çalışmış
ise de
Eşter odaya girmeyi başarmış
ve Hz.
Osman ile karşı karşıya kalmış
ancak
bu hareketi sonucu pişmanlık duymuş, utanmış
ve geri
dönmüştür. Hatta bu esnada
Kûfe’li olan Mesleme b. Kesir isminde birisi: Ey Eşter! Yazık sana, odasına
girdin öldürmek istiyordun. Ona baktığın zaman geri döndün,
vazgeçtin dedi.[216]
Muhasara devam ettiği sırada Mâlik el-Eşter ve Hakim b. Cebele
muhasaradan vazgeçmiştir. İbn Udeys ve arkadaşları beş
yüz kişi ile muhasaraya devam
etmişlerdir.[217]
Muhasara kırk dokuz gün
sürdü. 10 Zilhicce 35/657 Cuma gecesi Hz. Osman şehit oldu.[218] Hz.
Osman’ın şehit
edilmesinde sorumlu çoktur. Bence en büyük sorumluluk ise kötü yönetim
sergileyen valilerdir. Hz. Osman halim selim ve çok merhametli olmasından
dolayı valilerini ve özellikle kötü yönetim sergileyen memurları muhafaza
yoluna meyletmiştir. Fakat asıl şehit edenlere gelince;
Umeyr b. ed-Dâbî ve Kümeyl b. Ziyad onu biz öldürdük demişlerdir.[219] Ancak
Umeyr bu işten
kaçınmış,
Kümeyl ise daha kararlıdır. Osman’a bana çok acı verdiniz dedi.[220]
Hz. Osman’ın öldürüldüğü gün Hz. Osman, Sa’d b.
Ebi Vakkas’ı çağırttı. Onunla bir süre
konuştu. Sa’d O’na, Hz.
Ali’ye haber gönder gelsin. O araya girerse, bu işi sulh ile halleder
dedi. Hz. Osman da sen benim elçim ol ve Ali’ye git dedi. O da Ali’ye gitti ve
durumu ona anlattı. İkisi Kûfelilerin, Mâlik
el-Eşter’in yanına uğradılar meseleyi onlara
anlattılar. Eşter bunu kim istedi
dedi. Onlar da Hz. Osman istedi dediler. Hz. Osman böyle bir talepte bulununca
Eşter bir an tereddüt
geçirdi. Sonra Mısırlılara istiyorsanız siz öldürün dedi. Onlar da odasına
girdiler ve halifeyi öldürdüler. [221]
Şa’bî’nin haber verdiğine göre Mesruk, Mâlik
el-Eşter ile karşılaşmış
Mesruk
Eşter’e: “O’nu öldürdünüz
mü? dedi. O da: evet, cevabını verdi. Mesruk da “Allah’a yemin olsun siz onu
oruçlu iken öldürdünüz” dedi.[222]
Hz. Osman’ı Sûdân b.
Hamran’ın öldürdüğü rivayet edilir. Bunu
Hz. Osman’ın kölesinin birisi görünce ona hücum etmiş
ve o da
onu öldürmüştür.[223] Konunun
detayı bizi ilgilendirmemektedir. Hz. Osman’ın şehid edilmesi konusunda
yeterince çalışma yapılmıştır. Detaylarını onlara
havale etmek uygun olacaktır. [224]
Muaviye, Hz. Osman şehit edildiği sırada Şam valisi idi. Muaviye,
Haccac b. Huzame b. Nehhân : “Yazık, aldığım habere göre Halife
öldürülmüş,
lakin Medine buna şahit olmadı mı? dedi. O
da “evet Medine buna şahit olmuştur” diye cevap verdi.
Muaviye: O’nu kimin öldürdüğünü bana söyler misin?
diye sordu. O da: “Kays b. Murâdî orada bulunuyordu. Hakim b. Cebele
öldürülmesine hükmetti. Muhammed b. Ebi Bekir, Eşter en-Nahaî, Ammar b.
Yasir, Amr b. el-Hamik el-Huzaî, Sudan b. Hamran, Kenane b. Bişr’in de aralarında
bulunduğu
isimlerini saymadığım bir grup ona hücum
etti. İsimlerini
söylemek istemediğim iki kişi de onu öldürdü.”diye
cevap verdi.[225] Burada
bu isimlerin niçin gizlendiği insanda kuşku meydana getirmektedir
ve kimden çekindiği sorusu insanın aklına
gelmektedir.
Hz. Aişe, Kubbetü’l-Hamra’da
Ümmü Haccac ile oturuyordu. Bu esnada Mâlik el- Eşter geldi. O’na: Ya Aişe! Hz. Osman’ın
öldürülmesi konusunda ne düşünüyorsun diye sordu. O
da müslümanların imamının kanının akıtılmasını emretmekten Allah’a sığınırım dedi.[226]
Hz. Aişe’ye halifenin ölümü
soruldu. O da mazlum olarak öldürüldü. Öldürenlere lanet olsun dedi. Muhammed
b. Ebî Bekir, İbn Büdeyl ve Mâlik el-Eşter’in buna sebep olduğunu düşünerek onlara beddua
etti.[227]
Mâlik el-Eşter ve İbn Abbas Hz. Ali’ye
gelerek Hz. Osman’ın şehit edildiğini haber verdi. Hz. Ali
de oğlu Hasan ve Ammar b.
Yasir’i Kûfe’ye gönderdi. Yolda Mesruk b. Ecda’ ile karşılaştılar. Mesruk onlara:
“Ya Ebal Yakazan! Hz. Osman’ı öldürdünüz dedi. Hz. Ali böyle bir suçlama ile
karşı karşıya kalınca çok zoruna
gitti ve “Allah’a yemin olsun, bunun gibi bir ceza ile daha cezalandırılmamıştık. Eğer sabrederseniz bu
sabredenler için daha hayırlıdır” dedi.[228]
Alkame, Mâlik el-Eşter’e: “Seni Basra’dan
çıkarmasından dolayı Hz. Osman’ın öldürülmesini çirkin mi görüyorsun” dedi.[229]
Muhtemelen sürgünlerden dolayı Eşter’in içinde intikam
hırsının olduğu düşüncesi ile böyle bir
soru sormuş olabilir.
Bazı kaynaklar Mâlik
el-Eşter’i katiller arasında
saysalar da[230] bu husus
kesin olarak doğru değildir. Yukarda da
anlattığımız
gibi ortama büyük bir kargaşa hakimdir. Ancak olayın
boyutları çok yönlüdür. Böyle önemli bir olayda dahi birileri birilerinin
sırtından pay kapma çabası içine girmişlerdir. Birilerini
katillikle suçlamışlar konumlarını
güçlendirmişlerdir.
Birilerini hedef göstermişler kendilerine taraftar
toplamışlardır.
Böylece çarkı kendi lehlerine çevirmeyi başarmışlardır
HZ. ALİ
DÖNEMİNDE MÂLİK EL-EŞTER
1.Hz.
Ali’nin Halîfe Olması ve Mâlik el-Eşter’in Katkısı
Hz. Peygamber’den sonra
seçilen halifeler farklı şekillerde halife seçilmişlerdir. Hz. Osman
şehit edilince Medine
sokaklarında insanlar halife seçme telaşına düştüler. Hz. Ali de: Ey
insanlar! Acele etmeyin, Muhakkak Ömer mübarek birisi idi. Kendisi şûrayı vasiyet etti. İnsanlar da kendi
aralarında istişare ettiler, o zaman
insanlar beni seçmediler. Diyerek bu ateşten gömleği giymek istemedi. Ancak
insanlar; Hz. Osman katledildiği için bu görevden
kaçınırlar. İşte o zaman ümmet
ihtilafa düşer,
ümmet dağılır
dediler sonra tekrar Hz. Ali’ye vardılar, O’nun halife olması için ısrar
ettiler. Mâlik el-Eşter: Ey Ali! Elini uzat
sana bey’at edeyim dedi. Elini tuttu, Hz. Ali de elini çekmek istedi. Eşter de üç defa tekrar
etti. Kabul etmezsen hakkımı helal etmem dedi. Sonra bey’at etti arkasından
Kûfe’den gelenler de bey’at ettiler. Kûfeliler Hz. Ali’ye ilk bey’at eden kişinin Mâlik el- Eşter olduğunu naklederler. Böylece
35/657 senesinde Hz. Ali halife oldu. [231]
Hz. Ali ilk başta kabul etmek istememiştir çünkü halife olunca
halifeliğini
herkes kabul etmesi gerekir. Bölünmeler olmaması için umumun kabul edeceği kıstaslara göre bu
makama oturmak lazımdır. Aksi takdirde umuma şamil bir temsil olmaz.
Bunun için kendine göre bazı kıstaslar geliştirmek istemiş
ancak o
sırada yanında bulunanların beklemeye tahammülleri yoktur. Çünkü Hz. Osman yeni
şehit edilmiş
ve
büyük bir kargaşa kapıdadır. Bu
sebepledir ki derhal bu işin çözülmesi
gerekmektedir. Bundan dolayı Hz. Ali de bazı şartlar ileri sürmek
istemiş ve
bunun için de bedir ehli kimi kabul ederse o halife olmalıdır demiştir.. Bedir ehlinin
hepsi Hz. Ali’ye Bey’at etmek istediklerini bildirdi. Ancak Hz. Ali yine bu
görevi almaktan imtina etti. Bu sırada Mâlik el-Eşter en-Nahaî gelerek: Ey
Ali! bu insanların bey’at etmek istemelerinden seni kaçındıran sebep nedir?
Niçin onların isteklerini kabul etmiyorsun dedi. Hz. Ali de hayır bunu ancak şura kararı ile kabul
edebilirim dedi. Bu esnada Mısırlılar geldi Ey Ali! Uzat elini sana bey’at
edelim, Allah’a yemin olsun ki Hz.Osman Allah rızası için öldürüldü dediler.
Ali de hayır yalan söyledin O’nu haksız yere katlettiler dedi.[232] Hz. Ali,
Hz. Osman’ın öldürülmesine bu şekilde tepki
gösterirken, bazıları O’nu katillikle suçlama cesaretini göstermişlerdir. Sanki talimatı
Hz. Ali vermiş gibi insanlar arasında
bir imaj oluşturmaya çalışmışlardır.
Hz. Ali’ye bey’at eden
ilk kişi
Talha b. Ubeydullah’tır. Benî Esed kabilesinden bir adam Talha’yı kastederek
Hz.Ali’ye ilk bey’at eden eksik bir el idi diyerek hakaret etmek istemiştir. Eşter ayağa kalktı Ey mü’minlerin
emiri! Muhacirlerin adına sana bey’at edebilir miyim? dedi. Sonra Ebû Heysem
Ukbe b. Amr ve Ebû Eyyub ayağa kalkarak Ensar ve sair
Kureyş
adına
bey’at ettiler.[233]
Bey’at etmesi için Eşter tarafından Talha
getirilince beni bırakın insanlar ne yapacak bakayım, eğer bey’at ederlerse ben
de bey’at ederim dedi. Fakat onu bırakmadılar. Eşter kılıcını kınından
çıkardı ya bey’at edersin ya da boynunu vururum dedi. Talha da senden kaçış
yok
dedi ve [234] sonunda
Eşter’in baskısı ile O da
bey’at etti. [235]
Bazıları ise Hz. Ali’ye
bey’at eden ilk kişinin Mâlik el-Eşter olduğunu söylemişlerdir.[236]
Hucr b. Adiy ayağa kalktı ve insanlara:
“Ey insanlar! Mü’minlerin emirinin davetine topluca, hemen icabet edin, ben de
ilk icabet eden olacağım” dedi. Sonra Eşter ayağa kalktı ve cahiliyye
döneminden ve insanlara olan zararlarından, İslâm’ın güzelliklerinde
kazançlarından ve Hz. Osman’ın başına gelenlerden
bahsetti. Başka kişiler de söz alarak
insanları Hz. Ali’ye bey’at için teşvik ettiler.[237]
Ayrıca Mâlik el-Eşter sözlerini şöyle sürdürdü: “Ey
insanlar! Bu vasiyet edilen birisidir, büyük nebilerin ilmine varis olmuştur. Allah’ın kitabı
imanına şahadet
etmiş, Rasûlü de onu cennetle
müjdelemiştir.
Onun faziletinde, ilminde, geçmişinde ve geleceğinde bir şüphe yoktur” dedi.[238]
Sonra Abdullah b. Ömer
getirildi ve bey’at et dediler. O da insanlar bey’at etsin ben de bey’at edeyim
dedi. Sonra bir kefil bul dediler o da bana kefil olacak kimse göremiyorum
deyince Mâlik el-Eşter hemen fırlayarak onu
bana verin de boynunu vurayım dedi. Buna karşılık Hz. Ali de bırakın
onu, O’nun kefili benim dedi. Hz. Ali de Eşter’e küçükken de
büyükken de sen hep kötü ahlaklısın dedi.[239]
Bazı insanlar ise bey’at etmek istemediler ve Şam’a kaçtılar. [240]
Hz. Ali halife olduktan
sonra birçok yerden elçiler geliyor yeni halifeye bağlılıklarını
bildiriyorlar, onu tebrik ediyorlar ve ona bey’at ediyorlardı. Yine Yemen’den
bir grup insanın geldiği haberi halifeye ulaşınca Mâlik el- Eşter’i çağırdı. O’na şehre çıkıp gelen
insanları karşılamasını emretti. O da
dışarı çıktı. Onlarla
selamlaştı
ve onlara hoş geldiniz dedi. Hayırlı
bir amaç için size geldim, sizin onları, onların da sizi sevdiği bir toplumun, adaletli
faziletli bir halifenin yanından geliyorum, Müslümanlar ondan razı oldular.
Ensar ve muhacirler ona bey’at ettiler dedi. Bu topluluk Hz. Ali’ye geldiler Eşter de oraya geldi. Şiir okuyarak onları yeni
halifeye bey’ata çağırdı.[241]
Hz. Ali, halifeliği kabul edince Kûfe
halkından Hz. Ali adına bey’at alması için oğlu Hasan ve Ammar b.
Yasir’i göndermişti. Ammar ve Hz. Hasan
Ebû Mûsa’yı ikna edemedi. Ebû Mûsa ile tartıştılar. Ebû Mûsa, Hz.
Osman’a bey’atı boynuma karşılık yaptım. Onun
katilleri bulununcaya kadar sizi desteklemeyeceğim dedi. Ebû Mûsa’yı
ikna edemeyeceklerini anlayınca Medine’ye döndüler. Durumu Hz. Ali’ye
anlattılar. [242]
Mâlik el-Eşter de Halife’nin yanına
vararak: “Ey Mü’minlerin Emiri! Ben bunlardan önce Kûfe’ye bir adam gönderdim,
onları ikna edemedi. Bunların da ikna edeceğini sanmıyorum, eğer beni de gönderirsen
onlardan kimse bana muhalefet etmez” dedi. Buna karşılık Hz. Ali de: sen de
onlara katıl cevabını verdi.[243]
Hz. Ali, Kûfe’ye çok
önem veriyordu. Bundan dolayı Eşter’i Ebû Mûsa ile
arasına elçi olarak tayin etti. O’na Abdullah b. Abbas ile git. Bozulan durumu
düzelt dedi.[244] İkisi Kûfe’ye gittiler.
Kûfe’ye vardıkları zaman Ebû Mûsa mescitte insanları toplamış
onlara
bir konuşma
yapıyordu. Eşter Mescide girmeden
oradaki insanlara benimle beraber gelin dedi. Hep beraber valinin sarayına
gittiler ve saraya girdiler. Sarayda Ebû Mûsa’nın oğlu bulunuyordu. Eşter ona Ey anasız!
Burayı terk et, Allah seni buradan dışarı atsın dedi. Bu
geceliğine
bana izin ver dediyse de Eşter bu gece burada
kalmayacaksın dedi. Eşter’in yanındaki
insanlar sarayı yağmalamak istedi fakat Eşter izin vermedi. Ben
onun komşusuyum
onlara dokunmayın dedi insanlar da bıraktılar.[245]
Bu esnada Ebû Mûsa
mescitte konuşmasına devam ediyordu.
Konuşmasında şunları söylüyordu: Ey
insanlar! Bu fitne çok derin ve ciddidir. Fitneye bulaşmamanın önemine değinerek fitneden uzaklık
açısından uyuyan uyanık olandan, uyanık olan ayakta olandan, ayakta olan
yürüyenden, yürüyerek giden koşandan, koşan da binitli olandan
daha hayırlıdır. Daha önce başımıza geldiği gibi fitne insanın
içini dondurur. Ey Peygamberin arkadaşları! Ben fitneyi
bilirim, geldiği zaman karıştırır. Ortadan kalktığı zaman da ortalık
durulur dedi.[246]
Hz. Ammar ve Hz. Hasan
Ebû Mûsa’ya: “Ey anasız! valiliği bırak, minberimizden
in” diye bağırıyordu.
Bunları peygamberden mi işittin? Ammar da: Bunları
Rasûlüllah sana özel olarak mı söyledi? dedi. Ebû Mûsa ile Ammar tartışırken Eşter’in saraydan attığı genç geldi. Şiddetli bir şekilde bağırıyordu. Ey Ebû Mûsa! Eşter saraya girdi ve beni
dövüp kovdu dedi. Ebû Mûsa hemen minberden indi doğruca saraya gitti. Eşter, O’na Ey anasız!
sarayımızdan çık, Allah seni buradan çıkarsın, Allah’a yemin olsun ki sen eski
bir münafıksın dedi. Ebû Mûsa da bu gecelik kalayım dedi. onlar ise burada
gecelemeyeceksin dediler. Halk Ebû Mûsa’nın mallarını almak istedi ise de Eşter onları men etti ve
onlara ben onu saraydan çıkardım dedi böylece insanlar ondan ayrıldılar.[247] Ebû Mûsa
bu tutumundan dolayı Eşter tarafından Kûfe
valiliğinden
azledilmiş oldu.
Eşter, Ebû Mûsa ile konuşup O’nu ikna edemeyince.
Kûfelilerden Ebû Mûsa’nın iknası konusunda yardım istedi. İnsanları topladı onlara
bir konuşma
yaptı Ey insanlar! Ceraa günü ben sizin yanınızda değimliydim eskiden onlara
verdiği desteği hatırlattı aynı desteği şimdi kendisinin istediğini söyledi. Kûfeliler Eşter’den bu sözleri
duyunca Hz. Ali’nin hilafetini kabul ettiler ve dokuz bin kişi ile Hz. Ali’ye
katılmak üzere Hz. Hasanla yola çıktılar.[248]
Böylece Kûfelilerin desteği de alınmış
oldu.
Cemel
Savaşı ve Mâlik el-Eşter
Cemel savaşı İslâm Tarihi’nde müslüman
kardeş
kanının
aktığı ve fitnenin doruk
noktasına çıktığı savaşlardan birisidir. Savaşın bir cephesinde Hz.
Ali diğer
cephesinde ise Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz.Zübeyir
bulunuyordu. Hz. Aişe bu savaşta bir deve üzerinde
savaştığı için bu savaş
İslâm
tarihine Cemel Savaşı olarak geçmiştir.
Bu savaşın bizim konumuz için
önemi ise Mâlik el-Eşter’in bu savaşta Hz. Ali’nin yanında
yer alması ve O’nunla beraber savaşmasıdır.[249] Bu savaşın niçin yapıldığını da tam olarak
anlamak zor. Ancak bazı karanlık emelleri olanlar her iki tarafa da sızarak iki
taraf arasında bir savaşın çıkmasını sağlamışlardı. Neticede kârlı
çıkan yine karanlık güçler olmuştur. Savaşın baş
aktörü
ise Abdullah b. Sebe ve arkadaşlarıdır. Çünkü savaştan önce sulh yolu
aranmış tam
sulh yapılacak iken Abdullah b. Sebe ve arkadaşları sulhu sabote etmişlerdir. Çünkü sulh görüşmeleri yapılırken
Abdullah b. Sebe arkadaşları ile bir toplantı
yapmış. Toplantıda Abdullah b.
Sebe şunları söylemiştir: “Bu sulh gerçekleşirse bizim sonumuz olur.
Hz. Osman’ın kanına karşılık bizim kanımız
istenecektir. Öyleyse bu sulhun gerçekleşmemesi için bir hile düşünmeliyiz. Bizim gücümüz
insanların aralarının bozulup karışmasındadır. Öyleyse hile
yaparak insanların aralarını bozun, yarın insanlar karşı karşıya geldiğinde düşünmelerine fırsat
vermeden harbi başlatın böylece beraber
olduğunuz kimse harpten
kaçınmaya fırsat bulamayacaktır. Allah da Hz. Ali, Hz.Talha ve Hz. Zübeyr’i istemediğimiz anlaşmayı yapamayacak kadar
meşgul edecektir dedi[250] Buradan
her iki taraf da adamlarını yerleştirdiğini ve müslümanlar
arasında büyük bir fitnenin çıkmasına sebep olduklarını açıkça görmekteyiz.
Savaş
devam
ederken Muhammed b. Ebi Bekir, Ammar b. Yasir ve arkalarından da Mâlik el-Eşter mübareze meydanına
çıktı. Bunlar grup halinde Mübareze meydanına çıkınca Hz. Aişe’nin askerlerinden
birisi kim olduklarını ve isimlerinin ne olduğunu sordu. sonra
bunların karşısına şiir okuyarak Osman
ed-Dâbbî çıktı. Ammar da şiir okuyarak ona cevap
verdi ve ikisi mübarezeye başladılar. Ammar O’na bir
hamle yaparak yendi.
Bu defa mübarezeye şiir okuyarak Eşter çıktı, aslan gibi
kükrüyordu. Karşısına ise Âmir b. Şeddat el-Ezdî isminde
birisi çıktı. O da Eşter’e önce şiirle cevap verdi. Sonra
Eşter, Âmir’e ani bir
hamle yaptı ve O’nu öldürdü. Sonra Cemel ehlinden kendisi ile mübareze edecek
birisini mübareze meydanına davet etti. Ancak karşısına kimse çıkamadı. O
da yerine döndü.[251]
Sonra mübareze meydanına
şiir okuyarak Ka’b b.
Sevr el-Ezdî isminde birisi geldi. O’nun karşısına ise Mâlik el-Eşter çıktı. Yapılan
mübarezede Eşter O’nu yendi. Ka’b’ın
arkasından genç birisi, Ezd kabilesinden Vâil b. Kesir Eşter’in karşısına mübarezeye çıktı.
Eşter onu da yendi. Yine
arkasından Cemel ehlinden Amr b. Hanfer isminde birisi çıktı Eşter O’nu da yendi. Eşter’in bu başarısı Cemel ehlini iyice
kızdırdı. Abdurrahman b. Attâb isminde birisi Eşter ile mübarezeye
çıktı. Kılıcının ağzını yalıyordu. O da şiir okuyordu. Eşter ile mübarezeye başladılar. Eşter kılıcını sallayınca
sağ
kolunu
kopardı. Sonra ikinci bir darbe ile O’nu da öldürdü. Mübareze meydanında bir
süre bekledi karşısına kimse çıkmayınca
da yerine geri döndü.[252]
Savaş
süresince
bir çok kişi
mübareze için savaş meydana çıkmış
ve bu
mübarezelerde ekseriyetle Hz. Ali taraftarlarının galip geldiklerini görüyoruz.
Eşter ise
mübareze meydanına
çıkarak en yüksek sesi ile bağırarak kendisi ile
mübareze edecek birisini ardıysa da Cemel ehlinden kimse karşısına çıkamamıştır.[253]
Bir olayı Eşter şöyle nakleder:
“Abdurrahman b. Hakim b. Hizam’la karşılaştım elinde de Kureyş’in sancağı bulunuyordu. Bunlar
Hâtem et-Tâî ile dövüşüyorlardı. Hâtem onu
yendi. Kendisi ise bir gözünü kaybetti”.[254]
Savaş
iyice şiddetlenmişti. Bu esnada Hâtem
gözünü kaybettiğinden savaşmaktan çekiniyordu. Eşter hemen yanına geldi.
Hâtem et-Tâî’ye yardım etti. Abdurrahman b. Attab’ı yere serdi.[255]
Cemel savaşında, iki taraf savaşırken mübareze usulü
savaşıyorlardı. Mübarezeye
çıkacak olan kişi Hz. Aişe’nin devesinin yularını
tutar ben falan oğlu falanım der kendini
tanıtır. Ondan sonra mübarezeye çıkardı. Bir defasında Abdullah b. Zübeyr
geldi. Ben kardeşinin oğluyum dedi. Sonra karşısına Eşter çıktı. Önce Eşter’i Abdullah b. Hakim
karşıladı. Eşter O’nu yendi. Sonra
karşısına Abdullah b. Zübeyr
çıktı. Eşter
kılıçla bir hamle yaptı. Kılıç şiddetli bir şekilde Abdullah’ın başına dokundu ve başında büyük bir yara
açtı. Abdullah b.Zübeyr ise etkisizbir vuruş yaptı. İkisi de geri çekildi.
Arkadaşlarının
yanına geldi. Abdullah b. Zübeyr “Beni ve Mâlik’i öldürün” diye bağırıyordu. Bu sözün ne
anlama geldiğini de kimse anlamamıştı. Abdullah b. Zübeyr,
Mâlik yerine Eşter dese idi herkes
anlayacaktı. Oradaki insanlar araya girdiler, birbirlerinden ayırdılar ve
onların tekrar savaşmasını önlediler.[256] Abdullah
b. Zübeyr ile Eşter’in savaştığı gün savaş
iyice şiddetini arttırmıştı ve kırkın üzerinde
insan yaralanmıştı.[257]
Burada beni ve Mâliki
öldürün demesi fJ l^luıjli Id^'j j J^'
buradaki^b^l
kelimesinin
anlamı çekip almak manasında olup cümleyi tam olarak düşündüğümüz zaman beni ve
Mâlik’i ayırın anlamına gelmektedir.[258]
Bu kelimenin bir diğer anlamı ve ya Abdullah
b. Zübeyr’in bu kelimeden kastı Mâlik ile ben ayrılınca Mâlik’i öldürün
demektir.[259]
Abdullah b. Zübeyr savaştan şöyle bir not aktarır:
“Cemel savaşında
Hz. Ali tarafından birisi ey Kureyş’li gençler! Kendinizi
koruyun ve savaşı bırakın dedi. Eğer böyle yapmaz iseniz
iki kişiden
başınıza geleceklerden
korkun dedi. O iki kişiden birisi Cündeb
b.Abdullah el-Ğamidî, diğeri ise uzun boylu birisi
idi. Aynı şekilde
mızrağı da uzun idi. O kişi ise Mâlik b. Hâris
el-Eşter idi.[260]
Cemel savaşında bir gün Ka’kaa ile
Mâlik el-Eşter
karşı karşıya geldi. Ancak Ka'kaa
savaşmadan geri döndü. Eşter ise: “Niçin geri
dönüyorsun da savaşmıyorsun?” diye sordu. O
da: “Ey Eşter!
Bizim bir çoğumuz savaşmayı sizin çoğunuzdan daha iyi
biliriz” dedi. Eşter ise onlara hücum
ederek onlardan orada kimseyi bırakmadı.[261]
Abdurrahman b. Attâb b.
Esîd, Hz. Aişe’nin tarafında Cemel
Savaşına katılmıştı. Savaşırken Eşter ile karşılaştı. Bir birleri ile savaşırken Eşter onun hayatına son
verdi.[262]
Şâ’bî’; Cemel savaşında Kureyş’ten yetmiş
civarında
insanın hayatını kaybettiğini, bir çok insanın da
yaralandığını
nakleder.[263]
Savaş
esnasında
bazı insanlar Hz. Ali’ye gelerek bu savaşı doğru bulmadıklarını, böyle
bir savaşın
caiz olmadığını,
müslüman’ın kanının ve malının diğer bir Müslüman’a helal
olmadığını
söylemişlerdi.
Hz. Ali kendisinin de onlar gibi düşündüğünü, kendisinin de bu
savaştan hoşnut olmadığını söylemiştir. Ancak daha önce de
ifade ettiğimiz
gibi savaşa
sebep olan ve savaşı körükleyenler fitneci
çevreler olduğu için gerek Hz. Ali ve
gerekse Hz. Talha ve Hz. Zübeyr yazılan senaryoyu oynamak zorunda kalmışlardır.[264]
Mâlik el-Eşter, Hz. Aişe’nin huzuruna çıktı.
Hz. Aişe
O’na : “Ey Eşter! Sen benim kardeşimin oğlunu öldürmek istedin,
bu maksatla O’nun başına vurdun” dedi. Eşter de öldürmek
isteseydim öldürebilirdim dedi.[265]
Cemel savaşı sona erdikten sonra
Mâlik el-Eşter,
Ebû Âsım’a “git bir deve satın al ve onu Hz. Aişe’ye götür” dedi. Ebû
Âsım da yetmiş dirhem karşılığında besili bir deve
satın aldı. Mâlik el-Eşter, bu deveyi Hz. Aişe, Basra’dan Medine’ye
giderken kullanması için hediye etmek istemişti. Ebû Asım deveyi
satın alarak Hz. Aişe’nin yanına getirdi ve
Bunu sana Eşter
gönderdi. “Bu deveyi götür. Hz. Aişe’ye hediye et” diye
söyledi.’ dedi. Hz. Aişe de: “kardeşimin oğluna yaptıklarından
dolayı O’nun selamını kabul etmiyorum diyerek, Eşter’in yaptıklarından
dolayı ona öfkeli olduğunu ifade ederek deveyi
de Eşter’e iade etti. Hz. Aişe kardeşinin oğlunu çok seviyordu. Eşter’in O’nu yaralaması
Hz. Aişe’ye
çok ağır gelmişti.[266]
Abdullah b. Zübeyr b. Avvam Hz. Aişe’in kız kardeşinin oğludur.
Dolayısıyla Hz. Aişe O’nun teyzesidir.[267]
Aralarında böyle bir akrabalık bağı bulunmaktadır.
Cemel savaşından sonra Mâlik el-Eşter Hz. Aişe’nin yanına geldi ve
aralarında şöyle
bir konuşma
geçti. Hz. Aişe, Eşter’e: “Sen benim yeğenimi öldürmek istedin”
dedi. Eşter
de: “O da beni öldürmek istemişti” dedi. Buna karşılık hz. Aişe de; Hz. peygamber müslüman’ın,
müslüman’a öldürme kastı ile taarruz etmesini yasakladı.’diyerek. Bu manaya işaret eden üç hususun dışında müslüman’ın kanı
müslüman’a helal olmaz delilini hatırlattı.[268]
Hz. Ali Cemel savaşı bittikten sonra elli
gece Basra’da kaldı. Daha sonra Basra’ya İbn Abbas’ı vali tayin
etti. Kendisi de Kûfe’ye gitti. Eşter de Hz. Ali’den önce
Hz. Ali’nin emri ile Kûfe’ye gitti.[269]
Hz.
Ali’nin Muaviye’yi Kendisine Bey'ata Daveti
Hz. Ali, halife olunca
hilafetini sağlamlaştırmak için İslâm devletinin
valilerini de bey’ata davet etti. Medine, Mısır, Kûfe valileri Hz. Ali’ye beyat
ettiler. Önemli bir şehir olan Şam ise henüz Hz. Ali’ye
beyat etmemişti. Hz. Ali halife
olunca Muaviye Şam valisi idi. İslâm birliğinin sağlanması için bütün şehirler bağlılığını bildirmesi
gerekmekte idi. Bunun için Hz. Ali Şam valisi Muaviye’yi
bey’ata çağırmak
istiyordu. Bu düşüncesini ortaya koyunca
Cerir b. Abdullah elçi olarak gitmek istediğini Hz. Ali’ye bildirdi.
“Beni elçi olarak gönder, onları sana itaate davet edeyim” deyince, Mâlik el-Eşter de orada
bulunuyordu. Eşter ise Cerir’in elçi
olarak gitmesini istemiyordu. Bunun için Hz. Ali’ye: “Cerir’i elçi olarak
gönderme o hevâsına düşkün birisidir, bu işi yapamaz dedi. Hz. Ali
ise: “Bırak gitsin, ne yapacağını görelim, bakalım
bize nasıl bir netice ile dönecek” dedi. Hz. Ali, Ensar’ın ve Muhacirinin
kendilerini desteklediğini ve beyat ettiğini bildiren ve Şamlıları da bey’ata
davet eden bir mektup yazarak Cerir’e verdi ve onu gönderdi.[270]
Burada Eşter, Cerir’in elçi
olarak gitmesini engellemeye çalışmıştır. Çünkü Cerir’e
güvenmemektedir. Onun içinde düşmanlık olduğunu sezmekte ve O’na karşılık kendisinin
gitmesinin Hz. Ali için daha hayırlı olacağını düşünmekte idi. Her yolu
denedi ise de bunu başaramamıştır.
Cerir b. Abdullah,
Muaviye’ye gitti, Hz. Ali’nin mektubunu O’na iletti. Sonra tekrar Medine’ye
döndü. Şam’da
olup bitenleri anlattı. Şamlıların Muaviye’nin
etrafında toplandıklarını ve Hz. Osman’ın intikamını almak istediklerini, savaşa hazırlandıklarını, Hz.
Osman’ın vefatına ağladıklarını, O’nun
ölümünün sebebini Hz. Ali gördüklerini, Hz. Ali’nin O’nun öldürülmesini
engellemediğini
ve öldürenlerin de Hz. Ali’ye sığındığını iddia ettiklerini
söyledi.[271] Durum
gösteriyor ki Şamlılar Hz. Ali’yi Hz.
Osman’ın şehit
edilmesinden sorumlu görmektedirler.
Bu sırada Cerir’in
gelmesiyle, Muaviye Cerir’den aldığı izlenimlerle bir durum
değerlendirmesi yapmak
istedi. Bir süre düşündü Amr b. As ile bir
durum değerlendirmesi
yaparak Hz. Osman’ın intikamını almaya karar verdi.[272]
Cerir, böyle bir cevap ile
gelince Mâlik el-Eşter Hz. Ali’ye: “Ben
sana O’nu gönderme demiştim ve sana olan düşmanlığını da hatırlatmıştım, keşke ben gitseydim, onlara
açık kapı bırakmazdım, bütün kapıları kapatırdım” dedi. Buna karşılık Cerir de: “Sen
gitseydin seni öldürürlerdi. Çünkü seni Hz. Osman’ın katillerinden biri olarak
biliyorlar” dedi. Eşter de Cerir’e: “Ey
Cerir! Allah’a yemin olsun, oraya ben gitseydim onların o sözüne karşılık ağzını payını verirdim. Eğer Mü’minlerin emiri
bana yetki verse seni ve senin gibileri bu iş düzelinceye kadar hapse
tıkardım” diye Cerir’e çıkıştı.[273]
Sonra Cerir, Medine’yi terk etti karkisya denilen yere yerleşti.[274]
Cerir’in elçi olarak
gönderilmesi kararı doğru bir karar mıydı tartışılabilir. Acaba Eşter’in Cerir b. Abdullah
hakkındaki endişeleri yerinde miydi. Hz.
Ali’nin bu kararı isabetli miydi. Neticesine baktığımızda Eşter haklı çıkmaktadır.
Muhtemelen Cerir kimin tarafında olduğunu tam olarak belli
etmemiştir.
Muaviye’ye verdiği bilgilerle İslâm tarihindeki en
büyük bölünmenin fitilini ateşlemiştir. Şamlıların Eşter konusundaki düşüncelerini de kanaatimce
biraz abartmıştır. Gerçi Muaviye’nin Eşter hakkındaki düşüncesini Şam sürgününden biliyoruz
fakat Muaviye’ye elçi olarak gönderilen kişinin biraz daha
dirayetli olması yerinde olurdu. Belki dirayetli, güçlü bir kişinin gönderilmesi ilerde
olacak büyük savaşları, bölünmeleri ve
çıkabilecek fitneleri önleyebilirdi. Cerir hakkında böyle bir kanaatimizin
olmasının sebebi ise Sıffîn savaşı başlamadan önce Hz. Ali,
Cerir b. Abdullah el-Becelî’ye bir mektup yazdı. Cerir b. Abdullah o Tarihte
Hemedan valisi idi. Cerir’den kendisine katılmasını istedi.[275]
Cerir bu daveti kabul etmedi. bundan dolayı da valilikten alınındı.
Hz. Ali Basra’dan
Kûfe’ye doğru
yola çıktıktan sonra 36/658 senesinin Recep ayında Kûfe’ye ulaştı. O tarihte Cerir b.
Abdullah Hemedan’da vali idi ve onu azletti.[276]
Elbette valilikten azledilmesi Cerir b. Abdullah’ın hoşuna gitmemiştir.
Cezire
Halkı ile Eşter’in Savaşı
Cezire halkı Hz. Osman’ı
destekliyordu. Hz. Osman şehit olunca Muaviye’ye
be’yat ettiler ve O’nun emrine girdiler. Cezire halkının Muaviye’yi desteklediği haberi Hz. Ali’ye ulaşınca Hz. Ali, Eşter’i çağırttı. O’nu cezire ve
civar beldelere vali olarak görevlendirdi. Dahhak b. Kays el-Fihrî de o
tarihlerde Haran’da vali idi. O da Muaviye tarafını desteliyordu. Dahhak’a, Eşter’in yola çıktığı haberi ulaşınca Rakka halkını Eşter’i karşılamak için
görevlendirdi. Onların başında da bir grup askerle
Semmâk b. Mehrame bulunuyordu.[277]
Eşter bir grup Kûfeli
askerle beraber harekete geçti. Onlarla Harran şehri yakınlarında karşılaştı. Akşama kadar kısa süreli
bir çatışma
oldu. Gece yarısına kadar süren savaşta Dahhak ve arkadaşları yenilip Harran şehrine sığındılar. Eşter de onları takip etti
ve Harran ‘a geldi, şehri kuşattı. Harran’ın kuşatıldığı haberi Muaviye’ye ulaşınca büyük bir ordu ile
Abdurrahman b. Halid b. Velid’i Haran’a gönderdi. Abdurrahman’ın yolda olduğu haberi Eşter’e ulaşınca onları Rakka’nın dışında bir yerde karşıladı ve onları fena bir
şekilde yendi. Sonra
Rakka’ya dönüp şehri tekrar kuşattı.
Dahhak b. Kays, Eşter ile karşılaşmak ve Rakka’dan onları
uzaklaştırmak
için Harran’dan yola çıktı. Eymen b. Harim el-Esedî de büyük bir ordu ile Şam’dan Dahhak’a yardım
etmek için geldi. Eşter ve askerlerini kuşattılar. Eşter ve askerleri ise
büyük bir sabır ve kahramanlık göstererek Muaviye’nin göndermiş
olduğu orduyu yendiler.
Bundan sonra Mâlik el-Eşter Cezire ve havalisini
sağlam bir şekilde güvenlik altına
aldı. Baş kaldıranları
da itaati altında topladı.
Mâlik el-Eşter’in Ceziredeki başarıları Hz.Ali’ye ulaşınca Hz. Ali hemen
hutbeye çıktı. Allah’a hamd ve senadan sonra, “bütün mahlukatı Allah yaratmıştır ve O herhangi bir kişinin yaptığı haksızlığa razı olmaz. Bizim işimiz sağlam bir şekilde devam etmektedir.
Bizler ecdadımıza sövmeyiz” diyerek uzunca bir hutbe okudu ve halka Mâlik el-Eşter’in başarılarını haber verdi.[278]
Artık Hz. Ali ile
Muaviye arasında kılıçlar çekilmişti. Savaş
hazırlıklarının
hızla sürdüdüğü bir anda Hz. Ali halkı
savaşa teşvik ederken Fezâra
kabilesinden Erbid diye isimlendirilen bir adam Hz. Ali’ye: “Sen bizi daha önce
Basra’da olduğu gibi Şam’a kardeşlerimize karşı savaşa, birbirimizi öldürmeye
mi gönderiyorsun? Vallahi asla bunu yapmayacağız” diye itiraz edince.
bu sırada Eşter
bu cahil de kimdir diye bağırdı. Oradaki insanlar
ona hücum etti. Fizârî kaçtı arkasından insanlar kovaladı ve O’nu yakaladılar,
tokatladılar, tekmelediler ve ayaklarıyla çiğnediler. O da bu
itirazın bedelini canı ile ödedi. Bu haber halifeye ulaşınca: “O’nu kim öldürdü?”
dedi. Halk da: Hemedanlılar ile bir grup insanın öldürdüğünü söyledi. Hz. Ali de
bunu öldüren kimi öldüreceğini bilmeyen kör
birisiymiş diyerek
diyetini ödedi.[279]
Mâlik el-Eşter ayağa kalktı ve “Ey
Mü’minlerin emiri! Bu gördüğün insanların hepsi seni
çok seviyorlar. Kendilerini sana feda ederler. Senden başka kimseyi sevmezler. Eğer bizi düşmanlarına karşı gönderirsen vallahi
ölümden kaçmayız. Muhakkak biz Hz. Ali’nin Allah’ın yanında büyük bir makamının
olduğuna inanıyoruz. Yoksa
biz toplumlarla nasıl savaşırdık, mü’minler
ayaklarını nasıl sağlam basardı.
Öldürdükleri insanlardan dolayı gazaba uğrar, yapılan işlerden dolayı yer onları
karanlıkta bırakır. Onlar da dünyayı tercih ederlerdi.” diyerek Hz. Ali’yi övmüş, O’nun davasının haklı
olduğunu ve bu yüzden de
insanların O’nu desteklediğini aksi takdirde
etrafında toplanmayacaklarını ifade etmek istemiştir.
Hz Ali de: “Ey Eşter! Doğru söyledin, yol müşterektir, hakikatte
insanlar eşittir.
Görüşlerin en iyisi
insanların maslahatına uygun olandır. Kişiye niyet ettiğinin karşılığı vardır. Başına kaderinde ne varsa o
gelir.”diyerek O’na cevap verdi.[280]
Bir defasında savaşla ilgili görüşler ileri sürülürken
Mâlik el-Eşter:
“Ey Ali! Bana söz düşerse biz doğrudan Şam’a saldırırsak, bu
kadar askere onlar karşı koyamazlar, eğer böyle yaparsan da en
zor yere beni görevlendir” dedi.[281]
Muaviye Şamlılara bir hutbe
okudu. Hutbede: “Haklı bir gerekçe
olmaksızın Allah’ın muhterem kulunun canına kıymayın. Bir kimse zulmen
öldürülürse onun velisine (mirasçısına) bir yetki vermişizdir; artk o da kısas
hususunda aşırı
davranmasın, meşrû hakla yetinsin. Zaten
kendisine yetki verilmekle gerekli destek sağlanmıştır.[282]’
ayetini okudu. Hz. Osman’ın mazlum olarak öldürüldüğünü söyleyip yukarıdaki
ayeti delil göstererek ben O’nun velisiyim dedi. Halk da intikam konusunda
hepimiz senin yanındayız diye beyat ettiler.[283]
Bu haber Hz. Ali’ye ulaşınca Hz. Ali acele
olarak Şam
üzerine hareket etmek istediyse de Kûfe Halkı, Hz. Ali’nin Kûfe’de kalıp onları
Kûfe’de karşılamasını
istedilerse de beş kişi; Eşter en-Nehaî, Adiy b.
Hatim et-Tâî, Amr b. El-Hamik el-Huzaî, Said b. Kays el-Hemdanî ve Hânî b. Urve
el-Mezhicî gibi şahıslar Hz. Ali’ye;
Kûfeliler için “Bunlar Şamlılarla savaşmaktan korkuyorlar,
onlarla savaşmak ölümden daha korkunç
değildir. Biz onlarla savaşarak ölmeyi istiyoruz .
Bizi onlara gönder. Allah seni sevdiğin ve razı olduğun şeyde muvaffak kılsın”
dediler. Hz. Ali bir süre düşündü sonra şehrin dışına çıkmaya karar verdi.
Bu kararı Necaşi b. Hâris bir şiirle şöyle tenkit etti:
İnsanlar kurtuluş
yerini
işaret etti.
Adiy ve Mâlik muhalefet
etti.
Şurayh ve Hânî de onlara
uydu.
Korkaklar da Şam’a gitmekten korktu. [284]
Sıffîn [285] Savaşı, Hz. Ali ile Muaviye
arasında iktidar mücadelesine sahne olan bir savaştır. Bu savaş
tarihte
kardeş
müslüman
kanının aktığı önemli savaşlardan birisidir. Mâlik
b. Hâris el-Eşter en-Nehaî de Hz.
Ali’nin yanında savaşa katılmıştır.[286]
Hz. Ali Muaviye ile
Sıffîn’de karşılaşmaya karar verince Neha’
kabilesinden bir grup insan Mâlik el-Eşter’in evinde toplandılar.
Mâlik el-Eşter
onlara Naha’ kabilesinin haricinde kimsenin olup olmadığını sordu. Onlar da
kendi kabilelerinin dışında başka kimsenin olmadığını söylediler. Eşter de: “Muhakkak bu
millet hayırlı bir işe kalkıştı. Biz daha önce
Basralılarla Hz. Ali’ye bey’at konusunda savaştık. Siz de yine aynı şekilde bize bey’at
etmeyen bir topluluğa karşı savaşa gidiyorsunuz. Herkes
kılıcını nasıl kullandığına dikkat etsin” dedi.[287]
Hazırlıklar
tamamlandıktan sonra iki ordu da Sıffîn’de buluşmak üzere yola çıktılar.
Muaviye Fırat’ın doğu tarafına geçerek
Sıffîn’e geldi ve suyun başını tuttu. Hz. Ali ve
askerlerinin suya ulaşmasını engelledi. İnsanlar Muaviye’ye
vararak: “İnsanları
susuzluktan öldürme, orada Allah’ın kulları, Hz. peygamberin ümmeti vardır”
deyince. Muaviye de suyun başından ayrıldı.
Muaviye’nin süvarilerinin başında Ebu’l-A’ver es-
Sülemî bulunuyordu. [288]
Hz. Ali, Şam tarafına kolayca
geçmek için Rakka yakınlarında Rakka halkına Fırat nehrinin üzerine bir köprü
yapılmasını emretti. Fakat arkadaşları buna karşı çıktı. Onlar nehrin
tekneler ile geçilmesini istiyorlardı. Hz. Ali yüksek bir köprü yapmayı kararlaştırdı. Eşter de Hz. Ali gibi
yüksek bir köprü yapılması taraftarı idi. Bunun için Rakkalılara şöyle seslendi: “Ey kale
halkı! Dikkat edin, ben sizin için Allah’a yemin ettim. Eğer Mü’minlerin Emirinin
geçmesi için köprü yapmaya yardım etmezseniz kılıcımı çeker, erkeklerinizi
öldürür, yurdunuza harp açar, mallarınızı da alırım” dedi. Birbirleri ile bakıştılar, Eşter’den kendilerine bir
kötülük gelmesinden korktular. Sonra köprü için yardım etmeye karar verdiler. Ağır eşyalar ile adamların bir
çoğunu karşı tarafa geçirdiler. Eşter de üç bin atlı ile
herkes geçinceye kadar bekledi, sonra onlar da geçtiler.[289]
Bu kadar kalabalık ordu
köprüden geçerken bir birlerini sıkıştırıp kendilerine zarar
vereceği
hesaba katılmamıştı. Bundan dolayı
köprüden düşme
neticesinde bir miktar zayiat verildi.[290]
Hz. Ali Fırat’ı geçince
önden bir grup asker ile Ziyad b. Nadr ve Şurayh b. Hânî’yi Fırat
nehrinin kıyısını kontrol etmek için göndermişti. Onlar bir süre
gittikten sonra Rum kalelerine geldiler. Bu esnada Ebu’l-A’ver ve Amr b.
Süfyan’ın büyük bir ordu ile gelmekte olduğunu öğrendiler. Derhal Hz.
Ali’ye haber göndererek: “Onları bize katılmaya davet ettik, ancak onlar bu
daveti kabul etmediler. Bize ne yapmamız gerektiğini bildir.” diye haber
gönderdiler.[291]
Hz Ali de Eşter’e haber göndererek
“Derhal buraya gel. Şurayh ve Ziyad, Ebu’l-
A’ver’ın gelmekte olduğunu haber veriyorlar.
Onlar şu
anda karşılamak
için hazır bekliyorlar. Onları arkadaşlarınla sen
durdurabilirsin. Gelirsen seni onlara yardım için göndereceğim. Sağ
tarafına
Ziyad’ı, sol tarafına da Şurayh’ı koy. Sen de
ortada dur. Şamlılardan kimseyi
bırakma. Ben de senin arkandan takviye olarak geleceğim” dedi.[292] O gece Eşter, Hz. Ali ile beraber
kaldılar. Sabah olunca da yanındaki askerler ile Muaviye’ye doğru hareket ettiler.[293]
Hz. Ali, Ziyad ve Şurayh’a verilmek üzere
bir mektup yazarak elçiye verdi. Mektupta, Mâlik el-Eşter’i onlara komutan
tayin ettiğini,
O’nu dinlemelerini ve O’na itaat etmelerini, herhangi bir kusur etmemelerini
emrediyordu.[294]
Hz. Ali, Eşter’i dört bin kişililik süvari ve yayadan
oluşan bir ordunun başına komutan olarak
atadı. Yanında ise Eş’as b. Kays sancağı taşıyordu.[295] Eşter askerler ile beraber
yola çıktı. Ziyad ve Şurayh ile buluştular. Hz. Ali’nin verdiği talimatları yerine
getirdiler.[296]
Akşam olunca iki ordu
arasında kısa süreli, ancak şiddetli bir çatışma oldu. Şamlılar geri çekilmek
zorunda kaldılar. Ertesi gün iki ordu tekrar savaş
durumuna
geçti. Bu defa Hâşim b. Utbe süvari ve
yayalardan oluşan bir grup asker ile
hücuma geçti. Onun karşısına da Şamlılardan Ebu’l-A’ver
çıktı. Şiddetli
bir şekilde savaştılar sonra ayrıldılar.[297]
Eşter şiddetli bir hücumda
bulundu ve Abdullah b. Münzir’i öldürdü. Abdullah b. Münzir Şam atlılarından
birisiydi.[298] Sonra Eşter: “Size yazıklar
olsun, bana Ebu’l-A’ver’ı gösterin” diye bağırdı. A’ver askerlerin
arka tarafından göründü. Eşter, askerlerini sıra
halinde yerleştirdi. Sonra O’nu
mübarezeye çağırması için Sinan
b.Mâlik en-Nehaî’yi gönderdi. “Karşısına ister sen çık,
istersen beni çıkar” diye ona talimat verdi. Sinan, Eba’l- A’ver’ın yanına
geldi. “Eşter
seni mübarezeye çağırıyor” dedi.
Ebu’l-A’ver bir süre sustu. Sonra şöyle cevap verdi:
“Muhakkak Eşter’den
korku, Hz. Osman’ın kölesine ve Hz. Osman’a yaptıklarından dolayıdır. O’nun
kötü davranışları içindir. Bunlar
O’nun imajını çirkinleştiriyor. O, Hz. Osman’ı
evinde öldürdü, onunla mübarezeye gerek duymuyorum.” diye karşılık verince Sinan, “Sen
konuştun ben dinledim. Şimdi de ben konuşayım sen dinle, sana
cevap vereyim” deyince; Ebu’l-A’ver, “Benim senin cevabına ihtiyacım yok seni
de dinleyemem” diye Sinan’ı başından savdı. Sonra
arkadaşlarına
bağırarak Sinan’ın uzaklaştırılmasını istedi.
Sinan durumu gelip Eşter’e anlattı. “Seninle
mübarezeyi kabul etmedi” dedi. Ebu’l-A’ver ise kendi kendine “akşam olunca gizlice orayı
terk ederim” diye düşündü.[299]
Hz. Ali karargah için
kendisine bir yer bulunmasını istedi. Yer ayarlanınca ağır eşyaları oraya koydular.
Sonra genç askerler kaçan Şam askerlerini takibe başladılar. Onları suyun
kenarında yakaladılar. Mâlik el-Eşter ise Hz. Ali’ye Şamlıların daha iyi bir
yer tuttuğunu
söyledi. Hz. Ali’ye “uygun görürsen onları oradan çıkaralım” dedi ise de Hz.
Ali bu fikre karşı çıktı.[300]
Amr b. el-Âs çok sayıda
asker ile Ebu’l-A’ver ve Yezid b. Esed’e yardım etmek için savaş
meydanına
çıktı. Eşter,
Amr’ın Eba’l-A’ver’a yardım ettiğini görünce O da Eş’as b. Kays ve Şibs b. Rib’î’ye yardım
etmek için Hz. Ali tarafından büyük bir ordu ile savaş
meydanına
geldi. Aralarında şiddetli bir savaş
oldu.[301]
Iraklılardan Eşter,
Şamlılardan ise Amr b.
el-Âs karşı
karşıya geldi. Aralarında
Sıffin savaşının
en şiddetli anı yaşandı.[302]
Hz. Ali her kavimden bir
kişiyi kavminin başına komutan olarak
görevlendirmişti. Mâlik el-Eşter ise bu komutanların
en büyüğü
idi. Bazı komutanlar ise; Hucr b. Adiy, Şeb’es b. Rib’î, Halid b.
Mu’temir, Ziyad b. Nadr, Ziyad b. Hafsa, Muakkil b. Kays, Kays b. Sa’d’dır.
Komutanlar sırası ile ya da şartların gereğine göre savaşa çıkarlardı.[303] Hz. Ali
her gün farklı birisini komutan tayin eder o gün o kişi savaşırdı. Fakat en çok Mâlik
el- Eşter’i komutan olarak
tayin etmiş ve
en çok Eşter
savaşmıştır.[304]
Mâlik el-Eşter cesurca savaşması neticesinde
Ebu’l-A’ver’i geri çekilmeye mecbur etmiştir. Böylece su yolunu
kontrol altına almıştır.[305]
Bir defasında sabah
olunca Hz. Ali Kûfelileri ve Basralıları süvari ve yaya gruplara böldü. Basralı
süvarilerin başına Sehl b. Huneyf,
Kûfeli yaya askerlerin başına Ammar b. Yasir,
süvarilerin başına ise Mâlik el-Eşter, Basralı yaya
askerlerin başına ise sancakla beraber
Kays b. Sa’d, Hâşim b. Utbe ve Mü’sir b.
Fedekî et-Temimî’yi getirdi.[306] Kendisi
de kalan askerler ile beraber onları arkadan destekliyordu[307]
Safer ayının ilk
Pazartesi günü Iraklılardan komutan Kays b. Sa’d, Şamlılardan ise İbn Zü’l-Kela idi. Bunlar
şiddetli bir şekilde savaştılar. sonra yerlerine
döndüler.
Savaşın yedinci günü, Safer
ayının ilk Salısı Kays’dan sonra Kûfelilerden Mâlik el-Eşter, Şamlılardan ise karşısına Habib b. Mesleme
çıktı. Bunlar da gün boyu şiddetli bir şekilde savaştılar[308]
Iraklılar on bir saf
halinde Sıffin’de toplandılar. Çatışmaya ilk olarak
Kûfeliler başladı. Komutan olarak
Kûfelilerin Başında Mâlik el-Eşter, Şam askerlerinin başında ise Habib b.
Mesleme bulunuyordu. Tarih ise Safer ayının ilk Çarşambası idi. Şiddetli bir şekilde savaştılar. Sonra öğlen olunca iki ordu da
karargâhlarına geri çekildi[309]
Savaş
anında Şamlılar ilerlemeye başladılar bu esnada bazı
Hz. Ali taraftarı kişiler telaşa kapıldılar. Mesela Hz.
Ali’nin oğlu
Hüseyin ve Muhammed Hanefi gibi. İbn Büdeyl ise yanında üç
yüz kişilik
bir asker ile Şamlılara saldırıyordu
ancak Eşter
İbn Büdeyl’e: “Yerinde
bekle, acele etme, bu senin için daha hayırlı olur. Arkadaşlarınla burada bekle”
diye söylemişse de İbn Büdeyl Eşter’in emrine uymayıp
yanında bir miktar asker ile Şamlılara saldırıya
geçti. Bir süre sonra İbn Büdeyl ve arkadaşları Muaviye ile karşılaştılar. Etrafları
Muaviye’nin askerleri tarafından kuşatıldı. İbn Büdeyl bu çatışmada hayatını kaybetti.
Birçok kişi
de yaralandı.[310]
Şamlılar bu çatışmada komutanın kim olduğunu bilmiyorlardı.
Muaviye: komutanları kim? diye sorunca askerler kim olduğunu bilemedi. Sonra
Muaviye Abdullah b. Büdeyl olduğunu gördü. Bunun
akabinde Eşter
bazı cesur kişileri ve yenilip kaçan
askerleri yanına alarak bir grup askerle saldırıya geçti. Çok şiddetli bir çatışma oldu. Muaviye’nin
askerlerinden dört safı dağıtıldı. Eşter Muaviye ile burun
buruna geldi. Aralarında bir sıra (saf) asker kalmıştı. Bu askerler
kaçmamaya söz vermişlerdi. Ancak onlardan
sadece bir kısım asker dayanabildi. Onlar da Muaviye’nin etrafını sarmış, O’nu korumaya çalışıyorlardı. Eşter, Muaviye için “O’nu
gördüm küçük birisi idi. Az kalsın benim cesaretli olmam O’nu korkutup
kaçıracaktı” dedi.[311]
İbn Büdeyl’in öldürülmesinden
sonra Perşembeyi
Cumaya bağlayan
gece, Hz Ali kabileleri savaşa hırslandırmaya çalışıyor, onlara sabırlı
olmayı, sağlam
durmalarını, emrediyordu. Kendisi ordunun ortasında, Eşter sağında, solunda ise İbn Abbas bulunuyordu. İbn Büdeyl’in intikamını
almak için şiddetli
bir şekilde saldırdılar.[312]
Sıffîn savaşında Hz. Ali tarafından Şamlılara karşı en çok mübarezeye
çıkan kişi
Mâlik el-Eşter
idi. Ezd Kabilesinden birisi Eşter için “Allah’a yemin
olsun ki ya o beni öldürür ya da ben onu öldürürüm” deyip Eşter’e hücum etti. Eşter de ona hücum etti. Eşter ona vurunca atın
ayakları arasında kaldı. Sonra arkadaşları koşup onu yaralı olarak
kurtardılar.[313]
Komutanlar sırası ile
savaşıyorlardı. Aynı şekilde savaşın yedinci günü önce
Kays b. Sa’d, ile İbn Zü’l-Kelâ savaştılar. Onlar ayrılınca
Mâlik el-Eşter
savaşmaya başladı.[314]
Her iki ordu
karargâhlarını kurduktan sonra küçük çaplı çatışmalar ve birbirlerini
sınama taktikleri ile bir biri güçlerini deniyorlardı. Hz. Ali ve taraftarları
arasında karargah yeri konusunda bir ihtilaf çıkmış
askerlerin
ısrarları neticesinde yer değiştirilmişti. Akşam olunca Muaviye
askerleri ile beraber Hz. Ali’nin değiştirdiği yere gizlice geldi.
Ertesi gün sabah olunca askerler Muaviye’nin askerlerini orada görünce şaşırdılar Hz. Ali de yerin
değiştirilmesinden pişman oldu. Sonra yanına
Mâlik el-Eşter
ve Eş’as b. Kays’ı çağırdı.
Onlara, siz düşüncenizde bana galip
geldiniz. Muaviye ise suyun kenarını tutmuş. Siz onları daha önce
sudan uzak tuttuğunuz gibi şimdi de onlar sizi sudan
men edecekler deyince. Eş’as da : “Ey mü’minlerin
emiri! Bozduğum işi düzelteceğim, ben seninleyim. Elim
de senin elinden önce o kavmin üzerinde olacaktır” dedi.
Sonra Eş’as, kabilesine yüksek
sesle : “Ey topluluk! Bugün beni utandırmayın, beni üzmeyin sizinle Şamlılara karşı kahramanlar gibi savaşacağım.” dedi. Halk da hemen
O’nun çağrısına
cevap verdiler. Zırhlarını giyip, miğferlerini taktılar;
ellerine kılıçlarını, oklarını alarak hemen yola çıktılar. Eşter de kendi arkadaşlarına haykırdı. Aynı şekilde onlar da
silahlanarak hemen hazırlandılar ve Eşter’in çağrısına icabet ettiler.
Derhal Şamlılara hücum ettiler.
Bu arada Şamlılarda
Firuz b. Akkî isminde birisi şiir okuyarak öne atıldı.
Buna Eşter
hücum ederek karnından yaraladı. Sonra Şamlılara haykırarak;
“Kim benimle mübareze edecek?” dedi. Karşısına Mâlik b.Edhem
isminde birisi çıktı. Bu kişi Şam süvarilerinden idi.
Sonra Eşter
ona hücum etti ve onu yendi.
Eşter tekrar: “Kim benimle
mübareze edecek?” diye haykırdı . Karşısına Ziyad b. Ubeyd
el-Kinanî çıktı. Eşter onu da yendi. Sonra
tekrar haykırdı: “Kim benimle mübareze edecek?” Bu defa karşısına Zâmil b. Ubeyd
el-Harâmî çıktı. Eşter ona saldırınca Şamlı hiçbir şey yapamadı. Eşter onu okla yaralayınca
ok darbesi ile yere yıkıldı.
Sonra karşısına Mâlik b. Ravza
çıktı. Şöyle
diyordu:
Senin yada benim ölmem
önemli değil,
Senden önce beş
kişiyi öldürdüm,
Hepsi de senin gibi
kahramandı.
Sonra Eşter ona da saldırdı ve
onun da hayatına son verdi. Harp iki grup arasında iyice şiddetlenmişti. Şamlılardan harb meydanına
Zü’z-Zalim ve Zü’l-Kela’ çıktı onların da karşısına Eş’as ve Eşter çıktı. O iki Şamlıyı da yendiler.
Mübarezelerden sonra
Hicazlılar ve Iraklılar bir birlerine bağırarak hep beraber hücum
ettiler. Şamlılardan
bir miktar asker hayatını kaybetti. Akşam olunca da herkes
mevzilerine geri çekildi. Eş’as, Hz. Ali’ye gelerek,
“Savaşımızdan memnun musun?”
diye sordu. Hz. Ali de: “Evet sizin savaşınızdan razıyım” diye
cevap verdi. Sonra Hz. Ali, Eşter ve Eş’as’a gelerek
gösterdikleri kahramanlıktan dolayı onları taltif etti.[315]
Bir Cuma günü savaş
çok şiddetli idi. O gün Eşter ordunun sağ
tarafında
savaşıyordu. Kazanmaya çok
yaklaşmıştı. Şamlılar telaşa kapılarak: “Ey Arap
topluluğu
size ne oluyor? Allah için, kadınlarınız ve çocuklarınız için durmayın savaşın.” diyorlardı.[316]
Hz. Ali Said b. Kays, Beşir b. Amr ve Şeb’es b. Rib’î’yi
Muaviye’ye elçi olarak gönderdi. Muaviye’den savaşı bırakmasını, kendisine
bey’at etmesini ve onlardan bu konuda Muaviye’nin düşüncesinin ne olduğunu öğrenmelerini istedi.
Ancak Muaviye bu isteğe olumsuz cevap verdi.
“Biz, Hz. Osman’ın kanının bedelini istiyoruz. Arkadaşınıza söyleyin
aramızdaki meseleyi ancak kılıç halleder” dedi.[317]
Savaş
süresince
defalarca mübarezeler yapılmıştır. Yine bir gün
Abdurrahman b. Halid b. Velid mübareze meydanına çıkmıştı. Hz. Ali
taraftarlarını mübarezeye davet etti, karşısına da Mâlik b. Hâris
el-Eşter çıktı. Eşter kılıcını sallayınca
Abdurrahman’ın başına isabet etti.
Abdurrahman, Muaviye’nin yanına vararak: “Nedir bu bizim başımıza gelenler? Hz.
Osman’dan da kan aktı. Bizden de kan akıyor, kanımız durmuyor. Bu kanlar aktığı sürece bizden hiç
kimse sağ kalmayacak”
diye şikayette bulundu.
Muaviye de: “Ey kardeşimin oğlu! Sıkıntıya düşmek için koşmuyoruz. Dinin ve nefsin
için savaştığın sürece sana isabet
eden şey, herkesin başına gelebilir” diye
cevap verdi. Abdurrahman b. Halid: “Ey Muaviye! Siz niçin savaşmıyorsunuz?” deyince.
Muaviye de: “Ey kardeşimin oğlu! Ben de savaşacağım” şeklinde cevap verdi.[318]
Muaviye atı ile meydana
çıktı. Mübareze edecek birisini çağırdı. Karşısına Said b. Kays
çıktı. Muaviye onu kabul etmedi ve geri döndü. Said de yerine dönünce bu defa
mübareze meydanına Hz. Ali geldi. Kendisi ile mübareze yapacak birini çağırdı. Karşısına Abdullah b. Ömer
çıktı. Hz. Ali, İbn Ömer’e: “Yazık sana,
baban sağ olsaydı
benimle savaşmazdı. Sen Hz.Osman’ın
kanını mı istiyorsun?”dedi. Sonra Eşter’e onun karşısına çık mübareze et
diye emretti.[319]
Abdullah, Eşter’e
yaklaştı. Eşter’in kim olduğunu bilmiyordu. Sen
kimsin? dedi. Eşter de “ben, Mâlik b.
Hâris en-Nehaî’yim, ben Eşter’im, Irak’ın erkek
yılanıyım. Sen ise Hz. Ömer’in oğlu, Kureyş’in hayırlılarındansın”
deyince,[320] Abdullah
da: “Sen benim dengim değilsin deyip bir süre düşündü biraz bekledikten
sonra “Sen olduğunu bilseydim karşına çıkmazdım. Uygun görürsen
çekileceğim”
dedi. Eşter
de: “Benimle mübarezeden kaçınmaktan utanmıyor musun? Ben Yemenli bir adamım
sen ise Kureyş’li bir gençsin” dedi.
Abdullah da: “Hayır, vallahi seninle mübarezeden ayrılmaktan utanmıyorum”
deyince, Eşter
de “git ama bir daha tanımadığın kişilerle mübarezeye çıkma”
dedi.[321] .
Abdullah b. Ömer, özrünü
beyan ederek Muaviye’nin yanına geldi. Muaviye bu halin nedir? deyince,
Abdullah da: “Bana bir şey sorma, kara aslanın
pençesi, Eşter
en- Nehaî ile mübareze etmedim” dedi. Muaviye de “niçin mübareze etmedin? O
senin dengin idi, karşısına çık mübareze et”
dedi. Abdullah da “O şimdi orada duruyor olsa
çıkarım fakat O şimdi orada değildir” diye cevap verdi.
Muaviye, “Bak! Ben Said b. Kays ile mübareze ettim. O da aynı O’nun benzeri gibiydi”
dedi. Abdullah da, doğru söyledin ancak sen de
O’nu yenemedin diye karşılık verdi. Muaviye de
“O’nu önemsemedim. Hz. Ali olsa onunla mübareze yaparım, benim dengim O’dur”
dedi. Bu arada Hz. Ali meydana çıktı: “Ey Muaviye! Gel mübareze yapalım, kim kazanırsa
hak onun olsun” diye meydan okuyunca. Muaviye, karşısına çıkmaya cesaret
edemedi. Abdullah ise “Ne bekliyorsun? Bak! İşte arzuladığın an geldi” dedi ise de
Muaviye, Onun karşısına çıkmaya cesaret
edemedi.[322]
Savaş
esnasında
Iraklıların sağ tarafı yenilmek üzere
iken Hz. Ali sol tarafa geldi. Eşter ile karşılaştı. Ali O’na: “Ey Eşter!” dedi. Eşter de: “Buyur” diye
mukabelede bulundu. “Şu insanların yanına git,
onlara ölümü dünyada aciz bırakmadan ölümden nereye kaçıyorsunuz? Sizin için
dünya baki değil” diye söyle dedi. Eşter onların yanına vardı
ve onlara: Ey İnsanlar! Bana bakın, ben
Mâlik b. Hârisim, dedi. Sonra insanların kendisini Eşter olarak bildikleri
aklına gelince “Ben Eşter’im, Ey insanlar!
Beni dinleyin, benim yanıma gelin” dedi. Bazıları geldi bazıları gelmedi.
Ayrıca onlara şöyle hitap etti: “Bugün
sizin çirkin gördüğünüz savaşta babalarınız çok
sabırlı idi. -Eşter’in çağrısına Mezhicliler hemen
cevap verdiler.- O devamla şöyle diyordu: “Siz de
çok sabırlı idiniz ve bundan dolayı da rabbiniz sizden razı idi. Hal böyle iken
size ne oluyor da düşmanlarınızdan
kaçıyorsunuz. Üstelik siz savaşçı bir milletin
evladısınız ve siz cesur bir milletin arkadaşlarısınız, siz aydınlık
yarınların çocuklarısınız, siz atla savaşan bir milletsiniz ve
siz çağ kapatan
bir toplumsunuz” dedi. Mezhiclilere hitap ederek: “Niçin düşmana hücum etmiyorsunuz?
Bugün kavminiz üzerinde kötü bir imaj bırakmaktan kaçının, düşmanla karşılaşma konusunda dürüst olun
kaçmayın. Allah doğrular ile beraberdir.
Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki bunların ( Şamlıları kastederek)
sinek kanadı kadar değeri yoktur” deyince,
onlar da nerede istersen orada savaşırız dediler. Eşter de onları önemli bir
kanat olan sağ tarafa yerleştirdi. [323]
Bu savaşta üç tane kardeş
sancağı sıra ile aldılar ve
öldüler. Sonra birisi bu kavmin hepsi helak olacak dedi ve sancağı başkasının taşımasını istedi. Şamlıların sancağı birkaç tane el değiştirdi Onlar: “Ya hep
öleceğiz ya da zafer kazanacağız” diyorlardı. Onların
bu sözünü Mâlik el-Eşter duyunca hemen
harekete geçti. Onlara: “Ya zafer kazanacağım ya da öldürüleceğim, bunun dışında asla savaşı terk etmeyeceğim” dedi.[324]
Sonra Eşter sağ
tarafa
gitti. İnsanlar
da vefa ve sabır üzere onun yanına toplandılar. Askerlerin güçlenmesi için,
kazanmak için bir araya geldiler. Ziyad b. Nadr askerlere yardım ediyordu. Eşter: Bu kim? dedi. Ziyad
b. Nadr dediler. O, Abdullah b. Büdeyl ve arkadaşlarına yardım etmişti. Hemen oraya geldi.
Sağ
tarafın
sancağını eline aldı ve yere
düşünceye kadar savaşmaya devam etti. Sonra Eşter Ziyad b. Kays’ın
yanına geldi. O da düşmanla savaşıyordu. Bu kim? diye
sordu. Oradakiler Ziyad b. Kays dediler. Mâlik el- Eşter onların böyle
kahramanca savaşmalarını görünce hayran
kaldı ve “Bu ne güzel bir sabır, ne büyük bir iş, insan bunlarla beraber
savaşmayı terk edip,
öldürmekten ve öldürülmekten kaçarsa utanç duymaz mı?” dedi.[325]
Savaş
devam
ederken bir gün akşam oldu ve ordular
birlerinden ayrıldılar. Ertesi günün sabahı Hz. Ali askerlerini
cesaretlendirmek için bir konuşma yaptı. Onların
kaçmamalarını, biraz daha sabırlı olmalarını istedi. Kuran’dan bazı ayetler
okuyarak onların morallerini yükseltmeye çalıştı.[326]
Sonra Mâlik el-Eşter ise: “Ey insanlar!
Allah’ın nimetlerine ve lütuflarına karşı hamd ediyoruz. Savaşmakla hayırlı bir sonuca
ulaşmayı ve cezadan da
kurtulmayı ümit ediyoruz. Yanımızda Hz. Peygamberin amcasının oğlu var. O seyfullah’tır
ve Hz. peygamber ile ilk namaz kılan kişidir. O hiç namaz
geçirmemiştir.
O’nun bir kusuru, suçu ve bir eksiği yoktur. O dinde
fakihtir, Allah’ın koyduğu sınırları bilen
birisidir. O güzel sabır, hilim ve iffet sahibidir. Allah’tan korkun. Size
sabretmek ve doğru olmak yaraşır. Muhakkak siz hak
üzeresiniz” diyordu. Sonra başkaları da söz alarak bu
mahiyette çeşitli konuşmalar yaptılar.[327]
Savaş
birbirlerinin
moralini bozma amacıyla mübarezeler ile devam ediyordu. Şamlılardan Yezid b.
Ziyad isminde birisi mübareze meydanına çıkarak mübareze edecek birini çağırdı. Karşısına Mâlik el-Eşter çıktı. Birbirleri
ile karşılıklı
vuruştular ve neticede Eşter O’nu yendi.[328]
Sonra mübarezeye Amr b.
el-Âs çıktı. Amr, Mâlik el-Eşter’in kabilesini küçük
düşürücü şiirler okuyordu. Bu
sebepten dolayı herkesin sabrı iyice taşmaya başladı. Eşter, üç yüz atlının
arasından hemen fırladı ve Amr b. el-Âs ile savaşmaya başladı. İkisi arasında savaş
iyice
kızışmıştı. Birbirlerine
üstünlük sağlayamıyorlardı.
Eşter bu esnada şöyle mülahaza ediyordu.
Kim galip gelirse onun tarafı üstünlük sağlayacak ve daha fazla
hırslanacaktır. Aynı şeyleri Amr da mülahaza
ediyordu. Eşter
ve arkadaşları
Amr’ın tahrik edici davranışları sonucu şiddetli bir şekilde saldırdılar,
onları Muaviye’nin çadırına kadar kovaladılar. O gün onlardan seksen kadar kişi hayatını kaybetti.
Birçoğu da yaraladı. Amr da o
yaralılar arasında idi. Muaviye durumu görünce dehşete kapıldı.[329]
Savaş
esnasında
Mâlik el-Eşter,
sadece Bedir Ehli’nin bulunduğu bir grup askerle özel
bir görev için Şamlıları aldatmak
maksadıyla Şamlılara
bir taarruzda bulunmuştur.[330]
Bir defasında Şamlılardan mübarezeye
Âmir b. Nevze isminde birisi çıktı. Hucr b. Adiy O’nu yaralamayı düşündü, fakat Eşter ondan önce
davranarak şiddetli
bir darbe ile onu yaraladı. Sonra Şamlılardan başka birisi çıktı. Eşter onu da yendi. Sinan
isminde birisi geldi. Konuşma fırsatı vermeden Eşter onu da yendi.
Bu olay Muaviye’ye çok ağır geldi. Mervan b.
Hakem’in yanına geldi: “Ey Mervan! Yazık, bu durum beni çok üzüyor. Karşısına bizden kim
çıkıyorsa bunun bedelini hayatı ile ödüyor” dedi. Mervan b. Hakem de “karşısına Amr b. el-Âs’ı
çıkaralım, O senin için büyük bir kahramandır.” Muaviye de: “Sen de benim için
önemli birisin, senin yerinde olsam karşısına çıkardım” dedi.
Fakat Mervan b. Hakem kabul etmedi.
Sonra Muaviye, Amr b.
el-Âs’a geldi: “Ey Abdullah’ın babası! Eşter’e karşı atınla beraber senin
çıkmanı istiyorum, O’nun yaptığı işler beni çok üzdü, bize
çok zarar verdi. Bu gün bir sürü Şam atlısı O’nun yüzünden
hayatını kaybetti” deyince Amr da: “Ben onun karşısına çıkarsam Mervan
gibi demem” dedi. Muaviye de: “Sana öncelik verdim, erteledin. Ben seni dahil
ettim, sen çıkardın. Sana ikram ettim, sen ise kendine haram kıldın” deyince
Amr da: “Hayır, sen beni yardımcı olarak getirdin” diye cevap verdi.[331] Burada
Amr, Muaviye’ye vermiş olduğu desteği çekmekle tehdit etmiştir.
Sonra Amr seçkin dört
yüz Şam askeri ile Eşter’e doğru yola çıktı.
Mezhicliler Amr’ın askerlerle Eşter’e doğru yürüdüğünü görünce Eşter de Neha’
kabilesinden iki yüz askerle onlara hareket etti.[332]
İki grup karşı karşıya gelince bir
birlerine saldırdılar. Amr ile Eşter karşı karşıya gelince yaralamak
için Eşter,
Amr’a vurdu. Amr O’nu aldatmak istedi, fakat başaramadı. Sonunda eğeri kesildi, mızrağı kırıldı ve yere düştü. Çenesi yere çarpınca
bazı dişleri
kırıldı. At ise Amr ile Eşter arasında kaldı.
Mervan da: “Ey Ebû Abdullah! Nedir bu halin? deyince, Amr da “Ne olduğunu görüyorsun” dedi.
Mervan da: “Sen bu halinle mi? Mısır’ı aldın” dedi.
Bir genç Amr’ın bu
halini görünce kızdı. Sonra şiir okuyarak Eşter’in yanına doğru geldi. Eşter O’na baktı o daha
çok gençti. Eşter onunla savaşmayı kendine
yediremeyerek: “Ey Genç! Bu gençle savaş, o senin dengindir”
diyerek oğlu
İbrahim b. Eşter’e gönderdi. İbrahim onu yaraladı. Bu
her iki taraf arasındaki savaş çok şiddetli oldu ve birçok Şamlı öldü.[333]
Bir başka mübarezede Bisr b.
Ertâe meydana çıktı. Bisr, Amr b. el-Âs’ın düştüğü duruma çok gülmüştü. Daha sonra Amr da
ona gülecektir. Bisr savaş meydanına gelince hemen
karşısına Mâlik el-Eşter çıktı. Eşter bir hamlede
omurgasını kırdı. Bisr de attan yere düştü ve bir süre acı
çektikten sonra hayatını kaybetti.
Sonra Eşter, Eş’as b. Kays, Adiy b.
Hâtim, Said b. Kays, Amr b. Hamik, Süleyman b. Sured, Hârise b. Kudâme,
Iraklılar ve Hicazlılardan oluşan yaklaşık bin kişilik bir asker ile Şamlılara şiddetli bir şekilde saldırdılar.
Onları yerlerini terk etmek zorunda bıraktılar.[334]
Bir gece Muaviye’nin
askerleri arasından Şamlı Esba’ b. Dırar
isminde birisi gizlice casusluk yapmak amacıyla ayrıldı. Hz. Ali onu yakalamak
için Mâlik el-Eşter’i görevlendirdi. “Eğer onu bulursan öldürme
bana getir” dedi. Eşter onu buldu, esir
olarak aldı ve onu gece atının yanına getirerek sıkıca bağladı. sabahın olmasını
beklemeye başladı. Adam öldürüleceğini düşünerek şiir söylüyor kötü sonu
hatırlamak istemiyordu.[335]
Eşter onun şiir okumasını duyunca
kendi kendine mırıldanıyor sanmıştı. Sabah olunca onu Hz.
Ali’ye götürdü. “Ey Mü’minlerin Emiri! Bu adamı esir ettim, öldürmedim, Allah’a
yemin olsun senin için öldürülmesi daha iyi olsaydı onu öldürürdüm, sabaha
kadar benim yanımda kaldı, gece boyu şiir okudu. Eğer uygun görürsen onu
bana ver” dedi. Hz. Ali de: “Ey Eşter: Ehli kıble
öldürülmez, fidyesi de olmaz” deyince Eşter de ona iyi muamele
de bulundu ve onu çözdü.[336]
İki ordu arasında savaşın en şiddetli anında Hz. Ali,
Eşter’e haykırdı. Eşter Kûfeliler ile,
Abdullah b. Abbas’a, O da Basralılara haykırarak, askerleri ile beraber top
yekün saldırıya geçtiler. Şam askerleri ise bozulup
dağılma noktasına geldi.
Bir birlerine bakıyorlar fakat söyleyecek bir şey bulamıyorlardı, dehşet ve korku içinde
idiler. İnsanlar
sancaklarını bırakmışlardı. Hz. Ali, Rebîa’nın
sancağının yanına gitti,
beraber tutuyorlardı. Sonra Mâlik el-Eşter geldi, yaralanmıştı ateşler içinde idi. Hz.
Ali’yi Rebîa’nın sancağını tutarken gördü,
tekbir getirdi. “Ey Ali, Ey Mü’minlerin Emiri! Atlar, at gibi, insanlar insan
gibi, Allah’a hamd olsun üstünlük bu saatte bizimdir. Sen olman gereken yere
git. İnsanlar seni orada
görmek istiyorlar” dedi. Sonra Hasan, Hüseyin ve Muhammed Hanefi ile ehl-i
beytin diğer
üyeleri de geldi.[337]
Hz. Ali on bin kişi ile saldırıya geçti. Şamlılar yenilmenin eşiğine geldiler. Artık
umutlarını da kesmeye başladılar. Atların
ayakları hep kan oldu. Muaviye, Amr b. Âs’a döndü: “Ey Ebû Abdullah! Bugün
sabır günü yarın da gurur günü” dedi. Amr: “Doğru söyledin, bu gün hak,
ancak hayatta kalmak şüpheli, eğer Hz. Ali saldırırsa
sonu kötü olacak” dedi.[338]
Bu esnada Eşter amcasının oğlunun yanına geldi.
Onları savaşa
teşvik ediyor ve şöyle diyordu: “Ey
Mezhicliler! Kaya gibi sert olun, sabırlı olun, dişinizi sıkın, eğer siz rabbinizden
gelene, rabbiniz de sizden razı olursa düşmanınıza üstün
gelirsiniz. Siz Arapların çocukları, savaşçıların arkadaşları, avcıların
çocuklarısınız. Siz hücumu seversiniz, ölümden korkmazsınız” dedi. Mezhicliler
ile beraber Eşter büyük bir saldırıya
geçti. Şamlılar
ise tereddüde düştüler. Eşter o gün yağız bir at üzerinde idi
ve elinde Yemen’e ait genişçe bir tabak
bulunuyordu. Parlak bir şey idi. Kaldırdığı zaman insanın gözünü
alırdı. Onunla kendini oklara ve kılıç darbelerine karşı koruyordu[339]
Savaş
gün
boyu şiddetli bir şekilde devam etmiş
hatta gece
sabaha kadar sürmüştü. Soğuk bir gece idi. Savaşırken mızraklar kırılmıştı. Hz. Ali de bir o
tarafa bir bu tarafa gidiyor, savaşı idare ediyor,
askerlere emirler vererek gerekli önlemleri alıyordu. Eşter ise o gün sağ
tarafta
savaşıyor bir taraftan da
arkadaşlarını
Şamlılara karşı motive ediyordu.
“Onlar mızrak kullanırsa, siz de mızrak kullanın. Onlar ok kullanırsa, siz de
ok kullanın” diyordu. Askerler de aynısını yaptılar. Eşter baktı ki netice
alınamıyor sonra atını getirtti.
Sancağı ise Hayyan b. Hevze
en-Nahaî’ye teslim edip atına bindi ve askerlerin arasında atını hızla sürerek
“Kim canını Allah’a satmak istiyorsa gelsin, Eşter ile savaşsın” diye bağırmaya başladı. Halk Eşter’i bu şekilde görünce hepsi
etrafında toplandı. Sonra Eşter yanına toplanan bu
askerler ile sağ tarafta savaşmaya başladı. “Durmayın
saldırın, amcam ve dayım size feda olsun, Allah onlardan razı oldu. Onlar dini
yüceltmek için savaştılar” diyordu. Sonra
atını sürdü, yanındaki askerler de onunla beraber saldırıya geçti. Şamlıları karargâhlarına
kadar sürdüler.[340]
Askerlerden birisi Hz.
Ali’ye gelerek “Eşter gösteriş
için
savaşıyor, Allah rızası için
savaşmıyor” dedi. Adamın bu
sözleri Eşter’e
ulaşınca Eşter buna çok üzüldü.
Sonra o kişi
böyle düşündüğü için pişman oldu.[341]
Cündeb b. Züheyr bir gün
Hulde b. Hâlid el-Ensarî’nin karşısına mübarezeye çıkmıştı. Yapılan mübarezede
Cündeb b. Züheyr hayatını kaybetti. Eşter, O’nun ölümüne çok ağladı. Hz. Ali O’na “Seni
ağlatan nedir? Allah senin
gözlerini ağlatmasın”
dedi. Eşter
de: “Ey Mü’minlerin! Ben görüyorum ki insanlar senin elinle savaşıyorlar, ölüyorlar.
Ancak ben şehit
olamadım, bu feyze nail olamadım” deyince Hz. Ali de ağzını hayırdan aç dedi.[342]
Abdullah b. Âmir, bana
kavmimden bir adam: -Sıffin savaşında savaş
tüm şiddeti ile devam
ederken- “Mâlik el-Eşter durmadan bazen atlı
olarak, bazen de yaya olarak savaşıyordu. Bizim karşımıza bir adam çıktı ki
daha önce bu büyüklükte bir adam hiç görmemiştik. Kendisi ile
mübareze edecek birini çağırdı. Karşısına Eşter’den başka hiç kimse çıkamadı.
Birbirlerine birer kılıç salladılar ancak Eşter ilk vuruşta onu yendi” diye
nakleder.[343]
Eşter’in yaptıklarını
gören Ezd kabilesinden birisi intikam almak için Eşter’e saldırdı. Vallahi
ya öldüreceğim
ya da öleceğim
dedi ancak o da Eşter’e mağlup oldu.[344] Eşter Sıffîn savaşında onlarca mübareze
yapmıştır. Ancak biz bir
kısmını anlatmakla yetindik. Bunları da Eşter’in Sıffîn savaşında ne kadar önemli
birisi olduğunu
ifade etmek için nakletme gereği duyduk.
Leyletülherirde Muaviye
savaşı kazanamayacağını anlayınca hileye başvurdu. Maksat Hz.Ali
taraftarlarının savaşma azmini kırmak, savaş
neticelenmeden
savaşı durdurmaktı, yoksa
anlamışlardı
ki kendileri yenileceklerdi. Bunun için mızrakların ucuna Kuran sahifelerini bağladılar ve Hz. Ali ile
taraftarlarını Allah’ın kitabına çağırıyorlardı. “Allah’ın
kitabı aramızda hakem olsun” diyorlardı.[345]
Ancak bu çağrı ile yapılan hile
yerini bulmuş ve neticesinde Mü’sir b.
Fedekî ve Ziyad b. Husayn et-Taî bir grup adamla Hz. Ali’ye gelerek “Ey Ali! Bu
çağrıya kulak ver, Hz.
Osman’ın başına
gelenleri biliyorsun. Osman b. Affan’ı biz öldürdük. O, bize Allah’ın kitabına
göre hükmetmekten kaçınmıştı. Onun için onların,
Allah’ın kitabına uyma çağrısına cevap vermen
gerekiyor. Yoksa seni onlarla baş başa bırakır ya da seni Hz.
Osman gibi öldürürüz” diye tehdit ettiler.[346]
Hz. Ali de bu olayın bir
hile olduğunu
tahmin etmişti.Çünkü
bu işi tezgâhlayanlar; Amr b.
Âs, İbn Ebî Muayt, İbn Ebi Serh ve Dahhak
idi. Hz. Ali de bunların dine ve Allah’ın kitabına olan samimiyetlerine
inanmıyordu.[347]
Hz. Ali bir süre düşündü, sonra: “İlk defa Allah’ın
kitabına onları ben çağırmıştım, niçin kabul
etmediler? dedi. Durum böyleyken onların davetine benim icabet etmem yakışık almaz. Akşam halife olarak yatan
birisinin memur olarak uyanması uygun olmaz. Bu gün nehyeden birisi iken
nehyedilen birisi olamam. Siz hayatta kalmayı seviyorsunuz harpten de
kaçıyorsunuz. O halde sizin çirkin gördüğünüz bir şeye sizi sevk etmem Eşter’e haber gönderin
gelsin” dedi. Eşter ise o sırada
Muaviye’nin askerlerini yenmek üzere idi.[348]
Hz. Ali Mâlik el-Eşter’e savaşı bırakıp gelmesi için
bir elçi gönderdi. Eşter de elçiye “Şimdi buradan ayrılacak
zaman değil”
diye cevap verdi. Eşter’in yanından sesler
yükselmeye başladı. Hz. Ali’nin böyle
bir tuzağa
alet olmasını kendilerine yedirememişlerdi ve çağrıya cevap vermediler. Eşter gelmeyince Hz.
Ali’ye tekrar “Biz senden Eşter’in savaşı bırakıp gelmesini
istedik. Ona savaşmayı emretmeni
istemedik” dediler. Hz. Ali de: “Nasıl böyle bir şey yapabilirim, hep
sizin yanınızdaydım” deyince, onlar da: “Ya Eşter savaşı bırakır gelir ya da
seni halifelikten azlederiz” dediler. Sonra Hz. Ali güvenilir bir arkadaşına, Yezid b. Hânî’ye Eşter’e git fitne çıktığını söyle dedi.[349]
Elçi birkaç defa Hz. Ali
ile Eşter arasında gidip gelmişti. Bundan maksat Mâlik
el- Eşter’e zaman kazandırmak
idi. Hz. Ali ise Eşter’e bu durumu elçi ile
haber vermiş,
“Allah sana fethi nasip edinceye kadar yerinden ayrılma” demiştir.[350]
Hz. Ali’nin elçisi Yezid
b. Hânî bu defa Eşter’e bir mektupla
gelince, Eşter:
“Muhakkak halife beni havaya kaldırılan bu Mushaflar için çağırıyor” dedi. Elçi de:
“Evet, onun için savaşı bırak, halifenin
yanına git” dedi. Eşter de: “Bu Mushaflar
havaya kaldırılınca, Amr b. el-Âs’ın araya fitne sokmak için başvurduğu bir hile olduğunu anlamıştım” dedi. Sonra elçiye
dönerek: “Bana az bir zaman verin, görmüyor musun? zafere çok yaklaştım” dediyse de. Elçi Eşter’e: “Senin zafer
kazanman Mü’minlerin Emirinin hayatından daha mı önemli?” diye cevap verdi. Eşter de: “Hayır, Allah’ı
tenzih ederim ki böyle bir şeyi asla sevmem” diye
cevap verdi. Elçi de: “O zaman hemen halifenin yanına dön, bazıları: Ya Eşter’i getirirsin ya da
Hz. Osman’ı öldürdüğümüz gibi seni de
öldürürüz” diyerek halifeyi tehdit ettiklerini söyledi.[351]
Sonra Eşter kızarak ayrıldı ve :
“Ey Iraklılar, ey alçaklar, korkaklar! Yazıklar olsun size. Onlara üstünlük sağlamıştım, onları yenecektim.
Böyle bir zamanda Mushafları yukarı kaldırarak sizleri aldatacaklarını
biliyorlardı. Siz de bu hileyi anlayamadınız. Sonra da sizi Kuran’ın hükmüne çağırdılar. Siz de buna
aldandınız.”diyordu.[352]
Eşter onlara: “Yazık, bana
azıcık bir zaman verseydiniz fethi hissetmiştim zafere inanıyordum,
zafer yakındı” deyince. Âsiler de: “Yalan söylüyorsun” dediler. Eşter ise: “Bana biraz
süre verin, ben üstünüm” dediyse de onlar: “Hayır, senin hatana ortak olamayız,
onlar bizi Allah’ın kitabına çağırdılar. Biz de bu çağrıya icabet etmeliyiz” şeklinde cevap verdiler.
Eşter ise: “Sizin gibiler
öldürüldü, ancak adi ve soysuzlarınız kaldı. Sizin hayırlılarınız öldü, ancak
batıl yolda olanlar kaldı” dedi. Bu defa âsiler: “Ey Eşter! Bizden uzak dur,
sana da arkadaşına da itaat etmeyeceğiz, biz mızrakların başında Mushafları gördük
Mushaf’ın hükmüne çağrılıyoruz” diyerek karşı çıktılar.[353] Mâlik
el- Eşter de: “Hayır, Allah’a
yemin olsun, aldatıyorsunuz ve aldanıyorsunuz. Savaşı bırakmaya çağrıldınız ve savaşı bıraktınız deyip isyan
eden gurubun yanına geldi ve onlara: “Ey korkaklar topluluğu! Sizin namazınızın
ahirete olan özleminizden dolayı olduğunu sanırdık. Sizin savaştan kaçmanızın sebebini,
dünyaya olan sevginizden olduğunu görüyorum. Zalim
kavimler gibi Allah’ın rahmetinden uzak kalasınız” dedi. Bir birlerine
hakaretler ettiler Hz. Ali’nin araya girmesi ile kavga önlendi ve sonra sakinleştiler.[354]
Hz. Ali’nin arkadaşlarından birisi,
“Mü’minlerin Emiri kabul etti, Kuran’ın hükmüne razı oldu. Kendinizi tehlikeye
atmayın” dedi. Buna karşılık Eşter, “Hz. Ali kabul
ediyorsa, Mü’minlerin Emiri razı ise ben de kabul ediyorum” diyerek O da Hz.
Ali’nin kararına uydu.[355] Gerçi
halife asilerin dayatması sonucu savaşı sona erdirmek zorunda
kalmıştı. Maksat ise fitnenin
daha fazla büyümesini ve müslümanların bölünmesini önlemekti. Ancak bunda da başarılı olunamamıştır.
Muaviye, “Mushafları
kaldırınca Eşter bizden vazgeçti. O
gün Hz. Ali’den benim için bir eman alınmasını isteyecektim. Hatta firar etmeyi
dahi düşünmüştüm” dedi.[356]
Savaş
sona
ermişti. Barış
anlaşması yapılacaktı, bazı
insanlar Muaviye’nin temsilcisi olurken bazıları da Hz. Ali’nin temsilcisi
oldular. Hz. Ali’nin temsilcileri: Eş’as b. Kays, Abdullah b.
Abbas, Said b. Kays, Verkâ el-Becelî, Abdullah el-Iclî, Hucr b. Adiy el-Kindî,
Abdullah b. Tufeyl, Ukbe b. Ziyad, Yezid b. Huciyye, Mâlik b. Ka’b, idi. Ancak
barış
metni
yazıldıktan sonra küçük bir anlaşmazlık çıktı. Sahifenin
adının sulh anlaşması diye yazılmasına Eşter kızdı ve “Ben savaşı kazanıyordum, ancak
bazıları baskı ile engellediler” diyerek itiraz etti. Eş’as b. Kays ise: “Evet,
sen zaferi görmüştün. Ancak senin sözünü
dinleyen olmadı. Allah benim kılıcımla o insanların kanını heder etsin” dedi.[357]
Sahife yazıldıktan sonra
Eşter, bu sahife kabul
edilmez aramızdaki husumeti ancak kılıç halleder diye itiraz edince; Hz. Ali
kendisinin de memnun olmadığını ancak önceden kabul
ettiği bir anlaşmayı reddetmeyi yada değiştirmeyi kendisine yakıştıramayacağını söyledi.[358]
Sıffîn savaşında Şamlılardan birçok kişi hayatını kaybetmişti. Eğer hile ile savaşı durdurmasalardı. Şamlıların savaşı kaybetme ihtimalleri
çok fazla idi.[359]
Savaş
artık
durmuştu. Şimdi sıra diğer aldatmalara geldi.
Ancak Mâlik el-Eşter her defasında savaşın devam ettirilmesi
taraftarı idi. Çünkü daha savaş neticelenmemişti. Bu şartlarda bir anlaşma yapılması Iraklıların
yani Hz. Ali’nin aleyhine olacaktı. Bir başka ifade ile Şamlılar bu durumu
rahatlıkla kendi lehlerine çevirebileceklerdi. Bunun farkında olmayan Hz.
Ali’nin etrafındaki bazı insanlar savaşın bitmesini istiyorlar
ve şiddetle Eşter’in görüşlerine muhalefet
ediyorlardı. Bu kişiler ise başta Eş’as olmak üzere Eşter’den başka savaş
isteyen
yok diye onlara tepki gösteriyorlardı.[360]
Aralarından birisi,
“Biz, Eşter’in
emri ile hareket edecek değiliz” deyince Hz. Ali de
Eşter’in emri nedir? diye
sordu. O da: “Senin ve O’nun istekleri yerine gelinceye kadar bize kılıçla bir
birimizin boyunlarını vurmamızı emrediyor” dedi.[361]
Her iki taraf da işi hakemlere bırakma
konusunda anlaştılar. Hakem tayini
konusunda da Hz. Ali taraftarları arasında ihtilaf çıktı. Hz. Ali, ısrarla
Mâlik el-Eşter’i
kendi hakemi olarak tayin etmek istemişse de bazıları da şiddetle bu fikre karşı çıkmış. Hz. Ali’yi bu
kararından vazgeçirmeye çalışmış
ve
O’nun yerine Ebû Mûsa el-Eş’arî’yi hakem tayin
etmesini istemişlerdir. Bunun görünen
sebepleri ise Mâlik el-Eşter’in yukarıda bahsettiğimiz savaş
hakkındaki
düşüncesi ve Hz. Osman’ın
öldürülmesi olayına katılanlardan olmasıdır. Ayrıca herkes biliyordu ki Eşter kolay kolay
kaybetmezdi. [362]
Bu noktadan hareketle eğer Eşter hakem olursa küçük
bir anlaşmazlıkta
savaş
tekrar
başlayabilir endişesi insanlar arasında
hakim idi. Bu kişilerin öne sürdükleri
bir diğer
gerekçe ise Eşter’in mizacı idi. İşte bütün bunlar için Eşter’in hakemliğine şiddetle karşı çıkılmıştır. Ebû Mûsa el-Eş’arî ise belki en son düşünülecek kişi idi. Çünkü Kûfe valiliğinden azli sürecine
bakıldığında
onun isabetli birisi olduğu konusunda ciddi endişeler bulunmakta idi.
Çünkü Hz. Ali’nin aleyhine bir karar çıktığı zaman ne kadar
mücadele edebileceğini kestirmek mümkün değildi.
Hz. Ali, Mâlik el-Eşter’i hakem olarak tayin
etmek istemişse de bazıları Ebû
Mûsa’nın hakem olmasını istemişler ve “Eşter’den başka yeryüzünde adam
kalmadı mı?” demişlerdi. Hz. Ali, Ebû
Mûsa’nın güvenilir olmadığını söylemiş
ise de
söz geçirememiş, sonra Abdullah b.
Abbas’ı teklif etmiş, ancak yine kabul
ettirememiştir.
Söz dinletemeyince de “Gidin istediğinizi hakem yapın” demek
zorunda kalmıştır. Bu esnada Eşter de oraya gelmişti. Hz. Ali’nin yanında
Ebû Mûsa’nın hakemliği konusunda kısa bir
tartışma daha yaptılar.[363] Ancak
netice değişmedi. Ebû Mûsa Hz.
Ali’nin hakemi oldu.
Eşter, şiddetle kendisinin hakem
olmasını istiyordu. Çünkü Muaviye’nin hakemi Arapların ünlü siyasi dehalarından
birisi, Amr b. el-Âs idi. Bunun için Eşter Hz. Ali’den Amr’ın
karşısına kendisini
çıkarmasını istiyordu ve “Eşi ve benzeri olmayan
Allah’a yemin olsun ki onunla dövüşmenin hasretini
çekiyorum” diyordu. Çünkü Amr ile görülecek bir hesabı bulunuyordu.[364]
Mâlik el-Eşter ise zaferi kazanmak
üzere olduğu
halde, savaşın
bıraktırılmasını bir türlü hazmedemiyordu. Anlaşma metni yazılmış, Eşter’e getirilmiş
ancak
sahifede Hz. Ali’nin isminin yanında halife ya da Mü’minlerin Emiri unvanını
görmemesi yine onu çok kızdırmıştır.[365]
Bir süre de bu konuda tartışıldı.
Bazıları Hz. Ali’ye
gelerek: “Eşter’in
bu sahifede iki toplumun savaşmasından başka bir şey görmüyorum” dediğini söylediler. Hz. Ali
ise buna karşılık; “Ben de esasında
buna razı değilim ve bu şartları sevmiyorum. Bir şeyi kabul ettikten sonra
değiştirilmesini istemek,
Allah’a isyan gibidir. Şüphesiz Allah’ın
kitabında: ‘Allah’ın emrini terk edenler ile savaşın’ diye
emredilmektedir. Bunun için söz verdikten sonra dönmek doğru değildir” dedi.[366]
Bütün bu olaylar Eş’as ile Eşter arasında büyük bir
tartışmaya sebep oldu. Az
kalsın ikisi arasında harp çıkacaktı. Durum böyle olunca Hz. Ali arkadaşları arasında kavga
çıkıp, arkadaşlarını kendisini terk
etmesinden korktu.[367]
Kısacası, 37/659
tarihinde 13 Safer Salı günü Muaviye ile Hz. Ali arasında savaşın bittiğine ve aradaki anlaşmazlığı hakemler yolu ile
çözüleceğine
dair bir anlaşma metni hazırlandı.[368] Mâlik
el-Eşter sahifenin yazımı
konusunda da itiraz etmiştir. Buradaki anlaşmazlık iki taraflı olmuştur. Asıl sorun ise anlaşma metnine nasıl başlanacağı konusundadır. Ebu’l
A’ver ile Mâlik el-Eşter arasında bu konu da
yine önemli tartışma olmuştur. Ebu’l-A’ver; Hz.
Ali’nin isminin başa yazılmasına itiraz
edince Hz. Ali taraftarları değiştirmek istememiş
ve
bunun için yumruklaşmışlardır. Ebu’l-A’ver ise
değiştirmek isteyince Mâlik
el-Eşter: “Ey Eba’l-A’ver!
Kılıcımla seni deşmemi ister misin? Şimdiye kadar birçok
insan öldürdüm hiç birisinin senin kadar suçu yoktu. Sen insanları birbirine düşürerek aralarında fitne
çıkarmak istiyorsun. Sen dünya için çalışıyorsun, insanları
âhiretten saptırıyorsun” dedi. [369]
Ayrıca Eşter, her zaman Hz.
Ali’nin taviz verdiği düşüncesindedir. O’na göre
bu kadar teslimiyetçi olunmaması gerekirdi[370]
Mâlik el-Eşter, Adiy b. Hâtim
et-Taî, Amr b. Hamik, Şurayh b. Hânî, E’as b.
Kays ve bazı kişiler Muaviye’ye gelerek
“Bizim adalete ne kadar aşık olduğumuzu bilirsin. Siz
Mushafları mızrakların ucuna takıp kaldırarak bizi aldattınız ve bizi Allah’ın
kitabına davet ettiniz. Biz de kabul ettik. Eğer hakemler doğru hüküm verirlerse ne
ala yoksa kanımızın son damlasına kadar sizinle savaşacağız” dediler. Muaviye ise
“Canınız ne isterse onu yapın” dedi.[371]
İki grup arasında sulh
olması beklenirken bölünme daha da derinleşti. Hariciler adıyla
yeni bir gurup ortaya çıktı. Bunlar Hz. Ali’yi terk ederek İslâm tarihindeki
yerlerini aldılar. Hz. Ali ve Eşter yine kendi nüfuz
bölgelerinde yollarına devam ettiler.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
VEFATI ve
ŞAHSİYETİ
Mâlik el-Eşter Mısır’a vali olarak
atandıktan sonra hazırlıklarını tamamlayıp yola çıktı. Kulzüm denilen yere
gelince, Dihkanlı Câyester onu karşıladı. Eşter’e, ben haraç
ehlinden birisiyim diyerek O’na saygılı bir şekilde hürmet etti. Eşter’e önce yemek mi
yoksa soğuk
bir içecek mi? istediğini sordu. Sonra O’na
önce yemekler ikram etti. Arkasından hangi içecekten hoşlandığını sordu. Ancak elinde
buz gibi bal şerbeti bulunduğunu söyledi. Daha önce
zehirli bal şerbeti hazırlamıştı. Yemekten sonra soğuk bir bal şerbetinin iyi geleceğini söyleyerek kapta
getirmiş olduğu zehirli şerbetini Eşter’e ikram etti. Eşter zehirli bal şerbetini içmeye başlayınca zehirli olduğunu anladı. Ancak
yapacak bir şey kalmamıştı. Mısır’a ulaşamadan 38/ 659 tarihinde
Kulzüm denilen yerde vefat etti.[372]
Bazı kaynaklar Mâlik
el-Eşter’in kabrinin Süleyman
peygamberin kabrinin yanında Ba’lebek’te olduğunu nakletseler de
kanaatimizce bu doğru değildir. Böyle olsa bir
çok kaynak tarafından nakledilirdi. Ölüm yeri bellidir, Kulzüm’de ölmüştür. Daha sonra buradan
alınıp Medine’ye götürülmüş ve oraya defnedilmiştir.[373]
Eşter’in öldürüldüğü haberi Hz. Ali’ye ulaşınca yerine Muhammed b.
Ebî Bekir’i Mısır’a vali olarak atadı. Ancak Muhammed, Muaviye ve Amr’ın çalışmaları neticesinde
istenen başarıya
ulaşamadı ve Mısır’ın
idaresi Muaviye’nin kontrolüne geçti.[374]
Daha sonra Muhammed b. Ebi Bekir de hunharca öldürüldü.[375]
Mâlik el-Eşter’in ölümü Şam ve Irak cephesinde
farklı yankılar meydana getirmiştir. Eşter’in ölümü, Muaviye,
Amr ve Şamlılar
tarafından sevinçle karşılanmıştır. Amr b. Âs, bal şerbetini Allah’ın bir
askeri diye sena etmiştir.[376]
Muaviye, Şamlılara: “Hz. Ali, Eşter’i Mısır’a vali
olarak göndermişti. Onun işinin bitirilmesi için
Allah’a dua ediyorum” dedi. Bir çok Şamlı, Eşter’e karşı beddua ediyordu. Bu
esnada Eşter’i
zehirleyen kişi Eşter’in öldüğü haberini getirdi.[377] Şamlılar ve Muaviye bu
habere çok sevindiler, çünkü Eşter’in öldürülmesi ile
Hz. Osman’ın intikamının alındığını düşünüyorlardı.[378] Bize
göre sevinmelerinin bir diğer sebebi ise Hz.
Ali’nin kolunun biraz daha zayıflaması idi. Böylece Muaviye’nin nüfuzu biraz
daha artacaktı.
Muaviye Dımaşk camiinde hutbeye
çıkarak Şamlılara
bir konuşma
yaptı. Konuşmasında:
Allah’a hamd ve senadan sonra, “Hz. Ali’nin iki tane sağ
kolu
bulunuyordu. Birini Sıffin’de kestim. Buradaki bahsettiği kişi Ammar b. Yasir’dir. Diğerini de bu gün kestim”
diyerek Mâlik el-Eşter’i öldürttüğünü ilan etmiştir.[379]
Hz. Ali, Eşter’in ölümünü duyunca,
“Allah’tan geldik. Allah’a döneceğiz” dedi. O’nun ölümü
Hz. Ali’ye çok acı geldi. Önce inanmak istemedi. Tahkik ettirince doğru olduğu kesinleşti. Elleri ve ağzı kendine çok ağır geldi. Kelimeler boğazında düğümlendi. “Böyle
sonuçlanacağını
bilseydim O’nu Mısır’a göndermezdim” dedi.[380]
O’nun ölümünden dolayı çok üzüldü, çok acı çekti.[381]
şöyle dua ediyordu:
“Mâlik, Allah’ın yanına gitti. Acaba onun bir benzeri daha bulunur mu? Onun karşısında demir olsa erir
itaat ederdi. Taş olsa toz olurdu. Onun
için yas tutun.” [382]
II. ŞAHSİYETİ
I.Fizikî Özellikleri
Mâlik el-Eşter, uzun boylu, iri
vücutlu birisi idi. Bu yapısı ile de meşhur olduğu için Yezid b. Ebî
Süfyan “O’nu gördüğüm zaman, fiziki
yapısından onu hemen tanırdım” diye nakleder.[383]
Eşter çok heybetli birisi
idi. Ata bindiği zaman ayakları yerde
sürünürdü.[384] Bu
yapısı ile düşmana korku salmış
dostlarına
da güven kaynağı olmuştur.
Mâlik el-Eşter kabilesinin
reislerinden idi. Bundan dolayı kabilesinde sözü geçen birisi idi. Araplarda
kabile reisi olmak çok yönlü olmayı gerektirir. Çünkü kabile reisi o kabilenin
göstergesidir ve iyi bir şekilde kabileyi temsil
etmesi icab eder.
Eşter kahraman birisidir.
Belki Arapların en kahramanlarından birisidir. Hayatını incelediğimizde İslâm tarihinde
kahramanlık yönünden bir sıralama yapmak istesek Hz. Peygamberden sonra Hz.
Ömer, Hz. Ali, Hâlid b. Velid gibi bazı kahramanlardan sonra herhalde Mâlik
El-Eşter gelirdi. Burada
sadece kahramanlık açısından konuyu değerlendiriyoruz. Yoksa
genel manada Hz. Peygamberden sonra sahabe, onlardan sonrada tâbiîler şeklinde sıralanır. Ancak
bazı insanlar cüz’î bir konuda maharet kazanmış olabilir.
Mâlik el-Eşter, İnandığı davaya hiç çekinmeden
canını dahi verebilirdi. Bunu Rumlara karşı mücadelesinde gözünün
birisini kaybetmesinden de açıkça anlıyoruz. Bazıları da: “O’nun gibi kahraman
sahabeden sonra görülmemiştir” diyerek ne kadar
büyük birisi olduğunu veciz bir şekilde ifade etmişlerdir. [385]
Mâlik el-Eşter, iyi bir binicidir.
Ömrünün çoğu
at sırtında geçmiş ve onun için her zaman
süvarilerin komutanlığını yapmıştır.[386]
Hz. Ali kahramanlığı sebebiyle O’na
seyfullah lakabını vermiştir.[387]
Savaşlarda kimse Mâlik el-Eşter’in karşısında duramıyor,
mübarezeye çıksa dahi bunu çoğunlukla hayatı ile
ödüyordu. Özellikle Rumlarla mübarezelerinde en önemli Rum reisleri karşısında dayanamayıp Eşter’in karşısına mübarezeye
çıkmalarının bedelini hayatları ile ödemişlerdir.
Aynı şekilde müslümanlar
arasında çıkan iç savaşlarda da Eşter kahramanlığını, gücünü, en şiddetli bir biçimde
ortaya koymuş, karşısına çıkanlar Eşter’in kılıcı altında
hayatlarını kaybetmişlerdir. Bu sebeple Eşter birçok müslümanın
ölüm fermanını yazmıştır. Eşter’in kılıcı ile
hayatını kaybeden insanların bazıları: Muhammed b. Talha,[388]
Hâris b. Cabir,[389] Ka’b b.
Müdlic,[390] Ka’b b.
Sevr el-Ezdî, Vâil b. Kesîr’dir.[391]
Eşter, yapmış
olduğu bütün mübarezeleri
muhakkak kazanmıştır. Öldürülmekten ya da
ölmekten hiçbir zaman korkmamıştır. Yine bütün savaşlarda hep en ön saflarda
savaşmıştır.
Bir gün Mâlik el-Eşter, Şurahbil b. Sımt’ın
idaresinde bir grup askerle beraber bir yere giderlerken namaz vakti gelmişti. Can güvenlikleri olmadığı için Şurahbil guruba namazı
binek üzerinde kılmalarını emretti. Ancak Eşter cesaretinden dolayı Şurahbil’i dinlemeyerek
atından indi ve namazı yerde kıldı. O’nun cesaretini anlamayanlar fitneye sebep
oluyor diye Eşter’i suçlamak istemişlerdir. [392] Ancak
O’nun bu hareketi âmire itaatsizlik değil cesaretinin bir
göstergesidir.
Ayrıca kahramanlıkları
sebebiyle destanlara dahi konu olmuştur. Muhammed b.
Hüsam’ın kaleme aldığı Hâverânnâme adlı
destanın konusunu Hz. Ali’nin Eşter ve Ebu’l - Mihcen’le
birlikte doğu
ülkesi hükümdarı Kubat’a karşı yaptığı savaşlar oluşturur. Ayrıca bu eser
adı bilinmeyen bir mütercim tarafından kısaltılarak Hâverzemin ismiyle
Türkçe’ye çevrilmiştir.[393]
Mâlik
el-Eşter’in Cezire Valiliği
Aslında bu konu
kronolojik olarak Sıffîn savaşından önce anlatılması
gerekirdi. Ancak takip ettiğimiz konu tertibi sonucu
burada anlatmayı uygun bulduk. Bu sadece tertip anlayışından kaynaklanmaktadır.
Cezire, halkı Hz.
Osman’a bağlı
bir bölge idi. Hz. Osman şehit edildikten sonra da
yine Hz. Osman taraftarlığı ile ön plana çıkmıştır. Hatta halk
Muaviye’ye bey’at etmiş ve onun emrine girmiştir. Hz. Ali, bu bölgeyi
nüfuz altına almak için, Mâlik el-Eşter’i buraya vali tayin
etmiştir. Eşter, bölgenin
hakimiyetini ele geçirmek için Cezire bölgesinde önemli savaşlar yapmıştır.
Cezire, daha çok Mudar
halkının yaşadığı bölgeyi içine almakta
ve en önemli şehri ise Harran’dır.
Dahhak b. Kays el-Fihrî, Harran’da Muaviye adına şehri idare etmektedir.
Sıffîn savaşından
önce Eşter
buraların kontrolünü eline almak için hareket etmiş, Rakka yakınlarına
geldiği zaman Dahhak, Semmak
b. Mahreme’yi Eşter’i karşılaması için büyük bir
ordu ile görevlendirmiştir.
Mâlik el-Eşter Kûfelilerden oluşan büyük bir ordu ile
Harran yakınlarına geldi. Burada Dahhak’ın ordusu ile karşılaştı. Aralarında akşama kadar şiddetli bir savaş
oldu.
Gece yarısına doğru Dahhak ve askerleri
yenildi ve Harran şehrine sığındılar. Eşter Harran’a gelerek
burayı muhasara altına aldı. Eşter’in buradaki
faaliyetleri Muaviye’ye ulaşınca derhal Abdurrahman
b. Hâlid komutasında bir orduyu buraya gönderdi. Eşter Abdurrahman’ın
gelmekte olduğunu öğrenince onları Rakka’nın
dışında karşıladı. Aralarında
yapılan savaşta Eşter, Abdurrahman ve
askerlerini büyük bir yenilgiye uğrattı. Kalanlar da Şam’a kaçarak hayatlarını
kurtardılar. Sonra Eşter, Rakka’ya gelerek şehri 394
tekrar kuşatma altına aldı.
Bu arada Dahhak, Eşter’i Rakka’dan uzaklaştırmak için büyük bir
ordu ile Harran’dan harekete geçti. Eymen b. Harim el-Esedî de büyük bir ordu
ile Şam’dan gelerek Dahhak’a
katıldı. İki
ordu birleşerek
Eşter’i kuşatma altına aldı. Eşter ve askerleri büyük
bir sabır ve kahramanlık göstererek Dahhak ve askerlerini yendi. Bundan sonra Eşter, civar beldeleri
kontrolü altına almak için faaliyetlere başladı. Yapılan bir çok
savaş
neticesinde
Eşter bölgedeki Şam hakimiyetini sona
erdirerek Cezire bölgesinin tamamını Hz. Ali’ye bağladı.[394] [395]
Mâlik el-Eşter’in Ceziredeki başarısı Hz. Ali’ye ulaşınca Hz. Ali, bu başarıdan çok memnun oldu
ve bu memnuniyetini halkla paylaşmak için hemen halka bir
konuşma yaptı. Hz. Ali o
sırada Kûfe’de bulunuyordu. Konuşmasında Allah’a hamd ve
senadan sonra, “Ey İnsanlar! Muhakkak bütün
mahlukatı Allah yaratmıştır. O yarattığı her şeyden hak, adalet
ölçüsünde razı olur. Bizim işlerimiz iyi bir şekilde devam etmektedir.
Atamız evladımıza evladımız da atamıza sövmemektedir,” diyerek uzunca bir konuşma yaptı ve Mâlik el-Eşter’in başarılarını halka duyurdu.[396]
Mâlik el-Eşter’in Cezire valiliği Mısır valisi olarak
atanıncaya kadar devam etmiştir. Ancak ileride de değineceğimiz üzere Mısır’da işlerin yolunda gitmemesi
sonucu Hz. Ali, Eşter’i Cezire valiliğinden alarak Mısır
valiliğine
atadı.
Mâlik
el-Eşter’in Mısır Valiliği
Mısır, Hz. Ali’ye bağlı bir bölge idi. Bir
süre Muhammed b. Ebî Huzeyfe b. Utbe b. Rebîa tarafından idare edildi. Hz. Ali
onu görevden aldı ve yerine Kays b. Sa’d b. Ubâde’yi vali olarak atadı O da bir
süre idare etti. Fakat istenilen düzen tutturulamadı. Zamanla buranın idaresi
bozulmaya başladı. Kays hakimiyeti
iyice kaybetmeye başlayınca Hz. Ali ona bir
mektup yazarak bu kötü gidişten kendisinin sorumlu
olduğunu ve burada başarılı olamadığını söyledi. Kays da Hz.
Ali’ye bir mektup yazarak; “Beni töhmet altında bırakma. Durumdan memnun değilsen ve benim idaremden
hoşnut olmuyorsan beni
azlet ve yerime dilediğin kişiyi tayin et.” diye
bildirdi.[397] [398]
Hz. Ali, Kays’dan böyle
bir cevap alınca onu azletmeye karar verdi. Onun yerine atamayı düşündüğü iki isim bulunuyordu.
Bunlardan birisi Mâlik el-Eşter diğeri de Muhammed b. Ebî
Bekir idi. Ancak Eşter’in atanması fikri
daha ağır
basıyordu.
Sıffin savaşı sona erdikten sonra
Mâlik el-Eşter
görev yeri olan Cezireye döndü. Bir süre görevine burada devam ettikten sonra
Hz. Ali’den gelen bir mektupla buradaki görevi 398 sona erdi.
Hz. Ali’nin Mısır’daki
valilerinin zayıf olması ve bundan dolayı burada nüfuzun zayıflaması sonucu
derhal Mâlik el-Eşter’e bir mektup yazdı.
Mâlik el-Eşter
o esnada Nusaybin’de bulunuyordu. Mektubunda: “Muhakkak sen dinin ikamesi
konusunda kendini ispatladın. Günahkarları yola getirdin. Düşmanlara karşı daha şiddetlisin. Bunun için
seni Mısır’a vali tayin etmek istiyorum. Ancak Muhammed b. Ebî Bekir’e bu
görevi vermek istemiştim fakat O daha çok
genç ve tecrübesiz. Haricilere karşı yaptığı mücadelede bu
tecrübesizliğini açıkça gösterdi.
Bunun için seni tercih etmem gerekmektedir. Yerine arkadaşlarından güvenilir
birini vali olarak bırak ve derhal buraya gel” dedi.[399]
Muhammed b. Ebî Bekir o tarihte gerçekten böyle bir görev için epeyce gençti ve
yaşı da henüz yirmi
dokuzlarında idi.[400]
Eşter mektubu alınca vakit
kaybetmeden Hz. Ali’nin yanına gelerek huzuruna çıktı ve O’na selam verdi.[401] Hz. Ali,
Mısır’daki durumu O’na anlattı. “Bu işi senden başkası çözemez, hemen
hazırlan ve yola çık, sana nasihat etmeme gerek yok, senin görüşlerin sana yeter, her
zaman Allah’a sığın ve ondan yardım iste.
Şiddet ile yumuşaklığı karıştır yumuşak davranman gerektiği zaman yumuşak ol. Şiddetten başka çaren kalmaz ise o
zaman da ölçülü ol.” diyerek bazı önemli gördüğü konuları hatırlattı.[402] Ayrıca
düşmanlara karşı savaşmayı, halkına karşı da sulh yolunu
seçmesini, şehri
imar etmesini, Allah’a karşı takvalı olmasını, O’na
itaat etmesini ve kitabında emrettiklerine uymasını, O’nun peygamberinin
yolundan gitmesini tavsiye etti.[403]
[404] Böylece
Mâlik el-Eşter’i
Mısır’a vali 404 olarak
atamış
oldu.
Eşter halifenin huzurundan
ayrıldıktan sonra hemen yol hazırlıklarına başladı. Atını ve
yiyeceklerini hazırladı ve derhal yola çıktı.
Mısır’ın karışmasında Muaviye’nin
önemli rolü bulunuyordu. Bunun için bir taraftan Hz. Ali’nin Haricilerle
mücadelesini takip ediyor, bir taraftan da Mısır’ı nasıl ele geçirebilirim diye
planlar yapıyordu. Tam bu sırada Mâlik el-Eşter’in Mısır’a vali
olarak atandığı haberi ulaştı. Muaviye bu atamadan
çok tedirgin oldu. Eşter, Mısır’a ulaşmamalıydı. Çünkü Eşter’in,Mısır’ın
kontrolünü sağlayacağından emin idi. Muhammed
b. Ebî Bekir’den daha şiddetli olduğu için de bu iş
Eşter için daha kolay
olacaktı.[405]
Bunu için Eşter’in Mısır’a ulaşması engellenmeliydi. Bu
görevi de kendisine haraç veren müslüman olmayan Dihkanlılara mensup olan
Kulzüm ya da Ariş Emiri Câyester’e haber
gönderdi. Ona: “Eşter, Mısır’a vali oldu.
Onu ortadan kaldırırsan senden bundan sonra (bazı kaynaklarda yirmi yıl) haraç
almayacağım
dedi. Ceyester bunu duyunca hemen işe koyuldu, hazırlıklar
yaptı ve Kulzüm denilen yerde Eşter’i beklemeye başladı.[406]
Bazı kaynaklar Mısır’a
önce Muhammed b. Ebi Bekir’in ondan sonra Eşter’in vali olduğunu, bazıları ise Önce Eşter’in sonra Muhammed’in
vali olduğunu
ileri sürmüşlerdir.[407]
Bazılarına göre ise Hz. Ali önce Muhammed’i vali tayin etti. Sonra O’nu azletti
ve yerine Eşter’i
tayin etti. Eşter de öldürülünce sonra
tekrar Muhammed b. Eb.
Bekir’i Mısır valisi
olarak görevlendirdi.[408]
Vakidî’nin bildirdiğine göre ise Muhammed
öldürüldükten sonra Eşter vali olarak atanmıştır.[409]
Bizim kanaatimize göre ise önce Muhammed b. Ebi Bekir Mısır’a vali olarak
atanmış,
Ancak mücadele yeteneği Hz. Ali’yi tatmin
etmemiştir.
Bunu da haricilerle yaptığı savaşta üstünlük sağlayamamasından
anlıyoruz. O’na göre Mısır’a vali olacak kişinin daha güçlü ve
muktedir olması gerekirdi. Halife, bu görevi de Eşter’in başaracağı kanaatinde idi. Taberî
de bu görüşü
destekler mahiyette rivayette bulunmuştur.[410]
Bunu içindir ki halife Muhammed’e karşı Eşter’i tercih etmiştir. Önce Muhammed’i
tayin ettiyse de bu fikrinden vazgeçip Eşter’i Mısır valisi yapmıştır.
Mısır’ın idaresi iyice
bozulup, bu durum Hz. Ali’ye ulaşınca “ Mısır’da ancak
iki adamdan biri azlettiğimiz, dostumuz Kays ya
da Mâlik b. Hâris el-Eşter bulunmalı” diyerek
ancak bu iki kişinin Mısır’ı kontrol
altında tutabileceğini söylemiştir. Yine burada ilk
aklına gelen isim Muhammed’den önce Eşter olmuştur.[411]
Kays’ı alternatif olarak düşünmesi muhtemelen
bölgeyi ve halkı daha iyi tanımasından olsa gerektir. Daha sonra Eşter’i Mısır valisi
yaparken, Kays’ı da polis şefi yapmıştır.[412]
Hz. Ali Eşter’den sonra O’nun
yerine Mısır’a Muhammed b. Ebî Bekir’i vali olarak tayin etti.[413] Bu arada
Muhammed b. Ebi Bekir’e bir mektup yazdı ve mektubunda şu ifadelere yer
veriyordu: Eşter’i senin yerine
gönderdiğimden
dolayı hissettiğin kızgınlığı duydum. Bunu seni
cihattan geri bırakmak, tarafımdan rızkını arttırmak için yapmadım. Şayet elindeki gücü çekip
alsaydım, rızk konusunda seni en bol, saltanat bakımından da en rahat olana
tayin ederdim. Şüphesiz Mısır’a gönderdiğimiz zat bize
nasihatkâr, düşmana karşı da güçlü idi.
Günlerini tamamlayarak sonunda eceli ile karşılaştı. Biz ondan hoşnut olduk. Allah da
ondan razı olsun ve sevaplarını kat kat arttırsın ve sonunu iyi etsin.[414] Bu
mektuptan da anlaşılıyor ki Eşter Muhammed’e
alternatif olarak atanmıştır.
Hz. Ali, ben
Rasûlullah’ın yanında nasıl isem Eşter de benim yanımda
öyle idi diyerek Eşter’in kendisi için ne
kadar önemli birisi olduğunu ifade etmiştir.[415]
Fudayl b. Hudeyç, Mâlik
el-Eşter’in bir kölesinden şu bilgileri aktarır: Eşter öldürülünce
sakalının arasında Hz. Ali tarafından Mısırlılara iletilmek üzere yazılmış
bir
mektup bulduk. Mektubunda şöyle diyordu: Allah’ın
kulu, mü’minlerin emiri Ali’den âsilere Allah için kızan, zalimleri yerle yeksan
eden, facirleri ortadan kaldıran müslüman ümmetine, Allah’ın selamı üzerinize
olsun. Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a
hamd ederek mektubuma başlıyorum. Size Allah’ın
kullarından birisini gönderiyorum. O, korkulu günlerde uyumaz, o düşman’a karşı ateşin yakmasından daha şiddetlidir. O Mâlik b.
Hâris’tir. Mezhiçlilerin kardeşidir. Onu dinleyin ve
itaat edin. O Allah’ın kılıçlarından biridir. Biz birinin boynunu vurmaktan
kaçınmayız. Haddi uygulamada zayıf kalmayız. Bir şeyde O size öne
çıkmanızı emrederse derhal emrini yerine getirin. Bir şeyden de kaçınmanızı
emrederse emrine uyun. O ancak benim talimatım ile hareket eder. Allah sizi düşmanınıza galip kılsın.
Allah sizi hidayetinden ayırmasın ve dini üzere ayaklarınızı sabit kılsın.[416]
Muhammed b. Ebi Bekir
ile Eşter aynı senede ve bir
birine yakın tarihte öldürülmüştür. Bundan dolayı
tarihçiler hakkında gerek valilikleri ve gerekse ölüm tarihleri konusunda tam
bir fikirliği
yoktur. Hişam
b. Muhammed’e göre Muhammed öldürüldükten sonra Eşter vali olarak tayin
edilmiştir.[417] Ancak
yukarda incelediğimiz rivayetlere ve Hz.
Ali’nin, Muhammed’e yazdığı mektuba baktığımızda Eşter Muhammed ölmeden
Mısır valisi olmuştur. Eşter öldürülünce ise
Muhammed tekrar vali olarak atanmıştır. Kaynaklarda bir
birine zıt gibi görülen bilgiler ise her müellifin kendi ilgi alanına giren
kısmı nakletmesinden kaynaklanmaktadır.
Eşter kahramanlığının yanında, şairliği ve fesahati ile meşhur birisidir.[418] Döneminin
güçlü şairlerinden
birisidir.[419] Bu şairliğini mübarezelerde ve düşmanla savaşlarda çok iyi kullanmış
gerek
kendisini ve gerekse arkadaşlarını şiirleri ile çok iyi
motive etmeyi başarmıştır. İslâm ve Arap
edebiyatında şairliğinin önemli olduğunun ifade edilmesi ve
bizim nakletmeye çalıştığımız şiirleri kıyaslandığı zaman, O’nun şiirlerinin çok azına ulaşabildiğimizi tahmin ediyoruz..
Aşağıda şiirlerine bazı örnekler
verilmiştir.
Süslü kılıcımla göreni
hayrete düşüren
bir vuruş yapmadan
dönmeyeceğime,
yemin ettim.
Ben
Mezhiçlilerin en hayırlı, süvari bir evladıyım. Ben onların kişi olarak, nesep olarak
en hayırlısıyım.[420]
Evet,
evet şehit olmayı istiyorum
Yanımda
demiri bile kıran keskin bir kılıç var.
Vadi
kenarlarındaki biçilmiş ekinler gibi
Bir
çok orduyu harp meydanında bozguna uğrattı.[421]
mekanda
senin karşına
Eşter çıktı.
Savaş
için
hazırlanmış bir
süvari olarak
Ormanın
kurumuş sık
bitkileri gibi
Onu
çatık kaşlı
yiğit birisi dövüşe çağırdığında
Çekinmeden,
korkuya meyletmeden ona karşılık verdi.[422]
Sana
mızrak ihanet etti ama hain olmadı
kişi cesurdu ama süvarileri
öldürüyordu
Kahramanları
ve yiğitleri helak ediyordu
Yaşlıları ve gençleri
mahrum bırakıyordu.[423]
Her
gün sessiz ve ağır başlıyım
Vurmakla
neticesinde güç istiyorum
Zırh,
ipek elbiseden daha hayırlıdır
Ey
rabbim beni isyan yolundan uzaklaştır
Beni
takva ve iyilik mükafatından uzaklaştırma
Vefat
ederken beni küfürden uzak eyle.[424]
Ya
ilahi! Rahmetini umuyorum
Günahımdan
korkuyorum
Hiçbir
şey Rabbimin affı gibi değildir
Hindin
oğluna söyle
Sizin
buğzunuz kalbimdedir
Uhuttan
daha büyüktür
Örtünün
Rabbine and olsun.[425]
İbn
Harp sefaheti arzular bir halde yürüdü.
Ali’nin
çarpışması atlarla ve yaya
iledir
Biz
onların üzerine, onların beldelerinde aşikar bir şekilde yürüdük Onların
üzerine kılıçlarla ve oklarla yürüdük.[426]
İlmi
yönü ve Hadis İlmindeki Yeri
Mâlik el-Eşter, iyi bir hatiptir.[427] Savaşlarda kaç defa askerler
kaçmaya başlayınca
Eşter’in konuşması ile tekrar savaş
meydanına
dönmüşlerdir. Özellikle
Sıffîn’de savaş kaybedilmek üzere iken Eşter’in konuşması ile askerlerin
cesareti artmış Şamlılar geri püskürtülmüştür.
Mâlik el-Eşter alim birisi idi.[428] İslâm dininin bütün
inceliklerine vakıf birisiydi. Rumlarla yapılan savaşlarda İslâm’ı hem kılıçla hem
de ilimle savunmuştur.
Mâlik el-Eşter, Hz. Peygamber
dönemini görmesine rağmen sahabi olduğunu ileri süren ya da
iddia eden olmamıştır. Dolayısıyla
tabiinden kabul edilmektedir. Ayrıca sahabenin büyükleri ile de görüşmüş
onlarla
sıkı bir bağı
olmuştur. Hz. Ali’nin sağ
kolu
olmuştur. Hatta O’nun yanında
Eşter vazgeçilmez birisi
idi. Ancak Hz. Ömer ve Ebû Bekir ile bu şekilde yakın bir ilişkisinden bahsetmek
zordur. Çünkü o yıllarda cephede fetihlerle uğraşmakta idi. Hz. Osman ile
ilişkisi ise oldukça zayıf
ve olumsuzdur. Eşter açısından bakılınca;
Eşter çok haksızlığa uğramıştır. Ancak Hz. Osman ve
taraftarları tarafından bakılınca da halifeye muhalefetin başını çekmektedir.
Konuya yakınlığı açısından baktığımız zaman Eşter’in en çok Hz.
Ali’den hadis rivayet etmesi gerekir. Ancak Eşter’in Hz. Osman’ın şehit edilmesi olayına
katılması O’nun hadis ilmine katkısını ön plana çıkarmamıştır. Çünkü Hz. Osman’ın şehadetinin acısı daha
insanların içinden çıkmamıştır. Onun için bu olay
hadisçilerin Mâlik el-Eşter’e iltifat etmemesine
sebep olmuştur.
Bütün bunlara rağmen Mâlik el-Eşter Hz. Ömer, Hz. Ali,
Hâlid b. Velid ve Ümmü Zer’ den hadis almıştır.[429]
Eşter, töhmet altında olduğundan Hz. Osman’ı seven
ve kendilerini O’nun varisi sayan Emevî’ler döneminde Eşter’in rivayet ettiği hadislere itibar
edileceğini
ve onun rivayetlerinin ilgi göreceğini düşünmek büyük bir hayal
olacaktır. Onun için Eşter’e ilgi bu dönemde
çok sınırlı kalmıştır. Belki Şia tarafından benimsenmiş
ve
büyük bir değer verilmiştir. Ancak bu ilgi bizim
hadis literatürümüze yeterince yansımamıştır. Bundan dolayı Eşter’den hadis rivayet
edenlerin sayısı çok azdır.[430]
Eşter’den hadis alanların
başında oğlu İbrahim gelmektedir. Diğerleri ise Ebû Hasan
el-A’reç, Abdurrahman b. Yezid, Alkame b. Kays ve diğer bazı kişilerdir.[431]
Her ne kadar Eşter’e ön yargı ile
bakılsa da Iclî’ye göre Eşter sika bir ravidir. [432]
Rivayet ettiği bazı hadisler ise şunlardır:
Ali
b. Mahreviyye İbn Ebî Hayseme’den, O da
Amr b. Merzuk’tan, O da Şu’be’den, O da Seleme b.
Küheyl’den, O da Muhammed b. Abdurrahman b. Yezid’den, O da babasından yaptığı rivayette Eşter Şöyle anlatır: Cabir ve
Ammar’ın arasında bir konuda bir tartışma oldu. Cabir de Hz.
Peygamber’e bu meseleyi şikayet etti. Rasûlullah
(sav) şöyle
buyurdu: “Kim Ammar’dan uzaklaşırsa Allah da ondan
uzaklaşsın,
kim Ammar’a Buğz ederse Allah da ona buğz etsin. Kim de Ammar’a
kötü söylerse Allah da ona kötü baksın.”[433]
Hüseyin
b. Hasan el-Mervezî, Süfyan b. Uyeyne’den peygamberin şu benim ve benden önceki
peygamberlerin en çok yaptığı dua olan: Allah’tan başka ilah yoktur. O’nun
ortağı yoktur. Mülk de hamd
de O’nundur. O her şeye Kadîrdir hadisinin
tefsirini sordum. Bu duaya benzemiyor sanki senadır. Süfyan da Mansur’un Mâlik
el-Eşter’den naklettiği “Allah Taala buyurdu
ki bir kul bir işinden ya da benden bir
isteğinden dolayı bana senada
bulunursa onun senasından daha fazla bir şekilde onun istediğini veririm” işte bu hadisin tefsiri
budur dedi.[434]
Ebû
Meşhur En-Nehaî isminde
birisi İbn
Ömer’den Arafat orucunu sordu. O da: “Ben Rasûlullah ile hacca gittim. O bu
orucu tutmadı. Ebû Bekir ile hacca gittim. O da böyle bir oruç tutmadı. Hz.
Ömer ile hacca gittim. Hz. Ömer de böyle bir oruç tutmadı. Hz. Osman ile de
hacca gittim O da böyle bir oruç tutmadı. Dolayısıyla ben de tutmuyorum ve
kimseye de tut diye emretmiyorum. Hiç kimseyi de tutmaktan nehyetmiyorum” dedi.
Ebû meşhur
bu hadisi İbn
Eşter’den O da babasından
almıştır. Ancak hadis uleması
bu hadisi zayıf görmüşler, Eşter’in nesebini de
tenkit etmişlerdir.[435]
Burada bir hususu da
aktarmakta fayda ittihaz ediyoruz. Hz. Ali bir şeyin yapılmasını istediği zaman Allah ve Rasûlü
doğru söyledi demeyi
emrederdi. Bu durum Eşter’in dikkatini çekmişti. Hz. Ali’ye şöyle sordu: “Bunu Hz
Peygamberin insanlardan gizli olarak verdiği şeyden dolayı mı
yapıyorsun? Çünkü insanlar Hz. Peygamberin sana böyle gizli bir şey verdiğinden bahsediyorlar”
dedi. Hz. Ali de: “Hz. Peygamber kılıcımın kılıfındaki sahifeden başka bir şey vermedi” dedi ve
sahifeyi Eşter’e
gösterdi.[436]
Ebû
Zer’in Vefatı ve Mâlik el-Eşter
Bir yaklaşıma göre Ebû Zer, Hz.
Osman’a ters düştüğü için anlaşamamışlar, halife de onu
Rebeze denilen yere sürgün etmiş, orada tek başına yaşamaya mahkum etmişti. İnsanlardan uzak, ailesi
ile beraber burada yaşarken de iyice fakir düşmüştü. Ebû Zer’in
vefatından burada bahsetmemizin iki sebebi vardır. Bunlardan birincisi Mâlik
el-Eşter’in Ebû Zer’i
defneden grubun içinde olması, diğer sebep ise bu vazife
vesilesi ile Eşter’in Ümmü Zer’den
hadis almasıdır.
Ebû Zer’in vefatını bize
İbrahim b. Eşter babasından
nakletmektedir. Buna göre, Ebû Zer hastalanmıştı ve artık ölmek üzere
idi. Hanımı ağlamaya başladı. Ebû Zer niçin ağladığını sordu. O da yalnız
bir yerde olduklarını, eğer kendisi ölürse kefen
için kullanabilecekleri bir şeylerinin dahi olmadığını, onun için ağladığını söyleyince Ebû Zer:
“Hayır, ağlama
ben Rasûlullah’ın şöyle dediğini işittim. Bir gün üç kişi ile Rasûlullah’ın
yanında oturuyorduk. Sizden biriniz kimsenin olmadığı bir yerde, yalnız başına ölecektir. Sonra
onun ölümüne mü’minlerden bir grup şahit olacak. O zaman
benim yanımda bulunanların hepsi toplum içinde ve şehirde vefat etti.
Benden başka
şu anda o insanlardan
kimse kalmadı. Ben ise şimdi kimsenin olmadığı bir yerde, ölmek
üzereyim. Sen de benim söylediklerimin doğru olduğunu göreceksin. Allah’a
yemin olsun ki, ben yalan söylemiyorum” dedi. Ümmü Zer: “Artık hac mevsimi değil, buralara kim gelir”
dedi ise de yine de gözü yolda idi.[437]
Ebû Zer Hz. peygamberin
bu mucizesinin gerçekleşeceğini biliyordu. Onun için
hanımına hazırlık yapmasını söyledi. Bu esnada da: gelen var mı? diye
soruyordu. Hanımı, bir grup insanın gelmekte olduğunu söyleyince “Allhu
ekber Rasûlullah doğru söyledi” dedi. Ebû
Zer, vefat edince de yolda onları beklemeye başladı. İnsanlar gelince;
“Sizlere müjdeler olsun! Hz. Peygamberin haber verdiği insanlar sizlersiniz
deyip peygamberin hadisini onlara anlattı. Ebû Zer’in de öldüğünü onlara söyledi.[438]
Ebû Zer ölmeden önce
hanımına bir koyun hazırlamasını emretmişti. O, 32/654 senesinde
vefat etti. O’nun defin işlerini yapan gurup ise;
Ahnef b. Kays et-Temimî, Sa’saa b. Sûhan, İbnü’s-Salt et-Temimî,
Abdullah b. Mesleme et-Temimî, Bilal b. Mâlik el- Mâzinî, Cerir b. Abdullah
el-Becelî, Esved b. Yezid b. Kays b. Kays b. Yezid en-Nehaî, Alkame b. Kays b.
Kays b. Yezid en-Nehaî, dokuzuncu kişi ise Mâlik b. Hâris
el-Eşter idi. Bu topluluğun tamamı Yemenlidir.[439] Ümmü
Zer’e baktılar yolun üzerinde oturuyordu. Kendileri için bir şey soracak sandılar.
Kadına yaklaştıkları zaman kadın ayağa kalktı ve: “Ey İnsanlar! Bu Hz.
Peygamberin arkadaşı Ebu Zer’dir. Ecel vaki
oldu ve O Rabbine kavuştu. O’nu defnedemedim.
Ne yapacağımı
da bilmiyorum” dedi.[440]
Oradakiler Ebû Zer’in düştüğü bu duruma daha fazla
dayanamayıp ağlamaya başladılar. Allah Ebû Zer’e
merhamet etsin, diye dua ettiler. Atlarından indiler. O’nu yıkadılar. Sonra
kefenlemek için bir şeyler buldular ve
kefenlediler. O’na bir mezar kazarak defnettiler. Bu esnada Eşter ayağa kalkarak; Allah’a hamd
ve senadan sonra, Hz. Peygambere salat ve selam getirdi ve şöyle dedi: “Allah’ım! Bu
Ebû Zer’dir. Rasûlullah’ın arkadaşıdır. Senin indirdiğin kitaba tabi oldu.
Senin yolunda savaştı. Hiçbir şeyi değiştirmedi. Çirkin bir şey gördüğü zaman dili ve kalbi
ile onu inkar etti, reddetti. Bunun için hakir görüldü horlandı. Bundan dolayı
da fakirleşti.
Herkesten uzak bir yerde, garib bir şekilde öldü. Ey
Allah’ım! O’nu razı olacağın şekilde cennetine koy.” [441]
insanlar o gün akşama kadar orada
kaldılar. Ümmü Zer onlara hazırladığı koyunu keserek ikram
etti. Yemeklerini yediler akşam olunca Zer ailesini
de yanlarına alarak Medine’ye doğru gittiler. Ebû Zer’in
vefatı Hz. Osman’a ulaşınca “Allah Ebû Zer’e
rahmet eylesin” diye dua etti.[442]
Abdullah b. Sebe, Hz.
Osman ve Hz. Ali dönemlerinde aktif olan ve sapık görüşleri olan bir kişidir. Özellikle bu iki
halife döneminde filizlenmeye başlamış
fitne
olaylarında en büyük rolü oynamıştır.
Abdullah b. Sebe ve
hareketi Mısır kaynaklı bir akımdır. Bunlar İslâm ülkesindeki bazı
huzursuzlukları ve kırgınlıkları lehlerinde iyi bir şekilde kullanmışlardır. Onun için hiç
tahmin edemeyeceğimiz kişileri kendi amaçları doğrultusunda sinsice
kullanmışlar
bununla birlikte içlerindeki kötü niyetlerini de her zaman gizlemeyi başarmışlardır.[443]
Abdullah b. Sebe ve
etrafındaki insanların karakterini anlayabilmek için Muaviye’nin Hz. Osman’a
yazdığı şu mektubu dikkatle
irdelemekte fayda vardır. Kûfe’de halife aleyhine gelişmekte olan hareketi
etkisiz kılmak için buradaki muhalifleri daha kolay ıslah eder düşüncesi ile halifenin
emri gereği
Kûfe valisi Said, Muaviye’nin yanına Şam’a sürgüne göndermişti. Ancak Muaviye
onlarla yaptığı görüşmelerde onların ıslah
edilecek bir topluluk olmadığını anlayarak halife
Osman’a aşağıdaki mektubu yazdı.
Ey Mü’minlerin Emiri!
Bize gönderdiğin bu topluluk konuştukları zaman şeytanın ağzı ile konuşuyorlar. Onlar konuştukları zaman insanlar
onların konuşmalarını Kuran’dan
sanıyor. Lakin insanlar onların gerçek fikirlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunlar
ayrı bir grup olmayı istiyor ve fitneye yaklaşıyorlar. İslâm’î bilgileri zayıf
ve kalplerinde de şeytanın efsunu, büyüsü
var. İnsanlar arasında epeyce
bozgunculuk yapmışlar. Şam’da kaldıkları sürece
insanları saptırmayacaklarından emin değilim. Onları Mısır’a
gönder orada yerleşsinler. Onların kaynağı Mısır’da, onlar
Mısır’dan doğdu. Vesselam.[444]
Her ne kadar Muaviye
mektubunda onların farklı bir grup olduğunu, İslâm ile alakalarının
olmadığını
söylese de hepsi için aynı kanaati taşımak yanlış
olur.
Her muhalif Abdullah b. Sebe için çalışmamaktadır. Mesela Hz.
Osman’ın hilafeti döneminde birçok şehirde halifeye karşı çeşitli muhalif hareketler
olmuştur. Ancak bu harekette
bulunanların hepsi Abdullah b. Sebe hareketine mensup değildir. Kötü yönetimler
neticesinde birçok kişi gerek halifeye gerekse
valilerine karşı isyan etmiştir. Dolayısıyla
muhalefetin birçoğu da masumdur. Çünkü
özellikle Hz. Osman döneminde fitnenin içinde bulunan insanlara baktığımız zaman fitne öncesi
ve sonraki tarihlerde İslâm’a büyük
yararlılıklar göstermişlerdir. Daha önce de
ifade ettiğimiz
gibi Abdullah b. Sebe bu kişileri iyi bir şekilde kullanmıştır.
Kûfeliler, Hz. Osman’ın
hilafetten indirilmesi için başlattıkları harekette
nazar itibariyle masum yani haklı olsalar da çünkü validen şikayetçidirler, vali
haksızlık yapmış, zulmetmiştir. Bununla beraber
aynı hareketin içinde Abdullah b. Sebe’nin olması ve ortada da bir şehidin bulunması, bu
muhalifleri haksız duruma düşürmektedir.
Kûfe’deki fitnecilere ya
da muhaliflere baktığımız zaman en önemli
ismin Mâlik el- Eşter olduğunu görüyoruz. Ancak
daha önce de belirttiğimiz gibi O’nun davası
Kûfe’deki haksızlığın giderilmesi ekseninde
idi.
Abdullah b. Sebe, Hz.
Osman’ın şehit
edilmesi ile neticelenen harekette önemli rol oynamıştır. Çeşitli illerdeki
muhaliflerle sürekli yazışmalarda bulunmuş, onlarla sürekli
toplantılar yaparak hareketi kontrol altında tutmaya ve idare etmeye çalışmıştır. Kendisi Medine’de
iken özellikle Mısır gibi şehirlere elçiler
göndermiş masraflarını
da kendisi 445 karşılamıştır.
Abdullah b. Sebe’nin bir
diğer ismi (lakabı) İbnü’s-Sevda’dır. Hz.
Osman’ın hilafetinin son altı senesinde Müslüman olmuştur. Aslen Yahudi
birisidir. Mekke ve Medine’de fikirlerini insanlar arasında yayma imkanı
bulamayınca Basra’ya geldi bir süre orada Abdikays oğullarının yanında kaldı.
Burada kaldığı süre zarfında İsrail oğullarının kıssalarını
insanlara anlatıp onları sapıtmaya başlayınca Said duruma
müdahale etti. Aralarında “ Yahudiler yer yüzünde iki defa fesat çıkardılar”
ayetinden dolayı tartışma çıktı. Abdullah b.
Sebe burada da tutunamayacağını anlayınca oradan Şam’a, sonra oradan da
Mısır’a gitti. Mısır’da kendisine epeyce taraftar topladı. Buradan diğer şehirlerdeki arkadaşları ile sürekli mektuplaştı. Basra’da bulunduğu sürede Eşter, Ebû Zeyneb ve Ebû
Mûri’ ile tanışmıştır.[445]
[446] Ancak
burada Eşter’i
fikri yönden ne kadar etkilediğini bilmiyoruz. Fakat
ileriki yıllarda birbirleri ile iletişimleri devam etmiştir.
Hz. Osman’ın
muhasarasından önce İbnü’s- Sevda ile Eşter Kelb kabilesinden
Bu’sur isminde birisinin vasıtası ile mektuplaşmışlardır. Yezid b. Kays,
Hz. Osman’ın azlini istiyordu. Bunlar Medine’de mescitte toplandılar. Kendi
aralarında istişare yapıyorlardı. Bu
toplantıda İbnü’s-Sevda,
Ka’kaa, Yezid b. Kays ve başka kişiler de bulunuyordu.
Burada Kûfe valisi Said hakkında ileri geri konuştular. İbnü’s- Sevda, Bu’sur’un
masraflarını karşılayarak ona; para,
binmesi için binek ve bir mektup verdi. Bu mektubu elinden hiç bırakma,
Kûfe’den gelenlere ver dedi. Mektup Eşter’e iletilince Eşter mektubu getirene
ismin nedir? diye sordu O da Bu’sur dedi. Hangi kabiledensin? dedi. Elçi: Kelb
kabilesinden dedi. Eşter ve yanındakiler
elçiye istenen cevabı vermediler ve “bizim sana ihtiyacımız yok” dediler. Eşter, Kûfelilerden
ayrılıp süratli bir şekilde Kûfe’ye döndü. Bu
mektuplaşma
Ceraa öncesi olmuştur.[447]
Yukarıda da belirttiğimiz gibi mescitte
toplananların niyeti halifeyi azletmek idi. Ancak Eşter’in orada
bulunmasının sebebi ise Kûfe valisi Said b. As’ın azledilmesi idi. İbnü’s-Sevda’nın Bu’sur’a
mektupla beraber büyük miktarda para da vermesi insanın aklına Kûfe halkının
ayaklanmasının finansmanını acaba O mu? karşıladı sorusu geliyor.
Çünkü Eşter
Kûfelileri Ceraa’da toplamak için maddi olarak çok fedakarlıkta bulunmuştur.
Akla gelen bir diğer husus ise Eşter onları halifenin
azli konusunda kararlı görünce onlara muhalefet ederek ayrılmıştır. O sadece valinin
azlini gerçekleştirme yoluna gitmiştir. Halifeye karşı bir tavır ortaya
koymamıştır.
Bizi bu düşünceye
sevk eden olay ise Eşter’in Kûfe valisini
azlettikten sonra Ebû Mûsa el-Eş’ari’yi vali tayin etmiş
olması
O’nun da halife Hz. Osman adına Kûfelilerden bey’at almasıdır. Eşter’in halifeye karşı herhangi bir tavrı
olsaydı bu duruma derhal müdahale eder, Ebû Mûsa’nın valiliğini onaylamazdı. Ya da
Hz. Osman adına bey’at aldırmazdı. Durum böyle olunca halifeye düşmanlığını iddia etmemiz zor
olacaktır.
Abdullah b.Sebe ve
etrafındakiler her ne kadar Hz. Osman’a muhalefet olarak doğmuşsa da Hz. Ali aleyhine
de faaliyetlerde bulunmuş ve Hz. Ali’yi de
kötülemeye başlamışlardır.[448] Burada
dikkatimizi çeken husus ise bu tarihte Eşter, Hz. Ali ile beraber
hareket etmekte ve O’nun sağ kolu konumundadır. Böyle
bir ortamda Eşter’in Abdullah b. Sebe
için çalıştığını söylemenin pek
yerinde bir değerlendirme olmayacağı kanaatini taşımaktayız.
Bu insanlar Hz. Osman
döneminde çok kuvvetlenmiştir. Bunda valilerin ya
da idarecilerin de muhakkak hatası olmuştur. Onlar adaletli bir
yönetim ortaya koysalardı. Haksızlığa uğrayan insanlar illegal
yollardan hak arama derdine düşmeyeceklerdi. Fitneciler
de kendilerine yandaş bulmakta zorlanacaktı.
Abdullah b. Sebe’nin başını çektiği bu hareket inanç
konusunda çok sapık fikirleri olan bir zümre idi. Onlar Hz. Ali’ye: “Sen bizim
ilahımızsın, alemleri sen yarattın, bizim yaratanımızsın, bizim rezzakımızsın.
Sen bize hayat da verirsin, bizim canımızı da alırsın” derlerdi. Birbirlerine
ateşe girmelerini emrederler
ve kendilerini ateşe atarlar, ateşe giderken de gülerek
giderlerdi. Şu anda senin, ilahımız
olduğunu anladık ve inandık,
ancak ateşin
rabbi ateşle
azab eder derlerdi. Sanki İbrahim (as.)’a dokunan
serinlik onlara dokunuyordu.[449]
Eşter ile Abdullah b.
Sebe’yi Cemel savaşı öncesi yine birlikte
görmekteyiz. Cemel savaşı öncesi taraflar arası
sulh yolları araştırılırken bazı kişiler kendi aralarında
bir toplantı yaptılar. Toplantının ana teması sulhu engellemekti. Eğer sulh gerçekleşirse Hz. Osman’ın
katillerinden hesap sorulacağını düşünüyorlardı. Bunun için
de sıranın kendilerinde olduğunu iddia ediyorlardı.
En azından böyle bir hava oluşturmaya çalışıyorlardı. Bu toplantıya
katılanlar ise; Mâlik el-Eşter en-Nehaî, Şurayh b. Evfâ, Abdullah
b. Sebe, Sâlim Sa’lebe ve Ğulem b. Heysem gibi bazı
ileri gelen kişiler idi. Bu toplantıya
katılanların içinde hiç sahabi bulunmuyordu. Bunlar Hz. Ali’nin, Hz. Osman’ın
katillerinin peşinde olduğunu söylediler. Bunun
Allah’ın kitabına göre hükmedeceğini söylediler. Eşter bu arada söz alarak
Talha ve Zübeyr’in ne düşündüğünü biliyoruz ancak Hz.
Ali’nin ne düşündüğünü, ne yapmak istediğini bilmiyoruz. Eğer bunların arasında
barış
olursa
bu barış bizim
kanımızın akması üzerine olacaktır. Eğer biz Hz. Ali tarafına
katılırsak bize bir şey söyleyen olmaz ve
yaptıklarımıza da göz yumarlar dedi.[450]
Eşter’in bu sözlerinin
üzerinde dikkatle düşünülmesi gerekir, çünkü
Eşter her zaman Hz.
Ali’nin yanında idi. Eşter’in iki taraflı
oynaması Hz. Ali’nin gözünden asla kaçmazdı.
Abdullah b. Sebe ise düşünülebilecek en kötü,
zararlı düşünceyi
söyledi. Her iki tarafa da binlerce kişi yerleştirelim onların haberi
olmadan savaşı başlatalım dedi. Sonra İbnü’s-Sevda’nın dediği gibi oldu her iki
taraf da ne olduğunu anlayamadan kendini
savaşın içinde buldu. [451]
Burada bu konuya değinmemizin sebebi ise Eşter ile Sebeiyye’nin ilişkisini biraz daha
irdelemekti. Ancak konu net olarak ortaya çıkmamaktadır. Mâlik el-Eşter için söylenenler ile
Eşter’in davranışları ya da İslâm’a hizmetleri karşılaştırıldığında aralarında büyük
tezat bulunmaktadır. Bir tarafta Eşter’i katillikle
suçlayanlar diğer tarafta ise Eşter’in İslâm’ın yücelmesi için
yerine göre hayatını feda etmesi işte bütün bunlar
birbirleri ile taban tabana zıt iki davranış olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun
için Eşter’i
Sebeiyye’den kabul etmek ya da sebeiyye için çalıştığını söylemek sorumsuzca
bir iddia olur.
Belki ilk etapta
farkında olmadan yakın temasları olmuştur. Ancak daha sonra
saflar iyice belli olduktan sonra, yani fikir olarak Abdullah b.Sebe ve
etrafındakiler bütün açıklığı ile teşhir olduktan sonra Eşter’i sürekli Hz.
Ali’nin yanında görmekteyiz. Abdullah b. Sebe ile bir bağlantısına rastlamıyoruz.
SONUÇ
Mâlik el-Eşter müslüman olduktan
sonra kabilesi ile beraber derhal müslüman askerlerinin saflarına katılmış, İslâm’ın ihyası için
özellikle Rumlara karşı önemli mücadeleler
vermiştir. Ayrıca Şam ve Mısır’ın fethinde
önemli yararlılıklar göstermiştir. Yermük Savaşı’nda gösterdiği kahramanlık ve gözünün
birini feda etmesi ile Eşter lakabını almış, bu lakapla düşmana korku salmış, mü’minler için de
medar-ı iftihar olmuştur.
Bir süre Kûfe’de yaşamış, daha sonra Hz. Osman’a
muhalefeti sebebi ile Şam başta olmak üzere çeşitli yerlere sürgün
edilmiştir.
Ayrıca Hz. Osman’ın
muhasarasına katılmış, Hz. Osman şehit edilmeden muhasara
eden grup arasından ayrılmış, buna rağmen Hz. Osman’ın katili
olmakla suçlanmıştır. Bu vesile ile de
bazı çevrelerin hedefi haline gelmiştir.
Hz. Osman şehit edildikten sonra
Hz. Ali’nin halife olarak seçilmesinde önemli katkıları olmuştur. Hz. Ali’yi çok
seven birisidir. Bu sebeple hep O’nun yanında bulunmuş, gerektiğinde hayatını dahi feda
etmekten çekinmemiştir.
Rumlarla mücadelelerin
yanında Sıffin, Cemel gibi müslümanların kendi aralarındaki mücadelelere
tanıklık etmiş ve bu mücadelelerde Hz.
Ali’nin yanında, hep ön saflarda savaşmıştır.
Hz. Ali’ye olan bu bağlılığı neticesinde O’nun sağ
kolu
olarak bilinmiş, bunun neticesi olarak
önce Cezire’ye sonra da Mısır’a vali olarak tayin edilmiştir. Ancak Muaviye’nin
planı ile Mısır’a ulaşamadan yolda
zehirlenerek öldürülmüştür.
Mâlik el-Eşter sahabeden sonra İslâm aleminde gerek
kahramanlığı
ve gerekse dindarlığı yönünden başka benzerine az
rastlanan, büyük bir şahsiyettir.
Sevmeyen bazı kişiler tarafından Abdullah
b. Sebe hareketine mensup olmakla suçlansa da kanaatimizce bu kabul edilemez
bir görüştür.
Çünkü gerek Hz. Osman’a muhalefette ve gerekse Hz. Osman’ın şehit edilmesine kadar
devam eden olaylarda bazı önemli sahabiler de bulunmuştur. Sadece Hz. Osman’a
muhalefetinden dolayı O’nun Abdullah b. Sebe hareketine mensup olmakla
suçlanılmaması icab eder. Ancak şunu söyleyebiliriz: Bu
dönem fitnenin kol gezdiği, karanlık bir
dönemdir. Kimin ne tür sinsice planlar peşinde olduğu belli değildir. Böyle bir kişiye bu tür bir ithamda
bulunmak ve İslâm’ın ihyası için
yaptığı mücadeleleri görmemek
yüzeysel bir değerlendirme olacaktır.
Sonuç olarak Eşter kahramanca yaşamış, kahramanlığı dillere destan olmuş, bunun neticesinde
destan kahramanı dahi olmuş, ancak mazlum olarak
öldürülmüştür.
BİBLİYOGRAFYA
Ahmed b. Muhammed b.
Hanbel b. Hilâl b. Esed b. İdris (266/879),
Mesâilu’l-İmâm
Ahmed, Thk. Fadlurrahman Deyn Muhammed, 1. bsk., Delhi, 1988.
el-Bekrî, Abdullah b.
Abdülazîz el-Endelüsî (487/1094), Mu’cemu Mesta’cem min Esmâi’l-Bilâdi
ve’l-Mevâdi’, Thk.Mustafa es-Sakkâ, 3. bsk., Beyrut, 1403/1982,
el-Belâzurî, Ahmed b.
Yahyâ b. Câbir (279/892), Fütûhu’l-Büldân, Thk. Rıdvân Muhammed Rıdvân, Beyrut,
1403/1983.
Bozkurt, Nahide, Oluşum Sürecinde Abbasi İhtilali, Ankara, 2000.
el-Buhârî, Ebû Abdillah
Muhammed b. İsmail b. İbrâhim el-Cûfî
(256/870), et- Târîhu’l-Kebir, Thk. Seyyid Hâşim en-Nedvî, bsk. yeri
yok, Trs.
Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Red. Hakkı
Dursun Yıldız, Konya, 1994.
el-Endelüsî, Süleyman b.
Mûsa el-Kelâî (634/1235), el-İktifâ bimâ Tedammenahu
min Meğâzî
Rasûlillahi ve’s-Selâseti’l-Hulefâi, Thk. Muhammed Kemâleddîn Izzüddîn Ali, 1.
bsk., Beyrut, 1997.
el-Hakîm en- Neysâburî,
Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah (405/1014), Müstedrek Ala Sahîhayn, Thk.
Mustafa Abdulkâdir Atâ, 1.bsk., Beyrut, 1411/1990.
Halîfe b. Hayyât
el-Asferî (240/854), et-Tabakât, Thk. Ekrem Ziyâ el-Umerî, 2. bsk. Riyad,
1402/1982. (et-Tabakât)
Târîhu Halîfe b. Hayyât,
Thk. Ekrem Ziyâ el-Umerî, 2. bsk., Dımaşk, 1397/1976. (Târîh)
Hasan, İbrâhim Hasan, İslâm Târihi, Trc. İsmail Yiğit, Sadrettin Gümüş, İstanbul, 1991.
el-Hatib el-Bağdâdî, Ahmed b. Ali Ebû
Bekr (463/1071), Târîhu Bağdâd, Thk. Mustafa
Abdülkâdir Atâ, Beyrut, 1417/1997.
el- Heysemî, Ali b. Ebî
Bekr (807/1404), Mecmau’z-Zevâid, Beyrut, 1407/1987.
el-Iclî, Ebu’l-Hasen
Ahmed b. Abdillah b. Salih el-Kûfî (261/874), Ma’rifetü’s-Sikât, Thk. Abdulalim
Abdulazim el-Bestevî, 1. bsk., Medine, 1405/1985.
el-Isbahânî, Ebû Nuaym
Ahmed b. Abdillah (430/1038), Hılyetü’l-Evliyâ ve Tabakâtü’l-Esfiyâ, 4. bsk.,
Beyrut, 1405/1984.
İbn Abdilber, Ebû Ömer
Yusuf b. Abdillah b. Muhammed (463/1071), el-İstîâb fî
Ma’rifeti’l-Ashâb, Thk. Ali Muhammed el-Becâvî, 1. bsk., Beyrut, 1412/1992.
İbn A’sem, Ebû Muhammed
Ahmed el-Kûfî (314/926), Kitâbu’l-Fütûh, 1. bsk., Beyrut, 1406/1986.
İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullah
b. Muhammed (235/849), Musannefü İbn Ebî Şeybe, Thk. Kemâl Yusuf
el-Hût, 1. bsk., Riyad, 1409/1989.
İbn Hacer, Ebu’l-Fadl
Ahmed b. Ali el-Askalânî (852/1448), el-İsâbe fî Temyîzi’s-
Sahâbe, Thk. Ali Muhammed el-Becâvî, 1. bsk., Beyrut, 1412/1992. (İsâbe)
Fethu’l-Bârî, Thk.
Muhammed Fuad Abdûlbâkî, Beyrut, 1379/1960. (Fethu’l-Bârî)
İbn Hallikân, Şemsüddîn Ahmed b.
Muhammed b. Ebî Bekr ( 681/1282), Vefeyâtü’l- A’yân ve Enbâu Ebnâi’z-Zaman,
Thk. İhsan Abbas, Beyrut,
1347/1968.
İbn Hemmâm, Ebû Bekr
Abdürrezzak b. Hemmâm es-San’ânî ( 211/826), Musannef, thk. Habîbu’r-Rahman
el-A’zamî, 2. bsk., Beyrut, 1403/1992.
İbn Hıbbân, Ebû Hâtim
Muhammed b. Hıbban b. Ahmed el-Büstî(354/965), es-Sikât, Thk. Şerâfeddîn Ahmed, 1.
bsk., Beyrut, 1390/1975.
İbn Kayyım el-Cevziyye, Şemsüddîn Ebû Abdillah
Muhammed b. Ebî Bekr (751/1350), Zâdü’l-Meâd fi Hedyi Hayri’l-Ibâd, Thk. Şuayb Arnaûd, 14. bsk.,
Beyrut, 1407/1987.
İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail (774/1372),
el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2. bsk., Beyrut, 1410/1990.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed
Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî (276/889), el-Maârif, Thk. Servet Ukkâşe, 4.bsk. Kâhire,
1401/1981.
İbn Mâkûlâ, Ali b.
Hibbetillah b. Ebî Nasr b. Mâkûlâ (475/1069), el-İkmâl li İbn Mâkûlâ, 1. bsk.,
Beyrut, 1411/1991.
İbn Manzûr, Muhammed b.
Mükerrem (711/1311), Lisânu’l-Arab, 1.bsk., Beyrut, Trs. (Lisânu’l-Arab)
Muhtasaru Târîhi Dımaşk, Thk. Heyet, 1. bsk.,
Beyrut, 1984-1990. (Muhtasar)
İbn Mübârek, Ebû
Abdirrahîm Abdullah b.Mübârek el-Hanzalî (181 /795), el-Cihâdü li İbn Mübârek, Thk. Nezîh
Hammâd, Tunus, 1972.
İbn Sa’d, Muhammed b.
Sa’d b. Menîh Ebû Abdillah el-Basrî ez-Zührî (230/844), et- Tabakâtü’l-Kübrâ,
Beyrut, Trs.
İbn Tağriberdî, Cemâlüddîn
Ebu’l-Mehâsin Yusuf el-Atabekî (874/1470), en- Nücûmu’z-Zâhire fî Mülûki Mısır
ve’l- Kâhire, Mısır, 1390-1392/1970-1972
İbnü’l-Adîm, Ömer b.
Ahmed b. Ebî Cerâde (660/1261, Buğyetü’t-Taleb fî Târîhi
Haleb, Thk Süheyl Zekkâr, 1. bsk., Beyrut, 1998.
İbnü’l- Cevzî,
Ebu’l-Ferac Abdurrahman b. Ali b. Muhammed (/597/1200), Sıfatü’s- Safve, Thk.
Mahmut Fâhûrî, 2. bsk., Beyrut, 1399/1979. (Sıfatü’s-Safve)
el-Muntazam fî
Târîhi’l-Ümemi ve’l-Mulûk, Thk. Muhammed Abdülkâdir Atâ Mustafa Abdülkâdir Atâ,
1. bsk., Beyrut, 1412/1992. ( el-Muntazam)
İbnü’l-Esîr,Izzuddîn
Ebu’l-Hasen (630/1232), el-Kâmil fi’t-Târîh, Beyrut, 19651966.
İbnü’l-Imâd, Ebu’l-Felâh
Abdülhay el-Hanbelî (1089/1678), Şezerâtü’z-Zeheb fî
Ahbâri Men Zeheb, Beyrut, Trs.
İbnü’n-Nedîm, Muhammed b.
İshak (386/996),
el-Fihrist, Beyrut, 1398/1978.
İbrahim, Muhammed
Ebu’l-Fazl, Eyyâmü’l-Arab fi’l-İslâm, Beyrut,
el-İsfahânî, Ebu’l-Ferac Ali
b. Hüseyin, (356/967), el-Eğânî, Şrh.. Yusuf Ali Tavil-
Abdu Ali Mühennâ, 2.bsk., Beyrut, 1415/1995.
Kâdî Ebû Bekr b.
el-Arabî (543/1148), el-Avâsım mine’l-Kavâsım, Thk. Muhammed Cemîl Ğâzî, 2. bsk., Beyrut,
1407/1987.
el-Kalkaşendî, Ebu’l-Abbas Ahmed
b. Abdillah ( 821/1418), Meâsiru’l-İnâfe fî Meâlimi’l-İnâfe, Thk. Abdüssettâr
Ahmet Ferrâc, 2. bsk., Kuveyt, 1405/1985.
el-Kazvînî, Ebû Ya’la,
el-Halîl b. Abdillah b. Ahmed (446/1054), el-İrşâd fî Ma’rifeti
Ulemâi’l-Hadîs, Thk. Muhammed Saîd Ömer İdris, 1. bsk., Riyad,
1409/1988.
el-Makdisî, Mutahhir b.
Tâhir (387/997), Kitâbü’l-Bed’ ve’t-Târîh, Kâhire, Trs.
el-Malakî, Muhammed b.
Yahyâ b. Ebî Bekr (741/1310), et-Temhîd ve’l-Beyân fî Makteli’ş- Şehîd Osman, Thk. Mahmud
Yusuf Zâyed, 1. bsk., Katar, 1405/1984.
el-Mes’ûdî, Ebu’l-Hasen
Ali b. Hüseyin b. Ali (346/957), Murûcu’z-Zeheb ve Maâdinü’l-Cevher, Thk.
Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, Beyrut, 1988.
el-Mizzî, Cemâluddîn
Ebu’l-Haccac Yusuf (742/1341), Tehzîbu’l-Kemâl, Thk. Beşşar Ayyâd Ma’ruf, 1.
bsk., Beyrut, 1400/1980.
en- Neseî, Ebû
Abdirrahman Ahmed b. Şuayb (303/915),
es-Sünenü’l-Kübrâ, Thk. Abdul Ğaffar Süleyman
el-Bendârî, 1.bsk., Beyrut, 1411/1990.
Nizâmülmülk (485/1092)
Siyâset Nâme, Thk.Yûsuf Hüseyn Bekkâr, 2. bsk, Katar,1407/1987.
Özaydın, Abdülkerim, “Eşter”, DİA, İstanbul 1995, XI,
486-487.
er-Rib’î, Ebû Süleyman
Muhammed b. Abdillah b. Ahmed (379/989), Târîhu Mevlidi’l-Ulemâ ve Vefayâtihim,
Thk. Abdullah Ahmed Süleyman el -Hamîd, 1.bsk., Riyad, 1410/1989.
Seyf b. Ömer el-Esedî
(200/815), el-Fitnetü ve Vakâtu’l-Cemel, Thk. Ahmed Râtib Urmûş, 1. bsk., Beyrut,
1391/1971.
eş-Şeybânî, Ebû Bekr Ahmed
b. Amr b. Ebî âsım (287/900), el Âhad ve’l-Mesânî, Thk. Bâsım Faysal Ahmet el
Cevâbira, 1. bsk., Riyad, 1991/1411.
et-Taberânî, Süleyman b.
Ahmed b. Eyyûb Ebu’l-Kâsım (360/971), el-Mu’cemu’l- Kebîr, Thk.Hamdî b.
Abdilmecid es-Selefî, 2.bsk., Mevsıl, 1404/1983.
et-Taberî, Ebû Ca’fer
Muhammed b. Cerir (310/922), Târîhu’l-Ümem ve’l-Mulûk, 1. bsk., Beyrut,
1407/1986.
et-Tahâvî, Ebû Ca’fer
Ahmed b. Muhammed. b. Selame b.Abdilmelik b. Seleme (321/933), Şerhu Meâni’l-Âsâr, Thk.
Muhammed Zührî en-Neccâr, 1. bsk. Beyrut, 1399.
et-Tayâlesî, Ebû Davud
Süleyman b. Davud el-Fârisî el-Basrî (204/819), Müsnedü et-Tayâlesî, Beyrut,
1978.
et-Tenûhî, Ebû Ali
Hüseyin b. Ali (384/994), Kitâbu’l-Ferac Ba’de’ş-Şidde, Thk.Abbûd
es-Sâlicî, Beyrut, 1978.
et-Tirmizî, Ebû abdillah
Muhammed b. Ali b. el-Hasan, Nevâdiru’l-Usûl fî Ehâdîsi’r- Rasûl, Thk.
Abdurrahman Amîra, 1.bsk., Beyrut, 1992.
el-Vâkıdî, Ebu Abdullah
b. Ömer (207/822), Futûhu’ş-Şam, Beyrut, Trs.
Ya’kûbî, Ahmet b. Ebî
Ya’kûb b. Cafer b. Vehb (292/905) Târîhu’l-Ya’kûbî, 7. Bsk., Beyrut,1995.
Yâkût el-Hamevî, Şihâbuddîn Ebû Abdullah
er-Rûmî el-Bağdâdî (626/1228),
Mu’cemü’l-Büldân, Beyrut, 1415/1995.
Yazıcı, Tahsin, “Destan”
DİA, İstanbul, 1994, IX, 205-208.
ez-Zehebî, Şemsüddîn Muhammed b.
Ahmed b.Osman (748/1348), Siyeru A’lami’n- Nübelâ, Thk Şuayb el-Arnavud, 9.
bsk., Beyrut, 1413/1993. (Siyer)
el-Iber fî Haberi men Ğaber, Thk. Salâhuddîn
el-Müneccid, 2. bsk., Kuveyt, 1948. (el-Iber)
el-Kâşif, Thk. Muhammed Avâme,
1. bsk., Cidde, 1413/1993. (el-Kâşif) ez-Zemahşerî, Ebu’l-Kâsım
Cârullah Muhammed b. Ömer (538/1144), el-Fâik fi Garîbi’l-Hadîs, Thk. Ali
Muhammed el-Becâvî- Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Lübnan, Trs.
ez-Ziriklî,
Hayruddîn, el- A’lâm, 2.bsk., 1968
Zorlu,
Cem, Abbasilere Yönelik Dini ve Siyasi İsyanlar, Ankara, 2001.
[1] İsfahânî, el-Eğânî, Şrh., Yusuf ali Tavil- A.
Ali Mühennâ, 2. bsk., Beyrut, 1415/1995, XII, 166.
[2] Halîfe b. Hayyât, et-Tabakât, Thk. Ekrem Ziyâ
el-Umerî, 2. bsk., Riyad, 1982, s. 148; İsfahânî, XII, 166; İbnü’l-Adîm,
Buğyetü’t-Taleb fî Târîhi Haleb, Thk. Süheyl Zekkâr, 1. bsk, Beyrut, 1998, IV,
1875; Ziriklî, el- A’lam, 2. bsk., Beyrut, 1968, VI, 131.
[3] İbnü’l-Adîm, IV, 1875.
[4] Vâkıdî, Futûhu’ş-Şam, Beyrut, Trs., I, 225;
İbn Kuteybe, el- Maârif , Thk. Servet Ukkâşe, 4. bsk., Kâhire, 1981, s.586;
Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, Thk. Şuayb el-Arnavud, 9. bsk., Beyrut,
1413/1993, IV, 34; Ziriklî, VI, 131.
[5] Abdulkerim Özaydın, “Eşter” DİA, İstanbul,
1995, XI, 486.
[6] İbn Manzûr, Muhtasaru Târîhi Dımaşk, Thk.
Heyet, 1. bsk., Dımaşk, 1984-1990, II, 470; V,313.
[7] Nizâmülmülk, Siyâset Nâme, Thk. Yûsuf Hüseyn
Bekkâr, 2. bsk., Katar, 1407/1987, s. 135-136.
[8] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, Beyrut,
1965-1966, V, 140.
[9] İbnü’l-Esîr, V, 193-194.
[10] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, Beyrut, Trs,
VI, 213; Halîfe b. Hayyât, Tarih, 1.bsk., Beyrut, 1995, s. 195.
[11] Yâkût el- Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân 1415/1995,
V, 409.
[12] Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486-487.
[13] Tenûhî, Kitabü’l- Ferac Ba’de’ş-Şidde, Thk.
Abbûd es-Sâlicî, Beyrut, 1978, V, 60; Ziriklî, , VI, 131.
[14] İbn Sa’d, V, 531.
[15] İsfahânî, XII, 166; İbnü’l-Adîm, IV, 1875;
Ziriklî, VI, 131.
[16] Taberî, Târîhu’l- Ümem ve’l- Mülûk, 1. bsk.,
Kahire, III, 448; İsfahânî, XVII, 144-146; İbnü’l-Esîr, IV,
36.
[17] Vâkıdî, II, 114.
[18] Taberî, III, 437.
[19] İbnü’l-Imâd, Şezerâtü’z-Zeheb, Beyrut, Trs., I,
74.
[20] Zehebî, Siyer, IV, 35.
[21] Taberî, III, 437.
[22] Taberî, III, 438; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, 2. bsk., Beyrut, 1410/1990, VIII, 266.
[23] Taberî, III, 438.
[24] İbn Kesîr, VIII, 265.
[25] Cem Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî
İsyanlar, Ankara, 2001, s. 28.
[26] Zorlu, s. 34.
[27] Taberî, III, 482
[28] Taberî, III, 482; Bekrî, Mu’cemu Mesta’cem,
Thk. Mustafa es-Sakkâ, 3. bsk., Beyrut, 1403/1982, II, 484.
[29] Rib’î, Târîhu Mevlidi’l-Ulemâi ve Vefeyâtihim,
Thk. Abdullah Ahmed Süleyman el-Hamîd, 1.bsk., Riyad, 1410/1990, I, 181; İbn
Abdilber, el-İstîâb fî Ma’rifeti’l- Ashâb, Thk., Ali Muhammed el-Becâvî,
1.bsk., Beyrut, 1412/1991, I, 397.
[30] Vâkıdî, I, 68; Mizzî, Tehzîbu’l-Kemal, Thk.Beşşar
Ayyâd Ma’ruf, 1. bsk., Beyrut, 1400/1980, XXVII, 128.
[31] Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, Thk. Abdurrahman
Amîra, 1. bsk., Beyrut, 1992, III, 87.
[32] Ahmed b. Hanbel, Mesâil, Thk. Fadlurrahman
Deyn Muhammed, 1. bsk., Delhi, 1998, I, 325.
[33] Hatib el- Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, Thk. Mustafa
Abdülkâdir Atâ, Beyrut, 1417/1997, VII, 120.
[34] İsfahânî, XII, 166.
[35] Vâkıdî, I, 69.
[36] Vâkıdî, I, 83.
[37] Vâkıdî, I, 91.
[38] Vâkıdî, I, 92.
[39] İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Thk.
Ali Muhammet el-Becâvî,1. bsk., Beyrut, 1412/1992, II, 181.
[40] Hasan, İslâm Tarihi, Trc. İsmail Yiğit ve
diğerleri, İstanbul, 1991, I, 292.
[41] Taberî, II, 338; İsfahânî, XII, 166; Zehebî,
el-Kâşif, Thk. Muhammed Avâme, 1. bsk., Cidde, 1413/1993, II, 234.
[42] Vâkıdî, I, 224.
[43] Vâkıdî, I, 225.
[44] Vâkıdî, I, 225.
[45] Vâkıdî, I, 225.
[46] Endelüsî, el-İktifâ bima Tedammenehu min
Meğâzi Rasûlillahi ve’s-Selâseti’l- Hulâfâi, thk. Muhammed Kemâleddîn İzzüddîn
Ali, 1. bsk., Beyrut, 1997, III, 287.
[47] Taberî, II, 338.
[48] Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486.
[49] Enâm 4:162-163.
[50] Endelüsî, III, 275.
[51] Ya’kûbî, Târîh, 7. bsk., Beyrut, 1995, II, 142.
[52] Vâkıdî, I, 150.
[53] Vâkıdî, I, 151-152.
[54] Vâkıdî, I, 135.
[55] Endelüsî, III, 272.
[56] Endelüsî, III, 275.
[57] Endelüsî, III, 276.
[58] Vâkıdî, II, 187.
[59] Taberî, II, 338; Endelüsî, III, 287.
[60] Vâkıdî, II, 188.
[61] Vâkıdî, II, 189.
[62] Vâkıdî, II, 192.
[63] İsfahânî, XV, 208.
[64] İbn Sa’d, VI, 405.
[65] İbn A’sem, Kitabu’l- Futûh, 1. bsk., Beyrut,
1406/1986, I, 258.
[66] İbn A’sem, I, 259.
[67] Belâzurî, Futûhu’l-Büldân, Thk. Rıdvân
Muhammed Rıdvân, Beyrut, 1403/1993, I, 168; İbnü’l-Adîm, I, 152.
[68] Haleb şehrine beş fersahlık bir mesafede,
önemli bir kaledir. (Yâkût el-Hamevî, II, 518; İbnü’l-Imâd, II, 238.)
[69] Vâkıdî, I, 274 -276.
[70] Furkan, 25:70.
[71] Vâkıdî, I,276- 278.
[72] Vâkıdî, I, 278 - 279.
[73] Vâkıdî, I, 279-280.
[74] Vâkıdî, I, 283.
[75] Vâkıdî, II, 60.
[76] Vâkıdî, II, 60- 65.
[77] Vâkıdî, II, 66.
[78] Vâkıdî, II, 68- 69.
[79] Vâkıdî, II, 220.
[80] Vâkıdî, II, 221.
[81] Vâkıdî, II, 223 .
[82] Vâkıdî, II, 227.
[83] Enfal 8:15-16.
[84] Vâkıdî, II, 240.
[85] Vâkıdî, II, 251.
[86] Vâkıdî, II, 254.
[87] Vâkıdî, II, 256.
[88] Mısır’ın aşağı tarafında; büyük, serin ve
yüksekçe bir yerde kurulmuş, Nil Nehri’ne yakın tarihi bir köydür.
(Yâkût el-Hamevî, I, 73-516.)
[89] Vâkıdî, II, 291.
[90] Vâkıdî, II, 295-296.
[91] Vâkıdî, II, 270.
[92] Vâkıdî, II, 297.
[93] Vâkıdî, I, 304 - II, 272.
[94] Mısır’da Fustat’a dört günlük mesafede olan bir
şehirdir. (Yâkût el-Hamevî, IV, 286.)
[95] Vâkıdî, II, 285.
[96] Vâkıdî, II, 288-290.
[97] Nahide Bozkurt, Oluşum Sürecinde Abbasi
İhtilali, Ankara, 2000, s. 35.
[98] Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486.
[99] Ziriklî, VI,131.
[100] İbnü’l-Esîr , III, 5.
[101] Taberî, II, 612.
[102]Taberî, II, 612; Malakî,
et-Temhîd ve’l-Beyân fi Makteli’ş- Şehîd Osman, Thk. Muhammed Yusuf Zâid,
I. bsk., Katar, 1405/1984, I, 59.
[103] Mes’ûdî, Mürûcu’z-Zeheb ve Meâdinül Cevher,
Thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, Beyrut, 1988,
II, 346.
[104] Taberî, II, 612.
[105] Taberî, , II, 637.
[106] İsfahânî, XII, 166.
[107] Taberî, , II, 634.
[108] Taberî, II, 637; Mes’ûdî, II, 346.
[109] Taberî, II, 637.
[110] Seyf b. Ömer, el- Fitnetü ve Vakâtü’l - Cemel,
Thk. Ahmed Râtib Urmûş, 1. bsk., Beyrut, 1391/1971, s.
36; Taberî, II, 637.
[111] Taberî, II, 637.
[112] İbn A’sem, I, 383.
[113] İbn A’sem, I, 383.
[114] Taberî, II, 633-634
[115] Taberî, II, 637.
[116] İsfahânî, XII, 166.
[117] Taberî, II, 639.
[118] Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486.
[119] İbn A’sem, I, 384.
[120] İbn A’sem, I, 384.
[121] İbn A’sem, I,385.
[122] Taberî, II, 637; İbn A’sem, I, 385.
[123] İsfahânî, XII, 166.
[124] İbn A’sem, I, 385.
[125] Taberî, II, 635.
[126] Âli İmran 3:105.
[127] Bakara 2:213.
[128] İbn A’sem, I, 385.
[129] Taberî, II, 635-636.
[130] Taberî, II, 636.
[131] Âli İmran 3:187.
[132] İbn A’sem, I, 386.
[133] İbn A’sem, I, 386.
[134] İbn A’sem, I, 386.
[135] İsfahânî, XII, 167-168.
[136] İbn A’sem, I, 386.
[137] Taberî, II, 638-639.
[138] Taberî, II, 639.
[139] Taberî, II, 638-639.
[140] Taberî, II, 641; Malakî, I, 72.
[141] Seyf b. Ömer, s. 40-41.
[142] Seyf b. Ömer, s. 44.
[143] İbnü’l-Esîr , III, 34.
[144] Taberî, II, 636; İbn Kesîr, VII, 166.
[145] Taberî, II, 636-637.
[146] Taberî, II, 638.
[147] Taberî, II, 638
[148] Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486
[149] Taberî, II, 638.
[150] Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486.
[151] Taberî, II, 638-639; İbn Kesîr, VII, 166.
[152] İbnü’l-Esîr, III, 36.
[153] İbn Kesîr, VI, 166.
[154] İbn Sa’d, V, 32-33.
[155] İbn A’sem, I, 398.
[156] İbn A’sem, I, 399.
[157] İbn A’sem, I, 399-402.
[158] Mes’ûdî, II, 346.
[159] Mes’ûdî, II, 347.
[160] Mes’ûdî, II, 347.
[161] Medine ile Kûfe yolu üzerinde (Taberî, II,
644.), Kadisiye yakınlarında Kûfe ile Hîre arasında bir yerdedir. (Ibn Sa’d, V,
33.)
[162] Ibnü’l- Cevzî, el-Muntazam, Thk.
Muhammed-Mustafa Abdülkâdir Atâ, 1. bsk., Beyrut, 11412/1992, V,
44.
[163] Kaynakta Şam’da olduğu sırada diye ifade
edilmiştir. Sanırım burada bir hata vardır. O esnada Eşter, Şam’da değil
Medine’de olması gerekir.
[164] İbn A’sem, I, 395.
[165] İbn A’sem, I, 396.
[166] Malakî, I, 73.
[167] İbn Manzûr, Muhtasar, IX, 307.
[168] İbn A’sem, I, 396; İsfahânî, XII, 168-169.
[169] İbn Kesîr, VII, 167.
[170] Seyf b. Ömer, s. 45-46; Taberî, II, 642;
İbnü’l-Esîr , III, 40.
[171] İbn Sa’d, V, 33;Taberî, II, 642.
[172] Taberî, II, 642.
[173] İbn A’sem, I, 396.
[174] İbn A’sem, I, 397.
[175] Seyf b. Ömer, s. 46; Taberî, II, 642; Malakî,
I, 74.
[176] Halîfe b. Hayyât, Târih, s. 168.
[177] İbn A’sem, I, 397.
[178] İbn A’sem, I, 397.
[179] ibn A’sem, I, 398.
[180] İbn A’sem, I, 398; İbnü’l-Esîr , III, 40; İbn
Manzûr, Muhtasar, IX, 306-307.
[181] Taberî, II, 644.
[182] İbn Sa’d, V, 33; İsfahânî, XII, 168-169.
[183] İbn Sa’d, V, 33.
[184] Taberî, II, 642.
[185] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 168.
[186] İbn A’sem, I, 402.
[187] İbn Manzûr, Muhtasar, IX, 307.
[188] Taberî, II, 634.
[189] İbn Kesîr, VII, 166-167.
[190] İbn A’sem, I, 393.
[191] İbn A’sem, I, 384.
[192] İbn Kesîr, VII, 166-167.
[193] Kâdî Ebû Bekr, El-Avâsım mine’l-Kavâsım, Thk.
Muhammed Cemil el-Gâzî, 2. bsk., Beyrut, 1407/1987,
I, 132.
[194] Mes’ûdî, II, 352; Kâdî Ebû Bekr, I,
132,124;. Ziriklî, vı, 131.
[195] Taberî, II, 652
[196] İbn Hıbbân, es- Sikât, thk. Şerafeddîn Ahmed,
1. bsk., Beyrut, 1975, II, 260.
[197] İbn Hıbbân, II, 260.
[198] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 168.
[199] Taberî, II, 652.
[200] Makdîsî, el-Bed’ü ve’t-Târîh, Kâhire, Trs., V,
203.
[201] îbn Kuteybe, s. 196., Taberî, II, 664.,
[202] Taberî, II, 664-665.
[203] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 170.
[204] îbn Sa’d, III, 71.
[205] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 168.
[206] îbn Kesîr, VII, 180.
[207] İbn Sa’d, III, 72; Halîfe b. Hayyât, s. 170;
Taberî, II, 664 - 665; İbn Kesîr, VII, 180; Malakî, s. 134.
[208] Taberî, II, 664; İbn Hıbbân, II, 262; Heysemî,
Mecmeu’z-Zevâid, Beyrut, 1407/1987, V, 231.
[209] Taberî, II, 665.
[210] İbn Sa’d., VIII, 128; Zehebî, Siyer, VIII, 181;
İbn Hacer, İsâbe, VII, 741.
[211] Malakî, s. 134.
[212] Taberî, II, 671.
[213] Malakî, s. 132; İbn Manzûr, Muhtasar, XVI, 220.
[214] Malakî, s. 167.
[215] İbn Kuteybe, s.196.
[216] İbn A’sem, I, 425.
[217] Taberî, II, 668.
[218] Taberî, II, 682.
[219] Taberî, II, 682.
[220] Seyf b. Ömer, s. 82; Malakî, s. 78.
[221] İbn Manzûr, Muhtasar, XVI, 213-214.
[222] Isbahânî, Hılyetü’l-Evliyâ, 4. bsk. Beyrut,
1405/1984, I, 57.
[223] Malakî, s. 218.
[224] Bu çalışmalara Sabri Hizmetli’nin bu konudaki
makalesini örnek gösterebiliriz
[225] İbn A’sem, I, 444.
[226] İbn Sa’d, VIII, 485.
[227] Malakî, s. 193.
[228] İbrahim, Eyyâmü’l-Arab fi’l-İslâm, Beyrut,
Trs. s. 345.
[229] Taberî, III, 47.
[230] Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486.
[231] Taberî, II, 700; İbnü’l-Cevzî, el- Muntazam,
V, 62
[232] İbn Hıbbân, II, 267.
[233] Ya’kûbî, II, 178.
[234] Taberî, II, 697; İbnü’l-Esîr , III, 84.
[235] Seyf b. Ömer, s. 94.
[236] Kalkaşendî, Meâsirü’l-İnâfe fî
Meâlimi’l-Hılâfe, Thk. Abdüssettâr, Ahmet Ferraç, 2. bsk., Kuveyt, 1985, III,
341.
[237] Seyf b. Ömer , s. 143; Taberî, III, 27.
[238] Ya’kûbî, II, 179.
[239] İbnü’l-Esîr, III, 82.
[240] Taberî, II, 697; İbrâhim, s. 322.
[241] İbn A’sem, I, 438.
[242] Taberî, III, 25.
[243] Taberî, III, 28; Hakîm en-Neysâburî, ,
Müstedrek, Thk. Mustafa Abdûlkâdir Atâ, 1. bsk., Beyrut, 1411/1990, III, 126.
[244] Seyf b. Ömer, s. 138-139.
[245] Taberî, III, 28; İbnü’l-Esîr, II, 121-122.
[246] Taberî, III, 28.
[247] Taberî, III, 28.
[248] İbn Kesîr, VII, 237.
[249] Ziriklî, VI, 131.
[250] Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Red.
Hakkı Dursun yıldız, Konya, 1994, II, 235.
[251] İbn A’sem, I, 482.
[252] İbn A’sem, I, 485-486.
[253] İbn A’sem, I, 488.
[254] Taberî, III, 48; Seyf b. Ömer, s. 164.
[255] Taberî, ııı, 50.
[256] Seyf b. Ömer, s. 169; Taberî, III, 50; Mes’ûdî,
II, 376; Zemahşerî, el-Fâik fi Garîbi’l-Hadîs, Thk. Ali Muhammed el-Becâvî,
Lübnan, Trs., II, 118; İbnü’l-Esîr, III, 138; İbn Kesîr, VII, 244.
[257] İbn Kesîr, VIII, 336.
[258] İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, 1. bsk., Beyrut,
trs., IX, 138.
[259] İbn Tağriberdî, en-Nücûmu’z-Zâhire, Mısır,
1390-1392/1970-1972, I,105.
[260] İbn Manzûr, Muhtasar, VI, 121
[261] İbnü’l-Esîr, III, 139.
[262] İbn Hacer, İsâbe, V, 43.
[263] Taberî, III, 53.
[264] Taberî, III, 59.
[265] Zemahşerî, II, 118.
[266] Taberî, III, 59; İbn Kesîr, VIII, 336.
[267] İbn Hallikân, Vefayâtü’l-A’yân ve Enbâu
Ebnâi’z- Zaman, Thk. İhsan Abbas, Beyrut, 1347/1968, VII, 195; Hakîm
en-Neysâburî, IV, 393.
[268] Tahâvî, Şerhu Meani’l-Âsâr, thk. Muhammed Zührî
en-Neccâr, 1. bsk., Beyrut, 1399/1419, III, 161.
[269] Zehebî, Siyer, III, 357.
[270] Taberî, III, 70; İbrahim, s. 351; Mes’ûdî, II,
381. İbn Kesîr, VII, 254.
[271] Taberî, III, 71.
[272] İbnü’l-Esîr , III, 161.
[273] Mes’ûdî, II, 381; İbrahim, s. 352.
[274] Taberî, III, 71; İbnü’l-Esîr, III, 161.
[275] İbn A’sem, I, 508.
[276] Ya’kûbî, II, 184.
[277] Ya’kûbî, II, 187; İbn A’sem, I, 500.
[278] İbn A’sem, I, 500.
[279] İbn A’sem, I, 507.
[280] İbn A’sem, I, 508.
[281] İbn A’sem, I, 497.
[282] İsra 17:33
[283] İbn A’sem, I, 519.
[284] İbn A’sem, I, 519-520.
[285]Sıffîn, Şam ile Irak arasında,
Fırat Nehrine yakın Fırat’ın kıyısında bir yerin adıdır. ( Makdîsî, V, 217.)
[286] İbn Sa’d, VI, 213; Ziriklî, VI, 131.
[287] İbn Ebî Şeybe, Musannef, Thk. Kemal Yusuf
el-Hût, 1. bsk., Riyad, 1409/1989, VI, 194; Hakîm en- Neysâburî, III, 115.
[288] Ya’kûbî, II, 188; Mes’ûdî, II, 386
[289] Taberî, III, 72.
[290] Taberî, III, 72.
[291] İbn Kesîr, VII, 256.
[292] Taberî, III, 73; İbnü’l-Esîr, III,, 165; İbn
Kesîr, VII, 256.
[293] İbnü’l-Esîr , III, 166.
[294]Taberî, III, 73; İbnü’l-Esîr ,
III, 165.
[295] Ya’kûbî, II, 188; Mes’ûdî, II, 386
[296] Taberî, III, 73; İbn Kesîr, VII, 256.
[297] Taberî, III, 73.
[298] İbn Kesîr, VII, 256.
[299] Taberî, III, 74; İbnü’l-Esîr , III, 166; İbn
Kesîr, VII, 256.
[300] Taberî, III, 74.
[301] Taberî, III, 75.
[302] İbn Kesîr, VII, 256.
[303] İbn Kesîr, VII, 257.
[304] İbn Kesîr, VII, 260.
[305] Makdîsî, V, 217.
[306] Taberî, III, 82; Mes’ûdî, II, 386; İbrahim, s.
359-360.
[307] Mes’ûdî, II, 386; İbnü’l-Esîr , III, 175; İbn
Kesîr, V, 261.
[308] Taberî, III, 83; İbn Kesîr, VII, 262.
[309] Taberî, III, 82; Mesûdî, II, 387-389;
İbnü’l-Esîr, III, 176-177; İbn Kesîr, VII, 262.
[310] İbnü’l-Esîr, III, 181.
[311] İbn Kesîr, VII, 265.
[312] İbn Kesîr, VII, 272.
[313] Taberî, III, 77.
[314] Taberî, III, 83.
[315] İbn A’sem, II, 13-15.
[316] Mes’ûdî, II, 400.
[317] Taberî, III, 76; İbn A’sem, II, 17.
[318] İbn A’sem, II, 40.
[319] Mes’ûdî, II, 390.
[320] Makdîsî, V, 218.
[321] İbn A’sem, II, 41
[322] İbn A’sem, II, 42.
[323]Taberî, III, 87; İbnü’l-Esîr ,
III, 179-180; İbrahim, s. 362.
[324] İbnü’l-Esîr III, 180.
[325] Taberî, III, 87; İbnü’l-Esîr , III, 181;.
[326] İbn A’sem, II, 45.
[327] İbn A’sem, II, 46.
[328] İbn A’sem, II, 49.
[329] İbn A’sem, II, 61-62.
[330] İbn A’sem, II, 70.
[331] İbn A’sem, II, 89.
[332] İbn A’sem, II, 89-90.
[333] İbn A’sem, II, 90-91.
[334] İbn A’sem, II, 105.
[335] İbn A’sem, II, 114.
[336] İbn A’sem, II, 115.
[337] İbn A’sem, II, 133-134.
[338] İbn A’sem, II, 173.
[339] Taberî, III, 88; İbn A’sem, II, 173.
[340] Taberî, III, 100; İbnü’l-Esîr , III, 192.
[341] İbn A’sem, II, 174.
[342] İbn A’sem, II, 177.
[343] Taberî, III, 77-78.
[344] Taberî, III, 77-78.
[345] İbn Kesîr, VII, 274.
[346] Taberî, III, 101; İbn A’sem, II, 183;
İbnü’l-Esîr , III, 193.
[347] İbnü’l-Esîr , III, 1 93.
[348] Taberî, III, 101; İbn A’sem, II, 183.
[349] Taberî, III, 101; İbn A’sem, II, 183;
İbnü’l-Esîr , III, 193; İbn Kesîr, VII, 274.
[350] İbn Kesîr, VII, 274.
[351] Taberî, III, 101; İbn A’sem, II, 184;
İbnü’l-Esîr, III, 193; İbn Kesîr, VII, 274.
[352] Taberî, III, 101-102; İbn A’sem, II, 184; İbn
Kesîr, VII, 274.
[353] İbn A’sem, II, 184.
[354] İbn A’sem, II, 184; İbn Kesîr, VII, 274-275.
[355] İbn A’sem, II, 185
[356] İbn A’sem, II, 185.
[357] Taberî, III, 104.
[358] Taberî, III, 106.
[359] İbn A’sem, III, 91.
[360] Taberî, III, 102.
[361] Taberî, III, 102.
[362] Özaydın , “Eşter”, DİA, XI, 486.
[363] Taberî, III, 102; İbn A’sem, III, 194; Mes’ûdî,
II, 402.
[364] Taberî, III, 102; İbnü’l-Esîr, III, 194.
[365] Taberî, III, 104.
[366] Taberî, III, 106; İbnü’l-Esîr, III, 196.
[367] Ya’kûbî, II, 189.
[368] İbrahim, s. 369.
[369] Ya’kûbî, II, 189.
[370] Ya’kûbî, II, 189; İbn A’sem, III, 200-201.
[371] İbn A’sem, III, 204.
[372] İbn Sa’d, VI, 213; Halîfe b. Hayyât, Târih, s.
192; Taberî, III, 65; İbn Hıbban, II, 298; Mes’ûdî, II, 420421; İbn Abdilber,
III, 1366; İbnü’l-Esîr , III, 226; Malakî, I, 218; Zehebî, Siyer, III, 109;
Zehebî, el-Iber fî Haberi men Ğaber, Thk. Salâhuddîn el-Müncîd, 2. bsk.,
Kuveyt, 1948, I, 45 İbn Kesîr, VII, 253; Kalkaşendî, I, 103; İbnü’l- Imâd, I,
48 ; Ziriklî, VI, 131 Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486;.
[373] Yâkut el- Hamevî, I, 454.
[374]Taberî, III, 127; İbn Kesîr,
VII, 253.
[375] İbn Kesîr, VIII, 101.
[376] Taberî, III, 65; Makdîsî, I, 1711; Zehebî,
Siyer, IV, 35.
[377] Taberî, III, 127.
[378] İbn Kesîr, VII, 313.
[379]Taberî, III, 127; İbnü’l-Esîr,
III, 227.
[380] İbnü’l-Esîr, III, 227; Malakî, I, 218.
[381] Ya’kûbî, II, 194.
[382] Zehebî, Siyer, IV, 34.
[383] Vâkıdî, II, 66.
[384] Vâkıdî, I, 224.
[385] Tenûhî, V, 60; İbn Kesîr, IX, 21; Ziriklî,
VI,131.
[386] Zehebî, el-Iber, I, 45.
[387] Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486.
[388] İbn Manzûr, Muhtasar, XXII, 151.
[389] İbn Abdilber, II, 473.
[390] İbn Abdilber, III, 1372.
[391] İbn A’sem, II, 485.
[392] İbn Mübarek, el-Cihâdü li İbn Mübârek, Thk.
Nezîh Hammâd, Tunus, 1972, I, 179; İbn Hacer, Fethu’l- Bârî, Thk. Muhammed Fuad
Abdulbâkî, Beyrut, 1379, II, 437.
[393] Tahsin Yazıcı, “Destan”, DİA, İstanbul, 1994,
IX, 208.
[394] İbn A’sem, I, 500.
[395] İbn A’sem, I, 500.
[396] İbn A’sem, I, 500.
[397] Taberî, III, 65; Kalkaşendî, I, 103; İbn
Manzûr, Muhtasar, XXII, 86.
[398] Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486.
[399] Taberî, III, 126.
[400] İbn Kesîr, VII, 313.
[401] Tenûhî, V, 60.
[402] Taberî, III, 127; İbnü’l-Esîr, III, 226.
[403] Kalkaşendî, III, 6
[404] Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr, Thk. Seyyid Hâşim
en-Nedvî, VII, 311; Zehebî, el-Kâşif, II, 234; Ziriklî, VI, 131.
[405] Taberî, III, 127; Malakî, I, 218
[406] Taberî, III, 127. Makdîsî, V, 226.
[407] İbn Hemmâm, Musannef, Thk. Habîbü’r-Rahman
el-A’zamî, 2. bsk., Beyrut, 1403/1992, V, 460; Malakî, I, 218; İbnü’l- Cevzî,
el-Muntazam, V, 99.
[408] Belâzurî, I, 229.
[409] İbn Kesîr, , VII, 316.
[410] Taberî, III, 126-127.
[411] Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Târihi, II, 258.
[412] Taberî, III, 126.
[413] Makdîsî, V, 226.
[414]Taberî, III, 127; İbnü’l-Esîr,
III, 227.
[415] Tenûhî, V, 60; Ziriklî, VI, 131.
[416] Taberî, III, 127.
[417] Taberî, III, 65
[418] Tenûhî, V, 60.
[419] Ziriklî, VI, 131.
[420] İbn A’sem, II, 13.
[421] İbn A’sem, II, 14.
[422] İbn A’sem, II, 14.
[423] İbn A’sem, II, 15.
[424] İbn A’sem, II, 40.
[425] İbn A’sem, II, 41.
[426] İbn A’sem, II, 49.
[427] Zehebî, El-Iber, I, 45.
[428] Ziriklî, VI, 131.
[429] İbnü’l-Adîm, VII, 3137; İbnü’l-Esîr, ııı, 227;
Malakî, ı, 218; Zehebî, el-İber, IV, 34; Mizzî, Tehzîbü’l- Kemâl, Thk. Beşşar
Ayyâd Ma’rûf, 1. bsk, Beyrut, 1400/1980, XXII,183, XXV,365.
[430] Malakî, I, 218.
[431] Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, 486.
[432] Iclî, Ma’rifetü’s-Sikât, Thk. Abdulalîm
Abdulazîm el-Bestevî, 1. bsk., Medine, 1405/1985, II, 259; İbnü’l-Esîr, III,
227
[433] Kazvînî, el-İrşâd fî Ma’rifeti Ulemâi’l-Hadîs
Thk. Muhammed Said Ömer İdris,1. bsk., 1409/1988 II, 558; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ,
Thk. Abdul Gaffar Süleyman el-Bendârî, 1.bsk. Beyrut, 1411/1991, V, 74;
Tayâlesî, Müsned, Beyrut, 1978, I, 158;Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, Thk. Hamdî b.
Abdilmecid es-Selefî, 2. bsk., Mevsıl, 1404/1983, IV, 113.
[434] İbn Manzûr, Muhtasar, V, 49.
[435] İbn Manzûr, Muhtasar, XXV, 129.
[436] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, I, 205.
[437] İbn Sa’d, IV, 233; Şeybânî, el-Âhad
ve’l-Mesânî, Tthk. Bâsım Faysal Ahmet el-Cevâbira, 1.bsk. Riyad, 1411/1991, II,
229; İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd fî hedyi Hayri’l- İbâd, Thk. Şuayb Arnaûd, 14.
bsk., Beyrut, 1407/1987, III, 535; İbn Manzur, Muhtasar, XXVIII, 315; Zehebî,
Siyer, II, 76-77. Isbahânî, I, 170. İbn Kesîr, VI, 207; İbnü’l-Cevzî,
Sıfatü’s-Safve, Thk. Mahmud Fâhûrî, 2. bsk. Beyrut, 1399/ 1979, I, 599. İbn
Abdilber, I, 253.
[438] İbn Sa’d, IV, 233.
[439] İbn Sa’d, IV, 234.
[440] İbn A’sem, I, 376; İbnü’l-Esîr, III, 28.
[441] İbn A’sem, I, 377.
[442] Ya’kubî, II, 173; İbn A’sem, I, 377.
[443] Taberî, II, 638-639.
[444] Taberî, II, 638-639.
[445] Seyf b. Ömer, s. 45.
[446] Seyf b. Ömer, s. 67.
[447] Seyf b. Ömer, s. 73; Taberî, II, 641.
[448] Taberî, III, 59.
[449] Makdîsî, V, 525.
[450] Taberî, III, 32; İbnü’l-Esîr, III, 125; İbn
Kesîr, VII, 239.
[451] Seyf b. Ömer, s. 148; Taberî, III, 32;
İbnü’l-Esîr, III, 125; İbn Kesîr, VII, 239.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar